You are on page 1of 106

Türkiye Üzerine Tezler III

Üçüncü Bölüm
TÜRKİYE'DE iç SAVAŞ

emokrasi ve iç savaş, tanım gereği, birbirine bir önemli sorun ve ayrılık var; aradaki kısa zamana
Dçok yakınlar. Biri, diğerini anlatabiliyor. karşın otuz yılda Türkiye'de kapitalizm dramatik
sayılabilecek bir yayılma gösteriyor, işçi sınıfı kütle­
Üzücü bir çözümleme; ne yazık, aynı zamanda,
gerçekçi bir çözümleme oluyor. Demokrasinin bir si, rengini vurabilecek bir büyüklüğe ulaşıyor. Bü­
devlet durumu olmasından kaynaklanıyor. yük grevleri, 15-16 Haziran Günleri ve 1 Mayıs Gös­
terileri ile yoğun sayılabilecek bir tarihi edinmiş gö­
Güç, devlette, tekildir; bölünme kabul etmiyor. rünüyor. Bunun dışında başta yüksek öğrenim
Yürütme, yasama ve yargı ayrılığı, öz'ü değil, biçim'i gençliği olmak üzere giderek köylü ve işçi gençlik
ilgilendiriyor; çelişkinin yoğunluğu içinde görüntü de, kendine özgü bir kavgacı tarih yazmayı bir içgü­
ortadan kalkıyor. Demokrasi bir devlet durumu ola­ dü haline getirmeye başlıyor, ikisi birleştiği zaman,
rak, tekil güç'ün bölünmüşlüğünü değil, uygulama Bayar-Menderes Dönemi yönetim kolaylığını bul­
hızının düşüklüğünü gösteriyor. mak için, üniversite özerkliğini kaldırmak, tek odalı
Karşılaştırmalı olarak devlet'in gücü, durdur­ meclise dönmek, yargıçlar ve savcılar kurulunu işle­
mak için ortaya çıktığı çelişkilerin bir türevidir; mez duruma getirmek yetıniyor; Türkiye'de devlet
mutlak değiL. Ne kadar çok çelişki varsa, devlet o öl­ gücünü görülmemiş düzeyde artırmak da zorunlu
çüde güçlü olmak gereğiyle karşılaşıyor. Tarih için­ oluyor.
de de öyle oluyor; her burjuva "devrimi", kuşkusuz Bir başka neden daha var. Devlet gücü kesinlik­
"karşı devrimler" de, yalnızca devletin gücünün art­ le sürekli ordu, bürokrasi ve polis örgütünden ibaret
ması ile sonuçlanıyor.
değil; bir de ideoloji var. İdeoloji'nin etkinliği, çıplak
Cumhuriyet Dönemi'nde uzunca süre devlet, şiddeti, zaman içinde görünmez yapabiliyor. Şiddet
gücünü, askerlik görevinde düzensiz köylülere, dağa ile ideoloji arasında bir tahteravalli ilişkisi görebili­
çıkan soyguncuya, tarikatlara, feodal güç peşinde yorum. İdeolojiyi, düşünce içinde biriktirilmiş şid­
koşan kürt beylerine, yol, buğday ve varlık vergisi det olarak algılayabiliyorum. İdeoloji şiddetle içeril­
uygulamalanna, aydın çevresini kırmak için çırpı­ diği zaman her zaman şiddete gerek kalmıyor.
nan sosyalist mücahitlere ve İttihat ve Terakki'nin
Modern zamanlarda Türkiye'de, şiddetin uygu­
kalıntılarına uygulayacak biçimde geliştirdi. 27 Ma­
lanmaya başlamasıyla kemalist ideolojinin etkinliği­
yıs'tan hemen sonra çıkan "Yeni devlet görevleri"
ni yitirmesi arasında bir denklik kurabiliyorum.
yanında bunlar pek çok geri, aynı ölçüde romantik
Üniversite özerkliğini, "devlet" için, asıl sorun yapan
ve ilkel kaldılar. 27 Mayıs'tan sonra devlet, içerik
196o'lı yıllann sonlanna doğru kemalizmin kütlesel
değiştirmeye başladı.
etkinliğini yitirmeye başlamasıdır; öyle düşünüyo­
27 Mayıs'tan 12 Mart'a kadar Türkiye'de radikal rum. 196o'lı yıllann sonlanna doğru Türkiye üniver­
sol, 27 Mayıs'ın eksik kalanlannı tamamlamak için siteleri, bir yandan popülizmin ve diğer yandan po­
çalıştı. Objektif gündem ise 12 Mart'a işaret ediyor­ pülizmle sulandınlmış legal marksizmin etki alanı­
du. 12 Mart, 1961 Anayasası'nı "lüks" ilan etti. na giriyor. Üniversite profesörleri öğrencileriyle bir­
likte Marx'ı öğrenip Türkiye'yi çözümlemeye ve
12 Mart'tan 12 Eyıüre kadar sağ, 12 Mart'ın ek­
bunlardan radikal çözümler çıkarmaya başlıyorlar.
sik bıraktıklannı tamamlamak için çalıştı. 12 Eylül,
12 Mart'ın eksiğini fazlasıyla tamamladı. Eylülist "Devlet" için bir sorun başlıyor; kemalist ideolo­
önlemler, Türkiye'yi Bayar-Menderes Sultası'nın ji parçalanmaya başladığı için özerk üniversite dev­
yönetim kolaylığına çekmeyi amaç ediniyor. Ancak let gücü'nün uzanamadığı bir yer olarak ortaya çıkı-

577
Yal çın Küçük

yor' Devlet gücü tekil'dir; bir devlet durumu olan mekanizmasını kullanmadan katılımcı bir yönetim
demokrasilerde çok seslilik yalnızca ders kitaplann­ oluşturuyor.
da yer alıyor. Ders kitaplarında, demokrasilerde çe­
İç savaş, çelişkileri durdurmak için var olan
şitli kurumlarda farklı görüşlerin olabileceği, geliş­
devletin, kurum ya da mekan boyutunda, kendi çı­
tirilebileceği, ifade edilebileceği yazılıyor. Ders ki­ kış misyonunda bir acz'i gösteriyor. Belli kurum ve
taplan, çok sesli müzik ile "çoğulcu" demokrasi'yi mekan düzeyinde, devlet'in gücü işlerliğini yitiri­
birbirine kanştınyor. yor; resmi bakış açısı böyle bir durumu "anarşi" ola­
Gerçekte ise devlet böyle bir durumu iç savaş rak niteliyor. Aslında devlet gücünün kaybolduğu
iHinı sayıyor. kurum ya da uzamda, bireysel inisiyatif ön plana ge­
liyor; kurum ya da uzam, içinden, çok daha "anar­
İç savaş, ulusla devletin sınırları içinde, dev­
şik" görünüm veriyor.' Komün ya da direniş örgüt­
let'in tekil gücü'nün dışında, ister kurumsal planda
lenmeleri, tehdide uğramış devlet otoritesi açısın­
ve ister mekan planında olsun, başka bir otoritenin
dan, ortaya çıkışlanndan çok daha fazla iç oluşum­
varlığı demek oluyor. Böyle bir otoritenin saptan­
lan nedeniyle ürkütücü oluyorlar; yönetim seçimle
ması, iç savaş koşulu sayılıyor.
ve her zaman geriye alınabilen görevlendirmelerle
Demokrasi bir devlet durumudur; ancak gücün yapılıyor. Yöneticiler ne yapacaklarını bilemiyorlar
uygulama hızının yavaşladığı koşullarda varlığın­ ve hemen uygulamaya koyabilecekleri hazır, par
dan söz edilebiliyor. Bu hızın giderek daha da ya­ dacret du peupJe, formüller bulamıyorlar. Bir dene­
vaşladığı ve sıfıra yaklaştığı durumlar ile iç savaş me ve yanılma süreci kendiliğinden başlıyor.
koşulları birbirine özdeş oluyor.
Demokrasi aydınlanmış yurttaş istiyor ve ne ya­
Rusya'da On Sekizinci yüzyılın başlarında Pu­ zık, tüm yurttaşların, ne az ve ne çok, aynı ölçüde
gaçef Hareketi, var olan devlet otoritesinin dışında aydınlanmış olmalarını varlığını sürdürmenin
ayrı bir otorite ve yönetim oluşturuyor; bu otorite­ önemli koşulu yapıyor. Tekeller ise rekabetçi kapi­
nin dağıtılması değil, çıkışı bir iç savaşa işaret edi­ talizmin aydınlanma tutkusu yerine, geniş kütleler
yor. On Dokuzuncu yüzyılın ikinci yansında, Al­ için, cehaleti öğretmeyi bir ve temel eğitim politika­
manya'ya yenilmiş Fransa'da, önce Ulusal Savunma sı sayıyor. Tekelci aşama, buıjuvazinin çocukluk dö­
Hükümeti ve giderek Komün yönetimi, çıkışında, iç nemindeki bellum omnium contra omnes durumu­
savaş nanı sayılıyor. Her savaş aynı zamanda bir iç nu tümden ortadan kaldınyor; görev ve sorumlu­
savaş oluyor, bu en çok kurtuluş savaşlarında belli lukları için çekişen yurttaş istencini siliyor.
oluyor; Yirminci yüzyılın ilk yarısında Türkiye'nin Tekelci aşamada demokrasi ile iç savaş koşulla­
Kurtuluş Savaşı da iç savaş yaşamaktan geri kalmı­ n, tanım gereği, birbirine daha çok yaklaşıyor.
yor.2 İç savaş içinde "milli devlet" otoritesinin ku­
rulmasında Çerkez Ethem'in Kuvay-ı Seyyare'si Devlet ve devletin otoritesini tehdit eden yeni
oluşum var; iç savaşta yalnızca iki taraf bulunuyor.'
önemli ve etkin rol oynuyor; sonunda Çerkez Ethem
Modern zamanlarda ortaya çıkan bulanıklıkların
de bir iç savaş süreci içinde temizleniyor.
kaynağı, buıjuva legalitesinin korunması halinde,
Her savaş, aynı zamanda, bir iç savaş oluyor: devletin, otoritesini tehdit eden ve dual otorite var­
Ancak; koşulları birbirinden çok büyük farklılık lığına yol açabilecek hareketlerle baş edememesin­
gösteriyor. Savaş, acıya ve sevince dayanıklılık isti­ de yatıyor. Bu tür durumlar, buıjuva legalitesi için­
yor; doğru. Fakat savaşta bir büyük kayba acımak de ve zaman zaman gizli istihbarat örgütlerinin yet­
veya bir başarıya sevinmek, cephede ve cesetler ara­ kilerini aşarak düzenledikleri yasa dışı operasyon­
sında olsa bile, mümkün; savaş filmleri ve romanla­ larla ortadan kaldınlmayınca, devletin, kendi safın­
n bunu yaşatıyor. Buna dayanıyor. İç savaş ise se­ da savaşan silahlı örgütlerin ortaya çıkması için
vince ve acıya sessiz kalabilmeyi gerektiriyor; cephe elindeki imkanları kullanmaktan geri kalmadığı gö­
savaşçının günlük yaşamına geliyor. Savaşta, piya­ rülüyor. Bu para-militer örgütlerin zaman zaman
deyi temizlemek ve topçuyu susturmak önemli olur­ devlet gücüyle çatışmak zorunda kalması veya bun­
ken, iç savaşta, hedef, çok büyük ölçüde savaşmak ların örtülemeyen suçlarının cezalandınlması zo­
istemeyenler arasından seçiliyor. Savaş, kaybını runluluğu, bulanıklığın daha da artmasına yol açı­
kütlelerle sayarken, iç savaş öldürebildiği seçkinle­ yor. Bütün bu bulanıklığa karşın, iç savaşta, devle­
rin etkisine güveniyor. tin otoritesini tehdit eden hareketin ve gelişmelerin
Savaşmayanların ve seçkinlerin trajik sonlan iç dışındakilerin tümü, devlete yardımcı oluyor ve
savaşta, katılan kütlenin büyümesine yol açıyor. Sa­ devletin yanında savaşıyor.
vaşı bitirme girişimleri, iç savaşı yayıyor; katılımı Böyle bir durum, demokrasi ile iç savaşın, tanım
artınyor. Ayrıca iç savaşta tekil otoriteye karşı çıkan gereği, birbirine yakınlaştıklan alana girmiyor; tam
yeni güç'ün, coğrafi olarak tekil bir otoriteye dönüş­ tersine, modern devletin doğuşundan önceki dö­
mediği zamanlarda daha çok, herhangi bir temsil nemdeki yapıyı hatırlatıyor. Söz konusu dönemde

578
Türkiye Üzerine Tezler III

devletin toplam otoritesini oluşturan güçler, dağı­ Savaşlar, yapılırken ve eski zamanlarda da ya­
nık ellerde bulunabiliyor; ancak dış savaşlarda bir pılmadan önce ilan ediliyor. İç savaş, yapıldıktan
araya getiriliyor. yıllar sonra ilan edilebiliyor. Savaşları komutanlar
ya da devlet başkanları açıyorlar. İç savaşlar, tarih­
Demokrasi ile iç savaş arasında kurduğum ya­
çilerin, siyaset adamlarının ve ikisi birlikte bilim
kınlık bir reductİo ad absürdüm yöntemiyle de­
adamlarının yetki alanına giriyor.
mokrasiyi anlatmayı amaçlamıyor. Tam tersine: bi­
risiyle diğerini daha açık bir biçimde ortaya koyına­ Aydın Üzerine Tezler'in bir kitabında, On Doku­
ya çalışıyor. Bunu, tümüyle kavramsal ve teorik bir zuncu yüzyıl Türkiyesi'nde 1806 yılını, bir iç savaşın
çaba olarak geliştiriyorum ve sunuyorum. başlangıç yılı olarak saptarken, önemli, güçlük çek­

Teorik olma iddialanna karşın, pratik açıklıklar medim. Aydın Üzerine Tezler'in bir diğer kitabında,

getirdiğini de eklemek gerekiyor. Türkiye'de veya Yirminci yüzyılın başında, Türkiye'de bir uzun iç sa­

bir başka ülkede, demokrasiye tahammül etmekte vaşın başlangıç yılı olarak 1903 ve 1906 yılları ara­

güçlük çekenlerin sık sık anarşi'den söz etmeleri ve­ sında seçim yapmadan önce hala araştırma ve tar­

ya birey yurttaşların hak almaya başlamalannın ar­ tışma yapılması gerektiğini düşünüyorum. Ancak
kasından "bunun sonu iç savaş" sözünü telaffuz et­ bu ikinci iç savaş döneminde de başlangıç yılı olarak
mekten çekinmemeleri, herhalde, bir tarihsel biriki­ en azından iki tarih noktası üzerinde durabiliyor­
me dayanıyor. Yönetenler açısından işleyen bir de­ dum.
mokrasinin bir gönül işi olmadığını ve her zaman Yakın zamanları incelemek, çözümlemek, teorik
kendisini zorlayan bir süreç oldu�nu açıklıkla or­ özünü çıkarmayı denemek, başlı başına riskli bir iş­
taya koyuyor. Yönetenlerin, ellerindeki gücü yavaş tir; bunu biliyorum. Türkiye Üzerine Tezler'in
uygulamakla hiç uygulamadıklan durumlar arasın­ üçüncü kitabı böyle bir risk bilgisi içinde hazırlandı;
da bir ayrım yapamayacaklan dönemler oluyor; çı­ yalnızca riski azaltmaya çalışıyorum. Ancak resmi
kıyor. Devlet gücünün yavaş uygulandığı durumu, savlann 1980 yılından hemen önceki tarih kesiti
demokrasi, hiç uygulanmadığı bir durum sayarak, iç üzerinde durduğu, 1980 yılı çevresini iç savaş duru­
savaş olarak niteleyebiliyor. muna yaklaştırdıklan biliniyor; bu, güçlüğü de artı­
Teorik açıklıklar da getiriyor; demokrasiler kar­ rıyor.
şılaştınlamaz. Demokrasinin bir devlet durumu ola­ Bilimsel çaba ile resmi açıklamaların her zaman
rak kavranması ve demokrasi ile iç savaşın yakınlığı­ çakışması mümkün olmuyor. Cumhuriyet Türkiye­
nın ileri sürülmesi, kurumlar sayımı yaparak, iki ül­ si'nde iç savaşın 1968 yılında başlatılmasının doğru
ke arasında demokrasi karşılaştırılması yapılamaya­
ve yerinde olacağı sonucuna vardım. Burada bilim
cağını da ortaya çıkannış oluyor. Kurumlar ya da ya­
yolunda yürümenin zaman zaman bir jungle'da yü­
salara bakılarak bir ülkede demokrasinin varlığı söy­
rümeye benzediğini tekrarlamak durumundayım;
lenemez; belki, yalnızca yokluğuna işaret edilebilir.
heyecan kadar kaygı da içeriyor. Geriye dönüşleri
Tarihsel uyuma işaret etmek gereğini duyuyo­ var.
rum; alışılmışın dışında, 1950-1960 dönemini de­
Kuşkusuz bu sonuca, beni, kaynaklanm götürü­
mokratik bir durum olarak sayınadığımı tekrarlıyo­
yor. Fakat bu sonuca vardıktan sonra kaynaklar de­
rum. Başında çelişkilerin ifade ve hareket imkanı­
ğişiyor, daha aydınlık oluyor ve yenileşiyor.
nın ortadan kaldırıldığı bir zaman aralığına demok­
rasi diyebilmek, toplumsal dinamiğin çözümlemesi­ Kaynaklar, kendisini daha iyi gösteren aygıt'a
ni hep senkronize düşünmekten de ileri gelebiliyor. dönüşüyorlar.

Daha önceki bölümlerdeki çözümleme ile bura­ 1968 yılının bir iç savaş başlangıç yılı olarak se­
da geliştirmeye çalıştığım teorik şema birbirini des­ çiminden güvenli olmak zorunluluktur; kartları ve
tekliyor; daha önceki bölümlerde, 1961 Anayasası kaynaklan yeniden elden geçirdim. Genç, ancak yıl­
ile ifadesini bulan bir yapının işlerliğini 1960'lı yıl­ lann gazetecisi Hikınet Çetinkaya'nın Sancılı Yılla­
ların ortalarından itibaren kazanmaya başladığını rı'nı, 1968 yılını iç savaş yılı olarak seçtikten sonra,
göstermeye çalıştım. Şimdi buna, Cumhuriyet Tür­ yeniden değerlendinneye çalıştım.
kiyesi'nde iç savaşın başlangıç tarihi olarak 1968 yı­
lım ekliyorum.
Faruk P aşa, KKK

1968 Yılında Türkiye İlhan Selçuk'

Bütün gerçekler soyut'tur. 27 Mayıs'tan bu yana orduda en büyük


operasyonun yapılacağını gazeteler bir süre­
Somut, her zaman eksikli gerçektir.
den beri yazıyorlar. Generaller arasında
Tüm gerçeklere, somutun zenginliğinde soyut­ emekliye sevkedilecek olanların isimlerini
lama ile varılıyor.

579
Yalçın Küçük

yayınlıyorlar: Bu konuda çeşitli yorumlar or­ rak, meslek hayatını doldurmuş generallere
tada dolaşıyor. 30 Ağustos'a doğru rahatsız olanak yaratmak çabasının Silahlı Kuvvetler'e
takvim yaprakları birer birer düşüyor. ne yararı dokunacaktır?

Hiç kuşkusuz orduda bir operasyonun ge­ Bir orgeneralin süresi dolduğu halde mes­
reksiz olduğunu ilk bakışta kimse ileri süre­ lekte birkaç yıl daha kalması bir değer taşı­
mez. Zirvede en yüksek rütbeden başlayıp ta­ maz. Tersine, alt kademelerde olumsuz yan­
banda en küçük rütbeye oturan piramit, silah­ kılar yaratır. Askerlik öyle bir meslektir ki, ba­
lı kuvvetlerin dengesi bakırrundan şarttır. Bir rış zamanında sinesinde gizli kıymetler saklar;
orduda binbaşıdan çok albay, yüzbaşıdan ve savaş zamanında ortaya çıkar esas mihenk
çok yarbay bulundu mu hastalık var demek­ taşı. Çünkü barış statiktir, savaş dinamik..
tir. Veya bu ölçüde olmasa da, yukan kade­ Eğer Balkan Harbi, gelmeseydi, Mustafa Ke­
melerde piramitin orantısını bozacak şişkinlik mal'in, zamanına göre çok devrimci ve hatta
başgösterdi mi rahatsızlık işaretidir. Bunun bugün bile geniş toplum yığınlanna göre çok
için emekliye sevk işlemlerinde zaman zaman ileri sayılan radikal fikirleriyle, baremi sonuna
köklü kararlara kayılması yadırganamaz. Nite­ kadar tırmanabilmesi zor olurdu.
kim 27 Mayıs'ta yedi bine yakın subay ünifor­ Kumandanıık niteliğinin kaç kırat olduğu
mayı çıkarmak zorunda kaldı. Ne var ki, bu çoğunlukla cephelerde belli olur. Barış zama­
zorunlu ameliyatın başarısını gölgeleyen nok­ nında koşullarda ise askerler arası hizmet ya­
talar vardı: rışı daha değişik kurallara göre yürür.
Giden yedi bin subay arasında kalanlar­ Hal böyleyken üst makamlarda süresi dol­
dan daha değerli ve genç elemanlar az sayıl­ muşların süresini uzatmak zaten büyük prob­
mayacak ölçüdeydi. lem niteliğine sarmış emeklilik işlemlerindeki
Bu operasyon orduda reform niteliğine sivrilikleri bilemekte, gereksiz bulutların kafa­
dönüştürülemediği için piramit kısa sürede larda yoğunlaşmasına yol açmaktadır. Yalnız
yine bozuldu. ordu çevrelerinde değil, tüm millet hayatında
30 Ağustos kararları önemlidir. Çünkü asker­
On yıl sonra bugün yapılacağı söylenen
lerin politika hayatında giderek ağır bastıkla­
ameliyatın başarıya ulaşması için de objektif
rı bilinmeyen şey değildir. Sunay, Genelkur­
koşullar yoktur. Bir orduda sık sık tasfiyeler may Başkanlığı'ndan Cumhurbaşkanlığı vaa­
yapmak zorunda kalmak, temel düzende bir diyle istifa ettirilerek bugünkü makamına gel­
bozukluğa işarettir. Ve adam çıkartmakla işler miştir. Milli Güvenlik Kurulu, iktidarla bera­
düzelseydi, herhalde şimdiye kadar bu yolda ber politikanın içindedir. Toplumdaki patla­
epey yol almış bulunurduk. Tersine Silahlı maları bastırmak için, lekeli iktidar sık sık or­
Kuvvetler'de seyrek sayılmayacak biçimle de duyu imdada çağırmakta, askeri birlikleri ve
tasfiyelere yönelmek yalnız ordu yapısında kumandanıarı eğilimlerine alet etmek iste­
değil, topluma da huzursuzluk yaratmaktadır. mektedir.
çünkü:
Böyle bir ortamda, sözgelişi, Sıkıyönetim
Bir insanı çocuk yaşta askeri okula alırsı­ Kumandanı Sayın Orgeneral Kemal Atalay'ın
nız, asker ocağı eğitimiyle karakterine biçim orgenerallik süresi dolduğu halde görevinin
verirsiniz. O insan askerlik ülküsüne bütün uzatıldığını düşünelim ... (ki, ajanslar bu yolda
yüreğiyle bağlanır, üniformasıyla bedeni aynl­ haberler vermektedir.)
mayacak biçimde birbirine yapışır. Devlet ha­
Böyle bir durumda Sayın Orgeneralin ki­
zinesinden masrafla yetişmiş, dış ülkelere yol­
şiliğine politik nitelikte ağır bir yüklem vuru­
lanrnış, dil öğrenmiş, yetki sahibi olmuş, ol­
lacaktır.
gunlaşmış bir subayken hayatının hızlı çağın­
da kendisine: -emekliye ayrıldın... dersiniz. Orduda birbirinin yerini doldurabilecek
değerli kumandanlar vardır. Süresi dolduğu
Oysa üniforması teni gibidir o insanın. Si­
halde görevi uzatılan orgeneral, arkadaşları­
vil hayatta sudan çıkmış balığa dönecek, bu­
nın değerini hiçe sayan bir karara ortak edi­
ruk ve olumsuz bir kişi olacak. Kendisine
lecektir. Piramitin zirvesinde politik çevrelerin
haksızlık yapıldığını iddia edecek, tepkileri
desteğiyle görev süresi uzatılan generalin bu
dalga dalga toplum hayatına yansıyacaktır.
başarısı da herhalde askerlik alanında tescil
Ama bakıyoruz ki, asıl sorun buyken, or­ edilmiş olmayacaktır. Bir orgenerale böyle bir
dunun üst kademesindeki terfi ve emeklilik muameleyi reva görmek, kişiliğine kamuoyu
politikası ağır basmaktadır. Kanunlar zorlana- önünde saygısızlık demektir.

580
Türkiye Üzerine Tezler III

Sanki Hikmet, 1968 yılının bir iç savaş başlangı­ yor; "Büyük Türk Ulusu, biz halk ordusuyuz, biz
cı olarak saptanmasından sonra pek değer kazana­ Atatürk ordusuyuz" diyor.· "Hava Harp Okulu'nda
cak değerlendirmelerini, ince çalışmasının sayfaları genç Harbiyeli'lerin yurt sorunlannı Atatürkçü ve
arasına saklamış; şimdi sıralayabiliyorum. 1965- gerçekçi bir açıdan ele almalan, bu konudaki dü­
1971 yıllarını incelediği çalışmasında Hikmet Çetin­ şüncelerini bir 'Kültür Yıllığı' olan Göksenin'de top­
kaya, 1967 yılı için, şunları yazıyor: "1967 dönemi layarak yayınlamaları, geriye dönüş dualan yap­
Sancılı Türkiye'nin 'Kabuk Değiştirme" dönemiy­ makta olan bu sapık fikirleri son derece ürkütmüş­
di."" Bunu izleyen yıla şöyle bağlıyor: "1967 yılının tür. Tanzimafa 'Milli Bozgun Çığın', Abdülhamife
son günleriydi. Önümüzde sosyal çalkantılara gebe 'Ulu Hakan', Vahdettin'e 'Büyük Sultan', Namık Ke­
olan 1968 yılı yaklaşıyordu." Sonra, daha ilerde, çal­ maller'e 'sahte kahraman', 27 Mayıs Devrimi'ne
kantılara gebe 1968 yılını özetliyor: "1968 yılı, öğ­ 'Gece Hareketi' diyen, Mustafa Kemal'e ve devrim­
renci ve işçi hareketleriyle birlikte sağ kadroların lerine açıkça ve alçakça saldıran bir zümreden de
bütünleştikleri dönemdi." Teknik Üniversite 1968 aslında başka türlü bir davranış beklenemezdi."
yılında, polis tarafından basıldı. Eski bir ihtilalci su­ Bundan sonra ulus'a bir taahhüt tekrarlanıyor. "Şu­
bayın komutasında komando kamplan ilk kez bu yıl na inanmanı ve bilmeni isteriz ki, Harpokullan her
açıldı. Kan ilk kez bu yıl döküldü; İlk kez bir öğren­ türlü dış etkiden uzak, özgür, mutlu ve herkesin in­
ci, solcu Vedat Demircioğlu bu yıl öldürüldü, Viet­ sanca yaşadığı bir Türkiye'nin bağımsızlığı için ölü­
nam'da pasifikasyon uzmanı CIA mensubu R. müne dek savaşmaya andiçmiş genç subaylar yetiş­
Komer, 1968 yılında, Türkiye'ye Amerikan Büyükel­ tirmektedir, orduya. Bize inan, bize güven." Orge­
çisi olarak geldi. neraller, kendi dışlannda bir inisiyatif görüyorlar.

1968 yılı iç savaş başlangıcı olarak, Türkiye Üze­ Kabul etmeleri mümkün görünmüyor.

rine Tezler'den çok önce, pratik tarafından seçiliyor. Komer geliyor.


Bu seçimi gösterebilmek için pratik'i yeniden dü­
Pratiği yeniden dizmeyi sürdürüyorum.
zenlemek durumundayım ve pratik yeniden sırala­
İşte bu yılda ve yine 1968 yılında, Vietnam Sava­
nıyor.
şı'nda Amerika Birleşik Devletleri'nin baş pasifikas­
Silahlı Kuvvetler'in başı, Genelkurmay Başka­
yon danışmanı Robert Komer, Türkiye'ye büyükelçi
nı ile başlamakta bir sakınca olmadığını düşünü­
olarak geliyor. Bir Amerikan kaynağından aktarıyo­
yorum. Daha önce kullanılan bir malzemeyi, bir
rum: "Against this background, it was bold indeed
olgu da denilebilir, yeniden kullanmak zorunda­
for President Johnson to send one of his former
yım. 24 Şubat 1971 tarihinde Genelkurmay Başka­
speCİal assistants, Robert Komer, as ambassador
nı Orgeneral Memduh Tağmaç, bir radikal yöneti­
to Turkey at the end of November 1968. Komer's
mi önlemek için bir araya çağırdığı general ve ami­
past service as a CIA analyst was a matter ofpub­
raller kolejine şöyle hitap ediyor: "Biz Silahlı Kuv­
Hc record! Bir CIA araştırma uzmanı olarak çalıştı­
vetler'i nasıl ayakta tutacağız? Onu düşünelim. İçi­
ğı resmi kayıtlarda yer alan Komer'in Türkiye'ye bü­
mizde istihbaratçılar var. 1961-1962'den sonra iş­
yükelçi olarak gönderilmesi, Amerikan kaynakla­
leri rayına oturtmak için dört sene çalışıldı.
nnda da "gerçekten cüretkar" sayılıyor. Solcu genç­
1968'den itibaren sapma başladı. Sapma, bugün
lik, büyük tepki gösteriyor; Türkiye'de ''bir yeni Vi­
1961-62'deki duruma gelmeye başladı. Komutan,
etnam deneyi" yapılmak istendiği ileri sürüıüyor.
eğitimi nasıl yaptıracağını düşünür. Biz burada,
Solcu yayınlar, pasifikasyon uzmanı Komer'in "solu
Türkiye'ye yayılan kıtalara nasıl hükmedebiliriz."7
bölmek için bir CIA fesatını yönetmek üzere Türki­
Devletin en büyük dayanağı Silahlı Kuvvetler'in
ye'ye gönderildiğini", that Komer had been sent to
Komutanı, Silahlı Kuvvetler'e hükmetmekteki za­
direct a CIA conspiracy to split the left, ileri sürü­
afiyetten söz ediyor ve takvim olarak 1968 yılını
yor.
başlangıç düşüyor.
Bu sırada Vietnam'da, bir tarafın dünyanın en
1968 yılı Temmuz ayında Hava Harp Okulu öğ­
güçlü kapitalist ülkesi Birleşik Devletler'in asker ve
rencileri her yıl olduğu türden mezuniyeti kutlamak
silah katkısıyla sürdürdüğü bir iç savaş yaşanıyor.
amacıyla "Göksenin" albümünü çıkanyor; aşırı din­
Bir parantez açmam gerekiyor.
ci Bugün, Göksenin'e karşı bir kampanya açıyor.
Muhsin Batur'un, anılannda, "Silahlı Kuvvetler'i Dünyanın solculan, dünyanın en saf insanları­
kışlasına çekmek için uğraş vermiş, Cumhurbaşkanı dırlar; Aydınlanma Çağı'nın çocuklan oluyorlar.
Sunay'ın itimadını kazanmış, biraz içine kapanık, Hepsi, kendi pratikleriyle ve hayal kınklığı içinde
oldukça inatçı, disiplinli ve çok dürüst bir insan" büyüyorlar. Silahı ve şiddeti hiç sevmedikleri gibi,
olarak tanıttığı Orgeneral Memduh Tağmaç, Bu­ baştan ve tümden reddediyorlar. Safdırlar; saf aklı
gün'ün kampanyası karşısında inadını göstermiyor abartıyorlar, insanlann doğru hareket etmemeleri­
ve susuyor. Herkes susmuyor. Yirmi beş genç deniz­ ni, yalnızca, doğru'nun insanlara gösterilmemiş ol­
ci subay elinde bir bildiri, gazete bürolannı dolaşı- masında buluyorlar.

