You are on page 1of 128

SAADET

ASRI
• ASR-I SAÂDET
• Peygamber Efendimiz (s.a.s.)'in dönemi.
Peygamber Efendimiz'den itibaren İslâm
Tarihi, Hz. Peygamber dönemi, Hulefâ-i
Râşidûn, Emevîler, Abbâsîler, Selçuklular,
Osmanlılar gibi muhtelif dönemlere
ayrılmıştır. İşte bu dönemlerin başında
yer alan Hz. Peygamber dönemine
müslüman âlimler "Asr-ı Saâdet" adını
vermişlerdir.
• "Mutluluk Devri" manasını ifade eden bu
terkip, gerçekten de o dönemin bir
kelimeyle ifade edilmesini sağlayan
isabetle seçilmiş bir terkiptir.
• Çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.s.)
döneminde bizzat O'nun rehberliği ve
liderliğinde ashab-ı kirâm, İslâm'ın dînî-
dünyevî bütün emirlerini anlamış,
yaşamış ve yaşatmışlardı.
• Hz. Peygamber'in eğitiminden geçmiş
olan ashab-ı kirâm, İslâm davasına
gönülden bağlı idiler.
• Samimiyet ve ihlâs içerisinde yalnız bir
Allah'a kul olmuşlar, O'nun Resûlüne
gönül vermişlerdi.
• Ruhlarını, düşüncelerini, davranış ve
yaşayışlarını Allah ve Rasulunun istediği
şekilde şekillendirmişlerdi
• Kitap ve Sünnet, onlara yön veriyordu.
• Bu sebeple de inandıkları ulvî davalarını
her şeyin üstünde tutuyor; dinleri uğruna
mallarını, hatta canlarını feda etmede
zerre kadar tereddüt göstermiyorlardı.
• İşte bu anlayış ve yaşayışa sahip bulunan
fertlerden oluşan İslâm toplumunda, tam
bir birlik ve beraberlik, âhenk ve uyum,
dayanışma ve yardımlaşma, kaynaşma ve
aktivite hakimdi.
• Müslümanlar, idarî, siyasî, ictimaî,
iktisadî, ilmî, askerî, adlî gibi çok muhtelif
yönlerden olgunluğun zirvesinde idiler.
Belki idarî müesseseler gelişmemişti, ama
idarenin en mükemmeli veriliyordu.
Henüz dünya imparatorlukları dize
getirilmemişti müslümanlar dünyanın
dört bir tarafına hâkimiyetlerini
götürememişlerdi,
• ama bunun temelleri sağlam bir şekilde ve
muvaffakiyetle atılmıştı. Müslümanların
hayat standardı ve refah seviyesi pek
yüksek değildi ama, zaten onlar müreffeh,
mutantan ve lüks ve israfa yönelik bir
hayatın arayıcıları değillerdi.
• Muhtelif ilimlere dair muntazam, sistemli
eserler yazılmamıştı ama, ashab-ı kirâm,
gerçek bilgiye yani vahye sahip çıkmış,
ilmin önem ve değerini gayet iyi
anlamışlardı.
• Henüz o dönemde devamlı silâh altında
tutulan ve talim yaptırılan teçhizatlı
ordular yoktu ama; İslâm cemiyetinin her
bir ferdi, gözünü budaktan esirgemeyen
ve şehidliği mertebelerin en yücesi bilen
cesaret timsali mücahid bir kişiliğe
sahipti.
• Adliye sarayları, mahkeme salonları,
adliyeye dair diğer organizasyonlar henüz
mevcut değildi ama;
• Hırsızlık yapan, kızını Fâtıma da olsa elini
keserdim. " diyen bir peygamberin tabîleri,
adaletin eşsiz örneklerini sergilemişlerdi.
• Yani cemiyetin her köşesinde huzur, güven,
emniyet, asayiş, nizam, intizam ve istikrar
vardı.
• Bu dönem, daha sonraki müslüman nesillere
örnek teşkîl eden mutluluk ve saâdet
dönemiydi.
• Bundan dolayı da elbette ki bu dönem "Âsr-ı
Saâdet" diye anılacaktı.
• Said bin Amir' in, Hubeyb bin Adiy' i
Hatırladıkça Ağlaması
• Bedir Harbi'nden sonra Hubeyb bin
Adiy'i esir aldılar. O savaşta; Ebu Cehil
başta olmak üzere, yetmiş büyük kâfir
öldürülmüştü. İntikam almak için
hırslandılar. Hubeyb bin Adiy, onların
eline geçince, müşriklerin kadınları,
çocukları ve gençleri ne yapacaklarını
saşırdılar.
• Ondört yaşında, henüz müslüman
olmamış Said bin Amr isminde bir genç
de, müşriklerin, bu ashabı nasıl idam
edeceklerini temaşa ediyordu.
• Onlar, Hubeyb'i, bağırarak idam etmek
için götürdüler. Bundan sonrasını Said
bin Amr şöyle anlatmıştır:
• "Ben de onların içindeydim. Hubeyb'i,
öldürecekleri yere götürdüler, bu
karmaşada Hubeyb'in sesini duydum:
• "Bana iki rekat namaz kılmam için
müsaade etmiyor musunuz?" diye
onlardan müsaade istedi.
• Müsaade ettiler; huşu ve tazarru içinde,
rükûlu ve secdeli iki rekat namaz kıldı ve
müşriklerin reisine dönerek şöyle dedi:
• "Ölümden korkarak namazı uzattığımı
sanmayın, hiç ölümden korkmuyorum."
• Herkes ona vurmaya başladı. Onun
mübarek etini parça parça yapıyorlardı.
Bıçakla parçalıyor ve hemence
öldürmüyorlar ve o parçaları alırken de
kan fışkırıyordu.
• O yaralar içindeyken, ona şöyle sordular:
"Bizim seni bırakacağımızdan emin
olsan, çocuklarının yanına gitmeyi mi
tercih ederdin;
• yoksa Muhammed'in senin yerinde
olmasını mı tercih ederdin, hangisi
hoşuna giderdi?"
• Hubeyd dedi ki: "Benim yüzbin canım
olsa ve siz bu şekilde devam etseniz, bu
benim daha çok hoşuma giderdi. Hz.
Muhammed sallallahu aleyhi ve
sellem'in bir yerine bir diken eziyet
verirse ve rahatsız olursa; onu kabul
etmem.“
• Böyle dediği zaman, kâfirler: "Öldürün,
öldürün!" diye bağrıştılar, daha da
hiddetlendiler ve o şekilde onu şehit
ettiler.
• 28 Şubat sürecinde gelen polisler
• Ben onu unutamadım. Devamlı olarak
rüyamda, uyanıkken, yürürken, evde
otururken, onun iki rekat namaz kıldığı
esnadaki hali ve vücudunun parça parça
oluşu gözümün önüne geliyor.
• Ruhunu teslim ederken inleyişi, çektiği
eziyetler, o anki hali hiç gözümün
önünden gitmiyordu.
