Professional Documents
Culture Documents
Rus Osmanlı savaşının ağır yenilgisi sonucu, Sultan 2. Abdülhamid’in (1876-1909) 31 Ocak 1878
tarihinde Rusya ile ateşkes imzalamasından kısa bire süre sonra Meclis-I Mebusan’ı fes
etmesine Zemin hazırladı. Abdülhamid idareyi kendi eline aldıktan sonra Osmanlı katı
merkeziyetçi bir idare sistemi içine sürüklenmiş oldu. Osmanlı tarihinde 1908 yılındaki Jöntürk
İhtilaline kadar sürecek olan bir devir Abdülhamit’in idareye geçmesi ile başlamış oldu. Osmanlı
çabalar II. Abdülhamid tarafından devam ettirildi. Bürokraside yapılan reformların yanı sıra
demiryolları ve telgraf sistemlerinin birçoğu Alman firmalar tarafından ll. Wilhelm öncülüğünde
Osmanlı devletine yaptığı yatırımlar ilişkilerde yeni bir dönemi başlattır nitelikte oldu. Genç ve
dinamik İmparator, Bismarck’ın başka devletlerle çatışmamak için gösterdiği ihtiyat politikasını
red ederek, enerjik ve emperyalist bir politikayı uygulamaya koydu. Bunda en önemli nedenlerin
başında gelişmekte olan sanayi ile artan nüfus ve bunu besleyecek pazar yani sömürge arayışı
gelecek vaat etmesi Almanya’nın dikkatini çekmekteydi. Bütün bu sebeplerden dolayı Osmanlı
İmparatorluğu bir süre sonra Almanya için hedef ülke konumuna geldi. Osmanlı İmparatorluğu
açısından 19. yüzyılın ikinci yarısı, hiç de iç açıcı vaziyette olmamıştır. Zira uzun süredir gerek iç
gerekse dış sorunlarla uğraştığı yetmiyormuş gibi bu durumdan istifade etmeye çalışan
devletlere karşı direnmek zorunda kalmıştır. Şüphesiz, bunda Avrupa devletlerinin Osmanlı’yı
İmparatorluğunu parçalamaya yönelik politikasına karşın Almanya, Osmanlı’dan hiç toprak talep
etmemiştir. Ayrıca tahta geçen II. Abdülhamid’in 1880’li yılların sonlarında siyasi olarak takip
Türk-Alman ilişkileri Wilhelm ve Abdülhamit iktidarı bağlamında temellendirilmiş oldu. İki ülke
arasındaki ilişkilerin I. Dünya Savaşında müttefik olacak derece gelişmesinde, 1876’da II.
olmasının da büyük ölçüde rolü olmuştur. Türk-Alman ilişkilerin gelişmesinde 19. yüzyılda iki
ülke açısından yaşanan gelişmelerde iki devletin birbiri ile yakınlaşmasının önünü açar
pozisyonda oldu. Yüzyılın ikinci yarısında Batı Avrupa tamamen sanayileşmiş bir toplum
konumundaydı. Almanya’da, Fransa ve İngiltere’ye göre biraz geç de olsa sanayi toplumu olarak
ortaya çıkmayı başardı. Ancak Almanya diğer Avrupa devletlerinden daha geç koloniyalizm
sürecine girdi. Almanya, birliğini geç kurması nedeniyle, öteki Avrupalı devletler gibi geniş
sömürgeler elde edemedi. Bu nedenle de, hammadde kaynaklan ve ürettiği sanayii ürünlerini
sattığı pazarlar sınırlı kaldı. İmparator, sanayileşmiş devletler gibi, Osmanlı topraklarını iyi bir
hammadde deposu ve mallarını satacağı geniş bir pazar olarak gördü. Wilhelm, Osmanlı
topraklarını askeri açıdan da önemli görmekteydi. Çünkü günün birinde Almanya, İngiltere ile
savaşa girmek zorunda kalırsa, onu kendi adalarında yenemeyeceğine göre, sömürgelerine giden
yollarda vurmalıydı. Almanya’nın planı: Osmanlı topraklarına sahip olmak, ticari açıdan bölgeye
