You are on page 1of 595

See discussions, stats, and author profiles for this publication at: https://www.researchgate.

net/publication/358104975

Terörle Mücadelede İstihbarat Yönetimi: Analiz, Teknoloji ve Güvenlik


İstihbaratı Faktörleri

Conference Paper · January 2022

CITATIONS READS

0 385

2 authors, including:

Muhammet Magat
Uludag University
5 PUBLICATIONS   0 CITATIONS   

SEE PROFILE

Some of the authors of this publication are also working on these related projects:

Terörle Mücadelede İstihbarat Yönetimi: Analiz, Teknoloji ve Güvenlik İstihbaratı Faktörleri View project

All content following this page was uploaded by Muhammet Magat on 25 January 2022.

The user has requested enhancement of the downloaded file.


1
Editörler
Ali KIRKSEKİZ, Ahmet Vecdi CAN, Hüseyin ÇALIŞKAN,
Kamil TAŞKIN, Köksal ŞAHİN, Muhammed Kürşad UÇAR, Suat KOL

ISBN: 978-605-74309-7-7

www.turkkongre.com

Aralık – 2021

1
Düzenleyici ortaklar

“19. Uluslararası Türk Dünyası Sosyal Bilimler Kongresi” 27-29 Eylül 2021
tarihleri arasında Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı’nın öncülüğü, Sakarya
Üniversitesi Türk Dünyası Uygulama ve Araştırma Merkezi (TÜRKMER)
koordinatörlüğü ile Azərbaycan Dövlət İqtisad Üniversitesi’nin ev sahipliğinde
aşağıdaki üniversite ve kurumların işbirliğiyle düzenlenmiştir:

Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı

Sakarya Üniversitesi Türk Dünyası Uygulama ve Araştırma Merkezi


TÜRKMER

Azərbaycan Dövlət İqtisad Universiteti

İstanbul Üniversitesi Gazi Üniversitesi

Sakarya
Uygulamalı
Uludağ Üniversitesi
Bilimler
Üniversitesi

Uluslararası Vizyon
Miras Üniversitesi
Üniversitesi
(Kazakistan)
(Kuzey Makedonya)

2
Hoca Ahmet Yesevi Korkut Ata
Uluslararası Türk-Kazak Kızılorda Devlet
Üniversitesi Üniversitesi
(Kazakistan) (Kazakistan)

Kırgızistan Türkiye
Urganch Davlat Universiteti
Manas Üniversitesi
(Özbekistan)
(Kırgızistan)

Uluslararası Kantörö Komrat Devlet


Şaripoviç Toktomamatov Üniversitesi
Üniversitesi (Gagavuz Yeri –
(Kırgızistan) Moldova)

Niğde Ömer
Ankara Hacı Bayramı Veli
Halisdemir
Üniversitesi
Üniversitesi

Osmaniye
İzmir Bakırçay Üniversitesi Korkutata
Üniversitesi

Uluslararası Türk
Türk Dil Kurumu
Kültürü Teşkilatı

Educational Researches and


Türk Bilim
Publications Associations -
Araştırma Vakfı
ERPA

3
ÖNSÖZ
Sosyal bilimler alanında Türk Dünyasının en eski ve önemli bilimsel toplantılarından biri
de kuşkusuz bu yıl Bakü’de 19.su düzenlenen Uluslararası Türk Dünyası Sosyal
Bilimler Kongresi’dir. Bu kitap 19.Kongre’ye gönderilip hakem değerlendirmesinden
geçtikten sonra kabul edilen ve kongre oturumlarında çevrim içi sunulan bildirilerin tam
metinlerinden oluşmaktadır.
Bu kongrenin geçmişi bizi yaklaşık 30 yıl öncesine, Kırgızistan’a götürmektedir. Zira bu
kongre, Türk Dünyası’nın büyük bilgesi rahmetli Prof. Dr. Turan YAZGAN hocamız
tarafından kurulan Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı’nın, Sovyetler Birliği’nin
dağılmasıyla bir bir bağımsızlığına kavuşan Türk Cumhuriyetlerinde başlattığı bilimsel
(eğitim-öğretim-araştırma) faaliyetlerin uzantısı olarak İsmail GASPIRALI’nın ‘Dilde,
Fikirde, İşte Birlik’ ülküsünün bir tezahürüdür. Bu kapıyı ve yolu açan, köprüleri kuran
merhum hocamızın ruhu şad, mekânı cennet olsun. Bu misyonu kurulduğu gün ki aynı
heyecanla hala sürdüren Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı (TDAV) genel başkanı Sayın
Közhan YAZGAN başta olmak üzere tüm vakıf çalışanlarına ve gönüllülerine
şükranlarımı arz ediyorum. O günlerden itibaren aralıksız her yıl düzenlenen bu kongre,
daha önce Calalabad, Çimkent, Komrat, Gostivar, Bakü, Kazan, Kırım, İstanbul gibi Türk
Dünyasının önemli merkezlerinde düzenlenmiştir. Ev sahipliğini Sakarya
Üniversitesi’nin üstlendiği 18. Kongre ise geçen yıl pandemi koşulları altında ilk defa
çevrim içi olarak 12-14 Aralık 2020 tarihleri arasında yapılmıştır. Azerbaycan’ın
Karabağ Zaferi’ni kutlayarak başladığımız 2020 Kongresinin açılış konuşmalarında
Sakarya Üniversitesi’nin sayın rektörü Prof. Dr. Fatih SAVAŞAN’nın özellikle “Karabağ
Azerbaycan’dır” vurgusuyla kongrenin 2021 yılında Karabağ’da yapılması yönündeki
teklifi büyük bir memnuniyet ve heyecan ile kabul edilmiştir. Ancak pandemi şartları
devam ettiği için kongrenin arzu edildiği gibi Karabağ-Şuşa’da yüz yüze yapılması
mümkün olmamış ve kongre resmi açılışını izleyen günlerde oturumlar çevrim içi
yapılmak zorunda kalınmıştır. Bu zor şartlar altında çevrim içi olarak da olsa “Karabağ
Zaferi”nin yıldönümüne denk gelen 27-29 Eylül 2021 tarihlerinde Bakü’de başarıyla
tamamlanan 19.Kongreye ev sahipliği yaptığı için başta Azerbaycan Devlet İktisat
Üniversitesi’nin hürmetli rektörü Prof. Dr. Adalet MURADOV’a ve Türk Dünyası İktisat
Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Mehmet YÜCE’ye teşekkür ederim.
Sakarya Üniversitesi Türk Dünyası Uygulama ve Araştırma Merkezi (TÜRKMER)
kongrenin büyük bir başarıyla gerçekleştirilmesinde önceki yıllarda olduğu gibi bu yıl da
etkin bir rol oynamıştır. Uzun zamandan beri zaten kongre sekretaryasının başında olan
TÜRKMER müdürü Prof. Dr. Köksal ŞAHİN’in bilgi ve tecrübesi, ekibini işin içine dâhil
etmesi, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı ve Azerbaycan Devlet İktisat Üniversitesi Türk
Dünyası İktisat Fakültesi ile kurduğu etkili iletişim bu zor süreçte kongre başarısını
arttıran hususlar olmuştur. Kendisine teşekkür ederken aynı şekilde TÜRKMER müdür
yardımcısı Doç. Dr. Suat KOL’a da gayretleri için teşekkür ederim. Kongre baş
editörümüz ve aynı zamanda ERPA Uluslararası Eğitim Kongreleri başkanı Prof. Dr.
Hüseyin ÇALIŞKAN’ın bilgi ve deneyimlerini bizimle paylaşması çok kıymetli idi. Yine bu
kongreye yıllardır katkı veren Sakarya Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Muhammed
Kürşad UÇAR ve kongre sürecinin vazgeçilmez bir parçası olan Sakarya Uygulamalı
Bilimler Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. Ali KIRKSEKİZ’in emek ve gayretleri de her
türlü takdirin üzerindedir. Her birine ayrı ayrı teşekkür ederim.
Bu kongrenin çok sayıda paydaşı var, katkı vereni var. Dolayısıyla kongreye katkı
verenleri, emeği geçenleri saymakla bitiremeyiz… Fakat aynı zamanda kongre
koordinatör yardımcıları olan Kazakistan’dan Miras Üniversitesi Rektörü sayın Prof. Dr.
4
Myrzaliev Bolat ATIMTAEVICH’in, Kuzey Makedonya’daki Uluslararası Vizyon
Üniversitesi’nin rektör yardımcısı sayın Prof. Dr. Abdülmecit NUREDİN’in, TDAV’ın
Azerbaycan’daki fakültelerinde vazife yapmış eski dekanları Prof. Dr. Hayati BEŞİRLİ ve
Prof. Dr. Ferruh TUZCUOĞLU’nun, yine Azerbaycan Devlet İktisat Üniversitesi Bakü Türk
Dünyası İktisat Fakültesinden Dr. Yusif ALİYEV’in, Kırgızistan Calalabat’tan Uluslararası
Kantörö Şaripoviç Toktomamatov Üniversitesi’nden Dr. Öğretim Üyesi Çağrı
ERGEZER’in, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi’nden Prof. Dr. Enver AYDOĞAN’ın,
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi’nden Prof. Dr. Kürşad GÜLBEYAZ’ın, Sakarya
Üniversitesi’nden Dr. Öğr. Üyesi Kamil TAŞKIN’ın, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı
Genel Müdürü Saadet Pınar YILDIRIM’ın, Metin KÖSE’nin ve Mehmet Töre YILDIRIM’ın
gayretlerinin kongrenin gerçekleştirilmesi ve uluslararası katılımcıların artması
noktasında özel bir öneme sahip olduğunu vurgulamak zorundayım. Ayrı ayrı teşekkür
ediyor, emeğinize sağlık diyorum...

Yirmi yıla yaklaşan tarihiyle artık geleneksel hale gelen kongremizin Türk Dünyası
akademisyenlerini bir araya getirmeyi başardığını görmek memnuniyet vericidir. Türk
Dünyasında ekonomi, tarih, dil, din, sosyal, kültürel, eğitim vb. alanlarda araştırma ve
akademik işbirliğini hedefleyen uluslararası bilimsel bir toplantı olma özelliğini uzun yıllardır
sürdüren kongremizin her geçen gün bilimsel kalitesi ve niteliğinin arttığı, bilimsel bilgi
üretimi ve paylaşımının önemli bir üssü haline geldiği, kurumsallaşma ve uluslararasılaşma
boyutunda ilerleme kaydettiği görülmektedir. Nitekim 19. Kongrenin 23 paydaşının 8’i
Türkiye dışından olmak üzere 18’i üniversitedir. Türk Dünyası’nın her yanından 200
civarında katılımcı sayısına ulaşılmıştır. 170 civarında bildiri gelmiş bunlardan 122’si kabul
edilerek kongre programına alınmış ve 90 civarında bildiri çevrim içi olarak yazarları
tarafından sunulmuştur. Birbirinden değerli çalışmaları ile kongremize katkı sağlayan tüm
bildiri sahiplerine, onları değerlendiren hakem heyetine, oturum başkanlığı yapan
hocalarımıza, davetli konuşmacılarımıza, organizasyonda görev alan arkadaşlarıma ve tüm
katılımcılara teşekkür ederim. Diğer yandan kongrenin resmi açılışına bizzat katılarak bizleri
onurlandıran T.C. Bakü Büyükelçiliği temsilcimize, T.C. ÖSYM Başkanı sayın Prof. Dr. Halis
AYGÜN’e, Kırgızistan – Türkiye Manas Üniversitesi Rektörü sayın Prof. Dr. Alpaslan CEYLAN’a,
Kuzey Makedonya Uluslararası Vizyon Üniversitesi Rektörü sayın Prof. Dr. Fadıl HOCA’ya,
Kazakistan Miras Üniversitesi Rektörü sayın Prof. Dr. Bolat MİRZALİYEV’e ve Dr. Sinan
OGAN’a canı gönülden teşekkür ederim.
Gelecek yıl kongrenin 20.yılını kutlamak için nasipse Tanrı Dağları’na gideceğiz,
Atayurda varacağız, tekrar kongrenin doğduğu topraklara… Kırgızistan-Türkiye Manas
Üniversitesi 20.Kongre’de inşallah bizleri ağırlayacak. Bu vesileyle Kırgızistan – Türkiye
Manas Üniversitesi sayın rektörü Alpaslan hocama samimi davetleri için tekrar teşekkür
ediyor, 2022 yılında kongre tarihlerinin geleceği günleri sabırsızlık içinde şimdiden
beklemeye başladığımızı bildirmek istiyoruz. 2023 yılında ise Gazi Üniversitesi’nin ev
sahipliğinde Ankara’da buluşacağımızın müjdesini de şimdiden verebilirim.
Cumhuriyetimizin 100.yılında Türk Dünyasını bu sefer başkentimizde bir araya
getirecek olan 21.Kongrenin ev sahipliğini üstlenen Gazi Üniversitesi’nin sayın rektörü
Musa hocama da bu vesileyle teşekkür etmek isterim. Bu duygu ve düşünceler içinde
başta yol arkadaşlarım olmak üzere emeği geçen herkese tekrar teşekkür eder, selam ve
saygılarımı sunar, “Kongre Bildiri Kitabı”nın faydalı olmasını dilerim. Bişkek’te
görüşmek üzere…
Prof. Dr. A. Vecdi CAN
Kongre Genel Koordinatörü
(Sakarya, 07/12/2021)
5
KONGRE ONUR KURULU

Prof.Dr. Muzaffer ELMAS YÖKAK Başkanı

Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyeti


Prof.Dr. Muhittin ŞİMŞEK
Başkanı

Prof.Dr. Bolatbek ABDRASILOV Ahmet Yesevi Üniversitesi Rektörü

Prof.Dr. Adalet MURADOV Azerbaycan Devlet İktisat Üniversitesi Rektörü

Prof.Dr. Yusuf TEKİN Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Rektörü

Prof.Dr. A. Saim KILAVIZ Bursa Uludağ Üniversitesi Rektörü

Prof.Dr. Musa YILDIZ Gazi Üniversitesi Rektörü

Prof.Dr. Mahmut AK İstanbul Üniversitesi Rektörü

Prof.Dr. Mustafa BERKTAŞ İzmir Bakırçay Üniversitesi Rektörü

Kızılorda Korkutata Devlet Üniversitesi


Doç Dr. Beybitgul KARİMOVA
Rektörü

Prof. Dr. Sergey ZAKHARİA Komrat Devlet Üniversitesi Rektörü

Kırgızistan Türkiye Manas Üniversitesi


Prof.Dr. Alpaslan CEYLAN
Rektörü

Prof.Dr. Ahmet ATAÇ Manisa Celal Bayar Üniversitesi Rektörü

Prof.Dr. Myrzaliev Bolat ATİMTAEVİCH Miras Üniversitesi Rektörü

Prof.Dr. Muhsin KAR Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi Rektörü

Prof.Dr. Turgay UZUN Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi Rektörü

Prof.Dr. Fatih SAVAŞAN Sakarya Üniversitesi Rektörü

Sakarya Uygulamalı Bilimler Üniversitesi


Prof.Dr. Mehmet SARIBIYIK
Rektörü

Prof. Dr. Satıbaldı Aşımoviç Uluslararası Kantörö Şaripoviç Toktomamatov


OMURZAKOV Üniversitesi Rektörü

Prof. Dr. Fadıl HOCA Uluslararası Vizyon Üniversitesi Rektörü

Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Genel


Közhan YAZGAN
Başkanı

6
KONGRE DANIŞMA KURULU

Prof.Dr. Recai COŞKUN İzmir Bakırçay Üniversitesi

Prof.Dr. Haluk BENGÜ Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi

Prof.Dr. Hayati BEŞİRLİ Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi

Kuzey Makedonya Uluslararası Vizyon


Prof.Dr. Mensur NUREDDİN
Üniversitesi

Prof.Dr. Mustafa MİYNAT Manisa Celal Bayar Üniversitesi

Prof.Dr. Akhtem A. DZHELILOV Kırım Mühendislik ve Pedagoji Üniversitesi

Prof.Dr. Mehmet YÜCE Azərbaycan Dövlət İqtisad Universiteti

Prof.Dr. Seyhan FIRAT TÜBAV Başkanı

Prof. Dr. Ferruh TUZCUOĞLU Sakarya Üniversitesi

Doç. Dr. Kürşad GÜLBEYAZ Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi

Doç. Dr. Leniyara SELİMOVA Kırım Mühendislik ve Pedagoji Üniversitesi

Doç. Dr. Elşan BAĞIRZADE Azerbaycan Devlet İktisat Üniversitesi

Doç. Dr. Oktay GULİYEV Azerbaycan Devlet İktisat Üniversitesi

Doç. Dr. Raqıf KASIMOV Azerbaycan Devlet İktisat Üniversitesi

Metin KÜÇÜK İstanbul Üniversitesi Genel Sekreteri

Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Genel


Saadet Pınar YILDIRIM
Müdürü

7
KONGRE KOORDİNATÖRLÜĞÜ

Kongre Koordinatörü

Prof. Dr. Ahmet Vecdi CAN SAKARYA ÜNİVERSİTESİ

Kongre Koordinatör Yardımcısı

Prof. Dr. Köksal ŞAHİN SAKARYA ÜNİVERSİTESİ

Bölgesel Koordinatör Yardımcıları


AVRUPA

Prof. Dr. Abdulmecit NUREDDİN ULUSLARARASI VİZYON ÜNİVERSİTESİ

ASYA

Prof.Dr. Myrzaliev Bolat ATİMTAEVİCH KAZAKİSTAN MİRAS ÜNİVERSİTESİ

KAFKASLAR

Prof.Dr. Hayati BEŞİRLİ ANKARA HACI BAYRAM VELİ ÜNİVERSİTESİ

Kongre Sekreteri

Doç. Dr. Suat KOL SAKARYA ÜNİVERSİTESİ

8
KONGRE DÜZENLEME / YÜRÜTME KURULU

Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi -


Prof.Dr. Enver AYDOĞAN
TÜRKİYE

Prof.Dr. Kutluk Kağan SÜMER İstanbul Üniversitesi - TÜRKİYE

Uluslararası Vizyon Üniversitesi –


Prof.Dr. Abdülmecid NUREDİN
KUZEY MAKEDONYA CUMHURİYETİ

Prof. Dr. Hüseyin ÇALIŞKAN Sakarya Üniversitesi - TÜRKİYE

Prof.Dr. Köksal ŞAHİN Sakarya Üniversitesi - TÜRKİYE

Doç.Dr. Suat KOL Sakarya Üniversitesi - TÜRKİYE

Uluslararası Vizyon Üniversitesi –


Doç.Dr. Aybeyan SELİM
KUZEY MAKEDONYA CUMHURİYETİ

Doç.Dr. Muhammed Kürşad UÇAR Sakarya Üniversitesi - TÜRKİYE

Uluslararası Kantoro Şaripoviç Toktamamatov


Dr. Öğr. Ü. Çağrı ERGEZER
Üniversitesi - KIRGIZİSTAN

Dr. Öğr. Ü. Kamil TAŞKIN Sakarya Üniversitesi - TÜRKİYE

Dr. Öğr. Ü. Muhammed Zahit CAN Sakarya Üniversitesi - TÜRKİYE

Dr.Öğr. Onur TÜRKÖLMEZ Gaziantep Üniversitesi - TÜRKİYE

Azerbaycan Devlet İktisat Üniversitesi –


Öğr. Gör. Neriman HANAHMEDOV
AZERBAYCAN

Azerbaycan Devlet İktisat Üniversitesi –


Öğr. Gör. Yusif ALİYEV
AZERBAYCAN

Sakarya Uygulamalı Bilimler Üniversitesi –


Öğr.Gör. Ali KIRKSEKİZ
TÜRKİYE

Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı –


Mehmet Töre YILDIRIM
TÜRKİYE

9
BİLİM VE HAKEM KURULU

Prof.Dr. A. Kılıçbay BİSENOV Kazakistan

Prof.Dr. Ahmet Vecdi CAN Türkiye

Prof.Dr. Abdülcebbar GÖKLENOV Türkmenistan

Prof.Dr. Abılay AYDASOV Kazakistan

Prof.Dr. Adalet MURADOV Azerbaycan

Prof.Dr. Alla PAPTSOVA Gagavuziya/Moldova

Prof.Dr. Akimshan ARUPOV Kazakistan

Prof.Dr. Almaz ŞAYHULOV Başkurdistan

Prof.Dr. Alövsat MÜSLİMOV Azerbaycan

Prof.Dr. Alparslan PEKER Amerika Birleşik Devletleri

Prof.Dr. Anarkan MATKERİMOVA Kırgızistan

Prof.Dr. Anarkul URDALETOVA Kırgızistan

Prof.Dr. Anvarbek MOKEYEV Kırgızistan

Prof.Dr. Arber ÇELIKU Kuzey Makedonya Cumhuriyeti

Doç.Dr. Atilla JORMA Kuzey Makedonya Cumhuriyeti

Prof.Dr. Aycamal KANTÖRÖEVA Kırgızistan

Prof.Dr. Azizbek TAŞBAEV Kırgızistan

Prof.Dr. Azmi ÖZCAN Türkiye

Prof.Dr. Bagdat KARPUZULI Kazakistan

Prof.Dr. Baymirza KOJAMBERDİYEV Kazakistan

Prof.Dr. Becet BROŞORİ Kosova

Prof.Dr. Birol KOVANCILAR Türkiye

Prof.Dr. Bolat MİRZALİYEV Kazakistan

Prof.Dr. C.Gökhan BAHŞİ Almanya

Prof.Dr. Cusupbek PİRİMBAYEV Kırgızistan

10
Prof.Dr. Çetin YAMAN Türkiye

Prof.Dr. Elmira HURİBAEVA Kırgızistan

Prof.Dr. Enver AYDOĞAN Türkiye

Prof.Dr. Enver HALİLOVİÇ Bosna Hersek

Prof.Dr. Evez BAYRAMOV Azerbaycan

Prof.Dr. Eyyüp AKTEPE Türkiye

Prof.Dr. Eyyup Günay İSBİR Türkiye

Prof.Dr. Fadıl HOCA Kuzey Makedonya Cumhuriyeti

Prof.Dr. Fırat PURTAŞ Türkiye

Prof.Dr. Gabil MANAFOV Azerbaycan

Prof.Dr. Gafitullina DİLARA Özbekistan

Prof.Dr. Galina SMİRNOVA Rusya Federasyonu

Prof.Dr. Georgiy SULT Gagavuziya/Moldova

Prof.Dr. Gülzat TAŞKULOVA Kırgızistan

Prof.Dr. Habib YILDIZ Türkiye

Prof.Dr. Hadişa NUGMANOVA Kazakistan

Prof.Dr. Halil KALABALIK Türkiye

Prof.Dr. Hakan POYRAZ Türkiye

Prof.Dr. Hasan TUTAR Türkiye

Prof.Dr. Hayati BEŞİRLİ Türkiye

Prof.Dr. Hidayet CAFEROV Azerbaycan

Prof.Dr. Hüseyin AKTAŞ Türkiye

Prof.Dr. İbrahim TATARLI Bulgaristan

Prof.Dr. İrfan MORİNA Kosova

Prof.Dr. İsmail KERİMOV Kırım

Prof.Dr. İsmail YAKIT Türkiye

11
Prof.Dr. Ilshat GAFUROV Tataristan

Prof.Dr. İvana BANKOVA Gagavuziya/Moldova

Prof.Dr. Jenis SADUAKASULI Kazakistan

Prof.Dr. Kubatbek TABALDİYEV Kırgızistan

Prof.Dr. Kadırali KONKUBAYEV Kırgızistan

Prof.Dr. Kadir ARDIÇ Kırgızistan

Prof.Dr. Kamil AYDIN Türkiye

Prof.Dr. Konstantin TAUŞANCI Gagavuziya/Moldova

Prof.Dr. Kubatbek TABALDİYEV Kırgızistan

Prof.Dr. Layli UKUBAYEVA Kırgızistan

Prof.Dr. Lev P. KURAKOV Çuvaşistan

Prof.Dr. Linar LATİPOV Tataristan

Prof.Dr. Lyudmila KÖR Gagavuziya/Moldova

Prof.Dr. Maarife HACIYEVA Azerbaycan

Prof.Dr. Mahir HOTI Arnavutluk

Prof.Dr. Manasbek MUSAYEV Kırgızistan

Prof.Dr. Marina TİTOVA Rusya Federasyonu

Prof.Dr. Mariya YANİOGLO Gagavuziya/Moldova

Prof.Dr. Mehdi ELEZİ Kosova

Prof.Dr. Mehmet Mehdi ERGÜZEL Türkiye

Prof.Dr. Mehmet ALPARGU Türkiye

Prof.Dr. Mehmet YÜCE Türkiye

Prof.Dr. Mensur NUREDİN Kuzey Makedonya Cumhuriyeti

Prof.Dr. Midhat MUHARYAMOV Tataristan

Prof.Dr. Muhsin HALİS Türkiye

Prof.Dr. Musa EKEN Türkiye

12
Prof.Dr. Mustafa AKAL Türkiye

Prof.Dr. Mustafa MİYNAT Türkiye

Prof.Dr. Muhammed Asıf YOLDAŞ Türkiye

Prof.Dr. Nurbübü ASİPOVA Kırgızistan

Prof.Dr. Nurzat KANTÖRÖEVA Kırgızistan

Prof.Dr. Olcobay KARATAYEV Kırgızistan

Prof.Dr. Ömer ANAYURT Türkiye

Prof.Dr. Rahman MİRZAİBRAHİMOV Kırgızistan

Prof.Dr. Ramazan TAŞDURMAZ Türkiye

Prof.Dr. Rami MEMUSAJ Arnavutluk

Prof.Dr. Remzi ATAOĞLU Kırgızistan

Prof.Dr. Roza NESEPOVA Türkmenistan

Prof.Dr. Ruzal YUSUPOV Tataristan

Prof.Dr. Sabır Murat BOKENBAYULI Kazakistan

Prof.Dr. Salih AYNURAL Türkiye

Prof.Dr. Sebahattin BALCI Türkiye

Prof.Dr. Sedat KUÇİ Kosova

Prof.Dr. Selahattin KARABINAR Türkiye

Prof.Dr. Selahattin SARI Türkiye

Prof.Dr. Sejfudin ZAHİROVİÇ Bosna Hersek

Prof. Dr. Sergey ZAHARİYA Gagavuziya/Moldova

Prof. Dr. Sofiya SULAK Gagavuziya/Moldova

Prof.Dr. Svetlana ÇERVONOJE Rusya Federasyonu

Prof.Dr. Ş.Urpaş JANİYAZKIZI Kazakistan

Prof.Dr. Şaban KAYIHAN Türkiye

Prof.Dr. Tahir AKGEMCİ Türkiye

13
Prof.Dr. Tatyana RAKOVÇENA Gagavuziya/Moldova

Prof.Dr. Tatyana DUDOGLO Gagavuziya/Moldova

Prof.Dr. Turar KOYÇİYEV Kırgızistan

Prof.Dr. Turgut TOK Türkiye

Prof.Dr. Uli SCHAMİLOGLU ABD

Prof.Dr. Ünsal BAN Türkiye

Prof.Dr. Vahit TÜRK Türkiye

Prof.Dr. Valentina TUGUJEKOVA Hakasya

Prof.Dr. Vasili GAYFULİN Tataristan

Prof.Dr. Viktor BUTANAYEV Hakasya

Prof.Dr. Vladimer PAPAVA Gürcistan

Prof.Dr. Zahid MEMMEDOV Azerbaycan

Prof.Dr. Zakir MEMMEDOV Azerbaycan

Prof.Dr. Zamira DERBİŞEVA Kırgızistan

Prof.Dr. Zekeriya KİTAPÇI Türkiye

14
KONGRE ALAN EDİTÖRLERİ
BAŞ EDİTÖRLER
Prof. Dr. Hüseyin ÇALIŞKAN - Doç. Dr. Suat KOL

ALAN EDİTÖRLERİ

ALANLAR EDİTÖRLER

Antropoloji Prof. Dr. Hayati BEŞİRLİ

Arkeoloji Dr. Öğr. Ü. Hacer ÇORUH

Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Prof. Dr. M.Çağlar ÖZDEMİR

Doç. Dr. Ekrem ERDOĞAN

Coğrafya Dr. Öğr. Ü. Muhammet KAÇMAZ

Çeviribilim Dr. Öğr. Ü. M. Zahit CAN

Dr. Öğr. Ü. Filiz ŞAN

Kentleşme ve Çevre Sorunları Prof. Dr. Ferruh TUZCUOĞLU

Din Bilimleri Prof. Dr. Abdülvahit İMAMOĞLU

Eğitim Bilimleri Dr. Öğr. Ü. Dursun AKSU

Ekonomi Prof. Dr. Selim İNANÇLI

Ekonometri Prof. Dr. Kutluk Kağan SÜMER

Doç. Dr. Gökçe CANDAN

Dr. Öğr. Ü. Nazan ŞAK

Felsefe Doç. Dr. Tufan ÇÖTOK

Finans Prof. Dr. M. Başaran ÖZTÜRK

Doç. Dr. Sinan ESEN

Girişimcilik ve Küçük İşletmeler Doç. Dr. Umut Sanem ÇİTÇİ

Hukuk Prof. Dr. Hasan OKTAY

Dr. Öğr. Ü. Sevda Yaşar COŞKUN

15
İstatistik Prof. Dr. Mustafa Cahit UNGAN

Doç. Dr. Nihal SÜTÜTEMİZ

Kamu Yönetimi Dr. Öğr. Ü. Osman NACAK

Prof. Dr. Özer KÖSEOĞLU

Maliye Prof. Dr. Habib YILDIZ

Dr. Öğr. Ü. Cahit ŞANVER

Muhasebe Prof. Dr. Haluk BENGÜ

Doç. Dr. Fevzi Serkan ÖZDEMİR

Pazarlama Prof. Dr. Remzi ALTUNIŞIK

Psikoloji Prof. Dr. Murat İSKENDER

Siyaset Bilimi Prof. Dr. Köksal ŞAHİN

Dr. Öğr. Ü. Dilşad TÜRKMENOĞLU KÖSE

Sosyoloji Doç. Dr. Nesrin AKINCI ÇÖTOK

Spor Bilimleri Prof. Dr. Çetin YAMAN

Prof. Dr. Gülten HERGÜNER

Tarih Doç Dr. Gülin ÖZTÜRK

Dr. Öğr. Ü. Selçuk URAL

Töre Bilim ve Ahlaki Değerler Doç. Dr. Fatma Gülay MİRZAOĞLU


Turizm Prof. Dr. Oğuz TÜRKAY
Türk Dili ve Edebiyatı Doç. Dr. Selçuk Kürşad KOCA
Türk Kültürü ve Sanatı Doç. Dr. Kürşad GÜLBEYAZ
Uluslararası İlişkiler Doç. Dr. Murat ERCAN
Üretim Dr. Öğr. Ü. Kamil TAŞKIN
Yönetim Bilişim Sistemleri Doç. Dr. Adem AKBIYIK
Yönetim ve Organizasyon Prof. Dr. Mustafa Fedai ÇAVUŞ
Prof. Dr. Oğuz TÜRKAY

16
İÇİNDEKİLER
Azerbaycan ve Türk Fikri Mülkiyet Hukukunda Eser Sahibinin Manevi Hakları
Sevda Yaşar COŞKUN, Emine Meliknur KILIÇ,........................................................................................ 21
Milliyetçiliğin Doğrudan Yabancı Yatırımlara Etkisi: Azerbaycan-Türkiye Örneği Üzerinden Literatüre
Bir Katkı Girişimi
Prof. Dr. Recai COŞKUN, Arş. Gör. Emre BİLGİÇ .................................................................................... 31
Z Kuşağının Erken Yetişkin Temsilcisi Üniversite Öğrencilerinde Çalışmanın Anlamı: Bir Yazın
Değerlendirmesi
Umut Sanem Çitçi, Tuncer Asunakutlu .................................................................................................. 41
Eğitimin Niteliği ve Finansmanının Ekonomik Büyüme ile İlişkisinin Analizi
Büşra DOĞAN ........................................................................................................................................ 47
Eski Türkçeden Kazakçaya Bitki Adları II
Emin Oba, Hulisi Gürbüz ........................................................................................................................ 69
Azərbaycan Ədəbiyyatında Türkçülük İdeyaları: XX Əsr Azərbaycan Maarifçilərinin Fikirlərində
Minayə İsmayılova Abbas qızı................................................................................................................ 82
Kırım Tatar Milli Hareketinde Kadının Rolü (1960-1989 Yy.)
Doç. Dr. Ranetta Gafarova..................................................................................................................... 88
Güney-Doğu Avrupa’daki Gagauz/Gökoğuz Türkleri ile Anadolu, Kafkas vs. Türklerinde Tarihten
Bugüne Kültürel İlişkiler
Prof. Dr. Olga Radova (Karanastas)
Türkiye’deki Bankaların Camels Derecelendirme Yöntemi İle Mali Performans Durum Analizinin
Yapılması: COVİD-19 Pandemi Etkisinin Ölçümü
Aslı KUZU, Hale GÜN, Alabbas AZADOV .............................................................................................. 110
Şeki’de Zanaattan Sanata Seramik
Doç. Dr. Serap ÜNAL ............................................................................................................................ 121
Tiflisdə Azərbaycan Aşıq Mühiti
Şurəddin MƏMMƏDLİ ......................................................................................................................... 132
Terörle Mücadele Açısından İnsani Ve Teknik İstihbaratın Rollerinin İncelenmesi
Etibar MUSAYEV .................................................................................................................................. 140
İnanç Ögeleri Üzerinden Türkistan'dan Anadolu'ya Kültür Devamlılığı
Kaan ÇELİK ........................................................................................................................................... 153
Râvi Tenkidinde Öznellik Sorunu
Bekir TATLI ........................................................................................................................................... 164
Hadis Usulünde Tenkidin Önemi
Bekir TATLI ........................................................................................................................................... 170
Azərbaycan Türklərinin İslam Düşüncə Tarixinə Qatqıları: Orta Əsrlər
Aygün Kərimova .................................................................................................................................. 177

17
Türkçenin Uzaktan Öğretimine Yönelik Tutum Ölçeği
Aysun EROĞLU..................................................................................................................................... 181
Türkçe Öğretmeni Adaylarının Türkçenin Uzaktan Öğretimine İlişkin Metaforik Algıları
Aysun EROĞLU..................................................................................................................................... 191
Abbâsî Halifesi Me’mûn’dan (813-833) İslâmiyet Hakkında Bilgi İsteyen Bulgar Meliki
Dr. Öğr. Üyesi Erman Şan .................................................................................................................... 201
Антик Давр Хоразм Ҳарбий Санъати Масаласига Оид Баъзи Мулоҳазалар
Aбдуллаев Ўткир Исмоилович .......................................................................................................... 209
Yapay Zekâ Söylemi ve Toplumsal Yansıması
Prof. Dr. Serkan GÜZEL ........................................................................................................................ 219
Covid-19 Pandemi Sürecinde Akademik Personellerin İş-yaşam Dengesi Üzerine Bir Araştırma
Nermin Rzayeva, Fehmin Aslanov ....................................................................................................... 233
Türk Cumhuriyetleri Arasında Dijital Birliğin Kurulması ve Türk Keneşi’nin Rolü
Öğr. Gör. Dr. Ahmet Alp Özbalcı .......................................................................................................... 245
İşletmelerde İç Kontrol Sisteminin Süreç Yönetim Sistemine Entegrasyonu
Dr. Nuran VARIŞLI ................................................................................................................................ 257
Xarici Ölkələrdə Sosial Xidmətlər Təqdim Edən Qht-lərin Fəaliyyətinin Sosial – Hüquqi Əsasları
Ülvi Əliyev ............................................................................................................................................ 266
Azeri-Özbek-Türkiye Türkçelerinde Deyim Kavramı Ve Deyimbilim Çalışmaları Üzerine Bir İnceleme
Burcu YILMAZ ...................................................................................................................................... 273
The normative power of the international organizations in protection of the critical infrastructure
Ass. Prof. Vesna Poposka, Prof. Hasan Oktay...................................................................................... 282
Maârif Salnâmelerine Göre Kosova’da Eğitim ve Öğretim (1898-1903)
Gülin Öztürk......................................................................................................................................... 290
Axısqa Türklərinin Modern Tipli İlk Məktəbləri
Gülnara QOCA MƏMMƏDLİ ................................................................................................................ 303
Dünyada Öğrenci Hareketliliği Ve Bu Hareketliliğin Sosyo-Ekonomik Boyutları
Prof. Dr. Hayati BEŞİRLİ, Arş. Gör. Dr. Merve YALÇINKAYA ................................................................. 313
Ergenlerde Siber Zorbalık ve Siber Mağduriyet
Arş. Gör. Şehida RİZVANÇE MATSANİ, Prof. Dr. Mensur NUREDİN..................................................... 319
XIX. Asır Azerbaycan'ında Eğitimde Islahat Hareketleri ve Bunların Günümüze Yansımaları (S. Şirvani
Ekolü Örneği)
Ahmet Niyazov .................................................................................................................................... 329
Bir Turizm Ürünü Olarak Müzik Festivallerinin Önemi
Selin OYAN, Seda OYAN ....................................................................................................................... 345
İzleyici Araştırmalarından Günümüze Doğru Medya-Toplum-Birey İlişkisine Yönelik Bir Değerlendirme

18
Osman ARASLI ..................................................................................................................................... 349
Vatandaşlık Kavramı Bağlamında Azerbaycan’da Kadınların Siyasal Katılımı Üzerine Bir Değerlendirme
Dilşad Türkmenoğlu Köse .................................................................................................................... 356
Türkiye’de Sertifikalı Hile Araştırmacılığının Mevcut Durumu ve Sertifika Sahiplerinin Geleceğe Yönelik
Görüşleri
Arş. Gör. Nagihan AKTAŞ, Prof. Dr. Engin DİNÇ, Doç. Dr. Esra ATABAY ............................................. 360
Türkiye Türkçesi Ve Azerbaycan Türkçesindeki Alet Adlarında Metaforik Anlam Genişlemeleri
Halis Emrah BİNGÖL ............................................................................................................................ 374
Kriminojen Faktör Olarak Serbest Zamanın Çocuk Suçluluğuna Etkisi
Doç. Dr. Ebru İbiş ................................................................................................................................. 382
Nurettin Topçu’da Anadoluculuk Düşüncesi ve Milliyetçilik Üzerine Bir Değerlendirme
Gürkan Kanat ....................................................................................................................................... 396
Bilgi Teknolojilerinin Kamu Politikalarının Oluşturulması Sürecine Faydaları
Gürkan Kanat ....................................................................................................................................... 402
Kurumsal Firmalarda İş Rotasyonu Ve Terfi Olanaklarının Örgütsel Bağlılığa Etkisi
Enver AYDOĞAN, Ayşenur KARABULUT .............................................................................................. 410
Türk Dünyasında Stratejik İşbirliği: Türk Konseyi (Türk Keneşi)
Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Ali UGAN ........................................................................................................... 416
Bilimsel Paylaşım ve Politik Güç Unsurları Bağlamında Türk Dünyası: Kısa Bir Değerlendirme
Prof. Dr. Köksal ŞAHİN ......................................................................................................................... 420
Türk Fen Bilgisi Öğretmenliği ile Kazak Biyoloji Öğretmenliği Lisans Programlarının Anahtar
Yetkinlikler Açısından İncelenmesi
Ela Ayşe Köksal, Dana Bulkhanova Kidirbaikyzy, Bataeva Dariga Serikkyzy ....................................... 426
Türkiye ve Azerbaycan Erken Çocukluk Eğitimlerinin Karşılaştırılmalı Olarak İncelenmesi
Doç. Dr. Suat KOL................................................................................................................................. 444
Balkan Yarımadasında Pomak Türklerinin Coğrafi Dağılımı
Dr. Öğr. Üyesi Reyhan Rafet CAN ........................................................................................................ 453
Trafik Kazaları Sonucu Uğranan “Geçici İşgöremezlik” Zararından Sorumluluğun Yargıtay Kararları
Çerçevesinde Değerlendirilmesi
Dr. Öğr. Üyesi Hüseyin AVSALLI, Doç. Dr. Namık HÜSEYİNLİ............................................................... 459
Toplumsal Eşitsizlikler Ve Mutfak
Prof. Dr. Hayati BEŞİRLİ ....................................................................................................................... 470
Batı Dışı Modernleşmede Matbaa ve Okuryazarlık: Rusya, Osmanlı ve İran İmparatorlukları
Bünyamin Ayhan, Gulnur Dosbolova,.................................................................................................. 476
Emeklilik Hakkı ve Teorik - Hukuki Yönleriyle Değerlendirilmesi
Mayis ƏLİYEV, Namık HÜSEYİNLİ ......................................................................................................... 489
Anma Törenlerinin Toplumsal Birliğe Katkısı: Türkiye’deki Kazaklar Örneği
19
Dr. Aray Rakhimzhanova ..................................................................................................................... 499
Kuzey Makedonya Cumhuriyeti'nde Fikri Mülkiyet Haklarının Vergilendirilmesinin Yasal Çerçevesi
Doç. Dr. Jordan Delev, Arş. Gör. Nazife Yakupova Domazet ............................................................... 507
Uluslararası Sistemde I. ve II. Karabağ Savaşı’nın Karşılaştırmalı Analizi
Asena BOZTAŞ ..................................................................................................................................... 518
Ulusal Güvenlik Bürokrasisinde Siyasallaşma ve Kalıcılık İlkesi: “Ulusal Güvenlik Devleti” Üzerine Bir
Değerlendirme
Muhammet Mağat .............................................................................................................................. 523
Terörle Mücadelede İstihbarat Yönetimi: Analiz, Teknoloji ve Güvenlik İstihbaratı Faktörleri
Muhammet Mağat, İlknur Şebnem Öztemel....................................................................................... 533
Klasik Türk Şiirinde Orta Asya Şehirleri
Prof. Dr. Orhan KURTOĞLU, Arş. Gör. Züleyha Nurgül ERTUĞRUL ..................................................... 544
İnsan Kaynakları Yönetimi Stratejilerine Dijital Dönüşüm Bağlamında Bakmak: Dijital İnsan Kaynakları
Yönetimi Vizyonu
Pınar Altıok Gürel ................................................................................................................................ 565
Covıd 19 Pandemisi ve Kırsal Göç İlişkisi: Türkiye Örneği
Doç. Dr. Ertuğrul Güreşci ..................................................................................................................... 577
Orta Asya’dan Anadolu’ya Taşınan Bir Kültür Hazinesi (Ahlat Taş Heykeli ve Düşündürdükleri)
Nezahat CEYLAN .................................................................................................................................. 583

20
Azerbaycan ve Türk Fikri Mülkiyet Hukukunda Eser
Sahibinin Manevi Hakları

Sevda Yaşar COŞKUN1, Emine Meliknur KILIÇ2,


Özet

Fikri mülkiyet hakları, kişinin her türlü zihinsel emeğiyle meydana getirdiği ürünler üzerinde sahip
olduğu haklardır. Bu hakların konusu, sahibinin özelliklerini taşıyan, zihinsel bir çaba sonucu ortaya
çıkan ve ekonomik değere sahip ürünlerdir. Eser sahibi bu ürünler üzerinde mali ve manevi haklara
sahiptir. Bu çalışmanın konusunu Azerbaycan ve Türk fikri hukukunda eser sahibinin manevi
haklarına ilişkin mevzuatın karşılaştırılması oluşturmaktadır. Bu bağlamda 5846 Sayılı Türk Fikir ve
Sanat Eserleri Yasası’nın eser sahibinin manevi haklarını düzenleyen maddeleri incelenmiştir. Aynı
zamanda konuyla ilgili her iki ülkenin de taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin getirdiği
düzenlemelere yer verilmiştir. Karşılaştırmalı bir yaklaşımla doküman inceleme yöntemi ile
yürütülen çalışmada, eser sahibinin manevi hakları konusunda her iki ülke mevzuatında benzerlikler
olduğu gibi, farklılıkların da bulunduğu tespit edilmiştir. Benzerliklerin, her iki ülkenin de taraf
olduğu konuyla ilgili uluslararası antlaşmalardan kaynaklandığı kanaatine varılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Azerbaycan Fikri Mülkiyet Hukuku, Eser Sahibi, Manevi Haklar, Türk Fikri
Mülkiyet Hukuku

1. Giriş
Fikri mülkiyet hakları, insanın fikri çabası ve emeği sonucunda ortaya çıkan ve sahibinin hususiyetini
taşıyan fikri ürün üzerindeki hakları ifade etmektedir. Fikri mülkiyet haklarından telif hakkının
konusunu oluşturan eser düşünsel bir çaba sonucunda ortaya çıkan ve sahibinin hususiyetini taşıyan
ürünlerdir (Tekinalp, Ünal, 2012; Kılıçoğlu, 2013). İletişim ve bilgi teknolojilerinde yaşanan
gelişmeler ve bu gelişmelerin yaygınlaşmasıyla fikir ürünü eserler, icat ve bilgiler de dünya çapında
dolaşıma girmiştir. Yaşanan bu gelişmeler fikri hakların ulusal düzeyde olduğu kadar uluslararası
düzenlemelere de konu olmasına sebep olmuştur (Yüksel, 2008).

Ticaretle bağlantılı fikri mülkiyet haklarının konusunu patent, faydalı model, marka, endüstriyel
tasarım, entegre devre topografyaları ve coğrafi işaretler oluşturmaktadır. Fikir ve Sanat Eserleri
Kanunu koruması dışında kalan bu diğer fikri ürünler üzerindeki haklara, sınaî haklar 3 denilmektedir
(Erel, 1998).

Sahibinin hususiyetini taşıyan eser üzerindeki mülkiyet hakkı fikrî mülkiyet olarak adlandırılan,
hak sahibine sınırsız yetki veren ve herkese karşı belirli bir süre dahlinde ileri sürülebilen mutlak bir
haktır. Fikrî mülkiyet, fikir ürünü üzerindeki gayri maddî malvarlığı hakkıdır (Öztan, 2008; Tüzüner,
2011). Fikrî mülkiyet hakkı, kullanılmakla tükenmeyen, hak sahibine herkese karşı ileri sürülebilen
bir koruma sağlayan, herhangi bir eşya üzerinde cismanileşmiş olsa bile o eşyadan bağımsız
(Kılıçoğlu, 2013; Tekinalp, 2012) bir haktır. Kural olarak mutlak hakların tabi olduğu rejime tabi olan
bu hak devre kabildir; miras bırakılabilir, rehine ve hacze konu olabilir (Bozbel, 2012). Fikri bir

1 İzmir Bakırçay Üniversitesi, Hukuk Fakültesi, Özel Hukuk Bölümü


sevdayasar.coskun@bakircay.edu.tr
2 İzmir Bakırçay Üniversitesi, Hukuk Fakültesi, Özel Hukuk Bölümü

eminemeliknur.kilic@bakircay.edu.tr
3 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bakınız: Boztosun, A. (2007). Fikri Mülkiyet ve Küresel Rekabet. REF Taslak

Makale, 8, 2-14; Avcı, A. (2013). İnternet Özgürlüğü ve Fikri Haklar. Yeni Medya Çalışmaları: Kuram,
Yöntem, Uygulama ve Siyasa I. Ulusal Kongresi Kitabı İçinde. Kocaeli: Kocaeli Üniversitesi İletişim Fakül-
tesi, 2013; Boldrin, M. ve Levine, D. K. (2011). Entelektüel Tekele Karşı. Başak Bingöl (çev). İstanbul: Sel
Yayıncılık.

21
Sevda Yaşar COŞKUN, Emine Meliknur KILIÇ

çabanın sonucunda ortaya çıkan bu ürünün meydana gelmesiyle eser sahibinin ürün üzerinde mali ve
manevi hakları da meydana gelir.

İki devlet tek millet anlayışına sahip Türkiye ve Azerbaycan arasındaki tarihi, kültürel,
sosyolojik bağların mevcudiyetinin yanında giderek artan ticari ilişkiler, mevzuatların
uyumlaştırılmasının önemini ortaya koymaktadır. Buradan hareketle çalışmanın konusunu
Azerbaycan ve Türk fikri mülkiyet hukukunda eser sahibinin manevi haklarına ilişkin mevzuatın
karşılaştırılması oluşturmaktadır.

Çalışmada önce fikri mülkiyet hukukunun tarihsel gelişimi ele alınacak, daha sonra 5846 Sayılı
Türk Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun eser sahibinin manevi haklarını düzenleyen maddeleri
incelenecektir. Aynı zamanda konuyla ilgili her iki ülkenin de taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin
getirdiği düzenlemelere yer verilecektir.

2.Yöntem

Karşılaştırmalı bir yaklaşımla ele alınan çalışma, her iki ülke kanunlarına dayanan doküman
inceleme yöntemi ile yürütülecektir.

3.Fikri Mülkiyet Haklarının Tarihsel Gelişimi

Yeni eserler ve buluşlar toplumların gelişmesi ve kalkınması açısından oldukça önemli işleve
sahiptirler. İnsanlığın yaşadığı ticari, sınai ve teknolojik gelişmeler, eser ve buluş sahiplerinin
haklarının yasal güvence altına alınması gereğini ortaya çıkarmıştır. İlk ve Orta Çağlarda fikri haklar
konusunda somut herhangi bir hukuksal düzenleme söz konusu değildir (Ateş, 2003). Matbaanın
icadı fikri haklarla ilgili dönüm noktası olmuş, orta çağın sonu ve yeniçağın başlangıcında, her ne
kadar eser sahibinden ziyade matbaa sahiplerinin menfaatlerini korusa da hukuksal düzenlemeler
gündeme gelmeye başlamıştır (Tekinalp, 1999). 1789 Fransız İhtilali ile Fransa’da başlayan fikri
hakların tespiti ve yasal düzenleme süreci hızla diğer Avrupa ülkelerine yayılmış ve bu ülkeler
arasında fikri hakları konu alan sözleşmeler yapılmaya başlanmıştır (Ateş, 2003).

Fikri haklara ilişkin ilk uluslararası sözleşme 1883 tarihli, sınaî mülkiyet haklarını düzenleyen
Paris Sözleşmesidir (Ateş, 2003). Fikri haklar alanındaki korumanın anayasası olarak kabul edilen bu
sözleşmeyi Türkiye’ de derhal imzalamıştır. Edebiyat ve sanat eserlerinin korunmasını düzenleyen ve
bu yönüyle fikir ve sanat eserlerinin korunması ile ilgili ilk uluslararası metin ise 1886 Bern
Sözleşmesi’dir (Taş, 2006). Daha sonra 1995 tarihli Dünya Ticaret Örgütü bünyesinde Ticaretle
Bağlantılı Fikrî Mülkiyet Hakları Sözleşmesi (TRIPS)4 imzaya açılmıştır. Söz konusu sözleşme tüm
fikrî ve sınaî haklar için uluslararası standartlar belirlemiş ve fikrî hakların korunmasına dair idari ve
hukuki tedbirleri düzenleyerek mevcut uluslararası metinlerin uygulama alanını genişletmiştir.
(Yazıcıoğlu, 2009).

Ülkemizde fikri haklarla ilgili ilk yasal düzenleme eser sahiplerine telif hakkı tanımak üzere
1850’de çıkarılan Encümen-i Daniş Nizamnamesidir. 1910 tarihli Hakk-ı Telif Kanunu, fikri haklar
konusunda yürürlüğe giren kanundur. Bu kanun, Profesör Ernst Hirsch tarafından hazırlanan 5846
Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) 1952 yılında yürürlüğe girene kadar uygulanmıştır
(Tekinalp, 2002). Halen yürürlükte olan FSEK 1983, 1995, 2001, 2004, 2007 ve 2008 tarihlerinde
değişikliğe uğramıştır. 1995 yılı fikrî haklar bakımından ülkemiz için bir milat olmuştur. Dünya
Ticaret Örgütü’ne ve dolayısıyla TRIPS’e 1995 yılında gerçekleşen üyeliğimiz, Avrupa Birliği
bünyesindeki Gümrük Birliğine dahil olmamız fikrî haklar bakımından ilk önemli somut adımlardır.
Fikri haklar, ülkemizde modern anlamda bu tarihten itibaren kabul edilmiş ve uygulamaya
konulmuştur. Bu tarih sonrasında fikri mülkiyet haklarında ulusal korumadan ziyade uluslararası
koruma gündeme gelmeye başlamıştır. Yine tescil işlemlerini yürüten Türk Patent Enstitüsü’de 1995
yılında kurulmuştur (Suluk, 2004).

4Bu konuda ayrıntılı bilgi için bakınız: Paslı, A. (2014). Uluslararası Antlaşmaların Turk Marka Hukukunun
Esasına İlişkin Etkileri, İstanbul; Jones, J. ve Salter, L. (2013). Digital Journalism. London: Sage Publications
Ltd.

22
Sevda Yaşar COŞKUN, Emine Meliknur KILIÇ

4. Türk Hukukunda Eser Sahibinin Manevi Hakları

Bir düşüncenin ifade edilmesi amacıyla ortaya çıkartılan ve sahibinin hususiyetini taşıyan fikri
ürün olan (Baytan,2005) eser kavramının ulusal ve uluslararası kaynaklarda düzenlenmesi farklılık
arz etmektedir. Konuyla ilgili uluslararası sözleşmelerde eser kavramının ayrıntılı bir tanımı
yapılmamıştır5. Ülkemizde ise 5846 Sayılı FSEK’nın 1/B maddesinde eser; “Sahibinin hususiyetini
taşıyan ve ilim ve edebiyat, musiki, güzel sanatlar veya sinema eserleri olarak sayılan her nevi fikir ve
sanat mahsullerini ifade eder” şeklinde tanımlanmıştır. Eser niteliğinde kabul edilip korunan fikir ve
sanat ürünleridir. Yoksa, bir eser sahibinin meydana getirdiği bütün fikri ürünler korunmaz. Örneğin,
resmi tebliğ ve genelgeler, gazete haberleri eser olarak kabul edilemezler (Öztrak, 1971; Cahit, 2005).

Fikri ürünün, eser olarak nitelendirilebilmesi için FSEK'de sayılmış olan eser türlerinden birine
dahil olması gerekmektedir. Eser türleri FSEK 2. maddede "ilim ve edebiyat eserleri”; 3. maddede
"musiki eserleri"; 4. maddede "güzel sanat eserleri", ve 5. maddede "sinema eserleri" olarak dört ana
başlık halinde ve 6. maddede "işlemeler ve derlemeler" başlığı altında başka eser türleri de
düzenlenmiştir. Mevcut hukuki düzenleme gereği eser türleri sınırlı sayı ilkesine tabidir. Kanunun
öngördüğü bu eser türleri dışında yeni bir ana tür oluşturulamaz.

FSEK madde 1/B/b de eser sahibi “Eseri meydana getiren kişi” olarak tanımlanmış fakat 8, 9 ve
10. maddelerde eser sahipliği ile ilgili düzenlemelere yer verilmiştir. FSEK m. 8’de; “1. Bir eserin
sahibi, onu meydana getirendir. 2. Bir işlenmenin ve derlemenin sahibi, asıl eser sahibinin hakları
mahfuz kalmak şartıyla onu işleyendir. 3. Sinema eserlerinde; yönetmen, özgün müzik bestecisi, senaryo
yazarı ve diyalog yazarı, eserin birlikte sahibidirler. Canlandırma tekniğiyle yapılmış sinema
eserlerinde, animatör de eserin birlikte sahipleri arasındadır.” tanımlamalarına yer verilmiştir. Fikri
hukukta eser hakkın konusunu oluşturan hukuki varlık ve değerdir; hakkın süjesi ise, eser üzerinde
hukuk düzenince kendisine hak ve yetkiler bahşedilen eseri yaratan kişidir (Ateş, 2003). Fikri haklar
bağlamında eserin sahibi gerçek kişi olmalıdır, tüzel kişiler eser yaratamayacağı gibi bazı doğa
olayları sonucu ortaya çıkan doğa güzellikleri eser olarak kabul edilmez (Ateş, 2012). Eser sahipliği
statüsü bir eserin yaratılması ile kazanılır (Erel, 1988). Eser üzerindeki hakkın kazanılması için fiil
ehliyetine sahip olma şartı aranmaz (Öztan, 2008).

Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun 13’üncü maddesinde, “Fikir ve sanat eserleri üzerinde
sahiplerinin mali ve manevi menfaatleri bu Kanunun dairesinde himaye görür. Eser sahibine tanınan
hak ve salahiyetler eserin bütününe ve parçalarına şamildir.” düzenlemesi gereği eser sahibinin eseri
üzerinde hem malî hem de manevî hakkı bulunmaktadır. Eser sahibinin malî hakları işleme hakkı,
çoğaltma hakkı, yayma hakkı, kiralama ve kamuya ödünç verme hakkı, temsil hakkı, işaret ses ve/
veya görüntü nakline yarayan araçlarla iletim hakkı, radyo-televizyon gibi araçlarla iletim hakkı,
radyo- televizyon gibi araçlarla yayınlanan ve/veya iletilen fikir ve sanat eserlerine ilişkin ödemelere
dair hak, pay ve takip hakkıdır (Belgesay, 1956; Ayiter, 1981; Bozbel, 2012). Eser sahibinin manevi
hakları ise FSEK 14-17. maddelerinde düzenlen umuma arz salahiyeti, adın belirtilmesi salahiyeti,
eserde değişiklik yapılmasını menetmek ve eser sahibinin malik ve zilyede karşı haklardır.

Eser üzerinde, eser sahibine ait olan mali ve manevi haklardan başka “fikri hak ile bağlantılı
haklar”, “komşu haklar” veya “türev” veya “tali haklar” olarak ifade edilen ve bir eserin, eser
sahibinden başka kimselerce özgün olarak icra edilmesi ve yorumlanması gibi faaliyetler, fonogram
ve film yapımcılarının ses ve görüntü tespitleri üzerindeki hakları ve yayın kuruluşlarının
yayımladıkları programlar üzerindeki hakları da fikri haklar çerçevesinde hukuki korunmadan
yararlanmaktadır (FSEK md. 80/1). Komşu hak sahipleri de eser sahibinin haklarıyla bağlantılı bir
eser sahipliği hakkı elde ederler, böylelikle eser üzerinde basamaklı bir hak sahipliği meydana gelir.
Bu kişiler kendinden önceki basamaktaki hak sahibinin haklarını ortadan kaldırmayacak şekilde eser
üzerinde mali ve manevi hak sahipliği söz konusudur.

Eser sahibinin manevi haklarından ilki FSEK madde 14’te düzenlenmiş olan umuma arz
salahiyeti (Eseri Kamuya Sunma Yetkisi/Hakkı)dır: “Bir eserin umuma arz edilip edilmemesini,
yayımlanma zamanını ve tarzını münhasıran eser sahibi tayin eder. Bütünü veya esaslı bir kısmı
alenileşmemiş olan yahut ana hatları herhangi bir suretle henüz umuma tanıtılmayan bir eserin

5 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bakınız: YASED, Dünyada ve Türkiye’de Sınai ve Ticari Mülkiyet Hakları
İnceleme Yarışması V, 1992; Akın Beşiroğlu, Fikir Hukuku Dersler: İlkeler Kurallar, 2006, İstanbul.

23
Sevda Yaşar COŞKUN, Emine Meliknur KILIÇ

muhtevası hakkında ancak o eserin sahibi malumat verebilir. Eserin umuma arz edilmesi veya
yayımlanma tarzı, sahibinin şeref ve itibarını zedeleyecek mahiyette ise eser sahibi, başkasına yazılı izin
vermiş olsa bile eserin gerek aslının gerek işlenmiş şeklinin umuma tanıtılmasını veya yayımlanmasını
menedebilir. Menetme yetkisinden sözleşme ile vazgeçmek hükümsüzdür”. Bir eserin umuma arz edilip
edilmemesine, zamanına ve tarzına karar verme yetkisi münhasıran eser sahibine aittir (Belgesay,
1956). Umuma arz, sadece bir kez yapılabilen bir fiildir ve eser sahibinin aile ve yakınları dışındaki
kişilere açıklanarak, fiili hâkimiyetinden çıkmış ve yeterli sayıda kişinin ulaşabileceği duruma
getirilmiş olması yeterlidir. Kamuya arzın gerçekleşmiş sayılması için eserin tamamı veya esaslı bir
kısmı ya da ana hatları açıklanmalıdır (Suluk ve diğ. 2017).

FSEK’da düzenlenen manevi hakların ikincisi 15. maddede adın belirtilmesi salahiyeti başlığı
altında; “Eseri, sahibinin adı veya müstear adı ile yahut adsız olarak, umuma arzetme veya yayımlama
hususunda karar vermek salahiyeti münhasıran eser sahibine aittir. Bir güzel sanat eserinden çoğaltma
ile elde edilen kopyalarla bir işlenmenin aslı veya çoğaltılmış nüshaları üzerinde asıl eser sahibinin ad
veya alametinin, kararlaştırılan veya adet olan şekilde belirtilmesi ve vücuda getirilen eserin bir kopya
veya işlenme olduğunun açıkça gösterilmesi şarttır. Bir eserin kimin tarafından vücuda getirildiği
ihtilaflı ise yahut herhangi bir kimse eserin sahibi olduğunu iddia etmekte ise, hakiki sahibi, hakkının
tespitini mahkemeden isteyebilir. Eser niteliğindeki mimari yapılarda, yazılı istem üzerine eserin
görülen bir yerine eser sahibinin uygun göreceği malzeme ile silinmeyecek biçimde eser sahibinin adı
yazılır” şeklinde ifade edilmiştir. Madde metninden eser sahibinin yetkisinin eserine isim koyma ile
sınırlı olduğu anlamı çıkarılmamalıdır. Hakkın kapsamını eser sahibinin eserde bu sıfatını belirtme
yetkisi, üçüncü kişilerin onun sıfatını her yer ve halde anma ve açıklama mecburiyeti ve kendi
eserinin haksız yere sahiplenilmesini engelleme yetkisi oluşturmaktadır (Tekinalp, 2012; Ateş,
2003). Ateş (2003, s.40)’e göre bu manevi hakkın türünün amacı “eser sahibine, kamuya sunulan bir
eserle ilgili pozisyonunu belirleme yetkisi” vermektir. Yine belirtmek gerekir ki, eseri üzerindeki
yayın ve çoğaltma hakkını eser sahibi bir başkasına devretmiş olsa bile, devir alan eser sahibinin
onayını almadan eser adında hiçbir değişiklik yapamaz (Yarsuvat,1984).

Manevi hakların üçüncüsü olan eserin bütünlüğünü koruma hakkı FSEK madde 16’da “Eser
sahibinin izni olmadıkça eserde veyahut eser sahibinin adında kısaltmalar, ekleme ve başka
değiştirmeler yapılamaz. Kanunun veya eser sahibinin müsaadesiyle bir eseri işleyen, umuma arzeden,
çoğaltan, yayımlayan, temsil eden veya başka bir suretle yayan kimse; işleme, çoğaltma, temsil veya
yayım tekniği icabı zaruri görülen değiştirmeleri eser sahibinin hususi bir izni olmaksızın da yapabilir.
Eser sahibi kayıtsız ve şartsız olarak yazılı izin vermiş olsa bile şeref ve itibarını zedeleyen veya eserin
mahiyet ve hususiyetlerini bozan her türlü değiştirilmeleri menedebilir. Menetme yetkisinden bu
hususta sözleşme yapılmış olsa bile vazgeçmek hükümsüzdür” şeklinde düzenleme altına alınmıştır.
Düzenleme gereği eser sahibinin izni olmadan eserde ya da eser sahibinin adında kısaltma, ekleme ve
başka değiştirmeler yapılamayacaktır. Eserde değişiklikten kastedilen ise eserin hali hazırdaki şekli
veya içeriğinin az ya da çok değiştirilmesidir (Ateş, 2003). Benzer bir düzenleme Bern sözleşmesinin
mükerrer 6. maddesinde yer almaktadır6.

FSEK madde 16’nın iki ve üçüncü fıkralarında eserde değişiklik yapılması yetkisi iki açıdan
düzenlenmiştir. İlki, eser sahibinin eseri ile arasındaki kişisel ve manevi ilişkiyi bozmayacak
değişikliklerin yapılabilmesidir. Zaruri olarak nitelendirilebilen değişiklikler dışında kalan ve eserin
özellik ve bütünlüğünü bozan tüm değişikliklere, eser sahibi her zaman karşı koyabilir (Ayiter, 1981).
Eser sahibinin mali hakları devrettiği kimselere eserde değişiklik yapma yetkisi tanıması
mümkündür. Bu şekilde eseri işleme, çoğaltma, temsil veya yayım hakkını devir almış olanlar, bu
hakların kullanılması için zaruri değişiklikleri eser sahibinin özel bir izni olmadan yapmak yetkisine
sahiptirler (Erel, 1988; Tekinalp, 2002). Ayrıca belirtelim ki, eser üzerinde sahibinin izni olmadan
değişiklik yapılamaması eserin ismine ilişkin değişiklikleri de içermektedir. FSEK madde 83 ile bu
konu özel olarak düzenlenmiştir7. Eser sahibi, eserde yapılacak haksız değişikliklere karşı hem hukuk

6
Eser sahibi mali haklarından bağımsız olarak ve bu hakların devrinden sonra dahi, eseri üzerindeki
sahipliğini ileri sürmek ve eserinin her türlü tahrifine, bozulmasına veya diğer değişikliklerine veya şeref
veya itibarına zarar verebilecek her türlü küçük düşürücü fiillere itiraz etme hakkına sahiptir ve bu hak
onun ölümünden sonra, en az mali hakların ortadan kalkmasına kadar devam eder.
7 Bir eserin ad ve alametleri ile çoğaltılmış nüshaların şekilleri, iltibasa meydan verebilecek surette diğer

bir eserde veya çoğaltılmış nüshalarında kullanılamaz. 1 inci fıkra hükmü umumen kullanılan ve ayırt edici
bir vasfı bulunmayan ad, alamet ve dış şekiller hakkında uygulanmaz. Bu maddenin uygulanması kanunun

24
Sevda Yaşar COŞKUN, Emine Meliknur KILIÇ

hem de ceza davalarıyla korunmuştur. Ölümünden sonra da yetmiş yıl içinde esere karşı meydana
gelen tecavüzlerde yasal ve atanmış mirasçıları dava açma hakkına sahiptir. Eserde, eser sahibinin
şeref ve itibarını zedeleyen, eserin mahiyet ve hususiyetlerini bozan değişiklikler yapılması eser
sahibin izni olsa bile geçersizdir (Kılıçoğlu, 2013: 275).

Sınırlı sayı ilkesinin geçerli olduğu eser sahibinin manevi haklarının sonuncusunu eser
sahibinin zilyet ve malike karşı hakları oluşturmaktadır. Bu haklar, eserin aslına erişim hakkı,
sergileme hakkı ve eseri tahrip etmeyi önleme hakkıdır. Esere ulaşma hakkından söz edebilmek için
eseri meydana getiren kişi ile eserin cismanileştiği eşyanın malikinin farklı kişiler olması
gerekmektedir. Bu durumda, kural olarak eser sahibinin eser sahibi olmaya bağlı hak ve yetkileri,
mülkiyet hakkı başkasına ait olan eser üzerinde de devam etmektedir. Bu anlamda esere ulaşma
hakkı, eser sahibinin başkasının mülkiyet veya zilyetliğinde bulunan bir eserden yararlanma
hakkıdır. Ateş (2003, s. 152), bu hakkı “daha ziyade eser sahibine eserin aslına geçici bir süre zilyet
olma hakkı sağladığı için eserin aslına ulaşma hakkı olarak” tanımlamaktadır. Aynı hak Tekinalp
(2012, s.174) tarafından “eser sahibinin, eserin malik ve zilyedinden, kanunda öngörüldüğü şekilde
yararlanmak amacıyla, eserin kendisine –geçici olarak - verilmesini veya eserinden yararlanılmasına
müsaade edilmesini isteme hakkı” olarak tanımlanmaktadır. Esasen bu düzenleme ile eserin
cismanileştiği eşyanın malikinin mülkiyet hakkının, eser sahibinin hakları ile sınırlandırılması söz
konusu olmaktadır (Kılıçoğlu, 2013).

Eser sahibinin zilyet ve malike karşı ikinci hakkı ise FSEK md. 17/II de düzenleme altına alınan
eseri tahrip etmeyi önleme hakkıdır: “Aslın maliki, eser sahibi ile yapmış olduğu sözleşme şartlarına
göre eser üzerinde tasarruf edebilir. Ancak eseri bozamaz ve yok edemez ve eser sahibinin haklarına
zarar veremez”. Eserin cismanileştiği maddenin malikinin eser üzerinde tasarruf etme, maddenin
mülkiyetini başkasına devretme, başkalarına kullanma hakkı verme yetkileri vardır ancak eser
aslının maliki eseri bozamaz, yok edemez, eser sahibinin haklarına zarar veremez (Kılıçoğlu,2013).
Madde düzenlemesinden eserin aslına malik olan kimsenin eser üzerindeki tasarruf haklarına
birtakım sınırlamalar getirildiği anlaşılmaktadır. Bu noktada eserin bütünlüğünün korunması amacı
güden FSEK madde 16/I ve FSEK madde 17/II düzenlemelerine benzer bir düzenlemenin Bern
Sözleşmesi mükerrer 6’ncı maddesinde yer aldığını ifade etmek gerekmektedir8.

Eser sahibinin zilyet ve malike karşı son hakkı, FSEK madde. 17/III’ te düzenlenen eseri
sergileme (teşhir) hakkıdır: “Eserin tek ve özgün olması durumunda eser sahibi, kendisine ait tüm
dönemleri kapsayan çalışma ve sergilerde kullanmak amacıyla, koruma şartlarını yerine getirerek iade
edilmek üzere eseri isteyebilir”. Esasen burada eser sahibine, belirli şartlarda, özel bir durum için-
sergileme- eserin kendisine tevdiini isteme hakkı tanınmıştır. Öztan (2008, s. 343) ve Kılıçoğlu (2013,
s. 281) eser sahibi ile eserin maliki arasındaki ilişkinin ödünç verme ilişkisi (vedia) olduğunu dile
getirmektedirler. Madde metninden açıkça anlaşılacağı üzere eser sahibinin bu hakka dayanarak
talepte bulunabilmesi için tek ve özgün bir eser olması, sergilerde ve çalışmada kullanılma ihtiyacı
olması, eser sahibinin eserin aslını koruyacak koşulları yerine getirmiş olması ve eser sahibinin
zilyetliğin kendisine verilmesini talep etmesi gerekmektedir.

Devam eden bölümde Azerbaycan fikri hukukunda eser sahibinin manevi hakları ele alınacaktır.

5. Azerbaycan Hukukunda Eser Sahibinin Manevi Hakları

18 Ekim 1991’de SSCB’nin dağılmasıyla bağımsızlığını kazanan Azerbaycan Cumhuriyeti,


bağımsız bir devlet olarak, uluslararası ekonomik ve politik düzende önemli ve belirleyici unsur
olmaya başlamıştır (Hasanov, 2005). Azerbaycan fikri mülkiyet mevzuatının temelini 1995 tarihli
Azerbaycan Cumhuriyeti Anayasası’nın 30. maddesi oluşturmaktadır. Madde düzenlemesi “Akla
dayanan mülkiyet hukuku. I. Her kesin akla dayanan mülkiyet hukuku vardır. II. Yazarlık hukuku, icat

1 inci, 2’nci ve 3’üncü bölümlerindeki şartların tahakkukuna bağlı değildir. Bası Kanununun 14’üncü
maddesinin mevkute adları hakkındaki hükmü mahfuzdur. Tecavüz eden tacir olmasa bile, birinci fıkra
hükmüne aykırı hareket edenler hakkında haksız rekabete müteallik hükümler uygulanır.
8 Bern Sözleşmesi mükerrer 6/1: “Eser sahibinin mali haklarından bağımsız olarak ve bu hakların devrinden

sonra dahi, eser sahibi, eseri üzerindeki sahipliğini ileri sürmek ve eserinin her türlü tahrifine, bozulmasına
veya diğer değişikliklerine veya şeref veya itibarına zarar verebilecek her türlü küçük düşürücü fiillere itiraz
etme hakkına sahip olacaktır”.

25
Sevda Yaşar COŞKUN, Emine Meliknur KILIÇ

etme hukuku ve akla dayanan mülkiyet hukukunun başka çeşitleri kanunla korunur” şeklindedir. Fikri
mülkiyet haklarına ilişkin ilk yasa 5 Haziran 1996 Yılında yürürlüğe giren Müellif Hakları ve
Bağlantılı Haklar Yasasıdır. Yasada 2005, 2010 ve 2013 yıllarında değişiklikler yapılmıştır.

Azerbaycan’da 1996 yılından itibaren fikri mülkiyet haklarının tescili ve korunması için ulusal
bir sistem uygulanmaktadır ve fikri mülkiyet hakkı kavramına, sınaî mülkiyet (icatlar, sınaî
tasarımlar, faydalı modeller, ticari markalar ve coğrafi isimler) ile ilgili tüm haklar, telif haklar ve
diğer ilgili haklar girmektedir (Deik, 2011). Telif hakkı yasasının ve ilgili hakların korunmasını
sağlayan ana organlar, Fikri Mülkiyet Hakları Koruma Merkezi ve Cumhuriyet Telif Hakkı ve İlgili
Hakların Korunması Ajansıdır (http://copat.gov.az/).

Azerbaycan, fikri mülkiyet haklarının korunması ile ilgili olarak birçok uluslararası anlaşmaya
imza atmıştır. 14 Eylül 1995 tarihinde Paris Sözleşmesi ve Madrid Sözleşmesine, 27 Kasım 1997
tarihinde Bern Sözleşmesine, 14 Ekim 2003 tarihinde Nis Sözleşmesine, 10 Mayıs 2005 tarihinde
Roma Sözleşmesine, 30 Eylül 2005 tarihinde WIPO Eser Sahibi Hakları Sözleşmesi ve WIPO İcralar ve
Fonogramlar Sözleşmesine üye olmuştur (Yolçiyev, 2014).

Eser kavramı Azerbaycan Müellif Hakları ve Bağlantılı Haklar Yasası’nda (AMHBHY) 9 tanımlara
yer veren 4. maddede açıkça tanımlanmamış ancak, hangi ürünlerin eser olarak korunup
korunmayacağını düzenleyen 5/1 maddesinde “Müellif hakkı sabitlenmesinden, değerinden,
konusundan, aynı zamanda sunum tarzından, yönteminden bağımsız olarak, yaratıcılık faaliyetinin
sonucu olan açıklanmış, açıklanmamış, objektif şekilde mevcut olan ilim, edebiyat ve güzel sanat
eserlerini kapsamaktadır” ifadeleri yer almaktadır. Kanun koyucu eseri doğrudan tanımlama yoluna
gitmeyip, eser olarak korunacak ürünlerin neler olduğunu düzenleme altına almıştır.

AMHBHY 5. maddesine göre bir fikri ürünün eser olarak niteliği kazanabilmesi için “insanın
yaratıcılık faaliyetinin sonucu” ortaya çıkması gerekmektedir. Yaratıcılık faaliyeti Azerbaycan hukuk
literatüründe “benzersizliği, tekrar edilmezliği, orijinalliği ile seçilen ve nitelikçe yeni olan insan
faaliyeti” olarak tanımlanmaktadır (Tahirızı, 2008). Fikri Hukukta esas olarak korunan fikirler değil,
fikirlerin ifade ediliş biçimidir10 yaklaşımı AMHBHY 5/III. maddesinde “Müellif hakkı ile koruma
kendiliğinde, fikir, işlem metotları veya matematik konsepsiyalarını değil, ifa tarzını korumaktadır”
düzenlemesine yer verilmiştir.

5. maddenin birinci fıkrasında11 insanın yaratıcılık faaliyetinin sonucu olan eserlerin objektif
şekilde mevcut olanları kapsadığı belirtilmiştir. Objektif şekilden kastedilenin ne olduğu ise ikinci
fıkrada şu şekilde düzenlenmiştir; -yazılı (elyazması, not yazısı, makine yazısı vs.); -sözlü (kitlesel
çıkış, kitlesel ifa vs.); -ses veya video yazılma (mekanik, mıknatıs, rakamsal, optik vs.); -tasvir (resim,
eskiz, plan, çizgi film, tele-video veya fotokadır); -hacimli-fezavi (heykel, model, maket, dikili vs.);
diğer formlar. AMHBHY, açık bir şeklide eserin hangi biçimlere bürüneceğini, hangi şekilde ifade
edileceğini hükme bağlarken, örnekseme yöntemini tercih etmiştir. AMHBHY düzenlemesi gereği
açıklanmış ve açıklanmamış eserler koruma altına alındığı gibi, bir eser üzerinde müelliflik hakkının
oluşması için tescil şartı da aranmamaktadır.

Eser sahibinin kim olduğuna dair düzenleme AMHBHY 8/1. maddesinde “eseri yaratan şahıs
onun müellifi sayılmaktadır. Esere müellif hakkı, aksi ispat edilmedikçe, adı altında açıklanmış
şahıssa mahsustur” şeklindedir. İkinci fıkrada ise “Müstesna müellif hakkı sahibi kendi haklarını
açıklamak için eserin tüm nüshalarında belirtilen ve üç unsurdan ibaret müellif hakkı koruma
nişanından yararlanma hakkına sahiptir”: Daireye alınmış C harfi-©; Müstesna yazar hakkı sahibinin

9
Azerbaycan Müellif Hakları ve Bağlantılı Haklar Yasası Yasa 115 Sayılı Kararla 5 Haziran 1996’da
yürürlüğe girmiştir. http://www.copag.gov.az/laws/az/647.pdf.
10 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bakınız: Tekinalp, U. (2005). Fikri Mülkiyet Hukuku. 4. B. İstanbul: Arıkan

Yayınları.
11 Maddə 5. Müəlliflik hüququnun obyekti

Müəlliflik hüququ təyinatından, dəyərindən və məzmunundan, habelə ifadə formasından və üsulundan


asılı olmayaraq yaradıcılıq fəaliyyətinin nəticəsi olan həm açıqlanmış, həm də açıqlanmamış, obyektiv
formada mövcud olan elm, ədəbiyyat və incəsənət əsərlərinə şamil edilir.
Müəlliflik hüququnun yaranması və həyata keçirilməsi üçün əsərin qeydiyyata alınması, yaxud hər
hansı başqa üsullarla rəsmiləşdirilməsi tələb olunmur.

26
Sevda Yaşar COŞKUN, Emine Meliknur KILIÇ

adı (gerçek ve tüzel kişi); Eserin ilk yayınlandığı yıl”. Maddede lafzi yorumla tüzel kişilerinde eser
sahibi olabileceği ihtimali belirse de AMHBHY’ nın 13/1. Maddesinde açıkça tüzel kişilerin eser
sahipliğinin söz konusu olmadığı ifade edilmiştir: “Hizmeti vazifesini veya çalıştıranın hizmet emrini
yaparken yaratılmış esere müelliflik hakkı eser sahibine mahsustur”.

AMHBHY 8/3 fıkrası eser sahipliği karinesini düzenlenmektedir: “Eserin anonim ya da lakapla
yayınlandığı hallerde (yazarın eser sahibinin onun şahsiyetine şüphe yaratmadığı haller istisna
olmakla) eserde adı belirtilen yayımcı aksi ispat edilmedikçe, bu yasaya uygun olarak yazarın temsilcisi
(vekili) ve bu simada yazarın haklarını korumak ve gerçekleştirmek yetkisine sahiptir. Bu hüküm
yazarın kendi şahsiyetini açıkladığı ve yazarlığını beyan ettiği ana kadar geçerli sayılacaktır”.

AMHBHY’nda manevi kelimesinin karşılığı olarak “şahsi (gayri emlaki)”, mali kelimesinin
karşılığı olarak da “emlak (iktisadi)” kelimesi kullanılmıştır. Yasanın 14. maddesinde eser sahibinin
manevi hakları düzenlenmiştir12. AMHBHY’nda “şahsi (gayri maddi) haklar” başlığı altında 14/1.
maddede eser sahibinin manevi haklar şu şekilde sıralanmıştır: “Eserin sahibi gibi tanınmak (müellif
hakkı), Eserinden kendi ismiyle, lakabıyla veya isimsiz (anonim) olarak yararlanmak veya bu şekilde
yararlanmaya izin vermek (isim hakkı), Eserin anlamının değiştirilmesine, tahrif edilmesine ve eserin
sahibinin şeref ve haysiyetine zarar veren herhangi bir harekete karşı çıkmak (şeref ve haysiyetine
hürmet edilmesi hakkı), Kullanımdan kaldırmak da dâhil olmak üzere eserini istenilen şekilde
açıklamak veya açıklanmasına izin vermek (açıklama hakkı).Şahsi haklar bölünmez ve değiştirilemez
olup, mali haklara bağlı olmayarak eser sahibine mahsustur ve mali hakların devredilmesi halinde de,
eser sahibinde kalmaktadır”.

Görüldüğü üzere AMHBHY’nda manevi haklara ilişkin düzenlemede eser sahibinin manevi
haklarından eserin sahibi gibi tanınmak (müellif hakkı) ve eserde kendi ismiyle, lakabıyla veya
isimsiz (anonim) kullanmak veya bu şekilde yararlanmaya izin vermek (isim/ad hakkı) FSEK 15.
maddede düzenlenen adın belirtilmesi yetkisiyle paralellik arz etmektedir. Esasen adın belirtilmesi
eserle eser sahibi arasında bağ kurmaktadır (Ayiter, 1981; Erel, 2009). Yine eser de eser sahibi olarak
gösterilip gösterilmeme, şayet gösterilecekse de bunun nasıl olacağı ve içeriği konusunda bilgi
verecek olan kişi eser sahibidir (Öztan, 2008; Bozbel, 2012).

AMHBHY’nda düzenlenen eser sahibinin manevi haklarından ikincisi eserin anlamının


değiştirilmesine, tahrif edilmesine ve eser sahibinin şeref ve haysiyetine zarar veren herhangi bir
harekete karşı çıkmak (şeref ve haysiyetine hürmet edilmesi hakkı)dır. Söz konusu hakkın FSEK
madde 16’da yer alan eserde değişiklik yapılmasını menetme hakkına karşılık geldiği aşikardır. Şeref
ve haysiyetine hürmet edilmesi hakkının kapsamına eserin değiştirilmesi, tahrif edilmesi ve eser
sahibinin şeref ve haysiyetine zarar veren herhangi bir harekete karşı çıkması girmektedir. Eser,
sahibinin hususiyetini taşıdığını için eserde yapılacak bir değişiklik, şeklini ve muhtevasını
değiştirebilecek, eser sahibinin şeref ve haysiyetini zedeleyici nitelik taşıyabilecektir (Bozbel, 2012).

AMHBHY’nda düzenlenen eser sahibinin manevi haklarından ikincisi kullanımdan kaldırmak da


dâhil olmak üzere eserini istenilen şekilde açıklamak veya açıklanmasına izin vermek (açıklama
hakkı)dır. Kamuya sunma yetkisi olarak da bilinen bu hakka FSEK’ da karşılık gelen hak 14. maddede
düzenlenen umuma arz salahiyetidir. Tekinalp, (2005 s.154) bu hakkı “Umuma arz eserin ülkenin
bütününde veya bir yöresinde, dar veya geniş üçüncü kişiler çevresinde, aleniyete kavuşturulması,
herhangi bir şekilde tanıtılması ya da hakkında bilgi verilmesi” olarak ifade etmektedir. Tükenen bir
hak olan umuma arz yetkisi, eserin sahibi tarafından eserin umuma arzının gerçekleştirilmesiyle
sona erer (Öztan, 2008). Söz konusu yetkiyle eser sahibi, eserin kamuya sunulup sunulmaması,
sunulma zamanı ve sunulma tarzı konusunda münhasır hak sahibidir (Tekinalp, 2005).

AMHBHY’nda düzenlenen eser sahibinin manevi haklarının sonuncusu ise, güzel sanat
eserleriyle temasta olmak hakkıdır. Bu hak doktrinde, eserin aslına ulaşmak hakkı olarak ifade
edilmektedir (Tekinalp, 2005; Öztan, 2008) ve manevi hakları düzenleyen 14. maddede değil, 16.
maddede ayrıca düzenlenmiştir13.

12
Mali Haklar ise 15. maddede Emlak (iktisadi) haklar başlığı altında düzenlenmiştir.
13 Maddə 16. İncəsənət əsərləri ilə təmasda olmaq hüququ. İzləmə hüququ

27
Sevda Yaşar COŞKUN, Emine Meliknur KILIÇ

FSEK 17. maddede manevi haklar kapsamında düzenlenen eser sahibinin zilyet ve malikine
karşı haklarına tekabül etmektedir. Söz konusu haklar eserin aslına erişim hakkı, sergileme hakkı ve
eseri tahrip etmeyi önleme hakkıdır. AMHBHY’nın 16/1 maddesi eserin aslına erişim hakkını; “Bir
güzel sanat eserlerinin sahibi aynı zamanda yazar veya bestekârın mülkiyetçiden veya diğer hak
sahibinden kendi eserinin veya el yazmalarını çoğaltmak yetkisini gerçekleştirilmesine izin verilmesinin
talep etmek hakkı vardır. Ancak, mülkiyetçiden eserin sahibine ulaştırılmasını talep etmemelidir”
hükmüyle ifade etmiştir. Madde başlığı güzel sanat eserleri olmasına rağmen, madde metninde yazar
ifadesine yer verilerek edebiyat eserlerini de kapsamına almıştır.

6. Sonuç: Azerbaycan ve Türk Fikri Hukukunda Eser Sahibinin Manevi Haklarının


Karşılaştırılması

Birbirleriyle kopmaz tarihi, kültürel bağları olan, aynı soydan gelen Azerbaycan ve Türkiye
arasındaki ilişkilerin nicelik ve nitelik itibariyle her alanda artması ve daha da artacağının umulması
hukuki uyumu da gerekli kılmaktadır. Buradan hareketle bu çalışmada her iki ülke fikri hukuklarında
eser sahibinin manevi haklarına ilişkin hukuki düzenlemelerdeki farklılık ve benzerlikler ele
alınmıştır. Yapılan karşılaştırmalı analiz de eser sahibinin manevi hakları konusunda her iki ülke
mevzuatının hem benzer hem farklılık arz eden yönleri tespit edilmiştir. Benzerlikler büyük ölçüde
her iki ülkenin de üye olduğu uluslararası sözleşme hükümlerinden kaynaklanmaktadır. Manevi
haklar olarak düzenlenen isim hakkı, umuma arz salahiyeti, eserde değişiklik yapılmasını menetmek
ve eser sahibinin malik ve zilyede karşı hakları her iki ülke mevzuatında içerikleri farklı da olsa yer
almaktadır.

Bir başka benzerlik ise eser sahipliği konusundadır. AMHBHY 8/1. de “eseri yaratan şahıs onun
müellifi sayılmaktadır. Esere müellif hakkı, aksi ispat edilmedikçe, adı altında açıklanmış şahıssa
mahsustur” şeklinde ifade edilmiştir. FSEK 8/1 ise” Eser sahibi eseri yaratandır düzenlemesine yer
vermiştir. Her iki ülke hukukunda da eser sahibi, eseri yaratan, eseri ortaya getiren kişidir.
Farklılıklar ise şu şekilde tespit edilmiştir: Her şeyden önce FSEK’da manevi haklar konusunda sınırlı
sayı ilkesi geçerlidir, dolayısıyla eser sahibinin manevi hakları FSEK’ da öngörülenlerden ibarettir
yeni hak ihdas edilemez. AMHBHY’de bu konuda bir düzenleme olmadığı gibi, doktrinde de bu
konuda çalışmaya rastlanamamıştır. Bu konuda mahkeme kararlarına dayanarak yapılacak bir
çalışma ile soru cevaplanabilecektir. Benzerlik arz eden bir diğer nokta ise eser sahibinin eserin
bütünü üzerinde sahip olduğu manevi haklarının parçaları için de geçerli olmasıdır. FSEK madde
13/2 de yer alan “Eser sahibine tanınan hak ve salahiyetler eserin bütününe ve parçalarına şamildir”
ifadesi bu durumu açıkça ortaya koymaktadır. Her ne kadar yer AMHBHY’de bu şekilde açık bir
düzenleme olmasa da 5/2 maddesinin ikinci fıkrasındaki eserin parçalarının müellif hakkının nesnesi
(objesi) olarak kabul edildiği düzenlemesinden yola çıkarak, eser sahibinin yazar hakkının diğer
objeleri üzerinde manevi hakları olduğu gibi, eser parçaları üzerinde de hakkının olduğu
kanaatindeyiz. Azerbaycan ve Türk fikri hukuklarında eser sahibinin manevi haklarına ilişkin hukuki
düzenlemelerdeki farklılıklar ise şunlardır: AMHBHY’de eser kavramı açıkça şekilde tanımlanmamış,
yasa koyucu ne tür ürünlerin eser sayılıp korunacağını Kanun’un 5. maddesinde belirtmiştir.
FSEK’nın 1. maddesinde eser tanımı yapılmıştır. FSEK’da dört eser grubu sayılmış ve her bir gruba
girecek eser çeşitleri sıralanmıştır. Bu düzenleme kapsamında olmayan bir eser grubu veya çeşidinin
yaratılması mümkün değildir. Sınırlı sayı ilkesi geçerlidir. AMHBHY’de ise FSEK olduğu gibi, eser
çeşitlerini birbirinden ayıran farklı kriterlere yer verilmemiştir. Sınırlı sayı ilkesi geçerli değildir, 6.

1. Təsviri sənət əsərinin müəllifinin, habelə yazıçının və ya bəstəkarın mülkiyyətçidən və ya digər hüquq
sahibindən öz əsərinin və ya əlyazmalarının surətini çıxarmaq ixtiyarının həyata keçirilməsinə imkan
verilməsini tələb etmək hüququ vardır (təmasda olmaq hüququ). Bununla belə, mülkiyyətçidən əsərin
müəllifə çatdırılmasını tələb etmək olmaz.
2. Bu maddənin 1-ci hissəsində göstərilən əsərlərə mülkiyyət hüququnun müəllifdən
başqa şəxsə keçməsi əsərin birinci satışı kimi qəbul edilir (əvəzi ödənilməklə və ya ödənilməməklə).
Təsviri sənət əsərlərinin orijinallarının və ya yazıçı və bəstəkarın əlyazmalarının mülkiyyət hüququnun
birinci dəfə başqa şəxsə keçməsindən sonra hər dəfə onların orijinallarının açıq (hərrac, təsviri
sənət əsərləri qalereyası, bədii salon, mağaza vasitəsi ilə və s.) satışı zamanı müəllifin və ya onun
vərəsələrinin, əgər sonrakı satış qiyməti əvvəlki satış qiymətindən 20% çox olarsa, satış qiymətinin 5%-ni
almaq hüququ (izləmə hüququ) vardır.
Göstərilən hüquq müəllifin sağlığında ayrılmazdır və ancaq qanun üzrə və ya vəsiyyətnamə ilə müəlliflik
hüququnun qüvvədə olduğu müddətdə müəllifin vərəsələrinə keçir.

28
Sevda Yaşar COŞKUN, Emine Meliknur KILIÇ

maddede eser çeşitleri örnekseme yöntemiyle sayılmış ancak, bu eser çeşitlerini birbirinden ayıran
özellikler konusunda bir hükme yer verilmemiştir.

Bu noktada ortaya çıkan bir başka farklılık da AMHBHY’nin eser türlerini örnekseme yoluyla da
olsa tanımlarken 4.5 ve 6. maddelerde son derece dağınık bir şekilde düzenlemiş olmasıdır.

İki ülke fikri hukukunda eser sahibinin manevi haklarına ilişkin bir başka farklılık da eser
sahipliği karinesi konusundadır. Eser sahipliği karinesi, FSEK madde 11’de “sahibinin adı belirtilen
eserler”, madde.12’de “sahibinin adı belirtilmeyen eserler” başlıklarıyla düzenlenmiştir. AMHBHY’de
ise eser sahipliği, tek bir madde olarak 8. maddede düzenlenmiştir. FSEK madde 12 düzenlemesine
göre, eser sahibinin belli olmadığı durumlarda yayımlayan o da yoksa çoğaltan, konferans veren ve
temsili icra ettirenler eser sahibine ait hak ve yetkileri kendi adına kullanabilmektedir. AMHBHY 8.
maddede ise, belirsizlik halinde sadece yayımcı eser sahibine ait hak ve yetkileri kendi adına
kullanabilecektir. Yayımcının olmadığı durumda eser sahibine ait hak ve yetkileri kimlerin
kullanmaya yetkili olacağı konusunda bir açıklık yoktur.

Son söz olarak çalışmanın kısıtlarından bahsedilmesi gerekmektedir. Fikri haklar son derece
geniş bir alandır ve çalışma bu alanın küçük bir parçası olan eser sahibinin manevi haklarına ilişkin
mevzuat karşılaştırmasına odaklanmıştır. Her iki ülke fikri hukuklarının karşılaştırılmasını konu alan
daha geniş kapsamlı bir çalışma, Türkiye ve Azerbaycan’daki meslektaşlarla ortaklaşa
yürütülebilecektir. Yine konuyla ilgili mahkeme kararları inceleme konusu yapılarak, uygulamadaki
sorunlar ve çözümleri bir başka çalışma konusu olabilecektir.

Kaynakça

1. Akın Beşiroğlu, (2006). Fikir Hukuku Dersler: İlkeler Kurallar, İstanbul.

2. Ateş, M. (2003). Fikir ve Sanat Eserleri Üzerindeki Hakların Kapsamı ve Sınırlandırılması,


İstanbul, Seçkin Yayıncılık.

3. Ateş, M. (2012). Fikri Hukukta Eser Sahipliği, Ankara: Adalet Yayın Evi

4. Ayiter, N. (1981). Hukukta Fikir ve San’at Ürünleri, Ankara: Sevinç Matbaası.

5. Avcı, A. (2013). İnternet Özgürlüğü ve Fikri Haklar. Yeni Medya Çalışmaları: Kuram, Yöntem,
Uygulama ve Siyasa I. Ulusal Kongresi Kitabı İçinde. Kocaeli: Kocaeli Üniversitesi İletişim Fakül-
tesi,

6. Baytan, Karakuzu, D. (2005). Fikri Mülkiyet Hukuku, Kavramlar, Beta Yayınları, İstanbul.

7. Belgesay, M. R. (1956). Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu Şerhi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi
Yayınları

8. Boldrin, M. ve Levine, D. K. (2011). Entelektüel Tekele Karşı. Başak Bingöl (çev). İstanbul: Sel
Yayıncılık.

9. Bozbel, S. (2012). Fikir ve Sanat Eserleri Hukuku, 1. B., İstanbul, XII Levha Yayınları.

10. Boztosun, A. (2007). Fikri Mülkiyet ve Küresel Rekabet. REF Taslak Makale, 8, 2-14.

11. Cahit, O. A. (2005). Uygulamalı Fikri Mülkiyet Hukuku, C. II, İstanbul.

12. Deik, (2011). Azerbaycan İş Yapma Rehberi, https://www.deik.org.tr› uploads. Erişim tarihi
01.09.2021.

13. Erel, N. Ş, (1998). Türk Fikir ve Sanat Hukuku, Ankara, İmaj Yayınları.

29
Sevda Yaşar COŞKUN, Emine Meliknur KILIÇ

14. Erel, Ş. (1988). Türk Fikir ve Sanat Hukuku, Ankara, Dayınlarlı Hukuk Yayınları Ltd. Şti.

15. Hasanov, Ali. (2005), Müasir Beynelhalk Münasibetler ve Azerbaycan’ın Harici Siyaseti,
Birinci

16. Baskı, Azerbaycan Neşriyatı, Bakü.

17. Jones, J. ve Salter, L. (2013). Digital Journalism. London: Sage Publications Ltd.

18. Kılıçoğlu, A. M. (2013). Sınai Haklarla Karşılaştırmalı Fikri Haklar, 2. B., Ankara: Turhan
Yayınevi.

19. Öztan, F. (2008). Fikir ve Sanat Eserleri Hukuku, Ankara, Turhan Yayınevi.

20. Öztrak, İ. (1971). Fikir ve Sanat Eserleri Üzerindeki Haklar, Ankara.

21. Paslı, A. (2014). Uluslararası Antlaşmaların Turk Marka Hukukunun Esasına İlişkin Etkileri,
İstanbul.Tekinalp, U. (2012). Fikrî Mülkiyet Hukuku, 5. B., İstanbul: Vedat Yayınevi.

22. Suluk, C., Karasu, R. & Nal, T. (2017), Fikri Mülkiyet Hukuku, Ankara, Seçkin Yayınları.

23. Suluk Cahit, (2004) Yeni FSEK, Telif Hakları ve Korsanla Mücadele, İstanbul, Hayat
Yayıncılık.

24. Tahirızı Ş. (2008). Müelliflik Huququ. Yayınlanmamış Kitap. http://www.statics.bsu.azw19/


müelliflik huququ/pdf. Erişim Tarihi 25.06. 2021.

25. Taş, S. (2006). Fikrî ve Sınaî Mülkiyet Alanındaki Sorunlar, Gelişmeler ve Türkiye-AB
İlişkileri Açısından Bir Değerlendirme. Selçuk Üniversitesi Karaman İ.İ.B.F. Dergisi, 10, 80-95.

26. Tekinalp, Ü. (1999). Fikrî mülkiyet hukuku. Beta Basım A.Ş., İstanbul.

27. Tekinalp, Ü. (2002). Fikri Mülkiyet Hukuku, 2. Baskı, İstanbul.

28. Tekinalp, Ü. (2005). Fikri Mülkiyet Hukuku. 4. B. İstanbul: Arıkan Yayınları.

29. Tekinalp, Ü. (2012). Fikri Mülkiyet Hukuku, 5. Bası İstanbul, Vedat Kitapçılık.

30. Tüzüner, Ö. (2011.) Faydalı Modelin Korunması ve Faydalı Modelin Korunmasına


Uygulanacak Hukuk, İstanbul, Vedat Yayınevi.

31. Yarsuvat, D. (1984). Türk Hukukunda Eser Sahibi ve Hakları, İstanbul: Güryay Matbaacılık.

32. YASED, (1992). Dünyada ve Türkiye’de Sınai ve Ticari Mülkiyet Hakları İnceleme Yarışması V.

33. Yazıcıoğlu, R.Y. (2009). Fikrî Mülkiyet Hukukundan Kaynaklanan Suçlar. On İki Levha
Yayıncılık, İstanbul.

34. Yolçiyev, M, (2014). Azerbaycan Hukukunda Fikri ve Sınai Mülkiyet Haklarının Korunması,
Melikşah Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Cilt: 3, Sayı:1, Haziran 2014, 39-69.

35. Yüksel, M. (2008). Fikri Mülkiyet ve İletişim Yazıları. Ankara: Gazi Üniversitesi İletişim
Fakültesi Kırkıncı Yıl Kitaplığı.

36. http://www.copag.gov.az/laws/az/647.pdf. Erişim Tarihi 25.06. 2021.

30
Milliyetçiliğin Doğrudan Yabancı Yatırımlara Etkisi:
Azerbaycan-Türkiye Örneği Üzerinden Literatüre Bir
Katkı Girişimi

Prof. Dr. Recai COŞKUN1, Arş. Gör. Emre BİLGİÇ2


Özet

Milliyetçilik ile doğrudan yabancı yatırımlar (DYY) arasındaki ilişki DYY yazında tartışmalı bir alanı
teşkil etmektedir. Yazında milliyetçiliğin tanımı gereği DYY faaliyetlerini kısıtlayacağından ve
yalnızca istisnai ve geçici durumlarda destekleyici etkileri olabileceğinden söz edilmektedir. Bu
çalışmada DYY olgusunu sürekli olarak destekleyen herhangi bir milliyetçilik biçiminin varlığı
sorgulanmaktadır. Bu noktada Türkiye-Azerbaycan ilişkisi örneğinden hareketle “kardeşlik olarak
milliyetçilik” diye adlandırılan yeni bir milliyetçilik biçimi önerilmiş ve DYY olgusu bu kavram
çerçevesinde tartışılmıştır. Çalışma, bu kavramı tanımlamak ve DYY üzerindeki etkisini
gösterebilmek için kurgulanmıştır.
Karma araştırma yönteminin benimsendiği çalışmada ilk olarak “kardeşlik olarak milliyetçiliğin”
DYY-Milliyetçilik etkileşimi matrisindeki konumu belirlenmiştir. Ardından Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan’ın konuşmaları içerik analizine tabi tutularak önerilen kavramın mahiyeti ortaya
konmuştur. Daha sonra ise seçilen ülkelerin Türkiye’ye DYY miktarları Azerbaycan ile karşılaştırmalı
olarak incelenmiştir. Araştırmada, milliyetçiliğin bağlama özgü olduğu ve an azından bazı
biçimlerinin DYY kararları üzerinde sürekli ve olumlu etkilerinin olabileceği gösterilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Milliyetçilik, DYY, Azerbaycan, Türkiye, Kardeşlik

1. Giriş
Doğrudan yabancı yatırım (DYY) olgusu ülke ekonomileri üzerindeki olası olumlu ve olumsuz
etkileri bakımından farklı yönleriyle araştırılmış ve bu alanda hem ulusal hem de uluslararası geniş
bir yazın oluşmuştur. Yazında DYY’ın etkileri genelde üç ana başlık altında incelenmiştir: ekonomik,
toplumsal ve siyasi. Her ne kadar bu üç etkiyi birbirlerinden ayrı düşünmek olanaklı değilse de
odaklanılan sorun bakımından ve olgunun araştırılabilir sınırlara çekilmesi için bu türden ayrımlara
gerek vardır. Bu çalışmada DYY’ın siyasi etkileri başlığı altında ele alınan olgulardan biri olarak
milliyetçilik ele alınacaktır.

İlgili yazında milliyetçiliğin DYY faaliyetlerini kısıtladığı; yalnızca istisnai ve geçici durumlarda
destekleyici etkileri olabileceğinden söz edilir. Öyle ki yazın incelemesinde milliyetçiliğin sürekli
olarak DYY’ı destekleyici etkisini ortaya koyan bir çalışmaya rastlanmamıştır. Bu çalışmada,
Azerbaycan-Türkiye örneği üzerinden DYY faaliyetlerini sürekli destekleyen ve merkezine
“kardeşliği” alan milliyetçi bir söylemin varlığı ve bunun DYY’lar üzerinden ne türden etkileri olduğu
araştırılacaktır.

1
İzmir Bakırçay Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İşletme Bölümü
recai.coskun@bakircay.edu.tr
2
İzmir Bakırçay Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İşletme Bölümü
emre.bilgic@bakircay.edu.tr

31
Recai COŞKUN, Emre BİLGİÇ

2. Yazın İncelemesi ve Araştırma Soruları

DYY kararına etki eden etmenlere ilişkin geniş bir yazın bulunmaktadır. Bu çalışma bağlamında
bunlar üç başlık altında ele alınmıştır: ekonomik, sosyal ve siyasi. Ekonomik etmenler de iki alt başlık
altında incelenebilir: itici ve çekici etmenler. Sermayenin uluslararası yatırımlara konu olması birçok
riski barındırır. Yatırım kararı alanların bu riski göğüsleyebilmesi için ya köken ülkenin itici (örneğin
artan vergiler, işgücü maliyetleri, yoğunlaşan iç rekabet) yahut alıcı ülkenin çekici (örneğin
yabancılara yatırım teşvikleri, üretim kaynaklarına yakınlık, büyüyen pazar, artan milli gelir)
koşullarının devreye girmesi gerekir (Coşkun, 2001; Aykut ve Ratha, 2004; Frenkel vd, 2004; Masron
ve Shahbudin, 2010; Saad ve Nor, 2014; Szunomár, 2018).

Kültürel yakınlık, dil gibi DYY kararlarını etkileyen toplumsal ve kültürel etmenleri dikkate alan
çalışmalar genellikle bu alandaki yakınlıkların ülkeler arasındaki sermaye ve yatırımları
kolaylaştırdığını belirtmektedirler. Örneğin, Wilhems (1998) tarafından geliştirilen Kurumsal DYY
Uygunluk Kuramı bu türden yakınlıkların yatırımcıların kararlarını olumlu yönde etkileyeceğini ifade
etmektedir (Wilhems aktaran Karau ve Mburu, 2016, s. 89).

Yabancı yatırım kararlarında alıcı ülkenin siyasi istikrarı, düzenleyici kurumların niteliği, siyasi
hak ve özgürlüklerin mahiyeti gibi etmenler belirleyici olmaktadır (Kim, 2010; Rammal ve Zurbruegg,
2006). Bu başlık altında göreli az çalışma olmakla birlikte ülkelerin, kurum ve kişilerin milliyetçilik
duygularının yabancı yatırım kararlarında önemli bir belirleyici olabileceği iddia edilmektedir. Geniş
anlamıyla bir birey veya kurumun kendisini bir millete ait hissetmesi ve o milletin geleceğine ilişkin
tasavvur ve tahayyüllere sahip olması; kararlarda ait olduğu milletin çıkar ve beklentilerini
öncelemesi anlamına gelen milliyetçiliğin yabancı yatırımlar, yabancı ürünler için de sonuçlar
doğurabileceği açıktır. Öyle ki, “yabancı” kendinden olmayan ve muhtemel riskler taşıyan olumsuz bir
kavrama dönüşebilmektedir. Milliyetçiliğin ülke ekonomik politikaları, kamuoyunun yabancı yatırım
ve ürünlere yaklaşımı, ulusal sermayenin ülke dışına çıkma kararı alması, üretim araçlarının en
azından belli sektörlerde (savunma sanayi, bilişim altyapısı vb.) devletin kontrolünde olması ve
uluslararası ilişkilerde sorun yaşanan ülkelerden yatırım alınması veya oralara yatırım yapılması gibi
konularda etkileyici hatta belirleyici olabileceği söylenebilir (Jakobsen ve Jakobsen, 2011; Kraal,
2019; Vukovic, 2017; Zhang ve He, 2014). Dahası, ülkelerin ekonomik gelişmişlik düzeyleri ve
milliyetçiliği yorumlama biçimleri de DYY kararlarında belirleyici olabilmekte (Coşkun, 2002) ve
kimileyin engelleyici, kimileyin teşvik edici bir karaktere bürünebilmektedir (Huidumac-Petrescu ve
Joia, 2013). Milliyetçiliği ulusal politikalar üzerinden DYY’lara etkisi bakımından inceleyen
çalışmaların (Deboom, 2018) yanında “devlet ideolojisi olarak milliyetçilik” ve “ulusal gurur olarak
milliyetçilik” bakımından da ele alan çalışmalar (Ren vd., 2012; Gebremariam ve Feyisa, 2017;
Leavell’den aktaran Quazi, 2007) yürütülmektedir. Devlet ideolojisi çerçevesinde hareket eden hem
dışarıdan içeriye gelen hem de içeriden dışarıya giden yatırımlar üzerinde belirleyici olabilmektedir
(Wang vd., 2012; Lu vd., 2014; Gaur vd., 2018).

Literatürde egemen görüş, milliyetçiliğin DYY’ı teşvik bakımından kendi ülke çıkarlarını
önceleyici ve koruyucu, hatta zorunluluklar dışında “yabancılayan” ve genel olarak uluslararası
ekonomik işbirliklerini ve bütünleşmeleri engelleyen bir yanı olduğu vurgulanmaktadır. Bu devlet
ideolojisi ve ulusal gurur ile biçimlendirilmiş bir “rasyonaliteye” denk düşmektedir. Bu çalışmada ise
Azerbaycan ile Türkiye arasında özellikle “bir millet, iki devlet” sloganında cismanileşen ve hem
farklı düzeyde bir milliyetçiliğe hem de ekonomi gibi rasyonalitesi yüksek bir alanda ilk bakışta
zamanın aklına pek uygun olmayan bir ussallık, bir tavır olmaktadır. Bu çalışma, iki ülke arasındaki
yabancı yatırım ilişkileri üzerinden literatürün aksine milliyetçiliğin olumlu etkisini tartışmayı
amaçlamaktadır. Bu bağlamda çalışmanın cevap aradığı soru “iki devlet tek millet” söyleminin iki
ülke arasında gerçekleşen yabancı yatırımlarda bir karşılığı olup olmadığıdır.

32
Recai COŞKUN, Emre BİLGİÇ

Şekil 1. Milliyetçilik – DYY Tutum Matrisi*

* Araştırmacılar tarafından oluşturulmuştur.

Literatürde tartışmalar ışığında milliyetçilik-DYY etkileşimini üsteki matriste sunulduğu


biçimiyle basitleştirerek göstermek mümkündür. Bu ilişkinin karmaşıklığı dikkate alındığında her
türden modelleme veya basitleştirme girişiminin bazı noktaları ihmal edebileceği gerçeğini not
ederek çözümlemeleri yapmakta yarar vardır. Bu çalışmanın sorunsalı üsteki çizimde sol üst kutuda
belirtilen “bir ideoloji olarak” ve ulusal kimlikte gömük olarak bulunan ve devlet sınırlarını aşan
milliyetçiliğin bir tezahürü olarak Azerbaycan ile Türkiye arasında siyasi ve ekonomik söylem ve
eylemlerde “iki devlet tek millet” ve “kardeşlik” söyleminin (Abedi, 2019; Babis, 2018) DYY kararları
üzerinde bir karşılığının olup olmadığının belirlenmesidir.

3. Yöntem

Çalışmada Azerbaycan ile Türkiye arasında gerçekleştirilen DYY kararlarında iki ülke arasındaki
“kardeşlik” ve “tek millet” söyleminin etkisi incelenecektir. Literatürde bu yönde bir araştırmaya
rastlanmamıştır. İki ülke arasındaki ilişkinin özgünlüğü, böylesi bir çalışmayı makul kılmaktadır.
Bunu söylerken kararların salt “duygusal” dayanaklı olduğu iddia edilmemektedir. Sonuçta iki ülke
aynı coğrafi bölgededir ve Nahcivan üzerinden sınır komşusudur. Ekonomileri genelde birbirini
tamamlayıcı niteliktedir ve aynı kültür ve dil ailesinde yer almaktadır. Ortak bir tarihe sahiptirler ve
Türkiye Azerbaycan’ın bağımsızlığını tanıyan, O’na uluslararası alandaki mücadelesinde yakından
destek olan bir ülkedir. Bütün bu etmenler iki ülkeyi “kardeş” yaptığı gibi (Babis, 2018) ekonomik
ilişkilerinde de birbirlerini destekleyici ve önceleyici bir noktaya taşımaktadır.

33
Recai COŞKUN, Emre BİLGİÇ

Çalışmada nitel ve nicel veriler derlenmiş ve bunlar söylem ve içerik analizine konu edilmiştir.
Bu yolla ilk olarak içerik ve söylem analizi ile kardeşlik olarak milliyetçilik kavramlarının mahiyeti
belirlenmiştir. Analizler, T.C. Cumhurbaşkanlığı resmî internet sitesinde yer alan Cumhurbaşkanı
Erdoğan ile ilgili metinlerde “Azerbaycan” anahtar kelimesi taranarak elde edilen 56 metin üzerinden
gerçekleştirilmiştir. İkinci aşamada ise Türkiye, Azerbaycan ve Türkiye’nin başat DYY ortağı ülkelerin
DYY istatistikleri derlenmiş ve parametrik olmayan analizlere tabi tutularak Azerbaycan ile Türkiye
arasında “kardeşlikten” kaynaklı olarak ayrıcalıklı bir ilişkinin olup olmadığı DYY verileri üzerinden
sorgulanmıştır.

Not etmek gerekir ki literatürde söylem ve içerik analizleri arasındaki fark konusunda karmaşa
yaşansa da gerçekte bu ikisi arasında varlıkbilimsel, bilgibilimsel ve yöntembilimsel bakımdan
farklar vardır (Hardy vd., 2004, s. 21). Söylem analizi bir araştırma tasarımıdır buna karşılık içerik
analizi bir çözümleme tekniğidir. Bu nedenle içerik analizi hem nicel hem nitel yönüyle bütün
araştırmalar için kullanılabilir.

Bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı resmi internet sitesinden toplam 135


metin derlenmiştir. Metinler haberler, açıklamalar, mülakatlar, ziyaretçi kabul konuşmaları gibi
çeşitlilik sergilediği için verilerin derlenmesi 1 Ocak 2020 ile 26 Nisan 2021 dönemi ile
sınırlandırılmıştır. Bu metinlerde “Azerbaycan” anahtar kelimesi taraması yapılarak 56 tanesinin bu
ülke ile ilgili açıklamalar içerdiği saptanmıştır.

4. Bulgular

Buradaki bulgu ve değerlendirmeler iki başlık altında yapılacaktır. İlkin, Cumhurbaşkanı


Erdoğan’ın söyleminde Azerbaycan ile Türkiye’nin kardeşliğinin nasıl bir içeriğe sahip olduğu
araştırılacaktır. Bunun hangi tema ve alt-temalara sahip olduğu, ilgili metinlere içerik analizi yaparak
ortaya konacaktır. İkinci olarak bu kardeşlik söyleminin ekonomik yönünün DYY oranları üzerinden
sorgulanmasıdır.

4.1. “Kardeşlik” Kavramının İçeriği

Metinler Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iki ülkenin “kardeşliğine” nasıl bir anlam yüklediğini
ortaya çıkarmak bakımından dikkatli biçimde incelendikten sonra içerik çözümlemesine tabi
tutulmuş ve Tablo 1’de görüldüğü üzere dört ana tema ortaya çıkmıştır: etnik, tarihi ve duygusal
bağlar; ortak çıkarlar, birliktelik ve ortak gelecek.

Tablo 1: Kardeşliğe Yüklenen İçerik ile İlgili Tema ve Alt-temalar

Ana Temalar Alt Temalar Sıklık %

Kardeşlik 91

Duygusal bağlar 21
Etnik, tarihi ve duygusal bağlar
Ortak tarih 3 44,69

İki devlet, tek millet 11

Toplam 126

Ortak çıkarlar Önceleme 5 41,84

34
Recai COŞKUN, Emre BİLGİÇ

Her alanda destek 17

Her şeyiyle destek 14

Destek 55

Sürekli destek 27

Toplam 118

Birliktelik 15

Birlik Dayanışma 6
11,70
İşbirliği 12

Toplam 33

Ortak gelecek 3
Gelecek
Ortak hedefler 2 1,77

Toplam 5

Genel Toplam 282 100%

Görülüyor ki milliyetçiliğin bir boyutu olarak “kardeşlik” Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın


söyleminde zengin bir içeriğe sahiptir. Ancak bunların genelde duygusal, siyasi yönü ağır basmakta;
ekonomik boyuta ilişkin “işbirliği” gibi genel ifadelerin dışında güçlü vurgulara rastlanmamaktadır.
Bu durum, tarihsel olarak Türk milliyetçiliğinin duygusal boyutunun ağır basmasıyla (Coşkun, 2002)
ilişkilendirilebilecek bir durumdur. Bu alt-temalar için bazı örnekler tabloda yer almaktadır.

Tablo 2: Alt-temalara Denk Gelen İfade Örnekleri

Alt Temalar Örnek Veri

“…Bakın buralarda on binlerce sivil insan katledilirken 1,5 milyon


Kardeşlik Azerbaycanlı kardeşimiz evlerini terk etmek mecburiyetinde
bırakılmıştır.…” (26.04.2021).

“…Azerbaycanlı kardeşlerimizin sevinci bizim de sevincimizdir. …”


Duygusal Bağlar
(08.11.2020).

“…Türkiye olarak ilk günden itibaren Azerbaycan'ın haklı mücadelesine


tüm imkânlarla destek verdiklerini kaydederek ortak tarih, kültür, inanç
ve dil birliğinin gereği neyse onu yaparak Karabağ ve işgal altındaki
Ortak Tarih
Azerbaycan topraklarının özgürlüğüne kavuşmasına katkı
sağladıklarına işaret etti…” (09.12.2020).

35
Recai COŞKUN, Emre BİLGİÇ

“…Türkiye olarak Azerbaycan'la münasebetlerimizde kendimize her


İki Devler, Tek Millet zaman Büyük Lider Haydar Aliyev’in ‘iki devlet, tek millet’ şiarını rehber
aldık…” (10.12.2020).

“…Bundan sonra önceliğimiz, Karabağ’da güvenlik ve istikrarın tesisine


Önceleme yardımcı olmak, 30 yıllık işgalin bıraktığı tahribatı birlikte
gidermektir.…” (04.03.2021).

“…Türkiye’nin Azerbaycan’a bu yeni dönemde de bütün alanlarda katkı


Her Alanda Destek
ve desteğinin süreceğini belirtti.…” (13.01.2021).

“…Türkiye olarak kendimizi iki devlet, tek millet olarak gördüğümüz


Her Şeyiyle Destek Azerbaycanlı kardeşlerimize tüm imkânlarımızla ve tüm kalbimizle
destek vermeyi sürdüreceğiz…” (01.10.2020).

“…Ülkemizin desteği sayesinde Azerbaycan toprağı olan Karabağ'daki


Destek Ermeni işgali sona ermiş, kalıcı çözüme yönelik umutlar ilk defa
artmıştır.…” (25.11.2020).

“…Azerbaycan’ın, Azeri kardeşlerimizin ta Kafkas mücadelesinde olduğu


Sürekli Destek
gibi bugün de yanındayız, yanında olacağız…” (17.07.2020).

“…Azerbaycan sırt sırta verdiği sürece, Allah'ın izniyle zorlukları


Birliktelik
aşmaya, başarıdan başarıya koşmaya devam edecektir…” (10.12.2020)

“…Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye-Azerbaycan kardeşliğinin ve


Dayanışma dayanışmasının her alanda güçlenerek devam edeceğine inandığını dile
getirdi…” (24.12.2020)

“…Ziyaret çerçevesinde yapılacak görüşmelerde, açılan yeni dönemde,


Azerbaycan’ın haklı davasının uluslararası platformlarda takibi için
İşbirliği atılabilecek ortak adımlar ele alınacak, iki kardeş ülke arasındaki
mevcut işbirliğinin daha da güçlendirilmesi noktasında meydana çıkan
yeni imkânlar değerlendirilecektir.…” (08.12.2020).

“…İnşallah bundan sonra Azerbaycan’la çok daha yakın, çok daha güçlü
Ortak Gelecek iş birliği içinde olacak, ortak geleceğimizi birlikte inşa edeceğiz…”
(11.11.2020).

“…Cumhurbaşkanı Erdoğan, Karabağ meselesinin Azerbaycan’ın olduğu


kadar Türkiye’nin de meselesi olduğunu vurgulayarak, “Yukarı Karabağ
Ortak Hedefler
sorununun Azerbaycan’ın egemenliği ve toprak bütünlüğü temelinde
çözüme kavuşturulması en büyük arzumuzdur. …” (25.02.2020).

1.1. Kardeşlik Olarak Milliyetçilik ve Türkiye’ye Gelen Yabancı Yatırımlar

Bu aşamada “kardeşlik” vurgusunun yatırım kararlarında belirleyici olup olmadığı


sorgulanmaktadır. Bu ancak dolaylı ölçümlerle çıkarımlanabilecek bir durumdur. Verilerin el verdiği
kadarıyla geliştirilen alttaki iki önerme üzerinden Azerbaycan’ın yatırım kararlarında da Türkiye’yi
kardeş olarak görüp görmediği belirlenmeye çalışılacaktır. Önermeler oluşturulurken ilkin
Azerbaycan ile benzeri ölçekteki Yunanistan ve Bulgaristan gibi diğer komşu ülkelerin toplam
DYY’ları içerisinde Türkiye’ye yaptıkları yatırımların oransal karşılaştırması yapılmıştır. İkinci olarak

36
Recai COŞKUN, Emre BİLGİÇ

dünya genelinde seçilmiş başlıca ülkelerin yaptıkları toplam DYY’lar içerisinde Türkiye’ye düşen pay
ile Azerbaycan’ın toplam DYY’larından Türkiye’ye düşen pay karşılaştırılacaktır. Bu yolla
Azerbaycan’ın Türkiye’yi DYY kararlarında ayrıcalıklı bir yere koyup koymadığı belirlenecektir. Bu
amaçla alttaki iki hipotez oluşturulmuştur.

Hipotez 1: “Kardeşlik olarak milliyetçilik nedeniyle Azerbaycan ile benzeri ölçekteki Yunanistan,
Gürcistan ve Bulgaristan gibi komşu ülkelerin Türkiye’ye yaptıkları DYY’lar arasında Azerbaycan lehine
anlamlı fark vardır”.

Hipotez 2: “Kardeşlik olarak milliyetçilik nedeniyle dünyanın başlıca DYY yapan ülkelerinin
Türkiye’ye yaptıkları DYY’ların toplam DYY’larına oranı ile Azerbaycan’ın Türkiye’ye yaptığı DYY oranı
arasında Azerbaycan lehine anlamlı bir fark vardır”.

Tablo 3 ve 4 ülkelerin 2010-2019 yıllarını kapsayan verilerine uygulanan Kruskal Wallis 3 test
sonuçlarını vermektedir. Bu aralığın seçilmesinde Azerbaycan’ın bağımsızlığını kazandığı 1991
yılından 2010 yılına kadarki süreçte kurumsallaşmasını tamamlamış ve ekonomisini DYY yapacak
düzeye taşıması belirleyici olmuştur. Ülkelerin dışa dönük DYY verileri Dünya Bankasından ve
Türkiye’ye gelen DYY’lar Merkez Bankasından derlenmiş ve USD olarak hesaplanmıştır. Buna göre
Azerbaycan’ın Türkiye’ye yaptığı DYY miktarının toplam DYY ile oranlanmasıyla elde edilen değer
üzerinden diğer ülkelerle karşılaştırılması yapılmıştır. Bunun için kullanılan formül şöyledir:

100∗𝑇ü𝑟𝑘𝑖𝑦𝑒𝑦𝑒 𝐷𝑌𝑌ü𝑙𝑘𝑒 𝑋
𝑇𝑜𝑝𝑙𝑎𝑚 𝐷𝑌𝑌 𝑖ç𝑖𝑛𝑑𝑒 𝑇ü𝑟𝑘𝑖𝑦𝑒’𝑦𝑒 𝑦𝑎𝑝𝚤𝑙𝑎𝑛 𝑦𝑎𝑡𝚤𝑚𝚤𝑚𝑙𝑎𝑟𝚤𝑛 𝑝𝑎𝑦𝚤 ü𝑙𝑘𝑒 𝑋 =
𝑇𝑜𝑝𝑙𝑎𝑚 𝐷𝚤ş𝑎𝑟𝚤𝑦𝑎 𝐷𝑌𝑌ü𝑙𝑘𝑒 𝑋

Tablo 3’e bakıldığında Azerbaycan’ın yıllar itibarıyla yaptığı DYY’ları içerisinde Türkiye’nin
aldığı payın Yunanistan, Gürcistan ve Bulgaristan gibi diğer benzeri ölçekteki ülkelerle
karşılaştırıldığında anlamlı düzeyde yüksek olduğu ve Hipotez 1’in kabul edildiği söylenebilir. Bu üç
ülkeyle karşılaştırıldığında Azerbaycan’ın Türkiye’ye yatırımları ile diğer ülkeler arasında anlamlı
fark olduğu görülmektedir.

Tablo 3: Azerbaycan’ın Türkiye’ye Yaptığı DYY’ların Toplam DYY’larına Oranının Benzeri Ölçekteki
Diğer Komşu Ülkelerle Karşılaştırılması

Sıra
Ülke
Ortalaması

Azerbaycan 102,60

Yunanistan 81,00

Gürcistan 33,70

Bulgaristan 21,40

Tablo 4’te ise Azerbaycan’ın toplam dışa dönük DYY’larının içinden Türkiye’nin aldığı payın
oransal değeri dünyanın başlıca DYY yapan ülkelerinin yatırımlarından Türkiye’nin aldığı payın
oransal değerleri ile karşılaştırılmaktadır. Bu yolla Hipotez 2’nin sınanması hedeflenmektedir.

Tablo 4: Dünyanın Başlıca DYY Yapan Ülkelerinden Türkiye’ye Yapılan DYY’ların Toplam DYY’larına
Oranının Azerbaycan’ın Yaptığı Türkiye’ye Yaptığı DYY’ların Oranıyla Karşılaştırılması

3Kruskal Wallis test anakütlenin normal dağılım göstermediği varsayıldığı durumlarda uygulanan üç veya daha
çok gruplar için yapılan bir parametrik olmayan testtir. Özü itibarıyla anakütle medyanlarını sınamaya yönelik
bir tek yönlü varyans analizidir. İki gruplu analizlerde kullanılan Mann Whitney testine benzemektedir (Coskun
vd., 2017:219).

37
Recai COŞKUN, Emre BİLGİÇ

Sıra
Ülke Ortalaması

Azerbaycan 102,60

Rusya 75,90

Almanya 69,30

Hollanda 64,80

Birleşik Krallık 55,90

ABD 36,40

Tablo 4, görüldüğü üzere, Azerbaycan’ın Türkiye’ye yaptığı DYY’lar ile dünyanın önemli DYY
yapan ülkelerinin Türkiye’ye yaptığı DYY’lar oransal olarak karşılaştırıldığında arada Azerbaycan
lehine anlamlı farklılık vardır. Bu durumda Hipotez 2 de kabul edilmiştir.

Veri kısıtına karşın yapılan analizler Azerbaycan ile Türkiye arasında diğer ülkelere göre daha
yüksek bir duygudaşlık olduğunu ortaya koyan ve “milliyetçilik olarak kardeşliği” merkezine alan “iki
devlet tek millet” vurgusunun söylemde kalmadığını ve eyleme dönüştüğüne işaret etmektedir. Bu
milliyetçiliğin somut ekonomik sonucu olarak DYY kararları üzerinde olumlu etki yaptığı söylenebilir.
Bu durum literatürde milliyetçiliğin DYY kararlarına sürekli ve olumlu etki yapamayacağını ima eden
görüşlerden farklıdır. Bunun nedeni de milliyetçiliğin farklı biçimleri olabileceği ve bağlamsal
özelliklerinden dolayı da farklı yansımaları olabileceğidir. Türkiye ile Azerbaycan örneğinde
“kardeşlik olarak milliyetçiliğin” DYY kararlarına olumlu etkisi olduğu söylenebilir.

5. Sonuç ve Değerlendirme

Elde edilen sonuçlar ışığında milliyetçiliği DYY’ı sürekli ve pozitif yönde etkileyen bir biçiminin
olabileceği gösterilmiştir. Buradan hareketle uluslararası işletmelere yatırım stratejilerini belirlerken
ana ülkeleri ile “kardeş” olan ülkeleri belirlemelerinin yararlı olacağı söylenebilir. Bu bağlamda
kardeşlik olarak milliyetçilik olgusunun uluslararası işletmelere pazara girme ve operasyonları
kurma kolaylığı, yerel paydaşlarla daha kolay iş birliği yapabilme imkânı gibi avantajlar sağlayacağı
düşünülebilir.

Ek olarak çalışmanın birtakım kısıtlarından söz etmek gerekir: (i) veri yetersizliği nedeniyle
parametrik analiz tekniklerinin kullanılamaması, (ii) kardeşlik olarak milliyetçilik kavramının
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın devleti temsil ettiği varsayımı ile birlikte sadece devlet seviyesinde
incelenmesi, bireysel seviyede ya da yatırımcı perspektifinden ele alınmaması, (iii) Başkan Ilham
Aliyev’in konuşmalarının analize tabi tutulmamasından dolayı kardeşlik olarak milliyetçilik
kavramına karşılıklı olarak aynı anlamın atfedilip edilmediğinin gösterilmemesi, ve (iv) Azerbaycan’a
yapılan yatırımların ülkelere göre dağılımı hakkında verileri ulaşılamaması ve DYY yatırımlarının
Azerbaycan perspektifinden ele alınamaması.

Son olarak bu çalışmanın gelecek araştırmalar için birtakım öneriler barındırdığı söylenebilir.
Bu bağlamda önerilen kavramın, diğer Türk Cumhuriyetleri gibi farklı bağlamlardaki geçerliliği,
ihracat-ithalat, finans, stratejik kararlar gibi farklı alanlardaki yansımaları ve bireyler, yatırımcılar ve
şirketler gibi farklı paydaşlar tarafından kavrama yüklenen anlam konuları araştırmaya değerdir.

38
Recai COŞKUN, Emre BİLGİÇ

6. Kaynaklar

Abedi, J. A. E. (2019). “Long live the Turkish-Azerbaijani brotherhood”-A Study of Turkish-Azerbaijani


Relations (Master's thesis, University of Oslo).

Aykut, D., & Ratha, D. (2004). South-South FDI flows: how big are they?. UNCTAD, Transnational
Corporations (s. 149-176). United Nations.

Babiş, A. G. (2018). Azerbaijan–Turkey relations (1988-2018) “evaluating ‘One nation two states’
discourse” (Master's thesis, Middle East Technical University).

Coşkun, R. (2001). Determinants of direct foreign investment in Turkey. European Business Review,
13(4), 221-226.

Coşkun, R. (2002) Küreselleşme: Türkiye Eksenli Analizler, Beta.

Coşkun, R., Altunışık, R., & Yıldırım, E. (2017). Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri: SPSS
Uygulamalı, Sakarya Yayıncılık.

Deboom, M. J. (2018). Developmental Fusion: Chinese Investment,


Resource Nationalism, and the Distributive Politics of Uranium Mining
in Namibia (Doctoral dissertation, University of Colorado at Boulder).

Fossati, D. (2020). National Identity and Public Support for Economic Globalisation in
Indonesia. Bulletin of Indonesian Economic Studies, (just-accepted), 1-39.

Frenkel, M., Funke, K., & Stadtmann, G. (2004). A panel analysis of bilateral
FDI flows to emerging economies. Economic systems, 28(3), 281-300.

Gaur, A. S., Ma, X., & Ding, Z. (2018). Home country supportiveness/unfavorableness and outward
foreign direct investment from China. Journal of International Business Studies, 49(3), 324-345.

Gebremariam, F. M., & Feyisa, B. D. (2017). The role of Democratic Developmental State ideology for
national integration: An assessment from the perspective of the 1995 Federal Democratic
Republic of Ethiopia Constitution. Research and Science Today, 2(14), 23-35.

Hardy, C., Harley, B., & Phillips, N. (2004). Discourse analysis and content analysis: Two
solitudes. Qualitative methods, 2(1), 19-22.

Huidumac-Petrescu, C. E., & Joia, R. M. (2013). National policy measures. Right approach to foreign
direct investment flows. Theoretical & Applied Economics, 20(2) 103-112.

Jakobsen, J., & Jakobsen, T. G. (2011). Economic nationalism and FDI.


Society and Business Review, 6 (1), 61-76.

Karau, J. N., & Mburu, T. K. (2016). Institutional, governance and economic factors influencing foreign
direct investment inflows in East Africa. Journal of Economics and Development Studies, 4 (3), 87-
98.

Kim, H. (2010). Political stability and foreign direct investment. International Journal of Economics
and Finance, 2(3), 59-71.

Kraal, D. (2019). Petroleum industry tax incentives and energy policy


implications: A comparison between Australia, Malaysia,
Indonesia and Papua New Guinea. Energy Policy, 126, 212-222.

39
Recai COŞKUN, Emre BİLGİÇ

Li, M. Y., Makino, S., ve Jiang, C. (2019). Does national sentiment affect foreign direct investment, and
if so, how? Additional evidence. International Business Review, 28(5), 1-19.

Lu, J., Liu, X., Wright, M., & Filatotchev, I. (2014). International experience and FDI location choices of
Chinese firms: The moderating effects of home country government support and host country
institutions. Journal of International Business Studies, 45(4), 428-449.

Masron, T. A., & Shahbudin, A. S. M. (2010). Push factors of outward FDI: Evidence from Malaysia and
Thailand. Journal of Business & Policy Research, 5(1), 54-68.

Quazi, R. (2007). Economic freedom and foreign direct investment in East Asia. Journal of the Asia
Pacific Economy, 12(3), 329-344.

Rammal, H. G., & Zurbruegg, R. (2006). The impact of regulatory quality on intra-foreign direct
investment flows in the ASEAN markets. International Business Review, 15(4), 401-414.

Ren, B., Liang, H., & Zheng, Y. (2012). An institutional perspective and the role of the state for Chinese
OFDI. In Chinese international investments (pp. 11-37). Palgrave Macmillan, London.

Saad, R. M., & Nor, A. H. S. M. (2014). Developing countries’ outward investment: Push factors for
Malaysia. Procedia-Social and Behavioral Sciences, 130, 237-246.

Szunomár, Á. (2018). Pull factors for Chinese FDI in East Central Europe (No. 249). Institute of World
Economics, Centre for Economic and Regional Studies, Hungarian Academy of Sciences.

Vukovic, M. (2017). Chinese foreign direct investment in Central and East


Europe: case study on Poland and Hungary (Master's thesis,
Program Magister Ilmu Sosial Program Pascasarjana Universitas
Katolik Parahyangan).

Wang, C., Hong, J., Kafouros, M., & Wright, M. (2012). Exploring the role of government involvement in
outward FDI from emerging economies. Journal of International Business Studies, 43(7), 655-
676.

Zhang, J., & He, X. (2014). Economic nationalism and foreign acquisition completion: The case of
China. International Business Review, 23(1), 212-227.

40
Z Kuşağının Erken Yetişkin Temsilcisi Üniversite
Öğrencilerinde Çalışmanın Anlamı: Bir Yazın
Değerlendirmesi

Umut Sanem Çitçi1, Tuncer Asunakutlu2


Özet

Farklı literatürlerde farklı gruplar için çalışmanın anlamı üzerine yürütülen araştırmalar
bulunmaktadır. Son dönemde ilgi çekici özellikleri sebebiyle Z kuşağının da çalışmanın anlamı
bakımından ele alındığı ve uluslararası literatürde, kendi aralarında onca farklılığa rağmen sonuçları
Z kuşağına genellenen araştırmalar mevcuttur. Bu araştırmanın amacı, 1995-2012 yılları arasında
doğan ve Z kuşağının erken dönem yetişkinlik evresini temsil eden üniversite öğrencilerinin,
bağlamında çalışmaya yükledikleri anlamın neden açığa çıkarılması gerektiğine meşru bir zemin
kazandırmak ve bildirinin makale yolculuğunda izleyeceği araştırma kurgusunu şekillendirmektir.
“Çalışmanın anlamı ölçeği” ile gerçekleştirilecek bir saha araştırmasının öncülü niteliğindeki bu
araştırma, yeni yeni istihdam edilen Z kuşağının ülkemizde iş- yaşam kalitesini iyileştirme
girişimlerine temel teşkil edici sonuçları bakımından literatüre katkı sunmayı hedeflemektedir

Anahtar Kelimeler: Z kuşağı, çalışma, çalışmanın anlamı, iş

1. Giriş
Bugünlerde Z kuşağı üniversite sıralarında ve/veya ilk işyerlerinde işgören ya da işveren rolünü
üstlenmektedir. Değerleri, güdüleri ve tutumları nedeniyle X ve Y kuşağından oldukça farklı
özellikleri olan Z kuşağı (Kirchmayer & Fratricova, 2020) çeşitli alanlarda araştırmacıların ilgisini
uyandırmaktadır. Z kuşağı çalışanlarının Millennial'ın yani Y kuşağının yalnızca bir uzantısı olacağını
varsayan bir kamp olmakla birlikte, Z Kuşağının önümüzdeki on yılda işyerlerinin üretkenlik
seviyesine getireceği belirgin avantajların olacağını iddia eden bir kamp da bulunmaktadır (Agarwal
& Vaghela, 2018; Barhate,& Dirani, 2021). Bizler ilerleyen dönemlerde yoğunluklu olarak iş gücüne
katılacak Z kuşağının, ne ile motive olduğunu ve onların çalışma ortamında kalması için neler
yapılabileceğine dair fikir yürütmeyi değerli bulan grup içindeyiz. Araştırmacılar olarak Türkiye
bağlamında Z kuşağına ilişkin veri toplanması ve durumun betimlenmesinin yönetim dünyasının,
akademinin ve sosyal yapıya ilişkin politika üreticilerinin işine yarayacağını düşünüyoruz.

Bu minvalde araştırma, öncelikle kuşak kavramının ne olduğuna; kuşak ve çalışma/iş üzerine


yapılan önceki çalışmaların eleştirel değerlendirmesine ve bu araştırmanın makaleye evrilme
sürecinde takip edilecek araştırma kurgusuna yer vermektedir.

1.1. Kuşak Kavramı ve Z Kuşağı

TDK’a göre kuşak “yaklaşık olarak aynı yıllarda doğmuş, aynı çağın şartlarını, dolayısıyla
birbirine benzer sıkıntıları, kaderleri paylaşmış, benzer ödevlerle yükümlü olmuş kişilerin
topluluğudur”. Akademik yazında ise kritik olaylara maruz kalan ve onlardan etkilenen, doğum
yıllarını, yaşlarını, yerlerini ve önemli yaşam olaylarını paylaşanlar olarak tanımlanmaktadır
(Kupperschmidt 2000: 66). Kuşak teorisinin iddiası aynı kuşakta doğan insanların benzer özellikleri

1
İzmir Bakırçay Üniversitesi, İİBF, İşletme Bölümü
umutsanem.citci@bakircay.edu.tr
2
İzmir Bakırçay Üniversitesi, İİBF, İşletme Bölümü
tuncer.asunakutlu@bakircay.edu.tr

41
Umut Sanem Çitçi, Tuncer Asunakutlu

ve temel davranış profillerini paylaştığı noktasındadır (Twenge vd., 2010) ancak bu konuda
literatürde tartışma olduğunu söylemek gerekir. Birbirinden farklı olarak addedilip ayrı kuşaklar
olarak görülenler arasında tamamen bir benzemezlik hali söz konusu olmayabilir, örneğin Z kuşağı
çeşitli noktalarda Y kuşağına benzemekle birlikte; bazen aynı kuşakta olanların birbirlerinden çok
farklı oldukları görülmektedir (Maloni vd., 2019).

Tablo 1. Genel Kabul Gören Kuşak Sınıflandırması

Bebek patlaması kuşağı 1946-1964

X kuşağı 1965-1979

Y kuşağı (Milenyum) 1980-1994

Z kuşağı (Milenyum sonrası) 1995-2012

1995-2012 yılları arasında doğanlara Z kuşağı deniliyor ve bu kuşak ilköğretimin sonu ile
üniversite sıralarında eğitim almanın ötesinde ilk iş yerlerine, işgören ya da işveren rolü ile erişmeyi
başardılar. Değerleri, güdüleri ve tutumları nedeniyle X ve Y kuşağından oldukça farklı bulunan Z
kuşağı (Kirchmayer& Fratricova, 2020) pek çok araştırmaya multidisipliner olarak konu
edilmektedir. Z kuşağı üzerine yapılan araştırmaların farklı ülkelerde küçük gruplar üzerinde sınırlı
sayıda yürütüldüğü görülmekle beraber yönetimde alanında genellikle kuşağın kariyer beklentileri,
davranışlarını açıklayan kariyer teorileri, kariyer geliştirme, iş/çalışma değerleri ve iş-işyeri
beklentileri üzerinden tanınmaya çalışıldığı görülmektedir.

Bu araştırmada bizler 1995-2012 arasında yer alanları Z kuşağı olarak kabul etmekle birlikte
söz konusu kuşağın kendi içinde küçük ama anlamlı farklılıkları koruduğunu düşünen kampa (Lyons
& Kuron, 2014; Lyons, Schweitzer vd. 2015) yakın bir duruş sergilediğimizden Z kuşağında özellikli
bir dönemi seçtik ve erken dönem yetişkinliği içine alan üniversite dönemine odaklandık. Bu grup,
istihdam piyasasına katılmak üzere olan bir grup olması bakımından ve çalışmaya dair kavrayışı
görece daha şekillenmiş olabileceği varsayımından hareketle seçilmiştir.

1.2. Z Kuşağı ve Üniversite

Modern anlamdaki formunu neredeyse 11.-12. yy’dan beri süre gelen tarihsel bir gelişimde
kazanan üniversitelerin açık olarak ifade edilen görevleri bilimsel bilginin üretimi, bilimsel bilgilerin
ışığında bilimsel tutum, beceri kazandırma, değer aktarımı gerçekleştirmek ve son olarak da bilimsel
bilgi ile toplumun refahına hizmet etmektir.

Üniversite sayısının artması, üniversiteye gidebilme imkanının toplum geneline yayılması ve


ideolojik çatışmaların görece sakinleşmesi ile beraber özellikle 1980’lerden sonra üniversiteye gitme
oranı hem dünyada hem ülkemizde önemli oranda artış göstermiştir. Söz konusu dönemde
öğrencilerin bilhassa meslek sahibi olmak amacıyla üniversitelere yöneldikleri bilinmektedir (Bok,
2003; Cox, 2009).

Üniversitenin bilgi üretimi ve özellikle ürettiği bu bilgi üzerinden bilimsel duruş ve değer
yaratma misyonundan uzaklaşarak, meslek kazandıran kurum olma sorumluluğunun öne çıktığı
değişim hali Y kuşağı için tatmin edici olsa da Z kuşağı için anlamlığını yitirmek üzeredir. Bu durumla
ilgili Amerikan üniversitesinde yürütülen bir araştırmada (Lair ve Wieland, 2012) saha çalışmasına
katılan 110 öğrenciden sadece birinin “üniversite eğitimini meslekle ilişkilendirmeği”, diğerlerinin

42
Umut Sanem Çitçi, Tuncer Asunakutlu

ise “öğrenmenin kendi içinde zenginleştirici bir amaç olabileceği veya üniversite eğitiminin toplumda
oynayabilecekleri vatandaşlık, ebeveynlik, partnerlik, gönüllülük gibi diğer rolleri geliştireceğine
işaret etmeden bir eğitim aracı” olarak gördükleri açığa çıkmıştır.

Ancak Z kuşağı üzerine farklı bağlamlarda yapılan araştırmalarda birbiriyle tutarlı olmayan
sonuçlara erişildiği görülmektedir. Örneğin, Monteiro ve diğerleri (2019) Portekiz’de yürütmüş
oldukları araştırmada öğrencilerin “üniversitelerin işe hazırlanma, mesleki fırsatları geliştirme,
yetkin olma, keşfetme, eleştirel düşünme, yeni fikirlere maruz kalma, kendini daha çok tanıma ve
sosyal ilişki kurma ile ilgili anlamlarının olduğu ve bunların, çalışmanın kişisel doyum, başarı, işin
sağladığı sosyal fırsatlardan yararlanma, yaşam kalitesi ve sosyal tanınma ile bağlantılı” bulduklarını
açığa çıkarmışlardır. Birbirleri ile çelişkili bu sonuçlar bizleri şu soruyu sormaya sevk etmiştir: Z
kuşağının üniversiteden beklentisini neler farklı kılmaktadır? Bu soru elbette ki bir gerekçe ile
cevaplanamayacak kadar çetrefildir. Ancak bizler Z kuşağı erken dönem yetişkin temsilcisi üniversite
öğrencilerinin çalışmaya yükledikleri anlamın üniversiteden beklentilerini şekillendirici rolü
olduğunu düşünüyoruz ve bu nedenle Türkiye bağlamında bu grubun çalışma kavrayışını tespitin
yazına bir katkı sunacağını öngörüyoruz.

1.3. Çalışmanın Anlamı

Çalışmanın anlamı, farklı ontolojik ve epistemolojik perspektiflerden çalışılmıştır. Ancak bırakın


bireyler için ne anlama geldiği konusunda hem fikir olmayı neyin çalışma olarak kabul edileceği
konusunda dahi bir netliğe erişilememiştir (Irigaray vd., 2019). Çalışma, dar anlamda ücretli istihdam
olarak tanımlanmaktadır ancak çalışmanın psikolojik, sosyolojik, ekonomik ve güç boyutları ile
beraber daha geniş tanımlandığı da bilinmektedir. Bu farklı çalışma kabulleri beraberinde bireysel
seviyede farklı çalışma kavrayışlarını da getirmektedir. Bir şeyin başarılması veya üretilmesiyle
ilişkili çalışma olumlanırken, bir dereceye kadar zorunluluk taşıması bakımından da çalışma
olumsuzlanmaktadır (Irigaray, vd., 2019)

Çalışmanın anlamı, çalışmanın kendisinin önemli, zorlayıcı ve tatmin edici olarak deneyimlenip
deneyimlenmediğini ifade eder (Rosso vd., 2010) ve çalışmanın anlamı, bireyin benlik algısında, işe
yöneliminde ve işte elde etmeyi umduğu başarıda yatar. Çalışanların benlik algıları ile yapılan belirli
iş arasında güçlü bir uyum derecesi olduğunda, anlam duygusunun artması muhtemeldir (Rosso vd.,
2010).

1980’lerin sonlarından günümüze çalışmalarını sürdüren MOW Araştırma Ekibi (meaning of


work), katkıları ile insanların çalışmaya atfettikleri anlam, yaşam döngüsü deneyimlerinin bir sonucu
olarak ortaya çıkan ve gelişen kişisel değerleri, beklentileri, inançları ve işe yönelik tutumları çok
boyutlu bir yapı olarak ele alınmaya başlamıştır (Manuti vd., 2018). İyi ifade edilmiş bir teorinin
yokluğunda, MOW Ekibi, çalışmayı sadece ücret karşılığı yapılan bir şey olarak değerlendirmektedir.
Bu durum Türkiye’de çalışmanın anlamını ölçmek niyeti ile ölçek geliştirme girişiminde bulunan
araştırmacılar için anlamlı gelmemiştir ve ev hizmetlerinde bakım olarak çalışma ve gönüllü
çalışmayı da bir çalışma ilişkisi olarak kabul eden başta Budd’ın eseri olmak üzere çalışmanın anlamı
literatüründen yararlanarak bir ölçek geliştirmişlerdir (Fuat vd., 2020). Budd’a göre çalışmanın
anlamı lanet, özgürlük, meta, mesleki vatandaşlık, ızdırap, kişisel tatmin, sosyal ilişki, bakım, kimlik,
hizmet iken, araştırma ekibi bir de toplumsal cinsiyet boyutunu eklemiştir.

2. Yöntem

Tüm bunlardan hareketle oluşturduğumuz iki temel araştırma sorumuz ve bu araştırma


sorularına uygun olduğu öngörülen araştırma stratejilerimiz bulunmaktadır:

Temel Araştırma sorusu 1. Öğrencilerimizin çalışmaya atfettikleri anlam nedir?

43
Umut Sanem Çitçi, Tuncer Asunakutlu

Alt araştırma soruları: Öğrencilerin çalışmaya yükledikleri anlam uzmanlık alanlarını temsil
eden bölümlerine, cinsiyetlerine, üniversitede geçirdikleri süreye göre farklılık göstermekte midir?

Birinci grup temel ve alt araştırma soruları bizleri betimleyici bir araştırma yapmaya
yönlendirmektedir ve bir anlamda durumun resmini çekmemize imkan verecektir.

Temel Araştırma sorusu 2. Ortaya çıkan tabloda istatistiksel olarak anlamlı görünen farklılıkların
kaynakları nelerdir ve nasıl bir süreçle ortaya çıkmıştır? Bu farklılıklar üniversiteden ve işyerinden
beklentileri nasıl etkileyebilir?

Alt araştırma soruları: Üniversiteden ve işyerinden beklentiler üzerine literatürden farklı olarak
duruma özgü olan şeyler nelerdir?

İkinci grup temel ve alt araştırma soruları bizleri keşfedici bir araştırma yapmaya sevk
etmektedir ve bir anlamda tablonun bu duruma evrilmesini sağlayan süreçleri/nedenleri bir devlet
üniversitesi özelinde keşfetmek mümkün olacaktır.

3. Sonuç ve Öneriler

Bu araştırmanın öncelikli kaygısı istihdam piyasasının yeni aktörleri olan Z kuşağını Türkiye
bağlamında çalışmaya yükledikleri anlam üzerinden tanımak ve makro düzeyde iş-yaşam kalitesinin
artırılmasına yönelik pratik bir katkı sunmaktır. Bir devlet üniversitesinde yürütülecek araştırmanın
sonuçlarının aşağıda belirtilen iki farklı düzeyde katkı sunması beklenmektedir:

Üniversite düzeyinde;

a) programların ve müfredatın güncellenmesinde, öğrencilerin çalışmaya yükledik anlam


özelinde gelişen beklentilerden yararlanılabilir. Ayrıca müfredat yenileme sayesinde öğrencilerin
gelecekteki işyerlerine entegrasyon süreçleri de iyileştirilebilir. Bridges (2015)’ın yaptığı
araştırmada, Z kuşağının aldıkları eğitimin gerçek yaşam sorunlarıyla başa çıkmak için gerekli
becerileri vermediğine inandıkları ve bu nedenle işyerinde mentorluk, öğrenme ve mesleki gelişim
fırsatlarını sunan çalışma ortamlarını tercih ettikleri ortaya çıkmıştır. Gelecek araştırmalarda
Türkiye’deki gençlerin üniversite eğitiminde eksik kaldıkları ve işyerinde tamamlamak istedikleri
noktalar açığa çıkarılarak Z kuşağının görece çalıştıkları kurumlara daha az bağlanmalarının ve
yüksek devir oranında çalışmalarının önüne geçilebilir.

b) hemen hemen her üniversitede bulunan ancak çok az hizmet alınan birimler olan kariyer ve
yetenek merkezlerinin etkinlik oluşturma ve alt gruplara özel destek sunma performansını artırmada
veri olarak kullanılabilir.

c) dünya genelinde üniversitelerin “meslek kazandırma yeri” olarak algılanması “probleminin”,


Z kuşağı ile birlikte farklı bir evrime uğradığı görülmektedir. Üniversitelerin yeni bir kimlik ve rol
kazanmasında çalışmanın anlamı ve üniversite-işyeri beklentilerinin şekillendirici gücü üzerine
özgün araştırmalar yürütülebilir.

İş dünyası düzeyinde

- araştırmanın sonuçları 3-4 kuşağı bir arada çalıştıran kurumların kurum kültürü oluştururken
önem vermesi gereken noktaları fark etmelerini sağlayabilir.

- işverenlerin ve yöneticilerin Z Kuşağı'nı işe alma, yönetme ve elde tutma konusunda neler
yapacağına karar verirken Z Kuşağının çalışma zihniyetini ve çalışmaya dair tutumlarını bilmeleri
özellikle örgütsel bağlılıklarını geliştirmede kullanılabilir.

44
Umut Sanem Çitçi, Tuncer Asunakutlu

4. Kaynaklar

Agarwal, H., & Vaghela, P. (2018, December). Work values of Gen Z: Bridging the gap to the next generation.
In National Conference on Innovative Business Management Practices in 21st Century, Faculty of
Management Studies, Parul University, Gujarat, India (pp. 21-22).

Barhate, B., & Dirani, K. M. (2021). Career aspirations of generation Z: a systematic literature
review. European Journal of Training and Development.

Bok, D. (2003). Our underachieving colleges. Princeton, NJ: Princeton University Press.

Bridge, T. (2015). 5 Ways The workplace Needs To Change to Get The Most out Of Generation Z. Retrieved
from http://www.fastcoexist.com/3049848/5-ways-the- workplace-needs-to-change-to-get-the-
most-out-of-generation-z

Cox, R. D. (2009). The college fear factor: How students and professors misunder- stand one another.
Cambridge, MA: Harvard University Press.

Fuat, M., Bozkurt, G., Çitçi, U.S., Turan, Ş.A. & Okutan, S. (2020) Çalışmayı Anlamak ve Ölçmek: Bir Ölçek
Geliştirme Denemesi, Sakarya Yayıncılık.

Irigaray, H. A. R., Oliveira, L. B., Barbosa, E. S., & Morin, E. M. (2019). Employment relationships and
meaning of work: a research with higher education professors. RAM. Revista de Administração
Mackenzie, 20.

Kupperschmidt, B.R. (2000), ‘Multigeneration employees: strategies for effective management’, The Health
Care Manager, 19(1), 65-76.

Lair, D. J., & Wieland, S. M. (2012). “What are you going to do with that major?” Colloquial speech and the
meanings of work and education. Management Communication Quarterly, 26(3), 423-452.

Lyons, S. T., & Kuron, L. (2014). Generational differences in the workplace: A review of the evidence and
directions for future research. Journal of Organizational Behavior, 35(S1), S139–S157.

Lyons, S. T., Schweitzer, L., & Ng, E. S. W. (2015). How have careers changed? An investigation of changing
career patterns across four generations. Journal of Managerial Psychology, 30(1), 8–21.

Maloni, M., Hiatt, S. and Campbell, S. (2019), “Understanding the work values of Gen Z business students”,
The In ternational Journal of Management Education, Vol. 17 No. 3, No. 2019, pp. 1-13.

Manuti, A., Curci, A., & Van der Heijden, B. (2018). The meaning of working for young people: the case of
the millennials. International Journal of Training and Development, 22(4), 274-288.

Monteiro, A., Santos, P. J., & Gonçalves, C. (2019). The meanings of higher education, work, and transition
from higher education to work. Análise Psicológica, 37(4), 431-446.

Rosso, B.D., Dekas, K.H., & Wrzesniewski, A. (2010). On the meaning of work: A theoretical integration and
review. Research in Organizational Behavior, 30, 91–127.

Twenge, J.M., Campbell, S.M., Hoffman, B.J. and Lance, C.E. (2010), “Generational differences in work values:
Leisure and extrinsic values increasing, social and intrinsic values decreasing”, Journal of
Management, Vol. 36 No. 5, pp. 1117-1142.

45
Umut Sanem Çitçi, Tuncer Asunakutlu

46
Eğitimin Niteliği ve Finansmanının Ekonomik Büyüme
ile İlişkisinin Analizi

Büşra DOĞAN1
Özet

Eğitim; bireyin, toplumun ve gelecekteki insanların gelişimini ve refahını güçlendirmeye yarayan


sosyal bir süreçtir. Toplumun tümünü öncelikli olarak ilgilendirmektedir. Kamu hizmetleri içerisinde
en önemli harcamalar arasında yer almaktadır. Ancak özellikle gelişmekte olan ülkelerde yıllarca çok
arka planlarda bırakılmıştır. Bu çalışmanın amacı, eğitimin ekonomideki yerini analiz etmektir.
Toplumlar, eğitim seviyesinin artmasıyla beraber verimlilik ile arasında bağ kurmaktadır. Eğitim
etkinliklerinin kalitesinin ise bireyin sosyal, kültürel, politik ve ekonomik gelişiminin niteliğine
yönelik etkisinin olduğu kabul görmüş bir görüştür.
Bu çalışmada 1998-2020 dönemlerinde seçilmiş ülkelerin ekonomik büyüme, eğitimin niteliği ve
finansmanı ilişkisinin analiz edilmesi amaçlanmıştır. Sonuç olarak eğitimin niteliği ve finansmanı
arasında negatif etkileşim olduğu görülmüştür. Eğitimin niteliği ile ekonomik büyüme arasında,
ilköğretim seviyesinde negatif, ortaöğretim ve yükseköğretim seviyelerinde pozitif etkileşim
bulunmaktadır. Eğitimin finansmanı ile ekonomik büyüme arasındaysa ilköğretim ve ortaöğretim
seviyelerinde pozitif etkileşim bulunmaktadır. Yükseköğretimde ise etkileşim görülmemiştir.

Anahtar Kelimeler: Ekonomik büyüme, Eğitimin niteliği, Eğitim finansmanı, Panel veri analizi.

1. Giriş

Eğitim; birey ile toplumun ve gelecekteki insanların gelişimini ve refahını güçlendirmeye


yarayan sosyal bir süreçtir. Eğitim ülkelerin sosyal, siyasal ve iktisadi gelişmişlik seviyelerini
belirleyen en önemli faktörlerden biridir. Bireylere sağladığı özel yararların yanı sıra toplumsal
açıdan yarattığı dışsallıklar nedeniyle de ülkelerin kalkınmasında önem arz etmektedir (Öztürk,
2005: 28). Bunun dışında yoksulluğu azaltmada, iktisadi büyümeyi ve kalkınmayı arttırmada ve
rekabetçi ekonomi yaratma hususunda güçlü bir araçtır. Pek tabi beşeri sermayenin oluşmasında da
mühim bir yeri bulunmaktadır (Afzal vd., 2010: 39).

2. Ekonomik Büyüme ve Eğitimin İlişkisi

Eğitim ekonomisi, iktisatçıların ulusal ekonomide eğitimin öneminin incelenmesi, eğitim


verilerinin ekonomik büyüme ve kalkınma analizlerine dahil edilmesi ile ortaya çıkan bir kavramdır.
Eğitim ile ekonomi üzerine detaylı ilk çalışmayı XX. yüzyılın başlarında Strumilin’in eğitim sisteminin
karmaşık biçimde işleyişinin, işgücü ve toplam üretim verimliliğine olan etkisini analiz ettiği “Toplum
Eğitiminin Ekonomik Önemi” eserinde görmek mümkündür. Strumilin’e göre devletin 1.5 sene
boyunca mesleki eğitime yaptığı harcama, ilerideki 35.5 sene boyunca % 73 oranında yerli
ekonomiye katkı sağlamaktadır (Baykul, 20: 20).

1
Uluslararası Kantörö Şaripoviç Toktomamatov Üniversitesi, Türk Dünyası İşletme Fakültesi, İşletme Bölümü,
dogannbusra7@gmail.com

47
Büşra DOĞAN

1960’lı yıllarda yapılan çalışmalar bir üretim faktörü olarak eğitimin, işgücünün beceri ve
üretkenlik kapasitesini geliştirmesi aracılığıyla ulusal gelirin artmasına katkıda bulunduğunu
göstermiştir. Ekonomi-Eğitim ilişkisini özetleyecek olursak (Korkmaz, 2006):

 Eğitim hizmetinin yürütülmesinin ve hizmetten yararlanılmanın maliyeti vardır.

 Eğitim hizmetinin mal olma özelliği bulunmaktadır.

 Eğitim arzının ve talebinin ekonomiyle ilişkisi mevcuttur.

 Ekonominin ihtiyaç duyduğu insan gücünü yetiştirerek üretime katkıda


bulunmaktadır.

 Eğitimin finansman ile ilişkisi bulunmaktadır.

 Gelir yaratma etkisi vardır.

 Eğitimin verimlilik ile ilişkisi mevcuttur.

1960’lı yılların başında yapılan çalışmalar, ekonomik büyümedeki artışın önemli bir
kısmının işgücündeki eğitim düzeyinin artmasından kaynaklandığını ortaya koymuştur. Ekonomik
büyüme ve eğitim ilişkisine yönelik yapılan çalışmaların sonucunda literatüre “İkili İşgücü”, “İnsan
Sermayesi”, “Radikal Kuram”, “Kuyruk Hipotezi” ve “Eleme Hipotezi” yaklaşımları dahil olmuştur.
Yaklaşımlar özellikle bireyin gelir durumu üzerinde durmaktadırlar. Eğitimli bireyler daha verimli
işler yapacaklarından mütevellit hem daha yüksek gelir elde edecekler hem de ülkenin ihracat
potansiyelini yükselteceklerdir. Dolayısıyla ülkenin refah seviyesi artacaktır.

3. Literatür Taraması

ABD’nin 1910-1960 dönemini inceleyen Denison (1962) çalışması ile ekonomik büyümenin
yaklaşık 1/5’inin işgücünün eğitim seviyesindeki artışıyla açıklanabileceğini ortaya koymuştur.

98 ülkenin 1960-1985 dönemlerini inceleyen Mankiw’e (1992), Türkiye’nin 1963-1989


dönemlerini inceleyen Tunç’a (1993) ve yine Türkiye’nin 1950-1990 dönemlerini inceleyen
Canpolat’a göre (2000) değişkenler arasında pozitif yönlü ilişki vardır.

Asteriou ve Agiomirgianakis (2001) çalışmalarında 1960-1994 dönemlerinde Yunanistan’ı


ele almışlar ve uzun dönemde ekonomik büyüme ve eğitim arasında pozitif bir ilişki olduğu sonucuna
varmışlardır.

Yirmi altısı düşük ve orta gelirli olmak üzere toplam kırk altı ülkenin 1960-1990
dönemlerini inceleyen Webber’in çalışmasına göre (2002) eğitimin ekonomik büyüme üzerinde
pozitif etkisi bulunmaktadır. Ayrıca, ekonomik büyümenin artışında ilköğretimin diğer kademelere
göre daha fazla katkısı vardır.

Self ve Grabowski (2003) çalışmalarında 1888-1940 ve 1947-1989 dönemlerinde Japonya’yı


ele almışlardır. Bulgularına göre iki dönemde de ekonomik büyümeden eğitim standardına doğru
nedensellik ilişkisi bulunmaktadır. Ancak iki dönemde de mesleki eğitimden ekonomik büyümeye
doğru nedensellik ilişkisi tespit edilmemiştir. Her iki dönemde de ilköğretimden ekonomik
büyümeye, 1947-1989 döneminde ise ortaöğretim ve yükseköğretimden ekonomik büyümeye doğru
nedensellik ilişkisi bulunmaktadır.

Yine Self ve Grabowski (2004) çalışmalarında 1966-1996 dönemlerinde Hindistan’ı ele


almışlardır. Bulgularına göre eğitimin ekonomik büyüme üzerinde pozitif etkisi vardır. Ayrıca

48
Büşra DOĞAN

ilköğretimin diğer kademelere göre daha çok etkisi olduğu görülmüştür. Etkisi en az olan eğitim
kademesi ise ortaöğretimdir.

1965-2000 dönemlerinde Tayvan’ı inceleyen Lin’e göre (2004), yükseköğretimin iktisadi


büyümeye pozitif etkisi vardır ve istatistiksel olarak anlamlıdır.

1980-1998 dönemlerinde Türkiye’yi inceleyen Çoban’ın bulgularına göre (2004), eğitime


ilişkin değişkenlerle GSMH arasında uzun dönem ilişkisi bulunmaktadır. Ayrıca ilkokul okullaşma
oranındaki artış iktisadi büyümenin nedenidir. Ve iktisadi büyüme artışı lise okullaşma oranındaki
artışın nedenidir.

1950-2000 dönemlerinde Türkiye’yi inceleyen Serel ve Masatçı’ya göre (2005) beşeri


sermayenin ekonomik büyüme üzerinde olumlu etkisi bulunmaktadır.

Keller (2006) çalışmasında 1960-2000 dönemlerinde az gelişmiş ve gelişmiş ülkeleri


incelemiştir. Çalışmaya göre kişi başına gelir artışı üzerinde, orta ve yükseköğretim kayıt oranı ile
öğrenci başına düşen harcama oranının etkisi, düşük eğitim seviyesine göre daha yüksek önem
taşımaktadır. Ayrıca ilk ve ortaöğretime daha fazla kamu harcaması yapan ülkelerde ekonomik
büyümenin daha fazla olduğu görülmüştür.

Sarı ve Soytaş (2006) çalışmalarında 1937-1996 dönemlerinde Türkiye’yi incelemişlerdir.


Çalışmalarına göre değişkenler arasında uzun dönemli ilişki mevcuttur. Ayrıca ortaöğretim hariç
diğer eğitim seviyelerinden ekonomik büyümeye doğru tek yönlü nedensellik ilişkisi bulunmaktadır.

Taban ve Kar (2006) çalışmalarında 1969-2001 dönemlerinde Türkiye’yi incelemişlerdir.


Çalışmalarına göre değişkenler arasında uzun dönemli ilişki mevcut olmakla birlikte ekonomik
büyüme ve eğitim arasında çift yönlü ilişki bulunmaktadır.

1976-2003 dönemlerinde Bangladeş’i inceleyen İslam vd. göre (2007), ekonomik büyüme ile
eğitim arasında çift yönlü nedensellik ilişkisi vardır.

Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Kuveyt, Suudi Arabistan ve Umman’ın 1977-2004
dönemlerini inceleyen Al Yousif’a göre (2008), eğitim finansmanından ekonomik büyümeye doğru
tek yönlü nedensellik vardır.

Varsak ve Bakırtaş (2009) ile Türkiye’nin 1970-2008 dönemlerini Erdoğan ve Yıldırım


(2009) ise 1983-2005 dönemlerini incelemişler ve değişkenler arasında uzun dönemli ilişki olduğu
sonucuna ulaşmışlardır. Özsoy’da (2009), 1923-2005 dönemlerini incelemiş ve ekonomik büyüme
ile eğitim arasında pozitif bir ilişki olduğu sonucuna varmıştır. 1960-2004 dönemlerini inceleyen
Şimşek ve Kadılar’ın elde ettiği bulgulara göre (2010), uzun dönemde beşeri sermaye birikimi ve
ihracattaki artış ekonomik büyümeyi desteklemektedir. GSYİH’daki artış beşeri sermaye birikimini
beslemektedir. Akgül ve Koç (2011) ise 1914-2009 dönemlerini incelemişler ve eğitimin ekonomik
büyümenin önemli bir bileşeni olduğu sonucuna ulaşmışlardır.

Hussin vd. (2012) çalışmalarında 1970-2010 dönemi Malezya’sını ele almış ve değişkenler
arasında uzun dönemli ilişki ve çift yönlü nedensellik ilişkisi olduğu sonucuna varmışlardır.

Asya ve Pasifikten seçilmiş 12 ülkenin 1982-2011 dönemlerini seçen Maitra ve


Mukhopadhyay’a göre (2012), uzun dönemli ilişki ülkelere göre farklılık arz etmektedir.

Pakistan’ın 1960-2010 dönemlerini inceleyen Jalil ve Idres (2013), eğitimin ekonomik


büyüme üzerinde pozitif ve istatistiksel olarak anlamlı bir etkisi olduğu sonucuna ulaşmışlardır.

49
Büşra DOĞAN

Kesikoğlu ve Öztürk (2013) çalışmalarında 20 OECD ülkesinin 1999-2008 dönemlerini ele


almışlardır. Bulgularına göre eğitim ile ekonomik büyüme ve sağlık ile ekonomik büyüme arasında
çift yönlü nedensellik ilişkisi vardır.

Mallick ve Dash (2015) çalışmalarında Hindistan’ın 1951-2012 dönemlerini incelemişlerdir.


Değişkenler arasında uzun dönem ilişkisi bulunmakla birlikte, eğitim harcamalarından ekonomik
büyümeye doğru pozitif yönlü nedensellik ilişkisi mevcuttur.

Pelinescu (2015) çalışmasında 27 OECD ülkesinin 2000-2012 dönemlerini ele almıştır.


Bulgularına göre ekonomik büyüme ile eğitim harcamaları arasında negatif yönlü ilişki vardır. Ayrıca
ortaöğretim mezunu çalışan sayısı ve patent sayısı ile ekonomik büyüme arasında pozitif yönlü ilişki
vardır.

Nepal’in 1995-2013 dönemlerini inceleyen Nowak ve Dahal’a göre (2016), ortaöğretim ve


yükseköğretimden GSYİH’a doğru uzun dönemde pozitif ilişki vardır.

Zambia’nın 1970-2013 dönemlerini inceleyen Hakooma ve Seshamani’ye göre (2017),


kamu eğitim harcamaları hariç tüm değişkenlerin ekonomik büyüme ile arasında uzun dönemde
pozitif yönlü ilişki mevcuttur.

Suudi Arabistan’ın 1970-2014 dönemlerini inceleyen Bokhari’ye göre (2017), eğitim ile
ekonomik büyüme arasında ilişki bulunmamıştır.

4. Analiz

Bu çalışmada 1998-2020 yılları arasında ABD, Avustralya, Belçika, Estonya, Fransa,


Finlandiya, İsveç, İsviçre, İngiltere, İtalya, İrlanda, İspanya, Japonya, Macaristan, Norveç, Polonya,
Portekiz, Şili, Türkiye ve Yeni Zelanda’nın ekonomik büyümeleri, eğitimlerinin finansmanı ve
niteliklerinin ilişkisi analiz edilmiştir. Araştırma grubu oluşturulurken PISA sınavı dikkate alınmıştır.
Ekonomik büyüme değişkeni (GSYIH) kişi başına düşen GSYİH miktarıdır. Ekonomik büyümenin alt
değişkeni (lnGSYIH) kişi başına düşen reel GSYİH miktarıdır. Eğitimin niteliğinin değişkeni (EGTM),
eğitimin kademelerine göre kayıtlı öğrenci sayıları şeklinde ele alınmıştır. Eğitimin niteliğinin alt
değişkenleri, ilköğretim (lnILK) öğrenci sayısı, ortaöğretim (lnORT) öğrenci sayısı ve yükseköğretim
(lnYUK) öğrenci sayısıdır. Eğitimin finansmanının değişkeni (FIN) öğrenci başına yapılan eğitim
harcamalarıdır. Özel sektörü kapsamamaktadır. Eğitim finansmanının alt değişkenleri ise
ilköğretiminki (lnFILK), ortaöğretiminki (lnFORT) ve yükseköğretiminki (lnFYUK) ‘tür. Veriler OECD,
Dünya Bankası, Ulusal Hesap Verileri, UNESCO, Dünya Kalkınma Göstergeleri, Knoema ve ülkelerin
eğitim ve araştırma bakanlıklarından alınmıştır. Değişkenlerin logaritması alınmıştır.

İlk olarak değişkenlerde birim kök olup olmadığını kontrol etmek için Augmented Dickey-
Fuller, Levin, Lin & Chu ve Im, Pesaran & Shin birim kök testleri yapılmıştır. Optimal gecikme
uzunluğu için modifiye edilmiş Schwarz bilgi kriteri seçilmiştir. Test sonuçları tablo 1’de verilmiştir.

Tablo 1. ADF, LLC-t ve IPS Birim Kök Test Sonuçları

DÜZEY BİRİNCİ DERECEDEN FARKI

Durağanlık Sabit Sabit ve Trend Durağanlık Sabit Sabit ve Trend


Testi Testi
t-ist Prob t-ist Prob t-ist Prob t-ist Prob

KİŞİ BAŞINA DÜŞEN GSYİH

ADF 80.210** 0.0136 44.3501 0.8674 ADF 164.284*** 0.0000 125.634*** 0.0000

50
Büşra DOĞAN

LLC-t -5.251*** 0.0000 -3.631*** 0.0003 LLC-t -10.327*** 0.0000 -10.479*** 0.0000

IPS -2.5349 0.1633 0.6341 0.7223 IPS -6.8471*** 0.0000 -3.4716*** 0.0000

İLKÖĞRETİM ÖĞRENCİ SAYISI

ADF 48.3405 0.7466 31.2436 0.9981 ADF 82.6347** 0.0111 73.3145* 0.0941

LLC-t -3.012*** 0.0001 3.2476 0.9978 LLC-t -1.6417** 0.0123 -2.5421*** 0.0000

IPS 3.0814 0.9978 6.4812 1.000 IPS -1.9547** 0.0441 -0.1647 0.4691

İLKÖĞRETİMDE ÖĞRENCİ BAŞINA YAPILAN FİNANSMAN

ADF 47.7624 0.1362 49.6354 0.7636 ADF 157.657*** 0.0000 185.654*** 0.0000

LLC-t -4.047*** 0.0000 -1.0148 0.1321 LLC-t -7.5415*** 0.0000 11.6282*** 0.0000

IPS 0.0362 0.5146 1.8747 0.9746 IPS -5.6288*** 0.0000 -7.6524*** 0.0000

ORTAÖĞRETİM ÖĞRENCİ SAYISI

ADF 46.6354 0.7210 33.6245 0.9841 ADF 156.514*** 0.0000 133.341*** 0.0000

LLC-t -2.6347** 0.0140 - 0.0441 LLC-t -5.6147*** 0.0000 -5.6480*** 0.0000


1.453**

IPS 1.4624 0.8642 3.3641 0.9746 IPS -5.6301*** 0.0000 -3.6380 0.0000

ORTAÖĞRETİMDE ÖĞRENCİ BAŞINA YAPILAN FİNANSMAN

ADF 58.6245 0.4696 35.6142 0.9634 ADF 195.475*** 0.0000 226.354*** 0.0000

LLC-t - 0.0001 0.0164 0.5201 LLC-t -10.201*** 0.0000 -13.420*** 0.0000


2.6847***

IPS 0.5974 0.6741 2.3695 0.9958 IPS -6.3011*** 0.0000 10.3695*** 0.0000

YÜKSEKÖĞRETİM ÖĞRENCİ SAYISI

ADF 78.3341** 0.0241 39.5144 0.8463 ADF 93.6320*** 0.0013 108.325*** 0.0001

LLC-t - 0.005 - 0.0531 LLC-t -2.3014*** 0.0007 -5.3422*** 0.0000


2.6342*** 1.8414*

IPS 0.8638 0.7635 2.6347 0.9746 IPS -2.3748*** 0.0006 -2.6341*** 0.0001

YÜKSEKÖĞRETİMDE ÖĞRENCİ BAŞINA YAPILAN FİNANSMAN

ADF 55.6344 0.5214 45.6253 0.8331 ADF 205.748*** 0.0000 205.261*** 0.0000

LLC-t -1.8542** 0.0233 -0.6417 0.2745 LLC-t -9.3234*** 0.0000 -11.248*** 0.0000

IPS 0.26594 0.5641 1.2647 0.9014 IPS -8.3007*** 0.0000 -9.0177*** 0.0000

Not: ***%1, **%5, * %10 anlamlılık düzeyleridir. Gecikme uzunluğu Modifiye edilmiş Schwarz Bilgi kriteriyle, Bandwith
genişliği Newey-West tekniğiyle elde edilmiştir. ADF testinde olasılıklar asimptotik ki-kare dağılımı yöntemi, LLC-t
testinde Barlett Kernel yöntemi kullanılmıştır.

Değişkenlerin bir kısmı düzeyde durağan iken kalanlar durağan değildir. Bu yüzden
değişkenlerin birinci farkları alınmış ve durağan oldukları sonucuna ulaşılmıştır. Ardından ilişkinin
tespiti için eşbütünleşme (Pedroni, Kao ve Johansen Fisher) testleri kullanılmıştır. Model birin alt
modellerinin test sonuçları tablo 2’de verilmiştir.

51
Büşra DOĞAN

Tablo 2. Model 1 Eşbütünleşme Test Sonuçları

PEDRONİ P.E.T.

Kesit içi Sabit Sabit ve Trend

ist. Prob Weighted ist. Prob

Panel ADF-Stat -1.8799* 0.0714 -3.9698*** 0.0008

Panel rho-Stat -0.86399 0.1322 1.2327 0.8798

Panel v-Stat -1.3418 0.83422 -2.3578 1.0000

Kesit arası

Grup ADF-Stat -1.7964* 0.0563 -2.5288*** 0.0017

Grup rho-Stat 1.9866 0.9688 3.6358 0.9677

KAO P.E.T.

t-ist. Prob

ADF -8.7455 0.1286

Artık varyans 0.0003 HAC varyans 0.0001

JOHANSEN FISHER P.E.T.

HİPOTEZ iz testi Prob mak.ol.t. Prob

Eşbütünleşme hiç yok 479.2*** 0.0000 404.2*** 0.0000

En az bir 168.*** 0.0000 143.8*** 0.0000

En az iki 143.3*** 0.0000 143.3*** 0.0000

PEDRONİ P.E.T.

Kesit içi Sabit Sabit ve Trend

ist. Prob Weighted ist. Prob

Panel ADF-Stat -12.6475*** 0.0000 -13.9787*** 0.0000

Panel rho-Stat -2.9347*** 0.0001 -1.6741* 0.0627

Panel v-Stat -1.8647 0.8654 -5.3954 1.0000

Kesit arası

Grup ADF-Stat -6.8597*** 0.0001 -7.6872*** 0.0000

Grup rho-Stat -0.3187 0.4687 1.7429 0.8396

KAO P.E.T.

t-ist. Prob

ADF -3.6974*** 0.0001

Artık varyans 0.0033 HAC varyans 0.0005

52
Büşra DOĞAN

JOHANSEN FISHER P.E.T.

HİPOTEZ iz testi Prob mak.ol.t. Prob

Eşbütünleşme hiç yok 476.5*** 0.0000 378.1*** 0.0000

En az bir 187.0*** 0.0000 143.1*** 0.0000

En az iki 155.2*** 0.0000 155.2*** 0.0000

PEDRONİ P.E.T.

Kesit içi Sabit Sabit ve Trend

ist. Prob Weighted ist. Prob

Panel ADF-Stat -6.2598*** 0.0000 13.6398*** 0.0000

Panel rho-Stat -2.6352*** 0.0056 -1.6359* 0.0620

Panel v-Stat -1.6841 0.8416 -2.6414 0.9898

Kesit arası

Grup ADF-Stat -5.6428*** 0.0000 -8.3674*** 0.0000

Grup rho-Stat -0.3678 0.4975 1.6826 0.9678

KAO P.E.T.

t-ist. Prob

ADF -0.0564 0.4638

Artık varyans 0.0169 HAC varyans 0.0005

JOHANSEN FISHER P.E.T.

HİPOTEZ iz testi Prob mak.ol.t. Prob

Eşbütünleşme hiç yok 554.6*** 0.0000 469.3*** 0.0000

En az bir 179.5*** 0.0000 159.2*** 0.0000

En az iki 118.5*** 00000 118.5*** 0.0000

Not: ***%1, **%5, * %10 anlamlılık düzeyleridir. Gecikme uzunluğu Modifiye edilmiş Schwarz Bilgi kriteriyle, Bandwith
genişliği Newey-West tekniğiyle elde edilmiştir. ADF testinde olasılıklar asimptotik ki-kare dağılımı yöntemi, LLC-t
testinde Barlett Kernel yöntemi kullanılmıştır.

Test sonuçlarına göre birinci modelde değişkenler panel ve grup ADF ’de sabit durumda %
10, sabit ve trend durumunda % 1 anlamlılık seviyesinde eşbütünleşiktir. Diğer test sonuçları
istatistiksel olarak anlamsızdır. Değişkenler arasında bütünleşme vardır. Sabit durumda panel rho %
1, sabit ve trend durumunda % 10, trend durumunda ADF ve grup ADF % 1 anlamlılık seviyesinde
eşbütünleşiktir. 4 analiz sonuçları istatistiksel olarak anlamsızdır. İkinci modelde sabit durumda
panel rho % 1, sabit ve trend durumunda % 10 diğer istatistikler % 1 anlamlılık seviyesinde
eşbütünleşiktir. Sonuçlara göre değişkenler eşbütünleşiktir. Birinci ve üçüncü modelde değişkenler
arasında hareketlilik olmadığı görülmüştür. Model ikinin alt modellerinin test sonuçları tablo 3’te
verilmiştir.

53
Büşra DOĞAN

Tablo 3. Model 2 Eşbütünleşme Test Sonuçları

PEDRONİ P.E.T.

Kesit içi Sabit Sabit ve Trend

ist. Prob Weighted ist. Prob

Panel ADF-Stat -19.3814*** 0.0000 -21.8742*** 0.0000

Panel rho-Stat -7.6377*** 0.0000 -4.3622**** 0.0006

Panel v-Stat 0.8164 0.3641 -1.6382 0.9812

Kesit arası

Grup ADF-Stat -15.6207*** 0.0000 -16.2078*** 0.0000

Grup rho-Stat -4.6310*** 0.0007 -0.3682 0.4203

KAO P.E.T.

t-ist. Prob

ADF -6.2078*** 0.0000

Artık varyans 0.0236 HAC varyans 0.0039

JOHANSEN FISHER P.E.T.

HİPOTEZ iz testi Prob mak.ol.t. Prob

Eşbütünleşme hiç yok 487.2*** 0.0000 407.2*** 0.0000

En az bir 175.3*** 0.0000 141.5*** 0.0000

En az iki 141.3*** 0.0000 141.3*** 0.0000

PEDRONİ P.E.T.

Kesit içi Sabit Sabit ve Trend

ist. Prob Weighted ist. Prob

Panel ADF-Stat -17.6501*** 0.0000 -18.7534*** 0.0000

Panel rho-Stat -5.6374*** 0.0000 -2.6782*** 0.0005

Panel v-Stat -1.3652 0.9625 -4.5347 1.0000

Kesit arası

Grup ADF-Stat -17.6820*** 0.0000 -17.3080*** 0.0000

Grup rho-Stat -2.3692*** 0.0019 0.5637 0.7094

KAO P.E.T.

t-ist. Prob

ADF -9.0817*** 0.0000

Artık varyans 0.0131 HAC varyans 0.0029

54
Büşra DOĞAN

JOHANSEN FISHER P.E.T.

HİPOTEZ iz testi Prob mak.ol.t. Prob

Eşbütünleşme hiç yok 475.6*** 0.0000 351.9*** 0.0000

En az bir 196.0*** 0.0000 145.1*** 0.0000

En az iki 162.7*** 0.0000 162.7*** 0.0000

PEDRONİ P.E.T.

Kesit içi Sabit Sabit ve Trend

ist. Prob Weighted ist. Prob

Panel ADF-Stat -17.3458*** 0.0000 -16.8420*** 0.0000

Panel rho-Stat -7.5674*** 0.0000 -4.9547*** 0.0002

Panel v-Stat -1.3647 0.9745 -5.7256 1.0000

Kesit arası

Grup ADF-Stat -17.6870*** 0.0000 -17.6510*** 0.0000

Grup rho-Stat -4.4253*** 0.0000 -0.8479 0.2749

KAO P.E.T.

t-ist. Prob

ADF -13.0574*** 0.0000

Artık varyans 0.0296 HAC varyans 0.0086

JOHANSEN FISHER P.E.T.

HİPOTEZ iz testi Prob mak.ol.t. Prob

Eşbütünleşme hiç yok 583.4*** 0.0000 694.4*** 0.0000

En az bir 189.1*** 0.0000 162.1*** 0.0000

En az iki 124.4*** 0.0000 124.4*** 0.0000

Not: ***%1, **%5, * %10 anlamlılık düzeyleridir. Gecikme uzunluğu Modifiye edilmiş Schwarz Bilgi kriteriyle, Bandwith
genişliği Newey-West tekniğiyle elde edilmiştir. ADF testinde olasılıklar asimptotik ki-kare dağılımı yöntemi, LLC-t
testinde Barlett Kernel yöntemi kullanılmıştır.

Test sonuçlarına göre dördüncü model, beşinci model ve altıncı model, sabit durumda grup
rho, trend durumda ise ADF ve panel rho % 1 düzeyinde anlamlıdır. Değişkenler eşbütünleşiktir.
Diğer test sonuçları anlamsızdır. Ayrıca uzun dönemde değişkenler arasında eşbütünleşme ilişkisi
vardır. Model üçün alt modellerinin test sonuçları tablo 4’te verilmiştir.

Tablo 4. Model 3 Eşbütünleşme Test Sonuçları

PEDRONİ P.E.T.

Kesit içi Sabit Sabit ve Trend

ist. Prob Weighted ist. Prob

55
Büşra DOĞAN

Panel ADF-Stat -8.0485*** 0.0000 -9.6547*** 0.0000

Panel rho-Stat -2.4589*** 0.0088 0.3655 0.6198

Panel v-Stat -1.1675 0.9715 -4.3671 1.0000

Kesit arası

Grup ADF-Stat -11.5684*** 0.0000 -11.3674*** 0.0000

Grup rho-Stat 0.01954 0.5314 3.7043 0.8869

KAO P.E.T.

t-ist. Prob

ADF -3.7125*** 0.0000

Artık varyans 0.0010 HAC varyans 0.0003

JOHANSEN FISHER P.E.T.

HİPOTEZ iz testi Prob mak.ol.t. Prob

Eşbütünleşme hiç yok 488.6*** 0.0000 409.7*** 0.0000

En az bir 167.4*** 0.0000 142.7*** 0.0000

En az iki 142.1*** 0.0000 142.1*** 0.0000

PEDRONİ P.E.T.

Kesit içi Sabit Sabit ve Trend

ist. Prob Weighted ist. Prob

Panel ADF-Stat -9.5634*** 0.0000 -9.3974*** 0.0000

Panel rho-Stat -2.7469** 0.0000 -9.2074 0.0000

Panel v-Stat -0.8412 0.8864 -4.3610 1.0000

Kesit arası

Grup ADF-Stat -10.3085*** 0.0000 -8.4954*** 0.0000

Grup rho-Stat 0.5691 0.6674 2.8963 0.8940

KAO P.E.T.

t-ist. Prob

ADF -2.3518*** 0.0022

Artık varyans 0.0010 HAC varyans 0.0002

JOHANSEN FISHER P.E.T.

HİPOTEZ iz testi Prob mak.ol.t. Prob

Eşbütünleşme hiç yok 477.6*** 0.0000 394.5*** 0.0000

En az bir 186.7*** 0.0000 144.6*** 0.0000

56
Büşra DOĞAN

En az iki 159.4*** 0.0000 159.4*** 0.0000

PEDRONİ P.E.T.

Kesit içi Sabit Sabit ve Trend

ist. Prob Weighted ist. Prob

Panel ADF-Stat -8.2647 0.0000 -7.6101*** 0.0000

Panel rho-Stat -3.4178** 0.0001 -0.4329 0.4123

Panel v-Stat -0.7982 0.8135 -3.8477 1.0000

Kesit arası

Grup ADF-Stat -11.3574*** 0.0000 -10.2377*** 0.0000

Grup rho-Stat -0.9341 0.1187 2.3647 0.9941

KAO P.E.T.

t-ist. Prob

ADF -4.5441*** 0.0004

Artık varyans 0.0012 HAC varyans 0.0003

JOHANSEN FISHER P.E.T.

HİPOTEZ iz testi Prob mak.ol.t. Prob

Eşbütünleşme hiç yok 547.3*** 0.0000 432.9*** 0.0000

En az bir 184.2*** 0.0000 146.2*** 0.0000

En az iki 124.6*** 0.0000 124.6*** 0.0000

Not: ***%1, **%5, * %10 anlamlılık düzeyleridir. Gecikme uzunluğu Modifiye edilmiş Schwarz Bilgi kriteriyle, Bandwith
genişliği Newey-West tekniğiyle elde edilmiştir. ADF testinde olasılıklar asimptotik ki-kare dağılımı yöntemi, LLC-t
testinde Barlett Kernel yöntemi kullanılmıştır.

Test sonuçlarına göre yedinci ve dokuzuncu modellerin sabit durumda panel rho testi, sabit
ve trend durumunda ve trend durumunda panel ADF ve grup ADF % 1 anlamlılık seviyesinde
eşbütünleşik olduğu görülmüştür. Sekizinci modelde ise sabit durumda panel rho % 5, sabit ve sabit
trend durumunda panel ADF ve grup ADF istatistiği % 1 seviyesinde anlamlıdır. Sonuçlara göre
değişkenler eşbütünleşiktir. Diğer analiz sonuçları istatistiksel olarak anlamsızdır. Dokuz modelinde
Pedroni, Kao ve Johansen-Fisher analizlerinde eşbütünleşik olduğu görülmüştür.

Ardından DOLS ve FMOLS yöntemleriyle değişkenlerin ilişki katsayıları tahmin edilmeye


çalışılmıştır. Tablo 5’te model birin alt modellerinin Panel DOLS bulgularına yer verilmiştir.

Tablo 5. Model 1 Panel DOLS Test Sonuçları

Değişken Katsayı t-ist Prob

lnFILK -0.1063* -5.3574 0.0000

lnGSYIH -0.0234 -0.8634 0.4412

lnFORT -0.1336* -8.3974 0.0000

57
Büşra DOĞAN

lnGSYIH 0.0444 0.7988 0.5694

lnFYUK -0.1018* -5.6359 0.0000

lnGSYIH 0.0964 0.8896 0.2374

Not: * %1 anlamlılık düzeyidir.

Buna göre birinci modeli ele aldığımızda kişi başına düşen GSYİH negatiftir ve istatistiksel
olarak anlamsızdır. Uzun dönemde ilköğretimde öğrenci başına kamu harcamasındaki artış,
ilköğretime kayıtlı öğrenci sayısını negatif etkilemektedir. Ayrıca uzun dönem eğitim finansmanında
yaşanan % 1 birimlik bir artış, eğitim kalitesini ilköğretim seviyesinde % 0.11’lik bir azalışa neden
olmaktadır.

İkinci modeli ele aldığımızda kişi başına düşen GSYİH pozitiftir ve istatistiksel olarak
anlamsızdır. Uzun dönemde ortaöğretimde öğrenci başına kamu harcamasındaki artış, ortaöğretime
kayıtlı öğrenci sayısını negatif etkilemektedir. Ayrıca uzun dönem eğitim finansmanında yaşanan % 1
birimlik bir artış, eğitim kalitesini ortaöğretim seviyesinde % 0.14’lük bir azalışa neden olmaktadır.

Son olarak üçüncü modeli ele aldığımızda kişi başına düşen GSYİH pozitiftir ve istatistiksel
olarak anlamsızdır. Uzun dönemde yükseköğretimde öğrenci başına kamu harcamasındaki artış,
yükseköğretime kayıtlı öğrenci sayısını negatif etkilemektedir. Ayrıca uzun dönem eğitim
finansmanında yaşanan % 1 birimlik bir artış, eğitim kalitesini yükseköğretim seviyesinde % 0.11’lik
bir azalışa neden olmaktadır. Tablo 6’da model ikinin alt modellerinin Panel DOLS bulgularına yer
verilmiştir.

Tablo 6. Model 2 Panel DOLS Test Sonuçları

Değişken Katsayı t-ist Prob

lnILK -0.6331* -3.9614 0.0011

lnGSYIH 0.1149 1.7952 0.1163

lnORT -0.2663* -3.6372 0.0022

lnGSYIH 0.3847* 3.4780 0.0002

lnYUK -0.4779* -3.9804 0.0001

lnGSYIH 0.2000 1.3901 0.2267

Not: * %1 anlamlılık düzeyidir.

Dördüncü modeli ele aldığımızda kişi başına düşen GSYİH pozitiftir ve istatistiksel olarak
anlamsızdır. Uzun dönemde ilköğretime kayıtlı öğrenci sayısında yaşanan % 1 birimlik bir artış,
ilköğretim öğrenci başına kamu harcaması seviyesinde % 0.64 birim azalışa neden olmaktadır. Kişi
başına düşen GSYİH’da yaşanan % 1 birimlik artış ilköğretim öğrenci başına kamu harcaması
seviyesinde % 0.11 birim artışa neden olmaktadır. Ayrıca ilköğretim seviyesinde eğitim kalitesinin
artması, ilköğretim öğrenci başına kamu harcamasını azaltmaktadır.

Beşinci modelde ortaöğretime kayıtlı öğrenci sayısı işareti negatiftir. Kişi başına düşen
GSYİH pozitiftir ve istatistiksel olarak anlamlıdır. Uzun dönemde ortaöğretime kayıtlı öğrenci
sayısında yaşanan % 1 birimlik bir artış, ortaöğretim öğrenci başına kamu harcaması seviyesinde %
0.27 birim azalışa neden olmaktadır. Kişi başına düşen GSYİH’da yaşanan % 1 birimlik artış
ortaöğretim öğrenci başına kamu harcaması seviyesinde % 0.39 birim artışa neden olmaktadır.

58
Büşra DOĞAN

Ayrıca ortaöğretim seviyesinde eğitim kalitesinin artması, ortaöğretim öğrenci başına kamu
harcamasını azaltmaktadır.

Son olarak altıncı modelde yükseköğretime kayıtlı öğrenci sayısı işareti negatiftir ve % 1
anlamlılık seviyesinde anlamlıdır. Kişi başına düşen GSYİH pozitiftir ve istatistiksel olarak anlamlı
değildir. Uzun dönemde yükseköğretime kayıtlı öğrenci sayısında yaşanan % 1 birimlik bir artış,
yükseköğretim öğrenci başına kamu harcaması seviyesinde % 0.48 birim azalışa neden olmaktadır.
Kişi başına düşen GSYİH’da yaşanan % 1 birimlik artış ortaöğretim öğrenci başına kamu harcaması
seviyesinde % 0.20 birim artışa neden olmaktadır. Tablo 7’de model üçün alt modellerinin Panel
DOLS bulgularına yer verilmiştir.

Tablo 7. Model 3 Panel DOLS Test Sonuçları

Değişken Katsayı t-ist Prob

lnILK -0.1288** -1.7488 0.0551

lnGSYIH 0.1167* 4.7466 0.0000

lnORT 0.0863 1.6974 0.1932

lnGSYIH 0.0472* 4.6380 0.0000

lnYUK 0.1366* 4.0030 0.0001

lnGSYIH 0.0115 0.8863 0.3364

Not: * %1 anlamlılık düzeyidir. ** %10 anlamlılık düzeyidir.

Yedinci modele baktığımızda ilköğretime kayıtlı öğrenci sayısındaki değişim negatif ve % 10


anlamlılık seviyesinde anlamlıdır. Öğrenci başına kamu harcamasındaki artış pozitiftir ve istatistiksel
olarak anlamlıdır. Uzun dönemde ilköğretime kayıtlı öğrenci sayısında yaşanan % 1 birimlik bir artış,
kişi başına düşen GSYİH’da % 0.13 birim azalışa neden olmaktadır. Öğrenci başına kamu
harcamasında yaşanan % 1 birimlik artış kişi başına düşen GSYİH’da % 0.12 birim artışa neden
olmaktadır.

Sekizinci modele baktığımızda ortaöğretime kayıtlı öğrenci sayısındaki değişim pozitif ve


istatistiksel olarak anlamsızdır. Öğrenci başına kamu harcamasındaki artış pozitiftir ve istatistiksel
olarak anlamlıdır. Uzun dönemde ortaöğretime kayıtlı öğrenci sayısında yaşanan % 1 birimlik bir
artış, kişi başına düşen GSYİH’da % 0.09 birim artışa neden olmaktadır. Ayrıca öğrenci başına kamu
harcamasında yaşanan % 1 birimlik artış kişi başına düşen GSYİH’da % 0.05 birim artışa neden
olmaktadır.

Son olarak dokuzuncu modeli ele aldığımızda yükseköğretim eğitim kalitesi pozitif ve
istatistiksel olarak % 1 anlamlılık seviyesinde anlamlıdır. Yükseköğretimde öğrenci başına kamu
harcaması pozitif ve anlamsızdır. Uzun dönemde yükseköğretime kayıtlı öğrenci sayısında yaşanan %
1 birimlik bir artış, kişi başına düşen GSYİH’da % 0.14 birim artışa neden olmaktadır. Ayrıca öğrenci
başına kamu harcamasında yaşanan % 1 birimlik artış kişi başına düşen GSYİH’da % 0.02 birim artışa
neden olmaktadır. Tablo 8’de model birin alt modellerinin Panel FMOLS bulgularına yer verilmiştir.

Tablo 8. Model 1 Panel FMOLS Test Sonuçları

Değişken Katsayı t-ist Prob

lnFILK -0.1064* -7.7644 0.0000

59
Büşra DOĞAN

lnGSYIH -0.0563 -1.3587 0.2231

lnFORT 0.1436* -9.3641 0.0000

lnGSYIH 0.9471*** 1.9683 0.0970

lnFYUK -0.1157* -7.2041 0.0000

lnGSYIH 0.1526** 2.8667 0.0139

Not: * %1, ** %5 ve *** % 10 anlamlılık düzeyidir.

Buna göre birinci modeli ele aldığımızda kişi başına düşen GSYİH’daki değişimin eğitim
kalitesinde yarattığı değişiklik istatistiksel olarak anlamsızdır. Uzun dönemde ilköğretimde öğrenci
başına kamu harcamasındaki artış negatif ve % 1 anlamlılık seviyesinde anlamlıdır. Ayrıca uzun
dönem eğitim finansmanında yaşanan % 1 birimlik bir artış, eğitim kalitesini ilköğretim seviyesinde
% 0.11’lik bir azalışa neden olmaktadır. Kişi başına düşen GSYİH’da yaşanan % 1 birimlik bir artış,
ilköğretime kayıtlı öğrenci sayısında % 0.6’lık azalışa neden olmaktadır.

İkinci modeli incelediğimizde kişi başına düşen GSYİH pozitif ve % 10 anlamlılık seviyesinde
anlamlıdır. Uzun dönemde ortaöğretimde öğrenci başına kamu harcamasındaki artış negatif ve % 1
anlamlılık seviyesinde anlamlıdır. Ayrıca uzun dönem eğitim finansmanında yaşanan % 1 birimlik bir
artış, eğitim kalitesini ortaöğretim seviyesinde % 0.15’lik bir azalışa neden olmaktadır. Kişi başına
düşen GSYİH’da yaşanan % 1 birimlik bir artış, ortaöğretime kayıtlı öğrenci sayısında % 0.10’luk
artışa neden olmaktadır.

Son olarak üçüncü modeli incelediğimizde yükseköğretime öğrenci başına kamu harcaması
değeri negatif ve % 1 anlamlılık seviyesinde anlamlıdır. Kişi başına düşen GSYİH ise pozitif ve % 5
anlamlılık seviyesinde anlamlıdır. Uzun dönem öğrenci başına kamu harcamasında yaşanan % 1
birimlik bir artış, eğitim kalitesini yükseköğretim seviyesinde % 0.12’lik bir azalışa neden olmaktadır.
Kişi başına düşen GSYİH’da yaşanan % 1 birimlik bir artış, yükseköğretime kayıtlı öğrenci sayısında
% 0.16’lık artışa neden olmaktadır. Tablo 9’da model ikinin alt modellerinin Panel FMOLS
bulgularına yer verilmiştir.

Tablo 9. Model 2 Panel FMOLS Test Sonuçları

Değişken Katsayı t-ist Prob

lnILK -0.5864* -4.1501 0.0001

lnGSYIH 0.2763* 2.9830 0.0088

lnORT -0.2936* -3.6510 0.0022

lnGSYIH 0.6747* 5.9957 0.0000

lnYUK -0.5801* -5.3510 0.0000

lnGSYIH 0.1956 1.1120 0.2238

Not: * %1 anlamlılık düzeyidir.

Buna göre dördüncü modeli ele aldığımızda istatistiksel olarak % 1 anlamlılık seviyesinde
ilköğretim seviyesinin eğitim kalitesi negatif ve anlamlı, kişi başına düşen GSYİH pozitif ve anlamlıdır.
Uzun dönemde ilköğretime kayıtlı öğrenci sayısında yaşanan % 1 birimlik artış, öğrenci başına kamu
harcamasında % 0.59’luk bir azalışa neden olmaktadır. Ayrıca kişi başına düşen GSYİH’da yaşanan %
1 birimlik bir artış, ilköğretim seviyesinde öğrenci başına kamu harcamasında % 0.28’lik artışa neden
olmaktadır.

60
Büşra DOĞAN

Beşinci modeli incelediğimizde % 1 anlamlılık seviyesinde ortaöğretimin eğitim kalitesi


negatif ve kişi başına düşen GSYİH pozitif ve anlamlıdır. Uzun dönemde ortaöğretime kayıtlı öğrenci
sayısında yaşanan % 1 birimlik artış, ortaöğretimde öğrenci başına kamu harcamasında % 0.30’luk
bir azalışa neden olmaktadır. Ayrıca kişi başına düşen GSYİH’da yaşanan % 1 birimlik bir artış,
ortaöğretim seviyesinde öğrenci başına kamu harcamasında % 0.68’lik artışa neden olmaktadır.

Ardından altıncı modele bakacak olursak % 1 anlamlılık seviyesinde yükseköğretimin eğitim


kalitesi negatif ve anlamlıdır. Kişi başına düşen GSYİH pozitif ve anlamsızdır. Uzun dönemde
yükseköğretime kayıtlı öğrenci sayısında yaşanan % 1 birimlik artış, yükseköğretimde öğrenci başına
kamu harcamasında % 0.59’luk bir azalışa neden olmaktadır. Ayrıca kişi başına düşen GSYİH’da
yaşanan % 1 birimlik bir artış, yükseköğretim seviyesinde öğrenci başına kamu harcamasında %
0.20’lik artışa neden olmaktadır. Tablo 10’da model üçün alt modellerinin Panel FMOLS bulgularına
yer verilmiştir.

Tablo 10. Model 3 Panel DOLS Test Sonuçları

Değişken Katsayı t-ist Prob

lnILK 0.1347** -3.4741 0.0230

lnFILK 0.0941* 6.7402 0.0000

lnORT 0.1168** 3.5240 0.0113

lnFORT 0.8367* 6.9478 0.0000

lnYUK 0.1436* 4.6389 0.0000

lnFYUK 0.0422 1.5207 0.1139

Not: * %1, ** % 5 anlamlılık düzeyidir.

Buna göre yedinci modeli ele aldığımızda istatistiksel olarak % 5 anlamlılık seviyesinde
ilköğretim seviyesinin eğitim kalitesi negatif ve anlamlıdır. İlköğretim seviyesinde öğrenci başına
kamu harcaması ise istatistiksel olarak % 1 anlamlılık seviyesinde anlamlı ve pozitiftir. Uzun
dönemde ilköğretime kayıtlı öğrenci sayısında yaşanan % 1 birimlik artış, kişi başına düşen GSYİH’da
% 0.14’lük bir azalışa neden olmaktadır. Ayrıca ilköğretim seviyesinde öğrenci başına kamu
harcamasında yaşanan % 1 birimlik bir artış, kişi başına düşen GSYİH’da % 0.10’luk artışa neden
olmaktadır.

Ardından sekizinci modeli incelersek istatistiksel olarak % 1 anlamlılık seviyesinde


ortaöğretim seviyesinin eğitim kalitesi pozitif ve anlamlıdır. Ortaöğretim seviyesinde öğrenci başına
kamu harcaması istatistiksel olarak % 1 anlamlılık seviyesinde anlamlı ve pozitiftir. Değişkenler uzun
dönemde kişi başına düşen GSYİH’yı pozitif etkilemektedir. Uzun dönemde ortaöğretime kayıtlı
öğrenci sayısında yaşanan % 1 birimlik artış, kişi başına düşen GSYİH’da % 0.12’lik bir artışa neden
olmaktadır. Ayrıca ortaöğretim seviyesinde öğrenci başına kamu harcamasında yaşanan % 1 birimlik
bir artış, kişi başına düşen GSYİH’da % 0.9’luk bir artışa neden olmaktadır.

Son olarak dokuzuncu modele bakacak olursak yükseköğretime kayıtlı öğrenci sayısı ve
yükseköğretimde öğrenci başına kamu harcaması değişkenleri pozitiftir. Yükseköğretimde öğrenci
başına kamu harcaması istatistiksel olarak anlamsızdır. Uzun dönemde yükseköğretime kayıtlı
öğrenci sayısında yaşanan % 1 birimlik artış, kişi başına düşen GSYİH’da % 0.15’lik bir artışa neden
olmaktadır. Ve yükseköğretim seviyesinde öğrenci başına kamu harcamasında yaşanan % 1 birimlik
bir artış kişi başına düşen GSYİH’da % 0.05’lik bir artışa neden olmaktadır.

61
Büşra DOĞAN

Eşbütünleşik olan değişkenlerde ilişkinin yönü tespit edilebilmektedir. Modellerin VECM


istatistiği bulunduktan sonra Wald testi aracılığıyla bağımsız değişkenlerin gecikme değerleri
bulunmuştur.

Tablo 11. Kısa Dönem Nedensellik Analizi Sonuçları

lnGSYIH lnILK lnFILK

lnGSYIH 1.8241 26.5140* Ki-kare

0.1112 0.0000 Prob

lnILK 11.5318* 8.7436** Ki-kare

0.0077 0.0332 Prob

lnFILK 37.3205* 0.0341 Ki-kare

0.0000 0.8964 Prob

lnGSYIH lnORT lnFORT

lnGSYIH 0.0462 22.4740* Ki-kare

0.8847 0.0000 Prob

lnORT 62.4250* 21.3605* Ki-kare

0.0000 0.0022 Prob

lnFORT 21.6004* 6.5709 Ki-kare

0.0033 0.7703 Prob

lnGSYIH lnYUK lnFYUK

lnGSYIH 5.7420*** 4.3610*** Ki-kare

Prob

lnYUK 13.6288 13.8421 Ki-kare

0.5570 0.4893 Prob

lnFYUK 34.1089* 12.6335 Ki-kare

0.0001 0.1682 Prob

Not: * %1, ** % 5, *** % 10 anlamlılık düzeyidir.

Kısa dönem nedensellik analizi sonuçları tablo 11’de verilmiştir. Analiz sonuçlarına göre;

 İlköğretimde % 1 anlamlılık seviyesinde eğitim finansmanı ile ekonomik büyüme arasında


çift yönlü, ekonomik büyümeden eğitim kalitesine doğru ise tek yönlü nedensellik ilişkisi
bulunmuştur.

 İlköğretimde % 5 anlamlılık seviyesinde eğitim finansmanından eğitim kalitesine doğru tek


yönlü nedensellik ilişkisi bulunmuştur.

 Ortaöğretimde % 1 anlamlılık seviyesinde eğitim finansmanı ile ekonomik büyüme


arasında çift yönlü, ekonomik büyümeden eğitim kalitesine doğru tek yönlü ve eğitim
finansmanından ekonomik büyümeye doğru tek yönlü nedensellik ilişkisi bulunmuştur.

62
Büşra DOĞAN

 Yükseköğretimde % 1 anlamlılık seviyesinde ekonomik büyümeden eğitim finansmanına


doğru tek yönlü nedensellik ilişkisi bulunmuştur.

 Yükseköğretimde % 10 anlamlılık seviyesinde eğitim finansmanından ekonomik büyümeye


doğru ve eğitim kalitesinden ekonomik büyümeye doğru tek yönlü nedensellik ilişkisi
bulunmuştur.

Tablo 12. Uzun Dönem Nedensellik Analizi Sonuçları

lnGSYIH lnILK lnFILK

ECT -0.2954* lnILK ve -0.0447* lnFILK ve -0.8867* lnILK ve


lnFILK lnGSYIH lnGSYIH
t-İst -7.3856 -3.2830 -15.6342

Prob 0.0000 0.0002 0.0000

lnGSYIH lnORT lnFORT

ECT -17.5430* lnORT ve -0.0747* lnFORT ve -0.5947* lnORT ve


lnFORT lnGSYIH lnGSYIH
t-İst -6.4726 -5.5622 -4.5022

Prob 0.0000 0.0000 0.0000

lnGSYIH lnYUK lnFYUK

ECT -0.0896* lnYUK ve -0.0077 lnFYUK ve -0.9567* lnYUK ve


lnFYUK lnGSYIH lnGSYIH
t-İst -3.131 -0.3565 -5.7405

Prob 0.0044 0.9514 0.0002

Not: * %1 anlamlılık düzeyidir.

Uzun dönem nedensellik analizi sonuçları tablo 12’de verilmiştir. Analiz sonuçlarına göre;

 İlköğretimde ve ortaöğretimde % 1 anlamlılık seviyesinde eğitim finansmanı ve ekonomik


büyümeden eğitim kalitesine, eğitim kalitesi ve ekonomik büyümeden eğitim
finansmanına, son olarak eğitim kalitesi ve eğitim finansmanından ekonomik büyümeye
doğru tek yönlü nedensellik ilişkisi bulunmuştur.

 Yükseköğretimde % 5 anlamlılık seviyesinde eğitim kalitesi ve ekonomik büyümeden


eğitim finansmanına, eğitim kalitesi ve eğitim finansmanından ekonomik büyümeye doğru
tek yönlü nedensellik ilişkisi bulunmuştur.

5. Sonuç ve Öneriler

Birçok iktisatçıya göre ekonomik kalkınmanın anahtarı eğitimdir. Çünkü eğitim, ekonomik
büyüme ve kalkınmanın sağlanması, refah seviyesinin yükselmesi, rekabet gücünün artması, çevre
bilincinin artması, demokratik ve sosyal hukuk düzeni için ilerlemeler kaydedilmesi gibi sayısız
alanda etkisi olan bir değişkendir. Bu yüzden ülke için en karlı yatırım eğitime yapılan harcamalardır.

Bu çalışmada 1998-2020 yılları arasında seçilmiş ülkelerin ekonomik büyümeleri,


eğitimlerinin finansmanı ve niteliklerinin ilişkisi analiz edilmiştir. Araştırma grubu PISA 2018

63
Büşra DOĞAN

sınavına katılan 20 ülkeyi kapsamaktadır. Ekonomik büyüme değişkeni (GSYIH) kişi başına düşen
GSYİH miktarıdır. Ekonomik büyümenin alt değişkeni (lnGSYIH) kişi başına düşen reel GSYİH
miktarıdır. Eğitimin niteliğinin değişkeni (EGTM), eğitimin kademelerine göre kayıtlı öğrenci sayıları
şeklinde ele alınmıştır. Eğitimin niteliğinin alt değişkenleri, ilköğretim (lnILK) öğrenci sayısı,
ortaöğretim (lnORT) öğrenci sayısı ve yükseköğretim (lnYUK) öğrenci sayısıdır. Eğitimin
finansmanının değişkeni (FIN) öğrenci başına yapılan eğitim harcamalarıdır. Özel sektörü
kapsamamaktadır. Eğitim finansmanının alt değişkenleri ise ilköğretiminki (lnFILK), ortaöğretiminki
(lnFORT) ve yükseköğretiminki (lnFYUK) ‘tür. Değişkenlerin alınıp, panel model kurulmuştur.
Öncelikle birim kök testi aracılığıyla durağanlık analizi yapılmıştır. Değişkenlerin birinci farklarında
durağan oldukları görülmüştür.

Akabinde uygulanan Pedroni, Kao ve J. Fisher yöntemleriyle değişkenlerin eşbütünleşik


olduğu görülmüştür. Ardından panel FMOLS ve DOLS yöntemleriyle katsayı tahmini yapılmıştır.

Model birin panel DOLS tahlil sonuçlarına göre uzun dönemde eğitim finansmanında
yaşanan artışlar ilköğretim eğitim kalitesini negatif ve istatistiksel olarak anlamlı şekilde etkilemekte,
ekonomik büyümeye ise istatistiksel olarak etki etmemektedir. Ekonomik büyümede yaşanan % 1
birimlik artış, eğitim kalitesini etkilemez iken eğitim finansmanında yaşanan değişiklik eğitim
kalitesini azaltmaktadır. Panel FMOLS tahlil sonuçları DOLS sonuçları ile yakın çıkmıştır. Ekonomik
büyüme DOLS tahlilinin tersine Panel FMOLS tahlilinde anlamlıdır ve yaşanan % 1 birimlik artış,
eğitim kalitesini pozitif olarak etkilemektedir.

Model ikinin panel DOLS tahlil sonuçlarına göre uzun dönemde ilköğretim ve ortaöğretim
eğitim kalitesinde yaşanan artışlar eğitim finansmanını negatif şekilde etkilemektedir. Ekonomik
büyümede yaşanan artışlar ilköğretim eğitim finansmanına istatistiksel olarak etki etmemektedir.
Ayrıca ilköğretimde eğitim kalitesi negatif ve anlamlıdır. Ekonomik büyümede yaşanan % 1 birimlik
bir artış ortaöğretim eğitim finansmanı arttırmaktadır. Yükseköğretimde ise eğitim kalitesinde
yaşanan % 1 birimlik bir artış eğitim finansmanını negatif etkilemektedir. Panel FMOLS tahlili ise
DOLS tahlilinin tersine ekonomik büyümenin anlamlı olduğunu söylemektedir. Ortaöğretimde eğitim
kalitesi negatif, ekonomik büyüme ise pozitiftir. Ek olarak yükseköğretimde ise eğitim kalitesi
negatiftir. Ve ekonomik büyüme istatistiksel olarak anlamsızdır.

Model üçün panel DOLS tahlil sonuçlarına göre ilköğretim eğitim kalitesi negatiftir. Eğitim
kalitesinde yaşanan % 1 birimlik bir artış ekonomik büyümeyi azaltmaktadır. Ortaöğretimin eğitim
kalitesi istatistiksel olarak anlamsızdır. İlköğretim ve ortaöğretim seviyesinde eğitim finansmanında
yaşanan % 1 birimlik bir artış ekonomik büyümede artışa neden olmaktadır. Yükseköğretimin eğitim
kalitesi pozitif ve istatistiksel olarak anlamlıdır. Panel FMOLS tahlil sonuçlarına göre eğitim kalitesi
istatistiksel olarak anlamlı, ilköğretimde negatif, ortaöğretimde ise pozitiftir. Eğitim finansmanı
ilköğretim ve ortaöğretim düzeyinde pozitif ve anlamlıdır. Eğitim kalitesinde yaşanan % 1 birimlik
bir artış ekonomik büyümede artışa neden olmaktadır.

Sonuç olarak ilköğretim seviyesinde eğitim finansmanı ile ekonomik büyüme birbirini
pozitif etkilerken, eğitim kalitesini düşürmektedir. Ayrıca eğitim kalitesindeki artış ekonomik
büyümeyi ve eğitim finansmanını negatif etkilemektedir. Ortaöğretim seviyesinde ise eğitim kalitesi
ve eğitim finansmanı birbirini negatif etkilemektedir. Ayrıca ekonomik büyüme ve eğitim kalitesi,
ekonomik büyüme ve eğitim finansmanı birbirini pozitif etkilemektedir. Son olarak yükseköğretim
seviyesinde eğitim kalitesinde yaşanan artışlar ekonomik büyümeyi pozitif, eğitim finansmanını ise
negatif etkilemektedir. Ekonomik büyümede yaşanan artışlar eğitim kalitesini arttırır iken eğitim
finansmanında yaşanan artışlar azaltmaktadır.

Son olarak ise nedensellik analizi uygulanmıştır. Analiz sonuçlarına göre kısa dönemde
ekonomik büyüme ile eğitim finansmanı arasında çift yönlü nedensellik ilişkisi bulunmaktadır.

64
Büşra DOĞAN

İlköğretim ve ortaöğretim seviyesinde ise ekonomik büyümeden eğitim kalitesine ve eğitim


finansmanından eğitim kalitesine doğru tek yönlü nedensellik ilişkisi vardır. Ayrıca yükseköğretim
seviyesinde eğitim kalitesinden ekonomik büyümeye doğru tek yönlü nedensellik ilişkisi
bulunmaktadır. Uzun dönemde ise ekonomik büyüme ve eğitim kalitesinden eğitim finansmanına,
eğitim kalitesi ve eğitim finansmanından ekonomik büyümeye doğru nedensellik ilişkisi
bulunmaktadır. Ayrıca ilköğretim ve ortaöğretim seviyesinde ekonomik büyüme ve eğitim
finansmanından eğitim kalitesine doğru nedensellik ilişkisi vardır.

Tahlil sonuçları literatür ile uyuşmaktadır. Örneğin eğitim finansmanı eğitim kalitesini
negatif etkilerken ekonomik büyümeyi pozitif etkilemektedir. Bu durum Barro’nun kamu politikası
modeliyle (1990) örtüşmektedir. Eğitimin pozitif dışsallığını yaygınlaştırmak gayesiyle fırsat
eşitsizliği azaltılır. Bu durumda kamu harcamaları cari harcamalardır. Cari harcamaların ekonomik
büyüme üzerindeki pozitif etkisi düşük seviyede olacaktır. Aynı zamanda kamu harcamalarında
yaşanan artışlar pozitif dışsallık sağlayarak, alandaki harcamaları azaltmakta ve bireylerin beşeri
sermaye gelişim maliyetlerini arttırmakta dolayısıyla üretim sürecinde çalışabilir nüfusun daha az
nitelikle katılmasına yol açacaktır. Sonuç olarak bu durumun ekonomik büyümeye etkisi düşük
olacaktır.

İlköğretimin eğitim kalitesi ekonomik büyümeyi negatif etkilemektedir. Bu durum Solow


modeliyle (1992) açıklanabilir. Solow modelinde, durağan ekonomik büyüme sürecindeki ülkeler tam
istihdamı sağlamak için zaman maliyetine katlanmaktadırlar. Bu sayede planlı nüfus yapısı oluşur ve
düşük nüfus artışına sahiptirler. Sonuç olarak doğum oranı azaldığından dolayı ilköğretimin eğitim
kalitesi azalırken daha üst eğitim seviyelerine katılım oranı artacaktır. Tahlil sonuçları da bu
şekildedir.

Bu bağlamda toparlayacak olursak öncelikle günümüzde eğitim finansmanı, eğitimin tüm


seviyelerine göre ayrılmaktadır. Bunun yerine her seviyeye farklı politik uygulamalar yapılması daha
doğru olacaktır. Örneğin ilköğretim seviyesinde öncelik nüfus planlamasıdır. Bu yüzden eğitim
finansmanına yönelik politikalar etkin olmalıdır. Keza ortaöğretim seviyesinde öncelik okul teşviki
olduğundan, eğitim kalitesine yönelik politikalar daha verimli olacaktır. Yükseköğretimde ise öncelik
diğer kamusal fayda sağlayan alanlardır. Bu sebeple ekonomik büyümeye yönelik politikalardan daha
verimli sonuçlar elde edilecektir.

Ayrıca eğitim sürekli ve hızlı bir şekilde gelir artışına neden olmakta ve nüfusun niteliğini
etkilemektedir. Bu yüzden devletin yatırım önceliği daima eğitimden yana olmalıdır. Bilim ve
teknolojide yaşanan gelişmeler ve toplumun dönüşümü geleneksel eğitim sisteminin değerini
kaybettirmektedir. Bu nedenle eğitim reformuna yönelik plan hazırlanmalı ve uygulamaya
konulmalıdır.

6. Kaynaklar

Afzal, M. & Farooq, M. & Akmad, H. & Begum, I. & Quddus, M. (2010). Relationship between school
education and economic growth in Pakistan: ARDL bounds testing approach to cointegration.
Pakistan Economic And Social Review, 48(1), 2010, 39-60.

Akgül, I. & Koç, S. Ö. (2011). Türkiye Cumhuriyeti tarihinde eğitim ve büyüme ilişkisi: eşik otoregresif
yaklaşım”, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 13, 2, 1-36.

Al-Yousif, Y. K. (2008). Education expenditure and economic growth: Some empirical evidence from
the GCC countries. The Journal of Developing Areas, 42(1), 69- 80.

Asteriou, D. & Agiomirgianakis, G.M. (2001). Human capital and economic growth, time series
evidence from Greece. Journal of Policy Modelling, 481-489.

65
Büşra DOĞAN

Barro, R. J. (1990). Government spending ın a simple model of endogenous growth. Journal of Political
Economy, 98(5), 103-125.

Baykul Güvence, S. (2008), Küreselleşen Dünyada Kalkınma Sürecindeki AB'deki ve Türkiye'deki Eğitim
Finansmanın Karşılaştırılması, Marmara Üniversitesi, İstanbul.

Bokhari, A. (2017). Human capital investment and economic growth in Saudi Arabia: error correction
model. International Journal of Economics and Financial Issues, 7(4), 104-112.

Canpolat, N. (2000). Türkiye'de beşeri sermaye birikimi ve ekonomik büyüme. Hacettepe Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 1 8(2), 265-281.

Çoban, O. (2004). Beşeri sermayenin iktisadi büyüme üzerine etkisi: Türkiye örneği. İstanbul
Üniversitesi S. B. F. Dergisi, 30, 131- 142.

Denison, E.W. (1962). Education, economic growth and gaps in ınformation. The Journal of Political
Economy, Vol:IX, No:5, Part:2,124-128.

Erdoğan, S. & Yıldırım, D. (2009). Türkiye'de eğitim-iktisadi büyüme ilişkisi üzerine ekonometrik bir
inceleme. Bilgi Ekonomisi ve Yönetimi Dergisi, 4(2), 1-22.

Hakooma, M. & Seshamani, V. (2017). The ımpact of human capital development on economic growth
ın Zambia: An econometric analysis. International Journal of Economics, Commerce and
Management, 5(4), 7, 1-87.

Hussin, M., vd. (2012). Education expenditure and economic growth: A causal analysis for Malaysia.
Journal of Economics and Sustainable Development, 3(7), 71-81.

İslam, T., vd. (2007). Relationship between education and gdp growth: A mutivariate causality
analysis for Bangladesh. Economics Bulletin, 3(35), 1-7.

Jalil, A. & Idress M. (2013). Modeling the impact of education on the economic growlh: evidence from
aggregated and disaggregated time series data of Pakistan. Economic Modelling, 31, 383-388.

Keller, R. I. K. (2006). Investment in primary, secondary and higher education and the effects on
economic growth. Contemporary Economic Policy, 24, 1, 18-34.

Kesikoğlu, F. & Öztürk, Z. (2013). Relationship between human capital and economic growth: Panel
causality analysis for selected OECD countries. Journal of Economic and Social Studies, 3(1), 153-
162.

Korkmaz, A. (2006). Eğitim ve Ekonomi Arasındaki İlişkiler, L. Küçükahmet (Ed.) Eğitim Bilimine Giriş,
Nobel Yayınevi, Ankara.

Lin, T. (2004). The role of higher education in economic development: An empirical study of Taiwan
case. Journal of Asian Economics, 15(2), 355-371.

Maitra, B. & Mukhopadhyay, C. (2012). Public spending on education, health care and economic
growth in selected countries of Asia and the Pacific. Asia-Pacific Development Journal, 19(2), 19-
48.

Mallick, L. & Dash, D. (2015). Does expenditure on education affect economic growth in India?
Evidence from cointegration and granger causality analysis. Theoretical and Applied Economics,
4(605), 63-74.

66
Büşra DOĞAN

Mankiw, N. G., Romer, D. & Weil, D. N. (1992). A contribution to the empirics of economic growth.
Quarterly Journal of Economics, 107(2), 407-437.

Nowak, A. Z. & Dahal, G. (2016). The contribution of education to economic growth: Evidence from
Nepal. International Journal of Economic Sciences, 5(2), 22-41.

OECD, PISA 2018 results, Paris: OECD Publishing, 2020, https://www.oecd.org/ Erişim tarihi:
01/08/2021

Özsoy, C. (2009). Türkiye’de eğitim ve iktisadi büyüme arasındaki ilişkinin VAR modeli ile analizi.
Bilgi Ekonomisi ve Yönetimi Dergisi, 4, 1, 71-83.

Öztürk, N. (2005). İktisadi kalkınmada eğitim rolü. Sosyoekonomi Dergisi, 1, 27-44.

Pelinescu, E. (2015). The ımpact of human capital on economic growth. Procedia Economics and
Finance, 22, 184-190.

Sarı, R. & Soytaş, U. (2006). Income and education in Turkey: A multivariate analysis. Education
Economics, 14(2), 82-196.

Self, S. & Grabowski, R. (2003). How effective is public health expenditure in improving overall
health? A cross-country analysis, Applied Economics, 35(7), 835-845.

Self, S. & Grabowski, R. (2004). Does education at all levels cause growth? India a case study.
Economics of Education Review, 23(1), 47-55.

Serel, H. & Masatçı, K. (2005). Türkiye’de beşeri sermaye ve iktisadi büyüme ilişkisi: ko-entegrasyon
analizi. Atatürk Üniversitesi İ. İ. B. F. Dergisi, 19, 2, 49-58.

Şimşek, M. & Kadılar, C. (2010). Türkiye’de beşeri sermaye, ihracat ve ekonomik büyüme arasındaki
ilişkinin nedensellik analizi”, Cumhuriyet Üniversitesi İ. İ. B. F. Dergisi, 11, 1, 115-140.

Varsak, S. & Bakırtaş, İ. (2009). Ekonomik büyüme üzerinde beşeri sermayenin etkisi: Türkiye örneği.
Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 25, 49-59.

Webber, D. (2002). Policies to stimulate growth: Should we invest in health or education? Applied
Economics, 34(13), 1633-1643.

Taban, S. & Kar, M. (2006). Beşeri sermaye ve ekonomik büyüme: nedensellik analizi, 1969-2001.
Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 6(1), 159-181.

Tunç, M. (1993). Türkiye'de eğitimin ekonomik kalkınmaya etkisi. Dokuz Eylül Üniversitesi İ. İ. B. F.
Dergisi, 8(2), 1-32.

UNESCO, Education counts: Towards the millennium development goals. Paris: UNESCO, 2020.

World Bank, World development indicators, 2020. http://datatopics.worldbank.org/world-


development-indicators/ Erişim tarihi: 01/08/2021

https://nces.ed.gov/

https://www.oph.fi/fi

https://www.mineduc.cl/

67
Büşra DOĞAN

https://www.sbfi.admin.ch/sbfi/de/home.html

https://www.miur.gov.it/web/guest/home

http://mext.go.jp/

http://www.nefmi.gov.hu/

https://www.regjeringen.no/no/id4/

https://www.bmbwf.gv.at/

https://www.education.gov.au/

https://www.education.ie/en/

http://education.govt.nz/

https://www.education.gouv.fr/

https://www.government.se/

https://www.gov.br/mec/pt-br

https://www.gov.pl/web/nauka/

https://www.gov.uk/

https://www.hm.ee/et

https://www.ine.pt/xportal/xmain?xpgid=ine_main&xpid=INE

https://knoema.com/

http://meb.gov.tr/

http://www.economicsejournal.org/economics/discussionpapers/2017-29

68
Eski Türkçeden Kazakçaya Bitki Adları II

Emin Oba1, Hulisi Gürbüz2


Özet

Bir dilin söz varlığını oluşturan sözcük hazinesi, o dilin geçmişten getirdiği kültürel
birikiminin sonucunda oluşmuştur. Kuzey – Batı, (Kıpçak) grubu, Türk lehçeleri içerisinde yer alan
Kazakça, söz varlığı açısından oldukça zengindir. Söz varlığının geneleni Türkçe kökenli
sözcükler ve bu sözcüklerin türemiş şekilleri oluşturmaktadır. Bu çalışmada Eski Türkçeden itibaren
Türkçenin Tarihî dönemlerinin tümünü kapsayacak şekilde sözcük hazineleri taranmış ve bu sözcük
hazinelerindeki bitki adlarını içeren sözcükler tespit edilmiştir. Bu bitki adları ile ilgili tespit edilen
sözcüklerin bugünkü Kazakçanın söz varlığına yansıması üzerine durulmuştur. Sözcükler verilirken
hangi kaynakta, hangi tarihî dönemde ve hangi anlamda geçtiği ayrıntılı bir şekilde verilmiştir.
Çalışmada k harfinden y harfine kadar geçen bitki adları verilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Eski Türkçe, Kazakça, bitki adları.

1. Giriş

Türk lehçeleri arasında Kuzey-Batı (Kıpçak) grubu içerisinde yer alan Kazakça, konuşulduğu
coğrafyanın büyüklüğü, söz varlığı hazinesi, anlatım imkânlarının zenginliği ve tarihî serüveni ile her
daim araştırmacılar için ilgi odağı olmuştur. Kazakçanın bugünkü söz varlığını oluşturan sözcük
kadrosu esas olarak Türkçe kökenli sözcüklerden ve bu sözcüklerin türemiş şekillerinden
oluşmaktadır. Kazakçanın söz varlığını oluşturan bu sözcükler Tarihî Türk lehçelerinin hemen
hepsinde görülmektedir.

Bu çalışmada Türkçenin Tarihî lehçelerinde görülen bitki adlarının Kazakçaya yansıması


üzerinde durulmaktadır. Yani, Eski Türkçede görülen bitki adlarının bugünkü Kazakçanın söz
varlığında görülen şekilleri üzerine durulmaktadır. Bu bitki adları verilirken, ilk olarak hangi tarihî
dönemde ve tarihî eserde geçtiği şekil verilmekle birlikte sonraki dönemlerdeki şekilleri ve geçtiği
eserler hakkında da bilgi verilmektedir. Böylelikle bitki adının Türkçenin tarihî seyri içerisindeki
değişimleri hakkında da bilgi verilmektedir.

Çalışmada görüleceği üzere bitki adlarının geneli Türkçe kökenlidir. Ancak bazı alıntılar da
mevcuttur. Bu alıntılar genellikle Farsçadan alıntılanmıştır. Ayrıca görüleceği üzere bitki adlarının
geneli DLT’den itibaren görülmeye başlanmış ve sonraki dönemlerde de kullanılmıştır. Çalışmada
bitki adı ele alınırken, görüldüğü bütün dönemler ve eserlerdeki şekilleri ve anlamları da verilmiştir.

Kazakça kısmında ise, sözcük hangi eserde veya çalışmada geçtiyse ayrıntılı bir şekilde
verilmiştir. Bu kısımda sözcüklerin bazıları standart sözlüklerde ve çalışmalarda görülememiştir.
Bundan dolayı ağızlar sözlüğüne başvurulmuştur. Bu kısımda görüleceği üzere, Eski Türkçeden
Kazakçaya geçen bitki adı, Kazakçanın fonetik yapısına göre şekillenmiştir. Hatta bazen de bitki adına
farklı anlamlar da eklenmiştir. Ayrıca bu çalışmada bitki adları k harfinden y harfine kadar
incelenmiştir.

ḳaḏıŋ “kayın ağacı” (EDPT: 602; DTS: 404) → Kzk. ḳayıŋ “kayın ağacı” (Koç, 2003: 276).

1
Dr., International Taraz Innovative Institute, Taraz-Kazakistan, eminoba@hotmail.com.
2
Doktora Öğrencisi, Kocaeli Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı, hulusi.grbz@gmail.com.

69
Emin Oba, Hulisi Gürbüz

Sözcük, Eski Uygurca metinlerde ḳaḏıŋ “kayın ağacı” (Rachmati, 1930: 460), DLT’de ḳaḏıŋ /
ḳayıŋ “kayın ağacı” (Atalay, 2013: 248), KB’de ḳaḏıŋ “kayın ağacı” (Arat, 1979: 214) şeklinde
görülmektedir. Ayrıca sözcük, Kıpçak Türkçesi eserlerinden TA ḳayın “kayın ağacı”, CC ḳayıŋ “kayın
ağacı”, DM ḳayın aġaşı “kayın ağacı” (Toparlı, 2014: 133), Çağatay Türkçesi eserlerinden Şecere-i
Terākime’de ḳayıŋ “kayın ağacı” (Ölmez, 1996: 394) şeklinde görülmektedir.

ḳavuz “tahıl, darı kabuğu” (Courteille, 1870: 413; Ünlü, 2013: 597) → Kzk. ḳavız “tahıl kabuğu; gonca,
tomurcuk” (Koç, 2003: 303).

Sözcük Çağatay Türkçesi eserlerinden LÇT’de ḳavuz “tahıl, darı kabuğu; buğday, arpa, yulaf,
çavdar, pirinç gibi ekinlerin başağında, başakçıkları veya çiçeği saran kabuk”, DTO’de ḳavuz “tahıl
kabuğu” şeklinde görülmektedir (Courteille, 1870: 413).

ḳavıḳ “darı kepeği, kepek” (EDPT: 583; DTS: 436) → Kzk. ḳavıḳ “buğday, darı gibi hububatların
kepeği” (KTAS: 404).

Sözcük, Eski Uygurca metinlerinden TT VII ḳavıḳ “darı kepeği” (Clauson, 1972: 583), KB’de
ḳavuḳ “kepek”, DLT’de ḳavıḳ “darı kepeği” (Arat, 1979: 229; Atalay, 2013: 282) şeklinde
görülmektedir. Ayrıca sözcük Kıpçak Türkçesi eserlerinden BV, Kİ ḳavuḳ “kavut, öğütülüp kavrulmuş
buğday ve arpa” şeklinde görülmektedir (Toparlı, 2014: 132).

ḳaġun “kavun” (EDPT: 611; DTS: 406) → Kzk. ḳavın “kavun” (Koç, 2003: 304).

Sözcük, Eski Uygurca metinlerinden TT III’de ḳaġun “kavun” (Clauson, 1972: 611), DLT ve
KB’de ḳaġun “kavun” (Atalay, 2013: 250; Arat, 1979: 215) şeklinde görülmektedir. Sözcük Harezm
Türkçesi eserlerinden KE ḳaġun “kavun” (Ünlü, 2012: 251), Kıpçak Türkçesi eserlerinden CC ḳovun /
ḫuvun “kavun”, Kİ ḳavun “kavun” (Toparlı, 2014: 132), Çağatay Türkçesi eserlerinden Babür
Divanı’nda ḳaġun “kavun” (Ünlü, 2013: 596) şeklinde görülmektedir.

ḳamġaḳ “çalı çırpı; semer otu; deve dikeni” (EDPT: 627; DTS: 415) → Kzk. ḳamġaḳ, ḳaŋbaḳ “çalı çırpı;
deve dikeni” (KTAS: 380; Iskakov IX, 2011: 245).

Sözcük, Eski Uygurca metinlerinden TT I’de ḳamġaḳ “bir tür çimen; dikenli çöven” (Clauson,
1972: 627), DLT’de ḳamġaḳ “semer otu” (Atalay, 2013: 258) şeklinde görülmektedir. Harem Türkçesi
eserlerinden HŞ’de ḳamġaḳ “sarımsak” (Ünlü, 2012: 284), Kıpçak Türkçesi eserlerinden TA’de
ḳamḳaḳ “çalı çırpı” (Toparlı, 2014: 125), Çağatay Türkçesi eserlerinden MK ḳamġaḳ “deve dikeni”
(Ünlü, 2013: 572) şeklinde görülmektedir.

ḳamış “kamış, saz” (EDPT: 628; DTS: 415) → Kzk. ḳamıs “kamış, sazlık” (Koç, 2003: 283).

Sözcük, Eski Uygurca metinlerinden Irk Bitig’de ḳamış / ḳamuş “kamış, saz, sazlık” (Tekin,
2013: 54-55), DLT’de ḳamış “kamış, kamışlık” (Atalay, 2013: 259) şeklinde görülmektedir. Sözcük
Harezm Türkçesi eserlerinden ML, KE ḳamış “kamış” (Ünlü, 2012: 284), Kıpçak Türkçesi eserlerinden
CC, GT, TZ ḳamış “şeker kamışı, sazlık” (Toparlı, 2014: 125), Çağatay Türkçesi eserlerinden LÇT, MK
ḳamış “kamış” (Ünlü, 2013: 572) şeklinde görülmektedir.

ḳapaḳ, ḳabaḳ “kabak (sebze)” (EDPT: 582; DTS: 399) → Kzk. ḳabaḳ “kabak” (Koç, 2003: 267).

Sözcük, Eski Uygurcada ḳabaḳ / ḳapaḳ “kabak, kabak çiçeği” (Wilkens, 2021: 331), DLT ḳabaḳ
“kabak, yaş iken yemeği yapılan bir sebze” (Atalay, 2013: 242) şeklinde görülmektedir. Sözcük Kıpçak
Türkçesi eserlerinden CC, TZ ḳabaḳ “kabak (sebze)” şeklinde görülmektedir (Toparlı, 2014: 121).

ḳara erük “siyah erik” (EDPT: 643; DTS: 422) → Kzk. ḳara örik “siyah erik, mürdüm eriği” (Koç, 2003:
292).

70
Emin Oba, Hulisi Gürbüz

Sözcük, Harezm Türkçesi eserlerinden İM’de ḳara ürük “siyah erik” şeklinde görülmektedir
(Battal, 1997: 37). Bununla birlikte sözcük, Kıpçak Türkçesi eserlerinden DM’de ḳara erük “kara erik”
şeklinde görülmektedir (Toparlı, 2003: 88).

ḳara ot “Hindistan’dan gelen ağılı bir bitki, baldıran otu” (EDPT: 643; DTS: 422) → Kzk. ḳara ot
“semizotugiller sınıfından, tadı acı olan bitki” (Iskakov IX, 2011: 347). Agu > uv

Sözcük, DLT’de ḳara ot “Hindistan’dan gelen ağılı bir bitki, baldıran otu” şeklinde
görülmektedir (Atalay, 2013: 266).

ḳaraġan “kısa boylu, dikenli bir bitki” (DTS: 425) → Kzk. ḳaraġan “kısa boylu, çok dallı dikenli bir
bitki” (Koç, 2003: 290).

Sözcük, DLT’de ḳaraḳan “dağ ağaçlarından bir çeşit ağaç” şeklinde görülmektedir (Atalay,
2013: 267).

ḳara yıġaç “karaağaç” (Abik, 1993: 355) → Kzk. ḳara aġaş “karağaç” (Koç, 2003: 290).

Sözcük Çağatay Türkçesi eserlerinden Tarih-i Enbiya ve Hükema adlı eserde ḳara yıġaç
“karaağaç” şeklinde görülmektedir (Abik, 1993: 355).

ḳaramuḳ “it üzümü; buğdayın içersinde yer alan taneler” (EDPT: 660; DTS: 424) → Kzk. ḳaramıḳ
“yaban mersini, keçi yemişi” (Koç, 2003: 292).

Sözcük, DLT’de ḳaramuḳ “karamuk, buğday içerisinde yer alan karamuk taneleri” şeklinde
görülmektedir (Atalay, 2013: 267). Sözcük Kıpçak Türkçesi eserlerinden İH ḳaramuḳ “gülçer denilen
karaca tohum” (Toparlı, 2014: 127), Çağatay Türkçesi eserlerinden LÇT ḳaramuḳ “buğdayın içinde
yer alan siyah taneler” (Ünlü, 2013: 582) şeklinde görülmektedir.

ḳavaḳ, ḳabaḳ “kavak, kavak ağacı” (Ünlü, 2012: 276) → Kzk. ḳuvaḳ “kavak ağacı” (Iskakov X, 2011:
174).

Sözcük, Harezm Türkçesi eserlerinden KE ḳabaḳ “kavak, kavak ağacı” (Ünlü, 2012: 276),
Kıpçak Türkçesi eserlerinden TA ḳavaḳ “kavak, kava ağacı” (Toparlı, 2014: 132) şeklinde
görülmektedir.

ḳavla, ḳalva “sebze, yeşillik” (EDPT: 584; DTS: 437) → Kzk. ḳavla “gür ve sık çıkan ot, yeşillik”
(Iskakov IX, 2011: 496) . Hatta Kazakçada ḳavla- “(ot) gür ve sık çıkmak” fiili de vardır (Koç, 2003:
303).

Sözcük Eski Uygurcada ḳavla / ḳalva “sebze, yeşillik” şeklinde görülmektedir (Wilkens, 2021:
324).

ḳavra, ḳavray “sarı renkli büyük bitki” (ESTY V: 171) → Kzk. ḳuvray “kamış gibi uzun, büyük bir
bitki” (Iskakov X, 2011: 205).

Sözcük, Kıpçak Türkçesi eserlerinden Kİ’de ḳavra “sarı renkli bitki, saman” şeklinde
görülmektedir (Caferoğlu, 1931: 76).

kekre “ilaç yapımında da kullanılan, tadı ekşi veya acı olan bir bitki” (EDPT: 712; DTS: 295) → Kzk.
kekire “peygamber çiçeği; develerin yediği bir tür ot; ekinlerin arasından çıkan tadı acı bir bitki”
(Koç, 2003: 225; Iskakov VII, 2011: 760).

71
Emin Oba, Hulisi Gürbüz

Sözcük, Eski Uygurcada kekre “tadı acı şifalı bir bitki” (Rachmati, 1932: 406), DLT’de kekre
“develerin yediği acı bir ot” (Atalay, 2013: 295) şeklinde görülmektedir. Ayrıca sözcük Çağatay
Türkçesi eserlerinden LÇT’de kekre “bir acı ot” şeklinde görülmektedir (Ünlü, 2013: 606).

kendir “kendir, kenevir; keten” (EDPT: 729; DTS: 298) → Kzk. kendir “kendir, kenevir”. Ayrıca sözcük
Kazakçada kendir “kenevirden yapılmış ip, urgan” anlamında da kullanılmaktadır (Koç, 2003:
228).

Sözcük, Eski Uygurca metinlerinden TT VII’de kendir “kenevir tohumu” şeklinde


görülmektedir (Clauson, 1972: 729; Rachmati, 1932: 122). Sözcük, Kıpçak Türkçesi eserlerinden CC,
Kİ, TZ kendir “kendir” (Toparlı, 2014: 138), Çağatay Türkçesi eserlerinden LÇT’de kendir “keten,
keten tohumu” (Ünlü, 2013: 610) şeklinde görülmektedir.

keşür, geşür (< Far. gezer) “havuç” (Atalay, 2013: 211) → Kzk. keşir “havuç” (KTAS: 327).

Sözcük, DLT’de geşür “havuç” şeklinde görülmektedir (Atalay, 2013: 211). Ayrıca sözcük,
Harezm Türkçesi eserlerinden ML keşir “havuç” (Battal, 1997: 41), Kıpçak Türkçesi eserlerinden Kİ,
TA, TZ keşür “havuç” (Toparlı, 2014: 141), Çağatay Türkçesi eserlerinden LÇT’de keşir “havuç, sebze”
(Ünlü, 2013: 614) şeklinde görülmektedir.

kevrik “çalı görünümlü, çok yıllık tıbbi bir bitki, hayıt; deve elması” (EDPT: 690; DTS: 304) → Kzk.
kevrek “kumlu yerde yetişen, ilaç için kullanılan dikenli bir bitki; çakşır” (Iskakov VII, 2011: 737).

Sözcük, DLT’de kevrik “gürgen ağacı” şeklinde görülmektedir (Atalay, 2013: 308).

kėyik otı “kekik, hoş kokulu bir bitki” (EDPT: 755; DTS: 295) → Kzk. kiyik otı “dağda yetişen hoş
kokulu bir bitki” (Iskakov VIII, 2011: 43).

Sözcük, DLT’de keyik olarak geçmekte ve ‘yabani olan her şey’ için kullanılmaktadır (Atalay,
2013: 309).

ḳıçı “hardal” (EDPT: 590; DTS: 440) → Kzk. ḳışa “hardal otu” (Koç, 2003: 353).

Sözcük, DLT’de ḳıçı “hardal” şeklinde görülmektedir (Atalay, 2013: 311). Ayrıca sözcük,
Harezm Türkçesi eserlerinden ML’de ḳıçı “hardal” (Battal, 1997: 42), Kıpçak Türkçesi eserlerinden TZ
ḳıç / ḳış “hardal” (Toparlı, 2014: 143), Çağatay Türkçesi eserlerinden LÇT ḳıçı “hindibaya benzer bir
çeşit bitki” (Ünlü, 2013: 619) şeklinde görülmektedir.

ḳımızdıḳ “kuzukulağı” (VEWT: 264) → Kzk. ḳımızdıḳ “tadı ekşi bir ot; kuzukulağı” (Koç, 2003: 374).

Sözcük, Türkçenin tarihî ve çağdaş lehçelerinde görülen ḳımız sözcüğünden gelmektedir.


Kımızın ekşi bir tat olması kuzukulağının tadının da kımıza benzemesi bu sözcüğün oluşmasına
neden olmuştur. Kımızdık (kuzukulağı) sözcüğün anlamı “kımız gibi, kımız gibi ekşi” olarak
verilebilir. Ayrıca Kazaklar, kımızın tadını ekşitebilmek için kımızdık (kuzukulağı) dedikleri bitkiyi
içine katarlar.

ḳıyaḳ “kamış, saz, ot” (ESTY VI: 201) → Kzk. ḳıyaḳ “sazlık, kamış; çayırlık, ot” (Iskakov IX, 2011: 597).

Sözcük Çağatay Türkçesinde ḳıyaḳ “kamış, saz, ot” şeklinde görülmektedir (Courteille, 1870:
443).

ḳızalaḳ (< ḳız + alaḳ) “kırmızı renkli bir çiçek” (Durgut, 1995: 502) → ḳızanaḳ (< ḳız + anaḳ)
“domates, kırmızı renkli bir bitki” (Koç, 2003: 342). Sözcük Kazakçada, kız- fiiline -anak yapım
ekinin getirilmesiyle oluşturulmuştur (Öner, 2013: 93).

72
Emin Oba, Hulisi Gürbüz

Sözcük, Çağatay Türkçesi eserlerinden LÇT’de ḳızalaġ “kırmızı renkli bir çiçek” şeklinde
görülmektedir (Ünlü, 2013: 630).

ḳızġaldaḳ “lale” (ESTY VI: 191) → Kzk. ḳızġaldaḳ “lale” (Koç, 2003: 342).

Sözcük, Çağatay Türkçesinde ḳızalaḳ “lale” şeklinde görülmektedir (Courteille, 1870: 447).

ḳoġa “su kamışı, saz, hasır otu” (ESTY VI: 10; VEWT: 275) → Kzk. ḳoġa “su kamışı, saz” (Koç, 2003:
310).

Sözcükle ilgili en açık bilgiyi Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü’nden öğrenmekteyiz. Burada
sözcüğün kökenin belli olmadığı ve çağdaş lehçelerde kullanıldığı belirtilmiştir (Eren, 1999: 249).

ḳonaḳ “bir tür darı” (EDPT: 637; DTS: 455) → Kzk. ḳonaḳ “darının bir türü; bir çeşit pırasa” (Koç,
2003: 316; Iskakov X, 2011: 26).

Sözcük, Eski Uygurca metinlerden TT VII ḳonaḳ “darı çeşidi” (Clauson, 1972: 637), DLT’de
ḳonaḳ “bir çeşit kaba darı” (Atalay, 2013: 343) şeklinde görülmektedir. Sözcük, Harezm Türkçesi
eserlerinden KE ḳonaḳ “bir tür ufak darı” (Ünlü, 2012: 334), Kıpçak Türkçesi eserlerinden İH ḳonaḳ
tarıġ “bir cins darı” (Toparlı, 2014: 153), Çağatay Türkçesi eserlerinden LÇT konaġ “bir tür darı”
(Durgut, 1995: 490) şeklinde görülmektedir.

kömürgen “dağ soğanı” (EDPT: 691; DTS: 326) → Kzk. köbürgen, kömürgen “dağ soğanı; dağ
sarımsağı” (KTAS: 329).

Sözcük, sadece DLT’de kömürgen, kövürgen şeklinde geçmekte ve ‘dağ soğanı’ anlamında
kullanılmaktadır (Atalay, 2013: 397).

kök “yeşil, yeşillik, ot” (EDPT: 708; DTS: 312) → Kzk. kök “yeşil, çimen; sebze, meyve” (Koç, 2003:
243).

Sözcük, ET’den itibaren Türkçenin tüm tarihi dönemlerinde kök “gök, gökyüzü; mavi, yeşil;
asıl, kök” gibi şekillerde görülmektedir. Ancak Harezm Türkçesi eserlerinden ME kök “yeşil, ot” (Ünlü,
2012: 340), Çağatay Türkçesi eserlerinden LÇT kök “yeşil, yeşillik” (Ünlü, 2013: 654) şeklinde
görülmektedir.

köken, kögen “şeftali; gövem eriği” (Atalay, 1945: 206) → Kzk. köken “ceviz, zeytin gibi yuvarlak
şekilli bir meyve; çalı, kısa ağaç” (Iskakov VIII, 2011: 235).

Sözcük, Kıpçak Türkçesi eserlerinden TA köken “şeftali”, TZ kögen, kögem “gövem eriği”
(Atalay, 1945: 206; Toparlı, 2000: 122), Çağatay Türkçesi eserlerinden LÇT kögem “sert bir ağaç”
(Ünlü, 2013: 653) şeklinde görülmektedir.

mırç, murç (< Sans. marica, marīca) “biber, karabiber” (EDPT: 771; DTS: 346) → Kzk. burış
“karabiber, biber” (Koç, 2003: 99).

Sözcük, Eski Uygurca metinlerinden TT VII murç “karabiber” (Clauson, 1972: 771), DLT’de
murç “karabiber” (Atalay, 2013: 415) şeklinde görülmektedir. Sözcük, Kıpçak Türkçesi eserlerinden
CC, Kİ, TA burç “karabiber” (Toparlı, 2014: 38), Çağatay Türkçesi eserlerinden LÇT burc “biber” (Ünlü,
2013: 174) şeklinde görülmektedir.

orman “orman” (Grønbech, 1942: 179) → Kzk. orman “orman” (Koç, 2003: 417).

73
Emin Oba, Hulisi Gürbüz

Sözcük Harem Türkçesi eserlerinden NF’de orman “orman” (Ünlü, 2012: 447), Kıpçak
Türkçesi eserlerinden CC, Kİ, TA orman “orman, ağaç kümesi” (Toparlı, 2014: 205) şeklinde
görülmektedir.

ot “bitki, ot” (EDPT: 34; DTS: 373) → Kzk. ot “ot” (Koç, 2003: 419).

Sözcük, Eski Uygurca metinlerde TT V ot “ot, yeşillik” (Clauson, 1972: 34-35), DLT’de ot “ot”
(Atalay, 2013: 443) şeklinde görülmektedir. Sözcük, Harezm Türkçesi eserlerinden NF, KE ot “ot,
nebat” (Ünlü, 2012: 451), Kıpçak Türkçesi eserlerinden CC, Kİ, TA ot “ot, yabani bitki” (Toparlı, 2014:
206), Çağatay Türkçesi eserlerinden LÇT, MK ot “ot, bitki, çayır” (Ünlü, 2013: 866) şeklinde
görülmektedir.

öleŋ “çim, çimen, taze yeşil ot” (EDPT: 147) → Kzk. öleŋ “sulak yerde yetişen ot, çimen” (Iskakov XII,
2011: 131).

Sözcük Eski Uygurcada öleŋ “çimen, çayır” şeklinde görülmektedir (Wilkens, 2021: 530).
Sözcük, Çağatay Türkçesi eserlerinden AL, LÇT öleŋ “çayır, çimen” şeklinde görülmektedir (Ünlü,
2013: 884).

özek “ağacın bedeni, özü” (EDPT: 285; DTS: 395) → Kzk. özek “bitkilerin kök, gövde ve dallarının
ortasında boydan boya bulunan hafif, gevrek ve çoğu yumuşak bölüm, öz” (Koç, 2003: 424).

Sözcük, Kıpçak Türkçesi eserlerinden TZ özek “ağacın bedeni, özü”, İH özdek “ağacın bedeni,
özü” (Toparlı, 2014: 214), Çağatay Türkçesi eserlerinden LÇT özek “bir şeyin içi, çekirdek” (Ünlü,
2013: 882) şeklinde görülmektedir.

saġız, saḳız “sakız” (EDPT: 817; DTS: 481) → Kzk. saġız “sakız” (Koç, 2003: 458).

Sözcük Eski Uygurcada saḳız “sakız” (Rachmati, 1932: 137), DLT’de saġız / saḳız “sakız”
(Atalay, 2013: 481) şeklinde görülmektedir. Ayrıca sözcük, Harezm Türkçesi eserlerinden ML saḳız
“sakız” (Ünlü, 2012: 498), Kıpçak Türkçesi eserlerinden CC, TA saḳız “sakız”, İM saġız “sakız” (Toparlı,
2014: 224), Çağatay Türkçesi eserlerinden LÇT saḳız “sakız” (Ünlü, 2013: 942) şeklinde
görülmektedir.

saz “kamış, ot, bataklık” (VEWT: 406) → Kzk. saz “kamış, sazlık, bataklık; çayır” (Koç, 2003: 459;
KTAS: 571).

Sözcük, Harezm Türkçesi eserlerinden HŞ saz “kamış, ot, sazlık” (Ünlü, 2012: 507), Kıpçak
Türkçesi eserlerinden Kİ saz “orman”, CC saz “bataklık” (Toparlı, 2014: 207), Çağatay Türkçesi
eserlerinden AL, LÇT saz ”hasır otu, kamış” (Ünlü, 2013: 959) şeklinde görülmektedir.

sarumsaḳ “sarımsak” (EDPT: 853; DTS: 489) → Kzk. sarımsaḳ “sarımsak” (Koç, 2003: 470).

Sözcük DLT’de sarmusaḳ / samursaḳ “sarımsak” şeklinde görülmektedir (Atalay, 2013: 494).
Ayrıca sözcük, Harem Türkçesi eserlerinden NF, ML sarımsaḳ “sarımsak”, KE sarmusaḳ “sarımsak”
(Ünlü, 2012: 503), Kıpçak Türkçesi eserlerinden Kİ, TA, TZ sarımsaḳ “sarımsak”, CC sarmısaḳ
“sarımsak” (Toparlı, 2014: 227), Çağatay Türkçesi eserlerinden LÇT sarımsaḳ “sarımsak” (Ünlü, 2013:
951) şeklinde görülmektedir.

soġan, saġun “soğan” (EDPT: 812; DTS: 507) → Kzk. soġan “bahçede, tarlada yetişen bir bitki” (KTAS:
602).

Sözcük, Eski Uygurcada soġun “soğan” (Rachmati, 1932: 128), DLT soġan / soġun “soğan”
(Atalay, 2013: 526) şeklinde görülmektedir. Sözcük, Harezm Türkçesi eserlerinden KE, ML soġan

74
Emin Oba, Hulisi Gürbüz

“soğan” (Ünlü, 2012: 526), Kıpçak Türkçesi eserlerinden CC, TA, TZ soġan “soğan” (Toparlı, 2014:
238), Çağatay Türkçesi eserlerinden LÇT soġan “soğan” (Ünlü, 2013: 997) şeklinde görülmektedir.

sögüt “söğüt ağacı” (EDPT: 819; DTS: 510) → Kzk. sävit “söğüt ağacı” (KTAS: 595).

Sözcük, Eski Uygurca metinlerden TT I sögüt “söğüt ağacı” (Clauson, 1972: 819), DLT sögüt /
söküt “söğüt ağacı” (Atalay, 2013: 532) şeklinde görülmektedir. Ayrıca sözcük Harezm Türkçesi
eserlerinden ME sögüt “ağaç” (Ünlü, 2012: 530), Kıpçak Türkçesi eserlerinden DM, TA sögüt “söğüt
ağacı” (Toparlı, 2014: 240), Çağatay Türkçesi eserlerinden LÇT sögüd “söğüt ağacı” (Ünlü, 2013:
1003) şeklinde görülmektedir.

süpürgü “süpürge” (EDPT: 792; DTS: 517) → Kzk. sıpırġı, sıpırġış, sıpırtḳı “süpürge, süpürge otu”
(Iskakov XIII, 2011: 534-535).

Sözcük DLT’de süpürgü “süpürge” şeklinde görülmektedir (Atalay, 2013: 550). Harezm
Türkçesi eserlerinden ML süpürgü “süpürge”, HŞ sipürtke “süpürge” (Ünlü, 2012: 525), Kıpçak
Türkçesi eserlerinden Kİ süpürge “süpürge”, TZ sipirge / sipirgi “süpürge”, CC sibürtki “süpürge”
(Toparlı, 2014: 237), Çağatay Türkçesi eserlerinden LÇT süpürgü “süpürge” (Ünlü, 2013: 1016)
şeklinde görülmektedir.

tal “söğüt ağacı” (EDPT: 489) → Kzk. tal “yaş dalları olan, ince yapraklı ağaç, söğüt” (Koç, 2003: 514;
Iskakov XIII, 2011: 645).

Sözcük, Harezm Türkçesi eserlerinden NF tal “ağaç” (Ata, 1998: 401), Kıpçak Türkçesi
eserlerinden GT tal “söğüt” (Toparlı, 2014: 259), Çağatay Türkçesi eserlerinden LÇT tal “söğüt ağacı”
(Ünlü, 2013: 1068) şeklinde görülmektedir.

tarıġ “arpa, buğday, darı; ekin, bitki” (EDPT: 537; DTS: 537) → Kzk. tarı “darı, akdarı” (Koç, 2003:
524; Iskakov XIV, 2011: 16).

Sözcük Eski Uygurca metinlerinden Irk Bitig’de tarıg “ekin” (Tekin, 2013: 61), DLT’de tarıġ
“ekin, bitki; arpa, buğday” (Atalay, 2013. 577) şeklinde görülmektedir. Sözcük, Harezm Türkçesi
eserlerinden NF tarıġ “buğday”, KE tarıḳ “buğday” (Ünlü, 2012: 568), Kıpçak Türkçesi eserlerinden
CC, Kİ, TZ tarı “darı” (Toparlı, 2014: 263), Çağatay Türkçesi eserlerinden LD tarı “darı, ekin” (Ünlü,
2013: 1082) şeklinde görülmektedir.

tavılḳu “kızıl ağaç” (EDPT: 440; DTS: 542) → Kzk. tobılġı “kızılcık ağacı” (Koç, 2003: 538).

Sözcük, DLT’de tavulḳı “kızıl ağaç, kızıl söğüt” şeklinde görülmektedir (Atalay, 2013: 588).

tėrek “ağaç, kavak ağacı” (EDPT: 543; DTS: 553) → Kzk. terek “kavak, kavak ağacı” (Koç, 2003: 535).

Sözcük, DLT’de tėrek “kavak” şeklinde görülmektedir (Atalay, 2013: 625). Sözcük, Harezm
Türkçesi eserlerinden KE terek “asma” (Ünlü, 2012: 585), Kıpçak Türkçesi eserlerinden CC, Kİ, TZ
terek “ağaç, hurma ağacı” (Toparlı, 2014: 271), Çağatay Türkçesi eserlerinden AL, LÇT terek “servi,
kavak” (Ünlü, 2013: 1113) şeklinde görülmektedir.

tiken “diken” (EDPT: 483; DTS: 558) → Kzk. tiken “diken” (Koç, 2003: 572).

Sözcük, Eski Uygurcada tiken “diken” (Rachmati, 1932: 5), DLT ve KB tiken “diken” (Atalay,
2013: 620; Arat, 1979: 445) şeklinde görülmektedir. Sözcük, Harezm Türkçesi eserlerinden NF, KE
tiken “diken” (Ünlü, 2012: 592), Kıpçak Türkçesi eserlerinden TA, TZ tiken “diken” (Toparlı, 2014:
275), Çağatay Türkçesi eserlerinden LÇT, MK tiken “diken” (Ünlü, 2013: 1127) şeklinde
görülmektedir.

75
Emin Oba, Hulisi Gürbüz

tikenek “diken” (EDPT: 483) → tikenek “diken” (Koç, 2003: 573).

Sözcük, Kıpçak Türkçesi eserlerinden Kİ, TA, TZ tikenek “diken” şeklinde görülmektedir
(Toparlı, 2014: 275).

ur “tohum” (Toparlı, 2014: 293) → Kzk. urlıḳ (ur + lıḳ) “tohumluk, bitki tohumu; tane, tahıl” (KTAS:
700). Sözcük, Kazakçada yapım ekli şekilde görülmektedir.

Sözcük, yalnızca Kıpçak Türkçesi eserlerinden Kİ ur “tohum” şeklinde görülmektedir


(Toparlı, 2014: 293).

uruġ “tohum” (EDPT: 214; DTS: 615) → Kzk. urıḳ “tohum, bitki tohumu; tahıl, tane” (Koç, 2003: 587;
Iskakov XIV, 2011: 744).

Sözcük Eski Uygurcada uruġ “tohum” (Rachmati, 1932: 3), DLT ve KB’de uruġ “tohum, tane”
(Atalay, 2013: 697; Arat, 1979: 497) şeklinde görülmektedir. Sözcük, Harezm Türkçesi eserlerinden
KE uruġ “tohum” (Ünlü, 2012: 626), Kıpçak Türkçesi eserlerinden BV uruḳ “bir bitki” (Toparlı, 2014:
293), Çağatay Türkçesi eserlerinden LÇT uruġ / uruḳ “tohum; zerdali, kayısı” (Ünlü, 2013: 1187)
şeklinde görülmektedir.

yabçan, yavçan “(bitki) pelin” (EDPT: 872; DTS: 235) → Kzk. juvsan “(bitki) pelin, ak pelin” (Koç,
2003: 184).

Sözcük, DLT’de yapçan / yavşan “yavşan otu” şeklinde görülmektedir (Atalay, 2013: 744).
Sözcük, Kıpçak Türkçesi eserlerinden İH, TA, TZ yavşan “bir tür ot, yavşan otu” (Toparlı, 2014: 315),
Çağatay Türkçesi eserlerinden LÇT yavşan “yavşan otu” (Ünlü, 2013: 1242) şeklinde görülmektedir.

yaġaḳ “ceviz” (EDPT: 900; DTS: 224) → Kzk. jaŋaḳ, jaŋġaḳ “ceviz” (Koç, 2003: 161).

Sözcük, Eski Uygurca metinlerinden Irk Bitig’de yaġaḳ “ceviz” (Tekin, 2013: 65), DLT’de
yaġaḳ “ceviz” (Atalay, 2013: 726) şeklinde görülmektedir. Çağatay Türkçesi eserlerinden AL, LÇT
yaŋaḳ, yaŋḳaġ “ceviz” (Ünlü, 2013: 1227) şeklinde görülmektedir.

yapurġaḳ “yaprak” (EDPT: 879; DTS: 237) → Kzk. japıraḳ, jarpaḳ “yaprak” (Koç, 2003: 162).

Sözcük, Eski Uygur metinlerinden U II yapırġaḳ “yaprak” (Clauson, 1972: 879), DLT’de
yapurġaḳ “yaprak” (Atalay, 2013: 746) şeklinde görülmektedir. Sözcük, Harezm Türkçesi
eserlerinden NF yapurġaḳ / yapraḳ “yaprak”, KE yafraḳ / yapurġaḳ “yaprak” (Ünlü, 2012: 661),
Kıpçak Türkçesi eserlerinden Kİ, TZ yapraḳ “yaprak” (Toparlı, 2014: 311), Çağatay Türkçesi
eserlerinden LÇT, ŞHD yapraḳ “yaprak” (Ünlü, 2013: 1230) şeklinde görülmektedir.

yarma “yarma, bulgur” (EDPT: 969) → Kzk. jarma, jarmaḳ “yarma, yarmak, yarılmış buğday, arpa,
darı” (Koç, 2003: 164; Iskakov VI, 2011: 105).

Sözcük, Kıpçak Türkçesi eserlerinden TZ’de yarma “yarma, bulgur” şeklinde geçmektedir
(Toparlı, 2014: 313).

yarpuz “güzel koku yayan bir bitki, nane” (EDPT: 957; DTS: 243) → Kzk. jalbız “nane” (Koç, 2003:
156). Sözcük çağdaş lehçelerden Kırgızcada calbız “nane” şeklinde görülmektedir (Yudahin, 2011:
167).

Sözcük, DLT’de yarpuz “güzel kokulu bir ot, kır nanesi” şeklinde görülmektedir (Atalay,
2013: 752). Ayrıca sözcük, Kıpçak Türkçesi eserlerinden İH yarpuz “yaban pancarı”, TZ yarpuz “su

76
Emin Oba, Hulisi Gürbüz

nanesi” (Toparlı, 2014: 313), Çağatay Türkçesi eserlerinden LÇT yarpuz “kekik gibi bir ot” (Ünlü,
2013: 1235) şeklinde görülmektedir.

yava “yabani soğan” (EDPT: 871; DTS: 248) → Kzk. juva “yabani soğan” (Koç, 2003: 184).

Sözcük Eski Uygurca TT V yava “yabani soğan” (Clauson, 1972: 871), DLT’de yava “kolgan
dikeni, hint ayvası, suyu tutmaca renk veren bir bitki” (Atalay, 2013: 760) şeklinde görülmektedir.
Ayrıca sözcük, Kıpçak Türkçesi eserlerinden TA yava “soğan”, TZ yava “pırasa” şeklinde
görülmektedir (Toparlı, 2014: 315).

yėmiş “meyve, yemiş” (EDPT: 938; DTS: 255) → Kzk. jemis “meyve, yemiş” (Koç, 2003: 174).

Sözcük, Eski Uygurca metinlerden U II’de yemiş “yemiş, meyve” (Clauson, 1972: 938), DLT’de
yemiş “meyve” (Atalay, 2013: 772) şeklinde görülmektedir. Ayrıca sözcük, Harezm Türkçesi
eserlerinden KE yemiş “meyve” (Ünlü, 2012: 678), Kıpçak Türkçesi eserlerinden CC, TA, TZ yemiş
“yemiş, meyve” (Toparlı, 2014: 318), Çağatay Türkçesi eserlerinden LÇT yimiş “meyve, yemiş” (Ünlü,
2013: 1254) şeklinde görülmektedir.

yiken “kargı, kamış; hasır otu” (EDPT: 913) → Kzk. jeken “kargı, kamış” (Iskakov VI, 2011: 271).

Sözcük, DLT’de yiken “hasır yapılacak kovalak ot” şeklinde görülmektedir (Atalay, 2013:
790). Ayrıca sözcük, Kıpçak Türkçesi eserlerinden TZ yeken “kargı, kamış” şeklinde görülmektedir
(Toparlı, 2014: 317).

yonçġa “yonca otu” (EDPT: 971) → Kzk. jonışḳa, jonırışḳa “yonca” (Koç, 2011: 181).

Sözcük Eski Uygurcada yorıŋçġa “yonca” (Wilkens, 2021: 914), DLT yorınçġa “yonca”
(Atalay, 2013: 803) şeklinde görülmektedir. Sözcük, Harezm Türkçesi eserlerinden ML yonçġa
“yonca” (Ünlü, 2012: 693), Kıpçak Türkçesi eserlerinden İH yonça “yonca” (Toparlı, 2014: 327),
Çağatay Türkçesi eserlerinden LÇT yorunçġa “yonca” (Ünlü, 2013: 1260) şeklinde görülmektedir.

2. Sonuç

Kazakçanın söz varlığında Eski Türkçenin izlerini gördüğümüz bu çalışmada; Köktürkçeden,


Eski Uygurcadan, Kutadgu Bilig’den, Divan-ı Lūgati’-Türk’ten, Kıpçakçadan, Çağataycadan birçok
sözcüğün var olduğunu biliyorduk ve burada da bitki adlarının verilmesiyle bu durumun pekiştiğini
görmüş bulunmaktayız. Yukarıda bitki adları ile ilgili verilen sözcüklerin geneli Türkçe sözcüklerden
oluşmakla birlikte bazı alıntı sözcüklerde yer almaktadır. Bu alıntı sözcüklere baktığımızda,
Türkçenin tarihî dönemlerinde alıntılanmış ve Türkçenin fonetik yapısına uydurulmuştur. Buradan
da Kazakçanın söz varlığına geçmiştir.

İncelediğimiz bitki adları ile ilgili sözcüklerin geneli Kazakçanın söz varlığına geçerken,
Kazakçanın kendine has fonetik yapısına uygun bir şekle bürünüp sonrasında kullanıma geçmiştir.
Burada belirtilen bu sözcükler bugün Kazakçada günlük hayatta ve sözlüklerde görülmektedir.

3. Kaynakça

Ağar. Mehmet Emin. 1986. “Baytaratü’l-Vâzıh (İnceleme-Metin-indeks)”. Yüksek Lisans Tezi.


Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Arat. Reşit Rahmeti. (1979). Kutadgu Bilig III (index). yay. Kemal Eraslan, Osman F. Sertkaya, Nuri
Yüce. İstanbul: TKAE.

Atalay. Besim. (1970). Abuşka Lûgati veya Çağatay Sözlüğü. Ankara: Ayyıldız.

77
Emin Oba, Hulisi Gürbüz

Atalay. Besim. (2013). Divanü Lugat-it Türk Tercümesi. Ankara: Türk Dil Kurumu.

Ata. Aysu. (1997). Ḳıṣaṣü’l-Enbiyā II (Dizin). Ankara: Türk Dil Kurumu.

Ata. Aysu. (1998). Nehcü’l-Feradis (Dizin). Ankara: Türk Dil Kurumu.

Battal. Aptullah. (1988). İbni-Mühennâ Lugati. Ankara: Türk Dil Kurumu.

Bang. W., Anamemarie von Gabain. (1929). Türkische Turfan-Texte I. Berlin.

Bang. W., Anamemarie von Gabain. (1931). Türkische Turfan-Texte V. Berlin.

Bayniyazov. A., J. Bayniyazova. (2007). Türikşe-Kazakşa Sözdik. Almatı.

Caferoğlu. Ahmet (1931). Abû Hayyân Kitâb al-İdrâk li-lisân al-Atrâk. İstanbul: Evkaf.

Clauson. Sir Gerard. (1972). An Etymological Dictionary of Pre-thirteenth Century Turkish. Oxford:
Clarendon Press.

Durgut. Hüseyin. (1995). Şeyh Süleyman Efendi-yi Buhāri, Lugat-i Çağatay ve Türki-yi Osmani (Cild-i
Evvel). Yüksek Lisans Tezi. Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Gabain. Annemarie von. (1954). Türkische Turfan-Texte VIII, Texte in Brāhmıschrift. Berlin.

Grønbech. Kaare. (1942). Komanisches Wörterbuch. Türkischer Wortindex zu Codex Cumanicus.


Kopenhagen.

Hacıeminoğlu. Necmettin (2000). Kutb’un Husrev ü Şirin’i ve Dil Hususiyetleri. Ankara: Türk Dil
Kurumu.

Iskakov. A. (1966). Kazak Tiliniŋ Kıskaşa Etimologiyalık Sözdigi. Almatı: Kazak SSR Ġılım.

Iskakov. A. (1974-1976). Kazak Tiliniŋ Tüsindirme Sözdigi 2 cilt Almatı: Kazak SSR Ġılım.

Iskakov. A. (1978-1986). Kazak Tiliniŋ Tüsindirme Sözdigi 10 cilt Almatı: Kazak SSR Gılım.

Iskakov. A. (2011). Kazak Ëdebi Tiliniŋ Sözdigi 15 cilt. Almatı.

İzbudak. Velet (1936). El - İdrak Haşiyesi. Ankara: Türk Dil Kurumu.

Kaliyev. G., O. Hakısbekov, Ş. Sarıbayev, A. Uderbayev. (2005). Kazak Tiliniŋ Aymaktık Sözdigi. Almatı:
Arıs.

Karaağaç. Günay. (1997). Mevlânâ Lutfȋ Dȋvanı. Ankara: Türk Dil Kurumu.

Karamanlıoğlu. Ali Fehmi. (1989). Gülistan Tercümesi (Kitâb Gülistan bi’t Türkȋ). Ankara: Türk Dil
Kurumu.

Karasoy. Yakup. (1998). Şȋbân Han Dȋvânı (İnceleme-Metin-Dizin-Tıpkıbasım). Ankara: Türk Dil
Kurumu.

Koç. Kenan, Ayabek Bayniyazov, Vehbi Başkapan. (2003). Kazak Türkçesi Türkiye Türkçesi Sözlüğü.
Ankara: Akçağ.

Le Coq, Albert von. (1922). Türkische Manichaica aus Chostscho III. Nebst einem-christlichen
Bruchstück aus Bulayıq. Berlin: (APAW. Phil.-hist. K1. 1922).

78
Emin Oba, Hulisi Gürbüz

Müller, F. W. K. (1920). Uigurica III. Berlin: APAW.

Nadelyayev. V. M., D. M. Nasilov, E. R. Tenişev, A. M. Şçerbak. (1969). Drevnetyurskskiy slovar’.


Leningrad.

Oba. Emin. (2014). “Kazak Türkçesindeki Arapça ve Farsça Kelimelerin Fonetik Değişimleri”. Turkish
Studies - International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic.
Volume 9/6, p. 797-806, Ankara.

Oba. Emin. (2020). Kazakçanın Tarihî Türk Lehçelerine Göre Söz Varlığı. İstanbul: IQ Kültür-Sanat.

Oba. Emin. (2021). Eski Türkçeden Kazakçaya Söz Varlığı: Harezm Türkçesi Örneği, Uluslararası İdil-
Ural ve Türkistan Araştırmaları Dergisi, cilt: 3, sayı: 6, sayfa: 225-234.

Oba. Emin (2021). Қазақ Тілінің Тарихи Түркі Тілдері Тұрғысынан Сөздік Қоры (Түсіндірме
Сөздік), Almatı: Al-Farabi Üniversitesi Basımevi.

Ölmez. Zuhal. (1993). “Mahbûbu’l-kulûb, İnceleme-Metin-Sözlük”. Doktora Tezi Hacettepe


Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Rachmati. G. R. (1930). Zur Heilkunde der Uiguren I. SPAW.

Rachmati. G. R. (1932). Zur Heilkunde der Uiguren II. SPAW.

Räsänen. M. (1969). Versuch eines etymologischen Wörterbuchs der Türksprachen. Helsinki:


Suomalais-Ugrilainen Seura.

Sevortyan, Yervand Vladimiroviç. (1974-2003). Etimologiçeskiy Slovar Tyurkskih Yazıkov. Moskva.

Steingass. Francis Joseph. (1892). Comprehensive Persian-English Dictionary, including the Arabic
words and phrases to be met with in Persian literature. London.

Tekin. Talat. (2017). Orhon Yazıtları. Ankara: BilgeSu.

Toparlı. Recep, M. Sadi Çögenli, Nevzat H. Yanık. (1999). El-Kavânȋnü’l-Külliye Li-Zabti’l-Lügati’t-


Türkiyye. Ankara: Türk Dil Kurumu.

Toparlı. Recep, M. Sadi Çögenli, Nevzat H. Yanık. (2000). Kitâb-ı Mecmu-ı Tercümân-ı Türkȋ ve Acemȋ
ve Mugalȋ. Ankara: Türk Dil Kurumu.

Toparlı. Recep, Mustafa Argunşah. (2014). İslâm Mu’ȋnü’l-Mürȋd. Ankara: Türk Dil Kurumu.

Toparlı. Recep, Hanifi Vural, Recep Karaatlı. (2014). Kıpçak Türkçesi Sözlüğü. Ankara: Türk Dil
Kurumu.

Türk Dil Kurumu. (1945). Ettuhfet-üz-Zekiyye Fil-Lugat!it-Türkiyye. çev. Besim Atalay. Ankara.

Ünlü. Suat. (2012). Harezm-Altınordu Türkçesi Sözlüğü. Konya: Eğitim Yayınevi.

Ünlü. Suat. (2013). Çağatay Türkçesi Sözlüğü. Konya: Eğitim.

Wilkens. Jens. (2021). Handwörterbuch des Altuigurischen, Altuigurisch-Deutsch-Türkisch (Eski


Uygurcanın El Sözlüğü, Eski Uygurca-Almanca-Türkçe). Göttingen: Universitetsverlag Göttingen.

Yüce. Nuri. (1993). Mukaddimetü’l-Edeb, Ḫvārizm Türkçesi ile Tercümeli Şuşter Nüshası (Giriş- Dil
Özellikleri- Metin- İndeks). Ankara: Türk Dil Kurumu.

79
Emin Oba, Hulisi Gürbüz

Kısaltmalar

AL: Abuşka Lûgati veya Çağatay Sözlüğü → Atalay 1970.

BV: Baytaratü’l-Vâzıh → Ağar 1986.

CC: Komanisches Wörterbuch. Türkischer Wortindex zu Codex Cumanicus → Grønbech 1942.

DLT: Divanü Lugat-it Türk Tercümesi → Atalay 2013.

DTS: Drevnetyurskskiy slovar → Nadelyayev vd. 1969.

EDPT: Etymological Dictionary of Pre-thirteenth Century Turkish → Clauson 1972.

ESTY: Etimologiçeskiy Slovar Tyurkskih Yazıkov → Sevortyan 1974-2003.

ET: Eski Türkçe.

Far. : Farsça.

GT: Gülistan Tercümesi → Karamanlıoğlu 1989.

İH: El - İdrak Haşiyesi → İzbudak 1936.

KB: Kutadgu Bilig III (Index) → Arat 1979.

KE: Ḳıṣaṣü’l-Enbiyā II (Dizin) → Ata 1997.

Kİ: Kitābu’l-İdrāk li Lisāni’l-Etrāk → Caferoğlu 1931.

KK: El-Kavânȋnü’l-Külliye Li-Zabti’l-Lügati’t-Türkiyye → 1999.

KTAS: Kazak Tiliniŋ Tüsindirme Sözdigi → Januzakov 2008.

Kzk. Kazakça.

LÇT: Şeyh Süleyman Efendi-yi Buhāri, Lugat-i Çağatay ve Türki-yi Osmani (Cild-i Evvel) → Durgut 1995.

LD: Mevlânâ Lutfȋ Dȋvanı → 1997.

Man III: Türkische Manichaica aus Chostscho III → Le Coq 1922.

MK: Mahbûbu’l-kulûb → Ölmez 1993.

ML: İbni-Mühennâ Lugati → Battal 1988.

NF: Nehcü’l-Feradis (Dizin) → Ata 1998.

ŞHD: Şȋbân Han Dȋvânı → Karasoy 1998.

TA: Kitâb-ı Mecmu-ı Tercümân-ı Türkȋ ve Acemȋ ve Mugalȋ → Toparlı 2000.

TT I: Türkische Turfan-Texte I → Bang 1929.

TT V: Türkische Turfan-Texte V → Bang 1931.

TT VIII: Türkische Turfan-Texte VIII → Gabain 1954.

80
Emin Oba, Hulisi Gürbüz

U III: Uigurica III → Müller 1920.

VEWT: Versuch eines etymologischen Wörterbuchs der Türksprachen → Räsänen 1969.

TZ: Ettuhfet-üz-Zekiyye Fil-Lugat’it-Türkiyye → Atalay 1945.

81
Azərbaycan Ədəbiyyatında Türkçülük İdeyaları: XX Əsr
Azərbaycan Maarifçilərinin Fikirlərində

Minayə İsmayılova Abbas qızı 1


Özet

Azərbaycan ədəbiyyatında Türkçülük ideyalarının yaranma səbəbləri özündən daha əvvələ dayanan
milli siyasi zərurətin yaratdığı fikir bazasına dayanır. Hər bir ictimai, fəlsəfi, ideoloji şəraiti yetişdirən
tarixi şərait olduğu kimi, Türkçülük ideologiyasının yaranma səbəbləri də özündən əvvəl yetişməkdə
olan tarixi zərurətin bir nəticəsi idi. Xalqın dili onun mədəni sərvəti və eyni zamanda onun özünü
dünyaya tanıtma və bir xalq olaraq təsdiqi üçün ən önəmli vasitədir. Xalqın ictimai xarakterini
ədəbiyyat vasitəsi ilə dünyaya bəyan etmək o dövrün maarifçi, ədib və yazarlarının üzərinə məsuliyyətli
həm də şərəfli bir yük qoymuşdur. Sayları kifayət qədər çox olsa da onlardan sadəcə bəzilərinin adlarını
burada sadalma imkanımız var.

Anahtar Kelimeler: Türkçülük, Azərbaycan, Turançılıq, ədəbiyyat, maarifçilik, ideya, milli Oyanış.
1. Giriş

Məlum olduğu kim hər bir xalqın dili onun ictimai xarakterini,mədəni zənginliyini
incəsənətinin yazılı təzahürünü, mənəvi irsini təbliğ və tərənnüm edir. Milli mentalitetlərin fərqləri
özünü yalnız dildə göstərə bilər. Deyə bilərlər ki, davranış qaydalarının özü də xalqların fərqliliyini
biruzə verir. Lakin davranış normaları,ictimai hadisə olaraq, etnik təfəkkür tarixindən çox ictimai
şüur tarixinidə özünü əks etdirir. Cəmiyyətin şüur tarixində isə əsasən hadisələri fərqləndirmək
heç də həmişə mümkün olmur. Dilin əsas fondu xalqın dünyagörüşünü əks etdirir. Əslində, ictimai
fikir, xalqın düşüncəsini əks etdirə bilirsə, bu zaman o, folklordan başlayaraq yazılı ədəbiyyata
qədər geniş bir sahədə öz ifadəsini tapır.

XX əsrin əvvələri Azərbaycan mənəvi elitasının, ədəbiyyatının qidalandığı və güc aldığı əsas
mənbə Türkiyə idi. XIX əsrin sonlarında Türkiyədəki baş verən ictimai-siyasi proseslər, dil, millət,
problemlərini önə çıxardı. Bu yolda Cəmaləddin Əfqaninin islahatçı düşüncəsi, millət və dil birliyi
ideyaları ədəbi prosesə də öz təsirini göstərirdi. Əfqani Osmanlıda yaşadığı illərdə milli
vətənpərvərlik hisslərinin aşılanmasında, milli oyanışın formalaşmasında nəinki türk şairlərinə,
eləcə də Azərbaycan ədəbi mühitinə təsiri olmuşdur.həmin dövrdə Azərbaycanda Ə.Ağaoğlu,
Ə.Hüseynzadə, M.Ə.Rəsulzadə, və b öz yaradıcılıqlarında, C.Əfqaninin fikir və ideya izlərini görmək
mümkün idi.Əfqaninin özünəməxsus islahatçı ideyaları ilə birgə önə sürdüyü əsas məsələrdən biri də
dil məsələsi idi. O, insanları bir-birinə bağlayan faktorlardan biri kimi ilk növbədə dil birliyini əsas
götürür və müsəlmanların milli mədəni müxtəlifliyini önə sürürdü. Onun dini mövzuda irəli sürdüyü
fikirlərdə dini və milli birliyi vətəni sevmək və onun üçün çalışmağa yönəldən iki əsasa bağlayaraq
dilə gətirirdi. Bu cür yanaşma o , həmin dövrə qədər müzakirə olunmayan bir məsələ kimi
müsəlman aləminin özünə yenidən baxmağa, dil, vətən, millət amilinə yönəltmək üçün ən yaxşı
vasitələrdən birinə çevrilməsinə gətirib çıxarır. Əfqaninin milli vəhdət fəlsəfəsinin əsasında da məhz
dil birliyi dururdu və dilin birliyi milli birliyin əsası kimi götürülürdü. C.Əfqani yazırdı: "Əgər dil
birliyi olmasa, milli vəhdətin həqiqi mahiyyəti və həyat gücü ola bilməz. Dil birliyi insanlar arasında
çox mühüm əhəmiyyət kəsb edən əsas əlaqə vasitəsidir. O, müxtəlif məzhəbə qulluq edən tayfaları,
müxtəlif arzularla yaşayan qəbilələri vahid bir millət bayrağı altına səsləyən, onların gücünü-

1
Azərbaycan Memarlıq və İnşaat Universiteti Bakı Azərbaycan
mina.ismayil.60@mail.ru

82
Minayə İsmayılova Abbas qızı

qüvvəsini birləşdirib bir məqsədə doğru yönəldən, ictimai qüsurları birlikdə dəf etməyə, milli
çətinlikləri birlikdə aradan qaldırmağa çağıran, ümumxalq səadətinə nail olmaq, müsibət və
bədbəxtliklərdən nicat yolları arayıb tapmaq üçün hamını yekdil, həmrəy olmağa dəvət edən, gözəl
yaşayışdan ibarət təzə həyata qovuşduran, vətəndaşlarının əyinlərinə istiqlal paltarı geydirən əsas
vasitədir." (Əfqani C. (1997), Milli vəhdət fəlsəfəsi və dil birliyinin həqiqi mahiyyəti//
Qurbanov Ş. Cəmaləddin Əfqani və türk dünyası, Bakı, 1997, s. 187).

Azərbaycan ədəbiyyatında Türkçülük haqqındakı fikirlərimizə məhz Cəmaləddin Əfqani ilə


başlamağımız səbəbsiz deyil. Çünki bu işiqlı düşüncəyə malik insanın ideyalarının işiğı gənc
türklərin və türk ədəbiyyatının inkişafı və formalaşmasında böyük təsiri olmuşdur. Xüsusilə də
Azərbaycan romantiklərinə ən çox təsir etməyi bacaran Məmməd Əmin Yurdaqulun onunla görüşləri,
söhbətlərindən sonra öz əsərlərinin üslubunun, dilinin, ifadə tərzinin və ən asas isə mövzusunun
dəyişməsi ədibin ona təsirini aydın göstərdiyini görürük. C.Əfqani ilə münasibətlərini
M.Ə.Yurdaqulun bu şəkildə ifadə etdiyinin şahidi oluruq: "Məni o yoğurmuşdur. Əgər ruhların
sonsuzluğu və ölməzliyi varsa, deyərdim ki, o, vücudunun ətlərini, sümüklərini torpaqlara
buraxmışsa, ruhunu da mənə ərmağan etmişdir. Cəmaləddinin ruhu məndə yaşayır" (Akçura Y.
Türkçülük. İstanbul, 1990, s. 110).

Qəlbi, ruhu Vətən ,millət eşqi ilə döyünən şairin çap etdirdiyi "Türkcə şeirlər" kitabında
toplanan şeirlərin hamısının heca vəznində yazılması ilə yanaşı onun eyni zamanda yazdığı şeirlərdə
Türkçülük ,Vətənsevərlik ideyalarının da açıq təzahürlərini görə bilərik Onun bu şeirləri sonralar
Türkiyə və Azərbaycan mühitində milli marş kimi səslənərək və özündən sonrakı ədəbiyyata da öz
təsirini göstərmişdir. M.Ə.Yurdaqulun "Cəngə gedərkən" şeiri o zaman bütün türk dünyasını
dolaşmış və yeni bir ab-hava yaratmışdır:

Mən bir türkəm, dinim, cinsim uludur;

Sinəm, özüm atəş ilə doludur.

İnsan olan vətəninin quludur -

Türk övladı evdə durmaz, gedərəm.

.Bu topraqlar əcdadımın ocağı,

Evim, köyüm həp bu yerin bucağı.

İştə vətən, iştə Tanrı qucağı -

Ata yurdum övlad pozmaz, gedərəm.

(Yurdakul M.E. Türkce Şiirler. İstanbul, Çağrı Yayın, 2007, s. 29)

Turançılıq ideyasının bədii ədəbiyyatda ilk nümunəsi kimi Ə.Hüseynzadənin "Sizlərsiniz ey


qövmi-macar, bizlərə ixvan, Əcdadımızın müştərəkən mənşəyi Turan", - sətirləri ilə başlayan qitəsi
hesab edilir. 1892-ci ildə yazılmış bu şeir o zaman dərc edilməsə də türkçü dairələrdə geniş
yayılmışdır. Bu barədə müxtəlif vaxtlarda Y.Akçura, Z.Göyalp kimi fikir adamları da məlumat
vermişlər. Maraqlıdır ki, Ə.Hüseynzadə həmin şeiri 1904-cü ildə bir məqaləsinə əlavə edərək Misirdə
çıxan "Türk" qəzetinə göndərsə də, şeirin çapı burada da mümkün olmur. Bundan sonra Turan ifadəsi
işlənməsə də, M.Ə.Yurdaqulun türkçü şeirlərində bu ideyanı əhatə edən Türküstan ifadəsi
işlənilmişdir. Onun "Ey türk, oyan" (1893) şeirində çuvaşı, azərisi, başqırdı, sartı, fini, kalmıkı eyni
qanla yoğuran "Ana vətən"ə üz tutur və onların hamısının türk dili ilə danışdığını bildirir və onların
hər birinin öz övladı olduğunu dilə gətirir. Bu xalqların yaşadığı məkanı yurdu hesab edən şair yazır

83
Minayə İsmayılova Abbas qızı

Milyonlarca o esir, o ateşli kalplerin,

Hepsi türklük aşkıyla tek kalp kimi çarpacak.

Yüz milyon türk, eski, yeni Türküstan,

Bütün dünya ve istikbal hep senin.

(Yurdakul M.E. Türk sazı, İstanbul, 1979, s. 22)

Əsasən Azərbaycan Cümhuriyyəti dövründə formalaşan mətbuat tariximizə nəzər saldıqda, o


dövrün ziyalı, görkəmli şəxsiyyətlərinin Azərbaycanın mədəniyyətində, tarixində və siyasi həyatında
nə qədər böyük təsirə malik olduğunu görmək olur. M.Ə.Yurdaqulun şeirləri XX əsrin əvvəlləri
Azərbaycan mətbuatında və yeni hazırlanan dərsliklərdə də yer almışdır. Vətənçilik, türkçülük, milli
hiss və düşüncənin poeziyaya ayaq açmasında onun "Türkcə şeirlər" kitabı yeni bir mərhələ
başlatmışdır. Bu mərhələyə XIX əsrin 90-cı illərində İstanbulda yaşayan böyük türkçü Ə.Hüseynzadə
başçılıq etmişdir. Azərbaycanın ədəbiyyat və mətbuat tarixində görkəmli şəxsiyyətlərdən biri də
tanınmış siyasi xadim, istedadlı publisist, şair, rəssam, tərcüməçi Əlibəy Hüseynzadə olmuşdur.
Ə.Hüseynzadənin Azərbaycan mədəniyyətində özünəməxsus yeri vardır. Onun "Sizlərsiniz ey qövmi-
macar bizlərə ixvan" sətri ilə başlayan məşhur şeiri türkçülük və turançılıq ideyasının poetik əksi
olmuşdur. Bir qədər sonra yazdığı "Arslan ağzı" şeirində də türklüyü təbliğ edir, türk oğluna vətənin
dar günündə onu darda qoymamağı aşılayırdı:

Vətənimiz bizim islam torpağı,

Torpağımız bizim Arslan yatağı,

Müharibə bizə bir əyləncədir,

Ölüm saçan toplar əl oyuncağı.

Əbədiyyən yaşar türkün bayrağı!

Ölümdən qaçarmı vətən uşağı?!

Üstü də, altı da birdir torpağın!

Yer, gök, dəniz bütün Tanrı qucağı!

(Hüseynzadə Ə.Seçilmiş əsərləri. 2 cilddə, II c., Bakı, 2007, s. 19)

Xalqımızın milli oyanışında, əsası Mirzə Fətəli Axundzadə və Həsən bəy Zərdabi tərəfindən
qoyulan milli maarifçilik hərəkatının, islamçılıq və müasirlik (avropaçılıq) ideyalarının davam və
inkişaf etdirilməsində əvəzedilməz rol oynamış, millətimizin islam ümmətçiliyindən çıxaraq islam
milliyyətçiliyinə və oradan türk milliyyətçiliyinə keçidinin əsas ideya və əməl rəhbərlərindən
(Əlimərdan bəy Topçubaşov və Əhməd bəy Ağayevlə birgə) biri olan Əli bəy Hüseynzadə özünün
irəli sürüb əsaslandırdığı "türkləşmək, islamlaşmaq, avropalaşmaq" milli dirçəliş və milli istiqlal
formulu (düsturu) ilə türkçülüyün siyasi məramnaməsini və elmi-nəzəri əsaslarını, müasirlərinin
dediyi kimi, milli istiqlal mücadiləsinin "Ana Yasası"nı verməklə milli məfkurəmizə "türkçülüyün
atası" kimi özünün əbədi imzasını atmış oldu. Az sonra Azərbaycan Xalq Cümhuriyyətinin milli
dövlətçilik ideologiyasına çevrilən bu triada ("üçlü məram") milli bayrağımızdakı rənglər palitrası
vasitəsilə əbədiləşdi və sonsuzluğa qədər Azərbaycan xalqının qan yaddaşına daxil oldu. Bu mənada
bu gün də başlarımız üzərində əzəmətlə dalğalanan milli bayrağımızdakı üç rəngin bildirdiyi simvolik
məna Əli bəy Hüseynzadənin müəllifi olduğu "türkləşmək, islamlaşmaq, müasirləşmək" formulunun

84
Minayə İsmayılova Abbas qızı

rənglərlə ifadəsindən ibarətdir. Əli bəy Hüseynzadə belə hesab edirdi ki, azərbaycanlıların millət
məfkurəsi türkləşmək, dini məfkurəsi islamlaşmaqdırsa, iqtisadi, mədəni, sosial-siyasi məfkurəsi
avropalaşmaq (müasirləşmək) olmalıdır. Türkiyədə türkçülüyün böyük ideoloqu kimi tanınan Ziya
Göyalp Əli bəyi özünün ustadı sayaraq sonralar həmin üçlü qayənin sosioloji baxımdan "millətini tanı,
ümmətini tanı, mədəniyyətini tanı!" anlamını verən "türk millətindənəm, islam ümmətindənəm, Batı
(qərb, Avropa) mədəniyyətindənəm " şəklində formula etmişdir...

Əli bəy Hüseynzadə həm romantizmin nəzəri əsaslarının hazırlanması, həm dünya
romantiklərinin əsərlərinin tərcüməsi, həm də redaktoru olduğu mətbuat orqanları vasitəsilə
Azərbaycan romantiklərinin yaradıcılığında türkçülük, vətənçilik ideyalarını yaymışdır.Ədibin
Türkçülük ideyalarını yaranma səbəblərindən biri kimi onun həm Rusiyada, həm də Gürcüstanda,
Tiflisdə kollecdə oxuyarkən digər xalqaların öz milliyətçilik ideyalarındakı sahiblənmə duyğusundan
daha da güc alaraq öz ulu irqinə sahiblənərək onun müdafiəsinə qalxmasının şahidi oluruq. Böyük
türk düşünəri Z.Göyalp özünün "Türkçülüyün əsasları" kitabında Ə.Hüseynzadəni ilk türkçülər
sırasına aid edərək yazırdı: "...Hüseynzadə Əli bəy Rusiyadakı milliyyət cərəyanlarının təsirilə türkçü
olmuşdur. Bilxassə hələ kollecdə ikən gürcü gənclərindən son dərəcə milliyyətpərvər olan bir yoldaşı
ona milliyyət eşqini aşılamışdı" (Ziya Gökalp, Türkçülüyün esasları. Kültür Bakanlığı, 1990, s.5).

Cumhuriyyətə gedən yolun şairlərindən və Sovet dövrünün qurbanlarından olan yazıçı, şair
Məhəmməd Hadi olmuşdur. mətbuatla sıx əlaqəsi olan şairlərdən biri olan Hadi. öz əsərlərinin
əksəriyyətində vətən, millət mövzusuna toxunaraq Azərbaycan poeziyasının intibah, azadlıq və
hürriyyət mücahidlərindən birinə çevrilmişdir.

Romantik maarifçilikdən inqilabi romantizmə yüksələn Məhəmməd Hadinin yaradıcılığının ən


mübariz dövrü Azərbaycan Xalq Cümhuriyyəti dönəminə düşür. (Hüseyn Bayqara Azərbaycan
istiqlal mücadiləsi tarixi, Azərnəşr, Bakı, 1992səh.34)

M.Hadinin yaradıcılığında türkçülük mövzusu şairin Türkiyəyə getməsindən və orada


qalmasından sonra intensiv xarakter alır. Əgər əvvəlki şeirlərində daha çox "aləmi-islam", "milləti-
islam" ifadələrini işlədirdisə, bundan sonra türk adını işlətməklə qalmır, həm də türklüyün şanını,
şöhrətini tərənnüm etməyə başlayır. "Türkün nəğməsi", "Zəfəri-nahiyəyə doğru", "Əsgərlərimizə-
könüllülərimizə", Məfkureyi-aliyəmiz" və s. şeirlərində türklərin türklük və vətən uğrunda apardığı
mübarizəni "Türkün tökülən qanları bihudə gedərmi, Diqqətlə düşün, yoxsa bu qan həpsi hədərmi?" -
deyə təqdir və tərənnüm edirdi. Cümhuriyyət dönəmində yazdığı "Əsgərlərimizə-könüllülərimizə"
qırx beş beytlik məşhur şeirində türklük və dövlətçilik məfkurəsi ifadə olunur. "Məfkureyi-aliyəmiz"
şeirində isə türk aləmində parlayan cümhuriyyətimizin sakinlərini Millət və Vətən uğrunda
mübarizəyə səsləyirdi. "Zəfəri-nahiyəyə doğru" şeirində əsgərləri vətən uğrunda, türklük və islam
uğrunda döyüş meydanına səsləyirdi: (T.Əfəndiyev.525-ci qəzet.- 2019.- 4 oktyabr.- S.6-7.)

Mərd olan əsgərliyi təqdir edər əzyan ilə,


Əsgər olmaq bir fərzdir hər möminə Quran ilə.
Əsgər olmaq bir şərəfdir, türk üçün, islam üçün,
Əsgəriyyətlə yaşat millət həyatı şan ilə.
Daima türk oğlu hifz etmişdir öz namusunu,
Əldəki süysu-şücaət, dildəki iman ilə.
Qorxmayız düşməndən əsla, dönsə dünya atəşə,
Hər zamanda etmişiz qovğa qövi-cahan ilə …
(Ordu marşları, Bakı., 1919, s. 6).

85
Minayə İsmayılova Abbas qızı

Romantiklərdən A.Səhhətin yaradıcılığında türklük, türkçülük həm də vətən mövzusunda


davam etdirilir.

Avropa mədəniyyətinə aludəçiliyin, bəzən isə təqlidçiliyin olduğu bir zamanda şair millət,
türklük təəssübünü gizlətmir, "dahiyi-əzim" adlandırdığı Ə.Hüseynzadənin türklük duyğusunu
aşılayırdı. "Müsəlman ürəfaları" şeirində Qərbi yamsılayanları " Türk dilini sevməyir, nə "Həqiqət" nə
də "Günəş" oxuyur, Yalandan Homer, Kant, Marks, Bualo deyir", - deyə onları tənqid edirdi. Başqa bir
şeirində bu fikrini inkişaf etdirərək yazırdı:

Türklük, islamlıq iddiası ilə,

Öz dilin bilmək istəyən yoxdur.

Əcnəbi ruhunun havasilə,

Vətənin, millətin sevən yoxdur .

