Professional Documents
Culture Documents
ASRI
• ASR-I SAÂDET
• Peygamber Efendimiz (s.a.s.)'in dönemi.
Peygamber Efendimiz'den itibaren İslâm
Tarihi, Hz. Peygamber dönemi, Hulefâ-i
Râşidûn, Emevîler, Abbâsîler, Selçuklular,
Osmanlılar gibi muhtelif dönemlere
ayrılmıştır. İşte bu dönemlerin başında
yer alan Hz. Peygamber dönemine
müslüman âlimler "Asr-ı Saâdet" adını
vermişlerdir.
• "Mutluluk Devri" manasını ifade eden bu
terkip, gerçekten de o dönemin bir
kelimeyle ifade edilmesini sağlayan
isabetle seçilmiş bir terkiptir.
• Çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.s.)
döneminde bizzat O'nun rehberliği ve
liderliğinde ashab-ı kirâm, İslâm'ın dînî-
dünyevî bütün emirlerini anlamış,
yaşamış ve yaşatmışlardı.
• Hz. Peygamber'in eğitiminden geçmiş
olan ashab-ı kirâm, İslâm davasına
gönülden bağlı idiler.
• Samimiyet ve ihlâs içerisinde yalnız bir
Allah'a kul olmuşlar, O'nun Resûlüne
gönül vermişlerdi.
• Ruhlarını, düşüncelerini, davranış ve
yaşayışlarını Allah ve Rasulunun istediği
şekilde şekillendirmişlerdi
• Kitap ve Sünnet, onlara yön veriyordu.
• Bu sebeple de inandıkları ulvî davalarını
her şeyin üstünde tutuyor; dinleri uğruna
mallarını, hatta canlarını feda etmede
zerre kadar tereddüt göstermiyorlardı.
• İşte bu anlayış ve yaşayışa sahip bulunan
fertlerden oluşan İslâm toplumunda, tam
bir birlik ve beraberlik, âhenk ve uyum,
dayanışma ve yardımlaşma, kaynaşma ve
aktivite hakimdi.
• Müslümanlar, idarî, siyasî, ictimaî,
iktisadî, ilmî, askerî, adlî gibi çok muhtelif
yönlerden olgunluğun zirvesinde idiler.
Belki idarî müesseseler gelişmemişti, ama
idarenin en mükemmeli veriliyordu.
Henüz dünya imparatorlukları dize
getirilmemişti müslümanlar dünyanın
dört bir tarafına hâkimiyetlerini
götürememişlerdi,
• ama bunun temelleri sağlam bir şekilde ve
muvaffakiyetle atılmıştı. Müslümanların
hayat standardı ve refah seviyesi pek
yüksek değildi ama, zaten onlar müreffeh,
mutantan ve lüks ve israfa yönelik bir
hayatın arayıcıları değillerdi.
• Muhtelif ilimlere dair muntazam, sistemli
eserler yazılmamıştı ama, ashab-ı kirâm,
gerçek bilgiye yani vahye sahip çıkmış,
ilmin önem ve değerini gayet iyi
anlamışlardı.
• Henüz o dönemde devamlı silâh altında
tutulan ve talim yaptırılan teçhizatlı
ordular yoktu ama; İslâm cemiyetinin her
bir ferdi, gözünü budaktan esirgemeyen
ve şehidliği mertebelerin en yücesi bilen
cesaret timsali mücahid bir kişiliğe
sahipti.
• Adliye sarayları, mahkeme salonları,
adliyeye dair diğer organizasyonlar henüz
mevcut değildi ama;
• Hırsızlık yapan, kızını Fâtıma da olsa elini
keserdim. " diyen bir peygamberin tabîleri,
adaletin eşsiz örneklerini sergilemişlerdi.
• Yani cemiyetin her köşesinde huzur, güven,
emniyet, asayiş, nizam, intizam ve istikrar
vardı.
• Bu dönem, daha sonraki müslüman nesillere
örnek teşkîl eden mutluluk ve saâdet
dönemiydi.
• Bundan dolayı da elbette ki bu dönem "Âsr-ı
Saâdet" diye anılacaktı.
