BİYOMÜHENDİSLİK BÖLÜMÜ ÖĞRETİM ÜYESİ BURSA TEKNİK ÜNİVERSİTESİ MAKROMOLEKÜLLERİN YAPI VE İŞLEVLERİ KARBONHİDRATLAR- LİPİTLER • Hücreler büyük molekülleri oluşturmak üzere küçük organik molekülleri birleştirdiklerinde, biyolojik organizasyonun hiyerarşisinde bir başka düzey ortaya çıkar. • Büyük biyolojik moleküller dört temel sınıf altında gruplanırlar: karbonhidratlar, lipitler, proteinler ve nükleik asitler. • Bu hücresel moleküllerin çoğu, molekül ölçeğinde değerlendirildiğinde, çok büyüktürler. Örneğin bir protein, birbirlerine kovalent olarak bağlı binlerce atomun oluşturduğu 100.000 daltondan fazla ağırlığa sahip bir moleküldür. • Biyologlar bunun gibi devasa molekülleri adlandırmak için MAKROMOLEKÜL terimini kullanırlar. • Bir makromolekülün yapısı, bu molekülün nasıl çalıştığını açıklamaya yardımcı olur. Örneğin fotoğrafta gördüğünüz örümceğin ağını örmek için sentezlediği ipek proteinin pilili yapısı, ağ ipliklerinin güçlü ve esnek olmasını sağlar. • Birçok makromolekül polimer yapısındadır... POLİMERLERİN YAPISI • Polimer, birbirinin aynısı veya benzeri yapıtaşlarının kovalent bağlarla bağlanarak oluşturdukları uzun bir moleküldür. • Polimerlerin yapıtaşı olarak görev yapan küçük moleküllere monomer adı verilir. • İki monomer arasında bir bağ kurulduğunda, her monomer, kaybedilen su molekülünün belirli bir parçasını sağlar. • Su kaybından dolayı bu tepkimelere kondensasyon ya da dehidrasyon tekpimesi adı verilir. • İki monomer arasında bir bağ kurulduğunda, her monomer, kaybedilen su molekülünün belirli bir parçasını sağlar. • Monomerlerden birisi hidroksil grubunu (-OH), diğeri ise hidrojeni (-H) verir. • Bu tepkimenin tekrarlanmasıyla, monomerler teker teker zincire eklenir ve polimer oluşur. Dehidrasyon tepkimelerinin cereyan etmesi için hücrenin enerji harcaması gerekir ve bu süreç enzimlerin yardımıyla gerçekleşir. • Enzimler hücrelerdeki kimyasal tepkimeleri hızlandıran, özelleşmiş proteinlerdir. HİDROLİZ • Dehidrasyon tepkimesinin tersine işleyen bir olaydır. • Bir su molekülünün eklenmesi ile monomerler arasındaki bağ kırılır. • Sindirim, vücutta gerçekleşen hidrolize bir örnektir. • Polimerler hidroliz adı verilen ve esasen dehidrasyon tepkimesinin tersine işleyen bir süreç ile monomerlerine ayrılır. • Hidroliz su girişi ile kırılma demektir. • Monomerler arasındaki bağlar bir su molekülü eklenmesiyle kırılırlar. • Su molekülünün hidrojeni monomerlerden birisine, hidroksili ise diğerine bağlanır. • Sindirim, vücudumuzda gerçekleşen hidrolize ait bir örnektir. • Besinlerimizdeki organik maddenin çoğu polimerler şeklindedir ve bu polimerler çok büyük boyutlu oldukları için, hücrelerimize giremezler. • Sindirim kanalında bulunan çeşitli enzimler polimerleri etkileyerek, hidrolizi hızlandırırlar. • Ortaya çıkan monomerler kan dolaşımına absorbe edilir ve vücuttaki diğer hücrelere dağıtılırlar. Daha sonra bu hücreler, monomerleri birleştirmek ve besinlerle alınan polimerlerden farklı polimerler sentezlemek üzere, dehidrasyon tepkimelerini kullanırlar. • Az sayıdaki monomer seti ile çok çeşitli polimerler kurulabilir. • Her