(Səhhət A. Əsərləri, 2 cilddə, I c., B., Azərnəşr, 1975, s. 125)

Turançılıq ideyası romantiklərdən ən çox A.Şaiqin, H.Cavidin, Ə.Müznibin, gənc Cəfər Cabbarlı,
Umgülsüm və Əhməd Cavadın əsərlərində tərənnüm və təbliğ edilirdi. H.Cavid "Hərb və fəlakət"
şeirində Turanın keçmiş şərəfli tarixini xatırlayaraq yazırdı:

Bir zamanlar şərəfli Turanın,

O cihani gəyuri qavğanın

Qəhrəman, bərgüzidə evladı,

Türklərin anlı-şanlı əcdadı

Saldırıb titrədirdi yer üzünü,

Hökm edər, dinlətirdi hər sözünü.

(Cavid H. Əsərləri. 5 cilddə, I c., B., 2007, s. 64)

Nəticə

Yaşadıqları ağır tarixi şərtlər, Rus imperiyasının və daxili mühavizəkarların eyni zamanda dini
xürafatın məngənəsində boğulan, əsasən də Cumhuriyyət dövrünə dəng gələn maarifçi, ziyalı, şair və
publisist yazarlarımızın taleyi demək olar ki, həm çətin, həm də məsuliyyətli və şərəfli
olmuşdur.Tarixi kökünə sədaqəti və millətinin istiqbalına vermək istədiyi töhfə olaraq sağlam bir
ideyaya söykənərək siyasi baxışlarını mətbuat vasitəsi ilə xalqa çatdırmaq istəyən dövrün yaradıcı
insanları həm də ədəbiyyatımıza verdikləri düşüncə çələngi ilə Azərbaycan ədəbiyyatına və tarixinə
düşmüşlər. Xalqı maarifləndirmə,milli oyanış və birlik istəklərinə bir də ortaq Türk düşüncəsi əqidəsi
əhatəsində bu torpaqlara sadəcə istila və mənfəət gözü ilə baxan düşmənlər üçün təbii ki,
həzmedilməz idi. Bu cür əzablı tarixi şəraitdə belə adlarını çəkdiyimiz ədiblərimiz Türkçülük
ideyalarını qanları və canları bahasına yaşatmişlar. Bu gün müstəqil Azərbaycanımızın bayrağındakı
rəmzlər və rənglər də iftixar tariximizin bizlərə miras qoyub getdiyi o şərəfli işin məhsuludur.

86
Minayə İsmayılova Abbas qızı

İstifadə edilmiş ədəbiyyat

1. (Əfqani C. (1997), Milli vəhdət fəlsəfəsi və dil birliyinin həqiqi mahiyyəti// Qurbanov Ş.
Cəmaləddin Əfqani və türk dünyası, Bakı, 1997.

2. Akçura Y. Türkçülük. İstanbul, 1990.

3. Yurdakul M.E. Türkce Şiirler. İstanbul, Çağrı Yayın, 2007.

4. Yurdakul M.E. Türk sazı, İstanbul, 1979.

5. Hüseynzadə Əlibəy, Seçilmiş əsərləri. 2 cilddə, II c., Bakı, 2007.

6. Ziya Gökalp, Türkçülüyün esasları. Kültür Bakanlığı, 1990.

7. Hüseyin Bayqara Azərbaycan istiqlal mücadiləsi tarixi, Azərnəşr, Bakı, 1992.

8. T.Əfəndiyev.525-ci qəzet.- 2019.- 4 oktyabr.

9. Ordu marşları, Bakı., 1919.

10. Səhhət A. Əsərləri, 2 cilddə, I c., B., Azərnəşr, 1975.

11. Cavid H. Əsərləri. 5 cilddə, I c., B., 2007.

87
Kırım Tatar Milli Hareketinde Kadının Rolü
(1960-1989 Yy.)

Doç. Dr. Ranetta Gafarova1


Özet
18 Mayıs 1944’te haksız vatanlarından Orta Asya ve Sibirya bölgelerine sürülen Kırım Tatar
Türkleri, 26 Kasım 1948’de kabul edilen YSP kararnamesine göre vatanlarından ebediyen
çıkarılmış ve bir daha yurtlarına dönme hakları ellerinden alınmıştı. Stalin’in ölümünden sonra ise,
Sovyetler Birliği’nde yumuşama rüzgarları esmeye başlamıştı. Stalin’in yerine devlet başkanı olan
Hruşçev, KP’nin XX. Kongresinde yaptığı konuşmada, ülkede yaşanan bütün olumsuzlukların tek
müsebbibinin Stalin olduğunu, onun zamanında yüz binlerce insanın vatanlarından çıkarılarak
sürgün edildiğini ifade etmişti. Fakat Kırım Tatar Türkler için ana topraklarına dönüşü
yasaklanmıştı. Bu sebeplerinde Kırım Tatar Türklerin arasında aktif insanlar ‘Kırım’a dönüş ve öz
hakları yerli halk olarak verilmesi’ milli hareket kampanyasını başlamıştı. Bu Milli Kırım Tatar
mücadele dört evrenlerden oluşmuştu: 1956-1964 yy – hareketin oluşumu; 1964-1969 yy. en aktif
dönemi; с 1970 -1980 hareketinin krizi; 1981 -1989 yy. – hareketinin aktif ve pozitif sonuçları. Bu
milli mücadele Kırım Tatar Türk erkeklerinin yanında daima kadınlarda kendi rolünü gösterdiler.
Sovyet yönetimine karşı başlatılan silahsız mücadeleyi büyük bir iz bıraktılar. Çalışmamızın amacı
- kadınların ne gibi çalışmalara katıldıkları, kimler ile irtibatta oldukları, karşılaştıkları zorlukların
neler olduğunu, mahkeme ve hapsa alınması (arşiv veriler, resmi yazılar, hatıralar); gizli iş
yürütülmesi hakkında araştırmamızda yer alınmaktadır. Özellikle de seslerini duyurmak ve
harekete destekçi sağlamak için oluşturulan gösteri ve mitinglerde her bir kadın farklı bir vazife ile
görevlendirilerek meydanlarda çalışmalarını sürdürmüşlerdi. Bu süreç içerisinde kadınların
hemen hemen hepsi türlü tehdit ve yıldırmalar ile Millî Hareketten koparılmak istenmiş; Şüphesiz
yıllardır Sovyet zulmüne ve baskılarına karşı mücadele eden onlarca kadın artık vatanlarında
olmanın verdiği mutluluk ile karşılaştıkları her zorluğun üstesinden geleceklerine dair büyük bir
kararlılık ve inanç içerisinde yer almışlardı.

Anahtar Kelimeler: Kırım Tatar Türkleri, Millî Hareket, Kadın, Sovyetler Birliği.

1. Giriş

Türk topluluklar tüm dünyaya dağılan bir halktır, evrenin her köşesinde yaşayan insanlar. Fakat
bir kısmı Türk Müslüman ortamda oluşan topluluk, başka kısmı çok farklı din ortam ve çeşitli politik
rejimlerinde kalan Türk insanlar. Bu durum farklı sebepler ile bağlı, birinciden jeopolitik tarafından
yerleşim ve ona ait olaylarla bağlı, ikinciden hangi politik sisteminde oluşum ve gelişme yelmelerle
bağlı. B. Hayıt bilgilerine göre: “Sovyet Sosyalist -Cumhuriyetleri l Birliğinizi bütün topraklan tahlile
22.402.200 km2’den ibarettir. Bunlardan 10.952.900 km2. büyüklüğündeki topraklar, Türklerin ve
Müslümanların yaşadıkları bölgelerdir.1 Demek ki, Sovyetler Birliğinin bütün topraklarından yüzde
49’u Türklerin mülküdür. Tarihte ve zamanımızda Türklerin ve Müslümanların memleketleri,
Türkistan (bugünkü Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Tacikistan Sovyet
Cumhuriyetleri), Yakutistan (Sahalar), Tataristan, Başkurstan, Çuvaşistan, Hakas, Tuva, Altay bölgesi,
Azerbaycan, Dağıstan (Kuzey Kafkasya) ve Kırım’dır. İşte bu Türk ülkelerinden Türkistan (Batı)
3994.400 km2, Yakutistan 3.062.km2 ibarettir. Türklerin bu iki ülkesi, Sovyetler Birliğindeki Türklerin
büyük ölçüdeki topraklarının sahibidir ki, bu ise Sovyetler Birliğinin yüzde 35 topraklarım teşkil
etmektedir. Sovyetler Birliğindeki Türklerin topraklarından Türkistan’ın büyük stratejik ehemmiyeti

1
İsmail Gaspıralı Avrasya İnkişaf Enstitüsü (Kırım/Simferopol) ranetta@bk.ru

88
Ranetta Gafarova

vardır. Çünkü bu ülke 30 milyondan fazla km2’de yerleşen komşu memleketler (Moğolistan, Güney -
Sibirya, İdil - Ural=Tatar; Başkurt-Çuvaş; Kafkasya, İran, Afganistan, Pakistan, Hindistan ve Çin=Doğu
Türkistan) İle siyasî, İktisadî ve kültürel münasebetlerde bulunmaya imkân yaratmaktadır”
(Hayit, 1987: 21). Bu veriler 1987 yılının bilgileri Sovyet Birliğinin yıkılmasının öncesi yapılan
araştırmalar. Bugünkü Türklerin yerleşimleri aynı kaldı, fakat siyasi tarafında Sovyet Birliğinin
yıkılması bazı Türk halklar kendi özerk cumhuriyetlere sahip olarak çıktılar: Özbekistan, Kazakistan,
Kırgızistan, Türkmenistan, Azerbaycan, bazı “Rusya Federasyonu (RF) içinde yer alan 21 özerk
cumhuriyetten 7 tanesi (Tataristan, Başkurdistan, Çuvaşistan, Saha (Yakutistan), Tuva, Hakasya ve
Altay cumhuriyetleri) bazı Türk toplulukları adına oluşturulmuştur. İki tanesine de Çerkez
toplulukları ile ortak cumhuriyet (Karaçay-Çerkez ve Kabardino-Balkar) kurulmuştur. Ayrıca
Dağıstan’ın yerleşik nüfusu içinde yer alan Kumuk, Nogay ve Azeri Türkleri, bu ülke nüfusunun
%20’sini oluşturur.” (Yiğit, 2012:17). Yukarıdaki Türk toplulukların cumhuriyetleri hakkında verilen
bilgiler bir halkın devletçiliğin, onun hakları ve statüsünü belirttiriyor. Kalan Türk toplulukları Sovyet
Birliği yıkıldıktan sonra bir iç göç proseslerde uğradılar ve büyük alanda tüm dünyaya dağıldılar.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin yıkılması tarih sayfasında büyük bir değişmelere yol açtı,
bir taraftan komünisttik ideolojisinin süresi bitişi, ikinci taraftan demokrasi ve özgürlük yönü tüm
halklara taze nefes olarak ilham verdi. Fakat yıllarca kurulan Sovyet ülkesi insan ortamda büyük bir
ekonomik, politik ve kültür krizi ortama çıktı. Bu karışık dönemde Kırım Tatar Türkleri 50 yıl
boyunca sürgünlük yerlerinde ana vatan Kırıma dönmeye başlamıştı. Fakat bu dönüş hiç Sovyet
Birliğinin yıkılması ile bir alakası yoktu, çünkü dönüş meselesi çoktan Bolşevik yöneticilerini endişe
ediyordu. Endişe sebepleri Kırım Tatar Türklerinin hareketleri bu proseslerde gözüküyordu. Sürgün
edilen Kırım Tatar Türklerin bir anda vatanını devletçiğini ve insan haklarını kayıp edilmişti.

Araştırmamızın amacı - Kırım Tatar Türklerin Sovyet Birliğinde statüsü ve o ile bağlı tarih
olayların açıklaması, sürgünlük yerlerinde Kırım Tatar Milli hareketinin 1956 – 1989 yılların
arasında oluşması ve gelişimi ve Kırım Tatar Türk kadınlarının milli mücadelesinde rolü.

Kırım Tatar Türklerin tarihin hakkında Türkiye’de ve Kırım’da birçok araştırmalar ve kitaplarda
yer almaktadır. Ayrıca 1944 yılın sürgünlük faciasını ve Kırım Tatar Milli hareketinin hakkında Prof.
Dr. Kemal Özcan iki kitabında açıkladı; “Emel” dergisinde her sayısında Kırım Tatar Milli dava
bilgileri farklı araştırmacılar yazıyor, onların arasında İbrahim Otar, Müstecib Ülküsal, Mehmet
Sevdiyar, Selim Taygan, Zafer Karatay; Yüksek Lisans tezi “Kırım Tatarlarının Millî Hareketindeki
Kadın Emektarlar” Hande Gündüz tarafından hazırlanıyor. Rusça bilgilerden birisi “50-60 yıllarında
Kırım Tatar Milli hareketi: kuruluşu, ilk zaferleri ve krizleri” tarihçi Gulnara Bekirova. Kırım Tatar
dilinde kıymetli kitaplarından İdris Çelebi Oğlu Asanin dört çıtlı “Adalet güreşi saflarında”
ansiklopedisi. Bu kaynaklara dayanarak Kırım Tatar Milli hareketinin amacı ve stratejiyi
inceleyeceğiz.

Kırım Tatar Türkleri için asıl büyük felâket, Stalin tarafından 11 Mayıs 1944’de imzalanan ve
Kırım Tatarlarının son ferdine kadar Kırım’dan sürülmesini emreden karardan sonra gerçekleşti. Bu
kararın icrası NKVD birlikleri tarafından 17 Mayıs’ı 18 Mayıs’a bağlayan gece Kırım’ın her yerinde
aynı anda yerine getirildi. Gece NKVD askerleri tarafından yataklarından kaldırılan Kırım Tatar
Türkleri, hazırlanmaları için yalnızca 15-20 dakika zaman ve ancak ellerinde taşıyabilecekleri kadar
eşya almalarına izin verilerek hayvan vagonlarına yüklendiler. Kırım Türklerini taşıyan vagonların
hemen hemen hepsi Orta Asya (özellikle Özbekistan), Urallar ve Sibirya’da boşaltıldılar.(Bekirova G.,
2008)

Pek çoğunda oturmaya yer kalmayacak derecede insanla doldurulan vagonlar dışarıdan
mühürlendiler ve en az üç-dört hafta sürecek olan yolculuğa çıkarıldılar. Buna rağmen toplam insan
kaybının binlerce kişiden az olmadığı ve 1944’de sürülenlerin yarısına yakınının hayatını kaybettiği
genel olarak kabul edilmektedir. Günlerce yiyecek ve su verilmeyen, cesetlerin dışarı çıkarılmasına
müsaade edilmeyen ve hiç bir tıbbî yardımın söz konusu olmadığı bu ölüm yolculuğu sırasında açlık,

89
Ranetta Gafarova

susuzluk, hastalık, bitkinlik ve havasızlıktan on binlerce insan hayatını kaybetti. (Berdınskıh, 2005:
.650) “18 Mayıs 1944 gecesi sürgün edilen Kırım Türklerinin sayısı hakkında maalesef kesin bilgilere
sahip olmamakla birlikte bu hususta ileri sürülen çeşitli görüşlerin var olduğu bilinmektedir.
Bunlardan birisi başından sonuna kadar sürgün operasyonunu büyük bir titizlikle yürüten Beriya’nın,
sürgün işleminin tamamlanmasının ardından Stalin’e sunmuş olduğu raporda belirttiği rakamdır. Bu
rapordaki bilgiye göre yarımadadan toplam 225.009 kişinin sürgün edildiği ve bunların içinde
183.155 kişiyle Kırım Türklerinin en kalabalık topluluk olarak ilk sırada yerlerini aldığı” (Özcan,
2010: 218).

Sürgünlüğün ilk yıllarında Kırım Tatar Türleri kendi hayatını ve yakın insanları korumak için
yaşam mücadelesinde bulundular. Bir gece vakti ansızın evlerinden çıkarılarak vatanlarından sürülen
bir halk sürgün yolunda oldukça ağır sıkıntılar çekmişti. Devlet resmi evraklara göre sürgün yapılan
insanlara yemek ve çeşitli yardımların hakkında malumatlar geçiyor. Hande Gündüz çok derin çeşitli
malzemeleri incelemiş ve böyle açıklıyor: ” Bununla birlikte yol boyunca sürgünlere toplam 900 ton
un, 160 ton bulgur, 90 ton et, 90 ton balık ve 26 ton yağın dağıtılmasına karar verilmiş oysa günlük
kişi başına 500 gr. ekmek, 70 gr. et-balık, 60 gr. bulgur ve 10 gr. yağın verilmesi uygun görülmüştü.
Hatta bazı tren istasyonlarında insanlara 500 gr. ekmek yerine 200 gr. ekmek, birkaç tane
kurutulmuş patates ve et yerine de içinde kokmuş hamsi bulunan çorba verilmişti. Balık çorbasını
içen onlarca insan susamaya başlayınca Sovyet yetkilileri tarafından bu kişilere bir damla su dahi
verilmemiş ve insanlar tren durduğu sırada su buldukları yerlere akın etmişlerdi. Ayrıca sürgün
yolculuğunda yaşlılar damarlarını keserek kanlarını acıkan ve susayan çocukların çatlamış
dudaklarına sürmüşlerdi. Böyle bir durumda susuzluk neticesinde hayatını kaybeden birçok kişi
yakınlarına ölüm esnasında kendilerinin su kenarlarına defin edilmelerini vasiyet etmişti” (Gündüz,
2019:25).

İnsanî yardım çok nadir kimseye verilmiş olsa da; halkın büyük kısmı, kadınlar, çocuklar,
ihtiyarlar, sakatlar, zayıf düşenler ve moral çöküntüsü yaşayan birçok insan ruhî bunalıma kapılarak
tifo, sıtma, dizanteri, hepatit gibi salgın hastalıklardan resmen kırılmıştır. Yetecek kadar manidar bir
surette hastalık ve yüksek ölüm oranının böyle verileri: 1944 yılında 16.000 kişi (10,6%), 1945
yılında – 13.000 kişi (9,8%). Stalin’e rapor veren mesuller, Kırım Tatar Türklerin yerleşmelerinde
farklı acil ihtiyaca cevap verildiğini yazıyorlardı. O esnada ise Kırım Tatarlarına kümesler, ahırlar,
kapı ve pencere deliği olmayan baraklar, yeraltı odaları, toprak çukurları veya düz ova verilmişti.
Kırımlılar burada sobasız, odunsuz vb. olumsuz koşullar altında hayat geçirmeye çalışmış, Mayıs
ayında havaların ısınmasıyla çadır-çardak kurarak barınma sorunlarına çözüm bulmuşlardır.

Kırım Türkleri sürgün edildikleri yerlerde çoğunlukla fabrika ve işletmelerin bulunduğu


bölgelere yerleştirildiler. (Aleksiyeva, 1984: 110). Yapılan bu düzenlemeler sonucunda, 1 Ekim 1944
tarihi itibariyle, Özbekistan’daki kolhozlara 18.881, sovhozlara 7883 ve diğer işletmelere 10.527
ailenin yerleşimi yapıldı. [9]. Sürgünlerin yerleştirilmesi düşünülen mekânların daha önceden sağlık
denetiminden geçirilmiş olması gerekirken, yapılan tetkiklerden sonra yaşamaya elverişli olmadığı
tespit edilen bazı yerler de Kırım Türklerinin yerleşimine tahsis edildi. Böyle durumlar bütün
Özbekistan bölgelerinde işletmelere ait yerleşim yerlerinde de yaşandı. Böyle sağlıksız şartlar
sonucu, Kırım Türkleri arasında salgın hastalıklar ve bunun bir yansıması olarak toplu ölümler
meydana geldi. Sürgünden sonraki bir buçuk yıl içinde, büyük ölçüde açlık ve salgın hastalıklar
yüzünden hayatlarını kaybeden Kırım Tatar Türklerinin bölgelere göre ölüm oranları tespit edilmiş
ve ortaya hiç de azımsanmayacak bir tablo çıkmıştı. Buna göre, Taşkent’te kaydedilen ölüm oranı %
41 iken, Semerkant’ta % 54.7, Andican’da %46.1, Angren’de 56.2 (madden ocağında çalışanlar çoğu),
Gülistan’da %53.5 (pamuk tarlalarda, susuzluk), Mirzaçul %80’lere (Karakum çölü) kadar ulaşmıştı.
(Özcan ,2010: 118).

Kırım Tatarlarının iskân sırasında, diğer milletlere kıyasla, şartları nispeten konfordu.
Yerleştirildikleri yerlerde, Özbek köylerinde Kırım Tatarlar çok katı bir kontrol rejimi altında

90
Ranetta Gafarova

yaşıyorlardı. Baskı rejimi altında bulunan halk, hakların ihlalini her dakika hissediyordu. Hakların
ihlâli Kırım Tatar gençlerinin eğitim alma hakkından mahrum edildiğiyle başlar. Hâlbuki bu durum,
“sürgün yerlerinde barınma ve eğitim alma hakları” kararnamesinde verilmiştir (Berdinskih , 2005:
605). Savaştan dönen Kırım Tatar Türkler askerleri de sürgün topraklarına yerleştirilen ailelerin
yanına gönderilmiştir. Orta Asya sürülen Kırım Tatar Türk halk, buranın ucuz çalışma gücü açığını
kapatmıştır. Böylece o bölgelerin sanayi, ziraat ve üretimi hızlı bir gelişme göstermiştir.

Adı geçen kararnameye göre; buraya sürgün edilen Kırım Tatarlarına devlet tarafından yer-
mesken, inşaat malzemesi, gıda vb. ihtiyaçlar temin edilerek maddî destek sağlanacaktı.

Devlet, halkın kendi vatanında bu olanakları bıraktığı/kaybettiği için, aynı olanakları tekrar
sağlamaya karar vermişti.

Sürgün düştüğü yerde halk; maddî destekten, basit bir lokma ekmekten mahrum bırakıldı. Bazı
durumlarda ise bu durum bilerek yapıldı.

Yasaklı bir halk statüsüne düşürülmüşlerdir. Bu rejim altında halk, 1956 yılına kadar kalmıştır.
Kırım Tatar Türklerinin de “özel yerleşimci” statüsü 1956 yılında kaldırıldı; ama vatanlarına geri
dönmelerine izin verilmedi. Aynı zamanda vatana dönme yasağı sabit kalmıştı. 1967 yılında Sovyetler
Yüksek Şurası “Kırım’da yaşayan Tatar vatandaşlar” Kararını çıkarmıştı. Bu kararnameye göre, yeni
yerlerinde yerleşmiş halkın artık yerli halk olarak kabulünü planlıyorlardı. Bu haksızlıklar Kırım tatar
Türkleri çok sıkıyordu ve topluluğun arasında aktif hareketler başlamıştı. Esas amacı – halkının
üstünden “hain” damgasından silinmesi ve vatana dönüşü. Kırım Tatar yazarı, şairi ve Kırım Tatar
halkının milli hareketinin belli iştirakçisi İdris Asanin böyle ifade ediyor: “Bütün bir halkının
sorgusuz-mahkemesiz toptan sürgünlüğe uğratmanın özü geçilmez cinayetti. Böyle bir vakıanın
birinci dakikalarından eden bir Kırım Tasarlanın gönlünde nefretle doldu. Yüreğinde kanlı yara açıldı.
O gedince savulmak değildi, daima kan birikip durdu. Kimse bu züllümü kendine layık görmedi. Hem
hakikat layık değildi. Karşındakilerinin nasıl derecede hasis olduğunun haberi olmayan bu insanlar
vakıanı – ikinci derecede kimselerin yanlışlığıdır dep farz ettiler. Faciamızdan haber bugün yarın
halklar “babasına” ulaşır, o merhametli insan özü bu suçsuz halkı vatanlarına dönmesine emir verir
dep durdular.” (İdris Asanın, 2002: C. 1, 5) [Kırım Tatarca’dan Türkçeye çeviri makale yazarı R.
Gafarova]. Bu ümitlerle Kırım Tatar Türkleri birkaç yıl komendant rejimine sabırlıyla yaşadılar.

Bazı verilere göre 1946 yılından Kırım Tatar Türk arasında birkaç iyi hazırlık gören politik
protestolar meydana çıkmaktadır, sonra onun katılımcıları ceza organlar tarafından tutuklamış ve
hapisse atmışlar. Böyle tek protestolar genç Kırım Tatar Türklerin çağrıları Sovyet Birliğinin
başkanlarına haksızlık ve halkına züllümü kaldırması gösteriyorlardı.

Stalin’in ölümünden sonra 1953–1954 yıllarında Sovyet Birliğinin yöneticilerin inisiyatifle


sürgün edilen insanlardan bazı kısıntıları kaldırması. Bu hareketlere Özbekistan’ın Merkez
Komiteminim komünisttik partinin bilinci sekreteri Niyazov , Kazakistan Merkez Komiteminim
komünisttik partinin bilinci sekreteri Ponımarenko P. Ve Sverdlovsk vilayetinin komünisttik partinin
bilinci sekreteri Kırım Tatar Türklerin boşaltmasına karşı çıktılar, onlar halkı güvensiz ve radikal
duygularla dolu olarak açıkladılar. (Bekirova G. 2016)

Fakat buna bakmadan 25.02.1956 yılında KPSB 20 kongresinde N. Hruşçevın bildirisinde ilk
defa sürgün edilen halklara adaletsizlik hakkında açık söyledi. Sonra hemen28 Nisan 1956 y. SSCB
Yüksek Şura Prezidyumunun kararı “İkinci Dünya Savaşın zamanında sürgün edilen Kırım Tatar,
Balkar, Türk, SSCB vatandaşları, Kürt, Hemşinlerin yerleşen yelerlerinde kısıntıları kaldırması”
çıkmaktadır.(arşiv verileri) Ancak bu biraz yumuşatma politik oyunları onların üstünden haksız
suçları kaldırması hakkında bir söz olmadı ve haciz malı mülkünü geri verilmesine de hiçbir karar
olmadı, esas vatana dönüşü meselesi yasaktı. Bu zamandan itibaren Kırım Tatar Türlerin Milli
hareketleri güçleniyor, inisiyatif insanların tarafından vatana dönüş müracaatla aktif kararlar Yüksek

91
Ranetta Gafarova

Şura Prezidyumuna yetişiyor. “Şahsî veya kolektif mektuplarla Sovyetler Birliği Komünist Partisi
Merkez Komitesine başvuruyorlardı. Genel Kongrede alınan kararlara uyularak, millî sorunun
çözümlenmesini istiyorlardı. Partinin ve idarenin organize ettiği birkaç «aydınlatıcı» konuşmalardan
sonra, bazıların göğsünde yanan ateş sönüveriyor, bu ilk «uslandırma» oyunları karşısında
metanetlerini yitirmeyenler ise, bu kez kendi kendilerine: «şimdi ne yapacağız?» diye soruyorlardı”.
(Emel, 1979).

O vakittin özelliği birkaç eylemlerle nitelemek mümkün: birinci, Kırım Tatarlarının halklarının
tarihine ve kültürüne olan ilgisi, ulusal bilincin yükselişine tanıklık eden keskin bir şekilde arttı;
ikinci, genç Kırım Tatarları için Anavatanlarının ulusal kaderini anlamaya çalışıyorlar, tarihsel
arayışlar, büyük ölçüde kimliğini tanımlama araştırmaları inceliyorlardı; üçüncü, ihtiyarlar için esas
bu haksız “hain” ve “düşman” damgalarından kurtulması. Bu hedefler Kırım Tatar Milli davası
başlandı, yolunda çok şiddetli Sovyet rejimiyle karşılaştı, tutuklamalar, hapis cezaları, yıllarca Sibirya
ve Kolıma kamplarda kapatılması ve takipçilerin göz altında olması. Buna bakmadan insanlar
mücadele yolundan hiç çekilmediler. Onların arasında onun kurucusu asıl vatansever kahraman
hayatını Vatan yoluna bahşiş eden Ceppar Akim böyle ifade vermektedir: “ Ben şahsi çizgilerime
gelsek, gururla şunu söylemeliyim, bütün anlı ömrümü halkıma hediye ettim. Milletim öğünde öz
borcumu ödedim” (Bekirova Z., 2009: 8).

P. Grigorenko, meşhur milletçi ve Kırım Tatarların meselesinde büyük rolü gösteren, “Millî
hakların iadesi konusunda Kırım Tatarlarının yaptıkları savaş etkinlik ve nitelik açısından birkaç
aşama arz etmektedir: 1inci aşama : 1954 -1964 arası (başlangıç ve genişleme); 2inci aşama 1964 -
1969 yılları (en faal devre); 3 üncü aşama : 1969 sonrası (bunalım yılları)”. (Emel, 1979). Bu konuda
çok tartışmalar meydanda çıkmaktadır. Mesela, tarihçi Gulnara Bekirova böyle şekilde ayırmıyor, her
tarih süresini detayla açıklıyor. Onun fikrînce her dönem farklı olaylarla dolu, hem de her dönem bir
zaferle ve ya hayal kırıklığıyla tarih sayfalara tanıtılmıştı: “Kruşçev çözülmesi”: Kırıma dönüş
amaçla Kırım Tatar milli hareketinin kurulması ve onun ilk kalkılması; 1960 yılların ortasında
hareketin aktifleşmesi, mukavemet yeni metotları; Kırım Tatar Türklerin problemleri uzun süresinde
çözümleri, kararlar ve gerçekler; 1968 – 1970 yy. hareketinin gelişmesi için yeni olaylar ve modern
yönleri (Moskova muhaliflerle yakınlaşması, baskıların güçlenmesi ve kendi imkânlarla vatana dönüş
teşebbüsü) (Bekirova G. 2014).

Bu hareketin başında aydın ve cesur insanlar duruyordu: Ceppar Akimov, Bekir Osmanov,
Mustafa Selimov, Mustafa Halilov, Hamza Ablayev, Mustafa Cemilev, Yuriy Osmanov, Rolan Kadıyev,
Reşat Cemilev, İdris Asanin ve bş.

Bu Milli davasında erkeklerle birlikte Kırım Tatar kadın kızlar ayrıca yer almaktadır. Sürgünün
faciasın ilk günlerde kadınlar, çocuklar ve ihtiyar insanlar uğradılar, çünkü erkekler o zaman
dağlardan inen Kırım Tatar Türkleri, Sovyet partizanları ve Kızıl Ordu askerleri ile birlikte her
rütbeden; 35 000 kişi Kırım Tatar Türklerindi. Komünist Partisi mensupları dahi sürülenler
arasındaydı. Kızıl Ordu saflarında cephede bulunan Kırım Tatar askerleri ise her şeyden habersiz
savaşmaya devam edecekler, savaş biter bitmez de (en yüksek Sovyet madalyası olan “Sovyetler
Birliği Kahramanı” madalyasını alanlar dahi Kırım Türkleri – 21 kişi son sürgün yerlerine
gönderileceklerdi. O yüzden Kırım Tatar kadınları Stalin rejimin tüm züllümünüm acılarını
yaşamışlardı ve o haksızlık duygusu yüreklerinde kaynıyordu. Kadınlarımız hem siyasî harekette yer
alır, hem aile ocaklarına sahip çıkmıştır. Bu kadınların adları dünya tarihine girmişti: Ayse
Seitmuratova, Sabriye Seutova, Zampira Hasanova,Tamara Kantuğanskaya, Fatma Yazıcıyeva, Sıdıka
Cemileva ve yaklaşık 50 kişi olarak bilinmektedir. Kırım Tatar Türk Milli Hareketi kadın temsilcileri

92
Ranetta Gafarova

sürekli baskı altında tutmak gayesiyle çeşitli suçlar isnat ederek tutukladığı, değişik sürelerle hapis
cezasına çarptırdığı dikkati çekiyorlardı2.

İ.Asanin “1957 yılı Halk hareketi kütlevi karakter bu günlerden itibaren onun saflarında her
kişilerle birlikte, halkımızın milli hukuki uğrunda kadın kızlar yüzleri vardı. Kadın kızlar kendi
yaşayan yerleşimlerde mümkün olan ve imkanlarına göre çok müyüm işler yaptılar” (Asanin, 1994:
4).

Kırım Türk Millî Hareketi derinlemesine tetkik edildiğinde vatan uğrunda verilen mücadelede
bütün bir halkın koordineli olarak faaliyet gösterdiği görülmektedir. Bu bağlamda ilk olarak
mücadele sürecinin safhaları belirlenerek Millî Harekette yer alan kadınların yıllara göre sorumluluk
ve çalışma alanları belirlenmişti. Görev dağılımının bu denli geniş çapta bir zaman dilimine
bölünmesinin asıl sebebi ise Sovyetler Birliği tarafından kadınların önlerine çıkarılan engel ve
baskılar ile ilgiliydi. Böyle bir hadise ile karşılaşıldığı takdirde sorumluluk kapsamında olan kadın
vazifesini kendisinden sonraki kişiye devrederek mücadele sürecinin devamlılığını sağlamıştı. Öyle ki
kadınların zaman zaman hareketten kısa süreli ayrılmaları dâhilinde meydana gelen aksaklıkları
ortadan kaldırmak amacıyla oldukça organize olan bu yöntem tercih edilmişti. Millî Hareket
içerisinde en zorlu faaliyetlerden biri köy, kasaba ve Şehirlerde grupların katıldıkları toplantıların
gerçekleştirilmesi olmuştu. Merkezdeki halk vekillerinden alınan bilgilerin gruplara aktarılması,
aktarılan bilgilerin istişaresinin yapılması Millî Hareketin en mühim çalışmalarından sayılmaktaydı.
Demir perde ülkesi olarak adlandırılan Sovyet yönetimi devrinde KGB takibi de varsayılarak Millî
Hareket liderleri toplantıların yapılması için güvenli kişilerin evlerini görüşme yeri olarak tercih
etmekteydiler. (Gündüz, 2019: 86)

Kırım Tatar Türklerin her yerleşim yerlerinde birkaç aktif kadınlar oluyordu. Mesela,
Moskova’da yaşayan Kırım Tatar kadınlar Esma Ulanova, Lütfiye Sofu, Zekiye Çaplakçı ve başkaları
Özbekistan’dan gelen milli iştikakçıyı karşılıyorlardı, önceden kiralayan durak yerlerine
götürüyorlardı, öyle onları KGB, milisiya takiplerinden saklıyorlardı. Venera Celilova hatıralarından:

“Bekabad Kırım Tatar topluluk adından 1965 y. İlk kez Moskova’ya vekil olarak verdım. Beni
Moskova’da”, güzel Kırım Tatar kadını Esma abla Ulanova karşıladı. O uzun süre Moskova’da
yaşıyordu ve ekim olarak çalışıyordu. Esma abla teklifiyle onun dairesinde kaldım. Şunu o gün
anladım, Esma abla Kırım Tatar Milli hareketinin ilk gününden itibaren Moskova soydaşlarımızla
birlikte halkımızın vatan ve milli hak ve hukuki uğrunda makalesinde katılıyorlar. Onun için her gün
sabah benimle birlikte KPSB MK kabul hanesinde beklediğimde, o başka vekillerle görüşüyordu,
vekillerin rehberinden vazife alıyordu ve gün boyunca bir kısım vekillerimizin verilen vazifelerin
edasına uğraşıyordu. Akşamları ise gelince bir sonuç veriyorduk. Daima biz Esma abla ile beraber
oluyorduk. Bir gün Merkezi Kurumunda kabul hanesinde çıkıyorduk ve bizi tutukladılar. Polis bizi
kendi hizmet arabasına oturturdu ve makamına götürdü. Geldiğimizde o makamında birkaç bizim
Kırım Tatar insanları da oturuyordu, onları da tutukladılar. Bizi tüm gün geçeye kadar orda
kapattılar, soruşma ve korkutma metotları kullandılar. Esma abla, ben Moskovalıyım demden hiç
bizden ayrılmadı. Tam ters kendini Kırımlı olduğunu ve Kırım Tatar halkı kanun yoluyla öz haklarını
talep etti ve polis yönetimine anlatmaya çalıştı” (Asanin, 2005: C. 2, 482)

Zekiye Çaplakçı Kırım Tatar halkının vatan ve hakları koruması uğrundaki mücadelesine büyük
bir iz bıraktı. O diğer Moskovalı Kırım Tatarlar gibi, direk KPSB Merkezi Kurumuna ve ya SSBR Yukarı
Şurasına talepte bulunuyordu, milletçilerle birlikte devlet yöneticilerle sohbette katılıyordu.

Lütfiye Sofu Kırım Tatar milli hareketinde birinci sırasında yer almaktadır: “1967 y. Temmuz 21
günü Yu. Andropov rehberliğinde yapılan görüşmesinde katılmıştı. Aynı yılında Eylül 5 gününde

2
Özcan, Kemal, Kırım Dramı,İstanbul, Babali Kültür Yayıncılığı, 2010, 270 s.

93
Ranetta Gafarova

Karar ilan edilmişti. Birkaç yıl sonra Lütfiye Sofu bu Kararı keskin tenkit yapıyor, KPSB Merkezi
Kurumunun baş sekreter adına böyle mektup yazıyor: ‘Memleketimizde yaşayan yüzlerce halkların
arasında neden tek bir halk kendisini kim olduğunu unutmasına uğramıştı? ’”. (Asanin, 2002: 1 C,
233-234). L. Sofu hayatın sonuna kadar milli harekette katılmıştı ve açık açık resmi yazılar ve
müracaatlar Kırım Tatar halkımın mesellerini hakkında SSCB Yüksek Şura Prezidyumuna talepte
bulunuyordu.

Kırım Tatar Milli hareketinde kadın kızlar çeşit sahalarda bir çok önemli işlerini yapıyorlardı,
Merkeze göndermesi ve toplum içerisinde dağıtılması için farlı evrakları düzetmesi, redaksiyonu,
daktilo etmesi, dosyaları çoğalması bu işlerin arasında en gerekli ve önemli işlerden birisiydi. Tamila
Çileyeva (1937 – 1998 yy.) 1973 senesinde Akmescitte yaşamaya başlıyor, fakat pek çok zorluklardan
geçiyor, yaşayan yere kayıta alınmıyor, işe girmek için çeşitli engeller çıkıyor, bütün Kırımı dolaşıyor
iş ve ev bulmak için. Sovyet şovinistik rejimim hadimleri yol kesiyorlardı ve yasaklıyorlardı. Bu
Kırım’da yaşayan zorluklar hakkında Tamila Çileyeva Semerkant Milli hareketinin Merkezine
açıklıyor ve toplum arasında malumat şeklinde dağıtılıyor. Esas Türkiye’deki “Emel” dergisinin3
sayfalarına basılıyor Avrupa ülkelerinde ve ABD kadar Kırım’da ve Kırım Tatar halkının vazifesini
hakkında bilgilerle paylaşıyor.

Böyle faaliyetlerle uzun süre Pakize Çayş büyük bir iz bıraktı, resmi malumatları daktilo
edilmesi onun göreviydi, bu pek tehlikeli işdi. Milli hareketinin hadımı Lenmar Taymazovın
rehberliğinde P. Çayuş aktif çalıştı: “Semerkant’ılar “Emel” adını ellerine geçen bu dergiyi çoğaltmaya
başlıyorlar, onun iki sayısı daktilo ediyorlar…. Ve uç yıl devamında defalarca eda ediyorlar. Böylece
“Emel’in altı sayısı dağıtıldı” (Asanin, 2005: 2 C. , 496).

1968 yılında 21 Temmuz “Sovyetler Birliğindeki Kırım Türklerin dünya kamu oyuna müracaatı”
118 imzalarla hazırlanıyor. Bu müracaat daktilo uzak Semerkant’ta yapılıyor, sonrada Moskova’ya
gelen turistlerden Türkiye’de “Emel” dergisine ulaşıyor. Hemen dergi bu müracaatı Türkçe, İngilizce
çeviriyor ve basılıyor:

“Bizlere yapılan belli bir ismi vardır: GENOCİDE.

Mücadeleyle geçen yıllar zarfında, halkımızın Sovyet Hükumetine yazdığı mektuplar altında
yekûn olarak 3 milyondan fazla imza atılmıştı. Başka bir deyişle, Kırım Tatarlarından her yetişkini en
az on defa müracaat etmişti. Fakat 300.000 kişinin onar defa tekrarlanan müracaatı boşa gitti. Parti
veya hükümet organlardan hiçbirine bize verilmediği gibi, hiçbir Sovyet gazetesi de davamızdan
bahsetmedi.

İşte bu sebeplerdeki Dünya kamuoyuna başvuruyoruz.

Küçük ve müstakil bir millet olarak Sovyetler Birliğinin diğer kardeş milletlerine hitap ediyoruz.

Dünyanın bütün halklarına ve bilhassa milli eşitsizlik ve baskıyı kendi sinesinde tecrübe etmiş
olanlara başvurmaktayız.

Bize yardımları dokunur ümidiyle hüsnüniyet sahibi bütün insanlara hitap ediyoruz:

ECDAT TOPRAĞINA KAVUŞMAMIZ İÇİN BİZE YARDIM EDİN” (Emel, 1969: 4 ).

3
“Emel” 1 Ocak 1930 tarihinde Romanya’nın egemenliği altındaki Güney Dobruca’nın Hacıoğlu
Pazarcık şehrinde Müstecib Ülküsal ve 9 arkadaşı tarafından çıkarılmaya başlanan fikir ve kültür
dergisidir. Emel Kırım Milli Davasının sesi, Kırım Milli hareketinin yayın organı olarak Kırım
Tatarlarının fikir ve kültür hayatında müstesna bir yerdedir. Yayın hayatı boyunca bilhassa
diasporadaki Kırım Tatar aydınlarının çevresinde birleştiği bir çekim ve fikir merkezi olmuş, Emel’in
idare ve yazar kadroları Emelci adıyla anılır olmuşlardır.

94
Ranetta Gafarova

Böyle konuda yazılar çeşitli gizli yollarla Sovyet Birliğinin demir perdesinden çıkıp tüm dünya’
ya Kırım Tatar halkının haksız durumunu açıklıyordu.

Daha bir yazışma ve daktilo eden cesur kadın iştikakçılardan birisi Ayşe Velilyaeva, Milli
hareketinde çoğu kadınlar gibi en müyüm sarp hizmetlerden biri olan “matbuat” meselesiyle uğraştı.
Milli hareketinin resmi vesikalarını karbon kâğıttı kullanarak daktilo geçirince çoğullaştırıyordu. KGB
hadimleri böyle resmi evraklar dağıtılıyor ve nasıl bu iş yürütüyor yolu bilmek için Ayşe ve diğerlerin
peşinde takip ediyorlardı. Ayşe Velilyayeva’nın yazılarında bir olay hakkında anlatıyordu: “Her
inisiyatif gruplarda herkes kendi görevini ediyordu. Birisi hesapçı, birisi malı işler, birisi basımcı,
birisi malumat dağıtıcı olarak iş yapıyorlardı. Yöneticiler farklı şehirlerde yaşıyorlardı, Halilov
Rustem Evpatoriya şehrinde, Aliyev Rustem Sudak şehrinde, Hamza ağa ve onun eşi Fera. 1966 yıl,
kış ortasında, kocaman kar yağmıştı ve bir derin kar kürtünleri. Akşam saat 18 de evimizde inisiyatif
grup toplanacaktı. Ben görüşüne gidecekte telefonda haber geldi, evden çıkmaya tehlikelidir, çünkü
dışarıda kapı öğünde KGB hadimleri duruyormuş ve tüm sokak civarı milisiya kaplamış. Kafamı sanki
kan bastı, çeşit düşüncüler aklıma geldi çünkü hızla bir şey yapmak gerekirdi. Evde daktilo ve birçok
ciddi dosyalar vardı. O zaman aklıma 10 yaşında oğlum geldi, tek o bizi bu durumda kurtaracak.
Dışarı koyu karardı, kar, her yerde milisiya, buna bakmadan oğlum bir şey sormazdan giyindi, tüm
evrakları bedenine sardım ve daktilo çantaya sakladık, sonra pencereden çıktı. Nereye gideceğini
biliyordu. Pencereden indikten sonra komşu çatılarından, duvarlardan gizli yararak geçti ve evden
uzaklaştı. Birkaç dakikadan sonra kapılarımızı vurdular ve evimize milisya ve sivil giyiminde KGB
hadimleri girdiler. Aramaya başladılar, misafirlerimin ve benim pasaportlarımızı baktılar. Daktilo ve
dosyaları ısrarla talepte bulundular. Ben ve misafirlerim bir şey anlamaz gibi durduk, sert sert
konuşarak evimizden çıktılar. Bu saatlerde daktilo ve dosyalar şehrin karşı tarafındaydı, onlar gerekli
yere ulaşıldı. Toplantı gerçekleşti. KGB ve milisya hadimleri bom boşana soğuk dışarda durdular, ben
ise 10 yaşında oğlum için çok korktum. Oğlum adı Ernur” (Asanin, 2006: C.3. , 202). Ayşe Veliyulaeva
Moskova’da olduğunda Sovyet muhaliflerle görüşüyordu, onların arasında A. E. Kosterin Kırım
Tatarların Kırıma avdet olmasına aktif destekliyordu ve Sovyet rejimine açık karşı çıkıyordu. Bu
faaliyet için birkaç defa deli haneye kapatıldı ve 1977 yılında Sovyet Birliğini terk etti, son yılları
Amerika’da hayatını geçirdi. (Vlast i diccedentı, 2016: 69).

Sovyet muhalifler Kırım Tatar Milli hareketine pek sıcak bakıyorlardı, Yüksek Şura
Prezidyumun adına açık yazılarda Kırım Tatar halkının haksız durumunu ve onun çözümünü talepte
bulunuyorlardı. A. Saharov ve onun eşi E. Bonner, S. Kallistratova, A. Nekriç, P. Grigorenko, L.
Alekseeva, İ. Gabay gibi aydın insanlar Milli harekette iştirakçiler ile görüşüyorlardı. Zempira
Asanova, Ayşe Seytmuratova, Safinar Cemileva bu muhaliflerle Kırım tatar halkının ağır durumda
hakkında haber veriyorlardı, Birleşmiş Milletler teşkilatına Milli hareketinin müracaatlarını onların
aracısıyla imzalı dosyalarını ulaştırıyorlardı.

Milli hareketinin arşivine göre 1960-1970'lerde 17 Kırım Tatarı, halklarının mücadelesine


katılmaktan mahkûm edildi.

Tablo 1.

Tarih ve
№ İsim, Soyadı ve meslek Ceza yeri Ceza Süresi
Mahkeme Kararı

1 Hatice Hayreddinova-Satıcı 1965 Bekabad 6 ay

Tamara Kontuganskaya -
2. 1967 Taşkent 2 yıl
Öğretmen

3. Elmira Abdulhakova - Öğrenci 1967 Taşkent 2 yıl

95
Ranetta Gafarova

4. Sayde Cüleymanova – Satıcı 1967 Taşkent 2 yıl

5. Svetlana Ametova- hemşire 1968 Taşkent Soruşturma

6. Medine Karaliyeva - inşaatçı 1967 Taşkent 1 yıl

7. Seliha Useinova - berber 1967 Taşkent 1 yıl

1966 1 yıl
Lenara Guseynova-Baybika –
8. Taşkent
Mühendis
1968 İkinci süre – 2 yıl

9. Munire Halilova - Şemşire 1968 Taşkent Soruşturma

1967 Moskova 2 yıl


10. Ayşe Seytmuratova – Öğretmen
1971 Mordoviya 3 yıl

11. Ulviye Hocaeva - sekreter 1967 Taşkent 3 yıl

Şeyde Seytmemetova -
12. 1966 Taşkent Ceza 15 gün
Öğretmen

13. Zampira Asanova - ekim 1966 Kokand Ceza 15 gün

Ceza 15 gün (iki


14. Müniver Abibullayeva –eczacı Kırım
defa)

15. Meryem Çayuşeva - işçi 1968 Yangiyül Ceza 2 gün

1968 Simferopol Ceza 25 gün


Gülhane Tarpi Kasayeva – işçi,
16.
engel
1969 Zaporojye Ceza 10 gün

Moskova Ceza 10 gün


Zore Nebiyeva – İkinci Dünya
17. 1970
Savaşi engeli
Kokand Ceza 10 gün

1966 y. Ekim 7de Ayşe Seytmuratovanın Semerkant evine KGB hadimleri arama yapmıştı. 14
Ekim Ayşe tutuklandı Semerkant’tan uçakla Moskova KGB’nın Lefort hapse götürmüşlar. On gün
sonra mahkeme kararı “ekstremizim koşuları, hakaret yazıların müellifi ve onları dağılması”
dayanarak iki yıl hapis cezası. Dört yıl sonra Ayşe Seytmuratova tekrar tutuklanıyor ve mahkeme
kararla 3 yıla Mordoviya kamplarda bulunuyor. Seyitmuratova’nın bu kadar çalışkan ve cesur bir
yapı ile Millî Hareket kadrolarında yer alması elbette o dönemlerde Sovyet idarecilerini rahatsız
etmişti. Kendisinin meydana getirmiş olduğu çalışmaları aksatmak için Sovyet yönetim organları
Seyitmuratova’yı 1978 yılında Sovyetler Birliği topraklarından çıkarmak ile amaçlarına ulaşacaklarını
düşünmüşlerdi. Bunun üzerine Seyitmuratova, Yelena Bönner’in aracılığıyla 25 Ocak 1979 yılında
Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) New York eyaletine giderek yeni bir yaşama başlamıştı. Bir
zamanlar Kırım Türk Millî Hareketi’nin önde gelenleri arasında yer alan dünyaca ünlü fizikçi Rolan
Kadıyev 10 Şubat 1981’de Lenin Bayrağı ile 12 Şubat’ta Pravda Vostoka adlı gazetelerde yayınlanan
ve Ayşe Seyitmuratova’nın ABD’ye gidişini hedef alarak yazdığı açık mektupta şunları yazmıştı: “Bu
mektubu yazma fikri bende birden oluşmadı. Ancak olaylar öyle gelişti ki, vatandaşlık onurum
susmama izin vermedi. Ayşe sen akrabalarını, yakınlarını, dostlarını, vatanını -Sovyetler Birliği’ni-

96
Ranetta Gafarova

bırakıp “mutluluk” aramak için Batıya gitmenin ardından iki yıl geçti. Bu süre içinde sen kendine
İsrail’de yeni “akrabalar” buldun ve “hür dünyaya” çıkmak için çalıştın. O dünya sana uzaktan “gerçek
demokrasinin” ve “eşitliğin” dünyası olarak gözüktü. Şimdi ABD’de yaşıyorsun... Ayşe, sen böyle
yaparak her şeyden önce savaşta Almanlar tarafından öldürülen babanın hatırasını lekeliyorsun... Sen
halkının sırtında asalak gibi yaşadın, onun iyiliğinden ve cömertliğinden istifade etin... ” (Özcan,
2010).

1967 y. Kasım 28de Taşkent şehrinde meşhur mahkeme duruşma başlamıştı. Maznun olarak 12
Kırım Tatar insanı ve onların arasında 3 kadın: Tamara Kantuganskaya, Elmira Abdulhakova
(Enstitünün öğrencisi), Sayde Süleymanova (uç çocuğun annesi). 1969 da belli olan “Taşkent proses”
olarak adlandıran mahkeme. Maznun olan Kırım Tatar Milli hareketinin iştirakçileri iki kadın Münire
Halilova ve Svetlana Ametova (6 yaş oğlunun annesi).

Milli hareketinde Kırım Tatar kız öğrenciler Taşken, Çirçik şehirlerinde protesto mitinglerde
iştirak edelerine okullarından atıldı.

Tablo 2.

№ Giriş
Atılması
İsim, Soyadı Okul, Şehir kayıt
tarihi
tarihi

1. Simferopol Pedagoji Enstitüsü


Eminegül Taymazova 1966 1966
(Akmescit/Simferopol)

2. Taşkent Alaka Enstitüsü


Elmira Abdulhakova 1965 1968
(Taşkent)

3. Fevziye Abducalilova Andican Tıp Enstitüsü 1967

1987 yılında 6 Temmuz’da Moskova’daki Kızıl meydanın ’da Kırım Tatar Milli hareketinin
yaklaşık 120 temsilcileri yaptıkları protesto mitingi kesin adımlar ve son sözünü gösteren olaylardan
birisidir. Kırım Tatar kadın kızları da bu hareketlerden çekilmedi, daima Moskova’ya hareketinin
vekilleri olarak katıldılar. Milli hasretinin temsilcileri Yüksek Şura Prezidyumunun yönetimcilerle
randevu talep edilmişti, fakat bir gelişme olmadı, uzun zaman beklenen özel gündemli görüşme belirli
insanlarla tekrar olumsuz kaldı. 7 Temmuz 1987 sabah Molokoyedov A.N. (SBKP Merkez Komitesi
İdare Müdürü) Saat 10.00’da halkımıza taleplerinin ele alınması için kesin bir tarih verileceğini
bildirdi. Sonra birkaç temsilcileri davet edildiler, fakat bir kararla bu görüşme olmadı. 23 Temmuz
1987 y. yaklaşık 100 Kırım Tatar SBKP Merkezi kurumunun binasın yanında toplandılar ve M.
Gorbaçev ile görüşme talepte bulundular. Tekrar talepler boş boşuna geçti ve insanlar Vasiliy Blajeni
Monastırına ilerlediler, yollarını milisiya hadimleri kapattı. O zaman yürüyüşte katılan Kırım Tatarlar
yere oturdular ve gitmesini reddettiler. Böyle şekilde protesto eylemlerimi gösterdiler. Bu olaylar
Ağustos ayına kadar sürdü, her gün Moskova’daki çeşitli toplu yerlerinde protesto mitingleri geçti,
her gün tutuklamalar, hapisse kapatılması, Moskova’dan mecburi çıkarttırması; onların arasında
Safinar Cemileva, Sabriye Seyutova ve birçok temsilciler böyle şiddet rejimine uğradılar. Maalesef, o
zaman Gorbaçev yönetimi demokrasi yeni rüzgârına hazır değildi ve zayıflığını açık gösterdi. Ancak
bütün demokrasi toplumlar Kırım Tatarların Milli hareketinin organize ve çoğulluğunu gösterdiler.
“SBKP Merkez Komitesi Birinci Sekreteri Gorbaçev’e: Bizler, taşken Oblastı’nın Yangiyul şehrinde
yaşayan Kırım Tatar milletinden vatandaşlar sizden milli meselemizin çözümünün yani milletimizin

97
Ranetta Gafarova

Vatan’ı Kırım’a döndürülmesi ve hükümetimizin yeniden kurulmasının çabuklaştırılmasını rica


ediyoruz. Şunu bildirmekteyiz ki, bunun dışında hiçbir türlü çözüm milletimizin emellerine ve kanuni
taleplerine uygun düşmeyecektir. Bu telgrafın metni, 7 Temmuz’da 800’den fazla vatandaşımızın
katıldığı bir mitingde kabul ve tasdik edilmiştir. Taşkent şehri, 7.7.1987” (Emel, 1987: 59.) .

Bu olaylardan sonra bir düzgün değişmeler çıktı ve 1987 yıldan sonra Kırım Tatar halkı

Kırıma dönmesini başladı. “Böylelikle 1989 yılında SSCB Yüksek Sovyet’i tarafından çıkarılan yasa ile
Kırım Türklerinin hakları garanti altında alınarak Kırım’a dönmelerine müsaade edilmişti. Yıllardır
yerli halkını bekleyen Kırım artık asıl sahiplerinin dönüşleri ile birlikte yeniden yapılandırılmaya
başlanmıştı. Bu süre zarfında da kadınların kurmuş oldukları grup ve birlikler neticesinde tüm
olumsuzlukların bir çaresi bulunmaya çalışılmıştı” (Hande Gündüz, 2019: 128).

2. Sonuç

Kırım Tatar Türklerin tarihi acı sayfalarla dolu, her devirde onlar bir politik oyunların arasında
kalmaktadırlar. 1783 yılından başlayan Rusya İmparatorluk tarafında baskılar, sıkıştırmalar ve
Sovyet Birliğinde devam eden haksızlıklar Kırım Tatarların mücadele konuyu çok güçlendirdi, daima
adaletsizlik hareketlere karşı durması ve kendi hakları savunması Türk dünya tarihinde biliniyor.
Kırım Tatar Milli hareketi 1950-1988 yılları tüm Kırım Tatar toplumunda yaşayan insanı dokundu.
Kadın kızlar bu meselede büyük bir iz bıraktılar ve önemli rolünü gösterdiler. Milli hareketin arşiv
malzemelerinde esasında yapılan tahliye göre 1960-80ci yıllar arasında bu halk davasında yaklaşık
yüzden 27-30 kadın kızlardı. Mahkeme ve idari cezalara tutuklandılar yüzden 20 kadın kızlardır. Zor
ve ağır mücadele yolunda Kırım Tatar kadın kızların Milli hareket saflarındaki cesareti büyüktür.

3. Kaynaklar

Aleksiyeva, L. (1984) İstorya İnokomslya v SSSR, Khonika Press, Vermont. Moskova, s. 110

Asanin, İ.Ç. (1994) Bizim Kadın-kızlarımız. Yani Dünya gazetesi, Simferopol, 18 Mayıs, s. 4

Asanin, İ Ç. (2002) Adalet küreşi saflarında (Hatıra kitabı) 1 Cılt. Simferopol: Kırım Devlet okuv
pedagogika neşriyatı, 624 s.

Asanin, İ Ç. (2005) Adalet küreşi saflarında (Hatıra kitabı) 2 Cılt. Simferopol: Kırım Devlet okuv
pedagogika neşriyatı, 624 s.

Asanin, İ Ç. (2006) Adalet küreşi saflarında (Hatıra kitabı) 3 Cılt. Simferopol: Kırım Devlet okuv
pedagogika neşriyatı, 624 s.

Asanin, İ Ç. (2018) Adalet küreşi saflarında (Hatıra kitabı) 1 Cılt. Simferopol: Kırım Devlet okuv
pedagogika neşriyatı, 624 s.

Bekirova. G., (2008) Krımskıye tatarı.1941–1991 (Opıt polıtıçeskoy istorii) , (Kırım Tatrlar 1941-
1991): siyasi tarihinin tecrübesi), s. 14, Tezis, Simferopol.;

Bekirova, G. Krımskotatarskoye ynasionalnoye dvişeniye 50-60 h gg.: stanıvleniye, pervıye pobedı i


razoçarovaniya (50-60ci yıllarında Kırım Tatar Milli hareketi: kuruluşu, ilk zaferleri ve krizi.
https://web.archive.org/web/20101217184418/http://www.kirimtatar.com/Researches/50
-60-simf.html. 19.08.2021.

Bekirova, Z. (2009) Vatan yoluna Bağışlağan ayat, Simferopol, Tezis. - 224 s.

98
Ranetta Gafarova

Berdınskıh, A. (1994) Spespereselensı: Polıtıçeskaya ssılka narodov Sovetskoy Rossii, (Sovyet Rusya
halkların sürgünlüğü), Moskova, 2005.- s.650,

“Emel” dergi (1968) Sovyetler Birliğindeki Kırım Türklerin dünya kamu oyuna müracaatı. İstanbul,
Sayı 49, Kasım-Aralık

“Emel” dergi (1987) Yangiyul ‘daki Kırım Tatarlarının Gorbaçev’e Telgraf. İstanbul, Sayı 161.

“Emel” dergi (1979). Kırım Tatarlarında Milliyetçi Hareket (Devre: 1957-1975) Petro Grigorenko.
İstanbul,Sayı 111, Mart-Nisan.

Hayit, B . (1987) Sovyetler Birliğindeki Türklüğün ve İslam’ın Bugünkü Durumu. On dokuz Mayıs
Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi , Cilt 2, Sayı 1, 2 (1) , S. 21-32

Gündüz H. (2019) Kırım Tatarlarının Millî Hareketindeki Kadın Emektarlar. Yüksek Lisans Tezi
Necmettin Erbakan Üniversitesi, Konya, 2019 . – 159 s.

Yiğit A. (2012) Rusya Federasyonu’nda Yaşayan Türk Topluluklarının Anadillerini Kullanma


Oranlarındaki Bölgesel Farklılıklar / e-Journal of New World Sciences AcademyVolume: 7,
Number: 2, Article Number: 4A0047: s. 16 –34

Özcan K. Kırım Dramı, Kırım Türklerinin Varoluş Mücadelesi. - Babıali Yay.: Ankara. – 2010. - 172 s.
,118

Özcan, K. Sovyet Belgelerinde Kırım Dramı, Kırım Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği, İstanbul
2007.

Vlast i diccedentı iz dokumentov KGB i KPSS. (2006) (Hükümet ve muhalifler. KGB ve SBKP
evrakları). Moskova, Mikroprint. – 280 s.

99
Güney-Doğu Avrupa’daki Gagauz/Gökoğuz Türkleri ile
Anadolu, Kafkas vs. Türklerinde Tarihten Bugüne
Kültürel İlişkiler

Prof. Dr. Olga Radova (Karanastas)1


Özet
Gagauz/Gökoğuz Türklerinin dedeleri evvelki zamanlarda, Roma İmparatorluğu döneminden evvel
geniş bir coğrafyada - Güney-Doğu Avrupa’da, Anadolu’da ve diğer tarihi bölgelerde yerleşiyorlar. Orta
çağ zamanlarında Gagauz Türklerinin dedelri Anadolu’da, Trakya’da, Makedonya’da, Dobruca’da,
Bucak’ta, Orta Volga’da, Özi Kırlarında, Orta Asya’da, Altay’da, Kafkas’larda yaşıyorlardı ve onların
torunları bugün de bu bölgelerde yaşamaya devam ediyorlar. Gagauz Türkleri bir halk olarak, Güny-
Doğu Avrupa’da oluştu, onlar bu bölgede 2500-3000 seneden fazla yaşıyorlar, burada onlar
yerli/avtohton insanlar. Gagauz – Gökoğuz Türklerinin maddi ve manevi kültür miraslarında –
folklorunda – destanlarında, masallarında, türkülerinde, adetlerinde, dinlerinde, ritüallerinde/dinsel
törenlerinde ve arheolojik alanlarda, antik unsurları korunulmuş ve onların paralellikleri Herodot’un
yazılarıyla açıklanıyor. Bu unsurları Gagauz Türklerinin “Pipiruda” adetinin““Gergi” töreni/ritüeli”
unsurunda ve onun M.Ö. tarihi olaylarla bağlantılarını görüyoruz. Ayni zamanda dini unsurlarında ve
maddi kültürlerinde de gözüküyor, mesele “Ay Yörgi”(Türkiye Türk.) / “Ay Örgi”(Gag. Türk.) ikonasında
ve Gagauz Türklerinin ortodoks kliseselerinde. Gagauz Türklerinin evvelki/eski Kahramanı (tarihi
olaylar M.Ö. olmuşlar) insanları düşmandan kurtarmış, zmeyin (demek düşmanı üstelemiş/yenmiş) üç
kafasını da kılıçla kesmiş ve kafalar yere düşünce, “Ak Dere” birden suyla dolmuş, o insanları
susuzluktan hem açlıktan kurtarmış. Gagauz Türklerinin çağdaş zamana kadar korunulmuş “Pipiruda”
adetinin ““Gergi” töreni/ritüeli” unsurunda gözüküyor ki, o evvelki/eski M.Ö. zamanlardan itibaren
geliyor ve Herodot’un kitabındaki tarihi olaylar, Gagauz Türklerinin “Üç altın alma”, “Dengi Boz”, “Dev
adamı”, destanlarında/masallarında da anlatılan olaylar, hepsi birbirine bağlı. Hepsi bu olayların
paralelliklerini Herodot’un tarihi kitabında da buluyoruz/görüyoruz, onun bu olayla ilgili yazdıklarını,
Kara Deniz’in etrafında yaşayan Gökoğuz Türkleri (Gagauzlar) veya İskit Türkleri anlatmışlar.
Gagauzların Ana dilleri Türkçedir ve Türk Milletine mensup, Hıristiyan Ortodoksturlar, Hıristiyanlığı
Müslüman dininden önce, I-IV. asırlardan itibaren kabul ediyorlar ve daha sonra de, çeşitli
coğrafyalarda VII, IX, XII. yüzyıllarda de Hıristiyan dinini kabul ediyorlar. İslamyet’ten (VII-VIII
yüzyıllar) itibaren, Türk’lerin büyük bir kısmı Müslüman dinini kabul ediyor. Dini olarak bugün
dünyada Budist, Hıristiyan, Müslüman ve kültürel olarak, Şaman Türkleri var. Zaman geçtikçe, herbir
Türk soylu insanlar, kültürlerini ve adetlerini, kendi dinlerine temellenerek, yaşatmaya devam
ediyorlar. Fakat İslamyet ve Hıristiyan dinlerinin öncesi kültür mirasları – Türk’lerin ortak bir kültürü,
çağdaş zamana kadar çeşitli Türk boylarında korunulmuş. Coğrafi olarak, bu olaylar Gagauz – Gökoğuz
Türklerinin çok geniş topraklarda – Balkanlar’da (Bulgaristan’da “Madar atlısı”, “Alaca Manastır” Gagauz
Türklerinin kültür mirasının unsurları), tüm Güney-Doğu Avrupa’da, Anadolu’da, Kavkaz’da ve başka
yerlerde de yaşadıklarını gösteriyor. Temel/fundamental bilimsel araştırmalarımın sonuçları
gösterdiler ki, Azerbaycan’da, Bulgaristan’da, Türkiye’de korunulan bayırlardaki/dağlardaki kaya
taşlarında da evvelki/eski zamanlardan kalma unsurlar Türklere ait, Gagauz – Gökoğuz Türkleri kendi
kültür mirasını korumaya devam ediyor. Bu çerçevede, kendim de bir Gagauz Türkü olarak, Gagauzların
etnik tarihi, kültürü, yerleşim yerleri, demografisi, göçleri, folkloru, etnogenezisi (söy kökleri) ile ilgili
konuları araştırdım ve bugün de bilimsel çalışmalarım bu alanda devam ediyorum.
Anahtar Kelimeler: “Ak derâ”, “Alaca Manasır” “Madar Atlısı”, Gagauz/Gökoğuz Turkleri - İskitler,
Kafkas Türkleri, Akkoyunlular, Karakoyunlular, tarih, folklor, kültür mirası.

1
Akademik, Asistan Prof. Dr. Olga Radova (Karanastas), İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Misafir
Öğretim Görevlisi. Moldova Cumhuriyeti Gagauz Kadınlar Derneği’nin Kurucu Başkanı (1993 yılında). E-mail:
radova.58@mail.ru

100
Olga Radova (Karanastas)

Исторические связи, отражённые в культуре


гагаузов/тюрок-гёкогузов Юго-Восточной Европы с
тюрками Анатолии, Кавказа и других регионов

Abstract

Древние предки современных гагаузов – тюрки-гёкогузы (Gökoğuz Türkleri) ещё до образования


(27 год до н. э., дата ликвидации - 476 год н.э.) Римской империи, расселились на обширной
территории - в Юго-Восточной Европе, Анатолии и других исторических регионах. В средние века
гагаузы – тюрки-гёкогузы проживали в Анатолии (Anadolu), Фракии (Trakya), Македонии
(Makedonya), Добрудже (Dobruca), Буджаке (Bucak), Центральной Волге (Orta Volga), в
приднепровских местностях - в степях О(У)зи (Ö(Ü)zi kırları), в Центральной Азии (Orta Asya), Алтае
(Altay), Кавказе (Kavkaz), их потомки и сегодня продолжают жить в этих регионах. Гагаузы
тюркский народ, православного вероисповедания, как этнос, образовались в Юго-Восточной
Европе, они проживают в этом регионе более 2500-3000 лет и являются коренным / автохтонным
населением. На территории Юго-Восточной Европы древние предки гагаузов расселились ещё до
прихода в эти регионы тюрок-сельджуков и тюрок-осман. В фольклоре гагаузов – потомков
древних тюрок-гёкогузов (Gökoğuz Türkleri), до наших дней сохранились древние элементы
государственности (предыдущего/античного государства). Эти элементы видим в гагаузских
народных сказаниях и эпосах, таких как – “Юч алтын алма”(“Üç altın alma” – в переводе на русский
“Три золотых яблока”), “Денги Боз” (“Dengi Boz”), “Дев адамы” (“Dev adamı”). Между событиями,
повествуемые в гагаузских былевых эпосах, до настоящего времени часть из них дошли до нас как
сказки, и трудах Геродота видим параллели, а также находим географию, где происходили эти
исторические события, следы которых приводят нас к VII-IV векам до н.э. и к более древним
периодам. Фундаментальные научные исследования по этим аспектам изложены в научной статье,
автора этих строк - О.К.Радова (Каранастас). Элементы культуры эпохи эллинизма в гагаузском
фольклоре, их исторические и географические реалии // Путь к себе: аспекты истории, культуры,
демографии, этнографии, этногенеза гагаузов. II. Дополненное издание. Сборник научных статей
О.К.Радовой-Каранастас. Кишинёв, 2009, с.277-288. Приведём некоторые из этих элементов –
Аккойунлу(лар) (“Akkoyunlular”), Каракойунлу(лар) (“Karakoyunlular”) , огузы/гёкогузы или
скифы, Ак деря (или Ак нехир) (“Ak derâ (veya Ak nehir)”). У современных тюрок Анатолии,
тюркского этноса – Гагаузов, ныне большинство из них компактно проживающие на исторической
территории Буджак или в южной Бессарабии, у тюрок Кавказа и других тюркских народов, видим
общие элементы в их культуре - языке, фольклоре, обычаях и обрядах, национальной пище и
традиционной одежде, детских играх и многих других аспектах. Гагаузы по происхождению
являются тюркским народом, их родной язык – гагаузский, относится огузской группе, огузо-
булгарской подгруппе тюркских языков. По вероисповеданию гагаузы являются православными
христианами, принявшие христианство (до возникновения мусульманской религии) с
апостольских времён, начиная с I-IV веков, затем, по мере распространения христианства, в разных
географических территориях, приняли христианство и в VII, IX, XII веках. С момента возникновения
мусульманства (VII-VIII века), большая часть тюрок приняли мусульманскую религию. Сегодня в
мире проживают тюрки разных вероисповеданий – это буддисты, христиане, мусульмане и в
культурном отношении тюрки–шаманы. Со временем тюрки продолжили развивать свою
культуру, обычаи и обряды, опираясь на принятые ими религиозные устои, но до исламская и до
христианская культура, являющаяся общим культурным наследием тюрок, сохранилaсь и до
сегодняшних дней и она их объединяет.
Key words: Ак деря, Аладжа Манастыр, Мадар Атлысы, Гагауз/Гёкогуз Тюрклери/Искитлер,
Аккойунлулар, Каракойунлулар, история, фольклор, культурное наследие.
1. Giriş

Gagauz Türklerinin dedeleri - Gökoğuz Türkleri, evvelki zamanlarda, Roma İmparatorluğu


döneminden evvel geniş bir coğrafyada - Güney-Doğu Avrupa’da, Anadolu’da ve diğer tarihi
bölgelerde yerleşiyorlar.

101
Olga Radova (Karanastas)

Milletin tarih yolu ve soy kökleri biri-birine bağlı, onun için Gagauz Türklerinin etnik tarihini,
yerleşim yerlerini ve soy köklerini öğrenmek için, çeşitli metodlar kullandık: antroponim analizi 2
(Moldova Cumhuriyeti’nde, Gagauziya (Gagauz Yeri) Özerk Bölgesi’nde, Rusya’da, Türkiye’de, 3
Bulgaristan’da, Ukrayna’da, Romanya’da araştırmalar yaptık), istatistik malzemelerine analiz,
çağadaş zamanda tarihi Bucak’ta (veya Besarabya’nın güneyinde) yaşayan Gagauz Türklerinin
köylerinin adlarına ve eski dönemlerde haritalarda belli edilen köylerin adları ile identifikatsiya
(denkleştirmek), dil, folklor incelemeleri yaptım,4 bayırlarda/dağlarda taşlarla oyulmuş eski tarihi
olayları gösteren nışanlar (“Madar Atlısı”, Bulgarıstan’da), mağara manastırlarında (“Alaca
Manastır”, Bulgaristan) evvelki adlarını Gagauz – Gökoğuz Türklerinin verdiği adları bugün de
görebiliyoruz ve insanlar onları aklılarında tutuyorlar.5

2. Öntem

Gagauz Türklerinin destanlarında ve masallarında evvelki/eski devlet unsurları ve onların


bağlantıları Balkan, Güney-Doğu Avrupa, Orta Asya ve Kafkas coğrafyasıyla

Halkın gerçek tarihi olayları, birer süjet olarak, folklorda – masallarda, manilerde, destanlarda,
türkülerde korunabilmiş, çünkü evvelki zamanlarda, insanların çoyu okumağa, yazmağa bilmezlerdi.
Ama çok zeki, aklılarında pek islââ tutan uşaklara/çocuklara, küçükten itibaren tarihi olaylar
anlatılıyordu ve onlar, canlı tarih kitabı olarak, ağızdan-ağıza, dededen evlada, asırdan asıra gerçek
tarih olayları anladıyorlardı.

Türkler hep hayvancılık etmişler, daha çok koyun, keçi sürülerini otladıp, uzak yerlere gitmişler
ve geniş coğrafyaya yayılmışlar.

Vaktinde merak etmiştim, acaba bizim, Gagauz – Gökoğuz Türklerinin folklorunda var mı
evvelki/eski zamandakı devlet sınırlarının izleri ve bu konuyla ilgili 2003 yılında bilimsel
araştırmalarıma başladım. Bilimsel araştırmalarımın sonuşlarını makalemde “Gagauz Türklerinin
folklorunda evelki zamanlardan kalma devlet elementleri (unsurları) ve Herodot’un yazılarında onların
paralel izlerinin görüntüleri”, makalemin oricinalını Rus Dilinde yazdım6 ve öylelikle bilim çevresine
yeni bilimsel açıklamar yaptım, konumla ilgili, uluslararası bilim çerçevesinde ilk kez böyle açıklamar
oldu, ama bu çok önemli bilimsel açıklamalarımı önce Gagauziya’nın başkentinde, Komrat Devlet
Üniversitesi’nde sempozyumda sundum ve “Vesti Gagauzii” Gazetesinde yayınladım (bak. kaynağı:
Vesti Gagauzii, No: 89-90 (7284-7285), 27 Haziran, 2006, s. 6-7). Burada söylemeliyim ki, bu
makalemi yazmak için üç yıl sürekli hep bilimsel araştırmalar yaptım ve nice yukarıda yazdım, 2006
yılında yayınladım. 19 Ağustos 1990 tarihinde Gagauzlar – Gökoğuzların Torunları Bağımsız Gagauz

2
Радова О.К. Этническая идентификация задунайских переселенцев и расселение гагаузов в Буджаке (конец XVIII
– начало XIX вв.) // Этнографические исследования в Республике Молдова. Кишинев, 2006, с.269-288; daha bak.:
Журнал «Штиинца», Кишинев, 1998, с.22; Каранастас-Радова О.К. Гагаузы в составе задунайских переселенцев и
их поселения в Буджаке (конец XVIII – первая четверть XIX вв.). Изд. в типографии Комратского госуниверситета
Республики Молдова, Кишинев-Комрат, 2001, 133 с.
3
Olga Radova-Karanastas. Güneydoğu Avrupa gagauzların tarihini ve kültürünü korumak – etnosun gelişmesinde bir şart
temeldir // 38.ICANAS 10-15/09/2007/.Bildiri özetlerin Kitabi ABSTRACTS. Ankara. 2007, s.829-830; Dr. Olga Radova-
Karanastas. Osmanlı-Rusya-Moldavya Davranışları çerçevesi içerisinde Güney-Doğu Avrupa Gagauzların Etnik Tarihi //
Dergi “Turan”. Stratejik Araştırmalar Merkezi: Yıl: 2012 – Yaz. Cilt: 4, sayı: 15. Ankara. Basım Tarihi: 13 Eylül, 2012, s.142-
149.
4
Радова-Каранастас О.К., Пушнеев Д. Древнетюркские компоненты в культуре и этногезе гагаузов (на примере
этимологии антропонима Пушней) // II. Международная научно-практическая конференция «Актуальные
проблемы лингвистики в контексте современных подходов». 17 апреля 2014 г. Комрат, 2015, c.232-251.
5
Radova Olga. Gagauz Türklerinin tarihi ile kültür mirasları Balkan Yarımadası’nda, Bucak’ta ve diğer yerlerde // III.
Uluslararası TESAM Sosyal Bilimler Kongresi (Marmara Üniversitesi - TESAM) “Yerelden küresele: Türkiye – Türk Dünyası
ilişkilerinin dünü, bugünü ve yarını”, 11-13 Ekim 2018, İstanbul.
6
Радова-Каранастас О.К. Элементы эпохи эллинизма в гагаузском фольклоре, их исторические и географические
реалии // Путь к себе: Аспекты истории, культуры, демографии, этнографии, этногенеза гагаузов. Сборник
научных статей Радовой-Каранастас,О.К., Второе дополненное издание, s.194, Kişinev, 2009, с.277-288.

102
Olga Radova (Karanastas)

Cumhuriyeti’ni temellediler ve bu tarihi olayı butün dünyaya ilan ettiler. Bağımsız Gagauz
Cumhuriyeti de-fakto 5 sene ayakta durdu. 23 Aralık 1994 tarihinde Bağımsız Gagauz
Cumhuriyeti’nin yerine, bugünkü Moldova Cumhuriyeti sınırları içerisinde Gagauziya (Gagauz Yeri)
Özerk Bölgesini kurdular.

Herodot’un üçüncü “Tarihi” kitabının yazılarında ve Gagauz – Gökoğuz Türklerinin folklorunda


paralelleri buldum/gördüm, M.Ö. VII-IV. yüzyıllarda ve daha evvelki zamanlarda de gerçek tarihi
olayları anlatan yerlerini/janralarını buldum/görebildim. Araştırmalarımızın (Akademik, Asistan Prof.
Dr. Olga Radova’nın) bilimsel sonuşları gösterdiler ki, coğrafya olarak, o tarihi olaylar M.Ö.VII-IV.
yüzyıllarda (bu tarihi olay daha önceki/eski zamanlarda olabilir olsun) Ahemenid zamandaki
insanların yaşadığı bir köyde olmuş, angısı (o köy) Tencen nehirin dolyayanında/etrafında
bulunuyormuş. V.N.Mason’un araştırmalarına göre, belli oldu Ahemenid zamandaki insanların
yerleşim yerleri (köyleri).7 Bu çoğrafyada “Tencen nehri” V.V.Bartold’un yazılarında bu nehrin adı
“Ak” dere/nehir, V.N. Masson’nu makalesesinde hep bu nehrin adı “Aχ’ης” yazılı.8 “Ak” dere/nehir
dağalardan/bayırlardan (Gagauz. Türk.) başlayıp, çok uzağa, çollu istepinden geçerek, aktığı
olduğunu söyleniyor ve Herodot’un anlatmasından (Herodota bu tarihi olayı Kara Denizin etrafında
yaşayan Gökoğuz Türkleri veya İskitler anlatmışlar, açan Herodot o taraflara/etraflara gitmiş) belli
oluyor ki, “Ak”/“Aχ’ης” / “Tencen” dere (nehri) Horezm insanlarına ve onların komşularının
hayatlarında büyük rolü varmış, çünkü onun sularını içiyorlarmış, çollu-istepleri de sulayarak,
kendilerine darı ve çeşitli tarım malzemeleri, ne gerekir ise, hepsinden büyüdermişler/üretirmişler.

Gagauz “Üç altın alma” masalındaki süjet, nerede Kahraman üç kafalı zmeylen9 düyşüyor ve
sonunda onu üsteliyor/enser/yeniyor ve Herodot’un üçüncü “Tarihi” kitabında anlattıkları “Ak”
nehrindeki tarihi olaylar için, tam bu coğrafya noktasında çapraşıyor ve öylelikle bu bilimsel açılama
(bu makaleyi yazarının, Akademik, Asistan Prof. Dr. Olga Radova’nın bilimsel açıklaması), bir anahtar
oluyor Gagauz - Gökoğuz Türklerinin M.Ö. VII-VI. yüzyıllara ve daha evvelki zamanlardaki tarihi
olayları görebilmeğe. Elbette, bu bilimsel açılkama, değil sadece Gagauz Türklerinin, ama bütün Türk
Dünyasının tarihi olaylarına yeni bilimsel açıklama getirmişdir.10

Daha sonra, 2007 senesinde, İstanbul’da T.C. Başbakanlık Osmanlı Arşivinde ve diğer bilim
merkezlerinde bu konuyla ilgili bilimsel araştırmalarımı devam ederek ve Türkiye Türkçesinde
yazılarımı yazarak, 2017 senesinde Konya’da, Uluslararası Bilim Şöleninde/Sempozyumunda,
“Gagauz Türklerinin folklorunda evelki zamanlardan kalma devlet elementleri ve Herodot’un
yazılarında onların paralel izlerinin görüntüleri” konulu bildirilerimi sundum, fakat bu sefer, Gagauz

7
Масон В.Н. Ещё раз о Геродотовой реке Акес // Эллинский Ближний Восток, Византия и Иран. История и
филология. Сборник в честь семидесятилетия члена-корреспондента Академии наук СССР Н.В.Пигулевской,
Москва, 1967, с. 175; daha. bak.: Радова-Каранастас О.К. Элементы эпохи эллинизма в гагаузском фольклоре, их
исторические и географические реалии // Путь к себе: Аспекты истории, культуры, демографии, этнографии,
этногенеза гагаузов. Сборник научных статей Радовой-Каранастас,О.К., Второе дополненное издание, s.194,
Kişinev, 2009, с.283-284, 287; Radova (Karanastas) Olga. Gagauz Türklerinin folklorunda evelki zamanlardan kalma
devlet elementleri ve Herodot’un yazılarında onların paralel izlerinin görüntüleri // VIII. Uluslararasi Türk Sanatı, Tarihi ve
Folkloru Kongresi/Sanat Etkinlikleri, 04-06 Mayıs (May) 2017, Konya, s.299-310.
8
Бартольд В.В. Сочинения. Т.IX. Изд. «Наука», Москва, 1977, с.251-252; Масон В.Н. Еще раз о Геродотовой реке
Акес // Эллинский Ближний Восток, Византия и Иран. История и филология. Сборник в честь семидесятилетия
члена-корреспондента Академии наук СССР Н.В.Пигулевской, Москва, 1967, с.172.
9
Zmey (Gagauz Türk.) – Ajder (Türkiye Türk.).
10
Радова-Каранастас О.К. Элементы эпохи эллинизма в гагаузском фольклоре, их исторические и географические
реалии // Путь к себе: Аспекты истории, культуры, демографии, этнографии, этногенеза гагаузов. Сборник
научных статей Радовой-Каранастас,О.К., Второе дополненное издание, s.194, Kişinev, 2009, стр. 277-288; Doç.
Dr. Olga Radova. T.C. Başbakanlık Osmanlı Arşivi ve diyer belgelere göre Balkan Yarımada göçmenlerin ve yerli Bucak
Gagauzların etnik tarihi ve kültür mirası (M.Ö.VII-VI. yıllarda – XXI. asırda) // 1. Uluslararası devleti olmayan Türk
toplulukları Bilgi Şöleni “Gagauz dili, tarihi, edebiyati, coğrafyasi ve inanç sistemi”, 15. 02. 2018 / Uludağ Üniversitesi.
Bursa, 2018, s. 231-235.

103
Olga Radova (Karanastas)

Destanlarından de süjetleri kullanarak, yeni bilimsel açıklamalar yaptım ve önceki bilimsel


açıklamalarımı daha da güçlendirdim.11

3. Bulgular

3.1. Herodot’un yazılarından ve Gagauz Türklerinin folklorunda bugüne kadar korunulmuş


unsurlara göre, araştırmalarımızın sonuçları böyle yeni bilimsel açıklamalara bizi getirdi: Gagauzlar -
Gökoğuz Türkleri orta çağ zamanlarında ve daha evvel, geniş bir coğrafyada – Altay’da, Orta Asya’da,
Anadolu’da, Kafkas’da, Orta Volga’da, Özi Kırlarında, Bucak’ta, Dobruca’da, Trakya’da, Makedonya’da
yaşıyorlardı ve onların torunları bugün de bu bölgelerde yaşamaya devam ediyor. “Üç altın alma”
masalından/destanından ve “Tepegöz”/”Dev Adamı” destanlarının anlatımlarından/süjetlerinden
ve onların “beyaz koyun”, “kara koyun” ve “topal kara koyun” unsurları şeklindeki, renk
vurgularından - evelki zamanlarda koyun sürülerinin renkleri, ayni zamanda devlet sınırlarını de
göstermiş olabilir olsun (göteriyorlardı), bu belli oluyor/görünüyor “Üç altın alma”
masalın/destanın anlatımından, kızın oğlana (delikanlı çocağa) söylediği sözlerden: “...herllim
atlarsan biyaz koyuna – kendi dünnääna çıkacan, ama razgelämärsän biyaza da atlarsan
karaya, taa okadar er dibinä gidecän”, 12- bu sözlerden anlaşılıyor ki, o (delikanlı oğlan) kendi
memleketinden iki kat daha uzağa gidebilir, sonra öyle de oluyor. Burada görebiliriz o yaylaları,
nerelerde koyunları çobanlar güdermiş. Onun için, bugün de Türkler, “Ak / Beyaz koyunluların”,
“Kara koyunluların”, “Sarı keçililerin” yaylalarını, dedelerinin hayvanlarını güttükleri ve otlattıkları
yerleri aklılarında tutuyorlar ve bugün de o yaylarada/topraklarda (bayırlarda, kırlarda) evelki
Türklerin torunları yaşıyor.

3.2. Anadolu’da, Serik’te, yaşayan insanlarla 2013 yılında tanıştım ve onlara sordum: “Siz
kimsiniz? Kökleriniz hangi soylardan geliyorlar?”- onlar cevap verdiler: “Yörüküz biz!”. İne
soruyorum: “E, siz vardır mı işittiyniz “kara koyunlular” ve “beyaz/ak koyunlular” için?”. “Evet!”,-
dediler,- “Biz kendilerimiz kara koyunlular, dedelerimiz buraya XIII. asırda gelmişler!”. “Acaba
öylemiydi?”,- düşündüm de ine sordum: “Nerden biliyorsunuz?”- ozaman onlar bana XX. asrın
sonlarında yayınlanmış bir kitab gösterdiler ve Türkmen13 olduklarını söylediler, kitabta öyle
yazıyordu (demek Türk soylu insanlar).

Burada söyleyebilirim ki, Türk olduklarını kabul ediyorum, ama Anadolu topraklarında,
bukadargeç, XIII. yüzyılda yerleştiklerine inanamam (kayıl olamam/kabul edemem), çünkü bilimsel
fundamental/temel araştırmalarım gösterdiler ki, “ak/beyaz koyunlular” ve “kara koyunlular” Kara
Deniz’in dolayında/etrafında, Anadolu’da, Balkanlar’da vs., M.Ö. VII-VI yüzyıllarda ve daha önce var
olduklarını gösterdiler.14 Bu gerçek olaylar Herodot’un yazılarından da belli oluyorlar, ona Kara
Deniz’in dolayında yaşayan Gökoğuz/Oguz Türkleri veya İskitler, bugünkü Gagauz Türklerinin

11
Radova (Karanastas) Olga. Gagauz Türklerinin folklorunda evelki zamanlardan kalma devlet elementleri ve Herodot’un
yazılarında onların paralel ızlerının görüntüleri // VIII. Uluslararasi Türk Sanatı, Tarihi ve Folkloru Kongresi/Sanat
Etkinlikleri, 04-06 Mayıs (May) 2017 – Konya, s. 299-310.
12
Radova (Karanastas) O.K. Üç altın alma.// Dergi “Sabaa yıldızı”, № 27, 2004 y.
13
“Türkmen” demek, Türk soylu insanlar, ben/men Türküm demek.
14
Радова (Каранастас) О.К. Элементы культуры эпохи эллинизма в гагаузском фольклоре, их исторические и
географические реалии // Газета «Вести Гагаузии», №89-90 (7284-7285) от 27 июня 2006 г., с. 6-7 (Впервые с этой
темой О.К.Радова (Каранастас) - автор данных строк, выступила на Конференции в Комратском Государственном
Университете, позже, 29 октября 2005 года в Международной научной Конференции, в Академии Наук Молдовы,
общая тема Конференции звучала - «Эпоха эллинизма: современность и актуальность»);Радова-Каранастас О.К.
Путь к себе: Аспекты истории, культуры, демографии, этногенеза гагаузов. Второе дополненное издание.
Сборник научных статей О.К.Радовой (Каранастас). Изд. Centrul Editorial-Poligrafic al USM. Кишинёв, 2009, с. 277-
288;Радова (Каранастас) О.К. Этническая история гагаузов Юго-Восточной Европы, их право на культурное
наследие и геополитика // Беларусь и Россия в современном контексте: проблемы государственного управления
процессом модернизации. Материалы Международной научной конференции, г. Минск, 20-21 октября 2011 года
// Науч. редак. Совет А.А.Лазаревич [и др.]. Нац. Ак. Наук, Институт философии. Минск: право и экономика.
Минск, 2012, с.86-97.

104
Olga Radova (Karanastas)

dedeleri ne anlatmışlar; Herodot Gökoğuz Türklerinin/İskitlerin anlattıklarını üçüncü “Tarihi”


kitabında yazmış.

Bilimsel araştımalarımın sonuçları gösterdiler ki, bugünkü Gagauz Türklerinin soy


köklerine/etnogenezisine giren unsurların çoğunluğu %70-80 Gökoğuz/Oğuz boylarından Türkler,
komşu insanlar onlara “İskit”/ “Skif” de diyormuşlar, demek ki, Gökoğuz Türkleri = İskit Türkleri =
Oğuz Türkleri – onlar hepsi ayni, Türk soylu bir millet/etnos.

Herodot, üçüncü “Tarihi” kitabında yazdığı “Ak” nehri ile ilgili anlatmasını, ona ozamanlar, Kara
Denizin dolayında/etrafında yaşayan Gökoğuz Türkleti veya İskit Türkleri, bugünkü Gagauz
Türklerinin dedeleri (Gökoğuzlar) anlatmışlar. Orada daha bir önemli detay var, Herodot Kara Denizin
dolayanında/etrafında yaşayan “İskitlerin” veya Gökoğuzların dillerini anlamadığı için, ona tercüme
etmişler neleri ona anlatmış Gökoğuzlar veya İskitler. Bu olay da gösteriyor ki, Herodot’la yazıya
geçirilmiş – “İskitler”, soy olarak Yunan de deyilmişler, çünkü onlar Yunan olaydılar, ozaman Herodot
konuşmalarını anlayaceydı ve tercümeye ihtiyaç kalmayaceydı, Herodot Yunan dilini biliyordu.

Sonuçlandırarak deyebiliriz ki, Herodot’a bugünkü Gagauzların dedeleri – Gökoğuz Türkleri M.Ö.
VII-IV. Yüzyıllarda olmuş (daha evvelki zamanlarda de olabilir olsunlar) gerçek tarihi olayları
anlatmışlar.

3.3. Bilimsel araştırmalarımız gösterdiler ki, Osmanlı Devleti Döneminde, Üzi veya Özi Eyaleti çok
geniş coğrafyadaki toprakları, Balkanlar’dan - Kafkas’a kadar, kendi sınırları içerisine kaplamış
olduğunu gösterdiler

Burada özellikle belirtmeliyiz ki, Gagauz destanında/masalında Balkanlar’dakı “Uz-veliyatı”


unsuru, Gökoğuz’ların-İskit’lerin (veya Skif/lerin) – Gagauz/Gökoğuz Türklerinin devletinin, Skifya’nın
son dönemlerinden kalma unsurlardır ve bulunduğu yerlerini – Küçük Skifya’yı gösteriyor. Büyük
Gökoğuz Türklerinin (veya İskit) devletinin toprakları yavaş-yavaş koparıldıktan sonra, Küçük Skifya
kalıyor. Büyük Skifya’nın / İskit Devletinin / Gökoğuz Devletinin sınırları çok daha genişti. 15

3.4. Özi/Üzi Eyaletin merkezi 1700-1730 yıllarında şimdiki Ukrayna’nın Oçakov şehrinde veya
unun yanında bulunuyordu ve administratin olarak, Balkan toprakları de ona bağlıydı – Gagauzların
yaşıdığı tarihsel topraklar – Makedonya, Trakya, Dobruca, Bucak, Orta Volga, Özi kırları vs.

Gagauz – Gökoğuz Türklerinin/İskit Türklerinin devletiyle, Gagauzların hıristiyan diniyle, Özi/Uzi


Eyaleti ve diğer konularla ilgili soruları daha detayli “Bolgarı i Gagauzı Yuga-Vostoçnoy Evropı: obsçiye
etnoistoriçeskiye realii i sovremennosti”16 (“Güney-Doğu Avrupa Bulgarları ve Gagauzları: genel
(müşterek) gerçek etnik tarihi olaylaı ve çağadaş zaman”) makalemde okuyabilirsiniz.17

15
Büyük İskit Devleti / Skifya / Gökoğuz Devleti ile ilgili daha detaylı şu kaynakta bakabilirsiniz: Радова-Каранастас О.К.
Болгары и гагаузы Юго-Восточной Европы: общие этноисторические реалии и современность // Материалы VII
Конвента РАМИ «Международная коммуникация: современная теория и практика». 28-29 сентября 2012 г.
МГИМО-Университет. Издательство «МГИМО-Университет». Москва, 2013, с. 210-230.
16
Радова-Каранастас О.К. Болгары и гагаузы Юго-Восточной Европы: общие этноисторические реалии и
современность // Материалы VII Конвента РАМИ «Международная коммуникация: современная теория и
практика». 28-29 сентября 2012 г. МГИМО-Университет. Издательство «МГИМО-Университет». Москва, 2013, с.
210-230.
17
Радова-Каранастас О.К. Болгары и гагаузы Юго-Восточной Европы: общие этноисторические реалии и
современность // Материалы VII Конвента РАМИ «Международная коммуникация: современная теория и
практика». 28-29 сентября 2012 г. МГИМО-Университет. Издательство «МГИМО-Университет». Москва, 2013, с.
210-230.

105
Olga Radova (Karanastas)

3.5. Gagauz Türkleri bir etnos/halk olarak, Güny-Doğu Avrupa’da oluştuğunu ve bu bölgede
2500-3000 yıllardan evvel yaşıdıklarını, burada yerli/avtohton insanları olduklarını bilimsel
araştırmalarımın sonuçları gösterdiler.18

Gagauz - Gökoğuz Turklerinin folklorunda, çağdaş zamana kadar evvelki/eski devlet unsurları
korunulmuş. O unsurları Gagauzların “Üç altın alma”, “Dengi Boz”, “Dev adamı”, “Köroglo”
masallarında ve/veya destanlarında görebileriz. Gagauzların destanlarında anlatılan tarihi
olaylarının paralellerini ve coğrafya yerlerini Akademik, Asistan Prof. Dr. Olga Radova (Karansatas)
bilimsel temel çalışmasının sonuçunda açıkladı.19 Gerodot’un, Mason’un, Bartold’un ve diyer bilim
adamların yazılarından da görüyoruz, M.Ö. VII-IV asırlara (daha evvel de olabilir) o tarihi olayların
izlerini ve onlar bizi daha evvelki zamanlara da götürüyor. O elemetlerin/unsarların bir kısmı
“Yörükler”, “Akkoyunlular”, “Karakoyunlular”, “Sari keçililer”, “Gökoğuzlar veya İskitler”, “Ak”
dereye/nehrine yunanca “Aχ’ης” demişler. Bilimsel araştırmalarım gösterdiler ki, V.V.Bartold’un
yazılarında “Ak” nehir ve Herodot’un yazılarında “Aχ’ης” adlı nehir - o ayni nehir ve araştırmalar
gösterdiler ki, o nehrin bizim günümüzede adı “Tencen”. Bu tarihi olaylar Ahemenid zamanında
“Tencen” nehrinde olmaşlar.

3.6. Akkoyunlu ve Karakoyunlu Yörük Türkleri ve Gökoğuz Türkleri hepsi onlar ayni Türk
Milleti, ayni soylardan geliyorlar, evvelki/eski tarihi zamanlarda, Anadolu’da, Balkanlar’da vs., M.Ö.
yerleşmiş olduklarını temel bilimsel araştırmalarımın sonuşları gösterdiler; onların herkezin kendi
yaylaları var idi ve o yaylaların sınırları içerisinde hayvanları, koyunları ve keçileri, büyük hayvanları
de güderlerdi. O dönemde, M.Ö. VII-IV. yüzyıllarda ve daha evvel, koyun ve keçi sürülerin renkleri ve
o sürülerin sahiblerine ait yaylalar, nerede o hayvanlar otluyordular, evvelki zamanlarda, Türklerin
çok eski zamandaki antik devlet unsurlarını (yaylaların toprak alanları ve sınırları) gösteriyor.

3.7. Temel bilimsel araştırmalarımın sonuçları gösterdiler ki, Gagauz – Gökoğuz Türklerinin
koyun sürüleri Ak/ Beyaz rengindeydiler ve asırdan asıra, bugün de hep öyle devam ediyor. Gagauz
Türklerinin koyun sürülerinin renkleri hep “Ak” (“Beyaz”), demek bu unsurlar/elementler de
gösteriyor ki, bugünkü Gagauz – Gökoğuz Türklerinin eski/çok evvelki dedeleri - Akkoyunlu Yörük
Gökoğuz/Oğuz Türkleri. Ve Karakoyunlu Yörük Gökoğuz/Oğuz Türkleri de onların akrabaları ve
onlar zoor zamanlarda biri birilerine yardım ettiklerini ve susuzluktan, duşmandan biri-birilerini
koğruduklarını, kurtardıklarını gösteriyor.

4. Sonuç

Azerbaycan, Türkiye, Gagauz Türklerinin etnik/soy köklerin büyük bir kısmı Gökoğuz/(ve)Oğuz
Türk boylarından geliyorlar, o üzere hem dil, hem kültür mirası unsurları çok biri-birilerine yakın. Bu
yakınlık dilde, folklorda – ata sözlerinde, manilerde, masallarda, destanlarda, türkülerde, çocuk
oyunlarına, halk yemeklerinde, halk giğimlerinde, halk müzik enstrumentlerinde görüyoruz ve
mentalitetlerinde hissetiyoruz.

18
Karanastas-Radova Olga. Güneydoğu Avrupa Gagauzların etnik tarihi ve kültür mirasi: T.C.Osamanlı Arşivi ve Topkapı
Sarayı Müzesi Arşivin kaynaklarına göre XVI-XVIII yüzyıllarda Gagauzların yerleştiği yerler - Üzi (Özi) Eyalet'in, Akkerman
mülhakatında, Yeniköy karyesi // V. INTERNATIONAL TURKIC ART, HISTORY AND FOLKLORE CONGRESS / ART ACTIVITIES
“In Honour of Prof. Dr. Yusuf Küçükdağ”. Komrat, 2016; Radova Olga. Gagauz Türklerinin tarihi ile kültür mirasları
Balkan Yarımadası’nda, Bucak’ta ve diğer yerlerde // III. Uluslararası TESAM Sosyal Bilimler Kongresi (Marmara
Üniversitesi - TESAM) “Yerelden küresele: Türkiye – Türk Dünyası ilişkilerinin dünü, bugünü ve yarını”, 11-13 Ekim
İstanbul, 2018.
19
Радова-Каранастас О.К. Элементы эпохи эллинизма в гагаузском фольклоре, их исторические и
географические реалии // Путь к себе: Аспекты истории, культуры, демографии, этнографии, этногенеза гагаузов.
Второе дополненное издание. Kişinev, 2009, стр. 350-354.

106
Olga Radova (Karanastas)

Bugünkü Gagauz Türklerinin, Kafkas Türklerinin, Anadolu Türklerinin, Balkan Türklerinin


dillerinde, foklorunda, adetlerinde, giyimlerinde, çocuk oyunlarında, yemeklerinde ortak kültürel
izlerini görüyoruz.

Gagauz/Gökoğuz Türklerinin destanlarından gözüküyor ki, evvelki/eski zamanlarda


Balkanlar’dan – Kafkas’a kadar insanlarda, hem devlet olarak, hem de kültürel olarak, bağalantılar
var idi. Gagauzların kültürel bağlantıları tarihten bugün kadar Anadolu, Balkan, Kafkas Türkleri ile
devam ediyor.

5. Kaynaklar

Бартольд В.В. (1967). Сочинения. Т.IX. Изд. «Наука», Москва, 1977, стр.251-252; Масон В.Н. Еще
раз о Геродотовой реке Акес // Эллинский Ближний Восток, Византия и Иран. История
и филология. Сборник в честь семидесятилетия члена-корреспондента Академии наук
СССР Н.В.Пигулевской, Москва, с.172.

Масон В.Н. (1967). Ещё раз о Геродотовой реке Акес // Эллинский Ближний Восток, Византия и
Иран. История и филология. Сборник в честь семидесятилетия члена-корреспондента
Академии наук СССР Н.В.Пигулевской, Москва, с. 172,175.

Мошков В.А. (1904). Наречия Бессарабских гагаузов. Санкт-Петербург, Т. X. Cерия «Образцы


народной литературы тюркских племен», изданная В.В.Радловым.

Радова О.К. (1998). Этническая идентификация задунайских переселенцев и расселение


гагаузов в Буджаке (конец XVIII – начало XIX вв.) // Журнал «Штиинца», Кишинев, с.22;

Каранастас-Радова О.К. (2001). Гагаузы в составе задунайских переселенцев и их поселения в


Буджаке (конец XVIII – первая четверть XIX вв.). Изд. в типографии Комратского
госуниверситета Республики Молдова, Кишинев-Комрат, 133 с.

Olga Radova (Karanastas). Gagauz Türklerinin folklorunda evelki zamanlardan kalma devlet
elementleri (unsurları) ve Herodot’un yazılarında onların paralel izlerinin görüntüleri”, Vesti
Gagauzii, No: 89-90 (7284-7285), 27 Haziran, 2006, s. 6-7 (Makalenin orijinalı Rusça yzılı).

Радова-Каранастас О.К. (2009). Путь к себе: Аспекты истории, культуры, демографии,


этногенеза гагаузов. Второе дополненное издание. Сборник научных статей
О.К.Радовой (Каранастас). Изд. Centrul Editorial-Poligrafic al USM. Кишинёв, 371 s.

Радова (Каранастас) О.К. (2006). Элементы культуры эпохи эллинизма в гагаузском


фольклоре, их исторические и географические реалии // Газета «Вести Гагаузии», №89-
90 (7284-7285) от 27 июня.

Радова (Каранастас) О.К. (2012). Этническая история гагаузов Юго-Восточной Европы, их


право на культурное наследие и геополитика // Беларусь и Россия в современном
контексте: проблемы государственного управления процессом модернизации.
Материалы Международной научной конференции, г. Минск, 20-21 октября 2011 года
// Науч. редак. Совет А.А.Лазаревич [и др.]. Нац. Ак. Наук, Институт философии. Минск:
право и экономика. Минск, с. 86-97.

Радова-Каранастас О.К. (2013). Болгары и гагаузы Юго-Восточной Европы: общие


этноисторические реалии и современность // Материалы VII Конвента РАМИ
«Международная коммуникация: современная теория и практика». 28-29 сентября
2012 г. МГИМО-Университет. Издательство «МГИМО-Университет». Москва, с. 210-230.

107
Olga Radova (Karanastas)

Радова-Каранастас О.К., Пушнеев Д. (2015). Древнетюркские компоненты в культуре и


этногезе гагаузов (на примере этимологии антропонима Пушней) // II. Международная
научно-практическая конференция «Актуальные проблемы лингвистики в контексте
современных подходов». 17 апреля 2014 г. Комрат, c. 232-251.

Türk Dil Kurumu Yayınları. (1978). Azerbaycan halk yazını örnekleri. Derleyip düzenleyen Ehliman
Ahundov. Türk çevriyazısına aktaran, “Giriş” ve “Sözlük” yazan Semin Tezcan. Ankara
Üniversitesi Basımevi. Ankara, s.149-154.

Eyüp Akman. Azerbaycan manilerinde/baytılarında meyve. S. 206-209.

turkoloji.cu.edu.tr/.../eyup_akman_azerbaycan_manilerinde...(01.07.2019 tarihte kaynak bakılkı).

Büyük Türkçe-Rusça sözlük. (1977). Akademiya Nauk SSSR. İnstitut Vostokovedeniya, İzdatelstvo
“Russkiy yazık”. Moskva, s. 34.

Kурогло С.С. (1999). Gagauz maaneleri // Педагогический журнал, №1-2, с.86-91;

Kурогло С.С. (составитель) (1998). Maaнелäр. Серия «Гагауз халк йаратмалары». Одесса, 54 с.

Monitorul official al. (1995). R. Moldova, ianuarie.

Şamil Kucur. (2018). Türkiye Türkleri ve Gagauz Türklerinde yaşayan ortak kültürel izler // 1.
Uluslararası devleti olmayan Türk toplulukları Bilgi Şöleni “Gagauz dili, tarihi, edebiyati,
coğrafyasi ve inanç sistemi”, 15. 02. 2018 / Uludağ Üniversitesi. Bursa, s. 289-298.

Radova O.K. (1990). Kavkaz Gagauzları // “Ana sözü” gazetesi, sayı №21(58), oktyabri (ekim) ayın
20-si.

Karanastas- Radova Olga. (2003). Canın sesi.Peetlär, s.18.

Radova (Karanastas) O.K. (2004). Üç altın alma.// Dergi “Sabaa yıldızı”, № 27.

Dr. Olga Radova (Karanastas). (2007). Gagauz manilerin şekil açısından değerlendirilmesi // IV.
Uluslararası Türk Medeniyetlerinde Sözlü Kültür Geleneği “Türk Dünyasında Maniler”
Semposyumu, 6-8 Kasım 2006. Fethiye/Türkiye, s.112-115.

Olga Radova-Karanastas. (2007). Güneydoğu Avrupa gagauzların tarihini ve kültürünü korumak –


etnosun gelişmesinde bir şart temeldir // 38. ICANAS 10-15/ 09/2007/.Bildiri özetlerin Kitabi
ABSTRACTS. Ankara, s. 829-830.

Radova-Karanastas O.K. (2009). Put’ k sebe: aspektı istorii, kul’turı, demografii, etnogeneza gagauzov.
Vtoroye dopolnennoye izdaniye. Sbornik nauçnıh statey O.K.Radovoy (Karanastas). İzd.
Centrul Editorial-Poligrafic al USM. Kişinev, s.231-333.

Dr. Olga Radova-Karanastas. (2012). Osmanlı-Rusya-Moldavya Davranışları çerçevesi içerisinde


Güney-Doğu Avrupa Gagauzların Etnik Tarihi // Dergi “Turan”. Stratejik Araştırmalar
Merkezi: Yıl: 2012 – Yaz. Cilt: 4, sayı: 15. Ankara. Basım Tarihi: 13 Eylül, s. 142-149.

Radova-Karanastas Olga. (2015). Gagauz kilimnerin hem ev dokumalarının klasifikatsiyası, onnarın


ornamentlerindä istoriyä aspektları hem Gagauzların ruh yaratmalarınnan paralelleri //
Gagauz korafları. Gagauziya M.V.Maruneviç adına Bilim-Araştırma Merkazin yayını. Komrat, s.
87-100.

108
Olga Radova (Karanastas)

Karanastas-Radova Olga. (2016). Güneydoğu Avrupa Gagauzların etnik tarihi ve kültür mirasi:
T.C.Osamanlı Arşivi ve Topkapı Sarayı Müzesi Arşivin kaynaklarına göre XVI-XVIII yüzyıllarda
Gagauzların yerleştiği yerler - Üzi (Özi) Eyalet'in, Akkerman mülhakatında, Yeniköy karyesi //
V. International Turkic Art, History and Folklore Congress / Art Actıvities “In Honour of Prof.
Dr. Yusuf Küçükdağ”. Komrat, s. 117-125.

Radova Olga. (2017). Gagauzların kilim ve dokumalarında eski Türklerin tarihi kültür izleri // IX.
Uluslararasi Türk Sanatı, Tarihi ve Folkloru Kongresi/Sanat Etkinlikleri, 28-29 Eylül
(September), Bayındır, s. 23-34.

Radova (Karanastas) Olga. (2017). Gagauz Türklerinin folklorunda evelki zamanlardan kalma devlet
elementleri ve Herodot’un yazılarında onların paralel izlerinin görüntüleri // VIII. Uluslararasi
Türk Sanatı, Tarihi ve Folkloru Kongresi/Sanat Etkinlikleri, 04-06 Mayıs (May), Konya, s. 299-
310.

Doç. Dr. Olga Radova. (2018). 25’ci yılında Moldova - Türkiye bilimsel ilişkileri ve T.C. Osmanlı Arşiv
belgelerinde XVI-XVII. yüzyıllarda Gagauz Türklerinin yerleşim yerleri// 1. Uluslararası
devleti olmayan Türk toplulukları Bilgi Şöleni “Gagauz dili, tarihi, edebiyati, coğrafyasi ve
inanç sistemi”, 15. 02. 2018 / Uludağ Üniversitesi. Bursa, s. 243-260.

Doç. Dr. Olga Radova. (2018). T.C. Başbakanlık Osmanlı Arşivi ve diyer belgelere göre Balkan
Yarımada göçmenlerin ve yerli Bucak Gagauzların etnik tarihi ve kültür mirası (M.Ö. VII-VI.
yıllarda – XXI. asırda) // 1. Uluslararası devleti olmayan Türk toplulukları BilgiŞöleni “Gagauz
dili, tarihi, edebiyati, coğrafyasi ve inanç sistemi”, 15. 02.2018 / Uludağ Üniversitesi. Bursa, s.
213-242.

Radova Olga. (2018). Gagauz Türklerinin tarihi ile kültür mirasları Balkan Yarımadası’nda, Bucak’ta
ve diğer yerlerde // III. Uluslararası TESAM Sosyal Bilimler Kongresi (Marmara Üniversitesi -
TESAM) “Yerelden küresele: Türkiye – Türk Dünyası ilişkilerinin dünü, bugünü ve yarını”, 11-
13 Ekim İstanbul.

109
Türkiye’deki Bankaların Camels Derecelendirme
Yöntemi İle Mali Performans Durum Analizinin Yapılması:
COVİD-19 Pandemi Etkisinin Ölçümü

Aslı KUZU1, Hale GÜN2, Alabbas AZADOV3


Özet
Ülke ekonomileri için oldukça önemli olan ve finansal sistemin en büyük bölümünü oluşturan bankalarda, uzaktan
gözetimi ve yerinde denetimi için yaygın olarak kullanılan “CAMELS derecelendirme yöntemi” performans
değerlendirme yöntemlerinden biridir. Yapılan çalışmalarda, kriz dönemlerinde finansal piyasaların durumunun,
bankaların etkilenme derecesiyle büyük ölçüde ilişkili olduğu görülmektedir. Bu anlamda 2019 yılının sonlarından
itibaren yaşanan Covid-19 Pandemi sürecinin sebep olduğu küresel krizin, bankaları nasıl etkilediği finans
piyasaları açısından ciddi önem taşımaktadır. Bu nedenle kriz döneminde iyi performans göstermiş bankaların
almış oldukları önlemlerin belirlenmesi ve bu önlemlerin diğer bankalarda da uygulanması, ülke ekonomisi ve
bankacılık sektörü için önem arz etmektedir. Bu çalışmanın amacı, Covid-19 Pandemi sürecinin bankalar üzerindeki
etkisinin, mali performans ölçüm yöntemi olan CAMELS derecelendirme yöntemi kullanılarak
değerlendirilebileceğini ortaya koymaktır. Bu doğrultuda, daha iyi performans gösteren bankaların finansal
gücünün ve sağlamlığının araştırılıp bu bileşenlerin bankacılık sektöründe uygulanmasını sağlamak için gereken
adımların atılması ve kriz dönemlerinin etkin şekilde yönetilebilmesine katkı sağlamak amaçlanmaktadır. Bu
noktadan hareketle çalışmada, krizlerin bankaları nasıl etkilediğinin belirlenmesi ve bu etkinin ölçülebilmesi
noktasında, CAMELS derecelendirme yönteminin kullanabileceği önerisinde bulunulmaktadır.

Anahtar Kelimeler: CAMELS, performans analizi, Covid-19 pandemi.

Makıng Fınancıal Performance Status Analysıs Of Banks By


Camels Ratıng Method: Measurıng The Impact Of The Covıd-
19 Pandemıc

Abstract
The "CAMELS rating method" is one of the performance evaluation methods, which is very important for national
economies and is widely used for remote surveillance and on-site supervision of banks, which constitute the largest
part of the financial system. Studies have shown that the state of financial markets in times of crisis is highly
correlated with the degree of influence of banks. In this sense, how the global crisis caused by the Covid-19
Pandemic process, which has been experienced since the end of 2019, affects banks is of great importance for
financial markets. For this reason, it is important for the country's economy and the banking sector to determine the
measures taken by banks that performed well during the crisis and to apply these measures to other banks as well.
The aim of this study is to demonstrate that the impact of the Covid-19 Pandemic process on banks can be evaluated
using the CAMELS rating method, which is a financial performance measurement method. In this direction, it is
aimed to investigate the financial strength and soundness of better performing banks and to take the necessary

1 1
Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme Bölümü Doktora Öğrencisi. asliikuzu@gmail.com
2 2
Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme Bölümü Doktora Öğrencisi. arslanalphale@gmail.com
3 3
Azerbaycan Devlet İktisat Üniversitesi – UNEC, Türk Dünyası İktisat Fakültesi (TUDİFAK), Öğretim Görevlisi.
azadov.unec@gmail.com
Aslı KUZU, Hale GÜN, Alabbas AZADOV

steps to ensure the implementation of these components in the banking sector and to contribute to the effective
management of crisis periods. From this point of view, in the study, it is suggested that the CAMELS rating method
can be used to determine how the crises affect the banks and to measure this effect.

Keywords: CAMELS, performance analysis, Covid-19 pandemic.

1. Giriş

Bankalar para ticareti yaparak gelir elde eden kuruluşlardır. Bankalar, para ticareti yaptıklarında para
alış maliyetini minimum, para satış bedelini ise maksimum etmeye çalışırlar (Bayramoğlu ve Güllü, 2020, s.
150). Günümüzde bankacılık faaliyetleri herhangi ülkenin coğrafi sınırlarıyla kısıtlı olamayıp, bilişim
teknolojilerindeki gelişmeyle birlikte dünyanın herhangi bir ülkesinde işlem yapmak mümkündür. Buna bağlı
olarak tasarruf sahiplerine maliyet ve zaman tasarrufu sağlamaktadır (Uslu, 2019, s. 200).

Bildiğimiz üzere finansal piyasaların en temel kurumu bankalar olmaktadır. Bankacılık sektörünün,
üreticilere sunduğu finansal destek sayesinde, makro ekonomik gelişmeyle birlikte işletmelerinde rekabetçi
gücünü belirlemektedir. Bu anlamda güçlü ekonomilerin arkasında genellikle güçlü finans piyasaları
bulunmakta ve dolayısıyla temelde bankacılık sektörünün güçlü yapısı ve büyüklüğü durmaktadır (Sakarya,
2010, s. 9).

Türkiye’de finansal sistemde faaliyet gösteren bankaları, Haziran 2021 itibarıyla incelediğinde 34
“Mevduat” bankasının, 14 “Kalkınma ve Yatırım” bankasının, 6 “Katılım” bankasının olduğu ve toplamda 54
bankanın faaliyet gösterdiği görülmektedir. 2021 Haziran dönemi itibarıyla Türkiye Bankacılık Sektöründe
toplam şube sayısı olarak 11.166 adet olup, toplam personel sayısı olarak ise 202.054 kişi istihdam
edilmektedir (www.bddk.org.tr). Bu veriler dikkate alındığında, bankaların hem ülke ekonomisindeki
istihdam açısından hem de finans piyasasındaki konumu bakımından önemli ve büyük bir paya sahip olduğu
görülmektedir. 2001 yılında Türkiye’de yaşanmış olan bankacılık krizinin etkileri 2003 yılına kadar devam
ettiği görülmüştür. O dönem alınan önlem ve yasal düzenlemelere bağlı olarak krizin etkileri giderilmeğe
çalışılmıştır. Böylece kriz sonrası Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF)’na devir olunmuş ve mali yapıları
zayıf olan bankaların, mali yapılarını güçlendirebilmek amacıyla birleşme yoluna gidilmiştir. Kriz sonrası
rakamlar incelendiğinde banka sayısı 2000 yılında 79, 2003 yılında 55 ve 2010 yılında ise 49’a düştüğü
görülmüştür. Böylece 2001 bankacılık sektöründe yaşanan kriz sonrası yapılan yapısal ve hukuki
düzenlemeler bağlı olarak 2008 küresel finansal krizin etkileri, Türk bankacılık sektörünü Dünya geneline
göre daha az etkilediği görülmüştür (Uslu, 2019, s. 132).

Türkiye Bankacılık Sektörü aktiflerinin dağılım guruplarına göre incelendiğinde bu dağılımı iki gurupta
ele almak gerekmektedir. Bunlardan ilk grup “Fonksiyon Grubuna Göre Aktiflerin Dağılımı” olarak belirlenmiş
ve 2021 Haziran dönemi itibariyle bankacılık sektörü toplam aktiflerine göre “Katılım” bankaları %7,
“Kalkınma ve Yatırım” bankaları %7 ve “Mevduat” bankaları %86 paya sahip olduğu görülmektedir. İkinci
grup ise, “Sahiplik Grubuna Göre Aktiflerin Dağılımı” olarak belirlenmiş ve 2021 Haziran dönemi itibarıyla
bankacılık sektörünün toplam aktiflerine göre “Yabancı” bankalar %25, “Yerli (Özel)” bankalar %30 ve
“Kamu” bankaları %45 paya sahip olduğu görülmektedir (www.bddk.org.tr). Görüldüğü üzere mevduat
bankalarının payı bankacılık sektöründe oldukça yüksektir ve buna bağlı olarak da mevduat bankaları daha
çok risk performans derecelendirme analizi üzerine yapılan çalışmalarda yer almaktadır. Bunu dikkate
aldığımızda mevduat bankaları için risk performans değerlemesi yapıldığında bankacılık sektörü için genel bir
analiz yaptığımız sonucuna varılabilir. Burada diğer bir değerlendirme yöntemi olarak da fonksiyon
gruplarındaki bankalar için ayrı ayrı risk performans değerlendirmesi yaparak birbirleriyle karşılaştırmak,
hangi fonksiyon grubun daha iyi risk performans değerlendirmesinde güçlü olduğunu ortaya koymaya
yardımcı olabilir (Bayramoğlu ve Gürsoy, 2017, s. 3).

CAMELS Derecelendirme Yöntemi


CAMELS derecelendirme yöntemi finansal sistemlerin ilgili düzenlemelere uygunluğun, yönetim
kalitesinin ve iç kontrol sistemlerinin durum ve gözetim tespitinde kullanılan bir yöntemdir. Genel olarak
yerinde denetim uygulamalarında ve özellikle ABD’de uzaktan gözetim aracı olarak kullanılan yöntem, bir
bankanın mali durumunun, risk derecelerinin ve performansının belirlenmesinde kullanılan değerlendirme

111
Aslı KUZU, Hale GÜN, Alabbas AZADOV

yöntemidir (Kaya, 2001, s. 1). Yöntem 1979’ da ABD’ deki düzenleme ve denetleme kurumları tarafından
oluşturulmuştur. Sonraları çeşitli ülkelerde denetçiler tarafından bankaların finansal durumunu ve
faaliyetlerini değerlendirmek için kullanılan bir araç haline gelmiştir (Çizgici Akyüz 2018a, s. 8). CAMELS
derecelendirme yöntemi, bankacılık sisteminin farklı bileşenler kapsamında değerlendirilmesine olanak
sağlayarak sistemin yönetim süreçleri, finansal yeterlilik ve sağlamlığı, risk durumu gibi konularda kapsamlı
bilgi vermektedir (Gezer ve Kılıç, 2019, s. 3). CAMELS derecelendirme analizi uzaktan denetim ve gözetim
faaliyetlerinin denetleyen tarafından uygulanması kolay olması ve bankaların çeşitli kategoriler kapsamında
değerlendirilmesi nedeniyle kamu ve özel sektör şirketleri tarafından sık kullanılmaktadır (Uslu, 2019, s.
203).

CAMELS sistemi finansal durum ve faaliyetlerle ilgili altı bileşenden oluşmuş, yöntem ismini, söz
konusu bileşenlerin İngilizce karşılıklarının baş harflerinin birleştirilmesinden almıştır. Gözetim, denetim ve
performans değerlendirme yöntemi olarak kullanılan bu oran yaklaşımı, değerlendirilme sürecinde kurumun
büyüklüğünü, yapısal karmaşıklığını, risk profilini, faaliyetlerin zorluk derecesini dikkate almaktadır. CAMELS
derecelendirme sistemi, bankaları belli temel bileşenler kapsamında değerlendirmektedir (Gezer ve Kılıç,
2019: 4). Bunlar; Sermaye Yeterliliği (Capital Adequacy), Aktif Kalitesi (Asset Quality), Yönetim Kalitesi
(Management Quality), Karlılık (Earnings), Likidite (Liquidity) ve Piyasa Riskine Duyarlılık (Sensitivity to
Market Risk)’tır (Gezer ve Kılıç, 2019, s. 4, Çağıl ve Mukhtarov, 2014, s. 81-82). Derecelendirme, önceleri 5
bileşenden oluşarak piyasa risklerine duyarlılığı gösteren ‘S’ bileşenini içermez iken, 1977’de altıncı bileşen
yönteme eklenmiştir (Abdullayev, 2013, s. 98). Yöntemin altı temel bileşenin kapsamları şöyledir;

1) Sermaye Yeterliliği (C), bankaların sahip olduğu sermaye miktarı, finansal hizmet sunabilme ve
devamlılık sağlama kapsamında sermaye yeterlilik durumunu göstermektedir. Bileşen içeriğinde,
sermaye düzeyi, büyüme eğilimi, likidite, ödenek yeterliliği, varlık çeşitliliği, kredi faiz oranları gibi
faktörler değerlendirilmektedir (Çizgici, 2018b, s. 9).

2) Aktif Kalitesi (A), bankaların aktif kalitesi, mevcut durumun göstergesi olduğu kadar eğilimlere
bağlı olarak gelecekteki iyileşme ya da kötüleşmeleri göstermektedir. Krediler, sahip olunan
gayrimenkuller gibi banka finansal durumunu etkileyen diğer aktifleri kapsamaktadır. Yönetim
kontrol süreci, kredi risklerinin belirlenmesi, izlenmesi, ölçülmesi bu kapsamda
değerlendirilmektedir. Bileşen kapsamında, aktif seviyesi, yatırım politikalarının uygunluğu,
işletme büyüme eğilimi, kredi garantisi, sermaye ve karlılık ile kıyaslanan yatırım riski gibi
faktörler değerlendirilmektedir (Çizgici, 2018a, s. 65).

3) Yönetim Kalitesi (M), bankaların yönetsel performansı temsil ederken bankanın faaliyetlerine
ilişkin riskleri belirlemek, ölçmek, denetlemek ve kontrol etmek gibi kurumun uyguladığı
kuralların ve sistemlerin etkin çalışma kabiliyetini göstermektedir. Bileşen kapsamında, iş
stratejisi, finansal performans, iç kontrol süreçleri ve yönetsel sorunlar değerlendirilmektedir
(Çizgici, 2018a, s. 66-69).

4) Karlılık (E), bankaların devamlılığı finansal performans sonucu elde edilen getiriye bağlı
olduğundan faaliyet süresince harcamaların finanse edilmesi, rekabette kalabilme becerisini
göstermektedir. Bileşen kapsamında, karlılık eğilimi, kalitesi, değerleme karşılıkları, net faiz marjı
ve net değer seviyesi gibi faktörler değerlendirilmektedir (Çizgici, 2018a, s. 71).

5) Likidite (L), bankaların kısa vadeli borçları ve olağandışı nakit çıkışlarına cevap vermedeki
yeterliliği için önemli olan likit varlıklarını ve yeterlilik düzeyini göstermektedir. Bileşen
kapsamında, bilanço yapısı, likidite yönetimi, politika ve risk limitleri, iş planlaması ve acil durum
planlaması gibi faktörler değerlendirilmektedir (Çizgici, 2018a, s. 73).

6) Piyasa Riskine Duyarlılık (S) ise, bankaların gelir veya sermaye düzeyine olumsuz etki edebilecek
olan unsurların değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu bileşen faiz oranı, kur, ürün fiyatı, hisse
senedi fiyatı gibi değişimlerden kaynaklanan faktörleri değerlendirilmektedir (Çağıl ve Mukhtarov,
2014, s. 81-82, Çizgici, 2018a, s. 75).

112
Aslı KUZU, Hale GÜN, Alabbas AZADOV

CAMELS derecelendirmesi yöntemi uygulanırken tüm bankalar CAMELS bileşenlerine göre belirlenen
mali oranlar kapsamında her bir bileşen için 1 ile 5 arası bir puanlama sistemi kullanılır. Bu puanlamada “1”
ilgili bileşen için en yüksek performans derecesini temsil ederken, “5” ise, en düşük performansı ifade
etmektedir (Keten ve Çağlar, 2019, s. 421).

Tablo 1: CAMELS Derecelendirme Puanları

Derecelendirme Derecelendirme Derecelendirme Açıklama


Puanı Aralığı Performansı

1 1,0-1,4 Güçlü/Sağlam Finansal olarak her açıdan güçlü

2 1,5-2,4 Yeterli Sağlam ancak bazı zayıflıklar mevcut

3 2,5-3,4 Orta Zayıflıkları olan finansal bir yapı

4 3,5-4,4 Marjinal Sürdürülebilirliği riske eden zayıflıklar

5 4,5-5,0 Yetersiz Finansal başarısızlıklar ve belirtiler

Kaynak: Çizici Akyüz, G., Emi̇r, M., (2018b). “Türkiye’deki Mevduat Bankalarının Finansal Performans
Değerlendirmesi: CAMELS Yaklaşımı”. Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Bilimler
Dergisi, 8 (15), s. 9 ve Kaya, Yasemin Türker (2001); “Türk Bankacılık Sektöründe CAMELS Analizi”. Bankacılık
Düzenleme ve Denetleme Kurumu MSPD Çalışma Raporu, 6,s.1’den uyarlanmıştır.

Birçok ülkede finansal alanda faaliyet gösteren bankaların gözetimi ve denetimi için kullanılan CAMELS
derecelendirme yöntemi, Türkiye’ de Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu tarafından kullanılmakla
birlikte derecelendirme sonuçları kamuoyuyla paylaşılmamaktadır. CAMELS derecelendirme yönteminin pek
çok ülkede kullanılması ve çeşitli bileşenler dahilinde performansın değerlendirilmesine imkân tanıdığından
ulusal ve uluslararası literatürde önemli yere sahip olduğu görülmektedir (Bayramoğlu ve Gürsoy, 2017, s. 4).
Türkiye bankacılık sisteminde bulunan bankalara ilişkin CAMELS derecelendirme yöntemi kullanılarak risk
performans analizi yapmak için Türkiye Bankalar Birliği (TTB)’ nin yayınladığı “Seçilmiş Rasyolar”
tablolarından yararlanılmaktadır (Bayramoğlu ve Güllü, 2020, s. 149). Türkiye’de faaliyet gösteren mevduat
bankalarının finansal performanslarının CAMELS derecelendirme yöntemi ile değerlendirilmesinde yaygın
olarak kullanılan mali oran ve yüzdeler aşağıdaki tabloda verilmektedir.

Tablo 2: Uygulamada Kullanılan CAMELS Oranları

Kaynak: KARACA, S., ALTEMUR, N., ÇEVİ̇K, M., (2019). “Turkiye'deki Mevduat Bankalarının CAMELS Analizi ile
Finansal Performans Ölçümü”. Muhasebe ve Finans İncelemeleri Dergisi, 2 (2), 136

113
Aslı KUZU, Hale GÜN, Alabbas AZADOV

CAMELS derecelendirme yönteminin hesaplanmasında her bileşenin altında, o bileşeni temsil edecek
en uygun temsil derecesini gösteren mali oranlar belirlenir. Her bir bileşen kapsamında finansal kurum için
yapılan puanlama gerçekleştirilir ve ilgili bileşenin ağırlıklı ortalaması alınır. Tüm bileşen değerleri
toplandığında bankanın CAMELS notu elde edilmiş olur (Keten ve Çağlar, 2019, s. 421). CAMELS
derecelendirme yöntemindeki bileşenler aynı finansal değerleri içerebilmektedir. Örneğin, bankaların aktif
kalitesini değerlendirmede kullanılan değerlerin bazıları, karlılığı ve likiditeyi de etkilediğinden aynı anda
birden fazla bileşende yer alabilmektedir (Ahmedov ve Memmedov, 2017, s. 101).

Literatür İncelemesi

Akter, Ahmad ve Islam (2018) yaptıkları çalışmada; CAMELS modelini kullanarak Bangladeş'teki
NBFI'lerin sağlamlığını ve gelecekteki derecelendirme puanı tahminlerini araştırmışlardır. NBFI (Banka Dışı
Finansal Kuruluşlar) her ekonomide önemli sektörlerden biridir. NBFI'ler, belirli türde bankacılık hizmetleri
sağlayan ancak bankacılık lisansına sahip olmayan bir tür finansal kuruluştur. Çalışma kapsamında yapılan
analizler neticesinde; 33 NBFI'den 1'inin "Güçlü", 15'inin "Tatmin Edici", 13'ünün "Orta" ve 3'ünün CAMELS
derecelendirmesine göre "Marjinal" olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

Akyüz, Soba ve Yeşil (2020); yaptıkları çalışmada Türkiye’de faaliyet gösteren 5 katılım bankası
üzerinde analiz yapılmıştır. Analizin yapılmasında “CAMELS derecelendirme yöntemi” kullanılmış ve 2013-
2017 yıllarını kapsayan Türkiye’deki katılım bankalarının performans analizi yapmayı amaçlamıştırlar.
Çalışmadan çıkan sonuç, katılım bankaları genel olarak CAMELS bileşenlerine göre 2015 yılı sonrası düşüş
olduğu tespit edilmiştir.

Altemur, Karaca ve Çevik (2019); beraber yaptıkları çalışmalarında Türkiye’deki 12 yerli ve 21 yabancı
sermayeli banka üzerinde “CAMELS derecelendirme yöntemi” kullanılarak 2010-2017 yıllarını kapsayan
Türkiye’deki yerli ve yabancı sermayeli bankaların karşılaştırmalı performans analizi yapmayı
amaçlamışlardır. Çalışma sonuçlarından elde edilen bulgulara göre; “yerli sermayeye sahip mevduat
bankalarının”, “yabancı sermayeye mevduat bankalarına” kıyasla yüksek performans göstermiştir. Diğer
taraftan, senelere göre performans ölçüm sonuçlarına bakıldığında 2011, 2016 ve 2017 yılları için hem yerli
hem yabancı mevduata sahip bankaların en yüksek not olan “Güçlü Performans (1 notu)” notunu aldıkları
görülmüştür. Benzer bir çalışmada Sakarya (2010); İMKB’de işlem gören 13 yerli ve yabancı sermayeli
bankanın performansını 2005-2007 yılları kapsamında CAMELS yöntemine göre analiz etmiştir. Yapılan
analizler sonucunda; “Sermaye Yeterliliği (C)”, “Kârlılık (E)”, “Likidite (L)” ve “Piyasa Riskine Duyarlılık (S)”
açısından “yerli sermayeye sahip bankalarının”, “yabancı sermayeye sahip mevduat bankalarına” kıyasla daha
yüksek performans gösterdiği, “Varlık Kalitesi (A)” açısından “yabancı sermayeye sahip mevduat
bankalarının” daha güçlü olduğu, “Yönetim Kalitesi (M)” açısından ise birbirleri ile benzerlik gösterdikleri
ortaya konulmuştur.

Altınırmak ve Gül (2019); beraber yaptıkları çalışmada Türkiye’deki pay senetleri BIST’da işlem gören
10 (on) mevduat bankası üzerinde analiz yapmıştır. Analizin yapılmasında “CAMELS derecelendirme yöntemi”
kullanılmış ve 2008-2017 yıllarını kapsayan Türkiye’deki bankaların hem CAMELS birleşenleri bazında hem
de banka bazında performans analizi yapmayı amaçlamıştırlar. Çalışmadan çıkan sonuç, CAMELS
birleşenlerine göre “Sermaye Yeterliliği (C)”, “Yönetim Kalitesi (M)” ve “Likidite (L)” açısından “Akbank”;
“Varlık Kalitesi (A)” açısından “Denizbank”; “Kârlılık (E)” açısından “Garanti Bankası”; “Piyasa Riskine
Duyarlılık (S)” açısından “İş Bankası” en yüksek performans göstermiş bankalar olduğu ve “Sermaye Yeterliliği
(C)” açısından “Halkbank”; “Varlık Kalitesi (A)” açısından “İş Bankası”; “Yönetim Kalitesi (M)” ve “Piyasa
Riskine Duyarlılık (S)” açısından “QNB Finansbank”; “Kârlılık (E)” açısından “ICBC Turkey Bank”; “Likidite (L)”
açısından “Şekerbank” en düşük performans göstermiş bankalar olduğu tespit edilmiştir. Banka bazında ise,
“Akbank” en yüksek performansa; “Şekerbank” ise en düşük performansa sahip olan banka olduğu tespit
edilmiştir. Yine benzer şekilde Erdoğan ve Karaca (2018); çalışmalarında Türkiye’deki pay senetleri BIST’da
işlem gören 11 mevduat bankası üzerinde analiz yapılmıştır. Analizin yapılmasında “CAMELS derecelendirme
yöntemi” kullanılmış ve 2009-2016 yıllarını kapsayan Türkiye’deki bankaların hem gruplar hem de banka
bazında performans analizi yapmayı amaçlamışlardır. Çalışma sonucunda elde edilen bulgulara göre; grup

114
Aslı KUZU, Hale GÜN, Alabbas AZADOV

bazında “Sermaye Yeterliliği (C)”, “Yönetim Kalitesi (M)”, “Kârlılık (E)” “Piyasa Riskine Duyarlılık (S)”
açısından “kamu sermayeli mevduat bankaları”; “Varlık Kalitesi (A)” açısından “özel sermayeli mevduat
bankalarının”; “Likidite (L)” açısından “yabancı sermayeli mevduat bankalarının” en yüksek performans
göstermiş olduğu tespit edilmiştir. Banka bazında ise, “Akbank” en yüksek performansa; “ICBC Turkey Bank”
ise en düşük performans gösteren banka olmuştur.

Apan, Öztel ve Ceyhan (2019); çalışmalarında Türkiye’de 2002-2016 yıllarında faaliyet gösteren kamu,
özel ve yabancı sermayeye sahip mevduat bankaları üzerinde analiz yapmışlardır. Analizin yapılmasında
“CAMELS derecelendirme yöntemi” kullanılmış ve CAMELS bileşenlerine atanan ağırlıklara ilişkin literatürde
genel geçer bir kuralın olmadığı ortaya konulmuş ve bu soruna “Entropi yöntemi” önerisi getirilerek analiz
gerçekleştirilmiştir. Çalışma sonucunda; Entropi yöntemine dayalı yeni CAMELS derecelendirme yöntemine
göre “kamu sermayesine sahip mevduat bankaları”nın “özel sermayeye sahip mevduat bankaları” ve “yabancı
sermayeye sahip mevduat bankaları”na göre daha yüksek performansa sahip olduğu tespit edilmiştir.

Ateşoğlu, Coşkun ve Karğın (2016) çalışmalarında; Türkiye’deki 3 mevduat bankası üzerinde analiz
yapmıştır. Analizin yapılmasında “CAMELS derecelendirme yöntemi” kullanılmış ve bankaların sınır ötesi
birleşme ve satın almaları sonrası performanslarındaki değişimi ölçmek için satın almaların önceki 3 yılı ile
sonraki 3 yılı dikkate alınarak karşılaştırmalı performans analizi yapılmıştır. Çalışma sonucunda, satın alınma
sonrası periyotta yabancı bankalar tarafınca satın alınmış 3 bankanın performansında düşüş gerçekleştiği
tespit edilmiş ve bunun ana nedeni satın alınma sonrası dönemin 2008 krizi olduğu ihtimali ortaya
koyulmuştur.

Bashatweh ve Ahmed (2020); yaptıkları çalışmada Ürdün bankalarının finansal performansını CAMELS
modelini kullanarak analiz etmişlerdir. Araştırmanın örneklemini 2014-2018 dönemi için 13 ticari banka
oluşturmuştur. Çalışma, Ürdün ticari bankalarının genel olarak kabul edilmiştir. CAMELS çerçevesine göre
sınıflandırma derecesi olduğu ve Ürdün ticari bankalarının derecelendirmede bir yakınsamaya sahip olduğu
sonucuna varılmıştır.

Bayramoğlu ve Gürsoy (2017); çalışmalarında Türkiye’deki 25 (3 kamu, 10 yerli, 12 yabancı) adet


mevduat bankasının performans analizini 2005-2015 yıllarını içeren dönem için CAMELS yöntemini
kullanarak hem bireysel hem de sektörel ölçekte analiz etmişlerdir. Çalışma sonuçlarına göre; bankalar
bireysel olarak değerlendirildiklerinde; kamu sermayesine sahip bankaların güçlü mali yapıya sahip oldukları
ortaya koyulmuştur. Yine özel bankaların Sermaye Yeterliliği ve Likidite Durumu bileşenlerine göre güçlü,
Yönetim Kalitesi bileşenine göre zayıf olduğu; yabancı bankaların ise Varlık Kalitesi ve Piyasa Riskine
Duyarlılık açısından güçlü iken Yönetim Kalitesi ve Likidite Durumu açılarından zayıf oldukları ortaya
koyulmuştur.

Derviz ve Podpiera (2008); yaptıkları çalışmada Çek Cumhuriyeti'nde en büyük üç bankanın kredi notu
aldığı dönemlerde, sermaye-varlıkları-yönetim-kazançlar-likidite-piyasa riskine duyarlılıkları CAMELS
yöntemi ile analiz edilmiştir. Çek Ulusal Bankası'nın bankacılık sektörü düzenleyicileri tarafından kullanılan
ve CAMELS notunun girdilerine karşılık gelen açıklayıcı değişkenlerin aynı listesi, önemli tahmin edicilerini
seçmek için derecelendirilerek incelenmiştir. Çalışma sonucunda; Çek bankaları için sermaye yeterliliği,
fonlama marjı, toplam kredilerin toplam aktiflere oranı, toplam aktifler için riske maruz değer ve kaldıraç için
önemli bir açıklayıcı güç bulunmuştur.

Gezer ve Kılıç (2019); çalışmalarında Türk Bankacılık Sisteminde CAMELS gösterge değerlerini 2004-
2017 dönemlerine göre tanımlanmışlardır. Reel ekonomi ise yatırım harcamaları ve reel GSYH şeklinde iki
değişken olarak temsil edilmiştir. Çalışmada değişkenlere ilişkin birim kök özellikleri ADF ve PP testleri ile
analiz edilmiştir. Çalışma kapsamında elde edilen bulgular neticesinde; sermaye kalemlerinin hepsinin yatırım
harcamalarından etkilenmiş olduğu halde reel GSYH’yi etkilemediği, likidite kalemlerinin hepsininse hem
yatırım harcamalarını hem de reel GSYH’yi temsil etmede etkin olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

Hyz ve Gikas (2015); yaptıkları çalışmada Yunan bankacılık sektörünün performansını incelemeyi ve
Yunan bankalarının temel sorunlarını ve beklentilerini belirlemeyi amaçlamışlardır. Çalışma kapsamında

115
Aslı KUZU, Hale GÜN, Alabbas AZADOV

Yunanistan'daki en büyük dört ticari bankanın 2012-2018 dönemine ilişkin mali tablolardan ve istatistiksel
materyallerden elde edilen veriler kullanılmıştır. Çalışmanın ana metodoloji CAMELS modelidir. Çalışma
sonuçlarına göre incelenen dönem boyunca, dört bankanın durumunun kötüleştiği kaydedilmiştir.
Sınıflandırmada son sıralarda yer alan Alpha Bank ve Piraeus Bank, bu durumlarda da CAMELS
göstergelerinin nispeten daha zayıf olmasına rağmen birinci sırada yer almıştır.

Kaygusuz, Ersoy ve Bozdoğan (2020); çalışmalarında Türkiye’deki 10 mevduat bankası üzerinde analiz
yapmışlardır. Analizin yapılmasında “CAMELS derecelendirme yöntemi” kullanılmış ve 2008-2017 yıllarını
kapsayan Türkiye’deki bankaların “CAMELS bileşenlerine” göre “TOPSİS yöntemi” yardımı ile performans
analizi gerçekleştirilmiştir. Çalışma sonucunda; 2008-2017 yıllarını kapsayan 10 yıllık “Genel Toplam Finansal
Performans” sıralamasına göre, en iyi performans değerine sahip banka “Denizbank” olurken; en kötü
performans değerine sahip banka “Türkiye Halk Bankası” olduğu tespit edilmiştir.

Keten ve Çağlar (2019); yaptıkları çalışmada Türkiye’de faaliyet gösteren 22 mevduat bankası üzerinde
analiz yapmışlardır. Analizin yapılmasında “CAMELS derecelendirme yöntemi” kullanılarak ve “Veri Zarflama
Analizinden” yararlanılarak bileşik endeksi oluşturulmuş ve 2016 yılını kapsayan Türkiye’deki bankaların
hem CAMELS birleşenleri bazında hem de CAMELS oranlarından oluşturulan bileşik endekse göre
değerlendirme yapılmıştır. Çalışma sonucunda CAMELS birleşenlerine göre ilk sıranı alan banka “Sermaye
Yeterliliği (C)” açısından “Arabtürk Bankası”, olurken; “Varlık Kalitesi (A)” açısından “Türkiye Vakıflar
Bankası”, “Yönetim Kalitesi (M)” açısından “Ziraat Bankası”, “Kârlılık (E)” açısından “Ziraat Bankası”, “Likidite
(L)” açısından “Arabtürk Bankası”, “Piyasa Riskine Duyarlılık (S)” açısından ise “Turkish Bank” en yüksek
performans değeri alan bankalar olmuştur. Genel değerlendirme dikkate alınarak CAMELS oranlarından
oluşturulmuş bileşik endekse göre ise en yüksek performansa sahip bankalar sırasıyla “Citibank”, “Araptürk
Bankası”, “Turkish Bank”, son üç sırada ise “Şekerbank”, “Turkland Bank”, “Finansbank” olduğu tespit
edilmiştir.

Rostami (2015); çalışmasında her bir CAMELS kategorisinin banka performansı üzerindeki etkilerini
incelenmiştir. Çalışmada Q Tobin oranı performans göstergesi olarak kullanılmıştır. Ayrıca bu çalışmada
kullanılan veriler bir İran bankasının yıllık finansal raporlarından derlenmiş ve sonunda analizlerden model
çıkarılmıştır. Çalışma sonucu olarak; CAMELS yöntemi ile bankaların riske ve bazı önemli oranlara
odaklanabileceği ve olası bazı krizleri yönetme ve kontrol etmede başarılı olabileceği ortaya koyulmuştur.

Rozzani ve Rahman (2013); çalışmalarında Malezya'da faaliyet gösteren hem İslami hem de geleneksel
bankaların performansını CAMELS modeli kullanarak araştırmışlardır. 2008 yılına ait yılsonu finansal
verilerinin bu bankaların faaliyet raporlarından derlendiği çalışmanın örneklemi olarak 19 konvansiyonel
banka ve 16 İslami banka seçilmiştir. Analizden, Malezya'daki hem geleneksel hem de İslami bankaların
performans düzeylerinin oldukça benzer olduğu saptanmıştır. Malezya bankacılık sisteminde hem İslami hem
de geleneksel bankalar arasındaki potansiyel etkileşimi gösteren bu çalışmanın, paydaşlara daha iyi yatırım
kararları vermeleri için faydalı bilgiler sağladığı ve hem geleneksel hem de İslami bankaların performansları
hakkında bilgi sağladığı öne sürülmüştür.

Samuel (2018); yaptığı çalışmada CAMELS derecelendirme modeli kullanılarak üç büyük ticari
bankanın (IOB, Canara Bank ve Syndicate Bank) finansal performansı değerlendirilmiştir. Çalışma, yıllık
raporlardan elde edilen ikincil verilere dayanmaktadır. Değerlendirme amacıyla, CAMELS derecelendirme
modeline ilişkin 17 oran hesaplanarak, para kazanmadan önceki beş yıla (2011-2016) ait veriler analiz
edilmiştir. Çalışma sonucuna göre; her üç bankanın da genel sermaye yeterlilik durumunun tatmin edici
olduğu tespit edilmiştir. Değerlendirmelere dayalı olarak, üç ticari bankanın tümü, verimli ve etkin bir
performans sergilemek için kazanma kapasitesini ve likidite pozisyonunu iyileştirmesi gerektiği ortaya
koyulmuştur.

Amaç
Bankacılık sektörünü irdelediğimizde, hem finansal sistem içerisinde çok büyük paya sahip olduğu hem
de ekonominin tamamında büyük paya sahip olduğu görülmektedir. Bankacılık sektörü ister istihdam
tarafından isterse ekonomik göstergelere olan katkısı bakımından önemli olduğu görülmektedir. Güçlü bir

116
Aslı KUZU, Hale GÜN, Alabbas AZADOV

ekonominin arkasında güçlü bir bankacılık sektörünün olduğu tüm gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde
görülmesi mümkündür. Küresel dünyamızda yaşanan krizlerden az etkilenmek için ülkelerin güçlü bir
finansal sisteme, dolayısıyla güçlü bir bankacılık sektörüne ihtiyacı vardır. Onun içinde kriz dönemlerinde
krizden en az etkilenen ve en dayanıklı bankaların ortaya çıkarılması gerekmektedir. Bu bankaların güçlü
yönlerinin bulunup tüm bankacılık sektöründe uygulanmasını sağlamak hem ülke ekonomisi için hem de
bankalar için faydalı olacağı düşünülmektedir.

CAMELS derecelendirme yönteminin literatürde kullanımı incelendiğinde yöntem ile bireysel ve


sektörel bazda mali performans karşılaştırması ve değerlendirmesi yapıldığı görülmektedir. Bu çalışmayla,
bankaların bireysel ve sektörel olarak değerlendirilmesinde yaygın olarak kullanılan CAMELS derecelendirme
yönteminin, işleyiş alanı değiştirilerek pandemi döneminin zaman serileri halinde incelenerek mali
performans durumundaki değişimin tespitinde kullanılabileceği düşünülmüştür. Çalışmada, tüm dünyada
2019 yılı sonlarında ortaya çıkan Covid 19 Pandemi sürecinin yaratmış olduğu finansal krizin etkilerini
belirlemekte ve ölçümlemekte CAMELS yönteminden yararlanılabileceği önerisinde bulunmak istenmiştir.
Literatüre yapılan bu katkı sayesinde, CAMELS derecelendirme yönteminin kullanımında farklılığa gidilerek
krizlerin bankacılık sektöründeki etkilerinin belirlenmesi, ölçülebilmesi ve performansı güçlü olan bankaların
üstün yanlarının ortaya çıkarılması amaçlanmaktadır. Belirlenen bu güçlü yanların tespit edilmesi ile
bankaların güçlü ve sağlam performans düzeyine erişebilmesinde olumlu katkılar sağlayacak bileşenlerin
uygulanması ile hem bankalar özelinde hem de sektörel düzeyde başarıya ulaşılmasına katkı sağlanabileceği
düşünülmektedir.

Bu çalışmanın amacı, bankaların mali performans durum analizinin yapılmasında kullanılan CAMELS
derecelendirme yönteminin, bireysel ve sektörel bazda mali performans ölçümünde kullanmanın yanında,
krizlerin bankaları etkileme durumunun ölçülmesi, bu ölçüm sonucunda güçlü bankaların belirlenmesi ve
finansal performansı güçlü olan bankaların krizlere karşı nasıl dayanıklı hale geldiğinin tespit edilmesi ve bu
unsurların diğer bankalara uygulanarak güçlü bankacılık sektörüne sahip olunması için kullanımını
önermektir.

Sonuç ve Öneriler
Ülkelerin birçoğu, bankacılık sektörünü kendisi uzaktan gözetimi ve yerinde denetimi için CAMELS
derecelendirme yöntemi uygulamaktadır. Türkiye’de bu ülkelerden biri olmakta ve bu görevi “Bankacılık
Düzenleme ve Denetleme Kurumu” yerine getirmektedir. Lakin yapılan derecelendirme sonuçlarını
kamuoyuyla paylaşılmamaktadır. Diğer taraftan ülkeler bazında CAMELS yönteminin geniş uygulama alanı
bulması nedeniyle, ister konunun uluslararası boyutta olsun isterse ulusal akademik alanda olsun kendisine
geniş bir çalışma alanı bulmuştur. Literatürde geniş bir çalışma alanı bulmasına rağmen, ister sürekli olarak
küresel değişmelerden kaynaklı isterse ulusal gelişmelerden kaynaklı olarak bankacılık sektörü de önemli
ölçüde etkilendiğinden bu konun sürekli çalışılması ve bankaların performansına uzaktan gözetim ve yerinde
denetim için yeni çalışmalar ve yaklaşımlar ortaya konulması her zaman ilgi odağında yer almaktadır.
Dünyada finansal krizlerin 1971 yılından itibaren Bretton Woods sisteminin çöküşüyle birlikte hızlandığı
görülmektedir. Finansal krizler incelediğinde krizlerin küresel boyut almasının, zayıf bankacılık sisteminden
ileri geldiği görülmektedir. Güçlü bankacılık sektörüne sahip olan ülkeler bu tür krizlerden daha az etkilendiği
görüşü esas teşkil etmektedir. Onun içinde kriz dönemlerinde bankaların araştırılması ve krizden az etkilenen
bankaların incelenmesi gerekmektedir. Bu bankaların hangi rasyolara daha çok önem verdiği ve mali
performanslarının dayanıklılık sebepleri araştırılmalıdır. Bu araştırmalar sonucunda tüm bankacılık sektörü
için mali performanslarını güçlendirici adımlar atılması ülke ekonomisi için faydalı olacaktır.

Bankaların mali performansının altı bileşen kapsamında değerlendirilmesinde kullanılan CAMELS


derecelendirme yöntemi, ilgili kurumun belirlenen bileşenler dahilideki finansal güç ve yeterliliğinin
belirlenmesinde yaygın olarak kullanılmaktadır. CAMELS derecelendirme yönteminin kullanımına ilişkin
olarak ulusal ve uluslararası literatür incelendiğinde, yöntemin bireysel ve sektörel bazda analizlerde sıklıkla
kullanıldığı görülmektedir. CAMELS derecelendirme yöntemi ile bankalar; sermaye yeterliliği, varlık kalitesi,
yönetim kalitesi, karlılık, likidite ve piyasa riskine duyarlılık gibi faktörlerine göre değerlendirilir (Gezer ve
Kılıç, 2019, s. 4). Son dönemlerde sıklıkla yaşanan finansal krizler bankacılık sektörünü etkilemekte ve

117
Aslı KUZU, Hale GÜN, Alabbas AZADOV

böylece krizlerin ekonomiler üzerinde daha ciddi hasarlar bıraktığı görülmektedir. 2008 krizi incelendiğinde
Türkiye’nin önceden bankacılık sektörü üzerine almış olduğu önlemler güçlü bankacılık sisteminin
oluşmasına ve dünyadaki pek çok ülkeyi büyük ölçüde etkileyen bu krizden, en az etkilenen ülkelerden biri
olmasına neden olmuştur. Bu noktadan hareketle güçlü bir bankacılık sistemine sahip olmak gelecekte
yaşanacak olası finansal krizleri daha az etkilenmeye olanak sağlayacaktır. Pandemi süreci ile meydana gelen
finansal krizin neden ve etkilerini belirlemek için pek çok araştırma yapılmış ve çeşitli pek çok analiz ve
yöntem kullanılmıştır. Ancak CAMELS yöntemine ilişkin Literatür incelendiğinde Covid 19 pandemi sürecinin
etkilerinin belirlenmesi ve analizinde, CAMELS derecelendirme yönteminin kullanılmadığı belirlenmiştir.

Tüm bunları dikkate alındığında bu çalışmanın temel önerisi, CAMELS derecelendirme yönteminin,
bankaların COVİD-19 Pandemi süreci nedeniyle oluşan krizden ne ölçüde etkilendiğinin belirlenmesinde
kullanılması ve böylece mali performans durum analizi yapılarak güçlü bankaların ortaya konulmasında
kullanılabilirliğini sağlamaktır. Bu yöntem ile mali performans durum analizi sonucunda kriz dönemindeki
güçlü bankaların tespiti sonucunda bu bankaların incelenmesi ve almış olduğu önlemlerin diğer bankalara da
uygulayarak güçlü bankacılık sektörüne ulaşılması mümkün olacaktır. Böylece yaşanan finansal krizlerin
bankacılık sektörü açısından etkilerinin hafifletilmesi için CAMELS derecelendirme yöntemini kullanması
önerilmektedir.

Kaynakça
Abdullayev, M. (2013). “Türk Bankacılık Sektöründe Dezenflasyon Sürecinde CAMELS Analizi”. Dumlupınar
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, (37), 97-112.

Ahmedov, T, Memmedov, E. (2017). “Azerbaycan Bankacılık Sektörünün CAMELS Analizi: Yabancı Sermayeli
10 Banka”. İktisadi İdari ve Siyasal Araştırmalar Dergisi, 2 (4), 97-109.

Akter, Rozina, Shakil Ahmad ve Sariful Islam (2018); Camels Model Application Of Non-Bank Financial
Institution: Bangladesh Perspective, Academy of Accounting and Financial Studies Journal, Cilt 22, Sayı
1, S: 1-10.

Akyüz, F, A. Soba ve T. Yeşil (2020); “Katılım Bankalarının CAMELS Analizi Yöntemiyle Finansal
Performanslarının Değerlendirilmesi”. Muhasebe ve Finansman Dergisi, Cilt 87, S: 145-166.

Altemur, N, Karaca ve Guvemli̇, B. (2018); “Turkiye’deki Yabancı Sermayeli Bankaların CAMELS Analizi ile
Performanslarının Ölçülmesi”. Journal of International Management Educational and Economics
Perspectives, Cilt 6, Sayı 1, S: 57-65.

Altınırmak, S ve Y. Gül (2019); “Türkiye’deki Mevduat Bankalarının Finansal Durumlarının CAMELS Analizi ile
Değerlendirilmesi”. Yönetim ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi, Cilt 17, Sayı 1, S: 222-243.

Apan, M, A. Öztel ve İ. Ceyhan (2019); “Entropi Yöntemine Dayalı CAMELS Performans Değerlendirme Modeli:
Türk Mevduat Bankaları Üzerine Bir Uygulama”. Akademik Araştırmalar ve Çalışmalar Dergisi (AKAD),
Cilt 11, Sayı 20, S: 296-316.

Bashatweh, Ammar Daher ve Emad Yousif Ahmed (2020); “Financial Performance Evaluation of the
Commercial Banks in Jordan: Based on the CAMELS Framework,” International Journal of Advanced
Science and Technology, Cilt 29, Sayı 5, S: 985-994.

Bayramoğlu, M ve İ. Gürsoy (2017); “Türkiye’de Faaliyet Gösteren Mevduat Bankalarının Bireysel ve Sektörel
Risk Derecelendirmesi: Bir CAMELS Analizi Uygulaması”. Yönetim ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi,
Cilt 15, Sayı 1, S: 1-19.

Bayramoğlu, M, Güllü, E. (2020). “Türkiye Bankacılık Sistemindeki Yabancı Sermayeli Mevduat Bankalarının
Risk Derecelendirmesi: CAMELS Tabanlı VIKOR Modeli Uygulaması”. Yönetim ve Ekonomi
Araştırmaları Dergisi, 18 (3), 149-167.

118
Aslı KUZU, Hale GÜN, Alabbas AZADOV

Bayramoğlu, M, Gürsoy, İ. (2017). “Türkiye’de Faaliyet Gösteren Mevduat Bankalarının Bireysel ve Sektörel
Risk Derecelendirmesi: Bir CAMELS Analizi Uygulaması”. Yönetim ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi,
15 (1), 1-19.

Coşkun, S, A, Karğın, S. (2016). “Sınır Ötesi Birleşme ve Satın Almaların Bankaların Finansal Performansına
Etkileri: Üç Banka Üzerinde CAMELS Analizi”. Muhasebe ve Finansman Dergisi, (69), 41-60.

Çağıl, G, Mukhtarov, S. (2014). “Azerbaycan Ticari Bankacılık Sektörünün CAMELS Yöntemi ile Performans
Analizi”. Öneri Dergisi, 11 (41), 77-94.

Çizici Akyuz, G, Emi̇r, M. (2018b). “Türkiye’deki Mevduat Bankalarının Finansal Performans Değerlendirmesi:
CAMELS Yaklaşımı”. Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Bilimler Dergisi, 8
(15), 7-26.

Çizici Akyüz, G. (2018a). “Makro Ekonomik Göstergelerin Türk Bankacılık Sektörü Performansı Üzerine
Etkileri”. Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi.

Derviz, Alexis ve Jiří Podpiera (2008);” Predicting Bank CAMELS and S&P Ratings: The Case of the Czech
Republic,” Emerging Markets Finance and Trade, Cilt 44, Sayı 1.

Gezer, M, Kılıç, R. (2019). “Türkiye’de Bankacılık İstikrarı ve Reel Ekonominin CAMELS Yaklaşımına Dayalı
İncelemesi”. Uluslararası Ekonomik Araştırmalar Dergisi, 5 (2), 1-15.

Hyz, Alina ve Grigoris Gikas (2015); Camels And Greek Banking Sector Performance During The Crisis–An
Analysis And Review Of The Evidence, Acta Unıversitatis Lodzıensis Folia Oeconiıca, Cilt 5, Sayı 316.

Karaca, S ve S. Erdoğan (2018); “Türk Bankacılık Sektörünün 2009-2016 Dönemi CAMELS Derecelendirme
Sistemi ile Performans Analizi”. Journal of International Management Educational and Economics
Perspectives, Cilt 6, Sayı 3, S: 23-39.

Karaca, S, Altemur, N, Çevi̇k, M. (2019). “Türkiye'deki Mevduat Bankalarının CAMELS Analizi İle Finansal
Performans Ölçümü”. Muhasebe ve Finans İncelemeleri Dergisi, 2 (2), 130-148.

Kaya, Yasemin Türker (2001); “Türk Bankacılık Sektöründe CAMELS Analizi”. Bankacılık Düzenleme ve
Denetleme Kurumu MSPD Çalışma Raporu, 6, 1-20.

Kaygusuz, Ö, Ö. Ersoy, D. Bozdoğan (2020); “CAMELS Değerlendirme Sistemiyle Bankaların Finansal


Performanslarının TOPSİS Yöntemiyle Analizi”. İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, Cilt 9,
Sayı 1, S: 67-95.

Keten, N ve A. Çağlar (2019); “CAMELS Oranları İle Mevduat Bankalarının Finansal Performansı: Bileşik
Endeks Yaklaşımı”. Alphanumeric Journal, Cilt 7, Sayı 2, S: 417-436.

Rostami, Malihe (2015); “Determination of Camels model on Bank's Performance,” International Journal of
Multidisciplinary Research and Development, Cilt 2, Sayı 10, S: 652-664.

Rozzani, Nabilah ve Rasidah Abdul Rahman (2013); “Camels and Performance Evaluation of Banks in
Malaysia: Conventional Versus Islamic,” Journal of Islamic Finance and Business Research, Cilt 2, Sayı,
S: 36-45.

Sakarya, Ş. (2010): “CAMELS Derecelendirme Sistemine Göre İMKB'deki Yerli ve Yabancı Sermayeli
Bankaların Karşılaştırmalı Analizi,” Akademik Araştırmalar ve Çalışmalar Dergisi (AKAD), 7-21.

Samuel, Elizabeth M. (2018); "Comparative Performance Evaluation of Selected Commercial Banks in India
using CAMELS Rating Model," International Journal of Global Sustainability, Macrothink Institute, Cilt
2, Sayı 1, S: 24-38.

119
Aslı KUZU, Hale GÜN, Alabbas AZADOV

Uslu, A. (2019). “Türkiye’deki Yabancı Sermayeli Bankaların CAMELS Analizi ile Performanslarının Ölçümü”.
Muhasebe ve Finansman Dergisi, (82), 199-220.

http://www.bddk.org.tr/Veri/EkGetir/8?ekId=65

https://www.fdic.gov/news/financial-institution-letters/1996/fil96105.html,%2026.09.2021

120
Şeki’de Zanaattan Sanata Seramik

Doç. Dr. Serap ÜNAL1


Özet

Anadolu ve Türkistan coğrafyasının kesişme ve geçiş bölgesi olan Güney Kafkasya’da yaşayan
çömlekçilik, aynı zamanda geleneksel özde bir Türk kültürüdür. Anılan coğrafyada binlerce yıl
öncesinden başlayıp, tarzını neredeyse bozmadan sürdürülebilen çömlekçilik, aynı zamanda
günümüzdeki yaşayan varlığı ile kuşkusuz çok önemli maddi kültür unsurudur. Bu kültür,
Anadolu’da olduğu gibi bugün de Azerbaycan’ın birçok yerleşiminde geleneksel olarak devam
etmektedir.
Azerbaycan’ın kadim yerleşimlerinden Şeki Rayonu da bünyesinde barındırdığı birçok geleneksel
el sanatları arasında çömlekçiliği zanaattan sanata taşıyan dikkat çekici bir sanat ve kültür
merkezidir. Şeki’de yerel adıyla dulusçuluk (çömlekçilik), çağlar boyu fazla değişime uğramadan,
temel özelliklerini özünde taşıyarak “Somut Olmayan Kültürel Miras” kapsamında varlığını bugün
de güzel örnekleriyle sürdürmektedir. Pişmiş toprak kültürü bağlamında bu sürdürülebilirlik,
batıda olduğu gibi bu kültür rayonunda da modern seramik sanatının çıkış noktası olmuştur.
Modern sanat tartışmalarının öncesi ve sonrasında seramik, “zanaat mı sanat mı?” tartışmalarının
her dönem tam ortasında olmuştur. Sanat, zanaat ve estetik yönünden seramiğin en yoğun
tanımlanmaya çalışıldığı dönem ise XVIII. yüzyıldır. Zira bu yüzyıla kadar genel anlamında sanat ve
zanaat terim olarak birbirlerinin yerine kullanılıyordu. Sonradan birbirlerinin karşıtı olarak
kullanılan bu kavramsal olgu sürecinde, Konstrüktivistlerin ve Bauhaus Okulunun da etkisiyle
seramik, salt işlevselliğinden farklılaşıp tasarım ve estetik anlayışıyla modern seramik sanatındaki
yerini almıştır.
Şeki çömlekçiliği, yarattığı motivasyonla kenti çağdaş seramik sanatının önemli bir merkezi haline
getirmiştir. Zira 2019 Mayıs ayında Azerbaycan devlet kuruluşu olan ABAD organizasyonuyla Mir
Teymur Memmedov küratörlüğünde düzenlenen uluslararası seramik sempozyumu, dünyanın
birçok ülkesinden seramik sanatçılarını Şeki’de toplamıştır. Dolayısıyla Şeki’de üretimsel, sanatsal
ve kültürel zenginliği destekleyen bir görünümle karşılaşmaktayız.

Anahtar Kelimeler: Azerbaycan, Şeki, Zanaat-Sanat, Çömlekçilik, Seramik

1. Giriş

Estetik, antik dönemden günümüze kadar güzelin ne olduğunu araştıran bir disiplin olarak
günümüze kadar tartışıla gelmiştir. Estetik, aynı zamanda sanat felsefesi ve beğeni olarak da
değerlendirilerek, Platon’dan itibaren yakın dönem düşünürlere kadar birçok filozof tarafından
sınırları belirsiz felsefi kapsamda, değişik önermeleri ve eleştirileriyle tartışılmış ancak bu tartışmalı,
aynı zamanda eleştirel yaklaşımlar, tüm sanat dallarını etkilemiş, çeşitli ekollerin ve sanat
akımlarının doğmasına neden olmuştur. Süregelen “güzele erişim-beğeni” tartışmaları arasında
pişmiş toprak üretimi objeler, belki de salt el becerisine dayalı ve işlevsel özelliklerinin öne
çıkmasından ötürü olsa gerek, özellikle 17. Yüzyıldan sonra zaman zaman sanat-zanaat ikileminde
bocalamıştır.

Diğer yandan seramik, arkeolojik, geleneksel, kültürel, soyut ve endüstriyel anlamda


birbirine veri aktaran özelliklere sahiptir. Özellikle günümüzde bu tümleşik yapı, daha da belirgin bir
durumdadır. Dolayısıyla işlevsel ya da salt sanatsal her koşulda ortak paydanın “estetik” olması

1
Süleyman Demirel Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Seramik ve Cam Bölüm Başkanı, serapunal@sdu.edu.tr
Serap ÜNAL

kaçınılmazdır. Bu nedenle, seramik sanatını bu estetik bağlam dışında düşünmek mümkün değildir.
Bu yönelimle, günümüz modern seramik sanatının ve endüstrisinin de çıkış noktası, yaklaşık 9000
yıllık çömlekçiliktir.

Modern sanatlara tasarımla damgasını vuran Bauhaus okulunun Dornburg seramik


atölyesinde öncelikle yerel çömlekçi ustaları, tasarım ustalarıyla birlikte eğitim vererek, primitif
çömlekçilik çıkışlı modern seramik sanatının önünü açmışlardır. Aynı anlayış içerisindeki sanat
eğitimi, Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu kanalıyla ülkemizde de modern seramik sanatına
yön bulmuştur.

Neolitik Dönemden itibaren hemen tüm dönemleri yaşayan Ön Asya coğrafyası, binlerce
yıllık pişmiş toprak geleneğini bünyesinde barındırdığı gibi, halen yaşayan/yaşatılan çömlekçilik
merkezlerinde önemli kültürel değerler üretmeye devam etmektedir. Anadolu’da olduğu gibi,
Anadolu ve Türkistan kültür havzalarının kesişme alanı olan Güney Kafkasya’da da maddi kültür
unsuru bu önemli gelenek devam etmektedir. Azerbaycan’ın kadim sanat şehri Şeki Rayonu özelinde
ele alınan Şeki çömlekçiliği ve çömlekçiliğin ivme verdiği modern seramik sanatı incelendiğinde
karşımıza gelenek ve sanat adına çok güzel bir tablo çıkmaktadır.

2. Şeki Rayonu

Azerbaycan’ın Şeki yerleşimi, şehir statüsünde “Şeki Merkez Rayonu” olarak


isimlendirilmektedir. Şeki, Azerbaycan’ın kuzeyinde, başkent Bakü’nün 370 km
kuzeybatısında Büyük Kafkas Sıradağları eteğinde yer alan ve Şeki Rayonu'nun merkezi olan kenttir.

Resim1. Şeki Merkez Rayonu Genel Görünüm (Foto: S. Ünal)

Tarihi kent dokusunu, gerek mimari ve gerekse geleneksellik anlamında bozmadan


sürdürebilen Şeki, bu özellikleriyle aynı zamanda bir turizm bölgesi olma özelliğini de kazanmıştır.
Şeki şehri, 8 Aralık 2008’den itibaren "Dünya Tarihi Kentler Birliği’ne” dâhil edilmiştir. Orijinalliğini
koruyan yerleşim merkezinin etrafındaki Kafkas Dağları eteklerindeki yemyeşil yükseltiler kentin
genel panoramasına ayrı bir mistik hava katmaktadır.

Esas siluetini Hanlıklar doneminde belirleyen şehrin ticari hattını oluşturan ana caddesi
uzerindeki camiler, hamamlar, kopruler, dukkanlar, bozulmamış tarihi yapılar Şeki’nin genel
karakteristik görünümünü oluşturur. Yeşilliklerle kaplı yamaçlara yaslanmış kiremit çatılı bahçeli
evlerin arasından meydanlara uzanan dar patika sokaklar, tarihi bir fotoğraf görüntüsü vermektedir.

122
Serap ÜNAL

Neolitik dönemden itibaren çeşitli uygarlıklara sahip olan Şeki Rayonunda (Sheki Region) en bariz
arkeolojik kalıntılar, MÖ.3. ve 4. yüzyılda da kurulduğu varsayılan Kafkas Albanya’sı dönemine aittir.
Dolayısıyla bu döneme ait mimari yapılar, seramikler ve metal işler, Albanlara ait yüksek bir
uygarlığa işaret etmektedir. MS. 7. yüzyılda Arap istilasıyla son bulan Alban uygarlığının öncesi ve
sonrası hakkında, çeşitli rivayetler dışında akademik bir bilgi mevcut degildir. Alban doneminin
ardından Araplardan sonra 1064 yılından itibaren Selçuklular, Gurcistan’dan başlayarak Hazar
Denizi’nin kıyılarına dolayısıyla Dağıstan’a kadar uzanan sahaya Oğuz-Turkmenleri
yerleştirmişlerdir (Kayan, 2010, s. 32).

Yakın tarihi içinde çeşitli Türk hanlıklarıyla idare edilen Şeki, Sovyet dönemi sonrasında ise
Azerbaycan’nın bir şehri olarak geleneksel yapısını sanat ve mimarisiyle korumuştur. Şeki aynı
zamanda arkeolojik ve etnografik kapsamda seramik kimlikli bir şehirdir.

Güney Kafkasya’nın bu kadim yerleşimi, özellikle bir el sanatları şehridir. Zira şehrin
mahalleleri, Serraclar (eyerci), Serbablar (dokucu), Duluslar (çömlekçi) gibi isimlerini sakinlerinin
uğraştıkları zanaat dallarından almıştır. Şeki’de günümüze kadar gelebilmiş ve hala devam eden
önemli bir zanaat alanı ise ipekçilik ve şebekecilikle birlikte çömlekçiliktir. Ön Asya’da (Asia Minor),
eski çağlardan itibaren ilkel çömlekçiliğin en güzel örneklerinden biri de Anadolu çömlekçiliğinde
olduğu gibi Şeki’de de karşımıza çıkmaktadır. Şeki Rayonunda, Neolitik Dönemden günümüze kadar
gelen süreçteki arkeolojik seramik buluntular ve seramik üretiminin günümüzde de devam etmesi
bize Şeki’nin önemli bir seramik merkezi olduğunu göstermektedir.

2. Şeki Çömlekçiliği

Arkeolojik çalışmalar ışığında, Çanak Çömlekli Neolitik Evreden itibaren yaygın olarak
Azerbaycan’da seramik üretimini görmekle birlikte, bu üretimin arkeolojik buluntularının özellikle
Başkent Bakü, Nahçıvan (Kültepe), Gobustan ve Şeki bölgelerinde yoğunlaştığını, yapılan kazılar
doğrultusunda görebilmekteyiz.

Şeki’nin arkeolojik geçmişi Neolitik Çağ’a kadar uzanmakla birlikte bu döneme ait arkeolojik
kazılar yeterince tamamlanamadığı için özellikle seramikli Neolitik Dönemin verileri tam olarak
alınamamıştır. Yine de dinsel amaçlı hayvan figürlü kaplar, güçlü bir şekilde Neolitik Dönemi
betimlemektedir. Diğer yandan bilinmektedir ki, Anadolu coğrafyasını da kapsayan Ön Asya
arkeolojisi, Neolitik Dönemin önemli bölgelerindendir. Daha çok Tunç Çağına yoğunlaşan kazılarda
nekropol (mezarlık) çalışmalarında ortaya çıkarılan seramik kaplar, Şeki’nin arkeolojik anlamda da
bir çömlekçilik alanı olduğunu gösterir.

Resim 2. Şeki ve civarından Orta Tunç Çağı Seramik Kaplar (Foto: S.Ünal)

123
Serap ÜNAL

Seramik üretiminin XII. yüzyıl ve XIII. yüzyıl başlarında gelişme göstermesine rağmen Azerbaycan’ın
Moğollar tarafından istilası, şehirlerin yıkılması zanaatkârların esir alınması seramik imalatı dâhil
çeşitli üretim alanlarına büyük darbe vurdu. Seramik sanatı XV-XVI. yüzyıllarda belirli bir yükseliş
göstermesine rağmen bu kadim zanaat eski konumuna ulaşamadı (Aşurbeyli, 2017, s. 349). Ancak
son yıllarda Azerbaycan’da kültürel anlamdaki güzel çalışmalar, diğer zanaat ve sanat dallarında
olduğu gibi hem çağdaş seramik hem de geleneksel anlamda seramiği zanaat ve sanatsal olarak
yeniden değerli kılmıştır.

2.1. Şeki Çömlekçiliğinin Bugünü

Şeki’de geleneksel çömlekçiliği yaşatan önemli çömlek ustaları da şüphesiz bu kültürel


sürece ciddi katkı sağlamışlardır. Şeki Rayon’unun çömlekçiliğine önderlik eden belli başlı çömlek
ustaları; Şöyüf Memmedov, Ehed Memmedov, Himmet Memmedov (Şöyüf Memmedov’un oğulları),
Memmedov Yaşar, Memmedov Saleh, Zahit Alekperov gibi ustalardır.

Şöyüf Memmedov, kendini ömrü boyunca çömlekçilik zanaatına adayarak Sovyet Ressamlar
Birliğine üye seçilmeye layık görülmüş ve bu şekilde birçok yazılı kaynakta kendinden bahsettirmiş
ünlü bir çömlekçiyken 1997 yılında hayatını kaybetmiştir. Çömlekçi olarak yetiştirdiği oğulları bu
zanaatı başarıyla devam ettirmektedirler. Şöyüf Memmedov’un oğlu Himmet Memmedov’un çömlek
atölyesi, Doç.Dr. Serap Ünal tarafından ziyaret edilerek Şeki’de yaşamakta olan ilkel çömlekçiğin
karakteristik özellikleri incelenmiştir.

Şeki merkezindeki çömlekçi atölyelerinde çömlek yapımı için kullanılan hammadde toprak,
Şeki’nin kuzeybatı yükseltilerinin merkeze 4-5 km. mesafedeki yamaçlarından tedarik edilerek, at
eşek gibi taşıyıcı hayvanlarla veya motorlu vasıtalarla atölyelere getirilmektedir.

Bölge toprağından elde edilen killer, seramik yapımına uygun yüksek plastik özellikli
smektit (montmorillonit) gruba giren kil yapısındadır. Şeki kilinin kimyevi bileşimi: %52,0 SiO 2,
A12O3 16,27, Fe2O3 5,65, CaO 7,28, MgO 2,03, kızdırma kaybı 12,21, (Prof. Dr. M. İsmailova).

Resim 3. Çömlekçi ustası Şöyüf Memmedov (solda) ve çömlekçi oğlu Ş.Memmedov (sağda)

Çömlekçi atölyeleri, kentin içinde genellikle evin bir alanı olarak avlularda yaşam alanlarıyla
birlikte konuşlandırılmışlardır. Kurutma işlemlerinin yapıldığı alan, çark, fırın ve sergi bölümü evin
yaşam alanlarıyla birlikte bahçe ve avlunun uygun kısımlarına yerleştirilmiştir.

124
Serap ÜNAL

Atölyelere getirilen toprak önce güneşe yayılarak kurutulurken içindeki taş ve yabancı
maddeler (zivil) ayrıştırılır. Toprak, kurutulma işleminin ardından çuvallara konularak stoklanır.
İhtiyaç kadar (6 çuval) toprak 2 m. eninde, 1m. boyunda, 80 cm. yüksekliğinde yöresel olarak güleli
(hand of rose) denilen havuza alınır ve üstüne yavaş yavaş havuz dolana kadar su verilir. Havuzdaki
karışım, ortalama bir hafta (en az 3 gün) bekletilir. Daha sonra tahta çubuklarla içinde topak/toprak
kitleleri (hurt) olup olmadığı, çamur kıvamının hazırlanacak kile uygunluğu kontrol edildikten sonra
havuzun içine girilip, ayaklarla yoğurma (ayakla taftalamak) işlemine başlanır. Bu işlemden sonra,
homojen hale gelen çamur küreklerle havuzdan çıkarılıp uygun bir yere serilerek kıvama gelene
kadar (tova gelmesi) bekletilir. Diğer taraftan selle gelen milli (kumlu) toprak (lil) önce kurutulup
elenerek, kilin yapışmasını önlemek amacıyla kilin yoğrulacağı alana serpilir ve bu alanda
şekillendirilecek kil elle yoğrulur.

Şeki çömlekçi çarklarının orijini genelde Ön Asya çömlekçiliğinde olduğu gibi, Güngör
Güner’in sınıflamasıyla 5 inci tür tezgâhlar yani kısa milli, yataklı, bilyeli, el ya da ayakla çevrilebilen
tezgâhlardır. Bu tezgâhlar, “insanoğlu önce tekerleği mi? Yoksa çömlekçi çarkını mı buldu?”
tartışmasını hatırlatacak şekilde, kağnı ve at arabası tekerleğinden oluşturulmuş düzeneklerdir.
“Biçimlendirmede, yere saplanmış, sabit, kısa bir mil üzerine oturtulan araba tekerleği çark olarak
kullanılmaktadır. Kenarlarının ağırlığını artırabilmek için tekerleğin çemberi çamurla kaplanıp bezle
sarılmıştır. Elleriyle tekerleğe hız verdikten sonra çömlekçi ustası, testileri çekme işlemine
geçmektedir. (Güner, 1988, s.57).

Resim 4. Çömlekçi (dulus) çarkında form şekillendirme (Foto: S. Ünal)

Bu dönemden sonra Şeki’de çark sistemi değişime uğramış, uzun milli ayakla çevrilebilen 6
ncı tür tezgâh türüne geçilmiştir. Çömlekçi çarkın sağ yanına veya çark tam orta öne gelecek şekilde
oturarak şekillendirme işlemini yapmaktadır. Günümüzde ise aynı uzun milli çarkların devinimi ayak
yerine motor gücü ile sağlanmaktadır. Şeki’de kullanılan altıncı tür çömlekçi çarkının (dulus çarkı)
üst tablası metal olup, ayakla çevrilen kısmı ise (fırlatan) tahtadan yapılmıştır. Çekim aletleri olarak
ceviz ağacından (goz) imal edilmiş tahta aletler kullanılmaktadır.

Yapılacak formun hacmine uygun, iyice yoğrulmuş, şekillendirmeye hazır hale getirilen
çamur bloğu (künde)2, üzerine milli /kumsu toz halindeki toprak serpilmiş çarkın üst tablasına
konulup (kündeyi vurmak) merkeze getirilir ve el ile üstten açılarak (elnahtin) ardından da
yükseltilerek çeki tahtaları yardımıyla şekillendirme işlemine başlanır. Şekillendirilmiş ve bezenmiş
formlar çark üzerinden alınarak doğrudan güneş almayan bir yerde kurumaya bırakılır. Kulplu
formlarda ise kulp takılması bir gün sonra yapılır.

Şeki’de çömlekçi fırınları genelde aynı tür olup benzer teknikler kullanılarak pişirim
yapılmaktadır. Prof. Güner’in tanımlamasıyla dördüncü tür fırınlar kullanılmaktadır. Bu fırın türü
Anadolu’da sık rastlanan bir fırın türüdür. Pişirim dördüncü türde ve Anadolu’da rastlanan en

2
“Künde” ya da “Künte” isim olarak Batı Anadolu çömlekçiliğinden itibaren tüm Anadolu’da aynı anlamda
kullanılmaktadır. Benzer şekilde Anadolu’da yemeklik hamur açılmadan hamur topağına da künte denmektedir.

125
Serap ÜNAL

gelişmiş çömlekçi fırını olan, kemerler üzerine oturtulmuş ve alttan ateşlenen fırınlarda
yapılmaktadır (Güner, 1988, s.58).

Bu tür fırınlar, Anadolu’da ilkel çömlekçilik yapılan merkezlerde inşa edilmiş olan en
gelişmiş fırın türleridir. Şeki’de de fırınlar, Anadolu’daki benzerlerinde olduğu gibi, pişirilecek
formların büyüklüğüne göre 500’lük, 750’lik ve en büyüğü 1000 adetlik üç tür dolduruma imkân
verir. Mevcut fırınlar, orta boylu formlar ölçü alındığında yaklaşık 550-600 parça iş almaktadır. Fırın
ağızları kemerlidir. Fırın, ocak ve işlerin pişirildiği yer olmak üzere iki temel kısımdan oluşmuştur. Bu
iki bölümü ayıran yüzeyde yaklaşık 15-20 cm. çapında yuvarlak deliklerden (kürebet) ısı transfer
edilmektedir. Silindirik tipte olan fırınların iç hacim eni 2,20 m., yükseklikleri 3 m. dir. Ocak kısmı ise
ağızları yine kemerli olup, ocak yüksekliği, 0,75-1 m. dir.

Resim 5. Fırın, Soldan sağa; Ateşlik, İş doldurma ağzı, Fırın tepesi (pişirim sonrası işlerin alındığı ağız)
(Foto: S. Ünal)

Fırının yanma süresi yavaş pişirimle özellikle uzatılarak yaklaşık 40 saati bulmaktadır. Bu
sürenin ilk saatlerinde çalı çırpı (hacandal) yakılarak dumanlama (nafarlama) yapılır. İlk 15 saatinde
odunlar 2 saatte bir atılmak suretiyle fırının ağır ağır yanması sağlanır. Fırının 600–700℃ ye kadar
pişirdiği anlaşılmaktadır. Fırının dereceye geldiğini çömlekçi ustaları genellikle tecrübelerine dayalı
olarak anlarlar. Yakma işlemine son verildikten sonra fırın 1,5 gün soğumaya bırakılır.

Şeki çömlekçiliğinde formlar, genellikle Anadolu çömlekçiliğinde olduğu gibi fonksiyonel ve


birbirine yakın ölçülerdedir. Daha çok günlük yiyecek içecek ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde
tasarlanmışlardır. Lezzetli bir yemek olan testi kebabı için üretilen, “Piti kabı” olarak adlandırılan çift
kulplu kaplar, yemek yiyecek kişi sayısına göre boyutlandırılmaktadır. İçecek kapları ise, tek kulplu
ve üstten kapaklı olup yine değişik boyutlardadır. Şeki çömlekçiliğinde yemek tabakları da pişmiş
topraktan yapılmaktadır. Bu kaplar, düz yuvarlak tepsi görünümünde ve normal yemek tabağından
daha geniştir. Şeki çömleklerinin Anadolu çömleklerinden bariz bir farkı da kulplarının oldukça kalın
olmasıdır. Büyük boyutlu kuru erzak saklama amaçlı küpler de çömlekçi ustalarının ürettiği
seramikler arasındadır. Ancak bu küpler bazı atölyelerde özel olarak üretilmektedir. Şeki’ye özgü
diğer bir form ise, “külçe kabı” denilen, hamur işi yapımında pişecek hamura güzel şekil vermek
amacıyla oyma desenli kalıp seramiklerdir. Şeki çömlekleri, daha sağlıklı olduğu gerekçesiyle genelde
sır kullanılmadan ve perdahsız üretilmektedir.

Şeki’de halen özel yiyeceklerin pişirimi için mutfak gereçlerinin önemli bir kısmı, yerel
atölyelerde üretilen seramik kap ve gereçlerden oluşmaktadır. Ayrıca turistik amaçlı satışlar için de
Şeki çömlekleri caziptir. Bu nedenle alışveriş noktalarının yoğun olduğu şehrin ana arterini oluşturan

126
Serap ÜNAL

cadde ve mahallelerde birçok çömlekçi dükkânı mevcuttur. Yanı sıra semt pazarları da çömlek
ticareti için uygun bir alandır. Çömlek atölyelerinde üretilen çömlekler, atölyelerden bu satış
merkezlerine çeşitli araçlarla alıcılara, gerek atölyeden teslim gerekse satış yerinde teslim edilmek
suretiyle ulaştırılmaktadır.

Resim 6. Çömlekçi ustası Şöyüf Memmedov’un atölyesinde üretilen formlar


(Foto: S. Ünal)

Yöresel terimler; Elnahtin: Kilin çarkta üstten açılması

Dulus: Çömlek Hurt: Çamur içinde kalan toprak kitleleri

Dulusculuk: Çömlekçilik Ayakla taftalamak: Ayakla çamuru


yoğurmak
Dulus Çarkı: Çömlekçi Çarkı
Tova Gelmek: Çamurun kıvama gelmesi
Zivil: Toprak içindeki yabancı maddeler
Goz: Ceviz ağacından çeki tahtası
Lil: Selle gelen kumlu toprak
Kürebet: Fırının iki bölümü arasındaki ısı
Fırlatan: Çarkın ayakla döndürülen alt tablası transferi yapan yuvarlak delikler

Künde: Kil Bloğu Hacandal: Fırını tutuşturmak için kullanılan


çalı çırpı
Kündeyi Vurmak: Kili çarkın üst tablasına
yerleştirmek Nafarlama: Dumanlama

127
Resim 7. Şeki Piti Kaplarının Satış Yeri (Foto: S. Ünal)

3. Gelenekselden Çağdaşa Şeki’de Seramik

Azerbaycan’nın tarihi şehri Şeki’de binlerce yıllık bir gelenek olan seramik üretimi
günümüze kadar kesintisiz olarak gelebilmiştir. Arkeolojik, etnografik, geleneksel, güncel ve çağdaş
kapsamda seramikçiliğin bütün örneklerini sunan Şeki Rayonu, Azerbaycan genelinde olduğu gibi
devlet tarafından el sanatlarına verilen destek bünyesinde bugün de aktif seramik yaşantısını
sürdürmektedir. Azerbaycan devlet kuruluşu olan aynı zamanda ticari yapısıyla da hizmet veren
ABAD (Ailə Biznesinə Asan Dəstək ) tarafından, küçük ve orta ölçekli aile işletmelerine verilen
destekle, kaybolmaya yüz tutan el sanatları ekonomisiyle birlikte yeniden gün yüzüne
çıkarılmaktadır. Bu proje, üretim aşamasında ailelerin becerilerine uzman eğitimleriyle katkı
sağlamaktadır. Ayrıca, bu proje ile üretici-tüketici ve üretici-yatırımcı arasında ekonomik iletişime
yapılan katkının yanı sıra sanata da büyük yatırımlar yapılması planlamaktadır.

Resim 8. Mir Teymur Memmedov


(https://t24.com.tr/foto-haber/Erişim: 21.08.2021)

Şeki’de “ABAD Seramik ve Uygulamalı Sanat Merkezinde” düzenlenen “Uluslararası Seramik


Sempozyumu” bunun güzel bir örneğidir. 20 Mayıs-2 Haziran 2019 tarihlerinde Şeki’de düzenlenen
Serap ÜNAL

bu organizasyon, “Doğadan Tarihe” mottosuyla, katılımcıların kayıt işlemleri özel olarak


oluşturulmuş bir web site (https://ceramicsymposium.org/az/) aracılığıyla gerçekleştirildi.
Düzenlenen seramik sempozyumu ve çalıştayına 22 ülkeden 50 seramik sanatçısı başvurdu.
Adayların portföylerine dayalı olarak yapılan seçim sonucu sempozyuma katılmak için 15 ülkeden 25
seramik sanatçısı ve akademisyeni belirlenerek sempozyum ve çalıştay başarıyla icra edildi. Bu
başarıda, sempozyumun küratörlüğünü yapan duayen seramik sanatçısı Mir Teymur Memmedov’dan
bahsetmeden geçmek olmaz.

Şüphesiz sempozyumun en önemli aktörü, küratörülük görevini üstlenen “Mir Teymur


Mammadov”du. 1947 doğumlu Mammadov, Sovyet Dönemi de dahil nerdeyse Azerbaycan ve
Rusya’daki tüm Sanat Fakültelerinin eğitimini almış bir sanat ve seramik duayeni. En son 1968-
1978'de, St.Petersburg Yüksek Sanat Okulu’ndan mezun olmuş ve tüm sanat dallarında boy gösterip
sanat hayatını seramik sanatıyla yoğunlaştırmıştır. Hayatının 60 yılını seramik sanatına adayan bu
büyük usta, sempozyum sürecinde herkese tecrübelerinden aktardığı teknik ve diğer bilgilerin yanı
sıra tüm katılımcılara neşe ve motivasyon kaynağı oldu.

Resim 9. Şeki Uluslararası Seramik Sempozyumu (2019) katılımcıları

Resim 10. Sempozyum Bitiminde Raku Şöleni (Foto: S. Ünal)

129
Serap ÜNAL

Resim 11. ABAD Seramik ve Uygulamalı Sanat Merkezinde Çalıştay Seramik Sergisi 2019 (Foto: S.
Ünal)

Şeki, Devlet Turizm Ajansı'nın girişimiyle ve yaptığı uluslararası etkinliklerle bir seramik
kültür merkezi olarak, Avrupa Konseyince (Avrupa Konseyi Seramik Derneği) oluşturulan Avrupa
Seramik Rotasına üye seçildi.1 Çömlekçilik, maddi kültür varlığı olarak Şeki’de geleneksel tüm
özelliklerini koruduğu gibi, modern seramik sanatının da öncülü olmuştur.

4. Sonuç ve Değerlendirme

Hava, su, toprak ve ateşin (Dört unsur/Enasır-ı erbaa) tüm göksel dinlerde kabul gördüğü
şekliyle dört temel yaşam elemanının insan eliyle şekillenmesinden oluşan seramik üretimi, yaklaşık
9000 yıllık bir süreçte varlığını korumuş olan önemli bir olgudur. Kırılsa da yok edilemeyen bir
malzeme olması nedeniyle de yetersiz çağların filolojisi olarak günümüze binlerce yılın verilerini
aktarmasının yanı sıra seramik, aynı zamanda birçok bilim insanınca özellikle simgesel sanat
kapsamında ilk sanat eserleri olarak kabul edilmektedir. Ön Asya kültür havzasında geleneksel
boyutuyla primitif özelliklerini yitirmeden günümüzde varlığını sürdüren çömlekçilik, “Somut
Olmayan Kültürel Miras” bağlamında da önemli bir alanı temsil etmektedir. Dolayısıyla geleneksel
kültürel yapısını modern seramik sanatına birliktelikle taşıması bakımından çömlekçilik, zanaat-
sanat ikilemine karşın başarıyla sonuçlanan en güzel örneklerden biridir.

Bahuaus öğretisinin tasarımla birlikte seramiği modern sanatlara kabul ettirmesinde en


önemli faktör, Dornburg seramik atölyesinde yerel çömlekçi ustalarının, dönemin modern tasarım
sanatçılarıyla birlikte çalışıp eğitim vermesidir. Bu anlayış, Türkiye’de “Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar
Yüksek Okulunun” eğitim bünyesinde yer alarak, kültürel çömlekçilik ve tasarım beraberliği ile
sanayi işbirliğinde işlevsel seramiklere sanatsal yön verdiği gibi, modern seramik sanatının da öncülü
olmuştur. Bu yaklaşım içeriğinde benzer bir yapılanmayı bir sanat kenti olan Şeki’nin pişmiş toprak
kültüründe de görmekteyiz.

Çok yönlü bir seramik sanatçısı olan Mir Teymur Memmedov, bireysel çalışmaları ve
yetiştirdiği çömlekçi kökenli seramikçilerle Şeki seramikçiliğine çok farklı bir bakış açısı
kazandırmıştır. Memmedov’un küratörlüğünde, bir devlet kuruluşu olan ABAD (ASAN) desteği ile
düzenlenen, Brezilya’dan Norveç’e, Moğolistan’a kadar 22 değişik ülke seramikçilerinin seçilerek

1
Avrupa Seramik Rotası, 2012 yılında Avrupa Konseyi tarafından onaylanan bir kültür rotasıdır. Bu hareketin amacı,
seramik üretiminin kültürel mirasını ve bu alandaki eski gelenekleri değerlendirmek, sürdürülebilir bir turizm önerisi
oluşturmak ve böylece genel olarak kültürel ve sosyal kalkınmayı sağlamaktır. Şu anda, Avrupa Konseyi Seramik
Derneği'nin merkezi İtalya'nın Faenza kentinde bulunmaktadır. (https://abad.gov.az/post/174?locale=az, Erişim:
21.08.2021)

130
Serap ÜNAL

katıldığı uluslararası seramik sempozyumu, Şeki’de modern seramik sanatı uygulamaları adına çok
güzel bir örnektir. . Bu kapsamda ABAD, bölge el sanatlarının değerlendirilmesinde olduğu gibi
düzenlediği “Uluslararası Seramik Sempozyumu” ile Şeki’nin Güney Kafkasya’da bir seramik merkezi
olmasına büyük katkı sağlamıştır.

Şeki, düzenlenen seramik sempozyumu ve diğer sürdürülebilen seramik etkinlikleriyle,


amacı seramik üretiminin kültürel mirasını ve eski seramik geleneklerini değerlendirerek kültürel ve
sosyal kalkınmayı sağlamak olan, Avrupa Konseyince onaylanan “Avrupa Seramik Rotasına” üye
seçilmesi, Azerbaycan’ın kadim şehri Şeki’nin aynı zamanda bir seramik şehri olduğuna bir belgedir.

KAYNAKÇA

Ergin AYAN, Kafkasya: Bir Etno-Kulturel Tarih Çozumlemesi, Caucasıa: An Etno-Cultural History
Analysis, ODU Sosyal Bilimler Enstitusu, Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, Issn: 1309-9302,
http://sobiad.odu.edu.tr, Cilt: 1, Sayı: 2, Aralık 2010, s.32

Güngör GÜNER, Anadolu’da Yaşamakta Olan İlkel Çömlekçilik, Ak Yayınları Kültür Serisi, İSTANBUL
– 1988. s.57

Sara AŞURBEYLİ, Çeviren: Sevinç Üçgül, Bakü Şehrinin Tarihi (İstoria Qoroda Baku), Teas Press TEAS
yayıncılık, İstanbul - 2017, s.349

131
Tiflisdə Azərbaycan Aşıq Mühiti

Şurəddin MƏMMƏDLİ1
Xülasə

Türkiyə ilə Azərbaycan arasında körpü durumundakı Gürcüstanın paytaxtı Tiflis şəhəri
əzəllərdən bəri islam-türk mədəniyyətinin də mərkəzlərdən olmuşdur. Burada 20-ci yüzilin
ortalarına qədər ozan-aşıq sənətinin özünə məxsus şəkildə və fəal səviyyədə inkişaf etdiyini
müşahidə etməkdəyik. Tiflis şəhər gürcü şeir ortamında mgosan-ozan adlandırılan sənətkarlar
önəmli rol oynadıqları kimi, Tiflisdə türk aşıq sənətini də şəhərin Qalalı, Meydan, Şeytanbazar,
Ortacala məhəllələrində yığcam şəkildə məskun olmuş Azərbaycan türkləri layiqincə
yaşatmışlar. Bu tədqiqat yuxarıda vurğuladığımız faktları əhatə etməkdədir.

Məqsəd Tiflisdə gürcü və azərbaycanlı aşıqlarının, xalq şairlərinin ortaqlaşa fəaliyyətlərini elmi
müstəvidə bir fakt olaraq ortaya qoymaqdan ibarətdir. Tiflisli azərbaycanlı saz sənətkarları
Allahverdi, Dərdli Xurşit, Divani, Əsədullah, Əziz, İbrahim, Kamal, Kazım, Məhzun, Qurban,
Rəcəb, Rəfi, Rza, Rızvan, Sadiq, Səməd, Seyran, Şəfi, Şükür, Xəstə Yetim, Zəki və digərlərinin
ədəbi yaradıcılığı irdələməyə cəlb edilməkdədir. Həmçinin Tiflis çayxanalarında, traxtirlərində
Borçalı–Qarayazı bölgəsindən Təhləli Şeyda, Faxralılı Üveylər Allahverdi, Quşçu İbrahim,
Qızılhacılı Qul Əli, Sadıq Sultan, İsa Borçalı, Azərbaycandan Dədə Ələsgər, Hüseyn Bozalqanlı,
Növrəs İman, Anadoludan Şenlik Baba, Sümmani və digər ozanların, xalq şairlərinin də
məclislərdə çalıb çağırdıqlarına diqqət çəkilməkdədir.

Mənbə materialları daha çox arxivlərdən, dövrün qəzet və dərgilərindən, xatirələrdən, şəxsi
dərləmələrdən əldə edilmişdir. Tiflisdə yayğın olmuş türk aşıqlıq gələnəklərinin özəllikləri və
təmsilçiləri ayrıntılı incələnməkdədir. Azərbaycan və Anadolu aşıqlarının Tiflis səfərlərindən də
bəhs edilməkdədir.

Açar sözler: aşıq, aşıq yaradıcılığı, xalq şairi, Tbilisi (Tiflis), Türkçə.

Азербайджанская ашугская среда в Тбилиси

Столица Грузии город Тбилиси, являющийся мостом между Турцией и Азербайджаном,


издавна был одним из центров исламско-турецкой культуры. Здесь до середины 20-го
века наблюдаем развитие озан-ашугского искусства на уникальном и активном уровне.
Подобно тому, как так называемые художники мгосан-озаны сыграли важную роль в
распространении грузинской поэзии в Тбилиси. Искусство ашугов в городе было
должным образом возрождено азербайджанцами, проживавшими в кварталах Галалы,
Мейдан, Ортачала, Шейтанбазар и др. Содержание исследования охватывает эти
материалы.

Цель - представить совместную деятельность грузинских и азербайджанских ашугов и


народных поэтов в Тбилиси как научный факт. Исследуются литературные насследия
ашугов-азербайджанцев из Тбилиси: Аллахверди, Дердли Хуршит, Дивани, Асадулла,

1
Professor, Türkiyə Ardahan Universiteti, İnsani Bilimlər və Ədəbiyyat Fakültəsi, Çağdaş Türk Ləhçələri və
Ədəbiyyatları Bölümü. ORCID 0000-0001-6524-7221. shureddin@gmail.com.
Азиз, Ибрагим, Камаль, Казим, Мехзун, Гурбан, Реджеб, Рефи, Рза, Ризван, Садыг, Семед,
Сейран, Шефи, Шюкюр, Хесте Йетим, Зеки и др., а также стихотворения Техлели Шейда из
Борчалы-Гараязы, Увейлер Аллахверди из Фахралы, Гушчу Ибрагим, Гызылхаджылы
Гюль Али, Садыг Султан, Иса Борчалы, Деде Алескер, Гусейн Бозалганлы, Новрес Иман из
Азербайджана, Шенлик Баба из Турции. Упоминаются также визиты азербайджанских и
анатолийских ашугов в Тбилиси.

Данные для исследования в основном были получены из архивов, газет и журналов того
периода, воспоминаний, личных изданий.

Ключевые слова: ашуг, ашугское творчество, народный поэт, Тбилиси.

1. Giriş

Tiflis şəhəri özəlliklə 19-cu yüzildən etibarən Gürcüstanın yanı sıra, bütün Qafqazın da
yönətim, mədəniyyət mərkəzi rolunu yerinə yetirmişdir. Burada Azərbaycan türk mədəniyyətinin
də gəlişdiği müşahidə edilmişdir. Və bu təsirlənmə tək yönlü olmamışdır (yəni sadəcə Tiflisin
Azərbaycan dilli mədəniyyəti gəlişdirdiyi düşünülməməlidir), eyni zamanda Azərbaycan milli
mədəniyyəti də Tiflisin kültür ortamına önəmli səviyyədə təsir göstərmişdir.

19-cu yüzildə Abbasqulu ağa Bakıxanlı, Mirzə Şəfi Vazeh, Mirzə Fətəli Axundzadə, 20-ci
yüzilin əvvəllərində Məhəmməd ağa Şahtaxtılı, Mirzə Cəlil Məmmədquluzadə, Hüseyn Cavid və
digər ünlü ədiblərin, Azərbaycan ədəbiyyatının bəlli başlı zirvələrinin Tiflisdə fəaliyyətləri bu
qədim şəhərdə mədəniyyət, ədəbiyyat mühitində önəmli rol oynamışdır. Bunların yanında,
Borçalının Rusiyada təhsil almış ilk ziyalısı, Peterburq Universiteti məzunu Ağabəy Yadigarov,
şərqşünas və şair Mirzə Cəfər Topçubaşi, publisist-yazarlar Hüseyn Minasazlı, Ömər Faiq
Nemanzadə, Əlimirzə Nərimanzadə və başqalarının ədəbi fəaliyyətləri məhz Tiflislə ilgili olmuşdur.

Tiflisdə aşıq sənətinin ənənəvi şəkildə yayğın olduğu bilinən bir faktdır. Bu mövzuda
araşdırmalarda şəhərdə çox zaman gürcü və erməni aşıqlarının Azərbaycan türkcəsində çalıb
oxuduqları vurğuyla önə çəkilmişdir. Bu çalışmada araşdırıcıların, mütəxəssislərin diqqəti Tiflisdə
Azərbaycan türk aşıqlıq gələnəklərinin daha fəal varlığına yönəldilməkdədir.

2. Tiflis aşıq mühiti: ümumi baxış

Tiflis gürcü, erməni aşıqlıq gələnəyinin xülasəsini verərsək, xatırlatmalıyıq ki, gürcülər şeirlər
söyləyib oxuyan öz xalq sənətçilərinə “mgosan(i)” vəya “aşuğ(i)” deyərlər və “ozan – mgosan”,
“aşıq – aşuğ” səs bənzəyişi, əlbəttə, ilgi doğursa gərəkir. Tiflisdə bir qisim xalq sənətkarları
“mgosan”lar, eləcə də “qaraçoxeli”lər (qara çuxalılar), sazəndələr adlanmışlar. Onlar Şərq şeir
tiplərində (bayatı, qoşma, təcnis, müxəmməs, müstəzad) gürcücə və azərbaycanca əsərlər ortaya
qoymuşlar, Türk ozanların, şairlərin (Yunus Əmrə, Füzuli, Vaqif, vd) şeirlərini ifa etmişlər. Gürcü
mgosanlarının Türkcə şeirlərində, nəğmələrində Azərbaycan klassik və aşıq-saz şeirindən, yaxın
Borçalı ozanlarının şeirlərindən, burada yayılmış aşıq hekayələrindən təsirlənmə hiss olunur.

Tiflisli erməni “qusan”lar öz təxəllüslərini də azərbaycancaya uyğunlaşdırmışdılar: Azira


(Həzir), Biçarə, Çaxmaxçı Aslan, Civani, Kiçik Nova, İsgəndər Nova, Keşiş Oğlan, Dəllək Oğlan,
Dərdimənd, Dülgər Oğlan, Görgəz Oğlan, Naçar Oğlan, Sayat Nova (Səyyad Nəvə), Şamçı Melkon,
Şikəstə Şirin, Yolçu Oğlan, Zabuzal oğlu... (Vəliyev, 1984, s 86–87; Məmmədli, 2000). Tiflisli erməni
sazəndələrin, “qusan”ların çoxu (Çaxmaxçı Aslan, Dülgər Oğlan, Görgəz Oğlan, vd) ədəbi
plagiatlıqla məşğul olaraq, “kərdiyar” biçimli uyduruq müsvəddələr, cızma-qaralar ortaya
qoymuşdular. Örnək olaraq, “Bağçada Güllər” adlı Azərbaycan xalq mahnısını 1893-cü ildə Görgəz
Oğlan öz əsəri olaraq yayınlatmışdır (Vəliyev, 1984, s 82–83; Məmmədli, 1988, s 104–107).

133
Tiflis mühitində gürcü xalq şairi Yetim Gürcü və erməni xalq şairi Həzir daha çox ün
qazanmışdılar və onların qoşmaları, təcnisləri məlumdur (Məmmədli & Qoca Məmmədli, 2018, s
347–362).

Tiflisdə Azərbaycan dilli aşıqlar daha fəal olmuşlar.

19-cu yüzildə Tiflisin musiqi ortamında tar, saz (meydan sazı), kamança, dəf, zurna, düdük,
nağara kimi musiqi alətlərinin populyarlıq qazanmasında “Ziya” qəzetinin tərifiylə desək, “Tiflis
əhlinin dildadələri” (sevimliləri) tanımlı Allahverdi, Əbdülbaği, Sadıqcan, Səttar böyük rol
oynamışdılar. O dönəmdə Tiflisdə “Bayatı Şiraz”, “Çahargah”, “Hümayun”, “Mahur”, “Rast”, “Şur”
havaları sevilmişdir. Tiflisdə “Şərq konsertləri” həmişə maraq doğurmuşdur.

Ünlü gürcü şairi İoseb Qrişaşvilinin: “Əzəllərdən bəri bizdə bayramlar aşıqsız olmazdı”
(Qrişaşvili, 1985, s 140) deyişi Tiflisin kültürəl özünə məxsusluğunun bariz ifadəsidir.

Tiflis şəhər şeirinin orijinal xüsusiyyətlərini araşdırmış Giorgi Şahğulaşvili: “Aşıq şeiri gürcü
düşüncəsi üçün geyri immanent (geyri özünəxas) fakt idi, bu sənət şərq-türk aləmindən daxil
olaraq, Tiflisdə yayılmışdır” (Şahğulaşvili, 1987, s 11).

Gerçəkdən, saz-aşıq şeiri tərzi gürcü ədəbiyyatına türk dilli aləmdən, Azərbaycan mühitindən,
ən çox da yaxın Borçalıdan gəlmiş, yayılmış olmalıdır. Tiflisin məşhur çalğıçısı, səs sənətçisi
Allahverdinin buraya Borçalıdan gəlməsi, həmçinin Tiflisdə aşıq, sazəndə olaraq yetkinləşmiş
gürcü, erməni sənətkarlarının bəzilərinin (Həzir, vd) Borçalı bölgəsindən olmaları, bəzilərinin
Borçalı elatında çalıb çağırmaları (Yetim Gürcü, vd) dediklərimizi təsdiq edə bilər.

Folklorşünas Məhərrəm Qasımlı: “Folklor qaynağındakı Tiflis təsəvvürü müəyyən şərtlər


daxilində çağdaş Borçalı aşıq mühiti sənət şəbəkəsinin qarşılığıdır” (Qasımlı, 2011, s 222–223).

Gürcüstanda etnik-kültürəl ilişkiləri incələyən Şahbaz Şamıoğlu: “Borçalı folkloru gürcü


ədəbiyyatına təsir edəcək səviyyədə idi” (Şamıoğlu, 2002, s 56–57).

Borçalı ozan sənətkarlığının öncüllüyünü vurğulayan Tinatin İsabalıqızı: “Tiflisdə gürcü,


erməni milli sənətlərinin Azərbaycan ədəbi gedişatının əlavəsinə dönüşməsində mərkəz rolunu
Borçalı aşıq mühiti oynamışdır” (İsabalıqızı, 1999, s 20).

Tiflisdə aşıqlıq ortamını təmin edən azərbaycanlı sənətçilər kimlər olmuşdular?

A- Tiflisin Qalalı, Meydan, Xarpux, Ortacala, Sololak məhəllələrində yüzillərdən bəri


məskunlaşan azərbaycanlılardan ortaya çıxmış sənətçilər.

B- Yaxın Borçalı bölgəsindən buraya gələrək, aşıq məclislərinə, atışmalara, deyişmələrə


qoşulan sənətçilər.

C- Azərbaycandan, Anadoludan Tiflisə gəlib məclislər aparmış, aşıqlarla sənət qarşılaşmasına


girişmiş sənətçilər.

3. Tiflisin azərbaycanlı aşıqları

Tiflisdə azərbaycanlı aşıqların toplanma yeri gənəldə traxtirlər deyilən çayxanalar olmuşdur.
“O vaxtlar Tiflisin karvansaraylarında traxtirlər mövcud idi. Bu traxtirlərin divarlarından saz
asılardı. Yerli aşıqlarla İrandan gələn aşıqlar arasında deyişmələr olurdu” (Məmmədoğlu, 2009, s
156).

134
19-cu yüzil başlarında Qazaxlı Kazım ağa Salikin (1781–1842) şairnaməsində Tiflis şairləri
belə tanıtılır (Qayıbzadə, 1989, s 46; Köçərli, 2005, s 242–243):

Bunun tək Qaləlidə gəldi Rizvan,

Kəlamü nüsxəsi behçətnümadır.

Biri Sadiq, biri Kazım, xülasə,

Onların ismi ismi-evliyadır.

Salikin bu şeirini yayınlayan Firidun Bəy Köçərli belə açıqlamışdır: “Tiflis şəhərində Qalalı
məhəlləsindən zühur edən şuaranın ki ibarət ola Rizvan, Sadiq və Kazımdan, əsar və aşarindən,
hərçənd cüstücü etdiksə də bir nişan tapammadıq” (Köçərli, 2005, s 243).

Qalalı məhəlləsi Narınqala yörələrini əhatə etmiş, əzəllərdən burada türklər yığcam olaraq
iqamət etmişlər. Tiflisin Tatar (Türk) Meydanının digər ismi Qala Meydanı olmuşdur
(Məmmədoğlu, 2009, s 138).

Şairnamədə isimləri keçən Kazımın, Rizvanın, Sadiqin Tiflisin Qalalı məhəlləsindən olduqları
aşkara çıxmaqdadır. Bu şairlər 17–19-cu yüzillərdə klassik şeir ilə saz aşıq şeirini sintez şəklində
yaşatmışlar.

Azərbaycan Əlyazmalar İnstitutu arxivində Salman Mümtaz kolleksiyasında Rizvanın şeirləri


vardır (Azərbaycan Əlyazmalar İnstitutu, 1924, s 33, 40–41).

Tiflis şəhərində yaşamış İbrahim şeirlərinin birində kilsənin, məscidin və sinaqoqun eyni
məhəllədə var olduğunu belə təsvir etmişdir (Aşıq Məmməd Bağır, 2002, s 40):

İbrahim din bəslər dinlər içində,

Qızılgül də miskü əmbər içində.

Tiflis arxivlərindəki gürcü hərfləriylə əl yazma dəftərlərində, azərbaycanlı aşıqlarının


repertuar dəftərlərində şeirlərinə yer verilmiş Tiflisli aşıqlardan və saz şairlərindən bəziləri
bunlardır: Allahverdi, Çirkin Əkbər, Dərdli Xurşit, Divani, Əsədullah, Əziz, Fağır, Hüseyn, İbrahim,
İsmayıl, Xəstə Yetim, Kamal, Kazım, Qasım, Qul Əli, Qurban, Məhzun, Məmməd Əli, Minə, Mücür,
Müştaq, Nəşət, Rəcəb, Rəfi, Rəsul Yetimi, Rəvani, Rizvan, Rza, Sadiq, Seyran, Səməd, Süleyman, Şəfi,
Şükür, Təhlə Şeyda, Ülfət, Zəki, və digərləri (Gürcüstan Əlyazmalar Milli Mərkəzi, 1894; Aşıq
Məmməd Bağır, 2002). Bunlardan bəzilərinin kimliyini konkret olaraq bəlirləyəməsək də,
bəzilərinin (Divani, Əsədullah, Kazım, Qul Əli, Rəcəb, Rizvan, Sadıq, vd) Tiflisdə yaşamış olduqları
barədə müəyyən bilgilər əldə etmişik (Aşıq Məmməd Bağır, 2002).

Salman Mümtazın “El Şairləri” məcmuəsində Tiflisli Xurşitin bir neçə şeiri vardır (Mümtaz,
2005, s 55–57). Tiflis–Soğanlık ədəbi məkanından Dərdli Xurşit ilə İbrahimin qıfılbənd üstündə
dini içərikli atışması da vardır (Aşıq Məmməd Bağır, 2002, s 10–11).

Arxivlərdəki gürcü hərfləriylə azərbaycanca mahnılar dəftərlərində, məcmuələrdə Borçalılı


şairlər Faxralılı Üveylər Allahverdi, Qızılhacılılı Qul Əli, Təhlə Şeyda və digərlərinin şeirlərinin də
yer alması, bu şeirlərin Tiflisdə gürcü sənətçilərinin repertuarlarında yer tutduğuna şahidlik edir.

Azərbaycan ozanları Aşıq Alı, Dədə Ələskər, Məlikballı Qurban, Vəli Bozalqanlı, Hüseyn
Bozalqanlı, Hüseyn Şəmkirli, Nəcəf Ağkilsəli, Növrəs İman, Dost Pirməmməd və başqalarının,
Anadolu ozanları Sümmani, Şenlik Baba və digərlərinin Tiflis səfərləri dillərdə dolaşmaqdadır.

135
Yadigaroğlu Mirzə Sadıq (18–19-cu yüzillər)

Borçalı Təkəli Yadigaroğulları sülaləsindəndir, 18-ci yüzilin ortalarından təxminən 80 il ömür


sürmüşdür. Gürcüstan əlyazmalar arxivində Məhəmməd Sadıq Bəyin ‫( ﺶﺪﺴﻣ ﻕﺩﺎﺻ‬müsəddəsi Sadıq)
başlığıyla 18-ci yüzilə aid bir şeiri saxlanır (Gürcüstan Əlyazmalar Milli Mərkəzi, 1827, s 34; Türkcə
Əlyazmaları Kataloqu, 2004, s 168–169). Yadigaroğlu Sadıqın bir şeirinə Azərbaycan ədəbiyyat
arşivində 1914-cü il tərtibli Ziya Borçalı şəxsi kolleksiyasındakı “Cüng-bəyaz”da rastlamaqdayıq
(Azərbaycan Ədəbiyyat və İncəsənət Arxivi, 1914, s 98-b).

Mirzə Sadıqın şeir yaradıcılığında klassik-divan və saz şeiri tərzləri iç içə təmasdadır.

“Gərək” rədifli gözəlləməsində cilvəli el gözəllərinin bədii tablosu rəsm edilir (Azərbaycan
Ədəbiyyat və İncəsənət Arxivi, 1914, s 98-b):

Şəbehin, şahbazın mədhin eyləyən,

Bilirsən gözəldə nə nişan gərək,

Bala kəklik kimi oxuyub gülən,

Gözəllər içində aşiyan gərək...

Cəm ola düsturda əqili sərdə,

Açılmamış üzdə hicabı pərdə,

Belə gözəl olsa bizim bu yerdə,

Hərdən də Sadıqa o mehman gərək.

Divani (19-cu yüzil)

1878-ci ildə Gürcücə დროება (droeba – zəmanə) qəzetində Solomon Bavrelinin xəbərindən:
“Müsəlmanların bayramı sona çatdı. Qəhvəxanalarda çonqur, kaman avazı, Divaninin və
Məftuninin şən müxəmməslərinin sədası eşidilirdi. Məftuni Axısqalı gürcü şairidir” (Gürcüstan
Milli Kitabxanası Arxivi, 1878; Məmmədli, 1988, s 72). Tiflisdə Azərbaycan Türkcəsində
yayınlanmış “Kəşkül” qəzetində də adı keçən Divani barədə bilgiyə rast gəlirik (Məmmədli, 1988, s
72).

Bəlli olur ki, Divani Tiflis azərbaycanlılarından olub, şeirlər və Tiflisdə Ramazan bayramında
müxəmməs havasında ilahilər söyləmişdir. Divaninin şeirlərinə həm arxivdə, həm də Borçalı
ozanlarının repertuarlarında rastlanması (Gürcüstan Əlyazmalar Milli Mərkəzi, 1894, s 155; Aşıq
Məmməd Bağır, 2002) onun şeirlərinin yayıldığının sübutudur. Saz şairinin və ya aşıq şeirinin
təsirində qalmış qələm şairi olduğu müşahidə edilməkdədir.

Divaninin “Fələkmi zülm etdi, ayırdı yardan” misrasıyla başlayan qoşması hicran içəriklidir.
Gül camalını doyunca görmədiyi nazlı cananın həsrəti aşığın ağlını başdan alır (Aşıq Məmməd
Bağır, 2002, s 1-a):

Divani aşiqdir nazlı canana,


Gözümə görünməz heç ata, ana,
Bu gözəl ömrümü verdi talana

Bir maral baxışlı, bir qələm qaşlı.

136
Əsadullah (Əsəd)

Ulu Dədə Ələskər (1821–1926) Tiflisə gəldiyində yerli aşıq Əsədullah ilə atışdığı barədə
söyləncələr vardır (Vəliyev 2012, s 15).

Tovuzlu Hüseyn Bozalqanlı (1868–1941) Tiflisdə aşıq Əsədullah ilə də deyişmişdir. Bu


atışma-deyişmələr “Aşıq Hüseynin Tiflis səfəri” və “Hüseyn Bozalqanlının Gürcüstan səfəri”
dastan-hekayələrində yer almaqdadır (Bozalqanlı, 1987).

Sadıq Sultanov (1898–1964)

Tiflisin aşıq aurasında misilsiz özünəxas yeri olmuşdur. Araşdırmaçı Razim Məmmədlinin
deyişiylə, “Borçalı aşıqlarının ağsaqqalı” (Məmmədov, 2000, s 34) Aşıq Sadıq Sultanov Şeytanbazar
çayxanalarının sevimlisi tanımıyla bilinmişdir.

1918–1919-cu illərdə aşığın İrəvan vilayəti Nor Bəyazıt sancağındakı Qaraqala kəndini
ermənilərin çalıb yağmalamalarının ardınca on dörd nəfərlik ailəsiylə Osmanlıya Qars şəhərinə
sığınmışdır. 1920-ci ildə Qarsdan Borçalıya gəlmiş, Araplı, sonra Qaçağan, daha sonra Görarxı
kəndlərində məskun olmuşdur, 1922-ci ildə Tiflisə köçmüşdür. 1946–1952-ci illərdə Azərbaycanın
Qazax rayonunda, sonra ömrünün sonuna qədər Tiflisə bitişik Soğanlıq kəndində yaşamışdır.
Dolayısıyla, 72 illik ömrünün 37 ilini, həm də gənclik və ahıl çağlarını Tiflisdə və Tiflis yörəsindəki
Soğanlıq kəndində yaşamışdır.

Aşıq Sadıq haqqında 1927-ci ildə Tiflisin “Dan Ulduzu” dərgisində, 1937-ci ildə “Yeni Kənd”
qəzetində, 1940-cı ildə “Sovet Gürcüstanı” qəzetində tanıtıcı məqalələr yayınlanmışdır (Gürcüstan
Milli Kitabxanası Arxivi, 1927, s 26–27; Gürcüstan Milli Kitabxanası Arxivi, 1940).

Ən çox qəhrəmanlıq nəğmələri, ustadnamələr söyləmişdir. Şeirlərində fələkdən, zamanın


acılarından şikayət notları ağır basır (Kamaloğlu, 2020):

Zalım fələk devranda xanə, xəvan qalmadı,

Mənə bəli deyib, mətləb qanan olmadı,

Nə xəstələr şəfa tapdı, loğman qalmadı,

İxtiyar getdi əldən, daha din-iman qalmadı,

Neçələri nakam öldü, əhli cavan qalmadı.

Digər bir şeirindən (Kamaloğlu, 2020):

Aşıq Sadıq, bu dünyadan köçündü,

Buradan köç, vətəninə köç indi,

Yapalaqlar vətənində laçındır,

Tülək tərlan qərib eldə sar olur.

Sadıq Sultanov Qurbaninin, Xəstə Qasımın, Aşıq Alının, Dədə Ələskərin, Şenlik Babanın
şeirləri üstündə saz havaları icra etməyə özən göstərmişdir. Tiflisdə Azərbaycan ozanları İskəndər,
Növrəs İman və başqalarıyla qarşılaşmışdır.

137
Aşık Sadıq Tiflis–Borçalı sahəsində keyfiyyətli bir sənət məktəbinin qurucusu olaraq da
bilinir. Çıraqlarından Araplı Əmrah Gülməmməd, Kəpənəkçili Xan Kamandar, Daştəpəli Şamil,
Seyidxocalı Oruc, Bəylərli Ülfət, Görarxılı Bayram, Cömbərli Ağəli, Soğanlıqlı Məmməd Bağır və
başqaları bu məktəbin yetirmələridir.

4. Nəticə

XIX yüzil boyunca və XX yüzilin əvvəllərində Tiflisin ümumən Qafqazın ictimai-siyasi, kültürəl
mərkəzinə dönüşməsiylə ilgili mütərəqqi elm xadimlərinin, şairlərin, ədiblərin buraya gəlib
fəaliyyət göstərmələri Tiflisdə Azərbaycan ədəbi mühitinin, özəlliklə yaxın Borçalı ədəbi çevrəsinin
gəlişimini dəstəkləmişdir. Tiflisin mədəniyyət mərkəzi rolu oynamasından Gürcüstandakı
azərbaycanlılar da nəsiblərini almşdılar.

Tiflisdə etnik varlıqlar arasında da ən çox işlək ünsiyyət vasitəsi və şeir sənət dili Azərbaycan
Türkcəsi olmuşdur, Tiflisdə azərbaycanlıların toplu və yığcam məskunlaşdıqları məhəllələri,
Ortacala bağları, Şeytanbazar çayxanaları çalıb oxuyanların yığınaq yerlərinə çevrilmişdir.

Tiflis aşıqlıq ortamının canlılığında Azərbaycan aşıqlarının, Anadolu ozanlarının Tiflis


səfərləri önəmli rol oynamışdır.

Tiflisdəki Türk Azərbaycan ədəbi-ozan gələnəkləri Borçalıdakı aşıqlıq mühitiylə bir bütövlük
halında gəlişmişdir. Borçalı ədəbi gələnəklərinin Tiflis şəhər şeirinə təsiri, onlar arasında sənət
ülfəti, sənət bütünlüyü önəmli ədəbi hadisə dərəcəsindədir.

5. Qaynaqlar

Aşıq Məmməd Bağır (2002). Repertuar dəftəri. Toplayan: Dəryayinur (Soğanlıq kəndi). Məqalə
yazarının şəxsi arxiv kolleksiyası. Tbilisi.

Azərbaycan Ədəbiyyat və İncəsənət Arxivi (1914). Fond 533, saxlama vahidləri 63, 64. Bakı.

Azərbaycan Əlyazmaları İnstitutu (1924). Fond 24, saxlama vahidi 351. Bakı.

Bozalqanlı, Aşıq Hüseyn (1987). Dastanlar, hekayələr. Bakı: Yazıçı.

Gürcüstan Əlyazmalar Milli Mərkəzi (1827). Fond L, saxlama vahidi 92/III. Tbilisi.

Gürcüstan Əlyazmalar Milli Mərkəzi (1894). Fond S, saxlama vahidi 2385. Tbilisi.

Gürcüstan Əlyazmalar Milli Mərkəzi (1894). Fond S, saxlama vahidi 2519. Tbilisi.

Gürcüstan Milli Kitabxanası Arxivi (1878). Dövri yayınlar, şifrə 34/09, Droeba, qəzet, 193. Tbilisi.

Gürcüstan Milli Kitabxanası Arxivi (1927). 5-ci korpus, şifrə 42, Dan Ulduzu, jurnal, 8. Tbilisi.

Gürcüstan Milli Kitabxanası Arxivi (1940). 5-ci korpus, Sovet Gürcüstanı, qəzet, 12 oktyabr. Tbilisi.

İsabalıqızı T. M. (1999). Borçalı aşıq mühiti. Bakı: Elm.

Kamaloğlu M. H. (2020). Sadıq Sultanov. Tbilisi: Universal.

Köçərli F. E. (2005). Azərbaycan ədəbiyyatı, cild 1. Bakı: Azərnəşr.

Memmedli Ş. B. & Goca Memmedli G. N. (2018). Yetim Gürcü mahlaslı Gürcü halk şairi. Turkish
Studies, jurnal, 13/5. Ankara.

138
Məmmədli Ş. B. (1988). XIX yüzil Gürcü mətbuatında Azərbaycan ədəbiyyatı məsələləri. (Namizədlik
dissertasiyası). Bakı.

Məmmədli Ş. B. (2000). Borçalı ədəbi mühiti. Bakı: Elm.

Məmmədoğlu M. M. (2009). Qədim Tiflis. Bakı: Qanun.

Məmmədov R. Ə. (2000). Gürcüstanda Azərbaycan mətbuatı və ədəbi mühit. Bakı: Xəzər.

Mümtaz S. M. (2005). El şairləri. Bakı: Azərnəşr.

Qasımlı M. P. (2011). Ozan aşıq sənəti. Bakı.

Qayıbzadə H. Y. (1989). Azərbaycanda məşhur şuaranın aşarına məcmuə, 2. Bakı: Elm.

Qrişaşvili İ. Q. (1985). Əsərləri, cild 3 (გრიშაშვილი ი. თხზულებანი). Tbilisi.

Şahğulaşvili G. (1987). Əski Tiflis şeiri tarixindən (შაყულაშვილი გ. ძველი თბილისის პოეზიის
ისტორიიდან). Tbilisi: Metsniereba.

Şamıoğlu Ş. M. (2002). Borçalıda ədəbiyyat və ədəbi mədəni həyat. Bakı.

Türkcə Əlyazmaları Kataloqu (2004). თურქულენოვანი ხელნაწერთა კატალოგი. Tbilisi.

Vəliyev H. A. (1984). Azərbaycan folkloru və ədəbiyyatı Gürcü mənbələrində. Bakı: Yazıçı.

Vəliyev Q. C. (2012). Çıldırlı Aşıq Şenlik. Bakı: Azərnəşr.

139
Terörle Mücadele Açısından İnsani Ve Teknik
İstihbaratın Rollerinin İncelenmesi

Etibar MUSAYEV1
Özet
Terörle mücadele, günümüz dünyasında önemli bir güvenlik meselesi haline gelmiştir. Bu kapsamda
terörle mücadele konusunu anlamada ve ileriye dönük mücadele taktik ve stratejilerini belirlemede
istihbarat sisteminin incelenmesi, terörle mücadele alanına daha çok hizmet edeceği düşünülmektedir.
Bu bağlamda, istihbaratın hem insani açıdan hem de teknik ve diğer açılardan araştırılması, terörizmle
mücadelede istihbaratın öneminin daha iyi anlaşılmasına ve bir takım çözüm önerilerinin ortaya
konulmasına yardımcı olacaktır. Bu çerçevede terör ve terörle mücadele yöntemlerine genel hatlarıyla
değinilerek, daha çok istihbaratın alanları ve çeşitli biçimleri bağlamında insani ve teknik yanı
incelenmeye alınacaktır. Dolayısıyla konunun seçilmesindeki amaç, istihbaratın her türlü bileşenini
incelemeye çalışarak, terörle etkin mücadele edilmesi çerçevesinde, istihbaratın bir sistem olarak
öneminin ortaya konulmasıdır. Bilindiği üzere istihbarat hemen hemen yakın döneme kadar askeri
faaliyetlerin bir kolu olarak görülüyor ve askeri kapsamlı tedbirlerin içerisinde yer alıyordu.
Günümüzde ise hem teknolojinin gelişmesi doğrultusunda hem de küreselleşmenin ve iletişimin daha
da yaygınlaşması neticesinde istihbaratın yeni boyutları ortaya çıkmış ve geliştirilme zorunluluğu ile
karşı karşıya kalmıştır. Yani artık güvenlik kapsamında ele alınacak tedbirlerin askeri yöntem ve
istihbaratla tam olarak hedefine ulaşamayacağı gerçeği ile yüz yüze kalınmıştır. Bu çerçevede,
çalışmamızın özgünlüğü tek bir açıdan yani ya insani ya daha sonra artan teknik önemin istihbarat
alanında incelenmesinin aksine bütüncül yaklaşımla sistemsel bakış açısıyla istihbaratın araştırılması ve
bu bakış açısıyla da terörle mücadeleye odaklanılması isteğinde yatmaktadır. Bu kapsamda konunun
incelenmesi, teorik olarak nitel kaynak taraması şeklinde yapılmaya çalışılacak ve sonuç olarak
uygulamaya yönelik sorunlara ve önerilere yer verilecektir.
Anahtar Kelimeler: Terör /Terörizm, Terörle Mücadele Yöntemleri, İstihbarat, İnsani ve Teknik
İstihbarat

Abstract

The fight against terrorism has become an important security issue in today's Earth. In this context, we
think that the examination of the intelligence system in understanding the issue of combating terrorism
and determining the tactics and strategies of the future will serve the general purpose of our subject more.
In this context, we believe that researching both humanitarian and technical or cyber intelligence will help
us better understand the issue and come up with some solutions. In this context, the humanitarian and
technical aspects of the intelligence will be examined in context fields and various forms of intelligence, by
mentioning the terrorism and its methods in general. Therefore, the purpose of the selection of the subject
is to fight terrorism effectively and to reveal the importance of intelligence as a system within this
framework, and we will try to reveal the stages in which intelligence has come to its present state, and
again we will endeavor to investigate its support for our main subject. As it is known, intelligence was seen
as a branch of military activities until almost recently and was involved in comprehensive military
measures. Today, both parallel to the development of technology and a result of globalization and the
spread of communication, new dimensions of intelligence have emerged and have been faced with the
necessity of development. In other words, we have been faced with the fact that the measures to be taken
under the scope of security cannot fully reach their target with military method and intelligence. In this
context, the originality of our work lies in its desire add a new dimension to the struggle terrorism,

1 Sakarya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Bölümü Yüksek Lisans Öğrencisi
Etibar MUSAYEV

considering these developments field of intelligence. The subject will be studied theoretically as a
literature review and as a result, some important evaluations will be given about the application.

Key words: Terrorism / Terrorism, Counter-Terrorism Methods, Intelligence, Humanitarian and Technical
Intelligence

1. Giriş

Terör/terörizm, günümüz dünyasında en önemli güvenlik sorunlarından biridir. Öncelikle


terörün/terörizmin kavramsal tanımına, analitik ve sosyolojik açıdan baktığımızda, onun ilk olarak
zamanın olağan akışını sarsan bir kargaşa, tekinsiz bir korku ve belirsizlik üreten bir anlama sahip
olduğunu görebiliriz. Terör/terörizm, sadece devletlerin karşılaştığı bir sorun değil, tüm insanlığa
karşı olan bir güvenlik tehdididir. Terörün rastgele eylemleri sayesinde, nereden geleceği belli
olmayan tehlike beklentisi nedeniyle güvenlik hissi zayıflayan toplumda, maalesef korku kültürü
oluşmaktadır. Terör eylemlerinin ayrım yapmaksızın sivilleri de hedef alması sonucunda insanların
beklenmedik bir zamanda terörün/terörizmin mağduru olabileceği düşüncesine kapılmalarına neden
olmakta, böylece kişilerin güvenli toplumda yaşama hissine ağır darbe vurmaktadır.

İnsanın bilgiye olan ihtiyacı, onun varoluşu kadar eskiye dayanmaktadır. Bilgi, insanın hayatını
sürdürmesi için her zaman gerekli bir vasıta olmuştur. Devletler de, bir diğer bakış açısıyla kendi var
oluşlarını istihbarata dayandırmaktadır. Bu bağlamda toplumların ve toplumları yöneten devletlerin
gelecekte varlıklarını devam ettirebilmeleri ve güvenliklerini sağlayabilmeleri için de istihbari
niteliğe haiz bilgiler hayati öneme ve önceliğe sahip faktörlerden biridir. Dolayısıyla devletin kendini
güvende hissetmesi için hem ülke içinde hem de ülke dışında yeterli istihbaratı sağlayacak altyapıya
sahip olması gerekir. Aksi takdirde kendi geleceği bilgisizlik derecesine dayalı olarak belirsizliğe
sürüklenebilir. Çünkü istihbarat, devletlerin gören gözü, işiten kulağı, yerine göre de son noktada
vazgeçilmez kaynağıdır. Devletler aralarındaki güç mücadelesi ve çıkar çatışmaları zamanı karşı
tarafın ileride yapacağı hamleleri ve atacağı adımları önceden tahmin etmek ve ya bilmek için
istihbaratın tüm bileşenlerini birlikte kullanmak zorundalar. “İstihbaratın asıl temeli, konusu,
kaynağı, icracısı, sahibi tek kelimeyle her şeyinin insan” olduğu tezinden yola çıktığımızda
istihbaratın ortaya çıkışı, zamanla tarihi değişime maruz kalarak gelişmesi, asırlarca devletler
vasıtasıyla kullanılması, hep insan faktörüyle ilişkili olmuştur. İstihbarat, insan faktörüyle ilişkili olsa
da, diğer birçok alanda olduğu gibi, en büyük ilerlemeyi teknolojik gelişmeyle elde etmiştir.

Terörle/terörizmle mücadelede ilgili güvenlik ve devlet kurumlarının görevleri bulunduğu gibi


bilimsel alanda akademisyenlerin, bilim insanlarının da sorumlulukları bulunmaktadır. Bu bağlamda
daha verimli ve gelecek yönelimli istihbaratın elde edilebilmesi ve bu doğrultuda politika
üretilebilmesi için terörün/terörizmin diğer bileşenleri ile birlikte derinlemesine incelenmesi ve
analiz edilmesi gerekir. Terörle mücadele alanında olduğu gibi istihbarat alanında da yapılan
araştırma sayısı neredeyse çok azdır. Bu durumun oluşmasına istihbarat faaliyetlerinin gizliliğinin
yol açtığı bazı kısıtlamaların neden olmasıyla birlikte bugüne kadar genellikle gizli haber ve bilgi
toplama gibi dar anlamda algılanmış olması sebebiyle hem uluslararası hem de ulusal güvenlik
alanında yeri ve rolü tam olarak ortaya konulamamıştır. İstihbarat biliminin haber ve istihbarat
üretimi, örtülü operasyonlar ve faaliyetler, psikolojik savaş ile koruyucu güvenlik gibi temel
fonksiyonlarının ulusal güvenliğin sağlanmasındaki yeri ve rolü bakımından sistematik bir biçimde
ortaya konulması, uluslararası ilişkiler bilimi için de önemli bir gereksinimdir.

Yukarıdaki giriş maksadıyla yapılan kavramsal değerlendirmeler ışığında terör ve istihbarat


kavramları çerçevesinde terörle mücadele yöntemleri acısından teknik ve insani acıdan istihbaratın
incelenmesi ve hangi yöntemin daha etkili olduğu tespitine varmak için bu çalışmak yapılmaktadır.

141
Etibar MUSAYEV

Bu anlamda genel terörle mücadele yöntemlerine değinilerek sırasıyla insani ve teknik istihbarat
boyutları üzerinde durulacak ve sonuçta bu kapsamda ulaşılan çıktılara, nacizane önerilere yer
verilecektir.

2. TERÖRLE MÜCADELE YÖNTEMLERİ AÇISINDAN İSTİHBARATIN İNSANİ VE TEKNİK


BOYUTUNUN İNCELENMESİ

2.1 Terörle Mücadelede İstihbaratın Yeri

Terörizm, 20. yüzyılın başından beri küresel siyasetin bir özelliği olmuştur. Terörizm
küreselleştikçe, terörle mücadele de küresel bir jeopolitik uygulamaya dönüşmüştür. Transnasyonel
terörizm, dünya çapında büyüyen bir sorundur. Tüm terör örgütlerini ortadan kaldırmak şimdilik
sadece bir hayalden ibarettir. Terör saldırıları güvenliği tehlikeye atmakta ve ekonomik kalkınmayı
sekteye uğratmaktadır. Bu nedenle terör saldırılarından nasıl uzak durulacağı ve ulusal savunmanın
nasıl iyileştirileceği hususu, şimdiden dünya çapında dikkat çeken ve popüler bir odak sorun haline
gelmiştir.2

Teröristlerin 11 Eylül 2001 tarihinde Amerika Birleşik Devletlerine karşı yaptıkları


saldırılarından sonra, “Teröre Karşı Küresel Savaş” projesi, tüm dünyanın çıkarları doğrultusunda
hegemonik bir proje olarak tanımlanmıştır.3 Terörle mücadele ile ilgili politika kararları, genellikle
belirsizlik ortamında alınmaktadır. İstihbarat, nadiren eksiksizdir, bu nedenle politika yapıcılar,
belirli politikaların faydalarının maliyetlerden ağır basıp basmadığına karar verirken zor seçimlerle
karşılaşır. İstihbarat genel olarak ulusal kurumlar tarafından toplandığı için 4, bir ülkedeki yetkililer,
sadece teröristlerin yetenekleri konusunda değil, aynı zamanda diğer ülkeler tarafından toplanan
istihbarat konusunda da belirsiz olabilir. Aynı zamanda terörle mücadele politikaları ulusal düzeyde
kararlaştırıldığından, bu tür bir belirsizliğin, terörle mücadelenin sağlanması açısından potansiyel
olarak büyük etkileri vardır.5

Teröristlerin kullanabileceği yeni teknolojiler ve kaynaklar, açıkça terörle mücadele alanında


istihbarat problemini çok daha zorlaştırdı. Özellikle cep telefonları ve internet gibi modern iletişim
teknolojileri, terör eylemlerini yeni bir ölçekte mümkün kılmıştır. Bu tür teknolojilerin teröristler
tarafından artan kullanımı ve buna karşılık gelen işlevsel güvenlik iyileştirmeleri, istihbarat
teşkilatlarının kritik verilere zamanında ve doğru erişimini zorlaştırdı. Pek çok terörist, bu yeni
teknolojileri benimseyerek ve karmaşık istihbarat toplama operasyonlarından kaçınmak veya onları
yenmek için tasarlanmış çeşitli operasyonel güvenlik önlemleri uygulayarak operasyon tarzlarını
değiştirdi.

Terör örgütleri zayıftır ve düşmanlarına karşı geleneksel savaşı sürdürmek için gereken
kaynaklardan yoksundur. Terör örgütleri, muhaliflerini doğrudan savaşta yenemedikleri için
hedeflerine ulaşmak için dolaylı stratejilere yönelirler. Terörizm, geleneksel savaş biçimlerinden
farklıdır, çünkü temel amacı, şiddetin kitlesel bir izleyici kitlesi üzerindeki etkilerini “çok daha pahalı
örgütsel, askeri ve diğer dikkat yakalama veya zihinleri kontrol etme yöntemlerinin yerini almak "
olarak kullanmaktır.6 Bununla birlikte, teröristler de insandır - kavga ederler, aileleri vardır, suç

2 Jun Wang, Peng Wang, Counterterror measures and economic growth: A differential game, Operations Research
Letters, May 2013, Volume 41, Issue 3, Pages 285-289, https://doi.org/10.1016/j.orl.2013.02.008
3 Flint, Colin and Ghazi-Walid Falah, (2004 )“How the United States Justified Its War on Terrorism: Prime

Morality and the Construction of a ‘Just War’,” Third World Quarterly, 25, 8:1379–1399.
4 Walsh, James Igoe. 2009. The International Politics of Intelligence Sharing. New York:Columbia University Press
5 Jensen, Thomas, National Responses to Transnational Terrorism: Intelligence and Counterterrorism Provision,

Journal of Conflict Resolution, Vol. 60, Issue 3 (April 2016), pp. 530-554, 10.1177/0022002714545221.
6 Brian Jenkins, International Terrorism (Los Angeles: Crescent, 1975); Gabriel Weimann, ‘‘The Psychology of

Mass-Mediated Terrorism,’’ American Behavioral Scientist 52, no. 1 (2008): 69–86; and Gabriel Weimann and C.
Winn, The Theater of Terror: Mass Media and International Terrorism (New York: Longman, 1994); see also

142
Etibar MUSAYEV

işlerler, örgüt içindeki arkadaşlarını en iyi duruma getirmek için çabalarlar, açgözlü olurlar,
narkotikleri kötüye kullanırlar ve cinsel ilişki yaşarlar. Bunların hepsi bilgi toplama ve genel olarak
terörizmle mücadele için fırsatlar sunar. Standart istihbarat toplamada olduğu gibi, terörizm
hakkında istihbarat toplamak için çeşitli yöntemler - sözde "INT'ler" kullanılır. Bu, insan
casuslarından (HUMINT) telefon görüşmelerine, e-postalara ve diğer sinyallere (SIGINT), terörist
faaliyetlerle ilgili görüntülere (IMINT) kadar değişebilir. Casuslar bin yıllıktır (genellikle 'en eski
ikinci meslek' olarak anılır), SIGINT ve IMINT ise Soğuk Savaş döneminde özellikle Sovyetler
Birliği'ne ve diğer terörist olmayan hedeflere karşı önemli bir rol oynadı.7 Daha önce olduğu gibi, en
çok ödülü sunan, farklı toplama platformlarından gelen bilgilerin füzyonudur. Ancak bu INT'ler
arasındaki denge ve bunların içinde kullanılan araçlar, terörle mücadele için farklılık gösteriyor. 8
Mesela geleneksel anlamda HUMINT'in çoğu, casusun tekrar tekrar rapor vermesi üzerine
gerçekleşen ve değerinin zamanla karşılık bulduğu yavaş gelişen kaynaklara odaklanmaktadır.
Alınan bilgiler, kullanımının kaynağı tehlikeye atmamasını (veya dilde "yakmamasını") sağlamak için
yakından korunmaktadır.

Bu doğrultuda hem teknik hem de insani yöntemle terörle mücadele edilmesi üzerinde
durulmalı, daha effektiv yöntemin ve ya yöntemlerin neler olduğu iyice araşdırılmalıdır. Bu sayede
daha etkin terörle mücadele edileceği düşünülmektedir.

2.2.İnsani İstihbarat (HUMINT) Açısından İncelenmesi

Birçok uzman, terörist gruplarla ilgili en önemli istihbarat kaynağının insan istihbaratı
(HUMINT) olduğuna inanıyor.9 Halk, genellikle HUMINT'’i casuslukla ilişkilendirir; burada bir ajan,
ilk elden bilgi toplamak için hedeflenen bir organizasyona nüfuz etmek için gerçek kimliğini gizler.
Aslında, bu tür bir faaliyet, HUMINT operasyonlarının sadece küçük bir bölümünü oluşturur.
HUMINT, aşağıdakiler de dahil olmak üzere çok çeşitli aktörler tarafından üretilir.

• İşe alınan 'varlıklar' veya bilerek veya gizlice bilgi sağlamaya zorlanan veya ikna edilen kişiler;

* Kişisel, ideolojik veya finansal nedenlerden dolayı, kendi ülkeleri veya kuruluşları hakkında bilgi
vermeye gönüllü olan, yerinde kalan ve işbirliğini gizleyen kişiler veya varlıklar;

• Ayrıldıktan ve bir istihbarat servisiyle sığınak bulduktan sonra ülkeleri veya örgütleri hakkında
bilgi veren sığınmacılar ve göçmenler; ve

• İrtibat servisleri veya bilgi alışverişini bilerek kabul eden yabancı istihbarat örgütlerinin üyeleri.

Bu tür aktörlerle yapılan anlaşmalar, genellikle gizlice yapılır, ancak çoğu insan kaynaklı
istihbaratın yurtdışında açıkça görevlendirilmiş ve kimliklerini gizlemeyen yetkililer tarafından
toplandığına dikkat etmek önemlidir. Bunlar, ABD yetkililerine göre, Soğuk Savaş sırasında
HUMINT'in en büyük kaynağı olan ve toplamı % 80'ini veya daha fazlasını oluşturan Dış Hizmet
Görevlileri ve Askeri Ataşeleri içerir. Halk, genellikle insan kaynaklı istihbaratı casuslarla tanımlasa

James Igoe Walsh, Media Attention to Terrorist Attacks (Chapel Hill, NC: Institute for Homeland Security
Solutions, 2010, p.4-5
7 Bir inceleme için bkz.Christopher Andrew, "Intelligence in the Cold War", Melvyn P. Leffler ve Odd Arne Westad

(ed.) Crises and De´tente (Cambridge: Cambridge University Press 2010). Görüntüler, özellikle drone
kampanyasında rol oynamaya devam ediyor.
8 Jennifer Sims, ‘Intelligence to Counter Terror: The Importance of All-Source Fusion’, Intelligence and National

Security 21/1 (2007) pp.38–56.


9 Dahl, E., & Viola, D. (2017, November 20). Intelligence and Terrorism. Oxford Research Encyclopedia of

International Studies. Retrieved 3 May. 2021, pp.26, p.7,


https://oxfordre.com/internationalstudies/view/10.1093/acrefore/9780190846626.001.0001/acrefore-
9780190846626-e-91

143
Etibar MUSAYEV

da, HUMINT, genellikle üniformalı askeri personel tarafından toplanır (her ne kadar kendilerini veya
faaliyetlerini gizlemek veya kamufle etmekle birlikte).

Terörle mücadele operasyonlarıyla ilgili HUMINT, muharebe destek faaliyetleri, örneğin,


doğrudan eyleme (örneğin sabotaj ve baskınlar) destek ve füze, topçu ve havacılık birimlerine
hedefleme verilerinin sağlanmasını içerebilir. Nitekim, askeri operasyonlar için HUMINT sağlayan bir
'casus' ve bir 'savaşçı' arasındaki fark büyük ölçüde yasaldır ve esas olarak 1899 Lahey Karada Savaş
Kanunları ve Gümrük Sözleşmesi'nden kaynaklanmaktadır.

Lahey Sözleşmesi, ordular, milisler ve gönüllü birlikler (zincir komutasının bir parçası olan ve
tanınabilir üniformalar giyen) ve Casuslar (kimliklerini gizleyen ve bir ülkenin topraklarında gizlice
faaliyet gösteren) arasında bir çizgi çizdi. Farklılıklara rağmen – ve savaşçıların yakalanırsa
casuslardan daha fazla haklara sahip oldukları gerçeğine rağmen – Lahey Sözleşmesi, hem casusların
hem de savaşçıların varlıklarını korurken bilgi toplayabileceğini kabul etti. Dahası, insan kaynaklı
istihbarat ile teknik istihbarat arasındaki ayrım, genellikle basın raporlarının ve yorumların öne
sürdüğünden daha az farklıdır. Teknik ve insan kaynaklı istihbarat arasındaki bağlantı giderek daha
sıkı hale geldi. Bugün HUMINT operasyonları, örneğin telekomünikasyon ağlarından istihbarat
toplama erişimini kolaylaştırmada genellikle çok önemlidir.

İki iletişimci arasındaki bağlantının, genellikle bağlanabilen özel bir telefon hattına ihtiyaç
duyduğu eski analog sistemlerin aksine, dijital iletişim, birçok veri akışının aynı bağlantıyı işgal
etmesini mümkün kılar ve doğal olarak analog sistemlerden daha kolay şifrelenir. İnternet için
kullanılanlar gibi paket iletişimler, veri hacmini daha da artırır. Hacim ve şifreleme zorluklarının
üstesinden gelmek, genellikle kaynağına yakın bir mesajın ele geçirilmesini gerektirir ve gerekli
işlemi yapmak için genellikle gizli bir penetrasyon - yani bir HUMINT operatörü - gerekir. Teröristler,
bilgisayarları, interneti ve mevcut tüm elektronik iletişim teknolojilerini daha fazla
kullandıklarından, bu tür cihazlar, istihbarat operasyonları için kritik hedefler haline gelmiştir. Bu
cihazlar, genellikle büyük miktarda veri içerir – e-posta, kelime işlem yazılımı ile üretilen harflerin
elektronik kopyaları, sesli posta dosyaları ve görüntüler. Bu cihazların bir kısmına HUMINT yardımı
ile girilebilir; diğerleri, baskınlarda ve irtibat servislerinin işbirliği ile kurtarılabilir. Son olarak,
terörle savaşta özellikle önemli hale gelen bir diğer HUMINT kaynağı, mahkumların sorgulanmasıyla
sağlanan istihbarattır. Çoğu gizli HUMINT, bir vaka görevlisinin kişilerarası dinamikleri anlama ve
bunlardan yararlanma becerisine bağlıdır. Ayrıca, bir istihbarat varlığını etkilemek ve ideal olarak
hakimiyet kurmak için durumların yapılandırılmasını gerektirir. Bu temel beceriler, bir vaka
görevlisinin her hangi bir konuyu kendine bağımlı ve işbirlikçi haline getirecek şekilde mevcut
koşulları yapılandırması açısından mahkumların sorgulanması, büyük fırsatların yakalanması
bağlamında doğrudan geçerlidir. Hapishane koşulları ayrıca, "bal küpleri" kullanımı, kişisel
zayıflıkların sömürülmesi, ödüller ve ceza gibi HUMINT operasyonlarının stok ve ticareti olan
tekniklerin kullanımını da kolaylaştırır. Bununla birlikte, etkililik çoğu zaman işin yetkinliğine
bağlıdır, sorgulayıcı ve tutsaklara öğretilmiş olabilecek yakalama sonrası davranış teknikleri ile
sınırlıdır. Örneğin, İngiliz hükümeti için, geçici İrlanda Cumhuriyet Ordusu'na (IRA) HUMINT
varlıkları aracılığıyla nüfuz etmek, IRA'YI zayıflatmayı ve en azından geçici olarak grubu yönetilebilir
bir dereceye kadar pasifleştirmeyi başaran 25 yıllık bir çabanın önemli bir yönüydü. IRA, şüphesiz, El
Kaide'den çok farklıdır: çok daha sınırlı hedefleri vardı ve şiddet içermeyen siyasi müzakerelere
yatkın olduğunu kanıtladı ve ırkçı olan üyelerden oluşuyordu ve düşmanlarına kültürel benzerlik,
onları muhtemelen birlikte seçmeyi ve organizasyona sızmayı kolaylaştırdı. Bu nedenle, Avrupa
makamlarının IRA gibi ‘eski’ etno-milliyetçi terörist gruplara veya Kızıl Tugaylar gibi ideolojik
gruplara karşı HUMİNT'’i vurgulayan terörle mücadele deneyimleri, ulusötesi İslami terörizme karşı
savaşla daha da alakalı hale gelebilir.10 Tabii ki, insani isithabaratı terörizm sorununa tam bir cevap

10(2004) Human intelligence and 11 September, Strategic Survey, 104:1, 28-38, DOI:
10.1080/04597230412331340047

144
Etibar MUSAYEV

olarak görülmemektedir ve bazı yazarlar sinyal istihbaratı11veya açık kaynak istihbaratı gibi diğer
kaynakların çok yararlı olabileceğini savunmaktadır.1213 Ayrıca, eleştirel dil becerilerine sahip
tercüman ve memurların sayısını artırmak, yeni bilgileri ele almak için veritabanları geliştirmek ve
yeni (ve çoğu zaman pek de yeni olmayan) deneyler yapmak, kırmızı takım oluşturma gibi analitik
yöntemler dahil, diğer istihbarat topluluğu iyileştirmelerine ihtiyaç duyulduğu sık sık
vurgulanmaktadır.14 Brian Jenkins, 9/11 Komisyonu önündeki ifadesinde bu görüşü ifade etmektedir:
“Terörist saldırıları önlemek için istihbarat kullanmak çok zordur. Çünkü izlenecek ne asker
seferberliği, gemi var ne de takip edilecek uçak. Teröristlerin neler yapabileceğini bilmek, büyük ölçüde
insan kaynaklarına, gizli ajanlara ve muhbirlere bağlıdır. Jenkins'in belirttiği gibi, insan istihbaratı, bir
yandan terörizmle mücadelede kritik olduğu için istihbarat teşkilatları için bir ikilemdir, ancak diğer
yandan elde edilmesi son derece zordur. 15

İster uydu görüntülerinden, dronlardan veya elektronik istihbarattan olsun, en gelişmiş


gözetleme bilgileri, örneğin hangi evden hedefe ve hangi telefon numarasının ele geçirileceğine ve
ardından yerdeki muhbirler tarafından yorumlanmadıkça bilgi olarak kalabilir. Her zaman olduğu
gibi, bu bizi insan faktörüne ve sorumlu kişilerin bireysel ve toplu olarak bilgiyi yeterince ele alma ve
yorumlama yeteneğine sahip olmalarına geri götürür. İnsan faktörüyle ilgili bir başka husus da, diğer
istihbarat toplama biçimlerinin önemine rağmen, bir muhbirin size elektronik gözetleme veya uydu
görüntüleri gibi diğer herhangi bir yöntemin beş ayda söyleyebileceğinden daha fazlasını beş
dakikada söyleyebilmesidir. İyi polis istihbaratı, tıpkı usta terörizm gibi, bir insan faaliyetidir ve bu
gözden kaçırılmamalıdır.

2.3. İnsansız Hava Araçları (İHA) Çerçevesinde Teknik Açıdan İncelenmesi

Teknolojik gelişmeler ve azaltılmış askeri insan gücü, İHA’ları çeşitli askeri ve sivil roller için
giderek daha uygun hale getirmektedir.16"Dronlar", insansız hava araçlarıdır (İHA'lar). Farklı
özelliklere sahip belirli roller için çeşitli İHA türleri vardır. Birçoğu uzaktan çalışırken, bazılarının
otomatik sistemleri vardır. Çalışma yükseklikleri, sensör formu, kontrol mekanizması ve diğer birçok
şeyde farklılık gösterirler.17 Dronlar, hedefleri tespit etmek ve vurmak için uzun süre terörist ve
isyancıların kaleleri üzerinde dolaşabilen, gözetleme teknolojisi ve hassas füzelerle donatılmış,
uzaktan kumandalı insansız hava araçlarıdır (İHA'lar).18 Dronlar vasıtasıyla daha az insan teması
sağlanarak aynı zamanda erişilemeyen yerlere girmek için de kullanılmaktadır. 19 Drone'ların
özellikleri (küçük boyut, düşük maliyet ve manevra kabiliyeti ve bakım kolaylığı) onları suçlular için
tercih edilen bir seçenek haline getirdi. Ayrıca, teröristler dikkatlerini bu insansız hava araçlarını

11 Aid, M. M. (2003). All glory is fleeting: Sigint and the fight against international terrorism. Intelligence and
National Security, 18(4), 72–120.
12 Sloan, S. (2006). The new terrorist threat environment: Continuity and change in counter- terrorism

intelligence. In P. Katona, M. D. Intriligator, & J. P. Sullivan (Eds.), Countering terrorism and WMD: Creating a
global counter-terrorism network (pp. 199–211). London: Routledge.
13 Lewis, O. A., & Chenoweth, E. (2007). Facilitating interagency communication and open source intelligence for

counterterrorism. In J. J. F. Forest (Ed.), Countering terrorism and insurgency in the 21st century: International
perspectives. Strategic and tactical considerations (Vol. 1, pp. 487–501). Westport, CT: Praeger
14 Campbell, K. M., & Flournoy, M. A. (2001). Intelligence: The long pole in the tent. In K. M. Campbell & M. A.

Flournoy (Eds.), To prevail: An American strategy for the campaign against terrorism (pp. 77–89). Washington,
DC: CSIS Press
15 Jenkins, B. M. (2003 March 31). Statement to the National Commission on Terrorist Attacks upon the United

States. Washington, DC.


16 (2000) Prospects for unmanned aerial vehicles, Strategic Comments, 6:7, 1-2, DOI: 10.1080/1356788000673,

https://doi.org/10.1080/1356788000673
17 Jha AR. Theory, design, and applications of unmanned aerial vehicles. CRC Press; 2016.
18 Megan Smith & James Igoe Walsh (2013) Do Drone Strikes Degrade AlQaeda? Evidence From Propaganda

Output, Terrorism and Political Violence, 25:2, 311-327, DOI: 10.1080/09546553.2012.664011


19 Bora Ly & Romny Ly (2020): Cybersecurity in unmanned aerial vehicles (UAVs), Journal of Cyber Security

Technology, DOI: 10.1080/23742917.2020.1846307, https://doi.org/10.1080/23742917.2020.1846307

145
Etibar MUSAYEV

terörist saldırılar20 gerçekleştirmek için kullanmaya yöneltti. Aslında, dronlar ölümcül kimyasalları
taşımak için silahlandırılabilir ve modifiye edilebilir veya kritik altyapılara saldırmak için
patlayıcılarla donatılabilir.21 Ayrıca, patlayıcı taşıyan drone'lar, ulaşılması zor yerlerde toplanan
insanların etrafında infilak ettirilebilir. Bu, özellikle insansız hava araçları, bir uçak menzili ile bir
intihar bombacısının gizliliğini sağladığından, bir teröristin görevini yerine getirmesini
kolaylaştırır.22 Öte yandan bir diğer örnekte ise, Irak ve Suriye'de saldırı uçaklarının artan
kullanımının zemininde, IŞİD, bir saldırı öncesinde çekilen görüntüleri göstermek için “Ninawa
Eyaleti” tarafından bilinen IŞİD yanlısı bir kanalı kullanarak Şubat 2017'deki saldırılarını
detaylandıran bilgilendirici bir grafik yayınladı.23 Son zamanlarda, teröristler cihatçılarının moralini
yükseltmek ve sempatizanları ve dünya çapındaki destekçilerini onlara katılmaya teşvik etmek
amacıyla bazı durumlarda Yüksek Çözünürlüklü (HD) kameralı insansız hava araçlarını kullanarak
saldırılarını, eğitimlerini ve operasyonlarını filme almak için insansız hava araçlarını
kullanıyorlar.2425 Bununla birlikte teröristler tarafından 2016 ve 201726 sonları arasında, Araçla
Taşınan Doğaçlama Patlayıcı Cihazları (VBIED) kullanan askeri personeli, konvoyları ve kontrol
noktalarını veya kurulumları27 2829 hedeflemek için kullanılan bir tekniktir. 30 Aynı zamanda,
havaalanlarını, askeri tesisleri ve petrol rafinerilerini (yani Suudi Arabistan ve Birleşik Arap
Emirlikleri'nde (BAE)) hedef almak için gezici mühimmat olarak kullanılabilirler. 31323334 Örneğin
“Samad İHA”, İran silahlı kuvvetleri tarafından inşa edilerek, kullanılan ve ayrıca Orta Doğu'da
Hizbullah'a da teslim edilen, bununla birlikte Yemen'deki Husiler tarafından keşif amacıyla Suudi
Arabistan'ın ve Birleşik Arap Emirliklerinin tesislerini (petrol rafinerileri, havaalanları ve askeri
tesisleri hedef alan Abqaiq-Khurais saldırısı gibi) hedef almak için dolaşan mühimmat olarak yaygın
şekilde kullanılan uzun menzilli bir İHA ailesi olarak gösterilebilir. 35 Adını, 2018'de, Birleşik Arap

20 B. Hudson, Drone attacks are essentially terrorism by joystick - the washington post, 2018. (
https://www.washingtonpost.com/opinions/drone-attacks-are-essentially-terrorism-by
joystick/2018/08/05/f93ec18a-98d5-11e8-843b-36e177f3081c_story.html?noredirect=on&utm_term=
.792978a5071d)
21 Jean-Paul Yaacoub, Hassan Noura, Ola Salman , Ali Chehab, Security analysis of drones systems: Attacks,

limitations, and recommendations, Internet of Things8 May 2020Volume 11 (Cover date: September 2020)Article
100218
22 K.W. Smith, Drone technology: benefits, risks, and legal considerations, Seattle J. Envtl. L. 5 (2015) i
23 K. El Damanhoury, C. Winkler, W. Kaczkowski, A. Dicker, Examining the military–media nexus in isis’s

provincial photography campaign, Dyn. Asymmetr. Conf. 11 (2) (2018) 89–108.


24 R.J. Ball, The Proliferation of Unmanned Aerial Vehicles: Terrorist Use, Capability, and Strategic Implications,

Technical Report, Lawrence Livermore National Lab.(LLNL), Livermore, CA (United States), 2017.
25 J.A. Lee Ludvigsen, The portrayal of drones in terrorist propaganda: a discourse analysis of al qaeda in the

arabian peninsula’s inspire, Dyn. Asymmetric Confl. 11 (1) (2018) 26–49.


26 M. Knights, A. Mello, Defeat by annihilation: mobility and attrition in the islamic state’s defense of mosul, CTC

Sentinel 10 (43) (2017).


27 A.S. Yayla, A. Speckhard, The potential threats posed by isis’s use of weaponized air drones and how to fight

back, 2017
28 D. Rassler, The Islamic State and Drones: Supply, Scale, and Future Threats, Combating Terrorism Center at

West Point, 2018


29 J. Warrick, Use of weaponized drones by isis spurs terrorism fears, Washington Post 12 (2017).
30 H. Yokohama, J. Sunde, S.T. Ellis-Steinborner, Z. Ayubi, Vehicle borne improvised explosive device (vbied)

characterisation and estimation of its effects in terms of human injury, Int. J. Protect. Struct. 6 (4) (2015) 607–
627
31 T. Gibbons-Neff, Houthi forces appear to be using iranian-made drones to ram saudi air defenses in yemen,

report says, Washington Post 22 (2017)


32 T. Gibbons-Neff, Houthi forces appear to be using iranian-made drones to ram saudi air defenses in yemen,

report says, Washington Post 22 (2017).


33 B. Hubbard, P. Karasz, S. Reed, Two major saudi oil installations hit by drone strike, and us blames iran, The

New York Times (Sept. 14, 2019) (2019). available at https://www.nytimes.com/2019/09/14


/world/middleeast/saudi-arabia-refineries-drone-attack.html(last updated Sept. 15, 2019)
34 F. Rezaei, Iran and Israel: Taking on the “zionist enemy”, in: Iran’s Foreign Policy After the Nuclear Agreement,

Springer, 2019, pp. 215–242.


35 B. Hubbard, P. Karasz, S. Reed, Two major saudi oil installations hit by drone strike, and us blames iran, The

New York Times (Sept. 14, 2019) (2019). available at ttps://www.nytimes.com /2019/09/14/world/
middleeast/ saudi-arabia-refineries-drone attack.html(last updated Sept. 01, 2021)

146
Etibar MUSAYEV

Emirlikleri'nin insansız hava aracı saldırısında Saleh Al-Sammad'ın öldürülmesinden almıştır ve


Samad-1 (3,5 m kanat açıklığı, 500 Km menzil, gözetleme), Samad-2 (UAV-X, 4,5 m kanat açıklığı, 500
Km+ menzil, gözetleme veya patlayıcı yük) ve de Samad-3 (4.5 m kanat açıklığı, 1500 Km menzil,
patlayıcı yük). olmak üzere üç model içerir.36

İnsansız hava araçlarının saldırıları 2006 yılından bu yana yapılmaya başladıysa da, kısa süre
içerisinde Amerikanın bölgedeki terörle mücadele çabalarının temel bileşeni haline geldi ve o
zamandan beri diğer ülkeler tarafından kullanılmaya başlandı. Drone saldırı politikası, saldırıların
terör örgütünün faaliyet kapasitesine müdahale ettiği inancına dayanıyor. Dronlar, istihbarat
toplama, hedefleri belirleme ve saldırıları başlatma için görünüşte düşük riskli bir araç sağlar. Bu
bakış açısının destekçileri, insansız hava aracı saldırı programının El Kaide ve diğer örgütlerin
liderliğini ortadan kaldırmada paha biçilmez olduğunu ve onların işleyişini sakat bıraktığını
belirtiyor. Birleşik Devletler Merkezi İstihbarat Teşkilatı'nın eski müdürü Leon Panetta, "hortum
operasyonları El Kaide'yi ciddi şekilde bozuyor. .. –demişti. Bu kapsamda ABD ordusu, diğer bilgilerle
birlikte dronların kullanımı yoluyla terörist hareketi tespit etmek için büyük verileri kullanıyor.
Ordu, bu verilere dayanarak teröristlerin nerede olduğunu belirleyebiliyor ve aynı zamanda
gelecekte nerede olacaklarını tahmin edebiliyor.37

Öte yandan Amerika Birleşik Devletleri tarafından Afganistan, Pakistan ve diğer çatışma
bölgelerinde kullanılan RQ1 Predator gibi bazı dronlar, havadan karaya füzelerle donanmış durumda.
Bu kapsamda baz eleştirmenler, drone saldırılarının bunun yerine El Kaide'yi güçlendirebileceğini
savunuyor. Terör örgütüne ABD'ye karşı güçlü şikayetler ve yerel halkın desteğini kazanmak,
kaynakları toplamak ve destekçileri ve militanları işe almak için kullanılabilecek Amerika Birleşik
Devletleri zulmünün anlatılarını sağlıyorlar. Amerika Birleşik Devletleri tarafından Afganistan,
Pakistan ve diğer çatışma bölgelerinde kullanılan RQ1 Predator gibi bazı dronlar, havadan karaya
füzelerle donanmış durumda. Dron saldırıları, ‘makul bir şekilde yakalanamayan, düşmanlıklarda
doğrudan yer alan, devlet yönünde yapılan hedefleme, uluslararası veya uluslararası olmayan silahlı
çatışma bağlamında, belirli bir sivil veya yasadışı savaşçının kasıtlı olarak öldürülmesi olarak
tanımlanan bir hedefli cinayet şeklidir.38 Örnek olarak ABD’nin El Kaide terör örgütü ile mücadele
için Pakistan’ın kuzey bölgesinde kullandığı en tesirli metod, İHA’lar oldu. 39 Amerika Birleşik
Devletleri, El Kaide ile bağlantılı liderleri ve militanları ve kuzeybatı Pakistan'da bulunan diğer
grupları hedef almak için silahlı insansız hava araçları kullandı. Pakistan hükümeti, Amerika Birleşik
Devletleri'nin ülkede kara kuvvetlerini kullanmasına izin vermediğinden, insansız hava aracı
saldırıları ABD'nin isyan karşıtı kampanyalarının önemli bir bileşeni haline geldi.40 Terörle mücadele
açısından başka bir örnek ise, Zapperlerdir: İngiliz kuvvetleri tarafından Irak ve Suriye'deki cephe
hattında Batı ve Amerikan güçlerini Irak ve Suriye İslam Devleti'nden (IŞİD) kaynaklanan insansız
hava araçları saldırılarına karşı korumak için gönderildi ve kullanıldı. 2017 yılına kadar Zapper,
radar sıkışması yoluyla 500'den fazla insansız hava aracının düşürülmesinden sorumluydu. 41

Drone saldırıları, ABD'nin kara birlikleri gibi geleneksel savaş biçimlerinden daha az politik
olarak hassas ve daha az müdahaleci bir şekilde çalışmaya devam etmesine izin veriyor. Programın
savunucuları, saldırıların El Kaide'ye onarılamaz bir zarar verdiği, yüzlerce militanı ve düzinelerce

36 L. Nevola, B. Shiban, The role of “coup forces,” saleh, and the houthis, in: Global, Regional, and Local Dynamics
in the Yemen Crisis, Springer, 2020, pp. 233–251
37 Rick Delgado, “How Big Data is Aiding in the Fight Against Terrorism,”Datafloq,

https://datafloq.com/read/amp/big-data-aiding-the-fight-against-terrorism/1035 (accessed 5 September 2021


38 Gary D. Solis, The Law of Armed Conflict: International Humanitarian Law in War (New York: Cambridge

University Press, 2010), 528.


39 Daniel L. Byman: Do Targeted Killings Work? ForeignPolicy.com, July 14, 2009
40 Brian Glynn Williams, ‘‘The CIA’s Covert Predator Drone War in Pakistan, 2004–2010: The History of an

Assassination Campaign,’’ Studies in Conflict and Terrorism 33, no. 4 (2010): 871–892.
41 S.S. Nikolic´, An innovative response to commercial uav menace: anti-uav falconry, Vojno Delo 69 (4) (2017)

146–167

147
Etibar MUSAYEV

yüksek rütbeli hedefi öldürdüğü konusunda ısrar ediyor. Drone saldırılarının daha geleneksel savaş
biçimlerine göre önemli avantajları olduğunu savunuyorlar. İnsansız araçlar, ABD'nin pilotları ve
destek personelini riske atmadan çalışmasına izin veriyor. Drone'nun birden fazla istihbarat akışını
oyalama ve toplama yetenekleri, daha dikkatli bir hedefleme sağlar ve daha az savaşçı olmayanların
ölümüne ve yaralanmasına neden olur. Her drone görevi, uçağı uzaktan kontrol eden, sensörlerinden
istihbaratı analiz eden ve bunu diğer kaynaklardan gelen istihbaratla entegre eden, sivillerin bir
saldırıda zarar görüp göremeyeceğini tahmin eden ve dronun füzelerini başlatmak için kararlar alan
yaklaşık 180 kişiyi içerir.42 Terörle mücadele çerçevesinde “balıkçı” modeli artık kendi yerini, “avcı”
metoduna bırakmıştır. Bu kapsamda yeni olan bu kavrama “hedefli öldürme kampanyası” adı
verilmiştir.43

Diğer taraftan, drone saldırılarının doğruluğu konusunda büyük bir tartışma vardır.44 Bazı
analizler, insansız hava araçlarının giderek daha doğru olduğunu ve drone saldırılarında ölen ve
yaralananların büyük çoğunluğunun, militanlar ve liderler olduğunu gösteriyor. Diğerleri, dronlar
tarafından öldürülen savaşçı olmayanların sayısının çok daha fazla olduğu sonucuna varıyor. 45 Özetle,
İHA'ların kullanımı farklı alanlara uygulanabilir. Yukarıda açıklandığı gibi, İHA'ların tehdidi son
derece endişe vericidir ve özellikle 2020 yılı ortaya çıktıkça, kötü niyetli faaliyetler yürütmek için
İHA'ların terörist ve suç amaçlı kullanımının artmasıyla birlikte artan bir 1oranda
gerçekleşmektedir.46

3. SONUÇ

Mükemmel istihbarat, onun tam olarak bütün bileşenleri ile teşekkül bulması ve bu doğrultuda
eksiksiz olarak başarılı terörle mücadele operasyonlarının hayata geçirilmesi, bu kusurlu dünyada
asla gerçekleşmeyecektir. Teröristleri yenmenin yolları içerisinde, sabır, irade gücü,kararlılık,
terörizmin beyhude ve verimsiz olduğunun ortaya konulması ile birlikte meşru şikayetlerin şiddet
içermeyen yollarla çözülmesi yani, ilham veren liderlik ve popüler çözüm yer almaktadır. Bu tür
önemli nitelikler istihbarat alanı da dahil olmakla birlikte herhangi bir insan çabasında nadirdir ve
israf edilmemelidir.

Bilgi ve iletişim teknolojilerinin hem daha iyi istihbarat için araçlar olduğu, hem de terörist
faaliyetler için büyük potansiyel fırsatlar sağladığı savunulmaktadır. Şöyle ki, yüksek teknoloji sinyal
istihbarat varlıkları, genellikle kapalı ülkelerdeki şüpheli faaliyetleri izlemek, şifreli belgelerin
şifresini çözmek ve büyük veritabanlarını çıkarmak amacıyla, çok uzak mesafelerden yüksek
çözünürlüklü resimler çekmek için vazgeçilmez araçlardır. Teknolojik gelişim sonucunda ortaya
çıkan ve terörle mücadelede etkin olarak kullanılan insansız hava araçlarını, bir teröristin görevini
yerine getirmesini kolaylaştırdığı ve gizliliğini sağladığı için, terör örgütleri tarafından kendi kirli
eylemlerini gerçekleştirmek amacıyla kullanıldıkları tespit edilmiştir. Bu tespit çerçevesinde terörle
mücadelede kullanılan İHA gibi teknolojik yeniliklerin teröristlerin eline geçmemesi gerektiği aksi
takdirde istenmeyecek olayların vuku bulabileceği sonucuna varmış bulunmaktayız. Ayrıca bu
gelişim nedeniyle, terör örgütlerinin kendilerine farklı coğrafyalardan daha rahat eleman temin ettiği
ve propagandalarını daha da etkinleştirdiği görülmektedir. Ama istenilen teknik vasıta aracılığıyla
elde edilen bilgiler, görüntüler, elektronik veriler bir sözle her türlü istihbarat, uzman istihbarat
görevlileri tarafından yorumlanmadıkça ham bilgi olarak kalmaktadır. Bu da bizi her zaman olduğu

42 Walter Pincus, ‘‘Are Drones a Technological Tipping Point in Warfare?,’’ The Washington Post, April 24, 2011, 1
43 Daniel L. Byman: Targeted killing, American-style, Los Angeles Times, January 20, 2006
44 Avery Plaw, Matthew S. Fricker, and Brian Glyn Williams, ‘‘Practice Makes Perfect? The Changing Civilian Toll

of CIA Drone Strikes in Pakistan,’’ Perspectives on Terrorism 5 (2011): 51–69


45 Jacob Beswick, ‘‘The Drone Wars and Pakistan’s Conflict Casualties, 2010,’’ Oxford Research Group Working

Paper, 2011
46 Jean-Paul Yaacoub, Hassan Noura, Ola Salman , Ali Chehab, “Security analysis of drones systems: Attacks,

limitations, and Recommendations”, Internet of Things, Volume 11, September 2020, 100218, np. 39,
https://doi.org/10.1016/j.iot.2020.100218

148
Etibar MUSAYEV

gibi, insan faktörüne ve sorumlu kişilerin bireysel ve toplu olarak bilgiyi yeterince ele alma ve
yorumlama yeteneğine sahip olmalarına geri götürür. İnsan faktörüyle alakalı bir başka önemli husus
da, diğer istihbarat toplama yöntemlerinin önemine rağmen, bir muhbirin, mümkün olan elektronik
gözetleme, uydu görüntüleri gibi hemen hemen her türlü teknik vasıtalar aracılığıyla uzun sürede
elde edilebilecek istihbaratın daha fazlasını çok kısa sürede aktarabilmesidir. Bu kapsamda insani
istihbaratın günümüz dünyasında teknik vasıtalarla elde edilebilecek istihbarat kadar, hatta zaman
zaman öneminin daha fazla olduğu sonucuna ulaşmaktayız. Burada diğer bir önemli esgeçilemeyecek
sonuç ise insani istihbaratla teknik istihbaratın birlikte değerlendirilmesi ve işbirliğine gidilmesinin
gerekliliğidir. Çünkü şartlar dahilinde yerine ve zamanına göre önem ve öncelikler değişebilir, biri o
birinden daha kullanışlı ve hızlı, kesin sonuç odaklı olabilir. Bu anlamda, terör eylemlerinin
önlenmesinde, eylemin gerçekleşmesinden önce tespit edilib, tedbirlerin alınması ve sonuç odaklılık
doğrultusunda zaman yönetiminin önem taşıdığı ve bu çerçevede insani yoksa teknik istihbaratın
daha önemli olacağı o anki eylemin ve ya terörist grupun genel değerlendirilmesine göre
değişebileceği sonucuna varılmaktadır.

4.KAYNAKÇA

Andrew, C. (2010). "Intelligence in the Cold War", Melvyn P. Leffler ve Odd Arne Westad (ed.) Crises and
De´tente. Cambridge: Cambridge University Press.

Aid, M. M. (2003). “All glory is fleeting: Sigint and the fight against international terrorism”.
Intelligence and National Security, Sayı: 4, ss. 72–120.

Bora, Ly & Romny, Ly .(2021). “Cybersecurity in unmanned aerial vehicles (UAVs)”, Journal of Cyber
Security Technology, Sayı: 2, ss.120-137.

Beswick, Jacob. (2011). ‘‘The Drone Wars and Pakistan’s Conflict Casualties, 2010,’’ (Online Dergi).
Oxford Research Group Working Paper. Erişim tarihi: 22.08.2021,
https://reliefweb.int/report/pakistan/working-paper-drone-wars-and-pakistans-conflict-
casualties-2010.

Byman, D. L. (2009, July). Do Targeted Killings Work? (Online Dergi).Brookings Press. Erişim tarihi:
25.08.2021, https://www.brookings.edu/opinions/do-targeted-killings-work-2/.

Byman, D. L. (2006, 20 January). Targeted killing, American-style, Los Angeles Times, Erişim tarihi:
05.08.2021, https://www.latimes.com/archives/la-xpm-2006-jan-20-oe-byman20.1-
story.html.

Ball, R.J. (2017). The Proliferation of Unmanned Aerial Vehicles: Terrorist Use, Capability, and Strategic
Implications, Technical Report, Livermore, CA (United States): Lawrence Livermore National
Lab.(LLNL).

B. Hubbard, P. Karasz, S. Reed, (Sept. 14, 2019). Two major saudi oil installations hit by drone strike,
and us blames Iran, The New York Times. Erişim tarihi 09.09.2021,
https://www.nytimes.com/2019/09/14/world/middleeast/saudi-arabia-refineries-drone-
attack.html.

Campbell, K. M., & Flournoy, M. A. (2001). “ Intelligence: The long pole in the tent”. In K. M. Campbell
& M. A. Flournoy (Eds.). To prevail: An American strategy for the campaign against terrorism.
Washington, DC: CSIS Press. ss. 77–89.

Dahl, E., & Viola, D. (2017). Intelligence and Terrorism. Oxford Research Encyclopedia of International
Studies. Erişim tarihi: 03.09.2021,

149
Etibar MUSAYEV

https://oxfordre.com/internationalstudies/view/10.1093/acrefore/9780190846626.001.00
01/acrefore-9780190846626-e-91.

Delgado, R. (2015, April). “How Big Data is Aiding in the Fight Against Terrorism,” (Online Dergi).
Datafloq. Erişim tarihi: 20.09.2021, https://datafloq.com/read/amp/big-data-aiding-the-
fight-against-terrorism/1035.

Flint, Colin. and Ghazi-Walid. Falah. (2004 ).“How the United States Justified Its War on Terrorism:
Prime Morality and the Construction of a ‘Just War’,” Third World Quarterly, Sayı:8: ss. 1379–
1399.

Hudson, B. (2018, 5 Ağustos). Drone attacks are essentially terrorism by joystic. The Washington
Post, Erişim tarihi 05.10.2021, https://www.washingtonpost.com/opinions/drone-attacks-
are-essentially-terrorism-by-joystick/2018/08/05/f93ec18a-98d5-11e8-843b-
36e177f3081c_story.html.

Jensen, Thomas. (2016). National Responses to Transnational Terrorism: Intelligence and


Counterterrorism Provision, Journal of Conflict Resolution, Sayı: 3, ss. 530-554, .

Jenkins, B. M. (2003). Statement to the National Commission on Terrorist Attacks upon the United
States. Washington, DC.

Jha ,A. R. (2020). Theory, Design, and Applications of Unmanned Aerial Vehicles. Florida, United States:
CRC Press.

Jenkins, Brian Michael. (1974). International Terrorism: A New Kind of Warfare. Santa Monica, CA:
RAND Corporation.

Knights, Michael and Mello, Alexander. (2017). “Defeat by annihilation: mobility and attrition in the
islamic state’s defense of Mosul,” CTC Sentinel, Sayı: 4. ss.1-7.

Kareem El Damanhoury, Carol Winkler, Wojciech Kaczkowski & Aaron Dicker (2018) “Examining the
military–media nexus in ISIS’s provincial photography campaign”, Dynamics of Asymmetric
Conflict, Sayı: 2, ss. 89-108.

Ludvigsen, Jan Andre Lee .(2018). “The portrayal of drones in terrorist propaganda: a discourse
analysis of Al Qaeda in the Arabian Peninsula’s Inspire”, Dynamics of Asymmetric Conflict,
Sayı:1, ss.26-49.

Lewis, O. A., & Chenoweth, E. (2007). “Facilitating interagency communication and open source
intelligence for counterterrorism.” In J. J. F. Forest (Ed.), Countering terrorism and insurgency
in the 21st century: International perspectives. Strategic and tactical considerations.
Westport, CT: Praeger, ss. 487–501.

Megan Smith & James Igoe Walsh .(2013). “Do Drone Strikes Degrade AlQaeda? Evidence From
Propaganda Output”, Terrorism and Political Violence, Sayı: 2, ss.311-327.

Nevola, L and Shiban, B. (2020). “The role of “coup forces,” saleh, and the houthis”. (Ed. Stephen W.
DayNoel Brehony). in: Global, Regional, and Local Dynamics in the Yemen Crisis. Switzerland:
Springer, ss. 233–251.

Nikolic, Slavimir. S. (2017). “An innovative response to commercial uav menace: anti-uav falconry”.
Vojno Delo, Sayı: 4, ss. 146–167

150
Etibar MUSAYEV

Pincus, W. (2011, 24 April). Are Drones a Technological Tipping Point in Warfare?, The Washington
Post, Erişim tarihi: 03.08.2021, https://www.washingtonpost.com/world/are-predator-
drones-a-technological-tipping-point-in-warfare/2011/04/19/AFmC6PdE_story.html

Plaw, Avery., Fricker, Matthew S. and Williams, Brian Glyn. (2011). ‘‘Practice Makes Perfect? The
Changing Civilian Toll of CIA Drone Strikes in Pakistan’’. Perspectives on Terrorism. Sayı: 5-6,
ss. 51–69.

Rassler, D. (2018). The Islamic State and Drones: Supply, Scale, and Future Threats, U.S.A: Combating
Terrorism Center at West Point.

Rezaei, F. (2019). Iran and Israel: Taking on the “zionist enemy”, in: Iran’s Foreign Policy After the
Nuclear Agreement, USA: Palgrave Macmillan, pp. 215–242.

Sims, Jennifer. (2007). ‘Intelligence to Counter Terror: The Importance of All-Source Fusion’.
Intelligence and National Security, Sayı: 1, ss.38–56.

Solis, G. D. (2010). The Law of Armed Conflict: International Humanitarian Law in War. New York:
Cambridge University Press.

Smith, Kurt W. (2015) "Drone Technology: Benefits, Risks, and Legal Considerations," Seattle Journal
of Environmental Law, Sayı:1, ss. 13.

Sloan, S. (2006). The new terrorist threat environment: Continuity and change in counter- terrorism
intelligence. In P. Katona, M. D. Intriligator, & J. P. Sullivan (Eds.), Countering terrorism and
WMD: Creating a global counter-terrorism network. London: Routledge, ss. 199–211.

T. Gibbons-Neff, (2017, 22 March). Houthi forces appear to be using iranian-made drones to ram
saudi air defenses in yemen, report says, Washington Post. Erişim tarihi: 06.09.2021,
https://www.washingtonpost.com/news/checkpoint/wp/2017/03/22/houthi-forces-
appear-to-be-using-iranian-made-drones-to-ram-saudi-air-defenses-in-yemen-report-says/.

Yayla, Ahmet.S and Speckhard, Anne. (2017). “The potential threats posed by isis’s use of weaponized
air drones and how to fight back.” Research Gate. Sayı:1.ss.6.

Yaacoub, Jean-Paul., Noura, Hassan., Salman, Ola and Chehab, Ali. (2020). Security analysis of drones
systems: Attacks, limitations, and Recommendations, Internet of Things. Erişim tarihi:
28.08.2021, https://doi.org/10.1016/j.iot.2020.100218.

Yokohama, H., Sunde, J., Ellis-Steinborner, S. T., & Ayubi, Z. (2015). “Vehicle Borne Improvised
Explosive Device (VBIED) Characterisation and Estimation of its Effects in Terms of Human
Injury”. International Journal of Protective Structures, Say: 4, ss. 607–627.

Walsh, James Igoe. (2009). The International Politics of Intelligence Sharing. New York: Columbia
University Press.

Wang, Jun and Wang, Peng. (2013). “Counterterror measures and economic growth: A differential
game”, Operations Research Letters, Sayı: 3, ss.285-289.

Williams, Brian Glynn. (2010). ‘‘The CIA’s Covert Predator Drone War in Pakistan, 2004–2010: The
History of an Assassination Campaign,’’ Studies in Conflict and Terrorism, Sayı: 10, ss.871–892.

Warrick, B. (2017, 21 February). Use of weaponized drones by isis spurs terrorism fears. Washington
Post. Erişim tarihi: 08.09.2021, https://www.washingtonpost.com/world/national-

151
Etibar MUSAYEV

security/use-of-weaponized-drones-by-isis-spurs-terrorism-fears/2017/02/21/9d83d51e-
f382-11e6-8d72-263470bf0401_story.html.

Weimann, G. (2008). The Psychology of Mass-Mediated Terrorism. American Behavioral


Scientist, Sayı: 1 ss. 69–86.

(2000) Prospects for unmanned aerial vehicles, Strategic Comments, 6:7, 1-2,
https://doi.org/10.1080/1356788000673.

(2004) Human intelligence and 11 September, Strategic Survey, 104:1, 28-38, DOI:
10.1080/04597230412331340047.

152
İnanç Ögeleri Üzerinden Türkistan'dan Anadolu'ya
Kültür Devamlılığı

Kaan ÇELİK*
ÖZET
Tarih boyunca çeşitli coğrafya ve iklimlere hâkim olan Türk milleti bu bölgelerdeki
topluluklardan etkilenmiş ve onları etkilemiştir. Bilindiği üzere Türkler tarih boyunca farklı dinlere
mensup olmuşlardır. Bu dinler arasında Musevilik, İsevilik ve İslamiyet gibi semavi dinler olduğu gibi Gök-
Tanrı, Şamanizm, Budizm ve Manihaizm gibi inançlar da mevcuttu. Bu inançlar içinde Gök-Tanrı inancı
Türklerin kadim inancı olarak sivrilmiştir. Türkler diğer dinleri benimseyip mensubu olunca kadim
gelenek ve göreneklerini unutmamışlardır. Bu bağlamda İslam inancını benimseyen Türkler Türkistan’daki
geleneklerini, göreneklerini ve kültlerini İslam diniyle harmanlamışlardır. Bu gün özellikle Anadolu
Alevilerinde karışımıza çıkan inanç ögeleri ile Türkistan'da var olduğunu bildiğimiz inanç ögeleri arasında
bir bağ kurularak kültür devamlılığının açıklanması amaçlanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Atalar kültü, doğa kültleri, Alevilik.
ABSTRACT
The Turkish nation, which has dominated various geographies and climates throughout history,
has been influenced by and influenced the communities in these regions. As it is known, Turks have
belonged to different religions throughout history. Among these religions, there were heavenly religions
such as Judaism, Christianity and Islam, as well as beliefs such as Gök-Tanrı, Shamanism, Buddhism and
Manichaeism. Among these beliefs, the belief in the Gök-Tanrı stood out as the ancient belief of the Turks.
When Turks adopted other religions and became a member, they did not forget their ancient customs and
traditions. In this context, Turks who adopted the Islamic faith blended their traditions, customs and cults
in Turkestan with the religion of Islam. Today, it is aimed to explain the continuity of culture by
establishing a link between the belief elements that we know to exist in Turkestan, and the belief elements
that we do not mix, especially among the Anatolian Alevis.
Key Words: Cult of ancestors, cults of nature, Alevism.

1. Giriş

Dilimize Fransızca’dan giren kültür, tarihsel ve toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan her
türlü değerlerle bunları kullanmada, sonraki kuşaklara iletmede kullanılan, insanın doğal ve
toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların tümü demektir.1 Milletler kendi öz
kültürlerini korumayı amaçlasalar da kimi büyük milletlerin kültürleri altında erimişlerdir. Milletler
bulundukları coğrafyada ki diğer milletlerin kültürlerini etkilemiş ve etkilenmişlerdir. Türk milletinin
Kavimler Göçü’nden, 10. asra kadar süren ve sonrasında da devam eden batıya doğru göç serüveni
Türk Kültürü’nü derinden etkilemiştir. Türkler gittikleri Kuzey Avrupa, Anadolu, Orta Avrupa ve Orta
Doğu gibi bölgelerde yaşayan toplumların kaderlerini ve o toplumların kültürlerini etkilemişlerdir.
Göçler ile birlikte Türklerin kültürel ve dini hayatlarında farklılaşmalar olsa dahi öz kültürlerini
yaşatmayı başarmışlardır. Kültür değişimi veya etkileşiminde en önemli faktörlerden ikisi olan farklı
coğrafyalara gitmek ve farklı dinleri kabul etmeyi Türkler aynı anda yaşamıştır.

Yüzyıllarca Türkistan’da öz kültürleriyle var olan Türkler İslam dinine girdikten sonra kendi
geleneklerinden tamamen kopamamışlardır. Zaten böyle bir kopuş hiçbir toplum için imkân
dâhilinde değildir. Türkler, özellikle Oğuz boyları İslamiyet’i çabuk bir biçimde kavrayamamışlardır.
İslamiyet’i tam manasıyla kabul etmeleri uzun yıllar sürmüştür. İslamiyet’in yapısına uygun olan
kültlerini aynen, uygun olmayanları ise İslamiyet’e uygun hale getirerek yaşatmışlardır. Türkistan

* İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yüksek Lisans Öğrencisi.
kaanclk1619@gmail.com ORCID: 0000-0002-8868-1589
1 Ali Püsküllüoğlu, Türkçe Sözlük, Doğan Kitap, İstanbul, 2002.
Kaan ÇELİK

inanç kültlerinin, İslamiyet inancıyla yoğrulmasından Anadolu Aleviliği meydana gelmiştir. Bu


noktada değinmek gerekirse son dönem çalışmalarıyla Aleviliği oluşturan etkenlerde İranî
geleneklerden gelen Vefalik tarikatının etkisi ortaya çıkarılmıştır. 2 Zaten hiçbir inanç tek bir kültürün
etkisinde kalmamıştır. Yani Alevilik için sadece Türkistan temelli kültlerden oluşuyor demek ne
kadar yanlış ise sadece İranî temelli kültlerden oluşuyor demekte o kadar yanlıştır.

Türkler İslamiyet’i Maveraünnehir ve Horasan civarında tanımışlardır. Bu bölgelerde gerek


Emevi gerekse Abbasi baskısından kaçan Ehli Beyt mensubu kimseler ikamet etmekteydi. Türkler
burada Hz. Muhammed’in torunlarıyla evlilik bağı kurarak hem peygamberin akrabası olmuş hem de
Türk seyyidler ve şerifler meydana gelmiştir. İslamiyet’i kabul eden diğer birçok millete kıyasla
Türkler gerek Ehli Sünnet gerek de Alevi olsun Ehli Beyt’i sahiplenmiş ve her zaman sevgi, saygı
göstermişlerdir.

Türkler Musevilik, Hıristiyanlık, İslamiyet, Şamanizm ve Manihaizm gibi inançlara


inanmışlar ancak asla öz kültürlerini tam anlamıyla kaybetmemişlerdir. Türkler kendi kültür ve
birikimleriyle orta koydukları Gök-Tanrı inancını her zaman devam ettirmişlerdir. Türkler için son
derece önemli olan atalar kültü, ağaç ve ocak kültü gibi kültler bugün hala Türkistan ve Anadolu
coğrafyasında yaşamaktadır. Türkistan’da var olan kutsal hayvanlar, ongunlar bugün dahi kutsal
sayılmaktadır. Türk Moğol toplumlarında gözüken oba kültü bugün Türkistan’dan Kırım’a Kırım’dan
Balkanlara ve Anadolu’ya adeta Türklerin mührü olmuştur. Bu bağlamda bu makale ile Türkistan-
Anadolu arasında ki kopmaz bağı bir kez daha göreceğiz.

1.1 Türkistan Kaynaklı Kültlerin Anadolu Aleviliğinde ki İzleri

“Ateşi aşkına yaktım özümü

Halil İbrahim’le hardan gelirem…”

Nesimi

Türk kültürünün en önemli unsuru olan ocak kültü Türkistan’dan Anadolu’ya taşınan en
önemli unsurdur. Ocak, aile dolayısıyla geçmişlerin temsilcisi olduğu için atalar kültü ile bağlantılıdır.
Verbitski’nin aktardığı bir Altay efsanesinde ateş yakmayı Ülgen’nin, gökten getirdiği kara ve ak iki
taş ile öğretip “bu ateş atamın kudretinden taşa düşmüş ateştir” dediği anlatılmaktadır.3 Bu anlatıdan
da anlaşılacağı gibi ateş ve dolayısıyla ocak Altay coğrafyasında atalar ile özdeşleştiriliyor. Şaman
dualarında “atamızın yaktığı ocak” denilmektedir. Yani ocak sülale veya obanın ilk atası tarafından
yakıldığı, o aile var oldukça yakılacağı anlayışı mevcuttu. Ancak bu noktada belirtmek gerekir ki
Orhon Yazıtları’nda ateşin kutsallığından bahsedilmemesi ateşin İran-GökTürk yaklaşması
sonrasında oluştuğu iddialarını meydana getiriyor. Ateşin kötü ruhları temizlediği inanışı bütün
Türkistan coğrafyasında mevcuttur. 568’de İmparator Justinyen’nin Batı GökTürk başkentine
yolladığı Kilikyalı Zemarkos eşliğindeki elçi heyeti ateş öbeklerinin arasından geçirilerek kağan ile
görüşmeleri sağlanmıştır. Bu uygulama ile elçiler arındırılmıştır. 4 Ateşin arındırıcı, kötü ruhları
kovma özelliği Başkurtlar ve Kazaklar’da da görülmektedir. Kazak ve Başkurtlar hasta kişilerin

2 Ayfer, Stump Karakaya, Vefailik, Bektaşilik, Kızılbaşlık Alevi Kaynaklarını, Tarihini ve Tarih Yazımını Yeniden
Düşünmek, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2016.
3 Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm Materyaller ve Araştırmalar, Türk Tarh Kurumu, Ankara, 2017,
s.59.
4 Osman Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, c.I, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1994, s.57.

154
Kaan ÇELİK

çevresinde “alas, alas” diye tutuşturulmuş bez parçasını gezdirdikleri bilinmektedir. Bu terim
Anadolu Türkçesi’ne “alazlama”, Yakutlara “alias” diye geçmiştir.5

Türklerde kutsal sayılan bazı öğelere küfür edildiği görülse de ocağa küfür asla edilmezdi.
Ocak ailenin mukaddes emaneti olarak görülmektedir. Ocak ne olursa olsun tütmeli idi. Ocağın
sönmesi ya da söndürülmesi saygısızlık sayılırdı ki burada şu örnek yerinde olacaktır: Abdal Musa
Kaygusuz Abdal’ın ateşe düşmesi üzerine “Ocağın küllenmiş, bizi incittin Kaygusuz.”6. Bu sebepledir ki
Anadolu’da “ocağın sönsün”, “ocağında incir ağacı bitsin” tabirleri ağır bir anlam içermektedir.7 Ocak
her zaman Türklerde atanın ve ananın sembolü olmuştur. Ancak bu noktada değinmek gerekir ki
Türklerin ocağa dolayısı ile ateşe bakışları Zerdüştlük ile çok karşıttır. Zerdüştlük’de ateşe bir tapma
mevcut iken Türkler kutsal sayarlar bir tapınma söz konusu değildir.

Aleviliğin temel kavramlarından olan ocak, seyyid-i sadat Evlad-ı Resül’ü temsil eder. Yani
ataların ruhunu temsil eder. Bir Alevi dedesi mutlaka ocak sahibi olmak zorundadır. Ocak Hz.
Muhammed’in nesli ile özdeşleştirilmiştir. Alevilik’de önemli şahsiyetlere intisap onların ocakları ile
olmaktadır. Örneğin Dede Garkın, Güvenç Abdal, Hubyar Sultan ocakları bu zatların soyuna mensup
kişilerindir. Ocağı kuran ilk atadır. Görüldüğü gibi ocak ile aslında atanın ruhu korunmakta ve
dolayısıyla atanın ruhu, ailenin devamlılığı yaşatılmaktadır. Bektaşi-Alevi tekke ve dergâhlarında
talipler ocağa niyaz olurlar (sağ elin sürülüp işaret parmağının öpülmesi). Bu duruma benzer bir
örnek ise Kırgızların Manas Destan’ında geçmektedir. Destanda gelin kayın atasının evine girdiğinde
ateşe eğilip selam verdiği anlatılmaktadır.8 Düğünlerde ocak ve ateş gerek Altay Şamanistlerinde
gerek Alevilerde aynı öneme sahiptir. Altaylılarda gelin ve güvey ocak ve ateşe secde ettirilir ve kımız
ve kurbanlar sunulur.9 Alevilerde ise aynı şekilde “Ocak Kazdırma” erkânı yapılır. Bu erkâna göre
evlenen talip kurban keser, dolu dağıtır. Daha sonra ocağın önünde dara durulur (Aleviler sağ ayak
başparmağını sol ayak başparmağının üzerine konulup, sağ elin göğse konmasına dara durmak
derler). Dede çapa ile ocak kazar, ateşi yakar ve gülbeng çeker.10

Alevilik’de Hz. Fatma ocağını simgeleyen ocak, temiz ve arıdır. Neslin devamlılığını,
bereketini temsil eder.11 Bir başka önemli özellik ise Alevilik’de cem ibadeti sırasında yakılan
çerağlar (mumlar) üfleyerek veya su ile söndürülmezler; Altaylılar da aynı şekilde ateşi su ve nefesle
söndürmek kesinlikle yasaktır. Cem ayinlerinde çerağ uyandırma (mumların yakılması) hizmeti
sonrasında dede tarafından okunan dua ile Şaman ayininde okunan dua birbirinin adeta farklı
varyantları gibidir. İstanbul Zeytinburnu’nda bulunan Erikli Baba Vakfı Cemevi dedesi Binali
Doğan’dan alınan çerağ hizmeti gülbengi şöyledir: “Allah’tan bize ulaşan çerağımız sonsuza dek
kılavuzumuz olsun. Çerağlar uyansın Allah’ın nuru aşkına! Çerağlar yansın yakılsın peygamberliğin
nuru aşkına! Çerağlar ziyalansın velayetin nuru aşkına! Çerağlar şule versin üçler aşkına!...” Bir kamın
duası ise şöyledir: “Üç köşeli taş ocak, alevli ateşi! Taş ocağımız yerinden oynamasın, daima yansın!
Yaktığımız ateş alevli olsun. Neslimiz kesilmesin, sürsün biri giderse biri gelsin.” 12

Alevi-Bektaşilik’de veliler aynı Türkistan kamları gibi ateşe hükmetmişler ve onun yakıcı
etkisinden etkilenmemişlerdir. Bu duruma örnek verecek olursak: Hubyar Sultan Ocağı’na bağlı
Aleviler, Hubyar Sultan’nın ocağa atıldığını ancak o ocaktan yanmadan çıktığı anlatırlar. Hacı Bektaşı
Veli Velâyetnamesi’nde Ahmet Yesevi’ye İmam Aliyy-al-Rıza aracılığı ile Hz. Muhammed’den gelen

5 Abdülkadir İnan, a.g.e., s.61.


6 Yağmur Say, Sücaeddin Veli ve Velâyetnamesi, Eskişehir Valiliği, Eskişehir,2010, s.125.
7 Hasan Çelik, Seda Kırteke, “Alevi/Kızılbaşlık’ta Ocak Kültü”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaşı Veli Araştırma Dergisi,

sayı 81, Ankara, s.115.