581
Yalçın Küçük

Gerçek'i buluyorlar. Ütopyacılar, en saflan olu­ gaya göre hazırlamadan YÜriiyecektir." yüriiyorlar.
yorlar ve zamanlannı, doğru yolu uygulaması için Taksim'de iki yüriiyüşçü, Duran Erdoğan ve Turgut
krallara doğru projeleri göstermeye ayınyorlar. Aytaç öldüriiıüyor. Sonraki yıllann kanıksatan sayı­
Marx ve Engels, Ütopyacılann hayal kınklığının larına bakmak gerek; yeni ve çok büyük, aynı ölçü­
üzerinde büyüyorlar ve bütün yaşamlannı, yöneti­ de ürkütücü bir sayı ortaya çıkıyor. "Kanlı Pazar"
lenlere, "doğru" yolu anlatmaya harcıyorlar. Dünya­ adı veriliyor.
nın bütün solcuları ütopyacıdırlar; az veya daha çok.
Sağ ile sol arasında bir gelişmişlik farkı var. Sağ,
Parantez içinde parantez açmak zorundayım; coğrafya olarak, Aydınlanma çağı'nın öncesi bir ta­
ütopyada önemli olan akl'ın harekete getirilmesi rihe düşüyor ve takvimin ilerlemesine karşın, bura­
için "doğru" örneklerin gösterilmesidir. Öz, burada dan çıkamıyor. Kapitalizmin rekabetçi aşamasın­
ve doğru'yu göstermenin yöntem ve yolunda yatmı­ dan önceki ve sonraki dönemleri yaşıyor; tekelci dö­
yor. Fourier, Saint-Simon ve Owen, ya iyi çizilmiş nemde eğitim, Freres İgnorantins'e, Brothers Igno­
projelerle ya da zaman zaman uygulamaya dökül­ ramus'a, Echel Biraderier'e, bırakılıyor. Aydınlan­
müş örneklerle yönetenIere, izlenmesi gereken yolu ma çağı'nın cephe aldığı din, tekelci dönemde, bü­
göstermeye çalışıyorlar. Yönetenleri değil, yöneten­ yük sermayenin iki yüzlülüğünü de üstlenerek orta­
lerin aklını değiştirmeye özen gösteriyorlar. ya çıkanlıyor. Sağ, aklın egemenliği yerine dinin
açılımlarını yol gösterici sayıyor.
Deniz Gezmiş ve Mahir çayan ile arkadaşlarının
çabalannda da bir "gösteri" var; köylülüğe göster­ Din, şiddet'e muhtaç ve şiddet, din'e ihtiyaç du­
mek istiyorlar. Kuşkusuz klasik ütopyacılardan yuyor.
farklı olarak yönetilenleri yöneten yapma mücade­
Şamanizm ile yola çıkan Türkiye'nin ırkçıları
lesi içindeler; ancak, bunu, köylülüğe, devletin güç­
çok hızlı bir biçimde İsliim'a dönüyorlar." Şamaniz­
süzlüğünü ve savaşılarak değiştirilebileceğini göste­
me bağlı kalmak isteyenleri döverek dışarıya atıyor­
rerek yapmak istiyorlar. Köylülüğün, savaş yapıla­
lar.
bileceğini ve bununla devletin değiştirilebileceğini
gördüğü andan itibaren, kendisinin, doğrudan doğ­ Dünyanın sağcıları, hiçbir zaman hayal kırıklı­
ruya büyük bir savaşın içinde olacağını umuyorlar. ğını tanımıyorlar. Hayal, aklın işlevlerinden birisi­
dir; sağcılığın yetki alanının dışında kalıyor. Düş
Ütopya, gösteri üzerinedir.
aklın olağan dışı işleyişinin üriinüdür; sağcılık, ak­
Politika, güç üzerinedir. lın her türlü işleyişini kabul etmiyor. Bir tek hayal'e
icazet var; cennet. Bu da yaşamı değil yaşamamayı
Köylülük, tarihin hiçbir kesitinde coğrafyanın
ilgilendiriyor.
hiçbir bölmesinde hiçbir hareketin öncüsü olma­
mıştır; bütün burjuva devrimlerinin dayanağıdır. Hayal'ı yasaklayanlar hayal kırıklığını bilmiyor­
Bütün burjuva devrimlerinde en çok kaybeden köy­ lar. Hayal kırıklığını tanımayanlar, Aydınlanma Ça­
lülük oluyor. ğı'na ulaşamıyorlar; aydınlanamıyorlar. Başlangıçta
aklı değil, şiddeti, bir inandırma yöntemi seçiyorlar.
Köylülük, her zaman, güç'ün peşinden gidiyor.
Bütün bunlara ek olarak ve pratik platformda,
Parantezi kapatıyorum. Yine de henüz açık ol­
Türkiye'de sağın, 1968 yılında şiddet kullanmaya
duğuna inanamıyorum.
başladığını göstermek gerekiyor; zor olmadığını ifa­
"Kanlı Pazar" Olayları'ndan söz etmem gereki­ de edecek durumdayım. Doğrudan doğruya Milli­
yor; henüz, zamanı gelmedi. 1968 yılının devamı bir yetçi Hareket Partisi için hazırlanmış olan Ankara
tarihte ve 1969 yılı Şubat ayında yaşanıyor. Banşçı Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı'nın İddia­
bir yüriiyüşün üzerine hazırlanmış ve güvenlik kuv­ namesi'nden aktarmak yeterli olabiliyor. Açık ve
vetlerinin gözetimi altına alınmış, gözü dönmüş şöyle: "Ülkücü unsurların yurt içi ve dışındaki ör­
dincilerin saldırması gerçekleştiriliyor. Yüriiyüşün gütlenme ve kadrolaşma gayretlerinin yanısıra 1968
düzenleyicilerinden Harun Karadeniz anlatıyor ve yıllarından itibaren yoğun ve sistemli bir şekilde si­
aktarıyorum. "Gerçi o günlerde pek tanımadığımız lah edinmeye başladıkları, aşırı solun saldırılarına
kişiler istediğimiz kadar silah bulabileceklerini bize karşı korunmak bahane ve propagandasıyla bireysel
duyurdular ve 'eğer isterseniz hemen ayarlıyalım olarak başlattıkları silahlanma çaba ve çalışmaları­
durumu' diye tekliflerini ilettiler. Tereddütsüz red­ nın zamanla hız, kapsam, nitelik ve miktarının art­
dettik. Biz bir ihtiıaı yapmak dileğinde ve konu­ tığı göriilmektedir."12 Göriiıüyor.
munda değildik. Binler mertebesinde silahlanmak
Güzel. Bir noktanın çok açık olması gerekiyor.
bizim işimiz değildi. Bize yapılan silah temini tekli­
Açıklık, bilimin işidir.
fini polisin örgütlemiş olması da büyük olasılıktı."
1969 yılı başında gençlik silahsızlanmadan yana bir 1968 yılında sol eylemlerin yükseldiğinde hiçbir
tutumda ısrar ediyor.ıo "Durum ne kadar sakıncalı kuşku yok. Ancak 1968 yılında sol eylemler tümüy­
olursa olsun bizi silahlanmadan ve kendimizi kav- le barışçıl ve yasalar çerçevesinde gelişiyor; hiçbir

582
Türkiye Üzerine Tezler III

yerde 1968 yılında Türkiye'de solun silah kullanma­ daha sonralan büyük çaplı ve çok mermili tabanca­
ya veya silah edinmeye çalıştığını gösteren bir iddi­ lann ve bombaların teminiyle gelişimini tamamla­
a, bir kayıt ve bir iz bulunmuyor. mıştır." Şimdilik burada durmak gerekiyor; 1975-
1976 dönemi, daha ilerde ele alınıyor.
Türkiye'de sağ, Türkiye solunun banşçıl ve ya­
salar içinde yükselişini barışçıl ve yasalar çerçeve­ Türkiye'de tarihin yoğunlaştığı 1968 yılına dön­
sinde ve daha önemlisi burjuva legalitesinin sınırla­ mek zorunlu oluyor. Ankara Sıkıyönetim Komutan­
n içinde, durduramayacağını gördüğü için silahlan­ lığı Askeri Savcılığı, hazırladığı İddianame'de, Albay
maya başlıyor. Türkiye'de açıkça paramiliter bir sağ Türkeş'in sözlerine yer veriyor ve birisini buraya alı­
örgütlenmesi başlıyor. yorum: "Komando kamplan adı verilen mahallerde
gençlik kollan çeşitli sportif ve kültürel faaliyetlerde
Dünyanın ve Türkiye'nin solculuğu naivdir. Öğ­
bulunuyorlar. Bu arada kendilerine judo da öğretili­
renmeyi seviyor. Silah edinmeyi ve şiddeti, Türkiye
yor. Komünistler memleketi sahipsiz sanıp da sokak
sağından ve işin başında, kendisini savunabilmek
hakimiyeti kuramazlar. Onların anlayacaklan dil­
için öğreniyor.
den konuşacak, memleketçi, milliyetçi çocuklarımız
Devam ediyorum. vardır. Bunun için gençlerimizi mücadeleci olarak
İç Savaş, 1968 yılında ilan ediliyor. yetiştiriyoruz. Gençlerimiz memleket vazifelerine
hazırlıklı bulunuyorlar, bulunacaklardır."·5 1968 yı­
Şu söylenebilir; Sıkıyönetim Askeri Savcılığı'nın
lında "komando kampları" kurulduğu ve çalıştırıldı­
hazırlamış olduğu bir iddianame, önemli bilimsel
ğı öğreniliyor; Türkeş, savunmasını böyle yapıyor.
görüşlere dayanarak yapılamaz, suçlayabilmek için
Bir noktanın ayrılarak gösterilmesinde yarar var;
yanıltıcı olmak zorunda kalabiliyorlar. Böyle bir dü­
buradaki eğitimler, sol'un, "sokak hakimiyeti" kur­
şünceyi tartışma gereğini duymuyorum; doğru ola­
malarına karşı düzenleniyor. Birden bire kütleselle­
bilir veya olmayabiliyor. MHP cephesinin önemli ti­ şerek ve gösteri ve yürüyüşlerle kendisini açıklayan
rafçısı Tevfik Ağansoyu aktarmam gerekiyor. Başlı­ sol, yasalar çerçevesinde ve devletin legal organları­
yor: "Bizler devletin jandarması, polisi gibi silah ku­ nın yasaları işletmesi yoluyla, susturulamıyor.
şandık, bombalanmızı hazırladık, zincirlerimizi, bı­
Tekrarlıyorum; iç savaş'ta iki taraf var. Üçüncü
çaklanmızı, sopalanmızı elimize aldık, sokaklara dö­
taraf yok. MHP, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi
küldük."" Kendilerini devletin polisi ve jandarması
CKMP bu adı 1969 yılında alıyor, burjuva legalitesi­
ile eş sayıyorlar. Jandarma ve polis türünden "kara­
nin sınırlamalarından doğan eksikliği gidermek için
kol" gerekiyor. Ağansoyun söylediklerini aktarmayı
harekete geçiyor.
sürdürüyorum: "Bir de bunun yanında kanunlar
nezdinde kurulan Ülkücü Gençlik Derneği, Ülkü Milliyetçi Hareket Dergisi'nin, Ekim 1968 tarih­
Ocaklan ve Genç Ülkücüler Derneği ile Milliyetçi li yirmi yedinci sayısında, "sözde partiler kanunu
Hareket Partisi'ni kendimize karargah (karakol) ola­ böyle kamplar kurulmasına cevaz vermezmiş, tabii
rak seçerek kullandık." Karakol da buluyorlar. ki böyle beyan ve ihbarlara herkesin karnı toktur"
deniyor.'" Komando Kamplan ile ilgili olarak şu bil­
Devam ediyor. MHP içinde eylemlerin boyııtu
giler veriliyor: "Komando ve judo çalışmaları için bu
karşısında kaygıya kapılanlar olmaz mı? Kuşkusuz,
yıl İstanbul'da 60, Ankara'da 50, İzmir ve Adana'da
oluyor. Çaresi bulunuyor: "Yöneticiler eylemlere
30'ar çadır kurulmuştur. Beşer kişilik bu çadırlarda
karşı çıktıklan zaman kongrelerle, silah zoruyla,
yatan gençler tam bir askeri disiplin altında ve
açıklarını bularak veya topluma deşifre etme tehdi­
emekli subaylar tarafından eğitilmişlerdir. Günlük
di yoluyla onlan ekarte ederek yerlerine, ceza evle­
hayat, sabah saat 06.00'da başlamış, eğitim çalış­
rinde yetişmiş silahlı eylemi tasvip eden tecrübeli
malan ile gece 1O.00'a kadar devam etmiştir. Ak­
arkadaşlanmızı yerleştirerek yasal kuruluşlan da
şam yemeklerinden sonra kampa çağrılan milliyetçi
yasa dışı hale getirdik." Sağın paramiliter örgütüne
yazar ve öğretmenler seminerler vermişlerdir. Ayrı­
kolunu kaptıran, bütün vücuduyla içeride kalıyor.
ca bazı geceler, gece tatbikatlan yapılmış, takiplere
Peki, ne zaman başlıyor? MHP militanı Ağan­ çıkılmıştır. Gece ve gündüz, kampları, gençler ikişer
soy, böyle bir soruya da cevap hazırlamış görünü­ saat nöbetle korumuşlar, yabancıları kamp dahiline
yor. "Ülkücü gençler olarak bizlerin yıırtiçi ve yıırt sokmamışlardır."·7 Bu bilgiler, kamplann amacını
dışındaki örgütlenme ve kadrolaşma hareketlerimi­ da açıklayarak, sona eriyor: "Yurdun muhtelif yerle­
zin yanısıra 1968 yılından itibaren yoğun ve sistem­ rinde açılan kamplardan bu yıl yetişen gençlerin
li bir şekilde silah edinmeye başladığımız."·' diyor adedi binin üzerindedir. Gelecek yıllar bu çalışma­
ve sonra silahlanma sürecinin kısa ve özet bir tarih­ lar bütün yıırt sathına yayılacak ve komünistlerle,
çesini veriyor. "Önceleri zincir, sopa, kesici ve delici mason-kapitalist işbirlikçilerin korktukları güne on
aletlerle başlattığımız silahlanma faaliyeti 1975- binlerce genç hazırlanacaktır." Komando kampla­
1976 döneminde süratle tabanca edinme şekline dö­ nnda "kıyam" için, gençler yetiştiriliyor. MHP, baş­
nüşmüş ve bu devre önceleri Karadeniz yapısı 7.65, langıçta klasik faşist ideolojiye uygun olarak ma-

583
Yalçın Küçük

sonlara ve kapitalizme çatmaktan geri kalmıyor.


Daha sonraki yıllarda bu tür süslemelere gerek duy­ kadını da komünist olarak tanıtmakla nokta­
muyor.'" lamıştır. Kadına işkence yaparak cinsel orga­
nına kazık sokmuşlar, daha sonra da iple
Şimdi sıra saymaya geliyor. Bir: "1968 Ağustos
boğmuşlardır. "Devlet için!"
ayı İzmir ili'nin Gümüldür-Akrepkaya mevkiinde"
MHP iddianamesi böyle yazıyor, "takriben 150-200 Olayı Yunus Meral, ben, Ferhat Tüysüz ve
gencin katıldığı bir komando kampı açılmıştır.'· Recep Akyol Adapazarı cezaevi müşahedesin­
Kampı, emekli subay Rifat Baykal yönetiyor. iki: 3 de yatarken Günaydın gazetesinin haberin­
Ağustos 1968 tarihinde Ankara-Eskişehir yolunda den okuyarak öğrendik. Haberde kadının el­
MHP yöneticisi emekli subay Dündar Taşer'in yö­ lerinin ve ayaklarının arkadan bağlanarak bo­
netiminde komando kampı çalışmaya başlıyor. ğulduğunu, boğulmadan evvel tecavüz edil­
"Emekli askerlerin de ders verdiği kampa 100 kişi diğini ve cinsel organına kazık sokulduğunu
iştirak etmiş, kamp çadırlan ise Kızılay'dan sağlan­ yazıyordu; gazete, ayrıca kadının o halde bir
mıştır. MHP iddianamesi'ndeki bilgilere göre AP resmini de yayınlamış, cesedin Arnavutköy'de
Hükümetleri zamanında Kızılay Kurumu, komando bulunduğunu haber etmişti. Bu vahşeti gör­
kamplanna yardımcı olma gereğini duyuyor. Üç: 21 dükten sonra hepimiz bu eylemi gerçekleşti­
Ağustos 1968 tarihindeki Siliyri Komando Kampı'nı rene lanet etmiştik. Öyle ki gazetelerden "ca­
iddianame'ye göre "Komando Mustafa", Mustafa nı sıkılınca adam öldüren" puntolarıyla tanı­
Ok yönetiyor. Albay Türkeş kampı teftiş ediyor. Ga­ nan Ferhat Tüysüz isimli arkadaş, "bu işi ya­
ziantep'te kırk kişilik bir "komando kursu" ve buna panı elime geçirirsem hiç acımadan geberti­
karşın, izmir'de Karaburun ilçesinin bir köyünde rim" demişti.
ise komando kampı açılıyor. Bunlar hep 1968 yılın­
Uzun zamandır meydana gelen ideolojik
da gerçekleştiriliyor; burada 1968 yılı program ger­
olaylarda iple boğma, komando düğümü at­
çekleşmeleri üzerinde durulduğu için, 1969 yılı
ma, elleri, ayakları arkadan bağlayarak kişinin
kamplannı sayım dışına bırakıyorum.
kendi kendisini boğmasını sağlamak ve cese­
di de bir çuval, TV kutusu, bez veya valiz ve
Gülşen'in Rahmine Kazığı Kim Soktu benzeri şeylere koyarak bir yere atmak Şişli
ve Neden Soktu? bölgesinin karakteristik eylem özelliğini taşı­
makta idi. "Arkadaşlara Gülşen Kavak işinin
Nurullah Tevfik Ağansoy'°
bölgemiz militanları tarafından gerçekleştiriI­
Eylemde hangi vatan haini ölmüştür? miş olacağını, olayın gayrımeşru alemin işi
Hangisi yaralanmıştır? Hedef vatan hainleri, değil siyasi nitelikli olabileceğini, veya bölge­
din düşmanları olsa dahi insanları öldürmek den birinin gönül meselesi bulunduğunu,
yetkisi kimden alınmıştır? Vatan hainlerini öl­ ölümü de ancak siyasi bir görünümle kamuf­
dürmek eylemi meşrulaştırmaz. Neticede he­ le etmek isteyebileceği gibi tahmini bilgilerle
def insandır. Suçlu ise cezai müeyyidesi ka­ söyledim. Eğer eylem, arkadaşlarımız tarafın­
nunda yazılıdır ve uygulayıcıları Adalet meka­ dan gerçekleştiriimiş ise mutlaka ölümle ce­
nizmalarıdır. Din düşmanı iseler; inanır veya zalandırılması gerektiği noktasında görüş bir­
inanmaz o insanın kendi sorunudur. Allah liğine vararak, bunun böyle olmamasına hep
inanmayanları öldürün diye bir emir verme­ beraber dua ettik.
miştir. Allah "tebliğ edeceksiniz" der.
Kısa bir süre sonra bu işin Bölgemiz mili­
"Onların cezalarını ancak ben veririm" tanıarından Mehmet Öz, Hasan Taygar ve Ali
der. "Benim verdiğim canı kulum alamaz" Peker tarafından gerçekleştirildiğini öğrendik.
der. Öyleyse bu da yeterli bahane değildir. Adapazarı cezaevinden K. Maltepe ve Davut­
Madem ki devlet için yaptık, deniyor. Devlet paşa Askeri cezaevlerine haber gönderildi ve
için yapılan işler resmi'dir. Devlet gayrıresmi alınan karar gereğince Mehmet Öz'ün ve Ha­
çalışmaz. Resmen hangi ülkücü eylem yap­ san Taygar'ın öldürülmeleri kararlaştırıldı. Bu
mıştır da bu meşru kılınmıştır. Yoktur. O za­ karardan kısa bir süre sonra K. Maltepe Aske­
man meşru eylem olmadığına göre boş safsa­ ri cezaevine getirildim.
talarla gençler galeyana getirilmiş suçlar işlet­
Kartal-Maltepe Askeri cezaevinde daha
tirilmiştir. Ve bu suçların cezaları da çekile­
evvelden Hasan Taygar'ın sorgusu yapılmıştı,
cektir.
arkadaşlar tarafından. Cezaevi idaresinden al­
Örnekler binlercedir. Bir misal daha vere­ dığım izinde televizyon seyretmeye diye di­
yim. Mehmet Öz, Gülşen Kavak ile yaşadığı ğer koğuşlarda bulunan bölgemizin militanla­
kısa süreli dost hayatını onu öldürmek ve rıyla görüşmeye gittim. Bu görüşmeler sıra-

584
Türkiye Üzerine Tezler III

sında, Hasan'ın kadına tecavüz gibi bir ey­ için Mehmet'in can korkusu olmadan dolaştı­
lemde bulunmadığını esasen kimsenin bu ğını söylediler.
olayı bilmediği, Hasan Taygar ve Ali Peker ile
Zaman zaman Mehmet Öz'le birlikte yap­
olan görüşmelerimde ise Mehmet Öz'ün kadı­
mış olduğumuz sohbetler esnasında bu ola­
nı kendisinin getirdiğini, ikisinin odada uzun
yın nasıl cereyan ettiğini öğrenmek için ken­
süre kaldıklarını, kadınla Mehmet'in arkadaş
disine sorduğum direk ve dolaylı sorulara
olduklarını, işin sonunda ölüm olduğunu bil­
verdiği cevaplardan anladığım kadarıyla Gül­
mediklerini, fakat Mehmet'in kendilerine "ge­
şen ile Gültepe'den tanışmışlardır. Maktul ko­
lin yardım edin şunu atalım" deyip de odaya
casından ayrı yaşamaktadır. Bunun için de
çağırdığı zaman kadını yerde çıplak olarak öl­
kendisine destek çıkan Mehmet'le arkadaş ol­
müş vaziyette gördüklerini, daha sonra hep
muş, beraber dolaşmaya başlamışlardır. Mak­
beraber bu delili yok etmek gerektiği düşün­
tule Mehmet'le buluşmaya gelirken ailesi şüp­
cesiyle cesedi bir valizin içerisine koyarak
helenmesin, konu-komşu lif etmesin diye, kı­
MHP'nin bulunduğu pasajın dışına çıkarttıkla­
sa bir süre evvel kocası tarafından elinden alı­
rını, burada arabanın içinde Bayram Çimen'i
nan çocuğunu aramaya çıkıyor bahanesiyle,
gördüklerini, böylece cesedi arabayla Arna­
"alış veriş yapacağım" gibilerinden çeşitli ba­
vutköy'de bir sokağa bıraktıklarını söylediler.
haneler uydurup 1-2 saatlik buluşmalarla ar­
Halen Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP)'nin kadaşlıklarını sürdürmüşlerdir. Buluşma yeri
İstanbul İl Başkanlığı'nda yönetim kurulu olarak da genellikle Şişli MHP'nin karşısında
üyeliği yapmakta olan Üsküdar bölgesi sanık­ bulunan Kararnürsel mağazalarının kafeterya­
lanndan Şinasi Atan o zamanlar cezaevi ve sını kullanmaktadırlar.
koğuş başkanlığı yapmakta idi. Kendisine kı­
İşte bu buluşmalardan sonuncusunda
saca durumu izah ederek kararımızı bildir­
Mehmet Öz, kadının Gültepe'de oturması,
dim. Cezaevinde herkes bu kişileri bir kaşık
Gültepe'nin solcuların kurtarılmış bölgelerin­
suda boğacak kadar kinliydiler. Bölge olarak
den olması sebebiyle kendisinin ülkücü oldu­
arkadaşlarla durumu tartıştıktan sonra, Hasan
ğunu bilen bu kadının hangi fikre hizmet et­
Taygar'ın sadece cesedin atılmasında rolü bu­
tiğini öğrenmek için bir takım sorular sorar,
lunduğuna, suçun işlenişi ve hazırlanışında
atılan oltaya takılan cevaptan şüphelenen
katkıları olmadığını, Ali Peker'in de konumu­
Mehmet, Gülşen'i kandırarak MHP Şişli ilçesi­
nun aynı olduğuna, buna inanıp kanaat etti­
nin bulunduğu Hürriyet pasajına getirir, bura­
ğimizi, bu arkadaşlara bir kötülük gelmemesi­
da parti ile aynı katta bulunan Yenitur (veya
ni, suçlarını mahkemede inkar etmeleri ve bu
yanındaki) şirketin anahtarını yaptırdıkları
işi temize çıkartmaları gerektiğini anlatarak,
bürosuna sokar ve işkenceye başlar. Yanında
zarar gelmemesi gerektiğini anlatarak, ikna
kimler vardır? Yalnız mıdır? Bunları öğrene­
ettim.
medim. Fakat işkence faslından sonra kadını
Bu arada asıl suçlu Mehmet Öz olarak gö­ o halde bırakmaya korkar (şikayet eder diye),
züküyor ve o da Davutpaşa Askeri Cezaevi'n­ ve öldürmeye karar verir. Odada bulunan ip
de bulunuyordu. Kendisi ile aynı cezaevinde ve telle kadını boğar ve arkadaşlarıyla birlik­
bulunan Üzeyir Çakmaktaş bu kişiyi öldüre­ te valize koyup cesedi Arnavutköy'e atar. Ta­
cekti, fakat, uzun zaman bir haber duyulma­ bii kılıf hazır "devlet için (!)."
dı. Ağustos 1981 yılında Ankara Mamak Aske­
ri Cezaevin'e gidip geldim. 1983 yıllarında
İşkenceyi MHP Taraftarı Polisler Yaptı
Davutpaşa'daki arkadaşlar, K. Maltepe'ye gel­
diler. Olayın arası iyice soğumuştu; Mehmet Oğuzhan Müftüoğlu"
de hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu.
Daha önceden de belirttiğim gibi iddiana­
Neden bu şekilde olduğunu diğer arka­ rnede bize yöneltilen suçlamalar tamamen
daşlara sorduğumda, kimsenin başına iş al­ Errıniyet Müdürlüğü'nde hazırlanan ifadelere
mak istemediğini, hiç kimsenin böyle biri için dayandırılmaktadır. Dosyada bana ait olarak
kendini feda etmeyeceğini, Mehmet'in olayda görülen ifade metni Errıniyet Müdürlüğü'nde
tecavüz etmediğini, kazık sokma işinin yanlış MHP taraftarı polis memurları tarafından iş­
olduğunu, yalnızca öldürme eyleminin bu ki­ kence ile hazırlanmıştır. Gözaltına alındıktan
şi tarafından gerçekleştirildiğini, basının işi sonra 80 gün işkence hücresinde kaldım, bu­
abarttığını, odada kadını öldürürken yanında rada gözlerim bağlı olarak işkence ile sorgum
kimsenin olmadığını, işin şahidi de bulunma­ yapıldı. Diğer arkadaşlarla birlikte bana da
dığından hata yapmak istemediklerini bunun ağır işkenceler yapıldı.

585
Yalçın Küçük

İstanbul'da Melih Pekdemir ile birlikte po­ bir ifadem tesbit edildi. 17 sahifelik ifadem
lisler tarafından yakalandım. Daha evvel Me­ daha önceki ifadelerime uygundu, fakat bunu
lih Pekdemir ve Nasuh Mitap yakalanmışlar­ kabul etmediler, bu ifademi yani 17 sahilelik
dı, bizi gözlerimiz bağlı olarak Gayrettepe'ye ifademi iptal ettiler.
götürdüler. Bu şekilde yakalanmamızın neti­
Araştırma timinden bahsetmek istiyorum.
cesi olarak ilk anda bir şok geçirdim. Etrafım­
Bizim sorgularımızı yapan MHP yanlısı polis­
da olup bitenleri anlayamaz hale geldim. Bu
ler bir takım soruları hazırlamışlar, 12 Ey­
halde iken işkence yapılmaya başlandı. Daha
lül'den önceki dönemlerde MHP'yi suçlaya­
sonra diğer arkadaşlarla birlikte Ankara'ya ge­
cak şekilde beyanlarda bulunduğumuz müd­
tirildik. Burada gözlerim bağlı olarak bir hüc­
detçe sinirleniyorlar ve baskılarını çoğaltıyor­
rede kelepçelerle duvarın iki tarafındaki hal­
lardı. Bir ara gözlerimi açtığımda soruşturma
kalara astılar. Bu arada sorgu ve işkence için
timinde Yeni Sözcü adlı dergiyi gördüm. Bir
geçen süreler hariç aç, susuz ve uykusuz bir
ara hücreden sorgulama odasına götürdüler.
şekilde beklettiler. Kendimden geçmiştim, ba­
Dava ile ilgili olmamakla birlikte eskiden gö­
yılacak halde idim. Zaman zaman buradan bi­
rev yapan bir takım Sıkıyönetim Komutanları
zi alıp sorgulamaya götürüyorlard!. Sorgu sı­
ve emniyet mensupları ile ilişki kurduğumu­
rasında yakalanmadan önce gazetelerde oku­
za dair fikirler beyan ettiler. Ben bunları ka­
duğumuz yedi kişilik merkez komitesi olmam
bul etmeyince kendimden geçecek kadar iş­
iddiaları başta olmak üzere birçok suçlamala­
kenceye tabi tuttular. Daha sonra Mamak As­
rı kabul etmem için işkence yapıyorlardı.
keri Cezaevi'ne getirildim. Söz konusu edilen
Günlerce kolumdan tavana asılmak, elektrik
kişilerin MHP davası ile ilgili soruşturmanın
verilmek ve falakaya yatırılmak gibi işkence
açılmasında rolü olan veya rolü olduğu iddia
çeşitleri uygulanıyordu.
edilen kişiler olduklarım söylediler. Ancak,
Sıtir dereceye yakın bir soğukta çırılçıplak doğruluk derecesini bilemem. MHP davasın­
soyarak garaj denilen işkence yerine çıkarttı­ da yalancı tanıklıktan mütevellit Hicabi Koç­
lar. Saatlerce basınçlı soğuk su vererek işken­ yiğit'in ifadesini değiştirmesi yönünden dav­
ce yaptılar. Arada sırada tekme, sopa ile ken­ ranışa geçen ve bana işkence yapan Bekir
dimizden geçecek şekilde dövüyorlardı. Gör­ PuHu hakkında dahi soruşturma yapıldığını
düğüm işkencelerin sonucu olarak kollarım öğrendim. Mamak'a gönderildikten sonra yi­
tutmaz hale geldi, sol elimi kullanamıyordum, ne emniyet sarayına getirileceğimizi söylüyor­
kulak zarlarım yırtılmıştı. Aradan iki yıla ya­ lardı, nitekim bu ame1iye maruz kalan kişile­
kın bir zaman geçtikten sonra halen kulakla­ ri gördüm ve Mamak Cezaevine getirildikten
rım ağır işitiyor. Belimde, kollarımda, ellerim­ sonra iki kez ben de sorgulama için Emniyet
de sürekli ağrılar ve uyuşmalar olmaktadır. Sarayı'na götürüldüm. Bekir Pullu'nun bana
Sürekli başağrıları çekiyorum ve ciğerlerimde ve Nasuh Mitap'a yaptığı işkenceden dolayı
o zamandan kalma rahatsızlıklar mevcuttur.
açtırdığımız dava 2 No.lu Askeri Mahkeme'de
Yakalandığımda kış yeni geliyordu, yaz başı­ devam etmektedir.
na kadar bir buçuk iki metre karelik bir be­
ton üzerinde kışı geçirmek zorunda kaldım.
Bulunduğum hücre işkence odasının tam kar­ 1968 yılının "oluşması" gerekiyor. 1968 yılına
şısında idi. Bu hücrede yakın olmam nede­ kadar bir "niceI" birikim olması zorunludur; zaman

niyle birçok kadın, kız ve kişilere f yatların­ içinde yoğunluğunun artışını göstermek durumun­
dan işkence yapıldığına tanık oldum, ayrıca dayım. Doğada da böyledir; bir yatağa rastlamadan
Nasuh Mitap, Melih Pekdemir, Ali Başpınar, önce cevherin çok sığ bir biçimde, eteklerde, saçıl­
Ali Alfatlı, Sedat Göçmen gibi arkadaşlara iş­ mış olduğu hep gözleniyor.
kence yapıldığını gördüm. İşkence sırasında
1965 yılı ile ilgili iki "nicel olgu sayabiliyorum.
kendilerince kabul edilen hususları kağıtlara
Birincisi, 1965 yaz aylarında gençliğin çıkardığı ve
not etmişler ve bu notları dosya arasında
Kızılay'da elden sattığı "Dönüşüm" Dergisi'dir. Bir
önüme koydular, ayrıca basılı bir soru liste­
gençlik dergisi olan Dönüşüm'ün çıkarılması ger­
sindeki soruların karşılığı ile birlikte yazmamı
çekten olay oluyor. Dönüşüm satan gençlere, iktida­
istediler. Ve benim bu şekilde verdiğim sorgu­
rın desteğinde gençler saldırıyor.
mu kabul etmediler. İşkence ile bana kabul
ettirdikleri suçlamaları yeterli görmediklerin­ 1965 yılında gençler ve gençler birbirinden ayrı­
den kabul etmediler. Daha sonra Komiser lıyor." 1965 yaz ayından itibaren gençlik kütlesi
Muavini Ömer Bülbül tarafından 17 sahifelik arasında kemalist-yobaz, veya ilerici-gerici ayrımı
tarihe karışıyor. 1965 yılı yaz aylarından itibaren

586
Türkiye Üzerine Tezler III

Türkiye'de gençler ve gençler birbirinden soleu ve neklerinin hücumu ile önleniyor. En çok "Komü­
sağcı diye ayrılıyorlar. nistler Moskova'ya" sesleri duyuluyor.

1965 yılının yaz aylannda Cumhuriyetçi Köylü İktidardaki başbakan Süleyman Demirel, geliş­
Millet Partisi'nin kongresi toplanıyor. 1940 yılları­ meleri durdurabilmek için "Temel Hak ve Özgür­
nın turancı teğmeni, 1960 yılının ihtilinci albayı, lükler Yasa Tasarısı" hazırlatıyor. Bu adla hazırla­
1961 yılında Yön Dergisi'ne göre "sosyalist", emekli nan tasarı, Türk Ceza Yasası'nın 141 ve 142. madde­
albay, 1963 yılında ihtil3lin liderliği için yakın arka­ lerine açıklık getirme gerekçesiyle uygulamasını ko­
daşı Albay Talat Aydemir ile anlaşamamasından ve laylaştırmayı, yargıçlara ceza vermeye zorlamayı,
Aydemir'in ihtilal girişimini ihbar etmesinden iki yıl cezaları artırmayı amaçlıyor. Büyük tepki ile karşı­
kadar sonra, bir paraşütle, CKMP'nin başına genel laşıyor; tasarı olarak kalıyor.
başkan iniyor. Sığ'dır; kütlelere yayılıyor. Bu dönemde sol,
Bir kural daha doğrulanıyor: Dünyanın her ya­ Türkiye'de, derinlemesine değil enlemesine genişli­
nında paramiliter sağ örgütlerin başına, kesinlikle yor. 1967 yılı, toplantılan dağıtmak, yayınlann satı­
sol'a bulaşmış, kişiliği zayıf, hırsı her zaman aklın­ şını önlemek türünden legaliteyi aşan uygulamalar­

dan büyük, kalbinde yalnızca kin biriktirmiş insan­ la birlikte temelinde burjuva legalitesi içinde, solun

lar bulunuyor. Albay Türkeş, bu tarihten sonra ve önlenemeyen genişlemesini durdurmanın son yılı

1969 yılında partinin adını MHP olarak değiştire­ oluyor.

rek, önce klasik faşizan çizgilere eğilimli ve daha 1967 yılı Haziran ayında Birleşik Devletler Al­
sonra, daha çok şiddet yolunu seçmiş bir dinci ku­ tıncı Filosu, İstanbul'a geliyor. Ziyaret, Türkiye'de
ruluşun başında, bütün enerjisini, sınırlı yeteneğini, anti-Amerikan gençlik eylemlerinin patlamasına
kıt politika bilgisini, eksikli insan ilişkilerini, Türk neden oldu. Adettir; denizciler karaya çıkınca bir
ilericiliğinin kökünü kazımaya ayırıyor. Kapitalizm temsilciler kurulu Taksim'e çelenk koyuyorlar.
ile, Amerika Birleşik Devletleriyle, var olan devlet'le Gençlik liderleri bu çelengi alıyor, yakıyor ve yerine,
özdeş görünmekten hiç çekinmeyerek klasik faşizm üzerinde "emperyalizmin kanlı eli Atamıza uzanma­
modellerinin çok uzağına düşen bir emekli albay, sın, kırılacaktır" yazılı bir başka çelenk bırakıyorlar.
tüm radikalizmini, elinde bulundurmak ve sınırsız Gençlik, 1964 yılında Birleşik Devletler'in, Türki­
olarak kullanmak istediği pratik şiddet'ten alıyor, ye'nin Kıbns'a çıkartma yapma projesi karşısındaki
tutumuna içerliyor; ulusaleı davranıyor. Atatürk,
1966 yılını atlıyorum; 1967 yılında yoğunluk ar­
bağımsızlık duygulannın sembolü olmaya devam
tıyor. 13 Şubat 1987 tarihinde, 1960 yıllarının en
ediyor. Haziran sonunda öğrenci gençliğin yoğun
önemli ikinci kuruluşu, birincisi olan TİP'yle aynı ay
olduğu Beyazıt'tan Taksim'e on bin kişilik bir yürü­
ve günde Devrimci İşçi Sendikalan Konfederasyo­
yüş gerçekleşiyor ve anti-Amerikan gösteri, Dolma­
nu, DİSK, kuruluyor." 25 Şubat 1967 tarihinde ise
bahçe'deki Amerikan bayrağının indirilerek yerine
Bornova'da, Atatürk'ün Bursa Nutku yargılanıyor.
Türk bayrağının çekilmesiyle sona eriyor.
Mustafa Kemal Paşa'ya ait olmadığı ileri sürülen Ja­
koben tonlu Bursa Nutku yerine, on yıl sonra MHP Aynı yılın Kasım ayında, Türkiye'de yepyeni bir
içinde politika yapacak olan Savcı Osman Kırkyaşa­ olgu olan paralı, özel yüksek öğrenime karşı, çok et­
roğlu, "muhterem maznun, kıymetli genç, memle­ kili ve Türkiye'yi sarsan bir kampanya düzenleni­
keti uçuruma ve anarşiye götüren o hayali nutku ye­ yor. Kampanya, İstanbul'dan Ankara'ya yürüyüşü
rine Ata'nın Gençliğe Hitabesi'nin okunmasını ve de içine alıyor; elitist Teknik Üniversite ile Anka­
yayılmasını istiyor. Bursa Nutku'na tepki, ilerde du­ ra'daki Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nin ayrıcalık­
ran bir belgeye dayanılarak geriye kayınayı ve genç­ lı konumunu sarsan özel okuleuluk, seçme öğrenci­

liği geriye çekmeyi amaçlıyor. leri içine alan bu iki yüksek öğrenim kurumunun
politize olmasında çok büyük rol oynuyor. Bu dö­
1967 yılı, ana rahminde, 1968 yılını barındın­
nemde yüksek öğrenim gençliği, devlet işletmecili­
yor. 1967 yılının gelişmelerine bakıldığında, devlet
ğini kapitalist işletmelerden çok ayrı tutuyor; özel
legalitesinin sınırlan içinde kalındığı sürece, yükse­
okulların devletleştirilmesini, en küçük bir kuşkuya
len solun kütleselleşmesinin önlenemeyeceği anla­
kapılmadan, sonuna kadar savunuyor.
şılıyor. 1967 yılında, daha önceki yıllarda olduğu
türden, ancak, yoğunluğu artmış biçimde İmam­
1967 yılında artık Türkiye'nin caddeleri ve so­
kaklan soleu gençliğindir; demokrasi, burjuvazi açı­
Hatip okulları, komünizmle mücadele dernekleri,
sından, bir güçsüzlük kabulüdür.
sol gençlik hareketlerinin ve Türkiye İşçi Partisi
toplantılannın üzerine salınıyor. O dönemde İşçi İktidardaki başbakan Süleyman Demirel, "so­
Partisi içinde bir sembol durumuna gelen fıkra ya­ kaklar yürümekle aşınmaz" demek zorunda kalıyor.
zan ve milletvekili Çetin Altan, hücumlann hedefi İnşaat mühendisi Demirel, sokaklara yalnızca, bir
durumundadır; 23 Nisan'da İzmir'de konuşma ya­ mühendislik sorunu olarak bakınaktan başka çare
pacağı bir toplantı yine komünizmle mücadele der- bulamıyor. Fakat bir yıl sonra komando kamplan

