You are on page 1of 19

YABANCI KÜLTÜRLERİN OSMANLI GİYİM KUŞAMINA ETKİLERİ

Prof. Dr. Tuba Vural Yrd. Doç. Dr. Fatma KOÇ Yrd. Doç. Dr. Emine KOCA
Gazi Üniversitesi Mesleki Eğitim Fakültesi
Giyim Endüstrisi ve Moda Tasarımı Eğitimi Bölümü
tuba@gazi.edu.tr fturan@gazi.edu.tr ekoca@gazi.edu.tr

ÖZET
Medeniyet alanını değiştirmeye zorunlu bir toplumun kültürü ile hakim kültür
karşılaştığında, birinin mutlaka yok olması gerekmez sentez ister istemez gerçekleşir. Belirli bir
toplumun ürünlerinin bir başka toplum tarafından benimsenmesi diğer toplumun bütün kültürel
ve sosyal modellerinin tamamen benimsendiği anlamına gelmemelidir. Kültür olgusu,
değişmeyen, hep olduğu gibi kalan bir anlamlar bütünü değildir; zamana, siyasal, sosyal ve
ekonomik yapıdaki gelişmelere bağlı olarak değişikliğe uğrayabilir; başka kültürlerle karşılıklı
olarak alışverişte bulunulabilir. Günümüzde tüm dünyadaki moda akımlarının birbirini nasıl
etkilediği kültürün bu özelliğini kapsamaktadır. Bu bağlamda, tam bir kültürel reddetme veya
tam bir kültürel kabul hiçbir zaman gerçekleşmez.
Tarihi süreç içerisinde; Osmanlılar da temas ettikleri milletler ve topluluklardan pek
çok şeyi aldıkları gibi onlara da birçok yönden katkıda bulundukları inkar edilemez bir
gerçektir. Bu durum, ilişki kurdukları milletlerin her türlü kültür varlığı üzerinde kendini
göstermiştir. Osmanlıların, uzun tarihi geçmişleri, yayıldıkları geniş coğrafi alanları, farklı
kültürler ile etkileşimleri ve inanç sistemleri, toplumların örf, adet, gelenek ve görenekleri
giysilerin şekillenmesinde de önemli bir rol oynamıştır. Bu bağlamda, pek çok ülke ve kültür ile
ilişkiler içine girmiş olan Osmanlı toplumunda giyim-kuşam kültürünün ne şekilde etkilediği
üzerinde durulacaktır.
Osmanlılar güçlü oldukları dönemlerde kendilerini Batıdan üstün saymışlardır. Ancak,
gerileme döneminin başlamasıyla birlikte niçin geri kalındığı sorusu sıkça sorulur olmuştur.
Soru, Batının askeri üstünlüğü gösterilerek cevaplandırılmıştır. Bu dönemde askeri yenilikler
yapılmış ve “öte yandan, Batı uygarlığının kişinin refahına yönelik değerleri Osmanlı idare
sınıfına sızmıştır ” . I. Mahmut (1730- 1754) ve III. Selim (1789-1807) dönemlerinde kıyafet
reformları yapılmış, 1829’da kıyafet reformu sivil memurları da içine almıştır. Sarık, cübbe ve
ayakkabının yerini; redingotlar, pelerinler, pantolonlar ve siyah derili potinler almıştır. Buna
bizzat Sultanlar öncü olmuş, saraydan paşalara ve diğer tabakalara yayılmıştır. Bu dönemde, “
giyim, ev eşyası, paranın kullanılışı, evlerin stili, insanlar arası ilişkiler “Avrupai ” olmuştur”.

Anahtar kelimeler: Osmanlı, kültür, Kültürel etkileşim, giyim –kuşam, kıyafet

GİRİŞ
İnsanın vücudunu korumak amacı ile başlayan, çeşitli etkenler ile biçimlenen giysiler,
vücudun örtüsü, baş, süsleme ve kullanılan gereçler gibi katmanlarla oluşturulmuştur. İnsanın
doğal çevresi ülkenin coğrafi konumu, ekonomik ve toplumsal yapı ve erotik etmenler bile
giyimin şekillenmesinde önemli ölçüde katkıda bulunmuşlardır. Bu karmaşık görünümler ve
ayrımların oluşumu, dünya uygarlık tarihinin başından bu yana görülebilmektedir.
Giyim tarzı, alışkanlıkları, insanoğlunun inanç ve kültürlerinden etkilenerek gelişim
göstermiştir. İnsanların yaşadığı coğrafyayı, mensup olduğu topluluğu, hangi dinden olduğu
giyim tarzı ve anlayışındaki simgesel anlatım gücü ile mümkün olmaktadır (Cihangir, 2003).

1
Giyim kuşam, insanoğlunun kültürel gelişim ve yaşam sürecinin kökeninde koruma
amaçlı olmasına karşın, gelişim sürecinde geniş kültürel işlevler yüklenmiş bir olgudur.
Ekolojik koşulların toplumsal ve kişisel değer yargılarının, törelerin, kültürel ve ekonomik
koşulların biçimlendirdiği önemli bir kültürel öge aynı zamanda da kültürün en önemli
taşıyıcılarındandır. Kültür olgusu, değişmeyen, hep olduğu gibi kalan bir anlamlar bütünü
değildir; zamana, siyasal, sosyal ve ekonomik yapıdaki gelişmelere bağlı olarak değişikliğe
uğrayabilir; başka kültürlerle karşılıklı olarak alışverişte bulunulabilir. Bu bağlamda, tam bir
kültürel reddetme veya tam bir kültürel kabul hiçbir zaman gerçekleşmez.
Medeniyet alanını değiştirmeye zorunlu bir toplumun kültürü ile hakim kültür
karşılaştığında, birinin mutlaka yok olması gerekmez sentez ister istemez gerçekleşir. Belirli
bir toplumun ürünlerinin bir başka toplum tarafından benimsenmesi diğer toplumun bütün
kültürel ve sosyal modellerinin tamamen benimsendiği anlamına gelmemelidir. Gökalp'e göre
medeniyet milletlerarası olduğu halde kültür millidir. Medeniyet bir milletten başka bir millete
geçebilir. Fakat kültür geçemez. Buna bağlı olarak bir millet medeniyetinı değiştirebilir, fakat kültürü
deiştirilemez. Medeniyet milletlerin birbirine benzeyen taraflarını, kültür ise onları birbirinden
ayıran tarafları temsil etmektedir. Medeniyet çeşitli kültürlerin ortak taraflarını temsil ettiğine
göre, toplum hem milli bir kültüre, hem de müşterek bir medeniyete sahip olabilecektir
(Göverçile, 1998:6).
Tarihi süreç içerisinde; Osmanlılar da temas ettikleri milletler ve topluluklardan pek
çok şeyi aldıkları gibi onlara da birçok yönden katkıda bulundukları bilinmektedir. Bu durum,
ilişki kurdukları milletlerin her türlü kültür varlığı üzerinde kendini göstermiştir.
Osmanlıların, uzun tarihi geçmişleri, yayıldıkları geniş coğrafi alanları, farklı kültürler ile
etkileşimleri ve inanç sistemleri, içinde barındırdığı toplumların örf, adet, gelenek ve
görenekleri giysilerinin şekillenmesinde de önemli bir rol oynamıştır.
Bu çalışmada, farklı kültürlerle kurduğu ilişkiler sonucunda, bu kültürlerin sahip
olduğu birikimlerden de yararlanarak kendi estetik anlayışını inşa etmiş olan Osmanlı
toplumunda giyim-kuşam kültürünün yüzyıllarca sürdürdüğü, geleneksel yapıdan modern
yapıya doğru nasıl değişiklikler geçirdiği ve farklı kültürlerin bunun üzerinde nasıl etkileri
olduğu üzerinde durulacaktır.
Türkler İslamiyet’e girişleriyle birlikte, bir taraftan kendi örf ve adetlerini muhafaza
etmeye çalışırken, Arap ve istila ettikleri yerlerdeki Fars, Bizans ve Avrupa ülkelerinin
kültürünün de etkisi altında kalmışlardır. (İnan,1969:19). Anadolu kültürü, Asya’dan İran ile
İrak’a göç eden Büyük Selçuklular ( İran Selçukluları) ve onlara etki eden Hun, Göktürk,
Uygur, Gazne Karahanlı gibi Türk devletlerinin kültürlerinden kaynaklanmış; Hitit, Frig,

