You are on page 1of 13

Tarihsel arka plan

Rus Osmanlı savaşının ağır yenilgisi sonucu, Sultan 2. Abdülhamid’in (1876-1909) 31 Ocak 1878

tarihinde Rusya ile ateşkes imzalamasından kısa bire süre sonra Meclis-I Mebusan’ı fes

etmesine Zemin hazırladı. Abdülhamid idareyi kendi eline aldıktan sonra Osmanlı katı

merkeziyetçi bir idare sistemi içine sürüklenmiş oldu. Osmanlı tarihinde 1908 yılındaki Jöntürk

İhtilaline kadar sürecek olan bir devir Abdülhamit’in idareye geçmesi ile başlamış oldu. Osmanlı

İmparatorluğu'nun Tanzimat döneminden itibaren devam eden modernleşmesine yönelik

çabalar II. Abdülhamid tarafından devam ettirildi. Bürokraside yapılan reformların yanı sıra

Bağdat Demiryolu ve Hicaz Demiryolunun inşası gibi projeler bu dönemde yapıldı. Bu

demiryolları ve telgraf sistemlerinin birçoğu Alman firmalar tarafından ll. Wilhelm öncülüğünde

gerçekleştirildi. Türk-Alman ilişkilerinde II. Wilhelm’in İmparatorluğun başına geçmesi ve

Osmanlı devletine yaptığı yatırımlar ilişkilerde yeni bir dönemi başlattır nitelikte oldu. Genç ve

dinamik İmparator, Bismarck’ın başka devletlerle çatışmamak için gösterdiği ihtiyat politikasını

red ederek, enerjik ve emperyalist bir politikayı uygulamaya koydu.  Bunda en önemli nedenlerin

başında gelişmekte olan sanayi ile artan nüfus ve bunu besleyecek pazar yani sömürge arayışı

geldi. Bu bağlamda Osmanlı İmparatorluğu oldukça büyük ekonomik potansiyeli olması ve

gelecek vaat etmesi Almanya’nın dikkatini çekmekteydi. Bütün bu sebeplerden dolayı Osmanlı

İmparatorluğu bir süre sonra Almanya için hedef ülke konumuna geldi. Osmanlı İmparatorluğu

açısından 19. yüzyılın ikinci yarısı, hiç de iç açıcı vaziyette olmamıştır. Zira uzun süredir gerek iç

gerekse dış sorunlarla uğraştığı yetmiyormuş gibi bu durumdan istifade etmeye çalışan

devletlere karşı direnmek zorunda kalmıştır. Şüphesiz, bunda Avrupa devletlerinin Osmanlı’yı

paylaşma konusunda aralarındaki anlaşmazlıkta başlıca bir etken niteliğinde olmuştur.


Almanya’nın sömürgeci bir politika izlemesine rağmen İngiltere, Fransa ve Rusya’nın Osmanlı

İmparatorluğunu parçalamaya yönelik politikasına karşın Almanya, Osmanlı’dan hiç toprak talep

etmemiştir. Ayrıca tahta geçen II. Abdülhamid’in 1880’li yılların sonlarında siyasi olarak takip

etmeye başladığı İslamcılık siyasetinin desteklenmesi de iki ülkeyi birbirine yakınlaştırmıştır.

Türk-Alman ilişkileri Wilhelm ve Abdülhamit iktidarı bağlamında temellendirilmiş oldu. İki ülke

arasındaki ilişkilerin I. Dünya Savaşında müttefik olacak derece gelişmesinde, 1876’da II.

