You are on page 1of 2

Güzelliği Görmek

Sanatın temel amacı malzemesiyle ‘estetik ürün’ yaratmaktır. Şiirin malzemesi de dil
olduğuna göre o da ‘estetik’i dille yaratacaktır. Peki, okuduğumuz bir şiiri ‘güzel’ diye
nitelediğimiz zaman, hangi ölçütü kullanmış oluruz? O şiiri ‘güzel’ diye nitelerken,
bizde bambaşka bir bireşime dönüşmüş tarihsel, ekonomik, etnik, psikolojik, cinsel,
sınıfsal, kültürel… etkilerin yarattığı bir sonuç vardır. Buna kısaca ‘ideoloji’ diyebiliriz.
Çünkü ‘ideoloji’miz bu saydıklarımın oluşturduğu bir bireşimdir. Bir şiir, üzerinden
uzunca bir zaman geçtikten sonra belki nesnel değerlendirilebilinir. Bence Anadolu
Türçesinin kurucusu Yunus hâlâ en büyük şairimizdir. Ama aradan VIII yüzyıl
geçtikten sonra bile onun nesnel olarak değerlendirebildiğimizi söyleyemeyiz. Vulgar
materyaliste göre Yunus ‘mistik’ olduğu için ciddiye bile alınmaz! Türk bürokrasisinin
ideolojik babası Namık Kemal’in, pozitivist olmaya çalışan bir kişi olarak Yunus’u
küçümsediğini biliyoruz. Batı burjuvazisinin ideolojisi hümanizmaya kendi
topraklarımızda köken arayan Eyüboğlu Yunus Emreye Selam’da ‘aklı’ reddeden,
‘gönül’ü öne çıkaran (Gönül Çalap’ın tahtı) Yunus’u hümanist olarak takdim eder.
Yunus, Hilmi Yavuz’a göre Ortodoks, bana göre de Mansurlayın dâra girmek istediği
için Heterodokstur. Ama hepsinden önemlisi şairdir.
Bir şiirden zevk almamız ideolojimizden bağımsız mıdır? Bence ideolojimizi
aşmamız çok zor olmasına rağmen bu imkân dışı değildir.
Edebiyat fakültelerinden sürekli yakındığımı dostlarım bilir. Çünkü hepsinin hocası
Köprülü edebiyatçı değil, tarihçidir ve şiire sosyolojik açıdan yaklaştığı içindir ki ona
göre şiirin estetiği önemli değildir. İdeolojik olarak da ‘resmi ideoloji’nin
kurucularındandır.
Turan Karataş, yazılarını - kimi tespitlerine katılmasam bile- beğenerek okuduğum,
Doğu’nun Yedenci Oğlu Sezai Karakoç çalışması dışında öğrencilerinden dinlediğim bir
hoca. Türkiye’de Nâzım’ı sınıfta işleyen sayılı hocalardan. Bu yüzden kimi öğrencilerce
‘gizli komünist’ olarak nitelendiğini de duydum. E, kolay değil, yılların şartlanmasını
söküp atmak! Ben de edebiyat dünyasına adımımı ilk attığımda Yaşar Nabi’nin
Varlık’ının yönlendirmesiyle Osmanlı karşıtıydım ve ‘Osmanlı şair’ Yahya Kemal’e
uzaktım. Şairin yarattığı estetiğin ideolojisinden önce geldiği düşüncesini Behçet
Necatigil hocama borçluyum. Bugün bir parça şiir zevkim varsa, Necatigil Hocanın
ufkumu açması sayesindedir.
Turan Karataş’ın, taraflı ama dürüst bir kişi olduğunu bildiğim için bu satırları
yazıyorum. Karataş, Sincan İstasyonu’nundaki (Mart 2009, S. 19) “Takım Tutmak”
adlı yazımdaki bir cümleye takılmış. Cümleyi de (…) işaretiyle kısaltarak aktarmış.
Cümle Mehmet Akif’in, M. E. Yurdakul’un H. İ. Dinamo’nun şair sayılamayacağı ile
ilgili bir yargı. Bunları şair saymanın ‘zevksizliğin şahikası’ olduğuna ilişkin yargımdır
karşı çıktığı.
Pozitivist ideoloji,1908 darbesiyle iktidar olunca, İslamcı ideoloji baskı altına alındı.
Ama “İstiklal Marşı” şairi Mehmet Akif’i yasaklamak mümkün değildi. Bu nedenle
İslamcılar, Necip Fazıl Nakşiliğe intisap edene kadar Mehmet Akif’le idare ettiler.
Çünkü hiçbir ideoloji sanatın desteği olmadan ayakta kalamaz. Başbakanın Mehmet
Akif’ten sık sık dizeler okuması şiir zevkinden kaynaklanmıyor. İslamcılar, M. Akif’in
yetmediği yerde deist Yahya Kemal’e sarıldılar ‘muhafazakâr’dır diye.
Benzer bir durum sosyalistlerin tavrında görülür. Nâzım, sosyalizmin yasak olduğu
dönemde bir kalkan görevi görmüştür. ‘Sosyalist’ yerine ‘toplumcu’ diye kaypak bir
kavram yaratılmış, sosyalistler hapisle tehdit edildiklerinde ‘Ben toplumcuyum’un
ardına sığınmışlardır. Nâzım adı bile tehlike sayılıyordu iktidarlarca, onun karısına
yazdığı sevda şiirleri bile yasaklanıyordu. Akif’in İslamcılar için gördüğü işlevi Nâzım
sosyalistler için görüyordu. Bu arada büyük bir şairin kötü şiirleri olabileceğini
söylemek iktidar işbirlikçisi suçlamasını getirebileceği için hiç kimse Nâzım’ın ‘kötü
şiirleri’den söz edememiştir.
Dergiler bir karıştırılırsa, Nâzım’ın yıkanmayı sevmediğini söylemenin bile büyük
suç sayıldığını görebilirsiniz.
Şair arkasına sığınma, özgürlüklerin tırpanlandığı bir toplumda doğal bir yol
olmuştur. Burjuvaziyi eleştirmenin en iyi dolaylı yolu Kırk Kuşağı şairlerinin çektiği
acıları anlatarak onlara işkence edenlere karşı okurun içindeki kini bilemekti. “A. Kadir,
Dinamo, Ö.F. Toprak… şöyle şöyle acılar çektiler.” edebiyatı yapılmış ama onların
neden iyi şair oldukları açıklanmamıştır. Çünkü iyi şair değildiler.
Bence iyi şiir kendini okutur. Bugün canım şiir okumak istiyor, dediğimizde uzanıp
aldığımız ve okurken zevk aldığımız şiir ‘Şiir’dir. Mehmet Emin’in Şiirler’ini iki kez
okudum, o da görev gereği. Mehmet Âkif’in Safahat’ını birkaç kez okudum, mesleki
gerekçeyle. Yasakmeyve’nin son sayısındaki çözümlemem, Safahat’ı yeniden okuyalı
çok zaman geçmediğinin kanıtıdır. “Safahat’ımda, evet, şi’r arayan hiç bulamaz” diye
“İtiraf” eden de şairin kendisi. Şiir için ‘odun gibi olsun, yeter ki söylediği doğru olsun’
denebilirse Mehmet Akif iyi şair sayılabilir!
Neyse ki sosyalistlerden bir itiraz gelmedi. Tevfik Fikret’i o adların içine katmayı
nasıl da unutmuşum! Resmi ideolojinin iki ayağından biri Namık Kemal ise biri de
Tevfik Fikret’tir. Saydıklarımın içinde şiire en yakın kişi de Fikret’tir. Buna rağmen
okunması tahammül ötesidir. (Şimdi de Kemalistlere cevap vermek gerekecek, bir de
partilerini İttihatçıların kurduğu sosyalistlere.)
Şiiri bulmak adına, Safahat’ta kazıya girmenin gereği yok bence; ama İslamcı
düşüncenin serüvenini yakından görmek için Safahat yeniden okunabilir.
Karataş, keşke Safahat’ın hangi şiirlerinde ‘Şiir’ bulabileceğimi yazsaydı,
gözümüzden kaçan olmuşsa farkına varırdık! Bazen baktığımız halde güzeli
göremiyoruz.
Yazımı, Günümüz Şiiri Üzerine Yazılar’a aldığım bir anımla noktalayayım:

