You are on page 1of 2

MEA CULPA: ÖMER EMRE YAVUZ’UN HEYKELLERİNDEKİ ARD ANLAMA

DAİR

Burcu Pelvanoğlu

Proje4L Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi, 17 Ocak -24 Şubat 2006 tarihleri arasında Ömer Emre
Yavuz’un Mea Culpa (Benim Suçum) adlı kişisel sergisine ev sahipliği yaptı. Mea Culpa,
adından da anlaşıldığı gibi, son derece iddialı bir başlık… “Benim Suçum” adı altında
heykellerini bir araya getiren Ömer Emre Yavuz, “suç” kavramını, ucunu açık kullanıyor bu
sergisinde. Şöyle ki, heykel yapmak da bir suç, iktidara karşı durmak da, Ömer’in ifadesiyle
insanların sanki gitmeden önce ardımda bir şeyler bırakayım kaygısıyla bir nevi seri ve
sıradan üretimlere girişmesi de ve belki Ömer’in heykellerindeki ard anlam üzerine
yoğunlaşıldığında da görülebileceği gibi, insan olmak da… Dolayısıyla “Benim Suçum”,
Ömer Emre Yavuz’un zihnindekileri ortaya dökerken, tüm bunların nedenlerini de sorguladığı
ve bu sorgulamayı yaparken de “suç”u üzerine alması bir anlamda… Ali Hikmet’in sergiye
eşlik eden metninde sorduğu “Anlamı Ne Bütün Bunların?” sorusunun da cevabı bir nevi,
“Benim Suçum”…

Ömer Emre Yavuz, heykelin ya da form tarihinin kökeninden yola çıkarak aslında
Mezopotamya, Mısır, Anadolu uygarlıklarında sanat yapıtı olmayan formları temel alıyor ve
onları hurda malzemeden yararlanarak günümüz insanının iktidara karşı duruşunu, kendi
duruşunu, tavrını işleyecek biçimde dönüşümden geçiriyor. Bu dönüştürme işleminde ise,
“iktidar” ve “zaman” gibi iki ana kavram üzerinde odaklanmak mümkün. Sergi metninde de
belirttiğim gibi, “Bir Mısır sfenksini ele alalım”, diyor Ömer Emre Yavuz. Form açısından
bakıldığında durağan bir form sunan sfenksin yapılış amacı nedir? Firavunun erkini temsil
etmek. Günümüze gelecek olursak; erkler, her zaman olduğu gibi yine mevcut; fakat bu kez
bir firavun gibi durağan değiller. Zira erkler artık her yerde karşımıza çıkıyorlar. İktidardan
gündelik yaşamımızdaki en ince ayrıntıya kadar inen bir erkler sisteminin içinde yaşıyoruz.
Dolayısıyla firavunlar artık durmuyor; iktidarın başındalar, iletişim ve medya onlardan
soruluyor, hatta öyle ki, sokakta dahi firavunlar ya da onların temsil ettiği “erk”ler peşimizi
bırakmıyor. Bu okumayı Ömer Emre’nin sergideki çalışmaları üzerinden somutlaştırmak da
mümkün. “Rose Inside Me” ve “She Wants it all for Herself” adlı heykellerinden oluşan
Kompozisyon’unda, sokaktaki “şiddet”in, insanda var olan şiddetle bütünleşen hırs
duygusunun yansımaları söz konusu. “Amerika” ya da “Guernica’ya Saygı”da ise, iktidara,
üstelik tüm dünyaya ve tüm zamana hakim olan bir iktidara karşı duruş okunabiliyor pekala…
Gündelik yaşamımızın en sıradan ayrıntısından tutup da üzerimizdeki egemen iktidara gelene
dek, bir iktidar zinciri içinde sıkışıp kalmış buluyor günümüz insanı kendini. Söz konusu olan
günümüz ve günümüz insanı olunca, zaman kavramı da kendiliğinden devreye giriyor, hiç
şüphesiz. Akıp giden bir zamandan söz edebiliyoruz artık, bir Mısır Sfesnksinin temsil
edildiği dönemler gibi durağan bir zamandan söz etmemiz mümkün değil ve bunu da en iyi
Marshall Berman’ın Marx’tan ödünç aldığı deyişiyle “Katı Olan Her şey Buharlaşıyor”
sözüyle açıklayabiliyoruz belki de... Dolayısıyla da günümüz erkleri bir firavun gibi temsil
edilemiyor artık. Buradan hareket ederek, zamanın gerektirdiğini, o erkleri en iyi temsil
edebilecek olan malzemeyi bulup çıkarıyor Ömer Emre Yavuz: Hurda malzeme…

Bu açıdan bakıldığında, hurda malzemenin iki türlü dolaşıma girdiğini düşünmek de mümkün
görünüyor. Bu malzeme, öncelikle günümüzü, akıp giden zamanı temsil edebiliyor. İkincisi
ise, bu devingen zaman karşısında adeta hurdaya dönmüş olan günümüz insanının,
insanlığının durumunu, temel problemlerini…. Bu noktaya geldikten sonra, Ömer Emre
Yavuz’un heykellerini, Roland Barthes’ın günümüz mitlerine ilişkin görüşlerinden ayrı
tutmak imkansızlaşıyor adeta. Barthes’ın, günümüz mitlerinin her ne kadar kültürel ve tarihsel
zemine otursalar da, kaçınılmaz bir biçimde, olağanüstü bir güç sistemi tarafından
oluşturulduğunu ve bu güç sisteminin imgelerin, sanat pratiklerinin anlamlarını da
belirlediğini, mitlerin bir tür iletişim sistemi, birer kodlar sistemi olduğunu öne süren
görüşlerini zihnimizin bir köşesinde tuttuğumuzda görüyoruz ki, Ömer Emre Yavuz’un
heykelleri tastamam bu çerçevenin içerisinde duruyor ve bu çerçevenin içerisinde günümüz
insanının kimi zaman parçalanmışlığını, kimi zaman erkler karşısında ezilmişliğini, kimi
zaman da bu erkler tarafından melezleştirildiğini, birer hybrid haline dönüştürüldüğünü dile
getiriyor. Dolayısıyla Yavuz’un heykelleri, anlam tabakalarıyla örtülüler ve
anlamlandırılmaları için izleyiciyi zihinsel bir aktiviteye davet ediyorlar. İzleyici,
N.Hartmann’ın anlam tabakalarını birer birer ayıkladığında karşısında kendine dair olan en
temel problemi buluyor: “İnsan ve insanlık”…

Burcu Pelvanoğlu, 2005.

You might also like