You are on page 1of 3

Furkan Sûresi Hakkında

Furkân sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 77 âyettir. İsmini 1. âyette geçen ve Kur’ân-ı Kerîm’in isimlerinden biri
olan  ُ‫اَ ْلفُرْ َقان‬ (Furkân) kelimesinden alır. Furkân ismi, Kur’an’ın hakla bâtılı birbirinden ayırması ve parça parça inmesi
husûsiyetlerine dikkat çeker.  Mushaf tertibine göre 25, iniş sırasına göre 42. sûredir.
﴾٧٠﴿ ‫ات َو َكانَ هّٰللا ُ غَ فُورً ا رَ ح۪ يمًا‬
ٍۜ ‫ِااَّل َمنْ َتابَ َو ٰامَنَ َوعَ ِم َل عَ َماًل صَالِحً ا َفا ُ ۬و ٰ ٓلِئكَ ُي َب ِّد ُل هّٰللا ُ سَ ِّيـَٔات ِِه ْم حَ سَ َن‬
﴾٧١﴿ ‫َو َمنْ َتابَ َوعَ ِم َل صَ الِحً ا َف ِا َّن ُه َي ُتوبُ ِالَى هّٰللا ِ َم َتابًا‬
 Karşılaştır 70: Ancak tevbe edip inanan ve sâlih ameller işleyenler müstesnâ. Allah onların kötülüklerini
iyiliklere çevirecektir. Çünkü Allah, çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.
 Karşılaştır 71: Zâten kim tevbe edip sâlih ameller işlerse, şüphesiz o, tevbesi kabul edilmiş makbul bir kimse
olarak Allah’a dönmüş olur.
TEFSİR:
Sonsuz merhamet sahibi olan Rabbimiz tevbe ve af kapısını devamlı açık tutmaktadır. Günahına tevbe edenleri
affedeceğini, onların kötü hallerini iyi hallere, günahlarını sevaplara çevireceğini müjdelemektedir. Demek kul hangi
durumda olursa olsun, henüz ömür sermayesini bütünüyle tüketmemişken tevbe etme, halini düzeltme ve Allah’ın razı
olacağı makbul bir kul olabilme imkânına sahiptir. Bu imkân, imanlı ya da imansız bütün insanlar için geçerlidir.
Gerçekten bu âyetler, Kur’ân-ı Kerîm’in en müjde verici âyetleri arasında yer almaktadır.
Burada iki mühim mâna dikkat çekmektedir:
›        Kul gönülden tövbe ettiği zaman, iman ve Allah’a itaat hayatına başlar. Allah’ın yardımıyla, küfür halindeki
kötülüklerin yerine iyi ameller işlemeye koyulur ve böylece kötülüklerinin yerini iyilikleri alır.
›        Yalnızca geçmişteki kötülükleri silinmekle kalmaz, ayrıca amel defterine, Rabbine isyanı bırakıp O’na itaat
yolunu benimseyen bir kul olarak yazılır. Sonra, geçmiş günahlarına üzülüp tevbe ettikçe, daha çok sâlih ameller
hanesine kaydolunur. Çünkü, günahtan tevbe etmek ve af dilemek bizzat sâlih bir ameldir. Böylece, amel defterinde
iyilikleri bütün kötülüklerini bastırır. Bunu başarabilen kullar, yalnızca âhirette cezadan kurtulmakla kalmaz, aynı
zamanda Allah’ın büyük ve ebedî nimetlerine de kavuşmuş olurlar.
Hz. Mevlânâ’nın anlattığı şu ibretli kıssa bu hususu çok güzel açıklar:
“Birisi mescide giderken baktı ki halk mescitten dışarı çıkıyor. «Cemaat dağıldı mı ki herkes acele acele mescitten
çıkıyor?» diye sordu. Birisi: «Peygamber cemaatle namazını kıldı, bitirdi» diye cevap verdi. «Ey ham adam, ey şaşkın!
İçeriye ne diye giriyorsun? Peygamber hazretleri çoktan namazı bitirmiş, selam vermiştir.» Namaza yetişemeyen kişi,
içi yanarak öyle bir âh etti ki, sanki o ahdan bir duman çıktı. Gönülden çıkan o ahdan iç yanık kokusu, kan kokusu geli-
yordu. Namaz kılanlardan birisi onun yanına gitti de: «Bu âhı sen bana ver, benim kıldığım namaz senin olsun» dedi.