yerleşmek ve rakibi İngiltere’nin yolunu kesmek şeklinde ifade edilebilir. Bu plan doğrultusunda
Almanya, Osmanlı Devleti’nden bazı haklar elde etmek için Berlin Kongresi’nde Osmanlı
Devleti’nin yanında yer almış ve Osmanlı Devleti ile arasındaki siyasi ve de kültürel
münasebetlerini geliştirmeye çalışmıştır. İmparator Wilhelm II, bu politikasının bir başlangıcı
olarak 1889 yılında İstanbul'a gelmiş, gezisi sırasında, Alman şirketlerinin çıkarlarını, Osmanlı
Demiryolunun Konya'ya kadar uzatılması ayrıcalığının yanı sıra, Haydarpaşa'da bir liman
kurulması ve Konstanza- Istanbul arasında telgraf hattı yapılması için, ayrıcalıklar almıştır. Bahsi
geçen demiryolu konusu ayrıca bir önem arz eder. Dikkatle incelendiğinde Almanların Osmanlı
Devleti’ndeki yayılma alanları, coğrafi açıdan özellikle demiryolu inşasının bulunduğu bölgelerde
fazlasıyla yoğundur. Demiryolu inşasının yoğunlaştığı 20.yy’ın ilk yıllarında Almanlar gittikçe
da söylenebilir. Alman Türk ilişkileri başlangıçta ekonomi temelli olsa da Osmanlı modernleşme
süreci içinde sadece ekonomi ile sınırlı kalmamıştır. Başta eğitim ve askeriye olmak üzere birçok
alanda alman etkileri hissedilmiştir. Ancak Osmanlı İmparatorluğunda Almanlar siyasi ekonomik
ve askeri alanlarda yabancı ülkelerle rekabet edecek kadar güçlü ve etkin olmalarına rağmen
okul gibi eğitim ve kültür alanlarında diğer ülkelerle karşılaştırılamayacak kadar yetersiz
sürecine katkıda bulunmak amacıyla 1908-1918 arasında eğitime yön vermişlerdir. Türk
bulunmuşlardır.
Osmanlı’nın modernleşme öncüsü sayılan ll. Abdülhamid'in şahsına duyulan öfke ve kinde
somutlaşan muhalefet tek ve bütüncül bir düşünce ve programa sahip değildi. Jön Türkler
homojen ve hareket birlikteliği olan bir grup değildi. Birçok önder ve bunların etrafında
kümelenen farklı gruplar ortaya çıkmıştı. Önde gelen Jön Türk liderleri arasında Mizancı Murat,
Ahmet Rıza, Prens Sebahattin, Bahâeddin Şâkir, İbrahim Temo ve Abdullah Cevdet gibi isimler
sayılabilir. Farklı liderler ve gruplar arasında hem fikir temelinde, hem de faaliyet metotları ve
tarzları açısından önemli farklılıklar vardı. Ancak hemen her grubun öne çıkardığı husus Sultan'ın
kurulmasıydı. Ortaya konulan somut hedeflerden bir diğeri de ülke bütünlüğünün korunması ve
vatanın iç ve dış düşmanlara karşı korunmasıydı. Bu hedeflere ulaşmak için sunulan reçete
liberal çizgide adem-i merkeziyetçi bir siyaseti içeriyordu. Fakat Osmanlı gibi çok uluslu ve çok
dinli bir devlette böyle bir siyaset takip ederek ülke bütünlüğünü korumak bir hayli güçtü. Tüm
bu gayelerine modern bir Türk toplumu ile ulaşılabileceği düşüncesi de Jöntürkler arasında
ortaktı. Jön Türk grupları içerisinde en etkili ve ses getireni İttihat ve Terakki Cemiyeti olmuştur.
1889 yılında kurulan bu cemiyet özellikle Askeri Tıbbiye ve Harbiye öğrencileri ve genç subaylar
arasında örgütlenmiştir. 1908’de meşruti düzenin yeniden kurulmasında lider bir rol oynamıştır.
