Professional Documents
Culture Documents
2 - Türki̇ye'de Kapi̇tali̇zmi̇n Geli̇şi̇mi̇
2 - Türki̇ye'de Kapi̇tali̇zmi̇n Geli̇şi̇mi̇
HİKM ET KIVILCIM LI
TÜRKİYE'DE
KAPİTALİZMİN
GELİŞİMİ
İSTANBUL, 2007 MART
YAYINEVİNİN NOTU
Ö NSÖZ ........................................................................................... 9
A) SOSYAL EKONOMİ
Sanayi Neden Eksik................................................................. 103
1913te Sanayi Kapitalizmi....................................................... 107
1913'te Sanayi İşçileri............................................................. 110
Kanun Dışı Sanayi Paryaları...................................................... 112
Tarım Kapitalizmi.................................................................... 114
Kanun Dışı Tarım Paryaları..........................................................116
Özel Teşebbüsün "Gizli Faaliyeti": Devletçiliğimiz....................... 119
Türkiye İşçi Sınıfının Sosyal Varlığı............................................ 121
B) POLİTİK EKONOMİ
Türkiye ve Atatürk......................................................................124
İnönü ve Çakmak..................................................................... 126
Atatürk'ü Öldüren Nedenler..................................................... 128
"Zinde Kuvvetler"..................................................................... 129
Simsarlar: Para Oyunu............................................................. 132
Spekülatörler: Toprak Oyunıı.................................................... 134
Sosyalizm Yaşantısı, Sosyalizm Düşüncesi................................... 136
Türkiye'de "Sınıfsız" ideologlar.................................................. 138
"Neo-İdeolog"larımız.................................................................. 142
Gerçek: Kemalizm'in Sosyalizmle ittifakı................................... 14S
Cumhuriyetçi Finans-Kapital..................................................... 146
Finans-Kapital Vurgunu............................................................ 148
Cumhuriyetçi Devletçiliğimiz..................................................... 150
"İdeolog"tarımız ve Gerçeklerimiz............................................. 153
9
2- "Türkiye'de Sermayecilik yok" demek de, gene olanı olmamışa çevir
me kurnazlığı gibi öne sürülüyor. Sermaye, kapitalizmden önce de vardır. O,
Kadim Toplumları batıran, kapitalizmin zıddı "PREKAPİTALİST" sermayedir.
Sümer Kervanları Erciyaş ve Ergani'ye uzandığı günden beri, Türkiye'de
SERMAYE vardır. Türkiye'de kadim KAPİTAL gibi, modern KAPİTALİZM de
yok değiller, yok olma aşamasındaki biçimleriyle varoldukları için yok gibi gö
rünürler. Türkiye'de, Kadim Toplumun Tefeci-Bezirgan soysuzlaşması ile,
Modern Toplumun Tekelci Finans-Kapital dejeneresansından KARMA bir dü
zen, ezberlenmiş formülleri şaşırtır.
3- Batı Kapitalizmi: Daha yüksek Teknik ve Metotlarla silahlanarak, ken
di Anayurdu içinde küçük üretmenlerin mülklerini ellerinden aldığı gibi, ge
ri kalan dışarıdaki bütün cihan toplumlarının varlıklarını da çapul ederek,
SERMAYE'sini "sözde" biriktirmiştir. Demek, sermaye, cibilliyeti iktizası (karak
teri gereği), küçük özel mülkiyet düşmanıdır. Sosyalizme boşuna iftira edilir.
Sermaye, ikide bir söylendiği gibi: "Dişten tırnaktan arttırılarak" birikme
miş, gerek kendi milletinin, gerekse başka milletlerin çalışanlarınca biriktirilmiş
küçük ve dağınık mülkceğizleri, sahiplerinden ekonomik veya politik zorla
aşırarak gasp etmiştir.Yalnız bu gasp ediş. Batıda: Anayurdunu hızlı bir ilerle
meyle Büyük Sanayileşme ve Bayındırlık yaratışına yüceltmiş, ve kendi
milleti içinde hayat standardını nispi de olsa yükseltmiş olmak gibi tarihsel bir
görev başarma haklılığı ile mazeretlenebilmiştir.
4- Türkiye Özel sermayesinin: Dışarıda, yabancı top/umlan ta/an edip
Anayurda başkalannın varlığını aktarıp yığma şansı, kökten yok olmak şöyle
dursun. Batı etkisi altına düştüğü ölçüde, kendi varlarını ve zenginliklerini ken
disinden çok usta ve üstün yabancı sermayeye kaptırdığı için, tam tersine
orantılıdır. İçerde kendi milletinin küçük üretmenlerince sahiden alın teriyle bi
riktirilmiş küçük mülkleri ekspropriye etmeye gelince, iki ucu tutulmaz bir değ
nekle karşılaşılır: a) Batının 500 yılda yaptığı küçük mülk sahipleri "katli-
ârrTını 5 hattâ 50 yılda yapmak, kılıçtan geçirilecek halkı ayaklandırabilir. b)
Bütün o kılıçtan geçen küçük üretmenlerin sermayeci elinde "biriken" aşırılmış
mülkceğizleri yığınından aslan payının yabancı sermaye adlı kurt boğazına
kaydığı düşünülürse, milletçe duyulacak öfke ve dayanç, on kat, yüz katken,
bin kata çıkar. 27 Mayıs Devrimi bu gerçekliğin en yeni ispatıdır.
5- İşte o tarihsel ekonomik ve sosyal nedenlerle. Özel Sermayemiz ya
hut kapitalizmimiz, "Cin olmadan insan çarpmaya" kalkışmış bir monster [ca
navar] oldu: Modern olamadan (daha doğrusu: 19. yüzyıl Batı Sanayinin
prosper [başarılı] kalkınmasını hiç bir zaman yaratamadan), uitramodern ol
du (Yâni; Tekelci finans-kapital emrine girdi). Böylece Tarihsel görev yokluğu
ve millet önünde haklı çıkma yokluğu, kapitalizmimizi "yüzük taşı" gibi göze
batar etmiş; kendi sosyal sınıfını bile inkâr edip ezen uitramodern tekelci fi-
nans kapitalistlerin sayıca ve kalitece düşüklükleri, aşağılık kompleksini
10
andıran en ters tepkilere yöneltm iş oldu: a) Bir yandan kendi milletine karşı
insan hakkı tanımaz bir keskin yırtıcılık kazandı; b) Öte yandan, millet önün
deki zaafını telafi etmek için, uluslararası yabancı finans kapitale kul köle ol
mak zorunda kaldı.
Kapitalizmimiz genellikle DEMOKRASİye, özellikle VATAN ve MİLLET'e ko
layca ihanet etti. Tanzimat, Birinci Meşrutiyet, İkinci Meşrutiyet, Kuvayimilliye
Hareketi ve son Demokrasi denemesi, hep Türk milletine kapitalizmin ihanet
lerini İspatlamakla geçti.
Kırk yıldır söyleriz. Vurduklarına değil, dinlemediklerine yandık. Biraz ace
le de olsa, gene diyeceğiz. Lâf anlayan beri gelsin!
DOKTOR HİKMET
Salacak, İskele arkası 13 (1/5/965)
"İnne'şşerre'ddevâbiind'A llahi'ssum -m ül-bûkm ülleziyne lâ ya
'kılûn!" (Hiç şüphe yok ki, ayaklarıyla yürüyenlerin Allah indinde en kö
tüsü, aklını kullanm ayıp sağır ve dilsiz kalan iki ayaklı hayvanlardır.) (En-
fâ\ Sûresi, 22. Âyet) KUR'AN'ı Kerim
Yazarı:
DOKTOR HİKMET
I. BÖLÜM
İSTİBD A T Ç A Ğ IN D A KAPİTALİZM
15
18. yüzyıl sonunda burjuva sınıfının tepesinde, bugün yüksek m âliye
(finans) burju vazisi veya kapitalisti denilen m uazzam zengin (ferm ie r g e
n e ra lle r, büyük ordu (fournisseur)leri, Hindistan Kumpanyası, yahut İs-
konto S andığı g ib i im tiy a zlı kum panyaların başlıca hissedarları vardı.
Bu yeni para aristokrasisi, eski dü ze nle yaşadığı ve kendisini zengin e t
m iş bu lunan çıkartı tekelleri m uhafaza etm ek istediği halde, m utlak id are
nin keyfi güdüm üne karşı, b ir çe şit Fransa Bankası dem ek olan ve İçinde
koca serm ayelerin y er tuttukları İskonto Sandığı g ib i teşebbüsleri ansızın
ortadan kaldınveren kaprisli ve sorum suz b ir bü rokrasiye karşı ihtiy at ted
birleri alm ak istiyordu. Krallık hâzinesinin kapısına "S in si iflâssın dayandığı
sıralarda, finans (m aliye) deneticileri, İskonto Kasası cüzdanında olan varı
zorla ödünç alarak, çoğu k e z çapul bile etmişlerdi.
"O yaldızlı bu ıjuvazin in altında (rentier)ler kalabalığı, D evlet a la
caklıları bulunuyorlardı. R ivarol diyor ki: Devrim (rentier)ler tarafından
yapılmıştı. Şurası m uhakkaktır ki, e ğ e r çok b u ıju v alar b ir yeni düzen iste
m işlerse, s ırf kam u borcunu, kralın garantisinden daha sağlam olan m il
letin garantisi altına koym ak için istem işlerdir. B u kesin sözler, anlam ca
p e k derin sözlerdir. Kam u borcu, 1789 yılı Kurucu M eclise Necker'ln bildir
diği tabloya göre 4 buçuk m ily ar (bu günkü 9-10 m ilyar) k a d a r tutu yor
du. H e r yıl, 23 0 m ilyon faizler hesabına tahsis ediliyordu. Ve iflâ s kapım ızı
çalıyordu!
"Rivarol'ün sözü dupdurudur. Tehdit edilen M illet H âzin esi çevresinde
nöbet tutan devlet alacaklıları, kendi iflaslarını önlem eye elverişli b ir rejim
değişikliğini bütün güçleriyle çağırıyorlardı. Onun için, Paris (rentier)leri
-o zam anlar Pa ris (rente: irad) başkenti idi- varoş halkıyla birlikte sokağa
ineceklerdir. Gene onun için, Devrim, d tha başlangıcında kilisenin m ü lk
lerini m üsad ere edecektir. Finans iktidarını elinde tutan burjuvazi, biricik
ticaret ve san ay i iktid arı id i de. (Pierre Brizon, H istorie du Travail Et Des
Travailleurs, Bruxelles, 1926, s.302-303)
16
devletin ehalisi ne kadar zengin olursa o kadar kuvvetli ve ulu o/ur. " (M e c
lis i Meb'usan Z abıt Ceridesi, 2 Haziran 1877, 41. oturum ) (Zabıtlardaki
cüm le yanlışlıklarına dokunm uyoruz.)
Demek, değil 1923 Türkiye Cum huriyet yılı, ondan yarım yüzyıl (46 yıl)
önce, Türkiye'de m adenleri ve orm anları ele geçirecek yalnız yabancı d e
ğil, yerli serm aye de vardı. Ve bu serm ayenin M eclis m üm essilleri, Vasi-
lâki Beyin yukarıki Ekonom i Politik dersini, "Fevkalade alkışlar" ile
karşılayabilecek güçteydi. Abdülham it'in topladığı Parlam entoda bu kerte
ağır basanlar, nasıl serm ayedarlardı? Tıpkı, Tarihin 1789 Fransa'sında bul
duğu tipte:
a) Ferm ier G eneral'ler; Türkiye'de Kanuni Süleym an çağında
yapılm ış "Kesim Düzeni" adlı "Devrim "den beri, şehirlerin ve köylerin
bütün zenginlik kaynaklarını, hele im paratorluğun ekonom ik tem eli olan
Toprak Üretim ini tekellerine geçirm iş tefeci-bezirgân sınıfı içinde, MÜLTE
ZİM denilen kişilerdi.
b) Fournisseur'ler: Türkiye'de bu güne dek "D evlet Baba"nın can da
m arlarına göbek bağlarıyla bağlı ve kamu sektörünün kanını, iliğini, hep
öyle olağanüstü alkış tutarak, Vasilâki'nin isteğinden daha "külfetsiz ve
kayıtsız kolay b ir yolla" kutsal "ö z e l Sektör"e aktarıp Karunlaşan, tefeci-
bezirgân sınıfı içinde Arapça M ÜTEAHHİT, Frenkçe KO N TU R ATÇI adlı
kişilerdi.
Serfiiçeli Tüccar eşraf çocuğu, m ülkiye amiri Mehm et Ali Ayni Bey şöy
le anlatır:
"Kosova'da bulunduğum zam an gördüğüm çirkin hallerin en başında
şu geliyordu: Vilâyetin çe şitli noktalarında bulunan askeri kıtalara a it e r
zakın verilm em esi. Zira, erzakı TEAHH ÜT eden şahıslar, hakların ı b ir tür
lü alam ıyorlardı. Bu yüzden de M ÜTEAHHİTLER önce erzakı keseceklerini
söylüyor ve daha sonra dediklerini yapıyorlardı. Bu erzakı dağıtabilm ek
büyük b ir gaaile teşkil ediyordu... Bu m aksatla M Ü TEA H H İT D ebreli İsm a
il Paşa ile A ğ a Paşa ve Priştineli Şaban Paşa'ya ne kad ar yüz suyu dökü
lüyordu, bilem ezsiniz... Bu adam lar, ordunun eızakın ı İstanbul'da S eras
k e r Rıza Paşa'nın him ayesi ile toptan taahhüt ederler, bu taahhütlerini vi
lâyet içindeki küçük ve ikinci M Ü TEAH H İTLER E devrederlerdi. H afız M eh
m et Paşa, erzakın doğrudan doğruya ikinci MÜTEAHHİTlere ihale edilm e
sin i üst üste İstanbul'a yazdığı halde, S erasker Rıza Paşa eızakın toptan
verilm esi usulünden vazgeçm em iş idi. Bundan başka er ve subayların m a
aşları da ödenemiyordu. Bu sebeple ikid e b ir de hadiseler çıkıyordu. Bir
defasında, Piriştine'de kim i subaylar, H üküm et konağına gidip kılıçlarını
çekmişler, m uhasebeci R a if Efandi'yi öldürm eye kalkışmışlar. Kalemin
kapısı acele kapatılm ış ve arkasına bütün m asa ve sandalyeler yığılm ış!
17
O tarihte, Piriştine'de eski Belgrat sefiri Tevfık Kâm il Bey'in babası M usta
fa K âm il Bey m utasarrıf idi. Meselenin Vilâyet ve Ordu m üşirliğine bildiril
m esi üzerine, tahkikat için Piriştine'ye gönderildim . İşi orada tatlıya bağ
lam ak istedim. M uhasebeciyi oradan kaldırarak Selânik'e yollattım.
"Bir olay daha anlatayım: B ir kandil günü, İştip'teki subaylar, maaşlarını
vermeyen malmüdürüne sokakta rast gelerek adamcağızı öldürünceye kadar
dövmüşler! M eğer bu zâtın babası Sarayda tüfekçi imiş! Olanı haber alınca
Abdülhamit'e arz etmiş! Saraydan gelen sıkı bir em ir üzerine İştip'e yol
landım. Bana Kurmay Albay Haşan Vasfı Bey de arkadaşlık ediyordu. Yapılan
tahkikat neticesinde, kim i subayların sorumluluğu ispatlandı. Bunlardan Ha
fit Bey adında birisi Bulgaristan'a kaçmıştı. Geçen Büyük Savaştan sonra bu
adamın Fransız Binbaşısı üniforması ile Bayoğlu'nda dolaştığını şaşarak gör
m üş id im ." (M.A.A. Hatıraları, s.22,23, İstanbul, 1945)
1898 yılında görülen bu manzara, 10 yıl sonra kopacak Hürriyet İhti
lâlindeki bütün kahram anların portrelerini özetlem iyor m u? Bir yanda:
Başkentten ücra kasabaya dek örüm cek ağını kurm uş MÜTEAHHİTler şe
bekesi. Önlerinde şanlı orduya döktürm edik "yüz suyu" bıraktırmıyor.
Am a gene de hoşnutsuzlar. Çünkü, müflis hâzineden alacakları vaktinde
çıkm ıyor... Ötede, rejim in biricik dayanağı olan orduda, aylık alam adıkları
için daire basıp, devlet m em urlarına m eydan dayağı atan gözü dönm üş
subaylar... Bir gün, o sosyal sermayeci sınıfı ile, bu siyasal silâh gücü, su
çun m uhasebeci veya m alm üdürü zavallılarında değil, Derebeyi Devletin
de olduğuna karar verirlerse neleri yapm ayabilirler?
Bu ekonom ik ve sosyal S INIF m ünasebetleri, daha 1877 yılı ilk göster
melik Millet Meclisinde, tahta yeni çıkm ış Abdülham it'ten güneşin altında
ki yerini istiyordu.
43. oturum)
Haşan Fehm i Efendi (İstanbul) tekrarlıyordu: "62. m addesinde K O N
TURATO hasılatı B elediyelere terk olunm uş. KO NTURATO nizam nam esine
a it olan bâzı şeyler terk olunm uştu" (Keza, 13/6/1877, oturum 49)
Bizim mültezim ve m üteahhitlere, Avrupa'da BURJUVA adı veriliyordu.
Frenk burjuvaları gibi bizim M ültezim -M ütteahhitler de, "Mutlak idarenin
keyfi id aresin e karşı" idiler. Millet M eclisinde Derebeyi suiistim alinden,
mem ur vurgunundan yaka silkiyorlardı:
Astarcılar Kethüdası A h m et Efendi (İstanbul) söylüyor: "Bahriye
18
Bakanlığınca b ir MÜNAKAŞA [Eksiltme, ihalelerde indirim ] için şikâyet et
tiler. Encüm en tarafından bir m üzekkere gitti. B ir etkisi olamamış. Kaayi-
m e (Kâğıt para) ile keten alıp kendi fabrikam ızda bükerek halat yapm ak
yolu varken, altı yüz elli bin kuruşluk hâlâ satın alınıyor. B unlar gözüm üz
önünde dururken halkta nasıl güven o 'u r." (12 Mayıs 1877, oturum )
Naif Efendi (Halep) Devlet/ûların do kesenin ağzını açm alarını istiyor:
"Büyükler ve saygıd eğer ulular, evlerindeki altın gümüşle oranlı b ir yardım
verm elidirler." (Keza)
OsmanlI burjuvalarına karşı Devletlûları savunan da vardı. 19 Mart
1877 günü "Ezâni saatle iki buçuk sularında açılan" Millet Meclisi, başkan
"Atûfetlû A h m et Vefik Efendi" 25 Mart 1877 günü "Devletlû A hm et Ve-
fik Paşa Hazretleri" olunca şöyle buyurm uştu: "Müsaade ederseniz bir de
ben söyleyeyim. H er kimin evi cnarılm am ışsa ona karışmam. Kimin yeni
ise, o ev yıkıktır. Kendilerini zengir^ say an lar açlıktan ölüyorlar. Ben z e n
ginleri ve zenginliği sevm em . Fakat doğru söylerim. A ylık alanlar hizmeti
karşılığı alıyorlar." (12 Mayıs 1877, oturum)
1789 Fransız burjuvası, "Ticaret, iç gümrükler, m ururiyeler bir sürü rü
sumlar, m ahşer gibi tedbirler, O rtaçağdan beri bir türlü kalkm am ış alay
alay engellerle bukağılanıyor" diye ayaklanm ıştı. 1877 m ültezim ve kon-
turatçıları da aşağı yukarı aynı şeylerden yaka silkiyordu. Çünkü "D evlet
çiliğim iz" o zam an yalnız Devletlûların tekelindeydi.
Hüsnü Efen di (Takvim -i Vekayi, s .1935) hitabet kürsüsüne çıkaıak
aşağıdaki m akaleyi okudu: "Şu âciz, bu m ille t kişilerinin en alçağı oldu
ğum hâlde, gid erler sağlam a bağlanırsa söz veririm ki, çoluk çocuğum la
çıplak olarak evim den çıkıp tüm varım ı bu D evlet uğruna s a rf edip tüket
m eye hazırım diyebilirim , l/e bu fikirde bana hayli adam eş çıkacağın.-:
inanırım; fakat ne çare ki, b ir yandan kim i m em urlar gene insafsızlığı e l
den bırakm ayıp, hâlâ m iri m alları öldürm ekte bulundukları ese f kulak
larıyla işitilm ekte ve b ir taraftan hâzineye m em ur olanların zim m etleri
tahsil edilem ez durm aktadır... Çoğu, iktid ar ve zenginlik sahibi olup, g e
rek İstanbul'da ve gerek taşralarda aşırının aşırısı refah ve m em uriyetle
yaşayarak, zim m etleri istenilm eyıp kalm ak ve bütçenin m asrafları ciheti
nin hakkıyla kısılm asına gidilm eyip geçm ekle. " (387)
Osm anlı burjuvaları da, hem istibdadın "Keyfi idaresine karşı" duru
yorlar, hem de "Kendilerini zenginleştirm iş bulunan m eyveli tekei-
lerini m uhafaza etm ek istiycr"lardı. Vurguncu ticaret, Cum huriyet ve
Demokrasi devrim lerini beklem em işti. O zaman da, şimdiki gibi ecnebi
im tiyazlarından yararlanarak, vergi ve döviz kaçakçılığını yoldaşları ya
bancı serm aye kadar beceriyorlardı.
19
Bir m ebus: "Mısır Hidivliği ile ittifak üzerine pek ağır rüsum konmuş.
Bizim tüccarımız ithal resminin ağırlığından dolayı, doğrudan doğruya gön
deremiyorlar. En sonra Avrupa ürünlerine benzeterek bir takım kutularda
Mısır'a gönderiyorlar. Bu durumda ne Mısır, ne de biz gümrük alıyoruz.
Tüccar bu yoldan kazanm ak için Avrupa adıyla kaçırıyor" (43. Oturum)
Bu vurguncular, Anayasada: "İflâs ile mahkûm olup da itibarını geri al
mamış olanın üyeliğe hakkı olm ayacak" maddesinden yakalarını kurtarıp,
Millet Meclisine sızm ak için "Seçim zamanı iflâs durum unda bulunm am ak"
gibi rakik (ince) sözcük oyunlarına baş vuruyorlardı. Ve m illetvekiiliğini
emlâk sahiplerinin egem enliği altında tutm a geleneğini şöyle tem ellendi
riyorlardı: "Madem ki bu M eclis yalnız H üküm et işidir. M adem ki M ebuslar
M eclisi bunların seçim iyle yapılm ış, uygun görülm üş, bu lâkırdının birbiri
ne uygunluğu hasıl olsun da, seçilm iş adam ların içinde em lâk sahiplerin
den olm ak üzere seçilsin, dem işler... Seçilenler içinde em lâk sahiplerinden
birisi nasp olunsun [atansın]." (12 Haziran oturumu)
Şimdi, Türkiye'de m ültezim ve m üteahhitlere "Burjuva" denilm ediği
için, kapitalist sınıfı bulunm adığı ve ta 1877 yılı Millet Meclisini ele geçir
miş olan bu sınıfın, 1908 veya 1923, yahut 1933 yıllarında ne sihirdir ne
keramet yok oluverdikleri, yahut yerli kapitalist sınıfı olm aktan çıktıkları
ve toplum u ansızın sosyal sınıfsız im tiyazsız bıraktıkları öne sürülürse, bu
"ideolog"luğa ne ad verilebilir7
20
kesm ekte kolayca el ele verdiler. Bu "M enfaat evlenm esi" idi. Evlenmede
iki yan nasıl gerekliyse, bu gelin güvey oluşta da hem yerli hem yabancı
sermayenin bulunması kendiliğinden anlaşılır. Ecnebi serm aye Türkiye'yi
"iğfal" etm em iştir. Yerli sermayem iz adlı yosm am ız ona çılgınca gönül
verdiği için, yabancı sermaye aralık bırakılm ış kapıdan, Türkiye'de "hovar
dalığa" girm iştir.
Bu olay, Türkiye'nin eski geleneğinde en köklü gerçektir. Bir kaç yüzyıl
önce, bir yol daha gene "Ecnebi" bir serm aye zam parası (Madam Roksa-
lâna'ların, Frenk Beyi'lerin "D olap" adlı Yahudi serm ayesi) Türkiye toprak'
larına girmiştir. O zam an da Türkiye içinde Tefeci-Bezirgân yerli serm aye
nin çoktan hazırladığı zemin olm asaydı, Kur'ânı Kerim in yasak (haram)
ettiği fâizciliği Müslüm an olm ayanların paravanası ardında yapm ak için
"Sulu mukabelehâne"ler (Hamam âlemleri) işlettiren, herkesin bildiği
bu şeriata aykırı fuhşu kitabına uyduran ünlü paşalarla beyler bulunma-
saydı, yabancı sermaye, İspanyol Yahudiliği kılığında, Devlet kanalıyla bü
tün toplum topraklarına rahatça el koyamazdı.
Türkiye toprak ekonom isindeki ilk Dirlik D üzeninin yerine, tefeci-be-
zirgân sermayenin şartsız kayıtsız egem en olduğu Kesim Düzenini (Mu-
kataaları) geçiren "DOLAPÇILIK", görünüşte çok haklı bir gerekçeyle tu
tunmuştu. Devlet hâzinesi bomboştu. Kam u topraklan (Miri arazi) <ic-
lapçılığın em rinde "MALİKÂNE" kılığına sokulursa, öm ür boyunca (Kayd'ı
hayatla) "kiralanmış" sayılacaktı. Mal gene mülk olarak milletindi, kor
kulmasın! Şeriatça "kiracı" durum unda olan "M âlikâne sahibi", ilkin peşin
para (MUACCELE), sonra da taksitli kira (MÜECCELE) ödeyerek, Kamu
hâzinesini (Beytülm âl'i Müslimin'i) parayla dolduracaktı...
Bu alaverenin sonucunu biliyoruz. Allah'ın Şeriatı adına, erken ve geç
ödemelerle "Kiralanmış çiftlik" sayılan geniş İmparatorluk toprakları, ka
panın elinde kaldı; bu günkü anlamıyla "Mâlikâne" bir kaç nesil sonra ki
racının özel kişi mülkü biçim ine soysuzlaştırıldı. Şeriat (Anayasa) çiğnendi...
D em ek yerli sermaye-yabancı serm aye oyunu: Millet malını özel kişi
lere aktarm a gibi açık kanunsuzluğu (Şeriat düşm anlığını) "kitabına u y
durm aktı". İslâm dininde "RIBÂ" (tefecilik, fâizcilik) haram dı (yasaktı).
Araya toplum toprakları konularak, tefecilik ülke ölçüsünde egemen
kılınırken, Allah değilse bile kullar aldatılm ak isteniliyordu. Batı O rta
çağında Avrupa toprak ekonom isini haraca kesen Hıristiyan Kilisesi de, İsâ
dininde haram olan fâizciliği m askeleyip, kendi din derebeyliğini buna
benzer gerekçeler ve yollarla kurmuştu.
Modern Kapitalizm, Osmanlı toplum unda dört yüz yıldan beri başarıyla
oynanm ış o Ali Cengiz oyununun sınangılı geleneğine uydu.
21
İKİNCİ: MODERN KAPİTALİZM OYUNU
(Biz Bize Nasıl Benzedik)
Kamu Hâzinesini sözde kazandırm ak için uygulanan Kesim düzeni do-
lapçılığı Türkiye'yi çökerte çökerte, 19. yüzyılda OsmanlI Devletini iflâs
uçurum una çoktan yuvarlamıştı. Kamu Hâzinesi gene bomboştu. Ve bu
sefer Kamu toprakları da deve edilmişti. Yüzyıllar önce miri topraklar "M a
likâne" adıyla verilm işti, kiracılar elin den bir daha geri alınamamıştı.
"Hayırlı Tan zim at" bu oldu bittiyi, Batı Avrupa zagonu altında,
"Batılılaşm a" kanunlarıyla kesinleştirm işti. Elde, EVKAF topraklarından
başka yarı Devlet toprakları kalm ıştı. Batılı Burjuva sınıfı, Kilise m ülkleri
ni Devrim le talan edecek güçteydi. Bizde, evkafın özel serm ayeye ak
tarılması 1908'den beri bu gün de tam am lanam adı. Devlet toprakları aynı
tem poyu güttü. Derebeyi Devleti kartal gibiydi. Onu teslim almanın yolu,
Batıda borca batırmaktı.
Kesim Düzenindeki antika dolapçılar, hiç değilse "Muaccele" ve "Mü
eccele" paralarını kira biçim inde ödedikleri için, D evlete verdikten sonra,
bir daha geri alam ıyor, hele faiz falan isteyemiyorlardı. Modern Batı Kapi
talizm inin Devleti ve Milleti söm ürm e sistem ini "Hayırlı Tanzim at" refor
muyla koku alırca irkilip benim seyen eski "dolapçı" yerli malı serm aye, he
men om uzdaşı batı serm ayedarlığının finans kapital okuluna yazıldı. Ba
takçı Devlet ondan "Ö dünç" (istikraz) alm aya görsün, önünde sonunda ya
kayı ele verip haraca bağlanacaktı. İki yüz elli yıldır depreşen "M odernleş
m e" (Çağdaş uygarlık) hareketlerinin öz tem eli bu davranış oldu. Eskiden
küçük derebeyilerle küçük üretmen ve m ülkiyet sahiplerine karşı oynanan
TEFECİLİK, şimdi bir milletin bütün zenginlik kaynaklarından pay alabilen
Derebeyi Devlete karşı: Şirket, banka, kasa vs. gibi adlarla, MODERN
İRATÇILIK kılığına girdi. Bizi bize benzeten ilk gerçek budur.
Abdülham it, ilk Millet M eclisini sırf yerli yabancı serm ayeden ödünç pa
ra bulmak, en başta "Dahili istikraz" (İçerde ödünç) yapm ak için
açm ıştı. Sermaye; bir yanda Abdülham it'i "En büyük m ücedditler (Yenilik
çiler) sırasına koyuyor, tanrının gizli lütuflarının açıklanm ası" sayıyordu.
(Mebusların cevabı) Öte yanda, "Maliye dengesi" konusuna gelince:
"Şan ve büyüklüğünün korunma sebebinin, her işin başı para olduğunda
ve adaletin emrinin gereği gibi uygulanm ası için m em leketim izde aranan
şey olarak, kişi özgürlüğünün sağlanması gerektir" diyordu. Adalet ve Hür
riyetin ise: "Tabii zenginlik kaynaklarının işletilm esi"nde, "Özel kişi giriş
kenliklerinin kolaylaştırılması" (teşebbüsât’ı hususiyyenin teshili) d e
m ek olduğunu (Âyânın cevabı) Padişaha anlatıyordu. Ancak bu şartla Ab-
dülham it'in kılına dokunm ayı aklından geçiren yok edilecekti. "Padişahlığın
22
yüksek, bağım sız şanına dokunur kısmi veya toptan eğilim ler oluşm ası
halinde, yasaklanıp yok edilmesini işlerin en öncesi sayarak, kalben ve li
san olarak hepsi birden, her türlü fedakarlığı kabul ederler ve bu uğurda
can verm ekle iftihar ederler" idi. (Âyanın cevabı)
Fakat iş paraya dayanınca, Derebeylikle Sermaye arasında pazarlık
kızıştı. Hüsnü Efendi: "Tüm sanayiin Avrupa tekelinde bulunmasından
ötürü geçim işi ve idarece güçlükler çekm ekte bulunan halk fukarası"nı
(51. Oturum , 16 hazır) öne sürdü. Özel Sermaye, Türkiye halkının istibdat
soygunundan hoşnutsuzluğunu Devlete karşı kullanarak, az parayla çok
faiz kopartm ayı savunurken, bir gerçeğimizi açıklam ış oluyordu. Türkiye'de
yalnız bezirgân ve tefeci sermaye gelişkindi. Sanayi, yâni ticaretin de,
bankacılığın da, kâr ve iradını garantileyecek modern üretim tem eli "Av
rupa tekelinde" idi. Bizi bize benzeten ikinci g erçeğ im iz buydu.
D em ek Türkiye'de sosyal sınıflar ve sermaye yok değildi. Yok olan m o
dern sanayi idi. Özel Serm ayem iz böyle bir üretim tem elinden yoksun ve
hazır yiyicilikte iratçı derebeyilerden farksız olduğu için, "Ziyb-evreng'i Hi-
lâfet'i islâmiyye ve ziyver-efzây'i serir'i saltanat-ı Osm aniyye velinimet'i
bim innetim iz efendim iz hazretlerinin" (Abdülham it'in) önünde dört kat
eğiliyordu. Abdülham it, bu pinti vurguncu serm ayeden güzellikle para
çıkm adığını görünce, ihtiyacın en az iki katı fazla gelen memurları,
"Tenkıyhât" (kadroları azaltm a) ile ürküten özel serm ayeye karşı hafiye-
leştirdi. 31 yıllık istibdat başladı. 1877 yılı "Atiyye", "ihsan" (bahşiş ve sa
daka) diye selâm ladığı siyasi iktidarı elinden kaçıran Özel Sermayemiz,
ekonom i iktidarını çoktan ele geçirmiş, Devleti ister istemez haraca bağ
lam ıştı. Üçte bir yüzyıl sonra, ayni Abdülham it m üstebidine ikinci defa
"Hürriyet"i ve "Anayasa"yı ilân ettirene dek, yabancı sermaye ile yerli
serm ayem iz yapm adığını bırakmadı. Yabancı serm aye ile işbirliği nicedir
almış yürümüştü. Yerli Serm aye, üretim rotasını tekelinde tutan yabancı
sermayenin dümen suyundan gitti. "Con T ü r k lü k ister istemez "Kökü
dışarıda" kaldı. Bizi bize benzeten üçüncü gerçeğim iz bu oldu.
O zaman derebeyilerimiz de, özel sermayemiz de bir noktada birleştiler:
Güç, kuvvet Avrupa'dadır. Abdülhamit, "Osmanlı devletini Avrupa devletleri
topluluğuna bağlayan dostça ilişkiler ve iyi geçinme niyetini bir kat daha doğ
rular" umudundaydı. Özel Sermayemiz ise kendisini "Avrupa toplumuna
bağiayan dostluk münasebetleri ile iyi geçinme niyetini" pratikçe
KUM PANYA=ŞİRKET biçim inde "bir kat daha" ilmikledi. 1850'den
1950'ye dek en az yüzyıldır sürüp giden her şeyimiz gibi, ŞİRKET serüveni
mizde de yalnız yabana parmağını bulmak, yabancılara Türkiye'de sağlam
yataklık eden asıl yerli kapitalist sınıfımızı hiçe saymak gibi tek yanlılık olur.
23
Söm ürge ile yan-söm ürge arasındaki fark burada gizlenir. Sömürge'de: Ya
bancı kapitalizmin doğrudan doğruya kendisi bir ülkeye zorla girip yerleşir.
Y arı sömürgede: Yabancı sermaye, yerli antika sermayeyi kendisine aracı
(ajan, komisyoncu) yaparak bir ülkeyi kolayca sömürür. Türkiye'nin yarım
sömürgeleşmesi, Osmanlı İmparatorluğunda yabancı sermayeye yataklık
(yahut ortaklık) edecek bir yerli sermayeci sosyal sınıfın daha önceden varo
luşunu belirtir. Anadolu'da her "cahil köylü" nün bildiği gibi, kendisine ya
taklık edecek kimsesi bulunm ayan eşkıya, soygunculuğunu sürdüremez. Bo
yuna yabancı sermayenin "günahına" gireriz; ona Türkiye'de yataklık ve iş
birliği biçim inde suç ortaklığı yapan yerli serm aye bulunmasaydı, haddine mi
düşmüştü yabancı sermayenin, Türkiye'yi o denli elini kolunu sallayarak ha
raca bağlayabilsin? Bizi bize benzeten dördüncü gerçek budur.
Bütün bu ve benzeri gerçeklerim izin "orijinallikleri" ne olursa olsun,
Batı kapitalizm iyle sıkı fikiliği, gerek ekonom i temeli, gerek sosyal
sınıflar ve tüm üyle üstyapı bakım ından besbellidir. Yirm inci yüzyıl T ü rk i
ye'm izi, dünyadan ayrı bir yıldızda "sınıfsız" bir toplum gibi koyarak yola
çıkan ulusal ve uluslararası "Dokt-İdeolog"larımız o gerçeklerim izi
atlıyorlar, pas geçiyorlar.
24
lonca düzeni d e öyledir. Makinelerin büyük ölçüde uygulanm ası da öyle-
dir. Hattâ, m etallerin özel değerleri ve para olarak kullanım ları, Grimm'in
Taş çağı b ir yol g e ç ti miydi, aslında m etallerin savaş için taşıdıkları önem
üzerine dayanıyora benzer. Gene b ir üretim dalının göğsünde işbölüm ü
nün açılışı, ilkin ordu içinde yapılmıştır. Burjuva toplum şekillerinin bütün
tarihi, orada, göze batarca özetlenmiş bulunuyor."
Acep, Türkiye'de işçi sınıfı var m ıydı? Çağdaş proletarya mıydı, değil
miydi gibilerden ince ince, sinek kaydı kıl kesen aydın baylarım ıza düşün
ce pekliği çektirm esin. Osmanlılık, söz yerindeyse, ilkel sosyalist tole
ransının, Göçebe dem okrasisinin yarattığı Yeniçerilik vurucu g ücüyle ku
rulmuş bir Devlet ve İm paratorluktur. Osm anlı ordusu, kapitalist ordusu
gibi ekonom i hayatından ve Toplum üretim inden koparılıp, halktan
sanıldığı kadar tecrit edilm em işti. İlk Türk ordusu, geçtiği toprakları,
yalnız sosyal ve ekonom ik m ecaz anlam ında değil, gerçek toprak işleme
anlam ında da buldozer gibi tesviye ede ede yol yapan, çığır açan, köprü
ler kuran, kervansaraylar, hanlar, ham amlar, su yolları, kaldırımlar, din
siteleri (câmi külliyeleri: Tapınak-Pazar-Bilim üçüzü) vb. kamu yararlı
bayındırlıkları işleye işleye yürüyen, yayılan bir gündelikçi işçiler ve tek
nisyenler ordusu idi. Sonra, derebeyileşm e azıtınca bozuldu.
Türkiye Devletinin dört güdücü sınıfından ik isi: İLMİYE (Bilginler sınıfı)nın
büyük çoğunluğu ile SEYFİYE (Kılıçlılar sınıfı)nın çelik çekirdeği olan Yeniçe
rilik, ALUFE (yulaftık) adı verilen (Roma askerinin peculium 'u gibi) günde
lik akçayla çalışan ücretliler yığınıydılar. Devletin Mülkiye (İdare) ve Kale-
miye (Maliye) sınıfları ile toplumun Tefeci-Bezirgan sermaye zümreleri gibi
TOPRAĞA el koymuş, üretimi kontrol eden kümeleri Hâzineyi tam takır edip
"Züyuf akça" (Kalp para) çıkardılar mıydı (Enflâsyon) İlmiye ile Seyfiyye-
nin gündelikleri düştükçe, kendileri “Kazan kaldırm ak" ve Şeriat (Sosyal
Adalet) aramak zorunda kalıyorlardı. Derebeyileşme yüzünden aldığı soy
suzlaşma biçimleri ne olursa olsun, o Şeriat uğruna Kazan kaldırmalar, Tür
kiye ortaçağında kopmuş ilk ücretli işçi grevleri taslağı idiler.
Marks'ın haklı olarak üzerinde durduğu, fakat incelemeye vakit bula
madığı Ordu olayları bakımından, Yeniçeri teşkilâtı ve düzeni, modern Top
lum tohumu karakterini taşıyorsa, aşırılığa gitmeksizin denilebilir ki, Osmanlı
Türkiye'si ücretli işçilerin Anayasası (Şeriatı) ve Vurucu gücü (Gündelikçi
ordusu) ile yaratılıp örgütlenmiş bir devlet idi. Demek Türkiye'nin Tarihsel ve
Ekonomik-Sosyal gelişiminde sermaye hiç bir zaman üretici ve olumlu bir
güce eremediği hâlde, modern gündelikçi işçiyi andıran yığınlar, hiç bir va
kit eksik olmadı. Bu yığınların çağdaş proletarya kadar hür ve bilinçli bulu-
namayışları, o zamanki tekniğin seviyesiyle belirli olmakla birlikte, çalışma
25
ve yaşam a şartları, örneğin maden işlerinde bugünkünden pek farklı de
ğildi. Daha düne kadar Ereğli, Zonguldak madenlerinde angaryacılığı
andıran çalışma m ükellefiyeti, tıpkı, 1212 (1798) yılı Keban, Ergani, G ü
m üşhane kadıları ile m ütesellim lerine gönderilen şu ferm anın aralığından
sezilebilir:
“İçlerinden bazı bilinçsiz ve yabani hayvan m akulesi (türü) olan fe
satçılar, ikide b ir kend ileri g ib i h a fif akıllı olanları tahrik ve güçsüz ve y a
rarsız m addeler için, gâh  sitane (İstanbul) tarafına gelm ek ve gâh b a ş
ka yerlere gitm ek sevdasıyla, m ad en cile r reâyâsı arasında dedikoduya
kalkışm ak ve bu boş lâfları öteki m adenciler tayfasını dahi işg al idüp, iş
düzenlerinin bozulm asına sebep olup ve aslında m aden reâyâsı h e r gün
cevher çıkartıp, h e r an ve zam an furun yakmakla uğraşmak, geçim leri için
gerekli iken, bu çeşit söz karıştırm ak (halt'ı kelâm ) sebebiyle... Mukataası
şartları gereğince, m adenciyan tayfası gerek birbirleriyle ve gerek b a ş
kasıyla dâvâlı oldukta başka eyalete ve vilâyetlere ve Âsitâne yanına g e
tiri İm ey ip bulunduğu yerin İş-em ini m arifeti ile ve Ş eriat m arifetiyle h a l
lerine fasıl verilm ek.." (Osm an Nuri: M ecellei Umur'u Belediye'den, H.A.
notu) kayıtları besbelli, taşradaki sivil işçilerin başkentteki asker günde
likçilerle tanışıp kaynaşm asından doğabilecek tehlikeleri önlem eye
çalışıyordu.
Yeniçerilik kaçınılm az derebeyileşm e gidişine girdi. Toprak üretiminin
aşırı çapulu, dolayısıyla züyuf akçadan D em oklesin kılıcı işledi. O n ed en
lerle gittikçe esnaflaşan Yeniçeri hareketleri, Ortaçağın bilinçsiz ve sonuç
suz esnaf ve köylü ayaklanm aları kılığına girince, kan ve ateşle bastırıldı.
Yeniçeri Ocağı söndürüldükten sonra da kurulan Ordu sistemi, gene
"A sker Ocağı" adını almakta devam etti. Ordu sanayi, eski tarihsel özü
nü daha modern yeni şekillere kavuşturdu. Dört yüz yıllık sosyal gelenek-
göreneklerde çok büyük değişiklikler olmadı denilebilir. Türkiye'de Ordu,
her m odernleşm e hareketine m otor ve öncü kesildi. Bu özellik, ekonom ik
ve sosyal tarihim izin m addesine uygun, derin köklü ve anlam lı ulusal ge-
leneklerim izdendir. Ve geleneğin tem elinde, derebeyi kabuklu gündelik
çi işçi sınıfının çağdaş uygarlığa el sallayan özü yatmaktadır.
26
m âliktirler.,, Büyük tarım ın gelişimi, dem iryolları gibi bayındırlık işleri çev
resinde bu tarz m evsim işçileri toplanmıştı. Vaktiyle Anadolu Dem iryol
larında çalışan inşaat işçileri de bu toprak işçilerinden daha kötü durumda
idi. Çalıştırılan işçilere saat başına para veriliyordu. Dinlenm e zam anlarında
gündelik işlemiyordu. Bu yordamla işçileri söm üren hat m üdürlerinden Fon
Kölm ann: "Yedi işçiler b ir lokm a kuru ekmek, iki çürük zeytin ile geçinebi
lir" demişti. Bu söz pek m eşhur olmuş, Anadolu'da iş yapacak olan Avrupa
kapitâlistlerinin m aliyet fiyatı hesaplarına p e k yaram ıştır.” (Hüseyin Avni:
1908 de Ecnebi Serm ayeye Karşı İlk Kalkışmalar, s.7,10, İstanbul 1935)
Demek, bizim antika Tefeci-Bezirgân yerli sermaye; henüz yabancı f i
nans kapitalle kaynaşıp bir tek vücut olarak m odernleşm eden önce, Ordu
muzun, Devletçiliğimizin., ve yabancı serm ayenin çalıştırdığı işçi sınıfım ız
vardı. "Büyük Tarım " denilen pamukçuluk da, m adencilik de Batı kapita
lizminin gelişen dokum a vb. sanayine ucuz ham m adde yetiştirm e itkisiy
le doğmuştu. Orada da özel serm aye milli bir kılığa girm eden önce yerli
milli Türkiye işçi sınıfı çağdaşlaşm ıştı.
"Mevsim işçileri dışında, daha çok sürekli işçi yığını m aden sanayinde
görü lü r." Zonguldak'ta m aden m üdürlüğü yapan Dilâver Paşa, angarya
usullerine göre bir işçi tüzüğü yapmıştı. Bu tüzüğe göre, Zonguldak köy
lüsü 13 yaşından 50 yaşına kadar, b ir ayda, 15 gün tarlada, 15 gün de
m adenlerde çalışm ak için zorla m ükellefiyete tâbi tutuluyordu.. İş saatle
ri gün doğuşu, gün batışı diye hesaplanıyordu. (H.A.: Keza, s.2) "İşçi ku
lübelerinin yanı başındaki ahırlar, sıhhat şartlarına daha uygun yapılmıştı.
İşçilere özel hastane, hattâ doktor bile yoktur. H astalanan işçi b ir ata b in
dirilerek köyüne gönderilirdi." (Ahm et Naim: Uzun Mehm et'ten Bu Güne
Kadar Zonguldak Havzası, Keza) "D aim i işçi tip lerini dem iryollarında b u
labiliriz. Anadolu'da ilk Dem iryolu, İngiliz serm a ye cileri tarafından
1856'da kurulmuştu. Bu tarihten beri, çeşitli kapitalistlerce kurulan h a t
ların çevresinde önem li denecek kertede b ir işçi kalabalığı dolm uştu .”
"Gardöfren, makasçı, ateşçi, geçit bekçisi, hat m uhafızı... a z ücret alan
ve a z ücret alm alarına karşılık en çok, hattâ daima tehlikelere göğüs g e
ren biçarelerdir. İdareyle çalışanlar arasında ih tilâ f çıkarsa, iki taraf birer
hakem seçerler. Bu ikisi m üttefikan üçüncü b ir hakem seçem ezlerse: İşbu
seçim, Alm anya Feham etli Devletinin Dersaadet K onsolosu cenapları ta
rafından yapılır.” (Hüs, Av.: Keza, s.14,15)
Türkiye İşçi sınıfının alın yazısı ile ilgilenen tek aydın, Türk olmayan bir
doktordur:
"Ayağı nasılsa bir vagon tekerleğine kaptırılarak sakatlanmış ve bir
ayağını yitinniş, üç ay hastanede kalmış., işçi. Bu üç a y içinde idare (işçinin)
27
m aaşını kesm iş, b ir istisna olm ak üzere (bin b ir yüz suyu döküldükten
sonra) hastane m asrafı verilm iştir... B ir işçi tren altında kalır, de risi yüzü
lür, kaburga kem iklerinden iki üç tanesi kırılır. Uzun süre hastanede yat
m ak zoru nda kalır. Yattığı zam an için kendisine para verilm ez. M em urların
ve işçilerin idareye karşı gösterdiği duygu saygı değil, düşm anlık duygu
suydu. İşte bu gib i duygular m em urların yüıeğin d e o k e rte birikm işti ki,
b ir gülle gib i patlam asına ufacık b ir sebep aranıyordu. O sebep, o vesile
de, grev m eselesinde kendi kendini açığa vurm uştu." (Dr. A rhangelos
Gavril: Anadolu-Bağdat Dem iryolları İdaresinin İçyüzü, 1908, Keza, s.16)
Bu gün aynı Zonguldak'ta kurşunlanırlarken bir doktrin "tahriki" ile
suçlandırılan maden işçilerine, m utsuz ağabeylerinin bıraktıkları kötü m i
ras tam 58 yıl önceden kalmıştı.
28
İlhami Paşa gözetim inde (nezaretinde), Mustafa Fâzıl Paşa ve Bogos Be
yin idareleri altında" bir yarı derebeyi-yarı burjuva yeyim yeri kılığında
"Fevâid'i Osm aniyye" (Osm anlı yararlanışları) adlı şirk e t melezine çev
rildi. Dikkat edelim, henüz yerli girişkenlik Devlet malına el koyuyordu.
Arkasından, bu gediği daha çok genişletm ek için yabancı girişkenlik ünlü
"UZMAN" hastalığım ızı depreştirdi.
(Fevâid'i Osm aniyye) "Gereği gib i hem kendisi, hem d e halkı fayd a
landırıyordu. .. B onald adında b ir Fransa, Fevâid'i Osm aniyye'nin işlem le
ri Fransızca olur, idaresi yabancı ellere verilirse daha çok faydalı ola
cağından konu açarak idarenin kendisine verilm esini arz etmenin yolunu
bulup ve böyle b ir padişah buyrultusu (irade) elde etti." (Keza, s. 15)
Bu bir antr-akt (perde arası) geçit oyunu idi. Padişahların ve ihtilâlle
rin üstünde veya altında oynanıyordu. O geçit konaklarının amacı, başlıca
dört noktada toplanabilirdi: 1- Türkiye'de kapitalist m ülkiyet m ünasebet
lerini geliştirmek, 2- Türkiye'yi Batı kapitalizm inin savunucusuz açık pazarı
yapmak, 3- Türkiye'de ecnebi serm aye maşası bir yerli serm aye yarat
mak, 4- Türkiye işçi sınıfı ile çalışan halk yığınlarını sindirip sömürmek.
Bütün bu genel sonuçların özel uygulanışlarını "Seyr'i Sefâin İdaresi Ta
r ih ç e s i" kitabında heyecanlı bir roman gibi okum ak güç bir şey değildir.
Bu sonuçlar hangi m ekanizm a ile bu kadar çabuk, kolay ve ra
hatlıkla işle y ebildi? Yerli ve Yabancı serm ayelerin dünyaya örnek olacak
kertede sarsılm az işbirliği neden ve nasıl kaçınılm az oldu? Ö nce buna
kısaca değinelim .
29
Suriye gümrük gelirleri karşılık tutuluyordu. Padişah ölür, paşa asılır:
Devlet kalırsa geliri Batı bankerlerine yarardı.
Ü ç dört yıl sonra, borçları önünde iflâs eden Türkiye, gene Batılı dost
lara uyup çıkardığı kâğıt paralarının 3,5 m ilyonunu (Şim diki 560 milyon)
piyasadan kaldırm ak için 600,000 sterlin (Bugünkü 120 milyon TL) borç
alınca, Batılı m üttefiklerim iz, artık Türkiye gümrüklerim: "Hâm iller (borç
senetlerini elinde tutan alacaklılar) m üm essillerinden bir heyetin gözetim i
altında tahsil" etmeye geldiler. İkisi Savaş masrafı, biri gene savaş
açıklarını "kaim e" (kâğıt para) ile kapatmak için yapılm ış üç borç, Tü rki
ye'yi borçlar "Fâsit dairesi" içine hapsetti.
Ondan sonra hem en hemen -tefeci eline düşmüş köylü gibi- borç öde
m ek için yeniden borçlanm alar birbirini kovaladı. Çünkü alınan ödünçlerin
faizleri bir yana, bir de "İhraç kıymeti" denilen oyun vardı. Hacı ağa köy
lüye yüz lira borç verir, senedine 200 lira borç yazar. Batılı dostlarımızın
da 100 liralık borç senedi aldıkları zam an Türkiye'ye gerçekte 50 lira ver
dikleri oluyordu. İhraç kıymeti bu idi. Yüzde elliden düşük ihraç kıym etle
ri bile vardı. 1874 genel borç tahvilleri, yüzde 43,5 ihraç kıymetli idi: Tü r
kiye \ 'i buçuk lira ödünç alıyor, 100 lira borçlu çıkıyordu. Yüzde beş faiz
böylece yüzde 12'lere çıkmış oluyor, ayrıca alacaklı dostlara havadan her
100 lirada 56,5 lira fazla borçlanılıyordu.
Böyle bir "Rezil çem ber" içine düşülmek kimseyi rahatsız etmiyordu.
Çünkü, Türkiye'nin egem en sosyal sınıfları derebeyiler de, kendi toprak
ları içinde yerli tefeci-bezirgân sınıflarından aynı ağır şartlarla borç
alındığını biliyorlar ve o sosyal düzeni savunuyorlardı. Türkiye içindeki be
zirgan ve hacı ağalar, Türkiye çalışan halkından yüzde yüz, üç yüz,
sırasında bin aldıkları için, "gâvurun" görünüşte yüzde beş altı faiz iste
m esini, dostlukların en fedakarcası bir davranış sayabiliyorlardı. Çünkü,
yabancıdan yüzde beş, on faizle alınan paralar, Türkiye içinde serm aye
edinilip, Türk üretm enlerinden yüzde yüz, üç yüz faiz sızdıracak biçimde
işletilecekti. O yüzden, ecnebi tefeciliği bey ve efendilerim izin hiç birisine
anorm al veya olağanüstü bir vurgunculuk gibi görünm üyordu. İhraç
kıym etlerindeki aşırı insafsızlığın Devleti iflâsa götürdüğüne gelince,
aslında serm ayedârlarım ızın istedikleri de bu Derebeyi Devletini b ira n ön
ce çökertip dize getirm ek ve en sonunda teslim almaktı. Bu bakım dan y a
bancı sermaye dışardan, yerli serm aye içeriden elbirliği edip, Sebâ sedle-
rinin tem ellerini kazıyan fa rele r gibi, Osm anlı İm paratoriuğu'nun tem elle
rini aşındırm akta düşünm eden anlaşm ış durum daydılar. Sınıf determ iniz
mi buydu. Aldanm ak yok, elle tutulur hesap ve sosyal eğginlik vardı bu
işte.
30
1860 yılı, Baron von Hlrsch adlı bîr "endüstri şövalyesi'nden adı 400,
kendisi, yâni ihraç kıym eti 212 milyon frank ödünç alındı. Şarlatan hapse
girince, 1862 yılı gene adı 200, kendisi: ihraç kıymeti 136 milyon frank
borca girildi. Her iki son ödünçle Türkiye, bu günkü para hesabı 240 m il
yon TL eline ge çirm iş görün e rek 392 m ilyon Türk lirası borçlu
çıkartılm asını batılı dostlarının bir lütfü saydı. O yıl Türkiye'nin sırtından
merkezi Londra'da O tom an Bank, Öküzün derisinden çarık çıkarır gibi
çıkartıldı. Ertesi yıl aynı şartlarla, kalp paraları değiştirmek için 150 milyon
fran k (7 milyon altın, 1,12 milyar bugünkü Türk lirası), Galata bankerleri
nin alacaklarını karşılam ak için 50 milyon frank (2,2 milyon altın 3520 mil
yon bugünkü Türk lirası) borca girilirken, beklenen m isafir geldi: Osmanlı
Bankası, sultandan daha egem en yetkileriyle Türkiye'nin başına oturdu.