8 Abdülkadir İnan, a.g.e., s.63.
9 A.g.e.
10 Fuat Bozkurt, “Ocaklara ve Buyruk Kitaplarına Göre Çeşitli Alevi Gelenekleri”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaşı Veli

Araştırma Dergisi, sayı 63, Ankara, s. 401.


11 İsmail Özmen, Alevi Bektaşi Şiirleri Antolojisi, Kültür Bakanlığı Yayınları, c.II, Ankara, 1998, s.555.
12 Abdülkadir İnan, a.g.e., s.62.

155
Kaan ÇELİK

taç, hırka, çerağ ve seccade gibi eşyaları dervişlerinden birine vereceği zaman avlusunda ateş
yaktırdığı anlatılmaktadır.13 Bir başka örnek ise Hacı Bektaş-ı Veli Hırkadağı’da abdallarına ateş
yaktırıp, coşa gelerek ateş etrafında sema etmesidir.14

“Benim adım çam ağacı

Güzel görünüp dururam

Ağaçların seyyahıyam

Emir salınıp dururam…”

Şah Hatai

Türkistan’dan Anadolu’ya aktarılan bir başka en önemli kült ise şüphesiz ağaç kültüdür.
Kadim Türk inançlarında bulunan hayat ağacı motifi ufak değişimler ile Anadolu’ya aktarılmıştır.
Ötüken ormanlarının bütün Türklerce kutsal sayıldığı bilinen bir gerçektir. İran’da yaşayan ve
Anadolu Aleviliği ile fazlaca benzerliği olan Ali ilahiler’in (ehli haklar) kutsal saydıkları ormana
kurbanlar sunup, orman ayinleri yaptıkları bilinmektedir. Hatta ormanın yaratıcısı olarak Karaoğlan
gösterilmektedir. Bu noktada Anadolu’da ayıya Karaoğlan denilmesi ve Şamanizm’de orman
tanrısının ruhunun ayıda bulunduğu inancı dikkatleri çekmektedir.15 Ormanların kutsal sayıldığı gibi
ayrıca bazı ağaçlar da kutsal sayılmaktadır. Bunların başında şüphesiz kayın ağacı gelmektedir. Kayın
ağacının kutsiyeti Altaylılarda yaradılış efsanesine kadar gitmektedir ve şu sözle anlatılmaktadır: “İlk
başta Ülgen atamızdan türediğimiz zaman bu iki katın ağacı Umay ana ile beraber (gökten) inmiştir.” 16
Türk dünyasını orak mirası olan Dedem Korkut Kitabı’nda geçen Basat’ın Tepegöz’ü öldürdüğü
beyanda kahraman Basat şöyle demektedir: “…Savaş günü önden at tepen alpımız Ulaş oğlu Salur
Kazan/ Babamın adını sorar olsan koca ağaç/ Anamın adın dersen kükremiş aslan…”17 Görüldüğü
üzere ateş kültündeki gibi ağaç da atalar ile özleştirilmiştir ve kutsal sayılmıştır.

Bu temeller ile Anadolu’ya aktarılan ağaç kültü, fazla değişikliğe uğramadan günümüze
ulaşmıştır. Türkistan temelli bu kült, Türklerin İslamiyet’i kabulü ile birlikte İslami öğeler
kazanmıştır. Bu duruma en iyi örnek hiç şüphesiz Dede Korkut Destanları’ndan Salur Kazan’ın evini
yağmalandığı beyan olacaktır. Uruz burada ağaçla söyleşmiş ve şöyle demiştir:

“Ağaç ağaç dersem üzülme ağaç

Mekke il Medine’nin kapısı ağaç

Musa Kelamullah’ın asası ağaç…

Erlerin şahı Ali’nin Düldülünün eğeri ağaç

Şah Hasan ile Hüseyin’in beşiği ağaç…”18

Ayrıca cennette bulunan Tuba Ağacı motifi de eklenmiştir.

13 Abdülbaki Gölpınarlı, Menakıb-ı Hünkâr Hacı Bektaşı Veli, İnkılâp Yayınevi, İstanbul, 2014, s.15.
14 Abdülbaki Gölpınarlı, a.g.e., s.36.
15 Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm Materyaller ve Araştırmalar, Türk Tarh Kurumu, Ankara, 2017,

s.56.
16 Wilhelm Radloff, Türklük ve Şamanlık, Örgün Yayınevi, İstanbul, 2008, s.231. Kaynakta aslı şöyle verilmiştir:

“Biz bastap Ülgen adamnang töreende Imay icemeng kada tüstür bu iki kazıng.”.
17 Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı, Hisar, İstanbul, 2003, s.111.
18 A.g.e., s.31.

156
Kaan ÇELİK

Anadolu’ya gelen Hacı Bektaş-ı Veli ve Şucaeddin Veli gibi dervişlerin mutlaka ağaç ile ilgili
menkıbeleri mevcuttur. Hacı Bektaş-ı Veli Velâyetnamesi’nde Hünkâr’ın köylülerden kaçmak için
ardıç ağacına sığınması ve ağacın Hünkâr’ı saklaması anlatılmaktadır.19 Bu ağaç bugün dahi Devcik
ardıç adıyla anılıp kutsal sayılmaktadır. Aynı doğrultuda Şucaeddin Veli ise (Sultan Varlığı) çam
ağacına yaslanıp ibadet etmekte ve eserde mekânlar Kırklarçamı, Bölükçamı, Çambahçe vb. isimler ile
anılmaktadır.20 Bu duruma benzer durumları ise Hz. Ali cenknamelerinde görmekteyiz. Hz. Ali’nin
Yemen’de ağaçlara Hz. Peygamber’in selamını iletmesi ve ağaçların selamı alması menkıbesi sıkça
Aleviler arasında anlatılır.21 Şüphesiz Anadolu’da ağaç denilince akla Tahtacı Alevileri gelir. Ağaca
duydukları saygı ağacın kutsiyetini aşmıştır. Tahtacı ve Gaziantep Çepnileri ağaçları yaş iken kesmeyi,
zarar vermeyi günah sayarlar. Özellikle Gaziantep Çepnileri çıraklık denilen, bahar aylarında yapılan
kutsal ağaç ziyaretlerinde bu ağaçlardan dal kırmayı eve götürmeyi günah sayarlar. 22 Aleviliğin bir iç
sorunu olan tarik ve pençe çalma ise ağaca verilen kutsiyet kaynaklıdır. Bu inanışın temeli
Türkistan’dan gelen kutsal ağaç görüşü olduğu kadar aynı zamanda; Alevi toplumunca: Hz.
Muhammed’in Akabe’de bir ağacın altında müminlerden sadakat ikrarı aldığı ve Hz. Mustafa öldükten
sonra buranın kutsal olup ağacı Müslümanların ziyaret ettiği, Hz. Ömer zamanında ise ağacın kesildiği
ve dallarını Müslümanların toplayıp asa yaptıkları anlatılır.23 Değinmek gerekirse Alevi görgü
cemlerinde dedelerin asaları (tarikleri) talibe dokundurulur. Bu uygulamaya karşı Çelebiler
tarafından karşı çıkılmışsa da bu uygulamadan vazgeçilememiş dedenin sahip olduğu tariklerin
bulunduğu evler dahi türbelere dönüşmüştür. Ağaç kültü sadece Aleviler arasında değil Sünniler
arasında da yaygındır. Anadolu’daki hemen hemen çoğu köyde bulunan dilek ağaçlarına çaputlar,
bezler bağlanması aynı kültürün sonucudur. Ancak unutulmamalıdır ki Alevilik’de ağaç
ilahlaştırılmaz yalnızca kutsiyet verilir yani “niyaz Hakk’adır ağaç sadece bir vesiledir”.

Yönümü çevirdim Hacı Bektaş’a

Hiç itibar olmaz burada sarhoşa

Bunların niyazı dağ ile taşa

Hakk Muhammed Ali gider Bektaş’a

Kul Taki

Türk ve Moğol kültür coğrafyalarında bulunan oba kültleri eski Şaman inançlarından
kalmıştır. Obalar taş yığınlarından meydana gelen suni tepeciklerdir. Türkistan’da boylar, oymaklar
kendi hükmündeki alanlara bir oba yapar ve yılın belli zamanlarında bu mekânları ziyaret ederlerdi.
Bu kutsal mekânlara kurbanlar sunulup, dini törenler yapılırdır.24 Obalar genellikle boyların
koruyucu ruhlarına aittir. Obalar sadece Türkistan coğrafyası ile sınırlı kalmamış Horasan, Kırım ve
Anadolu coğrafyalarına taşınmıştır. Bir nevi obalar Türklerin yaşadıkları coğrafyalarda ki mührü
olmuştur. Bu noktada değinmek gerekirse aslında oba kültünün taş kültüyle de bir ilişkisi vardır.
Uygurların meşhur Kut Dağı efsanesinde kayanın Çinliler tarafından parçalanması üzerine kıtlık baş
gösterir.

Oba kültü ilginçtir ki hiçbir değişime uğramadan Aleviliğe aktarılmıştır. Bugün özellikle
Tunceli ve Erzincan Alevileri Şubat ayında Hızır günlerinde bu taş yığınlarına ziyaretler

19
Abdülbaki Gölpınarlı, Menakıb-ı Hünkâr Hacı Bektaşı Veli, İnkılâp Yayınevi, İstanbul, 2014, s.25.
20
Yağmur Say, Sücaeddin Veli ve Velâyetnamesi, Eskişehir Valiliği, Eskişehir,2010, s.101, 103, 123.
21
Kamile Ünlüsoy, Anadolu’da Hz. Ali Tasavvurları (XIII.-XVI. Yüzyıllar), TTK, 2. Baskı, Ankara, 2020, s.263.
22
Mehmet Gültekin, “Sarılar Köyü Çıraklık Çepni Alevi Ziyareti ve Türk Ağaç Kültüne Bağlı Bazı İnanış ve Uygulamalar”,
Türk Kültürü ve Hacı Bektaşı Veli Araştırma Dergisi, sayı 70, Ankara, s.76-83.
23
İsmail Onarlı, “Dersim’de Bazı Gelenek ve İnanç Motifleri”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, sayı 15,
Ankara, s. 150-190.
24
Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm Materyaller ve Araştırmalar, Türk Tarh Kurumu, Ankara, 2017, s.53.

157
Kaan ÇELİK

gerçekleştirirler. Bu ziyaretlere çıkan insanlar temiz kıyafetlerini giyerek bir bayram edasında
çıkarlar. Şamanların oba etrafında üç defa dolaşmaları, İslami kimlik ile Alevilik’de Allah, Muhammed,
Ali için üç defa dolaşma olarak aktarılmıştır. Sivas-Erzincan yöresinde kömbe (kömme de denilir)
denilen unla yapılan yiyecekler taş yığınlarına bırakılır. Türkistan’da var olan koruyucu ruh inanışı
ise aynı şekilde kalıp erenlerin, evliyaların mekânları olarak anılmaktadır. Taş veya kayaların
kutsiyetine değinmek gerekirse Anadolu’nun çoğu yerinde Hz. Ali’nin atının ayak izi veya kendisinin
ayak izi olduğuna inanılan taş-kayalar mevcuttur. Bazen su gözlerinin sebebi bu ayak izleridir. Taş
kültü ile ilgili önemli anlatılardan bir tanesi ise şüphesiz Hz. Ali’nin taş ile konuşmasıdır. Hz. Ali’nin
Fırat Nehri kenarında boğulmuş bir kişinin elinde Yemen taşından yüzük görüp hayrete düşer ve taş
konuşup kendisinin Yemen taşı değil Hint taşından yapıldığını söyler.25 Hacı Bektaş-ı Veli
menkıbelerinde çok fazlaca karşımıza: ayakların veya ellerin taşa gömüldüğü, taşların yürüdüğü ve
konuşup şahitlik yaptığı anlatılmaktadır. Hacı Bektaş-ı Veli Velâyetnamesi’nde geçen beş taşlar bugün
dahi Anadolu Alevilerince kutsal sayılıp evvela bu beş taşa niyaz olunup ilçeye girilir.

1.2. Kam’dan Dede’ye-Ozan’dan Zakir’e

Şamanizm’de dini törenlerini yapan kimselere şaman denmesine karşın Türk boylarında
kam denir. Kam sadece dini tören ve ayinleri yönetmezdi; ruhlar ile insanlar arasında bağ kurardı.
Kaşgarlı Mahmud kam kelimesinin karşılığını “kâhin” olarak veriyor.26 Buradan da anlayacağımız gibi
kamlar XI. yüzyılda bile toplum arasında etkinliğini koruyor. Divanü Lügati’t Türk’de kamların efsun
yaptıklarından bahsetse de Yusuf Has Hacip Kutadgu Bilig’de kamları otaçılar (doktorlar) ile birlikte
bahsetmiştir. Kamlar insanlar ile ruhlar arasında bağ kurma yetisi olan kişilerdir. Şamanlar ikiye
ayrılırdı: Ak-şamanlar Kara-şamanlar. Ak-şamanlar iyi ruhlar ile iletişime geçerlerdi ve Tanrı Ülgen’e
hizmet ederlerdi. Kara-şamanlar ise kötü ruhlarla iletişime geçip, Tanrı Erlik’e hizmet ederlerdi.
Özellikle insanlar kötü ruhlardan korunamadıkları için onlara tolu denilen kurbanları sunmak
kamların işidir. Bu yüzden Kara-şaman Ak-şamanlara göre daha çok saygı görürdü. Kamlık öğrenilip
icra edilmezdi. Kam olmak için mutlaka kam neslinden gelmek şartı mevcut idi. Örneğin kam
soyundan gelen genç kam dini törenle kamlık sıfatı alacağı zaman Yakutlarda yeni kama kumu
denilen bir giysi giydirilip at kılları bağlı asa verilirdi. 27 Asaların özellikle kayın ağacından olmasına
dikkat edilirdi. Kayın ağacı bütün Türklerde kutsal sayıldığı gibi farklı coğrafyalarda farklı ağaçlara da
kutsiyet verilmiştir. Kamlar erkek veya kadın olabilirlerdi. Bu bağlamda konar-göçer Türk
toplulukları kadın erkek ilişkisinde son derece ileri bir hal izlemekteydiler. Kadın ve erkek sosyal
hayat içerisinde sürekli birlikte hareket ediyordu. Bu inanışa da yansımıştı. Radloff’un aktarmasına
göre Türkler kurban merasimine kadın erkek birlikte katılarak merasime içki ve zengin bir sofrayla
nokta koyarlardı. Ahmet Yaşar Ocak Patapov’dan şöyle nakletmektedir: “Ona bakılırsa Altaylar'da
kökü çok ama çok eskilere giden şöyle bir adet yürürlükteydi. Ekşi sütten bir içki hazırlanmakta ve bu
topluca içilmektedir. Köyün erkek ve kadın bütün yetişkinleri bu içkiyi içmek üzere akşam bir evde
toplanırlardı. Toplantıya iştirak edenler, bir daire halinde yere otururlar, erkek ve kadınlar mevki ve
yaşlarına göre sıralanırlardı. Sonra belli kaidelere göre, uygulayan bu merasimle içki içilirdi.” Kam
konusunda değinilmesi gereken bir başka konu ise sosyal statüleridir. Kamlar ayinler dışında halktan
farksızlardı. Ancak ayinlerde ve özellikle trans halinde iken üstünlükleri mevcuttur. Ayinler de
irticalen şiir, ilahi söyledikleri bilinmektedir. Kamlar fakir kimselerdir. Ayinlerden sonra verilen
ücretlere az veya çok demeden razı olurlardı.

Kam ayinlerine bakacak olursak dikkatimizi ilk çeken davul ve kopuzlardır. Ayin için
gereken kayından asanın yanı sıra davul da gerekmektedir. Yakut ve Altaylılar davul kullanmasına
karşın Yenisey Kırgızları kopuz kullanırlardı. Oğuzlar’da da kopuz kutsal sayılmıştır. Dede Korkut
Destanları’nda Korkut Ata sürekli kopuzuyla birlikte gezmekte, ad koyma ve dua sırasında kopuz

25
Kamile Ünlüsoy, Anadolu’da Hz. Ali Tasavvurları (XIII.-XVI. Yüzyıllar), TTK, 2. Baskı, Ankara, 2020, s.263.
26
Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lügat-it Türk Tercümesi, çev. Besim Atalay, TTK, c.III, Ankara, 1985, s.157.
27
Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm Materyaller ve Araştırmalar, Türk Tarh Kurumu, Ankara, 2017, s.69.

158
Kaan ÇELİK

çalmaktadır. Kopuz veya davul melodisiyle kamın transa geçmesine yardımcı oluyor. Bu trans halinde
özellikle ruhun bedeni terk etmesi Tanrı’dan haber getirmesi veya iyi kötü ruhların çarpışması pek
meşhurdur. Kamlar Ülgen’e at kurban edecekleri vakit atı tutmakla iki kişi görevlendirirlerdi ve kayın
dalıyla atın ve iki kişinin ruhunu Ülgen’e ulaştırırlardı.28 Bu inanış Kitab-ı Dede Korkut’a dahi
yansımış destanların başında Dedem Korkut için “Gaipten türlü haber söyledi.”29 denilmektedir. Deli
Dumrul Destanı’nda Deli Dumrul Azrail’le söyleşmiş ve “… sen aradan çık. Ben Hakk Teâlâ ile
haberleşeyim” ifadesi geçmektedir.30

Kamların ateşe hükmetmesi noktasında Abdülkadir İnan’ın aktardığın göre Altaylar’da XVI.
yüzyılda Kalpas adında ki bir kamın Oyrat beğinin Budizm’e davetini reddetmesi akabinde ateşe
atıldığı ancak uzun süre bekletilmesine karşın hiçbir şey olmadığı ateşin kamı yakmadığı
görülmüştür.

Alevi toplumunun dini liderine dede denir. Alevilik’de ki dede kavramına etimolojik olarak
bakacak olursak, Kaşgarlı Mahmud, dede kelimesini “ata, baba” olarak açıklıyor.31 Bu açıklama bize
dede teriminin Anadolu’daki serüvenini de ortaya koymaktadır. Şöyle misal vermek gerekirse Arslan
Baba, Hakim Ata, Mansur Ata, Dede Korkut gibi toplum tarafından kendisine güvenilen, bilgili, sözüne
uyulan şahsiyetlere dede, baba, ata denilmektedir. Kızılbaş- Aleviler’de dede terbiye edici, irşat
edendir.32 Mürşit sözü Hakk sözüdür. Dedeler sadece Alevi toplumunun dini hayatıyla ilgilenmez,
ayin-i cemlerde yargıç gibi davalıların sorunlarını çözen, küskünleri barıştırandır. Dedelik kurumu
kamlarda olduğu gibi herkese açık değildir. Bir dede neslinden olmak en büyük şarttır. Bu noktada
ocak kültünde bahsettiğimiz bir geçmişin ocağına bağlı olmak mühimdir. Belli Alevi ocaklarına
intisap etmek veya nakibül eşraflardan kendi soyunu Ehli Beyt’e dayandıran şecerelere sahip olmak
gerekmektedir.33 Dede olmak için belli ritüellerden geçirilir ki bu ritüeller kamlarda olduğu gibi
hırka, post giymek, ocağı tarik sürüyor ise bir asaya sahip olmaktır. Tarike (asa) saygı o kadar
abartılmıştır ki kimi zaman köylerde dedelerin tarikleri ev ev gezdirilmiştir. Dedelik postunda
cinsiyet ayrımı yapılmayıp kadın veya erkek dede olabilir. Bu duruma en iyi örnek hiç şüphesiz
Hubyar Sultan Ocağı’na bağlı iken kendi ocağını kuran Anşa Bacılı Ocağı’dır. Bu örnek dışında başka
bir örnek ise Alevi dedeleri cemlere eşleriyle katılıp birlikte cem ibadeti yürütmeleridir. Bu bağlamda
Kızılbaş-Alevi-Bektaşi toplumu ile Sünni veya Şii toplumlarını ayıran temel nokta bu konudur.
İbadetin kadın erkek birlikte yapılması diğer toplumların tepkisini çekmiş ve asılsız iftiraları
doğurmuştur. Hatta XVI. yüzyılda Kızılbaş alameti olarak kadın erkek bir arada ibadet etmek ve el ele
tutuşmak gösteriliyor.34 Bu konuda verebileceğimiz bir başka örnek ise Ahmet Yesevi’nin Hacı
Bektaşı Veli’yi Anadolu’ya yollamasını anlatan menkıbedir. Ahmet Yesevi Hacı Bektaşı Rum ükesine
yolladığı sırada Rum erenleri sohbetteydi. O sohbet sırasında Fatma Bacı adında bir kadın
mevcuttur.35 Yukarda da denildiği gibi bu durumun sebebi konargöçer Oğuzların hayatın her
alanında kadın-erkek müşterek yaşamlarıdır.

Dedeler de kamlar gibi sosyal hayatta talipleriyle iç içedir. Dedelere hürmet cem
meydanlarında oturdukları postun Hz. Muhammed’i temsil etmesinden dolayıdır. Cemlere girince
meydanda posta secde edilir. Eğer dede postta oturuyor ise yine de secde edilir. Ancak bu secde
Allah’a olan secde ile karıştırılmamalıdır. Allah’a secde kulluktan dolayıdır. Dede postuna secde ise

28
Ahmet Yaşar Ocak, Alevi ve Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri, İletişim Yayınları, İstanbul, 2002, s.154.
29
Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı, Hisar, İstanbul, 2003, s.8.
30
A.g.e., s.77.
31
Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lügat-it Türk Tercümesi, TTK, c.III, Ankara, 1985, s.220, çev. Besim Atalay.
32
Prof. Dr. Faruk Sümer Safevi Devleti’nin Kuruluşu Ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü eserinde Safevi
şehzadelerinin iki hocasının olduğunu birinin atabeğ ve diğerinin dede olduğu bilgisini vermektedir. Ayrıca bu dedelerin
eski kamların devamı olduğu fikrini söylemiştir.
33
Hasan Coşkun, “Dedelik ve Ozanlık İlişkisi”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaşı Veli Araştırma Dergisi, sayı 79, Ankara, 2016,
s.96.
34
Saim Savaş, XVI. Asırda Anadolu’da Alevilik, TTK, Ankara, 2018, s.24.
35
Abdülbaki Gölpınarlı, Menakıb-ı Hünkâr Hacı Bektaşı Veli, İnkılâp Yayınevi, İstanbul, 2014, s.18.

159
Kaan ÇELİK

makamın Peygamberi temsil etmesinden dolayı saygıdandır. Bu eylem Türkçe’de “yükünmek” olarak
geçmektedir. Oğuzların tabipleri36 olduğu (Bu kişilerin Oğuzların mallarına ve canlarına hükmettiği
biliniyor.) ve bu kişilere secde ettikleri bilinmektedir. Bu duruma başka bir örnek ise Gazneli
Mahmud ile savaş halinde olan Tuğrul ve Çağrı Beğlere sabretmeleri sonucunda savaşı
kazanacaklarını söylen İranlı bir müneccime zafer sonrası Tuğrul ve Çağrı Beğlerin secde etmesidir.37
Bu bağlamda Ehli Sünnet mensubu Tuğrul ve Çağrı Beğlerin Allah’tan başkasına kulluk manasında
secde etmesi düşünülemez. Bu noktada şu noktaya değinmek yerinde olacaktır. Anadolu Alevilerince
Hz. Ali’ye rüyaları yorumlama ve rüyayla bilgi edinme, hastaları iyileştirme gücü verilmiştir. Hz. Ali
cenknamelerinde hastaları tükürüğü ile veya çeşitli sureleri okuyarak iyileştirdiği aktarılmaktadır. 38

Dedeler cemlerde genellikle Alevilerin yedi ulu ozan olarak adlandırdıkları Fuzuli, Yemini,
Kul Himmet, Virani, Nesimi, Hatayi ve Pir Sultan’dan nefesler ve deyişler söylemeleri yanında
irticalen de deyiş ve nefesler söylemişlerdir. Hatta cemlerde bu ozanların deyişlerine kendilerince
eklemeler yaparak aslında ozanlara ait olmayan ancak onların mahlasında yüzlerce eserler meydana
getirmişlerdir. Cemlerde dedeler ile kamları birbirine bağlayan en önemli unsur şüphesi kopuz-
bağlamadır. Türkistan Türkmenlerinde saz şairlerine bahşı denir ki bahşı aynı zamanda kam yerine
de kullanılır. Kamların bahşılar ile dedelerin ise zakirlerle birlikte ayin yapmaları tesadüf olmasa
gerektir.39 Bağlama Alevilerde telli Kuran olarak anılır ve ibadet sırasında deyişler, nefesler, duvaz
imamlar (On iki imamın adının geçtiği nefesler) mutlaka bağlama ile söylenir. Bu durum dedenin ve
cemdeki canların Allah ile birleşmesini coşku ve aşk haliyle semah tutmalarını sağlar. Bu bağlamda şu
iki örnek Türkistan kadim inançlarında kopuzun, Alevilikle birlikte hala yaşatılmasını bizlere apaçık
gösterecektir. Kazak-Kırgız baksı duası: “Ey kopuzum kopuzum! İyi tayin et iyi haber ver domuzum!
Üyenki ağacının gövdesinden oyarak alınmış kopuzum! Kızıl çalıdan perdeni yaptığım kopuzum! Yürük
atın kuyruğunu tel kıldığım kopuz! Taşa biten ırgay çalından kulak yaptığım kopuz! İyi tayin et iyi haber
ver domuzum…!”40 Pir Sultan’ın deyişi: “Gel benim sarı tamburam/ Sen niçin inlersin/ İçim oyuk derdim
büyük/ Ben anınçün inilerim. Koluma taktılar perde/ Uğrattılar bin bir derde/ Ayin-i cem gecesi nerde/
Ben anınçün inilerim. Sarı tamburadır adım/ Göklere ağar feryadım/ Pir Sultan’dır üstadım/ Ben
anınçün inilerim.”41

Alevi yol uluları adeta bir kam gibi don değiştirip (metamorfoz) hayvan donuna
girebilirlerdi. Hiç şüphesiz bu konuda akla Geyikli Baba ve Abdal Musa Sultan’nın geyik donuna
girmeleri gelmektedir. Genellikle Türk masal ve efsanelerinde geyik veya kuş donlarına bürünme
mevcuttur. Bu durum kamlarda ayin öncesinde donuna girilecek hayvana benzer kostümler giyme ile
başlardı.42 Geyik donuna girme efsanelerinden bilindiği üzere Alanya Beği’nin oğlu Gaybi ava çıkar.
Av sırasında çok güzel bir geyik görüp peşine düşer. Geyiğin sol ön koluna ok atar ama geyik kaçar.
Geyiği takip eden Gaybi, geyiğin Abdal Musa tekkesinden içeri girip kaybolduğunu görür. Gaybi
tekkeye girip geyiği sorar ve Abdal Musa Sultan sol kolunun altından oku gösterir. Bu anlatı bugün
dahi bütün Bektaşi- Alevilerce sıkça anlatılır. Bir başka efsane ise Sultan Süccaeddin

36
Prof. Dr. Faruk Sümer’in Oğuzlar eserinde Oğuzların dini önderlerinin olmadığı ancak onların hakimlerinin olduğu
aktarılmaktadır. Bu hakimlerin Oğuzların can ve malları üzerinde söz sahibi olma, tabiplik ve kahinlik gibi özellikleri
bulunmaktadır. Bu noktada yukarıda Yususf Has Hacib’in Kutadgu Bilig’inde otacıların olduğunu ve bu kişilerin tabiplik
yaptığı bilgisi akla gelmektedir. Bkz. Faruk Sümer, Oğuzlar, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları,
2. Baskı, Ankara, 1972, s.44.
37
Faruk, Sümer, Safevi Devleti’nin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü, TTK, Ankara, 2018, s.7.
38
Kamile Ünlüsoy, Anadolu’da Hz. Ali Tasavvurları (XIII.-XVI. Yüzyıllar), TTK, 2. Baskı, Ankara, 2020, s.264.
39
Abdülkadir İnan, a.g.e., s.77.
40
Abdülkadir İnan, a.g.e., s.135. Kaynakda asıl hali şöyle verilmiştir: “Ey kobuzum, kobuzum! abden de bolca
donguzum! Üyenkinin tübünden oyup algan kobuzum! Karagaynıng tübünen algan kobuzum! Kızıl kırçın tobulgu caşık
kılgan kobuzum! Cüyrük attıng kuyrugun içelk kılgan kobuzum! Taska çıkan ırgaydan kulak kılgan kobuzum! Abden
debolca donguzum!...”
41
İsmail Özmen, Alevi Bektaşi Şiirleri Antolojisi, Kültür Bakanlığı Yayınları, c.II, Ankara, 1998, s.272.
42
Ayrıca bkz. Kadriye, Türkan, “Türk Masallarında Kahramanın Şamanın Don Değiştirmesi Arasındaki Benzerlik”,
Türkbilig, sayı 15, 2008, s.136-154.

160
Kaan ÇELİK

Menakıbnamesi’nde anlatılmaktadır. Acem topraklarında bir çölde Baba Haki adıyla nam salmış bir
zat çölün ortasında tufana yakalanır. Yorgun olan Baba Haki çölde bir geyik görür ve kuşağını çözüp
geyiğe bağlayacak iken geyik kaçar. Geyiği takip eden Baba Haki bir köye varınca geyiğin bir ulu
olduğunu anlar. Rum ülkesine gelir Sultan Varlığı ziyaret edince Sultan Varlığı kuşağı Baba Haki’ye
atar ve o anda anlaşılır ki o geyik sultandır.43 Bu efsaneler dışında Hacı Bektaş-ı Veli
velâyetnamesinde Hünkâr’ın güvercin, Hacı Doğrul’un doğan donuna girmesi en iyi örnektir.

Yukarda Abdülkadir İnan’ın kitabından aktarılan kamın ateşe girip yanmaması durumu
aynen Hacı Bektaş Menakıbnamesi’nde işlenmiştir. Kara Donlu Can Baba, Tatarları imana çağırmış
ancak Tatarlar ateşte yanmayınca ve kaynayan sudan çıkınca iman edeceklerini söylerler. Bunun
üzerine Kara Donlu Can Baba ateşe ve kaynayan suya girer ancak hiçbir şey olmadan çıkar. Böylece
Tatarların önderi Kavus Han İslam’a girmiştir.44

Kara-şaman olgusu ise şüphesiz kültür devamlılığında Anadolu’ya taşınan ve Alevi toplumda
günümüze kadar aslı gibi yaşatılan ender bir Türkistan izidir. Hubyar Sultan Ocağı’na bağlı köylerde
“saya oyunu” kış-sonbahar arasında oynanır ve amaç hamile olan koyunların, ineklerin kötülüklerden
korunup; bol, bereketli yavrular vermesi dileğidir.45 Saya oyununda eli-yüzü karaya boyanmış ve kara
giymiş Arap (Kara-şaman), kıyafeti tamamen beyaz ve eli-yüzü unla beyazlaştırılmış Zağlak (Ak-
şaman) ve bu kişilerin çocukları, eşleri ve babaları rollerinde olan yedi kişi ile icra edilir. Bu kişiler
dualar okunduktan sonra köyün yüksek tepelerine çıkarak çan veya zil çalarlar. Böylece hayvanların
otlaklara çıkınca kötülüklerden korunmasını sağlarlar. Saya oyunu sonrası akşam “saya cemi” yapılır.

SONUÇ

Türkler yaşadıkları coğrafi, siyasi, iktisadi ve içtimai şartlara göre kendilerine has bir inanç
yapısı inşa etmişlerdir. Atalar kültü, ocak- ateş kültü ve doğa kültleri ile birlikte Gök-Tanrı inancını
oluşturmuşlardır. Türkler ne kadar kendi öz vatanından uzaklaşıp, farklı inançları benimseler dahi
kökleri olan bu inanç kültlerini terk etmemişlerdir. Türk kültür kodlarını Türkistan’dan Anadolu’ya
taşıyan Alevi inancı ise kültür devamlılığında elimizde bulunan en somut örnekleri içerisinde
barındırmaktadır. Osmanlı döneminin getirdiği zorunlu içe kapalılık aslında kültlerin bugüne kadar
bozulmadan taşınabilmesini sağlamıştır. Aslında bu nokta itibariyle Alevilik çerçevesinden
bakmaktan ziyade Türk kültürü açısından bakmak daha doğru olacaktır. Çünkü bugün Anadolu’da
olan obalar aslında Balkanlarda, Kırım’da ve Altaylarda Türk’ün mührüdür. Ayrıca belirtmek gerekir
ki Türk kültürü bu kadar fazla din ve coğrafya değişikliğine rağmen kendini koruyabilmiş veya yeni
dinlere adapte edebilmiştir. Buradan hareketle Türk kültürünün ne kadar büyük bir umman olduğu
aşikârdır.

KAYNAKÇA

BAYAT, Fuzuli, Ana Hatlarıyla Türk Şamanlığı, Ötüken Yayınları, İstanbul,2006.

BOZKURT, Fuat, “Ocaklara ve Buyruk Kitaplarına Göre Çeşitli Alevi Gelenekleri”, Türk Kültürü ve Hacı
Bektaşı Veli Araştırma Dergisi, sayı 63, Ankara, 2012 (385-410).

COŞKUN, Hasan, “Dedelik Ve Ozanlık İlişkisi (Kangallı Dede Ozanlar Örneği)”, Türk Kültürü Ve Hacı
Bektaşı Veli Araştırma Dergisi, s.79, Ankara, 2016 (95-110).

ÇELİK, Hasan; Seda, Kırteke, “Alevi/Kızılbaşlıkta Ocak Kültü”, Türk Kültürü Ve Hacı Bektaşı Veli
Araştırma Dergisi, s.81, Ankara, 2017 (115-132).

43
Yağmur Say, Sücaeddin Veli ve Velâyetnamesi, Eskişehir Valiliği, Eskişehir,2010, s.109.
44
Abdülbaki Gölpınarlı, a.g.e., s.39-41.
45
Mehmet Sarıyar, Hubyar Sultan Ocağı Uygulamaları İle Alevi Yolu Erkânı, Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği Yayınları,
İstanbul, 2008, s.151.

161
Kaan ÇELİK

ERGİN, Muharrem, Dede Korkut Kitabı, Hisar, İstanbul, 2003.

ERSAL, Mehmet, “Alevi İnanç Sisteminde Dem Kültü Ve Dem Geldi Semahları”, Türk Kültürü Ve Hacı
Bektaşı Veli Araştırma Dergisi, s.77, Ankara, 2016 (127-173).

GÖLPINARLI, Abdülbaki, Manakıb-ı Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli Vilayet-name, İnkılâp Yayınları,
İstanbul, 2014.

GÜLTEKİN, Mustafa, “Sarılar Köyü Çıralık Çepni Alevi Ziyareti Ve Türk Ağaç Kültüne Bağlı Bazı İnanış
Ve Uygulamalar”, Türk Kültürü Ve Hacı Bektaşı Veli Araştırma Dergisi, s.70, Ankara, 2014 (73-
95).

İNAN, Abdülkadir, Tarihte ve Bugün Şamanizm Materyaller ve Araştırmalar, TTK, Ankara,2017.

KAŞGARLI, Mahmud, Divanü Lügat-it Türk Tercümesi, Çev. Besim Atalay, TTK, Ankara, 1985.

KILIÇ, Cemil, Sorularla Alevilik, Kamer Yayınları, İstanbul, 2016.

KUMARTAŞLIOĞLU, Satı, “Alevi-Bektaşi Menakıbnamelerinde Ateş”, Alevilik Araştırmaları Dergisi, s.5


yaz/2013, Ankara, 2013 (277-290).

OCAK, Ahmet Yaşar, Alevi Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri, İletişim Yayınları, İstanbul,
2002.

ONARLI, İsmail, , “Dersim’de Bazı Gelenek ve İnanç Motifleri”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli
Araştırma Dergisi, s.15, Ankara, 2000 (150-190).

ÖZMEN, İsmail; Yunus Koçak, Hamdullah Çelebi’nin Savunması, Belen Yayınevi, Ankara, 2007.

PÜSKÜLLÜOĞLU, Ali, Türkçe Sözlük, Doğan Kitabevi, İstanbul, 2002.

RADLOFF, Wilhelm, Türklük ve Şamanlık, Örgün Yayınevi, İstanbul, 2008.

SARIYAR, Mehmet, Hubyar Sultan Ocağı Uygulamaları İle Alevi Yolu Erkânı, Hubyar Sultan Alevi
Kültür Derneği Yayınları, İstanbul, 2008.

SAVAŞ, Saim, XVI. Asırda Anadolu’da Alevilik, TTK, Ankara, 2018.

SAY, Yağmur, Kalenderi, Alevi Ve Bektaşi Kültünde Önemli Bir Alp-Eren Gazi Örneği: Şucaeddin Veli
Ve Velâyetnamesi, TC. Eskişehir Valiliği, 2010.

STUMP Karakaya, Ayfer, Vefailik, Bektaşilik, Kızılbaşlık Alevi Kaynaklarını, Tarihini ve Tarihyazımını
Yeniden Düşünmek, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2016.

SÜMER, Faruk, Safevi Devleti’nin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü, TTK, Ankara,
2018.

⸺⸻, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy Teşkilatı-Destanları, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-


Coğrafya Fakültesi Yayınları, 2. Baskı Ankara, 1972.

TURAN, Osman, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, c.I, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1994.

TÜRKAN, Kadriye, “Türk Masallarında Kahramanın Ve Şamanın Don Değiştirmesi Arasındaki


Benzerlikler”, Türkbilig, s.15, 2018 (136/154).

162
Kaan ÇELİK

ÜNLÜSOY, Kamile, Anadolu’da Hz. Ali Tasavvurları (XIII.-XVI. Yüzyıllar), Türk Tarih Kurumu
Yayınları, 2. Baskı, Ankara, 2020.

163
Râvi Tenkidinde Öznellik Sorunu

Bekir TATLI1
Özet

Hadislerin usulüne uygun olarak öğrenilip öğretilmesi (tahammül ve edâ) vazifesini üstlenen kişiler
olan râviler, bir haberin doğru olarak nakledilmesinde en önemli görevi icra eden şahıslar
konumundadır. Zira üstlenilen vazifenin gereğince yerine getirilip getirilmediği, o haberi yüklenen ve
sonraki nesillere aktaracak olan râvilerin, bu önemli vazifeyi ne derece doğru biçimde anladığı ile
doğru orantılıdır. Bu nedenle yanlış anlaşılıp hatalı aktarılan haberlerde birinci sorumlu kişi, o haberi
öğrenen ve öğreten râvidir. Dolayısıyla gerek râvinin güvenilir olup olmadığı (adalet) gerekse haberi
ne derece doğru kavrayıp naklettiği (zabt) ancak etkili biçimde uygulanacak bir tenkit (cerh-taʻdîl) ile
anlaşılacaktır. Hadis usulünün en önemli konularından biri olan nakd/tenkit işinin ise her zaman ve
şartta objektif olarak uygulanabilmesi çok da kolay bir iş değildir. Zira tenkide konu olan amelin
nesnesi insandır. İnsanın ise hatasız bir biçimde incelenip kendisi hakkında matematik kesinlikte
yüzde yüz doğru karar verilebilmesi mümkün değildir. Çünkü insanların görünen ve açığa vurdukları
yönleri olduğu gibi iç âlemlerinde gizledikleri ve başkaları tarafından tespit edilemeyecek duygu ve
düşünceleri de vardır. Bırakınız görünmeyen taraflarını, insanların zâhiren ortaya koydukları
eylemleri bile yüzde yüz hatasız analiz edebilmek pek mümkün değildir. Bu nedenle râvi/rical
tenkidinin sübjektif ve öznel tarafının olduğunu asla dikkatten uzak tutmamak gerekir. Bunun anlamı,
hadis râvilerinin güvenilir olup olmadıklarını tespit aşamasında acele etmeden karar vermek
gerektiğidir. Zira herhangi bir râvinin güvenilir olup olmadığı hakkında karar veren kişilerde
mezhep/meşrep farklılığı, taassup, çıkar çatışması, inat, bilgisizlik, hazımsızlık, haset, çekememezlik,
yanlış bilgilendirilme gibi pek çok hâricî unsurun etkili olmuş olması muhtemeldir. Üstelik bu
unsurlardan biri veya birkaçı sebebiyle cerh edilen bir râvinin rivayet ettiği hadisin sıhhati
konusunda da şüpheler ortaya çıkacaktır. Zira sahih hadisin en temel şartlarından biri olan “adalet”
sıfatının varlığı, râvinin güvenilir olup olmadığını tespitle ancak anlaşılabilir. İşte bu gibi sübjektif
değerlendirmelerle yanlış karar verilmemesi için, işin öznel ve kişisel değerlendirme yönünün olduğu
noktasının mutlaka göz önünde bulundurulması gerekecektir.

Anahtar Kelimeler: Râvi, rical, hadis usulü, tenkit, öznellik, sübjektif değerlendirme

1. Giriş

“Rivayet eden/nakleden” anlamında çok geniş bir kapsamda kullanılması mümkün olan
“râvi” kelimesinin Hadis Usulü ilmindeki anlamı, Hz. Peygamber’den doğrudan veya vasıtalı olarak
kavlî, fiilî veya takrirî türden bilgi içeren herhangi bir nakilde bulunan kişi demektir. Kapsamın biraz
daha genişletilip, sadece Rasûlullah’a değil, sahabe ve tâbiûna ait söz ve davranışlar hakkındaki
bilgileri aktaran kimseler için de bu kelimenin kullanılması mümkündür. Bu anlamda tarihte gelip
geçmiş herhangi birinden veri aktaran kimselerden ziyade, özellikle “Hz. Peygamber’in hayatından”
bilgiler nakleden kişilere râvi denilir ki, Rasûlullah’tan bir şey nakletmenin ne kadar büyük
sorumluluk gerektirdiği, son derece önemli ve faziletli bir iş olduğu hakkında çok şey söylemek
mümkündür.

1 Prof. Dr., KTMÜ (Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi), İlahiyat Fakültesi, İslâm Bilimleri Bölümü
e-posta: bekir.tatli@manas.edu.kg ; bekir.tatli@hbv.edu.tr

164
Bekir TATLI

2. Yöntem ve Bulgular

Bildirimiz genel olarak literatür tarama ve veri analizi yöntemiyle ele alınacaktır. Hadis
tarihi ve usulü ile ilgili kaynak eserlerden elde edilen veriler bilimsel ve objektif bir şekilde analiz
edilecek ve ulaşılan sonuçlar bilim dünyasıyla paylaşılacaktır.

3. Problem?

Râvi tenkidi öznel bir iş ise, bu durumda râvi/ricâl tenkidine dayalı olarak ortaya çıkan hadis
sıhhat değerlendirmelerinin güvenilirliği var mıdır? Ayrıca hadislerin sahih olup olmadığı kaynaklı
hadis tartışmalarında tarafların birbirini tekfir etmesi yahut da bid‘atçılıkla suçlamaları anlamsız
olmaz mı?

4. Konunun Tartışılması

Cerh-Ta‘dil ilminin temel vazifesinin râvi/rical tenkidi olduğunu; hadis rivayetlerinin


senedlerini teşkil eden bütün râvilerin de adalet ve zabt açısından tenkide tâbi tutulup haklarında
olumlu ya da olumsuz bir değerlendirme yapmanın zorunluluk arz ettiğini biliyoruz. Ancak rical
tenkidinde bahis konusu araştırmanın nesnesi bizzat şahıslar olduğundan dolayı bu tenkidin objektif
ve nesnel bir biçimde yapılmasının zorluğu da izahtan vareste/uzaktır. Çünkü insan dediğimiz varlığı,
velev ki hadis ilminin râvi incelemelerinde esas aldığı ve objektif görünen tenkit noktalarını (metain-i
aşere) dikkate alarak inceleyip tahlil etmek son derece müşkül/zordur. Bir bitki ya da
biyolojik/arkeolojik bir malzemeyi laboratuvar şartlarında inceleyerek muhtevası hakkında detaylı
rapor çıkarabilmek ve kesine yakın derecede nesnel yorum yapabilmek mümkündür. Böyle bir
incelemeyi sosyal bir varlık olan ve biyolojik, fizyolojik, psikolojik, sosyolojik, velhasıl maddî ve
manevî birçok yönü ve karmaşık ilişkiler ağı olan insan üzerinde yaparak, tahlil sonuçlarını bir rapor
halinde sunmak maalesef imkân dâhilinde değildir. Zira ne kadar çaba sarf edersek edelim, ne denli
yakından tanırsak tanıyalım insanı analiz ederek matematik kesinlikte veriler elde etmemiz -en
azından eldeki imkânlarla şimdilik ve muhtemelen ileride de- mümkün görünmüyor. Evet, onları
daha yakından tanıdıkça insanlar hakkında vereceğimiz hükümlerde yanılma payı mutlaka gittikçe
azalacaktır ancak bu oran hiçbir zaman sıfıra da inmeyecektir. Esasen tanımadığımız her insan büyük
bir soru işaretidir. Onu daha yakından tanımaya başladıkça bu soru işareti gittikçe küçülecek,
küçülecek, küçülecek, ama hiçbir zaman asla tamamen yok olmayacaktır. Yıllardır tanıdığımız
insanların gün gelip bizleri yanıltması yahut bizim onları hayal kırıklığına uğratacak davranışlar
sergilememiz her zaman ihtimal dâhilindedir. Ancak böyle bir ihtimal var diye insanlar hakkında
hiçbir zaman yorum ve yargıda bulunmamak gerektiğini de söylüyor değiliz. Elbette rical tenkidinde
incelemeye konu olan kişiler (râviler) insanlardır; onlar hakkında da bir şekilde hüküm vermek ve
onların cerh-ta‘dil açısından durumlarını ortaya koymak gerekmektedir. Verilecek hükümlerin yüzde
yüz doğru ve matematik kesinlik ifade etmediğini bilsek de böyle bir ameliye her hâlükârda
gerçekleştirilmek durumundadır. Çünkü bizzat Kur’an-ı Kerim “Ey iman edenler! Bir fâsık size haber
getirdiğinde onu araştırın…” (Hucurât, 49/6) diyerek, bizlere, ileride pişman olmamak ve istenmeyen
sonuçlarla karşılaşmak için haber getiren kişileri mutlaka araştırmamızı emretmektedir.

Dolayısıyla onlarca cildi bulan cerh-ta‘dil eserlerimizde yer alan binlerce râvi hakkında
verilen sika, sebt, huccet, sadûk, asdaku’n-nâs, zayıf/sakîm, münkeru’l-hadis, kezzâb, ekzebü’n-nâs vb.
değerlendirme lâfızları hakkındaki yaklaşımımız, bunların nihai hükümler olmadığı yönündedir. Yani
bir râvi hakkında bu sıfatlar kullanılarak değerlendirme yapıldığında bizlerin zihninde sadece
“yaklaşık” bir anlam şekillenecek ve bizler de senedin sıhhat durumuyla ilgili “ihtimalli” bir hüküm
vermiş olacağız; zaten bunun dışında da yapabilecek fazla bir şey yoktur. Bu noktada şayet bir râvi ile
ilgili âlimlerimiz “ittifak ederek” olumlu/olumsuz bir hüküm vermişlerse, bu hükmün doğruya yakın
olma ihtimalinin oldukça yüksek olduğunu anlayacağız ki bunda fazla bir sorun olmadığını
söyleyebiliriz. Ancak asıl problem aynı râvi hakkında verilen hükümlerin değişkenlik arz etmesi; bazı

165
Bekir TATLI

âlimlerin cerh ederken diğer bazılarının ise ta‘dil yönünde tercihte bulunmalarıdır. Bu durumda
herhalde yapılacak iş, varılan hükmün kesinlik ifade etmediğini söyleyerek râvi hakkında olumlu ve
olumsuz değerlendirmeler olduğunu vurgulamak ve en sonunda “tevakkuf” etmektir. Durum hangi
merkezde olursa olsun, râviler hakkında ister ittifakla kabul/red isterse tevakkuf yönünde karar
verilsin, varılan sonuç hiçbir zaman matematik kesinlik ifade etmeyecektir. Çünkü bir râvinin makbul
ya da merdud olduğu yönünde ittifakla karar verilse bile yine de verilen bu hükmün yanlış olması da
muhtemeldir; zira karar verenler bir şekilde yanılmış ya da yanıltılmış olabilirler.

Şunu da vurgulamak ve itiraf etmek gerekir ki, cerh-ta‘dil hususunda eski âlimlerin râvilerle
ilgili değerlendirme imkânlarının bize göre çok daha fazla olduğunu kabul etmek zorundayız. Çünkü
eski ulemamız râvilere veya yakın çevrelerine bizzat ulaşarak onları tanıma veya o zamanda yaşayan
âlimlere sorma, bilgilerini teyit etme imkânına da sahiptiler. Bizler için ise böyle bir ihtimal söz
konusu olmayıp, zamanımıza kadar ulaşma şansını yakalamış devasa boyutlardaki biyografi, tabakât
ve cerh-ta‘dil eserlerine müracaatla ancak karar vermeye çalışabiliriz. Bu yüzden bizlerin vereceği
hükümler eski ulemamıza göre oldukça dezavantajlı bir konumda ve yanılma payı/ihtimali çok daha
yüksek olacaktır. Bizler sadece “metin tenkidi” anlamında geçmiş âlimlerimizle eşit şartlarda
değerlendirme imkânı elde edebiliriz, o da sahip olduğumuz muazzam hacimli külliyatlara
hâkim/vâkıf olma şartıyla; bu konuda bir vukuf olmazsa metin tenkidinde de yine dezavantajlı
oluruz. “Sened tenkidi” anlamında ise ancak eski âlimlerin kanaatlerini cem etme ve bunların hangi
istikamette yoğunlaştığını tespit ederek “yaklaşık” bir sonuca ulaşma yönünde bir çaba sarf edebiliriz.
İşte bu çalışmamızda bizim vurgulamak istediğimiz de budur; yani ulaştığımız sonuçların bizi ancak
“tevakkuf” edebileceğimiz bir noktaya götüreceğini, bunun ötesinde yapacağımız yorumların ise
kesinlik arz etmeyeceğini bilmek zorundayız. Nitekim, bir râvinin “yalancı”, “fâsık”, “bid‘atçı” vs. olup
olmadığını tespitte tamamen hakkaniyetle hareket edildiğini, bu hususlarda eleştiriye maruz kalan
râvilerin asla sübjektif/öznel bakış açılarıyla cerh edilmediğini söyleyebilmek nasıl mümkün olabilir?
Her şeyden önce bu kusurların herkes tarafından tarafsız olarak tespiti zor bir meseledir. Zira
birilerine göre yalancı/fâsık/bid‘atçı olan râviler diğer bazılarına göre öyle kabul edilmeyebilir.
Çünkü her mezhebin değer ölçüsü diğerine göre farklılık arz edebilmektedir. Bu nedenle cerh-ta‘dilde
özellikle adalet açısından yapılan değerlendirmelerde zaman zaman tarafgir, hasmâne ve
mezhebî/kişisel taassupla hareket edilerek tenkidin dozu kaçırılmış ve birtakım râviler bilerek
gözden düşürülmüş yahut cerh edilmiş olabilir.

Günümüzden tarihe bir çırpıda yolculuk yaparak bu tür sübjektif, öznel ve hakkaniyetten
uzak değerlendirmelere maruz kalarak cerh edilmiş râvileri tespit edip onları tarih ve insanlık
önünde aklayabilmek mümkün olmasa da, burada örnek kabilinden Abdullah b. Lehî‘a’nın bu
konuda dikkat çekici bir örnek olduğunu söyleyebiliriz. Zira her ne zaman bu râvinin ismini bir
hadisin senedinde görsek, genellikle hemen bir çırpıda kendisi hakkında “zayıf” hükmünün
yapıştırılıverdiğini görüyoruz (Mesela bkz. İbn Adiy, 1409/1988: IV, 144, no: 977.). Oysaki onun
gerçekte zayıf olmadığını, asıl problemin kendisinden önceki veya sonraki râviden kaynaklandığını;
İbn Lehî‘a’nın ise son derece güvenilir ve fakih bir râvi olduğunu vurgulayan âlimler de vardır 2 ve bu
durum pek de gündeme getirilmez. Bu noktada mezkûr râvi hakkındaki değerlendirmelere biraz
daha yakından bakmak faydalı olacaktır:

2 Mesela Ahmed Muhammed Şâkir’in, Sünenü’t-Tirmizî’ye yapmış olduğu tahkikte belirttiğine göre Ebû
Abdirrahman Abdullah b. Lehî‘a b. Ukbe el-Ğâfikî el-Mısrî, kadılık görevinde bulunmuş olan fakih bir âlimdir. Her
ne kadar birçokları delilsiz olarak onun hafızası hakkında ileri geri konuşmuşlarsa da, çeşitli hadislerinin
incelenmesi ve âlimlerin onun hakkındaki yorumlarının değerlendirilmesi sonucu İbn Lehî‘a’nın hadisinin sahih
olduğu ağır basmaktadır. Onun rivayetindeki zafiyet kendisinden değil, ondan önceki veya sonraki râviden
kaynaklanmakta olup, o da her âlim ve râvinin yanıldığı kadar zaman zaman yanılabilmektedir. Bu anlamda onun
hakkında Ahmed b. Hanbel’in: “Hadisinin çokluğu, zabtı ve itkânı konusunda Mısır’da İbn Lehî‘a gibisi var mı ki!”
şeklindeki beyanı oldukça dikkat çekicidir. (Bkz. Tirmizî, I, 16, Tahâret 7, no: 10’un dipnotu. Ahmed b. Hanbel’in
mezkûr sözü için bkz. Zehebî, ts.: XV, 10; İbn Hacer, 1984: V, 329).

166
Bekir TATLI

Neredeyse erken dönem bütün hadis kitaplarında rivayetlerine rastladığımız Abdullah b.


Lehî‘a’nın cerh-ta‘dil durumu konusunda söylenecek çok şey vardır. Çünkü kendisi hakkında rical ve
terâcim kitaplarında olumlu ve olumsuz pek çok değerlendirmeye rastlamak mümkündür ve bu
eserlerde ona önemli ölçüde yer ayrıldığı dikkat çekmektedir. Şüphesiz bu durum, yaşadığı dönemde
Mısır’daki hadisçiler arasında kendisinin önemli bir mevkide bulunmasından kaynaklanmaktadır.
Zira İbn Lehî‘a tâbi‘î ve tebe-i tâbi‘îlerin ileri gelenleri ile karşılaşarak ilim pınarının kaynağından
içme ve onlardan hadis alma fırsatı elde etmiştir. Aynı şekilde Kütüb-i Sitte sahiplerinin hocaları olan
Kuteybe b. Sa‘îd, Abâdile (Abdullahlar) ve daha pek çok isim gibi büyük hadis imamları ona öğrencilik
yapmıştır. Dolayısıyla İbn Lehî‘a hakkındaki büyük resmi ortaya koymanın zorluğu ortadadır; zira
önemli cerh-ta‘dil kaynaklarında ve rical/tabakât eserlerinde İbn Lehî‘a ve rivayetleri hakkında
olduğu gibi, kendisi hakkında bu denli ihtilaf ve çelişkili görüşler nakledilen başka birisi daha
herhalde olmamıştır. Çünkü onun söz konusu eserlerdeki biyografisine bakıldığında bunların onunla
ilgili çelişkili görüşlerle dolu olduğu görülür. Bir tarafta, onu asrının hafızı konumunda göstererek
ta‘dil edenler; diğer tarafta ise, rivayetlerini zayıf göstermede mübalağa ederek onu acımasızca cerh
edenler vardır. Mesela; Abdurrahman b. Mehdî: “İbn Lehî‘a’dan az ya da çok asla hadis almam!” (İbn
Adiy, 1988: IV, 144; Zehebî, 1995: IV, 167, no: 4535; er-Razû, 1996: s. 20.) derken, Bişr b. Serî de
Yahya b. Sa‘îd el-Kattân’a hitaben şöyle söylemiştir: “İbn Lehî‘a’yı görürsen, ondan bir harf bile alma!”
(İbn Adiy, 1988: IV, 144; Zehebî, 1995: IV, 168). Bu cerh ifadeleriyle İbn Lehîʻa’nın hadis almaya lâyık
bir râvi olmadığı açıkça ortaya konulmaya çalışılmıştır. Buna karşılık rical ve terâcim kitapları İbn
Lehî‘a’nın sika biri olduğu görüşünde olan ve onu hadis ilminde asrının ve yaşadığı şehrin
imamlarından biri kabul eden pek çok âlimin ifadeleriyle de doludur. Hatta bu görüşler, kendi
muasırlarından başlayıp hicrî üçüncü asırdaki cerh-ta‘dil âlimleriyle sona erecek şekilde zaman
olarak da çok geniş bir dönemi içine almaktadır. Söz gelimi;

Zeyd b. el-Hubâb’ın naklettiğine göre Süfyan es-Sevrî (ö. 161/778) şöyle demiştir: “İbn
Lehî‘a’nın yanında asıllar varken, bizde furû‘lar vardır.” (Zehebî, ts.: XV, 11; İbn Hacer, 1984: V, 329).
Yani es-Sevrî onun bilgi kaynaklarının asıl ve birinci el kaynaklara dayandığını, kendilerinin ise ikinci
el kaynaklardan beslendiklerini itiraf etmek durumunda kalmıştır. Süfyan es-Sevrî diğer bir yerde ise,
“İbn Lehî‘a ile karşılaşmak için defalarca haccettim.” (Zehebî, ts.: XV, 14; İbn Hacer, 1998: s. 194)
demiştir.

Abdullah b. Lehî‘a’nın öğrencilerinden İbn Vehb (ö. 197/813) ise: “Vallahi bana doğru sözlü
ve iyilik sahibi ( ) olan Abdullah b. Lehî‘a rivayet etti…” diyerek onu övmüş; onun bu
cümlelerini duyan öğrencisi Ebû’t-Tâhir de, “İbn Vehb’i daha önce bu şekilde yemin ederken hiç
görmedim!” diye eklemiştir (İbn Adiy, 1988: IV, 145; Zehebî, ts.: XV, 14; Zehebî, 1995: IV, 168; İbn
Hacer, 1984: V, 329; Razû, 1996: s. 21). Bu ifadeler de bizzat talebesi İbn Vehb’in gözünde İbn
Lehîʻa’nın son derece değerli bir şahsiyet olduğunu ortaya koymaktadır.

Buhârî ve Müslim gibi pek çok önemli hadisçinin hocası olan Kuteybe b. Sa‘îd (ö. 240/855)
de: “İbn Lehî‘a vefat ettiğinde Leys b. Sa‘d şöyle dedi: Onun gibisi kalmadı/geride kendisi gibi birini
bırakmadı!” (Zehebî, 1995: IV, 169; Zehebî, ts.: XV, 11) sözünü nakletmek suretiyle İbn Lehîʻa’nın ne
kadar değerli bir kişi olduğunu vurgulamış olmaktadır.

Az önce, “İbn Lehî‘a’dan az ya da çok asla hadis almam!” dediği nakledilen meşhur cerh-taʻdil
âlimlerinden Abdurrahman b. Mehdî’nin (ö. 198/813) diğer bir defasında: “Bedelini ödeyerek de olsa
İbn Lehî‘a’dan beş yüz hadis dinlemiş olmayı çok isterdim.” (Zehebî, ts.: XV, 14) diye hayıflandığını ifade
eden sözü İbn Lehîʻa’nın değerini ve önemini ortaya koyması açısından oldukça önemlidir. Bu
durumda iki söz arasında bir tenakuz var gibi görünmekte ise de, belki onun İbn Lehî‘a’nın ömrünün
sonundaki ihtilattan dolayı hadislerini almadığı, imkân bulabilseydi ihtilattan önceki rivayetlerini
dinlemek için hiçbir masraftan kaçınmayacağını kastetmiş olduğu da düşünülebilir.

167
Bekir TATLI

Aynı minvalde İmam Ahmed b. Hanbel de “Gerek çok hadis bilgisi gerekse zabt ve itkânı
yönünden Mısır’da İbn Lehî‘a gibisi olmamıştır.” (İbn Hacer, 1984: V, 329; İbnü’l-İmâd, 1986-1993: II,
336) ve “Mısır’ın muhaddisi İbn Lehî‘a’dan başkası değildi!” (Zehebî, 1995: IV, 169; Zehebî, ts.: XV, 10;
Razû, 1996: s. 22) diyerek onu taʻdil eden âlimlerden biri olduğunu göstermiştir.

Dolayısıyla gerek kendi muasırı olan gerekse sonraki âlimlerden İbn Lehî‘a’yı ta‘dil edenlerin
sözlerinden açıkça ortaya çıkmaktadır ki, Süfyan es-Sevrî, Mâlik b. Enes, Leys b. Sa‘d, Abdurrahman b.
Mehdî, Abdullah b. Vehb gibi bu ilmin imamları sayılan muasırları, İbn Lehî‘a’nın sika birisi olduğu
kanaatinde olup, onu hadis hafızı konumuna yerleştirmişlerdir ki onlar muasırları olarak onun
durumunu başkalarından daha iyi bilecek durumdadırlar.

Öyleyse İbn Lehî‘a’nın durumu ile ilgili olarak; farklı âlimler nazarında gerek onun cerh
edilmesi gerekse zabtı, itkânı ve imamlığına dair nakledilenlerde ciddi farklılıklar olması sebebiyle
görüşler arasında büyük bir uçurum vardır. Bize gereken ise, biraz olsun tevakkufta/beklemede
kalarak her iki grubun sözlerine de kulak vermek, kaynaklarına bakmak ve delillerini araştırmaktır.
İşte iki yönlü bu tür yorumları hiç dikkate almadan bu zatı bir çırpıda zayıflıkla itham etmek hatalı
olacaktır. Hatta bu tür değerlendirmelerde kul hakkı ihlallerinin de gündeme gelebileceğini dikkatten
uzak tutmamak gerekir.

Dolayısıyla râviler hakkındaki değerlendirmelerin öznel/sübjektif olarak yapılmış


olabileceğini dikkate alarak verilecek hükümlerde acele etmemek gerektiğini düşünüyoruz. Bu
durumda şöyle bir sonuçla karşılaşmamız da kaçınılmaz olacaktır: Râvi/ricâl tenkidi büyük oranda
sübjektif ve tartışmaya açık esaslarla icra edildiğine göre, sened tetkikleri sonucu bir hadisin sahih
veya zayıf olabilmesi de her zaman muhtemeldir. Bu da aynı hadisin değerlendirmesi esnasında
ortaya çıkan fıkhî ve itikâdî tartışmalarda taassuptan uzak bir şekilde karar vermeyi gerektirir ve
karşı tarafı acımasızca tekfir/tadlîl etmenin veya bid‘atçılıkla suçlamanın anlamsızlığını ortaya koyar.
Bu temel esas kabul edildiğinde fıkhî yahut itikâdî mezhepler arasında cereyan eden tartışmaların
çok daha yumuşak bir zeminde ve karşılıklı empati ve anlayışla gerçekleşmesi çok daha kolay
olacaktır. Geçmişte olduğu gibi bugün ve yarın da ihtiyacımız olan işte bu hoşgörü temelli ilmî
müzakerelerdir. Böyle bir ortamda icra edilecek müzakerelerdeki fikrî tartışmaların hakikat
şimşeklerini doğurması mümkündür. İşte râvi/rical tenkidinin böyle bir zeminde gerçekleştiğini
bilmek bizleri çok daha müsamahakâr hale dönüştürecektir.

5. Sonuç ve Öneriler

Sosyal bilimlerin karakteri fen/matematik bilimlerinkine asla benzemez; dolayısıyla


bunlarda varılan sonuçlar “ihtimalli” olmaya çok daha yakındır. Ancak yine de râvi/rical tenkidi
anlamında matematik kesinlikte olmasa bile karar verilmek durumundadır. Verilen kararın nihai
olmadığı, yanılma payının az veya çok mutlaka bulunduğu bilindikten sonra bunda fazla bir tehlike de
söz konusu olmayacaktır. Dolayısıyla râvi ve rical tenkidinin “öznelliğini” dikkate alarak günümüz
insanlar arası ilişkiler bağlamında “sübjektif” bireysel değerlendirmelerde bulunmamak gerektiği
noktasını hatırdan uzak tutmamayı tavsiye ediyoruz.

6. Kaynaklar

İbn Adiy. (1409/1988). Ebû Ahmed Abdullah b. Adiy b. Abdullah el-Cürcânî, el-Kâmil fî duafâi’r-ricâl,
thk. Yahya Muhtâr Ğazâvî, I-VII, Dâru’l-Fikr, Beyrut.

İbn Hacer. (1404/1984). Ebü’l-Fadl Ahmed b. Ali b. Muhammed el-Askalânî, Tehzîbü’t-Tehzîb, I-XIV,
Beyrut.

İbn Hacer. (1418/1998). Ebü’l-Fadl Ahmed b. Ali b. Muhammed el-Askalânî, Ref‘u’l-ısr an kudâti Mısr,
thk. Ali Muhammed Ömer, Mektebetü’l-Hâncî, Kahire.

168
Bekir TATLI

İbnü’l-İmâd. (1986-1993). Şihâbüddin Ebü’l-Felâh Abdülhay b. Ahmed ed-Dımeşkî, Şezeratü’z-zeheb fî


ahbâri men zeheb, thk. Abdülkâdir el-Arnaût-Mahmûd el-Arnaût, I-XI, Dâru İbn Kesîr, Beyrut.

er-Razû. (1416/1996). Hasen Muzaffer, el-İmâmü’l-muhaddis Abdullah b. Lehî‘a, Dâru’l-Cîl, Beyrut.

Tirmizî. (ts.). Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ b. Sevre, el-Câmiu’s-Sahîh (Sünen), thk. Ahmed Muhammed
Şâkir, I-V, Beyrut.

Zehebî. (1416/1995). Şemsüddin Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed, Mîzânü’l-i‘tidâl fî nakdi’r-ricâl,


I-VIII, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut.

Zehebî. (ts.). Şemsüddin Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed, Siyeru a‘lâmi’n-nübelâ, I-XXIII,
Müessesetü’r-Risâle.

169
Hadis Usulünde Tenkidin Önemi

Bekir TATLI1
Özet

Râvi/rical tenkidi olmaksızın sened tetkiki yapabilmenin imkânı olmadığından, hadis usulü ilminde
tenkidin son derecede önemli bir yeri olduğunu söylememiz gerekir. Râvi zincirlerinden oluşan bir
silsileyi ifade eden senedde/isnâdda yer alan bütün isimler cerh ve ta‘dil açısından mutlaka bir
incelemeden geçmelidir. Bu incelemenin temelinde ise râvilerin dürüstlük/güvenilirlik (adalet) ve
hafıza gücü yahut elde mevcut malzemenin korunması (zabt) açısından tenkidi vardır. Bu tenkit
neticesinde hadis rivayetine ehliyeti tespit edilen râvilerin naklettiği hadislerin makbul ve amel
edilebilir olup olmadığı ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla bir hadis rivayetiyle amel edilip edilmeyeceğini
tespit noktasında en önemli adımlardan birisi, o hadis veya haberi nakleden râvinin tenkide tâbi
tutulmasıdır. Bu yapılmadığında, haberin kaynağına aidiyetini tespit de mümkün olmaz ve o haberin
sübut problemi taşıdığı anlaşılır. Bu nedenle Hz. Peygamber’in (s.a.) bir sözü veya davranışı (sünnet)
olarak aktarılan bir haberin ona aidiyetini doğru tespit edebilmek için mutlak surette o haberi
nakleden râvinin ve o haberin tenkit edilmesi gerekir. Tenkit neticesinde sika olduğu anlaşılan
râvilerin haberlerinin büyük oranda makbul veya amel edilir durumda olduğu tespit edilebilirse
maksat hâsıl olmuş demektir. Aksi takdirde râvinin güven telkin etmediği ve naklettiği haberin sübut
açısından problemli olduğunun anlaşılması durumunda, o haberin kaynağına aidiyeti de şüpheli olur
ve onunla amelde ihtiyatlı davranılır. İşte bütün bu açılardan hadis usulünde râvi/rical tenkidi son
derece önem arz etmektedir. İslâm’ın özünde de bulunan tenkit işinin hadis tarihinde râvi/rical
tenkidi olarak kendini gösterdiği; cerh-ta‘dil ilminin varlık sebebi olan rical tenkidinin de ayette dile
getirilen: “Ey iman edenler! Bir fâsık size haber getirdiğinde onu araştırın…” emrinin bir gereği olarak
icra edildiği anlaşılmaktadır. Söz konusu ayet-i kerime hem haber getiren “râvinin” hem de getirilen
“haberin” içeriğinin araştırılmasının gereğini bildirmektedir. Hadis usulünün temelinde bulunan bu
tenkit zihniyetinin ve eleştirel bakış açısının doğru bilgiye ulaşmada hayatî değerde olduğunun
farkına varılarak, çocuk yaştan itibaren bu zihniyetin yerleştirilmesi için gereken her şey
yapılmalıdır.

Anahtar Kelimeler: Tenkit, eleştirel düşünce, hadis usulü, Hz. Peygamber, sünnet

1. Giriş

Genellikte insan tabiatının pek hoşlanmadığı kelimelerden biri olan tenkit kelimesi,
dilimizde eleştiri veya kritik olarak da yaygın olarak kullanılmaktadır. Her ne kadar ilk çağrışımda
olumsuz bir mana sezilse de aslında bu kelimelerin tamamında “olumlu veya olumsuz anlamda
değerlendirmeye tâbi tutma” anlamı vardır. Bu yönüyle tenkidin, olayları, haberleri, nesneleri veya
kişileri olumlu ve olumsuz yönleriyle incelemek, tahlil etmek, değerlendirmek ve bunun sonucunda
da önemli ve isabetli tespitlerde bulunarak geleceğe yönelik hayatî hedefler koymak açısından son
derece önem arz ettiği ortadadır. Bununla birlikte genel kabul olarak her ne nedense Kur’an ve hadis
ilimleri tenkide meydan vermeyen, nasların yorumsuz bir şekilde aynıyla kabulüne bizi zorlayan
ilimler olarak algılanmaktadır. Hâlbuki durum bunun tam da tersidir; zira esasında tenkit özellikle

1
Prof. Dr., KTMÜ (Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi), İlahiyat Fakültesi, İslâm Bilimleri Bölümü
e-posta: bekir.tatli@manas.edu.kg ; bekir.tatli@hbv.edu.tr

170
Bekir TATLI

hadis ilminin bel kemiğidir. İşte biz de bu bildirimizde konuyu biraz daha detaylandırarak hadis
usulü ilminde tenkidin yeri ve önemi hakkındaki bazı düşüncelerimizi ilim adamlarımızın dikkatine
sunmak istiyoruz.

2. Yöntem ve Bulgular

Bildirimiz genel olarak literatür tarama ve veri analizi yöntemiyle ele alınacaktır. Hadis
tarihi ve usulü ile ilgili kaynak eserlerden elde edilen veriler bilimsel ve objektif bir şekilde analiz
edilecek ve ulaşılan sonuçlar bilim dünyasıyla paylaşılacaktır.

3. Hadis Usulünde Tenkit

Meşhur Buhârî şârihi Kastallânî’nin (ö. 923/1517) tabiriyle, “Münekkit (tenkitçi) âlimler,
Sünnet’in illetlerini bilen hâzık tabiplerdir.” (Kastallânî, ts.: I, 17). Bu anlamda hadis tarihinin en
önemli kelimelerinden birinin “tenkit” olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Öyle ki bu kelime diğer ilim
dallarının hepsinden daha önce ve en fazla hadis usulü ilminde yer bulmuş ve “râvi/rical tenkidi” ve
“sened kullanımı” olarak kendini göstermiştir. Bu meyanda Muhammed b. Sîrîn (ö. 110/729): “Bu ilim
dindir; dolayısıyla dininizi kimden aldığınıza bakın.”; Abdullah b. el-Mübarek (ö. 181/797) ise: “İsnâd
dindendir; isnâd olmasaydı, dileyen dilediğini söylerdi!” demiştir. Yani tenkidin bir nevi hadis usulü
geleneğindeki adı ve karşılığı, rical tenkidi; diğer bir tabirle sened/isnâd kullanma mecburiyeti; daha
genel bir ifadeyle cerh-ta‘dildir. Bu anlamda dünya tarihinde hadis ilmiyle boy ölçüşebilecek herhangi
bir ilim dalı olduğunu zannetmiyoruz. Zira diğer ilim dallarının hiçbirinde hadis ilminde olduğu gibi
kapsamlı ve sistemli bir rical tenkidinin mevcudiyetini gösterebilmek mümkün değildir. Hatta hadis
ilminin bu konuda diğerlerine faikıyeti öyle belirgindir ki, tarihte uzun bir dönem isnadlı hadis
rivayet geleneği diğer ilimleri de etkileyerek, hatta belki de onları mecbur tutarak “nakle dayanan
haber/bilgi aktarımında” veya “bir kitaba başlarken” sened kullanma geleneğinin yayılmasına
katkıda bulunmuştur. Özellikle erken dönem tefsir, akaid/kelâm, fıkıh, siyer, tarih, tasavvuf,
şiir/edebiyat gibi ilim dallarında zaman zaman gördüğümüz “sened” kullanımının, hadis usulünde
vazgeçilmez bir konuma gelen, “haberi senedli nakletme” mecburiyetinden etkilenerek ortaya
çıktığını çok rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak elbette diğer ilim dallarından ziyade rical tenkit usulü en
mükemmel şekliyle hadiste arz-ı endam etmiştir (Geniş bilgi ve ilgili rivayetlerin kaynakları için bkz.
Tatlı, 2020: s. 419 vd.).

Hadis tarihinde tenkit kelimesi cerh ve ta‘dil ilminin ana kavramlarından biri olarak kendini
göstermiştir. Diğer bir ifadeyle bu ilmin bel kemiği tenkittir; yani o olmazsa böyle bir ilmin
varlığından söz edilemez. Özellikle İslâm tarihinin en acı ve dramatik günlerinin başlangıcı sayılan Hz.
Osman, Hz. Ali ve Hz. Hüseyin’in şehit edilişlerinin ardından ortaya çıkan “fitne” döneminden sonra,
Hz. Peygamber’e ait hadislerin sened zincirleriyle birlikte nakledilme zorunluluğu ile beraber rical
tenkidi işi de sistematik olarak uygulanmaya başlanmıştır. O zamana kadar buna ihtiyaç duyulmasını
gerektiren herhangi genel bir kargaşa ortamı olmamıştı. Çünkü sahabenin önemli bir kısmı
hayattaydı ve yalancılık çok yaygın değildi. Herhangi birisi bir hadis rivayet ettiğinde, onun Hz.
Peygamber’e ait olup olmadığını çok kolay bir şekilde hayattaki sahabeye sorarak test/teyit etme
imkânı vardı. Daha sonra ise durum değişmişti. Nitekim Abdullah b. Abbas (ö. 68/687): “Peygamber
şöyle buyurdu, Peygamber şöyle dedi” diyerek hadis nakleden Büşeyr el-Adevî’yi dinlememiş ve
bunu şöyle gerekçelendirmiştir: “Hadise yalan karışmadan önce birisi, Peygamber şöyle söyledi, dediği
zaman gözlerimizi dört açar, kulaklarımız onun sözlerine dikkat kesilirdi. Fakat doğru-yalan demeden
rastgele konuşulmaya başlandıktan sonra artık bildiğimiz şeylerden başkasını almaz olduk.” (Müslim,
1991: Mukaddime 4; Dârimî, 2000: Mukaddime 38, no: 440. Ayrıca bkz. Yücel, 2011: s. 196)

Yani İbn Abbas’ın söylediklerinden anladığımıza göre, bir zamanlar insanlar “Rasûlullah
(s.a.) şöyle buyurdu…” dediği zaman hemen gözlerini ve kulaklarını dört açan sahabe-i kiram, fitne
olayından sonra tanıdık/tanımadık tabiri caizse her önüne gelenin hadis rivayet etmesiyle birlikte

171
Bekir TATLI

artık sadece tanıdıkları insanlardan hadis almaya başlamışlardı. Aynı şekilde büyük tâbiî âlimi
Muhammed b. Sîrîn (ö. 110/729): “(Önceleri) isnattan sormazlardı. Ne zaman ki fitne vaki oldu, ondan
sonra bize ricalinizi isimlendirin (isimlerini vererek hadis rivayet edin) denildi. Bunun üzerine ehl-i
sünnete bakılır ve hadisleri alınırdı, bid‘at ehline de bakılır, hadisleri alınmazdı.” (Müslim, 1991:
Mukaddime 5; Dârimî, 2000: Mukaddime 38, no: 430) demek suretiyle aynı fitne dönemine ve sened
kullanımının başlamasına işaret etmiştir. Bu da hadiste rical tenkidi işinin yaklaşık hicrî birinci asrın
ilk yarısından itibaren başladığını göstermektedir ki bu gerçekten oldukça erken bir dönemdir.

Esasen hadis tarihinde pek erken bir dönemde başlayan bu “tenkit zihniyeti”nin İslâm
ümmetine hatta bütün insanlığa Kur’an ve onun yanı sıra vahyin bize tebliğcisi konumunda olan
Rasûlullah’ın (s.a.) bir armağanı olduğunun farkında olmamız gerekir. Zira vahyin sahibi olan Allah
Teâlâ Kur’an’da sık sık insanlara akıllarını kullanmayı, Allah’ın bahşettiği sonsuz nimetleri
hatırlamayı, önceki ümmetlerden Allah’a karşı nankörlük eden kavimlerin ibretlik akıbetlerini
düşünüp kendilerine çekidüzen vermeyi öğütlerken; müşrik ve kâfirlerin, atalarını körü körüne taklit
etmelerini her fırsatta eleştirmiş/tenkit etmiştir. Kur’an’ın tamamında ama özellikle de Mekkî
surelerde bu meyanda pek çok ibret tablosunu ve Allah’ın yönelttiği eleştiri oklarını temaşa edip
okumamız mümkündür (Bu konuda pek çok örnek ve değerlendirme için bkz. Tatlı, 2020: s. 422-
429).

Bildiğimiz üzere hadis usulünde hadisler isnâd ve metnin birleşiminden oluşur ve her hadis
metninin evvelinde de mutlaka bir isim zinciri bulunmak zorundadır. Bu nedenle senedsiz
rivayetlerin Hz. Peygamber’e aidiyetinde önemli problemler söz konusudur. Çünkü kimden geldiği ve
kimin rivayet ettiği bilinmeyen bir rivayetin Rasûlullah’a isnadı mümkün değildir. Dolayısıyla
isnâd/sened, bir nevi o metnin altına Hz. Peygamber’in imzasının atılması anlamına gelir. İsnadı
olmayan rivayetlere Rasûlullah’ın adının karıştırılması ve onun isminin eklenmesi ise, bir nevi
evrakta sahtecilik türünden ağır bir kusurdur. Bu nedenle senedsiz rivayetlere hep mesafeli durmak
ve râvisi yahut kaynağı bilinmedikçe bir sözün/davranışın Hz. Peygamber’e ait bir şey gibi
nakledilmesine müsaade etmemek durumundayız. Sened tenkidinin temeli rical araştırmasına
dayanır ve cerh-ta‘dil uzmanlarının derledikleri bilgiler ışığında isnadı teşkil eden bütün râvilerin
makbul ya da merdud oldukları konusunda bir sonuca ulaşılmaya çalışılır.

Burada bahis konusu olan rical tenkidi hadis usulü ilminde son derece önem arz etmektedir.
Çünkü sened tenkidi yapılmadan herhangi bir rivayetin “sübut problemi” taşıyıp taşımadığını tespit
etmemiz mümkün değildir. “Sübut” ile kastettiğimiz şey ise, “metin tenkidi” ile birlikte, Hz.
Peygamber’e isnâd edilen rivayetin gerçekten ona ait olup olmadığını anlama yollarından biri olan,
metnin güvenilir kişiler yoluyla sağlam bir şekilde sonraki nesillere ulaştırılıp ulaştırılmadığını tespit
etmek üzere yapılan “sened tenkidi” ameliyesinin bir sonucudur. Yani rical araştırması neticesinde o
senedin ittisali hakkında bir fikir sahibi olunacak, şayet senedde herhangi bir inkıta‘ olmadığı
yönünde bir kanaate ulaşılırsa râvilerin muttasıl bir şekilde rivayeti naklettikleri, dolayısıyla sübut
anlamında önemli bir veri elde edildiği anlaşılacaktır. Ancak sübut için bu da yeterli değildir; çünkü
râvilerin muttasıl bir biçimde metni aktarmalarının yanında, rivayeti sahabeden itibaren her
nesildeki büyük toplulukların da sonraki nesillere ulaşıncaya kadar aynı şekilde nakletmiş olmaları
da gerekecektir. Bir metnin sübut probleminin olmadığını söylemek, “sahabe-tâbiûn-tebe-i tâbiîn”
nesilleri boyunca büyük bir teveccühle (tevatür) o rivayeti naklettiklerinin anlaşıldığını ifade etmek
demektir. Değilse, o metnin sübut problemi var anlamına gelir ki bu durumda yakînî değil zannî bilgi
ifade ettiği de anlaşılır. Metnin mütevâtir olarak nakledilmiş olması ise sübut açısından bir problem
olmadığını, dolayısıyla o metnin kaynağına aidiyetinin de kesin olduğunu söylemek demektir. Ne var
ki elde mevcut bilgi kaynaklarımızdan Kur’an-ı Kerim ve mütevâtir sünnet dışında tevatürle
nakledilen ve sübut problemi olmayan bir metin/rivayet bulabilmek neredeyse imkânsızdır. Buna
karşılık halen elimizdeki kaynaklarımızın tamamına yakını âhâd haberler niteliği taşır ki bizce bunda
yadırganacak bir durum da yoktur.

172
Bekir TATLI

Hadis kaynaklarımızın tamamına yakınının âhâd haberler ihtiva etmesi, bu rivayetlerin bize
mütevâtir olarak değil sayılı kişiler aracılığı ile ulaştığı anlamına gelir. Burada bahis konusu edilen
“sayılı kişiler” bir-iki de olabilir, tevatür sayısını bulmayan 3-5 kişi de olabilir. Bu anlamda sahabeden
itibaren büyük topluluklar halinde nakledilmeyen bütün haberler, bir müddet sonra şöhrete ulaşsa
bile âhâd demektir. Âhâd ise, o haberi bize ulaştıran râvilerin tek tek araştırılması, cerh-ta‘dil
açısından durumlarının ortaya konulması gerektiğini ifade anlamına gelir. Bu durumda o haberin
kaynağına aidiyet iddiasının ne derece doğruyu yansıttığının tespit edilmeye çalışılması, diğer bir
tabirle sıhhatinin ortaya konulması gerekir. İşte bu da sübut konusunu gündeme getirir ki, bir
haberin sübutunun kat‘î ya da zannî olduğunu araştırmanın en önemli adımı sened tetkiki ile başlar.
Sened tetkiki ise rical tenkidi demektir. İşbu rical tenkidi yapılmadan ne sübut konusu çözülebilir ne
de o haberin sıhhati konusunda tatmin edici bir yorum yapmak mümkün olabilir.

Dolayısıyla hadis usulü ilminde rical tenkidi son derece önem arz etmektedir. Ancak senedde
yer alan râviler hakkında herhangi bir yargıda bulunabilmek de kolay iş değildir ve bunun bir
standart halinde, geliştirilmiş bazı kriterler eşliğinde yapılması gerekir. Aksi takdirde öznel/sübjektif
yorumların ortaya çıkmasına engel olunamaz. Bu ise elbette bilimsel çalışmalarda istenen ve arzu
edilen bir durum değildir. Bu safhada cerh ve ta‘dil ilminde rical tenkidinin hangi esaslar
çerçevesinde yapılmaya çalışıldığını ve bu işin zorluklarının neler olduğunu kısaca ele almak faydalı
olacaktır.

4. Râvi Tenkidinin İmkân ve Sınırlılıkları ve Metâin-i Aşere

Sosyal bilimlerde nesnel değerlendirmeler yapmanın zorluğu malumdur. Bir insanla ilgili
yargıda bulunurken onun bütün yönleriyle nesnel/objektif olarak ele alınıp cerh veya ta‘dil açısından
bir karar verilmesi gerektiğinde yapılması gereken şeyler oldukça sınırlıdır. Aynı asırda yaşadığımız
ve mülakat şansı bulduğumuz kişiler hakkında değerlendirme yapabilmek için bile önemli zorluklar
ve sınırlılıklar söz konusudur. Çünkü insan dediğimiz organizmayı bir çırpıda tahlil edip onun
hakkında karar verebilmek mümkün değildir. Hele ki, karar vermemiz gereken kişinin şu zamanda
değil de geçmişte yaşadığını düşündüğümüzde ise neler yapabileceğimizi iyi tasavvur ve takdir etmek
lazımdır. Söz gelimi hicrî ilk 3 asır içinde yaşayan birisi için hadis râvilerini araştırma imkânları bize
göre daha da genişti. Çünkü asır olarak râvilerin yaşadığı döneme yakın olmanın avantajıyla herhangi
bir şahıs incelenmek istendiğinde ya bizzat onunla tanışarak bilgi sahibi olunmaya çalışılıyor, ya onu
tanıyanlara ve yakın çevresine sorulabiliyor, ya da o konuda âlimlerin yazdığı tabakât, biyografi, cerh-
ta‘dil ve suâlât türü kitaplara müracaat edilebiliyordu. Böylece râvi hakkında elden geldiğince çok
kaynaktan bilgi toplama imkânı bulunabiliyordu. Hâlbuki ilgili edebiyattan hareketle günümüzden
geçmişe doğru bir seyahat edip aradığımız râviler hakkında bilgi sahibi olmak istediğimizde sadece
ilgili kitaplara başvurmak dışında yapabileceğimiz bir şey yoktur. Üstelik bu kaynaklarda yazılan
şeylerin doğruluğunun yüzde yüz test/teyit edilebilmesi de mümkün değildir.

Dolayısıyla rical tenkidi işinde bizler ancak, mevcut kaynaklardaki bilgileri dikkatli ve
objektif bir şekilde derleyip toparlayarak bir sonuca ulaşabiliriz. İncelememiz sırasında da çeşitli
kriterler çerçevesinde bir araştırma yapmak durumundayız. İşte cerh-ta‘dil âlimlerimiz de inceleme
konusu yaptıkları her bir râvinin çeşitli açılardan durumlarını araştırmak suretiyle bu kutsal görevi
icra etmişlerdir. Bu işin uzmanlarının rical tenkidinde esas aldıkları prensipleri kısaca şöyle
özetleyebiliriz:

Rivayet ettiği haberlerin kabulü açısından râvilerin incelemeye tâbi tutulduğu 10 önemli
tenkit noktası vardır ki bunlara el-metaʻinu’l-aşere (İbn Hacer, 1422: s. 106-107. Ayrıca bkz. Erul,
2010: 558-560) tabir edilir. Bunlardan beş tanesi adalet, beş tanesi ise zabt kusurlarını ifade eder.
Adaleti ilgilendiren 5 kusur: Kizbü’r-râvî (râvinin hadis uydurması), ittihâmü’r-râvî bi’l-kizb (günlük
hayatında yalan konuşması), fısk (büyük günah işlemesi), cehâlet (tanınmaması) ve bid‘at’tır. Zabtı
ilgilendirenler ise, kesretü’l-galat (râvinin çok hata etmesi), fartu’l-gafle (aşırı

173
Bekir TATLI

gafil/unutkan/dikkatsiz olması), muhâlefetü’s-sikât (güvenilir âlimlere muhalefet etmesi), vehim ve


sûü’l-hıfz (kötü hafıza)’dır.

Bu 10 konudan herhangi birinde kusurunun tespit edilmesi, o râvinin cerh edilmesi


sonucunu doğurur ve bu kusurun şiddetine/ağırlığına göre onun verdiği haber de mevzû,
metrûk/matrûh, münker, mu‘allel, muzdarib, müdrec, maklûb, musahhaf, muharref, mübhem gibi
isimler alır (İbn Hacer, 1422: s. 107 vd.). Neticede o haber mevzû ve metrûk hadiste olduğu gibi ya
tamamıyla terk edilir, ya amel durumu/imkânı varsa amel edilir ya da sadece araştırmaya konu
(iʻtibâr) olacak bir rivayet malzemesi olarak incelemeye alınır.

Görüldüğü gibi metain-i aşere olarak sıralanan bu 10 kusurun yarısı “adalet” diğer yarısı ise
“zabt” ile alâkalı olup; adalet, kişinin dürüstlüğü ve müslümanlığı; zabt ise, hafıza gücü veya dikkati
ile doğrudan ilgilidir. Ebû Hanife (ö. 150/767), bir kişinin zahiren müslüman görünmesini ve onun
hakkında herhangi yaralayıcı bir şeyin/cerhin bilinmemesini, o kişinin adaleti için yeterli
görmektedir (İbn Rüşd, ts.: s, 346). Ebû Hanife’nin temsil ettiği Irak ekolünün bu görüşünü tenkit
eden Hatîb-i Bağdâdî (ö. 463/1071) ise, zahiren müslüman olmanın adalet için yeterli olmadığını
söylemiştir (Hatîb, ts.: s. 82). Genel kabule göre ise adalet, müslüman olmak suretiyle şirk, fısk ve
bid‘at gibi kötü amellerden kaçınmak şeklinde anlaşılmıştır (Bilgi için bkz. Zerkeşî, 1998: I, 99, III,
325; İbn Hacer, ts.: s. 1; İbn Hacer, 1422: s. 69; Sehâvî, 1403: I, 290-291). Zabt ise râvinin hafıza
gücünü ve ezberinden okuyabilme kabiliyetini ifade ettiği gibi, yazılı malzemelerini tahrif, tağyir,
bozulma gibi afetlerden korumasını da içermektedir. Adalet ve zabt sıfatlarının tam olarak
gerçekleştiği râvilerin naklettiği bilgiler o derece güvenilir olacaktır. Aksi durumda sübut problemleri
kendini gösterecek ve bundan rivayetin sıhhati olumsuz yönde etkilenecektir.

Hadis usulünde bir haberin sahih sayılabilmesi için râvilerin tamamında adalet ve zabt
sıfatlarının birlikte bulunması haklı olarak şart koşulmuştur. Nitekim adalet sıfatını tam anlamıyla
kendinde toplayan bir râvi, rivayetinin alınmasına ehil görülmeyebilir. İmam Mâlik (ö. 179/795) de
bu meyanda Mescid-i Nebevî’de kendilerine devlet hazinesi teslim edilebilecek derecede güvenilir
yetmiş hadis râvisiyle görüştüğünü, fakat işin ehli olmadıkları için hiçbirinden hadis almadığını
söylemiştir (İbn Abdilber, ts.: s. 16-17; İbn Abdilber, 1387: I, 67; Özel, 2003: s. 507. Ayrıca bkz.
Râmhürmüzî, 1971: s. 403, prg. 417). Bu da bir râvinin hadis almak açısından sika sayılması için onda
sadece “adalet” sıfatının bulunmasının yeterli olmadığını; bir insanın pekâlâ iyi ve dürüst bir
müslüman olmasına rağmen hafızasının kötülüğü, ihtilât, çokça hata yapma, vehim, unutma gibi zabt
kusurlarından dolayı hadis almaya ehil olmayabileceğini açıkça göstermektedir. Bu açıdan dürüst her
insan iyi bir hadis râvisi olur diye bir genelleme yapmak mümkün değildir ve bu nedenle “zabt” da
olmazsa olmaz bir sıfattır.

Bir râvinin zabt kusurlarının fazla olmasının çeşitli nedenleri olabilir. Bunlardan bir kısmı
râvinin kendi ihmalinden kaynaklanırken, diğer bir kısmında onun yapabileceği herhangi bir şey
yoktur. Nitekim tembellik, ihmalkârlık, üşengeçlik, gereksiz şeylere çok vakit harcama ve enerjisini
tüketme gibi nedenlerle dersini tekrar tekrar gözden geçirmeyen bir hadis râvisinin çokça hata
yapması kaçınılmazdır ve burada hata râvinin hafızasından değil bilakis kendinden kaynaklanmış
olmaktadır. Zira şayet aldığı notları zamanında temize çekseydi, birkaç defa gözden geçirmeden hatta
iyice ezberlemeden rivayet etmeseydi, notlarını ve hafızasını zarara uğratacak
davranışlardan/meşgalelerden uzak dursaydı, bu durumda o râvinin hata ihtimali en aza inebilecekti.
İmam Buhârî’nin (ö. 256/870) de hafızasını geliştirmek için sürekli kendisine: “Öğrendiklerine
güvenme ve sürekli tekrar et!” diye telkinde bulunduğu rivayet edilir.

Bu söylediklerimiz hususunda asıl sorumlu râvinin bizzat kendisidir ve zabt kaynaklı bu


rivayet kusurlarını telafi etme, bunları en aza indirme hatta yok etme imkânı vardır. Ancak ikinci
türdeki zabt kusurlarında râvinin elinden gelen fazla bir şey yoktur, hatta râvi bu durumda hata
ettiğinin de farkında değildir. Söz gelimi yaşlılıktan ve alzheimer gibi hastalıklardan kaynaklanan

174
Bekir TATLI

unutkanlık, ihtilat (karıştırma), vehim gibi zabt kusurları istemsiz gelişen durumlardan kaynaklanır.
Gençliğinde ne kadar iyi bir hafız olursa olsun hiçbir insanın ömrünün sonunda bu tür hastalıklara
yakalanmama garantisi yoktur. Nitekim nice büyük hadis âliminin ömürlerinin sonunda ihtilata
yakalanabildiği, bu durum tespit edildiği anda kendilerinden rivayetin terk edildiği bilinmektedir.
Cerh-ta‘dil kitaplarında bazı râviler hakkında, “İhtilattan önceki rivayetleri sahih, diğerleri değil”
şeklinde yorumlar yapıldığına sıkça rastlamaktayız. Hastalıktan veya yaşlılıktan kaynaklanan hafıza
kusurlarından korunmanın yolu herhalde tıbbî tedavi yollarına başvurmanın yanı sıra Allah’a sığınıp
yakarmaktan başka bir şey değildir.

Kısaca söylemek istediğimiz şey, bir haberin sahih sayılabilmesi için râvilerinin hem adalet hem de
zabt sıfatlarını birlikte taşıyor olmalarının gerekliliğidir. Bunlardan biri olmadığında diğeri tek başına
sıhhatin teminini sağlayamaz. Dolayısıyla râvilerin bu sıfatları ne derece taşıdıklarının tespiti ancak
rical/râvi tenkidi ile ortaya çıkabilecek bir ameliyedir. Bu nedenle hadislerin sıhhatini tam anlamıyla
tespitte rical/râvi tenkidi işinin çok büyük bir önemi vardır.

5. Sonuç ve Öneriler

Hadis usulü ilminde tenkit hayatî derecede öneme sahiptir. Zira râvi/rical tenkidi olmaksızın
sened tetkik ve incelemelerini yapabilmek mümkün değildir. Senedler râvi zincirlerinden oluşan bir
silsileyi ifade eder ve bu zincirde yer alan bütün isimlerin cerh ve ta‘dil açısından mutlaka bir
incelemeden geçmesi gerekir. Bu incelemenin temelinde ise râvilerin dürüstlük/güvenilirlik (adalet)
ve hafıza gücü yahut elde mevcut malzemenin korunması (zabt) açısından tenkidi vardır. Bu tenkit
neticesinde hadis rivayetine ehliyeti tespit edilen râvilerin naklettiği hadislerin makbul (mütevâtir,
sahih, hasen vb.) ve amel edilebilir olup olmadığı ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla bir hadis rivayetiyle
amel edilip edilmeyeceğini tespit noktasında en önemli adımlardan birisi, o hadis veya haberi
nakleden râvinin inceden inceye tenkide tâbi tutulmasıdır. Bu yapılmadığında, haberin kaynağına
aidiyetini tespit mümkün olmaz ve o haberin sübut problemi taşıdığı anlaşılır. Daha açık bir ifadeyle
söylemek gerekirse, Hz. Peygamber’in (s.a.) bir sözü veya davranışı (sünnet) olarak aktarılan bir
haberin ona aidiyetini doğru tespit edebilmek için mutlak surette o haberi nakleden râvinin ve o
haberin tenkit edilmesi gerekir. Burada “tenkit” ile kastettiğimiz şey, haberi nakleden râvinin olumlu
ve olumsuz yönlerini değerlendirmeye tâbi tutarak onun güvenilir bir râvi olup olmadığını tespite
çalışmaktır. Yoksa sübut problemi olmayan (mütevâtir) bir haberin/hadisin doğruluğunu veya Hz.
Peygamber’in -hâşâ- haklı olup olmadığını araştırmak değildir. Tenkit neticesinde sika olduğu
anlaşılan râvilerin haberlerinin büyük oranda makbul veya amel edilir durumda olduğu tespit
edilebilirse maksat hâsıl olmuş demektir. Aksi takdirde râvinin güven telkin etmediği ve naklettiği
haberin sübut açısından problemli olduğunun anlaşılması durumunda, o haberin kaynağına aidiyeti
de şüpheli olur ve onunla amelde ihtiyatlı davranılır. İşte bütün bu açılardan düşünüldüğünde hadis
usulünde râvi/rical tenkidinin son derece önem arz ettiği kendiliğinden anlaşılacaktır. İslâm’ın
özünde bulunan tenkit işinin hadis tarihinde râvi/rical tenkidi olarak kendini gösterdiği; cerh-ta‘dil
ilminin varlık sebebi olan işbu rical tenkidinin de ayette dile getirilen: “Ey iman edenler! Bir fâsık size
haber getirdiğinde onu araştırın…” (Hucurât, 49/6) emrinin bir gereği olarak icra edildiği
anlaşılmaktadır. Söz konusu ayet-i kerime hem haber getiren “râvinin” hem de getirilen “haberin”
içeriğinin araştırılmasının gereğini bildirmektedir. Önerimiz, hadis usulünün temelinde bulunan bu
tenkit zihniyetinin ve eleştirel bakış açısının doğru bilgiye ulaşmada hayatî değerde olduğunun
farkına varılması ve ilim tahsilinin başlangıcından hatta çocuk yaştan itibaren bu alışkanlığın
yerleştirilmesi için gerekenlerin yapılmasıdır.

6. Kaynaklar

Dârimî. (2000). Abdullah b. Abdirrahman, Sünen (Müsnedü’d-Dârimî), thk. Huseyn Selim Esed ed-
Dârânî, I-IV, Dâru’l-Muğnî, Riyad.

175
Bekir TATLI

Erul, Bünyamin. (2010). “Taʻn”, DİA, İstanbul, XXXIX, ss. 558-560.

Hatîb el-Bağdâdî. (ts.). Ebû Bekr Ahmed b. Ali b. Sabit, el-Kifâye fî ilmi’r-rivâye, el-Mektebetu’l-ilmiyye,
Medine.

İbn Abdilber. (ts.). Ebû Ömer Cemaleddin Yusuf b. Abdullah en-Nemerî el-Kurtubî, el-İntikâ’ fî
fedâili’s-selâseti’l-eimmeti’l-fukahâ’, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut.

İbn Abdilber. (1387). Ebû Ömer Cemaleddin Yusuf b. Abdullah en-Nemerî el-Kurtubî, et-Temhîd li mâ
fî’l-Muvattai mine’l-me‘ânî ve’l-esânîd, I-XXII, thk. Mustafa b. Ahmed el-Alevî-Muhammed
Abdülkebir el-Bekrî, Vizâretü Umûmi’l-Evkâf, Mağrib.

İbn Hacer. (ts.). Nuhbetu’l-fiker fî mustalahi ehli’l-eser, Dâru ihyâi’t-turâsi’l-Arabî, Beyrut.

İbn Hacer. (1422). Nüzhetü’n-nazar fî tavzîhi Nuhbeti’l-fiker, Matbaatu Sefîr, Riyad.

İbn Rüşd. (ts.). Ebü’l-Velîd Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Rüşd el-Kurtubî, Bidâyetü’l-
müctehid ve nihâyetü’l-muktasid, Dâru’l-Fikr, Beyrut.

Kastallânî. (ts.). Ebü’l-Abbas Şihabüddin Ahmed b. Muhammed, İrşâdü’s-sârî li şerhi Sahîhi’l-Buhârî, I-


X, Beyrut Dâru İhyâi’t-Türasi’l-Arabî.

Müslim. (1412/1991). Ebü’l-Huseyn Müslim b. el-Haccâc en-Neysâbûrî, Sahîhu Müslim, nşr.


Muhammed Fuâd Abdülbâkî, I-V, Dâru İhyâi’l-Kütübi’l-Arabiyye, Kahire.

Özel, Ahmet. (2003). “Mâlik b. Enes”, DİA, XXVII, ss. 506-513, Ankara.

Râmhürmüzî. (1391/1971). Hasen b. Abdirrahman, el-Muhaddisü’l-fâsıl beyne’r-râvî ve’l-vâ‘î, thk. M.


Acâc el-Hatîb, Dâru’l-Fikr, Beyrut.

Sehâvî. (1403). Şemsüddin Muhammed b. Abdirrahman, Fethu’l-muğîs şerhu Elfiyeti’l-hadîs, I-III,


Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, Beyrut.

Tatlı, Bekir. (2020). “Hadis Usulünde Râvi ve Rical Tenkidinin Teolojik Temelleri”, Çukurova
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl: 2020 Cilt: 20 Sayı: 2, ss. 410-434.

Yücel, Ahmet. (2011). Hadis Usulü, MÜİF Yay., 2. Baskı, İstanbul.

Zerkeşî. (1419/1998). Bedrüddin Muhammed b. Cemâlüddin b. Abdillah b. Bahadır, en-Nüket alâ


Mukaddimeti İbni’s-Salâh, I-III, thk. Zeynelâbidîn b. Muhammed Belâ Ferîc, Mektebetu edvâi’s-
selef, Riyad.

176
Azərbaycan Türklərinin İslam Düşüncə Tarixinə
Qatqıları: Orta Əsrlər

Aygün Kərimova1
Özet
İslam sivilizasiyası bəşər tarixinə verdiyi töhfələri ilə tarixin mədəniyyət səhnəsində özünəməxsus izlər
buraxmışdır. Bu böyük sivilizasiyada Azərbaycan Türklərinin də öz payı olmuşdur. İslamın Azərbaycana
gəlişindən başlayaraq bu alimlərin elm,irfan,təhsil sahəsində və dini bilikləri ilə nə qədər böyük fayda
verdiklərni görmək mümükndür.Bu dinamikada istər dini,istərsə də dünyəvi elmlərin inkişafında
azərbaycanlı İslam alimlərinin böyük rolu olmuşdur..Orta əsrlər çərçivəsində incələmş olduğumuz,
İslam düşüncə tarixində adlarını qürurla və dərin zəkaları ilə yazmış olan Azərbaycan Türkləri bu elmi
davranışları ilə nəinki İslam düşüncə tarixinə eləcə bütün dünyaya Türk ulusunun sədəcə mərdlik,
qəhrəmanlıq, yurdsevərlik, humanistlik və daha bir sıra üstün keyfiyyətləri ilə deyil, eyni zamanda
düşüncə yüksəkliyi, təfəkkür dərinliyinə da sahibliyinin bariz nümunəsidir.

Anahtar Kelimeler: Azərbaycanlı, Türk, Alim, İslam, Düşüncə, Din, Orta Əsr.

Abstract

Islamic civilization has left its mark on the cultural scene of history with its contributions to human history.
Azerbaijani Turks also played a role in this great civilization. Azerbaijani Islamic scholars have played a
great role in the development of both religious and secular sciences in this dynamic. The Azerbaijani Turks,
who wrote their names in the history of Islamic thought with pride and deep intellect, are known not only
for the history of Islamic thought, but also for the heroism, patriotism, humanism and a number of other
qualities of the Turkic nation.

Key words: Azerbaijani, Turkish, scholar, Islam, thought, religion, medieval.

1. Giriş

Qürurlu tarıxi mənzərə Azərbaycan türklərinin sosio-kültürel həyat tərzində, inanc, ailə,
qəhrəmanlıq, mənəvi dəyərlər baxımından həqiqi Türk ruhuyla, düşüncəsiylə zamanın gedişatına
uyğunlaşma yolunda tarix səhnəsində nə qədər yer tutduğunu göstərməkdədir. Tarixin mədəniyyət
və sənət lövhəsinə adını yazmağı bacaran, dünyanın ən qədim və köklü millətlərindən sayılan türklər
tarix boyunca çox sayda dini-fəlsəfi düşüncə və ideyalarla tanış olmuş, müxtəlif türk boyları öz dini-
fəlsəfi dünyagörüşlərinə görə başqa xalqlardan ciddi şəkildə fərqlənmişlər. İslamın meydana çıxışına
qədərki dövrdə müxtəlif etnocoğrafi məkanda yaşayan türklərin, eyni zamanda Azərbaycan
türklərinin də dini-fəlsəfi dünya görüşlərinin bəşəriyyətin düşüncə tarixinə böyük faydaları
olmuşdur. VII əsrdən etibarən İslamın Azərbaycana gəlişi xalqımızın milli düşüncəsinə, sosial mədəni
həyat tərzinə, tarixi formalaşmasına təsir etdiyi qədər bu sivilizasiyanın yetişdirdiyi düşünce
sahiblərinin də İslam düşüncəsi tarixinə qarşılıqlı qatkısı olmuşdur. Onlardan elmi metodoligiya
sahəsində Məhəmməd Əmin Şirvani, sufi düşüncədə dünya mirasından sayılan Seyyid Yəhya Bakuvi
Şirvani və Hurufili təlimi ilə məşhur İmadəddin Nəsimi, astranomiyanın və əxlaq fəlsəfəsi təlimlərinin

1
Bakl Dövlət Universiteti Fəlsəfə kafedrasının dosenti
e-mail: aygunxalilqizi@mail.ru

177
Aygün Kərimova

ən məşhur simalarından Nəsrəddin Tusi, həmçinin Azərbaycan fəlsəfi fikrinin öncülləri və şərq
peripatitizminin görkəmli nümayəndələrindən Bəhmənyar kimi, Bərdəi kimi və sair Azərbaycanlı
türklərini qeyd edilən fikri təmayüllərin abidə şəxsiyyətləri olaraq sadalaya bilərik. Məqalə
sadalanan bu alimlərin düşüncə sistemlərinin zənginliyini və İslam mədəni irsinə qatqılarını əhatə
edir.

Məlum olduğu kimi İslam dininin elmə və alimə verdiyi dəyər çox böyükdür. Məhz bu səbəblə
də Orta əsr Qərb fəlsəfəsi ilə Orta əsr Şərq fəlsəfəsininin davmiyyət müddətindəki fərq məhz
bununla bağlıdır.Çünki, Orta əsr Şərq fəlsəfəsinin uzun müddətliliyi Qərbə nisbətən daha uzun
olmuşdur. Bir də onu əlavə etmək lazımdır ki,elmə və elm adamlarına münasibətdə Şərq daha
tolerant və hörmətlə yanaşmışdır.İslamın erkən dövrlərindən başlayaraq alim üstünlüyünün gətirdiyi
seçicilik İslamın özünün sivilizasiya mərtəbəsinə qədər çatmasına səbəb olan amillərdən biri
olmuşdur. Təsadüfi deyildir ki, elmin və elm məbədlərinin Şərq şəhərlərindən olan Bağdadda doğuşu
və ilk İslam universitetlərinin Qərbə nisbətən daha erkən fəaliyyətə başlaması və ordan isə bütün
dünyaya yayılması danılmaz bir faktdır.İslamda alimə olan bu böyük üstünlük Peyğəmbər
hədislərindən qaynaqlanırdı deyə də qeyd edə bilərik.

1. İslamda elmə verilən üstünlük

Əbud-Dərda dedi: Həqiqətən mən Allah Rəsulunun belə dediyini eşitdim: “Kim elm təhsil etmək
məqsədiylə yola çıxsa Allah onu cənnətin yollarından birinə istiqamətləndirər. Şübhəsiz ki, mələklər
elm tələbəsini o qədər xoşlayırlar ki, onun üçün qanadlarını açarlar. Şübhəsiz ki, alimin abidə olan
üstünlüyü ondörd gecəlik ayın parlaqlığına görə digər ulduzlara olan üstünlüyü kimidir. Göylərdə,
yerdə və sudakı məxluqat Allahdan alimin günahlarının bağışlanmasını diləyərlər. Alimlər
peyğəmbərlərin varisləridirlər. Peyğəmbərlər miras olaraq dinar və dirhəm deyil, elm qoyub
gedərlər. Kim o elmi əxz etsə çox böyük bir miras əldə edər. (Buxari, Səhih, Elm 10; Tirmizi, Sünən,
Quran 10, Elm 19; Əhməd ibn Hənbəl, Müsnəd, Elm 252, 325, 407.)

İslam düşüncəsinə töhfə verən xalqmıza məxsus düşüncə insanlarının bu səhədəki uğur və
fəaliyyətləri o qədər çox və genişdir ki, biz burda onlardan sadəcə çox az bir qisminin adlarını çəkmə
və haqlarında danışma imkanımız vardır. Əgər onları bir bölgü ilə sıralasaq sadəcə orta əsrdə
yaşamaış azərbaycanlı alimlərin sayı həddən artıq geniş yer alacağı görünməkdədir.Bu siyahıda
Azərbaycanın demək olar ki,bütün şəhərlərinin,bölgələrinin adlarını görmək olar. Bərdəli alimlər,
Beyləqanlı alimlər, Dərbəndli alimlər, Əhərli alimlər, Ərdəbilli alimlər, Gəncəli alimlər, Marağalı
alimlər, Miyanəli alimlər, Naxçıvanlı alimlər, Şirvanlı alimlər, Təbrizli alimlər və .s

Orta əsrlərdə yaşamış azərbaycanlı elm xadimləri və mütəfəkkirlərin həyatı ayrı-ayrı


monoqrafiyaların da mühüm hissəsini təşkil etmişdir. Bunlardan Ziya Bünyadovun Azərbaycan
Atabəyləri Dövləti adlı əsərinin adını çəkə bilərik. Burada müəllif Eldənizlərin hakimiyyəti illərində
(1136-1225) Azərbaycanda yaşamış tanınmış elm, mədəniyyət və incəsənt xadimlərinin həyat və
fəaliyyətləri ilə bağlı təfərrüatlı məlumat vermişdir.

Belə əsərlərdən biri də Sara Aşurbəylinin “Şirvanşahlar Dövləti” adlı monoqrafiyasıdır. Əsər
VIXVI əsrlər Şirvanın siyasi, iqtisadi və mədəniyyət tarixi ilə bağlı sanballı tədqiqatlardan biridir.
Burada həmçinin sözü gedən dövrdə Şirvanda yaşamış görkəmli elm, mədəniyyət və incəsənət
xadimləri haqqında da məlumat verilmişdir. Son iki əsər azərbaycan və rus dillərində bir neçə dəfə
nəşr olunmuşdurlar.

Malik Mahmudovun Ərəbcə Yazmış Azərbaycanlı Şair və Ədiblər adlı əsərində orta əsrlərdə
yaşamış bir sıra azərbaycanlı şair, ədib, elm və mədəniyyət xadiminin həyat və elmi yaradıcılığı
dərindən araşdırılmışdır. Bu əsər 1983 və 2006-cı illərdə Bakıda nəşr olunmuşdur. Malik
Mahmudovun Xətib Təbrizinin Həyat və Yaradıcılığı adlı əsəri də sözü gedən mövzuda aparılmıs
dəyərli tədqiqatın nəticəsidir. Əsər tanınmış azərbaycanlı ədib, şair, mühəddis, müfəssir Əbu

178
Aygün Kərimova

Zəkəriyya Yəhya Təbirizinin həyatı və elmi fəaliyyəti ilə bağlı ən böyük tədqiqatdır. İranlı tədqiqatçı
alim Səid Nəfisinin müəllifi olduğu Tarixi-Nəzm və Nəsr dər İran və dər Zebane-Farisi adlı iki cildlik
əsər farsca əsər qələmə almış alim, şair, mütəfəkkir və.s görkəmli şəxslərin həyat və elmi yaradıcılığı
ilə bağlı dəyərli məlumatları ehtiva edir. Bunların arasında çox sayıda azərbaycanlı da var. (Elnur
Nəsirov. Orta əsrlərdə yaşamış azərbaycanlı alimlər. Bakı 2011. s. 26.)

2. Orta əsrlərdə yaşamış azərbaycanlı alimlər

Orta əsr azərbaycan alimlərinin adlarını sadalayarkən Qazi Burhanəddin Əbu Nəsr ibn Məsud
Anəvi, Qazi Burhanəddin Əbu Nəsrin adını çəkmək yerinə düşərdi.O, 1143-cü ildə Azərbaycanın
şimal-qərbindəki Ani şəhərində dünyaya gəlmişdi. Həmin dövrdə Ani şəhəri Şəddadi əmirliyinin
hakimiyyəti altında idi. Qeyd etmək lazımdır ki,Burhanəddin Anəvinin babaları Böyük Səlcuqlu
sultanı Alp Arslanın Anini fəthindən (1064) sonra gəlib bu şəhərdə məskunlaşmışdılar.

İlk təhsilini Anidə alan Burhanəddin Əbu Nəsr şafii fiqhi ilə yanaşı fars dili və ədəbiyyatı, tibb,
astronomiya kimi dəqiq elmlər sahəsində də mütəxəssis idi. Xaçpəsətlərin də yaşdığı Anidə xristian
teologiyası və İncili öyrənən Burhanəddin Əbu Nəsr gənc yaşlarından etibarən şer yazmağa
başlamışdı. 1161-ci ildə Anini işğalı vaxtı gürcülərə əsir düşən Burhanəddin Anəvi 6 illik əsarətdən
sonra vətənə qayıda bilmişdi. (Mehmed Fuad Köprülü, ‚Anadolu Selçukluları Tarihinin Yerli
Kaynakları, TTK, Belleten, C. VII, S. 27, Ankara 1943, ss. 456-483.)

Qazi Bürhanəddin ən məhşur əsəri‚ “Ənisül-Qülub” Anadoludakı farsdilli ədəbiyyatın qiymətli


nümunələrindən biridir. Bu əsər Firdovsinin‚ Şahnamə‛si tərzində qələmə alınmışdır və bir növ
xəlifələrin tərənnüm edildiyi şahnamədir. (Mikayıl BAYRAM, ‚Selçuklular Zamanında Anadoluda
Bazı Yöreler Arasındaki Farklı Kültürel Yapılanma ve Siyasi Boyutları‛, SÜTAD, S. 1, Konya
1994, ss. 79-92.) Bu əsərin məlum olan yeganə nüsxəsi İstanbulda Ayasofiya kitabxanasında
saxlanılır. Burhanəddin Anəvinin ölüm tarixi 1214-cü ildən sonraya təsadüf edir.

Şafii məzhəbinə mənsub mühəddis və fəqih olan orta əsr azərbaycanlı alimlərindən biri də. Əbu
Abdullah Nafi ibn Əli ibn Yəhya əs-Səravi əl-Azərbaycanidir. O, Əbu Əyyaş Cəfər ibn Muhəmməd
Ərdəbilidən hədis dinləmişdi. Əli ibn Muhəmməd ibn Məhruyə Qəzvini, Əbül-Həsən Əli ibn İbrahim
əl-Qəttan Qəzvininin tələbəsi olmuş, onların yanında fiqh elmini öyrənmişdi. Əbül-Həsən Əhməd ibn
Muhəmməd əl-Ətiqi ondan hədis dinləmiş və nəql etmişdi (h 341.) Əbu Abdullah Nafi əl-Azərbaycani
h. 382-ci ildə (992) həcc ziyarətindən qaydarkən Bağdada gəlmiş və burada hədis dərsləri vermişdi. (
Xətib Əhməd ibn Əli əl-Bağdadi, Tarixu-Mədinətüs-Səlam Bağdad, C. XIII, Qahirə 1931.səh
322.)

Digər bir azərbaycanlı alim ,hədis ravisi olan Əbu Bəkr Muhəmməd ibn Musa ibn Saleh əl-
Mərəndi əl-Azərbaycani idi. Hədis raviliyi islam tarixində çox məsuliyyətli və eyni zamanda dərin
reoloji bilik tələb edən bir sahə idi.bu cür məsuliyyətli bir sahədə azərbaycanlı alimin İslama töhfəsi
çox təqdirəlayiq bir haldır.

Səmərqənddə yaşamış, burada hədis nəql etmişdi. Əli ibn Muhəmməd ibn Hatim ibn Dinar əl-
Qəumsidən hədis dinləmişdi. Həsən ibn Muhəmməd ibn Səhl əl-Farsi də ondan hədis dinləmişdi.
Ölüm tarixi h. 325-ci ildən (937) sonraya təsadüf edir. (Səmani, Kitabül-Ənsab, C. IV s. 253-254.)

Hədis ravisi azərbaycanlı alimlərdən bəhs etmişkən XI –XII əslərdə yaşamış olan Əbül-Fəth
Saleh ibn Əhməd əl-Azəri haqqında da qisaca danişmaq olar.O, Mühəddis idi.

Əbu Bəkr Əhməd ibn Həccaf əl-Azəri Naxçıvanidən hədis dinləmiş və hədis dərsləri vermişdi.
(Yaqut əl-Həməvi, Mucəmül-Büldan, C, V, s. 437.)

179
Aygün Kərimova

Ümumiyyətlə orta əsr azərbaycanlı alimlər sirasında adı çıkiləcək alimlər kifayət qədər
çoxdur..Onların hamısıni bir məqalə içərisində toplamaq təbii ki,qeyri mümkündür. Bəziləri
haqqında az da olsa məlumat verməyə çalışsaq da digərlərinin bəzilərinin ancaq adlarını çəkərək
keçə biləcəyik. Onlardan Əbdülxaliq ibn Əbül-Məali ibn Muhəmməd əl-Arrani (XII-XII əsr), Fəxrəddin
Əbu Muhəmməd Osman ibn Muhəmməd ibn Abdullah ibn Bəşşarə əlArrani(XIII əsr), Hənbəli
məzhəbinə mənsub hədis ravisi olan Əhməd ibn İbrahim Bərdəi (XI əsr),Fəxrəddin Razinin tələbəsi
olmuş İmam Şəmsəddin Əbu Tahir Zəki ibn Hüseyn ibn Ömər əl-Xərrəqi Beyləqani(XII əsr),
Nizamiyyə mədrəsəsində təhsil almışdı. Şeyxülislam Əbu İshaq İbrahim Şirazinin tələbəsi olmuş Əbu
Əmr Osman ibnül-Müsəddid ibn Əhməd Dərbəndi(XII əsr), Təsəvvüf əhlindən xəlvətiyyə təriqətinə
mənsub şeyx olan Şeyx Çələbi Xəlifənin müridi olan Şeyx Sənanəddin Ərdəbili (XVI əsr), Şeyx
Müsəddid ibn Muhəmməd Gəncəvi(XII əsr) və s nin adlarını çəkə bilərik

3. Nəticə

Hər bir alim mənsub olduğu millətin və mədəniyyətin tərəqqisinə öz töhfəsini verməklə əslində
bəşər mədəniyyətinə zəngin elmi irsi ilə böyük miras qoyub gedir. Düşüncələri ilə nəinki mənsub
olduqları xalqa eləcə də aid olduqları sivilizasiyaya nəfəs verən nadir şəxslər təfəkkürlərinin
məhsulları sayəsində həm də əsrlər boyu yaşamağa müvəffəq olmuşdurlar. Azərbaycanın bütün
tarixi torpqalarıının hər birindən yetişən və islam düşüncə tarixinə,elminə faydalı olan alim və
üləmaların çoxluğu bu coğrafiyanın nə qədər zəngin elm ,irfan ənənəsinə mənsubluğunun bir
sübutudur.

Bu yolla gəlib çatan elmi mirasın orta əsr Azərbaycanının sosio mədəni mühitinə olan təsirini
təsəvvür etmək heç də çətin olmaz. Haqqında məlumat verdiyimiz şəxslər Azərbaycanda doğulsalar
da bütün cənubi Qafqazda İslamın yayılmasında mühüm rol oynamaqla yanaşı həm də Şərq
ölkələrinin əksəriyyətinə qədər uzanan bir yola sahibdirlər.Bu baxımdan orta əsrlər Azərbaycan
Türklərinin siyasi baxımdan olduğu kimi elmi-mədəni tərəqqi baxımından da Azərbaycan tarixində
ən parlaq dövr keçirdiyini hesab etmək olar.

4. İstifadə edilmiş ədəbiyyat

Buxari, Səhih, Elm 10;

Tirmizi, Sünən, Quran 10, Elm 19;

Əhməd ibn Hənbəl, Müsnəd, Elm 252, 325, 407.

Elnur Nəsirov. Orta əsrlərdə yaşamış azərbaycanlı alimlər.Bakı.2011.

Mehmed Fuad Köprülü, ‚Anadolu Selçukluları Tarihinin Yerli Kaynakları‛, TTK, Belleten, C. VII, S. 27,
Ankara 1943.

Mikayıl BAYRAM, Selçuklular Zamanında Anadoluda Bazı Yöreler Arasındaki Farklı Kültürel
Yapılanma ve Siyasi Boyutları‛, SÜTAD, S. 1, Konya 1994.

Xətib Əhməd ibn Əli əl-Bağdadi, Tarixu-Mədinətüs-Səlam Bağdad, C. XIII, Qahirə 1931.

Səmani, Kitabül-Ənsab, C. IV s. 253-254.

Yaqut əl-Həməvi,MucəmülBüldan, C. V, s. 437.

180
Türkçenin Uzaktan Öğretimine Yönelik Tutum Ölçeği

Aysun EROĞLU1
Özet

Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan ve 2020 yılında tüm dünyayı etkisi altına Covid-19 salgını
nedeniyle diğer dünya ülkeleri gibi Türkiye de hazırlıksız bir şekilde yüz yüze eğitimden uzaktan
eğitime geçiş yapmıştır. Eğitimin yürütülme şeklinin aniden değişmesi beraberinde birçok sorunu da
getirmiştir. Ancak uzaktan eğitimin tarihine bakıldığında uzaktan eğitimin 1833’lere dayandığı 2020
yılında insan hayatında zirvesini yaşamasından dolayı alan çalışmalarının da bu yıllarda daha çok
gerçekleştiği fark edilmiştir. Ancak alan okumasında Türkçenin uzaktan öğretimine yönelik bir ölçek
çalışmasına denk gelinmemiştir. Dolayısıyla bu araştırmanın amacı, Türkçe öğretmenlerinin
Türkçenin uzaktan öğretimine yönelik tutumlarını ortaya çıkaracak bir ölçek geliştirmektir.
Araştırma sonucunda 23 maddelik ve uzaktan Türkçe öğretimine yönelik tutumu ölçen 2 boyutu
(iyimserlik ve teknoloji) olan 5’li Likert tipi bir ölçek ortaya çıkmıştır. Ölçeğini 23 maddesi ve 2 alt
faktörlü yapısı ile açıklanan toplam varyans 64.174’tür. Bu çalışmada, faktör yükü kesme değeri 0.5
olarak alınmış ve çalışmanın faktör yük değerleri birinci faktörde yer alan maddeler için .921-.563
arasında, ikinci faktörde yer alan maddeler için .869 ile .620 arasında bulunmuştur. Ölçek yapısının
uyum indeksleri incelendiğinde χ²/df=2.292, NFI=.905 TLI=.929 ve CFI=.944 RMSEA=.077
değerlerinde uyum indekslerine sahip olduğu ortaya çıkmıştır. Ölçeğinin güvenirliğin için Cronbach
Alpha değerine bakılmış ve ölçeğin geneline ait Cronbach Alpha değeri .944 olarak birinci faktörün
Cronbach Alfa değeri .954 olarak ikinci faktörün Cronbach Alfa değeri de .923 şeklinde bulunmuştur.

Anahtar Kelimeler: Türkçenin uzaktan öğretimi, Türkçe öğretmenleri, ölçek geliştirme.

1. Giriş

Çin’in Wuhan Kenti’nde ortaya çıkan ve 2020 yılında tüm dünyayı etkileyen Covid-19 salgını
hemen hemen tüm sektörlerin yeniden şekillenmesine sebep olmuştur. Bu sektörlerden biri olan
eğitim alanına bakıldığında yüz yüze eğitimden uzaktan eğitime ani bir geçiş yapıldığı görülmektedir.
Yüzde yüz uzaktan eğitimin dinamiğine ve felsefesine uygun bir süreç olmasa da uzaktan destekli bir
eğitim sürecine geçildiği söylenebilir. Sadece Türkiye değil dünya ani ve hazırlıksız da olsa eğitim
şeklini değiştirmiştir. Bu ani değişim beraberinde birçok sorunu da getirmiştir. İlk göze çarpan sorun
teknolojik araç gereç ve internete erişim konusunda yaşananlar sorunlardır. Weforum, yaptığı
açıklamada ülkeler arasındaki dengesiz gelir dağılımdan dolayı güvenilir internet erişimi ve/veya
teknolojisi olmayan bazı öğretmen/öğrencilerin dijital öğrenmeye katılmakta zorladıklarını ifade
etmiştir (www.weforum.org). Bunun sebebi binlerce öğretmen ve milyonlarca öğrencinin eş zamanlı
olarak teknolojiye erişimlerini ve teknoloji okuryazarlıklarını bir anda sağlamanın mümkün
olmamasından kaynaklıdır. Çözüm olarak da InternetSociety, covid-19 salgını nedeniyle 1 Nisan
2020 tarihi itibariyle 173 ülkede 1,5 milyar öğrencinin uzaktan eğitime geçiş yaptığını, bu ani geçişin
oluşturacağı sorunlara karşı öğrenci, öğretmen ve velilerin dijital okuryazarlıklarını geliştirmeye
yönelik acil bir ihtiyaç planlaması yapmak gerektiğini ifade etmiştir (internetsociety.org).

1
Kafkas Üniversitesi, Dede Korkurt Eğitim Fakültesi, Türkçe Eğitimi Ana Bilim Dalı
24aysun@gmail.com

181
Aysun EROĞLU

Dijital çağ olarak bilenen 21. yüzyılda, diğer çalışma alanları gibi eğitim alanında da salgın gibi
beklenmedik durumlar için b planı olarak uzaktan eğitime hazır bir alt yapının sağlanmış olması
gerekmektedir. Çünkü uzaktan eğitim 2020 yılında insanlar tarafından daha çok bilinse de tarihi çok
daha eskilere dayanmaktadır. Uzaktan eğitim, 1833’te bir İsveç gazetesinde posta (mektup) yoluyla
kompozisyon dersi verileceği ilanı ile gün yüzüne çıkmış ve 1840 yılına gelindiğinde İngiltere’de
Isaac Pitman’ın yazışma yoluyla stenografi öğretimine izin verilmesiyle uzaktan eğitimin ilk
uygulamasının gerçekleşmesiyle tarihteki yerini almıştır (Simonson, Smaldino ve Zvacek, 2015).
Türkiye’de ise ilk kez 1924 yılında John Dewey uzaktan eğitimi teklif etse de 1927 yılında yapılan bir
toplantıda Türkiye’nin %90’ınn okur yazar olmamasından uzaktan eğitim uygulaması
gerçekleşmemiştir. 1950’li yıllara gelindiğinde Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Banka ve Ticaret
Hukuku Araştırma Enstitüsü’nde banka çalışanlarına yönelik verilen kısa süreli mektupla hizmet içi
eğitim, Türkiye’deki ilk uzaktan eğitim uygulaması olarak literatüre geçmiştir (Aydın, 2011; Çallı,
İşman ve Torkul, 2001).

Türkçenin uzaktan öğretimine ilişkin başlıca çalışmalara bakıldığında, 2020 yılı öncesi
Türkçenin uzaktan öğretimi, çalışma alanı olarak dikkat çekmezken salgınla beraber uzaktan eğitime
geçilmesinin bu alandaki çalışmaların 2020-2021 yıllarında yoğunlaşmasını sağlamıştır. Başlıca
çalışma konuları ise Türkçe öğretmenlerinin ve öğretmen adaylarının uzaktan eğitime ilişkin
görüşleri ve algıları (Bayburtlu, 2020; Kaplan ve Gülden, 2021; Karakuş, Ucuzsatar, Karacaoğlu,
Esendemir ve Bayraktar, 2020; Özgül, Ceran ve Yıldız, 2020), Türkçenin yabancı dil olarak uzaktan
öğretimine ilişkin öğrenici ve öğretici görüşleri (Güngör, Çangal ve Demir, 2020; Karatay, Kaya ve
Başer, 2021; Yurdakul ve Duman, 2021) olduğu fark edilmiştir. Uzaktan eğitimin bundan sonraki
süreçte eğitim alanında 2020 yılı öncesinden daha yoğun olacağı gündemdeyken uzaktan Türkçenin
öğretimini ölçen bir aracının olup olmadığı merak konusu olmuştur. Alanyazın okumasında
Türkçenin uzaktan öğretimini ölçen bir araca rastlanılmamıştır. Dolayısıyla bu araştırmanın amacı
Türkçenin uzaktan öğretimine ilişkin bir ölçek geliştirmektir.

2. Yöntem

Bu çalışma bir ölçek geliştirme çalışması olup Türkçe öğretmenlerinin Türkçenin uzaktan
öğretimine yönelik tutumlarını ortaya çıkaracak bir ölçek geliştirmek amaçlanmıştır. Bu amaçla
“Türkçenin uzaktan öğretimine ilişkin tutum ölçeği” geliştirilmiştir.

2.1. Çalışma grubu

Çalışmaya Türkiye'nin farklı bölgelerindeki devlet okullarında görev yapan 136 kadın, 82 erkek
toplam 218 Türkçe öğretmeni katılmıştır.

2.2. Veri toplama aracı (Uzaktan Türkçe öğretimine yönelik tutum ölçeği)

Bu çalışma kapsamında alanyazın taraması yapılmış ve uzaktan Türkçe öğretimine ilişkin bir
ölçeğe denk gelinmemiştir. Buna bağlı olarak bir ölçek geliştirmek için alanyazın okuması yapılmış
ve 10 Türkçe öğretmenine «Uzaktan Türkçe öğretimiyle ilgili neler düşünüyorsunuz?» diye
sorulmuştur ve neler düşündüklerini yazmaları istenmiştir. Öğretmenlerin cevapları ile alanyazın
taraması birleştirilerek madde havuzu oluşturulmuştur. Madde havuzu oluşturulurken her bir
maddenin içeriğinin ilgili yapıyı yansıtmasına dikkat edilmiş ve iki amaçlı olarak ifade edilen madde
yapılarından kaçınılmıştır (Devellis, 2017). 44 maddelik bir havuz oluşturulmuştur. Ölçek 5’li Likert
tipi şeklinde hazırlanmış ve cevaplama şekilleri şu şekildedir: “‘Tamamen Katılmıyorum: 1,
‘Katılmıyorum: 2’, ‘Kararsızım: 3’, ‘Katılıyorum: 4’ ve ‘Hiç Katılıyorum: 5”tir.

Madde uygunluğunun değerlendirmelerini elde etme tekniği, genel olarak çalışılan yapının
tanımının uzmanlara sunulmasıdır (Devellis, 2017). Buna bağlı olarak madde havuzu alan uzmanları
tarafından gözden geçirilmiştir. İki Türkçe Eğitimi alan uzmanına bir Ölçme ve Değerlendirme alan

182
Aysun EROĞLU

uzmanına ölçek gönderilmiştir. Uzmanlar, her bir madde için uygun, kısmen uygun ve uygun değil
şeklinde değerlendirme yapmışlardır. Ayrıca uzmanlardan eksik buldukları kısımları ve varsa
önerilerini yazmaları istenmiştir. Uzmanların görüşleri doğrultusunda madde havuzundan 4 madde
çıkartılmış ve 5 maddede düzeltilme yapılmıştır. İlgili düzeltmeler ve elemeler yapıldıktan sonra 40
madde ile uygulama yapılmıştır.

2.3. Verilerin toplanması ve analizi

Ölçek için GoogleDocs aracılığıyla bir form oluşturulmuş ve forma ait link öğretmenlerle
paylaşılmıştır. Böylece çalışma verileri toplanmıştır. Çalışmanın uzman görüşü işleminden sonra
GoogleDocs yardımıyla elde edilen veriler için yapı geçerliği ve güvenirliği çalışmalarına geçilmiştir.
Ölçeğin yapı geçerliği için açımlayıcı faktör analizi (AFA) işlemi ile yapısı incelenmiş daha sonra da bu
yapıyı doğrulamak için doğrulayıcı faktör analizi (DFA) uygulanmıştır. AFA için SPSS 20.0 paketi, DFA
için de SPSS AMOS 23.0 kullanılmıştır.

3. Bulgular

Çalışmanın açımlayıcı faktör analizine (AFA) ve doğrulayıcı faktör analizine (DFA) ilişkin
bulgular aşağıda yer almaktadır.

3.1. AFA’ya yönelik bulgular

Uzaktan Türkçe Öğretimine Yönelik Tutum Ölçeği’nin yapı geçerliği için açımlayıcı faktör
analizine başvurulmuştur. Açımlayıcı faktör analizi, değişken azaltma ve faktörleri adlandırmanın
yanı sıra, analiz sonucunda ortaya çıkan faktörlerin davranışın anlaşılmasına yardımcı olan kuramın
yapıları (gözlenemeyen örtük değişkenler) ile benzerlik taşıyıp taşımadığını ortaya çıkarmak için
kullanılır (Çokluk, Şekercioğlu ve Büyüköztürk, 2012). Dolayısıyla açımlayıcı faktör analizi ile alt
faktörlerde toplanan göstergelerin kuramsal yapının göstergesini yansıtıp yansıtmadığı analiz
edilmiştir.

Faktör analizinde yeterli örneklem büyüklüğü için olabildiğince büyük örneklemle çalışmak
önemlidir, çünkü ortak varyansların ne kadar olduğu veriler analiz edilinceye kadar bilinmeyecektir
(Henson ve Roberts, 2006; Erkuş, 2016). Ancak bu ölçek çalışmasında gönüllü katılım sağlayan
Türkçe öğretmenleri ile sadece çalışılmıştır. Faktör analizi için veri yapısının uygunluğunu test
etmenin diğer yolu da Kaiser-Mayer-Olkin testi sonuçlarına bakmaktır. Bunun için bu ölçek
çalışmasında KMO testi değerlerine bakılmıştır ve sonuçları Tablo 1’de yer almaktadır.

Tablo 1. Uzaktan Türkçe Öğretimine Yönelik Tutum Ölçeğinin KMO ve Bartlett Testi Sonuçları

Kaiser-Meyer-Olkin Örneklem Uyum Ölçüsü .903

Bartlett Küresellik Testi Χ2 4825.175

sd 253

p 0.000

KMO 0 ile 1 arasında değer alabilmekte ve 0.5’in üzerindeki KMO değerleri kabul edilebilir
değerler olarak görülmektedir (Field, 2009). KMO değerinin 0.5 ile 0.7 arasında orta, 0.7 ile 0.8
arasında iyi, 0.8 ile 0.9 arasındaki değerlerin çok iyi ve 0.9’un üzerinde ise mükemmel olduğu kabul
edilmektedir (Field, 2009; Tavşancıl, 2018; Şencan 2005). Tablo 1’e bakıldığında bu ölçeğe ait KMO
testi sonucunun .903 olduğu görülmektedir. Yukarıda verilen değerlere bağlı olarak bu ölçeğini KMO
değerinin mükemmel grupta yer aldığı söylenebilir.

183
Aysun EROĞLU

Tablo 1’de aynı zamanda bu ölçeğin Bartlett testi sonuçları da verilmiştir. Bu testte de diğer χ2
testlerinde olduğu gibi anlamlılık değerine bakılır ve anlamlılık değeri 0.05’ten küçük ise R
korelasyon ya da kovaryans matrisindeki birim matrisinden farklı olduğu sonucuna varılır (Çokluk,
Şekercioğlu ve Büyüköztürk, 2012). Buna bağlı olarak da bu çalışmada bulunan (χ2=4825.175; p<.01)
değerin manidar olduğu söylenebilir. Elde edilen bu değerler ile verilerin faktör analizine uygun
olduğu çıkarımı yapılabilir.

3.1.1. Yamaç grafiğine (scree plot) yönelik bulgular

Yamaç-birikinti grafiği, faktör sayısına karar vermek için Cattell tarafından önerilen yardımcı
bir grafiktir (Çokluk, Şekercioğlu ve Büyüköztürk, 2012). Yamaç-birikinti tablosuna bakarak belirgin
faktörler görülebilir ve faktör azaltmanın gerekli olup olmadığına karar verilebilir. Bu ölçeğe ait
yamaç grafiği Şekil 1’de yer almaktadır.

Şekil 1. Uzaktan Türkçe Öğretimine Yönelik Tutum Ölçeğinin Yamaç Grafiği

Şekil 1’e bakıldığında Uzaktan Türkçe Öğretimine Yönelik Tutum Ölçeğinin yamaç grafiği
görülmektedir. Yukarıdaki grafikte yer alan yüksek ivmeli, hızlı düşüşlerin yaşandığı eğimler, faktör
sayısına işaret etmektedir. Yukarıdaki grafikte eğimin ikinci faktörden sonra plato yapmaya
başlandığı fark edilmektedir. Buna bağlı olarak da faktör sayısını belirlemede bu grafikten
faydananılmış ve faktör sayısı ikiye indirilmiştir.

3.1.2. Toplam varyans yüzdesine ve faktör sayısına yönelik bulgular

Açımlayıcı faktör analizi ile bu ölçeğin toplam varyansın yüzde kaçını açıkladığı ve kaç faktörlü
bir yapı oluşturduğu Tablo 2’de yer almaktır.

Tablo 2. Uzaktan Türkçe Öğretimine Yönelik Tutum Ölçeğinin Faktör Analizi Sonucunda Elde
Edinilen Toplam Varyans Yüzdesi ve Faktör Sayısı

Faktör Sayısı Özdeğer Yüzde Birikimli Yüzde

1. faktör 10.719 40.537 40.537

2. faktör 4.041 23.637 64.174

184
Aysun EROĞLU

Faktör analinizde öz değerleri bir ve birin üzerinde olan faktörler kabul edilmekle birlikte, özdeğer
yükseldikçe faktörün açıkladığı varyans da yükselmektedir (Çokluk, Şekercioğlu ve Büyüköztürk,
2012). Buna bağlı olarak da bu ölçekteki her bir faktörün birin üzerinde öz değere sahip olması kabul
edilebilir değerler olduğunu göstermektedir. Scherer, Wiebe, Luther ve Adams’a (1988) göre çok
faktörlü desenlerde, sosyal bilimlerde açıklanan varyansın %40 ile %60 arasında olması yeterlidir
(akt. Tavşancıl, 2018; akt. Çokluk, Şekercioğlu ve Büyüköztürk, 2012). Bu ölçeğin 64.174 toplam
varyans değerinin kabul edilebilir düzeyde olduğu görülmektedir.

3.1.3. Uzaktan Türkçe öğretimine yönelik tutum ölçeğinin faktör yükleri

Çokluk, Şekercioğlu ve Büyüköztürk (2012)’e göre bir maddenin faktör yük değerinin düşük
olması, o maddenin söz konusu faktörle yeterince güçlü bir ilişkide olmadığını Uzaktan Türkçe
öğretimine yönelik tutum ölçeğinin faktör yük değerlerine bakılmıştır. Ölçeğin faktör yüklerine ait
değerler Tablo 3’te yer almaktadır.

Tablo 3. Uzaktan Türkçe Öğretimine Yönelik Tutum Ölçeğinin Faktör Yük Değerleri

Maddeler İyimserlik Teknoloji

M32 .921

M31 .887

M33 .883

M20 .878

M7 .853

M2 .826

M1 .803

M40 .795

M35 .773

M38 .725

M4 .696

M34 .690

M30 .677

M36 .639

M39 .563

M24 .869

M21 .847

M22 .840

185
Aysun EROĞLU

M23 .814

M19 .806

M25 .787

M26 .742

M27 .620

Tablo 3’e bakıldığında birinci faktörde yer alan maddelerin yük değerlerinin .921-.563 arasında
olduğu, ikinci faktörde yer alan maddelerin .869 ile .620 arasında olduğu görülmektedir. 0.5 kesme
değeri ile elde edilen faktör yük değerlerinin yeterli düzeyde olduğu görülmektedir (Tabachnick ve
Fidell, 2013; Büyüköztürk, 2014).

Tablo 3’e tekrar bakıldığında birinci faktörde yer alan maddelerin (M32, M31, M33, M20, M7,
M2, M1, M40, M35, M38, M4, M34, M30, M36, M39) taşıdıkları özellik gereği “iyimserlik”, ikinci
faktörde yer alan maddelerin (M24, M21, M22, M23, M19, M25, M26, M27) ise taşıdıkları özellik
gereği “teknoloji” olarak adlandırılmıştır. Uzaktan Türkçe öğretimine yönelik tutum ölçeğinde binişik
olan maddeler ve yeterli faktör yük değerinin kabul düzeyine sahip olmayan 17 madde ölçekten
çıkartıldıktan sonra ölçek 23 maddelik ve iki faktörlü nihai halini almıştır.

3.2. DFA’ya yönelik bulgular

Araştırmanın doğrulayıcı faktör analizine (DFA) ilişkin bulgular Tablo 4 ve Şekil 2’de yer
almaktadır.

Tablo 4. Uzaktan Türkçe Öğretimine Yönelik Tutum Ölçeğinin Doğrulayıcı Faktör Analizi
Sonuçları

Değerler Kabul edilebilir uyum

χ² 463.037 -

df 202 -

p .000 -

χ²/df 2.292 <3

NFI/TLI .905/.929 >.90

CFI .944 >.90

RMSEA .077 <.08

Şekil 2. Uzaktan Türkçe Öğretimine Yönelik Tutum Ölçeğinin Doğrulayıcı Faktör Analizine
İlişkin Bulgular

186
Aysun EROĞLU

Tablo 4’e bakıldığında ölçeğin yapı geçerliği için yapılan DFA ile elde edilen uyum indeksleri
incelenmiş ve ki-kare değerinin (x2=463.037 sd=202, p=0.00) anlamlı olduğu görülmektedir. NFI/TLI
ile CFI değerlerinin .95’in üzerinde olması mükemmel uyuma, .90’ın üzerinde olması ise iyi uyuma
işarettir (İlhan ve Çetin, 2014). Bu ölçeğin NFI=.905 TLI=.929 ve CFI=.944 uyum indekslerinin iyi
olduğu görülmektedir. RMSEA’nın .05’ten küçük olması mükemmel, .08’den küçük olması iyi uyuma
işarettir (İlhan ve Çetin, 2014; Jöreskog ve Sörbom,1993 akt. Çokluk, Şekercioğlu ve Büyüköztürk,
2012). Bu ölçeğin RMSEA=.077 uyum indenksinin iyi olduğu görülmektedir. Ölçeğin doğrulayıcı
faktör analizi bulgularına bağlı olarak yeterli uyum indekslerini yakaladığı söylenebilir.

3.3. Uzaktan Türkçe Öğretimine Yönelik Tutum Ölçeğinin Güvenirliğine İlişkin Bulgular

Güvenirlik değeri bir ölçme aracının tekrarlanan ölçümlerde aynı sonucu verme derecesine işaret
etmektedir (Baş, 2010). Uzaktan Türkçe Öğretimine Yönelik Tutum Ölçeğinin güvenirliğini
kanıtlamak için ve Cronbach Alpha değerine bakılmıştır. Tavakol ve Dennick (2011) göre Cronbach
Alfa değeri .70 ve .95 arasında olan değerler kabul edilebilir değerlerdir. DeVellis (2017)’e göre de .60
altı kabul edilemez; .60 ve .65 arası istenilir değil; .65 ve .70 arası asgari düzeyde kabul edilebilir; .70
ve .80 arası kayda değer; .80 ve .90 arası çok iyi ve .90’ın üzeri araştırmacı ölçeği kısaltmayı
düşünmelidir. Ölçeğin geneline ait Cronbach Alpha değeri .944 olarak birinci faktörün Cronbach Alfa
değeri .954 olarak ikinci faktörün Cronbach Alfa değeri de .923 olarak bulunmuştur. Elde edilen bu
değerlerin alanyazın göz önüne alındığında iyi değerler olduğu söylenebilir.

4. Tartışma

187
Aysun EROĞLU

Araştırma sonucunda, 23 maddelik ve Türkçenin uzaktan öğretimine yönelik tutumu ölçen 2


boyutu olan 5’li Likert tipi bir ölçek ortaya çıkmıştır. Her alt faktör içinde bulunan maddelerin
özelliğine göre adlandırılır (Karasar, 2015). İki Türkçe Eğitimi alan uzmanı görüşünden sonra bu
ölçeğin alt faktörlerinin adlandırılması şu şekilde olmuştur: İyimserlik ve teknoloji. “Türkçenin
Uzaktan Öğretimine Yönelik Tutum Ölçeği”nin 23 maddesi ve 2 alt faktörlü yapısı ile açıklanan
toplam varyans 64.174’tür. Ölçek yapısının açıkladığı varyans, ölçülen niteliği açıklamada yeterli
bulunmuştur (Tavşancıl, 2018; Büyüköztürk, 2014). Açıklanan varyansın toplam varyans üzerinden
%50’yi geçiyor olması önemli bir kriter; çünkü oluşturulan faktör yapısı toplam değişken varyansının
yarısından azını açıklıyorsa temsil yeteneğinden söz etmek zor olabilirdi (Yaşlıoğlu, 2017). Bu
çalışmada, faktör yükü kesme değeri 0.5 olarak alınmış ve çalışmanın faktör yük değerleri birinci
faktörde yer alan maddeler için .921-.563 arasında, ikinci faktörde yer alan maddeler için .869 ile
.620 arasında çıkmıştır. Elde edilen değerlerin iyi olduğu ve literatürle örtüştüğü görülmektedir
(Tabachnick ve Fidell, 2013; Büyüköztürk, 2014; Yaşlıoğlu, 2017; Şencan, 2005).

Ölçek yapısının uyum indeksleri incelendiğinde χ²/df=2.292, NFI=.905 TLI=.929 ve CFI=.944


RMSEA=.077 değerlerinde uyum indekslerine sahip olduğu bulunmuştur. Elde edilen uyum
indekslerinin literatürler örtüştüğü ve ölçeğin iyi derecede uyum indekslerine sahip olduğu
bulunmuştur. (Byrne, 1998; İlhan ve Çetin, 2014; Schermelleh-Engel ve Moosbrugger, 2003).
Ölçeğinin güvenirliğin için Cronbach Alpha değerine bakılmış ve ölçeğin geneline ait Cronbach Alpha
değeri .944 olarak birinci faktörün Cronbach Alfa değeri .954 olarak ikinci faktörün Cronbach Alfa
değeri de .923 olarak bulunmuştur. Tavakol ve Dennick (2011) ‘e göre kabul edilebilir olan bu değer
ölçeğin iç tutarlılık düzeyinin yeterli olduğunu göstermektedir.

5. Sonuç ve Öneriler

Araştırma sonucunda, Türkçenin uzaktan öğretimine yönelik tutumu ölçen 23 maddelik ve 2


boyutlu bir ölçek elde edilmiştir. Elde edilen bu ölçek ile 2020 yılında salgın ile eğitim hayatının bir
parçası haline gelen uzaktan eğitim ile Türkçe öğreten Türkçe öğretmenlerinin tutumları
araştırabilir. Uzaktan Türkçe öğrenmeye başlayan Türkçe öğretmeni adaylarının uzaktan
öğretmenlik uygulaması dersini almalarına bağlı olarak onların uzaktan Türkçe öğretime yönelik
tutumları araştırılabilir. Türkçe öğretmeni ve öğretmen adaylarının sonuçları karşılaştırılabilir.

6. Kaynaklar

Aydın, C. H. (2011). Açık ve uzaktan öğrenme: öğrenci adaylarının bakış açısı. Ankara: Pegem Akademi.

Baş, T. (2010). Anket. anket nasıl hazırlanır? anket nasıl uygulanır? anket nasıl değerlendirilir?
(Genişletilmiş 6. Baskı). Seçkin: Ankara.

Bayburtlu,Y. S. (2020). Covid-19 Pandemi dönemi uzaktan eğitim sürecinde öğretmen görüşlerine
göre Türkçe eğitimi. Turkish Studies, 15(4), 131-151.

Byrne, B. M. (1998). Structural equation modeling with lisrel, prelis and simplis: basic concepts,
applications, and programmings. London: Lawrence Erlbaum Assocatiates, Publishers.

Büyüköztürk, Ş. (2014). Sosyal bilimler için veri analizi el kitabı. İstatistik, araştırma, deseni spss
uygulamaları ve yorum. (Genişletilmiş 19. Baskı). Ankara: Pegem Akademi.

Çallı, İ., İşman, A. & Torkul, O. (2001) Sakarya üniversitesi’nde açık ve uzaktan öğrenmenin dünü,
bugünü ve geleceği. 1.Uluslararası Eğitim Teknolojileri Sempozyumu ve Fuarı. Sakarya: Sakarya
Üniversitesi.

188
Aysun EROĞLU

Çokluk, Ö., Şekercioğlu, G. & Büyüköztürk, Ş. (2012). Sosyal bilimler için çok değişkenli istatistik spss
ve LISREL uygulamaları. (2. Baskı). Ankara: Pegem Akademi.

DeVellis, R. F. (2017). Ölçek geliştirme kuram ve uygulamalar. (Ç. Tarık Totan). (3. Baskı) Ankara:
Nobel Yayın Dağıtım.

Erkuş, A. (2016). Psikolojide ölçme ve ölçek geliştirme-1 temel kavramlar ve işlemler. (3. Baskı).
Ankara: Pegem Akademi.

Field, A. (2009). Discovering statistics using spss. London: SAGE Publications Ltd.

Güngör, H., Çangal, Ö. & Demir, T. (2020). Türkçenin yabancı dil olarak uzaktan öğretimine ilişkin
öğrenici ve öğretici görüşleri. Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, 40(3), 1163-1191.

Henson, R. K. & Roberts, J. K. (2006). Use of exploratory factor analysis in published research:
common errors and some comment on improved practice. Educational and Psychological
Measurement, 66, 393–416.

İlhan, M. & Çetin, B. (2014). Lisrel ve amos programları kullanılarak gerçekleştirilen yapısal eşitlik
modeli (yem) analizlerine ilişkin sonuçların karşılaştırılması. Eğitimde ve Psikolojide Ölçme ve
Değerlendirme Dergisi, 5(2), 26-42.

InternetSociety. Erişim adresi: https://www.internetsociety.org

Kaplan, K. & Gülden, B. (2021). Öğretmen görüşlerine göre salgın (COVID-19) dönemi uzaktan eğitim
ortamında Türkçe eğitimi. RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, (24), 233-258.

Karakuş, N., Ucuzsatar, N., Karacaoğlu, M. Ö., Esendemir, N. & Bayraktar, D. (2020). Türkçe öğretmeni
adaylarının uzaktan eğitime yönelik görüşleri. RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi,
(19), 220-241.

Karasar, N. (2015). Bilimsel araştırma yöntemi kavramlar ilkeler teknikler. Ankara: Nobel Yayın
Dağıtım.

Karatay, H., Kaya, S. & Başer, D. (2021). Türkçenin yabancı dil olarak öğretiminde uzaktan eğitime
yönelik öğrenci görüşleri. RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, (24), 223-232.

Özgül, E., Ceran, D. & Yıldız, D. (2020). Uzaktan eğitimle yapilan Türkçe dersinin öğretmen
görüşlerine göre değerlendirilmesi. Millî Eğitim, 49(Özel Sayı 1), 395-412.

Schermelleh-Engel, K. & Moosbrugger, H. (2003). Evaluating the fit of structural equation models:
tests of significance and descriptive goodness-of-fit measures. Methods of Psychological Research
Online 8(2), 23-74.

Simonson, M., Smaldino, S. & Zvacek, S. (2015). Teaching and learning at a distance: Foundations of
distance education (6. Baskı). Information Age Publishing: USA.

Şencan, H. (2005). Sosyal ve davranışsal ölçümlerde güvenilirlik ve geçerlilik. Ankara: Seçkin Yayınları.

Tabachnick, B. G. & Fidell L. S. (2013). Using multivariate statistics. (6th ed.). Pearson Education.

Tavakol, M. & Dennick, R. (2011). Making sense of cronbach’s alpha. International Journal of Medical
Education, 2, 53-55. http://www.ijme.net/archive/2/cronbachs-alpha.pdf /, Erişim tarihi:
03.02.2014.

189
Aysun EROĞLU

Tavşancıl, E. (2018). Tutumların ölçülmesi ve spss ile veri analizi. (6. Baskı). Ankara: Nobel Yayınları.

Weforum. Erişim adresi: www.weforum.org

Yaşlıoğlu, M. M. (2017). Sosyal bilimlerde faktör analizi ve geçerlilik: keşfedici ve doğrulayıcı faktör
analizlerinin kullanılması. İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi Dergisi, 46(Özel Sayı), 74-85.

Yurdakul, Y. & Duman, G. B. (2021). Uzaktan eğitimle Türkçenin yabancı dil olarak öğretimi sürecinde
temel becerilerin gerçekleştirilebilme durumunun öğretici görüşleri üzerinden
değerlendirilmesi. RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, (23), 167-186.

190
Türkçe Öğretmeni Adaylarının Türkçenin Uzaktan
Öğretimine İlişkin Metaforik Algıları

Aysun EROĞLU1
Özet

Bu araştırmanın amacı Türkçe öğretmeni adaylarının Türkçenin uzaktan öğretimine ilişkin metaforik
algılarını ortaya çıkarmaktır. Bu amaç doğrultusunda nitel araştırma yöntemlerinden olgu bilim
(fenomenoloji) kullanılmıştır. Araştırmaya Kafkas Üniversitesi Dede Korkurt Eğitim Fakültesi Türkçe
Eğitimi Ana Bilim Dalı’nda 2020-2021 yılı bahar döneminde 36 3. Sınıf düzeyinde ve 24 4. sınıf
düzeyinde öğrenim gören 40 kadın, 20 erkek toplam 60 öğretmen adayı katılmıştır. Verilerin
toplanması için oluşturulan metafor formunda, yönerge kısmı, demografik bilgiler kısmı ve metafor
kısmı olmak üzere üç bölüm yer almaktadır. Yönerge bölümünde, çalışmanın amacı bilgilerin gizli
kalacağı çalışma sonucunu merak edenler için mail adresi bulunmaktadır. Demografik bilgiler
bölümünde, katılımcılara ait cinsiyet, sınıf, kişisel bilgisayarın, evde internetin ve kendilerinden
başka öğrencinin olup olmadığını içeren bilgiler yer almaktadır. Form GoogleDocs aracılığıyla
oluşturulmuş ve öğretmen adaylarıyla form link paylaşılmış ve formu doldurmaları istenmiştir.
Doldurulan formlar araştırmanın verilerini oluşturmuştur. Katılımcılardan tarafından doldurulan
formlar excel programına otomatik kaydedilmiştir. Araştırmada içerik analizi kullanılmıştır. Analiz
yapılırken excelden word dosyasına veriler kategorilere ayrılıp ortak özelliklerine göre bir araya
getirilerek tablolar şeklinde kaydedilmiştir. Araştırmanın geçerlik ve güvenirliği sağlamak için de iki
uzmanla değerlendirme toplantısı yapılmıştır. Araştırma sonucunda Türkçe öğretmeni adaylarının
Türkçenin uzaktan öğretime ilişkin su, etkileşimsiz, zor, emek, faydasız ve diğer olmak üzere 6
kategori oluşturdukları kaydedilmiştir. Türkçe öğretmeni adaylarının Türkçenin uzaktan öğretime
ilişkin en çok su kategorisinde metafor oluşturdukları kaydedilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Türkçe öğretmeni adayları, Türkçenin uzaktan öğretimi, metafor, nitel
araştırma.
1. Giriş

Dünyayı etkisi altına alan Covid-19 salgını nedeniyle 2020 yılında neredeyse tüm dünya ülkeleri
yüz yüze eğitim şeklinden uzaktan eğitim şekline geçmiştir. Türkiye de bu salgından etkilenen ülkeler
arasında olduğu için hazırlıksız da olsa uzaktan eğitim şekliyle 2020 yılında eğitim-öğretimi
sürdürmeye çalışmıştır. Dolayısıyla daha önce uzaktan eğitim deneyimi olan olmayan eğitim camiası
üyeleri bu sürecin içinde kendini bulmuştur. Yüz yüze eğitimden farklı bir dinamiğe ve felsefe sahip
olan uzaktan eğitimin ne olduğu tam olarak bilinmeden sürece başlamak beraberinde birçok sorunu
da getirmiştir. Binlerce öğretmen ve milyonlarca öğrencinin aniden uzaktan eğitim destekli bir
sistemin içine girmesi ilk olarak alt yapı sorununu gün yüzüne çıkarmıştır. Öğretmen ve öğrencilerin
teknolojik araç gereç ve internet temini ailelere bırakıldığından dengesiz gelir dağılımı bu süreci
etkileyen bir unsur olmuştur (www.weforum.org). Dijital çağ olarak bilinen 21. Yüzyılda
dijitalleşmeden ne kadar uzak bir eğitim anlayışına sahip olduğumuz bu süreçte keşfedilmiştir. Çünkü
salgın gibi beklenmedik olaylar karşısında hayatı sürdürebilmek için b planın ne kadar önemli olduğu
anlaşılmıştır. Teknolojinin bu kadar geliştiği bir dönemde teknolojinin imkanlarından faydalanıp
öğrenciler ve öğretmen nerede olursa olsun eğitimi sürdürülebilmek için uzaktan eğitime uygun bir

1
Kafkas Üniversitesi, Dede Korkurt Eğitim Fakültesi, Türkçe Eğitimi Ana Bilim Dalı
24aysun@gmail.com

191
Aysun EROĞLU

alt yapının olması gerekmektedir. Uzaktan eğitimi 2020 yılı itibariyle çoğu insan tecrübe etmiş olsa
da uzaktan eğitimin tarihi 1830’lara dayanmaktadır. Tarihe geçen ilk uzaktan eğitim girişimi 1833’te
bir İsveç gazetesinde posta (mektup) yoluyla kompozisyon dersi verileceği ilanı ile 1840 yılına
gelindiğinde İngiltere’de Isaac Pitman’ın yazışma yoluyla stenografi öğretimine izin verilmesiyle de
uzaktan eğitimin ilk uygulamasının gerçekleştiği tarihe not düşülmüştür. (Simonson, Smaldino ve
Zvacek, 2015). Türkiye’de ise ilk kez 1924 yılında John Dewey tarafından uzaktan eğitimi teklif edilse
de ülkenin çok büyük bir oranının okuma yazması olmadığından hayata geçmemiştir. Ancak 1950’li
yıllara gelindiğinde Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma
Enstitüsü’nde banka çalışanlarına yönelik verilen kısa süreli mektupla hizmet içi eğitim ile
Türkiye’deki ilk uzaktan eğitim uygulaması gerçekleşmiştir (Aydın, 2011; Çallı, İşman ve Torkul,
2001).

Metafor terimine bakıldığında, bireyin kendi dünyasını anlamasına ve yapılandırmasına yönelik


zihinsel haritalar ve modeller belirlemesi (Arslan ve Bayrakcı, 2006) olarak kendini göstermektedir.
Eğitim bilimleri açısından bakıldığında ise kavramların analiz edilmesinde, hayatın daha anlaşılır bir
duruma getirilmesinde, tecrübelerin aktarılmasında, duygu ve düşüncelerin paylaşılmasında, bireyin
bir nesne, kavram veya olguya dair algılarının belirlenmesinde kullanıldığı (Aykaç ve Çelik, 2014)
görülmektedir. Kısaca ise metafor iki benzeşmez olgu arasında ilişki kurmaya yardım eden kavramdır
(Saban, 2008).

Covid-19 salgının 2020 yılında tüm dünyayı etkisi altına almasıyla uzaktan eğitim şeklinin
eğitim alanına yeni bir soluk getirmesiyle eğitimin her aşamasında ve alanında uzaktan eğitim
çalışmaları zirve yaşamıştır. Bu alanlardan biri olan Türkçenin uzaktan öğretimiyle ilgili başlıca
çalışmalara bakıldığında, yabancı dil olarak Türkçeyi uzaktan öğretenlerin uzaktan öğretime ilişkin
metaforik algıları (Eroğlu ve Okur, 2021), öğrenci, öğretmen ve velinin uzaktan eğitime yönelik
metaforik algıları (Karakuş ve Karacaoğlu, 2021; Korkmaz, 2021; Kuzu, Bahçeci ve Yalçın, 2021),
Türkçe öğretmenlerinin ve öğretmen adaylarının uzaktan eğitime ilişkin görüşleri (Bayburtlu, 2020;
Kaplan ve Gülden, 2021; Karakuş, Ucuzsatar, Karacaoğlu, Esendemir ve Bayraktar, 2020; Özgül, Ceran
ve Yıldız, 2020), Türkçenin yabancı dil olarak uzaktan öğretimine ilişkin öğrenici ve öğretici görüşleri
(Güngör, Çangal ve Demir, 2020; Karatay, Kaya ve Başer, 2021; Yurdakul ve Duman, 2021) çalışıldığı
fark edilmiştir. Uzaktan eğitimin bundan sonra eğitim alanından tamamen çıkmayacağı göz önüne
alındığında geleceğin Türkçe öğretmenlerinin Türkçenin uzaktan öğretimiyle ilgili algıları nasıl
şekillenmekte merak konusu olmuştur. Çünkü soyut kavram ve konuların işlendiği Türkçe
derslerinde uzaktan eğitimle bu dersi somutlaştırarak daha eğlenceli ve verimli hale getirebilmek ana
dili eğitimi açısından önemli görülmektedir. Dolayısıyla Türkçenin uzaktan öğretimiyle ilgili Türkçe
öğretmeni adaylarının algılarını ortaya çıkarmak gelecekte Türkçenin uzaktan öğretimiyle ilgili bilim
insanlarının ve öğretmenlerinin fikir sahibi olmasını, problemleri daha kolay görebilmelerini ve
çözüm üretebilmelerini sağlamaktadır. Buna bağlı olarak bu araştırmanın amacı uzaktan Türkçe
öğrenen öğretmen adaylarının uzaktan öğretimle ilgili algılarını ortaya çıkarmaktır.

2. Yöntem

Bu araştırmada, nitel araştırma yöntemlerinden olgu bilim (fenomenoloji) kullanılmıştır. Olgu


bilim, farkında olunulan ancak derinlemesine ve ayrıntılı bir anlayışa sahip olunmayan olgulara
odaklanmaktadır (Yıldırım ve Şimşek, 2013). Dolayısıyla bu araştırmada, uzaktan Türkçe öğrenen
öğretmen adaylarının uzaktan öğretimiyle ilgili yaşadıkları olay, durum, algı ve deneyimleri nitel
araştırma yöntemlerinden olgu bilim ile ortaya çıkarmak amaçlanmıştır.

2.1. Çalışma grubu

Bu araştırmanın çalışma grubunu Kafkas Üniversitesi Dede Korkurt Eğitim Fakültesi Türkçe
Eğitimi Ana Bilim Dalı’nda 2020-2021 yılı bahar döneminde 36 3. sınıf düzeyinde ve 24 4. sınıf

192
Aysun EROĞLU

düzeyinde öğrenim gören 40 kadın, 20 erkek toplam 60 öğretmen adayı oluşturmaktadır.


Katılımcılara ait demografik bilgiler Tablo 1’de yer almaktadır.

Tablo 1. Öğretmen Adaylarına Ait Demografik Bilgiler

Kişisel bilgisayar Evde internet Evde başka öğrenci

Evet 30 40 18

Hayır 30 20 42

Toplam 60 60 60

Tablo 1’e bakıldığında araştırmaya katılan katılımcıların yarısının kişisel bilgisayarı varken diğer
yarısının kişisel bilgisayarı olmadığı görülmektedir. Araştırmaya katılan 40 katılımcının evinde
internet varken 20 katılımcının evinde internet olmadığı ancak dipnot olarak verdikleri bilgilerde cep
telefonu internetini kullandıklarını kaydedilmiştir. Katılımcılar arasında kendileri dışında 18
katılımcının evinde öğrenci olduğu 42 katılımcının evinde kendileri dışında öğrenci olmadığı
görülmektedir.

2.2. Veri toplama aracı

Bu araştırmanın veri toplama aracı, Türkçe öğretmeni adayları için hazırlanan metafor
formundan oluşmaktadır. Araştırmanın verileri, Türkçe öğretmeni adaylarının uzaktan Türkçe
öğretimine ilişkin oluşturdukları metaforlardır. Metaforlar, insanın doğayı ve çevreyi anlamasını,
anlamsız gibi görünen nesnel gerçeklikten belirli yorumlar yoluyla anlamlar çıkarmasını, yaşantı ve
deneyime anlam kazandırmanın araçları olarak dikkat çekmektedir (Yıldırım ve Şimşek, 2013).
Verilerin toplanması için oluşturulan metafor formunda, yönerge bölümü, demografik bilgiler
bölümü ve metafor bölümü bulunmaktadır. Yönerge bölümünde, çalışmanın amacı yer alıp kişisel
bilgilerin gizli kalacağı, çalışma sonucunu merak edenler için mail adresi bulunmaktadır. Demografik
bilgiler bölümünde, katılımcılara ait cinsiyet, sınıf, kişisel bilgisayarın, evde internetin ve
kendilerinden başka öğrencinin olup olmadığını içeren bilgiler yer almaktadır. Son bölüm olan
metafor bölümünde ise “ Uzaktan Türkçe öğretimi ............. gibidir. Çünkü …………………….” ifadesi yer
almaktadır.

2.3. Verilerin toplanması ve analizi

Araştırma verilerini toplamak için GoogleDocs kullanılmıştır. Google Dokümanlar ile boş bir
forma yönerge, kişisel bilgiler ve metafor bölümlerine ait bilgiler yazılmış ve katılımcılarla form linki
paylaşılmıştır. Katılımcılardan formu linkinde istenen bilgileri doldurmaları istenmiştir. Böylece
araştırmanın verileri toplanmıştır. Veriler excel programına otomatik kaydedildikten sonra araştırma
dosyasına aktarılmıştır.

Bu araştırmada, içerik analizi kullanılmıştır. İçerik analizinde temel amaç, elde edilen verileri
açıklayabilecek kavramlara ve ilişkilere ulaşmak, benzer verileri belli kavramlar ve temalar
çerçevesinde bir araya getirmek ve bunları anlaşılabilir şekilde düzenleyerek yorumlamaktır
(Yıldırım ve Şimşek, 2013). Buna bağlı olarak katılımcıların oluşturdukları metaforlar incelenmiş,
ortak özelliklere sahip metaforlar belirlenip sınıflandırma işlemi yapılmıştır. Sınıflama işlemi ile de
veriler excelden word dosyasına aktarılırken ortak özelliklerine göre kategorilere ayrılmış ve
tablolaştırılmıştır.

2.4. Geçerlik ve güvenirlik

193
Aysun EROĞLU

Nitel araştırmalarda geçerlik ve güvenirliği sağlama yollarından biri uzman görüşüne


başvurmaktır. Uzman görüşü de iki şekilde olmaktadır: Birincisi araştırmacı ve uzmanın birlikte
değerlendirme toplantısı yapması, ikincisi de araştırmacının elde ettiği tüm dokümanları ham haliyle
bir uzmana göndermesidir (Yıldırım ve Şimşek, 2013). Bu çalışmada, araştırmacı önce kendisi
metaforları inceleyip kategorileri oluşturmuş daha sonra da iki uzmanla değerlendirme toplantısı
yapmıştır. Araştırmacı, sözel olarak araştırma sürecini ve elde ettiği sonuçları uzmanlarla
paylaşmıştır. Daha sonrasında oluşturduğu kategorileri uzmanların görüşüne sunmuştur. Toplantı
esnasında araştırmacı, uzmanların süreçle ilgili sorularını cevaplamış, uzmanlardan gelen kategori
isimlerini not almıştır.

3. Bulgular

Türkçe öğretmeni adaylarının uzaktan Türkçe öğrenimine ilişkin oluşturdukları metaforlar


ortak özelliklerine göre sınıflanmıştır. Bu doğrultuda su, etkileşimsiz, zor, emek, faydasız ve diğer
olmak üzere 6 kategori oluşmuştur. Oluşturulan kategorilere ait metaforlar ve başlıca örnekleri
aşağıda tablolar şeklinde bulunmaktadır.

3.1. Su kategorisinde yer alan metaforlara ait bulgular

Türkçe öğretmeni adaylarının uzaktan Türkçe öğretimine ilişkin su kategorisinde


oluşturdukları metaforlar Tablo 2’de yer almaktadır.

Tablo 2. Su Kategorise Ait Metaforlar Faktör Analizi Sonuçları

Metafor Sıklık

Durgun su 4

Okyanus 2

Yüzmeyi anlatmak 2

Suyu bulandırılmış havuz 2

Yarım dolu bardak su 2

Yüzmeyi göstermemek 1

Balık 1

Verimli toprağın suya ulaşamaması 1

Cılız ot 1

Toplam 16

Tablo 2’ye bakıldığında Türkçe öğretmeni adaylarının uzaktan Türkçe öğretimine ilişkin su
kategorisinde oluşturdukları metaforlar görülmektedir. Su kategorisine ait 9 farklı metaforun ve en
çok da durgun su metaforunun oluşturulduğu görülmektedir. Su kategorisinde oluşturulan
metaforların ortak özelliklerine bakıldığında heyecansız, etkileşimsiz, eğitimi tam anlamıyla
alamamış gibi durumlar dikkat çekmektedir.

194
Aysun EROĞLU

K31 “Çok verimli toprakların yeterince suya ulaşamadığı için cılız ot vermesidir. Çünkü eğitim yüz yüze,
sınıfta, etkin katılımlı gerçekleştiği zaman her öğrenci toprak gibi bolca suyunu almış olur
öğrendiklerini unutması mümkün olmaz.”

K33 “Durgun bir su gibidir. Çünkü gürül gürül akan bir suyun aksine durgun akan bir suyun ne heyecanı
ne de tadı tuzu olur.”

3.2. Etkileşimsiz kategorisinde yer alan metaforlara ait bulgular

Türkçe öğretmeni adaylarının uzaktan Türkçe öğretimine ilişkin etkileşimsiz kategorisinde


oluşturdukları metaforlar Tablo 3’te yer almaktadır.

Tablo 3. Etkileşimsiz Kategorise Ait Metaforlar Faktör Analizi Sonuçları

Metafor Sıklık

Uzaktan selam vermek 2

Uzaktan bulutları izlemek 2

Meyve vermeyen ağaç 2

Olgunlaşmaya başlayan meyve 1

Sanal çiftlik oyunu 1

Sanal sebze yetiştirmek 1

Sanal hayvancılık 1

Pamuk şekeri 1

Bulut şekillerini anlamlandırmak 1

Uzaktan sevmek 1

Toplam 13

Tablo 3’e bakıldığında Türkçe öğretmeni adaylarının uzaktan Türkçe öğretimine ilişkin etkileşimsiz
kategorisinde oluşturdukları metaforlar görülmektedir. Etkileşimsiz kategorisine ait 10 farklı
metaforun oluşturulduğu görülmektedir. Etkileşimsiz kategorisinde oluşturulan metaforların ortak
özelliklerine uzaktan eğitimin etkileşimden uzak, eğitimde eksik kalan bir durum olduğu, sanal bir
dünya gibi olduğu durumlar dikkat çekmektedir.

K24 “Uzaktan Türkçe ögretimi sanal çiflik oyunu gibidir. Çünkü bu durumu anlatacak baska bir şey
gelmedi aklima. Düşünsenize bir ciftliginiz var evinizden oturup hayvancılık yapıyorsunuz. Ancak daha
gercek hayatta bir tavuk bile gormemissiniz. Bir ciflik havasının kokusunu bilmeden gercek somut
olmayan sebze ektiginizi bu durum bu egitim havada kalıyor gerçeklik yok ama başarı var. Türkçe
öğretiminde sinifta akademisyenlerin arkadaşların olmadan yaptigin etkinliklerin olup olamadığını
görmüyorsun en onemlisi odev hazirlaken kutuphaneden uzak google bilgileri ile guvenli olmayan
bilgileri kullanmak zorunda kalıyorsun.”

3.3. Zor kategorisinde yer alan metaforlara ait bulgular

195
Aysun EROĞLU

Türkçe öğretmeni adaylarının uzaktan Türkçe öğretimine ilişkin zor kategorisinde


oluşturdukları metaforlar Tablo 4’te yer almaktadır.

Tablo 4. Zor Kategorise Ait Metaforlar Faktör Analizi Sonuçları

Metafor Sıklık

Deveye hendek atlatmak 3

Kabus 2

Görmeyen birine renkleri anlatmak 2

Karabasan 1

Örümcek ağı 1

Fırtına 1

Toplam 10

Tablo 4’e bakıldığında Türkçe öğretmeni adaylarının uzaktan Türkçe öğretimine ilişkin zor
kategorisinde oluşturdukları metaforlar görülmektedir. Zor kategorisine ait 6 farklı metaforun ve en
çok da deveye hendek atlatmak metaforunun oluşturulduğu görülmektedir. Zor kategorisinde
oluşturulan metaforların ortak özelliklerine bakıldığında uzaktan eğitim zor, karmaşık, fazla
sorumluluk gerektiren, önü görülmeyen gibi durumların ifade edildiği fark edilmiştir.

K2 “Uzaktan eğitim örümcek ağı gibidir. Nereye varacağımız bir türlü belli değil. Çok karmaşık bir
eğitim sistemidir.”

K23 “Deveye hendek anlatmak gibidir . Çünkü : bir kimseye, altından kalkamayacağı, yapamayacağı bir
işi yaptırmaya çalışmak gibidir.”

3.4. Emek kategorisinde yer alan metaforlara ait bulgular

Türkçe öğretmeni adaylarının uzaktan Türkçe öğretimine ilişkin emek kategorisinde


oluşturdukları metaforlar Tablo 5’te yer almaktadır.

Tablo 5. Emek Kategorise Ait Metaforlar Faktör Analizi Sonuçları

Metafor Sıklık

Öğrenci olmak 4

Binanın temeli 3

Yavrusundan uzak anne 1

Tatilde yavrusuna kavuşan anne 1

Toplam 9

Tablo 5’e bakıldığında Türkçe öğretmeni adaylarının uzaktan Türkçe öğretimine ilişkin emek
kategorisinde oluşturdukları metaforlar görülmektedir. Emek kategorisine ait 4 farklı metaforun ve
en çok da olmak metaforunun oluşturulduğu görülmektedir. Emek kategorisinde oluşturulan

196
Aysun EROĞLU

metaforların ortak özelliklerine bakıldığında uzaktan eğitim için ön hazırlık yapmak, fazla zaman
ayırmak, sorumluluk ve kalıcılık gerektiği gibi ifadeler dikkat çekmektedir.

K1 “Öğrenci olmak gibidir. Çünkü sürekli derslere hazırlıklı gitmek ve emek vermek gerekiyor. Uzaktan
olduğu için anlamak için daha fazla araştırma yapmak gerekiyor.”

K11 “Bir binanın temeli gibidir temeli sağlam olmayan binaçabuk yıkılır temeeli sağlam olan Türkçe
öğretimi kalıcılığını nesillere aktarabilir.”

3.5. Faydasız kategorisinde yer alan metaforlara ait bulgular

Türkçe öğretmeni adaylarının uzaktan Türkçe öğretimine ilişkin faydasız kategorisinde


oluşturdukları metaforlar Tablo 6’da yer almaktadır.

Tablo 6. Faydasız Kategorise Ait Metaforlar Faktör Analizi Sonuçları

Metafor Sıklık

Kaktüs 2

Pasif eğitim 2

Akademik yazı 1

Gece 1

Boşluk 1

Toplam 7

Tablo 6’ya bakıldığında Türkçe öğretmeni adaylarının uzaktan Türkçe öğretimine ilişkin faydasız
kategorisinde oluşturdukları metaforlar görülmektedir. Emek kategorisine ait 5 farklı metaforun
oluşturulduğu görülmektedir. Faydasız kategorisinde oluşturulan metaforların ortak özelliklerine
bakıldığında uzaktan eğitimin fayda sağlamadığı, uygulamasının olmadığı, etkili bir öğrenme
sağlamadığı gibi ifadeler dikkat çekmektedir.

K21 “Uzaktan Türkçe Öğretimi kaktüs gibidir asla meyve vermez.”

K13 “Uzaktan Türkçe öğretimi akademik bir yazı okumak gibidir. Akademik bilgileri alırsınız ve
akademik bilgi gerektiren yerlerde kullanırsınız fakat hayat ile bağdaştırmazsınız.”

3.6. Diğer kategorisinde yer alan metaforlara ait bulgular

Türkçe öğretmeni adaylarının uzaktan Türkçe öğretimine ilişkin diğer kategorisinde


oluşturdukları metaforlar Tablo 7’de yer almaktadır.

Tablo 7. Diğer Kategorise Ait Metaforlar Faktör Analizi Sonuçları

Metafor Sıklık

Mum (esneklik) 1

Kaygı 1

197
Aysun EROĞLU

Kumanda (kontrol edilebilir) 1

Yabancılara Türkçe öğreten birinin hiç Türkçe 1


kullanmaması

Para 1

Tatlı (fazlası zararlı) 1

Soğuk çay (zevksiz) 1

Toplam 7

Tablo 7’ye bakıldığında Türkçe öğretmeni adaylarının uzaktan Türkçe öğretimine ilişkin diğer
kategorisinde oluşturdukları metaforlar görülmektedir. Diğer kategorisine ait 7 farklı metaforun
oluşturulduğu görülmektedir. Bu kategoride oluşturulan metaforların mum ile esneklik, kumanda ile
kontrol edilebilirlik, para ile kolay eğitim, tatlı ile uzaktan eğitimin fazlasının zararlılığı, soğuk çay ile
zevksiz olduğu ifade edilmiştir.

K5 “Soğuk bir çay gibidir. Çünkü çay sıcak içildiğinde zevk verir, soğuk içildiğinde tadını alamassın.”

K20 “Uzaktan Türkçe öğretimi kumanda gibidir. Çünkü her nerede olursak olalım her şekilde kontrol
edebiliriz.”

K15 “Para gibidir. Çünkü parası olanlar iyi şeyler kullanırken, iyi etkinlikler yaparken, iyi konuşurken
parası olmayanlar ise parası olanların yaptığını izler sadece.”

4. Sonuç ve Tartışma

Bu araştırma 2020 yılında tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19 salgını nedeniyle 2020-2021
eğitim-öğretim yılını uzaktan eğitimle geçiren Türkiye’de, Türkçe öğretmeni adaylarının uzaktan
öğretime ilişkin algılarını ortaya çıkarmak için yapılmıştır. Araştırma sonucunda 6 metafor kategorisi
(su, etkileşimsiz, zor, emek, faydasız ve diğer) ortaya çıkmıştır. Su kategorisinde 16, etkileşimsiz
kategorisinde 13, zor kategorisinde 10, emek kategorisinde 9, faydasız kategorisinde 7, diğer
kategorisinde 7 olmak üzere toplam 62 metafor oluşturulduğu fark edilmiştir. Su, etkileşimsiz, zor ve
faydasız kategorisin oluşturulan metaforların neredeyse aynı düşünceyi ifade ettikleri tespit
edilmiştir. Bu kategorilerin ortak özellikleri uzaktan Türkçe öğretiminin zor, etkileşimden uzak,
uygulamaya yapmaya elverişsiz, eğitimi-öğretimin tamamlanmasını engelleyen bir noktanın var
olması, etkili olmadığı, yüz yüze eğitim gibi zevkli ve iletişim dolu olmadığı gibi ifadeleri
yansıtmasıdır. Yabancı dil olarak Türkçeyi uzaktan öğretenlerin uzaktan öğretime ilişkin metaforik
algılarının araştırıldığı bir araştırmada, benzer sonuçlar elde edilmiş ve katılımcılar süreci zor,
etkileşimsiz, eksik kalan bir noktanın olması gibi ifadelerle dile getirmişlerdir (Eroğlu ve Okur, 2021).

Bu araştırma, uzaktan Türkçe öğretimine ilişkin algıları ortaya çıkarmak için yapılan bir çalışma
olsa da uzaktan eğitimin 2020 yılında hazırlıksız ve ani bir şekilde eğitim alanına girmesiyle
oluşturulan metaforlarda sadece uzaktan Türkçe öğretimi değil uzaktan eğitime yönelik genel algılar
da ifade edildiği söylenebilir. Çünkü hazırlıksız ve ani geçilen uzaktan eğitim şekli alt yapı sorunu
olmak üzere pek çok sorunu beraberinde getirmiştir. Uzaktan eğitimle ile ilgili yapılan başlıca
çalışmalara bakıldığında da teknolojik araç gereç ve internet sorunu (Arslan ve Şahin, 2013;
Bayburtlu, 2020; Birişçi, 2013; Tümen Akyıldız, 2020), uzaktan eğitime hazır olmama (Durak,
Çankaya ve İzmirli, 2020) gibi sonuçların elde edildiği görülmüştür. Bununla birlikte Türkçenin
uzaktan öğretimine ilişkin öğretmen adaylarının olumlu ve olumsuz fikirlerinin cinsiyet açısından bir
farklılık göstermediği ancak, katılımcıların yarısının kişisel bilgisayarının olmaması, bir kısmının

198
Aysun EROĞLU

evinde internet olmamasının ve kendileri dışında evlerinde öğrenci olmasının uzaktan eğitime
yönelik geliştirdikleri olumsuz metaforlar üzerinde bir etkiye sahip olduğu söylenebilir.

Çünkü yüz yüze eğitimle uzaktan eğitim farklı dinamik ve felsefelere sahip iki sistem
olduğundan yüz yüze eğitimle yürütülen dersler gibi uzaktan eğitim derslerini yürütmeye çalışmak
sağlıklı bir süreç geçirilmemesine sebep olabilmektedir. Emek kategorisine bakıldığı zaman
katılımcıların uzaktan eğitim sisteminin yeni bir sistem olmasından kaynaklı zaman alan, sorumluluk
ve emek isteyen bir özelliğe sahip olduğunu vurguladıkları görülmüştür. Yabancı dil olarak Türkçeyi
uzaktan öğretenlerin uzaktan öğretime ilişkin metaforik algılarının araştırıldığı çalışmada da, benzer
bir sonuç elde edilmiştir (Eroğlu ve Okur, 2021). Alışık olunmayan yeni bir sistem içerisinde dersleri
yürütmek ve anlamaya çalışmak, farklı formatlarda ödev ve sunum hazırlamak, farklı formatta sınav
olmak, teknoloji destekli derslerin yürütülmesi gibi yeni durumlara alışmak zaman aldığından bu
kategorinin oluşması olağandır. Çünkü bu durum, Lammer (2012)’in de dediği gibi öğrenmenin ve
öğretmenin doğası gereği yeni bir şeyleri öğrenmenin zaten zaman almasıyla ilgilidir.

5. Öneriler

Covid-19 salgınıyla eğitim hayatına yoğun bir şekilde giren uzaktan eğitim şeklinin bundan
sonraki eğitim süreçlerinde tamamen hayatımızdan çıkmayacağı göz önüne alınırsa sadece uzaktan
Türkçe öğretiminde değil uzaktan eğitimin en temel sorunu olan alt yapı sorunlarının giderilmesiyle
daha verimli ve etkili bir eğitim süreci geçirilebilir. Yüz yüze eğitimden farklı bir dinamiğe ve
felsefeye sahip olan uzaktan eğitiminle derslerin daha etkili yürütülebilmesi için öğretim
görevlilerine ve öğretmenlere seminerler verilebilir. Çünkü yüz yüze eğitimde olduğu gibi çevrimiçi
dersleri yürütmeye çalışmak süreci verimsiz ve keyifsiz hale getirebilmektedir. Bilgiyi bilgisayar
ortamında sunmak, yorumlamak, etkinlik sunmak için farklı formatlarda bilgiyi değerlendirilme
becerisine ihtiyaç olduğu söylenebilir.

6. Kaynaklar

Arslan, M.M. & Bayrakcı, M. (2006). Metaforik düşünme ve öğrenme yaklaşımının eğitim-öğretim
açısından incelenmesi. Milli Eğitim, 171, 100-108.

Arslan, H. & Şahin, I. (2013). Hizmet içi eğitimlerin video konferans sistemiyle verilmesine yönelik
öğretmen görüşleri. Journal of Instructional Technologies &Teacher Education, 1(3), 34-41.

Aydın, C. H. (2011). Açık ve uzaktan öğrenme: öğrenci adaylarının bakış açısı. Ankara: Pegem Akademi.

Aykaç, N. & Çelik, Ö. (2014), Öğretmenlerin ve öğretmen adaylarının eğitim programına ilişkin
metaforik algılarının karşılaştırılması. Eğitim ve Bilim, 39(173), 328-34.

Bayburtlu,Y. S. (2020). Covid-19 Pandemi dönemi uzaktan eğitim sürecinde öğretmen görüşlerine
göre Türkçe eğitimi. Turkish Studies, 15(4), 131-151.

Birişçi, S. (2013). Video konferans tabanlı uzaktan eğitime ilişkin öğrenci tutumları ve görüşleri.
Journal of Instructional Technologies &TeacherEducation, 1(2), 24-40.

Çallı, İ., İşman, A. & Torkul, O. (2001) Sakarya üniversitesi’nde açık ve uzaktan öğrenmenin dünü,
bugünü ve geleceği. 1.Uluslararası Eğitim Teknolojileri Sempozyumu ve Fuarı. Sakarya: Sakarya
Üniversitesi.

Durak, G., Çankaya S. & İzmirli, S. (2020). Covid-19 pandemi döneminde Türkiye’deki üniversitelerin
uzaktan eğitim sistemlerinin incelenmesi. Necatibey Eğitim Fakültesi Elektronik Fen ve
Matematik Eğitimi Dergisi (EFMED), 14(1), 787-809.

199
Aysun EROĞLU

Eroğlu, A. & Okur, A. (2021). Yabancı dil olarak Türkçeyi uzaktan öğretenlerin uzaktan öğretime
ilişkin metaforik algıları. RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, (Ö10), 325-338. DOI:
10.29000/rumelide.1011455.

Güngör, H., Çangal, Ö. & Demir, T. (2020). Türkçenin yabancı dil olarak uzaktan öğretimine ilişkin
öğrenici ve öğretici görüşleri. Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, 40(3), 1163-1191.

Kaplan, K. & Gülden, B. (2021). Öğretmen görüşlerine göre salgın (COVID-19) dönemi uzaktan eğitim
ortamında Türkçe eğitimi. RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, (24), 233-258.

Karakuş, N. & Karacaoğlu, M. Ö. (2021). Uzaktan eğitime yakından bakış: Bir metafor çalışması.
RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, (Ö10), 44-62. DOI: 10.29000/rumelide.1009038.

Karakuş, N., Ucuzsatar, N., Karacaoğlu, M. Ö., Esendemir, N. & Bayraktar, D. (2020). Türkçe öğretmeni
adaylarının uzaktan eğitime yönelik görüşleri. RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi,
(19), 220-241.

Karatay, H., Kaya, S. & Başer, D. (2021). Türkçenin yabancı dil olarak öğretiminde uzaktan eğitime
yönelik öğrenci görüşleri. RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, (24), 223-232.

Korkmaz, E. (2021). İlköğretim matematik öğretmenlerinin metaforik algıları: pandemi sürecinde


matematiğe yönelik farklı kavramlar. Mustafa kemal üniversitesi eğitim fakültesi dergisi, 5(7), 1-
14.

Kuzu, İ. Y., Bahçeci, F. & Yalçın, C. K. (2021). Öğretmenlerin koronavirüs pandemisi döneminde
verdikleri uzaktan eğitime ilişkin metaforik algıları. Fırat üniversitesi sosyal bilimler dergisi,
31(2), 701-715.

Lammers, W. P. (2012). Digital storytelling : building 21st century literacy skills in the secondary
classroom (Master thesis). University of Northern Iowa.

Özgül, E., Ceran, D. & Yıldız, D. (2020). Uzaktan eğitimle yapilan Türkçe dersinin öğretmen
görüşlerine göre değerlendirilmesi. Millî Eğitim, 49(Özel Sayı 1), 395-412.

Saban, A. (2008). İlköğretim I. kademe öğretmen ve öğrencilerinin bilgi kavramına ilişkin sahip
oldukları zihinsel imgeler. İlköğretim Online, 7(2), 421-455.

Simonson, M., Smaldino, S. & Zvacek, S. (2015). Teaching and learning at a distance: Foundations of
distance education (6. Baskı). Information Age Publishing: USA.

Tümen Akyıldız, S. (2020). Pandemi döneminde yapılan uzaktan eğitim çalışmalarıyla ilgili İngilizce
öğretmenlerinin görüşleri (bir odak grup tartışması). RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları
Dergisi, (21), 679-696.

Yıldırım, A. ve Şimşek H. (2013). Sosyal bilimlerde nitel araştırma yöntemleri (Genişletilmiş 9. Baskı).
Ankara: Seçkin.

Yurdakul, Y. & Duman, G. B. (2021). Uzaktan eğitimle Türkçenin yabancı dil olarak öğretimi sürecinde
temel becerilerin gerçekleştirilebilme durumunun öğretici görüşleri üzerinden
değerlendirilmesi. RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, (23), 167-186.

200
Abbâsî Halifesi Me’mûn’dan (813-833) İslâmiyet
Hakkında Bilgi İsteyen Bulgar Meliki

Dr. Öğr. Üyesi Erman Şan1

Özet

İbnü’n-Nedîm (ö. 385/995 [?]), IV/X. yüzyılda Bağdat şehrinde yaşamış bir verrâk yani kitap
kopyalanması, ciltlenmesi ve satışıyla ilgilenen birisiydi. Hayatı hakkındaki bilgilerimiz oldukça
sınırlı olmasına rağmen günümüze ulaşmayı başaran tek eseri el-Fihrist, İbnü’n-Nedîm’i belki de
Ortaçağ İslâm dünyasının en önemli şahsiyetlerinden biri haline getirmektedir. İbnü’n-Nedîm’in el-
Fihrist’i adının da çağrıştırdığı üzere bibliyografik ve biyografik mahiyette bir eserdir. İbnü’n-Nedîm
el-Fihrist’te, eserini kaleme aldığı tarih olan 377/987 yılına kadar, Müslümanlar tarafından kaleme
alınmış eserlerin ve yazarlarının yanında Müslümanlar tarafından Arapçaya tercüme edilmiş
eserlerin ve bunların yazarlarının açıklamalı bir listesini sunmuştur. el-Fihrist’te ilk anda ilginç
gözükmese de aslında değişik ihtimallerden söz edilebilecek birbiriyle ilgili çok enteresan iki kayıt
bulunur. Söz konusu iki kayıt da Abbâsîlerin âlim halifesi Me’mûn (813-833) tarafından kaleme
alındığı söylenen bir kitaba dairdir. Kayıtların ilkinde kitabın adı geçer: Kitâbu Cevâbi Meliki’l-Burgar
fî mâ seele anhu min umûri’l-İslâmi ve’t-tevhîdi yani Melikü’l-Burgar’ın Kendisinden İslâm İnancı ve
Emirleri Hakkında Sorduklarına Cevaplar. İkinci kayıtta ise, bu kitabın yüz varaktan fazlasını havi
olduğu bilgisini paylaşır. Üzülerek belirtmek gerekir ki, Abbâsî Halifesi Me’mûn tarafından Melikü’l-
Burgar için kaleme alındığı söylenen bu kitap günümüze ulaşmayı başaramadığı gibi, kitabın
yazılmasına vesile olan Melikü’l-Burgar’ın kimliği de belirsizliğini korumaktadır. Buna rağmen
Ortaçağ Müslüman kaynaklarında kullanılmış olan Burgar’ın, Bulgarlar bilhassa da Tuna Bulgarları
kastedilerek kullanılan bir etnonim olmasından, Melikü’l-Burgar’ın çok büyük bir ihtimalle Tuna
Bulgar Hanı’nın karşılığı olarak kullanıldığını söyleyebiliriz. Fakat yine de Me’mûn tarafından kaleme
alınan kitabın günümüze ulaşamaması, bu konudaki kesin hükmün verilmesi noktasında her zaman
için bir engel teşkil edecektir.
Anahtar Kelimeler: İbnü’n-Nedîm, Tuna Bulgar Hanlığı, Abbâsîler, Halife Me’mûn, İslâmiyet.

1. el-Fihrist’te Halife Me’mûn’a Dair İki Enteresan Kayıt

İbnü’n-Nedîm (ö. 385/995 [?]), IV/X. yüzyılda Bağdat şehrinde yaşamış bir verrâk yani kitap
kopyalanması, ciltlenmesi ve satışıyla ilgilenen birisiydi. Hayatı hakkındaki bilgilerimiz oldukça
sınırlı olmasına rağmen günümüze ulaşmayı başaran yegâne eseri el-Fihrist, İbnü’n-Nedîm’i belki de
Ortaçağ İslâm dünyasının en önemli şahsiyetlerinden biri yapar. Adından anlaşılacağı üzere el-Fihrist,
bibliyografik ve biyografik içeriğe sahip bir çalışmadır. İbnü’n-Nedîm el-Fihrist’te, eserini
tamamladığı tarih olan 377/987 yılına (Şeşen, 2016, s. 124) kadar, Müslümanlar tarafından kaleme
alınmış eserlerin ve yazarlarının yanında yine Müslümanlar tarafından Arapçaya tercüme edilmiş
eserlerin ve bunların yazarlarının açıklamalı bir listesini sunmuştur2. el-Fihrist’in asıl önemiyse,
günümüze ulaşmayı başaramamış pek çok değerli eser ve bunların yazarları hakkında bilgi sunmuş
olmasından kaynaklanır3.

1 Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü
ermansan@gmail.com, ORCID ID: 0000-0001-8676-6215.
2 İbnü’n-Nedîm ve el-Fihrist hakkında genel bilgi için bkz. Karaarslan, 2000, s. 171-173.
3 el-Fihrist ve sahip olduğu önem hakkında daha detaylı bilgi için bkz. Yolcu, 2017, s. 1-33.

201
el-Fihrist’te birbiriyle bağlantılı ve çok enteresan iki kayıt göze çarpar. Her iki kayıt da
Abbâsîlerin âlim halifesi Me’mûn (813-833) tarafından kaleme alındığı belirtilen bir kitaba dairdir.
İbnü’n-Nedîm tarafından düşülen ilk kayıt şöyledir (İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, s. 185-186):

Onun [Abbâsî Halifesi Me’mûn’un] kitapları arasında şunlar vardır… Kitâbu Cevâbi Meliki’l-
Burgar fî mâ seele anhu min umûri’l-İslâmi ve’t-tevhîdi (‫كتاب جواب ملك فيما سأل عنه من أمور اإلسالم والتوحيد‬
‫[ )البرغر‬Melikü’l-Burgar’ın Kendisinden İslâm İnancı ve Emirleri Hakkında Sorduklarına
Cevaplar]…

Konuya dair olan ikinci kayıttaysa, Halife Me’mûn tarafından kaleme alınmış olduğunu belirttiği
kitabın hacmine ve az da olsa içeriğine dair olarak aşağıdaki sözleri sarf eder (İbnü’n-Nedîm, el-
Fihrist, s. 292):

Muhammed b. İshâk [İbnü’n-Nedîm4] dedi ki… [Abbâsî Halifesi Me’mûn] Melikü’l-Burgar’a ( ‫ملك‬
‫ )البرغر‬hiç kimseden yardım almadan, içerisinde ismi yüce Allah’ın kitabından [Kur’ân-ı Kerîm]
herhangi bir âyete yer vermediği ve kendisinden evvelki filozofların herhangi bir sözünün
bulunmadığı yüz varaktan daha fazlasını havi olan bir kitap yazmıştı…

Bu çok önemli kitaba dair bildiklerimiz, İbnü’n-Nedîm’in el-Fihrist’inde aktardığı ve yukarıda


tercümesini sunduğumuz iki kısa pasajında5 aktarılanlarla sınırlı olduğu için içeriğine dair
söylenebilecek pek fazla söz de yoktur. Buna rağmen hiç olmazsa bir takım bulgulardan yola çıkarak
Abbâsî Halifesi Me’mûn’a İslâmiyet hakkında sorular sormakla kitabın yazılmasına vesile olan
Melikü’l-Burgar’ın kim olabileceğine dair bazı saptamalarda bulunmak mümkün olabilir.

Resim 1. Skylitzes Matritensis’de (47r) Abbâsî Halifesi Me’mûn6

4 İbnü’n-Nedîm’in künye ve lakapları hakkında bkz. Yolcu, 2013, s. 112-114.


5 Aktardığımız kayıtlar için sırasıyla bkz. Zimonyi, 1990, s. 89-90; Golden, 2017, s. 261; Krăstev, 2018, s. 301.
6 Doğu Romalı tarihçi Skylitzes’in (ö. XI. yüzyılın ikinci yarısı) Synopsis Historion adlı eserinin Skylitzes Matritensis

olarak bilinen Biblioteca Nacional de España’daki minyatürlü nüshası dijital olarak ulaşılabilir hâldedir. Bkz.
http://bdh-rd.bne.es/viewer.vm?id=0000022766, erişim tarihi 15.07.2021.

202
2. Melikü’l-Burgar’ın Kimliği Sorunu

Kitabın kendisine hitaben yazıldığı belirtilen hükümdar için kullanılan Melikü’l-Burgar, aslında
bir unvandır ve tam olarak “Burgar Meliki” veya “Burgarların Meliki” manasına gelir. İslâmiyet ile
ilgilenen Melikü’l-Burgar’ın kimliğini tespit edebilme işine öncelikle, söz konusu melik yani
hükümdarın başlarında yönetici olarak bulunduğu devleti veya topluluğu teşhis etmekle
başlamalıyız. Yani burada ilkin Burgar denilmekle kastedilenlerin kimler oldukları sorusuna tatmin
edici bir cevap bulmamız gerekiyor. Burgar’ın el-Fihrist’te iki farklı yerde ve aynı imlayla geçmesi,
olası bir yazım hatası ihtimalini ortadan kaldırması nedeniyle, söz konusu hükümdarın kimliğini
tespit noktasında bizlere kolaylık sağlar. Çünkü Ortaçağ Müslümanlarınca kaleme alınan eserlerde,
yazılışıyla manası çok kesin bir şekilde belirlenmemiş ve varyantları bulunan Burgar gibi özel isimler
(aşa. bkz.) bir eser içerisinde her defasında aynı şekilde geçiyorsa –yani eserin tamamında bir yazım
bütünlüğü mevcutsa– bu durum çoğunlukla bilginin kaynağının tekliğine işaret eder. Bizim
örneğimizde söz konusu bilgilerin kaynağıysa, Halife Me’mûn’un Melikü’l-Burgar için kaleme aldığı
belirtilen eserin kendisi olmalıdır.

İbnü’n-Nedîm’in bir verrâk olması, yani mesleğinin doğrudan kitaplarla alakalı olması 7,
Me’mûn’un eserini bizzat görmüş olması ihtimalini yükseltir. Mehmet Yolcu (2017, s. 15-16.), İbnü’n-
Nedîm’in bazen görmüş olduğu kitapların gerçek isimlerini değil de muhtevasını başlığa taşıdığını
belirtir. Melikü’l-Burgar için kaleme alındığını söylediği kitabın başlığının da bu şekilde muhtevasını
yansıtması, İbnü’n-Nedîm’in kitabı görmüş olma ihtimalini daha da yükseltir. Hatta İbnü’n-Nedîm’in
söz konusu kitabı bizzat görmüş olması nedeniyle Me’mun’un cevabına dair olan ve yukarıda
tercümelerini sunduğumuz iki farklı haberde de aynı şekilde Burgar etnonimini kullanmış olduğu
düşünülebilir. Netice olarak İbnü’n-Nedîm’in kullandığı Burgar’ın gerçekten de Me’mûn’un kitabının
başlığında bulunan etnonim olduğunu söyleyebiliriz.

Me’mûn’un kitabının başlığında geçen ve konunun çözümü noktasında elimizdeki yegâne somut
dayanak noktamız olan Burgar etnonimi ise, Ortaçağ İslâm kaynaklarında her zaman Bulgarlar için
kullanılmıştır (Şan, 2015, s. 57-60). Bu noktada işimiz kolay gibi gözükürken, Bulgarların tam olarak
bu dönemde birkaç farklı coğrafyada bulunuyor olmalarıysa işleri olduğundan biraz daha karmaşık
hale getirir. Hiç olmazsa üç Bulgar topluluğu bu konuda değerlendirmeye alınmalıdır: İdil
boylarındaki İdil Bulgarları, Balkanlardaki Tuna Bulgarları ve Kafkaslar ile Karadeniz kuzeyindeki
Kara Bulgarlar8.

Elbette Bulgarlar ve İslâmiyet ile ilgili böylesine bir haberde kaçınılmaz olarak akıllara ilk
gelecek olanlar İdil Bulgarlarıdır; çünkü Abbâsîlerden bizzat bu konuda yardım isteyerek nihayetinde
Müslüman olacak Bulgarlar da bunlardır. Hatta sonrasında yolculuklarına dair bir eser de kaleme
alacak olan İbn Fadlân’ın (ö. 320/932) da mensubu olduğu Abbâsî elçilik heyetinin, Mayıs 922’de İdil
Bulgarlarının yanına varmasından9 evvel aralarında İslâmiyet’in yayılmaya başlamış olduğu da
anlaşılır. Bununla birlikte İbn Fadlân’ın bahsettiklerine istinaden, Almış Han’ın Müslüman olması, söz
konusu heyetin Bulgar şehrine varmasından biraz önce gerçekleşmişti (İbn Fadlân, er-Rihle, s. 23). Ne

7 Muhammed Yunûs el-Huseynî’nin İbnü’n-Nedîm’in mesleğine ve mesleğinde edindiği tecrübesinin el-Fihrist’e


yansımasına dair yaptığı yorumlara bkz. 2006, s. 44.
8 Bulgarların erken dönemlerinden milâdî IX. yüzyılın ortalarına kadarki tarihsel süreçleri ve özet halinde

tartışmalar için bkz. Kafesoğlu, 1981-1982, s. 91-123; Golden, 2017, s. 254-269.


9 Abbâsî divanlarında görevli kâtiplerden biri olan İbn Fadlân, kendi beyanına göre 309/921’de Abbâsî Halifesi

Muktedir-Billâh (908-932) tarafından, Müslümanlığı kabul ettikten sonra kendisinden İslâm dinini öğretecek din
adamlarıyla cami ve kale yapımı için de mimarlar isteyen İdil Bulgar Hanı Âlmış b. Şilkî’ye gönderilen ve 11 Safer
309/21 Haziran 921 tarihinde Abbâsî başkenti Bağdat’tan yola çıkarak 12 Muharrem 310/12 Mayıs 922
tarihinde de Bulgar hükümdarının yanına varan cevabî heyette danışman ve kâtip olarak yer almıştı. Bkz. İbn
Fadlân, er-Rihle, s. 2 ve 21.

203
var ki İbn Fadlân tarafından Almış Han’ın Müslüman olmasına dair kesin bir tarih verilmemiştir.
Konu hakkında sadece Almış Han’ın babasının bir kâfir olduğunu ifade etmesinden, bunun kendi
hükümdarlık döneminde gerçekleşmiş olmasının daha muhtemel olduğu sonucuna varılabilir (Ayr.
bkz. Şan, 2019, s. 58-64). Netice itibarıyla Me’mûn’un kitabını yazdığı olası tarihle İdil Bulgarlarının
Müslüman olması arasında yaklaşık bir asırlık bir süre bulunduğu anlaşılıyor. Şayet Abbâsî Halifesi
Me’mûn’un muhatabı Melikü’l-Burgar İdil Bulgarlarının bir hanı idiyse, o halde kitabın yani
cevapların kısa vadede beklenen etkiyi yapmamış olduğunu düşünebiliriz.

Omeljan Pritsak’a (2002, s. 511-512) göreyse burada bahsedilen Bulgarlar, Kara Bulgarlar veya
Kuban Bulgarları10 olarak da bilinen ve Kubrat Han’ın 665 yılı civarındaki ölümünün ardından
devletinin11 dağılmasının sonrasında Karadeniz bozkır sahasında Hazar Kağanlığı’nın yüksek
hâkimiyetinde kalmaya devam eden Bulgarlar idiler. István Zimonyi de Hazar Kağanlığı coğrafyasını
işaret eder ama onun üzerinde durduğu Bulgarlar değil de Hazarlardır ve hatta el-Fihrist’teki iki
kaydın da Halife Hârûnürreşîd (786-809) döneminde Hazarların Yahudi olmalarıyla12 ilgili sürecin
bir parçası olduklarını düşünür. Yine Zimonyi’ye (1990, s. 94) göre, Hârûnürreşîd kendisinden
İslâmiyet hakkında bilgi isteyen Hazarlara cevapları hazırlama işini o dönemde Horasan Valisi olan
oğlu Me’mûn’a havale etmiş, İbnü’n-Nedîm de bu bilgiyi, el-Fihrist’i yazdığı dönemde Hazarların zaten
Yahudi ve İdil Bulgarlarının da Müslüman olmuş olmaları nedeniyle, Bulgarlara yorarak aktarmıştı.

Gerçekten de Zimonyi’nin iddialarındaki gibi bir durum söz konusu olsaydı, İbnü’n-Nedîm’in
Bulgarlar için Ortaçağ Müslüman tarih ve coğrafya literatüründe çok az kullanılmış olan Burgar
etnonimi yerine çok daha yaygın kullanıma sahip olan Bulgar (‫)بلغر‬, Bulkār (‫ )بلقار‬veya Bulgār (‫)بلغار‬
etnonimlerinden birini tercih etmesi beklenirdi. Bize göreyse Abbâsî Halifesi Me’mûn’dan İslâmiyet
hakkında bilgi isteyen Bulgar Meliki ne İdil Bulgarlarının ne de Kara Bulgarlarının bir idarecisiydi.
Çünkü mevcut bir takım bulgular, aslında en düşük ihtimal gibi gözüken Tuna Bulgarlarının bir
hanının söz konusu Melikü’l-Burgar olabileceğine yorumlanabilecek mahiyettedir. Fakat yine de elde
çok kesin delillerin bulunmaması nedeniyle şimdilik diğer iki ihtimali de (İdil Bulgarları ve Kara
Bulgarlar) dışlamanın çok da mümkün gözükmediğini vurgulamalıyız13.

3. Melikü’l-Burgar: Tuna Bulgar Hanı

Yukarıda böylesi bir haberde ilk akla gelenlerin İdil Bulgarları olmasının doğal olduğunu
belirtmemize rağmen aşağıda göreceğimiz gibi, haberdeki Bulgarların Tuna Bulgarları olma ihtimali
bize göre daha olasıdır. Çünkü kitabın başlığında bulunan Burgar etnonimi, Ortaçağ Müslüman
kaynaklarında hemen her seferinde Tuna Bulgarları kastedilerek kullanılmıştır (Şan, 2015, s. 57-60).
Bunu destekler mahiyette el-Fihrist’ten başka Ortaçağ Müslüman kaynaklarında Tuna Bulgarlarından
Burgar olarak bahseden başkaca rivayetler de bulunduğunu ve bunların tamamında kastedilenlerin
de Tuna Bulgarları olduğunu hatırlatabiliriz. Bu etnonim çok fazla kullanılmamış olmasına rağmen,
Mes‘ûdî (ö. 345/956) çalışmalarında Burgar etnonimini kullanarak Tuna Bulgarlarıyla ilgili miladî IX.
yüzyılın sonuna ve X. yüzyılın başına ait haberler aktarmıştır (Mes‘ûdî, et-Tenbîh ve’l-işrâf, s. 66, 158
ve Mürûcü’z-zeheb, I, 91 ve 147. Ayr. krş. Ebû Ubeyd el-Bekrî, el-Mesâlik ve’l-memâlik, I, 150). Yani ilk
olarak Melikü’l-Burgar’ın kesin olarak “Bulgar Hanı” demek olduğunu; çok büyük bir ihtimalle de
“Tuna Bulgar Hanı” kastedilerek kullanıldığını söyleyebiliriz. Zaten Tuna Bulgarları da kitabelerinin
bazılarında Burgar (Βουργάρ) etnonimini kendilerini tanımlamak için kullanmışlardı (Tekin, 1987, s.
34-35 ve 62; Beşevliev, 1992, s. 250-251). Her ne kadar István Zimonyi (1990, s. 94), Melikü’l-
Burgar’ın Tuna Bulgarlarının hanı olduğunu düşünmese de yine de bu ihtimalin de göz önünde

10 Kara Bulgarlar için bkz Golden, 2017, s. 256-257.


11 Magna Bulgaria için bkz. Róna-Tas, 2000, s. 1-22.
12 Hazarların Yahudi olmalarına dair son tartışma için bkz. Özcan, 2020, s. 249-255. Ayrıca bkz. Artamonov, 2004,

s. 343-373; Dunlop, 2008, s. 104-184.


13 Melikü’l-Burgar’ın kimliği hakkındaki tartışmaların özeti ve araştırmacılar tarafından ileri sürülen argümanlar

için bkz. Zimonyi, 1990, s. 89-94 ve bilhassa Krăstev, 2018, s. 301-303.

204
bulundurulması gerektiğini belirtir. Hatta Peter B. Golden da (2017, s. 261) el-Fihrist’te bulunan
haberlerdeki Burgar’ın Tuna Bulgarları olma ihtimalini hiç de şaşırtıcı olmayan bir durum olarak
niteler ve bu ihtimal üzerinde durur.

Değindiğimiz hususların yanında Melikü’l-Burgar’ın Tuna Bulgar hanlarından biri olduğu


yönündeki düşüncemizi pekiştiren önemli bir benzerlik de söz konusudur. Hatırlanacağı üzere Halife
Me’mûn’un kitap yazmasına neden olacak olan, kendisine gönderildiği belirtilen ve İslâmiyet
hakkında soruları barındıran bir mektuptu. Bu mektup da şekil olarak yine Tuna Bulgar hanlarından
Boris (852-889) tarafından 866 yılında Papa I. Nicolaus’a (858-867) gönderilen ve Hıristiyanlık
hakkında soruları barındıran mektupla çok bariz benzerlikler gösterir. Papa I. Nicolaus’a yazılan
mektup da günümüze ulaşmamış olmasına rağmen Nicolaus’un buna yazdığı cevabî mektup ise
elimizdedir ve Monvmenta Germaniae Historica serisi içerisinde yayınlanmıştır (Nicolae I. Papae
Epistulae 99, s. 568-600). Nicolaus’un verdiği cevaplardan anlaşıldığı kadarı ile sorular, genel olarak
Tuna Bulgarları arasında dinî ve ananevî uygulamaların Hıristiyanlığa ne derece uygun olup
olmadığını anlamak için gönderilmiştir14. Her iki durumda da Tuna Bulgar hanlarının ilgilendikleri
dinlere dair (İslâmiyet ve Hıristiyanlık) sorularının bulunduğu mektuplar söz konusudur ve bu
mektuplar ilgilenilen dinin en yüksek kademesindeki dinî otoriteye (Papa ve Halife) gönderilmiştir.
Me’mûn da emîrü’l-mü’minîn yani halife olarak Müslümanlar nezdinde en yüksek siyasî otorite
olmasının yanında -tam olarak öyle olmasa da- en yüksek dinî otoriteyi de temsil etmekteydi. Bu da
mektubun onun ikitadarı döneminde yazılmış olması gerektiğini düşündüren başka bir etmendir.

Mektuplar arasındaki benzerliğin ötesinde, çok önemli bir ayrıntı olarak Papa I. Nicolaus’un
verdiği cevaplardan Tuna Bulgarları arasında Arapça kitapların bulunduğu da anlaşılmaktadır; 103.
başlık yani cevap tam olarak Tuna Bulgarlarının elinde bulunan Arapların sıradan kitaplarından
bahseder (Nicolae I. Papae Epistulae 99, s. 599): Cap. CIII. De libris profanis, quos a Sarracenis vos
abstulisse ac apud vos habere perhibetis... Ünlü Bizantinist John Bagnell Bury (1912, s. 336) de
Nicolaus’un mektubunda bahsettiği gibi onların arasında Arapça kitapların bulunmuş olabileceğini
kabul eder ve dahası Tuna Bulgarlarının kendi takvim sisteminde Müslümanların takvimi olan hicrî
takvimden etkilenmiş olabileceklerine de dikkat çeker. Hatta Bury’ye ilaveten ünlü Bulgar tarihçi
Veselin İvanov Beşevliev de (1945, s. 215-216 ve 232-233) bu sorularda bahsedilen bazı Bulgar âdet
ve inançlarının da İslâm menşeli olabileceği düşüncesindedir. Değerlendirdiğimiz dönemin en az bir
buçuk asır sonrasından bahsetmekle beraber belki de İbn Havkal’ın (ö. 367/977’den sonra)
Bulgāru’d-dâhil (‫ )بلغار الداخل‬diye tanımladığı Tuna Bulgar memleketinde Müslümanların varlığından
bahsetmesi de (İbn Havkal, Sûretü’l-arz, s. 286) tamamen bununla ilgili olabilir.

Eğer Papa Nicolaus’un verdiği cevaplardan araştırmacılarca çıkarılan tüm bu neticeler


doğruysa, Tuna Bulgarlarının IX. yüzyıl ortalarından önceki bir tarihte bir şekilde Müslümanlarla
irtibat kurmuş olduklarını15 ve aralarındaki münasebetlerin ciddi manada Tuna Bulgarlarına etki
etmiş olduğu söylenebilir. Bu açıdan bakılınca Halife Me’mûn’un yazdığı kitabın muhatabının Tuna
Bulgarları olabileceğini düşünmemek için hiçbir neden olmadığı da anlaşılır. Tüm bu zorlayıcı
durumları göz önüne alarak bir değerlendirme yaptığımızda, Abbâsî Halifesi Me’mûn’un muhatabı
olan Melikü’l-Burgar’ın Tuna Bulgar hanlarından birisi olduğu kanaati de oldukça ağır basmaktadır.
Ne var ki haberdeki Melikü’l-Burgar’ın, söz konusu kitap elimize ulaşmadığı ve başkaca bir yerde de

14Kısa bir süre sonra kalıcı bir biçimde Hıristiyan olacak Tuna Bulgarlarının, Hıristiyanlık öncesi inanışlarına dair
oldukça önemli bilgileri barındıran mektup yüz altı başlıktan yani cevaptan oluşmaktadır. Daha detaylı bilgi için
bkz. Beşevliyev, 1945, s. 215-216. Tuna Bulgaryasının Hıristiyanlaşma sürecinin Ortaçağ Müslüman kaynaklarına
yansıyan haberler üzerinden değerlendirilmesine dair olarak bkz. Şan, 2016, s. 191-208.
15 Tuna Bulgarlarıyla Müslümanlar arasındaki ilk doğrudan münasebet, şayet daha erken bir tarihte

gerçekleşmediyse, Emevîler döneminde (661-750) Mesleme b. Abdülmelik’in (ö. 121/739 [?]) 717-718’deki
Constantinopolis kuşatması esnasında gerçekleşmişti. Kuşatmanın başarısız olma nedenlerinden biri de
Müslüman ordularına ciddi zarar veren Tervel Han (702-718) idaresindeki Tuna Bulgar süvarileriydi. Yani Tuna
Bulgarları ve Müslümanlar birbirlerini pekâlâ tanımaktaydılar. Bu ilk münasebet için bkz. Şan, 2013, s. 71-83 ve
Şan, 2017, s. 530-532.

205
bu kitap hakkında bilgi bulunmadığı için, kesin bir şekilde Tuna Bulgarlarının bir hanı olduğu iddia
edilemeyecek olmasına rağmen her halükarda şimdilik bahsettiğimiz hususlar bize göre Tuna
Bulgarlarını biraz daha fazla işaret etmektedir. Nihayetinde tartışmaya açık olmakla birlikte 813-833
yılları arasında bir tarihte Abbâsî Halifesi Me’mûn’un kendisinden İslâmiyet ve esasları hakkında bilgi
isteyen bir Tuna Bulgar Hanı’na cevaplarını içeren bir kitap kaleme aldığı sonucuna ulaşabiliriz.

4. Tartışma

İbnü’n-Nedîm’in el-Fihrist’i hiç şüphesiz Ortaçağ Müslümanları tarafından kaleme alınmış en


önemli eserlerden birisidir. Biz de bu tebliğimizde Abbâsîlerin âlim halifesi Me’mûn (813-833)
tarafından kaleme alındığı söylenen bir kitaba dair el-Fihrist’teki iki kayıttan yola çıktık. İlk kayıtta
kitabın adı verilir: Kitâbu Cevâbi Meliki’l-Burgar fî mâ seele anhu min umûri’l-İslâmi ve’t-tevhîdi yani
Melikü’l-Burgar’ın Kendisinden İslâm İnancı ve Emirleri Hakkında Sorduklarına Cevaplar. Burada
Melikü’l-Burgar’ın hangi devletin hükümdarı olduğu konusuysa belirsiz olarak bırakılmıştır. Bununla
birlikte Müslüman kaynaklarında Burgar etnoniminin yalnızca Tuna Bulgarları için kullanılmış
olması önemlidir; bu da haberdeki Melikü’l-Burgar’ı Tuna Bulgar Hanı olarak kabul etmemizde
önemli bir husus olmuştur. Bu noktadan sonra belirlenmesi gerekense, söz konusu hanın Tuna
Bulgarlarının hangi hanı olduğuna ilaveten ne türden gerekçelerle böyle bir talepte bulunmuş
olduğudur.

Melikü’l-Burgar tarafından gönderilen soruların, sadece girilmek istenilen dine dair detaylı bilgi
alma isteğinden kaynaklandığını düşünmek oldukça iyimser bir yaklaşım olur. Böylesi durumlarda
işin siyasî bir boyutu da her zaman olmuştur ve altında muhtemelen bir ittifak isteği de gizlidir. Tuna
Bulgar Hanı Boris’in Hıristiyan veya İdil Bulgar Hanı Almış’ın Müslüman olmaları örnekleri de
tamamen bu şablona uyar ve her ikisinde de yeni bir din ile birlikte geliştirilmek istenilen yeni siyasî
münasebetler yani ittifaklar söz konusudur. Miladî IX. yüzyıl başları gibi bir tarihte artık Abbâsî ve
Tuna Bulgar devletlerinin birbirlerinden haberdar olduklarını farz etmek hiç de abartılı bir düşünce
olmaz. Çünkü her ikisinin de geleneksel manada en büyük rakibi Doğu Roma İmparatorluğu’ydu ve
bu tarihe değin Doğu Roma hem Abbâsîlerle hem de Tuna Bulgarlarıyla çoğunlukla sert geçen bir
mücadele içerisindeydi. Bu noktada birbirleri hakkında haberler almış olmaları ve hatta ortak
düşmana karşı ittifak kurma teşebbüsünde bulunmaları hiç de imkânsız değildir. Kitabın kaleme
alındığını düşündüğümüz Me’mûn’un hilafeti dönemindeki yani 813-833 yılları arasındaki Tuna
Bulgar hanlarıysa sırasıyla şunlardı: Krum (803-814), Omurtag (814-831) ve Malamir (831-835).
Yani söz konusu soruları gönderen Melikü’l-Burgar bu hanlardan biri olmalıdır.

Elimizde tercümelerini sunduğumuz iki pasajdan başka bilgi olmadığı müddetçe, sadece
ihtimallerden bahsetmek mümkündür. Yani tüm iddialarımıza rağmen mevzubahis kitabın İdil
Bulgarlarına da yazılmış olabileceği ihtimali de tamamen dışlanmamalıdır. Kitabın muhatabının
kimliği ve neden böylesi bir talepte bulunma gereği duyduğu, ancak ve ancak dönemin dinî ve siyasî
ortamına etki eden Franklar, Bulgarlar, Doğu Romalılar, Ağlebîler, Abbâsîler ve Endülüs Emevîleri
gibi tüm aktörlerin bir arada değerlendirilmesiyle ortaya çıkarılabilir. István Zimonyi’nin de dikkat
çektiği gibi şimdilik kesin olansa, bu konudaki son sözün Melikü’l-Burgar’ın sorularına cevap olarak
yazılan kitabın keşfiyle söylenebileceğidir.

5. Kaynaklar

Artamonov, M. İ. (2004). Hazar Tarihi: Türkler, Yahudiler ve Ruslar (2. Baskı). D. Ahsen Batur (Çev.).
İstanbul: Selenge.

Beşevliev, V. İ. (1992). Pervo-Bulgarski Nadpisi. Sofiya: İzdatelstvo na Bulgarskata Akademiya na


Haukite.

Beşevliev, V. İ. (1945). Proto-Bulgar Dini. Türker Acaroğlu (Çev.). Belleten, 9/34, 213-261.

206
Bury, J. B. (1912). A History of the Eastern Roman Empire from the Fall of Irene to the Accession of Basil
I (A. D. 802-867). London: MacMillan and Co.

Dunlop, D. M. (2008). Hazar Yahudi Tarihi. Zahide Ay (Çev.). İstanbul: Selenge.

Ebû Ubeyd el-Bekrî. el-Mesâlik ve’l-memâlik. Cemâl Tulbe (Thk.). Beyrut 2003.

Einhard. Vita Karoli Magni. post G. H. Pertz rec. G. Waitz. Hannoveare 1927 (6. Baskı).

Golden, P. B. (2017). Türk Halkları Tarihine Giriş (7. Baskı). Osman Karatay (Çev.). İstanbul: Ötüken.

el-Huseynî, M. Y. (2006). Arap Düşünce Tarihinin Ölümsüz Eseri: İbnu’n-Nedîm’in el-Fihrist’i. Eyyüp
Tanrıverdi (Çev.). Nüsha: Şarkiyat Araştırmaları Dergisi, 6/23, 39-48.

İbn Fadlân. er-Rihle. Ramazan Şeşen (Thk. ve Çev.). İstanbul 2010.

İbn Havkal. Sûretü’l-arz, II. Johannes Heindrik Kramers (Ed.). Lugduni Batavorum 1939.

İbnü’n-Nedîm. el-Fihrist. Yûsuf Alî Tavîl (Thk.). Beyrut 2010 (3. Baskı).

Kafesoğlu, İ. (1981-1982). Türk Bulgar’ların Tarih ve Kültürüne Kısa Bir Bakış. Güney Doğu Avrupa
Araştırmaları Dergisi, 10-11, 91-123.

Karaarslan, N. Ü. (2000). İbnü’n-Nedîm. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 21, 171-173.

Krăstev, K. S. (2018). Arabski i Siriycki izvori za upravlenieto na Hanovete Krum (sled 796-814) i
Omurtag (814- okolo 831). Bulgarsko Çarstvo, sbornik v çest na 60-godişninama ha Doç. Dr.
Georgi N. Nikolov. Angel Nikolov (Ed.). Sofiya: Sv. Kliment Ohridski, Universitetsko İzdatelstvo,
276-303.

Mes‘ûdî. Mürûcü’z-zeheb, I. ‘Afîf Nâîf Hatum (Thk.). Beyrut 2010 (2. Baskı).

Mes‘ûdî. et-Tenbîh ve’l-işrâf. Kahire 2009.

Nicolae I. Papae Epistulae 99. Monvmenta Germaniae Historica, Epistolarum Tomvs VI: Epistolae
Karolini aevi Tomvs IV. Ernst Perels (Ed.). Berolini 1925, 568-600.

Özcan, A. T. (2020). Hazar Kağanlığı ve Etrafındaki Dünya (2. Baskı). İstanbul: Kronik.

Pritsak, O. (2002). Türk-Slav Ortak Yaşamı: Güneydoğu Avrupa’nın Türk Göçebeleri. Osman Karatay
(Çev.). Türkler, II. Hasan Celal Güzel & Kemal Çiçek & Salim Koca (Ed.). Ankara: Yeni Türkiye
Yayınları, 509-520.

Róna-Tas, A. (2000). Where Was Khuvrat’s Bulgharia?. Acta Orientalia Academiae Scientarum
Hungaricae, 53/1-2, 1-22.

Şan, E. (2019). İbn Rüste’nin el-A‘lâku’n-nefîse’yi Ne Zaman Yazdığına Dair Yeni Tespitler. Belleten,
83/296, 65-88.

Şan, E. (2017). Tuna Bulgar Hanlığı – Bizans İmparatorluğu Münasebetlerine Dair Ortaçağ İslâm
Kaynaklarındaki Haberler. Toroslardan Tanrı Dağlarına Genel Türk Tarihi Araştırmalarına
Adanmış Bir Ömür. Prof. Dr. Gülçin Çandarlıoğlu’na 75. Yaş Armağanı. Erman Şan (Ed.). İstanbul:
Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, 525-546.

207
Şan, E. (2016). Besiûs el-Melik ve Sakālibe’nin Hıristiyan Olması (Basileus Symeon ve Tuna
Bulgaryası’nın Hıristiyanlaşması). Türk Dünyası Araştırmaları, 114/224, 191-208.

Şan, E. (2015). Ortaçağ İslâm Kaynaklarında Tuna Bulgarları İçin Kullanılmış Olan Etnonimler
(Kronolojik Bir Değerlendirme). Belleten, 79/284, 49-72.

Şan, E. (2013). Mesleme b. Abdülmelik Tarafından 717 Yılında Fethedilen Medînetü’s-Sakālibe’nin


Konumuna Dair. Prof. Dr. Erdoğan Merçil’e Armağan. Emine Uyumaz & Muharrem Kesik & Aydın
Usta & Cihan Piyadeoğlu (Ed.). İstanbul: Bilge Kültür Sanat, 71-83.

Şeşen, R. (2016). Müslümanlarda Tarih-Coğrafya Yazıcılığı (2. Baskı). İstanbul: İSAR Vakfı.

Tekin, T. (1987). Tuna Bulgarları ve Dilleri. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.

Yolcu, M. (2017). en-Nedîm (İbn al-Nadim) ve el-Fihrist’inin İslam Kültür Tarihindeki Yeri (İslam
Kültür Tarihinin Zamansal Bir Haritası). Avrasya Sosyal ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi, 5/5, 1-
33.

Yolcu, M. (2013). en-Nedîm (İbn al-Nadim) ve el-Fihrist’inin İslam Kültür Tarihindeki Yeri (İslam
Kültür Tarihinin Zamansal Haritası). İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 4/1, 111-154.

Zimonyi, I. (1990). The Origins of the Volgha Bulghars. Szeged.

http://bdh-rd.bne.es/viewer.vm?id=0000022766, erişim tarihi 15.07.2021.

208
Антик Давр Хоразм Ҳарбий Санъати Масаласига Оид
Баъзи Мулоҳазалар

Aбдуллаев Ўткир Исмоилович1


Özet

Мазкур мақолада Хоразм воҳаси антик давр ҳарбий санъат соҳаси тараққиёти масаласи таҳлил
қилинади.

Anahtar Kelimeler: антик давр, Қўйқирилганқалъа, Жонбосқалъа, Хумбузтепа, Қалъалиқир-2,


хорасмийлар, сак – массагетлар

Abstract

In the article analyzes the development of the ancient martial arts of the Khorezm oasis.

Key words: antique period, Koyqirilganqala, Dzhanbaskala, Humbuztepe, Kalalygyr-2, Khorasmians, sak-
massagets
1. Giriş

Антик давр Хоразм ҳарбий санъати тараққиёти масаласи ҳозирги кунда тарихчилар
олдида турган долзарб муаммолардан биридир. Аммо, афсуски, антик давр (милоддан аввалги
IV – милодий IV асрлар) Хоразм ҳарбий санъати масаласига оид манбалар ёки археологик
ашёлар жуда кам топилган бўлиб, умумий хулосалар чиқариш учун етарли эмас. Шу билан
бирга, Хоразм ҳарбий санъати тарихи ҳақида сўз юритилганда, албатта кўчманчи сак –
массагетлар ҳарбий санъати ҳақида кўпроқ сўз юритилади. Хоразмнинг қадимги ва ўрта
асрлар даврларида кўчманчилар дунёси билан узвий боғлиқликда ривожланганлиги ҳақиқат.
Аммо, бу боғлиқлик ҳарбий соҳада қай даражада бўлган. Яна шуниси маълумки, Хоразмнинг
кўчманчилар дунёси билан чамбарчас боғлиқлиги барча соҳаларда айнан улар билан бир хил
бўлган деган хулоса келиб чиқмайди. Айниқса, ҳарбий соҳада Хоразм воҳаси аҳолиси
кўчманчилар дунёсидан кўпгина жанг усуллари ва янгиликларни ўзлаштирганликлари
билан, табиий, сиёсий ва иқтисодий – ижтимоий омилларга кўра уларникидан фарқли
жиҳатлари ҳам бўлганлиги шубҳасиз.

2. Yöntem

Мақолада тизимлаштириш, тарихий-қиёсий таҳлил, тарихий маълумотларни


умумлаштириш, холислик тамойили каби илмий тадқиқот усулларидан фойдаланилди.

Tablo/Şekil/Resim başlıkları

1
Urgench devlet Üniversitesi “Tarix” kafedrası,
utkir112@mail.ru

209
Aбдуллаев Ўткир Исмоилович

расм 1. Хумбузтепа топилмаси, расм 2. Қалъалиқир 2., расм 3. Қўйқирилганқалъа


топилмаси, расм 4. Жонбосқалъа топилмаси, расм 5. Хоразм енгил қуролланган отлиқ
жангчиси, расм 6. Хоразм енгил қуролланган отлиқ камончиси.

3. Bulgular

Қадимги аждодларимизнинг милоддан аввалги VI асрда аҳамонийлар салтанатига


қарши олиб борилган урушлари ҳамда милоддан аввалги 490-480 йилларда аҳамонийлар
қўшини таркибида форс-юнон урушларида қатнашиши натижасида биз архаик даврнинг
сўнгги асрларида хоразмликларда ҳарбий соҳа қай даражада тараққий қилганлигини таҳлил
қилишимиз мумкин.

Милоддан аввалги VI – V асрларда Ўрта Осиё халқлари билан бир қаторда


хоразмийларнинг ҳарбий санъатининг ривожланиши ва халқаро миқёсда фаолият юритиши
бошланди. Буни биз аҳамонийлар салтанатининг асосчиси Кир II қўшинларининг массагетлар
томонидан тор-мор этилиши ва Кир II нинг ўлдирилиши мисолида ҳам кўрамиз. Зеро,
хоразмийларнинг бу пайтда массагетлар конфедерациясига кирганлигини ҳисобга оладиган
бўлсак, бу урушда хоразмийларнинг қатнашганлиги аниқ.

4. Tartışma

Қадимги аждодларимизнинг милоддан аввалги VI асрда аҳамонийлар салтанатига


қарши олиб борилган урушлари ҳамда милоддан аввалги 490-480 йилларда аҳамонийлар
қўшини таркибида форс-юнон урушларида қатнашиши натижасида биз архаик даврнинг
сўнгги асрларида хоразмликларда ҳарбий соҳа қай даражада тараққий қилганлигини таҳлил
қилишимиз мумкин.

Милоддан аввалги VI – V асрларда Ўрта Осиё халқлари билан бир қаторда


хоразмийларнинг ҳарбий санъатининг ривожланиши ва халқаро миқёсда фаолият юритиши
бошланди. Буни биз аҳамонийлар салтанатининг асосчиси Кир II қўшинларининг массагетлар
томонидан тор-мор этилиши ва Кир II нинг ўлдирилиши мисолида ҳам кўрамиз. Тарих отаси
Геродот бу жанг тафсилотини батафсил таърифлаб ўтган[Геродот, 1972, С. 81-94]. Зеро,
хоразмийларнинг бу пайтда массагетлар конфедерациясига кирганлигини ҳисобга оладиган
бўлсак, бу урушда хоразмийларнинг қатнашганлиги аниқ.

Милоддан аввалги II аср юнон тарихчиси Полиэн ўзининг “Ҳарбий ҳийлалар” асарида
сак чўпони Широқ ҳақидаги ҳикоясида келтиришича, Эрон шоҳи Доро I ҳужум қилган пайтда
саклар мажлис ўтказадилар. Унда қатнашган йўлбошчилардан Саксафар, Омарг ва Томир
номлари ичида Саксафар исми хоразмийларга тегишли бўлса керак [Полиэн, 2002, С. 235, 507].
Чунки бу ном хоразмшоҳ – африғийлар давлати ҳукмдорларидан бири Шоушафар исмига
жуда яқин. Демак, хорасмийлар сак – массагетлар конфедерациясининг аъзоси сифатида эрон
– аҳамонийларининг Доро I юришлари даврида ҳам қатнашган.

Геродот Аҳамонийлар шоҳи Ксеркс (милоддан аввалги V аср) армияси таркибида


Грецияга уюштирилган кенг кўламдаги ҳарбий юришларда Ўрта Осиёлик жангчиларнинг
иштирок этганлигини ёзиб, уларнинг қурол-яроғларини батафсил таърифлаб
беради[Геродот, 1972, С. 425-426]. У ва бошқа юнон муаллифлари юнон – форс урушларида
қатнашган Ўрта Осиёлик жангчилар ичида бақтрияликлар ва саклар алоҳида жангаворлиги
ва қуролланиш даражасининг устунлиги билан ажралиб турганликларини алоҳида
таъкидлайдилар. Саклар ва бақтрияликларнинг архаик даврданоқ ҳарбий соҳада маълум бир
ютуқларга эришганликларини археологик манбалар ҳам тўлиқ тасдиқлайди.

210
Aбдуллаев Ўткир Исмоилович

Геродотнинг хоразмликларнинг қурол – аслаҳалари айнан бақтрияликларники каби


бўлган деган маълумотидан келиб чиқадиган бўлсак ҳамда хоразмликларнинг яна сак –
массагетлар дунёси билан ҳам узвий боғлиқ бўлганлиги хусусида билдирилган фикрларга
асосланадиган бўлсак, хоразмликларда ҳам ҳарбий санъат соҳаси ўз даври учун анча тараққий
қилганлигини хулоса чиқариш мумкин. Бу тараққиёт эса антик даврлар учун ўзига хос замин
тайёрлаганлиги аниқ.

Хоразмликларнинг антик давр ҳарбий санъати мавзусини очиб бериш жараёнида, энг
дастлабки маълумотлар кейинчалик Ўрта Осиёга бостириб кирган юнон-македонларга қарши
Ўрта Осиё халқларининг озодлик учун курашлари воқеалари билан боғлиқ.

Милоддан аввалги IV асрда мустақилликка эришган Хоразм Александр


Македонскийнинг эрон – аҳамонийлари билан олиб борган урушларида эндиликда Эрон
қўшинлари таркибида қатнашмайди. Шундай бўлсада, Александр Македонский ҳақида ёзган
тарихчилар Хоразм ҳақида қисман маълумотлар бериб ўтадилар. Жумладан, милоддан
аввалги 328 йилда Бақтрияда қишлаётган Александр ҳузурига хоразмшоҳ Фарасман 1500
отлиқ жангчиси билан иттифоқчилик ўрнатишни таклиф қилиб келганлиги ҳақида Арриан ва
Квинт Курций Руфлар (хоразмшоҳ исмини Фратаферн деб атаган) маълумот
келтирадилар[Арриан, 1962, С. 146-147; Квинт Курций Руф, 1993, С. 148,167]. Биз бу
иттифоқчилик ҳақида батафсил мулоҳаза юритмоқчи эмасмиз. Бу ўринда Фарасман ўзи билан
олиб келган отлиқ жангчилар қандай кўринишда бўлган ёки қандай қуролланган эдилар
деган саволга жавоб топишга ҳаракат қиламиз. Фақат шуни алоҳида таъкидлаш лозимки,
мазкур суворийлар оғир қуролланган катафрактарийлар бўлганлиги ҳақиқатга яқинроқ. Бу
мураккаб масала албатта, аммо, археологик тадқиқотлар натижасида топилган ашёвий
манбаларни ҳамда шу даврга оид тасвирларни таҳлил қилиш орқали умумий натижаларга
эришиш мумкин. Айниқса, Хумбузтепадан топилган оғир қуролланган жангчи тасвири
туширилган сопол парчаси муҳим аҳамиятга эга. Чунки бу топилманинг даври айнан
Фарасман даврига тўғри келади, яъни милоддан аввалги IV асрга оид[Мамбетуллаев, 1977, С .
278-281; Иванов, 2012, С.184-188].

Умуман олганда, антик даврда хоразмликларда ҳарбий санъат юксак даражада


тараққий қилган. Буни шу давр Хоразм қалъа – шаҳарларининг жуда мустаҳкам мудофаа
тизимига эга бўлганлигидан, юқорида келтириб ўтилган Хумбузтепадан ва Қалъалиқир 2,
Қўйқирилганқалъа ва Жонбосқалъа ёдгорликларидан топилган суворийлар тасвирларидан
аниқ хулоса чиқаришимиз мумкин.

Археолог М. Мамбетуллаев Хумбузтепа ёдгорлигидан топган суворий тасвири


туширилган сопол парчасининг қайси даврга оидлиги масаласи ҳам бироз баҳсли бўлсада,
кўпчилик тадқиқотчилар унинг милоддан аввалги IV асрга тааллуқлилигини
таъкидлайдилар[Мамбетуллаев, 1977, С. 278-281].

211
Aбдуллаев Ўткир Исмоилович

1 – расм. Хумбузтепа топилмаси.

Енгил қуролланган суворий тасвири туширилган сопол парчаси эса Қалъалиқир


2[Калалы гыр-2, 2004, С. 227–228, рис. 7/14 и7/15.] ва Қўйқирилганқалъа[Толстов, 1956, С.
176, рис. 72, 2.; С. 201, рис. 75, 6.] ёдгорликларидан топилган бўлиб, улар милоддан аввалги IV
– III асрларга оид.

Жонбосқалъа ёдгорлигидан топилган ов қилаётган жангчи тасвири туширилган сопол


парчаси эса С.П. Толстов томонидан умумий равишда милоддан аввалги IV – милодий I
асрларга оид деб белгиланган[Толстов, 1948, С. 202; табл. 82, 1.].

212
Aбдуллаев Ўткир Исмоилович

2 – расм. Қалъалиқир 2. Суворий тасвири.

3 – расм. Қўйқирилганқалъа топилмаси.

213
Aбдуллаев Ўткир Исмоилович

4 – расм. Жонбосқалъа топилмаси.

Гарчи, милоддан аввалги VI – V асрлардаёқ массагетларда ёпинчиқли отларда найза


тутган ҳолда жанг қилувчи оғир қуролланган суворийлар мавжуд бўлган бўлса-да, уларнинг
сони унча кўп эмас эди, ҳарбий отрядларнинг асосий кучини енгил қуролли отлиқлар ташкил
этади. Катта кўпчилик мутахассисларнинг фикрига кўра эса, оғир қуролланган отлиқ жангчи
тури катафрактарийлар, айнан Александр Македонскийнинг Шарққа юришлари натижасида,
яъни, милоддан аввалги IV асрда вужудга келган[Толстов, 1948, С. 211-231; Кардини, 1987, С.
47]. Шу билан бирга, энди уларнинг сони кўпая борган, аммо, дастлаб жуда сезиларли
даражада бўлмаган. Чунки, ҳарбий қурол – аслаҳаларнинг қимматлилиги бунинг энг асосий
сабабларидан бири бўлган. Шунинг учун ҳам хоразмшоҳ Фарасман ёнида 1500 оғир
қуролланган отлиқ жангчи бўлганлигини шу ҳолат билан боғлаб тушунишимиз мумкин.
Аммо, уларнинг оғир қуролланган отлиқ жангчи эканлигини нафақат уларнинг сони, балки,
Фарасманнинг Александр Македонский ҳузурига бориши билан боғлиқ вазиятдан келиб
чиқиб ҳам шундай тахмин қилишимизга тўлиқ асос бўла олади. Чунки, Александр
Македонскийнинг ким эканлиги, унинг ўз даврининг энг машҳур лашкарбошиси
бўлганлигини Фарасман билган албатта. Шундай экан, Фарасман Александр олдига енгил
қуролланган ёки яхши қуролланмаган қўшин билан бормасди, албатта.

Шу ўринда, алоҳида таъкидлаш лозимки, Парфия подшолиги, Кушон подшолиги ва


Қанғ давлати даврига келиб, яъни милоддан аввалги III – милодий II асрлар давомида оғир
қуролланган отлиқ суворийлар кўпайтирилиб, уларнинг қурол-яроғлари ва тактикаси
такомиллашганини ҳам эътиборга олиш лозим. Чунки шу даврдан бошлаб энди оғир

214
Aбдуллаев Ўткир Исмоилович

қуролланган отлиқ жангчиларнинг сонининг кўпайишидан давлатлар манфаатдор бўлиб,


уларнинг сонини кўпайтириш давлат сиёсати даражасига чиққан.

Ҳарбий мутахассислар милоддан аввалги V – II асрларнинг энг асосий давлатлари


(Македония, Эрон аҳамонийлари, Салавкийлар, Миср ва кейинроқ Парфия) қўшинлар
таркибида отлиқ жангчиларнинг пиёда қўшинга нисбати доимо 10/1 ёки 8/1 бўлиб
келганлигини ҳисоблаб чиққанлар[Burn, 1951, С. 86; Brunt, 1963, С. 27-46; Шофман, 1972,
С.262; Зелыин, 1963, С.173]. Жумладан, Александр Македонскийнинг Шарққа юришлари
давридаги қўшини сони таркиби нисбати 30 минг пиёдага 5000 отлиқ жангчидан, юришнинг
сўнгги даврларида 100 минг пиёдага 12000 отлиқ тўғри келган бўлиб, бу дегани отлиқ
жангчиларнинг пиёда қўшинга нисбати юқорида таъкидлаганимиздек, доимо 10/1 ёки 8/1
бўлган[Brunt, 1963, С.27-46].

Демак 1500 отлиқ жангчиси бўлган Фарасманнинг тахминан 15000 – 20000 пиёда
жангчиси бўлганлиги ҳақиқатга тўғри келади. Аммо, бу борада якуний хулоса чиқаришга ҳали
эрта.

Юқоридаги отлиқ жангчилар тасвирларига эътибор қаратиладиган бўлса, улардаги


тасвирлар Хоразмнинг милоддан аввалги IV – милодий I асрлардаги отлиқ жангчилар қандай
қуролланганлигини тахмин қилиш мумкин.

Энг аввало, Қалъалиқир 2 ва Қўйқирилганқалъадан (2-3-расмлар) топилган отлиқ


жангчилар тасвирига эътибор қаратадиган бўлсак, улар енгил қуролланган отлиқ жангчилар
тасвиридир. Жонбосқалъа сопол парчасидаги тасвир (4-расм) эса анча ноаниқ бўлганлиги
учун унинг енгил ёки оғир қуролланган жангчи бўлганлигини аниқлаш қийин ҳамда ов
манзараси ҳам бўлиши мумкин. Аммо, шуниси аниқки, унинг найза тутиши катафрактарийлар
найзани ушлаши усули (от жиловини оёғи остига қўйиб, икки қўли билан найзани ушлаш)
билан бир хил.

Юқорида таъкидлаганимиздек, милоддан аввалги IV – I асрлар Хоразм қўшинида оғир


қуролланган отлиқ қўшин билан бирга енгил қуролланган отлиқ қўшинлар ҳам бўлганки,
уларнинг сони оғир қуролланган отлиқлардан кўра сезиларли даражада кўп бўлган (5-расм).

215
Aбдуллаев Ўткир Исмоилович

5-расм. Хоразм енгил қуролланган отлиқ жангчиси. М.авв. IV – II асрлар.

Қадимги даврда, айниқса кўчманчи қабилаларда енгил қуролланган отлиқ қўшиннинг


ҳарбий тактикаси ялпи шиддатли ҳамлага ўтишдан иборат эди. От устидан ўқ узаётган
отлиқларнинг тартибсиз оқими душман устига ёмғирдек ўқлар ёғдирар, сўнгра эса яна
шиддат билан орқага қайтар эди. Қадимги давр тарихчилари буни, “ёлғондакам чекиниб жанг
қилиш” усули деб атаганлар.

Бу усулга кўра, жанг чоғида отлиқ аскарлар орқага ўгирилиб, ўқ узадилар ва душманни
ўзларининг орқаларидан эргаштириб кетадилар (6-расм). Кейин эса бирданига орқага
қайрилиб, жангга кирганлар. Лекин бу чекинаётган қўшин қўл жангига фақат вазият мажбур
қилгандагина киришганлар. Ёки сал нарироқда яна бир гуруҳ қўшин пистирмада туриб,
душман қўшини улардан ўтиб кетгандан кейин улар орқадан зарба беришган[Пяньков, 2013,
С.118].

Шу тариқа тарихий манбаларни ўрганиш шуни кўрсатадики, айнан шу даврларда Ўрта


Осиёда яшовчи кўчманчи халқлар томонидан қўлланилган ҳарбий тактика тарих саҳнасига
чиқди. Бу тактиканинг моҳияти шундан

216
Aбдуллаев Ўткир Исмоилович

6-расм. Хоразм енгил қуролланган отлиқ камончиси. М.авв. IV – II асрлар.

иборат эдики, кўчманчи қабилаларда ўзларидан ҳарбий жиҳатдан устун бўлган мунтазам
қўшинларга қарши курашда ўзини саросимага тушгандек кўрсатиб, орқадан таъқиб қилган
душман қўшинини ўз орқасидан эргаштириб саҳроларга, даштлар ёки ўзлари жанг қилиш
қулай бўлган текислик жойга олиб чиқиш ва пистирмада турган қўшинлар ёрдамида қириб
ташлаш усули кенг тарқалган. Бу усул Ўрта Осиё халқлари томонидан даврлар ўтиши билан
такомиллаштирилиб борилди ва қадимги давр ва ўрта асрларда Ўрта Осиё халқлари ўз
душманларига қарши қўллаган самарали жанг усулларидан бирига айланди. Бу усулни биз
Александр Македонскийга қарши курашган Спитамен олиб борган жанглар даврида ҳам
кўрамиз. Парфияликлар милоддан аввалги 53 йилда таниқли лашкарбоши Красс
бошчилигидаги Рим қўшинларини айнан шу ҳарбий тактикани қўллаб енгишга муваффақ
бўлган эди[Никоноров, 1995, С.55-58].

Манбаларда аниқ маълумотлар учрамасада, Хоразмнинг кўчманчилар дунёси билан


узвий боғлиқ ҳолда тараққий қилганлигини эътиборга олинса, Хоразм воҳаси аҳолиси ҳам
жангларда ва ҳарбий тўқнашувларда айнан шу усулдан фойдаланганликлари ҳақиқатга яқин.

5. Sonuç ve Öneriler

Юқоридагиларнинг барчасидан умумий хулоса чиқарадиган бўлсак, шу пайтгача


Хоразм воҳаси аҳолиси ҳарбий санъати, қўшини сони ва турларининг ҳарбий салоҳияти,
ҳарбий қурол – аслаҳалари турлари ҳамда сифати даражаси тўғрисидаги мавжуд
маълумотларни қайтадан кўриб чиқиш лозим деб ўйлаймиз.

217
Aбдуллаев Ўткир Исмоилович

Умумий ҳолатда эса, антик даврда ҳам Хоразм воҳасида ҳарбий санъат соҳаси анча
тараққий қилганлиги борасида тўлиқ хулоса чиқаришимиз мумкин.

6. Kaynaklar

Геродот (1972). История (в девяти книгах), Ленинград: Наука.

Полиэн (2002). Стратегемы, Санкт-Петербург: Евразия.

Арриан (1962). Поход Александра, Москва-Ленинград: Издательство АН СССР.

Квинт Курций Руф (1993). История Александра Македонского, Москва: Изд-во МГУ.

Мамбетуллаев М.М. (1977). Рельефное изображение всадника на керамической фляге из


Хумбуз-Тепе, Москва: Наука.

Иванов (2012). К вопросу о тяжелой кавалерии в древней Средней Азии на основе остракона
из Хумбуз-тепе. Алматы.

Толстов С.П. (1956). Работы Хорезмской археолого-этнографической экспедиции АН СССР


в1949–1953 гг., Москва: Изд-во АН СССР.

Толстов С.П. (1948). Древний Хорезм. Москва: Издание МГУ.

Кардини Ф. (1987). Истоки средневекового рыцарства. Москва: Прогресс.

Burn А. (1951). Alexander the Great and the Hellenistic Empire. Leningrad, 1951.

Brunt P. (1963). Alexander’s Macedonian Cavalry. JHS, 83.

Шофман A. (1972). Армия и военные преобразования Александра Македонского. ВДИ, 1.

Зелыин K. (1963). К вопросу о социальной основе борьбы в македонской армии в 330—328 гг.
до н. э. (заговор Филоты). Москва: Наука.

ПяньковИ. (2013). Средняя Азия и Евразийская степь в древности. СПб.: Петербургское


лингвистическое общество.

Никоноров В. (1995). К вопросу о парфянской тактике (на примере битвы при Каррах).
Кемерово.

218
Yapay Zekâ Söylemi ve Toplumsal Yansıması

Prof. Dr. Serkan GÜZEL1


Özet
Yapay zekânın oluşum ve gelişiminin, insan beyninin modellenmesi ile yakından ilişkili olduğu ileri
sürülebilir. Öyle ki, insan beyni sınırsız sayıda veriye sahiptir. Ancak hız ve zamana odaklı modern
insan, çoğunlukla sahip olduğu bu sınırsız sayıda veriyi uyumlu bir şekilde ilişkilendirerek kendi
gündelik yaşamını şekillendirmesi gerektiğinin bilincine sahip olmaktan uzaktır. İnsan daha çok sahip
olduğu sorun yönelimli verileri gündemine alarak ve kendi sorunları ile özdeşleşerek sorunlarını
çözebileceği gibi bir yanılsama içerisine girer. Hâlbuki insanı diğer canlılardan ayıran en önemli
yeteneği kendi sorunlarına dışardan bakabilmektir. Ne var ki, insan gündelik yaşamın akışı içerisinde
durup kendine dışardan bakabilmeye yönelik bu ayrıcalıklı yeteneğini kullanmayı pek aklına getirmez.
Bu bildirinin amacı, insan zekâsına karşın yapay zekânın kendini geliştirme sürecini ve bunun toplumsal
yansımalarını tespit etmeye çalışmaktır. Yapay zekâ, enformasyon toplumunun son aşamalarında kendi
doğal akışı içerisinde belirleyici olacakken Covid-19 ile birlikte ivme kazanmıştır. Adeta insan zekâsı
Covid-19’un yol açtığı sorunlar karşısında çaresiz kalırken, yapay zekâ kendisini geliştirerek toplumsal
yaşamda yansıma bulmuştur. İnsan zekâsına karşın yapay zekânın, makine öğrenmesi, bulanık mantık,
yapay sinir ağları, algoritma, robotik vb. gibi yetenekleri ile karşılaştığı sorunları çok kısa bir süre
içerisinde çözebilme kabiliyeti söz konusudur. Bu bildiride, yapay zekânın şimdilik Google ve türevleri
içerisinde bir bileşen olarak hayatiyetini sürdürme eğiliminin, başta ekonomi, ticaret, eğitim, sosyal,
kültürel vb. gibi düzeylerdeki değişimi de beraberinde getirdiği ele alınmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: insan zekâsı, yapay zekâ, söylem, toplum

1. Giriş

İnsanlık tarihinin tarihi-kültürel aşamalarının hemen hemen her birinde insanın doğa ile
etkileşimi gerekli olmuştur. İnsan doğadan temin ettiği nesneleri araç yapımında kullanarak özel
anlamda kendi yaşamını kolaylaştırırken yaşam kalitesini de arttırmış, genel anlamda ise içinde
bulunduğu çevrenin kültürel birikimine katkı sunmuştur. İnsan doğadan temin ettiği parçaları tekrar
doğaya geri vermenin ve ona müteşekkir olmanın da bilincinde olmuştur. Ancak Rönesans insanın
doğaya karşı bu tutumunda köklü değişim yaratmış ve insan Rönesans ile birlikte doğadan aldıklarını
tekrar doğaya geri vermek bir yana ihtiyacı olmayan şeyleri de doğadan almaya ve bunları
biriktirmeye başlamıştır. Böylece ihtiyaç fazlasını depolayacak, işleyecek, dönüştürecek ve
başkalaştıracak endüstrilerin ortaya çıkması kaçınılmaz bir süreç olarak insanın karşısına çıkmıştır.
İnsanlık tarihi şu ana kadar dört endüstri devrimi yaşamış ve beşincisini de çok uzak olmayan bir
gelecekte yaşayacak gibi bir tablo ortaya koymaktadır. Bu anlamda insanlık, buhar gücüne dayanan
Birinci Endüstri Devrimi, elektrik gücüne dayanan İkinci Endüstri Devrimi, elektronik gücüne
dayanan Üçüncü Endüstri Devrimi, bilgisayar teknolojilerine dayanan Dördüncü Endüstri Devrimini
yaşamış ve Yapay Zekâ çağına geçiş yapmış bulunmaktadır.

Yapay zekânın ortaya çıkışı her ne kadar Üçüncü Endüstri Devrimi’ne kadar ancak geri
götürülebilse de bu durumu esasen elektriğin icadı üzerinde yükselen İkinci Endüstri Devrimi’nde
aramak tutarlı bir yaklaşım ortaya koyacaktır. Zira Faraday, Maxwell ve Tesla başta olmak üzere
Hertz, Planc ve Einstien’ın elektromanyetik alanlardaki çalışmaları kuantum fiziğini gündeme
getirmiştir. Daha da önemlisi ve anlamlısı iki elektrik akımının kendi arasında bir çekme/itme alanı
yaratmasını anlatan elektromanyetik çalışmaları ile atom altı dünyasındaki elektronların tıpkı bir
insanın iradesi gibi hareket ettiğini anlatan kuantum fiziği ile el ele giden tablo, belki de insanlık

1Pamukkale Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü


sguzel@pau.edu.tr

219
Serkan GÜZEL

tarihinin en önemli dönüm noktalarından birini teşkil etmekteydi. Ne var ki Faraday elektromanyetik
alanında çok çalışmış ancak teorik olarak bu durumu ispatlayamamış; Maxwell’de teorik olarak
ispatlamış ancak pratik ile destekleyememiştir. Faraday, Maxwell ve Tesla’nın çalışmalarının
birikimi üzerine mutlak zaman ve mutlak mekân yoktur diyerek ön plana çıkan Einstien, o günlerden
elektronların iradi hareketini adeta tescillemiştir. Serbest düşme hareketi ile gezegenlerin güneşin
etrafında salınım hareketini tek bir formülasyonda açıklayan Newton’un bu formülasyonundaki bir
istisnasının da yine aynı şekilde diğer gezegenler gibi güneşin etrafında salınım yapan Merkür’ün
sapmaları olduğu göz önüne alınacak olursa, Einstein’ın bu tespiti, sadece nesnelerin değil aynı
zamanda gök cisimlerinin de iradi bir hareketi olduğunu daha somut olarak ortaya koymaktadır. Bu
anlamda normal koşullarda bir kablo üzerinde/içinde iletilen elektriğin kablosuz şekilde
iletilmesinin, büyük ölçüde hem elektromanyetik hem de kuantum fiziği bileşkesindeki çalışmalar ile
yakından ilişkili olması, yapay zekâyı vücuda getirecek en önemli itici motor güç olarak
değerlendirilebilir. Esasen elektriğin kablosuz iletimi Dördüncü Endüstri Devrimi’ndeki nesnelerin
internetine; elektronların iradi hareketi ise herhangi bir yönlendirme olmadan hareket edebilecek
nesnelere denk düşmekteydi. Herhangi bir bağlantı kablosu olmadan kendi kendine hareket edebilen
teknolojisi göz önünde bulundurulduğunda, yapay zekânın vücuda gelmesi konusunda
elektromanyetik ve kuantum fiziği bileşkesinin ne kadar elzem olduğu daha da somutlaşmaktadır.

1936’da Turing’in, makinelerin düşünüp düşünmeyeceğini gündeme getirmesi ile birlikte


yapay zekâ söyleminin somut temelleri oluşmuştur. Ayrıca zaman içinde GPS, internet ağ yapısı,
kuantum bilgisayarlar, transistörler vb. gibi icatların yaygınlaşması ile birlikte yapay zekâ söyleminin
olgunlaşma aşamasına geldiği öne sürülebilir. Ancak yapay zekâ ile ilgili gelişmelerin somutlaştığı ve
toplumsal yansıma bulmaya başladığı zaman daha önceki teknolojik gelişmelerden farklı olarak
sağlık alanında olmuştur. Şöyle ki, dünya genelini eşanlı olarak etkili olmaya başlayan Covid-19
süreci, bir yandan insanların birbirinden mümkün oldukça uzaklaşmasını; diğer yandan da
şirketlerin evde kal çağrısına uymak suretiyle mağazaya gelemeyen müşterilerine ürün satışı
yapmaya devam etmesini de kaçınılmaz hale getirmiştir. Ayrıca devlet kurumlarının da vatandaşının
işlemlerini uzaktan ve interaktif olarak yürütme eğilimi, müşterinin çeşitli bilgilerinin
karşılaştırılması ile teyidini almayı gerektirmiştir. Böylelikle pek çok şirket elektronik ticarete
yönelmek suretiyle müşterilerine ürün tavsiyesinde bulunmaya başlamış, taşımacılık dikkate değer
bir şekilde hız kazanmış, akıllı telefonların güncellenme süreleri daha da kısalmış, internet
tarayıcıları geliştirilmiş, sanal asistan uygulamaları yaygınlık kazanmış ve müşteri hizmetleri insansız
hizmet verir hale gelmiştir. İşte Covid-19 süreci ile birlikte gelen tüm bu gündelik yaşam ve toplumsal
eğilimlerdeki gelişmelerin çok ısa bir süre zarfında gerçekleşmesi, yapay zekâ teknolojisi ve
uygulamaları ile anlamlı ve anlaşılabilir hale geldiğini düşünmek mümkündür.

Genel olarak bilindiği gibi Cyborg ve Avatar gibi medyatik ve görsel imajlarından farklı
olarak daha çok belli sistemlerin içerisinde bir bileşen olarak işlev gören gerçek gelişmeleri ve
onların toplumsal yansımalarını ortaya koymayı amaçlayan bu çalışma, yapay zekâyı anlatan
kavramsal düzlem, yöntem, kuramsal düzlem ve bulguların tartışılması olacak şekilde dört bölümden
oluşmaktadır. Birinci bölümde yapay zekâ, öncelikle makine, bilgisayar ve insan etkileşimi açısından
ele alınmakta, yapay sinir ağları, yapay öğrenme ve algoritma kavramlarının birlikte yapay zekâyı
nasıl şekillendirdiği anlatmaktadır. İkinci bölümde, yapay zekâ alanındaki sıra dışı gelişmeler
hakkında toplanan veriler, öncelikle işlenmekte ve işlenen verilerin analizi yapılmaktadır. Üçüncü
bölümde yapay zekâ ile ilgili gelişmeler sosyolojik bir kuram ölçütünde açıklanmaya çalışılmaktadır.
Dördüncü bölümde ise çalışma kapsamında toplanan verilerin analizinin kuramsal düzlem ile ne
derecede açıklanabileceği tartışmaya açılmaktadır.

2. Kavramsal Düzlem

Aktüel icat ve keşifleri önceden gören bilim insanlarının zihinlerinde söz konusu bu mekanik
dünya resminin toplumsal sonuçlarını tahmin edemedikleri öne sürülebilir. Bugün de bu resmin

220
Serkan GÜZEL

birçok kısmı aynı şekilde durmaktadır da denilebilir. Mekanik dünyanın oluşumu ile birlikte niceliğin
alameti ya da büyüklük, ideal olarak her alanda her türlü niteliksel yargının vazgeçilmez bir parçası
olmaya devam edegelmiştir. Sözde birinci nitelikler üzerine köklü vurgunun zayıflığının bir engel
haline gelmesi, bu vurgunun artık niteliğin ihracı için nicelik üzerinde form, şekil ve işlevsel bir
şekilde düzenlenmesi için de parça parça bilgi üzerine yoğunlaşacağı izlenimini de beraberinde
getirmiştir. Birincil nitelikleri özgün doğasından koparmak ve bu doğrultuda matematiksel tanımı
gerçeğin nihengi yapmak ve hayatın en belirgin vasıflarının yerlerine makinenin konulması için
etiketlenmiş salt ikincil fenomenlere başarılı bir şekilde dönüştürmek anlamına gelmektedir.
Mekanik dünya resmi ve ikincil niteliklerin birincil niteliklerin yerini alması, aslında canlı
organizmaların en hayati işlev ve amaçlarının bile geri planda kaldığı anlamına gelmektedir
(Mumford, 1996: s. 114-117).

Her gün kullandığımız insan yapımı milyarlarca nesne (arabalar, trafik ışıkları diş fırçaları,
köprüler vb. gibi) statik nesnelerden algılayan nesnelere dönüşmektedir. Sınırsız, kolayca
kopyalanabilen, yaygın olarak dağıtılan tam otonom cihazlarımızın sayısı her geçen gün artış
eğilimindedir. Otonom cihazlarımıza yetkinlik veren sensörlerin işlevselliği sadece donanımın
gücünden değil aldıkları bilgiyi uyumlu, tanecikli ve karmaşık bir gerçeklik resmine dönüştürecek
algoritmalarından ileri gelmektedir. Bu anlamda kullanıcı fişe taktığı andan itibaren cihazın
sensörleri, ses, nem ve elektromanyetik gürültü gibi değişkenleri takip etmek suretiyle kurduğu
algoritmalar sayesinde kullanıcılarına “Lavabo ne kadar su akıtıyor? Kapının önünde paket var mı?
Garaj kapısı açık kalmış mı? vb. gibi soruları bugün bile rahatlıkla cevaplayabilecek hale gelmiştir
(Husain, 2019: s. 47, 51, 119).

Teknolojiyle gitgide daha çok birleşme ve bütünleşme eğilimi, yaşamın akışı içerisinde
oldukça normal bir durumdur. Öyle ki, bugün bedenlerine ileri teknoloji ürünü gelişmiş materyaller
ve cihazlar yerleştirilmiş olan çok sayıda insan, önceden ne kadar insansa şimdi de o kadar insan
olarak değerlendirilmelidir. Ayrıca eklem değiştirme ve sinir implantlarından yapay kalplere ve diğer
organlara kadar bu ilk “cyborg” kuşağının dünyadaki yaklaşık sayısının milyonları bulmakta olduğu
ileri sürülebilir (Yonck, 2018: s. 243). Araba kullanmaktan satış tahmini yapmaya, kimin işe alınıp
kimin terfi ettirileceğine kadar birçok konu artık yapay zekâya delege edilmiştir. Yapay zekânın kısa
bir zaman sürecinde bu saydığımız alanların hemen hemen tamamında yetkin bir düzeye geleceğini
görmek şimdiden mümkündür. Ayrıca yapay zekâ, katı, ruhsuz, duygusal, uyanık, kurnaz, tutarsız
insanları anlamakta yeterli olamayacaktır iddialarına, Affectiva’nın makine öğrenmesi sistemlerinin,
ses tonu ve yüz ifadesi bileşkesinde insanların duygu durumunu anlamakta daha bugün bile
insanlardan daha isabetli tespitler yapabilmeleri veri olarak gösterilebilir (Brynjoffson, 2019: s. 49).

1500 şirketi kapsayan bir araştırma, insanlarla makinelerin birlikte çalıştığı iş organizasyon
şeklinin, şirketlerin verimliliğini dikkate değer ölçüde artırdığına işaret etmektedir. Zira bu tür iş
ortamlarında insanlar ve yapay zekâ, işbirliği yapmak suretiyle birbirilerinin güçlü yanlarını
desteklemektedir. Bu anlamda bir yandan insanlar liderlik, takım çalışması, yaratıcılık ve sosyal
becerilerde üstün performans sergilerken; diğer yandan da makineler hız, ölçeklenebilirlik ve sayısal
becerilerde muazzam bir performans sergilemektedir. Öyle ki, espri yapmak gibi yalnızca insan
zekâsına ait olan yetenekleri makineler yapamazken; gigabaytlarca verinin analizi gibi makinelerin
yeteneklerini de insanların yapamadıkları bilinmektedir. Esasen iş dünyasında bu iki tür becerinin de
yeri ve işlevi oldukça önemlidir. Dijital araçlarla aramızda giderek dozu artan etkileşim göz önünde
bulundurulduğunda, yapay zekâ, işlerin nasıl ve kimler tarafından yapıldığını ciddi bir biçimde
değiştirecek olsa da başat yönlendirmeleri yapacak nitelikteki işgücünün makine değil insan
olduğunu düşünmek oldukça tutarlı bir bakış açısı ortaya koymaktadır (Wilson ve Daugherty, 2019:
s. 170-172).

Genel anlamda makinelerin özel anlamda ise bilgisayarların yaratıcılığı olduğu haliyle kabul
edilebilir ve onlara insan görüntüsü verme çabasından vazgeçilirse, bilgisayarların insanlara sadece

221
Serkan GÜZEL

kendi yaratıcı yeteneklerini aktarmakla kalmayıp aynı zamanda hayal bile edemeyeceği yaratıcı
etkinliklerden mürekkep bir dünyanın kapılarını açabileceği öne sürülebilir (Okuyucu, 2021: s. 195).
2018’de Gartner’in araştırma bölümü başkanı yardımcısı Zimmermann’ın, 2022’ye kadar kişisel
cihazların, kullanıcılarının duygu durumuna ilişkin çok fazla bilgiye sahip olabileceğini
öngörmesinden çok kısa bir süre sonra Ohio Üniversitesi geliştirdiği yapay sinir ağlarının türevi
niteliğindeki algoritmanın, duyguları anlamakta insanlardan daha başarılı olduğunu ilan etmiştir. Bu,
yapay zekânın çok yakında duygularımızı anlamaya, yorumlamaya, işlemeye ve modellemeye
başlayacağı anlamına gelmektedir. Öyle ki, Amazon, Google, Facebook ve Apple gibi şirketlerin
kullanıcı duygularının tahlili için bu yazılımlara yönelmesiyle birlikte, 2022’ye kadar piyasanın 41
milyar dolara ulaşacağı tahmin edilmektedir (Agrawal, Joshua, Goldfarb, 2019: s. 207-208).

Beyinlerimiz boyut bakımından aşağı yukarı 100 milyar nörona sahiptir. Beyin,
vücudumuzdaki başka herhangi bir organdan daha fazla enerji tüketirken, 20 watt kadar bir güçle
gündelik yaşamını sürdürebilir. Buna karşın makinelerin ve/ya da bilgisayarların böyle sınırları
yoktur; bu anlamda insanların aksine, bilgisayarlar 7/24 çalışabilir. Üstelik dinlenme ve uyuma gibi
etkinlikleri talep etmez, zaten etmeyi de bilmez. İnsan ve bilgisayarlar arasındaki belirgin bir başka
farklılık da bilgisayarların aksine insanların duyumsayabildikleriyle sınırlı olmasıdır. İnsanlar çita
kadar hızlı koşamaz, fil kadar güçlü olamaz, köpekler kadar işitemez, kartallar kadar iyi göremez,
kuşlar gibi uçamaz. Oysa bilgisayarda insanlardaki bu sınırlamalar söz konusu değildir. Gerçekten de
bilgisayar, bu sınırlamaları aşarak insanüstü düzeye erişebilir: Sivrisineklerdeki gibi kızılötesi görüş;
yarasaların kullandığına benzer ultrasonik algılama; GPS, radar ve lidar gibi doğada birebir karşılığı
bulunmayan sensörler, herhangi sıradan bir makineyi süper güç yapabilir (Walsh, 2020: s. 72).

İnsana göre bilgisayarların işlem gücü, hızı ve doğruluk performansı çok daha güçlü
olmasına rağmen insan beyni kadar öğrenme yeteneğine sahip değildir. İnsanın bu ayırıcı niteliğini
makineye kazandırabilmeyi amaçlayan yapay sinir ağları, çözümü güç gibi görünen sorunlara klasik
yöntemlerin dışında çözümler üretebilmektedir. Gerçekten de bilgileri hızlı bir şekilde tanımlayıp
algılayabilen yapay sinir ağlarının işlevselliği, tanıma, tahmin etme ve öğrenme yeteneğinden ileri
gelmektedir (Yılmaz, 2020: s. 61). Yapay sinir ağları, normal koşullarda insan beyni için ikili üçlü
seçenek/parça olan bilindik çözüm yollarından farklı olarak çoklu seçenek/parça üzerinde çalışma
eğilimindedir. 1965’te Azerbaycan Türk bilim insanı Zadeh’in geliştirdiği bulanık mantık yapay sinir
ağları ve algoritmaların adeta önünü açmıştır. Bulanık mantık, Aristo mantığından farklı olarak bir
obje, kümenin ya elemanıdır ya da elemanı değildir şeklindeki iki seçenekli düşünce yapısı yerine bir
objenin hangi kümenin ne derecede elamanı olup olmadığını dikkate alarak sıra dışı çözüm önerileri
sunabilmektedir (Yılmaz, 2020: s. 91). Yapay sinir ağları, bu yöntemle topladığı neredeyse sonsuz
verinin arasından çeşitli bağlantılar kurarak algoritmalar oluşturmak suretiyle normal koşullarda
insanın günlerce, aylarca ve yıllarca üzerine düşünüp çözemediği sorunlara çok kolay çözüm önerisi
sunabilmektedir. Üstelik algoritmaların da kendi içerisinde hiyerarşik bir düzeni ve söz konusu bu
hiyerarşinin zirve noktasında master algoritmanın olduğunu göz önünde bulundurmak oldukça
önemlidir. Yapay öğrenme beş kavmin topraklarına bölünmüş bir kıtaysa, mastar algoritma da beş
bölgenin kesişme noktasındaki başkent olarak düşünülebilir. Başkentin her biri surlarla ayrılmış eş
merkezli üç daireye sahiptir. En dışta ve en geniş daire optimizasyon kasabasıdır. Bu kasabadaki her
bir ev algoritmadır ve evlerin şekli ve büyüklüğü birbirinden farklıdır: Bazı evler inşa aşamasındadır
ve etrafları hareketlidir; bazı evler pırıl pırıldır; bazıları da köhne ve terkedilmiştir. Zirvede yer alan
konaklardan aşağıdaki algoritmalara sürekli emirler yağdırılır (Domingos, 2015: s. 304).

Bir insan bireyinin tüm verileri mastar algoritmanın değerlendirmesine sunulduğunda,


master algoritma her şeyden önce o kişinin bir modelini üretecektir. Kullanıcısının, söz konusu
modeli USB aygıtında taşıyabildiği göz önünde bulundurulduğunda, kullanıcısı kendini aynada
izleyebildiği gibi dijital modelini bir aynada izleyebilir. Üstelik bu model, kişisi tarafından siber
uzayda serbest bırakıldığında otomobil alma niyetindeki kullanıcısı adına dünyadaki tüm
otomobillerin özelliklerini tek tek inceleyebilir, üreticiyle görüşebilir ve dünyadaki herkesin

222
Serkan GÜZEL

otomobiller hakkındaki yazılı yorumlarını kullanıcısına raporlayabilir. Esasen dijital model, gündelik
yaşamımızın hidrolik direksiyonu olacak şekilde işlev görmeye başlar ve kullanıcısını pek çok
zahmetten kurtarır. Modelin sahibine sadece son kararı vermek kalır (Domingos, 2015: s. 337-339).
Algoritmaların küresel kapsamdaki piyasa verisini çok kısa bir sürede analiz edip en uygun stratejiyi
uygulamak suretiyle piyasa hareketlerinden faydalanabilmesi (Husain, 2019: s. 104), küçük
istatistiksel öğrenme algoritmalarının büyük miktarda verinin can verdiği yeni bir zeki makine nesli
ortaya çıkardığının en anlamlı göstergelerinden biri olarak değerlendirilebilir (Okuyucu, 2021: s. 37).
Öte yandan aşağıdan yukarıya doğru işleyen büyük veriye bağımlılığın her geçen gün daha da
azalacağı ve buna bağlı olarak yukarıdan aşağıya akıl yürütme yönteminin daha çok kullanılmaya
başlanacağı düşünüldüğünde, büyük veri temelinde yeteneklerini sergilemeye alışmış olan yapay
zekânın artık daha fazla dış veriye ihtiyacı kalmayacaktır. Böylelikle sorun çözme yöntemi insanların
sorun çözüm yöntemi ile daha benzer hale gelecek olan yapay zekânın şimdiye kadar görülmemiş bir
şekilde yaygın kullanımının önünü açılmış olacaktır (Wilson, Daugherty, Dawenport, 2019: s. 230).

İnsan dünyasındaki öğrenme ve öğretme yeteneklerine karşılık; genel anlamda makine özel
anlamda bilgisayar dünyasında öğreşim vardır. Tesla ve Apple başta olmak üzere pek çok şirket,
şimdiden küresel ölçekte öğreşime geçiş yapmış durumdadır. Gerçekten de konuşma-tanıma
yazılımını geliştirmek için öğreşime yönelen Apple, belli bir kod marifetiyle gezegendeki her Apple
marka akıllı telefonun, diğer bütün Apple marka akıllı telefonlar ile iletişim kurabilmesi imkân ve
koşulunu yaratarak dikkate değer bir başarıya imza atmış durumdadır. Aslında öğrenimden farklı
olarak öğreşim, öğrenen makinelerin birbirleri ile bilgi paylaşımına gönderme yapan bir kavram
olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu, insanlardan farklı olarak makinelerin veya bilgisayarların
öğrendiklerini kendilerine bir ayrıcalık ve statü olarak almayıp genel makine dünyası ile paylaşma
eğiliminde oldukça hevesli olduğu anlamına gelir. Bilgisayar koduyla öğreşimin ilki, bilgisayarların
her programı çalıştırabilen evrensel makineler olduğu; ikincisi ise programların değişen şartlara göre
kendileri üzerinde değişiklik yapabilme becerisi (kendi kendini yenileyebilen yazılımlar) gibi iki
temel argümanı söz konusudur. (Walsh, 2020: s. 17-18).

Bir zamanlar, insan müdahalesinin fazla olduğu, dijital olmayan çok sayıda sofistike
sistemden oluşan karmaşık bir sürecin küçük bir parçası olan yazılım, yapay zekânın kendini
geliştirmesindeki en işlevsel bileşen haline gelmiştir. Gerçekten de uzun zaman gerektiren yazılımları
geride bırakarak artık değişen şart ve koşullara bağlı olarak kendi kendini yazan yazılımlar çağında
olduğumuz ileri sürülebilir. Söz konusu bu çağda artık kendi kendini yazma yeteneği kazanan yazılım,
zekânın ve katma değerin en önemli bileşenini oluşturmaktadır. Her geçen gün çok daha fazla
yetenek kazanacak ve deneyimleri artacak bir tablo ortaya koyan yazılımların, kendi başına kararlar
alabileceği, verileri yorumlayabileceği, mantık yürütebileceği ve hiçbir insanın bugüne kadar
edinmediği miktarda bilgiyi tüketebileceğini öne sürmek sıra dışı bir tespit olmaktan çıkmıştır.
Çevrenin yapay zekâ ile birlikte nasıl değiştiğini görmek, büyük ölçüde köprü, ev, bina ve yolların
giderek artan bağlantısını da beraberinde getiren nesnelerin internetinin tüm varlığımızı makine
zekâsı ve verileriyle doldurduğunu anlamaya bağlıdır. Bu, matematik ve fizik gibi komşu alanların,
daha esnek, değişken olduğu kadar zeki ve zarif bir toplum yapısında ve gündelik yaşamın
şekillenmesindeki rolünün ne kadar da anlamlı olduğunu gündeme getirmektedir (Husain, 2019: s.
115-116).

1936’da Alan Turing’in programlanabilir sayılar adlı makalesi ile birlikte yapay zekâ
çalışmalarının başlamış olduğu ileri sürülebilse de 1959’da Camegie Mellon Üniversitesi’ndeki
bilgisayar bilimcilerin, mantık bulmacalarını çözebilen bir program olan GPS’i üretmesi, yapay zekâ
çalışmaları dikkate değer şekilde somutlaşmıştır. Ayrıca 1980’de moral ağlar, yapay zekâ
çalışmalarını yaygınlaştırmış, 1994’te ilk internet arama motorunun faaliyete geçmesi ile birlikte
yapay zekânın vücuda gelmesinin temel şartı olan toplum verileri elde edilmeye başlamıştır. 2002’de
Amazon’un insan ürünü öneri editörlerini otomatik bir sistemle değiştirmesi ile birlikte toplumun
genel anlamda ticaret özel anlamda alış-verişin hızının yanı sıra alış verişte para kadar iletişimin

223
Serkan GÜZEL

işlevselliğini daha somut olarak deneyimlemeye başladığı öne sürülebilir. 2016’da Google’ın
Alphago’sunun dünyanın önde gelen Go oyuncularından biri olan Lee Sedo’u mağlup etmesi, yapay
zekâ söyleminin gündem olmasında etkili rol oynamıştır (Okuyucu, 2021: s. 30). Ancak bir anlamda
yapay zekânın tarihsel gelişim süreci olarak ifade edilen bu süreçte biri kuantum bilgisayarların
ortaya çıkması ve transistorlar, diğeri ise haftalar, aylar ve yerine göre yıllar alabilecek olan işlemleri
günlere ve dahi saatlere sığdırabilecek yeterlilikteki GPU’ların yaygınlaşmasının ağ eğitimine dikkate
değer bir ivme kazandırdığını göz önünde bulundurmak oldukça önemlidir (Yonck, 2018: s. 87).

Yapay zekâ insan zekâsını modelleyebilmek adına insan gibi akıl yürütme, anlam çıkartma,
genelleme yapabilme, geçmiş deneyimleriyle öğrenebilme gibi yetileri bir bilgisayara ya da makineye
kazandırabilmektir. Bu tür bir zekâ birçok zihinsel yeteneğin değişik durum ve koşullarda
kullanılmasını içermektedir. Ayrıca yapay zekâ daha önceden karşılaşılmamış veya beklenmedik bir
şekilde karşılaşılan durumlara uyum sağlayabilme, konuyu algılayabilme, anlama, öğrenme, sorunu
inceleme ve ayrıntılar üzerine yoğunlaşabilmeyi de gerektirmektedir (Yılmaz, 2020: s. 1). Aslında
zeki bir şekilde hareket edebilen makinelerin bilimi ve mühendisliği olarak da bilinen yapay zekânın
temel argümanı, siz doğru şeyin ne olduğunu bilmeden bu işi bilgisayara yaptırmak ile yakından
ilişkilidir. Bu doğrultuda yapay zekânın, insan zekâsına benzer olabilmesi, sadece bir görev
modellemesi yapmak değil aynı zamanda görevin yer aldığı çevre, ortam, grup ve dünyayı da
modellemesine büyük ölçüde bağlıdır. Gerçekten de yapay zekâ, bu anlamda içinde yaşadığı çevreyi
hissetmeli buna göre eyleme geçmeli, kendi eylemlerini şekillendirmelidir. Böylelikle bir makinenin
ancak kesin olmayan koşullarda doğru kararı verebildiğinde zeki olabileceği öne sürülebilir
(Okuyucu, 2021: s. 11-12) ve bunun bir sonucu olarak da yapay zekânın, insanlara gerekli
enformasyonu sağlamak suretiyle analitik karar alma becerilerini arttırdığı öne sürülebilir (Wilson,
Daugherty, Dawenport, 2019: s. 179). İsabetli kararlar verme, operasyonel süreçleri iyileştirme, ürün
ve hizmetleri geliştirme süreçlerinde çok daha fazla ön planda olan yapay zekâyı kullanmaya
başlayan şirketlerin oranı her geçen gün daha da artma eğilimindedir (Brynjoffson, 2019: s. 10).
Accenture tarafından dünyanın çeşitli ülkelerinden 1200 tepe yöneticisini kapsayan araştırma,
katılımcıların %75’inin yapay zekâ ve bağlantılı teknolojilere yönelik yatırımlarını daha şimdiden
hızlandırdıklarını; %2’sinin küresel rekabetin şartlarına uyum sağlamaya çalıştıklarını ortaya
koymaktadır. Üstelik bazı şirketlerin kendilerini “akıllı işletme” olarak baştan konumlandırıp tüm
süreçleri dijitalleştirdiği de, bu araştırmanın anlamlı sonuçları arasındaki yerini almaktadır
(Knickrehm, 2019: s. 156-157). Ancak yapay zekâ halen dünya genelinde binlerce şirket tarafından
kullanılıyorsa da çoğu büyük şirketin henüz yapay zekânın nimetlerinden yararlanmaya başladığını
ileri sürmek oldukça güçtür.

Mevcut platformun içine o kadar hassas bir şekilde entegre edilen yapay zekânın
algoritmalardan ayırt edilmesi hatta dışardan bakılınca anlaşılması hemen hemen imkânsız gibidir.
Kullanıcıların gördüğü ve yaptığı hemen hemen her şeyin arkasında yapay zekâ ve makine öğrenmesi
teknolojisi olduğu söylenebilir. Mesela yazılı bir sohbette bir şehre gideceğinizi ve güzel bir yemek
yemek istediğinizi yazarsanız, yapay zekâ, arkadaşınızmış gibi sohbete girip, o çevredeki
restoranların listesini ve konum haritasını sizinle paylaşabilmektedir (Berinato, 2019: s. 61, 79).
Ayrıca hastalıkların teşhisi başta olmak üzere çevri, müşteri hizmetleri ve daha sayılamayacak pek
çok alanda kullanılan yapay zekâ, günden güne yaygınlaşan bir teknoloji olarak karşımızda
durmaktadır (Wilson, Daugherty, 2019: s. 169). Çok da uzak olmayan bir gelecekte otonom araçların
insanlardan çok daha iyi sürücüler haline gelebileceği bugün içinde bulunduğumuz yapay zekâ
çağının başından bile kolaylıkla anlaşılmaktadır. Söz konusu bu otonom araçların, durma
mesafelerini insan sürücülerden çok daha iyi hesaplayabileceği, en uygun viteste seyredeceği, yol
kurallarına bihakkın uyacağı, vb. gibi pek çok yetenekleri şimdiden öngörülebilir. Ayrıca bu otonom
araçların radar ve lidar sistemlerinin, yolu insan gözünden daha iyi algılayabilmesi, GPS’lerinin en
doğru yolu çok kısa bir sürede tespit edebilmesinin yanı sıra insanüstü dikkat toplama kabiliyetleri,
hiç yorulmamaları, dikkatlerinin dağılmaması sayesinde insan sürücülerden çok daha usta sürücüler

224
Serkan GÜZEL

haline gelebileceklerini öngörmek mümkündür (Walsh, 2020: s. 72). Karbüratör, yakıt püskürtme
sistemi, buji, şanzıman sistemi, radyatör, pompa vb. gibi mekanik olduğu kadar karmaşık
bileşenlerden oluşan araçların yerini artık elektrik motorları temelinde çalışan hızlanma, frenleme,
şarj ve navigasyon gibi tamamen yazılıma dayalı yapay zekâ sistemlerinden oluşan Tesla almaktadır.
Gerçekten de Tesla mekanik alt sistemlerin terk edilmesi suretiyle üründe ve süreçte dijitalin fiziksel
olanı geride bıraktığı bir araç olarak tüm gerçekliği ile karşımızda durmaktadır (Husain, 2019: s.
116). Bu, ses tanıma, sentezleme, kişisel biyometrik değerlerin gerçek zamanlı ölçümü ve planlama
sistemleri gibi yetenekler başta olmak üzere yapay zekânın, bir yandan insanın başarıyla yaptığı
birçok alanda ustalaştığı; diğer yandan da daha şimdiden günlük hayatımızın bir parçası olmaya
başladı anlamına gelir (Yonck, 2018: s. 21). Aslında imalat, perakendecilik, ulaştırma, finans, sağlık,
hukuk, reklam, sigorta eğlence, eğitim başta olmak üzere tüm sektörlerin temel süreç ve iş
modellerini, makine öğrenmesinin getirilerinden yararlanmak amacıyla dönüşümün önünü açan
yapay zekânın, yönetim, uygulamaya koyma ve kurumsal hayal gücü gibi göz ardı edilemeyecek
nitelikte bazı güçlükleri de söz konudur (Brynjoffson, 2019: s. 21-22).

3. Yöntem

3.1. Sorun Kurgusu

Covid-19 ile birlikte küresel ve yerel şirketlerin ivedilikle yöneldikleri üretim teknolojileri ve
innovasyonlar, makro anlamda toplumsal ve mikro anlamda birey, grup, toplulukların gündelik
yaşamlarında dikkate değer değişimleri de beraberinde getirmiştir. Covid-19’un özellikle dünya
çapında üretim yapan büyük şirketlerin yöneldikleri ve benimsedikleri üretim, ulaşım, dağıtım,
kullanım ve geri bildirimin bütünselliğinden oluşan yeni teknolojinin mimarı yapay zekâya ivme
kazandırdığını ileri sürmek mümkündür. Gerçekten de yapay zekâ uzun zamandan beri üretim
teknolojilerinin en azından bir kısmında işlevsel olsa da Covid-19 ile birlikte adeta üretim, ulaşım,
dağıtım ve geri bildirim süreçlerinin hemen hemen tamamında hami bir rol üstlenmeye başlamıştır.
Bu anlamda bu çalışmanın temel sorun kurgusu, yapay zekânın çok uzak olmayan bir gelecekte hayal
bile edilmesi imkân dâhilinde olmayan pek çok üretim teknolojilerini daha şimdiden vücuda getirmiş
olduğu tabloyu ortaya koymak ile yakından ilişkilidir.

3.2. Verilerin toplanması ve İşlenmesi

Bu çalışmanın temel yöntemi, büyük ölçüde araştırmacının dokümanın içeriğini


çözümlemesi, diğer bir anlatımla, materyaldeki birimlerin belirlenmesi ve tanımlanması ölçütünde
doküman analizi ve içerik analizi temeline dayanmaktadır. İçerik analizine öncelikle araştırma
sorununun belirlenmesi ile başlanır. İkinci aşama toplanan verilerin kavramsallaştırılmasından
oluşur. Araştırmacı, elde ettiği verileri inceleyerek anlamlı bölümlere ayırmaya ve her bölümün
kavramsal olarak ne anlam ifade ettiğini bulmaya çalışır (Baş ve Akturan, 2008; Bilgin, 2006; Demirci
ve Köseli, 2009: s. 321-362; Wolcott, 1994; Yıldırım ve Şimşek, 2000: s. 163-174). Bu doğrultuda bu
çalışmada, yapay sinir ağları, bulanık mantık, algoritma ve dolayısıyla yapay zekânın kullanılmadığı
sıra dışı alanlar içerikli yedi dokümana içerik analizi uygulaması yapılacaktır. Sistem modelleme, ses,
el yazısı, parmak izi, plaka, elektrikli işaret tanıma, nesne ve karakter tanıma; hava durumu tahmini;
otomatik araç denetimi; biyomedikal ve tıp alanlarında teşhis koyma; denetim, uçuş simülasyonları
ve otomatik pilot uygulamaları; otomatik yol izleme ve yol koşullarına göre sürüş analiz; kredi
uygulamaları geliştirme, müşteri analizi ve kredi değerlendirmesi; sinyal, görüntü işleme ve hedef
seçme; üretim işlem kontrolü, dayanıklılık analizi, kalite kontrolü; robotik, sözcük tanıma, dil
tercüme, görüntü ve veri karşılama; telekomünikasyon uygulamaları; retina tarama, yüz eşleştirme;
metro işleyişi; bilgisayar, kamera kaydı kontrolü, buzdolabı buzlanmasını engelleme kontrolü;
çamaşır makineleri, klimalar, elektrikli süpürgeler, asansörler; trafik lambaları, otomatik fren ve vites
sistemleri; tıbbi teşhis (Yılmaz, 2020: s. 66, 102) gibi günümüzde artık normal olduğu kadar gündelik
yaşamın temel kilometre taşı haline gelmiş bilinen sıradan yapay zekâ uygulamaları bu çalışmanın

225
Serkan GÜZEL

kapsamı dışındadır. Söz konusu bu uygulamalardan farklı olarak henüz üzerinde çalışılan ve ilk
nüvelerini vermeye başlamış olan AutoEmotive ile Affective ve Ford’un birlikte geliştirdiği duygusal
taşıt yazılımı, İsveç’in önde gelen bankalarından SEB’in müşterilerinin duygu durumları ile ilgili
tespitler yapması, Mercedes’in kişiye özel araba üretmesi, Stitch Fix’in kişiye özel giyim tavsiyesi
sunması, Microsoft’un sanal asistanı Cortana’nın insan yönelimli iletişim çabası, Brezeal ve ekibinin
Kısmet isimli robotu ve Russakovsky’nin yüz ifadelerini tespit çalışmasını kapsayan yedi örnek olaya
ilişkin materyale doküman ve içerik analizi uygulanacaktır. Ayrıca elde edilen verilerin kuramsal
düzlem ile benzerlik ve farklılıklarını ortaya koymada işlevsel olan bulgular tartışılacaktır.

3.3. Verilerin analizi

Bu çalışma kapsamındaki söz konusu dokümanlardan ilki, Mercedes’in insan-makine


işbirliği yönelimli iş organizasyonuna geçiş yapmasına ilişkindir. Esnekliği artırmak isteyen
Mercedes, robotlarının bazılarını yapay zekâ özelliğine sahip kobotlarla değiştirip iş
organizasyonlarını insan-makine işbirliğine uygun biçimde yeniden tasarlamıştır. Böylelikle insan
çalışanlar bir yandan daha az kas gücü gerektiren iş yaparken; diğer yandan da kobotları
yönlendirilmektedir. Bu yeni iş organizasyonu ile birlikte şirketin insan-makine ekipleri, değişen
koşullara çok kısa sürede uyum sağlayabilmektedir. Üstelik kobotlar bir tablet üzerinden kolaylıkla
programlanabilmekte ve iş akışındaki değişimler doğrultusunda farklı görevlere
yönlendirilebilmektedir. Öte yandan Mercedes, müşterilerinin geri bildirimlerine göre aracın
konsolündeki bileşenlerden koltuk derilerine ve lastik hava subaplarının kapaklarına kadar birçok
bileşeni özelleştirmek suretiyle kişiye özel araç üretimini gerçekleştirmiş olmaktadır. Bu,
Stuttgart’tan çıkan hiçbir Mercedes’in diğer bir Mercedes ile bire bir aynı olmadığı anlamına gelir.

İkinci doküman, AutoEmotive ile Affective ve Ford’un, duygusal taşıt yazılımı üzerindeki
çalışmalara ilişkindir. Bu yazılım, sürücünün öfkeli veya dikkatsiz olduğunu saptayıp taşıtın
kontrolünü eline alabilecek veya aracı tamamen durdurulabilecek donanıma sahiptir. Bu, kazaların
tamamen ortadan kalkmamış olsa bile yok denecek kadar azalabileceği şeklinde değerlendirilebilir.

Üçüncü doküman, Microsoft’un yapay zekâ asistanı Cortana’nın her geçen gün daha çok
insan gibi konuşabilme yeteneğini geliştirmesi çabalarına ilişkindir. Cortana, müşterileri ile
görüşmelerinin özgüvenli, ilgili, yardımsever ancak aynı zamanda insan gibi hal, hareket, tavır ve
üslupta olması doğrultusunda bir şair, bir roman yazarı ve bir tiyatro senaristinden oluşan bir ekiple
birlikte çalışmaktadır. Aplle ve Amazon’un da benzer bir yöntemi kullandığı bilinmektedir.

Dördüncü doküman, İsveç’in önde gelen bankalarından SEB’in, müşterileri ile iletişimini
Aida adını verdiği sanal asistanı marifetiyle gerçekleştirmesine ilişkindir. Mümkün olduğunca insan
doğasına uyumlu bir iletişim kullanmaya çalışan Aida çok geniş bir veri hacmine erişebilmekte ve
sıkça sorulan birçok soruyu cevaplandırabilmektedir. Ayrıca arayan müşterilere, sorunlarının
çözülüp çözülmediğine dair takip soruları sormak suretiyle arayan kişinin ses tonunu analiz ederek
müşterinin andaki duygu durumuna yönelik hizmet sunmaktadır. Üstelik müşteriyle temsilci
arasındaki süreci takip ederek benzer bir sorunun ileride karşısına çıkması durumunda neler
yapabileceğini de önceden planlama yeteneğine sahiptir. Böylelikle temel sorunlar Aida tarafından
çözüldüğünden müşteri temsilcileri çözümlenmesi zor sorunlar ile karşı karşıya gelen müşterilerin
şikâyetlerine yoğunlaşabilmekte ve sorun üzerinde ayrıntılı olarak düşünebilme imkânı
bulabilmektedir.

Beşinci doküman, internetten kıyafet satan Stitch Fix’in kişiye özel giyim tavsiyesinde
bulunmasına ilişkindir. Üçbindörtyüz insan stilist, yapay zekâyla birlikte çalışarak müşterilere “kişiye
özel” giyim” tavsiyesi sunmaktadır. Böylece bir yandan makineler stilistlere ihtiyaç duydukları hızı;
diğer yandan da stilistler müşteriye yönelik tavsiyelerinin isabet düzeyini yükseltmek suretiyle ürün
iadelerinin oranını düşürmeye odaklanmaktadır.

226
Serkan GÜZEL

Altıncı doküman, Russakovsky’nin fotoğrafı çekilen kişinin sonraki hareketlerinin neler


olabileceğini tahmin edebilen fotoğraf makinesi çalışmalarına ilişkindir. Russakovsky’e göre, gerçek
zekâ gösterebilmeleri için makinelerin bir fotoğrafın geniş kapsamı ve fotoğraf çekildikten bir saniye
sonra neler olabileceğine dair çıkarımlar yapmaları gerektiğini ileri sürmektedir. Son nesil fotoğraf
ve ses tanıma sistemleri tam da bu işlemi yapabilmektedir.

Bu çalışma kapsamında ele alınan son doküman ise Brezeal ve ekibinin Kısmet adını verdiği
yapay zekâ çalışmalarına ilişkindir. Brezeal ve ekibi kader ve yazgı kavramlarını Kısmet’e öğretmiştir.
Aslında metal bir makine olan Kısmet’in, büyük etkileyici gözleri ve hareket edebilen kulakları ona
insan görünümü kazandırmıştır. Kısmet, beden dili olarak da tabir edilen sözsüz enformasyonu tıpkı
insan gibi karşısındaki insana aktarabilmektedir. Öyle ki, araştırmacı ile yan yana oturan Kısmet, bir
nesne gösterildiğinde ve nesne ile ilgili bir yorum yapıldığında, başıyla ve gözleriyle konuşan kişinin
yüzünü, jest ve mimiklerini izleyebilmekte ve bunlardan anlamlar üretebilmektedir. Hakkında
konuşulan nesnenin yanına gidebilmekte sonra da konuşmaya devam eden kişinin yanına
dönebilmektedir. Ayrıca bütün bu işlemi yaptığı süreç boyunca tıpkı bir insan gibi gözlerini
kırpmakta ve sözsüz sesler çıkarabilmektedir. Gerçekten de dışarıdan bakıldığında bir makine olduğu
gayet belli olmasına rağmen, insanlar ile sanki kendisi insanmışçasına iletişim kurabilmektedir.