Daha sonra siyasi partiye dönüşen İttihat ve Terakki Fırkası modernleşme ve siyasi açıdan
Osmanlı devletindeki ileri gelen grup olmuştur. II. Meşrutiyet’in ilanından savaşa kadar geçen
sürede devletin yönetiminde peyderpey söz sahibi olan İttihatçıların siyasi ve modernleşme
süreci içinde hayran oldukları Almanya ile başlangıçta askeri bir yakınlaşma başlattı. Enver
Paşa'nın Alman yanlı siyaseti fırkanın siyasetini de doğrudan etkiledi. Siyasi benimsemeler
önünü açtı. I.Dünya savaşında Almanya ittifakı ile devlet arasındaki ilişkilerin daha da
yoğunlaşmasına neden olmuştur. Kısacası Almanya yavaş yavaş Türk toplumu içine uyum
sağlayıp modernizm için öncülük etmeye başlamıştır. Yazar, Alman siyasetçi, diplomat ve bilim
adamlarının, giderek artan bir biçimde, Osmanlı eğitim sistemini düzenlemeye başlamışlardır.
6. Diğer alanların yanı sıra tedrisat idaresinde kayırmacılığın ve rüşvetin önüne geçilmesi.
7. Fransız eğitim anlayışının etkisinin azaltılarak Alman eğitim anlayışının etkisinin artırılması.
Jöntürklerin, yönlerini Almanlara çevirmelerinin temelden yoksun kuru bir “hayranlık” saikiyle
açıklanamayacağı aşikâr bir durumdur. Yukarıdaki ilkeler göz önünde tutulduğunda her iki
tarafın politik ajandasının uyuştuğu fark edilecek ve bu karşılıklı çıkar temelli ittifakın varoluşsal
kodları daha da anlaşılır olmuştur. I.Dünya Savaşı’nın başlamasının hemen ardından Enver
19.Yüzyılın başlarında Osmanlı okulları mektep, sıbyan mektebi veya mahalle mektebi
dönemine kadar bu okullar geleneksel Osmanlı eğitiminin temel kurumlarıydı. Medreseler katı
hiyerarşik sınıflandırma sistemi ile yüzyıllar boyunca yüksek eğitim kurumu niteliğinde olmuştur
yeni Jön Türk Hükümeti’nin eğitim politikası Osmanlı’nın mevcut okul sisteminin
süreç içinde Türk kimliğinden ve benliğinden uzaklaşmamalıydı. Ziya Gökalp İslam, Türklük ve
Batı eğilimli modernleşme için “Biz Türk milliyetine, İslam dinine ve Avrupa medeniyetine aitiz”
ele alınmış olan bu alıntı yeni Türk Modernleşmesinin Jöntürkler bağlamında ideolojik
temellerini oluşturmuştur.
Jöntürkler modern bir toplumun kilit noktası olarak eğitime ilk görmekteydi bu
esasinin yeniden uygulanmasıyla birlikte parlamento ve basın eğitim sorununa daha çok
değinilmiş, 1908 ve 1918 yılları arasında bir tarafta ilkokul medrese gibi eğitim kurumları diğer
ve ezberci düzeni yıkıp modern, gözlem ve analiz metodundan geçinmeye çalışılan yeni eğitim
sistemine göre öğretmenin sorumlu olduğu çocuklara sadece okumayı ve ezberlemeyi öğretmek
değildir. Entelektüel, ahlaki estetik ve sportif açıdan yeni yetişen nesle bir örnek teşkil etmekte
Jöntürkler sadece çok sayıda genel eğitim veren kurumların yanı sıra mevcut ilk ve ortaokul
sistemini geliştirip yeniden yapılandırmışlardır. Asıl hedef halkın eğitim seviyesini yükselterek
medeni ve modern bir Türk toplumu elde etmekti. Reformlar sırasıyla ilköğretim, yüksekokullar,
imparatorluğu Balkan savaşından sonra modern bir devlet yaratma ve bunun için yeni bir nesil
yetiştirme işine daha sıkı sarılmıştır. Yeni insanın yaratılmasının temelinde yatan eğitimi
bir şekilde ıslah etmeye karar verdi Bu süreç içinde Abdülhamit döneminden başlayan Alman