• Said bin Amir' in, Hubeyb bin Adiy' i
Hatırladıkça Ağlaması
• Bedir Harbi'nden sonra Hubeyb bin
Adiy'i esir aldılar. O savaşta; Ebu Cehil
başta olmak üzere, yetmiş büyük kâfir
öldürülmüştü. İntikam almak için
hırslandılar. Hubeyb bin Adiy, onların
eline geçince, müşriklerin kadınları,
çocukları ve gençleri ne yapacaklarını
saşırdılar.
• Ondört yaşında, henüz müslüman
olmamış Said bin Amr isminde bir genç
de, müşriklerin, bu ashabı nasıl idam
edeceklerini temaşa ediyordu.
• Onlar, Hubeyb'i, bağırarak idam etmek
için götürdüler. Bundan sonrasını Said
bin Amr şöyle anlatmıştır:
• "Ben de onların içindeydim. Hubeyb'i,
öldürecekleri yere götürdüler, bu
karmaşada Hubeyb'in sesini duydum:
• "Bana iki rekat namaz kılmam için
müsaade etmiyor musunuz?" diye
onlardan müsaade istedi.
• Müsaade ettiler; huşu ve tazarru içinde,
rükûlu ve secdeli iki rekat namaz kıldı ve
müşriklerin reisine dönerek şöyle dedi:
• "Ölümden korkarak namazı uzattığımı
sanmayın, hiç ölümden korkmuyorum."
• Herkes ona vurmaya başladı. Onun
mübarek etini parça parça yapıyorlardı.
Bıçakla parçalıyor ve hemence
öldürmüyorlar ve o parçaları alırken de
kan fışkırıyordu.
• O yaralar içindeyken, ona şöyle sordular:
"Bizim seni bırakacağımızdan emin
olsan, çocuklarının yanına gitmeyi mi
tercih ederdin;
• yoksa Muhammed'in senin yerinde
olmasını mı tercih ederdin, hangisi
hoşuna giderdi?"
• Hubeyd dedi ki: "Benim yüzbin canım
olsa ve siz bu şekilde devam etseniz, bu
benim daha çok hoşuma giderdi. Hz.
Muhammed sallallahu aleyhi ve
sellem'in bir yerine bir diken eziyet
verirse ve rahatsız olursa; onu kabul
etmem.“
• Böyle dediği zaman, kâfirler: "Öldürün,
öldürün!" diye bağrıştılar, daha da
hiddetlendiler ve o şekilde onu şehit
ettiler.
• 28 Şubat sürecinde gelen polisler
• Ben onu unutamadım. Devamlı olarak
rüyamda, uyanıkken, yürürken, evde
otururken, onun iki rekat namaz kıldığı
esnadaki hali ve vücudunun parça parça
oluşu gözümün önüne geliyor.
• Ruhunu teslim ederken inleyişi, çektiği
eziyetler, o anki hali hiç gözümün
önünden gitmiyordu.
• Ben müşriklerin yanına gittim ve:
• "Ben, sizin yaptıklarınızdan
vazgeçiyorum, müslüman oluyorum."
dedim.
• Said bin Amr, müslüman olup Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem
ile Medine-i Münevvere'ye hicret etti.
• Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve
sellem ondan razı olarak vefat ettikten
sonra, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer'le her
harpte hazır ve beraber oldu.
• Hz. Ömer zamanında, Hz. Ömer'e bazı
tavsiyelerde de bulundu.
• Hz. Ömer: "Ya Said! Kim senin gibi
tavsiyelerde bulu-nabilir?" dedi.
• Said: "Sen ya emirü'l-mü'minin; Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in
ümmetine, emirü'l-mü'minin olan
kimse!" diye cevap verdi.
• . Hz. Ömer: "Öyleyse ya Said, ben seni
Humus'a vali olarak tayin edeceğim."
dedi. Said: "Ya emiru'l-mü'minin, bunu
yapma, dünyanın fitnesine girmek
istemiyorum." diye yalvardı.
• Hz. Ömer: "Hayır, bütün yükü hep benim
boynumda mı bırakacaksınız." diye ısrar
etti ve onu Humus'a vali olarak tayin
etti.
• Eevet, bu dinin mukaddes sancağı
dimdik ayakta durabilmesi için herkesin
bütün gücüyle bu hizmete canla başla
iştirak etmesi gerekiyordu. Said de bunu
reddetmedi.
• İbni Mesut RA şöyle diyor. İslam Hz
Ömer zamanında gelin gibiydi
• Hz. Ömer Dönemi Gelişmeleri Neler?