2
Yunan, Roma, Bizans Sanatları gibi Anadolu uygarlıklarından beslenmiştir. Türklerin
Anadolu’ya Asyadan Taşıdıkları kültürleri geçtikleri İslami çevrede gördükleri ile serpilmiştir
( Barışta,1988:1). Anadolu, coğrafi konumu nedeniyle tarih boyunca Asya, Avrupa, Afrika,
Mısır ve Mezopotamya kültür yollarının kesiştiği bir merkez olmuştur. Orta Asya'dan
Anadolu'ya 9. yüzyıldan itibaren girmeye başlayan Oğuz, Türkmen boyları Anadolu'yu yurt
tutarak Anadolu'nun bu günkü kültürel temellerini atmışlardır. Anadolu kültüründe egemen
kültür Türk kültürüdür. Toplumların giyim kuşam kültürleri, bu kültürün taşıdığı toplumların
değer yargıları, inançları, töreleri, gelenek ve görenekleri, ekonomik yapıları, estetik ve
sanatsal özellikleri vd. hakkında bilgi verir. Giyim kuşam kültürü obje, renk ve biçimin
oluşturduğu karmaşık bir yapıya sahip olmuştur (Erden, 1998: 6). Alpaslan’ın 1071’de
Anadolu’nun kapılarını Türklere açmasıyla başlayan Selçuklular döneminde hükümdarlar
milliyet ve din farkı gözetmeden sanata önem vermişler sanatçıyı desteklemişlerdir. Kökleri
Paleolitik döneme dayanan, Anadolu kültür mirasının da katkısıyla yüksek düzeyde, bir islam
kültürü geliştirmek için çaba harcamışlardır. Bu arada Anadolu’da karşılaştıkları Hiristiyan
kültürüne de uyum sağlamaya özen göstermişlerdir ( Barışta, 1988: 6).
Farklı kültürlerin yeni bir toplumsal ve kültürel etkileşim ile karışması kültürel değiş-
tokuşun dinamik üretkenliği içinde hem sömürgecinin hem de sömürülenin uygulamaları
onların birbirlerine ilişkin deneyimleriyle değişikliğe uğrar (Lewis,2006:343). Osmanlı’nın
Avrupa ile temaslarının tuhaf emperyal bağlamında Osmanlı sultanlarının görünüşte kapalı
sarayı Batılı kodlar ve toplumsal alışkanlıklarla sürekli olarak etkileşim içinde olmuştur (
Micklewright 1999, Germaner ve İnankur 1989).
Farklı coğrafyaları, dil ve dinleri bir araya getiren Osmanlılar farklılıkları kendi
kompartımanları içinde sisteme entegre etmeye çalışmışlardır. Bunun olumlu olduğu kadar
olumsuz yönleri de olmuştur. Söz konusu durum “maddi kültür ve hayat tarzında, folklorda
karşılıklı etkileşimlere bir ölçüde açıklık sağlamış ve bir Osmanlı yaşam biçimi doğabilmiştir”
(Ortaylı, 1985: 996-997).
Osmanlı toplumunda, özellikle İmparatorluğun ilk dönemlerinde medreselerin,
tarikatların etkisiyle, kısmen kadına dini inanışlarına göre sosyal hayatta bir yer tanınmış ise
de bu durum gitgide kaybolmuştur. Osmanlı toplumunda kadının “harem”e kapatılarak
toplum yaşantısının dışına itilmesinin, İstanbul’un alınışından sonra Osmanlılar’ ın köleci
Bizans devlet yapısından etkilenmesiyle başladığı sanılmaktadır (Çağlar, 1992:49). Diğer bir
görüşe göre Osmanlı toplumunda, kadının önceleri sahip olduğu yerini kaybetmesinin nedeni,
İslamiyet’in kabul edilmesiyle birlikte, Arap geleneklerinin ve kültürünün etkisi altında

3
kalmasının bir sonucu olduğu öne sürülmektedir. İslam dininin kabul edilmesiyle kadın
toplumdaki yerini kaybetmiş, eve kapanmıştır. (Doğramacı,1989:2)
Osmanlılar güçlü oldukları dönemlerde kendilerini Batıdan üstün saymışlardır. Ancak,
gerileme döneminin başlamasıyla birlikte niçin geri kalındığı sorusu sıkça sorulur olmuştur.
Soru Batının askeri üstünlüğü gösterilerek cevaplandırılmıştır. Bu dönemde askeri yenilikler
yapılmış ve “öte yandan, Batı uygarlığının kişinin refahına yönelik değerleri Osmanlı idare
sınıfına sızmıştır ” (Rado, 1987: 25). Batı karşısında başlayan gerileme, dolayısıyla Batı’nın
gelişmesindeki nedenler özellikle 18. asrın başından itibaren Osmanlı yöneticileri ve
bürokratları tarafından sorgulanmaya başlamıştır. Batı’ya elçi göndermek, matbaa kurmak,
kitap basmak (tür olarak yirmiye ulaşmasada), yeni okullar açmak, Batı tarzı bahçeler
yapmak, bu dönemdeki alafranga yaşamın Osmanlı’daki ilk belirtileri olarak kabul edilebilir.
On beş yıllık Lale Devri’nden sonra Osmanlı uzun süre içine kapanarak sorunlarına çözüm
üretmeye çalışmıştır. Askeri başarılar ve ekonomik üstünlük, moda yaşamları da beraberinde
getirmiştir ( Özdemir, 2007; 17).
Mustafa Orçan’ın Lale Devri döneminde bugünkü anlamıyla kitlesel bir tüketimden
bahsedilemeyeceğini belirtmesi ve 1718-1789 arası dönemi Osmanlı Batılı tüketim
kültürünün “nüvelenme dönemi” olarak vurgulaması, daha gerçekçi bir yaklaşımdır. Bu
dönemde öncelikle yerleşik yapıdakinden farklı, Batı tarzı tüketim talepleri ortaya çıkmaya
başlamıştır (Orçan 2004: 47-51). Osmanlı tüketim kültürünün bu nüvelenme döneminde,
sadece Batı’nın değil, resim ve bahçe düzenlemesiyle İran’ın, kumaşlar vasıtasıyla da Hind’in
etkisi olmuştur (Ortaylı 2000: 124 ve Jirousek 2000: 208). Özetle bu dönemde Doğu ve Batı
kökenli gelenekler ve unsurlar Osmanlı toplumunu derinden etkilemiştir. Bu durum giysiler
ve giyinme biçimlerinde yeni zevk ve unsurlarla kurgulanan Osmanlı tüketim kültürünün
tohumlarının atılması nı sağlamıştır.
III. Ahmet ile Sadrazamı tarafından, Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi’nin, Fransa’ya
elçi olarak gönderilmesi ( 1720), Fatma Müge Göcek tarafından Osmanlı’nın Batı’ya açılan
ilk penceresi olarak kabul edilmektedir. Paris’te yaşayan kadınların serbestliği ve rahatlığı
elçimizin de dikkatini büyük ölçüde çekmiş “Fransa memleketlerinde kadınların itibarı
erkeklerden üstün olmağla istedikleri ne ise işlerler ve murad ettikleri her yere giderler. En
âlâ beyzâde, en düşkününe haddinden ziyade riayet ve hürmet ederler; ol vilayetlerde
hükümleri câridir.” (Rado, 1987: 25) Batı yaşamını ve tarzını öğrenmesi açısından bu
seyahatin yararlı olduğu söylenebilir. “Yirmisekiz Çelebi’den önce, Batı kültür ve
medeniyetine hayranlığı, hiçbir Osmanlı onun gibi duymamış ve ifade etmemiştir” ve sefirin
dönüşüyle birlikte, “Batı, 18 yüzyıldan itibaren beğenilen, taklid edilen bir prestige-culture