Abdülhamid’in Osmanlı padişahı ve 1888 senesinde II. Wilhelm’in de Alman İmparatoru

olmasının da büyük ölçüde rolü olmuştur. Türk-Alman ilişkilerin gelişmesinde 19. yüzyılda iki

ülke açısından yaşanan gelişmelerde iki devletin birbiri ile yakınlaşmasının önünü açar

pozisyonda oldu. Yüzyılın ikinci yarısında Batı Avrupa tamamen sanayileşmiş bir toplum

konumundaydı. Almanya’da, Fransa ve İngiltere’ye göre biraz geç de olsa sanayi toplumu olarak

ortaya çıkmayı başardı. Ancak Almanya diğer Avrupa devletlerinden daha geç koloniyalizm

sürecine girdi. Almanya, birliğini geç kurması nedeniyle, öteki Avrupalı devletler gibi geniş

sömürgeler elde edemedi. Bu nedenle de, hammadde kaynaklan ve ürettiği sanayii ürünlerini

sattığı pazarlar sınırlı kaldı. İmparator, sanayileşmiş devletler gibi, Osmanlı topraklarını iyi bir

hammadde deposu ve mallarını satacağı geniş bir pazar olarak gördü. Wilhelm, Osmanlı

topraklarını askeri açıdan da önemli görmekteydi. Çünkü günün birinde Almanya, İngiltere ile

savaşa girmek zorunda kalırsa, onu kendi adalarında yenemeyeceğine göre, sömürgelerine giden

yollarda vurmalıydı. Almanya’nın planı: Osmanlı topraklarına sahip olmak, ticari açıdan bölgeye

yerleşmek ve rakibi İngiltere’nin yolunu kesmek şeklinde ifade edilebilir. Bu plan doğrultusunda

Almanya, Osmanlı Devleti’nden bazı haklar elde etmek için Berlin Kongresi’nde Osmanlı

Devleti’nin yanında yer almış ve Osmanlı Devleti ile arasındaki siyasi ve de kültürel
münasebetlerini geliştirmeye çalışmıştır. İmparator Wilhelm II, bu politikasının bir başlangıcı

olarak 1889 yılında İstanbul'a gelmiş, gezisi sırasında, Alman şirketlerinin çıkarlarını, Osmanlı

Padişahının önünde, bizzat kendisi savunmuştur. Bu görüşmelerde Padişah'tan, Bağdat

Demiryolunun Konya'ya kadar uzatılması ayrıcalığının yanı sıra, Haydarpaşa'da bir liman

kurulması ve Konstanza- Istanbul arasında telgraf hattı yapılması için, ayrıcalıklar almıştır. Bahsi

geçen demiryolu konusu ayrıca bir önem arz eder. Dikkatle incelendiğinde Almanların Osmanlı

Devleti’ndeki yayılma alanları, coğrafi açıdan özellikle demiryolu inşasının bulunduğu bölgelerde

fazlasıyla yoğundur. Demiryolu inşasının yoğunlaştığı 20.yy’ın ilk yıllarında Almanlar gittikçe

artan misyonerlik faaliyetlerinde bulunmaya başladılar ve bu konuda oldukça başarılı oldukları

da söylenebilir. Alman Türk ilişkileri başlangıçta ekonomi temelli olsa da Osmanlı modernleşme

süreci içinde sadece ekonomi ile sınırlı kalmamıştır. Başta eğitim ve askeriye olmak üzere birçok

alanda alman etkileri hissedilmiştir. Ancak Osmanlı İmparatorluğunda Almanlar siyasi ekonomik

ve askeri alanlarda yabancı ülkelerle rekabet edecek kadar güçlü ve etkin olmalarına rağmen

okul gibi eğitim ve kültür alanlarında diğer ülkelerle karşılaştırılamayacak kadar yetersiz

durumdaydılar. Bu durumu aşmak ve Türk toplumunun eğitimle temellendirilen modernizm

sürecine katkıda bulunmak amacıyla 1908-1918 arasında eğitime yön vermişlerdir. Türk

toplumunun modernleşmesine açtıkları yabancı okullar ve ideolojileriyle olarak katkıda

bulunmuşlardır. 