Hz. Ömer 10 yıl boyunca halifelik yapmış
ve İslamiyet'in yayılmasında etkili
olmuştur.
• Döneminde gerçekleşen birçok davaya
bakan halife, kararları tek başına değil
istişare yaparak almıştır.
• İran, Mısır ve Azerbaycan'a seferler
düzenleyen Hz. Ömer, 638 yılında
Kudüs'ü fethetti.
• İkinci halife özellikle devlet idaresinde birçok
reform yaptı.
• Halife olduğu ilk yıl, devlet hazinesi kurdu. Her
yıl hazinede toplanan parayla ihtiyaç
sahiplerine ev yaptırdı.
• Savaş ganimetlerinin birçoğunu da devlet
hazinesinde toplayarak bu paranın kamu
yararına harcanmasını sağladı.
• Kimsesiz çocukların öğretimini de devlet
bütçesinden karşıladı
• Hz. Ömer birçok şehir bayındır hale getirilirken
birçok yeni kent kuruldu. Cizre, Musul ve Küfe
bu şehirler arasında yer almaktadır.
• Başta Mekke olmak üzere birçok kentte nüfus
sayımı yapıldı.
• Günümüzde de hala kullanılmakta olan Hicri
Takvim, ilk kez Hz. Ömer döneminde
oluşturuldu
• İslam Devletinin başında olduğu on yıl
boyunca yüzden fazla okul yaptırdı. Bu
okullarda fıkıh, kelam, tefsir dersleri verildi.
• 638 yılında Amvas Vebası ortaya çıktı.
Yaklaşık bir yıl süren veba salgınında
birçok İslam alimi ve komutanı hayatını
kaybetti.
• Bu isimlerin başında Ebu Ubeyde bin
Cerrah yer almaktadır.
• Hz. Ömer bu süreci çok iyi yönetmiş ve
salgını durdurmak için adeta seferberlik
ilan etmiştir.
• Oraya gittikten sonra Humus'tan,
Medine bir kafile geldi. Hz. Ömer onlara:
• "Sizin oralarda fakir ve ihtiyaç sahibi
varsa söyleyin onlara ihtiyaçlarını
göndereyim." dedi.
• Onlar da fakirlerin isim listesini Hz.
Ömer'e verdi-ler. Baktı ki; Said bin Amr'ı
o listenin içine fakir olarak yazmışlardı.
Hz. Ömer: "Bu Said bin Amr kimdir?" diye
sordu.
• Halk: "Ya emirü'l-mü'minin! Bizim
valimizdir, o da fakirdir. Vallahi günlerce,
belki aylarca onun evinde ateş
yanmıyor." dediler.
• Hz. Ömer'in gözünden yaşlar aktı ve ona
bin dinar para gönderdi.
• Para Said bin Amr'ın eline geçer geçmez:
"İnna lillahi ve inna ileyhi raciun" dedi
• eve giderken sanki bütün dünya onun
başına yıkılmış gibi mahzun ve üzgün
gitti.
• Hanımı: "Sana ne oldu, Ya Said?" diye
sordu.
• Said dedi ki: "Benim başıma büyük bir
bela geldi." Kadın tekrar sordu:
• "Hz. Ömer mi vefat etti?"
• "Hayır o vefat etmedi, ondan daha büyük bir
şey oldu." Kadın yine:
"Müslüman ordusuna bir bela mı geldi?"
diye sordu. Said bin Amr:
"Ondan da daha büyüktür." dedi. Kadın:
"Nedir bu daha büyük musibet?" diye
sordu. Said:
"Emirü'l-mü'minin bize bin dinar
göndermiş. Biz dünyada iken helak olacağız.
Evimize fitne girdi. Helak olmadan hemen
bunları dağıtacağız." dedi ve o gece hepsini
dağıttı.
• Behlül Dana Ah Harunun hali Vah
Harunun Hali
• Bir müddet sonra Hz. Ömer, İslam
ordusunu teftiş etmek üzere Humus’a
geldi. Humus'un ehlini çağırdı ve sordu:
"Valiniz nasıldır, onun sizin üzerinizdeki
hükümleri nasıldır?"
Onlar dediler ki:
• "Ya emirü'l-mü'minin! Onun üç garip
hali vardır. Ondan şikayetçiyiz."