587
Yalçın Küçük

kurulmaya ve tepkiyle karşılanmaya başlayınca, ko­ meleri bilimsel kaynaklar olarak kullanmayı sürdü­
mando kamplannı savunurken, Albay Türkeş "ko­ rüyorum. Şunlar yazılıyor: "Türkiye'de ilk öğrenci
münistler memleketi sahipsiz sanıp da sokak haki­ hareketleri 12 Haziran 1968 tarihinde başlamıştır.
miyeti kuramazlar" diyor. Son derece açık; 1968 yı­ Ankara'da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde baş­
lına geçilirken sokaklarda bir başka otoritenin oluş­ layan olaylar istanbul'a sıçramıştır."'· Öğrenciler,
tuğu izlenimi ortaya çıkıyor. fakülteleri işgal etmeye başlıyorlar ve üniversitele­
rin feodal yönetim yapısını zorluyorlar.
iç savaş ilan ediliyor; öyle yazıyorum.
Bir parantez gerekiyor. Türkiye'de sağı ve solu
Öyle mi? Olgulann yeniden dizilmesi gerekiyor
ile, gelişmeleri dünyadaki gelişmelere bağlamak çok
ve şimdiye kadar sözü edilenlere ek olarak, FKF ve
Dev-Genç ile ilgili örgütler için 1971 yılı Ankara Sı­ yaygın bir alışkanlıktır; az veya çok bir gerçek payı
taşıyor. Fakat yine de bir yanıyla bir entellektüel
kıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından
hazırlanmış olan iddianarnede şu değerlendinneye tembelliği ve diğer yanıyla da bilimsel geleneğin sığ­
lığını anlatıyor. Bilim, "az veya çok olan" ile "az ve
yer veriliyor: "Fikir Klüpleri Federasyonu 1968 tari­
hinden itibaren gizli gayesi Türkiye'de komünizmi çok olan" arasında aynm kunnaya dayanıyor; az ve­
ya çok gerçek olmak tüm gerçekliği göstenniyor.
yerleştinnek olan bir örgüt şeklinde çalışmalannı
sürdünnüştür.""" iddianame, sürdürüyor: "FKF'nin Türkiye'de fakülte işgallerinin başladığı zaman Ku­
1968 yılında tamamen komünist bir örgüt olarak zey Amerika ile Batı Avrupa üniversitelerinin genç­
lik fırtınasıyla sarsılmış olması, entellektüel tembel­
çalıştığı anlaşılmaktadır." Buradaki "anlaşılma" ol­
gusunun yeni bilgilere dayanmadığını eklemek zo­ lik içinde, Türk üniversitelerinde yaşananlan yal­
rundayım; 1969 yılında, hükümet komiserinin de nızca bir moda saymak sonucunu doğurabiliyor.
katılmasıyla yapılan genel kuruldaki yönetim rapo­ Türkiye'nin dinamiği, entellektüel tembellik ile sığ
runa dayanıyor. Bunun önemi şurada yatıyor; re­ bilimsel gelenek içinde, tümüyle unutuluyor. .
jim, FKF'nin "komünist" oduğuna inanmaya 1968 ihtilal, var olan kurumlann yeterliliği konusun­
yılında başlıyor. Bunu, bir sıkıyönetim mahkemesi da bir doyumsuzluğun sonucudur; önce toplumun
çerçevesinde, 1971 yılında açıklıyor. son derece sınırlı kesitleri tarafından duyuluyor. Kı­
"ilk gaye kapitalizmin son aşaması olan emper­ raç toprak, üzerine düşen yağmur damlalannı, bir­
yalizmle mücadele olarak gösterilmektedir. Bu ga­ den yok ediyor; toprağı verimli hale getirmek için,
yeleri tahakkuk ettinnek için bilimsel sosyalizmin hem altını üstüne getirmek ve hem de yağmuru sü­
yani komünizmin gereklerine uygun hareket edile­ rekli yapmak zorunlu oluyor. Entellektüel tembel­
cektir." Değerlendinne budur ve arkası var: "Em­ lik, Türkiye'de bilimin kıraç toprağıyla bir araya ge­
peryalizme karşı geri kalmış ülkelerdeki, bu arada lince, Batı üniversitelerinde gelişen düşüncelerin
Türkiye'deki, milli kurtuluş savaşlan sonuna kadar çoğu da, Türkiye'ye getirilirken içi boşaltılıyor ve
desteklenecek ve gerekirse silahlı mücadeleye baş­ yalnızca boş kalıplar alınıyor. Kuhn'un "Bilimsel
vurulacaktır." Silahlı mücadele "gerekirse" sözcü­ Devrim", Scientific Revolution, çalışması da böyle
ğüyle askıya alınmış biçiminde olsa bile, işin içine oldu; bu çalışmanın bilimsel devrim süreci ile siya­
sokuluyor. sal devrim süreci arasında kurduğu sağlam paralel­
likler bir yana atılarak yalnızca "paradigm" sözcü­
Solun sığlaşmış ancak kütlesel yükselişinin dur­ ğü, bir sihirli keşif olarak ve tekerlerne türünden
durulması için şiddet kullanılmasına ihtiyaç duyu­ kullanılmak üzere acentalan aracılığıyla, Türkiye'ye
luyor; kullanılacak şiddetin, solu da şiddet kullan­ ithal edildi. '7 Paradigm sözcüğü, kıraç toprağa düş­
maya zorlayacağından kuşku yok. Başında bir meş­ tü; biraz hayret uyandırdı ve sonunda unutuldu.
ru savunma sorunu var, daha sonra yeni alanlara
açılmaya başlıyor. " The genetic aspect of the paralleJ between po­
litical and scientific development should no longer
1960 yıllannın aktivistlerinden Harun Karade­ be open to doubt." Kuhn, oluş süreçleri açısından,
niz, bu çözümlemeyi, doğruluyor. Şuıılan yazıyor: bilimsel ve siyasal gelişmeler arasındaki paralellik­
"1968 yıllan işgalleri, öğrenci eylemlerinde bir nite­ ten kuşku duyulmamasını ileri sürüyor. "Political
lik değişmesi getirmişti. Bu niteliğe göre eylemlere revolutions are ina ugurated by a growing sense,
biraz daha şiddet unsuru ginniş oluyordu. O tarih­
often restricted to a segment of the political com­
ten itibaren öğrenci eylemlerinde şiddet unsuru da­ munity, that existing institutions have ceased ade­
ha çok görülecektir."25 Görülüyor; bütün olgular,
quately to meet the problems posed by an environ­
1968 yılında birikiyor ve bir nitelik değişikliğine işa­
ment that they have in part created. In much the
ret ediyor.
same way, scientific revoliutİons are İna ugurated
Tekrar 1960 gençlik örgütlenmeleri ve eylemle­ by a growing sense, again often restrİcted to a nar­
ri için 1971 yılında Ankara Sıkıyönetim Komutanlı­ row subdivisİon of the scientific community. n'8
ğı'nda hazırlanan İddianame'ye dönüyorum. İddia­ Hem siyasal ihtilallerde ve hem de bilimsel devrim­
name ve gerekçeli kararlardaki olgu ve değerlendir- lerde, birinde toplumun tümü içinde ve diğerinde

588
Türkiye Üzerine Tezler III

bilimsel komünitede, çok dar bir kesitin, birinde si­ garşik yapı içinde de yankı yapıyor. içten olmasa bi­
yasal kurumlardan ve diğerinde bilimsel modeller­ le yandaş topluyor.
den, isterseniz bir zamanlar sihir enjekte edilmek
Meclis'te yandaşları daha da artıyor. "Bu bir pat­
istenen paradigm sözcüğünü kullanabilirsiniz, ra­
lamadır." CHP Grubu adına konuşan Nihat Erim,
hatsızlık, başlangıç oluyor. Hem siyasal devrimde
sözlerine böyle başlıyor ve şöyle devam ediyor:
ve hem de bilimsel ihtillHde, başlangıçtaki doyum­
"Genç kuşağın patlamasıdır. Gençliğimiz esasında
suzluğun bilinçli olması hiç de gerekmiyor; var olan
yerden göğe kadar haklıdır. Üniversitelerimiz ve ge­
kurumlar ile geçerli sayılan bilimsel modellerin iş­
nel olarak bütün eğitim sistemimiz baştan sona re­
levIerinde kusurlu olduğu duyusunun, çok az da ol­
forma, düzeltilmeye muhtaçtır. Üniversitelerimiz
sa, toplumun ve bilimsel komünitenin dar kesitle­ reform istiyor. Bunda şaşacak, üzülecek bir nokta
rinde ortaya çıkmaya başlaması yeterli oluyor. yoktur. Dünyanın her yerinde bu ihtiyaç duyulmak­
Hem siyasal ihtiıaı ve hem de bilimsel devrim, tadır. Rejim ve ortam farkı ne olursa olsun, gençler
bu duyunun artmasıyla, birisi toplumda ve diğeri üniversite için istediklerinde birleşiyorlar.'o Profe­
bilimsel toplulukta, bir ayrışmaya ve giderek polari­ sör Nihat Erim'i, parti grupları adına konuşan, Pro­
zasyona yol açıyor. Her siyasal devrim ve her bilim­ fesör Turhan Feyzioğlu ve Doçent Behice Boran da
sel ihtilaı, bu nedenle ve belirli bir süreç içinde, ken­ destekliyor; aynı yönde ve nitelikte konuşuyorlar.
di iç mücadelesini de beraberinde getiriyor. iktidardaki başbakan başka havadadır; bu dal­
1968 yılında başlayan öğrenci işgalleri, Türki­ gayı durdurmak zorundadır. Demirel, şunu söylü­
ye'de siyasal düşünen komünite içinde, doğrudan yor: "Üniversite işgalini toplantı ve gösteri yürüyü­
doğruya Batı'daki öğrenci hareketlerine bir öykün­ şü mahiyetinde addederseniz, bunun içine girmeye­
me ve aynı zamanda son derece ileri girişimler ola­ cek, hiçbir şey kalmaz. Meclis de dahiL." Başbakan
rak değerlendirildi. Özel okulları devletleştirme Süleyman Demirel, apolitik öğrenciler tarafından
kampanyasının, zamanında elitist ve geniş iş im­ fakültelerin işgal edilmesinin bir "örnek", model,
kanları olan Teknik ve Orta Doğu Üniversiteleri ta­ "paradigm" olmasından kaygılanıyor. Ancak yöne­
rafından başlatılmasına karşın, fakülte işgallerinin tenler arasında bir değerlendirme farkı var; Güven
mezuniyette işsizliğe mahkfim Dil ve Tarih-Coğraf­ Partisi Başkanı Turhan Feyzioğlu bile, patlama'nın
ya Fakültesi'nde ortaya çıkması ve hemen, 12 Mart sarsıntısından kurtulamıyor. Yönetenler katındaki
ve 12 Eylül sıkıyönetim davalarına kadar toplumda­ görüş ayrılıkları, işgalin üzerine gidip güçle bastır­
ki prestij li yerine çoktan kaybetmiş olan Hukuk Fa­ mak ile öğrencilerin masum reform ihtiyaçlarına,
kültesi'ne atlaması üzerinde bile durulmadı." Etki­ göstermelik de olsa, cevap aramak arasındaki üslfip
lenme kesin var; ancak toprak Türkiye'dedir ve iç farkı, yönetim gücünün zayıflaması sonucunu doğu­
dinamik her zaman etkisini gösterebiliyor. ruyor.

1971 yılında Ankara'da hazırlanan FKF ve Dev­ Çaresiz Demirel, işgal tartışmasını, dar sınırla­
Genç iddianamesi, fakülte işgallerinin başlangıcın­ rından aşırarak Türkiye'ye komünizmin yerleşmesi
da apolotik olduğunu saptıyor ve yazıyor. Şunları sorununa götiirüyor. Fakültedeki işgallerle ilgili

yazıyor: "Türkiye'de ilk öğrenci hareketleri 12 Hazi­ meclis tartışmasında şunları da söylemek gereğini

ran 1968 tarihinde başlamıştır. Ankara'da Dil ve Ta­ duyuyor: "Türkiye bağımlı ise neyin mücadelesini

rih-Coğrafya Fakültesi'nde başlayan olaylar istan­ yapıyoruz. Her fırsatı Türkiye'ye hakaret için kulla­

bul'a sıçramıştır. Bu olaylar herhangi bir siyasal akı­ nan bu zihniyetin cevabını her zaman veririz. Türki­

mın buyruğunda olmaksızın yürütiilen ve üniversi­ ye'mize ima şeklinde de olsa, bağımlı denmesine

tenin kendi fikriyatı olan olaylardır." Toplumunda­ hiçbir vicdanın, o vicdanlar satılmış değilse rıza

ki gelişmelerin çok gerisinde kalmış, feodal ve oli­ göstermemesi lazımdır. Türkiye NATO azası da on­

garşik yapılı Türk üniversite sistemine tepki olarak dan söylüyorsunuz, Türkiye komünizme karşı NA­

ortaya çıkıyor. TO'ya girmiştir. Eğer istediğiniz Türkiye'nin komü­


nizme düşmesi ise, bu arzunuz ebediyete kadar kur­
Üniversitenin oligarşik yapısı, bu umulmadık sağınızda kalacaktır." Başbakan Demirel, siyasal
patlama karşısında, Abdülhamit'in kurtlarla birlikte kaygılarında haklı çıkıyor. Fakülte işgalleri ile kal­
ulumak ilkesine uygun bir tutuma giriyor; büyük bir mıyor. Elmalı'da toprak ve Derby Fabrikası'nda fab­
koro halinde fakülte işgallerini destekliyor. FKF ve rika işgalleri yaşanıyor." Yoksul köylü ile fabrika iş­
Dev-Genç iddianamesi, şunları yazıyor: "işgalin hu­ çisi, örneği sınamakta gecikmiyor.
kuki niteliği üzerinde konuşan hukuk profesörleri,
Abrionik hareketler; karşılaştığı tepki şaşırtıcı
'işgal hukuka uygun bir direniştir' dediler. Hatta de­
ve ürkütücü oluyor.
meç veren bazı öğretim üyeleri 'üniversite, öğretim
üyeleri ve öğrencilerden meydana gelen bir bütün­ Amerika Birleşik Devletleri, kararlılığı sınamak
dür, işgal diye nitelendirilen olaylar bir bütünün istiyor. 1967 yılında Altıncı Filo'nun çelenki parça­
üyeleri arasındaki iç ihtilaftır' dediler." Patlama, oli- lanıyor ve Dolmabahçe'deki bayrağı indiriliyor. 14

589
Yalçın Küçük

Mayıs 1968 tarihinde, öğrenci kuruluşları, Tak­ Üniversite öğrencilerinin güvenlik altına alınması
sim'de altı metrelik bir NATO amblemini yakarak, gerekli görülüyor." Bir tahrik olmalı; Harun Kara­
"NATO'ya Hayır" kampanyasını başlatıyorlar. "NA­ deniz'in bıraktıklan, öğrencilerin pek çok tahrik ol­
TO, emperyalizmin sömürü aracıdır", bir hafta için duklannı da gösteriyor. Devam ediyor: "Hiçbir ide­
planlanan kampanyanın temel sloganı oluyor; bro­ olojik yapısı olmayan gençlerin bile en azından is­
şür, bildiri ve toplantılarla sürdürülüyor. Tam bir yan edeceği olaylardı, bunlar. Nitekim öyle oldu. O
anti Amerikan çıkış var; NATO'ya karşı başlatılan zamana kadar pek işe kanşmayan bir çok genç, ote­
kampanya beklenebileceği gibi doğrudan doğruya li taşa tutup camları indirdiler. Bana soruldu, önce.
Birleşik Devletleri'ni hedef alıyor. "Amerikalılar on "'Evet'" dedim. Ben de son derece kızgındım ve za­
beş milyon kızılderiliyi öldürdü. Afrika'nın zencisi ten hayır desem de inecekti, camlar." Altıncı Fi­
yüzyıllar boyu esir olarak Amerika'nın pamuk tarla­ lo 'nun denizci erleri, otel odalarında, kiralık kadın­
larında, fabrikalarında öldürülesiye çalıştırıldı. larla rahat edemiyorlar. Camlar iniyor.
Amerikalıların zenginliği, milyonlarca mazlum hal­
Henüz daha Anadolulular; enternasyonalist bir
kın alınteri ve kanı üzerinde kuruldu." Broşür, Ame­
tonları yok. Üniversite gençliği, kiralık kadın yurt­
rikan zenginliği için bir fatura çıkarıyor.
taşlarının, Amerikan bahriyeIileriyle otel odaların­
Washington'un bir deneme ihtiyacı duyduğu da buluşmalarını hazmedemiyor ve otellerin camla­
anlaşılıyor, İkinci Dünya Savaşı sonrasından itiba­ rını indiriyor. İstanbul'un daha kozmopolit ve buna
ren Birleşik Devletler'le yakın ilişkilerin bu en istek­ karşın, Konya'nın daha tutucu ve dindar olduğu sa­
li ülkesinde ne oluyor; bunu ölçmek istiyor. Bir öğ­ nılıyor. Olaylar böyle gelişmiyor; Konyalılar, Ameri­
renci hevesi mi, yoksa daha derin bir nefreti mi kan erlerinin kiralık kadınlarla otel odalannda bu­
açıklıyor; karşılaştırması gerekiyor. luşmalarını hazmedemeyen ve bu nedenle bahriye­
Ölçmek, karşılaştırmaktır; konfrontasyon. Iileri rahatsız eden İstanbul gençliğinin bu hareke­
tinden çok rahatsız oluyorlar.
15 Temmuz 1968 tarihinde, Washington, Altıncı
Filo'yu İstanbul'a gönderiyor. Konyalılar dindar oldukları için rahatsızlıklarını
şiddetle belli ediyorlar.
Hikmet Çetinkaya'nın yazdığına göre, Teknik
Üniversite öğrencileri, Amerikan denizcilerinin ka­ Hikmet Çetinkaya'nın çalışmasından aktarıyo­
raya çıkacakları Dolmabahçe Rıhtımı'na iniyorlar. rum: "Amerikan Altıncı Filosu'nun İstanbul'dan ay­
Rıhtımdaki boş gönderlere Türk bayrağı çekiyorlar nldığı günün akşamı Konya'da öncülüğünü, Komü­
ve yarıya indiriyorlar. Teknik Üniversitesi Öğrenci nizmle Mücadele Derneği'nin yaptığı olaylar başla­
Birliği Başkanı Harun Karadeniz, Dolmabahçe Rıh­ dı. Alaeddin Tepesi'ndeki içkili gazinoları, gece ku­
tımı'nda, bayraklan çekip yarıya indirmelerinin ge­ lüplerini, Yeni Konya Gazetesi'ni, Orduevi'ni hedef
rekçesini açıklıyor: "Türkiye'nin tam bağımsız oldu­ alan saldırganlar kentin içinde büyük bir terör estir­
ğuna inanmıyoruz ve onun için de bayrakları yarıya diler. Bu arada Öğretmenler Derneği ile Tİp İl Mer­
indiriyoruz." Anti-Amerikan gösterilerde öncülük kezi basıldı, çok kişi de yaralandı. Olaylar sırasında
ve ağırlık İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencilerine saldırı gruplan Yeni Konya Gazetesi'ni tümüyle ya­
düşüyor. kıp yıktılar."34 Konyalılar'ın gerçekten çok kızmış 01-
duklan anlaşılıyor. Kızgın Konyalılar'ın başında bu­
Polis, İstanbul Teknik Üniversitesi'ni stratejik
lunanları tutuklamak zorunlu oluyor. Şunlar:
nokta seçiyor ve Gümüşsuyu Caddesi'ni kontrol al­
"Olayların elebaşısı olarak Komünizmle Mücadele
tına alıyor. Amerikan denizcileri. Gümüşsuyu Cad­
Derneği Başkanı ve Konya Devlet Hastanesi Müdü­
desi'ndeki otelleri seçiyorlar. Üniversite'den çıkan
rü Hacı Ahmet Sait Uğurlu ile İkinci Başkan, helva­
öğrenciler, polisin eline düşüyorlar. Teknik Üniver­
cı Hacı Asım Sözbir tutuklandılar. Mahkeme, ayrıca
site binasından çıkamaz oluyorlar. Öğrenci Birliği
Kunduracılar Derneği Başkanı Hasan Ağalar, Ber­
Başkanı Harun Karadeniz anlatıyor: "Bizim geze­
berler Derneği Başkanı Ahmet Kazan, Mücadele
mediğimiz kendi vatanımızda Amerikan erlerinin
Derneği Başkanı Mustafa Ekici ve Necip Ekici, Re­
gezmesini düşünmek bile insanı deli ediyordu. Al­
cep Korkmazdur ve Recep Erdem hakkında gıyabi
tıncı Filo düpedüz işgal ordusu konumuna geliyor­
tutuklama kararı verdi." Konya'da terör yedi saat
du, gözümüzde. Biz sokağa çıkmağa korkuyorduk.
sürdü.
Fakat yurdun hemen karşısındaki bir otelin kapı­
sında bir impala taksi duruyor ve içinden bir Ame­ Konya'dan İstanbul'a dönüyorum. Amerikan
rikalı er ile bir Türk hanım iniyor ve otele giriyorlar­ bahriyeIilerinin kiralık kadınlarla otel odalannda
dı. Bu sahne yüzlerce defa öğrencilerin ve polisin rahat rahat buluşamamalan devam ediyor; İstanbul
gözü önünde tekrarlanıyordu. Polis otelin kapısında Teknik Üniversitesi öğrencileri, bu işe karşı hazım­
nöbet tutuyor ve yoldan geçen arkadaşları topluyor­ sızlık gösteriyorlar. Polis de hazımsızlık gösteren
lardı.'2 Amerikan denizcilerinin kiralık kadınlarla Teknik Üniversite öğrencilerine kızıyor. Öğrenciler
buluşmalarının güvenlik içinde geçmesi için Teknik gece yurtlannda uyuyorlar. Uyurken, yurdu, polis

590
Türkiye Üzerine Tezler III

basıyor. Sözü, Harun'a bırakıyorum: "Elliye yakın dular, hükümeti istifaya çağırdılar. Adliye önüne
arkadaşımız bayıltılıncaya kadar dövülmüştü. Vedat gelen öğrenciler burada 'adalet istiyoruz' diye göste­
Demircioğlu döğülüp pencereden atılmış ve sonra ri yaptılar. Hava çok gergindi, her an öğrenciler ve
da üç yüz metre kadar ayaklarından tutularak, yerde polis çatışması noktasına gelebilirdi. O yıllar, top­
tekmelenerek, sürüklenmiş ve P1T önünde, öldü di­ lum polisinin adı 'fruko' diye anılıyordu, öğrenciler
ye, terkedilmişti. Büyük bir infialle Taksim'e yürü­ arasında. Öğrenciler, bir toplum polisi aracını taşla­
düğümüzde gün ağarmıştı. Altıncı Filo ismi bir kez dılar, Polis, bu sırada Cağaloğlu Alanı'nda tüm yol­
daha yerleşti kafalarımıza." Vedat, komadan çıkamı­ ları kesmişti. Öğrencilerle polis arasında sert çar­
yor. 24 Temmuz 1968 tarihinde, Türkiye'de solcu­ pışmalar oluyordu. Polis cop kullanınca öğrenciler
luk, yakın zamanlarda ilk kez ölümle karşılaşıyor. buna taşla cevap verdiler. Bir anda sokak çatışması­
na dönen olaylar, Cağaloğlu'nun ara sokaklarında
Altıncı Filo'nun İstanbul ziyareti sırasında çıkan
sürdü." Yazımında, ilk olmasının heyecanı kokuyor.
kanlı olaylar sonucunda, 24 Temmuz 1968 tarihin­
Artık polis ve Komünizmle Mücadele Dernekleri bir
de, Vedat Demircioğlu adında bir Teknik Üniversite
tarafa, gençlik diğer tarafa düşüyor.
öğrencisi, yemiş olduğu polis dayaklarından kurtu­
lamayarak öıüyor. Altmış Bir Anayasası çerçevesin­ Kütleselleşen sol hareketin karşısına berber,
de ilk ölümdür; sarsıcı etki yapıyor. kunduracı, ekmekçi, helvacı çıkarılıyor; mümkün
mu.
..?
Özetliyorum; Washington, Türkiye'de esmeye
başlayan Anıerikan aleyhtarı rüzgarın şiddetini ve Bilim, olguların var olan dizgesinin şiddetle da­
ciddiyetini ölçmek için, 1968 Temmuz ayında, İs­ ğıtılarak yeniden dizilmesiyle gerçekleşiyor.
tanbul'a Altıncı Filo'yu gönderiyor. Filo, Dolmabah­ Altıncı Filo'nun İstanbul'u ziyareti ile başlayan
çe önlerinde iken bahriyeli Anıerikanlar, otel odala­ konfrontasyon, 1968 yılı Temmuz ayında, İstan­
rında kiralık kadınlarla buluşmak istiyorlar. Üni­ bul'da sokak çarpışmalarına ve Konya'da ilericilere
versite gençliği bunu hoş karşılamıyor. Otellerin yönelik bir pogrom denemesine dönüşüyor. Bir
camlarını indiriyorlar. Polis, buluşma özgürlüğünü ölüm var.
savunmak istiyor; Teknik Üniversite yurduna bas­
kın düzenliyor. Konyalılar, Anıerikan bahriyelileri­ Albay Türkeş, derhal hazırlığa geçiyor: 1968 yılı
nin buluşma özgürlüğünü kısıtlayan ve geleneksel Ağustos ayında emekli subay Rifat Baykal ile Dün­
konukseverliğe uymayan gençliğin tutumuna çok dar Taşer'in yönetiminde Komando Kampları açılı­
kızıyor ve kıyama geliyor. Gençliğin bu konuksev­ yor. Kunduracı, ekmekçi, helvacı yerine, eğitilmiş
mezliğini "Moskova'ya alet olmak" olarak değerlen­ komandolarla iç savaş sürdürülmek isteniyor.
diriyor ve Konya'da ne kadar ilerici kuruluş varsa, Deniz Gezmiş'in liderliğini yaptığı DÖB'lü öğ­
binalarını, yedi saat içinde yerle bir ediyor. Eline ge­ renciler, Dolmabahçe'de karaya çıkan Altıncı Filo
çirdiği ilerici Konyalıları da en azından yaralıyor. İs­ bahriyelilerini tekrar denize döküyorlar. Kurtulup,
tanbul'da ise Konyalı Vedat Demircioğlu, yemiş ol­ Beyoğlu'na, İstikliil Caddesi'ne çıkan erleri, arala­
duğu polis dayaklarından kurtulamayarak öıüyor. rında subaylar da var, cadde ortasında dövüyorlar.
Keplerini alıp vermiyorlar.
İstanbul'dan Konya'ya dönmem gerekiyor.
Mümkün değil; sözü, Hikmet'e bırakıyorum: "Vedat Herhalde Washington, işte tam bu sırada, Viet­
Demircioğlu ölümünden sonra İstanbul'da olaylar nam'daki CIA bağlantılı pasifikasyon uzmanı Ro­
kanlı sokak çarpışmalarına dönüştü. Olaylar sıra­ bert Komer'i, Türkiye'ye Büyükelçi göndermeye ka­
sında yirmibeş polis, kırktan fazla öğrenci yaralan­ rar veriyor. Komer'in uzmanlığını göstermesi gere­
dı. Vali Vefa Poyraz, askeri birliklerden yardım iste­ kiyor; güzel ilişkiler kurarak, Türkiye'deki anti­
di."35 Gençlik, Vedat'ın cenazesini almaya gitti. Ala­ Anıerikan odakları pasifize etmesi bekleniyor. Ko­
madılar: "Vedat Demircioğlu'nun cenazesi gömül­ mer, iç savaş için başlangıç yılı saydığım 1968 yılı­
rnek üzere gizlice, polis tarafından, Konya'ya gönde­ nın sonlarına doğru Türkiye'ye geliyor.
rildi." Olayların yükselmesini önlemek için alınan
İşe başlıyor. Yeniliyor. Başarısızlığa uğruyor.
bu önlem yalnızca şiddetinin artması sonucunu do­
Yıllar sonra, Amerika Birleşik Devletleri'nde
ğuruyor: "İstanbul'da kanlı sokak çarpışmalarının
ClA'nin yan kuruluşu Rand Corporation'da bir oda­
en şiddetlisi Cağaloğlu'nda oldu ve on beş dakika
da, Cumhuriyet'ten Ufuk Güldemir'e, başarısızlığını
sürdü." Cenazeyi alamayan gençler, Üniversite bah­
kabul ediyor. Ufuk'a şunları söylüyor: "ODTÜ olayı
çesine gidiyorlar.
bence, siyaset bilimi açısından yeni bir gelişmenin
Öğrenciler, Vedat Demircioğlu'nun cenazesinin göstergesiydi. Anıerika'nın meselenin siyasi boyu­
gizlice Konya'ya gönderilmesinden sonra, üniversi­ tunu göremeyip başarısızlığa uğramasının gösterge­
te bahçesinde bir tören düzenlediler. Türk bayrağı­ si. Biz o yıllarda, müfredatını teknik alanlara oturt­
na sarılı sembolik bir tabutu Atatürk Anıtı önüne mak suretiyle ODTÜ öğrencilerini politika dışı tuta­
getiren öğrenciler, burada saygı duruşunda bulun- bileceğimizi sanmıştık, elektronik ve fizikin ağır

591
Yalçın Küçük

konsantrasyon gerektiren dersleri, o günkü kafamı­ ters çevirmiş ve yakmışlardır. "3. Sıkıyönetim Komu­
za göre, öğrencilerin politize olmasını önleyecekti. tanlığı Askeri Savcılığı, bu bilgiyi verdikten sonra,
Halbuki üniversiteyi, giderek politize olan Türki­ şu sonucu çıkarıyor: "Bu olayın Orta Doğıı Teknik
ye'nin dışında tutmak olanağı yoktu. Değil üniversi­ Üniversitesi'nde ve Türkiye'de sosyalist fiili müda­
te öğrencileri, lise öğrencileri bile radikalleşiyor­ halenin icra başlangıcı olarak kabul edilmesi gere­
du. "3' Büyükelçi Komer, hızla radikalleşen bir toplu­ kir. Çünkü olayı müteakip sosyalistlerin yaptığı
ma basit pasifikasyon yöntemlerinin çare olmadığı­ açıklamalar, bildiriler ve broşürler tetkik edilirse
nı ileri sürüyor. olay, İkinci Kurtuluş Savaşı'nın bir meşalesi olarak
izah ve ilan edildiği anlaşılacaktır." 1968 yılını, bir
Bunu, 1969 yılı başında Orta Doğu Teknik Üni­
başlangıç yılı seçmedeki uygunluk bir kez daha or­
versitesi'nde anlamaya başlıyor. Büyükelçi Komer,
taya çıkıyor.
işine, Orta Doğu Teknik Üniversitesi'ni ziyaret ede­
rek başlamak istiyor. Bu sırada, 1960 yılına kadar 1971 yılı gençlik eylemleri ile ilgili İddiana­
IMF'de uzman olarak çalışan ve 27 Mayıs'tan sonra me'den bir uzun paragraf daha aktarmak durumun­
bir ara Maliye Bakanı olan Kemal Kurdaş, ODTÜ'de dayım: "Orta Doğıı Teknik Üniversitesi'nde çıkan
rektördür; Komer'i davet ediyor. Komer, üniversite­ Direniş Gazetesi, iki nolu bülteninde yanan araba­
de öğrencilerin sert tepkisiyle karşılaşıyor; bunun nın tam sayfa fotoğrafını vermiş, 'Ya Bağımsızlık Ya
üzerine, gazetecilere, "sayıları on-onbeşe yaklaşan Ölüm', '6 Ocak 1969 öğle üzeri kalabalık büyüdü, ge­
şu dışardakilere değil, Rektör Kurdaş gibi dostları­ ri bırakılmışlığın ve bağımlılığın öfkesi gibi büyüdü,
ma inanmaktayım" diyor. Ancak aradan bir zaman sonra yüreklerdeki bağımsızlık ateşi arabayı sarıver­
geçince hem dostu Kurdaş'ın adını ve hem de rektör di', sütunlu yazılarla olay izah edilmiş, 'Kamu Oyu­
olduğunu unutuyor. ClA'nin yan kuruluşu Rand na' başlıklı bildiri ile 'Türk Halkı Dünyada Türk
Corporation'de, Ufuk Güldemir'le sohbet ederken Kurtuluş Savaşı örneği veren ülke olarak Amerikan
bunu da açıklıyor. "Adını hatırlamıyorum ama de­ emperyalizmine karşı da milli kurtııluş bayrağı aç­
kan, öğrencilerinin nelere kadir olduğunu galiba mıştır, savaşımız haklı bir savaştır' diye fikirlerini
kestirememişti. Çünkü öğrenciler çok rahat ve sakin açıklamışlardır. Bu olayın küçük bir grup tarafından
hareket ediyorlardı. Eğer dekan öğrencilerinin ya­ yapılmadığını, işbirlikçiler dışında herkesin katıldı­
pabileceklerinin boyutunu kestirebilse, benimle be­ ğını ve onayladığını, hareketin bu şekilde değerlen­
raber arabanın yakılışını kenardan seyretmek zo­ dirilmesi icap eden bir eylem olduğunu, öğrencile­
runda kalmazdı." Pasifikasyon uzmanı Büyükelçi rin ve halkın Amerika'ya ve emperyalizme karşı el
Komer, ilk önemli ziyaretinde, Orta Doğu Teknik ele direnişinin ateşinin yakıldığı ilan edilmiştir. Bu
Üniversitesi'nde resmi otomobilini kaybediyor; öğ­ husustaki bildirileri 34 öğrenci kuruluşu imza et­
renciler yakıyorlar. miştir. Yine aynı gazetenin 'Türkiye'nin bağımsızlı­
ğından yana olan devrimci gençler olarak bütün işçi
Kemal Kurdaş, çok sevdiği rektörlükten oluyor.
kardeşlerimizi milli kurtııluş mücadelemizde omuz
İstifa etmek zorunda kalıyor. Riskini hesaplamadan
omuza savaşa çağırıyoruz' şeklinde işçilere çağrısı
önemli bir çağrıda bulunuyor. Henüz iç savaş koşul­
mevcuttur." Artık gençlik hareketi tümüyle bağım­
ları yaşandığı bilinmiyor; bilinci yok. Fakat tarafla­
sızlık ve ulusal kurtııluş tezi üzerine oturuyor; so­
rı var ve taraftar da var. İç savaşlarda "prestij", nor­
run, buna, köylü ile işçileri çekmede düğümleniyor.
mal savaşlardakinden çok daha önemli oluyor;"
1968 yazında İstanbul'daki Altıncı Filo konfrontas­ Sorun, işçi ve köylüyü, Türkiye'deki Amerikan
yonundan sonra, Türkiye'ye atanmasına gençliğin emperyalizmini kavrayacak kadar soyutlama yapa­
çok büyük tepkiler gösterdiği Amerika'nın Ankara bilecek düzeye çıkarmak olarak beliriyor. Ya da
Büyükelçisi'nin solcu gençliğin yoğun bulunduğıı Amerikan varlığının daha somut bir biçimde göste­
Orta Doğıı Teknik Üniversitesi'ni ziyaret etmesi ve rilmesi zorunlu oluyor. Bunların ikisi yapılmadığı
"barışçıl" sonuçlanması, taraflar açısından, prestij sürece, solcu gençliğin yükselen anti-emperyalist
kaybı ya da kazanımı olarak değerlendirilebiliniyor. eylem grafiği, bir birliktelikten çok bir aynşmaya
Kurdaş, hesaplayamıyor ve Komer, sonunda, en çok yöneliyor.
Kurdaş'ı sorumlu tutuyor.
Gelişmeleri bir iç savaş kurgusu çerçevesinde
Orta Doğıı Teknik Üniversitesi'nde Büyükelçi algılamak, bundan sonra, bir tırmanmayı ve solun
Komer'in başına gelenlere, ülkeyi yönetenler çok üzerine acımasızca yüklenmeyi beklemeyi gerektiri­
büyük önem veriyorlar; 1971 yılı gençlik eylemleri yor. Gerçekten de, Komer'in otomobilinin yakılma­
İddianamesi'nden anlaşılıyor. Aktarıyorum: "Ko­ sının üzerinden henüz bir buçuk ay bile geçmeden,
mer'in geldiği gün havaalanında nümayiş yapmak bir barışçıl yürüyüşün sonunda, iki solcu öldüriilü­
için otobüs kaçıran öğrenciler yoldan geri çevrilmiş­ yor. Daha sonraki yıllarda günlük ölüm istatistiği­
lerdir. Bu hususta mücadeleye kararlı olan sosyalist nin yükselmesi ve bunun yarattığı alışkanlıklar ile,
öğrenciler 6 Ocak 1969 günü Kurdaş'ın daveti üzeri­ 1969 yılı Şubat ayında iki kişinin ölümünün yeniliği
ne ODTÜ'ne gelmiş bulunan Komer'in arabasını ve ürkütücü etkisini gözden uzak tutmamak gereki-

592
Türkiye Üzerine Tezler III

yor. 16 Şubat 1968 Pazar Günü, yine Altıncı Filo'ya katılmamak, kuşkusuz, mümkün. Ancak, Altıncı Fi­
karşı düzenlenen uzun ve barışçıl bir yürüyüşün so­ lo'ya tepkilerini belirtmek için yürüyüş yapan genç­
nunda, Dursun Erdoğan ile Turgut Aytaç yaşamlan­ lik kütlesinin üzerine, bindirilmiş sağcı kuvvetleri
nı yitiriyorlar; anında, bu güne, "Kanlı Pazar" adı göndermek mümkün değil. Hukuk devletinde bun­
veriliyor. Tarihte "Kanlı Pazar" bir kez de, 1905 yılı lann olmaması gerekiyor; olması, sorumluluğu ge­
Ocak ayında Rahip Gapon'un Çar'ın sarayına dü­ rektiriyor.
zenlediği banşçıl yürüyüşte ateş açılması sonucun­
1968 yılı Temmuz ayında Dolmabahçe'den sahi­
da binden çok insanın ölümü üzerine kullanılıyor.
le çıkmak isteyen Altıncı Filo'nun bahriyelilerini,
Ürkütücüdür; tarihin akışı içinde büyük bir gelişme
soleu gençlik, denize döktü. 1969 yılının Şubat ba­
olarak ortaya çıkıyor.
şında, Altıncı Filo'nun İzmir'e gelişini protesto
Harun, daha sonraki yılların, Türkiye'de yaşa­ edenleri, sağcı kütle, denize atlı.
yanlan ölüme ve kana, acımamaya ve sevinmemeye
Türkiye'nin lüks otellerini Amerikan bahriyeli­
alıştırmaya, herkesin kendi ölümünün ne zaman ge­
lerinin genelev olarak kullandıklannı ileri sürerek
leceğini hesaplamaya başladığı ve ölüm zinciri için­
bunlara tepki biriktirip açığa vuran gençliğin üzeri­
de, giderek, öldürülmeyen seçkinlerin bir türüne,
ne sağcı kütlelerin salınmasını, doğal karşılamak
önemsizlik kompleksinin geldiği zamanı göreme­
çok zor görünüyor. Bir terslik var.
den, bu dünyadan ayrıldı. Bıraktığı kitabının beşin­
ci bölümünün başlığı "Kanlı Pazar'a"; "Kanlı Pazar Geçerken iki tezi yazıyorum.

olayı tek başına bir olay değildir" diyor. Harun Ka­ 1960 yıllannın ikinci yansında yürümek bir dil­
radeniz, içinde yaşadığı ve yönetenlerden birisi ol­ dir. Yürümek, bir katılım yolu oluyor.
duğu Kanlı Pazar ile ilgili olarak yazılanlan "çok ye­
Kütleler, sorunlannı ve tepkilerini, yürüyerek
tersiz" buluyor. Ayrıntılı bilgiler bırakmasına karşın
anlatmak yolunu buluyorlar.
şunlan yazıyor: "Ben, burada Kanlı Pazar ve önce­
sindeki olayları bütün detaylanyla anlatacak deği­ İkinci tezi yazıyorum: Henüz, soleu gençlik küt­
lim. Çünkü bu anlatım belki bir kitap, belki daha lesinin silah ve benzeri aletler kullandığı konusunda
fazla tutar. Ben, burada özetlerne yapacağım."" en küçük bir iddia yok. Tam tersine, öğrenci gençlik
Özetlernesinin bile yeterince uzun olduğunu belirt­ içinde liderlik kadrosu, silah ve benzeri malzeme
mek durumundayım; genetik önemini belli ediyor. kullanmamak için diretiyor.