• Ben müşriklerin yanına gittim ve:
• "Ben, sizin yaptıklarınızdan
vazgeçiyorum, müslüman oluyorum."
dedim.
• Said bin Amr, müslüman olup Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem
ile Medine-i Münevvere'ye hicret etti.
• Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve
sellem ondan razı olarak vefat ettikten
sonra, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer'le her
harpte hazır ve beraber oldu.
• Hz. Ömer zamanında, Hz. Ömer'e bazı
tavsiyelerde de bulundu.
• Hz. Ömer: "Ya Said! Kim senin gibi
tavsiyelerde bulu-nabilir?" dedi.
• Said: "Sen ya emirü'l-mü'minin; Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in
ümmetine, emirü'l-mü'minin olan
kimse!" diye cevap verdi.
• . Hz. Ömer: "Öyleyse ya Said, ben seni
Humus'a vali olarak tayin edeceğim."
dedi. Said: "Ya emiru'l-mü'minin, bunu
yapma, dünyanın fitnesine girmek
istemiyorum." diye yalvardı.
• Hz. Ömer: "Hayır, bütün yükü hep benim
boynumda mı bırakacaksınız." diye ısrar
etti ve onu Humus'a vali olarak tayin
etti.
• Eevet, bu dinin mukaddes sancağı
dimdik ayakta durabilmesi için herkesin
bütün gücüyle bu hizmete canla başla
iştirak etmesi gerekiyordu. Said de bunu
reddetmedi.
• İbni Mesut RA şöyle diyor. İslam Hz
Ömer zamanında gelin gibiydi
• Hz. Ömer Dönemi Gelişmeleri Neler?
Hz. Ömer 10 yıl boyunca halifelik yapmış
ve İslamiyet'in yayılmasında etkili
olmuştur.
• Döneminde gerçekleşen birçok davaya
bakan halife, kararları tek başına değil
istişare yaparak almıştır.
• İran, Mısır ve Azerbaycan'a seferler
düzenleyen Hz. Ömer, 638 yılında
Kudüs'ü fethetti.
• İkinci halife özellikle devlet idaresinde birçok
reform yaptı.
• Halife olduğu ilk yıl, devlet hazinesi kurdu. Her
yıl hazinede toplanan parayla ihtiyaç
sahiplerine ev yaptırdı.
• Savaş ganimetlerinin birçoğunu da devlet
hazinesinde toplayarak bu paranın kamu
yararına harcanmasını sağladı.
• Kimsesiz çocukların öğretimini de devlet
bütçesinden karşıladı
• Hz. Ömer birçok şehir bayındır hale getirilirken
birçok yeni kent kuruldu. Cizre, Musul ve Küfe
bu şehirler arasında yer almaktadır.
• Başta Mekke olmak üzere birçok kentte nüfus
sayımı yapıldı.
• Günümüzde de hala kullanılmakta olan Hicri
Takvim, ilk kez Hz. Ömer döneminde
oluşturuldu
• İslam Devletinin başında olduğu on yıl
boyunca yüzden fazla okul yaptırdı. Bu
okullarda fıkıh, kelam, tefsir dersleri verildi.
• 638 yılında Amvas Vebası ortaya çıktı.
Yaklaşık bir yıl süren veba salgınında
birçok İslam alimi ve komutanı hayatını
kaybetti.
• Bu isimlerin başında Ebu Ubeyde bin
Cerrah yer almaktadır.
• Hz. Ömer bu süreci çok iyi yönetmiş ve
salgını durdurmak için adeta seferberlik
ilan etmiştir.
• Oraya gittikten sonra Humus'tan,
Medine bir kafile geldi. Hz. Ömer onlara:
• "Sizin oralarda fakir ve ihtiyaç sahibi
varsa söyleyin onlara ihtiyaçlarını
göndereyim." dedi.
• Onlar da fakirlerin isim listesini Hz.
Ömer'e verdi-ler. Baktı ki; Said bin Amr'ı
o listenin içine fakir olarak yazmışlardı.
Hz. Ömer: "Bu Said bin Amr kimdir?" diye
sordu.
• Halk: "Ya emirü'l-mü'minin! Bizim
valimizdir, o da fakirdir. Vallahi günlerce,
belki aylarca onun evinde ateş
yanmıyor." dediler.
• Hz. Ömer'in gözünden yaşlar aktı ve ona
bin dinar para gönderdi.
• Para Said bin Amr'ın eline geçer geçmez:
"İnna lillahi ve inna ileyhi raciun" dedi
• eve giderken sanki bütün dünya onun
başına yıkılmış gibi mahzun ve üzgün
gitti.
• Hanımı: "Sana ne oldu, Ya Said?" diye
sordu.
• Said dedi ki: "Benim başıma büyük bir
bela geldi." Kadın tekrar sordu:
• "Hz. Ömer mi vefat etti?"
• "Hayır o vefat etmedi, ondan daha büyük bir
şey oldu." Kadın yine:
"Müslüman ordusuna bir bela mı geldi?"
diye sordu. Said bin Amr:
"Ondan da daha büyüktür." dedi. Kadın:
"Nedir bu daha büyük musibet?" diye
sordu. Said:
"Emirü'l-mü'minin bize bin dinar
göndermiş. Biz dünyada iken helak olacağız.
Evimize fitne girdi. Helak olmadan hemen
bunları dağıtacağız." dedi ve o gece hepsini
dağıttı.
• Behlül Dana Ah Harunun hali Vah
Harunun Hali
• Bir müddet sonra Hz. Ömer, İslam
ordusunu teftiş etmek üzere Humus’a
geldi. Humus'un ehlini çağırdı ve sordu:
"Valiniz nasıldır, onun sizin üzerinizdeki
hükümleri nasıldır?"
Onlar dediler ki:
• "Ya emirü'l-mü'minin! Onun üç garip
hali vardır. Ondan şikayetçiyiz."
• Hz. Ömer dedi ki: "Vallahi benim
onun hakkında ki kanaatim, çok sadıktır.
Ben sizin şikayetlerinize inanmıyorum.
Yine de çağırıp bu konuda kendisine
soracağım."
Said bin Amr'ı çağırdılar ve Humus
halkını biraraya getirdiler.
• Hz. Ömer: "Ya Said, bunlar senden üç
şeyde şikayetçi olduklarını söylüyorlar,
ne dersin?" dedi
• Cevaben: "Ya emirü'l-mü'minin, şikayetleri
ne ise söylesinler, yapamıyor isem onları
düzelteceğim." dedi.
• Halk dedi ki: "Ya emirü'l-mü'minin!
Sabahları yerine geç geliyor.“
• Said bin Amr: "Ya emirü'l-mü'minin! Benim
hizmetkarım, evime bakacak kimse olmadığı
için, sabahleyin evin ihtiyaçlarını karşılıyor,
yemeklerini, hamurlarını kendi ellerimle
yapıyorum. Ekmek yapıyorum ve onlara
veriyorum, sonra çıkıyorum."
• Halka:"İkincisi nedir?" diye soruldu.
• Halk: "Ayda bir sefer makamına hiç
gelmiyor." dedi.