Böylece Türkiye halkı karşısında serm ayenin yerli yabancı ayırdı kal
mamıştır. 3520 milyon alacaklı Galata Bankerleri (Yerli sermaye), 1.120
milyon kâğıt para oyunu ile Devleti Batılı dost finans Kapitale yeniden
borçlandırarak, kutsa/ İm paratorluğun hâzinesine ortak çıkmıştır. Bu y a ğ
manın gerisi çorap söküğü gibi gitti. 1865 yılı, Türkiye ansızın borç ödeye
mez duruma girince: "Birinci Tertip Genel Borçlar Tahvilleri", 1873
yılı: "İkinci Tertip Genel Borç Tahvilleri", 1874 yılı, Osmanlı Bankasına
yeni im tiyazlar sunularak, 20 yıl kuponları ödem e kontratı ve "Üçüncü
Tertip Genel Borç Tahvilleri" çıkarıldı... Ve 1789 Fransa'sındaki bir kaç
şirket yerine, Türkiye'de "Allahuteâlâ" gibi bir tek kumpanya: Osmanlı
Bankası "H e r yerde hâzır-nâzır." Kurşuni devletlû "Em inance grise" oldu.
Kurnaz Batılı Finans Kapitalin İngiliz-Fransız kalesi, Türkiye'nin bü
tün gelir kaynaklarına davul zurna çalarak sahip çıkm ak için, İslav Bar
barlığını koçbaşı gibi kullandı. Doğu Avrupa'nın biitün lenduha Antika İm
paratorluklarını (Çar Rusya'sını, Avusturya Kayzerliğini, Osm anlı S ul
tanlığını) birbirine düşürdü; 1854 Kırım Savaşını dışarıdan içeriye soktu.
1866 Kandiya isyanı, 1869 Süveyş Kanalı isyanı, 1877 Plevne Savaşı,
1885 Doğu Rum eli'nin Bulgaristan'a katılması... Türk'ün belini kırdı. Borç
lar bütçe açığını, bütçe açıkları borçları kovaladı. Harp ihtilâli, ihtilâl harbi
kışkırttı.. Osmanlıya ne istenirse yaptırılabilirdi.
32
savaşı ile İm paratorluğun Rumeli topraklarını kopartm aya yaradı. A n ado
lu dem iryolu: İngiliz grubu ile Alm an grubu arasındaki Birinci cihan sa
vaşını patlatarak, İm paratorluğun göm ülm e törenin i sağladı. Modern f i
nans kapitalin bir ülkede en "olum lu” davranışı da bu idi. O hengâm eler
ortasında, Türkiye'nin varı yoğu SER M A YE'ye teslim edilmişti: Mısır vergi
si, Hüküm etin genel gelirleri, (özellikle: İzmir, Suriye güm rükleri), İstan
bul güm rükleri ve oktruvası [giriş vegisi], tütün tuz, damga, içki, deniz ve
kara avcıları, ipek âşârı, Bulgaristan, Doğu Rumeli, Kıbrıs gelirleri, geri ka
lan güm rük gelirlerinden 390.000 (şimdiki 30 m ilyon) lira, Tünbeki şirke
ti, Tünbeki gümrüğü artırım ı, çeşitli toprakların öşürleri finans kapitalin
elindeydi. Bütün bu alacakları ne Abdülham it'in kişiliği, ne sallanan hafiye
teşkilâtı sağlam a bağlayamazdı. Bütün bir millet, olmazsa bir çok millet
ler, finans kapital burjuvazisinin iratlarını ödem eye kefil olmalıydı.
Fransız derebeyi D evletini yıkan burjuvaların alacağı 32 milyarsa,
1881 yılı Osmanlı Derebeyi Devletinin aldığı ödünçler, "Tenzilâta m ahzar'’
edilen 13 milyarla, tam 30.4 m ilyar bugünkü Türk lirası idi. Rivsrol'un
1789 Fransa'sı için söyledikleri, 1908 Türkiye'si için şeyle tekrarlanabilir:
"Şurası m uhakkak ki, (Ycrli-yabanct) b ir çok burjuvalar (Türkiye'de) bir
yeni düzen (M eşruti H ürriyet) istem işlerse, kam u borcunu Abdülham it'in
garantisinden daha sağlam olan Türk m illetinin garantisi altında koymak
için istem işlerdir."
Tü rk iy e 1854'ten 1914'e kadar 6 0 yılda 40 istikraz yaptı: Her 3 yılda 2
Ödünç! İstikrazların uzun yıllar durduğu iki devir vardır: İlki: 1874 ile 1886
da Düyûnu Um um iye Saltanatını Türkiye içine yerleştirm e pazarlığının sür
düğü 12 yıldır. Türkiye'nin belli başlı gelir kaynakları üzerine finans kapita
lin dem ir eli konulur konulmaz, istikrazlar çağı yeniden açılmış, 1886'dan
1896'ya kadar 10 yılda tam 9 istikraz yapılmıştır. Fakat ondan sonra gene
epey ansızın bir tökezleme göze çarpar. 1896'dan 1909'a kadar geçen 13
yıl içinde, Finans Kapital hazretleri Türkiye’ye 2 istikrazdan başkasını ya-
pamayıverir. Bu, o zam an için tesadüf gibi görünse bile, bu gün, olayların
muhasebesi yapılırken açıkça görünüyor ki, Finans kapital tam o yıllarda
artık Abdülham it'e resmen rest çekm iş ve koynunda yetiştirip beslediği
Con Türklerin gölgesinde gizli gizli kışkırtılan 1908 Devrimini beklemiştir.
1908'le birlikte "bekleyiş" biter. Serm aye efendimiz, istediği düzen kuru
luncaya kadar sıkıca kapattığı istikraz kesesinin ağzını 1908 devrimi ile
birlikte yeniden açar. V e tâ 1914 yılına kadar hemen her yılda bir defa
(hatta 1911 yılı 2 defa) ödünç verir. Türkiye'nin geriye nesi kaldıysa
(gümrükler, âşârlar) ele geçirir. "Som a-Bandırm a istikrazı", "Hudeyde-
San'a istikrazı," "Konya ovasını sulandırm a istikrazı, Doklar istikrazı, İane
33
hissesi istikrazı". Türk Milletini, Millet Meclisi aracılığı ile yeni tipte borç
lanm alara doğru iter. O sırada şirket yatırım ları görülmedik ölçülerde alır
yürür. Türkiye'de 1883'ten 1908'e kadar 25 yılda yalnız 6 anonim şirket
kurulmuştur. 1909'dan 1914 e kadar 5 yılda ise, 93 anonim şirket kurul
muştur. 7-8 yılda 1 şirket y erin e ,1 yılda 10'dan fazla şirket!
Kamu borçlarının millet garantisi altında sokuluşu, Lozan Zaferinden
sonra 13 Haziran 1928 Paris anlaşm ası ile Osm anlı mirasına konm uş m il
letler arasında şöyle üleştirilmiştir:
34
Meclis toplantılarının 60 gününü; (Tören. Söylev, "M akale", And içme, iç
tüzük - Vilâyet, Belediye, Basın kanun ve tüzükleri, Donanma ziyaretleri)
ile geçirtti. Bu, asıl önem li para işini en sonda sıkıştırıp, acele oldu bittiye
getirm ek taktiği idi.
Ö nce Karadağ, sonra M oskof savaşı patlayınca, Yenişshirlizâde A h
m e t Efendi, dayanam ayıp " M a k a le "s in i okudu:
"Milletvekilleri Heyeti, iki aya yaklaşıyor, yalnız bir takım tüzükler ve
kanunlar ile uğraşıyor. Maliye Dengesinin düzeltilm esi için, halka cidden
E M N İYE T verecek bir suret bulunm asına ve m em ur m aaşlarından yarısı
kadar b ir şeyin savaş sonuna dek kesilerek, fazla m em urların TENKİHİ
(sayı ve maaçicırının azaltılması) ile birlikte, kim i bendegâhının (kapıkul-
Iarının) alm akta oldukları "tayın'Tar lüzum suz ve satın alışları uygunsuz ol
duğundan, bunların dahi düzeltilm esine ve rüsum at ve posta ve aşar ve
sa ir m al m em urlarının hâzineyi ziyana sokacak özelliklere güçlerinin yet
m em esi için e ld e b ir kanun bulunm adığından, bu yolda b ir konun konul
masına ve olağanüstü m asraflar adıyla dengede açık gösterilen 14 m ilyon
liralık ( bugünkü 2,4 m ilyar) b ir farkın bu suretle kapatılabileceği hesap
ed ilerek anlaşılm ıştır."
Meclis Başkanı, işi hem en "encüm ene havale" etti. (Bu söz, ondan
sonra Türkiye edebiyatında bir konuyu atlatm ak anlam ına kullanılan tir
yaki sözü olacaktı). Bir başka çıban başı daha vardı: "İstanbullu m uâfi-
yetleri". Gerçekte, bu devletlularla kapıkullarının ve kodam an şehir tefe
ci ve bezirganlarının askerlikten ve vergiden imtiyazlı tutulm alarıydı. Ona
da Süleym an Bey (Niş) dokundu: "Padişahım ız Efendim iz Hazretlerinin
m eym enetli uğurlarında ne yolda can ve m allarım ızı fedâye hazır bulun
duğum uz bütün OsmanlIlar a d ım ahd ve m isaak (sözleşip anlaşılm ıştı)
edilmişti. Bu teahhütlerim izin yerine getirilm esinde Taşra (İstanbul d ışı il
ler) halkının şim diye değin göstermiş bulundukları ve daha gösterecekle
ri besbelli olan yüce çaba ve ham iyyeti (m illi onuru) tasdik etm em ek hiç
kim senin elinden gelm eyeceğinden, fiiliyatta özge ( bu sözcü ğ ü N işli ay
nen kullanıyor) ş â h it istem ez... Bu vatan sayesinde zenginlik ve zengin
lik (servet ve s im in ) edilerek, ge n el vergilerden m uaflıkla kayrılarak,
Yurt hizm eti şerefinden şim diye d e k mahrum kalan İstanbul zenginlerine
i i t ve pek acele olan para yardım ı bakım ından henüz b ir te k fedakârlıkları
görülmüyor. ”
Başkan- "Bunu da verin, öteki kâğıda iliştirilsin.. İngiltere Devleti
hak tanır ve tarafsız bir devlettir" diye, konuyu, İngiltere elçiliğine Mec
lisin şükran mektubu sunmasına çevirtiverdi. (12 Mayıs, 27. Toplantı, I. Otu
rum) Derebeyi: Kapıkullarının m aaşlarını kesmek istemiyor; Sermayedar:
35
İktidarı ele geçirm edikçe kesenin ağzını açmıyordu. Kabak köylünün
başına patlarken, ağaya da dokunm ası akla geldi: "Ağnam" (Koyunlar:
hayvan vergisi) ele alındı.
Halil Bey (Suriye)- "Ağnam vergisine bir misli zam etm ek, şikâyeti
çeker."
Manok Efendi (H alep )-"A ğır değildir." (O kapitalist gibi hesaplıyordu.)
Yenişehirli Zade A h m et Ef. (İzmir)- "Yarım çarıklı çiftçi savaş
yardımını verirse, burada iki atlı arabaya (O zaman "Kadillak" yok) b in en
le r niçin verm esinler? Bu gün kuru ekm ek yemeye razı olmalıyız. B uğday
ekmeği yiyorsak a rp a ekm eği yiyelim, az harcayalım ."
M anok Ef. (Halep)- "Yurdum uz ortak Vatandır. İstanbul'da daha zen
gin adam lar vardır. O nlar daha çok yardım etm elidirler."
B a şk an -"... Yalnız benim elimle kayıkçı, balıkçı gibi adamların, ellişer,
altmışar, para olarak toplanan yardımına ben şahidim ."
Astarcılar Kâhyası Ahm et Ef. (İstanbul)- "İstanbul ehalisi vergiden
kaçm adılar, verdiler... Oysa, şimdi yedek 60 paralık bir şey için bir kaç
takrir gönderdik; karşılığını alamadık. Ehâli bu gibi işlerde EM NİYET (Ga
ranti) ister. Eski Başvekil Mahm ut Nedim paşanın bu kadar şeyleri var.
Zim m etleri olduğunu gazeteler dahi yazdı. Yüce Kapı (Bâb'ı Ali) birisine
bakm adı."
Mustafa B e y (Yanya)- ”Yurdu kurtarm ak ve nam usu ikm âl etm ek u ğ
runa herkes malını değil, canını fedaya hazırdır. Fakat, herkes vereceği
Şeyin ne için alındıysa oraya harcanm asını ister. H erkes Savaş için para
verir de, sonra meşru olm ayan b ir m asraf yapılırsa iste bu olmaz. B u g ü
ne değin EM NİYETSİZLİK de bundan çıkmıştır, sanırım ."
Y enişehirli Z â d e A. Ef.- "Eğer is yapacaksak, İstanbul'dan başka
y e rle r ahalisini teşvik edecek b ir y o l düşünm eliyiz. G örsünler ki, B akanlar
ve M illetvekilleri yalnız fukaranın yakasını tutmuyor... Vilâyetlerden önce
İstanbul'da da b ir sey yapalım . Gazetelerde herkes görsün... Birincisi
Tenkih (M asraf azaltım ı) yapalım. İkincisi: gelirlerim izi ne yolda idare
edecek isek, ona göre b ir kanun, b ir tüzük yapalım. Ondan sonra âsâra
mı, vergiye m i zam m edeceğiz? H er ne yapacaksak yapalım. Bu suretle
ehali da hi EMİN (garantilenm iş) olur. Bundan önce b ir sey veririz diyem e
yiz." (28. Toplantı, 2. Oturum.)
Yardım, vergi tartışm asında, görüyoruz, yerli yabancı, Müslüm an olan
olm ayan bütün Sermaye, Derebeyi Devletine karşı tek cephedirler. M e cli
sin bütün duygululuğu, Derebeyi Devletinin hesaplarına el koymaktadır.
Çıkm az, bu yönde yontulm aktadır. Derebeyi oyalam asına karşı 29. T o p
lantının 2. Oturum unda İstiyzâh [soru önergesi] yapıldı: 1- Beş on yıldır
36
Devlet gelir ve giderleri nedir? 2- Yıllık gelir artıyor mu? Ne kadar? 3- "Ar
tan gelirden ne yolda yararlanılıyor? İstikrazlardan bütçeye her yıl düşen
faiz ve am ortism an yıllık gelir artışıyla orantılı m ıdır? Değilse aradaki fark
nedir?" 4- "Faydasız m emurlarla lüzumsuz m asrafların çoğalm asının, ba
yağı gelirden üstün olduğu anlaşılıyor?" Denge düzeltim i (mali m uvazene
nin ıslahı) için hazine ne düşünüyor? 5- "Bu gidişle m âliyenin geleceğinin
hangi sonuca varacağı üzerine bir istatistik ve m aliye hesabı var mıdır?
Varsa nedir? Yok ise, Mali durum ların geleceğine EMNİYET ve GÜVENÇ v e
recek kıyaslama HESAP nedir?"
Başkan- "M aliye Bakanlığı her yıl pek ayrıntılı, kitap kadar m aliye
dengesi yayınlar. O kitaplar vilâyetlere geldi mi? Bu iş on, on iki, on beş
yıllık bir iştir."
1877'den 12 yıl öncesi: Yü zde 50 "ihraç kıym etli" (yani bir verilip iki
yazılm ış ve "Londra'daki bir m üesseseden" yapılm ış "Birinci Tertip G e
nel Borçlar Tahvili" yılı (1865)tir. Bunlar, "Galata bankalarına âzami
24 yılda ödenecek çe şitli ta h v ille rd ir... 1877'den 15 yıl öncesi: Osm anlı
Bankasının Londra'da kurulduğu y ıldır (1863)... Tam o yıllarda Yerli - Y a
bancı (Galatalı-l-ondralı) Finans kapitalin Türkiye'de Bütçe hesaplarını
yayınlatm ası, Derebeyi Devletinin Kapitalist Devletine doğru gidişinde
Serm ayenin oynadığı rolü açık açık belirtmez mi? Böyle bir ü lkede en az
19. yüzyıl Oltasından beri "Sosyal sınıf"ların "Çağdaş Uygarlık" yönün
de ne kadar yol alm ış bulundukları anlaşılm az şey m idir?
Fakat, Neden Türkiye'nin böylece "Çağdaş Uygarlaşma"sı, Batıdakinin
tersine mem leketi yükselteceğine alçalttı? Bu ayrı konudur. Onu, kuru
m antığım ızdan çıkıp olayların gidişine uyarsak kavrayabiliriz.
37
tezatlı davranış dış politikada da aynen g üd ülün B ir yanda Türkiye'nin
Türk olm ayan milletlerini ve Çar Rusya'sını Osmanlı devleti üzerine
saldırtır; ötede, Çar aşırı gitti mi, bütün "Yü ce D evletler" (Düvel'i M uazza
ma) karşısına çıkıp: "O kadar dem edik!" yollu, Batının ekonom ik ve poli
tik egem enliğini en iyi sağlayacak bir "Tarafsız hakem " kürküyle ortalığı
y atıştırır görünüp, parsayı toplar. Batı kapitalizminin bu alicengiz oyunu
nun da en uysal maşası, Türkiye'deki T ü rk olmayan kapitalistlerdir.
Yüzyıldır hiç şaşmaksızın sürüp giden "Batılı d ostlu k" politikasının (tipik
örneklerle belgeleşm iş) en eski ispatı gene Türkiye'nin ilk Millet Meclisi
zabıtlarında bütün ayrıntılarıyla okunabilir.
Derebeyi Devletinden alacaklılarına "Emniyet" istenirken: Gâvur,
Müslüman, yerli, yabancı serm aye bir olur. Derebeyi Devletinin her türlü
ekonomik, sosyal ve politik güçlerim izi çökerten pahalı ve lüks, lüzumsuz
ve baskıcı bürokrasisine karşı "TENKİYHÂT" (Maaş indirimi) istenince, her
kafadan bir ses çıkm aya başlar. Mecliste Paşalarla azınlık Milletvekilleri,
hele Müslüman olm ayanlarla sarıklılar el ele verirler.
Halil Bey (Suriye)- "Ağnam ve âşâr vergileri ve askerlik bedelleri bir
leştirilerek, herkesin üzerine m utedilce bir şe y yapm a yolunu tutm ak d a
ha uygun görülür. Ama, İlk iş olarak m aaşların tenkihi ve fazla ve lüzum
suz m em urlukların kaldırılm ası g e re kli görülür. "
M anok Ef. (Halep)- "Kâyim e dolayısıyla m aaşla r zaten yeteri derece
sine inm iş demektir. Oysa, m em urlar onu da alam ıyorlar. “
Halil Ef.- "Kesilm esi istenen m em urun m a a şı değil, Mühtâcın maaşı,
2 5 bin şu k a d a r kese çıraklık m aaşı."
S ebuh Ef. (İstanbul)- "İki yıldan b e ri kon solid kâğıtlarının faizleri
v erilem iyor. "
A starcılar Kedhudası- "Zim m etleri olduğu gazetelerde dahi yazıldı."
H am azasb Ef. (Erzurum )- "Teessüf ederim. Vatan çocuklarından beş
a ltı yüz bin kişi hudut üzerinde bulunup, m ühim m at ve erzaka ihtiyaç var
ken, M illetvekilleri vaktiyle şöyle oldu, böyle olacak diye vakit kaybediyor
lar. İhtilâs (çalma, çırpma), hırsızlık için b ir şey varsa başka zam ana
bıraksınlar. Kim ileri m aaşları tenkih etmek, kim ileri Mahm ut Paşanın ih ti
lasına bakm ak istiyorlar. Bunlara sonra bakm alı."
Rasim Bey (Edirne)- "Bir çobanın dört kuruş verdiği gibi, m em urlar
dahi m aaşlarını biraz eksik alsalar. "
Başkan (Ahm et Te vfik Paşa)- "Mem urun aylığından on bin kuruş
keserseniz bilin ki, hazine üç yüz bin lira z a ra r eder. "
Y usu f Paşa (Maliye Bakanı)- "Hâzinenin b ir usulü var ki, ilm ühaber-
siz m ütâcinden olanlar olur. Lâkin şim di tevcihat sırasında girdiğinden...
38
Tenkih tetkike m uhtaç. Tetkike vakit var mı? Yok mu? Kulunuz derim ki,
e lb e t d e bu D evletin ülkesinde olan gelirlere nispetle ge rek m ütekaitler,
gerek mâzüller, gerek m uhtaçlar için m aaş azdır. Vermek lâzımdır. Veril
m ez olmaz. Kim i fukara a ç kalır, arzuhaller (dilekçeler) verir. "
A bdürrezzak Ef. (Bağdat)- "D uâgölar (duacılar) kadim Osm anlı D ev
letinin duacılarıdır. Yüz kuruş, iki yüz kuruş alacağı olursa bundan ne an
laşılır? H iç olm azsa beş yüz kuruştan yukarı almalı. Çünkü Fukaraların d a
hi duası yüce Devlete lâzım dır. "
Y usu f Ziya Ef. (Kudüs)- "Bunlar çalışarak m ükem m elen ekm eklerini
kazanabilirler... Başka işlerde uğraşırlar. D ö rt beş çe şit tahsisat alanları
bulunur."
Mebus- "işte de fter önüm üzde. M âzüllere (işten çıkarılmış), m ü teka
itlere (emekli) 25 bin kese veriliyor. Ülemâ yalnız 19 bin kese... Bin kese:
A s k e r içinde, nüvvâb (kadı, hâkim ) içinde, bilm em nesi h e p si için d e oldu
ğu halde... Şu sınıfın kanununa dokunm aktadır."
Başkan- "Adaleti sorarsanız, evkaftan falanın bin ku ru ş aldığı olsa,
burada onun beş parasını kesm eye hakkım ız yoktur. Bu devletin eski n i
zam ıdır, kesm iş. "
Y usu f Paşa- "Bir neferin m aaşı 30 kuruştur. O nun nesini keselim ?
Onun beş çocuğuna verilecek."
Abdürrezak- "Mâdem ki m üddetim iz (Meclisin n e kadar süreceği’) b i
linmiyor. Bunu gelecek yıla bırakmalı'... Teb'anın hepsi Devletin iyâli (ço
luk çocuğu) dem ektir. B ir m iktar m aaş verm em ek gerekm ez. "
Ahm et Ef.- "Mutlaka üçte b ir m aaşlarından."
Başkan- "Bunu geçtik m i?"
Heyet - "G eçtik."
- "Bu aralık askere ilişm ek câiz değil!" (II H aziran oturumu.)
Raslm Bey- "Hem m âzüllük, (işten kovulm uş) hem feâü işlerde bulu
narak m aaş alan m em urlar var. “
Başkan- "Bu kim selerin ism ini söylem eye davet ediyorum sizi."
Rasim Bey- "Bu m em urları fâş etm ek istem em ." (Başkan Paşa da
"M âzülin" dendir. İsrar edince).. Bu m emurların tam bir listesi bulunsa idi
b ir çok isim leri işaret etm ek m üm kün olurdu."
Y u su f Paşa- "Bu listenin hazırlanm ası uzun zam ana ba ğ lıd ır."
M eclis'te: "B inbaşı'dan yukarı savaşta olm a y a n subay tayınların ın
kaldırılm ası... B ü ro m asrafların ın azaltılm ası ve duag ûlara a y rıla n m a
aşların k a ld ırılm a sı" te k lif e d ilin c e "Kom isyon kararı b ir çok sa rık lı m e-
p u s la r tarafın d an itira zâ u ğ ra d ı." (13 H aziran 1877 tarihli La Turquie
gazetesi)
39
Böylece, bir az güneşin altındaki özel yerini isteyen yerli-Müslüm an
Türk serm ayeye karşı Yabancı serm aye hemen yerli gayrimüslim -
gayri Türk sadık ajanları kanalı ile bütün antika derebeyi güçlerini (en
başta paşalar ile sarıklıları) harekete geçirir. Türkiye'de bir az milli menfaat
gütm ek isteyen cılız yerli-Türk sermayeyi inmelendirip teslim olmaya zorlar.
40
Başkan- "Efendim, geçm işle savaşıyoruz. Bundan 8 a y önce denilmiş
ki (E ğer paralar verilm ezse falan şey satılır!). Bu iş olmuş, geçmiş; şim di
şatafım mı, kurtaralım m ı? G eçm işe çâre bulmalı. Fa ka t bu Mecliste hiç b ir
şe y yapılam az, buna Şubede bakm alı. "
"Şube" neden Meclis'in yerine geçiriliyor? Bunu 14 Haziran Oturum un
da "R eis" şöyle anlatıyor:
B aşk an - "... Encüm en tayin ettiniz, Vükelâ (Bakan., lar) geldi. Fakat,
g e re k Bakanlar, ge rek encüm en üyeleri şikâyet ediyorlar ki, Encüm ende
herkes dolu, b ir iş görem iyorlar. Ben iş göre lim dedim. Ü yeler m ünasebet
s iz cevap verdiler. İs görm ek tarafını tutmuyorsunuz. Bana bırakılırsa iş
gördürürüm . E n cü m en i beş kişiden ibaret yaptık ki söz söylem ek kaabil
olsun. Sonra o beş kişiden şubelerde kim se kalmadı. Herkes Encüm ene
soruyor. Encüm enden iş i bitirem ediklerinden şikâyet ediyorlar. Ş im di oyu
nuz ne ise bildirin. Encüm eni kapayalım da kim se girm esin mi? Yoksa öy
le açık mı gitsin? Cevap v ar m ı? "
Mustafa Bey (Yanya)- "Buyurduğunuz doğrudur. A ncak kendi kendi
n e iş görm eli. Fa ka t iç tüzük m üsaittir, üyelerden her kim iste ıse gidip
g ö re b ilir."
İç tüzük Batı Kapitalizm inden tercüm e edilmiş, Batıda "Serbest reka
b et" var. Türkiye'de ise Devlet işleri üç beş kişi arasında, üstü kapalı yü
rü tü lm ek gerek. Çünkü bir avuç finans kapitalist, 90 kişiyi bile kandırama
yacağından korkuyor.
Onun için, Millet Meclisi oldu bittilerin onaylanm a değirm eni sayılıyor.
O ld u bittileri kurcalayanların zabıtlarda adları bile geçirilmiyor:
B ir M illetvekili- "Bakır pa raları beşliğe çevirm ek için, böyle zorlu z a
m a n d a 20 bin kese sarfında ne anlam var? (Cevap yok)."
D ördüncü m adde okunur: "Kayım elerin karşılığı GENEL GELİRlerle
g a ra n ti edildikten başka, EREĞ Lİ KÖMÜR MADENİnin ve İSPARM AÇET ve
M İH A L İÇ ve öteki ÇİFLİKLER karşılık gösterilip, her yıl tedavülden alına
c a k 100 bin keselik kaim eler için da hi A Y D IN vilâyetinde bulunan Aydın ve
S a ru h a n san cakları ÖŞÜR gelirleri ve A y d ın ve Konya AĞ NAM resimleri
k a rş ılık gösterilecek. "
O zam an Devlet tümü, Derebeyi sınıflarının siyaset tekelinde bulundu
ğ u için, onun ancak böyle "perakende" olarak haraca bağlanması gereki
y o rd u . M illetvekillerinden hiç birisi bunu yadırgam ıyordu. Önem verilen
te k şey, kefil tutulan Devlet parçasının daha önce başka yere ipotek edil
m iş olmasıydı:
H üdaverdi Ef. (İstanbul)- "Sanırım ki. Aydın sancağının ÖŞÜRleri ya
b a n c ı ödünçlerine karşılık rehin verilmiştir. O borç daha bitmeden, bu
ö ş ü rle ri başka borca k a rşılık gösterm ek nasıl olur?"
41
Y anko Bey (Danıştay üyesi)- "Eğer M illetvekileri tasdik ederlerse g e
lirle r verilecektir; etm ezlerse henüz başka borca karşılık gösterilm em iş
olan g e lirle r varsa onu bulup g ö s te rm e lid ir."(21 Mayıs)
Belli ki, Yabancı serm aye Büyük D evlet adam larını kendi tarafına ka
zanm ış yerli serm ayenin alacağını atlatm aya çalışıyorken, yerliler de karşı
taarruza geçiyorlardı. Yabancı serm ayeyi hep gayri Türklerin iyi savuna-
mayacağını sezen Paşa, gayret başa düştü, deyip başkanlıktan çekilir:
Bu aralık Başkan Paşa hazretleri Başkanlık m akam ına ikinci Başkan
Ş eyh Behaetdln E fendi hazretlerini çağırarak, kendileri keram etiû M illet
vekilleri sırasına oturdular."
Astarcı Kethüdası A.E. (İstanbul)- "Birisini söylerken ötekisini u n u
tuyoruz. Bankaya bu kad ar paralar veriyoruz. Fakat onun b ir para gelirini
görm üyoruz."
Sabuh Ef. (İst.)- "Bankanın görevi kayim elerin itibarını korum aktır."
M anok Ef.- "Bankanın Devlete karşı gelecek iktifalet ve kredisini k o
rum aya iktidarı yoktu r."
Sebuh- "Kayim elerin üzerine BANKAnın num arası olursa (H azin e d a
ha çok kay im e çıkaram az) diye herkes EM İN olur."
Manok Ef.- "Bankanın D evlete karşı gelecek iktidarı var m ıdır? D evlet
gene istediği k a d a r basabilir. "Halk bankayı kefil sa n sın " deniliyorsa, bu
halkı aldatm ak otur."
İkinci Başkan- "Biz tahm in üzerine konuşuyoruz. Banka ile olan M U
KAVELEteri görem eyince bilem eyiz. "
Haşan Ef. (İstanbul)- "Banka itibarını korum uş olsaydı, kayim enin
100 kuruşa gitm esi gerekirdi. İşte gitmiyor. Öyleyse, bankaya bedava p a
ra kazandırm anın hiç faydası y ok."
İş bu kerteye dayanınca, demin "Riyaset"ten çekilm iş bulunan Paşa o r
taya atılır:
A h m e t Vefik Paşa Hazretleri (İstanbul)- "Bankanın b ir kaç hizmeti
vardır. B irisi şu ki, san caklardan gelen pa raya bundan ö n ce yü zd e 14
m a s ra f binerdi. B u m a s ra f olm am ak için p a ra verm edikten başka, yüze
yarım bile K âtib iy ye aldık. Bankanın n e re le rd e şu b e si varsa oralardan
para alınırdı, işin e s a rf etti. Çünkü bu h izm eti bütün bütün bedavaya
y ap am azd ı. "
"Göz hasmını tanıyor"du. Yerli sermaye, eskiden beri Devletten ko
parttığı yüzde 14'leri Yabancı serm aye ile onun Türk olmayan ajanlarına
(BANKAYA) kaptırm ak istem iyordu. "Banka" adına Paşa da: Bu işi siz yüz
de yarım vererek yapam azdınız, dem ek istiyordu. Fakat "Parlam ento" ne
zaketinde m eseleler böyle açık konamazdı. İşin içyüzü milletin kulağına
42
çalınabilirdi. Eşeğine vuram ayınca, herkes sem erin e vuruyordu. O zaman
m eşhur kcr dövüşü başlıyordu:
Bir M illetvekili- "Bankanın şubeleri bulunan y e rle r hep büyük m ahal
le r ve iskelelerdir. Oralardan İstanbul'a para gönderm ek gerekirse, hiç
bankaya ve m asrafa hacet yoktur. Daima h avaleler bulunur. "
Gerçek buydu. Koca Devlet, parayı buluyor da, İstanbul'a gönderecek
adam ı mı bulam ıyordu? Bu gülünç bir bahaneydi. Ama, "B anka" o zaman
bir tekti; O sm anlı Bankası. O da doğru Batı Sermayesiydi. Yüzde yarım
B ü ro k ra siy le "K â tib iy y e " verd i mi, büyük Devlet paralarını işletebiliyordu.
Türkiye'de bugün İş Bankası bile, "Bu hizm eti bütün bü tün de bedava
yapm azdı." Haşan Efendi orasını kavram ayınca, kafasına vurarak altlatan
çıktı:
Vefik Paşa Hazretleri (İstanbul)- "Bunu ben yaptım da, bile bile sö y
lüyorum. Başka türlüsünü bilen varsa çıksın m eydana!.. H azine m em ur
ları vüzde 14 veriyorlar. Ben bunu verm em ek için böyle yaptım. Banka
Konya'daki pa rayı nasıl getirecek? Onu gene Banka b ilir. "
Rasim Bey- "Banka, iskele olm ayan yerlerde şube yapm adı efendim.
İskele olan yerlere yaptı. Konya g it i iskele olm ayan yere yapmadı. Edir
ne gibi iskele olan y ere yaptı. Geçen yıl Serasker kapısı için tahsisat ver
diler. Bu tahsisatı İstanbul'a ulaştırm ak için de Edirne r e d if albayına m e
m uriyet verdiler. 400.000 kuruş biriktirmişti. S arraflar yüzde 1 ile İstan
bul'a. poliçe verecek oldular. İskele olan yerlerde sarraflar bile kâr verm e
y e razı oluyorlar. İskele olm ayan yerlerde böyle de ğ il ise de.. Oralarda
B ankanın dahi şu b esi yoktur."
Yâni, yerli se rm a ye (SARRAFLAR), eski tefecilikten daha kârlı olan,
yabancı serm aye (BANKA) çapında büyük para işinde rekabeti göze
alıyordu. Oysa, Batılı büyük finans kapital suyun başını kesmişti. A cen te
si seslendi:
S ebuh Ef.- "Güzel ama, biz bankayı bugün feshedem eyiz. Vâdesi b it
m iş ise, o zam an feshederiz."
Hey'et (M illet Meclisi)- "MUKAVELELER gelm eyince bu iş anlaşılmaz.
G eçelim ."
M Ü SLÜ M AN I TE H D İT
Beşinci Madde: "100.000 keselik kayimenin tedavülden kaldırılacağı."
Altıncı Madde: "Kâğıt paralar karşılığı tahsil edildikçe, İzmir'de BAN
KA subesine ve Konya'da BANKA m em uruna teslim edileceği."
Rasim Bey (Edirne)- "Kayim eler öteden beri eskir, yanar, suya düşer,
hâsıı’ı noksan olur. Bu durum da Bankaya numara üzerine para verilirse.,
43*
Bankaya açıktan b ir bü yü k kâ r ettirilm iş olur: Konsolide işi dahi böyledir.
Bunu da M âliyeden sorduk. Buna dahi cevap yok. ”
"Yedinci Madde: "Kâğıt para hesaplarına ve ikratına bakm ak için
D evlet başkanından ve üyesi Banka ile Osmanlı ve Ecnebi Serm ayedar
larından kurulu b ir kom isyon kurulacağı”
Yukarıda: DEVLET+BANKA, onların gölgesinde YERLÎ+ YABANCI SER
MAYE, Türkiye'de en ücra köy fukarasının evine girecek rızkın kuruşunu
kontrol ediyordu.
Ancak yerli Serm aye o kontrole b irtü rlü ortak edilemiyor; orduyla kor
kutuluyordu:
Rasim B e y (Edirne)- "Şim diye kadar basılan ve harcanan kaym elerin
hesabı verilebilirdi. Onu niçin verm ediler? Bunu istizah [açıklama] isteriz."
İkinci Başkan Efendi- "Encüm en sordu. Ordulardan hesap gelmedi,
d e d ile r."
Rasim- "Gerçi ordulardan ayrıntılı hesap gelmez. A m a Nizâm iyeye,
Tophaneye, Tersaneye ne verdikleri kayıtlıdır. Bunun hesabını verebilir. O
hesap sırasında bankaya bu iş için kaç kuruş verm işsek o da anlaşılır ki,
bizim asıl dileğim iz budur. ”
Bu kadar açık sorulara hemen verilen karşılık, okul basanların istiklâl
marşı söylem eleri gibi bir şey olur:
Padişaha tebrik a rly za sı: "Gazilik unvanını tebrik için H âki pay'i Ş a
haneye (padişahın ayağının toprağına) sunulacak g e n e l ariyza layihası
okunup oyların birliği ile onaylandı ve kim i katlara gönderilen dilekçelere 7
güne kadar karşılık verilm ek tüzük gereği iken, şim diye dek havale olunan
dilekçelerin en çoğuna karşılık verilmediği üzerine biraz teâti'i kelimâttan
(lâf atıldıktan) sonra Meclis dağıldı." (27 Mayıs, 30. Toplantı)
Yabancı sermayenin gerekince derebeyi devleti ile suç ortaklığı yapması
önüne 2, yerli sermayenin bu kerte kul köle oluşu yalnız korkusundan mıdır?
Hayır. O suç ortağına kendisinin de yataklık ettiğindendir. Yabancı sermaye
nin Banka biçiminde yaptığı vurgunu, Yerli Sermayenin Sarraflık biçiminde
öteden beri fazlasıyla yaptığı içindir. Sermayenin yerlisi de, yabancısı da,
Türk milletini sömürmekte ortaktırlar: Çekişilen, sömürgenin pay edilmesin-
dedir. Bunu 2 Haziran, 42. Toplantıda "Düyunû umumiye ve genel Sehimler
ve Demir Yolları gelirleri" okunurken "BİR MİLLE1VEKİLİ"nden dinleyebiliriz:
M uhtar Ef. (Erzurum )- "Birincisi: D ış Borcun faiz ve re'sülmâli, (kapi
tal, serm aye) İkincisi: G enel sehim lerin faizi, ve üçüncüsü: Rum eli D em ir
yolları tahsisatı, dördüncüsü: Aydın ve Varna Dem iryolları kurum lan. ”
Rasim Bey- "Osm anlı Bankası kom isyonu ne zam an alacak? N e z a
m an düyunu um um iye verirsek diye kom isyon a la ca k?”
44
Bir M illetvekili: "Osm anlı Bankasına verilen akç0, Rasim Beyin an
ladığı g it : değil. Bu kom isyona verilen paralar ne yolda verilir? Szr.-ari'ık
kom isyonu gib i ise beis yok, alabilir. Bundan başka bandrola olan K ontra
ta da g ire r (?) Onu kald ırm ak elden g e lir m i?"
Rasim Bey (Edirne)- "M ukavelenam e görülüp encüm en tarafından in
celendi. Vilâyetlerden Bankaya b ir şey havale olunuyor. Encüm ende, g e
re ğ i g ib i b ir yol daha konuşulsun. ”
V asilâk i Bey (İstanbul)- "Encüm en şim diye değin buna n;ç<n karar
v erm em iş? M em urlar da gelmemiş. Yirmi günden beri böyle duruyor. ”
Başkan- "V akit m üsait değil."
45
Y enişehirlizâde A.E.- "Evet. Biz so n fedakârlıkları da yapm aya
hazırız. A ncak ik tid a r katında olan kişilerin de karşılık gösterm esini m u
hakkak istiyoruz: Bakanlar, aylıklarının d örtte birini bıraktılar. Ve birkaç
beygir hediye ettiler. Bu hiç b ir zaman yetmez. M aaşlarının hiç değilse
yarısını... Öyle tedbirler alınm ası g erektir ki, halk da hüküm ete güvensin."
"Hüküm et tarafından teklif edilen kredi meselesini incelem ek için özel
bir kom isyon teşekkülüne karar" verildi.
Kom isyon üyeleri şunlar:
M üslüm anlar: Müslüm an olm ayanlar:
Hacı A hm et Efendi Nikolaki Nöfel Efendi
Rasih Efendi Vasilâki Saraköti Bey
Veysel Bey Petraki Petroviç Efendi
Fevzi Efendi Yorgaki Efendi
Panayo Zarifi Efendi
Rupen Efendi
Nikolaki Sulidi Efendi
46
kim gerekse yarın, öbü r gün bunların m üfredatına kanşılm ayarak hem en
um um en tayin ettiler. U zun uzadıya m üfredatla uğraşmam alı. Bunu böy-
lece kabul ettik m i?"
Heyet- "Ettik."
A h m e t Efendi (İstanbul)- "Anayasa hükmünce, b u m adde Meclisin ilk
teşkil zam anında verilecekti; bu üç avdır m uvazene (bütçe) gelmedi. Ş im
d i biz acele ik i gün içinde bir iş görem eyiz... M illi Eğitim dahi E vkaf
(vakıflar) Bakanlığı ile birleşm eli."
Ham azasp Efendi (Erzurum)- "Mem urların çok olmasıyla iş görülm ez."
Başkan- "Uygunsa M illetvekili sıfatıyla s ö z söyleyeyim. Benim kadar iş
görem ezsiniz ama, insafça söz söyleyiniz. Ben E v k a f Bakanı oldum; bir
gün de iş görem edim , yetiştirem edim , am a iş g örm e ye çalıştım. O yunuz
iş görülm üyor dem ekse, ona karışmam. Bu iki Bakanlık birleştirilemez. Bir
Bakan, gelip bu ik i Bakanlığı id are edecek b ir adam, dünyada yoktur. Ben
işlerin yarısını gördüm, hepsini görem edim ve bana gelinceye kadar h iç iş
görülmemiş. İsteıseniz, b ir iş görülm em ek şartıyla... Görecek iş b a ş
kadır..." (11 Haziran, 47. Oturum )
Bu tartışm alarla güdülen am aç belliydi. Derebeyi Devlet, gün ka
zanıyordu. Batı kapitalizm inin el ulakları Kom isyona yatm ışlardı. Vergi
kesiyorlardı.
Mustafa Bey (Kozan)- "Biz h e r şe y i vereceğiz; vergi, öşür hepsini v e
receğiz. Bununla birlikte iki üç günüm üz kaldı. Yalnız vergiyi düşünüyoruz,
Tenkihatı düşünmüyoruz. N için yapılm ıyor? Sebebi nedir? Anlayam ıyoruz.
O da olsun."
Başkan- "Tenkihat yapacak encüm enim izi gördünüz. “
Mustafa (Kozan)- "Gördüğüm üz b ir ş e y yok. “
Başkan- "Siz yapacaksınız.“
Mustafa (Kozan)- "H er iki tarafın da kabul edeceği b ir şe y yapılsın.
Yoksa vermemek anlam ına değil. Verilecek ve hepim iz vereceğiz. Fakat
verm ekle iş bitm ez."
Aynı gün Rupen Efendi hırsız ve eşkıyadan yaka silkerken,
Nikola Efendi N evfel: "Re'sülm âlden [kapitalden] yüzde 5 ve yüzde
10 faiz verilm ek üzere ve bu yüzde 15 her çeşit vergiye mahsup olunmak
şartıyla, vergi ve tem ettü nispetinde 7 milyon lira iç ödünç tertip" edildiği
"Makale"sini okudu. Meclis Başkanı: Paşa'nın: " İş görm ek yanını tutm uyor
sunuz. Bana kalırsa iş gördürürüm", "M eclisi kapamalı! S iz dinlemiyorsunuz,
siz" çığlıkları altında İç ödünç kopartıldı. "600 milyon kayime kuruş tu ta
cak olan ödünç yüzde beş resülm ûl ve yüzde 10 f a z getirecektir. B orç .12
yılda tesviye olunacaktır." "Yap ı sahibi olm ayanlar da, yaptıkları ticaret
47
veya sanatlardan elde ettikleri kazanca göre aynen yapı sahip leri" gibi
ödeyecekler. "T im a r ve h e r türlü m aaş sahipleri için gelirleri Binbaşıya k a
d a r sub aylar tam am en m u a r. "Tem m uzda başlamak, Ekim de b itm e k ü z e
re 4 taksit."
Yenişehirlizâde- "Yüzde 10 faizin yedi buçuğa indirilmesini öne sü rdü."
Manok Efendi ile Sebuh Efendi: ”M uhalefet ettiler. Başkan da, (konu
olan işin yardım olm ayıp b ir istikraz (Ödünç), b ir ticaret iş i olduğunu) sö y
le yerek o fikre k a tıld ı."
"Askerlerim izin kanlarını son dam lalarına dek akıttıkları bu zam anda".
Kapitalistlerim iz "Sofralarındaki son lokmayı Vatana borç" verm ek üzere,
yüzde 15 kârlı bir alışveriş yaptılar.
Türkiye'de Antika Tefeci - Bezirgân Serm aye, Derebeyi Devletinin k o l
tuğu altında kişiliğini yitirerek, en sonra kendisi de, toprak satın alarak
üretim le bağlanır bağlanm az derebeyileşirdi. Batı Kapitalizmi yeryüzünde
ilk de fa o rezil çem beri kırmış: Kendisi derebeyileşeceğine, D erebeyiliği
devirerek Serm ayeyi iktidara getirm işti. Bu devrimci eylem "görü lm e dik "
şeydi. Türkiye'de Serm ayenin Batı kapitalizm okuluna resmen girişi, 19.
yüzyılın ortalarında oldu. Burada, ne Batının, ne Türkiye'nin önceden d ü
şünülm üş bir plânı v e programı yoktu. Her şey olağanüstü am pirik y o k la
ma ve el yordam ı ile yürüdü. Batı Kapitalizm i Türkiye'ye sanayi m allarını
sürm ek, Türkiye'yi söm ürm ekten başka amaç gütmüyordu. O b a sit alış
verişin sonucunda, kendisi bile farkına varmaksızın, Türkiye'de m odern
kapitalist m ülkiyet m ünasebetlerine yol açtı. Türkiye'de hiç işitilm em iş
"Şirket: Kum panya" kurm a çığırı açıldı. Yerli - Yabancı şirket se rm a y e si
nin gölgesinde, iste r istem ez ve kendiliğinden, s ırf yerli; yeni tipte b ir k a
pitalist sınıfını yarattı. V e bu sınıf, tarihsel görevi ile, Türkiye çalışanlarını
söm ürerek, Türkiye işçi sınıfını modernleştirdi.
48
"A d a la r h attı için m ösyö Tiyodoridi Kostakiye, beheri l l ’er bin İngiliz
lirası b e d e l ile, tekneleri ahşap 3 vapur sipariş ediliyor. Bedelleri belirli
taksitlerle öd e n e ce k vapurlar, Luidin birin ci şahadetnam esini almış o la
caklar. V ap urların İskoçya'da Klady ırm ağında tecrübeleri yapılacak."
”F e n e rle r direktörü m ösyö Bodui aracılığıyla 10 bin 500 liraya, b u üç
v ap u r ö lçü le rin e yakın b ir çapta, gerekince İzm it'e de gönderilm ek üzere
baş tarafta b ir a n b a n da bulunm ak şartıyla b ir vapur sip ariş ediliyor:
"V asıta'i Ticaret Vapuru Triyestede tâm ir ediliyor." "Tam ir taksitlerin
den g e ri ka la n para ve vapurun getirilm esi m asrafı olarak 6142 buçuk li
ranın yüzde 12 faizle Ajans O ıy a n ta l bankasından ödünç alınarak ce lb i."
(A.N., s . 18-19)
"Biri 29.000, ötekisi 23.500 lira bedel ile Vasıta'i Ticaret gibi iki vapu
run G la skov'd a yaptırılarak satın alın m ası." (1286-1870)
"25.000 lira b e d e l ile LiverpuTa sipariş olunan Kolom biya vapuruna
aracılığın dan dolayı, Botono 500 lira sim sariye istiyor. Vapurun selâm etle
gelm esi için bu paranın verilm esi." (A.N.: T.S.S. İdaresi T., s.20,21)
1290 (1874): "İd a re l Aziziyye Bogos beyin üzerinde iken, Adalara işle
tilm ek ü ze re onun m arifetiyle Londrada Varçen kum panyasına 31.250 İn
giliz lirasına yapılm a ve teslim leri sipariş edilen iki vapur" (Keza, s.36, 37)
1289 (1873): "İdare'i Aziziyye için Aryebar ve kum panyasından satın
alınan b ir vapurun 9.000 İngiliz liralık kam biyo bedeli olan 1.128.960 k u
ruşun: Pirze rin 300.000, Tuna 450.000 Edirne 378.960 vilâyetleri m a l
larından h a v a le olarak ödenmesi". "Yine İdare-i Aziziyye için satın alınan
Yantengam vapurunun 4.000 lira bedeli tüccardan Apik Efendi aracılığıyla
ödenmiş bulunduğundan bu adama E d im e ve Kastamonu vilâyetlerinden
havale v e rilir." (Keza, s.36,38,39)
Bu tem po ile uzanan siparişler sayesinde, Batı Kapitalizm i bir taşla iki
kuş vurdu: Hem Türkiye pazarını kendisine şartsız kayıtsız açtı, hem T ü r
kiye içinde saraydan dilediği ferm anı çıkartabilen nüfuzlu ajanlar sağladı.
Sattığı mallar, içli dışlı çıkarcıların elinden geçtiği için bozuktu:
”Başka yazışm alardan anlaşıldığına göre, A d alar için sipariş edilen üç
vapurun tekne sağlam lıkları istenilene ve teknik gereklere uygun olmayıp,
buraya geldikten sonra, üçüne bin beş yüz küsur lira harcanarak sağlam
laştırılmışlardır. " (Abdülehad Nuri, Türkiye Seyr'i Sefain İdaresi Tarihçesi,
İstanbul, 1926, s.22)
Türkiye ondan önce Akdeniz'i haraca bağlamış gemilerini kendisi yapan
ülkedir. Dem ek o sıralar, Batı m allarında, A vru p a’nın teknik aksaklıklarını
giderecek beceridedir. Girişse, buhar m akinelerini getirterek olsun, k en
di gem ilerini kendisi yapabilecektir. Am a Japoniar kadar olamadı. Batılı
49
m üttefikleri onu gırtlağına dek borca boğdu; kendisi de acente - sim sar ka
pitalistlerini zengin etmekten daha şerefli vatan hizmeti bulamadı. Batı
ajanları için Cum huriyet devrinde bile şöyle yazıldı: "Mâmâfih, zengin
adam. İdare işlerine h e r biçimi verebilir. Bu yolda (irade) (Padişah buyrul
tusu) yukarıdan inmiş, o da ona uyup hem en vapurları sip a riş etmiş olabi
lir. Sonraki taksit bedeli kaç kuıvş olduğunu da bilm iyoruz." (Keza s.37)
Her gün adım başında o kadar çok yapılan işler, artık "m uafiyet" getir
miştir. Kim se alerji gösterem iyor. Yabancı Uzman'ın ne olduğuna en gü
zel örneği gene o zam anın ilk büyük yerli şirketi veriyor:
"O sıralar; H üküm et idarenin başına ve en önem li şubelerine birer uz
man getirm ekle uğraşıyordu ve D ışişleri Bakanlığı aracılığıyla yazışma
yapılıyordu... E n sonra 19 Temmuz (2911) 1327 günü AlmanyalI H er Kari
Lekke, ayda 14.896 kuruş m aaşla Genel M ü d ü r ve ellişer lira m aaşla ge
ne Alm an H e rr Bilum levazım m üdürü ve H err A y p in m akine m üdürü ola
rak getirtilip, üç yıl sü rey le kontratları verişildi.."
"O zam ana dek m uhasebeye bağlı b ir veya ik i efendi satın alm a işleri
bakar, bunların genel m uam eleleri İdare Meclisinin gözetim i altında bulu
nurdu. .. Fakat, m aale sef H e rr Bilum idareye gelinceye d e k böyle b ir işte
kullanılm am ış, gem i donatım ının ne olduğunu öğrenm em iş bir zattı... Ge
n el M üdür H err Kari Lekke başına geçtiği işin uzm anı görünm ek istiyordu.
Alm anya'daki vapur kum panyalarından b ir çok tüzükler getirtti. Bunları
gem icilikle ilg isi olm ayan denizcilik terim lerini de bilm eyen m ütercim lere
çevirtti. Bastırıp yayınladı. Uygulanm aları m üm kün olam ıy ord u ."
"Yaradılışta ağır kanlı, a ğ ır canlı, yavaş kımıltıları tenseveıiiğini zannetti-
rirdi. Merak edip de Fabrikaya dek gitmek, iskelelerin kim isini görmek gibi
şeyler, ya hatırına gelmez, yahut gelirdi de üşenirdi. Uzun dörtgen biçim li bir
dairenin yaygın iki köşesinden birinde Herr Lekke oturur, seyrek olarak
kendisine götürülen kâğıtlara Almanca b ir im za atar, öte köşesinde İdare
M eclisi toplanm ış, İdarenin büyük, küçük her işine bakardı. Merak edip de
Türkçe öğrenmeden gitti. Bütçeye müstevfâ (yeterince) dolgun maaşlı bir
Teftiş Heyeti tahsisatı konulmuş bulunduğu halde, m üfettiş getirm ekle de
yorulmadı. İdarede b iri 300, ötekisi 350 kuruş maaş alır iki kâtibe Kontrol
adı verilmiş, kom şu kıyılar vapurlarıyla gider, gelirlerdi. Uzak kıyılara giden
vapurların muameleleri, acente hesapları, incelem e ve teftiş görmemiştir.
İkinci yılın ortalarına doğru H err Lekke'nin resm i m akam ında bile idare iş
lerine yabancı durmaya başladığı görüldü. İdareyle ilgili iş olm ak üzere,
yalnız Avrupa tezgâhlarından birine siparişleri kararlaştırılm ış olan üç
komşu kıyılar vapurunun, Alm anya 'dan başka b ir yere sipariş ettirilm em e
sine çalışılıyordu. Buna m uvaffak da oldu. Vapurlar D anzig tezgâhlarına
50
ısm arlandı. Ama, yapı dayanırlıkları korunamadı. Bu vapurlar dörde çıktı,
üçe indi.. Külliyetli m asraflar oldu Siparişlerinin onuncu yılı İstanbul'a ge-
tirtilebildiler. Getirtilen vapurların en sonuncusu ve düzeltim e ihtiyaç gös
teren teknelerin en birincisi bu üç vapurdur. Yoz'k b, yapılırlarken orada
özel m em ur da bulundurulm uştu." (AN.: T.S.S.İ.T., s.82-85)
Bu kısa anlatışta Devletçiliğim izin dört bası m am ur her şeysi vardır.
Genel Müdürleri, İdare Meclisleri, Teftişleri, Avrupa'ya siparişleri, Acente
hesapları, iş görene 300, köşede oturup imza atana 14.890 kuruş (50
misli) m aaşları, Batılı uzm anlan, Özel memurları ile tastamamdır. V e bir
daha hiç b ir gücün sarsam ayacağı bir gelenek yaratacaktır.
51
yılından M eşrutiyet ilanına kadar, Cem ile Sultan m irasçılarına ayda 600 li
ra kadar b ir para verir, geri kalan hesaplar kendisinin olurdu. H aliç İd a re
sinin m üdürü ve fakat b ir nevi kiracısı id i." (A.N., TSSİT)
Daha Con Efendi Direktör olurken, çıkarılan padişah buyrultusu: "İda-
re'i Mahsusa vapurlarının bir şirkete bırakılm ası icap eylediği" (12 Ocak
1871) emrini verdi. Con'un tayini A ğustos ayında yapıldığına göre, 4 ay
için d e adam "Şirket" tezini Sultanlar yoluyla dayatmış dem ek oluyordu.