İkinci sınıftaydık. Artık Hoca’nın (Behçet Necatigil) hangi şairi sevip sevmeyeceğini biliyordum.
Ama anlam veremediğim sevgileri de vardı. Örneğin Ece Ayhan’ı çok beğeniyordu. Dağlarca’nın
Yön’de yayımlanan ve olay haline gelen şiirlerini beğenmiyordu! Biz de ‘toplumcu’ diye bu şiirlere
bayılıyorduk. Yine bir gün derse girdi, bana döndü “Nerde kalmıştık?” diye sordu. Ben de damarına
basmak için “Akif’te kalmıştık” dedim. Birden sinirli bir sesle “Geç o kasabı!” dedi. Sınıfta soğuk bir
hava esti. Arkadaşlarımızın arasında Türk-İslamcılar da vardı. Biri “Niye?” diye sordu. Necatigil
Döndü Çanakkale Şehitleri diye bilinen Asım’dan ‘O ne müthiş tipidir: savrulur enkaz-ı beşer…/Kafa,
göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak’ dizelerini ezberinden okudu ve ekledi: “Şair dediğin
öyle sakatatçı gibi uzuvları saymaz; bir imgeyle savaşın dehşetini bunları saymadan verir.”

Ne demiş ressam: Bana bir damla kırmızı verin, size bir yangın çıkarayım.

You might also like