• Hz. Ömer dedi ki: "Vallahi benim
onun hakkında ki kanaatim, çok sadıktır.
Ben sizin şikayetlerinize inanmıyorum.
Yine de çağırıp bu konuda kendisine
soracağım."
Said bin Amr'ı çağırdılar ve Humus
halkını biraraya getirdiler.
• Hz. Ömer: "Ya Said, bunlar senden üç
şeyde şikayetçi olduklarını söylüyorlar,
ne dersin?" dedi
• Cevaben: "Ya emirü'l-mü'minin, şikayetleri
ne ise söylesinler, yapamıyor isem onları
düzelteceğim." dedi.
• Halk dedi ki: "Ya emirü'l-mü'minin!
Sabahları yerine geç geliyor.“
• Said bin Amr: "Ya emirü'l-mü'minin! Benim
hizmetkarım, evime bakacak kimse olmadığı
için, sabahleyin evin ihtiyaçlarını karşılıyor,
yemeklerini, hamurlarını kendi ellerimle
yapıyorum. Ekmek yapıyorum ve onlara
veriyorum, sonra çıkıyorum."
• Halka:"İkincisi nedir?" diye soruldu.
• Halk: "Ayda bir sefer makamına hiç
gelmiyor." dedi.
• Said bin Amr: "Benim üzerimde bir kat
elbisem vardır.
• Ayda bir sefer onu yıkıyorum, onu
kurutuncaya kadar da geç oluyor. O gün
onun için gelmiyorum." dedi.
• Mekke'nin zenginlerinden olan Hz. Ebu
Bekir¸ Medine'de de ticaret yoluyla hayli
gelir elde etti ise de gelirinin çoğunu
Müslüman yoksullara dağıttığı için¸
kendisinin durumu da yoksullardan pek
farklı değildi.
• Bir gün Hz. Peygamber (s.a.v.)¸ Hz. Ömer
ve Hz. Ebu Bekir'in de bulunduğu bir
ortamda sahabileriyle sohbet ediyordu.
• Hz. Ebu Bekir'in üzerinde sade bir abâ
vardı. Abânın iki yakası dikenle birbirine
bağlı idi. O esnada Hz. Cebrail indi ve
Peygamberimiz (s.a.v.)'e Allah'ın selamını
ilettikten sonra şunları dedi: “Ya
Rasûlallah; Ebu Bekir'in üstündeki¸
yakaları dikenle birbirine bağlı olan bu
abâ nedir?” Peygamberimiz (s.a.v.) Hz.
Cebrail'e Hz. Ebu Bekir'in bu durumunu
şu şekilde izah etti
• “Ya Cibril; bu adam¸ Mekke'nin fethinden
önce bütün malını benim yolumda
harcadı.” Bunun üzerine Hz. Cebrail şöyle
buyurdu:
• “Cenab-ı Hak: Ebu Bekir¸ bu fakir haliyle
Benden memnun mudur¸ yoksa değil
midir?' diye soruyor.”
• Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)¸ Hz. Ebu
Bekir'e dönerek¸ kendisine söylenenleri
ona aynen aktardı.
• Hz. Ebu Bekir¸ Cenab-ı Allah'ın¸ kendisine
selam gönderdiğini ve kendisine halinden
memnun olup olmadığını sorduğunu
Peygamberimiz (s.a.v.)'den öğrenince çok
heyecanlandı ve ağlamaya başladı.
• Gözyaşları içinde “Ben Rabb'ime nasıl
darılırım? Ben Rabb'imden hoşnudum¸
ben Rabb'imden hoşnudum.” dedi.7
• Said bin Amr: e dönelim
• Hz. Ömer sordu: "Diğer şikayetiniz
nedir?" Halk cevaben:
• "Onun bir hali vardır. Aniden yere
düşüyor ve uzun bir müddet yerinden
kalkmıyor." dediler.
• Hz. Ömer: "Ya Said bu nedir?" diye
sordu. Said bin Amr şöyle anlattı:
• "Ya emirü'l-mü'minin, Hubeyb bin Adiy
Mekke müşriklerince şehit edilirken,
ben de orada idim.