4. Kuramsal Düzlem2

Bauman’ın sosyolojik hermenötik ve onun türevi niteliğindeki akışkan yaşam kuramı, Covid-
19 ile birlikte hızlıca geçiş yapılan dijital toplumun mimarı niteliğindeki yapay zekâ hakkındaki
gelişmeleri büyük ölçüde açıklayabilecek niteliktedir. Bauman’a (2020: s. 64-65) göre, insanların
tercihlerinin, bir yandan toplumsal koşulların güçlükleri ve kişinin içinde bulunduğu koşullara uygun
stratejilerin tezahürü olarak yorumlanmasına dayanan sosyolojik hermenötik, insanların
gerçekliklerinin, sosyolojik araçlarla yapılması gerektiğine dikkat çekmektedir. Esasen insan, aynı
anda toplumsal gerçekliğin hem ürünü hem de üreticisidir. İnsanların meydana getirdiği farklara
eğilmiş bitmek bilmez sorgulamalar için en önemli, hatta en nihai ve belirleyici rolün, insan
davranışlarını ve bunları önceleyen yahut takip eden sözlü yorumları anlama ve açıklamak olduğunu
belirtmiştir.

Akışkan yaşam, içinde üyelerinin davranışlarını alışkanlıklara ve rutinlere dönüştürme


fırsatı dahi bulamadan hızla değişmektedir. Bu anlamda hayatın ve toplumun akışkanlığı birbiri ile
uyumlu ve dengeli bir biçimde birbirini besleyip pekiştirdiğinden dolayı uzun süre devam
ettirilebilecek nitelikte değildir. Daha özelde akışkan yaşam, sürekli bir şekilde belirsiz, kararsız ve
riskli bir yaşamı beraberinde getirmiştir. Böylesi akışkan bir yaşam içinde insanın uyurken
yakalanma, hızla akıp giden olaylara yetişememe, arkada bırakılma, kullanım tarihlerini gözden
kaçırma, bırakması gereken nesneleri üzerine yük etme, anı ıskalama vb. gibi kaygıları söz
konusudur. Akışkan yaşam, aslında yeni başlangıçların birbirini takip etmesidir (Bauman, 2020: s. 8).
Akışkan yaşamın, bilginin nasıl bir şeyle başlayıp bir şeyi açacağı değil; tam tersine nasıl bir şeyi
bitirip kapatacağına yönelik anlamlı argümanlarından biri, kaçınılmaz hale gelen imha endüstrisidir.
Bu, akışkan yaşam içerisinde evrensel kullan-at ilkesinden muaf kalabilecek hiçbir şey olmadığı
anlamına gelir. Akışkan yaşamın diğer bir argümanı, normalde hiçbir yere ait olmayan ve serbestçe
akan ihtiyaçları büyük markaların uhdesine almak ve bunun bir sonucu olarak geleceğin
tüketicilerine ait beklentilerle yaşamsal becerileri biçimlendiren insani bağların yerine marka
sadakatini yerleştirmek ile yakından ilişkilidir (Bauman, 2020: s. 7-10; 150).

2Yapay zekânın en azından günümüzde büyük veri temelinde işlevsel olduğu göz önünde bulundurularak bu
çalışma veriler kuramdan önce gelecek şekilde tasarlanmıştır.

227
Serkan GÜZEL

Dünya herhangi bir kural dizisinin insan ömrünü geçmek şöyle dursun, bir ömürlük süre
içinde bile işlerliğini koruyamayacağı kadar hızlı bir şekilde değişmektedir ve kendisini (biraz da
kasıtlı veya gıyaben sunduğumuz işbirliğiyle) baş döndürücü bir hızla yeniden düzenlemektedir. Bu
anlamda birbirini izleyen pratikler hayata geçirildikçe yeni kuralların ortaya çıkması kaçınılmaz hale
gelmiştir (Bauman, 2020: s. 132). Zira peş peşe yapılan yeniden düzenlemelerin yörüngesi, düz bir
çizgiden çok sarkacı andırmaktadır. Ayrıca her düzenleme birbiriyle bağdaşmayan talepleri
uzlaştırmaya çalışsa da gayretler genelde bir tarafı memnun etmek adına başka bir tarafın terk
edilmesiyle sonuçlanmaktadır. Dolayısıyla her yeni düzenleme, bilinçli ve stratejik olarak er ya da geç
başka bir düzenlemenin yapılmasını gerektirecek şekilde yapılmaktadır (Bauman, 2020: s. 118).

Bauman’a göre (2020: s. 117)tüketim malları davetsiz misafir değildir; çağrıldıkları için
gelirler, karşılık beklemeden hizmet ederler, kullanıcısını efendileri yaparlar, yani kullanım süreleri
sona erdiğinde serzenişte bulunmadan terk edip gideceklerine ilişkin taahhüt verirler. Bu, tüketim
nesnelerinin uzun vadeli olarak kullanılmaya devam edilmesinin hemen hemen imkânsız olduğu, bu
anlamda tüketilmez hale geldiklerinde alanı yeni ve kullanılmamış tüketim nesnelerine açmak adına
yaşamdan çıkarılmaları (biyolojik parçalanmaya gönderilmeleri, yakılmaları, atık imha şirketlerinin
ellerine aktarılmaları) gerektiği anlamına gelir (Bauman, 2020: s. 17).

Akışkan yaşamın, biri, öncelikle tüketicilerin isteklerini tüm evrene büyük bir heyecanla
yansıtmak; diğeri, aynı tüketim ürünlerini çok geçmeden karalamak ve değersizleştirmek olacak
şekilde iki temel stratejisi söz konusudur. Ne var ki, asıl strateji olan her gereksinimi, yeni
gereksinimler yaratacak şekilde tatmin etmek daha geri planda yer almaktadır. Aslında esnekliğin,
katılığın yerini alması, bu durumun önünü açmıştır. Bu anlamda tüm katı şeyler (buna o an için
arzulanması muhtemel şeyler de dâhildir) sadece istendiği anda kolaylıkla sıvılaşacaklarını vaat
ettikleri müddetçe hoşgörüyle karşılanmaya başlanmıştır. Bu anlamda katı maddeleri eritmeye
yarayan yeterli bir teknolojinin el altında tutulması oldukça elzemdir (Bauman, 2020: s. 107-108).
Sürekliliği değersizleştirip geçiciliği yücelten akışkan yaşam, özgünlüğün değerini, kalıcılığın üzerine
çıkarmıştır. Sadece bir şeyleri istemekle elde etmeyi birbirinden ayıran zaman aralığını değil isteğin
doğduğu ve öldüğü an arasındaki zamanı da sert bir şekilde kısaltmıştır. Ayrıca sahip olduğumuz
şeylerin faydası ve albenisini, kullanışlılıkları ve reddedilmelerinden ayıran uçurumu da kapatmıştır
(Bauman, 2020: s. 110).

Çağdaşlarımızın deneyiminde geçmiş fazla hesaba katılmaz, zira hayat beklentileri için
güvenli temeller sağlamaz; şimdiki zaman da tam olarak hesaba katılmaz, zira fiilen denetim dışıdır;
geleceğin hoş olmayan sürprizler, dertler ve felaketlerle dolu olduğundan korkmak için de haklı
nedenler söz konusudur. Böylelikle günümüzde iğretiliğin bir seçenekten çok kader haline geldiği
öne sürülebilir (Bauman, 2020: s. 206). Akışkan yaşamda süreklilik değil hız önemlidir. Sonsuzluk
ortadan kalkmasına karşın sınırsızlık geçerliliğini sürdürmüştür. Gerçekten de sürdüğü müddetçe
mevcut an, tüm sınırları aşacak şekilde genişletilebilir ve sadece vakti geldiğinde deneyimlenmesi
umut edilen şeyleri de içine alabilir (Bauman, 2020: s. 15). Böylelikle geçmişin sistematik bir biçimde
yok edilmesi sağlanmaktadır (Bauman, 2020: s. 173-174).

Bauman (2020: s. 111-112), gündelik işlerle uğraşırken kullanılan eski yöntemlerin


yetersizliklerini açığa vurduğu, diğer tarafta onların yerini almasını umduğumuz yeni ve daha etkili
yolların henüz planlanma aşamasına dahi gelmediği bir çağda yaşadığımızı ileri sürmüştür.
Gelişmeler, olduğumuz yeri bu koşullar altında tahmin etmeyi ve varmaya mahkûm olduğumuzu
düşündüğümüz güzergâhı öngörmeyi, akışkan ve modern sorunların köklerine ulaşabilecek anlamlı
eylemlerin imkânsızlığı, bunları gerçekleştirip sonuna dek taşıyabilecek faillerin yokluğunu
gerektirmektedir. Bu, denemekten vazgeçmemiz gerektiği anlamına gelmez; aksine denemeyi hiçbir
zaman bırakmazken, birbirini izleyen her girişimi geçici bir düzenleme olarak ele almamız, bunları
sorunlarımızın gerçek çözümü veya varılacak güzergâhlar olarak ilan etmeden önce kapsamlı
denemeler olarak düşünmemiz gerektiği anlamına gelir.

228
Serkan GÜZEL

5. Bulgular

Dokümanların içerik analizinden elde edilen veriler ile çalışma kapsamındaki kuramın
benzerlik ve farklılıklarının karşılaştırmalı olarak incelenmesi ölçütünde söz konusu kuramın,
dünyanın içinden geçtiği değişim sürecini açıklamakta ne derece yetkin olduğunu belirleyerek
bulguları tartışmak oldukça anlamlıdır. Bu doğrultuda İsveç’in önde gelen bankalarından SEB’in ses
tonunu analiz etmek suretiyle müşterilerinin duygusal durumunu tespit eden ve ortaya çıkan iletişim
sorununu çözen esnek strateji geliştirmesi, Mercedes’in müşterilerinin geri bildirimlerini
değerlendirmeye almak suretiyle kişiye özel üretim yapması, Stitch Fix’in müşterilerine “kişiye özel”
giyim” tavsiyesi sunarak iadeleri azaltma stratejisi, Microsoft’un yapay zekâ asistanı Cortana’nın daha
insan eğilimli bir iletişim yeteneği kazanabilmesi için çalışılması, fotoğraf çekildikten bir saniye sonra
neler olabileceğine dair çıkarımlar yapabilecek son nesil fotoğraf tanıma sistemlerinin üretilmesi,
AutoEmotive ile Affective ve Ford’un duygusal taşıt yazılımının kullanıcının duygusal durumuna göre
aracın kontrolünü ele alması ve Brezeal ekibinin Kısmet isimli robotu ile karşılıklı sözlü ve sözsüz
sohbet edebilmesi ve yönlendirmeleri yerine getirebilmesine ilişkin dokümanların analizinin,
Bauman’ın akışkan yaşam kuramının özneler, davranışlarını, alışkanlıklara ve rutinlere dönüştürme
fırsatı dahi bulamadan hızla değişmesi, öznelerin sürekli belirsiz koşullarda, kararsız ve riskli bir
yaşam sürmesi ve değişimin gerektirdiği düzenlemelerin doğrusal olmaktan çok sarmal olması, bu
anlamda her yeni düzenlemenin er geç başka bir düzenlemeyi de beraberinde getirmesi ve
nihayetinde geçmişin sistematik bir biçimde yok edilmesi alt bileşeni ile yüksek düzeyde uyumlu
olduğu ileri sürülebilir. Bu, çalışma kapsamındaki tüm dokümanların Bauman’ın kuramının bu alt
bileşeni ile açıklanabileceği anlamına gelmektedir.

Çalışma kapsamındaki yedi dokümanın da içerikleri ölçütünde eski teknolojilerin tasfiye


edilerek yeni yapay zekâ yönelimli teknolojilere geçişi adeta kaçınılmaz kıldığı göz önünde
bulundurulduğunda, Bauman’ın akışkan yaşam kuramının bilginin nasıl bir şeyle başlayıp bir şeyi
açacağı değil; tam tersine nasıl bir şeyi bitirip kapatmasına gönderme yapan imha endüstrisinin
işlevsel olması, evrensel kullan-at ilkesinden muaf hiçbir şey olmaması, tüketicilerin arzularını yerine
getiren ürünlerin çok geçmeden karalanması ve değersizleştirilmesi stratejisinin uygulanması alt
bileşeni ile ikinci derecede uyumlu bir tablo ortaya koymaktadır. Ayrıca çalışma kapsamındaki
dokümanların tamamı mevcut yapay zekâ teknolojisi bugünden bakıldığında müşteriyi uzun vadede
memnun etmeye devam edecek gibi görünüm sergilemiş olsa da en azından dünya ölçeğine yönelik
üretim yapan şirketlerin üretimlerini bu seviyede bırakmayarak her zaman daha üstün olanı
keşfetme çalışmalarına önem vereceğinden mütevellit gelecekteki teknolojilerin nasıl şekilleneceğini
müşterilerin en azından şimdiden bilmelerinin mümkün olmadığı düşünülecek olursa, Bauman’ın
akışkan yaşam kuramının bir yandan gündelik işlerle uğraşırken kullanılan eski yöntemlerin
yetersizliklerini açığa vurduğu, diğer yandan da onların yerini almasını umduğumuz yeni ve daha
etkili yolların henüz planlanma aşamasına dahi gelmediği bir çağda yaşıyor olmamızın sonucu olarak
denemeyi hiçbir zaman bırakmazken, birbirini izleyen her girişimi geçici bir düzenleme olarak ele
almamız, bunları sorunlarımızın gerçek çözümü veya varılacak güzergâhlar olarak ilan etmeden önce
kapsamlı testlerden geçirmememiz gerektiği alt bileşeni ile üçüncü derecede uyumlu olduğu öne
sürülebilir.

Öte yandan her ne kadar şirketlerin yeni teknolojiyi benimseyerek üretim yapılarını ve
nihayetinde ürünlerini değiştirdiğinden dolayı eski teknoloji ve ürünleri tüketicilerin gözünden
düşürmesinin ve şirketler ne kadar çabalarsa çabalasın tüketicilerin mevcut işlevsel olarak kullandığı
ve kullanmaktan hâlihazırda memnun olduğu bir ürünü tüketicilerin gündelik yaşam pratiğinde
şirketlerin değersizleştirme stratejisinin pratikte beklenildiği kolay olmadığı ve tüketiciye dikkate
değer ilave bir maliyet getirdiği göz önünde bulundurulacak olursa, Bauman’ın akışkan yaşam
kuramının davetsiz misafir olmayan tüketim ürünlerinin kullanım süreleri sonunda serzenişte
bulunmadan sessizce terk edip gideceğini taahhüt etmesi ve gönüllü bir şekilde yeni ve kullanılmamış
tüketim nesnelerine yer açmak için yaşamdan çıkarılıp atılmalarının zorunlu olması alt bileşenin

229
Serkan GÜZEL

çalışma kapsamındaki yedi dokümandan müşteriye ek maliyet getirmeyecek içerikli dokümanlar olan
İsveç’in önde gelen bankalarından SEB’in müşterilerinin ses tonunu analiz etmek suretiyle
müşterisinin duygusal durumunu tespit etmeye ve ortaya çıkan iletişim sorununu çözecek esnek
strateji geliştirmesi, Stitch Fix’in müşterilerine kişiye özel giyim tavsiyesi sunarak iadeleri azaltma
stratejisi olacak şekilde yalnızca iki dokümanı açıklama yeterliliğine sahip olduğu görülmektedir.
Böylesi bir bulgu, Bauman’ın akışkan yaşam kuramının gerçekte müşterinin ihtiyacı olmayan ancak
yeni teknolojiye geçen şirketlerce ihtiyaç olarak gösterilmesine gönderme yapan söz konusu bu alt
bileşenin, Mercedes’in müşterilerinin geri bildirimlerini değerlendirmeye almak suretiyle kişiye özel
üretim yapması, Microsoft’un yapay zekâ asistanı Cortana’nın daha insan eğilimli bir iletişim yeteneği
kazanabilmesi için çalışılması, fotoğraf çekildikten bir saniye sonra neler olabileceğine dair
çıkarımlar yapabilecek son nesil fotoğraf tanıma sistemlerinin üretilmesi, AutoEmotive ile Affective
ve Ford’un duygusal taşıt yazılımının kullanıcının duygusal durumuna göre aracın kontrolünü ele
alması veya aracı durdurması ve Brezeal ekibinin Kısmet isimli robotu ile karşılıklı sohbet edebilmesi
ve Kısmet’in gerekli yönlendirmeleri yerine getirdikten sonra gerçekleştirdiği faaliyet hakkında
yanındaki kişi ile değerlendirmeler yapabilmesi içerikli beş dokümanı açıklama konusunda yeterli
olmadığı anlamına gelmektedir.

6. Tartışma

Bütün bulgular birlikte değerlendirilip Bauman’ın akışkan yaşam kuramının dört alt bileşeni
kendi arasında hiyerarşik olarak sıralanacak olursa, yapay zekâ söyleminin toplumsal yansımalarını,
Bauman’ın akışkan yaşam kuramının özneler, davranışlarını, alışkanlıklara ve rutinlere dönüştürme
fırsatı dahi bulamadan hızla değişmesi, öznelerin sürekli belirsiz koşullarda, kararsız ve riskli bir
yaşam sürmesi ve değişimin gerektirdiği düzenlemelerin doğrusal değil sarmal olması, bu anlamda
her yeni düzenlemenin er geç başka bir düzenlemeyi de beraberinde getirmesi içerikli alt bileşenin,
günümüzde içinden geçilen yapay zekâ söylemini ve söz konusu bu söylemin toplumsal yansımalarını
en somut şekilde açıklayabilme yeterliliğinde olmasına karşın; en az yeterli olan alt bileşeninin
davetsiz misafir olmayan tüketim ürünlerinin kullanım süreleri sonunda serzenişte bulunmadan
sessizce terk edip gideceğini taahhüt etmesi ve gönüllü bir şekilde yeni ve kullanılmamış tüketim
nesnelerine yer açmak için yaşamdan çıkarılıp atılmalarının zorunlu olması alt bileşeni olduğu
anlaşılmaktadır. Bu, yapay zekâ söylemi ve toplumsal yansımalarını anlamak açısından her ne kadar
yeni teknoloji üreten ve kullanan şirketlerin belirleyici olduğu ön planda görünüyor olsa da; üretilen
bu teknolojilerin değerini asıl belirleyecek olanın yeni teknolojiyi kullanacak, kullanmak isteyecek ya
da istemeyecek olanın toplum olduğu anlamına gelir. Her ne kadar yapay zekâ, doğrudan sosyoloji ile
ilgili olmasa da yapay zekâ teknolojisi ve onun ürünlerinin nihai kullanıcısı toplum olduğundan
dolayı toplumsal boyutunun ve yansımalarının kaçınılmaz olduğunu düşünmek yerinde olacaktır. İşte
bu anlamda bir olgunun toplumsal boyutunun olduğunu öne sürmenin aynı zamanda toplanan
verilerin herhangi bir sosyolojik kuram ile ölçülmesini kaçınılmaz hale getirdiği göz önüne alınacak
olursa, asıl sorun yapay zekâ söyleminin hangi sosyolojik kuram ile daha yetkin bir şekilde
açıklanabileceğidir. Bu anlamda Bauman’ın akışkan yaşam kuramının bütünüyle olmasa da yüksek
bir yetkinlikte sürekli ve sistematik bir değişimin temel argüman olduğu yapay zekâ söyleminin
toplumsal yansımalarını açıklayabildiği, bu çalışma kapsamında açıkça ortaya çıkmaktadır.

7. Sonuç

Elektromanyetik ve kuantum alanındaki çalışmalarda varsayım olarak kendini gösteren ve


1936’da ilk nüvelerini dikkate değer bir biçimde ön plana çıkaran yapay zekâ, covid-19 süreci ile
birlikte makro anlamda toplumsal yaşamın ekonomi, eğitim, sağlık, kültür, boş zaman, hemen hemen
her boyutunda, mikro anlamda ise öznelerin gündelik yaşamının neredeyse tamamında işlevselliğini
arttırmıştır. Ancak şirketlerin ürettikleri yapay zekâ teknolojisi her ne kadar var olan ürünleri
yenileri ile değiştirme ve bu doğrultuda sermaye hacimlerini arttırma stratejisini benimsemiş ve bu
söylemin yansımaları toplum tarafından etkileyici bulmuş olsa da, yapay zekâ ayrıcalığını elinde

230
Serkan GÜZEL

bulunduran şirketlerin, hâlihazırda var olan ürünlerini gayet faydalı olacak şekilde kullanmakta olan
toplum bireylerine yeni teknolojilerini tükettirmeleri Bauman’ın kuramının söz konusu bu alt
bileşeninde ifade ettiği gibi kolay değildir. Ancak günümüzde çok fazla maliyet gerektirmeyen Google,
akıllı telefon, akıllı televizyon, sanal asistan, müşteri hizmetleri, elektronik mağaza ve uzantısı gibi
şirketler tarafından güncellenen yazılımlar düzlemindeki gelişmeleri toplum bireylerinin daha çok
benimsediği ileri sürülebilir.

8. Kaynaklar

Agrawal, A., Joshua, G., Goldfarb, A. (2019). Yapay Zekâ Stratejiyi Nasıl değiştirecek?. Utku Umut
Bulsun (Ed.), Dijital Dönüşüm Yapay Zekâ içinde (s. 219-228). Harvard: Harvard Business
School Publishing Corporation.

AutoEmotive & Affective (2020). https://ai-4-all.org/

Baş, T. & Akturan, U. (2008). Nitel Araştırma Yöntemleri Nvivo 7.0 İle Nitel Veri Analizi, Ankara: Seçkin
Yayıncılık.

Bauman, Z. (2020). Akışkan Hayat. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Bauman, Z. (2020). Bireyselleşmiş Toplum, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Bauman, Z. (2020). Sosyoloji Ne İşe Yarar?, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Berinato, S. (2019). Facebooktaki Yapay Zekâ Atölyesi. (Ed.), Dijital Dönüşüm Yapay Zekâ içinde , (57-
90). Harvard: Harvard Business School Publishing Corporation.

Bilgin, N. (2006). Sosyal Bilimlerde İçerik Analizi Teknikler ve Örnek Çalışmalar, Ankara: Siyasal
Kitabevi.

Brezeal (2014). https://www.ted.com/speakers/cynthia

Brynjoffson, E. (2019), Yapay Zekânın Vaat Ettikleri. Utku Umut Bulsun (Ed.), Dijital Dönüşüm Yapay
Zekâ içinde (s. 19-56). Harvard: Harvard Business School Publishing Corporation.

Demirci, S. & Köseli, M. (2009). İkincil Veri ve İçerik Analizi, Kaan Böke (Ed.), Sosyal Bilimlerde
Araştırma Yöntemleri içinde (321-362). İstanbul: Alfa Yayınları.

Domingos, P. (2015). Master Algoritma, İstanbul: Poloma Yayınevi.

Husain, A. (2019). Duyarlı Makine Yapay Zekânın Olgunluk Çağı, İstanbul: Siyah Kitap.

Knickrehm, M. (2019). Yapay Zekâ İşi Nasıl Değiştirecek? Utku Umut Bulsun (Ed.), Dijital Dönüşüm
Yapay Zekâ içinde (155-168). Harvard: Harvard Business School Publishing Corporation.

Mercedes (2021). https://www.mercedes-


benz.com.tr/passengercars.html?group=all&subgroup=see-allview=BODYTYPE

Microsoft (2020). https://support.microsoft.com/tr-tr/topic/what-is-cortana-953e8d-5668-e017-


1341-7f26f7d0f825

Mumford, L. (1996). Makine efsanesi, İstanbul: İnsan yayınları.

Okuyucu, E. (Ed.), (2021). Düşünen Makineler, İstanbul: Say Yayınları.

231
Serkan GÜZEL

Russakovsky (2021). https://www.nature.com/articles/s4198-018-32063-4

SEB (2020). https://seb.com/

Stitch Fix (2021). https://hbr.org/2018/05/stitch-fixs-ceo-mass-market

Walsh, T. (2020). 2062 Yapay Zekâ Dünyası, İstanbul: Say Yayınları.

Wilson, H. & Daugherty, P. (2019). İşbirliğine Dayalı Zekâ: İnsan Ve Yapay Zekâ Güçlerini Birleştiriyor.
Utku Umut Bulsun (Ed.), Dijital Dönüşüm Yapay Zekâ içinde (169-206). Harvard: Harvard
Business School Publishing Corporation.

Wilson, H. J., Daugherty & P., Dawenport, C. (2019). Yapay Zekânın Geleceğinde Verinin Yeri Daha
Fazla Değil Daha Az Olacak. Utku Umut Bulsun (Ed.), Dijital Dönüşüm Yapay Zekâ içinde (229-
242). Harvard: Harvard Business School Publishing Corporation.

Wolcott, H. F. (1994). Transforming Qualitative Data: Description, Analysis, and Interpretation,


Newbury Park: Sage.

Yıldırım, A. & Şimşek, H. (2000). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri, Ankara: Seçkin
Yayıncılık.

Yılmaz, A. (2020). Yapay Zekâ, İstanbul: Kodlab Yayın Dağıtım.

Yonck, R. (2018). Makinenin Kalbi Yapay Duygusal Zekâ Dünyasında Geleceğimiz, İstanbul: Poloma
Yayınları.

232
Covid-19 Pandemi Sürecinde Akademik Personellerin
İş-yaşam Dengesi Üzerine Bir Araştırma

Nermin Rzayeva1, Fehmin Aslanov2


Özet

İlk kez 2019’un sonlarında Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan, sonrasında tüm dünyayı etkisi altına
alan covid-19(koronavirüs) pandemisi, insanların sadece sağlığını değil, onların çalışma hayatlarını
da etkilemiştir. Bunun en büyük nedeni de, mecburi olarak değişen çalışma koşullarıdır. Pandemi
nedeniyle bazı sektörlerde yer alan pek çok kurumlar faaliyetlerini sürdüremezken, belirli
sektörlerdeki kurumlar ise, değişime ayak uydurup çalışmalarına devam etmişlerdir. Dolayısıyla,
çalışan ve yöneticilerin performanslarını sergilemelerinde önemli bir etken olan iş-yaşam dengesi
olgusu da, pandemi sürecinin tesirine maruz kalmıştır. Çünkü, iş-yaşam dengesi, adından
anlaşılabileceği üzere çalışma hayatı ile özel yaşam arasında bir denge olup, onların ikisine de yön
veren bir kavramdır. Bahsettiğimiz gibi, bu süreçte bir çok sektörde yer alan örgütler, çalışma
koşullarını değiştirmek zorunda kalmışlardır. Bu durum mevzu bahis olan örgütlerde çalışanların iş-
yaşam dengesini etkilemiştir. Özellikle de, eğitim sektöründe çalışanların iş-yaşam dengesinde
değişimler meydana gelmiştir. Bu çalışmanın amacı da, akademik personellerin pandemi sürecinde
kendi iş yaşam dengelerindeki yaşanan değişimleri algılama düzeylerini belirlemektir. Ayrıca,
araştırma Azerbaycan’daki bir üniversitede çalışan akademik personeller üzerine yapılmıştır. Veri
toplama aracı olarak, , Hüseyin Ekinci ve Ali Sabancı tarafından türkçeye uyarlanan “İş yaşam dengesi
ölçeği”ne dayanarak oluşturulan anketler kullanılmıştır. Anket çalışmasında katılımcılardan elde
edilecek veriler üzerinde Cronbach alfa testi, Normallik testi, Bağımsız Örneklem T testi, ANOVA testi,
Post hoc testleri(Tukey ve Scheffe), Açıklayıcı Faktör analizi yapılmış, Frekans dağılımı belirlenmiştir.
Yapılan analizler sonucunda elde edilecek sonuçlar bulgular kısmında yer almıştır. Söz konusu
bulgular doğrultusunda öneriler geliştirilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Covid-19, iş-yaşam dengesi, akademik personel

Abstract

1
Azerbaycan Devlet İktisat Üniversitesi, Türk Dünyası İktisat Fakültesi, İktisat bölümü
nerminrza.172001@gmail.com
2
Azerbaycan Devlet İktisat Üniversitesi, Türk Dünyası İktisat Fakültesi, İktisat bölümü
fehmin.aslanov05@gmail.com

233
Nermin Rzayeva, Fehmin Aslanov

The covid-19 (coronavirus) pandemic, which first appeared in Wuhan, China at the end of 2019, and
then affected the whole world, affected not only people's health, but also their working lives. The
biggest reason for this is the forced changing working conditions. While many institutions in some
sectors could not continue their activities due to the pandemic, institutions in certain sectors kept up
with the change and continued their work. Therefore, the phenomenon of work-life balance, which is
an important factor in the performance of employees and managers, has also been exposed to the
impact of the pandemic process. Because work-life balance, as the name suggests, is a balance
between working life and private life, and it is a concept that directs both of them. As we mentioned,
in this process, organizations in many sectors had to change their working conditions. This situation
has affected the work-life balance of the employees in the organizations in question. In particular,
changes have occurred in the work-life balance of employees in the education sector. The aim of this
study is to determine the level of perception of academic staff about the changes in their work-life
balance during the pandemic process. In addition, the research was conducted on academic staff
working at a university in Azerbaijan. As a data collection tool, questionnaires based on the “Work-
life balance scale” adapted into Turkish by Hüseyin Ekinci and Ali Sabancı were used. Cronbach alpha
test, Normality test, Independent Sample T test, ANOVA test, Post hoc tests (Tukey and Scheffe),
Explanatory Factor analysis were performed on the data to be obtained from the participants in the
survey study, and frequency distribution was determined. The results to be obtained as a result of the
analyzes are included in the findings section. Suggestions were developed in line with these findings.

Keywords: Covid-19, work-life balance, academic staff

1. Giriş

Çin’de 2019’un Eylül ayında ortaya çıkıp, ardından hızlıca diğer ülkelere yayılan Covid-
19(Koronavirüs) salgını 30 Ocak 2020’de pandemi olarak ilan edilmiştir.(World Health Organization,
2020) Hali-hazırda dünyada toplam vaka sayısı 237 milyondan fazladır. Toplam vefat eden kişi sayısı
5 milyona yakınken, yaklaşık 215 milyon kişi tedavi olup iyileşmiştir. Vaka sayısının en çok olduğu 3
ülke , ABD, Hindistan ve Brezilya’dır. Türkiye’de toplam 7 milyon 717 bin vaka sayısı ve 66 bine yakın
ölüm sayısı vardır. Azerbaycan’da ise bu istatistik sırasıyla; 489 bin ve 6 bin 600 kişidir.

Hastalık kişiler arası iletişim, veya temas yoluyla bulaştığı için, ülkeler çoğu zaman kapanma rejimleri
uygulamaya mecbur kaldılar. Teknolojinin imkanlarını kullanarak pek çok sektörde uzaktan çalışma
sistemine geçildi. Özellikle de, pek çok ülkede eğitim kurumları, okullar uzun süre kapatıldı. Yüz yüze
eğitimin yerini online eğitim aldı. Dolayısıyla bu durum, çalışanların hem iş, hemde özel hayatını
büyük ölçüde etkilemiştir.

1.1. İş-Yaşam Dengesi

İş-yaşam dengesi kavramı farklı şekillerde tanımlanmıştır. Açıkcası, bu kavramın ortaya çıkmasında
1970’li yıllarda piyasa ekonomisinin yükselmesi ile yaşanan gelişmeler, kadınların daha fazla çalışma
hayatına katılımı gibi durumlar etken olmuştur. (Suvacı, Şimşek, 2021) Böylece, bireylerin iş ve aile
yaşamları arasında yaşanan rol çatışmaları artmıştır.(Şentürk, Bayraktar, 2018)

Kısaca, iş-yaşam dengesini bireyin iş ve aile yaşamları arasında düşük düzeyde rol çatışması
yaşaması hali diye tanımlayabiliriz.(Mamacı, Alpar, Demir, 2020) Dolayısıyla, bu denge hali bireyin iş
ve özel yaşamına yön vermektedir. Fakat, bu iki yaşam alanı arasındaki dengenin bozulması, hem
bireyi, hemde toplumu olumsuz yönde etkilemektedir. Çünkü, hangi alana daha çok enerji harcansa,
diğer alandaki tatmin düzeyi düşmekte ve sonuç olarak rol çatışması artmaktadır. Bu yüzden de, iş-
yaşam dengesi, sadece bireyler için değil, kurumlar ve örgütler için de önemli bir
kavramdır.(Palabıyık, İşözen , 2021)

234
Nermin Rzayeva, Fehmin Aslanov

2. Yöntem

Araştırma online anket türünde hazırlanarak online google form aracılığıyla katılımcılara
sunulmuştur. Söz konusu anket çalışması eylül ayında yapılmıştır.

2.1. Evren ve Örneklem

Araştırmanın evrenini 20-61 yaş aralığına dahil üniversitede çalışan akademik personel
oluşturmaktadır. Araştırmanın örneklemini ise Azerbaycanda yerleşik olan bir üniversitede çalışan
130 akademik personel (üniversite hocaları) oluşturmaktadır.

2.2. Veri Toplama Yöntemleri

Araştırmada veri toplama aracı olarak kullanılan anket çalışması, Hüseyin Ekinci ve Ali Sabancı
tarafından türkçeye uyarlanan “İş Yaşam Dengesi” ölçeğinden yararlanılarak hazırlanmıştır. Ölçekte
yer alan maddeler pandemi dönemine uyarlanmıştır. Ölçek 17 maddeden oluşmaktadır ve beşli likert
türünde hazırlanmıştır. Ölçeğin aralıkları; Kesinlikle katılmıyorum(1), Katılmıyorum(2),
Kararsızım(3), Katılıyorum(4), Tamamen katılıyorum(5) şeklindedir. Ayrıca ankette katılımcılara
cinsiyet, yaş ve medeni durum gibi demografik sorular sorulmuştur.

Anketten elde edilecek bilgilerin sadece araştırma amacıyla kullanılacağı ve kimlik bilgilerinin gizli
tutulacağına katılımcılara bildirilmiştir. Aynı zamanda katılmcılar tamamen gönüllülük esasına
dayanarak ankete katılmışlardır.

2.3. Verilerin Analizi

Elde edilen verilerin analizinde IBM SPSS Statistic programı kullanılmıştır.

Özette de belirtildiği gibi toplanan veriler üzerinde yapılan temel analizler, Cronbach alfa testi,
Bağımsız Örneklem T testi, ANOVA testi, Post hoc testleri(Tukey ve Scheffe), Açıklayıcı Faktör analizi
olmuş, ayrıca Frekans dağılımı belirlenmiştir.

3. Bulgular

Araştırma kapsamında katılımcılardan elde edilen verilerin analizi sonucunda ortaya çıkan bulgular
bu bölümde yer almaktadır.

3.1. Araştırmanın Hipotezleri:

H1: Katılımcıların cinsiyetine göre pandemi döneminde iş-yaşam dengesini algılamalarında


istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık vardır.

H2: Katılımcıların yaşlarına göre pandemi döneminde iş-yaşam dengesini algılamalarında istatistiksel
olarak anlamlı bir farklılık vardır.

H2a: Katılımcıların yaşlarına göre “Pandemi döneminde işten eve geldiğimde yapmak istediğim
şeyleri yapmak için çok yorgun oluyorum.” maddesini algılamalarında anlamlı bir farklılık vardır.

H2b: Katılımcıların yaşlarına göre “Pandemi döneminde işim, istediğim özel hayatı sürdürmemi
zorlaştırıyor.” maddesini algılamalarında anlamlı bir farklılık vardır.

H2c: Katılımcıların yaşlarına göre “Pandemi döneminde işimin istekleri nedeniyle kişisel
ihtiyaçlarımı ihmal ediyorum.” maddesini algılamalarında anlamlı bir farklılık vardır.

235
Nermin Rzayeva, Fehmin Aslanov

H2d: Katılımcıların yaşlarına göre “Pandemi döneminde özel hayatım işimden dolayı zarar görüyor.”
maddesini algılamalarında anlamlı bir farklılık vardır.

H2e: Katılımcıların yaşlarına göre “Pandemi döneminde iş yaparken harcadığım zamandan dolayı
önemli kişisel faaliyetleri gerçekleştiremiyorum.” maddesini algılamalarında anlamlı bir farklılık
vardır.

H2f: Katılımcıların yaşlarına göre “Pandemi döneminde özel hayatım işimi yapmam için gerekli olan
enerjiyi tüketiyor.” maddesini algılamalarında anlamlı bir farklılık vardır.

H2g: Katılımcıların yaşlarına göre “Pandemi döneminde özel hayatımda olan şeyler yüzünden işim
zarar görüyor.” maddesini algılamalarında anlamlı bir farklılık vardır.

H2h: Katılımcıların yaşlarına göre “Pandemi döneminde özel hayatımda süregelen şeyler olmazsa, işe
daha fazla zaman ayırırdım.” maddesini algılamalarında anlamlı bir farklılık vardır.

H2i: Katılımcıların yaşlarına göre “Pandemi döneminde özel hayatımda olup bitenler nedeniyle işte
verimli olamayacak kadar yorgun oluyorum.” maddesini algılamalarında anlamlı bir farklılık vardır.

H2j: Katılımcıların yaşlarına göre “Pandemi döneminde işteyken, iş dışında yapmam gerekenler
nedeniyle endişeli oluyorum.” maddesini algılamalarında anlamlı bir farklılık vardır.

H2k: Katılımcıların yaşlarına göre “Pandemi döneminde özel hayatımdaki sorunlarla uğraşmaktan
işimi bitirmekte zorlanıyorum.” maddesini algılamalarında anlamlı bir farklılık vardır.

H2l: Katılımcıların yaşlarına göre “Pandemi döneminde işim, iş dışında benim için önemli faaliyetleri

gerçekleştirmem için bana güç veriyor.” maddesini algılamalarında anlamlı bir farklılık vardır.

H2m: Katılımcıların yaşlarına göre “Pandemi döneminde işim sayesinde evdeki ruh halim daha iyi
oluyor.” maddesini algılamalarında anlamlı bir farklılık vardır.

H2n: Katılımcıların yaşlarına göre “Pandemi döneminde işyerinde yaptıklarım, evdeki kişisel ve
günlük işlerle başa çıkmamı kolaylaştırıyor.” maddesini algılamalarında anlamlı bir farklılık vardır.

H2o: Katılımcıların yaşlarına göre “Pandemi döneminde özel hayatımdaki her şey iş yerinde daha iyi

hissetmemi sağlıyor.” maddesini algılamalarında anlamlı bir farklılık vardır.

H2p: Katılımcıların yaşlarına göre “Pandemi döneminde özel hayatım bana işimi yapmam için güç
veriyor.” maddesini algılamalarında anlamlı bir farklılık vardır.

H2q: Katılımcıların yaşlarına göre “Pandemi döneminde özel hayatım, ertesi günkü işler için
dinlenmeme ve kendimi hazır hissetmeme yardımcı oluyor.” maddesini algılamalarında anlamlı bir
farklılık vardır.

H3: Katılımcıların medeni durumlarına göre iş-yaşam dengesini algılamalarında istatistiksel olarak
anlamlı bir farklılık vardır.

3.2. Cronbach Alpha Testine Yönelik Bulgular

Araştırmada kullanılan ölçeğin güvenilirliğine ilişkin bulguların elde edilmesi amacıyla Cronbach
alpha testi yapılmıştır. Anketteki tüm soruların ortalama α değeri anketim toplam güvenilirliğini ve
iç tutarlılığını gösterir. Genellikle bu değerin 0,7’den büyük olması beklenir. α değeri 0,7’den

236
Nermin Rzayeva, Fehmin Aslanov

düşükse, ölçek düşük güvenilirliğe, büyükse orta güvenilirliğe, 0,8’den büyükse yüksek güvenilirliğe
sahip demektir.(Kılıç, 2016)

Akademik personellerin pandemi sürecinde iş-yaşam dengesi durumunu belirlemek için yapılan
araştırmada Cronbach Alpha (α) değeri 0,713 çıkarak orta düzeyde güvenilirlik göstermiştir.

Yapılan testin sonucu aşağıda Tablo 1-de yer almıştır.

Tablo 1: Güvenilirlik Analizi

Cronbach Alpha değeri Standartlaştırılmış Maddelere Dayalı Maddelerin sayı


Cronbach's Alpha değeri

0,713 0,715 17

3.3. Açıklayıcı Faktör Analizine İlişkin Bulgular

Araştırmada Açıklayıcı Faktör Analizi yapılmış ve 3 faktörde toplanmıştır. KMO değeri 0,877 çıkmış,
mükemmel sayılabilir.

3.4. Frekans Tabloları ve Açıklamaları

Ankete katılan 130 akademik personelin demografik özelliklerine göre dağılımına aşağıdaki
tablolarda yer verilmiştir.

Tablo 2: Katılımcıların cinsiyete göre dağılımı

Cinsiyet Sayı Yüzde

Kadın 76 58,5

Erkek 54 41,5

Toplam 130 100

Tablodan anlaşılabileceği gibi, katılımcıların %58,5’i kadın, %41,5’i ise erkeklerden oluşmaktadır.

Tablo 3: Katılımcıların yaş gruplarına göre dağılımı

Yaş Sayı Yüzde

20-25 26 20

26-31 36 27,7

32-37 25 19,2

237
Nermin Rzayeva, Fehmin Aslanov

38-43 21 16,2

44-49 15 11,5

50-55 3 2,3

56-61 4 3,1

Toplam 130 100

Tablodan anlaşılabileceği gibi, katılımcılar en çok 26-31 (%27,7), en az 50-55(%2,3) yaş aralığı
grubuna dahil olmaktadır.

Tablo 4: Katılımcıların medeni duruma göre dağılımı

Medeni Durum Sayı Yüzde

Evli 79 60,8

Bekar 51 39,2

Toplam 130 100

Tablodan anlaşılabileceği gibi, katılımcıların %60,8’i evli, %39,2’si bekar kişilerden oluşmaktadır.

3.5. Normallik Testi

Sayısal verilerin üzerinde analiz yapılabilinmesi için öncelikle onların normal dağılması
gerekmektedir. Bu yüzden de araştırmadaki kullanılan ölçeğin maddelerine normallik testi
uygulanmış ve çıkan sonuçlarda çarpıklık(asimetri) ve basıklık ölçülerine dikkat edilmiştir. Çünkü,
eğer çarpıklık ve basıklık ölçülerinin değeri -2’den küçük ve +2’den büyükse, bu durum verilerin
normal dağılmadığını gösterir. Aşağıda Tablo 5-te normallik testinin sonuçları gözükmektedir.

Tablo 5: Normallik Testi Sonuçları

Maddeler Çarpıklık(Skewness) Basıklık(Kurtosis)

İstatistik Standart Hata İstatistik Standart Hata

M1 -,221 ,212 -1,198 ,422

M2 -,298 ,212 -,929 ,422

M3 -,291 ,212 -1,024 ,422

M4 -,145 ,212 -1,076 ,422

238
Nermin Rzayeva, Fehmin Aslanov

M5 -,165 ,212 -1,082 ,422

M6 ,040 ,212 -1,196 ,422

M7 ,102 ,212 -1,085 ,422

M8 -,187 ,212 -1,032 ,422

M9 -,060 ,212 -1,185 ,422

M10 -,403 ,212 -1,039 ,422

M11 ,068 ,212 -,814 ,422

M12 ,327 ,212 -,991 ,422

M13 ,156 ,212 -,983 ,422

M14 ,288 ,212 -,923 ,422

M15 ,340 ,212 -,860 ,422

M16 ,210 ,212 -1,196 ,422

M17 ,162 ,212 -1,167 ,422

Tablodan anlaşılabileceği üzere ölçekte yer alan tüm maddelerin çarpıklık ve basıklık ölçülerinin
aldığı değerler -2 ve +2 aralığında değişmiştir. Dolayısıyla, veriler normal dağılmaktadır.

Tablo 6: Anketin 10-cu Sorusunun Ortalaması

Soru 10: İşteyken, iş dışında Ortalama Standard Sapma


yapmam gerekenler nedeniyle

endişeli oluyorum.

Kesinlikle Katılmıyorum 3,53 1,325

Katılmıyorum

Kararsızım

Katılıyorum

Tamamen Katılıyorum

Tablo 6-da anketin 10’cu sorusunun ortalaması ve standart hatası gösterilmiştir. 10’cu soruya ilişkin
cevaplarının ortalamasının 4’e yakın değer alması katılımcıların genel olarak bu soruya katıldığını
gösterir. Önceden de belirtildiği gibi anket sorularının cevapları 1-5 puan aralığında değişmektedir,
ve “Katılıyorum” cevabının puanı ise 4’tür. Diğer soruların ortalamasının burada belirtilmemesinin
nedeni, sonuçların makalede çok fazla yer kaplamasıdır. Ayrıca diğer soruların ortalama sonuçlarının
aldığı değer 3e yakın çıkmıştır. Dolayısıyla, katılımcılar diğer sorularda kararsız
kalmışlardır.(“Kararsız”-3)

239
Nermin Rzayeva, Fehmin Aslanov

3.6. Bağımsız Örneklem T Testi Bulguları

Tablo 7-de H1 hipotezini test etmek, yani katılımcıların cinsiyetine göre pandemi döneminde iş
yaşam dengesini algılamalarında istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılık olup olmadığını anlamak için
yapılan Bağımsız Örneklem T Testinin sonuçları yer almaktadır.

Tablo 8-de H3 hipotezini test etmek, yani katılımcıların medeni durumuna göre pandemi döneminde
iş yaşam dengesini algılamalarında istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılık olup olmadığını anlamak
için yapılan Bağımsız Örneklem T Testinin sonuçları yer almaktadır.

Tablo 7: Katılımcıların Cinsiyetine Göre Yapılan T Testi Sonuçları

Ölçek Cinsiyet N Ortalama Standart t P(sig 2)


ortalaması sapma

Kadın 76 2,9977 ,56474 -,826 ,410

Erkek 54 3,0773 ,50716 -,842 ,402

Sonuçlara göre P değerinin 0,05’ten büyük çıkması, istatistiksel açıdan anlamlı bir farkın olmadığını
göstermektedir.

Tablo 8: Katılımcıların Medeni Durumuna Göre Yapılan T Testi Sonuçları

Ölçek Medeni N Ortalama Standart t P(sig 2)


ortalaması durum sapma

Evli 79 3,1154 ,56762 2,255 ,026

Bekar 51 2,8997 ,47283 2,345 ,021

Sonuçlara göre P değerinin 0,05’ten küçük çıkması, istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılık olduğunu
göstermektedir. Evli katılımcılarda ortalama daha yüksek çıkmıştır. Dolayısıyla, bu fark, evli
katılımcıların lehinedir.

3.7. Tek Yönlü Varyans Analizi (ANOVA) Bulguları

ANOVA testi ikiden fazla grubun karşılaştırılması için kullanılan bir test olduğu için, bu araştırmada
da 7 farklı yaş grubunu(20-25, 26-31, 32-37, 38-43, 44-49, 50-55, 56-61) karşılaştırmak ve H2, H2a,
H2b, H2c, H2d, H2e, H2f, H2g, H2h, H2i, H2j, H2k, H2l, H2m, H2n, H2o, H2p, H2q hipotezlerini test
etmek amacıyla uygulanmıştır.

Tek Yönlü Varyans Analizi hem ölçeğin geneli, hem de ölçekteki her bir madde için ayrı ayrı
yapılmıştır.

Tablo 9: Varyansların Homojenliği Testi

Levene Statistic df1 df2 Sig.

1,386 6 123 ,226

240
Nermin Rzayeva, Fehmin Aslanov

Tabloda gözüktüğü gibi, homojenlik 0,05in üzerinde olduğu için varyans analizi yapmak mümkündür.
Ayrıca ölçekteki her bir madde için da ayrı ayrılıkta varyansların homojenliği testi yapılmış, oradaki
değerler de 0,05’in üzerinde çıkmıştır.

Tablo 10: Tek Yönlü Varyans Analizi Sonuçları

Ölçek ortalaması F Sig(P)

1,749 ,115

Tablodan gözüktüğü gibi, P değeri 0,05ten büyük çıktığı için istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılık
yoktur.

Tablo 11: Her Madde İçin Tek Yönlü Varyans Analizi Sonuçları

Maddeler F Sig(P)

1)Pandemi döneminde işten 2,535 ,024


eve geldiğimde yapmak
istediğim şeyleri yapmak için
çok yorgun oluyorum.

2) Pandemi döneminde işim, 2,473 ,027


istediğim özel hayatı
sürdürmemi zorlaştırıyor.

3) Pandemi döneminde işimin 4,024 ,001


istekleri nedeniyle kişisel
ihtiyaçlarımı ihmal ediyorum.

4) Pandemi döneminde özel 1,867 ,092


hayatım işimden dolayı zarar
görüyor.

5) Pandemi döneminde iş 2,632 ,020


yaparken harcadığım
zamandan dolayı önemli
kişisel faaliyetleri
gerçekleştiremiyorum.

6) Pandemi döneminde özel 1,464 ,196


hayatım işimi yapmam için
gerekli olan enerjiyi

tüketiyor.

7) Pandemi döneminde özel 1,200 ,311


hayatımda olan şeyler

241
Nermin Rzayeva, Fehmin Aslanov

yüzünden işim zarar

görüyor.

8) Pandemi döneminde özel 1,827 ,099


hayatımda süregelen şeyler
olmazsa, işe daha

fazla zaman ayırırdım.

9) Pandemi döneminde özel ,909 ,491


hayatımda olup bitenler
nedeniyle işte verimli

olamayacak kadar yorgun


oluyorum.

10) Pandemi döneminde 1,516 ,178


işteyken, iş dışında yapmam
gerekenler nedeniyle

endişeli oluyorum.

11) Pandemi döneminde özel 1,208 ,307


hayatımdaki sorunlarla
uğraşmaktan işimi

bitirmekte zorlanıyorum.

12) Pandemi döneminde işim, ,827 ,551


iş dışında benim için önemli
faaliyetleri

gerçekleştirmem için bana güç


veriyor.

13) Pandemi döneminde işim 1,439 ,205


sayesinde evdeki ruh halim
daha iyi oluyor.

14) Pandemi döneminde 2,956 ,010


işyerinde yaptıklarım, evdeki
kişisel ve günlük işlerle başa
çıkmamı kolaylaştırıyor.

15) Pandemi döneminde özel 2,217 ,046


hayatımdaki her şey iş yerinde
daha iyi hissetmemi sağlıyor.

16) Pandemi döneminde özel 2,051 ,064


hayatım bana işimi yapmam
için güç veriyor.

242
Nermin Rzayeva, Fehmin Aslanov

17) Pandemi döneminde özel 1,301 ,261


hayatım, ertesi günkü işler için
dinlenmeme ve kendimi hazır
hissetmeme yardımcı oluyor.

Tablodan anlaşılabileceği gibi, M4, M6, M7, M8, M9, M10, M11, M12, M13, M16, M17 maddelerinin P
değerleri 0,05’ten büyük olduğu için istatistiksel açıdan anlamlı bir farklılık yoktur. Fakat M1, M2,
M3, M5, M14, M15 maddelerinin ise P değerleri 0,05’ten küçük olduğu için istatistiksel açıdan anlamlı
bir farklılık vardır. Bu farklılığın hangi yaş grupları arasında olduğunu belirlemek için Post-
Hoc(Tukey ve Scheffe) testleri yapılmıştır.

3.7.1. Post-Hoc(Tukey ve Scheffe) testi bulguları

M3 maddesinin(Pandemi döneminde işimin istekleri nedeniyle kişisel ihtiyaçlarımı ihmal


ediyorum.)algılanmasında 20-25 ve 38-43 yaş grupları , 32-37 ve 56-61 yaş grupları arasında anlamlı
bir farklılık vardır.

M14 maddesini algılamalarında(Pandemi döneminde işyerinde yaptıklarım, evdeki kişisel ve günlük


işlerle başa çıkmamı kolaylaştırıyor.) 20-25 ve 32-37 yaş grupları arasında anlamlı bir farklılık
vardır.

M15 maddesini algılamalarında(Pandemi döneminde özel hayatımdaki her şey iş yerinde daha iyi
hissetmemi sağlıyor.) 20-25 ve 32-37 yaş grupları arasında anlamlı bir farklılık vardır.

4. Tartışma

Yapılan analizler sonucunda H1 hipotezi reddedilmiş, H2 hipotezi reddedilmiş, H2d, H2f, H2g, H2h,
H2i, H2j, H2k, H2l, H2m, H2p, H2q hipotezleri reddedilmiş, H2a, H2b, H2c, H2e, H2n, H2o hipotezleri
kabul edilmiştir. Ayrıca, H3 hipotezi kabul edilmiştir.

Katılımcılar soruları cevaplarken, tek bir soru dışında(10’cu) diğerlerinde çekimser davranmayı
tercih etmişlerdir.

5. Sonuç ve Öneriler

Tüm elde edilen bulgulara bakıcak olursak, katılımcıların cinsiyete göre pandemi döneminde iş-
yaşam dengesi algılamalarında anlamlı bir fark bulunmadığını, fakat medeni duruma göre anlamlı bir
fark bulunduğunu söyleyebiliriz. Genel olarak, yaş grupuna göre anlamlı bir farklılık bulunmasa da,
ölçek maddelerine ayrı ayrı bakıldığında bazı maddelerde anlamlı bir farklılık tespit edilmiştir.

Bu sonuçlar doğrultusunda yapılabilecek önemli tespitlerden biri, bundan sonraki dönemlerde,


pandemi döneminde iş hayatında, çalışma koşullarında yapılacak değişiklikler, (özellikle de eğitim
sektöründe)çalışanların medeni durumu, yaş grupları dikkate alınacak düzeyde uygulanmalıdır.
Çünkü, evli kişilerle, bekar kişilerin, veya daha alt yaş grubuna ait kişilerle, daha üst yaş grubuna ait
kişilerin iş yaşam dengelerini algılamalarında farklılık vardır. Aslında, bu durum çok normal, çünkü
daha genç çalışanlar, özellikle, 20-25, 26-31 yaş grubuna dahil olan çalışanlar, diğer yaş gruplarına ait

243
Nermin Rzayeva, Fehmin Aslanov

olan çalışanlara nazaran değişime, teknolojiye daha hızlı uyum sağlayabilmektedirler. Evli
çalışanların da, bekar çalışanlara göre özel hayatlarında daha fazla sorumlulukları olduğu için çalışma
hayatında yapılan her değişiklik onların iş yaşam dengelerini etkilemektedir.

Önceden de belirtildiği gibi, bu araştırmanın yapılmasındaki amaç, pandemi döneminde akademik


personellerin iş-yaşam dengesini nasıl algılayabildiklerini belirlemektir. Ayrıca, bu araştırma
yapılırken, hazırlanan makalenin gelecekte bu konu ile ilgili yapılacak diğer araştırmalara kaynak
olabileceği düşünülerek hazırlanmıştır. Dolayısıyla, makalemizin pandemi sürecinde akademik
personellerin iş yaşam dengelerinin iyileştirilmesi için yapılacak çalışmalara rehber olabilecek
kaynaklardan biri olacağına inanıyoruz.

6. Kaynaklar

Nefise, P & Hakan, İ. (2021) İş Yaşam Dengesi ve İş Doyumu Hastane Çalışanları Örneği, Sosyal, Beşeri
ve İdari Bilimler Dergisi, 4(4): 309-325.

Bahar, S & Muharrem Can, Ş.( 2021). İş-Yaşam Dengesi, Örgütsel Bağlılık ve Çalışanların İşten
Ayrılma Niyetleri Arasındaki İlişkinin Belirlenmesi. Social Sciences Research Journal, 10 (1),
185-194.

Faruk Kerem, Ş & Enes, B. (2018) İş-Aile Yaşam Çatışmasının Çalışanların İş Ve Yaşam Tatminleri
Üzerindeki Etkisi, Çalışma İlişkileri Dergisi, Cilt 9, Sayı 1, Sayfa: 24-41

Seher, B & Birgül, P. (2020) Covid-19 Pandemisi ve Benzeri Olağanüstü Durumlarda Sağlık
Çalışanları Açısından İş-Aile Çatışması, Sağlık ve Toplum Özel Sayı Temmuz, 118-123.

Ferhat, A & Duygu İrem, Ç & Yasemin, K. (2021) Koronavirüs (COVID-19) Salgın Sürecinde Evden
Çalışma ile İşten Ayrılma Niyeti Arasındaki İlişkide İş Yaşamı Kalitesinin Aracı Rolü, İşletme
Araştırmaları Dergisi, 13(1), 136-149

Sevgi Elmas, A & Merve G. (2021) İş-yaşam çatışmasının Koronavirüs (COVID-19) pandemisi
sürecinde yeniden değerlendirilmesi: Kadın akademisyenler açısından nitel bir araştırma,
Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Cilt: 24 - Sayı: 45,

Övgü, Ç. O & Benan, K. Y & Olca, S. D. (2021) Covid-19 Döneminde Akademisyen Annelerin İş-Yaşam
Deneyimlerini Anlamak: Nitel Bir Araştırma , Kadem Kadın Araştırmaları Dergisi, Vol. 7, No.1:
13-52.

Orkun, D & Hale, C. D & Uğur, Y. (2021) Uzaktan çalışmanın iş güvencesizliğine etkisinde iş-yaşam
dengesi ve psikolojik güvenliğin düzenleyici-aracılık rolü, Hitit Sosyal Bilimler Dergisi, 14(1),
1-25.

Neşe, U & Merve, Ç. Y. (2020) Akademisyenlerde İş Yaşam Dengesi Ve Uzaktan Çalışmaya İlişkin

Görüşlerin Belirlenmesi, İşletme Araştırmaları Dergisi, 10(2), 827-846.

Merve, M & Gül, A & Bülent, D. (2020) Pandemi İş Yaşamı Değerlendirme Ölçeğinin Geliştirilmesi:
Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması , İş’te Davranış Dergisi, 5(2), 114- 124.

https://www.cnnturk.com/corona-virusu-haberleri

244
Türk Cumhuriyetleri Arasında Dijital Birliğin
Kurulması ve Türk Keneşi’nin Rolü

Öğr. Gör. Dr. Ahmet Alp Özbalcı1


Özet

Dijital dönüşüm küresel rekabeti önemli oranda etkileyen bir faktördür. Gelişmiş ekonomiler
için gelişmişliğin bir göstergesi olsa da ülkelerin dijital dönüşüme ne kadar hazır olduğunun
kapsamlı bir biçimde bilinmesi de gerekmektedir. Bu bağlamda Cisco Dijital Hazırlık İndeksi
(CDHİ) kapsamı bakımından standart veriler ışığında bütüncül bir yaklaşımla yedi bileşen
üzerinden ülkeleri değerlendirmektedir. CDHİ; temel ihtiyaçlar, işletme ve devlet yatırımları, iş
yapma kolaylığı, beşeri sermaye, start-up ekosistemi, teknolojiyi benimseme ve teknoloji alt
yapısı bileşenlerini esas almaktadır. Bu kapsamda çalışmanın amacı; Türk Keneşi üye
ülkelerinin dijital dönüşüm hazırlık seviyelerinin tespit edilmesi ve bu ülkelerin dünyada
sıralamasındaki yerinin değerlendirilmesi ve önerilerin ifade edilmesi şeklindedir. 2019 CDHİ
verilerine göre; 141 ülkeye ait standart veriler üzerinden yapılan değerlendirmede CDHİ dünya
ortalaması 25 puan üzerinden 11.90 puan olarak tespit edilmiştir. Türk Keneşi üye ülkeleri 141
ülke arasından Kazakistan, Türkiye ve Azerbaycan ortalamanın üstünde yer almaktadır. Üye
ülkelerden 13.49 puan ile Kazakistan 49. sırada yer alarak üye ülkeler arasında ilk sıradadır.
Çalışmada ayrıntıları ile ifade edilen yedi bileşen için; Türkiye’nin temel ihtiyaçlar, işletme ve
devlet yatırımları, iş yapma kolaylığı konusunda diğer ülkelerden iyi durumda olduğu,
Kazakistan’ın beşeri sermaye bileşeninde dünya sıralamasında 5. sırada ve teknoloji benimseme
noktasında diğer üye ülkelere kıyasla başarılı olduğu görülmektedir. Ayrıca Azerbaycan’ın start-
up ekosistemi ve teknoloji altyapısı bileşenlerinde daha gelişmiş olduğu anlaşılmaktadır. CDHİ;
Türk Keneşi üye ülkelerinin gelişmişlik, küresel rekabet, işbirlikleri ve yenilikçi politika ve
stratejilerin belirlenmesi gibi konularda rehberlik etmektedir.
Anahtar Kelimeler: Türk Keneşi, CISCO Dijital Hazırlık Endeksi, Dijital Dönüşüm, Türk Birliği
Abstract

Digital transformation is a factor that significantly affects global competition. Although it is an


indicator of development for developed economies, it is also necessary to know comprehensively
how ready countries are for digital transformation. In this context, Cisco Digital Readiness Index
(CDHI) evaluates countries over seven components with a holistic approach in the light of
standard data in terms of scope. CDHI; basic needs, business and government investments, ease
of doing business, human capital, start-up ecosystem, technology adoption and technology
infrastructure components. In this context, the aim of the study is; It is in the form of
determining the digital transformation preparation levels of the Turkic Council member
countries, evaluating the place of these countries in the world ranking and expressing the
suggestions. According to 2019 CDHI data; In the evaluation made on the standard data of 141
countries, the world average of CDHI was determined as 11.90 points out of 25 points. Turkic
Council member countries Kazakhstan, Turkey and Azerbaijan are above the average among 141
countries. With 13.49 points from the member countries, Kazakhstan is in the 49th place and
ranks first among the member states. For the seven components detailed in the study; It is seen
that Turkey is in a better position than other countries in terms of basic needs, business and
state investments, and ease of doing business, Kazakhstan ranks 5th in the world in terms of
human capital component and is successful in technology adoption compared to other member
countries. In addition, it is understood that Azerbaijan is more developed in the start-up
ecosystem and technology infrastructure components. CDHI; It guides the Turkic Council
member countries on issues such as development, global competition, cooperation and
determination of innovative policies and strategies.

1
Samsun Üniversitesi, Rektörlük (Bilgi İşlem Daire Başkanlığı), aalp.ozbalci@samsun.edu.tr

245
Ahmet Alp ÖZBALCI

Keywords: Turkic Council, CISCO Digital Readiness Index, Digital Transformation, Turkish Union
1. Giriş

Dünya, her geçen gün mesafelerin kısaldığı, yaşam içerisinde her şeyin hızlandığı başka bir ifade
ile küçüldükçe güçlenen, yaygın tabir ile küreselleşen bir hâle dönüşmüştür. Bilgi ve iletişim
teknolojilerinde yaşanan yıkıcı gelişmelerin de etkisi ile toplum dijital dönüşüme ihtiyaç duymuştur.
Dijital dönüşüm bir yolculuk olarak tasvir edildiğinde bu yolculuğa örgütlerin ne denli hazır olduğu,
yolun durumu ve beklentileri, hedeflenen varış noktasına olan mesafe, yolculuk esnasında
faydalanılacak araçların teknik durumu, hava durumu, yol durumu özetle her anının ön görülmesi
gerekmektedir. Her yolculukta asıl amacın planlanan hedefe ulaşmak olduğu gibi, dijital dönüşüm
sürecinde de hedeflerin belirlenmesi, buna göre sürece dair politika ve stratejilerin belirlenmesi
önemlidir. Buradan hareketle, dijital dönüşüm sürecine ne oranda hazır olunduğu ölçülebilmelidir.

Dijital hazırlık seviyesinin ölçülebilmesi güçlü ve zayıf noktaların tespit edilmesi ve bu sürecin
kapsayıcı bir şekilde analiz edilmesi öncelikli adım olarak kabul edilmelidir. Literatürde hazır olma
durumunun tespiti için birçok dijital dönüşüm hazırlık endeksi oluşturulmuştur. Kapsamı açısından
daha somut bileşenlere sahip olan Cisco Digital Readiness Index (CDRI) bu çalışmada Türk Keneşi
üye ülkelerinin seviyesini tespit etmek amacıyla kullanılmıştır. Cisco Dijital Hazırlık İndeksi; ülkelerin
dijital dönüşüm bilincine ulaşmaları, dijital dönüşümün avantajlı ve dezavantajlı yönlerini
belirlemeleri, sorunlarını tespit etmeleri ve iyileştirmeleri, sürece dair politika ve stratejiler
oluşturmaları gibi konularda öngörü oluşturmak için kaynaklık etmektedir (Cisco, 2019).

Türk Keneşi daimi üyeleri olan Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkiye
gelişmekte olan ekonomiler sınıfında kabul edilmekte olup dijital dönüşüm yolculuğundaki hazır
olma durumlarını değerlendirilerek ortak bir perspektifle yeniden düzenlenmesi küresel rekabette
daha hızlı sonuç alınabileceğini düşündürmektedir. Günümüz dünyasında bilişim sistemlerinin her
alanda kullanılması, birçok sürecin dijitalleşmesi Türk Cumhuriyetleri için de elzemdir. Bu bağlamda
Türk Keneşi çatısı altında ortaklaşa önemli adımlar atan ülkeler sahip oldukları tüm kaynakları
birlikte değerlendirerek dijital hazırlık seviyelerini yükselterek rekabet ortamında söz sahibi
olabilirler.

Çalışmanın konusu olan “Türk Cumhuriyetleri Dijital Birliği ve Türk Keneşi’nin Rolü” tüm üye
ülke politikalarının Türk Keneşi çatısı altında ortak işbirliği olarak masaya yatırılması ve sahip
olunan kaynakların değerlendirilmesi anlamına gelmektedir. Dijital dönüşüm politika ve
protokollerin oluşturulması, ilgili bakanlıklar arasında çalışma gruplarının oluşturulması ve
geleceğin tasarlanmasında ortak hedeflerin tespit edilmesi ile kâğıt üzerinde oluşturulan bu
yaklaşımın zamanla vatandaşların dijital olarak bir araya gelmesi, kamu hizmetlerinin dijital sunumu,
eğitim ve kültür alanında ortak platformların oluşturulması gibi ortak bir düzlemde buluşmalarına
hatta ileride Dijital Türk Birliğinin bu vesile ile kurulmasına imkân sağlayabilir.

1.1. Türk Keneşi

Türk Konseyi veya Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi uluslararası hukuk ve BM
ilkelerine uygun olarak kurulmuş “uluslararası” bir örgüttür. Fransızca kökenli "konsey" kelimesi
yerine ilk Türkçe sözlüğümüz Divân-ı Lügati't-Türk'teki karşılığı olan "keneş" kelimesinin kullanımı
tercih edilmiş ve “Türk Keneşi” adıyla Ekim 2009 tarihinde imzalanan Nahçıvan Anlaşması ile
Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkiye arasında kurulmuştur. Nahçıvan Anlaşması ile
kurulan Türk Keneşi; benzer uluslararası örgütler ve Ulu Türkistan (Orta Asya) coğrafyasındaki diğer
ülkelerden farklı olarak; dil, kültür ve tarih birliğinden doğan köklü bağlarından güç alan ilişkilerini
kurumsal bir platformda düzenli bir yapıya kavuşturarak işbirliğinin oluşturulmasını sağlayan
uluslararası düzeyde önemli bir başarıdır (Tosun, 2020).

246
Ahmet Alp ÖZBALCI

Türk Keneşi’nin amacı Nahçıvan Antlaşması’nın ön sözünde belirtildiği üzere Birleşmiş Milletler
Antlaşması’nın amaç ve ilkeleri; Türk Dili Konuşan Ülkeler arasındaki kapsamlı işbirliğini
derinleştirmek, bölgesel ve küresel barış ile istikrara katkıda bulunmak olarak belirtilmiştir. Ayrıca
bu işbirliğinin üye ülkeler arasındaki ortak tarih, kültür, kimlik ve Türk dili konuşan halkların dil
birliğinden kaynaklanan özel dayanışma temelinde inşa edildiği vurgulanmıştır. Nahçıvan
Anlaşması’nın Türk Keneşi’nin kuruluş amacı ve görevlerinin yer aldığı ikinci maddesinde; taraflar
arasında karşılıklı güvenin güçlendirilmesi, bölge ve bölge dışında barışın korunması, dış politika
konularında ortak tutumların benimsenmesi, uluslararası terörizm, ayrılıkçılık, aşırılık ve sınır ötesi
suçlarla mücadele için eylemlerin koordine edilmesi, ortak amaçlarla ilgili her alanda etkili bölgesel
ve ikili işbirliğinin geliştirilmesi, ticaret ve yatırım için uygun koşulların yaratılması, kapsamlı ve
dengeli bir ekonomik büyüme, sosyal ve kültürel gelişimin amaçlanması, hukukun üstünlüğünün
sağlanması, iyi yönetim ve insan haklarının korunması konularının tartışılması, bilim, teknoloji,
eğitim ve kültür alanlarında etkileşimin genişletilmesi, kitle iletişim araçlarıyla etkileşimin ve daha
yoğun bir iletişimin teşvik edilmesi ve hukuki konularda bilgi değişimi ve adli işbirliğinin teşvik
edilmesine karar verilmiştir (Nahçivan Antlaşması, 2009)

Yukarıda değinilen amaç ve görevler çerçevesinde Türk Keneşi faaliyetlerini, Siyasi-Dış Politika
ve Güvenlik İşbirliği; Ekonomik İşbirliği; Gümrük ve Ulaştırma İşbirliği; Kültür, Eğitim ve Bilim
İşbirliği; Turizm İşbirliği; Diaspora İşbirliği ve Uluslararası İşbirliği başlıkları altında yürütmektedir.
Özellikle ekonomik, gümrük ve ulaştırma ile birlikte örgütün bir araya gelmesinde önemli olan köklü
bağların güçlendirilmesi için Kültür, Eğitim ve Bilim alanlarında oluşturulacak faaliyetler ile örgüt içi
entegrasyonun arttırılması diğer alanlarda oluşturulacak stratejiler için önemlidir.

Türk Keneşi ve ilgili kuruluşları, Türkçe Konuşan Ülkeler Devlet Başkanlarının Türk Dünyası’na
bütüncül ve kapsayıcı bakış açısını yansıtmaktadır. Dış politika ve güvenlik konularından, siyaset,
parlamento, kültür, eğitim ve bilim, ulaştırma, gümrük ve iş dünyasına kadar yaşamın tüm
alanlarında birlikte ve koordineli hareket etme arzusunu gerçekleştirmeye çalışan Türk Keneşi, Türk
Dünyası’nın geleceğe açılan umut dolu penceresi olmuştur (Türk Keneşi, 2021)

1.2. Dijital Dönüşüm

Dijital Dönüşüm, küreselleşmenin etkisi ile son yirmi yılda ivme kazanan özünde üretkenliği,
katma değer oluşturmayı ve sosyal olarak konforu ve rahatlığı arttırmayı amaç edinen yıkıcı
teknolojileri benimsemek anlamına gelmektedir. Yıkıcı teknoloji; klasik yöntemlerle yapılabilen
işlerin, yeni bilgi birikimiyle gelişerek yapılmasına imkân sağlayan teknoloji olarak ifade
edilmektedir. Yıkıcı teknoloji özünde “Yıkıcı Yenilik Teorisi (DIT)” yaklaşımı çerçevesinde kurulan
teknoloji ve piyasaları ani bir değişim süreciyle etkileyen teknolojiyi açıklamak için kullanılmaktadır
(Dixon, Eames, Britnell, & Watson, 2014)

Bu yıkıcı teknolojik değişim; hükümetleri, kurumsal şirketleri, endüstri birliklerini kısacası özel
ve kamu kuruluşlarının uzun vadeli planlarını yeniden şekillendirmeye, geleceğe dair yeni
öngörülerle birlikte politika ve stratejilerini dijital dünyanın gerekliliği olarak bilgi tabanlı bir yapıya
dönüştürmektedir. Dijital dönüşüm, öncelikli olarak devlet politikalarının sil baştan ele alınarak
sosyal ve ekonomik hedeflere ulaşılmasını bir zorunluluk olarak kabul etmektedir. Sosyal açıdan;
endüstride ve toplumda daha yenilikçi ve işbirlikçi bir kültürün gelişmesini hedeflemektedir. Bunun
yanında dijital kültürün gelişmesi için çalışma hayatı içinde gerekli olan becerilerin kazanılmasına
yönelik olarak eğitim sisteminin revize edilmesinin önemli olduğu vurgulanmaktadır. Ayrıca bilgi ve
iletişim teknolojisi alt yapılarının geliştirilmesi, yönetilmesi, sürdürülebilir olması, hizmet kalitesinin
devamlılığını ve kolay ulaşılabilirliğinin mümkün kılınması, dijitalleşme kapsamındaki verinin
güvenli ve şeffaf olmasını ve dijital hizmetlerin erişilebilir ve yüksek kalitede sunulması şeklinde
ifade edilmektedir. Ekonomik açıdan ise; yeni ve yenilikçi iş modellerinin geliştirilmesi, ekonomide

247
Ahmet Alp ÖZBALCI

katma değer yaratma, verimliliğin ve gelirin arttırılması, düzenleyici ve teknik standartların


iyileştirilmesini beklemektedir.

Unutulmamalıdır ki dijital dönüşüm başta teknolojik altyapının geliştirilmesi ile çözülebilecek


bir konu değildir. Bu nedenle yukarıda genel hatları ile dile getirilen sosyal ve ekonomik perspektif
ile dile getirilen hedefler çerçevesinde küresel dünyada varlığını sürdürmek isteyen tüm örgütler için
yenilikçi bir yaklaşımla öngörü oluşturmanın başlangıç noktası olduğu kabul edilmektedir. Sosyal ve
ekonomik açıdan yenilikçi bir yaklaşımla dijital dönüşüm ele alınmalı, gelecek bu politika ve
stratejilerle uzun vadeli olarak tasarlanmalıdır.

Çalışma ile vurgulamak istenen, sosyal ve ekonomik hedeflerin ışığında geleceğin yenilikçi bir
yaklaşımla Türk Keneşi öncülüğünde dijital dönüşüm için yeni stratejilerin oluşturulması, öngörü
çalışmaları öncesi mevcut durumun tespit edilmesi ve bu bağlamda üye ülkelerin birbirini
desteklemesidir. İşte bu nedenle dijital dönüşüme hazır olma seviyesinin ölçülmesinde kullanılan
araçlar arasından bütünleştirici yaklaşımı, kapsayıcı bir model olması bakımından Cisco Dijital
Hazırlık İndeksi kullanılmaktadır. CDHİ kapsamındaki bileşenler incelendiğinde dijital hazırlık
seviyesi yükseldikçe bir ülkenin gelişmişlik seviyesinin arttığı görülmektedir. Bu bağlamda Cisco
Dijital Hazırlık indeksinin, metodolojisinin, bileşenlerinin ve değerlendirme kriterlerinin ne
olduğunun açıklanması çalışmanın öneminin anlaşılması bakımından gerekmektedir.

Küresel ölçekte dijital dönüşüm seviyesini ifade eden en önemli göstergelerden bir diğeri,
nüfusa dayalı verilerdir. Nüfusun hangi oranda internet erişimine sahip olduğu, hangi bağlantı türünü
kullandığı ve sosyal medya kullanımı gibi veriler, dijital nüfus verileri olarak değerlendirilmektedir.
Ocak 2021 verilerine göre 4.66 milyar aktif internet kullanıcı, 4,32 milyara ulaşan sadece mobil
internet kullanıcısı 4,20 milyara ulaşan aktif sosyal medya kullanıcısı ve 4,15 milyara ulaşan aktif
mobil sosyal medya kullanıcı sayısının olması küresel çapta dijitalleşmenin önemli bir boyutunu
göstermektedir. Grafik 1’de görüldüğü gibi 12 aylık bir süre zarfında yaklaşık 90 milyon aktif internet
kullanıcısı, 150 milyon mobil internet kullanıcısı, 240 milyon civarında aktif sosyal medya kullanıcısı
ve yine 240 milyon aktif mobil sosyal medya kullanıcı sayısında artış olmuştur (Internetworld, 2021).

Grafik 1: Küresel Dijital Nüfus (Temmuz 2020 – Ocak 2021)

4,8
4,66
4,57
4,6
Aktif İnternet Kullanıcı
4,4 4,32
4,17 4,2
4,2 4,15 Aktif Mobil İnternet Kullancısı

3,96
4 3,91 Aktif Sosyal Medya Kullanıcısı

3,8
Aktif Mobil Sosyal Medya
Kullanıcısı
3,6

3,4
2020 2021

(Statista, 2021)

248
Ahmet Alp ÖZBALCI

Dijital nüfus verilerini kıtalar bazında değerlendirdiğimizde Asya kıstasında bulunan internet
kullanıcı sayısı yaklaşık bir yıllık süreçte 462 milyon kullanıcı artarak 2,762 milyar seviyesine
ulaşmıştır. Aynı şekilde 737 milyon kişi ile Avrupa, 594 milyon kişi ile Afrika, 498 milyon kişi ile Latin
Amerika/Karayipler, 348 milyon kişi ile Kuzey Amerika, 199 milyon kişi ile Orta Doğu ve 30 milyon
kişi ile Okyanusya/Avusturalya bölgesi takip etmektedir (Grafik 2).

Grafik 2: Kıtalar Bazında İnternet Kullanıcısı Sayısı (Mart 2021)

3000 2762

2500 2300

2000

1500

1000
727 737
522 453 594
498
500 327 348
175 199
29 30
0
Asya Avrupa Afrika
2020 2021
Latin Amerika / Karayipler Kuzey Amerika Orta Doğu
Okyanusya / Avustralya

(Internetworld, 2021)

Eylül 2021’de erişilen dijital nüfus verilerine göre dünya nüfusunun %65,9’u internete girebilir
hâldedir. Türk Cumhuriyetleri’nin yaşadığı bölge olan Asya Kıtası’nda ise dünya internet kullanımının
%53.4’lük kısmı internet kullanmaktadır. Bu dağılıma göre Tablo 1’de yer alan Türk
Cumhuriyetleri’nden Türkiye %83,3, Azerbaycan %78.2, Kazakistan %77,2, Özbekistan %50,6 ve
Kırgızistan %47,1 şeklinde gerçekleşmiştir. (İnternetworld, 2021).

Tablo 1: Türk Keneş (Çelen, 2021)i Üye Ülkeleri Dijital Nüfus Verileri (2021)

Nüfus İnternet Kullanıcıları Penetrasyon


(2021 Tahmini)
30.06.2021 % Nüfus

Azerbaycan 10.223.342 7.991.630 %78,2

Kazakistan 18.994.962 14.669.853 %77,2

Kırgızistan 6.628.356 3.123.000 %47,1

Özbekistan 33.935.763 17.161.534 %50,6

Türkiye 82.961.805 69.107.183 %83,3

249
Ahmet Alp ÖZBALCI

Tüm Dünya 7.875.765,587 5.187.108.165 %65.9

(Internetworld, 2021)

1.3. Dijital Dönüşümde Cisco Endeksi Ve Metodolojisi

Cisco, 1984’te Sanfrancisco’da, Stanford Üniversitesinden bir grup bilim insanı tarafından
kurulan Cisco System adlı bir şirkettir. Günümüzde ağırlıklı olarak ağ (network) teknolojileri
endüstrisinin lider firmalarından biri olarak göze çarpmaktadır. Şirket “Cisco” adını kurulduğu şehir
olan SanfranCISCO’dan almış olup marka logosunda ise şehrin simgesi olan ünlü Golden Gate
köprüsünden ilham almıştır. Kaliforniya merkezli Amerikalı çok uluslu bir ağ teknolojileri şirketi olan
CISCO Systems; ağ donanımı, yazılımı, telekomünikasyon ekipmanı ve diğer yüksek teknoloji ürün ve
hizmetlerini geliştirip satmaktadır (Bağcı, 2020). 2021 yılı itibariyle toplam piyasa değeri 232,31
milyar dolar geliri ve yaklaşık 80 bin çalışanı olan bir şirket olarak bu yapısı bakımından dünya
genelinde birçok ağ sisteminde bu şirkete ait ürün ve hizmetler kullanılmaktadır (Macrotrends,
2021).

Cisco, dünyada birçok ülkede kullanılan network projelerinin büyük bir bölümünde çözüm
ortağı olarak rol almaktadır. Bu çerçevede Cisco tarafından dijital dönüşüme dair bir çalışma ile
dünya genelindeki durumun tespit edilmesine yönelik bir model geliştirme ihtiyacı duyulmuştur.
Geliştirilen bu model ile dijitalleşme seviyesinden çok ülkelerin dijital dönüşüme hazır olma
durumlarının kapsamlı bir şekilde değerlendirme amaçlanmıştır. Geliştirilen bu model ile dijital
hazırlık kavramının tanımlanması ve anlaşılması, hazır olma seviyesinin ölçülmesi ve bu süreçte
ilerleme kaydedilmesi için oluşturulabilecek politika ve stratejilerin belirlenmesini sağlayacak bir
çalışma ortaya konulmuştur. Genellikle dijitalleşme seviyesinin tespiti için teknoloji kabulünü
ve/veya altyapı imkânlarının değerlendirilmesinin yeterli olacağı düşünülürken Cisco geliştirdiği bu
model ile kapsamlı bir amaçla bütünsel bir yaklaşım uygulamıştır.

2. Yöntem

CDHİ, yedi bileşen ve alt bileşenleri için gerekli olan standart verileri sağlayabilen ülkeleri bu
araştırmaya dâhil etmiştir. Geliştirilen bu model kapsamında ülkelerin birbirleri ile
karşılaştırılabilmeleri için veri bütünlüğünün sağlanması ilk ölçüt olarak belirlenmiştir. Bu çerçevede
ihtiyaç duyulan veriler, Dünya Bankası, Dünya Ekonomik Forumu, Birleşmiş Milletler, Amerikan
Girişimcilik Merkezi, Miras Vakfı, Uluslararası Çalışma Örgütü, Uluslararası Para Fonu, Uluslararası
Telekomünikasyon gibi saygın veri kaynaklarından alınan standart veri noktalarına dayalı olarak
değerlendirilmiştir. Standart veriler neticesinde 141 ülke çalışmaya dâhil edilmiş olup yedi bileşen
üzerinden 0 ile 25 puan arasında sıralanmıştır. Bu özelliklere riayet edilerek 141 ülke seçilerek Cisco
Dijital Hazırlık İndeksi oluşturulmuş ve sıralama yapılmıştır (Çelen, 2021).

3. Bulgular

Türk Keneşi Daimi Üye Ülkeleri’nin Dijital Hazırlık seviyelerinin incelendiği Tablo 2
değerlendirildiğinde dünya geneli ortalamasında Kazakistan 49. sırada ve 13,49 puanla Türk Keneşi
üye ülkeleri arasında ilk sırada yer alırken Türkiye (59), Azerbaycan (61), Özbekistan (80) ve
Kırgızistan (84) şeklinde sıralanmıştır. Dünya ortalamasının 11,90 puan olduğundan hareketle
Kazakistan, Türkiye ve Azerbaycan’ın ortalamanın üstünde olması olumlu olarak değerlendirilmiştir.
Dijital dönüşüm açısından Kazakistan ve Türkiye’nin gelişmişlik seviyesinin daha yüksek olduğu
ancak Özbekistan ve Kırgızistan’ın ise genel olarak düşük bir seviyede olduğu görülmektedir.
Değerlendirme sonucu çıkan farklılıkların anlaşılması için yedi ana bileşen özelinde de ülkelerin
değerlendirilmesi gerekmektedir. Bunun yanında dünya geneli üzerinden 2019 Dijital Hazırlık
İndeksi verileri değerlendirildiğinde Singapur (20,26) , Lüksemburg (19,54), ABD (19,03), Danimarka
(18,98) ve İsviçre (18,86) dünya sıralamasında ilk beş ülke olarak öne çıkmaktadır.

250
Ahmet Alp ÖZBALCI

Toplumsal olarak yöneticiler öncelikli olarak halkın hayatta kalmasını sağlayacak temel
ihtiyaçları karşılanmayı amaçlamaktadır. Bundan dolayı sağlık, barınma ve beslenme gibi ihtiyaçlar
toplumların gelişim seviyesinin önemli bir göstergesi olarak kabul edilmektedir. Özellikle toplam
ömür yaşı (yaşam süresi), anne – çocuk sağlığı (doğum süreci), 5 yaş altı çocuk ölümleri, güvenli içme
suyunun temini ve elektrik kaynaklarına erişim temel ihtiyaçları belirleyen başlıca ölçütlerdir. Bu
kriterler indeks modeli içerisinde “temel ihtiyaçlar” bileşeni olarak değerlendirilmektedir. Bu
değerlendirmeye göre; Türkiye 4 üzerinden 3,66 puanla 51. sırada yer almaktadır. Türk Keneşi üye
ülkelerinin tamamının dünya ortalaması olan 3,09 puanın üzerinde sıralanmış olması tatmin edici bir
gösterge olduğu söylenebilir. Türkiye’nin imkânlarının diğerlerinden daha iyi olduğu, Kazakistan ve
Özbekistan için yaşam beklentisi ve ölüm oranlarının (5 yaş altı) ve içme suyu gibi kriterlerin daha
titiz bir şekilde ele alınması gerektiği söylenebilir. Temel ihtiyaçlar, bileşeni üzerinden yapılan
değerlendirmeye göre; Japonya (3,98), Singapur (3,97), İspanya (3,97) ve İzlanda (3,96) dünya
ortalamasında ilk beş ülke olarak saptanmaktadır.

Yenilik ve gelişmelerin topluma yansıması öncelikli olarak devletlerin bu konuda atmış olduğu
adımlarla doğrudan alakalıdır. Ülkelerin teknoloji vizyonunun ve bu alana ayırdığı yatırımlar,
doğrudan yabancı yatırımcıların katkısı, Ar – Ge çalışmaları için ayrılan bütçe ve yatırım
özgürlüğünün oluşturulması “işletme ve devlet yatırımları” için önemli kriterlerdir. Buradan
hareketle; işletme ve devlet yatırımları bileşenleri değerlendirildiğinde dünya ortalaması 1.31 puan
olarak tespit edilmiş Singapur, İsviçre, Hollanda, Lüksemburg ve İsveç ilk beş ülke olarak
saptanmıştır. Türkiye, listenin 46. sırasında 1,37 puanla yer alırken 78. sırada Azerbaycan (1,19), 90.
sırada Kırgızistan (1,16), 102. sırada Kazakistan (1,08) ve 136. sırada Özbekistan (0,64) yer
almaktadır. İşletme ve devlet yatırımları bileşeni kapsamında Türk Keneşi üye ülkelerinden
Türkiye’nin ilk sırada olduğu ancak dünya genelinde 46. sıra yer alması nedeniyle eksikliklerin
olduğu, bu durumu düzeltmek için gelişmeye yönelik adımlar atılmasının gerektiği görülmektedir.
Özbekistan’ın bu bileşen için 136. sırada yer alması; Kazakistan, Azerbaycan ve Kırgızistan’ın dünya
ortalamasının altında olması nedeniyle Ulu Türkistan (Orta Asya) için olumsuz ekonomik bir
durumun olduğu söylenebilir.

İş hayatı içerisinde; işveren ve çalışanların kendini güvende hissetmesi, işin sürekliliğinin


desteklemesi ve gereken alt yapının sağlanması önemlidir. Ayrıca bu kapsamda ülke yöneticilerinin
üretimin arttırılması adına ihtiyaç duyulan politikaları devreye sokması da gerekmektedir. Özellikle
üretim ve iş dünyasının olmazsa olmazı hukukun üstünlüğü, lojistik alt yapılarının gelişmişliği,
üretimde kullanılacak elektrik enerjisine erişim süresi gibi etkenler “iş yapma kolaylığı” bileşeni
olarak dijital dönüşüm içinde önemli kriterler arasında yer almaktadır. İş yapma kolaylığı bileşeni
açısından dünyada en iyi örnek olarak Danimarka (3,76), Almanya (3,76), İsveç (3,72), Singapur
(3,69) ve Avusturya (3,68) gösterilmektedir. Dünya ortalamasının 2,44 puan olmasından hareketle iş
yapma kolaylığı açısından Türk Cumhuriyetleri’nin ortalamaya yakın bir puanda seyrettiği,
Türkiye’nin 2,67 puanla 45. sırada yer aldığı görülmektedir. Azerbaycan, Özbekistan ve Kırgızistan
ise dünya ortalamasının altında yer almaktadır.

İnsan, bir değer olarak her süreç için en önemli kıstas olarak kabul edilmelidir. Yaşam döngüsü
içinde olduğu gibi dijital dönüşümde de süreçlerin tamamı insanlar tarafından organize edilirken, bu
süreç ile geliştirilen teknolojilerde insanlar tarafından üretilmekte, hatta insanlar tarafından
kullanılmaktadır. Bu bağlamda bir sürecin insani faktörlerin göz ardı edildiği bir ortamda
değerlendirilmesi doğru değildir. Dijital hazırlık seviyesinin ölçülmesinde; okuma – yazma oranı,
eğitim endeksi (mezuniyet sayıları), iş gücüne katılım oranları ve uluslararası düzeyde uyumlaştırılan
test puanları “beşeri sermaye” bileşeni ölçütlerinin belirtilenmesinde kullanılmaktadır. Beşeri
sermaye bileşenine göre; Singapur (3,43), İzlanda (3,43), Yeni Zelanda (3,37), İsviçre (3,34) ve
araştırma kapsamında incelediğimiz ülkelerden biri olan Kazakistan ise dünya ortalamasına göre 5.
sırada 3,33 puanla yer almaktadır. Türk Keneşi üye ülkeleri içerisinde 2.45 puan ile Türkiye dünya
ortalamasına göre yapılan sıralamada 79. sırada yer almaktadır. Azerbaycan ve Özbekistan’ın dünya

251
Ahmet Alp ÖZBALCI

genelinde ilk 50 ülke arasında olduğu görülmektedir. Genel bir ifade ile Azerbaycan, Kazakistan,
Kırgızistan ve Özbekistan’ın özellikle temel eğitim noktasında benzer yanlarının olmasının bu
sıralamada fark yaratan etkenlerden biri olduğu söylenebilir. Bu nedenle Türkiye özelinde okuma –
yazma oranı, eğitim endeksi ve işgücüne katılım oranlarının değerlendirilerek bu kapsamdaki başarılı
ülkeler ve araştırma kapsamındaki ülkelerle karşılaştırılması gerektiği düşünülmektedir.

Yeniliğin teşvik edildiği bir ortamın oluşturulması da dijital dönüşüm için bir gerekliliktir.
Özellikle dijital bir start-up ekosisteminde gerekli teknolojilerin oluşturulması, bunlar için patent ve
ticari marka başvurularının yapılması, girişimciliğin teşvik edilerek sermaye yatırımının arttırılması
ve kullanılabilir hâle getirilmesi, sektörel olarak yeni iş çeşitliliğinin arttırılması dijital dönüşüm için
kriter olarak belirlenmiştir. Start–up ekosisteminin desteklenmesi üzerine oluşturulan veriler
incelendiğinde dünya ortalaması 3 puan üzerinden 0,45 puan olarak saptanmıştır. Dünya
sıralamasında Lüksemburg (2,56), Singapur (1.66), İzlanda (1,45), ABD (1,40), ve Yeni Zelanda (1,33)
puanla ilk beş ülke olarak karşımıza çıkmaktadır. Genel ortalamanın düşük olması hatta ABD’nin dahi
1,40 puan seviyesinde olması açısından araştırma kapsamındaki ülkelerin de bu açıdan
değerlendirilmesi gerekmektedir. Türk Keneşi üye ülkelerinin tamamının ortalamanın altında
olduğu, en iyi durumda 0,44 puanla Azerbaycan’ın olduğu Özbekistan’ın 0,28 puanla 134. sırada
olduğu görülmektedir. Sıralamalar ve yapılan puanlama neticesinde start-up ekosisteminin
geliştirilmesine yönelik eksikliklerin olduğu söylenebilir.

Dijital dönüşümün en önemli çıktısı olan dijital ürün ve hizmetlerin kabul görmesi, kullanılması,
tavsiye edilmesi, talep edilmesi ve yaygınlaşması dijital kültürde teknolojinin benimsendiği anlamına
gelmektedir. Dijitalleşmede internet ve internet kullanıcı sayısı dijital nüfusu belirleyen bir faktördür.
Mobil internet penetrasyonu, internet kullanımı ve bulut (cloud) hizmetinden yararlanma kriterleri
“teknoloji benimseme” bileşeni eğilimini gösteren kriterlerdir. Teknoloji adaptasyonu üzerinden
yapılan değerlendirmeye göre dünya ortalaması 1.04 puan olarak tespit edilmiştir. ABD (2.22) puanla
ilk sırada yer alırken, Kanada (2.05), Lüksemburg (2.03), Singapur (1.96) ve BAE (1.82) şeklinde
sıralanmıştır. Dünya ortalamasının üzerinde 1.35 puanla Kazakistan 38. sırada yer alırken diğer Türk
Keneşi üye ülkelerine dair sıralama Tablo 2’de gösterilmiştir. Başta mobil olmak üzere genel internet
kullanımının arttırılması ve özellikle iş hayatı içerinde dijital dönüşümün desteklenmesi hatta özel ve
kamu hizmetlerinin bulut tabanlı olarak etkinleştirilmesi bu sıralamaların gelişmesinde önemli
katkıda bulunacağı söylenebilir.

Dijital ürün ve hizmetlere erişim için teknolojik alt yapının varlığı ve gücü önemli bir
değişkendir. Tüketicilerin ürün ve hizmetlerden sağlıklı bir şekilde faydalanabilmeleri, erişimin
sürdürülebilir olması için kurulan altyapıdır. Bu bağlamda internet teknolojinin bir göstergesi olarak,
sabit ve mobil geniş bant abonelikleri, güvenli internet sunucuları, ev internet erişimi gibi metrikler
dijital hazırlık seviyesinde “teknolojik altyapısı” bileşeni seviyesini belirlemektedir. Türk Keneşi üye
ülkelerinden Azerbaycan dünya sıralamasında 1.48 puanla 50. sırada yer alırken sıralamada
Kazakistan 51. sırada, Türkiye 54. sırada, Özbekistan 69. sırada ve Kırgızistan 96. sırada yer
almaktadır. Dünya ortalaması 1,17 puan olarak tespit edilmiş olup 3,44 puanla Danimarka ilk sırada
yer almaktadır. Sırasıyla Hollanda, İsviçre, İzlanda ve Singapur ilk beş ülke olarak tespit edilmiştir.
Türk Keneşi üye ülkelerinin teknoloji altyapının geliştirilmesi amacıyla özellikle mobil geniş bant
abonelikleri ve güvenli internet sunumu noktasında yeni stratejilerin oluşturulması önemlidir. Mobil
geniş bant hizmetinin sunumunda 5G ve 6G teknolojileri için projelendirmelerin yapılması gelişme
hızının arttırılmasında önemli olduğu söylenebilir.

Tablo 2: Türk Keneşi Daimi Üyelerinin Dijital Hazırlık Seviyeleri

252
Ahmet Alp ÖZBALCI

Azerbaycan

Özbekistan
Ortalaması

Kazakistan

Kırgızistan

Türkiye
Dünya
GENEL 12,77 13,49 11,00 11,14 12,88
11,90
Maksimum: 25 Puan (141 Ülke) (61) (49) (84) (80) (59)

BASIC NEEDS (TEMEL


3,26 3,38 3,28 3,42 3,66
İHTİYAÇLAR)
3,09
(90) (83) (89) (81) (51)
Maksimum: 4 Puan (141 Ülke)

BUSİNESS & GOVERNMENT


INVESTMENT (İŞLETME VE 1,19 1,08 1,16 0,64 1,37
DEVLET YATIRIMLARI) 1,31
(78) (102) (90) (136) (46)
Maksimum: 3 Puan (141 Ülke)

EASE OF DOİNG BUSİNESS (İŞ


2,37 2,57 2,23 2,32 2,67
YAPMA KOLAYLIĞI)
2,44
(72) (56) (89) (77) (45)
Maksimum: 4 Puan (141 Ülke)

HUMAN CAPİTAL (BEŞERİ


2,60 2,84 2,45
SERMAYE) 2,86 3,33
2,40
(42) (5)
(64) (45) (79)
Maksimum: 4 Puan (141 Ülke)

START – UP ENVİRONMENT
0,44 0,31 0,28 0,28 0,32
(START – UP EKOSİSTEMİ)
0,45
(49) (74) (89) (134) (72)
Maksimum: 3 Puan (141 Ülke)

TECHNOLOGY ADOPTİON
1,18 1,35 0,84 0,79 1,01
(TEKNOLOJİ ADAPTASYONU)
1,04
(55) (38) (95) (98) (76)
Maksimum: 3 Puan (141 Ülke)

TECHNOLOGY
INFRASTRUCTURE (TEKNOLOJİ 1,48 1,46 0,59 1,08 1,40
ALTYAPISI) 1,17
(50) (51) (96) (69) (54)
Maksimum: 4 Puan (141 Ülke)

(Cisco, 2019)

Türk Keneşi daimi üye ve gözlemci üye ülkeleri arasında küresel rekabette söz sahibi
olunabilmesi açısından ekonomi, sağlık, siyasal ve kültürel alanlar başta olmak üzere neredeyse her
alanda işbirliği platformları kurulmaktadır. Bu çalışmalar ile ortak politika ve stratejiler
oluşturulmaktadır. Bu çerçevede kurulan gerek uzmanlık seviyesinde gerekse birlik seviyesinde Türk
Keneşi’ne bağlı alt birlikler ve çalışma grupları tesis edilmektedir. Cisco Dijital Hazırlık İndeksi

253
Ahmet Alp ÖZBALCI

(CDHİ) kapsamında yer alan bileşenler ve bu bileşenlere ait metrikler incelendiğinde bir ülkenin
gelişmişlik seviyesini etkileyen önemli kriterlerin bulunduğu görülmektedir.

Genel bir ifade ile araştırma kapsamındaki ülkelerin CDHİ değerlerinin birbirine yakın olduğu
ve dünya ortalaması ile paralellik gösterdiği görülmektedir. CDHİ puanlamaları üzerinden yapılan bu
değerlendirme çerçevesinde sorunun tespitinde ve dolayısıyla çözümü noktasında yeterli bilginin
sağlanmadığı görülmektedir. Ancak yapılan sıralamalar neticesinde dünya geneli açısından Türk
Cumhuriyetleri’nin hangi seviyede konumlandığına dair önemli verilere ulaşıldığı yadsınamaz.

Tablo 3 incelendiğinde dünya sıralamasındaki ilk beş ülkenin 25 tam puan seviyesine
ulaşamadığı için CDHİ seviyenin geliştirilmesi açısından güçlendirilmesi, araştırma kapsamındaki
ülkelerin hızlandırma seviyesinde olduğu ancak Özbekistan ve Kırgızistan’ın düşük bir hızlanma
gösterdiği saptanmıştır.

Tablo 3: Türk Cumhuriyetleri’nin CDHİ Sıralaması ve Durumu

Sıra Ülke Puan (25 üzerinden) Durum

Dünya Ortalaması (141 Ülke) 11,90

1 Singapur 20,26 Güçlendir

2 Luksenburg 19,54 Güçlendir

3 ABD 19,03 Güçlendir

4 Danimarka 18,98 Güçlendir

5 İsviçre 18,86 Güçlendir

49 Kazakistan 13,49 Hızlanma (Yüksek)

59 Türkiye 12,88 Hızlanma(Yüksek)

61 Azerbaycan 12,77 Hızlanma (Yüksek)

80 Özbekistan 11,14 Hızlanma (Düşük)

84 Kırgızistan 11,00 Hızlanma (Düşük)

5. Sonuç ve Öneriler

Türk Keneşi, kuruluş amaçları bakımından üye ülkeler arasında ortak bir paydada birleşmeyi ve
başta ekonomi olmak üzere çeşitli alanlarda işbirlikleri oluşturmayı hedefleyen bir örgüttür. Bu
misyonun hedeflerine uygun olarak üye ülkeler nezdinde birçok alt birlik, çalışma grupları ve istişare
toplantıları düzenlenmektedir. Özetle; Uluslararası düzeyde Türk Cumhuriyetleri’nin gelişmesi ve
küresel rekabet ortamında söz sahibi olabilmesi için gerekli politika ve stratejiler Türk Keneşi çatısı
altında istişare edilerek oluşturulmaktadır. Bu çatı altında geliştirilen fikirler özellikle küresel
rekabet ortamında gelişmeyi ve kalkınmayı sağlamak amacıyla kullanılmaktadır. Kurulan işbirliği ve
çalışma gurupları konularına göre hangi ülkenin gelişmişlik seviyesi yüksek ise diğer ülkelere kardeş
elini uzatması, birlik beraberlik çerçevesinde birbirine yardımcı olması şeklinde faaliyet
göstermektedir. Bu nedenle dijital dönüşüm noktasında da bu işbirliğinin sağlanması gerekmektedir.
Dijital dönüşüm küresel rekabeti önemli oranda etkileyen bir faktör olarak Türk Keneşi üye
ülkelerinin bu çatı altında kazanımlarının paylaşarak beraberce büyümeyi ve güçlenmeyi
sağlamalıdır. Gelişmiş ekonomiler için gelişmişliğin bir göstergesi olsa da ülkelerin dijital dönüşüme

254
Ahmet Alp ÖZBALCI

ne kadar hazır olduğunun kapsamlı bir biçimde bilinmesi de gerekmektedir. Bu bağlamda Cisco
Dijital Hazırlık İndeksi (CDHİ) kapsamı bakımından standart veriler ışığında bütüncül bir yaklaşımla
yedi bileşen üzerinden ülkeleri değerlendirmektedir. Yapılan değerlendirmeler ışığında ülkelere yeni
politika ve stratejiler oluşturan CDHİ; temel ihtiyaçlar, işletme ve devlet yatırımları, iş yapma
kolaylığı, beşeri sermaye, start-up ekosistemi, teknolojiyi benimseme ve teknoloji alt yapısı
bileşenlerini esas almaktadır. Bu kapsamda çalışmanın amacı; Türk Keneşi üye ülkelerinin dijital
dönüşüm hazırlık seviyelerinin tespit edilmesi, bu ülkelerin dünyada sıralamasındaki yerinin
değerlendirilmesi ve Türk Cumhuriyeti Dijital Birliği adıyla yeni bir işbirliğinin oluşturulmasına
yönelik önerilerin ifade edilmesi şeklindedir. 2019 CDHİ verilerine göre; 141 ülkeye ait standart
veriler üzerinden yapılan değerlendirmede CDHİ dünya ortalaması 25 puan üzerinden 11.90 puan
olarak tespit edilmiştir. Türk Keneşi üye ülkeleri 141 ülke arasından Kazakistan, Türkiye ve
Azerbaycan ortalamanın üstünde yer almaktadır. Üye ülkelerden 13.49 puan ile Kazakistan 49. sırada
yer alarak üye ülkeler arasında ilk sıradadır. Ancak 11 puan ile Kırgızistan’ın dünyada 84. sırada üye
ülkeler arasında son sırada yer almaktadır. Çalışmada ayrıntıları ile ifade edilen yedi bileşen için;
Türkiye’nin temel ihtiyaçlar, işletme ve devlet yatırımları, iş yapma kolaylığı konusunda diğer
ülkelerden iyi durumda olduğu, Kazakistan’ın beşeri sermaye bileşeninde dünya sıralamasında 5.
sırada ve teknoloji benimseme noktasında diğer üye ülkelere kıyasla başarılı olduğu görülmektedir.
Ayrıca Azerbaycan’ın start-up ekosistemi ve teknoloji altyapısı bileşenlerinde daha gelişmiş olduğu
görülmektedir. Türk Keneşi üye ülkelerinin CDHİ durumunun gelişme seviyesinin hızlanmakta
olduğu ancak Özbekistan ve Kırgızistan’ın düşük hızda seyrettiği ifade edilmektedir. CDHİ
değerlendirmesi sonucunda ortaya çıkan ortalama ve sıralamalar; Türk Keneşi üye ülkelerinin
gelişmişlik, küresel rekabet, işbirlikleri ve yenilikçi politika ve stratejilerin belirlenmesi gibi
konularda rehberlik etmektedir. CDHİ modelindeki kriterler olan yedi bileşen bazında her ülkenin
kendini denetlemesi, güçlü ve zayıf yanlarını tespit etmesi gerekmektedir. Bu çerçevede dijital
dönüşüm politikalarını revize etmelidirler. Genel bir ifade ile Türk Keneşi üye ülkelerin genel
durumu olumlu ve gelişmeye açıktır. Ancak bu durumun CDH’nin yeni yapacağı çalışmalarla ne kadar
değiştiği ve 2019 verileri ile karşılaştırılması gerekmektedir. Özellikle Covid –19 salgını sürecinde
yaşanan çevrim içi eğitim ve çalışma hayatının etkisi ile dijital dönüşümde yaşanan yıkıcı
hızlanmanın etkisinin de değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu ve benzer çalışmalardan elde edilen
verilerin ışığında dijital değişim seviyesinde gelişme kat eden Türk Cumhuriyeti ülkelerinin ortak
çalışmalar ile Dijital Birlik adıyla bir işbirliği platformunun kurulması önerilmektedir. Bu birliğe
yönelik politika ve stratejilerin belirlenmesi ve dijital düzeyde Türk halklarının bir araya getirilmesi
gerekmektedir. Ortak hizmet ve imkânların pasaport farkı olmadan Türk Keneşi Dijital Birliği
vatandaşlarının hizmetine sunulması beklenmektedir.

Kaynakça
Bağcı, T. (2020, Aralık 1). sysnettechsolutions. Eylül 2021 tarihinde Cisco Systems:
https://www.sysnettechsolutions.com/cisco-nedir/ adresinden alındı

Bıyıklı, M. (2018). 25 Yıllık Tecrübenin Ardından Türk Keneşi Bünyesindeki Ülkelerde Ortak Kuruluşlar,
İlişkiler ve İşbirlikleri. Bişkek: Kırgızistan - Türkiye Manas Üniversitesi Yayın. Ağustos 2021
tarihinde http://orasam.manas.edu.kg/rapor/02%20-
%2025%20Yillik%20Tecrubenin%20Ardindan%20Turk%20Kene.pdf adresinden alındı

Cisco. (2019). (Cisco Co.) Eylül 2021 tarihinde cisco.com:


https://www.cisco.com/c/m/en_us/about/corporate-social-responsibility/research-
resources/digital-readiness-index.html#/ adresinden alındı

Çelen, A. (2021, Nisan 5). Cisco Dijital Hazırlık Endeksinde Türkiye İçin Perspektifler. Uluslararası
Sosyal Bilimler Akademisi Dergisi(5), 69 - 103.

255
Ahmet Alp ÖZBALCI

Dixon, T., Eames, M., Britnell, J., & Watson, G. (2014). Urban Retrofitting: Identifying disruptive and
Sustaining Technologies Using Performative And Foresight Techniques. Technological
Forecasting & Social Change(89).

Internetworld. (2021). Eylül 2021 tarihinde Internet Word Stats Usage and Population Statistics:
https://www.internetworldstats.com/stats.htm adresinden alındı

Macrotrends. (2021, Ekim). Ekim 11, 2021 tarihinde Cisco Market Cap 2006-2021 | CSCO:
https://www.macrotrends.net/stocks/charts/CSCO/cisco/market-cap adresinden alındı

Nahçivan Antlaşması. (2009, Ekim 3). Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi'nin Kurulmasına Dair
Nahçivan Antlaşması. Nahçivan: Resmi Gazete. Ağustos 2021 tarihinde
https://www.turkkon.org/assets/pdf/temel_belgeler/Nahcivan_Anlasmasi_Turkce_201404
17_193951.pdf adresinden alındı

Statista. (2021). Eylül 2021 tarihinde Global Digital Population as of January 2021:
https://www.statista.com/statistics/617136/digital-population-worldwide/ adresinden
alındı

Tosun, E. (2020, Aralık). TÜRK DİLİ KONUŞAN ÜLKELER İŞBİRLİĞİ KONSEYİ (TÜRK KENEŞİ). Tarih
İncelemeleri, 21 - 25. 2021 tarihinde https://www.researchgate.net/profile/Erkan-
Tosun/publication/348907253_Turk_Dili_Konusan_Ulkeler_Isbirligi_Konseyi_Turk_Kenesi/l
inks/60156b3d45851517ef273e29/Tuerk-Dili-Konusan-Uelkeler-Isbirligi-Konseyi-Tuerk-
Kenesi.pdf adresinden alındı

Türk Keneşi. (2021). Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi: https://www.turkkon.org/tr
adresinden alındı

256
İşletmelerde İç Kontrol Sisteminin Süreç Yönetim
Sistemine Entegrasyonu

Dr. Nuran VARIŞLI1


Özet

İşletme literatüründe verimlilik, etkililik ve ekonomik kavramları yalnız iş ile tanımlanabilen,


ölçülebilen ve izlenebilen kavramlardır. Günümüzde organizasyonların verimli, etkili ve ekonomik
olarak hayatlarını sürdürmesi, hedeflerine ulaşmada en etkili araçlardan biri olmaktadır. Süreç
yönetim sistemi, klasik anlayışın bir yansıması olarak benimsenen bölümlerin süreçlerinin yönetimi
ya da ortaya konması olmamaktadır. Süreç yönetiminde temel olan yapılan iştir ve yapılan işler çoğu
zaman bölümler arasında vuku bulmaktadır. Bu durumla süreç yönetim sisteminin en üst seviyede
yöneticiler tarafından desteklenmesini ve koordine edilmesini gerekli görmektedir. Hiyerarşik
düzendeki üst yöneticiler sürecin ancak belli bir anına tanıklık edebilmektedirler. Süreç yönetim
sistemi kapsamındaki çalışmalara iş akış diyagramlarındaki yerlerini bilerek katılanlar, süreçlerin
olgunluk seviyelerini belirlemede mühim katkılarda bulunmakta ve neticede yine kendi iş ve
işlemlerinin verimli, etkili ve ekonomik bir biçimde görülmesini sağlamaktadırlar. Son yıllarda bazı
organizasyonlar vatandaş odaklılık ilkesini benimseyerek yönetimsel bir değişim içine girmektedir.
Yönetimsel değişimle performans odaklı bir yaklaşımla süreç yönetim sisteminin organizasyonlara
entegrasyonunu zorunlu tutmaktadır. Performans göstergeleri ancak belirlenen süreçler üzerinde
manalı sonuçlar verebilmektedir. Süreç yönetim sistemi, Toplam Kalite Yönetimi anlayışının bir
parçası olmaktadır. Bu sebeple çalışanların kendilerini bu sistemin etkili bir rol üstlenicisi olarak
görmeleri gerekmektedir. Çalışmamızın amacı, süreç yönetim sisteminin işletme organizasyonlara
entegre edilmesi sırasında karşılanabilecek güçlüklerin ortaya konulması ve bu güçlükler karşısında
yönetimsel öneriler geliştirmektir. Getirilen önerilerle beraber iç kontrol sisteminin içerisindeki
süreç yönetim sisteminin işlerliği, iç denetim ve iç kontrol arasındaki bağlantı ve bu bağlantının süreç
yönetimi sistemi ile düzenlendiğinde organizasyonlar için meydana çıkacak katma değer
açıklanmaktadır. Bu çalışma, insan davranışlarını anlamaya yönelik olduğu için nitel araştırma
özelliğini göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: Süreç, Süreç Yönetimi, İç Kontrol, İç Kontrol Sistemi

Integratıon Of Internal Control System In Busınesses To


The Process Management System

Abstract

1
Sosyal Güvenlik Kurumu, gulmennuran@hotmail.com

257
Nuran VARIŞLI

In the business literature, the concepts of efficiency, effectiveness and economics are concepts that
can be defined, measured and monitored only by business. Today, it is one of the most effective tools
for organizations to maintain their lives efficiently, effectively and economically.The process
management system is not the management or presentation of the processes of the departments
adopted as a reflection of the classical understanding. The main thing in process management is the
work done and the work done often occurs between departments. In this situation, it is necessary to
support and coordinate the process management system by the highest level managers. Senior
managers in the hierarchical order can only witness a certain moment of the process. Those who
participate in the work within the scope of the process management system, knowing their place in
the work flow diagrams, make an important contribution to determining the maturity level of the
processes, and as a result, they ensure that their work and processes are seen in an efficient, effective
and economical way. In recent years, some organizations adopt the principle of citizen-orientedness
and enter into a managerial change. It requires the integration of the process management system
into organizations with a performance-oriented approach with managerial change. Performance
indicators can only give meaningful results on the determined processes.The process management
system is a part of the Total Quality Management approach. For this reason, employees should see
themselves as an effective role taker of this system. The aim of our study is to reveal the difficulties
that can be encountered during the integration of the process management system into business
organizations and to develop managerial suggestions in the face of these difficulties. Along with the
suggestions, the functionality of the process management system within the internal control system,
the connection between internal audit and internal control and the added value that will arise for
organizations when this connection is regulated with the process management system are explained.
This study shows the qualitative research feature as it aims to understand human behavior.
Keywords: Process, Process Management, Internal Control, Internal Control System
1. Giriş

İç kontrol, yönetimin amaçlarına, mevzuatına, belirlenen politikalarına uygun olmak üzere


etkinliklerinin etkili, verimli ve ekonomik biçimde yürütülmesini, kaynak ve varlıkların korunmasını,
yönetim bilgi ve mali bilgisinin güvenilir olarak vaktinde üretilmesini, muhasebe kayıtlarının tam
olarak ve zamanında tutulmasını sağlamak üzere yönetim tarafından düzenlenen organizasyon, süreç
ve yöntem ile iç denetimi içine alan mali ve öbür kontroller tamamı olarak tanımlanmaktadır. Önemli
olan üç kavram; etkililik, verimlilik ve ekonomikliktir. Bu kavramlar, iş üzerinden anlamı olan,
denetlenebilen ve izlenebilen kavramlar olmaktadır.

Süreç, sınırları belirlenen ve sistematik biçimde tekrarlanan iş olarak sayılmaktadır. Süreç


yönetimi ise süreçleri yani işleri yönetmek manasına gelmektedir. Bu yaklaşım bir işin (sürecin)
tanımlı vaziyete getirilmesi ve muntazam performans ölçümleriyle izlenmekte, etkili, verimli ve
ekonomik olup olmadığı mevzusunda denetim yapılabilmesine imkan sağlamaktadır. Bu yönetim
anlayışının esas kavramları hiyerarşi ve iş bölümü olmaktadır. Organizasyonel yapının bu anlayışta
yatay ve dikey olarak dilimlenmesiyle meydana gelen yönetsel birimleri (şube, bölüm, departman
vb.) temel alır.

Gerçek manada düşünüldüğünde iş bir bütün sayılmaktadır. İş uzmanlıklara ya da birimlere


göre tasarlanmamaktadır. Belli olan bir gereksinimin karşılanması amacı ile bir araya getirilen,
birbirini izlemekte olan faaliyetler bütününe iş denilmektedir. Bu sebeple, etkinlikler birimler
arasında gerçekleşerek, organizasyonlarda yatay bir yönetim tarzı benimseyerek, klasik hiyerarşik
yapının tersi olmaktadır.

Çalışanlar, klasik yönetim tarzında, işin bütününü göremeyerek, iş akışının ne şekilde


işlendiğinden haber almamıştır. Çalışanlar, bu sebeple yalnızca kendi fonksiyonlarını (şubelerini,
departmanlarını vb.) iyileştirmeye çalışmakta olurken, sonuncu müşteri (vatandaş) memnuniyetini
gaye olarak almamaktadır. Diğer yandan işletmelerin değişen yapılara uyum sağlamalarına imkan
vererek bir yaklaşım olan çağdaş yönetim yaklaşımları içinde süreçlerle yönetim ve sürekli
iyileştirme kavramıdır. İşletmelerin kendi içinde devamlı gelişim ve iyileştirme felsefesi ile hareket

258
Nuran VARIŞLI

ederek, müşteri odaklılık ekseninden çıkmayanlar değişen şartlara ayak uydurmaları da


kolaylaşmaktadır.

Bir işletmenin verimliliği, etkililiği ve ekonomikliği işlevlerinin etkinliğiyle ölçülmeye


çalışıldığından iş akışının tümü göz ardı edilmekte ve iş performansı sistem odaklı, vatandaş odaklı
ve hedef odaklı ölçülememektedir. Süreç yönetiminde kurgulanmakta olan performans göstergeleri,
iş akışının bütünü üzerinde ölçüm yapma imkanına sahip olmaktadır.

Bu çalışmanın amacı, işletmelerde iç kontrol sisteminin süreç yönetim sistemine


entegrasyonunda yaşanması olası yönetimsel değişiklikler için öneriler sunmak ve sunulan bu
önerilerin işletmelerdeki süreç yönetim sistemine geçişteki katkılarını ortaya koymaktır.

2. Kavramsal Çerçeve

2.1. Süreç Kavramı

Süreç kavramı 1978 yılında ilk olarak American Heritage adlı dergide “ bir çıktı ya da sonuç
oluşturan bir seri hareket, değişim ya da fonksiyonlar bütünü” olarak tanımlanmaktadır (Topaler,
Sarıgöl & Demirok, 2011: 79).

Süreç, bir girdi ile başlayarak (makine, teknoloji, insan gücü, malzeme gibi) ve katma değer bu
girdiye katılarak belirli olan bir çıktı üreten birbirleri ile bağlantılı işlemler, adımlar dizisi olmaktadır.

Süreçler, müşterileri için belirli olan bir dizi girdi için bir diziyide faydalı çıktıya dönüştüren,
faaliyetler bütünü sayılmaktadır.

Süreç, Türk Standartları Enstitüsüne göre ise bir girdiyi alarak bir değer katarak müşteri için bir
ürün (sonuç, çıktı) ortaya çıkaran faaliyetler bütünüdür. Girdiler, eylemlerle, çıktılardan oluşan
kombinasyonlardır (TSE, 2001: 10). Bu süreçte, girdilerin (ekipman, yöntemler, insangücü/hizmet,
ortam ve malzemeler) çıktı biçimine dönüştürülmesidir. Dönüştürme; şekil, zaman ve yer
konularında değer yaratılması veya eklenmesini de içermektedir. Değerle ilişkili konular şekil, zaman
ve yer olarak incelenmektedir (Bozkurt, 2005: 11).

Şekil Değeri: Herhangi bir şeyin ihtiyaç duyulduğu biçimde hazır olması; örnek verecek olursak
dokümanların dosyalanmadan önce delinmiş olması, kızartma makinesine ekmeğinizin girmeden
önce dilimlenmiş olması gerektiği verilebilir.

Zaman Değeri: İhtiyaç duyulan şeylerin zamanında elde edilmesi; örnek verdiğimizde, materyal
girdilerin zamanında hazır olması, acıktığınız zaman yiyeceklerin hazır olması verilebilir.

Yer Değeri: İhtiyaç duyulan şeylerin, ihtiyaç duyulmakta olan yerde hazır olarak; örnek
sayılması için, lastik imalatında bulunan kauçuğun fabrikada olması veya yakıtınızın rafineride
olmayıp, aracınızın deposunda hazır şekilde olması verilebilir.

2.2. Süreç Yönetimi Kavramı

Geleneksel yönetimin hiyerarşi (düzey) ve iş bölümü (uzmanlık) ile nitelenen yaklaşımı bu


doğal akıntısı önünde engellemeler oluşmaktadır. Bu engellerden işi kurtarmak için gündeme
gelmekte olan yönetim anlayışına Süreçlerle Yönetim denilmektedir.

Süreçleri yönetmeye, süreç yönetimi demektir. Bir yönetim tekniği olmak üzere süreç yönetimi
kabul edilebilir. Süreç yönetimi en esas tanımı ile süreçlerin düzenli ve devamlı olmak üzere
izlenmesi ve geliştirilmesi için yapılmakta olan faaliyetler dizisi olmaktadır. Bu bakımdan süreç
yönetimi aynı zamanda yeni yönetim anlayışında uygulanabilir (Bozkurt, 2005:16).

259
Nuran VARIŞLI

Süreç Yönetimi, sahiplerinin, müşterilerinin, vatandaşlarının, tedarikçi gereksinimlerinin


belirlenmesi, süreçlerin tanımlanması, gerekli olan adımlarda ölçümler alınması, performansının
izlenerek gerekli iyileştirmelerin yapılmasını kapsayan faaliyetlerin bütünüdür (DSİ Gen. Müd.lüğü
sunumu, 2009).

Süreç Yönetimi, en sade tanımı ile ‘’sistematik olarak süreçlerin yönetilmesi’’ olmak üzere ifade
edilebilir. Süreç yönetiminin içeriğinde bir organizasyonun içine aldığı yürütülmekte olan işlerin
süreçler esasında tanımlanarak, hedef ve amaçlar doğrultusunda iyileştirilmesi, sürdürmesi,
güncelleştirilmesi ve bunların sürekli olmasının sağlanması gerekmektedir (DSİ Gen. Müd.lüğü
sunumu, 2009). Özetlenirse; süreç yönetimi işletmenin yaptığı işleri mevcut olan hiyerarşi içinde
izlenmesi, değerlendirilmesi ve iyileştirilmesi demektir.

2.3. İç Kontrol Tanımı

İç kontrol, işletmenin hedef ve amaçlarının gerçekleştirilmesi konusunda güven sağlamakta olan


yönetim araçlarının tümünü anlatmaktadır. İç kontrol ve araçları bu kapsamda, işletmenin
yönetimine dayatılmakta olan kural ve uygulamalar olmayan, yönetimin hedef ve amaçlarını
gerçekleştirme konusunda gereksinim duyduğu mekanizmalar namına değerlendirilmektedir (Saltık,
2006: 1-2).

İç kontrol esasında, işletmenin amaçlarının gerçekleştirilmesine özgü bir yönetim aracı


olmaktadır. En geniş olan tanımıyla; ‘’bir işletmenin, işletmeye ilişkin politikalar ile hükümet
programlarının istenilen neticelere erişmesi; bu programlar ait kullanılan kaynakların, belirtilen
organizasyon ve amaç gayeleri ile uyumlu olması; programların kötü, israf ve hile yönetimden
korunması, zamanında ve güvenilir bilginin temin edilmesi, korunması, rapor edilmesi ve gerekli
olduğunda karar alma düzeneklerinde kullanılmak gayesiyle oluşturulan politika, organizasyon ve
yöntemler tümüdür’’ şeklinde tanımlanmaktadır (Özer. 2010: 60).

Bir işletmede iç kontrol, gitmek istenilmeyen yollara gidilmesinin engellenmesi ve gayeleri


doğrultusunda ilerlemelerine yardım etmektedir. İşletmenin bu açıdan amaçlarına erişmesine katkı
sağlar ve neticede de işletmenin devamını arttırmaktadır (Yılancı, 2006: 41).

Dünyaca kabul edilen bir kavram olarak iç kontrol, modern olan iş dünyasının hem özel kesimi
hem de kamu kesiminde olmaktadır. Bir kuruluşta bütün etkinlikler belirlenen gayeye erişilmesi için
tasarlanan yönetim sistemi ve yönetim içine yerleştirilen kontrol sistemi olarak iki yolda
gerçekleşmektedir. Kontroller, yönetim sisteminin gayelerine erişmesine güven sağlaması için
oluşturulan yapılar, kurallar ve yöntemlerden meydana gelir. Bu kontroller etkinliklerin yalnızca tek
bir evresiyle sınırlandırılmamış, kuruluşun bütün yapılarına ve fonksiyonlarına yaygınlaşmıştır.
Nedeniyle bütün etkinlikler iç kontrol kapsamıyla bulunmaktadır (Saltık, 2006: 58).

2.4. Entegrasyon Tanımı

Entegrasyon, bambaşka sistem, metodoloji ve araçların benzer veya aynı amaca hizmet etmekte
olan uygulamaların bir araya getirilmesiyle tek olan uygulama biçimine getirilmesidir. İki boyut
şeklinde ele alınmaktadır. Bunlardan ilk olanı, müşteriler ve tedarikçilerle paralel hareket etmesini
sağlayan kurum dışı entegrasyon, ikincisi ise kuruluşun içi uygulamaların birleştirilmesini sağlayan
entegrasyondur. Entegre önemli bir gereklilik olarak her iki boyutunda bir yönetimin anlayışına
sahip olmalıdır (Aras, 2005: 6).

Bugün yönetim sistemi ile aklımıza, modern yönetim modellerinde anılmakta olan değişik
yönetim şekilleriyle bunlarda kullanılan bütün araçlar, metodolojiler ve sistemler gelmektedir. Her
biri birlikte veya ayrı ayrı kullanılarak yönetim sistemi etkinleştirilmek için çalışılmakta lakin

260
Nuran VARIŞLI

bütünsel, yalınlık ve sinerji bakış açısı pek çok vakit gözden kaçırılmaktadır. Bunun göz ardı
edilmemesi için kullanılan bütün yaklaşımların entegrasyonunu gerektirmektedir.

3. İç Kontrolün Genel Koşulları ve Unsurları

İç kontrol standartları, işletmelerin, iç kontrol sistemlerinin meydana gelmesinde, izlenmesinde


ve değerlendirilmesinde önemsenmesi gereken esas yönetim kurallarıdır.

İç kontrol sisteminin sağlamakta olduğu kontrol ortamıyla çalışanlarının bilgi noksanlıklarından


dolayı getirecekleri zararlara karşın işletmeyi koruyarak, olası düzensizlik ve hataların azalmasını
sağlamaktadır (Bozkurt, 2000: 121). Kaliteli bir kontrol bakımından iç kontrol sisteminin amaçlarının
belirlenmesi önemli olmaktadır. Sağlıklı olmak üzere kontrol etkinliklerini sistemin amaçlarını
belirlemeden yürütmek imkânsızdır. Bir başka ifadeyle, amaçlar belirlenerek, bunlara ait gerekli
kontrol etkinliklerinin ve politikalarının belirlenmesi lazım olmaktadır. Bundan dolayı iç kontrol
sisteminin amaçlarını da özel amaçlar ve genel amaçlar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır (Güney,
2009:6).

İç kontrol sisteminin genel olan koşullarını şöyle sıralayabiliriz; 1) İşletmenin varlıkları


korunmalı; İşletmelerin elinde olduğu fiziksel varlıklar yanlış kullanılmaya, suistimallere ve
çalışmaya açık olmaktadır. Bu olumsuzluklara yönetim önlemeye ait kontrol faktörleri oluşturmalıdır
(Köroğlu & Uçma, 2006). 2) Muhasebe bilgilerinin güvenirliğini ve doğruluğunu sağlamak; Çeşitli
sebeplerle muhasebe verilerinin güvenilir ve doğru olmama gibi olasılığı olmaktadır. İç kontrol
sisteminde meydana getirilen prosedür ve politikalar muhasebe bilgilerinin olağanca güvenilir ve
doğru olmasını sağlamalıdır. 3) İşletme yönetimince İşletme etkinliklerinin belirlenen politikalara
uygun olmasını sağlamak; işletme etkinliklerinin işletme yönetimince belirlenmekte olan kurallara,
plan ve politikalara sağlayarak kontrol yöntem ve usullerinin kabul edilmesinde işletme yönetimi
sorumlu olmaktadır. Yasalara uygunluğunu sağlayarak, işletme koşullarını yasaların çizmiş olduğu
sınırların içinde geliştirmekte yönetim politikalarını kabul ederek, bunlara bağlı olmak üzere kontrol
yöntem ve usullerini belirlemekte ve işletme çalışanlarına iletmektedir (Azaltun, 1999: 16). 4)
İşletme kaynaklarının verimli ve etkin olarak kullanılmasını sağlamak; işletmede meydana gelen
etkinliklerle ilişkin ortaya çıkan maliyetler planlanan maliyetlerin altında tahakkuk ise etkin olarak
kaynakların kullanılmakta olduğu kabul edilmektedir. 5) İşletmenin belirlenen amaç ve hedeflere
ulaşmasını sağlamak; işletmenin planlanmakta olan hedef ve amaçlara ulaşmasındaki başarısı
faaliyetlerinin göstergesi olmaktadır. Özel kontrol koşullarını belirlemeden, evvel işlem gruplarını
kısımlar seviyesinde, mali tablolar sınıflandırılmasına göre, işlem döngülerine göre ve işletme
işlevlerine göre sınıflandırmak gerekmektedir. İkinci olan adımda işlemlerin sınıflandırılmasına
uygun şekilde genel kontrol koşulları, özel kontrol koşullarına dönüştürülür. Üçüncü olan adım ise
özel kontrol koşullarına dönüştürülmüş genel koşullar, işletmenin koşullarının gerçekleşmesini
sağlamakta olan yöntem ve usullere dönüşmektedir (Kepekçi, 1982).

İç kontrol bu koşulları meydana getirmek için muhasebe ve yönetsel olmak üzere ikiye
ayrılmaktadır: Muhasebe kontrol, işletmenin varlıklarını koruması ve finansal kayıtlarının
güvenirliğiyle doğrudan ilişkisi olan bütün yöntem ve usulleri kapsamaktadır. Bu çeşit kontrollerin
genel şekilleri gerçeklik, kayıtlarda doğruluk, yetkilendirme, bütünlük ve işlemlerin sınıflandırılması
olmaktadır. Bir işletmenin iç kontrolü gidebileceği yöne gitmekte, sürprizlerden kaçmasına yardımcı
olurken, büyük katkıyla amaçlarına erişmesinde bulunur ve süreklilik için yardımcı olmaktadır
(Yılancı, 2006: 24).

Yönetsel kontrol ise yönetim politikalarına bağlı olmayı, etkinliklerin verimliliği, işletme
yönetiminin planlarıyla ilişkili bütün yordam ve yöntemleri kapsamaktadır. İşletme politikalarına
uyumlu olabilmek için yönetsel kontroller kullanılan mühim bir araç olmaktadır. İşletmenin
hedeflerine ulaşmasını desteklemesi, ekonomik etkinliklerini en az kayıp ile atlatması, işletme

261
Nuran VARIŞLI

çalışanların yaptıkları hareketlerin ne biçimde neticeleneceğinin bilinmesini sağlamaktadır (Güney,


2009: 14).

Amerikan Sertifikalı Kamu Muhasebecileri Enstitüsü tarafından yayınlanmakta olan COSO


Report’ta, iç kontrol beş ögeden meydana gelmektedir. Bunlar: 1) Kontrol ortamı, 2) Risk
değerlendirmesi, 3) Kontrol faaliyetleri, 4) Bilgi ve iletişim, 5) Gözetimdir.

1) Kontrol ortamı: İşletme yönetiminin bütün hareket, davranış ve tutumlarından oluşmaktadır.


İşletme yönetiminin, işlem tarzı, yetki, sorumluluk dağılımı, personel uygulamaları ve politikaları,
yönetim felsefesi ve organizasyon yapısını kapsamaktadır. Muhasebe sistemi iyi dizayn edilse bile,
personelin kendini geliştirmesi için gerekli eğitim ve bilgi verilmiyorsa veya personel sorumluluk
dağıtımında bir hata yapıldıysa sistem personel kalitesi kadar ancak işlemektedir (Türedi, 2005: 84).
İşletmenin kontrol ortamı iş yapma tarzını anlatmaktadır. İç kontrol sisteminin en mühim faktörü
çalışanlar olmakta ve işletmede her kişi sorumluluklarıyla yetkilerinin sınırını iyi bilmesi
gerekmektedir (Saltık, 2007: 61).

2) Risk değerlendirmesi: Genel kabul gören standartlara uygun olmak üzere mali raporlamanın
hazırlanmasının sağlanması bakımından yönetimin yapmakta olduğu analizler ve risk
tanımlamasından oluşmaktadır. İşletmeler faaliyet, ekonomik ve endüstriyel koşullarının devamlı
değişmesi sebebiyle dış ve iç kaynaklı türlü riskler ile karşı karşıya kalmaktadırlar (Selimoğlu, 1999).

3) Kontrol faaliyetleri: Yönetimin başarıyla direktiflerinin yürütülmesi için yardımcı prosedür


ve politikalardan oluşmaktadır. İşletmenin her kademesinde kontrol faaliyetleri uygulanır;
yetkilendirme, gözlemleme, görevlerin ayrılığı, onaylama, doğrulama ve faaliyet güvenliği eylemleri
kapsamaktadır (Baydarol, 2007: 36).

4) Bilgi ve iletişim: Bir bilgi sisteminin finansal raporlamaya uygun şekilde kurulması, her çeşit
bilginin uygun biçimde kaydedilerek, analiz edilmesiyle raporlanması ve iç kontrolle,
sorumlulukların ilgili birimlerce yerine getirebilecekleri şekil ve sürede iletilmesinin
gerçekleştirilmesidir (Doyrangöl, 2002: 2).

5) Gözetim: İç kontrol sisteminin vakit içindeki faaliyetlerinin, performansının, devamlı şekilde


izlenmesi, gözden geçirilerek, kalitesinin değerlendirilmesi süreci olmaktadır. İşletme etkinliklerinde
yönetmelik ve kanunlara uygunluk, yapılan işlemlerin etkinliği ve etkililiğinin sağlanması ve finansal
raporların doğruluğu güçlü olan bir iç kontrol sistemi işletmenin koşullarına ulaşması bakımından
mühim olmaktadır. İç kontrol koşullarının COSO raporunda kontrolün beş faktörüne dikkat
edilmesiyle başarılı olunacağını ifade etmektedir. Böylece işletmede yüksek risk alanlarını
tanımlama, bütünlüğün sağlanması ve iç kontrolün etkilerinin bütün olarak belirlemeye destek olmak
gayelerine varılmıştır (Tutle ve Vandervelde, 2007: 243).

4. İç Kontrol Sisteminin Süreç Yönetim Sistemine Entegrasyonu

Avrupa Birliğince benimsenen COSO modeli esas alınarak, iç kontrol; yönetimi hedeflerine
ulaştırmak amacı ile kullanılmakta olan yönetim aracıdır. Yalnızca yazılı dokümanlara
dayanmamaktadır. Pozitif ve güçlü bir ortamı da anlatmaktadır. Süreçlerde rol almakta olan
görevlilerce uygulanarak ve süreçler içerisinde yerleşik olmaktadır. Bir olay değil, sistematik ve
sürekli olarak nitelik taşımaktadır. Bir yönetimin aracı olmak üzere risk esaslıdır. Makul olarak
güvence sağlamaktadır (DSİ Gen. Müd.lüğü, 2009).

Yönetimsel değişim için öneri olarak İç Kontrolün; belli olan mali işlemler üzerinden
gerçekleştirilerek Ön Mali kontrole indirgenmemesi gerektiğinin, Ön Mali kontrolü de içine alacak
biçimde geniş kapsamlı etkinlik ve süreçlerin bütününü kapsadığının,

262
Nuran VARIŞLI

• Yalnızca kitapçık ve formlardan değil, her düzeyde çalışan bireylerden oluştuğunu,

• Amaç değil amaca giden yol olduğunun,

• Makul lakin kesin olmayan güvence verdiğinin,

• Süreçlere ek olarak yapılmakta olan işler biçiminde algılanmamasının, tersine iç kontrolün


süreçlerin bir kesimi olarak ele alınması gerektiğinin,

• Etkili bir biçimde kurulması için çalışanların yetkilerini ve sorumluluklarını anladıkları ve


etik davranmayı üstlendikleri vakit mümkün olabileceğinin,

• Yalnızca kontrol etkinlikleri olmayıp, karar alınmasından sonra işin sonuçlanmasına kadar
geçen süreçte izlenmekte olan bütün prosedürleri kapsadığının, çalışanların hepsinin iç kontrol
sisteminde rol alması gerektiğinin,

• Üst yöneticinin sahipliğinde ve gözetiminde, harcama birimlerinin uygulamasıyla ve iç


denetim biriminin danışmanlık desteği ile oluşturacağının, kabulüyle kurulabileceği ve etkin bir
biçimde işleyebileceği bir gerçektir (DSİ Gen. Müd.lüğü, 2009).

İç Kontrol Standartları, işletmelerinin iç kontrollerinin oluşturulmasında, izlenmesinde ve


değerlendirilmesinde dikkate almaları gereken esas yönetim kurallarını göstermekte ve bütün
işletmelerde kapsamlı, tutarlı ve standart olarak kontrol sisteminin kurulmasının ve uygulanmasını
amaçlamaktadır. Bu kapsamda kontroller gerekli olduğu zaman ve yerde gerektiği kadar yapılacak
biçimde süreçler ile bütünleşmiş olmalıdır.

5. Sonuç ve Öneriler

İşletmelerde güçlü olan iç kontrol sisteminin elinde olması önemlidir. Verimli, etkili ve
ekonomik bir yönetimin işletmeye hakim olması için süreç yönetim sisteminin organizasyona
entegre olması zorunluluk arz etmektedir.

Süreç yönetim sisteminin organizasyonlara entegre olması için, gözlemler sonucunda ortaya
konan önerilerin nihai amacı, süreçlerle yönetim anlayışının benimsenmesinin sağlanmasıdır.
Süreçlerle yönetim ise hiyerarşik yapıyı da müşteri odaklı olarak değiştirerek yeniden yapılanmak
anlamındadır. Bu yapılanmayı kurmak için veri toplamak ve veriler doğrultusunda süreç iyileştirme
çalışmalarında bulunulması zorunludur.

İç kontrol sistemi ve işleyişi yönetici ve personel tarafından sahiplenilmeli ve desteklenmelidir.


Yöneticilere temel süreçler sahiplendirilmeli ve belli aralıklarla gözden geçirilmesi için toplantı
yapılmalıdır. Etik kurallar bilinmeli ve bütün etkinliklerde bu kurallar uygulanmalıdır. Etkinliklerde
saydamlık, dürüstlük ve hesap verebilirlik sağlanmalıdır. İşletmenin ve birimlerinin teşkilat şeması
olmalı ve buna ait olarak işlevsel görev dağılımı lakin detay süreçler oluşturarak belirlenebilir.
İşletmenin yöneticileri, faaliyetlerin yönetilmesi için hassas görevlere ilgili prosedürleri belirlenerek
personele duyurmalıdır. Her görev için eğitim gereksinimi belirlenmeli ve gerektiğinde
güncellenmelidir. Bireysel performans için önce işler iyileştirilmeli, personel bu iyileştirmeleri izler,
motive olur. İş akış süreçlerinde olan imza ve onay mercileri belirlenerek personele duyurulmalıdır.
Süreç yönetim sisteminin oluşturulmasıyla, performans programına birinci elden kaynaklık
edecektir. Yöneticiler, görev alanlarıyla beraber çerçevesinde işletmenin amaçlarına uygun özel
amaçlar belirlemeli ve personeline duyurmalıdır. İşletmeler her yıl sistemli olarak amaç ve
hedeflerine yönelik riskler belirlemelidir. Risk analizi Süreç Yönetiminde ‘’kritik süreçlerin
belirlenmesi safhasında ve süreç adımlarının tek başlarına değerlendirilmesi neticesi ortaya
çıkmaktadır. İşletmeler, faaliyetleriyle mali karar ve işlemlerine ait yazılı prosedürler belirlemelidir.

263
Nuran VARIŞLI

Her etkinlik ya da mali karar ve işlemin uygulanması, onaylanması, kaydedilmesi ve kontrolü


görevleri değişik kişilere verilmelidir. Yöneticiler, personelin işiyle işlemlerini izledikten sonra
onaylamalı, hata ve usulsüzlüklerin giderilmesinden dolayı gerekli olan talimatları vermelidir. Bir
işletme içerisinde sürekli olarak iletişim vardır. Bu iletişimin hangi ortamda ve periyotlarla
yapıldığının ortaya çıkarılması iletişimin başarısını göstermede önemle arz etmektedir. İşletmenin
yatayla dikey iletişim sisteminden personelin değerlendirmelerini, öneri ve problemlerini
iletebilmelerini sağlamalıdır. Yöneticilerin görev ve sorumlulukları kapsamında, işletmenin misyon,
vizyon ve hedeflerine ait beklentilerini personele bildirmesi gerekmektedir. Faaliyet neticeleri ve
değerlendirmeler işletme faaliyet raporunda gösterilerek duyurulması gerekmektedir. Bilgi
Kaynakları temel bir süreç olarak yönetilmelidir. İç kontrol sistemi, devamlı izlenerek, özel bir
değerlendirme yapılarak ya da bu iki yöntemin beraber kullanılmasıyla değerlendirilmelidir. Sürekli
izlemenin yöntemi için dünyada gelinen son nokta süreç yönetim sistemidir.

6. Kaynaklar

Aras, A. A. (2005). Sürdürülebilir Süreç Yönetimi, İstanbul, Kalder Yayınları No: 36.

Azaltun, M .(1999). Otel İşletmelerinde İç Kontrol. Eskişehir: Eskişehir T.C. Anadolu Üniversitesi
Yayınları, No:1075.

Baydarol, O. (2007). “İç Kontrol Sistemi Etkinliğinin Muhasebe DenetimindekiÖnemi ve Kontrol


Riskinin Belirlenmesi”, MarmaraÜniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek
LisansTezi, İstanbul.

Bozkurt, N. (2000). Muhasebe Denetimi, Alfa yayınları, 3. Baskı, İstanbul.

Bozkurt, R. (2005). Süreç İyileştirme, Ankara, Milli Prodüktivite Merkezi Yayınları, No: 661.

Doyrangöl, N. C. (2002). “İşletme Çevresindeki Olumsuz Gelişmeler Karşısında İç Denetimin Yeri ve


Önemi” Mali Çözüm Dergisi, Sayı 60, 2-7.

DSİ, (2009). Genel Müdürlüğü Strateji Geliştirme Dairesi Başkanlığı İç Kontrol Eylem Planı Taslağı,
Ankara.

Güney, S. (2009). Yönetim ve Organizasyon, Nobel, Ankara.

Kepekçi, C. (1982). İşletmelerde İç Kontrol Sisteminin Etkinliğini Sağlamada İç Denetimin Rolü,


E.İ.T.İ.A. Yayın No:251.

Köroğlu, Ç. & Uçma T. (2006). “İşletmelerdeki İç Kontrol Sisteminin Etkinliği ve Dış Denetimdeki
Önemi”, Mevzuat Dergisi, Yıl: 8, Sayı:3.

Özer, M. A. (2010). “Kuruluşlarda Süreç, Performans ve Risk Analizi / Yönetimi”, Ankara, Adalet
Yayınevi.

Saltık, N. (2006). “İç Kontrol Özdeğerlendirme”, BÜMKO Yayınları Uzman Raporları, Ankara.

Saltık, N. (2007), “İç Kontrol Standartları”, Bütçe Dünyası, Cilt: 2, Sayı:26.

Selimoğlu, S. K. (1999). “Faaliyet Denetimi”, Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Dergisi, No: XV, Eskişehir.

Topaler, A. B., Sarıgöl, İ. & Demirok, E. (2011) “Kamu Kurumları İçin İç Kontrole Yönelik Bir Mevcut
Durum Analizi Yöntemi”, Bütçe Dünyası Dergisi.

264
Nuran VARIŞLI

Tutle, B. & Vandervelde, S. D. (2007). “An Empirical Examination of Cobit as an Internal Control
Framework for Information Technology”. International Journal of Accounting Information
Systems, 8(4), 240– 263.

Türedi, H. (2005). Muhasebe Denetimi, KTÜ Basımevi, KTÜ Yayınları No: 158,Trabzon.

TSE, (2001). TS EN ISO 9001:2000 Kalite Yönetim Sistemi- Şartlar, Türk Standartları Enstitüsü,
Ankara.

Yılancı, M. (2006), İç Denetim (Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi İşletmesi Üzerine Bir Araştırma), Nobel
Yayıncılık, Ankara.

265
Xarici Ölkələrdə Sosial Xidmətlər Təqdim Edən Qht-
lərin Fəaliyyətinin Sosial – Hüquqi Əsasları

Ülvi Əliyev1
Özet

Bu məqalədə müxtəlif xarici ölkələrdə sosial xidmətlər təqdim edən QHT-lərin fəaliyyətinin sosial
–hüquqi əsasları, onun əsas istiqamətləri araşdırılmışdır.

Qeyd etmək lazımdır ki, dövlətin müvafiq dəstəyi olduğu halda qeyri-hökumət təşkilatları əhaliyə
keyfiyyətli sosial xidmətlər təqdim edə bilərlər və bu zaman büdcə vəsaitlərinə əhəmiyyətli dərəcədə
qənaət edilmiş olar. Çünki məqsədli sosial proqramlar üzrə tədbirlərin həyata keçirilməsi zamanı qeyri-
kommersiya təşkilatları kommersiya təşkilatlarından fərqli olaraq son məqsəd kimi gəlirlərin artırılması
üçün xərclərini minimuma endirməyə çalışmırlar. Bundan başqa, qeyri-hökumət təşkilatları əlavə
(büdcədənkənar) maliyə mənbələri də cəlb edə bilərlər ki, bu da büdcə vəsaitlərinə qənaət etməyə imkan
yaradır.

Məqalədə dünya təcrübəsini təhlil edən müəllif göstərir ki, qeyri-dövlət və qeyri-kommersiya
təşkilatları sosial sferada dövlət strukturları ilə müqayisədə çevik fəaliyyət göstərməklə, daha səmərəli
sahibkarlıq fəaliyyətini həyata keçirirlər. Müəllifin fikrincə, QHT-lər dövlət hakimiyyəti strukturlarına
nisbətən yerli səviyyələrdə mövcud vəziyyəti, problemləri daha yaxşı bilir və onların həllinə çevik reaksiya
göstərir, sosial xidmətlərin daha konkret və ünvanlı təqdim edilməsinə, korrupsiya hallarının azalmasına
imkanlar yaradır.

Anahtar Kelimeler: sosial, dövlöt, qanun, program, təminat

Социально-правовые основы деятельности НПО


оказывающих социальные услуги в зарубежних
странах
Резюме

В статье анализированы социально-правовые основы деятельности НПО оказывающих


социальные услуги в зарубежних странах, его основные направлении.

Следует отметить, что при соответствующей поддержке государства негосударственные


организации могут оказывать качественные социальные услуги населению, что позволяет
существенно сэкономить бюджетные средства. Это связано с тем, что, при реализации адресных
социальных программ в отличие от коммерческих организаций, некоммерческие организации не
стремятся минимизировать свои затраты с целью увеличения доходов Кроме того,
негосударственные организации могут привлекать дополнительные (внебюджетные) источники
финансирования, что позволяет экономить бюджетные средства.

1
Bakı Dövlət Universitetinin Doktorantı, Azərbaycan Universitetinin müəllimi, E-mail: aliyev_ulvi_89@mail.ru

266
Ülvi Əliyev

Автор исследуя мировую практику, отмечает что, негосударственные и некоммерческие


организации более гипко действуя в социальной сфере со сравнением с государственными
структурами, осуществляют более полезную коммерческую деятельность. По мнению
исследователья, НПО являясь более осведемленными о существующем положении и проблемах со
сравнением с государственными структурами, гипко регаригуют на их решение, создают
возможности для более конкретному и адресному оказанию социальных услух и уменшению
коррупционных случаев.

Ключевые слова: социального, государство, закон, программа, обеспечение

Xarici ölkələrdə QHT-lərin sosial xidmət fəaliyyətləri


Xarici ölkələrdə sosial sferada xidmətlər təqdim edən, fəaliyyət göstərən qeyri-dövlət
təşkilatları müxtəlif formalarda, dini təşkilatlar, muxtar qeyri-kommersiya təşkilatları, sosial,
xeyriyyə və digər fondlar, assosiasiyalar, ittifaqlar və digər formalarda yaradılırlar. Bu təşkilatlar
fəaliyyət meyarına görə fərqlənirlər:

1. Mənfəət gətirməyən fəaliyyət. Bu, büdcədən subsidiyalaşdırma yolu ilə dövlət (bələdiyyə)
sifarişlərinin yerinə yetirilməsi üzrə sosial xidmətlərin təqdim edilməsi ilə bağlıdır.

2. Fandrayzinq fəaliyyəti2. Bu fəaliyyət qeyri-dövlət təşkilatlarının (QHT-lərin) sosial


xidmətləri göstərmək məqsədilə xüsusi vəsaitlərin toplanması və xərclənməsi ilə bağlı bir subyekt
olaraq çıxış etmələrinə əsaslanır. Burada xeyriyyəçilik, kraudfandinq3, sosial layihələrdə iştirak kimi
mexanizmlərdən istifadə edilir.

3. Mənfəət əldə edilməsinə yönəlmiş fəaliyyət. Burada iki istiqamətdə fəaliyyət nəzərdə
tutulur.

Birincisi, sosial sahibkarlıq fəaliyyətidir. Bu növ fəaliyyət QDT, QHT-lər tərəfindən sosial
cəhətdən zəif əhali təbəqəsinin iştirakı ilə və sosial xidmətlərin istehlakçılarının maraqlarının nəzərə
alınması əsasında iqtisadi fəaliyyətin həyata keçirilməsinə əsaslanır. Bu zaman əldə edilən mənfəət
sosial məqsədlər üçün sərf edilir. Burada bir sıra mexanizmlərdən istifadə edilir:

- ehtiyacı olan əhali kateqoriyası üçün xüsusi materilalların, texniki, informasiya


vasitələrinin istehsalı, kirayə verilməsi;

- müəyyən kateqoriya vətəndaşların əmək hüquqlarının reallaşmasına köməklik


göstərilməsi;

- ehtiyacı olanlar üçün təchizatçı-xidmət təşkilatlarının yaradılması və s.

İkincisi, sosial investisiya yatırımı. Bu, idarəedici kompaniyalar vasitəsilə ianəçilərin


vəsaitlərinin investisiya şəklində yatırılması yolu ilə sosial layihələrdə iştirak şəklində həyata
keçirilir. Burada da kraudinvestinq4 mexanizmi tətbiq edilə bilir.

2
Fandrayzinq – qeyri-kommersiya təşkilatlarının fəaliyyəti olub, onların unikal missiyalarına və strategiyalarına əsaslanır,
öz proqramlarının həyata keçirilməsi və qarşılarında duran məqsədlərə çatmaq üçün zəruri olan resursların əldə
edilməsinin səmərəli və məhsuldar üsullarından istifadə edir, ianə verənlərin (resurs mənbələrinin) arzu olunan
məmnunluğunu təmin edir və son nəticədə bütövlükdə cəmiyyətdə rifahı möhkəmləndirir.
3
Kraudfandinq (xalq maliyələşdirməsi, ingiliscə сrowdfunding, сrowd – “kütlə”, funding – “maliyələşdirmə”) – bu, digər
insanların və ya təşkilatların səylərini dəstəkləmək üçün, bir qayda olaraq, internet vasitəsilə öz pullarını və ya digər
resurslarını birləşdirən insanların kollektiv əməkdaşlığıdır.
4
Kraudinvestinq – kraudfandinqin tərkib hissəsidir. Kraudinvestinqin başlıca xüsusiyyəti layihə uğur qazandığı halda
sponsorluğa görə mükafat alma imkanının olmasıdır (investisiyada olduğu kimi). Kraudinvestinqin üç növü vardır: 1. Xalq

267
Ülvi Əliyev

Rusiya Federasiyasının Prezidenti Federal Məclisə ünvanladığı müraciətində “vətəndaş


cəmiyyətinin inkişafı üçün şəraitin yaradılması”nı dövlətin birinci dərəcəli vəzifələrindən biri
göstərmişdir. Müraciətdə sosial yönümlü qeyri-hökumət təşkilatlarına dövlət sosial sifarişlərinin
verilməsi formasında dövlət dəstəyinin göstərilməsi zəruri əhəmiyyət kəsb edən məsələlərdən biri
kimi xarakterizə olunurdu[5].

Qeyd etmək lazımdır ki, dövlətin müvafiq dəstəyi olduğu halda qeyri-hökumət təşkilatları
əhaliyə keyfiyyətli sosial xidmətlər təqdim edə bilərlər və bu zaman büdcə vəsaitlərinə əhəmiyyətli
dərəcədə qənaət edilmiş olar. Çünki məqsədli sosial proqramlar üzrə tədbirlərin həyata keçirilməsi
zamanı qeyri-kommersiya təşkilatları kommersiya təşkilatlarından fərqli olaraq son məqsəd kimi
gəlirlərin artırılması üçün xərclərini minimuma endirməyə çalışmırlar. Bundan başqa, qeyri-hökumət
təşkilatları əlavə (büdcədənkənar) maliyə mənbələri də cəlb edə bilərlər ki, bu da büdcə vəsaitlərinə
qənaət etməyə imkan yaradır.

Məqsədli sosial proqramlarının reallaşdırılması üzrə dövlət sosial sifarişlərinin qeyri-


kommersiya təşkilatlarına həvalə edilməsinin başlıca üstünlüklərindən biri ondan ibarətdir ki, bu
zaman dövlət hakimiyyəti orqanları dövlət kontraktının şərtlərinin icrası prosesinə daha asan şəkildə
nəzarət edə bilərlər. Digər tərəfdən, belə mexanizm çərçivəsində qeyri-kommersiya təşkilatları
proqramın ayrı-ayrı mərhələlərində müxtəlif icraçıları – göstərilən xidmətlərin bu və ya digər
sahəsində mütəxəssisləri cəlb etmək hüququna malik olurlar[8, s. 99-105].

Polşada qeyri-hökumət təşkilatları sosial-iqtisadi həyatın müxtəlif sferalarında çalışırlar,


ancaq uzun müddət idman, turizm, istirahət və əyləncə sahələri də onların fəaliyyəti çərçivəsinə aid
edilib. Təxminən 2% qeyri-hökumət təşkilatlarının işlərini ətraf mühitin mühafizəsi, əmək bazarı, işlə
təminetmə, siyasi fəaliyyət, peşə və işçi məsələləri, elmi axtarış, hüquq, insan haqları sahələrinə aid
etmək olar. Polşa Respublikasının QHT-lərə dəstək verməsi səbəbləri aşağıda göstərilmişdir:

- regionda demokratik dəyişiklikləri, həmçinin Şərq qonşuları ilə yaxşı münasibətləri inkişaf
etdirmək;

- bir çox Polşa QHT-lərinin fəaliyyətlərində Avropaya inteqrasiyanın müşahidə olunması.

QHT-lərin beynəlxalq arenada fəal rolunun faydaları:

a) QHT-lər dəyişkəndirlər, dövlət tərəfindən atılan addımların effektivliyini artırmaq üçün


sürətli qərar verməyə və bu işdə öz töhvələrini verməyə, Polşanın beynəlxalq əlaqlərin social
sferasında (mədəni və təhsil əlaqələri, demokratik dəyişikliyə dəstək və humanitar yardım) iştirakını
təmin etməyə meyillidirlər.

b) dövlət adından addım atmadan, QHT-lər xarici siyasətdə faydalı və çoxsaylı fikir və
təkliflər irəli sürmək üçün daha açıq və birbaşa davrana bilərlər[9].

Əlillərin reabilitasiyası üçün məhsul istehsalı probleminə xüsusi diqqət yetirmək lazımdır.
Xarici dövlətlərdə əlillərin reabilitasiyası üçün hər hansı bir məhsul istehsal etməyən və ya bu işə hər
hansı formada dəstək verməyən şirkət əksər hallarda dövlət sifarişi ala bilmir. Bu problemin həlli
mühüm aktuallıq kəsb edir. Çünki belə qurğular və digər texniki vasitələr əlillərə onsuz da asan
olmayan həyatlarında məhdud imkanlarını kompensasiya etmək ucun çox vacibdir. Avropada,
xüsusən də, Almaniyanın Düsseldorf şəhərində dövri olaraq keçirilən texniki qurğuların və əlillər
üçün avtomobil texnikasının istehsalına həsr olunmuş beynəlxalq sərgilərdə fiziki qüsurlu insanlar
uçun onların həyat şəraitini yaxşılaşdırmaq məqsədi ilə müxtəlif qurğular sərgilənir. Maşınqayırma

kreditləşməsi. 2. Royalti. 3. Səhmdar kraudfandinq.

268
Ülvi Əliyev

sənayesinin ən böyük nailiyyətləri əlillər üçün nəzərdə tutulmuş avtomobillərdə istifadə olunur.
Çünki bu insanların komfortlu və təhlükəsiz nəqliyyat vasitəsinə hamıdan çox ehtiyacları var. Düzdür,
bu maşın və qurğular çox bahalıdır, amma bir qayda olaraq bütün xərcləri dövlət öz üzərinə
götürür[2, s. 155-165].

İngiltərə hökuməti əhalinin zəruri sosial xidmətə tələbatının kəskin şəkildə artdığı
səbəbindən bu sahə ilə bağlı vəzifələri sosial sifarişləri səmərəli və qənaətli olduğuna görə QHT-yə
verir.

ABŞ-da sosial xidmət sahəsində dövlət sifarişlərinin QHT-lərə verilməsinin üstünlükləri


bürokratiyanın olmaması və çevik, əlçatan olması ilə şərtləndirilir.

2002-ci ildə Qazaxıstan Respublikasında qeyri-hökumət təşkilatlarına dövlət dəstəyi


konsepsiyası təsdiq edilmişdir. Həmin sənəddə qeyri-hökumət təşkilatlarına dövlət dəstəyinin əsas
formaları kimi informasiya, məsləhət, metodiki, təşkilati-texniki dəstək, habelə dövlət sosial
sifarişləri göstərilmişdir. Sonuncu özündə maliyə mexanizmini və dövlət sosial sifarişi əsasında
qeyri-hökumət təşkilatlarının dövlət sosial proqramlarının həyata keçirilməsində iştirakını əks
etdirən daha səmərəli dövlət dəstəyi forması kimi müəyyən edilmişdir.

2005-ci ildə “Dövlət satınalmaları haqqında” qanuna edilən dəyişikliyə görə, bütün qeyri-
hökumət təşkilatları dövlət sosial sifarişlərini müsabiqə ərizəsi vermədən əldə edə bilərlər. Bu çox
mühüm müddəadər. Birincisi, bu, gəlir əldə etməyə yönəlməyən fəaliyyətlə məşğul olan qeyri-
hökumət təşkilatlarının təbiətini nəzərə almağa imkan verir. İkincisi, bu normanın tətbiqi yaradıldığı
vaxtdan və nizamnamə fondundan asılı olmayaraq, bütün qeyri-hökumət təşkilatları üçün bərabər
imkanların və şərtlərin yaradılmasını nəzərdə tutur. Üçüncüsü, bu norma qeyri-hökumət sektoruna
dövlət dəstəyinin real göstəricisidir[7, s. 42-46].

Son illər dövlət sosial sifarişlərinin həyata keçirilməsində qeyri-hökumət təşkilatları fəal
iştirak edirlər. Qazaxıstan Respublikasının Əmək və Əhalinin Sosial Müdafiəsi Nazirliyinin rəsmi
məlumatlarına görə, ölkədə 47 qeyri-hökumət təşkilatı əhaliyə sosial xidmətlərin göstərilməsi ilə
məşğuldur. Sosial xidmət göstərilən şəxslərin sayı 2500-ə qədərdir. 2011-2013-cü illərdə sosial
xidmətlər bazarının həcmi 1.5 milyard tenge təşkil etmişdir. Dövlətin xalqa qayğısı getdikcə güclənir,
çünki Qazaxıstan dünyanın 30 ən inkişaf etmiş ölkələri sırasına daxil olmağa çalışır. Dövlətin öz
üzərinə götürdüyü öhdəliklər insanın inkişafı indeksinin yaxşılaşdırılmasını və onun Avropa
keyfiyyət standartlarına yaxınlaşdırılmasını nəzərdə tutur. Bu tendensiya sosial xidmətlər bazarında
qeyri-hökumət təşkilatlarının iştirak payını daha da artıracaq. Ona görə ki, qeyri-hökumət təşkilatları
Qazaxıstanın sosial xidmətlər bazarına inkişaf etmiş Qərb ölkələrində sınaqdan çıxmış müştərilərlə iş
üzrə yeni metodika, sosial işin aparılması üzrə yeni texnika və texnologiya gətirirlər[6, s. 102-108].

Qeyri-hökumət təşkilatları tərəfindən göstərilən sosial xidmətlər üç tip üzrə qruplaşdırıla


bilər. Birinci tipə qeyri-hökumət təşkilatlarının, böhran mərkəzlərinin məişət zorakılığı qurbanlarına
göstərdiyi xidmətləri, məsələn, psixoloji konsultasiya xidmətini, reabilitasiya mərkəzlərinin əlillərə
göstərdiyi sosial xidmətləri aid etmək olar. Bu tip xidmətlər müştərilərə fiziki və psixoloji təsir
göstərir. İkinci tip xidmətlərə istehlakçıların hüquqlarını qoruyan ictimai birliklərin, avtomobil
idmançıları ittifaqlarının, yaradıcılıq ittifaqlarının və əqli mülkiyyət hüquqlarının müdafiəsi üzrə
digər ictimai birliklərin xidmətlərini aid etmək olar. Üçüncü tip xidmətlərə isə sosioloji tədqiqatların,
marketinq araşdırmalarının aparılması və s. üzrə xidmətlər aid edilə bilər.

Müasir dövrdə Qazaxıstanda sosial xidmətlərin göstərilməsi üzrə standartlar mövcud olsa
da, qeyri-hökumət təşkilatlarının əhaliyə sosial xidmətlər göstərilməsi üzrə sosial yönümlü
fəaliyyətinin lisenziyalaşdırılması təcrübəsi yoxdur. Qeyri-hökumət təşkilatları və bir sıra digər
təşkilat və müəssisələr tərəfindən göstərilən sosial xidmətlərin keyfiyyətinə belə nəzarət
mexanizminin praktikada tətbiqi hüquqi tənzimetmə tələb edir[6, s. 102-1086, s. 102-108].

269
Ülvi Əliyev

Qırğızıstan Respublikasında dövlətin sosial təminat sahəsində fəaliyyətinin prioritet


istiqamətlərindən biri sosial xidmətlərin göstərilməsinin alternativ sistemlərinin inkişaf etdirilməsi
və belə xidmətlər göstərən qeyri-hökumət təşkilatları şəbəkəsinin genişləndirilməsi üçün şərait
yaratmaqdan ibarətdir. Sosial xidmətlərin göstərilməsi zamanı dövlət orqanları ilə qeyri-hökumət
sektorunun qarşılıqlı əlaqəsinin yeni və perspektivli istiqamətlərindən biri kimi dövlət sosial
sifarişləri çıxış edir. Qeyri-hökumət təşkilatlarını fəal surətdə bu prosesə cəlb etməklə vətəndaşların
seçiminin genişləndirilməsi və sosial xidmətlərin təqdim edilməsi formalarının diversifikasiyası
Qırğızıstan Respublikasında əhalinin sosial müdafiəsi sisteminin islahatının mühüm vəzifələrindən
biri kimi nəzərdən keçirilir. Qüvvədə olan müvafiq qanunvericiliyə əsasən, dövlətin rolu sosial
siyasətin prioritetlərini, dövlət sosial sifarişləri mexanizmi vasitəsilə həyata keçirilməsi üçün sosial
proqramları müəyyən etməkdən, dövlət sosial sifarişlərini müsabiqə əsasında qeyri-hökumət
təşkilatları arasında bölüşdürməkdən və dövlət sosial sifarişləri üzrə layihələrin icrasına nəzarət
etməkdən ibarətdir[8, s. 99-105].

Niderlanda QHT-lərin səmərəli fəaliyyəti sayəsində sosial xidmətlər istehlakçıya maksimum


şəkildə yaxın və əlçatandır.

Estoniyada vətəndaş cəmiyyəti ölkənin Açıq Hökumət Tərəfdaşlığı (AHT) təşəbbüsünə


qoşulmasının əsas amili olub. Estoniyanın AHT-yə qoşulması prosesinə başlamaq və Milli Fəaliyyət
Planının hazırlanmasında dəstək məqsədilə müstəqil vətəndaş cəmiyyəti koordinasiya mexanizmi –
Vətəndaş Cəmiyyəti Dəyirmi Masası (Civil Society Roundtable) yaradılıb. Dəyirmi masanın üzvləri
vətəndaş cəmiyyətindən olan könüllülər, ekspertlər və digər maraqlı tərəflərdir. Vətəndaş Cəmiyyəti
Dəyirmi Masasının (VCDM) vəzifələrinə Planın icrasının monitorinqi, hökumətin açıqlığının
artırılması üzrə yeni təkliflərin işlənməsi, AHT barədə məlumatların və Plan üzrə öhdəliklərin
icrasında əldə olunan nəticələrin yayılması daxildir. Zaman keçdikcə VCDM genişlənməyə başladı və
artıq 2013-cü ilin sonunda 18 üzv təşkilat və bir fərdi üzvdən ibarət oldu. Dəyirmi Masa AHT
şəbəkəsinin yaradılmasının da daxil olduğu normativ sənədləri dərc edib. Bu şəbəkə onun
məqsədlərini və fəaliyyətini qəbul edən və AHT vəzifələrini öz fəaliyyətlərində aktiv dəstəkləməyə
hazır olan bütün qeyri-hökumət təşkilatları və fərdlər üçün açıqdır[3].

İctimaiyyət, vətəndaş cəmiyyəti və digər uyğun maraqlı tərəflər milli AHT prosesinin bütün
aspektləri, o cümlədən onların rəylərinin nə dərəcədə nəzərə alınması barədə vaxtı-vaxtında
məlumatlar əldə etməlidirlər. Hökumət, vətəndaş cəmiyyəti və digər maraqlı tərəflər bu prosesə
birgə sahib olmalı və inkişaf etdirməlidirlər[1, s. 52-68].

Avstriyada sosial xidmət sahəsində dövlət sifarişlərinin QHT-lərə verilməsi dövlət


hakimiyyətinin mərkəzləşdirilməməsinin elementi kimi hesab edilir. Dövlət sosial xidmətlə bağlı öz
funksiyalarını genişləndirmək istəyir. Buna görə də QHT-lərlə birgə bu təşəbbüsü öz üzərinə götürür.

Dünya təcrübəsi göstərir ki, QHT-lərin cəmiyyətdə rolunu gücləndirmək, onun icma
səviyyəsində əhəmiyyətini artırmaq və dövlətin balanslaşdırılmış siyasətini təmin etmək üçün
vətəndaş cəmiyyəti institutlarında ilk növbədə şəffaflığın artırılmasına və hesabatlılığa nail olmaq
lazımdır.

Bəzi müəlliflər haqlı olaraq qeyd edirlər ki, dövlətin vəzifəsi qaydalar müəyyən etmək və
onlara qanun qüvvəsi vermək, biznesin vəzifəsi pul qazanmaq, qeyri-kommersiya təşkilatlarının
vəzifəsi insanın sağlamlığını və rifahını təmin etməkdir. Bu təşkilatlar göstərilənlərdən başqa digər
əhəmiyyət kəsb edən məqsədə də xidmət edirlər. Onlar vətəndaş məsuliyyəti hissini oyadırlar. Biz
vətəndaş kimi bir neçə il səs verə və mütəmadi vergi verə bilərik. Qeyri-kommersiya təşkilatlarının
işində iştirak etməklə, işlərin belə vəziyyətinə müəyyən düzəlişlər etmək olar. Yalnız qeyri-
kommersiya sektorunda şəxsi təşəbbüs ictimai faydalı məqsədlərə nail olunmasına yönəlir[4].

270
Ülvi Əliyev

Neticə və Təkliflər

Beləliklə, dünya təcrübəsi göstərir ki, qeyri-dövlət və qeyri-kommersiya təşkilatları sosial


sferada dövlət strukturları ilə müqayisədə çevik fəaliyyət göstərməklə, daha səmərəli sahibkarlıq
fəaliyyətini həyata keçirirlər. Çünki onlar dövlət hakimiyyəti strukturlarına nisbətən yerli
səviyyələrdə mövcud vəziyyəti, problemləri daha yaxşı bilir və onların həllinə çevik reaksiya göstərir,
sosial xidmətlərin daha konkret və ünvanlı təqdim edilməsinə, korrupsiya hallarının azalmasına
imkanlar yaradır. Digər tərəfdən, bununla həm göstərilən istiqamətdə dövlət xərclərinin səviyyəsi,
həm də dövlət büdcəsinə düşən maliyyə yükü azalır.

Xarici ölkələrin artıq formalaşmış olan təcrübəsi əsasında göstərmək olar ki, sosial sferada
fəaliyyətlə bağlı qeyri-dövlət təşkilatlarına, QHT-lərə dövlət dəstəyi bir sıra prinsiplərə
əsaslanmalıdır:

1. Sosial sferada xidmətlərin keyfiyyətinin yüksəldilməsi, onlara əlyetərliyin təmin edilməsi,


xidmətlərin həcminin artırılması, çeşidinin genişləndirilməsi əsasında cəmiyyətin həyat keyfiyyətinin
yüksəldilməsi prioritetləri;

2. Dövlət sosial müdafiə və sosial təminat sisteminin fəaliyyətinin mütamadi olaraq


təkmilləşdirilməsi;

3. Müsabiqə seçimi əsasında QHT-lərə sosial sifarişlər qaydasında dövlət dəstəyinin


verilməsi və müxtəlif fəaliyyət növləri ilə məşğul olan QHT-lərə (dövlətin funksiyalarının icrasından
başqa) üstünlük verilməsi;

4. Bütün QHT-lərin bərabər səviyyədə dövlət dəstəyinə əlçatanlığının təmin edilməsi və


QHT-lərin fəaliyyətinin ictimai səmərəliliyinin nəzərə alınması;

5. Dövlət sosial sifarışləri sahəsində QHT-lərin qanunvericilik təşəbbüsünə təminat


verilməsi;

6. QHT-lərə dövlət sosial sifarışləri sahəsində kompleks və sistemli dövlət dəstəyinin


göstərilməsi və dövlət dəstəyi prosesində informasiya açıqlığının təmin edilməsi;

7. Sosial sferada fəaliyyət göstərən müxtəlif iştirakçılar, o cümlədən QHT-lər arasında


əməkdaşlığın inkişaf etdirilməsi;

Hesab edirik ki, müvafiq xarici təcrübəyə uyğun olaraq respublikamızda da, əlillərin
reabilitasiyası üçün hər hansı bir məhsul istehsal etməyən və işçi heyətində əlillərin təmsil olunma
nisbəti qanunvericiliklə müəyyən edilmiş səviyyədən aşağı olan müəssisələrə dövlət sifarişlərinin
verilməsini qadağan edən normalar qanunvericilikdə öz əksini tapmalıdır.

Ədəbiyyat siyahısı

Açıq Hökumət Tərəfdaşlığı: hökumət və vətəndaş cəmiyyəti əməkdaşlığı təcrübələri. Bakı:AZSEA,


2017, s. 52-68 (80 s.)

Mustafazadə A.I., Aslanov Z.N. Əlillərin hüquqları, cəmiyyətə adaptasiyası və inteqrasiyası: dünya
təcrübəsi, mövcud problemlər və həlli yolları / Azərbaycan Milli Elmlər Akademiyası.
Xəbərlər. İctimai Elmlər Seriyası. Bakı: Elm, 2016, s. 155-165

Бречалов А.В. НКО не останется без средств, но им нужна большая поддержка государства.
http://nbj.ru/news/arxiv/2015/03/12/

271
Ülvi Əliyev

Кутьева Д.А., Макарова В.А.Теоретические подходы к определению понятия «некоммерческих


организаций» // Вестник Псковского государственного университета. Серия:
Экономика. Право. Управление. 2013, № 2

Нестеренко Н.С. Социальные функции НКО в трансформирующемся российском обществе.


http://elibrary.ru/item.asp?id=14628171

Нысанбаева А.М. Деятельность неправительственных организаций на рынке социальных


услуг казахстана // Вестник Национальной академии наук Республики Казахыстан.
Астана, 2014, с. 102-108

Попова Ю.С. Неправительственный сектор Казахстана и его местов в обществе // Вестник


Челeбинского государственного университета. 2013, № 3, с. 42-46 (294 с.)

Сербулов Ф.В., Перко М.В. Размещение государственногосоциального заказа


унекоммерческие организаций как механизм реализации региональной социально-
экономической политики // Вестник Балтийского федерального университета им.
И. Канма, 2012, с. 99-105

Social Diplomacy. The Case of Poland. International activity of Polish NGO sand their dialogue with
government. Warsaw, 2002

Social and legal framework of NSOs providing social services in foreign countries

Summary

The article analyzes the socio-legal basis of activities of NSOs providing social services in
foreign countries, its main directions. The author, studying world practice, notes that non-state and
non-profit organizations, acting more gently in the social sphere with comparison with state
structures, carry out more useful commercial activities. According to the researcher, NSOs, being
more aware of the current situation and problems with comparison with state structures, gently
respond to their solution, create opportunities for more specific and targeted provision of social
services and reducing corruption cases.

Keywords: social, state, law, program, providing

272
Azeri-Özbek-Türkiye Türkçelerinde Deyim Kavramı Ve
Deyimbilim Çalışmaları Üzerine Bir İnceleme

Burcu YILMAZ1
Özet

Deyimin tanımını yapacak olursak, genellikle gerçek anlamından az çok ayrı, kendine özgü bir anlam
taşıyan kalıplaşmış söz öbeği, tabirdir, demek mümkün. Deyim kavramını tanımlama konusunda çeşitli
görüşler mevcut olsa da; deyimlerin iki veya ikiden fazla kelimeden meydana gelmesi, kalıplaşmış
yapılar olması, düz/asıl anlamlarından uzaklaşmış olması, çekici bir anlatıma sahip olmaları ve kelime
öbeği olmaları konusundaki görüşlerin ortak paydada buluştuğunu söylemek doğru olacaktır. Türk
lehçelerinde deyimler hakkında ilk çalışmalar 1940’lı yıllardan sonra yapılmaya başlanır. 1950’li
yıllardan sonra ise deyimlerin dil bilimi içerisinde ayrı bir disiplin olarak kabul edilmesine yönelik
çalışmalar yürütülmeye başlanır. Bu çalışmada Türk dilinin Oğuz(batı) grubunda yer alan Türkiye
Türkçesi ve Azeri Türkçesi ile Türk dilinin doğu grubunda yer alan Özbek Türkçesindeki deyim kavramı
ve deyimbilim çalışmaları karşılaştırmalı olarak incelenmiştir. Deyim ve deyimbilim kavramının tanımı
hakkında kısaca bilgi verilmiştir. Deyim kavramı, tarihî Türk lehçelerinden itibaren izlenmeye
başlandığı için hem art zamanlı inceleme hem de eş zamanlı inceleme yöntemi kullanılmıştır.
Deyimbilim çalışmaları 4 temel başlık altında sınfılandırılarak tasnif yöntemi ile incelenmiştir. Tüm bu
incelemeler 3 lehçede yapıldığı için sonuç bölümünde karşılaştırmaya yer verildiğinden karşılaştırma
yönteminin kullanıldığını söylemek de mümkündür. Deyim kavramı, tarihî Türk lehçelerinden itibaren
izlenmeye başlanarak günümüz Azeri- Özbek - Türkiye Türkçelerindeki mevcut durumu incelenmiştir.
Her 3 lehçede deyimbilim çalışmalarının ne zaman ve hangi çalışmalarla başladığı konusunda bilgi
verilmiştir. Ayrıca her 3 lehçede de yapılan tüm deyimbilim çalışmaları, "deyimlerin temelini araştırma
ve gruplandırma üzerine yapılan çalışmalar, deyimleri morfolojik ve semantik özellikleri bakımından
inceleyen çalışmalar, deyimleri karşılaştırmalı olarak ele alan çalışmalar, (en kapsamlı) deyim
sözlükleri" başlıkları altında ele alınıp tespit edilmiştir. Tespit edilen bilgiler ışığında her 3 lehçedeki
bulgular karşılaştırmalı olarak yorumlanmıştır ve her 3 lehçede de deyim ile deyimbilim çalışmalarına
katkı sunabilecek öneriler sunulmuştur.

Anahtar Kelimeler: Deyim, Deyimbilim, Azeri Türkçesi, Türkiye Türkçesi, Özbek Türkçesi

An Examnation On Idioms And Phraseologisms In Azeri-


Uzbek-Turkish Turkish

Abstract

1
İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türkiyat Araştırmaları Anabilim Dalı, e-mail: burcuu-
yilmazz@hotmail.com.

273
Burcu YILMAZ

If we are to define an idiom, it is possible to say that it is a stereotyped phrase, which usually has a specific
meaning more or less different from its real meaning. Although there are various opinions about defining
the concept of idiom; It would be correct to say that the opinions about the idioms consisting of two or
more words, being stereotyped structures, moving away from their plain/original meanings, having an
attractive expression and being a phrase meet on a common ground. The first studies on idioms in Turkish
dialects started after the 1940s. After the 1950s, studies began to be carried out to accept idioms as a
separate discipline in linguistics. In this study, the concept of idiom and phraseology studies in Turkey
Turkish and Azeri Turkish, which is in the Oghuz (western) group of the Turkish language, and Uzbek
Turkish, which is in the eastern group of the Turkish language, were examined comparatively. Brief
information about the definition of idiom and phraseology is given. Since the concept of idiom has been
followed since the historical Turkish dialects, both diachronic analysis and simultaneous analysis method
were used. Phraseologism studies were classified under 4 main headings and examined by classification
method. Since all these analyzes were made in 3 dialects, it is possible to say that the comparison method
was used since comparison is included in the conclusion section. The concept of idiom has been started to
be followed from the historical Turkish dialects and its current situation in today's Azeri- Uzbek - Turkey
Turkish has been examined. Information is given about when and with which studies the phraseology
studies started in all three dialects. In addition, all the idiomatic studies conducted in all three dialects
were discussed and determined under the headings of "studies on researching and grouping the basis of
idioms, studies examining idioms in terms of their morphological and semantic features, studies dealing
with idioms comparatively, (the most comprehensive) idiom dictionaries". In the light of the information
determined, the findings in all 3 dialects were interpreted comparatively and suggestions that could
contribute to the studies of idioms and phraseology in all 3 dialects were presented.
Key words: Idiom, Phraseologism, Azeri Turkish, Turkey Turkish, Uzbek Turkish
1. Giriş

Bu çalışmada Türk dilinin Oğuz(batı) grubunda yer alan Türkiye Türkçesi ve Azeri Türkçesi ile Türk
dilinin doğu grubunda yer alan Özbek Türkçesindeki deyim kavramı ve deyimbilim çalışmaları
karşılaştırmalı olarak incelenmiştir. Çalışmanın giriş kısmında deyim ve deyimbilim kavramının
tanımı hakkında kısaca bilgi vermek istiyoruz.

Bir kavramı, bir durumu, ya çekici bir anlatımla ya da özel bir yapı içinde belirten ve
çoğunun gerçek anlamlarından ayrı bir anlamı bulunan kalıplaşmış sözcük topluluğu ya da tümceye
deyim denir (Aksoy, 1984). Bilim adamlarının yaptığı deyim tanımlarını değerlendirecek olursak;
deyimlerin iki veya ikiden fazla kelimeden meydana gelmesi, kalıplaşmış yapılar olması, düz/asıl
anlamlarından uzaklaşmış olması, çekici bir anlatıma sahip olmaları ve kelime öbeği olmaları
konusundaki görüşlerin ortak paydada buluştuğunu söylemek doğru olacaktır.

Bilindiği gibi dilbilimin tümceleri inceleyen dalına deyimbilim denir, yani deyimlerin
incelenmesi dilbilimsel terminoloji dilinde deyimbilim olarak adlandırılmaktadır. Türkoloji’de 50’li
yıllardan sonra deyimlerin dil bilimi içerisinde ayrı bir disiplin olarak kabul edilmesine yönelik
çalışmalar yürütülmeye başlanmıştır. Çünkü deyimler, gerek kalıplaşmış kelime grupları hâlinde
kullanılmaları gerekse sabit yapılı karakter taşımaları sebebiyle anlam bütünlüğüne sahip olmaları
dolayısıyla dil biliminin ayrı bir kolunu oluşturur (Kuanyshbek, 2017, s.113). Deyimlerin dil bilimi
içerisinde ayrı bir disiplin olarak kabul edilmesi ile birlikte de bu sahadaki çalışmalar oldukça
artmıştır.

Deyim ve deyimbilim kavramı için Azeri- Özbek - Türkiye Türkçelerinde hangi terimlerin
kullanıldığını öğrenmeden önce dünyada genel olarak hangi terimlerin kullanıldığından da
bahsetmek istiyoruz. Latin medeniyeti deyimi adlandırmada ve anlamlandırmada phraseologie,
phraseologismus terimlerini kullanırken Eski Yunan medeniyeti idiom, idiomatik, idiomatismus
terimlerini kullanmıştır. 17. yy.da Almanlar deyime karşılık getirmek için Latinceden Fransızcaya
geçen phrase deyim sözcüğünü kullanmaya başlarlar.(W. Fleischer, Phrascologic der deutschen
Gegenwartssprache, Leipzig, 1982, s.8-9) Deyim kavramı Fransızcada locution; İngilizcede locution,
idiom, formula, expression; Almanca ausdruck, redensart; Rusçada frazeologizm, obraznoye,
virajeniye terimleri ile karşılanmaktadır (Turan Sinan, 2001, s.17). Bugün, deyimbilim olarak

274
Burcu YILMAZ

adlandırılan kalıplaşmış yapıların incelendiği dilbilim alanı ise iki ayrı terimle adlandırılmaktadır :
idiomatics ve Phraseologie( Subaşı Uzun, 1991, s.29) .

2. Azeri- Özbek - Türkiye Türkçelerinde Deyim Kavramı (Art ve Eş Zamanlı)

Deyimler Türklerin ilk yazılı metinleri olan Orhun Abidelerinden itibaren varlığını bu
kitabelerde gösterir fakat Köktürk Türkçesi döneminde de Uygur Türkçesi döneminde de metinlerde,
deyimleri özellikle adlandırmak için özel bir terim kullanılmamıştır.

Eski Türkçe deyimlerin 33 tanesi Türk runik harfli metinlerde, 1022 tanesi Eski Uygur
Türkçesi metinlerinde, 936 tanesi de Karahanlı Türkçesi metinlerinde tespit edilmiştir (Şen, 2017) .

Yazılı olarak bilinen ilk deyim çalışmasını Kaşgarlı Mahmud’un XI. yüzyılda yazmış olduğu
Divanü Lügati't-Türk adlı eserinde görmekteyiz. Divan’da tam olarak iki yüz on dokuz (219) örnekte
deyim tespit edilmiştir (Genç, 2014) .

Türkiye Türkçesinde; dil devriminden önce deyim karşılığında darbımesel, ıstılah, ibâre ile beyan,
tabir sözcükleri kullanılmıştır. Ahmet Vefik Paşa, Şemsettin Sami, Muallim Naci gibi Tanzimat
dilcilerinin sözlüklerinde (ibâre ile beyan, ıstılah) sözleriyle tanımlanmıştır. Cumhuriyetten bir süre
sonra da tabir sözcüğü kullanılmaya devam etmiştir. Turk Dili Kurumu tarafından 1935̕te bastırılan
Osmanlıcadan Turkçeye Cep Klavuzu̕nda, tabir sozcugu karşılıgında deyim sozcugu onerildikten
sonra ise zamanla deyim sözcüğü kullanılmaya başlanmıştır (Kuanyshbek, 2017, s.113).

Özbek Türkçesinde deyim terimi için ibora /frazeologik birlik terimleri kullanılmaktadır
(Gürsoy Naskali, 1977, s. 32). Özbek Türkçesinde Dil bilimin deyimleri inceleyen dalına frazeologiya
denmektedir. Yani deyimler dilbilimsel terminoloji dilinde, frazeologizmlardir. frazeologiya terimi
fraza/ phrasa(hitabet gücü) kelimesinden türemiştir. Bu terimi farklı manalarda kullanan bilim
admları da olmuştur, örneğin. XIX. yüzyılda yaşayan Türkolog Olim Mirza Kozimbek (1802-1870)
kendi eserinde fraza sözünü cümle , söz manasında kullanmıştır.

Azeri Türkçesinde deyimler için kullanılan terim frazeologiya / sabit söz birleşmesi-
Frazeoloji birleşmeleridir. (Gürsoy Naskali, 1977, s. 32) Yapılan eski çalışmalar ve kaynaklarda
deyimlerin atalar sözü olarak da adlandırıldığını fakat bugün bu kullanımın oldukça seyrekleştiğini
görmekteyiz.

3. Azeri- Özbek - Türkiye Türkçelerinde Deyimbilim Çalışmaları Ne Zaman ve Hangi


Çalışmalarla Başladı?

Türkiye Türkçesinde deyimbilim çalışmaları 1850'li yıllardan sonra Şinasi'nin Durub-i


Emsâl-i Osmaniye eseri ile başlamıştır. Şinasi eserini 1861'de tanzim etmiş, 1863'te yayımlamıştır.
Bu eserin 1870 yani ikinci baskısında 2500 söz vardır. Eserin adı Durub-i Emsâl(atasözleri) olduğu
halde içinde bilgece mısralar, beyitler ve deyimler vardır. Bu eserde 300'den fazla deyim vardır.
Ebüzziya, Şinasi'nin Durub-i Emsâl-i Osmaniye'sine birçok söz katarak söz sayısını 4004'e çıkarmış
ve 1885'te kitabın üçüncü baskısını ortaya koymuştur. Ebüzziya eserin sonuna darbımesel ve tabir
hakkında bazı düşünceler de eklemiştir. Tekezade Mehmet Sait tarafından Durub-i Emsâl-i Türkiye
ve Atalar Sözü eseri 1895'te yayımlanmıştır ve içinde 5742 söz vardır. Eserin ismi Atalar sözü
olmasına karşın kitaba deyimler de karıştırılmıştır. . 1926'da Sadettin Nüzhet ve Mehmet Ferit
tarafından yayımlanan Konya Vilayeti Halkiyat ve Harsiyyatı eserinde ise atasözleri ve deyimler ayrı
bölümlerde verilmiştir. Darbımeseller bölümünde 2057, tabirler bölümünde 279 söz vardır. Hüseyin
Kazım Kadri tarafından yazılan Büyük Türk Lugati eserinin 1. cildi 1927'de, 2. cildi 1928' de, 3. cildi
1943'te, 4. cildi ise TDK tarafından 1945'te bastırılır. Darbımeseller başlığı altındaki sözler içinde
hem atasözü hem deyimlerin bulunduğu gibi ne deyim ne atasözü olan sözler de vardır. Sadi G.
Kırımlı, 1939 yılında yayımladığı Atalar Sözü adlı eserinde 2742 atasözünün yanında 2140 deyim

275
Burcu YILMAZ

vermiştir. Mustafa Nihat Özön tarafından 1943 yılında yayımlanan Türkçe Tabirler Sözlüğü daha
ayrıntılı, örnekli bir deyimler sözlüğüdür. 4000 deyimden fazla deyimi kapsayan sözlük daha önce
yayımlanmış 7 sözlük taranmak suretiyle meydana getirilmiştir. 1963 yılında Feridun Fazıl Tülbentçi
tarafından yayımlanan Türk Atasözleri ve Deyimleri sözlüğü ise 402 sayfadır. Atasözü ve deyim
ayrımı yapılmadan konuyla ilgili 15 eser taranarak hazırlanmıştır. 1977 yılında ilavelerle ikinci
baskısı yapılan eserde 17.440 atasözü ve deyim bulunur. Ömer Asım Aksoy'un 1965'te yayımlanan
Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü bu alanda yapılmış en ciddi yayındır. Bu eser daha sonra 3 cilt haline
getirilmiş ve en son TDK tarafından 1984 yılında dördüncü baskısı yapılmıştır. Eserin birinci cildi
Atasözleri Sözlüğü, ikinci cildi Deyimler Sözlüğü ve üçüncü cildi ise Dizin ve Kaynakça adını
taşımaktadır. Kaynakça bölümü 1974'e kadar olan yazma ve basma kaynakları kapsamaktadır.
Kaynakçada 730 kaynak adı bulunmaktadır. On üçüncü Yüzyıldan Günümüze Kadar Şiirde ve Halk
Dilinde Ata Sözleri ve Deyimler eseri 1975 yılında Kemal E. Eyüboğlu tarafından yazılan iki ciltlik
eserin ikinci kitabı deyimlere ayrılmıştır. Yazar on üç asırlık bir süreçte Türk şairlerinin eserlerini
tarayarak eserini hazırlamıştır.

H. Fethi Gözler'in 1883 yılında yayımladığı Büyük Deyimler Sözlüğü de bu alanda ciddi
sayılabilecek çalışmalardandır. Bu saydığımız deyimbilim çalışmalarını başlatan ve yön veren
eserlere ek olarak, 1996 yılında Metin Yurtbaşı tarafından yayımlanan Örnekleriyle Deyimler
Sözlüğü'nü, 1992 yılında Yusuf Çotuksöken tarafından yayımlanan Deyimlerimiz eserini, 1995
yılında Ali Püsküllüoğlu tarafından oluşturulan Türkçe Deyimler Sözlüğü'nü ve sonraki birçok
deyimbilim çalışmasını saymak mümkün.

Azeri Türk edebiyatındaki deyimbilimle ilgili gelişmeleri Azeri edebiyatının büyük eseri
"Kitabi-Dada Korkut" ile başlatmak mümkündür. Gorgut Ata'ya ait bu atasözlerinin yetmişten fazlası,
onları ilk toplama ve yazma deneyimlerinden sayılabilir. Çok fazla atasözü ve zarbi- meselin yazıya
geçirildiği Oğuzname'nin binden fazla atalar sözü ve halk meselini özünde birleştiren 18. yy. eseri,
Abbasqulu Marağai'nin Emsali Türkane eseri olmuştur. Bu da bizlere şunu gösterir ki; Azerbaycan
atasözü ve deyimlerinin toplanması ve dönüştürülmesinin tarihi 15. ve 16. yüzyıllara kadar
uzanmaktadır. Azerbaycan atasözleri-deyimlerinin toplanması, derlenmesi ve yayınlanması,
yorumlanması, konu ve içerikle ilgili fikirlerin sınıflandırılması ilmî edebiyat çevrelerinin görüşlerine
göre esasen 19.yy.'ın sonlarına doğru başlamıştır.

Atasözleri derleme çalışmaları gazetelerde, süreli yayınlarda, ders kitaplarında vb.


yayınlanarak gerçekleştirilmiştir. Bu çalışma sistematik olarak ilk kez Tiflis'te (Gürcistan) yayınlanan
SMOMPK tarafından gerçekleştirilmiştir. Özellikle 24 Haziran 1898'de yayınlanan Azerbaycan
atasözleri ve deyimler açısından çok zengindir ve elbette sonraki yayınlar için de birincil
kaynaklardan biri rolünü oynamıştır. Yine Tiflis'te "Kafkas Tedris Dairesi İdaresi" tarafından
yayınlanan Kafkasın Muhtelif Yerlerinin ve Kabilelerinin Tasviri İçin Materyaller Külliyatı Mecmuası
eseri örnek gösterilmiştir. Bu mecmuada Kafkasya'da yaşayan diğer halklarınkiyle beraber Azerbay
can halk edebiyatı ürünlerininin dolayısıyla da atasözü ve deyimlerinin de toplanıp yayınlandığı
bildirilir.

1899 yılında ilk defa 750 Ye yakın Azerbaycan atalar sözü ve meselleri de Memmedveli
Qemerli tarafından hazırlanıp İrevan da yayınlanmıştır (Beydili, 2004). Deyimlerle ilgili bir başka
önemli çalışma da Ebulgasım Hüseyinzade ise Atalar Sözü kitabının ilk baskısını 1926 yılında
Bakü'de yayınlamış olmasıdır. Daha sonra Hüseyinzade Ebulgasım, Atalar Sözü sözlüğünün 1949,
1956, 1981, 1985. yıl neşirleri de yayımlanmıştır (Ebulgasım 1956).

1961 yılında İdris İbrahimov'un "Azerbaycan Sözlü Halk Edebiyatı Üzerine


Araştırmalar"ında yer alan genişçe hazırlanan "Atalar Sözü ve Meselller" yazısı deyimlerin tasnifinde
uyulması gereken ilke ve kuralları tanımlaması bakımından da önemlidir ve eldeki sorunu ele
alabilen az sayıdaki çalışmadan biridir (Beydili, 2004).

276
Burcu YILMAZ

Özbek Türkçesinde Deyimbilimle ilgili çallışmaların öncüleri Türk bilim adamları S.K.
Kenesboyev ve Ş. Rakhmatullayev'dir. 1940'ların ikinci yarısı ve 1950'lerdeki araştırmaları, Özbek
dilinin deyimlerinin oluşumunda ve gelişmesinde büyük rol oynamıştır. Sonraki 30-40 yıl içinde,
Özbekçe deyimlerin detaylı olarak incelenmesinde önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Bu dönemde S.
N. Muratov'un Turkiy tillarda turg‘un so‘z birikmalari(Türk dillerinde düzenli-sabit ifadeler) ve
Şevket Rahmatullayev'in O‘zbek frazeologiyasining ayrim masalalari (1966) (Özbek Deyimbiliminin
Bazı Sorunları), gibi önemli ve öncü eserler oluşturulmuştur.

1950'lere kadar deyimbilim henüz Özbek dilbiliminin bağımsız bir dalı olarak gelişmemişti.
Bu dönemde, deyimle ilgili ilk bilgiler, sabit bileşiklerle ilgili ilk teorik fikirler, bazı Özbek şair ve
yazarlarının sanatsal becerilerinin incelenmesi olan gramer ve üslup üzerine yapılan çalışmalarda
görülebilir. Bu tür eserler, A.Gulamov, U.Tursunov, V.Abdullayev, H.Zarif, N.Mallayev gibi tanınmış dil
ve edebiyat bilginlerine aittir. Özbek deyimiyle ilgili ilk çalışmalar, 1950'li yıllarının başında ortaya
çıkmıştır.. Bunlar arasında Şevket Rakhmatullayev'in eserleri var. Örneğin, Şevket Rakhmatullayev
deyimsel kelimeler hakkındaki fikrini geliştirdi ve dil birimlerini etimolojik olarak bir bileşik
kelimeye eşit olan deyimsel kelimeler olarak analiz etti. Ayrıca Şavkat Rahmatullayev, Frazeologik
Birliklarning Asosiy ma'no Turlari, Taşkent: O'qıtuvçi, 1955; Şavkat Rahmatullayev, O'zbek Tilinin
İzohli Frazeologik Lugati, Taşkent, Oqıtuvçi, 1978; Berdiyerov X. , Rasulov R., Yoldaşev B., O'zbek
Frazeologiyasidan Materiallar, I,II,III qısmlar. Samarkand, 1976, 1979,1983; Mamatov A. E. , Hazirgi
Zaman O'zbek Adabiy Tilida Leksik va Frazeologik Norma Muammolari, Taşkent: Fan, 1991;
Mamatov A. E. , O'zbek Tilida Frazeologik Şakllaniş, Taşkent: Oqıtuvçi, 1999 gibi eserler de Özbek
dilinde deyimbilim çalışmalarına ivme kazandıran eserler olmuştur (Ibodullayeva, 2013). Bu tür
çalışmaların yanında açıklamalı sözlüklerde deyimlere yer vermek dilbilimde iyi bilinen bir
uygulamadır. Bu sebeple Özbek dilinin deyimleri beş ciltlik “O‘zbek tilining izohli lug‘ati” de (2006-
2008) ve bir ciltlik “O‘zbekcha-ruscha lug‘at”ta da (1988 ) yer almaktadır. Ancak, bu sözlükler bütün
deyimleri kapsamamaktadır.

4. Azeri- Özbek - Türkiye Türkçelerinde Yapılan Deyimbilim Çalışmaları : 4 Başlıkta Tasnifi

4.1. Deyimlerin temelini araştırma ve gruplandırma üzerine yapılan çalışmalar

Azerbaycan Türkçesinde;

A. Bayramov, Ustoyçivıe slovosoçetaniya v azerbaydjanskom yazıke, Leningrad, 1959.

Azerbaycan Sovyet Ensiklopediası, 1. c. 1976, s.458. 2. c. 1986 s. 528. (içerisinde atasözü ve deyim
maddeleri var. )

Musa Adilov, Niye Bele Deyirik, Azerbaycan Devlet Neşriyatı, Bakü 1982. (Bazı deyimlerin kaynağını,
nereden geldiğini, tarihi sürecini anlatıyor)

İdris İbrahimov, Azerbaycan Sözlü Halk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar, "Atalar Sözü ve Meselller",
1961.

Özbek Türkçesinde;

Şevkat Rahmatullaev, Osnovnıe grammatiçeskie osobenu nosti obraznıh glagol’nıh frazeologiçeskih


edinits sovremennogo uzbekskogo yazıka, Taşkent, 1952.

B. Yoldaşev, Frazeologiya Tarihidan Lavhalar, Samarkand, Suğdiyana, 1998.

Türkiye Türkçesinde;

R. R. Yusipova, Ustoiçivıe glagol’nıe soçetaniya v turetskom yazıke, Moskva, 1962.

277
Burcu YILMAZ

L. N. Dolganov, İdiomatiçeskie vırajeniya v turetskom yazıke, Moskva, 1967.

Yusuf Ziya, Bahadınlı, Türkçe Deyimler Sözlüğü ve Kaynakları, İstanbul, Yuva Yayınları, 1975.

4.2. Deyimleri morfolojik ve semantik özellikleri bakımından inceleyen çalışmalar

Azerbaycan Türkçesinde;

Naile Hacızade, Sözümün canı Var: Azerbaycan Türkçesi Temelinde Deyimbilim Sorunları, Çizgi
Kitabevi, Konya, 2013.

M. Mirzeliyeva., Türk Dilleri Frazeologiyasının nezeri problemleri, Bakı 1995, s. 126

Özbek Türkçesinde;

Şavkat Rahmatullayev, Frazeologik Birliklarning Asosiy ma'no Turlari, Taşkent: O'qıtuvçi, 1955.

A. E. , Mamatov , Hazirgi Zaman O'zbek Adabiy Tilida Leksik va Frazeologik Norma Muammolari,
Taşkent: Fan, 1991.

A. E. , Mamatov , O'zbek Tilida Frazeologik Şakllaniş, Taşkent: Oqıtuvçi, 1999.

Türkiye Türkçesinde;

Doğan Aksan, Türkçenin Söz Varlığı, Ankara, 1996.

Leyla, Uzun Subaşı, "Deyimleşme ve Türkçede Deyimleşme Dereceleri", Dilbilim Araştırmaları, 1991.

Ahmet Turan, Sinan,Türkçenin Deyim Varlığı, 1. baskı, İstanbul, Kesit Yayınları, 2015.

Ömer Asım, Aksoy,“Atasözleri ve Deyimler Hakkında III”, Türk Dili, II/16, s. 205-208, 1953.

Celal, Demir, “Türkçede Deyimlerin Söz Dizimsel Özellikleri”, Türk Dili, s.677, 428- 444, Ankara 2008.

Ahmet Turan, Sinan, "Türkiye Türkçesindeki Deyimler Üzerinde Bir Dil İncelemesi", Fırat
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Elazığ, 2000.

4.3.Deyimleri karşılaştırmalı olarak ele alan çalışmalar

Azerbaycan Türkçesinde;

E. E., Orucov, (1976). Azerbaycanca – Rusca Frazeologiya Lüğeti (5500 ifade). Bakı: Elm Neşriyyatı

M. T. Tağıyev, Azerbaycanca Rusça Lüğet, Şerq- Qerb, Bakı, 2006, c. 3, s. 538.

Arıstanbek Nurmahanov, Türki frazeologiyası, Almatı, Ğılım baspası, 1988. (Bu eserde eski Türkçe
devrindeki anıt yazılardan başlayarak çağdaş Türk lehçelerinden (Kazak, Kırgız, Uygur, Hakas, Tatar,
Türkmen, Azerbaycan, Özbek, Tuva, Yakut, Çuvaş, Kumuk, Karaim, Gagavuz) derlenen on bini aşkın
deyim karşılaştırmalı metot ile incelenmiştir.)

Hicra, Yeşildere Aldan, "Güneybatı (Oğuz) Türk Lehçelerindeki Ortak Deyimlerin Tespiti", Uşak
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, 2018.

Özbek Türkçesinde;

M., Sadıkova, Russko-Uzbekskiy Frazeologiçeskiy Slovar, Taşkent, 1972.

278
Burcu YILMAZ

M., Sadıkova, Qısqacha Ruscha- O'zbekche Barqaror İboralar Lug'ati, Tashkent, 1994.

M. İ., Umarhucayev; K. H., Nazarov, Nemischa- Ruscha - O'zbekcha Frazeologik Luğ'at, Tashkent, 1994.

İbrahim Yoldaşev, T. Öztürk, Y. Öztürk, , Özbek-Türk Atasözleri ve Deyimleri Sözlüğü, Taşkent, 1998.

M., Abdurrahimov, Kratkiy Uzbeksko-Ruskiy Frazeologiçeskiy Slovar, Taşkent, 1980.

Türkiye Türkçesinde;

Mehmet Kara, Ahmet Karadoğan, Türkmen Türkçesi - Türkiye Türkçesi Deyimler Sözlüğü, Ankara,
Çağlar Yayınları, 2004. (Deyim aktarımı esnasında yapılan hatalar; uygun olmadığı hâlde aslını
koruma, aslına uyarlama, yanlış deyim seçimi, hedef lehçede olmayan deyim kullanımı, deyimi deyim
olarak aktarmama vs. ve onları çözme yollarından söz eder.)

İbrahim Yoldaşev, T. Öztürk, Y. Öztürk, , Özbek-Türk Atasözleri ve Deyimleri Sözlüğü, Taşkent, 1998.

A. Rısbaev, Türikşe-kazakşa jane kazakşa-türikşe frazeologiyalık sözdigi, Almatı, Kazak universiteti,


2009. (Deyimlerin yapısındaki kelimelerin aktarılması temelinde hazırlanmış bir çalışmadır.)

Aysel Hüseynova, "Organ adlarıyla kurulmuş deyimlerin karşılaştırılması (Azerbaycan - Özbek ve


Türkiye Türkçesi)", Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Kültür Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2014.

Bedriye, Atsız; Kissling, H. J.: Sammlung Turkıscher Redensarten (Deyimler Koleksiyonu/Sözlüğü),


Wiesbaden, 1974.

Hicran, Yeşildere Aldan, "Güneybatı (Oğuz) Türk Lehçelerindeki Ortak Deyimlerin Tespiti", Uşak
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, 2018.

4.4. (en kapsamlı) Deyim sözlükleri

Azerbaycan Türkçesinde;

Neriman Seyideliyev, Frazeologiya Lüğeti, Çırag Neşriyyatı, Bakü, 2004.

Seyfettin Altaylı, Azerbaycan Türkçesi Deyimler Sözlüğü, Ankara,1994.

Hüseyinzade Ebulgasım, Atalar Sözü, Tertipçisi: Gasımzade,Hamid, Yazıçı, Bakı, 1985, 690 s. 1.bsk.
1982. A Nüshası (Atasözleri ve deyimler birlikte yer alır. 8664 deyim ve ataszü var, kirille yazılmış.)

Hüseyinzade Ebulgasım, Atalar Sözü, Tertipçisi: Ziyatay Elekber, Ön sözü Yazan: Gasımov Hesen,
Azermeşr, 4. baskı 1956, 279s. B Nüshası (3132 deyim ve atasözü içerir)

Hüseyinzade Ebulgasım, Atalar Sözü, Bakü, 1949, 1956, 1981, 1985. yıl neşirleri.

Calal Memmedov Beydili, Atalar Sözü, Önder Neşriyat, Bakı 2004.

Abbasqulu Marağai, Emsali Türkane, Türk Atalar Sözleri, Bakı 1992 ve 1996. il neşrleri.

Atalar sözü (tertib eden Memmedveli Qemerli ,1899. yil neşrinden çeviren R.Xelilov), Bakü, 2003.

Azerbaycan Atalar Sözü, (Tertib eden Henefi Zeynallı), Bakü,Azerbaycan'ı Tedqiq ve Tetebbö
cemiyyeti Xelqiyyat Bölmesi,1926.

Əli Əsger Müctehidi, Türk Dilinde Meseller (Əmsal ve hikem), Tebriz, 1955, 286 s.

279
Burcu YILMAZ

M. Hekimov, Xalqımızın deyimleri ve duyumları , Bakü, 1986.

Özbek Türkçesinde;

Şevket Rahmatullaev, Uzbek Tilinin İzahli frazeologin Lugati, Taşkent 1978.

Baxtiyor, Mengliyev - Mahbuba, Xudoyberdiyeva, - Оynisa, Boymatova, O‘zbek Tılı Iboralarınıng


O‘quv Izohlı Lug‘atı, Toshkent, 2007.

Türkiye Türkçesinde;

Ömer Asım Aksoy, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, Ankara, TDK Yayınları, 1971.

Mustafa Nihat, Özön, Türkçe Tabirler Sözlüğü, İstanbul, Remzi kitabevi, 1943.

Ali Püsküllüoğlu, Türkçe Deyimler Sözlüğü, Arkadaş Yay., Ankara, 2003.

Feridun Fazıl, Tülbentçi, Türk Atasözleri ve Deyimleri, İstanbul, İnkılâp ve Aka Kitabevleri, 1977.

H. Fethi, Gözler , Büyük Deyimler Sözlüğü, 2. baskı, İstanbul, İnkılap ve Aka Kitabevi, 1983.

Sadi G. Kırımlı, Atalar Sözü, 1939.

Metin, Yurtbaşı, Örnekleriyle Deyimler Sözlüğü, İstanbul, Özdemir yayınları, 1996.

5. Sonuç ve Öneriler

Türk dilinin Oğuz(batı) grubunda yer alan Türkiye Türkçesi ve Azeri Türkçesi ile Türk
dilinin doğu grubunda yer alan Özbek Türkçesindeki deyimleri, terimsel ve yapılan çalışmalar
yönünden incelediğimiz karşılaştırmalı çalışmamızda ulaştığımız sonuçlara kısa ve öz bir şekilde
değinmek isterim. Öncelikle Türklerin ilk yazılı metinleri olan Orhun Abidelerinden itibaren varlığını
gösteren deyimlerin Türk dilinde oldukça köklü bir geçmişe sahip olduğunu söylemek gerekir.
Deyimlerin Türklerin geçmişten bugüne kültür, sosyal hayat, inançlarını yansıttığını ve Türk milletini
tanımak açısından çok önemli ipuçları verdiğini söylemek mümkün. Her üç lehçedeki bilim adamları
da deyimlerin türkolojideki önemini kavramış ve bu alanda oldukça önemli çalışmalar yapmışlardır.

Her üç lehçede de deyim bilimin dil biliminin ayrı bir dalı olarak 1940’lı yıllardan itibaren
incelenmeye başlandığını görürüz. Ayrıca yapılan çalışmalara bakıldığında her üç lehçede de deyimle
ilgili yapılan çalışmaların 1940-1950'li yıllardan itiraberen yapılmaya başladığını görmek de
mümkün. Türkolojide deyimler üzerine yapılan ilk çalışmaların genel olarak deyimlerin tanımı,
açıklaması, sınıflandırılması ile ilgili başlamıştır.

Türkiye Türkçesinde şuan kullanımda olan deyim sözcüğü değil fakat dil devriminden önce
deyim karşılığında kullanılan ifadelerden biri olan ibâre ile Özbek Türkçesinde günümüzde
kullanımda olan ibora teriminin ortak olduğunu görmek mümkün. Yine Özbek Türkçesinde
günümüzde kullanımda olan frazeologik birlik terimi ile Azeri Türkçesinde kullanımda olan
Frazeoloji birleşmeleri terimi de ortaklık göstermektedir. Buna bakarak bile Türk lehçelerindeki
deyimbilimsel ilerlemenin bir paralellik gösterdiğini ve tamamen aynı terimler kullanılmasa bile aynı
çerçevede ilerleyen akraba lehçelerin uyumunu görmek mümkün.

Deyim ve deyimbilimi ile ilgili meseleler hakkında her ne kadar Türkçenin bu üç lehçesinde
de çeşitli çalışmalar yapılmış olsa da hala incelenmesi gereken konuların olduğu görülmektedir.
Örneğin tüm Türk lehçelerinin deyimbilim uzmanları bir araya gelerek Türkçedeki deyimleri
morfolojik, semantik yönden inceleyip tanımsal anlamda da sınırları belli ve ortak bir tanım

280
Burcu YILMAZ

oluşturabilirler. Türkolojide deyimbilimsel kurallar ve sınırlar yönünden bir birlik oluşturacak bir
çalışma oldukça önem arz etmektedir.

6. Kaynaklar

Aksoy, Ömer Asım (1984). Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, Ankara: TDK Yayınları.

Beydili, Calal Memmedov (2004). Atalar Sözü. Bakı : Önder Neşriyat.

Ebulgasım, Hüseyinzade(1956). Atalar Sözü. Tertipçisi: Ziyatay Elekber, Ön sözü Yazan: Gasımov
Hesen, Azermeşr. 4. baskı, 279s. B Nüshası.

Fleischer, W.,(1982). Phrascologic der deutschen Gegenwartssprache. Leipzig.

Genç, Muhammet Sait (2014). Divanu Lügati't-Türk’te Geçen Deyimler ve Bu Deyimlerin


Günümüzdeki Karşılıkları, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans
Tezi.

Ibodullayeva, Nigora (2013). Tog’ay Murodning “Otamdan qolgan dalalar” romani


frazeologizmlarining leksik-semantik xususiyatlar, O`Zbekiston Respublikasi Oliy Va
O`Rta Maxsus Ta`Lim Vazirligi Alisher navoiy nomidagi Samarqand Davlat Universiteti,
Bitiruv- Malakaviy Ishi, Samarqand.

Kenzhalin, Kuanyshbek (2017). Türk Dünyasında Deyim Bilimi Çalışmaları. Türk Dünyası Dil ve
Edebiyat Dergisi: 43 , Bahar.

Naskali, Emine Gürsoy(1977). Türk Dünyası Gramer Terimleri Klavuzu, Ankara: TDK Yayınları.

Öztürk, Göksel (1993). Azerbaycan Atasözleri ve Deyimleri (Metin-Tercüme- İndex), Marmara


Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi.

Sinan, Ahmet Turan (2001). Türkçenin Deyim Varlığı. Malatya: Kubbealtı Yayınları.

Subaşı Uzun, Leyla(1991). Deyimleşme ve Türkçede Deyimleşme Dereceleri, Dilbilim Araştırmaları.

Şen, Serkan (2017). Eski Türkçenin Deyim Varlığı. Ankara: TDK Yayınları.

Türkçe Sözlük ( 2019 ). Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları. 11. bsk.

281
The normative power of the international organizations
in protection of the critical infrastructure

Ass. Prof. Vesna Poposka1, Prof. Hasan Oktay2


Abstract

The increasing number of attacks on critical infrastructure and "creativity" in their performance, rise
a legitimate question: how to increase security without reducing freedom?
In September 2017, the United States Department of Homeland Security (DHS) confirmed to election
officials in 21 states that Russian hackers had targeted their election systems during the 2016
election cycle. The result of those occasions was the fact that in January 2017, DHS’s Secretary
designated election infrastructure as a critical infrastructure subsector. The debate that followed
opened Pandora’s box
Increased security needs are manifested through the response of the legislator and the evolution of
attitudes and approaches to the threats of the new age. Indeed, the designation of critical
infrastructure as a separate category is result of the doctrine, not the law, but such separation
generates the creation of new legal norms or interpretation of the existing into a new light. Critical
infrastructure is often subject to research in an operational, security and strategic context, but not in
a normative one; and precisely the legal framework is the basis upon which the protection should be
operationalized, the responsibility to be allocated and the resilience generated. The survey aims to
explore the approaches of international organizations as well as to examine development trends,
possible solutions and potential risk factors or factors of improvement in the context of setting the
appropriate normative infrastructure in an international context.
Keywords: critical infrastructure, principles and standards of international law, human rights,
contemporary threats, resilience

Keywords: critical infrastructure, principles and standards of international law, human rights,
contemporary threats, resilience
1. Introduction

The focus on critical infrastructure is a result of changes in multiple interdependent variables,


which have resulted in and from the changes caused by the fall of the Berlin Wall and the emergence
of new , democratic societies. This is primarily due to the change in security concepts. This was
especially true after the end of the Cold War. Then, from robust defense systems (of which critical
infrastructure was a part), to more flexible structures based on liberal principles and above all the
need for democratic control of the armed forces and civil society ideas, as well as the privatization of
many services in security sector. The international legal position of security, at the present stage of
development, is primarily and primarily in the system of collective security of the United Nations. As
changing contexts and new security challenges evolved, so did the need for new legal rules or their
application in a different context. In the absence of a consensus built at the level of an international
agreement, states try to abide by customary law or resort to analogy. The substance of the norm
emerges from informal agreements between states and practices that accumulate over time, while
negotiations can then lead to formal and enforceable international agreements. The Vienna
Convention on the Law of Treaties (Vienna convention on Law on Treaties, 1969), recognized as the

1
International Vision University, Faculty of Law vesna.poposka@vizyon.edu.mk
2
International Vision University, Faculty of Law hasan.oktay@vizyon.edu.mk

282
Vesna Poposka, Hasan Oktay

alma mater of all other conventions, contains two key principles of law-making and law-making: the
principle of codification of existing customary law on the one hand, and giving guidelines for
progressive development, ie refining the norm in formation on the other hand. The same principles
are immanent for a number of international legal instruments. Where an instrument is lacking, the
methods of legal science and legal interpretation are applied to extract appropriate legal rules in
order to enable the smooth functioning of current life and to anticipate the needs of society through
law. Globally, there is a lack of legal acts that deal with critical infrastructure en général but there is
an abundance of documents that deal with certain segments of it. In the first line, these are the
resolutions of the Security Council, which, in accordance with Article 25 of the UN Charter (UN,
1945), are legally binding.

Increased security needs are manifested through the response of the legislator and the
evolution of attitudes and approaches to the threats of the new age. Indeed, the designation of critical
infrastructure as a separate category is result of the doctrine, not the law, but such separation
generates the creation of new legal norms or interpretation of the existing into a new light.

Critical infrastructure is often subject to research in an operational, security and strategic


context, but not in a normative one; and precisely the legal framework is the basis upon which the
protection should be operationalized, the responsibility to be allocated and the resilience generated.

This article is focused on analyzing the approach of international organizations on protection


of critical infrastructure and their normative power, since national states and legislators active
positively and articulate the norms produced by international organization on national level. This
approach will help us to distinguish existing norms and tendencies.

2. Methodology

The working assumptions of the paper will be supported by the deductive method, analytical method,
synthetic method, comparative method, statistical method and historical method - which will help us
to see the evolution in the views of international organizations

3. Findings

3.1. The United Nations approach

In February 2017, the UN Security Council unanimously adopted Resolution 2341 (UNSC,2017),
which encouraged all states to make joint and coordinated efforts - including through international
cooperation - to raise awareness and expand awareness of the challenges posed by terrorist attacks.
be better prepared for such attacks on critical infrastructure.

The resolution calls on member states to consider possible preventive measures in the
development of national strategies and policies and to establish criminal liability for terrorist attacks
aimed at critical infrastructure; explore ways to exchange information and improve cooperation in
preventing, mitigating and responding to such incidents; a encourages the United Nations, Member
States and regional and international organizations to share good practices and measures to manage
the risk of terrorist attacks on critical infrastructure.

The resolution calls on member states to consider developing or further improving their
strategies for reducing the risk of critical infrastructure from terrorist attacks, which should include,
inter alia, assessing and raising awareness of relevant risks, preparedness measures, including
"Effective responses to such attacks as well as promoting better interoperability in safety and
consequence management and facilitating effective interaction of all stakeholders."

283
Vesna Poposka, Hasan Oktay

This does not mean that national strategies for critical infrastructure protection should
automatically be changed, especially if they contain measures that have been proven to be successful
or are in line with a binding international legal framework. What is needed, however, is for countries
to bring the various pieces of the puzzle under a common umbrella and make them part of a coherent
governance system.

The unique feature of Resolution 2341 (2017) is its character as the first instrument for the
Security Council, which specifically calls on states to criminalize acts against critical infrastructure.
Resolution 2341 (2017) is based on a number of previously adopted resolutions setting out the
general conditions for determining the criminal responsibility of perpetrators of terrorist acts. An
important instrument in this area (to which 2341/2017 explicitly refers) is Resolution 1373/2001
(UNSC,2001).

Adopted shortly after the events of 9/11, this instrument provides, a comprehensive set of
criminal law requirements and aims to prevent enabling clear space for all those who plan, support
or carry out terrorist acts. and enable them to be brought to justice.

3.2. The approach of INTERPOL

INTERPOL's Global Counter-Terrorism Strategy includes the "critical infrastructure"


dimension of its "arms and supplies" action by defining the Organization's mandate to "strengthen
member states' capacity to protect critical infrastructure and vulnerable targets" against physical and
cyber-terrorist attacks. (Interpol,2016)

INTERPOL is chairing the UN Counter-Terrorism Task Force (UN-CTITF) Working Group on


"Protection of Critical Infrastructures, Vulnerable Targets, Internet Security and Tourism". Within
this group, several international entities and member states have highlighted the growing threat of
drone use by terrorists and criminals without an appropriate legal framework or operational
capabilities to counter it.

With regard to the fight against terrorism and critical infrastructure, INTERPOL Global
Strategy (Interpol, 2017) emphasizes the crucial importance of international cooperation between
law enforcement agencies around the world. It defines INTERPOL 's mandate in the fight against
terrorism as assisting and enabling law enforcement in its Member States in preventing and
deterring terrorist activities by identifying members of terrorist networks and their partners, by
addressing the key factors that enable their activities: travel and mobility, online presence, weapons
and materials and finance.

In addition to channels of cooperation, there is a need for countries to ensure full compliance
with fair trial standards. This applies not only in the context of domestic proceedings to determine
the criminal liability of individuals, but also those introduced on behalf of other countries for the
extradition of refugees or for the transfer of evidence.

3.3. The approach of OSCE ( Organisation for security and cooperation in Europe)

The Organization for Security and Co-operation in Europe (OSCE) has made the first
significant effort to protect critical infrastructure. The organization has been addressing this issue
since 2006, indirectly through the Decision of the Council of Ministers to suppress the use of the
Internet for terrorist purposes (OSCE, 2006). Thedecision calls, among other things, on member
states to protect critical information infrastructure and networks from cyber-attacks. The focus on
critical infrastructure as such was primarily on energy critical infrastructure. The first legal act of the
organization in this direction is the Decision of the Council of Ministers from 2007 entitled
"Protection of the critical energy infrastructure from terrorist attacks( OSCE, 2007) whereas OSCE

284
Vesna Poposka, Hasan Oktay

participating States not only reaffirm their commitment to preventing and combating terrorism in all
its forms and manifestations, but also express their serious concern about the "... growing risk of
terrorist attacks on critical infrastructure, which "if it is damaged or destroyed, it would have a
serious impact on the health, safety, security or economic well-being of citizens."

The decision emanates the intention of member states to fully implement the action plan
adopted at the 2006 G8 Global Energy Summit on Energy Security , as well as the UN Global Counter-
Terrorism Strategy (UN, 2006).

With the decision, the organization:

1. Calls on the Member States to consider all necessary measures at national level to ensure adequate
protection of critical energy infrastructure from terrorist attack;

2. Calls on the Member States to continue to cooperate with each other and to improve coordinated
measures to increase the protection of critical energy infrastructure from terrorist attack;

3. Encourages the Member States to further promote public-private partnerships with the business
community in order to increase the protection of critical energy infrastructure against terrorist
attacks and to effectively address preparedness / consequences management issues in this area;

4. Instructs the Secretary-General to consider and report to the Permanent Council opportunities for
co-operation with international organizations, including the International Atomic Energy Agency, in
the field of protection of critical energy infrastructure;

5. Invites the Secretary-General to facilitate the exchange of best practices and the timely exchange of
information for the protection of critical energy infrastructure without duplicating the efforts of
international organizations to date;

6. Calls on the Permanent Council to remain committed to this issue and to include it in its
consideration in relevant meetings and discussions within the OSCE;

7. Encourages the Member States to cooperate and to voluntarily implement the provisions of this
Decision.

Based on this decision, several documents were prepared, including the Guide of Good
Practices for the Protection of Critical Non-Nuclear Energy Infrastructure (focusing on those threats
coming from cyberspace), published in 2013 (OSCE, 2013)

In 2009, another Decision of the Council of Ministers was adopted to strengthen the dialogue
and cooperation regarding energy security in the OSCE region, where the member states are again
called upon to protect the critical energy infrastructure.

The organization also supports and facilitates various events such as workshops, forums and
exercises related primarily to the protection of energy critical infrastructure and cyber security.

3.4. The NATO approach

NATO's interest in protecting critical infrastructure began in 2001 with the first review of
NATO members' state of readiness for infrastructure planning and mapping. Critical infrastructure
protection studies and activities were initiated by specialized planning councils and committees
working within the High Emergency Planning Committee (SCEPC), NATO's main emergency planning
body (NATO Parliamentary Assembly, 2007).

285
Vesna Poposka, Hasan Oktay

The activities developed in this framework aim to use military knowledge, technologies and
capabilities to improve the protection of strategic locations on the territory of Allied countries,
including airports, nuclear power plants, communication networks, etc.

NATO member states generally support NATO's role in protecting critical infrastructure,
although some allies - primarily France - are openly skeptical of NATO's added value in this area. At
the NATO Summit in Riga in November 2006, the Heads of State and Government reaffirmed the role
of the Alliance, reiterating their "determination to protect [our] populations, territories,
infrastructure and forces against the effects of terrorist attacks" and noting that "security interests
may also be affected by disruption of the flow of vital resources" (NATO,2006) .A similar reference
appears in the Comprehensive Political Direction, also approved by the Heads of State and
Government in Riga. The Lisbon 2010 Strategic Concept (NATO, 2010) specifically highlights cyber-
threats to critical infrastructure and the protection of critical energy infrastructure, which
determines the Alliance's focus on the development of protection specifically on these two aspects
(NATO, 2010)

NATO's concept for the protection of critical infrastructure is clear, but it is not based
predominantly on the principle of regulation. Instead, Alliance programs aim to build skills and
competencies. Alliance programs aim to support national plans by promoting higher standards of
preparedness and better interoperability in consequence management. The main goal is to support
national plans by promoting higher standards of preparedness and improved interoperability in
consequence management.

3.5. The European Union approach

The European Critical Infrastructure Protection Program (EPCIP) sets out the overall
framework for activities aimed at improving the protection of critical infrastructure in Europe -
across all EU countries and in all relevant sectors of economic activity. The threats that the program
aims to respond to are not limited to terrorism, but also include criminal activity, natural disasters,
and other causes of accidents (European Parliament, 2006) . A key pillar of this program is the 2008
European Critical Infrastructure Directive ( European Council, 2008). All Member States have
implemented the Directive by establishing a process for identifying and designating critical European
infrastructure in the energy and transport sectors. In the Directive itself, critical infrastructure is
defined as: "an asset, system or part thereof located in the Member States which is essential for the
maintenance of the vital social functions, health, safety, economic or social well-being of the people
and whose disruption or destruction would "had a significant impact in a Member State as a result of
the failure to maintain those functions." The Directive specifically recognizes the "European Critical
Infrastructure" (ECI) as critical infrastructure whose disruption or destruction would have
transboundary effects in the Member States, and which should be referred to as such in a joint
procedure. The evaluation of security needs in such a case should be performed with the least
common approach, through bilateral cooperation schemes. Information regarding such critical
infrastructure should be (safely) classified in accordance with the requirements of common and
national legislation. In accordance with the Directive, the primary and ultimate responsibility for the
protection of ECI falls on the Member States and the owners / operators of such infrastructures.
Operator Security Plans (OSPs) or equivalent measures covering the identification of significant
assets, risks, assessment and identification, selection and prioritization of countermeasures and
procedures should be in place in all designated ECIs. In order to avoid unnecessary work and
duplication, each Member State should first assess whether the owners / operators of the designated
ECIs have relevant operational security plans or similar measures. Where such plans do not exist,
each Member State should take the necessary steps to ensure that appropriate measures are taken.
Each Member State shall decide on the most appropriate form of action to be taken in connection
with this activity. The directive also provides for a special procedure for the determination and

286
Vesna Poposka, Hasan Oktay

identification of critical infrastructure. The EU Critical Infrastructure Protection Directive does not
apply comprehensively to national critical infrastructure protection, as it does not cover specific
areas, but knowledge and protection tools and processes can be transferred and implemented across
sectors. Given the fact that in recent years the security environment of the European Union has
changed dramatically, the Union is also trying to provide more coherent responses to security
threats, which directly or indirectly include the protection of critical infrastructure. Key challenges to
peace and stability in the EU's eastern and southern neighborhoods continue to underscore the need
for the Union to adapt and increase its capacity, with a strong focus on the close link between
external and internal security. Many of the current challenges to peace, security and prosperity stem
from instability in the EU's immediate neighborhood and changing forms of threats. Within the EU,
member states have defined their critical infrastructure differently according to their own needs, so,
for example, some countries do not have an official list at all, some are indicative and some are
tactical. With regard to the central authority, the practice is also very fragmented. European critical
infrastructure does not enjoy special protection and no central coordinating body for monitoring
activities or implementation monitoring mechanism and therefore relevant data is difficult to obtain
even for academic purposes.

The European Union has recognized the need to integrate critical infrastructure protection
into overall risk management. Risk management in the protection of critical infrastructure has a
number of its own specifics. Risk assessment should be recognized as one of the elements of
regulatory decisions in addition to "other legitimate factors", such as social, ethical and political
issues at national and EU level. In addition, there is a wide range of horizontal activities aimed at
strengthening security and directly related to the protection of critical infrastructure. However, some
experts are of the opinion that horizontal activities lack consistency. Horizontally consistent policy
response means that it will ensure that its various components follow the common goals set out in
the joint programming documents. A particularly important segment is the protection of critical
information infrastructure, which is covered by the EU's specific cyber security strategy, which
identifies activities that will further contribute to cyber-resilience and security of critical
infrastructure in the cyber sector. The strategy proposals include coordinated prevention
mechanisms, improved preparedness and involvement of the private sector.

As part of the EU Cyber Security Strategy adopted in 2013, in 2016 the Directive on
Achieving a Common High Level of Networks and Information Security, known as the NIS Directive
was adopted (European Council, 2016).

3.6. Fragmentation of international law in the context

The critical infrastructure, while a new concept, is not new phenomena, since there are a
number of instruments at the international level that cover certain segments of it or provide a
framework for protection against certain threats. The territorial context of the law is primarily
related to jurisdiction. For example, courts adjudicate on the basis of ratione loci (territorial
jurisdiction) and ratione material (actual jurisdiction). In the context of critical infrastructure, this
means that they will be responsible for civil or criminal proceedings related to critical infrastructure
in a given territory. Given the fact that much of the critical infrastructure has been privatized, civil
law provisions will apply to operators, especially in the area of ownership and bond relations. Most
often, in the case of foreign direct investment, they have a special protection regime and some
aspects are regulated by both international investment law and national law. Undoubtedly,
international investment law will also find its role. Given the growing impact of global warming and
natural disasters, international environmental law will still be the center of gravity of the debate. The
regulatory bodies and agencies and the bylaws that adopt them have a special role in the national
legislation. Criminal legislation, on the other hand, has a special protective and preventive role that
has been elaborated separately.

287
Vesna Poposka, Hasan Oktay

All actors must find their place in the crisis management system, based on centralized
management and decentralized execution.

The obligation to standardize, safety protocols and safety at work must also be properly complied
with in all areas.

It is very important how the protection of the critical infrastructure and the transposition of
the international legal obligations in the national law is set. Not always, passing a special law on
critical infrastructure means that the work is done or that the problem is solved. If laws are just
rewritten, or rather translated, without taking into account the local context, fiscal implications, and
holistic approach to building systemic protection, the law remains paper.

3.7. Practical implications: a case in front of the European Court of Human Rights

The European Court of Human Rights, in its judgment in the case of Benedik v. Slovenia
(ECHR, 2019), found that there had been a violation of Article 8 (right to respect for private and
family life) in connection with the failure of the Slovenian police to obtain a warrant before accessing
subscriber information with dynamic IP address. In particular, according to the Court, the legal
provision used by the Slovenian police to access subscriber information related to a dynamic IP
address without first obtaining a court order did not meet the Convention's standard of "compliance
with the law". Regarding the facts of the case, In 2006, the Swiss police informed the Slovenian law
enforcement authorities about a dynamic IP address used in a file-sharing network linked to the
sharing of child sexual abuse. In August 2006, Slovenian police, without prior court order, requested
the Slovenian Internet Service Provider (ISP) to disclose information about the user to whom the
above IP address was assigned at 1.28 am on 20 February 2006. The police request was based on
Article 149b of the Code of Criminal Procedure, which states that "electronic communications
operators were required to disclose police information to owners or users of certain means of
communication whose details were not available in the relevant directory". Following this request,
the ISP provided the police with the name and address of the applicant's father, who was a subscriber
to the internet service in connection with the relevant IP address. In December 2006, the police
received a court order requiring the IPS to disclose the subscriber's personal data and traffic data
associated with the relevant IP address. Following a search of the applicant's family home, the police
identified the applicant - not his father - as a suspect.

4. Conclusion

International organizations provoked significant normative generation, even in the case


where only soft law instruments were applied;

Thus, however, is very important and provoked appropriate response of national legislators;

International law is implemented in national legislation through appropriate mechanisms,


which in turn are translated into appropriate normative solutions. If the first element of legal
certainty is good legal solutions, the second element is the consistency in their implementation and
the sustainability of the fiscal implications they produce. This means that the legal regime for
protection of critical infrastructure from modern security threats will be the smallest common
denominator of a set of legal instruments. This is where international and national law, guided by
environmental risk assessment - from terrorism to natural disasters and climate change - will
intersect.

At the same time, it must not be forgotten that the law exists to absorb the social context and
that it must be flexible enough to be able to adapt to the dynamic development, and to enable

288
Vesna Poposka, Hasan Oktay

progress from "the law as it is, to the law as it should be" (de lege lata - de lege ferenda) ", while fully
preserving the democratic benefits of liberal societies, regardless of the challenges they face.

6. Bilbiography

1. European Parliament (2006) European Critical Infrastructure Protection Program

2. European Council(2008) Directive 2008/114/EC

3. European Court of Human Rights (2018) Case of Bendeik v. Slovenia

4. European Union (2016) Directive (EU) 2016/1148 of the European Parliament and of the
Council of 6 July 2016 concerning measures for a high common level of security of network
and information systems across the Union

5. NATO (2006) Riga Summit Declaration Issued by the Heads of State and Government
participating in the meeting of the North Atlantic Council in Riga on 29 November 2006

6. NATO(2007)Parliamenatary Assembly, NATO Parliamentary Assembly ‘THE PROTECTION


OF CRITICAL INFRASTRUCTURES’’ DRAFT SPECIAL REPORT LORD JOPLING (UNITED
KINGDOM) SPECIAL RAPPORTEUR

7. NATO( 2010) Strategic Concept

8. OSCE(2006) Ministerial Council Decision No. 7/06 on Countering the Use of Internet for
Terrorist Purposes

9. OSCE (2007)Ministerial Council Decision No. 6/07, Protecting Critical Energy Infrastructure
from terrorist attack (MC.DEC/6/07)

10. OSCE (2013) Good Practices Guide on Non-Nuclear Critical Energy Infrastructure Protection
(NNCEIP) from Terrorist Attacks Focusing on Threats Emanating from Cyberspace

11. Interpol (2017) 2017-2020 Strategic Framework

12. United Nations (1945) Charter of the United Nations

13. United Nations (1980) Vienna Convention on the Law on Treaties

14. United Nations(2006) Global Counter-Terrorism Strategy ( A/RES/60/288)

15. United Nations Security Council (2001) S/RES/1373

16. United Nations Security Council (2017) S/RES/2341

289
Maârif Salnâmelerine Göre Kosova’da Eğitim ve
Öğretim (1898-1903)

Gülin Öztürk1
Özet

Osmanlı Devletinde yıllık manasına gelen salnameler düzenlendikleri kurumlardaki yıllık değişimleri
tespit etmek amacıyla hazırlanmıştır. Devlet, vilayet ve nezaret salnameleri şeklinde hazırlanan bu
salnameler içerisinde Nezaret Salnameleri kategorisinde yer alan Maarif Salnameleri ülke genelinde
vilayetlerin bütününe ait eğitim-öğretim durumlarını ayrıntılı olarak vermektedir. Osmanlı
döneminde özellikle eğitim tarihine önemli ölçüde ışık tutacak kaynaklar arasında yer alan Maarif
Salnameleri yerel tarih açısından da çok büyük önem taşımaktadır. Osmanlı Devletinde ilk resmi
Devlet Salnâmesi 1847 yılında yayınlanmaya başlamış ve 1918 yılına kadar devam etmiştir. Vilayet
Salnâmeleri ise Devlet Salnâmelerinin yanı sıra 1868-1922 yılları arasında yayınlanmış olup bu
salnâmelerin dışında bulunan Nezaret Salnameleri ise vilayetlerin eğitim-öğretim kurumları
hakkında önemli bilgiler vermektedir.
Anahtar Kelimeler: Salname, Kosova, Eğitim

1. Giriş
Yıllık manasına gelen salnameler düzenlendikleri kurumlardaki yıllık değişiklikleri tespit eder
ve gelecek içinde tedbirler alır. Salnamelerin resmi kurumlar dışında özel kurumlar tarafından da
düzenledikleri görülmektedir (Pakalın, 1983, s. 105; Aydın, 2009, s. 51; Güher, 2014, s. 458-459;
Topal, 2016a, s. 260; Topal, 2016b, s. 1131). Resmi salnameler devlet, vilayet ve nezaret salnameleri
olarak hazırlanmaktadır. Bu salnamelerden ilk hazırlanan Devlet Salnameleri olup 1847-1918 yılları
arasında düzenlenmiştir. Salnameler konusunda Hasan Duman tarafından 2000 yılında yayınlanan
ciddi bir çalışma gerçekleşmiştir. Bu çalışmada Osmanlı Devleti tarafından düzenlenen salnamelerin
bütününe ait bir katalog bilgisi yer almaktadır (Duman, 2000, s. 69-79; Karsandık, 2011, s. 152).
Kosova bölgesi ilk olarak 1389 yılında Türk hâkimiyetine girmiştir. Kosova vilayetinin kuruluşu
ile ilgili olarak biri 1877 yılın öncesi Sofya merkezli diğeri 1877 yılı sonrası Piriştine merkezli olmak
üzere iki farlı görüş bulunmaktadır. 1888 yılında ise vilayet merkezinin Üsküp’e nakledildiği
görülmektedir. Çalıştığımız dönem olan 1898-1903 yılları arasında Kosova vilayetinin Üsküp merkez
sancak olmakla birlikte Piriştine, Prizren, Yenipazar, İpek ve Taşlıca isimleri ile 6 sancağa sahip
olduğu bilinmektedir (Güler, 2019, s. 16-17).
Bu bildiride 1898-1903 yılları arasında Kosova Vilayeti’nin Maarif Salnamelerine göre eğitim
durumunu ortaya konulmaya çalışılacaktır. Maârif Salnameleri 1898-1903 yılları arasında toplam 5
adet düzenlenmiştir. Her ne kadar 1321/1903 yılında düzenlenen Maârif Salnamesinde altıncı sene
ibaresi mevcut ise de günümüze 1320/1902 yılında düzenlenmiş bir nüsha gelmemiştir (Duman,
2000, s. 145; Karsandık, 2011, s. 152;Topal, 2016a, s. 260; Topal, 2016b, s. 1131). Bu sebepten 1898-
1903 yılları arasında düzenlenen ve günümüze ulaşan 5 adet maârif salnamesi esas alınarak Kosova
Vilayetinin eğitim-öğretim durumu değerlendirilecektir.
2. Maârif Komisyonu
1898-1903 yıllarına ait veriler ışığında Maarif Salnamelerine göre maarif komisyonu tablo
haline dönüştürülmüştür.
Tablo1: Kosova Vilayeti Maarif Komisyonu (Maarif Salnamelerine Göre)
İsmi
Görevi 1316/1898 1317/1899 1318/1900 1321/1903

1
Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü
gozturk@ohu.edu.tr

290
Gülin Öztürk

Müdür Halil Kemal Bey Abdullah Bey Abdullah Bey Abdullah Bey
Muhasebe Memuru Osman Nuri Osman Nuri Osman Nuri Yusuf Kenan
Efendi
Katip Mehmet Necip Mehmet Necip Mehmet Necip Mehmet Necip
Efendi Efendi Efendi
Muhasebe Refiki Mehmet Şefik Mehmet Şefik Mehmet Şefik Şefik
Mekatib-i gayr-i - - - Halil Zeki
Müslime Müfettişi
Sandık emini Yusuf Ziya Mehmet Mehmet Efendi Mehmet Şefik
Kosova bölgesi 1898 yılında Maarif Müdürü Halil Kemal Bey iken diğer yıllarda Abdullah Bey’in
Maarif Müdürlüğü görevini yürüttüğü görülmektedir. Muhasebe memurluğu görevini ise 1898-1900
yılları arasında Osman Nuri Bey, 1903 yılında ise Yusuf Kenan Efendi’nin bu görevi yaptığı
anlaşılmaktadır. 1898-1903 yılları arasında kâtiplik görevini Mehmet Necip Efendi; Muhasebe Refiki
görevini ise Mehmet Şefik Bey yürütmektedir. Sandık Emini görevinde ise 1898 yılında Yusuf Ziya
Bey görevli iken diğer yıllarda Mehmet (Mehmet Şefik) Efendi bulunmaktadır. Tabloda dikkatimizi
çeken bir görevlendirmeye 1903 yılında tesadüf etmekteyiz. 1903 yılında Maarif Komisyonuna
Mekatib-i Gayr-i Müslime Müfettişi şeklinde bir görevlendirme yapıldığı görülmektedir. Bu görevi ise
Halil Zeki yerine getirmektedir.
1898-1903 yılları arasında küçük istisnalar dışında komisyon üyelerinde çok fazla bir
değişikliğe rastlanmadığı görülmektedir.
3. Mektepler
3.1. İdadiler
Arapça “idadi” hazırlama yeri anlamında kullanılmaktadır. 1869’dan önce her seviyedeki
mekteplerin hazırlama sınıflarına idadi denilmektedir. Bu durum 1869 Nizamnamesi bir ortaöğretim
kademesi haline getirilmiştir. 1869 Nizamnamesine göre İdadiler Rüştiyeyi bitiren İslam ve Gayri
Müslim çocukların bir arada okuyacağı; inşa ve giderleri Vilayet Maarif İdaresi Sandığı’ndan
karşılanması planlanan; 1000 haneyi geçen yerlerde açılan yerlerdi (Koçer, 1974, s. 101-114; Öztürk,
2008, s. 121).
Maarif Nizamnamesine göre 1869 yılında açılması öngörülen idadiler ancak 1873 yılında
açılabilmiştir. 1876 yılında 5 idadi mevcut iken bu sayının 1906 yılında 109’a çıktığı görülmektedir
(Öztürk, 2008, s. 121).
Maarif Salnamelerine göre 1898-1903 yılları arasında Kosova Vilayet merkezi olan Üsküp’te 1
adet İdadi Mektebinin bulunduğu görülmektedir. Üsküp İdadi mektebinin 1889 yılında kurulduğu;
1896 yılında yatılı talebe kabul ettiği belirtilmektedir (Güler; 2019, s. 66).
Tablo 2: Üsküp İdadisi Görevliler ve İsimleri (1898-1903)
İsmi
Görevi 1898 1899 1900 1901 1903
Müdür İsmail Hakkı İsmail İsmail Ömer Lütfü Ömer
Efendi Hakkı Hakkı Efendi Lütfü
Efendi Efendi Efendi
Muavin-i Evvel Şevket Bey Mahmut Mahmud Faik efendi Şükrü
Adil Efendi Adil
Muavin-i Sani Mahmud Adil Abdurrahim Abdulrahim Nail Efendi Halil
Efendi Efendi
Muavin-i Salise Abdurrahim Ahmet Ahmet Şükrü Efendi Mustafa
Tevfik Tevfik Zihni
Efendi
Katib Mehmet Feyzi - - - -
Hastane Memuru Abdurrahman - - Abdurrahman -
Tabib/doktor Eşref Eşref Eşref Yusuf İshak Bey
İmam Hafız Ömer Hafız Hafız Mehmet -
Mehmet Mehmet

291
Gülin Öztürk

Fransızca Muallimi Halil Kemal Abdullah Abdullah


Bey2
Kozmografya ve Kimya İsmail hakkı İsmail hakkı İsmail Nail Hasan
ve Mualimat-ı Fenniye Efendi Efendi Hakkı
ve muallim-i servet
Kitabet-i Resmiye ve Şevket Bey Mustafa Mustafa Mustafa Şükrü
Türkçe ve Hükümet ve Zihni Zihni
Kavanin Muallimi
Coğrafya ve Hıfz’ul Mahmud Adil Mahmud Mahmud Nail Mustafa
Sıhha ve cebir ve Efendi Adil Efendi Adil Efendi Zihni
hendese muallimi
Usul Defteri ve tarih Abdurrahim Abdürrahim Abdürrahim Şükrü Mustafa
muallimi Zihni
Arabi ve Farsi Ve Türki Hasan Hasan Hasan Hasan Hasan
muallimi Efendi
Arabi ve Ulum-u Diniye Halil Hasan Halil Halil
ve Edebiyat Muallimi Efendi
Hesap ve Fransızca ve Tevfik Ahmet Ahmet Nail Abdullah
Mevalid ve Makine Tevfik Tevfik Efendi
Muallimi Efendi
Türkçe Muallimi Mehmed Mehmet Mehmet Mehmet Abdullah
Efendi
Resim Muallimi Edip Edip Edip Mustafa Sabri Halim
Hüsn-ü Hat Muallimi İbrahim İbrahim İbrahim İbrahim Sadık
Efendi
Bulgarca Muallimi İsmail Talat İsmail Talat İsmail Talat İsmail Talat İsmail
Talat
Bulgarca Muallimi Kalementi Kalamenti Kalamenti Aleksandır
Maarif Salnamelerine göre Üsküp İdadisi öğrenci sayılarına baktığımızda 1895-1896 Eğitim-
Öğretim yılı ile 1900-1901 Eğitim-Öğretim yıllarına ait öğrenci sayıları tespit edilebilmektedir.
Tablo 3: 1895-1896/1313-1314 Sene-i Tedrisiye Zarfında Mevcut Talebe
Gece Gündüz Toplam
Ücretli Ücretsiz Müslim Gayr-i Müslim Gayr-i
Müslim Müslim
Müslim Gayr-i Müslim Gayr-i
Müslim Müslim
10 - 25 4 76 6 111 103
Tablo 4: 1896-1897/1314-1315 Sene-i Tedrisiye Zarfında Mevcut Talebe
Gece Gündüz Toplam
Ücretli Ücretsiz Müslim Gayr-i Müslim Gayr-i
Müslim Müslim
Müslim Gayr-i Müslim Gayr-i
Müslim Müslim
15 - 24 9 68 4 107 13
Hademe: 4
Bu vilayet dahilinde Darü’l Muallimin yoktur.
Tablo 5: 1897-1898/1315-1316 Sene-i Tedrisiye Zarfında Mevcut Talebe
Gece Gündüz Toplam
Ücretli Ücretsiz Müslim Gayr-i Müslim Gayr-i
Müslim Müslim
Müslim Gayr-i Müslim Gayr-i
Müslim Müslim
15 - 24 9 4 6 107 134

2
1316 Maarif Salnamesi, s.1134.
3
1316 Maarif Salnamesi, s.1135.
4
1318 Maarif Salnamesi, s.1502-1503.

292
Gülin Öztürk

Hademe sayısı: 4
Tablo 6: 1898-1899/1316-1317 Sene-i Tedrisiye Zarfında Mevcut Talebe
Gece Gündüz Toplam
Ücretli Ücretsiz Müslim Gayr-i Müslim Gayr-i
Müslim Müslim
Müslim Gayr-i Müslim Gayr-i
Müslim Müslim
10 - 27 16 87 9 124 25
Darü’l Muallimin: Muallim-i evvel İsmail Efendi
Muallim-i Sani Şevki Efendi
Öğrenci sayısı:39
Tablo 7: 1900-1901/1318-1319 Sene-i Tedrisiye Zarfında Mevcut Talebe
Gece Gündüz Toplam
Ücretli Ücretsiz Müslim Gayr-i Müslim Gayr-i
Müslim Müslim
Müslim Gayr-i Müslim Gayr-i
Müslim Müslim
24 - 21 14 160 3 205 17
Tablolardan da anlaşılacağı üzerine İdadi mektebinde hem gündüz hem de gece (yatılı) öğretim
yapıldığı anlaşılmaktadır. İdadi mektebinde Müslim ve gayri Müslim öğrencilerin birlikte eğitim
gördükleri; yatılı öğrencilerinde aynı şekilde Müslim ve gayri Müslim şeklinde oldukları
görülmektedir. Öğrenci sayılarının 1895-1898 yılları arasında 120 civarında olduğu görülmekle
beraber 1898 yılından itibaren öğrenci sayılarının arttığı tespit edilmiştir.
3.2. Rüştiyeler
Rüştiyelerin genel öğretimdeki yeri hususunda tereddütlere düşülmektedir. Maarif
tarihçilerinin bir kısmı rüştiyeleri ilköğretime; bir kısmı da ortaöğretime dâhil etmektedirler.
Rüştiyeleri, ilk zamanlarda ilkokul üstü hazırlık okulu, sonrasında ise ortaokul karakterine sahip bir
öğretim kurumu olarak kabul etmek mümkündür (Kodaman, 1999, s. 91; Öztürk, 2008, s. 118-121) .
Tanzimat döneminde askeri okullara öğrenci hazırlamak ve iyi memur yetiştirmek için rüşt
çağındaki çocukların devam edeceği okul anlamına gelen rüştiye mekteplerinin açılmasına1838’de
“Meclis-i Umur-ı Nafıa ve Meclis-i Ahkâm-ı Adliye” tarafından karar verilmişti. Aynı yıl ilk rüştiye
mektebi olan Mekteb-i Maarif-i Adliye açılmıştır (Koçer, 1974, s. 40; Öztürk, s. 119-121).
Türkiye’de eğitim hayatının önemli adımlarından biri olan 1869 Maarif Nizamnamesinde
önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Buna göre rüştiyeler, 500 hanelik kasabalarda açılacaktır. Ülke
genelinde 1876 yılında rüştiye sayısı 87’den 386’ya yükselmiştir (Kodaman, 1999, s. 27; Öztürk,
2008, s. 121).
Kosova vilayetinde altı sancakta olan rüştiye sayıları birleştirilerek tek bir tablo haline
dönüştürülmüştür. Maarif salnamelerinde rüştiyelerdeki görevli öğretmenler ile öğrenci sayıları yer
almaktadır.
Tablo 8: Kosova Vilayeti Dâhilindeki Rüştiyeler (1898-1903)
Rüştiyenin Bulunduğu Yıllar
Kazası Rüştiye Adı 1898 1899 1900 1901 1903
Sanc

Adı
ak

Radovişte Radovişte X X X X X
Rüştiye M.
Koçana Koçana X X X X X
Rüştiye M.
İştip İştib Rüştiye X X X X X
Üsküp

M.
Kumanova Komanova X X X X X
Rüştiye M.
Palanka Palanka X X X X X
Rüştiye M.
Kıratova Kıratova X X X X X

293
Gülin Öztürk

Rüştiye M.
Üsküp Üsküp İnas X X
Rüştiyesi
Üsküp Üsküp Askeri X X
Rüştiye
Köprülü Köprülü X X X
Rüştiye M.
Osmaniye Osmaniye X X
Rüştiye M
Piriştine Piriştine X X X X X
Rüştiye M.
Vulçıtrın Vulçıtrın X X X X X
Rüştiye M.
Piriştine

Mitroviçe Mitroviçe X X X X X
Rüştiye M.
Gilan Gilan Rüştiye X X X X X
M.
Preşova Preşova X X X X X
Rüştiye M.
İpek İpek Rüştiye X X X X X
M.
İpek

Yakova Yakova X X X X
Rüştiye M.
Berane Berane X X X X X
Rüştiye M.
Prizren Prizren X X X X X
Rüştiye M.
Prizren

Kalkandelen Kalkandelen X X X X X
Rüştiye M.
Gostivar Gostivar X X X X
Rüştiye M.
Yenipazar Yenipazar X X X X X
Rüştiye M.
Yenipazar

Yakova/Akova Yakova X X X X X
Rüştiye M.
Senice Senice X X X
Rüştiye M.
Yenivaroş Yenivaroş X X
Rüştiye M.
Taşlıca Taşlıca X X X
Taşlıca

Rüştiye M.
Prepol Prepol X X X X X
Rüştiye M.
Tabloda Kosova vilayetinin Üsküp sancağına bağlı Radovişte, Koçana, İştip, Kumanova, Palanka,
Kıratova, Köprülü ve Osmaniye kazalarına rüştiye mektebini olduğu görülmektedir. Rüştiyelerin en
yoğun olduğu sancakta Üsküp’tür. Piriştine sancağında ise; Piriştine, Vulçıtrın, Mitroviçe, Gilan,
Preşova kazalarında rüştiye mektebi bulunmaktadır. İpek sancağında ise İpek, Yakova ve Berane;
Prizren sancağında Prizren, Kalkandelen ve Gostivar; Yenipazar sancağında Yenipazar, Yakova,
Seniçe, Yenivaroş; Taşlıca sancağında ise Taşlıca ve Prepol kazalarında rüştiye mektebi vardır.
3.3. Sıbyan ve İptidai Mektepleri
Sıbyan mektepleri Osmanlı Devleti’nde önceleri devlet adamları ve varlıklı kişiler tarafından
kurulan ve giderleri vakıflar tarafından karşılanan ilköğretim kurumlarıdır. Halk tarafından sıbyan
mektebi veya mahalle mektebi olarak bilinen bu kurumlara Darüttalim, Mektep, Mektephane,
Darülilim isimle de verilmektedir. Bu okullar umumiyetle cami bitişiğinde veya yakınında inşa edilen
yapılardır (Akyüz, 1997, s. 72; Koçer, 1974, s. 9; Öztürk, 2008, s. 110-111).

294
Gülin Öztürk

Sabit bir programı ve yönetmeliği olmayan bu okulların amacı, çocuğa okuma-yazmayı, İslam
dininin kurallarını ve Kuran’ı öğretmekti. Bu okullarda genellikle Elif-ba, Kuran, İlmihal, Tecvid,
Türkçe Ahlak Risaleleri, Türkçe, Hat (yazı) dersleri okutulmakta idi (Kodaman, 1999, s. 57; Öztürk,
2008, s. 111).
Sıbyan mektepleri zamanla çağın gereklerine karşılayamaz duruma gelmiştir. 1869 Maarif-i
Umumiye Nizamnamesi ile ülkede her köy ve mahallede bir sıbyan mektebi açılması; eğitim
sürelerinin 4 yıla çıkarılması; öğretmenlerinin Darülmuallimin mezunu olmaları gibi düzenlemeler
getirilmiştir. Sıbyan mektepleri gayrimüslimler ve kızlar için ayrı ayrı açılmışlardır. Ancak bütün bu
düzenlemeler ve ıslahatlara rağmen sıbyan mekteplerinde istenilen verim elde edilememiş ve 1872
yılından itibaren iptidai mektepleri açılmaya başlamıştır (Çadırcı, 1991, s. 288; Kodaman, 1999, s. 57;
Öztürk, 2008, s. 111-112). Mekteb-i İbtidai olarak adlandırılan bu mekteplerin ilk ayrıntılı müfredat
programı 1891 yılında yapılmıştır. Bu programa göre şehirlerdeki ibtidai mektepler üç sınıfa
indirilmiş ve köy okulları ise dört yıllık bir öğrenim süresini kapsamasına karar verilmiştir (Koçer,
1974, s. 128; Öztürk, 2008, s. 112).
Bu bildiride Kosova Vilayeti dâhilindeki iptidai ve sıbyan mekteplerinin sadece sayıları
verilecektir. Çalışmamızın esasının teşkil eden Maarif Salnamelerinde sıbyan ve iptidai mekteplerine
ait çok ayrıntılı veriler de bulunmamaktadır.
Tablo 9: Kosova Vilayeti Dâhilindeki İptidai sayıları (1898-1903)
 Yıllar
Sancak Kazası 1316/ 1317/ 1318/ 1319/ 1321/
Adı 1898 1899 1900 1901 1903
Üsküp Radovişte X 3 3 2 2
Koçana X 18 18 19 19
İştip X 60 60 80 89
Kumanova X 3 3 21 21
Palanka X 1 1 2 2
Kıratova X 2 2 2 2
Üsküp X 6 6 6 5
Osmaniye X 7 7 9 9
Orhaniye 1 1
Pirişinte Piriştine X 7 7 6 6
Mitroviçe X 1 1 1 1
Gilan X 5 5 48 48
Preşova 1 1
İpek İpek X 1 1 1 1
Yakova X 1 1 3 3
Tragoişte 1 1
Prizren Prizren X 33 33 34 34
Kalkandelen X 2 2 3 3
Yenipazar Yenipazar X 1 1 1 1
Akova X 3 3 2 2
Senice 1 1 X 1
Yenivaroş 2 1
Taşlıca Taşlıca 3 3 X 4
Prepol X 2 2 13 14
Beripovi 1 1 1 1

Tablo 10: Kosova Vilayeti Dâhilindeki Sıbyan sayıları (1898-1903)


Sancak Adı Kazası
Üsküp Radovişte X
Koçana X
İştip 7
Kumanova X
Palanka X
Kıratova X

295
Gülin Öztürk

Üsküp 17
Osmaniye X
Orhaniye X
Piriştine Piriştine X
Mitroviçe X
Gilan X
Preşova X
İpek İpek X
Yakova X
Tragoişte X
Prizren Prizren X
Kalkandelen 41
Gostivar 1
Yenipazar Yenipazar X
Akova 22
Yenivaroş 11
Taşlıca Taşlıca 19
Prepol X
Beripovi X5
1901 ve 1903 yılındaki Kosova vilayetine bağlı sancak ve kazalardaki sıbyan mektep sayıları
aynıdır. Vilayete bağlı Priştine ve İpek sancaklarında hiç sıbyan mektebi bulunmamakta, diğer
sancaklar da da belirli kazalarda sıbyan mektebinin açıldığını görmekteyiz. Bu durum da bize 1901
tarihi itibariyle sıbyan mekteplerinin açılmasına önem verildiğini zamanla bölgesel olarak
mekteplerde artışın olduğu gözlemlenmektedir.
3.4. Medreseler
Tablo 11: 1317 Maarif salnamesi Sancak ve kazalardaki eğitim durumu
Medresenin Talebe Medresenin
Liva Kaza ismi Mahali Müderrisi sayısı Kurucusu
Bolazade Hacı Numan
İpek İpek Bolazade Mahallesinde _ 16 Paşa
Osman Osman Çavuş Hacı Ahmet Ahali-i
İpek İpek Çavuş Mahallesinde efendi 25 Mahalliye
Büyük Çarşı
İpek Yakova Mahalle Mahallesinde Hasan Efendi 36 Umum-u Ahali
Cedid Cami-i Beylikci Hacı
Prezrin Gustavar Cami-i Cedid Şerifinde Mehmet efendi 73 Mustafa Efendi
Saat Saat Hacı Ömer ve Beylikci Hüseyin
Prezrin Gustavar Mahallesi Mahallesinde İdris Efendiler 110 Ağa
Mehmet Mehmet Paşa Abdulaziz Bodin valisi
Prezrin Prezrin paşa Mahallesinde Efendi 91 Mehmet paşa
Sinana Paşa Abdulhalim Yavuz Mehmet
Prezrin Prezrin Sinan Paşa Mahallesinde Efendi 72 efendi
Saraçhane Müftü hacı
Prezrin Prezrin Saraçhane Mahallesinde Mehmet efendi 65 Emin Paşa
Terzi Terzi
Prezrin Prezrin mahallesi mahallesinde Vehbi efendi 35 Mahmut Paşa
Saat Saat Süleyman GustavarlıBehlül
Prezrin Kalkandelen Mahallesi Mahallesinde Efendi 72 Ağa
Köprü Köprü
Prezrin Kalkandelen Mahallesi mahallesinde Abdullah efendi 71 Mehmet efendi
Cami-i Kebir Sultan selim
Priştine Priştine Sultan Selim Mahallesi Nazif Efendi 52 Han Hazretleri
Ber Nazır
Priştine Priştine Ber Nazır Mahallesi Hacı Ali 51 Ahali-i Tarafdan

5
1319 Maarif Salnamesi s.818-829.;1321 Maarif Salnamesi s.638-649.

296
Gülin Öztürk

Gazi İsa Bey


Priştine Metroviçe Gazi İsa Bey Mahallesi Abdulhalim 32 Ahali-i Tarafdan
Gazi İsa Cami- Hafız Ömer
Priştine Vulçıtrın Gazi İsa Bey i Şerifinde Efendi 22 Gazi İsa Bey
Hacı
Çarşı Cami AbdulFadırEfen Ahali-i
Priştine Vulçıtrın Çarşı Cami mahallesinde di 20 Mahalliye
Cami-i Atik Ahali-i
Priştine Gilan Cami-i atik Mahallesinde Adem Efendi 58 Mahalliye
Dobrucan
Priştine Dobrucan Dobrucan Mahallesinde Yusuf Efendi 20 Karye ahalisi[1]
Bosna eyaleti
Celaleddin Atik Vali Sabıkı
Taşlıca Taşlıca Paşa mahallesinde _ 23 Celaleddin Paşa
Sinan Bey
Üsküb İştib Sinan Bey Mahallesinde Esad Efendi 25 Penbe Hanım
Teke Zir Mücevher
Üsküb İştib Teke Zir Mahallesinde _ _ Hanım
Üsküb Radovişte Cami-i Kebir Cami-i Kebir Ali Efendi 29 Semavi Efendi
Cami-i cedid Ali Hıfzı Paşa
Üsküb Radovişte Cami-i Cedid Mahallesi Tayyib Efendi 29 Üsküb Nazırı
Mustafa Bey Hacı Mahmud GuruşcuAhmet
Üsküb Karatova Mustafa Bey Mahallesi Efendi 26 efendi
Bayram Bayram Paşa Hacı Hüseyin
Üsküb Palanka Paşa Mahallesi Mustafa Efendi 10 Efendi
Evsat Mahmud Emin Hacı Hüseyin
Üsküb Koçane Evsat mahallesi Efendi 13 Efendi
Debbağ Debbağ Şahin Hacı Eşref
Üsküb Üsküb Şahin mahallesi Hüseyin Fehmi 22 Efendi
Mustafa Mustafa Paşa Gazi Mustafa
Üsküb Üsküb Paşa Mahallesi Abdullah 13 Paşa
İbn-i Çini
Üsküb Üsküb Nabi Mahallesi Nabi 36 Gazi İsa Bey
İshakya
Üsküb Üsküb İshakya Mahallesi Abdullah 25 İshak bey
İbn-i İbn-i Kocacık Adem Seri
Üsküb Üsküb Kocacık Mahallesi Efendi 18 İbn-i Kocacık
Kebir Kebir Mehmet Hacı
Mehmet Çelebi Abdurrahman
Üsküb Üsküb Çelebi Mahallesi Hacı Celaleddin 11 Bey
Muradiye Hafız Ahmed
Üsküb Üsküb Muradiye Mahallesi Efendi 21 Hacı İsmail Ağa
İbn-i Şahin Abdulbaki Ahali-i
Üsküb Üsküb İbn-i Şahin Mahallesi Efendi 18 Memleket
Hükümet İsmail Hakkı
Üsküb Komano Mehmet Bey Caddesinde bey 46 Hacı Galip Bey
Cami-i Şerif Hacı Yusuf
Yenipazar Senice Cami-i Şerif Mahallesinde Efendi 15 Mahalle ahalisi
Altın Alim Müderris
Yenipazar Yenipazar Altın Alim mahallesinde Ahmet Efendi 63 Mahalle ahalisi
Valide-i Sultan
Atik Atik Hayrullah Aliyetü’l Şan
Yenipazar Akova mahallesi Mahallesinde efendi 22 Hazretleri
Tablo 11’de Kosova vilayetinin 6 sancağına ait medreselerin isimler ve dağılımları
görünmektedir. Buna göre İpek sancağında 3, Prizren sancağında 8, Priştine sancağında 7, Taşlıca
sancağında 1, Üsküp Sancağında 12 ve Yenipazar sancağında 3 medrese olmak üzere toplam 34

297
Gülin Öztürk

medrese bulunmaktadır. Medrese sayısı itibarıyla en fazla medresenin Üsküb sancağında olduğu
görülmektedir.
Tablo incelendiğinde Prezrin sancağına bağlı Gustavar kazasındaki Saat Mahallesi Medresesi
120 öğrenci sayısı ile en fazla öğrenciye sahip medresedir. Bu medreseyi 91 öğrenci ile Mehmet Paşa
Medresesi; 73 öğrenci ile Camii Cedit medresesi takip etmektedir.
Tablodan sancaklardaki medrese öğrenci sayıları toplamı dikkate alındığında; İpek sancağında
77; Prezrin sancağında 589; Piriştine sancağında 255; Taşlıca sancağında 23; Üsküp sancağında 259
ve Yenipazar sancağında 100öğrenci eğitim görmektedir. Medreselerde eğitim gören toplam öğrenci
sayısı 1386’dır.
Diğer yıllara ait medrese dağılımları ekler kısmında tablo olarak verilecektir.
3.5. Gayrimüslim Mektepler
Tablo 12: 1317 Yılı Kosova Vilayeti Gayrimüslim Mektepler

me Tarihi
Mektebin

Mektebin

Ruhsatna
Derecesi
Verilmiş
Mensup
Mektep

Cemaat
Olduğu

Ruhsat

Talebe

Talebe
Müdür

Tarihi
Erkek
Mesul
Adına

Sayısı

sayısı

Açılış
Kaza

İsmi

olan
Liva

Kız
Prezri Prezrin Ortodok Ortodok İlaryon Rüşd 399 _ 128 4
n s s i 8 Teşrin-i
sani 99
Üsküb Koçane Bulgar Bulgar Tiretopolof “ 95 _ 121 29
3 Teşrin-i
Sani 99
Üsküb Balka “ “ Hristokasa “ 125 61 126 30
0 Teşrin-i
sani 99
Üsküb İştib “ “ Andarbarsto “ 89 30 129 4
2 kanun-
u evvel
309
Üsküb “ “ “ Korkif “ 300 60 129 30
Dimitri 7 Teşrin-i
Sani
309
Üsküb “ “ “ Tasbecargar “ 83 46 130 30
7 Teşrin-i
Sani
309
Üsküb “ Yahudi Musevi Goril “ 60 _ 130 27
0 Şubat
311
Üsküb Komanova Bulgar Bulgar NikolaBasko “ 198 _ _ 1
f Kanun-
u Evvel
309
Üsküb Karatova “ “ Bandallokos “ 160 50 129 13
of 4 Kanun-
u Evvel
309
Prezri Kalkandele “ “ Poksim “ 198 _ 127 12
n n Efendi 6 Kanun-
u Evvel
3096

6
1317 Maarif Salnamesi s.1340-1341.

298
Gülin Öztürk

Üsküb Üsküb Ortodok Ortodok VasilBopoil “ 40 60 130 25


s s Efendi 7 Kanun-
u sani
309
Üsküb “ Musevi Musevi MeşuHaim “ 160 _ 130 1 Mart
Efendi 6 310
Üsküb “ Bulgar Bulgar Bulgar İdadi 199 _ 125 2 Nisan
Metro Polid ve 5 309
Rüşd
i
Üsküb “ “ “ Tüccar idadi 199 163 128 13
Elkothoda 9 Nisan
310
Üsküb “ Rum Rum Rum Rüşd 50 60 129 _
Patrikhanesi i 3
Taşlıc Taşlıca Ortodok Ortodok Yavanbaçik “ 100 _ _
25
a s s Temmu
z 310
Taşlıc Prepol ortodok ortodok RefailKörkes Rüşd 39 20 127 1
a s s e i 3 Teşrin-i
Evvel
312
Tablo 12’de 1317/1899 yılı Kosova vilayetindeki Gayrimüslim mektepler yer almaktadır. Buna
göre Prizren sancağında 2; Taşlıca sancağında 2 ve Üsküp sancağında 13 olmak üzere 17
Gayrimüslim mektep bulunmaktadır. Gayrimüslim mektepler hem etnik hem de dini olarak çeşitlilik
göstermektedir. Etnik olarak Rum ve Bulgar gibi tasnifler yapılırken dini olarak da Musevi ve
Ortodoks gibi tasnife tabi tutulduğu görülmektedir. Yine Gayrimüslim mekteplerde karma eğitimin
(kız-erkek) yapıldığı görülmektedir.
Öğrenci sayıları itibarı ile en fazla öğrenci 399 erkek öğrenci ile Prezrin Ortodoks Rüştiyeleridir.
Bu durumu 300 erkek 60 kız öğrencisi ile Üsküp Korkif Dimitri Bulgar Rüştiye mektebinin takip ettiği
görülmektedir.
3.6. Diğer Mektepler
Yukarıda belirtilenler dışında Maarif Salnamelerinde 1319/1901 ve 1321/1903 yılında
Hamidiye Sanayi Mektebi ve 1321/1903 yılında Darülmuallimin mekteplerinin mevcut olduğu
görülmektedir. Bu mekteplerdeki görevliler ile isimleri aşağı da tablolar şeklinde verilmiştir.
Tablo 13: Hamidiye Sanayi Mektebinin İdare Heyeti (1319)
Görevi İsmi
Müdür Halil Efendi
Dahiliye Memuru Hacı Hasan
Hesap ve Mübai Memuru İsmail Bey
Depo ve Anbar memuru Hasan Efendi
Sandık Emini Raşid Efendi
imam Hacı Hasan
Tahsil memuru Abdullah
Mübasir Mehmed
Tablo 14: 1321 Üsküp Hamidiye Sana’i Mekteb-i Aliyesi (1321)
Müdür Halil Efendi
Usul defter muallimi Ömer Lütfü Efendi
Coğrafya ve Tarih Muallimi Hasan Tahsin
Kuran-ı Kerim ve Hüsn-ü Hat Ahmet Efendi
Ulum-u diniye ve Kavaid Mualimi Hacı Hasan Efendi
Türkçe ve İmla Muallimi Hasan Faik Efendi
Resim Muallimi Tevfik Efendi
Musıki muallimi Abdulhamid
Malumat nafia muallimi Haşim

299
Gülin Öztürk

Hesap Muallimi Salih


Şube Hafız Bekir efendi
Marangoz Ustası Koçu
Terzi Ustası Koşu Bey
Kunduracı Hasan bey
Talebe sayısı 80
Tablo 15: Darü’l Muallimin
Görevi İsmi
Müdür ve Muallim-i Evvel İsmail efendi
Muallim-i Sani Yusuf
Hat Muallimi Sadık
Talebe sayısı 42
4. Matbaalar, Gazeteler ve Kütüphaneler
Maarif salnamelerine göre Kosova Vilayetinde vilayet merkezi olan Üsküp’te 1 adet matbaa
bulunmaktadır. Matbaada Türkçe, Fransızca, Bulgarca ve Sırpça eserler basılmıştır. Yine maarif
salnamelerinde yer alan bilgilerden matbaanın sanayi mektebinde olduğu ve 1292/1875 yılında tesis
edildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca matbaanın resim basmaya müsait olmadığı da belirtilmektedir. Aynı
matbaada Kosova isimli sadece 1 gazetenin basıldığı görülmektedir.
Tablo 16: Matbaalar
Liva Kaza Matbanı Mahali İmtiya Çeşidi Hangi Kurulu Resmta
n İsmi z Taş/Huruf lisanlarda ş b edip
Sahibi at eser Tarihi etmediğ
basılmıştı i
r.
Üskü Üskü Kosova Sana’i resmi Taş/hurufat Türkçe, 1292 Resm
b b mekatibind Fransızca, basmaz
e Bulgarca,
Sırpça
Tablo 17: Kosova vilayetinde yer alan kütüphaneler
Liva Kaza Kütüphane Mahali Kurucusu Kitap Kuruluş Tarihi
İsmi Sayısı
Prezrin Prezrin Fatih Budin Prezrinde Fatih Budin 222 1220
Mehmet Paşa Mehmet Paşa Mehmet Paşa
medresesi
civarında
Prezrin Kalkandelen Çarşı Cami-i Kasabada Hacı Abbas 186 1286
Şerif çarşı Cami-i Efendi
Şerif
civarında
Prezrin Kalkandelen Köprü Küttab-ı Küttab-ı 356 1312
Mahallesi Hazret Hazret
Şehriyari Şehriyari Sabri
Sabri Bey Bey
İpek İpek Bulazade Bulazade Hüseyin Bey 69 1220
mahallesinde
İpek Yakova Çarşı Çarşı _ 480 1280
mahallesinde mahallesinde
Taşlıca Taşlıca Celaleddin Çarşı Bosna Eyalei 30 Kadim(eskimiş)
Paşa civarında valisi
Celaleddin
paşa
Priştine Priştine _ Cami-i Kebir Sultan salim 180 Eskimiş
Han Hazretleri
Üsküb Radovişte Cami-i Kebir Cami-i Kebir Zir Cihane-i 535 1177
Amire Katibi
Sühavi efendi
Üsküb Karatova GuruşcuAhmet Mustafa Bey GuruşcuAhmet 100 1176

300
Gülin Öztürk

efendi mahallesi efendi


Üsküb Palanka Bayram Paşa Bayram Paşa Hasan Efendi 300 1270
Cami-i
Şerifinde
Üsküb Koçane Ebubekir Usta Müftü-ü sabık 300 1313
Efendi mahallesinde Ebu Bekir
Efendi
Kosova vilayetinin İpek Sancağında 2, Prezrin sancağında 3; Priştine Sancağında 1, Taşlıca
Sancağında 1 ve Üsküb sancağında 3 olmak üzere topal 10 adet kütüphane mevcut olduğu
görülmektedir. Bu kütüphanelerden kuruluş tarihi itibari ile en eskisinin Üsküp Sancağı Kıratova
Kazasındaki Kuruşçu Ahmed Efendi kütüphanesi olduğu görülmektedir. Gerçi Piriştine sancağındaki
Camii Kebir kutüphanesi ile Taşlıca Sancağındaki Celaleddin Paşa kütüphanesinin de eski oldukları
belirtilmekte ancak kuruluş tarihleri tabloda yer almamaktadır. Kütüphanelerden en fazla kitaba
sahip olanı 480 kitap ile İpek Sancağı Yakova kütüphanesidir.

2. Yöntem

Çalışma konumuzun esas kaynağını oluşturan Maârif Salnâmeleri 1898-1903 yılları arasında
düzenlenmiştir. 1903 yılında düzenlenen salnâmede altıncı sene ibaresi yer almakla beraber
günümüze 1320/1902 yılında düzenlenen salnâme gelmemiştir. Bu nedenle de mevcut beş salname
incelenecektir. Bu inceleme neticesinde veriler tablolara aktarılarak sayısal grafikler çıkarılacaktır.

3. Bulgular
Bu bildiri de Maârif Salnâmelerinde yer alan kayıtlar doğrultusunda Kosova vilayetine bağlı
Kosova sancak merkezinin 1898-1903 yıllarını ihtiva eden eğitim-öğretim durumu tespit edilmeye
çalışılmıştır. Prezrin, İpek, Üsküp, Priştine, Yenipazar, taşlıca sancaklarının eğitim-öğretim durumu
ortaya konulmaya çalışılmıştır

4. Sonuç ve Öneriler

Maarif salnamelerine göre 1898-1903 yılları arasında Kosova vilayetinin eğitim-öğretim


durumu gözden geçirilmiştir. Buna göre Kosova vilayetinin eğitim-öğretim durumunun belirtilen
yıllara ait durumunun iyi olduğu anlaşılmaktadır.Kosova vilayetinde 27 adet Rüştüye mektebi, çok
sayıda sıbyan ve iptidai mektebinin bulunduğu tespit edilmiş ayrıca Üsküp Sancağında 1 idadi
mektebinin olduğu da görülmektedir. Vilayet dâhilinde 34 medrese ve 17 gayrimüslim mektep
eğitim-öğretim yapmaktadır. Bunların dışında vilayette sanayi mektebi ve darülmuallimin okulu da
mevcuttur. Vilayet genelinde 1 matbaa, 1 gazete ve 10 kütüphane mevcuttur.

Kaynaklar
Akyüz, Y. (1997), Türk Eğitim Tarihi, İstanbul.
Aydın, B. (2009), Salnâme, TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt: 36, s. 51-54.
Çadırcı, M. (1991), Tanzimat Döneminde Anadolu Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Yapıları, TTK,
Ankara.
Duman, H. (2000), Osmanlı Sâlnâmeleri ve Nevsâlleri Bibliyografyası ve Toplu kataloğu, Ankara:
Enformasyon ve Dokümantasyon Hizmetleri Vakfı.
Güher, E. (2014), Maârif Salnâmeleri’ne Göre Cebel-i Bereket Sancağı’nda Eğitim-Öğretim (H. 1316-
1321/M. 1898-1903), Turkish Studies, 9/4, s. 457-466.
Güler, N. (2019), Salnamelere Göre Kosova Vilayetinde Eğitim-Öğretim, Bursa Uludağ Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı (Basılmamış Yüksek Lisans
Tezi), Bursa.
Karsandık, Ö. (2011) Maârif Salnâmelerine Göre Adana Sancağı’nda Eğitim-Öğretim (H. 1316-
1321/M.1898-1903) Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih
Araştırmaları Dergisi, Cilt: 30, Sayı: 50, Ankara, s. 151-169.

301
Gülin Öztürk

Koçer, H. A. (1974), Türkiye’de Modern Eğitimin Doğuşu ve Gelişimi (1773-1923), İstanbul.


Kodaman, B. (1999), Abdülhamid Devri Eğitim Sistemi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara.
Maârif Nezareti Salnâme-i Umumîsi 1316 (1898) Def‘a 1, Matbaa-i Âmire.
Maârif Nezareti Salnâme-i Umumîsi 1317 (1899) Def‘a 2, Matbaa-i Âmire.
Maârif Nezareti Salnâme-i Umumîsi 1318 (1900) Def‘a 3, Matbaa-i Âmire.
Maârif Nezareti Salnâme-i Umumîsi 1319 (1901) Def‘a 4, Matbaa-i Âmire.
Maârif Nezareti Salnâme-i Umumîsi 1321 (1903) Def‘a 6, Matbaa-i Âmire.
Öztürk, İ. (2008), Konya Vilayet salnamelerine Göre Niğde Sancağındaki Eğitim-Öğretim, Niğde,
Aksaray ve Nevşehir Tarihi Üzerine, edt. Musa Şaşmaz, Kitabevi, İstanbul, s. 107-128.
Pakalın, M. Z. (1983), Salnâme, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, Cilt: 3, M.E.B. Yayınları,
İstanbul, s. 105-106.
Topal, N. (2016a), Maarif Salnamelerine Göre Niğde’de Eğitim ve Öğretim, 21. Yüzyılda Eğitim ve
Toplum, 5/13, s. 259-272.
Topal, N. (2016b), Maârif Salnâmelerine Göre Nevşehir'de Eğitim ve Öğretim (1898-1903), II. Uluslar
Arası Nevşehir Tarih ve Kültür Sempozyumu, Nevşehir, s. 1130-1148.

302
Axısqa Türklərinin Modern Tipli İlk Məktəbləri

Gülnara QOCA MƏMMƏDLİ1


Xülasə

Gürcüstanın cənub-qərbindəki Samsxe (Axısqa-Mesxet) bölgəsində 1944-cü il sürgününə qədər


əsas etnik qrup olaraq türklər var olmuşlar. Axısqa türkləri və ya Axısqalı türklər olaraq
isimləndirilən bu etnik toplum qədim tarixə malik olduğu kimi, özünə məxsus mədəniyyət,
folklor, ədəbiyyat mirasıyla da bilinməkdədir.

Zəngin İslam maarifi, mədrəsələriylə və dini məktəbləriylə məşhur olan Axısqada modern tipli
məktəblərin də önəmli bir tarixi keçmişi vardır.

Bu məruzədə Axısqalı türklərin 1944-cü il sürgünü öncəsində kənd ibtidai məktəbləri adlarıyla
fəaliyyət göstərmiş dünyəvi təhsil ocaqlarının tarixçəsi araşdırılmaqdadır. Axısqa bölgəsinin
türklər məskunlaşmış kəndlərində dünyəvi məktəblərin açılışı, bu məktəblərdə təlim-tədrisin
məzmunu, Axısqada ziya işığı şölələndirmiş öncü müəllimlər, bu məktəbləri şöhrətləndirmiş
şagirdlər barəsində bilgilər verilməkdədir. Araşdırmanın ilkin məxəzlərini təməl olaraq
Gürcüstan Milli Arxivinin ilgili materialları təşkil edir.

Açar sözler: Axısqa, Axısqa türkləri, Axısqada maarif, Axısqa məktəbləri.

Резюме

Первые светские школы турков региона Ахыска


В регионе Самцхе-Месхети (Ахыска-Месхет) на юго-западе Грузии до 1944 года, т. е. до
изгнания основной этнической группой была община турков-ахыскинцев, которая
известна своей древней историей, а также уникальной культурой, фольклором и
литературным наследием, богатым исламским образованием, медресе и мектеб. У
турков-ахыскинцев имеют важное историческое прошлое и школы нового типа, т. е.
светские школы.

В данном исследовании представляется история светских учебных заведений турок в


регионе Ахыска, известных как сельские начальные школы или усули-джедитские
школы, которые действовали до 1944 года. Представляются сведения о светских школах
в тюрко-населенных селах Ахалцихского региона Грузии, содержании обучения в этих
школах, ведущих учителях и учениках.

Первоисточником исследования являются соответствующие материалы Национального


архива Грузии.

Ключевые слова: Ахыска, Ахыскинско-месхетинские турки, Просвещение в Ахыска,


школы Ахыска.

1
Türkiyə Ardahan Universiteti, İnsani Bilimlər və Ədəbiyyat Fakültəsi, Gürcü Dili və Ədəbiyyatı Bölümü. ORCID
0000-0002-9942-2670. gulnara59@gmail.com.

303
Gülnara Qoca Məmmədli

1. Giriş

Axısqa türkləri dedikdə Gürcüstanın Axaltsixe-Axalkalaki bölgəsindən 1944-cü ildə sürgün


edilmiş, bugün əski Sovet İttifaqı məkanında, Türkiyədə, qismən də dünyanın çeşidli ölkələrində
dağınıq olarak yaşamaqda olan, toplam sayının 350–400 min arasında olduğu təxmin edilən
özbəöz türk topluluğu yaddaşa gəlir. Bölgənin ümumi baxışda yer ismi olan Mesxet toponimindən
yola çıxaraq, bu topluluq Mesxet türkləri olaraq da adlandırılır.

Axısqa türklərinin ata yurdu, Osmanlı idarəsində Axısqa Paşalığı olaraq keçən, 1829-cu il
Anlaşmasıyla Rusiya İmperatorluğuna qatılmış olan, günümüz Gürcüstanın inzibati vahid ismiylə
Samsxe-Cavaxeti olaraq bilinən, Gürcüstanın cənub-qərbində, Türkiyənin Ərdahan vilayətinin
Posof, Çıldır rayonlarına sınır təşkil edən dağlıq bir ərazidir (http://www.ahiska.org.tr).

1944-cü il 15 noyabr günü Axısqalı türklər ata yurdlarından toplu şəkildə tamamıyla, yəni
təqribən 220 kənddən 20 min ailə, 120 min nəfər olaraq Türküstan / Orta Asiya bozqırlarına
sürgünə göndərilmişlər.

Axısqa türkləri bölgənin Axaltsixe / Axısqa, Adıgün, Aspindza rayonlarında əksəriyyət


halında, həmçinin Axalkalak / Ağqala, Ninosminda / Xocabəy rayonlarında az sayda
məskunlaşmışdılar.

Axısqa qədimlərdən bəri elm, mədəniyyət, təhsil mərkəzlərindən biri olaraq


bilinməkdədir. Burada yeni tipli məktəblərin tarixi də diqqətə şayandır. Bu tarixi iki mərhələdə
təsnif edə bilirik: A- Sovet dövrü öncəsi, B- Sovet dövrü. Birinci mərhələ 1921-ci ilə qədərki dövrü,
ikinci mərhələ 1821–1944-cü illəri əhatə edir.

2. Axısqada təlim-tədrisin təşkili prosesi

“Osmanlı asırlarında Ahıska medreselerinin o coğrafyada şöhreti vardı. Bu medreselerden


birçok din alimi ve hoca yetişmişti. Bu alimlərin birçoğu Ahıskadan çıkmış, Kars, Erzurum ve
İstanbula giderek, ilim aleminde hatiri sayılır yer tutmuşlar, önemli mevzilere gelmişlerdi”
(Zeyrek, 2006, s 34).

Bu məktəblərin əksəriyyəti yerli məscidlərin və ya toplumun ianə vəsaiti hesabına fəaliyyət


göstərmişlər. Bu məktəblərin ortaq proqramı, tədris planı olmamış, onları yerli mollalar
yönətmişlər. Quran qiraəti, ərəb əlifbası, türk dilinin, fars dilinin, ərəb dilinin sərf-nəhvinin
(qrammatikasının) təməl qaydaları, ədəbiyyat dərsləri keçilmişdi.

Molla məktəbində oxumuş Ömər Faiq Nemanzadə belə xatırlamışdır: “Axaltsixe uyezdindəki
Azqur məktəbində diz üstə oturub ırgalana ırgalana: Rabbi yhurr vəla tuassir sahlı aleyhə ya
müyəssər əzbərləyirdim. Diz üstə otura otura bacaqlarım ağrımış, ayaqlarım əzilmişdi”
(Nemanzadə, 1992, s. 370). 19-cu yüzil sonlarına doğru Nemanzadə doğulduğu Azqur kəndində
türkcə məktəb açmağa təşəbbüs göstərib həmkəndliləri adından Tiflisə təhsil müdirinə ərizə
verdiyində təhsil müfəttişindən: “Şkolada oxudunuz, türk məktəbi olmaz” cavabını almışdı
(Nemanzadə, 1992, s 420).

1905-ci ildə Tiflis şəhərindəki, Tiflis, Sığınaq, Telav, Borçalı, Axısqa, Axılkələk qəzalarındakı
türk kəndlərində toplam 106 sünnü məscid məktəbi olmuşdur.

304
Gülnara Qoca Məmmədli

19-cu yüzilin sonlarına doğru Çarlıq Rusiyasının Tiflis vilayətinə bağlı Axalsixe qəzasında
toplamda yeddi türkcə məktəb var olmuşdur. Qəzada ibtidai məktəblər açılmış olan kəndləri belə
müəyyənləşdirə bilmişik:

1881-ci ildə Azqur

1881-ci ildə Ökəm

1885-ci ildə Xırtız

1895-ci ildə Adıgün

1897-ci ildə Oşora

1897-ci ildə Siniz

1897-ci ildə Varxan

1918-ci il may ayında müstəqil Gürcüstan Demokratik Respublikası qurulunca icbari təhsil
layihəsini gerçəkləşdirmək yönündə tədbirlər fəallaşmışdı. 1918–1921-ci illər Gürcüstanda toplam
olaraq türkcə 29 məktəb fəaliyyət göstərmişdir. Bunun 16-sı Borçalı qəzasında, 5-i Tiflis qəzasında,
4-ü Sığınaq qəzasında, 4-ü Axısqa qəzasında idi (GMA, 1935/934, s 1). 1919-cu il mayında
Gürcüstan Xalq Təhsili Nazirliyi raport vermişdir: “Gürcüstan ərazisində toplam sayda 150.000
nəfər civarında türk məskundur və bugün onların 21 məktəbi vardır. Bunlardan 12 məktəb Axısqa,
Axılkələk qəzalarındadır, ancaq heç birində məşğələlər aparılmır, bir qismində erməni–gürcü
savaşı dolayısıyla, bir qismində isə münasib müəllimlər olmadığına görə dərslər geri qalır (GMA,
1935/767, s 1). 1920-ci ilin əvvəlləri Gürcüstanın bölgələrində etnik azlıqların məktəblərinin bir
qismi ya bina ya da müəllim problemi vəsiləsiylə fəaliyyətə başlayamamışdı. 1920–1921 tədris
ilində Gürcüstanda türklərə aid 31 məktəb varıydı və bu təhsil qurumlarının 4-ü Axaltsixe
qəzasında idi (GMA, 1935/934, s 1).

Axısqa türk məktəblərində tədris dili türkcə idi.

Gürcüstanın Sovetləşməsiylə Axısqanın türk kəndlərində də məktəblər Sovet rejimi təhsil


prinsiplərinə uyğun düzənlənmişdir. Öncələr var olmuş məktəblər dörd illik ibtidai məktəb statusu
ilə fəaliyyətlərini davam etdirmişdilər, əlavə olaraq başqa kəndlərdə də bu tip məktəblər
açılmışdır.

Arxiv məlumatları doğrultusunda, 1921-ci il Gürcüstanın Axısqa qəzasında türklərin


məskunlaşdıqları böyük kəndlərdə – Adıgün rayonunun Adıgün, Çecla, Kənaret, Ləlövən, Mlaşe,
Ude, Varxan, Zanav, Axalstixe rayonunun Azqur, Boğa, Cağısman, Çala, Cinis, Gürgəl, Hevot, Klde,
Sivri, Tkemlala, Uravəl, Vale, Zigilə, Aspinza rayonunun Aspinza, Aşağı Oşora, Ləbiz, Niyala,
Pənahkənd, Şaloşet, Toloş, Van, Yuxarı Oşora vd kəndlərində məktəblər təşkil edilmişdir.
Bölgədəki türk dilli 30 məktəbin 4-ü Axaltsixe rayonunda, səkkizi Adıgün rayonunda və səkkizi
Aspinza rayonunda olmuşdur (GMA, 300/8/504, s 34).

1930-cu illərdə bölgədə türklərin məskun olduqları bütün yaşayış məntəqələrində məktəblər
açılmışdır. Bunu 1936-cı ilə aid tablodan da müşahidə edirik:

Rayonlar Məktəb sayı Şagird sayı

Adıgün 61 5821

305
Gülnara Qoca Məmmədli

Axaltsixe 55 4032

Aspinza 42 3398

Axılkələk 9 801

Boqdanovka 1 204

(GMA, 300/8/515, s 55–72)

Eyni zamanda Axaltsixe rayonunda 5 gürcü-türk, Aspinza rayonunda 5 gürcü-türk, Adıgün


rayonunda 1 gürcü-türk, Axaltsixe rayonunda 3 türk-erməni qarışıq məktəbləri və bu məktəblərdə
1.135 nəfər türk şagird vardı (GMA, 300/8/515, s 55–72).

Dört illik türk məktəblərinin tədris planı Gürcüstan Təhsil Nazirliyində hazırlanmışdı. Türk
ibtidai məktəblərində əsas dərs türk dili dərsi sayılmışdır. Ən çox dərs saatı türk dili dərsinə
ayrılmışdı. Türk dili dərs saatları (24) toplam dərs saatlarının (88) təxminən üçdə birini əhatə
etmişdir. Gürcücə dərslərinə də kifayət qədər saatlar (% 18) verilmişdi (GTKA, 375/1919, s 39).

Dərsliklərə, didaktik materiallara, oxu kitablarına ehtiyacı Tiflisdəki ‫ ﻕﺮﺷ‬Şərq mətbəəsində


türkcə nəşr edilən kitablar, yardımçı dərs vəsaitləri, pedaqojik mətbuat qismən də olsa ödəmişdir.
Bu baxımdan müəllimlər və şagirdlər üçün Tiflisdəki Nəşri Maarif Cəmiyyətinin yayımladığı
kitablar, məcmuələr gərəkli materiallar idi. Şagirdləri Axısqa bölgəsinin, yaşadıqları kəndlərin
coğrafi vəziyyəti, keçmişi, folkloru, ləhcə, şivə özəllikləri haqqında bilgiləndirmək amacıyla
müəllimlər fərdi təşəbbüslərlə çıxış etmişdilər, həmçinin Tiflisdə yayımlanmış ‫ ﺮﻠﺠﻨﮔ ﺅﺩﺭﻮﻳ‬Gənclər
Yurdu, ‫ ﻦﻃﻭ‬Vətən məcmuələrinin yazılarından istifadə edilmişdir.

3. Axısqanın ilk məktəbləri

3.1. Azqur məktəbi

Açılış ili: 1881. Tiflis vilayətində Borçalı qəzası Qızılhacılı kəndində 1876-cı ildə açılmış
məktəbdən sonra ikinci türkcə məktəb idi. Bu məktəbdə Dursun Ağəli oğlu, Abdul Xairov, Hüseyn
Əfəndiyev, Molla Əli İbrahim oğlu, Mirzə Hüseyn Həsənzadə müdir olmuşdular. Şəriət və türkcə
dərslərini Ömər Faiq Nemanzadə, sonra Molla Abnur Qadir oğlu keçmişdilər. 1920-ci illərdə
məktəbdə Mustafin Tulayev, Xeyriyyə Nuruyeva, Osman Məmmədov, Şərif Manafzadə müəllimlik
etmişdilər.

Şagird sayı:

1887-ci ildə 23 nəfər (hamısı oğlan)

1889-cu ildə 23 nəfər (hamısı oğlan)

1890-cı ildə 25 nəfər (hamısı oğlan)

1891-ci ildə 31 nəfər (hamısı oğlan)

1893-cü ildə 15 nəfər (hamısı oğlan)

1894-cü ildə 22 nəfər (hamısı oğlan)

1895-ci ildə 32 nəfər (27 oğlan, 4 qız)

1896-cı ildə 28 nəfər (hamısı oğlan)

306
Gülnara Qoca Məmmədli

1897-ci ildə 45 nəfər (hamısı oğlan)

1898-ci ildə 52 nəfər (hamısı oğlan)

1899-cu ildə 27 nəfər (hamısı oğlan)

1900-cü ildə 28 nəfər (25 oğlan, 3 qız)

1901-ci ildə 11 nəfər (9 oğlan, 2 qız)

1902-ci ildə 32 nəfər (30 oğlan, 2 qız)

1903-cü ildə 31 nəfər (23 oğlan, 8 qız)

(QTİH, 1889, 1891, 1895, 1901, 1903).

3.2. Ökəm məktəbi

Açılış ili: 1881. Qurucu müəllimi Ökəm kənd sakini Hacı Abdur İbrahim oğlu olmuşdur. İlk
müəllimləri arasında Abdulla Abaşidze ismi də keçər. Müəllim əksikliyi üzündən ara sıra
fəaliyyətinə ara vermişdir.

Şagird sayı (hamısı oğlan):

1887-ci ildə 35 nəfər

1889-cu ildə 15 nəfər

1890-cı ildə 23 nəfər

1891-ci ildə 22 nəfər

1893-cü ildə 36 nəfər

1895-ci ildə 9 nəfər

1896-cı ildə 56 nəfər

1897-ci ildə 44 nəfər

1898-ci ildə 38 nəfər

1899-cu ildə 29 nəfər

1900-cü ildə 18 nəfər

1901-ci ildə 16 nəfər

1902-ci ildə 20 nəfər

1903-cü ildə 24 nəfər

(QTİH, 1889, 1891, 1895, 1901, 1903).

3.3. Xırtız məktəbi

307
Gülnara Qoca Məmmədli

Açılış ili: 1885. İlk illər seminariya məzunu Aslan Muradov, Tiflis müsəlman məktəbi məzunu
Rüfət Vaçnadze, Solomon Ustiyev, Hacı Abdur İbrahim oğlu, Məhəmməd Mustafayev və başqaları
dərslər vermişdilər. Məktəbin fəaliyyəti daha çox yerli sakin Məhəmməd Mustafayevin adıyla bağlı
olmuşdur.

Şagird sayı:

1887-ci ildə 67 nəfər (62 oğlan, 5 qız)

1888-ci ildə 94 nəfər (86 oğlan, 8 qız)

1889-cu ildə 88 nəfər (82 oğlan, 6 qız)

1890-cı ildə 84 nəfər (hamısı oğlan)

1891-ci ildə 92 nəfər (hamısı oğlan)

1893-cü ildə 80 nəfər (74 oğlan, 6 qız)

1894-cü ildə 70 nəfər (hamısı oğlan)

1895-ci ildə 34 nəfər (hamısı oğlan)

1896-cı ildə 40 nəfər (38 oğlan, 2 qız)

1897-ci ildə 15 nəfər (hamısı oğlan)

1898-ci ildə 52 nəfər (41 oğlan, 1 qız)

1899-cu ildə 36 nəfər (hamısı oğlan)

1900-cü ildə 9 nəfər (hamısı oğlan)

1901-ci ildə 71 nəfər (70 oğlan, 1 qız)

1902-ci ildə 26 nəfər (25 oğlan, 1 qız)

1903-cü ildə 92 nəfər (90 oğlan, 2 qız)

(QTİH, 1889, 1891, 1895, 1901, 1903).

3.4. Adıgün məktəbi

Açılış ili: 1895.

Şagird sayı (hamısı oğlan):

1895-ci ildə 15 nəfər

1896-cı ildə 30 nəfər

1897-ci ildə 63 nəfər

1898-ci ildə 65 nəfər

1899-cu ildə 27 nəfər

308
Gülnara Qoca Məmmədli

1900-cü ildə 45 nəfər

1901-ci ildə 22 nəfər

1902-ci ildə 22 nəfər

1903-cü ildə 27 nəfər

(QTİH, 1895, 1901, 1903).

3.5. Varxan məktəbi

Açılış ili: 1897. Məktəbin təşkilində Borçalının Faxralı kəndindən müəllim Mirzə Həbibulla
Əlizadə önəmli rol oynamışdır. 1920-ci illərdə burada Əmrulla Veysəlzadə, Həmid Məmmədov və
başqa müəllimlərin isimləri keçir.

Şagird sayı (hamısı oğlan):

1897-ci ildə 31 nəfər

1899-cu ildə 30 nəfər

1900-cü ildə 30 nəfər

1901-ci ildə 25 nəfər

1902-ci ildə 23 nəfər

1903-cü ildə 15 nəfər

(QTİH, 1901, 1903).

3.6. Oşora məktəbi

Açılış ili: 1897. Müəllimləri arasında Ələskər Mahmud oğlu, Məmməd Mirağayev, Məmməd
Dədəyev və başqalarının adları xatırlanır.

Şagird sayı (hamısı oğlan):

1897-ci ildə 12 nəfər

1898-ci ildə 40 nəfər

1899-cu ildə 40 nəfər

1900-cü ildə 30 nəfər

1901-ci ildə 32 nəfər

1902-ci ildə 27 nəfər

1903-cü ildə 23 nəfər

(QTİH, 1901, 1903).

Arxivdə Aşağı Oşora məktəbinin 1927–1928 tədris ilinə aid məlumatları yer alır. Dərslər 16
sentyabrda başlamışdı. İki mərtəbəli məktəb binası vardı. Yeni binada 10 otaq yerləşmişdi.

309
Gülnara Qoca Məmmədli

Dərslərə 98 şagird (74 oğlan, 24 qız) davam etmişdi. Birinci qrupda 42, ikinci qrupda 30, üçüncü
qrupda 15, dördüncü qrupda 11 şagird qeydə alınmışdı. Müəllimlər Tiflis türk yüksək dərəcəli
məktəbinin məzunu Əhməd Mirjayev, pedaqoji kurs təhsilli Ələskər Mahmud oğlu olmuşdular
(GMA, 300/8/434, s. 19–23).

3.7. Siniz məktəbi

Açılış yılı: 1897. Halaysultan Muradov təşkil etmişdir. Sonralar məktəbin inkişafında Sərvər
İbrahimovun xidməti olmuşdur.

Şagird sayı:

1897-ci ildə 10 nəfər (hamısı oğlan)

1899-cu ildə 27 nəfər (16 oğlan, 11 qız)

1900-cü ildə 39 nəfər (34 oğlan, 5 qız)

1901-ci ildə 25 nəfər (22 oğlan, 3 qız)

1902-ci ildə 23 nəfər (hamısı oğlan)

1903-cü ildə 30 nəfər (hamısı oğlan)

(QTİH, 1901, 1903).

4. Axısqanın ilk təhsil təşkilatçıları

Axısqalı təhsil fədailəri – 1921 öncəsi məktəb müdirləri ve müəllimlər, əlbəttə, böyük
ehtirama layiqdirlər.