Osmanlı’nın modernleşme öncüsü sayılan ll. Abdülhamid'in şahsına duyulan öfke ve kinde

somutlaşan muhalefet tek ve bütüncül bir düşünce ve programa sahip değildi. Jön Türkler

homojen ve hareket birlikteliği olan bir grup değildi. Birçok önder ve bunların etrafında

kümelenen farklı gruplar ortaya çıkmıştı. Önde gelen Jön Türk liderleri arasında Mizancı Murat,
Ahmet Rıza, Prens Sebahattin, Bahâeddin Şâkir, İbrahim Temo ve Abdullah Cevdet gibi isimler

sayılabilir. Farklı liderler ve gruplar arasında hem fikir temelinde, hem de faaliyet metotları ve

tarzları açısından önemli farklılıklar vardı. Ancak hemen her grubun öne çıkardığı husus Sultan'ın

otoritesinin ve keyfi yönetiminin ortadan kaldırarak anayasal ve özgürlükçü bir sistem

kurulmasıydı. Ortaya konulan somut hedeflerden bir diğeri de ülke bütünlüğünün korunması ve

vatanın iç ve dış düşmanlara karşı korunmasıydı. Bu hedeflere ulaşmak için sunulan reçete

liberal çizgide adem-i merkeziyetçi bir siyaseti içeriyordu. Fakat Osmanlı gibi çok uluslu ve çok

dinli bir devlette böyle bir siyaset takip ederek ülke bütünlüğünü korumak bir hayli güçtü. Tüm

bu gayelerine modern bir Türk toplumu ile ulaşılabileceği düşüncesi de Jöntürkler arasında

ortaktı. Jön Türk grupları içerisinde en etkili ve ses getireni İttihat ve Terakki Cemiyeti olmuştur.

1889 yılında kurulan bu cemiyet özellikle Askeri Tıbbiye ve Harbiye öğrencileri ve genç subaylar

arasında örgütlenmiştir. 1908’de meşruti düzenin yeniden kurulmasında lider bir rol oynamıştır.

Daha sonra siyasi partiye dönüşen İttihat ve Terakki Fırkası modernleşme ve siyasi açıdan

Osmanlı devletindeki ileri gelen grup olmuştur. II. Meşrutiyet’in ilanından savaşa kadar geçen

sürede devletin yönetiminde peyderpey söz sahibi olan İttihatçıların siyasi ve modernleşme

süreci içinde hayran oldukları Almanya ile başlangıçta askeri bir yakınlaşma başlattı. Enver

Paşa'nın Alman yanlı siyaseti fırkanın siyasetini de doğrudan etkiledi. Siyasi benimsemeler

Abdülhamit ile temelleri atılan alman ideolojilerini modernizm bağlamında benimsemenin

önünü açtı. I.Dünya savaşında Almanya ittifakı ile devlet arasındaki ilişkilerin daha da

yoğunlaşmasına neden olmuştur. Kısacası Almanya yavaş yavaş Türk toplumu içine uyum

sağlayıp modernizm için öncülük etmeye başlamıştır. Yazar, Alman siyasetçi, diplomat ve bilim
adamlarının, giderek artan bir biçimde, Osmanlı eğitim sistemini düzenlemeye başlamışlardır.

Osmanlı hizmetindeki Alman eğitim reformcularının temel ilkelerini şu şekilde özetlemektedir;

1. Türklüğün yeniden canlandırılmasının kaynağı olarak milliyetçiliğin teşvik edilmesi.

2. Türk eğitim sorununda milliyetçiğin göz önünde bulundurulması.

3. Eğitim ve öğretimde skolastik düşünce ile mücadele edilmesi.

4. Gençlerin çalışma, sorumluluk duygusu ve vatan bilinci ile eğitilmesi.

5. Meslek eğitim almış ve milliyetçi düşünce yapısına sahip öğretmenlerin yetiştirilmesi.

6. Diğer alanların yanı sıra tedrisat idaresinde kayırmacılığın ve rüşvetin önüne geçilmesi.

7. Fransız eğitim anlayışının etkisinin azaltılarak Alman eğitim anlayışının etkisinin artırılması.

8. Derslerden Alman öğretmen ve memurlarından istifade edilmesi.

Jöntürklerin, yönlerini Almanlara çevirmelerinin temelden yoksun kuru bir “hayranlık” saikiyle

açıklanamayacağı aşikâr bir durumdur. Yukarıdaki ilkeler göz önünde tutulduğunda her iki

tarafın politik ajandasının uyuştuğu fark edilecek ve bu karşılıklı çıkar temelli ittifakın varoluşsal

kodları daha da anlaşılır olmuştur. I.Dünya Savaşı’nın başlamasının hemen ardından Enver

Paşa’nın girişimi sonucunda modern Alman eğitiminden yararlanma kararı alınmıştır.