• Onun vücudu parçalanır ve kanlar
fışkırırken, ona dediler ki: "Bu halin mi
hoş, yoksa Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem'in şu an senin yerinde
olması mı?" O dedi ki:
• "Çocuklarımın hepsi bu şekilde ölse de,
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve
sellem'in bir yerine bir diken değmesine
razı olmam."
• O zaman ben de o cemaatin içinde
olduğum için korkuyorum, ona yardım
edemedim. Daima bu konuda Allah-u
Zülcelal'den korkuyorum ve hatırladığım
zaman bayılıp düşüyorum.
• Acaba Allah-u Zülcelal beni
affetmeyecek mi?"
• Hz. Ömer bu sözler üzerine ona yine bin
dinar verdi ve o da eve gitti. Aynen
eskisi gibi, hanımı:
• "Elhamdülillah biz zengin olduk. Emirü'l-
mü'minin sayesinde, bir hizmetçi
tutabileceğiz. Artık sana ihtiyacımız
yok!" dedi. Biraz rahat edeceğiz diyerek
sevindi, rahatladı
• Kocası: "Ey hanım, evet ihtiyaçtır. Ama
ben sana bir şey söyleyeceğim. Onu öyle
bir zata vereceğiz ki, o muhakkak bize
yine geri verecek ve en çok ihtiyacımız
olduğu zamanda verecek, hem de
bugünkü ihtiyaçlara hiç benzemeyen bir
ihtiyaç!“
• Hanımı: "Nedir?" dedi. O da: "Allah-u
Zülcelal'e teslim edelim, Allah'a borç
verelim,
• O muhakkak bize çok ihtiyacımız olduğu
bir zamanda geri verecek." dedi.
• Hanımı yine mecbur kaldı ve: "Sen
bilirsin!" dedi.
• Said: "O zaman filan yetimlere ve filan
dul kadına bunları götür ver." diyerek,
hepsini aynı saatte dağıttılar...
• (Buhari, İbn Hişam, İbn Sa'd)
• Mesnevi’den Yaşlı Şeyh Ve Helvacı Çocuk,
• Cömertliğiyle tanınmış bir şeyh vardı bir
zamanlar. Bu yüzden bir türlü borçtan
kurtulmazdı.
Şeyh yıllarca bulduğunu dağıttı, bundan
dolayı da borcu artıkça arttı. Sonunda
borcunun tamamı dörtyüz dinara
yükseldi.
• O zamanlar dört yüz dinar çok yüksek bir
meblağ idi.
• Bir gün şeyh hastalandı. Hastalığı ağırdı.
Öleceğini anlayan alacaklıları şeyhin
başına toplandılar. Şeyhe kötü kötü
bakıyor, onun hakkında kötü şeyler
düşünüyorlardı.
• O sırada helva satan bir çocuk sokaktan
geçiyordu. Şeyh hizmetçisine:
• “Git şu çocuktan helvanın tamamını al da
bu alacaklılar yesin, hiç olmazsa bir
süreliğine gönülleri hoş olsun, dedi.
• Hizmetçi dışarı çıkıp helvacı çocuğu
çağırdı.
• Helvanın tamamım yarım dinara satın alıp
şeyhin borçlularına ikram etti.
• Borçlular helvayı yiyip bitirdiler. Helvacı
çocuk boş tepsiyi ve ücretini istedi, ölmek
üzere olan şeyh:
• “Ben zavallı ve ölmek üzere olan biriyim,
ben de para ne gezer?..” dedi.
• Bunu duyan helvacı çocuk ağlayıp
inlemeye başladı. Alacaklıların buna iyice
canlan sıkıldı ve ileri geri söylenmeye
başladılar.
• Çocuk ikindi vaktine kadar ağlayıp durdu.
• Şeyh bu arada gözlerini yummuş çocuğa
hiç bakmıyordu.
• İkindi vaktinde bir hizmetçi elinde bir
tabakla içeriye girip, tabağı şeyhin önüne
koydu.
• Şeyh, hizmetçisine tabağı alacaklılarına
vermesini söyledi.
• Hizmetçi de söyleneni yaptı, tabağı
alacaklıların önüne koydu.
• Tabağın örtüsünü açtıklarında herkes
hayretler içinde kaldı.
• Zira tabakta şeyhin borcu olan, döıtyüz
dinar vardı.
• Tabağın kenarında da beze sarılı yarım
dinar vardı.
• O yarım dinar da helvacı çocuğundu.