Türkiye'de Müslüman olmayan azınlıklar hem Derebeyi Devletinin, hem
Batı kapitalizm inin buluştukları noktaydı, "İdarenin Erm enilere idare etti
rildiği zam anların birinde tenassur ettirildiği (H ıristiyanlaştırıldığı) (A.N.
s .31) sözünden bu anlaşılıyor. Fakat "Tenassur" (Gâvurlaşm a) üst
yapısının tem elinde olan derin sosyal değişiklik, KAPİTALİSTLEŞME'dir.
Tıpkı İngiliz Lordunun emlâk sahipliğine dönm esi gibi bir m ekanizm ayla,
Derebeyi Devleti dönmeleşiyordu:
" B ir aralık Abdülaziz'in, Fevâid vapurlarına h e r vakittekinden ziyade
önem verdiği görülüyor. Ş irk e ti H ayriye'nin o zam an ed indiği sürekli ile r
lem eleri gördükçe, Fevâid vapurlarıyla da büyük b ir AN O N İM Ş İR K E T vü
cud a getirm eyi a rzu etmiştir. Bu fik ir her yanda uygun görülm üş, Ş irk e
tin teşkilin e de başlanm ıştır. Ancak, o sıra Avrupa'da Alm an - Fransız sa
vaşı çıkıp h e r ülkedeki kapitalistleri m ütee ssir etmiş, İstanb ul lim anında
kurulm ası iste n ilen Anonim Vapur Ş irketi de bu yüzden teşekkül ed em e
m iştir." (A.N.: T.S.S.İ.T., s.31,32) 1871 Eylül 2 günlü "Tezkerei sâmi-
y e"ye göre:
"Fevâid idaresiyle birleştirilerek yeniden bir vapur kumpanyası teşkili
hakkında şe ref vererek buyrulan Padişah iradesinin dediği üzere, beheri yir
mişer liradan elli bin hisse ve bir milyon lira serm aye ile ve Ş iık e tl Aziziye
adıyla kurulan Anonim Kumpanya’ya bâzı gerekli şartlarla bir k ıta yüce im
tiyaz fermam verilip (üç ayda tüzüğü yapılıp, b ir ayda tasdik edilerek (sonra
Fevâid vapurlarının devrü teslim kılınması şart edilmiş olduğundan adı geçen
hisselerin hepsi o kumpanya İdare M eclisi üyeleri tarafından alınım ı sa ğ
lanmış bulunduğu ve iç tüzüklerinin dahi düzenlenm ek üzere bulunduğu hâl
de, Avrupa'da çıkan savaşmadan dolayı bütün sermayedarların ve gerek
üyelerin m aliye işlerinde ortaya çıkan güçlük, anılan tüzüğün belirli süresi ge
linceye dek bir buçuk ay daha geciktirilmesine tabii zaruret ortaya
çıktığından, adı geçen tüzüğün tasdikiyle Fevâid vapurlarının kumpanyaya
devri ve Avrupa'dan sipariş olunan vapur numune ve resimlerinin gelmesiy
le işe başlanması tamam kışın ortasına ve dolayısıyla gemicilik bakımından
pek güç bir vakte rastlayacağından, ol vakte kadar bir yandan Fevâid İdare
sinde bulunan vapurların isleyecekleri iskelelere sefer ederek elde edilecek
52
ticaretten yararlanmak ve öte yandan dahi idare ve düzenleri başka vapur
ların gelişine kadar zapt u rapt altına alınmak ve üreyecek kâr ve menfaat
paylan açılış ve ödenmesine kadar eskisi gibi Hazine'i Hassa! Şahaneye ait
olmak üzere şimdiden işbu Fevâid vapurlarının Kumpanyaya devr olunması
hususunda danışılarak Padişah Cenaplarının İrade! Seniyeleri alınmış olarak
gereğince keyfiyet Kumpanyanın R aisi ve Mâliye Nazın Devletlû Paşa hazret
leriyle Hassa Hâzinesi bakanlığına bildirilmiş olmağla"...
Bir zaman miri toprakların başına gelenler, şimdi de gemi gibi millet
malına uygulanıyor. Besbelli, yerl* sermaye, ajanlık ettiği yabancı serm a
yeden 1870-71 savaşı patlayınca destek bulamıyor. "Şirket! Aziziyye"nin
kurulam am ası, "Abdülâzizin taham m ülünü çâk ediyor [yırtıyor]" ve B ahri
ye Bakanlığına:
"Şevket ittisâm Padişah adına m ensup idare vapurlarının Kum panya
Veçhile İdaresinin, Danıştay üyelerinden A tûfetlû Bogos Bey Hazretlerine
ih ale si" Padişah ferm anıyla buyuruluyor. (9 Nisan 1288, A.N., s.35) Dere
beyi Devletî millet malını şirkete aşırtm ak için isterik kriz geçiriyor. A ğ u s
tos 1876 da Con Efendiye elden verilen tezkereye göre: "İdare! A zizi
ye'nin düzeltilm esi için" kurulan Meclise "Oturur üye" olarak seçilenlerden
bir teki: Zavallı kapıkulluğu paçalarından akan Bahriye Meclis başkanı S a
lih Paşa Türk'tür. Öteki a ltı kişi: O sm anlı Bankası direktörü Mösyö Moşo,
Mösyö Zarifi, Mösyö Stef anoviç, Mösyö Kolas ile Con Efendidir. Türk olm a
yanlarla rüşvet daha kolay örgütlenir.
Şirket kurulsun, kurulm asın, millet m alı üzerinde özel girişken kapita
list yetiştirm e amacı, yıldırım çabukluğu ile elde edildi.
53
"G irit h attı işlerinde Mustafa A ğ a adında b ir sim sa r kullanılıyor. S im
sariyesinin yüzde 10'a çıkm asını istediğ i dilekçe, 26 M a rt 129S " (1879)
günlüdür.
"95 yılı Martında vapurların kahve ocakları 17.565 kuruş kira ile ihale
olunur. Bunu tahsil için A h m et Ağa ku llanılıyor."
Vurgun işini en iyi stetemleştirenler elbet Batı Kapitalizm inin ajanları
idi. "D evletçiliğim iz" en çok onların işine yarıyordu:
"Vapurların en büyük m asrafını teşkil eden m addelerden b iri boyadır.
Con Paşa, H aliç için (Ajelâsto İsveç co) a d lı b ir İtalyan ticaret evinden z e
h irli boya almış. Üç y ıl k a d a r Haliçte deneyerek, hem istenilene p e k uy
gun, hem de ucu z olduğu b e lli olmuş... Oradan idareye boya satın
alınm asına başlandı. Daha önce alınan boyaların yarı fiyatına, beş altı ay
atım lar sürdü. B ir gün bakanlıktan özel b ir tezkere geliyor. Eseyan kardeş
le r Avrupa'dan p e k ç o k boya getirmişler. İdareye gerekli boyaları EseYan-
lardan alınız diye, em ir veriyordu... Con Paşanın bu tezkereyi okuyunca
odanın ortasına kad ar attığına, son derece kızdığına tanık oldum. Ama,
ondan sonra boyalar Eseyanlardan alındı. "
"İdarenin b ir Mösyö Sum aripa'sı vardı. Bununla ge n el b ir kontrat
yapılırdı. Ç alı süpürgesinden yağlara, kerestelerin cinslerine kadar m alze
m elerin hem en hepsi, o m ukavelenam edeki be de llerle Sum aripa ta
rafından verilirdi. Lastik rodelâ denilen halkaların her tanesi ikişer kuruşa
m ukavele edilmiş. B ir yılda 3000 tane kadar harcanıp, ambarda daha 20
bini aşkın rodela var iken, Sum aripa 40 bin tanesini birden am bara teslim
eder, sekiz yüz lirayı çeker... Kırılan m akine kayışlarını dikm ek için sırım
vardır. Buna kayış sırımı derler. Mukaveleye iltizamla olarak "Sırım kayışı"
d iy e yazılmış. Ve h e r ayağı 12 kuruş o tu z paraya (32 san tim i 20 lira 40
kuru ş dem ek) m ukaveleye bağlanmıştır. Sum aripa topu 3 okka gelm eyen
ham gönden kesilm iş sırım ları anbara teslim ediyor, elli, altm ış bin kuruş
birden a lıy o r."
"B ir g ü n bu sırım m eselesi M eclis başkanına duyuruldu. Bunda bir
yanlışlık var denildi. "Mösyö S um aripa h e r şeyi bize ucuz verdi; ziyan et
ti. Z ararları çıksın diye biz de b ir ik i şeyde ona m üsaade ettik, haydi işi
ne! " karşılığı verilerek, h a b e r veren müm eyyiz başkanın huzurundan
kov u ldu .."
"Köm ür yüklü b ir barko, köm ü r anbarının ö n ü n e dek yanaşıyor. Fakat,
içerisinden b ir dirhem köm ü r alınm ayarak ve am b ar kapakları açılm aya-
rak köprülerden dışarıya çıkarılıyor. Üç dört gün sonra, yeniden girip kö
m ürü boşaltıyor. Köm ür ve taşıt bedelleri idareden iki defa alınıyor. Biri
köm ü r sahibinin, ötekisi köm ü r m em uru ile omuzdaşları hırsızların."
54
"Memurların küçüklerinden de böyle olanları y o k değildi. Köprüde iki
kapı memuru kullanılm ış b ir bileti yirm i paraya satıyor, birer m etelik üleş
tikleri ortaya çıkıyor. M em uriyetlerine son veriliyor. (Küçüklerin büyükler
den farkları bu; Tutulm asınlar) Büyük vapurlardan b irisi elektrikle
aydınlatılm ak üzere, Avrupa'ya motor, dinamo ve donatım sipariş ediliyor.
İd are 3 bin liraya yakın bedelini ödüyor. Siparişleri geliyor. Tersane am
barlarından birine konuluyor. O m akineler ve donatım ları ile Beşiktaş'ta
b ir konağa sinem a kuruluyor!.."
"Maaş m asası hesaplarının içinden çıkm ak m üm kün değildi. M uhase
benin en seçkin m üm eyyizi, b ir aylığı üç defa alm ıştı. B unlar yazm ak ve
saymakla tükenmez. Yalnız bir sürgünü götürm ek üzere İstanbul li
m anından Cide'ye, iki üç sürgün için Trablusgarba vapur gönderildiği pek
çoktur. Bunların devir çark m asrafları ne aranır, ne de b ir yerden sorulur
du. Seksen vapuru olan b ir idare, b ir idarehaneden yoksundu. Çünkü
(Harns E fe n d i hanı) adıyla (Haşan Paşa hanı)nda kalm ası kayrıldı."
"Acem in dediğ i g ib i m enâfi "B i şü m â r" [sayısız çıkarlar] olduğu için,
kötüye kullanım lara, bunca israflara rağm en idarenin g eliri artar, gem ile
rin sayısı çoğalırdı. Hüseyin H üsnü Paşa zam anında eski yeni 80 tekneyi
aşm ıştı." (A.N. TSSİT, 54-56)
55
kabzı (ele geçirilm esi) için vezneye özel m em ur gönderilir. Yerleştirilm iş,
ufak bir ârızadan dolayı içeriye çekilen ge m iler çürüklükte dönem dönem
ya hiç işe yaram az hale gelm iş, yahut olduğu yerd e denizin dibine kay
nayıp gitm işti." (A.N.: Keza,57)
Yerli milli "ACENTELER": Antika tefeci - bezirgan sınıfı modernleştirmek
için, üretim dışı şirket çapulunu "Kökü içerde" duruma getirten elemanlardı.
Onların rolleri gittikçe büyüyecektir. Onlar, daha şimdiden "Yukarıdan" emir
ve genelgelere bakmayıp, milletin gelirlerini Derebeyi devletçiliğimizle anla
şarak çalıyor, g e liry o k m u şg ib i gösterebiliyorlar. Devletin dayanağı olan sos
yal sınıf, bu elemanların sembolleştirdiği yerli mallardır. Öyle bir Devlet -
S ınıf çapulunu hazmedemeyecek namuslu İnsanların, "Paşa"lrğa da çıksalar,
gereğince (gerekince) hiçe sayılıp, gereğince yok edildiklerine örnek:
"1315 yılına dek sürüp, sonra kalm ası gerekli görülm eyen İdare M ec
lisinde Valide Kâhyası (Kethüda) S ait Bey başkanlığından sonra, S erasker
Kapısı delegesi Kaym akam Mustafa Bey (Paşa) rahm etli ve 21 Mart 1307
günü albay A li Bey rahm etli Başkan Vekilliğinde bulunm uşlardır. Sait B e y
den sonra Bakan H üseyin H üsnü Paşa, M eclis Başkanlığını kendi uhdesine
alıp, o m akam a getirilenlere Başkan Yardımcısı denildi. AH Bey bu
Yardımcılıkta iken Tuğgeneralliğe yükselerek A li Paşa olm uş ve 17 M art
1314 gününe d e k idarede kalmıştır. A li Paşa askerlik tahsisatından başka
idareden 475 kuruş gibi az b ir aylık alır, kanaatkar, doğru davranışlı bir
kişiy d i -Allah rahm et enfiye- " (Keza, s.57, 58)
Batılı "Uzm an"ın 15 bin kuruş aldığı işte, Türk Paşası 475 kuruşla (gâ
vurdan 33 kere daha aşağı ücret ) ve çalıp çırpm aksızın, vapur sayısını 10
kat daha arttıracak, altlı üstlü hırsızlık çetesinin sabotajlarına rağmen işlet
meyi çökmekten kurtaracak biçimde çalışıyor. Öteki Mustafa Paşa da öyle,
"Unutulmayacak bir hadise: İkinci s ın ıf bir vapuıum uz Hicaz seferine git
mişti. Con Paşa bu vapura kam arot yamağı diye bir Rum delikanlısı vermiş.
Dönüşte vapur Süveyş'te karantina beklerken, Rum çocuğu b ir m ektup ile
Cidde'ye hacılardan toplanan kullanılmış gidiş biletlerinin dönmekte olan
hacılara satıldığını ihbar ediyordu... İzm ir'e vapuru karşılayıp teftiş için iki
müfettiş hazırlanıp gönderildi. İhbar yazısı idareye bir az geç gelmişti. M üfet
tişler vapuru Çanakkale'de karşılayabildiler. Hacıların çoğu Beyrut ve İzmir'e
çıkmış oldukları halde 28 yolcunun elinde kullanılmış gidiş biletleri bulundu."
"Evrak M eclise geldi. H er şeyden önce vapur kâtibinin bundan böyle
idarede kullanılm am ak kesin kaydıyla m em urluktan atılm asına k a ra r ve
rildi. Bakan yanında "Mucip"i (Gerektir)i alındı... Aradan 15 gün kad ar bir
süre geçmişti. M e clis Başkanı A li Paşa rahm etlikle M e clis odasında idik. Bu
vapur kâtibi içeri girdi. Küstahça b ir davranışla Başkanın önüne özel ve
56
açık b ir zarflı yazı atıp geçti, üyelerden birinin sandalyesine oturdu. B aş
kan P a şa m ektubu okudu. Kâtibin önüne atarak: "Con Paşaya g ö tü r" d e
di. l/e odadan çıktı. Bu tezkere, yazılıp hazırlanarak, Cum a Selâm lığına
D enizcilik Bankasına im za ettirilm iş b ir kâğıttı. H ırsız kâtibin terfi ettirile
rek birinci sın ıf b ir gemiye tayin olunduğu em irle bildiriliyordu."
"Mustafa Paşa candan, namuslu, alçak gönüllü, M eşrutiyete gönül ver
miş, aktif, çabacı b ir kişiydi... Başkan yardım cılığında iken, idarenin eksik
lerinden ve y e rsiz durum larından kim i şeyleri öne sürerek, bunlara son
verilm esini y alvarır b ir p ro je dü ze rek Bakan Paşaya sunmuştu. Hem en
Başkan Yardım cılığına A li Bey getirildi, l/e bir buçuk ay kad ar sonra 10
M ayıs 1307 günü M ustafa Bey'in idaredeki tahsisleri k e silip " S erasker
Kapısına geri gönderilm iştir.... İdarede iken albaylığa yükselm işti. Fikir
h ü rriy etim â b ey in e (D evlet Başkanlığına) akseylem iş ve san ıklar sırasında
bulundurulm uştu. Terfi ettirilerek Yozgat tuğ kom utanlığına tayin edilerek
İstanbul'dan uzaklaştırıldı. H akir (yazar) o gün ler Kastam onu'da sürgün
bulunuyordum . Bir gün İstanbul postası geldi. Mustafa Paşa rahm etlinin
m ektubunu aldım. Okudum; esenliğinden, verdiği haberlerden sevindim.
Ardından, önüm deki gazeteleri açtım. M eğer Paşa "füc'eten ittihâl etm iş"
(ansızın ölmüş), telgrafla İstanbul'a hab e r verilmiş "ve gazetenin biri - ol
vakit- korkm adan nam usluluğundan ve çalışkanlığından konu açarak
üzüntü ile Paşanın göçüşünü yazıyor. Aynı postada rahm etlinin m ektubuy
la birlikte o gazete de bana gelm iş bulunuyordu. - Tanrı rahm ete ve
yarlığayışına boğsun [günahını bağışlasın]." (A.N., Keza, s.58-60)
"İstib dat" çağı Tü rkiye'sinde " k ö k ü iç e r id e " yerli kapitalist smıfı böy
le yetiştiriliyordu.
57
II. BÖLÜM
H ÜRRİYET Ç A Ğ IN D A KAPİTALİZM
59
Batı Toplum unda, yerli üretici güçlerin gelişimi yönünde aksiyon gerektiği
için, geniş halk yığınlarının çığları kurtarıcı krizler olarak karşılandı. Bizde
utanılacak bir "a y ıp " gibi boğulmaya ve unutturulmaya çalışıldı.
1908 Eylül'ünün 10. günü, Hürriyetin birinci ayı dolarken, Şark D em ir
yolları grevi biterken; Şirket'i Hayriye Fabrika işçileri harekete geçtiler.
"Grevciler Sirkeci'deki İdarehaneyi abluka etmişler, içendeki memurları
dışarıya çıkartmamışlardır. Özellikle işçilere zam yapılmasına itiraz eden
İdare Başkanının Şirketten atılmasını ileri sürmüşlerdir,.. İkdam gazetesi bu
olaydan konu açarken işçilerin bu hareketinin çirkin olduğunu, "İdare Mec
lisi Başkanını değiştirmek hakkı Şirket paycılarının hakkıdır. Amelenin şirke
tin işlerine karışması ayıptır" diye yazmaktadır." (Hüseyin Avni [Şanda],
1908'de Ecnebi Sermayeye Karşı İlk İşçi Ayaklanmaları, İstanbul, 1935)
B inlerce işçi hakkının verilm em esi değil, üç buçuk Şirket paycısıntn in
safsız çıkarını önlem ek "Ç/rkîn ve Ayıp" sayılıyordu’.
Koskoca İm paratorluğun susadığı Sosyal Devrim: Basit, acıklı, cahil,
hasta ve üstelik yurdunu yabancı finans kapitale satmakta hastmlarından
daha pinti olan bir tek kişinin, Abdülham it'in ilân ettiği hürriyetle Abdül-
ham it'i devirm ektir, ve ondan başka hiç bir am aç güdülem ez deniliyordu.
Devrim bu kadar m askara bir el çabukluğu biçiminde soysuzlaştırılm ak is
teniyordu. 40 yıl sonra hem en hem en aynı kontenjanlarla DP çığırtkanları
çıktı. Sloganlar "N ur" gibi sözcüklerine dek değiştirilm e zahm etine kat
lanılmadı. Yeniden sahneye koyacakları H ürriyet Orta Oyunu, 1908'den
beri şöyle "tekerrür" etmişti:
"Abdülhamit'in 30 yıldan beri milleti esirlik içinde bıraktığı... artık bun
dan sonra herkesin hür olacağı.. "Vâtandaşlaaar! Otuz yıl süren bu istib
dat, artık yıkılmıştır. Şim dinura kavuştuk, hep kardeş olduk" yollu nutuk
lar söylüyorlardı... Hocalarla, papazlar "Kardeş olduk" diye öpüşüyor. "Ge
celer gündüz oldu" diye şarkılar söyleniyor, gazeteler, hırsız paşalar, jur-
nalcılar aleyhine ateş püskürüyor, Abdülhamit'in iri burunlu karikatürü her
köşe başına asılıyordu." (H.A. Keza, s. 17)
Halka, gerçekleştirilecek tek ülkünün, bir müstebit Padişahla bir kaç bu
nak paşayı ve uşaklarını alaşağı etm ek olduğu yalanı yutturulmak isteniyor
du. O şartlı şurtlu konvansiyonel yalana kim kandı? En geniş halk
yığınlanm ız, en ücra köy insanımız, bugüne dek, "m ağdur" durum a düşürül
müş müstebit "Kızıl Sultan"), saygıdeğer bir evliyalık halesine büründürerek
anmaktadır. V e daha o gün, kum ar masasında kâğıt ve zar değiştirir gibi
Padişah veya Paşa veya Bey değiştirm ekle, bir milletin sosyal kurtuluşu
arasında en derin uçurum ların yattığını egem en çevrelerin yüzlerine çar
pan güç, işçi sınıfım ızın hareketi oldu.
60
İŞÇİ SINIFININ SOSYAL DİLEKLERİ
"Hürriyet" 1908 yılı Tem m uzunda açıklandı. A ğustos'ta, Türkiye'nin
- sonra tam yarım yüzyıl "YOK" sayılacak olan • M odern İşçi Sınıfı tek
vücut olarak insan haklarını ararken, gerçekte, asıl Millet ve V atan kur
tuluşunu da sağlam ak için ayaklandı. Alâtini TUĞ^A fabrikası, Selanik'te
TÜ TÜ N m ağazaları işçileri, Varna'da TİC A R E T işçileri, Selanik ve Manastır
boylarınca DEMİRYOL işçileri, D em irkapı-M itroviça-Üsküp'te DEMİRYOL
işçileri, İstanbul'da G AZETE MÜRE1TİPLERİ, B ağdat DEM İRYOLU m üstah
dem ve işçileri, İstanbul TR AM VA Y işçileri, ŞİRKET'İ HAYRİYE işçileri... 14
Eylül'de EREĞLİ KÖMÜR, Zonguldak MADEN KÖMÜRÜ işçileri, Balya Ka-
raaydın MADEN işçileri, Adana PAMUK FABRİKA işçileri... Sözleşm işçe,
ardarda, birbirini tutarak grev yaptılar. 15 Eylül günlü İkdam gazetesi
yazdı:
*Haydarpaşa-Ankara-Eskişçhir-Konya-Bulgurlu hat!arıyla bütün şube
lerinde memurlar ve işçiler grev yapmışlardır. Dün işçiler önlerinde mızıka
ve ellerinde bayraklarla Kadıköy ve çevresini dolaşmışlar, gösteriler
yapmışlardır. Bu gezintiden sonra, Haydarpaşa istasyonunun kapısına
astıkları bir beyannamede, akşam trenlerinin gelişinden sonra, tümüyle
memurların greve girecekleri yazılıyordu. " (Keza)
"G revler adeta bir salgın hastalık halini aldı." (16 Eylül: İkdam)
Tü rkiye işçi sınıfı ne istiyordu? Tarihin hazin cilvesidir: Egem en Türk
aydınlarının yabancı serm ayeye paravanalık ettikleri gün, Türk olmayan
doktor Arhangelos'un, işçi öncüsü olarak 17 A ğu stos günü dediği gibi:
"Dayanılm az olan yaşayışlarına, b ir parça refah saçılm asını d ili
yorlardı." Bütün dilekleri ise ağlanacak kadar ilkeldi.
I- İşçi teşkilâtının Şirketçe tanınması: "Şark demiryollarındaki dilekler
den birisi de, işçi ve memurlar arasında bir sendika yapmaktı... Böyle bir
işçi teşekkülünün tanınmasını, Anadolu demiryolları işçi ve memurları da
istiyorlardı.. Şirket bu sendikaları tanımıyordu." (H.A.,21 )
II- İşçi gündeliklerinin birkaç kuruş arttırılması: Memurlara birer kuruş
ikramiye ve emek sürelerine göre zam. Yol işçilerine günde 3 kuruş, uz
man işçilere günde 4 kuruş... Gece işine iki kat gündelik...
III- Hasta v e yaşlı işçinin sokağa atılmaması: Hasta işçinin işinden
atılmaması. Maaşından yüzde bir buçuk ödeyen memur ve ailesinin pa
rasız tedavisi.
Devrimci baylar, Hürüz-adaletliyiz-eşitlz-kardeşlz dem em işler m iy
di? İşçi sınıfı, o haklann kendisine de tanındığını sanarak, gerçekleştirilm e
sine girişiyordu. Gelin görün ki, o olağanüstü ilkel ve yalın kat dilekler,
ansızın milletin en yüce ve karm aşık meselelerini, gökten yıldırım düşerce
G1
ortaya çıkardı. "Gösteri ve yürüyüş kanunu" henüz düşünülem ediği için
grevler kendiliğinden doğdu. V e birbirinin içinden çıkan 3 dürbün gibi, iş
veren sınıfının 3 katlı içyüzü her şeyi açıklayıverdi:
I- Yerli S erm aye acenteleri rahatsız oldular: "Erenköy, Göztepe gibi
uzak yerlerde (hatırı sayılırların yazlık köşklerinde) oturanların çok güç
lükler çektiğini, araba bulunamadığını, bir çok iş adamlarının şehre ge
lemediğini gazeteler a n l a t ı y o r (HA, 21) 16 Eylül İkdam Gazetesinin ha
vadis sütunlarında: "Eskişehir buğday tüccarlarının, grev yüzünden
müşkül mevkide kaldıklarına dair gazeteye çektikleri bir telgraf vardır .*
(Ticaret Odası gazetesinde): "Grevler yüzünden, ihracat işlerinin dura
cağı, mem leket ekonomisinin felce uğrayacağına dair yazılar vardır."
(HA, 24)
II- Ecnebi Serm aye hazretleri tedirgin oldu: "Berliner Tageblatt gaze
tesinin 17 Ağustos tarihli nüshasında, işçi yığınının bu hareketinin, Alman
mahfillerinde iyi bir etki bırakmadığı yazılmaktadır. * (HA, 20)
III- D evletçiliğim ize daha ne duruyorsun, denildi: "Grevlerin bu dere
ce genel bir mahiyet alması, başta ecnebi sermayecilerini, tüccar ve hü
kümeti endişeye düşürmüştü... Aydın hattında, incir gönderimleri yüzüs
tü kalmış, develerle İzmir'e taşınmıştır. Grevler devam ettiği sürece, tica
ret merkezlerinden, hükümete sürüyle telgraflar gelmiştir. Bu telgraflarda
ürünlerin yüzüstü kalacağı, ticaret işlemlerinin bozulacağı bildirilmekte
idi. "(H A , 23)
Bu olayları anlatan broşürcük: "Ecnebi S erm a ye ye Karşı" adını
taşıyor. Anlattıkları, sözü n iki yanlışını göze batırıyor: 1- Karşıtlık, yalnız
"Ecnebi" serm aye için değil, onun Türkiye'deki b e şin ci kolu olan yerli
serm aye için de vardır. Ecnebi serm aye Avrupa Başkentinde direktif
(makale) veriyor; o emri Türkiye'de yerine ge tiren ler, A nadolu'dan Hü
küm ete te lg ra f yağdırıyorlar. 2- Karşıtlık serm ayeye karşı değil, Yerli-
Yabancı S erm aye tarafından, Türkiye halkının gözbebeği olan İŞÇİ S I
N IFIN A karşı gösterilm iştir. A ncak, eski kurt SER M A YE, henüz bir
a y cık tır elin e g e çird iğ i kâr'ı kadim D evletçiliğim izi yola g e tireb ilm ek için
kuzu postuna bürünm üş ve Türk m illeti denilen çocuğ u kandırıp, b a lta
dan keskin dişleri arasın a koşturm ak için ağlam a sesleri çıkaran tim
sahın gözyaşlarını dökm ektedir. Yoksa Bâbil çağından artm ış Yerli Tefe-
ci-Bezirgân Serm aye batağına göm ülüp Hürriyet güneşinde kızman
(kızışan) evrensel Finans Kapital tim sahı, kendi Anayurdunda işçi
sın ıfın ın o en ilkel hakları almak için neler döktüğünü bilm eyecek kadar
toy ve m asum bebecik değildir. Kendi işçisini ayaklandırm am ak için,
T ü rk m illetini sağm al yapacaktır.
62
DEVLETLE M İLLETİN AR ASIN I AÇANLAR
En insafsızca hakaret ve kışkırtm alann üstadı olan modern sermaye,
Türkiye işçi sınıfına KARŞI, Devleti, Milleti hattâ işçi sınıfının bile bir par
çasını kışkırtmak için şu dört başlı provokasyonlarını başarıyla yürüttü:
I - İşçi Sınıfını Kışkırtm ak
İşçi sınıfı grev yapmak için grev yapmaz. Grev, işçi için açlık, sü rür-
m ektir. Sömürücü anarşik bir düzende insanca yaşam anın başka çıkar yo
lu kalm adığı için, işçi sınıfı zehirli bir ilâç gibi grev acılarını çoluk çocuğu
ile çekm eye katlanır. Özel Serm aye, Hürriyet uman İşçi sınıfının "gözünün
kurdunu kırmak için" onu zorla greve itm iştir: "O günlerde, Orizdibak ku
rumanda çalışan memurlar, direktöre dilekçe vererek aylıklarının
artırılmasını istemişlerdir. Direktör, memurların vekilini odasından kov
muş, bütün memurları kapı dışarı edeceğini söylemiştir. Bu olay üzerine,
orada da gıe v başlamıştır." (HA, 22) Şark Dem ityolları Sendikası 5 Ey-
lül'de greve neden ve nasıl başlandığını şu bildiriyle açıklar: "Di!ek!etimiz
den bir bölümünü bıraktığımız halde, müdürlük buna razı olmadığından,
içinde bulunduğumuz ayın 18. günü sabahleyin hep birden grev yapmak
mecburiyetinde bulunduğumuzu üzülerek belirtiriz... Telgraf aletleri sen
dika üyelerince korunacaktır. Hat boyundaki bekçiler aygıt ve ava
danlıkları koruyacaklardır. Bütün arkadaşlara sâkin ve ılımlı olmayı tavsi
ye ederiz. Düzenlilik hiç bir veçhile bozulmayacaktır. Yaşasın Birlik (itti-
had)“ Modern işçi sınıfım ız m ecbur edildiği zaman bile, düzenli, verimli,
tekniği koruyucu, yakıp yıkm aktan uzak insanlığımızda
II- İşçi S ın ıfını Bölünm eye Kışkırtm ak
"Böl ve egem en ol" prensibi, İngiliz kapitalizm inin söm ürge metodu
sayılır. Finans kapitalin başlıca provokasyonlarından biri de, işçi sınıfı için
de "A ristokrat amele", "Bürokrat kapıkulu" yaratıp, işçi çoğunluğunu
daha kolay söm ürm ektir: "Şirket'i Hayriye: kaptanlara, makinistlere, zam
yapmıştır. Ama Hasköy fabrika isçileri, dilekleri kabul edilmediği için, işi
bırakmışlardır. " ( H A , 22, 23) "Bu tarihten beri her yerde ayrı ayrı yaşa
yan, ve oıtak bir teşkilâtı ve birliği bulunmayan bir ülkede, grev bu dere
ce genel bir mahiyet almıştır" (HA, 22)
III- İlan Parasıyla Milleti Kışkırtm ak
Kapitalist ülkelerde gazeteler ilânlarla, geri ülkelerde büyük şirket ilân
larıyla yola getirilir. Bizde basın organlannın kolayca kızışıvermeleri, hiç yok
tan şuna buna, hattâ hükümete ve olmayacak konulara uluorta çatmaları
bundandır. Nitekim grevler başladığı giin az önce Hürriyetten başkası üze
rine yemin etmeyen "Kamu oyu: Efkârı umumiyye" sözcüleri, inanılmaz
bir kelbilikle (köpeklikle] açıktan açığa Yabancı Sermaye savunuculuğuna
03
şöyle başladılar: "G rev yalnız Şirketle işçiler arasında ortaya çıkmış bir ih
tilâ f olmakla kalmaz. Mem leketin ekonom i hayatı üzerinde etki yapar...
Bundan başka, ülkem izde varolan büyük endüstri, yabancı serm ayeleriy
le varolm uştur. D em ek ki, grevler dolayısı İle, mali kredim iz üzerinde e t
ki yapar. Şirketlerin hisse senetleri düşer." (İkdam: "G revciler ve netice
leri", 16 Eylül) O günlerde, Ticaret Odası gazetesi de, yerli işçileri tahkir
edecek [aşağılayacak] derecede g revler aleyhine bir makale yazmıştı. Bu
makalede, yerli işçilerin yabancı işçiler seviyesinde olamayacağı, "Hak s e
viyelerini savunmak, ve korumaktaki kudretleri bizimkilere kat kat üstün
olduğundan, yerli işçilerin politika manevralarına kolaylıkla kapılacakları
derkâr [belli] bulunduğundan, yabancı işçileri derecelerinde dileklerde b u
lunmaları câiz [uygun] değildir." (HA, 24)
Efendisi Yab ancı Serm aye, yerli uşak serm ayeyi, Batı işçilerinin daha
"sev iy eli" oldukları için "p olitika m anevralarına" kolay kapılm adıklarına
inandırm ıştı. Yalan: Asıl Batıda, Finans Kapital ge ri ülkelerden aşırı-kâr
çektiği için, bir bölük aristokrat işçi satın alm ayı ve işçi sınıfını kendi b u
la n ık politika m anevralarında sersem leştirm eyi, seviyesizleştirm eyi be ce
rebilm iştir.
IV - Mail Baskı İle D evletçiliğim izi Kışkırtm ak
Belli başlı ihtiyaçlarını kendi üretimi ile karşılayam ayan Millet, hele
Türkiye gibi iğnesini, ipliğini, yabancılardan getirtince, kesesini yabancıya
kaptırm ış dem ektir. O zam an ödem e dengesi hiç düzelm ez. Şim diki "Dö
viz" yahut "Yardım" handikapları gibi bir Demoklesin kılıcı, Devleti inme-
lileştirir. O zam anki handikaplar: "Ecnebi im tiyazları" ile "M ali itibar"dı.
G ene borç gırtlağı aşmıştı. Devlet, kıskıvrak Finans Kapitale bağlıydı.
a) İm tiyaz bağı: "Grevin devam ettiği zaman içinde, Hükümet, kontrat
gereğince, kilometre başına daha çok teminat akçası verecekti. Zaptiye
Nazırı, işçi delegelerine, Hükümetin bu işten ziyan edeceğini, işe başlama
larını, yoksa grevcilerin büyük cezalara çarpılacağını söylemiştir."
b) Finans kapital baskısı: Em peryalist başkentlerinden idare ediliyor
du. "Sadarete verilen dilekçe üzerine, hükümet, işçilerle şirket arasındaki
anlaşmazlığı çözmek istemiştir. Genel Müdür Hüknen işçileri kabul etmiş,
memurlara birer maaş ikramiye verileceğini, işçilere bir miktar zam
yapılacağını vaat etmiştir. Aradan bir kaç gün geçtikten sonra, Berlin'de
ki Mâli Komitenin bu istekleri kabul etmediği ileri sürülmüş, anlaşma da
Hüknen'ce imzalanmamıştır." (HA, 25,26)
c) Siyasi Em peryalist tehdidi: Yukarı ki bağ ve baskı yetm ezse, "S e fa
rete haber veririm" demek, Devletin ödünü kopartmaya yeterdi. "Eylülün
başlarında Zonguldak havzasındaki grev de genelleşmiş, limanda bütün
64
işler durmuş, vapurlar kömür alamamış, Ereğli Fransız şirketi, öteki şir
ketler, bu olaydan Bâbıâliyi (Başbakanlığı) haberdar etmişlerdir. Ereğli
Şirketi, Zonguldak'taki sermayenin tehlikede olduğunu Fransız Sefirliğine
de haber vermiştir." (HA, 27, 28) Ve akan sular durm uştur!
V- T ü rk O rdu su n u Türk İşçisine Karşı Kışkırtmak
Yukarı ki çıkmaza girmiş Devletin yapabileceği tek şey, sermayeyi silâh
la korumaktı. T ü rk Ordusunun Viyana önünde Avrupa'yı titrettiği durum ter
sine dönmüştü. Türk Ordusu, Kuvayı Milliye savaşındaki denemesiyle, bizde-
ki sermayenin ne kadar Vatan ve Millet haini kesilebileceğini henüz görme
mişti. İşçi sınıfı hareketinin milli kurtuluş anlamına geldiği kavranılmayınca,
bir kargaşalık olduğu sanıldı. İşçi sınıfına karşı silâhlı kuvvetler yürütüldü.
a) Kara kuvvetler i: "Askeri bir kıt'a, Şark demiryollarının en önemli
dairelerini, telgrafhaneyi işçilerin elinden almıştır." (HA, 26)
b) Deniz kuvvetleri: (Serm ayenin Zonguldak'ta tehlike geçirdiği
Fransız sefirliğine bildirilir bildirilmez) "Ereğli Şirketi ocaklarında işçilerle
zabıta arasında kavgalar olmuş, işçilerden 15 kişi maden ocaklarına kö
m ür taşıyan lokomotifleri tahrip etmiştir. Bu suretle büyüyen olayı
bastırmak için Nevşehir gambotu ile Zonguldak'a asker gönderilmiştir. "
c) Jandarm a ve zırhlı: "Aydın hattındaki grev de sâkin geçmemiştir.
İşçiler Develü köyünde, istasyonda lokom otifi durdurmuş, yoldan
çıkarmıştır. Öte yandan Punta istasyonundaki depolar da yakılmıştır. Bu
yüzdpn jandarmalar olay yerine gelmiş, grevcilerin daha çok tahripler
yapmalarına engel olmuşlardır... Punta istasyonundaki işçiler yığını, bir
gün önce hapse atılan grevci arkadaşlarını kurtarmak istemişlerdir. Bu
arada bir müfreze ile işçiler arasında çarpışma olmuş, birkaç kişi yara
lanmış, bir işçi de ölmüştür... Bu olaylar karşısında İzm ir valisi, daha çok
kuvvete ihtiyaç olduğunu Başbakanlığa bildirmiş, Mecidiye zırhlısı İzmir'e
giderek karaya asker çıkarmıştır ." (HA, 27,28)
65
O bakımdan, bir "tuhaflık" veya "beceri" gösterisi uğruna nasılsa
ağızdan kaçırılan her işçi olayı, Türkiye'de "İlk", olaym ış gibi gösteriliverir:
"1908 (Hicri 1324) yılının ağustos sonlan idi... karşıma bir memur
çıktı. Sadrâzamın çok acele beni görmek istediğini anlattı. Hemen
Bâbıâli'ye gidip Sadrazâm Kâm il Paşaya geldiğimi aracı ile bildirdim. O da,
İçişleri Bakanı Hakkı Beyi hemen görmemi (sonradan Sadrâzam olan İb
rahim Hakkı Paşa) söylemiş. Az sonra Bakanın karşısındaydım. Bana:
"Derhal Balya'ya giderek grevi b a stırın ız !" emrini verdi.
"Memleketimizde olan ilk işçi ayaklanması olmak bakımından önemli
olan bu olayın içyüzü şu imiş:
"Balya'da, Meşrutiyetin sebep olduğu çeşitli ayaklanmalar arasına işçi
ler de katılmış. Bunlar, mâdendeki Alman ve Fransız mühendislerini kor
kutarak yerlerinden kaçırmışlar. Şirket Müdürü maden mühendisi Rally'yi,
gündeliklerini arttırmak için sıkıştırmışlar. Aynı zamanda, ocaklardaki
çalışmayı da durdurmuşlar. Yalnız, yeraltında akan bir çayın sularını bo
şaltmaya yarar olan tulumbaları işletmişler! Böylece, madenin 10 yıl sü
reyle işlemez kalma tehlikesini önlemişler.
"Grev karşısında ora kaymakamlığı ve Liva âciz kalmış. Hüdavendigâr
vilâyetine bildirmişler. Bunun üzerine \/âli Tevfik Bey, Sadrazamlığa bir
tezkere yazarak, benim acele buldurulup Balya'ya gönderilmekliğimi
önemle rica etmişler... İçişleri Bakanı Hakkı Beyin deyiminden, madenle
ilgili bir çok nüfuzlu {sözü geçer) kişilerin grevi yatıştırmak için Sadrâzam
Kâmil Paşayı sıkıştırdıklarını sezmiştim. Hatta, Hakkı beye Lâzkiye'ye git
mek üzere olduğumu söylemem üzerine, kendisi:
-"Hayır, hayır... Bugün Bandırmaya hareket edin, vapur var. Ona yeti
şiniz. Hatta, geminin hareketini birkaç saat geciktirdim! Evinizden lüzumlu
eşyanızı getirtiniz!" karşılığını vermişti... Çaresiz, Bakanın dediğini yaptım.
"Bandırmaya çıkar çıkmaz, bir araba tutup Gönen üzerinden Balya'ya
gittim. Daha yolda iken birkaç bin işçi tarafından karşılandım. Bunlar, ge
leceğimi öğrenerek, oturmaklığım için bir ev kiralamışlar! Hattâ, odaları,
sofaları halılar ve çiçeklerle süslemişler.
"İşçinin başında Kürd tâifesinden (!) Mevlüd isminde bir topal vardı.
Bu adam, bana hitap ederek bir de söylev söyledi. İşi inceleyeceğimi ve
mösyö Rally ile görüşeceğimi karşılık olarak bildirdim. Fakat Rally'yi
yanıma çağırmayı uygun görmedim. Yolda bir hakaret veya kazâya uğ
raması ihtimalini düşündüm. Ertesi günü onun bulunduğu, yâni sak
landığı yere ben gittim. Hesaplan inceleyerek, işçi gündeliklerine ne ka
dar zam yapılması mümkün olacağını tespit ettim ve Rally'ye başka çıkar
yol olmadığını söyledim. Adam, bulduğum çözüm biçim ine uydu... Maden
66
idaresinden kasabaya döndüğüm zaman, işçilerce gene karşılandın :. Mev
kut ile öteki kışkırtıcıları (müşevvikleri) çağırttım. Önce, çay kahve ikram
ettirdim. Bir süre de hürriyet, a.z’alet ve eşitlik ilkelerine değindim. Mevlut
ile arkadaşları söylediklerimi kabul île, ertesi günü hemen işe başlayacak
ların: temin ettiler... Fakat bunda başarı kazanamadık!
"Çünkü işçiler grev yaptıktan sonra Selânik'e, İttihad ve Terakki Cemi
yetine müracaat etmişler. Tasavvurlarına göre de, grev olayına BabIâli'nin
karışmaması lâzım imiş!! Ama Cemiyetten karşılık gelmemiş. Beni önce
den tanıdıkları ve sevdikleri içiiı, şahsımla temasta bulunmayı, kendi ara
larında kabul etmişler'.. Lâkinjo gece, Cemiyet, Sudi beyin (sonra Lâzıstan
Milletvekili)' memur edilerek gönderildiğini telgrafla bildirmiş. Bunun üze
rine M evîut ve arkadaşları benimle yapılan anlaşmayı hükümsüz
saymışlar... Netekim, iki gün son ra Sudi bey geldi. Onun için de tezelden
ayrı bir ev tutmuşlar, döşeyip dayamışlar. Sudi bey Balya'ya varışından bi
raz sonra Hükümet konağında ziyaretimde bulundu. Kendisini tanıttıktan
sonra, aldığı direktifin, ben ne yolda karar verirsem cnu kabulden ibaret
olduğunu söyledi. İşçilerle yaptığım anlaşmayı söyledim. Mevlud ve arka
daşlarını çağırdık. Ertesi günü hemen işe başlamalarını anlattık. Fakat, sa
bahleyin işçiler kuyulara inerken, kimi zorbalar buna engel olmak istemiş
ler. Sudi bey hemen kuyu başına koştu! Bu zât, zorbalardan dahi gözü
pek, daha cesur olduğu için, başkaldıranlann (serkeşlerin) üzerine baston
la yürüdü! Herifler sindiler! Böylece, Türkiye'de onaya çıkan ilk grev de çö
zümlenmiş oldu." (Mehmedali Ayni: Hatıraları, s.59-61, İstanbul 1945)
Olayın eleştirim i bir yana; Yerli S erm aye iktidara gelir gelm ez, hem
Y ab an cı S erm ay e Şirketi (M ösyö Rally), hem Derebeyi Devleti (Bâbıâli)
ile gizlice birleşm iştir. Abdülham it m utasarrıfının "çay, kahve ikram lı ida
re'i m aslahat" atlatm ası yetm ezse, kendisini kurtarıcı gibi karşılam ış olan
işçiyi "Z orba-S erkeş" sayıp, sopayla m aden kuyusuna indirm iştir. "Hürri-
yet-A dalet-Eşitlik" adlı kuzu postu altından kurt dişlerini gören halk, hoş-
nutsuzlaşıp, gericilik ayaklanınca, az kalsın işçi sınıfı bile, o yüzden, A b
dülham it'in kucağına itilmiştir; "31 Mart Olayında idare hizmetlileri
arasına sokulan kimi kaynaşmalar, Halil Paşanın tedbir ve şükredilecek
hürmetleriyle kaldırıldı." (A.N.: TSSİT, s.65)
Ticaret Odası: "Y erli işçilerin., yabancı işçiler derecesinde d i
leklerde b u lu n m a sı c a iz d eğ ild ir" diye, kendi m illetine hakaret etti:
Anadolu D em iryolları Şirketinin ajanı Alm an Kontu Ostrog, Adliye
Danışm anım ız idi. Bu yabancı, kendi ülkesi işçilerine tanınmış hakları Türk
işçisine lâyık görmeyerek, SEN D İKA Y A S A Ğ l'n ı, Osm anlı Başvekili Kâ
mil Paşa G REV Y A S A Ğ l'n ı kanunlaştırıverdiler!..
67
Böylece (Yabancı sermaye ile Em peryalizm e karşı) MİLLÎ İSTİKLÂLİ-
mizi, ancak 10 yıl sonraki kanlı fedakârlıklarla elde edilm ek İcap etti. Ç ün
kü Tefeci-Bezirgânların foyaları ancak KUVAYIM İLLİYE m ücadelem izde
m eydana çıkabildi. İşçi sınıfım ızın sâlim içgüdüsüne kalsaydı, aynı dâvâ
10 yıl önce, belki de kan dökülm eksizin (Mösyö Rallylerin sıçan deliğine
girip gitm eleriyle), en m edeni biçim de çözüm lenebilirdi." (H.K.: Kuvayi
Milliyecîliğimiz, 1/5/1954)
68
olduğu bîr türlü belli olm am ış gibi, "şerefleriyle m ütenasip," olmayan ba
yağı maddi işleri eski Yerli - Ysbancı Serm aYe gözbeöeklerine bırakıverdi
ler. Bu gözbebekleri, Batı kapitalizminin çoktan dama attığı serbest reka-
betçilik prensibinin perdesi altında, artık siyasete egem en özei serm aye
girişkenliğinden başkasına yaşam a hakkı bulunam ayacağını bir Kur'an
âyeti, İncil buyrultusu gibi savundular. Ve lütfedip, o rtsd a kalmış sahipsiz
Denizcilik işini, çağdaş uygarlık sofralarına koyup çatal, bıçak ve
kaşıkladılar.
Abdülhamit, açık konuşan adamdı. Bu gün ne kadar inanm azsak inan
mayalım, o, Türkiye'de her şeyden önce "İSTİKLÂL: BAĞIMSIZLIK" şam
piyonu idi*. 1- Dışarıda B atı Kapitalizm ine k arşı bağım sızlık, 2- İçeride
sosyal sınıflara karşı bağım sızlık...
1- Dışarıda bağımsızlık: İstanbul'da Türkiye'yi "İSLAH: DÜZELTMEK"
için İngiliz kapitalizminin toplattığı konferansa: (ilerlemek için düzelelim)
"Fakat bu maddede memleketimizin bağımsızlık şanını giderecek olan du
rumlardan sakınmayı görev sayarım ' (Millet Meclisini açış söylevi) diyordu.
2- İç kapitalistlere: "Anayasayı kurmaktan maksadımız, ahaliyi ka
mu işlerini yürütmede hazır olmaya çağırmaktan ibaret olmayıp, belki ül
kelerimizin idaresini düzeltmeye ve kötüYe kullanımların, istibdadın teme
lini yok etmeye bu usulün bağımsız vesile olacağını iyice kestiriyorum.''
(Keza) derken, yerli serm ayeye, "yalnız sen yoksun, başka sosyal sınıflar
da var" dem ek istiyordu. Söylevin ilk sözü (Osmanlı geleneğince) "Tebe-
anın her sınıfının hak ve m enfaatine riâyet (güdücülük)" edileceğini
hatırlatıyordu.
M eşrutiyet burjuvazisi bu iki kuralı da tersine çevirdi. Yalnız kapitalist
sınıfının "hak ve m en faatine güdücülük" tanıdı. Yerli - Yabancı serm a
ye ondan bunu bekliyordu. Bu prensibin zaferi, içeride kapitalizme,
dışarıda em peryalizm e bağım lılık oldu.
Abdülham it her şeyin farkındaydı ve boş lâf etm iyordu. Türkiye'yi yarı
söm ürgeleştirenlerin, içeride, dışarıda KAPİTALİZM olduğunu seziyordu.
1- Dış harp: Yabancı serm ayenin Türkiye'yi borca boğmak oyunu ol
muştu. "Kırım savaşının ortaya çıkması, ülke ve yurttaşın durumunu dü
zeltme uğrundaki çalışmaların devamını engelledi. O vâktedek Devlet hâ
zinemizin dışarıya b ir akça borcu yoğiken.. Bu sebeple borç kapısı açıldı.
Gerçi.. müttefik ulu devletlerin... yardımları ile barış, içeride işini yoluna
koyup, gerçek ilerleyiş yolunu hazırladığı sanısını güçlendirmişti; lâkin,
ondan sonraki durumlar bütün bütün o umudun ve bekleyişin tersini ge
tirdi. B irta k ım tahrik ve tesvil (süsleme)/er.. ülkemizin iyileştirilmesi ve
düzeltilmesine bakmaya meydan vermedikten başka, her yıl olağanüstü
69
ordular derleyip, halkımızın en çok işe yarayan sınıfını silâh altında tutma
ya mecburiyetimizden dolayı, tarımımız ve ticaretimiz büyük sektelere uğ
radı." (Abdülham it: Açış s.)
2* İ ç ıslahat: Yerli serm ayenin, yabancı serm aye sadakasıyla gününü
gün etmesi oldu. E lbet saray zindanında körleştirilm iş Abdülham it'ten, 19.
yüzyılın sosyal ve ekonom ik doktrinlerine göre yöneliş beklenem ezdi.
Ama, o b irç o k bu günkü "id e o lo g la rım ız d a n daha dürüstçe, 1877 yılından
20 yıl önce, 19. yüzyılla birlikte bir gelişim olduğunu gelir artm asından
çıkarıyordu. O gelişm enin, 1965 yılında inkâr edilm eye çalışılan serm aye
gelişim i olduğunu, Abdülham it deyim lendirem ezdi. Yalnız şu kadarını ol
sun görebiliyordu:
"Yirmi yıldan beri gelirlerimizin ard arda artması dahi, memleketin iler
lemelerine ve ahalinin durumlarındaki refahın arttığına belgedir. ”
"Eğer k i şimdiki sıkışıklık şu sayılan durumlardan ileri gelmişse de, m a
liye idaresinde dürüst bir doktrine bağlanmak (meslek'i dürüstiye sülük
ile), yoksulluk çilesini hafifletmek ve maliye kredimizi korumak elden ge
lir idi. Fe'emmâ, ıslâhat (iyileştirmeler) biçiminde alınan maliye tedbirleri,
durumu iyileştirmek şöyle dursun, işi bütün bütün ağırlaştırmış ve gelece
ğin ne olacağı düşünülmeksizin bugünden yararlanmak olmuştur. (Abdül
hamit: A çış s.)
Bunu ister kendi söylesin, ister başkalarınca söyletilm iş olsun, A bdül
hamit, yabancı serm ayeye m em leketi boğdurm akta sınıfı için kâr gören ve
burnunun ucunu görmeyen yerli serm ayeden daha ayık ve daha az hain
dir. Abdülham it'in üçte bir yüzyıl egem en oluşu, yalnız hafiyelerinin gü
cünden değil, m odern gidişi Batıya teslim olmak sanan yerli serm ayenin
ihanetine karşı olm asından ileri gelir.
A VRU PA SÖYLEM İŞ
1908 de Yerli Serm aye, genç Ordu hoşnutsuzluğunu söm ürerek siyasi
iktidarı ele geçirir geçirm ez, A bdülham it’in otuz üç yıl savunduğu iki "İs
tiklâl" prensibini tersine çevirdi: I- Şaşılacak bir sinizmle sınıf hegem on
yasını kurdu, 2- inanılm az bir ihanetle m em leketi yabancı serm aye ege
m enliğine ısmarladı. Bu iki davranışı özetleyen ekonom ik örgüt, ŞİRKET
oldu. Bütün Türkiye halkı bir yana. Şirketler öbür yana konuldu. ŞİRKET
(KUMPANYA): Yabancı Emperyalist serm ayenin yüzde yüz em rine girmiş
yerli serm aye sentezi idi. Bu olayın en tipik örneği, gene Türkiye'nin ilk
"H ayırlı Şirket"idir.