Namaza yetişemeyen: «Âhı sana verdim, senin Peygamberimiz'in arkasında kıldığın namazı da aldım, kabul ettim»
dedi. Öbürü de o âhı yüzlerce niyaz ile aldı kabullendi. Namazı verip âhı alan kişiye gece rüyasında dediler ki: «Sen
ab-ı hayatı ve şifayı satın aldın. Bu mânevî  alış verişin, bu Hak âşıklığına katılışın hürmetine, camide namaz kılan
bütün cemaatin namazları kabul edildi.»” (Mevlânâ, Mesnevî, 271-279. beyt)
Bu sebepledir ki, Allah dostları günahkârların affedilip sâlih insan olma ihtimalini dâimâ göz önünde bulundurarak
günahkâra değil günaha düşman olmuşlardır. Şu olay, bu gerçeğin güzel bir misalidir:
Ebu’d-Derdâ Hazretleri bir gün şehri dolaşırken, halkın, bir günahkâra ağır sözlerle hakâret ettiklerine şâhid oldu.
Onlara sordu:
“–Siz kuyuya düşmüş bir adam görseniz, onu oradan çıkarmaz mısınız?” Oradakiler:
“–Evet, çıkarırız!” dediler. Bunun üzerine Ebu’d-Derdâ (r.a.):
“–O hâlde kardeşinize ağır sözler söylemeyin, size âfiyet veren Allah’a hamd edin!” dedi. Bunun üzerine onlar:
“–Siz bu günahkâra kızmıyor musunuz?” dediler. Resûlullah (s.a.s.)’in terbiyesinde yetişmiş bulunan güzîde
sahâbî, bu suâle şöyle cevap verdi:
“–Ben onun kendisine ve şahsiyetine değil günahına kızıyorum, günahı terk ettiğinde, o yine benim din
kardeşimdir.” (Abdürrazzâk, el-Musannef, XI, 180; Ebû Nuaym, Hilye, I, 225)
Tahrim Sûresi Hakkında
Tahrîm sûresi Medine’de nâzil olmuştur. 12 âyettir. “Tahrîm”, “haram kılmak” demektir. Birinci âyette Resûlullah
(s.a.s.)’in, bazı helâl gıdaları, geçici bir süre kendine haram kılmasından bahsedildiği için bu ismi almıştır. Mushaf
tertîbine göre 66, nüzûl sırasına göre ise 106. sûredir.
‫ت َتجْ ۪ري مِنْ َتحْ ِتهَا ااْل َ ْنهَا ۙ ُر ي َْو َم اَل ي ُْخ ِزي هّٰللا ُ ال َّن ِبيَّ َوالَّذ۪ ينَ ٰا َم ُنوا مَعَ ۚ ُه ُنو ُر ُه ْم‬ ٰ ‫َيٓا اَ ُّيهَا الَّذ۪ ينَ ٰا َم ُنوا ُتو ُٓبوا ِالَى هّٰللا ِ َت ْوب ًَة َنصُوحً ۜا‬
ٍ ‫عَسى رَ ُّب ُك ْم اَنْ ُي َك ِّفرَ عَ ْن ُك ْم سَ ِّيـَٔا ِت ُك ْم َوي ُْد ِخلَ ُك ْم جَ َّنا‬
ُ ٰ
﴾٨﴿ ‫اغفِرْ ل َنا ِانكَ عَ لى ك ِّل َشيْ ٍء قَد۪ ي ٌر‬ َّ ۚ َ ْ ‫يه ْم َو ِبا َ ْيمَان ِِه ْـم َيقُولُونَ رَ َّب َٓنا اَ ْت ِم ْم لَ َنا نورَ َنا َو‬
ُ ِ ۪‫َيسْ ٰعى َب ْينَ اَيْد‬
 Karşılaştır 8: Ey iman edenler! İçten ve samimi bir tevbe ile Allah’a yönelin. Umulur ki Rabbiniz günahlarınızı
örter ve sizi içinde ırmaklar akan cennetlere yerleştirir. O gün Allah Peygamber’i ve onunla beraberindeki
mü’minleri utandırmayacak, hayal kırıklığına uğratmayacaktır. Onların nurları önlerinde ve sağlarında
koşturup yollarını aydınlatır. Onlar da: “Rabbimiz! Nûrumuzu tamamla ve bizi bağışla! Şüphesiz senin her
şeye gücün yeter!” diye dua ederler.
