You are on page 1of 1

Secde Süresi 9.

Ayet Tefsiri

ٍ ۚ ‫ان مِنْ ۪ط‬


﴾٧﴿ ‫ين‬ ِ َ‫اَلَّ ۪ ٓذي اَحْ سَ نَ ُك َّل َشيْ ٍء َخلَ َق ُه َوبَدَ اَ َخ ْلقَ ااْل ِ ْنس‬
﴾٨﴿ ‫ين‬ٍ ‫ُث َّم جَ عَ َل َنسْ لَ ُه مِنْ ُساَل لَ ٍة مِنْ َٓما ٍء م َ۪ه‬
ۚ
َۜ ‫سَوّ ي ُه َو َن َف َخ ف۪ ي ِه مِنْ رُو ِحه۪ َوجَ عَ َل َل ُك ُم السَّمْ عَ َوااْل َ ْبصَ ارَ َوااْل َ ْفـ‬
﴾٩﴿ َ‫ِٔدَة قَل۪ ياًل مَا َت ْش ُكرُون‬ ٰ ‫ُث َّم‬
7: O Allah ki, yarattığı her şeyi en güzel bir şekilde yarattı; insanı yaratmaya da çamurdan
başladı.
8: Sonra onun neslini, değersiz bir sudan süzülmüş bir özden yarattı.
9: Ardından onu güzel bir insan şeklinde düzenleyip ona rûhundan üfledi. Böylece size
kulaklar, gözler ve kalpler bahşetti. Ne kadar da az şükrediyorsunuz!
TEFSİR:
Dolayısıyla önce çamurdan, sonra değersiz bir su olan meniden, ondan süzülerek rahme yerleşen
nutfeden başlayıp nice safhalardan geçerek ahsen-i takvîme erişen, Rabbi tarafından kendisine
üflenen ruh ile büyük bir şeref kazanan ve kulak, göz ve kalp gibi müstesnâ nimetlerle donatılan
insanın, bu nimetlerin gerçek sahibini tanıması; kâliyle, hâliyle ve gönlüyle O’na karşı sonsuz bir şükür
hissiyâtı içinde bulunması gerekir.
Mevlânâ Celâleddin Rûmî (k.s.), insanın çamur ve ruhtan oluşan bu muazzam ve muamma
yapısını şöyle tahlil edip ona yol göstermeye çalışır:
“Ey Ganî olan Allah! Sen bir küçük yağ parçasına, yani göze aydınlık ihsan edersin. Bir kemik
parçasına, yani kulağa işitme hassası verirsin. Görmek ve işitmek gibi mânaların, bedenle eşyayı
anlayabilmenin de adları ile ne ilgisi vardır? Zaten söz yuva gibidir; mâna ise kuş gibi. Beden ırmak
yatağı; rûh da ondaki akar suya benzer. Rûhun sembolü olan su akıp gitmededir. Sen ise «Duruyor»
dersin. O koşup gitmededir; sen ise «Oturmuş kalmış» dersin. Suyun derelerden, arklardan akıp
gittiğini görmüyorsan, onun üstündeki yeniden yeniye yığılan şu çerçöp nedir? Hiç değilse onlara bak!
Ey insan! Senin çerçöpün de düşüncelerindir! Her an sana dokunulmamış, alınmamış, kızoğlan kız,
çeşitli şekillere bürünmüş düşünce gelir gider. Suyun yüzü de, düşünce ırmağı da akıp giderken,
sevimli sevimsiz, güzel çirkin, bir çok çerçöpü de sürükler, onlardan bir türlü kurtulamaz. Tertipleyen
öyle tertiplemiştir. Aslında hakîkat bahçelerinden akıp gelen bu ırmağın üstüne, gayb âleminin
meyvelerinden kabuklar düşer. Sen o kabukların özünü, meyvesini suyun içinde ara! Çünkü o su
hakîkat bağından gelmektedir. O meyvelerden bazıları kabz yani acı, bazıları bast yani tatlıdır; bazıları
insana yolunu şaşırtır, «dalalet»e sürükler, bazısı doğru yola, «hidâyet»e ulaştırır. Eğer sen hayat
suyunun, rûh ırmağının nasıl akıp gittiğini göremiyorsan, hiç olmazsa bir ırmağın kenarına otur da