"En sonunda Bankalarca zavallı "İdare'i mahsusa” Bakanlığında Ermeni
Noradonkiyan Kapril bulunan Bayındırlığa bağlandı... Con Paşa 29 Eylül
70
1324'te istifa edip çekildi. Noradonkiyan efendi, yapı mimarlarından mü
hendis Frenkiya Efendiyi 1 Aralık 1324 (1908) gününde "İd arei flahs.u-
sa”ya müdür yardımcısı tâyin etti... Fmnkiya efendi, mesleği ile ilgişi o l
mayan bu idareye akşam sabah birer defa uğrayarak, kimi kâğıtlar üzeri
ne Türkçe olarak adını nakışlayıp k o y a r d ı (A.N.: TSSİT, 63)
Bunda şaşılacak ne var denecek. Önce Abdülhamit; "hem yer, hem ye
dirir" Devletçi bir gayrimüslimi, Con Paşayı başa geçirmişti. Fakat, Con Pa
şa, hiç değilse çekirdekten yetişmiş i> adamı idi. Meşrutiyet (Anayasacılık)
Hürriyetinin iktidara çıkardığı "gayrim üslim " iş bakımından acemi çaylaklığı
ile Finans Kapital uşaklığını, bakın nasıl skandal yolundan Özel Sermaye gi
rişken kişiliği değirmenini çeviren "Demokrasicik" suyu yaptı:
"Frenkiya efendinin yardımcılığı zamanında, Adalar seferi yapan vapurlar
dan birinin yolda giderken dümen zincirinin bir baklası kopmuş, bakla bulu
nup ekleninceye kadar, 10 dakika, vapur yoluna gidememiş. Ada yolcu
larından "Şirketi Hayriye" hisse senetlerini taşıyan birkjç menfaate tapan
eczacı, tüccar ve başkası, yolcular arasında propaganda yaptı. Vapur içinde
ki yolculardan yüz elli kadar mühür ve imza toplayıp, Adalara Şirketi Hayri
ye'nin vapurgöndennesini istediler. Noradonkiyan da o günlerde bir hanıme
fendiden 21 adet Şirketi Hayriyye hisse senedi satın almıştı. İşi Bakanlar Ku
ruluna sevk etti... Kâmil Paşa ve Bakanlar Kumlu, bundan böyle Adalara
"İdare’i Mahsusa" çalışmayıp "Şirketi Hayıiyye"den vapur gönderilmesine
karar vererek, İdarenin fermanlı (Padişah buyrultulu) ve kadım imtiyazını
ayak altına aldı. İş idareye ve Şirketi Hayriyyeye bildirildi." (Keza, 63,64)
Ne je st değil mi? Bir yanda 150 "Adalar yolcusu" (İstanbul'un "S o s
yete Kaym ağı") imza ve m ühürü ile Hürriyet ve Dem okrasinin şaha
kalkışı; ötede Padişah Fermanını çiğneyen ihtilâlci kahramanlık; ve her iki
sinin gölgesi altında Bakan Efendinin Bayan Ham fendiden satın aldığı Şir
ket pay senetleri! Şimdi "Devletçiliğim iz" mi, yoksa özel serm ayem iz mi
üstün? Bir güreştir başladı: "Şirketi Hayriye Adalar seferlerini yapmaya
başladı. İdarenin iddiası üzerine Denizcilik, Liman ve Loyitten tayin edil
miş bir komisyonca, o vakte dek idarenin Adalara işlettiği vapurlarıyla Şir
k e ti Hayriyenin tahsis ettiği vapurlar muayene edildi... Bu komisyon, İda
re vapurlarının tekne, kazan ve makineleri, Şirketin gönderdiği vapur-
larınkinden iyidir, diye rapor verdi. Şirket vapurlarının Ada hattından çe
kilmesine bakılmayarak, İdare vapur göndermeye başladı... Fakat, Nora
donkiyan Efendi ne yaptı bilir misiniz? Yarından itibaren İdare'i Mahsusa
Adalara vapur göndeısin, ama, Şirketi Hayriye Adalara vapur tahsisi için
hayli m asraf etti. Bu ayın sonuna kadar 14 günlük Adalar hattı gelirini Şir
kete gönderiniz, diye resmen emir verdi." (Keza, 64)
71
"D evlet malı deniz"di: onu Derebeyi Devletinde yalnız Devletlû "d o
muzlar" yiyebiliyordu; şim di o "Deniz"e Ö zel Serm aye "D om uz"u da bur
nunu sokacaktı.
“Hükümet, Noradonkiyanın kışkırtmalarıyla İdareyi b ir şirkete devret
mekten başka bir şey düşünmüyordu. İdarenin borçlan baştan aşmıştı.
Bunların da hesaplarının incelenip doğrulanmasıyla uğraşılmaya başlandı..
Şu kadar ki, İzmir milletvekili Ispartalıyan Efendi, Bayındırlık Bakanlığında
Noradonkiyan Efendinin yerine geçen Hallaçyan Efendinin “arka
çıkmasıyla İdareyi bir Şirkete devredip, değerli bir kuruculuk hakkı
aldıktan sonra, hisse senetleri dolapları çevirmek için geceli gündüzlü
çalışıyordu ." (Keza, 65)
Sayın yazar A bdülehad Nuri bey, bütün bu olaylarda bir "E rm en i oyu
nu" görüyor, bu oyunun altındaki yerli Özel Serm aye ile, üstündeki Y a
ban Tekelci Finans Kapitalin parm ağını ve kuklaların hep o parmakla
oynatıldığını sezem iyor. Yalnız, m illet malının Devlet kanalıyla özel kişile
re aşırılm a yönündeki ezeli Alicengiz oyunu karşısında boşuna saçını
başını yoluyor:
Talihsiz İdare! Oluş yüzeyine geldiği günden beri Ermenilerin
karışmasından yakasını kurtaramamıştır. Evet, onların da hakkı var. Biz
iyi idaresinde başarı gösterememişiz. Onlar bizden daha iyi idare ediyor
görünmüşler. Bu zihniyet genelleşmiş."
Sanıyor. Ve Türkiye aydınının aşağılık duygusu içinde bunalırken, bir Er-
meni'nin nasıl o koca yaldızlı, nişanlı paşalarla dolu Bakanlar Kurullarını dize
getirebildiğini açıklamıyor. Her şeyi, bugün de bol bol yapıldığı gibi, bir nere
den geldiği bilinmez, yomsuz alınyazısı "ZİHNİYET" lâfına bağlayıp, sınıf ve
toplum determinizmini, kimi ultramodern "İdeolog"lanmız gibi, "Yanlışlar"
Komedyasına çeviriveriyor. Oysa, kendi anlattıklarını kulağı işrtse, ortada hiç
bir "yanlış"ın bulunmadığını, tersine, millet ne kadar aldatılırsa, bir sosyal
sınıfın o kadar sinsice yararlandığını; yapılanlarda aldanış ve kör tesadüflerin
değil, tam orostopolca bir hesap ve bile bile lâdes durumu yaratıldığını kolay
öğrenirdi. Çünkü, o Ermenicikler, bütün Müslüman - Türk yerli sermayenin
yüzyıldan beri okuluna girdiği Batı kapitalizminin, kendi üstünlüğünü ve sö
mürüsünü, geri ülkelere bir "zihniyet" olarak da, "Avrupa malı" diye sokup
yerleştirmek kastını temsil ediyorlardı. Başka türlü koca bir İm paratorluk ka
fese konulamazdı. Nitekim A.N. de Noradonkiyan Efendilerin ağızlarında do
laşan sloganlarını hatırlamakla kalır, bu sloganlan kulaklara Batılı dost finans
kapital ajanlarının üflediklerini nedense bir türlü kavrayamaz:
“Noradonkiyan Efendinin “Devlet Ticaret etmez!" nakaratı da, çaresizliği
yamanlaştırdı; altın oluğun yabancı ellere teslimini pekiştirdi", Bu hususta
72
yapılan bir toplantıda, Noradonkiycn efendiye, Hicaz denmyn'.uıuı, '-.t.t
ve Telgrafı örnek göstermekliğim: "Bu sözü ben demiyorum, Avıııh.t •.<■
>
lem iş!" cevabı ile karşılandı. Ve İdarenin "Fayrfeyld ve Weldel" şu kellen
adına (Yabancı Finans Kapital hesabına) alıcısı Ispaıtalıycn efendiye,
sab ası Hallaçyan efendi canibinden [tarafından] 75 yıl süreyle imtiyazı,
imtiyazlı hatları, deniz tekneleri, taşıtları, hareketli hareketsiz mallan,
gümrük resmi, emlâk vergisi, fenerler, liman ve şandıra resimlerinden,
telgraf ücretlerinden, orman resimlerinden indirimler ve muaflıkları, istim
lâk hakkı, hükümete ait toprakların bedava verilişi gibi, her biri birer h a
zine değeri ağır değerli bağışlamalar, hayırlı bir alışveriş imiş gibi, Kadir
gecesi İradesi (Padişah buyrultusu ) alındı. 29 Eylül 1325 ve Hallaçyan, Is-
partalıyan efendiler imzalarıyla Imzalâhmlş 19 Şevval 1327 ve 21 Ekim
1325 (1909) tarihli mukavele ve şartnameleri imza edildi... Buna karşılık,
şirketin vereceği şey 350 bin lira. Bir de yılda 5 kaptan ile S' çarkçıyı Av
rupa'ya gönderip öğretimletmek. “ (Keza, s.66,67)
1909: Türkiye'de yerli-yabann sermayenin sözde Devrimle siyasi iktida
ra çıktığının ertesi yılı. Daha gelir gelmez iktidara, Türkiye halkının nesi var,
nesi yoksa, hükümet zoru, Devlet Anayasası, Padişah buyrultusu, Avrupa
felsefesi., neyle olursa olsun her şeyle, hepsine el koyuyor. Bütün bir İm
paratorluğun varını yoğunu okuyup, üfleyip, efendisi Batı sermayesinin mih
rabına, gözü Hürriyet atlasıyla kapalı kurban olarak, davulla, zurnayla
yatırıyor. 20. yüzyıl Emperyalist kapitalizmine, geri bir ülke bütün mukad
desatçı geleneklerine uygun olarak, Kadir gecesi, gâvur eliyle satılıyor.
Müslüman kapitalist, Hazret'i İsa'yı çıfıtlara teslim eden Ponce Pilat gibi,
Türkiye ekonomisini gayrimüslim aracılığı ile yabancı sermayeye peşkeş çe
kerken, temiz kalmak için ellerini yıkıyor. Çünkü: "Devlet ticaret etmez!"
73
"Şirket kurulabilmesinin şüpheli olmasına" göre "İmtiyazı gerçekleştire
meyecekleri sabit olduğu" için "İmtiyazı yazıldığı üzere mecbur kalınıp fes
hedilmesinden dolayı doğan kötü etkiler sebebiyle, Osmanlı kıyılarında ge
micilik işinin b ir şirket kurmak yoiuyla yerine getirilmesi "Derece'i istiha
leye" (kalıp değiştirme kertesine) gelmesine bakarak, ileride ekonomik
yararlıklara ("Fevâid'i iktisadiyyeye") uydurularak ve Devletin durumu ile
ihtiyacı göz önünde tutularak bir Ticaret Şirketi kurulmak üzere, gemicili
ğin şimdilik hükümet idaresi altında yapılması gerekli görüldüğünden...
Bağımsız bir heyet tarafından idaresi tercih edilmiş ve gerek askerlik
sevkıyatı ve gerek ticaret taşıyışları bir an önce sağlanması gerekli ve tah
viller çıkaıtarak bir ticaret şirketi kurmaktaki imkânsızlık besbelli olduğun
dan, sermayesi hükümetçe sağlanmak" düşünüldü.
Gerçekte bu "Kalıp değiştirm e kertesi", Osmanlı geleneğince m illet
malını kurtarmak değil, hatta yerli serm ayeye aktarm ak bile değil, ak-
tarılabilinceye kadar yaban finans kapitalinin bir elinden öbürüne geçirt
mek manevrasıydı. Bunu da gene aynı Bakanlar Kurulu mazbatasının "şu
eveleme, develem e" biçimli gevelem esinden anlıyoruz: "Sermayenin teda
rik ediliş biçimine gelince, İdare'i Mahsusanın Anadolu Şirketine borcu olan
160 bin küsur lira için, adı geçen Şirkete rehin verilen hatlar sâfi ürünleri
30 bin lira tutup, faizinin pek fâhis olması yüzünden bir çok yıllar o ürün
ler ile borcun ödenmesi kaabil olamayacağından, adı geçen 30 bin liranm
10 bin lirası karşılık gösterilerek ödünç alınacak 200 bin liradan, adı geçen
borçların bir kerede ödenmesi ve geri kalan 20 bin tiranın karşılık gösteril
mesiyle 400 bin liralık bir sermaye elde edilmesi, yahut İdare'i Mahsusa
sâfi ürünleri karşılık tutularak bir ödünç (istikraz) yapılması mümkün ise
de, ödünç alma zaman İster ve askerlik ihtiyaçları buna elverişsiz bulun
masıyla ödünç alarak Şirketin genişletilmesi geleceğe bırakılarak, bu güne
bugün gerekli olan sermayenin acele tedariki ve önemli askerlik
taşıyımlarının bir an önce sağlanması için, 326 yılı askerlik tahsislerinden
156 bin lira kadar verileceğinden..."
"Askerlik ihtiyaçlarına yetmezliği yüzünden, 15-20 vapurun daha Do
nanma Milli Yardım Cemiyeti ile konuşulup kararlaştırıldığı üzere, adı geçen
cemiyetçe satın alınması tercih edilir olduğuna dayanılarak, torpido muhrip
lerinin satın alınmasında olduğu gibi pahası Maliye Bakanlığı yüceliğince ke
falet altına alınarak, adı geçen cemiyetçe taksitle ödenmek üzere adı geçen
vapurların bir kerede alınması gerekeceği Savunma Bakanı Paşa Hazretleri
tarafından ifade kılınmış olup, Osmanlı kıyılarında vapur işletmek ve İdare'i
Mahsusa yerine geçmek üzere imtiyaz almış olan şirket kurulamadığı cihet
le imtiyazın feshi ve şimdiki halde (ne kadar tekrarlanırsa o kadar güze! olur
demiş Arap: şimdilik) başka bir şirketin kurulması mümkün olamayacağı
cihetle, askerlik ve ticaret taşıyım/arını sağlamak için,.. Vukuf ve ihtisas
sahibi bir Genel Müdürden derleşik ve tamamıyla bağımsız bir heyet ta
rafından idare edilmek üzere, "Osm anlı Seyr'i Sefain İdaresi" adiyle bir
idare kuruldu.
Söylenenlere dikkat edelim: 1- "Anadolu Şirketi" fahiş faizle gem icili
ğimizi haraca bağlam ış. O Alm an finans kapitalidir. Bir ödünç kuruntusuy
la ondan kurtulmak istenirken, vakit yok diye vazgeçiliyor, eunun anlamı.
Alman finans kapitalinin, 1910 yılı Türkiye'de İngiliz-Fransız finans kapitali
ne baskın çıktığıdır. Bunun kokusu, çok geçm eden Birinci Cihan savaşıyla
çıkacaktır. 2- Türkiye Avrupa ve Afrika'da boğuntuya getirilecek duruma g i
rince, h e r zamanki gibi gayret dayıya düşüyor: Millet ile Ordu kelimeleri
sıkıyor: "Donanm a Muavenet'] Milliyye Cem iyeti" halktan yardım to p
luyor, Ordu 160 bin lirasını, "Bir tüccar şirketi kurulmak üzere" sunu
yor... 3- Bütün bu kombinezonları başaran "Harbiye Nazırı Paşa Hazret
leri", fesini sol kaşı üstüne efece yıkan, Bağdatlı ve gür sakal, bıyıklı kes
kin Mahm ut Şevket Paşa'dır. Paşanın kanlı arabası Askerlik Müzesindedir:
İngiliz-Fransız finans kapitali, ongn ele geçm iş şirket imtiyazını, böyle, bir
vuruşta kopartıp atışını affetmemiş, kendisini, İttihatçıların da ilgisiz
bırakılmasıyla, haberli, bilgili Beyazıt m eydanında vurdurtmuştur.
75
Barış zamanı kim senin önem sem ediği, en bayağı, basit şirket
bağıntılarının, bir milleti nasıl en önüne geçilm ez uçurum lara sürüklediği,
başka hiç bir örnekle göze çarptınlam az. Görünen politika kabuğu ü stü n
deki gülünç veya ağlançlı didişm elerin derin determ inizm i böyledir. 20.
yüzyılın alın yazısını çizen tanrı veya şeytan, o konforlu, halı döşeli, ılık,
sessiz vitrinler içinde iskambil falı oynar gibi oturan Finans kapital, Ş İ R -
K E T'tir. T ü rkiye'nin 1914 yılı nereye gideceği, 1900 yılından beri
hazırlanıp, 1908 yılı iktidara çıkan serm ayenin 1909 yılında yaptıklarından
belli olmuştur.
1908 devrim inden sonra, Tü rkiye'de fin a n s kapital hazretlerinin nasıl
"Şartsız kayıtsız egem en" kesildiği, ondan sonra görülen şirketler gelişi
m inden anlaşılır.
Türkiye'de 1863'ten 1908 devrim ine dek geçm iş 45 yıl içinde, ancak 5
şirket kurulm uştur. Gerçi o beş finans kapital yuvacığı, koca İm paratorlu
ğun başına gereken suyu dökm eye yetm iş ve artmıştır. Çünkü, o 5 şirke
tin ardında ve içinde pusu kurarak Truva atı gibi Tü rkiye kalesini fethe g e
len ve kale içindeki beşinci kolla, yani Babil çağından arm ağan kalmış te-
feci-bezirgân serm aye ile her tüçlü işbirliği ve elbirliği yapan finans kapi
tal hazretlerinin arkasında, halkın "YEDİ DÜVEL", Osm anlı ketebesinin [ki
tap yazanların] "Düvel'i M uazzam a" dediği Batı kapitalizmi vardı. O sa
yede "yuva" kurulur kurulm az, Türkiye'ye sahip kesilen finans kapital,
olağanüstü yavrulayışla şirk e t üstüne şirket yum urtlam aya başladı.
1909'dan 1914 yılına dek: 5 yılda 37 şirk e t dünyaya geldi. Hele Birinci C i
han Savaşıyla, Batıda bir toplum biçim inin (burjuva düzeninin) ilk kızılca
kıyam eti koparken, Türkiye'de o toplum biçim ini göklere çıkaran bir ş ir
ketler furyası almış yürüm üştür: 1914'ten 1918'e dek 4 y ıl içinde tam
55 şirket kurulm uştur.
Tü'Kİye'de 1913-1915 yılları, büyük sanayiin üretim değeri 6 ile 7 m il
yon lira iken, yeni açılan şirketlerin sermayesi, 1910 ile 1913 yıllan arasında
2,47 milyon lira, 1914-1916 yılları arasında 2,49 milyon ve 1917-1918
yıllarında 8,16 milyon lira tutar. Finans kapital sermayesi, büyük sanayi
üretim değerine yaklaşıp onu aşar. Bir çeşit: "H er şey vatan için" sözüne
benzer: "Her şey şirketler İçin" olur... Bu finans hegem onyasının gücü
nü belirtmek için başka bir kıyaslama yapalım: 1933 Türkiye'sinde, sanayi
istatistiklerine göre, 1473 "Büyük lşletme"nin makine, aygıt ve ava
danlıkları, top yekûn 55 milyon 783 bin altın döviz, (frank, sterlin) yabancı
para, 11 milyon 365 bin altın lira yerli para olmak üzere, hep birden: 29 m il
yon 148 bin lira tutar. O 1918 yılındaki altın liraları 1933 yılının onda bire
inen kâğıt parasına çevirirsek: 290 küsur milyon lira eder. Dem ek, 19İ8
Mütareke yılında, SALTANAT finans kapitalinin serm aye toplamı,
76
1933 C U M H U RİYET yılında Türkiye büyük endüstrisine yatırılm ış
tüm sab it s e rm ay e tu tarının beş altı katı büyüktür!
Bu durum 1908 devrimi yılları, Türkiye yaman finans kapital k onsan
trasyonunun bütün mem leketi nasıl kıskıvrak avucu içine alabildiğini gö
ze çarptırır. Aynı dururu, Anadolu Kuvayı Milliye hareketi başlayıp da, Si
vas Kongresi bu harekete yön verm ek üzere topladığı sıralar, finans kapi
tal başkentim iz İstanbul'daki "M ünevver ve m ütefekkir insanlık"ımızın
neden o kadar m üthiş bir ducur (anguvas) [iç sıkıntısı] içinde kıvrandığını,
ölüm lerden ölüm beğenirce, ya İngiliz yahut Am erikan m andası olmaya
can attığını ve bu can atış; Kuvayım illiyeciliğe nasıl, şerefsiz de olsa d ü n
yanın en akıllıca ve kârlıca işi olarak tapşırdıöını yeterce açıklasa gerektir.
77
1908 yılı, Türkiye'de finans kapitalin ECNEBİ SERMAYE bölümü (sterlin
ve frank biçimini gizlem eye dahi tenezzül etm eksizin) 14 milyon 313 bin li
ra idi; yerli serm aye (Türk parası) 495 bin lira idi. Yabancı serm aye, yer
li sermayenin 29 katı büyük!.. 1908 yılı finans kapitalin artık iyice tekel
ci ve kozmopolit karakter aldığı göz önünde tutulursa, Türkiye'de rol oyna
ma bakımından serm ayenin yerli olmasıyla yabancı olması arasında pek
fark kalmamış sayılabilir. Nitekim, ünlü "Hürriyet" devrimi, Batı başkentle
rinde tezgâhlanıp; en kritik ânda Türkiye içine sokularak patlatılmıştır. Böy
le, yabancı finans kapitalin, açık gizli her türlü "Yardım"ı ile iktidara
çıkarılan yerli sermaye, 1908 yılı Türkiye'de ŞİRKET sermayesinin yüzde
3'ü, yabancı sermaye ise yüzde 98'i gibi anormal orantılıydı. Yerli finans ka
pitalin siyasi iktidan ele geçirişinin üzerinden 10 yıl geçmedi, karşılıklı kay
naşm alar ve kamuflajlarla, tam 13 kat genişlediği görüldü. 1918 yılı yabancı
finans kapital % 62'ye düştü, yerli finans kapital %38'e çıktı. (H. Tahsin, R.
Saka: Sermayenin Şirketlerdeki Hareketi, 1929, İstanbul'dan Belgeler)
Bununla birlikte 10 yıllık hürriyetle dahi, yerli milli serm aye Türkiye'ye
egemen olan finans kapitalin ancak üçte birini tem sil edebildi. Yabancı fi
nans kapital Cum huriyet çağına kadar, "gâvur" şapkasıyla ayrıcalı dolaştı
ve Türkiye ekonom i politikasına fiilen üçte ikiye yakın egem enliğini
açıktan açığa göze batırm akta sakınca görmedi. Yerli finans kapitali kulca
vesayet altında tuttu. Bu korkunç gerçeğin elle tutulur örneğini bize: Yer
li - milli serm ayem izle devletçiliğim izin "KARM A EKONOMİ"sini şahe
serleştiren gem icilik işleri kadar hiç bir şey açıklayamaz-,
"Meclis'i Mahsus'u Vükelâ M a z b a ta s ın d a iki sözcükle "Sâhib'i vuku-
u f ve ihtisas bir m üdiyri' U m um i" denilen şey, (Bilgili Uzm an bir G e
nel Müdürden derieşik tüm üyle bağım sız Heyet) kim oldu? Yukarıda
mârifetlerini dinlediğim iz 14.896 kuruş maaşlı "AlmanyalI H err Kari
Lekke" oldu. Böyle D evlet içinde Devlet olm a "Tam am en m üstakil h e
y e t le r in kapitalizm de ne anlama geldikleri artık bir sır olm am alıdır. Herr
Lekke, "Yaradılışta ağır kanlı" iken bile, "bütün bütüne b ağ ım sızlığ ın ı
"A lm anya'dan başka yere sipariş ettirilm em esi" için kullandı. Açığa
çıkarılan memur ve işçilere tazm inat ödeneceği, Padişah, Sadrâzam ve
Bahriye Nâzırı imzasıyla "Kanun lâyihası" biçim inde em redilince, buna
karşı o durdu: "Yalnız kurulacak Milli Denizcilik Ticareti Şirketine, kuru
mun bankalar ve millet yanındaki kredisini düşürecek ve girişkenliklerini
şüpheli durumda bırakacak para taahhütleri yüklemekten vazgeçmeli, di
yordu" (A.N,, s.91). Hem Devlet serm ayesiyle işleyen, hem "bağımsız"
olan kurumlar, bankalar ve "m illet" önünde sorumlu tutuluyordu. Burada
ki millet, şüphesiz dünyasından habersiz halk değil, "Serm ayeci millet"ti.
78
Em peryalist "kişiler" gibi, finans kapital "kurum lar" da, Tü rkiye'yi
değil, Batı finans kapitalini egem en kılm aktan başka şeyi d ü şü n e m ez
lerdi: "Ödünç veren grubun faiz almaktan başkaca gizli maksadı bulu
nur. tfir örnekle açıklayalım... Anadolu Demiryolu Alman kumpanyası,
doğruluk, hak yolundan görünerek İdare'i Mahsusaya karşılığı Haydar
paşa Hattı gelirinden ödenmek üzere üç vapur yaptırıp getirtivcrmişti.
Bağdat, Basra, Halep vapurları. Hüseyin Hüsnü Paşa, bu vapur m uka
velesine b ir de ödünç alma verm e karıştırdı. İdare 160 bin lira b o rç
landı. İtfa (Amortisman) ödem eleri pek az, faiz ağır. Borç 200 yılda
ödenemiyor. B eri yandan Karaköy köprüsüne şim endüfer de b ir gişe
yerleştirdi... Oradan Köprü -Haydarpaşa biletiyle birlikte' demiryolu
hattının uzatılıp açılmış her istasyonu için bilet veriyor. Vapurların be
delleri ile faizi içinde ödünç alınm ış paralar ödeninceye dek - o zamana
dek yasamayacakları besbelli olan- vapurların tasarruf hakları Dem ir
yolu Şirketinin üzerinde, Bu vapurların mürettebat aylıklarından başka
her turlu malzeme ve kömürleri Ş irket tarafından verilir. İkisi sefer ya
par; birisi daima ihtiyatta, onarım, boyanım ve süstenim görür. İdare
nin bütün deniz taşıtları siyaha boyalı iken, bunların bacalarından b a ş
ka her yanı sü t gibi beyaz. Yalnız bacaları siyah. Oysa İdare vapurları
Herr Lekke zamanında sarıya boyandı. Onarım ve malzeme m asraf
larında inceleme ve kontrol hakkımız yok. Vapurlardan birinin bir yerin
de bir çivisi oynamış, yaptırılır. Çivi badeliyle çakan ustanın gündelikle
r i masrafa geçtikten sonra, o çivinin yerine çakıldığını teftiş etmiş bir
de m üfettiş gündeliği olmak üzere, esas masrafın 10 katı bir para da
ha hesaba geçer. Tek söz söyleyemeyiz. Çünkü mukavele böyle. Oldu
ğu gibi kabul zorundayız.
"Bu eylemlerden topunun altından çıkan anlam, gizli maksat ise, Hay
darpaşa'dan Bağdat'a kadar imt.iyaz alan Şirket, hırs ve tamahını yeneme
miş, köprüden Haydarpaşa'ya dek otan deniz yolu imtiyazını da idareden
ele geçirmek istiyordu. Son zamanlar Karaköy köprüsü-Konya biletleri
bastırıp satmaya da başlamıştı." (A.N.:TSSÎT, 92-94)
Yukarıda becerileri sayılan UZM ANların da, ŞİRKETlerin de ardında f i
nans kapital tapınağı: Banka yatıyordu. Em peryalist gruplar gibi Banka
lar da o rekabeti tem sil ettiler. Alm an uzm an ile Alm an şirketi, ister iste
m ez Alm an Bankası ile işbirliği ettiler: "İdare veznesinde fazla para bu
lundurmak sakıncadan uzak (bugün halâ yaşayan deyimiyle: “Mahzurdan
sâlim" olmadığından dolayı, mecidiye ve bölümlerinin haspi (hatırı için)
saklanması için Doyçe Bank ile faizsiz câri hesap açtırılması karar
laştırıldı. " (Keza, s.99)
79
A N T İK A DEVLETÇİLİKTEN MODERN DEVLETÇİLİĞE
Yabancı finans kapitalin gölgesi altında, yerli milli serm aye de gelişti.
Hele Balkan savaşının kaybı, yerli serm ayenin yabancı vesayetinden kur
tulm a dileğini kamçıladı. S e y ri Sefain bacalarında sarı üstüne kırmızı
renkte haçın Müslüm anlaştırılm ası biçim inde çapraz çıpa form asını arm a
ğan etm ekten başka bir anısı bulunm ayan ve idare üstünde lök gibi
ağırlığı gittikçe çekilm ez hale gelen Herr Lekke ile Şirketin baskısı büsbü
tün dayanılm az olm uştu. Keskin gidişinin borcunu az sonra kanıyla ö d e
yecek olan Mahmut Ş evket Paşa, 21 Ocak 1912 günlü kanunla, Seyri Se-
faini Milli Savunma Bakanlığı em rine geçirtti. Ondan sonra yerli serm aye
ci üretm e tem posu aceleleşti. Alman Em peryalizm ini de gocunduran M.
Şevket Paşa ansızın "kimsesiz" kaldı.
Ondan önce, yerli serm aye yabancı sermayenin sofra artığı ile geçini
yordu. "O zamana kadar idarenin iki üç su dubasıyla verilen sular vapurla
ra yetmeyip, dışarıdan bir müteahhide getirtiliyordu. Fakat vakti zamanıyla
sular verilemediği gibi, müteahhide de adamakıllı yüksek bir para veriliyor
du." (A.N., s. 105) Balkan bozgunu ve ittihatçıların yaptıkları hükümet dar
besi, yerli kapitalistlerin finans kapital kârından daha yüksek pay istem e
lerini gerektirdi. Mahm ut Şevket Paşa'nın davranışı ondandı. Böylece iki
Em peryalist grubu kızdıran M. Şevket Paşa, İtilâfçılar (İngiliz-Fransız em
peryalizmi) gibi, İttihatçıların (Alman emperyalizm inin) de kendisini
"terk" ettiklerini gördü. Öldürüldü. Mem lekette, hiç bir yabancı serm aye
ye dayanmayan en yam an "Paşa hazretleri" dahi başını kurtaramıyordu.
Yerli sermaye, yabancı finans kapitalle o kadar etle tırnak olmuştu. Ö yle
sine ki, uğrunda ölenlerin cesedine serinkanlılıkla basarak yükselirken, ya
ban :ı serm ayeye karşı kulluğunda kusur etm em eye bakacaktı.
ir aralık 200 bin liraya çıkarılmış ve Kadıköy'ü hasılatı da karşılık gös-
te miş olan Anadolu Demiryolu Şirketinin alacağı, idarenin taşıyımlardan
tayı askerlik yanında birikmiş alacaklarından hesaplanıp ödenerek, ida-
eyi Anadolu Demiryolu şirketinin tamahkâr elinden kurtarmış olduğu için,
İsmail Hakkı Paşa idareye büyük bir iyilik etmiştir." (Keza, s.94) Almanın
ağzından kurtarılan şirket, yerli sermaye emrine ısmarlandı: "İdare Mec
lisi Başkanlığına üyelerden Mustafa ve Başkan yardımcılığına da Deniz Bin
başısı Hilmi beyler tâyin olunmuş ve yeni tayin olunan üyelere de ötekiler
gibi birer lira Huzur Hakkı verilmesi, 25 Haziran 1329 (1931) gün ve 448
sayılı Milli Savunma Bakanlığı yazısıyla tebliğ buyurulmuştur. Başkan Mus
tafa bey aynı zamanda İstanbul Ticaret Odasının da Başkanı idi. Pek can
dan, ticaret işlerinde anlayışlı (vaakıf) bir zâttı." (Keza, s. 100) "Herr Lekke
17 Ocak 1329 günü idareden ayrıltıldı. Ve kendisine mukavelesinde yazılı
80
aylıklarının geri kalanı bir kerede verilmesiyle şimdiki idare heyetinin d a
ha güzel iş görebilmesi sa ğ lan d ı.. Levazım müdürlüğünde bulunan Herr
Bilum da, Lekke gibi geri kalan süre aylıklarını alarak idareden ayrılmak
dileğini göstererek hemen dileği yerine getirildi, Lekkenin idareden yok ol
duğu gün, askeri kom iser Kurm ay Sinhaşıst Sadullah. bey, Genel Müdürü
vekili tâyin olundu." (Keza, s.103) "Aynı yıl Harbiye Bakanlığı Genel L e
vazım Başkanı İsmail Haki Paşa da, bir hafca ara He iki gün idareye gele
rek görevini yerine getirmeye başladı. Bu iki günde 3 muazzam işi yürür
lüğe geçirdi. " (Keza)
O "m uazzam işler"in, bugünkü anlamı: Türkiye'de kadim Osmanlı
Devletçiliğinin yerine, modern devletçiliğin ge çirilm işiy di. Modern Devlet
çiliğin başlangıcı 1913 Ocak ayı dem ektir. Hürriyet Devletçiliğinin başlıca
iki amacı oldu: 1- Serm ayeci sınıfını "Teşvik'’ (isteklendirm e, desteklem e)
2- İşçi sınıfını "Tensik" (düzene koyma)... Burada, önce kapitalist sınıfının
nasıl Devletçiliğim izle "T e şv ik" edildiğini görm ek çok ilginçtir. Türkiye'de
evvel ezel varolan serm ayeciler antika tefeci-bezirgânlardı. Devletçiliğim iz
o antika sermayeyi, 20. yüzyılın tekelci finans kapitali durumuna soka
caktı. Daha doğrusu, yerli sermaye bu kalıp değiştirm eyi sağlam ak için tu
tulacak en iyi yolun DEVLETÇİLİK olduğunu içgüdüsü ile bulmuştu.
Kalıp değiştirm e olağanüstü kolay, çabuk ve başarılı uygulandı. Ekono
minin askerce idaresi, kadim Osmanlı geleneği idi. Kimsece yadırganmadı.
M odern tekelci finans kapital de, 19. yüzyılın serbest rekabetçi kapitalizm i
nin y erin e geçerken aşağı yukarı aynı sosyal kaçınılm azlığa uymuştu. Böy-
lece, "Tencere (tefeci-bezirgân yerli serm aye) yuvarlandı, kapağını (tekel
ci finans kapitali) buldu." Bntıda Devleti tekeline geçirmiş bir avuç finans
kapitalist, adım başında skandallar, cinayetler, harpler, ihtilâller kışkırta
rak, m ilyonerliği m ilyarderliğe çıkartıyor, kapitalist sınıfının bütününün za
rarına bir avuç kodam an iratçıyı kaarunlaştırıyordu. Bu metot, geri
kalmışlığın birinci sebebi olan antika tefeci-bezirgân sermayenin. Doğuda
yedi bin yıldan beri boyuna tekrarlayarak idmanlaştırdığı biricik uııukJü.
81
onaylamasına bırakılıp, ondan başka büyük küçük bütün işlerin Genel Mü
dürce çözümlenip düğümlenmesi 23 üncü madde ile sağlandı... Tüzüğün
yüksek tasdikten çıkması bekıenilmeyerek, toplanmalarına lüzum
kalınmadığı, meclise bayağı ağızdan haber verildi. Onlar da uyuverdiler...
Önemli bölümleri Cumhuriyetin son kararlarıyla değiştirilip iyileştirilmiş
bulunan bu tüzüğün aslı, Anayasacı bir hükümetten tasdikli olmak için, İs
mail Hakkı Paşa'nm ol vakit sahip olduğu güç kadar büyük bir kudret is
ter." (A .N ., 109-110)
Devletçiliğimizin kurucusu paşa, kanun kaygusundan tüzük yoluyla
sıyrıldıktan sonra, artık D evletçiliğin yoluna çıkabilecek her engel
kalkmıştır. Devlet baba, geniş m illet zenginliklerini içine alan bir ser, hiç
bir üretim değeri bulunmayan m odern iratçı kapitalistler ise, o ser içine
kayrılıp buram buram yetiştirilen m antardırlar. Bu m antarın tohumu, Os
manlIdan kalma tefeci-bezirgân sermayedir. Batı kapitalizm inin tekelci
finans ve şirket serm ayesi ile çiftleştirilip m elezleştirilm iş Tanzim at kırm ası
iratçı-vurguncu kapıkulu sermayedir. Bunlardan bir gözde soy çeşidi: "İs
tanbul'a âidatlı acente tâyin etmek olmuştur. O zamana dek aylıklı bir me
mura yaptırılan İstanbul acenteliğinin ürünlerinden yüzde, üç, beş kuruşu
nun kendisine verilmesi ve hâsılat çoğaldıkça aidat miktarının değişmesi
ve başka şartlarla kendi uhdesine ihalesini, yıllardan beri ecnebi kumpan
yalarında acentelik etmiş ve piyasada tanınmış birisi dilekçeyle diledi."
"Bu dilekçe, Genel Müdürün Danışkı Heyeti olmaktan başka bir mezi
yeti olrhayan Müdürler Encümeninde danışma yerine kondu. Her şeyden
önce İstanbul'a âidat ile acente tâyinine lüzum var mı, yok mu, esası
anıldı. İlk oyu sorulan müdür: "Akdeniz ve Karadeniz Boğazları kapalı.
Dışa, /ya vapur göndermiyoruz. Marmara 'da vapur işletmek de s ırf idareye
verilmiş. Marmara hattına gönderilecek vapurların biletlerini üçer yüz ku
ruşu aylıklı 2 kâtip yazıp verebilirler. Şu hâl ile âidatlı acente tâyin edip
de, hâsılatın bir bölümünü acenteye vermeye lüzum görmüyorum." dedi.
"İkinci oyu sorulan M üdürde bu oya katıldığını söyledi. İsmail Hakkı Pa
şa üçüncüye: "Sen âidatlı acente tâyin olunsun diyorsun, değil m i d i y e
oyunu sordu. O zavallı da: "Evet!" karşılığını bastırdı. Dördüncü, beşinci ve
ilh. da tâyin olunmak oyunda bulundular. Çoğunlukla tâyin olunmak esası
kabul edildi. Sonra şartlar müzakere olundu. Fakat mukavele yazıları im
zalanırken o tanınmış ve İdareyi bilirliğinden ve ününden yararlandıracak
istekli aradan çıkıp, İdarenin İstanbul Baş Acenteliği, o zamana dek bir tek
bilet alıp satmamış kişilere ihale edildi... İsmail Hakkı Paşa, o ilk muhali f
oyda bulunan müdürün müdürlüğünü lâğvetmek (kaldırmak) gibi, şubesi
müstahdemlerine de bulaşıcı bir eylemle beynini lezzetlendiren bir öç aldı.
82
"İsmail Hakkı Paşa'nın esas meşguliyeti elverişsizdi. Altı ayda bir kere
idareye gelebiliyordu. Fakat karsıdan yazılı ve sözlü emirleri eksik değil
dir. İdare askeriye levazım dairesinin bir şubesi haline geçmişti. Mühim-bir
iskele onarım veya yapı inşası için her türlü eylem, muamelât, levazım
dairesince yapılıyor, mukavelesi bağlanıp verişiliyor, sonra bir nüshası
idareye gönderiliyordu. İsmail Hakkı Paşanın Seyri Sefain Genel Müdürlü
ğüne tâyinine d air olan emir, bilfiil işe başlamasından pek çok sonra, 22
Ocak 1329 gün ve 5326 sayılı tezkereyle idareye bildirilmiştir... Yardımcı
Sadullah Bey istifa edip çekilm işti." (A.N., s .112)
İlkin kanunla çıkan bütçe hesapları, 1915'te: "Seferberlik adıyla özel
b ir bölümde birleştirilerek", "Harcamalarla ilgili bir bölümün genel m uha
sebe kanunu ile kayıtlı olması, dolayısıyla da Sayıştayın karışabilmesi g i
bi engellerden sıyrıldı." "Seyri Sefâin İdaresi, kayıtsız, şartsız ve keyf'i
mâyeşâ [sorumsuzca] tasarruf cdiliyofdu. Genel Levazım Başkanlığından
filâna şu kadar bin lira verilsin diye bir haber geldi mi, hemen verilirdi.
Bütçede özel bölümünde tahsisat var mı diye sormaya, en ufak tereddüt
ve düşünceye hacet yoktu. Seferberlik bölümünden. İşte o kadar. Emri
veren de her türlü kayıtta hür, sorumsuz tasarrufçu... Dört yıl savaşta,
taşınma çokluğu, rekabetin yokluğu ve asker gönderme ile komşu kıyılar
navlunlarından (yük taşım a ücreti) başka navlunlara yüzde 500, 600 zam
cihetine gidilmesi sağlanmış iken, gelirleri giderlerini idare etmez bir de
rekeye düşmüş... borçlanmıştır." (Keza, 115,116)
Münakaşa [devlet alımlarında eksiltme]: "İdare vapurları için satın
alınacak levazım ve eşya üzerine kanunca ve gelenekçe varolan m ünaka
şa usulü bırakılıp, her çeşit eşyanın, güya Saraçhane ambarında uzm anlan
ve m uayene aygıt ve avadanlıkları var im iş gibi, orada m uayenelerinden
sonra satın alınm aları form ülü kabul edilm iş ve İsmail Hakkı Paşa'nın son
zamanlarına dek böyle alım lar yapılm ıştır."
M utem et: "Genel Muhasebe Usulü Kanunu gereğince birer (mutemet)
olması ve muhasebeye bağlı bulunması ve 20 bin, en son 100 bin kuruş
sarfına izinli kılınması gereken mutemetlerin yetkisi, Maliye Bakanlığının
müsaadesi ve bilgisi olmaksızın, 15 bin liraya (15- 75 katına) çıkarılmış ve
memur, kâtip, subay vesaireden derieşik olan mutemetlerin sayısı 30 kişi
kadar olmuştur. Böylece satın almaların yüzde 95'i kanunca görenek ve
usulünden tümüyle sapıttırılmıştır. Bununla birlikte, otuza yakın mutemet
lerin muhasebeden bağları koparılarak levazım emrine verilmişlerdir. Bu
mutemetlerden bir çoğuna, hesapları temizlenmeyerek tekrar tekrar veri
len paralarla içinden çıkılmayacak derecede karışıklıklar yaratılmıştır."
(V asıf Paşa lâyihası)
83
'Topu 42 yataklı Şam vapurunun kamaraları için 34 kamarot tâyin
olunmak, Osmanlı Matbaası ile mukavele var İken, başka bir matbaada
3 kat ücretle evrak bastırmak, bir iki zâtın hatın İçin Haliç idaresinin im
tiyazına tecavüz ederek, Eyüp ile Köprü arasında zararına m otor bot iş
letmek gibi israflar sürüp gitmiştir... Hasım Devletlere ait İstanbul ve c i
varında ne kadar onarım fabrikaları varsa, hepsi Seyri Sefâin tarafından
işgal edilip, bu ticaret kurumunun zararına ve ekonom i tekniğine aykırı
olarak, her birine ayrı ayrı kapıcı, kurucu, kâtip, işçi, taşıt araçları konu
larak ve b ir o kadar da aydınlatım ve motor gücü sa rf edilerek, ayda
4250 lirayı aşkın yalnız maaş ve gündelik verilişi sürdürülmüş ve bunları
aldık diye, idarenin Azap kapısındaki kırk yıllık onarım evi bırakılıp
yıkılmıştır. "
"İdare 30 gemisi için fabrikaya aylık ve gündeliği 4200, daha çok va
purları bulunan Ş irketi Hayriye'ninki 2000 liradır... İdarede hiç kul
lanılmayan kimi zatlara, sözde idare hesabına olan inşaatı gözetiyor!armış
diye aylık maaşlar tahsis ediliyordu... İdarenin sivil müstahdemlerinden
kimileri, Saraçhanede kurulu askeri hapishaneye gönderilip dövülme ve
işkence..." (Keza, s. 117-123)
Devletçiliğim iz, savaş bitince görevini da ha parlakça yürüttü.
"Mütareke yapıldıktan sonra, İsmail Hakkı Paşa kaybolmuş ve Hakkı
bey de idaredeki memuriyetine gelmemiştir. 1334 (1918) Ekiminde, Ge
nel Müdürlüğe Deniz Komutanlarının en seçkinlerinden V asıf Paşa tâyin
olundu. İdarenin parası var olduğu halde, levazım bedelinden tüccara
125.000 lira borcu olup verilmediğini gördü. Yarın ne olacağı bilinm e
yen o pek karanlık günlerde, tüccar olağanüstü ısrarlarla alacağını isti
yordu. İdarenin şe ref ve haysiyetini korumak üzere tüccarın alacağını
ödetti. Bu arada ayrıntılı b ir proje düzerek, idarenin... Anonim bir ş ir
ket durumuna getirilm esi hayırlı olacağını Bakanlığa arz etti." (A.N.,
s.123-124)
Böyle açılan m ütareke döneminde: "İdarenin kömür gibi en yüksek le
vazımı, münakasasız satın alınırdı. Mukavelenamesi teati edilmiş bir parti
kömürün bedeline, ertesi günü her ton için yetm iş küsur kuruş daha zam
medilmek gibi, ol vakit şüphe çekici eylem ler geçmiştir." (Keza, 126) "Pa
şanın oğlu Sinan bey, her gün idarede bulunurdu. Sinaniye ocağından
alınan köm ürler toz topraktan ibaret olup, istim tutması kaabıl olmayan
vapurlar Trabzon hattı iskelelerinden fındık kabuğu toplayıp ocaklarda
yakmak suretiyle İstanbul'a gelebildiler" (Keza, 131) "Sinan bey, safı
hasılatın yüzde 30'u kendisinin olmak üzere İstanbul'a bir Baş Acente tâ
yin ettirdi." (Keza 131,133)
84
Acente: "Eskiden iskelelerde boşalan acenteliklere resmi gayrı res
mi, yazılı sözlü bir bildiri üzerine bir zât tayin olunur, yahut İstanbul'ca
kayrılan bir işsiz gönderilirdi. Başka kumpanyalar veya vapurlara d a ,
acentelik ettiği anlaşıldı."Som a "İdare, Belediye, - varsa - Ticaret Odaeı
heyetleri birleşip tüccardan ve haysiyet erbabından" seçildi. (Keza 174)
"Seyri Sefâin acenteleri, mahallin en güzide itibar ve haysiyet e r
babından seçilir." (Keza 175)
85
O bakım dan, Türkiye'de papağan veya Lafontenin Karga h ikâyesin
deki Tilki gibi: "S osyal sın ıflar yoktur" diyenler, nasıl "Türkiye'de m ed e
niyet yoktur" diyenler kadar yanılıyorlarsa, tıpkı öyle, Türkiye'de "İşçi
sınıfı yoktur" dem eğe g e tire n le r de, Türkiye'de "Ç ağdaş u y g arlık yoktur"
diyenlerle birleşirler. Bir de, o gibilerin, "Ç ağdaş uygarlık" yanlı, öncü,
ilerici gibi adlar takınm aları göz önüne getirilirse, çelişm eler, bindiği dalı
kesen hoca durum unu aşar. Sosyal sınıfsız toplum da "Devrim cilik", bu
lutsuz gökten yağm ur beklem ek, yahut çom ak batm asın diye kum da ç e
lik oynam ak olur. Sosyal sınıf yoksa, "D e v rim cilik " nereden çıkar? D e v
rim cilik varsa, "Sosyal sınıflar" nasıl yok olur? "Erbabı bilir!" Olanların
bize gösterdiği gerçek: S erm aye gibi işçi sınıfının da Tü rkiye'de bulun
duğu, yalnız bu sınıfın antika tefeci-bezirgân serm ayenin egem en o l
m aktan çıktığı Batı A vrupa ve K u zey A m erika'daki gibi "H Ü R " d e ğ il, g e
ri kalan bütün dünyadaki (Asya, A frik a ve G üney A m erika'd aki) gibi, kö
le sayılm asa da öz Tü rk çe Osmanlı deyim iyle "KUL" yerinde tu tu ld u ğ u
dur. Bu durumun, yaln ız işçi sınıfı değil, bütün bir m illet için neye mal
olduğu, "B atı" a n a v a ta n la rı ile, "D oğ u" sö m ü rg e ve yarı sö m ü rg e le
ri arasındaki ekonom ik, sosyal, politik, kültürel ve ilh.. başkalıklara ba k
m ak yeter.
Gerçek şudur ki, Türkiye'de 1908 öncesi de, sonrası da, işçi sınıfı yok de
ğildi. Batılı finans kapital, kendi Anayurdunda edindiği tecrübeleri, (çok içli
dışlı anlaştığı geri ülkeler sermayesini sanayileştirmemek ve yabancı serm a
yeye ajan ve kul etm ek için) bahane ederek, Türkiye işçi sınıfını KUL duru
mundan çıkartmamak istedi. Kendisi yabancı sermaye kulluğuna çanak açan
yerli sermaye ise, yedi bin yıllık halk düşmanı içgüdüsü ile, kendi ülkesini ge
ri sömürge durumuna sokmak pahasına, yabancı sermayenin "işçi düş
m anlığı" perdesi ardında, Türkiye'yi içine düşürdüğü açmaza bütün gücü ile
katıldı. Bir yandan memleketi "kalkındırmak" sloganlan attı. Ötede, mem
leket İNSANımn çalışan sınıflarını, işsiz, aç, çeri-çoban kul durumundan
çıkartmayarak: memleketi hem kalkınmamış, hem yabancıya sömürge
yaptı. Aydın kapıkulları da, aylıkları sağlandıkça slogankeşlikle geçindiler.
Verli-yabancı serm aye-şirket tarihlerinin her sayfası modern tekniğin
son sözü üzerinde çalıştınlan Türkiye işçi sınıfının, en basit insan hak
larından uzak tutuluş ve kutlaştırılışı ile doludur. Con Avram ides Bey, bütün
vurgunlar, yüzdeler bir yana 1000rden çarçabuk 4.000 kuruşa (şimdiki
6.400 TL) çıkm ışken, "15 A ralık 1291 tarihinde Con Paşanın m aaşına
2.000 kuruş zam ile 6.000 kuruşa çıkarıldı." (şimdiki 9,600 Türk lirası).
(A.N., TSSİT, s.48) Bu, A bdülham it keyfi idare istibdadı zam anındaydı.
A nayasacı (Meşruti) hürriyet çıkınca, hiç değilse çekirdekten yetişm iş Con
86
Paşa'nın binde biri kadar Türkiye'ye yarar yanı görülm eyen H err Lekke'nin
aylığı 14.896 kuruş (şimdiki 23 bin 833 T ü rk lirası) oldu.
17 Tem m uz 1290 (1874): "Kars vapuru ateşçilerinden ölmüş Haşan'm
karısı aylık verilmesi için yalvarıyor. İdare'i Aziziyye İdare Meclisinden,
maaş tahsisinin "emsali," olmadığından ("Eşsiz örneksiz" tik), dilekçeci
kadına bir defaya mahsus olmak üzere metelik bin kuruş verilmesine ka
rar." (Keza) lütfedildi... Bütün bir öm ür en son sistem vapur ateşi içinde
kıyasıya emeğin Müslüm an Türk işçisine ödenen karşılığı, altın değil, bakır
"m etelik" para ile, yani değeri her an düşüp kalkam ayacak o zam anki 10
lira (şimdiki: 1600 lira); yabancı serm ayeye m al sipariş ettirm ekten baş
ka işi olm ayan gayritürk-gayrim üslim e m asa başında bir ay oturduğu için,
altın para hesabıyla 23 bin 833 lira! H ürriyet-Adalet-Eşitlik-Kardeşlik
çığlıklarıyla siyasi iktidara çıkan "Vatanperver", koyu "M illiyetçi" İttihat ve
Terakki (Birlik ve İlerleyiş) kahram anları, Türk m illetine bunu uygun g ö
rüyorlardı. Çalışm ayan Alman, yabancı "gâvura" buluyorlardı da, ölesiye
çalıştırdıkları Müslüman Türk'e verm ek için örnek (emsal) bulam ıyorlardı.
Çünkü gâvurun ağası Alman finans kapitali idi; Müslüman Türk bir "am e
le parçası" idi.
87
"Emeklilere aylık en az 100, özellikle yetimlere ve dullara -bu gün 2
okka ekmek parası olamayan- 30 kuruş aylık bağlanması yazılı olması, ve
askerlik ve sivillik memur emekliliği kanunları zamanın itişiyle tekrar tek
rar düzetilip değiştirildikleri halde, İdare Emeklilik Tüzüğünün tahsisat bö
lümleri şimdiye dek düzeltme ve İyileştirme görmemesi, müstahdemlerin
en çok hak edenini, yazıldığı gibi yoksun bırakılmış ve emekliler ile yetim
ve dulların gadre uğrayışları fiyatların yükselmesi oranında yaman-
laşmıştır. " (A.N.: Aynı yer, 51,52)
II- Hiirriyet'te, yani yerli serm ayenin "M eşrutiyet" (Anayasacılık) an
lamıyla siyasi iktidarı ele geçirdiği zam anlarda, (eğer ü st üste savaşlar
devleti tek asker taşım a aracı olan gem ileri elden kaçırm am ak zorunda
bırakm asaydı) kurulm ası ferm anlatılan Ticaret Kum panyası Şartnam e
si, bütün işçi hakkı olarak em eklilik hakkını tanıyordu. Şartnam enin 20.
maddesi: "İdare'i Mahsusanın varolan Emeklilik Sandığı eylemleri (kuru
lacak yeni) sandık işlerine katılmayacaktır " der. Demek; "Şirketin lütfen,
idarede bırakacağı memurların edinilmiş haklarından olan geçmiş hizmet
süreleri bütünüyle yok edilecek"tvr, diyor Abdülehad Nuri Bey. Şartna
menin 30. maddesi şöyle yazar: ’ Şirkette kullanılıp herhangi b ir sebeple
çıkarılacak olanların, düzülecek emeklilik tüzüğü hükümlerine uygunca
bırakmış oldukları paraları geri almaya hakları olacaktı." Abdülehad Bey
yorum luyor: "Söz yerinde ise, doğruluk yolunda (suret'i haktan) görünen
bir madde! Görünüşte bıraktıkları paraları geri alma haklarını sağlıyor.
Üzerinden nakışlı yılan derisinden yapma örtüsü kaldtrılıverince, altından
(İsterse sakatlığından, tehlikeye ve belâya uğramasından dolayı çıkarılmış
olsun işçi) yalnız bıraktığı parayı geri almaya haklı olacak. Faizini de ala
mayacak. Emekli filân da olamayacak... Şimdiden Hükümete bu şartları
kabul ettiren Şeytan gibi Şirketin, ileride bu hükme aykırı maddeleri kap
sayan emeklilik tüzüğü yapamayacağı besbellidir." (Abd. Nuri: T.S.S.İ.T.,
s.77,78) "Emeklilerle yetimlerine ve dullarına geçim solukları kesilip aç
bırakılacaklarını muştuluyor. " (Keza)
88
bir m üstebitten de yakasını kurtarmış olduğu için, işçilere ölüm lerden
ölüm beğendirebilirdi.
31 M art tepkisi atlatılır atlatılmaz, serm aye efendimizin sırtında yum ur
ta küfesi yoktu; "Eşitlik ve Kardeşlik" (Müsavat - Uhuvvet) bir yem boru-
suydu. Devrim den tek amaç, "kâr"ın tek yanlı arttırılmasıydı. Bu da,
çalışanlardan kesilip, serm ayeye veya adam larına yedirm ekle olurdu. Onun
için: Abdülhamit çağı Millet Meclisinde "TENKÎH" maaş indirimi, maaşlı
azaltım ı denilen sözcük, şim di ”TENSİK"e düzenlemeye çevirildi. İşçi,
m üstahdem ve memurlar, işlerinden sapır sapır döküldüler. Ötede yeni
burjuvaları ve kahram anlarını yeni yeni kadrolara yığm aktan çekinilmedi.