hücrede binlerce çeşit makromolekül bulunur. Aynı organizmanın farklı hücrelerinde bu makromoleküller farklı kombinasyonlar halinde bulunurlar. • İnsan yavruları arasındaki kalıtımsal farklılık, polimerler ve özellikle de DNA ve proteinlerdeki farklılıkları yansıtır. Birbiriyle akraba olmayan bireyler arasındaki moleküler farklılıklar daha da fazladır. • Türler arasında ise çok daha büyük farklılıklar söz konusudur. • Canlılar dünyasındaki makromoleküllerin çeşitlilik potansiyeli, sınırsız denebilecek kadar fazladır. • Canlılardaki polimer çeşitliliği nereden kaynaklanır? • Bu moleküller yaygın olarak bulunan 40-50 çeşit monomerden kurulurlar. • Bazı monomerler ise çok daha az miktarlarda bulunmaktadır. • Kısıtlı sayıdaki monomerlerle çok büyük çeşitlilikteki polimerlerin yapılabilmesi, alfabedeki 26 harfle yüzbinlerce sözcüğün kurulmasına benzer. • Bunun başarılmasındaki anahtar düzenlenme yani birimlerin diziliş sıralarındaki farklılıktır. • Canlılığın moleküler mantığı sade ama şıktır: Tüm organizmalar için ortak olan küçük moleküller, özgül makromoleküller şeklinde düzenlenirler. KARBONHİDRATLAR – YAKIT VE YAPISAL MATERYAL
• Karbonhidratlar hem şekerleri hem de bunların polimerlerini içerirler.
• En basit karbonhidratlar monosakkaritler ya da tek şekerlerdir. • Bunlar basit şekerler olarak da bilinirler. Disakkaritler iki monosakkaridin kondensasyon ile birleşmesiyle oluşan çift şekerlerdir. • Makromolekül yapısındaki karbonhidratlar polisakkaritlerdir. • Polisakkaritler çok sayıda şeker içeren polimerlerdir. • En küçük karbonhidratlar olan şekerler, yakıt ve karbon kaynağı olarak iş görürler. • Monosakkaritler genel olarak CH2O’nun katları ile ifade edilebilecek molekül formüllerine sahiptirler. • En yaygın olarak bulunan monosakkarit olan glukoz (C6H12O6) canlı kimyasında hayati bir öneme sahiptir. • Glukozun yapısı şekerlerin genel yapısının tipik bir örneğidir: Bu molekül bir tane karbonil grubu (›C=O) ve çok sayıda hidroksil grubu içerir. • Karbonil grubunun yerleşimine bağlı olarak şeker ya bir aldoz (aldehit şeker) ya da bir ketoz (keton şeker) dur. • Örneğin, glukoz bir aldoz iken, bunun yapısal izomeri olan früktoz bir ketozdur. • Şekerleri sınıflandırmada kullanılan bir başka kıstas, karbon iskeletinin uzunluğudur. Bu iskeletteki karbon sayıları üç ile yedi arasındadır. Altı karbona sahip glukoz, früktoz ve diğer şekerler hekzoslar olarak adlandırılırlar. • Üç karbonlu triozlar ve beş karbonlu pentozlar da yaygın olarak bulunan diğer şekerlerdir. • Basit şekerlerdeki çeşitliliğe neden olan bir başka etmen, asimetrik karbon etrafındaki düzenlenişidir • (Asimetrik karbon dört bağına farklı gruplar takılmış olan karbon atomudur). • Örneğin glukoz ve galaktoz bir asimetrik karbona bağlı grupların düzenlenişi açısından birbirlerinden farklıdırlar. • Küçük bir farklılığın bu iki şekerin ayrı biçim ve davranışına sahip olmalarını sağlamaya yerli olduğu görülmektedir. • Su içinde çözünmüş haldeki glukoz molekülleri, diğer birçok şeker gibi, halkasal yapı oluştururlar. • Monosakkaritler ve özellikle de glukoz, hücreler