19.Yüzyılın başlarında Osmanlı okulları mektep, sıbyan mektebi veya mahalle mektebi

gibi ilk Öğretim kurumlarından ve medrese gibi yüksekokullardan oluşuyordu. Tanzimat

dönemine kadar bu okullar geleneksel Osmanlı eğitiminin temel kurumlarıydı. Medreseler katı

hiyerarşik sınıflandırma sistemi ile yüzyıllar boyunca yüksek eğitim kurumu niteliğinde olmuştur
yeni Jön Türk Hükümeti’nin eğitim politikası Osmanlı’nın mevcut okul sisteminin

modernleştirilmesi ve Türkleştirilmesi üzerine kuruluydu. Ancak modernleşen Türk toplumu bu

süreç içinde Türk kimliğinden ve benliğinden uzaklaşmamalıydı. Ziya Gökalp İslam, Türklük ve

Batı eğilimli modernleşme için “Biz Türk milliyetine, İslam dinine ve Avrupa medeniyetine aitiz”

ele alınmış olan bu alıntı yeni Türk Modernleşmesinin Jöntürkler bağlamında ideolojik

temellerini oluşturmuştur.

Jöntürkler modern bir toplumun kilit noktası olarak eğitime ilk görmekteydi bu

nedenden ötürü eğitimde modernleşmeye gidilmesi zorunluluk olarak görülmüştür. Kanuni

esasinin yeniden uygulanmasıyla birlikte parlamento ve basın eğitim sorununa daha çok

değinilmiş, 1908 ve 1918 yılları arasında bir tarafta ilkokul medrese gibi eğitim kurumları diğer

taraftan da Cumhuriyet döneminde gerçekleştirecek reformların temelleri atılmıştır. Geleneksel

ve ezberci düzeni yıkıp modern, gözlem ve analiz metodundan geçinmeye çalışılan yeni eğitim

sistemine göre öğretmenin sorumlu olduğu çocuklara sadece okumayı ve ezberlemeyi öğretmek

değildir. Entelektüel, ahlaki estetik ve sportif açıdan yeni yetişen nesle bir örnek teşkil etmekte

Jöntürkler sadece çok sayıda genel eğitim veren kurumların yanı sıra mevcut ilk ve ortaokul

sistemini geliştirip yeniden yapılandırmışlardır. Asıl hedef halkın eğitim seviyesini yükselterek

medeni ve modern bir Türk toplumu elde etmekti. Reformlar sırasıyla ilköğretim, yüksekokullar,

öğretmenlerin eğitimi, özel okullar ve medreselerde uygulanmaya başlanmıştır. Osmanlı

imparatorluğu Balkan savaşından sonra modern bir devlet yaratma ve bunun için yeni bir nesil

yetiştirme işine daha sıkı sarılmıştır. Yeni insanın yaratılmasının temelinde yatan eğitimi

modernleştirmeye. Balkan Savaşı’nın kaybedilmesinden sonra Osmanlı hükümeti devleti köklü

bir şekilde ıslah etmeye karar verdi Bu süreç içinde Abdülhamit döneminden başlayan Alman
dostluğu ile beraber Almanlar bu reformların öncüsü niteliğinde olmuştur. Bu girişimi başlatırken

Osmanlı gözlemcileri özellikle Prusya eğitim sistemini dikkatlice incelememişlerdir ve yazdıkları

raporlarla ülkelerindeki eğitim sisteminin gelişimine etkili olmaya çalışmışlardır. Almanya’da da

bazı entellektüeller Türkiye’deki eğitim problemine kafa yoruyor eğitim sorunun nedenlerini

araştırıyor ve bunlara çözüm yolları sunmaya çalışmışlardır. Bu entelektüellerden biri olan C. H.