"İdare Emeklilik Tüzüğünün 27. maddesiyle, ondan sonraki maddele
rinde görüldüğü üzere, Sandığın idaresi "İdare Meclisi"ne ve devamlı ola
rak sandık idaresine bakmak üzere adı geçen Meclis üyelerinden bir B aş
kan ve 3 üyeden derteşik b ir heyete; ve hesap işleriyle gelen paralarının
alınıp harcanmasına ait eylemler, idare memurlarından seçilmiş bir muha
sebeci ve sandık eminine tefviz edildi. Sandık hesapları, idare veznesin
den ayırt edilmişti. 30. madde gereğince de, emekliliğe ait meclis mazba
talarının, Deniz Şûrasınca onaylanması şart idi.
''İdarenin Bayındırlığa bağlanması, İdare Meclisinin bir aralık fesholun-
ması gibi devrimler ve emekliliğe ait ard arda gelen olaylar yüzünden, ey
lemler idare muhasebesine ve inceleyip onaylama işleri müdürler encü
menine verildiği gibi, gelirler ve giderler de idare veznesine dönmüş bu
lunuyordu." (A.N.: TSSİT, s.86,87)
1912 Balkan Savaşı, kargaşalığı arttırdı. Liman, şamandıra, vize, fener
vergileri, boşaltma ücreti, köm ür fiyatı, Anadolu Demiryolu İdaresine olan
borcun faiz, am ortism an ödem eleri, Şirket'i Hayriye'den kiralanm ış vapur
bedelleri arttı. Tam sermayenin arayıp bulam adığı bulanık su furyası b a ş
lamıştı. Ç alışanlara tırpan atm anın ("tensikat"ın) sırasıydı: "Başka daire
lerde yapıldığı gibi, idarede dahi memurlar, kaptanlar, çarkçılar arasında
kimi kertede temizlik (Tasfiye) yapılmasına girişilmişti." (Keza, s,89)
"Kadro dışı kalanların 1327 başından 1328 şubat sonuna dek maaşları
karşılığı olarak 82.100 kuruş" idare bütçesine konmasına kanun çıktı. Herr
Lekke "İdarenin gelecekteki gelişmeleri için para taahhütleri altına konmasını
sakıncalı gördü." (Keza, 90) 1911-1912 yılları, düşkünlerevi hâsılatı dışında
bilet geliri 20.089.842 kuruştu. Demek, işten atılanlara verilecek şey, gelirin
binde dördü kadardı. İdare her hangi bir simsanna yüzde beş, on vermeyi
az buluyordu. Sokağa işinden atılanların alacakları, onu "mahzurlu" gören
Herr Lekke'nin 2 yılda resmen aldığı aylıktan (59.582) ancak dörtte bir ka
dar fazlaydı. Abdülhamit'in Millet Meclisi, iç ödünç için, sermayecilere hem
89
vatana yardım (iâne) şerefi, hem yüzde 15 kâr sunuyor idi. Aç bırakılan
em eğe yüzde 0,4 çok görülüyor, iratçı serm ayeye onun 37 misli haraç
ödem ek az geliyordu. Çünkü işçi sınıfından kesilen para, m üdürler kastı
emrine, Emeklilik Sandığı, idare veznesi emrine geçiyordu.
Kısa günün (küçük savaşların) kârı bu kadar olurdu.
Büyük S avaş (Birinci Cihan Savaşı) serm ayecilere neler sundu? Y u
karıda azıcık işaret edildi. Daha savaş hazırlığı başlarken, işçi haklarına in
dirilen satır, levazım cılıği ile ün salan İsmail Hakkı (adı: "H akkı" olan) Pa
şanın şanlı devletçiliği oldu. Önce rötuşlar yapıldı: "O zam ana dek olan
bürokratça işlem leri yarıya in direcek kerted e k olay ve çabuk" iş
tutulacak, "Yazı ve d ilekçeler A lm anca'ya çevrilecek d iye, günler
haftalarla beklem eyecek" gibi genelgeler çıktı. Ardından işçilere, m e
murlara yem borusu çalındı: "O tat.hlere dek idare m em ur ve müstah
demlerinin, hele kışın dehşetli fırtınalarda, yazın boğucu sıcaklarda bin
türlü tehlikeler içinde çalışmalarının ödüllerinden yoksun vapurlar perso
nelinin coşku ve çabaları artmış., her işin günü gününe gerçekleşmesi,
idarenin her dalında genelleşivermişti." (Keza, s. 106)
Çok sürmedi. Uygulama başladı: "Birincisi: İdarenin m em ur ve m üstah
demleri arasında birden 98, katma 5 ki, toplamı 103 kişiye birer pusula ile
em ekliye gönderildikleri bildirilerek, idareden bağları kesilmek suretiyle bir
tem izlik yapıldı... 103 kişinin defteri, tabii İsmail Hakkı Paşa'nın kendisin
ce dürülüp çıkartılmamıştı. Paşa öyle bir arzu açıkladı. Muhasebe, -biraz da
kişisel duygulardan so y u t (mücerret) olmayarak, ve idarenin ö zel tüzüğü
nün bir memurun em ekliye şevkindeki kayıtlarından paşayı haberlendirme-
yi düşünm eksizin- bir defter düzüp anılan pusulaları dağıttı. Oysa, hiç kim
senin 30 yılı doldurup isteği bulunm adıkça, veya görevini yerine getirem e
yecek derecede sakat ve hasta olduğu fence ispat olunm adıkça, emekli
kılınamayacağı, tüzüğün 4, ve 5. m addelerinde açık açık yazılıydı.
"Yüz üç kişinin içinde, idareye gireli henüz iki üç yıl olup, gelecekteki
hizmetlerinin ne biçim gelişeceği belli olm ayanlar bulunduğu gibi, 15, 20
hatta 28 yıl kusursuz hizmet etmiş kıdemli insanlar da vardı. Gerek bun
lar, gerek pek azı 30 yılı doldurm uş olanların hiç biri em ekliliklerini iste
memiş bulunuyorlar ve istem iyorlardı... İdare, güçlükle karşılaşan bir o l
du bitti uydurmuştu. Ekm eği kesilenler sızlanmaya başladılar. İsmail
Hakkı Paşa bunların topuna azledilm iş gözüyle bakarak, aşağıdaki kanun
projesini düzdü:
Kanun sureti: Madde 1- Seyr i Sefain idaresinde yüzde 5 ve yüzde 2 a i
dat bırakılarak hizmetli iken, idarece azl ve ilgisi kesilmiş ve kesilecek olan
lardan emekliliği hakketmemiş olanlara, istedikleri halde, hizm et süresince
90
verdikleri kesintilerin üçte ikisi birden verilir. Bunlardan em ekliliği hak e t
m iş oianlara, dilekçeleri olduğunda tüzüğü gereğince yalnız em eklilik
aylığı bağlanır...
Madea 2- Kesintilerin üçte ikisi veriler ek idareden ilgisi kesilenler, bir da
ha idare hizmetine alınamazlar. 16 Ağustos 1330 (1914), 7 Şevval 1337.
Sultan: Mehm et Reşat
Maliye Nazırı: Cavid
Sadrâzam: Mehm et Said, Harbiye Nazırı: Enver
"Bu kanunun yayım ından sonra tem izlik g ö renlerd en kim ileri üçte
bir aid atların ı almışlar, k im ileri em ekliliklerin i d ilek çelem işle rd ir... Bu
nunla birlikte, 2. m addenin hüküm leri korunam am ıştır. Çünkü, üçte bir
a id a tın d a n çoğunu veya tüm ünü aldıktan, em e kliye ayrıld ıktan sonra
tek rar idareye alınanlar, h atta bugün hizm etli olanlar vardır (1926)"
(Keza, s. 107-109)
Demek, D evletçiliğim iz her zam anki gibi zorlu kişi olarak önden y ü
rümüş, Kanun, Acem şahının gemi istimi gibi arkadan çıkmış; sonra ka
nun öne geçirilerek, atlet kişi Devletçiliğimiz, birdirbir oynarca, gene ka
nunu yatırıp üstünden atlamıştır. Bu güneşin altında yeni hiç bir şey yok
tur. V e ne de olsa, çalışan yurttaşın ücretinden altın olarak kesilmiş para
lar, kendisine kâğıt olarak geri verilirken, dahi, üçte biri aşırılm ış olur. Ve
Abdülehad Bey de acınır: "Acenteler de (özel sermayeciler) idare"den lâ-
yuad ve lâ-yuhsâ (sayılamayacak, istatistiği yapılamayacak kertede çok)
para çektiler. Hesap ayrıntıları gözyaşı dökiilmeyerek okunamaz, görüle
mez. " (s. 111)
Cihan Savaşı Fikret'in "Hân-ı Yağmâ"sını da geçti. "Hiç hizmetli olma
yan kimselere., aylık maaşlar tahsis ve i'tâ ediliyordu... Hal şu ki, idare,
kaptan ve çarkçılar arasında yapılan terf iyelerin şimdiki maaşıyla yapılması
usulü çıkarıldı. Geceli gündüzlü her türlü deniz tehlikeleri, hattâ savaş mu
hataraları içerisinde görevini yerine getirmeye çalışan hizmetliler, edinilmiş
haklarından yoksun edilerek çalıştırılıyordu... Savaş durumu dolayısıyla fi
yatların aldıkları olağanüstü pahalılık yönünden Şirket'i Hayriyye persone
linin aylıklarına bir kat zam edildiği halde, idarede bir pata bile zam olun
madı. Personel birer ikişer çekilip çittiler. İdarede yalnız askerlikten dolayı
çalışan, vapur işlerini bilmeyenler kaldı." (A.N.: Keza, s.120,121)
91
son kerteye dek geliştirdi. Birinci cihan savasına sivil asker Osmanlı paşa
larını gözü kapalı atıltan şey, budalalık veya cahillikleri değil, o sosyal sınıf
eğilim leri oldu. Neron Roma'yı yangına vererek eğlenmişti. Türkiye'de ka
pitalizm de, mal kaçırm ak için, m em leketi yangına verm ekten başka çıkar
yol bulamadı. Sadrâzam Talât Paşa, Hürriyet m illiyetçiliğini şöyle an-
lattıydı: "Her savaşta Türk olmayan elemanlar zenginlik sahibi oluyorlardı;
vatandaşlar ise, insanca zayiat verdikten başka, fakirlik ve zarurete de dü
şüyorlardı. Bu bakımdan, yurttaşları Ticarete teşvik etmek ve kendilerine
kolaylık göstermek gerekli görüldü." (Talât Paşanın Hâtıratı, s.31)
Gelişi güzel söylenm işe benzeyen bu söz, "Hürriyet" çağındaki devlet
çiliğim izin tüm karakteristiğini ve cn kestirme tanım lanışını verir.
1- Batıda kapitalizm en yüksek tepesine ulaşmıştır. Bizde "Ticarete
teşvik" deniyordu. Dil sürçm esi yok: Kadim Toplum ca, Serm aye "S a n a
y i i n değil, "Ticaret"in m üm essili idi; çağ daş finans kapital ve em perya
lizm ise, Türkiye'de sanayii değil, ticaret ajanlarını geliştirm ek istiyordu.
2- Fransa'da istibdat çağının C o lb e ıt kanunları, devlet sanayii ka
nalından kapitalizmi geliştirerek "Ulu Devrim"e kapı açm ıştı. Türkiye'de,
o iki etki (İç tefecibezirgânlık, dış em peryalist finans kapital) baskısıyla il
kin kapitalist devrim i yapılmış, sonra ecnebi serm aye ajanlığı anlam ına
gelecek ticaret, devletçiliğim izce "Teşvik" edilecekti.
3- "Yurttaşları ticarete teşvik" gibi genel bir yuvarlak lâf ediliyordu.
Bütün yurttaşlar tü ccar mı olacaklardı ? Dinleyen söyleyenden ârif olmak
gerek! Şem settin Sam i lügatında bile kötülenen bir avuç "Tüccar" züm
resi teşvik görecekti.
Göbek bağı batı kapitallerinde bulunan İttihatçı ideolojisinin ülküsü:
Daha iyisi bulunam ayacak bîr batı kapitalizm i idi. Egemen elem anı Türk
olan Türkiye'nin kapitalistleşm esi, Türklerin sermaye biriktirm eleriyle
olurdu. O zaman, Türk'ün serm aye biriktirm esi: Önce em peryalist kapitü
lâsyon cenderesini gevşetm ekle, sonra batı finans kapitalinin geleneksel
sâdık ajanları olan gayrim üslim kom pradorların yerine geçm ekle ba
şardırdı. Bu ortam ı, em peryalistlerin birbirlerini gırtlakladıkları Cihan Sa
vaşı yaratabilirdi. "Kavgada şam ara bakılmazdı": Her şey kim vurduya g e
tirilebilirdi. Nitekim Birinci Cihan Savaşı içinde Kapitülâsyonlar fiilen iş
lemez oldular; "Tehcir" (M üslüm an olm ayanların göçertilm eleri) keskince
uygulandı.
Bunlar Türkiye'nin tarafsız kalm asıyla elde edilem ez miydi? İttihatçılar
neden o kadar baştan kara savaşa daldılar? Em peryalizm le göbek bağlılığı
vardı. Hürriyet burjuvazimizin uluslararası finans kapitale karşı bağım sız
kalması, balığın su dışında kalm ası gibiydi. Ama, yalnız başına DIŞ etki
92
yetm ezdi. Hattâ "Panturanizm", "Panislâm İzm" gibi A lm a r ithal m alları
bile, başka iç eğilim lerin kabukları sayılırdı. A sıl so>yal sın ıf amacı, her ne
pahasına olursa olsun "Ticarete teşvik' sloganı altında yatan çabuk v c
yam an "Özel Serm aye Sözde Birikim i" idi.
1- O zam ana dek "Ticaret"in en büyük sıkıntısı dört yandan akın eden
bin bir çeşit mal rekabetiyle, kâr norm unun düşm esiydi. Savaş, ansızın
bütün rekabetleri kesip, en yapm a biçim de m utlak mal kıtlığı yaratırdı.
Tüccar için bundan daha tatlı kâr ve vurgun ortam ı düşünülem ezdi.
2- Milletin başı bir yol kanlı savaş belasına sokulup, herkes can
kaygısına düştü müydü, bütün varlar v e mal mülklsr, sanki kendiliğinden,
cephe gerisinde ağlarını kurup, devlet "H im aye” ve " T e ş v ik le r iy le d o
natılıp im tiyazlandırılm ış tefeci-bezirgan serm ayeyle o rta k şirketler, finans
kapitalinin kucağına düşecekti.
3- Anayurdun, hele Anadolu'nun bütün ekonom i m erkezleri, Müslüman
olm ayan serm aye ve ajanlarının egem enliği altındaydı. Bunları azgın bir
savaşın cöngiil kanunu dışında ekspropriye etm e k kolay değildi.
Bay F.R. A tay şöyle yazıyor: "Birinci Dünya Savaşından öncesi kilise
nüfus kayıtlarına göre (çünkü doğrusu bunlardır), Anadolu'da Türk ve
Müslüman olmayanların orantısı yüzde kırka yaklaşmaktadır," (F.A.: Ç a n
kaya, 417) "Birinci Cihan savaşında kendi isyanları v e Çar ordularıyla iş
birliği etmeleri yüzünden, Ermeni faciası olmuştur... Ne acıklı şeydir ki, bu
fâcia olmasaydı, Kuvayı Milliye hareketi tutunamazdı." (Keza, 418)
Erm eni kapitalistleri: İslâmlıkta faiz haram olduğu için, Türkiye'de
Müslüman tefeci sermayenin, Osm anlı kuruluşundan beri "Sarraf" para
vanası idi. Kanuni Süleym an çağında kesim düzeni (Mukaatalar) yayılınca,
Yahudi "D o la p "çıla rın bezirgân serm ayesiyle işbölüm ü yaptı; 19. yüzyılda
doğrudan doğruya İngiliz dış ticaretinin İm paratorluk ve O rta Asya yollârı
üstünde imtiyazlı acentesi oldu. Nüfusun Ortaçağda yaşayan büyük ço
ğunluğu üzerinde yüzde kırk azınlığın .etkisi aktifti. Ermenilik, düşman d i
ni (M üslüm anlığı) bile etkisi altına sokmuştu: Anadolu köylüsü, bir Müslü
m an'dan aldığı ödüncü verm eyebilirdi, fa k a t sıkı günde başvurduğu çor
bacının alacağı "Gavurun h a k k ıyd ı"; onu yem ekle affedilm ez cehennem
lik olacağına inandırılm ıştı. Doğu illerinde hâlâ "Erm enıler gitti, bereket de
kalktı" sözü dolaşır. Böylesine nüfuzlu İngiliz Em peryalizm inin ajanlarına;
ancak Alm an em peryalizm i safında savaşa girilirse dokunulabilirdi. Bu
ekonom ik zem in üzerinde; değm e Holivud dram artistinin ağzını su
landıracak, yaldızlı, m ahm uzlu pozlarıyla Prusya Militarizm inin yunker ge
neralleri, derebeyi artığı devletçiliğim iz için büyük bir "rezonans" ve çeki
cilik elemanıydı.
93
Böylece: "Servet" ve özel sermaye "Biriktirme" ülküsü, bunun için gerek
li ekspropriyasyon hırsı, "Yurtta savaş, cihanda savaş" parolasını bir giyotin
makinesi gibi işletti. Em peryalist savaşına katılış, düğün bayram olarak
kutlandırıldı. Alm anların bir kaç ayda cih.'ngir kesileceklerine, öyle iste n il
diği için toptan inanıldı. Zafer yağm asında geç kalm am ak için, Osm anlı
paşaları, barış isteyeni vatan haini görüyor, kablarına sığam ıyorlardı. C e
zaevi argosunda usta dolandırıcıların "Tavlam a" dedikleri m ekanizma zin
cirinden boşandı.
95
Sonra tarih önünde dımdızlak kalınınca ağız değişecek. Türkiye'nin padi-
şahlan alaşağı edip, yerine geçeni tahtında titreten en büyük önderi, ihtilâl
lideri, bütün suçu iki ordu paşasına yüklem ek isteyecekti. Şaşıyorsunuz:
Alt yanı bir kötü ye kullanım a levazım paşası neden bunca dokunulm azlık
kazanm ıştı? T a lât Paşaya kalırsa, başkum andan vekili Enver Paşa H azret
leri: "İsm ail Hakkı Paşa olm aksızın... iâşe (beslenim ).. Savaşa devam im
kânsız" demiş. Devletçiliğim izin O rtaçağ hiyerarşisi mi engel? O yârim in
eski huyudur: Kapitalizm "İndividüalizm 'i" (Kişiciliği) bunun için icat et
mişti. Düzenin bütün günahlan bir "Kişi"nin sırtına yüklenir; sonra o gü
nah tekesi kesilip, yerine başka "Kişi" geçirilir; kişiler değişe dursun, sö
mürme sürüp gider. Bu m etodun açık örneği kafalara yerleşm iştir: "Baş
ka bir çâre bulunamadığından İsmail Hakkı Paşanın azli de imkânsız oldu
ğundan, bu düzensizlikler uzun zaman sürdü. " (TPH, 39) diyor, kahram an
Talât. Bu "Topal İsmail Hakkı Paşa" denilen kişi kör şeytan m ıydı7 Hayır.
Yoksa saf İttihatçılar dalgınlıkla Topal Şeytan Paşa'nm nasıl "kişi" o ld uğu
nu mu bilm iyorlardı7
İnsanlar yalan söylerken tarih yargıcını kolay unutuyorlar! Sarayda
gördüklerini bir fotoğraf gibi günü gününe, çeken Lütfü Simavi yazıyor:
"26 Haziran 1328 (1912) gece yarısından sonra., daha doğrusu sabah sa
at 2 raddelerinde 3 İttihatçı Bakan (en başta Posta Telgraf Bakanı Talât)
padişahın mâbeyincisi ile baş kâtibine baskın yaparca uğruyorlar. 2a-
manın İçişleri Bakanı olan “Hacı Âdil Bey söz alarak, Levazım Başkanı İs
mail Hakkı Paşanın ihtilaslarından (kamu hırsızlığından) dolayı - muma
ileyhin âmiri sıfatiyle"- Mahmut Şevket Paşanın Millet Meclisinde b ir sürü
sorular açıl/p, müşârünileyhin paçavraya çevrileceğinden" konuşuyor.
(Lütfü Simavi: Gördüklerim , c.II, s .71)
Demek İttihatçılar, yabancı serm aye şirketlerine karşı doğru ve
bağımsız davranışı yüzünden kurşunlanm asına göz yum acakları Mahm ut
Şevket Paşayı, bu iğrenç şantajla yıpratacaklardı: İsm ail Hakkı KİŞİ çala
cak, Mahm ut Şevket KİŞİ çam urlanacaktı. İşte, hırsızlığı yıllarca önden bi
linip silâh gibi kullanılan bu İsmail Hakkı Paşa, Cihan Savaşında Türki
ye halkının besi diktatörü yapılacaktı. Onun için en büyük diktatörün en
küçük diktatör önünde kafası keldi. Bâbil çağından kalma devletçilikle,
"tencere tencereye götün kara" diyemezdi. Bu şeytanca kördüğümün ip li
ği Topal Şeytan: "V atandaşları Ticarete Teşvik" prensibi idi, Tefeci-Be-
zirgânla karm aşık finans kapitale öylesi gerekti. Halka karşı ne kadar y ü
ce bağımsızsa, dayandığı küm eciklere karşı o kadar, ölüm pahasına da ol
sa em ir kulu olmak devletçiliğin diyalektiği idi. "O mâhiler ki, deryâ içre-
dir, deryâyı bilm ezler" durum unda bulunan paşacık ise, başı dara geldikçe
96
sebebi k iş ile rd e arıyor; İ.H. Paşanın "İ:Tikânsız"lığını Enver Paşa'da bulu
yor: E n v er Paşanın İstifası., kim se bunu kabule cesaret edemiyor*
d u ." (TPH, 29) diyor. Herkesi korkutan, Enver Paşa'nın Kayzer VVifhelm
bıyıkları mıydı?
Hayır. O bıyıkların ardında piA'u kuran, içeride dost, dışarıda düşman
kılıklı Batı Em peryalizmiydi. Alm anya'dan gelen vagonların adresine; " T ü r
kiye" değil "Enverland: Enver ülkesi" yazılıyordu. Em peryalizm in Türkiye
içindeki sadık, beşinci kolu tefeci-bezirgân örüm cekler ağı bununla ö v ü
nüyordu. Paşalar, beyler göze çarpan ağaçlardı: Orman, gem i azıya alıp
ordulaşm ış kötüye kullanım (suistim al) sistem inin y e rli yabancı finans ka
pital oligarşisiydi. Bu acı gerçeği, başka hiç kimseden değil, İttihatçılığın
en haram a uçkur çözm ez", yakın dostunu aç görünce devlet parasıyla
kayırm ış olmamak için cep saatini veren en idealist Talât Paşadan daha iyi
hiç kimse anlatamazdı.
İAŞECİLİĞİM İZ
Birinci Cihan Savaşı sonunda, İrtihatçılar Harp Divanının şu ithamı ile
sorguya çekildiler: "İttihat ve Terakki merkezince besi (iaşe) işlerine me
mur edilen ve sonraları memurluC'â. Meclis-i Umumi ve Kongrede kabul
edilen İstanbul delegesi Kemâl beyin kurmuş olduğu ilkin bir tüccarlar h e
yeti ve ondan sonra kimi şirketler ve cemiyetlerle ticaret işlemlerini tekel
lerine alarak halkın varını yoğunu ellerinden almış olmalarından kamu
zenginliklerinin sayısı belirli kişilere ve adı anılan şirketlere aktarılması
(TPH, 137) ...Buradaki Kemâl Bey’i, Talât Paşa Türkiye'den kaçarken ken
di yerine İttihatçı kral nâibi gibi bırakmıştır; Kemal Bey Kuvayım illiye ha
reketinin ilk günlerinde büyük roller oynam ıştır; İngilizlerce Malta'ya sü
rülmüştür. T a lât Paşa, şöyle savunuyor: "İttihat ve Terakki Cemiyeti dai
ma temiz kalmıştır.. Avrupa'nın hiçbir ülkesinde rastlanmayan biçimde,
bakanlar iffetlerini korumuşlardır." (THP, 32)
Batılı hocalarından öyle ders alm ışlardı: Önde "İffetli'1 bakanlar para
vana olacaklar; arkada "iffetsizlik" serm aye biriktirecek. Millet için o " İf
fet" mi, yoksa bu "İffetsizlik" mi daha yararlıdır? Paşa "İffet"i şöyle an
latıyor: "Şehir Emaneti (İstanbul Belediyesi), Avrupa şehirlerinde olduğu
gibi düzenli bir örgüte sahip olmadığından, Şehiremini (Belediye Başkanı)
ilk savaş yıllarında İstanbul yetkili mümessili Kemâl bey ve arkadaş
larından kimilerini hububat satın almak, ekmeklerin pişirilmesini v* üleşi
m i işini gözetmek üzere kullanmıştır. Çünkü Kemâl bey, komitenin mer
kez idaresinin yetkili mümessili olarak çeşitli loncalarla sıkı bir temas ha
linde idi. Bu işleri kendi adına ve kişic? (şahsen) yapmıştır. Fakat, Kemâl
97
beyin bütün işlemleri Şehremanetinin kontrolü altında idi. Kemâl bey ve
arkadaşları bu iş i milli bir götev saymışlar ve karşılığında hiçbir şey bek
lemeksizin gece gündüz çalışmışlardır. Bunlar gibi düşünmeyen ve kişi
liklerini tanımayan kimseler, yukarıda yaptığım açıklamalara inanabile
cek ruh durumunda değilseler, bu, gerçekte hiçbir değişiklik yapmaz."
(TPH, 138)
Anlatılan milli görev nasıl hiçbir şey beklem eksizin yerine getirilm iş?
"Ekmek satışından, tutarını şu sıra hatırlayamadığım pek büyük kazanç el
de edilmiştir. Örneğin, 57 paraya satılması gereken bir ekmek, 2 paralık
sikkeler (basılı paralar) varolmadığından bu fiyata satılamadığı gibi, 55
paraya da satılamayacağı için 60 paraya satılmıştır. Bu satıştan büyük pa
ralar elde edilmiştir. İlgili kişilikler, sahipsiz olan bu parayı b ir yandan eko
nomi hayatını canlandıracak, öte yandan halkın candan ihtiyaçlarını ucuz
latacak biçimde sarf etmeyi düşünmüşlerdir. Bunun içindir ki, özel serma
yelerle şirketler yaratılmıştır." (TPH, 138)
D evletçiliğim iz h ep böyle, sıkı zam anda halkı haraca bağlam aya
"u cu zlu k " dem iş, o d e v le t e liy le alınm ış haracı özel k işile re bağışlam ayı,
"e k o n o m iy i can la n d ırm a k " saym ıştır. Ucuzluk uğruna banka kurm a
devletçiliğin in am acı çok m eşrûdur: "Kemâl bey ve arkadaşları böylece
hareket etmekle sayıları sınırlı kimselerin katıldığı bu şirketlerin zengin
liğ in i artırmak değil, Şirketlerin zenginlik biriktirm elerine engel olmak
istemişti (!) İşte bunun içindir ki, birçok kişiler (Müslüman, Hıristiyan
ve Yahudi tüccarlar ve girişkinler) kendilerine düşman olmuşlardır...
Kamu oyunu tahrik... Tahkikat.. Kemal beyin s ırf kişi çabası ile var e t
m iş olduğu bu girişkinlikleri onaylam akla tanım ak gerekm iştir . "
(T P H ,139)
Hiç tökezlemeden yapılmış savunmaya paşanın kendisi inanmış mıdır?
İki paralık "sikke" bulunam adıysa, her gün ayarlanan gramaj, yahut paçal
yapılmaz mıydı? En fukaranın ekmeğinden çalarak, "Sayısı sınırlı" kayrılmış
kişi ve şirket sermayeleri türetildi. "Milli M ahsulât Şirketi", "Milli Kanta-
riyye Şirketi", "Milli Ekm ekçiler Şirketi" ve "Milli İktisat Bankası" harp
zenginliği, devletçiliğimizi büyülttü. Bu devletçiliğin özel sermayeye ak-
tarılışını gören paşa, ördek yumurtaları üstünde kuluçka yatmış tavuğun,
yavruları suya girince gösterdiği şaşkınlıktan kurtulamıyor:
Bu tedbir sayesinde köylünün büyük ölçüde korunmasına ve Anado
lu'da milli şirketlerce idare edildiği için milli bir zenginlik birikmesine rağ
men, usulü dairesinde geçmemiş ve normal biçimde uygulanamamıştı"
(TPH, 31) 'Yurttaşa refah sağlamak prensibi kurucularının, dolayısıyla bi
le olsa, hiç bir çıkar düşünmemelerini güçlendiriyordu. Fakat, sonraları
98
aynı prensip sayesinde, kimi kişiliklerin yakın akrabaları ve dostları, tica
retle hiç bir ilişkileri, ilgileri olmadığı halde büyük zenginlikler elde ettiler.
Ve bu da halkın bütün güvencini sarstı (TPH, 32)
İş olacağına vardı. Küçük mülklü üretmen halk, geniş ölçüde ellerinden
çıkan zenginliklerin, birkaç tekelci kodaman imtiyazlının elinde "Biriktiği"ni
gördü. O birikiş ve m ülklerin el değiştirişi iki sonuç verdi: l - Cumhuriyet ile
birlikte o birikm iş sermayeler yeniden özelleştiler (Milli İktisat Bankasının,
İş Bankasına katılması gibi). 2- Cihan Savaşındaki o ekonomi gelişimi, Os
manlılığın inkârı oldu. Eskiden her kuruma "Osmanlı" etiketi konurken şirr.
di "Milli" başlığının geçirilmesi,"Mütarekede başlayacak, "Müdafaai Hu-
kuk'u Milliye" ve "Milli Mücadele" deyimlerinin müjdecisi oldu.
VAG O N CU LU Ğ UM UZ
Osmanlı İm paratorluğu "Cihad-ı Ekber: Ulu Kutsal S avaş" ile m illeti
ayaklandırm ış, çadırlara yığmıştı. Ordu beslenecekti. Ayrıca em peryalist
savaş dem ek, geri ülkenin ileri nnayurtlara kurban edilmesi demekti. A l
man em peryalizm i Göben ile Breslav gem ilerini Yavuz ile Ham idiye'ye çe-
virtm ekle, koca im paratorluk devesini bir tutam ota hendekten atlatmıştı.
Şimdi sıra, Anadolu halkının tohumuna dek yiyeceğini çekip, kendi inine
taşım aya gelmişti.
"Hemen tümüyle taşıt işlerinin, deve, eşek veya kağnı ile yapılması
gerekiyordu. Büyük ısrarlardan sonra, Alman ordusu nihayet kimi taşıt
m alzemesi ve vagon teslim otu. Ancak bu vagonların bir kısmını kendi
ihtiyaçlarına kayırmayı (tahsis!) şart koşmuştu. O sırada bu şartı geri
çevirmeye imkân yoktu." {TPH, 29) "İm kân vardı - im kân yoktu": H af
tada iki boş vagon karşılığı olarak, beşinci kol özel serm ayenin bir
m em leketi nasıl soyup bedava saıttığı, a n ca k b izim de vletçiliğim izle
a çık la n a b ilir. V ag on bir se m b o ld ü r. Paşa m an tığ ı, " İ m k â n -im -
k ân sızlık" deyince durur. l â v yolunda kurulan "M illi Ş irk e tle r", "Es
n a f C em iyetleri", "İslâm B a n k a "la rı: Yabancı finan s kapitalin T ü rk i
ye'deki acente ve casus örgütleri durum una girm iştirler. Hepsinin
tap tıkları em peryalist tekel "Alm anya ve A v u stu ry a S atın Alm a Şi:-
keti"dir. Bu tek yabancı kump.ıny<ı, koca im paratorluğu, söm ürge çift
liğinden daha m asrafsız hiı k:>le ülke yapm ıştır. Milli kahram an, hürri
yet diktatörü paşaca: "(O e<lu'hı şuket), memlekette biricik alıcı (oldu
ğundan), her malı dilediği hy.ıl.ı alabiliyor... M illi banka ve tarım kredi
si kurumlan bulunmadığından, alınan bütün tedbirler yalnızca büyük
suiistimallere meydan vct tyoı. ( vphane ve besi maddeleri taşır,iminden
tasarruf edilen vagonlattn •..(>/*.», haftada iki, uçü geçmiyordu. Bunlar
<59
da, tabii, ne Adana’d aki pam ukların, ne Ankara'd aki yünlerin
taşınmasına yetmiyordu. İltimas ve im tiyaz başladı. Vagon satın
alınıyor ve satılıyordu. " (TPH, 30)
Paşalarımızı tek üzen şey: İaşe İşlerinde olduğu gibi vagon işinde de,
milletin soyulm ası, m em leketin satılması değil, eski profesyonel "Tüccar"
züm resi dururken, yağm aya yeni zıpçıktı vurguncuların el koymaları idi.
Yabancı sermaye, klâsik tefeci bezirganlarla uğraşacağına, devletçiliğ'ımi-
zin buram buram yetiştirdiği "İhvan ve Rüfeka" [sadık dostlar ve arka
daşlar] veya adam larıyla suyun başını kesiveriyordu. Bütün yurdu, "Ko-
m isvon" adı altında uşaklaşm ış kapıkulu ajan ağlarıyla sarmıştı. "Komis
yonlarca yapılan insafsızca işlemler... M illet Meclisinde gensorulara sebep
oldu... Tüccarlara hiç bir vagon tahsis edilemiyordu. Şirket kendi mallarını
muntazaman taşıyordu." (TPH, 30)
Böylece, yabancı sermaye, devlet içinde imtiyazlı devlet oldu. "Vagor?
ticareti", devletçiliğim izi Alman em peryalizm i em rinde vurgun sistem i kur
maya götürdü. Ülkeye bu hürriyeti getiren kahram anların aldıkları her
tedbir, yangına su yerine petrol sıkan itfaiyenin yaptığına benzedi. Talât
Paşanın, sanki bir tabiat âfetinden konu açar gibi serinkanlılık ve sorum
luluğu hiç üzerine alm aksızın anlattıklarına göre, D evletçiliğim ize sırtını
yaslayarak yapılan Dalaverecilik, birbirinden daha kötü sonuçlar veren
üç basam aktan geçerek anıtlaştı.
1) BİRİNCİ BASAMAK: En büyük ordu derebeyi (Başbuğ Enver Paşa)
ve m ülkiye ağaları (Vali vb.) kanalından vurgunun ilk açılış töreni yapıldı.
Vali beyefendi, Enver Paşa Hazretlerin* yaivardı. Paşa Hazretleri: "Eski
dostluk gereği kendisine bir veya iki vagon için verdi. Her vagonun he
men.. 5 bin lira (şimdiki 1 milyon liraya yakın) çıkar sağladığı ortalığa
yayılırdı. (TPH, 30)
Demek devletçiliğim iz, h e r m ahallede b ir m ilyoner yetiştirm ek için her
yaştan, Dem irkıratlığı beklememişti.
2) İKİNCİ BASAM AK: M illet Meclisi çekişm e lerin e dek bulaşan yağ
ma rezaletleri önünde, B aşvekil Talât Paşa, Başbuğ Enver Paşa H azret
lerine rica m inn et etti. Bugünkü " T a h s is " le r in atası olan vagon iste k le
rinin, hiç değilse bir sıraya konm asını sağladı. "Num ara" sözcüğünün
şim diki anlam ı oradan kalm ış olm alıdır: Sıraya kim lerin gireceği ile k im
lerin sıra kuracağı, gene o ik tid a r derebeyleri ile hadem haşem lerinın
[hizm etkarları] elinde idi. Çarçabuk "N u m ara sıra sı"n a en çok ay ak la
nan gene o num aracılığı d iley en tü c tâ r oldu. Bu yol da a n la şılm ıştı ki:
'Tüccarlar değil, ticaretle hiç ilgisi ol mayan kim seler para kazanıyordu."
(TPH, 30)
100
Kayırm a ve buyurm a devletçiliğim izden başka sonuç beklenebilir m iy
di? Talât Paşa, sanki milletin profesyonel tüccarlar tarafından soyulm ası
farzm ış gibi, tüccarın vurgunu yapam ayışına pek hayıflanır!
3) ÜÇÜNCÜ BASAMAK: İkinci "Tedbir de bir netice verm eyince", diyor
Paşa, şim diki sözde "Kooperatif" veya "İktisadi D evlet Tesekkülleri"nin
ağabeyleri sayılacak büsbütün koyu devlet tekelciliklerine im tiyazlar
bağışlandı. 'Y a ln ız Demiryolu İdaresine satın alma hakkı tanındı. Böylece
hem Almanya'ya rekabet edilecek, hem de kazancın bir iki kişiye m ün
hasır kalmayıp, bütün memlekete yaygınlaştırılabilmesi için, iç ticaret ko
ruma (Himaye) altına alınmış olacaktı.'’ (TPH, 30) Böyle konuşuyor Paşa
Hazretleri!
V e görüyoruz, prensip: Türk m illetinin yarasına m erhem olm ak de
ğil, her ne pahasına olursa olsun "Ticaret"! "Him aye" etm ekti. Ticaret
kim di? Dış Alm an finans kapitali ile onun iç acentesi olan yerli se rm a
yeydi. Onun de vletçiliğim izle "Korunm a"si, bildiğim iz A licen g iz oyunu n
dan başka türlü gelişebilir m iydi? Kurdun ağzına halk kuzusu am ansız
teslim edildi. "A skeri D em iryolları İdaresi", Enver Paşanın sağ kolu
Topal İsm ail Hakkı Paşa Hazretlerinin kayıtsız şartsız em rindeydi. "İs
mail Hakkı Paşa bir yandan aş‘n gayretkeşliği sayesinde halkı eziyor, öte
yandan himaye ettiği kimseleri bağışlara boğuyor (ihsanlara gark edi
yor) idi... Demiryolları İdaresi 10 m ilyon liradan fazla (bugünkü çeyrek
m ilyar lira) bir kâr sağladığı halde, fuzuli (yok yere) zarar bundan çok
yüksekti." (TPH, 31)
Yaşı benzemesin: Gelmiştik, bugünkü İktisadi Devlet Teşekküllerim izin
boyuna zarar eden m uazzam kârlarına! Yukarı ki satırları yazanı, bir daha
unutm ayalım: Türkiye'de alikıran toz koparan yetkili, en kanlı zılgıtları
acım aksızın güden bir devrim in ve hükümetin başıydı. Milyonlarca insanı
gözü kapalı ölüm e süren bu adam, bir Alman şirketi ile, bir Osm anlı pa
şası birleşince boynu kıldan ince bir yüreği yufka gözü yaşlı âciz kesiliyor
du. Çünkü kafa yapısını çizm iş "Ticaret" adlı sosyal sın ıf determ inizm i on
dan güçlüydü. Bu açıdan düşündüğü ve davrandığı için, kendi "Cemiyet"
dediği İttihat ve Terakki "Kast"ını zem zem le yıkanm ış sayıyor, “( Cemiyet
üyelerinden) yalnız ikisi veya üçü halkın duygularını incitecek hareketler
de bulunmuş" (TPH, 32) kanısını savunabiliyordu. Daha fecisi, yahut g ü
lüncü, sözünü ispat için gösterdiği tanıktı, "Büyük işlerle uğraşan ya
bancılar da bunu inkâr edemeyecekler" (TPH, 32) diyor. Belki o satırları,
Almanya'ya sığındığı zaman, em peryalist kodamanlara yaranm ak için
yazm ıştır. Ne olursa olsun, koca im paratorluk, nasıl "Yalnız" 2 veya 3 ta
ne kişicikle kıskıvrak bağlanırdı?
101
Attığının tutm adığını kendisi de sezer gibi olan Paşa Hazretleri, bir sa y
fa sonra, önce yazdıklarını silm eye çalışır. Der ki: "Bu üç kişinin cemiye
tin siyasal gidişinde hiç bir nüfuzu olmadığını kabartıl andırmak isterim.
Her üçü de değerli vasıflara mâliktirler." (TPH, 33) 2 veya 3 kişinin: İtti
hatçı Cem iyetine nüfuzu var mı, yok mu orası önem sizdir; Türkiye'nin
talan e d ilm esin d e ve İ m p a ra to rlu k C e m iy e tin in h araç m ezat
satılm asında hiçte nüfuzsuz olm adıkları, aldıkları sonuçtan bellidir. Bir
sosyal sınıfın b ir top lum içinde etkisi öylesine aldatıcıdır. En büyük aktör,
ne yaptığını bilm ez, en çok yerdiğini, "K ıym etli vasıflara m âlik" diye öv
mekten kendini alamaz. Kâzım Karabekir Paşa Hazretlerinin "ŞA RKILI İB-
RET"leri gibi, hem güldürür, hem ağlatır böyle" İB R E T " doludur sosyal sınıf
determinizmi.
102
III. BÖLÜM
A. SOSYAL EKONOMİ
103
Avrupa sermayedarlığının sömürme alanını arttırdıkça, devlet adamlarını
bile, rüşvet yollarıyla kendisine ortak ettiğini görüyoruz.:. Sanayi adam
larından komisyonlar alarak imtiyazlar verdikleri, bu arada yüksek komis
yonlar sayesinde zenginleşenlerin devlet adamları olduğunu hatırlamak
pek kolaydır. Örneğin: Bir bakanın, mavzer fabrikasının komisyoncusu ile
birlikte pek açık bir surette ortaklık ettiğini, mavzer başına bir kuruş ko
misyon aldığını, emlâk ve akar zenginlerinin başında adının geçtiğini b i
lenler çoktur... Bu suretle, Avrupa sermayeciliğinin ajanları ve mürtekip
[rüşvetçi] devlet adamlarından karma tekelci bir sınıf meydana gelmişti.
Bu sınıf, sermayesini emlâk üzerine kapatan yeni bir rantiye sınıfıdır. İs
tanbul semtlerinde, han, apartman ve sayfiyelerdeki köşk adları, sınıfın
canlı bir tanığıdır... Bu sınıf, en yüksek gelişimini, daha çok Abdülhamit
devrinde bulmuştu.
Sanayi kapitalistliğine, büyük teşebbüslere girişmek isteyen yerli bur
juvazinin bu tarzda uyanış hareketlerine, ekonomik m enfaatleri
bakımından engel oluyordu. Anonim şirketlerin kuruluşunu bile, "Padişa
ha karşı bir toplantı yeri olan bir Cemiyet " sayarak yasaklıyordu. Devle
tin politika gücünden yararlanan bu zümre için, istibdadın devamından
daha yararlı bir idare olamazdı... 1889 yılında İstanbul Ticaret Odası, iç
gümrüklerin kaldırılması için Ticaret ve Bayındırlık Bakanlığına başvur
muştu. Öte yandan beş yıl içinde makarna fabrikatörleri iç gümrükler yü
zünden fabrikalarının kapanacağı hakkında, Ticaret Odası aracılığı ile Ti
caret Bakanlığına bir kaç defa dilekçe vermişlerdi. Uzun yıllar süren bu
şikâyetlerden b ir sonuç elde edilememişti... Yerli sanayiin doğması, hat
tâ varolan fabrikaların gelişimi yarı koloni ilişkilerinin devamını isteyen
böyle bir sınıfın aleyhine netice verebilirdi." (Hüseyin Avni, 1908'de Ec
nebi Serm ayeye Karşı Kalkışm alar, s.4,5, İst.1935)
Yalnız bu "R an tiyeler sınıfı" "Avrupa serm aye hareketinin yarattığı"
değil, kaynaşıp em rine aldığı bir sınıftı. Türkiye'de o sınıf Avrupa kapita
lizm i doğm adan vardı. Sonra, rantiyeler sınıfının durumu, Batıda ve Tü r
kiye'de görüldüğü gibi aşırıca "diyalektikti". Sosyal devrimi, hem istemez,
hem isterdi. O sın ıf Abdülham it'ten sonra da egem enliğini yitirm edi. Ülke
yi örüm cek ağı gibi sarmış, m ültezim , müteahhit, sarraf, tefeci, eşraf,
ayan züm reli kapitalist sınıfı, Türkiye'de hâlâ burjuvazinin ezici çoğunlu
ğudur. Fakat sanayici kapitalist "Yok" değil, olsa olsa "Eksik" sayılabilir.
Bu eksikliğin iç sebebi: Türkiye'de İngiltere'dekinden çok daha ağır basıcı
bir tefeci-bezirgân prekapitalist serm ayeci sınıfın azgınca gelişm iş bulun
masıdır; dış sebebi: O iç sosyal prekapitalist sınıfın Batı finans kapitali ile
çabuk ve kolay kaynaşm ası sayesinde. Batı şirketlerinin Türkiye'de her
104
türlü modern sanayi girişkenliğini daha doğarken boğabilm eleridir. Örnek:
"Babam., m em uriyet hayatında bulunm ayı sevm ediğinden, İmkân
hâsıi oldukça KİŞİ G İRİŞKENLİKLERİ İle g eçin m ek istem iştir. İyi
hatırlıyorum . Ben henüz sekiz yaşındaydım . (Yâni, Abdülham it'in ilk
M illet Meclisini açm aya hazırlandığı yıl: 1876, H.K.) Babam, Antakya Kay
makamlığından istifa ederek hep birlikte İstanbul'a gelmiştik. O sıralar,
Evkaf-t Hümâyûn Bakanlığınca Kudüs'teki Mescid'i Aksâ'nın onartılacağım
duyan babam, bu işi üzerine almıştır. Paşabahçesinde bir fabrika kurarak,
Kütahya ve başka şehirlerden getirttiği, tanınm ış ustalar becerisiyle ve
gece gündüz fabrikadan ayrılm am ak şartıyla aylarca çalışarak binlerce ç e
şit çok güzel âyetler yazılı çiniler yaptırmıştır. Bunları hükümet tarafından
tahsis edilen özel bir vapura koyarak Kudüs'e gitmiş, Mescid-i Aksâ'nın
kubbesindeki çinileri yenilemiştir. Babama başarısından dolayı rütbe, ni
şan, hattâ ikramiye verilmiştir.
"İstanbul'a dönünce, Paşabahçesinde çini yapımı için kurmuş bulundu
ğu fabrikada isparmaçet mumlarını yaptırmayı düşünmüş ve Kudüs'te ka
zandığı paraları bu uğurda harcamaya başlamıştır. Babam, yaptırdığı mum
ların yanarken, ortasındaki fitillerin Avrupa yapıtları gibi erimeyerek, yerli
yağ mumlarında görüldüğü gibi uzamasından pek çok üzülür, buna bir çâ
re arar, dururdu. En sonra Yenicâmiin karşısında eczacılık yapan Mösyö Za-
ni'nin Avrupâ da sanayi kimyası öğrenimini yaparak İstanbul'a dönen oğlu
Alfred Zani'yi buldu. Ve bu genç kimyagerle baş başa verdi. Avrupa'dan ge
len mumlar kalitesinde yapım başarısını kazandı. Bu yüzden iyi de para ka
zanıyordu. Lâkin günün birinde bütün Avrupa fabrikaları anlaştılar. Fiyatları
yüzde 40 oranında indirdiler. Bu rekabet karşısında babam fabrikayı kapat
mak zorunda kaldı, memurluk hayatına döndü. ” "0 sırada Rusya'dan göçen
Çerkeş göçmenletini yerleştirmek üzere Suriye ve Halep vilâyetleri muha
cirleri iskân müfettişliğine tâyin kılındı. Annemin o sıralar ölmesinden do
layı, beni ve kardeşim Nebil'i gitmekte olduğumuz Galatasaray lisesinden
çıkarttı. Yanına alarak Şam'a götürdü. Bir yıl sonra daha önemli bir göreve
tâyin edileceği bahanesiyle babamı acele İstanbul'a çağırdılar. Aylarca mâ-
zûl (azledilmiş) kaldı. Hattâ, mâzûliyet maaşı bile verilmedi’
"En sonra, bir eski dostu Evkaf Bakanı Kâmil Paşa (Sadrâzam K.P.)'yi
ziyaret ettiği sırada, ondan Suriye'de bulunduğu zaman Mithat Paşa ile
sıkı fıkı görüşmesinden dolayı azledildiğini öğrendi!.. Bunun üzerine ba
bam, üçüncü defa olarak kişi girişkenliğine baş vurmaktan başka çare bu
lamadı. Çünkü Sultan Hamit II. saltanatta bulundukça, babamın b ir me
muriyete atanmasına imkân kalmadığını zımnen Kâmil Paşa söylemişti.
Bunun üzerine paşa rahmetlinin aracılığı ile, Bostancı'nın üst taraflarında,
105
Başıbüyük civarında Evkafa a it Kıvırcık Çiftliğini yıllık 300 altın bedelie ve
S yıl süreyle kiraladı. Ben Kulelideki Askeri Tıbbiye İdadisine, kardeşim
NebiI de yeniden Galatasaray lisesine girdik. Kızkardeşim Makbule ise,
yatılı olarak Üsküdar'daki kız Amerikan Kolejine gidiyordu. Beş altı ay ge
çe r geçmez, babam saraya çağırıldı. Kızkardeşimin bu okuldan hemen
çıkması için yukarıdan inen buyrultuyu anlattılar. Tabii iradeye karşı gele
medik. Babam Rumeli'den, Macaristan'dan koyun ve sığır satın almış, boş
toprakları ektirerek ilk yıllarda pek çok para kazanmıştı. Lâkin üçüncü
yılda hayvanlar arasında bulaşıcı bir hastalık çıkmış, buna hiç bir çare bu
lunamamıştı. Bir kaç ay içinde binlerce koyun ve sığır ölmüştü. Bu yüzden
çiftliği bırakan babam, yine memurluk hayatına döndü. 1901 yılı Danıştay
Bidayet Mahkemesi Başkanı iken, kardeşim Nebii'in bir hafiyenin vermiş
olduğu jurnal üzerine Beşiktaş karakolunda Haşan Paşa tarafından tutuk
landığını duyunca, beyin kanamasından öldü. " (Operatör Cemil Paşa,
Hâtıraları, s .161,162, İstanbul, 1945)
İşte bize, 100 yıl önce Türkiye'ye g e rek sanayi, gerek ziraat alan
larında modern kapitalist üretim yordam ını başarıyla sokm uş girişkin kişi:
O tam bir "kendi kendini adam ed en " (self mads man) akıncı üretimci bur
juvadır. "Paşa" denildiğine bakılm asın; Batı burjuvalarından çok daha kül
türlü değildir. "Tahsilini öze l olarak zamanın ta nın m ış hocalarında
yapm ıştır." (Keza, s.160) diyor oğlu: Demek Ziya Paşa Okuldan
çıkm am ış, girişkenliğiyle paşalığını müstebidin elinden kopartıp almıştır.
Şimdi, onun başına gelenlere bakalım. Olanların hiç birisi tek kişi işi değil,
tesadüfe bağlanamaz. Kurulan m odern fabrika, Batı kapitalizm i tarafından
açıkça damping yapılarak yıkılırken, "Tarafsız" kalışıyla yabancı serm aye
ye suç ortağı olduğunu açığa vuran, ‘'Kapitüle" derebeyi devletidir. Bu kö
tü kasıt önünde, devrim ci ile tâ Suriye'de "Sıkı fık ı" görüşüldüğü de aynı
sınıf determ inizm idir. Kendi okum adığı için mum yaparken bilim gücünü
öğrenen girişken, çocuklarını m edrese yerine olumlu bilim okullarına so
kuyor. Paşabahçe'de tek mum fabrikasının açılışını bilerek baskın yapacak
kadar ileri giden Batılı şirketlerin, devlet yolundan modern çiftlik hayvan
ları arasına "hiç bir çâre bulunm am ış bulaşıcı hastalık" attıracak yüz
lerce yerli-Müslüm an hafiye satın almakta neden çekinecektir? Batılı kapi
talist, Türkiye'de kendisine ajanlık edecek bezirgânı iktidara getirm ek is
tiyor, f ^kat Türkiye'de sanayici kapitalistleri gene o bezirgan ajanları ka
nalından boğdurm ak için derebeyi devletini m aşa gibi kullanıyordu.
A ynı yıllar, Millet Meclisinde astarcılar kethüdası "K aim e parayla ke
ten alıp kendi fabrikalarınızda bükerek halat yapm ak yolu var" de
di. Rasim bey: "Bu yazının altım üstüne uygun görm edim . İlkin
106
başka devletlerin tütünden çok yararlandıkları bildiriliyor. Bizim
idarem izi çürütm ek İstiyor. Eğer on la r çok rüsum at alıyorsa, b iz d e
y a p a rız" diye seslendi. Bunun üzerine Batı finans kapitali, y erli serm aye
nin yete rce pişm ediğini, daha çok şirket eğitim i görmesi gerektiğini se
zerek, Abdülham it'e açık kart verdi. Kızıl Sultan da, perdeyi yükselten M il
le t Meclisi karikatürünü kapattı. Başkan paşa kapanış sövlevinde, m illet-
vekillerindeki usluluğa "Avrupa"nın hayran kaldığını m üjdeledi: “He/e
yapılan konuşmaların usul ve düzene uygun olarak edeplice ve saygılıca
(edibâne-vü ihtiramkârâne) geçmiş olması hattâ Avrupa gazeteleri ta
rafından pek çok beğenilip övülerek (kemâl-i tahsin'ü sitayişle) ilân edil
miş." (28 Haziran, 54, Toplantı, Takvim 'i Vekayi sayı 1490)
A bdü lha m it rejim i kendi yuvasını böyle kazacaktı. Ne y a zık ki T ü rk i
ye'yi de kendi çukuruna sürükleyecekti. Türkiye, Japonya kadar bar
barlığa yakın olsaydı, antika m edeniyetin iratçı serm ayesine boğulm am ış
olur; Batı şirketlerinin tekelci Finans kapitaline bu kertede kaynaşam az,
sanayileşm e ile gelişen m odern burjuva üretimini bu kadar rahatlıkla
baltalayam azdı.
İstatistik yılı İşletme sayısı Memur sayısı İşçi sayısı Üretim değeri
(Krş)
1913 269 666 16.309 670.816.762
İki yıllık Sanayi Teşvik Kanunu ile, memur sayısı yüzde 13, işçi sayısı yüz
de 17,6 eksilen Osmanlı sanayiin üretim değeri yüzde 12,8 artmıştır. Tahta
yapımları ve pamuk ipliği ve dokuma üretiminin değeri, 1913 yılı 2.938.573
kuruş iken,1915 yılı 4.325.981 kuruşa çıkar. İki yılda yüzde 50 artış... Bu gi
diş açıkça, Türkiye'de kapitalistçe sermaye konsantrasyonudur.
"İşçi sayısının azalışının, 1915 yılı faaliyette bulunan işletmelerinden
azalış oranından aşağı olması, faaliyetten kalan işletmelerin nispeten kü
çük fabrikalar olduğunu gösterir “ (Sanayi İstatistiği, s.21, İst. 1917)
Yoksa, o sanayi sermayesi "Sosyalist" bir toplum un zenginliğim iydi de
biz bilm iyoruz?