4
haline gelmiştir.” (İnalcık, 1993: 427). Bu dönemden sonra, Osmanlı toplumundaki Batı tarzı
edebiyat çevre, ürün ve akımlarının ortaya çıkması, Batı tarzı eğlence anlayışı, aktörleri,
unsurları ve gelenekleri de yerleşmeye başlamıştır. Gazetelerin yayımlanmaya başlaması, bir
bakıma Osmanlı toplumunun tüketim kültürünü, dolayısıyla da popüler kültür temelinde
dönüştürülme sürecini de belirginleştirmiştir, hızlandırmıştır. Osmanlı tüketim kültürünün
başlangıç dönemi, isyanlarla kesintiye uğratılsada, 1789-1839 arası dönemdeki yenileşme
hareketleriyle devamlılık kazanmıştır ( Özdemir,2007; 12).
Bu dönemden sonra ülkenin ekonomik durumu kötüleşmeye başlamış Devlet adamları
ve zenginler arasında yayılan lüks tutkusu, pahalı elbise giyme yarışı Padişahın tepkisine
neden olmuştur. Bu durum yabancı memeleketlerden getirilen ürünlerin azaltılması ve yerli
mallarının kullanımının artırılması ile ilgili emirler çıkartılmasına kadar varılmıştır. Esnafın
çuha dikişli kavuk giymesini, hizmetkar, katip, mültezim sınıfındakilerin samur kürk gibi
“kibara mahsus esbabla” gezmelerini yasaklayan III. Selim, sadrazama gönderdiği hattında
“Ben daima İstanbulkari, Ankarakari kumaş giyerim, devlet ricalim ise hala Hindkari ve
İrankari kumaş giyerler, memleket kumaşları giyerlerse, memleket malı revaç bulur” demek
suretiyle endişesini dile getirmiştir ( Turan, 2005, 259).
Geleneksel giyimden (entari, kavuk, sarık, vb.) çıkışta ilk adım Nizamı Cedit ile
1790’larda atılmıştır. Daha o zaman, Nizamı Cedid’ i kötülemek için, Avrupalı giysilerle fazla
bir ilgisi olmadığı halde bu husus bid’at olarak öne sürülmüştür. “ Men teşebbehe bi kavmin
fe huva minhum- Bir halkı taklit eden onlardan olur” yargısı başlıca silah olarak
kullanılmıştır. Yeni ordu dağıtılıp III: Selim öldürüldükten sonra yeni sultan için hazırlanan
şer’i hücette “emri bil maruf ve neyhi anil münker- bilinenin uygulanması istenmeyenin
önlenmesi” kaydı konarak geleneklere bağlılık ve değişmenin istenmediği vurgulanmıştır. II.
Mahmut ihtiyatlı bir bekleyişten sonra ani bir vuruşla 1826’da yeniçeri ocağını ortadan
kaldırarak yeni kurduğu ordusunun hem giysi hem de başlığını değiştirmeye yöneldi.
Giysilerde Avrupa’ya yaklaşmakla birlikte başlıkta tam tersine, Mısır Valisi M. Ali Paşanın
askerlerine giydirdiği “Fes” giydirilmiştir ( Koloğlu, 2002: 303).
Fesin sadece bir topluma özgü olduğunu söylemek olanaksızdır. Mehmet Ali Paşa
Tunuslulardan almıştır. Ancak kuzey afrikalılar kadar Venedik’te de kullanılmış ve kafayı
korumaktan başka hiç bir özelliği yoktur. Dini niteliği hiç olmamıştır. Yine de önceleri tepki
çekmiş Bunda Tanzimat’la getirilen eşitlikten yararlanmak, müslümanlardan farklı başlık
giymek aşağılanmasından kurtulmak isteyen gayri Müslimlerin fese özel bir ilgi ile
bağlanmasının etkisi düşünülebilir. Zamanla Gayri müslimlerde şapkaya yöneliş artınca ,
müslümanlar fese daha çok sarıldılar ve 19. yüzyılın son çeyreğinde müslümanlığın simgesi

5
olarak gösterilmiştir ( Koloğlu, 2002: 304). Ancak gerek II. Mahmut’un gerekse
Abdülmecit’in Batılı kıyafeti benimsemeleri zihniyet değişiminin dışa yansıyan yönüne işaret
etmiştir (Koloğlu, 1993: 76-77). Bu gelişme ile her şeyden önce değişimin yaşandığı bir
dünyada klasik dönemde bile yerleşik uygulama haline getirilmemiş olan Müslim gayri-
Müslim arasındaki kılık kıyafet ayrımına artık yer olmadığı açıkça ortaya konmuştur. İkinci
olaraksa modernleşmeyle birlikte türdeş bir toplum yaratma sonucunda benzer yaşam
koşulları oluşmaya başlamıştır (Oktay, 2003: 240).
III. Selim’in yenilikçi düşüncelerini benimseyerek askeri ve toplumsal alanlarda bir
dizi reform gerçekleştiren II. Mahmut’un saltanat yıllarında geleneksel Osmanlı imajının bir
ölçüde değiştiği görülür. İstanbul’a gelen gezginler anılarında bu değişimi birazcıkta buruk bir
ifade ile vurgularlar. Yüzyıllardır Avrupalıların düşüncesinde ürkütücü olduğu kadar görkemli
ve zengin giysileriyle de yer almış olan Osmanlı Ordusunun modernleşmesi ve özellikle
1829’dan sonra sivil halkın kılık kıyafetinde yapılan değişiklik, sarık ve kaftan yerine
pantolon, ceket ve fes giyilmesi Batılı gözünde Doğu imgesini bir ölçüde zedelemiştir (
Germaner ve İnankur, 2002: 85).
Sultan Mahmut zamanından itibaren erkekler Avrupa modasını takip ederek gündelik
hayatlarını kısmen batıya uydurmaya çalışırken Modaya erkeklerden önce kendilerini kaptıran
hanımlar Beyoğlu’ndaki yabancı terzilere Paris modasına uygun giysiler diktirmeye
başlamışlardı. O dönemlerde kadınlar yeni yeni çıkan ampir mantoları ferace haline getirmek
için zekalarını kullanarak, geniş kabarık Avrupa tarzı eteklerin üzerine ilk Türklerden kalma
üç kırmalı yakayı arkadan yerlere kadar uzatarak Türk geleneği ile Avrupa modasını
birleştirmişlerdir. Uzun yakalı parlak renkli feraceler III. Selim zamanından itibaren yasak
edildiği halde kullanılmaya devam etmiş,bütün yasaklara rağmen rengarenk feraceler Türk
zevkine göre Avrupa modasına uygun hale getirilmeye çalışılmış ve kullanılmıştır ( Sevin,
1990:120).
1850’de Türkiye’de bulunan Anna Bowman Doot “In The Palaces of the Sultan”Adlı
kitabında moda konusundaki değişimi Abdülaziz’in Fransa Seyahatine bağlar ve Le Bon
Marche’den sayısız ithal malı eşya almak için La Grande Rue’ye( Beyoğlu) alışverişe gelen
Türk kadınlarının Türk yaşamında sessiz, bilinçsiz ama yinede çok şaşırtıcı bir devrim
gerçekleştirdiklerini belirtir ( Dood, 1903:389, Germaner ve İnankur, 2002:177).
18. yüzyılda dikkat çekici süslemelerin ve renklerin kısıtlanması örneğinde olduğu gibi
Tanzimat dönemi boyunca Kamusal kadın iffetiyle ilgili kanunların gevşetilmesiyle feraceler
giderek daha önemsiz bir kıyafet haline gelmeye başlamıştır. Genellikle dışarıda giyilecek şık
bir kıyafet olarak görülen, uygun yaşmağın eşlik ettiği bol çarşafa doğru yöneliş ilk bakışta