Becker düşüncelerini şu şekilde ifade etmiştir: "Biz, Türklere modern usullere göre sağlıklı bir

ilköğretim sistemi kurması için yardım etmeye çalışmalıyız. Ancak bunu yaparken şark eğitimine

ve İslam dinine bağlı çevrelerin desteğini almalıyız. Devletlerarası ilişkilerde menfaat birliğinden

daha sağlam bir dostluk olamaz." Becker, savaş sırasında da Türk eğitim sorunuyla ilgili

araştırmalar yapıp ve fikir beyan etmiştir. 1916 da kayserin doğum günü vesilesiyle yaptığı bir

konuşmada Türkiye’nin "özgür bir ülke olarak kalacağını ve Almanya'nın Osmanlıyla sağladığı

destek ve yardımlarıyla modern bir kültür devleti olacağını" belirtti. Ona göre Türkiye "kültürsüz

modern olmayan bir ülkeden ziyade, eski eğitim geleneklerine sahip bir ülkeydi. Becker’ında

değindiği üzere diğer yabancı devletlerin aksine Almanya Osmanlı ile birlik içinde olmak

istemekteydi. “Asimilasyoncu Fransızların aksine alman okulları “Almanlaştırmayan” bir eğitim

politikası benimsemekteydi.

Osmanlı döneminde alman kültürü ve eğitimi (1908-1918) 

Alman birliğinden Önce Osmanlı topraklarında kurulan Alman okulları Alman

misyonerlerin kendi dini gerekçeleri nedeniyle Osmanlı topraklarına gelerek kendi mensuplarının

çocuklarına ve başka Hristiyan mezheplerin çocuklarına kendi mezheplerini öğretmek amacıyla


açılan okullardır. Misyoner okulu olmamasına rağmen Alman birliğinden önce açılmış İstanbul'da

faaliyette bulunan bir Alman Okulu vardı. Bu okul, İstanbul' da yasayan Alman ve İsviçreli elçilik

mensuplarının ve tüccarların çocukları için başlangıç da bir Alman-İsviçre okulu olarak açılmıştır.

Alman misyonerleri Osmanlı topraklarında sayıca kalabalık olmalarına rağmen yine de diğer ülke

misyonerlerinin açtıkları okullardan çok daha az sayıda okul açabilmişlerdir. Bu durum onları

başlangıçta Türk toplumuna olan etiklerini sınırlamıştır. Daha sonra, özellikle Irak ve Filistin

üzerinde daha etkili olmak için İstanbul’dan Kudüs’e kadar varan yol üzerinde okullar açtılar.

Onlar, bilhassa Alman uyruklu ve azınlıkların çoğunlukta olduğu yerlerde Alman eğitimi yapan

okulları örgütlemeye çalışıyorlardı. Okul açacakları bölge ahalisine maddi ve manevi her türlü

destekle onları kendi taraflarına çekmeye ve böylece lehlerine bir kamuoyu oluşturma

konusunda azami gayreti sarf etmişlerdir. Nitekim, Halep şehrinden Maarif Nezareti’ne

gönderilen 1912 tarihli yazıdan bu durum aydınlatılmıştır. “Nefs-i Maraş Kasabasındaki Alman

İnas Mektebi mezunlarından iki kızın bundan 15-20 gün önce Zeytun Kasabası’na bağlı Frensi

Nahiyesi’ne giderek Köşkernişan’ın hanesinde misafiretle 3 gün kaldıkları ve ahalinin ileri

gelenleriyle görüşerek kaffe-i mesarifi Maraş’taki Almanlar tarafından tavsiye olunmak üzere bir

İnas Mektebi Küşarna teşvik ile ahalinden muvaffak olunduğuna dair de bir senet aldıkları ve

sonbaharda bir muallime göndereceklerini vaatle beraber yol tamirati için Maraşlı müessis Yedile

Frensi Atabek ve Çağılan Karyesine 25 ve Taturlu karyesine daha keza 25 Osmanlı Lirası

dağıtarak meveddet ettikleri Maraş Mutasarrıflığı’ndan alınan tahriratla işar olunmuştur.”