• Said bin Amr: "Benim üzerimde bir kat
elbisem vardır.
• Ayda bir sefer onu yıkıyorum, onu
kurutuncaya kadar da geç oluyor. O gün
onun için gelmiyorum." dedi.
• Mekke'nin zenginlerinden olan Hz. Ebu
Bekir¸ Medine'de de ticaret yoluyla hayli
gelir elde etti ise de gelirinin çoğunu
Müslüman yoksullara dağıttığı için¸
kendisinin durumu da yoksullardan pek
farklı değildi.
• Bir gün Hz. Peygamber (s.a.v.)¸ Hz. Ömer
ve Hz. Ebu Bekir'in de bulunduğu bir
ortamda sahabileriyle sohbet ediyordu.
• Hz. Ebu Bekir'in üzerinde sade bir abâ
vardı. Abânın iki yakası dikenle birbirine
bağlı idi. O esnada Hz. Cebrail indi ve
Peygamberimiz (s.a.v.)'e Allah'ın selamını
ilettikten sonra şunları dedi: “Ya
Rasûlallah; Ebu Bekir'in üstündeki¸
yakaları dikenle birbirine bağlı olan bu
abâ nedir?” Peygamberimiz (s.a.v.) Hz.
Cebrail'e Hz. Ebu Bekir'in bu durumunu
şu şekilde izah etti
• “Ya Cibril; bu adam¸ Mekke'nin fethinden
önce bütün malını benim yolumda
harcadı.” Bunun üzerine Hz. Cebrail şöyle
buyurdu:
• “Cenab-ı Hak: ‘ Ebu Bekir¸ bu fakir haliyle
Benden memnun mudur¸ yoksa değil
midir?' diye soruyor.”
• Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)¸ Hz. Ebu
Bekir'e dönerek¸ kendisine söylenenleri
ona aynen aktardı.
• Hz. Ebu Bekir¸ Cenab-ı Allah'ın¸ kendisine
selam gönderdiğini ve kendisine halinden
memnun olup olmadığını sorduğunu
Peygamberimiz (s.a.v.)'den öğrenince çok
heyecanlandı ve ağlamaya başladı.
• Gözyaşları içinde “Ben Rabb'ime nasıl
darılırım? Ben Rabb'imden hoşnudum¸
ben Rabb'imden hoşnudum.” dedi.7
• Said bin Amr: e dönelim
• Hz. Ömer sordu: "Diğer şikayetiniz
nedir?" Halk cevaben:
• "Onun bir hali vardır. Aniden yere
düşüyor ve uzun bir müddet yerinden
kalkmıyor." dediler.
• Hz. Ömer: "Ya Said bu nedir?" diye
sordu. Said bin Amr şöyle anlattı:
• "Ya emirü'l-mü'minin, Hubeyb bin Adiy
Mekke müşriklerince şehit edilirken,
ben de orada idim.
• Onun vücudu parçalanır ve kanlar
fışkırırken, ona dediler ki: "Bu halin mi
hoş, yoksa Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem'in şu an senin yerinde
olması mı?" O dedi ki:
• "Çocuklarımın hepsi bu şekilde ölse de,
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve
sellem'in bir yerine bir diken değmesine
razı olmam."
• O zaman ben de o cemaatin içinde
olduğum için korkuyorum, ona yardım
edemedim. Daima bu konuda Allah-u
Zülcelal'den korkuyorum ve hatırladığım
zaman bayılıp düşüyorum.
• Acaba Allah-u Zülcelal beni
affetmeyecek mi?"
• Hz. Ömer bu sözler üzerine ona yine bin
dinar verdi ve o da eve gitti. Aynen
eskisi gibi, hanımı:
• "Elhamdülillah biz zengin olduk. Emirü'l-
mü'minin sayesinde, bir hizmetçi
tutabileceğiz. Artık sana ihtiyacımız
yok!" dedi. Biraz rahat edeceğiz diyerek
sevindi, rahatladı
• Kocası: "Ey hanım, evet ihtiyaçtır. Ama
ben sana bir şey söyleyeceğim. Onu öyle
bir zata vereceğiz ki, o muhakkak bize
yine geri verecek ve en çok ihtiyacımız
olduğu zamanda verecek, hem de
bugünkü ihtiyaçlara hiç benzemeyen bir
ihtiyaç!“
• Hanımı: "Nedir?" dedi. O da: "Allah-u
Zülcelal'e teslim edelim, Allah'a borç
verelim,
• O muhakkak bize çok ihtiyacımız olduğu
bir zamanda geri verecek." dedi.
• Hanımı yine mecbur kaldı ve: "Sen
bilirsin!" dedi.
• Said: "O zaman filan yetimlere ve filan
dul kadına bunları götür ver." diyerek,
hepsini aynı saatte dağıttılar...
• (Buhari, İbn Hişam, İbn Sa'd)
• Mesnevi’den Yaşlı Şeyh Ve Helvacı Çocuk,
• Cömertliğiyle tanınmış bir şeyh vardı bir
zamanlar. Bu yüzden bir türlü borçtan
kurtulmazdı.
Şeyh yıllarca bulduğunu dağıttı, bundan
dolayı da bor­cu artıkça arttı. Sonunda
borcunun tamamı dörtyüz dinara
yükseldi.
• O zamanlar dört yüz dinar çok yüksek bir
meblağ idi.
• Bir gün şeyh hastalandı. Hastalığı ağırdı.
Öleceğini anlayan alacaklıları şeyhin
başına toplandılar. Şeyhe kötü kötü
bakıyor, onun hakkında kötü şeyler
düşünüyorlardı.
• O sırada helva satan bir çocuk sokaktan
geçiyordu. Şeyh hizmetçisine:
• “Git şu çocuktan helvanın tamamını al da
bu alacaklılar yesin, hiç olmazsa bir
süreliğine gönülleri hoş olsun, dedi.
• Hizmetçi dışarı çıkıp helvacı çocuğu
çağırdı.
• Helvanın tamamım yarım dinara satın alıp
şeyhin borçlularına ikram etti.
• Borçlular helvayı yiyip bitirdiler. Helvacı
çocuk boş tepsiyi ve ücretini istedi, ölmek
üzere olan şeyh:
• “Ben zavallı ve ölmek üzere olan biriyim,
ben de para ne gezer?..” dedi.
• Bunu duyan helvacı çocuk ağlayıp
inlemeye başladı. Alacaklıların buna iyice
canlan sıkıldı ve ileri geri söylen­meye
başladılar.
• Çocuk ikindi vaktine kadar ağlayıp durdu.
• Şeyh bu arada gözlerini yummuş çocuğa
hiç bakmıyordu.
• İkindi vaktinde bir hizmetçi elinde bir
tabakla içeriye girip, tabağı şeyhin önüne
koydu.
• Şeyh, hizmetçisine tabağı alacaklılarına
vermesini söyledi.
• Hizmetçi de söyleneni yaptı, tabağı
alacaklıların önüne koydu.
• Tabağın örtüsünü açtıklarında herkes
hayretler içinde kaldı.
• Zira tabakta şeyhin borcu olan, döıtyüz
dinar vardı.