Bir durumu, gelecek kuşaklara bırakıyor: "Fi­ Bu ikinci tezden bir sonuç çıkıyor. Soleu gençlik,
lo 'nun geleceğini Ocak ayının ilk yarısında öğren­ bir yanına bir kurşun yeyince diğer yanını çevirecek
dik. Bu kez filoyu nasıl protesto edeceğimizi düşün­ isevi değildir; Washington bunu biliyor. İç savaş ko­
mek ve planlamak için yeterli vaktimiz vardı. Genç­ şullannı gerdikleri takdirde, gençlik kütlesinin silah
lik örgütleri olarak büyük eksiğimiz bir üst örgütiin donanıp donanmama konusunda ikiye ayrılacağını
olmayışı idi. Altıncı Filo'nun yalnızca İstanbul'da biliyorlar. Bunun çok büyük tartışmalara yol açaca­
protesto edilmesi yetmezdi, bütün yurtta protesto ğını, yol ayrımının giderek kütle içinde ayrılmalara

edilmeliydi." Açıklık var; artık FKF yetersiz sayılı­ yol açacağını görüyorlar.

yor. Bundan sonra Dev-Genç öne çıkıyor. İkincisi, CIA uzmanı George Harris'in Türkiye çalışma­
Amerika Birleşik Devletleri, konfrontasyondan ka­ sından aktanyorum. " Thus, by early 1 969, the heat
çınmadığı gibi, bunu, tırmandırmak istiyor. had gone out of the drive to take Turkey out of the

Çok açık olarak yazılabilir: Hem Demirel Hükü­ a1liance A few extremists of course continued to

meti ve hem de Washington Hükümeti, Türkiye'de harp on theme of 'No to NATO', but it was c1ear

iç savaş koşullannı germek için ellerinde olan hiçbir that this slogan had lost much of its earlier dra­

imkanı kullanmaktan geri kalmadılar. Henüz altı ay wing power. '�o 1969 yılı başlarına doğru, 'NATO'ya

geçmeden, Altıncı Filo'nun tekrar Türkiye sahilleri­ Hayır', No to NATO, kampanyasının ateşinin sön­

ne çıkartılmasında büyük yarar görüyorlar. düğü yazılıyor; küçük bir aşınlar kümesinin sürdür­
mek istemesine karşın, bu sloganın çekiciliğini yitir­
Doğal görünüyor; ancak, tekrar yazıldığında, diği belirtiliyor. Bir sonuçtur; belli stratejiler, belli
doğal görünümünü yitirebiliyor. Renkleri önemli sonuçlan veriyor.
değil, Türkiye'de büyük bir gençlik kütlesi, Türkiye
Bu alt bölümü bitiriyorum. İstanbul Üniversite­
sahillerine çıkan Altıncı Filo'dan rahatsız oluyorlar;
si'nin yangın kulesine "Vedat Demircioğlu Bayrağı"
çıkmamalannı istiyorlar. Broşürler yayınlıyorlar ve
çekiliyor. Basın bunu "Kızıl Bayrak" olarak göster­
broşürlerinde şu gerçekleri ileri sürüyorlar: "Ameri­
mekte yarar buluyor. İstanbul'un her tarafına "Ve­
kan Filosu'nun her gelişinde İstanbul'un lüks otelIe­
dat Demircioğlu'nu unutmadık, Altıncı Filo Defol"
ri Amerikan genelevi şeklinde çalışır. Polisler bu
afişleri asılıyor.
Amerikalılan yakalamıyorlar da, bu Amerikalılara
karşı çıkan gençleri dövüyorlar." Bu, bir gerekçedir; Ankara'daki gösterilerde Atalay Savaş ölüyor.

593
Yal çın Küçük

Büyükelçi Komer, tahrikçi tutumunu sürdürü­


yor. Büyükelçi olduğunu unutup, Adana'da bir ba­ Rüzgar Ekenlefo o .
sın toplantısı yaparak "protestocular ancak yüzde Henüz ortada bir fırtına yok. Sadece iler­
üçtür" diyor. Kim ve neyin yüzde üçü bunu açıkla­ de kopacak fırtınanın ilk işaretleri var. Boy­
mıyor. İstanbul'da, çok büyük bir işçi-öğrenci kütle­ kotçu öğrencilerin kullandıkları slogan ve
si, Beyazıt'tan Taksim'e yürüyüşe geçiyor. stratejiye bakarak, bu yargıya ulaşmamak im­
kansız. Öyle görünmektedir ki yakın günler
"Bir grup arkadaş taşla bile olsa silahlanmak ve
bu heyecan verici patlamanın, hiçbir şey elde
döğüşmek taraftarıydı. Biz de Taksim'e varmak ve
etmeden eriyip sönüşüne şahit olacaktır.
toplantıyı yapmak istiyorduk. Uzun uzun düşündük
ve şu hesabı yaptık. Bize karşı toplanacak kalabalık Halka dönük, yurt gerçeklerine yönelmiş
en fazla üç-dört bin, bilemedin, beş bin olabilirdi. ve mümkün olduğu kadar ekonomik bir işle­
Toparlayan bizzat iktidar olacaktı, ama, Amerikan yişe sahip bir yüksek öğrenim özlemini, "sağ­

Altıncı Filosu'nu protesto edenlere saIdıracak adam sol yok; boykot var" sloganının belirlediği
strateji ile bağdaştırmak herhalde güç olmalı­
bulmak kolay olmazdı. Ancak kandırma ve din istis­
dır. Böyle bir strateji halktan uzak, yurt ger­
marı ile biraz insan toplanabilirdi. Biz ise kırk-elli
çekleri ile ilişkisi olmayan ve üniversite oli­
bin kişi olacaktık. Üç-beş bin kişilik bir kalabalığı,
garşisinin güven ve refahını artırmayı temel
kırk-elli bin kişiyle dağıtabilir ve Taksim'de yapıla­
endişe gören bugünkü sistemi bütünüyle te­
cak konuşmalarla mitingi tamamlayabilirdik." Ha­
sadüfi sayıyor, demektir. Bugünkü sistemi,
run Karadeniz'in yazdıklarına göre, sonunda bu he­
Türkiye denen bütünden tamamen kopuk ve
sapta karar kılınıyor. sadece üniversiteye özgü patolojik etkenlerin
Bu hesap doğru çıkmıyor. yarattığı bir olgu saymadıkça izlenen strateji­
den bir fayda ummağa imkan yoktur. Ancak
Beyazıt'ta yapılan hesap Taksim'de bozuluyor.
böyle bir temel varsayım ya da, hareket bakı­
Harun'dan aktarmayı sürdürüyorum: "Bizim yürü­
mından temel kuram, doğru ise, hareketin bir
yüş konvoyu oldukça uzundu. Yürüyüşün önü, Tak­ uçağın sistemini değiştirmek için motoru bıra­
sim'deki Sular İdaresi'nin önünü dönerken, bomba­ kıp pervanelere saldıran bir kişinin davranı­
lar patladı. Bombaların çoğu Ayazpaşa'dan meyda­ şından farklı bir özelliği olmaz.
na çıkan yerde patlamış ve yürüyüşün büyük çoğun­
Türkiye'nin yatay ve dikey ilişkileri ile bir
luğunun Taksim'e çıkması önlenmişti. Ben de tam
bütün olduğunu unutmamak gerekir. Bu ta­
meydana ÇıkıŞ noktasında idim. Patlayan bombalar
rihsel ve dış bağları olan bir bütünlüktür. Bü­
arasında yukardan taş ve sopa yağıyordu. Fakat bu
tün içinde herbir parçanın diğerleri ile tutarlı
noktada kalabalığı geri püskürten taşlar, bombalar ve uyumlu bir rolü vardır. İçinde bulunulan
olmadı. Kalkanlı toplum polisleri üstümüze saldırdı ve geçmişin belideyip dinamiğini çizdiği bu­
ve geri çekilmek zorunda kaldık. Aramızda patlayan günkü aşamada da parçaların bütünüyle ge­
bombalar, üstümüze yağan taşlar ve dehşet saçan nellikle sürtüşmemiz bir işbirliği içinde oldu­
yüzlerce toplum polisi ve aralarında birkaç tane ğu apaçık ortadadır.
sağcı sivil meydana çıkışımızı engelledi. Ara sokak­
Üniversite bu şemanın bir istisnası değil­
lara dağıldık." Burada, henüz isevi bir savaş var; bir dir. Osmanlı'dan beri üniversite, ya da eski
taraf silahlı ve saldırıyor, diğer taraf ise silahlanma­ deyimi ile ilmiye kuruluşları daima egemen
mak için direniyor. güçlerle işbirliği halinde olmuştur. Üniversite
"Evet aklımıza gelen ihtimalin daha da kötüsü kendi güven ve refahı için daima sömürücü

olmuştu. Biz polisin karşı grupla bir olup bize karşı


güçlerin yanında, onları destekleyen bir kuv­
vet rolü oynamıştır. Cumhuriyet dönemindeki
olacağını tahmin etmiştik. Fakat bizi polis bizzat da­
davranış da bazı yanıltıcı görüntülere karşın,
ğıtmıştı. Anlaşılan üç-beş bin kişinin bizi dağıtama­
aynı çizgide gelişmiştir. Üstelik Cumhuriyet
yacağını görmüşler ve bu işi bizzat üstlenmişlerdi."
döneminde üniversite, göstermelik Batıcılığın
Bunu da ekliyor.
belli başlı kalelerinden biri olarak ortaya çık­
Taksim'de iki ölü ve yüzlerce yaralı bırakılıyor. tığından, halk ile yarar çelişmesine bir de bi­
çimsel ayrılık eklenmiştir. Giderek üniversite
Hayal kırıklığı, aydının ve solcunun öğretmeni
halktan uzaklaşıp, egemen güçlerin paraleli­
oluyor.
ne daha fazla girdikçe, ona verilen özerklik
Solcular, dünyanın en saf insanlarından çıkıyor­ artırılmıştır.
lar.
Bu genel gelişmeye aykırı düşen olgulara
rastlanmadığı söylenemez. 1940'larda Dil-Ta-

594
Türkiye Üzerine Tezler III

rih ve Coğrafya Fakültesi'nde başlayan halka sonuçtur. Başka bir deyişle, üniversitenin
dönük, halk çıkarlarını savunmaya yönelen kendi güvenliğini artırmaya yönelmiş politi­
araştırmalar devri böyle bir örnektir. Fakat bu kası, öğrencinin yararları ile desteklenmediği
devrin nasıl faşist tertiplerle sona erdirildiği için daha çok açıklık kazanmaktadır. Hukuk,
herkes tarafından bilinmektedir. 1950'lerde de Dil-Tarih, Edebiyat ve Fen Fakülteleri ekono­
özellikle üniversitenin genç üyeleri arasında minin ihtiyacından fazla mezun veren ve do­
görülen, yüzeyde de olsa, yurt sorunlarını in­ layısıyla çelişmenin kendisini ilk önce duyu­
celeme eğiliminin başladığı hatırlardadır. Bu racağı bölümlerdir. Bu bakımdan hareketin
eğilimin de nasıl bastırıldığı ve bu bastırılış sı­ buralarda başlayıp kökleşmesinin, buna kar­
rasında üniversite oligarşisinin egemen güç­ şın siyasal bilgiler ve mühendislik gibi me­
lerle nasıl bir işbirliği içinde olduğunu unut­ zunlarının kurulu düzendeki yerlerini, kolay­
mamak gerekir. lıkla aldıkları bölümlere yayılmayışının asıl
nedeni budur. Şüphesiz, sözü edilen bu eği­
1960'larda üniversitenin kurulu düzen
tim kuruluşlarında, otamı ve hareketi gerçek­
destekleyiciliği ve kurulu düzen ideolojisinde
çi bir biçimde değerlendirebilecek ölçüde di­
eğitim verme özelliğinin daha da arttığı görül­
namik geleneği olan öğrenci liderliğinin etki­
mektedir. Bu bir rastlantı olmaktan uzaktır.
li olmuş olması da mümkündür.
Çünkü bu dönemde, Türkiye'nin sosyo-kono­
mik yapısındaki gelişmeler sonucu, üniversi­ Bu gelişmeye bir de üniversite öğrencisi­
te-egemen güçler arası bağlar kuvvetlenmiş nin sınıfsal yapısının getireceği ayrıntıları ek­
ve devletin aracılığından vazgeçilerek, ikili lemek gerekir, öğrencilerin çoğunluğunun
ilişkileri düzenleyecek kuruluşlar yaratılmıştır. küçük burjuva ailelerden geldiğini, varsay­
Özel okulculuk ve eğitim vakfı böyle kuruluş­ mak herhalde yanıltıcı olmaz. Böyle kaynaklı
lardandır. Bu gelişmelere paralel olarak üni­ bir topluluğun Türkiye'deki uyanıştan, örne­
versite, son yıllarda, tarihinde görülmemiş bir ğin, üniversite üyelerinden daha çok etkilene­
otokratik eylemin içine girmiştir. Örneğin son ceklerinde kuşku yoktur. Son yılların üniver­
bir yıl içinde, üniversite senatoları bilimsel site dışına dönük öğrenci hareketleri bu dü­
kurullardan geçtiği halde üç halkçı doçentin şünceyi doğrulayacak örneklerle doludur.
profesörlüğünü onaylamamış; Danıştayın ver­ Son yıllarda yüksek öğrenim gençliği, üniver­
diği kararları uygulamaktan kaçınmıştır." Yine sitenin farkına bile varmadığı sorunların ol­
son zamanlarda üniversite oligarşisi ile bütün­ dukça tutarlı savunucuları olmuştur. Bütün
leşecek kimseler tarafından yapılmak şartı ile, bunlar üniversite ve onun başındaki oligarşi
başarılı bir üniversite öğrencisinin hazırlaya­ ile öğrenciler arasındaki uçurumun gittikçe
bileceği çalışmalara doçentlik veren üniversi­ büyümesine yol açmıştır. Üniversite öğrencisi
te kurulları, ayrık ses çıkaran bir çok genç gerek eğitim ve gerekse genel yurt sorunları­
nı ortaya koymada ve bunları savunmada üni­
üniversite öğretim üyesini doçentlikten yok­
sun etmiştir. Diğer yandan, sayısız örnekler versiteyi çok geride bırakmıştır.
göstermiştir ki, bugün öğrenciliğinde ilerici Fakat bütün bunlar boykot hareketinden
eylemlere katılmış bir üniversite mezununun, gerçekten olumlu sonuçlar beklemek için ye­
ne kadar parlak olursa olsun, asistanlığa atan­ terli değildir. Çünkü bugünkü çatışma, köklü
ma şansı yoktur. Bütün bunlar daha önce gö­ nedenleri olan bu çelişkinin çok yüzeydeki
rülmekle beraber bugün sayıları artmış olay­ bir görüntüsüdür. Çelişkileri olduğu gibi saklı
lardır ve üniversitenin yerini göstermesi bakı­ tutan, onlara el atmayan bir hareket çok dü­
mından son derece önemlidir. şük bir olasılıkla başarıya ulaşsa bile, bu ba­
Buna ek olarak üniversite ekonominin ge­ şarı geçici olmaya mahkumdur. Bu bakımdan
rektirdiği nitelik ve nieelikte üretim yapama­ ünviersitenin bu patlamadan bir-iki taviz ile
maktadır. Şüphesiz bu ekonomideki denge­ kurtulması kaçınılmaz olacaktır. Çünkü Türki­
sizliklerin üniversiteye bir yansımasıdır ve ye'deki egemen yapı böyle bir üniversiteyi
üniversitenin bütünü için doğru olmakla be­ zorunlu kılmaktadır.
raber bazı bölümleri için çok daha doğrudur. Yalnız yine de hareketi küçümsememek
Böyle bölümlerde üniversitenin, yapmak iste­ ve tarihi akışı içinde değerlendirmek gerekir.
diği ile yurt gereklerinin zorunlu kıldığı eği­ Bu, üniversite gençliğinin, üniversite ile ilgili
tim arasındaki ayrılığı bütün açıklığı ile göz olarak 1940'larda başlattığı ve o zaman bütün
önüne koymaktadır. Bu durumda üniversite özelliği "sağ" olan hareketin şimdilik son hal­
"oligarşisi"nin yürüttüğü politikanın geçerlili­ kasıdır. Ve şimdi sol ile birlikte sağ da redde­
ğine güvenin ortadan kalkması kaçınılmaz bir dilmektedir. Kısa bir dönemdeki bu gelişme

595
Yalçın K üçük

olanlar kadar yaşamışlar için de öğretici olacağını


gelecekteki bir hareketin sloganının ipuçları­ düşünüyorum. Sokaklarda öğrenci ve köyden yeni
nı vermektedir. Gelecekte sadece sloganın kopmuşlar, kadınlar ile başlangıçta çok az ve gide­
değil, stratejinin de değişeceğinden kuşku rek artan sayıda işçiler yürüyorlar ve taşıyorlar: Ba­
duyulmamalıdır. Çünkü uğranılacak başarısız­ ğınyorlar. Türkiye'de yeni'dir; yepyeni.
lık gelecek hareketlere doğru stratejiyi kazan­ Yeni ile yepyeni, her zaman, çarpıyor.
dıracaktır. Çünkü en doğru strateji, başarısız
eylemlere dayanılarak kurulan stratejidir. Yeni ile yepyeni, her zaman, şiddet saçıyor.

Üniversite oligarşisine, gelecek hareketten Yürümek bir dil'dir; ansızın Türkiye'nin sokak-
kuşkusu varsa, boykot ve işgal hareketine ilk lan bir başka dille konuşmaya başlıyor.
önce, 1940'lardaki faşist hareketin geçtiği fa­ Sokaklar, başlangıçta tonal'dir; hızla atonali­
kültenin sahne olduğu hatırlatılabilir. Tek bu te'ye kayıyor.42 Ancak pencereden bakanlar, yepye­
olgu bile rüzgar ekenlerin fırtına biçmekten ni'nin şiddetiyle çarpılıyorlar; atonal eğilimleri hem
kurtulamayacağını gösteriyor. görmüyorlar ve hem de içine düştükleri kaygı yo­
Unutmasınlar ki henüz ortada fırtına yok;
ğunluğunda görmek istemiyorlar.
sadece fırtınanın habercisi bir patlama var. .. Bir parantez yerindedir; sol, bu aşamada sığ ve
kütlesel birikimden yoksun. Ayrıca bu aşamada so­
lun en büyük yük taşıyıcısı, her türünden öğrenci
gençlik oluyor. Bir jenerik özelliği biliniyor; çarpıcı
1978 Yılında Türkiye
olanı tartmadan alıyor." Bu dönemde dünya, dün­
Ortaya çıkan bir açıklık var: 12 Mart, son derece yayı değiştirmek isteyenlerin ve bunlar arasında si­
hızlı geliyor. Silahlanma eğiliminin filiz vermesinin lahlı mücadele yollannı deneyenlerin parlak günle­
hemen ardından Silahlı Kuvvetler yönetime el ko­ rini yaşıyor. Türkiye'yi etkisi altına almaması müm­
yuyor. 12 Eylül'de de böyle oluyor ve bunu pek çok kün görünmüyor.
önemli bir açıklık görüyorum.
Henüz 1968 yaz ortasında, CIA bağlantılı Viet­
Bu açıklığın yeniden yazılması ve slow-motion nam'da pasifikasyon uzmanı Komer büyükelçi ola­
halinde incelenmesi gerekiyor: Önce sol, banşçıl rak Türkiye'ye gelmeden önce bile, Dolmabahçe
olarak ve eşitsiz gelişme yasasının açtığı bir büyük önünde ve gençlik içinde ton farkı seziliyor. Ameri­
hızla kütleselleşiyor. Slow-motion halinde ilk görü­ kan bayrağını indirmek ile İstanbul'un lüks otelle­
len hareket budur. İkinci olarak, bunun ve bilinen rinde kiralık Türk kadınlarla buluşmak için Dolma­
"legal" yöntemlerle önlenmek istediği görülüyor. bahçe'de sahile çıkan Amerikan bahriyelilerini tek­
"Bilinen" sözcüğü, solun kütleselliğinin ve hızının rar denize atmak arasında bir tartışma başlıyor; ba­
son derecede sınırlı olduğu zamanlarda kullanılan kışlar ayrılıyor.
yöntemleri anlatıyor. "Legal" sözcüğü ise, mevcut Bu parantez içinde Türkiye'de 1969 yılında kes­
yasalann ve kütlesel dalga sonucunda yargı organı­ kinleşen yol ayrımı tartışmalarının, tümüyle ve
nın tereddütlerinden doğan hız yavaşlamasının, ye­ önemli ölçüde dış ve iç istihbarat örgütlerince yara­
ni yasalar çıkanlarak giderilmesini de ifade ediyor. tıldığı iddialannı reddediyorum; kabul edemiyo­
Yönetenler açısından "IegaI" sözcüğünün anlamını rum. Dış ve iç istihbarat örgütlerinin rolü yok mu;
genişlettiğim açık; yeni yasalarla varolan özgürlük­ var. Olmaz olur mu? Ancak yerel koşullar, toprak,
leri ortadan kaldırmayı bile "legal" sayıyorum. Böy­ en büyük saflığı içinde, yol ayrımını veriyor. Çocuk­
le bir sayım, bu çalışmada geliştirilen teorik çerçe­ luktan çıkmak için sesin çatlaması doğaldır; biri­
venin içine giriyor ve normal duruyor; burjuvazinin, kimsizlikle desteklenen nesnel koşullar bu tür eği­
kendi özgürlüklerini bile, kendi aleyhine kullanıl­ limlere elverişli bir ortam hazırlıyor.
maya başlandığı zaman ortadan kaldıracak yasalar
Parantezi kapatırken yavaş-çekimde dördüncü
çıkarmaktan çekinmediğini yazıyorum. İkinci slow
harekete geçiyorum; yol ayrımını belirgin hale geti­
motion harekette, bu tür projelerin işlemediği görü­
ren, kütleselleşen solun üzerine uygulanan şiddet
lüyor. Üçüncüsü, kütleselleşen solun yeni bir dil
oluyor. Şiddet, ayınr ve ayırıyor. Şiddet uygulamayı
bulduğu görülüyor; yürüyor. Büyük kütleler, Türki­
bir politika olarak seçmede, iç ve özellikle dış istih­
ye tarihinde ilk kez, ellerinde yazılı, ağızlannda söz­
barat örgütlerinin verdikleri ekspertizin rolünü, ke­
lü isteklerle, bunlara slogan deniyor, yürüyorlar;
sinlikle, kabul ediyorum. Burada eklenmesi gere­
bağınyorlar.
ken, çok zaman sanıldığının aksine, CIA türü kuru­
Yavaş-çekim ya da slow-motion gösterimde, bir luşların yalnızca birer istihbarat örgütü olmadıkla­
hareketi durdurmak ve üzerinde ayrıntıyla çalışmak ndır; politika hazırlıyorlar. Topladıklan istihbaratı,
mümkün oluyor. Üçüncü hareketi böyle bir "çalış­ birer politika alternatifi biçiminde oluşturarak ka­
ma" için seçebiliyorum; öyle bir dönemi yaşamamış rar organlarının önüne getiriyorlar ve karan aldık-

596
Türkiye Üzerine Tezler III

tan sonra da uygulamasında önemli roller üstleni­


yorlar.44 Kütleselleşen sol üzerine, 1968 yazından Aralık 1969
itibaren ve 1969 yılı başında temel politika olacak
69 Deniz Subayının Bildirisi
biçimde şiddet uygulanmaya başlıyor.
"Halkımıza bildiririz!
İnsanlar, basit döküm tezgahından çıkan mis­
Senden yana olanları bir bir vurmaya baş­
ketler değiller; gençlik de bireysel düzeyde farklılık
ladılar. Yiğit halkım. Önce Vedat'ı öldürdüler.
gösteriyor. Bir eylemler tarihi ve bununla birlikte
Alacakaranlıkta. "Bağımsız Türkiye" demişti
bir teorik zenginlik türdeşliği sağlayabiliyor; başın­
Vedat. Sonra Mehmet'i vurdular, sonra Tay­
da beklenmemesi gerekiyor. Başında beklenrpesi
lan'ı. "Türk halkı ezilmekten kurtulsun" de­
zorunlu olan, bakışların çok çeşitli yöne dönebilece­ mişti Taylan'la Mehmet.
ğini gösteren bir esnekliktir; başlangıçta bu esnekli­
Sonra bir gece bir başka Mehmet, sonra
ği sağlık ve zenginlik işareti saymak mümkün. Ek­
bir gece bir yiğit Battal. Sandılar ki, durduru­
sen, her tarafı tarayabilen bakışlardan sonra beliri­
ruz ihanet barikadarıyla bu coşkun seli. San­
yor; çok çabuk olarak uygulanan şiddet, buna im­
dılar ki, söndüruruz salyalarımızia, yanan ate­
kan tanımıyor. 1969 yılından itibaren kütlesel ancak
şi. Oysa söner miydi bu kızgın ateş? Durur
sığ ve barışçıl sol harekete uygulanan ağır şiddet, muydu Milli Kurtuluş Savaşımız. Bu savaş şu­
Türkiye solunu, yeteri ölçüde tartmadan katılaştırı­ nun bunun değil ki, dursun. Bu savaş bir
yor ve aynca bab-ı içtihat'ı kapatıyor. avuç insanın değildi ki, dursun. Bu savaş se­
1968 ve 1969 yılından, 1978 ve 1979 yılına sıçra­ nin, bu savaş ezilenlerin. Bu savaş Mustafa
Kemal'in savaşı.
nabiliyor: Devrimci Yol, kendisi ve Devrimci Sol
olarak ikiye aynlıyor. TKP, kendisi ve yerini hedef Ama yetsin artık bu alçakça katliam, bitsin
alan TKP-İşçinin Sesi olarak ikiye aynlıyor. TSİp, artık bu zulüm. Sahipsiz bildikleri Devrim'i
kendisi ve TKP-B olarak ikiye aynlıyor. Tİp, 1978 köşebaşlannda yoketmeye kalkanların karşı­
yılında merkezden başlatılan bir parçalanma hare­ sına yeni Mehmet'ler, yeni Vedat'lar, yeni Tay­
ketinin sonunda, tıpkı 1968 yılındaki türden yeni­ lan'lar dikilecektir. Bunu bilsinler. Bunu anla­
sınlar ezenlerin kulakları. İplerini tutan elleri
den bir Hemingway'in İhtiyar Balıkçısı'ndaki balık
kıracak güçler de vardır Türkiye'de. Meydan
durumuna getiriliyor.
boş değildir. Tüfeklerimizdeki mermi, mermi­
Atomun teorik olarak bölünmesinden beri hep lerimizdeki barut, yüreklerimizdeki ateş yeter
parçalanma ile şiddet yanyana geliyor. size.

Bu aynşmaların hepsini, ambrioyinik bir düzey­ Milli Kurtuluş Savaşı'mızın en büyük da­
de, başlangıçta varolan bakış açıları çeşitliliğinin, yanağı yiğit halkımızsa, onun yumruğu dev­
yeni durumun zorladığı yol arayışında, örgütsel ya­ rimci gençliktir. Onun yumruğu bizleriz. Ge­
pıyı zorlaması olarak görüyorum. Yeniden Türkiye ce yarılarından alacakaranlıklarda, gençliğe
solunun üzerine çevrilen şiddet uygulaması, arayış­ sıkılan kurşun gerçekte Mustafa Kemal'e sıkı­
ların olumlu sonuçlara yönelmesi ve kanalize edil­ lıyor. Yiğit halkım, tabancayı tutan bir uşaksa
eğer, tetiği çeken seni ezen, tetiği çeken seni
mesine fırsat tanımadan, hem aynhkları ve hem de
sömüren, senin yoksulluğundan yana alandır.
bakışları katılaştırıyor.
Türk halkı yoksulluktan kurtulsun diye öldü­
12 Mart ve 12 Eylül, son derece çabuk ve hızlı ge­ ler onlar. Bağımsız Türkiye diye vuruldular.
liyor.
Yüce Türk halkı, senden yana olanları vu­
Bu saptamanın yeni çözümlernelere yol açacağı­ ranlara, "Artık yeter, dur" diyoruz ve devrim­
nı sanıyorum. Burada bırakıyorum. ci şarkımızı bir kere, bin kere daha birlikte
söylüyoruz:
Her ikisi de, kendi takvim tarihlerinden önceye
giden başlangıçlarınm devamı oluyorlar. "Ne değişir, isterse kesilsin devrimcilerin
başları birer birer. Oysa bir yasadır bu, müm­
Burada slow-motİon düşünmeyi bırakarak, hız­
künü yokl Devrimciler ölür, devrimler sürer.
lanmak gerekiyor. 15-16 Haziran Günleri ve bunu
Altmış Dokuz Deniz Subayı
izleyen 1970 Ağustos Ayı Devalüasyonu hızlandırıcı
etki yapıyorlar.

597
Yalçın Küçük

Aralık 1969 önemli bir katkı sağlıyor. Kısaca, bu kaynağa daya­


nıyorum.
Beş Denizci Subay
Yöneticiler, özgürlük ve haklann kullanılmasın­
TÜRK HALKıNA
dan yakınıyorlar. Yönetenler, kullanılmaması koşu­
Biz beş genç subaydık. Bir gün halktan luyla her tü rlü hakkı vermeye ve her türlü özgürlü­
yana çıktık. Ordudan çıkarıldık. Biz beş dev­ ğü denemeye hazırlar. İşçiler, bütün sınırlanna kar­
rimci subaydık. Mustafa Kemal dedik, bağım­ şın, 1960 yıllannın başlannda çıkanlmış olan sen­
sızlık dedik, emekli edildik bir sabah vakti. dika ve grev ile toplu sözleşme yasalannı işler hale
Biz genç devrimcileriz şimdi. Kendini halkın getirdiler.
kurtuluşuna adamış savaşçılarız ve devam
DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler, 12 Haziran
ediyoruz kavgamıza kaldığımız yerden. Dev­
1970 tarihli basın açıklamasında şunlan dile getiri­
rimcinin her yerde ve her zaman devrimci ol­
yor: "Sendikalar kanununu değiştiren yeni tasan,
duğunu bilerek ve söyleyerek devrimci andı­
ekspres sür'ati ile Millet Meclisi'nde üç buçuk saat
mızı ve uygun adım yürüyerek halkımızla bir­
görüşülüp kabul edildi."'" Hatırlatmakta yarar var,
lik, devam ediyoruz kavgamıza, kaldığımız
bu dönemde yasama organı iki odalıdır ve bir de
yerden.
yaşlılar meclisi anlamına gelen Senato'ya gidiyor.
Biz beş devrimci olarak üniformalı ya da 15-16 Haziran Günleri, bu iki arada yaşanıyor. Ke­
üniformasız, bütün devrimcilere bu çağrıda mal Türkler şöyle devam ediyor: "AP, CHP ve GP
bulunuyoruz: Bizi daha fazla bölmeden düş­ (CHP'den aynlan Feyzioğlu'nun kurduğu özgürlük
man, gelin kavgada birlik olalım; birbirimizi karşıtı ve ilericilere düşman Güven Partisi, y.k.) oy­
"hain" diye damgalamadan, fabrikaya, tarlaya lannın birleştiği yeni tasan işçilerin serbestçe sen­
dostça dolalım. dika seçme özgürlüğünü yok etmektedir. Memleke­
timizde faşist sendikacılığı getirmenin temelleri
Artık boşa söylenecek sözümüz yok. Ke­
atılmaktadır. Bundan sonra, Türk-İş dışında bulu­
derli de değiliz askerlikten ayrılışımıza. Bili­
nan işçi sendikalanna hayat hakkı tanınmayacak,
yoruz ki, bu bir üniforma değişimidir. Bun­
işçiler, üyesi olmadıklan halde, haraç şeklinde
dan sonra üniformamız köylünün tarlada, iş­
Türk-İş'e aidat ödemek zorunda bırakılacaktır." Gö­
çinin fabrikada giydiği, kışlamız tüm, Anado­
rülüyor; daha on yıllık bir ömrü bile doldurmamış
lu'dur. Yüreğimiz daima inançla doludur.
sendika yasasını, geriye doğru değiştirmede, CHP,
Selam olsun halkımıza. kendinden kopmuş GP ve AP ile birleşmekte bir sa­
Ordudan çıkarılan beş devrimci teğmen: kınca görmüyor.