TEFSİR:
“Nasûh tevbe”, samimiyetle yapılan, sahibine günahları terk etmesini çokça öğütleyen, böylece onu günahtan
kurtaran temiz, hâlis bir tevbedir. “Nasûh” kelimesinin “elbiseyi dikmek” anlamı da vardır. Buna göre “nasûh tevbe”,
yırtılan dini buyrukları diken, ruh elbisesinde açılan yırtıkları onaran bir tevbedir. Günahlara bir daha dönmemek üzere
yapılan tevbedir. Rivayete göre Hz. Ali, bedevînin birinin istiğfar kelimelerini çabuk çabuk tekrarladığını işitince “Bu
sahte bir tevbe!” dedi. Bedevî “Peki gerçek tevbe nasıl olur?” deyince, Ali  (r.a.) “Tevbenin sahih olması için altı şart
vardır” buyurdu ve şunları saydı:
İşlenen günahlardan dolayı ciddî mânada pişman olmalı,
Farz olan vazifeleri yerine getirmeli, kaçırdıklarını kaza etmeli,
Üzerinde bulunan hakları, hak sahiplerine geri vermeli,
Eziyet ettiğin ve düşmanlık yaptığın kimselerle özür dileyip helâlleşmeli,
Bir daha günah işlememeye karar vermeli,
Nefsini isyanda büyüttüğün gibi, Allah’a itaatte de eritmeli ve ona günahların tadını tattırdığın gibi ibâdetlerin acısını
da tattırmalısın. (Alûsi, Rûhu’l-me‘ânî, XXVIII, 160)
Şâir ne güzel söyler:
“Bir günah eden kişi bin gün âh etmek gerek,
Bin günahım var iken bir gün âhım yok benim.”
Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri ilâç yaparken rastladığı bir hekime:
“–Ey hekim! Sende benim hastalığıma da ilâç var mı?” dedi. Hekim:
“–Hastalığın nedir?” diye sorunca Bâyezîd Hazretleri:
“–Günah hastalığı...” cevabını verdi. Hekim ellerini iki yana açarak:
“–Ben günah hastalığının ilâcını bilmem” dedi. O esnâda orada bulunmakta olan meczûb bir genç söze karışıp:
“–Baba, senin hastalığının ilâcını ben biliyorum” dedi. Bâyezîd Hazretleri de sevinçle:
“–Söyle ey delikanlı!” dedi. Halkın meczûb gördüğü, ancak hakîkatte ârif biri olan genç, günah hastalığının ilâcını
şöyle tarif etti:
“–On dirhem tevbe kökü ile on dirhem istiğfar yaprağı al! Bunları kalp havanına koy! Tevhîd tokmağı ile döv! İnsaf
eleğinden geçir! Gözyaşlarıyla yoğur! Aşk ve nedâmet fırınında pişir! Böylece oluşacak olan macundan her gün beş
kaşık al; hastalığından eser kalmaz!..”
Bunları dinleyen Bâyezîd-i Bistâmî, içini çekti ve:
“–Senin gibi âriflere mecnûn diyerek kendilerini akıllı sananlara eyvahlar olsun!..” dedi.
Nisâ Sûresi Hakkında
Nisâ sûresi Medine’de nâzil olmuştur, 176 âyettir. İsmini, birinci âyette geçen ve “kadınlar” mânasına
gelen ُ‫اَل ِّنسَ اء‬ (Nisâ) kelimesinden alır. Ayrıca bu kelime sûre boyunca sıkça tekrar edilmektedir. Mushaf tertîbine göre 4,
nüzûl sırasına göre 98. sûredir. Kur’ân-ı Kerîm’in 114 sûresi içinde ُ‫اَلرِّ جَ ال‬ (ricâl) yani “Erkekler” ismini taşıyan bir sûre
olmayıp, “Nisâ” ismiyle anılan bir sûrenin olması ve sûrede daha çok kadınlarla alakalı konuların ele alınması, İslâm’ın
kadına verdiği değer açısından dikkat çekicidir. Daha önce hep ikinci planda tutulmuş ve hakları yenmiş kadınları
onurlandırmanın ve onları İslâm toplumu içinde layık oldukları yere oturtmanın açık bir işaretidir. 