• Tabağın kenarında da beze sarılı yarım
dinar vardı.
• O yarım dinar da helvacı çocuğundu.
• Bu duruma şaşıran alacaklılar, utandılar.
Şeyh hakkındaki kötü sözlerine ve yanlış
zanlarından dolayı pişman olup şeyhin
ellerine sarıldılar.
“Ey ulu kişi bu işin sırrı, hikmeti nedir
anlat bize,” dediler.
• Bunun üzerine şeyh:
“Ey insanlar bunun sırrı şudur.
• Ben bunu Allah’tan diledim. Cenabı
Hakk bana doğru yolu gösterdi. O
paranın gelmesi çocuğun ağlamasına
bağlı idi. Helvacı çocuk ağlamasaydı
rahmet denizi coşmazdı,” dedi.
• Keşke onların vücudunda bir kıl
olabilseydik.
• İşte o zaman ne mutlu bize! Onlar, şimdi
cennette nasıl geziyorlar, yerleri nasıldır,
ancak Allah bilir.
• Onlar vücutlarını parça parça ederken,
biz de beşeriz diyebilirlerdi.
• Ama demediler. Bizimse hizmetimiz çok
kolay; bir namaz, bir oruç, bir İslam
hizmeti. Bunlardan geri kalmayalım.
• Şeytan ve nefis bizi kandırmasın. Bir
ashabın hayatına bakalım, bir de kendi
hayatımıza.
• Eğer -Neuzubillah- Allah-u Zülcelal bizi
onlar gibi imtihan etseydi, onların
yerinde olsaydık; bu gevşeklikle asla
kazanamayacaktık.
• Oysa Hubeyb onlara uysaydı, onu
öldürmeyeceklerdi.
• İşte bizim de kendi nefsimize
acımamamız lazım, ben rahatsızım,
hastayım, ben namazı geç kılacağım
veya İslam hizmetini yürütemeyeceğim
gibi nefs ve şeytan oyunlarına
uymamamız lazımdır.
• Ashab-ı kiram'ın hayatını hatırlamak
lazım, onlara hiç olmazsa denizde bir
damla da olsa benzememiz
gerekmektedir.
• Yapamadığımız zaman da, düzelmek için
kendi nefsimizi kusurlu bilmemiz
lazımdır.
• Her geçen gün, onlara benzemek için
çalışmalıyız.
• Çünkü onların mutabaatı, Allah-u
Zülcelal'in rızasına doğru bir yakınlıktır.
Çünkü Allah-u Zülcelal onlardan razıydı,
biz de onlara mutabaat edersek, Allah-u
Zülcelal'in rızasına, bir adım daha
yaklaşmış oluruz.
• Mesela nefsimiz sabah namazına
kalkmak istemiyor ya da gece namazı
kılmak istemiyor, eğer nefsimize bu
şekilde uyarsak onlara mutabaat
yapmamış oluruz.
• Çünkü onlar ibadetler üzerinde çok titiz
idiler.
• Onlara mutabaat yapmak istiyorsak,
nefsimize muhalefet edelim.
• Mesela nefsimizin her istediği yemekleri
daima aramayalım.
• Eğer nefsimizi beslersek o nefs bize
ibadet yaptırmaz.
• Vahşi bin Harb' in Müslüman Oluşu ve
Tevbesi (Taberani )
• Hz. Peygamber (S.A.V) , Hz. Hamza'nın
katili Vahşi bin Harb'e haber göndererek
onu İslam'a davet etti.
• Vahşi, Hz. Peygamber (S.A.V)'e şu haberi
gönderdi: "Ey Muhammed! Sen beni
İslam'a nasıl davet edersin?
• Halbuki senin iddiana göre adam öldüren
veya Allah'a ortak koşan veya zina eden
bir kimse günahlarla karşı karşıya gelir.
Onun için kıyamet gününde azap kat kat
verilir.
• O azapta rezil ve zelil olarak kalır. Ben ise
bütün bunları yaptım. Acaba benim için
bir ruhsat var mıdır?" O azapta rezil ve
zelil olarak kalır. Ben ise bütün bunları
yaptım. Acaba benim için bir ruhsat var
mıdır?"
• Bunun üzerine Allah-u Zülcelal Furkan
suresinin şu ayetlerini nazil etti:
• "Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışlarda
bulunanlar başka; Allah onların kötülüklerini
iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin
merhamet sahibidir." (Furkan; 70)
• Bunları duyan Vahşi: "Ey Muhammed! Ancak
tevbe eden, iman eden, Salih amel işleyenleri
istisna eden şart şiddetli bir şarttır.
• Belki de ben buna güç yetiremeyeceğim."
diye, haber saldığında, Allahu Zülcelal Nisa
suresinin şu ayetlerini nazil etti:
• "Doğrusu Allah, kendisine ortak
koşulmasını asla affetmez. Ondan
başkasını (diğer günahları) ise, dilediği
kimseler için bağışlar ve mağfiret buyurur.
Her kim Allah'a şirk koşarsa gerçekten pek
büyük bir günah ile iftira etmiş olur." (Nisa;
4
• Yine Vahşi bin Harb şöyle haber gönderdi:
"Ey Muhammed! Görüyorum ki bu da
Allah'ın isteğinden sonra olur.
• Bilmiyorum Allah beni affeder mi,
affetmez mi?
• Bundan başkası var mıdır?" Bunun
üzerine Allah-u Zülcelal, Zümer suresinin
şu ayetlerini nazil etti:”
• De ki; Ey nefisleri aleyhine ileri gitmiş
olan kullarım, Allah'ın rahmetinden ümit
kesmeyiniz, Allah tüm günahları bağışlar.
Çünkü o çok bağışlayan ve çok
esirgeyendir." (Zümer; 53)
• Vahşi bin Harb, bunları duyunca: "Evet!"
dedi ve müslüman oldu.
• Halk: "Ey Allah'ın Resulü! Vahşi'ye isabet
eden bize de isabet etmiştir. Yani bizler
de onun gibi günah işlemişizdir." dediler.
Bunun üzerine Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
• "Bu ayetin muhatabı sadece Vahşi değil,
bütün Müslümanlardır." (Taberani)
• İşte Allah-u Zülcelal böyle merhamet sahibidir.
O'na dönmek lazımdır. Bizim günahlarımız
O'nun yanında hiçbir şey değildir. İnsan Allah-u
Zülcelal'den af dilediği zaman annesinden yeni
doğmuş bir çocuk gibi tertemiz olur.
• Buradan da anlaşıldığına göre insan ne isterse
Allah-u Zülcelal o kuluna istediğini veriyor.
İnsanın tek çaresi hatalarını itiraf edip,
merhametlilerin en mehametlisi olan Allahu
Zülcelal'e yönelmektir.
• SAHABE KARDEŞLİĞİ
• Saadet Asrı, iman ve cihad, ilim ve
takva, sevgi ve kardeşlik asrıdır.