• Bu duruma şaşıran alacaklılar, utandılar.
Şeyh hakkındaki kötü sözlerine ve yanlış
zanlarından dolayı pişman olup şeyhin
ellerine sarıldılar.
“Ey ulu kişi bu işin sırrı, hikmeti nedir
anlat bize,” dediler.
• Bunun üzerine şeyh:
“Ey insanlar bunun sırrı şudur.
• Ben bunu Allah’tan diledim. Cenabı
Hakk bana doğru yolu gösterdi. O
paranın gelmesi çocuğun ağlamasına
bağlı idi. Helvacı çocuk ağlamasaydı
rahmet denizi coşmazdı,” dedi.
• Keşke onların vücudunda bir kıl
olabilseydik.
• İşte o zaman ne mutlu bize! Onlar, şimdi
cennette nasıl geziyorlar, yerleri nasıldır,
ancak Allah bilir.
• Onlar vücutlarını parça parça ederken,
biz de beşeriz diyebilirlerdi.
• Ama demediler. Bizimse hizmetimiz çok
kolay; bir namaz, bir oruç, bir İslam
hizmeti. Bunlardan geri kalmayalım.
• Şeytan ve nefis bizi kandırmasın. Bir
ashabın hayatına bakalım, bir de kendi
hayatımıza.
• Eğer -Neuzubillah- Allah-u Zülcelal bizi
onlar gibi imtihan etseydi, onların
yerinde olsaydık; bu gevşeklikle asla
kazanamayacaktık.
• Oysa Hubeyb onlara uysaydı, onu
öldürmeyeceklerdi.
• İşte bizim de kendi nefsimize
acımamamız lazım, ben rahatsızım,
hastayım, ben namazı geç kılacağım
veya İslam hizmetini yürütemeyeceğim
gibi nefs ve şeytan oyunlarına
uymamamız lazımdır.
• Ashab-ı kiram'ın hayatını hatırlamak
lazım, onlara hiç olmazsa denizde bir
damla da olsa benzememiz
gerekmektedir.
• Yapamadığımız zaman da, düzelmek için
kendi nefsimizi kusurlu bilmemiz
lazımdır.
• Her geçen gün, onlara benzemek için
çalışmalıyız.
• Çünkü onların mutabaatı, Allah-u
Zülcelal'in rızasına doğru bir yakınlıktır.
Çünkü Allah-u Zülcelal onlardan razıydı,
biz de onlara mutabaat edersek, Allah-u
Zülcelal'in rızasına, bir adım daha
yaklaşmış oluruz.
• Mesela nefsimiz sabah namazına
kalkmak istemiyor ya da gece namazı
kılmak istemiyor, eğer nefsimize bu
şekilde uyarsak onlara mutabaat
yapmamış oluruz.
• Çünkü onlar ibadetler üzerinde çok titiz
idiler.
• Onlara mutabaat yapmak istiyorsak,
nefsimize muhalefet edelim.
• Mesela nefsimizin her istediği yemekleri
daima aramayalım.
• Eğer nefsimizi beslersek o nefs bize
ibadet yaptırmaz.
• Vahşi bin Harb' in Müslüman Oluşu ve
Tevbesi (Taberani )
• Hz. Peygamber (S.A.V) , Hz. Hamza'nın
katili Vahşi bin Harb'e haber göndererek
onu İslam'a davet etti.
• Vahşi, Hz. Peygamber (S.A.V)'e şu haberi
gönderdi: "Ey Muhammed! Sen beni
İslam'a nasıl davet edersin?
• Halbuki senin iddiana göre adam öldüren
veya Allah'a ortak koşan veya zina eden
bir kimse günahlarla karşı karşıya gelir.
Onun için kıyamet gününde azap kat kat
verilir.
• O azapta rezil ve zelil olarak kalır. Ben ise
bütün bunları yaptım. Acaba benim için
bir ruhsat var mıdır?" O azapta rezil ve
zelil olarak kalır. Ben ise bütün bunları
yaptım. Acaba benim için bir ruhsat var
mıdır?"
• Bunun üzerine Allah-u Zülcelal Furkan
suresinin şu ayetlerini nazil etti:
• "Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışlarda
bulunanlar başka; Allah onların kötülüklerini
iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin
merhamet sahibidir." (Furkan; 70)
• Bunları duyan Vahşi: "Ey Muhammed! Ancak
tevbe eden, iman eden, Salih amel işleyenleri
istisna eden şart şiddetli bir şarttır.