için temel besinlerdir. • Hücre solunumu adı verilen süreçte, hücreler glukoz moleküllerinde depolanmış olan enerjiyi özütlerler. • Basit şeker molekülleri hücresel işler için temel yakıt olmalarının yanı sıra, amio asitler ve yağlar gibi diğer küçük organik moleküllerin sentezlenmesi için hammadde olarak da iş görürler. • Bu amaçlar için kullanılmamış olan şeker molekülleri ise genellikle, disakkarit ya da polisakkaritlerin yapılarına katılırlar. • Disakkarit iki monosakkaridin glikozidik bağ ile birleşmesiyle oluşur. • Glikozidik bağ, iki monosakkaridin dehidrasyon tepkimesi ile oluşturduğu kovalent bağdır. • Örneğin bir disakkarit olan maltoz, iki molekül glikozun bağlanmasıyla oluşur. • Malt şekeri olarak da bilinen maltoz bira yapımında iş gören bileşenlerden birisidir. • Çay şekeri olan sükroz en bol bulunan disakkarittir. Bunun monomeleri glukoz ve früktozdur. • Bitkilerin yapraklardan köklere ve fotosentetik olmayan diğer organlara aktardıkları karbonhidratlar sükroz halindedir. • Sütte bulunan laktoz şekeri bir başka disakkarittir ve glukoz ile galaktozun birleşmesiyle oluşur. • Şeker polimerleri olan polisakkaritler besin deposu ve yapısal madde olarak iş görürler… • Polisakkaritler yüzlerce ya da birkaç bin monosakkaridin glikozidik bağlarla bağlanarak oluşturdukları polimerlerdir. • Depo maddesi olarak görev yapan bazı polisakkaritler, hücrelerin şekere gereksinimi olduğunda, hidroliz edilirler. • Diğer polisakkaritler ise hücre ya da tüm bir organizmayı koruyan yapıların temel bileşenleridir. • Polisakkaritin yapısı ve işlevi, yapısındaki şeker birimleri ve glikozidik bağların pozisyonları tarafından belirlenir. • Depo Polisakkaritleri… • Bitkilerdeki depo polisakkaridi olan nişasta, sadece glukoz monomerlerinden oluşan bir polimerdir. • Monomerlerin çok büyük kısmı 1-4 bağlarıyla (1 no’lu karbon ile 4 no’lu karbon arasındaki bağ) bağlıdırlar. • Bu bağların açısı polimerin sarmal şekilde bükülmesine neden olur. • En basit nişasta formu olan amiloz dallanmamış zincir halindedir. • Daha karmaşık yapılı nişasta formu olan amilopektin ise dallanma noktalarında 1-6 bağları taşıyan dallanmış yapılı bir polimerdir. • Bitkilerdeki nişasta, kloroplastları da kapsayan ve plastid adı verilen hücresel yapılar içinde granüller halinde depolanır. • Bitkiler fazla glukozu nişasta sentezleyerek depolarlar. • Glukozun temel hücresel yakıt olmasından ötürü nişasta depolanmış enerjiyi temsil eder. • Bu karbonhidrat bankasındaki şeker daha sonra glukoz monomerleri arasındaki bağların hidroliz edilmesiyle uzaklaştırılabilir. • İnsan ve birçok hayvan bitkisel nişastayı hidroliz edebilen enzimlere sahiptir. • Bu enzimler hücrelerin glukozu besin olarak kullanmalarını sağlarlar. • Patates yumruları ve tahıl taneleri – buğday, mısır, pirinç ve diğer otsu bitkilerin meyveleri – insan diyetindeki nişasta kaynaklarıdır. • Hayvanlar, amilopektin gibi glukoz polimeri olmakla birlikte, ondan çok daha fazla dallanmış yapıya sahip olan ve glikojen adı verilen bir polisakkaridi depolarlar. • İnsanlar ve diğer omurgalılar glikojeni karaciğer ve