Almanya tarafından da Türk eğitim sistemini Almanlaştırma hedeflendiğinden bu ikiistemin

çakışması sonucunda Alman Dışişleri Bakanlığı ile mutabakat sağlanmıştır. Savaşın

başlamasından kısa bir süre sonra Alman Dışişleri Bakanlığı Eğitim Dairesi’nde görevli olup
Bürkeş’de bulunan 40 yaşlarındaki Prof. Dr. Franz Schmidt bir “Alman Eğitim Enstitüsü” kurmak

üzere Türkiye’ye gönderilmiş ve 1 Mart 1915’de Maarif Nezâreti Müşaviri olarak görev başı

yapmıştır. Alman Büyükelçisi Baronvon Wangenheim ile Başkonsolos Heinrich Mordtmann’ın

büyük desteğine sahip olan Schmidt, Maarif Nâzırı Şükrü Bey ile uyum içinde çalışmaya

başlamıştır. Hemen Türkçe öğrenmeye başlayan Schmidt’in asıl görevi Türk eğitim sisteminde

yerleşmiş olan Fransız öğretim yöntemleri yerine Alman eğitim sistemini yerleştirmekti.

Oluşturduğu ekibiyle birlikte Türk eğitim sisteminin her kademesi üzerinde etkili olmaya çalışıp

Alman eğitim sistemi ile modernleşecek Türk toplumunun önünü açmıştır.

Alman okullarının Osmanlı Devleti üzerindeki etkisini, Türkiye’de Alman kültürünün

yoğunlaştırılması yolunda bazı Türk Alman Cemiyetleri (dernekleri) çaba sarfetmişlerse de,

gerekli-yeterli teknik altyapı ve mali destek bulunamadığından istenilen seviyeye

ulaştırılamamıştır. Ancak, bu dönemde, 1914’te, Türk Alman Dostluk Cemiyeti’nin (Freund-

schaftshaus) bizzat İstanbul’da kurulmasıyla bir bakıma bu alanda ileri bir adım atılmıştır.

Cemiyet’in idare heyetinde Alman sosyal ve kültürel hayatın tanınmış simaları bir araya

gelmiştir. Aralarında Dr. E. Jaech’in bulunduğu cemiyetin başkanlığına Deutsche Bank’ın

direktörü Dr. Helfferich getirilmiştir. Cemiyet’in asıl amacı, Alman ve Türk eğitimini birbirine

yakınlaştırmak, bilhassa Almanya’nın sahip olduğu modernist ideolojiyi Türk halkına

kazandırmaktı. Bu amacın gerçekleşmesi, eğitim kuruluşlarına, bu kurumlarda görev alacak

öğretmen ve akademisyenlerin gönderilmesine bağlanmıştır. ‘’Bir Alman-Türk kültür politikasının

yeni bir heyecanla ele alınması gerekir. Alman Dilini, Alman bilimini ve enerjik uygarlığımızın

bütün büyük değerlerini Türkiye’ye aşılayarak Türkiye’nin yenilenmesini sağlamalıyız. Bunun için

her şeyden önce bir Alman okullar sistemine ihtiyacımız vardır. Bu okulların büyüklük bakımından
Fransız okullarıyla yarışmasına gerek yoktur. Fakat elde bulunan okullara göre daha geniş çapta

planlanmalıdır. Dilin bağlayıcı gücü olmadıkça hiçbir kültürel nüfuz sürekli olamaz. Türkiye’nin

zeki ve ilerici gençleri Almanca öğrenmek için bol fırsatlara sahip olmalıdırlar… Ancak dilimizi