6
geriye gidiş gibi görünebilir., ancak çarşafın çeşitli kullanımı kadınların kamusal sunumlarına
atfedilen çeşitli anlamlar kümesini tasvir eder. Çarşafın ortaya çıkışı kaynağı hakkındaki
çeşitli düşünceler bulunmaktadır ancak saraya ait bir giysi olmadığında şüphe yoktur.
Muhtemelen Suriye’den gelmiştir. İlk başlarda baştan aşağıya doğru sarkan ve belde toplanan,
pelerine benzeyen, hacimli ve tek parça bir giysi olan çarşaföncelikle bedenin dış hatlarını çok
daha fazla örterken, öte yandan daha dar bir kesime sahip olan feracen,in aksine “belle
epoque” tarzı daha geniş giysi kollarının yer almasını mümkün kılan bir yapıya sahip bir giysi
olmuştur ( Lewis, 2006:350). İlk başlarda çarşafın müslüman kadınlar için uygun olmadığını
düşünen Abdülhamit bir süre sonra kadınları yeterince korumadığı gerekçesiyle feraceyi
yasaklar ve bu sefer de çarşafla peçenin giyilmesinde ısrar eder ( Davis, 2005: 219, Şeni,
1995, ). Dolayısıyla çarşaf, kökenleri farklı bir kültüre dayanan ancak farklı nedenlerden
dolayı muhafazakarlarla ilişkilendirilen bir kıyafet olarak gündemde kalmıştır.

Günümüz bakış açısına göre, Çarşaf ve peçenin benimsenmesi, modernleşme ve


batılılaşmadan uzaklaşma olarak görülebilir. ”Tek parçadan oluşan zarif feracenin yerine iki
parçadan oluşan çarşafın, alt kısmı belde toplanıyor, bir pelerinden oluşan üst kısım başı ve
omuzları belin altına kadar örtüyordu. Gözleri açıkta bırakan beyaz bir tül yerine kalın bir
dallı yemeni yüzü kaplıyordu. Kadınlar bunun içinde başsız birer hayalet gibi görünüyorlardı”
( Moralı,1960: 4). Yinede zamanla çarşaf hacimli ve şekilsiz bir örtüden, bir ölçüde bedenin
biçimine uyan bir giysiye dönüştürülmüştür. İmparatorluğun son dönemlerine kıyafetlerle
ilgili çıkartılan yasklamaların, çarşafın çok bol olan kesiminin bedeni ve yüzü gizlemesinden
dolayı kadınlara tanınmaksızın daha fazla hareket özgürlüğü sağlaması geniş kitlelerce
kabulünü kolaylaştırdığı ve yaygınlaştırdığı şeklinde yorumlanabilir.

7
Fatma Hamdi. Fotoğraf: Sébah Joailler.
Edhem Eldem Koleksiyonu

II. Mahmut’tan Halife Abdülmecid Efendi’ye kadar dönemin hanedan üyeleri ve


yüksek bürokratlar batılılşama hareketlerinin uygulayıcıları ve koruyucuları olmuşlardır.
Toplumun en üst makamından gelen ve sürekliliği olan bu destek, kültürel değişimin köklü
biçimde yer etmesinde önemli rol oynamıştır. Bu dönemde Avrupalı sanatçıların İstanbul’a
gelmelerinin bir nedeni Batı dünyasında yaşanan egzotizm ve doğu merakı, diğer bir nedeni
de İmparatorluğun başkentinde yaşanan batılılaşma ve onun sanat alanında doğurduğu yeni
gereksinimlerden kaynaklanmıştır ( Germaner ve İnankur, 2002).
Tanzimat döneminde ilki 1829 da bir İngiliz askeri gemisinde yapılan ve devlet
erkanının katıldığı baloların sıklaşması da kadın giysilerinin değişiminde etken olmuştur. Bu
balolara yabancı diplomatların eşlerinin ve kızlarının dekolte tuvaletlerle katılmaları, 1856 da
padişahın da ilk kez bir baloda görülmesi, Fransa kraliçesi Öjeni’nin 1868 de İstanbul’u
ziyareti vesilesiyle bir batılı kadına gösterilen ilgi kadar onun görünüşü de, kadınların
giysilerine yeni formüller aramalarına yönlendirmiştir. Misafir hükümdar eşlerini karşılamada
padişahlarımızın (Abdülaziz, Abdülhamit, Mehmet Reşat, Vahdettin) onlara kollarını vererek
saraya götürmeleri alışkanlığı eklenince ufuklar büsbütün genişlemiştir ( Koloğlu, 1998: 14).
17. yüzyılın başında Osmanlı yaşamı, “alaturka” adıyla Batı’da, özellikle Fransa’da
moda olurken, 18. asırdan, özellikle de 19. asrın başından itibaren de Batılı yaşam tarzı
“alafranga” Osmanlı’da tutulmaya, taklit edilmeye başlanmıştır. Burada asıl ilginç olan
Batı’da alaturka modasının çeyrek asırla sınırlı kalmasına karşılık, Türkiye’de merkezleri
değişse de yaklaşık üç asırdır Batı’nın moda olmaya devam etmesidir ( Özdemir, 2007; 17).

8
Antoine de Favray’ın “Fransız Büyükelçisi Vergennes Kontu Charles Gravier'nin Türk Giysileri İçinde Portresi”
(Anonim1, 2008).