• Belki de ben buna güç yetiremeyeceğim."
diye, haber saldığında, Allahu Zülcelal Nisa
suresinin şu ayetlerini nazil etti:
• "Doğrusu Allah, kendisine ortak
koşulmasını asla affetmez. Ondan
başkasını (diğer günahları) ise, dilediği
kimseler için bağışlar ve mağfiret buyurur.
Her kim Allah'a şirk koşarsa gerçekten pek
büyük bir günah ile iftira etmiş olur." (Nisa;
4
• Yine Vahşi bin Harb şöyle haber gönderdi:
"Ey Muhammed! Görüyorum ki bu da
Allah'ın isteğinden sonra olur.
• Bilmiyorum Allah beni affeder mi,
affetmez mi?
• Bundan başkası var mıdır?" Bunun
üzerine Allah-u Zülcelal, Zümer suresinin
şu ayetlerini nazil etti:”
• De ki; Ey nefisleri aleyhine ileri gitmiş
olan kullarım, Allah'ın rahmetinden ümit
kesmeyiniz, Allah tüm günahları bağışlar.
Çünkü o çok bağışlayan ve çok
esirgeyendir." (Zümer; 53)
• Vahşi bin Harb, bunları duyunca: "Evet!"
dedi ve müslüman oldu.
• Halk: "Ey Allah'ın Resulü! Vahşi'ye isabet
eden bize de isabet etmiştir. Yani bizler
de onun gibi günah işlemişizdir." dediler.
Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
• "Bu ayetin muhatabı sadece Vahşi değil,
bütün Müslümanlardır." (Taberani)
• İşte Allah-u Zülcelal böyle merhamet sahibidir.
O'na dönmek lazımdır. Bizim günahlarımız
O'nun yanında hiçbir şey değildir. İnsan Allah-u
Zülcelal'den af dilediği zaman annesinden yeni
doğmuş bir çocuk gibi tertemiz olur.
• Buradan da anlaşıldığına göre insan ne isterse
Allah-u Zülcelal o kuluna istediğini veriyor.
İnsanın tek çaresi hatalarını itiraf edip,
merhametlilerin en mehametlisi olan Allahu
Zülcelal'e yönelmektir.
• SAHABE KARDEŞLİĞİ
• Saadet Asrı, iman ve cihad, ilim ve
takva, sevgi ve kardeşlik asrıdır.
• Tarihin manevî açıdan en güzel dönemi,
iman, ahlak ve kulluğun en güzel
örneklerinin sergilendiği altın nesil
sahabe-i kiram dönemidir. “En hayırlı
ümmet” gibi en güzel vasfa sahip bu
örnek nesil,
• yaşadıkları çağa saadet çağı denilmesine
sebep olacak derecede yüksek imanî,
Rabbanî, ahlakî, ulvî, insanî faziletlerle
bütün nesiller için ideal bir toplum
modeli olmuştur.
• Bu faziletli nesil, Allah Rasûlü’nün
rehberliğinde Mekkeli muhacirlerle
Medineli Ensar’ın öncülüğünde İslam
Medeniyetinin temelini atmış, yeryüzüne
manevî değerleri yaymayı en büyük görev
olarak telâkki etmiştir.
• Saadet Asrı müslümanları, kurdukları
tevhid ve takva toplumunda sevgi ve
kardeşlik, ülfet ve muhabbet, şefkat ve
rahmet, emanet ve adalet gibi ulvî
değerlerin öncülüğünü ve bayraktarlığını
yapmışlardır.
• Hz. Ömer(r.a) anlatıyor: Peygamberimiz
(Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)’den umreye
gitmek için izin istedim. Bana izin verdi
ve “Sevgili Kardeşim!.. Dualarında bizleri
unutma” dedi.[1]
• Günler değişti. Aylar değişti. Yıllar değişti.
Çağlar değişti.
• Yaşam tarzı değişti.
Değişen dünyamızda değişmeyen bir
gerçek var ki;
• Dünyada yaşayan bütün Müslümanlar
birbirlerinin manevi kardeşleridir.
• Bu kardeşliği Yüce Yaratan Kur’an-ı
Keriminde bizlere şöyle bildirmektedir.