ırmağı seyret ve kendi ömrünün bir su gibi akıp gittiğini ve tükendiğini düşün! Şu bitkilerin, o suda
sürüklenen kabukların, çerçöpün geçip gidişine bak; her şey gelip geçicidir. Eğer su fazla gelirse,
kuvvetli akacak olursa, üstündeki bizi etkileyen düşünce kabukları da çabucak geçer gider. Bu ırmak
pek hızlı akınca, âriflerin gönüllerindeki gam, kasâvet de durmaz, çabucak geçer gider. Orada sudan
başka, yani ilâhî feyzden başka bir şey kalmaz.”[1] (Mevlânâ, Mesnevî, 3290-3301. beyitler)
Ancak, ne yazık ki, pek çok insan bu noktada nefsânî girdapların esîri olmakta ve gereği gibi
Rabbine şükür vazîfesini yerine getirmemektir. İşte Kur’an âyetleri bu hassas noktada devreye girerek,
gaflet içinde bulunan insanlığı ölümle ve âhiretin korkunç ahvâliyle şöyle ikâz etmektedir:
[1] Bu beyitlerde Hz. Mevlâna bazı benzetmelerle gerçeği; hayatımızda karşılaştığımız acı tatlı her
şeyin ilâhî bir tecellî eseri olduğunu anlatmaktadır. Bedenimiz bir ırmak yatağına, rûhumuz da o
ırmaktaki suya benzetilmiştir. O su hakîkat padişahının, yani Allah’ın hasbahçesinden, ezel
bahçesinden gelmektedir. Fikirler, hatıralar, hayatta başımıza gelen şeyler, meyve kabuklarına;
Allah’ın isimleri ve sıfatları da o kabukların özüne, içine teşbih edilmiştir. Ey talip! Ey hakîkat yolcusu!
Ey Hakk âşıkı! Sen kendini bu hayat suyunun, bu rûh ırmağının kenarına oturmuş farzet! Önüne gelen
kabukları yakala, kır, içine bak; içinden çıkan meyve acı mı, tatlı mıdır; ona bak! O meyve tatlı ise,
senin hoşuna gitti ise, onu Hakk’ın “Bast” isminin bir tecellîsi bil! Eğer acı ise, sana sıkıntı ve üzüntü
verdi ise, o meyve; “Kabz” isminin mazharı olmuştur. Eğer hayatta meşgalen ilim ise, bir şeyler
öğrenmeye çalışıyor isen, bil ki Hakk'’n “İlm” isminin mazharısın. Eğer sakin tabiatlı, kızmaz, affeder
bir tabiatın var ise, bil ki Hakk’ın “Halîm” ismini yaşıyorsun. Eğer herkese yol göstermek, yararlı olmak
için çalışıyorsan;   Hakk’ın “Hâdî” ismini yaşıyorsun. Aksine nefse uymuş, sapıklığa düşmüş isen;
Hakk’ın “Mudil” isminin tecellîsini yaşıyorsun demektir. Her şeyi buna kıyas et! Böylece sana gayb
âleminden, o görünmez bahçenin meyvelerinden rûh ırmağı senin için neler getiriyor, onların hepsi
sana, o padişahlar padişahının ezel bahçesinden gelen ve O’nun güzel isimlerinin ve sıfatlarının birer
tecellîsidir. Böylece bil ki; hayatta başına gelen her şey, hep O’nun mübârek isimlerinin birer
tecellîsidir. Bu sebeple O’nun gönderdiği her şeye râzı ol da; “Hoştur bana senden gelen / Ya gonca
veyahud diken / Lûtfun da hoş kahrın da hoş” de! (Şefik Can, Konularına Göre Açıklamalı Mesnevî
Tercümesi, I-II, 505-506)
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

You might also like