Məktəb müdirləri:

Halaysultan Muradov

Həbib Əlizadə

Hüseyn Əfəndiyev

Hüseyn Həsənzadə

Məhəmməd Mustafayev

Bunlar Güney Qafqaz Müəllim Seminariyasının yetirmələri idilər.

Müəllimlər:

Abdul Xairov

Abdulla Abaşidze

Abdur İbrahim oğlu

Abnur Qadir oğlu

Aslan Muradov

310
Gülnara Qoca Məmmədli

Dursun Ağəli oğlu

Əli İbrahim oğlu

Halaysultan Muradov

Həbib Əlizadə

Hüseyn Əfəndiyev

Hüseyn Həsənzadə

Məhəmməd Mustafayev

Ömər Faiq Nemanzadə

Rüfət Əfəndi Vaçnadze

Ünlü publisist-yazar Ömər Faiq Nemanzadə seminariya məzunu olmadığı dolayısıyla


(İstanbulda “Dar üş-Şafaka”da oxumuşdu) ona məktəb müdirliyi etibar edilməmişdi, o, yeni tipli
məktəbdə şəriət və türk dili dərslərini oxutmuşdur.

5. Nəticə

Axısqanın modern təlim-tədris ilkinləri 1881-ci ildə qurulan Azqur, Ökəm kənd ibtidai
məktəbləridir. Onları 1885-ci ildə Xırtız, daha sonra yüzilin sonlarına yaxın Adıgün, Varxan, Oşora,
Siniz məktəbləri izləmişdilər.

Şagird kontingenti baxımından Xırtız ibtidai məktəbi seçilmişdir, bəzi illərdə məktəbin şagird
sayı 100-ə çatmışdır. Adıgün, Ökəm, Oşora, Varxan ibtidai məktəblərində hər zaman yalnızca
oğlanlar təhsilə davam etmişdilər. Azqur, Xırtız, Siniz məktəblərində oğlanlarla birlikdə qızlar da
məktəbə cəlb edilmişdilər. O vaxtlar Axısqalı, Borçalılı ayrımı olmamış, Axısqada təlim-tərbiyənin
ilk addımlarında və gəlişimində Borçalı bölgəsindən olan ziyalılar, Borçalılı seminariyaçılar da fəal
rol oynamışdılar.

1921–1944 illərində Axısqa bölgəsində pedaqoji kurslar, Axaltsixe qəsəbəsindəki, Adıgün


rayonunun Bənnara kəndindəki, Aspinza rayonunun Toloş kəndindəki türk pedaqoji texnikumları
da fəaliyyət göstərmişlər.

Tiflis arxivində əldə etdiyimiz materiallar Axısqa diyarşünaslığı, Axısqa vətən bilgisi üçün
öncəliklidir.

6. Qaynaqlar

GMA 1935/767. საქართველოს ეროვნული არქივი (Gürcüstan Milli Arxivi), Tiflis.

GMA 1935/934. საქართველოს ეროვნული არქივი (Gürcüstan Milli Arxivi), Tiflis.

GMA 300/8/434. საქართველოს ეროვნული არქივი (Gürcüstan Milli Arxivi), Tiflis.

GMA 300/8/504. საქართველოს ეროვნული არქივი (Gürcüstan Milli Arxivi), Tiflis.

GMA 300/8/515. საქართველოს ეროვნული არქივი (Gürcüstan Milli Arxivi), Tiflis.

311
Gülnara Qoca Məmmədli

GTKA 375/1919. საქართველოს განათლების ბიბლიოთეკის არქივი (Gürcüstan Təhsil


Kitabxanası Arxivi), Tiflis.

Nemanzadə, Ö. F. (1992). Seçilmiş əsərləri. Bakı: Yazıçı.

QTİH (1889). Отчетъ Кавказского учебного округа (Qafqaz Təhsil İdarəsi Hesabatı), Tiflis.

QTİH (1891). Отчетъ Кавказского учебного округа (Qafqaz Təhsil İdarəsi Hesabatı), Tiflis.

QTİH (1895). Отчетъ Кавказского учебного округа (Qafqaz Təhsil İdarəsi Hesabatı), Tiflis.

QTİH (1901). Отчетъ Кавказского учебного округа (Qafqaz Təhsil İdarəsi Hesabatı), Tiflis.

QTİH (1903). Отчетъ Кавказского учебного округа (Qafqaz Təhsil İdarəsi Hesabatı), Tiflis.

Qurbanov, Ş. D. (1991). Ömər Faiq Nemanzadə. Bakı: Yazıçı.

Zeyrek, Y. (2001). Ahıska bölgesi ve Ahıska türkleri. Ankara: Pozitif.

http://www.ahiska.org.tr/ (21.02.2021).

312
Dünyada Öğrenci Hareketliliği Ve Bu Hareketliliğin
Sosyo-Ekonomik Boyutları

Prof. Dr. Hayati BEŞİRLİ1, Arş. Gör. Dr. Merve YALÇINKAYA2


Özet
Uluslararası öğrenci hareketliliğinin kapsamı ve bu hareketliliğin ülkeler açısından sosyo-ekonomik
alanda yarattığı değişimler, son yirmi yılda uluslararasılaşmanın en çok tartışılan alanlarından biri
haline gelmiştir. UNESCO'ya göre, 1990'da uluslararası öğrenci sayısı 1,3 milyon, 2000’de yaklaşık 2
milyon ve 2018'de 5 milyonun üzerine çıkmıştır. Bu süreçte uluslararası iş birliği, eğitim
gelişmişliğinin önemli göstergelerinden biri olarak görülmeye başlamış ve üniversiteler küresel
kurumlar olarak, ulusal sosyo-ekonomik sistemlerin rekabet avantajının oluşmasında giderek daha
etkin biçimde yer almaktadır. Bugün dünyada birçok ülke uluslararası öğrenci pastasından aldıkları
payları artırmak, bölgesel kimlik ve etki yaratmak, eğitim kurumları dünya sıralamasında yükselmek
için rekabet etmektedir. Yaklaşık olarak 300 milyar dolar olarak tahmin edilen küresel yüksek eğitim
bütçesi ve OECD ülkelerinde eğitim gören öğrencilerin %25’inin eğitim gördükleri ülkede kalmaya
devam ettikleri göz önünde bulundurulduğunda, uluslararası öğrenci hareketliliğinin kaynak
ülkelerde kalifiye insan yaratabilme olanağının yanı sıra beyin göçü ile nitelikli çalışan ve mali kayba
sebep olabildiği, hedef ülkeler açısından ise ülke gelirine milyar dolarlar getiren yeni gelir kaynakları
yarattığı ve kalifiye insan gücünün bu ülkelerde yoğunlaşmasına neden olduğu görülmektedir. Bu
çalışmanın amacı da son on yılda dunyada ogrenci hareketliliginde degişen egilimleri ortaya koymak
ve hareketliligin sosyo ekonomik boyutlarının etkisinin genel bir degerlendirmesini yapmaktır.
Uluslararası ogrenci hareketliligine ilişkin veriler; OECD, UNESCO ve Eurostat dataları ve bu
konudaki rapor, araştırma, politika belgeleri gibi kaynaklardan elde edilen veriler kullanarak,
derleme çalışması şeklinde gerçekleştirilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Uluslararası öğrenci hareketliliği, yükseköğretim, eğilim analizi

1. Giriş

Ekonomik gelişmenin ana dinamosunun mal, hizmet ve sermaye akışından eğitimin


uluslararasılaşması ile insan kaynağı hareketliliği ve bilgi transferine kayması ile birlikte öğrenci
hareketliliğinin akışı ve bu hareketliliğin doğurduğu ekonomik etkilerin ortaya konulması önem
kazanmıştır. Küresel bilgi temelli ekonominin gelişimi, hem gelişmiş (Machin, 2004; Jones ve Romer,
2009) hem de gelişmekte olan ülkelerde teknolojik gelişmelere ve nitelikli işgücüne yönelik talebi
arttırmaktadır (Goldberg ve Pavcnik, 2007). Bu küresel eğilimin sonucu yüksek eğitime yönelik
olağanüstü talep olmuştur. 1970’te 29 milyon olan öğrenci sayısı, kadın öğrencilerin gelişmekte olan
orta gelir grubu ülkelerde yüksek eğitime daha fazla katılmasıyla 2021 yılı itibariyle, 250 milyonu
bulmuştur (Altbach vd., 2009; UNESCO, 2009). 2040 yılı için ise bu sayının 594 milyona ulaşacağı
tahmin edilmektedir (Calderon, 2018). 5,1 milyon uluslararası öğrencinin küresel ekonomiye direk,
dolaylı ve darbe kaynaklı etkisinin ise 300 milyar dolar olduğu tahmin edilmektedir (Choudaha,
2019). Eğitimin küresel bir pazar haline gelmesi, ülkeler ve kurumlar arasında rekabet alanı
oluşturmasında çeşitli nedenler rol oynamaktadır. İkinci Dünya Savaşı sonrası öğrenci

1
Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji
hayati.besirli@hbv.edu.tr
2
Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji
Merve.yalcinkaya@hbv.edu.tr

313
Hayati BEŞİRLİ, Merve YALÇINKAYA

hareketliliğinde ülkelerin güvenliğini sağlamak, dış politikayı düzenlemek ve Avrupa’nın yeniden


kurulmasına yardım etmek gibi politik nedenler rol oynamaktayken, Sovyetler Birliği’nin
dağılmasından sonraki dönemde giderek ekonomik nedenlerin baskın hale geldiği görülmektedir (de
Wit, 2012). Bu çalışma bağlamında öncelikle 1990’lardan itibaren öğrenci hareketliliğinde ön plana
çıkan dönemler ve bu dönemler içerisinde yaşanan sosyo-ekonomik gelişmelere yer verilmekte,
ikinci bölümde ise son dönem öğrenci hareketliliğinin küresel sıralamada en üstte yer alan hedef ve
kaynak ülkelere olan ekonomik etkisi ele alınmaktadır.

1.1. Yüksek Öğretimin Uluslararasılaşması ve Öğrenci Hareketliliğine Bilgi Temelli Ekonomik


Sistemin Etkisi

Uluslararası öğrenci hareketliliğinin artmaya başladığı 1990’lardan 2006 yılına değin süren
dönem, yüksek nitelikli işgücünü çekmek amacıyla, Amerika’nın başını çektiği gelişmiş Batılı
ülkelerde, burs sağlayabilen, araştırma ve eğitim altyapısının güçlü olduğu üniversitelerde,
çoğunlukla bilim, teknoloji ve mühendislik alanlarında öğrenim görmek üzere gelen öğrencilerin
çoğunlukta olduğu, öğrencilerin hem eğitim gördükleri ülkede hem de kendi ülkelerine geri
döndüklerinde çeşitli istihdam ve ekonomik fırsatlara kavuştukları, yüksek akademik yeterliliğinin
arandığı bir dönemdir. Yurtdışında okumak bu dönemde kaynak ve hedef ülkelerin politikalarına ve
burslarına bağlıdır. Bu yılların ayırt edici özelliği yüksek nitelikli işgücüne karşı büyük bir talep
olması (OECD, 2001) ve yüksek eğitimin uluslararasılaşmasında Sovyetler Birliği’nin dağılması ile
birlikte, politik sebeplerin yerini ekonomik sebeplerin almaya başlamasıdır (Avrupa Komisyonu,
2015). Eğitimin uluslararasılaşması, öğrencilerin yoğunlaştığı ülkelerde eğitim ücretleri, geçim
giderleri ve kaynak ülkelerin sağladığı bursların ciddi bir ekonomik kaynak olarak ortaya çıkmasına
neden olmuştur. 2006 ile 2013 yılları arasında ise yüksek öğretimde, Amerika’da başlayan dünyaya
yayılan krizin önemli sonuçları olduğu görülmektedir. Dünyanın birçok ülkesinde yüksek öğrenim
kurumlarının bütçelerinde önemli ölçüde kesintiler gerçekleşmiştir (Avrupa Komisyonu, 2015),
ekonomik kriz, Avrupa ve Avusturalya’yı etkilemeye başladığında birçok üniversite öğrencileri
destekleyecek imkanlara sahip değildir. Bu dönem içerisinde, Çin’in büyüyen orta sınıfı yurtdışında
eğitim görme masraflarını karşılayabilecek kaynaklara sahip hale gelmiştir (Chouada, 2018).
OECD’ye göre bu dönemde yabancı öğrencileri lisans eğitimine çekmek ve eğitim ücretiyle kaynak
yaratmak önem kazanmıştır. Birçok ülkede yabancı öğrencilerin eğitim ücretleri genellikle ulusal
öğrencilerden çok daha yüksek tutulmaktadır (OECD, 2020: 310). Aynı dönemde, birçok Suudi
öğrenci, Suudi Arabistan yönetimi tarafından kaynak sağlanarak yurtdışında eğitim görme imkanına
sahip olmuştur. Piyasaya uygun biçimde çalışma alanları da farklılaşmıştır. Araştırma programlarına
ayrılan kaynakların azalmasıyla birlikte birçok öğrenci kendi kendini finanse etmekte ve işletme ile
ilgili alanlara kaymaktadır. Çinli öğrencilerin kendilerini finanse etmelerinin yarattığı yeni
kaynakların cazibesi ve Suudi yönetimin burs sağladığı öğrencilerle birlikte, Çin dünyada öğrenci
sağlayan ülkeler arasında 1. sıraya, Suudi Arabistan ise 6. sıraya yükselmiştir. Aynı dönem
kurumların burslarına ve kaynaklarına daha bağımlı olan Hintli öğrenciler için ise daha sıkıntılı bir
dönem olmuştur. Hintli öğrencilerin hareketlilik oranları 1990-2006 arasında %163 oranından 2006-
2013 yılları arasında %25’e düşmüştür. 2006-2013 yılları arasında Vietnam ve Nijerya gibi ülkeler,
en üst sırada kaynak ülkeler arasında yer almışlardır. En yüksek öğrenci hareketliliği bu dönemde
bölge içerisinde ve Avusturalya ve İngiltere’ye doğru gerçekleşmiştir. Bu dönemde küresel ekonomik
konjonktür uluslararası öğrencilere yönelik stratejilerin değişmesine yol açmış, geleneksel hedef
ülkelerde bulunan eğitim kurumlarının ekonomik motivasyonlarını, uluslararası öğrencileri çekmek
yönünde değiştirmiştir.

2013’ten sonra ise Çin’in, en büyük kaynak ülke olarak, ekonomik büyümesinin yavaşlaması,
İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden çıkması ve Donald Trump’ın başkan olmasıyla yükselmeye başlayan
göçmen karşıtı söylem uluslararası öğrenci hareketliliğinin örüntülerini etkileyen ana nedenler
olarak öne çıkmaktadır. Bu nedenler uluslararası öğrencilerin güvenliğini, mezuniyet sonrası çalışma
olanaklarını ve göç fırsatlarını etkilemektedir. Kanada ve Avustralya göçmenlere karşı daha

314
Hayati BEŞİRLİ, Merve YALÇINKAYA

kabullenici politikalarıyla uluslararası öğrenciler için daha çekici ülkeler haline gelirken, Avrupa
Birliği içerisinde öğrenciler ise fazla eğitim ücreti ödemeyecekleri ve Almanya ve Fransa gibi daha
çok çalışma olanakları bulunan ülkeleri seçmeye başlamıştır. Geleneksel olarak kaynak olan ülkelerin
uluslararası öğrencileri çekme yarışına katılması küresel olarak daha çok öğrencinin bu pazarda yer
almasına neden olmaktadır. Yurtdışında okumaya karşılık daha iyi kariyer olanaklarının sunulmasına
yönelik beklentiler de artmaktadır. Örnek olarak Avusturalya’da okuyan öğrencilerin üniversitelerin
kariyer olanakları sunmasına yönelik yardım beklentileri yüksek olarak kaydedilmiştir. Benzer
şekilde Amerika’da da staj ve iş fırsatlarının yokluğu lisans düzeyindeki uluslararası öğrenciler
arasındaki memnuniyetsizliğin başlıca sebebi olarak ön plana çıkmaktadır.

Avusturalya, Kanada gibi uluslararası öğrencilerin rağbet gösterdikleri yeni istikametler ve


Amerika, Almanya ve İngiltere gibi geleneksel hedef ülkeler arasında, kariyer ve istihdam olanakları
konusundaki beklentilerin arttığı, daha küçük Avrupa ülkelerinin de artan uluslararası öğrenci
akışından faydalanmak, azalan kamu kaynaklarını ve demografik açıkları kapatmak için öğrenci
hareketliliğini daha fazla teşvik etmeye başladığı görülmektedir (Mosneaga vd., 2012).

1.2. Uluslararası Öğrencilerin Ülke Ekonomilerine Etkisi

Uluslararası öğrencilerin yarısına Amerika, İngiltere, Avusturalya, Almanya ve Fransa ev


sahipliği yapmaktayken, çoğunlukla gelişmekte olan ülkeler kaynak ülke durumundadır. Son birkaç
on yılda gelişmiş olan ülkeler eğitimde uluslararasılaşmayı teşvik ederken, kaynak ülkeler de bu
politikaları destekleyerek, kısa dönemli eğitim amacıyla gerçekleştirilen göçü, kalifiye insan kaynağı
olarak görmektedir. Yüksek eğitim alanında küresel çapta gerçekleşen bu akışın ekonomik etkisi
ülkelere eşit dağılmamakta, gönderici ülkelerden önemli oranda kaynak gelişmiş ülkelere
akmaktadır. Uluslararası öğrenci akışının ülkeler arasında dengesiz dağılımının, küresel gelir
eşitsizliğine etkisi, gelişmekte olan ülkeler için insan kaynağı yaratma potansiyeli ve birçok
uluslararası öğrencinin lisans derecesi aldıktan sonra hedef ülkede kalmaya devam etmesi ile birlikte
(%25 OECD ülkelerinde) beyin göçünün gelişmekte olan ülkelerde yarattığı tahribat uluslararası
öğrenci hareketliliği bağlamında tartışmalı konulardır.

Uluslararası öğrencilerin ekonomik katkılarının kesin olarak belirlenmesinin imkânı


olmamakla birlikte direk, dolaylı ve darbe kaynaklı ekonomik etkiler olmak üzere üç ayrı kategoride
ele alınmaktadır (Choudaha, 2019). Direk etki, uluslararası öğrencilerin eğitim ücretlerini, geçim
giderlerini ve bursları kapsamaktayken, dolaylı etki uluslararası öğrencilere yönelik hizmet ve bu
öğrenciler olmadan var olamayacak işleri kapsamaktadır. Darbe kaynaklı ekonomik etki ise
uluslararası öğrencilere yönelik hizmet sektöründe çalışanlarla ilişkili olarak ele alınan etkilerdir.

2016 yılında, 5,1 milyon uluslararası öğrencinin, küresel ekonomiye direk, dolaylı ve darbe
kaynaklı etkisinin 300 milyar dolar olduğu tahmin edilmektedir. En önde gelen 15 hedef ülke 5,1
milyon hareketli öğrencinin 3.5 milyonuna, %69’una ev sahipliği yapmaktadır. En üst sırada yer alan
5 ülkenin (Amerika, İngiltere, Avusturalya, Fransa, Almanya) hepsi yüksek gelir grubu ülkelerden
oluşmakta ve öğrencilerin %56’sını ağırlamaktadır.

Hedef ülkeler arasında en üstte yer alan ve uluslararası öğrencilerin %19,1’ine ev sahipliği
yapan Amerika’da bu üç etkinin tahmini etkisi 57,3 milyar dolardır. Amerika’ya gelen toplam
uluslararası öğrencilerin %32’sini oluşturan Çin, 18,3 milyar dolar, %14 öğrenci oranı ile
Hindistan’dan, 8 milyar dolar ve %6 öğrenci oranıyla Güney Kore’den, 3, 6 milyar dolar kaynak
Amerika’ya aktarılmaktadır. Uluslararası öğrencilerin direk etkisinin ise 26 milyar dolar olduğu
tahmin edilmektedir. İkinci sırada yer alan İngiltere uluslararası öğrencilerin %8,5’ine ev sahipliği
yapmaktadır. Uluslararası öğrenciler İngiltere ekonomisine 25,5 milyar dolar katkı yapmaktadır. Çin,
Malezya ve Hong Kong en fazla öğrenci gönderen ve toplamda 7,3 milyar dolar katkı sağlayan
ülkelerdir. Öğrencilerin direk etkisi ise 11, 854 milyar dolardır. Avusturalya, hareketli öğrencilerin

315
Hayati BEŞİRLİ, Merve YALÇINKAYA

%6,6’sına sahiptir ve öğrenciler 19,723 milyar dolar ekonomik etkiye sahiptir. Çin Hindistan ve Nepal
sırasıyla %33, %14 ve %4 öğrenci oranıyla, 6.6, 2.7 ve 0,87 milyar dolar etkiye sahiptir. Öğrencilerin
direk ekonomik etkisi ise 9,2 milyar dolardır.

En üst 15 kaynak ülkenin dokuzunun gelir grubu, alt orta (Hindistan, Nijerya, Vietnam,
Ukrayna, Bangladeş) ve üst orta gelir (Çin, Kazakistan, Malezya, Rusya) grubunda olan ülkelerdir. Çin
uluslararası hareketli öğrencilerin %17’sini göndermekte ve 51,1 milyar dolar kaynak aktarmaktadır.
Amerika, Avusturalya ve İngiltere 13,3, 6,6 ve 5,3 milyar dolarla Çin’in en fazla kaynak aktardığı
ülkelerin başında yer almaktadır. Çin’den giden öğrencilerin direk ekonomik etkisi ise 23,7 milyar
dolardır. Hindistan ise uluslararası öğrenci gönderen ikinci sıradaki ülke olarak, 17,8 milyar dolar
kaynak ayırmakta, en fazla Amerika, Avusturalya ve Kanada’ya toplam11,9 milyar dolar
aktarmaktadır.

Avusturalya, Kuzey Amerika yabancı öğrenci alımını nitelikli çalışanları seçebileceği bir göç
stratejisi, Avrupa ise nüfusun yaşlanması ile birlikte iş gücü eksikliğini kapatmak için bir araç olarak
kullanılmaktadır. Hükümetler ekonomik stratejilerinin bir parçası olarak yüksek eğitim kurumlarının
kaynaklarını çeşitlendirmesine izin vermektedir. Örnek olarak Avusturalya nüfus yoğunluğunun az
olması ve eğitimli işgücü ihtiyacı bulunması dolayısıyla uluslararası öğrenci alımını teşvik
etmektedir. Bu strateji ile yüksek eğitim kurumlarına en fazla kayıt alan ülkeler arasına girmiştir.
Avusturalya’ya kabul edilen eğitimli göçmenlerin yarısı Avusturalya eğitim kurumlarından diploma
sahibidir (OECD, 2006). Amerika’da ise eğitimlerini tamamladıktan sonra ülkelerine dönen
öğrencilerin oranının %50 civarı olduğu hesaplanmıştır (Lowell vd.,2004). Gelişmiş ülkelere olan
yüksek eğitimli insan kaynağı göçü teknoloji gibi yüksek eğitim gerektiren alanlarda bu ülkelere
avantaj sağlamaktadır (Chellaraj vd.,2008). Uluslararası öğrencilerin gelişmiş ülkelere göç etmesinin
bir başka ekonomik katkısı genellikle yüksek eğitimli kesimin daha fazla vergi ödemesi ve devlet
kaynak ve hizmetlerine daha az ihtiyaç duymaları ile ilişkilendirilmektedir.

Gönderici ülkeler açısından, en başarılı öğrencilerin ve potansiyel çalışanlarının göç etmesi


hem akademik alanda (Nijerya) hem de yüksek nitelikli insan gücü gerektiren alanlarda gönderici
ülkelerin kaybına işaret etmektedir (Dessy ve Rambeloma 2009). OECD (2005) verilerine göre Afrika
ve Karayıp ülkeleri (Etopya, Nijerya, Kenya, Güney Afrika, İran, Çin, Meksika, Malezya) beyin
göçünden en fazla etkilenen ülkelerdir. Gelişmekte olan ülkeler açısından bu durumun gelişmiş
ülkelerle yapılacak nitelikli iş birlikleri (İmtiyaz antlaşmaları (Franchising) ve ortak girişimlerle) ile
azaltılabileceği öne sürülmektedir (Altbach vd., 2009). Eğitimde daha özgür uluslararası ticaret
ekonomik yakınlaşmayı teşvik edecek ve gelişmekte olan ülkelerde eğitim kapasitesinin gelişmesine
yardımcı olacağı ön görülmektedir. Katar, Singapur ve Birleşik Arap Emirlikleri bu yolu izleyen
ülkelere örnek olarak gösterilebilir. Bu ülkeler, üst düzey yabancı üniversitelerle iş birliği yaparak
hem yerel kapasiteyi artırmak hem de bölge için 'merkez' yaratmak, yerel kampüsler kurmak için
anlaşmalar yapmıştır. (Altbach vd., 2009). Ancak bu yolun daha fakir ülkeler açısından işlerliliği
tartışmalı bir konu olmaya devam etmektedir.

2. Sonuç ve Öneriler

Ekonomik olarak, yüksek eğitimin uluslarasılaşması, gelişmiş ülkeler lehine işleyen bir
sistem olarak karşımıza çıkmaktadır. Özel yüksek öğretim kurumlarının sayılarının artması ve devlet
kaynaklarının azalmasıyla birlikte, rekabet edebilmek ve kurumları ayakta tutabilmenin yolu
uluslararası öğrencileri çekebilme ile doğru orantılı görülmektedir. Bununla birlikte, eğitimde
uluslararasılaşmanın artması ülkeler arasında faydanın eşitsiz dağılımına katkıda bulanan bir
faktördür. Daha az gelişmiş ülkelerden yüksek derecede eğitimli öğrencilerin gelişmiş ülkelerde
eğitim görmesi ve kalıcı olarak yerleşmesi, gelişmiş ülkelerin yüksek teknoloji ve nitelik isteyen iş
alanlarında üstünlüklerini devam ettirmelerine katkı sağlamaktadır. Ancak uluslararası öğrenci
sayısında artış ivmesinin korunması iş fırsatları, eğitim ve geçim giderlerinin finanse edilebilmesiyle

316
Hayati BEŞİRLİ, Merve YALÇINKAYA

bağlantılıdır. Amerika ve İngiltere göçmen karşıtı söylemler ve kısıtlayıcı göçmen politikaları


nedeniyle yüksek eğitime kayıt sayısında düşüş yaşamakta, Kanada ve Avusturalya açık göçmen
politikaları sebebiyle yakaladıkları yüksek uluslararası öğrenci oranını devam ettirebilme yollarını
tartışmaktadır. Bir yandan uluslararası öğrencilerin kalıcı olarak yerleşmelerine yönelik engellerin
artması ile öğrenci sayılarının azalmasına bağlı olarak eğitim kurumlarının bütçe açıklarını kapatmak
için daha yüksek eğitim ücretlerini uygulamaya koyması, öğrencilerin eğitim yatırımlarının karşılığını
alamama ihtimalleri dolayısıyla öğrenci hareketliliğinin sürdürülebilirliğini tehlikeye düşürmektedir.

Çin’de üst orta gelir grubunun büyümesinin yavaşlaması ve ülke içerisinde yeni eğitim
politikalarının uygulanmaya çalışılması ile birlikte gönderici ülke olma pozisyonunu değiştirmeye
çalışmasının, Çin’den giden öğrenci sayılarında dalgalanmalara yol açacağı ön görülmektedir. Bu
açıdan uluslararası öğrenci sayılarındaki büyüme ivmesinin devam edebilmesi için ulusal ve
kurumsal teşvik stratejileri geliştirilmesi gerekmektedir. Bu açıdan visa ve eğitim giderleri
üzerindeki bariyerlerin kaldırılması öğrenci hareketliliğinin devamı için zorunludur. Uluslararası
öğrencilerin küresel ekonomiye katkısı devasa boyutta olmasına rağmen hem gelişmekte hem de
gelişmiş ülkelere yenilik, kültür ve yumuşak güç gibi etkileriyle çok boyutlu incelenmesi gereken bir
konu olmaya devam etmektedir.

3. Kaynaklar

Altbach, P., Reisberg, E. & Rumbley, L. (2009). Trends in global higher education: Tracking an
academic revolution. Paris: UNESCO.

Avrupa Komisyonu/ European Commission/ EACEA/ Eurydice. (2015). The European Higher
Education Area in 2015: Bologna Process Implementation Report. Luxembourg: Publications
Office of the European Union. https://op.europa.eu/en/publication-detail/-
/publication/91f926b2-6965-4abe-a1be-600903e4df93/language-en.

Calderon, A. J. (2018). Massification of higher education revisited. RMIT University.


https://www.academia.edu/36975860/Massification_of_higher_education_revisited.

Chellaraj, G., Maskus, K. & Mattoo, A. (2008). The contribution of international graduate students to
US innovation. Review of International Economics 16, 3, 444–62.

Choudaha, R. (2018). A third wave of international student mobility: global competitiveness and
American higher education. Research & Occasional Paper Series.
https://cshe.berkeley.edu/sites/default/files/publications/rops.cshe.8.18.choudaha.thirdwavei
nternationalstudents.4.24.2018_0.p df.

Chouda, R. (2019), Beyond $300 Billion: The global impact of international students, Study Portals.
https://studyportals.com/intelligence/global-impact-of-international-students/.

Dessy, S. & Rambeloma, T. (2009). Immigration policy, remittances and growth in the migrant-
sending country. CIRPÉ E, Working Paper no. 09-15. Montreal: Centre interuniversitaire sur le
risque, les politiques é conomiques et l’emploi.

De Wit, H. (2012). Student Mobility Between Europe and The Rest of The World: Trends, Issues and
Challenges. Adrian Curaj, Peter Scott, Lazar Vlasceanu ve Lesley Wilson (Ed.), European Higher
Education At The Crossroads: Between The Bologna Process and National Reform, (s. 431-439).
Dordrecht: Springer.

Goldberg, P. & Pavcnik, N. (2007). Distributional effects of globalization in developing countries.


Journal of Economic Literature, 45, 39-82.

317
Hayati BEŞİRLİ, Merve YALÇINKAYA

Jones, I. & Romer, P. (2009). The new Kaldor facts: Ideas, institutions, population, and human
capital. NBER Working Paper, 15094. Cambridge, MA:National Bureau of Economic
Research.

Lowell, B., Findley, A. & Stewart E. (2004). Brain strain: Optimizing highly skilled migration from
developing countries. London: Institute for Public Policy Research.

Machin, S. (2004). Skill-based tecnical change and educational outcomes. Geraint Johnes ve Jill Johnes
(Ed.), International Handbook of The Economics of Education, (s. 189-210). Cheltenham:
Edward Elgar.

Mosneaga, A. & Agergaard, J. (2012). Agents of internationalisation? Danish universities' practices for
attracting international students. Globalisation, Societies and Education, 10, 4, 519-538.

OECD. (2001). International mobility of the highly skilled. Paris: OECD Publishing.
doi:10.1787/9789264196087-en.

OECD. (2006). International migration outlook. Paris: OECD.


https://www.oecd.org/els/mig/internationalmigrationoutlook2006.htm

OECD. (2020). Education at a Glance 2020: OECD Indicators, Paris: OECD Publishing.
https://doi.org/10.1787/69096873-en.

UNESCO. (2009). UNESCO Institute for Statistics: Data Centre.


http://uis.unesco.org/sites/default/files/documents/global-education-digest-2009-comparing-
education-statistics-across-the-world-en_0.pdfr.

318
Ergenlerde Siber Zorbalık ve Siber Mağduriyet

Arş. Gör. Şehida RİZVANÇE MATSANİ1, Prof. Dr. Mensur NUREDİN2

Özet
Literatür taraması biçiminde olan bu çalışmada “Siber Zorbalık” ve “Siber Mağduriyet”
kavramları ele alınmıştır. Siber zorbalık, “bilgi ve iletişim teknolojilerinin bir birey ya da gruba,
özel ya da tüzel bir kişiliğe karşı kullanılarak yapılan teknik ya da ilişkisel tarzda zarar verme
davranışlarının tümü” olarak tanımlanırken, siber mağduriyet ise “bilgi ve iletişim teknolojileri
aracılığıyla bir birey ya da grubun, özel ya da tüzel bir kişiliğin, teknik ya da ilişkisel tarzda zarar
verici davranışlara maruz kalması ve bu davranışlardan maddi ya da manevi olarak mağduriyet
yaşaması durumu olarak tanımlanmaktadır. Siber zorbalık sıradan bir şiddet yaşantısından ve
geleneksel akran zorbalığından çok daha tehlikelidir çünkü siber zorbalıkta mağdurlar internetten
uzak dursa ve cep telefonlarını kapatsa dahi elektronik ortamda kendileri ile ilgili saldırılar devam
etmektedir ve bunu engelleyememektedirler. Siber zorbalık, hem zorbalık yapan hem de zorbalığa
uğrayan ergenlerin yaşamlarını psikolojik, toplumsal ve sosyal anlamda olumsuz etkilemekte ve
kalıcı izler bırakmaktadır. Bu çalışmada ergenlik döneminde çoğu kültürde akran grupları
arasında çok sık rastlanan ve küresel bir problem olarak karşımıza çıkan siber zorbalık ve siber
mağduriyet kavramlarının tanımı, sonuçları ve yaygınlığı ile ilgili yurt dışında ve yurt içinde
yapılmış olan araştırmalar gözden geçirilerek, bu konuya dikkat çekmek, temel bir bakış aşısı
oluşturmak ve literatüre katkı sağlaması amaçlanmıştır.

Anahtar Kelimeler: siber zorbalık, siber mağduriyet, siber zorbalık ve mağduriyetin


sonuçları

1. Giriş

Çeşitli kaynaklarda farklı tanımlamaları ve sınıflandırmaları olan ergenlik dönemi, buluğ


çağı ile başlayıp erişkinliğe kadar sürmekte ve Dünya Sağlık Örgütüne göre 10-19 yaşları arasını
kapsamakta olup dünyada yaklaşık olarak 1,2 milyar ergen nüfusu bulunmaktadır. Ergenin bu
dönemdeki en önemli kazanımlarından biri kimliğinin oluşmasıdır. Kimlik oluşumunda ebeveyn,
öğretmen, arkadaş, rol model vb. dışındaki durumlar da etkili olabilir. Bu dönemde ergenler
akranlarının ve teknoloji çağının etkisiyle birlikte teknolojik aygıtların kullanımına yönelebilmekte ve
yalnızlık, sosyal destek eksikliği, depresif duygulanım, akademik başarısızlıkları, içe kapanma, aile
ilişkilerinde problemler vb. Nedenlerden dolayı teknolojik ürünlerini çok fazla kullanma sorunu ile
karşı karşıya kalabilmektedir (Ektiricioğlu, Arslantaş ve Yüksel, 2020). Ergenler “digital natives of
the technology age” “teknoloji çağının dijital yerlileri” olarak adlandırılmaktadır. (Potas ve diğ. 2021).

Teknolojinin hızla gelişimi, insan hayatında yaşam tarzı yanısıra davranışlarında da birçok
yeniliği beraberinde getirmiş ve değişikliklere neden olmuştur. Bilişim teknolojilerinin zirvesinin
yaşadığı bu çağda, internet, akıllı telefon, bilgisayar ve tablet gibi teknolojik cihazlar insanların
yaşamında önemli bir yere sahip olmakla birlikte bilgiye ulaşmasını, saklamasını ve paylaşmasını
oldukça kolay hale getirmesinden dolayı her geçen gün kullanıcı sayısı artmaktadır özellikle ergenler
arasındaki kullanımı yetişkinlere göre çok daha yaygındır. "Siber zorbalık" olarak tanımlanan nahoş
ve küfürlü konuşmaların, korkutma, taciz ve olumsuz yorumların, izinsiz fotoğraf paylaşımı gibi
eylemler ve "Siber mağduriyet" olarak tanımlanan birey ya da grubun teknik veya ilişkisel tarzda

1 Uluslararası Vizyon Üniversitesi, Sosyal Bilimler Fakültesi, Psikoloji Bölümü.


sehida.rizvancemasan@vizyon.edu.mk
2 Uluslararası Vizyon Üniversitesi, Hukuk Fakültesi,Hukuk Bölümü.

mensur@vizyon.edu.mk

319
Şehida RİZVANÇE MATSANİ, Mensur NUREDİN

zarar verici davranışlara maruz kalması ve bu davranışlardan dolayı maddi ya da manevi olarak
mağduriyet yaşaması durumları sürekli karşımıza çıkmaktadır (Tuğ Karoğlu, Çılğın, 2020).

Bu araştırma metninde, literatürde çevrimiçi şiddet, elektronik zorbalık (electronic


bullying), siber zorbalık (cyber bullying), internet zorbalığı (internet bullying), siber tehdit (cyber
threat), sanal taciz (cyber harrassment) siber zorbalık olarak kullaanılırken; sanal kurban olma
(cyber victimization) olarak da yer alan davranışlar ise siber mağduriyet olarak kullanılmıştır.

1.1. Siber zorbalık

Eğitim teknolojilerinin gelişmesi, internet ve mobil aygıtların kullanımının okul yaşantısının


bir parçası haline gelmesi, günümüzde öğrenciler arasında yaşanan akran zorbalığının, giderek
internet ve cep telefonu gibi sanal ortamlarda daha yoğun bir şekilde yaşanmaya başladığı
görülmektedir. Zorbalık yeni bir olgu olmamasına rağmen yeni iletişim ve dijital teknolojilerinin
gelişip ilerlemesiyle sanal dünyaya taşınmış ve yaygın olarak "siber zorbalık" olarak bir fenomeni
haline gelmeye başlanmıştır. Zamandan ve mekândan bağımsız olarak gerçekleştirilebilen zorbalık
davranışı yeni bir hal almış ve zorbalıkla ilgili yapılan çalışmalar arasına yeni bir boyut olarak “Siber
Zorbalık” kavramı eklenmiştir .

Eğitim teknolojilerinin gelişmesi, internet ve mobil aygıtların kullanımının okul yaşantısının


bir parçası haline gelmesi, günümüzde öğrenciler arasında yaşanan akran zorbalığının, giderek
internet ve cep telefonu gibi sanal ortamlarda daha yoğun bir şekilde yaşanmaya başladığı
görülmektedir. Zorbalık yeni bir olgu olmamasına rağmen yeni iletişim ve dijital teknolojilerinin
gelişip ilerlemesiyle sanal dünyaya taşınmış ve yaygın olarak "siber zorbalık" olarak bir fenomeni
haline gelmeye başlanmıştır.

Arıcak (2011), siber zorbalığı, “bir birey ya da gruba, özel ya da tüzel bir kişiliğe karşı bilgi
ve iletişim teknolojilerinin kullanarak yapılan teknik ya da ilişkisel bir biçimde zarar verici
davranışlarının tümü” olarak tanımlamaktadır.

Siber zorbalığı bilgisayar, akıllı telefon ve diğer elektronik gihazların sürekli ve tekrarlı
olarak başka kişilere zarar vermek amacıyla kullanılması olarak tanımlayan Hinduja ve Patchin
(2019) bir davranışın siber zorbalık olarak değerlendirilebilmesi için “ısrar edicilik, tekrar etme ve
zarar verme” ölçütlerini sağlaması gerektiğini ifade etmiştirler.

Siber zorbalık ile ilgili yapılan tanımlar değerlendirildiğinde,siber zorbalığın e- posta, kısa
mesaj veya cep telefonu gibi dijital iletişim yollarıyla gerçekleştirilen, bir kişi yada grup tarafından
başkalarına zarar vermek amacıyla kasıtlı, tekrar eden ve düşmanca duygular barındıran bir
saldırganlık türü olarak tanımlanmaktadır.

Okullardaki teknoloji kullanımı arttıkça, öğrencilerin teknolojiye erişimleri daha hızlı ve


kolay olacağından, siber zorbalığın da günden güne yaygınlaşması ve zorbalık yapılabilecek yeni
yolların ortaya çıkması kaçınılmazdır (Raskauskas ve Stoltz, 2007; Yılmaz, 2011 ).

1.2. Siber mağduriyet

Arıcak ve diğ. (2012), siber mağduriyet’ i “bilgi ve iletişim teknolojilerin kullanılarak bir
birey ya da grubun, özel ya da tüzel bir kişiliğin, teknik ya da ilişkisel tarzda zarar verici davranışlarla
karşı karşıya kalması ve bu davranışlardan maddi ya da manevi olarak mağduriyet yaşaması
durumu.” olarak tanımlamaktadırlar.

1.3. Siber zorbalık türleri

320
Şehida RİZVANÇE MATSANİ, Mensur NUREDİN

Zorbalık eylemini ölçüt alan Willard,2007 (Akt. Akça ve Sayımer, 2017; Yaşa ve Pınarbaşı,
2018; Mikhaylovsky ve diğ. 2019) siber zorbalığın yedi farklı türünü aşağıdaki şekilde gruplamıştır:

1.3.1. Parlama (Flaming): Genellikle saldırgan, kaba ve yalın bir dil kullanılır; aşağılama,
hakarette bulunma ve bazen tehdit içeren tartışmalardır. Parlamalar genellikle tartışma grupları,
sohbet odaları ya da oyunlar gibi herkese açık iletişim alanlarında yaşanırken, duruma şahit olan
seyirciler tartışmayı daha da alevlendirmeye ya da söndürmeye neden olabilmektedir.

1.3.2. Taciz (Harassment): Hedef seçilmiş bir kişiye sürekli olarak saldırgan ve incitici
mesajlar gönderilmesidir. Bu saldırgan mesajlar genellikle e-posta, anlık mesajlaşma gibi kişisel
iletişim araçları kullanılarak gönderilir.

1.3.3. Karalama (Denigration): Hedef seçilmiş bir kişi hakkında zarar verici, doğruluk payı
olmayan ve acımasız sözlerin paylaşılmasıdır. Bu tür zarar verici konuşmalar- mesajlaşmalar
çevrimiçi ya da başka bir yolla gerçekleşmektedir. Karalama türü olan zorba davranışlarda genellikle
mağdur kişi mesajların doğrudan alıcısı olmayıp, asıl hedef mesajların başka kişilere ulaşmasıdır.

1.3.4.Başkasının kimliğine bürünme (Impersonation): Siber zorbanın, hedef aldığı


kişinin sosyal medya hesabının şifresini kırarak onun hesabına girme, onu kötü gösterecek,
çevresinde saygınlığının azalmasına sebep olabilecek ya da onun arkadaşlık ilişkilerine zarar
verecek içerikler paylaşmasıdır. Çoğu zaman ergenler arasında yakınlığa dayalı olarak yapılan şifre
paylaşımı, bu zorbalık türünün ortaya çıkmasına yol açabilmektedir.

1.3.5. İfşa ve Düzenbazlık (Outing and Trickery): İfşa, bir kişiye ait özel bilgilerin, sırların
ya da görüntülerin özellikle kişinin utanmasına neden olanların, herkese açık bir şekilde
yayınlanmasını ya da başkalarına gönderilmesi, internet sitelerine yüklenmesi veya herkese açık
video paylaşım sitelerinde yayılmasını ifade eder. Düzenbazlık da ifşanın bir parçası olarak
gerçekleşebilir. Siber zorba, hedef seçtiği kişiyi aralarında samimi bir ilişki olduğuna inandırarak
sırlarını öğrenir ve bunu başka kişilerle paylaşabilir ya da paylaşacağına dair gözdağı verebilir.

1.3.6.Dışlama (Exclusion): Dışlama, çevrimiçi oyun ortamında, grup bloglarında ya da şifre


korumalı herhangi bir ortamda, hedef seçilen kişinin gruba dâhil edilmemesi ya da üyesi olduğu
gruptan farklı yollardan çıkarılması şeklinde gerçekleşebilir. Dışlama çevrimiçi mesajlaşma
programlarındaki arkadaş gruplarından birini engellemek veya onu gruptan çıkarmak şeklinde de
görülebilmektedir.

1.3.7. Israrlı Siber Takip (Cyberstalking): Hedef seçilmiş bir kişiye zarar verme tehdidi
içeren, saldırgan, korkutucu ve aşırı derecede rahatsız edici yada para sızdırmayı amaçlayan
mesajların daimi olarak gönderilmesidir. Sanal takipçi, mağdurun itibarını zedelemeye ve arkadaşlık
ilişkilerini bozmaya çalışabilir.

2. Siber zorbalık ve siber mağduriyetin sonuçları (psikolojik etkileri)

Siber zorbalık ve mağduriyet, olaylarına maruz kalan kişilerin akademik performanslarının


olumsuz şekilde etkilenmesi, suça karışma okuldan kaçma gibi davranışlar yanısıra depresyon,
yalnızlık, düşük sosyalleşme, düşük özsaygı, olumsuz benlik algısı, düşük benlik değeri, üzüntü,
kızgınlık, korku, anksiyete, paranoya ve intihar düşünceleri gibi psikolojik etkiler görülmüştür
(Korkut 2004; Schneider ve diğ., 2012; Batmaz ve Ayas, 2013; Akbıyık ve Kestel, 2016; Kağan ve
Ciminli, 2016; Hinduja ve Patchin, 2018; Akgül, 2020; Lee ve diğ. 2020; García, ve diğ. 2020; Gómez
León, 2021; Núñez ve diğ.2021 ).

321
Şehida RİZVANÇE MATSANİ, Mensur NUREDİN

Siber zorbalık ve mağduriyet, olumsuz psikolojik etkilerinin yanı sıra kişilerde alkol, mariuna,
eroin, kokain gibi uyuşturucu kullanımının artmasına da etki etmektedir (Yrbarra, Espelage ve
Mitcheel, 2007; Israelashvili, Kim, & Bukobza, 2012; Selkie, Fales ve Moreno ve diğ. 2016).

Batmaz ve Ayas (2013), tarafından Ilköğretim ikinci kademede okuyan 407 öğrenci ile yapılan
çalışmada, sanal zorbalık düzeyi ile öfke düşmanlık, depresyon, kişiler arası duyarlılık ve psikotizm
psikolojik belirtileri arasında pozitif bir korelasyon olduğu bulmuşlardır.

Ciminli (2016), tarafından resmi orta öğretim kurumlarında devam eden 9., 10., 11. ve 12. Sınıfa
devam eden öğrenci ile siber zorbalık ve siber mağduriyetin incelenmesi amacıyla yapılan
araştırmaya göre empati ile siber zorbalık arasında negatif yönlü bir ilişki söz konusudur ve siber
zorbalık arttıkça empati düzeyi düşmektedir yani siber zorbalık boyutunda yüksek puan alan
kişilerin daha az empatik eğilimlerinin olduğu tespit edilmiştir. Dışadönüklük boyutu ile siber
zorbalık arasında negatif ve orta düzeyde bir ilişki, nevrotizm ile de pozitif yönlü düşük bir ilişki
olduğu bulunmuştur ve bu bulgu dışadönüklük arttıkça siber zorbalığın azalmasını, nevrotizm puanı
arttıkça siber zorbalığın artacağı belirlenmiştir.

Lee ve diğ. (2020), tarafından Amerika Birleşik Devletleri'ndeki 2.670 ortaokul ve lise
öğrencisinden oluşan ulusal bir örneklemden oluşan çalışma sonuçlar, zorbalığa veya siber zorbalığa
maruz kalan ve bunun sonucunda olumsuz duygular yaşayan gençlerin suç işleme olasılığının daha
yüksek olduğunu göstermektedir.

3. Siber zorbalık ve siber mağduriyet yaygınlığı

Son yıllarda ergenler arasında yaşanan saldırganlık olaylarının gerek görsel gerek yazılı
medyada sıklıkla yer alması ile birlikte siber zorbalık ve mağduriyet konusunda yapılan çalışmaların
sayısı giderek artmış ve araştırmacıların üzerinde durduğu önemli araştırma konularından biri haline
gelmiştir. Bunun nedeni, siber zorbalık, hem zorbalık yapan hem de mağdur çocukların üzerinde yanı
sıra ailelerinin, zorbalığa tanıklık eden diğer öğrencilerin, öğretmenlerin ve yöneticilerin de
yaşamlarını psikolojik ve toplumsal anlamda olumsuz etkilemesi ve daimi izler bırakmasıdır. Siber
zorbalık ve siber mağduriyetin yaygınlığını araştıran çalışmaların sonuçları, siber zorbalığı yapan
öğrencilerin oranının % 2 ile %59.4, siber zorbalığa maruz kalan öğrencilerin oranının % 2, 6 ile %
63, 6, hem siber zorbalık yapan hem de siber zorbalığa maruz kalan öğrencilerin oranının ise % 5 ile
% 67, 5 arasında değiştiğini göstermektedir (Özer, Şad, 2021; Gómez-León, 2021; Kaygısız, Çakır,
2020; Özer, Şad, 2021; Tuğ Karoğlu ve Çılğın, 2020; Zhang, Han ve Ba, 2020; Izığır, 2019;
Mikhaylovsky ve diğ., 2019; Sarı ve Seferoğlu, 2019; Piccoli ve diğ. 2019; Çevirgen, 2018; Maltos ve
diğ. 2018; Taştekin ve Bayhan 2018, Uluçay ve Melek, 2017; Lee ve Shin, 2017; Peker ve diğ. 2016;
Eroğlu ve diğ. 2015; Schneider ve diğ. 2012; Kocahasan, 2012; Özdemir ve Akar, 2011; Arıcak ve diğ.
2008; Kowalski ve Limber, 2007).

Siber zorbalığın ve mağduriyetin görülme sıklığını inceleyen araştırmalardan elde edilen


bulgular faklı sonuçlar göstermiş olsa da, siber zorbalığın ve mağduriyetin hemen hemen her
toplumda ciddi oranlarda yüksek olduğunu göstermektedir. Literatür taraması sonucunda ulaşılan
siber zorbalığın görülme sıklığı ile ilgili yapılan bazı çalışmalara kronolojik sırayla yer verilmiştir.

Arıcak ve diğerleri (2008) ise, ortaokul öğrencileri ile yaptıkları çalışmada %24’ünün hem sanal
zorba hem mağdur olduklarını ortaya çıkarmıştır.

336 öğrenci ile yapılan bir çalışmada, katılımcıların % 14’ünün son bir ay içerisinde sanal
zorbalığa maruz kaldığı, %10’unun ise başkalarına sanal zorbalık yaptıkları ortaya çıkmıştır.
(Özdemir ve Akar, 2011).

322
Şehida RİZVANÇE MATSANİ, Mensur NUREDİN

Schneider ve diğ. (2012) tarafından 20406 lise öğrencisi ile yapılan çalışmada, son 12 ayda
öğrencilerin toplam % 15,8'i sanal zorbalığa uğradıklarını saptamıştır.

Peker (2013) tarafından yapılan çalışma ortaokul öğrencilerinin %46’sının siber zorbalık
davranışı gösterdiği ve %65’inin siber zorbalık davranışına maruz kaldığını ortaya çıkarmıştır (Akt.
Uluçay ve Melek, 2017).

Çelik, Çelen ve Seferoğlu (2015) da ortaokul öğrencilerinin sanal zorba olma durumlarını
araştırdıkları çalışmada; ortaokul öğrencilerinin %55,5’inin hiçbir şekilde sanal zorbalık
yapmadıkları, %25,2’sinin bir defa, %16’sının bir iki defa, %3,3’ünün ise pek çok kez sanal zorbalık
yaptıkları bulgusunu edinmişlerdir (Akt. Sarı ve Seferoğlu, 2019).

Eroğlu ve diğ. (2015) 160 ergen ile yapmış oldukları çalışmada siber zorba/kurbanların %67,5,
siber kurbanların %8,7 ve siber zorbaların %6,9 olduğu belirlenmiştir.

Dünya genelinde yapılan çalışmalar okulda yaşanan sanal zorbalık vakalarının artmakta
olduğunu ve yaşanan sanal zorbalık oranlarının ülkeden ülkeye farklılık gösterdiğini (%5,1-%41,4)
ortaya çıkarmıştır (Cantone ve diğerleri, 2015; Akt. Uluçay ve Melek, 2017).

Lee ve Shin (2017) tarafından Güney Kore genelinde 24 ortaokul ve 24 lisede 7-12. sınıflarında
2166 erkek (%54.1) ve 1834 kız (%45.9) okuyan 4000 ergende siber zorbalığın yaygınlığını ve siber
zorbalık davranışındaki faktörleri araştırılan çalışmada, ankete katılan öğrencilerin %34'ü siber
zorbalığa dahil olduğu bunların %6.3zorba, %14.6 mağdur ve %13.1 hem zorba hem de mağdur
olarak belirlenmiştir.

Çevirgen, (2018) tarafından 1112 öğrenci ile yapılan çalışmada, öğrencilerin %5’i sanal
zorbalıkta kurban, %2’si zorba, %5’i zorba/kurban, ve % 88’i karışmayan statüsünde yer aldığı,
tespit edilmiştir.

Maltos ve diğ. (2018). 23 Portekiz okulunda 3525 öğrenci ile gerçekleştirilen çalışmada
öğrencilerin % 7,6'sının sanal mağdur olduğunu ve% 3,9'unun geçen yıl en az bir kez başkalarına
sanal zorbalık yaptığını gösterdi.

Taştekin ve Bayhan (2018), 14-17 yaş arası 895 ergen ile yaptıkları çalışmada siber zorbalığın ve
mağduriyetin ergenler arasında önemli bir problem olduğu siber zorbalık yapanların oranı %59.44,
siber mağduriyetin oranı ise 63.65 olarak bulunmuştur.

Başak ve Baştürk (2019), yaşları 12 ile 14 arasında değişen 49 (27 Kız, 22 Erkek) sanal zorbalık
deneyimleri ile ilgili derinlemesine bilgi elde etmek amacıyla nitel araştırma desenlerinden
fenomenolojik desen (olgubilim) kullanılarak yapılan çalışmada, sanal zorbalığa en çok kurban
statüsünde katıldıkları (N=31), bunu kurbanın olası savunucusu (N=23), zorba (N=15), kurbanın
savunucusu (N=5) ve zorbanın gizli destekçisi (N=2) statülerinin izlediği bulunmuştur.

Izığır (2019) tarafından 3220‟si kız, 3556‟sı erkek 6776 lise öğrencisi ile gerçekleştirdiği
çalışmada, %22.5‟inin zorbalığa maruz kaldığını; %16.2‟sinin zorbalık yaptığı belirlenmiştir.

Yudes, Rey ve Extremera (2020), tarafından İspanya’ da yaşları 12-18 arasında olan 2039 ergen
ile yapılan bir araştırmada öğrencilerin %22’ si son iki ay içinde siber zorbalık davranışlarında
bulundukları, % 25.7’ si siber zorbalık mağduru oldukları belirlenmiştir.

İspanya’ da 12 ila 18 yaşları arasındaki 3.120 ergene ile yapılan araştırmada Siber mağdur olmak
ile geleneksel şiddet mağduru olmak arasında pozitif ve orta düzeyde bir ilişki olduğu, mağdur
olmayanların (%77,8), sadece siber mağdurlar (%13,5), sadece geleneksel zorbalık mağdurları
(%4,5) ve her iki tür zorbalık mağduru (%4,3) olduğu tespit edilmiştir (Nunez ve diğ. 2021).

323
Şehida RİZVANÇE MATSANİ, Mensur NUREDİN

Özer ve Şad (2021) tarafından lisede öğrenim gören 313 kız ve 292 erkek, toplam 604 öğrenci
ile yapılan çalışmada mağdur boyutu açısından incelendiğinde ortalamanın %2.69 olduğu , siber
zorba boyutu açısından incelendiğinde ortalamanın %3.53 olduğu bulunmuştur.

Gómez-León (2021), 12 ila 14 yaşları arasındaki 276 ergenin (94 zorbalık kurbanı ve 182 kurban
olmayan) ergen ile karantinadan önce ve sonra anksiyete, depresyon, akademik performans ve siber
zorbalık puanlarını karşılaştırma amacıyla yaptığı çalışmada, karantinadan önce, siber zorbalık
mağdurların kaygı, depresyon ve siber zorbalıkta önemli ölçüde daha yüksek iken, akademik
performansta daha düşük olduğu tespit edilirken siber zorbalık mağduru çocukların karantina
sırasında kaygı, depresyon ve siber zorbalık puanlarının önemli ölçüde düştüğü, akademik
performansın puanlarının ise önemli ölçüde arttığı bulunmuştur. Zorbalığa uğramamış çocukların
kaygı puanlarının karantina sırasında önemli ölçüde arttığını, akademik performanslarının ise önemli
ölçüde düştüğünü göstermektedir. Bu çalışma, zorbalığa maruz kalan ergenlerde karantina etkisinin,
zorbalığa uğramayanlara göre tam tersi olumlu etkileri olduğunu göstermektedir.

4. Sonuç ve Öneriler

İnternet kullanımının yaygınlaşmasına paralel olarak çevrimiçi risklere ilişkin çalışma ve


araştırmaların sayısı artmakta ve bu bağlamda siber zorbalık akademisyenler açısından ilgi alanı
haline gelmektedir. Çalışmalar neredeyse tüm dünyada çocukların siber zorbalığın mağduru
olduğunu göstermektedir. Çalışma sonucunda, tüm dünya genelinde pek çok ülkede ergenlerin
internet ve sosyal ağ kullanım alışkanlıkları ve siber zorbalık deneyimlerine ilişkin az sayıda nitel
araştırmaya rastlandığı ve çok sayıda nicel araştırma olduğu, örneklem ve kullanılan ölçme araçlarına
bağlı olarak bazılarının benzer, bazılarının ise farklı sonuçlar ortaya koyduğu belirlenmiştir. Literatür
taraması sonucunda ulaşılan araştırmalarda siber zorba ve siber mağdur öğrencileri tanımlarken
uyulan ölçütler, haftada bir ya da birden fazla zorbalık olaylarına karışmış olmaktan, son 30 gün
içinde, son bir yıl içerisinde en az birkaç kez veya hayatı süresince herhangi bir dönemde bu tür
olaylara karışmış olmak (Peker ve diğ. 2016 ; Hinduja ve Patchin, 2019; Piccoli ve diğ. 2019; Yudes,
Rey ve Extremera, 2020) arasında çeşitlilik gösterdiği tespit edilmiştir.

Bu araştırma kapsamında siber zorbalık ve siber mağduriyet üzerine alanyazın incelenmiş ve


elde edilen bilgiler derlenmiştir.Çalışmalardan saptanan veriler doğrultusunda siber zorbalığın ve
mağduriyetin paydaşları olarak düşünülebilecek olan öğrenciler, eğitimciler, eğitim yöneticileri ve
ebeveynler için çeşitli öneriler sunulabilir.

Siber zorbalık ile mağduriyetin ve siber zorbalık ile mağduriyet konusunda alınabilecek
önlemler ve zorbalığa müdahalede öncelikli olarak rol üstlenen eğitimciler ve eğitim yöneticileri,
öğrencileri için iletişim becerilerini geliştirecek ortamların oluşturulması, psikolojik danışma ve
rehberlik faaliyetlerine daha fazla önem verilmesi ve zorbalığa karşı tüm bileşenleri kapsayan bir
kültürün oluşturulması etkili olabileceği gibi hem siber zorba hem de siber mağdur olan öğrencilerin
ailelerinin bilinçlendirilme faaliyetlerinin yapılması uygun görülebilir.

Özellikle ailelerin denetiminin siber zorbalığa olan etkisine ilişkin çalışmalardan elde edilen
bulgular doğrultusunda siber zorbalıkla müdahaleleye ve mücadeleye odaklı, farklı uygulamaların,
yöntem ve tekniklerin de kullanıldığı araştırmalara ehemmiyet verilmesi gerkliliği saptanmıştır.

Siber zorbalığa karşı müdahale edebilme ve siber zorbalığın azaltılması, gençlerin siber zorbalık
kavramını tanımaları, başa çıkma becerilerini kazanmaları için siber zorbalık ve mağduriyet
konusunda yapılacak araştırmalar önem kazanmaktadır.

Siber zorbalık ve siber mağduriyet olgularının tamamen ortadan kaldırmak çok mümkün
görünmemekle birlikte en aza indirilebilmesi için gerekli olan tüm önlemlerin alınması, risk ve
koruyucu faktörleri öğrenmek, duyarlı ve etkili müdahale programları geliştirmesi çok önemlidir.

324
Şehida RİZVANÇE MATSANİ, Mensur NUREDİN

Özellikle Kovid19 pandemisi döneminde ergenlerin teknolojiyi aşırı derecede kullanmaları ile
sanal ortamda geçirdikleri vaktin artmasına bağlı olarak siber zorbalık ve siber mağduriyet riskinin
de arttığı öngörülebilir. Konu ile ilgili farkındalık, tutum ve davranışlarının belirlenmesi, ergenlerin
fiziksel ve ruhsal iyi oluş hallerinin desteklenmesi için dengeli ve etkili yaklaşımların geliştirmeleri
oldukça önemlidir.

5. Kaynaklar

Akbıyık, C , Kestel, M . (2016). Siber Zorbalığın Öğrencilerin Akademik, Sosyal ve Duygusal Durumları
Üzerindeki Etkisinin İncelenmesi . Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi , 12 (3) , 844-859 . DOI:
10.17860/mersinefd.282384

Akça, B. E. Ve Sayımer, İ. (2017). Siber Zorbalık Kavramı, Türleri ve İlişkili Olduğu Faktörler:
Mevcut Araştırmalar Üzerinden Bir Değerlendirme. Online Academic Journal of İnformation
Technology. 30 (8).

Akgül, M. (2020). Lise Öğrencilerinin Algılanan Anne- Baba Tutumları, Benlik Değeri ve Sanal
Zorbalık /Mağduriyet Arasındaki İlişkinin İncelenmesi. İstanbul Arel Üniversitesi, Lisansüstü
Eğitim Enstitüsü, Psikoloji Bölümü, Yüksek Lisans Teziü İstanbul.

Arıcak, O.T., Siyahhan, S., Uzunhasanoglu, A., Saribeyoglu, S., Ciplak, S., Yilmaz, N., & Memmedov, C.
(2008). Cyberbullying among Turkish adolescents. CyberPsychology & Behavior, 11(3), 253-261.

Arıcak, O.T. (2011).Siber zorbalık: Gençlerimizi bekleyen yeni tehlike. Kariyer Penceresi, 2(6), 10-
12.

Arıcak, O. T., Tanrıkulu, T. ve Kınay, H. (2012). Siber Mağduriyet Ölçeği’nin İlk Psikometrik
Bulguları. Akdeniz Eğitim Araştırmaları Dergisi, 6(11), 1-6.

Başak, E.B. ve Baştürk, E. (2019). Ortaokul Öğrencilerinin Siber Zorbalık Deneyimlerinin Olweus’un
Akran Zorbalığı Modeli Çerçevesinde İncelenmesi. Anadolu Journal of Educational Sciences
International, 9(1), 240-278. DOI: 10.18039/ajesi.520847

Batmaz, M , Ayas, T . (2013). İlköğretim İkinci Kademeki Öğrencilerin Psikolojik Belirtilere Göre Sanal
Zorbalık Düzeylerinin Yordanması . Sakarya University Journal of Education , 3 (1) , 43-53 .

Ciminli, A. (2016). Ergenlerde Sanal Zorbalik ve Mağduriyetin Empati ve Kişilik Özellikleriyle İlişkisinin
İncelenmesi. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Erzincan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Erzincan.

Çelik, A., Çelen, F. K., & Seferoğlu, S. S. (2015). Ortaokul öğrencilerinin sanal zorbalık ve sanal
mağduriyet durumlarının incelenmesi. Akademik Bilişim Konferansı (AB15)’nda sunulan bildiri.
Anadolu Üniversitesi, Eskişehir.

Çevirgen, D.B. (2018). Geleneksel Akran Zorbalığı, Sanal Zorbalık ve Ebeveyn İzlemesinin Bazı
Değişkenler Açısından İncelenmesi. Yüksek Lisans, İnönü Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü.

Eroğlu, Y., Aktepe, E., Akbaba, S., Işık, A., Özkorumak, E. (2015). The Investigation of Prevalence and
Risk Factors Associated with Cyber Bullying and Victimization. Education and Science. 40, 8177), 93-
107.

Ektiricioğlu, C., Arslantaş, H. ve Yüksel, R. (2020). Ergenlerde Çağın Hastalığı: Teknoloji Bağımlılığı.
Arşiv Kaynak Tarama Dergisi, 29 (1), 51-64.

325
Şehida RİZVANÇE MATSANİ, Mensur NUREDİN

García, D. A., Núñez,A. , Pérez-Fuentes, C. M. ve Núñez, C.J. (2020). Peer Victimization in Overweight
Adolescents and Its Effect on Their Self-Esteem and Peer Difficulties. International Journal of
Environmental Research and Public Health. https://www.researchgate.net/publication/338019490

Gómez-León, M.I. (2021). Disminución de la ansiedad en las víctimas del bullying durante el
confinamiento por el COVID-19. RED. Revista Educación a Distancia, 21(65).
https://doi.org/10.6018/red.439601

Hinduja, S. ve Patchin, J. W. (2018) Connecting Adolescent Suicide to the Severity of Bullying and
Cyberbullying, Journal of School Violence, 18 (3), 333-346, DOI: 10.1080/15388220.2018.1492417

İnselöz, T. N. ve Uçanok, Z.( 2013). Ergenlerde Sanal Zorbalık: Nedenleri, Duygular ve Baş etme
Yollarının Niteliksel analizi. Türk Psikoloji Yazıları, 16 (32), 20-44.

Israelashvili, M., Kim, T., & Bukobza, G. (2012). Adolescents’ over-use of the cyber world – Internet
addiction or identity exploration? Journal of Adolescence, 35(2), 417–
424. https://doi.org/10.1016/j.adolescence.2011.07.015

Kağan,M, Ciminli, A. 2016). Ergenlerde Sanal Zorbalik Ve Mağduriyetin Empati İle İlişkisinin
İncelenmesi .Erzincan Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 18 (2) , 1135-1150 . DOI:
10.17556/jef.66842 https://dergipark.org.tr/en/pub/erziefd/issue/28295/300569

Kocaşahan, N. (2012). Lise ve Üniversite Öğrencilerinde Akran Zorbaliği ve Sanal Zorbalık. Yüksek
Lisans Tezi. Balikesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Balıkesir.

Korkut, F. (2004). Okul temelli önleyici rehberlik ve psikolojik danışma, Ankara. Anı Yayıncılık.

Kowalski, R. M., & Limber, S. P. (2007). Electronic bullying among middle school students. Journal of
Adolescent Health, 41, 22-30

Lee, Ch. ve Shin, N. (2017). Prevalence of cyberbullying and predictors of cyberbullying perpetration
among Korean adolescents. Computers in Human Behavior Volume 68, 352-358

Lee, C., Patchin, J. W., Hinduja, S., & Dischinger, A. (2020). Bullying and Delinquency: The Impact of
Anger and Frustration. Violence and victims, 35(4), 503–523. https://doi.org/10.1891/VV-D-19-
00076

Li Q. Cyberbullying in schools: a research of gender differences. School Psychology International 2006;


27, 157–170. https://esteemjourney.com/wp-content/uploads/2018/06/Cyberbullying-in-
Schools.pdf

Matos, A.P.M., Vieira, C.C., Amado, J., Pessoa, T.M. ve Martins, M.J.D. (2018). Cyberbullying in
Portuguese Schools: Prevalence and Characteristics. Journal of School Violence, 17(1), 123-137.

Mikhaylovsky, M.N., Lopatkova, I.V., Komarova, N., Rueva, E., Tereschuk, K.S., & Emelyanenkova, A.V.
(2019). Cyberbulling as a new form of a threat: a physiological, psychological and medicinal aspects.
Electronic Journal of General Medicine, 16 (6).

Núñez, A., Álvarez-García, D., Pérez-Fuentes, M-C. (2021). Ansiedad y autoestima en los perfiles de
cibervictimización de los adolescents. Anxiety and self-esteem in cyber-victimization profiles of
adolescents, Comunicar, 29 (67), 43-54.

326
Şehida RİZVANÇE MATSANİ, Mensur NUREDİN

Özdemir, M , Akar, F . (2011). Lise Öğrencilerinin Siber-Zorbalığa İlişkin Görüşlerinin Bazı


Değişkenler Bakımından İncelenmesi.Kuram ve Uygulamada Eğitim Yönetimi,4(4),605-626.Retrieved
from https://dergipark.org.tr/tr/pub/kuey/issue/10326/126601

Özer, N. ve Şad, S. N. (2021). Lise Öğrencilerinde Siber Zorbalık, Siber Mağduriyet ve Okul
Tükenmişliği. Millî Eğitim,50 (229), 393-417.

Peker, A , Eroğlu, Y , Ada, Ş . (2016). The Investigation of Predictors of Cyberbullying and


Cybervictimization in Adolescents. Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi , 12 (2) .

Piccoli V., Carnaghi A., Grassi M., Stragà M. & Bianchi M. (2019). Cyberbullying through the lens of
social influence: Predicting cyberbullying perpetration from perceived peer-norm, cyberspace
regulations and ingroup processes, Computers in Human Behavior, 102, 260- 273.
doi:https://doi.org/10.1016/j.chb.2019.09.001.

Potas N, Açıkalın ŞN, Erçetin ŞŞ, Koçtürk N, Neyişci N, Çevik MS, Görgülü D. (2021). Technology
addiction of adolescents in the COVID-19 era: Mediating effect of attitude on awareness and
behavior. Current Psychology :1-17

Raskauskas, J. and Stoltz, A. (2007). Involvement in traditional and electronic bullying among
adolescents. Developmental Psychology, 43, 564-575 https://psycnet.apa.org/record/2007-06280-
003

Schneider, Sh.K. O’Donnell, L. Stueve, A. Coulter, W.S.R (2012). Cyberbullying, School Bullying, and
Psychological Distress: A Regional Census of High School Students. Am J Public Health, 102(1), 171–
177. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC3490574/

Smith PK, Mahdavi J, Carvalho M, Fisher S, Russell S, Tippett N. (2008). Cyberbullying: its nature and
impact in secondary school pupils. J Child Psychol Psychiatry, 49 (4):376-85. doi: 10.1111/j.1469-
7610.2007.01846.x. PMID: 18363945.

Taştekin, E , Bayhan, P . (2018). Ergenler Arasındaki Siber Zorbalığın ve Mağduriyetin İncelenmesi .


Online Journal of Technology Addiction and Cyberbullying , 5 (2) , 21-45 . Retrieved from
https://dergipark.org.tr/en/pub/ojtac/issue/41898/392522

Taylan, H , Aydın, F , Topal, M . (2017). Ortaokul Öğrencilerinin Sanal Zorba Olma Durumlarının
Çeşitli Değişkenler Açısından İncelenmesi: Sakarya İli Örneği . Online Journal of Technology Addiction
and Cyberbullying , 4 (1) , 41-59 . Retrieved from
https://dergipark.org.tr/tr/pub/ojtac/issue/30133/306922

Tuğ Karoğlu, T , Çılğın, M . (2020). Lise Öğrencilerinin Siber Zorbalığı ve Siber Mağduriyeti Üzerine
Bir Çalışma. Sosyal Bilimler ve Eğitim Dergisi, 3 (1) , 344-355 . Retrieved from
https://dergipark.org.tr/tr/pub/josse/issue/54491/689282

Uluçay, M. D. ve Melek, G. (2017). Türkiye’deki Okullarda Siber Zorbalık: Bir Literatür


Değerlendirmesi. Online Academic Journal of Information Technolog, 8 (30).

Yaşa, H. ve Pınarbaşı, T. E. (2018). Sosyal Medyada Bir Siber Zorbalık Örneği: Mina Başaran. The
Journal of Academic Social Science Studies (JASSS), 69, 501- 512.
https://www.researchgate.net/publication/348008876_Sosyal_Medyada_Bir_Siber_Zorbalik_Ornegi_
Mina_Basaran

327
Şehida RİZVANÇE MATSANİ, Mensur NUREDİN

Ybarra, M.. ve Mitchell, K. (2004). Youth engage in online harassment: Associations with caregiver-
child relationships, internet use, and personal characteristics. Journal of Adolescence, 27 (3) , 319-
336.

Ybarra, M L.,Espelage, D.L., ve Mitchell, K.J. (2007). Theco-occurence of Internet harassmentandun


wanted sexual solicitation victimization and perpetration: Associations with psychosocial indicators.
Journal of Adolescent Health, 41, 31-41.

Yılmaz, H. (2011). Cyber-bullying in Turkish middle schools: An exploratory study. School Psychology
International, 32(6), 645-654.

Yudes, C., Rey, L., & Extremera, N. (2020). Predictive Factors of Cyberbullying Perpetration amongst
Spanish Adolescents. International journal of environmental research and public health, 17(11), 3967.
https://doi.org/10.3390/ijerph17113967

Yaman, E. ve Peker, A. (2012). Ergenlerin Siber Zorbalık ve Siber Mağduriyete İlişkin Algıları.
Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 11 (3) , 819 – 833.

328
XIX. Asır Azerbaycan'ında Eğitimde Islahat Hareketleri
ve Bunların Günümüze Yansımaları (S. Şirvani Ekolü
Örneği)

Ahmet Niyazov1

Özet
Azerbaycan coğrafi olarak farklı kültürleri barındıran bir mekandır. Şöyle ki, bu coğrafya tarihi
geçmişinde hristiyanlık, yahudilik, maniheizm, zerdüştlük ve esas itibariyle de müslümanlık olmakla
dünyanın en büyük dinlerinin yaşandığı multikultral zemine sahip olmuştur. Günümüz itibariyle de bu
konfessiyalar birarada yaşayarak toplumsal ahlakın genel amaç ve temel ilkeleri doğrultusunda bir
bütünlük arzetmektedirler. Bir hakikattir ki, bu bütünlüğü sağlayan unsurlar farklı dönemlerde farklı
şekillerde tezahür etmiştir. XIX. yüzyılda bunun bir örneği bu coğrafiyada adeta eğitimde seferberlik
konsepti olmuştur. Azerbaycan’ın kuzey-batı (Ganıg-Hefteran vadisi boyu) bölgelerde ilim ve tahsilin
durumu XIX. asırda birçok İslâm ülkeleri nispetinde daha yüksek seviyede olmuş; ilmin, tahsilin,
maârifin gelişmesinde deyim yerindeyse, bir intibah dönemi yaşanmıştır. İlim merkezlerinde eğitim ve
tedrîs işleri yürütülmekle birlikte irfan yolun prensiplerini de telkin etmekteydiler. Medreselerdeki bu
gelişmiş eğitim düzeyini meşhur Kafkasya uzmanı Pyotr Karloviç Uslar o dönemi özetleyerek şöyle
yazıyordu: “Eğer halkın eğitim düzeyini dinî mektep nispetinde ölçersek, Kafkasya`nın bu kısmı
Avrupa’nın eğitimli halklarını çoktan geride bırakmış olurdu”. Bu dönem itibariyle Car-Balaken ve
çevresi (bugünkü kuzey-batı Azerbaycan ve doğu Dağıstan bölgesi) eğitim alanında yaşanan çok canlı
bir dönemin edebî ürünleri ile de zengindir. Haddizâtında sistemli bir ilmi geleneği ile kökleşmiş ilim-
irfan harekâtı bölgeye has bir takım ilmi gelenekler eğitim ilkeleri tevârüs ettirmiştir. Bu ilkeler;
Eğitimde gereklilik esasının bir önkabül olması, yaşam boyu süren bir gelişim faaliyeti olarak eğitimde
süreklilik, bireysel farklılıkları dikkate alarak eğitim hizmeti sunması, toplumla etkileşim ve karşılıklı
uyum sağlama sürecini kapsayacak planların yürütülmesi, eğitim programlarının bireyselleştirilerek
uygulanması, her yerde eğitim ilkesi, eğitimin yalnız medreseve mescitlerde değil, aynı zamanda
eğitimin her fırsatta ve her yerde gerçekleştirilmesi esası ve sairden ibarettir. Bu ilkelerin baz alınarak
bayraklaştırılması bölge insanının eğitim hayatında hem bir dönüşüm gerçekleştirmiş, hem de bu ilkeler
esasında farklı kültürlerin toplumsal birliğini (canlı örnekleri ile) tarihe bir örnek niteliğinde suna
bilmiştir. Makalemiz Azerbaycan tarihinde eğitim dönüşümü harekatının bir dönemdeki örneklerini
vermekle günümüz açısından değerlendirilmesini ihtiva etmektedir.
Anahtar Kelimeler: Azerbaycan, din, eğitim, irfan, medrese, mescit

Reform Movements Of XIX Century’s Education Of


Azerbaijan And The Reflections Of Them To Nowadays

Abstract

1
Azerbaycan İlahiyyat Enstutisü Temel İslam Bilimleri Bölüm Başkanı, (ahniyazov@hotmail.com)

329
Ahmet Niyazov

Azerbaijan is a geographically diverse place which consists different cultures in it. That is to say, this
geography has had a multicultral ground in which the world's greatest religions are experienced in its
historical past by being Christianity, Judaism, Manichaeism, Zoroastrianism and essentially Islam.As of
today, these confessions live together and exhibit integrity in line with the general aims and basic
principles of social morality.It is a fact that the elements that provide this integrity have manifested in
different ways in different periods.An example of this in the XIX century was the concept of mobilization in
education in this geography.In the north-west of Azerbaijan (along the Ganghe-Hefteran valley), the level of
science and education was higher in the XIX century compared to many Islamic countries;İn the
development of science and education a period of renaissance was experienced.İn the centers of science,
education and supply works were carried out, but they also instilled the principles of lore.The famous
Caucasus expert Pyotr Karlovic Uslar summed up this advanced education level in the madrasas and wrote:
If we measure the educational level of the nation to the level of religious school, this part of the Caucasus
would have already left the educated peoples of Europe behind ”. As of this period, Car-Balaken and its
surroundings (today's north-west Azerbaijan and east Dagestan region) are also rich with the literary
products of a very lively period in the field of education.İn fact,systematic science operations have made
some scientific traditions and educational principles unique to the region.These principles; The necessity
of education as a prerequisite, continuity in education as a lifelong development activity, providing
education services considering individual differences, implementation of plans to cover the process of
interaction and mutual adaptation with the society, individualization of education programs, the principle
of education everywhere, education alone in madrasah and mosques but it is also the principle and the
other that education is carried out at every opportunity and everywhere.The flagging of these principles on
the basis of both the transformation of the education life of the people of the region, as well as the social
unity of different cultures on the basis of these principles (with living examples) as an example of the
history has been presented.Our article includes the evaluation of the educational transformation operation
in the history of Azerbaijan in a period by giving examples.

Key words: Azerbaijan, Religion, Education, Lore, Mosque, Madrasah


1. Giriş

Kafkasyaya`ya has bir özelliktir ki, Azerbaycan da coğrafi olarak farklı kültürleri kendinde
barındıran bir mekandır. Şöyle ki, bu coğrafya tarihi geçmişinde hristiyanlık, yahudilik, maniheizm,
zerdüştlük ve esas itibariyle de müslümanlık olmakla dünyanın en büyük dinlerinin yaşandığı bir
coğrafya olmakla birlikte farklı kültürel zenginliklerin birarada yaşandığı zemine sahip olmuştur. Bu
çokkültürlülüğün coğrafyada tek bir çatı halinde yaşamaları tarih boyu devam etmekle bunları
birarada tutan değerler farklı şekillerde de olsa hep var olmuştur. Örneğin eğer XVI asır için bölgede
bunu gerçekleştiren fikri akım Halvetilik olmuşsa,2 XIX asırda ise çokkültürlülüğün birlikte yaşama
arzusunu hayata aksettiren argümanları bir ıslahat harekatı niteliğinde nakşibendilik ortaya koymuş
oldu.3 XIX asrın başlarından itibaren Şirvan (Azerbaycan)dan Kafkasya’ya yayılan bu akım yüz
seneye damga vuracak bir ıslahat harekatı meydana getirmiş oldu. Eğitim hayatında meydana gelen
yenilikler dönüşüm bu harekatın en önemli kısmıdır.

Küçük bir coğrafyaya yayılması ile gerçekleşen bu harekat aynı zamanda Dağıstan halkları
için de milli özgürlük harekatının dinamizmini oluşturdu. Bu oluşum XIX asırda Çarlık Rusiyasına
karşı 25 sene mücadele eden Şeyh Şamil önderliğindeki müridizm harekatının da dinamizmini
oluşturmakta idi.4 Diğer bir husus şu ki, medrese ile olan iç-içe bulunma özelliği , yani medrese
zemininde yayılma bir eğitim seferberliği tezahür ettirmiş, günümüz İslâm literatürüne ve ilmî

2
Memmedli Nezaket, Azerbaycandan Dünyaya Doğan Güneş Seyyid Yahya Şirvani ve Halvetilik,
Bakü 2016, s 15.
3
Niyazov Ahmet, XIX Asır Azerbaycanın şimal-garbında (Ganık-Hefteran vadisi) dini hayat, ilim ve
medreseler, Bakü 2016, s 14-20;
4
Niyazov Ahmet, Azerbaycanda ilk ıslahatçılık addımları: İ.S.Şirvani numunesinde, Din
Araştırmaları Dergisi, Bakü 2019, s 213.

330
Ahmet Niyazov

çevrelere daha malum olmayan bir dizi düşünce ve fikriyyat tezahür ettirerek çok sayda âlimler ve
bir takım eserlerin meydana gelmesine sebep olmuştur.5 Bu da sistemli esaslara bağlı medrese
faaliyeti ile mümkün oldu. Azerbaycan’ın kuzey-batı (Ganıg-Hefteran vadisi boyu) bölgelerde faaliyet
gösteren medreselerde ilim ve eğitimin durumu XIX asırda birçok İslâm ülkeleri nispetinde daha
yüksek seviyede olmuş; ilmin, tedrisin, maârifin gelişmesinde deyim yerindeyse, bir intibah dönemi
yaşanmıştır. Medreselerdeki bu gelişmiş eğitim düzeyini meşhur Kafkasya uzmanı Pyotr Karloviç
Uslar o dönemi özetleyerek şöyle yazıyordu: “Eğer halkın eğitim düzeyini dinî mektep (medrese)
nispetinde ölçersek, Kafkasya`nın bu kısmı Avrupa’nın eğitimli halklarını çoktan geride bırakmış
olurdu”.6

Arşiv araştırmalarından şunu görmekteyiz ki, bu dönemin idarecileri de ilmiye sınıfından


olmuştur. Onlar yöneticiliği ile birlikte ilmî faaliyetlerini her zaman sürdürmüşlerdir. Tplumun
önderleri sayılan bu ilmiye sınıfı üstün entellektüel seviyeye mâlik idiler. Onlar müslüman
coğrafîyanın uzak bir köşesinde bulunmasına rağmen ülke dışında olan lüteratürü takip etmekle
birlikte yaşadıkları dönemde bile önemi haiz eserlere kolayca ulaşabiliyorlardı. XIX. asrın başlarında
meşhur Dîvan şairi Merakeşli edib ve fakihi Hamdun b. Abdurrahman es-Sülemî’nin (ö.1817)
“Dîvan”ından bir takım şiir ve mısraların aynı dönemde Kafkasya`da diller ezberi olması buna
örnektir7.

I. Eğitimde Islahat Harekatı

A. Eğitim seferberliği

1817 senesi tarihinden itibaren Kafkasya`nı Şirvan bölgesijnden başlayarak Nakşibendîlik


öğretileri8 İsmail Siraceddin Şirvani Kürdemiri ile (ö.1848) yayılmağa başladı. Bu tarikatın en büyük
ve en etkili kolu Almalılı Mahmud Efendi ile (ö.1809-1876) Car-Balaken bölgelerine yayılmış oldu.
Onun civar bölgelere yayılan şöhreti ile bu irfan mektebi daha da genişlendi. Kısa zaman içerisinde
her kesimden insanlar bu akımın etrafında yığılmaya başladı. “Kâmil insan” prensibi telkin eden bu
mektep, ilme de üstünlük verdikleri için kısa bir zamanda medreselerin sayı arttı, ilmî faaliyetler
neticesinde âlimler her biri tek başına yüzlerle talebe yetiştirmekteydi. Kayda değer bir husustur ki,
arşiv belgeleri esasında söylemek mümkündür ki, Tala medresesinde eğitim faaliyeti yürüten Ömer
Efendi’nin mezun ettiği talebe sayısının dört yüzden fazla olduğunu görmekteyiz.9

5
Niazov Ahmet, XIX Asır Kafkasya medreselerine genel bir bakış -Car-Balaken örneği-, Karadeniz
Teknik Üniversitesi İlahiuyat Fakültesi Dergisi, Cilt 2, sayı 2, Trabzon 2016, s. 157-177; Niyazov
Ahmet, Azerbaycan Kafkasya`da sufizmin merkezi gibi, (Azerbaycanda Ananevi Din), Bakü 2014, s
197; Niyazov Ahmet, Car-Balaken sufi tarikat hayatında Ehli-Beyt, (Azerbaycan ve Ehli-Beyt) , Bakü
2013, s 260.
6
Габуниа, Генерал Услар и Кавказские языки, с. 24, Эхо Кавказа, No 1. 1992. Ayrıca Bkz:
Бартолд, Василий Владимирович, Дагестан, Сочинения, t. 3. M. 1963; Крачковский, Игна́тий
Юлиа́нович, Сочинения, t. 6, M. Л. 1960.
7
Şöyle ki, Şeyh Şuayb Efendi’nin (ö. 1909) “Tabakât” kitabında olduğu dibaçeler şiir mısraları ile
süslenir, (bkz. Şueyb b. İdris el-Baqini, et-Tabakâtul-Hâcegân en-Nakşibendîyye ve Sâdâtil-
Meşâyihil-Halîdiyyel-Mahmudiyye, Dimaşk 1996, s 13.) Yöneticiler dahi bu mısraları mühürlerine
kazıtırladı. (bkz: Ahmed Niyazov, “Danyal Sultan’ın Ehli-Beyt sevgisi” İRFAN İctimai Fikir Dergisi,
Noyabr 2013, No: 84, s 22.) Aynı zamanda bir takım mektupların giriş cümlesinde de bu mısralar
karşımıza çıkmaktadır.
8
Kafkasya`da Nakşibendîlik 1817 senesinde Halîd-i Bağdâd înin halifelerinden İsmail Siraceddin
Şirvânî ile başlamış olup, bölgede üç kola ayrılmıştır. Hamza Nigarî ile Karabağ kolu, Yahya Bey
Gutgaşenî ile Car-Balaken, Has Muhammed Şirvânî ile de Dağıstan kolunu teşkil etmekteydi ki, bu
tasavvuf harekatı aynı zamanda Şeyh Şamil mücadelesinin dinamizmini oluşturmuştur.
9
Talalı Ömer Efendi (ö.1932), Şeyh Hacı Ahmed Efendi`den icazetname almış zühdü ile tanınan bir
alimdir. Onun şahsî kütüphanesinden malum olmaktadır ki, talebeler belli kitapları mütalaa etmekle

331
Ahmet Niyazov

Bu sufi harekatında mânen kâmilleşme yolunun ilk basamağı ilim elde etmekti. Yeteri kadar
ilme sahip olmadan bazı kademeleri aşmak, mânevî arzulara ulaşmak tasavvur edilemezdi. Her şeyin
bir usûlü ve adabı olduğu gibi bu yolun da bir hiyerarşik esasa bağlı kaide ve kuralları var idi. Car
kadısı Molla Herov b. Recep kendisine ait yazmalarda bunu şöyle ifade ediyordu:

.‫ب هللاِ ِذك ُْر هللا‬


ِ ‫ص ُل ُح‬
ْ ‫ب هللاِ َو أ‬ ِ ‫ص ُل ْاْلَ َد‬
ُّ ‫ب ُح‬ ُ ‫ص ُل ا ْل ِع ْل ِم ْاْلَد‬
ْ ‫َب َو أ‬ ْ ‫أ‬

“İlmin aslı edeptir. Edebin aslı Allah sevgisidir. Allah sevgisinin aslı ise Allahı zikr etmektir.” 10

Tarihin bu dönemi için bölge adeta bir maârif dönemi yaşamaktaydı. Deyim yerindeyse
ideallerini her fırsatta ilim-irfan uğruna kökleyen öncü insanlar en merkezi yerlerden en yüksekteki
yerlere kadar yayılmıştı. Onlar kendilerini düşündüğü kadar, aynı zamanda tüm toplumsal yapının da
eğitime kavuşmasını, insanların ola bildiğince ilim-irfan sahibi olmalarını arzu etmekteydiler.
Kafkasya`nın son sultanlarından İlisu sultanı Sultan Danyal (ö. 1871) bu ruhta olan dâhi şahsîyetti. O,
hem de savaşın tüğyan ettiği bir dönemde Osmanlı`ya mektup göndererek tertib ettiği listedeki
kitapların acilen kendisine gönderilmesi ricasında bulunmuş ilim ihtiraslı bir âlim idi. Bir diğer örnek
siyasî bakımdan bölgenin başıbelalı günlerinde bile Sultan, medreselerde tedrîsin devam etmesini
arzulamış, ilim sahibi ulemanın gençleri okutmalarını ısrarla talep etmekteydi.11

Malumdur ki, bölgede müslümanlar, her birinin kendine mahsus inanç, i’tikat ve düşünce tarzı
ayrı olan komşu gayri-müslimlerle de komşuluk ilişkileri içindeydiler. Ancak müslüman ahâli komşu
toplumlar arasında kendi hayat tarzı ve düşünceleri ile seçilmekteydi. Fonn Plotto yazıyordu ki,
müslümanlar Kahetiya köylülerinden daha yüksek mânevî ve aklî seviyeye mâlik idiler. 12 Bölge
medreselerinde yetişen Hasan Efendi’nin13 “Dîvanul-Memnûn” eseri bu bakımdan dönemin maârif
medeniyyetini aksettiren kıymetli bir eserdir. Arapça, Türkçe ve Farsça, üç dilden ustaca kullanılarak
kaleme alınmış bu yarı manzum eser bölgede müslüman ahâli arasında mânevîyyatın, ahlâkın ilmin
ve âlimlerin, ayrıca halkın mücadele azmini diri tutan dervişan sınıfının toplumsal tefekkürün
formalaşmasındaki rolünden yeteri kadar bahs etmektedir.14

İlimsiz hayat, âlimsiz cemiyet boş hesabedilmekteydi. Çünkü sosyal ve şahsî hayatta ideal
insan olmanın şartı gibi ilme üstünlük vermekteydiler. İnsanları bu ölçüler esasında yetişmeye sevk

eğitim sürecini tamamlamakta idiler. Alime ait kitaplar dağınık halde olsa da, bu gün varislerinden
birinde toplu halde şu kitaplar bulunmaktadır: 1) “İsagoci” mantık eseridir ki, giriş hissesinden de
malum olmaktadır ki, eser geniş izahlarla kolay anlaşılması için alimin kendisi tarafından izah edilmiş
ve ayrıca mütalaalar zamanı da haşiyelerle zenginleştirilmiştir. 2) “Şerhu İzharil-Esrar”, 3) “Şerhul-
Mantık li talebetil-mübtedein” 3) “İlmi-Münazara”, 4) “İlmi-Adab”, 5) “İlmu Evzaniş-Şi`r” 6) “Vafiye
fi şerhi Şafiyye”.
10
ЗКМ КП –720.
11
12
А. И. Фонн Плотто, Природа и люди Закатльского округа, Сборник сведений о кавказских
горцах (ССКГ), Тифлис, 1869, IV/67.
13
Hasan Efendi aslen Balakenli âlimdir. Babası Hacı Abdullah Efendi b. Kurbanali, Aslan Han’ın
defterdarı/ kâtibi görevinde iken 1831yılında Bala ken’e gelmiş ve burada Balakenli Şeyh Nuvar
Efendi’nin kızı Hafiset hanımla evlenmiştir. İki yıl sonra (h. 11 cemaziyelahir 1250) 15 eylül 1834 -
senesinde Hasan Efendi dünyaya gelmiştir. Hasan Efendi’nin dedesi zâhir ilimlerin tedrîsi ile civar
alemde meşhur alim olmuştur. Böyük alim çar memurlarınn takipleri ve hakkında olan hapis kararı
ile önce Tabasarana gitmiş, bir müddet sonra oradan da Balaken`e gelmiş ve 1838 yılında vefat
etmiştir. (Bkz: Hasan Efendi Kurevi el-Kadari ed-Dağıstani, “Dîvanul-Memnûn”, Timurhanşura
1913, s 4-5. Zakatala Tarih ve Diyarşinaslık Müzesi ЗКМ КП-250)
14
Eser için Bkz:ЗКМ КП-6568.

332
Ahmet Niyazov

eden, âlim olmaya teşvik eden nasihat muhtevalı şiirler yazarak, toplumu bu düşünce etrafına
toplamaktaydılar.15

B. İlim Merkezleri

Kayda değer bir husustur ki, bölgede medreseler ve eğitimin seviyesi bakımından merkez
yerlerle kırsal alanlar arasında pek fark olmazdı. Arşivlere yüzeysel bir bakış bunun iddiasını için
yeter. Örneğin: Mamrûh, Suvagil, Gas, Gımır, Kateh ve sâir köy medreselerinin ilim-irfan faaliyetleri
bunun bâriz örneğidir. Gas köyü Zakatala arazisinin en yüksekte bulunan dağ köylerinden biri
olmuştur16. Tanıklarının ifadelerine göre göç öncesinde bu köy, ilim ve irfan adamları ile diğer köyler
arasında seçilmekteydi. Köy mescidinin duvarları kütüphane rafları ile çevrilmiş, raflar da kitapla
dolu idi.17 Köyün en büyük iki âlimi Hacı Kâzım ve Hacı Muhammed Efendi idi 18. Aynı zamanda Molla
Hûşan el-Gâsî ve onun oğlu Molla Numan Efendi el-Gâsî baba ve oğul iki âlim Mamrûh medresesinde
uzun müddet tedrîsatla meşgul olmuşlardır. Kütüphanenın büyük bir kısmı günümüze kadar gelip
ulaşmıştır. Zakatala müzesinde korunan19 bu yazma eserlerin ilmî ciheti, adı geçen kütüphaneye
mahsus yirmiden fazla an’anevi “kehf” cüzleri, tezhib örnekleri, yazımda kullanılan bir takım
vasıtalar ve sâir şeyler köy ehlinin bu yönünden bilgi vermektedir. Şamhal Hacı İsmail oğlu, Nezir
Şamhal oğlu, Aydemir Hacı Ramazan oğlu, Molla Hamid İskender oğlu, Sûfî Ahmed, Ramazan İsa oğlu,
Bilal Hacı Bayram oğlu gibi kalem sahibi hattatların eserleri de Gas mescit kütüphanesına ait
yazmalar arasında en güzel hat örneklerindendir. Zaman-zaman yеtişen ilim, irfan, sahipleri sûfî
medeniyyetini oluşturmakta, onun daha da genişlenmesine, ilmin teorik esaslarının kökleşmesine ve
ona dinî-felsefî sistеm gibi yayılmasına tuhfelerini vеrmekteydiler. Merkezden uzakta olmasına
rağmen Mamrûh medresesinde faaliyet gösteren âlim ve müderrisler mahz böyle bir misyonun en
faâl önderleri olmuşlar. Başta Hüseyin Efendi b. Ramazan Mamrûhî, Ahmed Efendi el-Muslaği, Şeyh
Muhammed Mamrûhî ve onun oğlu Molla Şerif Efendi Mamrûhî, İsmail b. Camal el-Katrûhî bölgede
ilim hizmetleri ile seçilmişlerdir.

Medreselerde eski ve yeni tüm eserleri belirlemek ve her birini teferrüatı ile vermek zordur.
Hedefimiz, sadece XIX. asrın düşünce tarihî bakımından ister sosyal, ister siyasî kanadın düşünce ve
hayat felsefesini meydana getiren ve istikametlendiren temel metinlere ve eserlere dikkat çekmektir.
Ancak her şeyden önce burada medrese âlimlerinin şahsî kütüphanesine dair bir bilgiye nazar etmek
konunun önemi bakımından daha ilgi çekici bir durumdur. Örneğin 1845 senesinde Gımır
medresesinde müderris olmuş Molla Murad Efendi’nin kütüphanesi ile bağlı listede şöyle
yazılmaktadır:

.‫الواقف الطامع إلي رحمة هللا مراد أفندي إبن أحمد القموري‬

‫هذا أسماء الكتب الموقوفة من الفقه درر و خالسة و إختيار جلد األول و الثاني و مختار و مجمع الفتاوي و الهداية جلد الثاني و‬
.‫فرائض عبد الحليم‬

15
Şiirler için bkz: Niyazov, Dini hayat, s 150-200.
16
Köy ahâlisi sovyetlerin kolay idare etme usulünce civar köylerle birlikte 1969 senesinin eylül
ayından başlayarak şimdiki Ali Bayramli köyüne zorla göçettirmişlerdir. Sovyet döneminde
mescitler bir müddet depo olarak kullanılmış sonra da istifadesiz halde kalarak uçmuş bir harabe
durumuna gelmiştir.
17
Ma`lumata göre kütüphanenin bir kısmı, Gas köyü sakini Muhammed Tahir b. Mahmud ve onun
oğlu Abdullah b. Mahmudun şahsî kitaplarının Gas köy mescidine vakf edilmiş kitapları olmuştur.
Bahsi geçen kitapların bir kısmı Zakatala Tarih ve Diyarşinaslık Müzesinde bulunmaktadır. Bkz:
ЗКМ КП – 6584.
18
Köyde ulemanın medrese faaliyetleri ile birlikte kadınlar arasında Müslimet ninenin de irfan
hizmetleri meşhurdur.
19
Bkz: ЗКМ КП – 6584;

333
Ahmet Niyazov

‫ و م ن علم التوحيد و الصفات عقائد النسفي و محمود حسن و مال‬.‫و من علم المنطق إسي قوجي و نعمان و فناري و محي الدين‬
‫ و من الصرف سعد الدين التفتزاني و دينقوزي و نتائج شرح إظهار و بنا و تصريف‬.‫ و من الحديث مولود نامه‬.‫جاللي و قول أحمد ضيالي‬
‫و مقصود و من علم النحو وأنموزج جامي و آجرومية و تركيب أنموزج و تركيب مائت عامل وقواعد اإلعراب وافية و حدائق من التفسير‬
20...‫جالل الدين اْلول و و من الفارسية‬

“Vakf eden ve Allahın rahmetini üman Murad Efendi b. Ahmed el-Gımırî:

Bu, vakfedilmiş kitapların isimleridir: Fıkıhtan21; “Dürer”22, “Hülâse”, “İhtiyâr” (I ve II cilt),


“Muhtar”, “Cemu`l-fetâvâ”, “Hidâye” (II cilt) ve Abdulhalimin feraizi; Mantık ilminden; “İsagucî”,
“Numan”, “Fenârî” ve “Muhyiddin”; Tevhid ilmî ve Allahın vasıflarından; “Nesefî akidesi”,
“Mahmud Hasan” ve “Ahmed Ziyalı”; Hadisten; “Mövlutnâme”; Sarftan, “Se`duddin Taftazânî”,
“Dinkûzî”23, “Netâici-şerhi izhâr”, “Binâ”, “Tasrîf”, “Maksud”; Nahv ilminden; “Enmuzec”, “Camî”24,
“Ecrumiyye”25, “Terkibu-enmuzec”, “Terkibu-mieti amil”, “Kavâidul-irâb”, “Vâfiye”26 ve “Hadâik”27;
Tefsirden; “Celaleddin” (birinci); Farsçadan28...” Murad Efendi’nin kütüphanesine ait bu eserler
göstermektedir ki, bu edebiyat o dönem için her bir ilim talibinin alması gereken bilgileri ihtiva
etmekteydi.

XVIII. asrın sonlarına doğru gerileyen ve perakende faaliyet gösteren medreseler,


Mahmudiyye irfan mektebinin bölgede yayılmasından sonra nizamlı eğitim seviyesine mâlik tedrîs
ocaklarına çevrildi. Bu dönemde, tarihî Goloda (eski Car) medresesinin ihtişamı bütün Car-Balaken
medreselerinde yeniden dirilmiş oldu. Şöyle ki, bölgeyi ziyaret eden ecnebilerin de dikkatlerini çeken
bir ilmî gelişim göstermiş oldu29. Ganıg (Alazan) vadisinde yerleşen en büyük merkezlerden biri
Goloda medresesidir. XVII. asırda Golodalı Molla Muhammed’in (ö.1640) medresesi bir ilim merkezi
gibi faaliyet göstermiş, medrese tahsil vesaitinin Zakatala’dan Dağıstan’a yayılmasında büyük rol
oynamıştır. “Terâcim” müellifi Ali Efendi’nin belirttiğine göre, Goloda, Azerbaycan ilim havzasını
Dağıstan’a naklederek burada medreselerin intibah ve terakkisine yardım etmiştir.30 O döneme ait

20
Bu vakfiye senedi Kurâ mahalı Cınıq medresesinde 1834 yılında yazılmış ve 1840 yılında Gımıra
getirilmiş Hanefî fetva kitabı “‫ الخالصة‬/el-Hülâse” yazma eserinin ön ve sonuncu sayfalarındaki
Murad Efendi’ye mahsus kayıtlardan elde edilmiştir.
21
Gımır medresesinde Hanefî fıkhı talimleri esas olduğu için Murad Efendi’ye ait tüm fıkıh
lüteratürü Hanefî mezhebinin kaynak kitaplarından ibarettir. (Örnek için Bkz: ЗКМ КП – 6683.)
22
Murad Efendi’nin erkek evlatlarına vakfettiği bu kitaplar hali hazırda Zakatala Tarih Diyarşünaslık
Müzesinde Korunmaktadır. Kitap için Bkz: ЗКМ КП – 6683.
23
XIV. asır ulemasından Ahmed b. Ali b. Mesudun sarf ilmine dair “Merâhul-Ervâh” adlı eserine
çok sayda şerhler yazılmıştır. Bunlar içerisinde en meşhuru “Dinkuz” (Dinkoz) eseridir. Eserin asıl
adı “Şerhul-Merâh”tır ve Şemseddin Ahmed tarafinden yazılmıştır.
24
Abdurrahman Molla Cami (1414-1492) nin “el-Fevâidu’z-Ziyâiyye fî Şerhi’l-Kâfiye” eseridir.
25
İbn Âcurrumun (ö. 723/1323) nahve dair “ el-Mukaddimetu Acurrumiyye fî İlmil-Arabiyye”
eserinin kısa adıdır. Eser nahiv kaidelerinin hülasasını ihtiva eden bir kitaptır.
26
İbn Hacibin (ö. 646/1249) kendisinin “Kâfiye”sine yazdığı manzum şerh eseridir.
27
“‫ ”حدائق الحقائق‬Hadâikul-Hakâik. Müellifi Zeynuddin Ebu Abdullah Muhammed bin Ebi Bekir b.
Abdulqa er-Râzîdir
28
Elyazmada cümleler bu ifade ile sonlanır.
29
Bkz. Dipnot 2- 4.
30
Ali Kayayev, Terâcim-i Ulema-i Dağıstan , s 136.
(Голода был главным очагом распространения ислама, арабской письменности и
мусульманской культуры не только в Алазанской долине. В целом связь дагестанских ученых
с джаро-белоканскими существовала не только в XVII-XIX вв., но и до первой четверти XX
в.) Goloda, İslamın, Arapça yazısının ve müslüman medeniyyetinin Alazan vadisi haricinde de
yayılmasında mühüm rol oynayan merkez olmuştur. Esasen Car-Balaken ve Dağıstan arasındaki bu
maârifçilik harekatı tekce XVII-XIX. asırlarda değil, XX. asrın birinci rübüne kadar devam etmiştir.
(Халаев Захид Алиевич, Этнополитическая и культурно-религиозная история

334
Ahmet Niyazov

yazma kaynaklardan ma’lum olmaktadır ki, bölgenin ilmî yönden seviyesi komşu merkezlerden daha
yüksekte olmuştur.31 Dikkat çeken şeylerdendir ki, bölge kendine has epiqrafik örnekleri, taş
kitabeleri, hattatlık ve sâir gibi yazı sanatı ile de seçilmektedir. Aynı zamanda belirtmek gerekir ki,
komşu bölgelerden gelerek bu tedrîs ocaklarında tahsilini tamamlayan ve yetişen ulema az değildi.
Gazıgumuglu Eyub Efendi, Kılalı Ali Efendi, Gunibli Mahad Efendi, Şamgodalı İsa Efendi, Şemseddin
Efendi gibi bir çok ulema tahsil için Goloda ve Karabağ medreselerine gelmiş bölge âlimlerinden ders
alarak kendi vatanlarına dönmüşler.32 XIX. asrın başlarında Has Muhammed Şirvânî ile Dağıstan’a
yayılan Nakşibend tarikatı da, mahz Halîd Bağdâdî’nin Şirvanlı halifesi İsmail Siraceddin Kürdemîrî
vasıtasiyle Şirvan’dan Dağıstan’a uzanan bir irfan harekatı oldu. Yani Şirvan Kafkasya`da tarihen bir
ilim-irfan merkezi olmuştur.

A. Kayayev (ö. 1943) ve Z. Alieviç gibi Dağıstanlı araştırmacılar o dönemlerde maârifçilik


harekatının Car ve Şirvan’dan Dağıstan’a doğru süratle yayıldığını iddia etseler de 33, XIX. asra gelince
bunun aksi istikametinde bazı istisnalara da rastlamak mümkündür. Beyannamelerde Dağıstanın bazı
medreselerinde – yazarak çoğaltılan kitapların- doğuya doğru yayıldığını görülmektedir. Kura
mahalında Cınıglı İsa Efendi medresesinde yazılan kitapların Zakatala’nın Gımır medresesine
gönderilmesi bunun bir örneğidir. 1834 yılında yazılmış meşhur Hanefî fetva kitabı “‫الخالصة‬/ el-
Hülâse” yazma kitabı bunlardan biridir.

Söylemek mümkün ki, artık XIX. asırda medreseler kendisinin zirve dönemini yaşamıştır.
Çünkü bu dönemde bölgede maârifin gelişmesi için yön veren hadiseler meydana gelmiştir. İlim ve
tahsil temayülleri medrese dışında da genişti. Şöyle ki artık, halk nezdinde anlaşılması kolay bir
takım kitaplar talep edilmekteydi. Ona göre de ulema tarafından tercüme faaliyetleri ile birlikte,
Arapça ve Farsça dillerini öğreten lügatler34 tertib edilmekte, bölge insanının istifadesine uygun Türk
dilinde kitaplar kaleme alınmaktaydı. Abdussalam oğlu Muhammed Meskuri’nin“ ‫ زبدة اإلسالم‬/
Zübdetul-İslâm” eseri sırf böyle bir ihtiyacın neticesi olarak yazılmış eserdir. Müellif giriş sözü olarak
şöyle dmektedir:

“Bazı dostlarım ve din kardeşlerim benden iltimas ettiler ki, arap lügatine kudretimiz yoktur.
Türkî lafzile gerektir ki, bizim içün bir muhtasar cemedesin. Dinî İslâm’ın usûlü ve furuu, farzlarını,
sünnetlerini, edeplerini ve bunlara benzeyen meseleleri beyan edip bildirem. Ben dâhi onların iltimasını
kabule vaki kıldıktan sonra Türkî lafzi ile bu risaleyi cem ettim…”

Müellifin şafiî mezhebinde hülasa şeklinde hazırladığı bu eseri Kafkasya`da Türkçe ile yazılmış
ilmihal mahiyetinde ilk kitap hesab edebiliriz. Bir çok yerde kitabın çeşitli yazma nüshalarına
rastlamak mümkündür. Eserin 1911 senesinde Timurhan Şura matbaasında basılması 35 bölgede
kitaba olan talepten ileri geldiğini göstermektedir. Kitaba dair en son 1970 yılında 36 Yengiyanlı
İbrahim Halil Efendizâde tarafınden kaleme alınmış yazma nüshası yeni döneme kadar bölge
insanının el kitabı gibi istifade edildiğinden haber vermektedir.

дагестаноязычных народов Алазанской долины в xvı- xvııı вв., Махачкала 2012, s 86; Aynı
zamanda Bkz: www.maarulal.ru (15XII-2013.))
31
Goloda`dan etrafa yedi merkeze yazılmış Halil Beyin mektupları edebî ciheti, uslubü ve tertibatı ile
bunun bir örneğidir. (Bkz: ЗКМ КП-0050. )
32
Karabağ medreselerine yüz tutan Dağıstanlı ulema, daha çok Farsça ve Türkçeyi mükemmel
öğrenmek için geliyorlardı. (Kayayev, a.g.e., s 116-118-126.)
33
Bkz: A. Kayayev/ Z. Alieviç, aynı eserler aynı yerler.
34
Farsçaya ait tertib edilmiş lügat için Bkz: ЗКМ КП – 6620
35
Bkz: ЗКМ КП – 6590.
36
Kitabın kâtibi hakkında şöyle yazılmıştır: “Hicri 22 meherrem 1390, miladi 29 şubat 1970 yıl.
İbrahim Halil Efendizâde Yengiyani.” (Bkz: ЗКМ КП –6685)

335
Ahmet Niyazov

Medrese dili olan Arapçanın kolay anlaşılması için lügat çalışmalarına gelince, ulema
tarafından sistematik hazırlanmış ve muayyen derecede ihtiyaca göre tertip edilen lügat kitapları
yazılmaktaydı. İsmail b. Molla Camal el-Katrûhînin Mamrûh medresesinde hazırladığı “‫بيان الصحاح‬
/Beyânus-Sıhâh” Arapça-Türkçe sözlüğü buna bir örnektir. Sözlük kitabı aslında İbn Manzûr’un (ö.
711/1311) meşhur lügati olan “Lisanul-Arab” sistematiği gibi kelimelerin “sıhah” ekolüne göre
dizayn edilerek, söz ve kelime köklerinin sonuncu harfini esas alarak bablaştırılmıştır. İlk harfleri ise
“fasıl” adı ile alfabe sırasına göre sıralanmıştır37.

Belirtmek gerekir ki, bu lügat Türkçe’ye muvafık hazırlanmış olsa da, bölge insanına hizmet
etmesi bakımından bazı sözler bölgede mevcut lehçeye göre verilmiştir. Mesela Arapçada “ ‫حقيبة‬/
hakibetün” sözü “torba” demektir, ancak zikri geçen lügatte bu söz sakhurların dilinde “hebke”; “‫ قتب‬/
katebun” sözü “hörgüç” demektir, ancak lügatte yine sakhur dilinde “kaltah” ve sâir gibi verilmiştir.

Dibir Kadı adı ile tanınmış Hunzahlı Muhammed Şefi Azerbaycan medreselerinde Türkçe ve
Farsçayı öğrendikten sonra38 bu iki dilin talim ve tedrîsini kolaylaştıran bir lügat kitabı hazırladı.
Eserin tertip ve üslubu her iki dilin öğrenilmesine imkân verdiği için 365 sayfadan ibaret olan bu
kitaba “‫ جامع اللغتين لتعليم األخوبن‬/ Camiul-lüğateyn li talimil-ahaveyn” adını verdi. Ma’lum olmaktadır ki,
eser, müellifin İran ve Turan coğrafyasına bir çok seyahatinden sonra kaleme alınmıştır. Kitaba
verilen “İki kardeşin öğrenmesi için cem edilmiş iki lügat” manasında koyulan isim dikkat
çekmektedir. Bu, ecdadın her fırsatta İslâm kardeşliğini ön planda tutan bağları tarihte örülmüş din
anlayışını göstermektedir. Eser sayesinde XVIII. asrın ikinci yarısından sonra bölge medreselerinde
bu iki dilin tahsili, aynı zamanda bu dillerde olan edebiyatın istifadesi daha genişlemişti39.

Medreselerde tedrîs edilen derslere gelince, ma’lumdur ki, İslâm coğrafîyasında ilimlerin
tasniflendirilmesinde el-Harazmî, İbn Haldun, Ebu Hamid Gazzâlî ve Osmanlı medrese sisteminin
tatbik ettikleri metotlardan istifade edilmiştir. Bölgedeki tahsil ocakları arasında bazı farklar olsa da,
genel kaide olarak derslerin aşağıdaki gibi tasnif edilmesi Osmanlı medrese usûlüne muvafıktır. Buna
göre dersleri aşağıdaki gibi gruplaştırmak mümkündür:

1) Dil ilimleri; Arapça esas derslerden olduğu için gramer, bedi’, beyân ve arûz gibi dilin çeşitli
konularını ihtiva etmekteydi. 2) Mantık ve kelam ilimleri 3) Talim ilimleri ve bölümleri (Hesap,
astronomi, hikmet (felsefe), tıp, riyaziyat, tarih, coğrafya, belagat ve s.) 4) dinî ilimler; Kur’ân-ı
Kerim, tecvit, fıkıh, tefsir, hadis vs.

Mantık ilminin tedrîsinde XIII. asır filozof âlim Esîruddin Ebherî’nin (ö. 663/1265) “İsaguci”si
gibi kitapların tedrîsi ve ona yazılan şerhler ve hâşiyeler en çok istifade edilen eserlerdir. Bu alanda
bölgede yerli edebîyyattan da istifade edilmiştir. Kafkasya`lı âlim Numan b. Şeyh Sâid eş-Şirvânî’nin
“‫ حاشية علي شرح إساقوجي‬/ Hâşiyetu ale şerh-i İsaguci” hâşiye kitabı buna en güzel örnektir.40 Bir diğer
edebiyat Karabağlı âlim Mevlana Muhammed Emin b. Sadrul-İmam eş-Şirvânî’nin yazdığı “‫ جهة الوحدة‬/
Cihetul-vahde” eseridir ki, kitap istisnasız her bir medresede okutulmuştur.41 Eser bu coğrafyada

37
Adı geçen lügat kitabının elimizde hal hazırda bir hissesi mevcut olup, tamamı Dağıstan Yazma
Eserler kütüphanesinde sergilenmektedir.
38
Dibir Kadı İran ve Türkiye`ye de seyahetler ederek Türkçe ve Farsça öğrenimini geliştirdiği
kaydedilmektedir. (Bkz: Kayayev, a.g.e., s 63.)
39
Bu gibi lügat çalışmaları Kafkasya`da yaşayan diğer dillerin mensupları arasında da devam etmiştir.
Şöyle ki, Arapçanın anlaşılmasına kolaylık veren edebiyat ulema tarafinden hazırlanmakta ve
nüshaları el yazmalar şeklinde çoğaltılmaktaydı. Zeyd Efendi’nin (ö. 1882) Arapça-lakca lügati buna
örnektir ki, o, hazırladığı bu eserine “‫ ياقوت الميقات‬/ Yâkutul-Mikât” adını vermiştir.
40
Bkz: ЗКМ КП – 240.
41
Muhammed Efendi’nin “‫ جهة الوحدة‬/ Cihetul-vahde”eseri aslınde mantık ilmî ile meşgul olmuş
alimlerin derin müzakerelerine sebep olmuştur. Bazı alimler bu eserdeki fikirleri tenkid eden yazılar
yazarken, bazı ulema da Muhammed Efendi’nin mülahazalarını destekleyen mahiyette yazılar

336
Ahmet Niyazov

mantık alanında “‫مال اغلي‬/ Molla Ağlî / (Molla aklı)” gibi tanınmış ve bu isimle meşhurlaşmıştır.
Dönemin en önemli ve kıymetli edebiyatı olması bakımından talebeler bile bu kitabı kendi elleri ile
hüsn-ü hatla yazıp çoğaltarak birbirlerine hediye kitap gibi bağışlamışlardır.42

Bu mantık eserin aynı zamanda Dağıstan medreselerinde tedrîs edilmesi Goloda’nın mantık ve
felsefe âlimlerinden Molla Muhammed Efendi’nin adı ile bağlıdır 43. Dağıstan’da bunun tedrîsinin
gelişmesi ise Sugraklı âlim Mehdi Muhammed’in büyük emeği olmuştur. Onun bu alanda yazdığı “ ‫تمهيد‬
‫ العلوم‬/ Temhîdu-l Ulûm” adlı eseri uzun müddet tedrîs edilmiştir.

Tıp alanında çeşitli eserlerden istifade edilse de, 1136/ 1723 yılında Rahmekulu Efendi’nin 44
Arapçaya tercüme etdiği “‫ تحفة المؤمنين‬/ Tuhfetu-l Mu’minîn eseri45 kitapların en gözeli olarak
tanınmış ve okutulmuştur. Eserin çeşitli konuları küçük hacimli kitaplar ve risaleler halinde tertib
edilerek uzun müddet tebabette el kitabı gibi istifade edilmiştir.

Coğrafya fenninin tedrîsinde ise, Mamrûh medresesini örnek vermek kâfidir. Burada tedrîs
edilen coğrafî eserlerden biri Rıdvan b. Abdullah Elcani’nin“ ‫ عمدة أولي النُّهي و العرفان في علم الميقات‬/
Umdetu ulin-nuhe vel-irfan fi ilmil-mikâti” kitabıdır. Ancak her şeyden önce bu medrese
müderrislerinden Hüseyin Efendi b. Ramazana ait coğrafya ve astronomi çalışmaları, ona ait
hesaplamalar burada tedrîsin seviyesini göstermektedir.

Medreselerde tedrîs edilen kitaplar her hangi bir hâkim güç tarafından gösterilen “buyruk
talim” ve ya dar terkipli (o dönem için) sabit bir medrese müfredatının tatbik edildiği iddia edilemez.
Ancak ilim ehli tarafından mevcut toplumsal şartların ve meydana gelen sosyal siyasî hadiselerin
gidişatı nazar dikkate alınarak “orta yol” bir tedrîs faaliyeti yürütüldüğünü müşahede edebiliriz. Buna
göre tedrîs faaliyetinde akide olarak Ehl-i Sünnet, Mâtüridî ve Eş’ârî prensipleri, mezhep olarak
Hanefî ve Şafiî ve Hanefî kaynakları, tarikat/tasavvuf olarak da Nakşibendî esasları talim
edilmekteydi.

C. Eğitim Usûlü

İster medrese tedrîsinde, ister ferdi olarak âlimlerin yanında tahsil almak belirli bir sisteme
tabi olmakla mümkün idi. Bir kaç aşamadan geçmekle belirlenmiş otuza yakın ders vesaitini bazen
mütalaa yolu ile, ancak daha çok hıfz etmek lazım idi. Aynı zamanda yazarak öğrenmek de bilgiye
ulaşma aracı olarak görülmüştür. Tedrîs usûlünde esasen aşağıdaki gibi bir hiyerarşiye riayet
edilmekteydi:

a) Kur’ân-ı Kerim b) Arapça c) Mantık d) Dînî ilimler

Kaynaklardan ma’lum olmaktadır ki,46 ilim tahsilinde gösterilen bu sıraya riayet etmek şart
idi. Her şeyden önce Kur’ân öğretilmekte, tecvit kâideleri ve çeşitli kırâat usûlleri talim edilmekteydi.

kaleme almışlar. Dağıstan`ın ilk mantıkçı alimlerinden Kurban Ali Ahalçi kitaba karşı ilk tenkidi
yazılar yazan alimdir. (Bkz: Kayayev, a.g.e. s. 128)
42
Bkz: ЗКМ КП – 6569.
43
Х. З. Алиевич, a.g.e., s 89-129.
44
Rahmekulu Efendi Samurlu bir alim olup, tebabet ilmini Azerbaycan ve İran medreselerinde
öğrenmiştir.
45
“‫ تحفة المؤمنين‬/ Tuhfetul-muminin” eseri XVII. asırda İran saray hekimlerinden Muhammed Mümin
Hüseyni Tankubuni tarafından Şah Süleyman (1666-1694) adına yazılmıştır. Eser Turan
coğrafyasında çok meşhur olduğu için Arapça ve Türkçeyede tercüme edilmiş, 1850-1867
yıllarında İran`da üç defa basılmıştır. Fransız rahibi Ange de la Brosse tarafından Latın diline
tercüme edilerek Parisde “Pharmacopoea Persica” adı ile basılmıştır.
46
Bkz: Şuayb b. İdris el-Baginî, et-Tabakâtul-Hâcegân en-Nakşibendîyye ve Sâdâtul-Meşâyihil-
Halîdiyyel-Mahmudiyye, Dimaşk 1996, s 513-514.

337
Ahmet Niyazov

Eğer talebe muvaffak olursa bu talim Kur’ân`ın hıfzı ile tamamlanmaktaydı. Osman Efendi Sakhurî’nin
belirttiğine göre Hâfız-ı Kur’ân olmağın bazen âdetten sayıldığı zamanlar da oluyordu.47

Bu sırada ilmihal gibi temel dînî bilgiler mahiyetinde bir kitap olarak, çoğu zaman da “ ‫المختصر‬
‫الصغير‬/ el-Muhtasaru-s Sağîr” kitabından iman ve İslâmın şartları ezberlenip, dînî hükümler hakkında
genel bilgi elde edilmekteydi.

Bundan sonra köklü bir Arapça eğitimi gelmekteydi. Arapçanın tedrîsine gelince “‫تصريف الزنجاني‬
/ Tesrifu-z Zencani”den başlayarak sırası ile “‫ مائة عامل‬/ Mietu Amil ”,“‫ أألنموزج‬/ el-Enmûzec, “‫شرح المراح‬
/ Şerhu-l Merâh”, “‫ شرح الشافية‬/ Şerhu-ş Şâfiye” ve “‫ الفوائد الضيائية‬/ el-Fevâidu-z Ziyâiyye”de dâhil
olmakla sarf ve nahiv ilmi (Arapça) hakkında tam tasavvur elde edilmekte, hatta Şuayb Efendi’nin
kaydettiğine göre bu aşamada talebe artık sorulan sorular karşısında serbest cevap vermekte ve
şifâhî olarak kendisini ifade etmekteydi.48

Arapçayı mükemmel öğrenmiş bir talebe için artık Arapça yazılı her türlü vesaitten istifade
ede bilirdi. Ona göre de daha dinî ilimlerle tanışmadan önce bu aşamada tefekkürün doğru dürüst
gelişmesi, tasdik ve tekzib metotlarının öğrenilmesi, idrak etme melekesi ile de hakikatin elde
edilmesi zaruriydi. Bu sebeble sıradaki tedrîsat mantıkla devam etmekteydi. Öncelikle “ ‫إيساغوجي‬/
İsagûci” ve “‫ نعمان‬/ Numan ” şerhleri ile birlikte tedrîs edilirdi. Sonra “ ‫المعان‬/ el-Meân” , “‫البيان‬/el-
Beyân”, “‫العضدية‬/ el- Adûdiyye”, “‫شرح العقائد‬/Şerhu-l Akâid” sırası ile okutulur ve artık dinî ilimlerin derin
ve teferrüatı ile öyrenilmesine kapı açılırdı. Fıkhın tedrîsi “‫تحفة المحتاج علي شرح المنهاج‬/ Tuhfetu-l
Muhtâc ale Şerhi-l Minhâc” kitabı ile ve aynı zamanda “Usûl-i Fıkıhta “‫ شرح جمع الجوامع‬/ Şerhu Cem`i-l
Cevâmî kitabının tedrîsi ile yerine yetirilirdi. Tefsir ilminde daha çok “‫تفسير الجاللين‬/ Celaleyn tefsiri”,
Hadis üzere de en meşhur hadis kaynaklarından istifade edilmekteydi.

Bu arefede her hangi bir konu üzerinde farklı düşüncelerin karşılıklı müdafaa sanatı olan
münazara ilmi de tedrîs edilmiştir. Aslında İslâm felsefesinde Yunan felsefesinden alınan
“dialektik”e “cedel” adı verilmiş, delile karşı delille cevap vererek müzakere ederken kendi fikrini
müdafaa etmektir. Bu metot bazen karşı tarafı meyus eden tarzda olduğu için İslâm mütefekkirleri bu
fennin sistemini daha da yumuşatarak “İlm-i Âdâb-ı Münâzara” yani “münazara ilminin edebî”
adında faydalı bir ilim dalı elde ettiler.

Bu kitaplar sırası ile öğrenilmekteydi. Tedrîs belli bir yaş haddi ile sınırlı değildi. Her alan için
tayin edilmiş çeşitli edebiyattan istifade imkanı da ek olarak okumak için tavsiye edilmekteydi. Tedrîs
ve talimini bu yolla tamamlayanlar zâhirî ilimleri öğrenmiş hesab edilmekteydi, bundan sonra her
hangi bir medresede müderris vezifesi verilebilirdi. Örneğin Şuayb Efendi Baginî 1890 senesinde
Carda tahsilini tamamladıktan sonra Sambur mahalının Sakhur köy medresesine müderris tayin
edilmişti.49

D. Eğitim Dili

Bu dönem için diğerlerinde olduğu gibi Kafkasya müslümanları arasında da maârif dili Arapça
idi. Bu dil tedrîsin ve bütün ilimlerin başlangıcı hesab edilmiş ve iki çizgide, morfoloji (sarf) ve
sintaksis (nahiv) kısımlarına ayrılarak öğretilmiştir. Medreselerde en çok istifade edilen, yazılarak
çoğaltılan ve okunan kitaplar sarf ve nahiv eserleri olmuştur. Bu alanda tanınmış en meşhur eserlerle

47
Osman Efendi Sakhurî,Tuhfetu-l Ahbabi-l Halîdiyye, Timurhanşura 1914, s 191.
48
Baginî, a.g.e., s 514.
49
Baginî, a.g.e., s 514.

338
Ahmet Niyazov

birlikte Se`iduddin Sadullah el-Berdei gibi ülke içerisinde tanınmış ulemanın kaleme aldığı kitaplar da
okutulmuştur.50

Bölgede Arapçayı incelikleri ile bilen bir hayli âlim olmuştur. Musa b. Ömer Katehî, onun
üstadı Talalı Molla Ramazan b. Muhammed51, Golodalı Molla Muhammed, Golodalı Molla Mehdi b.
Ahmed, Hâfız Hacı Kurban Efendi Meşleşî, Süleyman b. Ali b. Allahverdi Gımırî, Suvagilli Hatem
Efendi, Herov b. Mikayıl, Alibey b. Nur Muhammed b. Aliabadî ve sâir âlimler sarf ve nahiv alanında
müstakil eserler meydana getirmiş, müdavimlerin kolay istifade imkanları için nazarî talim vasıtaları
yazmıştırlar. Bu eserlerden bazılarını sayarsak müellifleri ile birlikte aşağıdaki gibi göstermek olur:

1) Golodalı Molla Muhammedin “‫ التصريف‬/ et-Tasrîf”i52, 2) Mehdi b. Ahmed Golodinin “ ‫جمع‬


‫القوائد‬/ Cemu`l-Kavâid”i, 3) Musa b. Ömer Katehinin “‫ امثلة مختلفة‬/ Emsiletün Muhtelife” 4) Kurban Efendi
Meşleşî’nin“ ‫أمثلة‬/ Emsile” ve “‫ التصريف‬/ et-Tasrîf”, 5) Herov b. Mikayil’ın“‫ التصريف‬/ et-Tasrîf” , Alibey b.
Nur Muhammed b. Aliabadi’nin “‫ الرسالة‬/ er-Risale”53 ve sair.

Medreselerde Arapça, fenlerin ilkin basamağını teşkil etmekteydi. Talebeler bu ilmî bütün
ilimlerin anahtarı gibi öğrenmeye çalışmış, diğer ilimleri benimsemek için bu dili mükemmel
öğrenmeleri şart olmuştur. Ulema da aynı zamanda Arapçayı tahsilde kâmilliğin şartı gibi göstermiş,
bu hakta nasîhat içeren ifadeler kaydetmişlerdir. Bunlardan biri Suvagilli nahiv âlimi Hatem Efendi b.
Ahmede d’e ait aşağıdaki manzumedir:

‫ْس ـ لَعَ ْم ِري ـ َواحِ ٌد مِ ثْ َل ا ْلكَافِيَ ِة‬


َ ‫ِيرةً*** فَلَي‬ َ ‫لَقَ ْد‬
َ ‫صنَّفُوا فِي النَّحْ ِو ُكتُبًا َكث‬

ٌ‫س َخةُ لَكَ كَافِيَة‬


ْ ُّ‫علَ ْيكَ بِتَك َْر ِار ا ْلكَافِيَ ِة َو حِ ْفظِ هَا *** فَفِي النَّحْ ِو َهذِه الن‬
َ

ٌ‫ب شَا ِفيَة‬


ِ ‫عهَا ِلذَ ِوي ا ْل َم ِآر‬ َ ْ‫َما أ َ ْبص ََرت‬
ُ ‫ع ْينَ َّي مِ ثْ َل ا ْلكَا ِفيَ ِة *** َمجْ ُمو‬

.ٌ‫ب َْل ِز ْم حِ ْف َظهَا *** َوا ْعلَ ْم يَقِينًا أَنَّهَا لَكَ كَافِيَة‬ َ ‫يَا َطال‬
ِ ‫ِب ْاإلع َْرا‬

Nahiv ilminde çok kitap tasnif ettiler. Ömrüme yemin olsun ki, (Hayatıma and olsun!) “Kâfiye”54
gibisi yoktur. Sen onu (Kâfiyeyi) çokca tekrarla ve hıfz et, Nahiv ilminde bu nüsha sene kifayet eder.
Gözlerim “Kâfiye” gibi bir kitab görmedi. Arzu edenler için onun tamamı “Şâfiye”de55 vardır. Ey irab56
talibi, senin onları hıfz etmen gerek. İyi bil ki, o sene kâfidir.

Arapçaya olan âşinâlık halkın ekser kesimlerinde yüksek olmuştur. Mektuplar da bu dilde
yazılmış, onları tasdik eden mühürlere bile yine Arapça ifadeler kazınmıştı. Dönemin tefekkür ve

50
Berde`înin “ ‫ حدائق الدقائق في شرح رسالة عالمة الحقائق‬/ Hadâikud-Dakaik fi Şerhi Risaleti Alametil-
Hakâik” adındaki eser “Alametü-l Hakâik” eserinin şerhi olup, Arapça gramer ve dil felsefesi
esasında tertib edilmiştir. Eserin el yazması Muhammed b. Hacı Urdaş ed-Dağıstani el-Andeli el-
Kolavi tarafından kaleme alınmıştır. Kitap, Dağıstanlı Muhammed Mirza el-Çuhî el-Movravi
tarafından basılması tavsiyye edilmiş, Sankpetersburk`ta 1904 yılında haziran ayının onunda
Sankpetersburk nazaret/sansür kurulunun izni ile basılmıştır. Kitabın bir sıra elyazma nüshaları da
mevcuttur. Muhammed bin Karabaği tarafından yazılmış elyazma nüshası için Bkz: ЗКМ КП-53.
Aynı zamanda Ağdaş tarih Diyarşinaslık Müzesinde hicri 1336 (miladi1920) yılında Müsüllü
Mahmud kızı Tükezban tarafından Müsüllü oğlu İsaya vakfedilmiş bir nüshası mevcut olup, kitabın
vakfiyyesinde “Ebedi olarak satıla bilmeyeceği, hibe yolu ile de bağışlanamayacağı, heç kimseye
miras kalamayacağı” kaydedilmiştir.
51
Bu alim, aslen Nuhalıdır.
52
ЗКМ КП – 6534.
53
ЗКМ КП – 6596
54
İbnul-Hacibin (ö. 646/1249) ereb nehvine dair müxteser eseri.
55
İbn Hacib, serfe dair geniş melumatları Şâfiye eserinde cem etmişdir.
56
Kelime sonluqlarının herekelerinin ve herflerinin deyişmesine verilen addır.

339
Ahmet Niyazov

dünya görüşünü de aksettiren mektuplarda edebî dilin ince üslubundan ustalıkla istifade edilmekteydi.
Onlardan bir örnek İmam Şamil’in şu mektubudur:

...‫ فبعد‬، ‫إنه من أمير المؤمنين شامل إلي من هو بمنزلة قرة عينه الكريم دانيال سلطان سالم كثير علبكم‬

“Müminlerin Emiri Şâmil’den gözümün nuru olan cömert Sultan Danyala! Size çok selam
olsun!...”57

Mektuplaşmalar bölge idarecilerinin komşu müslüman devletlerle olduğu gibi, Çarlık


Rusya`sının ve aynı zamanda Gürcü knyazları ile olan yazışmalarda, her iki taraf arasında Arapça
yürütülmüştür. Bölge için gerek Gürcü, gerek Çar Rusiyası tarafından gelen mektup ve
beyannamelerin Arapça olması buradaki mevcut medeniyetin seviyesinden haber vermektedir.
Belirtmek gerekir ki, yazılan mektuplarda yüksek edebî üslupla birlikte güzel hattatlık örnekleri de
dikkat çekmektedir.58 Aynı zamanda âşıklar bile kendi şiirlerinde Arapçanın zenginliklerinden
istifade etmekte, derin manalar ihtiva eden ifadeleri Arapça söylemekteydiler. Onlardan bu dilin her
bir harfine şiir yazanlar da olmuştur. Aşık Hüseyin Meşleşî’nin (?-1919) “Elife benziyorsun” şiiri buna
örnektir.59 O, bu şiirin her bir beytini arap harflerinden birine hasretmiştir

Hususen belirtmek gerekir ki, mürşid-i kâmil şeyhler ve onların halifeleri yine bu dilde kitaplar
kaleme almış, kaside ve mersiyeler yazarken bu dilden ustalıkla istifade etmişlerdir. Osman es-
Sakhurî’nin“‫تحفة األحباب‬/ Tuhfetul-Ahbâb”, Şueyb Efendi’nin “‫طبقات‬/ Tabakât”ı, “ ‫قالئد جواهر األعجام في سير‬
‫“– سيد اْلنام‬Kalâidu Cevâhiri-l E`cam fi Siyeri Seyyidil-enam”ı, “‫ زبدة اْلخبار‬/ Zübdetül-Ahbâr” “‫ التخميس‬/ et-
Tahmis”i, “ ‫الفريدة المخمسة‬/el-Feridetül-Mühammese”si, “‫المرثية في حق التاللي حين انتقل الي دار القبور‬/ el-
Mersiyye fi hakkit-Talali hine intekale ile daril-kubur”u, Cemaleddin Gumugi’nin“‫ اآلداب المرضية‬/ el-
Adabül-Maraziyye”si ve sâir kitapları saymak mümkün.

Bölge insanının maâriflenmesinde Arapçanın hususi rolü olmuş, örneklerden de görüldüyü


gibi medrese ehli yüksek seviyede onun talim ve tedrîsi ile meşgul olmuşlardır. Bunun neticesidir ki,
meşhur Rus şarkiyatçısı Bartold bölge hakkında şöyle demekteydi: “Hiç bir gayr-i arab ülkesinde arap
dili ve edebiyatı XX. asrın ortalarınadek bu tür tam canlılığını koruyamamıştır.”60

II. Islahat Harekatının Günümüze Yansımaları

Malumdur ki, Azerbaycanın tarihi geçmişi hristiyanlık, yahudilik, maniheizm, zerdüştlük ve


esas itibariyle de müslümanlık olmakla dünyanın en büyük dinlerinin yaşandığı multikultral zemine
sahip olmuştur. Günümüz itibariyle de bu konfessiyalar birarada yaşayarak toplumsal ahlakın genel
amaç ve temel ilkeleri doğrultusunda bir bütünlük arzetmektedirler. Azerbaycan devletinin bugünki
siyasetinde yer alan, çeşitli kültürleri birlikte yaşatan hayat tarzı aslında temelleri tarihte atılmış
değer yargılarının günümüze yansımmalarıdır.61 Şöyle ki, Azerbaycanda tarihen dünya dinlerinden
hristiyanlık, yahidilik ve özellikle VII asırdan itibaren İslamiyet bu güne kadar Kafkasya`ya has bir
özellik olan coğrafiyada bulunan çeşitli azınlıklara karşı hoşgörü ortamı sağlamış, tüm azınlıklara
hayat hakkı tanımış ve onlarla birlikte yaşama arzusunu gerçekleştirirken onları adeta bir fanus gibi

57
ЗКМ КП –5845.
58
ЗКМ КП – 6037; ЗКМ КП – 6021; ЗКМ КП – 6033.
59
Harun İbrahimov, Sakhur dilinin edebiyatı, Mahaçkala 2012, s 234. Belirtmek gerekir ki, arap
alfabesinin her bir herfine bir beyt hasredimliş bu “Elife benziyorsun” şiiri derin araştırma talebine
ihtiyacı olan bir şiirdir. Aşık Hüseyin Meşleşî`nin onu sakhur dilinde yazdığı kayd edilir. Ancak
diğer taraftan şiirin aynı dönemlerde yaşamış ve aynı tarihte dünyadan göçmüşMolla Cuma`ya
(ö.1920) da aid edilmektedir. (Bkz: Molla Cuma, Eserleri, Şark-Garp Neşriyatı Bakü 2006, s 273.)
60
В. Бартолд, a.g.e., s. 417-418.
61
Bkz: Paşazade Allahşükür, Kafkazda İslam, Bakü- Azernəşr 1991, s 35; Verdiyeva Hacer,
Azerbaycan Multikultralizminin XIX asra kadarki Tarihi, Azerbaycan Multikultralizmi, Bakü 2017, s
72-79.

340
Ahmet Niyazov

korumuştur.62 Tüm bu değerler elbet ki bölgede gelişen eğitimde ıslahat harekatının ürünü olarak var
olmuştur. Eğitimde gerşekleşen atılımlar bahsi geçen değerler silsilesi şeklinde toplumda
yansımalarını her zaman tezahür ettirmiştir. Bunun bir takım örneklerini aşağıdaki gibi göstere
biliriz;

Günümüz itibariyle de bölgede hala yaşamakta olan udiler, ingiloylar, gırızlar, buduglar,
hınalıklar, tatlar, talışlar, ruslar, lezgiler, yahudiler ve sair azınlıklar Azerbaycan ailesinin tarihi
terkibi olmakla birlikte bu günki yapısını da oluşturan zenginliktir. 63 Bir hakikattir ki, bu bütünlüğü
sağlayan unsurlar farklı dönemlerde farklı şekillerde tezahür etmiştir. Bu geleneğin Azerbaycandaki
tarihi resusları, yahut diöğer bir tabirle Azerbaycanın bugünki tolerant zeminin tarihi dinamizmini
teşkil eden unsurlar farklı dönemlerde farklı şekillerde tezahür etmiştir. XIX yüzyılda bunun bir
örneği bu coğrafiyada adeta eğitimde seferberlik konsepti olmuştur. Azerbaycan’ın kuzey-batı
(Ganıg-Hefteran vadisi boyu) bölgelerde ilim ve tahsilin durumu XIX. asırda birçok İslâm ülkeleri
nispetinde daha yüksek seviyede olmuş; ilmin, tahsilin, maârifin gelişmesinde deyim yerindeyse, bir
intibah dönemi yaşanmıştır. İlim merkezlerinde eğitim ve tedrîs işleri yürütülmekle birlikte irfan
yolun prensiplerini de telkin etmekteydiler. Kafkasya`nın bu bölgesinde yaşanan değerler manzumesi
çeşitli halklar, azınlıklar ve kültürel zenginlikler için birlik ve beraberlik havzası sunmaktaydı. Nakşı
esaslara bağlı bu gelenek inancı, dini, ne olursa olsun her kesim ve kültrler için bir güvenli liman
havzası idi.64 Bunun farklı ve çeşitli örneklerini şöyle verebiliriz;

Bölgede diğer insanlara emanet duygusu ile bir yaklaşım sergileyen nakşi gelenek diğer din
mensuplarının güvenini kazanmıştı. Rus kaynaklarına göre bu dönemde Çar Rusiyası hristiyanlığı
desteklediği halde insanlar kitleler halinde yibne de müslümanların saflarında yer almakta, kitleler
halinde müslümanlaşmaktaydılar.65 1877 senesinde bölgeyi ziyaret eden fransız gezgin Carla Serena
buradaki müslüman kesimin diğer din mensuplarına özellikle hristioyanlara karşı tutumlarını şöyle
dile getirmektedir “Burada Muhammede bağlı olanlar İsevilerle hayret edeceğiniz bir vahdet içinde
yaşamaktadırlar.”66

XIX asrın başlarında güney Kafkasya`ya sürülen katolik polonyalıların bir kısmı Zakatalaya
yerleştirilmiştir. Malumdur ki, XIX asırda polonyalılar Sibiryaya sürgün edildiği gibi, Kafkasya`ya da
sürgün olunmuştur. XIX asrın 30-cu yıllarında onlar için bir kilise yapıldı.67 Bu dönemde
müslümanların hristiyanlara karşı tutumları batılıların gözü ile de övülmüş ve bu dağlıların hiç bir

62
Verdiyeva, a.g.e., s 75;
63
Aynı müellif, Azerbaycan multikultralizmi yeni dönemde, Azerbaycan Multikultralizmi, Bakü
2017, s 79-86.
64
Bak: Niyazov, Dini hayat, s 224-229 .
65
Ислам практически ни в одном мусульманском анклаве Российской империи не сдал своих
позиций, а, наоборот, использовал все возможности распространить свое влияние на соседнее с
ним христианское население. Не случайно исследователи мусульманства того времени в
России утверждали, что народы, принявшие ислам, умерли для христианства. (İslam Rusiya
İmperiyasının heç bir bölgəsində öz mövqeyini itirməmiş, əksinə öz təsirlərini qonşu xristian əhalisinə
göstərmək üçün bütün imkanlardan istifadə etmişdir. Təsadüf deyildir ki, o dövrün Rusiyadakı
müsəlman tədqiqatçıları qeyd edirdilər ki, İslamı qəbu edən xalqlar ölsə də yenidən xristianlığa
qayıtmırdılar. ) (Тихонов, Андрей Константинович, Политика Российской империи по
отношению к католикам, мусульманам, иудеям в последней четверти XVIII - начале XX в
.Санкт-Петербург, 2008, с. 8. http://www.dissercat.com/content/politika-rossiiskoi-imperii-po-
otnosheniyu-k-katolikam-musulmanam-iudeyam-v-poslednei-chetve#ixzz2jnAPBKPb.
66
Mon voyage: souvenirs personnels. I. De La Baltique ala mer Caspienne par Mme Carla Séréna
Officier D’academie. Medaillee de I’Ordre de Litteris et Artibus de Suede Membre correspondant des
Societes de Geeographie de Vienne et de Paris. Paris Maurice Dreyfous, Editeur. 13, Rue Du
Fauborg-Montmartre, 13.http://gallica.bnf.fr/ark:/12148/bpt6k28629p/f1.table. 16/XI/2013.
67
Muhammed el-Cari, Car Salnamesi, (Tahkik ve terceme, Sevda Süleymanova), Bakü, 1997, s 8-65,

341
Ahmet Niyazov

zaman vahşı ya da barbar olamayacakları, müslüman savaşçıların savaşta bile diğerlerine karşı
merhametli oldukları özellikle ifade edilmekte idi.68

Onların ahlaki meziyetleri hakkında, komşularına ve birlikte yaşadıkları diğer farklı din
mensuplarına karşı tutumlarını fransız elçisi Qamba özünün şöyle yazmaktaydı: “Komşuları onlarla
hep ittifak içerisindeler.”69 Bölgede bazı hristiyanların müslümanların bu tutumuna karşı
müslümanlara hep yardımda bulunmuş, mescid inşasında bile örneğin bugün bölge halkının hala
dillerinde söylenen Balakende buluna Gavbagçöl mçescidinin tüm kereste ihtiyacını hristiyan Leko
adlı birisi temin etmiştir.

Diğer bir husus şu ki, 1863 sebnesinde bölgede Çarlık Rusiyasına karşı ayaklanmalarda kotolik
polonyalılar da müslümanlarla birlikte aynı saflarda savaşmışlardır. Onların önderlerinden
Dombrovski kendi cemaati ile birlikte müslümanlar gibi ölüm-kalım savaşına kefen giyerek
müslümanlara katılmış ve Ruslara karşı savaşmıştır. Ünlü rus tarihçisi Rastislav Andreyeviç Fadeev
buna şaşırarak şöyle diyordu: “Ruslara karşı böyle bir savaşa giren hristianlığın en radikalı olan
katoliklerdir.70

Görünen o ki, bölgedeki nakşi esaslı ilkeler her dinden insanları bir potada eriterek, aynı
zamanda hayatın tüm alanlarınd yükselen değerler gibii İslam ilkelerini bayraklaştırarak hayatı
birlikte yaşama arzusunu başarı ile sergilemekteydiler. Sırf bu sebepeldir ki, bu dönemde
hristiyanlıktan dönenler neyin bahasına olsa da geri hristiyanlığa dönmezdiler.71

Diğer bir husus bölgede Çarlık Rusyasının şiilik ve sünnilik arasında mezhepsel zeminde
tefrikalar üreterek ve bu ayrılıkları körükleyerek bölge insanını birbirine karşı kışkırtma siyaseti
gütmekte idi.72 Buna karşı müridizm harekatı bölge insanı için başlattığı eğitim harekatında “ ‫المذاهب‬
‫كلها مسلكة إلي الجنة‬/ Mezhepler her biri cennete götürenn yoldur” şiarını bayraklaştırdılar73 ve özellikle
bölgede bölgede nakşi unsurlardan ehli-beyt mefhumunu ileri sürerek ehli-şia ile ortak duyguları
paylaşan birlik zeminin temellerini bu şiarlar üzerine kurdular.74

NETİCE

XIX. asırda Şirvan (Azerbaycan)dan Kafkasya’ya yayılan Nakşibendîlik medrese ile olan iç-içe
bulunma özelliğini burada tezahür ettirmiş, günümüz İslâm literatürüne ve ilmî çevrelere daha
ma’lum olmayan bir dizi âlimler ve bir takım eserlerin meydana gelmesine sebep olmuştur. Bu da
sistemli esaslara bağlı bir eğitim faaliyeti ile mümkün olmuş, aynı zamanda Kafkasyada ilk ıslahat
harekatı zemini oluşturmuştur.

Tedrîs edilen derslerin mahiyyetine nazar etsek şöyle bir neticeye varabiliriz ki, derslerin
muayyen plan ve program çerçevesinde ve sistemli tedrîsi, kitapların metin, şerh ve hâşiyelerle bir-

68
Николай Павлович Глиноецкий, Поездка в Дагестан. Военный сборник, с 23-24, 1862.
69
Путешествие в южную Россию и особенно Закавказские провинции, совершенные с 1820 по
1824 г., кавалером Гамбой, консулом короля в Тифлисе, НАИИ; В.Гаджиев, Джаро-
Белоканский союз в освещении французского консула Гамбы. Общественный строй союза
сельских обществ Дагестана, Мх., 1981. Ayrıca bax: (Süleymanova, e.a.ə., s 9-67;
http://ethnoglobus.az/index.php?l=ru&m=news&id=480 (19/XII-2013.))
70
Ростислав Андреевич Фадеев, "Кавказ и Российская империя: проекты, идеи, иллюзии и
реальность. Начало XIX - начало ХХ вв. О Закатальском восстании, 1861 - 1863 гг.
Санкт-Петербург 2005 г. №28, с.174- 194.
71
Тихонов, e.a.ə, s 9-10.
72
Rıhtım Mehmet, Halilli Fariz , Mevlanə İsmail Siraceddin Şirvani, Bakü 2011, s 89-90.
73
ЗКМ КП-6509.
74
Bkz: Niyazov, Car Balakende Ehli-Beyt, s 260.

342
Ahmet Niyazov

birini tamamlayıcı tarzda tedrîs edilmiştir. Dersler, kitaplar, müfredat arasında olduğu gibi talebe ve
müderrislerin düşünce ve fikri temayülleri arasında da bütünlük ve paralellik olduğunu gösterir.

Biyografi ma’lumatlarına göre dersler, ekser itibariyle medreselerde tedrîs edilmekteydi. Bazı
âlimler medrese dışında, evlerinde ve ya nerede etrafına yığılsalar orada ders faaliyeti ile meşgul
olurdu. Bazen de ferdî olarak talebeleri ile mütalaa etmekte, onların ihtiyacı olan kitapları yazıp
onlara takdim edecek kadar kadirşinas davranırlardı. Ulemadan Talalı Kurban Efendi, Hacı Osman
Efendi b. İsmail Muslağî, Ebu Bekir b. Abduleziz Muslağî, Molla Bayram b. Adışirin Şotavarî, Hâfız
Kurban Efendi, Gorağanlı Mahmud Efendi, Hâfız Kurban Efendi Meşleşî vs. gibi âlimlerin medrese
dışında da faaliyetleri bir ahlak harekatına dönüşmüş, özellikle bu dönem için Rus zulmü karşısında
İslâm âleminin yardımlarından mahrum kalmış Kafkasya`nın mücadele azmini oluşturan bir
dinamizm meydana getirmiştir. Hülasa eğitim harekatında ideal insan maksadına yönelik sufizm
değerleri etrafında insan mərkəzli eğitim ile bölgedə “insanı yaşat ki, insanlık yaşasın” ilkesi titizlikle
yürütülmekteydi ve kurulan bu değer yargıları ve tefekkür medeniyeti dünyası bugünki hayatın
tolerant zemini için de zengin bir medeni irs tevarüs etmiştir.

Globalleşen dünyamızda kardeşlik oluşturma adına toplumlara takdim edilən nice projeler
vakti ve zamanında müslüman toplumların temel değerlər şeklinde tatbik ettikleri düşünce ve hayat
tarzı olmuş ve toplumun tamamına hayat verenve bu diriliği besleyen unsur olarak yaşanmıştır.
Kafkasyanın bu bölgesi tarihen bu gelenekleri sahip olmakla toplumlara kucak açmış, bu gün de
Azerbaycan bu mirasın hamisi olarak bu zemini korumaktadır.

KAYNAKÇA

Ali Kayayev, Terâcim-i Ulema-i Dağıstan , (Hazırlayan Hasan Orazayev/Tuba Işınsu Durmuş) Ankara
2012

Hasan Efendi Kurevi el-Kadari ed-Dağıstani, “Dîvanul-Memnûn”, Timurhanşura 1913

Harun İbrahimov, Sakhur dilinin edebiyatı, Mahaçkala 2012

Memmedli Nezaket, Azerbaycandan Dünyaya Doğan Güneş Seyyid Yahya Şirvani ve Halvetilik, Bakü
2016

Molla Cuma, Eserleri, Şark-Garp Neşriyatı, Bakü 2006

Muhammed el-Cari, Car Salnamesi, (Tahkik ve terceme, Sevda Süleymanova), Bakü, 1997

Niyazov Ahmet, XIX Asır Azerbaycanın şimal-garbında (Ganık-Hefteran vadisi) dini hayat, ilim ve
medreseler, Bakü 2016

Niyazov Ahmet, Azerbaycanda ilk ıslahatçılık addımları: İ.S.Şirvani numunesinde, Din Araştırmaları
Dergisi, №1 (2) Haziran Bakü 2019

Niyazov Ahmet, XIX Asır Kafkasya medreselerine genel bir bakış -Car-Balaken örneği-, Karadeniz
Teknik Üniversitesi İlahiuyat Fakültesi Dergisi, Cilt 2, sayı 2, Trabzon 2016

Niyazov Ahmet, Azerbaycan Kafkasya`da sufizmin merkezi gibi, (Azerbaycanda Ananevi Din), Bakü
2014

Niyazov Ahmet, Car-Balaken sufi tarikat hayatında Ehli-Beyt, (Azerbaycan ve Ehli-Beyt) , Bakü 2013

Niyazov Ahmed, “Danyal Sultan’ın Ehli-Beyt sevgisi” İRFAN İctimai Fikir Dergisi, Noyabr 2013, No: 84

343
Ahmet Niyazov

Osman Efendi Sakhurî, Tuhfetul-Ahbabil-Halîdiyye, Timurhanşura 1914

Rıhtım Mehmet, Halilli Fariz , Mevlana İsmail Siraceddin Şirvani, Bakü 2011

Paşazade Allahşükür, Kafkazda İslam, (Azerneşr) Bakü 1991

Şuayb b. İdris el-Baginî, et-Tabakâtul-Hâcegân en-Nakşibendîyye ve Sâdâtul-Meşâyihil-Halîdiyyel-


Mahmudiyye, Dimaşk 1996

Verdiyeva Hacer, Azerbaycan Multikultralizminin XIX Asra Kadarki Tarihi, Azerbaycan


Multikultralizmi, Bakü 2017

А. И. Фонн Плотто, Природа и люди Закатльского округа, Сборник сведений о кавказских


горцах (ССКГ), Тифлис 1869, IV

Ростислав Андреевич Фадеев, "Кавказ и Российская империя: проекты, идеи, иллюзии и


реальность. Начало XIX - начало ХХ вв. О Закатальском восстании, 1861 - 1863 гг.
Санкт-Петербург 2005 г. №28

Габуниа, Генерал Услар и Кавказские языки, с. 24, Эхо Кавказа, No 1. 1992

Бартолд Василий Владимирович, Дагестан, Сочинения, t. 3. M. 1963;

Крачковский, Игна́ тии Юлиа́ нович, Сочинения, t. 6, M. Л. 1960.

Николай Павлович Глиноецкий, Поездка в Дагестан. Военный сборник, 1862.

Халаев Захид Алиевич, Этнополитическая и культурно-религиозная история


дагестаноязычных народов Алазанской долины в xvı- xvııı вв., Махачкала 2012, s 86;
www.maarulal.ru (15XII-2013.))

Тихонов, Андрей Константинович, Политика Российской империи по отношению к католикам,


мусульманам, иудеям в последней четверти XVIII - начале XX в .Санкт-Петербург, 2008

ЗКМ КП-.

http://ethnoglobus.az/index.php?l=ru&m=news&id=480(19/XII-2013.))
http://www.dissercat.com/content/politika-rossiiskoi-imperii-po-otnosheniyu-k-katolikam-
musulmanam-iudeyam-v-poslednei-chetve#ixzz2jnAPBKPb.

http://gallica.bnf.fr/ark:/12148/bpt6k28629p/f1.table. 16/XI/2013

344
Bir Turizm Ürünü Olarak Müzik Festivallerinin Önemi

Selin OYAN1, Seda OYAN2

Özet
Müzik, festivallerin çektiği milyonlarca kitle için büyük turizm fırsatları haline gelmektedir. Bununla
birlikte festivaller ve etkinlikler, turizm endüstrisinde önemli bir rol oynamakta, ziyaretçi akışını
artırmakta ve gelen katılımcılara benzersiz bir deneyim sunmaktadır. Etkinliklerin çoğalması ve
gelişmesi sayesinde, farklı yerlerden önemli sayıda turist akışı gerçekleşmektedir. Yapılan bu
etkinlikler, turistlerin festivallerin yapıldığı yerleri tercih etmelerinde birincil neden haline gelir ve bu
alanların çekiciliği üzerinde özellikle güçlü bir etkiye sahip olur. Müzik festivalleri, önemli bir
farklılaştırıcı unsur olarak halkın katılımı veya gelir getiren, kültürü teşvik eden ve ev sahibi
destinasyonun imajını geliştiren müzik temalı şenlikler olarak tanımlanmaktadır. Müzik festivallerinin
ve etkinliklerinin çoğu genellikle periyodik, zamanla sınırlıdır. Her sezon aynı yerde kutlanıyor olsa dahi
müzik etkinlikleri normalde etkinliğin bölgesel ortamını, kategorisini, karakterini dikkate alan farklı bir
odak noktasına sahip olmakla birlikte ciddi bir ticari kaynaktır. Araştırma nitel bir araştırma olup,
yapılan çalışmalar, gözlemlemeler ve bunun sonucunda geçmişte ve günümüzde yapılmış festivallerde
müziğin önemini vurgulamak adına bir durum değerlendirmesi yapılacaktır. Ayrıca araştırma, müzik ve
etkinlik turizmi sektörüne ve bunun ev sahibi topluluk üzerindeki etkilerinde ne derece rol oynadığına
dikkat çekecektir. Çalışmanın temel amacı, bir turizm ürünü olarak müzik ve etkinliklerin önemini
vurgulamaktır. Bu çalışma, festivallerin ve müzik etkinlik turizminin önemini vurgulamaktadır. Müzik
ve etkinlikler, belirli bir destinasyonda turizmi çekmek ve teşvik etmek için bir araç olarak
gösterilmektedir. Ancak her yer bir turizm ürünü olarak geliştirilemez. Ancak iyi planlanmış ve başarılı
bir müzik etkinliği, bu yerlerin olası bir turizm ürünü olarak gelişmesinde hayati bir rol oynar. Başarı
sağlamış müzik etkinlikleri hem organizatöre hem de ülke ekonomisine ve ayrıca yerel topluma fayda
sağlamaktadır. Müzik etkinliklerinin tüm bileşenleri iyi yönetilirse sonuç olumlu olacaktır.
Anahtar Kelimeler: Etkinlik, Festival, Müzik, Turizm.

The Importance of Music Festivals as a Tourism Product

Abstract

Music becomes major tourism opportunities for the millions of audiences attracted by festivals. However,
festivals and events play an important role in the tourism industry, increase the number of visitors and
offer a unique experience to incoming participants. With the increase and development of evens there are
significant tourist flows from different countries. These events become the primary reason why tourists
choose the places where the festivals are held and have a particularly strong effect on the attractiveness of
these areas. Music festivals are defined as public participation as an important differentiator or music-
themed festivals that generate income, promote culture and enhance the image of the host destination.
Most music festivals and events are usually periodic, time-limited. Even though it is celebrated in the same
place every season, music events normally have a different focus that takes into account the regional
environment, category and character of the event, but it is a serious commercial resource. The research is a
qualitative research, and as a result of the studies, observations and as a result, a situation assessment will
be made in order to emphasize the importance of music in the festivals held in the past and today. In
addition, the research will highlight the role it plays in the music and event tourism industry and its effects
on the host society. The main purpose of this study is to emphasize the importance of music and events as
a Tourism product. This study shows the importance of festivals and music event tourism. Music and
events are shown as a means to attract and promote tourism in a particular destination. However, not

1
Adıyaman Üniversitesi, Devlet Konservatuvarı, Müzikoloji Bölümü
selinoyan@adiyaman.edu.tr
2 Nevşehir Hacı Bektaş Üniversitesi, Turizm Fakültesi, Gastronomi Bölümü

sedaoyan@gmail.com

345
Selin OYAN, Seda OYAN

every place can be developed as a tourism product. Only a well-planned and successful music event plays a
vital role in the development of these places as a possible tourism product. Successful music events benefit
both the organizer and the country's economy, as well as the local community. If all components of musical
events are well managed, the outcome will be positive.

Key words: Event, festival, music, tourism

1. Festival ve Turizm

Festivaller, yılın belirli donemlerinde duzenlenen, toplumu yansıtan, degerlerini gozeten ilkeleri
kutlamak, anmak veya paylaşmak amacıyla yapılan etkinlikler olarak tanımlanabilir (Atak, 2017).
Turizm ise insanların kişisel veya ticari/profesyonel amaçlarla olağan çevrelerinin dışındaki
destinasyonlara hareketini gerektiren sosyal, kültürel ve ekonomik bir olgu olarak tanımlanabilir
(https://www.unwto.org/glossary-tourism-terms).

Festivaller turizmin en onemli etkinliklerinden biridir. Çunku festivaller sayesinde turizmde yeni
bir turizm talebi yaratma, topluluk gelişimi ve çevresel iyileştirme, kültürel ve tarihsel tanınma
ekonomide kalkınma gibi birçok olguyu turizm çekiciliği olarak sunmaktadır (Şengül ve Genç, 2016).
Bu faaliyetler sadece bölgeye gelen turistlere yönelik değil, yapılan etkinlikler dışında festivale
katılım sayesinde yeni bir turizm talebi oluşmasına öncülük etmektedir.

Festivaller, katılımcıları arasında bir kutlama ve keyif alma duygusu içeren bir tür temalı
özel etkinliklerdir ve bu yüzden festivaller genellikle bir topluluğun kültürel kimliğinden yararlanma
ve onun yer duygusunu tanımlamaya katkıda bulunma olasılıkları bakımından da diğer
etkinliklerden farklı kılınır. Bu bağlamda festivaller gerçekleştikleri yerlerin tarihini de
kapsamaktadır. Bu nedenle, bir festivale veya festival dışı bir etkinliğe katılım, insanları sıradan iş
dünyasından uzaklaştıran ve aynı zamanda sosyo-kültürel fırsatlar sunan bir sınırlayıcı deneyim
olma olasılığı vermektedir. Bununla birlikte turizm, konumlara kutlamalarla tanınma ve ün kazanma
olasılığı sağladığı için neredeyse bir kalkınma düşüncesi haline gelmektedir (Ma ve Lew, 2012).

2. Festival Turizmi

Festival donemi boyunca, dışarıdan gelen insanların festivalin yapıldıgı destinasyonu ziyaret
etmesi festival turizmi olarak nitelendirilmektedir (Visser, 2005). Festival, turizm ile ele alındıgında
ortaya çıkan etkiler festival turizmini ortaya çıkarmaktadır (O’Sullivan ve Jackson, 2002).

Festival turizmi hızla buyuyen bir eglence sektoru olarak ortaya çıktıgından ev sahibi toplum
uzerinde onemli etkiler yaratmaktadır (Getz ve Andersson, 2008; Arcodia ve Whitford, 2007).

Festival turizmi, özel etkinlik turizmini ve herhangi bir boyuttaki veya organizasyonlu
inanca sahip festivalleri içeren sık kullanılan bir “catchall” terimi olarak, çeşitli perspektiflerden ele
alınan karmaşık bir çalışma konusu haline gelmiştir. Festival turizminin yörelere sağladığı kritik
avantajların, gelir yaratmanın daha belirgin yararına ek olarak, topluluk gelişimi ve çevresel
iyileştirme fırsatlarına dayandığı da açıkça görülmektedir. Festivaller turizm sezonunu uzatabilir,
hükümetler için gelir yaratabilir (Ritchie ve Beliveau, 1974) ve ayrıca, mevcut işletmeleri
destekleyerek ve yeni girişimleri teşvik ederek yerel ekonomi üzerinde olumlu ekonomik etkileri
oluşturabilir (O’Sullivan ve Jackson, 2010).

Festival turizmi niçin önemli diye konuya değinilecek olunursa; ekonomik, fiziksel (çevre) ve
sosyo-kültürel etkileri bahsedilecek en önemli başlıklar olur. Festivaller, kulturel ve ekonomik
baglantıları nedeniyle bolgedeki kulturun tanıtılmasına ilgiyi arttırarak ekonomik anlamda gelir elde
etme amacıyla duzenlenmektedir (Getz ve Cheyne, 1997) ve bu nedenle ekonomik açıdan onemi

346
Selin OYAN, Seda OYAN

büyüktür. Fiziksel etkileri arasında alt yapı desteği, bölgenin çevresel düzenlemelerinin yapılmasında
öncelik, bölgesel yenilenme sıralanabilir. Sosyo-kültürel etkileri açısından ise, çalışılmış bütün
ekonomik ve fiziksel faktörler ele alındığında, festivaller bölgenin yapısını olumlu yönde değiştirmiş
ve bilinci arttırmış olacaktır. Bu nedenle festivallerin düzenlendiği bölgelerin sosyo-kültürel
seviyelerinde artış gözlemlenecektir. Yerel halkın görüşleri, beklentileri, psikolojik tatmin duygusu
vs. karşılanacağından dolayı, özü kaybetmeden ileri imkân olanağı sağlayacaktır.

3. Turizmde Müzik

Müzik, çeşitli tarzlarda ve permütasyonlarda - enstrümantal ve vokal, solo veya grup,


amplifiye veya akustik, formatlar - canlı ve kayıtlı, performanslar ve mekanlar, neredeyse evrensel ve
her yerde bulunan bir kültürel ifadedir (Lashua ve Spracklen, 2014). Müzik, aynı zamanda kültürün
ifadesi, miras biçimi ve anların bir işareti olarak da turistler için önemli ve duygusal bir anlatı
sağlamaktadır. Geleneksel dansların turistik mekanlarda sergilenmesinden, besteci ve şarkıcıların
evlerine, doğaçlama sokak eğlencelerine, turlardan konserlere, festivallere katılmaya, müzik dinleme
cihazlarıyla seyahat etmeye ve otel asansörlerinin müziklerine kadar hayatımızın her anında bizim
en büyük eşlikçimizdir.

Müzik türleri, insan kültürünün bir ürünüdür, estetik değerleri için aziz tutulan ve aynı
zamanda tarih, sosyal ve coğrafi alanlar boyunca anlam ve amaç çekişmelerinin alanı olan bir şeydir.
Müzik, kimlikleri, isyanı, uyumu, performansı, durumu, ürünü, topluluğu, alt kültürü, yüksek kültürü,
ayrımı, yeri, mekânı ve daha fazlasını ifade etmemizi sağlamaktadır. Kendine özgü mekanların,
tarzların ve türlerin inşasında müzik, geç modern dünyanın eşitsizliklerini ve mücadelelerini yeniden
üretmektedir (Lashua ve Spracklen, 2014). Bunlarla birlikte ve turizmin denkleme girdiği yerde,
insanların festival katılımcısı olarak ya da tesadüfen gittikleri yerlerin seslerinin, gezginlerin bilincine
ve yer deneyimine hoş bir eşlik ettiği yerlerde müziğe seyahat etmeleridir.

Müzik turizmi fikri, çalınan müziği dinlemek için başka bir yere seyahat etmek olarak ortaya
çıkmıştır. 19. yy’da, klasik müzik ve popüler müzik arasında ayrımlar ortaya çıkmaya başlayınca,
Avrupalı seçkinler, bestecilerin festivallerde çalınan müziklerini görmek için dışarı çıkarken, işçi
sınıfları konser salonlarında icra eden sanatçıların popüler şarkılar çaldığını görmek için para
ödemiştir. Boş zamanlarında canlı müzik dinleme kültürel alışkanlığı, geç modernitede ve yerel
kültürlerde Batılılaşmanın gücüyle şekillendiği tüm bölgelerde, ayrım yapmanın ve kimlik
oluşturmanın önemli bir yolu olmaya devam etmiştir. Bütün bu oluşum, kapitalizm müzik
endüstrisini, müzik icracılarını ve müzik tüketicilerini şekillendirmiştir. Müzik türleri daha belirgin
hale geldikçe, yerleşik tur, festival ve müzik mirası rotaları ortaya çıkmıştır. Turlar plak satmanın,
hayranlarla bağlantı kurmanın ve plak şirketleri için para kazanmanın yolları haline gelmiş,
festivaller hayranları ve grupları tek bir yerde bir araya getirmiştir. Bu nedenle çağdaş dünyada
müzik turizmi hem araçsallaştıran bir sömürü biçimi hem de eğlenceleri bulma ve pazarın özüne
aykırı iletişimsel bir eylem olarak çok değerli bir uygulama haline gelmiştir.

4. Sonuç

Bu çalışma her zaman düşündüğümüz, aslında hep sorduğumuz fakat üzerinde çok
düşünmediğimiz sorular üzerine yoğunlaşmıştır: Müzik belirli yerleri nasıl turistik mekanlara
dönüştürüyor? Müzik, turist kitleleri tarafından pasif ve ilgisiz tüketim için turizm endüstrisi
tarafından sömürülecek başka bir “kaynak” mıdır? Belirli zamanlarda ve yerlerde durum böyleyse,
müzik ve müzisyenler ne durumda? Müzik turizmi yoluyla insanlar ve yerler için güç, direniş ve
değişim ne olacak? Turizm neden diğer “müzikal mekanlarda” mücadele ediyor?

Bu sorulardan birçoğuna cevap, neden-sonuç ilişkisi aranmıştır. Bu bağlamda doğası dengeli bir
yaklaşım gerektirdiğinden, topluluk gelişimi ve yerel çevrelere olan ilgisiyle bağlantılı olan festival
turizminin, turizm gelişiminin en sürdürülebilir biçimlerinden biri olduğu söylenebilir. Araştırma

347
Selin OYAN, Seda OYAN

sonucunda elde edilen düşünce ise müziğin seslendirildiği yerlerin kendine özgü olanaklarıyla, fakat
haritalandırılmamış alanlara ve gözden kaçan sosyal ilişkilere benzersiz iç görüler sunması olmuştur.
Yani festivallerde müzik, mekân ve kimlikler arasındaki ilişkileri öne çıkarmıştır.

5. Kaynakça

Arcodia, C., & Whitford, M. (2007, January). Festival attendance and the development of social capital.
In Journal of convention & event tourism (Vol. 8, No. 2, pp. 1-18). Taylor & Francis Group.

Atak, O., Tatar, S., & Tunaseli, A. (2017). KÜLTÜREL MİRAS OLUŞUMUNDA FESTİVALLERİN YERİ VE
ÖNEMİ: FETHİYE MÜZİK KÖYÜ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME. Journal of International
Social Research, 10(52).

Getz, D., Cheyne, J. (1997). Special event motivations and behavior. In C. Ryan

(Ed.), The tourist experience: A new introduction (pp. 136–154). London: Cassell.

Getz, D., & Andersson, T. D. (2008). Sustainable festivals: On becoming an institution. Event
management, 12(1), 1-17.

Lashua, B., Spracklen, K., & Long, P. (2014). Introduction to the special issue: Music and tourism.

Ma, L., & Lew, A. A. (2012). Historical and geographical context in festival tourism
development. Journal of Heritage Tourism, 7(1), 13-31.

O'Sullivan, D., & Jackson, M. J. (2002). Festival tourism: a contributor to sustainable local economic
development?. Journal of sustainable tourism, 10(4), 325-342.

Ritchie, J. B. R.; Beliveau, D.: Hallmark Events: An Evaluation of a Strategic Response to Seasonality in
the Travel Market. Journal of Travel Research 14 (Fall), 14–20 (1974)

Şengül, S., & Genç, K. (2016). FESTİVAL TURİZMİ KAPSAMINDA YÖRESEL MUTFAK KÜLTÜRÜNÜN
DESTEKLEYİCİ ÜRÜN OLARAK KULLANILMASI: MUDURNU İPEKYOLU KÜLTÜR SANAT VE
TURİZM FESTİVALİ ÖRNEĞİ. Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (23), 79-
89.

Visser, G. (2005, April). Let’s be festive: exploratory notes on festival tourism in South Africa.
In Urban Forum (Vol. 16, No. 2, pp. 155-175). Springer-Verlag.

https://www.unwto.org/glossary-tourism-terms Erişim tarihi: 21.09.2021

348
İzleyici Araştırmalarından Günümüze Doğru Medya-
Toplum-Birey İlişkisine Yönelik Bir Değerlendirme

Osman ARASLI1
Özet
Günümüzde medya ortamı hızlı bir değişim içerisindedir. Bu yüzden birey ve toplumun medyayla ilişkisi
önemlidir. Çalışmanın amacı, kitle iletişimi ve izleyici ilişkisine dair bilimsel yaklaşımlar çerçevesinde
medya, toplum, birey ilişkisini değerlendirmiştir. Literatür taraması tekniğinin kullanıldığı çalışmada bir
takım bulgulara ulaşılmıştır. Batı merkezli farklı araştırma gelenekleri medya, toplum ve birey ilişkisini
tarihsel süreçte çeşitli biçimlerde değerlendirmektedir. Diğer yandan bu husus Batı dışındaki kültür ve
toplumlarda medya ve toplum ilişkisinin farklı boyutlar arz edebileceğini göstermiştir.

Anahtar Kelimeler: Medya-Toplum-Birey İlişkisi, İletişim Araştırmaları, İzleyici Olgusu.


Abstract
Today, the media environment is in a rapid change. Therefore, the relationship of the individual and
society with the media is important. The aim of the study is to evaluate the relationship between media,
society and individual within the framework of scientific approaches to mass communication and audience
relations. A number of findings were obtained in the study, in which the literature review technique was
used. Western-centered different research traditions evaluate the relationship between media, society and
individual in various ways in the historical process. On the other hand, the relationship between media and
society includes different dimensions in cultures and societies other than the West.

Keywords: Media-Society-Individual Relationship, Communication Studies, Audience Phenomenon.


1. Giriş

Geleneksel ya da modern-öncesi toplumların barındırdığı yüz yüze iletişimin baskın olduğu


ilişkiler ağının, sermaye birikiminin başlattığı hareket içinde sanayileşme ve kentleşme süreçleri
tarafından parçalanmasıyla birlikte birey, artık klasik topluluk ilişkilerinin koruyucu ve kısıtlayıcı
bağlamının dışına çıkarak ‘yeni bir dünya’ ile yüzleşmek kalmış ve ‘tek başına bir varlık’ statüsü
almıştır. 1920 ve 30’lu yılların toplumsal ve siyasal ortamında bu ‘yeni statü’ kötümser bir şekilde
yorumlanarak, kitle iletişim araçlarının (KİA) ‘izleyicileri’ olarak varsayılan insanların tutum ve
kanaatlerini büyük ölçüde etkileyebilme gücüne sahip olduğu şeklinde biçimlenen genel bir kanı
oluşmuştur (Küçük, 1991, s. 277-278). Ancak günümüz iletişim sürecinde bir bütün olarak kitle
medyasının izleyicileri şeklinde adlandırılabilecek bireyler, gruplar, topluluklar ve kültürler farklı
toplumbilimsel ve ruhbilimsel özelliklere sahiptirler (Burton, 2008, s. 179; Lazar, 2009, s. 66).

İzleyici (audience), medyanın ve özellikle geçmiş yüzyılın dikkate değer olguları arasında yer
alır. Burton’a göre kitle iletişiminde alıcı veya okur ve seyirciyi de tanımlayan bir kavramdır (2008, s.
180-181, 222). Diğer yandan geçmişten beri kitle iletişimi araştırmalarında medya mesajlarının
(Yavuz, 2005, s. 7) bireylerin davranış, değer ve görüşlerine etkilerine odaklanılması (Bourse ve
Yücel, 2012, s. 29) ve ayrıca KİA’ları izleyen, okuyan, dinleyen kişiler arasındaki ilişkiyi ele alan
araştırmaların ‘izleyici (audience) araştırmaları’ olarak adlandırılması söz konusudur. Öte yandan bu
çalışmalarda KİA’ların etkisi yalnızca bireysel düzeyde değil, bunun ötesinde daha geniş toplumsal
veya kültürel değişim düzeyinde araştırılabilmektedir (Yumlu, 1990, s. 67).

1Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Erbaa Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi, İletişim ve Tasarımı Bölümü,
osman.arasli@gop.edu.tr

349
Osman ARASLI

Bu çalışmada, geçmişten günümüze medya-toplum-birey ilişkisine dair temel varsayımları genel


olarak ortaya koymak ve mevcut iletişim ortamı açısından değerlendirmek için medya odağındaki
‘birey’, dolayısıyla ‘toplum’ olgusunu ilgilendiren ve 20. yüzyılın başlarından beri iletişim bilimi
literatüründeki bir takım temel araştırmalar ve varsayımlar örnek incelemeye tabi tutulmuştur.

2. İletişim Araştırmalarında İzleyiciye Yönelik Farklı Yaklaşımlar

‘Ana akım/ana damar’ ve ‘Eleştirel’ olmak üzere iki temel yaklaşımdan birine dayanan çeşitli
kuram ve teoriler medya-toplum-birey ilişkisine farklı açıklamalar getirmeye çalışmışlardır. Nitekim
medyanın toplumsal etkisini çeşitli yönlerden tartışan yaklaşımlar çerçevesinde izleyicinin belirli
şekillerde tanımlanması esasen önemli bulunduğundan (Burton, 2008, s. 181-182) iletişim
bilimlerinde farklı gelenekleri temsil eden çeşitli değerlendirmelere aşağıda özetle yer verilmiştir.

2. 1. Anaakım/Ana damar İletişim Çalışmalarında İzleyici Olgusu

Ana damar iletişim araştırmalarında ‘izleyici’ bağlamında konuya dair çeşitli değerlendirmeler
yapılmıştır.

1920-1940 yıllarında izleyiciyi medya enformasyonu karşısında ‘pasif ve edilgen bir kimlik’
olarak değerlendiren modeller ‘Propaganda/Uyarıcı-Tepki/Sihirli Mermi/Hipodermik İğne Modeli’
(Mattelart ve Mattelart, 2009, s. 29; Lazar, 2009, s. 104), Harold D. Lasswell’in 1948 tarihli ‘Genel
İletişim Modeli’ (Tekinalp ve Uzun, 2013, s. 65-67), 1949 Shanon ve Weaver’ın ‘Enformasyon Kuramı’
(Güngör, 2011, s. 56; Lazar, 2009, s. 94) olarak öne çıkmaktadır.

1940-60 yıllarında, izleyici ‘çeşitli etkiler altındaki bir kimlik’ olarak konumlandırılmıştır.
Burada medyanın doğrudan etkisi yerine, başka etkenlerle birlikte değerlendirildiği görülmektedir.
Bu çalışmalar tarafından medya insanları etkileyen faktörlerden yalnızca biri olarak varsayıldığından,
burada ‘sınırlı etkiler’ modeli ön plandadır (Laughey, 2010, s. 57). Örneğin, Lazarsfeld ve Katz
tarafından 1955 yılında yayınlanan ‘Personel Influence’ (Kişisel Etki) isimli çalışmada (Morva, 2011,
s. 127) medya iletilerinin ‘kanaat önderleri’ denilen öncü kişiler aracılığıyla diğer bireylere ulaştığı ve
dolayısıyla medyanın insanlar üzerinde doğrudan etkili olmadığı bulunmuştur (Güngör, 2011, s. 92-
93).

Büyük bir kısmı 1960 ve 70’li yıllarda yapılan araştırmalara dayanan (Yaylagül, 2013, s. 72),
medyaya işlevsel yaklaşım olarak (Lewis, 2010, s. 351) bilinen ‘Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı’
ise (Tekinalp ve Uzun, 2013, s. 118), ‘medyanın insanlara ne yaptığı’ sorusunu değil, ‘insanların
medyayla ne yaptıkları’ sorusunu sorar (Jensen ve Rosengren, 2005, s. 58; Lewis, 2010, s. 351).
Yaklaşıma göre medya içeriğini deneyimlemede ‘izleyici aktif’ bir konumdadır (Yavuz, 2005, s. 8;
Laughey, 2010, s. 58-59). ‘Kullanımlar ve Etkiler’ adı verilen başka bir yaklaşıma göre ise, yakın
zamanda medyada belli koşullar altında belli kategorilerdeki bireylerin belli içerik tiplerini kullanımı
belli etkilere yol açmaktadır (Jensen ve Rosengren, 2005, s. 65). Öte yandan bu dönemde medya ve
toplum ilişkisini ‘teknolojik belirlenimci’ bir çerçevede de değerlendirilmiştir. Düşünür Marshall
McLuhan, matbaa dönemine atıfla bireyi ‘Gütenberg İnsanı ya da Tipografik İnsan’, elektronik iletişim
araçlarının yaygın olduğu 20. Yüzyıl koşullarında yaşayanları ise ‘Elektronik İnsan’ (Electronic Man)
gibi nitelemelerle sınıflandırmıştır (Mutlu, 2008, s. 87). Diğer yandan O’na göre ‘Vietnam Savaşı’nı
evinde izleyen Amerikalılar izleyicilerin edilgen olmadığı ve hatta olayların birer ‘katılımcılarına’
dönüştüğünün örneklerinden biridir (Mattelart ve Mattelart, 2009, s. 99-100).

Anadamar sosyolojik araştırmalar ise birey ve toplumu medyanın etkileriyle ilişkilendiren


argümanlar içerir.

Profesör George Gerbner öncülüğünde 1967 yılından itibaren yürütülen ‘Kültürel Göstergeler’
projesi ABD ve çeşitli ülkelerde televizyonla yetişen ve yaşayan insanlara odaklanmıştır. Bu

350
Osman ARASLI

bağlamda ‘Ekme/Yetiştirme/Kültivasyon’ gibi adlar verilen kuramsal yaklaşıma göre, çok fazla
televizyon izleyen insanlar; a) televizyonun etkisine açık ve b) bağımlısı olmaya adaydırlar. Ayrıca c)
sembolik dünyaları televizyon tarafından belirlenebilecek (Yaylagül, 2013, s. 73-75; Gerbner vd.,
2014, s. 281-282) durumdadırlar. Hatta bu tip izleyiciler d) dış dünyaya karşı güvensiz bir konumda
olabilirler (Lewis, 2010, s. 357).

Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) Maxwell McCombs ile Donald L. Shaw’ın 1968 (Lazar,
2009, s. 107), David Weawer’in 1976 yıllarındaki başkanlık seçimlerine dair araştırmaları (Yaylagül,
2013, s. 79) ve ayrıca Watergate konusu (Lazar, 2009, s. 107) çerçevesinde ‘Gündem
Belirleme/Gündem Saptama’ ismiyle anılan modelin de birey ve topluma bakış açısı
tartışılabilmektedir. Modele göre medya toplumun ‘neyi düşünmesinden ziyade ne hakkında
düşüneceği’ konusunda belirleyici olmaktadır (Fejes, 2005, s. 303). Roscoe ve diğerlerine göre model
birey ve topluma ‘edilgen’ bir konum ve medya metninin ortaya koyduğu çerçeve içinde bir ‘etkinlik’
biçmektedir (2005, s. 227).

1970-1980 yılları arasında Alman sosyolog Elizabeth Noelle-Neumann tarafından geliştirilen


‘Suskunluk Sarmalı’ modelinde medya, toplumun egemen görüşünü yansıtır. Bu yüzden izleyici, aksi
görüşleri savunma gücü olmayan, yalıtılma/dışlanmaya korkusu yaşayan, düşüncelerini açıkça ifade
edemeyen veya gizleyen (Fejes, 2005, s. 304; Yaylagül, 2013, s. 81; McQuail ve Windahl, 2010, s. 146)
bir konumdadır.

Tichenor ve diğerleri tarafından (1970) ‘Bilgi Gediği/Eksikliği’ olarak adlandırılan modele göre
(Aktaran; McQuail ve Windahl, 2010, s. 153) toplumsal sistemde enformasyon akışı arttığında daha
iyi eğitim görmüş ve yüksek sosyoekonomik düzeydeki kişiler, daha az eğitim görmüş ve alt
statüdekilere göre enformasyonu daha iyi özümseyebilirler. Bu durum toplumsal sınıflar arasında
bilgi gediğini genişletmektedir. Ancak model, insanların kendi anlamlarını ve bilgilerini
oluşturmalarını göz ardı etmekle (McQuail ve Windahl, 2010, s. 153; Mutlu, 2008, s. 50)
eleştirilmektedir.

70-80’li yıllarda M. L. de Fleur ve S. J. Ball-Rokeach’ın iletişim araçlarına ‘Bağımlılık Kuramı’


(Mutlu, 2008, s. 39), modern kitle toplumlarında bireylerin sosyal yaşamda ne olduğuna dair
bilgilendirilmek ve yönlendirilmek üzere KİA’ların enformasyon kaynaklarına gitgide daha fazla
bağımlı olduklarını ileri sürer (McQuail ve Windahl, 2010, s. 140). Bağımlılığa uygun olarak bireylerin
genel bir biçimde kavramları ve inançlarında medyanın etkilerini yansıttıkları varsayılmıştır (Lazar,
2009, s. 31-32).

Yukarıdaki sosyolojik yaklaşımlarda medya genellikle birey ve topluma dolaylı bir şekilde tesir
edebilen bir toplumsal kurum olarak kabul edilmektedir. Nitekim medya, birey ve toplumu kendine
bağımlı kılabilen ve farklılaştırabilen bir enformasyon kaynağıdır. Dolayısıyla ilerleyen süreç
içerisinde kitle iletişiminin farklılaşan düzey ve biçimlerde toplumsal etkisi kast edilebilmektedir.
Ancak buna karşın son yıllarda söz konusu ilişkinin ‘izleyici’ lehine değiştiği kanısı ön plana
çıkmaktadır. Özellikle 1990’ların başlarından itibaren internet teknolojisinin gelişerek
yaygınlaşmasıyla beraber (Shirky, 2018, s. 157), ‘Enformasyon Çağı’ adı verilen günümüzde
bireylerin daha ‘bilinçli’ birer yurttaş olarak kitlesel medya mesajlarını üreten konuma geldikleri
iddia edilmektedir (Castells, 2013, s. 23; Pavlik, 2013). Yeni iletişim teknolojileri ve ortamında
insanların sözgelimi birer muhabir, kameraman, yorumcu, yönetmen, yapımcı veya web üzerinde
kendi televizyon kanalı olan yayıncı olabilmeleri (Büker, 2016, s. 156) bu husustaki popüler bir
örnektir. Aynı zamanda özellikle ‘aktif izleyici’ tezini aşarak birey ve topluma potansiyel ‘karar verici,
yönlendirici, özerk ve üretici bir güç’ atfedilmektedir.

2. 2. Eleştirel İletişim Çalışmalarında İzleyici Olgusu

351
Osman ARASLI

Medya, toplum ve birey ilişkisine dair değerlendirmeler eleştirel yaklaşımlar içerisinde de


farklılaşabilmektedir.

1930 ve 40’lı yıllarda kitle toplumu teorisi medyanın her türlü iletisi karşısında bireyin pasif
olduğunu varsayar. Bireyler birbirinden farksız, bilinç düzeyi düşük, kitlenin dışında değersiz, ancak
kitle yapısı içerisinde olunca (Güngör, 2015, s. 18) anlamlı veya belli ölçüde bir güç alanı
oluşturabilecek atomik birimler (Brown, 1983, s. 27) şeklinde değerlendirilmektedir. 40’lı yıllarda
Frankfurt Okulu temsilcilerine göre ise, ‘kültür endüstrisi’ veya medya tarafından kültürel ürünler tek
biçimli bir yapıya büründürüldüğü gibi bireyler de tek biçimlidirler (Bourse ve Yücel, 2012, s. 91).

1960’lı yıllardan itibaren çağdaş kapitalist toplumlarda kültürü incelemeye başlayan İngiliz
Kültürel İncelemeler geleneği ise (Yaylagül, 2013, s. 126), izleyicinin pasif değil, aksine daha aktif
(Hardt, 2005, s. 54) bir şekilde medya metinlerine karşı etkili olabileceğini, direnç gösterebileceğini
ya da yeniden üretebileceğini ve bu nedenle güçsüz olmadığını varsaymıştır (Güngör, 2011, s. 248;
Yavuz, 2005, s. 12). Keza büyük ve özerk, birbirinden kopuk ‘yorumlayıcı toplulukların’ varlığı
gelenek tarafından önemsenmiştir (McQuail ve Windahl, 2010, s. 182).

1970’li yıllarda hegemonya ve ideoloji temelli çalışmalarda ise birey ve toplumun


konumlandırılışı muğlaktır. Örneğin, Antonio Gramsci’nin (1971) hegemonya kavramına göre birey,
yönetici sınıfın denetimindeki medya aracılığıyla rızası üretilen bağımlı sınıfın bir mensubudur.
Ancak toplumun her alanı gibi iletişim ortamı veya popüler metinlerde hegemonya savaşımı
verebilmektedir (Aktaran; Mutlu, 2008, s. 126-127).

‘Screen Dergisi’ tarafından 1970’lerde temsil edilen ‘Psikanalitik Film Teorisi’ odaklı
çalışmalarda ise izleyici metnin yapısına göre değerlendirilmektedir. Morley’e göre, okurlar, sadece
(tekil) gerçekçi söylemin yapısında yeniden-çoğaltılmış bilinçdışı konumlanmalarının ‘taşıyıcıları’
veya ‘kuklaları’ olarak ortaya çıkarılmaktadır (2010, s. 428-435).

1970 ve 80’li yıllarda bir başka anlayış ‘Eleştirel Ekonomi-Politik’ yaklaşımdır. Bu bakış açısına
göre dünya genelini kuşatan Amerikan sermayeli küresel şirketler tarafından insanların zihinleri
kontrol edilmekte, denetlenmekte, yönetilmekte ve toplumlar kapitalizmin ekonomik-ideolojik
çıkarlarına uygun mesajlara maruz bırakılmaktadır (Schiller, 1976; 1984; 1993’den aktaran;
Yaylagül, 2013, s. 157-159). Öte yandan medya tarafından izleyiciler kitleler halinde üretilerek
metalaştırılmakta ve reklamcılara satılmaktadır (Mutlu, 2005, s. 107; Mattelart ve Mattelart, 2009, s.
98; Güngör, 2011, s. 138; Sarti, 1983, s. 140; Gerbner, 2014, s. 133; Burton, 2008, s. 185).

Günümüzde yeni medya odaklı eleştirel çalışmalar da yapılmaktadır. Fuchs’a göre Google’da
arama yapan, fotoğraf ve görüntü yükleyen, sosyal ağ sitelerine yorum bırakan, bağlantılarıyla
mailleşen, Facebook’ta arkadaş ekleyen ya da diğer profillere göz atan kullanıcılar, reklam verenlere
satılan bir meta haline gelmektedir (Fuchs 2010’dan aktaran; Fuchs, 2018, s. 73).

3. Sonuç ve Öneriler

Medya, toplum ve birey ilişkisinin konumlandırılma biçimleri dönemsel değişimler geçirmiştir.


20. yüzyılın ilk çeyreğinde Amerikan ve Avrupa gelenekleri tarafından birey ve toplum ‘pasif’
(Güngör, 2015, s. 19) ve medya ise ‘sınırsız etki gücüne’ sahip bir yönlendirici olarak görülmüş,
ilerleyen süreçte bu bakış açısı çeşitli değişimler geçirmiştir. Buna göre medya etkisinin sınırlı
olabileceği düşünülmüş, ancak 1960’lı yıllardan itibaren ‘sınırlı etki’ varsayımı sorgulanarak
medyanın toplum ve birey üzerinde ‘uzun süreli etkileri’ gündeme gelmiştir (Lazar, 2009, s. 68). 1960
ve 70’lerde medyanın dolaylı sosyalleştirme, ideolojik süreçler ve sosyal çevre sorunları alanında
gelişen etkileşim alanları ilgi odağı olmuştur (McQuail ve Windahl, 2010, s. 23). Günümüzde ise yeni
iletişim ve medya ortamıyla birlikte farklı açılardan yaklaşımlar üretilme durumu söz konusudur.

352
Osman ARASLI

Medya, toplum ve birey ilişkisinin konumlandırılma biçimleri teoriler arasındaki temel


farklılıkları gösterir (Morva, 2011, s. 133). Kuramlar ve teoriler birbirinden farklı ideolojiler, çıkarlar
ve mücadelelerin etkisiyle biçimlenen yaklaşımları barındırabilmektedirler. Bunun yanında söz
konusu gelenek ve kuramlar, Avrupa ve Amerika gibi kıtalarda yaşayan modern-kapitalist
toplumların ve fertlerinin medyayla ilişkilerini kendi tarihsel ve toplumsal şartları içerisinde
değerlendirmektedirler.

Diğer yandan toplumların tarihsel süreç içerisinde medya ve medya iletileriyle ilişkileri
değişkenlik göstermektedir. Birey, grup, topluluk ve toplumlar düşünümsel olmayan veya tek tip
düşünen bir bütün olmadıkları gibi, aynı zamanda yalnızca medyanın amaçlarına odaklı etkilerle
değerlendirilemez (Bourse ve Yücel, 2012, s. 85-86). Sonuçta tüm bunlar medya-toplum-birey
ilişkisine dair Batı merkezli çeşitli kuramların farklı toplumlar, dönemler ve kültürler açısından
uygunluğunu tekrar sorgulatmaktadır.

Kültürel, sosyal, coğrafi ve tarihsel farklılıkları gözeten medya, toplum ve birey ilişkisine dair
yeni iletişim araştırmalarına yöneldikçe hem mevcut literatürün zenginleşmesi hem de farklı
toplumlarda medyanın etkileri ve işlevini anlama ve açıklama gücünün artması öngörülebilir. Bu
bağlamda hem Batı merkezli bilimsel yaklaşımlar ve kuramlardan faydalanmak hem de başka
toplumlar çerçevesinde özgün sorun alanları, konular ve saptamalarda bulunmanın değerli olacağı
söylenebilir.

4. Kaynaklar

Bourse, M. ve Yücel, H. (2012). İletişim bilimlerinin serüveni. İstanbul: Ayrıntı.

Brown, R. L. (1983). Kitle iletişim araştırmalarının tarihsel gelişimi. Korkmaz Alemdar ve Raşit Kaya
(Der.), Kitle İletişiminde Temel Yaklaşımlar içinde, (s. 21-43). Ankara: Savaş.

Burton, G. (2008). Görünenden fazlası: Medya analizlerine giriş. Nefin Dinç (Çev.). İstanbul: Alan.

Büker, N. (2016). Televizyon teknolojisi ve yeni medya. Müge Demir (Ed.). Yeni Medya Üzerine... Yeni
İletişim Teknolojileri içinde (İkinci Baskı). (s. 137-170). Konya: Literatürk Academia.

Castells, M. (2013). İsyan ve Umut Ağları: İnternet Çağında Toplumsal Hareketler. Ebru Kılıç (Çev.).
İstanbul: Koç Üniversitesi.

Fejes, F. (2005). Eleştirel kitle iletişim araştırması ve medya etkileri: yok olan izleyici sorunu.
Mehmet Küçük (Der.). Medya, İktidar, İdeoloji içinde (3. Baskı). (s. 295-314). Ankara: Bilim ve
Sanat.

Fuchs, C. (2018). Google kapitalizmi. Çağla Çavuşoğlu (Çev.). Filiz Aydoğan (Ed.), Yeni Medya
Kuramcılarından Yeni Medya Kuramları içinde (s. 71-83). İstanbul: Der.

Gerbner, G. (2014). Medyaya Karşı. Michael Morgan (Der.), Güneş Ayas, Veysel Batmaz ve İsmail
Kovacı (Çev.). İstanbul: Ayrıntı.

Güngör, N. (2011). İletişim: kuramlar ve yaklaşımlar. Ankara: Siyasal.

Güngör, N. (2015). Pasif izleyiciden aktif üretici izleyiciye iletişim bilimlerinin serüveni ya da yeni bir
paradigmanın ayak sesleri. Filiz Aydoğan (Ed.), İletişim Çalışmaları İçinde (s. 15-26). İstanbul:
Derin.

353
Osman ARASLI

Hardt, H. (2005). Eleştirelin geri dönüşü ve radikal muhalefetin meydan okuyuşu: eleştirel teori,
kültürel çalışmalar ve amerikan kitle iletişim araştırması. Mehmet Küçük (Der.). Medya, İktidar,
İdeoloji içinde (3. Baskı). (s. 15-72). Ankara: Bilim ve Sanat.

Jensen, K. B., ve Rosengren, K. E. (2005). İzleyicinin peşindeki beş gelenek. Şahinde Yavuz ve Yiğit
Yavuz (Çev.). Şahinde Yavuz (Der.), Medya ve İzleyici: Bitmeyen Tartışma içinde. (s. 55-83).
Ankara: Vadi.

Küçük, M. (1991), Kitle iletişim araçlarının ‘sınırlı’ etkisi ve ‘etkileşimcilik’. Şevket Evliyagil’e
Armağan, Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu, 277-288.

Laughey, D. (2010). Medya Çalışmaları Teoriler ve Yaklaşımlar. Ali Toprak (Çev.). İstanbul: Kalkedon.

Lazar, J. (2009). İletişim Bilimi (2. Baskı). Cengiz Anık (Çev.). Ankara: Vadi.

Lewis, J. (2010). İzlerkitle. Erol Mutlu (Der.), Kitle İletişim Kuramları içinde (s. 344-358), Ankara:
Ütopya.

Mattelart, A. ve Mattelart, M. (2009). İletişim Kuramları Tarihi (4. Baskı). Merih Zıllıoğlu (Çev.).
İstanbul: İletişim.

McQuail, D. ve Windahl, S. (2010). İletişim modelleri: Kitle iletişim çalışmalarında (2. Baskı). Konca
Yumlu (Çev.). İmge: Ankara.

Morley, D. (2010). Psikanalitik teoriler: metinler, okurlar ve özneler. Erol Mutlu (Der.), Kitle İletişim
Kuramları içinde (s. 428-444), Ankara: Ütopya.

Morva, O. (2011). Chicago Sosyoloji Okulu ve Sosyal Teoride İletişimin Keşfi. Yayımlanmamış doktora
tezi. İstanbul Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/tezSorguSonucYeni.jsp

Mutlu, E. (2005). Globalleşme, popüler kültür ve medya. Ankara: Ütopya.

Mutlu, E. (2008). İletişim Sözlüğü (5. Basım). Ankara: Ayıraç.

Pavlik, J.V. (2013). Yeni medya ve Gazetecilik. (I. Basım). Müge Demir ve Berrin Kalsın (Çev.). Ankara:
Phoenix.

Roscoe, J., vd. (2005). Televizyon izleyicisi: Kabul edilmiş “etkin”,“sosyal” ve “eleştirel” terimlerinin
yeniden ele alınması. Yiğit Yavuz (Çev.). Şahinde Yavuz (Der.), Medya ve İzleyici: Bitmeyen
Tartışma içinde. (s. 223-244). Ankara: Vadi.

Sarti, I. (1983). İletişim ve kültürel bağımlılık: yanlış bir kavram. Korkmaz Alemdar ve Raşit Kaya
(Der.), Kitle İletişiminde Temel Yaklaşımlar içinde, (s. 139-161). Ankara: Savaş.

Shirky, C. (2018). Sosyal medya’nın politik gücü teknoloji, kamusal alan ve politik değişim. Eyüp Al
(Çev.). Filiz Aydoğan (Ed.), Yeni Medya Kuramcılarından Yeni Medya Kuramları içinde (s. 157-
171). İstanbul: Der.

Tekinalp, Ş. ve Uzun, R. (2013). İletişim araştırmaları ve kuramları (4. Baskı). İstanbul: Beta.

Yavuz, Ş. (2005). Derleyenin sunuşu. Şahinde Yavuz (Der.), Medya ve İzleyici: Bitmeyen Tartışma
içinde. (s. 7-23). Ankara: Vadi.

354
Osman ARASLI

Yaylagül, L. (2013). Kitle İletişim Kuramları Egemen ve Eleştirel Yaklaşımlar (4. Baskı). Ankara:
Dipnot.

Yumlu, K. (1990). Kitle İletişim Araştırmaları. İzmir: Neşa.

355
Vatandaşlık Kavramı Bağlamında Azerbaycan’da
Kadınların Siyasal Katılımı Üzerine Bir Değerlendirme

Dilşad Türkmenoğlu Köse1

Özet

Kadının eşitlik ve hak arayışı taleplerinin tarih boyunca siyasal ve sosyal alanın konusu olduğu
görülmektedir. Bugün gelinen noktada post modern ataerkil toplumlarda kadın ve erkek eşit vatandaşlık
haklarına sahip gözükmektedir. Ancak uygulamada kadınların toplumsal alandaki görünürlükleri ve
özellikle siyasal alandaki katılım süreçleri geri planda kalabilmektedir. Tarihsel – betimsel analiz yöntemi
kullanılacak olan çalışmada, vatandaşlığın teorik açıklamasından yola çıkarak, Azerbaycan’da kadınların
haklarının ve özellikle de siyasal haklarının gelişimi üzerine analiz yapılmaya çalışılmıştır. Bu minvalde
Azerbaycan’da kadının yıllar içerisinde eğitim ve sosyal alanda varlığının hissedildiği görülmektedir. Ancak
siyasal katılım süreçleri söz konusu olduğunda dünya konjonktürüne paralel bir şekilde katılımın azaldığı
söylenebilir.

Anahtar Kelimeler: Vatandaşlık, Siyasal Katılım, Azerbaycan, Haklar.


1. Giriş

Modern- post modern dünya her ne kadar kadın ve erkek arasındaki eşitlik anlayışını ön
plana çıkarmış olsa da, ataerkil toplumlarda kadın- erkek eşitliği vatandaşlık hukuki statüsü ile sınırlı
kalabilmektedir. Diğer bir ifade ile post modern ataerkil toplumlarda kadın ve erkek eşit vatandaşlık
haklarına sahip gözükmektedir. Fakat uygulamada kadınların toplumsal alandaki görünürlükleri ve
özellikle siyasal alandaki katılım süreçleri geri planda kalabilmektedir.

Bu arka plandan yola çıkarak çalışmada, Tarihsel – betimsel analiz yöntemi kullanılmıştır.
Çalışma, Vatandaşlığın kavramsal açıklaması ve siyasi boyutları nelerdir?, Azerbaycan’da bağımsızlık
sonrası kadınların vatandaşlık hakları?, Azerbaycan’da kadın haklarının gelişim serüveni?,
Azerbaycan’da kadınların siyasal hakları ve siyasal katılımı nelerdir? Şeklindeki dört araştırma
sorusu çerçevesinde şekillendirilmeye çalışılmıştır.

Neredeyse tarih boyunca cinsiyet sebebi ile ikinci planda olan kadınlar, 19. yüzyıl
modernleşme hareketleri ile birlikte güçlü bir hak arayışına yönelmiştir. Tüm dünyada cereyan eden
bu arayış, Türk dünyasında da yaklaşık olarak aynı dönemlerde kendisini göstermiştir. Bu çalışmanın
temel konusunu oluşturan Azerbaycan’da bağımsızlık sonrası vatandaşlık eksenli olarak ortaya çıkan
kadın haklarının diğer Türk Cumhuriyetlerine kıyasla hızlı bir gelişim gösterdiğini söylemek
mümkündür. Bu eksende çalışma, öncelikle vatandaşlık kavramı bağlamında kadını incelemiştir.
Ardından Azerbaycan’da kadının konumu genel olarak değerlendirilmiş ve son olarak da
Azerbaycan’da kadının siyasal katılımı üzerine odaklanılmaya çalışılmıştır.

2. Teorik Çerçevede Vatandaşlık Kavramı, Kadın ve Azerbaycan’da Kadın

Vatandaşlık olgusunun akademik literatürde yer alışının ilk olarak Antik Yunan’da şehir-
devletlerinde gündeme geldiği bilinmektedir. Bu nedenle vatandaşlık kavramına ilişkin ilk
tartışmaları Aristo’nun Politics başlıklı eserinde görülebilmektedir (Heater, 1990). Ancak burada yer

1
Sakarya Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü
dturkmenoglu@sakarya.edu.tr.

356
Dilşad TÜRKMENOĞLU KÖSE

alan vatandaşlık, kamusal alana dahil olma süreçlerini tanımlamaktadır. Bu nedenle de kadını
vatandaş tanımı içerisinde değerlendirmeye almamaktadır.

Geçen zaman modern dünyada vatandaşlık kavramı içerisinde sadece kadını eklemekle
kalmamıştır. Aynı zamanda vatandaşlık kavramına bakış açısını da değiştirmiştir. “Bunlardan birisi
bireyi devlet karşısında önceleyen liberalizmdir. Diğeri ise toplumun ortak iyisini ön plana çıkarak
Cumhuriyetçi yaklaşımdır (Gerim, 2017: 9). Vatandaşlık olgusunun geçirdiği dönüşüm ile birlikte
milli kimlik ile eşanlamlı olarak algılanmasının kökleri ise Fransız Devrimi’ne kadar dayandırılabilir.
Bu dönemde, millet devletin egemenliğinin kaynağı olarak görülmektedir. 1789’da İnsan Hakları
Beyannamesi’nde egemenlik ilkesinin temel dayanağının “millet” olduğu dile getirilmiştir (Satıcı,
2015). Yaşanan bu dönüşüm insan hakları gibi alanlarda dünya devletlerini ve toplumları bir araya
getirirken aynı zamanda hak kavramına bakışı da değiştirmiş ve kapsamını genişletmiştir.

Sanayi devrimi, düşünsel ilerlemeler ve teknolojik gelişmeler gibi dönüşümler kadının


yaşamı üzerinde birtakım etkilere yol açmıştır. Bu etkiler kadının hakları için mücadele yolunda daha
fazla adım atmasını sağlamıştır. 1789 yılında Fransız İhtilali ile birlikte 1791 yılında Olympe Gouges
tarafından “Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirisi” hazırlanmış ve bu bildiri kadın hakları mücadelesi için
bir milat olmuştur. Dönemin şartlarında ilk defa bir soylu kadının giyotin ile idamının yanı sıra kadın
haklarının vazgeçilmezliği ön plana çıkmıştır. Kadınların siyasal alanda kendilerini göstermeleri ise
19. yüzyılda oldukça zorlu bir çabanın ardından elde edilebilmiştir. Daha sonra seçme hakkına
seçilme hakkı da eklenmiş, kadınlara aktif siyasetin yolu da böylelikle açılmıştır (Sipahi ve Özsoy,
2020: 152). Aradan yüzyıllar geçmiş olmasına rağmen halen kadınların siyasal alana katılım
süreçlerinde temel kısıtlamaların olduğu dikkati çekmektedir.

Siyasal katılım alanlarının kadınların oy verme süreçlerinden ibaret olarak


değerlendirilmesi gibi kadınları geri planda bırakan anlayışın hakimiyeti ataerkil toplum yapılarında
daha da belirgin olarak değerlendirilebilir. Bu toplumlardan biri olarak Türk Dünyası örnek
gösteriliyor olsa da uygulamada farklı ve düalist örnekler ile karşılaşmak mümkündür. Bu örneklerin
en önemlilerinden biri de Azerbaycan’dır. Tarihinin ilk dönemlerinden itibaren hem ataerkil yapısını
hem de koruyan hem de kadına toplumsal hayatta yer veren bir ülke olarak değerlendirilebilir. Bunu
daha yakından görebilmek adına Azerbaycan’da kadına daha yakından bakmak yerinde olacaktır.

Azerbaycan kadınlarına oy kullanma hakkı 1907 yılında verilmiştir. Azerbaycan 1991’de


bağımsızlığını kazandıktan sonra, kadınlar toplumun gelişmesinde ve bağımsız bir devlet
kurulmasında önemli bir role sahip olmuştur. Uluslararası arenada da kendisini gösteren
Azerbaycan, 1992'de Birleşmiş Milletler ve AGİT'e üye olmuştur. 2001'de de Avrupa Konseyi üyesi
olmuş ve kadınların haklarının gelişimine destek için çalışmalara başlamıştır (Мikhailova ve
diğerleri, 2008: 20). Ancak uygulamada kadına şiddet ve çalışma alanlarında yaşanılan zorlukların
anket çalışmalarına yansıması gibi faktörler kadın hakları alanında yaşanan hukuksal gelişmelerin
önünü tıkamaktadır. Azerbaycan’da her ne kadar bu alanların engellenmesi için çalışmalar devam
etse de uygulama birçok ataerkil yapılanmada olduğu gibi sınırlı kalabilmektedir.

2. Vatandaşlık Kavramı Bağlamında Azerbaycan’da Kadınların Siyasal Katılımı

Siyasi katılım, toplumdaki bireylerin siyasi düzen içerisindeki tutumlarını ve tavırlarını


ortaya koyma şekillerinden en önemlisidir. Yalnızca oy kullanmaktan ibaret olmayan siyasi katılım,
sade bir ilgiden bir faaliyete kadar yol alan çeşitliliği olan bir yelpazede değerlendirilebilir. “Siyasi bir
davranış biçimi olarak tanımlanan siyasi katılım”, kişilerin hemen her çeşit siyasi, iktisadi ve
toplumsal fikirleri doğrultusunda verdikleri tepkiler olarak da değerlendirilebilir (Demir, 2015: 174).

357
Dilşad TÜRKMENOĞLU KÖSE

Siyasi katılım düzeni, insan haklarının ve demokrasinin bir gereği olarak her bireye
arzuladığı aktiviteyi yapma ve istediği sistemde siyasi katılıma iştirak etme şansını sunmaktadır.
Fakat çalışmalar, yaşam alanı, sosyo-iktisadi durum, statü, ırk ve cinsiyet gibi farklılıklar ile alakalı
olarak siyasi katılım düzenlemelerinde şahıslar arasında çeşitli faktörlerin olabileceğini ortaya
koymaktadır (Gökçimen, 2008: 57-59).

Bu siyasal katılım sürecinde kadının verdiği mücadele, katılım alanlarının genişletilmesi ve


hak elde edebilme çabaları ise çok eskilere dayandırılmakladır. Ataerkillik, geleneksellik gibi
gerekçeler kadının post-modern dünyada siyasal alana ilişkin katımlını sınırlandırıyor olsa da
kadınların görünürlüğünün arttırılması ve hal alanlarına ilişkin konular artık uluslararası bir boyut
kazanmıştır. Bu nedenle hemen tüm demokratik hukuk sistemine sahip ülkelerde kadın farklı
düzeylerde görünürlüğe sahiptir. Tüm bu genellemelerin Azerbaycan için de uygun olduğunu
söylemek mümkündür.

Çalışmanın bir üst başlığından yola çıkarak Azerbaycan’da kadın hakları ve kadının
görünürlüğünün armasına ilişkin gelişmelerin özellikle 2000 yılı sonrası süreçte daha da arttığı
görülmektedir. Nitekim Azerbaycan 1991’de bağımsızlığını kazanmış ve bu bağımsızlık
mücadelesinde kadınların yadsınamaz bir rolü olmuştur. Bağımsızlığın hemen ardından Azerbaycan
1992'de Birleşmiş Milletler ve AGİT'e üye olmuştur. 2001'de Avrupa Konseyi üyesi olarak ülke
kadınların durumunu iyileştirmek için cinsiyetle ilgili yapılanmaları yakından takip etmiş ve
uygulamaya koymuştur (Kadın Politikası, 2008).

Son dönem çalışmaları içerisinde de Azerbaycan'da kadın haklarını korumak için yoğun
çalışmalar sürdürülmektedir. Özellikle siyasal katılım alanında kadınların oy kullanma dışında siyasal
alanda aktif katılımı için çalışmalar devam etmektedir. Örneğin, “2006'dan bu yana “cinsiyet eşitliği”
hakkında yıllık rapor hazırlayan Dünya Ekonomik Forumu'nun yıllık sonuçlarına göre, Azerbaycan bu
yönde 5 yıl boyunca düşüş göstermiştir. Azerbaycan, kuruluşun 2007 raporunda 59. sırada, 2008'de
61, 2009'da 89 ve 2010'da 100'üncü sırada yer almaktadır. 2011 yılında ise 100'den 91'inci sıraya
yükselerek” istikrarlı düşüşünü durdurmuştur (Kadın Hakları Uluslararası Raporu, 2005). Yaşanan
hukuku gelişmelerin yanı sıra görülen düşüşün temel nedenleri arasında ülke içerisinde bölgeler
arası farklılıklar belirtilmektedir. Ayrıca yaşanan düşüşün önüne geçebilmek adına ülkede siyasal
katılım alanında kadınların önü açılmaya çalışılmaktadır. Bunun en önemli göstergelerinden biri
olarak, Azerbaycan Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı 6 Mart 2000 tarihinde “Devlet Kadın Politikalarının
Uygulanması Üzerine” adlı kararname dikkati çekmektedir (Gelişme Raporu, 2007). Kadınların devlet
içerisinde daha aktif yer almasını ön gören kararname, liderlik pozisyonlarının da kadınlara
açılmasını desteklemektedir.

3. Sonuç ve Öneriler

Çalışmanın bulgularından yola çıkılarak, Azerbaycan’da bağımsızlık sonrası vatandaşlık


eksenli olarak ortaya çıkan kadın haklarının hızlı bir gelişim seyrine sahip olduğunu söylemek
mümkündür. Fakat bu hakların sosyal ve siyasal alana yansıması noktasında aynı hız ve gelişim
görülmemektedir. Diğer bir ifadeyle Azerbaycan’da eğitim ve istihdam göstergeleri dikkate
alındığında kadının görünürlüğünde oransal bir atış vardır. Ancak bu katılım ve görünürlüğün siyasal
alana tam olarak yansıdığını söylemek mümkün değildir.

4. Kaynaklar

Demir, Zekiye (2015). “Kadınların Siyasete Katılımı ve Katılımı Artırmaya Yönelik Stratejiler”. Kadem
Kadın Araştırmaları Dergisi, C.I, Sayı: 2, İstanbul.

Gelişme Raporu (2007). Azerbaycan'da Toplumsal Cinsiyet İlişkileri: Eğilimler ve Zorluklar.


Azerbaycan Cumhuriyeti İnsani Gelişme Raporu. Bakü.

358
Dilşad TÜRKMENOĞLU KÖSE

Gerim, Giray (2017). “Çağdaş Yurttaşlığı Kavramak: Temel Yaklaşımlar, Yeni Boyutlar Ve Yeni Bir
Yurttaşlık Çerçevesi”. Sosyoloji Konferansları - Istanbul Journal of Sociological Studies No: 56
(2017-2) / 155-182.

Gökçimen, Semra (2008). “Ülkemizde Kadınların Siyasal Hayata Katılım Mücadelesi”. Yaşama Dergisi.
Sayı 10. ss. 57-59.

Satıcı, Murat (2015). “Hak ve Özgürlük Ütopyası Olarak “İnsan Hakları”: Felsefesi ve Eleştiri” Artvin
Çoruh Üniversitesi Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi (2). Kış / Winter: 3-30.

Sipahi, Esra ve Bahar Özsoy (2020). “Eril Yurttaşlıktan Eşit Yurttaşlığa: Azerbaycan’da Kadınların
Siyasal Katılımı Üzerine Bir Değerlendirme”, Uluslararası Afro-Avrasya Araştırmaları Dergisi
Internatıonal Journal Of Afro-Eurasıan Research (Ijar) E-Issn 2602-215x. Ss: 1- 18.

Yıldırım, A. & Şimşek, H. (2013). Sosyal bilimlerde nitel araştırma yöntemleri. Ankara: Seçkin.

Yıllık Rapor (2005). Azerbaycan'da Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi'nin
Uygulanmasına İlişkin Yıllık Rapor. Bakü. Avrasya Yayınevi.

Мikhailova Y., P. İbrahimbekova, C. Аkhundova (2008). Siyasette Kadınlar. Bakü. Sada Yayınevi.

359
Türkiye’de Sertifikalı Hile Araştırmacılığının Mevcut
Durumu ve Sertifika Sahiplerinin Geleceğe Yönelik
Görüşleri

Arş. Gör. Nagihan AKTAŞ1, Prof. Dr. Engin DİNÇ2, Doç. Dr. Esra ATABAY3

Özet

Hile araştırmacılığı, işletmede meydana gelen veya gelme ihtimali olan hileli eylemlerin varlığını, kim
tarafından, neden, nasıl ve ne zaman meydana gelmiş olduğunu araştırmak amacıyla ilgili bilginin elde
edilmesi, sorgulanması ve analiz edilmesini içeren, adli muhasebenin bir türüdür. Sertifika sahibi olarak
hile araştırmacılığına gönül verenler, sertifikalı hile araştırmacısı (CFE) olarak tanımlanmaktadırlar.
Türkiye’de bu iş grubu ile ilgili yapılmış çalışmaların çoğu teorik ağırlıklı olup, araştırmaya yönelik çalışma
yok gibidir. Bu nedenle, çalışmanın amacı, sertifikalı hile araştırmacılığının Türkiye’deki mevcut durumunu
ve sertifika sahibi olanların geleceğe yönelik görüşlerini ortaya koymak, olarak belirlenmiştir. Çalışma,
Türkiye’deki sertifikalı hile araştırmacıları üzerine odaklanmıştır. Kapsam dâhilindeki katılımcılar ile
çevrimiçi anket çalışması gerçekleştirilmiştir. Elde edilen veriler SPSS 25.0 ve 26.0 paket programları
kullanılarak, frekans ve tanımlayıcı istatistik yöntemleriyle analiz edilmiştir. Analiz sonucunda,
katılımcıların çoğunluğunun hile araştırmacılığını fiilen icra ettikleri, bu işe giriş sebebinin genelde statü ve
saygınlık kazanmak, bilgi ve becerilerin geliştirilmesi olduğu görülmüştür. İşi fiilen icra etmeyen
katılımcıların ise bunun sebebini mevcut işlerinin yoğunluğu ve yeterli talep olmaması ile açıkladıkları
görülmektedir. İşin geleceği konusunda ise katılımcıların çoğunluğunun işin tanınırlığının artması için
daha fazla eğitime ve yasal düzenlemelere ihtiyaç duyulduğunu belirttikleri tespit edilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Hile Araştırmacılığı, Sertifikalı Hile Araştırmacısı, Adli Muhasebe


1. Giriş

Günümüzde, artan teknolojik olanaklar ve ekonomik problemler, işletmelerdeki hile ve


hataların çeşitliliğini artırmıştır. Gelişmelere ayak uyduramayan işletmeler, bu hata ve hileleri tespit
etmede ve önlemede yetersiz kalmaya başlamıştır. 20. yüzyılda dünyanın pek çok ülkesinde büyük
şirket skandalları yaşanmış ve bu durumdan çoğu kişi ve işletme olumsuz olarak etkilenmiştir. Bu
durumdan, devletler, kredi kurumları ve işletmeye mal veya hizmet sunan tedarikçiler etkilenmiştir.
İşletmeler arasında yaşanan rekabet, işletmelerin rakiplerine karşı üstünlük elde edebilmeleri için
muhasebe ve finans bilgilerini kendi çıkarları amacıyla kullanmasına neden olmaya başlamıştır.
Dolayısıyla piyasalarda güvenilir bilgiye olan ihtiyaç artmıştır. Aynı zamanda finansal bilgilerdeki bu
hileleri ortaya çıkartabilecek eğitimli kişilere olan ihtiyaç da artmıştır. Tüm bu yaşananlar adli
muhasebenin önemini giderek arttırmıştır.

Adli muhasebenin temelleri 5000 yıldan daha uzun bir zamana dayanmasına rağmen
günümüzdeki anlamıyla 1980’lerden itibaren önem kazanmaya ve hızlı bir şekilde gelişmeye
başlamıştır. Adli muhasebecilik mesleği, dava desteği, uzman tanıklık ve hile araştırmacılığı olarak üç

1
Gebze Teknik Üniversitesi, İşletme Fakültesi, İşletme Bölümü
naktas@gtu.edu.tr
2
Karadeniz Teknik Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İşletme Bölümü
engindinc66@gmail.com
3
Trabzon Üniversitesi, Vakfıkebir Meslek Yüksekokulu, Muhasebe ve Vergi Bölümü
eatabay@trabzon.edu.tr

360
Nagihan AKTAŞ, Engin DİNÇ, Esra ATABAY

alt alandan oluşmaktadır. Adli muhasebeciler, mevcut bir dava; muhasebe, finans ve vergi gibi
konuları içeriyorsa avukatlara ve yargı mensuplarına dava konusu olayın çözümlenmesinde dava
desteği hizmeti sunarlar. Sahip oldukları benzersiz bir bilgi birikimi ve deneyimle bu konularda
yeterince bilgi sahibi olmayan avukatlara ve yargı mensuplarına olayın teknik yönleri hakkında bilgi
vererek, ihtilaflı konulara çözüm bularak, yaptıkları incemeler sonucunda uzman raporları yazarak
ve mahkemelerde ulaştıkları bu görüşleri sözlü bir şekilde sunarak uzman tanıklık hizmeti sunarlar.
Ayrıca, işletmelerde gerçekleşen veya gerçekleşme ihtimali olan hile, yolsuzluk ve suiistimal gibi
olayların tespit edilip çözülmesinde işletme sahiplerine, yöneticilerine ve ortaklarına hile
araştırmacılığı hizmeti de verirler. Mevcut çalışmada, adli muhasebenin üç alanından biri olan hile
araştırmacılığı ele alınmıştır.

2. Hile Araştırmacılığı

Hile araştırmacısı, işletmelerde meydana gelebilecek veya gelmiş olan hilelerin önlenmesi veya
ortaya çıkarılması amacıyla hizmet veren, gerekli mesleki bilgi ve niteliklere sahip uzman kişidir
(Çankaya ve Gerekan, 2009: s. 97). Hile araştırmacıları; yolsuzluk, rüşvet, zimmete geçirme ve hileli
eylemlerle varlıkların kötüye kullanımı, bilgisayar hileleri, çalışan hileleri ve stok hileleri gibi
durumları önlemek için tüm sektörlerdeki işletmelere hizmet sunabilmektedirler (Toraman vd.,
2009: s. 40).

Hile araştırmacıları sahip oldukları nitelik ve bilgileri kullanarak, kayıtlarda var olan hileleri
tespit etmek ve belgelemek konusunda uzmandırlar. Hile araştırmacılarının en önemli katkısı
karmaşık finansal işlemleri ve rakamsal verileri bunlarla ilgili fazla bilgiye sahip olmayan kişilerin
anlayabileceği dile çevirmeleridir (Akyel, 2009: s. 171).

Hile araştırmacıları hem hukuki çerçeve açısından hem denetim ve kültürel bakış açısından hem
de suç işleyen kişi açısından bir hilenin ne ifade ettiğini bilmelidirler. Bunun yanı sıra genel ve özel
konularda yeterli deneyime sahip olmalıdırlar. Genel denetim ve hile denetimine ait gerekli bilgiye
sahip olmaları yetmez. Ayrıca bankacılık, sigorta, inşaat, üretim, dağıtım ve perakende sektörlerinde
gerçekleşen hileleri saptayabilmek amacıyla bu sektörlere ilişkin özel bilgi ve deneyime de sahip
olmalıdırlar (Gray’den aktaran Akyel, 2009: s. 170). Hile araştırmacıları makul bir şüphe ile
yetinmeyip hilenin kanıtlanmasını ve toplanan kanıtların yeterli, ilgili ve ikna edici olmasını
sağlamalıdırlar. Soruşturmanın yasal çerçeve dahilinde yürütülmesini, hileyi kanıtlayıcı belgelerin
yeterli olmasını sağlamalıdırlar (Rezaee ve Wells’ten aktaran: Toraman vd., 2009: s. 41).

Hile araştırmacılığı hizmeti sunulurken dikkate alınması gereken unsurlar bulunmaktadır. Hile
araştırmacıları standartlarını ve çalışma yöntemlerini kendileri belirlemelidirler. Hilelerin nerelerde
olabileceğini tahmin etmeli ve işletmenin iç kontrol sistemindeki zayıflıkları hızlıca tespit
edebilmelidirler. Ellerinde delil bulunmadan kimseyi suçlamamalıdırlar. Şüpheli olarak belirlediği
kişilerle gerçekleştirdikleri görüşmeler esnasında karşı tarafın ruh halini ve psikolojik yapısını
hesaba katmalıdırlar. Bunun yanı sıra araştırma süresince çok iyi şekilde planlanan olaylarla da
karşılaşabileceklerinin bilincinde olmalıdırlar. Gerçekleşen hileli eylemler belirlendikten sonra bu
eylemlerin tekrarlanmaması adına işletmelere alınacak tedbirler hakkında öneride bulunmalıdırlar.
Ayrıca bu eylemler sonucunda gerçekleşen maddi zararı da hesaplayarak işletmelere bilgi
vermelidirler (Gülten, 2010: s. 319).

Sertifikalı hile araştırmacıları (Certified Fraud Examiners – CFE), hilelerin önlenmesi, tespit
edilmesi ve incelenmesi alanlarında çalışan meslek üyeleridir. Bu unvan, sertifikalı hile
araştırmacıları derneği (ACFE-Association of Certified Fraud Examiners) tarafından verilmektedir.
Sertifikalı hile araştırmacısı, hileyle mücadele konusunda dünyada en tercih edilen ve dünya çapında
geçerliliği olan bir unvandır. Sertifikalı hile araştırmacıları karmaşık finansal işlemler konusundaki
uzmanlıkları ve diğer alanlardaki bilgileri sayesinde hile iddialarının analiz edilmesi için yapılacak

361
Nagihan AKTAŞ, Engin DİNÇ, Esra ATABAY

inceleme ve soruşturmaların yöntemini tasarlamakta ve uygulamaktadırlar. Ayrıca hilelerin


nedenleri üzerinde de durmaktadırlar. Hile ile mücadele için aldıkları eğitim sürecinde finansal
işlemler, soruşturma yöntemleri, hukuk, kriminoloji ve etik alanlarında yoğunlaşmaktadırlar
(Uluslararası Suistimal İnceleme Uzmanları Derneği (USİUD), (t.y.)).

ACFE’ye göre sertifikalı hile araştırmacısı olmak için;

 ACFE üyesi olmak,

 Minimum düzeyde akademik ve mesleki gereksinimleri karşılamak (Kişinin akademik


olarak en az lisans derecesine sahip olması gerekmektedir. Özel bir çalışma alanı
gerekmemektedir. Eğer kişi lisans derecesine sahip değilse akademik eğitimin her yılı için 2
yıllık hile ile ilgili mesleki deneyime sahip olması gerekmektedir (Örneğin, iki yıllık ön
lisans derecesine sahip olan bir kişi 4 yıl lisans derecesine ulaşmak için, 2 yıl da zorunlu
mesleki deneyimi elde etmek için toplam 6 yıllık mesleki deneyime sahip olmalıdır).
Mesleki gereksinimi karşılama şartı ise doğrudan ya da dolaylı olarak hilenin tespiti ya da
caydırılmasıyla ilişkilendirilebilir bir alanda en az 2 yıllık mesleki deneyime sahip olmaktır.
Hileyle ilişkilendirilebilir kabul edilebilir deneyim olarak CFE sınavına girebilmek için 40
puan yeterlidir. Bu puan ACFE tarafından, puanlama sistemine göre belirlenmektedir.
Puanlama sistemi lisans derecesi için 40 puan, yüksek lisans seviyesindeki her eğitim yılı
için 5 puan, doktora seviyesindeki her eğitim yılı için 10 puan, sahip olunan her sertifika
için (CIA, CPA vb.) 10 puan ve her bir çalışma yılı için 5 puan şeklindedir. Bir kişinin sınava
girebilmesi için en az 40 puan alması gerekmektedir. Ancak sınavda başarılı olunsa dahi,
sertifikaya sahip olabilmek için en az 50 puan ve iki yıllık mesleki deneyim şartının yerine
getirilmesi mecburidir (ACFE).

 Yüksek ahlaki karaktere sahip olmak,

 ACFE tüzüklerine ve Meslek Etiği Kurallarına uymayı kabul etmek ve

 “Finansal işlemler ve hile şemaları”, “hukuk”, “soruşturma-inceleme”, “hile önleme ve


caydırıcılık” alanlarından girdikleri sınavdan başarılı olabilmek için her bölümdeki
soruların en az %75’inin doğru yanıtlanması gerekmektedir.

Sınavda başarılı olunduktan sonra sertifikalı hile araştırmacısı olan kişilerin CFE yeterlilik
belgesini korumak için her 12 aylık dönemde en az 20 saat Sürekli Mesleki Eğitim (Continuing
Professional Education – CPE) kazanmaları gerekmektedir. Bu sürenin en az 10 saatinin doğrudan,
hilenin tespiti ve caydırılmasıyla ilgili ve 2 saatinin doğrudan etik ile ilgili olması gerekmektedir. Tüm
dünya ülkelerinde CFE sertifikasını almak isteyen kişiler ACFE’ye başvurmakta olup ülkemiz için de
aynı kurallar geçerlidir.

3. Literatür Taraması

Literatür incelenmiş ve hile araştırmacıları üzerinde yapılan çalışmalar ulusal ve uluslararası


olmak üzere iki grup halinde özetlenmiştir. Uluslararası alanda yapılan çalışmalara ilişkin bilgiler
şöyledir:

İlgili alanda ilk çalışma, Rezaee ve Burton (1997) tarafından yapılmıştır. Yazarlar, 196
akademisyen ve 213 CFE’nin katıldığı bir anket çalışması gerçekleştirerek bu kişilerin adli muhasebe
eğitimine yönelik görüşlerini öğrenmeyi amaçlamışlardır. Çalışma sonucunda mevcut muhasebe
müfredatının adli muhasebe talebini yeterince karşılayamadığı ve adli muhasebe eğitiminin
muhasebe müfredatına entegre edilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

362
Nagihan AKTAŞ, Engin DİNÇ, Esra ATABAY

2001 yılında Braun ve arkadaşları tarafından yapılan çalışmada ise CFE unvanın algılanan
değerinin yatırıma değer olup olmadığını belirlemek için bu unvana sahip 400 sertifikalı kamu
muhasebecisi üzerinde bir anket çalışması gerçekleştirilmiştir. Çalışma sonucunda CFE unvanına
sahip olmanın denetimle ilgili hizmetlerde etkili bir şekilde rekabet etmeye yardımcı olduğu,
sertifikayı almanın faydalarının maliyetlerini aşmasının ortalama 1,4 yıl aldığı belirlenmiştir. Ayrıca
bu unvanın, kullanıcının önleyici iç kontrollere ilişkin tavsiyeleri kabul etme olasılığından daha çok
hile soruşturmalarıyla ilgili resmi tavsiyeleri kabul etme olasılığını arttırdığı sonucuna ulaşılmıştır.

Meservy ve arkadaşları 2006 yılında, CFE’ler üzerine yaptıkları araştırmada CFE’lerin eğitim
geçmişi ve istihdam geçmişini, önerilen kariyer yolunu, üzerinde çalıştıkları hile türlerini ve hileyi
önlemek ve tespit etmek için en önemli olduğuna inandıkları bilgi ve becerilerin öğrenilmesini
amaçlamışlardır. Anket aracılığıyla 725 CFE’den elde ettikleri verilere göre CFE olmalarının esas
nedeninin zorlu ve heyecan verici iş fırsatları elde etmekle daha az, hâlihazırda sahip oldukları iş
sorumlulukları için statü, saygı ve eğitim sağlamakla daha çok ilgili olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

2011 yılında Morgan ve Nix tarafından, sertifikalı kamu muhasebecilerinin CFE’nin


pazarlanabilirliğine ilişkin mevcut ve gelecekteki algılarını, sertifikasyonun sağladığı kariyer
iyileştirmelerini ve CFE’ler tarafından sağlanan hizmetlerin kalitesinin varsayımlarını araştırmak
üzere bir anket çalışması gerçekleştirilmiştir. 114 sertifikalı kamu muhasebecisinin verdiği yanıtlar
incelendiğinde CFE sertifikasyonunun pazarlanabilir olduğuna, sertifikasyonun kariyer
iyileştirmeleri sağladığına ve aynı zamanda kaliteli hizmetlerin varsayımlarını sağladığına
katılımcıların kesinlikle katıldıkları sonucuna ulaşılmıştır.

Morgan ve arkadaşları (2014), CFE unvanının algılanan faydasını araştırmıştır. Çalışmada iki
CFE potansiyel kullanıcı grubu olan Mali İşler Müdürü ve sertifikalı kamu muhasebecilerine yönelik
anket çalışması yapılmıştır. 194 katılımcının verdiği yanıtlara göre CFE’nin iç denetim ve hile önleme
hizmetleri için yararlı olduğu konusunda yaygın bir görüş birliği ortaya koyulmuş ancak CFE’nin
bağımsız denetimlere katkıda bulunup bulunmadığına ilişkin iki grup arasında bir beklenti boşluğu
bulunmuştur.

Aynı yılda Gichobi ve Zani (2014) tarafından Kenya’daki suçları tespit etmek ve araştırmak için
kırmızı bayrak davranış göstergelerini kullanmanın uygunluğu konusunda CFE’lerin algılarını
araştırmayı amaçlayan keşif niteliğinde ve tanımlayıcı bir çalışma gerçekleştirilmiştir. 90 CFE
üzerinde gerçekleştirilen çalışmada anket ve yüz yüze görüşme yapılmıştır. Çalışma sonucunda
CFE’lerin, yaşam tarzı ve davranış değişikliği göstergelerinin, çalışmada incelenen tüm sektörlerde ve
mesleklerde hile tespiti için başarılı bir şekilde kullanılabileceğine inandıkları sonucuna varılmıştır.

Aynı yıl içinde Pike ve Smith (2014) ise, CFE’lerin mesleki şüphecilik ölçeğinde ortalama olarak
en azından denetçiler kadar yüksek puan alması gerektiği hipotezlerini test etmek için 395 ACFE
üyesine (319’u CFE) mesleki şüphecilik ölçeğini uygulamışlardır. Yaptıkları çalışma sonuçlarını
denetçilerin mesleki şüpheciliğini ölçen önceki çalışmalarla karşılaştırdıklarında, katılımcıların
(319’u CFE) mesleki şüphecilik ölçeğinde denetçilerden önemli ölçüde daha yüksek puan aldığını
göstermişlerdir.

Görüldüğü üzere, uluslararası yayında araştırmaların sertifikalı hile araştırmacılarının mevcut


düşünceleri, gelecek beklentileri, mesleğin algılanan değeri, hizmet kalitesi gibi konularda
yoğunlaştığı görülmektedir. Özellikle son yıllarda literatürde hile araştırmacılarından ziyade adli
muhasebeciler üzerinde çalışmaların yapıldığı, hile araştırmacılığının adli muhasebenin altında bir
alan olarak değerlendirildiği dikkat çekmiştir. Bu çalışmada, doğrudan hile araştırmacıları üzerinde
yapılmış araştırmaların olduğu çalışmalara literatürde yer verilmiştir.

Türkiye’de hile araştırmacılığı mesleği üzerine yapılan yayınlar incelendiğinde ilk çalışmanın
2009 yılında Çankaya ve Gerekan tarafından yapıldığı görülmüştür. Teorik nitelikte olan bu

363
Nagihan AKTAŞ, Engin DİNÇ, Esra ATABAY

çalışmada, Çankaya ve Gerekan, hile araştırmacılığı mesleği hakkında bilgi vermeyi amaçlamış ve
ACFE tarafından yayınlanan sertifikalı hile araştırmacılığının mesleki standartları ve ahlak kuralları
açıklanmıştır. Yaptıkları çalışma sonucunda Türkiye’de mesleğin gelişimine yönelik eğitim şartlarının
sağlanması gerektiği, bu alanda hizmet vermesi için bir kuruluşun belirlenmesi gerektiği ve gerekli
hukuki düzenlenmelerin yapılması gerektiği vurgulanmıştır.

2011 yılında Göksu tarafından yapılan çalışma CFE’leri konu edinmemekle birlikte, Kars ilinde
gerçekleşmiş olup, adliyeye intikal etmiş olan çalışan hilelerinin niteliksel tespiti amaçlamıştır.
Gerçekleştirilen hilelerin hangi türlerde yoğunlaştığını, hangi mevkideki çalışanlar tarafından,
özellikle hangi sektörde gerçekleştirildiği, hangi cinsiyetin ve yaş grubunun hileye daha eğilimli
olduğu, hangi kurumların, ne tutarlarda zarar gördüğü tespit edilmeye çalışılmıştır. Çalışma
sonucunda incelenen hilelerin çoğunluğunun kamu sektöründe gerçekleştiği, orta yaş grubundaki
erkekler tarafından yapıldığı, zimmete geçirerek ve örgütlü bir şekilde gerçekleştirildiği görülmüştür.
Hilelerden en çok zarar gören kurumun kaymakamlıklar olduğu ve hilelerin büyük çoğunlukla ihbar
ve şikayetler sayesinde ortaya çıktığı belirtilmiştir.

CFE’leri doğrudan ele almamakla birlikte Karausta ve Dönmez (2013), çalışmalarında


Türkiye’deki işletmelerde meydana gelen mesleki hilelerin varlığını ve boyutlarını ortaya koymayı ve
adli denetimin gerekliliğini araştırmayı amaçlamışlardır. Bu amaçla SPK’dan yetki almış denetim
firmalarındaki denetçilerle anket çalışması gerçekleştirmişlerdir. Çalışmaları sonucunda adli
denetimi gerekli kılan nedenlerin Türkiye’de de geçerli olduğunu, Türkiye’de mesleki hilenin
gerçekleştiğini ve adli denetimin işletmelerde meydana gelmesi muhtemel mesleki hilelerin
önlenmesinde ve tespit edilmesinde etkili olabileceği sonucuna ulaşmışlardır.

Ataman ve Aydın (2017) tarafından yapılmış çalışmada, işletmelerde gerçekleşen ve önemli


kayıplara neden olan hilelerin ve bunların çözümü olarak gösterilen hile denetiminin incelenmesi
amaçlanmıştır. Bu kapsamda ACFE Türkiye üyesi denetçiler üzerinde anket çalışması
gerçekleştirilmiştir. Çalışma sonucunda hileye finansal baskıların sebep olduğu, denetçilerin en az
dörtte üçünün hileyle karşılaştığı ve en fazla karşılaşılan hilelerin rüşvet ve fatura hileleri olduğu
gösterilmiştir. Hileli eylemde bulunanların en az yarısının gereken cezayı almadığı belirtilmiştir.

Doğrudan CFE ve hile araştırmacılığı mesleği ile ilgili olmamakla birlikte Çetin (2018)
çalışmasında, çalışan hilelerini adli muhasebe kapsamında ele alarak ülkemizde ve dünyada yaşanmış
hile olaylarını gerçekleştiren hilekâr profilini incelemeyi ve hangi özelliklere sahip olan insanların bu
tarz hilelere teşebbüs ettiğini tespit etmeyi amaçlamıştır. Çalışma sonucunda hileli eylemleri
çoğunlukla orta yaş grubundan eğitim düzeyi yüksek evli erkek çalışanların gerçekleştirdiği
belirtilmiştir.

Durmaz (2019), çalışmasında hile denetimi ve adli muhasebenin temelinde yatan hile kavramını
ACFE tarafından yayınlanan 2018 “Küresel Mesleki Hile ve Suistimal Araştırması” raporu yardımıyla
incelemiştir. Yazar konuyu teorik bazda ele almıştır.

Türkiye’de konu ile ilgili bir başka çalışma ise 2020 yılında Erdoğan tarafından yapılmıştır. Bu
çalışma, uygulamaya yönelik olup araştırma niteliğinde değildir. Çalışmada adli muhasebeciliğin alt
uzmanlık alanlarından biri olan hile araştırmacılığını vaka analizi yardımıyla ele alarak turizm
sektöründeki bir konaklama işletmesinde satın alma sürecinde gerçekleşen hile vakasının, hile
araştırmacılığı kapsamında nasıl tespit edildiğini, kimlerin hileli davranışlarda bulunduğunu ve
işletme yönetimine sunulan çözüm önerilerini ayrıntılı bir şekilde açıklamıştır. Çalışması sonucunda
adli muhasebecilerin gerçekleştirdiği araştırmalardan elde edilen bulguların kişi ve kurumları
etkileyecek önemli bulgular olduğu ve adli muhasebecilerin bu durumların tespit edilmesi ve
önlenmesinde önemli bir role sahip olduğu belirtilmiştir.

364
Nagihan AKTAŞ, Engin DİNÇ, Esra ATABAY

Görüldüğü üzere, Türkiye’de hile araştırmacılığına yönelik araştırma niteliğinde çalışma yok
gibidir. Mevcut çalışmalar ise ya teorik nitelikte ya da dolaylı özelliktedir.

4. Araştırmanın Metodolojisi

4.1. Araştırmanın Amacı ve Araştırma Sorusu

Türkiye’deki mevcut literatür incelendiğinde, hile araştırmacıları üzerinde yapılmış çalışmanın


hemen hemen olmadığı tespit edilmiştir. Bu nedenle, Türkiye’de sertifika sahibi hile araştırmacıları
hedef kitle olarak belirlenmiştir. Çalışmanın amacı ise, Türkiye’deki sertifikalı hile araştırmacılığının
mevcut durumunu ve bu unvana sahip kişilerin mesleğin geleceği ile ilgili beklentilerini ortaya
koymak, şeklinde belirlenmiştir. Bu amaca yönelik olarak, cevabı öğrenilmeye çalışılacak olan sorular
ise şunlardır;

a. Katılımcıların sertifikalı hile araştırmacısı sertifikasını alma nedenleri nelerdir?

b. Katılımcıların ne kadarı hile araştırmacılığını fiilen icra etmektedir?

c. Hile araştırmacılığını fiilen icra etmeyenlerin, icra etmeme nedenleri nelerdir?

d. Katılımcıların hile araştırmacılığının geleceğiyle ilgili beklentileri nelerdir?

4.2. Araştırmanın Kapsamı ve Yöntemi

Araştırmanın kapsamı Türkiye’deki sertifikalı hile araştırmacılarıdır. Sertifika sahiplerine


ulaşmak amacıyla öncelikle ACFE’nin Türkiye temsilcisi olan “Uluslararası Suistimal İnceleme
Uzmanları Derneği” ile iletişime geçilerek, hazırlanan anket linkini dernek üyeleriyle paylaşmaları
için izin istenmiştir. Dernekte hem sertifika sahibi olan hem de olmayan üyeler bulunmaktadır. Bu
nedenle, dernekten izin alındıktan sonra anket linki dernek üyelerinden sertifika sahibi olan üyelerle
paylaşılmıştır. Ancak çok az sayıda geri dönüş gerçekleşmiştir. Bu nedenle sertifika sahiplerine
ulaşabilmek amacıyla LinkedIn platformu kullanılmıştır. Bu platformu kullanan çoğu kişi sahip
oldukları sertifikaları belirtmektedir. Bu nedenle sertifikanın adı yazılıp arama yapıldıktan sonra
Türkiye’de sertifikaya sahip olan kişiler bulunmuş ve ilgili kişilerle bağlantı kurulmuştur. 300 kişiye
bağlantı isteği gönderilmiştir. ACFE Türkiye’nin resmî sitesinde Türkiye’de 140 sertifikalı hile
araştırmacısı olduğunun bilgisi verilmekte ancak bu rakamlar güncel sayıyı yansıtmamaktadır.

Çalışmada sertifikalı hile araştırmacılarının görüşlerinin elde edilmesi amacıyla veri toplama
yöntemi olarak anket yöntemi kullanılmıştır. Anket sorularının hazırlanmasında uluslararası ve
ulusal çalışmalardan yararlanılmıştır. Anketin katılımcılara kolay bir şekilde ulaşması amacıyla
ankette bulunan sorular “Google Form”a aktarılmıştır. Anketin cevaplanmasına Eylül 2020’de
başlanmış olup Şubat 2021’de tamamlanmıştır. Bu süreçte LinkedIn üzerinden sertifika sahibi 300
kişiye bağlantı isteği gönderilmiştir. Araştırma 97 kişilik katılımcı sayısı ile gerçekleştirilmiştir.

Anket sonucunda elde edilen veriler SPSS 25.0 ve 26.0 paket programına aktarılarak analizi
gerçekleştirilmiştir. Araştırma verilerinin analizinde frekans ve tanımlayıcı istatistik yöntemleri
kullanılmıştır.

4.3. Araştırmanın Sınırlılıkları

Bu çalışmanın en önemli sınırlılığından biri Türkiye’de bulunan sertifikalı hile


araştırmacılarının sayısı olmuştur. ACFE Türkiye’nin sitesinde yer alan bilgilerden sertifika sahibi
kişilerin sayısına ulaşılmak istenmiş ancak internet sitelerinde bulunan sayının güncel olmadığı

365
Nagihan AKTAŞ, Engin DİNÇ, Esra ATABAY

anlaşılmıştır. Bunun nedeni ise sertifika sahibi olan kişilerin uluslararası derneğin Türkiye
temsilcisine üye olmalarının zorunlu olmamasıdır. Dolayısıyla Türkiye’de toplamda kaç kişinin bu
sertifikaya sahip olduğu belirsizdir. Araştırmanın bir diğer sınırlılığı ise katılımcılara internet
aracılığıyla sosyal medya platformları üzerinden ulaşılmak zorunda kalınmasıdır. 2020 yılı itibarıyla
tüm dünyanın muzdarip olduğu Covid-19 virüsü nedeniyle sertifika sahibi kişilerle yüz yüze görüşme
gerçekleştirmek imkânsız hale gelmiştir. Katılımcılarla iş dünyasından kişilerin birbiriyle iletişim
kurmasını kolaylaştıran bir sosyal iş ağı platformu olan LinkedIn üzerinden bağlantı kurulmaya
çalışılmıştır. Ancak sertifika sahiplerinin özellikle de yaşı büyük olan kişilerin bu platformu aktif bir
şekilde kullanmamaları nedeniyle istek gönderilen kişilerden geri dönüş almakta zorluk yaşanmıştır.
Sonuç olarak 97 kişinin katılımıyla bu çalışma gerçekleştirilmiştir.

4.4. Araştırmanın Bulguları

Doksan yedi kişilik katılımcı grubu ile gerçekleştirilen bu araştırmada, elde edilen verilen
frekans analizi ile incelenmiş ve varılan bulgular aşağıda özetlenmiştir.

4.4.1. Katılımcıların Demografik Özelliklerine İlişkin Bulgular

Yapılan anket çalışmasında katılımcılara cinsiyet, yaş, eğitim düzeyleri, esas uzmanlık alanlarına
ilişkin sorular yöneltilmiştir. Elde edilen verilere ilişkin bulgular Tablo 1’de özetlenmiştir.

Tablo 1. Katılımcıların Demografik Özelliklerine İlişkin Bulgular (n=97)

Demografik Özellikler N %

Kadın 15 15,5
Cinsiyet
Erkek 82 84,5

30 ve altı 6 6,2

31-40 arası 70 72,2

Yaş 41-50 arası 14 14,4

51-60 arası 7 7,2

61 ve üzeri 0 0

Ön Lisans 0 0

Lisans 49 50,5
Eğitim Düzeyleri
Yüksek Lisans 45 46,4

Doktora 3 3,1

İç Denetçi 42 43,3

Banka Denetçisi 19 19,6


Esas Uzmanlık Alanları
Hile Araştırmacısı 19 19,6

Diğer 17 17,5

366
Nagihan AKTAŞ, Engin DİNÇ, Esra ATABAY

Tablo 1’e göre, araştırma kapsamındaki katılımcıların çoğunluğunun erkek (%84,5), 31-40 yaş
arası (%72,2) olduğu, lisans (%50,5) ve yüksek lisans (%46,4) düzeyinde eğitime sahip olduğu ve
çoğunluğunun iç denetçi olduğu (%43,3) görülmektedir.

4.4.2. Katılımcıların Sertifikalı Hile Araştırmacısı Sertifikasını Alma Nedenlerine İlişkin


Bulgular

Katılımcıların sertifikalı hile araştırmacısı sertifikasını alma nedenlerini öğrenmek için sorular
yöneltilmiş ve elde edilen bulgular Tablo 2’de özetlenmiştir.

Tablo 2. Katılımcıların Sertifikayı Alma Nedenlerine İlişkin Bulgular

Sertifikayı Alma Nedenleri Frekans Yüzde (%)

Kariyerimde bana yardımcı olacak statü ve saygınlığı


63 21,6
sağlayacağı düşüncesi

Sertifikasyon sürecinde kazanılan bilgi ve becerilerle


62 21,2
kendimi geliştirme isteği

Diğer meslektaşlarımdan farklı olma isteği 51 17,5

Ön plana çıkma isteği 26 8,9

Yeteneklerimi gösterme isteği 24 8,2

Yeni bir uzmanlık alanı olması 22 7,5

Zorlu ve heyecan verici iş fırsatları sağlayacağı düşüncesi 18 6,2

Geleceğinin açık olması 12 4,1

Yüksek kazanç beklentisi 8 2,7

Diğer 4 1,4

Bölgedeki ekonomik faaliyetlerin büyüklüğü 2 0,7

Tablo 2’ye bakıldığında katılımcılar tarafından sertifikalı hile araştırmacısı sertifikasını alma
nedenlerinden en çok tercih edilen 3 maddenin %21,6’lık oranla “Kariyerimde bana yardımcı olacak
statü ve saygınlığı sağlayacağı düşüncesi”, %21,2’lik oranla “Sertifikasyon sürecinde kazanılan bilgi
ve becerilerle kendimi geliştirme isteği” ve %17,5’lik oranla “Diğer meslektaşlarımdan farklı olma
isteği” olduğu görülmektedir. Sertifikayı alma nedenlerinden en az tercih edilen 3 maddenin ise
%0,7’lik oranla “Bölgedeki ekonomik faaliyetlerin büyüklüğü”, %1,4’lük oranla “Diğer” ve %2,7’lik
oranla “Yüksek kazanç beklentisi” olduğu görülmektedir. Katılımcıların “Diğer” kısmında verdiği
cevaplara bakıldığında ise; şirketin sertifikayı almaya yönlendirmesi, sınav muafiyetiyle sertifikayı
alma hakkına sahip olması ve zorunlu olması ifadeleri yanıt olarak verilmiştir. Genel olarak
bakıldığında katılımcıların sertifikayı almasının ana nedenlerinin ülkemizde hile araştırmacılığı
alanındaki ekonomik faaliyetlerin büyüklüğü veya yüksek kazanç beklentisi gibi ekonomik bir çıkar
sağlamak amacıyla değil daha çok kariyerleri süresince toplumda değer kazanmak, saygın bir
konuma erişmek, sahip olduğu bilgi ve becerileri geliştirerek kişisel tatminini sağlamak ve aynı
mesleği icra eden kişilerden farklı olduğunu göstermek olduğu söylenebilir. Araştırmanın bu sonucu,
Meservy vd. (2006) tarafından yapılan çalışma ile benzerlik gösterdiği görülmektedir. Bu durumda,

367
Nagihan AKTAŞ, Engin DİNÇ, Esra ATABAY

hile araştırmacılığı sertifikasını alma nedenlerinin yurtiçi ve yurt dışında benzerlik gösterdiğini
söylemek mümkündür.

4.4.3. Katılımcıların Hile Araştırmacılığını Fiilen İcra Etme Durumlarına İlişkin Bulgular

Katılımcılara “Sertifikalı hile araştırmacılığını fiilen icra ediyor musunuz?” sorusu yöneltilmiş ve
elde edilen bulgular Tablo 3’te özetlenmiştir.

Tablo 3. Katılımcıların Hile Araştırmacılığını Fiilen İcra Etmesine İlişkin Bulgular

Hile Araştırmacılığını fiilen icra ediyor


Frekans Yüzde (%)
musunuz?

Evet 60 61,9

Hayır 37 38,1

Toplam 97 100

Tablo 3’e göre, katılımcıların çoğunluğunun “Evet” cevabı verdiği görülmüştür. Buna göre,
Türkiye’de hile araştırmacılığı sertifikası bulunan katılımcıların çoğunun bu işi fiilen icra ettiklerini
söylemek mümkündür.

Katılımcıların demografik özellikleri açısından sertifikalı hile araştırmacılığını fiilen icra etme
durumlarına ilişkin yapılan çapraz karşılaştırma analiz sonucu elde edilen bulgular Tablo 4’te
özetlenmiştir.

Tablo 4. Katılımcıların Demografik Özellikleri Açısından Hile Araştırmacılığını İcra Etme


Durumlarının Karşılaştırılması (n:97)

Demografik Özellikler Hile Araştırmacılığını fiilen icra ediyor musunuz? Toplam

Cinsiyet Evet (%) Hayır (%)

Kadın 46,7 53,3 100

Erkek 64,6 35,4 100

Yaş Evet (%) Hayır (%)

30 ve altı 83,3 16,7 100

31-40 arası 62,9 37,1 100

41-50 arası 35,7 64,3 100

51-60 arası 85,7 14,3 100

Eğitim düzeyleri Evet (%) Hayır (%)

Lisans 69,4 30,6 100

Yüksek Lisans 57,8 42,2 100

Doktora 0,0 100 100

368
Nagihan AKTAŞ, Engin DİNÇ, Esra ATABAY

Esas uzmanlık alanları Evet (%) Hayır (%)

İç denetçi 73,8 26,2 100

Banka denetçisi 63,2 36,8 100

Hile araştırmacısı 84,2 15,8 100

Diğer 5,9 94,1 100

Tablo 4, katılımcıların demografik özellikleri açısından sertifikalı hile araştırmacılığını icra etme
durumlarını karşılaştırmaktadır. Tabloya göre, erkeklerin kadınlara (K=%46,7; E=%64,6); 30 yaş ve
altı ile 51 yaş üzerindeki katılımcıların diğer katılımcılara (30 yaş ve altı=%83,3, 51+ yaş= %85,7);
esas uzmanlık alanı hile araştırmacısı olanların diğer uzmanlık alanlarına sahip olanlara (Hile
araştırmacısı=%84,2) ve lisans mezunlarının (%69,4) diğer mezunlara kıyasla daha fazla bu işi fiilen
icra ettikleri görülmektedir. Cinsiyet olarak erkeklerin bu işi daha fazla benimsedikleri
görülmektedir. Bunun nedeninin, işin ağır koşulları olduğu söylenebilir. Yaş açısından işi daha fazla
icra edenlerin meslek hayatının nispeten başlarında ve sonlarında olan kişiler olduğu dikkat
çekmektedir. Bunun nedeni, genç olan katılımcıların işe saygınlık ve kariyer kazanma hevesiyle
girmesi, yaşlı katılımcıların ise tecrübelerini konuşturmak istemesi olarak söylenebilir. Esas uzmanlık
alanı açısından, en yüksek oran hile araştırmacılarına ait görünmektedir. Yani, esas uzmanlık alanı
hile araştırmacılığı olan katılımcıların %84’ü işi fiilen icra etmektedirler. Bunun nedeni, son derece
açık, sonuç ise son derece olağandır. Eğitim seviyesi yükseldikçe katılımcıların işi fiilen icra etme
durumunda bir azalma meydana geldiği görülmektedir. Bu durum eğitim arttıkça işten beklentilerin
arttığı ve bu beklentiler karşılanamadığı zaman işin icra edilmediği şeklinde yorumlanabilir.

4.4.4. Katılımcıların Hile Araştırmacılığını Fiilen İcra Etmeme Nedenlerine İlişkin Bulgular

Tablo 3’te görülen hile araştırmacılığını icra etmeyen 37 kişinin, mesleği icra etmeme
nedenlerine ilişkin birden fazla işaretlenebilir şekilde 14 ifade yöneltilmiş ve elde edilen cevaplar
Tablo 5’te özetlenmiştir.

Tablo 5. Katılımcıların Hile Araştırmacılığını İcra Etmeme Nedenlerine İlişkin Bulgular

İcra Etmeme Nedenleri Frekans Yüzde (%)

Esas işlerimin yoğun olması 35 19,3

Yeteri kadar talep olmaması 25 13,8

Hile araştırmacılığının tanınmıyor olması 18 9,9

Kanuni eksiklikler 15 8,3

Çok zaman alması 15 8,3

Yeteri kadar kazanç getirmemesi 14 7,7

Hiç iş teklifi gelmemesi 14 7,7

Çok yorucu olması 14 7,7

Bağımsızlığın korunamaması 11 6,1

369
Nagihan AKTAŞ, Engin DİNÇ, Esra ATABAY

Çok tehlikeli olması 7 3,9

Maliyetli olması 7 3,9

Rekabetin yoğun olması 4 2,2

Kişisel çıkarlarımla çatışması 2 1,1

Haksız rekabet 0 0

Katılımcıların hile araştırmacılığını fiilen icra etmemelerinin en önemli nedeni, esas işlerinin
yoğun olmasıdır (%19,3). Ayrıca katılımcılar, hile araştırmacılığına talebin yetersiz olmasını ve işin
tanınmıyor olmasını da icra etmeme nedenleri arasında en yüksek düzeyde göstermektedirler.
Kanuni yetersizliklerin olması, işin çok zaman alıyor olması ve yeteri kadar kazanç elde edilememesi
de işin icra edilmesinin önünde bir engel olmaktadır.

4.4.5. Katılımcıların Hile Araştırmacılığının Geleceğine Yönelik Görüşlerine İlişkin Bulgular

Katılımcılara hile araştırmacılığının geleceği hakkındaki görüşlerini ölçmek amacıyla 5’li Likert
ölçeğinde 15 ifade yöneltilmiştir. Katılımcılar ifadelere, 1. Kesinlikle Katılmıyorum, 2. Katılmıyorum,
3. Kararsızım, 4. Katılıyorum ve 5. Kesinlikle Katılıyorum şeklinde cevaplar vermiştir. Katılımcıların
hile araştırmacılığının geleceğiyle ilgili ifadelere verdikleri yanıtlara ilişkin bulgular Tablo 6’da
özetlenmiştir.

Tablo 6. Katılımcıların Hile Araştırmacılığının Geleceğine Yönelik Görüşlerine İlişkin Bulgular

Hile Araştırmacılığının Geleceğine Yönelik Maddeler Ort. Sıra No

Meslek örgütleri ve özel kuruluşlar tarafından eğitim verilmesi gerektiğini


4,40 1
düşünüyorum

Hile araştırmacılığının kanunlarla desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum 4,30 2

Verilen eğitim programlarının artması gerektiğini düşünüyorum. 4,29 3

Hile araştırmacılığı alanında uzman olan kişi sayısının artacağını düşünüyorum 4,05 4

Lisansüstü düzeyde eğitim müfredatına girmesi gerektiğini düşünüyorum 4,00 5

Hile araştırmacılığının bağımsız bir meslek olarak örgütlenmesi gerektiğini


3,97 6
düşünüyorum

Hile araştırmacılığına karşı farkındalığın artacağını düşünüyorum 3,88 7

Hile araştırmacılığının önemli bir uzmanlık alanı haline geleceğini düşünüyorum 3,77 8

Hile araştırmacılığının daha saygın bir konuma geleceğini düşünüyorum 3,70 9

Hile araştırmacılığının alt uzmanlık alanı olarak tanınacağını düşünüyorum 3,69 10

Hile araştırmacılığı hizmetine olan talebin artacağını düşünüyorum 3,65 11

Hile araştırmacılığı hizmeti karşılığında alınan ücretin artacağını düşünüyorum 3,55 12

370
Nagihan AKTAŞ, Engin DİNÇ, Esra ATABAY

Hile araştırmacılığının çalışma koşullarının iyileşeceğini düşünüyorum 3,49 13

Lisans düzeyinde eğitim müfredatına girmesi gerektiğini düşünüyorum 3,23 14

Hile araştırmacılığının önemli bir kazanç kapısı haline geleceğini düşünüyorum 3,22 15

Tablo 6, katılımcıların hile araştırmacılığının geleceğine yönelik ifadelere verdikleri cevapların


ortalamalarını göstermektedir. İfadelere verilen cevapların ortalamalarının 4 ve üzerinde olması
katılımcıların ifadelere “olumlu katılım” gösterdiği; 3 – 4 arasında olması katılımcıların söz konusu
ifade hakkında “kararsız bir görüşe sahip oldukları” anlamına gelmektedir. Genel olarak tablo
incelendiğinde, ortalamaların 3’ün üzerinde olduğu hatta son üç ifade haricinde 4’e yakın seyrettiği
dikkat çekmektedir. Bu durum, katılımcıların sadece son üç ifade için kararsız oldukları anlamını
taşımaktadır.

Tablo 6’ya göre, katılımcıların hile araştırmacılığının geleceğiyle ilgili görüşleri içerisinde en
yüksek düzeydeki görüşün 4,40 ortalama ile “Meslek örgütleri ve özel kuruluşlar tarafından eğitim
verilmesi gerektiğini düşünüyorum” görüşü olduğu dikkat çekmektedir. Bu görüşü 4,30 ortalama ile
“Hile araştırmacılığının kanunlarla desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum” ve 4,29 ortalama ile
“Verilen eğitim programlarının artması gerektiğini düşünüyorum” ifadeleri takip etmektedir. Hile
araştırmacılığının geleceğiyle ilgili en çok eğitimle ilgili faaliyetlerin artması gerektiğini düşündükleri
ve eğitim vermesi gereken kurumların ise meslek örgütleri ve özel kuruluşlar olduğunu düşündükleri
görülmektedir (ort:4,40). Katılımcıların üniversitede eğitim verilmesi durumunda ise lisans
düzeyinden (ort:3,23) ziyade daha çok lisansüstü düzeyde (ort:4,00) bir eğitimin verilmesini
düşündükleri söylenebilir. Lisans düzeyinde eğitim verilmesi halinde hâlihazırda bir kariyer sahibi
olan kişilerin bu eğitimlerden yararlanması hem meslek örgütleri ve özel kuruluşlar tarafından hem
de lisansüstü düzeyde eğitim verilmesine göre daha zor olacaktır. Anket katılımcılarının tamamının
en az lisans mezunu olduğu düşünüldüğünde gerek kariyerine gerekse kişisel hayatına katkı
sağlaması amacıyla bu tür eğitim programlarına kendileri de katılım sağlayabilmek amacıyla bu
görüşte oldukları söylenebilir. Eğitimle ilgili diğer görüşlere katılımları en üst sıralardayken lisans
düzeyinde eğitimle ilgili görüşe katılımların en alt sıralarda olması bu görüşü destekler niteliktedir.
Ülkemizde hile araştırmacılığının bir meslek olarak kendine özgü bir kanunu bulunmamaktadır. Bu
işi icra eden ve etmek isteyen kişiler için en önemli sorunlardan birinin bu olduğu söylenebilir.
Bakıldığında katılımcıların ülkemizde hile araştırmacılığı için kanuni bir alt yapının oluşturulmasını
istedikleri dikkat çekmektedir.

5. Sonuç ve Öneriler

Çalışmada, hile araştırmacılığının mevcut durumu ve geleceğine yönelik katılımcı görüşleri


incelenmiştir. Yapılan araştırma sonucunda, hile araştırmacılığının günümüzde icra edilen bir iş
olduğu ancak henüz ülkemiz nezdinde yasal bir mevzuata dayandırılmadığı ve tanınırlığı az olan bir
iş olduğu tespit edilmiştir. Katılımcıların çoğunluğunun işi fiilen icra ettikleri belirlenmiştir. Hile
araştırmacılığı sertifikasını alan kişilerin esas uzmanlık alanlarının denetim olduğu görülmüştür. Hile
araştırmacılığının yaygın şekilde icra edilmesinin sağlanması amacıyla gerek meslek örgütleri
gerekse üniversitelerde eğitim programlarının düzenlenmesi ve tanınırlığının sağlanarak talebin
arttırılması gerekliliği ortaya konulmuştur. Katılımcılar, hile araştırmacılığı sertifikasının kendilerine
statü ve saygınlık kazandırdığına ve kazandıkları bilgilerin kariyerlerinde gelişme yaratacağına
inanmaktadırlar. Ülkemizde oldukça az sayıda bulunan sertifikalı hile araştırmacılarından kendi
uzmanlık alanları daha ağır basan kişilerin işi icra etmedikleri görülmüştür. Katılımcılar, hile
araştırmacılığının geleceği ile ilgili olarak eğitim faaliyetlerine ağırlık verilerek, işin tanınırlığının
artırılması gerektiğine inanmaktadırlar.

371
Nagihan AKTAŞ, Engin DİNÇ, Esra ATABAY

Hile araştırmacılığının ülkemizde daha yaygın hale gelmesi için yapılması gereken şeyler
bulunmaktadır. İlk olarak bu alandaki eğitim koşulları iyileştirilmeli ve daha fazla eğitim olanağı
sağlanmalıdır. Bu konuda meslek örgütleri ve özel kuruluşlar tarafından ilgili çalışmalar
gerçekleştirilmelidir. Bunun yanı sıra üniversite eğitimine de öncelikle lisansüstü seviyede hile
araştırması alanı dâhil edilmelidir. Hile araştırmacılığına yönelik kanuni bir alt yapıya sahip
olunmaması bu işi icra eden ve etmek isteyen kişiler için en büyük engellerden biridir. Kanuni alt
yapının oluşturulmasıyla hile araştırmacılığı daha saygın bir konuma erişmiş olacaktır. Kanuni
anlamdaki adımların atılmasıyla hile araştırmacılığına özgü bir meslek örgütünün kurulması
kolaylaşabilir. Hile araştırmacılığı hukuk, muhasebe ve denetim gibi pek çok alanı içinde barındırdığı
için bu alanlardaki meslek örgütlerinden sadece birinin altında yapılanması pek mümkün
olmayabilir. Bunun yanı sıra hile araştırmacılarının derneğe üye olma zorunluluğu bulunmadığı için
dernek yapısı altında bu işlemlerin yürütülmesinden ziyade bu alanda faaliyet gösterenlerin
kaydolmak zorunda olduğu ve faaliyetlerinin kontrolünün sağlandığı bir örgüte ihtiyaç
bulunmaktadır. Bu durum hile araştırmacılığı adı altında sunulan hizmetlerden yararlanmak isteyen
kişilere veya kurumlara da bir güvence sağlamış olacaktır. Ülkemizde bu alanda uluslararası
standartlarda hazırlanan bir sertifika programı oluşturulması için veya yurt dışındaki sertifikalı hile
araştırmacısı gibi bu alandaki önemli sertifikaların ülkemizde geçerliliğinin ve güvenilirliğinin
artırılması için çalışmaların yapılması gerekmektedir.

6. Kaynaklar

Akyel, N. (2009). Adli Muhasebecilik ve Türkiye’de Uygulanabilmesi için Altyapı Bileşenlerinin Mevcut
Durumu, Değerlendirilmesi ve Öneriler. Yayınlanmamış Doktora Tezi. Sakarya
Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya.

Association of Certified Fraud Examiners (t.y.). CFE Qualifications, https://www.acfe.com/cfe-


qualifications.aspx Erişim tarihi: 04.07.2021.

Ataman, B. & Aydın, R. (2017). Hile Denetimi ve Denetçilerin Hile Tespitine Yönelik Bir Araştırma.
Marmara Business Review, 2 (1), 1-23.

Braun, R. & Shawn, M. & Fischer, M. A. (2001). The CFE Designation in Perspective. The CPA Journal,
71 (4), 42-48.

Çankaya, F. & Gerekan, B. (2009). Hile Denetçiliği Mesleği ve Sertifikalı Hile Denetçiliği Mesleki
Standartları ve Ahlak Kuralları. Muhasebe ve Denetime Bakış Dergisi, Mayıs, 93-108.

Çetin, H. (2018). Adli Muhasebe ve Çalışan Hileleri ile Hile Yapanların Karakteristik Özellikleri.
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul Aydın Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü,
İstanbul.

Durmaz, Ş. (2019). ACFE Raporu Kapsamında Hile Denetimi ve Adli Muhasebeye Yönelik
Değerlendirmeler. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Kırıkkale Üniversitesi/Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Kırıkkale.

Erdoğan, M. (2020). Hile Denetçiliği ve Araştırmacı Muhasebecilik Çerçevesinde Adli Muhasebe:


Örnek Olay İncelemesi. İşletme Araştırmaları Dergisi, 12 (4), 3714-3726.

Gichobi, D. M. & Zani, A. P. (2014). An Evaluation of Certified Fraud Examiners’ Perceptions of


Behaviour and Lifestyle Change as Fraud İndicators. Research on Humanities and Social Sciences,
4 (17), 17-26

372
Nagihan AKTAŞ, Engin DİNÇ, Esra ATABAY

Göksu, S. (2011). Adli Muhasebe Kapsamında Çalışan Hileleri ve Kars İlinde Adli Vakalar Analizi.
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul Üniversitesi/ Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.

Gülten, S. (2010). Adli Muhasebe Kavramı ve Adli Müşavirlik Mesleği. Ankara Barosu Dergisi, 3, 311-
320.

Karausta, T. & Dönmez, A. (2013). Mesleki Hile ve Bir Çözüm Önerisi Olarak Adli Denetim: Türkiye’de
SPK’dan Yetki Almış Denetim Firmalarına Yönelik Bir Araştırma. Mali Çözüm Dergisi, 115, 59-88.

Meservy, R. D. & Romney, M. & Zimbelman, M. F. (2006). Certified Fraud Examiners: A Survey of
Their Training, Experience and Curriculum Recommendations. Journal of Forensic Accounting, 7
(1), 163-184.

Morgan, M. & Nix, W. (2011). CPA Perceptions of the Marketability, Career Enhancements and Quality
of Services of Certified Fraud Examiners. Southern Business & Economic Journal, 34, 31-50.

Morgan, M. & Booker, Q. & Chong, H. (2014). Perceptions of the Value of a Certification in Fraud
Examination. Journal of Forensic Studies in Accounting and Business, 6 (1), 23-44

Pike, J. E., & Smith, A. G. (2014). How Professionally Skeptical Are Certified Fraud Examiners?. Journal
of Forensic Studies in Accounting & Business, 6 (1), 11-22.

Rezaee, Z. & Burton, E. J. (1997). Forensic Accounting Education: Insights from Academicians and
Certified Fraud Examiner Practitioners. Manegerial Auditing Journal, 479-489.

Toraman, C. & Abdioğlu, H. & İşgüden, B. (2009). Aklama Suçunun Önlenmesine Yönelik Çabalar: Adli
Muhasebecilik Mesleği ve Uygulamaları. Afyon Kocatepe Üniversitesi İİBF Dergisi, 11(1), 17-55

Uluslararası Suistimal İnceleme Uzmanları Derneği (t.y.). Sertifikasyon,


https://www.acfetr.com/index.php?pg=sertifika_main, Erişim tarihi: 15.06.2020.

373
Türkiye Türkçesi Ve Azerbaycan Türkçesindeki Alet
Adlarında Metaforik Anlam Genişlemeleri

Halis Emrah BİNGÖL1

Özet

Bu çalışmada, alet adlarının Türkiye Türkçesi ve Azerbaycan Türkçesi söz varlığındaki metaforik
görünümleri incelenmiştir. Dilbilimsel çalışma alanları içinde anlambilimsel çalışmalara konu olan
metafor, George Lakoff ve Mark Johnson’un yaptıkları araştırmalarıyla dildeki anlam değişmeleri ve
gelişmelerinin odak noktasını oluşturmuştur. Konuşurun/konuşurların ana dili sezgisiyle biliş
süreçlerinde belirginleşen metaforik anlam genişlemeleri, bilişsel dilbilimin kapsamı içerisinde
incelenir, çok anlamlılığı da içine alacak şekilde genişler. Çok anlamlılık, bir kavramsal alana ait
anlamın, başka bir kavram alanına aktarılmasıyla gerçekleşir. Böylece metaforlar, insanın dünyayı
algılama biçiminin nesnel ve öznel görünümleri olarak yerini almaktadır. Eldeki bu çalışmada
listeleme yöntemi esas alınarak öncelikle Türkiye Türkçesindeki ve Azerbaycan Türkçesindeki alet
adları, Türkçe Ulusal Derlem ve Azərbaycan Dilinin İzahlı Lüğəti ‘ndeki verilerden örnekler çıkarılarak
incelenmiştir. Daha sonra taranan cümleler numaralandırılıp adların temel anlamı da verilerek
adların metaforlu söyleyişi belirginleştirilmek istenmiştir. Dilsel ifadede (deyim, atasözü, metafor
vs.) kullanım alanı olan alet adları; benzetmelerde, somutlaştırmalarda ve çevrede sıklıkla ilişkide
bulunulan nesnelerin adlandırılmasında kullanılmıştır. Türkçe Ulusal Derlem ve Azərbaycan Dilinin
İzahlı Lüğəti’nden derlenen örneklerin de göstereceği üzere alet adları temel anlam – yan anlam
ilişkisi çerçevesinde sözcüğün temel anlamına gönderme yapacak biçimde anlam değişmesine
uğramıştır. Türkiye Türkçesi ve Azerbaycan Türkçesinde bu çalışmada kullanılan alet adları
metaforlaşma bağlamında incelenmiştir. Adların bir kavramsal alandan diğerine yani somut
anlamdan soyut anlama ne biçimde değiştikleri, ne ölçüde çok anlamlı olabildikleri
değerlendirilmiştir. Bu çalışmadan çıkarılan sonuçla Azerbaycan Türkçesi ve Türkiye Türkçesinin
birer metafor sözlüğünün hazırlanması önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler: alet adları, bilişsel dilbilim, metafor, metaforlaşma, çok anlamlılık.

Metaphorıcal Extensıons Of Meanıng In Tool Names In


Turkısh And Azerbaıjanısh

Abstract

1
Hacettepe Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Türkiyat Araştırmaları Ana Bilim Dalı, Doktora Öğrencisi,
halisemrahbingol@gmail.com.

374
Halis Emrah BİNGÖL

In this study, the metaphorical appearances of tool names in the vocabulary of Turkish and
Azerbaijanish were examined. Metaphor, which is the subject of semantic studies within the fields of
linguistic study, has formed the focus of semantic changes and developments in the language with the
researches of George Lakoff and Mark Johnson. Metaphorical extensions of meaning, which become
evident in the cognition processes with the intuition of the native language of the speaker/speakers,
are examined within the scope of cognitive linguistics, and it expands to include polysemy. Polysemy
occurs when the meaning of one conceptual field is transferred to another conceptual field. Thus,
metaphors take their place as objective and subjective aspects of the way people perceive the world.
In this study, based on the listing method, first of all, tool names in Turkish and Azerbaijanish were
examined by extracting examples from the data in Turkish National Corpus and Azərbaycan
Language Explained Dictionary. Then, by numbering the scanned sentences and giving the basic
meaning of the names, it was aimed to clarify the metaphorical pronunciation of the names. Names of
tools used in linguistic expression (idiom, proverb, metaphor, etc.); It is used in similes,
concretizations and naming objects that are frequently associated with in the environment. As the
examples compiled from Turkish National Corpus and Azərbaycan Language Explained Dictionary
will show, tool names have undergone a meaning change in a way to refer to the basic meaning of the
word within the framework of basic meaning - connotation relationship. The tool names used in this
study in Turkish and Azerbaijanish were examined in the context of metaphorization. It has been
evaluated how the names change from one conceptual field to another, that is, from concrete
meaning to abstract meaning, and to what extent they can be very meaningful. With the conclusion
drawn from this study, it is suggested to prepare a metaphor dictionary of Azerbaijanish and Turkish.
Keywords: tool names, cognitive linguistics, metaphor, metaphorisation, polysemy.

1. Giriş

İnsan, dili kullanırken sıradan söyleyişi terk ederek anlatımını güçlendirmek amacıyla mecazlı
söyleyişlere yönelmektedir. Modern dilbilim literatüründe bu, metaforlar aracılığıyla sağlanır. Biliş ve
dilin sentezi sonucunda ortaya çıkan metaforlar, klasik görüşe göre ifadeye estetik bir kimlik
kazandırmak için kullanılırlar. Geleneksel teorinin varsayımıyla metaforlar söz sanatları bağlamında
değerlendirilirken, modern teoriyse metaforu dilin kavramsal sistemi içerisinde bir parçası olarak
kabul eder. Özellikle Lakoff ve Johnson’un metaforlar üzerine yaptığı araştırmalar metafor konusuna
yeni bir bakış açısı getirmişlerdir. Bu görüşe göre metafor, insan zihninde yer alan kavramsal
sistemin içerisindeki iki alan arasındaki özdeşimidir. Yani bir kavram alanının başka bir kavram
alanının içerisine girerek benzeşim kurmasıdır. Böylece metaforlar insanın dünyayı algılama
biçiminin gösterimleri olarak nitelenebilir. Bu anlamda metaforlar bilişsel dilbilimin verileri ışığında
değerlendirilir. Eldeki bu çalışma metaforları bilişsel dilbilim çerçevesinde ele almıştır. Literatürde
yapılan çalışmalara bakıldığında daha çok fiiller üzerine yoğunlaşıldığı görülmektedir (Gökçe, 2015,
s. 59-76; Hirik, 2018; Hirik, 2017, s. 53-74; Ibarretxe Antuñano, 1999; Kalkan, 2016, s. 177-185;
Viberg, 1983, s. 123-62; Yaylagül, 2005, s. 17-51; Yıldız, 2017, s. 145-213; Demir, 2018, s. 330-335).
Bu çalışma, metaforları adlar üzerinden ele alıp alet adları çerçevesinde Türkçe Ulusal Derlem’in ve
Azerbaycan Dilinin İzahlu Luğeti’nin verilerinden faydalanarak metaforlaşmanın Türkiye ve
Azerbaycan Türkçelerindeki aşamalarını ve anlam gelişmelerini inceleyecektir.

1. Metafor Nedir?

Metaforlar, bir kavram alanını başka bir kavram alanına taşıyan dilin anlambilimsel işlemcileridir.
Dolayısıyla bir kavramı başka bir kavramla anlatmayı amaçlamaktadır. Johnson’un ifade ettiği üzere
metaforlar daha kolay iletişim kurmayı sağlayan nesneler arasında karşılaştırmalar ve benzerlikler
yaratarak onları çeşitli metaforik ifadelerle anlatımı güçlendirmeye çalışır (Lakoff ve Johnson, 1980,
s. 25-37). Metafor, konuşurun ana dili sezgisiyle gündelik hayatta hem bilinçli hem bilinçdışı biçimde
kullanılır. Metaforun bilinçsiz biçimde kullanılması onu bilişsel dilbilime bağlar. Böylece metaforu
bilişsel dilbilim çerçevesinde değerlendirme imkânı elde etmiş oluruz. Bilişsel dilbilim, anlam ve
kavramsal süreçlerin dil ve zihinle ilgili kesiştiği noktalar üzerine yoğunlaşır. Teorik bir yapı

375
Halis Emrah BİNGÖL

olmaktan çok dilin kavram üretebilme süreçlerine bağlı olarak bilişsel bir yapı sergiler. Bu yönüyle
anlambilimle doğrudan ilgilidir ve metaforik genişlemelere yol açan çok anlamlılıkla ilgilenir.

2. Çok Anlamlılık (Polysemy)

Çok anlamlılık dilin doğal yapısında sözcüğün birden fazla anlam taşımasıdır. Bir sözcüğün birden
fazla anlamı kapsayacak şekilde çok anlamlılık sergilemesi sözcüğün anlam alanına işaret eden
temel bir anlamın varlığını da ortaya çıkarır. Temel anlam, bir sözcüğün başlangıçta gönderimsel
olarak verdiği birincil anlam birimciğidir. Temel anlamın sözcüğün çekirdek anlamını oluşturduğu
düşünülürse bu çevrede şekillenen anlamlar temel anlamın anlam çekirdeği etrafında şekillenir.
Başka bir deyişle yan anlam, temel anlamın aktardığı anlamla bütünleşerek sözcüğün anlamını
oluşturur.

Çok anlamlılıkla ilgili bir başka husus da bilişsel dilbilimin alt dalı olarak tanımlanabilen bilişsel
anlambilimdir. Bilişsel anlambilime göre sözcükbirimler, birbiriyle sistematik bir şekilde birden
fazla anlama sahipse çok anlamlı bir özellik kazanırlar (Demir, 2018, s. 331). Çok anlamlılık, bilişsel
bir süreç olup konuşurun fiziksel ve sosyal tecrübelerinin motivasyonu sonucu ortaya çıkar. Söz
gelimi, sözcüğün temel anlamının onunla ilişkili yeni anlamlar kazanması sözcüğün bilişsel
anlambiliminin kapsama alanına girmesini sağlar (Ibarretxe Antuñano, 1999, s.37). S. Aslan Demir,
bu hususu şöyle açıklamaktadır (2018):

Çok anlamlılık oluşturacak şekilde bir A anlamından B anlamına geçiş, başlangıçta


B anlamının, belirli bağlamsal koşullar oluştuğunda yorumlanması, düzenli olarak
gerçekleşen bu bağlamın A anlamının B ile genişlemesini desteklemesi, son olarak B’nin,
bağlamın desteği olmadan da ortaya çıkabilecek ölçüde leksikalleşmesi süreciyle oluşur (s.
331-332)

Burada anlatılmak istenen hususu iki örnekle açıklayalım:

a) Hep büyük harfle olmamalı arada boşluk olmalı, şu olmalı bu olmalı... (TUD)

b) Emm hakkaten çok çok ta büyük bir çaba sarf etmedik çünkü. (TUD)

Yukarıda verilen örneklerde büyük sıfatının iki farklı anlamına işaret edildiği görülmektedir. İlk
örnekte büyük sözcüğü somut bir özelliğe atıf yaparken, ikinci örnekte soyut bir özelliğe
göndermede bulunulmaktadır. Türkçe Sözlük’e bakıldığında madde başı olarak birinci örnekte
verilen anlam ilk sırada yer alırken, ikinci örnekte verilen anlam altıncı sırada verilmiş olup mecaz
şeklinde belirtilmiştir. Türkçe Sözlük’teki gösterimi şu şekildedir: sf. 1. Boyutları, benzerlerinden
daha fazla olan (somut nesne), makro, küçük karşıtı: “Büyük ağaçların altında, gazinoya doğru
gidiyoruz.” – Yusuf Ziya Ortaç. 6. sf. mecaz. Önemli: “Ömrünün tek ve büyük oyunu bitmişti.” –
Tarık Buğra. Böylece büyük sıfatı, birinci örnekte nitelediği sözcüğün temel anlamını çağrıştırır
şekilde ikinci örnekteki cümleye gönderme yaparak büyük sıfatının çok anlamlı bir görünüm
kazanmasına neden olmuştur.

3. Türkiye Türkçesi ve Azerbaycan Türkçesindeki Alet Adları ve Metaforlaşma

Dilsel ifadede kullanım alanı olan Türkçe alet adları, Türkçe söz varlığında metaforlaşmaya en
yatkın ad öbekleri olarak görülmektedir. Birçok dilsel ifadede (deyim, atasözü, metafor vs.) kullanım
alanı olan alet adları; benzetmelerde, somutlaştırmalarda ve çevremizde sıklıkla ilişkide
bulunduğumuz nesnelerin adlandırılmasında kullanılır. Türkçe Ulusal Derlem’den ve Azerbaycan
Dilinin İzahlı Luğeti’nden derlenen örneklerin de göstereceği üzere alet adları çok anlamlılık
bölümünde bahsedilen temel anlam – yan anlam ilişkisi çerçevesinde sözcüğün temel anlamına
gönderme yapacak şekilde kullanılmıştır. Aşağıda verilen örneklerde, Türkiye Türkçesi’nde alet adları

376
Halis Emrah BİNGÖL

olarak çekiç, bıçak, ayna, anahtar; Azerbaycan Türkçesi’nde polad, balta, yay ve ox sözcüklerinin
metaforik anlam genişlemeleri incelenmiştir.

3.1. Türkiye Türkçesindeki Alet Adlarında Metaforlaşma

3.1.1. Çekiç

Çekiç adının metaforik anlamda kullanımı temel anlamıyla örtüşecek şekilde gücü
çağrıştırmaktadır. Türkçe Ulusal Derlemi’nden alınan aşağıdaki örnekler (TUD) şeklinde kısaltılmıştır.
İşlevsel olarak gerçek anlamında çivi çakma, dövme gibi işlerde kullanılması 1. ve 2. örnekte
görüldüğü gibi soyut bir kavram olan “güç”e aktarım yapmasını sağlamış ÇEKİÇ GÜÇTÜR metaforu
ortaya çıkmıştır:

(1) Adam iki elinde salladığı çantalarıyla, savulun ben geliyorum, dercesine bir tavrı vardı. Yalın,
sert ve soğuk ve bir yere bir şey çakma arzusu gözünden fışkıran, çekiç gibi bir adamdı.
(TUD)

(2) Peki, Çekiç Güç'ü Türkiye'ye getiren 126 bu kadar hukuksal sakınca taşıyordu da neden
muhalefet Anayasa Mahkemesi'ne dava açmadı? (TUD)

3.1.2. Bıçak

Temel anlamı ‘bir sap ve çelik bölümden oluşan kesici araç’ olan bıçak, Türkçede BIÇAK
SUSMAKTIR, BIÇAK ETKİLEMEKTİR, BIÇAK DURMAKTIR, BIÇAK KATLANMAZLIKTIR, BIÇAK
ACITMAKTIR, BIÇAK SOĞUKLUKTUR, BIÇAK HASSASLIKTIR gibi metaforik anlam genişlemelerine
uğramıştır. 3. örnekte BIÇAK SUSMAKTIR, 4. örnekte BIÇAK ETKİLEMEKTİR, 5. örnekte BIÇAK
DURMAKTIR, 6. örnekte BIÇAK KATLANMAZLIKTIR, 7. örnekte BIÇAK ACITMAKTIR, 8. örnekte
BIÇAK SOĞUKLUKTUR ve 9.. örnekte BIÇAK HASSASLIKTIR metaforu işlenmiştir. Deyimlerin
metaforlaşma sürecinde kelimeleri temel anlamından yan ve mecaz anlamlara evrilttiği bilinmektedir
TUD’dan alınan örneklerde görüldüğü gibi bıçak ismi Türkçe söz varlığında örneklerde görüldüğü
gibi deyimleşme süreciyle metaforlaştığı görülmektedir:

(3) Hiçbir şey sormadı, hiçbir şey demedi. Bir daha ağzını bıçak açmadı. Günler aylar gelip geçti,
konuşmadı. (TUD)

(4) Filmin bu sahnesi bıçak gibi içime işlemişti. (TUD)

(5) Kim gözüne bir şey kaçmış numarası yapsa, herkes biliyor neler olduğunu. Ve herkes yavaş
yavaş kapanıyor önüne. Tüm sohbetler bıçak gibi kesiliyor o an. (TUD)

(6) UNESCO 2008'i "Dünya Dünya Yılı" ilan etti! Çok yerinde bir karar. Artık bıçak kemiğe
dayandı. Kaynaklar tükeniyor, kuraklık ve kıtlık kapıda. (TUD)

(7) Bıçak gibi batan sözlere karşı öldüren bir bıçak bulmuş onu kendine göre
keskinleştirmişti. (TUD)

(8) Karlı kuzey ormanlarının delirtici sessizliğiyle, Kunuri'nin bıçak gibi soğuğuyla başa çıktılar,
Dong Çong Boğazı'nda Şeytan Uçurumu'nu aşamadılar. (TUD)

(9) Yatılı okulda edindiği özgüveni ve ailesinden uzak büyümüş çocuklara özgü, tatlı bir dalgınlığı
vardı. Bıçak sırtı durumlardan incelikle kurtulur, kavgaları kimseyi kırmadan yatıştırırdı.
(TUD)

377
Halis Emrah BİNGÖL

3.1.3. Anahtar

Anahtar adı, ANAHTAR İPUCUDUR, ANAHTAR ÇÖZÜMLEYİCİDİR, ANAHTAR YÖNTEMDİR,


ANAHTAR ARACILIKTIR biçiminde metaforlaşmıştır. “Kilidi açıp kapamak için kullanılan bir araç”
anlamına gelen anahtar, 12. ve 16. örneklerde görüldüğü gibi temel anlamındaki çözme sezdirimi,
ANAHTAR ÇÖZÜMLEYİCİDİR metaforuna zemin hazırlamıştır. 10. 11. ve 12. ve 14. örneklerde
ANAHTAR İPUCUDUR, 15. örnekte ANAHTAR YÖNTEMDİR ve 17. örnekte ANAHTAR ARACILIKTIR
şeklinde mecazî değeri yüksek metaforlar kullanılmıştır:

(10) Milyonlarca insan bizi izler, dinler çünkü biz gerçeğin çıkarlarını her şeyden üstün tutarız.
Güven bizim anahtar sözcüğümüzdür. Bu değiştirilemez bir ilkedir. (TUD)

(11) Overture denilen bir firma, online satış yapan şirketlerin ürünleriyle ya da verdikleri
hizmetlerle ilgili anahtar sözcükler alarak onlara ulaşmak istedikleri bir bölgede listelerin ön
sıralarında yer verirler. (TUD)

(12) Öğrenciler kavramsal harita oluşturmada, mantıklı kalıplara düşünceleri sıralamayı ve her
bir konuda belirlenen anahtar düşünceleri ilişkilendirmeyi öğrenirler. (TUD)

(13) Türkiye pek çok kuş türünün neslini devam ettirebilmesi için anahtar ülke konumundadır.
(TUD)

(14) Kitabevi yayınlarının son iki kitabı, klasik zamanları ve o zamanlara ait metinleri anlamaya
yönelik anahtar niteliğindeki önemli bilimsel çalışmadan oluşuyor. (TUD)

(15) Soyağacı yöntemi de, ne her derde deva bir şey ne de evrensel bir anahtar; sadece
insanların tarihlerini ve köklerini araştırırken rahatsızlıklarında kaynağa varabilmek ve
bütünü görebilmek için faydalandıkları bir araç. (TUD)

(16) Gerçekten de, bankacılık düzenlemeleri, istikrarsızlığın önemli nedenlerinden birini


oluşturmuş; yeni bir yüzyıla girerken yaşanan son iki krizin oluşmasında anahtar rolü
üstlenmiştir. (TUD)

(17) İnsan muharebeyi kazanabilecek tek makinedir. Donatım önemlidir fakat


asıl anahtar insandır. (TUD)

3.1.4. Ayna

Temel anlamı “ışığı yansıtan, varlıkların görüntüsünü veren, cilalı ve sırlı cam” olarak tanımlanan
ayna anlam aktarmalarına bağlı olarak aşağıda verilen örnekler çerçevesinde metaforik anlam
genişlemesine uğramıştır. 18. 20. ve 24. örneklerde ayna ayna gibi şeklinde deyimle beraber AYNA
PARLAKLIKTIR şeklinde metaforlaşmıştır. Ayna, 19. 21. 22. 23. 26. ve 27. örneklerde bağlamsal
olarak, toplum, gelecek, şehir ve şahsiyet kavramlarıyla bütünlüklü şekilde kullanılarak AYNA
YANSITMAKTIR metaforunun oluşmasını sağlamıştır. 25. örnekte ise sadakat kavramıyla birlikte
AYNA DÜZGÜNLÜKTÜR metaforlaşması görülmektedir:

(18) O sonbahar günü öğle sonrasının benzerlerinden bir farklılığı yoktu; yine her zamanki
güneş, köyün doğusundan batısına ağır ağır yol alıyor, bembeyaz topraklarını bir ayna gibi
parlatıyor, gökyüzündeki ebabil ve kırlangıç sürüleri akşam serinliğinde çılgınca çığlıklar
atmaya hazırlanıyor, köyün güneyinden esen sonbahar rüzgârları yaklaşan kışın haberini
veriyordu. (TUD)

(19) Yazar, olayları bir çeşit yansıtıcı olarak kullandığı bu kişinin bakışından yansıtırken, aynı
zamanda anlatıcının iç dünyasına da ayna tutar. (TUD)

378
Halis Emrah BİNGÖL

(20) Koridorlardan esen bir tatlı serinlik sarıyor bedeninizi. Erciyes'in tepesinden kopup
Sultansazlığı'na doğru yayılan belli belirsiz bir rüzgârla sallanıyor sazlar. Gölün durgun
suları ayna gibi pırıl pırıl. (TUD)

(21) Tarihlerin, olayların verildiği bir romanda tarih ne denli saptırılabilir? Yanıt: Tarih büyük
sapmalardan oluşmuş, fevkalade karmaşık ve günümüze ayna tutan bir disiplindir. (TUD)

(22) Şah Cihan'ın, kapalı tutulduğu sarayın terasında değişik istikamette otururken bile, karşı
duvara yerleştirdiği ayna vazifesi gören kıymetli bir taştan Tac Mahal'in aksini seyrederek
avunduğu söylenir. (TUD)

(23) Medya, toplumu birebir yansıtan bir ayna olarak değerlendirilemez. Yine de, kurgusal bir
atmosfer olarak, toplumdaki gerçek kadınlar hakkında belli bir ölçüde bilgi verebilir. (TUD)

(24) Değerli işler, kendilerini değerli hisseden kimselerden elde edilebilir.


"HAYAT AYNA GİBİDİR, SİZ GÜLERSENİZ O DA SİZE GÜLER." (TUD)

(25) Belki sınırlı bir iyi niyetle, ezberden, öylesine, başka türlüsü bilinmediği için takınılmış
sahtekâr bir şaşkınlıkla bana bakıyordu. Kendimi tutamayıp gülmeye başladım. Benimle
birlikte, bir ayna sadakatiyle o da gülümsedi. (TUD)

(26) Geçmişten söz etmek de; bir hayatın geçip gitmiş yıllar içinde kaybolan bölümüne, bir gül
koymaya kalkmak gibi gelir bana... Ve geriye kalmış bölümünün de, geleceğine ayna tutmaya
başlar... (TUD)

(27) Görüldüğü üzere davranışlar, kişinin iç dünyasını ve şahsiyetini yansıtan


bir ayna hükmündedir. (TUD)

3.2. Azerbaycan Türkçesindeki Alet Adlarında Metaforlaşma

3.2.1. Polad

Azərbaycan Dilinin İzahlı Lüğəti’nden alınan aşağıdaki örnekler (ADİL) şeklinde kısaltılmıştır.
Sözlükte polad’ın temel anlamları “dəmir ərintisi ilə karbondan ibarət gümüşü-boz metal” ve
“poladdan qayırılmış, poladdan hazırlanmış” biçiminde tanımlanmıştır. Polad, temel anlamla ilişkili
olarak “çox güclü, qüvvətli şey haqqında; möhkəm, yenilməz, sarsılmaz” şeklinde temel anlamın
kavram alanından çıkarak POLAD GÜÇTÜR şeklinde metaforlaşmıştır:

1) Polad əzələ. (ADİL)

(2) Birdir bu dünyada rəngi, qabarı; Tarixi yaradan polad əllərin! (ADİL)

(3) Polad iradə. (ADİL)

4.2.2. Balta

Temel anlamları, “odun doğramaq, ağac kəsmək vs. üçün işlədilən saplı, enli ve itiağızlı dəmir
alət; neft quyularının qazılmasında işlədilən qazıcı alət” şeklinde verilen balta, aşağıda verilen
örneklerde deyimsel ifadelerle bütünleşerek metaforlaşmıştır. 4. örnekte, BALTA DOĞALLIKTIR
şeklinde balta görmemiş, 5. örnekte BALTA ALEYHİNE İŞ GÖRMEKTİR balta vurmaq şeklinde
metaforlaşmaya uğramıştır. 4. örnekte verilen balta vurmaq birleşik eylemi sözlükte baltala-
maddesine gönderilerek “birinin ələyhine iş görmək, ziddinə danışmaq; birinə quyu qazımaq”
şeklinde metaforik ifade tamamlanmıştır. 6. örnekte de BALTA İTİRAZ ETMEKTİR metaforu baltanı
dibinden vurmaq deyimsel ifadesiyle belirginleşmiştir:

379
Halis Emrah BİNGÖL

(4) Balta görməmiş meşə. (ADİL)

(5) Sən də, əlbəttə, gərək onu pisləyəsən, çünki balta vuranların birisi sizin cənabınız oldu. (ADİL)

(6) A yoldaş təhkimçi, siz lap baltanı dibindən vurursunuz. (ADİL)

4.2.3. Yay

Yay adı, 7. örnekte YAY GİZLEMEKTİR 8. örnekte YAY ÇARESİZLİKTİR şeklinde anlam
aktarmasına uğrayarak metaforlaşmıştır. Temel anlamı “Ox atmaq üçün yarımdairə şəklində əyilip
ucları tarım iplə birləşdirilmiş ibtidai silah” şeklinde tanımlanan yay, metaforik olarak YAY
GİZLEMEKTİR metaforunda “fikrini tamamile deməmək, eyhamla, işarə ile kifayətlənmək” şeklinde
metaforik bir tanımla tamamlanmıştır. Ayrıca deyim olarak ox atıb yayını gizlətmək biçiminde
kullanılmıştır. YAY ÇARESİZLİKTİR metaforunda da “düz, şaquli vəziyətini itirmek, əyilmək” şeklinde
metaforik söyleyiş yine yaya dönmək deyimsel ifadesiyle belirginleştirilmek istenmiştir:

(7) Ox atıp gizləmə dalında yayı (ADİL)

(8) Qaşların əyrisin yad eylədikçə; Qamətim əyilib, yaya dönmüşəm. (ADİL)

4.2.4. Ox

Ox’un temel anlamı sözlükte “Yayla atılan itiuclu ve ya ucuna iti dəmir keçirilmiş mil (qədim silah
növü)” şeklinde tanımlanmıştır. Ox diğer örneklerde de görüldüğü gibi deyimsel ifadelerle birlikte
kullanılarak metaforlaşmıştır. Sözgelimi 9. örnekte kimi edatıyla kullanılarak ox kimi biçiminde OX
DÜZLÜKTÜR, 10. örnekte ox kimi gözə batmaq deyimsel ifadesiyle birlikte OX GÖRÜNÜRLÜKTÜR, 11.
örnekte oxu atıb yayını gizlətmək biçiminde OX GİZLEMEKTİR, 12. örnekte oxu daşa dəymək şeklinde
OX UĞURSUZLUKTUR metaforlarını oluşturmuştur:

(9) Maşınlar çölləri, təpələri, yarğanları ve ox kimi düz yolları arxada buraxaraq “Qızıl Bayraq”
kolxozuna yaxınlaşmaqda idi. (ADİL)

(10) Hər gün küçələrdə ox kimi gözə batan qorodovoy ve qazaqlardan , əsər yox idi. (ADİL)

(11) [Yusif:] Pəri xanım, axı, gecə eyvanların altında gəzəni demədin, oxu atdın, yayını gizlətdin.
(ADİL)

(12) Qurşunumuz keçməz boşa; Oxlarımız dəyməz daşa. (ADİL)

4. Sonuç ve Öneriler

Bu çalışmada, Türkiye Türkçesinde ve Azerbaycan Türkçesindeki alet adları metaforlaşma


bağlamında incelenmiştir. Bu kapsamda Türkiye Türkçesi’nde çekiç, bıçak, anahtar ve ayna
Azerbaycan Türkçesi’nde polad, balta, yay ve ox sözcükleri ele alınmış ve bir kavramsal alandan
diğerine yani somut anlamdan soyut anlama ne şekilde geliştikleri, ne ölçüde çok anlamlı olabildikleri
değerlendirilmiştir. Örneklerden de görüleceği üzere çalışmaya konu olan alet adları, çok anlamlılığı
içeren metaforik anlam genişlemelerinin en çarpıcı örneklerini sunmaktadır. Bu alet adları, ÇEKİÇ
GÜÇTÜR, BIÇAK ETKİLEMEKTİR, ANAHTAR İPUCUDUR, AYNA YANSITMAKTIR; POLAD GÜÇTÜR,
BALTA İTİRAZ ETMEKTİR, YAY GİZLEMEKTİR, OX UĞURSUZLUKTUR metaforlarıyla ön plana
çıkmaktadır. Bu çalışmadan çıkarılan sonuçla Azerbaycan Türkçesi ve Türkiye Türkçesinin birer
metafor sözlüğünün hazırlanması önerilmektedir.