Sarp Kuray-Doğan Ünsalan, Okan Es­ CHP ile AP ve GP'nin işçilerin sendikal haklan­
men, Emin Kabakuş, Ahmet Çöker. nı sınırlamak için birleşecekleri belli olunca, ilk adı­
mın işçilerden geldiği anlaşılıyor. İşçiler, henüz sen­
dikalan ve sendikal konfederasyon olan DİSK yöne­
timi belli bir yönde bir karara varmadan harekete
15-16 Haziran Günleri, bir anlatım'dır, bir dil; geçiyorlar. "Ne Yapmalı" sorusunu tartışıyorlar.
bir yürüyüş oluyor. Turgan Annır ile Sım Öztürk'ün çalışmalanna göre
işçiler bu soruyu düşünüyorlar ve bir sonuca van­
Bu dilin, işçilere de geçmesinden korkuluyor;
yorlar. Aktanyorum: "En bilinçli işçiler, bu konuda
geçiyor. Aynı dili işçilerin kullanması daha kaygı ve­
düşünmeye ve aralannda tartışmaya başladılar. So­
rici oluyor." Aynca yürüyüşleri de bir başka oluyor;
nuçta işyerlerinde, ileride kararlaştınlacak eylemin
bir fabrikadan diğerine yürüyorlar ve fabrikanın
oluşturulması görevini üstlenecek, bu konuda gere­
önünde içerdeki işçi arkadaşlannı ikna etmeye çalı­
ken çalışmalan yapacak komiteler oluştu. Bunlara
şıyorlar. 1970 yılının 15-16 Haziran Günleri'nde,
'anayasal direniş komiteleri' adı verildi."" İşçilerin
Anadolu yakasında İstanbul'un fabrikalannı ikna
gösterdiği bu hareketliliğe paralel olarak DİSK YÖ­
etmede büyük başan gösteriyorlar ve yürürken, bir
netim Kurulu da, 3 Haziran 197° tarihinde Kemal
fabrikadan diğerine, bir fabrika dolusu işçi ölçüsün­
Nebioğlu'nun başkanlığında, Salih çetin, Celal Be­
de kalabalıklaşıyorlar.
yaz, Şinasi Kaya, Hilmi Güner ve Mustafa Baş­
Parantez açıyorum. 15-16 Haziran Günleri'ni iz­ tan'dan oluşan bir komiteyi, eylem türünü belirle­
leyen aylarda bu yepyeni ve etkileyici pratiğin yazıl­ mek için çalışma yapmak ve bir rapor hazırlamakla
madan bırakılacağı konusunda çok büyük kaygıla­ görevlendiriyor. Komite, işyerlerindeki oluşumlara
nm vardı. Bilgilerin ve anıların toplanması gereki­ paralel bir öneri ile ortaya çıkıyor. Hazırladığı ra­
yor; daha sonra incelenebilir ve değerlendirilebilir. porda, "anayasal haklar için direniş hakkının kulla­
Elde bir tek çalışma var; Turgan Annır ile Sım Öz­ nılması ve anayasal direniş komitelerinin kurulma­
türk'ün çalışması, bir büyük boşluğu doldurmada sı" öneriliyor.

598
Türkiye Üzerine Tezler III

15-16 Haziran Günleri'nde yürüyüşün yönetimi­ Genç'in faaliyet gösterdiği öğrenci dernekleri, TÖS
ni "Anayasal Direniş Komitesi" alıyor. Devlet Baş­ ve işçi birlikleri arandı. Bununla da yetinilmeyerek
kanı, Başbakan, Meclis'te grup sahibi partilere bir bu kuruluşların yöneticileri ile ilerici ve devrimci ta­
telgraf çekiyor: "27 Mayıs Anayasası'nın temel es­ nınan kişilerin evleri de baskınlar düzenlenerek
prisi olan direnme hakkımızı, tasarılar meclislerden aranmak yoluna gidildi."52 İşçilerin yürüyüşünün
alınıncaya kadar kullanmaya kararlıyız. Sizi uyar­ arkasından ilericiliğin her türüne yönelik bir baskı
mayı tarihsel ve ulusal bir ödev sayarız." Telgraf, Di­ dönemi başladı. İktidardaki hükümet başkanı böyle
reniş Komitesi'nin kendi kendine güvenini belli edi­ bir dönemi, büyük bir devalüasyonu uygulamaya
yor. Bu ve benzeri türden on bin telgraf çekiliyor. koymak için uygun buldu.

15 Haziran Günü, direniş ve yürüyüş başlıyor. 1970 yazından itibaren Türkiye'de tam bir hü­
kümet boşluğu hüküm sürmeye başlıyor. 1968 yılın­
Fabrikalar yürüyor.'· İzmit dışında İstanbul'da
da açılan komando kampları meyvalarını veriyor;
üç koldan yürüyorlar. Bir kol, Ankara Yolu üzerin­
artık, imam-hatip okulu öğrencilerinin yerini ko­
deki fabrikaları alarak, Kartal'dan Kadıköy'e yürü­
mandolar alıyor. Yön Hareketi iktidara hazırlanı­
yor. 1960 yıllarının kolay zenginlerinin exhibitian
yor. Dördüncü Büyük Kongresi'nde ideolojik açıdan
yeri olmaya henüz başlamış olan Bağdat Caddesi,
güçlenen ancak kadro ve kavgacılık bakımından son
bu yürüyüşten, çok ürküyor. Bir 6-7 Eylül sanıyor­
derecede zayıflayan Tİp, "Faşizme Hayır" kampan­
lar; yanılıyorlar. Fakat çok büyük bir korku yaşanı­
yasını açıyor; etkisiz kalıyor. Dev-Genç, Devrimci
yor. 49 Yürüyüşü önlemek için çeşitli barikatlar kuru­
Öğrenci Birliği'nden gelme Deniz Gezmiş'in başını
luyor. Turgan Arınır ve Sırrı Öztürk şunları yazıyor:
çektiği küçük bir grupla THKO ve Mahir çayan'ın
"Bağdat Caddesi'nden Bostancı, Suadiye yolu ile
başını çektiği bir kadroyla THKP-C olarak yeni bir
Şaşkınbakkal'a gelen işçiler burada karşılaştıkları
döneme kayıyor. THKO net bir biçimde, THKP da­
barikatları kolayca aşarak yollarına devam ettiler."50
ha karışık bir senaryo ile, kentleri bırakmayı planlı­
Biraz daha ilerliyorlar ve aynı kaynak bu ilerleme
yor. 12 Mart geliyor.
üzerine şu bilgileri veriyor: "Kadıköy bölgesinde en
büyük çatışma Yoğurtçu Park civarında oldu. Bu ça­ 12 Mart gitmek üzere geliyor.
tışma sırasında bir polis öldü." Kadıköy İskelesi'nde Burada bir akl'!, yönetenlerin aklını, ardarda iki
ise polis silah kullanıyor ve çok şiddetli çatışmalar kez olarak yazabilirim; birincisi, bir ölçüde, daha
oluyor. önceden duyuruldu. Türkiye, 1938 yılında girdiği
Tuzla çevresinden işçiler ve fabrikalar Gebze'ye restorasyon süreci ve sürecin yol açtığı tepki dina­
ve Bakırköy fabrikaları da Taksim'e yürümeye baş­ miği ile bir üçlü yönetimi öğreniyor. CHP veya ardı­
lıyor. Köprüler açılıyor." İşçiler bu kez sandal ve lı ile DP ve ardılı, Silahlı Kuvvetler Yönetimi ile bir­
motor ile Beyoğlu'na çıkıyorlar. likte Türkiye'nin üç yönetim almaşığını meydana
getiriyorlar. Genç subayların hareketi dışında, ara­
Yürüyüş, 16 Haziran Günü daha da büyüyor. İz­
da bir takım zımni anlaşmalar olduğu ortaya çıkı­
mine şunlar oluyor: "16 Haziran Günü İşçiler Ma­
yor. Bütün sözlü suçlamalara karşın, yönetimi birbi­
den-İş Bölge Temsilciliği önünde toplandılar ve
rinden devraldıkları zaman, birbiri aleyhine yasal
doğruca Pirelli ve Good Year Farbrikaları'na doğru
ya da yargısal soruşturma ve kovuşturma açmama­
yürüyüşe geçtiler. İlk önce özellikle Lastik-İş Sendi­
ya özen gösteriyorlar. Bülent Ecevit, meydan mi­
kası'nın yöneticileri tarafından engellendikleri için
tinglerindeki tüm kükremelerine ve hatta İzmir'de
yürüyüşe katılmayan Pirelli Fabrikası işçileri, ikinci
suikasta uğradığına dair tüm iddialarına karşın iki
gün yürüyüş kolu fabrika önüne geldiğinde işi ter­
kez başbakanlığında bu tür dosyalara el atmamaya
kederek yürüyüşe katıldılar. Good-Year Fabrika­
dikkat etti. Süleyman Demirel de aynını yaptı. 12
sı'na doğru yürüyüşe devam eden işçiler yolda ar­
Mart ve 12 EylüL, ne Demirel ve ne de Ecevit ile ilgi­
darda kurulan iki komando barikatı ile karşılaştılar.
li ciddi bir kovuşturmaya gerek duymadı. Ecevit ve
Bu barikatları yararak Good-Year Fabrikası önüne
Demirel de, 12 Mart'tan sonra hükümet başkanlığı­
gelen işçiler, Good-Year işçilerinin de direnişe katıl­
nı sıra ile birbirlerinden devralmalarına rağmen, 12
masını sağladılar." Direnişe katılımı genişletmek
Mart uygulamalarını her türlü tartışmanın dışına
için hiç zor kullanmadılar.
çıkarmaya özen gösterdiler.
Yalnızca AP binası tahrip edildi. İki yüz kişi ya­
CHP veya ardılı hükümet, DP ardılı hükümet ve
ralandı ve beş kişi öldü.
Silahlı Kuvvetler Hükümeti, yönetirnde uzun süre
Sıkıyönetim ilan edildi. kalmamayı planlıyor. Uzun süre kalmanın, patlama
"Sıkıyönetirnce girişilen arama faaliyeti sendi­ tohumlarını geliştirebileceğine inanılıyor.
kalardan sonra bütün ilerici ve devrimci kuruluşla­ İkincisi, Silahlı Kuvvetler Hükümeti, yönetimi
rın aranması biçimine dönüştü. İstanbul ve Kocae­ bir başka hükümete resmen devrettiği zamanda,
li'nde DİsK ve ona bağlı sendikalar dışında Dev- uzun zaman yönetimden ayrılmak istemiyor ve ay-

599
Yalçın Küçük

nlmıyor. Bunu, sıkıyönetim rejimini bir süre daha Tencere çevrilebilir; normal durumuna gelmiş
işleterek sağlıyor; ancak bu sağlama o kadar önem­ oluyor. Misket, bu kez, tencerenin çukurunun orta­
li değiL. Daha önemlisi, yarattığı korku ve bıraktığı sına konabilir ve denge haline getiriliyor. Buna, is­
alışkanlıklarla, Silahlı Kuvvetler Hükümeti, resmi tikrarlı denge, stable equilibrium, "diyoruz." Mis­
devir teslimden sonra da etkinliğini sürdürmek isti­ ket, tencerenin içinde hareket ettirilebilir ve tence­
yor ve giderek zayıflamakla birlikte bunda da başa­ renin isteyen yerine getirilip bırakılabilir. Durmaz;
nlı oluyor. tencerenin iç çevresinde belli sarkaç hareketlerini
Bundan bir sonuç çıkıyor: Türkiye'de yönetim yaptıktan sonra, gittikçe yavaşlayan bir hızla, hare­
zamana karşı mücadele ediyor. ket eder ve en sonunda yine, başlangıç noktasına
gelir ve durur. Başka yerde durmaz. Denge istikrar­
Türkiye'de varolan rejim yalnızca zaman kazan­
lıdır.
mak istiyor. Artık kendinin olmadığını sezdiği bir
zamanı kazanarak sürdürüyor. Denizi doldurarak Bu tür denge çözümlemelerini pek yararlı bul­
kazandığı topraklar üzerinde bir yaşam kurmak is­ muyorum; eninde sonunda statik bir bakış açısını
teyen bir hali var. getiriyor. Halbuki gerçeklik hep dinamiktir ve hare­
ket halini içeriyor. Ancak bu tür bir çözümleme kul­
Türkiye, 12 Mart'tan ne zaman Çıktı ve ne zaman
lanılacak olursa da, ortaya çıkan sonuç şudur: Türk
Eylülist Dönem'e girdi?
ilericiliği artık kendi hareket normlannı bulmak
Türkiye'de ilericilik son zamanlarda hep bir sü­ üzeredir ve bir dengesi kesinlikle var.
reçten çıkmaya çabalıyor ve çıkarken aynı sürecin
Türkiye'de ilericilik artık kişisel değil fiziksel bir
devamına girdiğinin farkında görünmüyor. Çıkmak
hareketliliğe ve canlılığa sahip olduğunu kanıtlıyor.
istediği sürecin dışında başka süreçlerle düşünmeyi
Türkiye'de ilericilik bir misket türünden bir tence­
düşünmüyor.
reye, kendi yanküresine, konduğunda her zaman
12 Mart da, 12 Eylül de bir devamdır. merkezi buluyor. Türkiye'de ilericilik, içinde kondu­
Devam ediyorum. Türkiye'de, Türkiye Halk ğu tencerede bir süre kaynatıldığı zaman hareket
Kurtuluş Partisi'nin belgelerinde çok geçen bir kav­ ediyor, fokurduyor, alttaki ateş biraz kısıldığında yi­
ram var; "sun'i denge" adı veriliyor." Çok kısa ve ne yerini ve merkezini buluyor.
özet olarak varolan rejimin bir yapay dengeye da­ Bu açıdan son derece istikrarlı bir görünümü
yandığı ileri sürülüyor; halkın, bir halk savaşına ha­ var.
zır olduğuna inanılıyor. Yalnızca, zembereğin önün­
deki pimi çekmek, to trigger, ya da tetiği harekete Yine bir parantez açabiliyorum; "tarih" hep ça­
getirmek gerekiyor; yeter. tık kaşlı olarak algılanıyor. Mümkün görmüyorum;
bilim, bir şaşma sürecidir. Tarih, bilimlerin anası­
Bu tamlamanın doğru kullanılmış olduğunu
dır; şaşırıyor ve şaşırtıyor.
sanmıyorum; denge çözümlemesinde "yapay" nite­
lemesi yerli yerine oturmuyor. Ayrıca çok özgün de Bilim adamını, hep, bulgulanna şaşıran bir ya­
değil; aynı işlevi, "şok" sözcüğü ile de anlatmak ratık olarak görüyorum. Neden, daha önce ve baş­
mümkün görünüyor. Şok, bir dengeyi bozabilir. kalan bulamadılar? Üstelik son derece doğaL.

Statik çözümlemede iki tür denge'den söz edile­ 1974 ve 1975 yıllarının hareketliliği karşısında
biliyor ve çok kullanılan örneği var. Bir tencere ters şaşırdığımı yazmak zorundayım. İçinde idim; yalnız
yüz edilebilir; dışbükey konuma getirilen tencere­ bir tarih olarak bakıldığında, bütünü ve bütünsellik
nin yuvarlağının en üstüne bir misket oturtulabilir. içinde eğilimler ortaya çıktığında, son derece şaşır­
Kolay değil; özen gösterilirse bir misket tencerenin tıcı görünüyor. Bir yandan kuruluyor ve bir yandan
yuvarlağının en üst noktasında durabiliyor. Buna kapatılıyor. 8 Nisan 1974 tarihinde "Etem Kiper,
istikrarsız denge, unstable equilibrium, "diyoruz." Emin Tannyar, T. Mahir Öztürk, Ahmet Gök, Aykut
Eğer THKP belgelerinde bundan böyle de denge çö­ Başaran, Hüseyin Oğuz ve Tültigin Polat isimli şa­
zümlemesi yapılacak olursa, "sun'i denge" tamla­ hıslar tarafından Ankara Demokratik Yüksek Öğre­
ması yerine istikrarsız denge kavramını kullanma­ nim Derneği isimli dernek" kuruluyor.s< Ankara Sı­
nın çok daha doğru olabileceğini düşünüyorum. kıyönetim Komutanlığı 9 Aralık 1974 tarihinde, AD­
YÖD'ü kapatıyor.ss Yönetirnde Bülent Ecevit baş­
Tersine çevrilmiş tencerenin yuvarlağının en
kanlığında CHP-MSP hükümeti var.
üstüne konulan ve duran, denge halinde olan mis­
ket, çok küçük bir hareketle yerinden oynatılacak Aynı yıl, Türkiye Sosyalist İşçi Partisi kuruluyor.
olursa, Galileo deneylerine de uygun olarak, gittikçe 1975 yılında Türkiye İşçi Partisi yeniden ortaya Çıkı­
artan bir hızla başlangıç noktasından uzaklaşacak­ yor. Diğer yasal partiler birbirini izliyor.so Bunlann
tır; bir daha aynı yere dönmesi söz konusu edilerni­ dışında, 1973 yılı sonu ve özellikle 1974 yılı, Türkiye
yor. İstikrarsızlığı buradan geliyor ve denge, bir da­ Komünist Partisi'nin bir tür yeniden kuruluş tarihi
ha kurulmamak üzere bozuluyor. sayılıyor. Hızlı bir partileşme süreci görülüyor.

600
Türkiye Üzerine Tezler III

iddianamelerin incelenmesi, 1970 yıllarında et­ bir savaşı, yapay ve didaktik çizgilerle anlatmaya ça­
kin olan hareketlerin çoğu için bu iki yılın bir dö­ lışıyor.
nüm noktası olduğunu ortaya çıkarıyor. İbrahim
"Tarih" hep çatık kaşlı anlatılıyor; aslında hem
Kaypakkaya'nın izini sürdüren Türkiye Komünist
şaşırıyor ve hem de şaşırtıyor. 12 Mart, kütleselle­
Partisi/Marksist-Leninist örgütü ile ilgili iddiana­
şen ve yükselen Türkiye solculuğuna set çekme mis­
me, "1974-1975 yılları TKP/ML'nin yenilgiden bu
yonu ile tarih sahnesine çıkarılıyor. Çıkıyor. Yükse­
yana bir nebze güçlendiği ve etrafına birçok unsuru
len sol hareket, denizin dibine indiriliyor ve bir sü­
topladığı yıllar ifadesi yer alıyor.57 Bir başka iddi­
re, üzerine bindirilen basınçla, dipte ve derinde tu­
anamede de "1975 yılı sonlarında veya 1976 yılı baş­
tuluyor.
larında 'Türkiye Devriminin Acil Sorunları' adlı ki­
tabın yayınlandığı ve 1975 yılı içerisinde Acil'in yurt 1974 yılı başlarından sonra ve 1975 yılında yeni­
dışı grubu ile birleşildiği" görüşüne yer veriliyor.S" den yükseliş yolları aranıyor.
12 Mart kesintisini ortadan kaldırmayı acil bir so­ Şimdi daha geri tarihlere dönmek zorunlu olu­
run sayıyorlar. yor; açıkladım, olabildiğince kaynak olarak, iddi­
Ankara Demokratik Yüksek Öğrenim Derne­ aname veya mahkeme kararlarını kullanıyorum. Bir
ği'nin, Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından başka iddianameden aktarma yapmak durumunda­
kapatılması ve yöneticilerinin 12 Mart Yılları'nda yım: "Türkiye'de 1 Mayıs'ın kutlanması ilk defa 1912
kurulmuş olan Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne ve­ yılında İstanbul'da ortaya çıkmıştır. 1921 yılında ya­
rilmesi, öğrenci gençliğin örgütlenme tutkusunu or­ pılan kutlamaya ise daha kalabalık bir işçi kitlesi ka­
tadan kaldıramıyor. İlk örgüt, ADYÖD'ün kapatıl­ tılmıştır. 1 Mayıs 1922'de işçiler, İstanbul'da, Enter­
masının üzerinden henüz iki ay geçmeden ortaya çı­ nasyonal Marşı'nı söyleyerek, şehirde yürümüş ve
kıyor ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde, Saffet bildiri dağıtarak gösteri yapmışlardı."·' Modern
Atıcı, Selçuk Ünlü, Şerafettin Şahin, Taner Akçam, Türkiye'de 1921 ve 1922 yıllarında ve istanbul'da 1
Zadik Bal, Mehmet Ali Yılmaz ve Melih Pekdemir, Mayıs kutlamaları yapılabiliyor.
ODTÜ Öğrencileri Kültür Derneği, ODTÜ-DER, Modern Türkiye'de 1923 ve 1924 yıllarında 1
adıyla yeni bir derneği kurabiliyorlar. Devrimci Yol Mayış kutlamaları yapılamıyor. Aynı kaynaktan,
ana iddianamesinde, bu dernek ile ilgili olarak şu DİSK ile ilgili İddianame'den, aktarmayı sürdürü­
değerlendirme yapılıyor: "Bu dernek vasıtasıyla yorum: "1923 yılında İzmir'de toplanan iktisat Kon­
ODTÜ içinde çeşitli vesilelerle forum ve boykotlar, gresi'nde 1 Mayıs Günü, işçi bayramı olarak kabul
ideolojik eğitim çalışmaları tertip edilmiştir."59 Yal­ edilmişse de, aynı yıl 1 Mayıs'ta gösteri yapan birçok
nız ODTÜ-DER etkinliğini bir tek üniversite içinde işçi tutuklanmıştır. 1924 yılında ise gösterilere izin
sınırlandırmak zorunda kalıyor. verilmemiştir." Bu yıldan itibaren, I Mayıs Gösteri­
Belki de Ankara'daki yüksek öğrenim gençliği, leri, modern Türkiye'nin yasakları arasına alınıyor.
ADYÖD'ün isminde "demokratik" sözcüğü olduğu Yalnız 1935 yılında çıkarılan ulusal bayram ve resmi
için kapatıldığını düşünüyor. Kısa bir zaman sonra tatiller hakkındaki yasa, 1 Mayıs gününü "Bahar
20 Nisan 1975 tarihinde Mehmet Karabay, Abdur­ Bayramı" olarak ilan ediyor. Bu tatil günlerinde kır­
rahman Atalay, Erdal Yüksel, Atanur Yıldırım, lara çıkma özgürlüğü getiriliyor.
Mahmut Esat Güven, Vedat Tüysüzoğlu, Haldun 1924 yılında yasaklanan 1 Mayıs, tam 52 yıl ha­
Hakman, Mehmet Ali Yılmaz ve Ali Alfatlı, Ankara reketsiz kalıyor. 12 Mart ise Türkiye'ye daha yoğun
Yüksek Öğrenim Derneği'ni, AYÖD, kuruyorlar. Bu­ bir hareketsizliği içermek için tarih sahnesine çıka­
nu da İstanbul'da, istanbul Yüksek Öğrenim Derne­ rılıyor.
ği, İYÖD ve diğerleri izliyor.
DiSK için İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı As­
Kuşkusuz, baş harfi değişik YÖD'lü dernekler keri Savcılığı tarafından hazırlanmış olan iddiana­
çoğalınca, bir federasyon gereği ortaya çıkıyor. 9 me şöyle devam ediyor: "1976 yılına kadar devam
Ağustos 1976 tarihinde AYÖD, İYÖD ve EYÖD, bu eden bu durum, 1976, 1 Mayıs'ında gerek öz ve ge­
sonuncu Erzurum Yüksek Öğrenim Derneği oluyor, rekse biçim bakımından değişikliğe uğratılmak su­
bir araya gelerek Devrimci Gençlik Dernekleri Fe­ retiyle, DiSK tarafından devleti hedef alıp tehdit
derasyonu'nu kuruyorlar. Mehmet Ali Yılmaz genel eden ideolojik bir nümayiş haline dönüştürülmüş­
başkan, Bülent Uluer Genel Sekreter ve Sedat Ke­ tür."
sim, genel sayman oluyorlar. Kuruluş tamamlanı­
Rejim, birden bire 1 Mayıs Gösterisi'ni, 1976 yı­
yor; 1 Kasım 1975 tarihinden itibaren, "Emperyaliz­
lında, devleti hedef alan bir hareket sayıyor.
me ve Oligarşiye Karşı Devrimci Gençlik" Dergisi,
yeni oluşumun yayın alanında sözcülüğünü yapı­ iddianame'de aktarıldığına göre DİsK, ı Mayıs'ı
yor:· Bu sıralarda, bir başka çalışmamda göster­ şu biçimde görüyor: "1 Mayıs işçi sınıfının bayramı­
dim, Jack London'un Demir Ökçe romanı satış re­ dır, ama işçi sınıfının sömürü ve baskıya karşı sür­
korları kırıyor. Roman, oligarşiye karşı yöneltilen dürdüğü mücadele içinde özel bir yeri olan bayram-

601
Yalçın Küçük

dır. Bu mücadele günüdür. 1 Mayıs, tüm emekçile­


rin faşizme ve baskıya karşı bağımsız, demokrasi ve Sadi Ekiz: "Öldürdüğüm Polisin Mezarı
sosyalizm için güçlerini birleştirdikleri bir gündür. 1 Başında Öldürdüler Beni"63
Mayıs, işçi sınıfının mücadele azmini biler, ama
Olay tarihi: 3.7.1980
burjuvazinin yüreğine korku salar." Ancak daha
sonraki yıllarda ulaşılan sayıya göre, 52 yıl aradan Olay: Olay günü yasa dışı Dev-Yol lider­
sonra yapılan ilk 1 Mayıs Gösterisi'ne, İstanbul Sıkı­ lerinden Şahittin Tırıç'ın cenaze töreni sırasın­
yönetim Komutanlığı kayıtlarına göre, 60 bin kişi da tüm Dev-Yol örgütü militanlarının Fatsa il­
katılıyor. çe merkezine toplandıkları, Fatsa ilçe merke­
zine Yaranoğlu Ekmek Fabrikası'nın satış mü­
Katılan örgütlerle ilgili olarak şu bilgiler var:
messilliğine ait büfenin önünde maktulün
"Bu mitinge, toplantı ve gösteri yürüyüşüne TSİp,
durmakta olduğu sanıklardan Dev-Yol liderle­
SDP, TBP örgüt olarak, CHP ise bir kısım üyelerin­
rinden Cemi! Yakan'ın, sanıklardan Sadi
ce temsil edilerek katılmıştır. Diğer sol örgütlerden
Ekiz'in yanına gelerek ilçede şüpheli bir şahıs
ise, İstanbul Yüksek Öğrenim Kültür Derneği
gördüğünü söyleyerek maktulü gösterdiğini,
İYÖKD - İlerici Gençler Derneği İGD, Genç Sosya­ maktul polis memuru Ahmet Çolak'ın yanına
listler Birliği GSB, TÖB-DER (çoğunlukla Tİp çizgi­ bu sanıkların gittikleri ve maktulden kinılik
sinde olanlar), TÜTED, TÜM-DER, Pahalılık ve İş­ sordukları ve maktulü büfenin içine sokarak
sizlikle Mücadele Derneği PİM, İlerici Kadınlar üzerini aradıkları, maktulün polis kimliğini ve
Derneği İKD, Ankara Yüksek Öğrenim Küıtür Der­ üzerindeki Smith Wesson marka tabancasını
neği katılmışlardır." Türkiye İşçi Partisi, bu sıralar­ sanıklar Sad i Ekiz, Cemil Yakan ve Halit Yük­
da parti ve sendika aynmını yaparak, parti düzeyin­ sel'in aldıkları, Cemi! Yakan'ın kendi ruhsatsız
de katılmak yerine çeşitli örgütlere dağıldığı varsa­ tabancasıru çekerek maktulü büfenin içinde
yılan üyeleri yoluyla katılımın daha "teorik" ve doğ­ etkisiz hale getirirken, diğer iki sanığın da
ru olduğunu düşünüyor. Dev-Yol örgütünün üst düzey yöneticisi olan
Bir değerlendirme var. Aktarma gereğini duyu­ sanıklar Yusuf Atasoy ve Aydın Akyazı'nın
yorum: '''Bağımsız Türkiye' - 'Faşizme Geçit Yok' - yanma giderek maktulü yakaladıklarını ve ne
'Güçlüyüz Devrimlerde Öncüyüz' - 'İş, Emek, Hürri­ yapmaları gerektiğini sordukları, bu sanıkla­
yet, Sömürüye Nihayet' -'Katil Oligarşi' - '1 Mayıs rın maktulü bırakmalarını gelen sanıklara em­
Günümüz Zaferdir Önümüz' - 'Deniz, İbo, çayan, retmeleri üzerine sanıklar Sadi Ekiz ve Halit
Savaşa Devam' sloganlarının atıldığı ve pankartı an­ Yüksel'in yeniden maktulün bulunduğu ve
nın taşındığı 1 Mayıs 1976 Mitingi, DİSK'in devlete zorla tutulduğu büfeye geldikleri, bu üç sanı­
karşı açtığı savaş icabından ve bunun stratejisi gere­ ğın maktulün üzerini yeniden aradıkları, mak­

ğinden olmak üzere, işçi sınıfının 'kendiliğinden de­ tulün üzerinde Pal-Bir kartının çıktığı, sanık­
ların tekrar bu kartla birlikte Yusuf Atasoy ve
ğil', 'kendisi için sınıf olma bilinci kazanmasını, üre­
Aydın Akyazı'nın yanına giderek maktul polis
ten olduğu kadar yöneten olduğunu da gösterecek
memunınun Pol-Bir'e kayıtlı olduğunu göste­
olan ihtilalin tahakkukunu temin sadedinde tertip­
ren kartı göstererek yeniden talimat istedikle­
lemekte olduğu kitle eylemlerinin, uluslararası işçi
ri, Dev-Yol üst düzey yöneticisi olan sanıklar
sınıfının birlik, mücadele, dayanışma günü adı al­
Yusuf Atasoy ve Aydın Akyazı'nın maktulü
tında oluştumlan yeni bir halkasını, yeni bir organi­
kastederek "Bu şahıs bir provakatör olabilir,
zasyonunu teşkil etmiş, DİSK'ce ve proleter enter­
bunun Fatsa'da olay yapmaya gönderildiği ve
nasyonalizminin günü olarak, bu anlamıyla, yurdu­
Fikri Sönmez'i öldürmeye gelmiş olabileceği­
muzda da bir gelenek halinde kutlanmasının baş­
ni" söyleyerek maktulün tenha bir yere götü­
langıcı kılınmak istenmiş, mevcut rejime karşı yı­
rülerek öldürülmesi direktifini verdikleri, bu
ğınsal bir gösteri ve tehdidin ifadesi olarak kıymet­
direktifi alan sanıklar Sadi Ekiz, Cemil Yakan
lendirilmesi yoluna gidilmiştir."·2 1 Mayıs 1976 yı­
ve Halit Yüksel'in maktulü bulunduğu kulü­
lında Taksim Alanı'nda yapılan ve 60 bin kişinin ka­
beden alarak Belediye'ye getirecekleri sırada
tıldığı 1 Mayıs Gösterisi, devlete karşı bir savaş ve
maktulün kaçmaya kalkıştığı, halkın da yardı­
kuşkusuz iç savaş açılması olarak değerlendiriliyor.
mı ile sarukların maktulü yakalayarak döv­
Bu değerlendirmenin zamanında da yapılmış olabi­
dükleri ve orada bulunan bir minübüsü n yol­
leceğini düşünüyorum.
cularını indirip maktulü bu araca zorla bindir­
Rejimin değerlendirme organlannca, 52 yıl dur­ dikieri Belediye'nin arkasında bulunan Ayhan
durulduktan sonra, 1 Mayıs 1976 tarihinde 1 Mayıs Yıldız'a ait kahvehanenin yanındaki inşaatın
Gösterileri'nin yeniden başlamasını bir "iç savaş" üst kısmında bulunan fındık bahçesine getir­
koşulu olarak görmesi, bu çalışmada geliştirilen dikleri, burada bir kere de kendi aralarında
teorik çerçeve ile tutarlı görünüyor.

602
Türkiye Üzerine Tezler III

kurdukları Halk Mahkemesi'nde maktulü yar­ memurunun yakalanması, sorgulama için gö­
gılayıp ölüm cezasının doğru olacağına karar türülmesi eylemlerine fiilen katıldıkları anla­
verdikleri, bir taksi bularak maktulü bu taksi­ şılmıştır.
ye alıp sanık Sadi Ekiz'in sevk ve idaresinde
30.11 . 1980 tarihinde yakalanarak sorguya
hep birlikte Çullu Tepesi'ne götürdükleri, ara­
çekilen sanıklardan Sadi Ekiz, suçunu kabul
cı parkettikten sonra Polis Memurunu indir­
ederek olayı bütün teferruatı ile anlattıktan
dikleri, sanıklar Sadi Ekiz, Halit Yüksel ve Ce­
sonra maktulün cesedini gömdükleri yeri gös­
mil Yakan'ın maktul polis memuru ile birlikte
terebileceğini bildirmesi üzerine Fatsa C. Sav­
orada bulunan ormana gittikleri, ormanda
cısı ve güvenlik kuvvetlerinin sanık Sadi
maktulü tekrar sorgulayarak "Kaç Devrimci­
Ekiz'le birlikte olay yerine gittikleri, sanık Sa­
nin Kanıma Girdin, Halk Düşmanlığı Yaptın"
di Ekiz'in maktulün gömülü bulunduğu yeri
dedikleri, maktulün öldürüleceğini anlayarak
gösterdiği, kazılan çukurdan maktul Ahmet
sanıklara devamlı yalvardığı, sanıklardan Ha­
Çolak'ın cesedinin çıktığı, bu sırada sanık Sa­
lit Yüksel'in üzerinde ruhsatsız taşıdığı 14'lü
di Ekiz'in kaçmak istediği, olay yerinde bulu­
tabancası ile maktulün başına 1 metre mesa­
nan güvenlik kuvvetlerince sanığın kaçması­
feden 2 el, göğsüne de bir el ateş ederek
nın önlenmesi için yapılan ihtarlar sonucu
maktulü öldürdüğü, diğer sanıklar Sadi Ekiz
ve Cemil Yakan'ın etrafı gözetledikleri, sanık­ ateş açıldığı ve sanık Sadi Ekiz'in ağır bir şe­
ların maktulü öldürmeden önce ellerini kayış­ kilde yaralanarak kaldırıldığı hastanede öldü­
la arkasından bağladıkları ve sanıkların mak­ ğü anlaşılmıştır.
tulün öldüğüne inandıktan sonra geldikleri
taksi ile geriye döndükleri, maktulün üzerin­
de bulunan tabanca ve mermiyi sanıklardan Bundan sonra yeniden bir sıkıyönetim ve yeni­
Sadi Ekiz'in aldığı, maktulün üzerinden çıkan den bir Silahlı Kuvvetler Hükümeti arayışı başlıyor.
8.000 TL.'nin sanıklar tarafından, Aydın Akya­
Bir soru ortada duruyor: Bu çalışma içinde
zı'ya verildiği ve sanıkların durumu Aydın Ak­
MHP ayrı bir taraf olarak ortaya çıkmıyor. Buna
yazı ve Yusuf Atasoy'a bildirdikleri, bu sanık­
karşın MHP'nin bu kadar çok sıkıyönetim istediği­
ların da cesedin gömülmesi gerektiğini söyle­
nin ve arkasında Silahlı Kuvvetler Hükümeti'ne gü­
mesi üzerine sanıklardan Cemil Yakan ile Ha­
venmesinin nedenlerini yeteri ölçüde açığa çıkara­
lit Yüksel'in olay gecesi olay yerine giderek
bildiğimi sanmıyorum.
cesedi gömdükleri, ertesi gün de sanık Yusuf
Atasoy'un 500 TL. vererek sanıklardan Sadi MHP'nin göründüğü ve kendisini göstermek is­
Ekiz, Halit Yükseli, Hacı Ali Tatlıelma ve Ce­ tediği ölçüde güçlü olmadığını, 1970 yıllannda çe­
mal Gümüş'ün tekrar olay yerine giderek de­ şitli yerlerde hep tekrarladım durdum. Fıkra yazan
rin bir çukur kazıp cesedi iyice gömdükleri arkadaşlanmın MHP'ni sürekli ve artan ölçüde güç­
anlaşılmıştır. lü göstermesinin çok olumsuz etkileri olduğunu hep
Sanıklardan Tahsin Çavuşlu'nun 13 Özel
ileri sürdüm; tartıştım ve pek ikna edemedim. Son­
no-lu dosyada bulunan ve soruşturma heye­
radan ortaya çıkan bilgiler, en azından, göründüğü
tince tespit edilen 5 sahifeden ibaret ifadesin­ kadar güçlü olmadığını ortaya çıkanyor.
de maktul polis memurunun alınması, araba­ Şimdi "yurtsever halkımıza" hitap eden bir bil­
ya bindirilmesi ve sorguya çekilip ölüme diriden parçalar aktarmam gerekiyor. Şöyle başlı­
mahkum edildikten sonra öldürülüp, taşınma­ yor ve başlıyorum: "Faşist diktatörlüğün, baskının
sı ve gömülmesine de iştirak ettiğini ve cese­ ve işkencenin her türünün halkımız üzerinde uygu­
din sanıklardan Haydar Abaz'ın kullandığı landığı ve pahalılığın üst düzeylere ulaştığı şu gün­
araba ile taşındığını anlattığı, bu suretle sanık lerde devrimci hareketimizi baltalamağa çabalayan
Haydar Abaz'ın da cesedin taşınması olayına devrimci maskeli karşı devrimcilerin entrikalannı
katıldığı anlaşılmıştır. yüce halkımıza duyurmayı, Dev-Genç olarak, kutsal
Ayrıca maktulün ilk yakalanmasından bir görev sayıyoruz." Yanlışı olmayan bir başlangıç­
sonra sanıkların elinden kaçmaya kalkıştığı tır; devam ediyor. "Ordusu, polisi ve sivil güçleri ile
ve yukarıda geniş biçimde açıklandığı üzere halkımız üzerine saldıran oligarşinin köpeklerinin
halkın da yardımı ile yakalandığı ve sanıklar­ yanısıra bizi içten yıkmaya büyük (çabalar?, y.k.)
dan Osman Yaşar'ın kullandığı minübüse bin­ harcayan revizyonist tekke şefteri hemen her olayda
dirilerek Fatsa Belediyesi'nin arkasına götü­ kendilerine pay çıkarmakta, başanya ulaşan eylem­
rüldüğü, sanık Osman Yaşar'ın da bu kaçırma ler kendilerinin, hezimete uğrayan girişimleri ise
eyleminde minübüs şoförü olarak yardımcı biz gerçek devrimcilerin üzerine yıkarak hainliğin
olduğu ve diğer sanıkların da maktul polis somut örneklerini vermektedir." Bir Dev-Genç açık-

603
Yalçın Küçük

laması olarak yadırganmıyor; dikkatlice okunmadı­ önem veriyor. Öyle görünüyor; korku yaratmak ve
ğı zaman "tipik" görünüyor. salmak, MHP'nin temel işlevi oluyor ve yerini alıyor.