dostluğu ile beraber Almanlar bu reformların öncüsü niteliğinde olmuştur. Bu girişimi başlatırken
bazı entellektüeller Türkiye’deki eğitim problemine kafa yoruyor eğitim sorunun nedenlerini
Becker düşüncelerini şu şekilde ifade etmiştir: "Biz, Türklere modern usullere göre sağlıklı bir
ilköğretim sistemi kurması için yardım etmeye çalışmalıyız. Ancak bunu yaparken şark eğitimine
ve İslam dinine bağlı çevrelerin desteğini almalıyız. Devletlerarası ilişkilerde menfaat birliğinden
daha sağlam bir dostluk olamaz." Becker, savaş sırasında da Türk eğitim sorunuyla ilgili
araştırmalar yapıp ve fikir beyan etmiştir. 1916 da kayserin doğum günü vesilesiyle yaptığı bir
konuşmada Türkiye’nin "özgür bir ülke olarak kalacağını ve Almanya'nın Osmanlıyla sağladığı
destek ve yardımlarıyla modern bir kültür devleti olacağını" belirtti. Ona göre Türkiye "kültürsüz
modern olmayan bir ülkeden ziyade, eski eğitim geleneklerine sahip bir ülkeydi. Becker’ında
değindiği üzere diğer yabancı devletlerin aksine Almanya Osmanlı ile birlik içinde olmak
politikası benimsemekteydi.
misyonerlerin kendi dini gerekçeleri nedeniyle Osmanlı topraklarına gelerek kendi mensuplarının
faaliyette bulunan bir Alman Okulu vardı. Bu okul, İstanbul' da yasayan Alman ve İsviçreli elçilik
mensuplarının ve tüccarların çocukları için başlangıç da bir Alman-İsviçre okulu olarak açılmıştır.
Alman misyonerleri Osmanlı topraklarında sayıca kalabalık olmalarına rağmen yine de diğer ülke
misyonerlerinin açtıkları okullardan çok daha az sayıda okul açabilmişlerdir. Bu durum onları
başlangıçta Türk toplumuna olan etiklerini sınırlamıştır. Daha sonra, özellikle Irak ve Filistin
üzerinde daha etkili olmak için İstanbul’dan Kudüs’e kadar varan yol üzerinde okullar açtılar.
Onlar, bilhassa Alman uyruklu ve azınlıkların çoğunlukta olduğu yerlerde Alman eğitimi yapan
okulları örgütlemeye çalışıyorlardı. Okul açacakları bölge ahalisine maddi ve manevi her türlü
destekle onları kendi taraflarına çekmeye ve böylece lehlerine bir kamuoyu oluşturma
konusunda azami gayreti sarf etmişlerdir. Nitekim, Halep şehrinden Maarif Nezareti’ne
gönderilen 1912 tarihli yazıdan bu durum aydınlatılmıştır. “Nefs-i Maraş Kasabasındaki Alman
İnas Mektebi mezunlarından iki kızın bundan 15-20 gün önce Zeytun Kasabası’na bağlı Frensi
gelenleriyle görüşerek kaffe-i mesarifi Maraş’taki Almanlar tarafından tavsiye olunmak üzere bir
İnas Mektebi Küşarna teşvik ile ahalinden muvaffak olunduğuna dair de bir senet aldıkları ve
sonbaharda bir muallime göndereceklerini vaatle beraber yol tamirati için Maraşlı müessis Yedile
Frensi Atabek ve Çağılan Karyesine 25 ve Taturlu karyesine daha keza 25 Osmanlı Lirası
başlamasından kısa bir süre sonra Alman Dışişleri Bakanlığı Eğitim Dairesi’nde görevli olup
Bürkeş’de bulunan 40 yaşlarındaki Prof. Dr. Franz Schmidt bir “Alman Eğitim Enstitüsü” kurmak
üzere Türkiye’ye gönderilmiş ve 1 Mart 1915’de Maarif Nezâreti Müşaviri olarak görev başı
büyük desteğine sahip olan Schmidt, Maarif Nâzırı Şükrü Bey ile uyum içinde çalışmaya
başlamıştır. Hemen Türkçe öğrenmeye başlayan Schmidt’in asıl görevi Türk eğitim sisteminde
yerleşmiş olan Fransız öğretim yöntemleri yerine Alman eğitim sistemini yerleştirmekti.