kas hücrelerinde depolarlar. • Şeker gereksinimi arttığında, bu hücrelerdeki glikojenin hidrolizi ile glukoz açığa çıkarılır. • Ancak bu depo yakıt, hayvana uzun süre yetecek miktarda değildir. • Örneğin insanlardaki glikojen bankası yiyecekle beslenmediği takdirde, bir günde tükenir. • Yapısal Polisakkaritler… • Organizmalar yapısal polisakkaritlerden güçlü materyaller oluştururlar. • Örneğin selülöz adı verilen polisakkarit, bitki hücrelerini çevreleyen sert duvarın temel bileşenidir. • Global ölçekte bitkiler yılda yaklaşık 100 milyar ton selülöz sentezlerler. • Bu nedenle selülöz yeryüzünde en bol bulunan organik bileşiktir. • Nişasta gibi selülöz da, bir glukoz polimeridir. Ancak bu iki polimerin glikozidik bağları birbirlerinden farklıdır. Bu farklılığın temeli, glukozun iki farklı halkasal formda bulunabilmesidir. • Glukoz halkasal biçime dönüşürken 1 no’lu karbona bağlı hidroksil grubu iki alternatif pozisyondan birisini kazanır: halka düzleminin altında ya da üstünde. • Glukozun bu iki halkasal formu alfa ve beta olarak adlandırılır. • Nişastadaki bütün glukoz monomerleri alfa konfigürasyondadır. • Buna karşılık, selülözün glukoz monomerleri beta konfigürasyonundadır. • Selülozdaki iki glukoz monomerinden birisi diğerine göre baş aşağı pozisyonundadır. • Nişasta ve selülozdaki farklı glikozidik bağlanmalar, bu iki molekülün üç boyutlu biçimlerinin farklı olmasına neden olur. • Nişasta molekülünün büyük kısmı sarmal biçimde iken selüloz molekülü doğrusal yapılı (asla dallanmamış) olup hidroksil grupları bu zincire paralel olan selüloz zincirindeki hidroksil grupları ile hidrojen bağları yapacak şekilde serbest durumdadır. • Bitki hücre duvarındaki birbirlerine hidrojen bağları ile tutunmuş paralel selüloz molekülleri, mikrofibril adı verilen birlikler halinde gruplaşırlar. • Bu kablolar bitkiler için güçlü yapısal madde olmasının yanı sıra, selüloz açısından zengin olan odunu kereste olarak kullanan insanlar için de sağlam bir yapı malzemesidir. • Alfa bağlarını hidroliz ederek nişastayı sindiren enzimler, selülozdaki beta bağlarını hidroliz edemezler. • Sadece az sayıda organizma selülozu sindirebilen enzimlere sahiptir. • İnsanlar selülozu sindiremez; besinlerimizdeki selüloz lifleri sindirim kanalından geçerek, dışkı ile atılır. • Yolları üzerindeki sindirim kanalı duvarını aşındıran bu lifler, kanalı döşeyen hücreleri mukus salgılamak üzere uyarırlar. Böylece besinlerin sindirim kanalından kolayca geçmesi mümkün olur. Dolayısıyla, selüloz insanlar için bir besin olmasa da sağlıklı bir diyet için gereklidir. • Taze meyvelerin çoğu, sebzeler, tahıllar ve pirinç selülöz açısından zengindir. • Yiyecek paketlerinin üzerindeki “çözünmeyen lif” ibaresi esasen selüloz anlamına gelmektedir. • Bazı mikroorganizmalar selülozu sindirerek, onu glukoz monomerlerine yıkarlar. • Sığırların midesindeki ilk bölme olan rumen, selülozu parçalayan bakteriler içerir. • Bu bakteriler saman ve otun içindeki selülozu hidroliz ederek bunu sığırın kullanabileceği glukoz ve diğer besinlere dönüştürürler. • Benzer şekilde termitler de selülozu