Daha önceki küçük bir toplumsal kesimle sınırlı “alafranga” modası, 1850’lerden
sonra yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Osmanlı kentli toplumunun bilinçli ve etkili moda
olgusu, dolayısıyla kitle ve popüler kültür temelinde yeniden oluşturulmasında ve
dönüştürülmesinde magazin basınının önemli etkisi bulunmaktadır. Osmanlı magazin basını,
Medeniyet’in 1874 yılında yayımlanmasıyla başlar. Ancak burada yabancı ülkelerden
getir(t)ilen ya da gayri-müslim topluluklardan alınan “saç, cilt bakımı, giyim tarzı, ev
dekorasyonu, kadın sağlığı” gibi konuları işleyen “Figaro, Femina, Lecturs Pour Tous
(Herkes İçin Okunacak Şeyler adlı Fransız popüler dergisi, ki bu dergi İstanbul’da çok
okunmuştur) gibi dönemin ünlü kadın, moda ve salon dergileriyle Londra’daki Mapple ve
Paris’teki Lafoyette mağazalarının resimli dergilerinin, reklam kataloglarının (Çıkla 2004: 92-
93). ve gazetelerdeki ithal ürün ilanlarının son asır Osmanlı kentli yaşamını belirli kalıplar,
ürünler, tarzlar ve kesimler kapsamında biçimlendirdiği de vurgulanmalıdır. Bu katologlardan
seçilen her elbise, mobilya, makyaj malzemesi vb. yeni kimlik ve yaşam kurgulamalarını da
beraberinde getirmiştir. Bilhassa Servet-i Fünun dönemi romanlarında bu tarz yaşam, çeşitli
cepheleriyle anlatılmaktadır. Bütün bu moda kökenli değişmeler, öncelikle kentli eğlence
dünyasında gerçekleşmiş ve gerçekleşmektedir ( Özdemir,2007; 16).

9
Batılı tarzda giyimde yeni akımlar (Anonim 2, 2008)
19. yüzyıl ikinci yarısından itibaren Osmanlı kentlerinde, özellikle İstanbul’da askeri,
sivil bürokratlar ve Batı kültürüne yakın okumuş çevrelerde hakim olmaya başlayan Batılı
tarzdaki giyim bilhassa gayri müslimlerin öcülüğünde gelişen yeni moda akımlarını
oluştururken yeni bir yaşam biçiminin göstergesi olmuştur. Modaya öncülük edenler, şık ve
modaya uygun giyinenler, yeni akımlar çıkaranlar ve en son modayı öğrenmek isteyenler,
Göksu ya da Sadabat gibi geçmişin sisler arkasında kalmış eğlence mekanları yerine yeni
yükselen sınıfların ruhunu yansıtan Pera’ya gitmeye başladılar. Dolayısıyla, modaya öncülük
konusunda Müslümanların yerini gayrı Müslimler aldı. Quataert’in dikkat çektiği üzere
kamusal mekanlardaki giyim kuşam yarışı, bir toplumsal statü mücadelesiydi. Fes ve redingot
bürokrat sınıfın standart kıyafeti halini alırken, gayrı Müslimler zarif, pahalı ve en son moda
kıyafetleri giymede öncülük etmişlerdir (Quataert, 2003: 232-233). Bu etki okumuş
Müslümanlar arasında olumlu yanıt bulmakta gecikmiyordu. Ancak zaman zaman devlet
muhafazakar kesimden gelebilecek eleştirileri göz önüne alarak 1861’de Beyoğlu ve
Galata’da İslam milletine yakışmayacak kılık ve kıyafette dolaşanların menedilmesi
örneğinde olduğu gibi düzenlemeler yapabiliyordu ( Turan, 2005, 259).

Şehzadebaşı 1890 ( Özdendes, 2006, 145)

10
Osmanlılarda batılılaşma çağı olarak bilinen 19. Yüzyıl da Batı tarzı giyim kurallarının
oluşması Avrupalılaşmanın gereği olarak sunulmuştur. Avrupai terbiye ve davranışlar, Türk
olanla karşıt görülüp, bir alafranga ve alaturka ayrımı çerçevesinde yorumlanmıştır. Bu ikili
yorumda alafranga olanı benimseyen ilerici Osmanlı aydını, bunu yerli davranışlara bir
seçenek olarak değil, yeni uluslararası dünyada dünyevi Osmanlı için “medeni davranış”ın tek
ana öğretisi halinde kabul edecektir. Batı kültürü üzerine hacimli yayınları ile meşhur Ahmet
Mithat Efendi’nin alafranga adab-ı muaşeret üzerine yazdığı kitabın ilk defa 1894 yılında
basılıp, günün en popüler kitaplarından birisi haline gelmesi, alafranga adabın artık çağdaş
Osmanlı bireyi için vazgeçilmez bir unsur olduğunu göstermektedir (Esenbel, 2000:31).

Jön Türk şıklığı (Anonim 1, 2008)


İstanbul haremlerinde pek çok resim yapmış olan Marie Adelaide Walker, İstanbul'a
1855 dolaylarında gelmiş, başta Fatma Sultan ve Abdülmecid'in ikinci ikbali ve gözdesi
Serfiraz Hanım olmak üzere pek çok önemli kişinin resimlerini yapmıştır. Kendisine
''Tasvirci'' denildiğini söyleyen Walker, Fatma Sultanın resmini, Boğaz’daki yazlık sarayın
[Baltalimanı Sahilsarayı] hareminde yapmıştır. Sultanın bu önemli olay için seçtiği giyside
Doğu zarafetinden, ihtişamından en ufak bir iz olmadığını belirten Mrs. Walker, onun çok
güzel giysilerinin olmasına rağmen sırf moda “a la frança'' diye en kötü Fransız ipeklisinden
bir elbise içinde poz verdiğini söyler ve Doğu'nun rahatlığının, zarafetinin, göz kamaştırıcı
ihtişamının, Batı modası uğruna nasıl yok edildiğinden yakınır. Bu olaydan birkaç yıl sonra
Mrs. Walker, bu kez aynı sultanın kışlık, sarayına çağrılır, çünkü sultan yıllarca önce
tamamlanmış olan tablosundaki elbisesinin Paris'ten yeni gelen bir moda mecmuasındaki
elbiseye göre değiştirilmesini istemektedir. Sarayda kaldığı süre içinde bu Avrupai tarz
giysileri çok çirkin bulan Mrs. Walker, küçük bir taslak defterine saray kadınlarının klasik

11
Osmanlı giysilerini çizer. Bu durum sultana ihbar edildiğinde, sultan defterin derhal kendisine
getirilmesini emreder ve çizimlerin üstlerini karalayıp, adeta yırtarak Walker'a geri gönderir ve
“kadınlarını bir daha bu giysiler içinde resmetmemesini, yoksa Frenk’lerin, onun hareminin
çok kötü giyindiğini düşüneceklerini belirtmiştir” (Gemaner, İnankur, 2002: 177-178).
II. Mahmut döneminden Meşrutiyete kadar ( 1876) eskinin kıyafet anlayışı yerine
Osmanlı kıyafeti ile Batı kıyafet tarzaları arasında gidip gelen, ancak tercihini gittikçe artan
bir şekilde Batıdan yana yapan bir kıyafet çeşitliliği göze çarpar. Tanzimat ile birlikte Erkek
kıyafetlerindeki batılı çizgiler mecburi kültür değişmesi çerçevesinde gerçekleşirken , kadın
giysilerindeki batılı çizgiler Meşrutiyet ile hız kazanmıştır ( Barbarosoğlu, 2004: 200)

Kadın –erkek giysilerinde Batılı çizgiler (Gönül, 2000;29)