Oluşturduğu ekibiyle birlikte Türk eğitim sisteminin her kademesi üzerinde etkili olmaya çalışıp
yoğunlaştırılması yolunda bazı Türk Alman Cemiyetleri (dernekleri) çaba sarfetmişlerse de,
schaftshaus) bizzat İstanbul’da kurulmasıyla bir bakıma bu alanda ileri bir adım atılmıştır.
Cemiyet’in idare heyetinde Alman sosyal ve kültürel hayatın tanınmış simaları bir araya
direktörü Dr. Helfferich getirilmiştir. Cemiyet’in asıl amacı, Alman ve Türk eğitimini birbirine
yeni bir heyecanla ele alınması gerekir. Alman Dilini, Alman bilimini ve enerjik uygarlığımızın
bütün büyük değerlerini Türkiye’ye aşılayarak Türkiye’nin yenilenmesini sağlamalıyız. Bunun için
her şeyden önce bir Alman okullar sistemine ihtiyacımız vardır. Bu okulların büyüklük bakımından
Fransız okullarıyla yarışmasına gerek yoktur. Fakat elde bulunan okullara göre daha geniş çapta
planlanmalıdır. Dilin bağlayıcı gücü olmadıkça hiçbir kültürel nüfuz sürekli olamaz. Türkiye’nin
zeki ve ilerici gençleri Almanca öğrenmek için bol fırsatlara sahip olmalıdırlar… Ancak dilimizi
gelişme içinde bulunan ve parlak bir gelecek vaad eden bir ulusa aşılamaktır.’’ Bu cümlelerden
de anlaşılabileceği gibi, Almanlar Osmanlı Devleti üzerindeki nüfuzlarına büyük önem vermişler
ve okullar vasıtasıyla diğer emperyal güçler gibi bir etki alanı yaratma gayreti içerisinde
olmuşlardır. Almanların Türk modernizmi adına önemli bir artı olarak gösterilebilecek başka bir
nokta da, Fransız ve İngiliz okullarına kıyasla, büyük harp döneminde müttefik olmalarından
dolayı, Osmanlı Devleti savaş esnasında Alman okullarını kapatmamıştır. Bu sayede Alman etkisi
etkisini zamanla daha fazla göstermeye başlamıştır. Ayrıca, Türk toplumunda Alman dilinin
öğretilmesi ve öğrenilmesinin önemine dikkat çeken Almanlar, etkili iletişim araçlarından biri
olan sinemanın da, okur-yazar olmayan seyircilere doğrudan tesirli olabileceğini ifade
resimleri, Alman tarım tekniğinin gösterimi gibi konularda önemli bir reklam aracı olabilme
niteliği taşiyacaktı. Başka bir değişle halkı modernist bir biçimde eğitmek sadece okullarla sınırlı
kalmayıp kültürel aktarımlarlada aynı sonuç mümkün olucaktı. Onlara göre, böyle bir Türk-
Alman yakınlaşmasının sürekli olarak geliştirilmesi için, mümkün olan tüm yardımcı güçleri
faaliyet alanı içine çekme mecburiyeti vardı. Friedrich Neumann’ın şu özlü sözünün önemle
üzerinde durulması isteniyordu. “Eğer Almanlar, Osmanlı Devleti’ne yardım etmek istiyorlarsa,
bu devleti aktivite güçleriyle desteklemek zorundadır.(Wenn die Deutschen den Osmanenstaat
stützen wollen, so müssen sie arbeitende Kraft in ihn hineinwerfen). Bu aktivite güçleri, başta
eğitim olmakla beraber nüfus, para, asker, öğretmen, mülkiye memurları, demiryolları, bankalar,
makineler gibi sermaye ve yatırımlar olarak açıklamak mümkündür. Yani Almanlar eğitim
öncülüğünde Türk toplumunun modernist bir düzeye gelebilmesi için her türlü desteği