öğreterek Türklere uygarlığımızı tanıtabilir, onlarda bu uygarlığı tanımak ve dolayısıyla manevi

değerlerimizi benimseme uyandırabiliriz. Bu hedefe yönelirken niyetimiz Türkiye’yi siyasi ve

ekonomik bakımdan Almanlaştırmak ya da sömürgeleştirmek değil, Alman ruhunu, büyük bir

gelişme içinde bulunan ve parlak bir gelecek vaad eden bir ulusa aşılamaktır.’’ Bu cümlelerden

de anlaşılabileceği gibi, Almanlar Osmanlı Devleti üzerindeki nüfuzlarına büyük önem vermişler

ve okullar vasıtasıyla diğer emperyal güçler gibi bir etki alanı yaratma gayreti içerisinde

olmuşlardır. Almanların Türk modernizmi adına önemli bir artı olarak gösterilebilecek başka bir

nokta da, Fransız ve İngiliz okullarına kıyasla, büyük harp döneminde müttefik olmalarından

dolayı, Osmanlı Devleti savaş esnasında Alman okullarını kapatmamıştır. Bu sayede Alman etkisi

etkisini zamanla daha fazla göstermeye başlamıştır. Ayrıca, Türk toplumunda Alman dilinin

öğretilmesi ve öğrenilmesinin önemine dikkat çeken Almanlar, etkili iletişim araçlarından biri

olan sinemanın da, okur-yazar olmayan seyircilere doğrudan tesirli olabileceğini ifade

etmektedirler. Böylece, sinema, Alman kentleri, manzaralar, yöneticileri, savaş ve manevra

resimleri, Alman tarım tekniğinin gösterimi gibi konularda önemli bir reklam aracı olabilme

niteliği taşiyacaktı. Başka bir değişle halkı modernist bir biçimde eğitmek sadece okullarla sınırlı

kalmayıp kültürel aktarımlarlada aynı sonuç mümkün olucaktı. Onlara göre, böyle bir Türk-

Alman yakınlaşmasının sürekli olarak geliştirilmesi için, mümkün olan tüm yardımcı güçleri

faaliyet alanı içine çekme mecburiyeti vardı. Friedrich Neumann’ın şu özlü sözünün önemle

üzerinde durulması isteniyordu. “Eğer Almanlar, Osmanlı Devleti’ne yardım etmek istiyorlarsa,
bu devleti aktivite güçleriyle desteklemek zorundadır.(Wenn die Deutschen den Osmanenstaat

stützen wollen, so müssen sie arbeitende Kraft in ihn hineinwerfen). Bu aktivite güçleri, başta

eğitim olmakla beraber nüfus, para, asker, öğretmen, mülkiye memurları, demiryolları, bankalar,

makineler gibi sermaye ve yatırımlar olarak açıklamak mümkündür. Yani Almanlar eğitim

öncülüğünde Türk toplumunun modernist bir düzeye gelebilmesi için her türlü desteği

sunmuşlardır. Darülfünûna Alman mütehassislerin getirilmesi projesi II. Meşrutiyetten sonra

hızla artan kültürel ilişikler ağının geldiği en son nokta olduğu da söylenebilir. Darülfünun, ilk

defa Osmanlı İmparatorluğu döneminde kurulmuştur. Gençlerin yükseköğretim alabilmeleri için

kurulan bir kurum niteliği taşır. Medrese dışında bir yükseköğretim açma fikri ilk defa Sultan

Abdülmecid döneminde ortaya atılmıştır. İlk darülfünun açılması ise 23 Temmuz 1846 yılında

gerçekleşmiştir. Darülfünun, eski zamanlarda, günümüzün üniversiteleri yerine geçmekte olan

bir yükseköğretim kurumudur. İkinci Meşrutiyet Darülfünûn için önemli bir dönüm noktası

niteliği taşımıştır. Prof. Dr. Dölen, Darülfünûn’a Almanya’dan Öğretim Üyeleri getirilmesiyle

beraber Dünya Savaşı’nda Almanya ile ittifak yaptıktan sonra her alanda önemli ilişkiler

olduğunun altını vurgulamıştır.  Prof. Dr. Dölen’e göre iki ülkenin siyasi birliktelikleri Türk

modernizmine katkıda bulunmuştur. O dönemde Maarif Nezareti’ne danışman olarak Alman