Enver Ziya Karal, giyim kuşam ve göreneklerdeki değişimin, Abdülmecit ( 1839-
1861) döneminde başladığını, iç giyim, korse ve eldivenin bu dönemde Avrupa’dan ithal
edimeye başlandığını ve bunların önce sarayda daha sonra da paşa ailelerine yayıldığını açık
bir şekilde belirtmiştir (1951- 1964: 278-279). Kadın modasının tam Avrupai tarz alması; yani
tek parçalı elbiseler veya etek ceketten oluşan ikili takımların ortaya çıkışı, Sultan Abdülaziz
(1861-1876) dönemine rastlamaktadır. Kendisi yurt dışına resmi gezi yapan ilk Osmanlı
sultanıdır. Fransa İmparatoru III. Napolyon'un daveti üzerine gerçekleşen bu gezi sırasında
Sultan İngiltere’ye uğrar, daha sonra Almanya ve Avusturya üzerinden kara yoluyla İstanbul'a
döner. Bu gezinin ardından Fransa İmparatoru ile İmparatoriçe Eugenie İstanbul'a gelerek
padişahın konuğu olmuştur. Abdülaziz'in konukları adına sarayda verdiği davete annesi
Pertevniyal Sultan başta olmak üzere saray kadınlarının da katıldığı, hatta Pertevniyal

12
Sultanın elbisesinin Avrupai olmasına karşılık baş süslemesinin ve ayakkabılarının eski
geleneği sürdürdüğü resepsiyona katılan yabancı konukların hatıratında anlatılır. Diğer saray
kadınlarının da buna benzer geleneksele uygun elemanları taşıdığını tahmin etmek zor
değildir. Resepsiyonun baş konuğu Eugenie'nin kıyafeti, saç modeli ve güzelliği ile Sultan
Abdülaziz’i olduğu kadar diğer davetlileri ve özellikle kadınları kendine hayran bıraktığı
davete katılanlar tarafından anlatılır. Bu olay, Abdülaziz’in beğenisini fazlasıyla belli etmesi
sebebiyle saray kadınlarının kıskançlıklarına neden olmuştur (Scarce.1980: 21, Germaner,
İnankur, 2002: 180).

Hidiv Tevfik Paşanın ailesi ve Misafirleri 1891 ( Özdendes, 2006:105).

Emmeline Lott “Mısır ve İstanbul Hareminde Yaşam” adlı eserinde 19. Yüzyılın ikinci
yarısında İstanbul’da Avrupa ve doğu modalarının harmanlandığını belirtmiştir (1867)
İstanbul, genel olarak her türlü uluslararası ilişkilere açıklığı nedeniyle, her zaman giyimdeki
yeniliklerin ilk kez uygulandığı, bir tür moda merkezi gibi olmuştur. Modayı izleyenler artık
şalvar giymiyor eskinin üç etekli entarileri avrupai bir giysiye dönüştürülüyor, ayaklara
yüksek topuklu ayakkabılar giyiliyordu ( Davis, 2006: 216).
Fransa'da 1850'li yıllarda moda olan bir balo tuvaleti, İstanbul'da ilginç bir nedenle
"Malokof" olarak isimlendirilmiştir. 1855 yılında Kırım Savaşı'nın en şiddetli döneminde
Rusların Sivastopol müstahkem mevkiinin en kuvvetli tabyası olan Malokof Tabyası'nın
Fransızlar tarafından alınması haberi İstanbul'a gelince zafer şerefine Fransa sefarethanesinde
bir balo verilmişti. İşte bu baloda İstanbul'da ilk kez görülen, çok sıkı ve belden aşağı kabarık
olan tuvalet, beğeni uyandırmış ve "Malokof Tuvaleti" olarak benimsenmiştir. Kısa süre sonra
"Malokof Fistan" ya da "Sepetli Fistan" olarak isimlendirilmiş ve yaygınlık kazanmıştır
(Küçükerman 1997 42).
1894’te tamamiyle Avrupa modasının etkisi altına girildiğinden kadınlar arasında
kum saati biçimli bir vucut yapısı moda olmuştu. Hanımlara mahsus Gazete’de yayımlanan

13
bir makalesinde Emine Semiye Kadınların korse giymeye bile alıştıklarını, hoşuna giden
yenilikleri benimseyen, hoşlanmadılkalarını reddeden Avrupalı kadın için “moda”
değişikliğinin sıradan olduğunu işaret ederken Osmanlı kadınının da aynı şeyi yapmasını ima
ediyordu. Ancak okuyucularını korse konusunda uyarıyor ve alışkın olmayanların korse
yüzünden hastalanabileceğini söyleyecek kadar ileri gidiyordu. Özellikle korsenin madeni
balinası onu endişelendiriyordu ve yerel oarak üretilen balinasız “spor korseleri” öneriyordu (
Semiye, 1312, Davis, 2006:220).
Osmanlılarda kadın giysileri içerisinde en çok etkilenerek değişikliğe uğrayan giysiler
gelinlikler olmuştur.Türklerde kadınların en önemli giysisi olan gelinlikler için, seçilen renk
başlangıçtan itibaren kırmızı olmuştur. Gelin elbiselerinin özel bir modeli olmamış ancak
dönemlerinin modasına göre pahalı ve değerli kumaşlardan dikilmiştir. Osmanlı sarayı
gelinlik elbisesinde hanedan rengi olan kırmızıyı tercih etmiştir. Halk tarafından kullanılan
gelinliklerde farklı renkli gelinlikler rastlanmıştır. 1870’lerden sonra Batı etkisi ile daha açık
renkte gelinlikler giyilmeye başlanmıştır. İlk kez 1898’de Kemalettin Paşa ile evlenen II.
Abdülhamit’in kızı Naime Sultan beyaz kumaştan gelinlik elbisesi yaptırmıştır. Sarayda
başlayarak yaygınlaşan beyaz gelinlik 20. yüzyılda vazgeçilmez olmuştur ( Uluçay, 1971:
112).
1857 de Abdülmecit’in kızı Refia Sultan’ın düğününü gören Leyla Saz, üç etek
elbiselerin hala sarayda kullanıldığına tanık olmuştur. Onun tanımına göre Refia Sultan’ın
gelinliği ;
“ Koyu mavi üzerine sırma, inci ve pırlanta çiçeklerle işlenmiş gelinliği
üçetekliydi. Yakadan ve kollarından görünen ipek tül gömleğinin uçlarnı ince
danteller süslüyordu. Bot biçimindeki ayakkabısı da entarisinin kumaşından
yapılmıştı. Entari renginde ince bürümcük duvağı da aynı işlemelerle
süslüydü ve başında padişahm özel olarak yaptırdığı taç ile boynunda
gerdanlık ve göğüslüğü vardı. Geleneksel kıyafetine rağmen, ellerine beyaz
eldiven takmış olması Batı etkisinin ayrıntılarda başladığını gösteriyordu”
(Kafadar,1991:257).

