You are on page 1of 3

İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi

Sosyoloji Bölümü

Öğrenci Adı
Berfin Tamara TAN

Öğrenci Numarası
221608003

Ders Kodu
SOS135

Dersin Adı
Temel Akademik Beceriler

Ödev Türü
Vize Ödevi

Tarih
23.11.2022

Sözcük/Karakter Sayısı:5676
“Ben de İsterem”
Türkiye’de 1970 ve 1980’li yıllarda farklı kültürel kalıpların bireylerin davranışları üzerinde
etkili olduğu görülmektedir.70’li yıllarda hakim olan davranış tarzı acı, tükenmez çile, kötü talih,
tatmin olmayacak arzular ve gariplik iken 80’li yıllara gelindiğinde ise bireylerin dizginlenen arzu
ve isteklerinin artık açıkça dile getirilmekle kalmayıp bu isteklerin tatminine yönelik hemen
harekete geçildiği ve mevcut davranış kalıplarının yıkıldığı bir döneme girilmiştir. Ancak bu değişi-
min 1980’li yıllarda köklü ve tamamen yeni bir davranış kalıbı olarak ortaya çıkmasından ziyade bu
yeni davranış kalıplarının kısıtlı ve basit bir versiyonunun 70’li yıllarda da görüldüğünün belirtilme-
si gerekmektedir.

Acıdan Hazza 70’ler

1970’li yıllar kara sevdaların, gülmeyen bahtların, bitmeyen çilelerin, hiç gerçekleşmeyecek
veya hiçbir zaman ulaşılamayacak arzuların açıkça dile getirildiği bir dönem olarak karşımıza
çıkmaktadır. Dönemin sanatçılarından Orhan Gencebay’ın şarkılarında da insanlar gariplik,
yoksulluk ve kara yazgı içerisinde konumlandırılmış, acıyla yıkılmış ve idam mahkumuna benzeyen
erkek figürü ön plandadır. Hiç ulaşılamayacak bir imgeye tutulmuş ve ona duyduğu arzuyla
hastalanmış bir birey profili oluşmuştur. Ancak bu yıllarda arzulanan imgenin açıkça dile
getirilmesinin yanında esasen işlenen şey arzuların bastırılması olarak karşımıza çıkmaktadır.
Gencebay 70’lerde popüler olan şarkılarında arzudan sürekli söz etmesine karşın aynı zamanda bir
de sınır çizmiş, insanları garipliğin içerisine yerleştirirken bunun yanında tahammül ve tevekkülü
de önermiştir.
70’li yıllarda arzu etmek kavramının iki önemli özelliği göze çarpmaktadır. İlk olarak bu
dönemde önemli olan arzu ile doyum arasındaki sürekli var olan çatışmadan zevk alınmasıdır.
Doyumun gerçekleşmesi çok uzak bir geleceğe bırakıldığı için arzu edilendense arzunun kendisinin
arzulanması ön plana çıkmıştır. İkincisi ise feragat kavramıdır. Bu dönemde arzu edilen şeye
ulaşmak imkansızdır. Arzu, gücünü arzulananın mutlak anlamda erişilmez, arzulayanın ise mağrur
ve onurlu olmasından alır. Bireyin bu dönemde hem şehir yaşamına adapte olmakta güçlük çekmesi
hem de dünya nimetlerine ulaşmada yaşadığı zorluklar aynı zamanda bu zorlukları yaşayan tüm
bireylerin haklarını savunma rolü üstlenmesi onu bir üst akıl konumuna getirmiştir. Arzulayanın
onurlu, ağırbaşlı ve üst akıl konumunda olması kendi isteklerinden feragat etmesine ve ertelemesine
neden olmuştur.