• Tarihin manevî açıdan en güzel dönemi,
iman, ahlak ve kulluğun en güzel
örneklerinin sergilendiği altın nesil
sahabe-i kiram dönemidir. “En hayırlı
ümmet” gibi en güzel vasfa sahip bu
örnek nesil,
• yaşadıkları çağa saadet çağı denilmesine
sebep olacak derecede yüksek imanî,
Rabbanî, ahlakî, ulvî, insanî faziletlerle
bütün nesiller için ideal bir toplum
modeli olmuştur.
• Bu faziletli nesil, Allah Rasûlü’nün
rehberliğinde Mekkeli muhacirlerle
Medineli Ensar’ın öncülüğünde İslam
Medeniyetinin temelini atmış, yeryüzüne
manevî değerleri yaymayı en büyük görev
olarak telâkki etmiştir.
• Saadet Asrı müslümanları, kurdukları
tevhid ve takva toplumunda sevgi ve
kardeşlik, ülfet ve muhabbet, şefkat ve
rahmet, emanet ve adalet gibi ulvî
değerlerin öncülüğünü ve bayraktarlığını
yapmışlardır.
• Hz. Ömer(r.a) anlatıyor: Peygamberimiz
(Sallallahu Aleyhi Ve Sellem)’den umreye
gitmek için izin istedim. Bana izin verdi
ve “Sevgili Kardeşim!.. Dualarında bizleri
unutma” dedi.[1]
• Günler değişti. Aylar değişti. Yıllar değişti.
Çağlar değişti.
• Yaşam tarzı değişti.
Değişen dünyamızda değişmeyen bir
gerçek var ki;
• Dünyada yaşayan bütün Müslümanlar
birbirlerinin manevi kardeşleridir.
• Bu kardeşliği Yüce Yaratan Kur’an-ı
Keriminde bizlere şöyle bildirmektedir.

‫ﺻ ِﻠ ُﺣوا ﺑَﯾ َْن أَﺧ ََو ْﯾ ُﻛ ْم َواﺗﱠﻘُوا َﱠ‬


� َ ُ‫ِإﻧﱠ َﻣﺎ ْاﻟ ُﻣؤْ ِﻣﻧ‬
ْ َ ‫ون ِإ ْﺧ َوة ٌ ﻓَﺄ‬
َ ‫ﻟَﻌَﻠﱠ ُﻛ ْم ﺗ ُ ْر َﺣ ُﻣ‬
‫ون‬
“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse
kardeşlerinizin arasını düzeltin ve
Allah'tan korkun ki esirgenesiniz.”[1]
• Müslümanlar arasında gerçekleştirilen
kardeşliğin kıyamete kadar gelecek olan
insanlara en güzel örneği muhacir-ensar
kardeşliğidir.
• Bugün bu kardeşliği yeniden
hatırlayacağız, anlayacağız ve hayatımıza
aktarmaya çaba göstereceğiz.
• Çünkü dünde yaşanan bu kardeşliğe
bugünde çok ihtiyacımız var.
• Mekke’den hicret eden muhacirler ile
Medine’de bulunan ensar arasında
gerçekleştirilen İslam kardeşliği
yeryüzünde eşine az rastlanır bir
husustur.
• Bu kardeşlik Kur’an-ı Kerimde şöyle
övülmektedir.
• “Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş
ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan
kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri
severler; onlara verilenler karşısında
içlerinde bir çekememezlik hissetmezler;
kendileri zaruret içinde bulunsalar bile
onları kendilerinden önde tutarlar.
Nefsinin tamahkârlığından korunabilmiş
kimseler, işte onlar saadete
erenlerdir.”[2]
• Allah (c.c.) muhacir ve ensarı cennetle
müjdelemektedir.
“İyilik yarışında önceliği kazanan
Muhacirler ve Ensar ile, onlara güzelce
uyanlardan Allah hoşnut olmuştur, onlar
da Allah'tan hoşnuddurlar. Allah onlara,
içinde temelli ve ebedi kalacakları,
içlerinden ırmaklar akan cennetler
hazırlamıştır; işte büyük kurtuluş
budur.”[3]
• “İman edip de Allah yolunda hicret ve
cihad edenler, (muhacirleri) barındıran ve
yardım edenler var ya, işte gerçek
müminler onlardır. Onlar için mağfiret ve
bol rızık vardır.”[4]
• Medine’ye varışından yaklaşık beş ay
kadar sonra Resulullah (s.a.s.), Mekkeli ve
Medineli bütün ailelerin başkanlarının
katıldığı bir toplantı düzenledi ve
kendilerine somut, basit ve etkili bir
çözüm önerdi
• Muhacirlerin uyumlarını kolaylaştırmak
için, kendilerini samimi bir işbirliğine
teşvik etti.
• Medineli her bir aile reisi, en azından
durumu elverişli olanlar, Mekkeli bir
Muhacir ailesini yanına alacaktı.
• Böylece ortaya çıkan karşılıklı kardeşlik
ilişkisi içerisinde her ikisi de birlikte
çalışıp kazançlarını bölüşecekler, hatta
birbirlerinin mirasçısı olacaklardı.
• Herkes bu konuda anlaştı ve Resulullah
(s.a.s) derhal belli sayıda Mekkeli
Muhaciri aynı sayıda Medineli Ensar’ın
yanına yerleştirdi.
• Bunlardan bir bölümünün kardeşlik
anlaşması kur’a çekerek belirlenmiştir
• Abdurrahman b. Avf ile Ensar’dan Sa’d b.
er-Rabî’ arasındaki kardeşlik
Hz. Peygamber muhacir olarak Medine’ye
gelen Abdurrahman b. Avf ile Ensar’dan
Sa’d b. er-Rabî’ arasında kardeşlik tesis etti.
Sa’d, Abdurrahman’a “Ey Kardeşim, ben
Medine’nin en zenginlerinden biriyim.
Malımın yarısını sana veriyorum. Ayrıca iki
de hanımım vardır. Bunlardan birini beğen;
ben de onu boşayayım” dedi.
• Abdurrahman ise; “Allah malını da,
hanımlarını da sana mübarek kılsın!” dedi
ve sonra oradakilerden pazar yerini
kendisine göstermelerini istedi.
• Onlar da pazar yerini tarif ettiler.
Abdurrahman oraya giderek alışveriş
yapmaya başladı.
• Kısa bir zaman içerisinde epeyi para
kazandı.
• Bir gün Hz. Peygamber’in huzuruna
çıktığında Hz. Peygamber ona;
“Ey Abdurrahman senden yayılan bu koku
da nedir?” diye sordu. Gerçekten de
ondan za’feran kokusu geliyordu.
Abdurrahman da;
“Ey Allah’ın Rasûlü, evlendim” dedi. Hz.
Peygamber;
• “Peki ona mehir olarak ne verdin?” dedi,
o bir hurma çekirdeği kadar altın
verdiğini söyledi. Bunun üzerine Hz.
Peygamber;
“Bir koyunla da olsa düğün yemeği
ver!” buyurdular.
Daha sonra Abdurrahman, o zamanı
anlatırken şöyle derdi: “Hâlâ aklımdadır,
hangi taşı kaldırsam altında gümüş ya da
altın bulacağımı zannediyordum.”