14
1897 Yılı gelinlik örneği (Gönül, 2000; 34)
19. yüzyılın sonu 20. yüzyılın başında Osmanlı toplumuna baktığımızda diğer
Müslüman toplumlara nazaran Batıyla oldukça yakın bir kültürel ilişki içerisinde olduğunu
görmek mümkündür. Özellikle batı kültürünü Osmanlıya sokma noktasında önemli bir
misyon üstlenen Pera’da kafe ve birahanelerin müşterilerinin çoğunluğunu Türkler
oluşturmaktadır. Balolar, eğlence geceleri, karnavallar, düzenleniyordu, alaturka ve alafranga
her geçen gün biraz daha birbirine yaklaşmakta batıda görülen kıyafet, hayat tarzı, gündelik
kullanım eşyaları vb. birçok şey Cumhuriyetin ilanından önce Osmanlının bu kesiminde
kendisini göstermeye başlamıştı. ( Özer, 2002:153).
Batılı giyim tarzının Osmanlı tebaasından kadınlar arasında özellikle Müslüman
kadınlar arasında yayılması gelenekçi çevrelerce müsriflik olarak değerlendirilmiş ve
eleştirilmiştir. Bu devirde lüks tüketim mallarının yanında pahalı kumaşlar ve Paris’in başını
çektiği belli başlı moda merkezlerinden gelen kıyafetler yüksek kesim arasında yayılırken,
Ahmet Cevdet Paşa gibi ilmiye mensuplarınca eleştirilere uğramıştır. Ancak Ahmet Cevdet
Paşa’nın eleştirilerinde dikkat çeken yön onun dinsel endişeleri bahane ederek “bâtıla
benzeme” konusunda uyarılarda bulunması değil, konunun ekonomik ve sosyal yönlerine
dikkat çekmesidir (Ahmet Cevdet Paşa, 1986: 4-8).
Cumhuriyetin ilk yıllarında, özellikle giyimde esen sert rüzgarlar nüfusun kırsal
bölgelerde yaşayan büyük çoğunluğunu fazla etkilememiştir. Fesler buralarda da devlet zoru
ile çıkartılmış kasketler giyilmiştir ( Ormanlar, 1999: 74). Şapka giyilmesi hakkındaki
kanunun gerekçesinde, Adliye encümeni mazbatasında bu durum kesin olarak belirtilmiştir.
“Türklerle Batı milletleri arasında bir ‘alameti farika’ olan mevcut serpuşun değiştirilerek
yerine medeni ve modern toplumların müşterek serpuşu olan şapkanın giyilmesi gerekir”
(Tunaya, 1960: 129). “Fes giyme adabını en ince ayrıntısına kadar bilen Osmanlı efendisi,
aynı beceriyi şapka konusunda” göstermemiştir, bu nedenle “şapka bir süre fes gibi alnın

15
gerisine itilerek” (Işın, 1987) kullanılmıştır. Dolayısıyla en son Avrupa modasına göre bile
olsa kıyafetler alaturkalaşmıştır.
Atatürk Nutuk’ta der ki: Fesin kaldırılması zorunluydu. Çünkü fes kafalarımızın
üstünde, bilgisizliğin, bağnazlığın, uygarlık ve her türlü ilerleme karşısında duyulan nefretin
bir simgesi gibi oturuyordu (Kaplan, 1974). Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Rudolf
Nadolny (1987: 198-199), şapka inkılabını şu sözlerle rapor etmektedir:
“Türk devrim hareketi, bilindiği gibi diğer hedeflerinin yanısıra, eski ve
tamamiyle İslâm dinine dayalı Türk kültür ve devlet anlayışını yıkmayı da kendisine
görev edinmiştir. Devrim hareketi, bunu, göze batan İslâm-Doğu adetlerini ortadan
kaldırmak suretiyle görünüşte de vurgulamak ve Türkiye’nin bu açıdan da Avrupalı
olduğunu anlatmak çabasındadır.”

SONUÇ
Muhtelif Avrupa sanat ekollerini ve çeşitli batı moda etkilerini gördükten sonra tarihin
bu karanlık devirlerinde birbirinden ayrı komşu millet ve dinlerin zaman zaman çevredeki
kavimlere sanat ve moda hatta örf adet bakımından ne kadar etki edebileceğini tahmin etmek
güç değildir. Günümüzde tüm dünyadaki moda akımlarının birbirini nasıl etkilediği, kültürün
bu özelliklerinin pek çoğunu kapsamaktadır.
Türkler, Sibirya’dan Balkanlara, Yemenden Hindistan’a, Çin’e kadar çok geniş
coğrafyaya yayılmış bu coğrafyalarda devletler kurmuş, bir çok uygarlığa etki etmiş, çeşitli
uygarlıklardan aldığı kültür ögelerini de Türk kültürüyle yoğurmuştur. Bu hareketlilik Türk
kültürünü sürekli ve dinamik kılmıştır.
Osmanlının Avrupa ile temaslarının tuhaf emperyal bağlamında Osmanlı sultanlarının
görünüşte kapalı sarayı batılı kodlar ve toplumsal alışkanlıklarla etkileşim içine sokmuştur (
Micklewright,1999, Germaner ve inankur 1989). Doğu medeniyetinde giysi, mevcut
güzelliğini bakışlardan gizlemeyi amaç edinirken, Batı dünyası ise elbise ve güzelliğin daha
belirgin hale getirilmesini hedeflemiştir. Osmanlı tarihine baktığımızda özellikle 18.
Yüzyıldan sonra, giyim-kuşamda batı kültürünün oldukça etkili bir şekilde kullanıldığı
bilinmektedir. 400 yıl gibi uzun bir süre, büyük bir değişikliğe uğramadan benzer giyim
kuşam geleneğini sürdüren Osmanlı toplumunda giyim kuşamın değiştirilip farklı bir boyut
kazanması da oldukça zor ve uzun bir süreç içerisinde gerçekleştirilebilmiştir.
Giyim kuşam tarzının doğuludan batılıya dönüşümü zahmetsiz olmamıştır.
Osmanlıda giyimin toplumsal konumun bir göstergesi olduğu ve kimin ne giyebileceğine
ilişkin yüzyıllarca katı kurallar uygulanmıştır. II. Mehmet döneminde devlet hizmetlilerinin
kılık kıyafetlerine öyle bir düzenleme getirilmiştir ki Babinger “ her görevlinin mevkisi ve

16
görevi, giysinin renginden, kol kesiminden, kıyafetini süsleyen kürkten ama en çok ta
sarığının biçimi ve sakal traşından kolayca ayırt edilebiliyordu” ( 1954: 526).
 1860’lardan itibaren Batılılaşma bir felsefi ve iktisadi zihniyet olarak görülmeyip
yüzeysel Adab-ı muaşeret kurallarıyla sınırlı kalmıştır. Meydana gelen değişiklikler
başlangıçta zihniyetin izin verdiği ölçüler içinde yerleştirilmeye çalışılırken, zamanla
yeni modalar, yeni zihniyetlerin cemiyet içinde kök salması neticesini vermiştir. Artık
Osmanlı kendi tarzını kaybetmiştir. Batılılaşmak adına başlayan yüzeysel değişiklikler
Tanzimat döneminin en önemli zaafını oluşturur. Tanzimat aydınının kafası ve sahip
olduğu zihniyet onu, onu bir kültür verici kimliğinden tecerit ederek “kültür alıcı”
seviyeye getirmiş, bu yüzdende “taklit mekanızması yaratıcılık kimliğini
donuklaştırmıştır ( Türkdoğan, 1985:41). Yaratıcılığın tükendiği noktada başkasına
“ötekine” benzeme temayülü artmaktadır. Osmanlının mevcut giyim tarzı ile
Avrupa’dan çok farklı olması batıcıları oldukça rahatsız eden bir durum olmuştur.
Güçlü olunduğunda erişilmez bir kudret olarak görülen “farklılık” gücün azalmaya
başlamasıyla birlikte statüsünü kaybetmektedir. Ancak geleneklerin yıkılıp yerine
yenilerinin konulmasında toplumun bütün üyelerinde aynı hızda gerçekleşmemiştir.
Osmanlı, ıslahatları yapmadan önce kendi mazisini-kökenini, tarihini araştırıp,
kendi zemini-özünü-biçimini yeterince tespit edememiş, kendi tarihini Batıyı
çözemeden ve anlayamadan Avrupalıların görüşleriyle açıklamaya kalkmıştır.
Kendine has bir yaratıcılık ve model yaratacak bilgi-araştırma-kapasitesi olmadan
çağdaşlaşmaya kalkmış ve bunun sonucunda da taklitçiliğe mahkûm olmuştur
(Kodaman, 2005). “Osmanlı kültürü”, yüzyıllar boyu çok az değişime uğramış
“geleneksel islamî kültür” biçiminde karakterize edilmiştir. 1923’te Türkiye
Cumhuriyetinin kurulmasıyla, Batı ile etkileşim ve moda kavramları giyim anlayışına
farklı boyut kazandırmıştır.