﴾١٧﴿ ‫ب َفا ُ ۬و ٰ ٓلِئكَ َي ُتوبُ هّٰللا ُ عَ لَي ِْه ْۜم َو َكانَ هّٰللا ُ عَ ل۪ يمًا حَ ك۪ يمًا‬
ٍ ‫ِا َّنمَا ال َّت ْوب َُة عَ لَى هّٰللا ِ ِللَّذ۪ ينَ َيعْ مَلُونَ ال ُّٓسو َء ِبجَ هَالَ ٍة ُث َّم َي ُتوبُونَ مِنْ َق ۪ري‬
﴾١٨﴿ ‫عَذابًا اَل۪ يمًا‬ ٓ
َ ‫ار ا ُ ۬و ٰلِئكَ اَعْ َت ْد َنا َل ُه ْم‬
ٌۜ ‫ْت ْالـنَ َواَل الَّذ۪ ينَ َيمُو ُتونَ َو ُه ْم ُك َّف‬
ٰٔ ُ ‫ت َقا َل ِا ۪ ّني ُتب‬ ُ ‫ت حَ ٰ ّٓتى ا َِذا حَ ضَ رَ اَحَ دَ ُه ُم ْالم َْو‬ ِ ۚ ‫ت ال َّت ْوب َُة لِلَّذ۪ ينَ َيعْ مَلُونَ ال َّس ِّيـَٔا‬
ِ َ‫َولَ ْيس‬
 Karşılaştır 17: Allah’ın kabul edeceği tevbe, ancak câhillikleri sebebiyle günah işleyip de, o günahtan çarçabuk
vazgeçenlerin tevbesidir. İşte Allah, böylelerinin tevbesini kabul buyurur. Allah her şeyi hakkiyle bilen, her
hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olandır.
 Karşılaştır 18: Yoksa hayatı boyunca günah işleyip işleyip de, nihâyet kendisine ölüm gelip çattığında: “Ben
şimdi tevbe ediyorum” diyenlerin ve kâfir olarak ölenlerin tevbeleri kabul edilmeyecektir. Biz, böyleleri için
can yakıcı bir azap hazırladık.
TEFSİR:
Dünya hayatında insanlar için her zaman tevbe kapısı açıktır. Günahlardan pişman olmak için her vakit fırsat
vardır. Nefsine uyup günah işledikten sonra derhal pişman olan bir kul gönlünden gelerek, bir daha işlememek azmiyle
tevbe ederse, Cenâb-ı Hakk’ın bu tevbeyi kabul etmesi umulur. Hatta âyetin müjdesine göre böyle tevbeleri kabul
etmeyi Yüce Allah va‘detmektedir. Ancak ömrünü günahlarla geçirmiş kişi hayatının son saniyelerinde, dünya
hayatından ümidini kesmiş, ölüm sarhoşluğu kendisini kaplamaya başlamışken, artık âhiret âlemiyle alakalı bazı
gerçekleri görmeye başladıktan sonra tevbe ederse, bu tevbenin kabul edilmeyeceği ifade edilmektedir. Firavun’un
azgın dalgalar arasında can verirken yaptığı tevbe buna misaldir. (bk. Yûnus 10/90) Kabul edilmeyen bir başka tevbe
de, ömrünü küfür içinde tamamlayıp öldükten sonra âhiret âleminde pişmanlık duyanların tevbesidir.
Resûlullah (s.a.s.):
“Şüphesiz Allah, perde düşmedikçe kulun tevbesini kabul eder ve onu affeder” buyurunca ashâb-ı kirâm:
“- Ey Allah’ın Rasûlü! Perde nedir?” diye sordu. Peygamber Efendimiz de:
“- Perde kişinin müşrik olarak ölmesidir” buyurdu. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 174)
Allah Teâlâ âyet-i kerîmede iman sahibi olduğu halde ömrünü günah ve fısk içinde geçirenle kâfir olarak öleni bir
arada zikretmek suretiyle, geciktirmeden bir an önce tevbe etmenin ehemmiyetini gösterir.
“Cehâlet” kelimesi sadece basit “bilgisizlik” mânası taşımaz. Cehâlet, duyuların ve şehvetin aklın gücünü örtmesi,
kabaran şehvet hissiyatının tahrikiyle hareket etmek demektir. Bu kelime “ilim” değil, “hilim” kelimesinin zıddıdır.