MHP Genel Merkezi'nde bol miktarda bulunan Bir ETKO var, TIT var. Gerçekten de var mı?
bu bildirinin sonuç bölümünü de aktarıyorum:
Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılı­
"Egemen güçler ve onun sadık köpeği katil oligarşi­
ğı tarafından hazırlanan MHP ve Ülkücü Kuruluşlar
nin halkımızı sindirmek için giriştiği saldırı ve kat­
ile ilgili iddianameye göre ETKO, TİT ve benzeri ca­
liamlara karşı koymak yolunda gereken gücü sizden
navar örgütler, kesinlikle, gerçekte de var. Askeri
alan halkın gerçek devrimci örgütü olan Dev-Genç
Savcı ve yardımcılarının MHP Genel Merkezi'nde
olarak mücadelemize kurtuluşa kadar devam edece­
yaptıkları aramada, bunların varlığını gösteren bir
ğiz." Bundan sonra bu bildirinin final'i var: "Kahrol­
şema ortaya çıkarılıyor. Iddianame'de şöyle yazılı­
sun Faşist Diktatörlük, MHP ve ÜGD Kapatılsın, Sı­
yor: "MHP Genel Merkez binalarında bulunan bir
kıyönetim Kaldırılsın, Yaşasın Mücadelemiz, Tek
teşkilat şeması, teşkilat kapsamı içinde değerlendi­
Yol Devrim-Dev-Genç.... Yargıç Albay Nurettin So­
rilen parti ve ülkücü derneklerle, yasa dışı kuruluş­
yer ve savcı yardımcıları tarafından yapılan bütün
ların bağlılıklarını açık bir şekilde göstermektedir.
araştırmalar ve daktilolar üzerindeki ekspertiz ra­
Ancak bu teşkilat şemasının ÜGD'nin kapanarak
porları, MHP Genel Merkezi'nde bol miktarda bulu­
yerine ÜYD'nin kurulmasından önce düzenlendiği
nan bu bildirinin MHP Genel Merkezi'nde hazırlan­
anlaşılmaktadır. Doğruca MHP Genel Merkezi'ne
dığını ve daktilo edildiğini gösteriyor.
bağlı olarak faaliyet (gösteren? y.k.) ve çabaları bili­
Ne kadar aydınlatıcı! MHP Genel Merkezi'nde nen ÖİT, Özel istihbarat Teşkilatı, ÜGD'ye bağlı il­
hazırlanan Dev-Genç bildirisi taklidinde, "oligarşi­ legal kuruluşlar arasında ise, ETKO'mın Esir Türk­
nin köpekleri" nitelernesi rahatça kullanılabiliyor. leri Kurtarma Ordusu, yeraldığı gözlenmektedir. Bu
MHP, boy hedefi ve baş hedef olarak görünmek isti­ şemada TiT, Türk intikam Tugayı, ise MHP Gençlik
yor. MHP, "ordusu, polisi ve sivil güçleri ile halkımız Kolları Başkanlığı bünyesinde gösterilmektedir." 66
üzerine saldıran oligarşinin köpekleri" imajının ya­ Eski olsa da, bir şemada yer alıyorlar.
yılmasında yarar görüyor. Devlet ve devlet güçleriy­
Mustafa Pehlivanoğlu da, hakkında verilen
le aynı tarafı oluşturduğu kanısını yaymak istiyor.
idam hükmünden kurtulabilmek için yapmış oldu­
Devamı var. Güçlü ve korku salan bir örgüt ima­ ğu itiraflarında, bir başka MHP sanıklarından biri­
jı için basılı talimatlar hazırlıyor. sinin kendisine, bir ara, "Ankara Etkoculanndan
MHP ve Ülkücü Kuruluşlar iddianamesi'nde bazılarının evinde saklandığını" söylediğini belirti­
yer verilen ve MHP Genel Merkezi'nde ele geçiri­ yor. itirafı sırasında savcının sorusu üzerine ''TiT,
len, on sayfalık ve daktilo ile yazılmış "Eğitim Sek­ Türk intikam Tugayı, hakkında bilgim yoktur" ce­
reterliğinin Talepleri" başlıklı dokümandan onbi­ vabını veriyor. ETKO ile ilgili olarak da şunları ifa­
rinci madde aktarmaya değiyor. Aktarıyorum: "11- de ediyor: "ETKO, Esir Türkleri Kurtarma Örgütü,
Yine aynı gazetelere, mesela Demokrafa, 'Faşistler hakkında bildiklerim bu örgütün başkanının Şevket
x şehrinde ilericileri sokağa çıkarmıyorlar', 'Faşist­ Muti ve Necmi İşgören'dir. Bunu ben, Mehmet Mu­
ler Y mevkiinde ilericilere baskı yapıyorlar', Aydın­ ti tutuklu olduğu için cezaevinde öğrendim."6' İti­
lık'a 'Faşistler Devrimcileri x yerinden göçe zorlu­ rafçı Pehlivanoğlu, kendisini ölümden kurtarama­
yorlar' başlıklı ve bu mealde haberler göndermeli yan açıklamalarında, ikinci elden edindiği bilgiler
ve bu gönderilen haberlerin kaynakları da bir kişi ile ETKO'nun varlığına tanıklık ediyor.
(teşkilat başkanı veya görevli kişi) tarafından bilin­
Fakat hemen kaldığı yerden şöyle devam ediyor:
meli."65 MHP, olduğundan çok daha fazla güçlü gö­
"Cezaevinde arkadaşlarımın anlattığına göre sıkıyö­
rünebilmek için ve gerçek gücünden çok daha fazla
netim devresinde çok sayıda sağ örgüt militanları
korku salabilmek için yalan haber üretmeyi bir par­
yakalandığından sorguları sırasında genel merkezi
ti politikası haline getiriyor. Yalanı ayrıntılı emir
ele vermemek için genel merkezin paravan isim ola­
biçimine sokuyor.
rak kullandığı ETKO, TİT ve TÜŞKO, Türkiye Ülkü­
Neden? Güçlü görünmenin politikada geçerli cü Şeriatçı Komando Ordusu, gibi örgütler ortaya
bir yöntem olduğunu kabul ediyorum. Politika, gü­ çıkmıştır. Şöyle ki, yakalanan ülkücü genel merkez­
cü yaratma ve kullanma sanatı ve zaman zaman da den bahsetmeyecek, yukarda saydığım paravan ör­
bilimi olarak ortaya çıkıyor. Gerçekleşecek olduktan gütlerden bahsedecekti. Esasında yukarıda saydı­
sonra, güç görüntüsü vermek, gücün yaratılmasın­ ğım örgütler, tamamen genel merkezin kendini sak­
da olumlu rol oynayabiliyor. Ancak gelişmeler böy­ lamak gayesiyle ortaya koyduğu örgütledir." Burada
le bir mantığın yeterli ölçüde kandırıcı olmadığını daha açık oluyor; modern canavarlar yerine piyasa­
gösteriyor. ya sürülen bu örgütlere "paravan" diyor.

Öyle anlaşılıyor; MHP güçlülükten çok daha faz­ Milliyetçi Hareket Partisi'nin en kapsamlı itiraf­
la korku salmaya ve artan ölçüde korku salmaya çısı Nurullah Tevfik Ağansoy'un anlattıklarına da

604
Türkiye Üzerine Tezler III

bakılmasının yararlı olacağını düşünüyorum. Ağan­ çapında, bir radikal görüntüsü var. Radikalizm,
soy, solculann yakalandığını, işkence yapılarak yeni kadrolan tutmada, her zaman önemli bir öğedir; ih­
solcu isimleri elde edildiğini, öldürüldüklerini ve mali pek zor oluyor. MHP ise ideolojik düzende her
yenilerinin yakalanarak işkenceden sonra öldürül­ türlü radikalizmi reddediyor; büyük sermayeden ve
düklerini anlatıyor. Ekliyor: " İ stanbul'un çeşitli dünyada Amerika Birleşik Devletleri'nden yana bir
semtlerinde özellikle Ş İT, Şeriatçı İ ntikam Tugayı, edebiyat ile faşist olmak bile çok zor görünüyor.
diğer adıyla, Şişli İ ntikam Tugayı ve Tİ BKO, Türk MHP, bu eksikliğini, açık şiddet politikasını daha da
İ slam Birliği Komandolan imzalı bildirilerle televiz­ ön plana çıkartarak gidermeye çalışıyor.
yon ambalaj kutulan içinde, çuvallarda, ya da batta­
Yalnız buna daylı bir örgüt yapısı, karşılaştığı
niye ve bezlere sanlı ip, kablo ya da tellerle boğul­
direnç karşısında yılgınlığa düşmeye ve çözülme
muş vaziyette bulunan cesetler, bu kanlı çalışmala­
işaretleri göstermeye mahkumdur; bunu araştır­
rın birer sonuçlandır."·· Ağansoy, 9 Nisan 1979 tari­
mak durumundayım. Daha sonraki zamanlara ait ve
hinde Ortaklar Caddesi'nde cesedi bulunan Onur
MHP Genel Merkezi'nde ele geçirilen belge, bu tür
Orcan, 25 Eylül 1979 tarihinde battaniyeye sanlı ce­
bir çözülmeyi doğruluyor. MHP Genel Merkezi'ne
sedi ortaya çıkan İ smail Cengiz, 24 Şubat 19 8 0 gü­
gönderilen Uşak İl Örgütü tarafından hazırlanmış
nü Gültepe'de boğularak öldürüldükten sonra tele­
raporda şunlara yer veriliyor: "Partililer büyük bir
vizyon kutusuna yerleştirilen Veli Erdem, 21 Mayıs
korku içerisindedir. Her kafadan bir ses çıkıyor. Ba­
19 8 0 tarihinde Mecidiyeköy Ülkücü Gençlik Derne­
zılan partiyi kapatma karanndan yana, bazıları si­
ği'nde işkenceyle öldürüldükten sonra cesedi çuvala
lahlanıp bu gidişe bir son vermek taraftanlar. Ocak
sanlarak bir okul arkasına bırakılan Cemal Kır, 11
Başkanı Mesut, gelecekten ümitsiz durumda. Ele­
Haziran 19 8 0 tarihinde cesedIeri görülen Necdet
man ve gerekli şeylere ihtiyaçları olduğunu, arka­
Demir ve Haluk Kaşıkçı ile 2 Ağustos 19 8 0 tarihin­
daşlarının bezginlik içinde olduklarını belirtti.
de Fulya Deresi'nde komando düğümüyle öldürülen
Ocak'ı kapatıp 15 serdengeçti ile şehri havaya uçur­
Selahattin Gelgöz'ü örnek olarak veriyor.
ma taraftan. Kendilerine gerekli morali vermeye ça­
Bir değerlendirmesi var; aktanyorum. "Ş İT, lıŞtık. İhtiyaçlann temin edileceğini belirttik."70 Pa­
İ
T T, ETKO, Tİ BKO ve saire isimlerle yapılan yazıla­ nik ölçüsünde bir korku görülüyor.
malar ve öldürme eylemlerinde bırakılan bildiri ve
Ne kadar yaygın; kesinlikle söylemek mümkün
imzalar, kesinlikle birtakım kişiler tarafından çıkar­
görünmüyor.7' Sadece MHP Genel Merkezi'nde elde
tılmış, komünistleri psikolojik etki altına almak ve
edilen ve Albay Türkeş'in kaleminden çıktığı belli
ÜGD, MHP'yi bu tür eylemlerden uzak tutarak şüp­
olan, iddianame diliyle, "Alpaslan Türkeş'in eli ürü­
heleri ilgili isimler üzerine çekmek için ortaya atıl­
nü olduğu kesinlik kazanan" notlarda, üçüncü mad­
mış naylon örgütlerdir. Türkçü İntikam Tugayı,
dede "yılgınlığı önlemeli" ve altıncı maddede ise
TİT, İstanbul'da Taksim-Sanyer Belediye otobüsü­
"cezaevlerinde disiplin" ifadeleri yer alıyor." Bu ifa­
nü kaçırarak öğrencileri öldüren Cengiz Ayhan
delerden, notun, Albay Türkeş'in pek çok istekli ol­
isimli kişinin şahsında kendisini duyurmuştur. Ör­
duğu sıkıyönetimin, 1978 yılı sonunda ilan edilme­
gütün merkez komitesi ve organik yapısı oluşma­
sinden sonraki ve 12 Eylül'den önceki bir dönemi
mıştır. Kesinlikle paravan isimdir."·9 İ tirafçı Ağan­ kapsadığı sonucunu çıkarıyorum. Dışarda yılgınlık
soy'un, idam hükümlüsü Pehlivanoğlu'nun itirafla­
ve cezaevinde disiplinsizlik, bir siyasi hareket için,
nndan ne ölçüde haberli olduğunu kestirebilecek
bozgun işaretleri oluyor.
durumda değilim; Ağansoy da, bu tür örgütleri
Buna ekleyeceklerim var; Albay Türkeş, daha li­
"naylon" ve "paravan" olarak niteliyor. İ tirafçılar,
derliğinin ilk yıllannda bile çizmiş olduğu yoldan
artık bir noktadan sonra, daha çok vahşet uydura­
dönenlere ağır cezalar verilmesini öneriyor. Bunun
rak ve uydurduklan vahşeti açıklayarak idam ceza­
için de korku salabilmek ve korku yaratabilmek için
sından veya ağır hapis hükmünden kurtulmaya ça­
de güçlü görünmek zorunlu oluyor.
lışıyorlar; burada ise her ikisi de, bu korku örgütle­
rinin olmadığında birleşiyorlar. Bütün bunlar anlaşılabilir; ancak yine de böyle
bir siyasal hareketin sıkıyönetime ve Silahlı Kuwet­
Aynı soru ortada duruyor: Neden? Naylon oldu­
ler Hükümeti'ne bu kadar güvenmesini kavramak
ğu ileri sürülebilen örgütleri de kullanarak bir güç­
güç geliyor. Bunu bir hipoteze bağlamak gerekiyor;
lülük görüntüsüne neden ihtiyaç duyuluyor? Bu so­
MHp'nin gücü devlete dayanıyor. MHP, devlet gü­
ruya hala dört başı bayındır bir cevabımın olmadı­
cünün çekincesiz olarak kullanılması ölçüsünde,
ğını belirtmek zorundayım. Korku üretme ve salma­
kendisinin de gücünün artacağını ve önünün açıla­
nın, yalnızca dışa değil aynı zamanda içe yönelik ol­
cağını varsayıyor.
duğunu anlayabiliyorum. Lümpen katmanlara da­
yalı bir örgüt yapısı var. Aynca klasik faşizmin, bü­ Albay Türkeş, Milliyetçi Hareket Partisi'nin
yük sermayeye karşı, an ırkın yanında, nasyonel 1978 yılı Kasım ayında yapılan İl Kongresi'nde çok
sözcüğü eklenerek sosyalizan edebiyatının, kendi yüksekten konuşuyor: "Türk milletinin bölünmesi-

605
Yalçın Küçük

ne kesinlikle izin vermeyeceğiz. Güçlü ve milli dok­ lu bile, Cumhuriyet'te "1 Mayıs" serlevhalı yazı yazı­
trinimizle, bu mihraklann hain fikirlerini ve sapık yor. İlhan Selçuk'un 1 Mayıs 1977 yılı sütununun bir
ideolojilerini yere sereceğiz." Aynı gün Türkeş, ikti­ bölümünü aktanyorum.
dardaki CHP Hükümeti'ne karşı "milli ittifak" ve Selam 1 Mayıs'a, 1 Mayıs'ı kutlayanlara.
"milli direniş" çağnsı yapıyor.73 Türkeş'in, 1961 Ana­
yasası'nın girişinde yer alan "direniş" kavramına sa­ Selam meydanlarda özgürlük türküleri söyle-
nlması kaygılannın yüksek olduğunu gösteriyor. yenlere...

1978 yılı sonlannda MHP Genel Başkanı, dün­ Alınterinin yüceliğine selam durana ...
yada bir sivil parti için pek az rastlanabilir bir çağn Selam..
ile ortaya çıkıyor ve ülke yönetiminin "yetki ve so­
Emperyalizme..
rumluluğunun askeri yönetime devredilmesini" is­
tiyor. Bunu bir genel idare kurul bildirisi olarak ka­ Sömürüye ..
muya açıklıyor." Bunun için Ankara Cumhuriyet Kahrolsun diyene selam.
Savcılığı kovuşturma açmak gereğini duyuyor.
Kahrolsun nasırlı yürekler
Kovuşturmanın sonuçlan pek önemli değil;
Ve yaşasın nasırlı eller diye bağırana selam.
önemli olan, 1978 yılı sonIanna doğru sıkıyönetim
ve giderek tüm yönetimin Silahlı Kuvvetler'e devri Bağımsızlık günü rengini, alın terinin imbiğin-
konusunda üstü açık bir çağnnın ortaya atılabilme­ den geçirip yaprağa dökene selam... Ve meydanlar­
si oluyor. Eğer bu varsa, bundan önce bu çağnnın, daki bayramın toplumda bayramlaşacağı güne şim­
üstü kapalı bir biçimde, bir başka söyleyişle, bir diden selam.
başka dille, ortaya atılmış olması gerekiyor. 2 Mayıs 1977 tarihli Cumhuriyet'in başlıklann­
Yürümek bir dil'dir; bir isteği anlatıyor. dan birini aktarmak zorundayım: "1 Mayıs Kanlı Bit­
ti: 33 Ölü." İlk anda otuz ölü saptanıyor. İstanbul Be­
Kan dökmek bir başka dildir; bir programı açık­
lediye Başkanı Alımet İsvan, "toplum polisi şefine
lıyor.
Sular İdaresi'nin üzerine mevzilenerek ateş edenleri
1978 sonbahanndan önce sıkıyönetim programı gösterdiğim sırada dövülmeye başladım" diyor. Bu
kan dökülerek dile getiriliyor. 1978 yılı sonunda çok Sular İdaresi'nin bir tür "ateş idare merkezi" olduğu
daha büyük bir kanlı programla sonuca ulaşıyor. da ortaya çıkıyor. Hatırlanacak; Kanlı Pazar'da da
hücum Sular İdaresi'nden geliyor. Bütün bunlar "tö­
Çok kısa olarak bunun anlatımına sıra geldi. Bu­
rene yüzbinlerce kişi katıldı" başlığı ile bir tek günün
rada "tarih" anlatımı gerçekten kanlı görünüyor.
haberlerini çoğaltıyor. Aynı gün devam ediyor: "Ça­
Tarihten kısa bir kesiti, Cumhuriyet Gazetesi tışmanın yoğun bir biçimde sürdüğü bir sırada beyaz
kolleksiyonu üzerinden izlemeye çalışıyorum. 23 renkli bir Renault'un Tarlabaşı yönünden kalabalığa
Nisan 1977 tarihli Cumhuriyet'ten bir haber başlığı ateş ederek geldiği görülmüştür. Görgü tanıklan oto­
aktanyorum: "1 Mayıs İşçi Dayanışma Günü'ne 17 mobilin içinde dört kişinin bulunduğunu ve bunlann
demokratik örgüt katılacak." Hatırlanmasında yarar ellerindeki otomatik tabancalarla çevreye acımasızca
var; 1974 yılından sonra tam 52 yıl Türkiye'de 1 Ma­ kurşun sıktıklarını bildirmişlerdir." Bu otomobil ve
yıs Gösterileri yapılamıyor. Böyle uzun bir aranın içindekiler hiçbir zaman bulunmuyorlar.
arkasından ilki, altmış bin kişinin katılmasıyla. Tak­
Büyük bir kalabalıkta ölü sayısını artırmak için
sim Alanı'nda ve 1976 yılında gerçekleşiyor. Ölen
herkesi teker teker öldürmek gerekmiyor: 4 Mayıs
veya tutuklanan yok; banşçıl bir gösteri oluyor.
tarihli Cumhuriyet, ölü sayısının 34 olduğunu, 5 ki­
Daha sonra hazırlanmış olan Askeri Savcılık id­ şinin tabanca kurşunu ve 3 kişinin başlanna sert bir
dianamesi, bu yürüyüş ve gösteriyi, devlete karşı bir cisimle vurulmak suretiyle ve geri kalan 28 kişinin
hareket olarak değerlendiriyor. 1977 yılına daha bü­ ise ezilerek ölmüş olduğunu haber veriyor.
yük bir hazırlıkla giriliyor; 26 Nisan 1977 tarihli
Gösteri'den bir gün önce yapılan ve 1 Mayıs ta­
Cumhuriyet'teki habere göre "DİSK, Türk-İş üyele­
rihli Cumhuriyet'te yayınlanan demecinde ise,
rini de CHP'ye oy vermeye" çağınyor ve bunun ar­
DİSK Genel Sekreteri Mehmet Karaca, "1 Mayıs
dından 30 Nisan 1977 tarihinde "1 Mayıs'a CHP de
Gösterileri faşist terörcülere uyan olacak" diyor.
katkıda bulunacak" haberi okunuyor.
Ekliyor: "Gencecik insanların faşist kurşunlarla öl­
Başkalan da hazırlanıyor; 1 Mayıs 1977 tarihin­ dürüldüğü ve aynı anda CIA kıpırdanışlannın açık­
de anlaşılıyor. 1 Mayıs 1977 tarihli Cumhuriyet, baş­ ça görüldüğü bir ortamda 1 Mayıs'ı kutluyoruz."
tan sona "1 Mayıs İşçi Bayramını Bugün Kutluyo­ Bunlara bir de şunu ekliyor: "Bütün ülkelerin işçile­
ruz" başlığıyla çıkıyor. 1920 Millet Meclisi'nde ka­ rini kendi yanımızda bilerek sosyalizme açılan ileri
tiplik yaptıktan sonra uzun yıllar 1 Mayıs Gösterile­ demokratik bir düzen savaşımızın boyutlannı sergi­
ri'ni görmeden yaşayabilen Hıfzı Veldet Velidedeoğ- leyeceğiz 1 Mayıs alanında." Öyle anlaşılıyor; 1 Ma-

606
Türkiye Üzerine Tezler III

yıs 1977 Gösterileri, bütün dünya için düşünülüyor Baştürk'ün Genel Başkan, Fehmi Işıklar'ın Genel
ve ölümler, tüm dünyanın gözleri önünde gerçekleş­ Sekreter olduğu DİSK'i, bu eyleminden dolayı, "dik­
tiriliyor. tacıların tuzağına göz göre göre düşecek kadar so­
rumsuz" davranmakla suçluyor.
Mart 1978 tarihinin talihi de açık değil; kan dö­
külüyor. Çok sayıda işçi ve öğrenci tutuklanıyor.

Ne yazık gazeteler hep bir gün öncesini yaşıyor­ 25 Mart 1978 tarihli Gazete, bir başka haber ge­
lar; 16 Mart 1978 tarihli Cumhuriyet, bir gün önce­ tiriyor: "Komando Yurtlarını Aratan Savcı Anka­
sini haber veriyor: "İsrail Filistin Halkını İmha Edi­ ra'da Öldürüldü." Ankara'nın ileri bakışlı savcı yar­
yor" başlığı bütün gazeteyi kaplıyor. Bunun kadar dımcısı Doğan Öz, vuruluyor.
olmasa da "Ecevit Sovyetler Biriiği'ne Gidiyor" ha­
1978 yılının son ayına geliyorum." Maraş Olay­
beri de büyük veriliyor; önemli sayılıyor.
ları var. 12 Eylül'e adım atılıyor.
Mart 1978 tarihli Cumhuriyet, 16 Mart 1978 ta­
Ordu müdahalesi Maraş'a geç geliyor, eksik ge­
rihinde İstanbul'a anlatıyor. "Öğrenci Grubuna
liyor ve katliiimın dışında kalıyor.
Bomba Atıldı: 6 Ölü Var." Üniversiteden çıkan sıra­
dan öğrencilerin üzerine önce bomba atılıyor ve Bu katliamın önlenmek istenmediği sonucunu,
sonra kurşun yağdınlıyor. büyük bir netlikle, çıkarabiliyorum. İçişleri Bakanı
Emekli Orgeneral İrfan Özaydınlı'nın aklın sınırları
Haber şöyle: "Merkez binasıyla Eczacılık Fakül­
içinde kalındığı sürece açıklanması pek çok zor, bir
tesi'nden çıkanların ortasına bombayı fırlatanlar
atalet örneği verdiği ortaya çıkıyor. Tekrarlıyorum;
daha sonra öğrencileri yaylım ateşine tuttU."75 İnsan
eğer önlememek Ecevit Hükümeti'nin seçilmiş ve
aklının alması pek kolay olmayan böyle bir katliam,
kararlaştırılmış politikası değilse, Özaydınlı, üyesi
beklenebileceği gibi, büyük tepki doğuruyor.
olduğu hükümetin dışında hareket ediyor.
18 Mart 1978 tarihinde açıklık kazanan tepkiler
Maraş Olayları'nı yalnızca, Adana'da Sıkıyöne­
dizisi içinde önce hükümetin tepkisini kaydetmek
tim Komutanlığı Bir Numaralı Askeri Mahkeme­
gerekiyor:'· "Olaylar üzerine önceki gün İstanbul'a
si'nin vermiş olduğu kararı içeren 1330 sayfalık
gelen İçişleri Bakanı, incelemelerini dün de sürdür­
"Gerekçeli Hüküm" kitabından yazıyorum. Başka
müş, olaylarda ihmali görülenler hakkında idari so­
hiçbir kaynak kullanmamaya özen gösteriyorum.
ruşturma açıldığını bildirmiş, bir soru üzerine de
'sıkıyönetim'e gerek yok' demiştir." İçişleri Bakanı Maraş Olayları'nı yazarken derin bir üzüntü du­
Emekli Orgeneral İrfan Özaydınlı, sıkıyönetim için yuyorum. Yazarken, zamanın İçişleri Bakanı İrfan
bir zorlama ile karşı karşıya geldiğini sezmişe ben­ Paşa ile Başbakanı Bülent Ecevife derin üzüntüleri­
ziyor. Bu aşamada reddediyor. mi ifade ediyorum.

Aynı yılın sonunda Maraş Olayları yaşanıyor; Böyle olmaması gerekiyor. Sorumluluk zorunlu­
yeniden kurmak zorundayım. Ancak şu anda söyle­ ğu var.
necekler var: Maraş Olayları'nın incelenmesi, Ecevit Padişah (s. 9), Pehlivan (s. 10), Motorlu Hoca
Hükümeti'nde İç İşleri Bakanı Emekli Orgeneral İr­ veya Sakallı Hoca (s. 10), Döne Kadın (s. 11), Tüfek­
fan Özaydınlı'nın bağlı olduğu hükümet de artık bir çi (s. 11), Dev Mustafa (s. 12), Ahçı Mehmet (s. 12),
sıkıyönetim istemiyorsa, hükümetten ayrı olarak bir Toplak Kazım (s. 12), Çöpçü (s. 13), KalıPÇI Cuma (s.
sıkıyönetim ilanını kolaylaştıracak ve zorlayacak bi­ 13), Sıvakçı Hacı (s. 13), Kabak Elif (s. 18). Kürdoğ­
çimde hareket ettiğini ortaya çıkarıyor. Olayların lu Mehmet (s. 18), İnekçi İbrahim (s. 18), İğneci Ve­
yeniden kurulması, zamanın İçişleri Bakanının da li'nin Oğlu (s. 19), Mıstılının Oğlu (s. 19), Müezzin
sıkıyönetim ilanı yandaşları arasına katıldığı yargı­ (s. 21), Fişfişin Oğlu (s. 21), Fişfiş (s. 21), Deli Şerife
sına yol açıyor. (s. 21), Deli Ömer (s. 22), Taş Veli'nin Oğlu (s. 26),
Maraş Olayları'na gelmeden önce, Üniversite Deli Cuma (s. 31), Cimri Ali'nin Oğlu (s. 43); bazıla­
katliamı'nın sonrasını özetlemek gereğini duyuyo­ rından birkaç tane örnek olsun Taş Veli'nin Oğ­
rum. Üniversite öğrencileri ölüyor; yalnız, sıkıyöne­ lu'ndan üç adet var. Sayılar, Gerekçeli Hüküm kita­
tim partisinin ummadığı bir tepki ile karşılaşılıyor. bındaki sayfa numaralarını ve isimler, böyle tanın­
DİSK, "uyarı direnişi" kararı alıyor; öğrenciler, şe­ dıkları anlaşılıyor, Maraş katliamı sanıklarından bir
hirler arası yolları trafiğe kapatıyorlar. 20 Mart bölüğünü gösteriyor.
1978 günü uygulamaya konan "uyarı direnişi" Baş­ Şimdi Gerekçeli Hüküm'de yer alan, "Olayların
bakan Ecevifin sert tepkisine neden oluyor
Genelinin Hukuki Değerlendirilmesi" bölümünün
DİSK'in "faşizme ihtar eylemi" adını verdiği ve ilk paragrafını aktarıyorum: "9.12.1978 günü akşa­
iki saat süre ile işçilerin işi bıraktıkları bu direnişe mı Çiçek Sineması'nda vuku bulan patlama, bu pat­
öğretmenler, avukatlar ve öğrenciler katılıyor. Ece­ lama sonrasında CHP İl Binası'nın tahribi,
vit, "DİSK'in direnişi yasa dışıdır" diyor ve Abdullah 20.12.1978 günü alevi şahıslarca işletilen Akın kıra-

607
Yalçın Küçük

athanesinin bombalanması, 21.12.1978 günü akşa­ raş'ta devlet güçleri zaafa uğratılmış ve şehre sokak­
mı sol görüşlü olarak bilinen iki öğretmenin öldü­ taki güçler hakim olmuştur.""' Tekrarlıyorum, 22
rülmesi, 22.12.1978 Cuma günü bu iki öğretmenin Aralık gününe kadar "olaylar doruk noktasına" çıkı­
cenazelerini taşıyan kortejin aşın sağ çevrelerce mu yor ve 23 Aralık Cumartesi sabahından 25 Aralık
Camii'ne sokulmayarak saldınya maruz bırakılma­ Pazartesi akşamına kadar Maraş'a güvenlik güçleri
sı, cenaze töreninde çıkan olaylar sonrasında 3 Sün­ egemen olamıyor.
ni vatandaşın öldürülmesiyle olaylar doruk noktası­
Türkiye İşçi Partisi, "olay hunharca iç savaş gi­
na çıkmıştır."" En azından 19 Aralık 1978 tarihin­
rişimidir" diyor."2 Başbakan Bülent Ecevit, sıkıyöne­
den 22 Aralık 1978 tarihine kadar Maraş'ta olayla­
tim ilanı için, "kaçınılmaz hale geldi" görüşünü ileri
nn hızlanmasına karşın, Maraş yazgısıyla başbaşa
sürüyor. Hükümet ilan ediyor."3 Meclis, Ankara ve
bırakılıyor. Hükümet, ilgilenmiyor.
İstanbul'da eklenerek hemen hemen bütün Doğu
"Güneş Ne Zaman Doğacak" filmi oynatılıyor; Anadolu illerinde sıkıyönetim iHinını onaylıyor."'
filmin oynatıldığı her yerde sağcılar olay çıkanyor­ Tekrar geriye dönmem gerekiyor.
lar. Sinemanın bilet kontrol işlerini yapan Veli Ka­
Tezi yazıyorum: Kahramanmaraş'ta "devlet
vak, ifadesinde, "filmin oynadığı sırada veya ara ve­
güçleri zaafa uğratılmış" ve iradi olarak güç, serbest
rildiğinde seyircilerin 'Milliyetçi Türkiye, Müslü­
bırakılarak ve artınlarak, bir tarafı yok etmek üzere
man Türkiye', Başbuğ Türkeş, Komünistler Mosko­
seferber edilmiştir.
va'ya, Katil İktidar' gibi sloganlar söylediklerini" an­
latıyor.79 Maraş Emniyet Müdürü, Askeri Savcılık'ın Şimdi Gerekçeli Hüküm kitabından, Adana'da
isteği üzerine daha sonra yaptığı incelemede, "fil­ Askeri Mahkeme Kurulu'nun, solcu Maraş'lı, Töb­
min denetlemeden geçen kopyasının 68 dakika ol­ Der üyeleri, Endüstri Meslek Lisesi öğretmenleri,
duğu halde piyasada gösterilen kopyasının 90 daki­ sağcılar tarafından öldürülmüş, Hacı Çolak ile M us­
ka olduğu ve 22 dakikalık bölümünün sansüre so­ tafa Yüzbaşıoğlu'nun cenazeleriyle ilgili hukuk de­
kulmadığını" saptıyor ve bir rapor haline getiriyor."O ğerlendinnelerini aktanyorum: "Cenaze korteji has­
19 Aralık 1978 tarihinde yine bu film gösterilirken tahaneden itibaren mucami önündeki eski belediye
sinema içinde bomba patlıyor; kimse yaralanmıyor meydanına kadar jandanna ve polis tarafından et­
ve daha sonraki ekspertiz raporlan da bombanın rafı çevrilmiş olarak, muhafaza altında getirilmiştir.
yaralamaya yol açmayacak türden olduğunu ortaya Kortejde bulunanlann eski belediye meydanına ge­
çıkanyor. lene kadar etrafa herhangi bir saldında bulunmala­
n ve tahribat yapmalan söz konusu değildir. Kortej
Sıkıyönetim Savcılığı, bomba atıcısı olarak hep
hareket etmeden önce, kortejde bulunan şahısların
sağcılan ve ülkücüleri sanık sayıyor; saptanabilen,
üzerleri aranmış; kortej sopa, kırmızı boya ve fırça­
bombanın patlatılmasından hemen sonra, bu patla­
lardan anndınlmıştır. Kortej eski belediye meyda­
manın Ankara'daki ülkücü merkezlere telefonla bil­
nına geldikten ve orada mucami içinde, önünde ve
dirilmesi oluyor. Sağcı sanığın emniyet ifadesinde
çevresinde cenaze namazını kıldırmamak, korteji
patlamayı üstlenmesine karşın, Mahkeme, ifadeyi
camiye sokmamak için toplanmış bir sağ grup görü­
kabul etmiyor ve delil yetersizliği ile patlamadan
lerek durdurulduktan sonra, kortejde bulunan bazı
dolayı kimseye hüküm vermiyor.
şahıslar etraftaki ağaçlann dallannı kopararak sopa
Hiçbir solcu, bomba patlaması nedeniyle suç­ yapmışlardır.""' Bir tek sonuç var; öğretmenler Ha­
lanmıyor. Ancak 19 Aralık 1978 akşamından itiba­ cı Çolak ile Mustafa Yüzbaşıoğlu'nun cenazeleri ba­
ren, Maraş içinde bir sağ terör estirilmeye başlanı­ nşçıl bir biçimde kaldınlmak isteniyor. Askeri Mah­
yor. keme, bunu, hiçbir kuşkuya yer venneyecek bir
açıklıkla saptıyor.
Gerekçeli Hüküm'de şu sonuca vanlıyor: "Olay
tarihlerinde Türkiye'de demokratik anlamda sol Devam ediyor ve saldın başlıyor: "mucami önü
çizgide bir program izleyeceğini öne süren bir siya­ ve çevresinde toplanmış olan gruptan taş, sopa, ta­
sal kadro TBMM'den güven oyu alarak iktidar ol­ kunya atılmaya başlanmasından sonra cenaze kor­
muştur. Bu siyasi görüşü benimsemeyen aşın sağ tejinde bulunanlar tarafından karşılık verilmiştir. O
siyasal görüşteki kuruluş ve kişilerin, iktidarın ana­ ana kadar cenaze kortejindekilerin herhangi bir sal­
yasal yollarla değil de şiddet eylemleriyle zayıflatıp dırgan durumu yoktur. Saldırgan durumda olan
yıpratarak sonuçta istifasını sağlamak için, sade va­ mucami içi, önü ve çevresinde toplanmış olan grup­
tandaşlan tahrik ve teşvik ettikleri bilinen bir ger­ tur." Böylece durum saptaması yapılmış oluyor ve
çektir. İşte uzun süreden beri yapılagelen bu tahrik buna uygun hukuk değerlendirmesi izliyor: "Devlet
ve teşvik sonucu Kahramanmaraş ilinde 23.12.1978 kuvvetleri himayesinde gelen bir grubun 171 sayılı
cumartesi günü sabah erken saatlerden itibaren Yasa'ya aykın hareket ettiği öne sürülemez. Öte
binlerce sünni vatandaş sokaklara dökülmüş, yandan cenaze korteji etrafında ve mucami önün­
25.12.1978 günü akşamına kadar Kahramanma- deki eski belediye meydanında bulunan tüm asker