KAYNAKÇA

Ahmet Cevdet Paşa (1986), Tezakir (Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları) (13/20).
Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin Fransa Seyahatnâmesi. İstanbul: Hayat

Anonim 1, (2008). http://www.sosyalbilgiler.biz/forum/archives.php/Osmanlidan-portreler/2865

Anonim 2, (2008). www.plat-forum.org/.../viewtopic.php?f=59&t=8337


Babinger, Franz, 1954, Mahomet II le Conquérantet Son Temps, 1432-1481, Paris.

17
Barbarosoğlu, Fatma., 2004, Moda Ve Zihniyet, İz Yayıncılık, İstanbul

Barışta, Örcün. 1988 Türk El Sanatları, Kültür ve Turizm Bakanlığı ANKARA.


Cihangir, Feyzullah, 2007, “Türk Modernleşmesi ve “Tesettür””, http://www.enfal.de/tes16.htm

Çağlar, Şebnem, 1992, Aile İçi Rol ve Statünün Paylaşılmasında Çalışan Kadının Yeri
(Sivas İli Kamu Kesiminde Çalışan Kadınlar Örneği) Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Sivas.

Çıkla, Selçuk, 2004, Roman ve Gerçeklik Bağlamında Kültür Değişmeleri ve Servet-i Fünûn Romanı, Akçağ
Yayınları, Ankara.

Davis,Fanny, 2006, Osmanlı Hanımı 1718’den 1918’e Bir Toplumsal Tarih, (çev. Bahar Tırnakçı), YKY,
İstanbul.

DOĞRAMACI Emel, (1989), Türkiye’de Kadının Dünü ve Bugünü, Türkiye İş Bankası


Kültür Yayınları, Ankara

Esenbel, Selçuk, 2000, Türk ve Japon Modernleşmesi: ‘Uygarlık süreci’ kavramı açısından bir mukayese,
Toplum ve Bilim sayı: 84, s. 18-36

Germaner, Semra ve İnankur, Zeynep, 1989, Orientalism and Turkey, (çev. Nigar Alemdar ve Jeremy Salt),
İstanbul, ( İstanbul Turkish Cultural Service Foundation).

Göcek, Fatma Müge, 1987, East Encounters West: France and the Ottoman in Empire the Eighteenth Century.
Washington; Oxford University Press,

Işın, Ekrem, 1987, “Abdullah Cevdet’in Cumhuriyet Adab- ı Muaşereti”, Tarih ve Toplum, s.25 -35

İnalcık, Halil, 1993, Osmanlı İmparatorluğunda Toplum ve Ekonomi, Eren Yayınevi,. İstanbul

İnan, Afet, 1969, Atatürk ve Kadın Haklarının Kazanılması, İstanbul.

Jirousek, Charlotte, 2000, “The Transition to Mass Fashion System Dress in the Later Otoman Empire”,
Consumption Studies and the History of Ottoman Empire, 1550- 1922, (ed. By D. Quartaer), State University of
New York Press, New York: s. 201- 241.

Kafadar, Cemal, 1993, “Tanzimat’tan önce Selçuk ve Osmanlı Toplumunda Kadınlar – Giyim Kuşam”, Çağlar
Boyu Anadolu’da Kadın. Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü. İstanbul. s 256-258

Koloğlu, Orhan, 1993, İslam’da Değişim (İstanbul: Gür Yayınları).


Kodaman, Bayram, 2006, “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Çağdaşlaşma Sorunları”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi,
(Türk Modernleşme Sempozyumu Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, 14 Mayıs bildiri
olarak sunulmuştur), s. 149-158

Küçükerman, Önder, 1997, Türk Giyim Tasarımının Tarihi Kaynakları, Kültür ve Sanat, İş Bankası Yayınları,
s. 38, s. 74-80.

Lewıs, Renia, 2006, Oryantalizmi Yeniden Düşünmek, Kadınlar, Seyahat ve Osmanlı Haremi, Kapı yayınları,
İstanbul

Micklewrighte, Nancy, 1999, “ Photography and Consumption in the Ottoman Empire”, Quataert, Donald (
1999) ( ed) , Cunsumption in the Otooman Empire ( new York, State University of New York Press).

Moralı, Seniha, 1960, ( 30 Eylül), “Çarşaf Modası Bize Suriye’den Geldi” , Hayat, s. 4-5
Nauman, Rudolf, 1965, 18. yüzyıl Osmanlı Kıyafetleri ve Cemiyeti, İstanbul.

Oktay, Cemil (2003), Siyaset Bilimi İncelemeleri (İstanbul: Alfa Yayınevi


Orçan, Mustafa, 2004, Osmanlı’dan Günümüze Modern Türk Tüketim Kültürü, Kadim, Ankara.

18
Ormanlar, Çağla, 1999, Giyim Kuşam Modaları, Cumhuriyet Modaları,Tarih Vakfı Yayınları,İstanbul.

Ortaylı, İlber 1985, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Millet,” Tanzimat’tan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi
(İstanbul: İletişim Yayınları) (Cilt 4: 996-1001).

Ortaylı, İlber, 2000, Osmanlı Toplumunda Aile, Pan Yayınları, İstanbul.


Özdemir, Nebi, 2007, “Osmanlı Tüketim Kültürü, Eğlence ve Yazılı Medya İlişkisi” Millî Folklor, 19 / 73 s:
12-23 http://www.millifolklor.com

Özer, İlbeyi, 2006, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Yaşam ve Moda, İstanbul, Truva Yayınları,
Quataert, Donald (2003), Osmanlı İmparatorluğu 1700-1922 (İstanbul: İletişim Yayınları) (Çev.Ayşe Berktay).

Rado, Şevket, 2006, Pariste bir Osmanlı Sefiri Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin Fransa Seyahatnâmesi, İş Bankası
KültürYayınları, İstanbul

Rado, Şevket. Aletler ve Adetler. İstanbul: Ak Yayınları, 1987.s. 239-267


Scarce, Jennifer M. ( 1980). “Turkish Fashion in Transition”, Costume 14.s: 18-29. London.

Semiye, Emine, 1312 ( 11 Nisan), “ Moda ve Korse”, Hanımlara Mahsus Gazete, 59. s. 1-2
Tarih Mecmuası Yayınları, 1970.

Sevin, Nurettin, 1990, On Üç Asırlık Türk Kıyafet Tarihine Bir Bakış Ankara Kültür Bakanlığı yayınları
/1195Kültür eserleri dizisi/151

Şeni, Nora 1990, “19. yüzyıl sonunda İstanbul mizah basınında moda ve kadın kıyafetleri”, Şirin Tekeli (der.)
Kadın Bakış Açısından Kadınlar içinde, İletişim, İstanbul.

Tunaya, T. Z. 1981, Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük, Turhan, Ankara.

19

You might also like