Dolayısıyla âyetteki “câhillikleri sebebiyle” ifadesi, işlenen günahın günah olduğunu bilmemek değil, gaflet haliyle
nefse uymayı, yapılan işin sonucunu akla getirmemeyi, bildiği halde iradesine uyamayacak bir halde bulunmayı ifade
eder. Nitekim âlim dahi olsa bir mü’min, günaha daldığı esnâda Allah’tan gafil ve câhildir.
Tevbe müminler üzerine farz olup makbul bir tevbenin dört şartı vardır:
  Kalben pişman olmak,
  anda tüm günahları terk etmek,
  Tekrar günah işlememeye azmetmek,
  Tevbeyi başka bir şey değil, ancak Allah korkusu ve O’ndan duyulan hayâ sebebiyle yapmak.
Ehlullaha göre kulların Allah’a olan yakınlık dereceleri, diğer konularda olduğu gibi tevbe hususunda da
sorumlulukları farklı kılar. Yakınlık ne kadar fazla ise mükellefiyet de ona göre fazlalaşır, tevbe edilmesi lazım gelen
süre de ona göre kısalır.

En'âm Sûresi Hakkında


En‘âm sûresi çoğunluğun görüşüne göre Mekke’de bir defada inmiştir. Ancak üç veya altı âyetinin Medine’de
indiğine dair bir görüş de bulunmaktadır. 165 ayettir. Mushaftaki tertibe göre 6, iniş sırasına göre 55. sûredir. Sûreye
isim olan ‫اَأل ْنعَ ا ُم‬ (en‘âm) kelimesi Arapça’da “deve, sığır ve koyun gibi evcil hayvanlar, ceylan, geyik ve benzeri yabani
hayvanlar ve bir takım binek hayvanları” mânasında kullanılmaktadır. Bu kelime sûrenin 136, 138, 139 ve 142.
âyetlerinde altı kez tekrar edilmiştir.
﴾٥٤﴿ ‫َوا َِذا َٓجاءَكَ الَّذ۪ ينَ يُْؤ ِم ُنونَ ِب ٰايَا ِت َنا َفقُ ْل سَ اَل ٌم عَ لَ ْي ُك ْم َك َتبَ رَ ُّب ُك ْم عَ ٰلى َن ْفسِ ِه الرَّ حْ َم ۙ َة اَ َّن ُه َمنْ عَ ِم َل ِم ْن ُك ْم ُٓسوءًا ِبجَ هَالَ ٍة ُث َّم َتابَ مِنْ َبعْ ِده۪ َواَصْ لَحَ َفا َ َّن ُه غَ فُو ٌر رَ ح۪ ي ٌم‬
﴾٥٥﴿ َ‫سَبي ُل ْالمُجْ ِرم۪ ۟ين‬ ۪ َ‫ت َولِ َتسْ َت ۪بين‬ ِّ ‫َو َك ٰذلِكَ ُن َف‬
ِ ‫ص ُل ااْل ٰ يَا‬
 Karşılaştır 54: Âyetlerimize inananlar sana geldikleri zaman onlara şöyle de: “Size selâm olsun! Rabbiniz
kullarına rahmetiyle muâmele etmeyi kendine düstûr edinmiştir. Buna göre artık içinizden kim câhillikle bir
kötülük işler, sonra da tevbe eder ve hâlini düzeltirse, şüphesiz Allah, çok bağışlayıcıdır, engin merhamet
sahibidir.”
 Karşılaştır 55: İşte biz, günahkâr kâfirlerin gittiği yolun doğru yoldan kesin çizgilerle ayrılıp iyice
belirginleşmesi için âyetleri böyle açıklıyoruz.
TEFSİR:
Allah’ın kullara olan merhameti gazabından fazladır, affı cezasından çoktur. O, çok bağışlayan ve çok merhamet
edendir. Bu sebeple âyet-i kerîme iman edenlere, daha önce bilmeden günah işlemiş de olsalar, tevbe edip hallerini
düzelttikleri takdirde affa nâil olacakları müjdesini vermektedir. Peygamberimize ve onun şahsında diğer mü’minlere,
bu gibi kimselerle karşılaştıklarında kendilerine selam vermelerini, sağlık ve esenlik dilemelerini, onlarla kardeşlik
münâsebetlerini sürdürmelerini emretmektedir. Bu, Allah’ın açıkladığı dosdoğru yoldur. Bunun dışında kalan yollar ise
günahkârların, fâsıkların ve kâfirlerin yoludur. Zira hakkın dışında sapıklıktan başka bir şey yoktur.

You might also like