5. Kaynaklar

380
Halis Emrah BİNGÖL

Ibarretxe-Antuñano, Iraide. (1999). Polysemy and Metaphor in Perception Verbs: A Cross-linguistic


Study, Unpublished Ph.D. thesis, University of Edinburgh .

Viberg, Ake. (1983). “The verbs of perception: a typological study.” In B. Butterworth, B. Comrie and
O. Dahl (eds.) Explanations for Language Universals. Berlin: Mouton de Gruyter, 123- 162.

Lakoff, George ve Mark Johnson. (1980). Metaphors Live By, Chicago / London.

Demir, S. Aslan. (2018). “Türkçede İşitme Algı Fiilleri ve Metaforik Anlam Genişlemeleri”, XII.
Uluslararası Büyük Türk Dili Kurultayı Bildirileri Kitabı, Varşova – Polonya, 330-335.

381
Kriminojen Faktör Olarak Serbest Zamanın Çocuk
Suçluluğuna Etkisi

Doç. Dr. Ebru İbiş1

Özet

Suça sürüklenen çocuklar tarafından işlenen suç türlerini genel olarak ele aldığımızda, değinmemiz
gereken en önemli noktalardan biri endogen ve egzojen faktörlerdir. Faktörleri incelerken asıl
cevaplamamız gereken soru çocuk suçluluğunun ortaya çıkış nedenleridir. Bahsettiğimiz nedenler
kriminal etiyolojiyi yakından ilgilendirir. Kriminolojik anlamda, çok faktörlü teorilere de değinerek
çocuk suçluluğunu incelerken tek bir faktöre bağlı kalmamak gerekir. Ceza hukuku ve kriminoloji
literatürlerinde görüldüğü gibi belirli kriminojen faktörler çocuk suçluluğuna büyük etki
yaratmaktadır, bunlardan birkaçı da: yoksulluk, işsizlik oranının artması, serbest zamanın yanlış
kullanılması, zenginlik vs. Makalemizde çocuk suçluluğunun artmasına ciddi bir boyutta etki eden
serbest zaman ele alınmıştır. Serbest zaman çerçevesini genişletecek olursak, yaptığımız araştırmada
okul saatleri dışında kalan sebers zaman, hafta sonları ve ders arası saatleri olmak üzere serbest
zaman ele alınmıştır. Kriminojen faktör olan serbest zamanın çocuk suçluluğuna etkisini suçlu
profiline sahip olup ıslah everinde ve çocuk cezaevlerinde bulunan çocuklar ile suçlu profiline sahip
olmayan çocuklar bakımından ele alınmıştır. Vurgulamamız gereken en önemli noktalardan biri de
çocuk suçluluğunu önlemek için, başta en baskın bulunan kriminojen faktörleri bulmak ve daha sonra
bulunan faktöre göre önleme programları başlatmaktır. Çocuk suçluluğunda serbest zamanın ele
alınması son yıllarda yapılan kriminolojik araştırmalarda büyük ilgi görmeye başladı . Bunun nedeni
serbest zaman çerçevesine çocuklar tarafından yapılan yanlış hareketlerin sığdırılması ve aynı
zamanda çocuğun bu yanlış hareketlerden yola çıkarak suça itilmesidir. Bunlardan birkaçı da: erken
yaşta sigara ve alkol kullanımı, aile tarafından kontrol eksikliği, uyuşturucu madde kullanımı ve
internet bağımlılığı olarak gösterilebilir.

Anahtar Kelimeler: çocuk suçluluğu, serbest zaman, kriminojen faktörler, suça sürüklenen
çocuk, kontrol eksikliği

1. Giriş
Çocuk hakları konusu son yıllarda, özellikle de ceza hukuku, çocuk ceza hukuku ve insan hakları
hukuku alanlarında ilgi oldağı olmuştur. Bu konu kendi aktüelliğini günümüzde de korumaktadır.
Bunun nedeni de çocuk hakları alanında hala ciddi ve kapsamlı araştırmaların yapılmasına duyulan
ihtiyaçtır. Günümüzde çocuk haklarından bahsettiğimizde devletlerin çocuklara yönelik koruma
kanunları dışında, önemli konuma sahip ve asıl olarak temel çocuk haklarını ele alan bir uluslararası
sözleşme ve bu sözleşmenin ek protokollerinden bahsetmemiz gerek. Birleşmiş Milletler Genel
Kurulu tarafından 20 Kasım 1989 tarihinde kabul edilen Çocuk Haklarına Dair Sözleşme (Convention
on the Rights of the Child), tam üç kısım ve toplamda 56 maddeden oluşmaktadır. BM Çocuk
Haklarına Dair Sözleşmeye Ek olan iki ihtiyari protokol bulunmaktadır. Bunlardan birincisi: Çocuk
Satışı, Çocuk Fahişeliği ve Çocuk Pornografisi ile İlgili İhtiyari Protokol (Optional Protocol on the Sale
of Children, Child Prostitution and Child Pornography). İkincisi ise Çocukların Silahlı Çatışmalara
Dâhil Olmaları Konusundaki İhtiyari Protokoldur (Optional Protocol to the Convention on the Rights
of the Child on the involvement of children in armed conflict). BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin
maddelerini ele alacak olursak, bu maddelere göre, sözleşmeye taraf devletler, çocuklara: yaşam

1Uluslararası Vizyon Üniversitesi, Hukuk Fakültesi, Ceza Hukuku ve Kriminoloji Bölümü,


ebru.ibis@vizuyon.edu.mk

382
Ebru İbiş

hakkı, hayatta kalma ve gelişme hakkı; şiddet, istismar ve ihmelden korunma hakkı; çocukların
potansiyellerini geiştirmelerini sağlayan eğitim hakkı; ebeveynleri tarafından büyütülmek hakkı ve
görüşlerini ifade etme hakkı gibi temel hakları ele almıştır.

Çocuk suçluluğunu ele almadan önce, temel çocuk haklarına yer vermemizin nedeni, yukarıda
da bahsettiğimiz üzere, BM Çocuk Hakları Sözleşmesinde ve Ek Protokollerinde yer alan temel çocuk
haklarını vurgulamak istememizdir. Makalemizde çocuk haklarına öncelik tanımamız bir tesadüf
değildir. Bunun nedeni çocuk hakları konseptinin çocuk suçluluğuyla bağlı olmasıdır. Daha doğrusu.
sözkonusu temel çocuk haklarının ihlali olduğunda karşımıza çocuk suçluluğu çıkmaktadır. Başka bir
deyimle, aile hakkı, eğitim hakkı, istismardan korunma hakkı ve bu gibi belirtilen temel haklara sahip
olmayan çocuklar, sürekli şiddete maruz kalan çocuklar malesef suça sürüklenebiliyorlar. Burdan
yola çıkarak, özellikle suça sürüklenen çocuklarda asıl olarak odaklanmamız gereken nokta: Suça
sürüklenmeleri altında yatan sebep ya da sebepler hangileridir? Bu sorunun cevabı oldukça komplike
ve ciddi araştırmalar gerektiren bir çerçeveyi kapsar.

Makalemizde, çocuk suçluluğunun sebeplerini, daha doğrusu çocukları suça iten sebeplerden
birini ele aldığımızda bu sebeplerin aslında karşımıza bir kriminojen faktör olarak çıktığını
görebiliyoruz. Sözkonusu kriminojen faktörler olduğunda, literatürde özellikle üç ana kriminojen
faktörden bahsedilmektedir. Bunların birincisi yoksulluk, ikincisi yüksek işsizlik oranı ve üçüncüsü
de zenginliktir. Genel olarak bakıldığında, suç etiyolojisi açısından yapılan araştırmalarda en çok
belirttiğimiz kriminojen faktörler üzerinde durulur ve bunlar da suç nedeni olarak gösterilir. Ancak
son yıllarda özellikle de çocuk suçluluğu alanında serbest zaman kriminojen faktör olarak karşımıza
çıkmaktadır. Daha doğrusu çocuklar boş zamanlarını yanlış değerlendirdikleri için birçok kez suça
itilip, suçlu profiline sahip olabiliyoriar. Bundan sonra izledikleri yol da profesyonel bir kriminal
kariyer kurma amacıdır. Makalemizde öncelikle çocuk suçluluğunun değişik tanımlarına yer verirken,
özellikle, Kuzey Makedonya Cumhuriyeti’nde son 10 yılda çocuk suçluların durumunu, serbest
zamanın kriminojen faktör olarak doğurduğu suça itilme, antisosyal ve asosyal davranışları ele
alınmıştır.

1.1. Metodoloji

Makalemizin asıl amacı kriminojen faktör olarak karşımıza çıkan ‘boş zaman’ın suça
sürüklenen çocuklar ve suçlu profiline sahip olmayan çocuklar üzerindeki etkisini belirtmektir.
Birinci kategoriye yerleştirdiğimiz çocuklar, Kuzey Makedonya Cumhuriyeti’nde, Ohrid şehrindeki
ıslahevi ve cezaevinde bulunan suça sürüklenen çocuklardır, ikinci kategoride ise Üsküp şehrinin,
liselerde eğitim gören ve suçlu profiline sahip olmayan çocuklardır. Kriminojen bir faktör olarak boş
zamanı ele almamızın bir diğer sebebi de, çocukların: okulda ders aralarında, okuldan sonra, hafta
sonu tatilleri ve hafta içi derslerden arta kalan zamanlarda ve tatillerde de dahil oldukları genel
etkinliklerin tam da boş zamanı değerlendirme ile ilgili olmasıdır. Araştırmamızda fakrlı metodlar ve
yöntemler kullanmakla birlikte, yapısal olarak üç aşamadan oluşmaktadır. Birinci aşamamız
tanımlayıcı istatistikler, ikinci aşamamız kolerasyon katsayıları ve son olarak üçüncü aşamamız da
çıkarımsal istatistiklerdir.

Tanımlayıcı istatistikler, boş zamanın çocuk suçluluğu üzerindeki etkisini belirlemek için
kullanılmıştır. Bu amaçla Kuzey Makedonya Cumhuriyeti’nin başketni olan Üsküp’te farklı liselerde
15-18 yaş arası çocuklarla ve bunun yanı sıra paralel olarak ıslahevinde ve çocuk cezaevinde bulunan
18-22 yaş arası suça sürüklenen çocuklarla anket çalışması yapılmıştır. Toplamda 226 çocuk
tarafından cevaplandırılan anketlerden elde edilen verilerin istatistiksel analizi için PSPP programı
kullanılmıştır. Toplam 226 çocuktan, 210’u (%93) suçlu profiline sahip olmayan ve başkent Üsküp’te
lise eğitimi gören çocuklardan oluşurken, geriye kalan 16’sı (%7) suçlu profiline sahip olup,
Kalkandelen şehrinde bulunan fakat geçici olarak Ohrid şehrine transfer edilen ıslahevlerinde
bulunan çocuklar ile Ohrid çocuk cezaevinde bulunan çocuklardan oluşmaktadır. Anket toplam 30

383
Ebru İbiş

soru ve üç farklı kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısımda demografik verilere yer verilirken, ikinci
kısım boş zamanın çocuklar tarafından nasıl kullanıldığı ve üçüncü kısım da pedagojik yaptırımlar ile
destekleyici ve koruyucu tedbirlere yer verilmiştir. Araştırma esnasında farklı yerleşim yerlerinde
yaşayan çocuklar ve farklı etnik köenlere sahip çocuklar ele alınmıştır. Bu amaçtan yola çıkarak,
anketi cevaplayan ve suçlu profiline sahip olmayan çocukların %20’si Makedon, %52.3’ü Arnavut,
%13’ü Türk, %3.81’i Boşnak, %8.57’si Roman, %0.95’i Sırp ve %0.48’i Ulah iken, suçlu profiline sahip
olan çocukların, daha doğrusu suça sürüklenen çocukların etnik kökeni ise: %12,50 Makedon, %37
Arnavut, %18,75 Türk ve %31,25 Roman’dan oluşmaktadır. Anketten elde ettiğimiz sonuçları daha
net bir şekilde yansıtmak amacıyla makalemiz suça sürüklenen çocuklar ve suçlu profiline sahip
olmayan çocuklar olmak üzere iki bölümden ele alınmıştır, daha doğrusu yukarıda bahsettiğimiz
tanımlayıcı istatistikler, kolerasyon katsayıları ve çıkarımsal istatistikler karşılaştırmalı olarak her iki
grupta da uygulanmıştır.

Araştırmamızın ikinci aşamasını oluşturan kolerasyon katsayısı çok önemli bir rol
oynamaktadır. Kolerasyon katsayıları iki farklı değişken arasındaki ilişkiyi, tanımlamamıza yardım
ederken, anketten elde edilen verileri kullanarak, yapılan çaprazlama kombinasyonların yardımıyla
kriminojen faktör olarak değerlendirilen boş zamanın çocuk suçluluğuna etkisini tam da bu aşamada
inceleyip farklı sonuçlar elde etmemiz için temel etaplardan birini oluşturmaktadır. Son aşamada,
daha doğrusu çıkarımsal istatistikler bölümünde de hipotezler test edilmiştir. Dolayısıyla çıkarımsal
istatistiklerin asıl olarak hipotezlerden yola çıkarak, araştırmamızla ilgili vardığımız sonuçları
belirleyen önemli bir etap oluğunu vurgulayabiliriz. Sunulan verilerden yola çıkarak makalemizin ana
hipotezi: ‘Serbest zaman kriminojen faktör olarak hem suça sürüklenen çocukları hem de suçlu
profiline sahip olmayan çocukları suça sürükler.’

2. Çocuk Suçluluğu Nedir?

Çocuk suçluluğu ile ilgili, literatürde sayısız tanımlar bulunmaktadır. Ancak çocuk
suçluluğunun tanımlamasına geçmeden önce, cevaplamamız gereken bir diğer önemli nokta da
‘çocuk nedir’ konusudur. BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 1. Maddesinde ‘çocuğun tanımı’ ele
alınmıştır. Bu maddeye göre: Çocuk haklarına dair sözleşme uyarınca çocuğa uygulanabilecek olan
kanuna göre daha erken yaşta reşit olma durumu hariç, onsekiz yaşına kadar her insan çocuk sayılır.
(Nations) Kuzey Makedonya Cumhuriyeti’nde çocuklara yönelik ayrı kanun öngörülmüştür. Çocuk
Adalet Kanunu’nun (Закон за правда за децата, Law on juvenile justice) 19. maddesinde, BM Çocuk
Haklarına Dair Sözleşmeden çok farklı olmayarak ‘çocuk’ tanımı ele alınmıştır, bu maddeye göre: ’18
yaşına kadar herhangi bir kişi çocuktu’ (justice, 2007). Bir diğer önemli kanun da Çocuk Koruma
Kanunu’dur (Закон за заштита на децата, Law on Protection of Children), bu kanunun 11.
Maddesinde daha farklı bir tanım verilmiştir. Kuzey Makedonya Çocuk Koruma Kanununa göre: ‘Bu
yasaya göre çocuk, 18 yaşına kadar olan herhangi bir kişi ve ayrıca 26 yaşına kadar fiziksel ve
zihinsel gelişimi engelli kişiler olarak kabul edilir.’ (Children, 2019).

Çocuk suçluluğuna gelince. Bu terim başlı başına geniş ve kompleksli bir terimdir. Batı
literatüründe çocuk suçluluğundan bahsedilirken, iki farklı konsept ele alınır. Birincisi çocuk
suçluluğu olarak adlandırdığımız ‘juvenile deliquency’ (tam karşılığı reşit olmayanın suçluluğu) ve
‘juvenile crime’ (çocuk suçları)’dır. İki terim arasında ciddi farklar bulunur. Sözkonusu ‘juvenile
crime’ veya Türkçe anlamıyla ‘çocuk suçları’ olduğunda, burada daha dar bir tanımdan bahsedilir,
çünkü sadece genel suç tiplerini kapsar ve bunlarla sınırlıdır, fakat ‘juvenile delıquency’ yada ‘çocuk
suçluluğu’ daha geniş ve komplekslidir çünkü bu terim: suçları, kabahatleri, sosyo-patolojik
olayları(alkolizm, uyuşturucu bağımlılığı, nikotin bağımlılığı, dilencilik, kumar, intihar, fuhuş ve
internet beğımlılığı) kapsar. Yukarıda belirtilendlerden yola çıkarak çocuk suçluluğunu gene olarak
tanımlayacak olursak: Çocuk suçluluğu terimi, toplum, değer kriterleri, normlar ve yasalarla bir
çatışmayı ifade eder. Antisosyal, asosyal, sosyo-patolojik ve suça yönelik davranışların daha şiddetli
biçimlerini içerir. (Ivica, 1995)

384
Ebru İbiş

2.1 Kuzey Makedonya Cumhuriyeti’nde Çocuk Suçluluğunun Durumu

Kuzey Makedonya Cumhuriyeti’nde çocuk suçluluğuna dair veriler: Devlet İstatistik Kurumu,
İç İşleri Bakanlığı ve Savcılık’ta bulunmaktadır. Genel olarak suçlu çocuk sayısını değerlendşrecek
olursak, bu sayının artışta olduğunu görebiliriz, bu durum genel olarak suç önleyici mekanizmaların
başarı göstermediğinin bir göstergesidir.

Tablo 1. Kuzey Makedonya Cumhuriyetinde Çocuk Suçlu Sayısı (Kuzey Makedonya


Cumhuriyeti, Devlet Istatistik Kurumu, Adalet Verileri)

Grafik 1. Kuzey Makedonya Cumhuriyetinde Çocuk Suçlu Sayısı

800

600

400

200

0
Kuzey Makedonya Cumhuriyeti'nde Çocuk Suçlu Saysı

2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014


2015 2016 2017 2018 2019 2020

Yukarıda gösterilen verileri değerlendirecek olursak genel olarak 2009 yılı suç oranının en
yüksek olduğu yıl iken, 2019 yılı ise diğer yıllara göre suç oranının en düşük olduğu yıl olarak
kayıtlara geçmiştir. Suça sürüklenen çocuklar tarafından işlenen en yaygın suçlar ise: Malvarlığına
karşı suçlar, hayata karşı suçlar, cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar, kamu düzenine karşı suçlar ve
trafik güvenliğine karşı suçlardır. Suça sürüklenen çocuklar tarafından en yüksek oranda
malvarlığına karşı suçların işlenmesi altında birçok sebep yapmaktadır. Bu sebepler, kriminoloji
literatüründe ‘kriminojen faktör’ olarak değerlendirilir, bu kriminojen faktörlerden biri de, asıl olarak
araştırmamızın yapıtaşını oluşturan ‘serbest zamandır’.

3. Suçlu Profiline Sahip Olmayan Çocuklarda Kriminojen Faktör Olarak Serbest Zamanın
Çocukların Suça İtilmesine Etkisi

Makalemizin giriş kısmında da belirttiğimiz üzere öncelikle birinci kategoriye


yerleştirdiğimiz suçlu profiline sahip olmayan çocukların demografik özelliklerini ele alacağız.
Çocukların cinsiyet ve yaşından başlayacak olursak, toplam 210 çocuktan 82’si erkek, 128’i ise
kadındır. Toplam 210 çocuktan %8,10'u 15 yaşında, (lise eğitiminin ilk yılında), %50,95'i 16 yaşında
(lise eğitiminin ikinci yılında), %27,14'ü 17 yaşında (lise eğitiminin üçüncü yılında) ve son olarak
%13,81'i, 18 yaşında ve dördüncü sınıftadır. Demografik özelliklerden değinmemiz gereken bir diğer
önemli özellik de ailenin toplam aylık finansal geliridir. Aile geliri aile topluluğu içinde çok önemli bir
faktördür, bu nedenle kriminolojik literatürde genellikle düşük gelirli ailelerde çocukların suç
işlemeye özellikle de malvarlığına karşı suçlar işlemeye daha yatkın olduğu görülür. Anketten elde

385
Ebru İbiş

ettiğimiz verilere göre çocukların anne ve babalarının: %28.10'u aylık 21.000-25.000 denar arasında
gelire sahip olduğunu, %22.38'i ayda 30.000 denarın üzerinde geliri olduğunu, %9.05 aylık gelirin
18.000-21.000 denar olduğunu, %8.57'si aylık 25.000-30.000 denar arasında geliri olduğunu,
%4.29'u 6000-9000 denar gelire sahip olduğunu, %4.29'u 9000-12.000 denar geliri olduğunu ve
%5,27'si aylık gelirin 15.000-18.000 denar olduğunu belirttiler.

3.1 Çaprazlama Kombinasyonlar, Kolerasyon Katsayıları ve Hipotez Testi

Makalemizin bu kısmı ile ilgili, ankette verilen toplam 30 sorudan iki çaprazlama daha
doğrusu eşleşme yapılmıştır. Buna göre serbest zamanı değerlendirme adına, ankette sorduğumuz
sorulardan biri akşam saatlerinde hafta boyunca çocukların ne sıklıklıkla dışarıya çıktığı ile ilgilidir,
bir diğer soru ise kavgalarа/dövüşlere katılıp katılmamalarıyla ilgilidir. İkinci çaprazlamamız ise boş
zamanlarda çocukların çocuk çetelerine katılıp katılmadığı ile okudukları liselerin etrafında
tanımadıkları kişileri tarafından çocuklara uyuşturucu madde teklifi ile ilgilidir. Bu soruları göz
önünde bulundurarak, başta olmak üzere suçlu profiline sahip olmayan çocuklar için kurduğumuz
çaprazlamalar ve elde ettiğimiz veriler aşağıdaki tablolarda gösterilmiştir.

Tablo 2. Hafta içi akşamları dışarı çıkmak, suçlu profiline sahip olmayan çocukların boş
zamanlarında kavgalara katılımını etkiler mi?

Hafta boyunca akşam


Boş zamanımda kavgalara/ dövüşlere katılıyor
saatlerinde dışarıya ne kadar
musunuz
sıklıkla çıkıyorsunuz

Düzenli
Asla Bazen Sıklıkla Toplam
olarak

17.00 4.00 1.00 3.00 25.00

68.00% 16.00% 4.00% 12.00% 100.00%


Akşamları hiç dışarı
çıkmıyorum
11.64% 9.30% 14.29% 21.43% 11.90%

8.10% 1.90% .48% 1.43% 11.90%

35.00 7.00 2.00 2.00 46.00

76.09% 15.22% 4.35% 4.35% 100.00%


Haftada bir kez
23.97% 16.28% 28.57% 14.29% 21.90%

16.67% 3.33% .95% .95% 21.90%

54.00 10.00% .00 4.00 68.00

79.41% 14.71% .00% 5.88% 100.00%


Haftada iki kez
36.99% 23.26% .00% 28.57% 32.38%

25.71% 4.76% .00% 1.90% 32.38%

18.00 3.00 .00 1.00 22.00


Haftada üç kez
81.82% 13.64% .00% 4.55% 100.00%

386
Ebru İbiş

12.33% 6.98% .00% 7.14% 10.48%

8.57% 1.43% .00% .48% 10.48%

10.00 7.00 .00 1.00 18.00

55.56% 38.89% .00% 5.56% 100.00%


Haftada dört kez
6.85% 16.28% .00% 7.14% 8.57%

4.76% 3.33% .00% .48% 8.57%

3.00 3.00 1.00 1.00 8.00

37.50% 37.50% 12.50% 12.50% 100.00%


Haftada beş kez
2.05% 6.98% 14.29% 7.14% 3.81%

1.43% 1.43% .48% .48% 3.81%

1.00 2.00 1.00 .00 4.00

25.00% 50.00% 25.00% .00% 100.00%


Hafada altı kez
.68% 4.65% 14.29% .00% 1.90%

.48% .95% .48% .00% 1.90%

8.00 7.00 2.00 2.00 19.00

42.11% 36.84% 10.53% 10.53% 100.00%


Her akşam
5.48% 16.28% 28.57% 14.53% 9.05%

3.81% 3.33% .95% .95% 9.05%

146.00 43.00 7.00 14.00 210.00

69.52% 20.48% 3.33% 6.67% 100.00%


Toplam
100.00% 100.00% 100.00% 100.00% 100.00%

69.52% 20.48% 20.48% 6.67% 100.00%

Yukarıdaki 2 numaralı tablodan gösterilen verilerden elde ettiğimiz sonuçlar şu şekldedir:


Akşam saatlerinde hiç dışarı çıkmayan çocukların %68'inin hiç kavgaya katılmadığını, %16'sının boş
zamanlarında bazen kavgalara katıldığını, %4'ünün sıklıkla katıldığını ve %12'sinin düzenli olarak
kavgalara katıldığını göstermektedir. Verilerden, akşamları haftada dört defadan fazla dışarı çıkan
çocukların kavgaya daha meyilli olduğunu, dolayısıyla haftada beş defa dışarı çıkan çocukların
toplam sayının %37,50'si hiç kavgaya katılmadığını, %37,50'si bazen kavgaya katılmadığını, %12’nin
sıklıkla katıldığını ve %12’nin düzenli olarakkavgalara ve dövüşlere katıldığını söyleyebiliriz. Her
akşam hafta boyunca akşam saatlerinde dışarı çıkan çocuklardaki durum ise şu şekildedir: Çocukların
%42,11 her akşam dışarı çıkmalarına ragmen kavga ve dövüşlere katılmadıklarını belirtirken
%36,84'ü ara sıra, %10,53'ü sıklıkla ve %10,53'ü düzenli olarak kavgalara ve dövüşlere isteyerek
katıldıklarını belirtmişler. 2. tabloda belirttiğimiz iki soruyu ve verilen cevapları çaprazlayarak elde
ettiğimiz verilerden hafta içi akşamları dışarı çıkmanın boş zamanlarında kavgalara ve dövüşlere

387
Ebru İbiş

katılım üzerindeki etkisi arasında bir bağlantı olduğu açıktır. Hafta içi akşam saatlerinde dışarı
çıkmak ile boş zamanlarda kavgalara ve dövüşlere katılmak arasındaki ilişkinin yoğunluğunu
korelasyon katsayısını göstereceğiz.

Tablo 3. Kolerasyon Katsayısı

Korelasyon katsayısı2 (Spearman Correlation) 0.16'dır ve elde edilen sonuçlara göre bu ilişkinin
pozitif olduğu, ancak çok zayıf bir korelasyon olduğu sonucuna varabiliriz, yani hafta içi akşamları
dışarı çıkmanın boş zamanlarında kavgalara katılım üzerindeki etkisi olumlu iken aralarındaki bağ
kolerasyon değerlerine göre çok zayıf olarak değerlendirilmiştir.

Çıkarımsal istatistikler (hipotez testi):

Çıkarımsal istatistiklerde, hipotezleri test etmek için Ki-kare (Chi square) testini kullanılmıştır. Bu
ampirik araştırmanın amaçları doğrultusunda aşağıdaki boş/alternatif hipotezler test edilmiştir:

Hipotez No.1

• X0: Akşamları dışarı çıkmanın boş zamanlarında kavgalara\dövüşlere katılmaya etkisi yoktur.

• X1: Akşamları dışarı çıkmanın boş zamanlarında kavgalara\dövüşlere katılmaya etkisi vardır

Tablo 4. Birinci Hipotez Testi

Ki kare testi kullanılarak elde edilen sonuçlar, Pearson Chi-square’in değerini gösteren
Asymp. Sig. 2-tailed 0,05’ten düşüktür yani .032’dir. Bu durumda alternatif hipotezi kabul ederek
Kuzey Makedonya'da suçlu profiline sahip olmayan çocukların akşamları dışarı çıkmasının boş
zamanlarında dövüşlere katılmaya etkisi olduğu nu belirtebiliriz.

Tablo 5. Boş zamanda çocuk çetelerinin bir parçası olmak liselerin etrafında üçüncü kişiler
tarafından uyuşturucu madde teklif edilmesine etki eder mi?

Hiç çocuk çetesine üye Okuduğunuz okulun etrafına size üçüncü kiişiler tarafından
oldunuz mu? uyuşturucu teklif edildi mi?

2
Korelasyon değerleri:
0-0.19: çok zayıf korelasyon;
0.20-0.39: zayıf korelasyon;
0.40-0.59: orta düzeyde korelasyon;
0.60-0.79: güçlü korelasyon;
0.80-1: çok güçlü korelasyon

388
Ebru İbiş

Evet Hayır Toplam

12.00 18.00 30.00

40.00% 60.00% 100.00%


Evet
24.00% 11.25% 14.29%

5.71% 8.57% 14.29%

38.00 142.00 180.00

21.11% 78.89% 100.00%


Hayır
76.00% 88.75% 85.71%

18.10% 67.62% 85.71%

50.00 160.00 210.00

23.81% 76.19% 100.00%


Toplam
100.00% 100.00% 100.00%

23.81% 76.19% 100.00%

Beşinci tablomuzda çocuk çetelerine üye olan çocuklar ile uyuşturucu teklifi alan çocuklar
arasında bir çaprazlama çalışma yapılmıştır. Bu çaprazlamanın daha doğrusu soru kombinasyonunun
nedeni, boş zamanlarını verimsiz geçiren çocukların büyük bir kısmı ‘okulda fark edilmek’ adına
çocuk çetelerine üye olmalarıdır, ancak tabi ki de bu durum da beraberinde birçok olumsuz davranışı
getirir, bunlardan biri de başta olmak üzere uyuşturucu madde teklifi, uyuşturucuy maddeyi kabul
etme, kullanmak ve satmak.

Çocuk çetelerine üye olmanın okulda uyuşturucu teklifine olan etkisine ilişkin elde edilen
verilere göre, çocuk çetelerine üye olan çocukların %40’ına uyuşturucu teklif edilmişken, %60’ına
uyuşturucu teklif edilmemiştir. Diğer yandan çocuk çetelerine üye olmayan çocuklarda durum çok
farklıdır, toplam sayıdan %21.81’ine uyuşturucu teklif edilmiş ve %78.89’una uyuşturucu teklif
edilmemiştir. Elde edilen veriler, çocukların uyuşturucu madde teklif eden kişilerin arasında
bulunması çocuğu suça sürüklemede ve özellikle sosyo-patolojik bir olgu olarak madde
bağımlılığında ciddi bir tehdit oluşturduğunu göstermektedir. Çocuk çetelerine dahil olmayan
çocuklara ilişkin veriler ilginç olmakla birlikte, okul yakınlarında %21,11'ine uyuşturucu teklif
edilirken, %78,89'una uyuşturucu teklif edilmemiştir. İki değişken arasındaki bağ gücünü belirlemek
için sıraadaki etapta çocuk çetelerine katılma ile uyuşturucu sunma arasındaki korelasyon katsayısını
göstereceğiz.

Tablo 6. Kolerasyon Katsayısı

389
Ebru İbiş

Korelasyon katsayısı 0.16 olarak belirtilmiştir ve elde edilen sonuçlara göre iki değişken
arasında bağın var olduğunu ve olumlu olduğunu belirtebiliriz, başka bir deyişle Boş zamanda çocuk
çetelerinin bir parçası olmak liselerde uyuşturucu madde teklif edilmesine etki ettiğini söyleyebiliriz.

Çıkarımsal istatistikler (hipotez testi):

Hipotez No.2

• X0: Serbest zamanda çocuk çetelerinin bir parçası olmak liselerde uyuşturucu madde teklif
edilmesine etki etmez

• X1: Serbest zamanda çocuk çetelerinin bir parçası olmak liselerde uyuşturucu madde teklif
edilmesine etki eder

Hangi hipotezin kabuledileceği ile ilgili, bir önceki hipotezde olduğu gibi tekrar Ki Kare testini
uygulayacağız.

Tablo 7. İkinci hipotez testi

Ki kare testi kullanılarak elde edilen sonuçlar. Pearson Chi-square’in değerini gösteren
Asymp. Sig. 2-tailed 0,05’ten düşüktür yani .025’dir. Bu durumda alternatif hipotezi kabul ederek
serbest zamanda çocuk çetelerinin bir parçası olmak liselerde uyuşturucu madde teklif edilmesine
etki gösterir diyebiliriz.

4. Suça Sürüklenen Çocuklarda Kriminojen Faktör Olarak Serbest Zamanın Çocukların Suça
İtilmesine Etkisi

Makalemizin bu kısmında ikinci kategoriye yerleştirdiğimiz suça sürüklenen çocukların


demografik özelliklerini ele alacağız. Bu bölümde de aynı şekilde: yaş, cinsiyet ve alienin finansal
geliri ele alınacaktır. Cinsiyete ilişkin veriler dikkate alındığında Islahevi ve Cezaevi'ndeki tüm suça
sürüklenen çocukların erkek olduğu görülmektedir, bunun nedeni de anket yapılan dönemde
hükümlü kız çocuklarının bulunmamasıdır. Toplam çocuk hükümlü saysına gelince: 7'si çocuk
cezaevinde ve 9'u Kalkandelen ıslahevinde, toplam 16 suçlu çocuktan oluşmaktadır. Hükümlü
çocukların yaş gruplarına gelince: 7 çocuk 18 yaşında, 3 çocuk 19 yaşında, 3 çocuk 30 yaşında ve ü3
çocuk 22 yaşında olmak üzere farklı yaş grupları karşımıza çıkmıştır. Burada ilgimizi çeken önemli
bir detay da bazı çocukların reşit olması halinde çocuk cezaevinde olmaları durumudur. Çocuklar
suçu işledikleri sırada 18 yaş altında olduklarını belirtmemiz gerek, ancak aldıkları cezadan yola
çıkarak 23 yaşına kadar çocuk cezaevinde olup, cezaları hala sürüyor ise yetişkin cezaevine
gönderiliyorlar. Ailenin toplam finansal gelirine gelecek olursak, diğer kategoride bulunan suçlu
profiline sahip olmayan çocuklara göre, suça sürüklenen çocuklarda durum çok daha ciddi, daha
doğruyu aylık gelirlerin ciddi derecede düşük olduğunu belirtebiliriz, burada dolaylı olarak
‘yoksulluğun’ kriminojen faktör olarak ortaya çıktığını ve çocukların aile bireyleri ile birlikte suça
itildiğini belirtebiliriz. Anketten elde edilen verilere göre: %31,25'i 6000-9000 denar ile en düşük
gelire sahip; %25'inin aylık geliri 12.000-15.000 denar arasında; %12.50'sinin aylık geliri 15.000-

390
Ebru İbiş

18.000 denar; %6.25'i 9000-12.000 denar arasında, %6.25'i 25.000-30.000 arası gelire sahip ve
%18.25'lik son kategori ise ebeveynlerinin geliri hakkında bilgileri olmadığını belirttiler.

4.1 Çaprazlama Kombinasyonlar, Kolerasyon Katsayıları ve Hipotez Testi

Makalemizin bu kısmı ile ilgili, bir önceki suçlu profiline sahip olmayan çocuklar
kategorisinde olduğu gibi ankette verilen toplam 30 sorudan iki çaprazlama yapılmıştır.
Çaprazlamalara eklediğimiz sorulara gelince, bir önceki kategoride olduğu gibi aynı soruları ele
elınmıştır. Bunun nedeni de kriminojen faktör olarak değerlendirdiğimiz boş zamanın her iki
kategoride de etkisini elde edilen veriler yardımıyla değerlendirmek içindir.

Tablo 8. Hafta içi akşamları dışarı çıkmak, suça sürüklenen çocukların boş zamanlarında
kavgalara katılımını etkiler mi?

Hafta boyunca akşam saatlerinde Boş zamanlarda kavgalara/dövüşlere katılıyor


dışarıya ne kadar sıklıkla musunuz?
çıkıyorsunuz?

Asla Bazen Sıklıkla Düzenli Toplam

1.00 .00 .00 .00 1.00

100.00% .00% .00% .00% 100.00%


Akşamları hiç dışarı çıkmıyorum
33.33% .00% .00% .00% 6.25%

6.25% .00% .00% .00% 6.25%

2.00 00 00 00 2.00

100.00% .00% .00% .00% 100.00%


Haftada bir kez
66.67% .00% .00% .00% 12.50%

12.50% .00% .00% .00% 12.50%

.00 1.00 00 00 1.00

.00% 100.00% .00% .00% 100.00%


Haftada iki kez
.00% 12.50% .00% .00% 6.25%

.00% 6.25% .00% .00% 6.25%

.00 2.00 .00 .00 2.00

.00% 100.00% .00% .00% 100.00%


Haftada üç kez
.00% 25.00% .00% .00% 12.50%

.00% 12.50% .00% .00% 12.50%

.00 .00 1.00 .00 1.00


Haftada beş kez
.00% .00% 100.00% .00% 100.00%

391
Ebru İbiş

.00% .00% 50.00% .00% 6.25%

.00% .00% 6.25% .00% 6.25%

.00 5.00 1.00 3.00 9.00

.00% 5.56% 11.11% 33.33% 100.00%


Her akşam
.00% 62.50% 50.00% 100.00% 56.25%

.00% 31.25% 6.25% 18.75% 56.25%

3.00 8.00 2.00 3.00 16.00

18.75% 50.00% 12.50% 18.75% 100.00%


Toplam
100.00% 100.00% 100.00% 100.00% 100.00%

18.75% 50.00% 12.50% 18.75% 100.00%

Akşam saatlerinde dışarı çıkmadığını belirten suça sürüklenen çocukların %100'ü hiç
kavgalara katılmadıklarını belirttiler, ikinci kategori haftada bir kez dışarı çıkan çocuklardır, bu
nedenle haftada bir kez akşam saatlerinde dışarı çıktığını söyleyen çocukların tamamı elde edilen
verilere göre hiç kavgaya katılmamıştır, akşamları haftada iki kez dışarı çıkan çocukların %100'ü
bazen kavgalara katıldıklarını yanıtladı, bu nedenle 8. Tabloya bakacak olursak, çcocuklar akşamları
ne kadar sıklıkla dışarı çıkıyorsa, kavga ve dövüşlere katılma olasılıkları o kadar artıyor. Haftada beş
kez akşam saatlerinde dışarı çıkan çocukların %100’ü sıklıkla kavga ve dövüşlere isteyerek
katıldıklarını belirtirken, son kategoride her akşam dışarı çıkan çocukların %55,56'sı bazen
kavgalara katılırken, %11,11'i sık sık ve %33,33'ü düzenli olarak akşamları kavga ve dövüşlere
katıldıklarını belirttiler.

Tablo 9. Kolerasyon Katsayısı

Korelasyon katsayısı0.68 olarak belirtilmiştir ve elde edilen sonuçlara göre iki değişken
arasında kolaerasyon değerlerine göre güçlü bir bağın var olduğunu ve olumlu olduğunu
belirtebiliriz.

Çıkarımsal istatistikler (hipotez testi):

Hipotez No.3

• X0: Akşamları dışarı çıkmanın boş zamanlarında kavga\dövüşlere katılmaya etkisi yoktur.

• X1: Akşamları dışarı çıkmanın boş zamanlarında kavga\dövüşlere katılmaya etkisi vardır

392
Ebru İbiş

Tablo 10. Üçüncü Hipotez Testi

Ki kare testi kullanılarak elde edilen sonuçlar, Pearson Chi-square’in değerini gösteren
Asymp. Sig. 2-tailed 0,05’ten düşüktür yani .040’dır. Bu durumda alternatif hipotezi kabul ederek
Kuzey Makedonya'da suça sürüklenen çocukların akşamları dışarı çıkmasının boş zamanlarında
dövüşlere ve kavgalara katılmaya etkisi olduğu nu ve bu çaprazlamadaki değişkenlerin birbirine ciddi
derecede etki ettiğini belirtebiliriz.

Tablo 11. Boş zamanda çocuk çetelerinin bir parçası olmak liselerin etrafında üçüncü kişiler
tarafından uyuşturucu madde teklif edilmesine etki eder mi?

Hiç çocuk çetesşne üye oldunuz mu Okuduğunuz okulun etrafına size üçüncü kiişiler
tarafından uyuşturucu teklif edildi mi?

Evet Hayır Toplam

Evet 5.00 2.00 7.00

71.43% 28.57% 100.00%

71.43% 22.22% 43.75%

31.25% 12.50% 43.75%

Hayır 2.00 7.00 9.00

22.22% 77.78% 100.00%

28.57% 77.78% 56.25%

12.50% 43.75% 56.25%

Toplam 7.0 9.00 16.00

43.75% 56.25% 100.00%

100.00% 100.00% 100.00%

43.75% 56.25% 100.00%

Yukarında gösterilen tabloda suça sürüklenen çocukların, çocuk çetelerine katılımı, suçlu
profiline sahip olmayan çocuklardan açık ara farkla daha fazla olduğu belirtebiliriz. Elde edilen
verilere göre: Çocuk çetelerine üye olan çocukların %71.43’üne lselerinde tanımadıkları üçüncü
kişiler tarafından uyuşturucu madde teklif edilmiş, %28.57’sine ise çocuk çetelerine üye olmalarına
rağmen uyuşturucu madde teklif edilmemiştir. Suça sürüklenen çocuklarda, çocuk çetelerine üye
olmayan çocukların toplam %22.22’sine uyuşturucu madde teklif edilmişken, %77.78’ine uyuşturucu
madde teklifedilmemiştir. 11. Tabloda bahsettiğimiz eşleşme kompleksli bir yapıya sahip olup,
çocukları uyuşturucu bağımlılığına sürüklerken, uyuşturucu sahnesinin de bir parçası yapar.

393
Ebru İbiş

Tablo 12. Kolerasyon Katsayısı

Korelasyon katsayısı0.49 olarak belirtilmiştir ve elde edilen sonuçlara göre iki değişken arasında orta
düzeyde güçlü bir bağın var olduğunu ve olumlu olduğunu belirtebiliriz, daha doğrusu serbest
zamanda çocuk çetelerinin bir parçası olmak liselerde uyuşturucu madde teklif edilmesine etki
ettiğini söyleyebiliriz.

Çıkarımsal istatistikler (hipotez testi):

Hipotez No.4

• X0: Serbest zamanda çocuk çetelerinin bir parçası olmak liselerde uyuşturucu madde teklif
edilmesine etki etmez

• X1: Serbest zamanda çocuk çetelerinin bir parçası olmak liselerde uyuşturucu madde teklif
edilmesine etki eder

Tablo 13. Dördüncü Hipotez Testi

Pearson Chi-square’in değerini gösteren Asymp. Sig. 2-tailed 0,05’ten düşüktür yani .049’dr. Bu
durumda alternatif hipotezi kabul ederek serbest zamanda çocuk çetelerinin bir parçası olmak
liselerde çocuklara uyuşturucu madde teklif edilmesine etki eder diyebiliriz.

5. Sonuç

Yaptığımız araştırmayı göz önünde bulundurarak, başta olmak üzere, genel olarak çocuk
suçluluğunun gittikçe daha komplike bir sorun halini aldığını, sadece suçlarla sınırlı kalmayıp,
çocukların artık sosyo-patolojik olaylarda da oldukça net bir şekilde sahaya çıktığını belirtebiliriz.
Her ne kadar çocuk haklarından bahsettiğimizde, çocuğun temel haklarını ve özellikle de çocukları
her türlü şiddetten koruyup, çocuklar için daha iyi şartlar yaratmaktan bahsedilse de, bu amaçlar
pratikten çok teoride sadece bir örnek olarak kalıyor.

Kuzey Makedonya Cumhuriyeti’nde özellikle makalemizde vurguladığımız kriminojen faktör


olan ‘serbest zamanın‘ciddi bir boyutta hem suça sürüklenen çocuklar kategorisinde çocukları suça
itmeye olanak sağladığını, hem de suçlu profiline sahip olmayan ve liselerde eğitim gören çocuklar
kategorisinde, asosyal ve antisosyal davranışlar sergilemeye ittiğini elde ettiğimiz veriler üzerinden
görebiliriz.

394
Ebru İbiş

Serbest zaman bağlamında ele aldığımız akşam saatlerinde dışarıya çıkmak , kavgalara ve
dövüşlere katılmak, çocuk çetelerine üye olmak ve çocuklara uyuştrucu madde sunmak gibi sorular,
tam da verimsiz bir şekilde kullanılan serbest zamandan yola çıkarak çocukların suça itilebileceği
durumları oluşturabilir. Başta olmak üzere belirttiğimiz bu soruların birbirine olan etkisini ele
aldığımızda hem suçlu profiline sahip olmayan hem de suça sürüklenen çocouklar kategorisinde
olumlu bağlar gösterdiklerinin sonucuna vardık. Daha doğrusu akşamları dışarı çıkmanın çocukların
serbest zamanlarında kavgalara ve dövüşlere katılmaya etkisinin olduğunu ve serbest zamanda
çocuk çetelerinin bir parçası olmanın liselerde üçüncü kişiler tarafından çocuklara uyuşturucu madde
teklif edilmesine etki ettiğini yaptığımız araştırmalar sonucunda belirttik. Bu konuyla ilgili vardığımız
önemli sonuçlardan biri de, kurduğumuz çaprazlama kombinasyonların aradaki bağ gücünün suça
sürüklenen çocuklarda daha güçlü oluşudur. Bu tamamen beklendik bir sonuçtur, çünkü suça
sürüklenen çocuklarda zaten önceden inşa edilmiş bir kriminal profil bulunmaktadır. Suçlu profiline
sahip olmayan çocuklarda ise aynı sorular ve kombinasyonlar değerlendirildiğinde olumlu
çıkmalarına rağmen değişkenlerin aralarındaki bağ gücü daha zayıftı. Elde ettiğimiz verilerden yola
çıkarak, serbest zamanın ciddi ve risk içeren bir kriminojen faktör olduğunun sonucuna varırken, bu
faktörün hem çocuk suçluluğuna olan etkisini hem de suçlu profiline sahip olmayan çocuklarda
asosyal ve antisosyal davranışlar doğurduğunu belirtebiliriz. Suç önleme mekanizmaları ve
programları geliştirilirken, özellikle de serbest zaman odaklı çocuk suçluluğu önleme programlarının
geliştirilmesinde oldukça büyük yarar vardır.

6. Kaynakça

Stanić, I. (1995). Maloljetnička delinkvencija opasna društvena pojava, Pedagoška Stvarnost

UN Convention on the Rirhts of the Child

Закон за правда за децата (Law on juvenile justice), Official Gazette of Republic of Macedonia,
87/2007

Закон за заштита на децата (Law on Protection of Children) Official Gazette of Republic of


Macedonia 198/18

Државен завод за статистика на Република Северна Македонија (State Statistical Office of


Republic of North Macedonia)

395
Nurettin Topçu’da Anadoluculuk Düşüncesi ve
Milliyetçilik Üzerine Bir Değerlendirme

Gürkan Kanat1

Özet
Anadoluculuk düşüncesinin ortaya çıkış aşaması incelendiğinde; 20. yüzyılın başlarında ortaya çıktığı
görülse de, ortaya çıkış nedenlerini anlayabilmek için diğer düşünce akımları ile etkileşimine
değinmemiz gerekecektir. Ülkemizde memleketçilik olarak da adlandırılan Anadoluculuk hareketi,
felsefi bir akı olmaktan ziyade daha çok siyasal ve sosyolojik açılımları içerisinde barındıran bir düşünce
hareketidir. Özellikle millet kavramı yüklediği anlam sayesinde diğer ideolojik görüşler olan
Osmanlıcılık, İslamcılık ve Turancılıktan ayrılmakladır. Birbirinden farklı fakat etkileşimi çerisinde olan
kaynaklardan etkilenen Anadoluculuk; daha çok edebiyat, din, tarih, coğrafya ve felsefe gibi
kaynaklardan etkilenmiştir. Anadoluculuk düşüncesi; ilk başlarda Turancılık akımına karşı eleştirel bir
söylem tarzında karşımıza çıksa da aslında resmi milliyetçilik anlayışları olmak üzere birçok
milliyetçilik ile karşılıklı olarak etkileşim içerisindedir. İçerisinde bulunduğu dönemin ideolojik
görüşleri olan İslamcılık, Osmanlıcılık ve Türkçülük gibi akımlara tepki olarak doğan Anadoluculuk
düşüncesi, bu yüzden incelenmeye değer bir konumda bulunmaktadır. Bu bağlamda ele aldığımızda bu
çalışmada; bir düşünce hareketi olarak karşımıza çıkan Anadoluculuk düşüncesinin ortaya çıkış
aşamasına değinilecek olup, özellikle Türkiye'nin kalkınması konusunda nasıl bir yol izlemesi gerektiği
üzerine çalışmalar yapan Nurettin Topçu’nun Hareket Dergisi ile birlikte Anadoluculuk düşüncesi
kapsamındaki milliyetçilik anlayışına değinilecektir.
Anahtar Kelimeler: Anadoluculuk, Anadoluculuk Düşüncesi, Nurettin Topçu, Hareket Dergisi,
Milliyetçilik.

Abstract

When the stage of the emergence of Anatolian thought is examined; 20. although it may seem that it
appeared at the beginning of the XVII century, in order to understand the reasons for its occurrence, we
will need to touch on its interaction with other currents of thought. The Anatolian movement, also called
hometown movement in our country, is a thought movement that contains more political and sociological
expansions rather than being a philosophical flux. In particular, the concept of nation is about to be
separated from other ideological views, Ottomanism, Islamism and Turanism, thanks to the meaning it
imposes. Anatolia, influenced by sources that are different from each other but interact with each other,
has been influenced more by sources such as literature, religion, history, geography and philosophy.
Although the Anatolian thought initially appeared in the style of a critical discourse against the Turanism
current, it actually interacts with many nationalisms, including official nationalism understandings. The
Anatolian thought, which was born in response to the ideological views of the period in which it was in,
such as Islamism, Ottomanism and Turkism, is therefore in a position worth studying. In this context when
we consider in this study we face as a movement of thought will be referred to the stage of the emergence
of the idea of anadoluculuk and especially the development of the country Nurettin Topçu it comes to how
to follow a path that has to anadoluculuk who is working on the idea of nationalism within the scope of the
magazine to the understanding of motion will be discussed.

Key words: Anatolianism, Anatolianism Thought, Nurettin Topçu, Movement Magazıne, Nationalism.
1. Giriş

1HatayMustafa Kemal Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetim Anabilim Dalı, Doktora Programı,
gurkankanat35@hotmail.com, ORCID: 0000-0001-8055-4182.

396
Gürkan Kanat

Anadoluculuk düşüncesi Türkiye'nin 20 yüzyıl başlarında özel şartlarının bir sonucu olarak
aydın kesimlerce benimsenen bir ideolojidir. I Dünya Savaşı'nın sona ermesinden sonra savaş
sonucunda yenik çıkan ve parçalanan Osmanlı İmparatorluğu'ndan geriye kalan Anadolu
topraklarına merkeze alan bir düşüncedir Anadoluculuk düşüncesi. Her ne kadar 1900'lü yılların
başlarından ortaya çıkmış olsa da Osmanlıcılık, İslamcılık ve Turancılık gibi ideolojilere tepki olarak
ortaya çıkmıştır. Anadoluculuk düşüncesini savunanlar Türk ulusunun tek vatanının Anadolu toprağı
olduğunu kabul etmiş ve Anadolu coğrafyasını Türk kimliğinin temel yapı taşları arasında ifade
etmiştir Aslında Anadoluculuk yaklaşımı Türkiye'nin siyasal hayatında çok sayıda destekçi bulmuş,
kimileri için bu ideolojik görüş bir başlangıç olurken kimileri için ise bir dönem Anadoluculuk
düşüncesinin etkisinde kalmış ve sonradan bu düşünceden çıkmıştır. Anadoluculuk düşüncesi
temelde Anadolu'yu esas alan bir görüştür ortaya çıktığı dönemde her ne kadar çok fazla dile
getirilmemiş olsa bile özellikle Türk vatandaşlarının ana yurdu olarak kabul edilen Anadolu'ya büyük
önem veren bir anlayıştır.

Bu konumda yer alan Nurettin Topçu, Cumhuriyetin başlangıç dönemlerinde ülkenin önemli
müttefikleri arasında yer almaktadır. Nurettin Topçu'nun Anadoluculuk düşüncesi üzerine
çalışmasında felsefe ve ahlak eğitimi alması ve aynı zamanda Türkiye'de uzun yıllar felsefe
öğretmenliği yapması önemli bir rol oynamaktadır. Aslında Nurettin Topçu Anadoluculuk
düşüncesinde Anadolu'nun bütün unsurlarıyla kendisini buluşturmayı hedeflemiştir. Anadolu'yu bir
bütün olarak ele alan Nurettin Topçu vatan ve birey konusunu kendisine has üslup ile ortaya
koymaktadır. Bu sebeple çalışmada Nurettin Topçu’nun Hareket Dergisi ile birlikte Anadoluculuk
düşüncesi kapsamındaki milliyetçilik anlayışına değinilerek bu düşüncenin milliyetçi düşünceler
içerisinde neden ayrı ele alınması gerektiği sorusuna cevap aranacaktır.

2. Anadoluculuk Düşüncesinin Doğuşuna Kısa Bir Bakış

18. Yüzyılın son dönemlerinden itibaren özellikle dünya üzerinde yoğun tartışma
konularından neden olan ve aynı zamanda 19. yüzyıl ile birlikte de dünya genelinde yaygınlık
kazanan milliyetçi hareketlerin artması, Osmanlı İmparatorluğu'nda varlığını sürdüremeyerek yerini
imparatorluk başlığı altında milletlerin oluşturduğu bir grup ulus-devlete bırakmak zorunda
kalmıştır. Anadoluculuk düşüncesi özellikle 1. Dünya Savaşı'nın son zamanlarında var olan
ideolojilerin Anadolu'da yaşayan Türkler üzerinde pek fazla etkisi olmadığı görüşü ile ortaya çıkan ve
Anadolu'yu esas alan bir görüştür. II Meşrutiyet ile birlikte ortaya çıkan ideolojilere tepki olarak
doğmuştur. Anadolucu düşünceye sahip kişiler milliyetçilik kavramını İslamcılık, Turancılık ve
Osmanlıcılık görüşlerinden ayrı tutmaktadır. Bahse konu Anadolucu düşünce akımında coğrafya
önemli bir yer tutar. Kimi düşünürler için ise büyük Türkiye davası olarak adlandırılan Anadoluculuk,
Osmanlı İmparatorluğu'nun kurulduğu yer olması ve imparatorluğun yapmış olduğu savaşlar
sonucunda çok dinli ve çok esnek yapılı unsurları beraberinde barındırdığı için dikkatleri üzerine
çekmektedir Bir başka faktör ise Türklerin tarihine ve tarihi ile birlikte dili üzerinde yapılan
çalışmalar Anadolu'nun çoğu Aydın tarafından dikkatleri üzerine çekmesine neden olmuştur.

Anadolu’nun temel yapısı incelendiğinde, özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun kurulduğu


yer olması ile birlikte çok etnikli ve dinli unsurları içerisinde barındırması nedeni ile dikkatleri
üzerine çekmektedir. O dönemde Osmanlı’nın kendine has olan dünya görüşünde ulus kavramı yoktu.
Türk kelimesi daha çok Anadolu’nun çeşitli yerlerinde yaşayan köylü kesimi tanımlamak içi
kullanılıyordu. Bu açıdan ele alındığında Türk kelimesinin o dönemde daha çok insanları küçük
durumu düşürücü bir niteleme olarak kullanılmaktaydı (Timur, 2000, s:169).

Hilmi Ziya Ülken; Anadoluculuk kelimesine karşılık memleketçilik kavramını kullanmıştır.


Anadoluculuk yani memleketçilik düşünce ideolojisinin özellikle 2. meşrutiyet döneminde yaygın
olan Osmanlıcılık, İslamcılık ve Turancılık ideolojilerine bir tepki olarak ortaya çıktığını

397
Gürkan Kanat

savunmuştur. Anadoluculuk hareketinin ilk adımları Türk Ocakları içinde Türkçülük konusunda
karşılaştırma yapılarak büyük Türkçülüğe karşı 1917 yılında gerçekleşmiştir. ( Ülken, 2001, s:480).

3. Hareket Dergisi ve Nurettin Topçu

Bir düşünce dergisi olarak karşımıza çıkan Hareket dergisi; 1939’lu yıllardan 1975’li yıllara
kadar Nurettin Topçu yönetiminde ve Nurettin Topçu’nun ölümünden sonra da onun öğrencileri
tarafından 1982 yılına kadar yayınlanmıştır. Bahse konu dergi ilk olarak İzmir’de 1939 yılının Şubat
ayında çıkarılmıştır. 1943 yılına kadar 12 sayı halinde düzenli olarak yayımlanan dergi 1947 yılına
gelindiğinde fikir ve sanat başlığına ahlakı da ekleyerek karşımıza çıkmıştır. Hareket dergisinin 2.
yayın hayatı 1949 yılında yayınlanan 28. Sayısı ile son bulmuştur. Yukarıda da bahsettiğim gibi
Hareket dergisinin yayın politikasını belirleyen ve yönlendiren aynı zamanda kurucusu Nurettin
Topçu’dur.

Nurettin Topçu, Hareket dergisinin kurucusu ve düşünsel yapısını oluşturan birisi olarak
özellikle tek parti döneminden 1970’li yılların ortalarında kadar sürecek olan derginin düşünsel
serüvenini oluşturan kavramlara ilk defa Hareket dergisinde yer vermiştir. Nurettin Topçu’nun
kendine has özgünlüğü; özellikle Anadolucu milliyetçi düşüncesi ve bu düşüncesini İslam ile
bütünleştirip yeni bir düşünsel ürünü ortaya çıkartması Hareket dergisi aracılı ile ortaya çıkmıştır
diyebiliriz. Bu konuda Nakşibendilik hareketinin 1940’lı yıllardan 1960’lı yıllara kadar olan düşünsel
dönüşümünü incelediği bir makalesinde bahse konu bu söylemin Nurettin Topçu üzerinde ‘’Şeyh
Abdülaziz Bekkine’nin tesiri sayesinde Türk milliyetçiliği ideolojisi ile karşı karşıya geldiğini öne
sürülmektedir’’ (Mardin, 2005 s:29).

Nurettin Topçu’nun eserleri incelediğinde Hareket dergisinin ilk iki döneminde İslami
vurgularının birbirinden farklı olduğu görülecektir. İlk dönem yazılarına bakıldığından doğrudan
İslam’dan bahsedilmediği görülmek ile birlikte daha çok masumiyet, ahlak, vicdan, iman ve irade gibi
kavramlar altında İslam düzeni hakkında düşüncesinin verilmek istendiği anlaşılacaktır. Türkiye’de
özellikle bahse konu derginin 2. döneminden itibaren daha çok dini-İslami konular daha çok
belirginlik ve açıklık kazanır. İkinci dönemde ele alınan konular ise daha çok; İslami ahlak ve cemiyet
düzeni gibi konulardır. Bu düşünsel yapılara verilecek örneklerden bir tanesi de Nurettin Topçu’nun
Hareketin Otuz Yılı adlı yazısında kaleme aldığı eserde ‘‘ilahi prensiplerini Kur’an’da bulduğumuz bir
kalp ahlakının felsefi temellerini denedik’’ demesinde görebiliriz (Okay, 1997, s:123).

Kendi felsefi düşüncesi oluştururken Nurettin Topçu hem yabancı hem de yerli bir çok
kaynaktan etkilenmiş ve yararlanmıştır. Etkilendiği kişiler arasında Maurice Blondel, Henri Bergson
ve Louis Massignon gibi isimler olmak ile birlikte daha çok mistik bir dünya görüşünü
benimsemesinde etkili olmuşlardır denebilir. Nurettin Topçu’nun Türkiye’ye dönmesi ile birlikte
Nakşibendİ şeyhi Şeyh Abdülaziz Bekkine’ye bağlanması ve Celalettin Ökten ile karşılaşması
neticesinde İslam üzerinde yoğunlaşmasına etki etmiştir. Nurettin Topçu’nun Bergson kitabı
incelendiğinde mistisizmin tanımını yaptığını görmekteyiz. Mistisizm Bergson’a göre yaşamış
olduğumuz hayatın sırrını çözmeye niyetlidir. Nurettin Topçu’nun Hareket Dergisi’nin ilk sayısında
kaleme aldığı Hareket Felsefesi başlıklı yazıları ile el almış olduğu konular daha çok uzun süre
sürecek olan özellikle sanayileşme karşıtı mistik düşüncenin temel tezlerini ortaya koymuştur
diyebiliriz (Topçu, 1939a, s:1).

Genel olarak değerlendirildiğinde; Nurettin Topçu’nun kendisine has bu görüşleri ile birlikte
sanayileşme kavramının egemen üretim tarzının yarattığı, var ettiği toplumsal, ekonomik düzenin ve
yüksek ahlak düzeyini bozacağını ön görmekte ve eserlerinde genelde bu duruma fazlası ile yer
vermektedir. Topçu’ya göre sanayileşmenin bu yıkımı gerçekleştirmemesi için bahse konu
kavramlar karşısında milli kültür kavramı ile üretim araçları bir denge içerisinde bulunmak
zorundadır. Buradan çıkarılacak sonuç Nurettin Topçu’ya göre sabanı aşan bir teknolojinin var

398
Gürkan Kanat

olması demek ister istemez milli kültür kavramının temel unsuru olan İslami yaşam tarzını da zaafa
uğratacaktır (Ögün, 1995, s:45).

4. Nurettin Topçu ve Milliyetçilik

Nurettin Topçu; milliyetçiliği kapitalizm ile ilişkilendirerek özellikle Avrupa’da oluşan ulus
devletler gibi örgütlenmelerin ideolojisi olarak görmektedir. Milliyetçilik kavramını daha çok kutsilik
atfıyla dillendiren Topçu, milliyet kavramını bu bağlamda bir şuur düzeyine indirgemektedir.
Buradan da anlaşılacağı gibi Topçu, milliyetçilik kavramını özellikle dinsel anlamda ve kendi hayal
dünyasında yeniden kurgulamaktadır (Topçu, 1939b, s:162). Kendisi milliyetçilik kavramını sağlam
unsurlar etrafında şekillendirme ve sağlam temellere dayandırma isteğine sahiptir. Milliyetçilikte
milletin ruhunun bir arada yaşama sonucunda ortaya çıkan ortak hayat kurallarının varlığından
bahsetmektedir. Topçu’nun bu düşünceye sahip olmasında ki neden; milliyetçilik kavramını daha çok
sınırları belirlenmiş bir vatan kapsamında ele almasıdır.

Diğer Anadolucular gibi somut vatan kavramından hareket ederek milletleşme aşamasını
açıklayan Topçu, özellikle milletleşme aşamasını oluşturan ve etkileyen en önemli unsurların maddi
yapılar ve ekonomi olduğunu belirten düşüncesiyle farklı bir konum sahibidir. Ayrıca Nurettin
Topçu’ya göre milletlerin yaşamış olduğu alanlarda kültürünün bahsi geçen maddi yapılarına ne
derece uygun olduğuna bakmak, özellikle kültür değerinin bahsi geçen unsurlar tarafından nasıl
kayıtlanmış olduğunu görmek yeterlidir. Nurettin Topçu’da tıpkı Remzi Oğuz Arık gibi “ölü bir
coğrafya ve henüz bir kütlenin şuuru olmamış bir tarih” karışımının milleti var ettiğini ifade eder
(Topçu, 1948a, s:4).

Nurettin Topçu Anadolu'ya yerleşen insanların aynı zamanda İslamiyet’i benimseyen göçebe
hayat tarzı olan Orta Asya Türkleri Anadolu çevresinin mevcut tarımsal anlamdaki ekonomik düzeni
kabullenmesi ve bu sayede yerleşik yaşama geçmesi ile birlikte başladığını ifade etmektedir.
Topçu’ya göre milletleşme süreci içerisindeki aktörler genelde tarihi olaylar ile iktisadi etmenlerdir.
Bunun temel sebebi olacakta milletin karakterini yansıtan ve yaratan milletleşme sürecinin
içerisindeki aktörlerden olan milletlerin tarihi olayları-hareketleri ve coğrafi yaşayış biçimleridir.
Nurettin Topçu Anadolu'daki milletleşme sürecine de farklı bir açıdan bakmaktadır. Bu sürecin en
önemli bileşenini İslam olarak ifade etmektedir. İslam dinini Anadolu’ya hayat veren bir olgu olarak
değerlendirmektedir. Nurettin Topçu milli tarihimize Anadolu'da bulunan ilk medeniyetlerin
yaşadığı dönemlerden binlerce yıl önceden başlaması gereken yerde, Anadolu’ya Türkler tarafından
İslam ruhunun saçıldığı yıllardan yani binlerce yıl değil bin yıl evvel başlandığını söyler. Bu sayede
Türkmenlerin İslam dinîni Anadolu’ya tanıttığını ve bu nedenle Anadolu’nun da bizim olduğunu ifade
etmektedir. Türkmenlerin Anadolu'da binlerce yıllık bir tarihe sahip olduğunu ifade eden Nurettin
Topçu, Türkmenlerin kendi geçmiş tarihlerinden yararlandığını ifade etmektedir. İslam konusu
üzerine çalışmalar yapan Topçu, bu durumda İslami bir nitelik taşımayan ruhun olması, o
dönemlerin bizim olmayacağını ifade etmektedir. Topçu; Türkmen’in Anadolu'ya yerleşirken
getirdikleri birer inkılaptır. İslam konusuna burada da değinen Topçu; “İslam olmadan önceki
Anadolu, bizlere benzemiyor” der. İslam’ın Anadolu'nun ruhunu değiştirdiğini ifade eder. Bu
durumda mevcut olan ruh değişimi nedeni ile bizlerin Anadolu’nun İslam’dan önceki tarihini
yakından-iyi bir şekilde benimseyemediğimizi savunmaktadır. (Topçu, 1939e,s:114).

Nurettin Topçu İslamcılık ve Turancılık ideolojilerini eleştirmiştir. Bu eleştirisinin altında


bu akımların Anadolu toprağını esas almaması yapmaktadır. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi
Nurettin Topçu Anadolu'daki milletleşme kavramını toprak ile iktisadın birlikte oluşturdukları bir
zaruret olarak görmektedir. Nurettin Topçu bahse konu akımları eleştirirken; “ bu milletin
vatandaşını, bu toprak oluşturmuştur. Bu topraklarda bulunan bu memleketin çocukları, kısmen de
olsa zaman zaman soydan ve vatandan ayrı İslamcılık ve aynı şekilde vatan toprağından kaçan
Turancılık gibi akımlardan-ideolojilerden kaçmaktadır. Bu ve bunun gibi akımların peşinden

399
Gürkan Kanat

koşmaktan yorulmuş ve aldanmıştır. “der. Kendisinin İslam kavramını merkeze alması ve başta
milliyetçilik alanındaki düşüncelerini İslam dini merkezinde ele alması kendisinin İslam’ı- İslamcılık
akımını savunduğunu düşündürtmektedir. Bu bağlamda ele aldığımızda Nurettin Topçu’nun kendi
eserlerindeki düşüncelerinden yola çıkarak milliyetçilik düşüncesinde İslam’ı savunmadığını, sadece
milliyetçilik konusunda İslam’ın yapıcı ve süreklilik arz eden özelliği üzerinde durduğunu
söyleyebiliriz

Nurettin Topçu, milliyetçilik düşüncesi kapsamında soy-tarih-vatan gibi milliyetçiliğin temel


taşları olan kavramlara büyük önem vermektedir. Bu unsurların İslamcılık tarafından özellikle
milliyetçiliğin oluşmasındaki coğrafi faktörü de ekleyerek bertaraf etmesini eleştirmektedir.
Topçu’ya göre İslamcılar, Anadolu’daki gençleri yetiştiren, onları büyüten toprağı ve emeği inkâr
ettiler. Kabul etmediler. İslamcılığı savunanların, İslam’ın milletin varlığına hayat verdiğini ve milleti
oluşturan unsurların özellikle coğrafya ve milletin varlığını oluşturan temel taşlar olduğunu
düşünemedikleri yönünde eleştirmektedir (Topçu, 1999).

Topçu’nun diğer düşünce akımları olan Osmanlıcılık hakkındaki görüşlerine de kısaca


değinecek olursak eğer; Osmanlı Devleti’nin halkından, padişahlarından ve o dönemden büyük bir
övgü ile bahseden Topçu, kendisini o şanlı dönemin bir evladı olarak kabul etmiştir. Her ne kadar bu
görüşü benimsemiş olsa da Osmanlı Devleti’nin çöküş aşamasındaki hâkim milliyetçilik ideolojisi
olan Osmanlıcılığı benimsemediğini anlıyoruz.

Kendisinin eserinden de anlaşılacağı üzere Nurettin Topçu, Osmanlı Devletindeki yönetimi


benimseyip önerse de, devletin yönetim yapısına kırgındır. Bahse konu kırgınlığının altında yatan
nedenlerin başında ise Osmanlı Devleti’nin Anadolu’yu anavatan olarak benimseyip yaşatmaması
yatmaktadır.

5. Sonuç

Bu çalışmada Anadoluculuk düşüncesi ve Nurettin Topçu’da Milliyetçilik üzerine kısa bir


değerlendirme yapılmaya çalışılmıştır. Bir düşünce hareketi yâda kimisine göre bir ideoloji olarak
ortaya çıkan Anadoluculuk düşüncesi; pek çok bakımdan özellikle ülkemizin içerisinde bulunduğu
buhran dönemlerinde bir çözüm ve çıkış yolu olarak ortaya çıkmıştır. Anadoluculuk akımı ülkemizde
faaliyet gösteren dönemin aydınları tarafından Anadolu coğrafyasının herkes tarafından bilinir
olmasına ve özellikle maddi-manevi kaynaklar üzerinden geliştirilecek bir bilinçle oluşturulan
değerlere kaynaklık etmesini öngörmüştür. Anadolucu düşünceyi savunan kişilere göre kültür
milliyetçiliği esastır ve özellikle Türklerin Anadolu'yu İslamlaştırmaya yurt edinmeleri bir referans
noktası oluşturmuştur. Çalışmada da ifade edildiği gibi Anadoluculuk düşüncesi millet kavramına
farklı anlamları yüklemiştir. Özellikle Osmanlıcılık, Turancılık ve İslamcılık gibi farklı ideolojiler ile
ayrı olarak değerlendirmektedir. Nurettin Topçu’nun Anadolucu akım karşısındaki tavrı bizlere bu
konumda sonuç olarak kısaca şunu söylemektedir. Nurettin Topçu, Anadolucu milliyetçi düşünce
içerisinde ayrı bir konuma konulabilir. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi Nurettin Topçu, Anadolu
milliyetçiliğinde esasın İslam olduğunu ileri sürer. Nurettin Topçu'nun kendine has görüşünden de
yola çıkarak Atatürk devrimlerine doğrudan doğruya karşı çıktığı için diğer Anadolucu düşünceye
sahip kişilerden ayrılmaktadır. Topçu özellikle 1960'lı yılların başına kadar birçok milliyetçi
örgütlerde çalışmıştır. Bu tarihten sonra düşünsel anlamda dar bir çerçeve girmiştir. Bu tarz
çalışmalarına Topçu ve yakın çevresinde bulunan arkadaşları hatta öğrencileri hareket ekolü olarak
adlandırılmıştır.

6. Kaynaklar

Mardin, Ş. (200). “Operasyonel Kodlarda Süreklilik, Kırılma ve Yeniden İnşa: Dün ve Bugün Türk
İslamı İstisnacılığı”. Dogu-Batı Düşünce Dergisi, 31, 29-52.

400
Gürkan Kanat

Okay, M. Orhan. (1997). İslâm Ansiklopedisi. Türkiye Diyanet Vakfı. Hareket, 16, 123-125.

Ögün, S. S. (1995). Modernlesme, Milliyetçilik ve Türkiye. İstanbul: Bağlam Yayınları.

Timur, T. (2000). Osmanlı Kimliği. Ankara: İmge Kitabevi Yayınları.

Topçu, N. (1939a). “Rönesans Hareketleri”. Hareket, 1, 1.

Topçu, N. (1939b). “Neslimizin Tarihi”. Hareket, 6, 162.

Topçu, N. (1939e). “Benligimiz”. Hareket, 4, 114.

Topçu, N. (1948a). “Millet ruhu ve Millî Mukeddesat II”. Hareket, 16, 4.

Topçu, N. (1999). Yarınki Türkiye. İstanbul: Dergâh Yayınları.

Ülken, H. Z. (2001). Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi. İstanbul: Ülken Yayınları.

401
Bilgi Teknolojilerinin Kamu Politikalarının
Oluşturulması Sürecine Faydaları

Gürkan Kanat1

Özet

Teknoloji kavramını günlük hayatımızda sıklıkla kullanırız. Teknolojinin kendisi ve bir türü olan bilgi
teknolojilerinin günlük hayatta meydana getirmiş olduğu kolaylıklar göz ardı edilemeyecek kadar
önemlidir. Bilgi teknolojileri denilince özellikle bilgisayar sistemleri ile birlikte bir arada uyumlu olarak
ortaya çıkan karma bir bilgi sistemi anlaşılmaktadır. Bu durum bilgi teknolojilerinin hem özel hem de
kamu sektöründe farklı alanlarda kullanılmasını kaçınılmaz hale getirmektedir. Kamu sektöründe
birbirinden farklı teknolojilerin kullanıldığı bilinmekle birlikte kullanılan bahse konu teknolojilerin
hemen hemen hiçbirinin bilgi teknolojisi kadar kamu sektörünü etkilediğini söyleyemeyiz. Bu bakış
açısı ile ele aldığımızda bilgi teknolojilerinin kullanımı kamu sektöründe önemli değişiklikleri meydana
getirmesi ile birlikte beraberinde bir takım yenilikler getirdiğini söyleyebiliriz. Bu sebeple bilgi
teknolojileri kamu sektörünün faaliyetlerini ve yapacağı stratejik çalışmalar açıdan tercihlerini büyük
ölçüde etkilemektedir. Bu durum kamu sektörü için birbirinden farklı fırsatlar yaratmaktadır. Çünkü
günümüzde bilgi teknolojileri kamu kurumlarının yapmış olduğu çalışmalardaki başarılarını tespit eden
araçlar haline gelmiştir. Bu yaklaşım ile ele alındığında bu çalışmada; teknoloji ve bilgi teknoloji
kavramına değinilip, bilgi teknolojilerinin ortaya çıkışı ile birlikte gelişmesini izleyen süre zarfında
kullanılma nedenleri üzerinde durularak kamu politikalarının oluşturulma süreçlerine etkinliği
bakımından oynadığı rol üzerinde bir değerlendirme yapılmaya çalışılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Teknoloji, Bilgi Teknolojisi, Kamu Politikası.

Abstract

We often use the concept of technology in our daily lives. Technology itself and the convenience that
information technologies, which is a type of it, have created in daily life are so important that they cannot
be ignored. When information technologies are mentioned, a mixed information system that emerges in
harmony with computer systems is understood. This situation makes it inevitable to use information
technologies in different areas in both private and public sectors. Although it is known that different
technologies are used in the public sector, we cannot say that almost none of the mentioned technologies
affect the public sector as much as information technology. When we consider it from this point of view, we
can say that the use of information technologies brings about important changes in the public sector, as
well as some innovations. For this reason, information technologies greatly affect the activities of the
public sector and its choices in terms of strategic studies. This situation creates different opportunities for
the public sector. Because today, information technologies have become tools that determine the success of
public institutions in their work. When considered with this approach, in this study; The concept of
technology and information technology will be mentioned and an evaluation will be made on the role it
plays in terms of the effectiveness of public policy making processes by emphasizing the reasons for the
use of information technologies in the period following the emergence and development of information

1
Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetim Anabilim Dalı, Doktora Programı,
gurkankanat35@hotmail.com, ORCID: 0000-0001-8055-4182.

402
Gürkan Kanat

Technologies.

Key words: Technology, Information Technology, Public Policy.


1. Giriş

Geçmişte yaşanılan yıllar teknolojik açıdan değerlendirildiğinde birbirinden farklı


çalışmalara sahne olmuştur. Özellikle 21 yüzyılın başlarında teknoloji alanında yaşanan gelişmeler
ve beraberinde gelen değişmeler ülkelerin ekonomik ve sosyal yapısında hissedilmeye
başlanmıştır. Teknolojideki bu gelişmeler bilgi teknolojisindeki gelişmeleri de beraberinde
getirmiştir. Bilgi teknolojileri alanında meydana gelen gelişmeler belli başlı alanlarda kolaylıklar
sağlarken bir taraftan da beraberinde hızlı bir düzeni ve değişimi getirmektedir. Bu açıdan
değerlendirildiğinde bilgi teknolojilerinin meydana getirdiği değişimlerin yarattığı etki alanlarından
bir tanesi de kamu yönetimidir. Özellikle kamu yönetiminin kamun politikalarını oluşturma sürecine
etkileri göz ardı edilemeyecek kadar önemlidir.

Kamu politikaları alanında yapılan çalışmalar genellikle toplumsal alanda meydana gelen
sorunların çözülebilmesine olanak sağlayan alternatifler üzerinde yoğunlaşmaktadır. Klasik kamu
yönetimi anlayışı açısından özellikle kamu politikaları oluşturulurken bu sürece etki eden temel
faktörler bürokratlar ve siyasetçilerdi. Yeni kamu yönetimi anlayışında ise bunlara ek olarak sivil
toplum kuruluşları ve vatandaşlar eklenmiştir. Tabii ki kamu politikalarının oluşturulmasında
zamana bağlı değişimler kendisini göstermektedir. Özellikle bilgi teknolojileri alanında meydana
gelen değişimler ve gelişmeler birbirinden farklı aktörlerin bu sürece dâhil olmasına neden
olmaktadır. Örneğin; e-devlet. Özellikle bilgi teknolojileri alanında farklı kullanımlarda ortaya çıkan
e-devlet, kamu politikalarının oluşturulmasına etki eden bir süreç olarak karşımıza çıkmaktadır. E-
devlet örneğinden yola çıkacak olursak eğer, Türkiye'de bilgi teknolojileri kullanımının özellikle
günümüzde devletin birbirinden farklı faaliyet yürüttüğü alanlarında hızlı bir şekilde arttığı
görülmektedir. Ancak şunu kabul etmek gerekir ki, bilgi ve iletişim teknolojileri alanında yaşanan
gelişmelerin özellikle devletin içerisinde var olan kurum politikaları-kamu politikaları üzerindeki
etkileri üzerine yapılan çalışmaların az olduğunu söylemek gerekir.

2. Kavramsal Çerçeve: Teknoloji ve Bilgi Teknolojisi Kavramı

Dünya üzerinde teknoloji üzerine yapılan çalışmaların artması ve teknolojinin gelişmesi ile
birlikte birbirinden farklı alanlarda bilgi teknolojilerinin kullanım alanı artmış ve hatta bazı alanlarda
zorunlu hale gelmiştir. Zorunlu hale gelen alanlardan bir tanesi de kamu yönetimidir. Bilgi
teknolojilerinin kamu yönetiminde ve kamu sektöründe kullanılması bahse konu
sektörün faaliyetlerinin daha sağlıklı ve daha sistemli olarak gerçekleşmesine imkân
tanımaktadır. Örnek olarak özellikle kamu sektörü gerek özel gerek bu kamu içerisinde var olan
rakiplerini ve rakiplerini olduğu kadar destekçilerini de teknoloji yardımı ile takip etmekte ve güncel
olarak gelişmelerden haberdar olmaktadır. Bu sebepledir ki özellikle bilgi teknolojileri sayesinde
kamu sektörü, karar verme süreçlerinde daha hızlı ve akıcı olabilmektedir.

Geride bıraktığımız yıllara bakıldığında teknoloji, özellikle insan hayatı ile birlikte gerek
uluslararası ilişkiler gerek ise uluslararası alandaki ekonomik ilişkileri sosyal bir sistem olarak
etkileyen faktörlerin başında gelmektedir. Günümüz açısından ele aldığımızda teknolojinin bahse
konu etkisini artırdığını söylemek mümkündür. Bu yaklaşımla birlikte gene teknoloji; “İnsanların
üretim faaliyetlerinde bulunurken kullanmış oldukları yöntemler” ve “ insanın kendi çevresine
değiştirmek amacı için kullanmış olduğu tekniklerin tümü” şeklinde tanımlanma imkânına sahiptir
(Şimşek, 1975, s. 4).

Bilgi teknolojisi kavramı ise; daha çok bir örgütün veya kurumun kendi üzerine yüklediği
misyonunu gerçekleştirebilmesi amacıyla ihtiyaç duyduğu bilgiyi yönetmekle ilgili olan kaynaklar ile

403
Gürkan Kanat

alakalı bir kavramdır. Başka bir tanımı ele alacak olursak bilgi teknolojisi özellikle iletişim ve
bilgisayar teknolojilerinin iletişim ağının altyapısındaki gelişmelerinden ortaya çıkarılan her türlü
verinin elde edilmesi, işlenmesi ve aynı zamanda bu verinin dağıtımı konusunda sürekli olarak
gelişmelere neden olan bir teknolojidir. Bahse konu teknolojik araçlar bilgisayarlar iletişim ve
araçları ve aynı zamanda yazılım geliştirme araçları temel olarak teknolojileri şeklinde
tanımlanmaktadır (Sarıhan, 1998, s. 167).

Bu bakış açısı ile ele aldığımızda özellikle bilgi toplumunda görülen gelişmelerin yerini
endüstri 4.0 tartışmalarının aldığını ve iş dünyasında özellikle işletmelere hemen hemen her alanda
bilgi teknolojilerini kullandıklarını görmekteyiz. Günümüzde bakıldığında işletmelerde bahse konu
bilgi teknolojilerinin kullanımının yaygınlaştığını görmekteyiz. Bu kullanım o kadar artmıştır
ki, işletmelerin bilgi teknolojilerine bağımlı hale gelmiştir. Buradan yola çıkarak bilgi teknolojilerine
işletme faaliyeti yürüten kurumlar içerisinde yoğun bir şekilde kullanıldığını söyleyebiliriz. Bu
durum, teknolojinin olmaması durumunda işletmelerin faaliyetlerinin yürütememesi durumuna
kadar gitmektedir.

3. Bilgi Teknolojilerinin Ortay Çıkışı ve Kullanım Nedenleri

Bilgi teknolojisi ve yönetimi konusundan geçmişten günümüze kadar gerçekleşen


gelişmeleri toplamda 3 ana başlık etrafında ele almak mümkündür. Bunlara kısaca değinecek
olursak; yazının keşfi, aritmetik işlemlerin geliştirilmesi ve matbaanın keşfi olarak ele almamız
mümkündür. Yazının keşfedilmesi ile birlikte bilgilerin kaydedilerek mesaj olarak ileri bir zamana
aktarma-iletme imkânı elde edilmiştir. Son olarak matbaanın keşfi ile birlikte ise; yazının keşfi ile
elde edilen yazıların, yazılı metinlerin kopyalanarak çoğaltılması sonucunda bahse konu yazıların
kitlelere dağıtılması kolaylaşmıştır. Tabii ki bir başka açıdan ele aldığımızda özellikle 1. endüstri
devrimi ile buharlı lokomotiflerin geliştirilmesi, telefon-telsiz-telgraf vb. alanda yaşanan teknolojik
gelişmeler konumuz içeriği olan bilgi teknolojilerinin gelişmesine günümüz seviyesine ulaşmasında
büyük önem arz etmektedir. Günümüz bilgi toplumu sadece bilgisayar kullanımı değil başka
unsurlara da önem vermektedir. Özellikle bilgisayarların ne zaman ve nasıl kullanılacağından çok
nerede kullanılacağı üzerine yapılan çalışmalar daha önemli hale gelmiştir. Bu ve benzeri konular
açısından ele alındığında bilgi teknolojileri neticesinde insanların arasında var olan etkileşim ve bilgi
iletişimi gibi konular öncelikli konular halinde karşımıza çıkmaktadır. Buraya kadar sözü edilen bu
konular aslında bilgi teknolojisinin kullanım nedenlerinden sadece birkaçını ifade etmektedir.

Bilgisayarın dünyada yaklaşık olarak 50 yılı aşkın bir süredir kullanıldığı bilinmektedir. Bu
kullanımı bilgi teknolojilerindeki gelişimini ele aldığımızda ticari hayat itibariyle ele alacak olursak,
bu dönemler içerisinde belirli değişikliklere maruz kaldığını söyleyebiliriz. Dönemsel değişikliklerin
var olduğu ilk olayı bilgi işlem alanı olarak ele almamız mümkündür. Özellikle 1980'li yıllara kadar
birbirinden farklı dönemsel değişiklikler gerçekleşmiştir. Bahse konu bilgi işlemler; ana bilgisayar
olarak adlandırılan ve bu sistem üzerinde çalışan bilgisayarlar içerisinde bulunmak ile birlikte bu
bilgisayarları kullanan büyük ölçekli işletmeler tarafından kullanılabiliyordu. Bu bilgisayarlar pahalı
olmalarına rağmen içerisinde barındırdığı sistemlerden beklentiler fazla değildi. Bu sebeple bu
bilgisayarların büyük, ağır ve pahalı olması nedeni ile o dönemlerde elde edilmesi gereken amaca
ulaşmak için daha küçük yani mikro teknoloji bilgisayarların oluşumuna katkıda bulunmuştur.

Bilgisayarların tarihsel süreç içerisinde günümüz düzeyine ulaşmasındaki aşamalar


oldukça hızlı bir şekilde gerçekleştiği görülmektedir. Dünyada programlanabilir bilgisayarı
ENIAC üzerinde yapılan çalışmalar Pennsylvania Üniversitesi'nde 1942 yılında başlamıştır. 2012
yılına gelindiğinde ise bilgisayarlar yaklaşık olarak 100 milyar işlem kapasiteli bir teknolojik aygıt
olarak karşımıza çıkmıştır. Buradan şunu anlıyoruz ki işlem kapasitelerinde meydana gelen artışlar
rağmen bilgisayar hafızalarının maliyetlerinde düşüşler söz konusudur (Barutçugil, 2002, s. 21). Bu
durum gösteriyor ki maliyete karşın performans oranı gittikçe yükselmektedir. Bir başka açıdan bilgi

404
Gürkan Kanat

teknolojilerinde gerçekleşen gelişmeler son derece etkili, çarpıcı olmuştur. Buna en güzel örnek belki
de 1980'li yıllara kadar telefon ile yapılan görüşmelerin telli kablolar aracılığı ile yapılmasıdır. Bin
saniyede ancak hemen hemen bir sayfadan daha az bilgi taşınabiliyor olması bu durumu özetler
niteliktedir. Bu günümüz açısından ele alındığında dünyamız üzerinden binlerce kilometre
uzaklıktaki uydudan oluşan bir ağın, dünya üzerinde bulunan işletmelere, okullara ve insanlara
oldukça etkili ve verimli bir iletişim imkânı yaratmaktadır. Bu açıdan ele alındığında dünya
üzerindeki bu bağlantılık hareketi hızlı bir şekilde artmakta ve bu mevcut durum hız kazanarak
devam etmektedir.

Bilgi teknolojilerinin kullanım nedenlerinde özellik ve işletmelerin iç ve dış çevre


koşullarında gerçekleşen değişimlerin etkili olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Bilgi hacminde
gerçekleşen önemli artışlar, Mevcut işlemlerin karmaşıklaşması ve aynı zamanda insanlar
ile kurumlar arasında bilgi hacmindeki önemli artışların olması belli başlı nedenler arasında
gösterilebilir (Reynolds, 1992, s. 221).

Günümüzde bilgi teknolojisinin yaygın bir şekilde kullanılmakta ve toplum içerisinde her
kesimin içerisine sızması belli başlı nedenleri dayandırılmaktadır. Çünkü zaman içerisinde ortaya
çıkan bilgi teknolojisi, insanlara her daim bir bilgi iletimi sağlarken bu durumdan dolayı kaynaklanan
bilgi hacminden insanların yararlanabilmesi bilgi teknolojilerinin kullanım gereksinimini
doğurmaktadır. Sonuç olarak günümüzde bilginin alışverişi konusundaki gelişmelerin artması ve
bilgi işleme olaylarının gerçekleşmesi sonucunda bilgi teknolojilerinin kullanımı zorunlu hale
gelmiştir.

Günümüzde faaliyet gösteren hizmet işletmelerinde özellikle toplum içerisindeki sosyal


gelişmelere ve ekonomik faaliyetlere bağlı olarak hizmetlerini zenginleştirildiği ve aynı zamanda
da karmaşıklaştırdığını söyleyebiliriz. İçerisinde bulunduğumuz yıllarda teknolojinin hızlı bir şekilde
gelişmesi, bilgi teknolojileri alanındaki yatırımların gitgide artması gibi durumların yaşanması;
özellikle bilgi teknolojileri yatırımları alanında hizmet sektörünün önemli bir kolu olan finans
sektörünün kendi içerisindeki arayışları içerisinde hızlı bir şekilde gelişen teknolojiden en yüksek
faydayı sağlamak için çeşitli projeler geliştirip bilgi teknolojileri alanında yatırımlarına devam etmesi
bulunmaktadır. Bu açıdan bakıldığında işletmelerin birbirleriyle rekabet ortamının gelişmesi
çalışmalarının var olması, diğer kurumları sürekli izleyebilmeleri ve yapmış oldukları işleri takip
etmeleri sadece bilgi teknolojilerinin içerisinde barındırdığı ileri bir teknolojiyi kullanabilmeleri ile
mümkün görünmektedir.

4. Kamu Politikası Aracı Olarak Bilgi Teknolojileri

Bilgi teknolojisi kavramı birbirinden farklı anlamları değerlendirilirken, teknolojinin


yönetimi açısından ele alındığında günümüz için herhangi bir bilginin yaratılması, yaratılan bilginin
kaydedilmesi yani saklanması ve dağıtımı işlemini gerçekleştirmek için birbirinden farklı araç ve
yöntemleri belirtmek içinde kullanılmaktadır (Eser, 2010, s. 113). E-yönetim kavramı şeklinde
günümüzde dile getirilen kamu yönetimi, siyasal anlamda özellikle karar verme aşamasında
teknolojilerin eşgüdümlemesi ve stratejik açıdan geliştirilmesi, gelişmişlik düzeyi bakımında
birbirinden farklılık arz eden birçok OECD ülkelerinde e-yönetim stratejisi olarak düzenlenmektedir
(Von Haldenwang, 2004, s. 418). Bu bağlamda ele aldığımızda bilgi teknolojileri insanların kendi
görüşlerini ifade edebilmelerini, düşüncelerini başkalarına aktarabilmelerini, özellikle insanların
demokratik sistem içerisinde yer alabilmelerini ve bu demokratik süreç içerisine katılabilmelerini
sağlayacak stratejik araçları kendi içerisinde barındırmaktadır. Yönetim anlayışı açısından bilgi
teknolojileri alanında özellikle kamu kurumlarının örgütsel yapılarında ve kamusal alandaki hizmet
durumundaki etkileri ve meydana getirdiği farklılık nedeniyle özellikle kamu politikaların
oluşturulmasında bilgi teknolojilerine yönelik çalışmalarının gerçekleşmesi gerekmektedir
diyebiliriz. Bu sebeple bilgi teknolojileri alanındaki hızlı değişimlerin gerçekleşmesi özellikle kamu

405
Gürkan Kanat

hizmetlerinde bilgi teknolojilerine dayalı olarak şekillenmesi için birbirinden farklı değişimleri
içerisinde barındırması gerekmektedir. Burada kamu politikalarının bilgi teknolojilerine bağlı olarak
sağlıklı bir şekilde ilerleyebilmesi büyük önem arz etmektedir. Ülkemiz açısından ele alındığında
Türkiye'de bulunan kamu kurumlarının bilgi teknolojileri açısından stratejik planlarının olması
önerilmektedir. Buradaki temel amaç kamu hizmeti alanında verilen çalışmaların geleceğe dönük
olarak bilgi teknolojileri alanında yapılacak olan çalışmalarının daha da geliştirilmesinin bir kamu
politikası olarak değerlendirilmesi gerekliliğidir. Bahse konu kamu kurumlarının içerisindeki
stratejik planları incelendiğinde görülüyor ki bu açıdan yapılan çalışmaların bilgi açısından
geliştirilmesinin kamu kuruluşlarında neredeyse belirli bir stratejik hedefi ve amacı olduğunu
göstermektedir.

Yapılan araştırmalarda ve çalışmalarda görülüyor ki bilgi teknolojilerinden özellikle bir


kamu politikası aracı olarak ülkemizde faaliyet gösteren kamu kuruluşlarının, birbirinden farklı
bakanlıklarda örgütlü bir şekilde yer aldığı görülmektedir. Bu konuda örnek vermek
gerekirse, Kültür ve Turizm Bakanlığının stratejik planlarında 2010-2014 yılları arasında stratejik
plan olarak bakanlığın mevcut kapasitesinin ve altyapısının geliştirilmesi ve güçlendirilmesine
sağlamak, bu bağlamda bakanlık hizmetlerinde verimliliği ve etkinliği artırmak şeklinde ifadelerin
yer aldığını görmekteyiz. Farklı bir bakanlık olan Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı özellikle 2013-2017
stratejik planındaki hedefleri arasında merkez ve taşra teşkilatlarında hızlı ve kaliteli hizmetin
sunulması amacıyla bilişim sistemleri ve e-hizmet konularında gerekli çalışmaların yapılarak bahse
konu hizmetlerin geliştirilmesi, sistemlerin güvenliğinin sağlanması ve vatandaşların e-devlet ile
yapısı ile bağının yani etkileşiminin güçlendirilmesinden söz edilmektedir. Farklı bir kurum olan
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün stratejik planında ise; bahse konu bilgi alanındaki teknolojilerinin
Vakıflar Genel Müdürlüğü’nü iyi veya kötü yönde etkileyebilecek kendine has özgün altyapısının
geliştirilmesi, özellikle uluslararası veri tabanını oluşturulmasından bahsetmektedir. Bu ve benzeri
kurumların planlarından yer alan bilgi teknolojilerinin özellikle ülkemiz açısından ele alındığında,
insanların kamu yönetiminde demokratik sistemde var olan çalışmaların denetlenmesi faaliyetlerine
katılımının yeterli derecede olmaması dikkat çekmektedir. Bu açıdan e-devlet çalışmasının önemli
hedeflerinden biri olarak karşımıza çıkan bilgi teknolojilerinin en üst düzeyde kullanımının
sağlanmasını gerekli kılan bahse konu bilgi teknolojilerinin, özellikle daha Demokratik yönetim ve
vatandaşların katılımının gerçekleştiği bir mekanizma olarak sunulması gerekmektedir (Uçkan, 2003,
s. 19).

5. Bilgi Teknolojilerinin Kamu Politikalarının Oluşturulma Sürecine Faydaları

Sürdürülebilir kalkınma alanında yapılan çalışmalarda bilgi teknolojileri; kendisi ile birlikte
ortaya çıkan yeni teknolojik alanlar, araçlar ve bu açıdan yapılan yaklaşımlar ile birlikte özellikle bilgi
toplumuna dönüşüm sıkıntısı çeken birbirinden farklı ülkelerde yeni imkânları beraberinde
getirmektedir. Buradan üzerinde durulması gereken nokta; gelişmiş ülkelerin kendi
teknolojilerini üretirken ekonomi açısından kendilerini verimli ve etkili bir biçimde bilgi
ekonomisine dönüştürmeleridir. Gelişmekte olan ülkeler açısından bu durum, bahse konu bilgi
ekonomisinde yer alabilmek için birbirinden farklı arayışlar sürdürdüğü yönündedir (Bensghir, 2009,
s. 891-892).

Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde bilgi teknolojileri alanında yapılan çalışmalar insanların bilgi
ve bilgi kavramına olan taleplerine arttırmaktadır. Bu durum özellikle kamu yönetiminde faaliyet
gösteren kurumların kendi içerisinde yeni arayışlara girmesini ve yeni yeni
yöntemlere başvurmasına sağlamaktadır. Yönetim konusunda alınan kararlar da bilgi sahibi olmak
isteyen insanların, bilgi kavramını merak etmesi neticesinde kamu yönetiminde karar vermede söz
sahibi olmak gibi bir isteği ortaya çıkmaktadır. Bu durum özellikle kamu yönetiminde politika
oluşturma sürecinde ve karar vermede bilgi teknolojilerinin önemi ortaya çıkarmaktadır. Özellikle
politika oluşturma sürecinde karar vermeden yönetimin kurallarının oluşturulması sürecine kadar

406
Gürkan Kanat

birbirinden farklı alandaki yapılan çalışmalar, yönetimde ve karar vermede etkili olmak isteyen
vatandaşın ilgisini çekmektedir.

Bu yaklaşımdan yola çıkarak bilgi teknolojilerinin kamu yönetiminde, kamu politikalarının


oluşturulma aşamasından birbirinden farklı faydalar sağladığını görmekteyiz. Bahse konu faydaları
kısaca değinmek gerekirse demokratik meşruluğun artması, düzenleyici politika kararlarını
geliştirmesi, kararların kalitesinin yükselmesi, verilen kararların sayısının artması: kamu
yönetiminde verimliliğin artırılması, e-demokrasi ve yönetime katılım sağlanması ve hesap
verebilirlik, saydamlık ve şeffaflığı sağlaması şeklinde sıralayabiliriz.

Demokratik meşruluğun artmasında; bilgi teknolojilerinin kullanılması özellikle


politikaların oluşturulması aşamasında insanlar tarafından anlaşılabilmesini
kolaylaştıracak, politika oluşturma sürecinde kurumların karşılıklı etkileşimi sağlanacak ve bu
sayede yasamanın, yürütmenin ve kurumların demokratik sorumluluğunu arttıracaktır. Düzenleyici
politika kararlarının geliştirilmesinde; e-politika oluşturulma aşaması ve bu konuda düzenleyici
konumda bulunan kurumların birbirinden farklılık arz eden çalışmalardan çıkarımlar yapmalarını
sağlayacak, bu durum ise kamu politikaları alanında alınacak kararların daha basit olacak şekilde
gerçekleşmesini sağlayacaktır. Kamu politikaları konusunda kararların kalitesinin yükselmesi
özellikle kamu politikaları oluşturulurken bilgi teknolojileri alanında yapılan çalışmaların sağladığı
verilerden faydalanmak bu konuda verilecek ve alınacak olan kararların niteliğinin önemli hale
gelmesine neden olacaktır. Önemli hale gelmesinden ziyade bahse konu kararları özellikle kalitesinin
artması söz konusu olacaktır. (Emhan, 2007, s. 223). Bu durumda yerinde ve zamanında verilen
kaliteli nitelikteki kararlar, kamu politikalarının etkinliğini ve verimliliğini artıracaktır.

Bilgi teknolojilerinin kamu politikaları alanında verilecek olan kararların hızlı bir şekilde
değerlendirilmesine imkân tanımasında oldukça önemli bilgileri elde etme ve bu bilgileri
değerlendirme imkânına sahip olması yatmaktadır diyebiliriz. Bu durum politika alanında karar
sayısının artmasında önemli bir faktördür (Bensghir, 1996, s. 255). Bilgi teknolojileri alanında
yapılan çalışmaların ve bu alanda yapılan çalışmalar neticesinde bahse konu teknolojilerin
kullanımının faydalarından bir tanesi de kamu yönetiminde verimliliğin artırılması yönündeki
düşüncedir. Bilgi teknolojilerinin özellikle iş üretiminde kullanılması nicelik ve nitelik bakımından
artış sağlamaktadır. Ancak ülkemizde yapılan araştırmalar gösteriyor ki, kamu görevlilerinin iş
faaliyetlerini yürüttüğü esnada artan boş zamanlarını verimli kullanmadığı bir gerçektir. Bu
araştırmalar bizlere bilgi teknolojilerinin kullanılmasında çalışanların verimliliğini arttırmada sadece
tek bir etken olmadığı açıkça ortadır (Leblebici vd, 2003, s. 508). E- demokrasi ve yönetime katılımın
sağlanması konusunu ele aldığımızda, aslında bahse konu teknolojilerin politika alanında bir kamu
politikası olarak değerlendirilmesi e-demokrasi açısından oldukça etkili bir adımdır ve önemli
adımların atılacağını bir göstergesidir. Günümüzde demokratik bağlamda yapılan tercihlerin ileri
sürülmesi-savunulması kapsamında ve politika oluşturma sürecinde, karar verme aşamasında bilgi
teknolojilerine yönelik talebin ve ilginin artması e-demokrasiyi gündeme getirmektedir.
Ülkemizde uygulanmakta olan temsili demokrasi sisteminde kararların alınmasında halkın
temsilcileri yetkili olmaktadır. Fakat bu ideal yani olması gereken demokrasiyi yansıtmamaktadır. Bu
sistemde insanlar belirli tarih aralıkları ile yapılan seçimlerde kendi siyasi görüşünü yansıtan-
savunan veya kendi taleplerine uygun bir siyasi görüşe sahip bireyleri temsilci olarak
seçmektedir. Burada gerçekleşen bu durum, siyasi mekanizmalar ile insanlar arasında bir
kopukluğuna neden olmaktadır. Bahse konu kopuklukların giderilmesi için demokrasi kavramının
geliştirilmesi özellikle kamu politikası alanında karar verme sürecinde yeni bir katılım
mekanizmasının ortaya çıkmasına imkân sağlamaktadır.

Son olarak bilgi teknolojilerini kamu politikalarının oluşturulmasındaki faydası olarak


hesap verebilirlik, saydamlık ve şeffaflığın sağlanması konusunu ele alabiliriz. Yapılan araştırmalarda
görmekteyiz ki kamu politikalarının oluşturulmasında özellikle karar verme aşamasında bilgi

407
Gürkan Kanat

teknolojilerinin kullanılması kamuda saydamlığı, şeffaflığı ve hesap verebilirliği arttırmaktadır. Bu


durum yolsuzluğu azaltmaktadır. Özellikle devletin kamusal alanda faaliyet gösterdiği ve oluşturduğu
kamusal alanda faaliyette bulunduğu, yapmış olduğu çalışmalara olan güven artmaktadır.
Uluslararası Şeffaflık Örgütü'nün hazırlayıp sunmuş olduğu raporlar da bilgi teknolojilerinin
uluslararası ve ulusal alanda yozlaşma ile mücadelede etkin bir rol olarak kullanıldığı ifade
edilmektedir. Bahse konu rapor da üzerinde durulması gereken bir konuda bilgi ve bilgi kavramına
erişme hakkı kavramıdır. Bu kavram insanların devletlerinin geçmiş yıllarda bulunmuş olduğu
faaliyetleri, şimdiki zamanda yapmış olduğu çalışmaları ve gelecekte bu yönde yapmayı planladığı
faaliyetleri hakkında bilgilere ulaşma-erişme hakkı olarak tanımlanmaktadır.

6. Sonuç

Yapmış olduğumuz değerlendirmelerde özellikle görmekteyiz ki dünya üzerinde var olan


küreselleşme ile birlikte dünya yeni bir döneme girmiştir. Bu dönemi bir çağ olarak adlandıracak
olursak eğer, bu çağ bilgi ve teknoloji çağıdır. Bilgi teknolojileri; kamusal alanda faaliyet gösteren
kurumları özellikle kamu politikalarının oluşturulması aşamasında kurumların rekabet içerisinde
olması ve bu rekabette başarılı olması için, mevcut değişen iş koşullarının önceden belirlenmesi ve
bunlara hızlı bir şekilde cevap vermek isteyen kamu kurumlarının iş faaliyetlerini tüm yönleri ile
destekleyen bir sistemdir. Gerek kamusal alanda gerek özel alanda bu durum bize bilgi
teknolojilerinin insan hayatını olağan bir şekilde kolaylaştırdığını göstermektedir fakat burada kimse
teknoloji alanında ortaya çıkan çalışmaların, bu gelişen durumun insan hayatını ne ölçüde
değiştirebileceğini bilemiyor. Buradan toplum olarak yapmamız gereken belki de en önemli şey;
elimizin altında bulunan teknolojilere uyum sağlamak-adapte olmak ve onları doğru bir şekilde
kullanarak çalıştığımız kurumlarda bahse konu bilgi teknolojisi faaliyetlerinden faydalanıp için
elimizden geleni yapmaktır.

Geride bıraktığımız yılların şu an içerisinde bulunduğumuz yıllara bırakmış olduğu en


önemli konunun bilgi ve teknoloji alanındaki gelişimin olağanüstü derecede hızlı artışı olmuştur
diyebiliriz. Bahse konu değişim sadece kamusal veya iş hayatında değil bütün toplumsal sistemler
içerisinde kendisini hissettirmiştir. Bu değişimler arasında en etkilisi bilgi teknolojileri alanında
yaşanan gelişmelerdir. Bu açıdan ele aldığımızda günümüzde kamusal alanda faaliyet gösteren
hizmetlerin sayısı giderek çeşitlenmesi, vatandaşların daha kaliteli hizmet alma yönündeki
beklentilerini arttırmaktadır. Buradan şu sonucu çıkarmak gerekir. Özellikle kamusal alanda kamu
politikası oluşturma sürecinde kamu faaliyetleri hakkında alınan kararlar da bilgi teknolojilerinin
kullanılması; vatandaşların katılımının ve beklentilerinin önemsenmesi, kamu politikalarının
uygulanabilirliğini arttırarak hesap verebilirlik ve şeffaflık konusuna katkıda bulunacaktır. Bu ve
benzeri durumlar kamu kurumlarının bilgi teknolojileri alanında altyapı çalışmalarının gelişmesini
sağlayacak, vatandaşın taleplerini doğrultusunda kamu politikalarının oluşturulması faaliyetlerine
zemin hazırlayacaktır. Kamu kurumları tarafından yerine getirilen kamu hizmetlerinin kalitesinin
artması, bilgi teknolojilerini kullanan, denetleyen, eleştiren ve sorgulayan vatandaşlar tarafından
sağlanacaktır.

Son olarak şunu ifade etmek gerekir; teknoloji ve bilgi teknolojilerinin özellikle kamu
politikalarının oluşturulması aşamasında önemli fırsatlar sunduğu söyleyebiliriz. Özellikle teknoloji
bağlamında; internet ortamında yer alan bilgilerin çalınması, virüs saldırıların yapılması gibi
tehditlerin bulunduğunu unutmamak gerekir. Teknoloji ve bilgi teknolojileri alanında ortaya çıkan
tehditlerin var olan fırsatların verimli ve ekili olacak şekilde kullanılmasıyla mümkündür.

7. Kaynaklar

Barutçugil, İ. (2002). Bilgi Yönetimi. İstanbul: Kariyer Yayıncılık.

Bensghir, T. K. (1996). Bilgi teknolojileri ve örgütsel değişim. Ankara: TODAİE Yayınları.

408
Gürkan Kanat

Bensghir, T. K. (2009). “Ülkemizde yerel yönetimlerin e-devlet projeleri ve bilişim potansiyelleri ile
kırsal kalkınmadaki rolleri”, Ulusal Kalkınma ve Yerel Yönetimler, 4. Ulusal Yerel Yönetimler
Sempozyumu Bildirileri. Ankara: TODAİE.

Emhan, A. (2007). “Karar verme süreci ve bu süreçte bilişim sistemlerinin kullanılması”. Elektronik
Sosyal Bilimler Dergisi, 6 (21), 212-224.

Eser, N. (2010). “Bilgi sistemlerinin kamu yönetimine katkısı ve Türkiye’deki CBS tabanlı e-yönetim
projeleri”, Kamu Yönetimi ve Teknoloji, KAYFOR, Ankara: TODAİE.

Leblebici, D. N. & Öktem, M. K. & Aydın, M. D. (2003). “Türkiye’de kamu kesiminde bilgi teknolojileri
uygulamaları ve e-bürokrasi: Örgütsel dönüşüm üzerindeki etkiler”. Kamu Yönetiminde Kalite 3.
Ulusal Kongresi, TODAİE.

Reynolds. George W. (1992). Information Systems for Managers, St.Paul: West Publishing Company.

Sarıhan, H. (1998). Teknoloji Yönetimi. İstanbul: Desnet Yayınları.

ŞİMŞEK M. (1975). Teknolojik Değişim ve Yönetim Sorunları, Atatürk Üniversitesi. Erzurum: İşletme
Fakültesi Yayınları

Uçkan, Ö. (2003). “E-devlet, e−demokrasi ve e−yönetişim modeli: Bir ilkesel öncelik olarak bilgiye
erişim özgürlüğü”, Stradigma.com, Sayı:5, Haziran,1-19.

Von Haldenwang, C. (2004). “Electronic government (E-government) and development”, The


European Journal of Development Research, 16 (2), Summer.

409
Kurumsal Firmalarda İş Rotasyonu Ve Terfi
Olanaklarının Örgütsel Bağlılığa Etkisi

Enver AYDOĞAN1, Ayşenur KARABULUT2

Özet
Bu çalışmada terfi olanakları ve iş rotasyonunun örgütsel bağlılık üzerindeki etkileri incelenmiştir.
Çalışma dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde çalışmanın genel hatları belirlenerek giriş kısmı
başlığı altında detaylandırılmıştır. İkinci bölümde terfi, iş rotasyonu ve örgütsel bağlılık kavramları
hakkında yapılan çalışmalar derlenerek, teorik bir çerçevede birleştirilmiştir. Üçüncü bölümde terfi
olanakları ve iş rotasyonunun örgütsel bağlılık üzerine etkisini belirlemek amacıyla yapılan
araştırmadan elde edilen bulgular verilmiştir. Dördüncü ve son bölümde ise çalışmanın geneline yönelik
sonuçlar sıralanmış ve bu konu hakkında çalışacak araştırmacılara bazı öneriler sunulmuştur.

Anahtar Kelimeler: Terfi, İş Rotasyonu, Örgütsel Bağlılık


1. Giriş

Günümüzde büyük bir hızla artan rekabet ortamı, giderek değişen çevre koşulları ve sürekli
evrim geçiren kişisel ihtiyaçlar, işgörenlerin bulundukları örgüte bağlı kalmalarını zorlaştırır. Örgüt
tarafından eğitilen ve kuruma adaptasyonu sağlanan çalışanın işi bırakması, kurum için büyük
sorunlar doğurur. Bu bağlamda yönetimin en temel görevi; yüksek düzeyde motive olmuş, örgütün
hedef ve değerlerini özümsemiş çalışanları bir araya getirerek etkili bir örgüt modeli oluşturmaktır.

Örgütteki çalışanlar, işlerini daha verimli bir şekilde yapabilmek için motive edilmeye ihtiyaç
duyar. Örgüt, çalışanların bu ihtiyacını giderebilmek için; işgörenler ve kurum arasındaki örgütsel
bağlılığı arttırmalıdır. Örgütsel bağlılık, çalışanların içinde bulunduğu örgüte sadık kalarak, kurumun
hedeflerini ve bu hedefe giden stratejilerini benimseyip, örgüt içindeki varlıklarını sürdürme
çabalarıdır.

Bu sayede hayatlarını yüksek tatmin duygularıyla devam ettiren işgörenler, iş akışlarını pozitif
yöne çevirecek ve kurum için daha verimli ve faydalı hale gelecektir.

Bu çalışmanın amacı, terfi olanakları ve iş rotasyonu uygulamalarının kurumsal firmalarda


çalışan kişilerin örgütsel bağlılıklarına olan etkisini saptamaktır. Bu kapsamda, Ankara ilinde faaliyet
gösteren bir kurumsal şirketin 100 çalışanı üzerinde anket tekniği kullanılarak veriler toplanmıştır.
Araştırma bulgularına yönelik sonuçlar makalede ayrıntılı bir şekilde sunulmuştur ve bu çalışmadan
elde edilen sonuçların gelecekte bu konu hakkında yapılacak diğer çalışmalara ışık tutacağı
düşünülmektedir.

1.1. Terfi Kavramı

Terfi olanaklarının, çalışanın örgüte olan bağlılığına ve iş tatmin oranlarına etkisi birçok
çalışmada detaylıca incelenmiş ve bu konuda pek çok araştırma yapılmıştır. Bu çalışmalardan
edinilen bazı sonuçlar şu şekildedir;

1
Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, İİBF, İşletme Bölümü, enver.aydogan@hbv.edu.tr
2
Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, İnsan Kaynakları Yönetimi Programı,
karabulut.aysenur@hbv.edu.tr

410
Enver AYDOĞAN, Ayşenur KARABULUT

Terfi kavramı, işgörenin bulunduğu kurumdaki pozisyonunun bir üst konuma yükselmesidir
(Bakan & Sözbilir, 2013). Bu tarz uygulamaların adil ve şeffaf bir şekilde yapılması çalışanları örgüte
bağlayan ve iş tatmin oranlarını yükselten bir ölçüt olarak görülmüştür.

Yeşim Ünver terfi kavramını, işgörenin bulunduğu konumdan, maaş, yetki ve mesuliyet
yönünden bir üst konuma geçmesi olarak ifade etmiştir. Örgütte gerçekleştirilen terfi işlemi liyakatli
ve doğru bir şekilde yapıldığı takdirde hem kurumun başarısı artar hem de çalışanın işe olan bağlılık
duygusu güçlenmektedir (Ünver, 2005).

Görevde yükselme, daha fazla yükümlülük, daha fazla prestij ve daha mühim bir pozisyon
anlamına gelmektedir. Terfi imkanı işgörene güçlü bir saygınlık ve daha fazla yetki alanı tanıdığından,
çalışan için psikolojik bir armağan ve iş tatmin düzeyini olumlu yönde etkileyen bir faktördür.
Özellikle üst kademe pozisyonlara terfi edildiğinde daha fazla ücret mevzu bahis olduğu için,
yöneticilerin işten tatmin olma oranları diğer çalışanlara göre daha yüksektir (Luthans, 1973: 121
aktaran Erat vd., 2004:170).

Dönmez ve Birdir’in (2007) yapmış olduğu çalışmada, seyahat firmalarında çalışan kişilerin iş
doyum oranlarını en fazla etkileyen faktörün terfi olanakları ve iş yapısı olduğu ortaya koyulmuştur.

Varoğlu (1993), kamu sektörü çalışanlarının örgütlerine karşı bağlılıklarını etkileyen


faktörleri konu aldığı çalışmasında, işgörenlerin terfi alma durumunun örgüte olan bağlılıklarını
arttırdığı sonucuna ulaşmıştır.

1.2. İş Rotasyonu Kavramı

Araştırmacıların çalışmaları incelendiğinde rotasyon kavramı ve sağladığı faydaların farklı


biçimlerde ele alındığı görülmektedir.

İş rotasyonunu, çalışanların programlı bir şekilde mevcut pozisyonundan başka bir


pozisyona yönlendirilerek deneyim kazanması ve iş öğrenme sürecidir (Biçici, 2013).

Gökkaya, (2013)‘e göre iş rotasyonu, işgörene kurumun hedef ve kültürünü benimsetmek,


çalışanda ya da örgütte meydana gelebilecek tekdüzeliğin önüne geçmek ve personelin verimliliğini
yükseltmek için bireylerin kurum içinde farklı görevlere geçici süreyle atanması durumudur.

Ünver, (2005)’e göre iş rotasyonu, çalışanın kurumda almış olduğu görevle ilgili diğer
faaliyetlere geçmesi ve bunları daha önceden belirlenmiş bir program doğrultusunda sırayla yerine
getirmesi durumudur. İş rotasyonu başlarda alt kademelerde makineleşmenin yol açtığı tekdüzeliği
önlemek amacıyla uygulanmaya başlasa bile ilerleyen süreçlerde yönetici kesiminin iş ve kişisel
becerilerini geliştirme konusunda da işe yaradığı gözle görülür bir şekilde ortaya konulmuştur.

Aslan, (2018)’a göre rotasyon “bir çalışanın günlük, haftalık, aylık gibi belirli zaman
aralıklarıyla iş düzeninde yaptığı değişiklikler” şeklinde tanımlanmaktadır. Ayrıca Aslan’ın (2018)
araştırma sonuçlarına göre, iş rotasyonu uygulamasının, işgörenin örgüte bağlılığını ve personelin
yaptığı işten memnuniyet duyarak performansını arttırmasına yol açtığı da gözlemlenmiştir.

1.3. Örgütsel Bağlılık Kavramı

Örgütsel bağlılık kavramı ile ilgili akademik çalışmalar incelendiğinde, pek çok farklı tanımın
varlığı göz önüne serilmektedir.

Kanter (1968:500) örgütsel bağlılığı, çalışanın örgütsel gayeleri gerçekleştirmek için çaba
harcadığı bir süreç olarak ifade etmiş ve bağlılığı; devama yönelik bağlılık, uyum bağlılığı ve kontrol
bağlılığı olmak üzere 3 başlık altında toplamıştır.

411
Enver AYDOĞAN, Ayşenur KARABULUT

Örgütsel bağlılık, çalışanın içinde bulunduğu kuruma karşı duyduğu sadakat duygusu ve
çalıştığı örgütün ilerleme kaydedebilmesi için gösterdiği hassasiyettir (Bayram, 2005).

Örgütsel bağlılık, işgörenlerin örgütsel süreçleri özümsemedir (Demirel, 2009).

Allen ve Meyer, birey ve örgüt arasında geçen; duygusal bağlılık, devamlılık bağlılığı ve
normatif bağlılığın örgütsel bağlılığı oluşturduğunu ortaya koymuşlardır (Meyer ve Allen, 1990).

Feldman ve Moore (1982: 2)’a göre, Örgütsel bağlılığı yüksek olan işgörenler belli kriterlere
sahiptir. Bunlar;

-Diğer çalışanlara göre daha az denetlenmeye ve disipline edilmeye ihtiyaç duyarlar. Bu


çalışanların performansları, örgütsel bağlılık seviyesi düşük olan işgörenlerin performansına oranla
daha yüksektir.

-Kurum içi pozisyonlarla ilgili alternatifleri, çalıştıkları işletmeye en yüksek faydayı sağlayacak
bir araç olarak değerlendirirler.

-İşletmede yaşanan herhangi bir kriz ortamında örgütsel bağlılığı yüksek olan adayların
samimiyeti ve güvenilirliği, örgütsel bağlılığı düşük olan adaylara göre daha gözle görülür ve
inandırıcılığı yüksektir.

2. Yöntem

Araştırmanın temel amacı, kurumsal firmalardaki rotasyon ve terfi uygulamalarının çalışanın


örgütsel bağlılığına olan etkisini saptamaktır. Bu çalışmanın ana kitlesini Ankara’da inşaat
sektöründe faaliyet gösteren bir kurumsal firmanın çalışanları oluşturmuştur. Araştırmaya sadece
inşaat sektöründe faaliyet gösteren bir firmasının 103 çalışanının dahil edilmiş olması, araştırmanın
kısıtını oluşturmaktadır. Araştırmada veri ve bilgilerin toplanmasında elektronik anket tekniği
kullanılmıştır.

Araştırma modeli Şekil 1’de sunulmaktadır. Araştırma modelinde, terfi uygulamaları ve iş


rotasyonu örgütsel bağlılığı etkileyen bağımsız değişkenler olarak ele alınmıştır.

Terfi Uygulamaları

Örgütsel Bağlılık

İş Rotasyonu

Şekil 1: Araştırmanın Modeli

3. Araştırmanın Bulguları

412
Enver AYDOĞAN, Ayşenur KARABULUT

Çalışmada öncelikle demografik özelliklere göre anketimize cevap verme yüzdelerinin frekans
analizi tablo haline getirilmiştir. Sonuçlara göre ankete katılan 103 çalışanın hangi yaş aralığında
olduğu, hangi pozisyonda çalıştığı, eğitim durumunun ne olduğu, medeni durumunu, çalıştığı birimi
ve hangi pozisyonda çalıştığının bilgisine ulaşılmıştır.

İnşaat firmasında uygulanan rotasyon uygulamalarının, ankete katılan çalışanlar açısından


verdikleri cevaplar incelendiğinde, %19,4’lük bir kısım rotasyon uygulamasından memnun
olduklarını ve bu uygulama sayesinde kişisel imkan ve kabiliyetlerini tanıyıp eksik yönlerini
geliştirebildiklerini, %16,7’lik bir dilim rotasyon uygulamalarının kuruma olan bağlılık duygularını
güçlendirdiğini, %11,1’lik bir kısım rotasyon programı sayesinde motivasyonlarının arttığını ve
çalıştıkları firmayı daha çok benimseme imkanı bulduklarını beyan etmiştir. Aynı zamanda %8,3
oranında bir grup liderlik ve yönetim becerilerinin geliştiğini ve diğer çalışanlarla olan iletişimlerinin
arttığını ankete verdikleri cevaplar ile beyan etmişlerdir.

Çalışanların terfi imkanları ile ilgili sorulara verdikleri yanıtlar incelendiğinde, genel olarak
çalıştıkları kurumun, işgörenlerine terfi etme olanağı sunduğunu, ankete katılanların büyük
çoğunluğunun bu imkanlardan memnun kaldığını, inşaat firması çalışanlarına sunulan terfi
imkanlarının eğitim ve performans sonuçları ile orantılı olduğu, kurumdan terfi almaları durumunda,
işyerine olan bağlılıklarının büyük oranda artacağını düşündükleri sonucu çıkarılabilir.

Çalışanların %17,9’u bu firmadan ayrılmaları durumunda benzer bir pozisyonda iş


bulamayacaklarını düşünmektedir. Yani bu çalışanlarda statü kaybı endişesi mevcuttur denilebilir.
%7,9’luk bir kısım maddi kayıplar nedeniyle bu işletmeden ayrılmak istemediklerini belirtmiştir.
Yine %7,9’luk bir grup bu işletmede çalışmaya devam ettikleri sürece daha iyi yerlere geleceğini ve
bu doğrultuda verilen görevleri üstlenebileceklerini belirtmiştir. %5 lik bir kısım ise, çalıştıkları
firmanın geleceğini önemsediklerini ve mesleki bilgi ve deneyimlerini çalıştıkları firmanın daha iyi
hale gelmesi için kullanabileceklerini belirtmiştir.

4. Tartışma

Çalışmada yer alan hipotez testlerini araştırma bulgularına göre değerlendirmek gerekirse,
şu yorumlar getirilebilir.

Hipotez 1: İş rotasyonu uygulamaları çalışanın kuruma olan bağlılık düzeyini arttırır.

Araştırmanın sonuçlarına göre rotasyon ile örgütsel bağlılık arasında yapılan korelasyon
analizi sonucu (r = 0,678; p = 0,000 < 0,05)’dir ve aralarında anlamlı bir ilişki olduğu anlaşılmaktadır.
Pearson korelasyon katsayısının ,678 olması ise aralarında orta derecede anlamlı bir ilişki olduğunu
göstermektedir.

Hipotez 2: Terfi uygulamaları ile örgütsel bağlılık arasında pozitif bir ilişki vardır.

Araştırmanın sonuçlarına göre terfi ile örgütsel bağlılık arasında yapılan korelasyon analizi
sonucu (r = 0,796; p = 0,000 < 0,05)’dir ve aralarında anlamlı bir ilişki olduğu anlaşılmaktadır.
Pearson korelasyon katsayısının ,796 olması ise aralarında yüksek derecede anlamlı bir ilişki
olduğunu göstermektedir.

Hipotez 3: Evli çalışanların örgütsel bağlılık oranı, bekar çalışanlara oranla daha yüksektir.

Deneklerden elde edilen sonuçlara göre, çalışanların medeni durumları ile örgüte olan
bağlılık düzeyleri arasında yüksek ve anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır.

5. Sonuç ve Öneriler

413
Enver AYDOĞAN, Ayşenur KARABULUT

Giderek büyüyen ve değişen dünya düzeninde örgütlerin ayakta kalıp, çevredeki diğer
işletmelerle rekabet halinde olabilmeleri için insan kaynağına önem vermeleri gerekir. Bunun yolu
ise örgüte olan aidiyet duygusu artmış işgörenlerden yani örgütsel bağlılığı yüksek çalışanlardan
geçer.

Örgütsel bağlılık, örgütsel hedeflere ulaşmada kritik öneme sahip faktörlerin başında
gelmektedir. Bu nedenle tüm örgütler, üyelerinin bağlılık düzeylerini artırmak istemektedirler. Bu
konuda çağdaş örgütler, çeşitli çalışmalar ortaya koyarak çözüm yönünde politikalar üretmektedirler.

Örgüte bağlılığı yüksek olan işgörenlerin görevlerini yerine getirmede ve örgütsel hedeflere
ulaşmada ekstra çaba sarf ettikleri görülmekte, ayrıca bu tür işgörenlerin örgüt ile olumlu ilişkiler
kurdukları ve daha uzun süre üyeliklerini devam ettirdikleri ifade edilmektedir.

Kurumsal firmalarda uygulanan iş rotasyonu ve terfi uygulamalarının çalışanın örgütsel


bağlılığına etkisini saptamak amacıyla yapılan bu çalışmada; iş rotasyonu, işte terfi ve çalışanların
örgütsel bağlılıkları arasında pozitif ve anlamlı bir ilişki vardır. İşletmelerde her üç kavramda,
kurumsal başarı ve rekabetçi üstünlük açısından önemlidir. İşletme yöneticilerinin bu konulardaki
dikkati önemli olacaktır.

Araştırma kapsamına sadece bir inşaat firmasının 103 işgöreninin dahil edilmiş olması
araştırmanın en büyük kısıtını oluşturmaktadır. Bu nedenle çalışmanın sonuçlarının genelleştirilmesi
yanıltıcı sonuçlara yol açabilir. Bunun yerine, daha fazla çalışan sayısı ankete dahil edilip, araştırma
yapılan sektörde ve departmanlarda zenginleştirmeler yapılabilir. Bu yönüyle ilerde bu konuda
yapılacak benzer araştırmalar için ışık tutabilecektir.

6. Kaynaklar

Aslan, S. (2018). Proje Okullarında Görev yapan Öğretmenlerin Görüşlerine Göre İş Rotasyonu
Uygulamasının Analizi. Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi; İstanbul Sabahhattin Zaim
Üniversitesi, İstanbul.

Bakan, İ., & Sözbilir, F. (2013). İş, Terfi Olanakları, Ücret ve İş Arkadaşlarından Tatminin Yöneticiden
Tatmin Üzerindeki Etkileri:Bir Alan Araştırması. Bingöl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi, 3(6).

Bayram, L. (2005). Yönetimde Yeni Bir Paradigma:Örgütsel Bağlılık. Sayıştay Dergisi(59), 125-139.

Biçici, H. (2013). İş Rotasyonu ve Personel Güçlendirme Uygulamalarının İşgörenlerin Örgütsel Destek


Algılamalarına Etkisi:Antalya'da Beş Yıldızlı Bir Zincir Konaklama İşletmesinde Uygulama.
Yüksek Lisans Tezi, Antalya.

Demirel, Y. (2009). Örgütsel Bağlılık ve Üretkenliik Karşıtı Davranışlar Arasındaki İlişkiye Kavramsal
Yaklaşım. Istanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi(15), 115-132.

Dönmez, B., & Birdir, K. (2007). İş Doyumu ve Seyahat Acentalarında Çalışan Personelin İş
Doyumunun Analizi. Journal of Social Sciences, 87-104.

Erat, S., İmamoğlu, Y. D., & Keskin, Y. D. (2004). Ücret, Kariyer ve Yaratıcılık İle İş Tatmini Arasındaki
İlişkiler:Tekstil Sektöründe Bir Uygulama. Yönetim ve Ekonomi Dergisi, 11(1), 167-176.

Feldman, A.S. Ve W. E. Moore. (1982), Labor Commitment And Social Change İn Developing Areas,
Greenwood Press Publishers, Connecticut.

414
Enver AYDOĞAN, Ayşenur KARABULUT

Gökkaya, N. (2013). Okul Müdürlerine Uygulanan Rotasyona İlişkin İlkokul ve Ortaokul Müdür, Müdür
Yardımcısı ve Öğretmenlerin Görüşleri. Yüksek Lisans Tezi, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi,
Burdur.

Kanter R.M., (1968), “Commitment and Social Organizations: A Study of Commitment Mechanisms in
Utopian Communities”, American Sociological Review, Cilt:33, No:4, s.449-517.

Luthans, F, (1973), “Organizational Behavior”, Sixth Edition, McGraw-Hill, New York.

Meyer, J. P., & Allen, N. J. (1990). “The Measurement and Antecedents of Affective, Continuance and
Normative Commitment to the Organization. Journal of Occupational Psychology, 1-18.

Ünver, Y. (2005). İşletmlerde Kariyer Yönetimi ve Performans Değerlendirme Sistemleri. Ankara


Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İnsan Kaynakları Yönetimi ve Kariyer Danışmanlığı
Anabilim Dalı, Ankara.

Varoğlu, D. (1993). Kamu Sektörü Çalışanlarının İşlerine ve Kuruluşlarına Karşı Tutumları,


Bağlılıkları Ve Değişkenleri. Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi.

415
Türk Dünyasında Stratejik İşbirliği: Türk Konseyi (Türk
Keneşi)

Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Ali UGAN1

Özet

Soğuk Savaş döneminde Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleri Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği
(SSCB)’nin egemenliği altında kaldığı için ilişkileri sınırlı olmuştur. Ancak SSCB’nin 1990’lı yılların başında
dağılması ve bunun neticesinde Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlığını kazanmasıyla tarihsel kökler
yeniden canlanmıştır. Dolayısıyla söz konusu Türk Cumhuriyetleri ilk olarak kendi ulus devletlerini
kurarak uluslararası sisteme adapte olmak için uğraşmıştır. Ardından Türk kimliğine vurgu yapılarak
Türkçe konuşan ülkeler arasında iş birliğini arttırmaya çalışmışlardır. Dünyada ilk olarak Türkiye
Cumhuriyeti tarafından tanınan Türk Cumhuriyetleri, Türkiye ile birçok alanda ilişkileri ivedilikle
geliştirmişlerdir. Buradan hareketle, temelleri 1992 yılına kadar dayanan resmi olarak “Türk Dili Konuşan
Ülkeler İşbirliği Konseyi” olarak bilinen, kısaca “Türk Konseyi” veya “Türk Keneşi” olarak isimlendirilen
söz konusu örgüt 2009 yılında Kazakistan, Kırgızistan, Azerbaycan ve Türkiye tarafından imzalanan
Nahçıvan Antlaşması’yla kurulmuştur. Çalışmada nitel araştırma yöntemi kullanılmış ve literatür taraması
yapılmıştır. Bu doğrultuda konuyla ilgili kitaplar, tezler, makaleler ve güncel eserler ışığında gerekli
değerlendirmeler yapılmıştır. Çalışmanın amacı, Türk Konseyi’nin Türk devletleri, vatandaşları ve bölge
ülkeleri için önemini ve elde edilebilecek kazanımları belirtmektir. Ayrıca geleceğe dair öngörülerde
bulunmaktır. Çalışmada Türk Konseyi’nin temelleri ve kuruluş aşaması açıklanmıştır. Akabinde Türk
Konseyi hakkında genel bilgiler verilmiştir. Bununla birlikte bazı kesimler tarafından “Türk AB’si” olarak
da adlandırılan Türk Konseyi, Turancılık fikrinin fiiliyata dönüştürülmesi şeklinde görülebilir. Tabii bunun
için tüm Türk dünyasının birleşmesi ve bölgesel entegrasyonun sağlanması gerekmektedir.

Anahtar Kelimeler: Türk Cumhuriyetleri, Türk Birliği, Türk Keneşi, Türk Konseyi

1. Giriş

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılması ile bağımsızlığını kazanan Türk


Cumhuriyetleri kendi aralarında ortak paydalarda işbirliği yapmanın ve ilişkileri geliştirmenin elzem
olduğu noktasında hem fikirdiler. Bu ortamda Türkiye, Sovyet Birliği sonrası Türk Cumhuriyeti
ülkelerinin ana ortaklarından biri haline gelmiştir. Ankara, söz konusu ülkelerin bağımsızlığını ilk
tanıyanlardan biri olmasının yanı sıra, Batı ve Türk dünyası arasında bir köprü görevi de
üstlenmiştir. Bu anlamda asıl yardımcı ve hami ülke olan Türkiye’nin desteğini alarak ortak hareket
etme noktasında ilk önemli adım atılmıştır.

Türk Cumhuriyetleri kan bağı, ortak geçmiş ve kültürel değerler sayesinde kısa zamanda
iletişime geçerek Türkiye liderliğinde kurulan birtakım teşkilatlanmalara üye olmuşlar ve aynı
zamanda yapılan zirvelere de üst düzeyde katılım sağlamışlardır. Türk Dili Konuşan Ülke Başkanları
Zirvesi olarak ifade edilen bu zirveler 1992 yılından itibaren düzenlenmeye başlamıştır. Çalışmada,
bu zirvelere dayanan Türk Konseyi hakkında bilgi vererek; Türk Konseyi’nin tarihsel süreç
bağlamında yapısı, özellikleri ve önemi vurgulanmıştır.

1
Iğdır Üniversitesi, Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu, Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü
aali.ugan@igdir.edu.tr

416
Ahmet Ali UGAN

2. Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi (Türk Konseyi-Türk Keneşi)

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan iki kutuplu sistem ve Soğuk Savaş olarak ifade
edilen dönem, 1991 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) başını çektiği Varşova
Paktı’nın dağılması ve akabinde aynı yıl içinde Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla sona ermiştir. Bu
durum, uluslararası sistemde olduğu kadar Türk dünyası içinde yeni bir dönemin başlangıcı
olmuştur. Zira bu sayede Sovyetler Birliği’nin egemenliğinden kurtulan Türk devletleri bağımsızlığını
ilan ederek kendi devletlerini kurmuşlardır. Böylece soğuk savaş döneminde birbirleriyle temas bile
kurmasına izin verilmeyen bu devletler, bağımsız birer devlet olarak uluslararası sistemde söz sahibi
devletler haline gelmişlerdir. Bu noktadan sonra ilk olarak Türk dünyasının aktörleri olarak söz
konusu devletler birbirleriyle işbirliği yapma yolları aramışlardır. Ortak kültür, tarih, dil, din, etnisite
ve menfaatler bağlamında birbirleriyle iletişim ve iş birliği içinde olmak isteyen Türk devletleri, aynı
zamanda birbirlerinden uzun yıllar boyunca uzak kalmanın vermiş olduğu özlemin de etkisiyle ivedi
bir şekilde kendi aralarında işbirliği kurmak için harekete geçmişlerdir (Erol ve Çelik, 2017: s. 16-17).

Bunun yanında Sovyetler Birliği’nden bağımsızlıklarını yeni kazanan Türk devletleri, siyasi,
ekonomik ve askeri bakımdan yeterli seviyede olmadıkları için bölgeselleşme istekleri kapsamında
yeni arayışlar içine girmişlerdir. Bu dönemde yani iki kutuplu dünyanın ve Soğuk Savaşın sona
ermesiyle oluşan yeni dönemde bölgede etkin olmayı amaçlayan Türkiye, bu devletlerin tümünü
tanımış ve aynı zamanda ekonomik destek sağlamıştır. Diğer taraftan bağımsızlığını kazan bu Türk
devletleri de Ankara’yı ziyaret etmişlerdir (Erkin, 2020:2). Yani tüm taraflar ilişkilerin gelişmesi
noktasında önemli girişimlerde ve adımlarda bulunmuşlar, dahası dayanışma içinde olduklarını
göstermişlerdir.

Bahsi geçen ziyaretler sonucunda gündeme gelen işbirliği ihtiyacı Türkiye’nin çabalarıyla 2010
tarihine kadar devam edecek olan “Türk Devletleri Zirveler Süreci”ni başlatmıştır (Baki,2014: 141).
Bu doğrultuda Sovyetler Birliği hegemonyasından kurtulan Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan,
Özbekistan ve Türkmenistan ile Türkiye arasında 1992 tarihinde Ankara’da devlet başkanları
seviyesinde ilk zirve toplantısı yapılmıştır. 2009 tarihinde “Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği
Konseyi” ya da “Türk Konseyi-Türk Keneşi” olarak bilinen yapının kurulmasıyla sonuçlanan ilk
girişim olan bu zirve sonunda “Ankara Bildirisi” imzalanmıştır. Bildiride söz konusu devletler
arasında başta ekonomi, kültür, eğitim ve hatta spor olmak üzere daha birçok farklı alanda
işbirliğinin yapılması ve geliştirilmesi hem bölgesel hem de uluslararası sorunlarda beraber hareket
etme noktasında kararlar alınmıştır. Bundan sonraki toplantılar hemen hemen her yıl 2009 yılına
kadar bazen kesintilere uğramış olsa da yapılmıştır. Ayrıca bu bildiri de, örgüt kurma ile ilgili
herhangi bir görüş ya da düşünce ortaya konmamıştır. Burada işbirliğine yönelik istekler gündeme
gelmiş ve zaten bildiri de bir antlaşma niteliğinde değildir, taraflar arasında herhangi bir bağlayıcılığı
yoktur. Bu durum, diğer zirvelerden sonra yayımlanan bildiriler için de böyledir. Yani tüm taraflar
imzalamış ama hiçbir taraf için bağlayıcılığı söz konusu değildir (Terzioğlu, 2013: s. 46-47).

1992 yılında yapılmaya başlayan zirveler, zamanla hem iş birliğini daha da arttırmak hem de
kurumsallaşma düşüncesinin de ön plana çıkmasıyla 2006 tarihinde Kazakistan Devlet Başkanı
tarafından, konsey kurulması düşüncesi ortaya atılmıştır. Böylece kurumsal bir yapı kurulması
amaçlanmıştır. Neticede 2009 yılında Azerbaycan’ın ev sahipliğinde Nahçıvan’da yapılan 9. zirve
toplantısında “Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi”/“Türk Konseyi-Türk Keneşi” kurulmasına
ilişkin Türkiye, Azerbaycan, Kırgızistan ve Kazakistan tarafından “Nahçıvan Antlaşması”
imzalanmıştır. Böylece Türk Konseyi kurulmuş ve süreç kurumsallaşmıştır. Ardından 2010 yılında ise
Konsey, İstanbul’da yapılan 10. zirvede de onaylanarak yürürlüğe girmiş ve Konsey’in sekretaryası da
İstanbul’da kurulmuştur. Kısaca şunu belirtmeliyiz ki, Türk Konseyi Türk dilini konuşan ülkeler
arasında işbirliği sağlamak amacıyla kurulmuş çatı bir örgüttür (Erkin, 2020: 2).

417
Ahmet Ali UGAN

Asıl itibariyle Türk konseyi ortak tarih, kimlik, dil ve kültür olmak üzere 4 temel üzerine inşa
edilmesine karşın tabii ki sadece bunlarla sınırlı değildir. Zira Türk konseyi aynı zamanda siyaset,
ekonomi, bilim, eğitim, ulaşım, gümrük, turizm ve diğer birçok alanda bölge çıkarları doğrultusunda
üye devletler arasında çok taraflı işbirliği gibi mevcut ikili işbirliği alanlarını genişletmeyi
amaçlamaktadır. Ayrıca Konsey, üye ülkeleriyle sınırlı kalmamakta ve bölgesinde özellikle ulaşım,
gümrük, turizm ve diğer alanlarda barış ve istikrarın sağlanması için komşu ülkelerle gönüllü olarak
işbirliği yapmaktadır (Sobirov, 2020: 146). Günümüzde Azerbaycan, Kırgızistan, Kazakistan ve
Türkiye’nin kurucu üyesi olduğu Türk Konseyi’nin, 2019 yılında Özbekistan’ın da tam üye olmasıyla
sayısı 5’e yükselmiş, Macaristan ise gözlemci üye statüsündedir (Güler, 2019: 139).

3. Türk Konseyi’nin Temel Organları, Amacı ve Özellikleri

Türk Konseyi’nin ana organları; Devlet Başkanları Konseyi, Dışişleri Bakanları Konseyi, Kıdemli
Memurlar Komitesi, Aksakallar Konseyi ile uluslararası sekretaryadır. Konseyin bayrağı ise üye
ülkelerin ortak sembollerinden oluşan bir bayraktır. Şöyle ki Azerbaycan bayrağının yıldızı,
Kazakistan bayrağının rengi, Kırgız bayrağının güneşi ve Türkiye bayrağının hilalinden oluşur
(Bıyıklı, 2018: 17-19, 23).

Türk Konseyi'nin Nahçıvan Antlaşması’nda belirtilen temel amacı, Türkçe konuşan devletler
arasında kapsamlı olarak işbirliğini yoğunlaştırmak, bölgede ve dünyada barış ile istikrara katkı
sağlamaktır. Yine Antlaşma’da tanımlanan diğer amaç ve görevler şunlardır:

 Söz konusu ülkeler arasında karşılıklı güvenin kuvvetlendirmek,

 Hem bölgede hem de başka alanlarda barışı muhafaza etmek,

 Dış politika ile ilgili her türlü sorun ve konuda müşterek yaklaşım içinde olmak,

 Ortak hedef ve ideallere ilişkin her alanda işbirliği geliştirilmek,

 Ticareti geliştirmek ve yatırım yapmak için uygun ortamın oluşturulması ve bu doğrultuda


ekonomik büyümeyi sağlamak,

 Hukukun üstünlüğü ilkesini ön planda tutmak, yönetimde adaleti ve insan hakları


korunmasını sağlamak,

 Bilimsel, teknolojik, kültürel gibi alanlarda sürekli etkileşim içinde olmak,

 Kitle iletişim araçları vasıtasıyla daha etkili bir iletişimi teşvik etmek,

 Hukuki alanda adli işbirliği ve bilgi alışverişini sağlamak (Türk Konseyi Hakkında).

İşbirliğini hedefleyen bir örgüt olarak kurulan Türk Konseyi, Avrupa Birliği gibi bütünleşmeyi
amaçlamamaktadır. Buradan hareketle Konsey için; katı kurallara sahip değildir, esnek bir yapılanma
ve karar alma süreci vardır, üye devletler egemenlik yetkilerini Konseye devretmeyecektir diyebiliriz.
Konsey’e yeni üyelere açıktır ve üyelik kabul aşamasında herhangi bir oylama da yoktur. Ancak
Konsey’e üye olmak için temel şart Türk Dili Konuşan Ülke olmasıdır. Bu nedenle Konsey kapalı bir
örgüttür denilebilir. Konsey hukuki olarak uluslararası bir statüye sahip olsa da Türk dilini konuşan
ülkeler belli bir coğrafyada olduğu için bölgesel bir örgüt olduğu belirtilebilir. Son olarak Konsey için
genel amaçlı çatı bir örgüttür denilebilir (Terzioğlu, 2013: 54-60).

5. Sonuç

418
Ahmet Ali UGAN

Türk Konseyi, Türk devletlerini gönüllü olarak bir araya getiren ilk kuruluştur. Türk Konseyi,
birçok alanda sürdürdüğü işbirliği ilişkileri ile yalnızca üye ülkeleri arasında değil, aynı zamanda hem
bölgesel hem de küresel ölçekte Avrasya’da işbirliğini geliştirilmesi noktasında son derece önemlidir.
Bu doğrultuda, kısa zamanda yapmış olduğu faaliyetleriyle Avrasya’da işbirliğinin geliştirilmesinde
başlıca aktör olarak yerini alan Türk Konseyi (Baki, 2014: 157, 159) uluslararası bir yapıya sahip
hükümetler arası bir kuruluştur.

Türk Konseyi herhangi bir devlete veya örgüte karşı kurulmuş olmamakla beraber amaç, Türkçe
konuşan devletlerin ortak paydasında buluşarak işbirliği ortamını geliştirmektir. Fakat Türk
Konseyi’nin ilk Genel Sekreteri olarak atanan Emekli Büyükelçi Halil Akıncı’nın ifade ettiği gibi asıl
istenilen ya da düşünülen Avrupa Birliği tarzı bir yapılanmadır. Diğer bir önemli mesele de Mine
Güler’e atıfta bulunacak olursak Türk Konseyi, Turancılık fikrinin fiiliyata dönüştürülmesi şeklinde
görülebilir. En azında bunun için önemli bir adımdır.

Netice itibariyle, senelerdir istenilen ve özlenen işbirliğini Türk konseyi sayesinde tesis
edilmiş ve adı geçen devletler bu sayede tek bir çatı altında bir araya gelmiştir. Bununla birlikte, hem
Turancılık fikrinin vücut bulmuş hali hem de Hıristiyan birliği olarak bilinen Avrupa Birliği’ne
alternatif olarak görülecek Türk dilini konuşan ülkeler birliğini oluşturan devletlerin bir
teşkilatlanması olarak Türk Konseyi, geçmiş ve gelecek ideallerin gerçekleşmesi noktasında oldukça
önemlidir.

6. Kaynaklar

Baki, P. M. (2014, Güz). Avrasya’da Bölgesel İşbirliği Sürecinden İşbirliği Mekanizmasına: Türk
Konseyi. Bilge Strateji, 6(11), 133-162.

Bıyıklı, M. (2018). 25 Yıllık Tecrübenin Ardından Türk Keneşi Bünyesindeki Ülkelerde Ortak
Kuruluşlar İlişkiler ve İş Birlikleri. Orta Asya Araştırmaları Merkezi (ORASAM). Bişkek:
Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Yayınları

Erkin, B. (2020, 26 Nisan). Türk Konseyi’nin Kovid-19 ile Mücadele ve İşbirliği Yaklaşımı. Dış Politika
ve Güvenlik Araştırmaları Merkezi (TASAV). ww.turkakademisi.org, Erişim Tarihi: 25. 07. 2021

Erol, M. S. & Çelik, K. E. (2017). Türk Dünyasında İşbirliği Denemesi: Türk Keneşi ve Kazakistan. Türk
Dünyası İncelemeleri Dergisi/Journal Of Turkish World Studies, 17(2), 15-32.

Güler, M. (2019). Yeni Dünya Düzeninde Siyasal-Ekonomik-Sosyal Bir İşbirliği Modeli Olarak: Turan.
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi. Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Tekirdağ.

Sobirov, J. (2020). International Relations Between Turkic Speaking States. The American Journal of
Political Science Law and Criminology, 2(12), 144-149. doi:
https://doi.org/10.37547/tajpslc/Volume02Issue12-22

Terzioğlu, S. S. (2013). Uluslararası Hukuk Açısından Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi.
Uluslararası Hukuk ve Politika, 9(36), 45-72.

Türk Konseyi Hakkında (t.y.). https://www.turkkon.org/tr/turk-konseyi-


hakkinda#:~:text=T%C3%BCrk%20Konseyi%60nin%20kurucu%20%C3%BCyeleri,%C5%9Fe
hrinde%20d%C3%BCzenlenen%20T%C3%BCrk%20Konseyi%206. Erişim Tarihi: 20. 07. 2021

419
Bilimsel Paylaşım ve Politik Güç Unsurları Bağlamında
Türk Dünyası: Kısa Bir Değerlendirme

Prof. Dr. Köksal ŞAHİN1

Özet

Bu çalışma ile amaçlanan Türk devletlerinin bilimsel bilgi üretimi ve güç unsurları bağlamında ne
düzeyde oldukları hakkında fikir sahibi olmaktır. Çalışmanın problematikleri; bilginin başlıca güç
unsuru haline gelmesi ve uluslararası alanda nüfuz sahibi olma açısından sert güç yaklaşımının yanına
yumuşak güç ve akılcı güç kavramlarının eklenmesidir. Çalışmanın araştırma soruları; “Küreselleşme
sürecinde güç kaynaklarında ne gibi bir dönüşüm yaşandığı?”, “Bilimsel doküman ve ortak bilgi
üretiminde Türk devletlerinin görünümünün nasıl olduğu?” ve “ Sert ve yumuşak güç unsurlarında
Türk Cumhuriyetlerinin ne durumda olduğu?” şeklindedir. Betimsel yöntemin kullanıldığı araştırma
neticesinde ulaşılan başlıca sonuçlar olarak; Türk devletleri arasında akademik işbirliğinin, ortak
bilimsel üretimden ziyade akademik hareketliliğe odaklı olarak bugüne kadar süregeldiği,
bağımsızlıklarının otuzuncu yılını kutlayan Türk Cumhuriyetlerinin henüz hem sert hem de yumuşak
güç bileşenleri bağlamında yetersiz durumda olduğu ve Türk Konseyi’nin üye devletler arasında
bilimsel işbirliğini arttırma ve akılcı güç kurumsallaşmasına katkı için adımlar atabileceği gibi
hususlardan bahsedilebilir.

Anahtar Kelimeler: Bilimsel Bilgi, Sert Güç, Yumuşak güç, Akılcı Güç, Türk Dünyası
Abstract
This study aims to have an idea about the level of Turkic States in the context of scientific knowledge
production and power elements. Problematics of the study are; the addition of the concepts of soft
power and smart power to the hard power approach in terms of knowledge becoming the leading
power element and having influence in the international arena. The research questions of the study
are; “What kind of transformation has occurred in power resources in the globalization process?”,
“How is the appearance of Turkic States in the production of scientific documents and common
knowledge?” and “What is the situation of the Turkic Republics in terms of hard and soft power
elements?” The main results of this research in which the descriptive method was used, are as follows:
the academic cooperation between the Turkic states has continued until today with a focus on
academic mobility rather than joint scientific production, the Turkic Republics, which celebrate the
thirtieth anniversary of their independence, are still insufficient in terms of both hard and soft power
components, and that the Turkic Council is trying to increase scientific cooperation among the member
states and contribute to the institutionalization of smart power.
Keywords: Scientific Knowledge, Hard Power, Soft Power, Smart Power, Turkic World

1. Giriş

Türk Cumhuriyetleri olarak ifade edilen Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve


Türkmenistan’ın otuzuncu kuruluş yıldönümüne denk gelen 2021 yılında Türk Dünyasını konu alan
bilimsel etkinliklerin sayısı giderek artmaktadır. Başta Türkiye’de olmak üzere, akademik kuruluş ve
sivil toplum örgütlerince bu yıl dönümüne atfen düzenlenen faaliyetlerin Türk Dünyasına yönelik
bilimsel bilgi birikimine katkı sağladığı gözlenmektedir. Bu tebliğde de Türk devletleri bilimsel bilgi

1
Sakarya Üniversitesi, Türk Dünyası Uygulama ve Araştırma Merkezi
ksahin@sakarya.edu.tr

420
Köksal ŞAHİN

üretimi/paylaşımı ve politik güç unsurları bağlamında ele alınacaktır. Temelde hedeflenen etken
devlet-edilgen (bağımlı) devlet noktasında geleceğe yönelik bir fikir sahibi olabilmektir.

Soğuk Savaş sonrasında belirginleşen başlıca jeopolitik değişme olarak, bireysel ölçekten
devletlere kadar güç sahibi olmanın asıl olarak bilgi üretimi ve sahipliğiyle şekillenmesi gösterilebilir
(Şahin, 2013, s. 331, 332). Yaklaşık yarım asırdır iletişim ve ulaşım teknolojilerinde yaşanan hızlı
ilerleme ve hiç olmadığı kadar derin seyreden küreselleşmenin etkisiyle yeni bir dünya (çevresel
şartlar) oluşmaktadır. Bu yeni şartlar dâhilinde; rol-model ülke, lider ülke, bölgesel güç olma ya da en
azından edilgen (bağımlı) devlet durumuna düşmeme, bilimsel bilgi üretebilmeyle özdeşleşmektedir.
20. yüzyılın son çeyreğiyle birlikte başlıca üretim faktörü (güç kaynağı) haline gelen bilgi üretimi, 21.
yüzyılın ilk çeyreğinde bilgi paylaşımının kolaylaşması ve inovasyon (yaratıcı yenilik) gücünün
bağımlılık tesisinde başlıca araç haline gelmesiyle stratejik manada daha da önem kazanmış
durumdadır. Bilgiyi üreten, kullanan ve pazarlayanların sağladığı avantajlar sürekli artmakta, yaratıcı
yenilik reel egemenliği sağlayan başlıca unsur haline gelmektedir.

Kolektif sorunların sınır aşan nitelik kazanması, bunlarla ortaklaşa (uluslararası) mücadele
etme imkânının doğması ve yine ülkeler arasında işbirliği yapmanın giderek kolaylaşması bahsedilen
bu yeni şartlar kapsamındadır. BRİCS2, Avrupa Birliği (AB), Şanghay İşbirliği Örgütü gibi
bölgeselleşmelerin giderek çoğalması, Almanya’nın Afrika için Marshal Planı, Çin-Afrika İşbirliği
Forumu ve yine Çin’in neredeyse tüm Avrasya ülkeleriyle işbirliğini içeren Yeni İpek Yolu (Kuşak yol)
projesi gibi bölgesel platformlara yöneliş, bilimsel üretimi ve politik güç unsurlarına sahip olmayı
uluslar için daha da gerekli hale getirmektedir. Artık politik güç sahibi olmanın; sadece sert değil;
yumuşak güç unsurlarına da sahip olmayı gerektirdiği anlaşılmıştır. İlave olarak bunları bir plan
dâhilinde sentezlemeyi içeren akılcı güç yaklaşımına doğru bir geçiş söz konusudur (Wilson, 2008,
s.110). Bu gelişmelerin de etkisiyle ortak bilimsel platform ve işbirliği teşkilatlarının sayısı giderek
artmaktadır. Paralel olarak bir ülkede; bilimsel çalışmaların gelişkinliği, iletişim ve ulaşım
teknolojilerinin düzeyi, sorun çözen bir siyasal sistemin varlığı gibi hususlar birbirini tamamlayan ve
ülkelere çekicilik (etkenlik) katan güç öğeleri haline gelmektedir.

Tam bu noktada bilimsel bilgi paylaşımı ve işbirliğinin giderek kolaylaştığına da değinmek


gerekir. Küreselleşmenin hızlanmasıyla ilk olarak ekonomi sahasında kendini hissettiren ilişki artışı
ve yakınlaşma, zamanla bilim/teknoloji alanına da yansımıştır (Şahin ve Candan, 2018, s.1200,
1201). Ülkelerin bölgesel ekonomik ya da siyasal entegrasyonlara yönelmesi ve verim alması bilimsel
üretim ve paylaşım konusunda yol almalarıyla giderek alakalı hale gelmektedir. Buradan hareketle,
bilimsel bilgi üretebilme ve paylaşabilmenin yumuşak ve sert güç unsurlarına sahiplik düzeyini de
etkilediği söylenebilir.

Bağımsız Türk devletlerinin bulundukları bölgelerde bağımlı (edilgen) değil de etken devlet
olmaları, hatta zamanla bölgesel güç haline gelmeleri bağlamında bilimsel bilgi üretimi ve güç
unsurlarına yönelik analizler durum tespiti açısından faydalı olabilir. Bu doğrultuda tebliğin
araştırma soruları; “Güç kaynaklarındaki dönüşümün ne şekilde seyrettiği?”, “Bilimsel doküman ve
ortak bilgi üretiminde Türk dünyasının görünümünün nasıl olduğu?” ve “ Sert ve yumuşak güç
unsurlarında Türk Cumhuriyetlerinin ne durumda olduğu?” şeklinde belirlenmiştir.

2. Politik Güç Kaynaklarında Dönüşüm ve Türk Dünyası

Politik güç kaynaklarında yaşanan dinamizmi kavrayabilmek adına Soğuk Savaşın bittiği ve
bilgi devriminin iyice hissedildiği doksanlı yılları hatırlamakta yarar vardır. Bu dönemde çevresel
şartlar yeniden oluşurken Türk Dünyası şeklinde yeni bir jeopolitik kuşak da ortaya çıkmıştır. Türk
Dünyası kavramı Türk dilinin çeşitli lehçelerini konuşan ve tarihsel süreç içinde Türklerle akrabalık

2 Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti’nden oluşan ekonomik işbirliği örgütü.

421
Köksal ŞAHİN

kuran toplulukları ifade etmekte; Doğu Avrupa’dan Asya’nın doğusuna kadar uzanan geniş
coğrafyada ortak kültürel özelliklere ve tarihsel bağlara sahip çok sayıda halkı içermektedir. Küresel
jeopolitiğin merkezi olarak ifade edilebilecek olan bir sahada her geçen gün benzer yanlarını fark
eden ve ilişkilerini geliştiren bu toplulukların teknolojinin de yardımıyla giderek yakınlaştığı
söylenebilir. Bu fark ediş ve yakınlaşma sürecinin son 10 yıl içinde ivme kazandığının altını çizmek de
yarar vardır. Bu hızlanışta 2009 yılında Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan tarafından
kurulan Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi’nin (Türk Konseyi) etkisinden bahsedilebilir. Bu
arada yine altı çizilmesi gereken ve Türk devletlerince göz önünde bulundurmasında yarar bulunan
bir husus da Türk Dünyasının Soğuk Savaş sonrası dönemde medeniyetler arası çekişme,
istikrarsızlık ve çatışmaların fazlasıyla yaşandığı bir coğrafyada yer almasıdır. Ayrıca Türk Dünyası,
önemli doğal kaynak rezervlerinin olduğu, ulaşım koridoru ve büyük enerji hatları gibi mega
projelerin yürütüldüğü bir bölgededir ki bu durum güç kaynaklarında yaşanan çeşitlenmeye ayak
uydurmayı daha da önemli hale getirmektedir.

Bu kapsamda analizler için yukarıda bahsedilen bölgesel jeopolitik özellikleri güç unsurlarında
yaşanan değişmeyle yan yana getirmekte yarar vardır. Bu bağlamda da ilk olarak Türk
Cumhuriyetlerinin kuruluş evresinin, bilginin başlıca güç kaynağı haline geldiği bir kırılma anına
denk geldiğinden bahsetmek gerekir. Bu gelişme kapsamında klasik güç kaynaklarını içeren sert
güçten, önce yumuşak güce ardından da akılcı güce doğru bir evrim söz konusudur. Artık etken devlet
olabilmek, her şeyden önce başlıca güç kaynağı olan bilgi üretiminde söz sahibi olmayı ve ardından
da akılcı güç (smart pover) kurumsallaşmasına geçişi gerektirmektedir. Bu noktada bir öngörü olarak
küreselleşmenin bilgi kapitalizminin yaşanacağı bir süreç olarak da değerlendirildiğine değinmek
gerekir (Kökalan Çımrın, 2020: 1208). Yine zaman ve mekânın çoğu alanda anlamsızlaşarak olgusal
küçülmenin yaşandığı yeni çevresel şartlarda, bölgesel ya da küresel düzeyde etken devlet olarak yer
alma, hem sert hem de yumuşak güç kaynaklarına birlikte sahip olmayı gerektirmektedir. İşte akılcı
güç yaklaşımı küreselleşme şartlarında yumuşak ve sert güç unsurlarını doğru stratejilerle
harmonize etmeyi esas almaktadır (Butler-Bowdon, 2018, s. 256; Wilson, 2008, s.112, 113).

Tüm bunlara bakarak Türk devletleri açısından bilimsel üretimi teşvik etme, ortak bilgi üretimi
ve paylaşımında adımlar atma ve politik güç unsurları için işbirliği yapma gibi hususlar öncelikli
hedefler olarak gösterilebilir. Küreselleşmeyle oluşan yeni yapısal (çevresel) şartlar; rekabet gücü
sağlama, sürdürülebilir kalkınma hedefleri, bölgesel ya da küresel manada nüfuzu arttırma ve artık
küreselleştiği görülen sorunlarla daha etkili mücadele edebilme bilimsel işbirliğini, daha da önemlisi
yaratıcı yenilik gücüne ulaşmayı zaruri kılmaktadır. Bu arada bilimsel ve teknolojik güç; ülkelerin
hedef ve çıkarlarını desteklemenin yanı sıra uluslararası manadaki çekiciliği arttırarak merkezi ülke
haline gelmeye de katkı sunmaktadır.

3. Bilimsel Üretim ve Güç Unsurları Bağlamında Türk Dünyasına Ait Göstergeler

Şimdi tüm bu bilgilerin ışığı altında Türk Dünyasında bilimsel doküman üretimi ve güç unsurları
bağlamında otuz yılda gelinen nokta hakkında fikir edinmeye çalışılabilir.

Bilimsel bilgi üretimi noktasında gelinen noktayı somutlaştırma adına; fen bilimleri, sosyal
bilimler ve insani bilimleri konu alan dergi, akademik konferans, sempozyum vb. faaliyetleri düzenli
olarak tarayan başlıca indeks olarak kabul edilen Web of Science’tan (WOS) hareket edilebilir. Bu
indekste 2016-2020 periyodunda Türk dünyası ülkelerinin bilimsel yayın ve atıf alma istatistiklerine
göz atılarak fikir sahibi olmak mümkündür. Buna göre Türkiye, bilimsel doküman üretiminde ve
yayın kalitesi açısından önemli bir gösterge konumunda olan atıf alma sayısında Türk devletleri
arasında ilk sırada yer almaktadır. 2016-2020 döneminde WOS indeksinde Türkiye’nin 277,485
doküman ile dünyada 29. sırada olduğu görülmektedir. Yine bu dört yıllık periyotta Türkiye kaynaklı
bilimsel dokümanların atıf alma sayısı ise 1.454.727’dir. 17.628 doküman ile bu sıralamada 88. olan
Kazakistan’ın aldığı atıf sayısı ise 81.737’dir. WOS indeksinde 107. sırada olan Azerbaycan’ın ürettiği

422
Köksal ŞAHİN

bilimsel doküman sayısı 7.350; elde ettiği atıfta 43.125’tir. Listede 112. sırada olan Kırgızistan 1773
yayın üretmiş ve 37.962 atıf almıştır. Özbekistan ise 138. sıradadır ve ürettiği 4263 bilimsel
dokümana karşılık 16.443 gibi düşük denilebilecek bir atıf sayısına sahiptir3( Web of Science Incites,
2021 ).

Peki, Türk devletleri ortak bilimsel yayın üretimi hususunda ne durumdadır? Bu husustaki
verilerin, ülkeler arasındaki yakınlaşma ve işbirliği potansiyeli açısından da önem arz ettiğine tam bu
noktada dikkat çekmek gerekir. Bu kategoride gelinen noktaya dair somutlaştırma ise Şahin ve
Candan (2018)’ dan hareketle yapılabilir. Buna göre WOS endeksine 2000 – 2016 aralığında yansıyan
verilerde en yüksek düzeyde ortak bilimsel doküman üretimi Türkiye ve Azerbaycan arasında 1898
adetle gerçekleşmiştir. Ortak bilimsel doküman üretiminde Türkiye’yi takip eden ülke ise
Kazakistan’dır. Kazakistan hem Türkiye hem de Azerbaycan’ın birbirlerinden sonra en çok ortak
yayın ürettiği partner konumundadır. 2000 - 2016 arasında Kazakistan’ın Türkiye ile 238,
Azerbaycan ile 45 ortak bilimsel dokümanı vardır ki bu sayılar son derece düşüktür. Türkiye’nin
Manas Üniversitesi’ni kurarak önemli bir akademik yatırım yaptığı Kırgızistan ile olan ortak bilimsel
yayın sayısı ise belirtilen periyotta 167 adet ile oldukça azdır. Bahsedilen periyotta Kırgızistan-
Kazakistan işbirliği ile 110 adet, Kırgızistan- Azerbaycan ortaklığı olarak da 13 adet bilimsel
doküman söz konusudur (Şahin ve Candan, 2018, s.1228, 1229).

Peki, güç unsurları açısından Türk devletlerinin geldiği nokta hakkında neler söylenebilir?
Öncelikle sert güç (hard power) kategorisinde yani askeri ve ekonomik güç bağlamında dünya
sıralamasına göz atıldığında; Türkiye haricindeki Türk devletlerinin arka sıralarda olduğunu dile
getirmek gerekir. Dünya Askeri Güç endeksinde Türkiye 11, Azerbaycan 63, Özbekistan 51,
Kazakistan 61, Türkmenistan 86, ve Kırgızistan ise 93. sırada yer almaktadır (GFP, 2021). Gayrisafi
Yurt İçi Hasılaya göre yapılan Dünya Ekonomik Güç sıralamasında ise; Türkiye 18, Kazakistan 56,
Türkmenistan 85, Özbekistan 87, Azerbaycan 91 ve Kırgızistan 143. durumdadır (IMF, 2019’dan
WPR, 2021). Sert güç kapsamında bir potansiyel olarak ele alınan doğal kaynak (ham madde)
rezervlerinde ise; Kırgızistan dışında Türk Cumhuriyetlerinin iyi durumda olduğu görülmektedir
(Pashalieva ve Kahriman, 2016, s.172). Sözgelimi dünya petrol rezervi sıralamasında 2020 verilerine
göre Kazakistan 12, Azerbaycan ise 20. sıradadır (EA, 2020). İspatlanmış doğalgaz rezervinde (2019
rakamlarıyla) Türkmenistan 5, Kazakistan 19, Azerbaycan 21 ve Özbekistan 22. sıradadır (EA, 2019)
Bunlara ek olarak Özbekistan altın rezervine sahip ülkelerden biri; Kazakistan’da uranyum
rezervinde dünya ikincisidir. Ancak belirtilen tüm bu kaynaklara ulaşım ve işlemede gelişmiş ülkelere
ait şirket ve teknolojiler devrededir.

Türk devletleri yumuşak güç (soft power) açısından ele alındığında ise sert güçtekine benzer
bir tablo ile karşılaşılmaktadır. Bu noktada yumuşak güç kavramı ve başlıca unsurlarından kısaca
bahsetmekte fayda vardır. Yumuşak güç, zorlama yapmadan yani sert güç dışı araçlarla devletlerin
nüfuz kazanması anlamında kullanılan bir kavramdır. Günümüzde yumuşak güç sahibi olmanın,
siyaseten başarılı devlet özelliği olarak görüldüğünü belirtmek gerekir (Yapıcı, 2015, s.6). Yumuşak
güç kapsamındaki unsurlar ise geniş bir yelpazeyi oluşturmaktadır. Tarafsız ve çok boyutlu dış
politika takibi, arabulucu ülke imajı, tıbbi diplomasi, eğitim diplomasisi, kültürel diplomasi, önemli
uluslararası organizasyonları üstlenme, barışçıl bir bölgesel ya da küresel hikâye (söylem ve
propaganda) ile özdeşleşmeye çalışma, demokratik değerlerin bayraktarlığını yapma ve sert gücü en
son çare olarak görme yumuşak güç kapsamında yer alan popüler uygulamalardır.

Türkiye yumuşak güç noktasında belli bir kurumsallaşma ve aktifliğe sahip durumdadır. Türk
Cumhuriyetlerinin ise henüz yumuşak güç olarak uluslararası politikada kendini gösteremediği

3 Türkmenistan birçok alanda olduğu gibi Dünyadaki başlıca bilimsel indekslerle de veri paylaşımı içinde değildir.
Bu arada fikir verme adına sadece 2020 yılındaki bilimsel doküman üretim sayılarından da bahsedilebilir. Bu
istatistikteki tablo ise; Türkiye 61.570, Kazakistan 4.141, Azerbaycan 1.964, Özbekistan 1170 ve Kırgızistan 449
şeklindedir (Web of Science, 2021).

423
Köksal ŞAHİN

söylenebilir. Bu ülkelerde yumuşak güç doğrultusunda ciddi bir kurumsal hamleden de bahsetmek
zordur. Yumuşak gücün ve onun devamı niteliğinde akılcı güç (smart power) kurumsallaşmasının
önem kazandığı bir dönemde, Türkiye dışındaki Türk ülkeleri henüz bu alanlarda etkinleşmemiştir.
Hala sert güç kapsamındaki kurumsallaşmayla meşguldürler ve sert güçte de yukarıda görüldüğü
üzere istenilen düzeyde değildirler. Oysaki son çeyrek asıra bakıldığında dünyada askeri gücü
yetersiz olan ya da nükleer gücü bulunmayan ülkelerin yumuşak güce yatırım yaptığı, akılcı güç
bağlamında kurumsal adımlar atarak güç unsurlarını stratejik şekilde kullanma arayışına girdikleri
görülmektedir (Chatin, 2016, s. 371; Wilson, 2008, s.115, 121).

4. Sonuç ve Öneriler

İlk sonuç olarak ortak bilimsel doküman üretiminin yetersiz olduğunu belirtmek gerekir.
Türkiye - Azerbaycan ortak yayın sayısı bir nebze iyi durumda iken, diğer ortak üretimler oldukça
düşük sayıdadır. Bu veriler akademik işbirliğinin de otuz yıl içinde ortak bilimsel üretimden ziyade
akademik hareketliliğe (mobilizasyon) odaklı yürütüldüğü şeklinde bir başka sonuçtan bahsetmeye
imkân tanımaktadır. Bugüne kadar yükseköğretim alanında Türkiye merkezli bir öğrenci ve
akademisyen sirkülasyonundan bahsedilebilir. Ama artık bilimsel işbirliği ve üretime odaklanmayı
gerektiren çevresel şartlar söz konusudur.

Ulaşılan bir başka sonuçta bağımsızlıklarını kazanalı otuz yıl olan Türk Cumhuriyetlerinin henüz
hem sert hem de yumuşak güç bileşenleri bağlamında yetersiz oluşlarıdır. Bu tespitten hareketle yeni
çevresel şartları da göz önüne alarak; edilgen (bağımlı) devlet olma riskinin yüksek olduğundan
bahsedilebilir. Güç kaynaklarındaki dönüşümün takibi ve ilerleme bilhassa akılcı güç doğrultusunda
atılacak kurumsal adımlar ve ciddi akademik çalışmalarla sağlanabilir.

Küreselleşme ve bilgi toplumu şartları giderek yerleşirken bilimsel üretim ve politik güç unsurları
bağlamında yerinde saymak hassas bir jeopolitikte yer alan Türk devletleri için bağımlılık (edilgen
ülke) ihtimalini arttıracaktır. Tam bu noktada Türk Konseyi ’de bir çözüm ortağı olarak düşünülebilir.
Kısa sürede önemli mesafe kateden Türk Konseyi, üye devletler arasında bilimsel işbirliğini arttırma
ve akılcı güç kurumsallaşmasına katkı için adımlar atabilir. Evet, Türk cumhuriyetleri hali hazırda
kendi başlarına lider ülke ya da bölgesel güç olma konumunda değildir. Ama Türk Konseyi sayesinde
bileşik güç şeklinde etken devlet olmaya uygun çevresel şartlar da söz konusudur. Bu arada bileşik
güç şeklinde reel egemenliği arttırmaya dair Avrupa Birliği ve BRICS gibi örnekler de vardır. Bu
örneklerin bir yol haritası oluşturmak için yakın plana alınması ve Türk Konseyi’ nin özellikle akılcı
güç mantalitesiyle işbirliği ve kurumsallaşmayı arttıracak adımlar atması önemli gözükmektedir.

5. Kaynaklar

Butler-Bowdan, T. (2018). Joseph S Nye TheFuture of Power. 50 Politika Klasiği (s. 256-261), Çev: C
Görtan, İstanbul: Pegasus

Chatin, M. (2016). Brazil: analysis of a rising soft power. Journal of Political Power. 9 (3), 369-393.

EA (Enerji Atlası), (2019). Ülkelere Göre Dünya Doğalgaz Rezervi (milyar m3).
https://www.enerjiatlasi.com/rezerv/dunya-dogalgaz-rezervi.html, Erişim Tarihi:
15.10.2021.

EA (Enerji Atlası), (2020). Ülkelere Göre Dünya Petrol Rezervi (milyon varil).
https://www.enerjiatlasi.com/rezerv/dunya-petrol-rezervi.html, Erişim Tarihi: 15.10.2021.

GFP (Global Fire Power) (2021), 2021 Military Strenght Ranking.


https://www.globalfirepower.com/countries-listing.php, Erişim Tarihi: 05.10.2021.

424
Köksal ŞAHİN

Kökalan Çımrın, F. (2020). Küreselleşme Teorileri: Söylem ve İddialar. Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, 22 (3), 1205-1219.

Pashalieva, M. & Kahraman H. (2016). Bir Geçiş ekonomisi Olarak Kırgızistan’da Doğrudan Yabancı
Yatırımlar ve Orta Asya ile Kıyaslanması. Yönetim ve Ekonomi Dergisi, 23 (1), 163-188.

Şahin K. (2013). Küreselleşme, H. Beşirli, & G. Çapcıoğlu (Ed), Sosyolojiye Giriş içinde (s. 331-362),
Ankara: Grafiker.

Şahin, K. & Candan, Gökçe (2018). Scientific productivity and cooperation in Turkic world: a
bibliometric analysis. Scientometrics, 115 (3), 1199–1229.

Wilson, E J. (2008). Hard Power, Soft Power, Smart Power. The Annals of the American Academy of
Political and Social Science, 616, 110-124.

WPR, (World Population Review), (2021). World Countriesby GDP.


https://worldpopulationreview.com/countries/countries-by-gdp, Erişim Tarihi: 07. 10. 2021.

Web of Science Incites (2021) https://incites.clarivate.com/#/analysis/0/region, Erişim tarihi: 10.


10. 2021.

Web of Science (2021) https://www.webofknowledge.com, Erişim tarihi: 10. 10. 2021.

Yapıcı U. (2015). Yumuşak Güç Ölçülebilir mi?, Uluslararası İlişkiler, 12 (47), 5-25.

425
Türk Fen Bilgisi Öğretmenliği ile Kazak Biyoloji
Öğretmenliği Lisans Programlarının Anahtar
Yetkinlikler Açısından İncelenmesi

Ela Ayşe Köksal1, Dana Bulkhanova Kidirbaikyzy2, Bataeva Dariga


Serikkyzy3

Özet

Eğitimle kazanılan beceriler bireyin yaşam standardına olduğu kadar ülkenin küresel ölçekte rekabet
edebilmesine ve demokratik gelişimine de katkı sağlar. Öğretim programı kazanımlarının kapsadığı temel
beceriler için Türkiye Yeterlikler Çerçevesi (TYÇ) esas alınmıştır. Eğitimin kalitesini artırmak için
öğretmen yetiştirme ve niteliğinin artırılması gerekmektedir. Öğretmenlerin iyi yetiştirilmesi hizmet
öncesi eğitimin niteliğine bağlıdır. Hizmet öncesi eğitimin temelini ise eğitim programı oluşturmaktadır. Bu
çalışmanın amacı, Türk ve Kazak fen bilgisi ve biyoloji öğretmenliği lisans programlarını TYÇ yetkinlikleri
açısından incelemektir. Çalışmayla ortaokul 5-8. sınıflara öğretmen yetiştiren iki programın mevcut
durumunun ortaya konularak ilgili program çıktılarının TYÇ bakımından karşılaştırılmasının yapılması
planlanmıştır. Doküman incelemesi ile lisans öğretmenlik programları, TYÇ yetkinlikleri açısından
incelenmiştir. Veri toplama aracı olarak lisans programlarındaki yetkinlik ifadeleri ile TYÇ Yetkinlik Anketi
kullanılmıştır. Yetkinlik ifadeleri için Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi ile Kazak Ulusal Kızlar Pedagoji
Üniversitesi lisans programları incelenmiştir. Araştırmacılar program çıktılarının ne olduğu ve TYÇ
sınıflandırmasını nasıl yapacakları konusunda anlaşmış ve fikir birliğine varmışlardır. İnceleme WEB
sayfası ve Pasaport denilen dokümanlarda geçen program çıktılarının TYÇ Yetkinlik Anketi’ne göre
sınıflandırılmasıyla yapılmıştır. Araştırmada fen bilgisi öğretmenliği lisans programında matematiksel ve
bilim/teknolojide temel yetkinlikler, sosyal ve vatandaşlıkla ilgili yeterlilik ve öğrenmeyi öğrenme
boyutlarının ön plana çıktığı ancak ana ve yabancı dillerde iletişim, dijital, kültürel farkındalık ve ifade
yetkinliklerinde yetersizlik tespit edilmiştir. Biyoloji lisans programında ise matematiksel ve
bilim/teknolojide temel yetkinlik ve öğrenmeyi öğrenme boyutlarının ön plana çıktığı; ana dilde iletişime
vurgu yapıldığı ancak yabancı dilde iletişim, dijital, sosyal ve vatandaşlıkla ilgili yeterlilik ve kültürel
farkındalık ve ifade yetkinliklerinde eksikler görülmüştür. Her iki programda Girişimcilik boyutu
vurgulanmamıştır. Programlara öğretmen adaylarının girişimcilik yetkinliğini geliştirmeye yönelik
çıktıların eklenmelidir. Yabancı dilde iletişim, dijital ve kültürel farkındalık ve ifade yetkinlikleri
artırılmalıdır. Bu doğrultuda YÖK, MEB ve iş sektörü temsilcileri program yeterliklerini geliştirebilir. Bu
çalışma Türkiye’de öğretmen yetiştirme lisans programlarında 2018 yılında yapılan program değişikliğini
kapsamadığından sonuçları yeni programla karşılaştırılabilir.

Anahtar Kelimeler: Lisans öğretmenlik programları, TYÇ, Türkiye, Kazakistan


1. Giriş

2006’da Avrupa Birliği (AB) tarafından Hayat Boyu Öğrenme anlayışı çerçevesinde üye ülke
vatandaşlarının sahip olmaları gereken yeterlilikler ‘anahtar yeterlilikler’ olarak belirlenmiştir
(European Union, 2006 akt. Bilasa ve Taşpınar, 2017). 2020 hedeflerinde de vurgulandığı gibi küresel

1
Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Matematik ve Fen Bilimleri Eğitimi Bölümü
eakoksal@ohu.edu.tr
2
Kazak Ulusal Kızlar Pedagoji Üniversitesi, Doğa Bilimleri Fakültesi, Biyoloji Bölümü
dana.bulhanova@mail.ru
3
Kazak Ulusal Kızlar Pedagoji Üniversitesi, Doğa Bilimleri Fakültesi, Biyoloji Bölümü
bataevadariga@gmail.com

426
Ela Ayşe Köksal, Dana Bulkhanova Kidirbaikyzy, Bataeva Dariga Serikkyzy

rekabetin hız kazandığı bu dönemde insanlar ortak bazı yeterliliklere sahip olması halinde varlığını
sürdürebilir (AB Bakanlığı, 2014 akt. Bilasa ve Taşpınar, 2017). Bu yeterlilik ve özellikleri şöyledir
(Figel, 2007, 4-12 akt. Bilasa ve Taşpınar, 2017):

1) Ana dilde iletişim: Düşünce, duygu ve gerçekleri sözlü ve yazılı biçimde ifade etme ve yorumlama
ve toplumsal ve kültürel ortamda dil yoluyla uygun şekilde etkileşme yeteneğidir.

2) Yabancı dilde iletişim: Düşünce, duygu ve gerçekleri hem sözlü hem de yazılı biçimde ve toplumsal
ve kültürel ortamda, kendi istek ve gereksinimleri doğrultusunda anlama, ifade etme ve yorumlama
yeteneğidir. Müzakere ve kültürlerarası anlayış ve uzlaşma gibi becerileri de gerektirir. Bireyin
yeterlik düzeyi, dört boyut, farklı diller ve geçmiş yaşantısı, çevre, gereksinim/ilgilerine bağlı olarak
farklılık gösterir.

3) Matematik, fen ve teknolojide temel yetkinlikler: Matematiksel yeterlik, günlük yaşama dair bir
dizi problemin çözülmesi amacıyla zihinsel ve yazılı hesaplamalarda toplama, çıkarma, çarpma,
bölme ve oran bulmadan yararlanma yeteneğidir. Bilgi kadar süreç ve etkinlik de önemlidir.
Matematiksel yeterlik, farklı düzeylerde matematiksel düşünce ve sunuş biçimleri kullanma
konusunda yetenekli ve istekli olmayı da kapsar. Fende yeterlik doğal dünyayı açıklamak ve kanıta
dayalı sonuçlara ulaşmak ve sorunları tanımlayabilmek için gerekli bilgi ve yöntemleri kullanabilme
yeteneği ve isteğidir. Teknolojide yeterlik bu bilgi ve yöntemi insan ihtiyaç ve isteklerine bir cevap
olarak kullanabilmedir.

4) Dijital yeterlilik: Bilimsel yeterlik, soruların belirlenmesi ve kanıta dayalı sonuç çıkarma amacıyla,
doğal dünyanın açıklanmasına yönelik bilgi varlığı ve yöntem bilimden yararlanma yeteneği ve
arzusuna atıfta bulunur. Teknolojik yeterlik, algılanan insan istek ve gereksinimlerine yanıt olarak
bilgi ve yöntemin uygulanması olarak görülür. Her iki yeterlik alanı da insan etkinliklerinden
kaynaklanan değişimler ve her bireyin vatandaş olarak sorumluluklarının farkında olmayı kapsar.

5) Öğrenmeyi öğrenme: Öğrenmenin peşine düşme ve bu konuda ısrarcı olma yeteneğidir. Birey,
kendi öğrenme yaşantısını gerek bireysel gerekse grup içinde etkili zaman ve bilgi yönetimi yoluyla
düzenleyebilmelidir. Bu yeterlik, bireyin var olan olanakları tanıyarak öğrenme gereksinim ve
süreçlerinin farkında olmasını ve öğrenme eyleminde başarı için zorluklarla başa çıkma yeteneğini
kapsar. Bu, yeni bilgi ve beceriler kazanmak, işlemek ve kendine uyarlamak kadar rehberlik desteği
aramak ve bundan yararlanmayı da ifade eder.

6) Sosyal ve beşerî yeterlilikler: Bireyin, özellikle giderek farklılaşan toplumda sosyal ve çalışma
yaşamına etkili ve yapıcı biçimde katılmasına imkân tanıyacak; gerektiğinde bireyi çatışma çözecek
özelliklerle donatan davranış biçimlerini kapsar. Vatandaşlığa ait yeterlik ise bireyi, toplumsal ve
siyasal kavram ve yapılara ilişkin bilgi ve demokratik ve aktif katılım kararlılığı ile siyasi yaşama tam
olarak katılımı yönünde donatır.

7) Girişimcilik: Bireyin düşüncelerini eyleme dönüştürme becerisidir. Yaratıcılık, yenilik ve risk


almanın yanında hedeflere ulaşmak için plan yapma ve proje yönetme yeteneğini de içerir. Bu
yeterlik, bireyi evde ve toplum yaşantısında desteklemekle kalmaz aynı zamanda kendi işinin çeşitli
yönleriyle farkında olmasını, iş fırsatlarını da yakalayabilmesini sağlar. Toplumsal ya da ticari
etkinliklere girişen girişimcilerin gereksindikleri diğer özel beceri ve bilgi için de bir temel oluşturur.

8) Kültürel bilinç ve ifade: Müzik, sahne sanatları, edebiyat ve görsel sanatları da içeren, çeşitli kitle
iletişim araçlarıyla görüş, deneyim ve duyguların yaratıcı bir şekilde ifade edilmesinin önemini takdir
etme becerisidir.

1.1. Ulusal Yeterlik Çerçevesi

427
Ela Ayşe Köksal, Dana Bulkhanova Kidirbaikyzy, Bataeva Dariga Serikkyzy

Bir ülkede mevcut yeterlilikleri tanımlamak, belirli ölçütlere göre sınıflandırmak ve


karşılaştırmak için kullanılan, seviyelerden oluşan ilke ve kurallar bütünüdür. Mevcut yeterliliklerin
sınıflandırılması için referans çerçevesi, yeni yeterliliklerin tasarlanması için kaynak, eğitim-öğretim
programlarının öğrenme kazanımlarına dayalı olarak geliştirilmesi için dayanak, önceki
öğrenmelerin tanınması için uygun süreçlerin hazırlanabileceği bir ortam ve yeterliliklerin karşılıklı
tanınması için araç olarak kullanılmaktadır. Çeşitli ülkelerin UYÇ’lerini uygulamaya başlaması,
UYÇ’ler arasında karşılaştırma yapılması ve UYÇ’lerin birbirleriyle ilişkilendirilmesi gereksinimini
ortaya çıkarmıştır. UYÇ’lerin karşılaştırılmasını kolaylaştırmak ve aralarında bağlantı kurmak için
“üst çerçeveler” geliştirilmiştir. Avrupa’da uluslararası referanslama sistemleri kapsamında, Hayat
Boyu Öğrenme için Avrupa Yeterlilikler Çerçevesi (AYÇ) 1 ve Avrupa Yükseköğretim Alanı
Yeterlilikler Çerçevesi (AYA-YÇ)2 olmak üzere iki üst çerçeve bulunur. AYÇ, Avrupa Parlamentosu ve
Avrupa Konseyi tarafından 23 Nisan 2008 tarihinde 2008/C 111/01 sayılı Tavsiye Kararıyla kabul
edilmiştir. AYÇ, Avrupa’daki yeterliliklerin şeffaflığının sağlanması, yeterliliklerin farklı ülkeler
arasında taşınmasının teşvik edilmesi, yeterliliklerin tanınması ve farklı UYÇ’ler arasında
karşılaştırma yapılabilmesi için bir üst-çerçeve görevi görmektedir. AYÇ’nin temelini; bilgi, beceri ve
yetkinliklerin tanımlandığı sekiz seviye oluşturmaktadır. AYÇ Tavsiye Kararına katılım sağlayan 36
ülke, UYÇ’lerini AYÇ ile ilişkilendirmeyi ve Tavsiye Kararında sunulan uygulama takvimine uymayı
taahhüt etmiş; UYÇ’leri ile AYÇ arasındaki ilişkileri koordine edecek ulusal koordinasyon noktaları
belirlemiştir. Türkiye AYÇ Ulusal Koordinasyon Noktası olan MYK, 2008’den beri AYÇ Danışma
Grubunda ülkemizi temsil etmektedir.

Bologna Süreci, 49 üye ülkede karşılaştırılabilir, rekabetçi ve şeffaf bir yükseköğretim alanı
oluşturmak için sürekli iyileştirilen, dinamik ve ortak bir anlayışa dayalı süreçlerin geliştirilmesini
amaçlamaktadır. Bologna Sürecindeki temel girişimlerden biri, AYA-YÇ’nin geliştirilmesi ve hayata
geçirilmesidir. Türkiye’de Bologna Süreci kapsamındaki çalışmalar Yükseköğretim Kurulu (YÖK)
sorumluluğunda yürütülür. Bu doğrultuda, Türkiye Yükseköğretim Yeterlilikler Çerçevesi (TYYÇ)
hazırlanmış ve uygulanmaktadır. Avrupa Yeterlilikler Çerçevesi ile uyumlu olacak şekilde tasarlanan;
ilk, orta ve yükseköğretim dâhil, meslekî, genel ve akademik eğitim ve öğretim programları ve diğer
öğrenme yollarıyla kazanılan tüm yeterlilik esaslarını gösteren ulusal yeterlilikler çerçevesidir. TYÇ
Anahtar Yetkinlikleri Ana Dilde İletişim, Yabancı Dilde İletişim, Matematik, Fen ve Teknolojide Temel
Yetkinlikler, Dijital Yeterlilik, Öğrenmeyi Öğrenme, Sosyal ve Beşerî Yeterlilikler, Girişimcilik,
Kültürel Bilinç ve İfade olmak üzere sekiz adettir.

Eğitimin kalitesini artırmak için öğretmen yetiştirme ve niteliğinin artırılması gerekmektedir.


Öğretmenlerin iyi yetiştirilmesi hizmet öncesi eğitimin niteliğine bağlıdır. Hizmet öncesi eğitimin
temelini ise eğitim programı oluşturmaktadır. Bu çalışmanın amacı, Türk ve Kazak fen bilgisi ve
biyoloji öğretmenliği lisans programlarını TYÇ yetkinlikleri açısından incelemektir. Çalışmayla ister
Türkiye’de ister Kazakistan’da olsun ortaokul 5-8. sınıflara öğretmen yetiştiren iki programın mevcut
durumunun ortaya konularak ilgili program çıktılarının TYÇ bakımından karşılaştırılmasının
yapılması planlanmıştır. Çalışmanın fen alanında ortaokula öğretmen yetiştiren kurumların
öğretmen yeterliklerini geliştirme ve karşılaştırılmalı eğitim yapan araştırmacılara destek olması
beklenmektedir. Karşılaştırmalı eğitim, farklı kültür ve ülkelerde, eğitim sistemlerinin benzerlik ve
farklılıklarını tanımlamaya yardım eden, benzer görünen olguları açıklayan ve insanları eğitme
yolları hakkında yararlı teklif getiren bir disiplindir (Türkoğlu, 1985, akt. Erdoğan, 2003).

2. Yöntem

Araştırma modeli olarak doküman incelemesi kullanılmıştır. Doküman incelemesi ile lisans
öğretmenlik programları, TYÇ yetkinlikleri açısından incelenmiştir. Araştırma kapsamında veri
toplama aracı olarak lisans programlarındaki yetkinlik ifadeleri ile TYÇ Yetkinlik Anketi
kullanılmıştır. Yetkinlik ifadeleri için Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi ile Kazak Ulusal Kızlar
Pedagoji Üniversitesi lisans programları incelenmiştir. Araştırmacılar program çıktılarının ne olduğu

428
Ela Ayşe Köksal, Dana Bulkhanova Kidirbaikyzy, Bataeva Dariga Serikkyzy

ve TYÇ sınıflandırmasını nasıl yapacakları konusunda anlaşmış ve fikir birliğine varmışlardır.


İnceleme WEB sayfası ve Pasaport denilen dokümanlarda geçen program çıktılarının TYÇ Yetkinlik
Anketi’ne göre sınıflandırılmasıyla yapılmıştır.

Yeterlilik, AYÇ’de yetkili otorite tarafından bireyin öğrenme kazanımlarını belirli ölçütlere göre
edindiğinin bir değerlendirme ve geçerlilik kazandırma süreci sonunda tanınması durumunda elde
edilen resmi çıktı olarak tanımlanmıştır. TYÇ yönetmeliğinde ise sorumlu kurum tarafından bireyin
öğrenme kazanımlarını belirli ölçütlere göre edindiğinin bir değerlendirme ve geçerlilik kazandırma
sürecinin sonunda tanınması halinde elde edilen resmî belgedir.

Türkiye Cumhuriyeti Eğitim Sistemi 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’na göre “Örgün
Eğitim” ve “Yaygın Eğitim” olmak üzere iki bölümdür (Savaş, 2010). Örgün eğitimden yararlanmamış
kimselere okuma-yazma öğretmek, eksik eğitimlerini tamamlamak, çeşitli mesleklerde çalışanların
daha iyi yetişmelerini sağlamak ve gelişmeleri için gerekli bilgi ve beceri kazandırmak maksadıyla
yapılan çalışmalar Yaygın Eğitim olarak bilinir. Kurumları; Pratik Kız Sanat Okulları, Olgunlaşma
Enstitüleri, Endüstri Pratik Sanat Okulları, Yetişkinler Teknik Eğitim Merkezi, Halk Eğitim Merkezleri,
Çıraklık Eğitim Merkezleri, Özel Kurslar, Özel Dershaneler, Merkezi Eğitim Merkezleridir. Örgün
Eğitimde (okul sistemi) şu kademeler bulunur:

1. Okul öncesi eğitim

2. İlköğretim: 5 yıllık ilkokullar ve 3 yıllık ortaokulların birlikte olduğu ilköğretim okullarıdır.

3. Ortaöğretim: İlköğretimin devamı olarak en az 3 yıllık öğrenim veren lise, meslek ve teknik liseleri
kapsar. Bunlar: Liseler, Anadolu Liseleri, Fen Liseleri, Anadolu Öğretmen Liseleri, Anadolu Güzel
Sanatlar Liseleri, Akşam Liseleri ve Özel Liselerdir.

4. Yükseköğretim: Öğrenciler, ortaöğretim kurumlarından mezun olduktan sonra her yıl haziran
ayında Yüksek Öğretim Kurulu Öğrenci Seçme Yerleştirme Merkezi tarafından yapılan üniversiteye
giriş sınavına girerek alacağı puana göre tercih ettiği bir üniversiteye yerleştirilir.

Kazakistan Cumhuriyet eğitim sistemi yedi basamaklıdır (Savaş, 2010):

1. Okul Öncesi: Çocuğu hayata hazırlamak ve sosyalleşmesini hızlandırmak maksadıyla eğitim verilir.
Ana dille birlikte Rusça, İngilizce ve Almanca öğretilir.

2. Genel Orta: Zorunlu eğitim 11 yıldır. Anayasanın eğitim hakkındaki maddesi doğrultusunda orta
öğretimin zorunlu hale gelmesi ve 9. sınıfı bitiren bir öğrencinin 10. ve 11. sınıfları olurken belli bir
mesleğe yönelik hazırlanması değişik kurumlarda iş bulma şansını artırmaktadır.

3. Mesleki Teknik: İşgücünün bilgi düzeyini arttırmaya, işsizleri, işten çıkmış olan çalışanlarla
memurların istihdamının yeniden yapılandırılması çalışmalarına yöneldi. Bu durum geçim sıkıntısı
çeken ailelerin gençlerini ve 15–18 yaşları arasındaki yetim ve öksüz çocukların sosyal korunmaya
alınmasının önemli bir faktörü oldu. Mesleki teknik liselerde cezaevinden çıkan, askerlikten dönen ya
da işsiz olan gençlere de eğitim sunularak iş imkânı oluşturulur.

4. Okul Dışı: Gençlerin boş zamanlarını değerlendirme, bilimsel alanlarda kendilerini geliştirme ve
seçtikleri bir meslekte kişisel bilgi ve becerilerinin gelişmesine yardımcı; bilim merkezi, sanat ve
müzik okulu, öğrenci yurdu, turistik merkez, stadyum, çocuk parkı ve denizcilik merkezleridir.

5. Özel Orta: Bu konuda tecrübe sahibi değişik ülkelerin açmış oldukları lise ve üniversite düzeyinde
eğitim kurumları vardır. Gündüz eğitimi veren bu eğitim kurumları Eğitim Bakanlığı bünyesinde
faaliyet göstermektedir.

429
Ela Ayşe Köksal, Dana Bulkhanova Kidirbaikyzy, Bataeva Dariga Serikkyzy

6. Yüksek Öğretim: 4-7 yıldır.

7. Diploma Sonrası: Üniversitelerde 3 yıl yüksek lisans ve 3 yıl da doktora eğitimi yapılmaktadır

3. Bulgular

3.1. Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi Yeterliklerinin Sınıflandırılması

Tablo 1’e göre alana özgü beceri ve yetkinlikler bağlamında temel anahtar yeterliğin matematik,
fen ve teknolojide temel yetkinlik olduğu görülmektedir. Öğrenmeyi öğrenme anahtar yetkinliği alana
özgü beceri ve yetkinliklerden sadece fen konularını birbiriyle ilişkilendirme ile bağdaştırtılmıştır.
Ana ve yabancı dillerde iletişim, dijital yeterlik, sosyal ve beşerî yeterlik, girişimcilik ve kültürel
bilinç-ifade anahtar yeterlikleri vurgulanmamıştır.

Tablo 1. NÖHÜ FBÖ Alana Özgü Beceri ve Yetkinliklerin Anahtar Yetkinliklerle İlişkisi

Alana Özgü Beceri ve Yetkinlikler Anahtar yeterlilikler

Ana Yabancı Matematik, fen Dijital Öğrenmeyi Sosyal ve Girişimcilik Kültürel


dilde dilde ve teknolojide yeterlilik öğrenme beşeri bilinç ve
iletişim iletişim temel yetkinlik yeterlilik ifade

Temel fen bilimleri (fizik, kimya, biyoloji) X


konularında bilgi sahibi olma

Fen konularını hayatla ilişkilendirme X

Fen konularını birbirleriyle ilişkilendirme X X

Matematiksel kuramları fene uygulama X

Fen-teknoloji-toplum ve çevre ilişkileri hakkında X


farkındalık

Bilimsel süreç becerileri X

Tablo 2’ye göre genel yetkinlikler bağlamında temel anahtar yeterliğin matematik, fen ve
teknolojide temel yetkinlik olduğu görülmektedir. Öğrenmeyi öğrenme anahtar yetkinliği genel
yetkinliklerden iletişim becerileri; öğrenmeyi öğrenme anahtar yeterliği problem çözme becerileri ile
bağdaştırtılmıştır. Ana ve yabancı dillerde iletişim, dijital yeterlik, sosyal ve beşerî yeterlik,
girişimcilik ve kültürel bilinç-ifade anahtar yeterlikleri vurgulanmamıştır. Öğretmenlik meslek
bilgileri ve eğitim teknolojilerini beceriyle kullanma genel yetkinliğinin matematik, fen ve teknolojide
temel yetkinlik dışında ilişkili olduğu bir anahtar yetkinlik yoktur.

Tablo 2. NÖHÜ FBÖ Genel Yetkinliklerin Anahtar Yetkinliklerle İlişkisi

Genel Anahtar yeterlilikler


Yetkinlikler
Ana dilde Yabancı Matematik, fen ve Dijital Öğrenmeyi Sosyal ve Girişimcilik Kültürel
iletişim dilde teknolojide temel yeterlilik öğrenme beşeri bilinç ve
iletişim yetkinlik yeterlilik ifade

Öğretmenlik X
meslek bilgileri

İletişim becerileri X X

Problem çözme X X
becerileri

Eğitim X
teknolojilerini
beceriyle kullanma

430
Ela Ayşe Köksal, Dana Bulkhanova Kidirbaikyzy, Bataeva Dariga Serikkyzy

Tablo 3’e göre fen bilgisi öğretmenliği eğitim amaçları bağlamında temel anahtar yeterliğin
matematik, fen ve teknolojide temel yetkinlik olduğu görülmektedir. Çevre bilinci geliştirmek ve
çevre sorunlarına duyarlılık kazandırmak amacının sosyal ve beşerî yeterlik ile hem fen bilimlerinde
hem de öğretmenlik mesleğindeki en son gelişme ve yenilikleri takip edebilmeleri için temel düzeyde
yabancı dil bilgisi vermek amacının yabancı dilde iletişim anahtar yeterliği ile ilişkilidir. Ana dilde
iletişim, öğrenmeyi öğrenme, girişimcilik ve kültürel bilinç-ifade anahtar yeterlikleri
vurgulanmamıştır. Fen konularında temel bilgilerin yanı sıra bu konuların öğretimine ilişkin yöntem
ve teknikleri de öğretmen adaylarına kazandırmak; Laboratuvar ekipmanları ve eğitim teknolojilerini
fen öğretiminde kullanma becerilerini kazandırmak; Bilimsel gelişmelerin ve bunların doğurduğu
teknolojilerin ülkelerin kalkınmasına olan katkısını örneklerle sunmak ve bu konuda bilinç
geliştirmek amaçlarının matematik, fen ve teknolojide temel yetkinlik dışında ilişkili olduğu bir
anahtar yetkinliği yoktur.

Tablo 3. NÖHÜ FBÖ Eğitim Amaçlarının Anahtar Yetkinliklerle İlişkisi

Fen Bilgisi Öğretmenliği Eğitim Amaçları Anahtar yeterlilikler

Ana Yabancı Matematik, fen Dijital Öğrenmeyi Sosyal ve Girişimcilik Kültürel


dilde dilde ve teknolojide yeterlilik öğrenme beşeri bilinç ve
iletişim iletişim temel yetkinlik yeterlilik ifade

Fen konularında temel bilgilerin yanı sıra bu X


konuların öğretimine ilişkin yöntem ve teknikleri
de öğretmen adaylarına kazandırmak

Laboratuvar ekipmanları ve eğitim teknolojilerini X


fen öğretiminde kullanma becerilerini
kazandırmak

Laboratuvar çalışmalarıyla öğrencilerin bilimsel X


süreç becerilerini geliştirmek

Çevre bilinci geliştirmek ve çevre sorunlarına X X


duyarlılık kazandırmak

Hem fen bilimlerinde hem de öğretmenlik X X


mesleğindeki en son gelişme ve yenilikleri takip
edebilmeleri için temel düzeyde yabancı dil
bilgisi vermek

Bilimsel gelişmelerin ve bunların doğurduğu X


teknolojilerin ülkelerin kalkınmasına olan
katkısını örneklerle sunmak ve bu konuda bilinç
geliştirmek

Tablo 4’e göre fen bilgisi öğretmenliği program çıktıları bağlamında temel anahtar yeterliğin
matematik, fen ve teknolojide temel yetkinlik olduğu görülmektedir. 17 program çıktısının (Fen
Bilgisi Öğretmenliği alan dersleri ve Öğretmenlik mesleği alanındaki kavramlar konusunda bilgi
sahibidir; Bilimsel bilginin önemini kavrar; Bilginin kaynaklarının geçerlilik ve güvenilirliğini
değerlendirir; Ortaokullarda Fen Bilgisi Öğretmenliği alanı ile ilgili öğretim programları hakkında
bilgi sahibidir; Öğretim stratejisi, yöntem ve teknikleri ile ölçme ve değerlendirme tekniklerini
geliştirir; Eğitim bilimlerinde yapılan bilimsel anketleri yorumlar; Bilimin doğası konusu üzerine
öğrencilerinin dikkatini çeker; Kendi sınıflarında öğrenci merkezli ve öğrenme odaklı bir yaklaşım
kullanır; Eğitim öğretiminde bireysel farklıkları dikkate alarak, uygun öğretim stratejisi geliştirir;
Konu alanlarına göre malzemeleri hazırlar; Laboratuvar malzemelerini kullanarak deneyler geliştirir;
Her koşul ve durumda sorumluluk alır; Ulusal ve uluslararası bilimsel malzemeleri ve Ortaokul
programında yer alan yeni trendleri takip eder; Gerektiğinde bilgi güncellemek için gerekli tedbirleri
alır; Öğretmenlik mesleğini temsil yeteneğine sahip olur; Milli Eğitim Temel Kanunu ilkelerini
uygular; İş güvenliği ve çevre koruma ile ilgili tüm kaynakları kullanır) matematik, fen ve teknolojide
temel yetkinlik dışında ilişkili olduğu bir anahtar yetkinliği yoktur. Sosyal ve kültürel faaliyetleri
planlar ve yürütür; Liderliğini yaptığı takım çalışmalarını etkin bir şekilde yönlendirir; Demokrasi,
insan hakları, toplumsal, bilimsel ve mesleki etik değerlere uygun yaşama ve davranış profili çizer

431
Ela Ayşe Köksal, Dana Bulkhanova Kidirbaikyzy, Bataeva Dariga Serikkyzy

çıktıları sosyal ve beşerî yeterlik ile de ilişkilidir. Ortaokullarda öğrencinin gelişim özellikleriyle ilgili
problemlere çözüm önerileri geliştirir; Fen Bilgisi Öğretmenliği alanı ve öğretmenlik mesleği ile ilgili
bilgi kaynaklarını kullanır çıktıları öğrenmeyi öğrenme anahtar yeterliği ile ilişkilidir. Etkili bilgiye
ulaşmak için modern teknolojiyi kullanır çıktısı dijital yeterlik ile ilişkilidir. Sanatsal ve kültürel
etkinliklere katılır çıktısı kültürel bilinç ve ifade anahtar yeterliği ile ilgilidir. Öğrenci-aile-okul
üçgeninde iş birliğine açık iletişim kurar ana dilde iletişim; Bir yabancı dil kullanarak alanıyla ilgili
gelişmeleri takip eder çıktısı da yabancı dilde iletişim temel yeterliği kapsamında düşünülmüştür.

Tablo 4. NÖHÜ FBÖ Program Çıktılarının Anahtar Yetkinliklerle İlişkisi

Fen Bilgisi Öğretmenliği Anahtar yeterlilikler


Program Çıktıları
Ana Yaban Matema Dijital Öğrenm Sosya Girişim Kült
dilde cı tik, fen yeterl eyi l ve cilik ürel
iletişi dilde ve ilik öğrenm beşer bilin
m iletişi teknoloj e i ç ve
m ide yeterl ifade
temel ilik
yetkinli
k

Fen Bilgisi Öğretmenliği X


alan dersleri ve
öğretmenlik mesleği
alanındaki kavramlar
konusunda bilgi sahibidir.

Bilimsel bilginin önemini


kavrar.

Bilginin kaynaklarının
geçerlilik ve güvenilirliğini
değerlendirir.

Ortaokullarda Fen Bilgisi


Öğretmenliği alanı ile ilgili
öğretim programları
hakkında bilgi sahibidir.

Öğretim stratejisi, yöntem


ve teknikleri ile ölçme ve
değerlendirme
tekniklerini geliştirir.

Eğitim bilimlerinde
yapılan bilimsel anketleri
yorumlar.

Bilimin doğası konusu


üzerine öğrencilerinin
dikkatini çeker.

Kendi sınıflarında öğrenci


merkezli ve öğrenme
odaklı bir yaklaşım

432
Ela Ayşe Köksal, Dana Bulkhanova Kidirbaikyzy, Bataeva Dariga Serikkyzy

kullanır.

Eğitim öğretiminde
bireysel farklıkları dikkate
alarak, uygun öğretim
stratejisi geliştirir.

Konu alanlarına göre


malzemeleri hazırlar.

Laboratuvar
malzemelerini kullanarak
deneyler geliştirir.

Her koşul ve durumda


sorumluluk alır.

Ulusal ve uluslararası
bilimsel malzemeleri ve
Ortaokul programında yer
alan yeni trendleri takip
eder.

Gerektiğinde bilgi
güncellemek için gerekli
tedbirleri alır.

Öğretmenlik mesleğini
temsil yeteneğine sahip
olur.

Milli Eğitim Temel Kanunu


ilkelerini uygular.

İş güvenliği ve çevre
koruma ile ilgili tüm
kaynakları kullanır.

Ortaokullarda öğrencinin X X
gelişim özellikleriyle ilgili
problemlere çözüm
önerileri geliştirir.

Fen Bilgisi Öğretmenliği


alanı ve öğretmenlik
mesleği ile ilgili bilgi
kaynaklarını kullanır.

Sosyal ve kültürel X X
faaliyetleri planlar ve
yürütür. Liderliğini yaptığı
takım çalışmalarını etkin
bir şekilde yönlendirir.
Demokrasi, insan hakları,
toplumsal, bilimsel ve
mesleki etik değerlere

433
Ela Ayşe Köksal, Dana Bulkhanova Kidirbaikyzy, Bataeva Dariga Serikkyzy

uygun yaşama ve davranış


profili çizer.

Etkili bilgiye ulaşmak için X X


modern teknolojiyi
kullanır.

Sanatsal ve kültürel X X
etkinliklere katılır.

Öğrenci-aile-okul X X
üçgeninde iş birliğine açık
iletişim kurar.

Bir yabancı dil kullanarak X X


alanıyla ilgili gelişmeleri
takip eder.

Tablo 5’e göre hedefler bağlamında temel anahtar yeterliğin matematik, fen ve teknolojide
temel yetkinlik olduğu görülmektedir. 8 hedefin (Fen bilgisi öğretmen adaylarına temel alan
bilgilerini kazandırmak; Fende bilim adamlarının bilimsel bilgi üretirken izledikleri yöntemleri
tanıtmak; Olayları yorumlama ve analiz etmede kullanmaları için bilimsel bakış açısı kazandırmak;
Laboratuvar çalışmalarının gerektirdiği bilgi ve deneyimleri kazandırmak; Basit araç gereçlerle fen
dersi materyalleri geliştirmeyi öğretmek; Bilim tarihini tanıtmak; Çeşitli öğrenme kuramlarını
tanıtmak; Fen ve Teknoloji dersi müfredat programında yaşanan gelişme ve değişiklikleri tanıtmak)
matematik, fen ve teknolojide temel yetkinlik dışında ilişkili olduğu bir anahtar yetkinliği yoktur.
Fenin teknolojideki uygulama alanlarını tanıtmak ve bunların toplumsal faydaları konusunda
farkındalık yaratmak hedefi hem dijital yeterlik hem de girişimcilik anahtar yeterlikleri ile ilişkilidir.
Öğrencilerin fen bilimlerine yönelik pozitif tutumlar geliştirmesini sağlamak hedefi öğrenmeyi
öğrenme anahtar yeterliği ile Çevre bilinci geliştirme hedefi ise girişimcilik anahtar yeterliği ile
ilişkilidir.

Tablo 5. NÖHÜ FBÖ Hedeflerinin Anahtar Yetkinliklerle İlişkisi

Hedefler Anahtar yeterlilikler

Ana Yabanc Matemati Dijital Öğrenmey Sosyal Girişimcili Kültüre


dilde ı dilde k, fen ve yeterlili i öğrenme ve k l bilinç
iletişi iletişi teknolojid k beşerî ve
m m e temel yeterlili ifade
yetkinlik k

1.Fen bilgisi X
öğretmen
adaylarına
temel alan
bilgilerini
kazandırmak

2.Fende X
bilim
adamlarının

434
Ela Ayşe Köksal, Dana Bulkhanova Kidirbaikyzy, Bataeva Dariga Serikkyzy

bilimsel bilgi
üretirken
izledikleri
yöntemleri
tanıtmak

3.Olayları X
yorumlama
ve analiz
etmede
kullanmaları
için bilimsel
bakış açısı
kazandırmak

4.Öğrencileri X X
n fen
bilimlerine
yönelik
pozitif
tutumlar
geliştirmesin
i sağlamak

5.Fenin, X X X
teknolojideki
uygulama
alanlarını
tanıtmak ve
bunların
toplumsal
faydaları
konusunda
farkındalık
yaratmak

6.Laboratuva X
r
çalışmalarını
n
gerektirdiği
bilgi ve
deneyimleri
kazandırmak

7.Basit araç X
gereçlerle
fen dersi
materyalleri
geliştirmeyi
öğretmek

8.Bilim X

435
Ela Ayşe Köksal, Dana Bulkhanova Kidirbaikyzy, Bataeva Dariga Serikkyzy

tarihini
tanıtmak

9.Çevre X X
bilinci
geliştirme

10.Çeşitli X
öğrenme
kuramlarını
tanıtmak

11.Fen ve X
Teknoloji
dersi
müfredat
programında
yaşanan
gelişme ve
değişiklikleri
tanıtmak

3.2. Kazak Ulusal Kızlar Pedagoji Üniversitesi Yeterliklerinin Sınıflandırılması

Tablo 6’ya göre temel yeterlikler bağlamında Kültürel ve Kültürel Yeterlikler başlığı altındaki
yeterlikler anahtar yeterliklerin neredeyse hepsi ile (öğrenmeyi öğrenme hariç) ilişkilidir. Kişisel
yeterlik başlığı altındaki yeterlikler anahtar yeterliklerin çoğu ile ilgili olan diğer bir temel yeterlik
alanıdır. Buradaki yeterlikler ana ve yabancı dilde iletişim; dijital yeterlik dışında tüm anahtar
yeterlikleri kapsamaktadır. Mesleki Yeterlik alanı ise sadece matematik, fen ve teknolojide temel
yetkinlik anahtar yeterliğini içermektedir.

Tablo 6. KUKPÜ BEP Temel Yeterliklerinin Anahtar Yetkinliklerle İlişkisi

Temel Anahtar yeterlilikler


Yeterlikler
Ana Yaban Matemati Dijital Öğrenm Sosyal ve Girişimcilik Kültü
dilde cı k, fen ve yeterlili eyi beşeri rel
iletişi dilde teknoloji k öğrenm yeterlilik bilinç
m iletişi de temel e ve
m yetkinlik ifade

Kişisel x x x x x
yeterlilik

Kültürel ve x x x x x x x
kültürel
yeterlilikler

Mesleki x
yeterlilik

436
Ela Ayşe Köksal, Dana Bulkhanova Kidirbaikyzy, Bataeva Dariga Serikkyzy

Tablo 7’ye göre biyoloji eğitimi program çıktıları bağlamında temel anahtar yeterliklerin
matematik, fen ve teknolojide temel yetkinlik ve öğrenmeyi öğrenme olduğu görülmektedir. 6
program çıktısı matematik, fen ve teknolojide temel yetkinlik, 4 program çıktısı da öğrenmeyi
öğrenme ile ilgilidir. Canlıların yapısal, işlevsel ve gelişimsel özelliklerini öğrenme ve öğrenme
sürecinde teorik ve pratik bilgilerin uygulanması; Araştırmanın amacını ve ilkelerini belirleme,
biyolojik deney sonuçlarını göz önünde bulundurarak bilimsel motivasyonlu kararlar verebilme, elde
edilen sonuçları formüle edebilme; Laboratuvarda elde edilen deneysel verilerin yorumu ve
yorumlanması; çıktıları her iki yetkinlikle ilişkilendirilmiştir. Tarımsal biyoteknoloji ve mikrobiyoloji
endüstrisinde genetik mühendisliğinin kullanımı, hazırlık ve hazırlık becerisi; İnsan vücudunun temel
yapısını, tarihsel gelişimini, yaşını ve kişiliğini ve çevre ile etkileşimlerini sentezleyebilir çıktıları
sadece matematik, fen ve teknolojide temel yetkinlik ile ilgilidir. Modern biyoloji bilimleri bilgisi,
yüksek vasıflı öğretmenlerin deneyimini inceleme, toplama, yayma ve uygulama çıktısı sadece
öğrenmeyi öğrenme ile ilgilidir. Bilimsel analize dayalı olarak Kazakistan tarihi gelişiminin ve
yurttaşlığın temel aşamalarını, özelliklerini ve düzenlerini anlamak çıktısı ana dilde iletişim ile
Kişisel, kültürlerarası ve endüstriyel (profesyonel) iletişim konularını ele almak için Kazakça, Rusça
ve yabancı dillerde diyalog ve yazılı iletişim çıktısı ise hem ana hem de yabancı dilde iletişimle
ilişkilendirilmiştir. Felsefe, sosyoloji, siyaset bilimi, kültür bilimi ve psikoloji bilgisi dikkate alınarak,
insan, sosyal ve profesyonel iletişimin çeşitli alanlarındaki durumun değerlendirilmesi çıktısı sosyal
ve beşeri yeterlik ile; Kişisel hizmette çeşitli bilgi ve iletişim teknolojilerinin oluşturulması: Bilgilerin
aranması, saklanması, işlenmesi, korunması ve yayılması için İnternet kaynaklarının, bulut ve mobil
hizmetlerin kullanılması çıktısı dijital yeterlik ile; Kişisel gelişim ve kariyer gelişimine doğru,
kişiselleştirilmiş bir yaşam yörüngesi yaratma, beden eğitimi yöntemleri ve araçları ile tam sosyal ve
profesyonel etkinlikler sağlamak için sağlıklı bir yaşam tarzı geliştirmek çıktısı kültürel bilinç ve ifade
ile ilgilidir.

Tablo 7. KUKPÜ BEP Program Çıktılarının Anahtar Yetkinliklerle İlişkisi

Biyoloji eğitimi program Anahtar yeterlilikler


çıktıları
Ana Yaban Matema Dijital Öğrenm Sosyal Girişim Kültü
dilde cı tik, fen yeterl eyi ve cilik rel
iletişi dilde ve ilik öğrenm beşeri bilinç
m iletişi teknoloj e yeterl ve
m ide ilik ifade
temel
yetkinli
k

Bilimsel analize dayalı X


olarak Kazakistan tarihi
gelişiminin ve yurttaşlığın
temel aşamalarını,
özelliklerini ve
düzenlerini anlamak

Felsefe, sosyoloji, siyaset X


bilimi, kültür bilimi ve
psikoloji bilgisi dikkate
alınarak, insan, sosyal ve
profesyonel iletişimin
çeşitli alanlarındaki
durumun

437
Ela Ayşe Köksal, Dana Bulkhanova Kidirbaikyzy, Bataeva Dariga Serikkyzy

değerlendirilmesi;

Kişisel, kültürlerarası ve X X
endüstriyel (profesyonel)
iletişim konularını ele
almak için Kazakça, Rusça
ve yabancı dillerde diyalog
ve yazılı iletişim;

Kişisel hizmette çeşitli X


bilgi ve iletişim
teknolojilerinin
oluşturulması: Bilgilerin
aranması, saklanması,
işlenmesi, korunması ve
yayılması için İnternet
kaynaklarının, bulut ve
mobil hizmetlerin
kullanılması;

Kişisel gelişim ve kariyer X


gelişimine doğru,
kişiselleştirilmiş bir
yaşam yörüngesi yaratma,
beden eğitimi yöntemleri
ve araçları ile tam sosyal
ve profesyonel etkinlikler
sağlamak için sağlıklı bir
yaşam tarzı geliştirmek;

Canlıların yapısal, işlevsel X X


ve gelişimsel özelliklerini
öğrenme ve öğrenme
sürecinde teorik ve pratik
bilgilerin uygulanması;

Araştırmanın amacını ve
ilkelerini belirleme,
biyolojik deney
sonuçlarını göz önünde
bulundurarak bilimsel
motivasyonlu kararlar
verebilme, elde edilen
sonuçları formüle
edebilme;

Laboratuvarda elde edilen


deneysel verilerin yorumu
ve yorumlanması;

438
Ela Ayşe Köksal, Dana Bulkhanova Kidirbaikyzy, Bataeva Dariga Serikkyzy

Tarımsal biyoteknoloji ve X
mikrobiyoloji
endüstrisinde genetik
mühendisliğinin
kullanımı, hazırlık ve
hazırlık becerisi;

İnsan vücudunun temel


yapısını, tarihsel
gelişimini, yaşını ve
kişiliğini ve çevre ile
etkileşimlerini
sentezleyebilir;

Pedagojik faaliyetlerde
oldukça motive edicidir,
öz-eğitime ve öz-
farkındalığa isteklidir

Modern biyoloji bilimleri X


bilgisi, yüksek vasıflı
öğretmenlerin deneyimini
inceleme, toplama, yayma
ve uygulama;

Tablo 8’den görüleceği üzere program yeterlikleri bakımından Niğde Ömer Halisdemir
Üniversitesi Fen Bilgisi Öğretmenliği lisans programı ile Kazak Ulusal Kızlar Pedagoji Üniversitesi
Biyoloji lisans programı bazı bakımlardan ortak bazı bakımlardan farklı çıktılar içermektedir.
NÖHÜ’deki bazı çıktılar KUKPÜ’deki tek çıktıya karşılık gelmektedir: “PÇ1. Fen Bilgisi Öğretmenliği
alan dersleri ve Öğretmenlik mesleği alanındaki kavramlar konusunda bilgi sahibidir.” ile “PÇ7. Fen
Bilgisi Öğretmenliği alanı ve öğretmenlik mesleği ile ilgili bilgi kaynaklarını kullanır” çıktılarına
karşılık “PÇ6. Canlıların yapısal, işlevsel ve gelişimsel özelliklerini öğrenme ve öğrenme sürecinde
teorik ve pratik bilgilerin uygulanması” çıktısı. Ayrıca “PÇ20. Sanatsal ve kültürel etkinliklere katılır”
ile “PÇ24. Demokrasi, insan hakları, toplumsal, bilimsel ve mesleki etik değerlere uygun yaşama ve
davranış profili çizer” çıktılarına karşılık “PÇ5. Kişisel gelişim ve kariyer gelişimine doğru,
kişiselleştirilmiş bir yaşam yörüngesi yaratma, beden eğitimi yöntemleri ve araçları ile tam sosyal ve
profesyonel etkinlikler sağlamak için sağlıklı bir yaşam tarzı geliştirmek” çıktısı. Dolayısıyla NÖHÜ
FBÖ’de 13 çıktı KUKPÜ Biyoloji bölümünün 11 çıktısı ile ortaktır.

Bilimsel bilginin önemini kavrar; Ortaokullarda Fen Bilgisi Öğretmenliği alanı ile ilgili öğretim
programları hakkında bilgi sahibidir; Öğretim stratejisi, yöntem ve teknikleri ile ölçme ve
değerlendirme tekniklerini geliştirir; Liderliğini yaptığı takım çalışmalarını etkin bir şekilde
yönlendirir; Her koşul ve durumda sorumluluk alır; Ulusal ve uluslararası bilimsel malzemeleri ve
Ortaokul programında yer alan yeni trendleri takip eder; Gerektiğinde bilgi güncellemek için gerekli
tedbirleri alır; İş güvenliği ve çevre koruma ile ilgili tüm kaynakları kullanır olarak belirtilen çıktılar
sadece NÖHÜ FBÖ’ye mahsustur. Buna karşılık PÇ9. Tarımsal biyoteknoloji ve mikrobiyoloji
endüstrisinde genetik mühendisliğinin kullanımı, hazırlık ve hazırlık becerisi olarak belirtilen çıktı
sadece KUKPÜ Biyoloji bölümü için geçerlidir.

Tablo 8. NÖHÜ Fen Bilgisi Öğretmenliği ile KUKPÜ Biyoloji Lisans Program Yeterliliklerin
Karşılaştırılması

NÖHÜ Fen Bilgisi Öğretmenliği KUKPÜ Biyoloji

439
Ela Ayşe Köksal, Dana Bulkhanova Kidirbaikyzy, Bataeva Dariga Serikkyzy

PÇ1. Fen Bilgisi Öğretmenliği alan dersleri ve PÇ6. Canlıların yapısal, işlevsel ve gelişimsel
Öğretmenlik mesleği alanındaki kavramlar özelliklerini öğrenme ve öğrenme sürecinde teorik
konusunda bilgi sahibidir. ve pratik bilgilerin uygulanması;

PÇ7. Fen Bilgisi Öğretmenliği alanı ve öğretmenlik


mesleği ile ilgili bilgi kaynaklarını kullanır.

PÇ2. Bilimsel bilginin önemini kavrar.

PÇ3. Bilginin kaynaklarının geçerlilik ve PÇ7. Araştırmanın amacını ve ilkelerini belirleme,


güvenilirliğini değerlendirir. biyolojik deney sonuçlarını göz önünde
bulundurarak bilimsel motivasyonlu kararlar
verebilme, elde edilen sonuçları formüle edebilme

PÇ4. Ortaokullarda Fen Bilgisi Öğretmenliği alanı ile


ilgili öğretim programları hakkında bilgi sahibidir.

PÇ5. Öğretim stratejisi, yöntem ve teknikleri ile


ölçme ve değerlendirme tekniklerini geliştirir.

PÇ6. Ortaokullarda öğrencinin gelişim özellikleriyle PÇ10. İnsan vücudunun temel yapısını, tarihsel
ilgili problemlere çözüm önerileri geliştirir. gelişimini, yaşını ve kişiliğini ve çevre ile
etkileşimlerini sentezleyebilir

PÇ8. Eğitim bilimlerinde yapılan bilimsel anketleri


yorumlar.

PÇ9. Bilimin doğası konusu üzerine öğrencilerinin


dikkatini çeker.

PÇ10. Kendi sınıflarında öğrenci merkezli ve


öğrenme odaklı bir yaklaşım kullanır.

PÇ11. Eğitim öğretiminde bireysel farklıkları PÇ12. Pedagojik faaliyetlerde oldukça motive
dikkate alarak, uygun öğretim stratejisi geliştirir. edicidir, öz-eğitime ve öz-farkındalığa isteklidir.

PÇ12. Konu alanlarına göre malzemeleri hazırlar.

PÇ13. Sosyal ve kültürel faaliyetleri planlar ve


yürütür.

Tablo 8. NÖHÜ Fen Bilgisi Öğretmenliği ile KUKPÜ Biyoloji Lisans Program Yeterliliklerin Karşılaştırılması

NÖHÜ Fen Bilgisi Öğretmenliği KUKPÜ Biyoloji

PÇ14. Laboratuvar malzemelerini kullanarak PÇ8. Laboratuvarda elde edilen deneysel verilerin
deneyler geliştirir. yorumu ve yorumlanması

PÇ15. Liderliğini yaptığı takım çalışmalarını etkin


bir şekilde yönlendirir.

PÇ16. Her koşul ve durumda sorumluluk alır.

PÇ17. Ulusal ve uluslararası bilimsel malzemeleri


ve Ortaokul programında yer alan yeni trendleri

440
Ela Ayşe Köksal, Dana Bulkhanova Kidirbaikyzy, Bataeva Dariga Serikkyzy

takip eder.

PÇ18. Gerektiğinde bilgi güncellemek için gerekli


tedbirleri alır.

PÇ19. Etkili bilgiye ulaşmak için modern teknolojiyi PÇ4. Kişisel hizmette çeşitli bilgi ve iletişim
kullanır. teknolojilerinin oluşturulması: Bilgilerin aranması,
saklanması, işlenmesi, korunması ve yayılması için
İnternet kaynaklarının, bulut ve mobil hizmetlerin
kullanılması

PÇ21. Öğrenci-aile-okul üçgeninde iş birliğine açık PÇ2. Felsefe, sosyoloji, siyaset bilimi, kültür bilimi
iletişim kurar. ve psikoloji bilgisi dikkate alınarak, insan, sosyal ve
profesyonel iletişimin çeşitli alanlarındaki durumun
değerlendirilmesi

PÇ22. Bir yabancı dil kullanarak alanıyla ilgili PÇ3. Kişisel, kültürlerarası ve endüstriyel
gelişmeleri takip eder. (profesyonel) iletişim konularını ele almak için
Kazakça, Rusça ve yabancı dillerde diyalog ve yazılı
iletişim

PÇ23. Öğretmenlik mesleğini temsil yeteneğine PÇ11. Modern biyoloji bilimleri bilgisi, yüksek vasıflı
sahip olur. öğretmenlerin deneyimini inceleme, toplama,
yayma ve uygulama

PÇ20. Sanatsal ve kültürel etkinliklere katılır. PÇ5. Kişisel gelişim ve kariyer gelişimine doğru,
kişiselleştirilmiş bir yaşam yörüngesi yaratma,
PÇ24. Demokrasi, insan hakları, toplumsal, bilimsel beden eğitimi yöntemleri ve araçları ile tam sosyal
ve mesleki etik değerlere uygun yaşama ve ve profesyonel etkinlikler sağlamak için sağlıklı bir
davranış profili çizer. yaşam tarzı geliştirmek

PÇ25. Milli Eğitim Temel Kanunu ilkelerini uygular. PÇ1. Bilimsel analize dayalı olarak Kazakistan tarihi
gelişiminin ve yurttaşlığın temel aşamalarını,
özelliklerini ve düzenlerini anlamak

PÇ26. İş güvenliği ve çevre koruma ile ilgili tüm


kaynakları kullanır.

PÇ9. Tarımsal biyoteknoloji ve mikrobiyoloji


endüstrisinde genetik mühendisliğinin kullanımı,
hazırlık ve hazırlık becerisi

4. Tartışma

Araştırma sonunda fen bilgisi öğretmenliği lisans programında özellikle matematiksel ve


bilim/teknolojide temel yetkinlikler, sosyal ve vatandaşlıkla ilgili yeterlilik ve öğrenmeyi öğrenme
boyutlarının ön plana çıktığı ancak ana ve yabancı dillerde iletişim, dijital, kültürel farkındalık ve
ifade yetkinlikleri bakımından yetersizlikler tespit edilmiştir. Girişimcilik boyutu ise
vurgulanmamıştır.

Biyoloji lisans programında ise matematiksel ve bilim/teknolojide temel yetkinlikler ve


öğrenmeyi öğrenme boyutlarının ön plana çıktığı; az da olsa ana dilde iletişime vurgu yapıldığı ancak
yabancı dilde iletişim, dijital, sosyal ve vatandaşlıkla ilgili yeterlilik ve kültürel farkındalık ve ifade

441
Ela Ayşe Köksal, Dana Bulkhanova Kidirbaikyzy, Bataeva Dariga Serikkyzy

yetkinlikleri bakımından yetersizlikler tespit edilmiştir. Girişimcilik boyutu da yine


vurgulanmamıştır.

5. Sonuç ve Öneriler

Öğretmen yetiştirme programlarında öğretmen adaylarının girişimcilik yetkinliğini geliştirmeye


yönelik çıktıların eklenmesi gerekmektedir Ayrıca yabancı dilde iletişim, dijital ve kültürel
farkındalık ve ifade yetkinliklerini geliştirici ders ve kazanımların artırılması önerilmektedir. Bu
doğrultuda YÖK, Milli Eğitim ve iş sektörü temsilcilerinin bir araya geldiği toplantılarla
programlardaki bu yeterliklerin geliştirilmesine çalışılabilir. Bu çalışma Türkiye’de öğretmen
yetiştirme lisans programlarında 2018 yılında yapılan program değişikliğini kapsamadığından
sonuçları yeni programla karşılaştırılabilir. Veri çeşitlemesi için öğretim üyesi, öğretmen adayı ve
öğretmen görüşlerine de başvurulabilir. Program çıktıları öğretmenlik meslek bilgisi ve özel alan
yeterlikleri bakımından da incelenebilir. Yeterliklerin her iki ülke öğretim programlarında da
izlenerek öğretmenlerin hizmet öncesi dönemde hem bu yeterliklere hem de kendi ülkesinin fen
bilimleri öğretim programında belirtilen yeterliklere göre yetiştirilmesi önemlidir (Can Aran ve
Derman, 2020).

6. Kaynaklar

Akyel, N., & Yıldız, Ş. (Nisan 2018). Lisans seviyesindeki muhasebe eğitiminde ihtisas muhasebesi
derslerinin değerlendirilmesi [The evaluation of specialızed accounting courses in accounting
education at undergraduate level]. Muhasebe ve Vergi Uygulamaları Dergisi, 253-271.

Bilasa, P., & Taşpınar, M. (2017). Hayat boyu öğrenme kapsamında anahtar yeterliliklerin
belirlenmesi: Türkiye için durum analizi [Determinatıon of key competences within the scope of
lifelong learning: A situation analysis for Turkey]. Milli Eğitim, (215), 129-144.

Can Aran, Ö., & Derman, İ. (2020). Fen bilgisi öğretmenliği lisans programının farklı ülkelerin fen
bilimleri yeterlikleri açısından incelenmesi. Erzincan Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 22(3),
723-749.

Çakar, D., & Kuterdem, H. L. (Temmuz 2016). Hacettepe üniversitesi Ankara devlet konservatuvarı
kompozisyon ve orkestra şefliği anasanat dalı lisans program yeterliliklerinin irdelenmesi
Hacettepe universıty Ankara state conservatory composition and conductıng the department
investıgatıon of the competence of science program]. Sahne ve Müzik Eğitim-Araştırma e-Dergisi,
(3), 33-73.

Çoban, A. (Summer 2010). Türkçe öğretmenliği lisans programlarının değerlendirilmesi [Evaluatıon


of undergraduate programs of Turkish teachıng]. Turkish Studies International Periodical for the
Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, 5(3), 958-976.

Erdoğan, İ. (2003). Karşılaştırmalı eğitim: Türk eğitim bilimleri çalışmaları içinde önemsenmesi
gereken bir alan. Türk Eğitim Bilmleri Dergisi, 1(3), 265-282.

Mesleki Yeterlilik Kurumu. (2015). Türkiye Yeterlilikler Çerçevesi,


https://www.myk.gov.tr/images/articles/TYC/Tyc_bilgi_merkezi/Tanitim_materyaller
i/TYC_Kitapcigi.pdf, Erişim tarihi: 22.09.2021.

Savaş, S. (2010). Türk Dünyasında eğitim alanındaki gelişmeler ve yenilikler. (Qafqaz Üniversitesi)
Journal of Az erbaijani Studies, 6, 21(1): 269-283.

KUKPÜ program bilgileri: Pasaport. Biyoloji Bölümü Baş Hocası: Anuarove Laila Ermekhanovna. 26
Haziran 2019.

442
Ela Ayşe Köksal, Dana Bulkhanova Kidirbaikyzy, Bataeva Dariga Serikkyzy

NÖHÜ program bilgileri: https://ohu.edu.tr/egitimfakultesi/fenbilgisiogretmenligi

443
Türkiye ve Azerbaycan Erken Çocukluk Eğitimlerinin
Karşılaştırılmalı Olarak İncelenmesi

Doç. Dr. Suat KOL1

Özet

Erken çocukluk eğitimi çocuğun eğitimi ve gelişimi açısından oldukça önemli bir dönemdir. Çocuğun
zihinsel, fiziksel ve ruhsal gelişimindeki birçok kritik evre bu dönem içinde yer alır. Ayrıca bu
dönemde elde edilecek kazanımlar çocuğun eğitiminin ve akademik gelişiminin temelini oluşturur.
Bilimdeki hızlı gelişmelere paralel olarak özellikle erken çocukluk eğitimi ile ilgili araştırmalar
göstermektedir ki: sosyal ve ekonomik yönden olumsuz koşullarda yetişen çocukların tüm gelişim
yönlerinden eksik kalabileceği öngörülmektedir. Bununla birlikte yapılan beyin araştırmaları,
gelişimsel araştırmalar ve eğitimle ilgili uygulamalar nitelikli sağlıklı ve istenilen davranışlara sahip
nesilleri yetiştirmek için eğitime erken yaşlarda başlamanın önemini ortaya koyar. Çocukların
gelişimleri, ihtiyaçları, öğrenme durumları, ilgileri ve benzeri konularda yapılan araştırmalar erken
çocukluk eğitimi alan çocuklarla almayan çocuklar arasındaki gelişim farklılıklarını net şekilde ortaya
koymaktadır. Günümüzde gelişmiş ülkelerin birçoğunda erken çocukluk eğitiminin yaygınlık
düzeyleri %100’e yakın iken bu Türkiye ve Azerbaycan’da istenilen seviyelerde değildir. Bu
araştırmanın amacı Türkiye ve Azerbaycan’ın erken çocukluk eğitimi faaliyetlerini çok boyutlu olarak
incelemektir. Bu kapsamda veri toplama aracında belirlenen başlıklara bağlı kalarak Türkiye ve
Azerbaycan’daki erken çocukluk eğitimi ile ilgili doküman incelemesi gerçekleştirilmiştir.
Araştırmada nitel araştırma yöntemlerinden tarihsel araştırma kullanılmıştır. Elde edilen verilere
göre; okul öncesi eğitiminin yaygınlaşma oranı %45,4 iken Azerbaycan’da %28,4’tür. Türkiye’de
erken çocukluk eğitiminin başlaması Fatih Sultan Mehmet’in kurduğu Sıbyan Mekteplerine
dayanırken, Azerbaycan’da 1900’lü yılların başlarında erken çocukluk eğitiminin başladığı
görülmektedir. Yine Her ülkenin erken çocukluk eğitimi kurumlarında yaş sınıflandırılması farklılık
göstermekte ve eğitim öğretim bu şekilde sürdürülmektedir. Öğretmen yetiştirme programlarına
bakıldığında tüm ülkelerde öğretmenlik mesleği lisans düzeyinde eğitimle kazanılmaktadır. Bununla
birlikte öğretmenlik hakkı Türkiye’de 4 yıl ve 4+1 tamamlayıcı eğitimle, Azerbaycan’da ise 2-4 yıl
eğitim ile verilmektedir.

Anahtar Kelimeler: Erken Çocukluk Eğitimi, Öğretmen Yetiştirme, Doküman İncelemesi, Tarihsel
Araştırma.

1. Giriş

Bilimdeki hızlı gelişmeye paralel olarak özellikle erken çocukluk eğitimi ile ilgili araştırmalar
göstermektedir ki: sosyal ve ekonomik yönden olumsuz koşullarda yetişen çocukların tüm gelişim
yönlerinden eksik kalabileceği öngörülmektedir (Gülaçtı, 2012). Bununla birlikte yapılan beyin
araştırmaları, gelişimsel araştırmalar ve eğitimle ilgili uygulamalar nitelikli sağlıklı ve istenilen
davranışlara sahip nesilleri yetiştirmek için eğitime erken yaşlarda başlamanın önemini ortaya
çıkarmıştır. Çocukların gelişimleri, ihtiyaçları öğrenme durumları, ilgileri ve benzeri konularda

1Sakarya Üniversitesi Eğitim Fakültesi Temel Eğitim Bölümü


skol@sakarya.edu.tr

444
Suat KOL

yapılan araştırmalar erken çocukluk eğitimi alan çocuklarla almayan çocuklar arasındaki gelişim
farklılıklarını net şekilde ortaya koymaktadır (Koçyiğit, 2016).

Avrupa Birliği İstatistik Merkezi Eurostat’ın verilerine göre (2021), Avrupa Birliği’nde (AB)
2019’da, 3 yaş ile ilköğretim düzeyinde zorunlu eğitime başlama yaşı arasındaki çocukların yaklaşık
%97’si okul öncesi eğitim almıştır. Bu oran Türkiye’de %38 Azerbaycan’da ise %28 dolayındadır
(Azerbaycan Devlet İstatistik Komitesi, 2019b).

2. Yöntem

2.1. Araştırmanın Modeli

Bu araştırma nitel ve nicel verilere ilişkin dokümanların incelenmesine dayalı tarihsel bir
araştırmadır. Tarihsel araştırmalar, geçmişi analiz etmek, yorumlamak ve betimlemek amacıyla
bilgilerin sistemli bir şekilde araştırılmasıdır (Wiersma, 2000). Geçmişte yaşanan olay ya da olguları
ayrıntılı bir şekilde betimlemek amacıyla yapılan bu araştırmalar veriler sayısal ağırlıkta olup
olmama durumuna göre nitel ve nicel araştırmalar çerçevesinde değerlendirilebilir (Fraenkel &
Wallen, 2006). Betimsel araştırma, araştırmaya konu olan olay ya da durumu var olduğu şekliyle
betimlemeyi amaçlayan araştırma yaklaşımıdır. Araştırmaya konu olan olay, birey ya da nesne kendi
koşulları içinde tanımlanmaya çalışılır (Karasar, 2019). Bu bağlamda bu araştırma araştırmacıdan
bağımsız bir şekilde geçmişte oluşmuş durumların ortaya çıkarılmasına yönelik bir araştırma olduğu
için tarihsel araştırma olduğu şeklinde ifade edilebilir.

2.2. Çalışma Grubu:

Araştırmanın çalışma grubunu Azerbaycan ve Türkiye oluşturmaktadır. Çalışma grubunu


oluşturan ülkeler ile ilgili demografik veriler Tablo 1’de verilmiştir.

Tablo 1. Demografik veriler

Okul Giden
Toplam Öğretmen Kurum Yaygınlık
Ülkeler Çağ Nüfusu Çocuk
Nüfus Sayısı Sayısı Düzeyi
Sayısı

Azerbaycan 9.998.500 445.144 126.866 16.934 1803 28,4

Türkiye 82.003.882 3.446.725 1.564.813 93.302 31.813* 45,4

* Şube Sayısı

Tablo 1 incelendiğinde; Azerbaycan toplam nüfusu 2019 verilerine 9.998.500’dir (Azerbaycan


Devlet İstatistik Komitesi, 2019b). Yine 2019 verilerine göre okul öncesi dönemdeki çağ nüfusu
445.144, okula giden çocuk sayısı 126.866, okul öncesi öğretmen sayısı 16.934, okul öncesi kurum
sayısı 1.803 ve erken çocukluk eğitiminin yaygınlık düzeyi de %28,4 olduğu görülmektedir
(Azerbaycan Devlet İstatistik Komitesi, 2019a).

Türkiye’nin 2018 verilerine göre toplam nüfusu 82.003.882 (Türkiye İstatistik Kurumu [TÜİK],
2018), okul öncesi dönemdeki çağ nüfusu 3.446.725, okula giden çocuk sayısı 1.564.813, okul öncesi
öğretmen sayısı 93.302, okul öncesi şube sayısı 31.813 ve erken çocukluk eğitiminin yaygınlık düzeyi
%45,4’dür (Milli Eğitim İstatistikleri, 2019).

2.3. Veri Toplama Aracı:

445
Suat KOL

Veri toplama aracı olarak araştırmanın amacı bağlamında araştırmacı tarafından geliştirilen
Erken Çocukluk Eğitimi (ECE) değerlendirme Formu kullanılmıştır. Form hazırlanırken araştırma
ilgili literatür incelenmiş ve 6 araştırma kriteri belirlenmiştir. ECE değerlendirme Formu 2 uzman
akademisyene görüşleri almak üzere gönderilmiştir. Uzmanlardan gelen dönütler sonucunda
araştırma kriterleri öneriler doğrultusunda güncellenerek indirilmiş ve ECE değerlendirme Formu’na
son hali verilmiştir. Bu kapsamda araştırmaya konu olan kriterler;

1. Erken çocukluk eğitiminin tarihçesi ve mevcut durumu,

2. Kurumların yapılanması ve hedeflenen kazanımlar

3. Öğretmen yetiştirme stratejileri, öğretmenin görev ve sorumlulukları olarak belirlenmiştir.


Araştırma verileri bu başlıklar esas alınarak toplanmıştır.

Araştırmanın veri kaynaklarını Azerbaycan ve Türkiye ile ilgili erken çocukluk eğitiminin
yapısını, tarihsel süreçlerini ve öğretmen yetiştirme politikalarını ele alan birincil veri kaynakları
(ülkelerin istatistik kurumlarının yayınladıkları veriler, güncel eğitim kanunları ve ilgili devletlerin
resmi web sayfalarında belirlenen kriterleri kapsayan veriler) oluşturmaktadır. Bu kapsamda
Azerbaycan ve Türkiye’nin bu verileri içeren yayınları, ilgili kanun maddeleri ve yayınlanmış
istatistik bilgileri incelenmiştir.

2.4. Verilerin Toplanması ve Analizi:

Çalışmada araştırmanın konusu içerisinde yer alan ülkelerindeki yazılı belgeler araştırmacı
tarafından toplanmıştır. Ayrıca diğer veriler de araştırma kriterlerini doğrultusunda Azerbaycan ve
Türkiye’nin resmi internet sayfaları incelenerek doküman inceleme yöntemi ile incelemeye tabi
tutulmuştur. Doküman incelemesi, araştırılacak konular hakkında bilgi içeren yazılı materyallerin
analizini kapsayan mevcut kayıt ya da belgelerin, veri kaynağı olarak sistemli incelenmesidir. Elde
edilen veriler betimsel analiz yöntemi ile incelenmiştir. Betimsel analizde, görüşülen ya da gözlenen
bireylerin görüşlerini çarpıcı bir biçimde yansıtmak amacıyla doğrudan alıntılara sık sık yer verilir.
Betimsel analizin amacı, elde edilen bulguları düzenlenmiş ve yorumlanmış bir biçimde okuyucuya
sunmaktır (Yıldırım & Şimşek: 2016).

Bu kapsamda veri toplama aracı olarak hazırlanmış ECE değerlendirme Formu’nda belirlenen
araştırma kriterlerine göre Azerbaycan ve Türkiye’nin erken çocukluk eğitimi ve öğretmen yetiştirme
ile ilgili kanunlar, okul öncesi eğitim program kitapları, resmi istatistiki veriler ve erken çocukluk
eğitimi ile ilgili tarihsel süreci ortaya koyan akademik yayınlar incelenmiştir.

3. Bulgular ve Sonuç

3.1. Erken Çocukluk Eğitiminin Tarihçesi ve Mevcut Durumu

Azerbaycan'da erken çocukluk eğitimi (məktəbəqədər Tərbiyə) tarihi 1907'ye kadar uzanır.

“O yıl ilk kez Bakü'de bir çocuk bakım kurumu kurulur. Burada çocukların
fiziksel, sanatsal, ahlaki ve entelektüel gelişimi temel amaç olarak tanımlanır.
Son yıllarda, okul öncesi eğitim kurumları ağı genişletilmiş ve Azerbaycan'ın
farklı şehir ve bölgelerinde yeni okul öncesi kurumlar kurulmuştur (Cabbarov,
2014).”

Bununla birlikte 1940-1980 arasında okul öncesi eğitimin gelişimi için faaliyetler
gerçekleştirilmiştir ama okul öncesi eğitimin yaygınlaşması ve gelişimi büyük oranda bağımsızlıktan
sonra gerçekleşmiştir (Hüseyinzade & İbrahimov, 2014).

446
Suat KOL

Günümüzde Azerbaycan’da erken çocukluk eğitimi Kurumları’na 1 yaştan 6 yaş dâhil çocuklar
kabul edilmektedir. Azerbaycan Cumhuriyeti Kanunu'nda beş yaşındaki çocukların okula hazırlığının
zorunluluğu, 2010 yılının Nisan ayında yürürlüğe girmiştir. 5 yaştan 6 yaşa kadar olan süre okula
hazırlık aşaması olarak belirlenmiştir.

“Okul öncesi eğitim alanında gelişim perspektifleri şu şekilde sıralanmıştır:

a. Okul öncesi eğitim ve öğretim programlarını hazırlamak;

b. Okul öncesi eğitim kurumlarını tek merkezden yönetmek;

c. Sistemin ekonomik teminatını sağlamak;

d. Eğitim ve öğretimin hukukî temelini oluşturmak;

e. Eğitim ve öğretimin konusunu yenileştirmek, çağdaş yöntemlere uydurmak;

f. Devletin eğitim standartlarını hazırlamak, onaylamak ve ona uygun faaliyet


göstermek;

g. Elit okul öncesi eğitim müesseseleri kurmak;

h. Aile katılımını sağlamak, çocuğun okul öncesi yaş döneminde özel gelişme
aşamasından geçiş seviyesini yükseltmek;

i. Her türlü ihtiyacı karşılamak;

j. Personelin hazırlık seviyesini yükseltmek, onları ihtisas artırmaya ve yeniden


yetiştirilmeye teşvik etmek;

k. Eğitim ve öğretim sürecinde yeni yöntemlere geçiş, deneyimler yapmak,


yenilikleri uygulamak, olumlu sonuçlara varmak ve onları geniş alanda
uygulamaktır (Agamaliyev,1999).”

Türkiye’de okul öncesi eğitimin başlangıcı olarak Fatih Sultan Mehmet zamanında vakıflara bağlı
olarak kurulan Sıbyan Mektepleri gösterilebilir. Sıbyan mekteplerinde, 5-6 yaş çocuklarına yazı
yazma, Kur’an okuma, dua okuma gibi eğitimler verilmiştir (Derman ve Başal: 2010). Osmanlı
Devleti’nde bugünkü manada erken dönem çocukluk eğitimine ilişkin düşünceler Avrupa’ya paralel
olarak Tanzimatla birlikte ortaya çıkmıştır. Cumhuriyetin ilanı ardından Türk Eğitim sistemi
kapsamlı bir yapılanmaya girilmiştir (Başal, 2013).

“Okul öncesi eğitim düzenli olarak beş yılda bir toplanan Milli Eğitim
Şuralarında gerekli tavsiye kararları alınmıştır. Bu çerçevede eğitimin
geliştirilmesi ve yaygınlaşması için çalışmalar planlanmıştır. 2002 tarihinde,
1994-1995 öğretim yılından itibaren denenip geliştirilmek üzere uygulamaya
konulan Okul Öncesi Eğitim Programları hazırlanarak yürürlüğe konmuş,
2006’da 36-72 Aylık Çocuklar için Okul Öncesi Eğitim Programı yeniden
düzenlenir (MEB, 2006).”

36-72 Aylık Çocuklar için Okul Öncesi Eğitim Programı eğitim kanununda yapılan düzenlemeler
doğrultusunda 2013 yılında tekrar revize edilmiştir.

447
Suat KOL

“Günümüzde Okul Öncesi Eğitim zorunlu eğitim kapsamında değildir. Millî


Eğitim Bakanlığı Temel Eğitim Genel Müdürlüğü [MEB TEGM] (2013) tarafından
okul öncesi eğitimin genel amaçları ise;

a. Çocukların beden, zihin ve duygu gelişimini ve iyi alışkanlıklar kazanmasını


sağlamak,

b. Onları ilkokula hazırlamak,

c. Şartları elverişsiz çevrelerden ve ailelerden gelen çocuklar için ortak bir


yetiştirme ortamı yaratmak,

d. Çocukların Türkçeyi doğru ve güzel konuşmalarını sağlamaktır.”

3.2. Kurumların Yapılanması ve Hedeflenen Kazanımlar

Azerbaycan’daki okul öncesi eğitim kurumlarının yapılanması şu şekildedir;

a. “Körpe Evleri: 1,5 - 2 yaş arası çocuklar için,

b. Körpe Evleri Bahçeleri: 2 - 3 yaş arası çocuklar için,

c. Çocuk Bahçeleri ve Aile Bahçeleri: 3 - 6 yaş arası çocuklar için,

d. Okul Bahçeleri: Herhangi bir okulun bünyesinde açılan eğitim kurumları,

e. Bahçe İnternatları: Ailelerin, çocuklarını yatılı olarak verdikleri eğitim


kurumları,

f. Çocuk Evleri: Öksüz, yetim ve bakıma muhtaç çocukların bakıldıkları eğitim


kurumları,

g. Sakat ve zihinsel özürlü çocuklar için çocuk evleri: Özel eğitim gereksinimi olan
çocukların devam ettikleri kurumlardır (Seferov & Akkuş, 2005).”

Azerbaycan’da Erken Çocukluk Eğitimi Program Kitabı’nda, eğitimin kapsamı ve kazanımları


üzerinde durulmuştur. Bu kapsamda çocuğun gelişim süreci, diğer alanlar ile ilgisi, eğitim öğretim
programı gibi geniş açıklamalara yer verilmiştir.

“Program, çocuk etkinliklerinin gruplar tarafından; oyun, meslek, iş ve eğitim


biçiminde yorumlanmasını sağlar. Programın ilk bölümü, okul öncesi çağdaki
çocukların yaş özelliklerini (ağırlık, boy, merkezi sinir sisteminin aktivitesi,
hareket, iletişim, zihinsel gelişim, vb.) ele almaktadır. Programın ikinci
aşamasında, anaokulundaki sonraki eğitim sürecine yetiştirme, oyun, gözlem,
çocuk sağlığı ve fiziksel gelişim, kültürel davranış ve kültürel hijyen
alışkanlıklarının kazandırılması amaçlanır (Azerbaycan Cumhuriyeti Eğitim
Bakanlığı, 2013).”

Türkiye’de Okul Öncesi Eğitim ve İlköğretim Kurumları Yönetmeliğine göre okul öncesi eğitim
kurumlarının yapılanması şu şekilde sınıflandırılmıştır.

- “Anaokulu: Eylül ayı sonu itibarıyla 36-68 aylık çocukların eğitimi amacıyla
açılan okul,

448
Suat KOL

- Ana sınıfı: Eylül ayı sonu itibarıyla 57-68 aylık çocukların eğitimi amacıyla açılan
okul,

- Destek eğitim odası: Tam zamanlı kaynaştırma/bütünleştirme yoluyla


eğitimlerine devam eden öğrenciler ile özel yetenekli öğrencilere ihtiyaç
duydukları alanlarda destek eğitim hizmetleri verilmesi için düzenlenmiş ortam;

- Uygulama sınıfı: Mesleki ve teknik ortaöğretim kurumlarında çocuk gelişimi ve


eğitimi alanında eylül ayı sonu itibarıyla 36-68 aylık çocukların eğitiminin
yapıldığı uygulama birimindedir (Resmi Gazete, 2019).

Ayrıca okul öncesi eğitim programı gelişimsel bir programdır. Gelişimsel


program bütüncül bir yaklaşımla çocuğun; sosyal ve duygusal, motor, bilişsel, dil
gelişimi, öz bakım becerilerini birlikte ele alarak bu yönde gelişimlerini
destekler. Öğrenme süreçleri planlanırken çocukların gelişimsel düzeyleri
belirlendikten sonra ilgi ve gereksinimleri ile içinde yaşadıkları çevresel
koşullar dikkate alınır (MEB TEGM, 2013).”

3.3. Öğretmen Yetiştirme Stratejileri, Öğretmenin Görev ve Sorumlulukları

Azerbaycan’da 2007 yılında yürürlüğe giren kanun çerçevesinde öğretmen yetiştirme stratejisi
belirlenmiştir. Bu kanuna göre;

“Öğretmen ahlaki olarak geliştirilmeli, yaratıcı kişilik, yansıtma, mesleki


becerilere sahip olma, pedagojik becerilere sahip olma ve yenilikçi olma
eğiliminde olmalıdır. Öğretmen, eğitimin önemini anlamalı, kültürlenmeli,
konusunu, pedagojisini ve psikolojisini iyi bilmeli, kişiselleştirilmiş pedagojik
teknikleri kullanmalıdır. Azerbaycan’da pedagojik personelin ilk eğitimi,
ortaöğretim özel eğitim kurumlarında (kolejler ve teknik okullar), yükseköğretim
kurumlarında (üniversiteler, akademiler, enstitüler, seminerler, üniversiteler ve
konsolosluklar) yapılmaktadır. Lisansüstü eğitim ve ek öğretim elemanı eğitimi
üniversitelerde, tazeleme ve eğitim fakültelerinde, yükseköğretim kurumlarında,
Azerbaycan Öğretmenler Enstitüsü ve bölümlerinde ve ayrıca Bakü Öğretmen
Eğitimi Enstitüsü'nde yapılmaktadır” (Azerbaycan Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu
Kararı, 2007, para. 8).”

Azerbaycan’da öğretmen eğitimi 2-4 yıl arasında değişmektedir (Mammadov, 2008).

Türkiye’de okul öncesi eğitimi öğretmenliği yapabilmek için 4 yıllık lisans eğitimi alması gerekir.
Okul öncesi eğitimde öğretmen oldukça önemlidir. Çocuklar sadece değer gördükleri,
sevildiklerinden emin oldukları ve kendilerini güvende hissettikleri destekleyici ortamlarda
keşfederler ve sunulan öğrenme fırsatlarını değerlendirirler (MEB TEGM, 2013).

“Milli Eğitim Bakanlığı Öğretmen Yetiştirme Genel Müdürlüğü tarafından


mesleki bilgi ve beceri alanında öğretmen yeterlilikleri;

a. Alanında sorgulayıcı bakış açısı kapsayacak şekilde ileri düzeyde kuramsal,


metodolojik ce olgusal bilgiye sahip olan,

b. Öğretim programı ve pedagojik alan bilgisine sahip olan,

c. Hak ve sorumluluklarına ilişkin mevzuata uygun davranan,

d. Eğitim öğretim süreçlerini etkin şekilde planlayabilen,

449
Suat KOL

e. Sağlıklı güvenli eğitim ortamları ve materyalleri hazırlayabilen,

f. Öğretme, öğrenme sürecini etkin şekilde yürütebilen,

g. Ölçme değerlendirme, yöntem teknik ve araçlarını amacına uygun kullanabilen


bireyler olarak tanımlanmaktadır (Milli Eğitim Bakanlığı Öğretmen Yetiştirme
Genel Müdürlüğü [MEB ÖYGM], 2017).”

Öğretmen eğitiminin süresi Eğitim Fakülteleri, İlahiyat fakültelerinde 4 yılda


tamamlanmaktadır. Ayrıca eğitim fakültelerinde 4+1 tamamlayıcı eğitimle öğretmenlik sertifikası da
verilmektedir.

4. Tartışma

Bu çalışma ile Azerbaycan ile Türkiye’nin erken çocukluk eğitimleri çok boyutlu olarak ele
alınmıştır. Elde edilen verilerin sonuçlarına göre Erken çocukluk eğitimi Türkiye’de %45,4 iken bu
oran Azerbaycan’da %28.4tür. Bunun temel nedeni son yıllarda Türkiye’de erken çocukluk eğitimi ile
ilgili yapılan okullaşma ve çağ nüfusunun eğitime dâhil edilmeleri çabaları gösterilebilir. Bununla
birlikte erken çocukluk eğitiminin zorunlu eğitime dâhil edilmesi için Türkiye’de uzun yıllardır
planlama yapılmaktadır. Genel itibarı ile Avrupa ile kıyaslandığında Azerbaycan ve Türkiye’de erken
çocukluk eğitiminin yaygınlık düzeyi oldukça düşüktür. Bunun temel sebepleri arasında
Azerbaycan’ın 90’lı yıllarda bağımsızlığını elde ettikten sonra yaşanan ekonomik ve siyasi nedenler
olduğu düşünülebilir. Ayrıca yaklaşık 30 yıldır Azerbaycan topraklarının bir kısmının Ermenistan
tarafından işgal edilmesinin de yaygınlık oranının düşmesine neden olduğu düşünülebilir.

Erken çocukluk eğitimi ile ilgili yasal düzenlemeler incelendiğinde Azerbaycan ve Türkiye’de
erken çocukluk eğitiminin yasal düzenlemelerle belirli bir standart çerçevesinde gerçekleştirildiği
görülmektedir. Yaş aralığına bakıldığında ise; Azerbaycan’da 1,5 ile 6 yaş arası (Azerbaycan
Cumhuriyeti Eğitim Bakanlığı, 2013), Türkiye’de ise 3 ile 5 yaş arasıdır (MEB TEGM, 2013). Günümüz
modern okul öncesi eğitime bakıldığında yaş aralıklarının güncel ve uygun olduğu söylenebilir. Yine
hem Azerbaycan (Azerbaycan Cumhuriyeti Eğitim Bakanlığı, 2013), hem Türkiye’de (MEB TEGM,
2013) eğitim sürecinde çocuklara kazandırılması hedeflenen kazanımların bakanlıklar tarafından
kitap olarak hazırlanan okul öncesi eğitim programları ile ayrıntılı bir şekilde ele alındığı, eğitim
sürecinin tüm detayları ile ortaya konulduğu görülmektedir. Öğretmen yetiştirme politikaları ile
öğretmenin görev ve sorumluluklarına bakıldığında; Azerbaycan’da 2-4 yıl, Türkiye’de ise 4 yıl ve
4+1 tamamlayıcı eğitimle öğretmen eğitimi gerçekleştirilmektedir (Kaya & Alcı: 2019). Ayrıca
öğretmenin sorumlulukları da ilgili yasalarda açık şekilde ifade edilmiştir.

6. Kaynaklar

Agamaliyev, Rahim (1999). Azerbaycan cumhuriyeti eğitim sistemi. Milli Eğitim Dergisi, 144,
http://dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/Milli_Egitim_Dergisi/144/agamaliyev. htm, Erişim
Tarihi: 19.10.2020.

Azerbaycan Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu Kararı. (2007). Azerbaycan cumhuriyeti'nde sürekli


pedagojik eğitim ve öğretmen yetiştirme kavramı ve stratejisi. http://www.e-
qanun.az/framework/13540, Erişim Tarihi: 19.08.2020.

Azerbaycan Cumhuriyeti Eğitim Bakanlığı. (2013). Məktəbəqədər pedaqogika fənni üzrə proqram.
http://www.anl.az/el/Kitab/2013/Azf-273801.pdf, Erişim Tarihi: 27.10.2020.

Azerbaycan Devlet İstatistik Komitesi. (2019a) Məktəbəqədər təhsil müəssisələri. https://www.


stat.gov.az/source/education/#, Erişim Tarihi: 19.08.2020.

450
Suat KOL

Azerbaycan Devlet İstatistik Komitesi. (2019b). Azərbaycanın əhalisi.


https://www.stat.gov.az/source/demoqraphy/ap/, Erişim Tarihi: 04.11.2020.

Başal, Handan, Asude (2013). Okulöncesi eğitime giriş. Bursa: Ekin Yay.

Cabbarov, Mikayıl. (2014). Məktəbəqədər təhsilə diqqətin artırılması ölkənin inkişafını şərtləndirən
amildir. https://edu.gov.az/az/page/431/8256, Erişim Tarihi: 21.08.2020.

Derman-Tane, Meral & Başal, Handan, Asude (2010). Cumhuriyetin ilanından günümüze türkiye’de
okul öncesi eğitim ve ilköğretimde niceliksel ve niteliksel gelişmeler. Uluslararası Sosyal
Araştırmalar Dergisi, 3(11), 560-569.

European Statistical Office (EUROSTAT) (2021). Education statistics


https://ec.europa.eu/eurostat/web/education-and-training/data/database. Erişim Tarihi:
21.08.2021.

Fraenkel, J.R. & Wallen, N.E. (2006). How to design and evaluate research in education. USA: Education.
McGraw Hill, Inc.

Gülaçtı, Fikret (2012). Türkiye’de ve dünya’da erken çocukluk ve okul öncesi eğitimi. F. Gülaçtı, S.
Tümkaya (Ed.). Erken Çocukluk Eğitimi içinde (s.2-19), Ankara: Pegem Akademi Yay.

Hüseyinzade, Rüfet, Latif & İbrahimov, Firədun Nadir. (2014). Azərbaycan təhsil tarixi proqram.
http://anl.az/el/Kitab/2015/Azf-284821.pdf, Erişim Tarihi: 19.12.2020.

Karasar, Niyazi (2019). Bilimsel araştırma yöntemi kavramlar ilkeler teknikler (33. Basım). Ankara:
Nobel Yay.

Kaya, Naciye & Alcı, Bülent (2019). Türk cumhuriyetlerinde öğretmenlik mesleği. Uluslararası Sosyal
Araştırmalar Dergisi, 12(63), 823-831.

Koçyiğit, Sinan (2016). Okul öncesi eğitimin tanımı, amacı, önemi ve ilkeleri. R. Zenbat (Ed.), Okul
Öncesi Eğitime Giriş içinde (s. 14-26). Ankara: Hedef Yay.

Mammadov, Jamil (2008). Bağımsızlık sonrası azerbaycan eğitim sistemindeki değişim ve gelişmeler.
Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi.

Milli Eğitim Bakanlığı [MEB] (2006). Okul öncesi eğitim programı (60-72 Aylık Çocuklar İçin), İstanbul:
YA-PA Yay.

Milli Eğitim Bakanlığı Öğretmen Yetiştirme Genel Müdürlüğü [MEB ÖYGM]. (2017). Öğretmenlik
mesleği genel yeterlikleri. http://oygm.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2017_12/11115355
_YYRETMENLYK_MESLEYY_GENEL_YETERLYKLERY.pdf, Erişim Tarihi: 19.10.2020.

Millî Eğitim Bakanlığı Temel Eğitim Genel Müdürlüğü [MEB TEGM]. (2013). Okul öncesi eğitimi
programı. https://tegm.meb.gov.tr/dosya/okuloncesi/ooproram.pdf, Erişim Tarihi:
19.08.2020.

Milli Eğitim İstatistikleri. (2019). Milli eğitim istatistikleri örgün eğitim.


https://sgb.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2019_09/30102730_meb_istatistikleri_orgun_egiti
m_2018_2019.pdf, Erişim Tarihi: 22.10.2020.

451
Suat KOL

Resmi Gazete. (2019). Millî eğitim bakanlığı okul öncesi eğitim ve ilköğretim kurumları
yönetmeliğinde değişiklik yapılmasına dair yönetmelik. https://www.resmigazete.
gov.tr/eskiler/2019/07/20190710-6.htm, Erişim Tarihi: 19.10.2020.

Seferov, Rehman & Akkuş, Akif. (2005). “Azerbaycan nüfusunun eğitim açısından analizi”. Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (SUSBED) 13, 357-376.

Türkiye İstatistik Kurumu [TÜİK] (2018). Nüfus verileri. http://www.tuik.gov.tr/PreIstatistik


Tablo.do?istab_id=1595, Erişim Tarihi: 26.08.2020.

Wiersma, W. (2000). Research methods in education. USA: Allyn and Bacon A Pearson Education
Company.

Yıldırım, Ali & Şimşek, Hasan (2016). Sosyal bilimlerde nitel araştırma yöntemleri, Ankara: Seçkin.

452
Balkan Yarımadasında Pomak Türklerinin Coğrafi
Dağılımı

Dr. Öğr. Üyesi Reyhan Rafet CAN1

Özet

Tarihin ulusları karıştırdığı bir coğrafyada bulunan Balkanlar uzun bir dönem boyunca Osmanlı
Devleti’nin idaresinde kalmıştır. Bölgede Osmanlı’nın hâkimiyetini yitirmesinden sonra birbiri
ardına çok sayıda bağımsız ulus, devlet ortaya çıkmıştır. Bu ulus devletleri içinde yaşayan ve
görmezden gelinen Pomak Türkleri; Pomak, Törebes, Apou, Gacal, Goran, Ahriyan, Bebecan gibi
tabirlerle isimlendirilmiştir. Balkan ve batı kaynaklarına Pomak olarak geçen kelime, pomagam
kelimesinden neşet etmiştir. Kimlikleri ve etnik kökenleri geçen yüzyılda bilimsel ve siyasi
tartışmalara konu olan Pomakların kökeni, adı, nüfusları ve Balkan Yarımadasındaki coğrafi
dağılışları bu çalışmanın ana konusudur. Bu çalışma sonucunda Balkanlar’da Pomakların kendi
benliklerine, görenek ve kimliklerine sıkı sıkıya bağlı bir Müslüman toplumu olduğu, Bulgaristan ve
Türkiye dışında nüfuslarının giderek azaldığı sonucuna varılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Balkanlar, Nüfus, Pomak Türkleri, Coğrafi Dağılım.
Abstract

Located in a geography where history mixed nations, the Balkans remained under the rule of the
Ottoman Empire for a long time. After the Ottomans lost their dominance in the region, many
independent nations and states emerged one after another. Pomak Turks living in these nation states
and ignored; It is named with terms such as Pomak, Törebes, Apou, Gacal, Goran, Ahriyan, Bebecan.
The word, referred to as Pomak in Balkan and western sources, originated from the word pomagam.
The origin, name, population and geographical distribution of the Pomaks, whose identities and
ethnic origins have been the subject of scientific and political debates in the last century, are the
main subject of this study. As a result of this study, it has been concluded that the Pomaks in the
Balkans are a Muslim community that adheres to their own selves, customs and identities, and their
population is gradually decreasing except for Bulgaria and Turkey.
Key words: Balkans, Population, Pomak Turks, Geographical Distribution.
1. Giriş

Balkanlar jeopolitik ve jeostratejik konumlarından dolayı her coğrafyada bağları koparabilecek


göç, yerinden edilme, savaşlar, istilalar ve fetihler gibi olaylara tanık oldu. Bu tarihsel süreç,
Balkanları Bulgar tarihçi Maria Todorova'nın da belirttiği gibi, barış ve sükûnetten olabildiğince uzak,
Avrupa'nın istismarcı repertuarında kendine yer bulan Balkanlaşma kavramının yarattığı ölçüde,
sürekli bir savaş alanına dönüştürmüştür (Todorova, 2006, s. 17). Osmanlı Devleti için Balkanlar,
Anadolu ve Orta Asya kadar önemli bir bölgeydi. Balkanlar'da Hun gücünün zayıflaması sonra,
Avarlar (6.yüzyıl ortası), Tuna Bulgarları (7.yüzyıl), Macarlar, Peçenekler, Kıpçaklar (Kumanlar),
Uz’lar (9-11. yüzyıl) ve son olarak Osmanlı Devleti (14. yüzyıl) bu topraklarda yaşamış ve bölgede
siyasi ve kültürel hâkimiyet kurmuştur (Kafesoğlu, 1992, s. 52).

Roma İmparatorluğu döneminden sonra Balkanlar'daki en istikrarlı ve barışçıl dönemin 14.


yüzyılın ortalarından 20. yüzyılın başına kadar Osmanlı hâkimiyeti döneminde olduğu bilinmektedir.
Bu dönemde Osmanlılar Balkanları restore ederek bu topraklara maddi ve manevi izlerini
bırakmışlardır. Günümüzde Balkanlardaki Pomak Türkleri zorunlu göç, despotizm, baskı, dini baskı,

1
Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi, Kadirli Sosyal ve Beşerî Bilimler Fakültesi, Coğrafya Bölümü,
canreyhanrafet@gmail.com, ORCID NO: 0000-0003-2280-9268

453
Reyhan Rafet CAN

zorla milliyet değişikliği ile karşı karşıyadır. Pek çok ulus bu olumsuz süreçlerden etkilenir, ancak
Pomaklar kadar etkilenen başka bir topluluk da yoktur. Müslüman Bulgarlar, Yunanlılar, Makedonlar,
Sırplar olarak algılanan Pomaklar kendi ülkelerinde kendilerini nasıl algıladıklarına bakılmaksızın ve
acımasız asimilasyon politikalarının baskısı altında maalesef bugüne kadar bu tür ilkel uygulamalarla
mücadele etmeye devam etmektedir (Günşen, 2013, s. 39-41).

2. Pomak Kelimesinin Etimolojisi

Pomak, kelimesinin etimolojisi net değildir. Pomak adının Yunanca atlı (hippomachos)
kelimesinden geldiği söylensede bu bilgi doğru değildir. Pomak kelimesi eski bir kelime değildir, eski
bir isim/ünvan da değildir. Bu isimlendirme Bulgarca Pomagam fiilinden (yardım ediyorum) gelir
(Magriotis, 1990, s. 69-83). Bu yorum, Pomakların Bulgar ihtilalinde Osmanlılara yardım etmiş
olmasından kaynaklanmaktadır (Stoukas, 2018, s. 122). Tartışmalı bir diğer görüş ise Bulgarca
işkence anlamına gelen mıçeniye kelimesidir (Tarabatzis, 2001, s. 96). Önde gelen Yunanca
sözlüklerden birisi olan Atina Akademisi'nin "Modern Yunan Dili Christos Sözlüğü" ne göre (2014
baskısı), Pomakos kelimesi Bulgarca pomagam kelimesinden gelmektedir (www.greek-language.gr).
Türk Dil Kurumu’nun yaptığı tanıma göre ise, Pomaklar ‘’Rumeli’de Bulgarca konuşan bir Türk ve
Müslüman topluluğu olarak adlandırılmaktadır’’ (Türk Dil Kurumu Güncel Sözlük).

Balkan Yarımadasında yaşayan Pomakların, bulundukları ülkeye göre almış oldukları isimler;

 Apovlar: Kuzey Makedonya'nın Kiçevo kentinde kullanılan bir terimdir.

 Ahriyan: Rodoplarda (Smolyan, Madan) ve Batı Trakya’da kullanılmaktadır .

 Babechani (Bebeçler): Belitsa belediyesindeki Pomaklara verilen isim.

 Ribantsi: Ribnovo köyü bölgesindeki Pomaklara verilen isim.

 Gadzheli: Gotse Delçev kasabasında Pomaklara verilen isim.

 Gorani:Şar Dağları bölgesinde Gora içinde Pomaklara verilen isim.

 Dilsusi:Kuzey Makedonya’da Tikveshia bölgesinde Pomaklara verilen isim.

 Zhupani: (daha doğrusu Zhupani) veya Zhuptsi-Kosova'daki Sredska Zhupa-


Prizren bölgesindeki Goralılarla ilgili Pomaklara verilen isim.

 Mırvak: Serres , Maleshevia , Zahna , Demir Hisar ve Melnik kasabası yakınlarındaki


Marvashkite köylerinde Pomaklara verilen isim.

 Pomaks: Kuzey Bulgaristan, Loveç , Byala Slatina bölgesinde, Batı Rodoplar ve Kuzey
Makedonya'nın çoğunda Pomaklara verilen isim.

Türbeşler: Şar Dağları, Üsküp ve Debar bölgesinde, Batı Makedonya'daki Pomaklara verilen isim
(İvanovy, 1917, s. 55).

3. Pomakların Kökeni

Balkanlarda yaşayan hiçbir Müslüman toplumun kimliği Pomaklarınki kadar sorgulanmış


değildir (Bakırcılar, 2011, s. 123). Pomaklar Balkan Yarımadası'nın güneydoğu kesiminde:
Arnavutluk, Bulgaristan, Kuzey Makedonya, Yunanistan, Kosova ve Türkiye'de bulunur (Apostolov,
1996, s. 729). Etnik kökenleri hakkındaki tartışma, iki ana sebepten dolayı oldukça
siyasallaştırılmıştır. Birincisi, Pomakların sadece Bulgaristan'da değil, Yunanistan, Kuzey Makedonya,

454
Reyhan Rafet CAN

Arnavutluk ve Türkiye'de bulunmaları, ikincisi ise, bu azınlığa yönelik resmi politikanın belirlenmesi
söz konusu olduğunda, kökenleri sorunu bulundukları ülkelere göre ön plana çıkmasıdır. Kökenlerine
ilişkin görüşler büyük ölçüde değişir ve araştırmacının uyruğuna bağlıdır (Eminov, 1997, s. 101).

Yunan bilim insanları ve araştırmacılar, "Pomaklar, tarihi koşullar nedeniyle Türkler tarafından
yaklaşık üç buçuk asır boyunca İslamlaştırılan ve Slav-Bulgar dilinin hâkim olduğu ve varlığını
hissettirdiği karışık bir lehçe konuşan bölgenin eski, yerli nüfusu olan eski Trakyalıların torunları
olduğunu iddia etmektedir (Tarabatzis, 2001, s. 79). Bulgar tarihçiler, Pomakların kendi vatandaşları
olduğunu iddia etmektedir. Türk araştırmacılar ise Pomakları dinlerini değil dillerini kaybeden
Türkler olarak görmüşlerdir. Pomakların Türk-Kuman kökenli olduklarını savunur. Memişoğlu’na
göre bugünkü Pomakların ataları olan Kuman Türkleri Rodoplar, Batı Trakya, Ege, Pirin ve Vardar
Makedonya’sıyla Tuna boyunda hâkimiyet kurmuşlardır (Memişoğlu, 1999, s. 19).

4. Balkanlarda Pomakların Coğrafi Dağılımı ve Nüfusları

4.1. Bulgaristan’da Pomak Nüfusu

Bulgaristan'daki nüfusları ile ilgili olarak, 80.000 ile 270.000 arasında değişen tahminlerde
büyük farklılıklar vardır. 1992 nüfus sayımına göre, yaklaşık 164.000 Müslüman Bulgarcayı anadilleri
olarak tanımış, ancak kendilerini ulusal kimlikleri açısından Bulgar, Pomak veya Türk olarak
tanımlamıştır. 2001 nüfus sayımına göre 131.531 Pomak Türkünün olduğu belirtilir (Natsionalen
Statiçeski İnstitut). Bulgaristan'da Pomaklar Rodop Bölgesi içinde Smolyan, Kırcaali, Haskovo,
Pazardjik, Zlatograd ve Blagoevgrad’da bulunur (Lory, 1987, s. 99). Pirin ve güneybatı Rodoplarda
yaşayanlar (Razlog, Gotse Delchev ve Checha) çoğunlukla dindar ve Müslümanlardır. Türkçe
isimlerini, kıyafetlerini ve adetlerini muhafaza etmişlerdir.

Bulgaristan’da Burgaz İli Ruen Belediyesi Pomak nüfusun yoğun olduğu yerlerin başında gelir.
Bu belediye içinde Skalak, Çereşa köyleri ile Sungurlare Belediyesinde Bosilkovo ve Manoliç Pomak
nüfusun yoğun olduğu yerlerdir. Aytos Belediyesine bağlı Topolitsa köyü Türk ve Bulgar nüfusun
çoğunluğunu oluşturur. Bu köylerdeki nüfusun çoğunluğu Smolyan, Zlatograd, Madan ve Rudozem
belediyelerinden gelen göçmenlerdir. Haskovo belediyesinin köylerinde; Malevo, Krivo Pole, Mandra,
Koren’de çok sayıda Pomak vardır. Hepsi Smolyan ilçesinden gelen göçmenlerdir. Kazanlak
belediyesinde başta köyler olmak üzere Koprinka, Kran, Hacı Dimitrovo’da Pomak nüfusu yoğundur.
Veliko Tırnovo Bölgesi, Zlataritsa Belediyesi'nde Pomaklar 1954 yılından buraya yerleşmişlerdir
(Silverman, 1984, s. 210). Razgrad bölgesinde Loznitsa Belediyesi çevresindeki köylerde Pomaklar
vardır ve bunların bazılarında sadece Pomaklar yaşar. Lofça ve Veliko Tırnovo bölgelerinde ve
köylerinde Galata, Gradezhnitsa, Glogovo, Babintsi, Kalaydzhii, Rezach, Shivachevo, Kirchevo,
Bulgarski Izvor, Toros ve Gorsko Novo Selo köylerinde Pomaklar çoğunluktadır (Konstantinov vd.,
1995). Borima, Rumyantsevo, Dobrevtsi, Knezha ve Byala Slatina’da da Pomaklar bulunur.

4.2. Yunanistan’da Pomak Nüfusu

Yunanistan'da, hükümetlerin Pomaklara yönelik tutarsızlığı ve çelişen politikaları nedeniyle,


Pomak nüfusu hakkında çok az güvenilir istatistik vardır (Zagalissa Gazetesi, 2010). 1961 nüfus
sayımına göre, İskeçe vilayetinde, toplam 89.594 nüfusun 18.904'ü Pomakdı. Rodopi vilayetinde
toplam 109.201 sakininin 7.259'u Pomak iken, Evros ilinde toplam 157.760 sakininden sadece 780'i
Pomak'tır. Toplamda 356.555 Trakya sakininden 26.935'i Pomak'tı. 1991 nüfus sayımından sonra,
azınlıkta tahminen 34.300 Pomak bulunmaktadır (Costopoulos, 2009, s.72). Pomaklar coğrafi
olarak Evros'ta (%5,6), Rodopi ve (%30,6) İskeçe vilayetinde (%63,8) dağılmışlardır (Malkidis,
2002). Ülkede 1940'lara kadar Pomaklar şehirlerde değil Rodop dağlarındaki köylerde
yaşıyordu. Günümüzde Yunanistan'da yaşayan Pomaklar yaklaşık 38.000 olarak (Xanthi 11 bin,
Rodop bölgesi 5 bin, Evros 2 bin) tahmin edilmekte ve Trakya'daki Müslüman azınlığın toplam
nüfusunun %34'ü oluşturmaktadır.

455
Reyhan Rafet CAN

 İskeçe vilayetinin Pomak köyleri: Echinos, Myki, Satres, Oraio, Thermes, Kimmeria ve Celero,
Glafki, Centaur, Kalotychos, Kyknos, Pachni, Medusa, Eranos ve Porta'dır.

 Rodopi vilayetinin Pomak köyleri şunlardır: Kechros, Chloi, Vyrsini, Kardamos, Smigada,
Kimi, Myrtiski, Melitaina, Krystalli, Eshesi ve Ragada.

 Evros vilayetinin Pomak köyleri: Roussa, Sidiro, Sidirochori, Mega Derio ve Goniko'dur
(Theoharıdıs, 1995, s. 72).

4.3. Kuzey Makedonya’da Pomak Nüfusu

Bulgarca konuşan Müslümanlar Kuzey Makedonya'nın batı kısımlarında Mala Reka ve Merkez
Jupa Belediyesi, Debar, Kichevo, Struzhko, Torbeshia, Üsküp ve diğer yerleşimlerde bulunur. Kuzey
Makedonya'da Bulgarca konuşan Müslümanlara torbeshi/törbeşi denir (Gyorche, 1896, s. 475).
Kuzey Makedonya'daki Pomakların sayısı 40.000 ile 100.000 arasında değişir. Çoğunlukla Dolna Reka
(Mavrovo Rostuse Belediyesi), Torbeshija (Üsküp bölgesi), Struga'daki birkaç köy, Centar Zupa
Belediyesi ve daha geniş Debar bölgesi, Jelovjane ve Urvich köylerini içeren Kalkandelen bölgesinde,
Plasnica Belediyesi, Dolneni Belediyesi, daha fazla da Bitola'da yaşar.

4.4. Arnavutluk’ta Pomak Nüfusu

Arnavutluk’ta Pomak nüfusu, Golobardo’da yoğunluk kazanmıştır. Ülkede Pomakların sayısı


20.000 ile 50.000 arasında değişir. Bölge hem Makedon hem de Arnavut köylerini içeren Diber ve
Elbasan ilçeleri içinde yer almaktadır. Trebisht; Ostren’de; Lejçan, Lladomerice ve Tuçep'te Pomak
nüfusun yoğun olduğu yerlerdir. Radovesh, Kojavec, Orzhanove'de Pomak nüfusu bulunur. Okshtuni,
Madh, Vogel ve Terbaç'ta da ikamet eden Pomak nüfusu vardır. Lubalesh’de Pomak nüfusu vardır
ancak sayıları oldukça azdır (Milanov, 2016, s. 120-123, 309).

4.5. Kosova’da Pomak Nüfusu

Gora bölgesinde, nüfusun bir kısmınında Bulgar kimliğine sahip olduğu Arnavutluk Cumhuriyeti
ile Kosova arasında bölünmüş, Torlak konuşan bir Pomak nüfus bulunur. Kosova'nın Prizren kasabası
yakınlarında ise sakinleri Zupci olarak adlandırılan Podgor ve Sredska Zupa'da Müslüman cemaati
yoğunluktadır. Kosova’daki Gora bölgesi Şar Dağları ve eteklerindedir. Bu bölge içinde bulunan
Dragaş Belediyesi ve 20 köy Kosova Pomaklarının yoğun olduğu yerlerin başındadır. Yöre köyleri
içinde bulunan Restalica, Brod, Mlika, Baçka, Dikance ve Vranişte Pomak nüfusun yaşadığı yerlerdir.
Pomak Türklerinin bulunduğu Dran ve çevresinde, bu topluluğa ait toplam nüfus 18.000 ile 24.000
arasında değişmektedir. Gora’daki Pomak nüfusu ise 8.000’dir. Oysa 1991 nüfus sayımında Gora
Bölgesinde Pomak nüfusu 45.000’di (Statisticial Office of Kosova).

4.6. Türkiye ‘de Pomak Nüfusu

Türkiye'deki Pomaklar ülkenin farklı bölgelerine dağılmış durumdadır, ancak en büyük


yoğunlukları Doğu Trakya ve kuzeybatı Anadolu'dadır. Avrupa Türkiye'sinde en yüksek sayıları
Uzunköprü, Meriç, Keşan, Hayrabolu, Babaeski ve Pehlivanköy ilçelerinde bulunmaktadır. Biga,
Gönen, Erdek, Kemalpaşa, Alpu, Bafra ve diğer ilçelerde de büyük Pomak yerleşim bölgeleri
vardır. Yoğun Pomak nüfusu olan şehirler: İstanbul, Tekirdağ, Hayrabolu, Edirne, Havsa, Enes, Yeni
Karpuzlu, Pınarhisar, Kofçaz, Lüleburgas, Demirköy, Biga ve Yenice’dir. Trakya ve Anadolu'da onlarca
şehirde güçlü bir Pomak varlığı da görülmektedir. Türkiye’deki Pomaklar Balkan Yarımadası'nın
farklı bölgelerinden köken alırlar, farklı etnografik ve lehçe gruplarına aittirler ve farklı göç
dalgalarını temsil eder. Türkiye’de Pomak nüfusun sayısı 300.000 ile 600.000 arasında değişir.

5. Sonuç

456
Reyhan Rafet CAN

Tarihi süreç içinde kimliğini, gelenek ve göreneklerini korurken, yaşadıkları ülkelerde siyası
baskılara maruz kalan Pomaklar, Türkiye’ye göç etmişlerdir. Aşırı milliyetçilik akımı, baskı,
asimilasyon ve çok sayıda saldırıların kurbanı olan Balkan Pomaklarının günümüzde yaşadığı
bölgeler geri kalmış, ekonomik, sosyo-kültürel açıdan oldukça yetersizdir. Türkiye dışında,
Pomakların bulunduğu ülkelerde zor şartlar altında yaşamaları dışında, kimlik ve geleneklerinin
sorgulanması devam etmektedir. Yüzyıllarıdır Balkan coğrafyasının ayrılmaz bir parçası olan Pomak
Türklerinin coğrafi dağılışı yıllar geçtikçe kısıtlanmaktadır. Türkiye dışında en büyük Pomak
topluluğunun olduğu Bulgaristan’da bu nüfus daha iyi yaşam koşullarını sağlamak için Avrupa Birliği
ülkelerine göç etmiştir. Rodop Dağları’nın eteklerinde kurulmuş Pomak köyleri gün geçtikçe
boşalmakta ve nüfusu azalmaktadır. Sadece Bulgaristan’da değil, Pomakların bulunduğu ülkelerde
köyden-kente doğru hızlı göç yaşanmaktadır. Yüzyıldan fazla süredir Balkan Coğrafyasında bulunan
Pomakların kimlik, nüfus, yerleşme, ekonomik, sosyo-kültürel sorunları yerel yönetimler tarafımdan
görmezden gelinmektedir. Var olan ancak varlığı kabul edilmeyen Pomak Türklerinin kendi
kaderinin kendileri tarafından tayin etme hakkının verilmesi bu topluluğun bulundukları ülkelerde
devamlılığı için oldukça önemlidir.

6. Kaynaklar

Apostolov, M. (1996). The Pomaks: A Religious Minority in the Balkans. Nationalities Papers 24 (4):
727- 742.

Costopoulos, T. (2009). Trakya'nın "Makedoncası”- Pomaklar için Devlet Planları (1956-2008) .


Bibliorama - KEMO çalışmaları serisi.

Demetriou, O. (2004). Prioritizing ethnicities: The uncertainty of Pomak-ness in the urban Greek
Rhodoppe. Ethnic and Racial Studies 27 (1): 100-101.

Eminov, A. (1997). Turkish & Other Muslim Minorities. C. Hurst & Co. (Publishers).

Günşen, A. (2013). Pomaks As a Balkan Communıty And Evıdence of Turkıshness In Theır


Perceptıons of Identıty, Balkan Araştırma Enstitüsü Dergisi, Cilt:2, Sayı:1, 35-54.

Gyorche, P. (1896). Makedonya Çalışmaları Üzerine Materyaller, Sofya.

İvanovy, Y. (1955). Bılgarite vıv Makedoniya, İzdirvaniya Za Tıhnoto Poteklo, Sofya: Ezik i Narodnost.

Kafesoğlu, İ. (1992). Türk Millî Kültürü, İstanbul: Ötüken.

Konstantinov, Y. & Gulbrand, A. (1995). Names, Ethnicity, and Politics: Islamic Names in Bulgaria
1912-1992. Tromso Studies in Linguistics 15, Oslo: Novus.

Lory, B. (1987). Une comunaute musulmane oubilee: Les Pomaks de Lovec. Turcica 19: 95-117.

Magriotis, G. (1990). Pomaklar veya Rodoplar. Atina.

Malkidis, T. (2002). Mekân ve Çevre: Küreselleşme-Yönetişim-Sürdürülebilirlik. Uluslararası Bilimsel


Konferansı'nda duyuru, Atina, Panteion. http://www.patrides.com/march02/pomaki.htm
erişim tarihi: 17. 09. 2020.

Memişoğlu, H. (1999). Balkanlar’da Pomak Türkleri, İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı.

Milanov, E. (2016). Regionalni ve etno-kulturni bılgarski obshtnosti zad granitsa, V: ne ugasvat


bŭlgarskite ognishta izvın Bılevgariya. Kishin.

457
Reyhan Rafet CAN

Modern Yunanca Sözlüğü, www.greek-language.gr, erişim tarihi: 27.08.2020.

Natsionalen Statiçeski İnstitut. www.nsi.bg/Census/StrReligion.htm, erişim tarihi:06. 9.2020.

Silverman, C. (1984). "Pomaks." In Muslim Peoples: A World Ethnographic Survey, edited by Richard
V. Weekes, 612-616. Westport, Conn.: Greenwood.

Statisticial Office of Kosova. https://ask.rks-gov.net/, erişim tarihi:03.10.2020.

Stoukas, M. (2018), "Pomaklar: İsim, kökeni ve tarihçesi"


www.protothema.gr/stories/article/750346/pomakoi-onoma-katagogi-kai-istoria/, erişim
tarihi: 27. 08. 2020.

Tarabatzis, U. (2001), Trakya Pomakları, Sosyolinguistik Bir Yaklaşım, Teselya Üniversitesi.

Todorova, M. (2006). Balkanları Tahayyül Etmek, Çev.: Dilek Şendil, İstanbul.

Türk Dil Kurumu, Güncel Türkçe Sözlük, http://www.tdk.gov.tr/https://sozluk.gov, erişim tarihi:


04.10.2020.

Theoharıdıs, P. (1995). Pomaklar- Rodopı Müslümanları" İskeçe: Edıtıon Kültür Geliştirme Merkezi.

Zagalissa Gazetesi, (2010). "Evros vilayetinin Pomak köyleri? Haritadan silindi", Sayı:41,
http://zagalisa.gr/content/pomakoxoria-toy-nomoy-ebroy-i-tis-afrikis, erişim tarihi: 30. 7.
2020.

458
Trafik Kazaları Sonucu Uğranan “Geçici İşgöremezlik”
Zararından Sorumluluğun Yargıtay Kararları
Çerçevesinde Değerlendirilmesi

Dr. Öğr. Üyesi Hüseyin AVSALLI1, Doç. Dr. Namık HÜSEYİNLİ2


Özet
“Geçici işgöremezlik, kişinin beden bütünlüğünü bozan olay dolayısıyla tedavi gördüğü süre
ile iyileşme süresi boyunca çalışma gücünü tamamen, ancak geçici şekilde kaybetmesi” şeklinde
tanımlanmaktadır. Uygulamada, özellikle Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) kapsamında sosyal güvencesi
bulunan zarar görenler, geçici işgöremezlik zararları varsa sözkonusu kurumdan zararı talep
edebilmektedir. Zararı tazmin eden SGK, akabinde ödemiş olduğu “geçici işgöremezlik” için sigortacıya
ve zarar verene rücu edebilmektedir.
Çalışmamızda, “Karayolları Trafik Kanunu”nunda (KTK) ve “Karayolları Motorlu Araçlar
Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel Şartları”’nda (kısaca: Trafik Sigortası Genel Şartları- TGSŞ),
2011’den sonra yapılan değişiklikler ile Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (YHGK) ve daire kararları
çerçevesinde meydana gelen geçici işgöremezlik zararı açısından sigortacı ve SGK sorumlulukları
hususu ele alınarak değerlendirilmiştir. Özellikle konumuz açısından YHGK’nın K.2013/339 sayılı
13.03.2013 tarihli ve K.2010/490 sayılı 13.10.2010 tarihli iki kararında yer alan geçici işgöremezlik
kavramının kapsamıyla ilgili açıklamalar önem arzetmektedir.
“Trafik Sigortası Genel Şartları”’nın A.5.b bendinde düzenlenen bedeni zarara ilişkin olarak iki
tür teminata; “sağlık giderleri teminatı” ve “sürekli sakatlık teminatı”’na yer verilmiştir. Mevzuatta
2011’de yapılan değişiklik sonrası sağlık giderleri teminatından SGK’nın, sürekli sakatlık teminatından
sigortacının sorumlu olduğu açıkça düzenlenmiştir. Zira geçici işgöremezlik zararının bu iki teminattan
hangisinin kapsamına gireceğinin mevzuatta açıkça belirtilmemiş olması uygulamada bir sorun olarak
ortaya çıkmaktadır. Ancak YHGK’nın K.2010/490 sayılı 13.10.2010 tarihli kararındaki “…geçici
işgörmezlik ödeneği, motorlu aracın işletilmesi sırasında kişinin yaralanması sonucu yapılan, tedavinin
gerektirdiği bir (diğer gider) olup bedeni zarara ilişkindir” şeklindeki açıklamasından, geçici
işgöremezlik zararının SGK’nın sorumluluğunda olması gerektiği kanaatindeyiz.
Anahtar Kelime: geçici işgöremezlik, trafik sigortası, geçici işgörmezlik zararları, sigorta genel
şartları

The Evaluation of Responsibility From the Losses of


“Temporary Incapacity” Caused as a Result of Traffic
Accidents Within the Frame of Supreme Court’s
Decisions

Abstract
“Temporary incapacity” is described as losing the strength of working during the recovery
and treatment period but losing it temporarily, because of an incident which has damaged the
individual’s bodily integrity. In practice, especially within the coverage of Social Security Institution,
the ones who have suffered, can demand the damages of temporary incapacity, if there are, from the

1
Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi, İİBF, İşletme Bölümü, huseyin.avsalli@alanya.edu.tr
2
Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi, İİBF, İşletme Bölümü, namik.huseyinli@alanya.edu.tr

459
Hüseyin AVSALLI , Namık HÜSEYİNLİ

mentioned institution. Afterwards, the Social Security Institution, which compensates the damage, can
recourse to the insurer or the person causing for the loss payment or temporary incapacity.
In our study, by dealing the issues of the insurer and responsibilities of Social Security
Institution in terms of loss of the temporary incapacity which emerged within the scope of Supreme
Court Assembly of Civil Chambers and Office and the amendments after 2011 in “Highway Traffic
Laws” and “Highway Motor Vehicle Compulsory Automobile Liability Insurance General Conditions”
have been evaluated. Especially the explanations about the extent of the concept “temporary
incapacity” which takes place in two decrees of Suprime Court Assembly of Civil Chambers; dating
13.10.2010 Number K.2010/490 and dating 13.03.2013 Number K.2013/339 are important.
Regulated in the clause A.5.b of Traffic General Conditions, two warrants, “health expenser
warrant” and “permanent disabilty clause” are ranked. In the legislation, after the amendments in
2011it is explicitly regulated that Social Security Institution is responsible for the “health expenses
warrant” and the insurer is responsible fort he permanent disabilty clause. However, because it is not
clearly mentioned which of these two clauses will cover the loss of temporary incapacity, it arises a
problem in implementation. Yet we are of the opinion of that the loss of temporary incapacity is in the
responsibility of Social Security Institution due to the explanation in the decree of Supreme Court
Assembly of Civil Chambers; dating 13.10.2010 Number K.2010/490 “the allowance of temporary
incapacity is another expense which is required because of treatment done as a result of the injury of
individual during the operating of the motor vehicle and it is related to the physical injury.
Keywords: temporary incapacity, traffic insurance, the loss of temporary incapacity, insurance
genral conditions.

1. Giriş

Meydana gelen bir trafik kazasında birtakım zararlar oluşabilmektedir. Bunlar maddi
zararlar olabileceği gibi, beden bütünlüğü üzerinde geçici veya kalıcı sakatlıklar ile ölüm şeklinde
olabilmektedir. Zarar verenin kusuru varsa, zarar görenin zararını tamamen veya kusuru
oranında indirilerek giderilmesi gerekmektedir. Sözkonusu zararların bir haksız fiil sorumluluğu
olması sebebiyle Türk Borçlar Kanunu’ndaki (TBK) düzenlemeler kapsamında değerlendirilmesi
mümkün olmakla beraber, bu genel düzenlemeye göre özel norm niteliğinde olan, kısaca trafik
sigortası3 olarak adlandırılan, “Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası”
mevzuatının öncelikli olarak uygulanması gerekmektedir.

Trafik kazaları sonucu meydana gelebilecek, beden bütünlüğü ile ilgili zararlar
konusunda, TBK ve “ Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel
Şartları”’ndaki (Trafik sigortası genel şartları-TSGŞ) düzenlemelere bakıldığında şunlar
görülmektedir; “Bedensel zarar” başlıklı TBK madde 54’deki düzenleme şöyledir: “- Bedensel
zararlar özellikle şunlardır: 1. Tedavi giderleri. 2. Kazanç kaybı. 3. Çalışma gücünün azalmasından
ya da yitirilmesinden doğan kayıplar. 4. Ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan kayıplar.”, 4
TSGŞ’nin “KAPSAMA GİREN TEMİNAT TÜRLERİ” başlıklı A.5. maddesinin b ve c bentlerinde
“sağlık giderleri teminatı” ve “sürekli sakatlık teminatı” şeklindedir. 5

Mevzuattaki bu zarar türlerine baktığımızda, trafik kazaları sonucu meydana gelebilecek


“geçici işgöremezlik zararın”’ın6 özel olarak ifade edilmediğini görmekteyiz.

Yukarıda belirttiğimiz üzere “Trafik Sigortası Genel Şartları”’nın A.5. maddesinin b ve c


bentlerinde düzenlenen, bedeni zarara ilişkin olarak iki tür teminattan; “sağlık giderleri

3
Kender, Rayegan. (2017). “Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk (Trafik) Sigortası Genel Şartlarındaki
Değişikliklerin Değerlendirilmesi”, Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 13, Sayı:1, s. 12.
4
Amasya, Serap. (2018). ‘Sorumluluk Sigortalarında Bedensel Zararlar Teminatı Hakkında Genel Değerlendirme’ Akitdışı
Kusursuz Sorumlulukta Bedensel Zararlar, Uluslararası Kongre, TBB, s. 542-549
5
Yetis Şamlı, Kübra. (2020). “Geçici İşgöremezlik Zararlarının Zorunlu Trafik Sigortası Teminatı Kapsamında
Olup Olmadığının Değerlendirilmesi”, İstanbul Hukuk Mecmuası, Cilt:78, Sayı:4, s. 1763
6
Geçici işgörmezlik zararının, TBK’daki düzenleme kapsamında değerlendirilmesi için bkz: Amasya, 2018: 551; Yetiş Şamlı,
2020: 1769

460
Hüseyin AVSALLI , Namık HÜSEYİNLİ

teminatı”’ndan SGK’nın, “sürekli sakatlık teminatı”’ndan sigortacının sorumlu olduğu, açıkça ifade
edilmiştir. Geçici iş göremezlik zararının bu iki teminattan hangisinin kapsamına gireceğinin
mevzuatta açıkça belirtilmemiş olması uygulamada bir sorun olarak karşılaşılmaktadır.