• En güzel yardımlaşma örneği: Muhacir-Ensar
Kardeşliği
Bir gün Ensar Hz. Peygamber’e gelerek
“Hurmalıklarımızı Muhacir kardeşlerimizle
bizim aramızda pay et!” dediler. Hz.
Peygamber de “Olmaz!” dedi.
Muhacirler de Ensar’a, “Peki, ürünü bizimle
paylaşacak, fakat bize herhangi bir külfet
yüklemeyecek misiniz?” diye sordular. Ensar
da
“Evet, aynen öyle!” dediler.
• - Hz. Peygamber Ensar’a
“Muhacir kardeşleriniz size mallarını ve
çocuklarını bırakarak gelmişlerdir”
buyurdu. Ensar da;
“Mallarımızı onlarla paylaşalım” dediler.
Bunun üzerine Hz. Peygamber
“Bunu başka bir şekilde yapamaz
mısınız?” dedi.
• Ensar
“Peki nasıl?” diye sordular. Hz.
Peygamber şöyle buyurdular:
“Onlar bu tür bir çalışmayı bilmezler.
Gelin bağlarınızda, bahçelerinizde siz
kendiniz çalışın, ancak elde ettiğiniz
mahsulü onlarla paylaşınız” dedi. Ensar
da bunu kabul etti.
• Muhacirler Hz. Peygamber’e gelerek
şöyle dediler:
“Ey Allah’ın Rasülü! Biz bu Medine’li
kardeşlerimiz kadar iyi insanlar görmedik.
Gelirleri az olmasına rağmen onu bizlerle
paylaşıyorlar. Bol ürün aldıklarında ise
payımızın kat kat fazlasını veriyorlar.
Vallahi bize sevap bırakmamalarından
korkuyoruz”.
• Hz. Peygamber’se şöyle buyurdular:

“Siz onlara teşekkür edip, onlar için


Allah’a dua ettiğiniz müddetçe sizin için
de sevap verilecektir.”
• Bir başka yardımlaşma örneği:
Ensar, hurma toplama zamanı geldiğinde
topladıkları hurmaları biri küçük, diğeri ise
ondan daha büyük olmak üzere iki öbek
haline getirirler ve sonra küçük olanın
üzerine hurma dallarını da eklerlerdi.
• Bundan sonra ise Muhacirleri çağırıp
“Hangisini istiyorsanız alınız!” derlerdi.
• Muhacirler büyük olan kısmı alırlar, Ensar
ise dalları için, küçük olanı alırlardı.
• Bu, Hayber’in fethine kadar böylece
devam etti.
Hayber’in fethinden sonra Hz.
Peygamber, Ensar’a
“Eğer isterseniz Hayber’den size hisse
vermeyeyim, buna karşılık da
hurmalıklarınız yalnızca kendinize kalsın”
dedi. Ensar buna şöyle cevap verdiler:
• “Ey Allah’ın Rasûlü! Sen bize bazı görevler
verdin ve birtakım şartlar öne sürdün;
bizse bütün bunlara karşılık senden
cenneti istedik. Eğer bu şartımızı kabul
ediyorsanız sizin dediğiniz gibi olsun”.
• Hz. Peygamber de; “Evet, şartınızı kabul
ediyorum” buyurdular.
• ACVE HURMASI VE HİKAYESİ…
• Peygamber hurması adıyla da bilinir.
Medine’nin sadece bir vadisinde yetişir,
bütün dünyaya Medine’den dağıtılır.
Medine karası diye bilinen hurmanın
küçüklerini genelde Acve diye satarlar.
• Bir gün Yahudi’nin biri eline yanmış
hurma dalını alıp, huzuru saadete gelir
ve: Nasıl olsa bu yeşermez diye;
• “Ya Muhammed al bu hurma dalını dik,
olurda Hurma verirse, iman edeceğim”
der. (Nasıl olsa yeşermez bende iman
etmekten kurtulurum misali)
• Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem ) dua eder, hurmayı diker.
• Hurma yeşerir hurma verir. Ve taze
hurma yerler.
• Yahudi sihir der inkârda ısrar eder.
• Acve hurması o gün bu gündür o vadide
olur.
• Acve (yanık) isminin bu mucize üzerine
verildiği rivayet edilir.
• Tadı hâlâ yanık kokuludur. Şifa
kaynağıdır…
• Bu hurma ile ilgili Peygamber Efendimiz
bazı Hadis-i Şerifler de buyurmuştur.
• Sa’d bin ebi Vakkas rivayet ediyor;
Resulallah (Sallallahu aleyhi vesellem)
şöyle buyurdular: ”Kim sabah aç karnına
yedi tane acve hurması yerse o gün ona
ne sihir ne de zehir tesir eder
• Başka bir rivayetde "zehir ve sihir zarar
vermez”. Yine başka bir rivayette; “Aç
karnına hurma yiyiniz zira aç karnına
yenen hurma asalakları öldürür.” (Buhari,
et’ime 43; Müslim, et’ime 154)

• Ebu Hureyre’den rivayetle; ”Acve denen


hurma Cennetdendir ve zehire karşı
şifadır.” (Tirmızi, tıb 22)
• Sahabe bizim için en güzel örnekti. Onlar
da beşer idi.
• Elbette onlar da hata yapmış ve
birbirlerini üzdüğü zamanlar olmuştu.
Ama sonrasında hatasını en güzel bir
şekilde telafi etme yolunu seçmişlerdi.
• Örneğin, Ashab-ı Kiramın önde
gelenlerinden Ebu Zer ile Bilal-i Habeşi
arasında bir tartışma yaşandı.
Tartışmanın etkisiyle Ebu Zer kendine
hakim olamadı ve Bilal'e "Ey siyahın
oğlu" deyiverdi.
• Bu söz renginden dolayı hor görülen
Bilal'i derinden yaraladı.
• Yara gün geçtikçe büyüdü ve Bilal bu
yaraya dayanamadıü Efendimiz (s.a.V.)'e
geldi ve şikayetini söyledi.
• Efendimiz (s.a.v.) son derece rahatsız oldu
ve hemen Ebu Zer'i çağırttı. Ebu Zer
geldiğinde
Peygamberimiz (S.a.V.):
• "Ya Ebu Zer! Sende hala cahiliye kalıntıları
görüyorum. Kişi hiç anasından dolayı
kınanır mı?' diye sordu.
• Ebu Zer (r.a.) yapmış olduğu hatanın bu
kadar derin yaralar açacağını
düşünememişti. içine pişmanlık ateşi
düştü. Ne yapıp edip Bilal'in gönlünü
almalıydı.
• Sabahın seher vaktinde Bilall'in evine
vardı. Yüzünü Bilal'in eşiğine koyarak
uzandı.
• Az sonra Bilal kapısını açtığında Ebu
Zer'i yüzü eşik üzerinde olarak gördü.
• Bilal-i Habeşi:
- Bu ne haldir ya Ebu Zer! Lütfen hemen
kalk!