Garipliğin Acı Hazzından Hemen Tatmine 80’ler

1980’lere gelindiğinde Türkiye’de farklı bir kültürel iklim hakim olmaya başlamış ve bu
değişen kültürel iklim karşımıza kendi özelliklerini barındıran bir sanatçı çıkarmıştır: İbrahim
Tatlıses. Onunla birlikte 70’li yıllarda hakim olan arzunun, çok uzak bir gelecekte tatmin olacağı,
ağırbaşlı, onurlu ve üst akıl olan bireyin feragat edişi artık yerini yeni bir arzu kültürüne bırakmaya
başlamıştır. Modernliğin uzun yıllarca dışarıda bıraktığı taşra ve cinsellik artık büyük şehirlerin
imkanıyla buluşarak kendini çok daha rahat ve açık bir şekilde ifade etmeye başlamıştır. Artık arzu
duyulan şey soyut ve ulaşılmaz değil, net ve somut hale gelmiştir. Üst aklın feragat ederek yol
gösterdiği onurlu ve edepli bireyler feragate dayalı arzu anlayışını bir kenara bırakıp dünya
nimetlerinden hemen paylarını istemeye başladılar.
80’lerde yaşanan bu özgürleşme süreci ile birlikte arzunun daha açık şekilde dile getirilmesi,
bastırılmış arzunun özgür bir şekilde ortaya çıkması anlamına gelmemektir. Buradaki dönüşüm,
arzunun hiç var olmadığı bir noktadan ortaya çıkması değil, 70’li yıllardaki arzuya bir sınır koyan
ve bütünsel bir yapı kazandıran faktörlerin ortadan kalkmasıyla yaşanmıştır. Bu dönemde bireylerin
tek tek istekleri, bütünsel arzunun boyunduruğu altında olmadan kendilerini rahatça ifade etmeye
başlamış, artık kendilerine daha kısa vadede ve daha gerçekçi hedefler koyarak hemen tatmin
edilmeyi istemeye başlamıştır. Geçmiş dönemin arzularına eşlik eden onur, ağırbaşlılık kıymetini
yitirmiştir.
Bu dönemdeki kültürel alan değişimi ile birlikte arzuları hemen hızlı bir şekilde söze, sese ve
görüntüye dönüştüren “pornografikleşme” süreci aslında yalnızca 80’li yılların bir tezahürü
olmamakla beraber ilk patlama anı 70’lerde yaşanmıştır. 70’li yıllar bu bakımdan ikiye
bölünmüştür: Bir tarafta tatmini imkansız arzunun verdiği güçle iktidarla rekabet eden uzak
gelecekten beklenti içerisinde olanlar, diğer taraftan arzu nesnesi için iktidarla çatışmayı göze
alamayan ama komik ve müstehcen olma arzusunda olanlar. İkinci tarafın bir özelliği de artık
arzulanan mükemmel kadının yerine her türlü aşırılıklarıyla aşağı kadınları koymalarıdır.
1980 yılında yapılan darbe ile “seks furyası” kısa bir süre için sona erse de 80’li yılların ikinci
yarısında toplumun tamamına yayılmış olan ikinci “seks furyası” başlamıştır. İkinci furya
diğerinden farklı olarak çok yaygın bir hale gelmişti ve medya ile eğlence sektörünün sağladığı dil
sayesinde kültürlü bir kılıfa bürünmüştü. Böylece kendisini saklamak ve izbe salonlarda
gösterilmek zorunda kalmaksızın kültürün kendisi olarak sunmaya başlamıştır.

Ele aldığımız bu iki döneme bakıldığında birinden diğerine geçişteki adalet ve özgürlük
kavramlarının değişimi dikkat çeker. Bir tarafta özgürlükçü bir talep sağlandığı sanıldığında bile
aslında toplumun tam tersi istikamete çekildiği görülmüştür.
Bu iki farklı dönemin bireylerine grupsal olarak bakıldığında ise iki grup arasında yaşanan
çatışmanın nedeninin büyük resme bakıldığında kültür farklılığından kaynaklandığı şeklinde
yorumlanması daha uygun olmaktadır.

You might also like