hızla artan kültürel ilişikler ağının geldiği en son nokta olduğu da söylenebilir. Darülfünun, ilk
kurulan bir kurum niteliği taşır. Medrese dışında bir yükseköğretim açma fikri ilk defa Sultan
Abdülmecid döneminde ortaya atılmıştır. İlk darülfünun açılması ise 23 Temmuz 1846 yılında
bir yükseköğretim kurumudur. İkinci Meşrutiyet Darülfünûn için önemli bir dönüm noktası
niteliği taşımıştır. Prof. Dr. Dölen, Darülfünûn’a Almanya’dan Öğretim Üyeleri getirilmesiyle
beraber Dünya Savaşı’nda Almanya ile ittifak yaptıktan sonra her alanda önemli ilişkiler
olduğunun altını vurgulamıştır. Prof. Dr. Dölen’e göre iki ülkenin siyasi birliktelikleri Türk
Prof. Dr. Franz Schmidt atanmıştır. Prof. Dr. Schmidt’in buradaki esas görevi Türk eğitimindeki
Fransız etkisini kırmak ve bunun yerine Alman etkisini hâkim kılmaktır. Darülfünûn ile birlikte
Osmanlı toplumundaki diğer devletlerin etkisi azaltılarak arı bir Alman modernist ideolojisi
Alman öğretim üyelerinin sayısı 21’dir, bunlara ek olarak da 5 tane yardımcı getirtilmiştir.
Almanya’dan getirtilen öğretim üyelerinin burada bir Alman Üniversitesi kurmak istediklerini ve
bunun için bir nizamname hazırlayıp, nizamnameyi hem Maarif Nezareti’ne hem de Alman
Sefareti’ne sunduklarını söyleyen Prof. Dr. Dölen, nizamnamenin Maarif Nezareti tarafından
yayınlanmasında da Alman öğretim üyelerinin önemli bir rolü olduğunu vurgulayan Prof. Dr.
Dölen, “Almanya’dan getirilen öğretim üyeleri her üniversitenin bir yayın organı olmalıdır
diyerek Darülfünûn’a da bir yayın organı kuruyorlar. Bu şekilde aynı anda dört fakültede dört
ayrı mecmua yayınlanmaya başlıyor fakat bu mecmualarda doğru dürüst araştırma yazılarına yer
verilmiyor. Mecmualarda yer alan yazılar ya çok genel yazılar ya da Almanca makalelerden
çeviriler şeklinde oluyor” demiştir. Bir yandan Osmanlı ülkesi içinde Almanlara yaşam alanları
açmak için demiryolu ve tarım alanında projeler geliştirilirken öte yandan da İstanbul’da bir
1918 yılında 1.Dünya savaşında Almanlarla beraber ağır yenilgi alınması iki ülke
arasındaki ilişkilerde bozulmaya başlamıştır. İtilaf devletleriyle yapılan ateşkes sonrası Ekim 1918
sonunda iktidara İtilaf devletleri yanlısı bir hükümet geldi. İtilaf devletleri yanlısı bir hükümet
Almanlarla olan siyasi ilişkilerin bozulmasına yol açmıştır. Osmanlı Devletinin savaş sonrası bu
çöküşü Osmanlıda eğitim öncüsü Almanların kaderine de damgasını vurmuştur. 2 Kasım 1918’de
yeni Maarif Nazırı Rıva Tevfik Bey, İtilaf devletlerinin baskılarıyla yeni kurulan hükümetin Alman
savaşından sonra zaten işlerine son verilmiş olan Alman eğitimciler, profesörler ve diğer
uzmanlar “Corcovada” gemisiyle Osmanlı topraklarını terk etmişlerdir. Ancak Türk toplumuna
siyasi ilişkiler bağlamında sağladıkları eğitim ve eğitim politikalarıyla cumhuriyet öncesi Türk
toplumunun gelişimine katkıda bulunurken, diğer bir yandan da cumhuriyet ilanı sonrası modern