Ebu Zer:
- Ya Bilal kesinlikle kalkmayacağım.
Ancak o siyah ayağını yüzüme sürersen
o zaman kalkarım diye karşılık verdi.
Bilal:
- Ya Ebu Zer, sen ne diyorsun! Lütfen
kalkar mısın?
• Ebu Zer: - Asla! Ancak ayağını sürersen!
Bilal anladı ki Ebu Zer kalkmayacak.
• Çaresiz kaldı ve ayağını hafifçe Ebu
Zer'in yüzüne sürdü bunu yaparken de
gözyaşları dökülüyordu.
• Bilal ayağını sürer sürmez Ebu Zer de
kalktı ağlayarak kucaklaştılar kardeşlik
havasını derin derin teneffüs ettiler.
• Günümüz Müslümanları da, arayı
bozmaya çalışan fitne güruhlarını iyi
tanıyıp kardeşi kardeşe düşüren şer
odaklarına dikkat ederek bir an önce
kardeş olduğunun farkına varmalıdır.
• Birbiriyle paylaşımcı bir ruha sahip olan
sahabe,Kardeşi aç iken tok yatamayan
sahabe, kardeşinde yok iken, kendisindeki
varlığı kendisini rahatsız eden sahabe,
bizim örneğimiz idi kardeşlerim.
• Ya! Rabbi, bizleri de hatasını kabul eden,
kardeşinden gereği gibi özür dileyebilen
kullarından eyle .
• Sahabelerin şakaları...
• Nuaym Ra
• Bir gün bir adam köle almak İçin Medine’ye
geldi.
• Nuaym ra onu görünce
• -Ne arıyorsun dedi.
• -Ben de bir köle var sana satayım hemde ucuz
olacak dedi. Geride diğer sahabelerle oturan
Bir sahabeyi gösterdi (onun haberi Yok)
• Adam dedi: Yahu boylu boslu yakışıklı bir
köle niye satıyorsun
• Nuaym ra:
• -Sorma iyi hoş ama kötü bir huyu var bir
türlü köle olduğunu kabul etmiyor
• Adam:
• -O kolay ben hallederim diyor parayı
veriyor.
• Adam Sahabenin yanına geliyor
• -Hadi kalk gidiyoruz diyor
• Sahabe şaşkın
• -Nereye gidiyoruz sen kimsin diye
soruyor
• -Benim eve gidiyoruz diyor
• -Senin evde ne yapacağız ben seni
tanımıyorum diyor
• -Seni satın aldım benim kölemsin artık
diyor
• -Yahu git işine ben köle değilim diyor
• Adam gülerek:
• -He o huyunu biliyorum ben diyor.
• Daha sonra Allah rasulü devreye girip
adama ödediği parayı iade edip sahabeyi
kurtarıyor
• Saadet Asrı Müslümanları evlerin gelen
misafiri aile halkına tercih ediyorlardı.
İmkânları kıt olsa bile hayır yapmaktan
geri kalmıyorlardı.
• Ebu Hureyre (ra) anlatıyor: Bir adam Allah
Resûlüne geldi. -Ya Resûlallah! Çok
bitkinim, aç ve susuzum, dedi.
• Peygamberimiz (sav) hanımlarına haber
gönderdi.
• Evlerinde misafire takdim edecek hiçbir
yiyecek yoktu. Bunun üzerine
Peygamberimiz (sav) ashabına döndü:
• -İçinizde bu gece bu kişiyi misafir edecek
kimse yok mu? Allah onu rahmetiyle
mükafatlandırsın, dedi.
• Ensar’dan biri (Müslim’in rivayetine göre
Ebu Talha) kalktı. Peygamberimiz’e: -Ben
misafir edebilirim, Ya Resûlallah! dedi.
• Misafiri alıp evine gitti. Hanımına: -Bu
gelen zat, Allah Resûlü’nün misafiridir.
Evde ne varsa ona ikram edelim, dedi.
Hanımı Rumeysa (r. anhâ):
• -Evde çocukların yemeğinden başka
hiçbir şey yok, dedi.
• Ebu Talha hanımına: -Akşam yemeğini
yemeden çocukları uyut. Kandili de hafif
yakalım. Bu gece biz yemeyelim, sadece
misafirimiz yesin, dedi.
• Hanımı çocukları avuttu. Ev sahibi Ebu
Talha misafirinin yanında yemek
yemeden yer gibi davrandı.
• Ebu Talha, misafiriyle birlikte sabah
namazında Allah Resûlünün yanına
gelince Allah Resûlü (sav):
• -Allah, senin ve hanımının misafirinize
gösterdiğiniz bu ikramdan memnun
oldu, buyurdu.
• Zaman Yeterse – Yoksa bir sonraki sayfa
• PEYGAMBERİMİZİ (sav) AĞLATAN BİR
OLAY” Bir gün bir sahabe, Peygamberimiz
Hazreti Muhammed’in (sav) huzuruna
gelerek cahiliye devrine ait bir vahşiliği
şöyle dile getirir: - Ya Resulallah! Biz
cahiliye devrinde kız çocuklarımızı diri
diri toprağa gömerdik. Benim de bir kız
çocuğum vardı. Annesine,
• , “Bunu giydir, dayısına götüreceğim”
dedim. (Kadın bunun ne demek olduğunu
iyi bilirdi. Ciğerparesi, biricik evladı biraz
sonra bir kuyuya atılacak ve orada çırpına
çırpına can verecekti.
• Ne var ki, kadının böyle bir canavarlığın
önüne geçme imkânı yoktu. Yapabileceği
tek şey, için için ağlayıp kanlı gözyaşı
dökmekti). Hanımım dediğimi yaptı.
• Çocuk gerçekten dayısına gideceğini
zannediyor ve cıvıl cıvıl koşuşuyordu.
Çocuğun elinden tutup daha önce
kazdığım bir kuyunun yanına getirdim.
Ona kuyuya bakmasını söyledim. O tam
kuyuya bakayım derken, sırtına bir tekme
vurdum ve onu kuyuya yuvarladım.
• Fakat her nasılsa, eliyle kuyunun ağzına
tutundu
• Bir taraftan çırpınıyor, diğer taraftan da
“Babacığım üzerin toz oldu” deyip
elbisemi silmeye çalışıyordu. Buna
rağmen bir tekme daha vurdum ve onu
diri diri toprağa gömdüm.
• Adam bunu anlatırken Sevgili
Peygamberimiz ve yanındakiler hıçkıra
hıçkıra ağlıyorlardı.
• Orada oturanlardan birisi “Be adam,
Resulullah’ı, çok üzdün!” deyince,
Efendimiz, adama
• “Bir daha anlat” dedi. Adam olayı bir kere
daha anlattı. İki Cihan Güneşi
Peygamberimizin gözlerinden süzülen
yaşlar mübarek sakalından aşağıya damla
damla akıyordu.
• Allah Resulü hadiseyi tekrar ettirmekle
sanki şunu anlatmak istiyordu:
• “İşte siz İslam’dan önce böyleydiniz. İslam
öncesi kömür ve demir gibiydiniz. Şimdi
ise altın ve elmas gibisiniz. Tekrar tekrar
anlattırdım ki, İslam’ın size kazandırdığı
insanlığı, güzel özellikleri bir kere daha
hatırlayın!”