608
Türkiye Üzerine Tezler III

ve polis görevlilerinin beyanlanna göre illucami nin bazı sonuçları. Gerekçeli Hüküm kitabında yer
önü, içi ve çevresindeki topluluğa dağılmaları için alıyor.
ihtarda bulunulmuş ve bu topluluk zorla dağıhIma­
Bir: "22.12.1978 gün ve 3890 sayılı yıldırım tel­
ya çalışılmıştır. Güvenlik kuvvetlerince cenaze kor­
siz mesajı ile cenaze töreninde çıkan olaylar karşı­
tejinde bulunanlara dağılmaları için ihtarda bulu­
sında ilin mevcut kuvvetleri, civar illerden gelen
nulması ve zorla dağıtılmaları söz konusu değildir.
kuvvetler ve ildeki 3. tabur yetersiz kaldığından ba­
Cenaze kortejini oluşturan sol grup karşı grubun
hisle muhtemel büyük olayları önlemek için yeter
saldırısı üzerine cenazeleri yerde bırakarak dağılmış
miktarda kuvvetin en seri şekilde Kahramanmaraş
ve güvenlik kuvvetlerinin himayesinde olay yerin­
İli'ne gönderilmesinin İçişleri Bakanlığı 5. Zırhlı
den uzaklaştırılmıştır." Camiye yerleşmiş saldırgan­
Tugay Komutanlığı'ndan istenildiği" kaydediliyor."·
lar, cenazeyi taşlıyorlar.
Gecikmiş de olsa acele bir istek var. Bakanlık, böyle
Terslik var ve hatırlatmak gereğini duyuyorum: bir istek olmadan da, daha önce, Maraş'a kuvvet yı­
Maraş Katliamı'ndan on yıl önce, İstanbul'da sol öğ­ ğabilirdi.
renci gençlik, Dolmabahçe'den denize çıkan Ameri­
İki: "22.12.1978 günü saat 19.00'da telefonla
kan bahriyelilerinin İstanbul'un lüks otellerinde ki­
olayların önlenemeyecek boyutlara ulaştığının, sağ­
ralık Türk kadınlarıyla buluşmalarını hazmedemi­
cı büyük grupların toplu saldırılara geçtiğini, bu sal­
yorlar ve tepki gösteriyorlar. Terslik var; İmam-ha­
dırıların kamuya ait bina ve polis karakollarına yö­
tip öğrencileri ve camiIerden çıkarılan saldırganlar,
neldiğinin İçişleri Bakanlığı'na, ana komuta merke­
Amerikan bahriyelilerinin lüks otellerde kiralık
zine, bildirildiği" de saptanıyor. Akşam saat yediye
Türk kadınlarıyla buluşmalarına tepki duyan soIcu
kadar, Ankara'da sessizlik ve tepkisizlik hüküm sü­
gençliğe tepki duyuyorlar ve öldürüyorlar. On yılda,
rüyor.
cenazeye saygı yerine, taş atıyorlar ve takunya fırla­
tıyorlar. Üç: Vali önlem almaya başlıyor: "23.12.1978
gün ve 3896 sayılı yazıyla saat 1O.00'dan itibaren
"Cenaze kortejinin elleri sopalı kişilerce yönetil­
sokağa çıkma yasağının konulduğunun garnizon
diğine dair, tanık güvenlik kuvvetleri mensupları­
komutanlığına bildirildiği ve bu yasağın halka ilan
nın herhangi bir beyanı yoktur. Kortej yol boyunca
edilmesinin belediye başkanlığına" haber verildiği
sloganlar söylemiş ve pankartlar taşımıştır. Son yıl­
anlaşılıyor.
larda yurdumuzda şiddet olayları sırasında öldürü­
len gerek sağ, gerekse sol görüşlü şahısların cenaze­ Burada, Vali'nin isteklerine devam etmeden be­
lerinde her grup kendi sloganını söylemekte ve ken­ lediye cephesine bakmak gerekiyor. Bunun için de
di görüşünü yansıtan pankartlar taşımaktadır." Ye­ bir parantez açabiliyorum; İçişleri Bakanları, bir ka­
ni bir uygulama, yargı kararına yansıyor. "Cenaze mu kurumu olan belediyelerde yasalara uymayan,
kortejinde bulunanların etrafa herhangi bir saldırı­ belediyeleri bir parti örgütü haline getiren belediye
da bulunmamalan, taşkınlık yapmamaları ve gü­ başkanlarını derhal görevden alma yetkisine sahip­
venlik kuvvetlerince alınan önlemlere uygun hare­ tirler. Maraş Katliamı'ndan önce Maraş Belediye
ket etmeleri kaydı ile slogan söylenmesi ve pankart Başkanı'nın ve Vali'nin sokağa çıkma yasağının bil­
taşınmasına müdahale edilmemektedir. Bu nedenle dirilmesinden sonra ise, büyük bir zorunlulukla, gö­
öldürülen öğretmenlerin cenaze töreninde slogan revinden alınması gereği var. İçişleri Bakanı İrfan
söylenmesi ve pankart taşınması, cenaze töreninin Paşa, ilgilenmiyor.
kanunsuz bir gösteri yürüyüşü haline dönüştüğüne Şimdi Kahramanmaraş'taki tek taburun bölük
kanıt olamaz." Son derece açık olarak ortaya çıkı­ komutanı Yüzbaşı Timur Şen'in ifadesini aktarmak
yor; sinemaya bomba atılmasının Maraş'taki ilerici­
durumundayım. Yüzbaşı Timur Şen, "Yörükselim
lerle bir ilgisi olmadığı ve bunu gerekçe göstererek
mahallesinde oturan alevilere karşı harekete geçile­
öldürülen iki soIcu öğretmeni n cenazesinde, soIcu­ ceği yolunda istihbarat alındığı için bu mahalle ile
ların payına, yasalara aykın hiçbir eylem düşmediği
diğer mahalleler arasında birliklerin yerleştirilmesi­
görülüyor.
ne karar verildiğini" anlatıyor; saldırganları topla­
12 Eylül sabahı, 12 Eylül'ü gerçekleştiren ku­ mak yerine Silahlı Kuvvetler saldırganlar ile maz­
mandanlar tarafından, bir zamanlar üyesi olduğu lumlar arasında bir yer tutmayı tercih ediyor. 23
bakanlar kurulunun başkanı Bülent Ecevit'i meçhul Aralık 1978 sabahı, saat 4,30-5.00 arasında Yüzba­
bir yere götürmek üzere evinden alma görevi verilen şı Şen, görev yerine mevzileniyor. Yüzbaşı Şen'in
ve kabul eden zamanın İçişleri Bakanı, bütün bu ge­ Askeri Mahkeme'de verdiği ifadeyi, Gerekçeli Hü­
lişmeler karşısında hiçbir endişeye kapılmıyor. Ma­ küm kitabından aktarmayı sürdürüyorum: "Saat
raş Valisi T. Soylu ise büyük kaygıları yaşamaya 07.00 sıralannda gün yeni ışımaya başlarken Bele­
başlıyor. Askeri Savcılık, daha sonra, Maraş Valisi diye hoparlöründen 'dünkü olaylarda şehit edilen 2
Soylu'nun hangi önlemlere başvurmuş olduğunu din kardeşimizin bugün cenazesi kaldınlacaktır, bü­
mülkiye müfettişIerine inceletiyor ve bu inceleme- tün din kardeşlerimiz buna katılsınıar, din kardeş-

609
Yalçın Küçük

lerimiz son görevlerini yapsın' şeklinde ve genel nin hoperlöründen kimlerin yayın yaptığını beledi­
mahiyeti itibariyle sağ görüşlü kişileri toplamayı ye içindeki görevliler bilmiyor.
amaçlayan anonsların yapıldığını; anonsların arka­ Vali sokağa çıkma yasağını ilan ediyor ve bir po­
sından anonsu yapan dernek veya partinin isminin lis memuru, nan edilmek üzere Belediye'ye getiri­
söylendiğini, bu anonsların 08.00'e kadar devam
yor. İlan etmiyorlar. Yüzbaşı Bülent Engin, tekrar
ettiğini, durumu telsizle Tabur Komutanı'na bildi­ Belediye'ye gidiyor. İfadesi devam ediyor: "Orada
rerek bu anonsların önlenmesini istediğini" Tabur bulunan polis memurunun sokağa çıkma yasağına
Komutanı'nın Vali ile temasa geçtiğini söylediğini, ilişkin valilik emrini daha önce getirdiği halde yayın
bu anonslar üzerine köşe başını tuttuğu yollardan yapmadıklarını kendisine söylediğini, orada bulu­
şehir merkezine doğru şahısların birer ikişer inme­ nan memurlara sorduğıında 'şu anda belediye baş­
ye başladığını" anlatıyor.·' Anlattıklanndan Vali'nin kanı uyuyor, onun emri olmadan yayın yapamayız'
koyduğu sokağa çıkma yasağının etkili olamadığı da dediklerini" ekliyor. Maraş'ta belediye memurlan,
ortaya çıkıyor. Yine anlattıklanndan, Silahlı Kuv­ valilik emrini dinlemiyorlar.
vetlerin saldırganların hareketini durduramadığı
anlaşılıyor. Bütün plan zaman kazanmak ve saldırganların
saldınlarını sürdürmelerini sağlamak olarak ortaya
Vali Tahsin Soylu, ifadesinde, tahrik edici ilan­ çıkıyor. Ancak Yüzbaşı Bülent Engin, "sokağa çıkma
ları kimin verdiğini açıklıyor. Maraş Valisi'nin ifa­ yasağının on dakikada bir yayınlanmaması halinde
desinden bir bölüm alıyorum: "23.12.1978 günü sa­ yayın odasına el konulup yayın yapmayanlan tutuk­
bah 09.00 sıralannda belediye hoparlörleri ile halkı layacağını" söylüyor. Yayın başlıyor. Sanki Bülent
tahrik edici ölüm ilanlarının yapıldığının telefonla Yüzbaşı, radyoevini ele geçiriyor.
valiliğe ihbar edilmesi üzerine belediye başkanını
telefonla evinde buldurarak yayınlann derhal dur­ Sanki Ankara'da İçişleri Bakanı İrfan Paşa, Ma­
durulması ve ilan metinlerinin valiliğe gönderilme­ raş'ta Vali Tahsin Soylu'nun sinir sistemi ile beceri
sini istediğini, bu ilanların MHP Merkez İlçe Başka­ düzeyi üzerinde bahs-i müşterek oynuyor. Vali Tah­
nı, ÜGD ve diğer bir dernek tarafından yaptınldığı­ sin Soylu, sağa-sola yardım için yıldınm mesajlar
nın anlaşıldığını, ilan metinlerinde 'şehitlerimize göndermeyi sürdürüyor.
yakışır bir şekilde cenazelerin kaldınlması için' hal­ Dört: "23.12.1978 günü saat ıo.30'da telefonla
ka çağrıda bulunulduğıınu ve bu ilan metni dışında sokağa çıkma yasağına rağmen kentin çeşitli yerle­
bazı tahrik edici ifadelerin kullanıldığını, şehirde rinde yoğıın silahlı çatışmalann, yangın ve yağma
tansiyonun yüksek olması ve bazı gruplann hastane olaylannın devam ettiğini, mevcut kuvvetlerin olay­
civannda toplandığının öğrenilmesi üzerine, hukuk ların önlenmesinde yeterli olmadığını, kente acele
anlayışına göre valiliğin sokağa çıkma yasağı koy­ takviye kuvvetiyle civar illerden itfaiye aracı gönde­
mak yetkisi olmamasına rağmen saat ıo.oo'dan ge­ rilmesinin İçişleri Bakanlığı ana komuta merkezine
çerli olmak üzere sokağa çıkma yasağı konularak bildirildiği", mülkiye müfettişIeri raporu ile saptan­
belediye hoparlörleriyle halka duyurulduğunu", mış bir biçimde Gerekçeli Hüküm içinde yer alıyor.
Maraş Valisi anlatıyor.
Sivas'tan bir, Gaziantep'ten üç, Adıyaman'dan
Vali Tahsin Soylu'nun yasalan zorlayarak aldığı iki itfaiye aracı geliyor. Vali Soylu, güvenlik kuvveti
sokağa çıkma yasağının, belediye hoperlörleriyle, istiyor. İçişleri Bakanı İrfan Paşa'dan umudunu
öyle kolaylıkla yayınlanmadığını belirtmek zorun­ kesmiş görünüyor, "umurn" valiliklerden istemeye
dayım. Tam bir iç savaş sahnesi var ve bunu Yüzba­ karar veriyor. Altı: "23. 12.1978 gün ve 3899 sayılı
Şı Bülent Engin anlatıyor. Gerekçeli Hüküm kita­ yıldınm mesajı ile, sokağa çıkma yasağına rağmen
bında yer alan ifadesinde Yüzbaşı Engin, sünni ve aleviler arasındaki otomatik silahlı çatış­
"23.12.1978 günü saat 06.30'dan itibaren verilen maların, yangınlann, tahribat ve yağma olaylarının
görev gereğince, Eğitim Enstitiisü ve çevresinde ter­ bütün şiddetiyle devam ettiğinin güvenlik kuvvetle­
tibat alındığını, saat 08.00'e doğru askerlerin bele­ rinin acz içinde olduğunu, olayların diğer illere SıÇ­
diye hoperlöründen tahrik edici yayın yapıldığını rama istidadı gösterdiğinin daha vahim olayların
bildirmeleri üzerine belediye hoperlörünü dinledi­ önlenmesi amacıyla valiliklerce gerekli önlemlerin
ğini, hoperlörden 'vatandaşlar, din kardeşlerimiz, alınmasının ve Kahramanmaraş iline havadan en
toplanıp akşamki olaylarda ölen ölülerimizi göme­ kısa sürede yeterli sayıda askeri kuvvet gönderilme­
li m' şeklinde yayın yapıldığını, bundan sonra şehrin sinin İçişleri Bakanlığı ve umum valiliklerden isten­
çeşitli kesimlerinden yer yer duman ve silah sesleri­ diği", ve "yedi", aynı isteğin aynı gün öğleden sonra
nin gelmeye başladığını, yakındaki belediye binası­ bir kez de, İçişleri Bakanlığı "ana komuta merkezi­
na giderek yayın odasına girdiğini, yayın odasında ne telefonla yazdınldığı", yine Gerekçeli Hüküm ki­
kimsenin olmadığını, etrafta bulunanlara bu yayını tabında yazıyor. Buna ek olarak, "sekiz", Adana, Ga­
kim yaptı diye sorduğıında bilmediklerini söyledik­ ziantep, Kayseri, Maraş, Adıyaman, Hatay valilikle­
lerini" anlatıyor."· Bir kamu kuruluşu olan belediye- rinden, gece saat yirmi dörtten itibaren Maraş'a hiç-

610
Türkiye Üzerine Tezler III

bir aracın bırakılmamasının istendiği ve "saldınla­


nn polis, kuvvetlerine yönelmesi üzerine, polis-halk eylemlerini nereye kadar vardırabileceklerini
çatışmasının önüne geçilmesi amacıyla, polis kuv­ gayet iyi gözler önüne sermektedir.
vetlerinin 23.12.1978 günü saat ıo.oo'dan itibaren
Saldırganların eylemleri aynı zamanda
görev dışı bırakıldıklan", dokuzuncu madde olarak,
kendilerinin farklı mezhep ve siyasal görüşe
Gerekçeli Hüküm içinde saptanıyor.
sahip halk kesimine yöneliktir.

Alevilere ölüm,

Katliamda Sloganlar"" Evinde silahı, bıçağı, tahrası olan durma-


sın,
Saldırgan grupların eylemleri bir yandan
zamanın icra organına yöneliktir. Bu husus Alevileri öldürelim, memleketten temizle­
öncelikle saldırganlar tarafından söylenen slo­ yelim,
ganlarla belirlenmektedir.
Allahını seven, Peygamberini seven yürü­
Müslüman Türkiye, Komünistler Mosko- sün, komünist alevileri öldürün, alevileri ya­
vaya, şatmayın, bunları öldüren cennetlik olur,
Komünistlere ölüm, Milliyetçi Türkiye, Vurun kızıl komünistlere, bunlara yaşa-
Hükümetiniz gelsin sizi kurtarsın, mak haramdır,

Yaşasın Türkeş, Yaşasın MHP, Alevi komünist dışarıya çık,

Solcu evi gösterin, Alevi gösterin, Maraş alevilere mezar olacak,

Bizim liderimiz içimizde, sizinki nerede, Komünistler Moskovaya, Müslüman Tür-


Ecevit gelsin sizi kurtarsın, kiye, aleviler Moskova'ya, alevilerin yeri bu­
rası değil, alevileri sürgün edeceğiz.
Katil iktidar,
Alevilere hücum, Ecevit'i çağırın sizi kur­
Türkeş burada, Ecevit nerede,
tarsın,
Git Karaoğlanınızı çağır gelsin size yardım
Suçunuz alevi olmak, Halk Partili olmak,
etsin, bizim Türkeş'imiz yanımızda,
Bir alevi öldüren hacca gitmiş sayılır,
Kara itiniz nerede,
Komünistleri bırakmayın, Allah yoluna
Kimden medet umuyorsun, Ecevit'ini ça­
kesin, Sütçü İmam aşkına vurun,
ğır, Türkeş karşındadır,
Bugün cihad günüdür, bir alevi öldüren
Başbuğ Türkeş, Katil Ecevit, Müslüman
cennete gider,
Türkiye,
Milliyetçiler neredesiniz, ne duruyorsu­
Komünist Ecevit çık dışarı,
nuz, Maraş'ta aleviler ile Sünniler birbirini kı­
Kocanı karaoğlana kurban ediyoruz, rıyor, orağınızı, nacağınızı, baltanızı alın gide­
Vali, İçişleri Bakanı Maraş'ı terk etsin, lim."

Hükümet istifa, Sloganları, saldırgan sağ grupların hedefi­


nin alevi vatandaşlar olduğunu göstermekte­
Valiye, İçişleri Bakanına ölüm,
dir. Saldırganiara göre aleviler kızıl komünist­
Vali istifa, İçişleri Bakanının kellesini iste­ tir, bunlara yaşamak haramdır, bunları öldü­
riz." ren hacca gitmiş sayılır, cennetlik olur, alevi­
Görülmektedir ki saldırganlar kendilerini ler Milliyetçi değildir. Burada şu husus hemen
"Milliyetçi", kendi görüşünde olmayanları dikkati çekmektedir: Saldırganların alevilere
"komünist" olarak kabul etmektedirler. Mev­ karşı olmalarının birinci nedeni onların o za­
cut siyasal iktidarı "Hükümetiniz" olarak nite­ manki siyasal iktidara oy veren kişiler olarak
leyip, kendi hükümeti olarak kabul etmemek­ bilinmeleridir. Aleviler zamanın iktidarı ile öz­
tedirler. O zamanki iktidarı "Katil", o zamanki deş kabul edilmişler ve yine onların şahsında
iktidarın başı da "Kara it, Komünist ve Ka­ zamanın iktidarı hedef alınmıştır. Bu nedenle
til"dir. Hükümetin temsilcisi olan İçişleri Ba­ Kahramanmaraş olaylarında sünni-alevi zıtlı­
kanı ve Vali 'nin Maraş'ı terk etmesi, istifa et­ ğından ziyade sağ-sol siyasal görüş ayrılığının
meleri istenmektedir. "İçişleri Bakanının kelle­ daha ön planda geldiğini söylemek yanlış ol­
sini isteriz" şeklindeki sloganlar saldırganların masa gerektir.

611
Yalçın Küçük

Gerekçeli Hüküm'dür; mülkiye müfettişIeri ra­ da Tuğgeneral Mahmut Boğuşlu'nun Yörükselim


porlarını aktanyor. İnanılması zor geliyor; katlia.m Mahallesi zeytinlik kesiminde mahalleye yönelen
devam ederken ve valilik, "umum" vilayetlere gü­ yüzlerce kişilik topluluğu durdurmaya çalışırken,
venlik gücü gönderilmesi için mesaj üzerine mesaj kalabalıktan birisinin vurulduğu, vurulan taraftan
gönderirken, halk-polis çatışmasını önlemek gerek­ birisinin 'bizi niçin durduruyorsunuz, komutanım,
çesiyle, bir de polislerin görevden alınmasına karar seni de böyle vuracaklar bunlar' dediği, yandaki ev­
veriliyor. lerden otomatik silahlarla ateş edildiği, zeytinlik ke­
nannda nişan almış ateş eder durumda erler gördü­
Mazlum halk, bir süre, saldırganIann insafına
ğü, vurulan şahsın mahalle sakinlerinden mi, yoksa
bırakılıyor.
asker tarafından mı vurulduğunu tam olarak tesbit
Tuğgeneral Kenan Güven'in ifadesini aktanyo­ edemediği, Mağaralı ile Yörükselim Mahallesi gü­
rum. Kenan Paşa, savcılık önündeki ifadesinde, "İs­ neyindeki yoldan vilayete dönerken eli sopalı bin­
kenderun 39. Piyade Tugay Komutanı olduğunu, lerce kişinin arasından geçtiği" yazıyor. Tugay Ceri­
23.12.1978 günü saat 15.00 sıralannda tümen ko­ desi'nde yer alan bir saptamadan, Tugay Komutanı
mutanı ile birlikte Kahramanmaraş'a geldiklerini, Tuğgeneral Boğuşlu'nun tank ve kariyerleri ile sal­
kışlanın önündeki Yörükselim mahallesine grupla­ dırganlan tecrit etmeyi uygun görmemiş olduğu so­
nn saldırdıklannı gördüğünü, bu gruplann ateş et­ nucunu çıkanyorum.
tiğini ve ateş edilenlerin de yere düştüğünü gördü­
Zırhlı Tugay mevzilendiktern sonra da saldır­
ğünü, Yörükselim mahallesine taarruz edenlerin
ganlar elleri sopalı dolaşabiliyorlar. Tugay Komuta­
içinde uzun menzilli silahlar, tabancalar ve av tüfek­
nı bunlann arasından geçiyor.
leri kullananlar olduğunu, askerin mukabil atışı
üzerine bu saldırganIann dağıtıldığını, Yörükselim Türk Ordusu ile birlikte savaştım: Böyle bir du­
mahallesine yapılması muhtemel bir saldmyı önle­ rumu anlamakta güçlük çekiyorum.
mek için geri tepmesiz top ve 12,7 lik makinalı tü­
Piyade Binbaşı Sabit Bilgin'in ifadesini aktar­
feklerle ihtar atışı yapıldığını" açıklıyor."" İfade özet;
mam gerekiyor. İskenderun'da yerleşik 9'u ncu Pi­
ancak "askerlerin mukabil atışı" ile nasıl bir karşılık
yade Tugayı'nın Birinci Piyade Tabur Komutanı ol­
verildiği konusunda açıklık görünmüyor.
duğu anlaşılıyor. İslahiye'den, taburuyla geliyor.
Böyle bir açıklığa ihtiyaç var; tümüyle sağlaya­ Askeri Savcilık'ta ifade veriyor. Buna göre,
bilecek durumda değilim. Yalnızca bazı bilgileri, ye­ 23.12.1978 günü Tugay Komutanı'nın telefon emri
ni bir dizge içinde, verebiliyorum. Maraş'a ilk gelen üzerine İslahiye'den hareketle saat 16.30 sıralann­
yardımcı kuvvetin, Maraş'ta yalnızca bir tabur var, da Kahramanmaraş Piyade Tabur Kışlasi'na geldik­
Tuğgeneral Mahmut Boğuşlu komutasında Gazian­ lerini, Kahramanmaraş Üçüncü Piyade Tabur Ko­
tep Beşinci Zırhlı Tugayı, olduğu sonucunu çıkan­ mutanı Binbaşı Kemal Gündüz'ün sesi kısılmış bir
yorum. Harekat halinde Tugay, bir "Ceride" tutuyor şekilde kendisini 'nerede kaldınız binbaşım, ben
ve Ceride'de saati saatına yazılı olanlann bir bölü­ bugün taburumun kıta yükünün tamamını yaktım
mü Gerekçeli Hüküm kitabında yer alıyor; aktanlı­ dediğini" söylüyor. Binbaşı Gündüz, Maraş'taki tek
yor. Burada "saat 10.30-11.00 arası bölük komuta­ taburun komutanıdır; bağırmaktan sesi kısıldığı ve
nının telsizle ateş için yazılı emir istedikleri, Tuğge­ bir günde cephanesinin tümünü kullanmış olduğu
neral Boğuşlu'nun, 'buna lüzum yok, durum açık, anlaşılıyor.
ateş yetkisini kullanma şartlan belli, ateş son çare,
Gerekçeli Hüküm içinde yer alan bilgiler ihtar
ateş etmek de dahil durum neyi gerektiriyorsa, onu
atışı, ikaz atışı, yapıldığı izlenimini veriyor.
yapacaksınız' dediği."·' kaydediliyor. Komutan Tuğ­
general Boğuşlu, ateş için gerekli görülen yazılı em­ İslahiye'den gelen Piyade Tabur Komutanı Bin­

ri vermekten imtina ediyor; bölük komutanı yüzba­ başı Bilgin'in ifadesini aktarmayı sürdürüyorum;
şıya inisiyatifbırakıyor. Sabit Binbaşı, "bu sırada kışla civannda silah sesle­
rinin gelmekte olduğunu, taburun eğitim alanına
Öğleden sonra havaya geri tepmesiz toplarla
gittiklerinde kışlanın hemen bitişiğinde ve batısın­
atış yapıldığı bir günün sabahında komutanın yazılı
da bulunan Yörükselim mahallesindeki evlerin bü­
ateş emri vermekten kaçınması veya sözlü olarak
yük çoğunluğu yanmakta, mahalle aralannda yer
net bir tutıım almak istememesi halinde bölük ko­
yer silah sesleri duyulmakta, mahalle sakinlerinden
mutanlannın inisiyatif almaktan çekinmeleri doğal
bazılannın sığınmak için kışlaya gelmekte, Üçüncü
oluyor. Tutum, komutandan komutana değişiyor.
Piyade Taburu'nun bir kısım erleri ile bir mekanize
İskenderun'dan gelen Piyade Tugayı'nın komu­ birlik kadar kuvvetin kışlanın sınır çiti içinde dur­
tanlanndan derlenen ifadelerin çözümlemesine tek­ makta olduğunu gördüğünü" anlatıyor. Anlatılanı
rar başlamadan önce, Gaziantep'den gelen Zırhlı açarak tekrarlarnam zorunlu oluyor: Yörükselim
Tugay'ın Ceridesi'nden bir aktarma daha yapmak Mahallesi'nde ateş var, yangın var, ölüm var ve
gereğini duyuyorum. Ceride'de "saat 11.00 civann- Üçüncü Tabur'un bir kısım erleri ve bir mekanize

612
Türkiye Üzerine Tezler III

birlik, kışla içinde duruyor. Mümkün; Kışla'yı sa­


vunmak için bekliyor olabilir. kısmı Ünver ailesinin evine, bir kısmı da Akır­
mak ailesinin evine doğru gitmişlerdir.
Ancak Yörükselim Mahallesi'nde öldürülenle­
rin, öldürülmekte olanlann yardımına gitmek gere­ Dalyan sokak üzerinde bulunan Ünver ai­
kiyor ve Binbaşı Sabit Bilgin bu işi yapıyor. İfadesi lesi evlerine saldırılacağını anlayınca, duvar­
"başlannda subay ve astsubaylann bulunduğu tabu­ dan atlayarak bitişik komşuları Osman Kü­
run 80 kişilik kuvveti ile açılıp yayılarak Yörükselim çükbeşer'in evine geçmişler ve bir odaya sak­
Mahallesi'ne girdiklerini ve mahalleyi baştan başa lanmışlardır. Ünver ailesinin evinde bulunan
taradıklannı, evlerin içinde ve bahçesinde 5-6 kadar yaşlı kadın Zühre Yıldırım duvardan atlaya­
ölü gördüklerini, yangınıann müdahale edemeye­ madığı için, kocası Abdurrahman (Abdülva­
cekleri kadar büyük olduğunu, sivil halktan sığın­ hap) Yıldırım bahçe duvarını kazma ile yıka­
mak isteyenleri kışlaya sevkettiklerini ve saat 19.30 rak Zühre Yıldırım'ı da Osman Küçükbeşer'in
sıralannda kuvvetlerini toplayarak kışlaya döndük­ evine almıştır. Ünver ailesinin evine "Vurun
lerini" belirterek devam ediyor. komünistlere" diye bağırarak saldıran gruplar
kapıları kırmışlar, duvarları delmişler, 1 5-20'si
Katliamın başladığı 23 Aralık 1978 tarihi saba­
de dama çıkarak damı delmeye çalışmışlar,
hından itibaren, neden saldırganIann toplanarak
evdeki eşyaları dışarı çıkararak yakmışlar ve
kışlaya ve benzeri yerlere götürülmediğini anlaya­
evi ateşe vermişlerdir. Saldırganlar bu defa
mıyorum. Binbaşı Sabit Bilgin, sığınmak isteyen
Ünver ailesinin sığındıkları Osman Küçükbe­
mazlumlan kışlaya gönderiyor. Savaşta da gördüm;
şer' in evine gelmişler, aile fertlerinin bulun­
mazlumlar, evlerini ve evlerinde yatan cenazelerini
duğu odanın içeriden kilitli olan kapısını si­
kolay kolay bırakmak istemiyorlar. Sevdiklerinin
lahla taramışlar ve kapıyı kırarak içeriye gir­
ölüsü üzerine kapanıp, "beni de öldürün" demeyi
mişlerdir. Kapı silahla tarandığı sırada odada
tercih ediyorlar.
bulunan Mehmet Ünver alnından yaralanmış­
Maraş'ta Ünver Ailesi'nin yok edilmesinde yok tır. İçeriye giren saldırganlar Ünver ailesinin
ediciler önce Malik Ünver'i evinden çıkanp köşe ba­ erkeklerinden önce Malik Ünver'i alarak Çeh­
şında öldürüyorlar. Bundan sonrasını Gerekçeli re Sokak'la Dalyan sokağın kesiştikleri köşe­
Hüküm kitabından aktararak sürdürüyorum: "Ma­ ye getirmişler ve "Allah'ını seven vursun" di­
lik Ünver'in götürülüşü sırasında Ünve.r Ailesi'nden ye bağırarak Malik Ünver'i öldürmüşlerdir.
Mustafa Ünver, Mehmet Ünver, kansı Döndü Ün­ Malik Ünver'in götürülüşü sırasında Ünver ai­
ver ve çocuklan, karşı tarafta bulunan komşu Neba­ lesinden Mustafa Ünver, Mehmet Ünver, karı­
hat Albez'in evine sığınmışlardır. Saldırganlann bu sı Döndü Ünver ve çocukları karşı tarafta bu­
defa Mehmet Ünver ve kansı Döndü Ünver'i de bu­ lunan komşu Nebahat Albez'in evine sığın­
lunduklan evden çıkararak Malik Ünver'in cesedi­ mışlardır. Saldırganların bu defa Mehmet Ün­
nin bulunduğu üç yol ağzına getirmişler, orada 'iki­ ver ve karısı Döndü Ünver'i de bulundukları
mizi bir öldürün' diye bağırarak birbirine sarılmış evden çıkararak Malik Ünver'in cesedinin bu­
olan kan kocayı da öldürmüşlerdir. Ailenin diğer lunduğu üç yol ağzına getirmişler, orada "iki­
fertleri bu ölülerin üzerine kapanarak ağladıklan sı­ mizi bir öldürün" diye bağırarak birbirine sa­
rada tüm saldırganlar Ünver Ailesi'nin geri kalan rılmış olan karı kocayı da öldürmüşlerdir. Ai­
fertlerinin üzerine ateş etmişler, bu ateş sonucu ai­ lenin diğer fertleri bu ölülerin üzerine kapa­
lenin yaşlılan Zühre Yıldınm ile kocası Abdurrah­ narak ağladıkları sırada, tüm saldırganlar Ün­
man (Abdülvahay) Yıldınm'ı da öldürmüşlerdir." ver ailesinin geri kalan fertlerinin üzerine ateş
Böyle öldürüyorlar ve böyle öıüyorlar. etmişler, bu ateş sonucu ailenin yaşlıları Züh­
re Y ıldınm ile kocası Abdurrahman (Abdülva­
hap) Yıldırım'ı da öldürmüşlerdir. Bu atışlar
sırasında saldırganlar kendi içlerinden Mehdi
"İkimizi Bir Öldürün" Dediler ve
Köklü isirrı1i şahsı da yanlışlıkla vurmuşlar ve
İstedikleri Gibi Öldürüldüldı
olay yerinden kaçırmışlardır. Ailenin fertlerin­
Sabahleyin 09.00 sıralarında Yusuflar Ma­ den herbiri bir tarafa dağılmıştır. Aile fertlerin­
hallesi Çehre sokağın iki tarafından ve Dalyan den Mahmut Ünver olay yerinden kaçarak ya­
sokağın üst tarafından "Soku evi gösterin, ale­ kındaki Şekerdere'ye doğru inmiş, kendisini
vi evi gösterin, komünistler Moskova'ya" diye kovalayan 5-6 saldırgan kafasına değnek, de­
bağırarak gelen ve ellerinde baltalar, sopalar, mir, taşla vurarak Şekerdere'ye yuvarlamışlar,
tüfekler, dinamitler, gaz bulunan mahşeri bir arkasından devarrı1ı silah sıkmışlardır. Yaralı
kalabalık Çehre sokak ile Dalyan sokağın ke­ olarak Şekerdere'ye düşen Mahmut Ünver'i
siştiği köşede ikiye ayrılmış, bunlardan bir annesi Leyla Ünver ile babası İbrahim Ünver