Trafik sigortası mevzuatında son yıllarda önemli değişiklikler gerçekleşmiştir7. Bu


değişiklikler neticesinde, meydana gelen trafik kazaları sonucu geçici işgörmezlik zararına
uğranıldığında sözkonusu zarardan sigortacının mı (zarar veren karşı tarafın trafik sigortacısı)
yoksa Sosyal Güvenlik Kurumunun mu (SGK) sorumluluğunda olduğu sorunu ortaya
çıkmaktadır8. Uygulamada, özellikle Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) kapsamında sosyal güvencesi
bulunan zarar görenler, geçici işgöremezlik zararları varsa sözkonusu kurumdan zararı talep
edebilmektedir. Zararı tazmin eden SGK, akabinde ödemiş olduğu “geçici işgöremezlik” için
sigortacıya ve zarar verene rücu edebilmektedir.

Çalışmamızda, “Karayolları Trafik Kanunu”nunda (KTK) ve “Karayolları Motorlu Araçlar


Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel Şartları”’nda son yapılan değişiklikler 9 ile Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu (YHGK) ve daire kararları çerçevesinde meydana gelen geçici işgöremezlik
zararı açısından sigortacı ve SGK sorumlulukları hususu ele alınarak değerlendirilmiştir.

2. Geçici İş Göremezlik Kavramı

A) Tanım

Kavram olarak geçici işgöremezlik, “kişinin beden bütünlüğünü bozan olay dolayısıyla
tedavi gördüğü süre ile iyileşme süresi boyunca çalışma gücünü tamamen, ancak geçici şekilde
kaybetmesidir”10 . Diğer bir anlatımla, geçici iş göremezlik, sigortalı şahsın, iş kazası geçirmesi,
meslek hastalığına tutulması veya hastalık (Trafik Kazası vb.) ve analık hallerinde çalışma gücünü
geçici olarak kaybetmesine denir. SGK tarafından yetkilendirilen hekim veya sağlık kurulu
raporlarında belirtilen istirahat süresince geçici olarak çalışamama halidir11.

Bu tanımlardan da anlaşıldığı üzere geçici iş göremezlik, çalışan bir kişinin, kanunda


belirtilen sebeplerin birisinin varlığı halinde, çalışma gücünün kalıcı olmayan bir biçimde
tamamen kaybedilmesi ve bunun doğal sonucu olarak kişinin geçici bir süre çalışamamasını ifade
eder. İşte bu geçici süre çalışamama durumunda, kişinin zararını gidermek için kanunda belirtilen
miktarlarda ödeme yapılması gerekmektedir12. Buna geçici iş göremezlik zararı denilmektedir.

B) Geçici İş Göremezliğin Mevzuatta Düzenlenişi

Geçici iş göremezlik ve bunun sonucunda oluşan zararın nasıl ödeneceği ile ilgili temel kurallar
551013 sayılı “SOSYAL SİGORTALAR VE GENEL SAĞLIK SİGORTASI KANUNU”’nda
düzenlenmiştir. Bu düzenlemeler kanunun 16 ve 18. Maddelerinde yer almakta olup şu
şekildedir;

İş kazası, meslek hastalığı, hastalık ve analık sigortasından sağlanan haklar

7
Aslan Düzgün, Ülgen. (2019). “Zorunlu Mali Sorumluluk (Trafik) Sigortası Genel Şartları ile Getirilen Yenilikler ve
Değişiklikler”, (2019), S:14, s. 15.
8
Yetis Şamlı, 2020: 1763.
9
Değişikliklerin eleştirisi için bkz: Kender, 2017: 14 vd; Aslan Düzgün, 2019: 165
10
Yetiş Şamlı, 2020: 1770
11
Şakar, Müjdat. (2017). Sosyal Sigortalar Uygulaması, 12. Baskı, İstanbul, 2017, s.205; Özgür, Oğuz. (2019). “İş Kazası Ve
Meslek Hastalıklarında Kurumun İşverene Rücu Hakkı”, TBB Dergisi ,2019, S.140, s.408.
12
Güzel, Ali & Okur, Ali Rıza & Caniklioğlu, Nurşen. (2018). Sosyal Güvenlik Hukuku, 17. Baskı, İstanbul, s.429.
13
RG 16 Haziran 2006, S. 26200,
https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=5510&MevzuatTur=1&MevzuatTertip=5

461
Hüseyin AVSALLI , Namık HÜSEYİNLİ

MADDE 16- (Değişik: 17/4/2008-5754/10 md.)

İş kazası veya meslek hastalığı sigortasından sağlanan haklar şunlardır:

a) Sigortalıya, geçici iş göremezlik süresince günlük geçici iş göremezlik ödeneği verilmesi.

b) Sigortalıya sürekli iş göremezlik geliri bağlanması.

c) İş kazası veya meslek hastalığı sonucu ölen sigortalının hak sahiplerine, gelir bağlanması.

d) Gelir bağlanmış olan kız çocuklarına evlenme ödeneği verilmesi.

e) İş kazası ve meslek hastalığı sonucu ölen sigortalı için cenaze ödeneği verilmesi.

Hastalık ve analık sigortasından sigortalıya hastalık veya analık hallerine bağlı olarak ortaya çıkan
iş göremezlik süresince, günlük geçici iş göremezlik ödeneği verilir.

Geçici iş göremezlik ödeneği

MADDE 18- Kurumca yetkilendirilen hekim veya sağlık kurullarından istirahat raporu alınmış
olması şartıyla;

a) İş kazası veya meslek hastalığı nedeniyle iş göremezliğe uğrayan sigortalıya her gün için,

b) (Değişik: 17/4/2008-5754/11 md.) 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi ile 5 inci
madde kapsamındaki sigortalılardan hastalık sigortasına tabi olanların hastalık sebebiyle iş
göremezliğe uğraması halinde, iş göremezliğin başladığı tarihten önceki bir yıl içinde en az doksan
gün kısa vadeli sigorta primi bildirilmiş olması şartıyla geçici iş göremezliğin üçüncü gününden
başlamak üzere her gün için,

c) (Değişik: 17/4/2008-5754/11 md.) 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi ile (b)
bendinde belirtilen muhtarlar ile aynı bendin (1), (2) ve (4) numaralı alt bentleri kapsamındaki
sigortalı kadının analığı halinde, doğumdan önceki bir yıl içinde en az doksan gün kısa vadeli sigorta
primi bildirilmiş olması şartıyla, doğumdan önceki ve sonraki sekizer haftalık sürede, çoğul gebelik
halinde ise doğumdan önceki sekiz haftalık süreye iki haftalık süre ilâve edilerek çalışmadığı her gün
için,

d) (Değişik: 17/4/2008-5754/11 md.) 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi ile (b)
bendinde belirtilen muhtarlar ile aynı bendin (1), (2) ve (4) numaralı alt bentleri kapsamındaki
sigortalı kadının, erken doğum yapması halinde doğumdan önce kullanamadığı çalıştırılamayacak
süreler ile isteği ve hekimin onayıyla doğuma üç hafta kalıncaya kadar çalışması halinde, doğum
sonrası istirahat süresine eklenen süreler için,

geçici iş göremezlik ödeneği verilir.

Söz konusu düzenlemelerden anlaşıldığı üzere, geçici iş göremezlik oluşabilmesi ve


bunun sonunda tazminat talep edebilmek için şu dört durumdan birinin gerçekleşmesi
gerekmektedir14; İş kazası, meslek hastalığı, hastalık15 ve analık. Çalışmamızın konusu olan trafik
kazaları, bu dört sebepten, hastalık kapsamında değerlendirilmektedir. Nitekim, hastalık kavramı
5510 sayılı kanunun 15. Maddesinde “…sigortalının, iş kazası ve meslek hastalığı dışında kalan ve iş

14
Şartların açıklaması için bkz: Sözer, Ali Nazım. (2019). Türk Sosyal Sigortalar Hukuku, 4. Baskı, İstanbul, 2019, s.233
15
Bu konuda bkz: Sümer, Haluk Hadi. (2020). Sosyal Güvenlik Hukuku, 1. Baskı, Konya, s.188; Alper, Yusuf. (2019). Sosyal
Sigortalar Hukuku, 10.Baskı, Bursa, s.235; Şakar, 2017: 223; Narter, Sami. (2015). Çalışanlar İçin Tazminatlar, 1. Baskı,
Ankara, 2015, s.465; Güzel & Okur & Caniklioğlu, 2018: 427; Sözer, 2019: 235.

462
Hüseyin AVSALLI , Namık HÜSEYİNLİ

göremezliğine neden olan rahatsızlıklar, hastalık halidir”16 şeklinde tanımlanmıştır. Özellikle 5510
sayılı kanun kapsamında çalışan bir kişi, geçirdiği trafik kazası sonucunda geçici süre ile
sakatlandığında, tekrar işe başlayıncaya kadarki tedavi ve iyileşme süresi için, yine bu kanunda
belirtilen hesaplama şekline göre SGK’dan “geçici iş göremezlik ödeneği” alabilmektedirler. Bu
ödeneği alan kişiye zarar veren karşı tarafın kusuru varsa, SGK daha sonra karşı tarafa ve sigorta
şirketine rücu ederek onlardan bu parayı müteselsilen ve faizi ile birlikte talep etmektedir.

Hukuki sorun bu noktada ortaya çıkmaktadır. SGK’nın zarar görene ödediği “geçici iş
göremezlik ödeneğini” rücu ederek sigorta şirketinden talep etmesi mümkün mi?17 Diğer bir
ifadeyle “geçici iş göremezlik zararı”, sigorta şirketlerinin teminatı kapsamında mıdır? 18

C) Trafik Sigortası Mevzuatındaki Düzenlemeler

Bu konudaki en temel düzenleme “ Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk


Sigortası Genel Şartları”nın ilgili maddeleridir. (Trafik sigortası genel şartları-TSGŞ)19. Söz konusu
düzenleme, “KAPSAMA GİREN TEMİNAT TÜRLERİ” başlıklı A.5. maddesinin b ve c bentlerinde
“sağlık giderleri teminatı” ve “sürekli sakatlık teminatı” biçiminde ifade edilmiş olup şu şekilde
düzenlenmiştir20;

A.5. KAPSAMA GİREN TEMİNAT TÜRLERİ

Bu genel şart kapsamındaki teminat türleri aşağıda yer almaktadır.

b) Sağlık Giderleri Teminatı: Üçüncü kişinin trafik kazası dolayısıyla bedenen eski haline
dönmesini teminen protez organ bedelleri de dahil olmak üzere yapılan tüm tedavi giderlerini içeren
teminattır. Kaza nedeniyle mağdurun tedavisine başlanmasından itibaren mağdurun sürekli
sakatlık raporu alana kadar tedavi süresince ortaya çıkan bakıcı giderleri, tedaviyle ilgili diğer
giderler ile trafik kazası nedeniyle çalışma gücünün kısmen veya tamamen azalmasına bağlı
giderler sağlık gideri teminatı kapsamındadır. Sağlık giderleri teminatı Sosyal Güvenlik Kurumunun
sorumluluğunda olup ilgili teminat dolayısıyla sigorta şirketinin ve Güvence Hesabının sorumluluğu
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 98 inci maddesi hükmü gereğince sona ermiştir.

c) (Değişik:RG-20/3/2020-31074)(2) Sürekli Sakatlık Teminatı: Üçüncü kişinin sürekli


sakatlığı dolayısıyla ileride ekonomik olarak uğrayacağı maddi zararları karşılamak üzere, bu Genel
Şart ekinde yer alan esaslara göre belirlenecek teminattır. Kaza nedeniyle mağdurun tedavisinin
tamamlanması sonrasında yetkili bir hastaneden alınacak sağlık kurulu raporu ile sürekli sakatlık
oranının belirlenmesinden sonra ortaya çıkan ve tıbben gerekli olan bakıcı giderleri bu teminat

16
Sözer, 2019: 235; Sümer: (2020: 190; Şakar, 2017: 223; Güzel & Okur& Caniklioğlu, 2018: s. 428.
17
Sümer, 2020: 191; Şakar, 2017: 227; Güzel & Okur & Caniklioğlu, 2018: 438
18
5510 sayılı kanun 21. Maddesinde rücu düzenlenmiştir. Bu maddenin 4. fıkrası şu şekildedir; “İş kazası, meslek hastalığı
ve hastalık, üçüncü bir kişinin kusuru nedeniyle meydana gelmişse, sigortalıya ve hak sahiplerine yapılan veya ileride
yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değerinin yarısı, zarara sebep olan
üçüncü kişilere ve şayet kusuru varsa bunları çalıştıranlara rücû edilir.” Maddenin ifadesinden de anlaşıldığı üzere, SGK
kapsamında sigortalı olan kişiye hastalık sebebiyle geçici işgörmezlik ödemesi yapıldığında, eğer bu hastalığa sebep olan
kusurlu üçüncü kişi(ler) varsa SGK bunlara rücu edebilecektir. Ancak, zarara sebep olan olay trafik kazası ise bu mevzuata
göre özel kural niteliğinde olan trafik mevzuatı öncelikli uygulanmalıdır. Dolayısı ile rücu hakkının doğup doğmadığının
tespiti için TSGŞ’nin son düzenlemesi esas alınarak değerlendirme yapılmalıdır.
19
RG 14 Mayıs 2015 S. 29355
20
A.5. maddesinin a ve ç bentleri konuyla doğrudan alakalı olmamakla birlikte şöyledir;
a) (Değişik:RG-20/3/2020-31074)(2) Maddi Zararlar Teminatı: Hak sahibinin bu Genel Şartta tanımlanan ve zarar
gören araçta meydana gelen değer kaybı dahil doğrudan malları üzerindeki azalmadır. Değer kaybı talep edilmesi halinde
tespiti, bu Genel Şart ekinde yer alan esaslara göre Sigorta Bilgi ve Gözetim Merkezinde kurulacak sistem üzerinden sıra
esasına göre atanan ilgili branşta ruhsat sahibi sigorta eksperleri tarafından yapılır.
ç) Destekten Yoksun Kalma (Ölüm) Teminatı: Üçüncü kişinin ölümü dolayısıyla ölenin desteğinden yoksun kalanların
destek zararlarını karşılamak üzere bu genel şart ekinde yer alan esaslara göre belirlenecek tazminattır. Söz konusu tazminat
miktarının tespitinde ölen kişi esas alınır.

463
Hüseyin AVSALLI , Namık HÜSEYİNLİ

limitleri ile sınırlı olmak koşuluyla sürekli sakatlık teminatı kapsamındadır. Kaza nedeniyle
mağdurun sürekli iş göremezliği bu teminattan karşılanır. Söz konusu tazminat miktarının
tespitinde sakat kalan kişi esas alınır.

Sürekli sakatlık tazminatına ilişkin sakatlık oranının belirlenmesinde, Erişkinler İçin


Engellilik Değerlendirmesi Hakkında Yönetmelik ve Çocuklar İçin Özel Gereksinim Değerlendirmesi
Hakkında Yönetmelik doğrultusunda hazırlanan sağlık kurulu raporu dikkate alınır. Tazminat
ödemesinde, ilgili sağlık hizmet sunucularınca tanzim edilecek trafik kazasına ilişkin belgelerde
illiyet bağı ile ilgili tespitin yer alması durumunda bu tespitin aksini ispat sigorta şirketine aittir.
Sigortacı söz konusu rapor hakkında ilgili mevzuat uyarınca itiraz usulüne başvurduğunda
mağdurun itiraz üzerine yaptığı belgelenmiş harcamalarını bu teminat kapsamında karşılamakla
yükümlüdür.

Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere 2015’de yürürlüğe giren ve bazı değişikliklere de


uğrayan TSGŞ’nin A.5. maddesinde, trafik kazası sonucu, meydana gelebilecek, beden bütünlüğü
ile ilgili iki zarar düzenlenmiştir. Sözkonusu düzenlemenin b bendinde yer alan “Sağlık Giderleri
Teminatı” olarak ifade edilen ve zarar görenin tedavisi ve tamamen iyileşmesi için yapılacak tüm
giderlerin SGK tarafından karşılanacağı açıkça ifade edilmiştir.

Trafik kazası sonucunda, zarar gören tamamen iyileşemez ve sürekli olarak sakat kalacak
olursa, bu zararı sigorta şirketinin karşılayacağı, c bendinde “Sürekli Sakatlık Teminatı” başlığı ile
düzenlenmiştir.

Çalışma konumuz olan, “kişinin beden bütünlüğünü bozan olay dolayısıyla tedavi
gördüğü süre ile iyileşme süresi boyunca çalışma gücünü tamamen, ancak geçici şekilde
kaybetmesidir” şeklinde tanımladığımız “Geçici İş Göremezlik” zararından kimin sorumlu olduğu
açıkça ifade edilmemiştir21. Bu problem yargı kararlarına ve İtiraz Hakem Heyeti Kararına da
konu olmuştur.

D) İlgili İtiraz Hakem Heyeti22 Kararı ve Yargı kararları

“Geçici İş Göremezlik” zararından kimin sorumlu olduğu konusu, 21.12.2018 tarih ve


2018/İHK-11386 sayılı “İtiraz Hakem Heyeti Kararı”nda23 konu şu şekilde incelenip
değerlendirilmiştir;

“Taraflar arasındaki uyuşmazlığın konusu, davalı sigorta kuruluşuna Karayolları Zorunlu


Mali Sorumluluk (Trafik) sigorta poliçesi ile sigortalı XXX plakalı aracın 15.01.2015 tarihinde
karıştığı trafik kaza sonucu, araçta yolcu olarak bulunan başvuranın yaralanarak malul kalmasına
bağlı geçici iş görmezlik tazminatının poliçe kapsamında davalı sigorta şirketinden tazminine
ilişkindir…

21
İlerde bu konuda yapılacak bir düzenleme ile bu boşluk doldurulabilir.
22
14.06.2007 tarih ve
26552 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Sigortacılık Kanunu'nun 30 uncu maddesi ile Sigorta Tahkim Ko
misyonu kurulmuştur. Sigorta Tahkim Komisyonu, sigorta ettiren veya sigorta sözleşmesinden menfaat sağlayan
kişiler ile riski üstlenen taraf arasında sigorta sözleşmesinden doğan uyuşmazlıkların çözümü amacıyla
Türkiye Sigorta ve Reasürans Şirketleri Birliği nezdinde oluşturulmuştur.
5684 sayılı Sigortacılık Kanunu’nun 30 uncu maddesinde yapılan ve 18 Ekim 2013 tarihinde yürürlüğe giren yasal değişiklikle
birlikte,
yasanın yürürlüğe girdiği sözkonusu tarihten itibaren sigorta hakemlerince 5.000 Türk Lirası ve daha üzerindeki uyuşmazlıkla
r hakkında verilen kararlara karşı kararın Komisyonca ilgiliye bildiriminden itibaren on gün içinde bir defaya mahsus olmak
üzere Komisyon nezdinde itiraz hakkı tanınmıştır.
23
Karar için bkz: Sigorta Tahkim Komisyonu Hakem Karar Dergisi, Yıl Ekim - Aralık 2018 tarih; S: 36, s.77-84
http://www.sigortatahkim.org/files/karardrgs36.pdf

464
Hüseyin AVSALLI , Namık HÜSEYİNLİ

Uyuşmazlık Hakemi 29.10.2018 tarih ve K .2018/XXXX sayılı kararında özetle; Tarafların


ortaya koydukları maddi ve hukuki veriler, dosyada bulunun sağlık kurulu ve tazminat raporlarını
birlikte değerlendirerek, 15.01.2015 tarihinde meydana gelen yaralamalı ve maddi hasarlı trafik
kazasında başvuranın 9 ay geçici iş görmezlik dönemi için sigortalı araç sürücüsünün kusuru
dikkate alınarak düzenlenen bilirkişi raporunun, hükme dayanak olacak nitelikte açık ve denetime
elverişli olduğunu kabul ederek, aktüer bilirkişi raporu ile belirlenen miktardan %20 oranında kusur
indirimi yapmak suretiyle başvuranın talebinin kısmen kabulüne, 6.976,04 TL geçici iş görmezlik
tazminatının davalı sigorta şirketinden tahsili ile başvurana verilmesine, itirazı kabil olmak üzere
karar vermiştir…

Geçici iş göremezlik tazminatının poliçe kapsamında olmadığı itirazın irdelenmesinde;

Genel Şartların, A.5.b) maddesinde, "Sağlık Giderleri Teminatı: Üçüncü kişinin trafik kazası
dolayısıyla bedenen eski haline dönmesini teminen protez organ bedelleri de dahil olmak üzere
yapılan tüm tedavi giderlerini içeren teminattır. Kaza nedeniyle mağdurun tedavisine
başlanmasından itibaren mağdurun sürekli sakatlık raporu alana kadar tedavi süresince ortaya
çıkan bakıcı giderleri, tedaviyle ilgili diğer giderler ile trafik kazası nedeniyle çalışma gücünün
kısmen veya tamamen azalmasına bağlı giderler sağlık gideri teminatı kapsamındadır. Sağlık
giderleri teminatı Sosyal Güvenlik Kurumunun sorumluluğunda olup ilgili teminat dolayısıyla
sigorta şirketinin ve Güvence Hesabının sorumluluğu 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 98
inci maddesi hükmü gereğince sona ermiştir.", olarak ifade edildiği gibi, Sağlık Giderleri
Teminatından sayılanların ve SGK'ya devredildiği ifade edilenlerin, bizatihi geçici iş görmezlik
zararları değil, bunlara bağlı giderlerin olduğu anlaşılmaktadır.

Genel Şartın bu şekilde yazılmış olmasından, geçici iş görmezlik tazminatı taleplerinin,


SGK'ya devredildiği ve bu nedenle trafik sigortası teminatları haricinde tutulduğu
söylenemeyecektir. Aksi halde "tamamen" de denmekle, kalıcı iş görmezlik tazminatı taleplerinin de
SGK'ya devredildiği ve bu nedenle teminat dışı olduğu sonucu çıkar ki, bu da sigortanın konusunun
ortadan kaldırılmış olması demektir.

Aynı Genel Şartların "Teminat Dışında Kalan Haller" bölümünde de geçici iş


görmezlik zararlarının teminat dışı tutulduğuna ilişkin bir düzenleme de bulunmamaktadır.

Bu bölüm k) maddesinde "Gelir kaybı, kâr kaybı, iş durması ve kira mahrumiyeti


gibi zarar verici olguya bağlı olarak oluşan yansıma veya dolaylı zararlar nedeniyle yöneltilecek
tazminat talepleri," olarak sayılanların, A.5. a) Maddi Zararlar Teminatı: Hak sahibinin bu genel
şartta tanımlanan ve zarar gören araçta meydana gelen değer kaybı dahil doğrudan malları
üzerindeki azalmadır. Sigortalının sorumlu olduğu araç kazalarında değer kaybı, talep edilmesi
halinde ilgili branşta ruhsat sahibi sigorta eksperleri tarafından tespit edilir. Değer kaybının tespiti
bu Genel Şart ekinde yer alan esaslara göre yapılır." olarak tanımlanan araç zararlarına ilişkin
olduğu anlaşılmakla, bu istisnaların geçici iş görmezlik zararlarını da kapsadığı söylenemez.

Aynı Genel Şartların, A.3. SİGORTANIN KAPSAMI başlıklı maddesinde "Sigortacı, poliçede
tanımlanan motorlu aracın işletilmesi sırasında, üçüncü şahısların ölümüne veya yaralanmasına
veya bir şeyin zarara uğramasına sebebiyet vermiş olmasından dolayı, 2918 sayılı Karayolları Trafik
Kanununa göre sigortalıya düşen hukuki sorumluluk çerçevesinde bu Genel Şartlarda içeriği
belirlenmiş tazminatlara ilişkin talepleri, kaza tarihi itibariyle geçerli zorunlu sigorta limitleri
dahilinde karşılamakla yükümlüdür." olarak, şahsın yaralanmasına bağlı zararlarına 2918 Sayılı
Kanuna göre sigortalıya düşen hukuki sorumluluğun temin edildiği de ifade edilmiş bulunmaktadır.

Karayolları Trafik Kanunu, maddi ve manevi tazminat başlıklı 90. maddesinde, Maddi
tazminatın biçimi ve kapsamı ile manevi tazminat konularında Borçlar Kanununun haksız fiillere
ilişkin hükümleri uygulanır yönünde düzenleme olup, Borçlar Kanunu b. Bedensel zarar, MADDE 54-

465
Hüseyin AVSALLI , Namık HÜSEYİNLİ

Bedensel zararlar özellikle şunlardır denilerek, "3. Çalışma gücünün azalmasından ya da


yitirilmesinden doğan kayıplar." sorumluluk kapsamında sayılmış olmakla, işletenin ve onun
sorumluluğunu temin eden sigortacının bu zararlardan sorumlu olacağı tartışmasızdır. Bu
kapsamda, Yargıtay kararlarında da işaret edildiği gibi, geçici iş görmezlik zararları da çalışma
gücünün azalması veya yitirilmesine bağlı bulunduğundan ve genel şartlarda teminat dışı tutulduğu
da belirtilmemiş olmakla, davacı bu zararları, işletenin hukuki sorumluluğunu temin eden davalı
trafik sigortacısından talep edebilecektir. Bu nedenle davalıların geçici iş göremezlik zararından
sorumlu olmadıkları itirazlarının reddine karar verilmiştir. “

Bu konuda, Yargıtay 17. HD’de verdiği şu kararda24 benzer görüşü savunarak şöyle
demiştir;

“Trafik kazası neticesi yaralanan ve geçici yada sürekli iş göremez hale gelen kişinin giderleri
sadece bir sağlık kuruluşunda yapılan tedavi harcamalarından ibaret değildir. Trafik kazası sonucu
beden bütünlüğü zarara uğrayan kişi tedavi gördüğü süre ile iyileşeceği süre içinde işlerini
göremeyeceği ve bu süre içinde normal hayatını sürdüremeyeceğinden bu dönem içinde tam iş
göremez olarak kabul edilip buna göre tazminat hesabı yapılacaktır. Geçici işgöremezlik nedeniyle
hükmedilecek tazminatın kusurlu sürücü ve işletenin yanında ... poliçesini düzenleyen şirketin de
sorumluluğu kapsamı içerisinde değerlendirilmesi gerekip mahkemece geçici iş göremezlik
tazminatıyla ilgili olarak davalı ... Japan A.Ş. yönünden de davanın kabulü kararı verilmesi
gerekirken…….”.

Gerek Yargıtay 17. HD kararında, gerekse İtiraz Hakem Heyeti Kararında, geçici iş
göremezlik tazminatından SGK’nın değil, Sigorta şirketinin sorumlu olduğu sonucuna varılmıştır.
Bu kararların yanında, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu daha önceki tarihli bir kararında 25 geçici iş
göremezlik tazminatının niteliğini “tedavi giderleri” kapsamında olduğu şöyle ifade edilmişti;
“Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında geçici işgöremezlik ödeneği, motorlu aracın işletilmesi
sırasında kişinin yaralanması sonucu yapılan, tedavinin gerektirdiği bir (diğer gider) olup, bedeni
zarara ilişkindir”26.

Yargıtay HGK’nın27 bir nevi ilke kararı niteliğinde olan bu açıklamasıyla, “geçici iş
göremezlik zararının” yürürlükteki TSGŞ’nin A.5. b’de ifade edilen “sağlık giderleri teminatı”
kapsamında olduğunun kabulü daha doğru olacaktır kanaatindeyiz.

3. Değerlendirme ve Sonuç

Çalışan bir kişinin, kanunda belirtilen sebeplerin birisinin varlığı halinde, çalışma
gücünün kalıcı olmayan bir biçimde tamamen kaybedilmesi ve bunun doğal sonucu olarak kişinin
geçici bir süre çalışamamasını ifade eden, “geçici iş göremezlik” halinin trafik kazası sonucu

24
Yargıtay 17HD. Esas : 2015/15598 Karar : 2018/7298 Tarih : 18.07.2018 kararı için bkz:
<https://khyk.kazancihukuk.com/#1z8a3FJ52UKT3eC8cP4IpMX+7NMt2gFWlnEsBd88JGeUQ2wAAR85Fng~~&amp;_=0.020
791910378934242>
25
Yargıtay HGK Esas : 2010/10-500 Karar : 2010/490Tarih : 13.10.2010 kararı için bkz:
<https://khyk.kazancihukuk.com/#1z8a3FJ52UKT3eC8cP4IpMX+7NMt2gFWlnEsBd88JGeVKeQrJdeXvIg~~&amp;_=0.809610
9099755615>
26
Bu YHGK kararının verildiği tarihte, TSGŞ’nin eski hali yürürlükteydi. TSGŞ’nin yeni halindeki beden bütünlüğü ile ilgili,
“sağlık giderleri teminatı” ve “sürekli sakatlık teminatı” şeklindeki ayırım bulunmuyordu. Bu kararın bu günkü olayları
ilgilendiren kısmı, “geçici iş göremezlik zararının” hukuki nitelemesidir.
27
Pekcanıtez, Hakan. (2019). “Yargıtay Yönünden Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Değerlendirilmesi”, TBB Dergisi, 2019,
S:144, s.390. “Hukuk sistemimizde İBK (içtihadı birleştirme kararı) dışındaki kararlar bağlayıcı değildir. Ancak Yargıtay’ın
dairelerinin verdiği ilkesel nitelikli kararlar, emsal karar uygulamasında ciddi yer tutar. Daire kararlarına göre daha kapsamlı
gerekçelerle oluşan HGK kararları pozitif hukukun uygulamasında ciddi bir ağırlığa sahiptir. HGK kararları daire kararlarına
karşı ilk derece mahkemelerinim direnmesi sonucu verildiği için uygulayıcılarca daha çok dikkate alınan kararlardır”.

466
Hüseyin AVSALLI , Namık HÜSEYİNLİ

meydana gelmesinde, bu kişinin zararını SGK’nın mı yoksa trafik sigortasının mı, karşılayacağı,
yürürlükteki son mevzuat düzenlemeleri ile bir sorun olarak ortaya çıkmıştır.

Trafik sigortası mevzuatında, özellikle de “Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali


Sorumluluk Sigortası Genel Şartları” da (Trafik sigortası genel şartları-TSGŞ) 2015-16 yıllarında
yapılan değişiklikle bu sorun ortaya çıkmıştır. Yürürlüğe giren TSGŞ’de “KAPSAMA GİREN
TEMİNAT TÜRLERİ” başlıklı A.5. maddesinin b ve c bentlerinde “sağlık giderleri teminatı” ve
“sürekli sakatlık teminatı”, şeklinde trafik kazalarında meydana gelebilecek bedensel zararlara
ilişkin çok önemli iki bent getirilmiştir. Bu düzenlemede bedensel zarar gören kişinin her türlü
tedavi masrafının “sağlık giderleri teminatı” kapsamında olduğu ve SGK tarafından karşılanacağı
açıkça ifade edilmiştir. Eğer bu zarar görende, maluliyet şeklinde kalıcı bir zarar oluşmuşsa bunun
“sürekli sakatlık teminatı” kapsamında olması sebebiyle, zarar verenin trafik sigorta şirketinin
sorumlu olduğu ifade edilmiştir.

A.5. maddesinin b ve c bentleri incelendiğinde “geçici iş göremezlik” halinin açıkça ifade


edilmediği görülmektedir. Mevzuatta boşluğun olduğu bir vakıadır. Boşluğun doldurulmasında,
yukarıda ilgili kısmını belirttiğimiz İtiraz Hakem Heyeti kararında, itiraz heyeti geçici
işgöremezlik zararından, trafik sigorta şirketlerinin sorumlu olduğu hükmüne varmıştır. Bu
hükme varırken, TSGŞ’nin trafik sigortasının kapsamını belirleyen “SİGORTANIN KAPSAMI”
başlıklı A.3. maddesinin ifade biçiminden yola çıkarak bu sonuca ulaşmaktadır.A.3. maddesinin
metni "Sigortacı, poliçede tanımlanan motorlu aracın işletilmesi sırasında, üçüncü şahısların
ölümüne veya yaralanmasına veya bir şeyin zarara uğramasına sebebiyet vermiş olmasından dolayı,
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununa göre sigortalıya düşen hukuki sorumluluk çerçevesinde bu
Genel Şartlarda içeriği belirlenmiş tazminatlara ilişkin talepleri, kaza tarihi itibariyle geçerli
zorunlu sigorta limitleri dahilinde karşılamakla yükümlüdür.". Bu metnin lafzını dar
yorumlayacak olursak, A.5. b. Maddesindeki “sağlık giderleri teminatı” kapsamındaki tedavi
giderlerinin de SGK tarafından değil, sigortacı tarafından ödenmesi gerektiği sonucu çıkabilir.
İlgili kararın devamında TSGŞ’nin A.6. maddesindeki teminat dışı durumların28 içinde geçici
işgöremezlik zararının bulunmadığını ve dolayısı ile bu zarardan SGK sorumlu değildir
demektedir.29

Bu boşluğun yorumlanmasında biz aksi kanaatteyiz. Şöyle ki;

A.5.b. maddesi şöyledir, “"Sağlık Giderleri Teminatı: Üçüncü kişinin trafik kazası
dolayısıyla bedenen eski haline dönmesini teminen protez organ bedelleri de dahil olmak üzere
yapılan tüm tedavi giderlerini içeren teminattır. Kaza nedeniyle mağdurun tedavisine
başlanmasından itibaren mağdurun sürekli sakatlık raporu alana kadar tedavi süresince ortaya
çıkan bakıcı giderleri, tedaviyle ilgili diğer giderler ile trafik kazası nedeniyle çalışma gücünün
kısmen veya tamamen azalmasına bağlı giderler sağlık gideri teminatı kapsamındadır”. Metinde
eğer kişi sürekli sakat olmuşsa bu zamana kadarki giderler ve “tedaviyle ilgi diğer giderler” in
SGK’nın sorumluluğunda olduğunu açıkça belirtmiştir.

Yukarıda belirttiğimiz Yargıtay HGK Esas : 2010/10-500 Karar : 2010/490 sayılı ve


13.10.2010 tarihli kararında şu ifadelerle ”Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında geçici
işgöremezlik ödeneği, motorlu aracın işletilmesi sırasında kişinin yaralanması sonucu yapılan,
tedavinin gerektirdiği bir (diğer gider) olup, bedeni zarara ilişkindir” hükmüne varmıştır.

28
Aslan Düzgün, 2019: 167.
29
Benzer kanaat için bkz: Yetiş Şamlı, 2020: 1780.

467
Hüseyin AVSALLI , Namık HÜSEYİNLİ

Madde metninin ifade biçimi30 ve HGK kararının açık nitelendirmesinden de anlaşılacağı


üzere “geçici işgöremezlik zararları” tedaviyle ilgili diğer bir gider olması sebebiyle "Sağlık
Giderleri Teminatı” kapsamında ve dolayısıyla SGK’nın sorumluluğunda olduğu kanaatindeyiz. Bu
hukuki problemle ilgili uygulamada esas sıkıntı yaşayanlar maalesef. Aracıyla zarar veren kişiler
olabilmektedirler. Böyle durumlarda SGK zarar görene ödeme yapınca trafik sigortasına ve
sigorta yaptırana müteselsilen sorumlusunuz diye ödeme emri göndermekte, bunlara itiraz
edilince de SGK dava yoluna gitmektedir. Malum Türkiye’de de davalar kısa sürmediği için epey
uzun bir süre bu kişiler davalı olarak muhakeme edilmektedir. Mahkeme ile dava ile hayatlarında
pek karşılaşmayan kişileri bu süreç ciddi şekilde yıpratmaktadır. Hatta SGK’nın istediğini verip
kapatmak istemektedirler. Ancak böyle bir durumda trafik sigortacısı bunları geri vermeyecektir.

4. Kaynakça

Alper, Y. (2019). Sosyal Sigortalar Hukuku, 10. Baskı, Bursa.

Amasya, S. (2018). ‘Sorumluluk Sigortalarında Bedensel Zararlar Teminatı Hakkında Genel


Değerlendirme’ Akitdışı Kusursuz Sorumlulukta Bedensel Zararlar, Uluslararası Kongre,
TBB. Ankara.

Aslan Düzgün, Ü. (2019). “Zorunlu Mali Sorumluluk (Trafik) Sigortası Genel Şartları ile Getirilen
Yenilikler ve Değişiklikler”, Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi, S: 14, s.153-193.Uyuşmazlık

Güzel, A. & Okur, A. R. & Caniklioğlu, N. (2018). Sosyal Güvenlik Hukuku, 17. Baskı, İstanbul.

Kender, R. (2017). “Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk (Trafik) Sigortası Genel
Şartlarındaki Değişikliklerin Değerlendirilmesi”, Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Dergisi, Cilt: 13, Sayı:1.

Narter, S. (2015). Çalışanlar İçin Tazminatlar, 1. Baskı, Ankara.

Özgür, O. (2019). “İş Kazası Ve Meslek Hastalıklarında Kurumun İşverene Rücu Hakkı”, TBB
Dergisi, S: 140.

Sözer, A. N. (2019). Türk Sosyal Sigortalar Hukuku, 4. Baskı, İstanbul.

Sümer, H. H. (2020). Sosyal Güvenlik Hukuku, 1. Baskı, Konya.

Şakar, M. (2017). Sosyal Sigortalar Uygulaması, 12. Baskı, İstanbul.

Pekcanıtez, H. (2019). “Yargıtay Yönünden Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Değerlendirilmesi”,


TBB Dergisi, S:144.

Yetis Şamlı, K. (2020). “Geçici İşgöremezlik Zararlarının Zorunlu Trafik Sigortası Teminatı
Kapsamında Olup Olmadığının Değerlendirilmesi” İstanbul Hukuk Mecmuası, Cilt:78, Sayı:4.

30
Ayrıca beden bütünlüğü ile ilgi sigortacının sorumluluğunda olan sürekli sakatlık durumunu şöyle ifade edilmiştir c)
(Değişik:RG-20/3/2020-31074)(2) Sürekli Sakatlık Teminatı: Üçüncü kişinin sürekli sakatlığı dolayısıyla ileride ekonomik olarak
uğrayacağı maddi zararları karşılamak üzere, bu Genel Şart ekinde yer alan esaslara göre belirlenecek teminattır. Kaza
nedeniyle mağdurun tedavisinin tamamlanması sonrasında yetkili bir hastaneden alınacak sağlık kurulu raporu ile sürekli
sakatlık oranının belirlenmesinden sonra ortaya çıkan ve tıbben gerekli olan bakıcı giderleri bu teminat limitleri ile sınırlı
olmak koşuluyla sürekli sakatlık teminatı kapsamındadır. Kaza nedeniyle mağdurun sürekli iş göremezliği bu teminattan
karşılanır. Söz konusu tazminat miktarının tespitinde sakat kalan kişi esas alınır.” Maddenin ifadesinden anlaşıldığı üzere
sürekli sakatlık teminatı başlangıcı, tedavi sonrası alınacak raporla başlamaktadır. Bu zamana kadarki her türlü sorumluluk
SGK’nın olduğu kanaatindeyiz.

468
Hüseyin AVSALLI , Namık HÜSEYİNLİ

469
Toplumsal Eşitsizlikler Ve Mutfak

Prof. Dr. Hayati BEŞİRLİ1

Özet

İnsanlar arasındaki eşitsizliklerin tarihi oldukça eskidir. Eşitsizlikleri açıklamak için ise birçok
kuramsal yaklaşım geliştirilmiştir. Bu kuramsal yaklaşımlar üretim araçları ve bunların mülkiyetinin
eşitsizliğin sebebi olduğunu belirten çatışmacı yaklaşımdan veya sadece ekonominin bireyciliğini
yeterli görmeyen statü ve iktidar ilişkilerini de belirleyici gören yaklaşımlara kadar geniş bir
perspektifte yer almaktadır.
Bunun yanı sıra eşitsizlikler toplumsal yaşamın her alanında görülmektedir. Gerek besin temini
süreci olarak görülsün gerekse kültürel bir unsur olarak görülsün mutfak ve yiyecekler de bu sürecin
önemli bir unsurudur. Bu çalışmada yiyecek ve mutfağın toplumsal farklılaşma sürecindeki yeri,
toplumsal tabakalaşma göstergesi olarak önemi ve yerine getirdiği işlevler üzerinde durulmuştur.
Böylelikle yemek ve mutfak gerek mikro gerekse makro boyutlarıyla toplumsal farklılaşmanın bir
unsuru olarak ele alınmıştır.

Anahtar Kelimeler: Yemek, Mutfak, Toplumsal Eşitsizlik, Statü, İktidar

1. Giriş

İnsanın birbiriyle olan ilişikleri ve doğayla olan ilişkileri hep karmaşık olmuştur. Gerek diğer
insanlarla olan ilişkilerini gerekse doğayla olan ilişkilerini açıklamak, bu ilişkilerinin dinamiklerini
ortaya koymak birçok bilimsel alan için temel amaç olmuştur. Bu amaçla gerek sosyolojide gerekse
diğer alanlarda teorik yaklaşımlar geliştirilmiş ve eşit olmayan ilişkiye ilişkin ütopyalar yazılmıştır.

Bu çalışmada insanların varlıklarını devam ettirmeleri için gerekli olan enerjiyi sağlamalarından
farklı bir unsur olarak karşımıza çıkan yemek ve yemenin toplumsal eşitsizlikler sürecindeki işlevi ve
görünümü ortaya konulacaktır. Yemeğin toplumsal eşitsizlikler sürecindeki bu görünümü ve yerine
getirdiği işlev kültürel olana işaret eder ve yemeğin kültürel boyutunun bir unsuru olarak karşımıza
çıkar.

1.1. Eşitsizlikler Üzerine

Toplumsal alanda koşullarda, sonuçlarda kazanımlarda ve ayrıcalıklarda eşitlik olmasına ilişkin


olarak eşitlikçi öğreti söz konusudur. Bu öğreti eşitlik inancının hem dinsel hem de dünyevi bir
temelinin olduğu “hepimizde aynı mide var ve sadece bir tane” gibi kaba sloganlarla dile getirmiş bu
bakış açısı herkesin yeteneğine göre, herkese emeği kadar(sosyalizm), herkesin yeteneğine göre,
herkese ihtiyacı kadar(komünizm) yaklaşımına kadar politik bir söylemde de yer edinmiştir.
Eşitsizliğin çeşitli yönlerinin prestij, gelir, malların dağılımına ilkin düzenlemelerin belirli bir denge
oluşturacak şekilde yapılabileceği ve göreli yoksunluk duygusunun asgariye indirilebileceği kabulüne
yoğunlaşmıştır (Marshall, 1990, s. 210).

1
Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü
hayati.besirli@hbv.edu.tr

470
Hayati BEŞİRLİ

Toplumu oluşturan fertler arasındaki eşitsizlikler üretim süreçlerine bağlı olarak tarihte farklı
görünümler almış bunu sadece ekonomik belirleyici değil statü gibi beliricilerde ortaya koymuştur.
Ancak bu kapsamda sanayileşme farklılaşmanın ortaya konulmasında kırılma noktası olmuştur.

18. yüzyıla gelindiğinde, tarımsal üretimdeki dönüşüm, yün sanayinin yükselişi, denizaşırı
ticaretin genişlemesi ve üretim maliyetlerini azaltan çeşitli teknolojik yenilikler ve icatlar sonucu
yeni bir iktisadi ortaya çıkmıştır. Smith’in “Ulusların Zenginliği” nde ifade ettiği gibi, uluslararası
ticaret ve rekabet bağlamında zenginliğin üretimi ve dağıtımıyla ilgileniyordu. İş bölümünün,
uzmanlaşma süreci vasıtasıyla iktisadi büyümenin önemli bir vasfı olduğuna inanıyordu. Bu gelişme
toplumsal eşitsizliklerin ortaya konulmasında da belirleyici olmuştur (Turner, 2014, s. 345). Bu
dönemde de önceki dönemlerde olduğu gibi sınıf farkının ayrı bir yaşam tarzı ürettiği ve bu yaşam
tarzının kültürel göstergeler esasında belirlenebileceği açıktır.

Bunu “civilite” kavramı esasında ortaya koyacak olursak kavram özgün karakterini ve işlevini
16.yy. ikinci çeyreğinde Rotterdam’lı Erasmus’ un 1530 yılında yayınlanan “De civiliate morum
puerilium” (çocukta geleneklerin Nazikleşmesi Üzerine) adlı eserinde bulmuştur. Bu eser vücudun
dış görünüş biçimlerine değil toplum içinde nasıl davranılması gerektiği ne ilkin olarak soylu bir
çocuğa, bir prensin oğluna atfedilmiştir. Çalışmada yemekle ilgili birçok aktarım vardır. Bunu Elias’ ın
eserinde görmek mümkündür.

(…) Masa başında oturan insana bakıldığında, “sağda bardak ve iyice temizlenmiş bir bıçak,
solda ekmek yer alır.” der... Bardak ve iyice yıkanmış yemek bıçağı sağda, ekmek ise solda olmalıdır.
Masa düzeni böyledir. Genellikle insanlar bıçaklarını yanlarında taşırlar: bu nedenle bıçak temiz
tutulmalıdır denir. Çatal hiç yoktur. Olsa bile yalnızca eti tabaktan almak için kullanılır. ..bazıları
masaya oturur oturmaz hemen yeğe saldırmaya başlar der. Kurtlar ya da oburlar böyle yapar.
Getirilen tepsiye ilk uzanan olma. Bırak köylüler daldırsın elini etin yağına. Tepsidekileri didikleme,
önündeki parçayı al… Erasmus yemekten önce eller yıkanmalıdır der. Ama henüz sabun yoktur.
Konuk ellerini uzatır. Uşaklardan birisi üzerine biraz su serper. Su papatya ya da kekikle
kokulandırılmıştır. İyi topluluklarda tepsiye iki elle saldırılmaz. Yalnızca üç parmağın kullanılması iyi
olur. Bu üst tabakalar ile alta tabakalar arasındaki ayrımlardan birisidir (Elias, 2004, s. 138-140).

Uygarlık kavramının gelişimindeki yerinde olduğu gibi yemek ve mutfak toplumsal olanın içinde
önemli bir yer edinmiştir. Özellikle Orta Çağ’da Avrupa da yemek ve içmek toplumsal yaşantının
merkezine oturmuş insanlar arasındaki bira adalı sağlamada araca dönüşmüştür. Görgü kuralları
olarak ifade edilecek yemeğe ilişkin davranış düzenleyici kurallar da Latince konuşan din
adamlarının eserlerinde özellikle şövalye ve saray çevresine ilişkin yazılarda rastlanmak ve bu
kurallar dünyevi üst tabakanın davranışlarına göndermelerde bulunmaktadır (Elias, 2004, s.138-
140).

Türkler için 11. yy. a ait olan ve önemli bir siyasetname özelliği taşıyan Kutadgu Bilig’de ise
ziyafetlere ilişkin olarak çeşitli belirlemelerde bulunulmuş. Nasıl davranılması gerektiği ortaya
konulmuştur. Bu eserde ziyafetler tasnif edilmiş ve bu ziyafetlerde uyulması gerekli kurallara
açıklanmış ve özellikle yemek yeme usulü üstünde durulmuştur (Yusuf Has Hacip, 1959, s. 131-132).

Çağıran kimseler muhtelif sınıf ve tabakalara mensup olduğu gibi, ziyafetler de türlü-türlü olur.

Bunlardan biri — düğün ziyafetidir; biri de—ya bir oğlun doğumu sünneti dolayısıyla verilen
ziyafettir.

Birde eş, dost yahut arkadaş, ahbap, büyük veya küçük, yakın veya kardeş ziyafete çağırır.

Yahut bir ölü için yapılan yog aşı olur yahut biri bir rütbe alınca, başkalarına ziyafet çeker.

471
Hayati BEŞİRLİ

Bu ziyafetlerden hangisine gitmek ve hangisine gitmemek icap ettiğini bilmek lâzımdır.

Arkadaş, dost, ahbap ve kardeş ziyafetleri olursa, oraya gidip eşi, dostu görmelidir

Ziyafette bilhassa yat ve yabancılara itina göstermeli, yiyecek ve içeceğin az veya çok
dağıtılmasına dikkat etmelidir

Yakın komşu senin için bir ziyafet verir yahut ahiret kardeşin seni davet ederse, ey yiğit,

Onlara git, gönüllerini kırma; onları sevindir ve kendin de sevin, ey oğul

Eğer senin için bir ziyafet çekerlerse, o ziyafete de git; yemeklerini yiyerek, onları memnun et

Bunların dışında başka ziyafetlere davet ederlerse, bunlara gitmemek daha iyidir, gönlün
yaralanır.

Oturma yerleri yarım-yamalak olur; duracak yeri bulunmaz; ey asîl nesepli insan, kalbin kırılır

Ya ziyafettekiler sarhoş olup, kavga ederler; yediğin içine sinmez, sâdece canın sıkılır.

Bir doyumluk bu' yiyecek ve içecek için, kendini zorla itibardan düşürme.

Boğazına hâkim olan ve icap ettiği zaman kendisini yemekten men' edebilen insan ne der, dinle.

Boğazını gözet ve aşağılık insan olma; bir boğaz için, insanların kulu durumuna düşme.

Memlekette yükselmiş birçok insan gördüm; boğazlarının esiri oldular ve toprağa düştüler.

Birçok zenginler gördüm, boğazlarının esiri oldular ve böylece iflâs ederek, tekrar fakirliğe
düştüler.

Boğazın esiri olma, ey boğazına düşkün adam; boğazın esiri olursan, bir daha bu esaretten
kurtulamazsın.

Hangi ziyafette olursa-olsun, yemek yerken, mümkün olduğu kadar, edep dairesinde hareket et.

Usul bilmez, akılsız ve nasıl hareket edeceğini bilmeyen kimseler, usule vâkıf insanları görünce,
şaşırır-kalırlar.

Senden büyük yemeğe başladıktan sonra, sen elini uzat; bak, âdet böyledir.

Yemeğe sağ elini besmele ile uzat; böylece yemeğin bereketi artar, sen de zengin olursun.
Başkasının önündeki lokmalara dokunma; kendi önünde ne varsa, onu al ve ye.

Sofrada bıçak çıkarma ve kemik sıyırma; çok obur olma ve pek de sünepe oturma.

Ne kadar tok olursa-olsun, insan ikram edilen yemeği reddetmemelidir; ey kardeş, yemeği
adamına göre ikram et.

Yemeği alınca, ısır ve ufak-ufak çiğne; sıcak yemeği ağzın ile üfleme.

Yemek yerken, sofra üzerine sürünme; insanların huzurunu kaçırma, hareketine dikkat et.

Bütün bunlar usul bilmezlikten ileri gelir, usule uygun hareket et; usul bilmeyen insanların
başkalarına zararı dokunur. Yemeğe elini uzat, haz ve arzu ile ye; ev hanımı, seni görerek, memnun
olsun.

472
Hayati BEŞİRLİ

İnsan zahmet edip, sana ziyafet hazırlarsa, bu zahmeti boşa çıkarma; onun hatırını kırma.

Bu örneklerde olduğu gibi birçok örnekte de görülebileceği gibi belirli kurallarda yemek
toplumun belirli kesimlerine ait bir özellik olarak düşünülmektedir. Nezaket veya görgü kuralları
olarak ifade edebileceğimiz kurallar toplumun belirli kesimini ifade eden ve onları yabanıl olarak
ifade edilebilecek kesimlerden ayıran kurallardır. Toplumun üste kesiminde kendini gösteren bu
kurallar yemeğin beslenme aracı olmasının yanında yerine getirdiği sosyal etkileşimin enstrümanı
olma işlevine göndermede bulunur. Alt toplumsal kesimler yemeği beslenme veya fizyolojik olarak
yaşamı sürdürmenin unsur olarak görürken ve bu kapsamda sınırlı sayıda besini sınırlı sayıda
tekniklerle birleştirerek tüketirken, üst toplumsal kesimler yemeyi araç sallaştırarak statü ve iktidar
ilişkilerinin bir parçası olarak toplumsal hayatın merkezine koymaktadır. Burada yiyecek artık
sadece besin değildir. Bireyler arası etkileşimde temel bir araç ve toplumsal hayat alanında sembolik
bir unsurdur. Sembolik olarak birçok karşılığı olan toplumun üzerinde uzlaştığı gösterge niteliği de
taşımaktadır.

2. Eşitsizliğin Yiyeceklerdeki Bazı Görünümleri

Toplumsal eşitsizlikleri yemek üzerinden görmek içinde görmek yemeğin kültürel olmasının
bir sonucudur. Eşitsizlik göstergeleri simgesel olma özelliğine sahiptir ve bu simgeler içinde
yaşanılan topluma göre oluşmuş, toplum üyelerinin üzerinde uzlaştığı bir nitelik göstermektedir. Bu
kapsamda bir toplum için eşitsizlik göstergesi olan yemek veya yemeğe ilişkin uygulama başka bir
toplumda aynı şekilde kendini göstermeyebilecektir. Bu değişim benzer şekilde zamanla da ilgilidir.
Yemeğin belirli zamanlardaki simgesel anlamı değişerek yeni uzlaşmalar ortaya koyabilmektedir. Bu
durum yemeğin simgesel anlamında zamana e topluma göre değiştiğinin bir göstergesidir.

2.1. Yiyeceğe erişmedeki eşitsizlikler, yiyenlerin ayrıcalığı veya yenilenin belirleyiciliği

Nelerin yenilebilir olduğu nelerin ise yenilemez olduğunu belirleyen kültürdür. Kültür bu
anlamda yiyeceği yemeğe dönüştüren unsurdur. Bunda olduğu gibi hangi besinlerin toplumun hangi
kesimi tarafından tüketileceğini belirleyen kurallar da söz konusudur. Bu kuralların ortaya
konulmasında bireyin toplumsal konumu belirleyiciliğini sürdürmüştür.

Tarihsel süreçte farklı toplumsal yapılarda belirli besinlere ulaşımın belirli toplum kesimlerine
ait olduğunun örneklerini görmek mümkündür. Bu kapsamda av hayvanlarının veya meyvelerin
imtiyazlı bireylerin besini olduğu, bitki köklerinin veya yumru köklü bitkilerin ise daha alt tabakada
yer alanların besini olabildiği görülmektedir. Bunun için Avrupa da uzun süre avlanmak imtiyazlı
sınıfın yapabildiği eylemler ormanlar ise yönetimin malı olarak kabul edilmiştir. Bu şarap ve bira
üzerinden de ortaya koyacak olursak şarap gerek üretimi sürecinin uzunluğu gerekse maliyetinin
yüksekliği nedenle biraya göre farklı toplumsal kesimlere hitap eden içecek olmuştur.

Farklı toplumsal tabakalarda tüketimlerine göre kendilerini ve ötekileri tanımlamışlardır. Bu


sadece besinin kendisinin ayrıcalığı değil, aynı zamanda o besinin nasıl farklılaştırılarak
sunulduğuyla da ilgilidir. Gerek pişirmedeki gerekse sunumdaki zenginlik besinin toplumsal
katmanla olan ilişkilisini sağlamaktadır. Besinin dönüştürülmesi süreci üst tabakanın yaptığıdır. Alt
tabaka en basit haliyle tüketim gerçekleştirir.

Bu durum bazen yemeğin hangi parçasını aldığını şeklinde de kendini gösterebilecektir. Çünkü
yemeğin kısımları yiyenlerin hiyerarşisine göre belirlenebilen bir anlam içerebilir. Burada olduğu
gibi baharat tüketiminde de görülmektedir. 17. Yy. da Osmanlı coğrafyasında pahalı olan tarçın,
zencefil ve safran gibi baharatın makul miktarda kullanılması Avrupa’daki kadar olmasa da statü
sembolü olmuştur. Ancak padişahlara yapılan çorbalarda veya tıbbi eserlerde tarçına
rastlanılmaktadır. Hatta 18. Yy. da baharat o kadar değerli hale gelmiştir ki Avrupalı elçilere hediye
olarak verilmiştir (Güldemir ve Işık, 2012, s. 317)

473
Hayati BEŞİRLİ

2.2. Yenilen mekânın belirleyiciliği

Yemeğin belirleyiciliği kadar önemli bir unsurda yemeğin nerede yenildiğidir. Çünkü bir yemeği
sıradanlıktan kurtaran unsurlardan biri aynı zamanda nerede yenildiğidir. Çünkü yemeğin yenildiği
alan tüketimin gerçekleştirileceği toplumsal kesime göre düzenlenmektedir. Mekânların gerek
tasarımı gerekse fiyat belirlemesi hedef kitleyi oluşturan toplumsal kesime göre şekillenmektedir.

Yemek mekânları sunum alanında gerek ortamın özellikleri gerekse hizmet biçimleri
bakımından belirli özellikler göstermektedir. Yemek çeşitliliği ve sunum biçimi hangi toplumsal
kesime hitap ettiğine göre çeşitlilik ortaya koymaktadır. Bunun yanı sıra yemeğin fiyatı müşteri
olacak toplumsal kesime göre belirlenmekte böylelikle müşteri belirlemesi yapılmaktadır.

Yiyeceğin tüketildiği mekânın belirleyiciliğinin yanı sıra herek yeğin pişirilmesi, gerek ise
sunulması ve yenilmesinde kullanılan araçlarında önemi görülmektedir. Bu araçlar tüketen sınıfın
zevkini yansıtan bir özellik gösterir. Bazı durumlarda yemeğin hangi kapta yenildiğinin yemeğin
önüne geçtiği ifade edilebilir. Çünkü burada yemeğin sunulduğu porselen tabak sıradan bir kap değil,
o yemek türüne uygun ve o tüketenler için tercih edilmiş bir araçtır. Hatta yemektekilerin ev
sahiplerinin gözünden kendilerini görmelerini sağlayan önemli bir araçtır da.

2.3. Kiminle yediğinin önemi

Ne yediğiniz kadar bunu kiminle yediğinizde önemlidir. Yemek yediğiniz birey veya bireyler
sizinle eşit ilişkiye girebilen birey veya bireyleri gösterir. Yemekteki eşit ilişki toplumsal hayattaki
eşit ilişkinin de bir yansımasıdır. Bu özelliği ile sofra toplumdaki ilişkilerin bir örneğidir.

Bunu törensel yemeklerde görmek mümkündür. Burada sofra konukların özeliklerine göre
düzenlenmekte aslında çeşitli kriterleri göz önünde bulunduran ev sahibi eşitlik ilişkisini de
gözetmektedir.

Bu kapsamda Osmanlı sarayında örneklendirme yapılabilir. Başkent İstanbul da yer alan ve


Topkapı sarayında yaşayanların beslenmesi Matbah-ı amire Emaneti olarak ifade edilen saray kısmı
tarafından sağlanmaktadır. Bu mutfağın Fatih Sultan Mehmet tarafından kurulduğu düşünülmektedir.
Bu mutfak bir çok kısımdan oluşmakta ve mutfaklar hizmet ettiği sınıfa göre isimlendirilmektedir
(Has, Divan, Ağalar vs.). Sarayda hizmet gören görevlilerin tüketeceği yiyeceklerde konumlarına göre
belirlenmektedir. Kimin kiminle sofraya oturacağı oturabileceği, o sofrada nelerin yenilebileceği
belirlenmekte ve sofra didaktik bir işlev görmektedir. Bu belirlenme kapsamında sadrazam ile baş
defterdar, vezirler ile diğer defterdarlar ve nişancı, kadı askerler ise aynı sofrada oturabilmektedir.
Burada önemli bir gelenek olarak ise sadakatin tesisinin sağlanması için üst düzey yöneticilerin
kalktıkları sofraya ise alt düzey görevliler oturması gösterilebilir. Bu sofra vasıtası sadakat
sağlanmakta sofra düşük kademe de ki memurun üst düzey çalışanına doyması üzerinden bağlılığının
gösterildiği bir işlev görmektedir (Bilgin, 2013, s. 85-86).

2.4. Sofrada hizmet görme

Sofra da bireyler arasındaki farkı görmenin araçlarından birini de sofrada hizmet görme
ölçütü oluşturmaktadır. Bu ölçüt yemek servisinin ilk önce kime yapılacağı veya kimin en çok hizmet
göreceği ile ilişkilidir. Burada hizmet görme diğerlerinden farklılaşmanın bir unsuru olarak
düşünülmelidir. Bu kapsamda eşitlerin olduğu bir sofrada herkese aynı anda servis yapılmakta ve
kimsenin bu kapsamda öncellenmediği ifade edilmektedir.

Osmanlı sarayında Avrupalı elçilere verilen ziyafetlerde bu anlamda önemli bir göstergedir.
Bu ziyafetler sadece sofra adetlerini ortaya koymakla kalmamakta aynı zamanda elçiye verilen değeri
de göstermektedir. Burada sofranın ne kadar donatıldığı önemli bir gösterge olarak düşünülmelidir.

474
Hayati BEŞİRLİ

Yemeğin süresinin bu kapsamda ölçü olduğu ifade edilmektedir. Yemek ne kadar uzun sürerse
konuğun sultanın yanındaki değeri o derece yüksektir.

3. Sonuç

Yemek, neyi yediğimiz ve nasıl yediğimiz den tutunda kimlerle ve nerede yediğimize kadar
bir kriter esasında şekillenen bir toplumsal eylemdir. Bu eylemin toplumsallığı yemeğe ilişkin olarak
yapılan eylemleri de kültürel temeller ile açıklamamamız gerektiğine dikkat çeker. Kültürler
farklılaştıkça yemek ile ilgili toplumsal statü veya toplumsal saygınlık göstergesi olmasına ilişkin
unsurlarda farklılaşacaktır. Bireyleri farklılaştıran bu statü göstergeleri simgesel önem sahip
göstergelerdir. Bu kapsamda simgeselliğin sadece kültürlere göre değil aynı kültürün değişimi
sürecinde zaman ve mekâna göre farklılaştığı ve yeni uzlaşıların ortaya çıktığı görülecektir.

Bu yeni uzlaşılar genellikle imtiyaz sağlayıcı veya farkı ortaya koyucu yeni yiyecekler,
araçlar veya mekânların üretimi şeklinde kendini göstermektedir. İmtiyaz toplumsal sınıflar
arasında tüketim üzerinden korunacak bir unsur olarak algılanmakta ve tüketim alışkanlıkları bunun
üzerine yeniden şekillenmektedir.

4. Kaynaklar

Bilgin, A. (2013). Seçkin mekanda seçkin damaklar, Osmanlı Sarayında beslenme alışkanlıkları (15.-
17. Yüzyıl), Sabri Koz (Ed.) Geçmişten Günümüze Milli Yemek Kültürümüz içinde, İstanbul: Türk
Dünyası Kültür Başkenti Ajansı.

Elias, N. (2004). Uygarlaşma süreci İstanbul: İletişim Yayınları.

Güldemir, O., Işık, N. (2012). Tatlara Tat Katan Kabuk: Tarçın (Osmanlı Mutfağındaki Yeri) Türk
Mutfak Kültürü Sempozyumu, 14-15 Ekim 2010, Bilecik: Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi
Yayınları, 311-335.

Has Hacip, Y. (1959). Kutadgu Bilig, Ankara: Ankara Türk Tarih Kurumu.

Marshall, G. (1990). Sosyoloji sözlüğü. Ankara: Bilim ve Sanat.

Turner, B. S. (2014). Klasik sosyoloji. İstanbul: İletişim Yayınları.

475
Batı Dışı Modernleşmede Matbaa ve Okuryazarlık:
Rusya, Osmanlı ve İran İmparatorlukları1

Bünyamin Ayhan2, Gulnur Dosbolova3,

Özet

Batı dışı modernlik, Avrupa’nın dışındaki toplumların modernleşme süreçlerini ele alan ve tartışan
bir kavramdır. Özellikle Asya’da; Rusya, Osmanlı, İran, Japonya, Çin ve diğer ülkelerin toplumsal
yapılarının modernite adına değişim ve dönüşümünü ele alan kavram, toplumsal iç dinamiklerin
değil tepeden inme modernleştirmenin bir başka tanımlamasını oluşturmaktadır. Bu
modernleşme olgusu aynı zamanda geç modernleşmedir. Geç modernleşme, modernleşen
toplumları takip etme, teknik araçları alma ve toplumun yönünü yeni araç ve kurumsal yapılarla
belirlemedir. Modernleşme de ölçütlerden biri de okuryazarlıktır. Okuryazarlığın toplumsal
katmanlara ulaşmasında etkili olan araç matbaadır. Matbaa aynı zamanda yeni toplumsal yapı ve
kimliklerin oluşumunda etkili olan bir araçtır. Bu her iletişim aracının yeni bir toplumsal yapı inşa
etmesi ile ilgilidir. Matbaa ile öncelikli olarak dini metinler yeniden üretilerek halkın bilgiye
doğrudan ulaşılabileceği bir alan oluşturulmuştur. Matbaalar basımevlerinin kurulmasını
sağlayarak iktidarların elinde olan bilgi tekeli kırılmış ve bilgi toplumsal katmanlar arasında
erişime açılmıştır. Okuyucu ile kitap piyasa şartlarına göre ticari bir değer almıştır. Bu süreçte
okuryazarlık, kitabı takip eden basın faaliyetleri ile gelişmiş ve hayali toplulukların oluşumunu
desteklemiştir. Tercüme odalarından hareketle bilginin aktarımı ve batıyı takip etme süreci kitle
iletişim araçları ile daha da artmıştır. Diğer taraftan her toplumun teknik ve teknoloji takibi ve
ona karşı geliştirdiği tutum ve davranışlarda farklı olmuştur. Çalışmada tarih aralığı olarak
Osmanlı’da 1718’de başlayan Lale Devri 1922 yılları, Rusya’da Çarlık Dönemi 1726-1917 ve
İran’da ise Kaçar dönemi 1796-1925 yılları arası matbaa-okuryazarlık ilişkisi ele alınmaktadır.
1900 yılların başında meşrutiyet sistemine geçen bu üç ülkenin seçilen zaman diliminde siyasi
yapıları, modernleşme hareketleri, matbaa, yayıncılık ve okuryazarlık durumu karşılaştırmalı
olarak ele alınacaktır.

Anahtar Kelimeler: Modernleşme, Matbaa, Okuryazarlık

Printing Press and Literacy in Non-Western


Modernization: The Case of Russia, Ottoman and Iran

Abstract
Non-Western modernity is a concept that deals with and discusses the modernization processes of
societies outside Europe. Especially in Asia, the concept, which deals with the change and
transformation of the social structures of Russia, Ottoman, Iran, Japan, China and other countries in

1
Bu bildiri Selçuk Üniversitesi BAP Koordinatörlüğü tarafından bildiri projesi (21701022) kapsamında
desteklenmiştir.
2
Selçuk Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü
3
Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Gazetecilik ABD, Doktora Öğrencisi

476
Bünyamin Ayhan, Gulnur Dosbolova

the name of modernity, constitutes another definition of top-down modernization, not social internal
dynamics. This modernization phenomenon is also late modernization. Late modernization is to
follow the modernizing societies, to take the technical tools and to determine the direction of the
society with new tools and institutional structures. One of the criteria in modernization is literacy.
The printing press is an effective tool for literacy to reach the social strata. The printing press is also
an efficient tool in the formation of new social structures and identities. It is about the construction of
a new social structure by each means of communication. With the printing press, primarily religious
texts have been reproduced and an area where the public could access information directly has been
created. By establishing printing houses, the monopoly of information in the hands of the authorities
has ended and information has been available for social strata. The reader and the book have
received a commercial value according to the market conditions. In this process, literacy has
developed with the press activities that followed the book and supported the formation of imaginary
communities. The process of transferring information and following the west, starting from the
translation rooms, has increased with the mass media. On the other hand, each society's technical and
technology follow-up and attitudes and behaviors towards it have been different. In the study, the
relationship between printing press and literacy in the Tulip Era 1922 which started in 1718 in the
Ottoman Empire, in the Tsarist Era 1726-1917 in Russia, and in the Qajar period 1796-1925 in Iran is
discussed. The political structures, modernization movements, printing press, publishing and literacy
status of these three countries, which passed to the constitutional system in the early 1900s, will be
discussed comparatively.

Keywords: Modernism, Printing, Literacy


1. Giriş

İletişim olgusu insanlık tarihi eşdeğer olarak tanımlanmaktadır. Özellikle toplumsal olanın bir
arada olması, etkileşim ve sosyalizasyonun oluşması, sürdürülmesi ve aktarılması için zorunlu olan
iletişim, her dönem kendi araçlarını üreterek toplumsal yapıda yerini almıştır. Dil, sembol ve metin
üretimiyle yazı ve semboller, toplumsal düzeni sağlamıştır. Dil ve alfabe aynı zamanda bir arada olma
ve ötekini geliştirmiştir. İletişim olgusunu geçmişte taşıyan her araç aynı zamanda toplumsal statü ve
katmanlaşmasının da simgelerinden olmuştur. Özellikle iletişim olgusunu sağlayan yazı, yazı araçları
ve yazının öznel durumu gelenek toplumların hiyerarşini de belirlemiştir. Tarihsel süreçte gelişen
her teknolojik araç, özellikle iletişim merkezli araçlar toplumsal alanda değişim ve dönüşümü de
sağlamıştır. Ulaşım sisteminden, metin üretemeye her noktada gelişen bu durum, imparatorlulardan
ulus devlete siyasi olgularında değişimine katkı sağlamıştır. İletişim araçlarının gelişmişliği ve
bireylere sunduğu imkân toplumsal gelişmişlik ve refah seviyesini belirlemektedir. Bu nokta
toplumların sözlü ve yazılı kültürlerin niceliği ve niteliği belirleyicidir.

15. yüzyıl dünya tarihin değişim dönemlerindendir. Özellikle icat edilen pusula, barut ve matbaa
yenidünya düzenin işareti vermiştir. Bu araçlar, yeni alanların (coğrafi) keşfi, kapalı alanların ortadan
kaldırılması ve açık güvenlik sisteminin oluşumu için toplumsal düzenleme ile yeni insan tipi ve
hayali topluluklarında önü açılmış oldu. Toplumsal ve siyasal sistemlerin yanında kültürel yapılarda
bu araçlardan etkilendi. Çalışma açısından ele alınan matbaa, bilgi ve düşünce başta olmak üzere
toplumsal düzenin de belirleyici unsurlarından olmuştur. Sıradan bireyin kamusallıkla tanışarak
kendisi başta olmak üzere toplumsal düzen içerisinde somut ve soyut yapılara dâhil olması, birey-
toplum-devlet ilişkisinin de değiştirmiştir.

Bu yüzyılı takip eden zaman diliminde modernleşme süreci de toplumsal yapılarda kendine yer
bulmuştur. Modernleşme rasyonellik başta olmak üzere, kentleşme bireyselleşme olgularını temele
alarak seküler bir dünya talebi ile toplum ve devletlerinin yeniden inşasına katkı sağlamıştır. Bu
süreçte batı merkezli modernlik bütün toplumların hedefi ve amacı haline gelmiştir. Özellikle batı
teknik ve ideolojisinin hem doğayı hem de toplumları dönüştürmesi ve batı dışı toplumları
hegemonyasına alarak sömürgecilik faaliyetlerine başlaması batı modernleşmesini bir amaç haline
getirmiştir. Bu süreçte batı dışı toplumlar batı modernitesini temelde devlet eliyle toplumsal
değişimlerinin yönü ve hedefi aline getirmiştir. Böylece toplumun bütün katmanları modernitenin

477
Bünyamin Ayhan, Gulnur Dosbolova

zorunlu yolculuğuna çıkmış ve mevcut sisteme dâhil olmada sorun yaşayan toplumsal yapılar,
toplumda muhalif yapının içeriği ve sınırlarını da genişletmiştir. Muhalif durum, sosyal başta olmak
üzer en çok siyasal alanda kendine taraf bulmuştur.

Matbaa, üretilen metinler ve düşünce yapısının bireyi merkeze alması ile yeni siyasal alanların
oluşumuna destek vermiştir. Bu destek okuryazarlıkla merkez-çevre ilişkisinin zihinsel alanda
güçlendirmiş ve merkezin daha da belirleyici olmasını sağlamıştır. Özellikle modernleşmenin
sürekliliğin sağlama da ortaya çıkan okuryazarlık, toplumsal yapıda siyasalın da oluşumunu
kolaylaştırmıştır. Okumanın toplumsal hareketliliğe olan katkısı, gönüllü modernleşmenin de
destekçisi olmuştur.

1.1.MODERNLEŞME ve BATI- DIŞI MODERNLEŞME

Modernlik, batı toplumlarının mevcut durumlarını öte olarak tanımladığı toplumların mevcut
durumunda ayırma olgusu olarak ilk çağ batı toplumları ile başlatan yaklaşımlar olduğu gibi genel
kabulde Rönesans’a ve sonrası oluşan, sekülerleşme ile başlayıp, kentleşme, sanayileşme ve ulus
devletin de katkısı ile yeni toplumlar ve yeni bireyler yapısına gönderme yapmaktadır. Zaman Ait
Olma, geçici ama değişimini yönünü belirleyen, kendi dünyasını oluşturan ve geçmişi ötekileştiren bir
durumdur. Temelde düşünsel iktidarı barındıra modernite, doğa ve toplumu dönüştürmeyi ve ana
hizmet etmeyi ister (Harvey 1997: 23-27). Modernizm tarihsel, sosyoloji, siyaset, edebiyat gibi
alanlarda çok yoğun ir tartışma içinde olmasına kavram kullanım alanı oldukça geniştir. 15.
Yüzyıldan bu tarafa kavram değişikliğe uğramıştır. Aynı zamanda dini durumdan, geçmişi ayırmaya,
sanatta siyasete kullanım alanı genişlemiştir. Kavramın daha ideolojik kullanımı ise İkinci Dünya
Savaşı sonrası siyaset ve bilimin yeniden yapılanması ile ilgilidir (Childs 2000: 12). Henüz şimdi,
rasyonellik, moda, mevcut sistemi öne çıkarma, teknik ve sosyal şartların zorunluluğu, yeni dünya
gerçekliği, gelenekseli reddetme, kent, sanayileşme ve birey, soyut gerçeklik, zihinsel süreç, bilinç,
sekülerleşme, tamamlanmamış proje gibi birbirinden farklı konseptlerle tartışılan modernlik, bu
kavramların dışında veya bu kavramların birlikte kullanımına da açıktır. Eisenstadt’ın (2000:1-2)
tartıştığı şekilde modernite çoklu özelliğe sahip ve bu özellik eşlettirme sürecinde birçok sorunu da
beraberinde getirmektedir. Çünkü modernleşme bir süreç ve bu süreçte farkı tarihsel kavşaklarda
oluşan kimlik ve özelliklerle, kültürel kodlar farklı bölgelerde farklı gelişmelere neden olmaktadır
(2006:216). Bu aynı zamanda modernitenin farklı sonuçlar ve batı dışı oluşumlarında kendi iç
dinamiklerinin farklılaşacağına işaret etmektedir. Al-Azmeh’in (1996) İslamlar ve Modernitelerde ele
aldığı şekilde aynı dinin mensupları ve benzer toplumsal özellikler taşıyan yapılar, farklı
modernitelere yolculuk etmişlerdir. Bu batı dışı süreçleri değil Avrupa devlet ve toplumlarının da
farklı modernitelerle yola devam ettiği, homejen bir modernite değil farklılıklar üzerine kurulu bir
modernite bahsetmek gerektiğini belirtmek gerekir. Çünkü toplumsal yapılar aynı özellikleri
göstermemektedir (Wittrock 2000: 58).

Batı dışı modernite, batının dışında kalanların modernizm olgusunu yaşama ve yaşatma
mücadelesidir. Literatür incelendiğinde batı dışı şehir, batı dışı siyaset batı uluslararası ilişkiler başta
olmak üzere batı toplumda yer alan her olgu ve olay batı dışı toplumlarda yeniden batı gözüyle
okunmakta ve tanımlanmaktadır. Bu aslında batı dışı toplumların oryantalist bakış açısının veya
ötekinin kurumsallaştırılması veya bir alana hapsedilerek batı tarafından sınırları çizilen bir
etiketleme ile okunmasıdır. Böylece batı dışı toplumlar hiçbir zaman batılı olamayacağı gibi batılı
değerler taşısa dahi hep tanımlanmamış bir eksiklik üzerinden ötekileştirilecektir. Batı dışı
modernleşmede din olgusu önemli gözükse de doğu da kalan aynı dinin mensupları da bu
etiketlemeden kurtulamamaktadır. Doğal olarak batı dışılıkta İslam, Budist, Hinduizm gibi doğunun
demografik yapısını elinde tutan dinler daha çok öne çıkmaktadır. Göle’nin ifadesi ile (2000: 117)
“Batı dışında yaşanan tecrübeler artık tarih yaratmamakta, tortu olarak tanımlanmakta ve yalnız
Batı'dan farklı oldukları, yani Batılı olmadıkları için bir kimliğe layık görülmektedir.”

478
Bünyamin Ayhan, Gulnur Dosbolova

Rus modernleşmesi doğu batı arasında kalmış bir toplumun modernleşmesi olarak okunmaktadır
(İvanov 2008). Özellikle modernleşme sürecine geç katılması ve on sekizinci yüzyıl modernleşme
sürecinin izleklerinin oluşturularak modernleşmesinin buna göre inşa edilmesi (Kamenskii 2015)
Rusya’nın batı dışında bir modernleşme süreci yaşadığını göstermektedir. Modernleşmenin gündelik
hayata ilişkin pratikleri de diğer batı toplumlarından farklılık göstermiştir. Batı dışı modernleşmeler;
çoklu modernleşme, batı modernleşmesine diğer toplumların kendi süreçlerini dâhil ederek melez ve
eklektik bir yapı oluşturmasıdır (Kaya 2015: 551) batı dışı modernliğin çoğulculuğu savunmakla
birlikte temel özellik olarak; merkez dışı bakış acısı, eşzamanlı modernlik, ekstra modernlik,
geleneksizleşme çoğul, alternatif, yerel olgularını üzerine inşa edilir (Göle 2000: 159-174; Özçelik
2019: 317-318).

Bu tartışmaların ışığında batı dışı modernite temelde doğuyu esas alır, batılı değerler karşı/doğu
değerlerini de modernite içerisinde savunur. Evrensel süreci reddeder. Zorunlu toplumsal
değişimlerin ürünüdür. Bu açıdan modernleşmeye tabi tutulan bütün toplumlar batı ile aynı süreci
yaşamazlar. Tepeden inme, kalıp yargılar, karşıtlıkla bütünleşmek, teknik ve bilimin ideolojik hale
gelmesi ve gelenekle modern kalıpların çatışması pratikte yaşanan durumlardır.

1.2. MATBAA

Matbaanın icadı klasikleşmiş bir bilgi ile batıda Gutenberg üzerinden tanımlanmaktadır. Fakat
Gutenberg’den yüzyıllar önce başka tekniklerle Uygur ve Çinlilerin özellikle tahta kalıplar üzerinde
matbaa sistemine sahip olduğu bilinmektedir. Fakat bu teknik kalıplar şeklinde ve sürekli basma
tekniği üzerine geliştirilmiştir. Gutenberg tekniği ise her harfi yan yana dizme mantığına
dayanmaktadır. Bu açıdan teknik kolay ve maliyet açısından ucuzdur (Gerçek 1939: 10-16). 1455
yılında Gutenberg tarafından icat edilen bu sistem yenidünyalarında kapısını aralamıştır. Matbaa da
ilk basılan kitap dönemin etkisi ile İncil’dir (Küçükcan 2006: 160). Böylece yeni çıkan icadın din
adamları tarafından engellenmesine önüne geçilmiş aynı zamanda dinini öğrenmek isteyen bireylere
herkesin ulaşabileceği şekilde metin hazır hal e getirilmiştir. Rönesans’la birlikte dilin yükselişine
şahit olunan Avrupa, matbaanın da katkısı ile dini alanda yerel dillerin kullanımını kolaylaştırmış,
yerel dillerin standartlaşma ve rekabet gücünü artırdığı gibi akademik alanda güçlenmesini
sağlamıştır. Başlangıçta Latince üzerine inşa edilen düşünce ve fikir tartışma alanları yavaş yavaş
yerel ve imparatorluk dillerine doğru kaymıştır. Aynı zamanda sömürge etkisiyle bu diller dünyanın
diğer bölgelerinde etkili olmaya başlamıştır (Burke 2016). Yerel dillerin güçlenmesi dillerin birbirine
aktarımı ve çevirilerin kültürel yapıları da etkilemesine neden olmuştur. Genellikle Cizvit papazları
üzerinde yapılan bu çevirilerin önemli bir kısmı dini metinlerdir (Burke 2021: 91-95).

Yazının getirmiş olduğu alfabe kültürü ve bununla ortaya çıkan okuryazarlık temelde iki nokta
da etkili olmuştur. Bunlar din ve siyasettir. Özellikle doğu- batı arasındaki farklardan olan sözlü
iletişim ile yazılı iletişim ayrımı veya beraber kullanımı matbaa ile ortaya çıkan bir iletişim kanalı
daha eklenmiştir (Burke 2021: 288). Matbaa tipografik insanın oluşumu, dünyanın yeniden algılanışı
ve şekillenişidir (Mcluhan 1999). Matbaa ile oluşan okuryazarlık başlangıçta olumlu bir durum
mevcut dünyayı olumlar gibi gelişirken daha sonra muhalefeti ve aykırılığın da merkezi haline geldi.
Gazetelerin gelişimi ile eleştiri ve devrimleri destekledi ve yasaklar iktidarın baskı ile gelişti (Burke
2021: 293-294). Oluşan matbaa kültürü, sözlü yazılı kültürün karışımı olarak gelişti ve el yazması da
aynı zamanda gelişmeye devam etti. Çünkü icat edilen bir teknik araç her zaman için toplumsal
yapıda bir alıcı bulacaktır. Her nesnenin olduğu gibi matbaa kendi piyasa ve şartlarını oluşturdu ve
bu konu da en büyük tüketicisi okur- yazarlar olarak üretim tüketim sürecinin belirleyicisi oldular.
Matbaa ile kütüphaneler ve sıradan bireylerin arşiv yapması kolaylaşmış ve bilginin birikimli
olmasına olanak sağlamıştır (Briggs & Burke, 2004: 30-32).

Matbaa sonucunda kitap başta olmak üzere basılı eserlere olan ihtiyaç her aşamada artarak
devam etmiştir. Bu ihtiyaç aynı zamanda toplumların değişim ve dönüşüm yönünü de göstermiştir.

479
Bünyamin Ayhan, Gulnur Dosbolova

Her ne kadar okuryazarlığın halkın arasına inmesi ile elitler tarafından olumsuz bir dünya
oluşturulsa da daha sonra devletler ve elitler bu sürecin yani halkın eğitimi ve okuryazarlığı için
oldukça fazla caba sarf etmişlerdir. Teknolojiler geliştirilmiş ve baskı tekniği alanında dönüşümler
yaşanmıştır. 19. Yüzyıldaki gelişmeler makineleşmeyi hızlandırırken modernitenin hızına da uygun
olarak kâğıda hızlı baskı yapabilen mekanik baskı makineleri yapılmıştır ve çok geçmeden 1904
yılında ofset baskı tekniğini bulmuştur. Bu teknoloji günümüze kadar ulaşmıştır (Koloğlu, 2003: 11-
15;). Böylece okuryazarlık olgusu hız konusunda yarışan üretim araçlarının alanı haline gelmiştir.
Okuryazar bireyler metne ulaşma konusunda artık daha fazla imkâna sahip olmuşlardır. Çünkü
başlangıçta kentleşme ve diğer sosyo-ekonomik ve kültürel yapıların da desteği ile sınırlı alanda
gelişen bilgiye ulaşım böylece daha geniş alana ve zamanın da kısalmasına olanak sağlamıştır

1.2. Rusya’da Matbaa ve Okuryazarlık

Rusya’da devlet ve Ortodoks Kilisesi ideolojik olarak güç kazanma amacıyla on altıncı
yüzyılın ortalarında Moskova’ya, matbaanın getirilmesi için koşulları sağlamıştır. Matbaa bu süreçte
dini metinlerin özgürce yorumlanmasına önüne geçme görevi üstlenecektir (Tikhomirov, 1959: 23).
Böylece ilk matbaa on altıncı yüzyılda kurulmuş fakat on sekizinci yüzyılın başına kadar matbaa da
çoğunlukta Kiliseye ait olan kitaplar basılmıştır. Bu süreçte el yazma kitaplarda yayınlanmaya devam
etmiştir. Moskova’ya ilk matbaa ne zaman geldiği konusu tartışmalıdır (Sidorov, 1972: 87)
Vakayinamelerde ve diğer kaynaklarda, Moskova kitaplarının basılmaya başlandığı tarih olarak 1553
geçmektedir. 1556’da Çarın Novgorod kâtiplerine gönderilen bir mektupta; “Basılı kitapların ustası
Marusha Nefediev’i Novgorod’a gönderdik." (Vinogradova, 1991:100) ifadesi basım işlerinin devam
ettiğini göstermektedir. 1568’de ilk matbaacılarla birlikte ilk kitaplar yayınlanmaya başladı. Bu
kitaplar dini kitaplardır

İvan Fedorov tarafından 1560’lı yıllarda kurulan ve işletilen matbaa, 1630 yıllara kadar bir
gelişim göstermemiştir. Çünkü Fedorov, Çardan izin isteyerek Moskova’dan ayrılarak uzun bir
yolculuğa Baltık ülkeleri ve Ukrayna’ya geçmiştir. Aynı zaman diliminde Moskova’da okuryazarlık
olgusu o kadar kötüdür ki matbaa gerekli bir araç olarak yer bulamamıştır. Burada iktidar ve
kilisenin rolü büyüktür. Rusya bu bağlamda batılı olmayan bir modelin temsilcisidir (Marker 1982:
269-270, 282). Moskova Kurulan ilk matbaa daha sonra 1626’da çıkan bir yangın da bütün
materyalleri ile kaybolmuştur. Matbaa basımları hakkında bilgiler, daha geç tarihler veya diğer
kaynaklardan elde edilmek zorunda kalmıştır. 1642-1645’te Çar Mikhail Fedorovich’in emriyle,
matbaa yeniden inşa edilmiştir (Sytin, 2012: 75). 17. yüzyılın sonuna kadar Moskova’da basılan 483
kitaptan sadece 7’si kilise içeriğine sahip değildir (Kudryavtsev, 1964:141). Ancak böylede olsa
Moskova kitap yayıncılığı açısından seküler kitapların yapılmasını üstlenerek yeni bir alana yol açtı.
Bu sistemin bir tarafından yakalanılarak değişimin başlamasıdır (Kiselev, 1960: 148).

18. yüzyılın ilk çeyreğinde matbaacılık işi yaygınlaştı. Bu yana kadar, matbaalar öncelikle
kilisenin ihtiyaçlarına hizmet etmişti. Yüzyılın sonunda matbaalar kentin kalıcı ve etkili aracı haline
gelerek iletişimde yazılı metin öncelik kazandı. Bu matbaanın icadından yaklaşık 250 yıllık bir süreç
sonra matbaanın toplumda kendini kabul ettirmesidir (Marker 1982: 282). Büyük Petro kitap
basımını devlet dönüşümünün ve yeni bir kültürel gelişimin aracı olarak görerek matbaa işini ve
yayınlanacak kitaplara kadar her alana müdahale etti. Avrupa’da gördüğü Rusya’da görmek için
basını ve matbaayı kullanmaya başladı. 18. yüzyılın ikinci yarısında devlet ve özel nitelikli yeni
matbaalar ile eğitim kurumlarının matbaaları kurulmaya başladı (Luppov, 1973: 374; Penchko, 1953:
66). 15 Ocak 1783 yılında II. Katerina’nın Matbaalar Kararnamesi ile özel matbaa kurmak serbest
hale geldi ve isteyen herkes matbaa kurma hakkını elde etti. Kararnameye göre özel matbaalar, devlet
matbaalarıyla eşit haklara sahipti ve özel matbaalar, Avrupa'daki gibi daha kaliteli kitaplar yayınladı.
Ancak yayıncılıkta temel kural, kilise ve kanunlara aykırılık olmaması gerekirdi. Yayınlar
yayınlamamdan önce sansürden geçerdi ve sansür katı idi (Çelkunov, 1923:193). Özgürlük çok
geçmeden 1804’de sansüre tabi oldu ve ilk sansür tüzüğü uygulanmaya başladı. Kısa süreli basın

480
Bünyamin Ayhan, Gulnur Dosbolova

özgürlüğü kitap yayıncılığı üzerinde olumlu bir etki yaptı. 1826'da, yeni bir sansür tüzüğü yayınlandı.
Böylece sansür kurumsallaşmış oldu.

1905 devrimiyle birlikte ifade 17 Ekim Manifestosuyla ifade özgürlüğünü ilan edilse de,
sansür Kasım 1905'te tekrar başladı. 1906 yılın sonunda İçişleri Bakanlığı'na muhalefet basınını tek
başına yargılama hakkı verildi. 26 Nisan 1906'da, yargıyı "cezai" kitapların yayınlanması için ceza
vermeye zorlayan yeni bir sansür kararnamesi yayınlandı 1906-1911 yıllarda 978 gazete ve dergi
kapatıldı, 1236 kitap yasaklandı (Albov ve Nikolyukin, 2019: 29-30). 1865 yılında sonraki süreçlerde
gelişen liberalleşme etkisini gösterse ve 1905 devrimiyle birlikte batı tarzı sansür mekanizmaları
gelişse de uygulama da hiç taraf memnun gözükmedi (Ruud 1981: 394).

Rusya’da okuryazarlığı Sovyet öncesi üç aşamalı olarak okunabilir. Çalışma açısından üçüncü
aşama imparatorluktan Sovyetlere kadar olan yani on yedinci yüzyıl ile Ekim Devrimine kadar
süreçtir. Bu zaman dilimine bakıldığında on sekizinci yüzyılın üçüncü çeyreğin kentte okuryazarlığın
%42 ye çıktığı, kuzey köylülerinde bu oranın % 9larda kaldığı ve genel okuryazarlığın % 4-10
arasında olduğu tahmin edilmektedir. Merkezde çevreye doğru okuryazarlığın azaldığı
gözlenmektedir. Kadınlar açsından ele alındığında 1797-1897 yıllara arasında Avrupa Rusya’sında,
gençler arasında okuryazarlık, 5,4 den 22,7’ye kadar çıkmıştır. Diğer yaşlarda da bu oran yaş
ilerledikçe düşmektedir. Genel yaş ortalamasında % 4,3’den % 47,9’a yükselmiştir. 1917 yılında
gelindiğinde; genel okuryazarlık % 42,3, şehirlerde %70,5 ve kırsal da ise % 37,4’dür, erkeklerin
oranı kadınlara göre daha yüksektir. Kentte bu oran azalırken kırsal da ise artmaktadır. Rusya 1800
yılların başı ve sonunda diğer Avrupa ülkeleri ve Japonya ile karşılaştırıldığında okuryazarlık
oranının oldukça düşük olduğu gözlenmektedir, aynı zaman diliminde okuma yazma bilmeyen din
adamları da mevcuttur (Mironov, 1991: 232, 236, 237, 240, 242, 243, 247). Diğer taraftan
okuryazarlığın geliştirilmesi kamu politikaların özellikle askeri yapıların ve okullaşma oranlarının
artmasının etkisi dikkat çekicidir (Mironov 1986: 94,106).

Okur-yazarlık oranındaki artış, toplumsal değişimlerinde temelini oluşturmaktadır. Devlet


her ne kadar sansür ve yasaklarla engellemek isterse istesin, piyasa şartlarına başlayan metinler
kendi dünyalarını oluşturmuştur. Hatta kapalılık, değişimin yönünün aşırılıklara doğru yol almasına
neden olmuştur.

1.3. Osmanlı’da Matbaa ve Okuryazarlık

Osmanlıda ilk matbaa dini azınlıklar Yahudiler tarafından kurulmuş ve kitap basımı yapılmıştır.
İlk basım tarihi her ne kadar tartışmalı olsa da ilk eser tarihi olarak 1493 yılı genel kabul
edilmektedir. İspanyadan göç eden Yahudiler oradan getirmiş oldukları matbaa ile dini kitap
basmışlardır. Daha sonra uzun bir ara verilen eser basma işi 1504-1530 yıllarında yüzden fazla dini
eser basıldığı ve böylece ihtiyaçların karşıladığı ifade edilebilir. İstanbul’dan sonra İzmir’de de
matbaa açılarak ihtiyaçların matbaanın gelişmesine katkı sağladığı gözlenmektedir (Meral 2014:
456-457,459, 468). Yahudi topluluğu diğer dini topluluklar, Ermeniler ve Rumlar takip etmiştir. 1567
yılında Ermeniler kendi matbaalarını kurmuşlardır. Ermeni matbaacılığı kısa sürece Yahudi
matbaacılığı yakalamış ve Müteferrika matbaasına da teknik anlamda destek olmuştur. İstanbul’da ilk
Rum matbaa ise kilseler arasında rekabetten dolayı 1627 yılında açılmıştır. Matbaa Cizvit
papazlarının etkisi ile kapanır ve uzun bir zaman sonra 1798’den sonra Fener Rum Patrikhanesi
idaresinde yeniden kurularak faaliyetlerini güçlendirir (Beydilli 2003. 106-107).

Osmanlıda matbaanın kurumsallaşması ve devletle olan ilişkilerle tekrar kamuoyu ve toplum


nezdinden itibar kazanması müteferrika matbaası iledir. İlk Osmanlı matbaası olan Müteferrika,
Macar kökenli ve Osmanlıya esir düştükten sonra kısa sürede kendini kabul ettirerek güvenilir
statüsüne geçer. Matbaa 1726 yılında dini referans kaynaklardan izinle kurulur ve ilk kitabı 1729
yılında basar. Bu süreç Osmanlının devlet eliyle matbaa oluşumu ve İslam dini otoritelerinin

481
Bünyamin Ayhan, Gulnur Dosbolova

matbaayı kabulünü gösterir (Sabaev 2006: 138-139). Müteferrika ve kalfası İbrahim’in ölümünde
sonra matbaa uzun süre atıl kalmış ve varislerinden Fransız Elçiliğinin matbaayı satın almak istemesi
üzere, matbaayı Mehmet Reşat efendi satın almış daha sonra III. Selim Mühendishane-i Berri’nin
açılması üzere matbaa devletçe sahiplenilerek 1797 tekrar açılmıştır (Beydilli 1995: 99). Eğitim
kurumunda faaliyete geçen matbaa eser vermeye devam etmiştir.

Osmanlıda matbaacılık işlerinde azınlıkların uzun bir mesafe kaydettiğini belirtmek gerekir.
Toplumda basılan kitapların satılmasına yani piyasa şartlarının çalışmasına rağmen matbaa
konusunda gelişme kaydedilememiştir (Güz 1989:166). Devlet bu konuda oldukça geri kalmıştır. Bu
geri kalma işlemi basın yayın faaliyetlerinden gazetecilikte de görülebilir. Örneğin ilk gazetenin
Mısır’da yayınlanması, ilk gazetelerin Fransız Elçiliği ve özel gazetelerinde yabancılar tarafından
çıkarılması (Edward Black) (Şapolya 1969: 99) gazetecilik ve okuryazarlıkla ilgili batıdan daha farklı
bir yapının geliştiğini göstermektedir.

Tanzimat’la beraber gazetecilik faaliyetleri devreye girmiştir. 1831 Takvim-i Vekayi


(Yazıcı1983) ile birlikte yeni bir alan açılmıştır. Devlet kamuoyu ve okuryazarlıkla ilgili tartışmalara
dâhil olmuştur. Her ne kadar gazete, devlet bülteni ve bilgi merkezli olsa da matbaa piyasası ve
düşünsel anlamda bir araya gelmenin yolunu açmıştır. Bunun getirdiği tartışmalar uzun zaman devlet
ve toplumu ilgilendiren mekanizmaların başında olmuştur. Özellikle gençlerin düşünce dünyasına
katılması ve toplum ve devlet üzerine söz söyleme hakkına sahip olması sorunların da temelini
oluşturmuştur. Bu açıdan iktidar kendini sürekli olarak matbaa ve basın üzerinde kontrol
mekanizmasını çalıştırırken bulmuştur.

II. Abdülhamit dönemi sansür ve tartışmaların en yüksek seviyede gittiği dönemdir. Bir taraftan
batılı tarzda eğitim kurumları, diğer taraftan gelişen düşünce akımlarının önüne geçmek için yapılan
uygulamalar, siyasal anlamda örgütlenmelerinde yurtdışına çıkması ve oradan yayıncılık
faaliyetlerinin artmasına neden olmuştur. Göçmen (1995) ve Tütengil’in (2011) tartıştığı gibi dışarı
çıkan düşünce ve fikir insanları farklı amaçlar taşısa da yurtdışında yayıncılık faaliyetlerine devam
etmişlerdir. Abdülhamit dönemini bitiren 1908 devrimi ise matbaa ve basın alanında yeni özgürlük
alanı açmıştır. Bu nokta da gelişen özgürlük ortamı 31 Mart’ta meydana gelen ayaklanma ile son
bulmuş ve iktidar yeniden yasaklar ve sansür mekanizmasının devreye sokmuştur (Yalman 2018:
96). Çok geçmeden meydana gelen savaşlar ve ayaklanmalar matbaa ve basın sürecinde kesintiler ve
problemler oluşturmuştur.

Osmanlıda okuryazarlık olgusu Rusya’da olduğu istatiksel sonuçlar üzerinden


okunamamaktadır. Çünkü devletin bu istatistikleri tutacak ve bunları toplumsal alanda
değerlendirecek bir yapıya sahip değildir. Fakat genel değerlendirmeler üzerinde bakıldığında
Davison (1990: 113) 1800 yıllarda azınlıkların okuryazarlığın batılı özgürlük düşüncesi, milliyetçilik
ve eğitimle yükseldiğini belirtir. Bunlara büyük güçlerin desteği ve devletin bunları entegrasyonunu
geliştirmek için alana yatırım yapıldığını belirtir. Karpat (2002: 513)Abdülhamit dönemi % 5’lerden
15-18’e kadar okuryazarlığın yükseldiğini ve bunun açılan okullarla sağlandığını ifade eder. Karpat
(2003:254) bir başka çalışmasında 1894-5 yıllarında Osmanlıda okuryazarlık tablosunu verir. Buna
göre oran merkeze doğru gittikçe artmakta, Arap coğrafyası ve merkezden uzaklaştıkça artmaktadır.
Okuma yazma bilenlerin oranı % 28 civarındadır. Aynı tarihlerde toplam okul sayısı 10,915’dir.
Rusya ile kıyaslandığında rakam oldukça düşüktür. Göçek (1996: 84) ise Osmanlıda okuryazarlığı
1879- 1895 yıllarında okullarda birlikte % 15 olarak tanımlamaktadır. Findley çalışmasında (1989:
52) okuryazarlığı, 1800’lerde %1 iken okullaşma ile bu oranın 1900’larda % 5-10 olduğunu iddia
etmiştir. Osmanlı kültürel geleneğinin yazma değil söz üzerine dayandığı, okuryazarlıkta Arap ve Fars
dillerinin etkisini belirtir. Aynı zaman diliminde Japonya ve Çin toplumundan dahi geride bir
okuryazarlığa sahiptir. Bu süreçte dikkati çeken bir başka olgu Osmanlıda dini metinler üzerinden
gelişen okuryazarlık yerine batı okuryazarlığın gelişimi ve sistemin bunu desteklemesidir (Göçek
1993). Koloğlu (2015:294) Osmanlı dönemi okuryazarlığını devlet çerçevesinde % 10 olduğunu

482
Bünyamin Ayhan, Gulnur Dosbolova

bunun %4 milleti sadıka olarak devlette görev alan azınlıkların olduğunu belirtir. Genel olarak ifade
edildiğinde Osmanlı okuryazarlığının net bir istatistiki rakamı olmadığı genel yaklaşımlar üzerinden
çıkarımlar yapıldığı gözlenmektedir. Ancak devletle bağlantılı ve azınlık yapıları üzerinden bir
okuryazarlık olgusu dikkati çekmektedir.

1.3. İranda’da Matbaa ve Okuryazarlık

İran diğer iki devlete kıyasla coğrafi ve düşünsel temelli olarak batıya uzak bir toplumdur. Bu
açıdan batı ve batı ile ilgili bütün tartışmalar iki nokta üzerinden gelişmektedir. Birincisi doğrudan
batı ile irtibata geçerek yani öğrenci, tüccar veya siyasilerin ilişkilerinden kaynaklı modernizm ile
ilgili aktarımlar ikincisi ise Rusya ve Osmanlı üzerinden ikincil bir yapı ile modernite araç ve
pratiklerine ulaşmadır.

İran’ın matbaacılık serüveni birkaç farklı noktadan ilerlemiştir. İran’da ilk matbaa Safaviler
zamanında Ermeni Hagopian tarafından 1641 yılında Venedik modeli bir matbaanın İsfahan’da
kurulması ile başlamıştır. Ermeniler sadece matbaa ile sadece ticari değil aynı zamanda İran ile
Avrupa arasında kültürel bağ kurmuşlardır. Özellikle Ermenileri diğer Avrupa ülkelerdeki
topluluklarla bağlantıları buna destek olmuştur (Algar 1973:3). Azınlıkların matbaa ile ilişkiler diğer
dini azınlıklarla da devam etmiştir. 1676’da Karmeti misyonerleri de bir matbaa ithal ederek İran’da
öncelikli olarak dini yayıncılık olmak üzere faaliyetlerine başlamışlardır (Avery 1991: 818). Bu iki
yaklaşımda Floor ve Haag (1980) farklı bir tarih ileri sürmüşlerdir. İran’da ilk matbaa 1629 yılında
kurulmuştur. Bununla birlikte iki farklı matbaa kurulmuştur. Biri Arapça –Farsça İsfahan’da, diğer i
ise Ermeni harflerle Julfa’dır. Karmeti rahiplerinin kurmuş olduğu matbaa ise 1629 yılında
kurulmuştur. 1834 Amerikan misyonerleri Urmiye bölgesinde hastane, kilise ve okulla birlikte
matbaa kurdular (Yann 2019: 28). İran basının bir başka boyutu ise Hindistan’daki İran matbaa ve
basınıdır. İngiliz yönetimini denetiminde olan bu yapı 1674 den sonra faaliyetlerine başlamıştır. Bu
yayıncılık 18 yüzyıla kadar devam etmiştir. (Kia 1996: 139-140)

Mirza Salih Shirazi 1815’de İngiltere’ye matbaacılık eğitimi almaya gitti ve sonucunda bu
eğitimini detaylandıran işlemlerde bulundu. Diğer taraftan Mirza Zeynel Abidin 1816’da St.
Petersburg’a gitti ve orada matbaa sanatını öğrenerek İran’da ilk Farsça kitabı önce Tebriz’de daha
sonra 1823’de Tahran’da yayınladı. Her iki kişiye de Abbas Mirza destek oldu. Diğer taraftan
matbaanın bu kadar geç girmesinin kökeninde Kaçar Hanedanın pratikleri farklı uygulaması olarak
okumak gerekir Bu ilk çalışmalar bir yandan İngiltere’nin sömürgecilik sisteminin uygulayıcısı doğu
şirketi ve diğer taraftan kuzey komşu Rusya üzerinden gerçekleşmiştir. Bir anlamda siyasi
bağlantıların devamı olarak gözlenmektedir. Diğer taraftan dini topluluklar misyoner tarafından
1820’li yıllarda Arapça ve Farsça ilk kitaplar basıldı. Misyoner toplulukların da desteği küreselleşen
matbaacılık işleri İran üzerinde de etkili olmuş ve yerel yapıların da desteği İran’da matbaacılık işleri
gelişmeye başlamıştır (Green:479-480,483). Diğer taraftan 1650’l yıllarda Londra’da farsça kitaplar
basılmakta idi (Geoffrey 1985: 16). Bu durum doğu da önce doğu harfleri ve doğu metinlerinin batı
tarafından sistematik bir şekilde yeniden inşa edildiğini ve doğuya tekrar sunulduğunu gösterir.

Kaçarlar Hanedanı ilk resmi matbaayı 1824 yılında Tahran’da kurdular. Aslında bu daha önce
Tebriz’de kurulan matbaanın aktarımıdır (Kai 1996: 141) . İran’da ilk gazete, 1837 yılında Akbhar,
adıyla tahranda yayınlanmıştır. 1850, 1860 yıllar, İran’da gazetecilik faaliyetlerinin arttığı bir dönem
olmuştur. Bu dönemler aynı zamanda toplumsal alanda farklı yayınlar ve kitapların talep edildiği bir
dönemdir. Matbaacılık konusunda devlet matbaası ve eğitim alanında kurulan matbaalar alana katkı
sağlamıştır (Avery 1991: 820-823). 1830 yıllara kadar Müslüman topraklarda okuryazarlık sorun,
matbaacılık maliyetli ve zahmetli bir işti (Algar 1973: 82). 1860 yıllar getirilen kural ve vergilerle
alanda tekeller oluşmaya başlamıştır. Aynı zaman da getirilen sansür yayıncılık faaliyetlerini
etkilemiştir. 70 yıllara telgraf sisteminin e kullanılmaya başladığı dönemdir. Bu yıllarda 1871 basın

483
Bünyamin Ayhan, Gulnur Dosbolova

bakanlığı kuruldu ve alanda düzenlemeler katılaştı, bölgesel basın canlandı (Akai 1996:150-153,55).
Yüzyılın sonuna doğru basın alanda özgürlükler devlet tarafından sağlanmaya başladı.

1900 yıllar İran’da yurtdışı yayıncılığın etkisinin zirveye çıktığı zamandır. Özellikle batı
merkezli düşünceler İran toplumunu da etkilemiştir. Çok geçmeden gelen İran devrimi (1906)
baskıya karşı milliyetçilik ve meşrutiyet arasında sıkışmıştır. Ancak çok geçmeden tekrar sansür
gelmiş, basın alanında cezalar artmış ve basın yer altına çekilmiştir.

İran’ın 1950’li yılların ortasında okuryazar oranı yaklaşık %10 civarındadır. Eğitim ve
okullaşma oranı da aynı durumda (Keshavarzian 2007: 7) Osmanlının yüz yıl, Rusya’nın ise yüz elli
yıl öncesi durumu çağrıştırmaktadır. İran’ın batının ticari ve okuryazarlıkla ilgili argümanların
hiçbirine sahip olmadığı gözlenmektedir. Matbaanın sosyal etkileri başka yerlerde olduğu gibi son
derece yavaş ve ne amaçlandığı ne de belirlene sonuçları üretmiştir. Ticari olarak baskı ve
teknolojileri toplum içeresinde yer alıp piyasa değerleri oluşsa da 19. Yüzyıl İran matbaası zanaatkâr
ve Tahran piyasasına sıkışmış durumda kalmıştır. Etki için uzun süre beklemek gerekmektedir
(Marashi 2015: 103).

2. Yöntem

Çalışmada yöntem olarak literatür taraması kullanılmıştır. Literatür taraması birincil ve


ikincil kaynaklar üzerinde ver i toplama, bunları analiz etme ve analiz sonucunda elde edilen bilgileri
yorumlama olarak tanımlanabilir. Böylece farklı kaynaklardan yola çıkılarak bir konu veya olgu
üzerinde farklı bir olgu analiz edilebilmektedir. Konu açısından sosyal tarih incelemesi olan alan,
sosyal tarihsel araştırmaları yöntemini kullanmaktadır. Berg ve Lune’nın (2015: 333) da belirttiği
gibi sosyal tarihsel araştırmalar geçmişin yazılı bir tasvirini şekillendirmeye çalışır. Bu yeniden
anlatım veya dokümanların bir araya getirilmesi değil açıklayıcı ve olaylara dayanmaktadır. Geçmişi
etkilemiş ve bugünü de etkileyen konular arasındaki ilişkiyi ortaya koyma amacı gütmektedir,

3. Tartışma

Modernite kendi düşünsel yapısı ve teknik araçlarıyla birlikte inşa ettiği dünyada kendi yapısını
kurup geliştirirken kendi dışında kalanları da kendi sistemine bütünleşecek uygulamalar yapmıştır.
Bunlardan biri de matbaadır. Matbaa batı dışı toplumlarda batı modernitesinin yaptıklarından daha
farklı süreçte gelişim göstermiş ve kendine has özellikler geliştirmiştir. Batı dışı toplumlarda ilk
izinler devletle eliyle gerçekleşmiştir. Azınlıklar devletlerden daha öncelikli olarak matbaa işine
girmiştir. İlk kitaplar devlet eliyle veya izniyle dini kitaplar üzerinde gelişim sağlanmıştır.
Matbaacılık konusunda tercih edilen eserler genelde temel eserlerdir. Okuryazarlığın bu bağlamda
dilin standartlaşması, ortak duygu ve düşünce üretilmesinin temeli olarak görülmüştür. Batı dışı
toplumların teknik anlamda batıya bağımlılığı üst düzeydedir. Bu bağımlılık farklı ticari ve siyasi
yapılarında oluşmasının desteklemiştir. Diğer taraftan yayıncılıkta dışarıya bağımlılık önemlidir.
Matbaa ve yayıncılıkla ilgili çeviri toplulukları aktif olarak öne çıkmıştır. Okuryazarlığın gelişimi
kitaplar ve gazeteler üzerinden sağlanıyor. Kentleşme arttıkça okuryazarlık artmıştır. Rusya,
kentleşme ve kültürel gelişim açısından Osmanlı ve İran’ın daha öncelikli olarak gelişim sağlamıştır.

Batı dış toplumların Matbaa konusunda gelişimleri ve matbaa konusunun çıktısı olacak
okuryazarlık konusunda kendi içlerinde de farklılık gösterdiği gözlenmektedir. Başlangıçta arz talep
dengesinin oluşmaması, devletlerin tutumu ve toplumun el yazması kitapların sürekliliğin sağlayacak
davranışlar sergilemesi ticari bir unsur olmanın geride kaldığını söylemek mümkündür.
Okuryazarlığın toplumsal katmanlarda düşük olması veya yok derecede zayıf olması, okuryazarlıkla
ilgili kurumsal yapıların inşasını da zorunlu kılmıştır. Bu durum zorunlu okullaşma veya askeri
sistemler üzerinde okuryazarlığın geliştirilmesini sağlamıştır. Aynı zamanda kentleşme, sanayileşme
ve iş bölümü gibi durumlarda okuryazarlığın gelişiminde etkili olduğu için toplumların başat yapısı
okuryazarlıkta etkili olmuştur.

484
Bünyamin Ayhan, Gulnur Dosbolova

4. Sonuç ve Öneriler

Modernleşme farklı araç ve nesneler tarafında tanımlansa da bireysellik ve sekülerlik açısından


okuryazarlığın modernleşme sürecinde önemli bir unsur olduğu kabul edilmektedir. Okuryazarlık,
okuma ve eğitim, modernleşmenin ve yeni kurulacak olan sistemlere bireyleri hazırlamanın ideal bir
yöntemidir. Okuryazarlık, kent yaşama için zorunluluktur. Özellikle sanayi, endüstri ve ulus devlet
gibi unsurların da katkısı okuryazarlık, her bireyin zorunlu olarak alması gereken bir özellik
olmuştur. Okuryazarlık yeni kurulacak siyasal sistemler için alt yapı oluşturmuştur. Sosyal
sermayenin de temelidir. Toplumlar değişim ve dönüşüm yaşarken en çok katkı okuryazarların
yoğun olduğu katmandan gelmektedir. Matbaa sayısı arttıkça okuryazarlık da artmaktadır. Matbaa
aynı zamanda kendi insan tipini de yetiştirmektedir. Kitle eğitimin temelini oluşturan matbaa, siyasal
değişimlerin de merkezinde yer almaktadır. İktidarlar, okuryazarlık olgusunu desteklerken artan
sekülerlik ve batı tarzı gelişmelerden dolayı sansür ve yasakları devreye sokmuştur.

Matbaa, üretilen metinler ve düşünce yapısının bireyi merkeze alması ile yeni siyasal alanların
oluşumuna destek vermiştir. Bu destek okuryazarlıkla merkez-çevre ilişkisinin zihinsel alanda
güçlendirmiş ve merkezin daha da belirleyici olmasını sağlamıştır. Özellikle modernleşmenin
sürekliliğin sağlama da ortaya çıkan okuryazarlık, toplumsal yapıda siyasalın da oluşumunu
kolaylaştırmıştır. Okumanın toplumsal hareketliliğe olan katkısı, gönüllü modernleşmenin de
destekçisi olmuştur.

Batı dışı toplumlar okuryazarlık konusunda kendi tarihsel süreçlerinin de etkisi ile farklılık
göstermiştir. Batıdan teknolojiyi öncelikli olarak alan toplumlar, bir adım öne geçmiştir. Matbaa
işletim süreci, denetim, yasaklar ve sonuçları siyasal sistemlerin değişim üzerinde aynı olsa da
okuryazarlık oranları aynı seviyede de gelişmemiştir. Özellikle Rusya, Osmanlı ve İran’ın kısa
aralıklarla meşruti sisteme geçmesi, basın yayın faaliyetlerinin süreci ve yurtdışı yayıncılık etkisi batı
dışı modernleşme matbaa ve okuryazarlık ilişkisine dikkat çekmektedir. Batı dışı toplumların
modernleşme sürecinde batı bağımlılığı sadece teknik değil düşünsel olarak da gelişim göstermiştir.
Batı tarzı yayıncılık ve batı tarzı okuryazarlık, batı dışı toplumların modernleşirken batıya daha fazla
yaklaşmasına neden olmuştur. Her ne kadar iktidarlar bunu engellemek için farklı yollar denese de
süreç kendi yolunu çizerek devam etmiştir.

6. Kaynaklar

Al-azmeh A. (1996). Islams and Modernities, Verso, London

Albov А.P. & Nikolyukin S.V. (2019). История отечественного государства и права. Часть 2. ХХ
— начало ХХI века, Moskova: Yurayt Yayınları.

Algar H. (1973). Mırzä Malkum Khan A Study in the History of Iranian Modernism, Berkeley: Unıversity
of California Press,

Avery P. (1991). Prıntıng, The Press And Lıterature In Modern Iran, Edited By Peter Avery, Gavın
Hambly, Charles Melvılle, The Cambridge Hıstory Of Iran From Nadir Shah to The Islamic
Republic Volume 7, New York, Cambridge University Press, 815-879.

Berg B.& L. Lune H. (2015). Sosyal bilimlerde nitel araştırma yöntemleri, Konya, Eğitim Yayınevi.

Beydilli, K. (1995). Türk bilim ve matbaacılık tarihinde mühendishane, mühendishane matbaası ve


kütüphanesi (1776-1826), İstanbul: Eren Yayıncılık.

Beydilli, K. (2003). Matbaa, İslam Ansiklopedisi, Cilt 28, 105-110.

485
Bünyamin Ayhan, Gulnur Dosbolova

Brıggs, A & Burke, P. (2004). Medyanın toplumsal tarihi. Çev. İbrahim Şener. İstanbul: İzdüşüm
Yayınları.

Burke, P. (2016). Yeniçağ Avrupası’nda diller ve topluluklar (Çev. Çağla Çakın), İstanbul: Islık
Yayınları.

Burke, P. (2021) Erken modern dünyada kimlik: Kültür ve iletişim (Çev. Turgay Sivrikaya), İstanbul:
Islık Yayınları.

Çelkunov, M.I. (1923). Искусство книгопечатания в его историческом развитии, Moskova


Gazetecilik Enstitüsü.

Davison , R. H. (1990). Essays in Ottoman and Turkish history, 1774-1923 The Impact of the West,
Austın: Unıversıty Of Texas Press.

Eisenstadt S. N. (2000). Multiple modernities, Daedalus, Vol. 129, No. 1, 1-29.

Eisenstadt S.N. (2006) Multiple modernities in the framework of a comparative evolutionary


perspective. In: Wimmer A., Kössler R. (eds) Understanding Change. Palgrave Macmillan,
London.

Findley, C. V. (1989). Ottoman Civil Officialdom: A Social History. New Jersey: Princeton University
Press.

Geoffrey R. (1985). Arabic printing and publishing in England before 1820 Bulletin – British Society
for Middle Eastern Studies. British Society for Middle Eastern Studies, 12, 1, 12-32.

Gerçek, S. N. (1939). Türk matbaacılığı 1: Müteferrika matbaası, İstanbul: Devlet Basımevi.

Göçek, F. M. (1993). Shifting the boundaries of literacy: the introduction of Western-style education
to the Ottoman Empire, in Literacy: Interdisciplinary Conversations, ed. D. Keller-Cohen.
Princeton, NJ: Hampton Press, 267-88.

Göçek, F. M. (1996). Rise or the Bourgeoisie, Demise or Empire Ottoman Westernization and Social
Change, New York: Oxford University Press.

Göçmen, M. (1995). İsviçre’de jön Türk basını ve Türk siyasal hayatına etkileri (1889-1902), İstanbul:
Kitabevi Yayınları.

Göle, N. (2000). İslam ve modernlik üzerine melez desenler, İstanbul: Metis Yayınları.

Green, N. (2010). Persian Print and the Stanhope Revolution: Industrialization, Evangelicalism, and
the Birth of Printing in Early Qajar Iran, Comparative Studies of South Asia, Africa and the
Middle East, Vol. 30, No. 3, 473-490.

Güz, N. (1989). Türkiye’de matbaanın kurulması, Gazi Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu Dergisi
87, 8.9, 149- 169.

Harvey , D. (2007). Postmodern durum, Çev. Sungur Savran, İstanbul: Metis Yayınları.

Ivanov V. V. (2008) Russia Between East and West? Remarks on Comparison of Cultures, Russian
Journal of Communication, 1, 2, 113-126,

486
Bünyamin Ayhan, Gulnur Dosbolova

Kai A. A. (1996). A review of journalism in Iran: the functions of the press and a traditional
communication channels in constitutional revolution of Iran, university of Wollongong,
unpublished doctor of philosophy thesis.

Kamenskii A. B. (2015). The Russian empire in the eighteenth century searching for a place in the
world, David Griffiths, New York: Routledge.

Karpat K. H. (2003) Osmanlı nüfusu (1830-1914) Demografik ve Sosyal Özellikleri, İstanbul: Timaş
Yayınları,

Kaya M. (2015). Batı dışı modernleşme örneği olarak Türkiye modernleşmesi: Süreklilikler, kopuşlar
ve çatallanmalar, Turkish Studies, Volume 10, 2, 545-564.

Keshavarzian, A. (2007). Bazaar and State in Iran, the Politics of the Tehran Marketplace, New York:
Cambridge University Press.

Kiselev, N.P. (1960). О московском книгопечатании XVII века, Moskova

Klepikov, S.A. (1964). Русские гравированные книги XVII-XVIII веков, Moskova.

Koloğlu, O. (2015). Osmanlı'dan 21. yüzyıla basın tarihi, İstanbul: Pozitif Yayınları.

Koloğlu, O. (2015). Osmanlıcadan Türkçeye okuryazarlığımız. İstanbul: Tarihçi Kitabevi.

Kudryavtsev, S.A. (1964). 17.-18. yüzyılların Rus oymalı kitapları, Moskova.

Küçükcan, B. (2006). Dünden bugüne matbaanın serüveni, milli kütüphanemizin ilk yöneticisi Leman
Şenalp'e Armağan, İstanbul: Türk Kütüphaneciler Derneği İstanbul Şubesi, s. 158-172.

Luppov, S.P. (1973). Книга в России в первой четверти XVIII века, Leningrad: Bilim Yayınları.

Marashi, A. (2015). Print culture and ıts publıcs: a socıal hıstory of bookstores in Tehran,1900–1950,
International Journal of Middle East Studies, 47, 1, pp.89-108.

Mcluhan M. (1999). Guterberg galaksisi tipografik insanının oluşumu, Çev. Gül Çağalı Güven, İstanbul:
Yapı Kredi Yayınları.

Meral, Y. (2014). Osmanlı İstanbul’unda Yahudi Matbaası ve Basılan Bazı Önemli Eserler, Osmanlı
İstanbulu II. Uluslararası Osmanlı İstanbulu Sempozyumu, Bildiriler, 455-469.

Mironov B. N. (1986) Literacy in Russia, 1797-1917, Soviet Studies in History, 25,3, 89-117.

Mironov, B. (1991). The development of literacy in Russia and the USSR from the tenth to the
twentieth centuries. History of Education Quarterly, 31.2, 229-252.

Özçelik T. G. (2019). “Batı-Dışı Modernleşme Kavramı Temelinde Türkiye’de Cumhuriyetin İlk


Yıllarında Modernleşme Çabaları”, İGÜ Sosyal Bilimler Dergisi, 6, 2, 308-326.

Peter, C. (2000). Modernısm, London: Routledge.

Richard, Y. (2019). Iran a social and political history since the Qajars, Cambridge: Cambridge
University Press.

Ruud, C. (1981). The printing press as an agent of political change in early twentieth-century Russia.
The Russian Review, 40,4, 378-395.

487
Bünyamin Ayhan, Gulnur Dosbolova

Sabaev, O. (2006). İbrahim Müteferrika ya da ilk Osmanlı matbaa serüveni (1726-1746), İstanbul:
Yeditepe yayınları.

Sidorov, A.A. (1964). Узловые проблемы и нерешенные вопросы истории русского


книгопечатания, Moskova: Kitap Yayınları

Sytin, P.V. (2012). Moskova sokaklarının tarihinden, Moskova: AST Yayınları.

Şapolya E. B. (1969). Türk gazetecilik tarihi ve her yönü ile basın, Ankara: Güven Matbaası.

Tikhomirov, M.N (1959). Rusya’da kitap basımının başlangıcı, Moskova: Bilimler Akademisi Yayınları.

Tütengil, C. O. (2011). İngiltere’de Türk gazeteciliği, İstanbul: İş Bankası Yayınları.

Vinogradova, L.A. (1991). Rusya’da kitap ticaretinin tarihi (988-1917), Moskova: Devlet Baskı
Sanatları Üniversitesi Yayınevi.

Wittrock , B. (2000). Modernity: One, None, or Many? European Origins and Modernity as a Global
Condition , Daedalus , 129, 1, 31-60

Yalman, A. E. (2018). Modern Türkiye’nin gelişim sürecinde basın, Çev. Birgen Keşoğlu, İstanbul: İş
Bankası Yayınları.

488
Emeklilik Hakkı ve Teorik - Hukuki Yönleriyle
Değerlendirilmesi

Mayis ƏLİYEV1, Namık HÜSEYİNLİ2


Özet
Emeklilik hakkı açısından mevzuatta yapılan çalışmalar, emeklilerin sosyal güvenlik alanındaki
haklarını güvence altına alarak sosyal korumalarını sağlayacak ve onlara mali açıdan koruma sağlanması
için daha yüksek yarar sağlayacaktır. Emeklilik hakkına ilişkin mevzuatta yer alan haklar ülkemizde
kişilerin emekli maaşı alma haklarına ilişkin konuların tartışılması ve mevcut mevzuatın iyileştirilmesi,
vatandaşların sosyal korumalarının daha da güçlendirilmesine hizmet edecektir. Bu açıdan bakıldığında
ülkemizde gerçekleştirilen reformların emeklilerin çıkarlarına hizmet ettiğini ve sosyal güvenlik sistemine
hümanist yaklaşımları güçlendirdiğini söylemek mümkündür. Aynı zamanda, reformların devlet emeklilik
sistemindeki mevcut sorunları çözmek için her zaman yeterli olmadığını da belirtmek gerekir. Ancak
mevzuatta yapılan reformlar, mali krizin vatandaşlar üzerindeki etkisini azaltacak ve emeklilerin yaşam
standartlarını iyileştirecektir.
Bu çalışmada Azerbaycan Cumhuriyeti vatandaşlarının, yabancıların ve vatansız kişilerin çalışma
emekliliği alma haklarını ve mevcut emeklilik mevzuatı açısından emekli aylığı seçme hakları
incelemektedir. Bireylere yaşlılık aylığına hak kazanmakla birlikte diğer uzun vadeli sigorta hakları
kapsamında öngörülen aylıklar çalışmada değerlendirilmiştir. Yine ilgili kanunlar çerçevesinde yaşlılık
aylığından maluliyete göre emekliliğe geçiş yapılmasına izin verilip verilmemesi hususu Azerbaycan
Cumhuriyeti Anayasası ve Emeklilik Hakkında Kanunun 5.1 madddesine aykırı olması nedeniyle
sözkonusu düzenlemenin değiştirlmesi gerektiği konusu ele alınmıştır.

Əmək Pensiyası Təminatı Hüququnun Nəzəri Və


Hüquqi Aspektləri

Özet
Pensiya qanunverciliyində aparılan islahatlar vətəndaşların sosial təminat sahəsində
hüquqlarının təmini ilə pensiyaçıların sosial müdafiəsinin təminatına və onların maddi yöndən qorunması
üçün daha üstün məbləğdə ödənişlər almalarına imkan yaradacaqdır. Pensiya qanunvericiliyi baxımından
respublikamızda insanların əmək pensiyası ilə təmin edilməsi hüququ ilə bağlı məsələlərin müzakirə
edilərək mövcud qanunvericiliyin təkmiləşdirilməsi vətəndaşların sosial müdafiəsinin daha da
gücləndirilməsinə xidmət edəcəkdir. Bu baxımdan ölkəmizdə aparılan islahatların pensiyaçıların
maraqlarına xidmət etdiyini və sosial təminat sistemində humanist yanaşmaların güclənməsinə səbəb
olduğunu demək mümkündür. Eyni zamanda geyd etmek lazımdır ki, islahatlar dövlət pensiya sistemində
mövcud olan problemləri hər zaman həll etməyə yetərli olmur. Ancak islahatlar vətəndaşlar üzərində
maliyyə böhranının təsirlərini azaltılmasına və pensiyaçıların həyat səviyyəsinin yaxsılaşdırılmasına
imkan verəcəkdir.
Bu məqalədə Azərbaycan Respublikası vətəndaşlarının, əcnəbilərin və vətəndaşlığı olmayan
şəxslərin əmək pensiyası təminatı hüququ və onların pensiya seçmək hüququ mövcud pensiya
qanunvericiliyi baxımından araştırılmışdır. Məqalədə əmək pensiyası hüququ ilə birlikdə şəxslərin eyni
zamanda müxtəlif təqaüdlərlə təminatı məsələsi təhlil olunmuşdur. Müəllif tərəfindən məqalədə “Təqaüd
haqqında” və “Könüllü pensiya sığortası haqqında” Qanunların, eləcədə yaşa görə pensiyadan əlilliyə görə

1
Prof. Dr. Bakı Dövlət Universiteti, Əmək və ekologiya hüququ kafedrası, hüquq üzrə elmlər doktoru, e-mail:
aliyev.mayis@mail.ru
2
Doç. Dr. Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi, İİBF, İşletme Bölümü, namik.huseyinli@alanya.edu.tr

489
Mayis ƏLİYEV, Namık HÜSEYİNLİ

pensiya növünə keçidin qadağan edilməsi müddəasının Azərbaycan Respublikası Konstitusiyası və “Əmək
pensiyaları haqqında” Qanunun 5.1-ci maddəsi ilə zidd olduğu üçün aradan qaldırılması müzakirə
edilmişdir.
Açar sözlər: hüquq, pensiya, yaş, sığorta, dövlət, hüquq

Теоретические И Правовые Аспекты Права На


Обеспечение Трудовой Пенсией

Резюме
Проводимые реформы с сфере пенсионного законодательства обеспечат социальную
защиту пенсионеров, обеспечив их права в области социального обеспечения, и позволят им
получать более высокие пособия для своей финансовой защиты. С точки зрения пенсионного
законодательства будут обсуждаться вопросы, связанные с правом граждан на получение трудовой
пенсии в нашей стране, а совершенствование действующего законодательства послужит
дальнейшему усилению социальной защиты граждан. С этой точки зрения можно сказать, что
проводимые в нашей стране реформы служат интересам пенсионеров и укрепляют
гуманистические подходы к системе социального обеспечения. В то же время следует отметить,
что реформ не всегда достаточно для решения существующих проблем в государственной
пенсионной системе. Однако реформы снизят влияние финансового кризиса на граждан и улучшат
уровень жизни пенсионеров.
В данной статье исследуется право граждан Азербайджанской Республики, иностранцев и
лиц без гражданства на трудовую пенсию и их право на выбор пенсии с точки зрения
действующего пенсионного законодательства. В статье анализируется вопрос обеспечения
физических лиц различными пенсиями наряду с правом на трудовую пенсию.
Авторы обсуждают отмену “Закона о пенсиях” и “Закона о добровольном пенсионном
страховании”, а также положение, запрещающее переход от пенсий по старости к пенсиям по
инвалидности, поскольку они противоречат Конституции Азербайджанской Республики и статье
5.1 “Закон о трудовых пенсиях”.

Ключевые слова: закон, пенсия, возраст, страхование, государство, право

1. Giriş

Kütləvi sosial təminat növü kimi xarakterizə edilən pensiya sistemində aparılan islahatlar
yaşından və sosial statusundan asılı olmayaraq, bütün vətəndaşlara aiddir, çünki hər bir şəxs əmək
fəaliyyətinin sona çatmasından sonra onu nələrin gözləməsində və qocalıq dövründə sosial
təhlükəsizliyinin təminatına maraqlıdır. Pensiya təminatı sahəsində aparılan islahatları əsas
məqsədi maliyyə probleminin qismən həll edilməsindən, bir sıra hallarda isə qanunvericilikdə
mövcud olan ədalətsizlikləri aradan qaldırmaqdan ibarətdir. Bu sahədə qarşıya qoyulan məsələlər
müxtəlif formalarda həll edilir. Dövlət bu məsələləri pensiya almaq hüququ verən meyarları, sığorta
haqlarının məbləğini, pensiyaların hesablanması, ödənişi, təyin olunma qaydalarını dəyişməklə və
ya bir sıra digər tədbirləri həyata keçirməklə həll edir. Əksər hallarda bu cür islahatlar dövlət
pensiya sistemində mövcud olan problemləri həll etməyə yetərli olmur, lakin maliyyə böhranının
müəyyən müddətə aradan qaldırılmasına və ya onun təsirinin azaldılmasına imkan verir.

Bu məqalədə qüvvədə olan pensiya qanunvericiliyinin qanunvericiliyi baxımından


respublikamızda insanların əmək pensiyası ilə təmin edilməsi hüququ ilə bağlı məsələlər müzakirə
edilərək mövcud qanunvericiliyin təkmiləşdirilməsi istiqamətləri araşdırılacaqdır.

490
Mayis ƏLİYEV, Namık HÜSEYİNLİ

2. Nəzəri və Hüquqi Aspektlərinə Görə Əmək Pensiyası

“Əmək pensiyaları haqqında” Azərbaycan Respublikası Qanununun 3-cü maddəsinə əsasən


Azərbaycan Respublikasının vətəndaşları bu Qanunda göstərilən hallarda əmək pensiyası təminatı
hüququna malikdirlər. Azərbaycan Respublikası ərazisində daimi yaşayan əcnəbilərin və
vətəndaşlığı olmayan şəxslərin bu Qanunla nəzərdə tutulmuş şərtlərlə Azərbaycan Respublikasının
vətəndaşları ilə bərabər əsaslarla əmək pensiyası təminatı hüququ vardır. Bu qanunun 1.0.3-cü
maddəsində nəzərdə tutulan şəxslərin (yəni hərbi qulluqçuların) pensiya təminatı ilə bağlı
müddəalar bu qanunun 1.0.4-cü maddəsində nəzərdə tutulan şəxslərə də (yəni xüsusi rütbəli
şəxslərə də ) şamil edilir.

Göründüyü kimi Qanunda şəxsin pensiya təminatı hüququ onun mənsubiyyəti ilə
əlaqələndirilmişdir. Belə ki, şəxsin hüquqi vəziyyəti hər şeydən əvvəl onun statusundan-vətəndaş,
əcnəbi (başqa dövlətin vətəndaşı), vətəndaşlığı olmayan şəxs, bir neçə (ən çox-ikili) vətəndaşlığı olan
şəxs olmasından asılıdır. Azərbaycan Respublikasının qanunvericiliyi isə ikili vətəndaşlığı tanımır. Bu
baxımdan pensiya hüququ olan şəxsləri 3 qrupa - Azərbaycan Respublikası vətəndaşlarına,
əcnəbilərə və vətəndaşlığı olmayan şəxslərə bölmək mümkündür:

Azərbaycan Respublikasının vətəndaşı Azərbaycan Respublikasının vətəndaşlığından (onun


qanunla müəyyən edilmiş itirilmə halları istisna olmaqla) məhrum edilə bilməz.

Azərbaycan Respublikasının vətəndaşı heç bir halda Azərbaycan Respublikasından qovula


və ya xarici dövlətə verilə bilməz. Azərbaycan Respublikası onun ərazisindən kənarda müvəqqəti və
ya daimi yaşayan Azərbaycan Respublikasının vətəndaşlarının hüquqi müdafiəsinə təminat verir və
onlara hamilik edir.

Beləliklə, vətəndaşlıq dedikdə, şəxsin dövlətə mənsubiyyəti, şəxslə dövlət arasında onların
qarşılıqlı hüquq və vəzifələrində ifadə olunan daimi siyasi hüquqi əlaqə başa düşülür. Burada şəxsin
dövlətə mənsubiyyəti dedikdə, onun dövlətin yuridiksiyasında olması anlaşılır[3, 211]. Vətəndaşlığa
verilmiş digər bir anlayışda isə vətəndaşlıq-fərdin xüsusi (spesifik) hüquqi vəziyyəti olaraq, dövlətlə
fərd arasında davamlı, vahid qarşılıqlı öhdəliyə əsaslanan münasibətlər kompleksi kimi, dövlətin
daimi əhalisinə aidiyyəti əks etdirən, özünün formal təsdiqinə malik olan və şəxsin ictimai-siyasi
həyatda iştirakı, dövlət tərəfindən müdafiəsini təmin edən kateqoriya kimi xarakterizə olunur[4,
432].

Beləliklə, Azərbaycan Respublikası vətəndaşı başqa dövlətin vətəndaşlığını qəbul etdiyi


halda Azərbaycan Respublikası vətəndaşları üçün nəzərdə tutulan pensiya təminatı hüququna malik
olmurlar.

Azərbaycan Respublikası vətəndaşının şəxsiyyət vəsiqəsi və Azərbaycan Respublikası


vətəndaşının pasportu şəxsin Azərbaycan Respublikası vətəndaşı olmasını təsdiq edir.

Onlar Qanunda göstərilən hallarda pensiya təminatı hüququna malikdirlər.Yəni Qanunda


pensiya təyin edilməsi üçün müəyyən edilən şərtlərə əməl olunması (məsələn, yaşa görə pensiya tə-
yinatı üçün qanunla müəyyən edilən yaş həddinə çatma, sığorta kapitalına və ya tələb edilən sığorta
stajına malik olma və s.) Azərbaycan Respublikası vətəndaşlarının pensiya təminatı hüququ
qazanması üçün yetərlidir.

“Əmək pensiyaları haqqında” Qanunun 3.2-ci maddəsi ilə əcnəbilərin və vətəndaşlığı


olmayan şəxslərin pensiya hüququ qazanması halları tənzimlənir. Həmin maddəyə əsasən əcnəbilər
və vətəndaşlığı olmayan şəxslər yalnız ölkəmizdə daimi yaşadıqda bu Qanunda nəzərdə tutulmuş
şərtlərlə Azərbaycan Respublikası vətəndaşları ilə bərabər əsaslarla pensiya təminatı hüququna
malikdir. Azərbaycan Respublikasının vətəndaşı olmayan və başqa dövlətin vətəndaşlığına mənsub

491
Mayis ƏLİYEV, Namık HÜSEYİNLİ

olan şəxs əcnəbi hesab olunur[1] (Azərbaycan Respublikasının Miqrasiya Məcəlləsinin 3.0.1-ci
maddəsi).

Hüquq ədəbiyyatında göstərildiyi kimi, bir sıra ölkələrdə əcnəbilərin bəzi işlərdə
çalışmasına məhdudiyyət vardır. Əcnəbi yaşamaq məqsədilə ölkəyə gəlmək üçün müddəti, yaşayış
yerini, məşğuliyyətini göstərməklə icazə almalıdır. Əcnəbilərin daimi yaşaması üçün (vətəndaşlıq
verilmədən) kvotalar nəzərdə tutulmuşdur. Bir çox ölkələrdə əcnəbi işçilər üçün illik kvota müəyyən
edilmişdir. Çox vaxt onlar ölkəyə gələnə qədər iş yeri üçün icazə almalıdırlar[15, 65-66]. Məsələn,
“Dövlət qulluğu haqqında” Azərbaycan Respublikası Qanununun 14-cü maddəsinə əsasən ölkəmizdə
dövlət qulluqçusu vəzifəsində yalnız Azərbaycan Respublikası vətəndaşları çalışa bilərlər.

Hüquqşünas alimlər haqlı olaraq göstərirlər ki, əcnəbilər nəinki olduğu dövlətin
yuridiksiyasına tabe olur, həmçinin vətəndaşlığına malik olduğu dövlətə münasibətdə hüquq və
vəzifələrini saxlamaqla “ikiqat tabeçilikdə” olurlar[4, 450].

Azərbaycan Respublikasının Miqrasiya Məcəlləsində vətəndaşlığı olmayan şəxslərin də


anlayışı verilmişdir. Belə ki, heç bir dövlət tərəfindən onun qanununa əsasən vətəndaş hesab edil-
məyən şəxs vətəndaşlığı olmayan şəxs sayılır (3.0.2-ci maddə).

V.E.Çirkinin qeyd etdiyi kimi, vətəndaşlığı olmayan şəxslərin (yəni hər hansı bir dövlətin
vətəndaşlığına malik olmayanların) statusu bir çox cəhətdən əcnəbilərin statusuna oxşardır. Lakin
əcnəbilərdən fərqli olaraq onlar hər hansı bir dövlətin diplomatik müdafiəsindən istifadə etmirlər.Bu
da onların vəziyyətini mürəkkəbləşdirir.Əksər ölkələrdə qüvvədə olan qanunvericiliyə görə
vətəndaşlığı olmayan şəxslər də əcnəbilər kimi ölkədən məcburi çıxarıla bilər (vətəndaşlar barəsində
belə tədbir görülməsini ən yeni konstitusiyalar qadağan edir) [15, 65-66].

Azərbaycan Respublikası Miqrasiya Məcəlləsinin 3.0.7 və 3.0.8-ci maddələrinə əsasən


əcnəbilər və vətəndaşlığı olmayan şəxslər bu Məcəllə ilə müəyyən edilmiş qaydada Azərbaycan
Respublikasında müvəqqəti və ya daimi yaşamaq hüququna malik ola bilərlər. Belə ki, Azərbaycan
Respublikasında müvəqqəti yaşayan dedikdə ölkəmizdə müvəqqəti yaşamaq, daimi yaşayan dedikdə
isə daimi yaşamaq üçün icazə almış əcnəbi və ya vətəndaşlığı olmayan şəxs anlaşılır.

Məcəllənin 8-ci fəsli isə əcnəbilərin və vətəndaşlığı olmayan şəxslərin Azərbaycan


Respublikasında daimi yaşamaq üçün icazə almaq qaydalarına həsr edilmişdir. Onun 45.1.1-45.1.7 və
52.1-ci maddələrinə əsasən aşağıdakı hallarda müvafiq icazə əsasında son 2 il ərzində ölkəmizin
ərazisində fasiləsiz olaraq müvəqqəti yaşayan əcnəbilər və vətəndaşlığı olmayan şəxslər Azərbaycan
Respublikasının ərazisində daimi yaşamaq icazəsi almaq üçün vəsatət verə bilərlər. Azərbaycan
Respublikasının ərazisində müvəqqəti yaşama müddəti o halda fasiləsiz hesab edilir ki, şəxs 180 gün
ərzində 90 gündən çox müddətə Azərbaycan Respublikasının ərazisindən kənarda olmasın.

Qeyd edildiyi kimi, yalnız yuxarıda göstərilən əcnəbilər və vətəndaşlığı olmayan şəxslər
ölkəmizin ərazisində azı 2 il müvəqqəti yaşadıqdan sonra daimi yaşamaq icazəsi almaq üçün vəsatət
qaldıra bilərlər. Statistik məlumatlara əsasən Azərbaycan Respublikasında 2016-cı ildə 9480 nəfər,
2017-ci ildə isə 6602 nəfər əcnəbiyə və vətəndaşlığı olmayan şəxsə iş icazəsi verilmisdir[5, 42].
Daimi yaşamaq üçün icazə Azərbaycan Respublikasının Dövlət Miqrasiya Xidməti tərəfindən verilir.
Əcnəbilərə və vətəndaşlığı olmayan şəxslərə daimi yaşamaq üçün icazə verildikdə, onlara xidmət
tərəfindən icazə vəsiqəsi təqdim edilir. İcazə vəsiqəsi bu şəxslərin ölkə ərazisində şəxsiyyətini və
yaşayış yeri üzrə qeydiyyatını təsdiq edən sənəd sayılır.

Azərbaycan Respublikasında daimi yaşamaq üçün icazə 5 il müddətinə verilir. Daimi


yaşamaq üçün verilmiş icazə yenidən 5 il müddətinə uzadıla bilər. Uzadılmaların sayı məhdudlaşdırıl-
mır. Onların pensiya hüququ icazə vəsiqəsi əsasında müəyyən olunur.

492
Mayis ƏLİYEV, Namık HÜSEYİNLİ

Məsələn, 2020-ci il mayın 10-da yaşa görə pensiya təyinatı üçün müraciət etmiş
vətəndaşlığı olmayan qadının 61 yaş 6 ayı 2020-ci il mayın 1-də tamam olmuşdur. Ona 2020-ci il
mayın 20-dən 5 il müddətinə Azərbaycan Respublikasında daimi yaşamaq hüququ verilmişdir.
Həmin şəxsə 2020-ci il mayın 20-dən yaşa görə pensiya təyin oluna bilər.

Qeyd etmək istərdik ki, Qanunun 32.1-ci maddəsinə əsasən yaşa görə pensiyalar ömürlük
təyin edilir. Lakin Qanunun 3.2-ci maddəsində əcnəbilərin və vətəndaşlığı olmayan şəxslərin Azər-
baycan Respublikasının ərazisində daimi yaşadığı hallarda bu Qanunda nəzərdə tutulmuş şərtlərlə
Azərbaycan Respublikasının vətəndaşları ilə bərabər əsaslarla pensiya almaq hüquqları təsbit
olunmuşdur. Buna görə də onlara yaşa görə pensiyalar daimi yaşamaq üçün icazə verilən müddətdən
artıq olmamaqla təyin edilir.Daimi yaşamaq üçün icazənin müddəti uzadıldıqda pensiya təyinatı
müddətinə də bununla əlaqədar yenidən baxılır. Əlilliyə və ailə başçısını itirməyə görə pensiyaların
təyin olunma müddəti də yuxarıda göstərilən qaydalara əməl edilməklə müəyyən olunur.

Qüvvədə olan qanunvericiliyə əsasən Azərbaycan Respublikasının tərəfdar çıxdığı


beynəlxalq müqavilələrdə başqa hal nəzərdə tutulmadığı halda ölkəmizin ərazisində daimi
yaşamayan əcnəbilər və vətəndaşlığı olmayan şəxslərə pensiya təyin olunaraq ödənilə bilməz.

Keçmiş SSRİ məkanına daxil olan dövlətlərdə ölkə qarşısında xüsusi xidmətləri olan
şəxslərin xidmətlərinin qiymət-ləndirilməsi müxtəlif üsullarla həyata keçirilir. Bir sıra dövlət-lərdə
(Rusiya Federasiyası, Belarus Respublikası, Ukrayna və s.) bu məqsədlə fərdi pensiyalar təyin
olunur[12, 225-230]. Azərbaycan Respublikasında isə ayrı-ayrı kateqoriya vətəndaşların ölkə
qarşısında xidmətlərinin qiymətləndirilməsi məqsədilə Azər-baycan Respublikası Prezidentinin
müxtəlif Fərman və Sərəncamlarına əsasən onlara Azərbaycan Respublikası Prezidentinin təqaüdləri
(bundan sonra-Prezident təqaüdü) təyin olunaraq ödənilir. Onun fərdi təqaüdlər, fəxri adlara görə
aylıq təqaüdlər, Azərbaycanın Milli Qəhrəmanlarına və onların ailə üzvlərinə verilən Prezident
təqaüdü, Vətən müharibəsi Qəhrəmanlarına Prezident təqaüdü, şəhid ailəsi üzvlərinə və müharibə
əlillərinə Prezident təqaüdü və sair növləri fərqləndirilir.

Prezident təqaüdləri ölkə qarşısında xüsusi xidmətləri olan şəxslərin və onların ailə
üzvlərinin sosial müdafiəsində mühüm əhəmiyyətə malikdir. Fikrimizcə, təqaüdlər qanunvericiliklə
müəyyən edilmiş qaydada ayrı-ayrı kateqoriya şəxslərə sosial yardım göstərilməsi məqsədilə dövlət
tərəfindən ödənilən pul vəsaiti kimi xarakterizə olunmalıdır. N.T.Nağıyev isə hesab edir ki, təqaüd
təminatının mahiyyəti əsasən Azərbaycan Respublikası qarşısında xidmətləri olan şəxslərin
göstərdikləri xidmətlərin qiymətləndirilməsi xarakter daşıyır. Yalnız Azərbaycan Respublikası
qarşısında xidmətləri olan şəxslərə (tələbə və şagirdlərə verilən təqaüdlər istisna olmaqla) Prezident
təqaüdü təyin oluna bilər. Buna görə də artıq təqaüd təminatı ölkəmizin sosial təminat hüququnun
müstəqil institutu kimi formalaşmışdır və onu sosial yardımın forması hesab etmək ziddiyyətlidir [7,
105]. Tədiqatçı alim Ü.İ.Mürşüdov sosial təminatın bu növünün əhəmiyyətini nəzərə alaraq təqaüd
təminatını sosial təminatın müstəqil institutu kimi xarakterizə edir [6, 490].

Fikrimizcə, təqaüd təminatının mahiyyəti ilə ünvanlı dövlət sosial yardımının təyin olunma
əsasları bir-birindən kəskin şəkildə fərqlənir. Belə ki, ünvanlı dövlət sosial yardımı aztəminatlı
ailələrə dövlət tərəfindən göstərilən pul yardımıdır. O, ailənin orta aylıq gəliri ilə hər bir ailə üzvü
üçün ehtiyac meyarının məcmusu arasında yaranan fərq məbləğində hesablanır. Azərbaycan
Respublikası ərazisində yaşamayan Azər-baycan Respublikası vətəndaşlarına və əcnəbilərə
(Azərbaycan Respublikasının ərazisində daimi yaşayanlar istisna olmaqla) ünvanlı dövlət sosial
yardımı təyinatına yol verilmir. Bundan fərqli olaraq Prezident təqaüdü yalnız ölkə qarşısında xüsusi
xidmətləri olan insanların sosial müdafiəsinin təmin olunmasına yönəldilmişdir və onun çoxsaylı
növləri mövcuddur. Onun məbləği Azərbaycan Respublikası Prezidenti tərəfindən sabit məbləğdə
müəyyən olunur. Prezident təqaüdünün ödənilməsinə ona hüququ olan şəxsin ölkə ərazisində
yaşamaması mane olmur.

493
Mayis ƏLİYEV, Namık HÜSEYİNLİ

Prezident təqaüdləri şəxsin işləyib-işləməməsindən, əmək pensiyası və ya hər hansı növ


sosial müavinət alıb-almamasından asılı olmayaraq təyin edilir. Məsələn, şəxs II qrup müharibə əlili
olmaqla 245 manat məbləğində əmək pensiyası alır və işləməkdə davam edir. Əmək pensiyası
almasına və işləməkdə davam etməsinə bax-mayaraq ona müharibə əlilləri üçün müəyyən edilən
Prezident təqaüdü də təyin olunmalıdır.

Əcnəbilərə və vətəndaşlığı olmayan şəxslərə sosial müavinət onlar Azərbaycan


Respublikasında daimi yaşadıqda təyin oluna bilər. Bundan fərqli olaraq həmin şəxslərə Prezident
təqaüdü Azərbaycan Respublikasında daimi yaşayıb-yaşamanasından asılı olmayaraq təyin edilir.

Həm də qüvvədə olan qanunvericiliyə əsasən bir şəxsə bir neçə növ Prezident təqaüdünün
təyin edilməsi də mümkündür. Məsələn, şəxs Azərbaycan Respublikasının əməkdar hüquqşünası
olmaqla II qrup müharibə əlilidir. Onun övladı 19 yaşında Azərbaycanın ərazi bütövlüyü uğrunda
aparılan dö-yüşlərdə şəhid olmuşdur. Bu halda ona “əməkdar” fəxri adı olduğu üçün aylıq təqaüd,
müharibə əlili və şəhid atası olduğuna görə Azərbaycan Respublikası Prezidentinin “Mü-haribə
əlillərinə Azərbaycan Respublikası Prezidenti təqa-üdü”nün təsis edilməsi haqqında” 09 sentyabr
2008-ci il tarixli, 823 nömrəli və “Şəhid ailəsi üçün Azərbaycan Respublikası Prezidentinin
təqaüdü”nün təsis edilməsi haqqında” 19 dekabr 2006-cı il tarixli, 493 nömrəli Fərmanlarına əsasən
Prezident təqaüdləri təyin olunmalıdır.

“Əmək pensiyaları haqqında” Qanununun 1.0.3-cü maddəsində nəzərdə tutulan şəxslərin


(yəni hərbi qulluqçuların) pensiya təminatı ilə bağlı müddəalar bu qanunun 1.0.4-cü maddəsində
nəzərdə tutulan şəxslərə də şamil edilir. Qanunun 1.0.4-cü maddəsində xüsusi rütbəli şəxslərin
Azərbaycan Respublikasının müvafiq icra hakimiyyəti orqanlarında xidmət edən xüsusi rütbəli
şəxslər olması göstərilmişdir. Bu orqanların siyahısı Azərbaycan Respublikası Nazirlər Kabinetinin
27 avqust 2007-ci il tarixli 135 nömrəli qərarı ilə təsdiq edilmiş “Təminat xərcliyinin hesablanması,
hərbi xidmət müddəti və təminat xərcliyi barədə məlumatların təqdim olunması Qaydaları”nda
verilmişdir. Belə ki, Qaydaların 1-ci bəndinə əsasən xüsusi rütbəli şəxslərə Azərbaycan Respubli-
kasının Daxili İşlər Nazirliyi, Azərbaycan Respublikasının Fövqəladə Hallar Nazirliyi, Azərbaycan
Respublikasının Dövlət Gömrük Komitəsi orqanlarında xidmət edən xüsusi rütbəli şəxslər aid olunur.
Qanunun 3.3-cü maddəsinə əsasən Qanunda hərbi qulluqçuların pensiya təminatı üçün müəyyən
edilən bütün güzəşt və imtiyazlardan xüsusi rütbəli şəxslər də istifadə edirlər.

“Əmək pensiyaları haqqında” Qanunun 3.3-cü maddəsinə əsasən hərbi qulluqçuların


pensiya təminatı ilə bağlı müddəalar həm də Azərbaycan Respublikasının Daxili İşlər Nazirliyində,
Fövqəladə Hallar Nazirliyində, Dövlət Gömrük Komitəsində xidmət keçən xüsusi rütbəli şəxslərə də
şamil olunur. Fövqəladə Hallar Nazirliyində xidmət keçən xüsusi rütbəli şəxslərin qüvvədə olan
pensiya qanunvericiliyi baxımından həm hərbi qulluqçu kimi, həm də fövqəladə hallar orqanında
işləyən xüsusi rütbəli şəxs kimi pensiya almaq hüququ vardır. Həmin şəxslərə pensiyalar xidmət
etdikləri orqan tərəfindən verilmiş məlumat vərəqəsi əsasında təyin edilir. Azərbaycan Respublikası
Nazirlər Kabinetinin 27 avqust 2007-ci il tarixli 135 nömrəli qərarı ilə təsdiq edilmiş “Təminat
xərcliyinin hesablanması, hərbi xidmət müddəti və təminat xərcliyi barədə məlumatların təqdim
olunması Qaydaları”nın 3-cü bəndinə əsasən hərbi qulluqçuların və xüsusi rütbəli şəxslərin hərbi
xidmət müddəti və təminat xərcliyi barədə məlumatlar əmək pensiyası hüququnun yarandığı
tarixdən onların və ya həmin şəxslər vəfat etdikdə, ailə başçısını itirməyə görə əmək pensiyası almaq
hüququ olan ailə üzvlərinin müraciətləri əsasında, qulluq etdiyi orqanların müvafiq qurumları
tərəfindən 15 iş günü müddətində tərtib olunur və bu Qaydaların əlavəsində göstərilmiş formada
əmək pensiyasının təyin edilməsi üçün 5 iş günü ərzində Azərbaycan Respublikasının Əmək və
Əhalinin Sosial Müdafiəsi Nazirliyi tabeliyində DSMF-nin Xüsusi Şərtlərlə Təyinat üzrə Mərkəzi filalı
təqdim edilməlidir. Lakin bununla bağlı məhkəmə təcrübəsi göstərir ki, bəzi orqanlar, əsasəndə AR
Fövqəladə Hallar Nazirliyi tərəfindən əsassız olaraq məlumat vərəqəsi verilmir[8].

494
Mayis ƏLİYEV, Namık HÜSEYİNLİ

Bütün bunları və respublikamızda əmək pensiyası avtomatlaşdırılmış qaydada təyin


edilməsini nəzərə alaraq hərbi qulluqculara və xüsusi rütbəli şəxslərə pensiya təyin edilməsi üçün
məlumat vərəqəsinin qulluq etdiyi orqanların müvafiq qurumları tərəfindən verilməsinə dair norma
Azərbaycan Respublikası Nazirlər Kabinetinin 27 avqust 2007-ci il tarixli 135 nömrəli qərarı ilə
təsdiq edilmiş “Təminat xərcliyinin hesablanması, hərbi xidmət müddəti və təminat xərcliyi barədə
məlumatların təqdim olunması Qaydaları”ndan çıxarılsın və bu məsələ DSMF-nin Xüsusi Şərtlərlə
Təyinat üzrə Mərkəzi filalı tərəfindən EİS-də olan məlumatların mübadiləsi əsasında heç bir
müraciət olmadan həyata keçirilsin.

“Əmək pensiyaları haqqında” Qanunun 5-ci maddəsinə əmək pensiyası hüquq olan
Azərbaycan Respublikası vətəndaşlarının, əcnəbilərin və vətəndaşlığı olmayan şəxslərin
pensiya seçmək hüququna həsr edilmişdir. Həmin maddəyə görə Azərbaycan Respublikasının
qanunları ilə müxtəlif pensiya hüququ olan şəxslərə öz arzuları ilə yalnız bir pensiya təyin edilir.
Məsələn, ümumi əsaslarla yaşa görə pensiya təyinatı üçün müəyyən olunan yaş həddinə çatmış qadı-
nım fərdi hesabının sığorta hissəsində qeydə alınmış pensiya kapitalı pensiyanın minimum məbləğin-
dən az olmayan pensiya təminatına imkan verir. Eyni zamanda onun pensiyaçı olan həyat yoldaşı da
vəfat etmişdir. Beləliklə, qadının həm yaşa, həm də ailə başcısını itirməyə görə pensiyaya hüququ
vardır. Bu halda Qanunun 5.1-ci maddəsinin tələbinə əsasən qadına arzusu əsasında yaşa və ya ailə
başçısını itirməyə görə pensiyalardan yalnız hər hansı biri təyin oluna bilər.

Müxtəlif pensiyaya hüququ olan şəxslərə öz arzuları ilə yalnız bir pensiyanın təyin edilməsi
qaydası bir pensiya növündən digər pensiya növünə keçərkən də qismən saxlanılır. Belə ki, Qanunun
34-cü maddəsinə əsasən pensiyaçının yaşa görə pensiya növündən əlilliyə görə pensiya növünə keçi-
rilmə istisna olmaqla, pensiyanın bir növündən başqa növünə keçmə hüququ vardır. Göründüyü kimi,
Qanunun 34-cü maddəsi yaşa görə pensiyaçının əlilliyə görə pensiyaya keçmə hüququnu tanımır. Bu
isə Qanunun 5.1-ci maddəsində müəyyən olunan ümumi qayda ilə, eləcə də qazanılmış sosial təminat
hüquqlarının realizə olunmasına maneə yaratmaqla Azərbaycan Respublikası Konstitusiyasının 38-ci maddəsi
ilə ziddiyyət təşkil edir. Qeyd etmək istərdik ki,“Sığorta pensiyaları haqqında” Rusiya Federasiyasının, “Pensiya
təminatı haqqında” Belarus Respublikası Qanunlarının 6-cı maddələrində də yaşa görə pensiya növündən əlil-
liyə görə pensiya növünə keçməni qadağan edən hər hansı bir məhdudiyyət nəzərdə tutulmamışdır[6, 490].

Tədqiqatçı alim E.V.Romanova eyni vaxtda iki növ pensiya almaq hüququnu insanların müstəsna hü-
quqları sırasına daxil etmişdir.Rusiya Federasiyasının pensiya qanunvericiliyində müharibə əlillərinin, Böyük
Vətən müharibəsi iştirakçılarının, həlak olmuş döyüşçülərin dul arvadlarının və s. eyni vaxtda iki pensiya al-
maq hüququ tanınır[13, 35-40].

Bu baxımdan yaşa görə pensiyadan əlilliyə görə pensiya növünə keçidin qadağan edilməsi istər Azər-
baycan Respublikası Konstitusiyasına, istərsə həmin Qanunun 5.1-ci maddəsinə zidd olduğu üçün belə bir
məhdudiyyətin aradan qaldırması məqsədəmüvafiq olardı.

“Əmək pensiyaları haqqında” Qanunun 5.2-ci maddəsi sığortaolunanların onlara təyin olun-
muş pensiya ilə yanaşı qeyri-dövlət pensiyası almaq hüququnu da təsbit etmişdir. Azərbaycan Res-
publikası Konstitusiyasının 38-ci maddəsi ilə bəyan edildiyi kimi, dövlət xeyriyyəçilik fəaliyyətinin,
könüllü sosial sığortanın və sosial təminatın başqa növlərinin inkişafı üçün imkanlar yaradır. Konsti-
tusiyanın bu müddəasına uyğun olaraq könüllü sosial sığortanın hüquqi əsasları “Sosial sığorta haq-
qında” Azərbaycan Respublikası Qanunu ilə müəyyən olunmuşdur. Lakin 1997-ci ildə qəbul edilmiş
“Sosial sığorta haqqında”Azərbaycan Respublikası Qanununda könüllü sosial sığortaya dair
müddəalar nəzərdə tutulsada onun icra mexanizmi göstərilməmiş və bu günə kimi qeyri-dövlət
pensiya fondları yaradılmamışdır. Qeyd etmək lazımdır ki, müxtəlif dövrlərdə qəbul edilmiş pensiya
islahatları konsepsiyalardında könüllü pensiya sığortasının inkişaf etdirilməsi əsas vəzifə kimi nə-
zərdə tutulmuşdur. Lakin təəssüf ki, hələlik həmin vəzifələrin icrasına nail olunmamışdır. Belə ki,
2014-cü ildə təsdiq edilmiş Konsepsiyada 2014-2015-ci illərdə könüllü sosial sığorta haqqının ödə-

495
Mayis ƏLİYEV, Namık HÜSEYİNLİ

nilməsi şərtlərinin müəyyənləşdirilməsi, 2015-ci ildə pensiyaların könüllü yığım komponentlərinin


fəallaşdırılması və qeyri-dövlət pensiya institutlarının formalaşdırılması üzrə təkliflərin
hazırlanması, 2015-2017-ci illərdə qeyri-dövlət pensiya fondlarının yaradılması və fəaliyyətini tən-
zimləyən normativ hüquqi bazanın yaradılması müəyyən edilmişdir.

Hüquq ədəbiyyatında göstərildiyi kimi, könüllü (özəl) sığorta ilə məcburi dövlət sosial
sığortası arasında bir sıra oxşar cəhətlər və fərqlər mövcuddur. Hər iki növ sığorta cəmiyyətə xidmət
üsulları, istər məqsədi, əhatə dairəsi, istərsə də tətbiqi baxımından oxşar və fərqli özəlliklərə
malikdir. Belə ki, hər iki sığorta növünün əsas məqsədi insanları sosial risklərdən müdafiə etməkdən
ibarətdir. Sosial sığorta hadisəsinin baş verməsi nəticəsində yaranan sosial təhlükələrin sonuncunda
meydana gələn zərərləri qarşılamaq özəlliyi onları bir nöqtədə birləşdirir. Məcburiyyətə əsaslanan
məcburi sosial sığortada şəxsin iradəsi hüquqi əhəmiyyət daşımadığı halda özəl sığortada könüllülük
prinsipi əsas təşkil edir. Könüllü sığorta özəl hüququn bir sahəsi kimi müqavilə əsasında formalaşdığı
halda məcburi sosial sığorta ictimai hüququn bir sahəsi olmaqla məcburiyyətə əsaslanır. Əlaqələr ba-
xımından müddətsiz hüquq münasibətinə əsaslanan məcburi sosial sığortanın əksinə könüllü
sığortada müqavilədən qaynaqlanan müddət hökmrandır. Digər tərəfdən məcburi dövlət sosial sı-
ğorta haqlarının ödənilməsinin gecikdirilməsi sığortalılığı başa çatdırmadığı halda könüllü sığortada
haqların ödənilməməsi müqaviləyə son verilməsi ilə nəticələnəcəkdir[9, 32-35].

Yuxarlda qeyd olunduğu kimi, qeyri-dövlət pensiya təminatının yaradılması ölkənin pensiya
təminatının qarşısında əsas prioritet vəzifə kimi müəyyən edilmişdir. Ölkəmizdə isə könüllü sığor-
tanın tarixi kökləri və ənənəsinin olmaması qeyri-dövlət pensiya institutunun təşkilini çətinləşdirir.
Əlavə pensiya sistemi məcburi dövlət sosial sığortası ilə bərabər əsaslarla mövcud olur. Özünün
yaşlılıq dövründə pensiya təminatı üçün şəxsin məsuliyyətinin artırılması insanın şəxsiyyət kimi
müstəqil olmaq arzusu ilə bağlıdır.Sosial siyasət burada ancaq köməkçi rol oynayır və əksər hallarda
bütün əhalini əhatə etmir. Məsələn, ayrı-ayrı kompaniyaların və ya şirkətlərin pensiya təminatı sis-
temləri üzrə pensiya hüququna yalnız həmin kompaniya və ya şirkətlərdə çalışanlar və onların
öhdəsində olanlar malikdirlər.

Özəl pensiya sistemləri sığorta olunma haqqında müqavilənin bağlanmasını tələb edir, hansı
ki, bütün şəxslərlə bağlanmaya bilər. Bir çox işləyən şəxslər özəl pensiya sistemlərində sosial riskin
dərəcəsi yüksək olduğuna və yaxud yüksək sığorta haqqı ödəməyə onların əmək haqları imkan ver-
mədiyinə görə iştirak etmirlər.

Qeyd etmək istərdik ki, Almaniyada 3900 evrodan yüksək əmək haqqı alanların həmin
məbləğdən yüksək olan əmək haqqına məcburi dövlət sosial sığortası ödəməsi tətbiq olunmur[16].
Bu da həmin şəxsləri gələcək həyatlarını təmin etmək məqsədilə özəl pensiya fondlarında iştiraka
həvəsləndirir. Konsepsiyanın 7.1.2.3-cü bəndində də məcburi dövlət sosial sığortasına cəlb edilən
əməkhaqqına müəyyən hədd qoyulmaqla,bu həddən yuxarı məbləğ üçün ödənilən sosial sığorta
haqqının istifadəsinin vətəndaşların seçiminə verilməsi nəzərdə tutulur. Fikrimizcə, qeyri-dövlət
pensiya sistemini formalaşdırmaq üçün ilk mərhələdə Almaniyanın təcrübəsindən istifadə edilməsi
məqsədəmüvafiq olardı. Belə ki, Konsepsiyanın 7.1.2.3-cü bəndində də nəzərdə tutulduğu kimi,
məcburi dövlət sosial sığorta haqlarının şamil edildiyi əmək haqqına maksimum həddin müəyyən
edilməsi, nəticədə daha yüksək əmək haqqı alan insanların özəl fondların işində iştiraka
həvəsləndirəcəkdir. İqtisadiyyatın ayrı-ayrı sahələri üzrə işçilərin əvəzindən könüllü sığorta münasi-
bətlərində iştirak edən özəl təşkilatları həvəsləndirmək məqsədilə həmin təşkilatlara vergi
güzəştlərinin tətbiq edilməsi məqsədəuyğun olardı.

3. Nəticə

496
Mayis ƏLİYEV, Namık HÜSEYİNLİ

Beləliklə, bu maqalədə pensiya qanunvericiliyinin təkmilləşdirilməsi istiqamətində irəli


sürulən təklifləri aşağıdakı kimi ümumiləşdirə bilərik:

1.Sosial təminatın təqaüd təminatı növünün əhəmiyyətini nəzərə alaraq “Təqaüd haqqında”
qanunun qəbul edilməsi təklif edilir.

2. Rusiya Federasiyasında 2018-ci ilə qəbul edilmiş “Yığım pensiyaları haqqında”


qanun[14], eləcədə ölkəmizdə yığım pensiyasının qanunvericilik əsaslarının qəbul olunmasının
xüsusi aktuallıq kəsb etməsi baxımdan təklif edirik ki, “Könüllü pensiya sığortası haqqında” qanun
qəbul edilməlidir.

3. Qeyri-dövlət pensiya sistemini formalaşdırmaq üçün ilk mərhələdə Almaniyanın


təcrübəsindən istifadə edilməsi məqsədəmüvafiq olardı. Məcburi dövlət sosial sığorta haqlarının
şamil edildiyi əmək haqqına maksimum həddin müəyyən edilməsi, nəticədə daha yüksək əmək haqqı
alan insanların özəl fondların işində iştiraka həvəsləndirəcəkdir. İqtisadiyyatın ayrı-ayrı sahələri
üzrə işçilərin əvəzindən könüllü sığorta münasibətlərində iştirak edən özəl təşkilatları həvəslən-
dirmək məqsədilə həmin təşkilatlara vergi güzəştlərinin tətbiq edilməsi məqsədəuyğun olardı.

4.“Əmək pensiyaları haqqında” Qanunu 34-cü maddəsində təsbit edilmiş yaşa görə pensiya-
dan əlilliyə görə pensiya növünə keçidin qadağan edilməs müddəası istər Azərbaycan Respublikası Konsti-
tusiyasına, istərsə həmin Qanunun 5.1-ci maddəsinə zidd olduğu üçün aradan qaldırılmalıdır.

5.Respublikamızda əmək pensiyası avtomatlaşdırılmış qaydada təyin edilməsini nəzərə


alaraq hərbi qulluqculara və xüsusi rütbəli şəxslərə pensiya təyin edilməsi üçün məlumat
vərəqəsinin qulluq etdiyi orqanların müvafiq qurumları tərəfindən verilməsinə dair norma
Azərbaycan Respublikası Nazirlər Kabinetinin 27 avqust 2007-ci il tarixli 135 nömrəli qərarı ilə
təsdiq edilmiş “Təminat xərcliyinin hesablanması, hərbi xidmət müddəti və təminat xərcliyi barədə
məlumatların təqdim olunması Qaydaları”ndan çıxarılsın və bu məsələ DSMF-nin Xüsusi Şərtlərlə
Təyinat üzrə Mərkəzi filalı tərəfindən EİS-də olan məlumatların mübadiləsi əsasında heç bir
müraciət olmadan həyata keçirilsin.

4. Ədəbiyyat siyahısı

1. Azərbaycan Respublikası Miqrasiya Məcəlləsi// www.e-qanun.az

2. Bakı Apellyasiya Məhkəməsinin İnzibati-İqtisadi Kollegiyasının 2019-cu il 4 dekabr tarixli 2-


1(103)-2575/2019 nömrəli qərarı// Bakı Apellyasiya Məhkəməsinin arxivi, 2019

3. Əsgərov Z.A. Konstitusiya hüququ. Dərslik. Bakı: «Bakı Universiteti» nəşriyyatı, 2011, 698 s.

4. Əliyev Ə.İ. İnsan hüquqları. Bakı, Hüquq ədəbiyyatı, 2013, s. 432

5. Əmək bazarı (statistik məcmuə). Bakı, 9 N-li kiçik müəssisə, 2018, s. 42.

6. Mürşüdov R.İ. “Əmək pensiyaları haqqında” Azərbaycan Respublikası Qanununun elmi və


praktiki kommentariyası I hissə (1-20-ci maddələr). Bakı: Avropa, 2020, 490 s.

7. Nağıyev N.T. Azərbaycan Respublikasında sosial təminatın konstitusion və hüquqi əsasları.


Bakı, Qanun, 2010, s. 105.

8. 2 saylı Bakı İnzibati-İqtisadi Məhkəməsinin 2019-cu il 31 iyul tarixli 2-1(82)- 1727/2019


nömrəli qərarı //Bakı İnzibati Məhkəməsinin arxivi, 2019

497
Mayis ƏLİYEV, Namık HÜSEYİNLİ

9. Hüseynli Namik, Azərbaycanın sosyal güvenlik sistemi. Ankara, Başbakanlıq Basımevi, 2012,
s. 32-35

10. Дополнительное материальное обеспечение за особые заслуге перед Российской


Федерацией http://opfr.mу.ru/spr/confent/view/410/395/

11. Куренной А.М., Томашевский К.Л., Ярошенко О.Н. Трудовые право и право
социального обеспечения в Беларуси, России и Украине (формирование и развитие).
Минск, Дикта, 2011, с.230

12. Постовалова Т.А. Курс права социального обеспечения Рес-публики Беларусь. Минск,
Тесей, 2008, с.225-230

13. Романова Е.В. Право социального обеспечения. Санкт-Петербург, Питер, 2005, с.35-40.

14. Федеральный Закон «О накопительной пенсии». Новосибирск, Норматика, 2018, с. 49-


59

15. Чиркин В.Е. Конституционное право зарубежных стран. Москва, Норма, 2010, с. 65-66

16. Элиса Дубл. Пенсия в Германии// http://neuezeiten. rusverlag. de/ 2012/ 08/01/1624-
4/

Theoretical and legal aspects of the right to ensure a labor pension (Keywords: law,
pension, age, insurance, state, law

498
Anma Törenlerinin Toplumsal Birliğe Katkısı:
Türkiye’deki Kazaklar Örneği

Dr. Aray Rakhimzhanova1

Özet

Bu çalışma, 1950’lerde İstanbul’da yerleşmiş Doğu Türkistanlı Kazakların günümüzde düzenlediği anma
törenlerinin onların toplumsal birliğine olan katkısını araştırmaktadır. Belli ki bir etnik grubun tarihine
ilişkin duygu ve hisleri, katılımcılara kim olduklarını ve nereden geldiklerini resmi ve gayri resmi bir
şekilde hatırlatan kolektif ayinlerde teşvik edildiği bilinmektedir. Bu tür ayinler, grubun kökenini yeniden
teyit eder ve zaferleri kadar mücadelelerini de dramatize eder. Sosyal hatırlamanın fiilen gerçekleştiği iki
sosyal aktivite alanı vardır. Bunlar anma törenleri ve bedensel pratiklerdir. Bu ikisi arasında ilki, geçmişi
anlatmanın en etkili yollarını temsil eder. Bu bağlamda, mevcut araştırma, Türkiye’deki Kazakların anma
törenlerinin onların geçmişleriyle yeniden bağlantı kurmalarına ve birliğini korumalarına nasıl yardımcı
olduğunu anlamayı amaçlamaktadır. Ayrıca bu törenlerde hangi mesajların kalıcı hale getirildiğini
öğrenmeyi amaçlamaktadır. Araştırmanın bulguları ise, Doğu Türkistan’dan Kazak göçünün liderlerinden
biri olan Batur Eliskhan Alipoğlu’na adanan 30 Temmuz 2018’de gerçekleşen özel anma etkinliğinin
analizine dayanmaktadır.

Anahtar Kelimeler: toplumsal bellek, anma töreni, Kazaklar, göç

Abstract

This paper explores the ethnic identification of Kazakhs living in Istanbul, Turkey who settled there in the
beginning of the 1950s. More specifically, it focuses on the commemoration ceremonies that contribute to
their social unity. It is known fact that feelings and sentiments in respect of the history of an ethnic group
are stimulated by collective rites which remind participants in both formal and informal ways of who they
are and from where they come. Such rites reconfirm the origin of the group, dramatize its struggles, and
glorify its victories. There are two areas of social activity where social recollection actually takes place.
They are commemorative ceremonies and bodily practices. Between these two, the former represents the
most effective ways of narrating the past. In this respect, the current research aims to understand how
commemorative ceremonies of Kazakhs in Turkey help them to reconnect with their past and maintain
their unity. It also aims to learn what specific messages are perpetuated during these ceremonies. The
findings of this research are based on the analysis of the particular commemoration event that took place
on July 30, 2018 dedicated to Eliskhan Alipuly, one of the leaders of the Kazakh exodus from East
Turkestan.

Key words: social memory, commemoration, Kazakhs in Turkey, migration, exodus

1. Giriş
Kazaklar Türkiye’ye ilk olarak 1950’lerde yerleşmişlerdir. Bugun yaklaşık sayıları 20.000’dir.
Kazaklar, kendi tarihi vatanı Sincan Uygur Ozerk Bolgesi’ni (Dogu Turkistan) 1930’lu ve 40’lı
yıllarında Çin hukumetine karşı yapılan başarısız ayaklanmalardan sonra terketmiştir. Çin’den çıkış
Kazaklar için kolay bir yolculuk olmamıştır. Sınırı geçmeye çalışırken Çin komünist askeri birlikleri
tarafından sürekli saldırıya uğramışlardır. Aynı zamanda birçok Kazak, Himalayaları geçerken

1
Astana IT Üniversitesi, Sosyal Bilimler Bölümü, İngiliz Dili Programı
aray.rakhimzhanova@astanait.edu.kz

499
Aray Rakhimzhanova.

soğuktan ve hastalıktan hayatını kaybetmiş, hayvanlarından ve maddi varlıklarından olmuşlardır.


Ayrıca Hindistan’a vardıklarında mülteci kamplarında tropikal hastalıklara yakalanmışlardır
(Gayretullah, 2017; Lias, 1956; Oraltay, 1976; 2005). Altay Dağı yamaçlarından dış dünyaya göç eden
Kazakların kesin sayısı bilinmemektedir. Araştırmacıların tahminine gore yaklaşık 18 ile 50 bin
arasında Kazak anavatanını terk etmiştir, ancak bunlardan sadece 1.850’si Turkiye’ye ulaşabilmiştir.
Hindistan’da biraz zaman geçirdikten sonra Kazaklar Turkiye’ye iltica başvurusunda bulunmuşlardır.

Talepleri üzerine Kazaklar, iskanlı göçmenler yani Türk soyundan gelen ve Türk kültürüne bağlı
göçmenler olarak kabul edildiler. Türkiye rastgele bir göç noktası olarak seçilmemiştir. Kara (2019),
Kazak göç liderlerinin stratejik anlamda Türkiye’yi ortak dil, kültür ve din nedeniyle Kazaklar için,
onların etnik kimliğini koruması için uygun ortam olarak gördüklerini savunmaktadır. Bu anlatı,
günümüzde de Türkiye’de yaşayan Kazaklar arasında sürekli hatırlatılmaktadır. Fakat Kazakların
Türkiye’ye yerleşmesinden sonra sıkıntıları bitmiş gibi görünse de anayurttan çıkış onların kişisel ve
toplumsal hafızalarında derin izler bırakmıştır. Bu, yalnızca toplumun yaşlı üyelerinin değil aynı
zamanda göçe hiç tanık olmamış genç nesillerin konuşmalarından da görülmektedir.

Bu makale, Kazakların göçün kaybı ve travmasına dayanan ortak hafızasının, Türk toplumu
içindeki etnik sınırlarını korumalarına yardımcı olduğunu ortaya koymaktadır. Bu çerçevede
Türkiye’de yaşayan Kazak halkının anma törenleri göç deneyimine ilişkin düşüncelerin yeniden
yaşatılmasının en uygun yollarından birini oluşturmaktadır. Böylece bu törenler, sadece kolektif
hafızalarını güçlendirmekle kalmaz aynı zamanda etnik kimliklerini sergilemeleri için de uygun bir
ortam yaratır. Görüldüğü gibi ortak göç tarihi, Kazaklığın yaşatılması için vazgeçilmez bir araç haline
gelmiştir. Türkiye’deki Kazaklar için bir anlam ifade eden göç anlatılarından vazgeçtiklerinde, onların
etnik aidiyetleri zayıflayacaktır. Çünkü Kazakların sözlü anlatılarında göçün temel nedeni, etnik ve
dini kimliklerini korumak şeklinde ifade edilmektedir.

Bu nedenle Doğu Türkistan’dan Kazak toplumunun dış göçüne öncülük eden göç liderleri ayrıca
anılmaktadır çünkü onların bilgisi, aklı ve stratejik eylem planları olmadan Kazaklar Türkiye’ye
ulaşamazlardı. Ayrıca bu topluluk, düzenli olarak bu liderleri anmak için toplu ayinler düzenler. Bu
makale, 30 Temmuz 2018’de İstanbul’da gerçekleşen bir anma törenine odaklanmaktadır. Bu tören,
bir Kazak kahramanı Eliskhan Alipoğlu’na ithaf edilmektedir. Çalışmada bu törenin Kazakların grup
birliği üzerindeki etkisini değerlendirilecek ve bu anma sırasında iletilen belli mesajlar ortaya
çıkaracaktır.

2. Yöntem
Bu makale nitel bir araştırmaya dayanmaktadır. Özellikle 30 Temmuz 2018 tarihinde Eliskhan
Alipoğlu’nun anma töreninde etnografik katılımcı-gözlem yöntemi kullanılmıştır. Katılımcı-gözlem
yöntem dışında tören düzenleyicileri ve katılımcılar ile tören öncesi ve sonrasında yarı
yapılandırılmış görüşmeler yapılarak bu törende yer alan farklı sosyal ve politik mesajların daha
derinlemesine irdelenmiştir. Sonuç olarak bildiri, Kazakların toplumsal hafızası ile etnik kimliği
arasındaki karşılıklı ilişkiyi güçlendirmede anma töreninin rolünü vurgulamaktadır.

3. Bulgular
Tören sırasında ifade edilen tüm anlatılar 3 alanda gruplandırılabilir: 1. Göçün kaybı ve
travması. Eliskhan Alipoğlu İstanbul'da anılırken Kazakların kökenleri ve atalarını yurtlarından
uzaklaştıran sömürgeci güçler hatırlatıldı. 2. Türkiye'ye şükran ifadesi. Törenin kendisi Türk halkına
büyük bir Şükran Günü eylemi olarak yorumlanabilir. 3. Kabile kimliği. Son olarak, bu tören Kazak
kabileleri için bir gösteriş zamanıydı. Böylece, Eliskhan Alipoğlu'nun soyuna ait boylar, anma etkinliği
ile Türkiye'deki daha büyük Kazak topluluğu içindeki prestijlerini pekiştirebildiler.

4. Tartışma
4.1. Eliskhan Alipoğlu Kimdir?

500
Aray Rakhimzhanova.

Kara’ya (2019) göre, Sincan’dan iki tane Kazak göçü gerçekleştirilmiştir. İlk göç, 1930’larda
meydana gelmiştir ve Eliskhan Alipoğlu ise bu göçün başlatıcısı ve lideriydi. Eliskhan 1908 yılında
Doğu Türkistan’ın Barköl kasabasında doğdu (Şakenulı, 2018). Babası Alip Zhamysbayuly, Taşbike
kabilesinin bir reisiydi. 1931’de Kumul’da (Sincan’daki bölgelerden biri) Çin hükümetine karşı
Müslüman ayaklanmasına katılmıştır. Fakat Sovyetler Birliği’nden askeri yardım alan Sincan valisi Jin
Shu Ren, bu ayaklanmaları hızlı bir şekilde bastırmayı başarmıştır. Bu sırada Eliskhan’ın babası
Urumçi’ye (Sincan’ın başkenti) yakın bir vadide saklanıyordu ve 1932 yılının Ekim ayı sonunda
hükümet birlikleri tarafından beklenmedik bir saldırıya uğradı. Eliskhan’ın babası Alip, diğer 117
kişiyle birlikte öldürüldü. Babasının köyü saldırıya uğradığında Eliskhan uzaktaydı. Bu trajediden
sonra 24 yaşındaki Eliskhan, halkını Barköl’dan çıkarmaya karar verdi. Eliskhan, kendisini
destekleyen Kazakları önce Müslüman Çinlilerinin toprakları olan Gansu bölgesine götürdü. Ancak
yıllar sonra burası Kazaklar için tehlikeli hale geldi. Böylece Eliskhan yeni bir göçü başlattı ve
halkının Çin sınırını geçmesine vesile oldu. 1941 yılının Ağustos ayında Eliskhan ve onu takip eden
kabileler Hindistan sınırlarına ulaştı. Silahlarını Hindistan sınır kontrolüne teslim ettikten sonra
mülteci olarak kabul edildiler ve bir süreliğine mülteci kamplarında kaldılar.

Eliskhan, 1943’te mülteci kampında yayılan salgın nedeniyle hastalandı ve hayatını kaybetti.
Eliskhan hayatını kaybettiğinde sadece 35 yaşındaydı. Onu, yakınları Pakistan’ın Dir bölgesine bağlı
Candauil köyündeki Baruyn Camii’nin bahçesine defnettiler (Şakenulı, 2018). Eliskhan üç kez evlendi,
ancak eşlerinden ve çocuklarından hiçbiri hayatta kalmadı. Böylece hanesinden hiç kimse Türkiye’ye
gelemedi. Buna rağmen Türkiye’de kendilerini onun soyundan sayan birkaç tane Kazak ailesi vardır.
Bunlar arasında Eliskhan’ın soyundan gelen çok sayıda yeğenleri ve onların çocukları yer
almaktadırlar.
4.2. Anma Törenlerinin Toplum için Önemi

Birçok araştırmacı, etnik kimliğin korunmasında önemli bir etken olan toplumsal belleğin
yaratılmasında kolektif ayinlerin önemini vurgulamıştır. Toplumsal bellek kavramının
şekillenmesinde etkili yazarlardan biri olan Connerton, sosyal hatırlamanın fiilen gerçekleştiği iki
sosyal aktivite alanı olduğunu belirtmiştir. Bunlar anma törenleri ve bedensel pratiklerdir.
Connerton, toplumsal bellek diye bir şey varsa, bunun anma törenlerinde bulunduğunu
savunmaktadır, çünkü ona göre anma törenleri, geçmişin kültürel temsillerini anlatmanın ve
doğaçlamanın en etkili yollarından biridir. Benzer şekilde Kahuno (2017) de geçmişin anlatımında
ritüel uygulamaların ve festivallerin önemini şu şekilde vurgulamıştır:

…etnik bir grubun tarihine ilişkin hisleri ve duyguları, onların kim oldukları ve nereden
geldiklerine dair mesajlar resmi ve gayri resmi bir şekilde düzenlenen kolektif ayinlerde teşvik
edilmektedir. Bu tür ayinler, grubun kökenini yeniden teyit eder ve zaferleri kadar
mücadelelerini de dramatize eder. Benzer şekilde festivaller de geçmişe ait kültürel temsilleri
anlatmanın ve doğaçlama yapmanın en etkili yollarından biri olarak görünmektedir. (Kahuno,
2017, s. 32)
Ayrıca Connerton belleğin toplumsal oluşumunu incelemek için araştırmacıların ortak hatırlamayı
mümkün kılan aktarım eylemlerine odaklanması gerektiğini vurgulamıştır. Bu bağlamda anma
törenleri ve ritüeller, belli bir etnik grup için ortak hatırlamayı mümkün kılan temel aktarım
eylemleridir. Dolayısıyla anma törenlerinin toplumsal birliğe büyük bir katkı sağladığını
görebiliyoruz.

Kazaklar “anma töreni” ifadesi için “yemek vermek” olarak tercüme edilen “as beruv” tabirini
kullanırlar. Tabi törene katılan halkı doyurmak anma eyleminin bir parçası olmasına rağmen, bu tür
törenlerin tek amacı yemek temini değildir. Geçmişte anma törenleri, genellikle toplumda yüksek
statüye sahip (hanlar ve sultanlar), varlıklı ve güçlü olan ve topluma iyi işlerle katkıda bulunan
baturlar (kahramanlar) için düzenlenirdi. Ayrıca göçebe kültüründe büyük çaplı anma törenleri, ölen
kişinin yasını tutmak için bir araya gelmekten ziyade, yas tutma zamanının sona erdiğini kutlamak,
halka ve aile üyelerine neşe getirmek için düzenlenirdi.

501
Aray Rakhimzhanova.

Bu nedenle günümüzde bile Kazakistan’da anma törenlerine ev sahipliği yapan taraf, ölen
bireyin ruhu için topluca dua etmenin yanı sıra at yarışları, geleneksel spor yarışmaları ve müzik
performansları da düzenlemektedir. Eliskhan Alipoğlu’nun kişiliği toplu olarak anılması gereken
bireyin tüm özelliklerini taşımaktadır. Türkiye’deki Kazaklar, kendi aralarında onu batur (kahraman
/ savaşçı) ilan etmiştir. Onun anma töreninde Kazakistan’ın anma törenlerindeki gibi kutlama
unsurlularının yer almamasına rağmen bu tören, aşiretler ve etnik gruplar arasındaki kimlik ve
aidiyeti için uygun bir platform olabilmiştir.

4.3. Anma Töreninin Siyasallaştırılması ve Şükran Günü

Bu araştırmada söz konusu olan tören farklı yetkililerin yaptığı konuşmalar aracılığıyla
siyasallaştırılmıştır. Bu konuşmalarda sürekli olarak üç ana kavram ‘Allah’, ‘Türk’ ve ‘Kazak’ yer
almaktadır. Örneğin, Eliskhan Batur Anma Komitesi başkanı tüm konukları karşılayarak töreni Allah
adıyla başlattı. Ondan sonra konuşmasında Çin’deki mevcut durumu anlatmaya devam etti ve Türk
Müslümanların Sincan’da gördüğü zulme ilişkin endişelerini dile getirdi. Bu nedenle kahraman
Eliskhan Alipoğlu’nu anmak günümüzde daha fazla anlam kazanmıştır. Eliskhan batur’a yaptığı
övgüden alıntı aşağıda sunulmuştur:
Butun bu olaylar bizlerin guzel Turkiye’mize goç etmemize ozgurce hurriyet içinde yaşamamıza
vesile olan Eliskan batur’u her bir ferdimizin her zaman minnetle ve rahmetle anmamız
gerektigini, onun çok guçlu net bir vasile tuferasiti oldugunu ve dirayetli bir lider oldugunu
açıkça net bir şekilde gostermektedir. Butun bu sebeplerle bizi hurriyete kavuşturan mensup
oldugumuz buyuk Turk milleti ile beraber hur şekilde ve musluman olarak yaşamamızı Allah’ın
izni ve yardımı ile vesile olan Eliskan batur’u defalarca minnetle ve rahmetle yad ediyoruz. (Ses
kaydı, para 1-2)
Bu alıntıdan da anlaşılacağı üzere Kazak olmak, Türk ve Müslüman olmak demektir. Tören boyunca
İslamiyetin Kazak kimliği için büyük önem taşıdığı vurgulanmıştır. Bunun nedeni, törenin ağırlıklı
olarak dini bir kuruluş olan Hoca Ahmet Yesevi İlim ve İrfan Vakfı tarafından düzenlenmesidir. Bu
vakıf, Sovyetlerin dağılmasından sonra Kazakistan’da ve diğer eski Sovyet ülkelerinde İslamın
yeniden canlanmasına esas olarak katkıda bulunuyordu. Örneğin bu törende açılış duasını aynı vakfın
düzenlediği Kuran kurslarında öğrenci olan Moğolistanlı 10-12 yaşlarında bir Kazak çocuğu yaptı.
Mezun olduktan sonra bu çocuk kendi ülkesine dönecek ve toplumu içerisinde kursta öğrendiklerini
paylaşacak. Bu şekilde o ülkede İslamiyetin güçlenmesine katkıda bulunacaktır. Hoca Ahmet Yesevi
İlim ve İrfan Vakfı Vakfı’nın genç müritleri, Belgrad ormanında Eliskhan Batur ve diğer göç
şehitlerinin ruhu için dualar okutturarak anma töreninde çalışmalarını kalabalığa ulaştırdılar. Bu
örnekten de anlaşılacağı üzere anma törenleri, belirli kurum ve kuruluşların faaliyetlerinin daha
görünür gelmesine vesile olan eşsiz bir etkinliktir.
Analiz için ilginç olan diğer bir konuşma ise İstanbul’un Bağcılar ilçesinin eski belediye
başkanına aitti. Güneşli/Bağcılar’da günümüzde birkaç Kazak ailesi yaşamaktadır. Eski belediye
başkanı konuşmasında katılımcılara hitaben şu sözleri kullandı:“… Selçukluların çocuklarıyız! Biz
yeniden mutlaka, eski hal ve anımıza ulaşacağız! Burada yeniden binlerce Eliskan baturlar çıkacak,
Alparslanlar çıkacak, Gazneviler çıkacak, Mahmutlar çıkacak, Yeseviler çıkacak!” Bu sözler içerisinde
Türk tarihinde adı geçen büyük isimleri saymak, insanların geçmişinin onların günlük hayatlarını,
özellikle de mevcut siyasi duruşlarını şekillendirmede nasıl kullanıldığını gösteren iyi bir örnekti.
Eski devlet yetkilisi, farklı Türk gruplarının ortak paydalarına ve amaçlarına işaret ederek Türkiye
siyasetinde var olan ortak ideolojilerden birini ifade etmeye çalışmıştır. Böylece eski belediye
başkanı ve Hoca Ahmet Yesevi İlim ve İrfan Vakfı başkanının konuşmalarından Kazakların etnik
kimliğinin Pan-Türkizm, İslam ve göç kavramları üzerinden geliştiği sonucuna varmak mümkündür.
Bu fikirlerde görüldüğü gibi en iyi şekilde anma etkinlikleri teşvik edilir, çünkü etkinliğe katılan insan
sayısı genellikle yüksektir ve farklı nesillerin temsilcilerini içerir.
Kahraman Eliskhan’ın anma töreni aynı zamanda bir şükran eylemi olarak da yorumlanabilir.
Anma töreni sırasında yer alan şükran ifadeleri, önce Allah’a, ardından halkını Çinli zalimlerin
elinden uzaklaştıran Eliskhan’a ve 1950’lerde göç eden Kazakların kurtarıcısı olan Türk halkına
yöneltilmiştir. Genel olarak, göçmenler adaptasyon sürecinde ve sonrasında ev sahibi topluluğa
düzenli bir şükran ifadesi iletir. Bu minnettarlık çeşitli şekillerde ifade edilebilir. Onlardan bir tanesi
de toplu etkinlikler düzenlemek ve ev sahibi topluluğa hürmetlerini sunmaktır. Örneğin, tören
sırasında dağıtılan pilav bir şükran eylemi olarak işlev görür. Yemek genellikle bu tür toplantıların

502
Aray Rakhimzhanova.

önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Ancak aynı içerikli yiyeceklerin törenin niteliğine göre nasıl
farklı anlamlar taşıyabildiğini gözlemlemek ilginçtir. Soileau (2005), Alevi şenliklerinde fakirlere ve
yoldan geçenlere pişmiş yemek verildiğinde, bunun kutsal bir yemek olan lokma olarak kabul
edildiğini belirtmiştir. Hatta bazı Alevi şenliklerinde pilav dağıtımı, Alevi toplumu içinde var olan
evliyaları anma eylemi olarak da yorumlanır. Ancak Elishkhan Alipoğlu’nun anısına düzenlenmiş
pilav dağıtımı daha çok şükran eylemidir. Bu eylem ile Kazaklar zor zamanlarda kendilerine yiyecek
ve çatı sağladıkları için Türk toplumunu teşekkür etmek istiyorlar.

4.4. Kazak Şeceresi: Etnik Kimliği Pekiştirme Aracı

Eliskhan Alipoğlu’nun anma töreninde Türkiye’de yaşayan Kazakların kabile ilişkilerinin


yasalaşması da gözlemlenebildi. Bu, özellikle görsel sembollerle açıkça görüldü. Örneğin, gençlerden
bazıları Tasbike ismi ve amblemi olan bir tişört giyiyorlardı, çünkü bu törenin başlıca sorumlusu
Tasbike kabilesiydi. Eliskhan baturun çıktığı kabilenin üyesi olmak onlar için büyük bir prestijdi ve
onunla gurur duyuyorlardı. Kabile üyelerinin maddi bağışlarıyla Eliskhan’ın hayatı hakkında bir kitap
yayınlandı ve törene katılanlara ücretsiz olarak dağıtıldı. Kazak kabile ilişkilerinin anma töreninde
sergilenmesi ve kuvvetlenmesi şu cümle ile net görülebilir: "Eliskhan Batur da Kerey kazakların
gönüllerine taht kurmuş lideri ve milli kahramanlarımızdan biridir". Böylece Eliskhan, önce Kerey
kabilesinin, sonra da Kazak milletinin kahramanıdır. Türkiye’de yaşayan Kazakların aşiret ilişkileri
hakkında bahsedebilmek için önce, Kazak aşiret sistemi hakkındaki önemli bilgilere bakmakta fayda
vardır.
4.4.1.Kay Elsiñ? - Hangi Kabileye Aitsiniz?

Kazakların akrabalık sistemi onları diğer milletlerden ayrı kılan özelliklerinden biridir.
Tarihçiler, Kazak kabile sisteminin ortaya çıkışı için farklı zaman aralıklarını önerdiler. Fakat çoğu
tarihçi Kazak topraklarının bölgesel ve askeri yönden genişlemesiyle birlikte 16. yüzyılda üç cüze
ayrıldığı görüşünü desteklemektedir. Her cüz bir Han tarafından yönetiliyordu. Büyük cüze ait
kabileler güney bölgelerde yaşıyordu, Orta cüz ise orta ve kuzey-doğu bölgelerde hayatlarını
sürdürürken, Küçük cüz batı bölgedeki topraklarda kalıyordu (O Beachain ve Kevlihan, 2011).
Kazakların üç cüze ayrılma süreci bu cüzler arasında ne dilsel ne dini farklılıklar yaratmıştır.

Şekil 1. Kazak cüzlerinin 20. yüzyılda yaklaşık yaşadığı bölgeler

Küçük cüz Orta cüz Büyük cüz

Bugün her cüz yaklaşık on-on iki tane büyük kabile içermektedir. Her kabile ondan fazla soydan
oluşmaktadır. 1950’li yıllarda Türkiye’ye göç eden Kazaklar ise Orta Cüz’e aittir. Kazaklar akrabalık
sistemlerini tanımlamak için “şecere” kelimesini de kullanırlar, ancak bu kelime bağlama göre tarih

503
Aray Rakhimzhanova.

veya kronik anlamına da gelebilir. Arapça ‘ağaç’ anlamına gelen ‘shajara’ kelimesinden türetilmiştir
(Argynbaev vd., 2004). Shezhire, soy ve klan üyeleri için önemli bir bilgi kaynağı olan soy kayıtlarıdır.

Şekil 2 İnternet’te bulunan Kazak kabilelerinin en yaygın şematik temsillerinden biridir. Kökleri
ve dalları ile bu ağaç, Kazakların biyolojik soy, üreme ve aktarım kavramlarının ötesine geçen bir soy
deyimi haline gelmiştir. Bu görüntü sadece hayal edilemeyecek sayıda Kazak soy ve kabilesini
göstermekle kalmıyor, aynı zamanda ulusal tarihçiler tarafından kullanılan popüler Kazak etnogenezi
hipotezini de temsil ediyor. Bu görselde Kazakların köklerinin Herodot ve diğer antik tarihçiler
tarafından anlatılan bozkır halklarına (İskitler, Sarmatlar ve Hunlar) kadar uzandığını görmek
mümkündür. Ancak burada esas olan, bu şemada ‘Türk’ kavramının Kazakların atası, yani babası
olarak sunulmasıdır. Bu yoruma göre Kazaklar ‘Türk’ değil, Türk soyundan gelen bir millet veya etnik
gruptur. Şecere, Kazakların etnik kimliğini iddia etmesi için soyağacının ne kadar önemli olduğunu
açıkça göstermektedir. Aynı zamanda Hunlar veya Türkler gibi terimlerin büyük aile ağacına dahil
edilmesi Kazakların şecere (soykütük) yardımı ile ulusal birliğinin görsel paradigmasını yarattığını
da görebiliriz.
Ametbek (2015), Kazak toplumundaki mevcut aşiret sisteminin Kazakların kendini
tanımlamasının temel özelliklerinden biri olduğunu ileri sürmüştür. “Örneğin Kazaklar ilk kez
karşılaştıklarında “Kay elsin?” diye soruyorlar. Yani “Hangi boydansınız? … dolayısıyla Kazaklar için,
üst kimlik olan Kazaklarla birleşmiş olsalar da aşiret kimliklerinin hâlâ güçlü olduğunu söylemek
mümkündür.” (Ametbek, 2015, s. 34). Örneğin, Türkiye’de insanlarla sohbet ederken sık sık duyulan
soru “Nerelisiniz?” ya da “Memleket neresi?”. Dolayısıyla Türkiye’de insanların kimliği doğdukları
veya geldikleri topraklara sıkı sıkıya bağlıdır, oysa Kazaklığın doğrulanması belirli bir topraktan
değil, akrabalık ve kabile sistemine dayanmaktadır. Birinin soyu/kabilesi mevcut değilse, o insan
Kazak olamaz. Bu nedenle, kabile sistemi Kazak etnisitesinin belkemiği olarak kabul edilir
(Muldagaliyeva, 2015). Başka bir deyişle Kazaklık, soydan gelmektedir.
Şekil 2. Kazak seceresi kazakh.family.tree

Kesici şöyle diyor:

Bir Kazak için sadece kendi kabilesini ve ait olduğu cüzü bilmesi değil, aynı zamanda yedinci
nesle kadar atalarının isimlerini de söyleyebilmesi gereklidir. Kazak etnik grubuna dahil
olabilmek için “kan yoluyla” Kazak olmak gerekir. Ortak dil, ortak bir tarih, Kazak gelenek ve
göreneklerinin yanısıra Kazak milleti için kabile sistemi etnik sınır oluşturmanın temel
kriteridir. (Kesici, 2011, ss.36-38)
İstanbul’da yaşayan Kazakların kabile sistemi onların toplumunun bir iskeletini oluşturuyor.
Svanberg’in (1989) belirttiği gibi, Kazaklar Türkiye’de etnik sınırları sağlayabilmekte diğer Doğu
Türkistanlı etnik gruplara göre daha başarılıydılar ve bunun nedenlerinden biri de kabile
geleneklerinin sürdürülmesiydi.

504
Aray Rakhimzhanova.

4.4.2. Anma Töreninin Kabile İlişkileri için Önemi


Türkiye'de Taşbike soyu tarafından Eliskhan Batur'u anma örneği, Kazaklar için tarih dediğimiz
kavramın kişisel bir mesele olduğunu göstermektedir. Bu durum, tarihsel olayların sadece tek bir
ulusun çıkarlarını yansıtmadığını, onun yerine önemli tarihi vakalarda yer alan ataların, şu anda
hayatta olan ve belirli Kazak insanlarının çıkarlarını temsil edebileceği anlamına gelir. Bu nedenle,
soyağacı ve tarihsel anlatılar, Türkiye'deki Kazak toplumunda boyların meşrulaştırılması ve onların
otoritesinin pekiştirilmesi için oldukça önemlidir. Cömert törenlerle kabile atalarını anmak ve onlara
saygı göstermek kabile üyeleri için prestijli bir iştir. Kazak boyları bu törenlerle toplum içindeki
konumlarını ve güçlerini pekiştirirler. Genina (2015), kimselerin soyağacı üzerinde Kazak olduğunu
belirleme yollarının, devlet yolları ile iç içe olduğunu savunmaktadır. Kazak toplumunun soyağacı,
kimin Kazak sayıldığına - ya da sayılmadığına- dair bilgiyi meşrulaştırmak veya çürütmek için
kullanır. Aslında anma törenlerinde yer alan Kazak soy pratikleri Connerton’un vurguladığı
toplumsal bellekle ilgilidir. Benzer şekilde De Leonardis (2016) de “tarih ve hafıza birbirine bağlıdır:
ulusun ‘kutsal belleği’ meşruiyet kazanmak için kullanılabilir bir geçmiş kaynağı olarak tarihe ihtiyaç
duyarken, tarih diyalektik bir kutup olarak hafızaya ihtiyaç duyar” (s. 24) diye yazmıştır. Soy, Kazak
kabilelerinin ve kabile üyelerinin güçlerini meşrulaştırmaları ve daha büyük Kazak topluluğu içindeki
prestijlerini pekiştirmeleri gerektiğinde hatırlamak için anlaştıkları bir şeydir. O prestij için Kazaklar
atalarının anıtlarını dikmek veya anma törenleri düzenlemek için hiç tereddüt etmeden binlerce
dolar harcayabilirler. Eliskhan Alipoğlu'nun anma töreninde de Türkiye'deki Kazaklar arasında güç
ve prestij müzakeresi soy üzerinden yapılmıştır.

5. Sonuç

Yukarıdaki tartışmadan, tören sırasında ifade edilen tüm anlatıların üç ana alanda
gruplandırılabileceği sonucuna varmak mümkündür: 1) göçün kaybı ve travması, 2) Türkiye'ye
şükran ifadesi ve 3) kabile kimliği. İstanbul'da Eliskhan Alipoğlu’nu anarken, Kazaklar kendi
kökenleri ve atayurtlarından uzaklaşmalarının nedenini hatırladı. Ayrıca etkinliğin kendisi zor
zamanlarda Kazaklara yardım eden Türk halkına büyük bir şükran eylemi olarak yorumlanabilirdi.
Sonuç olarak bu tören, Eliskhan Alipoğlu'nun mensubu olduğu soyun İstanbul’da yaşayan diğer
Kazak soyları ile olan ilişkilerinin sergilenmesiydi. Bu soydan gelen aileler, ataları Eliskhan'ı anma
eylemiyle Türkiye'deki daha büyük Kazak topluluğu içindeki prestijlerini pekiştirdi. Kısacası, anma
töreninin başlığında belirli bir Kazak insanının ismi geçse bile, bunun asla tek bir kişinin anılması
olmadığını anlamak gerekir. Kazaklar, anma törenleri sırasında tarihlerini hatırlamakta,
geçmişleriyle bağ kurmakta ve genç nesillere köklerini hatırlatmaktadır. Bu nedenle, ölülerin
anılması, sosyal bağların yeniden kurulmasına ve etnik sınırların oluşturulmasına yardımcı
olmaktadır.

6. Kaynaklar

Argynbaev, Kh., Mukhanov, M. & Vostrov, V. (2004). Qazaq Sherjiresi. Almaty: Atamura.

Ametbek, D. (2015). Locating Turkey in Kazakhstan’s Eurasian Identity (Doctoral dissertation, Middle
East Technical University), https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/, Erişim tarihi:
08.10.2021.

Connerton, P. (1990). How Societies Remember. Cambridge University Press.

Gayretullah, H. (2017). Altaylarda Kanlı Günler. Istanbul: Bilge Kültür Sanat.

Genina, A. (2015). Claiming Ancestral Homelandsː Mongolian Kazakh Migration in Inner Asia (Doctoral
dissertation, University of Michigan),
https://deepblue.lib.umich.edu/handle/2027.42/111536, Erişim tarihi: 08.10.2021.

Kahuno, M. (2017). Constructing Identity through Festivals: The Case of Lamu Cultural Festival in
Kenya (Master’s thesis, University of Pretoria),
https://repository.up.ac.za/handle/2263/62642., ss. 20-41, Erişim tarihi: 08.10.2021.

505
Aray Rakhimzhanova.

Kara, A. (2019). Causes and Consequences of Kazakh Migration from Eastern Turkestan to Turkey. In:
Noda, J. & Ono, R. (ed.) Emigrants/Muhacir from Xinjiang to Middle East during 1940-60s.
Studia Culturae Islamicae, 110 (1), 1-11.

Kesici, O. (2011). The Dilemma in the Nation-Building Process: The Kazakh or Kazakhstani Nation?
Journal on Ethnopolitics and Minority Issues in Europe, 10(1), 31-58. doi:
http://www.ecmi.de/fileadmin/downloads/publications/JEMIE/2011/Kesici.pdf

Leonardis, F. (2016). Memory and Nation-Building in Georgia. In ed. Isaacs R. and Polese A. Nation-
Building and Identity in the Post-Soviet Space New Tools and Approaches. London and New
York: Routledge.

Lias, G. (1956). Kazak Exodus. (1st ed.). Plymouth Z.: Oakfield Press.

Muldagalieva, A. (2015). The Socio-Cultural Functions of Kazakh Kinship Terms. Asian Social Science,
11 (16), 7. doi:10.5539/ass.v11n16p80

O Beachain, D.& Kevlihan, R. (2011). State-building, Identity and Nationalism in Kazakhstan: Some
Preliminary Thoughts. Working Papers in International Studies: Centre for International
Studies. Dublin City University, 1-7.

Oraltay H. (1976). Hürriyet Uğrunda Doğu Türkistan. Kazak Türkleri. İzmir: İstiklal Matbaası.

Oraltay, H. (2005). Elim-aylap Ötken Ömir. Almaty: Bilim.

Soileau, M. L. (2005). Festivals and the Formation of Alevi Identity. In H. Markussen, Alevis and
Alevism. Transformed Identities. (ss. 91-106). Istanbul: The ISIS press.

Svanberg, I. (1989). Kazak Refugees in Turkey. Uppsala: University of Uppsala.

Şakenuyly, J. (2018) Halk Önderi Eliskhan. İstanbul: Mamer.

Uehara, M. (1992). Ankara’da Yaşayan Kazak Türkleri’nin Kültürleşme Süreci (Master thesis,
Hacettepe University).

506
Kuzey Makedonya Cumhuriyeti'nde Fikri Mülkiyet
Haklarının Vergilendirilmesinin Yasal Çerçevesi

Doç. Dr. Jordan Delev1, Arş. Gör. Nazife Yakupova Domazet2

Özet

Gerçek ve tüzel kişilerin gelirlerinin vergilendirilmesi her zaman her ülkenin kendi hukuk sistemleri
tarafından yasal düzenlemeye dayanır. Kesintisiz teknolojik gelişmeler, modern yenilikçi başarılar,
yaratıcı endüstrinin gelişimi ve artan rekabet dikkate alındığında, maddi olmayan haklar sonucunda
elde edilen gelirlerin vergilendirilmesi her ülkenin vergi politikasının uygun bir parçası haline
gelmiştir. Bu makalenin amacı, fikri mülkiyet haklarından elde edilen gelirlerin vergilendirilmesi
alanında Kuzey Makedonya Cumhuriyeti'nin yasal çerçevesine uygun bir genel bakış sağlamaktır.
Makalede analiz yöntemi kullanılarak bu haklardan elde edilen gelirlerin vergilendirilmesine ilişkin
Makedon mevzuatının ilgili normları vurgulamaktadır. Karşılaştırmalı yöntem ile Makedon vergi
uygulaması ile uluslararası düzeyde yerleşik vergi uygulamaları arasındaki benzerlik ve farklılıklar
elde edilmiştir. Makaledeki sentez yöntemi ise makedon yasa koyucunun bu alanın düzenlenmesi
konusunda gelecekte nasıl yaklaşması gerektiğine dair önerilerde bulunmak için kullanılır. Analiz,
başta Kuzey Makedonya Kişisel Gelir Vergisi Kanunu ve Fikri mülkiyet haklarının değerini belirleme
metodolojisini düzenleyen yönetmelikler olmak üzere mevcut pozitif yasal düzenlemelere
dayanmaktadır. Telif hakkı ve bağlantılı haklar açısından bazı vergi teşvikleriyle birlikte nispeten
düşük bir vergi oranı vardır. Kalıcı vergi teşviklerine ek olarak, makale fikri mülkiyet alanında bir
teşvik vergisi politikası oluşturulmasını tavsiye etmektedir. Eser sahipleri, yaratıcıları ve mucitleri
için motive edici yaratılmış vergi teşviklerinin varlığına yönelik bu yaklaşım, makedon toplumunda
yenilikçi ve yaratıcı sürecin gelişmesine katkıda bulunur.
Anahtar Kelimeler: Vergilendirme, Fikri Mülkiyet Hakları, Kişisel Gelir Vergisi, Kuzey Makedonya
Cumhuriyeti.
1. Giriş

İnovasyon ve teknolojik ilerleme, on yıllardır toplumun en önemli itici gücü olarak karşımıza
çıkmaktadır. Aslında İnovasyonun ana rolü, ekonomik büyümenin sürekli bir şekilde
oluşturulmasıdır. Genellikle İnovasyon faaliyetlerinin korunması yenilikçilerin tekel haklarından
olan yaratılan inovasyonlardan yararlanma hakkını garanti altına almak ile sağlanır. İşte bu tür tekel
haklar, fikri mülkiyet hakları olarak kabul edilir. (Jennewein, 2005, s. 162-163)

İnovasyon için teşvik sağlamada fikri mülkiyet hakları kilit bir rol oynamaktadır. Bu hakların
kazanılması için önceden kesin olarak belirlenmiş yasal kriterlerin yerine getirilmesi gerekir. Yasal
kriterlerin karşılanması, sahiplerine bu hakları kullanmaları için bir zaman tekeli verilmesi, ve
dolaysıyla gelir elde edilmesi anlamına gelmektedir. (Greenhalgh & Rogers, 2010, s. 33)

Bu fikri mülkiyet haklarının korunması hukuk düzeni tarafından garanti altına alınmıştır ve
bunların herhangi bir şekilde ihlali söz konusu olduğunda devletin idari veya adli teşkilatının bir
müdahalesi yani tepkisi olacağı anlamına gelir.

Diğer yandan, gelirin gerçekleşmesi ile beraber devlete karşı ödenmesi gereken vergi
yükümlülükleri ortaya çıkmaktadır. Yüzyıllar önce Ulpianus’un dediği gibi ‘Vergiler bir devletin sinir

1
Uluslararası Vizyon Üniversitesi, Hukuk Fakültesi, Kuzey Makedonya, jordan.delev@vizyon.edu.mk
2
Uluslararası Vizyon Üniversitesi, Hukuk Fakültesi, Kuzey Makedonya, nazife.yakup@vizyon.edu.mk

507
Jordan Delev, Nazife Yakupova Domazet

sistemidir’ dolayısıyla bu vergilendirmenin de amacı Devletin hukuk düzeninin, idari ve adli


teşkilatının sorunsuz ve kusursuz işleyişi sağlanmaktır.

İnovasyonları teşvik etmek, onları fikri mülkiyet hakları ile korumak, hak sahiplerinin gelir elde
etmesi ve elde edilen gelirin vergilendirilmesi makalemizin çıkış noktasıdır. Kuzey Makedonya
mevzuatında fikri mülkiyet haklarının vergilendirilmesi konusu birkaç kanunda yer almıştır. Fikri
mülkiyet haklarının tanımı, kapsamı, edinme ve korunma kriterleri Sınai Mülkiyet Kanunu ve Telif
Hakları ve Bağlantılı Haklar Kanunu ile düzenlenmiştir. Bu hakların kullanılması sonucunda
gerçekleşen kazançların vergilendirilmesi de Kişisel Gelir Vergisi Kanunu ve Kâr Vergisi Kanunu’nda
düzenlenmiştir. Analiz yöntemi, fikri mülkiyet haklarının tanımlanması, tekel ve kazançlı nitelikleri
ve bu hakların ticarileştirilmesi sonucu elde edilen gelirlerin vergilendirilme şekli açısından yasal
çerçevenin uygun bir şekilde gözden geçirilmesini sağlamak için kullanılmıştır.

Yoğunlaşan küreselleşme ile beraber Kuzey Makedonya Cumhuriyeti’nin yabancı yatırımcılar


için teşvik edici bir ortam yaratmaya yönelik artan çabaları, fikri mülkiyet haklarının
vergilendirilmesinin sadece ulusal düzeyde ele alınmaması gerektiğini göstermektedir.
Vergilendirme, ulusal egemenlik ile yakından bağlantılıdır ve bölgesel sonuçları vardır, fakat vergi
politikası oluşturmanın da kendi uluslararası sonuçları vardır. Bu bağlamda, karşılaştırmalı yöntem,
gelişmiş düzeyde inovasyon faaliyetine sahip olan ülkelerde uygulanan belirli ulusal vergi
uygulamaları arasında bir karşılaştırma yapılmasını ve ayrıca inovasyon faaliyetleri alanında Kuzey
Makedonya ile aynı düzeyde olan ülkeler arasında bir karşılaştırma yapılmasını sağlar.

Bir yandan teşvik edici vergi politikaları oluşturma alanındaki uluslararası deneyimler, diğer
yandan Kuzey Makedonya'nın mevcut yasal çerçevesi, Kuzey Makedonya yasa koyucusunun hangi
yönde hareket etmesi gerektiği konusunda sonuçlar çıkarmak için başlangıç noktasıdır. Sentez
yöntemi, inovasyon geliştirme açısından teşvik edici bir vergi politikasının nasıl oluşturulacağı ve
fikri mülkiyet haklarından elde edilen gelirlerin Kuzey Makedonya'da gelecekteki yasal çözümlerde
nasıl ele alınacağı konusunda sonuçlar ve tavsiyeler vermek amacıyla kullanılmaktadır.

Makalemiz ilk olarak Kuzey Makedonya Cumhuriyeti'nde hukuk normları tarafından korunan
fikri mülkiyet haklarını tanımlamaktadır. Mucitler ve girişimciler için inovatif bir iklim oluşturma
bağlamında bu hakların vergilendirilmesinin önemi vurgulanmaktadır. Makalemiz, Kuzey
Makedonya'daki fikri mülkiyet haklarının vergilendirilmesi konusunun mevcut yasal düzenlemesine
ve bu alandaki bazı ülkelerin uluslararası deneyimlerine genel bir bakış sunmaktadır. Son olarak,
fikri mülkiyet haklarının vergilendirilmesi alanında Makedon yasa koyucunun gelecekteki yasal
çözümlerinin geliştirilmesi açısından gereken yönergeler sunulmaktadır.

2. Kuzey Makedonya Cumhuriyeti Hukuk Sisteminde Fikri Mülkiyet Hakları

Kuzey Makedonya Cumhuriyeti'nde fikri mülkiyet hakları, telif hakkı ve bağlantılı hakların, sınai
mülkiyet haklarının (patent, endüstriyel tasarım, marka, coğrafi işaret) ve haksız rekabete karşı
hakkının toplamı olarak tanımlanmaktadır. (Поленак-Аќимовска и др., 2004, s. 16-18) Bu tanım,
Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü ve Dünya Ticaret Örgütü tarafından belirlenen eğilimi takip etmektedir.
(WIPO, 2008, s. 4) Kuzey Makedonya'daki bu alan kısmen üç kanunla düzenlenmektedir: Telif Hakkı
ve Bağlantılı Haklar Kanunu, Sınai Mülkiyet Kanunu ve Haksız Rekabete Karşı Kanun. Kanunlar,
hakları, koruma konusunu, korumanın kazanılmasını ve sona erdirilmesini düzenleyen fikri mülkiyet
hukukunun bir kaynağıdır.

Kuzey Makedonya'nın yasal çerçevesi incelendiğinde en yaygın fikri mülkiyet hakları olarak
karşımıza: telif hakkı ve bağlantılı haklar, patentler, markalar, endüstriyel tasarım ve coğrafi işaretler
çıkmaktadır. Telif hakkı, sanatsal yaratımlarla, yani kural olarak edebiyat, bilim ve sanat alanında
özgün fikri eserler olan sanatsal kreasyonlar ile ilgili ilişkileri düzenler. (Дабовиќ-Анастасовска и
др., 2011, s. 49) Hukuki tanıma bakıldığında en önemli şartın bir eserinin edebiyat, bilim ve sanat

508
Jordan Delev, Nazife Yakupova Domazet

alanında, herhangi bir şekilde ve biçimde ifade edilen, fikri ve bireysel bir eser olduğu görülmektedir.
Ayrıca kanunda eser olarak kabul edilen her şey numaralandırılarak listelenmiştir. (Telif Hakkı ve
Bağlantılı Haklar Kanunu, m. 12) Kanun, bağlantılı hakların konusunu belirlerken sanatçıların
icralarını, fonogram yapımcılarının fonogramlarını, film yapımcılarının videogramlarını, radyo ve
televizyon kuruluşlarının programlarını, yayıncıların yayınlarını ve yapımcılarının veri tabanlarını
ele alır. (Telif Hakkı ve Bağlantılı Haklar Kanunu, m. 99) Sınai mülkiyet hakları, yasal olarak, tarım
dahil sanayi ve ticaret alanındaki fikri mülkiyet hakları ve ekonomik bağlar olarak tanımlanmaktadır.
Bu bağlamda patent, bir buluşu kanuna uygun bir usulde koruyan bir sınai mülkiyet hakkıdır;
endüstriyel tasarım, tasarımı koruyan kanuna uygun olarak bir usulle kazanılmış bir sınai mülkiyet
hakkıdır; marka (ticari, hizmet, kolektif ve sertifika markası), bir işareti koruyan yasaya uygun olarak
bir prosedür yoluyla edinilen bir sınai mülkiyet hakkıdır; coğrafi işaret ise coğrafi adı koruyan
kanuna göre kazanılmış bir sınai mülkiyet hakkıdır. (Sınai Mülkiyet Kanunu, m. 3)

3. Fikri Mülkiyet Haklarının Vergilendirilmesinin Önemi

Vergiler, devlet ve vatandaş arasında kuvvetli bir bağdır. (Kayan, 1988, s.80) Aslında vergiler bir
devletin en önemli gelir kaynağıdır. Bir devletin ayakta kalması yani hukuk düzeninin, idari ve adli
teşkilatının sorunsuz ve kusursuz işleyişi dolaylı yönden vergiler ile sağlanır. Verginin bu öneminden
dolayı, devletler kendi hukuk sistemlerinde vergi konularını düzenlemektedir. Bu bağlamda yeni bir
hak olan fikri mülkiyet hakları ve bu haklardan elde edilen gelirler de devletler tarafından vergi
açısından düzenlenmeye çalışılmaktadır.

Genel olarak inovasyon, bireyler, şirketler, ülkeler ve toplum olarak ekonomik varlıkların refah
ve kazançlarında önemli bir artış sağlayan yeni ve önemli ekonomik faydalar yaratma sürecinin bir
ürünüdür. İnovasyonların korunması fikri mülkiyet hukuku kavramı ile sağlanır. Bilgi teknolojisi gibi
belirli alanlardaki hızlı teknolojik gelişme nedeniyle fikri mülkiyet haklarının korunmasının önemi
artmaktadır. Pazarda, tüketicilerin sürekli ihtiyaçlarının bir sonucu olarak ortaya çıkan her zaman
yeni ürünler ve süreç inovasyonları vardır. (Koštuříková & Chobotová, 2014, s. 94)

Fikri mülkiyet hakları ile korunan yenilikçi ve yaratıcı faaliyetler, fikri mülkiyet haklarının
tekelci karakteri sonucunda, değeri artan kazançların gerçekleşmesine yol açmaktadır. Ancak, tüm
fikri mülkiyet haklarının yeniliği ve yaratıcılığı koruyup korumadığı konusunda ikilem ortaya
çıkmaktadır. Fikri mülkiyet haklarını sınıflandırmaya çalışırken, genellikle onları telif hakkı ve
bağlantılı haklar ve sınai mülkiyet hakları olarak ayıran standart sınıflandırmanın ötesine geçilir. Bu
hakları yenilik/yaratıcı etkinlik yaratma açısından bölen başka bir sınıflandırma türü daha vardır. Bu
nedenle fikri ürünler olarak fikir ve sanat eserleri, patentler, faydalı modeller, tasarımlar, yeni bitki
çeşitleri ve biyoteknoloji ürünleri listelenir. Markalar, coğrafi işaretler ve alan adları, ayırt edici ad ve
işaretler grubuna dahil edilmektedir. (Tekinalp, 2012, s. 7-8, 20-21) Vergi açısından bakıldığında, bu
tür bir sınıflandırma, fikri mülkiyet hakları vergi muafiyetlerinin ve indirimlerinin uygulanacağı
teşvik edici vergi politikasının oluşturulmasında büyük önem taşımaktadır. Ancak, genel olarak, fikri
mülkiyet haklarının bir sonucu olarak elde edilen tüm kazanç ve gelirler, öncelikle tekel niteliğinde
olmaları nedeniyle vergiye tabidir.

Aslında devletler fikri mülkiyet haklarından elde edilen gelir ve kazançların vergilendirilmesi
alanında vergi politikaları oluştururken çok dikkatli olması gerekiyor. Bu vergi politikaları, bir
yandan inovasyon faaliyetlerini desteklemeli ve vergi rekabeti açısından kendi devletlerine
inovasyon faaliyetleri ile uğraşan yabancı yatırımları çekmeli, diğer yandan da bu önemli gelir ve
kazancın hiç vergilendirilmemesi, nominal oranlarda vergilendirilmesi durumunda yasal boşluklar
oluşturulmasından, hatta çifte vergilendirme uygulanmasından kaçınılmalıdır.

Fikri mülkiyet haklarının vergilendirilmesi ve bu alanda vergi politikasının oluşturulması birey


(gerçek kişi), şirket ve devlet açısından incelenebilir. Birey açısından bakıldığında, mucitler, eser

509
Jordan Delev, Nazife Yakupova Domazet

sahipleri, bilim adamları ve mühendisler ön plana çıkmakta ve bunların yaratım, araştırma ve


geliştirme için gerçek maliyetleri ortaya çıkmaktadır. Vergi teşvikleri oluşturduğunda bu konuyu
anlamak için ciddi bir yaklaşım gerektirir ve birçok mucit, eser sahibi, bilim adamı ve mühendisin
buluş, eser ve araştırma ve geliştirme faaliyetlerinde sermaye veya diğer girdi maliyetlerine
katlanmadığı varsayılmalıdır. Üniversite sisteminde birçok mucit, eser sahibi, bilim insanı ve
mühendisin uzun eğitim ve öğretim süreçlerinden geçtiği gerçeği göz ardı edilmemelidir.
(Greenhalgh & Rogers, 2010, s. 315) İkinci husus ise şirketlere aittir. Pazardaki konumlarını korumak
ve geliştirmek isteyen şirketler, sürekli olarak yenilik yaratma fırsatlarını araştırmalıdır. Şirketlerin
sermayelerini yatırmaları için vergi ortamının kalitesi ve kendine özgü biçimi, işleri için doğru yeri
seçmede doğrudan etkisi olan en önemli kriterlerden biridir. Bu nedenle, doğrudan vergiler alanında
önemli bir dış faktör, tek tek ülkeler arasındaki vergi rekabetidir. (Junghans & Levy, 2016, s.149-150)
Son olarak, ülkelerin kendi topraklarında ileri teknoloji üreten yabancı yatırımcıları çekmesine neden
olan küreselleşmenin bir sonucu olan uluslararası rekabet, devlet açısından oldukça önemlidir.
Ülkeler yabancı yatırımı çekmek için vergi oranlarını düşürmektedir. Fikri mülkiyet haklarının
dinamikleri diğer üretim faktörlerine göre daha yüksektir ve vergi indirimine daha açıktır. Son
zamanlarda ülkeler, yenilikçi uluslararası şirketleri çekmek için IP box rejimleri adı verilen özel vergi
indirimleri uygulamaya başladılar. (Sakar, 2015, s. 545)

4. Kuzey Makedonya Cumhuriyeti Hukuk Sisteminde Gelir Üzerinden Alınan Vergiler ve Fikri
Mülkiyet Haklarının Vergilendirilmesi

Kuzey Makedonya hukuk sistemini incelediğimizde, fikri mülkiyet haklarından elde edilen
gelirlerin vergilendirilmesi alanında yasa düzenlemeleri karşımıza çıkmaktadır. Aslında genel olarak
Kuzey Makedonya’da gelir üzerinden alınan vergiler olarak karşımıza kişisel gelir vergisi ve kâr
vergisi çıkmaktadır. Kişisel gelir vergisi ve kâr vergisi Kuzey Makedonya hukuk sisteminde iki ayrı
kanunla düzenlenmiştir. Bunlar Kişisel Gelir Vergisi Kanunu ve Kâr Vergisi Kanunu’dur.

4.1. Kişisel Gelir Vergisi Kanunu

Kuzey Makedonya’nın kuruluşundan bu yana Kişisel Gelir Vergisi Kanununu sürekli bir
değişime tabi tutulmuş. 2006 yılına kadar artan oranlı bir vergi sistemi varken köklü bir değişime
gidilerek düz oranlı vergi sistemine geçiş yapılmıştır. (Resmi Gazete sayı.139, 2006) 2018 yılında
vergi sistemi tekrardan köklü bir değişim yaşamış ve artan oranlı vergi sistemine geri dönüş
yapılmış. (Resmi Gazete sayı.241, 2018) Fakat bir yıl sonra 27.12.2019 yılında getirilen yeni bir Karar
ile artan oranlı verginin 2020, 2021, 2022 yılları arasında uygulanmaması kararı getirilmiş yani
uygulanması üç yıl ertelenmiştir.(Resmi Gazete, sayı.275, 2019)

Kişisel Gelir Vergisi Kanunu’da kişisel gelir vergisinin tanımı yapılmış ayrıca verginin
konusunda detaylı ele alınıştır. Kişisel gelir vergisi, Kuzey Makedonya vatandaşlarının yurt içinden ve
yurt dışından, tüm kaynaklardan elde edilen gelirlerinin toplamı üzerinden, yıllık olarak alınan bir
vergidir. Tüm kaynaklardan elde edilen gelirleri de kanun detaylı bir şekilde ele alıp belirtmiştir.
Bunlar: iş sonucunda elde edilen gelir, bağımsız faaliyetten elde edilen gelir, telif hakkı ve bağlantılı
haklardan elde edilen gelir, kendi tarım ürünlerinin satışından elde edilen gelir, sınai mülkiyet
haklarından elde edilen gelir, kira ve alt kiralama geliri, sermaye geliri, sermaye kazançları, şans
oyunlarından elde edilen kazançlar, sigorta geliri ve diğer gelirler. Kuzey Makedonya’da kişisel gelir
vergisinin hesaplandığı dönem bir takvim yılıdır. (Kişisel Gelir Vergisi Kanunu, m. 2-4) Araştırdığımız
konu itibarıyla, bu vergi konuları arasında fikri mülkiyet hakları kapsamında olan telif hakkı ve
bağlantılı haklardan elde edilen gelir ve sınai mülkiyet haklarından elde edilen gelir üzerinde
duracağız. Aslında bu Kanun fikri mülkiyet haklarını; telif haklarından ve bağlantılı haklardan elde
edilen gelir ve sınai mülkiyet haklarından elde edilen gelir şeklinde kapsamaktadır.

510
Jordan Delev, Nazife Yakupova Domazet

Bu Kanuna göre Kişisel gelir vergisi mükellefi yurt içinde ve yurt dışında elde ettiği gelirler
nedeniyle Kuzey Makedonya Cumhuriyeti'nde ikamet eden herhangi bir gerçek kişidir. (Kişisel Gelir
Vergisi Kanunu, m.5). Telif haklarından ve bağlantılı haklardan elde edilen gelirlerin mükellefi, Telif
Hakkı ve Bağlantılı Haklar Kanunu'nda düzenlenen telif eserleri ve bağlantılı haklardan kazanç elde
eden gerçek kişidir. Telif hakkı ve bağlantılı haklardan elde edilen gelir vergisi mükellefi aynı
zamanda mirasçı-gerçek kişi veya telif hakkı ve bağlantılı hakların sahibidir. Vergi matrahının
tespitinde, kanunda verilen belirli miktarda standart maliyet tutarıyla azaltılan brüt gelirdir: (Kişisel
Gelir Vergisi Kanunu, m.40)

 ücretin %50'si - heykeller, duvar halıları(goblen), seramikler, sanat seramikleri ve vitraylar için;

 ücretin %40'ı - sanat fotoğrafçılığı, duvar resmi ve ressamlık için;

 ücretin %30'u - bilimsel, profesyonel ve gazetecilik eserleri, klasik müzik, bale, opera ve tiyatro
ve film oyunculuğu alanında sanat eserlerinin icrası, okuma, filme çekmek ve goblen için fikir
eskizleri (taslakları) ve kostüm tasarımı için fikir eskizleri (taslakları) için;

 ücretin %20'si - çeviriler, konferanslar ve benzeri entelektüel eserler, pop ve halk müziğinin
çeşitli programlarının yanı sıra yukarıdaki noktalarda listelenmeyen diğer telif hakkıyla
korunan eserler ve konular için.

Sınai mülkiyet haklarından elde edilen gelirin mükellefi, Sınai Mülkiyet Kanunu ile düzenlenen
haklardan kazanç elde eden gerçek kişidir. Vergisi matrahının tespitinde, vergi mükellefi tarafından
gerçekleştirilen ve standart maliyetler miktarından %10 oranında indirilen kazanç esas alınır. Sınai
mülkiyet hakkının kanuna uygun olarak devredildiği sınai mülkiyet hakkı sahibi mükellef veya
mirasçı mükellef için verginin hesaplanmasında esas alınan miktar kazanç tutarının tamamıdır.
(Kişisel Gelir Vergisi Kanunu, m.49-50)

Yukarıda daha önce belirttiğimiz gibi 26.12.2018 yılında Kuzey Makedonya’da Yeni Kişisel Gelir
Vergisi Kanunu getirildi. Bu Kanun 01.01.2019 yılından itibaren yürürlüğe girmiştir ve daha önce var
olan düz oranlı vergi tarifesinden artan oranlı vergi tarifesine geçildi. Yani bu yeni kanunla birlikte
belirli gelir türleri için, en önemlisi telif hakkı ve bağlantılı haklardan elde edilen gelir için avans
ödemesinin hesaplanması ve kişisel gelir vergisinin ödenmesi için artan oranlı vergilendirme
getirildi. Daha doğrusu 2019 yılından itibaren dilim usulü bir artan oranlı vergi tarifesine geçilmiştir.
Kanun aylık ve yıllık vergi matrahları ve bu vergi matrahlarına uygulanacak iki seviyeli (%10 ve
%18) oranlar öngörmüştür.

Tablo 1. (Џафче, 2021б, s.3)

Aylık Gelir Vergisi Matrahı

90.000 denara kadar olan gelir %10

90.001 denar üzerinde olan gelir 9.000 denar + %18 (90.000 denar gelir
üzerinde olan kısıma uygulanır)

Tablo 1. ve Tablo 2. de gördüğümüz gibi telif hakkı ve bağlantılı haklardan elde edilen gelirler
%10 ve %18 oranları ile vergilendirilmektedir. Daha doğrusu tablo 1. görüldüğü gibi telif hakkı ve
bağlantılı haklardan elde edilen aylık 90.000 denara kadar olan gelir %10 ve 90.001 denar üzerinde
olan gelir de 9.000 denar artı 90.000 denar gelir üzerinde olan kısıma uygulanacak %18 oranı ile
vergilendirilir. Ayrıca tablo 2.’de görüldüğü gibi telif hakkı ve bağlantılı haklardan elde edilen yıllık
1.080.000 denara kadar olan gelir %10 ve 1.080.001 denar üzerinde olan gelir de 108.000 denar artı
1.080.000 denar gelir üzerinde olan kısıma uygulanacak %18 oranı ile vergilendirilir.

511
Jordan Delev, Nazife Yakupova Domazet

Tablo 2. (Џафче, 2021а, s.277)

Yıllık Gelir Vergisi Matrahı

1.080.000 denara kadar olan gelir %10

1.080.001 denar üzerinde olan gelir 108.000 denar + %18 (1.080.000 denar gelir
üzerinde olan kısıma uygulanır)

2019 yılında getirilen yeni düzenlemelerde sınai mülkiyet haklarından elde edilen gelirler
kanunda ayrı olarak değerlendirmiş ve %15 vergi oranı olarak tek bir oran öngörülmüştür.

Bu düzenlemeler yaklaşık bir yıl uygulandıktan sonra, 27.12.2019 tarihinde getirilen yeni bir
Karar ile bu yeni düzenlemelerin 2020, 2021, 2022 yılları arasında uygulanmaması kararı getirilmiş.
Bu durumda tekrardan geçici olarak düz oranlı vergi tarifesine geçilmiş yani 2020, 2021 ve 2022
yıllarında tüm gelir türleri için kişisel gelir vergisi oranı %10, sadece şans oyunlarından elde edilen
kazançlar için %15 vergi oranı öngörülmüştür. Özetle, telif hakkı ve bağlantılı haklardan elde edilen
gelirler ve sınai mülkiyet haklarından elde edilen gelirler 2020, 2021 ve 2022 yılları arasında %10
oranıyla vergilendirilmektedir.

4.2. Kâr Vergisi Kanunu

Kuzey Makedonya hukuk sisteminde gelir üzerinden alınan vergi türlerinden birisi olarak kâr
vergisi çıkmaktadır. Aslında bu kâr vergisi bazı devletlerde kurumlar vergisi olarak da geçmektedir.
Kişisel gelir vergisinden en önemli farkı burada vergi mükellefi olarak karşımıza tüzel kişilerin
çıkmasıdır. Kuzey Makedonya bağımsızlığını kazandıktan sonra vergi sisteminde bu alanda ilk köklü
değişimi 1993 ve 1994 yılları arasında yapmıştır. Bu dönemden sonra diğer vergi kanunları gibi bu
kanunda sürekli bir değişime tabi tutulmuş. Son olarak 2014 yılında köklü bir değişim yapılarak Yeni
Kâr Vergisi Kanunu getirilmiş. (Џафче, 2021а, s.332)

2014 yılında yeni getirilen bu Kanun ile kâr vergisi matrahının tespitinde esas alınan değer
belirlenmiştir. Esas alınacak olan bu değer, muhasebe düzenlemeleri ve muhasebe standartlarına
göre gerçekleşen muhasebe brüt kârının (toplam gelirler ile toplam giderler arasındaki fark olarak)
muhasebeleştirilmeyen giderler ile artırılarak tespit edilen vergiye tabi kâr olarak belirlenmiş. Kâr
vergisi mükellefi, bir tüzel kişidir. Yani yurt içinde ve yurt dışında faaliyet gösteren ve bu
faaliyetlerden kazanç elde eden Kuzey Makedonya Cumhuriyeti tüzel kişi mukimi ve Kuzey
Makedonya Cumhuriyeti topraklarında faaliyet göstermekten elde eden kazanç için yabancı bir tüzel
kişinin daimi iş birimidir. (Kâr Vergisi Kanunu m.4)

2001 yılından bugüne kadar kâr vergisinin hesaplandığı dönem bir takvim yılıdır. Ayrıca kâr
vergisi mükellefi bir takvim yılından daha kısa bir süre çalıştıysa, çalıştığı yılın dönemi vergi dönemi
olarak kabul edilir. (Kâr Vergisi Kanunu m.38)

Kâr vergisinin vergilendirileceği vergi oranı sürekli bir değişime tabi tutulmuş. 1994-1996
yılları arasında bu oran %30 olarak belirlenmiş. 1997 yılında yapılan köklü yasa değişimi ile bu oran
%15 indirilmiş. 2007 yılında tekrar bir değişimle %12 oranı getirilmiş. (Пендовска и др., 2010,
s.312-314) Nihayet, 01.01.2008 yılında bu alanda yapılan son değişim ile Kuzey Makedonya’da kâr
vergisi oranı %10 olarak belirlenmiş ve 2014 yılında getirilen yeni kanunla bu oran değiştirilmeyip
hâlâ uygulanmaktadır.

2014 yılında getirilen Kâr Vergisi Kanunu incelendiğinde fikri mülkiyet haklarından elde edilen
gelirlerin de bu kanun kapsamında yer aldığı görülmektedir. Tüzel kişilerin bu alandaki gelirleri
detaylı işlenmiş, muafiyet, istisnalar ve indirimler ile bu alandaki faaliyetleri desteklenmiştir.

512
Jordan Delev, Nazife Yakupova Domazet

5. Fikri Mülkiyet Haklarının Vergilendirilmesi Alanında Uluslararası Deneyimler

Fikri mülkiyet haklarının vergilendirilmesine ilişkin uluslararası düzeyde geliştirilen


uygulamalar, esas olarak, öncelikle kurumlar vergisini içeren bir teşvik vergisi rejimi oluşturmaya
odaklanmaktadır. Uluslararası bir perspektiften analiz edildiğinde, teknolojik ilerlemede ısrar eden
her ülke, yenilik, Ar-Ge ve genel olarak fikri mülkiyet haklarına özel bir vergi muamelesi getirir. Bu,
vergilendirilebilir gelirin normal vergi çerçevesinden ayrılmasını ve özel bir IP box vergi rejiminde
vergilendirilmesini ifade eder. IP box vergi rejimi, fikri mülkiyet gelirlerini diğer ticari gelirlerden
farklı şekilde vergilendirerek araştırma ve geliştirmeyi teşvik etmek için birçok ülkede kullanılan
yenilikçiler ve yenilikçi şirketler için özel bir düşük vergi oranı rejimidir. (Guenther, 2017, s. 2-3) IP
box rejimine ek olarak, uluslararası vergi uygulamasında Patent box ve İnovasyon box vergi rejimi
terimleri de kullanılmaktadır.

Makalemizin bu bölümü, iki Avrupa Birliği üye ülkesi olan Hollanda ve İspanya'nın IP box vergi
rejimlerine genel bir bakış sunmaktadır. Bu iki ülkenin tercihi, Hollanda'nın bu alanda öncü olması,
özel teşvik vergisi rejimini ilk uygulayan ülkeler arasında yer almasına dayanmaktadır. Öte yandan,
İspanya, inovatif (yenilikçi) teknoloji endüstrisinin büyüyen gelişimine sahip bir ülkedir, inovatif
faaliyetlerin ve Ar-Ge'nin geliştirilmesi için önemli teşvikler (yalnızca vergi niteliğinde olmayan)
vardır ve Avrupa Birliği düzeyinde fikri mülkiyet haklarının korunması alanında önemli bir idari role
sahip bir ülkedir.

Hollanda'da IP box vergi rejimi yıllar önce uygulamaya konuldu, ancak bu rejimi uygulamaya
koyan tek vergi sistemi değildi. IP box rejimini, Lüksemburg ve Malta da dahil olmak üzere Avrupa
Birliği içindeki diğer birçok ülke uygulandı. (Sakar, 2015, s. 545) Bu rejimin temel amacı inovasyon
faaliyetlerini teşvik etmektir. Hollanda'da IP box rejimi, ayrı bir vergi rejimi oluşturmak veya vergi
oranını düşürmek için değil, yalnızca fikri mülkiyet haklarıyla ilgili vergilendirilebilir kazançların
indirilmesine izin vererek vergi matrahını azaltmak için tasarlanmıştır. Bu rejime göre, fikri mülkiyet
haklarına ilişkin gelirin yalnızca beşte biri vergilendirilir ve bu da aslında asgari vergi oranının %5
(mevcut oran %7'dir) azaltılmasına katkıda bulunur. (Guenther, 2017, s. 8)

Bu IP box rejimlerinin birçoğunun potansiyel olarak vergi rekabeti için zararlı olduğu
düşünüldü ve uluslararası hukuka göre değiştirilmeleri gerekiyordu. Bu yüzden, Hollanda IP box
rejimi artık yalnızca Hollanda'da edinilen ve geliştirilen belirli türdeki fikri mülkiyet hakları için
mümkündür. Bu, patentleri, yazılım geliştirmeyi ve bitki çeşitlerini içerir, ancak yalnızca Hollanda'da
geliştirilmiş inovasyonlar ve edinilmiş fikri mülkiyet hakları için geçerlidir. Dış faaliyetlerden elde
edilen gelir, önceden belirlenen %23 düzeyini aşarsa, IP box rejimi artık uygulanmamaktadır. Ayrıca
IP box rejimi, her türlü araştırma ve geliştirme faaliyeti için sadece dış fon kaynaklarına sahip olan
Ar-Ge merkezleri tarafından kullanılamaz. IP box rejiminden yararlanabilmek için fikri mülkiyet
hakları ağının oluşturulmasında Hollanda ile yeterli bağlantıya sahip olmak gerekiyor. Örneğin,
Amerika Birleşik Devletleri'nden Hollanda'ya fikri mülkiyet haklarını devretmek ve ardından
Hollanda IP box rejimine başvurma imkanı verilmemektedir. Vergi indirimleri yalnızca
yenilikçi/inovatif fikri mülkiyet hakları için geçerlidir, bu nedenle ticaret unvanları ve markalar bu
rejimden yararlanacak kadar inovatif sayılmaz. (IR Global, 2019, s. 6)

Hollanda'da fikri mülkiyet haklarının değerinin belirlenmesi ile ilgili olarak, fikri mülkiyet
haklarının kendilerinin objektif bir piyasa değerinde değerlendiği görüşündedir, bu nedenle vergiye
tabi kâr belirlenirken değerdeki artış dikkate alınmalıdır. Fikri mülkiyet hakları, azaltmaları halinde
amortismana tabi tutulabilir. Normalde, amortisman rejiminin yasal süresi beş yıldır ve fikri mülkiyet
haklarının korunmasına ilişkin maliyetler doğrudan düşülür ve fikri mülkiyet haklarının maliyetine
eklenmez, dolayısıyla aynı yıl mahsup edilir.

513
Jordan Delev, Nazife Yakupova Domazet

Bu noktada fikri mülkiyet haklarının kullanımında herhangi bir kesinti sınırlaması


bulunmamaktadır. Avrupa'da faiz indirimlerinin bir sınırı vardır, ancak bu, fikri mülkiyet haklarına
ilişkin ücretlerin ödenmesi için geçerli değildir. Hollanda şu anda fikri mülkiyet haklarına ilişkin
ücretlere stopaj vergisi uygulamamaktadır, ancak Hollanda, düşük vergili ülkelerden elde edilen fikri
mülkiyet haklarına ilişkin ücretleri ve bu kazançlara yapılan ödemeler için faiz üzerinde stopaj
vergisi getirmeyi planlıyor. Düşük vergili ülkeler, vergi oranı %9'dan az olan ülkeler ve ayrıca kara
listeye alınmış ülkelerdir. Avrupa kara listesindekiler yanında ABD Virjin Adaları ve Birleşik Arap
Emirlikleri yer alıyor. Stopaj vergisinin %20,5 olması planlanıyor ve bu değer Hollanda'da
oluşturulmadığı için çok katı sayılabilecek bir rakam. (IR Global, 2019, s. 8)

İspanya, Hollanda'ya ek olarak, fikri mülkiyet haklarına vergi muamelesi açısından da analiz
edilen bir ülkedir. Öncelikle, İspanya fikri mülkiyet hakları için modern bir hukuk sistemine sahiptir.
İspanyol Kurumlar Vergisi Kanunu, araştırma ve geliştirme ve teknolojik inovasyon olarak kabul
edilen faaliyetler için yapılan harcamaların kesintilerini düzenler. Yeni bilgilerin keşfedilmesi,
bilimsel ve teknolojik alanların daha geniş bir şekilde anlaşılmasını takip eden herhangi bir özgün ve
planlı araştırma, bu kanuna göre araştırma olarak kabul edilir. Teknolojik inovasyon, yeni ürünlerin
veya üretim süreçlerinin elde edilmesinde teknolojik ilerlemelerle veya mevcut olanlarda önemli
iyileştirmelerle sonuçlanan bir faaliyet olarak kabul edilir. Yeni ürünler veya süreçler, özellikleri veya
uygulamaları, teknolojik açıdan halihazırda var olanlardan önemli ölçüde farklı olan ürünlerdir.

İspanyol mevzuatı ayrıca araştırma ve geliştirme faaliyetleri ve teknolojik inovasyon için bir dizi
teşvik ortaya koymaktadır. Bu bağlamda, İspanyol şirketleri için araştırma ve geliştirme için
aşağıdaki vergi teşvikleri geçerlidir: a) araştırma ve geliştirme ve teknolojik yenilik için İspanyol
vergi kredileri; b) araştırma ve geliştirme faaliyetlerinde kendini işine adamış personel için sosyal
güvenlik katkı paylarının azaltılması; c) İspanyol Patent box rejimi; d) araştırma ve geliştirme
faaliyetleri için ücretsiz amortisman. (IR Global, 2019, s. 7)

Vergi indirimleri ile ilgili olarak, İspanyol kanun koyucusu, büyüklükleri, ciroları ve faaliyet
sektörleri ne olursa olsun, yenilikçi faaliyetlerde bulunan herhangi bir kurumlar vergisi mükellefi
tarafından vergi indirimleri uygulama imkanı sağlamaktadır. Araştırma ve geliştirme ve teknolojik
yenilik için vergi indirimleri, şirketlerin inovatif faaliyetler geliştirme çabalarını ödüllendirmeyi ve
toplam kurumlar vergisi miktarının % 100'e kadar azaltılmasını sağlamayı amaçlamaktadır. Bu
onların rekabet güçlerini arttırır ve ürünlerinin ve süreçlerinin sürekli iyileştirilmesini teşvik eder.
(IR Global, 2019, s. 10)

İndirimin temeli, Ar-Ge maliyetlerinin tutarını ve ilgili olduğunda, binalar ve araziler hariç
maddi ve maddi olmayan varlıklara yapılan yatırımlardan oluşur. Araştırma ve geliştirme giderleri,
inovatif faaliyetlerde kullanılan fonların amortismanı da dahil olmak üzere mükellef tarafından
yapılan harcamalardır, eğer bu faaliyetlerle doğrudan ilgiliyse ve bunların hazırlanmasında etkin bir
şekilde kullanılıyorsa, ürün bazında ayrı olarak listelenmesi gerekir. İndirim esası, yenilikçi
faaliyetleri teşvik etmek için alınan sübvansiyon miktarı ile azaltılır ve vergi dönemi boyunca gelir
olarak vergilendirilir. Sermaye varlıkları faaliyete geçtiğinde yatırımlar yapılmış sayılır. Bu, yalnızca
Ar-Ge projesiyle doğrudan ilgili maliyetlerin indirim için temelin bir parçası olduğu anlamına gelir.
Bu nedenle, indirim dolaylı maliyetlere (şirket yapısı için genel giderler veya finansal maliyetler gibi)
veya inovasyon faaliyeti ile doğrudan ilgili olsalar bile bireyselleştirilmemiş olanlara uygulanamaz.
(Guenther, 2017, s. 12)

Ar-Ge faaliyetleri için yapılan harcamalara uygulanan indirim yüzdesi, genellikle vergi
döneminde yapılan harcamaların %25'idir. (Griffith, Miller & O'Connell, 2014, s. 20) Vergi döneminde
araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin yürütülmesinde katlanılan maliyetlerin, önceki iki yılın
ortalamasından yüksek olması durumunda, bu ortalama için belirlenen yüzde ve bunun üzerindeki
her türlü aşım için %42 uygulanır.

514
Jordan Delev, Nazife Yakupova Domazet

6. Sonuç ve Öneriler

Vergilendirme, devlet egemenliğinin özüdür, ancak bazı durumlarda yerel vergi kurallarının
etkileşimi boşluklara yol açmaktadır. Egemen devletler kendi iç vergi kurallarını düzenlerken diğer
ülkelerin kurallarının etkisini yeterince dikkate alamamaktadırlar. Egemen ülkeler tarafından
uygulanan bağımsız kural gruplarının etkileşimi, birkaç ülkede çalışan insanlar için potansiyel olarak
çifte vergilendirme de dahil olmak üzere, kuralların tanımlanmasında ve anlaşılmasında bir çelişki
yaratır. Öte yandan, gelirin ne menşe ülkeden ne de ikamet edilen ülkede hiç vergilendirilmediği veya
sadece nominal oranlarda vergilendirildiği durumlarda da boşluklar oluşur. (OECD, 2013, s. 9-10)

Bu nedenle, Kuzey Makedonya Cumhuriyeti kendi iç vergi kurallarını oluştururken, uluslararası


vergi eğilimlerini dikkate almadan tamamen ulusal odaklı bir vergi politikası ile hareket edemez.
Avrupa Birliği'ne aday bir ülke olması ve yabancı yatırımı çekmek amacıyla agresif bir kampanya
yürüten bir ülke olmasından yola çıkarak, vergi politikasını uluslararası kriterlere göre
tanımlayabilecek konuma getirmektedir.

Fikri mülkiyet haklarının vergilendirilmesi, gerçekleşen gelirin belirlenmesine yönelik


kuralların tasarlanmasını gerektiren özel bir konudur. Bu bağlamda, Kuzey Makedonya dahil her
ülke, başta OECD ülkeleri olmak üzere diğer ülkelerle uyumlu bir çerçeve elde etmeye çalışmaktadır.
Tıpkı diğer ülkeler gibi, Kuzey Makedonya'nın da maddi olmayan varlıkların kesin olarak yeniden
konumlandırılmasıyla vergi kurallarını geliştirmesi gerekiyor. Bunun anlamı: a) maddi olmayan
varlıkların geniş ve açıkça tanımlanmış bir tanımının benimsenmesi; b) maddi olmayan varlıkların
devri ve kullanımına ilişkin kârların, katma değer yaratılmasına uygun olarak yeterince dağıtılmasını
sağlamak; c) değeri tahmin edilmesi zor olan maddi olmayan varlıkların transferi için transfer
fiyatlarının veya özel önlemlerin belirlenmesi için kurallar geliştirmek; ve d) gelir elde etmede
maliyetlerin payının hesaplanmasına ilişkin kılavuzun güncellenmesidir. (OECD, 2013, s. 20)

Genel olarak inovasyon ve fikri mülkiyet hakları için vergi teşvikleri tasarlanırken göz önünde
bulundurulması gereken temel özellikler, vergi amaçları için fikri mülkiyet haklarının kapsamı ve
tanımı, bu hakların yaratılması için uygun harcamaların seçimi ve onlara ele alınacak ilgili vergi aracı
ile ilgilidir. Bu özellikler ayrıca, kâr kaybı durumunda kuruluşların vergi indirimlerinden ne ölçüde
yararlanabileceklerinden ve bireysel yenilikçiler, KOBİ'ler, genç şirketler ve yeni kurulan şirketler
gibi belirli türdeki vergi mükelleflerinin tercihli vergi indiriminden ne ölçüde yararlanabileceğinden
de etkilenir. (OECD, 2020, s. 7)

Kuzey Makedonya Cumhuriyeti ile ilgili son Avrupa Birliği Raporu, ülkenin vergi alanında orta
düzeyde hazırlıklı olduğunu belirtiyor. Vergi konularında karşılıklı idari yardıma ilişkin OECD
Sözleşmesi'nin Eylül 2019'da onaylanması olumlu bir adım olarak gösteriliyor. Ayrıca, ülkenin Temel
Erozyon ve Kâr Değiştirme asgari standartlarını içeren OECD Kapsayıcı Çerçevesini uygulamaya
kararlı olduğunu belirtiyor. Ancak raporda, Kuzey Makedonya'nın Kamu Gelir İdaresi için yeni bir
entegre BT vergi modeli geliştirmesi, otomatik süreçler aracılığıyla risk yönetimini iyileştirmesi ve
vergi mükellefleri için e-hizmetleri daha da genişletmesi gerektiği belirtiliyor. Bu dolaylı olarak,
inovasyon faaliyetleri ve fikri mülkiyet haklarının yaratılmasını teşvik edecek bir vergi modeli
oluşturmak için adımlar atmak anlamına gelir. (European Commission, 2020, s. 79)

7. Kaynaklar

European Commission (2020). Commission Staff Working Document: North Macedonia 2020 Report.
https://ec.europa.eu/neighbourhood-enlargement/system/files/2020-
10/north_macedonia_report_2020.pdf, Erişim tarihi: 24.09.2021.

Greenhalgh, C. & Rogers, M. (2010). Innovation, intellectual property, and economic growth, New
Jersey: Princeton University Press.

515
Jordan Delev, Nazife Yakupova Domazet

Griffith, R., Miller, H. & O'Connell, M. (2014). Ownership of Intellectual Property and Corporate
Taxation. Journal of Public Economics, 112, 12–23.

Guenther, G. (2017). Patent Boxes: A Primer, Congressional Research Service.


https://sgp.fas.org/crs/misc/R44829.pdf, Erişim tarihi: 24.09.2021.

IR Global (2019). Understanding the Taxation of IP.


https://members.irglobal.com/file/acdab18cdc0f99af8c373a1cab27f53b.pdf, Erişim tarihi:
24.09.2021.

Jennewein, K. (2005). Intellectual Property Management: The Role of Technology-Brands in the


Appropriation of Technological Innovation, Heidelberg: Physica-Verlag-Springer.

Junghans, C. & Levy, A. (2016). Intellectual Property Management: A Guide for Scientists, Engineers,
Financiers, and Managers, Weinheim: WILEY-VCH Verlag GmbH & Co. KGaA.

Kâr Vergisi Kanunu, 112/2014, 129/2015, 23/2016, 190/2016, 248/2018, 158/2019, 232/2019,
275/2019, 290/2020 ve 151/2021 sayılı Kuzey Makedonya Resmi Gazetesi.

Kayan, А. (1998). Verginin Tarihsel Gelişimi ve Sebep Olduğu Bazı Önemli Olaylar.
https://ms.hmb.gov.tr/uploads/2019/09/AhmetKAYAN.pdf Erişim tarihi: 20.09.2021.

Kişisel Gelir Vergisi Kanunu Değişikliği ve Tamamlayıcı Yasa 275/2019 sayılı Kuzey Makedonya
Resmi Gazetesi https://www.slvesnik.com.mk/Issues/ea02b5c825c546d8a9ff263d76e1b
cb6.pdf Erişim tarihi: 01.09.2021.

Kişisel Gelir Vergisi Kanunu, 241/2018, 275/2019, 290/2020, ve 85/2021 sayılı Kuzey Makedonya
Resmi Gazetesi.

Kişisel Gelir Vergisi Kanunu, 30.12.2006 tarihli Kuzey Makedonya Resmi Gazetesi sayı. 139
https://www.slvesnik.com.mk/Issues/0060FFEB96B4C043BF86B3CF2E9CD727.pdf Erişim
tarihi: 01.09.2021.

Koštuříková, I. & Chobotová, M. (2014). New Trends in Intellectual Property and Tax Burden of
Innovative Corporations. Procedia - Social and Behavioral Sciences, 110, 93 – 102.

Kuzey Makedonya Kamu Gelir İdaresi, http://www.ujp.gov.mk/mk/vodic/category/856 Erişim


tarihi: 10.09.2021.

OECD (2013), Action Plan on Base Erosion and Profit Shifting, OECD Publishing.

OECD (2020), Mapping Business Innovation Support (MABIS). https://www.oecd.org/sti/rd-tax-


stats-database.pdf, Erişim tarihi: 24.09.2021.

Sakar, A. Y. (2015). Innovation for a New Tax Incentive: Patent Box Regime Turkey and the EU
Application. Procedia - Social and Behavioral Sciences, 195, 544 – 553.

Sınai Mülkiyet Kanunu, 21/2009, 24/2011, 12/2014, 41/2014, 152/2015, 53/2016, 83/2018 ve
31/2020 sayılı Kuzey Makedonya Resmi Gazetesi.

Tekinalp, Ü. (2012). Fikri Mülkiyet Hukuku, İstanbul: Vedat Kitapçılık.

Telif Hakkı ve Bağlantılı Haklar, 115/2010, 140/2010, 51/2011, 147/2013, 154/2015 ve 27/2016
sayılı Kuzey Makedonya Resmi Gazetesi.

516
Jordan Delev, Nazife Yakupova Domazet

WIPO-World Intellectual Property Organization (2008). WIPO Intellectual Property Handbook:


Policy, Law and Use, Geneva: World Intellectual Property Organization.

Дабовиќ-Анастасовска, Ј. и др. (2011). Интелектуална сопственост во економијата. Скопје:


Државен завод за индустриска сопственост на Република Македонија.

Пендовска, В. и др. (2010). Финансово право. Куманово: Македонска ризница.

Поленак-Аќимовска, М. и др. (2004). Интелектуална сопсвеност I: Индустриска сопсвеност.


Скопје: Правен факултет „Јустинијан Први“.

Џафче, С. (2021a). Даночно право. Скопје: Стоби Трејд.

Џафче, С. (2021б). Специфичности во оданочувањето на типовите доход согласно со Законот


за личен доход. Стручно списание Правник, 350, 2-8.

517
Uluslararası Sistemde I. ve II. Karabağ Savaşı’nın
Karşılaştırmalı Analizi

Asena BOZTAŞ1

Özet

Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla birlikte Soğuk Savaşın sonu gelmiş olsa da aslında yeni bir dönem
henüz başlamıştır. Sovyetler Birliği’nin yıkılışı ile ortaya çıkan Azerbaycan ve Ermenistan 90’lı
yıllardan beri Karabağ sorunu gibi önemli bir çekişmenin de tarafları olmuştur. Bu kapsamda
çalışmanın temel amacı, I. ve II. Karabağ Savaşlarının nedenleri ve sonuçlarıyla birlikte
karşılaştırmalı analizini yapmaktır. Tarihsel analiz yönteminin kıyaslamalı nitelikte sunulacağı
çalışmanın temel metodolojisi Nitel içerik analizi şeklinde gerçekleşecektir. Bu kapsamda çalışmanın
araştırma soruları şunlardır?
-I. Karabağ Savaşı’nın neden ve sonuçları nelerdir?
-II. Karabağ Savaşı’nın neden ve sonuçları nelerdir?
-Her iki Karabağ Savaşı’nın benzerlikleri nelerdir?
-Her iki Karabağ Savaşı’nın farklılıkları nelerdir?
Çalışma bu dört araştırma soruları çerçevesinde şekillenecektir.
I. ve II. Karabağ Savaşları’nın temelinde Birleşmiş Milletler tarafından da tanınan Azerbaycan’a bağlı
Dağlık Karabağ Özerk Oblastı’nın Ermenistan’nın kendisine bağlanmasını istemesi yatmaktadır. Fakat
süreç içerisinde bölgenin kendisine bağlanmamasına karşın bölgenin devletleştirilmesi (Dağlık
Karabağ Cumhuriyeti) gibi farklı politikalar uygulayarak bölgede hakimiyet kurmak isteyen
Ermenistan, gerek I. gerek II. Karabağ Savaşı’nda umdukları neticeye ulaşamamıştır. Aksine
Azerbaycan 90’lı yıllardan beri verdiği haklı mücadelenin sonucunu ancak 2020 yılındaki II. Karabağ
Savaşı’yla elde edebilmiştir.
Uluslararası sistemdeki birçok devlet komşularıyla sorunlar yaşamaktadır. Bunlardan iki olan
Azerbaycan ve Ermenistan 90’lı yıllardan itibaren özellikle Karabağ bölgesi için büyük mücadele
vermişlerdir. Buradaki en önemli nokta ise uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde kimin haklı
olduğudur. Dolayısıyla 1990’lardan beri verdiği Azerbaycan’ın haklı mücadelesi I. Karabağ Savaşı’nda
neticelenmese de 2020 yılında kendi lehine sonuç vermiştir. Her iki Karabağ Savaşı sebep ve
sonuçlarıyla değerlendirildiğinde Ermenistan gibi işgalci devletlerin arkasında hangi süper güç
olursa olsun haksız mücadele vermemesi gerektiği sonucu çıkarılabilir.

Anahtar Kelimeler: Azerbaycan, Ermenistan, I. Karabağ Savaşı, II. Karabağ Savaşı, uluslararası sistem
1. Giriş

Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla birlikte Soğuk Savaşın sonu gelmiş olsa da aslında yeni bir
dönem henüz başlamıştır. Sovyetler Birliği’nin yıkılışı ile ortaya çıkan Azerbaycan ve Ermenistan 90’lı
yıllardan beri Karabağ sorunu gibi önemli bir çekişmenin de tarafları olmuştur. Bu kapsamda
çalışmanın temel amacı, I. ve II. Karabağ Savaşlarının nedenleri ve sonuçlarıyla birlikte
karşılaştırmalı analizini yapmaktır.

I. Karabağ Savaşı’nın nedenlerinin aslında II. Karabağ Savaşıyla da örtüştüğü bilinmektedir.


Aslında II. Karabağ Savaşı ilkinin rövanşı niteliğinde olup haklı davanın neticesinin nihayetinde

1
Doç. Dr., Sakarya Uygulamalı Bilimler Üniversitesi, Uygulamalı Bilimler Fakültesi, Uluslararası Ticaret ve Finansman
Bölümü, Sakarya, aboztas@subu.edu.tr, Orcid: 0000-0002-3216-3010.

518
Asena BOZTAŞ

alınması şeklinde değerlendirilebilir. Bu bağlamda çalışmanın bir diğer mukayese ettiği nokta ise her
iki savaşın benzerlikleri ve farklılıklarıdır. Böylece çalışmada tam bir karşılaştırmalı analiz
yapılabilmiştir. Unutulmamalıdır ki tarihsel ve güncel süreçler değerlendirilirken içinde bulunulan
dönemin koşulları daima göz önünde bulundurulmalıdır. Aksi takdirde objektif ve sağlıklı bir analiz
mümkün olamayacaktır. Uluslararası sistem dinamiklerini (hukuksal ve insani olarak) de göz önünde
bulunduran çalışmada Azerbaycan’ın her iki savaşta da haklı taraf olduğu görülmektedir.

1.1. I. Karabağ Savaşı’nın Nedenleri-Sonuçları (Şubat 1988-Mayıs 1994)

1.1.1. I. Karabağ Savaşı’nın nedenleri

Tüm uluslararası sistem için oldukça büyük öneme sahip olan I. Karabağ Savaşı’nın
detaylarına girmeden sebepleri üzerinde durmak gerekirse şunları ifade etmek mümkündür (BBC
News, 2020):

1- Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'ne bağlı Dağlık Karabağ Özerk Oblastı'nın


Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlanmasını isteyen Ermeniler (Federal Reserch
Division Library of Congress, 1994: s. 20-21) nüfus yoğunluğunu kendileri oluşturduğunu iddia
ederek bağımsızlık için referandum düzenlemişlerdir.

2- Referandum sonrası bölgede bağımsızlık kararı alan Ermeniler ile bunu kabul etmeyen
Azeriler arasında büyük gerginlik başlamıştır.

Bu temel iki neden etrafında gelişen olayları da SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği
öncesi ve SSCB dönemi ile SSCB sonrası olarak sınıflandırmak mümkündür. SSCB öncesi ve SSCB
dönemindeki olaylar: Askeran Çarpışması, Sumgayıt Pogromu (Cornell, 2001: s. 83), Kirovabad
Pogromu (Gladman, 2004: s. 131), Kugark'ta katliam (Газета Экспресс-Хроника, 1991), Bakü
Katliamı (Çakmaklı, 2014, s. 90-93) Kara Ocak (Erim, 2021), Koltso Harekâtıdır (De Waal, 2003: s.
114). SSCB dağıldıktan sonra gelişen olaylar ise: Hocalı Katliamı (De Wall, 2003: s. 116-120), Marağa
Saldırısı (De Wall, 2003: s. 175-176), ve Ağdaban saldırısıdır (Cornell, 2001: s. 85).

Mevcut nedenler ve gelişen olaylar neticesinde 1 Haziran 1992'de Azerbaycan


Cumhurbaşkanı seçilen Ebulfez Elçibey, Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri taarruzu başlatmıştır.
Azerbaycan Ordusu 12 Haziran'da Asgeran (Şaumyan), 7 Temmuz'da Ağdere (Mardakert)'yi geri
almıştır (Biliz, 2020).

1.1.2. I. Karabağ Savaşı’nın Sonuçları

Tüm uluslararası sistem dinamikleri göz önüne alındığında I. Karabağ Savaşı’nın ilk sonucu
olarak, uluslararası hukuka aykırı hareket eden Ermenilerin, Türkiye ve İran’ın arabuluculuk
faaliyetlerini dikkate almadıkları ifade edilebilir.

I. Karabağ Savaşı’nın bir diğer sonucu ise göç ve göçmen sorunu şeklinde vücut bulmuştur.
1994 yılına kadar süren savaşta 800.000-1.055.407 Azeri Türkü Ermenistan ve işgal edilen bölgeden
Dağlık Karabağ dışındaki Azerbaycan Cumhuriyeti topraklarına (Azerbaycan Kaçınlar ve Mecburi
Köçkünlerle İş üzere Devlet Komitesi,1999), 230.000 Ermeni ise Azerbaycan Cumhuriyeti'nden
büyük kısımda Ermenistan Cumhuriyeti ve kısmen Dağlık Karabağ'a göç etmek zorunda kalmıştır
(The World Factbook, 2015).

Savaşın kazananı olmaz prensibiyle değerlendirildiğinde her iki ülkede de maddi ve manevi
kayıplar olmuştur. Bu bağlamda, toplam uzunluğu 25 bin km olan otomobil yolu, toplam uzunluğu
3984 m olan 160 köprü, 14.500 km uzunluğunda elektrik hattı, 2500 elektrik trafosu, 2.000 km gaz
boru hattı, 160 su deposu, 34'ten fazla gaz dağıtım istasyonu tahrip edilmiştir (Analitik Araştırma

519
Asena BOZTAŞ

Merkezi, 2002: s. 34.). Toplam 140.000 öğrenci kapasiteli olan 600 okul, 53 bin öğrenciye hizmet
veren 65 meslek lisesi, 2 yükseköğrenim kurumu yok edilmiştir (Türksam, 2020). 700 kadar sağlık
ocağı, bu bağlamda 800 yataklı hastane, poliklinikler, doğum evleri, eczane binaları, acil yardım
hastaneleri dağıtılmıştır. Sağlık hizmetlerine verilen zarar toplam 1,2 milyar dolara yakındır.
Bülbül'ün müzikolog ve ressam Mir Möhsün Nevvab'ın hatıra müzeleri talan edilmiştir. Hocalı'daki
"Dairevi Mabet" (1356-1357) ve "Türbe" (14.yüzyıl) nin akıbeti belli değildir. Azerbaycan
Cumhuriyeti toplam 22 milyar dolar meblağında zarara uğramıştır (Khalilov, 2008: s. 144).

1.2. II. Karabağ Savaşı’nın Nedenleri-Sonuçları (2020)

1.2.1. II. Karabağ Savaşı’nın Nedenleri

I. Karabağ Savaşı’nın devamı niteliğinde olan II. Karabağ Savaşı’nın temel nedeni her iki tarafın
da istediğini elde edememiş olmasıdır. Buradaki en önemli fark ise uluslararası hukuk nezdinde
Azerbaycan’ın haklı olmasına karşın Ermenistan’ın sadece süper güçlerin desteğine güvenir haksız
tavrıdır. I. Karabağ Savaşı’nın da altında yatan aslında bu etkendir.

Bu bağlamda değerlendirildiğinde karşılıklı gardını alan Azerbaycan ve Ermenistan için fitili


ateşleyen sözde gerekçe ise 27 Eylül 2020’de ortaya çıkmıştır. Azerbaycan ve Ermenistan,
birbirlerinin yerleşim bölgelerine füze ve hava saldırıları yapmakla suçlamışlardır (Trend News
Agency, 2020). Böylece Azerbaycan’ın uluslararası hukuk bünyesindeki haklı davası, Ermenistan
saldırısıyla yeniden gündeme gelmiştir. Lakin BM, tarafları diplomatik olarak müzakereye
çağırmıştır.

1.2.2. II. Karabağ Savaşı’nın Sonuçları

Azerbaycan, 8 Ekim 2020'de, Dağlık Karabağ Cumhuriyeti'nin de facto başkenti Hankendi'ye


15 kilometre uzaklıkta olan Şuşa'yı ele geçirmiştir. 9 Kasım 2020'de de internet üzerinden Rusya
Devlet Başkanı Vladimir Putin'in arabuluculuğu ile Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ve
Ermenistan başbakanı Nikol Paşinyan tarafından Ateşkes Antlaşması imzalanmış ve Dağlık
Karabağ bölgesindeki tüm çatışmalara 10 Kasım 2020 tarihinde son bulmuştur (Jam News, 2020).

Böylece Azerbaycan barış anlaşmasıyla savaş esnasında ele geçirdiği bölgeleri ve Dağlık
Karabağ çevresinde Ermenistan tarafından işgal edilmiş Azerbaycan topraklarını geri almıştır. II.
Karabağ Savaşı’nın en önemli sonucu ise Azerbaycan’ın ilkinde elde edemediği hem askeri hem
diplomatik başarıyı kazanmış olmasıdır.

1.3. I. ve II. Karabağ Savaşları’nın Benzerlikleri

Birbirinin devamı niteliğindeki Karabağ Savaşları’nın en önemli özelliği tarafların desteğini


aldıkları güçlerdir. Bu bağlamda her iki savaşta da Türkiye, Azerbaycan tarafında, Rusya ise
Ermenistan tarafında yer almıştır.

Her iki savaşın tarafı olan Ermenistan gerek I. Karabağ savaşında başvurduğu illegal yöntem
olan referandum ve hemen ardından bölgedeki bağımsızlık ilanı ile uluslararası hukuka aykırı
hareket etmiştir. Benzer şekilde Ermenistan’ın yerleşim bölgelerine füze ve hava saldırıları ile
birlikte bölgedeki hak iddiaları da uluslararası hukukta karşılığı olmayan illegal bir yapı arz
etmektedir.

1.4. I. ve II. Karabağ Savaşları’nın Farklılıkları

Her iki savaşta her iki devlette de maddi ve manevi kayıplar olmuştur. Fakat I. Karabağ
Savaşı uzun sürmesi nedeniyle daha fazla kayba neden olmuştur. 1988-1994 yılları arasında süren ve
6 yıl boyunca devam etmiş olan I. Karabağ Savaşı’nda ne askeri ne de diplomatik herhangi bir başarı

520
Asena BOZTAŞ

elde edilememiştir. Buradan hareketle Azerbaycan’ın, kararlı duruşunu tam olarak sergileyememiş
olduğu ifade edilebilir. Diğer yandan Azerbaycan, Ermenistan’a nazaran yaşadığı büyük katliamlar
neticesinde bu savaşa girmiştir. Bu nedenle aslında davasında haklı gerekçeleri mevcuttur.

Dolayısıyla Azerbaycan, I. Karabağ Savaşı’nın devamı niteliğinde olan II. Karabağ Savaşı’na
haklı davasının peşine düşerek girmiştir. II. Karabağ Savaşı’nda ise, Azerbaycan kısa sürede başarı
elde ettiği için I. Karabaş Savaşı’na kıyasla çok büyük kayıplar yaşamamıştır. Bununla birlikte
Azerbaycan, kısa sürede hem askeri hem diplomatik başarı kazanmıştır. Benzer şekilde Azerbaycan
kararlı duruşunu hem askeri hem toplumsal hem de diplomatik olarak sergileyebilmiştir.

2. Yöntem

Tarihsel analiz yönteminin kıyaslamalı nitelikte sunulacağı çalışmanın temel metodolojisi


nitel içerik analizi şeklinde gerçekleşecektir.

3. Bulgular: Uluslararası Sistemde I. ve II. Karabağ Savaşı’nın Karşılaştırmalı Analizi

I. ve II. Karabağ Savaşları’nın temelinde Birleşmiş Milletler tarafından da tanınan


Azerbaycan’a bağlı Dağlık Karabağ Özerk Oblastı’nın Ermenistan’nın kendisine bağlanmasını istemesi
yatmaktadır. Fakat süreç içerisinde bölgenin kendisine bağlanmamasına karşın bölgenin
devletleştirilmesi (Dağlık Karabağ Cumhuriyeti) gibi farklı politikalar uygulayarak bölgede hakimiyet
kurmak isteyen Ermenistan, gerek I. gerek II. Karabağ Savaşı’nda umdukları neticeye ulaşamamıştır.
Aksine Azerbaycan 90’lı yıllardan beri verdiği haklı mücadelenin sonucunu ancak 2020 yılındaki II.
Karabağ Savaşı’yla elde edebilmiştir.

4. Tartışma: Uluslararası Sistemde I. ve II. Karabağ Savaşı’nın Karşılaştırmalı Analizi

Uluslararası sistemde önemli olan I. ve II. Karabağ Savaşları, gerek tarafları arasındaki
mücadele gerekse taraflarını destekleyen güçlerin varlığı ile birlikte bir bütündür. I. ve II. Karabağ
Savaşlarını birbirinden ayıran noktaların temelinde ise değişen ve dönüşen uluslararası sistem
dinamikleri gelmektedir. Zaman ve yer unsurlarının bu dönüşümdeki yeri mühimdir. Süreç
içerisindeki dönüşümlerle birlikte uluslararası adaletin de kendini göstermesi bir diğer olumlu
neticedir. Uluslararası dinamiklerin, mevcut mücadeleyi 6 yıllık sürecin ardından 1 yıl gibi kısa bir
sürede neticelendirilmesinde önemli katkısı vardır. Dolayısıyla 1990’lı yıllardan beri süregelen
Azerbaycan-Ermenistan çatışmalarının odağındaki bölgede artık huzur ortamının olması da oldukça
önemli bir neticedir. Her iki savaş sürecinde yaşanan katliamlar ve verilen kayıplar sonucunda
bölgenin refaha ulaşması özellikle Karabağ bölge halkı için en önemli sonuç ve başarıdır.

5. Sonuç ve Öneriler

Uluslararası sistemdeki birçok devlet komşularıyla sorunlar yaşamaktadır. Bunlardan iki


olan Azerbaycan ve Ermenistan 90’lı yıllardan itibaren özellikle Karabağ bölgesi için büyük mücadele
vermişlerdir. Buradaki en önemli nokta ise uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde kimin haklı
olduğudur. Dolayısıyla 1990’lardan beri verdiği Azerbaycan’ın haklı mücadelesi I. Karabağ Savaşı’nda
neticelenmese de 2020 yılında kendi lehine sonuç vermiştir. Her iki Karabağ Savaşı sebep ve
sonuçlarıyla değerlendirildiğinde Ermenistan gibi işgalci devletlerin arkasında hangi süper güç
(Rusya vb.) olursa olsun haksız mücadele vermemesi gerektiği sonucu çıkarılabilir.

6. Kaynaklar

Anar Khalilov (2008). Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Işığında Karabağ Sorunu. Dokuz Eylül
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kamu Hukuku Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, s. 144.

521
Asena BOZTAŞ

https://acikerisim.deu.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12397/11186/226819.pdf?sequ
ence=1&isAllowed=y, Erişim tarihi: 12.09.2021.

Azerbaycan Kaçınlar ve Mecburi Köçkünlerle İş üzere Devlet Komitesi (1999). Azerbaycan


Cumhuriyeti Kaçkınlar ve mecburi Köçkünler hakkında İstatistik Albüm, Bakü.

Bağımsız Analitik Araştırma Merkezi (20029. Ermenistan'ın Tecavüzü neticesinde Azerbaycan'ın


uğradığı Sosyal-İktisadi Zararlar hakkında, Bizim Dernek Dergisi, Eylül, s. 34.

BBC News (2020). Armenia and Azerbaijan fight over disputed Nagorno-Karabakh, 28 Sptember,
https://www.bbc.com/news/world-europe-54314341, Erişim tarihi: 12.09.2021.

Biliz, K. (2020). Karabağ’ı teslim eden ihanet!-1, Pusula, 5 Ekim,


https://www.gazetepusula.net/2020/10/05/karabagi-teslim-eden-ihanet-1/, Erişim tarihi:
18.09.2021.

Cornell, S. E. (2001). Small nations and great powers: a study of ethnopolitical conflict in the Caucasus,
Routledge, ISBN 978-0-7007-1162-8, s. 83.

Çakmaklı, G. (2014). “Dağlık Karabağ’ı Azerbaycan’dan Ayırma Girişimleri”, Edits. Efegil, E. ve Kasımlı,
C., Dağlık Karabağ Üzerine Yazılar, İstanbul: Gündoğan Yayınları, ss. 99-118.

De Waal, T. (2003). Black Garden: Armenia and Azerbaijan Through Peace and War. New York: New
York University Press, ISBN 0-8147-1945-7.

Erim, O. B. (2021). ''Kara Ocak'' katliamından bağımsızlığa, Kırım Haber Ajansı, 20 Ocak,
https://qha.com.tr/haberler/politika/kara-ocak-katliamindan-bagimsizliga/296219/, Erişim
Tarihi: 12.09.2021.

Federal Reserch Division Library of Congress (1994). Armenia, Azerbaijan, and Georia Country
Studies, Area Handbook Series, ISBN 0-8444-0848-4, ss. 20-21.

Gladman, I. (2004). Eastern Europe, Russia and Central Asia, Taylor & Francis Group, s. 131.

Jam News (2020). Putin gives run-through of Karabakh issues at annual press conference. 17
December, https://jam-news.net/putin-press-conference-nagorno-karabakh-responses-
azerbaijan-armenia/, Erişim tarihi: 14.09.29021.

The World Factbook (2015). Azerbaijan, Transnational Issues, CIA, 31 Aralık,


https://www.cia.gov/the-world-factbook/countries/azerbaijan/, Erişim tarihi: 11.09.2021.

Trend News Agency (2020), President of European Council appeals for military action to stop within
Nagorno Karabakh conflict, Politics, 27 September,
https://en.trend.az/azerbaijan/politics/3306086.html, Erişim tarihi: 22.09.2021.

TÜRKSAM (2020). TÜRKSAM Başkanı Sinan OĞAN ile Ermeni Sorunu ve Bölgesel Gelişmeler Üzerine
Mülakat, 03 Aralık, https://www.turksam.org/detay/90409-turksam-baskani-sinan-ogan-ile-
ermeni-sorunu-ve-bolgesel-gelismeler-uzerine-mulakaat, Erişim tarihi: 09.09.2021.

Газета Экспресс-Хроника (1991). Погромы в Армении: суждения, домыслы и факты, №16,


16.04.1991.

522
Ulusal Güvenlik Bürokrasisinde Siyasallaşma ve
Kalıcılık İlkesi: “Ulusal Güvenlik Devleti” Üzerine Bir
Değerlendirme

Muhammet Mağat1

Özet

Bu çalışmada araştırmanın amacı, ulusal güvenlik aygıtlarına yönelik bürokratik politikaları analiz
etmektir. Siyasallaşma sorunu, ulusal güvenlik konularının kamu politikası alanını etkilemektedir.
Bürokrasinin siyasallaşması olgusu, diğer kamu politikası alanlarında olduğu gibi ulusal güvenlik
alanında da görülebilmektedir. Ulusal güvenlik bürokrasisinin siyasallaşması sorununun aşılabilir
olup olmadığı ve özellikle istihbarat kurumlarında devlete hizmet etmenin adanmışlık çerçevesinde
siyasallaşma sorununa direnç gösterebileceğinin irdeleneceği bu çalışmada siyasi kanat ve
bürokratik kanat karşılaştırması yapılacaktır. Bu doğrultuda, ulusal güvenlik devletinin ne olduğu da
analiz edilmeye çalışılacaktır. Askerileşme ve sivilleşme dikotomisinde tam konumlanamadığı
düşünülen ulusal güvenlik bürokrasisinin siyasallaşma ekseninde anlaşılmaya çalışılacağı bu
çalışmada teorik karşılaştırmalardan faydalanılarak bir fikir örüntüsü oluşturulması amaçlanmıştır.
Ulusal güvenlik, bir “ulusal politika” olarak, dış ve iç politika meselelerinde politika analizi kavramı
olmakla beraber bürokratik aygıtı da ifade etmektedir. Ulusal güvenliğin politika tasarımı, ulusal
güvenlik bürokrasisi tarafından ele alınırken politika etkinliği ise ulusal güvenlik politikalarını siyasal
içerik olarak kullanan siyasi kanat tarafından sağlanmaktadır. Bu doğrultu ve kapsamdaki “iyi
bürokrasi” ölçütü, siyasallaşmadan kaçınmak ve hatta siyasallaşmaya karşı direnç gösterebilmek
olarak yorumlanmaktadır. Araştırma, iki soruya dayanmaktadır. Birincisi, ulusal güvenlik
bürokrasisi, “siyasallaşma” sorununa direnerek “iyi bürokrasi” kriterini karşılayabilir mi? İkincisi ise,
“kalıcılık ilkesi” çerçevesinde devlete hizmetin sürdürülmesi “siyasallaştırma” girişimlerine engel
olabilir mi? Araştırma, amacına göre; “açıklayıcı-betimleyici” bir tarzda tasarlanmıştır. Araştırmanın
yaklaşımı nitel olup, verilerin toplanması ve yorumlanması, “doküman incelemesi” ve “literatür
araştırması”na dayanmaktadır. Araştırmanın ilk bölümünde, “Bürokrasinin Siyasallaşması ve
Kalıcılık ilkesi” incelenecektir. Bu konu kapsamındaki önemli vurgu, değerleri ön planda tutan,
“ulusal güvenlik kavramsallaştırması” yapan ve bu değerleri savunan stratejik bir zihniyetin önemli
bir bürokratik öncelik olarak görüldüğüdür. İkinci bölümde, “Siyasi Kanadın Ulusal Güvenlik
Bürokrasisine Müdahale İstenci” irdelenmiştir. Ulusal güvenlik bürokrasisinde merkezileşme ve
entegrasyonun önemi, koordinasyon ve entegrasyonun referans nesnelerine tekabül ederken,
doktrin olarak ulusal güvenliğin öncelikle kültür ve kimliğe entegre edilmesi gerektiği de bu bölümde
önemli bir referans noktası olacaktır. Üçüncü bölümde ise “Ulusal Güvenlik Bürokrasisinde
Bürokratik Kanadın Siyasallaşmaya Direnci” incelenmiştir. Bu bölümde bürokratik direnç, “ulusal
güvenlik devleti” kavramı bağlamında analiz edilecektir.

Anahtar Kelimeler: Ulusal Güvenlik Devleti, İstihbarat, Bürokrasi, Siyasallaşma, Kalıcılık İlkesi

1. Giriş

1
Doktora Öğrencisi, Bursa Uludağ Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa/Türkiye
Email: muhammetmagat34@gmail.com.

523
Muhammet Mağat

Bu çalışma, güvenliğin siyasallaşması prizmasını ve çağdaş güvenlik yönetişiminde görünür


olan artan aktör, arenalar ve argümanlar yelpazesini analiz etmek için teorik gelişmeleri gözden
geçirmektedir. Genel amaç, güvenlik ve siyaset arasındaki ilişkiye dair kavramsal soruları yeniden
tartışmaya açmak ve siyasallaşmanın belirsiz sonuçlarına dair daha farklılaştırılmış normatif
araştırmalara fikir sağlayabilmektir. Ulusal güvenlik her zaman ulusal politikanın bir parçası
olmuştur. Değişen şey, bu konunun artık kamusal alanda ortaya çıkma şeklidir. Geçmişte, ulusal
güvenlik konusundaki kamuoyu tartışmaları “gizemli” olarak kodlanmaktaydı ve kendi daireleri
içinde faaliyet gösteren küçük bir grup elit tarafından yönetiliyordu. Bu kısmen mümkündü, çünkü
tartışmayı kontrol etmek çok daha kolaydı. Gazeteler, radyo ve TV kanalları, sattıkları “fikir birliğine”
tam olarak uymayan seslerden kaçınabilir ve uzak durabilirdi. Bu nedenle, sokağın her zaman bir
görüşü olmasına rağmen, bu “sokak görüşü”, ulusal güvenliği çerçeveleyen, analiz eden ve
uygulayanlar tarafından görmezden gelinmiştir. Bugün, sokak artık göz ardı edilemez çünkü artık
kendini duyuracak araçlara sahip görünmektedir (Lipsky, 2010, s.6). Seçkinler bu “gürültüyü”
kesmeye devam etmek isterken, aynı zamanda politika odaklı sokağın ulusal güvenlik konusundaki
görüş ve eleştirilerine cevap vermek zorunda kalmaktadır. Bu nedenle, politika söyleminin
demokratikleşmesi, savunma, güvenlik ve dış politikanın daha önce görülmemiş şekillerde
siyasallaşmasına yol açabilmektedir. Bilgili ve analitik düşünen hiçbir politikacının, siyasi
sermayesini geliştirmek için ulusal güvenliği kullanma fırsatından vazgeçmeyeceği ifade edilebilir.
Ulusal güvenlik devleti göz önüne alındığında, devletin tüm ulusal güç unsurları dâhil
başkan/başbakan ve kabinesinin, iç politika odaklı bürokraside, ulusal güvenlik devletine evirildiği
söylenebilir. “Derin devlet” mottosu altında, atanmış bürokratlar kamuya karşı hesap verebilir
olmamakla birlikte siyasi kanattan gelen reform hareketliğine karşı kamu adına ilk direnci
gösterenlerdir. Yerleşik bürokrasi (entrenched bureaucracy) ve siyasal liderlik arasındaki güç
dengesi, ulusal güvenlik devletine yönelik bütünleşik yaklaşımı gerektirmektedir (Ingber, 2018).
Ulusal güvenlik, bir “ulusal politika” olarak, dış politika ve iç politika meselelerinde münhasır politika
analizi kavramı olmakla beraber büyük bir bürokratik aygıtı da ifade etmektedir. Ulusal güvenliğin
politika tasarımı ulusal güvenlik bürokrasisi tarafından ele alınırken politika etkinliği ise ulusal
güvenlik politikalarını siyasal içerik olarak kullanan siyasi kanat tarafından sağlanmaktadır.
Devletlere ve hükümet modellerine göre farklılık gösteren ulusal güvenlik bürokrasisi, kimi zaman
derin devletin kimi zaman ulusal güvenlik devletinin adıyla anılmış ve bazen de siyasallaşma ya da
askerileşme tartışmalarının odağında olmuştur. Bu minvalde, konuya münhasır bu çalışmanın
odağını da herhangi bir ülke incelemesi kapsamı olmadan sırf teorik çerçeveye dayalı bir analiz
oluşturmaktadır.

Araştırmanın Metodolojisi:

Araştırma iki soru temeli üzerine kuruludur: Ulusal güvenlik bürokrasisi, “siyasallaşma”
sorununa direnç göstererek “iyi bürokrasi” kıstasını sağlayabilir mi? Devlete hizmet etmenin
“adanmışlık” ya da “kalıcılık” çerçevesinde sürmesi, “siyasallaşma” teşebbüslerini engelleyebilir mi?

Araştırma, amacına göre; “tanımlayıcı/betimleyici” (descriptive) tarzda yapılmıştır.


Araştırmanın yaklaşımı nitel olup, verilerin toplanması ve yorumlanması, “doküman incelemesi” ve
“literatür araştırmasına” dayanmaktadır. Araştırmanın sonunda, literatürden elde edilen bulgulara
dayanılarak analiz yapılmış ve bir senteze ulaşılmaya çalışılmıştır.

Araştırmanın birinci bölümünde, “Bürokrasinin Siyasallaşması ve Kalıcılık İlkesi” analiz


edilmeye çalışılmıştır. İkinci bölümde, “Siyasi Kanadın Ulusal Güvenlik Bürokrasisine Müdahale
İstenci” ve üçüncü bölümde ise, “Bürokratik Kanadın Ulusal Güvenlik Bürokrasisinde Siyasallaşmaya
Direnci” konuları incelenmiştir.

1. Ulusal Güvenlik Bürokrasisinin Siyasallaşması ve Kalıcılık İlkesi

524
Muhammet Mağat

Ulusal güvenlik, bir ülkenin stratejik güvenliğinin şemsiyesidir; bir ülkenin iç güvenliğiyle
ilgili kamu güvenliğinin yanı sıra uluslararası güvenlik, ilişkiler ve yükümlülüklerle ilgili konuları
içerir (Şengöz, 2020, s.262-283). Devlet, güvenlik ve istihbarat düzleminde, politika, karar verme ve
statejik kültür, sıklıkla kullanılan kavramlar olmakla beraber, ulusal güvenlik gibi karmaşık bir kamu
politikası alanı “bürokrasinin siyasallaşması” olgusuna uğrayabilmektedir. Fatih Demir, bürokrasinin
siyasallaşmasını “bürokrasinin politizasyonu” olarak ifade ederek ele alır ve Peters ve Pierre’den
şöyle aktarır: “Politizasyon, ‘kamu görevlilerinin seçimi, işte tutulması, terfisi, ödüllendirilmesi ve
disiplini gibi konularda liyakate dayalı kriterlerin yerini siyasi kriterlerin alması”dır (Demir, 2020,
s.61).

Diğer yandan, meslekte kalıcılık ya da “bürokraside kalıcılık ilkesi” de siyasallaşmayı


dengeleyebilmektedir. Kalıcılık ilkesi, siyasilerin bürokrasiye müdahale etmelerine karşı bir direnç
görevine atfedilmektedir. Diğer bir ifadeyle, siyasallaşmanın sınırlanması amaçlanmaktadır. Bu
noktada, Demir’in örnekle açıkladığı üzere, İngiltere ve Fransa’da “devlete hizmet etmenin”, kendini
tümüyle bu işe “adamayı” gerektiren bir meslek olduğu fikri de kalıcılığın tesis edilmesi ve bu
vesileyle siyasallaşmanın azaltılmasında etkili olmuştur (Demir, 2020, s.93).

Yağma sistemi (spoils system) ve doğrultusunda “siyasal himaye” olarak adlandırılabilen


bürokraside siyasallaşma, özellikle başkanın, münhasıran Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD),
kendisine sadık parti üyelerini bürokratik pozisyonlarda istihdam etmesiyle modern anlamda
görünür olmuştur (Özer ve İrdem, 2020, s.10). Bir politika alanının uygulayıcı örgütü pozisyonunda
olan ulusal güvenlik bürokrasisinin de siyasallaşmadan uzak bir “iyi bürokrasi” aygıtı olarak
düşünülebilmesi için güvenliğin sosyopolitik veçhelerini göz önünde bulundurmak önemli
görülmektedir. Bahse konu güvenliğin sosyopolitik veçheleri ise, strateji geliştirme, kamu
diplomasisi, ekonomi politik, eğitim, makbul vatandaş mefhumu, ulusal kimlik, kurucu felsefe,
köklerle irtibatı muhafaza ve ordu olarak ifade edilebilmektedir (Şengöz, 2019).

Bir diğer yandan, istihbarat-politika ilişkileri, siyasallaşmanın etkisinde kalabilmektedir.


İstihbarat yetkilileri politika yapıcıları zorbalık yapmakla, politika yapıcılar ise istihbarat şeflerini
engellemecilikle suçlamakta ve sonuç, istihbaratın politika süreciyle giderek ilgisiz hale gelmesi
olmaktadır. Yumuşak siyasallaşma bile bu etkiye sahip olabilir. İstihbarat yetkilileri, sonuçların
yumuşatılmasının politika yapıcıların lehine olacağına inanabilir ancak analistler, istihbaratla ilgili
siyasallaşma şüphesine düşebilmektelerdir. Aşırı durumlarda, politika yapıcılar kendi görüşlerine
meydan okuyan herhangi bir tahminde bulunmaya karşı dikkatli olacaklardır. Analistlerin politika
manipülasyonu korkusu bu arada artacak ve çalışmalarının bozulmasını önlemek için kurumsal
duvarların arkasına çekilmelerine neden olacaktır (Rovner, 2013, s.55-67).

Siyasallaşmış istihbarat, temeldeki bilgiler eksik veya güvenilmez olduğunda bile gerçekçi
olmayan bir kesinlik duygusuyla sonuçlar sunma eğilimindedir. Bu, yeniden değerlendirmeyi
caydırarak analitik hataları büyütme etkisine sahiptir; istihbarat teşkilatları, güçlü ve tartışmasız
konumları belirledikten sonra, bürokratik olarak objektif yeniden değerlendirmelerden uzak
durmaktalardır. İstihbarat siyasallaşmış olsun ya da olmasın analitik hatalar kaçınılmazdır, ancak bu
tür hataların siyasallaşma gerçekleştikten sonra düzeltilmesi son derece zordur (George ve Rishikof,
2011, s.175).

Siyasallaştırma literatüründe, dünyanın dört bir yanındaki hükümetlerin üst düzey kamu
hizmeti atamalarını giderek siyasallaştırırken, bu siyasallaşmanın doğası ve kapsamının idari
gelenekler arasında farklılık gösterdiği sıklıkla iddia edilmektedir (Cooper, 2020). Devlete hizmet
etmenin “adanmışlık” ritüeli çerçevesinde kalıcılık (endurance veya perseverance) (Jablonsky, 2002)
ilkesinin siyasallaşma teşebbüsünü engelleyebileceği ulusal güvenlik aygıtı, istihbarat topluluğu
olarak öne çıkmaktadır. Diğer türlü, askeri erkânın siyasallaşması ya da siyasi erkânın askerileşmesi
döngüsü söz konusu olabilmektedir. Kurumların etkisiz olduğu düşünüldüğünde, stratejik olarak göz

525
Muhammet Mağat

ardı edilebilirler ve önemli görülenlere ihtimam söz konusu olabilmektedir. Bu noktada, değerleri
önceleyen bir stratejik zihniyetin, ulusal güvenlik kavramsallaştırması yapması ve bu değerlerin
savunulması önemli bir bürokratik öncelik olarak değerlendirilmektedir (Yalçın, 2018, s.57-63).

2. Siyasi Kanadın Ulusal Güvenlik Bürokrasisine Müdahale İstenci

Politikaların uygulanması için önemli bir sorumlu örgüt olan bürokrasi, hükümetlerin,
işlerini güvenli ve sistematik olarak tamamlamasına yönelik bir dayanaktır. Eğitimden maliyeye,
sağlıktan savunmaya, çevreden güvenliğe hayatın tüm alanlarındaki kamu yararı adına kamu
politikalarının uygulanmasında bürokrasi; birey, toplum ve devleti topyekûn ilgilendiren bir alan
olarak öne çıkmaktadır (Şengöz, 2020, s.262-283). Devlet bürokrasisinin en önemli aygıtlarından biri
olan ulusal güvenlik bürokrasisi, bir sistem olarak devletin mülki, askeri, istihbari unsurlarını
içermektedir. Güvenlik her zaman politik olsa da, çoğunlukla politik faaliyeti ve tartışmayı kapatan
özel bir politika türü olarak görülmüştür. Ulusal güvenlik alanının doğasının karmaşık politika tarzı
bir durum ortaya koyması, hangi alt alanlarda bir sınıflandırma yapılacağına dair sınırlılık ve zorluğu
da beraberinde getirmektedir. Ulusal güvenlik sisteminin, ulusal güvenlik olaylarına ve acil
durumlara yanıt vermede esnek, çevik ve etkili olması gerekir (Controller and Auditor-General,
2016).

Siyasallaşma ve askerileşme dikotomisi etrafında nasıl konumlanacağı tartışılagelen ulusal


güvenlik bürokrasisinin, modern demokrasiler gereği; sivillerin kontrolünde olması doğal olarak
beklenmektedir. Bu noktada, askeri bürokrasinin seçkinci yaklaşımı ve sivil siyasal iktidarın
çekişmesini dengelemek için dizilerce düzenlemeler ve kanunlar devreye konulmaktadır.
Siyasallaştırma, ulusal güvenlik sisteminde, istihbarat tahminlerini politika tercihlerini yansıtacak
şekilde manipüle etme girişimidir. Askeri kanat ve sivil kanat arasında cereyan eden “sivilleşme” ve
“askerileşme” argümanı, “iyi bürokrasi” hedefinden sapmayı ve bir “bürokratik kargaşayı”
(bureaucratic infighting) meydana getirebilmekte; bu durum da ulusal güvenlik sisteminin yozlaşma
ihtimalini güçlendirmektedir. Politika yapıcılar, istihbarat kurumlarını doğrudan veya dolaylı olarak,
sonuçlarını siyasi olarak uygun veya psikolojik olarak rahatlatıcı yollarla değiştirmeye zorlarlarsa ve
istihbarat yetkilileri de tahminlerini kendi inançlarını ve tercihlerini yansıtacak şekilde
şekillendirirlerse siyasallaşmaya sebep olurlar (Rovner, 2013, s.55-67).