• Bu olay üzerine “Onlar kendileri muhtaç
olsalar bile kardeşlerini kendilerine
tercih ederler” (Haşr: 9) âyeti nazil oldu..
İ
(Buharî: Tefsir, (Haşr: 9) Bab 6; Menakıbu’l- Ensar 10; Müslim: Eşribe 172. bkz. İbn Kesir, Tefsir: Haşr : 9).

• İslâm ümmetine eşsiz kardeşlik örnekleri


sunan İslâm tarihinin ilk nesli
• “Sahabe Nesli”, İslâm kardeşliğinde
müstesna rehber oldular.
• İLK VAKIF "RUME KUYUSU"...
• Yer: Medine… Hicreti takip eden günler. Alemlerin Efendisi (sallallahü aleyhi ve selem) ile şereflenen
belde huzur içindedir. Müminler kavuştukları nimetin büyüklüğünü iyi bilirler. Server-i alemi
görebilir, işitebilir, sohbetine katılabilirler. Bu, rüya gibi bir şeydir. Hayali bile cihana değer.
• Münevver şehirde hayat alışıldığı üzere devam eder. Hayvanları yine aynı sahraya salar, bahçelerini
bildikleri gibi sularlar. Ama Medine’de elle tutulup gözle görülen bir hareket başlar. Hurmalar
yenildikçe artar, ambarlardan tahıl, güğümlerden süt taşar. Ticaret iyiden iyiye canlanır ve kent
kımıldayıp kıpırdar. Kıpırdar ama…
• Ah bir de içme suları olsa. Evet Medine'de çok kuyu vardır, ama suları… Nasıl söyleyelim bir
acayiptir. Buruk deseniz değil, acı deseniz hiç değil. Geniz yakan tuhaf bir şey işte. Ama Rume
kuyusu başkadır. Suyu şeker gibi tatlıdır ve serinliği dağ yelini andırır.
• Gel gelelim kuyunun sahibi hasis bir Yahudi'dir ve bedelini almadan damla vermez insana. Server-i
Kâinat, bu kuyunun satın alınmasını çok isterler. Hazret-i Osman bu arzuyu emir telakki eder,
defalarca Yahudi'nin ayağına gider "Bu kuyuyu bana sat" der. Yahudi önüne konan dinar dolu
keselere güler geçer. Niye satsın ki zaten akşama kadar para keser.
• Hazret-i Osman bu sefer birlikte işletmeyi teklif eder. Nitekim 32 bin dirhem gümüş gibi reddi güç
bir meblağ vererek kuyuya ortak olur. Anlaşmaya göre suyu münavebe ile satacaklardır. Bir gün o,
bir gün öbürü...
• Yahudi işine eskisi gibi devam eder. Ama Osman bin Affan (radıyallahü anh) daha ilk günden "Sebil!"
der. Medineliler sıranın onda olduğu günü bekler, iki günlük ihtiyaçlarını birden görürler. Ertesi gün
ya üç, ya beş kişi gelir, bazen o da gelmez. Adam bakar olacak gibi değil bu işten vazgeçer.
• Hazret-i Osman kuyunun diğer yarısını mâkul bir ücret (3 bin dirhem) ödeyerek satın alır ve külliyen
vakfeder. Sadece Müslümanlara değil, bütün insanlara hediye eder. Bu işe Medineli Yahudiler de
sevinir, doya doya yıkanır, kana kana içerler. Kuyunun suyu daha bir bollanır, daha bir ballanır.
Düşünebiliyor musunuz, Rume, koca Medine'ye yeter.
• Resulullah Efendimiz bu hizmetten çok hoşnut kalır. Çok dua eder ve güzel müjdeler verirler. İşte bu
yüzden müminler su getirmeye ve çeşme yaptırmaya özenirler.
• Bir başka yardımlaşma örneği:
Ensar, hurma toplama zamanı geldiğinde topladıkları hurmaları biri küçük,
diğeri ise ondan daha büyük olmak üzere iki öbek haline getirirler ve sonra
küçük olanın üzerine hurma dallarını da eklerlerdi. Bundan sonra ise
Muhacirleri çağırıp “Hangisini istiyorsanız alınız!” derlerdi. Muhacirler
büyük olan kısmı alırlar, Ensar ise dalları için, küçük olanı alırlardı. Bu,
Hayber’in fethine kadar böylece devam etti.
Hayber’in fethinden sonra Hz. Peygamber, Ensar’a
“Eğer isterseniz Hayber’den size hisse vermeyeyim, buna karşılık da
hurmalıklarınız yalnızca kendinize kalsın” dedi. Ensar buna şöyle cevap
verdiler:
“Ey Allah’ın Rasûlü! Sen bize bazı görevler verdin ve birtakım şartlar öne
sürdün; bizse bütün bunlara karşılık senden cenneti istedik. Eğer bu
şartımızı kabul ediyorsanız sizin dediğiniz gibi olsun”. Hz. Peygamber de;
“Evet, şartınızı kabul ediyorum” buyurdular.
• ACVE HURMASI VE HİKAYESİ…
• Peygamber hurması adıyla da bilinir. Medine’nin sadece bir vadisinde yetişir, bütün
dünyaya Medine’den dağıtılır. Medine karası diye bilinen hurmanın küçüklerini
genelde Acve diye satarlar.
• Bir gün Yahudi’nin biri eline yanmış hurma dalını alıp, huzuru saadete gelir ve: Nasıl
olsa bu yeşermez diye; “Ya Muhammed al bu hurma dalını dik, olurda Hurma
verirse, iman edeceğim” der. (Nasıl olsa yeşermez bende iman etmekten
kurtulurum misali)
• Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi vesellem ) dua eder, hurmayı diker. Hemen
yeşerir hurma verir. Ve taze hurma yerler. Yahudi sihir der inkârda ısrar eder. Acve
hurması o gün bu gündür o vadide olur. Acve (yanık) isminin bu mucize üzerine
verildiği rivayet edilir. Tadı hâlâ yanık kokuludur. Şifa kaynağıdır…
• Bu hurma ile ilgili Peygamber Efendimiz bazı Hadis-i Şerifler de buyurmuştur. Sa’d
bin ebi Vakkas rivayet ediyor; Resulallah (Sallallahu aleyhi vesellem) şöyle
buyurdular: ”Kim sabah aç karnına yedi tane acve hurması yerse o gün ona ne sihir
ne de zehir tesir eder.” Başka bir rivayetde "zehir ve sihir zarar vermez”. Yine başka
bir rivayette; “Aç karnına hurma yiyiniz zira aç karnına yenen hurma asalakları
öldürür.” (Buhari, et’ime 43; Müslim, et’ime 154)
• Ebu Hureyre’den rivayetle; ”Acve denen hurma Cennetdendir ve zehire karşı
şifadır.” (Tirmızi, tıb 22)

You might also like