Prof. Dr. Franz Schmidt atanmıştır. Prof. Dr. Schmidt’in buradaki esas görevi Türk eğitimindeki

Fransız etkisini kırmak ve bunun yerine Alman etkisini hâkim kılmaktır. Darülfünûn ile birlikte

Osmanlı toplumundaki diğer devletlerin etkisi azaltılarak arı bir Alman modernist ideolojisi

entegre edilmek istenmiştir. Darülfünûn’da reform istekleri göz önünde bulundurularak

Darülfünûn’a Almanya’dan öğretim üyesi getirilmesi kabul edilmiştir. Bu dönemde getirtilen

Alman öğretim üyelerinin sayısı 21’dir, bunlara ek olarak da 5 tane yardımcı getirtilmiştir.
Almanya’dan getirtilen öğretim üyelerinin burada bir Alman Üniversitesi kurmak istediklerini ve

bunun için bir nizamname hazırlayıp, nizamnameyi hem Maarif Nezareti’ne hem de Alman

Sefareti’ne sunduklarını söyleyen Prof. Dr. Dölen, nizamnamenin Maarif Nezareti tarafından

itibar görmediğini belirterek başarısız olduğunu beyan etmiştir. Darülfünûn mecmualarının

yayınlanmasında da Alman öğretim üyelerinin önemli bir rolü olduğunu vurgulayan Prof. Dr.

Dölen, “Almanya’dan getirilen öğretim üyeleri her üniversitenin bir yayın organı olmalıdır

diyerek Darülfünûn’a da bir yayın organı kuruyorlar. Bu şekilde aynı anda dört fakültede dört

ayrı mecmua yayınlanmaya başlıyor fakat bu mecmualarda doğru dürüst araştırma yazılarına yer

verilmiyor. Mecmualarda yer alan yazılar ya çok genel yazılar ya da Almanca makalelerden

çeviriler şeklinde oluyor” demiştir. Bir yandan Osmanlı ülkesi içinde Almanlara yaşam alanları

açmak için demiryolu ve tarım alanında projeler geliştirilirken öte yandan da İstanbul’da bir

“Alman Üniversitesi” kurulması için ön çalışmalar yapılmıştır. 

1918 yılında 1.Dünya savaşında Almanlarla beraber ağır yenilgi alınması iki ülke

arasındaki ilişkilerde bozulmaya başlamıştır. İtilaf devletleriyle yapılan ateşkes sonrası Ekim 1918

sonunda iktidara İtilaf devletleri yanlısı bir hükümet geldi. İtilaf devletleri yanlısı bir hükümet

Almanlarla olan siyasi ilişkilerin bozulmasına yol açmıştır. Osmanlı Devletinin savaş sonrası bu

çöküşü Osmanlıda eğitim öncüsü Almanların kaderine de damgasını vurmuştur. 2 Kasım 1918’de

yeni Maarif Nazırı Rıva Tevfik Bey, İtilaf devletlerinin baskılarıyla yeni kurulan hükümetin Alman

profesörler ve diğer eğitimcilerle yapılan anlaşmaların feshettiğini duyurmuştur. 1. Dünya

savaşından sonra zaten işlerine son verilmiş olan Alman eğitimciler, profesörler ve diğer

uzmanlar “Corcovada” gemisiyle Osmanlı topraklarını terk etmişlerdir. Ancak Türk toplumuna

siyasi ilişkiler bağlamında sağladıkları eğitim ve eğitim politikalarıyla cumhuriyet öncesi Türk
toplumunun gelişimine katkıda bulunurken, diğer bir yandan da cumhuriyet ilanı sonrası modern

Türk toplumlarının temelini oluşturmuşlardır.

You might also like