Türkiye, hem de sırf şimdiki sınırları içinde bulunan bütün işletmeleri
sayamamış, çok eksik istatistiklere göre, (Reşat altını 150 bugünkü lira)
hesabiyle, 100 milyon lira değerinde sanayi üretimi kapasitesine, daha Bi
rinci Cihan Savaşına girerken ulaşmıştı. İstatistiklere göre 264 işletmenin
m ülkiyet tipleri şöyledir:
Yarı derebeyi devletin işletm e sayısındaki oranı onda bir bile değil
dir. "Bursa'da 41 ipek fabrikasından 2'si Hazine'i Hassa, ve sahiplerinin
göçü dolayısıyla l'is i Evkaf ve l i ' i Miri emlâk üzerindedir." (San. İsta
tistiği, 1917, s .16) Dokum a sanayiinin % 24,6'sı, toprak sanayiinin çoğu
devlet sektörü m ülküdür.
109
Anonim şirketlerin, üretim dalına göre işletm e oranları şöyledir: D o k u
ma % 13,17, toprak s. % 29,4, pamuk s. %60, bina s. %75, çim ento s.
% I OO'dür,
Bu sanayi işletm elerinin Türkiye'ye özel bir durumu da, üzerinde ku
rulduğu arsa ve em lâke sahip oluşudur: "B u sanayiin gelişimine elverişli
bulunm ayan kiralama usulü, ipek fabrikaları bir yana bırakılırsa, seyrek
olarak görülm üştür." (Keza, s .16)
Yarı sömürge kapitalizminde modern sanayinin bir karakteristiği de, sü
reksizliği, istikrarsızlığı ve özel acayiplikleridir. Yalnız değirmenler "Aralıksız
bütün yıl" (s.39) dönerler. Matbaa, kutu, çim ento işletmeleri de 360 gün
çalışırlar. Konservede: 210 gün kadınlar, sonra kutu yapan erkekler çalışa
rak harem, selâmlığı yürütürler. Tuğla işi 130 günle 2S0 gün arasında deği
şir. Yılda 300 gün işleyenler: Makarna, kâğıt, debbağ, sabun, yün ve ipliği,
başka dokumalardır. 280 ile 300 gün arasında işleyenler: Şekerleme, tahin,
bisküvi, marangozluk, toprak, pamuk ve ipliği işletmeleridir. Palam ut 9 ay
(230 gün), zeytin ve bira 200 gün çalışır. (1913 yılı bira 330 gün işletilmiş)
1 9 1 3 T E SANAYİ İŞÇİLERİ
Kapitalizmin aynası, gündelikçi işçi sınıfının durum udur. İşletm e başına
düşen işçi ve hizm etliler sayısı, 1915 yılı şöyledir:
Fakat ortalam a dışı kim i işletm elerden, çim entoda: 226-245, yünde;
200-390, tütünde: 1050-1119 işçi çalıştıran yerler vardı. Toptan, Sanayi
Teşvik Kanununa giren işletm elerin sayıları üç yüzü bulm adığı halde,
bunların beherine ortalam a 60 işçi düşüyordu.
Savaş, sayıları ortalam a çoğalan işçilerin zararına, sayıları azalan pa t
ronların yararına oldu. "İşçi gündeliği 1915 yılı genellikle küçük bir miktar
artmışsa da, 1916 ve 1917 yılları işçilerin azhğı ve fiyatların pahalılığı do
layısıyla, artış nispetsiz bir derecede çıkmıştır." (İstat. s. 22)
"İşçi gündeliği pek değişik olup, 1913 yılı 4 ile 17,5 ve 1915 yılı 4 ile
19,6 kuruş arasında değişir. 1913 yılı yedi sanayi kolunda gündelik 10 ku
ruştan aşağı bulunuyor ki, bunlar: Şekercilik, konservecilik, dokuma sa
nayi, sigara kâğıdı fabrikaları gibi en çok kadın işçi kullanan kurumlardır.
Tütün kolunun da bu arada bulunması gerekirdi. Fakat, bu fabrikalarda
memur ve işçiye verilen ücretlerin ayırtedilmesi kabil olamadı. Herhalde,
en az gündelik, en çok kadın işçi kullanan ipek ve tütün fabrikalarında
110
ödeniyor... En büyük gündelik, becerikli işçilerin azlığından dolayı tahta
sanayinde olup, 1915 yılı m arangozluk kolunda işler az olduğu için çırak
ve g e n ç işçi kullanıldığından, gü nd elik düşm üş bulunuyor. D eğirm enler ve
m atbaalar ile bira ve çimento fabrikalarında bayağı işçi kullanılam aya
cağından, bunlarda gündelik oran ca daha yüksektir." (San. İstat., s.23)
İşçiler cephede bulundukları için, işgücü talebinin çoğalm ası yüzünden
en yüksek işçi ücretleri şöyledir:
Onun için, erkek işçiden yarı yarıya ucuz, çocuk gündeliğine katlanan
her şeyiyle uysal kadın işçiden pek hoşlanıp, aşırıca "Beyan'ı m em nuniyet
etm ekte"(S an. Ista.) idiler. Bu "m em nuniyet"in rakamla deyim lendirilm e-
si şöyledir:
Erkek işçi sayısı Kadın işçi Sayısı
Bisküvi sanayinde 1913 324 77
Bisküvi sanayinde 1915 95 15
Konserve sanayinde 1913 67 14
Konserve sanayinde 1915 43 194
Tütün sanayinde 1913 1071 1026
Tütün sanayinde 1915 923 1086
111
"Kadın serbestliğl"nin kökü, Cum huriyetten onlarca yıl önce kapita
lizmin dişi em ek ihtiyacından doğuyordu: “Kadın işçi kullanımı hemen sa
vaş sırasında genelleşmiş bir iş olup, patronlar ve ustabaşılar genellikle
kendilerinden memnunluk bildirisinde bulunmaktadırlar. İşçi meselesi dai
ma memleketimizin bir za y ii noktası olması ve kadınların yalnız ev sanat
larında çalışmaya alışmış bulunmaları bakımından, bu yan özellikle belirt
meye ve anılmaya değer. (San. İstat., s.22)
Bu işte devlet baba v e politika kabuğu, kapitalist ekonom inin em irleri
ni epey geriden ve geciktirerek İzleyebildi: “1913 yılı ancak bir kaç kurum
da kadın işçi bulundurup, 1915'te sayıları orantılı olarak artmış ise de,
Feshane ve İzm it (devlet) fa brikalarmda çalıştırılmamıştır. İşbu iki fabri
kaya ancak 1 9 1 6 'dan sonra kadın işçi alınmıştır." (San. İstat.)
Türkiye işçilerinin çalışma şartları, sanki -yok sayıldıkları için- bir an
önce yok edilm eleri am acına uygundur. “Çalışma saatleri, başka sanayide
olduğu gibi düzenlenmemiştir. Öğleyin bir saat paydos edilmek üzere gün
de 9-10, 11 saat, kışın, meselâ 2 saat eksik çalışır." Deri sanayinde: “İş
saatleri mevsime tâbi olup, öğleyin yarım ilâ bir saat yiyecek paydosu ol
mak üzere, yazın 11 buçuk, 12 saat, kışın 9 İlâ 9 buçuk saattir." (San. Is
ta., s.84) Kâğıt işletmelerinde: “İş saatleri değişmez olmak üzere günde
9-10 saattir." (Keza, s.44)
1936 Haziran 8. günü çıkarılacak İş Kanunu bu geleneği yasalaştırın
35. madde: "C u m artesi s a a t 13'te kapanm ası m ecburi işyerlerinde
en çok 9 saat" iş süresi kor; 37. maddenin 1 num aralı bendi "Muayyen
haddin üzerine zam m edilecek fazia çalışm a sa a tle ri en çok 3 s aat
olabilir" hükm üyle iş süresini resmen günde 12 saate çıkarır.
112
"Büyük sanayi" denilen işletm elerdeki işçi sayısı ile kıyaslanam ayacak
kertede hem çok, hem bir bakıma santralizedir. Bunun en parlak örn eğ i
ni b ir tek ecnebi kum panyasında Görebiliriz: “K arpet Kum panyasının m ü
talâasına bakılırsa, 1913 yılı şirk e t hesabına 16.000 kad ar işçi çalışm ış
olup, Anadolu'da halı dokum ak ile uğraşan g e n e l iş ç i sayısı 60.000 kadar
tahmin olunur." (San. İstat.)
Türkiye'de bütün kanunları atlatarak en ge n iş işçi yığınlarını söm ürm e
usulü, Anayasacı hürriyet devrim i sayesinde sistemleşti: “Halı im âl ettir
m ekle uğraşan 6 ticarethanenin katılmasıyla, 1908 yılı 400 bin, daha son
ra 1 milyon lira serm ayeli" şirket kuruldu. (San. İstat., s.104) Şirket, kadın
ve kızları bir araya topladı. Doğrudan doğruya yapımevleri ve işçi çalıştırdığı
yerler; hemen bütün Batı ve Doğu Anadolu'nun büyük halı üretimi alanlarını
kapladı: İzmir, Burdur, İsparta, HaÇjn. Kırkağaç, Sivas, Maraş o finans ka
pital tekeline geçti. O kadarla kalmadı. Aynı şirket, yerli tefeci-bezirgân
acente ortaklarının aracılığı ile: "Demirci, Akhisar, Sivrihisar, Niğde, Kula,
Kütahya, Simav, Manisa, Gördes, Uşak, Denizli, Milâs, Akşehir, Sille, İspar
ta" halı üretimini kontrolü altına aldı. Bu, bir ülkeyi bir kumpanyanın sö
mürgeleştirmesi, fakat sömürge m asraflarından sıyrılması demekti.
Finans kapitalin, en ücra köylere dek boynuzlarını sokup küçük üret
m enleri söm ürüşü korkunçtur. Bir işçi günde 5-6 bin düğüm atabilir en
çok. İşçi gündeliği düğüm sayısına gör*» değişir. İzm ir'de 1700, Uşak'ta
2200, Kırkağaç'ta 2600, Sivas, Burdur'da 3000 düğüm için 40 para (1 k u
ruş) ücret ödenir. Kanun sözde "k ü çü k üretmeni", esnafı, köylüyü koru
mak için el ve ev küçük sanatlarını kanun dışı bırakır. Bu görünüşün
altında; Yeryüzünün en tekelci serm ayesine bütün yurttaşlar en ufak sa
vunma gücünden yoksun bırakılarak teslim edilmiştir.
İstatistik açıkça yazıyor: “Anadolu'nun h e r bölgesinde h a lı dokum akla
uğraşan kadın ve k ızla r bulunur. 25.000 nüfuslu Uşak'ta 1.500 kad ar halı
tezgâhı varolup, tezgâh başına ortalam a 4 işçi hesabiyle toplam 6.000 n ü
fus halı yapım ıyla uğraşır ki, nüfusun % 24'ü halı dokum akla geçim ini
sağlıyor de m ektir." (S.İ.,103) "İlk maddeler, kom isyoncular tarafından iş
çilere verilir." (Keza)
B uradaki m asum ve milli "Komisyoncu": Ecnebi finans kapitalin y e r
li ajanı, Türkiye üretimini ve çalışanlarının alınyazısını yabancı serm aye
nin insafına ve yararına göre söm üren ve sömürten yerli tefeci-bezirgân
serm ayedir. Böyle bir işbirlikçiliğin Türkiye'yi n erelere sürüklediğini, kri
tik günlerde en kör gözler bile gördü. Mütareke yıllarında şim diki m ütte
fikim iz İngiliz em peryalizm inin niçin İstanbul'dan Kafkaslara dek her y e
re el atmışken, başka hiçbir yere değil de, tam İzmir'e, Ege bölgesine
113
peyk Yunan ordusunu çıkaıtm ış olduğu üzerine hiç kimse durmuyor.
Yalnız, yangın başım ıza patladığı gün, kanlar içinde kıvranarak kahraman
yaratm aya çalışıyoruz. Yunan ordusunun Anadolu içlerindeki sefer yönü,
İngiliz Karpet Kum panyasının halı üretim şebekesinin yolları üzerinde
açıldı.
Bilerek, bilm eyerek değm e "id e o lo g la rım ız : "Türkiye'de "Sosyal
S ınıflar" yoktur, hele m odern kapitalizmin "çağdaş uygarlığı" n ere d e7 İşçi
sınıfı bulunm ayan yerde..." gibi "m egalo idea"ları ince ince doğrasınlar.
Kaba gerçek ortadadır. Anadolu, Kuvayi M/lliyecîlik ayaklanışına bu sosyal
yapısıyla girdi. Şim diki "insan hakları" şam piyonu Batılı m üttefiklerim iz,
Ege Bölgesinde "Zito V enizelos" çığlığını yükseltirlerken Sivas'a dek 3000
ilmeği 1 kuruşa attırdıkları dünyanın en tatlı emekçilerini avlamaya
çıkm ışlardı. Ancak bu bakımdan: "İşçi m eseleleri daim a ülkem izin bir z a y ıf
noktası olm uş" tu. (S.İ.,22) "Nâdir Paşa"lar İzmir'i silâh patlatm aksızın
teslim ederlerken, ilk silâha sarılanlar, gelenin kim olduğunu nice aydın ki
şi ve "ideolog"larım ızdan sorm aksızın iyi bilen o Ege'nin bir ilmiği bir m e
teliğe atmış adsız ve "yok ki.. Hani, nerede?" denilen finans kapital kur
banları oldu. Ve her şey ondan sonra başlayabildi,
Kuvayi Milliyeciliğin niçin o kadar çabuk ve bütün insanlarım ızı sardığı
da, gene bu ekonom ik ve sosyal kıldan ince kılıçtan keskin durum dan baş
ka hiç bir şeyle açıklanamaz. Çoğu ecnebi, hepsi gayritürk Karpet şirketi
gibi 6 tekelci kodaman ile, Türkiye işçilerine sömürge örgütünde "ilk mad
de" dağıtan en çok altı yüz KOMİSYONCU uşak bir yana bırakılınca, geriye
kim kalıyordu? Bütünüyle Türk Milleti. Onun için, işçi meseleleri gibi fi
nans kapital m eseleleri de ülkem izin daima bir zayıf noktası oldu.
Kapitalizm Türkiye'de çoktan başlamıştı. Ama, tersinden başlamıştı. M o
dern kapitalizmin kendi kendini yiyen tekelci finans kapital şirketleri ile
kaynaşarak doğmuştu. Yabancı sermaye kendi anayurdundaki aristokrat
işçileri satın alm ak için, sömürge ve yarı sömürge insanları kalkındırmaya
değil, "aşırı" kâr sağmalı yapmaya mecburdu. Bu da onu toplum içinde en
azınlık bir sosyal sınıfa dayanm aktan bile yoksun bırakıyordu.
T A R IM KAPİTALİZM İ
Yıl 1925. Cum huriyetin kurulduğu yıl ertesi. Adana'da İkinci Pam uk
Kongresi açıldı. Orada, Cum huriyetten çok önceleri doğmuş, en önemli
tarım üretim i üzerinde iki m odern sosyal sınıf açıktan açığa karşılaşmıştır:
1- Tarım kapitalistleri, 2- Tarım işçileri.
Tarım kapitalistleri: "Adana çiftçileri "zürrâı" buharlı lokomotifleriyle,
büyük küçük traktörleriyle topraklarını hazırlattıktan sonra ve çiftliklerini
114
T U T M A adı verilen Sürekli Tarım İşçisi (daimi ziraat am elesi) ile bir sim-
id are ettikten sonra, pam ukların çapa m evsim inde işçi ile kendisini kar-;ı
karşı b u lu r." (Adana Valisi Hilmi: "Adana Ziraat Am elesi," Adana, Türkö-
zü Matbaası, 1341) "Yağmurun azlığı, çokluğu, bankalardan az veya çok
para kaldırabilmiş olmanın önemi ne ise, ovanın tozlu yollarında, rengâ
renk kılıklarıyla beliren işçi kafilelerinin o yıl bütün çiftçileri tatmin ede
cek bir sayı sunup sunamayacağı ve işçi gündeliğinin en çok, en az
arasında nasıl seyredeceği de Adana çiftçisi için, aynı derecede önemli
dir. " (Keza s.58)
T e k ra r analım: Pam uk ürem inin modern sosyal sınıflar yaratışı, dünkü,
bugünkü iş değildir. Kuvayi Milliyeciliğin kıyasıya savaşlar verdiği ikinci
bölge, ziraatın yü zyıldır kapitalistleştiği pamuk Adana'sıdır. Pam uk ürünü
Birinci Cihan Savaşından önce: 1914 yılı 135 bin balyadır. Cum huriyetin
ilân edildiği yıl 80 bin, 1924 yılı 160 bin balyadır. Bu üretimin güdücü so s
yal sınıfı "Zürra" (Frenkçesi: agrarien, Türkçesi: çiftçi) adını alır. Türki
ye'de işçiyi inkâr edenler, bu tarım kapitalisti çiftçiyi "köylü" yum uşak
sözcüğüyle m askelem ekten pek hoşlanırlar. Köylü ile çiftçiyi karıştırm ak,
g e cey le gündüzü karıştırm aktan daha büyük yanlıştır. Ama, Cum huriyet
kurulalı beri bütün siyasetçilerim izin sistem lice karıştırdıkları şey, hep bu
köylü ile çiftçi sözcükleridir.
"Ç iftçi", teknik kadar Türkiye ve bütün dünya ekonom i ve politikasıyla
de günü gününe ilgilenen kapitalist sınıfım ızın en önem li bölüğüdür. Ç ift
çi b ilir ki, işçi olmasa, ne ovanın ekmek gibi toprağından, ne milyonluk
serm ayeden hayır kalır. Onun için en birinci problem i "İşçi derdi"dir. "Pek
eski zamanlarda, sınırlı ve belirli noktalar çevresinde deyimlendirilen bu
DERT, tarımın basitlikten sıyrıldığı vakitten beri sınırını genişletmiştir. Bu
günkü Adana çiftçisi, pamuk piyasasına olduğu kadar, gaz ve benzinin c i
han piyasasındaki gidişine de ilgilenmekte, kredi, kambiyo meselelerini
incelemekte ve makinenin kırılıverdiği herhangi bir yer için şoför ve
onarım evleri (tam irhaneler) üzerinde uzun uzun şikâyet konuları bulmak
tadır." (Kongre zabıtnamesi, 1925, Matbaai Âmire, İstanbul, s.4)
"İdeolog"larım ızın "y o k " saydıkları bu sosyal sınıfımız, ortaya çıkardığı
meselelerle, köylü yığınlarını koyun gibi kavalla güdüverm eye alışkın eski
idareci çobanlarım ızı şaşkına çevirm ektedir.
Tarım işçileri: Üretim için, tarım çiftçilerinden de önemli kişilerdir.
İkinci Pamuk Kongresinin zabıtları sık sık hatırlatır: "Pamuk bölgelerimizde
incelenimi tavsatılmayacak hayati meselelerden birisi de işçi meselesidir. "
(s. 109) "Tânelerin hasadı için ortak işinde, harman için kızakçılıkta, batöz-
lerde, pamuk çapasında ve pamuk ürününü tarlalardan pamuk yahut koza
115
olarak devşirmekte kullanılırlar." (Hilmi, s.5) "Gerçi 20 yıldan beri (Abdül-
hamit'ten beri) Adana toprağına orak m akinesi girmiş olduğundan, orak
işçisi artık seyrek olarak aranılmakcadtr. Fakat, buna karşılık, 15 yıldır
(Hürriyetten beri), pamuk ekimleri önemıi ölçüde gelişmiş olduğundan
çapa işçisine olan ihtiyaç da artmıştır." (Dem ek ki en az Hürriyetten önce
Adana tarımı modern m akineci kapitalizm e girmiştir.) Yılda 30-40 bin d e
recesinde olan bu işçilerin şehirde geçireceği hayat hakkında önce ve son
ra hiçbir şey düşünülmüş değildir. Bunlar kısmen şehirde, kısmen Sey
han'ın öteki yanında hanlarda m isafir kaldıkları gibi, daha çok Memleket
Hastanesi çevresindeki kabristanlarda ve yol kıyısındaki boş arsalarda
açıkta kalırlar.” (Hilmi, s.6)
Çukurova'da tarım işçiliği yalnız Adana'yi ilgilendirmez. Doğu illeri An-
tep, Maraş, Sivas batısında Kayseri, Konya, Antakya, Lazkiye'yi içine alır.
Hemen bütün Anadolu'nun züğürt köylü yığınlarını yerinden oynatır:
"Adana tarım işçileri öteden beri doğu vilâyetlerinden ve komşu yayla böl
gelerinden gelmektedir." (Keza, 109) "Pamukların dedenimi (derci) daha
çok yerli işçilerce yapılır. Kaısantıdan, Karaisahdan, Serkantı, ile Kars ve
Ermenistan yörelerinden de işçiler geldiği olağandır." (Hilmi, s .17)
116
soluyarak yaşıyorlar. Ve Sağlık Müdürü beyin görmediği biçimde sağlıkrarı
bozuluyor." (s.127-128) Sağlık Müdürü karşılık verir: "Fabrikalardaki işçi
lerin maskelerle çeyizlendirilmeleri üzerine geçen kongrede bir karar verilmiş
ve bunun behemehal mecburi tutulmasını yalvarmışüm. Bunun üzerine, ben
deniz bu kongrede işçilerin tedavi meselesinin sonuçlandırılmasını istiyo
rum." (s.132) Fakat öteki kongrecilerin istedikleri, tarım patronlarını, en az
sanayi patronları (çırçıralar) kadar düşünmekten başka bir şey değildir: "Hiz
metli varolan şoför ve makinistlerin, bulundukları yerde kurulu bir fen ve uz
man heyeti önünde sıkı bir sınava uğratılmaları." "Makinist yetiştirilmesi için
de Ankara ve Adana da iki mektep açılmıştır. Fakat, makinist mektepleri kad
rosunun darlığı dolayısıyla ihtiyaçlara yetmediği görülmektedir. "
(s.107,108)... Arada Dr. Celâl gene işçi sağlığına dokunur: "Adana'nın biri
cik hastanesinin protokol defterine bakılırsa, hiç bir işçiye mesken göstere
mez. İşçi, üç gün kabristanda yAtıktan senra hastaneye gelir. İşçinin yatağı
kabristandır..." Artık bu kadarına kongre dayanamaz. Suphi bey işçiye arka
çıkılamayacağını belirtir: “İşçi meselesi hayat meselesi demektir. Sırası ge
lince affedersiniz -işçi burnundan kıl aldırmaz. Çiftçiler pek yüksek bilirler ki,
pilâvın yağı kötüdür diye işçiler kaçmıştır. İşçiye tahakküm edelim ve istib
dat yapalım demek istemiyorum: Bunu düşünmek gereklidir: Su dileği bu
yıldan açıklayalım." Ve başkan baklayı ağandan çıkarır: "Müsaade buyurur
sanız fikrimi söyleyeyim. En çok tartışmayı gerektiren işçi meselesidir. Fakat,
raporda konu edilen... sağlık sebepleri değildir. İşçi meselesi: işçilerle çiftçi
ler arasındaki ilişkileri sağlamak amacını güder." (s. 127)
"Bir ameleye nasıl gözlük verelim ki, verdiğiniz kaşığı bile geri alamıyo
ruz. Şekilsiz işçi yerine belirli bir tip görmek isteriz. Bunu çiftçilerden iste
mek dertlerine bir dert daha katmaktır. Uygulanışları da en sonunda işçi
lerce yapılmalıdır." (s. 126)... A k if Bey: "Konuşma yeter. Bakan beyin
öneri buyurdukları komisyon çiftçiyle patron ve işçilerin ilişkilerini incele
yecek komisyondur ki, olduğu gibi kabul edilm elidir ." (s.133) Başkan:
"Raporun genel durumu... A kif beyin önerilerini okuyacağım. Sağlık Mü
dürü beyin önerileri ile işçi ve çiftçi arasındaki ilişkileri düzenleyecek bi
çimde bir rapor hazırlamak üzere encümen ayrılmasını kabul edenler el
kaldırsın. Kabul edildi." (s.134) (M eşhur oyalam a usulü: Gableaenler?
G abletm eyenler? Gabledilm iştir!)
Y u su f Şinasi raporu: "Şim diki durumda her yanda işçi fıkdanı
(kıtlığı) vardır." (s .157) "Yirmi bin kilometre kare genişliğinde ekilebilir
toprağı bulunan yalnız Adana bölgesinin bugün ancak Ermeni devrimi
ilişkisiyle azalmış bir buçuk milyon dönüm kadarı, yâni aşağı yukarı
15'te l ' i işletilm ektedir.“
117
"Kadrocu" "Aydın kuvvetler", işçi hastanın m ezarlıkta yatm asını değil,
-o nasıl olsa oraya gidecek-, sağlam işçi ile "Zürra arasındaki m ünase-
bâtı" önerirler. O ilişkileri kim düzenleyecek? "İşçi komisyon": 6 üyesi,
bir başkanı oturup: "Çapa işçileriyle çiftçiler arasındaki çatışm aları (ihtilâ-
fâtj) ayırıp çözüm leyecektir." O adı "Am ele komisyonu"nda kim ler
vardır7 1- Başkan: "Z iraat Odası '.'anından seçilip mahalli hüküm etçe
onaylanmış" bulunan "Kom isyonun başkanı görevli (m uvazzaf) olup, üye
lere de her toplantı için huzur hakkı verilm ektedir..." Üyelere gelince:
Bunlardan 2'sini gene patronlar (Tarım Odası) verir. Öteki "2'si işçi m ü
messili olm ak üzere en az 15 elçibaşı tarafından seçilir ve birisi ja n d a r
ma subayr, ötekisi polis kom iseri olm ak üzere, geri kalan ikisi de hüküm et
yanından belirlendirilir."
Cumhuriyetin ertesi yılı 40.000, sonra 100.000 işçi adına 2 mümessili se
çecek olan: 15 elçibaşıyı m erak etmişsinizdir. Vali bey anlatıyor: "Başında
şemsiyesiyle, elinde kırbacıyla ve çoğu göbeğine dek uzanan gümüş saat
kordonu ile elçibaşıyı ayırt etmek pek kolaydır./' (s. 16) Elçibaşılar: ”Para ka
zanmak isteyen ve bulundukları yerde geçinemeyen kimseleri toplayıp, mev
siminde işçilik etmek üzere Çukurova 'ya getirirler ve bu yüzden geçinirler.
İşçiler, küçük büyük kafileler durumunda elçibaşı denilen kimselerin emir ve
kumandası altındadır." (s. 13) "Elçibaşıların götü nü r biçimde kazancı, çiftlik
sahibinden o hafta her işçiye verilen miktarın iki katı derecesinde haftalık al
maktan ve işçilerin beherinden yüzde 5 kesmekten ibarettir." "Patron, işçile
rin kazancını Elçibaşıyla pazarlık eder. Haftalık tutarını elçibaşıya öder... El-
çibaşı işçiden kadın veya çocuk olan kısmı için de zürrâdan tam işçi haftalığı
alır. Fakat bunların hak ettiklerini bütün olarak ödememeyi âdet etmiştir."
(s.13,14) "İşçiye ihtiyaç arttığı zaman, fazla ücretten başkaca, hediye adı
altında elçıbaşılara sıkışıklık derecesine göre artan paralar verirler. “ "Elçi-
başılar, çapa mevsiminde Adana'ya gelecek işçilere kışın ödünç para verdik
leri gibi, ayniyat (mal eşya) da verirler. "Böylelikle hem işçi elçibaşısı ara
basına kıskıvrak bağlanır, hem de "Ödünç verenin insaf ve mürüvveti ile be
lirlendirilen faiz" öder. "Bu çapraşık faiz hesaplan... Çoğu zaman olduğu gi
bi, ertesi yıla bile devredilecek olursa, faiz hesapları da basit faizden mürek
kep faize geçerek içinden çıkılmaz hale gelir. “ Elçibaşı "Bazân zürrâ'dan pa
ra yardımı" da görüp "Bağımsızlığını kayıt altına koymuş" olur. Elçibaşı, işçi
leri boyuna kumara zorlar. ”Bu iptilâyı da elçibaşılar körüklemekte ve çünkü
oyun oynayan işçilerden kendilerine MANO, adıyla bir pay ayırmakta" dır. El-
çıbaşı, efendiler gibi hiç çalışmaksızın işçilere "Bakanlık" (Nezaret) ettiği ve
patronun kâhyasıyla yemek yediği için, "Özel saygı" (hizmet'i mahsusa) da
uyandırmaktadır." (s . 16)
118
Cum huriyetin daha ikinci yılı, bakanından profesörüne dek "aydın kuv
v e tle r in "im tiyazsız sınıfsız" devletçiliğim izi yönetişleri budur. Milli tefeci
kum ar m anocusundan uluslararası benzin ve kam biyo borsalarına dek.
teşkilâtlı jandarm a subayı ve polis komiseri devletçiliği, İŞÇİ-İŞVEREN
ilişkilerinde sınıfsız devrim ciliği mi, yokça açık se çik fin an s kapital tekelci
liğini mi geliştirebilirdi?
119
yi işletmeleri 1913 yılı 269 iken, 1923 yılı 342 ve 1921 yılı 1509 olur."
"1915 istatistiklerince sanayi teşvikten yararlanan bütün sanayi işçileri
16.309 iken, 1927 yılı sanayi istatistiklerine göre, Türkiye sanayiinde
"Meşgul eşhâs": 256.855'tİr." (H.K. Türkiye İşçi Sınıfının Sosyal Varlığı",
s.6, 1935) Sanayi teşvik için yapıldığı öne sürülen kanunlar, önce T ü rk i
ye'de m odern sanayi gelişim ini baltalam aya, sonra işçi sayısını harem, se
lâm lık usulüyle saklamaya yaradı: "9 işçisi olan ve 5 beygir kuvvetinde
motoru bulunan fabrikalar, muamele vergisinden müstesnadırlar... denin
ce... İstanbul'daki fabrikaların önemli b ir bölümü... Belediyeye başvura
rak, motorlarını değiştirerek beygir kuvvetini indirdiklerini bildirmişlerdir."
(Akşam, 4.11.1933) "Bize çalışan 14.484 çocuk olduğunu söylediler. Fa
kat verdikleri ikinci istatistiğe göre ... sayı 22.676'dır." (Resimli Ay, s.28,
M ayıs 1930)
Aslına bakılırsa işçi sayısının "snklam baç oyunu", Saltanattan Cum huri
yete olduğu gibi geçm iş "Mukaddesat"ımızdandı. 1915 yılı Sanayi istatisti
ğini yapan Mösyö Duran d, İmparatorluk özel sermayesinin, pek "örtülü öde
nek" olduğunu şöyle anlattı: "Üretim ve yapımların (istihsal ve imalâtın)
miktarı gerçek olarak ve gereği gibi belirlendirilip yazılamamıştır." (San.
İst.) Kuvayi Milliyecilik savaşında nice insanımız ölmüş, fabrikalarımız
yıkılm ış olursa olsun. Batı Anadolu'nun yıkılmasına karşılık, başta Eskişehir-
Ankara gelmek üzere, Orta Anadolu'da iş yerleri ve dolayısıyla işçi sınıfımız
bir çeşit rönesansa uğramıştı. Özel Serm ayem izin Cum huriyet çağında "N â -
m a h re m 'liğ i eksilmeyip arttı. 1927 istatistiğini yapan K. Jakar şöyle yazdı:
"Sanat kurumlan ile sermayelerine ait cevaplar, istatistik yayınına esas ve
konu olamayacak kertede eksik ve emniyet edilemez görüldü." (İst., s.2)
27 Mayıs Devrim inden sonra "Servet Beyanı" veya "Ödenen Vergilerin
açıklanm ası" gibi b a sit istatistik önerilerinin üstün sınıflarımızı nasıl şa
ha kaldırdığı ve bütün geleneksel piyasa partilerin i allak bullak edip,
tövbe istiğfara yönelttiği göz önünde tutulursa, finans kapitalim izin Abdül-
ham it'e koparttırm adığı burun kıllarını, Cum huriyet çağında da gene ya
bancı finans kapital "yardım "ına dayanarak savunm aktan bir adım geri kal
madığı anlaşılır. Bu "Kanuni Devlet" biçimi içinde dört elle sarılman "Kö
kü dışarıda gizil faaliyet"in özel sermaye ağalarımıza nasıl bir "devletçi
liğim iz" kaftanı sağladığı artık sır olmasa gerektir. Bir yanda dom uzuna
verg i kaçakçılığı ile karışık, Türkiye işçi sınıfının dom uzuna sömürülmesi;
fakat öte yanda m em leket sanayinin bölük pörçük küçük işletm e batak
haneleri aurum unda tutularak, Türkiye'nin yeryüzünde en geri ülkeler
arasında em peryalizm in ihtiyat kuvveti durum una getirilm esi...
120
Bu durum, Tü rkiye’de özel serm ayeci sınıfın, Batıda 19. yüzyıl tıknuı,
milliyetçi, yaratıcı, ilerici, sanayici kapitalizmi değil, 20. yüzyıldaki iratçı,
baskıcı, gerici finans kapitalizmi kendisine örnek yapm aktan kurtula
m adığını ve kurtulamayacağını bir yol daha ve kesince ispat ediyordu.
Batıdaki yatalak, hasta kapitalizm doğudaki bunak prekapitalizm ile eşleş
tirilerek dam ızlık bir toplum düzeni doğurtulabilir miydi? Sosyal çıkmaza,
Abdülhamit tarafsız devletçilikle gem vurmuştu. 33 yıllık Abdülham it de v
letçiliği im paratorluğun yıkılm asıyla sonuçlandı. Cum huriyetle birlikte baş
layan yeni devletçiliğim izin 42. yılındayız. Yarım yüzyılda, Japonya koyu
derebeylikten çıkıp yeryüzünün birinci sınıf büyük m akine sanayici d e v
leti olmuştu. Türkiye Batıcı "YAf\DIM" olmasa peynir ekmeksiz aç kala
cağı, üçte iki nüfusu işsiz, em peryalizm e üs, geri bir ülke durum unda bu
lunuyor. Bu acı gerçekle yüz yüze gelişim izin sebepleri araştırılm alı m ıdır?
B. POLİTİK EKONOMİ
TÜ R K İY E VE ATATÜ R K
Cum huriyet çağında kapitalizmin gelişim karakteristiğini bize en iyi an
latanlar, ekonomi politiğe en az önem veren edebiyatçılarım ız olm uştur.
Birinci Cihan Savaşı kadar süren Milli Kurtuluş Savaşından sonra, Türkiye
dum an tüten bir yangın yerine dönmüştü. Yalnız Ankara için yazılan şu
satırlar, Bolu, Zonguldak, Yozgat ve hattâ Kayseri için de doğru sayılan
açıklamadır:
'Vilâyetin bütün çift topraklan bir kaç Ermeni bankerin rehini altına gir
miştir. Küçük esnaflıktan ve zanaatlardan ithalât - ihracat tüccarlığına, ve
rimli ziraata kadar bütün milli ekonomi Hıristiyanların tekeli altında idi.
Türkler: Rençber, asker, memur, vakıfçı ve derebeyi idiler." "Hıristiyan halkı
tasfiye etmekle, memleket ekonomisini köklerinden sökmüştük. Her yerde
bağlar bozulmakta, zeytinler yabanileşmekte veya kesilmekte, balık avcılığı
ölmekte, çarşılar kapalı durmakta idi." "Ermeni tehciri sırasında Anadolu şe
hir ve kasabalarının oturulabilir mahallelerini yakmışlardı. İzmir'den Uşak'a
doğru yalnız tüten harabeler ve yıkıntılar..." (Falih Rıfkı: Çankaya, s.419)
vardı. *Sıfıra inen Vatan, yoksullukların parasıyla yapılacaktı." (Keza, s.420)
Bu nasıl olacaktı? Türkiye, tarihsel devrim lerden sonraki durum daydı.
Osman Gazi zam anındaki gibi yeniden fethedilm işti. Millet Fatih Kahra
man gazilerin ardında ordulaşm ıştı. Her şey baştaki ULU KİŞİ'lerden bek
leniyordu. En büyük kahram an “ Tek adam " Mustafa Kemal Paşaydı, "Sö
züme dikkat ediniz. Atatürk b ir büyük Türk'tür. O kadar büyük bir stra-
tejdir." (F.A. 450) Sırf tek insan Kişi olarak onun da bir m addesi ve bir
mânası vardı. Anlam ca d ü şü nü ş v e davranışında iste r istem ez idealist: -
ti. Dünyanın kültür üzerine oturduğuna inanıyor, dünyayı ancak kültürle
124
değiştirm e m etoduna güveniyordu. O y s a : "Atatürk, bizim H3rb:'/e'de yc
tişmiş olanlar gibi, ister istemez hafifçe kültürlü id i" (Fâlih Rılkı: Ç an k a
ya, s.612)
Gönülce, bütün Fâtih Gaziler gibi "Meclis" severdi. Gerçi T linin bir hay
li sıkıca olduğunu söylemeden geçemem.", (F.A. 543) Ama: "Bir gün
barışmayacağı hasım, b ir bağışlamayacağı suç yoktu." (F.A. 560) "Atatürk
kendini alaya alabilecek kadar ince görüşlü ve tatlı düşünüştü idi. " (F.A.
483) Yeşilaycı değildi. A hm et Rasim'in şu fıkrasından hoşlanırdı: "Bir eşeğin
önüne bir kova su, bir kova rakı koysanız, hangisini içer? - Tabii, suyu. - Ne
den? - Eşekliğinden." İçilirken: "Uzakta bir işçi çocuğu bizi seyrediyordu.
Atatürk: - Gel çocuğum buraya, dedi. - Bir eşeğin önüne bir kova su, bir ko
va rakı koysalar, hangisini içer?... Çocuk önümüzdeki kadehlere bakarak:
- Rakıyı efendim, demesin mi? Atatürk gülerek: - "Aman, neden olduğunu
sormayalım demişti." (F.A. 519) Bu gibi SOFRA'lara hep bilginler de toplan
sa, her kültür eksiği giderilemezdi. "Paşa babasının tuttuğu Avrupa!) müreb-
biyeden anası kamında yabana dil öğrenmemişti." Karlsbadda Fransızca
hattı defteri vardı. Hoca düzeltmesinden geçmiş Fransızca romanları olduğu
göze çarpıyordu.. İşaretler, Atatürk'ün pek iyi konuşamadığı fransızcayı iyi
anladığını gösterirdi. Almanca'ya pek merak etmemişti.. Fakat ölünceye ka
dar okuyarak kendi kendini tamamlamıştır." (F.A. 612)
Sakarya savaşını lâm bayla izlediği odacığında, Napolyon'un heykeli
vardı. "Peygamber Muhammed ve padişah Fâtih, kumanda vasıflarına hay
ran oldukları arasında idi. (F.A. 613) "VVelIsln tarihi de onu Türkçülerin
tarih anlayışına ısındırmıştı... Yazı dilinde Edebiyatı Cedide'den geri,
Namık Kemal mektebine yakındı." (F.A. 441, 442)
"Lider olarak Mustafa Kemal ve Hükümet Başkanı olarak İsmet Paşa:
İy i EkiHerin yürümesi için herkese yardım etmeye hazırdılar. Ama, bu fi
kirlerin hepsini kendi kendilerine yaratamazlardı." (Keza, s.380)
Gerçeklik bu olmakla birlikte, sosyal-politik durum gibi, kahram anın
m izacı ve üslûbu da, "Fikirlerin hepsini k en d i" yaratm ak eğilim indey-
di. Yukarıdan kültürle yeryüzünü düzeltm e azm ine örnek, "G üneş Dil
Teorisi" sona ererken, yenilgiyi kabul etm eyen şu sözlerdir: (Yazara
dert yanar) "Dili b ir çıkmaza saplamışızdır, dedi. Bırakırlar mı dili bu
çıkmazda ? Hayır. Ama ben de işi baskalarınü bırakamam. Çıkmazdan biz
kurtaracağız!" ( F.A., 452) "İyi fikir", "Kötü fikir" ayırdı bir yana, hiç bir
işi başkasına bırakm am ak için, en azından beden sağlığı ve ömür mucize
leri gerekirdi. Atatürk ise, bu iki bakım dan bile talihsizdir:
"Eskiden beri böbrek hastalığı çekmiş... 191^da Samsun'a çıktığı zaman
beş altı saatte bir sıcak banyo ile ancak rahat edebitccek.. durumdadır...
125
1 924'te kalp krizi teşhisi konan bir göğüs ağrısı geçirmiş... 1927'de bir en
farktüs krizi... Almanya'dan 2 profesör... Gece hayatına ve içkiye son ver
m ek lâzımdı. İlk defa o yılın temmuzunda İstanbul'a gelen Atatürk, eski
yaşayışına devam etti." (F.A., s.460)
Bütün bunlar milletten kıskançça saklanm ış, ancak ölüm den sonra
kısmen açıklanm ıştı. Ama, kahram anın çevresini saranlar her şeyi iyi bili
y o rlar ve iyi söm ürm eyi becerm ekten geri kalm ıyorlardı. Şimdi haber ve
riyorlar: "Atatürk'ün eşsiz ve hayret verici sağduyusunu hayli zedeleyen
hastalık buhranları..." (F.A.,455) adım adım izleniyordu. "Yarım saat ön
cesi bile hafızasından silinip gitmişti. Nihayet 56 yaşında idi. "(F.A ., s.463)
Dolayısıyla "Eserini neticelendirmeye ömrü yetmedi." (F.A.,455)
İN Ö N Ü VE ÇAK M AK
"Eser" kimlerle yürüyecekti? İstiklâl Savaşının, zafer üzerine parlayan ve
büyük kahram an ölünceye dek sönmeyen "Teslis"inde Atatürk'ün gerisinde
iki baş kutsallaştırılmış^: İsmet Paşa (Sivil Hükümet), Mareşal Fevzi Çakmak
(Askeri güç). Ordu gibi, Türkiye'nin biricik gerçek üstün gücüne rakipsiz
başlık eden "Fevzi Paşa, 1919 yılı, Sivas'a niçin gelmişti?" "25 Kasım'da Ca
fer İl hami Bey'in başkanlığında bir heyet, Amasya'dan Sivas'a gelmişti. Ara
larında Fevzi Paşa (rahmetli Mareşal Fevzi Çakmak) da vardı. Müzakereleri
mizin en hararetli bir gününde idi. Heyetin bu ansızın ziyaretine bir anlam
verememiş olmakla beraber, iyi de karşılamamıştık. Aynı gün. Kâzım Kara-
bekir Paşa, Fevzi Paşa ile konuşmuştu. Rahmetli KarabekiCin sonradan ba
na anlattığına göre, Fevzi Paşa, geliş sebeplerini şu cümlelerle açıklamış:
"- Mustafa Kemal ve Ali Fuat Paşalar, muhteris ve menfaat düşkünü
dürler. Yalnız sana istinad ediyorlar. Şunu iyi bil ki, eğer Mustafa Kemal
Paşa başa geçerse, ilk işi seni imha etmek olacaktır. Bu hususta tanıdığım
bâzı kimseler, hattâ en güvendiği İsmet Bey (yâni İsmet İnönü) ile Sam
sunlu Şefik Bey de bu kanaattedirler. Mustafa Kemal ve Fuat Paşaları der
dest ve iyzâm (yakalayıp göndermek) vazifemdir. Kendilerini yakalayıp
İstanbul'a götüreceğim. Sen mümanaat etme (karşı koyma).
"Karabekir Paşa, bu sözlerden çok müteessir olmuştu. Milletin kurtuluşu
uğrunda her tehlikeyi göze alarak ortaya atılan arkadaşlarının tutuklan
masına razı olamayacağını, bu gibi tahribat ile uğraşılarak Türk milletinin
ölümünü çabuklaştrrmaktansa, kendisinin de bir an önce Anadolu'ya gelip
saflarımızda yer almasını rica etmiş ve paşayı iknaa muvaffak olmuştu.
Fevzi Paşa vaziyeti anlamış, verilen vazifeyi yerine getirmekten vazgeç
miş ve bizimle de konuştuktan sonra İstanbul'a dönm üştü ." (General Ali
Fuat Cebesoy: Milli M ücadele Hâtıraları, c.l, s.250, İst. 1953)
126
Bilindiği gibi Fevzi ve İsmet Paşaların o zam anki kehanetlerine göre:
Karabekir ve Fuat Paşalar zafer üzerine politika alanında "im ha" edildiler.
Yerlerini İsm et ve Fevzi Paşalar aldılar. Fevzi Paşa, A tatürk sağ kaldıkça
gedikli Genel Kurm ay Başkanı kaldı. Davranışları tam bir Osmanlı Paşası
davranışıydı. Dış politikada şöyle göründü: "Meselâ, Müşir Fevzi Paşa'ya
Bakü'yü vaad etseler ve bu vaad üzenine aleyhimize bir ittifak arasalar,
Fevzi Paşa bunu reddetmez." (F.A., 668) İç politikada Paşa'nın Çak-
m ak'lığı başka türlü olmadı. Atatürk'ün: "Hiç şüphesiz, Genel Kurmay g i
bi, kipert paftalarını Türkiye'de sattırmamak da aklından geçmezdi. " (F.A.
495) A m a Çakm ak Paşanın aklından, çok daha ilginç biçimli, m em lekette
"Kuş uçurtm am a"lar dolaşırdı: "İzmit körfezinde kuş uçurtmayan Genel
Kurmay Başkanı: "- Pekâlâ pekâlâ, bir gür, Yalova'nın 5 kilometre betisi
ne bir top koyarım. Meseleyi hallederim" demişti." (F.A., 494)
Atatürk'ün "alter ergo"su (ikinci benliği) İsm et Paşaydı. Kahram anın
ölüm ünden önce değişm ez Başvekildi, ölüm ünden sonra "D eğişm ez Şef"
oldu. "İsmet Paşa hiç bir zaman ihtilâlci olmamıştır... Atatürk onu arayıp
bulmasaydı, onun kendi normal meslek hayatı içinde ne olacaksa onu
olup, ömrünü öyle tamamlayacağına hükmetmek doğru olur." (F.A.,
s.471) "O bir nizam adamı, hiyerarşi adamı idi." (F.A ., s.472) M illi Kur
tuluş H areketi bütün kahram anları sürîiklem eseydi, ne olocağını İsm et
Paşanın kendisinden başka hiç kimse, daha iyi anlatm am ıştır. Mütareke
yılı, Zeyrek'te, Kâzım Karabekir Paşanın ağabeysine ait bahçede karam-
sarlaşırken şöyle demişti: "Gördün mü Kâzım... Hiç umudum kalmadı.
Köylü olalım. Askerlikten istifa edelim. Senin kaç liran var? Birleşelim.
Kâzım ağa, İsmet ağa olalım. Çiftlikte hayatımızı sürükleyelim." (Kâzım
Karabekir; İstiklâl Harbim iz, s. 7)
Atatürk kişinin başlıca "Devrim "lerini yürütecek kişi bu idi: "H iç bir
zam an devrim ci olm am ış", "D üzen" (Türkiye'de o zam an var olan
prekapitalist serm aye tem elli yabancı finans kapital düzeni ve "H iyerar
şi" Daha çok dereb eyiliğ e has rütbe ve mevki basam aklarına uyuş)
adamı, A nadolu'da Bâbil çağından beri yaşoya gelen ağalardan biri " İs
m et A ğa!.."
Osmanlı geleneğinden beri, paşalarım ızı "Toprak çekiyordu. Atatürk
de, hemen zafer ertesi, Silifke'de Bodosaki'nin çiftliğini, m ütegallibeye
kaptırmamak için, genç bir gazeteciyi aracı yaparak ihaleyle satın aldı.
(Milliyet, 1965, Nisan, m akale) V e h e r ilde örnek çiftlikleri kurmuştu. En
"insanüstü" k işiler de, en son duruşmada, Hazreti Muham m ed'in dediği
gibi: "Mâ ene illâ beşerün m lsliküm : Ben de sizin gibi insandan başka
bir şey değilim" derlerdi.
127
ATATÜ RK'Ü Ö LDÜREN N ED EN LER
Türkiye'nin son yarım yüzyılına kişiliklerinin dam gasını vurm uş görü
nen iki kahramandan birinin " İ h t ilâ lc i" , ötekisinin " N iz a m c ı" karakterle
ri bu bakımdan birbirini tam am ladı ve sosyal eğilim de ortak yanlarını kay
naştırdı. "Ulu önder", gene tarihsel devrim ler geleneğine dayanarak,
karşısına çıkabilecek herkesi, önce acı güç kullanam ayacak "sivil" duru
muna soktu: "Kuvayi Milliye zamanı uzaktan yakından politikayla temas
eden ne kadar kumandan ve subay varsa, yaverlerine kadar, hepsi sivil
olmuşlar ve çoğu meclise katılmışlardır." (F.A.; s.345)
Burada kişi kaprisi değil, enkonsiyam n [iç güdünün] etkisi gibi, d e rin
le re işlem iş sosyal eğilim kendine yol açıyordu. Nitekim, kadim Pers Dev
letinden beri yerleşik olan: Askeri-sivil güçleri bölme tekniğine uygunca,
Atatürk, hem en bütün devlet işlerinden, "Yüce Hakem " rolüne çekildi:
"Yalnız dış politikaya devamlı bir ilgi göstermiştir. Bunun dışında Hükümet
İsmet Paşaya, Ordu Fevzi Paşaya emanetti. Bazı meselelerde şikâyet ve
tenkitler üzerinde müdahaleler yapmak ve hakem rolünü oynamaktan
başka. Hükümet işleriyle pek yorulmazdı." (F.A., s.350) "Hükümet işleriy
le pek baş ağrıtmamıştır. Bütün inkılâplar Atatürk' ündür. Dış politika, bâzı
bayındırlık (imar) işleri, Orman Çiftliği, Yalova, Florya vs. gibi.., Bir de di!
ve tarih dâvalarıyla uğraştı. " (F.A., s.472)
En basit dil işinde: "İşi başkalarına bırakamam" diyen Atatürk m i
zacında bir insanın tümüyle devlet işini başkalarına bırakması, kahredici
sosyal determinizmdendi. Varolan sosyal "DÜZEN"e ve "HÎYERARŞÎ"ye kart
blanş verilm ezse yaşanmazdı. "O bir kuru kabadayı değildi. İnsanın kendi
sini boşuna harcamasından topluluğun bir şey kazanamayacağını pek iyi an
layanlardandı. "(F.a.., s.508) deniyor. Doğrusu bunun tersidir: Atatürk ken
dini yazık ki harcamıştır. Harcayışının sebebi, dilediğini yapamamasıdır. Kız
kardeşi Makbule hanım a gazeteci soruyor: "Büyük Atatürk birçok işler
yapmış... Acaba, bunların içinde hangisi kendisi için daha mühimdi?"
Hanım, düşünm eye lüzum görmeden şu cevabı verdi: "Hiçbirini ötekine ter
cih etmiyordu... Daha doğrusu onlardan hiç birini dilediği çapta kabul etmi-
yoıdu. Daha çok şeyler yapmak, daha büyük inkılâplar yaratmak niyetin
deydi..." (Milliyet, 16 Kasım 1955: Ağabeyim Mustafa Kemal no:7) Şimdi
gericilerin ağzına sakız edilen Atatürk'ün içkiciliğini göz önüne getirelim.
Her keyif veren zehir: hayat baskısına enkonsiyan [İçgüdüsel] protestoda
bulunmak için, taksitle intihar etmektir. Atatürk'ü içki intiharına götüren iç
güdü ne idi? "Daha büyük inkılâplar yaratm ak niyeti"ni gerçekleştire-
memek baskısı. Bay Fâlih'in kendisi yazıyor: "Savaş ve devrim günlerinde,
meseleler konuşulduğu sıralarda hiç içmez veya pek az içerdi." (F.A., 493)
128
Demek Ata'yı içkiye sardıran şey, “Kendini boşuna harcaması", dileğine
rağmen "Daha çok şeyler" yapam ayacak ortam da kıvranmasıydı.
Sosyal sınıf eğilim leri önünde tek kişinin trajedisiydi bu. Ne kadar ULU
olursa olsun, er geç, kişinin rolü sosyal sınıfların etkisiyle yönetiliyor, ya
hut eziliyordu. Düşünce ve sınıf alanından iki canlı örnek:
A tatürk v e düşünceleri:
"Uzun gecelerde, ara sıra b ir takım düşüncelerini dikte ettirmek A ta
türk'ün âdetiydi. Kalabalık arasında: "-Bunları gazetene koyarsın" derdi.
Pek çok defa bu diktelerde bir "Dikişsizlik", bir "Gelişigüzellik" olduğu için,
biz notları ertesi gün kaybederdik. Kendisine söylediğimizde: iyi ettiniz.
Zaten mesele vakit geçirmektedir." derdi. " (F. A., 473) deniyor. Yapacak o
kadar çok şeyi bulunan kimse, vakti boşuna geçirm ek ister m iydi? Fakat,
işte, sofrasında ün alan bir kapıkulu gazeteci bile, Atatürk'ün düşüncele
rini sansür edebiliyordu. Atanın "D ikişsiz" sayılan düşünceleri nelerm iş?
G erçekten öy le bile olsalar, onları o hâle getiren kimlerdi?
Atatürk ve sosyal sınıfilişkileri*. Yazar soruyor*. "Etrafındaki bu adam
ve seviye karışıklığının sebebi ne? Bir akşam, yanındaki hanıma sofrasında
ki bir davetliyi göstererek: "- Bu adamın ne bayağı olduğunu bilmezsiniz!"
demişti. Hanım şaşırarak: "Aman Paşacığım, öyleyse, ne diye sofranıza
alıyorsunuz?" demesi üzerine: "- Ha, işte... Onu da sen bilmezsin, kızım"
cevabını vermişti. Bu devrin, kendisine eski komitekâri taktiklerden fayda
lanmak zaruretlerini duyuran hususiyetlerden gelir." (F.A., 354) ...Yâni,
hanımcağız insanüstü kahramanın çevresini dileğince yaratıp, yok edebile
ceğini sanıyordu. Kahraman ise, sosyal ilişkilerden nasıl bağım sız kalınm a
yacağını anlatıyordu. Kişi olarak Atatürk, bütün tiksintilerine rağmen, içine
düştüğü veya içine işlemiş çevre sınıf insanlarını kontrol altına alamıyordu.
“ ZİNDE KUVVETLER"
1917 yılından beri insanlığın önüne iki yol çıkıyordu: 1- Kapitalizm,
2- Sosyalizm ... İkisi ortası gelişen geri ülkeler için, varılacak yol, bu iki
rahm etten biriydi. İnsanlık, 7 bin yıl önce ilkel sosyalizm i bırakmış, yedi
bin yıl sonra yeniden ele almıştı. Türkiye hangi yolu tutacaktı? F.R. Atay
diyor ki: "Ben Rusya'ya gidip geldikçe, daha çabuk vardırıcı halk ve genç
lik eğitimi metotları olduğunu, yetkili arkadaşlara anlatamıyordum." (F.A.,
415) Demek o zam an sosyalist m etot yolu kapanıktı. Kapitalist metodun
bizdeki en az yarım yüzyıllık uygulanışı ise, ister istemez, modern finans
kapitalle kaynaşık tefeci-bezirgân düzeninin spekülâsyonu ve vurgunculu
ğu olacaktı. Çünkü: "Türkiye'de sermaye yoktu, sermaye simsarları vardı."