sindirememekle birlikte, bunların midesinde yaşayan mikroplar odunu iyi bir besine çevirirler. • Selülozu sindirebilen bazı funguslar kimyasal elementlerin yeryüzündeki ekosistemler arsında dolaşımına olanak verirler. • Bir başka önemli yapısal polisakkarit, eklembacaklılar (böcekler, örümcekler, kabuklular) tarafından dış iskeletin kurulmasında kullanılan karbonhidrat olan kitindir. • Dış iskelet hayvanın yumuşak vücut parçalarını çevreleyen bir kılıftır. • Saf kitin deri gibi yumuşak olmakla birlikte, yapısına kalsiyum karbonat tuzunun katılmasıyla sertleşir. • Kitin, hücre duvarlarını kurmak için selülöz yerine bu polisakkaridi kullanan birçok fungusta da bulunur. • Kitin selüloza benzer; ancak kitindeki glukoz monomeri azot içeren bir yan grup taşır. • Kitin güçlü ve esnek ameliyat ipliği yapımında kullanılır. Bu iplik ameliyat yarası iyileşince kendiliğinden erir. LİPİDLER • Hidrofobik özellikte organik moleküllerdir. • Çoğunlukla uzun hidrokarbon zincirleri içerirler. • Burada yağlar, fosfolipitler ve steroidler üzerinde durulacaktır. • Bir yağ iki tip küçük molekülün bir araya gelmesi ile oluşur (gliserol ve yağ asidi). • Gliserol üç karbonlu bir alkoldür. • Yağ asidinin ise bir ucunda karboksil grubu yer alır. • Yağ asitlerinin uzun hidrokarbon zincirleri, bu bileşiklere hidrofobik özellik kazandırır • Yağların oluşumu • Üç adet yağ asidinin her biri bir ester bağı ile gliserole bağlanır. • Ortaya çıkan bileşiğe triaçil gliserol ya da trigliserit adı verilir. • Doymuş yağlar • Yağ asidi hidrokarbon zincirlerini oluşturan karbon atomları arasında çift bağ yok ise bu moleküllere doymuş yağ adı verilir (H ile doymuş) • Doymamış yağlar • Hidrokarbon zincirlerinde bir ya da daha fazla çift bağ bulunuyorsa bu tip yağlara da doymamış yağlar adı verilir. • Çift bağın bulunduğu noktada yağ asidi kuyruğu dirsek şeklinde kıvrılır. • Dirsek noktaları, oda sıcaklığında katılaşmayı önler. • Doymuş yağlar açısından zengin diyetler arterosklerozis adı verilen hastalığa neden olur. • Kan damarlarının iç çeperlerinde plak adı verilen yağ birikintileri oluşur. • Bu plaklar kan akışını engeller ve damar esnekliğini azaltır. • Yağlar ve enerji • Hidrokarbon zincirleri benzindekine benzer biçimde enerji verir. • 1 g yağın depoladığı enerji, 1 g karbohidrattan daha fazladır. • Dolayısı ile sıkıştırılmış enerji deposu olarak görev yaparlar. • FOSFOLİPİDLER • Bir molekül gliserol ile iki molekül yağ asidinin birleşmesinden oluşurlar. • Gliserolün üçüncü karbon atomuna bir fosfat grubu bağlanmıştır. • Yağ asitleri hidrofobiktir. • Ancak fosfat grubu hidrofiliktir. • Bu nedenle fosfolipitlerin baş kısmı suda çözünebilirken kuyruk kısımları çözünmez. • Su içine bırakıldıklarında misel oluştururlar. • Hücre zarında ise çift tabakalı olarak sıralanırlar. • Steroidler • Birbiri ile kaynaşmış dört halka içeren moleküllerdir. • Halkalara farklı fonksiyonel gruplar bağlanması ile farklı steroidler oluşur. • Kolesterol hücre zarı bileşenidir ve diğer steroidlerin sentezine öncülük eder. • Cinsiyet hormonları da dahil birçok hormon kolesterolden köken alır.