Halkın, güvenliğin kolektif bir sorumluluk olduğunu anlaması gerekir. Devletin güvenlik
aygıtı, halk belirgin olarak tehlikede olduğunda veya şüphe arz eden bir rapor durumunda harekete
geçmektedir. Ulusal güvenlik politikası, hükümetin kullandığı en temel bir tehlike önleyici standart
uygulama bütünlüğüdür (Şengöz, 2020, s.262-283). Bu kamu politikası alanındaki bütünleşik politika
ve uygulamaların, vatandaşın katılımı da göz önünde bulundurularak devam ettirilmesi “iyi ulusal
güvenlik bürokrasisi” için zorunludur. Ulusal güvenliğin, ulustan bağımsız düşünülerek askeri ve
mülki bürokrasi elitlerinin tekelinde kamudan uzak tutulamayacağı gibi siyasi iradenin emeline
hizmet etme yelpazesine çekilerek, sivilleşme adı altında da siyasallaştırılamayacağı gereği de önemli
bir detaydır. Özellikle askeri bürokrasinin devlet otoritesini siyasal iktidarla paylaşmak istemesi
(Torun, 2017, s.42-58) ve bunu “ulusal güvenlik çıkarları için gerekli” diye nitelendirmesi, ülkenin
demokrasi standartlarına zarar verebilmekte ve gelişen teknolojinin de etkisiyle bir “gözetim
toplumu” handikapını ortaya çıkarabilmektedir. Ulusal güvenlik devleti ya da polis devleti olarak
nitelendirilen ülkelerde, güvenlik kurumları, halkı korumaktan ziyade böyle bir maceraya
girişebilmekte; böylece, sıradan makbul vatandaşlar töhmet altında kalabilmekte ve ayrıca ilgili
güvenlik ve istihbarat kurumlarının uluslararası itibarı da zedelenebilmektedir (Andregg, 2007, s.52-
63).

Diğer yandan, askeri bürokrasinin ulusal güvenlik sisteminde belirleyici rol alma
meşruiyetinin bütünüyle yok sayılması düşünülememektedir. Toplumsal meşruiyet bağlamı, danışma
organı niteliği sathında düşünülen askeri bürokrasinin vesayete mahal vermeden Ulusal Güvenlik

526
Muhammet Mağat

Kurulu, İstihbarat Topluluğu gibi aygıtlarda olduğu gibi politika odaklı ancak politize olmayan bir
yaklaşımda olması beklenilmektedir. Burada, doğal olarak, ulusal güvenlik konularının kaynağı ve
dayanağı belli olmayan, resmi devlet ideolojisine düşman baskı gruplarının müdahil olduğu alan
olması anlamı çıkarılmamalıdır. Nitekim bu hususta örnek vermek gerekirse; Türkiye’de Fetullahçı
Terör Örgütü (FETÖ)’nün “cemaat” örtülü “baskı grubu” kisvesi altında Türk ordusunun mahrem
bilgilerinin bulunduğu kozmik odalara bir başbakan yardımcısının “siyasi himayesinde” vakıf
olduğunu dikkate almak gerekir. Bu nedenden ötürü ulusal güvenlik sürecinin ne tamamen sivillere
ne de sadece askerlere bırakılamayacak olduğu anlaşılmaktadır (Torun, 2017, s.42-58).

Ali Bilgin Varlık tarafından devlet ve ulus olma, kültür yaratabilme, ülkü sahibi olma ve ileri
görüşlülük gibi tarihsel kazanımların, devlet aygıtının ve siyasi otoritenin yapısına ve çalışmasına
aktarılan kısmı olduğu ifade edilen ulusal güvenlik bürokrasisinde siyasi kanat, “meşruiyet boyutunu”
oluşturmaktadır (Varlık, 2015, s.58-59). Özelliği dolayısıyla ihtisas kuralına daha fazla uyulması
gereken bir ulusal güvenlik sisteminin meşruiyeti, siyasi kanadın müdahale istencinin kapsamına ve
derecesine göre şekillenmektedir. Bu anlamda, ulusal güvenlik konularının “siyasal sorumluluk”
taşıyan iktidarlar tarafından tespit edilip uygulanması, sivil iradenin güvenlik kültürünün
oluşumunda kamuoyu nezdinde daha fazla münhasır desteği almasına olanak sağlamaktadır. Ancak
şu hususa dikkat çekmek gerekir ki; zaman içinde siyasal iktidarlar, ulusal güvenlik alanını, hususen
kamuoyu desteği için, askeri bürokrasi vesayetine rıza ile bırakmak isteseler de ordu, ulusal güvenlik
politikasının belirlenmesi ve uygulanmasında başat aktördür; ancak tekil aktör değildir (Torun, 2017,
s.42-58).

Ulusal güvenlik politikasının siyasallaşma riskiyle en fazla karşı karşıya kaldığı bürokratik
kurumlardan biri olan “Ulusal Güvenlik Kurulu”, bu durumun aşılabilmesi için ulusal güvenlik
kurullarının anayasal nitelikli olduğu Türkiye dâhil birçok ülkede “istişari” nitelikte olup politika
seçimi ve gerekli koordinasyonun sağlanmasında deruhte edilmiştir (Parlak ve Doğan, 2018, s.25-
31). Çeşitlenen tehditler karşısında devletin yetenekleri yetersiz kalmakta; ulusal güvenlik sağlayıcısı
olarak devletin merkezi konumu erozyona uğramaktadır. Soğuk Savaş sonrasında ortaya çıkan terör
olayları ve terörle savaş gibi gelişmeler, yeni uluslararası sistemde ulus-devletlerin ilişkileri yanında
kimlik, etnisite, tarih, din ve kültür gibi daha önce çok fazla dikkate alınmayan yeni değerlerin
önemini artırmaya başlamıştır (Polat, 2019). Ulusal güvenlik bürokrasisinde merkeziliğin ve
bütünleşikliğin önemi; koordinasyon ve entegrasyon referans nesnelerine karşılık gelirken, öğreti
olarak, ulusal güvenlik, öncelikle kültüre ve kimliğe entegre olmak durumundadır (Mağat, 2020,
s.219).

3. Bürokratik Kanadın Ulusal Güvenlik Bürokrasisinde Siyasallaşmaya Direnci

“Bürokratik direnç” ifadesi tipik olarak, açıkça tanımlanmış bir grup olan “bürokrasi”nin tek
yönlü bir faaliyet “direncini” ya da bir başkan veya siyasi liderliğe karşı “kariyer bürokrasisi”ni
tanımlamak için kullanılır (Ingber, 2018, s.139-221). Bu bağlamda, “idari ulusal güvenlik”
(administrative national security), artık sınırlı başkanlık talimatının olduğu bir idari eylem alanı
olarak öne çıkmaktadır. Politika sürecine başkanın çok az katılımı ve bürokrasinin ürettiği tedbirlerin
başkanlık tarafından sahiplenilmesinin yetersiz olduğu yorumlanmaktadır (Chachko, 2020, s.1063-
1137). Yönetimden yönetime değişen siyasal durumlar ve makamlar şartlarında, bürokrasi içinde
partizan ya da ideolojik eğilimlerin temsili bir başka önemli yelpazeyi oluşturur. Başkan ile ideolojik
ittifak, bu durumlardan biridir. Bürokrasi genelinde ideolojik eğilimler neredeyse hiç değişmez; daha
ziyade, kurumun yetkisinin belirli ideolojik görüşlerle veya parti ile uyumluluğuna göre, kurumdan
kuruma değişiklik eğilimi söz konusu olabilmektedir (Ingber, 2018, s.139-221).

Bürokratik kategorilerin aşırı basitleştirilmesi, özellikle başkan ile kariyer bürokrasisi


arasında keskin bir ikilem olarak, “bürokratik direncin” nasıl işleyebileceğine dair hatalı varsayımlar
doğurma riskini taşır. Yerleşik bürokrasi (entrenched) ya da geçici (transient) bürokrasi dikotomisi

527
Muhammet Mağat

bu noktada ön plana çıkmaktadır. Her kurumun bileşenleri ve münhasır görev kapasitesi ve


kültürleri vardır. Bürokrasilerde, ancak birlikte çalışma güdüsü, güçlü bir sinerji oluşturabilmektedir.
Bürokratik uzmanlığın ve kapasitenin içsel gelişimi, politikayı uygulamak için hedeflenen kapasiteyi
bu doğrultuda konumlandırmaktadır. İstihbarat ve diğer ulusal güvenlik aygıtlarının “direnç”
çerçevesinde parlamenter denetimi “siyasallaşma” olarak kodlamaları, siyasi kanadın bahsedilen
“meşruiyetini” zedelerken “bürokratik güç” için de “ehliyet” tartışması söz konusu olabilmektedir
(Bertelli ve Busuioc, 2020).

Ulusal güvenlik bürokrasisinde bürokratik kanat, “ehliyet boyutunu” oluşturmaktadır


(Mağat, 2020, s.13). Diğer bürokrasi türlerinden farklı olarak ulusal güvenlik mekanizmasının iç
işleyişi, tasarımı gereği oldukça karmaşık doğalıdır. Ulusal güvenlik bürokrasisinde çoğunlukla,
ulusun sırlarını korumaktan büyük gurur duyan ve bunu yapmadıkları zaman için de ağır cezalarla
karşılaşan kalıcı kariyer profesyonelleri yer almaktadır. Bu durum, iç görülerin dışarıdakilerle
paylaşılmasında handikapa yol açmaktadır. Genel olarak, ulusal güvenlik politika yapımına ilişkin
herhangi bir ayrıntılı inceleme, çoğunlukla, gizliliği kaldırılmış arşivler vesilesiyle tarihçilere
bırakılmıştır (Cooper, Gvosdev ve Blankshain, 2018, s.518-540). Siyaset biliminden idare hukukuna
bürokrasi akademisyenleri uzun süredir bürokratik davranışı ve onu nasıl kontrol edeceklerini
anlamaya çalışmaktadırlar. Bürokratlar, politika değişikliklerini geri püskürtmek için yavaşlamayı
tercih ederler ve kullanılan mekanizmaya göre direnç de dâhil olmak üzere genel olarak bürokratik
eylemi sınıflandırırlar (Ingber, 2018).

Ülkeye, yürütme organına, bir kuruma bürokratik sadakati anlamak, bürokratik davranışları
anlamak için çok önemlidir. Kurumsal kültür, kurumlar arası anlaşmazlık, politika anlaşmazlığı ve
siyasi liderliğin konumlanışı, bürokratik direncin amaçlarının teşkil edilmesinde etken sayılmaktadır
(Ingber, 2018). Politika seçeneklerine direnç, bu süreci farklı karar noktalarında etkileyebilir:
profesyonel bürokratlar başlangıçta politika yapıcıların tercih edilen politika eğilimlerine meydan
okuyan kanıt niteliğindeki bir analizde ısrar edebilir ve diğer taraftan sonuçları değiştirmeyi veya
hedef kitleye sunmayı reddedebilirler. Meşru sayılmadığı için bürokratik dirence yönelik saldırıların
çoğu, bürokratların taciz edici veya yasadışı faaliyetler hakkında alarmlar verebileceği endişelerine
odaklanmaz; daha ziyade, bu tür eleştiriler, bürokratların politika konusundaki anlaşmazlığa dayalı
meşru değişimi engelleyebileceği endişelerine odaklanır. Politika anlaşmazlıkları tipik olarak
başkanlık yönetimini aşar. Her halükarda, politikayla ilgili anlaşmazlıklar, her organizasyonda olduğu
gibi, yürütme kolunda bol miktarda bulunur ve basit bir şekilde bir kariyer politik ekseniyle
eşleştirilmez (Lipsky, 2010).

Ulusal güvenlik politikasında bürokratik kanadı, yoğunlukla ulusal istihbarat topluluğu


oluşturmaktadır. Siyasallaşmanın etkileri ilk olarak istihbarat örgütleri üzerinde söz konusu
olabilmektedir. Ulusal güvenliğin sağlanmasında istihbarat, hayati önemi haizdir. Hükümet ve ilgili
uygulama otoriteleri ulusal istihbarata ihtiyaç duyarlar. Devlet başkanından sivil ve askeri kamu
görevlilerine geniş bir alanda olan istihbaratın siyasallaşması durumu “çete” (turf) sorununu ortaya
çıkarabilmektedir (Farrell, 2015). Ulusal güvenlik politikasının oluşumunda, askeri güç, diplomasi ve
istihbarat sistemi üçlüsü; kamuoyu, medya, siyasi partiler ve çeşitli çıkar ve baskı gruplarını
bütünleşik olarak etkilemektedir (Yılmaz, 2018, s.39-41).

Bürokrasinin direnç göstermesi, kurumsal kültür oluşturabilmekte ve bu kültürel değerler,


siyasi liderlerin öncelikleriyle çatışabilmektedir. Böylelikle reforma direncin kaynağı söz konusu
olabilmektedir (Demir, 2020, s.61). Yürütme organı bürokrasisi, kamuoyuna ve hatta seçilmiş devlet
başkanına bile açıklanamayan bir “derin devlet” olarak görünebilmektedir. Bürokratik davranış
yaklaşımları ve idari devletin meşruiyeti konuları bu noktada tartışılır olmuştur. Bürokratik direnç
endişesi, başkan üzerindeki iç denetimlerin aşınmasına neden olmaktadır. Ulusal güvenlik devletinin
doğrudan gözetimi ve bunu yaparken, kontrolleri ve dengeleri zayıflattığı görülebilir. “Ulusal
güvenlik devleti” içindeki birçok bürokratik gerilim noktası ortaya çıkabilmektedir. Devletin geniş

528
Muhammet Mağat

askeri ve gözetleme yetkileri bu durumu etraflıca genişletmektedir. Ulusal güvenlik devletinin farklı
önemleri, hükümet içindeki ideal siyasi hesap verebilirlik ve uzmanlık dengesine ilişkin farklı
yaklaşımlara sebep olabilmektedir. Bürokratik aktörler, zaman zaman, siyasi olarak tayin edilmiş
liderlerinin beyan edilen iradesini boşa çıkaracak şekilde hareket etmektelerdir. Bu durum, siyasi
liderliğin iradesinin hayal kırıklığına uğramasına neden olacaktır. Bürokratik davranışa yönelik her
iki yaklaşım da başkanlık iktidarının ve idari devletin meşruiyetiyle ilgilidir. Bürokratik direncin
varlığı, idari devletin meşruiyetini ve yürütme gücünün modern tahakkukunu güçlendiriyor; özellikle
de bürokrasi, bazen başkanı ve onun siyasi liderliğini kontrol etmekte; böylece iktidarlarının “açık”
olmadığını gösterebilmektedir (Ingber, 2018, s.139-221).

Ulusal güvenlik devletinin esaslı politikalarıyla ilgili endişeler, devlet başkanlığı


açıklamalarındaki yakın tarihli bir anlatı ile örtüşüyor: “derin devlet”. Tarihsel olarak, “derin devlet”
terimi, Türkiye, Pakistan ve Mısır’daki rejimlerle ilgili olarak, demokratik kurumlara bakılmaksızın,
istihbarat, ordu ve iş dünyası seçkinleri arasındaki güçlü ve gizli ittifaklar tarafından devletin
kontrolünü tanımlamak için kullanılmıştır. Derin devlet kararnamelerinin idari devletin meşruiyetine
bir tehdit olarak bürokratik direnç çağrısı yapması, bürokratların hükümeti devlet başkanına karşı
eyleme geçmek için önemli bir güç kullandığı ve iktidar kullanımlarında hesap verilemeyecekleri
argümanına dayanıyor (Mares, 2011, s.386-405). Derin devlet retoriği, idari devlete ve onun
düzenleyici gücüne ya da büyük bürokratik engellere ve dirençlere meydan okumak amacıyla
yürütme organının, ulusal güvenlik bürokrasisinde tahakkuk eden iktidarın korkularını uyandıran ve
kışkırtan karanlık imajlı güçlü bürokratların imgelerini çağrıştırmaktadır (Ingber, 2018, s.139-221).

Bu hâkim imaj, ulusal güvenlik kararlarının sadece (diğer faktörlerin yanı sıra) kendi
bürokratik çıkarlarını desteklemeye çalışan farklı devlet daireleri ve kurumları arasındaki rekabet ve
müzakerelerle olmamaktadır. Aynı zamanda, farklı değişen çıkar koalisyonları ve belirli sorunları
teşvik etme etrafında birleşmek için etkilemeye çalışan bireyler arasında meydana gelir. Gerçek
dünyada ulusal güvenlik kararlarının nasıl alındığına dönülürse, daha düşük seviyeli çalışanların her
kararın nihai sonucunda her zaman kilit bir rol oynadığını takdir etmek önemlidir. Bürokratik siyaset
paradigmasının temel kavrayışı, devlet kurumlarının temsilcilerinin kendi kurumlarının özel
çıkarlarını daha genel soyut ulusal çıkar fikrinin önüne koyabilmeleridir. Klasik bürokratik siyaset
anlayışları, farklı departmanların ve kurumların temel çıkarları çatışırsa ne olacağı üzerine odaklanır
(Cooper vd., 2018, s.518-540).

Bürokrasinin siyasi çatışmaları çözebilmesinin dayanağı, daha kapsamlı idari kapasiteye


sahip olunmasıdır (Demir, 2020, s.59). Bu durumda siyasallaşmaya karşı direnç “daha fazla
bürokrasi, daha az demokrasi” ile mümkün görülmektedir. Kurumun başına atanan kişiye değil,
kurumun kendisine sadakat duyarak adanmışlık seviyesini sağlayan kamu görevlilerinin atanması,
bürokratik kanadın siyasallaşmaya karşı direncinin önemli bir yöntemidir (Meier, 1997, s.193-199).
Devletlerin, ulusal güvenliğin yönetimi için daha merkezi ve güçlü bir devlet aygıtına ihtiyaçları
olduğu değerlendirilmektedir. Bu noktada, ulusal güvenlik kültürünü içkin bir devlet sisteminde
“fikirlerin kurumsallaştırılması” ve “politika analizinin uyumluluğu” önem arz etmektedir (Mağat,
2020, s.23). Ulusal güvenlik politikası sürecindeki bürokrasi birimleri, yetkilerini ve bütçelerini
tehdit eden her türlü değişikliğe direnç gösterebilmektedirler. Bu durumun içeriği, ulusal güvenlik
politikasının konusu, örgütsel sorunlar veya sosyal sorunlar olarak ortaya çıkabilmektedir
(Pfaltzgraff ve Ra’anan, 1984, s.257).

11 Eylül 2001 olayları, Soğuk Savaş ulusal güvenlik sisteminin iç ve dış ayrımlarının, yapı,
organizasyon ve kurumlar arası süreç açısından gelişen ulusal güvenlik kavramına artık
uygulanamayacağını doğrulamıştır. Örneğin, iç güvenlik, yalnızca gereksinimlerin tek bir
organizasyonel varlık tarafından karşılanamaması ve aktörlerin çoğunun normalde ulusal güvenlik
meselelerine müdahil olmayan kurumlar olacağı gerçeğiyle birleşen iç ve dış gerekliliklerin iç içe
geçmişliği olarak ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda, yıkıcı terörizm gibi konular, Soğuk Savaş’ı dış

529
Muhammet Mağat

tehditlere karşı adanmış hükümet örgütleri ile iç suçla mücadele ve sivil hakların korunmasına
odaklananlar arasındaki ayrım söz konusu olmuştur (Jablonsky, 2002, s.4-20). İstihbarat örgütleri ve
onların ürettikleri istihbaratı kullananlar, Soğuk Savaş sonrası yaşadıkları uyum sorunu nedeniyle,
terör tehdidine hazırlıksız yakalanmışlardır ve değişimin gerekliliğini zamanında
kavrayamamışlardır (Biçer, 2017, s.435-464).

Ulusal güvenlik devletini ve onu tasfiye etme ihtiyacını doğuran nedenleri, son elli yılın derin
ve acımasız olaylarından bahsetmeden anlamak mümkün değildir. Ulusal güvenlik devleti, savaştan,
devrim ve değişim korkusundan, kapitalizmin ekonomik istikrarsızlığından, nükleer silahlardan ve
askeri teknolojiden doğar. Egemen seçkinlerin emperyal planlarını ve yanlış yerleştirilmiş ideallerini
hayata geçirme mekanizması olmuştur. Pratik anlamda ortaya çıkışı, amaçlara veya varsayımlara ilgi
duymadan, şeyleri ve insanları birbirinin yerine geçebilir bir şekilde yöneten bir bürokrasinin
yükselişiyle bağlantılıdır. Bu devlet oluşumu, devlet başkanlığı makamının bir dürüst arabulucu
(honest broker) ve ulusal güvenlik faaliyetinin meşrulaştırıcı aracı olarak fevkalade güçlendiği bir
dönemde olgunlaşır (Raskin, 1976, s.189-220). Çeşitli “derin devlet” anlatılarının paylaştığı şey,
büyük ve güçlü ulusal güvenlik bürokrasisinin, seçilmiş siyasi gözetimin demokratik kontrollerinden
bağımsız olarak işleyebileceği endişesidir (Ingber, 2018, s.152).

Ulusal güvenlik devleti, devlet iktidarı ile kapitalizmin sentezidir. Siyasi bir biçim olarak
ortaya çıkışı, dünyada emperyal veya hegemonik bir atılımı sürdürmeye çalışırken Amerika Birleşik
Devletleri içinde bir “birlik düzeyini” korumada çok önemli bir adım olarak ortaya çıkmıştır. Ancak
kendi iç çelişkilerini aşmasının hiçbir yolu yoktu. Sürekli savaş hazırlığına, idari liderliğin yargılarını
otomatik olarak kabul edecek pasif ve anlayışlı bir topluma, insanları kültürel çeşitliliğe ve ideolojik
safsızlığa karşı koruyacak bir otoriteye bağlılık yasasına ve bir sisteme dayandırılmıştır (Cooper,
2020). Silahlanma ve imparatorluk maliyetlerini maskeleyecek ekonomik büyümeden de söz
edilebilir. Ancak, bu koşulların hiçbiri artık Amerika Birleşik Devletleri’nde geçerli değildir. Çünkü
Obama doktrini ile maksat hâsıl olmuştur. ABD’nin sadece ulusal güvenliğe odaklanmak fikri, Obama
dönemi ulusal güvenlik stratejisinin en ayırt edici özelliklerindendir (Yalçın, 2018, s.231). Ulusal
güvenlik devleti mutabakatı, şartnamelerinin demokratikleşme süreciyle hiçbir ilgisi olmadığı, hatta
operasyon tarzının otoriter ve kritik olduğu anlaşılmadan önce yaklaşık on dört yıl sürmüştür.
Demokratikleşme sürecinin ulusal güvenlik aygıtını bloke etmesi hem doğal hem de öngörülebilirdi
(Raskin, 1976, s.189-220).

4. Sonuç ve Öneriler

Ulusal güvenlik bürokrasisinin uygulama alanı geniş kamusal beklentilerin yoğun olduğu bir
mecradır. Siyasi kanadın müdahale istenci ve bürokratik kanadın siyasallaşmaya direnci
dikotomisinde belirsizliğin istenç ve direnç hatlarında ilerlemesi, dünyadaki tüm ulusal güvenlik
sistemlerinde karşılaşılan bir durumdur. Siyasetin odaklanma sorunu ve ulusal güvenlik
topluluğundan sorumlu makamların çıkarlarına odaklanması, bürokratik aygıtı yozlaştırır ya da
bürokratik kargaşaya (bureaucratic infighting) neden olur. Siyasi liderlikte bir değişikliğin en önemli
özelliği, yeni siyasi aktörlerin yerleşik bürokrasiye kafa tutması değil, daha ziyade hâlihazırda bir
politika anlaşmazlığına girmiş bürokratik aktörler arasındaki güç dengesini değiştirecek olmalarıdır.
Siyasi yetkililer, çoğu zaman, diğer kurumlardaki “siyasi olarak belirlenmiş” zorluklardan ziyade,
ofislerindeki kariyer yetkililerininkilerle yakından bağlantılı politika tercihlerine sahip olacaklardır.
Ulusal güvenlik bürokrasisinde “politika yapımı” ve “politika analizi”nden sapmaya sebep olan
analitik kültürü siyasallaştıran etkenlerden en önemlisinin “ulusal güvenlik devleti” olduğu
anlaşılmıştır. Ulusal güvenlik devletinde, askeri kurumun kendisi, siyasi sistemin yönetilmesiyle
yakından ilgilidir ve hedefleri, ülkenin siyasi ve ekonomik kurumlarını dönüştürmektir. Ulusal
güvenlik devleti olmadan ulusal güvenliği önceliklemek uzun bir sürece ihtiyaç duymaktadır. Ulusal
güvenliğin doktrinleştirilmesi çalışmalarında “devlet aklı” (raison of state), “ulusal güvenlik aklı”
(raison of national security) olarak dönüşmektedir. Ulusal güvenliğin istihbarat kuvvetlerine

530
Muhammet Mağat

devredilmesi ya da rol atanması, geleneksel askeri kurumsal hiyerarşiyi tehdit etse de bu durumun
ulusun yararına olduğu değerlendirilmektedir. Ulusal güvenlik ideolojisi; ulusal güvenlik
profesyonellerinin öncülük etmesi gerektiği inancı ve istihbaratın kilit bir savunma mekanizması
olarak algılanmasına dayalıdır. Ulusal güvenlik ideolojisi, güvenlik ve kalkınmanın sadece keyfi bir
“temizlik” ve komuta değil, siyasi ve ekonomik bir sistemin kurumsallaşmasını gerektirdiğini kabul
eder. Askeri liderlik ve yeni rejim bu nedenle meşruiyet gerektirir. Fırsatı yaratan silahların gücü olsa
bile, zorla kurulamazlar. Ulusal güvenlik ideolojisi, askeri subaylar ve bazı üst düzey teknokratlarla
anılsa da, politikanın uygulanmasının çoğundan sorumlu olacak olan devlet bürokrasisi için münasip
görülmemiştir. Ulusal güvenlik politika yapımının gizli olması gerektiğine dayanan algı ve ulusal
güvenlik aygıtının hiyerarşik piramide dayalı olması gerektiğine dair gelenek, kamuoyu ile
iletişimsizlik anlamına gelmemelidir. İyi bürokrasi ölçütü, siyasallaşmadan kaçınmak ve hatta
siyasallaşmaya karşı direnç gösterebilmek olarak yorumlanmaktadır. Mesele odaklı öncelikler, alt
alan bürokratik siyaset ve kurumsal perspektifi yoğun olarak içerdiği düşünülen ulusal güvenlik
alanı, güçlü bir “ulusal güvenlik topluluğu” ve süreklilik/kalıcılık ve adanmışlık esasıyla çalışan
üyeleri ile aşkın bir sistem olarak bürokrasi ve diplomasi çıktılarında rol alabilecektir. Çağımızın
şartlarında savunmadan istihbarata; salgınlardan doğal afetlere önemli bir devlet ve vatandaş
refleksi gerektiren ulusal güvenlik davranışı, bu doğrultularda etkin olabilecektir. Bu noktada ülke
incelemesi bağlamında Avustralya ve Yeni Zelanda modellerinin, güncelin takip edilerek çalışılması,
alan yazınına önemli bir katkı sağlayacaktır. Herhangi münhasır bir örneğin ele alınmadığı bu
çalışmada, bürokrasinin siyasallaşması konusunun ulusal güvenlik bürokrasisindeki durumunun
teorik olarak anlaşılmaya çalışılması, ileride yapılacak ülke ya da vaka incelemelerine Türkçe
literatürde kaynak teşkil etmesi doğrultusunda öncelenmiştir.

5. Kaynaklar

Andregg, M. (2007). Intelligence ethics: Laying a foundation for the second oldest profession. Loch K.
Johnson (Der.), Handbook of intelligence studies içinde, (ss. 52-63). New York: Routledge.

Bertelli, A. M. Ve Busuioc, M. (2020). Reputation-sourced authority and the prospect of unchecked


bureaucratic power. Public Administration Review, 80, 1-11.

Biçer, S. (2017). Ulusal güvenlik ve istihbarat sisteminde geleneksel anlayıştan modern ve değişen
ihtiyaçlar dönemine geçiş. Karadeniz Sosyal Bilimler Dergisi, 9(2), 435-464.

Chachko, E. (2020). Administrative national security. Georgetown Law Journal. 108, 1063-1137.

Controller and Auditor-General. (2016). Governance of the National Security System. Wellington:
Office of the Auditor-General.

Cooper, C. A. (2020). Politicization of the bureaucracy across and within administrative traditions.
International Journal of Public Administration, 43, 1-14.

Cooper, D. A., Gvosdev, N. K., Blankshain, J. D. (2018). Deconstructing the “deep state”: Subordinate
bureaucratic politics in u.s. national security. ORBIS, 62(4), 518-540.

Demir, F. (2020). Kamu yönetimi ve politikası. Ankara: Nobel Yayınları.

Farrell, D. R. (2015). Resistance to cooperation: The bureaucratic conflict between the CIA and FBI.
21.12.2020 tarihinde https://medium.com/ adresinden erişildi.

George, R. Z. ve Rishikof, H. (2011). The national security enterprise: Navigating the labyrinth.
Washington D.C.: Georgetown University Press.

531
Muhammet Mağat

Ingber, R. (2018). Bureaucratic resistance and the national security state. IOWA Law Review,
104(139), 139-221.

Jablonsky, D. (2002). The state of the national security state. The US Army War College Quarterly:
Parameters, 32(4): 4-20.

Lipsky, M. (2010). Street-level bureaucracy: Dilemmas of the ındividual in public services. New York:
Russell Sage Foundation.

Mağat, M. (2020). Ulusal güvenlik politika sisteminde kültür anlayışı ve yönetim yaklaşımı. İstanbul:
Motto Yayınları.

Mares, D. R. (2011). The national security state. T. H. Holloway (Der.), A companion to Latin American
history içinde (ss. 386-405). West Sussex: Blackwell Publishing.

Meier, K. J. (1997). Bureaucracy and democracy: The case for more bureaucracy and less democracy.
Public Administration Review, 57(3): 193-199.

Özer, M. A. ve İrdem, İ. (2020). Çıkmazları karşısında bürokrasi ve ötesi. Ankara: Gazi Kitabevi.

Parlak, B. ve Doğan, K. C. (2018). Yeni yönetim sistemine göre Türkiye'de kamu yönetimi. Bursa: Beta
Yayıncılık.

Pfaltzgraff, R. L. ve Ra’anan, U. (1984). National security policy: The decision making process.
Connecticut: Archon Books.

Polat, D. Ş. (2019). Ulus-devletin değişen doğası ve ulusal güvenliğin dönüşümü. İstanbul: TASAM.

Raskin, M. G. (1976). Democracy versus the national security state. Law and Contemporary Problems,
40, 189-220.

Rovner, J. (2013). Is politicization ever a good thing? Intelligence and National Security, 28(1), 55-67.

Şengöz, M. (2019). Ulusal güvenlik yönetimi felsefesi. Ankara: Astana Yayınları .

Şengöz, M. (2020). Ulusal güvenlik yönetiminin postmodern boyutları üzerine bir değerlendirme.
Mecmua Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, 5(10), 262-283.

Torun, A. (2017). Türkiye’de ulusal güvenliğin yasal ve kurumsal mekanizması: Milli güvenlik kurulu.
İnönü University International Journal of Social Sciences (INIJOSS), 6(2), 42-58.

Varlık, A. B. (2015). Ulusal güvenlik. Ü. Özdağ (Der.), Milli Güvenlik Teorisi içinde (ss. 58-59). Ankara:
Kripto Yayınları.

Yalçın, H. B. (2018). Ulusal güvenlik stratejisi. İstanbul: SETA.

Yılmaz, S. (2018). Temel istihbarat: Toplama, analiz ve operasyonlar. Ankara: Kripto Yayınları.

532
Terörle Mücadelede İstihbarat Yönetimi: Analiz,
Teknoloji ve Güvenlik İstihbaratı Faktörleri

Muhammet Mağat1, İlknur Şebnem Öztemel2

Özet

Devletlerin içişleri ve dışişlerinde politika formülasyonunda önemli bir bileşen olan istihbarat, riskli
coğrafyalarda daha fazla çeşitli anlamlar ihtiva edebilmektedir. İnsanlığın var oluşundan beri
güvenlik kaygısı var olagelmiştir. Bu güvenlik kaygısının yanında özgürlük güdüsü ve refah arzusu da
eşlik etmiştir. İstihbaratın doğasında ve istihbaratçının davranışında karar vericilerin kamuoyuna
vermek istedikleri demeçlere yatkın ve uygun olma durumu söz konusu olmamalıdır. Terör, cephe
hattında sıcak çatışma veya herhangi bir proksi karşılaşması gibi kriz durumlarda da aynı
motivasyon geçerli sayılabilir. Anayurt güvenliğine yönelen tehditlerin başka bir devletin ya da devlet
dışı aktörün patronajında olup olmadığı yönündeki bir tehdit değerlendirmesi bu şekilde
uygulanabilmektedir. Dış müdahaleler, terörün tırmanması ve teröristin nöro-siyasal psiko-siyasal
durumu hakkında bu belgi ile değerlendirme elde edilebilmektedir. Bu çalışmada amaçlanan,
güvenlik sektörlerinden en önemlisi sayılabilecek “siyasal güvenlik” ortamının sağlanması, etkin bir
terörle mücadele konseptine yaslı olduğunu ifade etmektir. Bunun için de sınırlı ve kısıtlı olmak
yerine; terörizm, uluslararası kaçakçılık, ulus-devlet bütünlüğüne yönelik tehditler gibi sorunlar, üst
düzey bilgi paylaşımı ve işbirliğini güçlendirmeyi gerektirmektedir. Bu çalışmanın önemi, düzensiz ve
karmaşık bir çatışma ortamı olan terörle mücadelede “endişesizlik” halinin merkeze alınmasının
ancak etkin bir “ulusal güvenlik yönetimi felsefesi” ile mümkün olduğu ifadesine dayanmaktadır.
Bunun için de teröre alenen veya gizli surette himaye sağlayan devlet ya da örgütlere karşı istihbarat
faaliyeti öncelikle “analiz seviyesi” ile güçlendirilmelidir. Terörle mücadelede istihbarat bağlamında
önemli hususlardan biri de terör örgütlerinin eylemlerindeki “teknoloji faktörü”dür. Sınırların
elektronikleştiği bir çağda, terör örgütleri bu fırsatı değerlendirmekte gecikmeyeceklerdir. Sosyal
medyadaki propaganda faaliyetlerinden dron teknolojileri temelli saldırılara değin birçok konuda
son derece karmaşık alana nispeten bir mücadele konsepti geliştirilmesi çevik bir politika sistemini
gerekli kılmaktadır. Bu çalışmada irdelenecek olan, terörle mücadelede istihbarat yönetimi üzerinde
durulması gereken son husus ise, terörle mücadeleye münhasır ihtisaslı istihbarat alanı olan
“güvenlik istihbaratı”dır. Araştırma, amacına göre; “açıklayıcı-betimleyici” bir tarzda tasarlanmıştır.
Araştırmanın yaklaşımı nitel olup, verilerin toplanması ve yorumlanması, “doküman incelemesi” ve
“literatür araştırması”na dayanmaktadır. Çalışmanın birinci bölümünde, istihbarat analitik kültürü;
ikinci bölümünde, teknoloji faktörü ve elektronik sınır güvenliği; üçüncü bölümde de güvenlik
istihbaratı konuları terörle mücadelede istihbarat yönetimi referansıyla ele alınacaktır.

Anahtar Kelimeler: Terörle Mücadele, Bütünleşik Kamu Yönetimi, Çevik Hükümet, Güvenlik
İstihbaratı, Analitik Kültür.
1. Ulusal Güvenlik ve İstihbarat Analitik Kültürü

1
Doktora Öğrencisi, Bursa Uludağ Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa/Türkiye
Email: muhammetmagat34@gmail.com.
2
Yüksek Lisans Öğrencisi, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara/Türkiye
Email: ilknuroztemel14@gmail.com.

533
Muhammet Mağatİlknur, Şebnem Öztemel

İstihbarat, münhasıran Türkiye’de ilk çağrıştırdığı anlamdaki ifadesinden oldukça farklılaşmıştır.


Devletlerin içişleri ve dışişlerinde politika formülasyonunda önemli bir bileşen olan istihbarat, riskli
coğrafyalarda daha fazla çeşitli anlamlar ihtiva edebilmektedir. İnsanlığın var oluşundan beri
güvenlik kaygısı var olagelmiştir. Bu güvenlik kaygısının yanında özgürlük güdüsü ve refah arzusu da
eşlik etmiştir. İstihbaratın doğasında ve istihbaratçının davranışında karar vericilerin kamuoyuna
vermek istedikleri demeçlere yatkın ve uygun olma durumu söz konusu olmamalıdır. Terör, cephe
hattında sıcak çatışma veya herhangi bir proksi karşılaşması gibi kriz durumlarında da aynı
motivasyon geçerli sayılabilir. Münhasıran terörle mücadelede istihbarat, bir “kestirim” unsurudur.
Bu doğrultuda “kültürel istihbarat” kavramsal kapsamından destek alınabilmektedir. Anayurt
güvenliğine yönelen tehditlerin başka bir devletin ya da devlet dışı aktörün patronajında olup
olmadığı yönündeki bir tehdit değerlendirmesi bu şekilde uygulanabilmektedir. Dış müdahaleler,
terörün tırmanması ve teröristin nöro-siyasal psiko-siyasal durumu hakkında bu belgi ile
değerlendirme elde edilebilmektedir.

Düzensiz ve karmaşık bir çatışma ortamı olan terörle mücadelede “endişesizlik” halinin
merkeze alınması ancak etkin bir “ulusal güvenlik yönetimi felsefesi” ile mümkündür (Şengöz, 2019).
Güvenliğin tarihsel dönüşümünde bir eşkıya grubunun yapabilecekleri ile sistematik olarak devlet ya
da devlet dışı aktör destekli terör örgütlerinin profilinin karşılaştırılabilmesi imkânları gayet
belirgindir. Bu minvalde, terörün dış siyasi ve ekonomik desteğinin tam anlamıyla tespit edilip “sert
diplomasi” yöntemiyle veya gerekirse “antagonist yaklaşım” ile uluslararası kamuoyu nezdinde
mücadele edilmesi, terörle mücadelenin ilk ayağı sayılabilir. Bunun için de teröre alenen veya gizli
surette himaye sağlayan devlet ya da örgütlere karşı istihbarat faaliyeti öncelikle “analiz seviyesi” ile
güçlendirilmelidir. Bu tarafların, özellikle terör örgütün bitirilmesine yakın bir raddede “barış /
çözüm süreci” veya “insani durum” gibi ifadeler gündeme getirmeleri güvenlik istihbaratı analizcileri
tarafından dikkatle takip edilmek durumundadır. Bu anlamda dış temsilciliklerin etkin rolünün
beklenmesiyle beraber terörle mücadele istihbaratının tek bir merkezde toplanması, uzmanlaşmış
terörle mücadele analiz birimlerinin “enstitü” düzeyinde kurulması ve etkin tehdit değerlendirme
yapılması, etkili sonuçlar alınabilmesi için çok önemlidir.

En önde gelen istihbarat görevi, teknik istihbarat (TECHNINT) veya insan istihbaratı (HUMINT)
tarafından istihbarat toplamak, ardından anlamını analiz etmek ve toplanan veri dağına insan
anlayışını getirmektir. Her yönetimin başında, üst düzey yetkililer, ülkenin karşı karşıya olduğu en
tehlikeli durumların öncelikli bir listesi olan bir “tehdit değerlendirmesi” hazırlamak için ulusal
istihbarat yönetimi ile birlikte çalışır. İyi bir analiz, küresel olayları değerlendirmek için mümkün
olan en iyi beyinleri bir araya getirmeye, kamu bilgisi ve çalınan sırların bir karışımından
yararlanmaya bağlıdır (Johnson, 2007, s. 9). Ek olarak, güncel, orijinal ve hatta eğlenceli istihbarat
ürünlerine olan talep o kadar fazladır ki, sürekli istihbarat uyarısı ve analiz çıktısının davul vuruşu,
kendi başına bir yaşam sürebilir ve haklı olmayan bir kesinlik, tehdit ve aciliyet izlenimi yaratabilir
(Johnson, 2007, s. 32).

Araştırmacılar, ayrıca tamamlanmış istihbaratın üretimine ilişkin içgörüler için örgütsel


davranışa yöneldiler. Örneğin, birimcilik gütme, istihbarat üretiminde endemiktir, çünkü “bilme
ihtiyacı” ilkesi bireysel analistlerin bilgiye erişimini yönetir. Ancak kuruluşlar, bilginin kıskanç
koruyucularıdır ve bürokratik rekabet veya standart çalışma prosedürlerindeki farklılıklar,
kuruluşlar içinde veya istihbarat topluluğu genelinde bilgi akışını bir nebze kadar yavaşlatabilir.
Bürokratik rekabet de kendi başına bir hayat sürebilir; diğer kuruluşlardan analistleri alt etme
arayışı, politika yapıcıların ihtiyaçlarına hizmet etme çabalarından daha öncelikli olabilir. Küçük grup
dinamikleri de istihbarat tahminlerini şekillendirebilir: iyi bilinen “grup düşüncesi” olgusu, küçük
analist ekipleri ve istihbarat yöneticileri arasında ortaya çıkabilir. Kurumsal bağlantı aynı zamanda
kişinin algılarını karmaşıklaştırma eğilimindedir ve kendi organizasyonunun veya kariyer
çıkarlarının çıkarlarıyla çelişen bir pozisyonu ilerleten nadir bir analist veya yöneticidir.
Bürokrasinin kendisi – hiyerarşi, uzmanlaşma, merkezileşme, rutin ve gizlilik – ve sonsuz bir

534
Muhammet Mağatİlknur, Şebnem Öztemel

raporlama gereksinimi ve yenilikçi “ölçüler” yaratan bütçeleri ve öncelikleri sürekli olarak


gerekçelendirme ihtiyacı, tümü yaratıcı düşünceyi ve etkili analizi engellemeye çalışır (Johnson,
2007, s. 33).

Analizin önemli bir seviyesi olan istihbarat-politika bağı, istihbarat uzmanları ve politika
yapıcılar arasındaki ilişkilerin, yayılmayı ve bitmiş istihbarat ve uyarıya verilen yanıtı nasıl
şekillendirdiğine odaklanır. İstihbarat ve politika yapıcı topluluklar arasındaki ilişkileri bozmak için
çeşitli sorunlar ortaya çıkabilir. En iyi bilinen patoloji, siyasallaşma, politika yapıcılar, mevcut siyasi
tercihleri veya politikaları destekleyen istihbarat tahminleri üretmeleri için istihbarat analistlerine ve
yöneticilerine açık veya gizli bir baskı uyguladığında ortaya çıkar. İstihbarat-politika etkileşimi söz
konusu olduğunda en iyi uygulamaları neyin oluşturduğu konusunda bir fikir birliği olmamasına
rağmen, iki okul politika yapıcılar ve istihbarat topluluğu arasındaki ilişkilere bir rehber olarak
rekabet etmektedir. Sherman Kent'in çalışmalarıyla en yakından ilişkili olan bir düşünce okulu,
istihbarat analistlerinin bağımsızlığını sağlamaya odaklanır. ABD istihbarat topluluğunun evrimini
şekillendiren Kent'in düşüncesi, bitmiş istihbarat üretmede siyasi ve politik tarafsızlığın önemini
tanımlar. 1980'lerin ortalarında, o zamanki Merkezi İstihbarat Direktörü Robert M. Gates tarafından
başlatılan reformlarla en yakından ilişkili olan diğer okul, politika yapıcılar için anında ve doğrudan
kullanılabilecek “eyleme dönüştürülebilir” istihbarat, bilgiler üretmeye odaklanıyor. Eyleme
geçirilebilir istihbarat üretmek için analistler, politika yapıcılarla yakın çalışma ilişkileri sürdürmek,
kelimenin tam anlamıyla politika yapıcıların gelen kutularına bakmak ve bitmiş istihbaratın günün
önemli politika konularını ele aldığından emin olmak zorundadır (Wirtz, 2007).

Modern “ulusal güvenlik devletinin” büyümesiyle, ulusal güvenlik amaçları için istihbarat
toplama ve analiz etmedeki teknolojik gelişmelerle birlikte, zarar testi ve kamu yararı testi gibi
geleneksel yasal kriterler, devlet sırlarının korunması için ulusal güvenliğin kapsamının
sınırlandırılmasında daha az etkili hale geliyor. Bu değişiklikler aynı zamanda, bireysel özgürlüklerin
korunmasına yönelik ideolojik bir taahhüdün siyasi ve yasal sistemleri desteklediği varsayılan liberal
demokrasilerde bile, yargının veya bağımsız kamu gözetim kurumlarının oynayabileceği rolü
azaltmaktadır (Nashu, 2015).

2. Teknoloji Faktörü ve Elektronik Sınır Güvenliği

Terörle mücadelede istihbarat bağlamında önemli hususlardan biri de terör örgütlerinin


eylemlerinde “teknoloji faktörü”dür. Sınırların elektronikleştiği bir çağda, terör örgütleri bu fırsatı
değerlendirmekte gecikmeyeceklerdir. Sosyal medyadaki propaganda faaliyetlerinden dron
teknolojileri temelli saldırılara değin son derece karmaşık bir mücadele konsepti geliştirilmesi bir
politika sistemini gerekli kılmaktadır. Özellikle sosyal medya faktörü, propaganda, haberleşme,
eleman temin etme ve finansal destek gibi şartların gerçekleşmesinde kritik rol oynamaktadır
(Darıcılı, 2020). Bu mecralarda da “bütünleşik toplum” belgisiyle hareket edilerek siyasi ve
diplomatik angajman gerçekleştirilebilmektedir. Nihai olarak terör örgütlerinin, hedeflerine yönelik
bırakmak istedikleri ortak etki, acı, itibarsızlık ve güvenilmezlik profilinin oluşmasıdır. Teknolojinin
yanlış ellere geçmesi ise yukarıda da bahsedildiği gibi politika seçeneklerinin artırılmasını ve
artırımcı kamu politikası modelinin kullanılmasını gerekli kılmaktadır. Artırımcı kamu politikası, bir
politika alanındaki geçmiş uygulamaların da dikkate alınmasıyla, güncel durum için politika analizi
gerçekleştirilerek yeni politikaların formüle edilerek bir yeniden üretme yöntemidir (Demir, 2020)

Bir devletin, hükümetin imajı siyaset var olduğu andan itibaren önem verilen bir konu olmuştur.
İyi bir imaja ve prestije sahip olmak ise iktidarın devamlılığı açısından çok kıymetlidir. Uygulanan
politikaların sebepleri, süreçleri ve sonuçları ile ilgili dürüst ve açık bilgi aktarımı ise sağlanmak
istenen destek ve prestij için temel bir ihtiyaçtır. Bugün, sivil toplum kuruluşlarından şirketlere,
Haiti’den Çin’e kadar her ticari, siyasal, ulusal ve uluslararası aktör bu konuda kendini
geliştirmektedir. Siyasette atılan her adımın kusursuz ve tamamen iyi niyetli olamayacağı fikri

535
Muhammet Mağatİlknur, Şebnem Öztemel

dâhilinde, oyundaki tüm aktörler bu konuda en azından attıkları adımların sebeplerini açıklamak ve
halkı ikna etmek durumundadır. Buradan hareketle radyo, TV, gazete, internet ve son dönemde
yükselen sosyal medya, ilgili aktörlerin haklı ya da haksız attıkları tüm adımları topluma açıklaması
için temel bir yoldur. Bu durum ilerleyen dönemlerde, gelişen teknoloji ile de paralele olarak, çıkar
çatışmalarının siber uzaya da taşınmasına, eş güdümlü devam ettirilen algı yönetimi çalışmalarının
da dijital platformlar ve son dönemde sosyal medyaya da yansımasına sebebiyet vermiştir.

1999 yılında, NATO’nun Kosova Müdahalesi ile Sırbistan’daki belirli hedefleri bombalaması,
tarihte internet propagandasının kullanıldığı ilk uluslararası gelişme olarak literatüre geçmiştir.
Miloseviç önderliğindeki saldırgan Sırp güçlerinin yaptığı katliamlar hem CNN gibi çeşitli Batı
kaynaklı medya unsurları, hem resmi ulusal kanallar hem de sivil toplum örgütleri, uluslararası
kamuoyunu etkilemek için çeşitli propaganda faaliyetleri dâhilinde tüm ilgililere duyurulmuştur.
Burada çok yönlü bir bilgi ve provokatif içerik akışı olduğunu söylemek mümkündür. Buna göre, ABD
ve AB başta olmak üzere pek çok televizyon ve internet kaynağı Sırp halkını ırkçı ve vahşi yönetimin
işlediği insanlık suçlarına dair bilgilendirmek, pek çok Kosovalı ise yaşadıkları zorlukları dünyaya
duyurabilmek için çaba sarf etmiştir. NATO’nun Sırbistan’da hedef aldığı yerlerin başında resmi
propaganda aracı olan Televizyon Kulesi’nin bombalanması ancak yine de Belgrad ve çevre
bölgelerde halkın internete erişiminin engellenmemesi de, sıradan halkı bilgilendirmek ve
muhtemeldir ki müdahalenin haklı sebeplerini açığa vurmak, doğru anlatıyı ön plana çıkarmak için
atılmış bir adımdır. Zira, Koruma Sorumluluğu (Responsibility to Protect -R2P) ilkesi dâhilinde
müdahalenin zarardan çok fayda sağlayacağı, uygulanabilecek başka bir çözüm yolu kalmamış olması
(last resort) ve en önemlisi haklı savaş doktrinine uygun olarak, birden fazla tarafın ortak görüşü
çerçevesinde yapılması için açıklık hayati öneme haizdir. Kosova Savaşı, siber alanın da fikirlerin,
doğru ya da yanıltıcı haber ve kanıtların çarpıştığı yeni bir mecra ve savaş olarak karşımıza
çıkmaktadır. İlerleyen yıllarda hem siber saldırı hem de siber güvenlik sistemlerinde yaşanan
teknolojik gelişmeler hem sosyal medyanın devreye girmesi ise siber alanın politikadaki önemi
giderek artmıştır. Özellikle sosyal medyanın hayatımıza girmesinin ardından siber alanda politik
etkinlik yoğunlaşmıştır.

Bu minvalde, Denning’in (2001) ifadesiyle aktivizm, internette belirli gayrı yasal tekniklerin
aktivizm amacıyla uygulanmasını ifade eden hacktivizm ve siber terör olguları ortaya çıkmıştır. İlk
olarak aktivizm tanımlamasını derinleştirmek gerekirse, burada kastedilen herhangi bir zararlı
faaliyette bulunmaksızın, belirli bir politik ajanda çerçevesinde internette çeşitli tanıtım ve destek
kampanyalarının düzenlenmesini içermektedir. İkinci olarak aktivizm ve hack kelimesinin
birleşiminden oluşan hacktivizm ibaresine yoğunlaşacak olursak: burada hedef gösterilen devlet,
STK, kurum, kuruluş ya da şirketin, internet ortamındaki normal faaliyetlerini aksatmak adına çeşitli
hackleme tekniklerinin kullanımından bahsedilmektedir. Bahse konu faaliyetler arasında sanal
oturma eylemleri (virtual sit-in) ve blokajlar, e-mail bombardımanı, sızma girişimleri, bilgisayar
virüsleri ve solucan uygulamaları yer almaktadır. Sızma girişimleri dışındakilerin temel hedefi ise
internet ağında yoğunluk yaratarak sistemin işleyişini bozmaktır. Örnek vermek gerekirse: 21 Aralık
1995’te Fransa’da, kendilerini Strano Network olarak adlandıran bir grup, hükümetin sosyal
politikalar ve nükleer enerji ile ilgili ajandasını protesto etmek amacıyla, ilgili devlet kurumlarının
devlet sitelerinde bir saatlik bir siber oturma eylemi gerçekleştirmiştir. Yine 1998 yılında, kendilerini
The Electronic Disturbance Theater (EDT) ( Elektronik Kargaşa Tiyatrosu) adını veren bir grup,
Meksikalı Zappatillas grubu ile ortaklaşa olarak, dönemin Meksika Devlet Başkanı Zedillo’nun kişisel
internet sayfası, dönemin Amerikan Başkanı Clinton’un resmi internet sayfası, Pentagon’un internet
sayfası, Frankfurt Borsası’nın resmi internet sayfası gibi bir dizi siteye yönelik siber oturma ve blokaj
eylemleri düzenlemiştir (Ronfeldt; Arquilla;Fuller…,1998).

Yine ayı şekilde, bahsi geçen grubun FoodNet yazılımı, bazı hayvan hakları aktivistlerinin de
kullanımına sunulmuş, Ocak 1999’da, 12’den fazla ülkeden yaklaşık 800 protestocunun katıldığı siber
oturma eylemleri gerçekleştirilmiş ve İsveç’teki çeşitli kurumların internet siteleri hedef alınmıştır

536
Muhammet Mağatİlknur, Şebnem Öztemel

(ECD, 1998)3. Bunun yanı sıra, yapılan bazı sızma girişimleri ile de ilgili gruplar gerekli seyirciyi
çekebilmekte ve istediklerini yaptırabilmektedir. Örneğin, 16 Ekim 1989’da, WANK isimli bir
bilgisayar solucanı ile NASA’nın (Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi) SPAN ağına sızan
nükleer güç kullanımı karşıtı bir grup, Jüpiter’e gitmek üzere hazırlanan ve radyoaktif plütonyum
maddesi ile dolu Galileo aracına zarar vermiştir. NASA’nın protokol dairesi müdürü John McMahon,
bu eylemin kendilerine yaklaşık yarım milyon dolara ve fazlaca zamana mal olduğunu belirtmiştir
(Bridis, 1999). Ayrıca, Eylül 1998’de Portekizli bir Hacker grubu Endonezya’daki kırk internet
vericisine girerek büyük ve kalın siyah harflerle “Doğu Timor’a Özgürlük” (Free East Timor)
sloganını ilgili sitelerde yayınlamış ve o dönemde ülkedeki insan hakları suçlarının kanıtlarının
bulunduğu iddia edilen internet sitelerinin linklerini de paylaşmışlardır. Daha yakın coğrafyalardan
bir örnek vermek gerekirse, 1990’lı yıllarda Nir Zigdon isimli, 14 yaşındaki bir İsrail vatandaşı,
hükümet yetkililerinin Saddam Hüseyin’e süikast düzenlemekten “çekinmesinin” üzerine, en azından
onun şahsi internet sitesini “yok edebileceğini” düşünerek, özel bir yazılım sayesinde Körfez
ülkelerinden birinin internet vericisine sızdığını, buradan Saddam Hüseyin’in, kendisinin büyük bir
hayranı olan Filistinli bir genç gibi mail atarak, geliştirdiği yeni bir bilgisayar virüsü ile İsrail’deki
internet sitelerini silebileceğine dair bir teklif sunarak, hükümet bilgisayarlarını çökertmiştir (Gross,
1999).

Son olarak siber terör konusuna değinmek gerekirse burada, diğer iki kategoriden farklı olarak
bizatihi can kaybı ve yaralanmalar ile ekonomik kayıplar hedeflenen çeşitli siber saldırılar işaret
edilmektedir. Örneğin, bir uçak sisteminin ya da hava kontrolörünün bilgisayarının hacklenerek iki
uçağın çarpıştırılması ihtimali siber terör dâhilindedir. Öte yandan, gerek internet aktivizmi gerek
hacktivizm gerekse siber terör arasındaki çizgi oldukça incedir. NASA’nın Galileo aracının
hacklenmesi olayında olduğu gibi, ayırt edici olan fiziksel ve ekonomik zarar olgusu, diğer seçenekler
ile de mümkün olabilmektedir.

Diğer taraftan, sosyal medya kullanımının hayatımızın rutini haline gelmesi neticesinde, çevre
sorularından, cinsiyet eşitliğine kadar pek çok konuda kamu yararına çeşitli hedefler güden sivil
unsurlar ve organizasyonlardan, radikal İslamcı teröristlere kadar pek çok taraf, bu teknolojinin
sınırların ötesinde, hızlı, ucuz ve hatta anonim kullanılabilirlik özelliklerinden faydalanarak
etkinliklerini artırmaktadır. Facebook, Twitter, Instagram, Tiktok, Youtube hatta Whats App gibi
uygulamaların küresel çapta kullanımının yaygınlaşması ile siber alan ile fiziksel dünya da adeta iç
içe geçmiş ve bireylerin her iki düzlemdeki davranışları arasında bir paralellik oluşmuştur. Usame
Bin Ladin, interneti terörist hedeflere alet etmiş ilk kişidir. 2005 yılında, örgütün lideri olan Ayman
el-Zavahiri ise yarısından fazlasının medyada devam ettiği bir savaşın içerisinde olduklarını, Ümmet
inançlarının kalplerde ve zihinlerde süregelen bir yarış dâhilinde mücadele ettiklerini beyan etmiştir
(Liang, 2015). Bugün toplumsal faydaya yönelik ajandalardan terörist devşirmeye kadar pek çok iş
internetten yapılmaktadır.

Terör örgütleri dikkat çekmek, destekçi kazanarak meşruluk kazanmak, toplum genelinde
korku ve endişe yaymak, duygusal çöküşe uğratmak ve nihayetinde devleti istikrarsızlaştırarak,
askeri ve siyasi kazanım elde etmeyi hedeflemektedir (Kartal, 2014: 58). IŞİD, Boko Haram,
PKK/YPG gibi pek çok faal terör örgütün de bu minvalde geliştirdiği çeşitli hakla ilişkiler, basın-yayın
ve son dönemde sosyal medya ve dijital platformlar üzerine yoğunlaşan propaganda stratejileri
vardır. Özünde, radikal İslam temelinde Cihat anlayışının yaygınlaşması için, 1980’lerden itibaren

3
Day of Net Attacking Against Vivisection, communiqué from the Animal Liberation Front, December
31, 1998. The First Ever Animal Liberation Electronic Civil Disobedience Virtual Sit-In on the SMI Lab
Web Site in Sweden, notice from Tactical Internet Response Network,
http://freehosting.at.webjump.com/fl/floodnet-webjump/smi.html. ECD Report—SMI Shuts Down
Their Computer Network!!!, www.aec.at/infowar/ NETSYMPOSIUM/ARCH-EN/msg00678.html,
January 15, 1999.

537
Muhammet Mağatİlknur, Şebnem Öztemel

çeşitli medya propagandaları yapılmışsa da, sosyal medya ve internet kullanımının durumu bir üst
seviyeye çıkarttığını söylemek mümkündür. Örneğin IŞİD, net ve somut propaganda faaliyetlerine,
2014 yılında yayınlan ve uluslararası takipçilere hitap eden Dabiq isimli dergi ile başlamıştır. Burada,
öldürülen teröristlerin “şehadetini” , arkada kalan kadın ve çocuklara yapılan yardımları, inşa edilen
okullar ve diğer sosyal imkanların zenginliği anlatılmaktadır (Choi,…2018).

Aynı derginin, ikinci sayısının kapağında Hz.Nuh’un gemisinin bulunduğu Armageddon temalı
sayısında, “IŞİD Hilafetinin” kıyametten insanlığı kurtaracak gemi olduğu işlenmiştir. Üçüncü sayıda
ise Batılı ülkelerde yaşayan sempatizanlar için, “kapılar kapanmadan”, IŞİD’in ele geçirdiği bölgelere
“hicret” etmeleri yönünde bir çağrıda bulunulmuştur. Bu şekilde sahip olduğu sosyal imkân ve
devletvari perspektifi duyurup, prestijini artırarak daha fazla insanı bünyesine katmaya
çalışmaktadır. Aynı zamanda IŞİD’in kadın destekçiler elde etmek için Zora Vakfı (The Zora
Foundation) isimli bir medya kanadı da bulunmaktadır (Liang,2015).

İlerleyen dönemde ise, IŞİD ve El-Kaide, faaliyetlerinin yoğunluğunu siber alana kaydırmıştır.
Buradan hareketle, özellikle Youtube gibi dijital mecralar ve Twitter gibi sosyal medya uygulamaları
vasıtasıyla daha fazla propaganda faaliyetine girişilmiştir. Bahsi geçen grupların siber alandaki
faaliyetleri, siber saldırılardan ziyade destekçi devşirmek, bağış yoluyla maddi kaynaklarını artırmak
ve toplumda korku ve istikrarsızlığı artıracak yayınlar yaparak hükümetler üzerinde baskı kurmak
üzerine temellendirilmiştir. IŞİD, Youtube ve Twitter’ı aktif olarak kullanırken, El-Kaide’nin siber
terör faaliyetleri Twitter propagandası yoğunlukludur. Örneğin, IŞİD’in El-Furkan resmi twitter
sayfası ve burada yayınlanan şeyleri retweet yapıp daha fazla insanın görmesini sağlayan pek çok yan
sayfa da bulunmaktadır. Bu noktada, ilgili hesapların ayrı ve gerçek bir bireymiş gibi işlem
yapabilmesi de yine twitter algoritmasındaki boşluktan faydalanılarak gerçekleşmektedir. 2014 yılı
verilerine göre El-Furkan sayfasının, 284 milyon takipçisi ve 35 dilde yayınlanan günlük 500 milyon
tweeti vardır. Ayrıca, örgütle ilişkili, takipçi sayısı 32,000 civarı olan El-Battar medya grubu ve El-
Hayat Medya merkezi bulunmaktadır. Bunlar da örgüt içeriklerinin çeşitli dünya dillerine çevrilip,
geleneksel medya kanallarından da erişimini sağlamaktadır. Detaylandırmak gerekirse, El-Hayat
medyanın, örgüt üyelerinin, “savaş alanındaki”, gündelik yaşantılarını anlatan “mücahit tweetleri”
(mujatweets) şeklinde içerikler bulunmaktadır (Liang, 2015).

Yine bağlantılı sosyal medya hesaplarında, kadın kullanıcılara yönelik, çocuk ve yaşlı bakımı,
yemek tarifleri ile “cihatçı” eşlerini mutlu etme önerileri, yavru kediler ve mutlu aile ortamı videoları
ve hatta silah kullanımına yönelik eğitici materyaller de paylaşılmaktadır. Öte yandan, ilgili sayfaların
organik takipçi sayısını artırması hedefinin yanında belirli özel hashtagler hazırlanarak ilgili
gönderilerin daha fazla insana ulaştırılması hedefi de güdülmektedir. Detaylandırmak gerekirse,
2014 yılında Brezilya’da düzenlenen futbolda Dünya Kupası finalleri esnasında “#Brazil_2014” gibi
trend konuları kullanarak etiketler oluşturmuş ve gönderilerinin görüntülenme sayılarını artırmıştır.
Ayrıca, “#AllEyesOnISIS” ve “#CalamityWillBefallUS” gibi ek etiketler de bu paylaşımlarda
kullanılmıştır. Bu gibi şirketler ve tweetler o kadar sık retweet yapılmıştır ki, bu “twitter bombaları”
örgüt paylaşımlarını dünyada en çok konuşulanlar listesine taşımıştır. Biraz da sosyal medyanın
anonim yapısı ve ilgili hizmet sağlayıcılarının dizayn ettiği algoritmaların zayıf halkalarından
faydalanarak terör örgütleri hedeflerine ulaşmak adına daha etkin ve kullanımı kolay bir yol
kazanmışlardır. Mesela IŞİD, elde ettiği petrol rezervleri ile ele geçirdiği topraklarda ekonomik
sürdürülebilirliği garanti altına alırken, devam eden sosyal medya propagandasıyla yaklaşık 90
ülkeden 18.000 kişiyi de bünyesine katmıştır. Benzer şekilde El-Şebab örgütü de aynı adımları devam
ettirmektedir. Yine, Nijerya’da faaliyet gösteren radikal İslamcı ve ayrılıkçı terör örgütleri interneti
%42’lik bir oranla propaganda, %26’lık bir oranla gözlem, %17’lik bir oranda insan devşirmek amaçlı
iletişim (bu da bir çeşit propagandadır), %10’luk bir oranda ek gelir sağlamak ve sadece %5’lik bir
oranda suç işlemek amaçlı kullanmaktadır (Ogunlana, 2019).

538
Muhammet Mağatİlknur, Şebnem Öztemel

Türkiye’den ve daha güncel bir örnek vermek gerekirse, PKK/YPG de, Arap akranları gibi gerek
basılı, gerek dijital medya kanalları ve sosyal medya propagandasına büyük önem vermektedir.
Örneğin, Türkçe, Kürtçe, Arapça ve İngilizce yayın yapan “https://www.rojaciwan.eu”,
“http://www.hawarnews.com/”, Rusça, Almanca ve İspanyolca yayın da yapan
“https://rojnews.news/”, https://jinnews.com.tr/en IŞİD’in stratejisine benzer şekilde sözüm ona
gerillaların gündelik hayatını anlatan “http://gerilatv.com/” video paylaşım sitesi ve
“http://www.komunar.net/” isminde bir sanal dergi bulunmaktadır. Bunlara ek olarak, kendilerini
“medyanın sanal gerillaları” olarak niteleyen “ypgnews.blogspot.com/” gibi sayısız terörist blog ve
forum sitesi vardır. Ek olarak, özellikle Batılı bazı müttefik devletlerin de dış politikasına paralel
olarak, Suriye ve Irak’ta güya IŞİD’in yayılmasına karşı girişilen harekâtların anlık görüntüleri,
bağlantılı Youtube hesaplarında paylaşılmaktadır.

Yine Türkiye’nin sınır güvenliğini sağlamak adına, BM Sözleşmesi’nin 51’inci Maddesi uyarınca
giriştiği Fırat Kalkanı (2016), Zeytindalı (2018), Barış Pınarı (2019) ve Bahar Kalkanı (2020) gibi
haklı askeri harekâtlar esnasında örgüt ve sempatizanları, ilgili bölgelerde sivillerin hedef alındığı,
bunun terör karşıtı bir operasyondan ziyade bir “soykırım” olduğu gibi yalanların yayılmasına
yönelik çeşitli hastage çalışmaları yapılmıştır. Bu gönderilerde Ermeni Soykırımı yalanı ve Ege’de
kıta sahanlığı ile ilgili anlaşmazlıklar da kullanılarak Türkiye’nin Yunan Soykırımı ve hatta Süryani
Soykırımı yaptığına dair İngilizce hashtagler bir arada kullanılmıştır. Bu yöntemle örgüt ve “geçmişte
Ermenileri, Süryanileri katlettiler şimdi de bizi katlediyorlar” şeklindeki manipülasyonla Türkiye’yi
güç duruma düşürmeyi amaçlamaktadır. Son olarak Bahar Kalkanı Harekâtı döneminde, ABD Başkanı
Joe Biden’ın da herhangi bir tarihi veriye dayandırmaksızın, yetkisi dışında, siyasi emeller
doğrultusunda Ermeni Soykırımı yalanını kabul ettiğini de düşündüğümüzde bu yapılanların niyeti
daha da iyi anlaşılacaktır. Daha başka bir örnek vermek gerekirse, Zeytin Dalı harekâtı esnasında,
Alman Bild gazetesinde muhabir olan Julian Röpcke, PKK/YPG terör örgütünün dezenformatif,
manipülatif paylaşımları ile ilgili açıklayıcı tweetler atmıştır. Bunlardan birkaçına değinmek
gerekirse Röpcke, “Suriye’de propaganda savaşı kızışıyor, Afrin’e ait olmayan 3 resim” ve 7 Şubat
2018 tarihinde de Filistin’de İsrail’in bombardımanından sonra yıkıntılar arasında kalan çocukların
fotoğraflarını montajlayıp Suriye’deki sivil halkın hedef alındığına dair yalan haber ve paylaşımlar
yapıldığını duyurmuştur (Toktay, 2019).

Son olarak, 28 Temmuz’da, yaklaşık otuz ilde başlayan ve on gün sonunda, çoğunluğu turizm
beldelerinde olan 200.000 hektarlık orman alanının küle döndüğü 224 yangının, PKK/YPG uzantılı
Ateşin Çocukları İnisiyatifi tarafından yapıldığı iddia edildi. Hatta ilgili grubun üyelerinden bazıları
yangın sosyal medya hesapları üzerinden, yangın yerlerinden naklen yayın yapmaya dahi kalktı. Şu
ana dek kundaklama şüphesiyle ülke genelinde 6 kişi gözaltına alınmışken, iki diğer terör örgütü
üyesinin de keşif yaparken ele geçirildiği belirtildi . Eş zamanlı olarak, ülke genelinde pek çok milli
park ve ormana giriş çıkışlar yasaklanırken, Manavgat, Fethiye, Marmaris gibi yangından zarar
görmüş illerde halkın “kundakçı/terörist avına çıktığı” duyuruldu . Küresel Isınma’nın etkilerinin her
geçen gün arttığı ve Akdeniz havzası genelinde pek çok yangının halen devam ettiği, yangınların esas
sebebinin halen araştırıldığı şu dönemde, ilgili grupla bağlantılı olduğu belirtilen kişilerin sosyal
medya platformlarında yangın devam ederken canlı yayın yapmaya kalkması, çeşitli dijital
platformlar ve Ekşi Sözlük gibi mikro bloglarda halkı paniğe sevk etmek, toplumsal gerginliği
tırmandırmak, ülkeyi istikrarsızlaştırmak adına yapılan bir diğer sosyal medya kaynaklı operasyon
olarak gösterilebilir.

2.1.Siber Teröre Karşı Yapılabilecekler

Siber güvenliğin teknik kısmından ziyade, sosyal ve provokatif kısmına odaklanan terör
örgütleri, “sosyal medya propagandası”na yönelmiştir. Bu provakasyon ve dezenformasyona yönelik
plan, tıpkı saman alevi gibi hızlıca ve kontrolsüzce, çok geniş kesimlere yayılan ancak akıllı bir kriz
yönetim stratejisi uygulanması halinde kalıcı bir zarar bırakmayacak bir yapıya sahiptir. Ancak,

539
Muhammet Mağatİlknur, Şebnem Öztemel

istihbarat teşkilatlarının girişeceği gözlem ve takip operasyonlarının yanı sıra, kamu diplomasisi,
halkla ilişkiler, dış politika gibi konularla ilgili kurum ve kuruluşların atacağı tüm adımların, sosyal
medyanın sivil ve anonim yapısına uygun olarak, inandırıcı bir şekilde gerçekleşmesi gerekmektedir.
Aksi halde, yapılacak tüm paylaşımlar “yandaş” ya da günümüzde en çok Rusya’nın suçlandığı üzere
“troll” olarak nitelendirilmesi ve etkinliğini yitirmesi tehlikesi mevcuttur.

Bu noktada akademik kaynakları inceleyecek olursak, Cohen ve Felson’a (1979) göre siber
güvenliğin sağlanması için, İngilizce kısaltmaları ile 4D ve R hayatidir (Cohen & Felson, 1979).
Bunlar: Engelleme (Detention), Caydırıcılık (Deterrence), Korunma (Defense), Yenmek (Defeat) ve
Esnekliktir (Resilience). İlk olarak Engelleme konusuna eğilecek olursak: Caydırıcılık konusuna
eğilmek gerekirse burada önemli olan düşmanca tavrın kestirilmesi, gerekirse var olan zararın inkâr
edilmesi, kamuoyuna karşı zafiyetin gizlenmesi ve kesin olarak cezalandırmanın yapılmasıdır. Bu
noktada esas hedef, saldırganların benzeri bir eylem dâhilinde sarf ettiği emeğe değmeyeceği, arzu
edilen zararın asla verilemeyeceği, tabiri caizse “atılan taşın ürkütülen kurbağaya değmeyeceği”
inancı yerleştirilmelidir. Burada güçlü bir duruş sergilemek ve iyi bir propaganda programı gütmek
faydalı olacaktır. Yapılan saldırılar emsal teşkil etmemelidir. Öte yandan, tıpkı simetrik, asimetrik
savaş ayrımında olduğu gibi, devlet dışı aktörleri engellemek ve onlara karşı uygulanabilecek
caydırıcılık yöntemleri oldukça sorunludur. Siber alanın yarattığı grilik, saldırıların arkasında kimin
olabileceğini algılamanın zorlaşmasına ve dolayısıyla hızlı ve etkili bir karşı saldırı politikasını
uygulanmasına engel teşkil etmektedir. Bu durumda, devletlerin sahip olduğu tek avantaj, bireysel
veya devlet dışı aktörlerin siber saldırı kapasitelerinin halen yeterli seviyede olmamasıdır.

Benzer bir durum, siber alanın siyasi sınırların üzerinde, uluslararası ve yabancı internet
ağlarından saldırı yapılmasını mümkün kılan görece kontrolsüz yapısıdır. Bu minvalde siber
saldırılara karşı uluslararası iş birliği hayati öneme haizdir. Uluslararası arenada siber güvenliğin
sağlanması noktasında, sadece hukuki düzenlenmelerin ve bilgi aktarımının yapılmasının yanı sıra,
ağ ve operatör servisi, cep telefonu, bilgisayar gibi teknik cihazların üretimi noktasında kullanıcıların
güvenliği adına çok uluslu şirketler ile de işbirliğine gidilmesi ve daha “şeffaf bir üretim sistemi”
üzerine çalışılması da faydalı olacaktır. Fakat ne yazık ki, bu noktada karşılıklı bir güven ortamı
bulunmamaktadır. Örneğin, 17 Mart 2018’de Cambridge Analytica Skandalı yaşanmıştır. Buna göre,
temelde kullanıcıların Facebook’a verdiği bilgilerin ve Cambridge Üniversitesi’nde öğretim görevlisi
olan Aleksandr Kogan’ın oluşturduğu kişilik testinin sonuçları kullanılarak, psychographics adı
verilen bir yöntemle yaklaşık seksen milyon kullanıcının davranış stilini modellenmesi ve BREXIT,
2016 Amerikan Başkanlık Seçimleri gibi kritik olaylarında ilgililerce kullanılmasını ifade etmektedir
(Hinds, Williams, & Joinson, 2020). Burada kilit olan Facebook algoritmasının kullanıcıların geçmiş
beğenilerine göre, benzer gönderileri haber kaynağında göstermesi ve adeta o kullanıcı için özel bir
paralel gerçeklik evreni yaratıp, karar süreçlerine etki etmektir. Bu olayların ardından Federal
Ticaret Komisyonu, Facebook’a 5 milyar Dolarlık rekor bir ceza kesmiştir. Yine de bugün, Facebook,
Twitter gibi uygulamalarda yalan haber yayılımı devam etmektedir. Beğenilere göre haber kaynağı ve
anasayfa gönderilerinin ön plana çıkartılması geleneği ise devam etmektedir. Bu şekilde arzu edilen
görüşler daha görünür hale gelip, insanlar bu görüşe yaklaştırılmaya çalışılmaktadır. Aksi görüşler ise
marjinalleştirilmektedir. Bu durumun herhangi bir ülkenin dış politika çıkarlarına uygun olarak
kullanılmadığı yahut kullanılmayacağına dair bir veri de yoktur. Hatta ABD Başkanı Biden’ın
açıklamalarının ardından, Vatan Partisi Gençlik Kolları’nın Youtube kanalında yapılan bir yayında
“Ermeni Soykırımı Emperyalist bir yalandır” cümlesi geçmesinin peşi sıra ilgili hesap hizmet sağlayıcı
tarafından derhal kapatılmıştır. Yine, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin sözde Ermeni Soykırımı
iddialarının bir yalan olduğuna dair tweet atmasının ardından, şahsi hesabı hizmet sağlayıcı
tarafından kapatılmıştır. 2018 yılında ortaya çıkan skandalın ardından sözüm ona “topluluğun
korunması adına” (“protect our community”ibaresi yer alıyor) şiddet içerikli, cinsel içerikli, hakaret
içerikli vb. paylaşımlar ve yorumlar yapan hesapların şikâyet dâhilinde kapatılacağı duyurulsa da,
binlerce Türk kullanıcının şikâyetine rağmen, Kim Kardashian’ın İnstagram hesabından yaptığı

540
Muhammet Mağatİlknur, Şebnem Öztemel

dezenformatif içerikler siteden kaldırılmamış ve hesap kapatılmamıştır. Son olarak, hem Twitter hem
de WP gibi hizmet sağlayıcılarının ülkemizde temsilci ofisi açmaktan uzun süre kaçması, hukukun
yabancı adresli şirketlere uygulanamaması durumundan faydalanmak istediklerini de gösterebilir.
Tüm bu örnekler bize, “sosyal medyanın griliğinden faydalanmak isteyen bazı devletler olabileceği”,
ilgili mecraların yeni bir meşruiyet savaşı alanına dönüşebileceği ve sorunun çözümüne dair
işbirliğinin pek de mümkün olmadığını göstermektedir. Teknik yetkinliklerin artırılmasının yanı sıra,
etkili kriz yönetimi ve siyasi iletişim stratejisi, her devlet için elzemdir.

3. Terörle Mücadelede Güvenlik İstihbaratı Yönetimi

Son olarak, terörle mücadelede üzerinde durulması gereken husus, terörle mücadeleye münhasır
ihtisaslı istihbarat alanı olan “güvenlik istihbaratı”dır. Türkiye’de Milli İstihbarat Teşkilatı
bünyesinde “Güvenlik İstihbaratı Başkanlığı” birimi vardır. Kurumun internet sitesinde ifade edildiği
üzere bu birim, başta terör örgütleri ve terörist faaliyetler olmak üzere, Türkiye’nin milli gücüne
yönelik tehditlere karşı güvenlik istihbaratı toplamakla görevlidir. Başkanlık tarafından yurt içinde
ve yurt dışında toplanan istihbarat, güvenlik tedbirlerinin alınması ve tehdidin bertaraf edilmesi için
kullanılır (MİT, 2021). Güvenlik istihbaratı, bir bilgi ürününden daha fazlasını ifade edebilir. Aynı
zamanda bir süreç anlamına da gelebilir. İstihbaratın temel amacını (politika yapıcılara bilgi sağlama)
belirtmek yeterince kolay olsa da, fiilen toplama, değerlendirme ve karar verenlere faydalı iç görüler
sunma zorluğu karmaşık bir konudur (Johnson, 2018). Bu bağlamlarda, Türk istihbarat topluluğunun
da salt operasyonel kabiliyetlerinin yanında analitik kültür belgisiyle çalışan bir okul / enstitü
formatında olması beklenmektedir. Bu çerçevede münhasır tecrübenin aktarımında “devlet terbiyesi”
ya da “devlet sırrı” gerekçesiyle emekli profesyoneller imtina etmemelidirler. Yani anlamı tam ifade
etmek gerekirse, istihbarat genel olarak artık gizlenmesi saklanması gereken bir şey değildir. Hemen
hemen her şey açık kaynak formatındadır. Devlet sırrı denen olgu da pek bir şey ifade etmiyor gibidir.
Günümüzde, aşikâr surette “ulusal güvenlik çıkarları” vardır. Böyle bir ortamda önemli olan, açık
kaynaklardan derleyip, toplayıp “analiz üretmek”tir. Operasyonel bir davranış geliştirmek
gerekiyorsa, bunun temeli, üretilen analizler olmalıdır. Kaleme dayanmayan kılıcın zulüm ya da
başarısızlık getirme riski yüksektir. Buradan anlaşılabilir ki analiz işi de kolay görünmemektedir.

Ulusal sistemlerin, kamu ve özel sektör genelindeki yabancı, yerli ve polis sistemlerini içeren
güvenlik istihbarat ağları açısından incelenmesi gerekmektedir. Ortadoğu ve Afrika başta olmak
üzere pek çok alanda devletin istihbarat çalışmaları için “belirleyici çalışma birimi” olmadığı –bir
aşiret, aşiret, savaş ağası veya çete olabileceği gerçeği buna ek bir ağırlık kazandırmaktadır (Gill,
2007, s. 83). İstihbarat Topluluğu nispeten küçük, oldukça seçici ve büyük ölçüde kamuoyundan
korunuyor. Uygulayıcıları için istihbarat çalışması, ulusu güçlendiren veya onu daha büyük riske
sokan kamu politikasına yol açabilecek, bilişsel olarak zorlayıcı ve yüksek riskli bir meslektir.
Başarısızlığın sonuçları çok büyük olduğundan, istihbarat uzmanları sürekli olarak bundan kaçınmak
için önemli iç ve dış baskı hissederler. Bu baskının bir sonucu, analitik performansı iyileştirmek için
sistematik bir program uygulamaya koymaya karşı uzun süredir devam eden bürokratik bir direnişin
olmasıdır (Johnston, 2005).

4. Sonuç ve Öneriler

Sonuç olarak, terörle mücadelede istihbarat, analitik kültürü içkin ulusal güvenlik politika sistemini
ilgilendirir. Karar alıcıların ya da devlet adamlarının öncelikli ikna edilmesi gereken konu,
istihbaratın salt casusluktan ayrı kategoride metodolojik bir toplama ve analiz faaliyeti olduğudur
(Yılmaz, 2018, s. 29). Bütünleşik kamu yönetimi yaklaşımı ile çalışan iyi teşkilatlanmış bir istihbarat
sistemi, ikaz istihbaratı (warning intelligence) (Grabo, 2010), topyekûn meşveret ve bürokraside
çevik bir karar verme aygıt ve süreci (agile government) (Mergel, Ganapati, & Whitford, 2020)
gerektirmektedir. Bu minvalde, politika odaklı istihbarat üretimi önemlidir. Terörle mücadelede salt
askeri istihbarat yöntemi kullanıldığında “analiz işi” unutulabilmektedir. Terörle mücadele bir devlet

541
Muhammet Mağatİlknur, Şebnem Öztemel

politikası meselesidir ve seçilmiş politikalar dizisiyle eylem planı yürütülmektedir. Bu doğrultuda bu


politikaların amacına hizmet eden istihbarat, devlet için bir “fener” veya “kalkan” vazifesini
karşılayabilmektedir. Terörle mücadelede etkin sonuçların elde edilmesi isteniyorsa, istihbarat
topluluğunu politizasyona uğratmadan politika odaklı eylemek ve “bilgi paylaşım kültürü”nü inşa
etmek önceliklidir. Ulusal güvenlik topluluğu rejimlerinde, bu önceliklere dayalı “politika analizi”
sürdürülebilir gelişimi şart sayılmaktadır. Güvenlik sektörlerinden en önemlisi sayılabilecek “siyasal
güvenlik” ortamının sağlanması, etkin bir terörle mücadele konseptine yaslıdır. Bunun için de sınırlı
ve kısıtlı olmak yerine; terörizm, uluslararası kaçakçılık, ulus-devlet bütünlüğüne yönelik tehditler
gibi sorunlar, üst düzey bilgi paylaşımı ve işbirliğini güçlendirmeyi gerektirmektedir (Mağat, 2020).
Türkiye Cumhuriyeti devletinin de tecrübe ettiği üzere, ASALA, EOKA, PKK gibi terör örgütleri ve bu
örgütlerin uzantılarıyla başarılı sonuçlu mücadele edilmesi, çevik bir hükümet, koordinasyonu
kurumsallaşması ve uzmanlaşmış birimlerin ürettikleri motivasyon sağlayıcı analizlerle mümkün
kılınmıştır. Günümüzde halen terör riski altında olduğu düşülen Güney Kafkasya’da Karabağ ve Doğu
Akdeniz’de Kıbrıs hatları için tüm istihbarat birimlerinin öncelikle toplama (gathering) ve analiz
anlamında teyakkuzda olması gerektiği ve yeni “bölgesel terörle mücadele doktrinleri”nin yazılması
gerektiği ifade edilebilir

5. Kaynaklar

Arquilla, J., & Ronfeldt, D. (1998). Preparing for information‐age conflict: Part 1 conceptual and
organizational dimensions. Information Communication & Society, 1(1), 1-22.

Bridis, T. (1999, July 7). Hackers Become an Increasing Threat. Associated Press.

Choi, K. S., Lee, C. S., & Cadigan, R. (2018). Spreading propaganda in cyberspace: Comparing cyber-
resource usage of al Qaeda and ISIS. International Journal of Cybersecurity Intelligence &
Cybercrime, 1(1), 21-39.

Cohen, L. E., & Felson, M. (1979). Social Change and Crime Rate Trends: A Routine Activity Approach.
American Sociological Review, 588-608.

Darıcılı, A. B. (2020). Güvenlik Teknoloji ve Yeni Tehditler. Ankara: Nobel Yayınları.

Demir, F. (2020). Kamu Yönetimi ve Politikası. Ankara: Nobel Yayınları.

Denning, D. E. (2001). Activism, hacktivism, and cyberterrorism: The Internet as a tool for influencing
foreign policy. Networks and netwars: The future of terror, crime, and militancy, 239, 288.

ECD. (1998). Day of Net Attacking Against Vivisection. ECD Report.

Gill, P. (2007). "Knowing the self, knowing the the other": The Comparative Analysis of Security
Intelligence. L. K. Johnson içinde, Handbook of Intelligence Studies (s. 82-90). Oxon : Routledge .

Grabo, C. (2010). Handbook of Warning Intelligence: Assessing the Threat to National Security.
Plymouth: Scarecrow Press.

Gross, T. (1999, February 7). Israeli Claims to Have Hacked Saddam Off the Net. London Sunday
Telegraph.

Hinds, J., Williams, E. J., & Joinson, A. N. (2020). "It wouldn't happen to me”: Privacy Concerns and
Perspectives Following the Cambridge Analytical Scandal. International Journal of Human-
Computer Studies, 143.

Johnson, L. K. (2007). Handbook of Intelligence Studies. Oxon: Routledge.

542
Muhammet Mağatİlknur, Şebnem Öztemel

Johnson, L. K. (2018). The Oxford Handbook of National Security Intelligence. Oxon: Oxford
University Press.

Johnston, R. (2005). Analytic Culture in the U.S. Intelligence Community: An Ethnographic Study.
Washington D.C.: Central Intelligence Agency Center for the Study of Intelligence.

Kartal, A. B. (2018). ‘‘Uluslararası Terörizmin Değişen Yapısı ve Terör Örgütlerinin Sosyal Medyayı
Kullanması: Suriye’de DAEŞ ve YPG Örneği’’, Güvenlik Stratejileri Dergisi, 14 (27), 33- 77
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/486376, Erişim tarihi: 10. 12.2021

Liang, C. S. (2015). Cyber Jihad: understanding and countering Islamic State propaganda. GSCP Policy
Paper, 2(4), 6.

Mağat, M. (2020). Ulusal Güvenlik Politika Sisteminde Kültür Anlayışı ve Yönetim Yaklaşımı. İstanbul:
Motto Yayınları.

Mergel, I., Ganapati, S., & Whitford, A. B. (2020). Agile: A New Way of Governing. Public
Administration Review.

MİT. (2021). MİT Başkanlığı Teşkilat Yapılanması: https://www.mit.gov.tr/teskilat.html adresinden


alınmıştır

Nashu, H. (2015). State Secrets Law and National Security. International and Comparative Law
Quarterly, 64, 365-404.

Ogunlana, S. O. (2019). Halting Boko Haram/Islamic State’s West Africa Province Propaganda in
Cyberspace with Cybersecurity Technologies. Journal of Strategic Security, 12(1), 72-106.

Şengöz, M. (2019). Ulusal Güvenlik Yönetimi Felsefesi: Aksiyolojik Paradigma . Ankara: Astana
Yayınları.

Toktay, Y. (2019). Sosyal Medyada Dezenformasyon, Manipülasyon ve Propaganda Etkisi: Zeytin Dalı
Harekatı Örneği. Yayınlanmamış Doktora Tezi. İstanbul : Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü.

Wirtz, J. J. (2007). The American Approach to Intelligence Studies. L. K. Johnson içinde, Handbook of
Intelligence Studies (s. 28-38). Oxon : Routledge.

Yılmaz, S. (2018). Temel İstihbarat. Ankara: Kripto Yayınları.

543
Klasik Türk Şiirinde Orta Asya Şehirleri

Prof. Dr. Orhan KURTOĞLU1, Arş. Gör. Züleyha Nurgül ERTUĞRUL2


Abstract
Classical Turkish literature is very rich in terms of the subjects it deals with and the sources it uses. For
this reason, history, geography, religion, astrology, etc. It has been found to be related to many fields.
Among these fields, geography and divan poetry have a relationship in various aspects. One of the basic
elements of the science of geography is cities. Examining the use and functions of cities in poetry, as the
places where literature and poetry are created, provides convenience in understanding literary texts. It is
seen that various place names are included in the poems within the tradition of classical Turkish poetry.
One of the geographical regions seen in the literary texts of Divan literature is the geography of Central
Asia.

Central Asia is located in the central part of the Asian continent, bordered by the Caspian Sea in the west,
the Kyrgyz Steppes and Altai mountains in the north, Mongolia and the west of the People's Republic of
China (East Turkistan) in the east, the Tibetan plateau in the south, and the Karakorum-Kopet Mountains.
Central Asia is a region where Turks lived throughout history and Turkish states were established. Some
cities within these established states had a remarkable importance in Turkish literature. It has been seen
that the names of these cities are also included in the texts of divan poetry. In this paper, the use of Central
Asian cities in divan poetry will be discussed.

In this paper, various divans were scanned in order to determine the couplets in which cities such as
Samarkand, Nevşâd, Maçin, Buhârâ and Bedahşân in the geography of Central Asia took place. As a result of
the scanning, the couplets in which the cities of Central Asia passed were classified by the method of filing.
As a result of the scanning of the divans, it was determined that the names of many cities in the Central
Asian geography were used by divan poets for different purposes.

As a result, the frequency of use of the mentioned cities in divan poetry and their features in the poems
were examined. In addition, based on the analogies they are the subject of, their effects on the poems in
terms of meaning are also discussed.

Key Words: divan poetry, cities, middle Asia

Giriş

Klasik Türk edebiyatı, Osmanlı sahasında 13. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar varlığını sürdüren,
birçok açıdan zengin ve kapsamlı bir edebî gelenektir. Tarihsel süreç içerisinde klasik Türk edebiyatı,
pek çok değişim ve gelişim göstermiştir. Tüm bu gelişimi ve zenginliği klasik Türk edebiyatının
eserlerinde görmek mümkündür. Bu edebiyatın ürünleri, konuları ve kaynakları bakımından
incelendiğinde, her bir metnin din, mitoloji, astroloji, tarih, coğrafya, sosyoloji vb. gibi alanlarla ilişkili
olduğunu görmek mümkündür. Günümüzde kültürbilim olarak da tanımlanan disiplinlerarası ilişki
edebî metinleri anlamak için de oldukça önemli kabul edilmektedir. Klasik Türk edebiyatına ait
metinlerin anlaşılması

için de bahsi geçen alanlardan faydalanmak yani bir metni değerlendirirken bir alanda derinlemesine
inceleme yerine branşlar arası yatay genişlemeyle inceleme gerekli görülmüştür (Aytaç, 2004: 3-5).

1
Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
orhan.kurtoglu@hbv.edu.tr
2
Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
zuleyha.ertugrul@hbv.edu.tr

544
Orhan KURTOĞLU, Züleyha Nurgül ERTUĞRUL

Klasik Türk şiirinin yakın ilişki içerisinde olduğu alanlardan biri de coğrafyadır. Bu bağlamda
sanatın, sanatçının ve edebiyatın ortaya çıktığı yerler olarak coğrafya bilimi ve şiir arasında yakın bir
ilişki mevcuttur. Bu ilişkinin bir parçası da coğrafi mekân isimlerinin şiirlerdeki kullanımıdır.
Coğrafyanın temel ögesi mekânlar ve şehirler olduğu için edebî metinlerde de şehir isimlerine sıkça
rastlanmaktadır. Hasan Aktaş, coğrafyanın ve dolayısıyla şehirlerin Türk edebiyatındaki önemi
hususunda şunları belirtmektedir: “Türk şiiri içerisinde geçen kavimlerin, ülkelerin, kentlerin ve coğrafî
unsurların işlevlerinin ve misyonlarının ne olduğu iyice tetkik edilmeden edebî metinlerin yeterince
anlaşılması mümkün değildir. Şairler, durup dururken bir deniz veya ırmaktan bahsetmezler. Onları bu
tür motifleri/unsurları/mazmunları kullanmaya iten elbette epistemolojik, ontolojik, fenomonolojik ve
felsefî nedenler var.” (Aktaş, 2012).

Bu bağlamda, divan şiiri geleneğini daha iyi anlayabilmek için çeşitli coğrafyalarla ve dolayısıyla
mekânlarla olan ilişkisinin incelenmesinin fayda sağlayacağı tespit edilmiştir. Biz de bu hedef
doğrultusunda çalışmamızda tarih boyunca ilme, kültüre, sanata hayat vererek büyük bir uygarlık
merkezi haline gelmiş Orta Asya coğrafyasının (Roux, 2006: 19) divan şiirine etkisini incelemeyi
amaçladık. Klasik Türk edebiyatı edebî metinlerinin Orta Asya coğrafyası ile olan ilişkisini Orta Asya
şehirleri üzerinden değerlendirdik. Orta Asya, batıda Hazar denizi, kuzeyde Kırgız Bozkırları ve Altay
dağları, doğuda Moğolistan ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin batısı (Doğu Türkistan), güneyde Tibet
platosu, Karakurum-Kopet dağları ile sınırlanan Asya kıtasının orta kesiminde yer alır. Orta Asya
tarih boyunca Türklerin yaşadığı, Türk devletlerinin kurulduğu bir bölgedir. Kurulan bu devletler
içerisindeki bazı şehirler Türk edebiyatında dikkat çeken bir öneme sahip olmuştur. Bu şehirlerin
isimlerinin divan şiiri metinlerinin içerisinde de yer aldığı görülmüştür. Bu tebliğde Orta Asya
sınırları içerisindeki yerleşim yerlerinin klasik Türk şiirindeki kullanımını sayısal verilerle ortaya
koyabilmek ve bu yerleşim yerlerinin hangi amaçlarla şiirlerde yer aldığını inceleyebilmek için çeşitli
yüzyıllardan 152 divan taranmıştır3. Yapılan tarama sonucunda Orta Asya sınırları içindeki otuz iki
yerleşim yerinin şiirlerde yer aldığı tespit edilmiş ve bu yer isimlerinin metinlerde hangi bağlamlarda
kullanıldığı açıklanmaya çalışılmıştır. Tespit ettiğimiz yerleşim yeri isimleri şunlardır:

1.1. Âmul

3
Bu divanlar şunlardır: Adlî Dîvânı, Adnî Dîvânı, Âhî Dîvânı, Ahmed-i Dâ’î Dîvânı, Ahmedî Dîvânı, Ahmed Nâmî
Dîvânı, Ahmed Paşa Dîvânı, Amrî Dîvânı, Antebli Aynî Dîvânı, Arpaemînizâde Sâmî Dîvânı, Âsâf Dîvânı, Âşık Çelebi
Dîvânı, Avnî Dîvânı, Azmizâde Hâletî Dîvânı, Bâkî Dîvânı, Bâlî Dîvânı, Behiştî Dîvânı, Beyânî Dîvânı, Bî-nokta
Tecellî Dîvânı, Bosnalı Âsım Dîvânı, Bursalı Rahmî Dîvânı, Bursalı İffet Dîvânı, Cemâlî Dîvânı, Cevrî Dîvânı, Çâkerî
Dîvânı, Çankırılı İbrahim Hurrem Dîvânı, Dede Ömer Rûşenî Dîvânı, Emrî Dîvânı, Enderunlu Vâsıf Dîvânı,
Erzurumlu Zihnî Dîvânı, Esrar Dede Dîvânı, Eşref Paşa Dîvânı, Fasîhî Dîvânı, Fatin Dîvânı, Fehîm-i Kadîm Dîvânı,
Fennî Dîvânı, Fevzî Dîvânı, Fîgâni Dîvânı, Fuzûlî Dîvânı, Gelibolulu Âlî Dîvânı, Habîbî Dîvânı, Hâfid Dîvânı, Hâlet
Efendi Dîvânı, Hamamizâde İhsân Dîvânı, Hamdullah Hamdi Dîvânı, Handî Dîvânı, Harputlu Rahmî Dîvânı,
Haşmet Dîvânı, Hayâlî Dîvânı, Hayretî Dîvânı, Hâzık Dîvânı, Hecrî Dîvânı, Helâkî Dîvânı, Hersekli Ârif Efendi
Dîvânı, İhyâ Dîvânı, İzzet Ali Paşa Dîvânı, Kadı Burhaneddîn Dîvânı, Kalkandereli Mu’îdî Dîvânı, Kâmî Dîvânı,
Karakoyunlu Cihanşâh Dîvânı, Karamanlı Aynî Dîvânı, Karamanlı Nizâmî Dîvânı, Kâtibzâde Sâkıb Dîvânı, Kemal
Ümmî Dîvânı, Koca Ragıb Paşa Dîvânı, Kütahyalı Rahîmî Dîvânı, Lâmekânî Dîvânı, Lebîb Dîvânı, Leylâ Hanım
Dîvânı, Mahmud Nedim Paşa Dîvânı, Me’âlî Dîvânı, Mekkî Dîvânı, Mesîhî Dîvânı, Mezâkî Dîvânı, Mihrî Hatun
Dîvânı, Mirzâzâde Sâlim Dîvânı, Mostarlı Ziyâ’î Dîvânı, Muvakkıtzâde Pertev Dîvânı, Münîrî Dîvânı, Mürekkepçi
Enverî Dîvânı, Nâ’ilî-i Kadîm Dîvânı, Nakşî Ali Akkirmânî Dîvânı, Nakşî Dîvânı, Nâmî Dîvânı, Nâşid Dîvânı, Necâti
Bey Dîvânı, Neccarzâde Rızâ Dîvânı, Nedîm Dîvânı, Nef’î Dîvânı, Nehcî Dîvânı, Nesîmî Dîvânı, Neşâtî Dîvânı, Nev’î
Dîvânı, Nev’îzâde Atâyî Dîvânı, Nevres Dîvânı, Neylî Dîvânı, Nigârî Dîvânı, Osmanzâde Tâ’ib Dîvânı, Râşid Dîvânı,
Ravzî Dîvânı, Remzî Dîvânı, Resmî Dîvânı, Revânî Dîvânı, Rezmî Dîvânı, Sâbir Pârsâ Dîvânı, Sâbit Dîvânı, Sabrî
Mehmed Şerif Dîvânı, Sâcid Dîvânı, Sâdî Dîvânı, Sâid Giray Dîvânı, Sakıb Mustafa Dede Dîvânı, Selîkî Dîvânı, Servet
Dîvânı, Seyyid Câzîm Dîvânı, Seyyid Vehbî Dîvânı, Seyyid Vesim Dîvânı, Sırrî Rahile Hanım Dîvânı, Sultan 1.
Ahmed (Bahtî) Dîvânı, Sun’î Dîvânı, Süheylî Dîvânı, Sünbülzâde Vehbî Dîvânı, Şâhî Dîvânı, Şânizâde Ata’ullah
Dîvânı, Şehrî Dîvânı, Şem’î Dîvânı, Şeref Hanım Dîvânı, Şerîfî Dîvânı, Şeyh Gâlib Dîvânı, Şeyhî Dîvânı, Şeyhülislam
Esad Dîvânı, Şeyhülislâm Yahyâ Dîvânı, Tacizâde Câfer Çelebi Dîvânı, Taşlıcalı Yahyâ Bey Dîvânı, Tecellî Dîvânı,
Tırsî Dîvânı, Tokatlı Kânî Dîvânı, Turâbî Dîvânı, Usûlî Dîvânı, Ümmî Sinan Dîvânı, Üsküplü İshak Çelebi Dîvânı,
Üsküdarlı Kâşif Dîvânı, Üsküdarlı Mustafa Manevî Dîvânı, Vahyî Dîvânı, Vasfî Dîvânı, Vecdî Dîvânı, Vuslatî Dîvânı,
Vusûlî Dîvânı, Yakînî Dîvânı, Yenişehirli Avnî Dîvânı, Yunus Emre Dîvânı, Zâtî Dîvânı, Zîver Dîvânı.

545
Orhan KURTOĞLU, Züleyha Nurgül ERTUĞRUL

Ortaçağ’da Horasan eyaletinin içinde yer alan bir şehirdir. Şehir günümüzde Türkmenistan sınırları
içerisinde yer almaktadır ve dört ırmak anlamındaki Çârçûy kelimesiyle isimlendirilmiştir.
Selçuklular döneminde şehirde büyük medreselerin kurulması sebebiyle şehrin ilim ve kültür
alanındaki gelişmişlik düzeyi de artmıştır (Budak, 1993). Sadece Şeyh Gâlib’in Dîvân’ında
rastladığımız Âmul, bir ilim merkezi olması yönüyle ele alınmış ve kıyas unsuru olarak kullanılmıştır.
Şeyh Gâlib, beytinde Anadolu’da bulduğu ilim hazinesinden dönemin önemli ilim merkezleri Buhârâ
ve Âmul’a hediye gönderdiğini dile getirmiştir.

Gâlibâ Rûmda bir gence erişmiş Gâlib

Gönderir gâh Buhârâya gehî Amule karz (Şeyh Gâlib, G. 144/7)4

1.2. Bedahşân

Bedahşân, coğrafi olarak Afganistan, Türkistan, Hindistan ve Çin arasında bulunan ve Afganistan’a
bağlı bir eyalettir (Onay, 2021: 78). En kıymetli taşlardan biri olarak kabul edilen lal taşının en
güzelleri buradan çıkmıştır. Bu sebeple edebî metinlerde Bedahşân şehri genellikle “la’l-i Bedahşân,
kân-ı Bedahşân” ifadeleriyle yer bulmuştur (Uzun, 1992). Divan şiirinde değerli kabul edilen çeşitli
unsurlar Bedahşân taşıyla ilişkilendirilmiştir. Şairler sevgilinin dudağını, şiirlerini ve gözyaşlarını
küçüklükleri, kırmızı renkleri ve değerli olmaları yönleriyle Bedahşân’a ait lal taşına benzetmişlerdir.

Utanalar ki diyeler dişine dürr-i ʿAden

Yâ-hûd anun dudagın laʿl-i Bedahşân yazalar (Ahmedî, G.144/2)

Nazmum var iken gayrı ko kıymetde bir olmaz

Har-mühre ile la'l-i Bedahşân-ı zamâne (Mezâkî, K. 12/82)

Çeşm-i hûnînüm firâk-ı yâr-ıla kân kendidür

Eşkümüñ her katresi la‘l-i Bedahşân kendidür (Beyânî, G. 253/1)

Bedahşân bölgesi yüksek ve dağlık bir yerdir (Pala, 2013: 61). Nevres ve Şeyh Gâlib’in beyitlerinde de
Bedahşân’ın dağları zikredilmiştir.

Fezâ-yı mevkib-i hasmın gör ammâ cengden sonra

Eger seyr itmedinse dâmen-i kûh-ı Bedehşân'ı (Nevres, K. 6/13)

Müzeyyen lâceverd ü la'l ile bir tâze kişverdir

Felek gûyâ ki ol kişverde bir kûh-ı Bedahşândır (Şeyh Gâlib, K. 22/5)

1.3. Belh

Afganistan’ın kuzeyinde yer alan bir şehirdir. Burada yetişmiş pek çok âlimin olması sebebiyle şehrin
İslam kültür ve medeniyet tarihinde önemli bir yeri vardır (Yazıcı, 1992). Bu sebeple Belh, Kubbetü’l-
İslâm ismiyle de anılmıştır (Öztük ve Örs, 2009: 64). Belh divan şiirinde sadece bir şehir olarak yer
almıştır. Nedim, 3. Ahmed için kaleme aldığı kasidesinde muhatabının kılıç gücüyle Belh’e dek
ülkenin sınırlarını genişleteceğini söyleyerek Belh’i uzak bir yerleşim yeri olarak zikretmiştir. Resmî
ve Muvakkıtzâde Pertev ise Belh’i bir ilim ve kültür merkezi olarak ele almışlardır. Resmî, İbrahim
bin Edhem’in Belhli olmasına işaret ederek kendisinin de ona benzediği için Belh’e gideceğini dile

4
Örnek verilen beyitlerde yazarların imlasına müdahale edilmemiştir.

546
Orhan KURTOĞLU, Züleyha Nurgül ERTUĞRUL

getirmiştir. Muvakkıtzâde Pertev de muhatabı olan Şeyh Selami Efendi’nin şöhretinin Belh’e dek
ulaştığını ve buraya gidip bunu duyan kişilerin hayretten parmaklarını ısıracağını belirtmiştir.

Eder İran-zemîni tâ hudûd-ı Belhe dek teshîr

Eğer bir kerre ruhsat verse tîğ-i tîz-i ‘uryâna (Nedim, K. 17/30)

Geçip Belh ü Buhârâ'dan çü Edhem

Biz ol kavmiz k'anın mânendleriyiz (Resmî, G. 18/5)

Geşt idüp Belh ü Buhârâ vü Semerkand illerin

Gûş iden naklin olur engüşt-i hayret der-dehân (Muvakkıtzâde Pertev, T. 5/7)

1.4. Buhârâ

Zerefşân Nehri’nin aşağısında yer alan Buhârâ, bugün Özbekistan sınırları içerisinde bulunur.
Müslümanlar tarafından doğunun “Kubbetü’l-İslâm”ı olarak kabul edilmiş ve şehre değerli anlamında
“Fâhire” de denilmiştir (Frye, 1965). Buhârâ, içerisinde bulunan çeşitli tarihî yapılar, medreseler ve
yetiştirdiği âlim ve sanatkârlar sebebiyle tarih boyunca Türklerin ve Müslümanların önemli ilim ve
kültür merkezlerinden biri olmuştur (Şeşen, 1992). Divan şiirinde de genellikle ilim merkezi olması
yönüyle yer bulmuştur.

Ne akdı Ruma bir ulu deryâ senin gibi

Ne âleme getirdi Buhârâ senin gibi (Ahmed Paşa, K.6 IV/1)

Bildünse özün Rabbi bilüp ilme yitişdün

Lâzım degül olmazsa Semerkand u Buhârâ (Cemâlî, K. 1/33)

Bazı beyitlerde ise Buhârâ coğrafi bir yerleşim merkezi olarak kullanılmıştır. İstanbul’dan uzakta
yaşadığı için oraya karşı büyük bir özlem duyan Helâkî, beytinde Buhârâ’yı bir kıyas unsuru olarak
kullanmış ve İstanbul’u Buhârâ’dan üstün kabul etmiştir. Yenişehirli Avnî’nin beytinde de Buhârâ
uzaklığı yönüyle anılmıştır.

Helâkî bir dahi görsem Sitanbul u Kalatayı

Ebed anmaz idüm Mısr u Semerkand ü Buhârâyı (Helâkî, K.10/11)

Kiminün rızkı gelür semt-i Buhârâdan tâ

Kimisi h’âhiş-i kısmetle Buhârâya gider (Yenişehirli Avnî, G. 122/4)

1.5. Cürcân

İran’ın Mâzenderân bölgesinde bulunan bir şehirdir. Şehrin isminin efsanevî İran kahramanı
Gürgîn’den geldiği iddia edilmiştir (Kurtuluş, 1993). Taranılan divanlar içerisinde Cürcân şehrine
sadece Karamanlı Aynî’nin divanında rastlanmıştır. Şair, Cürcân’ı uzak bir memleket olarak
zikretmiştir. Memduhunun tüm dünyaya hükmettiğini anlatmak istediği beytinde diğer çeşitli
şehirlerle beraber Cürcân’ın da onun hükmünde olduğunu belirtmiştir.

Bunundur mülk-i Harzem ü Buhârâ

Semerkand u Herât u şehr-i Cürcân (Karamanlı Aynî, K.21/70)

547
Orhan KURTOĞLU, Züleyha Nurgül ERTUĞRUL

1.6. Çiğil

Türkistan’da bulunan bir şehirdir. Halkının çok güzel olması ile ünlenmiştir (Öztürk ve Örs, 2009:
143). Kadın ve erkek orada yaşayan herkesin karakaşlı, kara gözlü ve oldukça güzel olması sebebiyle
kullanılan hubân-ı Çiğil tabiri şairlerin sevgilinin güzelliğini övdükleri şiirlerinde sıkça kullandıkları
bir ifade olmuştur. Ayrıca Çiğil halkının Mani dinine mensup olması sebebiyle şehirde pek çok
puthane vardır. Bu sebeple divan şiirinde Çiğil, içerisinde bulunan puthanelerde hizmet eden
güzelleriyle ve buralara nakşedilmiş suretleriyle de yer almıştır (Onay, 2021: 109). Usûlî, Çiğil’i
puthane ilişkisiyle ele alıp gönlünü bir kiliseye benzetmiş ve orada bulunan put gibi güzel sevgilinin
benzerinin Çiğil’de dahi olmadığını dile getirmiştir. Vahyî de mahbubunun güzelliğinin Çiğil
güzellerini bile kıskandıracağını belirtmiştir.

Yine bir büt-misâl et deyr-i dilde

Ki misli olmaya Çîn ü Çigilde (Usûlî, s. 16/16)

Ey işvesi hicran-güsil v’ey reşk-i hûbân-ı Çigil

Senden niyâz eyler bu dil bir nazra-i şefkat-nümâ (Vahyî, K. 26/8)

Mum ateşinin şeklinin Çiğil güzellerinin gözlerine benzemesi sebebiyle şemʿ-i Çiğil terkibi de divan
şiirinde kullanılan bir tabirdir (Onay, 2021: 109). Münîrî, Hristiyanların kilisede mum yakmalarına ve
batıl bir inanış olarak yapılan türbede mum yakılması uygulamasına işaret eder. Gözleri Çiğil mumu
gibi olan sevgili mezarına dahi gelse gönlünün durmayıp gene pervane gibi onun etrafında döneceğini
belirtmiştir. Bir başka beytinde de bu dünyada sonsuza kadar kendisinin bir pervane gibi şemʿ-i Çiğil
olarak tanımladığı sevgilinin etrafında olacağını dile getirmiştir.

Âhir ol şemʿ-i Çigil gelse mezâruma Münîr

Degzinür turmaz anı cân yine pervâne gibi (Münîrî, G. 314/5)

Şöyle benzer bezm-gâh-ı ʿâlem içre tâ-ebed

Ben Münîrem düşmişem pervâne sen şemʿ-i Çigil (Münîrî, G. 189/5)

1.7. Deylem/Dîlem

İran’in Gilân eyaletinde bulunan bir şehirdir (Yazıcı, 1994). Edebiyatımızda güzelleri ile de yer bulan
Deylem halkının saç ve sakallarının kıvırcık olması de dikkat çekmiştir (Öztürk ve Örs, 2009:180).
Sâbit ahırda devenin ayağının bağlandığı zinciri kıvrım kıvrım olması sebebiyle Deylemlilerin saçıyla
ilişkilendirmiştir. Mezâkî ise selvi boylu Deylem güzellerinin sevgiliyi kıskanacaklarını belirtmiştir.

Yiridür olsa sıtablında şikâl-i pâyi

Şiken-i zülf-i mutarrâ-yı bütân-ı Deylem (Sâbit, K. 17/3)

Cilve-i şâhid-i endîşeme reşk eylerler

Lâle-rûyân-ı Çigil serv-kadân-ı Deylem (Mezâkî, K.17/73)

Deylem özellikle kasidelerde ise uzak bir yerleşim yeri olarak anılmıştır. Şeyhî, Deylem mülkünün
muhatabının emrinin altında olduğunu söyleyerek onun gücünün sınırlarının genişliğini belirtmiştir.
İzzet Ali Paşa ise Dîlem/Deylem sultanının muhatabının mutfağında ancak bir bulaşıkçı olabileceğini
söyleyerek muhatabının hükümdarlığını yüceltmiştir.

548
Orhan KURTOĞLU, Züleyha Nurgül ERTUĞRUL

Ol şah-ı mâh-peyker sullân-ı heft-kişver

K'emrindedir serâser El'rene vü Türk ü Deylem (Şeyhî, K. 8/35)

Şâyân iderse matbahına kâse-şû eger

Râyân-ı Hind ü Sind ile hâkân-ı Dîlem (İzzet Ali Paşa, K. 9/13)

1.8. Erdebîl

İran’ın Doğu Azerbaycan bölgesindeki Erdebil Eyaleti’nin merkezi olan şehirdir. Safevî Devleti
döneminde bölgede ileri derecede ipek ihracatı yapılmaktaydı. Bu ipek ticaretine hâkim olma
gayesiyle Osmanlı Devleti çeşitli zamanlarda Erdebil’e seferler düzenlemiştir (Aliev, 1995). Erdebil’in
fethedilme çabası divan şairleri tarafından da ele alınmıştır. Nedim, 3. Ahmed’in Erdebil’e düzenlediği
seferi kutlarken Remzî, Erdebil’in fethini fil hadisesiyle bağdaştırıp Erdebil-ebâbîl kelimeleri
arasındaki kafiyeyi de bir ahenk unsuru olarak kullanarak sefer esnasında atılan top ve tüfekleri
ebâbîl kuşlarının attığı taşlara benzetmiştir.

Şirvan u Erdebil ü dahi Îrân u Irak

Dehr her birini taht-ı şehriyârân eyledi (Nedim, K. 26/27)

Erdebil ashâb-ı fîl aslıdur anı kahr içün

Tob tüfek gûyâ ebâbîl oldı per-tâb itdi seng (Remzî, K. 4/19)

Diğer şairlerin haricinde Nigârî, Erdebil’i fetih amacıyla değil içerisinde bulunan güzelleri sebebiyle
şiirine almıştır. Erdebîl’de bulunan herkesin aşığın istediği şekilde güzelliğe sahip olduğunu
belirtmiştir.

Cânım la‘l-i cânânı gönlüm ister kâküli

Erdebîl bir şehirdir herkesde o özgili (Nigârî, G. 657/1)

1.9. Ferhâr

Türkistan’da Hıtâ ile Kâşgar arasında bulunan bir şehirdir. Halkının güzelliği ile meşhurdur (Öztürk
ve Örs, 2009: 247). Ferhâr kelimesi Sanskritçe Budist mabedi anlamına gelen Vihara ifadesinden
türetilmiştir. Rivayete göre bu puthanelerde hizmet eden yetmiş güzel kız bulunurmuş. Eğer Budist
olmayan biri burada ibadet ederse de o kişiye kendilerini sunarlarmış (Onay, 2021: 159). Bahsi geçen
bu mabetlerde pek çok resim, heykel vb. bulunmaktaydı ve klasik şiirde de sevgililer büt-i Ferhâr
tabiriyle buradaki tasvirlere benzetilmiştir (Onay, 2021: 159). Divan şiirinde Ferhâr içinde bulunan
puthaneleri yönüyle yer almıştır. Şairler bazen gönüllerini içinde put gibi güzel sevgilinin olduğu bir
Ferhâr kilisesine benzetmişler, bazen de sevgilinin güzelliğini Ferhâr’daki putlarla kıyaslamışlardır.

Deyr-i dil böyle sanem-hâne-i Ferhâr olmak

Hep senin ey büt-i nâzende hayâlindendir (Nedim, G. 21/3)

Gubârı ol kadar hoş-bû ki andırmaz dem-i subha

Abîr-i ceyb-i gîsû-yı bütân-ı Çîn ü Ferhârı (Nef’î, K. 13/20)

1.10. Gence

549
Orhan KURTOĞLU, Züleyha Nurgül ERTUĞRUL

Azerbaycan’ın batısında, Genceçay’ın her iki kıyısında bulunan şehir Azerbaycan’ın en eski
şehirlerinden biridir (Efendizade, 1996). İpek Yolu’nun güzergâhlarından biri olması ve İran’ın dış
ticareti için önemli bir konumda bulunması Gence’nin önemini artırmıştır (Demliklioğlu, 2019). Bu
sebeple 1723 yılında Gence’nin Osmanlı Devleti topraklarına dâhil edilmesi divan şairleri tarafından
da önemli kabul edilip kutlanmıştır. Ayrıca bazı beyitlerde Gence’nin, hazine anlamına gelen genc
ifadesiyle cinaslı söylenişi görülmüştür.

'Adû-yı çâr-yâri kahr idüp Sultân Ahmed Han

Alındı genc-i Gence ehl-i İslâm oldılar pür-şâd (Neylî, T. 45/1)

Ne Tiflîs ü Revan kaldı ne Kirmanşah u ne Gence

Katıldı kişver-i İslâmiyyan feyz-i meşhûna (Seyyid Vehbî, T. 10/18)

1.11. Halluh

Orta Asya’da yaşayan bir Türk boyu olan Karlukların Farsça söylenişidir (Salman, 2001). Divan
şiirinde bir şehir gibi kabul edilir. Klasik şiirde genellikle Nevşad’la beraber güzelleri yönüyle anılır
(Yeniterzi, 2017). Aynı zamanda Karlukların Budist olması sebebiyle bu şehirde içinde putların
olduğu pek çok tapınağın olduğu kabul edilmiştir (Esin, 2010). Nef’î bu şehrin güzellerini mahbubuna
karşı benzetme unsuru olarak kullanırken, Neylî ve Şeyh Gâlib Halluh’u putları ve put gibi güzel
sevgilileri yönüyle ele almıştır.

Kemend-i silsile-i dilberân-ı Çîn ü Hıtâ

Sinân-ı gamze-i hûbân-ı Halluh u Nevşâd (Nefî, K. 29)

Bu hüsn ile temâşâ eyleseydi resm-i zîbâsın

Olurdı ‘âşık-ı zârı bütân-ı Halluh u Nev-şâd (Neylî, T. 70/4)

Büt-perest-i cemâl-i san’atıdır

Büt-tirâşân-ı Halluh u Nevşâd (Şeyh Gâlib, K. 24/11)

1.12. Herât

Afganistan’ın batısında bulunan tarihî bir şehirdir (Uslu, 1998). Güzel havası sebebiyle yaşanması
tercih edilen bir yerdir. Kelime olarak ise talihli, mutlu kişi anlamına gelmektedir (Öztürk ve Örs,
2009: 340). Herât, divan şiirinde genellikle kaside ve tarih metinlerinde yer almaktadır. Şairler
tarafından muhataplarının fethettikleri, hükümleri altında bulunan uzak memleketlerden biri olarak
zikredilmiştir.

Bu durur ümmîdümüz Îrânı yek-ser feth idüp

Ne Revân kalur ne Tebrîz ü Herât olur harâb (Arpaemînizâde Sâmî, T. 26/21)

Yıkıldı kişver-i şâhun Herât u Gazvîn’i

Dahi ne günlere saklar ‘aceb o hâne-harâb (Nev’îzâde Atâyî, T. 24/8)

1.13. Hıtâ/Hatâ/Hoten/Huten

550
Orhan KURTOĞLU, Züleyha Nurgül ERTUĞRUL

Doğu Türkistan sınırları içerisinde bulunan tarihî bir şehirdir. Ortaçağda, bulunduğu coğrafi
konumun önemi, Budizm dininin merkezi olması, buradan çıkan yeşim taşının oldukça değerli olması
sebepleriyle Hoten, Orta Asya’nın merkezi kabul edilmiştir. Hoten’de sürüler halinde yaşayan bir tür
âhûnun yılda bir kez göbeğinden düşürdüğü içi miskle dolu siyah nafe oldukça kıymetli kabul edilmiş
ve bu değerli miskler buradan diğer ülkelere gönderilmiştir (Taşağıl, 1998). Bu sebeple Hoten, divan
şiirinde genellikle âhû ve misk ifadeleriyle birlikle anılır. Sevgilinin saçı, siyah olması ve güzel
kokması sebebiyle çoğunlukla Hoten misklerine benzetilmiştir.

Anber saçuŋa müşg-i Hıtâ hem-demüm dimiş

Bu lâfdur cihânda yüzini siyâh iden (Adnî, G.66/6)

Anber saçuñ girihlerine el uralı bâd

Müşgi Hıtâ-y-ıla dahı itmedi kimse yâd (Ahmedî, G.124/1)

Müşg ile yazsam eger vasf-ı ham-ı gîsûyı

Kara sevdâ getürür başına âhû-yı Huten (Aynî, K.5/7)

Hoten, bazı beyitlerde ise gene miskle olan ilgisi sebebiyle coğrafi bir bölge olarak yer almıştır.

Gülşen aceb ferhunde-rû sünbül benefşe müşg-bû

Gelmiş sanırsın sû-be-sû Çîn ü Hoten'den kârbân (Sünbülzâde Vehbî, K.26/5)

Sen ol kerîm-i cihânsın ki tîb-ı hulkundan

Diyâr-ı Rûma hased iltür oldı mülk-i Hıtâ (Amrî, G.1/26)

1.14. Horâsân

Kelime anlamı Farsça “güneşin doğduğu yer” demek olan Horâsân, İran’ın kuzeydoğusunda bulunan
bir eyaletin adıdır (Çetin, 1998). Divan şiiri coğrafyası içinde de çeşitli yönleriyle yer almış önemli bir
bölgedir (Pala, 2013: 210). Horâsân bazı şiirlerde karşımıza bir yerleşim yeri olarak çıkar. Şairler,
çoğunlukla kasidelerde olmak üzere memduhlarını överken fethettiği ya da edeceği bir yer olarak
Horâsân’dan bahsederken bazen de uzaklığı yönüyle Horâsân’ı zikretmişlerdir.

Kızıl elmayı alsun idüp izhâr-ı yed-i beyzâ

Dem-i a‘dâ ile sürh eylesün hâk-i Horâsân'ı (Azmizâde Hâletî, K.1/25)

Rezmiyâ kûy-ı dil-ârâda vatan eyle hemân

Yitişür gezme Horâsân u ‘Irâkı beri gel (Rezmî, G. 304/5)

Horâsân aynı zamanda bir müzik makamının da adıdır (Öztürk ve Örs, 2021: 371). Bu bağlamda
Horâsân ifadesi, şairler tarafından bir nağme ismi olması yönüyle de kullanılmıştır.

İtse âheng-i Horâsân dil-ber

Âdemi şâh-i Horâsân eyler (Arpaeminizâde Sâmî, M. 3/35)

Tîg-i kahrından hirâsân oldı baş göstermedi

Didiler havfından âheng-i Horâsân eyledi (Şeyhülislâm Yahyâ, K. ?/20)

551
Orhan KURTOĞLU, Züleyha Nurgül ERTUĞRUL

Horâsân’da günümüzde olduğu gibi geçmişte de kıymetli taşların madenleri bulunmaktaydı. Bu


bölgede özellikle zümrüt ve firûze taşları çıkartılmaktadır (Çetin, 1998). Emrî de beytinde Horâsân’da
bulunan bu değerli taşlardan bahsetmiştir.

Gam-ı la‘lüñle kan yudup ölenler çokdur ol yirde

Aceb mi la‘l-i sürh olsa Horâsân ilinüñ taşı (Emrî, G. 538/2)

Horasânî, Horasan’da üretilen ve Osmanlı Devleti döneminde yüksek rütbeli devlet görevlilerinin
giydiği tepesi düz, kenarı dikişli bir tür kavuktur (Koçu, 2015: 136-137; Bozkurt, 2002). Sünbülzâde
Vehbî de şiirlerinde Horasânî kavuğundan bahsetmiş ve bazı beyitlerinde bu kavuğu takmanın
zorluğunu ifade etmiştir.

Misâl-i mürg-i dâm-üftâde başım ugradı derde

Kafes oldu ser-i âzâdeme bâr-ı Horâsânî (Sünbülzâde Vehbî, K.38/11)

Horâsânî belâsıyla gidip mülk-i Horâsân’a

Seyâhat eylemişken hıtta-yı Îrân u Tûrân'ı (Sünbülzâde Vehbî, K.38/21)

Sözlükte korkan, korkak anlamlarına karşılık “hirâsân” ifadesi beyitlerde Horâsân’la beraber bir
ahenk unsuru olarak sıklıkla kullanılmıştır.

Hirâsân oldı aʿyân-ı Horâsân gözlerin açdı

Sabâ gerd-i siyâhın sürmesiyle İsfahân üzre (Bâkî, K. 8/13)

Râyet-i sancağını çöz k'ola küfr ehli kamu

Şol hirâsân olan Şâh-ı Horâsân-şekil (Hayâlî, K. 8/28)

1.15. Hucend/Hocend

Orta çağda Fergana’ya bağlı bir emirlik olarak anılan Hucend, günümüzde Tacikistan’ın Soğd ilinin
merkezi olan bir şehirdir. Fergana Vadisi’nin güney sınırında yer almaktadır (Kurtuluş, 1998).
Hucend, Karamanlı Aynî tarafından muhatabının sahip olduğu uzak memleketlerden biri olarak
anılmıştır.

Bunundur cümle-i mağrib temâmet

‘Irâkeyn ü Hucend ü mülk-i Kırvân (Karamanlı Aynî, K. 21/71)

Hucend, Baba Kemâl-i Hucendî’nin memleketidir (Öztürk ve Örs, 2009: 365). Bu bağlamda Şeyh Gâlib
ve Cevrî beyitlerinde Hucend’e bir ilim ve sanat merkezi olması yönüyle yer vermişlerdir. Şeyh Gâlib,
sevgilinin iltifatıyla şairliğinin Hucend mülkünü kıskandıracağını dile getirmiştir. Cevrî ise güzel söz
söyleme hususunda kendini gözü tok Hucend bülbüllerine yani Hucend’in yetenekli şairlerine
benzetmiştir.

Gâlib ol şûhun kemâl-i iltifât-ı u hâhişi

Tab’ını reşk-âver-i mülk-i Hucend etmiş senin (Şeyh Gâlib, G. 187/7)

Cevrî ki ola nükte-serâ Rûm-ı sühanda

Müstagnî-i sad bülbül-i Sîrâz u Hucendüz (Cevrî, G.112/5)

552
Orhan KURTOĞLU, Züleyha Nurgül ERTUĞRUL

1.16. Kâbil

Asıl ismi Kâbul olan şehir Afganistan’ın başkentidir (Öztürk ve Örs, 2009: 395). Klasik şiirde Kâbil,
uzak bir memleket olarak zikredilmiştir. Karamanlı Aynî ne kadar uzak olsa da sevgiliye Kâbil’in dahi
esir olduğunu, Sünbülzâde Vehbî de Kâbil ve benzeri uzak şehirlerde bile sevgilinin güzelliğine
benzer birine rastlamadığını belirtmektedir.

Hat u hâlün giriftârı leb-i la‘lün esîridür

Gerek Keşmîr ü Kâbil ü gerekse Kandehâr olsun (Karamanlı Aynî, K.24/30)

Müsâdif olmadım Ferhār u Çîn ü Sind ü Kâbil'de

Siyeh-hâl ü siyeh-mû böyle bir kâkül-perîşâna (Sünbülzâde Vehbî, K.7/107)

1.17. Kandehâr

Türk şiirinde adı sıkça geçen yerlerden biri olan Kandehâr, Afganistan’da bulunan bir şehirdir
(Özcan, 2001). İncelediğimiz divanlarda Kandehâr’ın bazı şairler tarafından uzak bir yerleşim yeri
olarak ele alındığını görüyoruz.

Himmeti ger memleket almaga itse ârzû

Az zamândan Rûm’dan feth eyleye tâ Kandehâr (Ahmedî, K. 25/47)

Bu zât olmuşdı şehr-i Kandehâr'ın ser firâzından

Tavâf-ı beyt içün kıldı azîmet semt-i Bathâ'ya (Bursalı İffet, T. 13/1)

Aynı zamanda Kandehâr, şeker anlamındaki kand kelimesiyle bağlantılı olarak da sıkça anılmıştır.
Şairler şeker gibi tatlı olan sevgilinin dudağını ve Kandehâr şehrini çeşitli edebî sanatlarla
ilişkilendirmişlerdir (Pala, 2013: 257). Bazı beyitlerde sevgilinin dudağı Kandehâr’ın şekerine
benzetilmiş, bazılarında ise Kandehâr’ın şekeri ile sevgilinin dudağı kıyaslanıp sevgilinin dudağı daha
tatlı ve kıymetli bulunmuştur.

Olmasa teşne lebin kandine ey nebât

Kandehârın şekeri hüsn-i halâvet mi bulur (Çankırılı İbrahim Hurrem, G. 37/2)

Hamdü li'llâh oldı bikr-i fikrümün âşüftesi

Müşk-bûyân-ı Hoten şekker-lebân-ı Kandehâr (Azmizâde Hâletî, G. 145/8)

Ruhun bâğ-ı cemâlün ey perî-rû lâlezârîdür

Leb-i yakut-fâmun sordum amma Kandehârîdür (Nâşîd, G. 36/1)

1.18. Karabâğ

Azerbaycan’ın güneybatısında yer alan yerleşim yeridir. Bölgede büyük ormanların ve yüksek
yaylaların bulunması sebebiyle Karabağ adını aldığı iddia edilmektedir (Aydın, 2001). Karabağ divan
şiirinde özellikle Nigârî divanında karşımıza çıkmaktadır. Nigârî, Karabağlı bir şair olması sebebiyle
çok sevdiği anlaşılan memleketine şiirlerinde çeşitli şekillerde övgülerde bulunmuştur.

Âbâd olsun Karabağ içre ol yer çünki cânânın

553
Orhan KURTOĞLU, Züleyha Nurgül ERTUĞRUL

Habîbâne karakaşına kurbân oldığım yerdir (Nigârî, G. 175/2)

Hayâlâtıyla gülgeşt-i Karabağı gezer gönlüm

Gelür kim kûy-ı dildâra kalur zevk-ı murâd eyler (Nigârî, G. 208/5)

Her cânibi sebz her taraf bâğ

Anun içün ismidir Karabağ (Nigârî, Çaynâme/337)

1.19 Maçîn

Coğrafi olarak Türkistan’ın doğusunda ve Tarım nehrinin güneyinde bulunan bölgenin adıdır. Dîvân-ı
Lügâtü’t-Türk’te bu bölge Tawgaç olarak ifade edilir (Atalay, 1940: 453-454). Maçîn adını taşıyan
Türk kabilesinin burada yaşaması sebebiyle bu coğrafyaya Maçîn denilmiştir (Pala, 2013: 293). Klasik
şiirde genellikle Çin kelimesiyle beraber kullanılmıştır. İncelenen dîvânlarda Maçîn, uzaklığı ve
gidenlerin dönememesi yönleriyle kullanılmıştır.

Buyur kem-ter kulun şâhum irişsün Çîn ü Mâçîne

Açup iklîm-i Türk-istânı alsun taht-ı Hâkânı (Bâkî, G. 546/4)

Aldı çünkim zülf-i pür-çînüñ perîşân göñlümi

Çîn ü Mâçîne gidenler gibi kalsun yellesin (Şerîfî, G. 265/4)

Aynı zamanda sabânın, çeşitli sebeplerle Çin, Maçîn ve Hıtâ bölgelerine gittiği kabul edilmiştir.
Dolayısıyla bu bölgeler miskleriyle ve bu misklerin sevgilinin saçının kokusuyla benzerliğiyle anılır.
Bu bağlamda Maçîn, bazı beyitlerde sabâ, saç ve koku ifadeleriyle bağlantılı olarak kullanılmıştır.

Cihâna düşdi âvâze senüñ saçuñ hevâsından

Anuñ-çun oldı âvâre sabâ Çîn-ile Mâçînden (Ahmedî, G.507/4)

Çîn ü Mâçîni kesâda virdi bûy-ı kâkülün

Sürme-i gerd-i rehün kesdi Sıfâhân yolların (Âşık Çelebi, G.61/2)

1.20. Mâzenderân

İran’ın kuzeyinde bulunan bu yerleşim yerinin tarihteki adı Taberistan’dır. Dağlık bir bölge olması
sebebiyle bu coğrafyaya düzenlenen seferler devletleri oldukça zorlamıştır (Özgüdenli, 2010). Divan
şiirinde Mâzenderân’ın coğrafyası itibariyle fethi zor bir yerde bulunması çeşitli benzetmelere konu
olmuştur. Muvakkıtzâde Pertev tarafından sevgilinin açılması zor düğmeleri fethedilmesi zor
Mâzenderân kalelerine benzetilmiştir. Nedim ise dert askerlerine karşı yardımının sabra Mâzenderân
kalelerinin sağlamlığını vereceğini belirtmiştir. Sünbülzâde Vehbî’nin beytinde sadece bir yerleşim
yeri olarak yer alan Mâzenderân, memduhun mekânına karşılık bir kıyas unsuru olarak
kullanılmıştır.

Ol kaşı yay egnine geymiş ki bir yelek

Her dügmesinde kal’a-i Mâzenderân’ı var (Muvakkıtzâde Pertev, G. 75/ 2)

Geldikçe ceyş-i derd-i şehenşâh-ı himmetim

Sabra esâs-ı kal'a-ı Mâzenderan verir (Nedim, K. 4/68)

554
Orhan KURTOĞLU, Züleyha Nurgül ERTUĞRUL

Hudâvendâ seniŋ füshat-serây-ı mülküne nisbet

Hemân Mâzenderân zindândır Kâşân kâşane (Sünbülzâde Vehbî, K.7/62)

1.21. Nahcivân

Azerbaycan’da bulunan tarihî bir şehirdir. Tarihi süreç içerisinde çeşitli devletlerin hükmü altında
bulunan şehir her zaman askerî, ilmî ve ticari olarak bir merkez halinde bulunmuştur. Bu sebeple
Nahcivân, Osmanlı Devleti hükümdarları tarafından da önemli kabul edilmiş ve çeşitli zamanlarda
Nahcivân’ı idareleri altına almak için sefer düzenlemişlerdir (Karamanlı, 2006). Bu bağlamda
Nahcivân, divan şairleri tarafından muhataplarının hükümdarlıklarını övmek amacıyla fethedilen
veya fethedilebilecek uzak bir şehir olarak anılmıştır.

Kahr-ı şeh-i cihândan cân kurtarursa düşmân

Bu şevka müjde virsün Şirvân u Nahcivân’ı (Nev’îzâde Atâyî, T. 26/4)

Yakılmış âteş-i zulm-i felekden Bursadur gönlüm

Yakılmış mihri Gürciden diyâr-ı Nahcivânıdur (Remzî, K. 5/28)

1.22. Nahşeb

Özbekistan’ın güneydoğusunda bulunan bir şehirdir. Geçmişte Nahşeb ve Nesef ismiyle isimlendirilen
şehrin günümüzdeki adı Karşı’dır (Onay, 2021: 254). Nahşeb divan şiirinde mâh-ı Nahşeb, çâh-ı
Nahşeb terkipleriyle anılır. Mukanna’ el-Horâsânî’nin Nahşeb yakınlarındaki bir kuyuda civa vb.
terkiplerle yapay bir ay gösterdiği rivayet edilmiştir. Bu sunî ay, altmış gün gökyüzünde görünüp,
yaklaşık 18 kilometrelik bir mesafeyi aydınlatırmış (Çelebioğlu, 1991; Onay 2021: 254). Taranılan
divanlarda da şairler parlaklığı ve güzelliği yönünden sevgilinin yüzünü, şarabı ve memduhu anlatan
kelimelerin mürekkebini Nahşeb kuyusundaki aya benzetmişlerdir.

Mâh-ı Nahşeb-misâl-i pür-nûrum

Zulmet-i şâm n' eydügin bilmem (Mezâkî, G. 317/9)

Bade kim tâb-efgen-i sad-şîşedir her katresi

Şâm-ı gamda mâh-ı Nahşeb-pîşedir her katresi (Nâilî-i Kadîm, G. 377/1)

Ol kadar rûşen ki gâhî yazdığımca vasfını

Mâh-ı Nehşeb gibi berk urur devât içre midâd (Nef’î, K. 25/27)

Nahşeb’de bulunan kuyu da çâh-ı Nahşeb ismiyle çeşitli benzetmelere konu olmuştur. Azmizâde
Hâletî sevgilinin çene gamzesini, Kâmî ise sevgilinin ay yüzünün hayalinin bulunduğu kalbin kara
noktasını Nahşeb kuyusuna benzetmiştir.

Çâh-ı Bâbil çâh-ı Nahşeb'den be-dîdâr olmadı

Ol senün çâh-ı zenahdânunda olan âb u tâb (Azmizâde Hâletî, G. 59/2)

Mâh-ruhsâruñ hayâliyle süveydâ-yı dili

Çâh-ı Nahşeb zann iderdüm leyle-i kamrâ imiş (Kâmî, G. 98/6)

1.23. Nevşâd

555
Orhan KURTOĞLU, Züleyha Nurgül ERTUĞRUL

Türkistan’da bulunan bir şehirdir. Güzelleri ile meşhurdur. Divan şiirinde de bu yönüyle yer
bulmuştur (Öztürk ve Örs, 2009: 558). Genellikle Halluh’la beraber zikredilir. Beyitlerde Nevşâd şehri
burada bulunan güzelleriyle sevgilinin güzelliğine karşı benzetme unsuru olarak kullanılmıştır.

Olamaz turre-i matbû ‘ına behcetde şebîh

Turre-i dilber-i zîbende-kıyâm-ı Nevşâd (Osmanzâde Tâ’ib, T. 9/8)

Müferrih ol kadar hayret-fezâ seyr ü temâşâsı

Hüsünde gûyiyâ hûbân-ı şehr-i Halluh u Nevşâd (Kâmî, T. 39/7)

1.24. Nişâbûr

Ortaçağ’da Horasan bölgesinin en önemli şehirlerinden biri olan Nişâbûr, günümüzde İran sınırları
içerisinde bulunmaktadır (Özgüdenli, 2007). Şehirde sıkça meydana gelen depremlerle de divan
şiirinde yer bulmuştur. Seyyid Vehbî beytinde savaş esnasında memduhunun düşmanlarının
korkuyla titremesini Nişâbûr’un depremlerine benzetmiştir. Nevres ise şarabın tüm dünyayı sarhoş
ettiğini dolayısıyla salladığını ifade ederek bu durumu Nişâbûr’un depremleriyle ilişkilendirilmiştir.

Ki aʿdânuñ derûnın arz-ı Nîşâbûr’a dönderdi

Tezezzül virdi zûr-ı sadme-i ceyş-i firâvânı ( Seyyid Vehbî, K. 3/43)

İmkânı virüp tezezzül-i şûra şarâb

Döndürdi şu dünyâyı Nişâbûr'a şarâb (Nevres, G. 7/1)

Nişâbûr aynı zamanda bir müzik makamının da adıdır. Sâkıb Mustafa Dede ve Nehcî’nin beyitlerinde
Nişâbûr ifadesi bir musiki terimi olarak yer almıştır.

Egerçi mâye-i nüzhet-fezâdur âhengi

Velî düşer ana nisbet hisâr-ı Nîşâbûr (Sâkıb Mustafa Dede, K. 3/28)

Nevâ-yı nâlem ile kim sabâ vardı Nişâbûra

İşitdüm nagmesin Uşşâk imiş beste Mâhûra (Nehcî, G. 272/1)

Nişâbûr şehrinin sabah güneşin doğuşu ile bir inci gibi parladığı ve dünyanın en aydınlık yeri olduğu
kabul edilmektedir. Şeyh Galib ve Hersekli Arif Hikmet Bey de Nişâbûr’un parlak ve aydınlık bir
gökyüzüne sahip olan sabahlarına beyitlerinde yer vermiştir.

Sevâd-ı Şâm gibi re'y-i rûşeniyle anun

Olur zamîme-i mülkü sabâh-ı Nîşâbûr (Şeyh Galib, K. 20/26)

Bir lerze-nâk dehşet tîg-i helâk kim

Şâm-ı ecel sabâh-ı Nişâbur’dur bana (Hersekli Arif Hikmet Bey, G.2/2)

1.25. Semerkand

Özbekistan’da bulunan tarihî bir şehirdir. İpek Yolu güzergâhında önemli bir bölgede yer almasının
da katkısıyla Semerkand tarih boyunca önemli bir kültür ve ticaret merkezi olmuştur (Çeşmeli,
2002). Semerkant ismi, şehrin kurucusu olan hükümdarın adı Semer ile Soğdca’da “şehir, yerleşim

556
Orhan KURTOĞLU, Züleyha Nurgül ERTUĞRUL

yeri” anlamındaki kent/kant kelimesinden meydana gelmiştir (Aydınlı, 2009). Fakat bazı divan
şairleri kand kelimesini şeker anlamıyla öne çıkartıp şiirlerinde bu bağlamda ve Kandehâr’la birlikte
kullanmışlardır.

Leb-i yârün hayâli yollarında

Semerkanddan gider dil Kandehâra (Karamanlı Aynî, K.49/5)

Şeker-güftârî-yi kand-i leb-i şîrînine Vehbî

Semerkand ile mülk-i Kandehâr’ı verdi şükrâne (Sünbülzâde Vehbî, K.7/109)

Semerkand, bazı şairler tarafından da kültür ve ilim merkezi olması yönleriyle anılmıştır.

Suhan-sencîdelikdür şimdi yokdur misl ü üstâda

Diyâr-ı Rûm u Şîrâz u Semerkand u Buhârâ’da (Bosnalı Asım, Mus. 2/V.1)

Bildünse özün Rabbi bilüp ʿilme yitişdün

Lâzım degül olmazsa Semerkand u Buhârâ (Cemâlî, K. 1/33)

Semerkand, şehirde üretilen kâğıtlarıyla meşhurdur. Dönemin en kaliteli kâğıtları burada


üretiliyordu (Öztürk ve Örs, 2009: 659). Semerkand’ın kâğıtları divan şairleri tarafından da
zikredilmiştir.

Varak-ı âl-i Semerkandüme tahrîr itdi

Her gazel kim didi Rahmî o ruh-ı rengine (Bursalı Rahmi, G.180/5)

Gird-i la’linde degül hatt-ı siyâh ol mâhun

Vasf-ı kand-i lebi yazıldı Semerkand’a bu şeb (Enderunlu Vâsıf, G. 11/2)

Semerkand, sevgiliye dair güzellik unsurlarından sevgilinin beniyle ilişkilendirilmiştir. Semerkand ve


ben arasındaki ilişkinin Hafız’ın “O Şirazlı güzel bize iltifat eder, gönlümüzü alır, aşkımızı kabul
eylerse yanağındaki kara bene Semerkand’ı da bağışlarız, Buhara’yı da.” beyti sebebiyle kurulduğunu
söyleyebiliriz.

Hattunı Sebzevâra Semerkande benlerün

İzün tozunu kuhl-ı Sıfâhâna vermezem (Hayâlî, G. 22/2)

Eyâ dilber-i dil-bend eyâ nâzük-i leb kand

Eyâ türk-i şeker-hand eyâ hâli Semerkand (Kadı Burhâneddin, G. 811/7)

1.26. Şirvân

Azerbaycan’da bulunan bir yerleşim yeridir. Sâsânîler döneminde Azerbaycan’ın en büyük


şehirlerinden biri olarak kabul edilmiştir. Şirvân, günümüzde olduğu gibi tarihte de ipek ve yün
dokumacılığıyla gelişmiş ve meşhur olmuş bir bölgedir (Aydın, 2010). Divan şairleri tarafından da
Şirvân, değerli kumaşları yönüyle anılmıştır.

Sîne mi yâ hod harîr-i hâm yâ kettân-ı Mısr

557
Orhan KURTOĞLU, Züleyha Nurgül ERTUĞRUL

Kâkum-ı Rûsî mi yâ hod vâşak-ı Şîrvân mıdır (Hayâlî, 8)

O şekle girmeye giyse bütân-ı nazm-ı ʿAcem

Kumâş-ı hüsn-i edâdan Kabâ-yı Şirvânî (Sabri Mehmed, K. 4/40)

Bazı şiirlerde ise Şirvân sadece bir şehir ve yerleşim yeri olarak anılmıştır. Özellikle Şirvân’ın fethi
için yapılan seferlere dayanarak şairler şiirlerinde Şirvân’a sıkça yer vermişlerdir.

Budur ol âhu-çeşm ü şîr-efken

Bunundur âkıbet iklîm-i Şirvân (Karamanlı Aynî, K.21/67)

Bi-hamdi’llâh ki yâri kıldı ferr-i baht-ı sultânî

Müyesser eyledi Bârî Te’âlâ feth-i Şirvânı (Bâkî, G. 546/1)

1.27. Tarâz

Kazakistan’ın Kırgızistan sınırına yakın ve Talas Nehri üzerinde bulunan şehridir. Güzelleri ve miski
ile anılır (Öztürk ve Örs, 2009: 766). Klasik şiirde de güzelleri ile yer bulmuş ve bir kıyas unsuru
olarak kullanılmıştır.

Zâhide mezheb sorarsan zerk u tezvir ü riyâ

Âşıka meşreb sorarsan hüsn-i hûbân-ı Tarâz (Ahmed Paşa, G. 124/4)

Hüsn-i ahlâkına âşüfte-dil halk-ı cihân

Şâhid-i tab’ına dil-dâde arûsân-ı Tırâz (Neşâtî, K. 14/17)

1.28 Taşkent

Nüfus yönünden Orta Asya’nın en büyük şehri olan Taşkent, Özbekistan sınırları içerisinde bulunur.
16. yüzyılın sonlarına doğru Taşkent ismiyle anılan şehrin eski adı Çâç’tır (Muhammedcanov, 2011).
Burada iyi yay yapan pek çok ustanın bulunması şehrin bu yönüyle tanınmasına sebep olmuştur
(Köksal, 2001). Klasik şiirde de Taşkent bu sebeple yer bulmuş ve “Çâçî kemân” tabiri şiirlerde çeşitli
benzetmelere konu olmuştur.

Kudretün deştinde bir Çâçî kemândur

Kim anunçün gök müzehheb laciverdî (Remzî, K. 4/27)

Kirpügün nâvek okıdur kaşlarun Çâçî kemân

Uğramaz ‘âşıkdan özge ol okuñ peykânına (Nesîmî, G. 365/9)

1.29. Tebrîz

İran’ın kuzeybatısında Doğu Azerbaycan eyaletinin merkezi kabul edilen şehirdir. Günümüzde olduğu
gibi Ortaçağ’da da İslam dünyasının en önemli yerleşim yerlerinden biri olarak kabul edilmiştir (Pala,
2013: 444). Tebriz, klasik şiirde de çeşitli sebeplerle anılmıştır. Özellikle kaside ve tarih metinlerinde
Tebriz’in fethi sıkça yer almıştır. Bâkî ve Nef’î de Tebriz’i bir yerleşim yeri olarak fethi sebebiyle
zikretmişlerdir.

558
Orhan KURTOĞLU, Züleyha Nurgül ERTUĞRUL

Gubâr-ı na’l-i esbin dîde-i a’dâya kühl itdi

Ne Tebrîzin kodı ceddüñ ne Kazvîn ü Sıfâhânı (Bâkî, G. 546/6)

Muzaffer ola serdârın eyâ Şâhenşeh-i Gâzî

Ne Tebrîzi koya şâh-ı kızılbâşa ne Şîrâzı (Nef’î, K.22/1)

Tebriz, İlhanlılar döneminden itibaren ekonomisinin de bunun üzerine kurulması sebebiyle ipekleri
ve ipekli kumaşları ile meşhurdur (Bilgili, 2011). Divan şiirinde de Tebriz’in kumaşları çeşitli
benzetmelere konu olmuştur. İzzet Ali Paşa, gökyüzünü atlas kumaşa benzetmiş ve Tebriz kumaşının
süsleriyle yıldızları ilişkilendirip Samanyolu’nun gökyüzünün üzerine telli Tebriz kumaşını sermesini
söylemiştir. Yenişehirli Avnî ise esbâb kelimesini tevriyeli olarak kullanıp hem bir elbiseye güzellik ve
parlaklığın kumaşı sebebiyle Tebriz’den geldiğini hem de şiirin cevherinin letafetinin kaynağının
Tebriz olduğunu dile getirmiştir.

Atlas-ı çarh üstine tertîb-i bezm-i şevk idüp

Telli Tebrîzî kumâş-ı nev döşetsün kehkeşân (İzzet Ali Paşa, Mus. 1/ ⅠⅠ. 6)

Avnî füyûz-ı maşrık-i Tebrizden gelür

Kan-ı keremde cevher-i esvâba âb ü tâb (Yenişehirli Avnî, G. 26/7)

Tebrîz, Farsça ateş akıtan, döken anlamına gelmektedir. Şehre bu ismin verilmesinde Harun Reşid’in
ateşli hastalığa yakalanan eşinin Tebriz’deki kaplıcalara girdiği için iyileşmesi veya şehrin güneyinde
bulunan Sehend Dağı’nın volkanik özelliğiyle ilişki kurulması iddia edilmektedir (Bilgili, 2011).
Şairler tarafından da Tebrîz ismi ateş saçan anlamındaki teb-rîz kelimesiyle tevriyeli olarak
kullanılmıştır.

Ben çü Tebrîz-i vücûdumı fidâ kıldum ana

Gözlerüm yaşını yüz vech ile ol eyledi şat (Kadı Burhaneddin, G.408/3)

Çıkan bagrumdaki başla olupdur garka-i Sürhâb

Hayâl-i yâr şâhıdur göñül tahtı durur Tebrîz (Figânî, G.33/2)

1.30. Tûs

İran’ın Horâsân bölgesinde bulunan tarihî bir şehirdir (Kurtuluş, 2012). On iki imamın sekizincisi
olan Ali er-Rızâ, Ali b. Hişâm tarafından verilen zehirli bir narı yemesi sonucu hastalanıp ölmüştür.
Mezarı Tûs şehrine defnedilmiş, hatta bu bölgeye Ali er-Rızâ’nın hatırasını yaşatmak amacıyla
Meşhed ismi verilmiştir (Kılavuz, 1989). Divan şiirinde Tûs şehri Ali er-Rızâ’nın şehit edildiği yer
olması yönüyle yer almıştır. Özellikle Ali er-Rızâ’nın kırmızı bir nar yiyerek ölmesi ve orada kanının
akması sebebiyle şairler Tûs’u kırmızı renkle ilişkilendirmişlerdir.

Boyından aşdı mevc-i hûn-ı nâ-hakk ol sitem-hûnuñ

O ma’nâdur başında şâlı kâr-ı Tûs-ı gül-gûndur (Hâlet Efendi, G.5/3)

Muharremde siyeh gey mâtem it kan agla gel sen de

Kim eşk-i sürh serden hâk-i pâk-i Tûs gül-gûndur (Antebli Aynî, G.61/9)

559
Orhan KURTOĞLU, Züleyha Nurgül ERTUĞRUL

Ali er-Rızâ’nın Tûs’daki kabrini ziyaret etmek Şiiler tarafından kutsal bir görev olarak kabul edildiği
için (Kılavuz, 1989) Karamanlı Aynî tarafından Tûs’daki bu türbe Ka’be’ye benzetilmiştir.

Ka‘bedür Tûsun şehîdî kapusı

Ol kapuda Zemzem oldum akaram (Karamanlı Aynî, K.17/36)

1.31. Ürgenc/Gürgenc

Özbekistan’da bulunan tarihî bir şehirdir. Hârizm döneminde “Türkistan’ın kapısı” olarak
nitelendirilmiştir (Taneri, 1996). Taranılan divanlar içerisinde Ürgenc sadece Ahmedî divanında yer
almaktadır. Ahmedî, Ürgenc’i memduhunun ayağının tozuna bile değmeyen uzak bir memleket olarak
ve genc ifadesiyle cinaslı söylenişi sebebiyle kullanmıştır.

Ayagunun tozı behâsı degül

Genc-i Mısr u Hıtâ vü tâ Ürgenc (Ahmedî, G.104/6)

1.32. Yagmâ

Günümüzdeki Uygurlar’ın ve Özbekler’in atalarını oluşturan Oğuz boyudur (Sümer, 2007). Yagma
boyu Burhân-ı Kâtı’da Türkistan’da bulunan bir şehir olarak geçmektedir. Şehir güzelleriyle ünlüdür
ve divan şiirinde de bu yönüyle yer almıştır (Onay, 2021: 383). Taranılan divanlar arasında sadece
Ahmed-i Dâ’î divanında rastlanılan Yagma, sevgilinin benzetildiği güzelleri sebebiyle anılmıştır.

ʿAklumuz yagma kılur birkaç büt-i Yagmâyiler

Gözleri câzû yüzi gül kâmeti raʿnâyîler (Ahmed-i Dâ’î, G. 200/1)

Giceler subha degin câm-ı sabûhı içelüm

Şâhid-i şehd-leb ol dil-ber-i Yagmâyı getür (Ahmed-i Dâ’î, G. 211/3)

2. Sonuç

Klasik Türk edebiyatının esas kaynaklarından biri toplum ve günlük yaşamdır. Bu bağlamda Osmanlı
Devleti’nin gerek siyasi gerek kültürel yönden ilişkili olduğu coğrafyalar da farklı yönleriyle edebî
metinlerde ele alınmıştır. Bu tebliğde, bahsi geçen coğrafyalardan biri olan Orta Asya şehirlerinin
divan şiirinde hangi ölçüde ve ne sebeplerle yer aldığının incelemesi amaçlanmıştır. Bu doğrultuda da
152 divan taranmıştır. Taranan divanların 24’ü 15. yüzyıla, 38’i 16. yüzyıla, 28’i 17. yüzyıla, 36’sı 18.
yüzyıla, 24’ü 19. yüzyıla aittir. İsmi geçen şehirlerin divanlarda hangi oranlarda yer aldığı aşağıdaki
tabloda gösterilmiştir.

560
Orhan KURTOĞLU, Züleyha Nurgül ERTUĞRUL

63,8

19,7 22,3
13,1 15,7 14,4 17,1
11,1 8,3 9,8
0,6 46,7 2,6 15 0,6 3,9 4,6 3,2 5,2 3,9 7,2 3,9 2,6 1,9 1,9 1,9 3,2 1,3 1,9 3,2 0,6 0,6

HıTÂ

TEBRÎZ
CÜRCÂN

DEYLEM

HUCEND

MAÇÎN

ŞIRVÂN

YAGMA
TÛS
BELH

HORÂSÂN
BUHÂRÂ

ERDEBÎL

HALLUH

MÂZENDERÂN
FERHÂR
GENCE

KÂBIL
KANDEHÂR

ÜRGENC
BEDAHŞÂN

HERÂT

TARÂZ
ÇIĞIL

KARABÂĞ

NAHCIVÂN
NAHŞEB

NIŞÂBÛR
NEVŞÂD

SEMERKAND
ÂMUL

TAŞKENT
Tespit edilen bu şehirlerin dışında Orta Asya coğrafyası ile ilişkili Tatar, Türk, Özbek, Efgâniyân,
Azerbaycan, Harzem gibi isimlerin de şiirlerde yer aldığı görülmüştür. Fakat bunlar bir şehir değil
kavim ve ülke isimleri olmaları sebebiyle çalışmaya dâhil edilmemiştir.

Orta Asya’da bulunan otuz iki şehrin divanlarda çeşitli sebeplerle yer aldığı tespit edilmiştir. Bu sayı,
Orta Asya coğrafyasının divan şiirine yoğun bir şekilde etki ettiğinin göstergesi sayılabilir. Klasik
Türk edebiyatı ve coğrafya üzerine yapılan incelemeler sonucunda herhangi bir yerleşim yerinin
genellikle iki bağlam kapsamında edebî metinlerde yer aldığı yargısına varılmıştır. “Divan şiirinde yer
adları, doğrudan coğrafi işleviyle, yani belli bir ülkeyi, şehri, bölgeyi… belirtme, anlatma açısından
kullanıldığı gibi, teşbih, istiare, telmih, tenasüp, tezat, tevriye, cinas… gibi anlatım yollarıyla bir mazmun
çerçevesi içerisinde de çok daha sıklıkla ele alınmıştır.” (Dilçin, 2011: 251). Bu durum divan şiiri edebî
metinlerinde yer alan Orta Asya şehirlerinde de mevcuttur. Taranılan divanlarda şehir isimlerinin,
kaside ve gazellerde yer almasına göre kullanım amacında da farklılık olduğu belirlenmiştir.
Kasidelerde bahsedilen şehirler genellikle sadece bir yerleşim yeri olarak yer almakla birlikte,
şairlerin duygularını ifade etmek amacıyla kaleme aldıkları şiirler olan gazellerde ise şehir isimleri
çoğunlukla bir benzetme unsuru olarak anılmıştır.

Klasik Türk şiirinin merkezi İstanbul kabul edildiği için Anadolu ve Balkanlardaki pek çok yer gibi
Orta Asya da şairler için çoğunlukla uzaklığı temsil etmiştir. Bu sebeple de uzaklığı esas alarak
belirtmek istedikleri hususlarda Orta Asya şehirlerinin isimlerinden faydalanmışlardır. Özellikle
kasidelerde memduhun hükümdarlığını ve gücünü vurgulamak istedikleri beyitlerde bu kişilerin
sadece Osmanlı Devleti sınırları içinde değil Orta Asya gibi uzak memleketlere dahi gücünün ve
hükmünün ulaştığını veya ulaşabileceğini belirtirler. Cürcân, Hucend, Herât gibi şehirlerin
bahsedildiği beyitler bu duruma bir örnek oluşturmaktadır. Aynı zamanda şairler Tebrîz, Gence,
Nahcivân gibi yerlerin fethini kutlamak amacıyla yazdıkları kaside ve tarihlerde böyle uzak
memleketlerin bile Osmanlı Devleti sınırlarına dâhil edilmesine dair memnuniyetlerini
belirtmişlerdir. Orta Asya şehirlerinin uzaklıkları sebebiyle bir yerleşim yeri olarak bahsedilmesi
gazellerde de karşımıza çıkmıştır. Beyitlerde şairlerin sevgilinin benzerini bulmak için gittikleri
memleketler, sevgilinin güzelliğinin haberinin ulaştığı yerler, sevgiliye dair güzellik unsurlarından
biri için feda edilebilecek önemli şehirler, sevgiliye kavuşmak için gidilmesi göze alınan uzun yollar

561
Orhan KURTOĞLU, Züleyha Nurgül ERTUĞRUL

arasında Orta Asya şehirleri de bulunmaktadır. İncelenen divanlarda Buhârâ, Semerkand, Kandehâr,
Bedahşân şehirlerinin bu amaçlarla da kullanıldığı görülmüştür.

Daha önce de belirtildiği gibi şairler yer adlarını sıklıkla şiirlerinde oluşturdukları çağrışım zincirinin
bir parçası şeklinde benzetme unsuru olarak da kullanmışlardır. Böyle durumlarda bazen şairler
bahsedilen yerleri somut gerçekliğinden soyutlayıp buralara yeni bir anlam yüklemektedirler. Bahsi
geçen yerlerde yetiştirilen ürünler, yoğun bir şekilde bulunan tipler ve mekânlar, sıkça meydana
gelen olaylar, geçmişte burada yaşanmış ya da yaşandığı tahmin edilen olayların efsaneleşip mekânla
özdeşleştiği durumlar vs. gibi bağlantılarla şairler yerleşim yerlerinin isimlerini şiirlerinde bir imaj
örgüsünün parçası olarak ele almışlardır. Bu durumun Orta Asya şehirleri için de geçerli olduğunu
görmekteyiz. Şairler Bedahşân’da yetişen lal taşını, Hıtâ’nın miskini, Şirvân’ın ipeğini, Nahşeb’in
efsaneleşmiş kuyusunu, Nişâbûr’un depremlerini, Semerkand ve Buhârâ’nın âlimlerini, Yagma, Tarâz,
Nevşâd, Çiğil ve Deylem’in güzellerini, Tûs’ta yaşanan katli esas alarak bu mekânları ele aldıkları
konuya göre bazen sevgiliye bazen de kendilerine veya memduhlarına dair durumlarda çeşitli
benzetmelere konu etmişlerdir. Bu kullanım tarzına dayanarak şairlerin bahsettikleri bu şehirlere
karşı bir bilince sahip olmanın ötesinde sadece toplumsal bilinçaltının bir parçası olarak
farkındalıklarının var olduğunu söyleyebiliriz. Bu bağlamda, edebî gelenek içerisinde sevgilinin
kırmızı dudağının Bedahşân’ın lal taşına benzetilmesi yaygınlaşmış bir kalıp haline geldiyse bu
benzetmeyi yapan bir şair için Bedahşân şehrinin nerede olduğu, hangi özelliklere sahip olduğu
önemli değildir diyebiliriz.

Divan şiiri estetiği ön plana alan, içeriğe olduğu kadar şekle ve bu şekli güzelleştiren ahenk
unsurlarına da oldukça önem veren bir sisteme sahiptir. Bu sebeple şiiri şeklen güzelleştiren ve de
anlamına derinlik katan ahenk unsurları şairler tarafından oldukça kıymetli görülmüş ve sıkça
kullanılmıştır. Orta Asya şehirleri de bazı şiirlerde sese dayalı ahenk unsurlarından biri olarak yer
almışlardır. İncelenen divanlarda bazı şehir isimlerinin bazen kelime anlamıyla tevriyeli bir şekilde
bazen de eş sesli kelimelerle cinaslı olarak kullanıldığı tespit edilmiştir. Tebrîz-teb-rîz, Gence-genc,
Hatâ-hata, Horâsân-horâsânî, Kandehâr-kand, Semerkand-kand, Nişâbûr-nişâbûr vb. gibi kullanımlar
bu duruma örnek teşkil etmektedir.

İncelenen divanlar içerisinde Nigârî divanında dikkat çeken bir durum tespit edilmiştir. 19. yüzyıl
şairlerinden biri olan Nigârî, Karabağlıdır. Fakat hayatının belli bir dönemi hariç çeşitli sebeplerle
memleketinden uzakta yaşamak durumunda kalmıştır. Şair, gurbet ve Karabağ’a duyduğu hasret
duygularını ise şiirlerine yansıtmıştır. Divanında sayıca elliden fazla Karabağ’dan bahsettiği
görülmektedir. Şairin, Karabağ’ı bazen gerçekçi bazen mübalağalı şekilde tasvir ettiği, çeşitli
yönleriyle övdüğü ve farklı benzetmelere konu ettiği ifadeleri mevcuttur. Nigârî’nin uzakta yaşadığı
memleketine karşı duyduğu hasretin etkisi şiirlerinde yoğun bir şekilde görülmüştür. Bu durum,
divan edebiyatı dünyasının hayal âlemi olduğu ve şairlerin gerçek hayatın etkilerini şiirlerine
yansıtmadığı iddialarının aksi için sunulan delillerden biri olabilir.

Taranan divanlar içerisinde kullanım sıklığı açısından divanların %10’undan fazlasında bulunan
şehirler Bedahşân, Buhârâ, Hıtâ, Horâsân, Kandehâr, Maçin, Nahşeb, Nişâbûr, Semerkand, Şirvân ve
Tebrîz’dir. %9,8’lik bulunma oranı sebebiyle Nişâbûr da bu şehirler arasında sayılmıştır. İsmi geçen
bu yerlerin divanlarda diğer şehirlere nazaran yoğun diyebileceğimiz kullanımlarının sebebini tespit
etmenin gerekli olduğu düşünülmüştür. Bedahşân lal taşı, Kandehâr şekerle kurulan bağlantısı, Hıtâ
miski sebebiyle sevgiliye dair güzellik unsurlarında sıkça kullanılan benzetmelere konu olmuşlardır.
Tarih boyunca Şirvân ve Tebrîz’e fetih amacıyla defalarca sefer düzenlenmiştir. Bu durum devletin
çeşitli alanlardaki etkinlikleriyle yakın ilişkide olan şairlerin ilgisini çekmiş ve bu şehirleri genellikle
bu sebeple anmışlardır. Nişâbûr’un aynı zamanda bir müzik makamının da adı olması, sıkça
depremlere maruz kalması, sabahlarının berraklığına dair yaygın bir inanış olması gibi özellikleriyle
şiirlerde yoğun bir şekilde kullanılmıştır. Şairler için Maçîn uzaklığın temsili, Semerkand ve Buhârâ
ise ilmin ve bayındırlığın karşılığıdırlar. Bu bağlamda, bahsi geçen bu şehirlerin daha yoğun

562
Orhan KURTOĞLU, Züleyha Nurgül ERTUĞRUL

kullanılmasının sebebi olarak genellikle her bir şehrin bazen gerçek bazen de mecâzî olarak temsil
ettiği bir hususun olmasını söyleyebiliriz. Şairler de ele aldıkları hususlarda bu konulara çeşitli
sebeplerle ilişkili olarak artık bir imge ve sembol haline gelmiş bu şehirlerden sıkça bahsetmişlerdir.

Sonuç olarak, edebiyat ve coğrafya bilimi arasında yapılan çalışmalarda “Edebî eserlerdeki coğrafî
unsurların işlevi ve misyonu nedir? Yazarlar, coğrafya karşısında bir bilince sahip midirler, yoksa
kullanılan argümanlar tesadüfen mi kullanılmışlardır? Edebî eserlerde kullanılan mekânlar dünyanın
gerçek mekânları mıdır, yoksa bu mekânlar tamamen itibârî midir? Bu mekânlar edebiyata ve şiire ne
katmışlardır? Mekânların poetikası felsefî ve estetik bir söyleme dönüştürülebilmiş midir?” (Aktaş,
2012). soruları sorulmaktadır. Orta Asya şehirlerinin klasik Türk şiirindeki yerini incelemeyi esas
aldığımız bu tebliğde bahsi geçen sorulara Orta Asya coğrafyası üzerinden cevap bulmaya çalıştık.

3. Kaynaklar

Aktaş, H. (2012). “Disiplinlerarası İlişkiler Bağlamında Şiir ve Coğrafya” Studies Of The Ottoman
Domain, 2(3), 1-25.

Atalay, B. (1940). Divânü Lugât-it Türk Tercümesi. Ankara: TDK.

Aydın, M. (2001). “Karabağ”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 24, s. 367-368. İstanbul: TDV.

Aydın, M. (2010). “Şirvan”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 39, s.204-206. İstanbul: TDV.

Aydınlı, O. (2009). “Semerkand”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 36, s. 481-484. İstanbul: TDV.

Aytaç, G. (2004). Cumhuriyetimizin 80. Kuruluş Yıldönümü Anı Kitabı. Ankara: DTCF.

Bilgili, A. S. (2011). “Tebriz”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 40, s. 219-222. İstanbul: TDV.

Bozkurt, N. (2002). “Kavuk”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 25, s. 71-72. Ankara: TDV.

Budak, M. (1993). “Çârcûy”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 8, s. 224-225. İstanbul: TDV.

Çelebioğlu, A. (1991). “Ay”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 4, s. 186-191. İstanbul: TDV.

Çeşmeli, İ. (2002). “Semerkand Şehrinin Antik Dönemden 19. Yüzyıla Kadar Olan Fiziksel Gelişimi”
Sanat Tarihi Yıllığı, 0(15), 57-90.

Çetin, O. (1998). “Horâsân”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 18, s. 234-241. İstanbul: TDV.

Demlikoğlu, U. (2019). “Osmanlı Ordularının Gence’yi Fethi, Askeri ve Lojistik Durumu (1723-1735)”.
Journal of History School, 43, 1448-1479.

Dilçin, C. (2011). Divan Şiiri ve Şairleri Üzerine İncelemeler. İstanbul: Kabalcı.

Efendizade, O. (1996). “Gence”, TDV İslam Ansiklopedisi, C. 14, s. 17-20. İstanbul: TDV.

Esin, E. (2010). “Farhar-ı Halluh (Karluk Budist Sanatı)” Türkiyat Mecmuası, 18(0) , 79-140.

Frye, N. (1965). Bukhara: The Medieval Achievement. Hasan Kurt (Çev.) University of Oklahoma.

Karamanlı, H. M. (2006). “Nahcıvan”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 32, s. 294-297. İstanbul: TDV.

Kılavuz, A. S. (1989). “Ali er-Rızâ”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 2, s. 436-438. İstanbul: TDV.

Koçu, R. E. (2015). Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü. İstanbul: Doğan.

563
Orhan KURTOĞLU, Züleyha Nurgül ERTUĞRUL

Köksal, M. F. (2001). “ ‘Divan Şiirinde Okçuluk Terimleri’ne Ekler”, Türklük Bilimi Araştırmaları, 10,
235-254.

Kurtuluş, R. (2012). “Tûs”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 41, s. 431-432. İstanbul: TDV.

Kurtuluş, R. (1993). “Cürcân”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 8, s. 131-132. İstanbul: TDV.

Kurtuluş, R. (1998). “Hucend”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 18, s. 272-273. İstanbul: TDV.

Muhammedcanov, A. (2011). “Taşkent”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 40, s. 145-148. İstanbul: TDV.

Mütercim Âsım Efendi (2009). Burhân-ı Katı. Mürsel Öztürk, Derya Örs (Çev.) İstanbul: TDK.

Özcan, A. (2001). “Kandehâr”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 24, s. 293-294. İstanbul: TDV.

Özgüdenli, O. G. (2010). “Tâberistân”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 39, s. 322-323. İstanbul: TDV.

Özgüdenli, O. G. (2007). “Nîşâbur”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 33, s. 149-151. İstanbul: TDV.

Pala, İ. (2013). Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü. İstanbul: Kapı.

Roux, J. P. (2006). Orta Asya Tarih ve Uygarlık, İstanbul: Kabalcı.

Salman, H. (2001). “Karluklar”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 24, s. 509-510. İstanbul: TDV.

Sümer, F. (2007). “Oğuzlar”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 33, s. 325-330. İstanbul: TDV.

Şeşen, R. (1992). “Buhârâ”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 6, s. 363-367. İstanbul: TDV.

Taneri, A. (1996). “Gürgenç”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 14, s. 321-323. İstanbul: TDV.

Taşağıl, A. (1998). “Hoten”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 18, s. 251-253. İstanbul: TDV.

Togan, Z. V. (1981). Bugünkü Türkili (Türkistan) ve Yakın Tarihi. İstanbul: Aksiseda.

Uslu, R. (1998). “Herat”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 17, s. 215-218. İstanbul: TDV.

Uzun, M. İ. (1992). “Bedahşân”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 5, s. 292-293. İstanbul: TDV.

Yazıcı, T. (1992). “Belh”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 5, s. 410-411. İstanbul: TDV.

Yazıcı, T. (1994). “Deylem”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 9, s. 263-265. İstanbul: TDV.

Yeniterzi, E. (2017). “Klasik Türk Şiirinde Ülke ve Şehirlerin Meşhur Özellikleri” Uluslararası Sosyal
Araştırmalar Dergisi, 3(15), 301-334.

564
İnsan Kaynakları Yönetimi Stratejilerine Dijital
Dönüşüm Bağlamında Bakmak: Dijital İnsan Kaynakları
Yönetimi Vizyonu

Pınar Altıok Gürel1

Özet
Dijital dönüşümün giderek hız kazandığı günümüzde, İnsan Kaynakları Yönetimi(İKY) disiplini alanında
yeni bakış açıları oluşturma gereksinimi doğmuştur. “İnsan Kaynakları 4.0”, “Toplum 5.0”, “Nesnelerin
İnterneti”, “Arttırılmış Gerçeklik” gibi kavramların daha yoğun olarak hayat sahnesine çıktığı son
dönemde, ana hareket noktası “entelektüel sermaye” olan İKY’nin, post-modern paradigmanın kapsamı
giderek genişleyen yeni panoramasına göre sisteme entegre olması gerekmektedir. Özellikle son
dönemde işletme yönetimi stratejileri için yaşamsal önem taşıyan sürdürülebilir rekabet açısından
dijital dönüşümlerin öncelikli olarak ele alınması gerekmektedir. Bu nedenle, içinden geçmekte
olduğumuz zamanın rûhunu kavrayabilen ve geleceği de kapsayabilen bir bakış açısıyla yapılandırılacak
“Dijital İnsan Kaynakları Yönetimi Vizyonu” oluşturularak, stratejilerin desteklenmesi sağlanmalıdır.
Gelecek nesil İKY uygulamalarının, dijital platformlar yoluyla, işletmenin tüm süreçleri için etkin ve
verimli çalışacağı, böylece işletmeleri amaçlarına daha net adımlarla ulaştıracağı beklenmektedir. İnsan
kaynağı ve teknolojinin doğru bileşenlerinin, yönetim stratejileri içerisinde yeniden şekillendirilmesi
gerekmekte, özellikle “Yetenek Yönetimi” işletmenin kendine özgü, taklit edilemeyen bir öz-yetenek
geliştirmesi bakımından özellikle önemsenmelidir. İşletmedeki tüm süreçlerin performansının yüksek
olması, işletmenin sahip olduğu “yeteneklerin” başarısına bağlıdır. Bir örgütün yeteneklerini, örgütteki
insanların, uygulamaların, teknoloji ve altyapının kombinasyonu oluşturmaktadır. Bu noktada,
işgücünün nitelik ve nicelik olarak profilinin ortaya çıkartılarak oluşturulacak işgücü envanterlerinin
dijital platformlara aktarılması önem taşımaktadır. Dijital İKY Vizyonu’nun diğer bir stratejik noktası,
dijital ortamlarda yapılacak tüm faaliyetlerin, yasal çerçeveye oturtulmasının sağlanmasıdır. Bu noktada
meslek etiği ve yönetsel ahlâka ilişkin ilkelerin titizlikle dijital dönüşüme uygun olarak yapılandırılması,
tüm paydaşların veri güvenliğinin yasal olarak güvence altına alınması gerekmektedir. Dijital İKY
Vizyonu’nun oluşturulması için önem arz eden diğer bir konu da örgüt yapısının dijital süreçlere
uyumlaştırılması gereğidir. Bunun için de, söz konusu dönüşümleri sağlayacak liderlere olan ihtiyaç
ortadadır. İş yaşamında aktif olarak çalışmakta olan bütün kuşakları süreçlere entegre edebilecek,
örgütsel iletişimi sağlayabilecek, küresel pazarlarda hızla artan farklılıkların yönetimini stratejileri
içerisinde konumlandırarak işletmenin kurum kültürünü dijital dönüşüme uygun hâle getirebilecek olan
bu farklı liderlik tipolojisi, örgütler için bizatihi bir rekabet avantajı sağlayacaktır. Böyle bir yapının
sağlanabilmesi için; birey ve grup ilişkilerinin yeniden yapılandırılması, örgüt kültürüne sağlıklı bir
altyapı sağlayacak olan yeni bir kurumsal kimliğin oluşturulması, dönüşüm sürecinde oluşabilecek
çatışmaların çözümüne yönelik yönetimsel tedbirlerin sisteme dâhil edilmesi, dijital bilgi teknolojilerini
öğrenme, uygulama, örgütün yeni rekabet stratejisinin bir unsuru olarak benimseme yönünde
çalışanların eğitimi ve geliştirilmesi yaşamsal önem taşımaktadır. Bu amaçla, Dijital İKY Vizyonu,
işletmenin yeni bir sürdürülebilir rekabet stratejisi olarak değerlendirilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Dijital Dönüşüm, Dijital İnsan Kaynakları Yönetimi Vizyonu, Yetenek Yönetimi,
Yönetim ve Organizasyon
1. Giriş

İKY alanında, dijital dönüşümleri, sürdürülebilir rekabet stratejileri yönünde


değerlendirebilmek ve dijital iky vizyonu oluşturabilmek için üzerinde önemle çalışılması gereken
konuların; “yetenek yönetiminin strateji içerisinde yüksek önem derecesiyle ele alınarak dijital
süreçlerin yönetilmesi”, “dijital dönüşümlerin meslek etiği ve yönetsel ahlâka uygun şekilde insan
kaynakları (ik) çalışmalarına yansıtılması” ve “örgüt yapısını dijital dönüşüme uygun şekilde

1
Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Davutlar Meslek Yüksekokulu, Turizm ve Otel İşletmeciliği Programı
e-posta adresi pinaraltinok01@gmail.com

565
Pınar Altıok Gürel

dönüştürecek liderlik tipolojileri” olduğu bu çalışmada ifade etmek istediğimiz ana husustur.
Dördüncü sanayi devrimi sonucunda ortaya çıkmış olan İK 4.0 kavramı, nesnelerin interneti, büyük
veri, yapay zekâ programları ile gelişmeye devam etmekte, ik çalışmalarının bu gelişmeler yönünde
daha işlevsel bir şekle gelmesi hedeflenmektedir. Bu süreçleri etkin ve verimli yönetemeyen
işletmelerin yeni toplumsal işleyişe ayak uydurmakta zorlanacağı belki de piyasalardan çekilme
noktasına gelebileceği söylenebilir. Covid-19 pandemisinin dijital süreçleri hızlandırması ve sanal
organizasyonları yaygınlaştırması göz önüne alındığında, insanlığın önünde ne zaman açılacağı
belirsiz bir süreç, ama buna karşın devam etmesi gereken bir iktisâdî hayat, doğru uygulanması
gereken yepyeni dijital bir anlayış bulunmaktadır. İk’nın sorumluluk alanındaki bütün eylemlerin
dijital ortamlarda gerçekleşmesi anlamına gelen İK’nın dijital dönüşümü, elbette sadece işletme
verilerinin bilgisayar ortamlarına aktarılmasından ibaret bir eylem olarak düşünülemez. Dijital
dönüşümün işletmeye rekabet avantajı kazandıracak stratejik bir güce dönüştürülmesi ve bu dijital
dönüşüme uygun şekilde bir vizyon oluşturularak, ik’nın yeniden haritalandırılması, buna uygun iş
süreçlerinin tasarlanarak gereken teknolojik ortamın yapılandırılması ve insan ile dijital teknoloji
uygulamalarının uyumlaştırılması gerekmektedir. Bütün bu süreçlerin güvenilirliğini sağlamak, yasal
çerçeveye oturtmak işletmeler için yaşamsaldır. Dolayısıyla, dijital İK vizyonu, hem dijital hem de
stratejik bir paydada ele alınarak ik faaliyetlerinin yürütülmesi ve sürdürülebilir bir örgüt
stratejisinin oluşturulmasına hizmet etmelidir.

1.1. Endüstri 4.0’a gelinceye değin kat edilen aşamalara kısa bir bakış

Sanayi Devrimi’nin 18. yüzyılın sonlarından başlayıp Endüstri 4.0 aşamalarına ulaşıncaya değin
tüm süreçlerine, keskin bir çizgiyle değil, birbirini tamamlayan ve ilişkilerini sürdüren bir bakış açısı
ile yaklaşmak uygun olmaktadır. Gelişme sürecinde geçirdiği tüm aşamalar, birbirini etkileyerek,
olayları başlatma veya başlamasına yardımcı olma yönünde indüksiyon işlevi görmüştür. Bu nedenle,
Endüstri 4.0 dönemine gelinceye kadar geçirilen tüm aşamalar ana hatları itibariyle gözden
geçirilerek, İKY ve işletme yönetimi bağlamında değerlendirilecektir. Birinci Sanayi Devrimi (BSD)
Dönemi; 18. yüzyılın sonlarıyla 19. yüzyıla uzanan zaman kesiti içerisinde olan ve fakat etkileri
günümüze değin uzanan Sanayi Devrimi, buharlı makinelerin icadı ve sanayide uygulanması ile
başlayan ve hem toplumlar hem de özel olarak işletmeler üzerinde ekonomik, sosyo-kültürel, siyasi,
psiko-sosyal ve davranışsal çok boyutlu etkiler yaratmıştır. Büyük bir ekonomik olgu olan BSD,
1763’de James Watt’ın İskoçya’da buharla çalışan ilk makineyi bulmasıyla makine çağının başlangıç
noktasını oluşturmuş, fabrikalaşma kavramının ekonomik hayata girmesiyle işçi sınıfının doğmasına
yol açarak, sendikalaşma, grevler, ücret sistemleri, kadın ve çocuk işçilerin çalışma hayatına
katılması, kentleşme, nüfus artışı, kitle toplumunun oluşması gibi fenomenlerin oluşumuna beşiklik
etmiştir. Makineleşmeyle işsiz kalınacağı endişeleri büyük bir sosyolojik olgu olarak yer almıştır.
Fabrika sistemi ile seri üretime geçilmesi sonucunda üretimin büyük miktarlara ulaşması,
işletmelerin hızla büyümelerini sağlamış, ekonomik güç olarak önemini arttırmıştır. Endüstri 1.0
olarak adlandırılan BSD; geleneksel üretimin, yerini, makineleşmeyle yapılan üretime devretmesi,
işbölümü, montaj hattı, verimliliği arttırma çalışmaları, yönetim ve organizasyon alanındaki
gelişmelerin ön plana çıktığı bir dönem olarak yerini almış, tüm ekonomik ve toplumsal hayatı
etkilemiştir. İkinci Sanayi Devrimi (İSD) Dönemi; İSD, 1870 ile 1914 yılları arasına tarihlenir. Bu
dönemde, ilk kez, elektrik enerjisinin üretim sistemlerinde etkili bir şekilde kullanılması ile montaj
hatlarının kurulması sağlanmış ve böylece seri üretim ve işbölümüne dayalı bir işleyiş
oluşturulmuştur. 19. yüzyılın sonlarında üretim yöntemlerinde başlayan değişimler, Bilimsel
Yönetim Dönemi (1880-1930) çalışmalarının ortaya çıkışını da sağlamış ve işletme disiplinine önemli
katkıları olmuştur. Üretkenlik artışı ve ürün kalitesindeki gelişmeler açısından hem mikro
buluşlar/küçük ancak kümülatif etkisi olan ilerlemeler, hem de makro buluşlar/enerji-malzeme-
kimya-tıp alanlarında çığır açan büyük buluşların yaşandığı (Mokyr, 1999: 219) bu dönemde,
teknolojiden önemli ölçüde geri-bildirimler alınmış, bilimsel gerçekleri kayıt ve test etmek için araç-
gereçler geliştirilmiş, üretimde elektrik gücü artmış, telefon kullanımı yaygınlaşmış, ticaret ilişkileri

566
Pınar Altıok Gürel

hızlanarak tarihteki yeniliklerde en verimli ve yoğun dönemlerden biri olarak yaşanmıştır (Mokyr,
1999: 219-220). Kömürün sağlığa/ekolojik çevreye verdiği zarar anlaşılınca, elektrik ve
petrokimyasal maddelere (Asiltürk, 2018:530) yönelinmiş, çelik üretimi, elektrik, Atlantik ötesi
telgraf ve radyo gibi buluşlar (Vikipedi, 2021) ortaya çıkmıştır. Bu dönemin en büyük sembol olgusu
Fordizm’dir. İSD’nin Cincinnati Mezbahaları’nda 1870 yılında kurulan ilk üretim hattı sistemiyle
başladığı kabul edilmekle birlikte, döneme damgasını vuran en büyük atılım, Ford Motor
Fabrikaları’nda yapılan seri üretim olmuştur. Bu nedenle, Endüstri 2.0 olarak adlandırılan İSD’nin
işletme yönetimi bilimi açısından en vurucu noktası, Henry Ford tarafından kurulan otomobil
fabrikasında üretim bandının kullanılması olarak kabul edilmektedir. Henry Ford’un 1903’de
geliştirdiği yürüyen bant tekniği ile kitlesel üretim olanaklı hale gelmiş, kapitalist sistem içerisinde,
Fordizm olarak anılan ve ekonomik ve sosyo-kültürel yapıyı da geliştiren bu sistem bir devre adını
verecek kadar büyük etkilere neden olmuştur. İSD süresince, elektrik enerjisine olan ihtiyaç, yüksek
düzeyde arttığı için, İSD dönemi, “Karbon Çağı” olarak da adlandırılmakta ve öyle ki, artan ekonomik
yoğunluk nedeniyle, enerji üretimi için yakılan karbondan salınan gazların, bugünlerin küresel
ısınma sorununa da temel oluşturduğu (Moment Expo; 2017) belirtilmektedir. İSD’nde elektrik
enerjisinin üretimde ve iletişimde sağladığı ilerlemeler, işletmelerde verimlilik çalışmalarına
yansımıştır. Üçüncü Sanayi Devrimi (ÜSD)Dönemi; ÜSD’nin yapıtaşlarını (Moment Expo; 2017);
enerjide- nükleer, doğalgaz, yenilenebilir enerjiler gibi- çeşitlenme, bilgisayar ve robotik endüstrisi,
elektronik, sürdürülebilirlik, küresel ısınma, internet ve bilgi toplumu olarak ifade etmek
mümkündür. ÜSD’nin, BellLabs ve Princeton Üniversitesi tarafından 1947 yılında transistörün
üretilmesiyle başladığı ve 1968 yılında programlanabilir makinelerin ilk kez geliştirilmesiyle hız
kazandığı (Sözen-Mescioğlu, 2019:294) günümüzün robotik teknolojilerine temel oluşturduğu kabul
edilmektedir. Üretimde Fordizmin, yerini Post-Fordizm’e bıraktığı bu dönem, bilgisayar
devrimi/dijital devrim adlarıyla anılır. 1968’den 1990’lara kadar ilerleyen süreçte, bilgisayarlar ve
internetin gelişmesi ekonomik ve sosyo-kültürel boyutta yansımalara neden olmuştur.
Programlanabilir makinelerin ve bilgisayarların, bu dönemde çeşitlenen tüketici talepleri karşısında,
işletmelere avantaj sağlaması dikkat çeker. Dönemin başat özelliğinin otomasyon olduğu, bu yolla
üretimin arttığı ifade edilebilir. Böylece, BSD’nin üretimin makineleşmesini, İSD’nin üretimin
serileşmesini, ÜSD’nin ise, üretimin otomasyonunu ve sayısallaşmasını sağladığını söylemek
mümkündür (Moment Expo; 2017). ÜSD ile bilginin üretilmesi, işlenmesi, ulaşılabilmesi, iletilmesi
hızlanmış, üretim kapasitesi artarak ucuzlamış ve maliyetler düşerek (Sözen-Mescioğlu, 2019:294)
bilgi ve beraberinde gelişen teknolojik güç dönem özelliği olarak yansımıştır. 1980’li yıllar ik
kavramının doğuşunu ve işgücü yapısındaki değişiklikleri de içeren, işgücünün mavi yakalılardan
beyaz yakalılara doğru dönüştüğü bir dönemdir (Asiltürk, 2018:531). Nükleer güç, enerji alanında
kullanılan bir hammadde olarak (Moment Expo; 2017) kullanılmıştır. Böylece, ilk iki sanayi
devrimine ana karakteristiğini kazandıran, üretimde enerjinin kullanım yöntemleri, ÜSD’nde
evrilerek bilişim teknolojilerinin temelini oluşturmuştur. ÜSD ile başlayan süreç, sanayi toplumunu
bilgi toplumuna doğru yöneltmiş, böylece, sosyal yaşantıları ve kültürel bakış açılarını da
şekillendirmiştir. Bu dönem, elektriğin temel teknolojiler için ana kaynak olması açısından,
küreselleşmenin hız kazanmasına da yoğun etki etmiştir. Nitekim, fiber-optik, lazer ve elektronik
devrelerden oluşan bir dünya yaşama entegre olmuş, sanayi üretimini şekillendirerek ekonominin
bütün mekanizmalarını etkilemiştir. Dünya kaynaklarının hızla tükenmesi nedeniyle
“sürdürülebilirlik” kavramı gündeme gelmiştir (Moment Expo; 2017). Günümüzde kullanılan enerji
kaynaklarının yine buhar gücü-su-kömür-petrol ve bunlarla üretilebilen elektrik olması, yeni enerji
kaynakları arayışını sürdürmektedir.

1.2. Dördüncü sanayi devrimi (DSD)dönemi: Endüstri 4.0

Endüstri 4.0 ifadesi ilk olarak 2011 yılında Hannover Fuarı’nda kullanılmış ve Alman Hükûmeti
tarafından 2012 yılında Endüstri 4.0 Çalışma Grubu oluşturulmuştur. 2012 yılında, IPv4 İnternet
Protokolü ile akıllı nesnelerin internet yolu ile doğrudan ağ kurması için adres bilgileri oluşturulmuş,

567
Pınar Altıok Gürel

böylece ilk kez bilgi-nesneler ve insandan oluşan bir ağ sistemi (Sözen-Mescioğlu, 2019:295) devreye
girmiştir. İşte bu olgu, “nesnelerin interneti(IoT)” olarak isimlendirilmektedir. DSD, üretim yapısı
olarak, siber-fiziksel sistemlere dayalı yöntemlerin uygulama alanına çıktığı bir dönem olmuş, ana
hedef olan sanayinin bilgisayarlaştırma teknolojileriyle yapılandırılmasıyla, yeni bir iş modelinin
oluşturulması süreci başlamıştır. Bu proje ile makineler çevrelerinde olup bitenleri anlayabilecek ve
birbirleriyle internet protokolleri aracılığı ile iletişim kurabilecekler (Çeliktaş ve diğerleri, 2015:26),
akıllı sanayi oluşturulması yoluyla, çok daha esnek, hızlı, maliyet ve verimlilik optimizasyonu
sağlanmış üretimler gerçekleştirilebilecektir. DSD, otomasyon sistemlerinin gelişmesinin yanında,
aynı zamanda karar alma ve akıllı gözlem süreçlerinin de içerildiği (Sözen-Mescioğlu, 2019:295) bir
yapı sunmaktadır. Sanayi 4.0 ürün yaşam döngüsün içerisinde değer zincirinde yeni bir organizasyon
düzeyine işaret etmekte ve fiziksel ve sanal dünyayı birleştirmeye çalışmaktadır(Alçın,2016: 22).
Alçın (Alçın,2016:22); Sanayi 4.0 ile birlikte üretimde maliyet azalışı ve ucuz iş gücüne dayalı
rekabete odaklanıldığını, bunun sonucunda, ABD, Almanya, Japonya gibi rekabet avantajlarını
kaybeden gelişmiş pazar ekonomilerinin yeniden öne çıkabileceklerini ifade etmektedir. Nitekim,
2000’li yılların başında ucuz işçilik nedeniyle üretim ve imalat yatırımlarını Çin, Hindistan,
Endonezya, Malezya gibi ülkelere kaydıran batılı markalar, maliyeti azaltmış olsalar da bu defa çok
daha ucuza taklitleri geliştirilerek rekabet alanında tehdit oluşturmuşlardır. Bayarçelik (Bayarçelik,
2020:59), finansal kaynak ve bilgi aktarımı yoluyla, gelişmiş ülkelerden yatırım ve know-how gücü
elde edildiğine dikkat çeker. Bu bakış açısıyla, Endüstri 4.0 dönemi, bilgisayar teknolojisi ile mekaniği
bir araya getiren bir yapı olarak, Almanya’nın üretim endüstrisinin yakın gelecekteki konumunu
güvence altına alabilmek amacıyla ortaya koyduğu bir proje (Asiltürk, 2018:533) olarak
nitelendirilebilir. Böylece, gelişmiş ülkeler için daralan pazar, yoğun rekabet şartları, ibrenin giderek
Asya-Uzak Doğu bandına kayması kaygısı, makinelerin dijital teknolojilerle programlanarak robotik
üretimlerin sanayide devreye sokulması, bu süreçlerin hızla değişen tüketici beklentilerine seri
şekilde cevap verebilme yönünde de rekabet avantajı sağlaması, maliyetleri düşürerek zaten nüfusu
giderek azalan Avrupa Birliği ülkeleri için ucuz işgücü alanları arayışı sorunlarına çözüm üretmiş,
böylece kendi kaynaklarını, sipariş vererek üretim yaptırdıkları diğer ülkelere harcamak yerine,
bizatihi kendi inovatif tasarımları olan yapay zekâ-robotik teknolojiler-akıllı fabrikalar ve üretim-
dağıtım sistemleri, internet ve intranet teknolojileri, iletişim-telekomünikasyon, siber teknolojiler
gibi alanlara yönelterek paradigma değişikliğine neden olunmuştur. Bu bağlamda, Chulanova
(Chulanova, 2019: 13-19) çalışmasında, Endüstri 4.0’ın, özellikle ik’nın gelişimi için; emek
verimliliğinin artması, üretim kayıplarının azaltılması ve kaynakların rasyonel kullanımı, işgücü
üretkenliğinin artması, rutin, tekrarlayan ve tehlikeli işlerin insanlardan makinelere ve robotlara
aktarılması, ik-makineler ve algoritmaların kombinasyonuyla geleceğin endüstrilerinin yaratılması
yoluyla bir taraftan iş gücünün etkileşim biçimini değiştirerek yeni fırsatlar yaratırken, diğer taraftan
da teknolojik değişimin hızlı temposunun, kısa sürede yeni koşullara uyum sağlaması gereken iş gücü
için büyük bir zorluk oluşturmakta olduğunu belirtmektedir. Bunun yanında, uyum sağlamanın
ötesinde işgücünün yerini yapay zekâ ve robotların alacağı endişesi de oluşabilmektedir. Bu nedenle,
ik’nın, işletmedeki bütün sistemler için itici güç olduğunu, gelecekte ustalık ve yetenek gerektiren
alanlarda insan-makine-teknoloji-bilgi boyutlarını uyumlaştırma noktasında kritik pozisyonda
olduğunu değerlendirebilen organizasyonlar için fırsata dönüştürülebilecektir. Sanayileşmenin
dördüncü evresi olarak nitelendirilen bu dönemde kendine özgü şöyle karakteristik özellikler
bulunmaktadır; Siber-Fiziksel Sistemler, Nesnelerin İnterneti(IoT), Arttırılmış Gerçeklik, Sanal
Gerçeklik, Büyük Veri, Bulut Bilişim, Akıllı Fabrikalar, Blok Zinciri, Bitcoin. Bu dijital teknolojilerin,
çeşitli bileşenler oluşturularak, tüketicilere yeni deneyimler sunma, ürün ve hizmetleri
kişiselleştirme, inovatif tasarımları hayata geçirebilme, maliyetleri en aza indirebilme, insanların
yaşam standardını geliştirme, üretim kalitesini arttırma, pazarlama ve müşteri ilişkileri
yönetimi(miy) stratejilerini geliştirme, iletişim sürecini etkin kılabilme gibi pek çok yönüyle rekabet
üstünlüğü sağlayacağı düşünülmektedir. Ancak, Endüstri 4.0'ın genişleme potansiyeli, yeni akıllı
sistemleri kullanmak ve bunları gelecekteki teknolojilere uyarlamak yönündeki gerekli dijital
becerilerle bağlantılıdır(Chulanova, 2019: 19). Endüstri 4.0 sürecinin her ülke için aynı bilgi ve beceri

568
Pınar Altıok Gürel

düzeyinde seyretmeyeceği açıktır. Elbette, gerekli donanımı sağlayabilen, yeni kuşakları bu yönde
eğitebilen merkez ülkeler için mukayeseli üstünlük sağlayacak büyük bir rekabet avantajı unsuruna
dönüşeceği, çevre ülkeler için ise büyüme ve kalkınma yönünde ciddi bir tehdit unsuru oluşturacağı
belirtilmelidir. Bu nedenle, işletmeler/ülkeler için, Endüstri 4.0 dönüşümünün getirdiği teknolojiyi iş
ve üretim süreçlerine ve dolayısıyla sanayileşmeye entegre edebilmek için, inovasyon ve ar-ge
çalışmalarının önemi ortadadır. Alçın (Alçın,2016: 21) çalışmasında, Endüstri 4.0’ın, gerçekten bir
devrim olduğu görüşü ile evrimsel bir gelişme olduğunu düşünenler arasında, hâlen sürmekte olan
tartışmalara dikkat çekmektedir. Öyle görülüyor ki, Endüstri 4.0, pek çok yönüyle tartışılmaya ve
üzerinde çalışılmaya devam edecektir.

1.3.Toplum 5.0 kavramı

Toplum 5.0 kavramı, ilk kez Ocak 2016'da Japon hükümeti tarafından “Beşinci Bilim ve
Teknoloji Temel Planı”nda kullanılmış olup, 2017 yılında Japonya Başbakanı Shinzo Abe tarafından
Almanya’nın Hannover kentinde düzenlenen CeBIT 2017 Fuarı’nda dünyaya duyurulmuştur (Kent,
2021). Toplum 5.0 kavramıyla insanlık tarihinde önemli bir noktaya gelindiği ifade edilmiş (Demirci
Celep, 2020: 2) ve bu yapıyı teknolojinin bir tehdit olmak yerine insanlığa yardımcı bir felsefe olarak
algılanması gerektiği vurgulanmıştır. Böylece, Toplum 5.0, aynı zamanda “süper akıllı toplum” olarak
da adlandırılarak, dijitalleşmenin ve yapay zekâ teknolojilerinin yaşamın her alanına yansıtılmış ve
insan-makine ve robotların işbirliği ile maksimum verimliliğin hedeflendiği ve bu yolla kalkınmanın
sağlanmasını amaçlayan bir toplum modeli olarak (JBF,2016:1-26) post-modern dünyanın
gündemine sunulmuştur. Toplum 5.0 teknolojinin insan yaşamının kalitesini arttırmak amacıyla
kullanılmasına yönelik olarak tasarlanan insan odaklı süper akıllı topluma geçiş olarak
nitelendirilmektedir. Böylece, ilk kez Toplum 5.0, siber alan ve fiziksel alanın yüksek seviyede
entegre olduğu süper akıllı toplum olarak (Kent, 2021) tanımlanmış, içinde bulunduğumuz dönem
ise, nesnelerin interneti (loT) ve robotların olduğu, tüm ekonomik ve toplumsal yapıları değiştirecek
endüstriyel ve sosyal oluşumların dönüşeceği “Büyük Reform Çağı” olarak
nitelendirilmiştir(JBF,2016:3). JBF, raporda, Japonya’nın, Toplum 5.0 modelinin, bu çağda ortaya
çıkan sorunlara çözüm getiren bir reform olduğunu belirtmekte ve tüm dünyaya sunduğu politika
önerileri olarak (JBF,2016:3) ilân ettiğini ifade etmektedir. Böylece, Toplum 5.0 felsefesinin, genel
olarak (JBF,2016:10-12); giderek yaşlanan dünya nüfusuna çözümler üretmek-sanal ve gerçek
dünyanın birlikte ele alınarak işletilmesi-nesnelerin internetinden toplumsal çıkarlar sağlanacak
şekilde yararlanılması-dünyayı tehdit eden çevre kirliliği ve doğal âfetler için çözümler üretilmesi
şeklindeki yenilikleri kapsadığı belirtilmektedir. Bu noktada (JBF,2016:10); “İşletmelerin Reformu”
kapsamında yeni değerlerin sağlanması, bunun için dijitalleşme yoluyla verimliliğin artırılması ve iş
modellerinin reformunun, yeni ekonomi, toplum inovasyonu ve küreselleşmeyi teşvik ederek
gerçekleştirilmesi önemsenmektedir. İnsanlığa değerler yaratılarak bu sorunların çözülmesine
yönelik yeni hizmetlerin sunulabileceği, bunun için de “fiziksel alanın gücünü kullanmak”, “yıkıcı
yenilikçilik kavramının yaratıcı yeteneği”, “sosyal konulara dayalı inovasyon” ve “görünmez üretim”
olarak nitelendirdikleri yazılım alanlarında yeni ekonomik ve toplumsal bakış açıları (JBF,2016:10)
akıllı toplumun gerçekleştirmeyi vaad ettiği temel noktalar olarak sunulmaktadır. Toplum 5.0,
şimdiye kadar birbirinden bağımsız olarak işlev gören nesneleri, siber alan aracılığıyla birbirine
bağlayarak (Demirci Celep, 2020:3), bütünleşik bir otomasyon yapısı oluşturmakta, bu amaçla
nesnelerin interneti, yapay zekâ, büyük veri teknolojileri gibi pek çok teknolojiyi senkronize olarak
kullanmaktadır. Toplum 5.0’ın sunduğu bu yenilikler toplumsal sorunlara, yenilikçi ve insan odaklı
çözümler sunmaya ve insan merkezli bir dönüşüm sağlama amacına (Demirci Celep, 2020:4)
yöneliktir. Toplum 5.0, gerçek ile sanal arasında ortak ve eş-zamanlı bir düzlem oluşturacaktır. Mal
ve hizmetlerin, bireylere ihtiyaç duydukları zaman ve mekânda ulaştırılması yoluyla toplumdaki her
bireye yüksek kalitede hizmet verilmesinin sağlanmasına yönelik çalışmalar, işletmelerin de
tüketicileriyle doğru optimazsyonlarda buluşması yönünde çözümler gerektirmektedir. Bu çaba,
işletmeler için rekabet avantajı sağlayacak stratejilere dönüştürülmek durumundadır.

569
Pınar Altıok Gürel

1.4.Dijital dönüşümlerin iky’ne yansımaları: İK 4.0 ve dijital iky vizyonu oluşturma

Dijital dönüşümleri içselleştirerek uygulayabilecek, Toplum 5.0 sistemine entegre olabilecek ve


stratejiye dönüştürebilecek bir yapının sağlanabilmesi için, dijital iky vizyonunun oluşturulması
gereklidir. Tüketiciyle artık sadece yüz yüze pazar ortamında değil, mobil uygulamalarla, sosyal
mecralarla, internet ortamları üzerinden, yaşamın her alanında çok çeşitli kanallar vasıtasıyla
buluşabilen işletmeler, çok sayıda seçenek içerisinde tercih edilebilmek için stratejilerini yeniden
yapılandırma arayışlarına girmişlerdir. Bu süreçleri birbiriyle uyumlu hale getirebilmek, işletmenin
bütün fonksiyonlarını etkileyecek stratejik bir karar alma meselesidir. Bunun için ise, işletmenin
bakış açılarını tümden değiştirecek yapılandırmaların, öncelikli olarak iky uygulamalarında
başlatılması büyük önem taşımaktadır. Oluşturulmak istenen dönüşümün, bütün fonksiyonlar
nezdinde uyumlaştırılması, çalışanların bu yeni stratejilerin ne olduğunu doğru anlaması ve
uygulamasına bağlıdır. Bu nedenle, ik’nın dijital dönüşüme uyum sağlayacak şekilde eğitilmesi
stratejinin önemli bir niteliğini oluşturur. Stratejiyi ayakta tutan en önemli argümanların başında,
vizyon yer almaktadır. Öncelikle çalışan personelin benimsediği paylaşılabilir/uygulanabilir bir
vizyon, işletmenin hedefleriyle, çalışan personelin geleceğe yönelik hedeflerini birbiriyle
uyumlaştırır. Böylece, paylaşılabilir/uygulanabilir vizyonun, işletmenin tüm paydaşları tarafından
benimsenmesi sağlanabilir. İyi ifade edilmiş bir stratejik vizyon, gelecekteki eğitimlerin yönetimi için
coşku yaratır ve organizasyonun üyelerine ilham verir (Thompson and Strickland,1999:33). Dijital
iky vizyonu, işletmenin karşılaşabileceği piyasalar, rekabet şartları, ekonomik yapı, düzenleyici
yasalar ve toplumsal koşullara uyumlu ve işletmenin kaynakları ve yetenekleri hakkında gerçekçi
olmalıdır. Dolayısıyla, bütün paydaşların, uygulanabilirliğine inandığı, geleceğe yönelik olarak çizilen
resmin örgüte motivasyon ve sinerji sağladığı, tutarlı, hedefleri net olarak tanımlayan, dijital
dönüşümü yakalamış bir dijital ik vizyonu, işletmenin uyumlaştırma çalışmaları açısından gereklidir.
Mohan (Mohan, 1993:82), tutarlı bir vizyonun, yöneticilerin işletmede temel kültürel değerleri
korumalarına izin vereceğini belirtmektedir. Harmon’a göre (Harmon,1998:13), gerçekçi ve pratik,
uzun vadeli bir vizyon olmadan, işletmeler pazar ve ürünlerinde düşüşler yaşayacak, endüstri lideri
ve yenilikçi olma altın fırsatını sürekli olarak kaçırarak takipçi ve taklitçi olacaklardır. O halde, yeni
stratejilerin odak noktasında dijital dönüşüm olacaksa, hem işletmenin temel stratejilerini hem de iky
stratejilerini kapsayacak, zamanın rûhunu kucaklayacak kalitede bir dijital iky vizyonu
oluşturulmalıdır. Burada, dijital dönüşümün, bütünleşmiş iky uygulamalarını kapsadığı,
sürdürülebilir rekabet avantajı sağlamak için insan unsurunun stratejik bir yönetim enstrümanı
olduğu önemle vurgulanmalıdır. Buna bağlı olarak ik planlaması, işgören bulma ve seçme, eğitim ve
geliştirme, performans değerlendirme, kariyer planlama gibi iky’nin fonksiyonlarında, kritik karar ve
uygulamaların dijital dönüşüm hedefine uygun şekilde oluşturması gerekmektedir. Bunun için ise,
öncelikli olarak, işgücünün nitelik ve nicelik olarak profilinin ortaya çıkartılarak oluşturulacak işgücü
envanterlerinin dijital platformlara aktarılması önem taşımaktadır. Çünkü dijital İK, mobil, analitik,
bulut teknolojileri v.b.gibi sistemlerin kullanımı ile ik’nın iş yapma süreçlerini dijital dönüşüm
yoluyla optimize ederek hem çalışanların hem de organizasyonun başarısının ve rekabet gücünün
arttırılmasını amaçlamaktadır. Dijital ik, yetenek yönetimine yönelik çözümler üretilmesine yardımcı
olarak verimliliğe katkıda bulunmaktadır. Dolayısıyla, dijital iky vizyonu için esas olan, işletmenin
kendine özgü öz-yeteneğini yaratıcı biçimde ortaya çıkartabildiği alanı merkeze almaktır. Dijital ik
uygulamaları; yetenek yönetimi, performans değerlendirme, çalışanların örgütsel bağlılığı, verilerin
toplanması-analiz edilmesi-sonuçların değerlendirilmesi, hizmet ve iş süreçlerini yürütmek için
kullanılmaktadır. Böylece, dijital iky, hem ik’nın teknolojik donanıma sahip olunarak yönetilmesini
hem de ik yoluyla stratejik bir değişim avantajı sağlar. Dijital iky dönüşümü, iş süreçlerinde
gereksinim duyulan çözümlere erişimi kolaylaştırarak, belirlenen stratejilere uygun eylemleri
yapılandırır. Böylece, dijital dönüşüme uyumlaştırılmış ve işletmenin temel stratejileriyle
bütünleştirilmiş iky stratejileri, işletmelere, zaman yönetimi, bilgi yönetimi, dijital ik uygulama
tekniklerinin geliştirilmesi, çalışan memnuniyetinin arttırılması, işe alım süreçlerinin yürütülmesi,
çalışan yeteneklerinin geliştirilmesi, verimliliğinin arttırılarak iş yükünün ve maliyetlerin optimize

570
Pınar Altıok Gürel

edilmesi yönünde olumlu katkılar sunmakta, bu unsurlar da işletmelere sürdürülebilir rekabet


yönünde avantajlar sağlamaktadır. İky çalışmalarında kullanılan bazı dijital teknolojiler; yapay zekâ
kullanılarak mülâkat, chatbotların kullanımı, özlük bilgilerinin dijital ortama aktarılması, on-line
eğitimler, iş başvurularında QR kod kullanımı, tüm ik fonksiyonlarının mobil uygulamalara taşınması
ve takiplerinin yapılması, on-line performans ölçümü, hızlı geri-bildirim, kariyer planlamasının dijital
ortamda yapılması (Kirilmaz, 2020:189) gibi uygulamalar sayılabilir. Dijital kültürün gelişimi,
çalışanların becerileri ve ik’nın hareket kabiliyetinde niteliksel bir değişim temelinde eyleme
geçilmesini gerektirir (Chulanova, 2019: 12). Bu nedenle ik yönünde yapılacak eğitimleri de bu yeni
dijital dünyanın gereksinimlerine göre düzenlemek gerekmekte olup, bu da yetkinliğe dayalı
yaklaşımları gerektirmektedir.

1.5. Dijital ik vizyonunun stratejiye işlevsellik kazandırabilmesi için içermesi gereken


unsurların değerlendirilmesi

1.5.1. Yetenek yönetiminin stratejik bir anlayışla dijital süreçler içerisinde kullanılması

İky açısından, işletmedeki tüm süreçlerin performansının yüksek olması, işletmenin sahip
olduğu yeteneklerin başarılı yönetilmesine bağlıdır. Bir işletmenin yeteneklerini, örgütteki
insanların, uygulamaların, teknoloji ve altyapının kombinasyonu oluşturmaktadır. Yetenek yönetimi
ile ilgili çeşitli tanımlamalar olmakla birlikte, Collings ve Mellahi’nin (Collings-Mellahi, 2009:304)
tanımlaması kapsayıcıdır: İKY açısından yetenek yönetimi, organizasyonun sürdürülebilir rekabet
avantajı sağlamasına farklı şekillerde katkıda bulunan kilit pozisyonların sistematik olarak
tanımlanmasını, bu pozisyonları doldurmayı kolaylaştırmak için farklılaştırılmış bir ik mimarisi
oluşturmayı ve işinde yetkin çalışanların temini ve kuruluşa bağlılıklarının devam etmesini
sağlayacak şekilde bir yetenek havuzunun geliştirilmesini içeren faaliyetler ve süreçler toplamıdır.
Bunun için, şu anda elimizde hangi yetenekler mevcut, gelecek hedeflerimize ulaşmak için ihtiyaç
duyduğumuz yetenek varlığına sahip miyiz, elimizde şu ana kadar fark edemediğimiz gizli kalmış
potansiyeller var mı gibi (Katigbak, 2020) soruların cevaplanması, yetenek yönetimi stratejilerinin
çerçevesini çizecektir. İşletmenin kendisine özgü, taklit edilemeyen bir öz-yetenek geliştirmesi,
rekabet avantajı sağlayabilmesi bakımından çok önemlidir. Kendisini diğer işletmelerden ayrıştıran,
karakteristik bir farklılık oluşturarak, mukayeseli üstünlük sağlayabileceği, kurumla rakipleri arasına
stratejik bir sınır çizen, kuruma kimliğini kazandıran özgün yeteneklerin oluşturulması, işgücü
envanterlerinin dijital platformlara aktarılmasıyla daha hızlı başarılabilir. Yetenek yönetiminin dijital
iky stratejileri açısından; hedeflere odaklanma-takım çalışmasını yönetebilme-işbirliği yapabilme-
vizyon oluşturabilme-yön belirleme-stratejiyi kurgulayabilme-başarılı süreç yönetimi-iletişim
becerileri-çözüm odaklılık- çalışmalarını içeren faaliyetlerden oluşması gerekmektedir. Etkili bir
yetenek yönetiminin işgücünün bireysel özelliklerinin kurumsal strateji ile uyumlu hale getirilmesi,
iky’nin işletmedeki çeşitliliği saptayabilmesi, doğru alanlarda rekabete girmesine yardımcı olacak,
aynı zamanda – performansa yansıyacak yetenekleri işe alma ve elde tutma çalışmalarını- hangi
yetenekler alanında rakiplerden farklılaşıldığını-başka yeteneklerde öne çıkmış diğer işletmelerle
olası işbirliği yapma stratejilerine olan ihtiyaçları optimize edebilecektir. İşletmenin stratejik
hedefleri, ik’na göre kademelendirilerek, yetenek yönetim sistemlerinin nasıl geliştirilmesi
gerektiğine yön verir. Bu nedenle, dijital iky vizyonu açısından gerekli olan uygulanabilir bir
vizyonun oluşturulması, işgücünün yetenek haritasına göre şekillenecek, gelecekteki senaryolara
göre çeşitli simülasyonlar kombine edilebilecektir. Yetenek yönetiminin doğru bir şekilde
yapılabilmesi için, sektörel, yerel ve küresel pazarlar için rekabet alanlarını ortaya koyacak sağlıklı ve
güvenilir verilere ihtiyaç vardır. Bu nedenle, işgücü profilinin objektif olarak bütün yönleriyle ortaya
çıkartılması gerekmektedir. Yetenek haritası, iky’nin eleman ihtiyacı-seçme yerleştirme-kıdem ve
terfi-ücretlendirme gibi – alanları doğru analiz etmesini sağlayacaktır. İşletmede açık kadroların
yetenekler kapsamında belirlenmesi, mevcut çalışanların görev tanımlarının da yine dijital ve
ölçümlenebilen verilerden yararlanılarak oluşturulması gerekmektedir. Performans
değerlendirmede de esas alınan noktanın, çalışanın işletmeye olan maliyeti değil, kattığı faydanın

571
Pınar Altıok Gürel

getirileri olması açısından bakılmalı ve bu fayda da yine yeteneklere dayandırılarak belirlenmelidir.


Bu nedenle, yetenek yönetim sürecinde şeffaflığın sağlanması, açık iletişim tarzının benimsenmesi,
yetenek kavramının kurum kültürü içerisinde önemli bir yer edinmesinin sağlanması, verilerin de
zenginleşmesini destekleyecektir.

1.5.2. Meslek etiği ve yönetsel ahlâka ilişkin ilkelerin dijital dönüşüme uygun olarak İKY
stratejileri içerisinde yapılandırılması

Dijital dönüşüm, örgütlerin hukuki boyutları ve etik prensipleri doğru uygulamayı bilen, tüm
paydaşlarına güven veren bir yönetsel ahlâk disiplini içerisinde faaliyetlerin düzenlemesini
gerektirmektedir. Dijitalleşme, işletmelerin sorumluluk alanlarını genişletmiştir. Teknolojinin
kullanımı hem işgücünün hem de müşterilerin verilerinin korunması, sanal güvenlik, özel hayatın
mahremiyeti gibi hassasiyet gerektiren konularda yasal süreçlere ilişkin düzenlemeler
gerektirmektedir. Yakın gelecekte, dijital güvenlikle ilgili yeni hukuk alanları gelişmesi kuvvetle
muhtemeldir. İşçi-işveren arasındaki istihdam ilişkisinin birer hukuksal “taraf” ilişkisi olduğu hatırda
tutularak, birey-grup ve örgüt ilişkileri hukuka ve meslek etiğine uygun olarak yapılandırılmalıdır.
İşçi ve işveren ilişkileri içerisinde hukuk düzenini devlet oluşturduğu için, devlet her zaman yer
almaktadır. Bu nedenle, tarafların hak ve yükümlülüklerine, mevzuat ve yasalara uygunluğa, meslek
ahlâkına uygun çalışma düzenine üst düzey özen gösterilmelidir. İş yaşamında kamusal nitelikli
kararların işletmelere yasal yaptırımlar getirip getirmediğine özellikle dikkat edilmelidir. Özellikle
kamu hukuku alanına giren düzenlemeler yapılıyorsa, işletmeyi bağlayıcı hükümlere çok dikkat
edilmelidir. Yönetsel ahlâk, yöneticilerin eylem ve kararlarına rehberlik eden, davranış ve
standartları belirleyen ilkeler ve kurallar bütünüdür ve iş yaşamının rekabet ortamında, işletmenin
paydaşlarının çıkarlarının uzlaştırılmasına olan ihtiyaç nedeniyle ortaya çıkmıştır. İşletme, farklı
özellikteki paydaşların bazen birbiriyle ters düşebilen farklı beklentilerini dengeleyerek, hukuka ve
meslek etiğine uygun davranmak durumundadır. İşletmenin stratejik hedeflerini gerçekleştirirken,
yasal düzenlemeler ve etik ilkeler doğrultusunda ik’ndan en üst düzeyde faydalanılması ve
sürdürülebilir uygulamalarla işgücüne hem yasal hem de ahlâkî açıdan güven veren
yapılandırmalarla, mevcut ve potansiyel nitelikli işgücünü kazanmak temel olmalıdır. Dijitalleşmeyle
birlikte müşteri temas noktalarının da çeşitlenmesi ve sosyal mecraların yoğun şekilde kullanılmaya
başlanmasıyla, tüketiciye ulaşma çabasıyla kamusal alanın sınırının doğru saptanması, sanayi ve
entelektüel mülkiyet gibi hukuksal konularda yasal süreçlerin doğru takip edilmesi gerekmektedir.
Özellikle siber suçlara dikkat edilmeli, çalışanların, müşterilerin ve tüm paydaşların verilerinin
gizliliğinin korunması işletme için en üst düzeyde onur meselesi olarak değerlendirilmelidir.

1.5.3. Dijital dönüşüme uygun liderlik tipolojisinin oluşturulması: özgün bir dijital
liderlik tarzı

Çelebi (Çelebi, 2021:59-60), dijital çağda liderliğin, dünyada hiç bir teknolojinin olmadığı
dönemlere göre daha güç ve karmaşık olduğunu çünkü izleyiciler için çok sayıda değişkenin aynı
anda ele alınması ve hepsiyle ayrı ayrı başa çıkılması gerektiğini belirtmektedir. Bunun için, yaşanan
değişimleri ve karşılaşılacak dirençleri yönetebilecek yönetim yaklaşımlarını oluşturabilecek
lider/yöneticilerin varlığı da stratejik bir önem taşımaktadır. Çelebi (Çelebi, 2021: 64-71); dijital çağı
yansıtması bakımından “dijital çağda liderlik” ve “dijital liderlik” ayırımının net olarak yapılmadığına
dikkat çekmekte ve dijital çağda lider kavramının, içinde bulunduğu sektöre göre temel seviyede
becerilere sahip olarak liderliğin sürdürülebilme durumu olduğunu, ancak dijital liderin ise dijital
ortamlar için liderlik edebilecek, dijital kavramının hakkını verebilecek ileri düzey dijital beceriler
gösterilmesi gerektiğini, bunlardan bir veya birkaçının eksik olması halinde dijital lider
olunamayacağını (Çelebi, 2021:67-68) ifade etmektedir. Söz konusu yetkinlik alanları ise; yapay zekâ,
dijital girişimcilik, nesnelerin interneti, sanal gerçeklik, siber güvenlik, büyük veri gibi belirtilebilir.
Baltaş’a göre (Baltaş, 2021); çalışan, iş ortamı ve çalışma biçimi açısından çalışma yaşamı yeniden
şekillenmekte, bu süreçte işletmelerin en çok zorlanacağı alanlar ise çalışan bağlılığını sağlamak ve

572
Pınar Altıok Gürel

uzaktan çalışan işgücünün performansını yönetmek olmaktadır, ayrıca ik eğitimlerinin, çalışan başına
eğitim saati ve ayrılan bütçe gibi göstergelerle değil de gelişim programlarından alınan verim ile
ölçülmesi eğiliminin güçleneceğini belirtmektedir. Yeni dönemde yetenekler de dönüşecek, yeni
eylem planları, çalışanların yeni organizasyon yapılarının oluşturulması, endişe düzeylerinin
değerlendirilmesi, yeni eğitim alanlarının açılması, uygulamaları kolaylaştıracak işbirliklerinin
sağlanması gibi pek çok konuda lider/yönetici sorumluluk alacaktır. Dijital dönüşümlerin getireceği
değişimleri analiz eden, McKinsey Global Institute (MGI)’ın Ocak 2020’de yayınladığı raporda (MGI,
2020), otomasyon, yapay zekâ ve dijital teknolojilerin iş yaşamı ve işgücü üzerindeki etkileri
araştırılmış, 2030’a dek öncelikli değişim alanları ve potansiyel yetenek dönüşümü inisiyatifleri
değerlendirilerek, 800 meslek ve 2.000 aktivite, 18 farklı yetkinlik bazında incelenip, Türkiye’deki en
büyük 15 sektör için işgücü tahmini ile yetkinlik değişimi değerlendirilmiştir, buna göre,
“Önümüzdeki 10 yılda (2030 için) Dönüşecek Sosyal ve Teknoloji Yetkinlikleri” için; fiziksel
yetkinliklere olan ihtiyacın % 8, temel yetkinliklere olan ihtiyacın ise %10 azalacağı, buna karşılık
ileri seviye bilişsel yetkinliklerde %7, sosyal yetkinliklerde %22, teknolojik yetkinliklerde ise % 63
oranında ihtiyacın artacağı öngörülmektedir. “Türkiye’de 2030’a Kadar Milyon Kişi Bazında İşgücü
Ve Yetkinlik İlişkisi” incelenmiş buna göre (MGI,2020); işgücünde bulunan 21,1 milyon kişinin
mevcut mesleğine devam ederken teknolojiden yararlanarak yeni yetkinlikler geliştirmesi
gerekeceği, 5,6 milyon kişinin farklı yetkinlikler geliştirerek rolünü değiştirmesi ve 2 milyon kişinin
yeni meslekler edinmek için yetkinlikler kazanması gerekeceği, 7,7 milyon çalışanın işgücüne
katıldığında gerekli güncel yetkinliklerle donatılmasının önem taşıyacağı, tüm çalışanların
dönüşümün parçası olacağı, yetenek dönüşümünü hayata geçirmek için, şirketler ve birliklerin, kamu
kurumlarının, eğitim kurumları ve bireylerin çalışmasının önem taşıdığı, ortak bir odak ve toplu bir
hareket başlatılması gerektiği vurgulanmaktadır. Baltaş (Baltaş, 2021), ik yöneticilerinin 2020-2021
yılları için önceliklerini; işgücünü geleceğin iş modellerine göre yeniden düzenlemek, çalışan
deneyimlerine önem vermek, ik’nı dijital temel üzerinden yönetmek ve veri analitiği çalışmaları
yapmak, ihtiyaç duyulan kritik beceri ve yetkinlikleri oluşturacak eğitim ve gelişim programlarını
hazırlamak olarak belirtmektedir. Bu nedenle, doğru donanımlarla dijital iky vizyonuna katkı
sağlayacak lider/yöneticilerin varlığı, stratejilerin doğru uygulanabilmesi ve sürdürülebilir rekabet
için kritik öneme sahiptir.

2. Yöntem

Çalışmada nitel araştırma yöntemi kullanılmıştır. Nitel araştırmada en yaygın olarak kullanılan
yazılı dokümanların incelenmesi burada da bilgi toplama yöntemi olarak tercih edilmektedir. Çalışma
ile ilgili bilgilerin kodlanması, analizi ve yorumlanması ise sistematik bir yaklaşımla ele alınmaya
çalışılmıştır. Bilgiler, bütüncül yaklaşımla analiz edilmeye çalışılmıştır. Çalışmada, nitel araştırmanın
temel bir özelliği olarak tümevarım ilkesi esas alınmış ve toplanan tanımlayıcı bilgilerden yola
çıkılarak araştırmaya ilişkin ana temaları ortaya çıkararak, anlamlı bir yapı oluşturmak çabası
içerisine girilmiştir. Toplanan bilgiler ışığında, konuyu açıklama, yorumlama ve anlam
kazandırılmaya çalışılmıştır. Böylece konuya ilişkin açıklama ve yorumların, konuyla ilgili kişilere
yardımcı olabilmesi amaçlanmıştır.

3. Bulgular

Çalışmada, Dijital İKY Vizyonu ile yetenek yönetimine ağırlık verilerek, işgücünün ihtiyaç duyulan
görev ve yetenekler bağlamında dijitalleşme sürecine uygun bir şekilde oluşturulması gereğine
değinilmiştir. Aynı zamanda, performans değerlendirmelerde çalışan işgücünün işletmeye sağladığı
faydanın ön plana çıkarılması noktasında da ölçülebilir verilerin sağlanması açısından strateji
içerisinde sağlıklı bir dijital altyapıya ihtiyaç vardır. Bunun yanında, hukuka ve etik ilkelere
uygunluğun önemine değinilmiştir. Ayrıca dijital dönüşümleri örgütsel süreçlere uyarlayacak
liderlere olan ihtiyaç vurgulanmıştır. Çalışmada, bilgi toplumunun gerektirdiği yeni paradigmaları
kapsayan bir Dijital İKY Vizyonu oluşturulması halinde, böyle bir yönetim stratejisi oluşturmanın,

573
Pınar Altıok Gürel

sürdürülebilir rekabet avantajı sağlanması yönünde kazanımlara dönüşebileceği saptamasında


bulunulmaktadır.

4. Tartışma

Toplum 5.0 kavramı, dijital dönüşümü gerektirmekte ve böylece iş süreçlerini hızla


dönüştürmektedir. Bu durum da dijital dönüşümler için çoklu beceri ve yetenekleri öne çıkaran,
müşteri odaklı, küresel ağ organizasyonlarına sahip organizasyon yapılarını ve işletmelerin sahip
olduğu ik’nın dijitalleşmeye uygun yaratıcı zekâsını ve yeteneklerini, farklılık yaratan üstünlükler
olarak öne çıkarmaktadır. Bu nedenle, Toplum 5.0 koşullarının varlığında, dijital İKY Vizyonu
oluşturarak, bu çok hızlı değişen ve belirsizliği yüksek ortamda yetenekler ve yaşam boyu öğrenme
yoluyla, ik’nı sürdürülebilir rekabetin katalizör unsuru olarak değerlendirmek gerekmektedir.

5. Sonuç ve Öneriler

BSD’nden günümüze kat ettiğimiz yol bizi, Endüstri 4.0 ile tanıştırmış, ardından Toplum 5.0 olarak
nitelendirilen dijitalleşmenin ve yapay zekâ teknolojilerinin yaşamın her alanına yansıtılarak, insan-
makine ve robotların işbirliği içerisinde çalışmasına dayalı olarak kalkınmanın sağlanmasını
hedefleyen “süper akıllı toplum” kavramı gündeme gelmiştir. Böylece, nesnelerin interneti, siber
fiziksel sistemler, gibi kavramların iş süreçlerini şekillendirdiği yeni bir paradigma ile karşı karşıya
olan işletmeler için bu yeni koşullara hızla uyum sağlanması yaşamsal bir hal almıştır. Bu
dönüşümlerin, her muhatap için aynı düzeyde olmayıp, dijital dönüşümü rekabet avantajı olarak
stratejileri içerisinde konumlandırabilen işletmelerin lehine gelişeceği açıktır. Bu noktada, dijital iky
vizyonu oluşturma yoluyla, sürdürülebilir rekabet avantajı sağlama yönünde stratejilerin
geliştirilmesi önem kazanmaktadır. Bu çalışmaya yönelik saptamamız, dijital iky vizyonu
oluşturabilmek için; “yetenek yönetimi ile uyumlaştırılmış olarak dijital süreçlerin düzenlenmesi”,
“tüm bilgi ve verilerin dijitalleşmesiyle alanı genişleyen yasal boyutların farkına varılarak meslek
etiği ve yönetsel ahlâka uygun şekilde iky çalışmalarının yürütülmesi” ve “organizasyonu dijital
dönüşümlere uygun yönetebilecek becerilere sahip farklı bir yönetici/lider profiline olan ihtiyacın”
önem kazandığı yönündedir. Dijital dönüşüm sürecinde, yeni bir “dijital liderlik” tipolojisinin
gelişeceği, öngörülerimiz arasındadır. Dijital lider, dijital dönüşüme uygun bir kavrayışla yaratıcılık
ve vizyon geliştirebilen, dijitalleşmeyle işgücü arasındaki dengeyi gözeterek dijital ve insancıl
unsurları bir potada eritebilen farklı bir profil gibi gözükmektedir. Dijital iky vizyonu oluşturulurken,
rakiplerine göre farklılık yaratacak bir öz-yeteneğin tespit edilerek, kolay taklit edilemeyen-inovatif-
teknoloji içeren çalışmaların belirlenerek, yetenek yönetiminin yapılması gerekmektedir.
Dijitalleşme, işgücü için kırılma noktalarını tetikleyebilir. İşgücünün dijital dönüşüm sürecinde
işlerini kaybetme tehlikesi ve uyum sorunları nedeniyle kaygı duyması doğal bir sonuçtur. Yakın
gelecek, yetkinliklerin form değiştireceği bir projeksiyon sunmakta, “fiziksel” yetkinliklere olan
ihtiyacın azalırken, buna karşılık “ileri seviye bilişsel”, “sosyal” ve “teknolojik” yetkinliklere ihtiyacın
artacağını ortaya koymaktadır. Bu bağlamda, özel sektör, kamu sektörü ve STK’ların paydaş bilinciyle
çalışmalarından doğacak sinerji önemsenmelidir. Toplum 5.0 ile beklenen gelişmeler, toplumun
bütün kesimlerinin ortak alanı için söz konusudur. Böyle bir dönüşüm için, toplumun
bilinçlendirilmesi, özellikle sanayi ile Üniversite işbirliği yaygınlaştırılarak, dijitalleşme, robotik
teknolojiler, yapay zekâ, inovasyon, ar-ge, patent, gibi alanlarda çalışan programlarla birlikte
oluşturulan yüksek katma değerli teknoloji projelerinin, melek yatırımcılar ile buluşturulması
sağlanarak, çalışmaların hayata geçirilmesi için mentorluk müessesesi geliştirilebilir. Toplum 5.0, bir
bakış açısıyla, insanı merkeze alan ve yaşam kalitesini arttırmaya yönelik uygulamaları hayatın tüm
alanında kullanılabilir hale getirmeye yönelik bir ideali yansıtmaktadır. Bu yeni süper akıllı toplum
için, teknolojiyi toplumsal sorunlara çözüm bulma noktasında en verimli şekilde kullanarak refah
düzeyini arttırmak önemli bir hedef olup, işletmeler de bu noktada kilit görev üstlenmektedir. Bu
nedenle, bilginin doğru yönetilmesi dijitalleşme sürecinde hem iky stratejileri için, hem de işletmenin
ana rekabet stratejileri için bütünsel olarak kritik bir öneme sahiptir. Dijital dönüşüm, bazı işletmeler

574
Pınar Altıok Gürel

için kaygı verici gelişmelere neden olurken, bazıları için ekonomik, sosyal ve kişisel gelişim fırsatları
ortaya çıkartabilir. Süper akıllı toplum ile dijital dönüşümün gerçekten insanlığın sorunlarına çözüm
bulma ve refah seviyesini yükseltme çabasının, tüm dünya insanlarının kazanımları yönünde samimi
bir sonuç vermesi için bilinçlerin açık tutulması önemlidir. Aksi halde, böyle bir yeterlilik düzeyine
sahip olmayan toplumlar için dünyadaki gelişmişlik farklılıkları daha da dramatik hale gelebilir.
İçinde bulunduğumuz dönemin, bilgi toplumunun da üst düzey hâlini ifade eden Toplum 5.0
betimlemesi, “kalkınmanın insana rağmen değil, insan için olması gerektiğini” hatırlatmaya gerek
bırakmayacak kadar inkişâf etmiş bir anlayışı yansıtıyor olmalıdır.

6. Kaynaklar

Alçın, S. (2016). Üretim için yeni bir izlek: sanayi 4.0. Journal of Life Economics. 3(8), 19-30. DOI:
10.15637/jlecon.129.,
https://www.researchgate.net/publication/301740147_URETIM_ICIN_YENI_BIR_IZLEK_SANAY
I_40., file/305119Erişim Tarihi: 05.09.2021

Asiltürk, A. (2018). İnsan kaynakları yönetiminin geleceği: ik 4.0/The future of human resource
management: hr 4.0., Journal of Awareness, Özel Sayı, 2008(3), 527-544. e-ISSN: 2149-6544.,
http://www.ratingacademy.com.tr/ojs/index.php/joa.,file:///C:/Users/acer/Desktop/INSAN_K
AYNAKLARI_YONETIMININ_GELECEGI_IK_40.pdf., Erişim Tarihi: 31.08.2021

Baltaş, A. (2021). Meslekler ve Yetkinlikler Dönüşüyor. https://www.acarbaltas.com/meslekler-ve-


yetkinlikler-donusuyor/., Erişim Tarihi: 14.09.2021

Bayarçelik, E. B. (2020). Dijital dönüşümün insan kaynakları yönetimi üzerine etkileri. Deniz Akçay-
Eren Efe (Ed.), Dijital Dönüşüm ve Süreçler & Digital Transformation and Processes içinde (s.59-
77). İstanbul Gelişim Üniversitesi Yayınları. ISBN: 9786054827695.
file:///C:/Users/acer/Desktop/BAYARCELK-DijitalDnmnnsanKaynaklarYnetimi.pdf., Erişim
Tarihi: 09.09.2021

Chulanova, Z. K. (2019). Professional standards as a factor of adaptation of human resources to the


industry 4.0: approaches to development and implementation. Journal of Human Resource
Management, Vol. XXII, 1/2019, 12-20. ISSN 2453-7683. www.jhrm.eu.,
file:///C:/Users/acer/Desktop/HRM012019.pdf., Erişim Tarihi: 12.09.2021

Collings, D.G., Mellahi, K. (2009). Strategic talent management: a review and research agenda, Human
Resource Management Review, 19(4), 304–313.
https://www.researchgate.net/publication/228672156_Strategic_Talent_Management_A_revie
w_and_research_agenda.,Erişim Tarihi: 21.09.2021

Çelebi, Furkan. (2021). Dijital çağda liderlik ve girişimcilik. ISBN: 978-605-74646-7-5. Ankara: İksad.
https://iksadyayinevi.com/wp-content/uploads/2021/02/DIJITAL-CAGDA-LIDERLIK-VE-
GIRISIMCILIK.pdf., Erişim Tarihi: 20.09.2021

Çeliktaş,M.S., Sonlu,G., Özgel,S., Atalay,Y. (2015). Endüstriyel Devrimin Son Sürümünde Mühendisliğin
Yol Haritası. Mühendis ve Makina Dergisi, 56(662), 24-
34.http://www1.mmo.org.tr/yayinlar/dergi_goster.php?kodu=1533&dergi=1., Erişim Tarihi:
07.09.2021

Demirci Celep, N. (2020). Toplum 5.0: insan merkezli toplum. Türk Eğitim Derneği Tedmem. 1-11.
tedmem.org.,
https://web.archive.org/web/20210103112745/https://tedmem.org/download/toplum-5-0-

575
Pınar Altıok Gürel

insan-merkezli toplum?wpdmdl=3362&refresh=5f2afb9ca31151596652444., Erişim Tarihi:


08.09.2021

Harmon, R.L. (1996). Reinventing the business:preparing today’s enterprise for tomorrow’s technology.
New York: The Free.

JBF (Japan Business Federation: Keidanren). (2016). Toward realization of the new economy and
society: reform of the economy and society by the deepening of “society 5.0”. April 19, 2016.
http://www.keidanren.or.jp/en/policy/2016/029_outline.pdf., Erişim Tarihi: 08.09.2021

Katigbak, A. (2020). What is skill management?. İbbaka (https://www.ibbaka.com/). May 21, 2020.
https://www.ibbaka.com/ibbaka-talent-blog/what-is-skill-management., Erişim Tarihi:
21.09.2021

Kent, E. (2021). Endüstri 4.0’dan toplum 5.0’a. Türkiye’nin Endüstri 4.0 Platformu.
https://www.endustri40.com/endustri-4-0dan-toplum-5-0a/., Erişim Tarihi: 08.09.2021

Kirilmaz, S. K. (2020). İnsan kaynakları yönetiminde yaşanan dijital dönüşüm: işletmelerin dijital iky
uygulamalarının araştırılması/Digital transformation in human resources management:
investigation of digital hrm practices of businesses. Research Journal of Business and
Management (RJBM). 7(3), 188-200. http://doi.org/10.17261/Pressacademia.2020.1282.,
Erişim Tarihi: 12.09.2021

McKinsey Global Institute (MGI). (2020). İşimizin geleceği: dijital çağda türkiye’nin yetenek dönüşümü
raporu. MGI. https://www.mckinsey.com/tr/our-insights/future-of-work-turkey., Erişim
Tarihi: 14.09.2021

Mohan, M.L. (1993). Organizational communication and cultural vision. New York: State University of
New York

Mokyr, J. (1999). The Second Industrial Revolution, 1870-1914. Valerio Castronovo (Ed.), Storia
dell’economia Mondiale içinde (s.219-245).Roma :Laterza. https://en-
econ.tau.ac.il/sites/economy_en.tau.ac.il/files/media_server/Economics/PDF/Mini%20courses
/castronovo.pdf., Erişim Tarihi: 05.09.2021

Editorial: Moment Expo., (2017). “Bilginin gücü: sanayi 3.0”. [Editorial*]. (2017). Moment Expo:
Makine İhracatçıları Birliği Aylık Dergisi, 105. Şubat 2017. (Son Güncelleme Tarihi: 28.07.2019).
https://www.moment-expo.com/tr/dergiler/105/makine-tarihi., Erişim Tarihi: 06.09.2021

Sözen, M., Mescioğlu, T. (2019). Endüstri 4.0’ın itici güçlerinin Türkiye ve Çin üzerindeki etkileri.
International Journal of Social Inquiry. 12(1), 287-315.
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/743145., Erişim Tarihi: 06.09.2021

Thompson,A.A.Jr., Strickland, III A.J. (1999). Strategic management;concepts and cases (11th Edition).
Irwin: Mc Graw Hill

Wikipedia.(2021). İkinci Sanayi Devrimi.


https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0kinci_Sanayi_Devrimi., Erişim Tarihi: 05.09.2021

576
Covıd 19 Pandemisi ve Kırsal Göç İlişkisi: Türkiye
Örneği

Doç. Dr. Ertuğrul Güreşci1

Özet
Tarihi süreç içerisinde insanoğlu büyük felaketler yaşamıştır. Bu felaketler deprem, sel, yangın, kuraklık
gibi büyük doğal afetlerin yanı sıra etkisi daha da derin ve ölümcül olan büyük salgınlarla karşılaşmıştır.
Veba, çiçek, kolera, tifo, İspanyol Gribi, Domuz Gribi vs. bunlardan bazıları iken son olarak Covid 19 ile
mücadele etmekte ve halen can kayıpları büyük oranda devam etmektedir. Çin’den kısa sürede bütün
dünyaya yayılan bu salgın, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından bir pandemi olarak ilan edilmiş,
ülkeler ve toplumlar süratle tedbirlerini almaya çalışmışlardır. Bu gün gelinen noktada aşı çalışmaları
ile pandeminin kontrol altına alınabileceği konusunda iyimser gelişmeler olmasına rağmen bu aşılara
henüz ulaşamayan milyonlarca insanın oluşu, pandemi konusunda yeni bir karamsarlığında oluşmasına
neden olmaktadır. Covid 19 Pandemisi, sadece sağlık açısından değil ülkelerin ve toplumların sosyo-
ekonomik yapısını da derinden etkilemekte ve sonuçlarından olumsuz etkilenen birçok insan
bulunmaktadır. Tarih boyunca salgın gibi büyük felaketler sonuca insanlar yerlerini yurtlarını terk
etmek zorunda kalmış ve yaşama tutunmaya çalışmıştır. Bu tür bir hareketlilik diğer felaketler için bir
kaçış olsa da pandemilerde salgının daha da artmasına zemin hazırlamaktadır. Özellikle kalabalık
şehirlerden kırsal alana doğru yöneliş veya göçler, pandeminin kırsalda da kalıcı etkilerinin oluşmasına
neden olmuştur. Türkiye’de kentlerden kırsala doğru yaşanan ve bir tür pandemi göçü olarak ifade dilen
bir süreç yaşanmış ve halen bunun etkileri devam etmektedir. Bu çalışmada, Covid 19 Pandemisi ve
kırsal göç arasındaki olası ilişki, Türkiye örneğinde ele alınarak değerlendirilmiştir. Çalışmada, Covid
19’un Türkiye’de kırsal göç yerine tersine bir göç için zemin hazırladığı hatta bu göçün geçici göçler
halinde devam ettiği sonucuna varılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Covid 19, göç, kırsal, kırsal göç. pandemi.

The Relationship Of Covid 19 Pandemic And Rural


Migration: The Case Of Turkey
Abstract

Throughout history, mankind has experienced great disasters. These disasters faced major natural
disasters such as earthquakes, floods, fires and droughts, as well as major pandemics, the effects of
which were even deeper and deadly. Plague, smallpox, cholera, typhoid, Spanish Flu, Swine Flu etc.
While some of them are struggling with Covid 19, the loss of life continues to a large extent. This
pandemic, which spread to the whole world in a short time from China, was declared a pandemic
by the World Health Organization (WHO), and countries and societies tried to take precautions
quickly. At this point, although there are optimistic developments that the pandemic can be
brought under control with vaccine studies, the existence of millions of people who have not yet
reached these vaccines causes a new pessimism about the pandemic. The Covid 19 Pandemic
deeply affects not only health but also the socio-economic structure of countries and societies, and
there are many people who are adversely affected by its results. Throughout history, as a result of
great disasters such as pandemics, people had to leave their homes and tried to hold on to life.
Although this type of mobility is an escape for other disasters, it paves the way for an increase in
the pandemic in pandemics. In particular, the migration or migration from crowded cities to rural
areas has caused permanent effects of the pandemic in the countryside. There has been a process

1 Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi, İİBF, İşletme Bölümü.

577
Ertuğrul GÜREŞÇİ

that is expressed as a kind of pandemic migration from cities to rural areas in Turkey, and the
effects of this still continue. In this study, the possible relationship between the Covid 19 Pandemic
and rural migration was evaluated in the case of Turkey. In the study, it was concluded that Covid
19 prepared the ground for a reverse migration instead of rural migration in Turkey and even this
migration continued as temporary migrations.

Key words: Covid 19, migration, rural, rural migration, pandemic

1. Giriş
İnsanlık tarihi, çeşitli dönemlerde yaşanan ve etkisi oldukça derin ve uzun süren birçok felaketlerle
doludur. Kuraklık, sel, deprem, fırtına gibi doğa olaylarının yanı sıra onlarca salgın hastalıklar ile
milyonlarca insan yaşamını yitirmiş hatta bazı toplumlar ve ülkeler bile tarihi sahnesinde
kaybolmuştur. Kutsal kitaplarda dahi yer alan Nuh Tufanı gibi olaylar, günümüzde halen dilden dile
anlatılagelmektedir. Dinozorların yok oluşu, ilkel bazı canlı türlerinin ortadan kayboluşu, kavimlerin
helaki, toplumların yok oluşu vs. gibi kavramlar sadece tarih kitaplarında yer almamakta aynı
zamanda hafızalarda da etkisini devam sürdürerek günümüze aktarılmaktadır. (Yılmaz, 2019;
Yıldırım, 2021).
Doğal afetlerin belirli bir bölgede yaşanması onların etkisinin de daha çok o bölgelerde yaşanmasına
neden olmasına rağmen salgınlar hele hele pandemilerin etkisi sadece çıktığı yer veya bölgeleri değil
bütün dünyayı insanlığı derinden etkilemektedir. Bu salgınların bölgesel boyuttan çıkıp küresel bir
boyuta erişmesi sağlık literatüründe bir pandemi olarak nitelendirilmektedir. Geçmişte, tarihe yön
veren ve milyonlarca insanın ölümüne neden olan birçok salgın hastalıklar yaşanmış ve gelecekte de
bunların benzerlerinin yaşanacağı artık bilimsel bir gerçektir. Bizans’ın nüfusunun yaklaşık dörtte
birini yok eden Jüstinyen Vebası, insanlık tarihinin en ölümcül salgınlarının başında “Kara ölüm”
olarak da nitelendirilen 1346 - 1353 yılları arasında meydana gelen ve 75 ila 200 milyon arasında
insanı öldürdüğü düşünülüyor Kara Veba bunlardan bazılarıdır. Ayrıca, suçiçeği, kolera, tifüs,
İspanyol Gribi, HIV, Sars, Domuz Gribi, Ebola da bunlar arasında yer almaktadır (Paridar, 2020, Irwin,
2016). Bütün bu salgın hastalıkların bazılarının sona erdiği bazılarının ise halen etkinsin sürebildiği
tahmin edilmektedir. İnsanlık, Aralık 2019’da Çin’den kaynaklanan ve 11 Mart 2020 tarihinde DSÖ
tarafından bir pandemi olarak ilan edilen yeni bir salgın olan Covid 19 ile karşılaşmış ve halen
mücadelesi çeşitli yönlerle devam etmektedir. Bugün itibari ile dünyada yaklaşık olarak kayıtlara
geçen 219 milyon insanın bu hastalığa yakalandığı ve yaklaşık 4,7 milyon insanın ise bu hastalıktan
dolayı yaşamını yitirdiği kayıtlara geçmiştir (WHO, 2021; Worldomaters, 2021).
Covid 19’a karşı insanlığın en etkili mücadelesi olarak kabul edilen temasın azaltılması, yani sosyal
mesafe, maske ve hijyen halen etkinliğini korumasına rağmen yapılan başarılı aşı çalışmaları ile de
salgınla etkin bir mücadele yapılmaktadır. Dünyada yaklaşık 6 milyar doz civarında bir aşılamanın
yapıldığı ancak bu aşılamada etkili olan ikinci doz yapılan doz sayısının halen yaklaşık 2,5 milyar doz
yani dünya nüfusunun henüz %32’sinin aşılanabildiği, birçok insanı ve ülkeyi de tedirgin etmektedir.
Öyle ki, gelir düzeyi ne olursa olsun, tüm ülkelere korona virüs aşısına eşit erişim sağlamayı
amaçlayan küresel bir girişim olan COVAX’ın daha da etkin olması bu salgınla mücadelede etkin
olabileceği vurgulanmaktadır. Özellikle geri kalmış ülkelerde lojistik sorunlar ve yersiz altyapı olması
ve buna ilaveten gelişmiş ülkelerin bu konuda aşı milliyetçiliği yapması bu programın ağır işlemesine
dolayısıyla salgının sürmesine de neden olabiliyor. Türkiye’nin Ekim 2021 de piyasaya sürmeyi ve
yaygın kullanıma geçirmeyi planladığı Türkovac aşısını, tüm insanlığın hizmetine sunacağını beyan
etmesi bu konuda olumlu bir adım olarak görülmektedir. (Covax, 2021; DW, 2021).
Covid 19’un birçok sağlıkla alakalı nedenleri ve sonuçları bulunmaktadır. Özellikle insan
hareketliliğinin bu tür salgınların temel belirleyicisi olduğundan hareketle bu çalışmada, Covid 19
pandemisi ve kırsal göç ilişkisi genel olarak ele alınmıştır. Türkiye’nin Covid 19 pandemi süreci ile
birlikte kırsal göç konusu çeşitli yönleri ile ele alınarak çalışmanın altyapısı oluşturulmuştur.
2. Covid 19 Pandemisi ve Kırsal Göç İlişkisi
Pandemilerin insan hareketliliği ile yakın bir ilişkisi vardır. Çünkü bir hastalığın önce endemik sonra
pandemik olarak tanımlanması onun küresel bir boyutta olması ile alakalıdır. Eski çağlarda yaşanan

578
Ertuğrul GÜREŞÇİ

birçok salgın hastalığın bir pandemiye dönüşmesinde de bu tür insan hareketliği yani göçlerin önemli
bir rolü vardır. Ancak bir salgın hastalık, eğer lokal bir bölgede yada ülkede ise o bölgeden veya
ülkeden giriş ve çıkışların engellenmesi veya o bölgenin karantina altına alınması o salgının ancak
bölgesel bir düzeyde kalmasına neden olacaktır. Bu durum salgının kontrolünü kolaylaştıracak ve
kısa sürede atlatılmasına neden olabilecektir. Oysa son yüzyılda gelişen teknoloji ve ulaşım
imkânlarının artması, bu tür insan hareketliliğinin daha da artmasına neden olmuştur (Oka et al.,
2021) Bu hareketliliğin yerleşim yerleri arasında salgının daha hızlı ve kontrolsüz bir şekilde
yayılmasına neden olabilecektir. Bu durum Covid 19 pandemisinde sadece Türkiye’de değil bütün
dünyada görülmesi bir tesadüf değil beklenen bir sonuç olmuştur.
Tarih boyunca birçok büyük göçler gerçekleşmiş ve bunlar arsında kitlesel sayılabilecek Kavimler
Göçü gibi tarihi değiştiren büyük göçler meydana gelmiştir. Doğal olarak savaş, kuraklık, kıtlık, doğal
afetler, salgın hastalık gibi nedenler, bu tür göçlerin temel belirleyicisi olmuştur. Hatta bu tür göçleri
başaran topluluk ve kavimlerin ayakta kalabildikleri ve varlıklarını devam ettirebildikleri dahi
söylenebilir. Kısaca tarih sahnesinde, göç edebilen toplumların ayakta kaldığı söylenebilir. Ancak
salgın hastalıklar nedeniyle bu tür göçler eğer diğer toplumlarla etkileşim içinde olmalarına neden
olmuşsa salgın daha da yaygınlaşmış ve diğer toplumların veya insanlarında yok olmasına zemin
hazırlamıştır. Kısaca salgın ile göç arasında yakın bir ilişki vardır ve bunun temel nedeni insanlar
arasındaki temas ve insan hareketliliğidir. Ancak denilebilir ki eğer salgın bölgesel ve diğer
toplumlara teması olmayacak ise bu tür salgınların göç etmeyi başaranlara ulaşmadan kontrol altına
alınabileceği söylenebilir. Salgının bir pandemi olması zaten küresel ölçekli olmasından
kaynaklandığı gerçeğinden hareket edilirse, pandeminin oluşmasının temel nedeni seyahatler, yer
değiştirmeler, insan hareketliliği kısaca geçici veya sürekli olan göçlerdir (MDP, 2021).
a. Kırsal Göç- Pandemi İlişkisi
Kırsal göç genel olarak kırsal yerleşim birimlerinden kentlere olan göçü tanımlamak için kullanılan
bir kavramdır. Kırsal bölgelerin ekonomik ve sosyal yapısının tarıma dayalı olması bu tür bölgelerin
en önemli özellikleri arasında yer almaktadır. Ayrıca kırsal bölgelerin sosyal yapısında ailevi
ilişkilerin fazla olması ve gelenekçi tutumları olması da başlıca özelliklerinden biridir. Kırsal
bölgelerin yanı sıra ifade edilen kentsel bölgeler ise ekonomik yapısı daha çok sanayi ve hizmetler
sektörüne dayalı olan bölgelerdir. Bu bölgelerde sosyal yapı daha heterojen ve yasal zeminleri
oluşturulmuş örgütlü bir toplumu ifade etmektedir (Gündüz, 2020; Güreşci, 2018).
Kırsal göçün genel olarak sanayi devrimi sorası başladığı kabul edilmektedir. Çünkü sanayileşme
beraberinde kır-kent ayrımının oluşmasına neden olmuş ve kırsalın kentlere doğru yönelmesine yol
açmıştır. Bu tür göçler aslında sosyo-ekonomik nedenli ve rasyonel olan göçlerdir. Özellikle
gelişmekte olan ülkelerde sıkça görülen bu tür göçler eğer ağır ve ileri düzeyde kontrolsüz bir şekilde
cereyan ediyorsa beraberinde yeni sorunları da getirmektedir.
Kırsal göçün ekonomik ve sosyal nedenleri ve sonuçları üzerine birçok çalışma yapılmış olması
rağmen bir pandemi veya salgın hastalıkla ilişkisini ortaya atan sınırlı çalışmaların olduğu
söylenebilir. Aslında kırsal göçün bir tür insan hareketliliği olduğundan yola çıkılarak, kırsal göç ile
bir pandemi arasında aşağıdaki ilişkiler kurulabilir (Güreşci, 2020).
1. Neden ilişkisi: Bu durum çift yönlü iki sorununda oluşmasına neden olabilir. Bunlar;
a. Kırsal göç bir pandeminin nedeni olabilir mi?
b. Bir pandemi kırsal göçün bir nedeni olabilir mi?
Birinci sorunun cevabı verilirken olaya şu yönüyle bakılması gerekmektedir. Eğer bir salgın hastalık
kırsal bir bölgede ise doğal olarak o bölgeden yaşanan göçler bir pandemin oluşmasına neden
olabilir. İkinci sorunun cevabı ise oldukça tartışmalı bir konu8 olacaktır. Çünkü zaten bir salgın
hastalık bir pandemi haline gelmişse artık kırsal göç ile pandemi arasında bir ilişki kurulamaz. Çünkü
zaten salgın her yere yayılmıştır. Ancak yaşanan bu tür göçlerin pandeminin uzamasına ve yeni
varyantların oluşmasana katkı sağlayabileceği de bir gerçektir. Konuya bir de kırsalda yaşanan
pandemi eğer bir ülkede sağlık hizmetlerinin kentlerde yoğunlaşmışsa doğal olarak salgının tedavi ve
sağlık hizmetlerinden yararlanma aşamasında bu tür göçlerin olabileceği de söylenebilir. Çünkü

579
Ertuğrul GÜREŞÇİ

sağlık hizmetlerinden yeterinde yararlanamayan insanların kentlere göç ederek bunlara ulaşmansa
nede olabilecektir.
2. Sonuç ilişkisi: Bu durumda çift yönlü iki sorunun oluşmasan neden olabilir. Bunlar;
a. Kırsal göç bir pandeminin bir sonucu olabilir mi?
b. Bir pandemi kırsal göçün bir sonucu olabilir mi?
İfade edilen bu her iki sorunun cevabı da aslında nedensellik ilişkisi içinde ele alınabilir. Yani
pandemi ve kırsal göç arasında bir ilişki var ise bu zaten neden-sonuç ilişkisi içinde ele alınabilecek
bir konudur.
Kırsal göç ile pandemi arasında aslında zemin hazırlayıcı ve yaygınlaştırıcı dolaylı bir ilişkinin olduğu
söylenebilir. Şöyle ki bir ülkede eğer kontrolsüz bir şekilde kırsal göç yaşanıyorsa o ülkede çarpık ve
plansız kentler oluşacak ve nüfus bu kentlerde yoğunlaşacaktır. Çarpık ve plansız olan bu göçlerin
beraberinde getireceği çarpık kentleşme sonucu, insan teması artacak ve salgın hastalığın bir
pandemiye dönüşmesi kaçınılmaz olacaktır. Kırsal göç ile birlikte kentlerde yoğunuluğun artması ile
birlikte birim alana düşen insan sayısı ve doğal olarak temas artacağından kırsal göç doğal olarak
yaşanan değil yaşanacak bir pandemi için zemin hazırlayıcı bir faktör olacaktır. Kırsal göç ile bir
pandemi arasında daha sonra yaşanacak tersine bir göçün de yakın ilişkisi vardır. Covid 19
pandemisinde olduğu gibi yanıltıcı bir bilgi ile kentlerde kırsala kaçış kısaca pandemi göçü,
beraberinde pandeminin kırsala daha da yayılmasına neden olacak ve salgın için kontrolü
güçleştirecektir.
3. Türkiye’de Kırsal Göç ve Covid 19 Pandemi İlişkisi
Türkiye’de kırsal göçün 1950’lerde başladığı yönünde yaygın bir kanaat vardır. Çünkü bu yıllar,
Türkiye’nin ekonomik, sosyal ve siyasi değişim ve dönüşüm yılları olarak kabul edilmektedir.
Türkiye, 1950’de çok partili yaşama geçmiş, sanayileşme hızını arttırmış ve bunun etkisiyle
ekonomik ve sosyal yaşamdaki değişim ülkenin her tarafında hissedilmeye başlamıştır. Özellikle
başta İstanbul, Ankara, İzmir ve diğer büyük şehirler olmak üzere ülkenin batı bölgelerinde
sanayileşme yönünde bazı adımlar atılmıştır. Bu durum, Türkiye’de bu iller ve bölgelerde ekonomik
yaşamın canlanmasına ve doğal olarak buraların cazibe merkezleri olmasına neden olmuştur. Bütün
bu gelişmelerin yanı sıra, ulaşımda atılan adımlar ile Türkiye’nin birçok köy ve kasabasına yolar
yapılmış ve traktöründe kırsal alana girmesiyle bu bölgelerde bir hareketlilik yaşanmıştır. İlk
önceleri gurbetçilik olarak başlayan kırdan kente doğru hareketlilik 1960 ve 70’lerin başlarında
ailelerin de göç etmesiyle süreç hızlanmıştır. Türkiye’de kırsal göç, 1980 ve 90’larda daha da artmış
ve özellikle bu göçün bazı olumsuz etkileri kentlerde kendisini göstermeye başlamıştır. Bu yüzden
Türkiye’de kırsal göç, ekonomik ve sosyal kalkınmanın doğal bir sonucu olsa da ağır ve ileri düzeyde
gerçekleşmesi bu tür göçlerin bir sorun olarak birikmesine neden olmuştur. Türkiye bu gün itibari ile
kırdan kente göç hızı yavaşlamış hatta bazı durumlarda tersine dahi bir göçün yaşandığı bir ülke
haline gelmiştir. (Albert et al. 2021; Güreşci, 2010).
Türkiye’de kırsal göçün etkileri özellikle kentlerde aşırı kalabalıklaşmaya neden olurken, kırsalda
tarımsal üretimin doğal olarak azalma tehdidi le karşılaşmıştır. Çarpık kentleşmenin beraberinde
getirdiği ağır yük, İstanbul, Ankara ve İzmir’de yeni bir sosyal kimliğin oluşmasına neden olmuş ve
kır-kent çatışması içinde belirli bir süre zemin hazırlamıştır.
Kırsal göç ile bir pandemi arasında ki ilişkinin teorik ve ilkesel temelleri önceki bölümlerde
verilmiştir. Bu ilişki daha çok kırsal göç sonucu oluşan aşırı kalabalıklaşma ve insan hareketliliği ile
açıklanabilmektedir. Bu noktadan hareket edilerek Türkiye’de kırsal göçün zemin hazırladığı ve
sonradan artan nüfus hareketliliği ile bazı şehirlerin nüfus yoğunluklarının arttığı bilinmektedir.
İstanbul’da km2’ye düşen nüfus 2751, Kocaeli’nde 549, İzmir’de 351, Ankara’da 212, Bursa’da 272
iken bu oran Tunceli’de 10,8, Ardahan’da 19,7, Erzincan’da 19,8 ve Bayburt’ta 22,2 olarak
belirlenmiştir.
3.1. Türkiye’de Kırsal Göçün Covid 19 Pandemisine zemin hazırlayıcı özellikleri
Genel olarak kırsal göç sonucu yaşanan aşırı kalabalıklaşma bir pandemiye zemin hazırlayıcı bir
unsur teşkil etmektedir. Tabi ki bu durum kontrolsüz ve plansız kırsal göçün gerçekleştiği Türkiye

580
Ertuğrul GÜREŞÇİ

gibi gelişmekte olan ülkelerde daha da belirgindir. Türkiye’de kırsal göçün özellikleri ve bir pandemi
ile ilişkisi aşağıdaki gibi ortaya konulabilir:
1. Türkiye’de kırsal göçün ağır ve ileri düzeyde bir seyri olmuştur. BU durum kentlerde aşırı bir nüfus
yoğunlaşmasına ve çarpık kentleşmenin oluşmasına neden olmuştur.
İlişki: Bu durum sonucu kentler özellikle İstanbul, Ankara, İzmir ve Bursa gibi büyük şehirlerde aşırı
bir nüfusu yoğunluğu yaşanmış ve bir pandemi için zemin hazırlamıştır. Nitekim Covid 19
pandemiside ilk önce bu şehirlerimizde ciddi bir yayılma göstermiş ve ülke geneline yayılması
kaçınılmaz olmuştur.
2. Türkiye’de kırsal göç özellikle belirli şehirlere ve onlarında belirli semtlerinde yakın akrabaların
bir arada olmasına neden olmuştur.
İlişki: bu durum akrabalar arasında zaten kalabalık olan şehirlerde bir pandemi için orta
oluşturmuştur. Nitekim Covid 19’da büyük şehirlerde ilk bu şekilde yayılım göstermiştir.
3. Türkiye’de kırsal göç için bu şehirlerin ekonomik cazibesi önemli bir faktör olmuştur. Ekonomik
yaşamın bu şehirlerde yoğunlaşması doğal olarak insan ve insan hareketliliğinde buralarda
yoğunlaşmasına neden olmuştur. İşe gitmek veya işinden gelmek isteyenlerin oluşturduğu
kalabalıklaşa bir pandemi için ortam hazırlamaktadır.
İlişki: Nitekim Türkiye’de başta göç alan yerlerde aşırı bir iş gerekçesi ile olan hareketlilik Covid 19
pandemisini hızlandırmıştır.
4. Türkiye’de kırsaldan göç edenlerin bir kısmı belirli ekonomik doygunluğa ulaştıktan sonra özellikle
yaz aylarında memleketlerine gitmektedirler. Bu durum Türkiye’de yaz aylarında büyük şehirlerden
yani göç alan her yerlerden kırsala veya Anadolu’ya doğru bir nüfusu hareketliliğine eden olmuştur.
İlişki: Türkiye’de de Covid 19 pandemisinde uygulanan seyahat yasakları ve ardından gevşetilmeler
ile gerçekleşmiş ve Covid 19’un Anadolu’nun her yerine ve köylere dahi yayılmasına neden olmuştur.
Türkiye’de kırsaldan kente göç edenlerin kentlerden tekrar memleketlerine geçici veya kalıcı olarak
mevsimsel göçü Covid 19 pandemisnde kırsalın güvenlik algısı yaratması ile bazen kalıcı hale
dönüştüğü de söylenebilir. Ancak kırsaldaki bazı sağlık hizmetleri, kentsel ekonomiye bağımlılık,
kırsalın özellikle doğru bölgelerinin ısınma gibi problemleri ile tekrar kentlere doğru bir yönelme
olmuştur. Böylece Covid 19 Türkiye’de daha hızlı yayılmış ve vaka sayılarında ki artış ve fazlalık
birçok ülkeden fazla seyretmiştir (Özcan, 2021).
4.Sonuç
Tarih boyunca insanlık, Kara Veba, Çiçek, İspanyol Gribi, Tifüs, Kolera, Domuz Gribi, Sars ve son
olarak da Covid 19 gibi küresel düzeyde birçok salgınla karşılaşmış ve gelecekte de bu ve benzeri
salgınların devam edebileceği öngörülmektedir. Salgınların bir pandemiye dönüştüğü son salgın
Covid 19’dur. Çin’den kısa sürede bütün dünyaya yayılan bu pandemiye karşı birçok ülke çeşitli
tedbirler uygulamış ancak bütün bunlara rağmen yaşamını yitirenlerin sayısı halen çok fazladır.
Özellikle bir pandemi ile mücadelede aşılamanın en etkili silah olduğu düşünülürse bu konuda
geliştirilen aşıların bütün dünyanın bağışıklık kazanmasına kadar etkin bir şekilde uygulanması
gerekmektedir. Türkiye’de gerek sağlık altyapısı gerekse aşılamadaki başarısı dikkate alındığında bu
konuda mücadelesini etkin bir şekilde sürdüren ülkelerin başında yer almaktadır. Covid 19
pandemisinin sağlık bilimleri açısında birçok çok nedeni ve sonuçları olduğu tartışılmazdır. Ancak bu
tür pandemilerin insan hareketliliği ve insan teması ile kronik bir sorun haline geldiği de bir
gerçektir.
Bir pandemi ile insan hareketliliği yani kısa ya da kalıcı göçlerarasında yakın bir ilinki vardır. Çünkü
göç, bir insan hareketliliği olduğu için pandemilerin dehada kalıcı ve uzun sürmesine neden
olmaktadır. Kırsal göç de bu tür göçler içerinde pandemi ile ilişkilendirilebilecek bir insan
hareketliliğidir. Ancak kırsal bölgelerden göç olarak tanımlanana kırsal göçün, pandemiler için zemin
hazırladığı da unutulmamalıdır. Türkiye’de gelişmekte olan bir ülke olduğu için 1950’lerde yaşadığı
ve hızını kaybettiği bir kırsal göç gerçeği ile sürekli karşı karşıya kalmıştır. Kırsal göçün ağır ve ileri
düzeyde seyrettiği bir ülke olan Türkiye’de bu göçler sonucu aşırı kalabalıklaşa ile büyük şehirlerin
pandemilere zemin hazırladığı bir gerçektir. Büyük şehirlerin kırsal göç sonucu olan kalabalıklaşması
ve doğal olarak insan hareketliliği üzerine hızlandırıcı bir etkisi vardır. Türkiye’de kırsal göçün

581
Ertuğrul GÜREŞÇİ

sadece kalabalıklaşmaya değil aynı zamanda göç edenlerin bir yanılgı ile tersine göç etmeleri de
pandeminin kırsalda yayılmasına neden olmuştur.
5.Kaynaklar
A. U. Ofuoku; B.O.P.Opia; E.A.Ikpoza (2021). Impact of COVID-19-induced rural-rural migration on
agricultural productivity in Delta State, Nigeria, Scientia Agropecuaria vol.12 no.1 Trujillo ene-
mar 2021.
Covax, (2021). https://www.who.int/initiatives/act-accelerator/covax (29.09.2021).
DW, (2021). https://www.dw.com/tr/t%C3%BCrk-a%C5%9F%C4%B1s%C4%B1-turkovac-
hakk%C4%B1nda-merak-edilenler/a-59168843 (30.09.2021).
Gündüz, F (2020). Türkiye’nin Yeni Koronavirüs (Kovid-19) Salgını İle Sınavı: Güvenli Gelecek İnşası
Çalışmaları Ve Kamuoyu Algısı,. Avrasya Uluslararası Araştırmalar Dergisi, 8 (23), 447-467.
Güreşci, (2020). Covid 19 salgın süreci ve kırsal göç: Türkiye örneği, IV. Uluslararası Türklerin
Dünyası Sosyal Bilimler Sempozyumu, 17 Aralık 2020 (Çevrimiçi).
Güreşci, E (2010). Türkiye’de Kentten - Köye Göç Olgusu,. Doğuş Üniversitesi Dergisi, 11 (1) 2010, 77-
86.
Güreşci, E. (2018). Çeşitli Yönleriyle Kırsal Göç, Ankara: Savaş Yayınevi; 1. Basım, 112s.
Irwin W. Sherman (2016). Dünyamızı Değiştiren On İki Hastalık. 2016. İş Bankası Kültür Yayınları.
MDP, (2021). https://www.migrationdataportal.org/themes/migration-data-relevant-covid-19-
pandemic.
Oka T, Wei W, Zhu D (2021) The effect of human mobility restrictions on the COVID-19 transmission
network in China. PLoS ONE, 16(7).
Özcan, Z.K. (2021). Covid-19 Salgını ve Türkiye: Göç Yönetişimi Üzerindeki Etkileri, OPUS
Uluslararası Toplum Araştırmaları Dergisi, 17, 3808-3831.
Paridar, H. (2020). Infectious Disease Outbreaks in History, Tepecik Eğit. ve Araşt. Hast. Dergisi, 30,
19-26.
Unicef, (2021). https://www.unicef.org/supply/covax-ensuring-global-equitable-access-covid-19-
vaccines (30.09.2021).
WHO, (2021). https://www.who.int/emergencies/diseases/novel-coronavirus-2019 (30.09.2021).
Woldomateres, (2021). https://www.worldometers.info/coronavirus/ (30.09.2021).
Yıldırım, G. (2021). Dünyayı etkileyen önemli afetler ve alınan dersler, İstanbul Üniversitesi Açık ve
Uzaktan Eğitim Fakültesi, Acil Yardım Ve Afet Yönetimi Lisans Tamamlama Programı,
http://auzefkitap.istanbul.edu.tr/kitap/acilyardimveafetyonetimi_ao/deavad.pdf
(30.09.2021).
Yılmaz, H. (2019). Tarih Metodu Açısından Olayın Tanımı ve İzahı, Akademik Tarih ve Düşünce
Dergisi, 6 (5), 42-73.

582
Orta Asya’dan Anadolu’ya Taşınan Bir Kültür Hazinesi
(Ahlat Taş Heykeli ve Düşündürdükleri)

Nezahat CEYLAN1

Özet

Eski Türklerin mezar ve defin geleneğinde çok önemli bir yere sahip olan taş heykeller, Orta Asya’dan
Anadolu’ya çok erken devirlerde taşınan kültür unsurlarından bazılarıdır. M.Ö. I. Binden itibaren
Avrasya’nın hemen hemen her tarafında( doğuda Moğolistan’dan batıda Elbe’ye kadar) bazen figüratif
tarzda bazen figüratif olmayan biçimde ve genelde bir savaşçı kemeri taşıyan heykeller ortaya çıkmıştır. Bu
savaşçı heykellerin bir kısmı da Anadolu’da Hakkari’de ortaya çıkarılmıştır. Bununla birlikte, Muş’un
Bulanık ilçesi/Bostankent köyünden 2013 yılında müsadere yoluyla Ahlat Müzesi’ne kazandırılan ve Ahlat
Heykeli olarak adlandırılan taş heykel, farklı özellikleriyle ön plana çıkmaktadır. Analojik bakımdan Oltu
Taş Heykeli, Hakkari Taş Heykelleri ile benzer özellikler taşıyan heykel, kendine has bir takım figüratif
özellikler barındırmaktadır. Heykelin ellerinde ve ön kısımda herhangi bir savaş aletinin olmayışı, O’nu
Hakkâri Stelleri’ndeki savaşçı heykellerinden ayırır. Heykelin elleri dikkatli incelendiği zaman, parmakların
abartılı ve özellikle sağ elin ve başparmağın aşırı derecede uzun ve büyük olarak yapıldığı görülür.

Anahtar Kelimeler: Orta Asya, Taş Heykeller, Doğu Anadolu, Ahlat.

Abstract

Stone sculptures, which have a very important place in the tomb and burial tradition of the ancient Turks,
are some of the cultural elements carried from Central Asia to Anatolia in very early times. B.C. From the
1st millennium B.C. on almost all parts of Eurasia (from Mongolia in the east to the Elbe in the west)
sculptures, sometimes figuratively, sometimes non-figuratively, and generally bearing a warrior belt,
appeared. Some of these warrior statues were unearthed in Hakkari in Anatolia. However, the stone
sculpture, which was brought to the Ahlat Museum through confiscation in 2013 from the village of
Bulanık/Bostankent in Muş and called the Ahlat Statue, stands out with its different features. Analogically,
Oltu Stone Sculpture and Hakkari Stone Sculptures have similar features, and the statue has some unique
figurative features. The absence of any war tools in the hands and front of the statue distinguishes it from
the warrior statues on the Hakkari Stele. When the hands of the statue are examined carefully, it is seen
that the fingers are exaggerated and especially the right hand and thumb are made extremely long and
large.

Anahtar Kelimeler: Central Asia, Stone Sculptures, Eastern Anatolia, Ahlat

1. Giriş

Taş, dayanıklılığı ile tarihler öncesinden günümüze kadar varlığını sürdürebilen önemli
tanıktır. Türklerin eski çağlardan itibaren taşa hayat verme sanatı dikkate değer bir çaba ve özen
gerektirir. Türklerin taşı oyma sanatı bazen balballar ile bazen de bazalt kaya üzerine çizdikleri kaya

1
Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, bceylanerzurum@hotmail.com

583
Nezahat CEYLAN

resimleri2 ile karşımıza çıkmaktadır. Günümüze kıymetli veriler sunan taş sanatı makalemizin
konusudur. Değişik coğrafyalarda rastlanılan bu taş heykellere, Moğolistan dan başlayarak Orta
Avrupa’ya kadar uzanan bölgelerde karşılaşmaktayız3.

Taş heykeller, Avrasya’nın hemen her tarafında bazen figüratif bazen de figüratif olmayan
şekillerde karşılaşmaktayız. Bu coğrafyada ortaya çıkan taş heykellerin ölen kişiye özgü yapıldığı ve
yüz kısmının genç ya da yaşlı, kadın veya erkek kişi ise ona benzetilmeye çalışıldığı görülmektedir.
Buradaki amaç “Atalar Kültü” ile ilgilidir. Ölen kişiyi ölümsüzleştirme çabasıdır (Pletnëva, 1974: 74;
Roux, 1999: 311; Belli, 2002: 913-914; Pletnëva, 2003: 154; Şahin, 2018: 421).

Söz konusu taş heykellerin kahraman, zengin ve meşhur kişiler için yapıldığı gibi akraba
adına sipariş verildiği düşünülmektedir. Duruş biçimleri bazen oturur bazen de ayakta olarak tasvir
edilmiştir. Cinsiyet olarak genelde erkek olduğu görülür. Ayrıca kadın ve çocuk olarak da karşımıza
çıkmaktadır. Ayakta duran heykeller çoğunlukla silahlı tasvir edilmiştir. Oturan heykellerde hiçbir
silah mevcut değildir (Pletnëva, 1974: 72; Pilipçuk, 2013: 58; Şahin, 2018: 421).

Taş heykeller ince taneli kum taşı ya da gözenekli kireç taşından imal edilmiştir. Sibirya taş
heykellerinde daha çok sadelik öne çıkmaktadır. Giysi ve aksesuarlar dikkat çekicidir. Bazı
coğrafyalarda ise bunlara ilaveten yüz ve fiziki durumların eklendiği görülmektedir. Mezar taşlarının
bellerine tutturulmuş olan kısa kılıçlar, Herodotos’un tabiri ile “Akınakesler” Türklerin tabiri ile
kıngıraklar göçer-konar Türk boylarının savaş aletleriydi. Bu aletler kemere sıkıca tutturulmuştur.
Kemerler pantolonun vücutta durmasını sağlamış ayrıca savaş aletlerini taşıma görevini de
görmüştür. Bu kemerler üzerinde rütbe sembolü de yer almıştır. Taş heykellerin başlarında bazen
miğfer, bazen başlık bazen de hiçbir şey olmadan tasvir edildiği görülmektedir. Kadın başlıklarında
ise kurdale, zincir, halka gibi ayrıntılar mevcuttur. Eski bir Türk geleneği olan bıyık, taş heykellerde
karşımıza çıkar ve belirgin bir özelliktir.

Taş heykellerde savaş silahının genelde sol tarafta bulunduğu ok, yay ve kılıcın ince kemer
üzerinde taşındığı görülmektedir. Türklerin madencilik açısından oldukça ileri durumda olması savaş
silahlarında dikkati çekmektedir.

Ölen kişi için dikilen taş heykeller bilim insanları tarafından “Taş Baba”, “Taş Nine”,
“Kamennaya Baba”, “Balbal” ve “Bediz” olarak isimlendirilmiştir (Kızlasov, 1964: 28; Tekin, 1998: 38;
Yılmaz, 2005: 208). Bunların içerisinde yer alan taş babaların Türk Beyleri için yapıldığı görülmektedir.
Taş Baba tasvirlerinde beyler güler yüzlü ve elinde ant kadehi vardır. (Tolun) heybetli şekilde tasvir
edilmişlerdir. Balballar anlam bakımından heykellerden farklıdır. Doğrudan ölen kişiyi değil, ölen
kişinin sağlığında öldürdüğü düşmanları temsil etmektedir. Bu tanımlar içerisinde Taş Baba tüm
heykeleri ifade eder biçimde kullanılmaktadır. Burada “Baba” kelimesi ata kelimesi ile eşdeğer anlam
taşımaktadır. “Taş Nine” kavramı ise dişi bir kelime olarak kullanılmıştır. “Kamennaya Baba” ise bu
taş heykelleri adlandırmada yetersiz kalmıştır. Bediz, figür, süsleme, bezek gibi terimlerde aynı
durum mevcuttur.

Türkler’e ait taş heykellerin tamamına yanlış bir ifadeyle balbal adı verilmiştir. Aslında
balbal olarak ifade edilen dikilen taşlar, ölünün öteki dünyada kendisine hizmet edeceğine olan inancı
simgeler. Balballar, kült merkezlerinin önünde sıra oluşturacak şekilde kabaca dikdörtgen formunda
yapılmış taşlara verilen isimdir (Radloff, 1956: 101; Tanyu, 1987: 102; Kızlasov, 1964: 28). Balballar
külliyelerin doğu girişinden başlayarak doğuya doğru tek sıra halinde dizilmişlerdir. Balbalın
manasının savaşta öldürülmüş düşmanı temsil eden taş sıraları olduğu konusunda dil bilimciler
arasında görüş birliği mevcuttur (Ögel, 1991: 165 vd.; Orkun, 1994: 768; Tekin, 1998: 38).

2 Kaya resimleri ile ilgili geniş bilgi için bkz. Ceylan, 2015a: 9-52; Ceylan, N. 2016: 409-421; Günaşdı, 2016: 391-
407; Üngör, 2016: 357-370; Ceylan & Özgül, 2018: 625-632.
3 Asya Kıtası’nın bölümleri için bkz. Ligeti, 1986: 15.

584
Nezahat CEYLAN

M.Ö. I. Binden itibaren bütün Avrasya kıtasını kapsayan erken dönem Türk göçlerinin
Kafkasya ve Anadolu’yu uzandığını düşünmekteyiz. Bu anlamda özellikle Kafkasya ile Anadolu
arasında bir geçiş bölgesi olan Doğu Anadolu bölgesi, hem kaya resim sanatı hem de taş heykel
geleneği bakımından da göçer-konar Türk boylarının akınına uğrayan bir bölgedir. 1998 yılından
itibaren bölgemizde sürdürdüğümüz yüzey araştırmalarında Oltu Taş Heykeli, Horasan Taş Heykeli,
Ahlat Balbalı vb. gibi Orta Asya Türk heykelciliği doğrultusunda ele alacağımız taş heykeller tespit
ettik. Her ne kadar da bazı Ermeni bilim adamları Horasan ve Oltu taş heykellerini Ermenistan’ın
Geghama Dağları’ndaki bazı bölgelerde ortaya çıkan Dragon-Vişhaps4 taşlara benzetse de, bunu
politik bir yaklaşımın yansıması olarak kabul etmek yerinde olacaktır. Hem heykelcilik hem de
kurgan geleneği bakımından Ermenistan, İlk Tunç Çağı’ndan itibaren Avrasya göçer-konar
kültürlerinin yani Ön Türk kültürünü yayılım alanı içerisindedir5. Ayrıca bölge kısa zaman öncesine
Revan Hanlığını’nın topraklarıydı. Yine bu taşların kurganlardan çıkarılması, Orta Asya gelenekleri ile
yakından ilgilidir. Bölgemizde tespit edilen taş heykeller bunlarla sınırlı değildir. Hakkâri Stelleri
veya Hakkâri Taşları diye anılan heykelleri de bu kapsamda anlamak ve yorumlamak gerekmektedir.
Hakkâri gibi özel bir yerde bulunan kaya resimlerini ve stelleri bir arada düşündüğümüz zaman
Milattan önceki asırlarda bu bölgelere yapılan Ön Türk göçlerinin arkeolojik verileri daha iyi
anlaşılmış olacaktır.

2. Daha önceki Çalışmalar:

2.1. Oltu Taş Heykeli: Anadolu’daki erken dönem Türk heykellerinden biri, Oltu Taş
Heykeli’dir (Ceylan, 2004: 33; Ceylan, 2008a: 28; Ceylan, 2008b: 216; Parlak, 2005: 16). 1995 yılında
Yolboyu (Dölgah) Köyü’nde yapılan kaçak kazı sonucu ortaya çıkarılmıştır. Oltu garnizon
Komutanlığı’nın girişimiyle 2002 yılında Oltu Meslek Yüksekokulu bahçesine getirilmiştir6.

2.2. Horasan Taş Heykel: Erzurum ili, Horasan ilçesinin 39 km. güneydoğusunda, Hasanbey
köyünde yer almaktadır. Köy halkının ifadelerine göre; köy arazisinden çıkarılarak, bir köy evinin
önüne getirildiği belirlenmiştir. İnsan yüzü motifiyle işlenmiş olan heykel 180 cm uzunluğundadır.
Heykelin üst tarafı 80 cm. genişliğinde olup, aşağıya doğru genişlik azalmaktadır. En alt tarafta
genişlik 45 cm.’dir. Hasanbey Köyünde yer alan bu heykelin örneğine Erzurum Oltu İlçesinde
rastlamaktayız. Bu heykelin varlığı Orta Asya-Anadolu Türk tarihi bağlantılarını açıklaması
bakımından oldukça önemlidir (Yılmaz, 2003: 1 vdd.; Üngör-Bingöl vd. 2014: 62-63; Ceylan, 2015b:
300; Özgül, 2015: 169-198; Ceylan, N.-Günaşdı, 2018: 633-647).

2.3. Hakkâri Taş Heykelleri: Hakkâri Bölgesi’ndeki en önemli tarihi ve arkeolojik veriler
hiç şüphesiz “Hakkâri Taşlarıdır. 1998 yılında kent merkezinde bir rastlantı sonucu 13 adet taş
(dikilitaş) stel bulunmuştur7.

4 Detaylı bilgi için bkz. Bobokhyan-Gilibert & Hnila, 2012: 7-27.


5 MÖ I. Binden itibaren doğuda Kingan Dağları’ndan başlayarak batıda Macaristan Ovalarına, güneyde Pamir dağ
silsilesine kadar, kuzeyde Sibirya’nın kuzey taraflarına ve Ön Asya’da Suriye’ye kadar göçler ile yayılan erken
dönem Türk Kültürünün en belirleyici özelliği kurganlar, kaya resimleri ve taş heykellerdir. Bu göçlerin en etkili
olanları ise Kimmer-İskit/Saka göçleri olmuştur. Konu hakkında ayrıntılı bilgi için bkn. Rice, 1958: 22 vdd.;
Tarhan, 1972: 52-89; Dergachev-Vasiliev-Sementsov-Zaitseva-Chugunov & Sljusarenko, 2001: 417-424; Durmuş,
2003: 3; Özgül, 2018: 57-85.
6 Taş heykelin ebatları Orta Asya Türk heykellerine göre biraz büyük olmakla beraber, insan yüzünün tasviri

ellerin durumu, kemerin belden şeritli bir biçimde çizimi artistik açıdan önemlidir. Heykelleri benzerleri ile olan
mukayeseleri ve Türk heykelciliği hakkında ayrıntılı bilgi için bkn. Yılmaz, 2007: 156 vdd.
7 Hakkâri il merkezinde bulunan Mir Kalesi’nin kuzeybatı eteklerinde bulunan taş steller, Necdet Yıldırım’ın

evinin damına toprak taşımak için kazdığı sırada ortaya çıkmıştır. Dönemin Valisi N. Canpolat’in Van Müze
Müdürlüğü ve İstanbul Üniversitesi Van Bölgesi Tarih ve Arkeoloji Araştırma Merkezi’ne bildirmesi ile bilimsel
çalışmalar başlamıştır. Kurulan bilimsel heyet tarafından 14-17 Ağustos 1998 tarihleri arasında çalışmalar
yürütülmüş 13 adet stel ortaya çıkarılmıştır. Önce Hakkâri Meydan Medresesine taşınan eserler daha sonra Van
Müzesi’ne aktarılmıştır. 1998 tarihinde başlatılan bilimsel çalışmalara 1999 yılında 6.50 x 4.50 m’lik bir sondajla
devam edilmiştir. Bu sondaj sırasında 1.70 m. derinliğe ulaşılmıştır. Çalışmalar sonucu kaya yüzünün önünde bir

585
Nezahat CEYLAN

2.4. Ahlat Taş Heykeli: Ahlat, Türk Kültürünün önemli güzergâhlarından birisidir.
Türklerin Anadolu’ya giriş kapılarından biri olan Ahlat ve çevresi Türk Kültürü ve mimarisi
bakımından oldukça zengindir.

Muş’un Bulanık ilçesi/Bostan kent köyünden 2013 yılında müsadere yoluyla Ahlat Müzesi’ne
kazandırılmıştır. Ahlat Taş Heykelinin envanter kaydı yapılmamıştır. Heykel üzerindeki ilk bilimsel
çalışmalar A. Ceylan tarafından yapılmıştır (Ceylan, Baskıda 2022). Heykelin uzunluğu 139 cm, genişliği
ayaklarda 42 cm, omuzlarda ise 63 cm’dir. Kabartma tekniği uygulanarak yapılan heykelin yan
yüksekliği baştan ayak kısmına kadar 14,33 cm ve ayak kısmında ise 8 cm’dir. Daha önce ifade
ettiğimiz Hakkâri taşları ile benzer özellikler taşıyan heykelin üst kısmından aşağıya doğru daraldığı
görülmektedir.

Heykelin elleri çok açık bir biçimde ve gerçekçi bir formda yapılmış olup, herhangi bir savaş
aletinin (kama, bıçak, balta, kılıç vb.) bulunmadığı görülür. Heykelin göç çukurlukları açık bir biçimde
yapılmış olan heykelin burnu simetrik bir biçimdedir. Göz çukurluklarına bakıldığı zaman, net
olmayan badem göze benzeyen gözlerin varlığı görülür. Ağız kısmı Hakkâri stellerinde olduğu gibi
küçük ve çeneye uygun bir ölçüde yapılmıştır. Sağ eli sol elinin üstünde olan heykelin göğüs
kısmındaki dezenformasyonlar dikkat çekicidir. Bu dezenformasyonlar küçük delikler şeklinde olup,
göğüs kısmında aşırı bir tahribat meydana getirmiştir. Heykelin yüzü ovaldir. Dar alınlı olduğu
anlaşılan heykelin baş kısmında sanki aşağı doğru boyun kısmına kadar inen bir başlık vardır.

Heykelin ellerinde ve ön kısımda herhangi bir savaş aletinin olmayışı, heykeli Hakkâri
Stelleri’ndeki savaşçılardan ayırır. Bununla birlikte heykelin elleri dikkatli incelendiği zaman,
parmakların abartılı ve özellikle sağ elin ve başparmağın aşırı derecede uzun ve büyük olarak
yapıldığı görülür. Bu durum, bizde heykelin bir erkeğe ait olduğu kanısını uyandırır. Bu tarzda
yapılan heykeller, Orta Asya’dan başlayıp Anadolu’ya kadar yayılmıştır.

3. Sonuç ve Öneriler

Ahlat, Türk Kültürünün önemli güzergâhlarından birisidir. Türklerin Anadolu’ya giriş


kapılarından biri olan Ahlat ve çevresi Türk Kültürü ve mimarisi bakımından oldukça zengindir. Bilim
insanı, A. CEYLAN liderliğinde yapılan çalışmalar sonucu Horasan Taş Heykeli ve Ahlat Taş Heykeli
üzerinde çalışma yapılmıştır.

Ahlat Taş Heykeli, üzerinde yapmış olduğumuz çalışmalarda Oltu Taş Heykeli ve Hakkari
Taş Heykellerindeki kabartma tekniği ile yapıldığı görülmüştür. Heykeli analojik bakımdan Hakkari
Taş Heykelleri ile mukayese edebiliriz. Hakkari, heykellerinin üstten aşağıya doğru daralarak indiği
gibi Ahlat Heykeli’de aynı tarzda yapılmıştır. Ayrıca Hakkâri heykellerin görüntüsünden cinsiyet
ayrımı yapılabileceği görülmektedir. Ahlat heykelinin erkek olduğu ve elinde silah olmayışı, heykeli
Hakkari heykellerinden ayırır. MÖ. II. Binden itibaren yoğun bir biçimde ortaya çıktığını ifade
etmiştik. Ahlat Müzesi’ndeki heykelin de bu heykel sanatının bir devamı olduğu kanaatindeyiz.

İlk örneklerini Andronovo Kültürü’nde gördüğümüz Türk taş heykel geleneğinin


Göktürklerle biraz daha gelişerek Moğolistan merkez olarak büyük bir coğrafyaya dağılmış olduğu
görülmektedir. Göktürklerle çağdaş olan Kimekler, Kırgızlar, Oğuzlar ve Kıpçaklar bu anlayışı devam
ettiren Türklerdir. Türklerin İslamiyet’i kabulünden sonra heykeller put kabul edildiği için yapımına
son verilmiştir. Ancak Deşt-i Kıpçak’ta bulunan Kıpçaklar ve Oğuzlar bu geleneği XIII. yüzyıla kadar

tasfiyenin yapıldığı ve taş heykellerin dizilmesi için bir alan oluşturduğu anlaşılmıştır. Taş heykeller bu düzgün
zemine ve dik kaya yüzünün 1 m. kadar önüne yerleştirilmiştir. Taş heykellerden çok uzun boylu olan biri
dışında, dikilmelerine yarayacak ayakları olmadığından moloz taşlardan oluşturulan bir platform üzerine
yerleştirilmiştir. Taş heykeller bu platformun ön yüzüne yanlarında küçük taşlarla beslenerek yaslanmıştır Konu
ile genis bilgi icin bkz; Sevin, 1999: 70 vd.; Sevin, 2001: 79 vd.; Sevin, 2003: 42 vd.; Sevin, 2005: 1 vdd.

586
Nezahat CEYLAN

devam ettirmişlerdir. Türklerdeki taş heykel geleneği biraz şekil değiştirerek Osmanlı döneminde
devam etmiştir. Ölen kişinin kimlik ve kişiliğini gösteren kavuklu veya apoletli mezar taşları bunun
en güzel örneklerindendir. Doğu Anadolu bölgesinde tespit edilen ve çalışmasını yaptığımız Ahlat Taş
Heykeli de kökleri Altaylar’a kadar uzanan kadim bir inancın taşa yansımasıdır.

Bildirimize konu olan Ahlat Taş Heykeli, bize şunu göstermektedir. Ahlat, Erzurum, ve
Hakkari gibi bölgeler Kuzeybatı İran ile birlikte Orta Tunç Çağı’nda bir kültür birlikteliği içindedir.
Özellikle V. Sevin’in Hakkari Stelleri üzerindeki kronolojik çalışmaları bu anlamda bölgede yeni
ortaya çıkan heykellerin kronolojisinin değerlendirmesi bakımından önemlidir. Ayrıca A. CEYLAN
tarafından bölgede yapılan kaya resim çalışmalardan bir tanesi olan Digor Kaya Resim alanındaki bir
taşın üzerindeki tamamlanmamış insan yüzü tasviri de Ahlat Taş heykelinin değerlendirmesinde
önemli bir ölçüt olmuştur. Her iki taş üzerindeki yuvarlak çene ve yüz şekli bu benzerliği çok açık bir
şekilde ortaya koyar.

Ahlat Taş Heykeli stilistik ve üslup bakımından Avrasya bozkırlarında binlerce yıl öncesinde
dayanan Proto Türk heykel sanatının Doğu Anadolu’daki bir uzantısıdır. Göçlerle Anadolu’ya taşınan
kaya resimlerinin yanında önemli bir yeri bulunan Ahlat Taş Heykelinin yanı sıra son zamanlarda bu
kültürel devamlılığın birer nişanesi olan taş heykellerin sayısı her geçen gün artmaktadır. 2020-2021
yılları arasında Erzurum Şenkaya ilçesinde de ekip arkadaşlarımız tarafından taş baba formunda yeni
taş heykeller bulunmuştur.

Taş heykeller üzerinde yapılacak olan detaylı çalışmalar Hakkari Stelleri, İran/Meşgin Taş
Heykelleri ile Oltu ve Şenkaya taş heykelleri üzerindeki gizemin çözülmesinde ve Erken dönem Altay
Türk taş heykel sanatının anlaşılmasında anahtar bir rol oynayacaktır.

4. Kaynaklar

Belli, O. (2002), “Türklerde taş heykel ve balballar”. (Edt. Güzel, H. C.,-Çiçek, K. & Koca, S.), Türkler, III,
Ankara, 910-914.

Bobokhyan, A.-Gilibert, A. & Hnıla, P. (2012). “Vishaps of the Geghama Mountains: New discoveries
and propedeutics to a history of research, Aramazd”. Armenian Journalof Near Eastern
Studies 7(2), 7–27.

Ceylan, A. (2004). “Erzurum ve çevresinde erken dönem Türk izleri”, Türk Kültürü, Erzurum:
Atatürk Üniversitesi Yayınları, 21-51.

Ceylan, A. (2008a). “Doğu Anadolu’daki kaya resimlerinin Türk Tarihi açısından önemi”. Bilim Ütopya
14(163), 26-35.

Ceylan, A. (2008b). Doğu Anadolu araştırmaları Erzurum-Erzincan-Kars-Iğdır 1998-2008.


Erzurum: Güneş Vakfı Yayınları.

Ceylan, A. (2015a). “Taştaki Türkleri okumak”. Türkiz 34, 9-52.

Ceylan, A. (2015b). Doğu Anadolu Araştırmaları II (Erzurum-Erzincan-Kars-Iğdır 2008-2014).


Erzurum: Atatürk Üniversitesi Yayınları.

Ceylan, A. (Baskıda-2022) Doğu Anadolu’da erken dönem Türk İzleri.

Ceylan, A. & Özgül, O. (2018). “Orta Asya’dan Anadolu’ya Türk kültürünün erken dönem şifreleri kaya
resimleri”. 16. Uluslararası Türk Dünyası Sosyal Bilimler Kongresi, 625-632.

587
Nezahat CEYLAN

Ceylan, N. (2016). “Yağlıca Kalesi’nde yılan figürü ve Türklerde yılan simgesi”. Selçuk Üniversitesi
Türkiyat Araştırmaları Dergisi 39, 409-421.

Ceylan, N. & Günaşdı, Y. (2018). “Doğu Anadolu’da bulunan bazı taş heykellerin Orta Asya’daki
örnekler ile mukayesesi”. 16. Uluslararası Türk Dünyası Sosyal Bilimler Kongresi, 633-
645.

Dergachev, V. A. - Vasiliev, S. S. - Sementsov, A. A. - Zaitseva, G. I. - Chugunov, K. A. & Sljusarenko, I. Ju.


(2001). “Dendrochronology and radiocarbon dating methods in archaeological studies of
Scythian sites”. Radiocarbon 43(2A), 417-424.

Durmuş, İ. (2003). İskitler (Sakalar). Ankara.

Günaşdı, Y. (2016). “Doğu Anadolu kaya resimleri ışığında Doyumlu kaya panoları”. Selçuk
Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi 39, 391-407.

Kızlasov, L. R. (1964). “O Naznaçenii Drevnetyurkskih kemennih izvayanii izobrajanuşih ludey”.


Sovyetskaya Arheologia 2, 27-39.

Ligeti, L. (1986). Bilinmeyen İç Asya. (Cev. Sadettin Karatay), Ankara: Turk Dil Kurumu Yayınları,
1986.

Orkun, H. N. (1994). Eski Türk yazıtları I-IV. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.

Ögel, B. (1991). Türk kültür tarihine giriş I. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.

Özgül, O. (2015). “Erzurum bölgesi kaya panoları”. Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi
10, 169-198.

Özgül, O. (2018). “İskitler’de atalar kültü ve yurt kavramı”. Düşünce Dünyasında Türkiz Dergisi,
9(47), 57-85.

Parlak, T. (2005). Aral’ın sırları. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları.

Pilipçuk, Y. V. (2013). “Polovetskie Babı” Kak İstoçnik Po Sotsialnoy İstorii Kıpçakov”. Kazak Orkenietı
Kazahskaya Tsivilizatsiya The Kazakh Sivilization, No: 3 (52), 57-68.

Pletnëva, S. A. (1974). “Jenskaya Polovetskaya Statuya sela Rebenkom”. Sovyetskaya Arheologiya,


258-262.

Pletnëva, S. A. (2003). Koçevniki Yujnorusskih Stepey v Epohu Srednevekovya IV-XIII veka, İzdatelstvo
Voronejskogo Gosudarstvennogo Universiteta.

Radloff, W. (1956). Sibirya’dan I-II. İstanbul.

Rice, T. T. (1958). The Scythians. Thames and Hudson, London.

Roux, J. P. (1999). Eski Çağ ve Orta Çağ’da Altay Türklerinde ölüm. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.

Şahin, A. Ç. (2018). “Bozkırın mührü: Taş heykeller”. Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları
Enstitüsü Dergisi 63, 419-436.

Sevin, V. (1999). Anadolu arkeolojisi. İstanbul: DER Yayınları.

Sevin, V. (2001). “Zap Irmağı kıyısında bozkir göçebeleri”. TÜBA‐AR 4, 79‐88.

588
Nezahat CEYLAN

Sevin, V. (2003). Eski Anadolu ve Trakya. İstanbul: İletişim Yayınları.

Sevin, V. (2005). Hakkâri taşları: Çıplak savaşçıların gizemi. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Tanyu, H. (1987). Türklerde Taşla İlgili İnançlar. Ankara.

Tarhan, M. T. (1972). Eski Çağ’da Kimmerler problemi. (Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul:
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi.

Tekin T. (1998). Orhon yazıtları. Ankara: Türk Tarih Kurumu.

Üngör, İ. (2016). “Orta Asya’dan Anadolu’ya kayalara yazılan Türk kültürü (Dereiçi kaya resimleri)”.
Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi 39, 357-370.

Üngör, İ. - Bingöl, A. vdd. (2014). “2012 Yılı Erzincan, Erzurum illeri yüzey araştırmaları”. 31.
Araştırma Sonuçları Toplantısı I, 447-472.

Yılmaz, A. (2003). Türk dünyasında Balbalların Dağılımı. (Yayımlanmamış Doktora Tezi),


İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Yılmaz, A. (2005). “Baba mı?, Balbal mı? Yoksa Bediz mi?”. Modern Türklük Araştırma Dergisi 2(4),
206-214.

Yılmaz, A. (2007). “Çuy bölgesinde bulunmuş Göktürk dönemine ait iki heykeli yeniden
değerlendirmek”. Manas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 18, 155-165.

589
Nezahat CEYLAN

5. Ekler

Ek 1. Oltu Taş Heykeli

Ek 2. Horasan Taş Heykel

590
Nezahat CEYLAN

Ek 3. Hakkari Stelleri

Ek 4. Hakkari Stelleri 6 Nolu Stel Ek 5. Hakkari Stelleri 7 Nolu Stel

591
Nezahat CEYLAN

Ek 6. Ahlat Taş Heykeli

Ek 7. Erzurum’un Şenkaya ilçesinde bulunan Taş Heykel

592
Nezahat CEYLAN

Ek 8. Digor/Dolaylı Kaya Resimleri

Ek 9. İran Meşgin Taş Heykeli

593

View publication stats

You might also like