(F.A., 421) deniyor. Biliyoruz: "Serm aye sim sarı" da bir kapitalisttir.
129
Şimdiki görevi Batı finans kapitaline simsarlık olduğu için "Kökü dışarıda";
yedi bin yıldan beri tarihsel devrim kahramanlarını kollayıp yola getirdiği
için "Kökü içeride" yaşayan Dir kurbağa gibi "am fibi" dir. "Devletçilik bir
iktisadi meslek olarak değil, bir tarihi zaruret olarak doğmuştur." (F.A.,
421) Kurbağa nasıl suda yavrularsa, sim sarlarım ız da tıpkı öyle devletçilik
sularında yavrulayacaklardı; sonra, palazlanınca "karaya" çıkacaklardı.
Kahramanın katına sokulabilenler iki tiptiler: 1* Şimdi "Zinde kuvvet"
adı verilen "Aydınlar"; 2- Şimdi "Özel serm aye" sayılan bay Fâtih'in
"Sim sarlar"ı.
1- A y d ın la r (zinde kuvvetler), u m u labildiğinden daha aşırıca k işilik
siz kapıkulların dan seçilm işlerdi. Bay Fâlih'e göre, A tatürk “ b ü tü n b a l
ta la m a la rı h alktan d e ğ il, ayd ın la rd a n g ö rm ü ştü r." (F.A., 407)
Onun için hep siyle dama p a yta ğ ı gibi oynadı. Ecnebi şirk etleri d e v le t
le ştiren , keli k ızın ca adam asar görünen Ali Çetinkaya, İstiklâl M a hk e
m esinin yavuz başkanıydı. "Afyon, A li bey Bayındırlık Bakanı olduğu va
kit, birinci iş i m inaresiz kubbe kilise kubbesi demektir, diye Yargıtay
toplantı salonunun kubbesini yıktırmak olm uştur." (F.A., 386) Ö ylesine
keskin "b id 'a t" [sonradan çıkan, yenilik] düşm anıydı. "Şapka giyerek İs
tiklâl Mahkemesine geldiği için "Vakit" muhabirini huzurundan kovan"
da o idi. Atatürk taşrada "Şapka İn k ılâ b ın ı yapıp Ankara'ya dönünce:
"Ali Bey'de şapkasıyla karşılayıcılar arasında id i." (F.A., 398) Nurettin
Paşayı şapka giym ediği için m ahkem eye çeken de aynı Ali bey oldu.
Hüküm et kurm a ve değiştirm e işleri başka türlü geçmedi. 1924, C um
huriyet balayı yılında, Batı liberalizm inin inançlısı Fethi Okyar'dı. Ata: "Pek
yakında İsmet Paşaya döneceğini bilerek Fethi Okyar'ı Başvekil
yapmıştır. " "Şeyh Sait isyanı ne kadar sürdü?" "Kendisine hiç b ir önleyici
tedbir aldırmak mümkün olmuyordu." "Bir akşam Atatürk'e davetliydik.
Bir kaç oyun masası kurulmuştu. Hanımlı, efendili vakit geçiriyorduk.
Fethi bey, ismet Paşa ayrı ayrı masalarda briç oynuyorlardı. Bir aralık yâ-
ver Atatürk'e bir şifre getirdi. Şeyh Sait isyanına ait son rapor... Bir cep
he düşer gibi Şark düşüyordu. Atatürk yâvere usulca: "- Al bunu Fethi'ye
götür", dedi... Fethi bey (Başbakanlıktan) düştü, İsmet Paşa geldi... Tak
r ir i sükun kanunu çıktı." (F.A., 433)
Fethi bey zam anında Atatürk dipdiriydi. Arada kahram an öylesine
tanrılaştırıldı ki, bilinç dışı halüsinasyon ve evham geçirdiği zaman dahi,
en büyük politik aydın kişileri bir işaretiyle yıldırım lara çarptı. "Karaciğeri
ni kemiren bir illet olduğunu bilmiyorduk... Hâfıza zayıflaması.. Sık sık bu
run kanamaları devri geldi. Daima yanında bulunan hekimlerin neden bu
âraza dikkat etmediklerini, geçiştirdiklerini doğrusu hâlâ anlayamıyorum.
130
Sonra kaşınmaları başladı. Pek müeddep bir efendi idi.. Atatürk kaşıntıya,
hem de eğilerek bacaklarını kaşımaya dayanamıyordu. "- Bu evde göze
görünmez kırmızı böcekler varmış" diye tutturmuştu. Kendisini teselli için
aynı şüpheye düştüklerini söyleyenler olurdu. Hattâ bir seyahatte; evin
baştan başa en tesirli ilâçlarla temizlenmesini emretti." (F.A., 465)
Kapıkulu çevre, Fatih Sultan Mehm ed'i de böyle tapınçtan öldürm üştü. T e
feci-bezirgân sim sarların ise -Cromvvel'e yaptıkları gibi- m ukadder sonuç
tan başkasını bekledikleri yoktu, İşte o durum da Fethi beyle denenen gi-
rişkinlik İsm et Paşadan öcünü aldı.
İçerideki kıpırtı kurdun elmayı kemirmesine benziyordu. "İstanbul'daki
Bomonti olmasa.. Bir türlü verimleşemeyen Orman Çiftliği Bira Fabrikasının
büyük kazanç sağlayacağı." (F.A.) Devletçiliğimizin teziydi "TekelBakanlığı
ve hükümet bu fikirde değildir." (F,A.) O da liberalizmimizdi. Bu iç sızıltı, dış
fırsata dört elle sarıldı. İspanya iç savaşında Nyon görüşmeleri kaçırılmadı.
"İngilizler bu denizaltıların hep birlikte avlanması teklifini ileri sürmüşlerdi..
Hükümet, hiç şüphesiz Sovyetler Birliği ile baş belâsına tutulmamak istedi
ğinden, denizaltılarla bizim yalnız karasularımızda savaşmamız tezini tutu
yordu. .. Florya'dan doğrudan doğruya talimat gitti. Delegelerimiz hükümet
görüşünün aksine olan anlaşmayı imzaladılar." (F.A., 475) "Bir gece geç va
kitlere kadar Çankaya'da İsmet İnönü köşkü ile, Florya köşkü arasında
karşılıklı bir tartışma geçti. "Ata Ankara'da. Çaylı sofra. Bakanlar. İsmet İnö
nü'nün şikâyeti duyuldu: - Sofradan emirler alıyoruz." Toplantı bitiyor. Er
tesi gün "Hususi tren." Geçirenler." (Sofrada Ata, bir iki arkadaşına baka
rak: "- Oldu bitti" dedi. "İnönü izin alacak, Celâl Bayar Vekildir." (F.A., 477)
Türkiye finans kapitalinin biriciği İş Bankası Genel Müdürü Celâl Ba
yar, Başvekilliğe böyle çıktı. İyiydi, kötüydü, başka. Metot bu idi.
Kapıkulluğu gelenekli "Aydın kuvvetlerim iz" den, başka türlü kotarılış da
beklenem ezdi.
2 - Sim sarlar (özel S erm aye) sosyal sınıfına gelince, "Onların istedik
leri bir gözdü, Allah verm işti iki göz!" Kahraman, "zinde k u v v e tle ri terbi
yeli maym una çevirsin, yeterdi. Tefeci-bezirgân sath'ım âiline bir yol y er
leştirilen memleket, nasıl olsa içeriden yalnızca daha yavaş, dışarıdan
yardım la daha çabuklaştırılarak istenilen sınıf sonucuna varılabiiirui. Bay
Fâlih Kahram anın "Kendisine gelip de bir iç hizmet isteyen görmemiştik"
diyor. "Avrupa şehirlerinde bir devlet konağına yerleşerek", devletçiliğim iz
d evletçilik olarak söm ürülüyordu. Devletçiliğim izin ezel serm ayecilik
kolu ise: "Çankaya'daki nüfuzlarını İŞ PİYASASINDA satarak, bir iki vur
gunda nesillik zenginlikler edinmek hırsı, Çankaya'daki ihtilâlci yuvasını
saray havası ile zehirliyordu." (F. Rıfkı: Çankaya, 414)
131
Kaçınılmaz sonuç yıldırım çabukluğu ile geldi. “ Bir vurgunla nesillik
servet e dinm ek" yolunu en parlakça açan gidiş, devletçiliğim izde Finans
kapitale karm ış tefeci-bezirgânlığın devletçilik m ekanizm asıyla gelişim i iki
biçim de aldı yürüdü: 1- Para oyunu (Banka tefeciliği); 2- T o p ra k oyu
nu (Arazi spekülâsyonu).
133
kalkındırmak için durmadan vergileri attırıyorduk." (F.A. 348) "Serbest
Fırkada aferistler takımının büyük rolü olmuştur... 1950'den sonra aynı
aferizm salgını daha büyük bir hırsla tepmiştir... Büyük nimetler pay
laşılması, partizanları bir iktidar tekelciliğinin bütün şiddetlerine doğru sü
rüklemektedir." (F.A. 430-433)
SPEKÜLATÖRLER: TO P R A K OYUNU
T o p ra k oyunu: Antika tefeci-bezirgân vurguncuların, para babası ol
duktan sonra derebeyileşm ek için toprak sahibi olmak içgüdülerinin, m o
dern fin ans kapital gelenekleriyle azıtm asından doğar. Finans kapitalin en
parlak toprak vurgunculuğu, devlet eliyle kotarılan yeni şehircilik,
bayındırlık (imâr) alanında belirir, “Balkan Harbinden sonra devlet merke
zini artık İstanbul'dan Anadolu'ya aktarmak fikri, ilk defa açıkça galiba
Mareşal t/on der Golç Paşa tarafından ileri sürülmüştü." (F.A. 376) Piyan
go, Kurtuluş Savaşından sonra Ankara'ya düştü. O zamanki Ankara'nın
durum unu şu fıkra hoş anlatır. “İngiliz Büyükelçisi GeorgeClarck, yanında
müsteşarı ile (Başvekil İsmet Paşanın evinden) çıkınca, yürüyerek evine
dönmekten başka çâre olmadığını görür. Evi birkaç yüz metre yukarıda...
Biraz ilerleyince büyükelçiyi bir gülme tutmuş" - Kurtların bizi parçalaması
bir şey değil... Fakat, kurtların parçaladığı insanlardan ilk defa olarak kar
üstünde frak ve silindir artıkları kalacak..."dem iş" (F.A. 371)
Bu kinayeli fıkranın Cum huriyet kahram anlarını ne kadar etkileyeceği
kolay anlaşılır. Şapka inkılâbının gerekçeleri arasında, bay Fâlih şu anıyı
yazar: “1908 yılı.. Mustafa Kemal'i, başında fes olduğu için Sicilya çocuk
ları limon kabuğuna tutarlar." (F.A. 396) İstanbul'da saltanat yıkılm ış, A n
kara'da henüz hiçbir şey kurulam am ıştı. Ankara'da o zamanlar: "Bütün
hükümet şim diki Vilâyet binasında idi. Bugün saraylara sığmayan Ba
kanlıklar, o zaman 2-3 oda ile yetiniyordu." (Taşhan'ın) üstü han, altı ahır.
Maliye Bakam Haşan Saka'nın atı da bu ahıra bağlı... Osman zâde Hamdi,
Haşan Saka'yı, atının dizgini elinde, evine gitmek için kalkmak üzere bu
lur: "- Aman biraz para!" "-Anahtarına da lüzum yok ki: Kasayı açık
bıraktım. Git bak, içinde ne bulursan a!" (Hazine böyle). "Taarruz için ne
lâzım? Bu gün Ankara'da yaptırdığımız bir iki apartmana döktürdüğümüz
kadar para!... Yeni zenginlerimizin bir gecede bakara masasına döktükle
ri kadar para." Kimin nesi var, nesi yoksa yüzde 40'i devletin", "Zafer o l
du da genişledik mi? Maaş azlığından subaylar durmadan istifa ediyorlar.
Bizzat Mustafa Kemal kürsüye çıkarak orduya hemen 1 milyon Hra bulun
masını istemişti." "- Efendim bütçede imkân?", ”Mâliye Bakam yoktu. Da
ha dün yerine gelen Vekil: "- İmkân v ar efendim, demesin mi?", "Kâğıt
134
parayı kıymetlendirmek için her yıl 1 milyon lirayı yakmayı düşünmüşler.
Yakacak yerde zabitlere verelim, dedi.", (F.A, 510-513) “,Yüz küsur mil
yonluk bir bütçe." (Şimdikinin 200'de biri) (F.A. 512) İşte o hâliyle: "An
kara'yı Devlet Bütçeden yapacaktı." (F.A. 379)
Herkes, saklayıp ileride satmak üzere arsa edinmek hırsına kapılmıştı.
Şehir bayındırlıklarının başlıca düşmanı spekülâsyon olduğunu düşünecek
halde bile değildik." Batılı şehirci Yansen, Paşa’ya sordu: "B ir şehir
plânını uygulayabilecek kadar kuvvetli bir iradeniz var mıdır?.. Atatürk
kızdı. Fakat: “Şark kafasının ve mizacının Atatürk'ün enerjisini bile erite
rek en giize! illerimizden birini nasıl söndürmüş olduğunu göresiniz."
(F.A. 381) Bayındırlık Kom isyonu başkanı Fâlih bey, üyesi vâli.. Gelin
"PLÂN "i uygulayalım .
"Birçok arsalar spekülâsyoncuların eline geçmişti." (F.A, 384) “Anka
ra'da nüfuz ticaretinin ilk kaynağı, meselâ, Cebecide ucuz bir arsa almak
ve M aarif i/ekiline (Eğitim Bakanına: Devletçiliğimize!) Konservatuarı ora
da yapmaya karar verdirerek arsasını ona satmaktı." Yansen Plânı devlet
dairelerini Atatürk bulvarı üzerindeki bugünkü yerine topluyor ve hemen
yakınında 3000 memur meskeni için arsa emrediyordu." "Bölgeyi kamu
laştırmaya karar vermiştik. Başvekil İsmet Paşa: Bunun için 100 bin li
radan fazla veremem" dedi... Cadde üstündeki arsaların metre karesine
1 lira koymak lâzımdı. Emniyet anıtının bulunduğu kısımda, Atatürk'ün
yakın arkadaşları da arsa edinmişlerdi. Hemen fiyata itiraz ettiler ... Ata
türk arkadaşlarını itirazdan menetti. (Atsa 118 bine çıkacak). Bu sefer
Büyük Millet Meclisindeki spekülâsyoncular: “- Devlet daireleri bir araya
toplanamaz. Bir hava hücumunda..."dediler. Atatürk: “- Bir arada savu
nurum. Bundan ne çıkar dedi. " (F.A. 334)
Arsalar aslanların ağzından kurtarılabildi mi?
"Büyük Millet Meclisinin bugün yapılmakta olduğu toprakları almak için
kamulaştırma masrafına 20 bin lira kadar bir şey eklemek yeterdi. "- Biz
Meclisi oraya yaptırmayacağız!,"dediler... Yıllar geçtiği için 2 ,5 milyondan
fazla (250 katı!) kamulaştırma parası harcanmıştır., ve Mahalleyi Meclis
binası yerine İçişleri Bakanlığı nihayetlendirdiği için., bir anıt yapı olan
Meclis önü kapalı kalmıştır. (F.A. 335) Vâli: "Bir göstermelik olmak üzere
parasının çoğunu, Atatürk'ün daima geçtiği bulvarı, plân disiplininin tersi
ne, süslemek için harcıyordu." (F.A. 336) "Yuvarlak projesini (baltalamak
için).. Otomobiller yavaşlayacak. Atatürk'e burada suikast yapılmak kolay
olacağı, sorumluluğu üstüne alamayacağı iddiasına kadar gitti. Atatürk
bizzat geldi. "- Yuvarlağı belki biraz daha daraltmak lâzım, ama fikir doğ
ru!" dedi. “Kavşak prensiplerini nerede tatbik etmemişse, orada kazalar
olmuş ve senelerden beri seyrüsefer [trafik] memuru beklemektedir.
135
Yalnız bu yuvarlağın bulunduğu yerde h iç bir kaza olmamıştır ve hiç bir
seyrüsefer memuru beklememiştir."' (F.A. 387)
"Şehir plânında evsiz fakirlere verilmek üzere bir ucuz arsalar bölgesi
ayrılmıştı. Bu arsalar her isteyene parasız da verilebilecek. Fakat, yapılan
la r ufak kulübe de olsa, bir mühendisin kontrolü altında bulunacaktı...
Şimdi Ankara da bir kaçak şehir var!.. Bizim polisin elinden bir yankesici
kaçamaz. Ama bir ev., b ir mahalle., bir şehir kaçabilir." (F.A. 338) ”Kusur
halkta mı? Hayır. Fakir ve işçi evleri için bölge, hemen hiçe kamulaştınla-
caktı... Didinerek yuva edinmek isteyenlere orada yer gösterilecekti. Yap
madık... Bir İstanbul milletvekili garaj bahanesıie... dükkân kaçırdı. Bir
başka milletvekili kat kaçırdı. Belediye göz yumdu. Yerli bayındırlık... Har
cadığımızdan daha az masrafla elde edeceğimiz yeryüzünün en ileri şehir
plânını, mahvetti." (F.A. 389) "Bir dönümde bir kır evi disiplinine göre 1
metre arsa Fiyatının 1 lirada karar kıldığını düşünürseniz, aynı yerde biti
şik ve dört katlı apartman sistemi bu Fiyatı 20 liraya çıkarır. Müsaadeyi ve
renler, spekülâsyoncularla ortaktırlar. Birde arsalar lehine bir plân deği
şikliği duyarsınız, hemen hırsızlığa hükmediniz." (F.A. 389)
Ve m antıksal sonuç: "Sâbit olmuştur ki, (Yunan ordularını denize dö
ken) Mustafa Kemal, ŞAPKA ve LATİN HARFLERİ inkılâplarını başarabile
cek kadar b ir kuvvetli idare kurmuş, fakat bir şehir plânını uygulayabile
cek kuvvette bir idare kuramamıştır." "Hırsızlar ve geriler olmasaydı..."
(F.A. 390)
Bay Fâlih'in: "H ırsızlar ve geriler" dedikleri, toplum um uzda Bâbil çağı
kalıntılarının, Tefeci-Bezirgânların Batı Finans-Kapitali ile kaynaşm asından
doğmuş, bizim bize benzeyen Özel Sermayeci sosyal sınıfımızdır.
136
sosyalizm dem ek olduğundan, aynı şeye iki ad takm ak gibi birbirinden
ayrı hayat ve sosyalizm deyim leri ve düşüncesi yersizdi.
Sosyalizm düşüncesi: Toplum ca yitirilm iş bir hayatın, "Düşüncede"
aranması dem ektir. Bir toplumda "Sosyalizm düşüncesi" görüldü mü, ora
da iki zıt uçlu bir problem önüm üze çıkar: 1- TEZ: Sosyalizm yaşantısı yi-
tirildiği için aranmaktadır; 2- ANTİTEZ: Sosyalizm düşüncesi ortaya çıktığı
için, sosyalizm yaşantısı olgunlaşm aktadır.
Bugün Türkiye'nin hiç değilse modern sosyal yığınları içinde sosyalizm
düşüncesi gittikçe yaygınlaşıyor. Demek, toplum um uz sosyalizm ya
şantısını yitirmiş, başka deyimiyle sınıfsız bir toplum olmaktan uzaktır. Eğer
bîri kalkar da, Türkiye'nin: "Sınıfsız ve imtiyazsız" bulunduğunu söylerse,
insanlarımıza, "Yitirilm iş bir şey yok ki, ne arıyorsunuz?" demiş gibi olur.
Sosyalizm düşüncesi, m edeniyet kuruldu kurulalı zaman zaman tepm iş
tir. İnsanoğlu yitirdiği ilkel ve iddiasız sosyalizm yaşantısını kolay kolay
unutamamıştır. Ancak yedi bin yıldır m edeniyetlerin üst üste batış, sonra
çıkışları, düşüncelerde öylesine bir kargaşalık ve bozgun yaratm ıştır ki, en
sonunda sosyalizm yaşantısının bu dünyada bir gerçeklik olabileceğine
inanç da yitirilmiş, ideal m utluluk, eşitlik, kardeşlik ve huzur yaşantısı din
lerin biçim leştirdikleri Cennet'ten başka yerde olağan sayılam am ıştır.
Batı ülkelerinde kapitalizm , insan m ed eniyetini yıkm aksızın, insan
y a şa y ışın d a d e v rim se l d e ğişiklikler olab ileceğ ini ispat edince, sınıfsız
toplum hayatının bu dünyada ge rçek le şeb ilece ğ i düşün cesi k e n d iliğ in
den güç kazandı. A ncak bu um ut, sın ıflı bir toplum içinde d oğ du ğ u için,
kaç tü rlü sosyal sın ıf varsa, iste r istem ez o kadar çeşitli S O SYA LİZM
d ü ş ün celerin e kapı açtı. D urum unun sarsıldığ ın ı gören kimi sosyal k ü
meler, kendi çıkarları açısından bir sosyalizm dü şüncesini ortaya
attılar. D erebeyllerin sosyalizm i, küçük üretm en lerin (köylülerin, e s n a f
ların vs.) sosyalizm i, aydınların sosy alizm i, k apitalistlerin, işçilerin sos
y alizm leri ve ilh, ve ilh ortaya çıktı. Her ülkede, hangi sosyal küm eler
ağır basıyorsa, onların dam gasını taşıyan bir çeşit sosyalizm önerildi.
Modern toplum da, Ortaçağ artığı kümelerin: Beylerin, ağaların, köylü
lerin, esnafların ve ilh.. Sosyalizm leri, insanlığı geri geri, Ortaçağa dön
dürm e içgüdüsü ile davrandığı için, kişi ölçüsünde zorbalık m etotlarını öne
süren, 19. yüzyılda: A n arşizm , Nihilizm , hattâ Raslzm ve 20. yüzyılda:
Faşizm , Nasyonal S osyalizm , Frankizm ve ilh kılıkiarına girdi. G eri git
mekte çıkar bulmayan modern sosyal sınıflardan kapitalistlerin sosyaliz
mi, H üm anitarizm denen ve sınıfları "inkâr" eden insaniyetçilik, yahut
toplum u sadakayla onarm aya çalışan iyilikseverlik akımlarını besledi. İş
çilerin sosyalizm i 19. yüzyıl başında: Kendi bilincine varamayan işçi
137
sınıfının kapitalist hümanitarizmi ile katışık Ütopik Sosyalizm , 19. yüzyıl
ortasında: ve politika krizleri ile sosyal gerçeklik büsbütün durulunca Bi
lim sel Sosyalizm oldu. Bu çeşit çeşit sosyalizm ler, zaman zaman kul
lanım larını değiştiren sosyal sınıflar elinde, şu veya bu yönde işletilebildi-
ler. Naziliğin, finans kapital elinde Ortaçağ yığınlarını m odern insanlığa
karşı kullandığı gibi.
Yüzyıldan beri, m odern kapitalizm in sosyal sınıfları için sosyalizm de
nince, en azından iki genel kavram önüm üze çıkar:
1- Toplum bakım ından düzen: Kapitalist ekonom inin plânsız, a n a r
şik ÜRETİM YORDAM I yüzünden bitm ez tükenm ez ekonom ik ve politik al-
tüstlükleri (krizleri, savaşları) giderecek davranış,
2- Ç alışanlar bakım ından düzen: Kapitalist toplumun söm ürücü
ÜRETİM İLİŞKİLERİ yüzünden, çalışan sosyal sınıfların içine düştükleri
maddi, m anevi baskı ve em niyetsizlik durumunu giderecek davranış.
Bugün, kapitalist sınıfın bile "plân" ve "reform"suz yemin edemediği
göz önünde tutulursa, sosyalizm düşüncesinin sosyalizm yaşantısına ne
kadar yaklaşık bulunduğu ve sosyal kavramların nasıl içinden çıkılam az bir
kargaşalık taşıdığı kendiliğinden anlaşılır. Ve sağlı, sollu şaşkın bolluğuna
hiç şaşılmaz.
139
değilse bu gün artık bir"ideolog"luk değil, belki bir "dangalaklık" örneği d i
ye anılabilirdi. Nasılsa kadrocu geçinm iş beş on ısmarlama kişinin dördü,
sekizi, saf dangalak yahut ütopist sayılabilirler. Ama, geri kalan biri, ikisi
(Köylüm üzün deyim iyle) " Vakıfa ürem emiş"ierdir. Tarihin sayılı ütopistle-
ri: Yanılm alarında bile büyüklükleri saygı çeken çığır açıcılardır.
1- Hâllac'ı Mansurlar, Şeyh Bedrettinler, Kampanellalar: Zam anlarında
gerçekleşem eyecek insancıl bir düzenin ülküsüne müjdeci olm uşlar ve bu
uğurda baş verm işlerdir. Kadrocularda o göz var mı? Yeryüzünde en az
yüzyıldan beri bilimsel doktrini kurulm uş, uygulanm ası denenm iş SOSYA-
LİZM'in erkekliğini giderip, çarşaflı, peçeli harem dairesine iğdiş yazdırm a
ya çabalam ışlardır. Hepsi, her günlük iktidarın arabasına seyislikle binip
türküsünü çağırm ış, gizli açık finans kapital servislerinde doyurulm uş
kapıkullarıdırlar.
2- Robert Ovven'lar, Sait-Sim on'lar, C harles Fourrier'ler: O lgunlaş
m am ış işçi sınıfı üzerindeki azgın işveren sınıfı TAHAKKÜM Ü'ne karşı
çıkmış, uyarıcı olm uşlardır. Kadrocular, var olduklarını bile bile, sosyal
sınıfları yokmuş gibi gösterm ekle, tahakküme paravanlık, söm ürücülüğe
fırın kapaklığı etm işlerdir.
3- Kişi olarak Ütopistler, doğruluğuna bir yol inandıkları kendi orijinal
görüşlerinden bir daha öm ür boyu, ölüm pahasına dönm em iş yiğitlerdi.
Kadroculuğun en yanılmaz Rinpapa edalı frazeologları, dün "eşek sudan
gelinceye kadar" inandıklarına veya inanmış göründüklerine, bugün baş
ka daha tatlı sular bulunca tükürüverm işler, yarın daha başka hava esin
ce o tükürdüklerini de şifâ niyetine yalam aktan sıkılm am ışlardır.
Kadroculara "ü topist" demek, büyük ütopistlerin temiz yaşayışlarına
ve ruhlarına çam ur atmak olur.
Devletçiliğimiz, KADRO'ların bir p o st ve külâh kapm a sloganı olmaktan
çıkmalı iır. Bay F.R. Atay'ın pekâlâ söylediği gibi, Türkiye'de: "D evletçilik
b ir iktisadi doktrin olarak değil, tarihsel b ir zaruret olarak d oğm u ş
tur." (F.R.A.: Çankaya, c.2, s.20) Her doktrin öyle: "Tarihsel bir zaruret
olarak", doğar. Her zaruret gibi, devletçiliğim iz de, tarihsel olarak; yani
önce nedenleri doğru dürüstçe açıklanarak konulmalı; sonra gerçekten ta-
rihselliği, yâni nasıl gelip geçici olduğu izlenmelidir. Bugün bütün devletçi
lerimiz, devletçiliğim izin kaçınılm az nedenlerini örtbas ederek, tarihselli
ğinden dokuz doğururca "Doktrin" doğurm ak çabasındadırlar. "Bizim bize
benzeyen" devletçiliğim izin nedenleri, Kuvayi Milliyeciliğimizin bir tarihsel
devrim karakterini taşım asıyla ilgilidir. O nedenler, 30 yıl önce Em perya
lizm kitabında ekonomi politikçe, Demokrasi kitabında sosyal politikçe
özetlendi. 11 yıl önce, pratikçe bir siyasi parti düşüncesi durumuna girdi.
140
Devletçiliğimizin aydın tezgâhtarlığı m istifikasyonundan kurtulm asına elve
remedi. "Mem nu m eyva" gibi "Susuş kum kum ası" (conspiration de silen
ce) yolundan unutturuldu. Hele son 5 yıldır, yalnız kaçak'- intihal [aşırma]
konusu yapılan düşüncenin az çok biçim sizleştirilm iş suretleri nek çoğaldı.
A slı ise şöylece apaçıktı:
"CHP'si, Kuvayi Milliyeci denemelerle daha ilk günden h^ngi insanlara
dayandığını biliyordu": "1- KODAMAN ŞEHÎR BEZİRGÂNLIĞI "Amerikan
mandası", 2- TAŞRA HACIAĞALIĞI "İngiliz casusluğu" (H.K.: Kuvayi Milli-
yeciiiğim iz, s.8,9) için can atıyordu." Böylece Kuvayi Milliyecilerin önleri
ne iki ucu tutulm az bir değnek çıkıyordu. O zamana dek hak bildikleri kav
rayışa göre eski üstün sınıfları hem kendi partilerine ana güç sayıyorlardı;
hem de vesayet altına sokuyorlardı. (Bu tezatlı zaruret CHP'nin alınyazısı
oldu)... CHP, kendisine maddi, manevi tem el, fikir dayanağı, siyaset kay
nağı yaptığı züm relerin oluştan kaypaklığına karşı tedbir almak zorunda
idi. Büyük şehirlerin ecnebi nüfuzuna kapılm am asını, taşra hacıağalarının
derebeyivâri gericiliğe kaym am alarını istiyordu. Ama, gelgeç olarak içine
indiği geniş halk yığınlarına, "Cahil ayak takım ı" diye yukarıdan bakm ayı
öğrenm işti. Böyle bir p artiye DİKTATÖRLÜK'ten başka idare yordam ı
kalmıyordu.
"CHP, bir yandan dayandığı halde güvenemediği eski idareci zümrele
r i diktatörce gütmek zorunda kalıyordu; öte yandan; asıl güvenilecek halk
yığınlarına dayanmamak yüzünden, toplum içinde temelsiz ve askıda
kalıyordu. Buna çâre bulmak için, gericilik tepkisine denk bir giiç sağla
mak gerekiyordu. Bu güç, diktatörlüğü ayakta tutacak, eski zamanın
aylıklı askerleri gibi siyasete karıştırılmayan memurlardan derleşik bir
DEVLET örgütü oldu. CHP devletçiliği bu idi." (H.K., Keza, s. 10,11) T e fe
ci-bezirgân güdücü sınıf: "Kurtuluş" un bütün m eyvelerini tekelinde tuta
bilmek için bu tutuma katlandı. Aydın zümre: Prosper bir sanayi ve
kalkınm ada bulam adığı ekmek kapısını bu tutum da buldu: "Tarafsız bilim
adamı Prof. Neumarck, Hükümete verdiği 1.3.1950 günlü raporunda şu
nu yazdı: "Haddizatında az çok nüfuzlu olan kimi memurluklar s ırf bunla
ra sahip kimselere hâlâ b ir gelir sağlamak maksadıyla ihdas edilmişti."...
(Amerikan ilhamlı) "Ahmet Emin Yalman 39.1.1943 günlü VATAN gazete
sinde aynı doğruyu daha önce şöyle belirtmişti: "Tek parti rejimi,
aydınlardan derieşik bir sadakatli zümre sahibi olmak maksadıyla, millet
vekilliğini bile imtiyazlar ve nimetler sağlayan bir arpalık mahiyetine koy
muştur. " (Keza, s. 11)
İşte o gidiş önünde: "Bir ara, tatlısu kapıkullarından birkaç siyaset
muhtedisi [dalavereci] türedi: Bunlar, CHP'nin devletçilik oldu bittisini mal
141
bulmuş mağribi gibi, bir matah sandılar. Onların fikirleştirmeye özendikleri
"Kadroculuk", o gittikçe genişleyen fuzuli ve tufeyli devlet kadroculuğu idi."
(Keza) "CHP, duyduğu zaruretle, memlekette ne kadar okur yazar adam
bulduysa, hemen hepsini memurlaştırdı. Memurları da; bir kalemde "lâ si
yasi (apolitik) yaptı: Kanun, devlet kapıkullarının politikayla uğraşmalarını
toptan yasak ediyordu. Beri yanda memurlar ise: "Bizim hükümetimiz
memurin hükümetidir!" demekte sakınca görmüyorlardı. O kuruntuyla,
halka cidden bir sömürgecinin uyıvklusuna baktığı gözle bakıyorlardı...
Türkiye, Osmanlılıktan yeni çıkmıştı. Osmanlı toprak düzeninde devlet
memuruna "Sâhib'ül erz" deniyordu. Onlar çiftçileri "Reâya kulları" gibi
görürlerdi: Yüzyıllarca süre o ilişkilerle yoğurulmuş Osmanlı artıkları için:
Yukarıdan buyrultu ile kımıldamak ve kafa yormadan körü körüne boyun
eğmek gibi, aşağıdakileri hor görmek de hiç yadırganmıyordu..." (Keza)
Bu gidiş nereye vardı? Varabileceği yere. Orası, kadrocu fırın k apak
larının yanm adığını söyledikleri külhanın içidir. Yedi bin yıllık tefeci-bezir
gân gelenekli, 70 yıllık Batılı finans kapital görenekti bir toplum da, devle
tin ne kadar şahbaz davranırsa davransın egem en eğilim lerden bağımsız
kalabileceği şeylerin tabiatına aykırı olurdu. "H iç d e ğ ils e il k ( k a h r a
m a n lık ) d ö n e m i" için (Amerikan mandasına girmiş bir gericilik yerine
bağımsız bir diktatörlük) ehvendi. Ama, sadece "ehven i şer" idi. Yâni be
terin beterinden korunmak için, daha yeğnik [hafif] şerre başvurmaktı.
Diktatörlük devriyle, yabancı sömürgeciliğinden kurtuluyorduk. Lâkin, bu
yol, ulusal egemenlik başka tehlikeye düşüyordu. Prusyefda katmerleşen
Yunker-Asker-Banker bizantizmi ile yüzleşiyorduk." (Keza, s. 11) Dış kon
tenjanlardan ustaca yararlanm ayı bilen iç fin an s kapital, C H P'yi dize geti
recek cilveleri ve uzmanları buldu. CHP: "Kendini ve haddini bilmez, sahi
bine aldırmaz bir sarhoşluğa" kapılınca "Bu sarhoşu enterne etmek şart
oldu." Ve onun yerine davul zurnayla geçirtilen: "D.P. nin temellerine nasıl
mayınlar yerleştirildi." (Keza, s .18) 27 Mayıs'tan 6 yıl önce yazılı olarak ve
dupduru açıklandı. Aldıran olmamış. Anlaşılan bizde, İllâki, zam âne ikti
darından aldığı bahşişle, kalın ciltli, kalın sesli naslar yum urtlam aya, sol
kulağını sağ ayak başparm ağıyla gösterm eye, bir doğruyu tanınmaz kılığa
sokm ak için 90 yalana boğdurmaya "İdeoloji" deniliyor.
142
düşünceleri, bilerek, bilm eyerek Sosyal sınıf tem elini bırakıp, en ust
yapının kirem itliği dem ek olan devlet damına çıkm ış bulundular. Ortaçağ
kalıntısı ağaların "Mukaddesatçıhk"ı da, köylü, e sn a f ütopizm veya anar
şizm i de, aydın rasyonalizm veya rasizm i de, sanayici kapitalistlerin n as
yonalizm i de, acente bezirganların kozm opolitizm i, liberal kapitalistlerin
hüm anitarizm i de, işçilerin sosyalizm i de DEVLETÇİLİĞİ sosyalist düşün
cenin filozof taşı sayıyor.
Bu kaos içinde en çok aydınlatılm ası gereken şey DEVLETÇİLİK'tir,
Çünkü, başka ülkeler için ne olursa olsun, Türkiye için devletçilik en az
beş yüz yıllık (aslına bakılırsa Nem rut öncesi: Beş bin yıllık) bir tarihsel ve
sosyal olayın geleneğidir. İlk Türkiye devletini kuran Osm an Gazi devlet
çi idi; im paratorluğu kuran Fatih Mehmet devletçi idi; birinci Anayasayı
(M eşrutiyeti) ilân eden Abdülham it devletçi idi; hürriyeti (Abdülham it'in
ikinci defa ilân ettiği anayasayı) tekeline alan İttihat ve Terakki Fırkası
devletçi oldu; Cum huriyeti tekeline alan Halk Partisi devletçidir. Bu
bakım dan şimdi "Devletçiyiz" derken yeni bir şey söylediklerini sananlar,
um dukları kadar "Orijinal id eolog " sayılam azlar.
Kimi "Neo-ideologlar"ım ız, "Tarih gerçeklerimizi hem iyi bilmek, hem
iyi değerlendirmek zorunluluğu alanında yazılmış eksiksiz bir çalışma ola
rak kabul" (Eylem, no:4, s.4) edilen araştırm alarında, "sınıfsız", devletçi
liğe göz kırpan, ama gene de "Resm î olm ayan ve kürsüler aşırı iki "et
kili düşünce akım ı" keşfediyoılar. Kapıkulluğundan patentli olm adığı için,
onlard an başka düşünce akım ına "Doğdu ve günüm üze kadar yaşadı" d i
yemiyorlar. Bu iki akımdan:
"Ahm et Hamdi Başar'ın: "İktisadi Devletçilik Doktrini" n e göre " Kem a-
lizmin tarihsel görevi bizde eksik olan modern sınıfları, burjuvazi ile işçi
sınıfını yetiştirmek ve ondan sonra devletçilikten vazgeçmek" (Ey., 4,
s . 10) imiş. Bu "Doktrin"in kurucusu: "Atatürk'ten başlayarak Adnan Men
deres'e ve Milli Birlikçilere değin hiçbir kadroya düşüncelerini benimsete-
meyince kızıp, hepsini "Kapıkulları" diye horlayarak burjuvaya yöneldiği
için", "Bir yana bırakacağız." (Ey., 4, s . 11) deniyor... Başar'ın, Firavunlar
çağından kalma Şark Devletçiliğim izden kolayca vazgeçilebileceğini san
ması yanılma olabilir, ama burjuva ve işçi sınıfı yetiştirm e düşüncesini
hangi kadroya benim setem ediğini, hele kapıkulu teşhisinden niçin o kadar
gocunulduğunu pek anlayam adık. Geçelim .
"Baş sözcüsü bugün de Ş.S.A. [Şevket Süreyla Aydem ir) olan kadrocu
Kemalizm ideolojisi" ise, "Çelişmesiz, yâni sınıfsız bir toplum bütününe
varmaktadır." kanısını savunan Neo-ideologlarım ız, bir yerde: "Bu düşün
ceye bağlı Ş.S.A.'den başka kim se kalmadı" diyorlar, başka bir yerde:
143
"Çağdaş uygarlığın şu ölüm, dirim döneminde yüklenmek zorunda oldu
ğumuz tarihsel ödev" gibi ir i lâflar, kadrocu üslûbun süsü olmaktan çıka
rak, yavaş yavaş bütün aydınların diline yerleşiyordu..." sözüyle, kadro-
culuğu: "Sosyal tarihte yer almayı hak eder." (Ey., 4, s . 12) buluyorlar.
Bizim bildiğim iz "Kadronun Kadroları": Önce m odern İşçi sınıfımıza
"ideolog" kesilm ek istemişlerdi. 1926 yılında pabuçları ellerine verilince,
"D ev le t kadrosuna", -H. Başar gibi "düşüncelerini benim setm ek" için bi
le değil- sırf karınlarını doyurm ak için "Yön " alm ışlardır. G erçi "inkılâp
kürsüleri" ne am atör profesör yapılm adılar. "D önm edikleri engeldi. Ama,
bal gibi "Memur" oldular. Hangi "resm i olmayan"?.. En resm i kattan
em ir alarak "KAD RO "culuğu açm ışlar, gene em ir alarak kapatmışlardır.
Bilm eyenler, tek içten ve değerli kadrocu Yakup Kadri Karaosm anoğlu'nun
"Sefaret Hatıralan"nı okusun. O, öteki Ş.S., V.N. [Vedat Nedim Tör],
İ. H. [İsmail Hüsrev Tökin] gibilerle bir tutulm ayıp sefirliğe sürüldüğü hâl
de kırılm ıştı. Ve kadroculuk: " Gökalp'i bile unutmuş gözüken bir bilgisizlik
ve sorumsuzlukla., davul zuma curcunası içinde bir kaç y ıl. " (Ey., Keza)
olsun sürem em iştir.
Şimdi o politika şam ar oğlanlarını "ideoloji" yiğitleri olarak öne sürm ek
için hangi "düşünce"leri ele alınıyor? Şu: "Kadro, daha önce bizde pek b i
linmeyen, ya da daha doğrusu pek bilinçli olarak kullanılmayan bazı sos-
yal-ekonomik kavramları eleştirdikten sonra şu sonuca varır: Dünya bu
gün birbirine karşıt üç karargâha ayrılmıştır: 1) Emperyalist Batı, 2) Sos
yalist Scvyetler, 3) Her ikisine de karşı ayaklanan sömürge ve yarı sömür
ge halklarının karargâhı." (Ey., no: 4, s. 11),
Önce neo-ideofoglarım ızın kadrocu "sonuç" dedikleri şey: "Pek bilin
meyen" değil, öğrenilm esi yasak edilm iş "k a v ra m la rın devşirm e
kapıkullarınca tanınmaz kılığa sokulm a çabasıydı. Dünyadaki "Üç karar
gâh" sözcüğü bir kadrocu "Eleştirme"sin(n ürünü sayılırsa, develeri ken
dim ize güldürürüz. Çarlığı yok etm iş bir devrim in ilkokulunda o sözcük
tahrifsiz öğretilir. İlkokul kültürü bulunm ayan bir m edrese yobazcığı ora
da yalan yanlış ezberlediği formülü, hırsızlığı yakalanm asın diye ters-yüz
edip bitpazarında babasının malı gibi satmaya kalkışm ıştır. Bu yavuz
hırsızlığın ev sahibi pozu iki cürete dayanıyordu:
1- Form ülün aslını yazan ilkokul kitapları T ürkiye'ye sokulm aya
cağından, "M ünevver v e m ütefekkir" insanlığımıza kudret helvası niye
tine yutturulan kalp plajyacılığı, kim se kadroculuğun yüzüne vuramaz, bi
liniyordu.
2- Kadro ideologları, bütün dünyaca doğrusu bilinen form ülü tanınm az
hale getirebilecek kadar kalplaştırabileccklerine güveniyorlardı.
144
GERÇEK: KEM ALİZM İN SO SYA LİZM LE İTTİFAKI
Kadrocu sofizm in pozuna değil de, sözüne bakalım. "Sömürge ve yarı
söm ü rg e halklarının karargâhı," hem empeı-yalizme, hem sosyalizme,
"H er ikisine karşı ayaklanan" bir hareket miydi? Yoksa sosyalizmle el ele
vererek em peryalizm e karşı ayaklanan bir hareket miydi? Kadroculuğun en
büyük kalpazanlığı burada "ideologlaşır". Çünkü gerçeği tersine çevirm e
ğe kalkışır.
Ö rneğin, Kâzım Karabekir Paşa'ya İngiliz sub ayı Ravlenson (yâni em
peryalizm ): "Bahsi Bolşeviklere getirdi. Yapılan ve yapılacak şey, başka
memleketlere Bolşevikliğin bulaşmamasıdır. Ve müthiş propagandacılarını
her yana gönderiyorlar.” (İst. Har. s.24) dem işti. Ama, Karabekir Paşa,
kendi hesabına şunları yazdı: ’*Sosyalistlerin Kafkasya'ya yürüdüğünü ve
bize iyi bir barış sağlanmazsa, sosyalizm bizim düşmanlarımızın düşmanı
olduğundan tabii müttefik olacağımızı, Sohum havalisinde İtilâf kadrosu
nun denize döküldüğü gibi havadisleri yayınladım. Kıtaatta (asker birlikle
rinde) ve halkta maneviyata iyi etkiler yaptı.” (Keza, s.21)
Mustafa Kemal Paşa, Am asya'dan 23.6.1335 (1919) günü 15. Kolordu
Kum andanlığına bu şifreyi gönderdi: "Sosyalizmin kavranış ve açıklanış b i
çimi d ah i konuşularak, esasen Kazan, Orenbuıg, Kırım vesaire gibi İslâm
ahali bunu kabul ederek, dindarlık, gelenek gibi işlerle zâten ilgili ol
madığından, bunun memleket için bir sakıncası olmayacağı düşünüldü...
Öte yandan, ilk teklifin herhangi bir suretle sosyalistler tarafından
yapılması beklenmeyerek, derhal o havaliden içeriye kimliği gizlenerek
(mütenekkiren) gönderilecek bir kaç değerli kişinin aracılığıyla hemen söy
leşiye girişmek, anlaşmak pek uygun olur. İşbu amaç için, bu memleketin
milli kudreti hazır olduğu bildirilerek, şimdilik kim liği gizli olarak, örneğin
bâzı delegelerinin kabulü ve gelecek durumlarımız, silâhlar, mühimmat ve
teknik araçlar ve para ve gerekince sınırda tutmak ve İtilâf Devletlerinin
memleketi terk etmeleri için bir silâh olarak kullanmak yüksek düşüncele
ri veçhile pek yerinde olur... Ve sosyalizm ve onunla ilgili olan amaçlar
(hedefler) uğrunda paraca fedakârlığa ihtiyaç olacağına göre, bu maksada
kullanacağımız paranız ve vilâyete en son ayrılan örtülü ödenekten yarar
lanma kabil olup olmadığının inba [haber] buyurulmasını rica ederim. ”
M. Kemal Paşa'nın gizli servis şefi Hüsrev Bey, 1 Haziran 1335 (1919)
günü Havza'dan "işlerin istihbârata ve siyasiyata ait bölümünü üzerime
a ld ın f diyerek, şu mektubu kaleme aldı: "Sosyalistlik Bulgar ve Macarların
da katılmasıyla bugün itilâ f kuvvetlerinin emperyalist salgınına, hırsına vc
tamahına, gaddarlık ve itisâfına [yoldan sapm a] karşı bir birleşme vesile
si oldu. Ulusların alışkanlıklarına ve bilgilerine göre pek çok değişikliğe
145
muhtaç olan yüksek prensipleri bir yana bırakarak, inşallah en büyük ve
metin bir millet olan Almanların da bu yöne -gaddar bir barışı kabul etme
mek için - dönmeleri, bizler için pek büyük çıkarı gerektirecektir... Bence
milletin -basındaki aydınların- vereceği karar, ya bağımsız yaşamak, ya
hut toprağın altını üstüne tercih etmekte derlenip toplanırsa, her şeyden
önce sosyalistlerle temas edilmek, prensipleri anlaşılmak, İslam'da,
Türk'te geleneklere ve belirli kurallara çözüntü vermemek şartıyla, değiş
tirerek nasıl kabul olacağını, nasıl uygulanacağını kararlaştırmak ve fakat,
sınırdaş olup, düşman saldırılarına karşı koymayı sağlamak için silâh, cep
hane, erzak almak yanlarını sağlama bağlamak gerektir."
Anadolu hareketini başarıya ulaştıran en büyük liderler böyle görm üş
ve davranm ışlardır. Türkiye kurtuluş hareketi, Sosyalizm e "karşı," değil,
"Müttefik" olm uştur. On yıl sonra üç buçuk politika m uhtedisi [dalavere
cisi] kılkuyruğun "ideolog" pozuyla, olanları olm adığı biçim e sokmaları,
ancak Menderes zamanı uygulandı ve Türkiye'yi 20 m ilyar dış borçla kri
tik duruma soktu. Bu mu "sosyal tarihte y e r almayı hak eder?”
148
'Yukarı ki rakamlar, tevdiat bakımından İş Bankasının ne önemli bir kua-
re t deyimlendirdiğini belâgatlıca gösteriyor. " (Keza)
"Bu kâr ve çıkar bakımından üstünlük havadan gelmez: İş Bankasının
tüm Türkiye ekonomisi üzerindeki "Kudretinden ile ri gelir. O kudreti
anlamak için İş Bankasının yabancı kapitallerle kaynaşarak -tekelleşmele
re temel olan bütün memleket ilk madde ve enerji (kömür, maden) kay
naklarına nasıl el atmış bulunduğunu göz önüne getirmek yeter. Tabii,
"İŞ" o kadarla kalmaz. Şeker üretimi tümüyle, dokumacılık, kerestecilik,
sigortacılık, kükürt, telsiz telefon, kibrit monopolü, en sonra standardize
ihracat (İş Limited) ile "Hamburg ve İskenderiye gibi önemli mahreç iske
lelerim iz" (Mısır Limited), İş Komimport ve llh.. sahaları, doğrudan doğru
ya İş Bankası kartalının kanat gerdiği işlerdir. Şimendiferler inşası (Hükü
mete ilk demiryolu kredilerini o açar); şehir bayındırlığı (İzmir'e 2 milyon),
ambalaj işi (Beşiktaş'ta), deniz nakliye ve kurtarma işleri (Deniz İş) gene
onun.. Yeniden, devlet kapitaliyle el ele vererek, ampul, cam, sömikok,
kâğıt, manifatura ve yünlü kumaş tesislerine hazırlık yapar. Şekerin
akrabasıdır diye, kahve için İktisat Bakanlığından 3 yıl imtiyaz (2.5.1933
günlü gazeteler)... 1933 yılından beri: "Türkiye İş Bankası artık tütün
işinde faal rol oynamaya karar vermiştir (N. Cum., 1!J. 1.1933) İş Ban
kasının dolayısıyla egemen olduğu ekonomi vb. girişkinlikler en minüskül
BeB kravatlarından, en muazzam havai hatlı Zıngal şirketlerine dek
uzanır." (Keza, 62-64)
“Bilanço oyunlarının bir alaturka çeşidini okuyalım: "Dün bir yazarımız
Esnaf Bankasının zarara sürüklendiği zamana ait bilanço ve idare meclisi
raporlarını, gazetelerden saklanmasına rağmen elde etmeyi başarmıştır.
1927 yılı idare meclisi raporunda, bankayı dolandıran, yangın söndürme
âletleri m uhterileriyle, [icatçıları] girişkinlik pek yararlı gösterilmiş, ban
kanın b ir sürü kötüye kullanımlara yol açan otomobil acenteliğini üzerine
almaktan vazgeçtiğinden konu edilmiş, mevduatın 150.000 lirayı, yıllık ci
ronun 25 milyon lirayı bulduğu ileri sürülmüş, tasarruf sandığı mevduatının
azlığından şikâyet edilerek sandığın rağbet bulmaması, esnafın kazanç
larından b ir kısmını ayırmayı (fmans kapitale sunmayı) âdet etmemelerine
atfedilmiştir. O kadar kârlı işlerden konu edilmesine karşılık, 1927 bilânço-
su, durumun iyi olmadığını açıkça gösteriyor. " Şirketin kontrolcüleri yok
mu imiş? "Gene çok dikkate değer bir nokta, bu sıralarda banka eski bele
diye kurulu üyelerinden Abdürrahman Naci ve tüccardan Emin Zeki beyle
rin aşağıya aynen aktardığımız raporu vermiş olmalarıdır: "Bankan.n bü
tün işlemleri ve defterleri ve idare meclisi raporu tarafımızdan birer birer
incelenip denetlermiş ve hepsinin konulu usul içinde geçtiği görülmüştür.
149
Azdan az işe başlayan bankanın genel işlemlerinin amaca doğru emniyet
le ilerlemekte olduğunu arz ile kazancın adaletlice üleştirimini sağlamış
bulunduğunu" bildirir. "1928 İdare Meclisi raporunda ise, bankanın gittik
çe geliştiğinden, daha başarılı işlere aday olduğundan, konu açılarak,
özellikle yazı makinesi getirtmek yoluyla bankayı 90.000 lira zarara so
kan Volf, uzun uzadıya övülür." Bir gazete tanınmış bir çok zâtların ad
larını bankanın borçluları arasında yayınlamış " " İdare Meclisi başkanı Alâ-
iy e li Mahmut şunları söylüyor: "İşleri öğrenince hissem i zararla elden
çıkararak kurumdan tüm çekildim . "
"Kabak kimin başında patlamış?.. Bu ateşte yanan zavallı çöpçüler ol
muş!.. İsm i var, cismi yok (çünkü: işçi sınıfına ait) b ir "Yardımlaşma
sandığının sermayesi çöpçülerin aylıklarından %S kesilerek sağlanmış ve
böylece 70.000 lirayı aşkın bir para birikmiş.. Başvurmadıkları için bu pa
ra boyuna bitikmiş kalmış ve Yardımlaşma Sandığı iş i de lâftan işe geçe
memiştir. . Bu paranın işletilmesi için Esnaf Bankasına verilmesi uygun gö
rülmüş.. ve bu acı sonuca uğramıştır. "
Çapulun sorum luları ne olm uş? "Esnaf Bankası üzerinde kontrol
hakkını iyi kullanmadığından dolayı, Danıştay mülkiye dairesince, İstan
bul İlbay ve Şarbayı (Vali ve Belediye Başkanı) hakkında yargılama kararı
verildiği yazılmıştı. Şarbay Muhittin Üstündağ, itirazını genel heyete gön
dermiştir. Bununla birlikte, bu işi esasen zaman aşımına uğramış ve ge
nel affa giren işler sırasında bulunduğu ve Danıştay'ın inceleme kararı ver
mekle yanlışlığa düştüğü" anlaşılmış. Demek: "Balta ne oldu? Suya düş
tü. Su ne oldu? Manda içti. Manda ne oldu? Ahıra kaçtı. Ahır ne oldu. Yandı
kül oldu!." (Em peryalizm , s.66-69)
C UM H U RİYETÇİ D EVLETÇİLİĞİM İZ
"Finans kapital çağı, ekonom ik ve politik buhranlar çağıdır. Devletin
içinde OLİGARŞİ (Oligos: azlık, arşe: kum andandan) azlığın kumandanlığı
vardır. Kapitalist devlet, gerek tekniğin sosyalleşm e eğilim ini önlemek,
gerekse verim siz durum a düşen girişkinlikleri özel kapitale yük olmaktan
kurtararak genel kapital çıkarına uygunca işletm ek için, kendisi kapitalist-
liğe başlar.. D evletin t a ş ıt politikası ve s a v u n m a tertipleri, büyük m as
raf kapılarını açar. Bu m asraflar ve alınan ödünçler yüzünden, devlet fi
nans kapitalle sıkı sıkıya bağlanır... Türkiye finans kapitalinin organı olan
Fransızca dergi şöyle der:
"Birçok ülkelerde olduğu gibi bizde d e devlet, ekonomik ve sosyal
tertipten bir hayli iş kategorisinin üstesinden gelmek durumundadır ki,
her yeni m ali yıl bu işlere düşen masraflara omuz vermek zorundadır.
150
Ö fe yandan, m ille tle r arasında egem en olan em niyetsizlik., m odern te k
niğin m ille tle r em rine v erdiği savaş a y g ıtla rın ı elde etm ek, m ille t b ü tçe
sine büyük b ir yük olm aktan g e ri k alm ıy o r." (Econom iste d'O rlent
10.8.1935)
"19 35 Türkiye bütçesi.. 195 m ilyonda 57 milyon (hem en üçte biri)
doğrudan savunm a masrafı, 46,4 milyon (% 23,9) kamu borçlarıdır...
Devlet zarar eden özel kapitalist işletm elerini satın alır: Sam sun - Ç ar
şam ba hattı gibi... B ird e , özel serm ayenin kuram adığı girişkinlikleri, dev
let verimli durum a getirince kapitalistlere teslim etmek üzere, kendisi
üzerine alır (Beş yıllık sanayi planı). Böylece, kendisi de kapitalistleşen
devlet, finans kapitalle içli dışlı olur: Süm erbank'a 1935 bütçesinden 3
milyon ödenek verilir. 1933 yılı, Sivas-Erzurum hattı için İş Bankası, üç
devlet bankasıyla birleşerek, Abdürrahm an Naci idaresinde 10 m ilyon se r
m ayeli teşebbüse girişir. Şeker, kükürt, bakır, kömür, dokuma vb. işlet
m elerinde, devlet İş Bankasıyla elbirliği durum undadır. Adapazar Bankası
kapital arar: Ona devlet bütçesi "yardım " eder, ve ilh, ve ilh...
"Devlet, finans kapitale bu kerte girince, karşılık olarak, finans kapital
de devlete girm ezlik edem ez. 1929 Türkiye'sinde, 25 m ilii kapitalist sa n a
yi ve m ad en ler şirketi vardı. Bunların idarelerinde 20 kad ar m illetvekili
saydık. 38 m illi bankada 31 tane m illetvekili bulunuyordu. Demek, hem en
h e r büyük yerli m illi şirketin M illet Meclisinde b ir m illetvekili var! Ama,
devletle finans kapitalin kaynaşm a kertesi yalnız "Kam utayın sayın üyele
ri"nin şirketlerde açıklanm ış sayılarından belli olmaz. H er şirkette ayrıca
bulunan birçok eski Yargıtay üyeleri, büyük askeriye ve m ülkiye ERKANI
da hesaba katılmalıdır. Sonra, bütün büyük endüstrim ize 7 banka eg e
mendir, demiştik. Bunlardan üçü d e v le t bankasıdır, ki içlerinden yalnız b i
risinde (15-20 kurum u güden İ ş Bankasında) tam 13 m illetvekili vardır.
D em ek İş Bankasının idare meclisi, bir M illet Meclisi m inyatürüdür, ve
hepsinin üstünde işte şaheser; İş Bankasının geçm iş Genel Müdürü Celal,
beş yıldan beri Ekonom i Bakanı B oyar sıfatıyla, Türkiye ekonom i politi
kasının m üdürü olm uştur." (Em peryalizm , s.76-79)
Böylece, C. Bayar'ın ilk Başvekil olm adan 2 yıl önce, İkincisinde C um
hurbaşkanı olm adan 15 yıl önce, Yassıadaya göçm eden 25 yıl önceki yıldız
falını, 1935 yılı çıkan yukarıki incelem e açıklam ış sayılabilir. A ynı incele
me, "S ın ıfsız Toplum " ideologlarına 30 yıl önce gerçeği özetlemişti:
"D evlet kapitalizm i dem ek, Tınans kapitalin uçsuz bucaksız hegemonyası,
"O ligatşi diktatörlüğünün tem erküz etm iş deyim i de m ektir" derken, yalnız
D E M O K R A S İ'yi savunm akla kalm ıyor, Türk m illetinin geleceği ve şerefiyle
oynayan gidişi dc aydınlatarak enlem eye çalışıyordu. Çünkü, Am erika'nın
151
ünlü New York Times gazetesi şöyle yazıyor: "Amerikan şirketlerinden
çıkan mektuplar okundu; bunlarda Vickers Armstrong'un kullandığı me
totlardan acı acı şikayet edilmektedir. M. Driggs, bunların "Kirli metotlar
olduğunu", Türkiye'deki mümessillerin, kendisine gönderdiği vesikalarla
büyük İngiliz şirketlerinin Türk hükümetinden siparişler almak için, Anka
ra'da nüfuzlu, ama kötü şöhretli kadınları kullanmakta tereddüt etmediği
nin ispatlanmış olduğunu sözüne kattı." (Emp., s.82, 83)
Az sonra, "Eylülde yapılan Nürnberg kongresinde. Alman Propaganda
Bakanı Göbbels dedi ki: "İtalya’da, Japonya'da, Macaristan'da, Lehis
tan’da, Brezilya'da, Portekiz'de ve TÜRKİYE'de mücadeleye gözle görüle
cek biçimde girişilmiş bulunuyor." Nazi önderinin Türkiye'de gelişmiş gör
düğü "mücadele" ne id i? EKONOMİK alanda Türkiye finans kapitalinin ci
han finans kapitaline peyk olması: 'Türkiye'nin Almanya'dan kredi ile
aldığı 36,3 milyonluk eşyanın 29,6 milyonu resmi devaire ait, yani ETA-
TİST (devletçi) siparişlere mahsustur." "99'tar konferansında Alman dele
gesi Hügenberg açkça diyordu ki: "Türkiye'nin endüstri kurmasına ne ha
cet var? O Avrupa endüstri ürünleriyle kendi tarımsal ürünlerini değişme
lidir. "V e Türkiye finans kapitalinin şımarık çocuğu İş Bankası, Hamburg'ta
şube açmakla o direktife ayak uyduruyor, "Türkiye Ticaret Odalarından 40
Odanın Berlin Türk Ticaret Odasına üye yazılmaları.. “ suyun üstüne
çıkıyordu. Politik alanda ise aynı İş Bankasının Genel Müdürü Celal Bayar
(Atatürk'ün ölüm döşeğindeki durumundan yararlanarak) Türkiye Başve
killiğine çıkıyordu. (H.K.: Dem okrasi, s.20-23)
Oysa: "Cumhuriyet Türkiye'si, cihan yangınını çıkaran emperyalizm
elinden milli varlığını kurtararak doğmuştur. İkinci bircihan savaşından ka
zanacak hiç bir şeysi olmadığı için, iliklerine kadar barışçıdır... Gerçi, her
memleketin kendi varlığını dış düşmana kaışı koruması en mukaddes
hakkı ve vazifesidir. B ir ülkenin, SAVUNMA uğruna en kahredici silahla
ra başvurmaması yalnız cinnet (çılgınlık) değil, cinayettir de. Çünkü bu,
köleliğe boyun eğmek olur. Ama, bugün genel olarak savaş denildi mi,
başkalarının toprağında ve ekmeğinde gözü olan EMPERYALİST harpleri
denilmek ister. Ve bunlar ancak silah fabrikacılarının işlerine yarar. Ame
rika'da silah ticaretini inceleyen komisyon: "Savunma ve Ticaret Ba
kanlıklarının silah fabrikalarının emrinde bulunduklarını" ve eski Cumhur
başkanının silahsızlanma anlaşmasına nasıl engel olduğunu ortaya
çıkarmıştı." (Demokrasi: 18)
"Nazi bakanı "Savunma" sözcüğünün "saldırm a" dem ek olduğunu da
şöyle deyim lendiriyor: "KARŞI-SALDIRI güçleri artık seferber edilmiştir.
Almanya cihan düşmanına karşı başkaldırmıştır." (Nürnberg söylevi)...
152
Bütün bu yırtıcılıklar barış ve demokrasi taraflılarını korkutamaz.
Saldırılar, can çekişen bir hayvanın son debelenişidir. Nazi Almanya'sı, asıl
Almanya, asıl Alman m illeti değildir; Alman silah fabrikacı ve yunkerleri-
ne kukla olan, en şöven, en gerici, en suikastçı ve en saldırgan bir cihan
afeti olan faşizmin, baş kaldırma veya BAŞINI YEME belgesidir... Dünya
medeniyeti barbarlıktan üstün olduğu gibi, demokrasi de faşizmden çok
üstündür. O kadar atıp tutan faşizm, dem okrat devletlerin bir vuruşta
aldıkları Nyon kararı önünde kuyruğunu apışı arasına sıkıştırmadı mı?...
Roosevelt, faşizmi dünyanın yüzde 10'u sayarken, faşist devletlerin tüm
nüfusunu göz önünde tutuyor. O yüzde 10'un da binde 999'dan fazlası fa
şizmin yalnız mazlumu, baskısı altına düşmüş insanlardır. Ve elbet: "Bir
şey dıyık oldukta m üttesi'olur" (yani: çok ezilen çabuk patlar!)... Cumhu
riyet Türkiye'sinin YÜKSEK MİLLİ ÇIKARLARI'na mihver (eksen): DEMOK
RASİDİR. Ve biz bu ülkede herhangi bir gericiliğin gaflette avlayamaya-
cağı kadar uyanık DEMOKRATİK CUMHURİYETÇİ KUVVETLERİN artık var
olduğuna inanıyoruz." (Dem okrasi, s.22-24, İstanbul,1937)
153
aşk" yolundan kahram anlar Allahlaştırılıp öldürülür, yahut ölm eden m um
yalanıp saray mezarına gömülür.
30 yıl önceki "Devletçilerim iz" bugünküler kertesinde "M asum bebe
cik", değillerdi. Gene de, kimseyi aldatm am aları için bütün ayrıntılarıyla
"Kadronun K ad rosu " çizilmişti. Kendilerine verilen "İdeologluk" sipari
şi geri alınınca, üzerinde durulm aya değm ez görüldü. Yalnız, olaylar sü
rüp gittiği için, Finans kapital üzerine verilenler ikide bir yazılı ve basılı b i
çim d e açıklandı. Olayların çabuk gelişimi bütün o "İktisadi Devletçilik"
İDEOLOG"larını süprüntü tenekesine attığı gibi, "İdealist ve yiğit öncü
KADRO"yu da dut yem iş bülbüle çevirince, olanların nedenleri bir yol d a
ha özetlen di. "D em ok rasi, Tü rkiye Ekon om i ve P olitikası"
(28.9.1937) kitapçığı (A N TİE M PE R Y A LİZ M + A N T İFE O D A LİZ M ) başlığı
altında (Endüstri-Toprak-Barış) konularını özetledi. O zaman T ü rk i
ye'de hangi ekonom ik politik gerçeklerin tepiştiği "TOPRAK" bölümünün
"Farklılaşm aya engeller" ayrıntısında şöyle anlatılıyordu:
"İsmet İnönü'nün "Tarım Politikası", Türkiye topraklarında sınıf farklılaş
ması prosesi önünde aldığı duruma göre iki aşama gösterdi: 1- Farklılaşma
ya engel olmak, 2- Olmayınca, derde deva aramak. A- S ın ıf Farklılaşmasına
engeller iki biçimde çıkarıldı: 1- Teknik engeller, 2- Küçük üretimi ebedileş
tirmek... CHP'nin İnönü'den sonra gelen bonzlanndan [kodaman] bay Re
cep Peker, Türkiye Tarımında Ortaçağ üretimini şöyle savunmuştu: "Dün
100 kuruşa çalışan, fakat bugün 50 kuruşa çalışan işçilerin, buğdayı zarar
dan kurtarmak maksadıyla yediği ekmeği pahalılaştırmak doğru değildir."
derken "Zürra, tüccar ve arazi sahipleri adına Vasıf: "Çiftçi efendidir, dedik.
Bunlar da programda süngercilik, balıkçılık kadar yer almalıdır" kaışılığını
verdi..: Burada "Köylü” sözcüğünün yerine "Çiftçi"nin geçmesi, "Sanayi
Bankası"mn "Sümerbank" a dönmesi kadar önemlidir. (CHP 1931 kongre
sindeki tartışmalar) "Memlekette tütün eken bir tufeyliler (hazıryiyiciler)!,
tüccarlar, arazi saNpleri olmadıkları halde, yüksek faizlerle para tedarik
ederek ve amele (işçi) tutarak tütün ektirdiler." (R. Peker: 25.10.1931)
"Önüne gelen tütün ektirdi. Tütünün maliyet fiyatı bu gibilere 70-80 kuruş,
mütevazı çalışan tütün üretimine 30 kuruştur." (Keza)
"Tütün önceki y ıl 200 kuruş iken, 1931 Ekiminde 20 kuruşa düştü.
Bay Peker de "Maliyet fiyatım” ortaya atıyor. Maliyeti düşürmenin yolu
nu yüksek üretimde değil, tersine: “Mütevazı çalışan” dediği küçük üre
timde görüyor. Fakir köylünün tütünü 30'a satmaya boyun eğmesini, tü
tünün maliyet fiyatının düşkünlüğüne yoruyor. Oysa, Eğer küçük üret
m enler ürünlerini yok pahasına satıyorlarsa, bu durum o ürünlerin daha
ucuza elde edildiklerini değil, ancak ve yalnız üretmenlerin kut-la-yemut'
154
"Demek, sübjektif kararlarla köyde farklılaşma durdurulamaz. Çünkü,
örneğin, binlerce işçili dokuma kombinasına, küçücük köylü ailesinin İlkel
tarzda yetiştirdiği pamuk yetemez. Onun için. Celal Bay ar (İnönü düşüp de
Başvekil olunca). Butsa Sanayicilerine ve Tarımcılarına şöyle diyordu: 'Her
halde, amacımıza doğru yürürken, sanayimizin de, ziraatımızın da celi
menfaatlerini (açık çıkarlarını) uzlaştırmak gerekli ve mümkün olduğuna
kaaniim / (Cumh. 25.1.1933) "Böylece, işçi kullanarak tarım yapan çiftçi
(ziraat kapitalisti) meselesi de, genel olarak endüstri (sanayi kapitalisti)
meselesine çevrilmiş olur." (Dem okrasi, s. 11,12)
Aynı eserin B - Asıl köylü m eselesi" bölümünde: 1- Kadim m ünase
betler, 2- K apitalist m ü naseb etler izlendikten sonra, çiftçiyi toprak
landırma ve kredi konularında, "Toprağın nasıl: 1- Ziraat kapitalistlerine,
2- Tefeci kapitalistlere geçtiği belirtiliyor; Kredinin, nasıl tefeci eline ge
çerek üretimi gerilettiği örnekleriyle açıklanıyor ve gerçek olayların gidişin
den şu kaçınılm az sonuç çıkarılıyordu: "Demek her tedbirin objektif neti
cesi: (Banka + Büyük arazi sahibi + Tefeci) nin sentezleşm esine varır. Her
şey, Finans kapitalin k öy içine işlem esine yarar." (Demokrasi, s.16)
"İnönü, Milli Mücadele ateşi içinde yetişmiş bir politikacı içgüdüsüyle sezi
yordu ki, klasik anlamda Demokrasi demek, genel olarak Köylüyü toprak
sahibi etm ektir. Köyde derebeyi artıklarını kaldırmanın tek yolu, TOPRAK
MESELESİ'ni çözüm lem ektir. Köye D em okrasiyi sokm akla, Finans kapi
tali sokm ak iki bambaşka davadır. Derebeyi artıklarıyla yüklü köye, Fi
nans kapitalin girmesi: kam bur ü stü n e kam bur olur." (Dem okrasi, 16)
28 yıl önce İ. İnönü "Toprak Kanunu"nu "Büyük M eclise" getirirken,
bugünkünden daha az devletçi değildi: "Devletçilik esasına sadık kalına
cak, 6 yılda 100 milyon lira harcanacak, ilk 4 yılda 1000 kombina kurula
cak, sonra iş genişletilecekti." "Düşünüldüğü gibi tasarıdan işleme geçse,
her kombina köyde Demokrasinin aşılmaz bir kalesi olur. Kara bahtlı top
rağımız ve köylümüz modern tekniğe kavuşur. İnönü: "Emin olunuz arka
daşlar, memleketimizde yeni usul ve yeni alete karşı, yeter bir çekicilik
vardır" diyor. O da doğru. Yalnız: "Nasıl kredi kooperatifleri kurulmuşsa “
sözü var. Kredi kooperatifleri göstermedi mİ ki: "Kanun koyarların çok
yurtseverce ve demokratik olan düşünceleri, gene kapitalist alacaklıların
hesabına hizmet etmekten başka çıkar vermemiştir." (H. Tahsin, R. Saka:
S erm aye Hareketleri, s.223) (Dem okrasi, s .18)
Demek, "Aydın kuvvetlerin" iyi dilekleri değil, en keskin "Kanun"lan da
hi, sosyal sınıfların kuvvetlerine ve çıkarlarına göre olumlu veya olumsuz
laşır. "Kombinaların Kooperatiflere dönmemesi için, kütlelerin teşkilatı ve bi
linçli işlek (faal) yardımı olmadıkça, yığın davasının çözümlenemeyeceği
156
hatırlanmalı idi. Çünkü, yukarıda olan her şeyin aşağıdan geldiği, ve bu
işin tem elinin bir YIĞ IN (KÜTLE) işi olduğu: 10 milyon 354 bin 396 bucak
ve köy nüfusundan, 10 milyon 350 binini ilgilendirdiği besbellidir. Am a,
"Y e n i aletlerle harm an m akineleri, sü rm e v e sulam a tertip leri"
aşkıyla coşan İ. İnönü, bir prensibine daha sadık kalıyor: Yığın isini, yığın
dışında koyuyor, gene İNSANI UNUTUYOR idi." (Demokrasi, s.17-18)
Sonunda: Teşkilatlı ve Bilinçli 4 bin kişilik bir sosyal sınıf, dağınık ve b i
linçsiz onlarca milyon kişiyi, kanunların rağmına parya durumuna yeniden
sokm anın yolunu buldu. "Bu yol, Toprak Kanunu söylevlerinin üzerinden
çok geçmedi, Tarım Bakanı çekildi. Çok geçmedi: O konudaki düşüncele
rin i "Büyük Meclise" ikinci defa aniatamadan Başbakan İsmet İnönü çe ki
liyor." (Demokrasi, 18, idi...)
Dem ek, 1965 yılı İsm et İnönü'nün kaçıncı defadır, büsbütün tavşanın
suyunun suyu haline getirilmiş, "Toprak Kanunu'Tıu "Büyük Meclis"e ge
tirir getirm ez: Tüm "M uhalefet" partilerinin D em ireller çevresinde dertop
olup Paşayı alaşağı etm eleri güneşin altında hiç de yeni bir şey değildir.
157
SON SÖZ
Hepimizin gözü önünde olup bitti: 26 Mayıs gecesi, saat 24 sularına değin
Eskişehir lokalinde kadeh kadeh sövgü saçan D.P., 1 milyonu aşkın "Parti
üyesi"; 10 milyona yakın "Vatan Cephesi" ile, "Bütün Türk Mllleti"nln ta
kendisi sanılan korkunç kalabalıkların kalesi gibi görünüyordu. "Yapma, et
me" diyenlerin üstüne oy dolusu, kurşun yağmuru yağdırıyordu. Kulis arasında
yaltaklanılarak alınmış özel müsaadesi ile, valisinden karakol görevlisine değin
öğütlediği Devlet himayesi ile ve içeride dışarıda her türlü diplomasilerle savu
nuşu sayesinde iktidara çıktığı İsmet Paşa'nın bite, başına gah atılan taş, gah
hazırlatılan linç biçiminde ölümü dikebiliyordu.
Eskişehir içki aleminden bir saat sonra, 27 Mayıs gecesi başladı. Sayıları İs
tanbul'da bir ağzın dişlerini, Ankara'da iki elin parmaklarını geçmeyen beş on
genç subay, şu bildiğimiz Rami ile Harbiye arası kadarcık yolu, her zamanki a s
ker yürüyüşü ile 1 saatte aldılar. Tuttuklarından kimilerini daha o sabah
bıraktılar. Ertesi günü Yassıadaya kapattıklarının 500 kişiyi geçmediği öğrenil
di. Karşılarına tek bilerek direnen kişi çıkmaksızın, kimseciklerin burnunu ka-
natmaksızın, bu işi yapanları "Bütün Türk Milleti" gözünü açtığı o güneşli sa
bahlarda çiçek yağmuruna tuttu.
Kimdi o, milletin ruhu bile duymaksızın deli gömleği giydirilerek enterne
ediliveren Cumhurbaşkanından polis kabadayısına dek 500 kişicik?... 1929 yılı
resmi istatistiklerinde 50 kadar Banka, 50 kadar Ticaret, 50 kadar Sanayi ŞİR-
KET'ini güden hepsi topu 500 Finans Kapitalist saymıştık. Onlar (yahut az de
ğişikleri olan) bu sayın sayılı 500 kişiceğiz. Yassıadada güneş banyosuna
yassıltıldıkları gün, kendi partilerinde yazılı, radyolarında boyuna gönüllü aslan
lar gibi kükreyip kainata meydan okuyan milyonlarca kişiden B İR T E K İ, pen
ceresini açıp sokağın kaldırım taşına olsun: "Yapma, etme!" diye bağırmadı.
Öküz ölmüş, ortaklık bozulmuştu!.. O bir avuç ortaklığın (Ş İRK ETİN ) bütün
marifeti: Milletin hayatında yapma işsizlik ve pahalılık yaratarak, insanlarımızı
bir lokma ekmek için birbirlerine düşürtmekti. Bütün gücü: Kardeşi kardeşe
vurduran ecnebi entelicenslerinin emrinde borç ve baskı kumpasları kurmaktı.
Hangi İhtilal, ne Devrimi, canım? Piknik televizyonunda, rahat nefes alına
rak seyredilen, tabancası elinde, " D Ü Ş Ü K " bir gizli ve tehlikeli gangster çete
sinin suçüstü yakalanışı ottada... Bir tümen asker, bir namus delisine yaylım
159
ateşi mi açacak? Mermisine yazık. 30 milyon Türk, 500 sapığa karşı "Kanun
d ış ı" davranışa tenezzül etmez. Görmesi, tanıması, aldanmaması yeter. Suç
luyu tükürüğüyle boğar... Onun için, Türkiye'de Kapitalizmin Gelişimi:
ölümden korkarca (bırakın Sosyalizmi, falan) ancak ve yalnız DOĞRU düşün
ceden korkar, gerçek DEMOKRASİ sözünden küplere biner.
Şimdi, gangsterin (hür veya tutuklu olması bile önemsiz): Eline tabancası
teslim edilmeli mi, edilmemeli mi? Bütün meselemiz budur.
160
BİBLİYOGRAFYA
Abdulehat Nuri Türkiye Seyr'i Sefain İdaresi Tarihçesi, İstanbul, 1926.
A. Bedevi Kuran. Osmanlı İmparatorluğunda İhtilâl Hareketleri, Belge,
Adana Valisi Hilmi, "Adana Ziraat Amelesi", Adana, Türközü Matbaası, 1341,
Ahmed Naim, Uzun Mehmet'ten Bugüne Kadar Zonguldak Havzası
Ali Fuat Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, İstanbul, 1935.
Âyan'ın Cevabı.
C.H.P.1931 Kongresi.
Dr. Arhangelos Gavrıl, Anadolu Bağdat Demiryollarının İç Yüzü, 1908.
EminTürk Eliçin, Türk Devrim İdeolojisinin Uğrakları, Eylem, no: 4
F. Rıfkı Atay, Çankaya
Gazete ve Dergiler: Eylem
Kadro
Resimli Ay 1930.
Takvim'i Vekayi
La Turquie, 1877.
İkdam, 1908. Akşam, 1930-3, Vatan, Cumhuriyet 1939-4, Milliyet, 1965, Eco-
nomieste D'Oriente, Time 1965, New York Times v.b.
Harp Tarihi Vesikaları (Dergisi).
-- Haşan Tahsin-Remzi Saka, Sermayenin Şirketlerdeki Hareketi, İstanbul'dan Bel
geler, İstanbul, 1929.
Haşan Tahsin-Remzi Saka, Sermaye Hareketleri.
Hikmet Kıvılcımlı, Kuvayi Miiiiyeciliğimiz, İst. 9/5/1954.
Hikmet Kıvılcımlı, Türkiye işçi Sınıfının Sosyal Varlığı, Maksizm Bibliyoteği, Istan
bul, 1935.
Hikmet Kıvılcımlı, Emperyalizm: Geberen Kapitalizm, Marksizm Bibliyoteği, İstan
bul, 1935. (ikinci baskı: Tarih ve Devrim Yayınevi, tst. 1974)
Hikmet Kıvılcımlı, Demokrasi: Türkiye Ekonomi ve Politikası Hakkında, Günün
Meseleleri no: 1 tst., 1937.(ikinci baskı: Tarih ve Devrim Yayınevi; İst., 1974.)
Hüseyin Avni (Şanda), 1908'de Ecnebi Sermayeye Karşı İlk Ayaklanmalar, İs
tanbul, 1935.
İkinci Pamuk Kongresi. Kongre Zabıtnamesi. Matbaa'! Âr.ıire İstanbul, 1925.
Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz,
Kur'an'ı Kerim.
161
Lütfi Simavi, Gördüklerim. 2 cilt.
Marks-Engels, Correspondance.
Meclis'i Mebusan Zabıt Ceridesi.
Mehmet Ali Ayni, Hatıraları, İstanbul,1945.
M. Zeki, Mıntıkamızın Kitabı, İzmir Ticaret ve Sanayi Odası, istihbarat Md,
Operatör Cemil Pasa, Hatıraları, İstanbul, 1945.
Osman Nuri, Mecelle'i Umur'u Belediye,
Özel Bankalar Kurulu Mazbatası, 1326.
Pierre Brlzon, Histoire du Travil et des Travailleurs, Bruxelles, 1926.
Sanayi İstatistiği, Matbaa'i Âmire, 1917. (Osmanlı Sanayii, çeviren: A. Gündüz
162
EK:
164
Lejitimist ve Monarşist (tek hükümdara) hükümet sisteminin iktidarsızlığı,
ilk Fransız ihtilalinden beri, daima şu cümleyle özetlenebilir; STATÜKO'yu
korumak, ileri tesadüf nereye koyduysa hemen hemen orada bırakmak
için genel oybirliğine varmak, bir fıkaralık ilmühaberi, züğürtlük belgesi
dir. Hükümetler, o züğürtlük belgesini göstererek ilerleyiş adına, medeni
yet adına, her ne olursa olsun, bir parmak boyu mesafe almaya kabiliyet
ten bulunmadığını itiraf ederler." (K.M.: Eu. C.3, s. 7)
D evletler, politika kabuğu üstünde "Statüko’yu tanrılaştırırlar. Ne
var ki, dünyanın başka her yeri gibi, Türkiye'de gerici parti statükoyu
yeniden kurar kurmaz, bir de bakılıyor ki, Türkiye'de STATÜKO, bu yol
adamakıllı d e ğ iş m iş t ir (Keza, 8) Onun için:
"Ne zaman Avrupa'yı kıvrandıran ihtilal sancılan bir an için azıcık din
di ise, arkasından hemen ezeli Şark Meselesi'nin tekrar ortaya çıkacağı
mutlak hesaba katılabilirdi." (Keza, s.6)
M arks'ın belirttiği Türkiye'de değişiklik, antika serm ayenin yerine m o
dern Batı serm ayesinin im paratorluğu köstebek gibi eşip kazımaya giriş-
m esiydi. "Şark Meselesi" bu idi. İrili ufaklı kaç kapitalist devlet varsa, en
az o kadar köstebek. Türkiye'de yuvasını yapm ak istiyordu. Çünkü k a p i
talizm, A vrupa'da kendi ücretli kölelerin i her gün biraz daha idare edem ez
durum a girmiş, klasik büyük sanayi krizleri ile her 5-10 yılda bir sıtm a n ö
betleri geçiriyordu. Krizlerle ölm em ek, işçi sınıfının ihtilalleriyle devrilm e
mek için, kendi iç ufunetini dışarılara aktarmak zorundaydı. Bunun tek
açıkta kalmış yolu ise, Türkiye gibi eski zengin ülkeleri haraca bağlayıp ta
lan ederek, söm ürgeleştirm ek, yani savunm asız Pazar, ucuz hamm adde
kaynağı olarak söm ürm ekti.
"İşte, şimdiki (1853 yıllan) Hükümetlerin başına geçmiş bulunan be
beruhiler de, o kısa görüşlü politikaları içine gömülerek, tam Avrupa'yı,
hele şükür, anarşi ve ihtilal tehlikesinden sıyırdıkları ile öğündükleri sıra
da, o ezeli mesele, o boyuna diri kalan güçlük: Türkiye'yi ne yapacağız so
rusu, yeniden hortluyor." {K.M.: Keza, s.7)
Böyle, Avrupa kapitalizm i, kendi ekonom ik etkileriyle, politika beberu
hilerinin ne yaptıklarını bilm eksizin, Çin, İran, Türkiye geniş pazarlarına ve
zenginlik kaynaklarına doğru yarışıyordu. O yarı söm ürge "Hasta
A d a m "la rın ın gövdelerini canavar rekabetiyle parçalarken, Türkiye'yi de
zorla kapitalizm in sektörü içine alıyor, bu zorlu değişiklik Türkiye'yi için
den çıkılmaz zıtlıklarla dolu bir "dış mesele" biçim ine sokuyordu.
1854 yılında Kırım savaşı patlıyor. Sayın A ren'in görüşünün tersine, biz
yine kesin tarih söylüyoruz. Buna "Tavşana kaç, tazıya tut" savaşı de
m ek yerinde olur. Çarlık ve Padişahlık birbirine düşmüş. Osmanlı bir çeşit
165
İğneli fıçı içinde. Fransa ve İngiltere'de kurtları "çıfıt"la r: "Kaç, ben kur
tarayım " diyorlar.
1856'da yeniden şirket akımı ile karşılaşıyoruz. İzmir, Aydın dem iryo
lunu İngılizler alıyor...
Sonra bu kapitalist gelişmeyi desteklem ek için bankaya İhtiyaç duyu
luyor: Londra'da Bank Ottom an kuruluyor.
Yabancı serm aye, garenti de istiyor. İpotek lazım geliyor. 1857'de Mu
harrem "Arazi K anunnam esi" çıkıyor. Miri toprakların idaresi mültezim
ve m uhsillere(?) bırakılıyor: Kediye peynir tulum u teslim ediliyor. Eski O s
manlI Kutsal Toprak Düzeninin özel mülkiyete resmen aktarılm ası böyle
ce tam am lanıyor. Bu gelişim de, tarih söylem eden olayların anlatılm ası
im kansız olduğu için biz de tarihler söyledik.
Ö dünç (istikrazlar) faslı 1858'de ilk olarak 4 milyon altın lira (şimdiki
600 milyon) alınm ası ile başlıyor. Bunlar, Türkiye'de kapitalizm in nasıl
başladığına ait elem anlar. Bu elem anların nasıl araştırılm ası gerekir? Marx
diyor ki:
"Genel olarak üretim, tekrarlamalardan kurtulmak için yapılmış bir so
yutlaştırm adı. Bununla birlikte o genel karakterin, yahut o ottak ele
manın kendisi kompleksçe örgütlenmiştir ve başka başka belirlenmeler
halinde çeşitlenmiştir." (Zur Kritik, ilk.: Einleitung)
Türkiye'de kapitalizm derken de, Türkiye üretim inin tarihsel kom pleks
liği gözönünde tutularak kendi çeşidi belirtilecektir. Kapital bir elemandır.
Batı kapitalizmin şirket ve ödünç biçim inde Türkiye'ye girdiği günlerde
Türkiye'nin de bir kapital elem anı vardı. O antika serm aye idi. Türkiye'de,
eskiden beri var olan tefeci-bezirgan serm aye ile 19, yy ortasında soku
lan modern serm aye birbirine karıştırılm am alıdır. Hepsi ortak SERMAYE
adını taşırlar, ama tarihsel ve sosyal çağlara göre bam başka üretim tarz
larına karşılık düşerler. Marx'ın deyimiyle:
"O elemanlardan kimisi bütün çağlara ait olurlar, kimisi bazı çağlar için
ortak bulunurlar. Kimi belirlenmeler, en modern çağda ottak bulunduğu
gibi, en kadim çağ için de ortak olabilir. Onlar olmaksızın hiç bir üretim
kavranılır hale gelemezdi." (Keza)
Bu bakım dan, Şirket-i Hayriye ve İstikrazlar Türkiye'de, ondan önce
var olan serm aye elem anından bambaşka bir üretim tarzının, kapitalist
üretim yordam ının resmen ve su götürm ez bir kesinlikle gelip yerleşm iş
bulunm asıdır. Bunda "kuşkuya" yer kalmadığı, ondan sonraki gelişm eler
le de açıklanır.
1 8 5 9 yılında insanlık, bilim tarihinde en büyük devrim i yapan iki kitap
yayınladı. Bunlardan biri Darvvin'in " N e v ile r in M e n ş e i" [Türlerin Kökeni]
166
adlı eseridir. Bu eser ilk defa canlılar zinciri üzerinde h a y a t gelişim inin ka
nunlarını gayet net olarak ortya koyuyordu. Aynı yıl Kari Marx da, "Eko
nom i Politiğin Eleştirim i Üzerlne"yi yayınladı. O da tarih zinciri üzerin
de son sözü, TOPLUM gidişinin kanunlarını açıkladı. Bu eserin ön sözünün
son sözü tarih yazımının realist ve idealist metodu üzerinedir. Burada
Marx, ünlü Latin şairinin yine ünlü m ısralarını alıyor ve diyor ki: "Tarih
yazm anın b ir idealist m etodu vardır, b ir de realist m e to d u .”
Çıkardığım ız gerçekçi sonuçlar: "Güdücü sınıfların çıkarı önyargıları ile
az bağdaşacaktır. Am a cehennem in giriş yerinde olduğu gibi, bilimin eşi
ğinde de, insan şöyle bir m ecburiyetle yüzyüze geliyor:
Qui si convien oğni sospetto
Ogni vilta convien e he qui sia m orta"
(Burada her kuşku püskürtülsün,
Burada her korku ölsün!)
Gençlerim iz, gerçeği her arayışlarında, insan bilim inde en büyük D ev
rimi yapm ış düşünürün bu iki öğüdünü hiç unutm am alı, boyuna kendi
kendilerine sormalıdırlar. Acaba doğrudan korkuyor m uyum? Acaba g e r
çeği kuşkulu biçim e sokuyor m uyum? Korkuyorsam doğrudan: Boşuna b i
lim çalımları takınm ayalım . Doğruyu hiç bir zam an bulamamaya m ahku
mum. Gerçeği kuşkulu gözlerle izliyorsam : hiç bir kesin davranışa yol a ç
mayacak ikircilik ve tereddüt batağında boğulm aya, hiç bir k e şif ve icad
ışığı tutam am aya m ahkumum . Savaş m eydanından çok bilim ve bilinç
alanında korkusuzluk ve kuşkusuzluk zaferin ilk şartıdır.
Bu yalın kat kuralı unuttuğum uz için, Türkiye'de bilim sel güç sıfır çiz
gisi üzerinde dolaşır durur. Dünya ölçüsünde, insanlığın ciddiye alabilece
ği bir tek bilimsel keşif, icat ve doktrin öne sürem eyişim iz, ze-
kasızlığım ızdan, bilgi kıtlığım ızdan değil, korkuyu alçak gönüllülükle mas-
keleyişim izden ve kuşkuyu bilimsel iffet sayışım ızdan ileri gelir. İki yüz yıl
boyu boşuna yitirdiğim iz kuşaklar, hep kendi kendisinden veya çevresin
den KORKU ve KUŞKU illetine kurban gitm işlerdir. Güdücü sınıfların
çıkarcı önyargılarından ürkm em ek, korkmam ak, o önyargıların içimize iş
lettiği pısırıklıklar ve nem elazım cılıklarla evham ve kuşkuya kapılmamak
bilim in birinci şartıdır.
Yalnız kuşkusuzluğu körü körüne kapılm ayla karıştırmayalım. Kızı Lau-
ra, Marx'a soruyor: "Beğendiğiniz us nedir?" Marx karşılık veriyor. "Her
şeyden şüphe"... Marx'ın Özel Dünyası kitabım ızda da işaret ettiğim iz gi
bi, buradaki "ŞÜPHE": Septisizm (kuşkuculuk, Zenon'kari safsatacılık, hiç
bir şeye inanm am ak) değil görünüşe aldanm am ak, gösterişe kapılm a
maktır. Fikret'in deyimiyle: Şüphe nura doğru koşmaktır. Dogmatizm e
167
düşm em ek parlak palavralarla kam aşmam aktır. Bizde en çok karıştırılan
da budıır.
"Türkiyem izde 40 yıldır Kapitalizm in varlığı inkar edilerek d o
m uzuna KAPİTALİZM kuruldu. Şim di ''dönünce abler, döndü d o
laplar": Son konağına varm ış düzene "Özel sektör", yok "Hür teşeb
büs" gibi aklıklar, allıklar, parfüm lü pudralar sürülecek, yüz yıllık bin bir
yabancı serm aye odalığı yerli kapitalizm im izin iç yüzü saklanm ak veya şi
rin gösterilm ek isteniyor. Bu alanda ne denli kuşku yaratılabilirse, yu rt
taşın o denli "Kafadan gaynm üsellah" edilebileceği um uluyor da ondan.
Bu belirtmeyi: "Sosyal konularda kesinlikle konuşulam az" gibi id-
dilara karşı yapıyorum . Bu iddia, hep kuşkulu sözlerle yetinm e d av
ranışını dile getiriyor. Bu davranış, bilim sel iffet kabul ediliyor. O ysa
bilim, kılıç gibi keskin olm ayı gerektirir. Kararsızlık, bilim e en az
yakışır. Bir izafiyet m eselesi çıkarılm ış ve mutlaklığın karşısına konm uş
tur. Oysa Diyalektik, septisizm değildir. Kalite değişm edikçe, mutlak ha
kikattir. Ancak sayıca birikim atlam a yaptığı zaman kalite (nitelik) değişir,
atlayıncaya dek kaliteliğini korur.
H er devirde dar görüşle politikacılar, korkudan m edet umm uşlardır.
Şimdi "Temel H aklar Kanunu" da böyle bir dargörüşlülükle çıkarılıyor.
Korku hiç bir zaman gelişim i ilelebet tıkayam am ıştır. Olayları kuşkusuz ve
korkusuz ortaya koymak bir zorunluluktur. Ve iyiliktir de... Bilginlerimiz
korkusuz ve kuşkusuz olsalardı, Menderes'e iyilik etm iş olm azlar mıydı?
Kapitalizm konusu ele alınınca bunun ve Kapitalin tarifi de gerekiyor.
Dün konuşan sözcü arkadaş, onu sadece teknik ve mekanik bir olay gibi
izah etti. Bu izaha "ekonom ik" dem ek büyük bir yanlışlık olur.
Diyalektik Materyalizm in insanı sadece ekonom ik hayvan haline soktu
ğu, tam am en bir burjuva iftirasıdır. Bilimsel sosyalizm de insan "Sosyal
Yaratık"tır.
Sermaye nedir? Kapitalizm den önceki serm ayeye, Pre kapital, Önser-
m aye diyoruz. OsmanlI'nın dirlik ve kesim düzeni zam anlarındaki serm a
ye budur. Önserm aye kesim düzeninde egem enleşm iştir.
Modern serm aye Üretim alanında da egem en olan serm ayedir. Pre-
kapital, Modern kapitalin düşmanıdır.
Mesele bu iki terim in karıştırmışından doğuyor. Onun için neden ilerle-
yem iyoruz? Kapitalizm var mı, yok mu gibi konularla yüzeyde uğraşıp du
ruyoruz.
Sınıflı toplum un, y a n i medeniyetin açışını serm aye yaptı. A m a bu Te-
feci-B ezirgan sermayedir, Prekapitaldir ve bu modern serm ayeye tam a
men zıttır.
168
Profesör Aren "Türkiye kapitalizme geçişte niçin geri kaldı, bilmiyorum,
bilen de olduğunu sanmıyorum" dedi. Buna Agnostisizm , "bilinm ezcilik"
denir. Bu ilm e yakışm az. Sosyalizm adına ise hiç yapılm az. Bilim bilinm e
yenlere doğru savaştır. Türkiye'nin konuları profesörlerim iz tarafından ni
çin bilinm iyor? Tabii alıştığım ız şey, kitapların Avrupa'da yazıldığı, T ü rk i
ye'ye geldiği ve ancak o zaman okunup profesörlerim izce bilinebildiği, öğ
rencilere anlatılabilidiğidir de ondan. Am a bu çok acıdır. Türkiye'de
yazılan, bilinenleri örtbas eder.
Tarihten öte, bir de Prehistoire var. 50 bin, yüz bin belki bir milyon
yıllık. Bunun iyice aydınlanışı da Marks ve Engels zamanında yeterlice o l
madı. O n la r da her dürüst bilim adam ı gibi açıklam alarında fazla ileri git
mediler. S adece yolu açtılar. Bir m etot bıraktılar. Şimdi ben size k o lle k tif--
çe başarılabilecek bir iş teklif ediyorum . Kapitalizm konusunu hep beraber
araştıralım .
Klasik Batı kitapları kapitalizm in doğuşunu aşağı yukarı şöyle anlatır:
”İstanbul Türklerin elinde idi. Yüzyıl savaşı bitmek üzereydi. Matbaa
icat edilmişti. Feodal dünyası (derebeylik) yavaş yavaş çözülüp dağılıyor
du. Ortaçağ anarşi ve kaosundan (mahşerinden) yavaş yavaş sahneye
Modern Devletler çıkıyordu. Derken, ansızın, Eski Dünya: Denizler ötesin
de altın ve baharat ülkelerini kendisine ilhak ederek büyüdü." (Hist. Du Tr.
Et des trav, 131)
B u satırlarda, kapitalizm in doğuş sebepleri açıklanıyor mu. Hayır. Sa
dece ta svir ediliyor. O tasvir de parçalı ve eksik bırakılıyor. Bugüne d e
ğin Batıda kapitalizm in doğuş sebepleri aydınlanm am ış kaldı. "İlkel Sos
yalizm den Kapitalizm e ilk geçiş: İngiltere" adlı kitabım ızda o boşlu
ğu, en çok ihm al edilen insan üretici gücü: K ollektif Aksiyon bakımından
aydınlatm aya çalıştık. Tarih, yani m edeniyet, Basra körfezinden kalkıp y o
la düştü. Umm an denizinden Hind'e, İpek yolundan Çin'e giden Doğu y ö
nelişine karşılık, Batıya yönelen dalları, Finike kıyılarından, Mısır'a, Fırat
ve Dicle boylarından Anadolu'ya, oralardan önce Yunan, ardından Roma
ve Karaavrupa bölgelerine yayıldı.
Bu birbiriyle sebep netice zincirlem esi bağlı olan gidişler, yani tarihin
üretici güçlerindeki gelişim olamasaydı, elbet medeniyetin İngiltere'ye at
laması çok şey getirm ez, kapitalizmi yaratm aya yetmezdi.
İstanbul'un fethinin 500. Yıl dönüm ü dolayısıyla Fetih v e Medeniyet
adıyla 1953'te bir broşür yayınladık. Bu broşürde, Batı rönesansında Türk
lerin önemli rolünü belirtmeye çalıştık. Batı rönesansı diye bilinen hadise
aslında iki basamaklıdır. Birinci basamak, Haçlı seferinde Hıristiyan Barbar
lar tarafından İstanbul'un birinci açılışı ile oldu. Bu ilk rönesans gelgeç kaldı.
169
İkinci Rönesans: O sm anlIların İstanbul u fe tih le riy le başladı. Böyle-
ce, iddia ettik ki, Batı m ed eniyetinin doğuşu sağlanm ış oldu. O s
manlIların İstanbul'u fetih le ri ile başlayan ikinci rön esa ns, O sm anlı İm
paratorluğu ö lçü sü n d e geniş tam am en cezri [radikal, kökten] bir ta s fi
ye olduğu için, B izans'tan kopan to h u m la r b ir kaç kente veya bir m em
le k e te in h isa r etm edi. Hem en, bütün A v ru p a 'y ı kapladı. O sayede, s a
man alevi gibi gelip geçm edi. M odern A vru p a ta rih in in ve Batı m edeni
yetinin gelişm e başlangıcı oldu.
Burada da konu, Tefeci-Bezirgan serm ayenin gelişim i önlediğidir. Te-
feci-Bezirgan serm ayenin aşırı geliri Kapitalizm e geçirm iyor. Tersine bir
medeniyeti batırıyor.
Toprak m eselesini halleden Horasan erlerinin başarısı, Rönesansın
izahında önem li bir yer tutar. İstanbul'un fethiyle Bizans bilginleri avru-
pa'ya saçılm ış ve Batı rönesansına tohum olm uşlardır. İstanbul'un fethi
nin coğrafi keşiflerdeki yerini ise burada tekrarlam aya lüzum yoktur. Ak-
denizi Türkler tıkayınca, Hindi Atlas denizinden aradılar.
Tarihte "rönesans" çok tekerrür etm iş bir olaydır. Bilimsel sosyalizm in
tarih görüşünü, Devrim hadisesi belirler. Sosyal devrim lerden önce ele
devrimler vardı. Bunlara tarihsel devrim ler diyoruz. Tarihsel devrim tümü
ile bir medeniyet yıkılıyordu. Avrupa'da böyle olm adı, Kapitalizm e geçildi.
Bu nasıl oldu?
Elbette ekonom ik m ünasebetlerle ilgili bir olay bu. Anc3k M arks ve En-
gels, M odern toplum u incelem işlerdi. Kapitalizm baş döndürücü bir teknik
değişiklikler çağıdır. Kimi "Marksistler" buna bakarak tarihi güden tek
önem li güç tekniktir sandılar. Bu yanlıştır.
Tarih, Mark-Engels'in de yer yer belirttiği gibi. "Üretici güçler"le g e
lişir. Üretici güçler ise, ikisi m addi ikisi de m oral (daha doğrusu: İN SA N
LIK) olmak üzere dörttür: 1- Coğrafya, 2- Teknik 3- Tarih 4- İnsan
Kapitalizm e ilk olarak İngiltere'de geçilm iştir. Bunun, İngiltere'nin coğ
rafi estüerli nehirlere malik olması ile açıklanm ası yanlıştır. Estüerli nehir
ler Çin'de de vardır.
İnsanlığın İngiltere'deki sosyal devrim e sıçrayışının Teknikle izahı da
yetersizdir. Zira matbaa, top, vs. çok öncesinden beri biliniyordu.
Geriye tarih ve İnsan kategorileri kalıyor. Soru şudur: Tarih nasıl oldu
da getirdi, İngiltere'deki insana m odern kapitalizmi kurdurdu? Burada el
bette tarihin bütün olarak gelişimi içinde kapitalizme doğru atladığı basa
maklar gözönüne getirilecektir. Antika tarih basamaklarında insan unsuru
nun durumu daima tayin edici bir rol oynuyor. O insan ki, bütün izahlarda
daima unutulmakta, yahut sele kapılmış saman çöpü sayılmaktadır.
170
İngiliz Mağna Carta'sını Batı m edeniyetinin önem li başarılarından
saym akta herkes m üttefiktir. Magna Carta davranışı kapitalist insan
haklarının gelişim inde tem elli bir eylem dir. Zira o sayede "Kral k a n u
nun a ltın d a d ır." V e herkes gibi kanuna uym aya mecburdur. Böylece
İnsan hakkı, hürriyet ve saygısı evrensel kanun olarak tanınmış, y e rle ş
m iş oluyor.
Bunu m esela Fransa ile karşılaştırırsak, orada ingiltere'dekinin tersine
m üstebit krallar görüyoruz. Neden?
Çünkü İngiliz insan üretici gücü, barbar aşısı ile sık sık tazeleniyor.
İngiliz insanının, m edeniyet bezirganlığı ile dejen ere edilem em esi, ilkel
sosyalizm in gelenek ve göreneklerinin yaşatılm asını, sürdürülm esini s a ğ
lamış oluyor. Modern dem okrasiye ilkel tohum larını veriyor.
İngiltere'de Magna Carta bir geleneği yerleştirirken, Fransa'da Barbar
geleneğini yitirm iş olanlar, derebeyler saraya teslim oluyorlardı. Fransa
Doğu despotluğu çukuruna yuvarlanıyordu. Çünkü kara Avrupa'sı, İngilte
re kadar sık sık ve yam an barbar aşıları yememişti.
İngiltere'de a şire t ağaları, lordlaştı, burjuvalaştı, bir çeşit halklaştı.
Lord yarı burjuva, yani toprak sahibi oldu. Fransa'da ise derebeyler
kapıkululaştılar. Derebeylere karşı kral halkla birleşti. Fransa'nın kapita
lizme geçişte İngiltere'den 100 yıl sonraya kalışı bundandı.
Bu konulan Türkiye'de kapitalizme geçişin neden olmadığı, neden geç ve
belli şekilde olduğunu incelemeye geçişte bir ışık olmak üzere özetledik.
Bizde Magna Carta geç ilan edilm iş ve güdük kalmıştır, III. Selim ve
A lem dar Mustafa Paşa'nın ilan ettiği Senedi İttifak, tıpkısı ile İngiliz Mag
na Carta'sıdır. 7 m addeden ibarettir.
Tarihi zabıta romanı ile karıştıran kimi hevesliler, her önemli tarih olayı
gibi S ened'i İttifak'ı da anlayam am ışlardır. "İttifak": "V ü kelayi devlet
beyninde ve ta şra hanedanları meyanında" yapılmıştır. Şartları: Yedi
tanedir.
2. madde: "Asker ve er yazıp tertiplem e, hepimiz arasında ko
nuşularak m ecliste verilen oyların birliğiyle alınm ış kararlara gö
re düzenlenir."
3. madde: "Gerek M ü slüm ünlar m alevinin ve gerek devlet gelir
lerinin korunm asına kim karşı korsa, hep birden te sp it edilir."
5. madde: "Her kim fukaraya zulüm ve dü şm cn lık yapar ve te
m iz Şeriat'in y ürü tü lm esin e karşı kor ise, onun dahi ezilip eğitil
m esine elbirliği ile çalışır."
6. madde: "Ocaklardan ve başkalarından herhangi b ir fitne ve fe
sat olursa. Ocak ise, ocağın kaldırılmasına. Sınıf ise kahr ve tenkil
171
ve dirlik ve esam ilerinin kaldırılm asına, kişi ise HER NE T A B A K A
DAN O LURSA OLSUN teh kikle idam edilm esine hep İstanbul'a g e
lip karar verilir."
7. madde: "Fukara ve çiftçilerin (reayanın) korunup savunulm ası
esas olduğuna g ö r e ., asayiş ve vergilerde ılımiılık hususuna dikkat
olunm ak lazım olmağın, zulüm lerin ve sataşmaların ve vergilerin
kaldırılması hususuna vekela ve hanedanlar aralarında konuşarak
ne yolda karar verilir ise onun devam ve istikrarına" bakılır.
Bu hüküm ler İngilizlerin Magna Carta'larından az hüküm dar kısıtlayıcı
değildir. İttifak'r im zalayan "Vezirler (m ülkiye), Ülema (İlmiye) ve Ri
cal (Kalem iye) ve g erek Hanedan (Taşra ağaları ve bilcüm le O cak
lar (Seyflye) ki topu 25 kişiydi. İngiliz Magna Carta'sını im zalayanlar da
, tuhaf bir tesadüfle, ne fazla ne eksik, tam: 25 şövalye olmuştu. Ayrıca:
"Yüce Devletin ötedenberi Usul, Nizam ve Kanunu ve Tüm Padişah
buyurultuları, içeride, dışarıda bütün erkan ve Vükela'ye M AKAM 'I
VEK ALET'I-M U TLAK 'dan sudur etm ek su re ti olmağla" deniliyordu.
Yani tıpkı parlam enter krallıkta olduğu gibi hükümet ve idare doğrudan
doğruya başbakanlığa düşüyor. Padişahın bir emri olursa, onu da başba
kan kanalından geçirm esi gerekiyordu.
Bu kadarı, bir kalem de Osmanlı padişahlığını m odern burjuva d evleti
ne çevirm ek oluyordu. Ve bu değişikliğin uygulanması, padişaha daha
yükleniyordu: Sened'i İttifak'tan b ire r nüsha: 'T açlı Yüce Katta sak-
lanm akta olup, daim a ve kesintisizce yürütülm esine Şevketm eab Efendi
m izin kendisi n a z a re ti saniyeleri tam ola v e sse la m "deniliyordu belgede...
Biçim ce hemen hemen aynı olan Magna Çanta ile Sened'i İttifak
arasında ne fark vardı? 1- Magna Carta'nın ardında, bir alanda toplantı
yapm ış yüzbinlere yakın İngiliz yığınları ayakta ve silahlı bekliyorlardı. 2-
Magna C arta'yı imzalayan, en ufak bir ihanet önünde hem en yalın kılınç
kellesini sözü uğrunda torbaya koym uş şövalyeler (Alpler: Gaziler), yani
yalan dolan bilmez barbar şeflerdi...Alem dar'ın karşısında imza koyanlar,
Bizans hilelerinde kırışkın kapıkulları idiler. Peşinde gelip İstanbul'u ba
sanlar, çapul ülkülü iyi gün dostlarıydılar.
Bu olaylar k e şif ve icat yapanların başlarına gelenleri gösteriyor. Bu t e
feci sermayenin teşebbüse karşı oluşunun sonucudur.
Tefeci böyle davranıyor. Kapitalist ise keşfe el koyuyor. Çünkü o üre
tim de kâr arıyor. Tefeci-Bezirgan, Ali'nin külahını Veli'ye diyerek ticaret
kârı faiz peşinde. Üretim le ilgisi yok. Yedi bin yıllık tarihi bunu gösteriyor.
Sosyal olaylarda da bir rezonans söz konusu oluyor. Mesela bir radyo,
havadaki dalgalardan ancak kendine uyan dalgayı alabiliyor ve alıyor. Bir
172
toplum da, dışında cereyan eden olaylardan an cak kendi ile uyan olay lar
dan etkilenebiliyor.
Bunu bizim Batı'dan ne aldığım ızın izahı için kolaylık olm ası bakım ından
belirtiyorum. Kapitalizmin iki safhası var: Biri Serbest Rekabet, öbürü,
ya da İkincisi Finans-Kapital safhası. Finans-Kapital safhası, serbest re-
kabetçiliğin tersine tekelci bir safha. Bu: Batı kapitalizm inin çöküş sa f
hasıdır. Böylece, Osmaniı Batı'ya yöneldiğinde, demek oluyor ki, çöküş h a
linde olan iki toplum birbiri ile temasa geliyordu. Buna sosyal rezonans d i
yoruz. Yerli tefeci serm ayem iz ile Batı'nın Finans-Kapitali kaynaşıyorlardı.
İşte Batı'ya yönelişim izin bilim sel determinizmi, geri kalmış ülkelerin k a
de ri olarak böyle işliyordu.
İşte Türkiye'de kapitalizm, bu determ inizm içinde, bu tarihi aşam alar
dan geçerek gelişmiştir.
17 j