613
Yalçın K üçük

den insan çıkarıp yakıyorlar ve havaya ihtar atışı ile


derenin içinde bulmuşlar, İbrahim Ünver vila­ karşılaşıyorlar.
yete giderek yardım istemiş, fakat kendisine Yüzbaşı Günay Güneri, devamla, "bu toplulukla
yardım verilmeyince tekrar geri gelerek, yara­
uğraştığı sırada Yüzbaşı Teornan Saraç'ın bir kari­
lı vaziyetteki oğlu Mahmut Ünver'i sırtlayarak
yerin üzerine çıkmış, toplulukları dağıtmaya çalışır­
yakındaki Ortaseki sağlık ocağına götürmüş­
ken gördüğünü, kariyerin gelmesiyle topluluğun
lerdir. Saldırganlar bu defa sağlık ocağına ge­
saldınlarının o bölgede durduğunu ve topluluğun
lerek kapıyı zorla açmışlar ve İbrahim Ünver'i
başka bir yere gittiğini" ekliyor. İfadede saldırganIa­
dışarıya çıkararak orada öldürmüşler, Leyla
nn toplandığını veya toplanılmasına çalışıldığı yö­
Ünver'i de ağır yaralamışlardır.
nünde bir açıklık yok. Yalnızca bir başka yere gittik­
Saat 1 1 .00 sıralarında Yusuflar Mahallesi leri belirtiliyor. Saldınlarına bir başka yerde devam
Mutlugün sokağa dik, çıkmaz sokağa giren ediyorlar.
saldırganlar, ellerinde taş, sopa ve şişelerle
Günay Yüzbaşı'nın ifadesinin bu bölümünü ta­
"Vurun kızıl komünistlere, bunlara yaşamak
mamlıyorum. "Öğle vakti yolların kapalı ve ateş al­
haramdır" diye bağırarak bu defa Yılmaz aile­
tında olması nedeniyle, tabur arazisinden geçerek
sinin evine saldırmışlardır. Kapıyı açan İsmail
alaya geldiğini, alaya giderken Piyade Tabur Komu­
Yılmaz'ı vücudunun muhtelif yerlerinden bı­
tanı Binbaşı Kemal Gündüz'ün ve yanındakilerin
çakla yaralamışlar ve evde bulunan Ali Yıl­
Yörükselim mahallesinde ateş altında olduklannı,
maz, Hatice Yılmaz ve Hüseyin Yılmaz'ı öl­
kendilerini gizleyecek birer siper seçtiklerini gördü­
dürmüşlerdir. Saldırganların elinden yaralı
ğünü" söylüyor. Yeteri kadar açık; ek bir açıklama
olarak kaçmaya çalışan İsmail Yılmaz ayağı
gerektirmiyor.
kayarak Şekerdere'ye doğru yuvarlanmış ora­
dan Devlet hastanesine gitmiştir. Ertesi gün Yüzbaşı'nın ifadesinin bu bölümü "bu sırada"
aile reisi Ali Yılmaz'ın cesedi, sağ eli bilekten diye başlıyor. Kuşkusuz, bu, Yüzbaşı'nın bir başka
tamamen kesilmiş, anne Hatice Yılmaz'ın ba­ olayı anlatmış olduğunu anlatıyor. Herhangi bir
Şı biriketle parçalanmış bir halde ve ailenin gizleme ve çarpıtma izlenimini ortadan kaldırabil­
diğer ferdi Hüseyin Yılmaz'ınki de olmak mek için, "bu sırada" geçen diğer olayı da aktar­
üzere üç ceset evin önünde etrafları bir kan mam gerekli oluyor. Yalnız bunu yapmadan önce
gölü halinde ve her tarafları kan içinde bu­ Zırhlı Tugay Komutanı Tuğgeneral Mahmut Boğuş­
lunmuştur. lu'nun ifadesinden bir pasaj almak durumundayım.
Tuğgeneral Boğuşlu, ifadesinin bir yerinde,
"23.12.1978 günü Yörükselim mahallesinin batısın­
Umulmadık bir gelişme yok; Yüzbaşı Timur daki zeytinlik kesiminde toplanmış olan yüzlerce
Şen 'in ifadesini tekrarlayabiliyorum. Gerekçeli Hü­ kişilik bir grubu durdurmaya çalıştıkları sırada,
küm kitabında, Timur Yüzbaşı'nın "22.12.1978 gü­ topluluktan 100-200 kişilik sünni vatandaş grubu­
nü cereyan eden cenaze töreni olaylan sonrasında. nun, karşıdaki alevilerin bulunduğu bir evden ma­
General Boğuşlu'nun başkanlığında yapılan toplan­ kinalı tüfeklerle taranacakları kuşkusunda oldukla­
tıda, Yörükselim mahallesinde oturan alevilere kar­ nnı belirttikleri" bilgisini veriyor." Küçük bir özet
şı harekete geçileceği yolunda istihbarat alındığı" zorunluluğu doğuyor; Tuğgeneral Boğuşlu, Maraş'a
bilgisini vermiş olduğu yazılıyor. Büyük Katli­ kuvvetleriyle birlikte intikal edince, Yörükselim
am'dan önce, katliam yapılacağı istihbaratı var. mahallesindeki alevi yurttaşlara sünni vatandaşla�
rın hücum edecekleri istihbaratıyla karşılaşıyor.
Jandarma Yüzbaşısı Günay Güneri'nin de ifade­
Katliam alanında ise tecavüze hazır sünni topluluk­
si var. Parça parça aktarmak zorundayım; bunu ya­
ların, bir alevi evinden makinalı ile taranacakları
parken sonsuz üzüldüğümü yazmak gereğini duyu­
kuşkusunu dinliyor.
yorum: Yine Yörükselim'de geçiyor ve ifadesi Ge­
rekçeli Hüküm kitabında, özetle ve şöyle yer alıyor: General Boğuşlu'nun ifadesini aktarmayı sürdü­
"Bu sırada büyük bir grubun hemen aşağılannda ve rüyorum. Tugay Komutanı, "bunun üzerine anılan
Yörükselim mahallesinin en yukansında bulunan evi J. Yzb. ile aradıklannı, çoğu kadın ve çocuklar­
koruluğun yakınındaki evlere saldırdığını, kırdığını, dan oluşan 25-30 kişinin bulunduğu evde bir av tü­
içindeki insanları çıkarıp yaktığını görerek, erleri feği bulduklarını, aynı anda dışarıda 500-600 kişi­
tepede bırakarak olay yerine yalnız gittiğini, orada lik bir grubun toplanmış olduğunu, bu grubu ikna­
bulunan Piyade Taburu'na ait bir miktar erle bera­ ya çalıştığı bir sırada alevilerin bulunduğu Yörükse­
ber havaya ihtar atışı yaparak topluluğun üzerine lim mahallesinin zeytinlik bölgesinden kesif ateş
yürüyüp 50 metre kadar gerilettiklerini, topluluğun seslerinin gelmeye başladığını" söylüyor. Zırhlı Tu­
hemen hemen hepsinin elinde sopa, demir, nacak gay Komutanı'nın, kadınlann ve çocukların sığın­
gibi şeyler olduğunu" anlatıyor.93 Saldırganlar evler- mış olduğu bir alevi evine saldırmak isteyen 500-

614
Türkiye Üzerine Tezler III

600 saldırganın saldmsını "ikna" yöntemiyle önle­ gay Komutanı, bir eve saldırmak isteyen beş yüz ki­
meye çalıştığı anlaşılıyor. şiyle konuşuyor. Saldırmak istenen eve girip arama
yapıyor. içerde kadınlar ve çocuklar, erkeklerle bir­
Şimdi Jandarma Yüzbaşısı Günay Güneri'nin
likte ölümü bekliyor. Zırhlı Tugay Komutanı, evde
ifadesini aktarmayı sürdürüyorum. Uzun bir pasajı
yalnızca bir av tüfeği olduğunu saptıyor. Saldırgan­
alıyorum. J. Yzb. Günay Güneri, "saat 09.00 sırala­
ları, evdekileri öldürmemeye ikna ediyor.
rında Jandarma Alay Binası'nda bulunurken, YÖ­
rükselim mahallesinden yoğun silah seslerinin gel­ "Bu sırada", yakın bir yerde yurttaş öldürülüyor.
diğini duyduğunu, gerek telefon eden, gerekse biz­ Yüzbaşı Günay Güneri'nin "bu sırada" sözcükleriyle
zat gelen vatandaşlardan bu mahalleye silahlı saldı­ başlayan ifadesi işte tam burada başlıyor.
rı olduğunu ve öldürme olayının vuku bulduğunu Binbaşı Kemal Gündüz, ifadesinin bir bölümün­
öğrenince İl Jandarma Bölük Komutanı Teornan de, "23. 12.1978 günü sabahleyin Yörukselim Ma­
Saraç ve yanlarına aldıkları erlerle alay binasından hallesi Çamlık bölgesinde iken Mağaralı Mahalle­
çıkarak silah seslerinin geldiği yöne hareket ettikle­ si'nin daha ilerisindeki bir grupta üç hilalli bayrak
rini, kendisinin önce Ortaseki Sağlık Ocağı'na gitti­ gördüğünü, Jandarma Yüzbaşısı Günay Güneri'nin
ğini ve orada kurşunla yaralanmış vatandaşlar gör­ getirdiği jandarmalar ve kendi yanındaki inzibatlar­
düğünü, Yörükselim, Mağaralı ve Serintepe mahal­ la birlikte Mağaralı'nın üstündeki setlerde ve sırt­
lesinde öldürme ve çok miktarda yaralama olayının larda bulunan kalabalığı önlerine katarak Serintepe
olduğunu öğrenince Endüstri Meslek Lisesi'nin bu­ Mahallesi'ne doğru kovaladıklarını, Yörükselim
lunduğu sokaktan Yörükselim mahallesine girdiği­ Mahallesi'nde olaylar devam ederken, öğleden son­
ni, yukarı doğru çıkarken yaralanmış şahıslar, yerde ra Serintepe tarafından gelen yaşlı bir vatandaşın
kan izleri gördüğünü, silah sesleri, patlama sesleri, 'bizim orada katliam başladı' demesi üzerine, Bin­
bağrışmalar duyduğunu, arkasından kariyerlerin de başı Yaşar Spor, Yüzbaşı Mustafa Peker, 10 inzibat
gelmekte olduğunu, bu sırada Yüzbaşı Teornan Sa­ ve 4 kariyerle birlikte, Mağaralı ve Yörükselim Ma­
raç'ın da kendisine yetiştiğini, boşluklardan sızıp, hallesi'nin üst tarafında bulunan zeytinlik bölgesi­
arkalarına geçerek oradaki topluluklarla birleşmeye nin üst kısmına gittiğini, evlerin ateşe verilmiş oldu­
çalışan gruplarla uğraştığı sırada Tuğgeneral Mah­ ğunu, evlerin köşesine ve arazinin muhtelif yerleri­
mut Boğuşlu'nun refakatinde yalnız bir jeeple gelip ne dağılmış av tüfeği ile ateş eden insanlar gördüğü­
bir eve saldırmak isteyen toplulukla konuştuğunu nü, önce subay ve astsubayların tomsonları ile arka­
görerek yanına gittiğini" söylüyor. Böylece bir açık­ sından da kariyerlerden inen erlerin piyade tiifekle­
lık ortaya çıkıyor; General Boğuşlu'nun sözünü etti­ riyle ateş gelen yerlere hedef gözetmeksizin ateş et­
ği, ancak adını vermediği Jandarma yüzbaşısı Gü­ tiklerini bir evin önünde ve balkonunda 2 kadın ce­
'
nay Güneri'dir ve General Boğuşlu, saldm niyeti sedi gördüğünü, Binbaşı Yaşar Spor ile aynı kariyer­
açık bir toplulukla konuşuyor. de olduklarını, kendilerine hedef alan ve çok yakın­
Günay Yüzbaşı, devam ederek, "bu topluluğun dan geçen kurşun sesi üzerine kariyerin üstündeki
,
arkalarında bulunan evden silahla ateş edildiğini 12,? liklerle ateş eden yönü taradıklarını, o bölgede
söyleyerek bunların yakalanmasını istediklerini, takriben 50 eve dağılmış bulunan 700-800 aleviyi
General Boğuşlu ile adı geçen eve girdiklerini, evde kariyerlerin himayesinde kışlaya taşıdıklarını, bu
çok sayıda kadın, çocuk, ve erkeğin olduğunu, ken­ tahliye işleminin saat 15.00'e kadar sürdüğünü" an­
dilerine saldmldığını ve öldürüleceklerini söyledik­ latıyor."' Maraş Garnizon Komutanı Binbaşı Kemal
lerini, evde kısa bir araştırma yaptıysa da herhangi Gündüz, saldırganların isyan bayrağı olarak üç hilal
bir silah bulunmadığını, bilahare bir av tüfeği getir­ taşıdıklarını gördüğünü ifade ediyor. Mazlumların
diklerini, dışardakilerin bu av tüfeğini görünce yatı­ bir bölümünü kışlaya taşıyor.
şır gibi olduğunu, yanına iki jandarma eri alarak te­ Binbaşı Gündüz'ün ifadesinde Yüzbaşı Mustafa
peye doğru çıknıaya başladığını, bunun üzerine elle­ Peker'in adı geçiyor. Yüzbaşı Peker, "Yörükselim
rinde silah bulunan bu topluluğun tepenin daha uç Mahallesi'nde bulunduğu bölgeden uzaklaşan grup­
tarafına doğru gerilediklerini, tepenin üstiinde Kah­ ların, gittikleri tarafta meydana gelen yangınlar ve
ramanmaraş'ın kuş bakışı olarak görüldüğünü, çe­ silah sesleri üzerine Binbaşı Kemal Gündüz ve Bin­
şitli silahların, patlayıcı maddelerin, dinamitlerin başı Yaşar Spor ile birlikte Mağaralı Mahallesi'nin
çıkardığı seslerin duyulduğunu, çeşitli yerlerde top­ üst kısmına doğru gittiklerini, kalabalık bir grubun
lanmış saldırgan insanların, çıkan dumanların, ya­ 200-250 metreden mevzilenmiş olarak kuşattıkları
nan evlerin hep görüldüğünü, orada bulunmaları­ bir eve ateş ettiklerini görerek kariyerleri bu evin
nın tepedeki silahlı saldırganların aşağıya inmesini önüne çektiklerini, evde bulunanların 'bizı öldürü­
önlediğini" ekliyor. Tepedeki saldırganlar aşağıya yorlar, bizi kurtarın' diye yardım istediklerini, 2 kat­
inemiyorlar; aşağıdaki saldırganlar, ev yakıyorlar, lı olan evdeki yaralıları kariyere alarak evdeki in­
insan yakıyorlar. Hiçbir saldırganın enterne edile­ sanları da kariyerlerin himayesinde piyade taburu­
rek kışlaya götürülmesi düşünülmüyor. Zırhlı Tu- na sevke başladıklarını, bu sırada kendisinin bulun-

615
Yalçın Küçük

duğu kariyerin hemen yanında çocuğu ile birlikte etrafa ateş ettiklerini ve sığındıklan Mehmet Po­
yürümekte olan bir kadının mevzilenmiş olan grup­ lat'ın evine gelerek taş ve sopalarla pencereleri kır­
tan açılan ateş sonucu yaralanarak yüz üstü yere dıklannı, 'vurun komünistlere ne duruyorsunuz' di­
düştüğünü, yaralı kadını kariyere alarak uçaksavar ye bağırarak kapının önünde oturmakta olan M. Ali
ve piyade silahlan ile ilerde mevzilenmiş olanların Güner isimli yaşlı adamın boynuna tahrayı dayaya­
15-20 metre kadar önüne ikaz atışı yaptıklannı" rak 'müslüman mısınız, değil misiniz' diye sorduk­
söylüyor. Söylenenleri tekrarlıyorum; bir saldırgan lan, o sırada evin bulunduğu yere gelen askerlerin
grubu mevzilenmiş ve bir eve ateş ediyor. Güvenlik bu saldırganlan aşağıya doğru uzaklaştırdıklan ve
Kuwetleri bu saldırganlara dokunmuyor. Saldır­ evin ön tarafına beşer metre aralıkla dizilerek bura­
ganlarla saldınlanlar arasına kariyerleri çekiyorlar; da iki-iki buçuk saat kaldıklan" bir başka ifadede
araya giriyorlar. Evdekiler "bizi öldürüyorlar, bizi yer alıyor.
kurtann" diye yalvarmaya başlıyorlar. Bunun üzeri­ Askerler, bir grup yurttaşın yaşamını kurtarıyor.
ne bunlan alıp kariyerin yanında götürmeye başlı­
Ne yazık, yalnızca öğleden sonra saat iki buçuğa
yorlar. Saldırganlar ateşe devam ediyor. Bir kadın
kadar sürüyor. Saat iki buçukta askerlerin bir başka
vurulup düşüyor. Güvenlik Kuwetleri, saldırganla­
yere gitmesi gerekiyor; bir bölük yurttaş öldürülü­
rın 15-20 metre önlerine uyan atışı yapıyor. Daha
yor.
yakınlanna atış yapmıyor.
Bu ifade de, "saat 14.30 sıralannda askerler
Evde yaralı var. Sağ olanlar tahliye edilirken vu­
'cephaneliğe yürüdüler' diyerek kendilerini bırakıp
ruluyorlar. Hiçbir saldırganı yakalayıp kışlaya gö­
kışlaya gitmeye başlayınca, kendilerinin de askerle­
türmek akla gelmiyor.
rin arkasından gitmeye başladıklannı, bu sırada
Sağ kalabilen Hünkar Bozkurt, İbrahim Boz­ hem aşağıdan, hem yukarıdan yağmur gibi kurşun
kurt, Mercan Bozkurt anlatıyorlar: "23.12.1978 gü­ yağdığını, ateş edildiği için yatarak kalkarak kaçtık­
nü sabahı 08.30 sıralannda bakkal Murat'ın evinin lannı, bu sırada Hüseyin Kilit ve Hatice Temiz'in
önüne minübüs, kamyon ve dolmuşlarla toplulukla­ yaralandıklannı, saldırganlann 'vurun komünistle­
nn geldiğini, orasının çok kalabalık olduğunu, bu re' diye bağırmakta olduklannı, Mağaralı deresini
topluluklann 'Müslüman Türkiye, Komünistler geçerek Molla Tabak'ın evine sığındıklannı ve o sı­
Moskova'ya, Allahını Seven Gelsin, Alevilere Ölüm, rada evden içeri girmekte olan Hüseyin Baz'ın hanı­
Alevileri Yaşatmayalım' diye bağırarak ve ellerinde mı Fatma Baz'ın kapıda vurularak öldüğünü, çocu­
kesici, delici aletler, taş, sopa ve uzun menzilli silah­ ğu Yılmaz Baz'ın da öldüğünü, Zeynep Aydoğan'ın
lar olduğu halde yürüyüşe geçtiklerini, oturduklan da Molla Tabak'ın evinin önünde öldüğünü, Molla
İmam Ergönül'ün evinin etrafında dolaşan bu top­ Tabak'ın evinin her tarafının sanlarak kurşun yağ­
luluğun camlan kırdıktan sonra gittiklerini"'" ifade muruna tutulduğunu, üç hilalli bayrakla eve doğru
ediyorlar. Saldırganlar, İmam Ergönül'ün evinin yürüdüklerini, bir süre sonra kariyerlerle askerlerin
önünde, sabah, kızılderili türünden dolaşıyorlar ve yetişerek kendilerini kurtardığını ve kariyerlerin hi­
uygun gürültüleri çıkardıktan sonra gidiyorlar. mayesinde kışlaya götürüldüklerini" anlatarak sona
eriyor.97 Askerler aynlmadan önce, bu yurttaşlann
Kızılderili türünden sonra geri geliyorlar. Veri­
yaşamlannı neden güvence altına alamıyorlar; an­
len ifade, "saat 13.00 sıralannda yine bu topluluğun
laşılmıyor.
eve hücum ettiklerini, evin üzerine çıkarak beton ta­
vanı delmeye başladıklannı, pencereden içeriye gaz, Bu alt bölümün de sona ermesi gerekiyor.
benzin, patlayıcı madde attıklannı ve bir yandan da Belgeler, görevliler ile tanıklann ifadesinden
kilitli demir kapıyı sökmeye çalıştıklannı, saldır­ sonra, bu alt bölümü, Yargıçlar Kurulu'nun bir de­
ganIann kapıyı kırarak içeriye hücum ettiklerini ve ğerlendirmesi ile bitirebilirim. Gerekçeli Hü­
bu evde bulunanlardan İmam Ergönül, Hacı Bektaş küm'de yer alıyor ve şöyle yazılıyor: "Mağaralı ve
Bozkurt, Hüseyin ErgönÜı, Güllü Ergönül ve Mah­ Serintepe Mahalleleri'nde yer yer büyük topluluk­
mut Ünal'ı öldürdüklerini, diğerlerini de yaraladık­ lar birikmiş, bunlann mevcudu gittikçe artmıştır.
lannı, evden bir fırsatını bularak kaçıp Mağaralı de­ Uzaktaki Serintepe Mahallesi'ndeki evlere saldırtıl­
resinin öbür tarafındaki Molla Tabak'ın evine sığın­ dığı, dumanlann, alevlerin yer yer yükseldiği görül­
dıklarını, oradan da askeri kışlaya götürüldüklerini" mekte, patlama ve silah sesleri duyulmaktadır. Te­
anlatarak devam ediyor. pelerdeki silahlı gruplar çıplak gözle görülmekte­
Molla Tabak'ın evine sığınıyorlar ve kurtuluyor­ dir. Dağıtılan gruplar başka bir yerde toplanmakta
lar. Büyük şans! Molla Tabak'ın evi herkes için aynı ve evlere saldırmaktadırlar."'· Dağıtılan, ancak en­
ölçüde şanslı görünmüyor. "Bu topluluğun bir süre terne edilmeyen saldırganlar, tekrar saldmyorlar.
sonra Yörükselim'den tekrar geriye dönerek 'vurun, Üç gün sürüyor.
kırın, öldürün' diye bağırarak ve evlere saldırarak Kaldığı yerden bu aktarmaya devam ediyorum:
yakmaya, yıkmaya başladıklannı, devamlı olarak "Ellerinde av tüfeği, tahra, balta ve daha başka si-

616
Türkiye Üzerine Tezler III

lahlar olan, 'Müslüman Türkiye' diye slogan atan ve ile tüm bağlannı kesemediği ve geleceğe tümüyle
alevileri imha ve tahrip için kesin kararlı görünen bağlanamadığı için bir atalet içinde yaşıyor.
bu gruplar evlere saldırmakta, yakıp yıkmakta ve
Maraş Olaylan için Askeri Savcılık tarafından
içindekileri katletmektedir. Askerler timlere ayrıla­
hazırlanan iddianamede, "16.12.1978 gününden iti­
rak saf düzeninde yayılmış ve saldırgan topluluklar
baren Kahramanmaraş Çiçek Sineması'nda oynatıl­
bazan ikna edilerek, bazan bağnlarak, bazan zor
maya başlanan "Güneş Ne Zaman Doğacak" isimli
kullanılarak Serintepe Mahallesi'ne kadar sürülüp
filmin sağ görüşlü Kahramanmaraşlılar arası��a
kontrol altına alınmaya çalışılmıştır. Ancak mevcut
büyük ilgi gördüğünü anlayan Kahramanmaraş Ul­
kuvvetlerle bu kadar geniş bir topluluğu kontrol al­
kücü Gençlik Derneği'nin bu olayı üye ve sempati­
tına almak mümkün olmamıştır. Bu sırada şehrin
zanlannı artırmak, propaganda aracı olarak kullan­
her tarafından yangınlar yükselmeye, her taraftan mak amacına yöneldiği" ifadesi yer alıyor.'oo İddia­
silah sesleri gelmeye başlamış ortalık bir harp sah­ namede "ÜGD birinci ve ikinci başkanlannca halkın
nesi gibi olmuştur." Gerçekten de, Gerekçeli Hü­ sol çevreler aleyhine kışkırtılması için sinema salo­
küm'de yazılıyor, "mevcut kuvvetlerle bu kadar ge­ nunda tahrip gücü az bir dinarnit patlatılarak bu işi
niş bir topluluğu kontrol altına almak mümkün" ol­ solculann yaptığı süsü verilmesi karan alındığı" id­
madığı için harp sahnesi üç gün sürüyor. diası da yer alıyor. Gerçekten de 19.12.1978 akşamı
Sıkıyönetim ilanını isteyenler, Maraş Katliamı sinemada, İddianame'deki nitelerne ile, "parça ve
ile, kendi yanlannda güçlü bir mantık buluyorlar. tahrip tesiri olmayan basınç tesirli bir patlayıcı
maddenin" patlatılmasından sonra, Ökkeş Kenger,
Askeri Mahkeme, Maraş Katliamı'nı, Hükümet
postahaneye koşarak iki kez Ankara ile telefonla ko­
Kuvvetleri'nin yeterli olmamasına bağlıyor. Kesin­
nuşuyor ve "ben teşkilattanım, Çiçek Sinernası'na
likle katılıyorum. Hükümet Kuvvetleri miktar ola­
patlayıcı madde atıldı" diyor. Konuşmayı duyan bir
rak pek çok yetersiz kalıyor. Ayrıca katliam alanına
yurttaş anında ernniyete haber veriyor.
sevkedilen kuvvetler, saldırganlığa set çekmek yeri­
ne saldırganlan ikna etmeyi bir yöntem olarak seçi­ Savcılık soruşturması sırasında hem Ökkeş'in,
yorlar. hem de Ankara'da telefon ettiği yerin ülkücü kuru­
luşlarla bağlantısı net bir biçimde sağlanıyor. Ök­
Hükümet Kuvvetleri, saldırganlan enterne etme
keş, emniyette ve uzun müddet bomba işindeki so­
veya tecrit yoluna gitmek yerine, evlerini bırakarak
rumluluğu kabul ediyor. Sonunda ifadelerini işken­
sığınacak bir yer arayan mazlumlan, çok zaman
ce ile verdiğini ileri sürüyor ve reddediyor. Olabilir.
araçlar içinde bile değil, kışlaya topluyorlar. Katlia­
Önemli değil.
mın başında saldırganlan enterne etme yoluna gi­
dilmesinin ölüm sayısını ve tahribatı azaltacağını Çünkü Ökkeş'in delil yetersizliğinden berat et­
düşünüyorum. mesi çok sonra oluyor. Zamanında daha doğru bir
söyleyişle anında, Maraş Valiliği, bu bilgiyi ve Ge­
Bir parantez açıyorum. Daha önceki bölümlerde
rekçeli Hüküm kitabındaki ifade ile "20.ı2.1978 ta­
zamanın başbakanı Süleyman Dernirel'in, 12 Eylül
rihli yıldınm telsizi ile" İçişleri Bakanlığı'na ileti­
öncesi bir askeri müdahaleden hiç kaygılanmadığı­
yor.'O] İrfan Paşa'nın başında bulunduğu bakanlıkta
nı belgelerle ortaya koymak imkanını buldum. Çö­
bu telsizle ilgili herhangi bir önlernin alındığının
zümlemeye çalıştım; askeri müdahale ile gelebile­
işaretine rastlanmıyor.
cek yeni hükümetten korkusu olmadığı için hiçbir
kaygı göstermediğini ileri sürdüm, sürüyorum. 20 Aralık tarihinde sol görüşlülerin devam etti­
ği Akın Kıraathanesi'ne bomba atılıyor; iki kişi yara­
1978 yılı Aralık başı Türkiye Cumhuriyeti Hükü­
lanıyor. Bir gün sonra, 21 Aralık 1978 tarihinde, sol
meti'nin başının bir sıkıyönetim isteyip istemediği
görüşlü ve TÖB-Der üyesi iki öğretmen, Hacı Çolak
konusunda elimde önemli bir kanıt olmadığını söy­
ve Mustafa Yüzbaşıoğlu vuruluyorlar ve öldürülü­
lemek durumundayım. Ancak 1978 yılı sonuna gel­
yorlar.
diğinde Başbakan Bülent Ecevifin de bir sıkıyöne­
tim planlaması içinde olduğu düşüncesini, kökten İki öğretmenin cenazesinin 22 Aralık 1978 tari­

reddetmek için hiçbir neden bulamıyorum. hinde kaldırılması kararlaştırılıyor. Vali Tahsin
Soylu bunu öğrenir öğrenmez, İçişleri Bakanlığı'na
Ecevit Hükümeti'nin İçişleri Bakanı İrfan Pa­
yeniden başvuruyor. Gerekçeli Hüküm kitabından
şa'ya gelince, eğer Ecevit Hükümeti bir sıkıyön etim
. aktanyorum: "22.12.1978 günü öldürülen öğret­
planlaması içinde değilse. Emekli Orgeneral Irfan
menler için cenaze töreni yapılacağının öğrenilmesi
Özaydınlı'nın, kendi hükümetinin dışında, sıkıyö­
üzerine vali tarafından durum 21.12.1978 günü saat
netim ilanı partisi içinde yeraldığına inanıyorum.9"
19.20'de İçişleri Bakanlığı'na bildirilerek cenaze tö­
Başka türlü bir açıklama bulamıyorum.
reni sırasında olay çıkması kuvvetle muhtemel gö­
Atalet beyinle ilgilidir; ancak beyni etkileyen çe­ rüldüğünden bahisle yeteri kadar jandarma koman­
lişik güçlerin olması gerekiyor. Oblohamov, geçmişi dosu gönderilmesi istenilmiştir."'o, İrfan Paşa'nın

617
Yalçın Küçük

başında bulunduğu bakanlığın bu istekler karşısın­ yor: "Kahramanmaraş Valisi'nin saat 16.50'deki is­
da da sessizliği seçtiği anlaşılıyor. Vali, cenaze töre­ temi üzerine saat 16.55'de Gaziantep 5. Zırhlı Tugay
ninin öncesinde, "makina başında" sürekli telsizler 2. Mekanize Piyade Taburu'na alarm verilmiş, 7.
yazdınyor. Gerekçeli Hüküm kitabından aktarıyo­ Tümen ve 2. Ordu Komutanlıklarına durum arz edi­
rum: "21.12.1978 tarih ve 1880 sayılı yıldınm telsiz lerek alınan emir üzerine saat 19.45'de 5. Zırhlı Tu­
ile İçişleri Bakanlığı ve Elazığ Valiliği'nden, Ela­ gay Komutanı Tuğgeneral Mahmut Boğuşlu Kahra­
zığ'da bulunan Kahramanmaraş toplum polislerinin manmaraş Vilayet Konağı'na, 2 motorlu piyade bö­
geri gönderilmesi, 21.12.1978 tarih ve 3881 sayılı lüğü ile bir kariyer bölüğünden oluşan 2. Mekanize
yıldınm telsizle Adana-Gaziantep-Kayseri-Malatya Piyade Taburu da saat 21.30 da Kahramanmaraş'a
valiliklerinden cenaze töreni için Kahramanmaraş'a gelmişlerdir.w, Böylece ilk takviye kuwetlerinin, bir
geleceklerin üzerlerinin aranarak gönderilmeleri, mekanize piyade tabur büyüklüğünde olmak üzere,
22.12.1978 saat 02.10 tarihli yıldınm telsizle İçişle­ İçişleri Bakanı İrfan Paşa'nın inisiyatifi ile değil,
ri Bakanlığı'ndan, Gaziantep'ten 50 kişilik toplum Maraş Valisi'nin ısrarlı isteği sonucunda ve ancak
polisinin gönderilmesi istenilmiştir." Bütün bu is­ 22 Aralık 1978 tarihinde akşam saat dokuz buçukta
tekler ve yıldırım mesajlar, Maraş'ta önemli olayla­ geldiği ortaya çıkıyor.
rın beklenildiğini gösteriyor.
Sonunda sıkıyönetim geliyor.
Sormaya mecburum.
Sıkıyönetim idaresini 12 Eylül Rejimi izliyor.
Baskılar çözümlerden önce soruları önlemek
için düzenleniyor.
Cehennemden Sayfalar
1978 yılında CHP, yeni bir Takrir-i Sükftn Düze­
Yalnızca başlıkları ve ara başlıkları koyu­
ni arayışı içine mi giriyor?
yorum. Tümü, hiçbir ekleme yapılmadan, tu­
1978 yılı Aralık ayının üzerinden iki yıl bile geç­ tanaklardan, iddianamelerden ve gerekçeli
meden 12 Eylül gerçekleşiyor. Daha önceki bölüm­ hükümlerden alınıyor.
lerden hatırlanıyor; bir çözümleme olarak değil, bir
İşkenceyi sergilemek istemiyorum. Bu ya­
gözlem olarak yazılıyor. Financial Times'in temsil­
pılıyor. Benim işim değiL.
cisi David Tongue bile, 12 Eylül'den hemen sonra
Bülent Ecevit ile yaptığı görüşmeden, şaşkın ve Ece­ İnsanın direnişini ortaya koymak istiyo­
vit'in 12 Eylül'ün uzun sürmesini istediği izlenimini rum. Evrenin en güzel iki yaratığının yıldızlar
alarak ayrılıyor. ve insan olduğuna inanıyorum.

Hacı Çolak ile Mustafa Yüzbaşıoğlu'nun cenaze­ Dinler, cehennemden dönüşü kabul etmi-
si için, bütün yıldınm mesajlara karşın, Kahraman­ yor.
maraş'a bir tek takviye Hükümet Kuweti gönderil­ Tutarlı; cehennemden dönenin insan ola­
miyor. Cenaze törenine katılanlar Ulucami'de taş ve bileceği düşünülemiyor.
takunya yağmuruna tutuluyorlar. Saat 1O.20'de, is­
yancılardan bir heyet, Silahlı Kuwetler'e isteklerini Türkiye'nin yakın tarihi belki de, Türki­
ye'nin dinlerin bile düşünemediği insanlar ül­
bildiriyor. Bir ültimatom niteliğindeki istekleri Ge­
kesi olduğunu sergiliyor.
rekçeli Hüküm kitabından alıyorum: "Saat 16.20 sı­
ralannda Ulucami karşısındaki bir dişçinin bürosu­ İşkence veya idam söz konusu olunca, in­
na gelmiş olan Belediye Reisi Ahmet Uncu ile Jan­ sanı, sağcı-soıCu diye ayırmayı kavrayamıyo­
darma Kıdemli Yüzbaşı Teornan Saraç, Ulucami rum. Solculuk ve, sağcılık insanın gelişmişlik
önündeki sağ gruptan 10 kişilik bir heyet iıe görüş­ düzeyini belirliyor, insan ise her zaman var.
müşlerdir. Sağ topluluğun temsilcileri, 'okullardaki Eğer sağcılarla ilgili işkence iddialarıyla karşı­
tahriklerin kalkmasını, karakollardaki baskıların laşmış olsam, yayınlarnaktan çekinmem; ya­
sona erdirilmesini, devlet dairelerindeki sol görüşlü pılmanuş olduğunu ileri sürmüyorum, Maraş
memur ve işçilerin tahriklerinin önlenmesini, okul­ Katliamı'nı başlatan sinemaya bomba atılması
ların polis yerine asker tarafndan korunmasını, ce­ olayında sanık Ökkeş, emniyette suçlamayı
naze defin töreninin yapılmamasını, solcu polislerin kabul ediyor. Sonra reddediyor. İşkence iddi­
ve solcu öğretmenlerin derhal tayin edilmesini, asıyla karşılaşırsam, kabul etmekte tereddüt
POL-DER ve TÖB-DER'in kapatılmasını' istemişler, göstermem.
bu istekler il Valisine iletilmiştir.",o3 Yeni bir iktida­
Yine de sağcılık sanıklarına çok az işken­
nn ilk istekleri görünümü veriyor.
ce yapıldığını düşünüyorum. Bir maddi kanıt
Bu isteklerin bildirilmesinden otuz dakika son­ var. MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası sanık­
ra, İçişleri Bakanlığı'ndan umudunu kesen Kahra­ larının emniyet şubelerinde çok az ya da hiç
manmaraş Valisi, kendi başının çaresine bakıyor. tutulmadığı görülüyor. İddianame, gözaltı ve
Yine Gerekçeli Hüküm kitabından aktarmak gereki-

618
Türkiye Üzerine Tezler III

tutuklama tarihlerini de veriyor. Emniyete ge­ Gözaltı süresinin sınırsız olması acıların
len cezaevine gönderilmiş; netlikle saptayabi­ sonsuz olması demek oluyor.
liyorum.
• ••
Cezaevi koşulları başlı başına "işkence"
sayılabilir; ancak, elektrik vermek, falakaya Yaşlı K adın Cennet Çimen'e "Gel Nene,
yatırmak, cinsel organlarını sıkmak, hortumla Gel Nene" Dediler, Gözünü To rnavicia İle
dövmek, karda yatırmak ve benzerlerinin ce­ Oydular, Silah Sıktılar, ÖldürdülerH)6
zaevlerinde de yapıldığı, ünlü Diyarbakır ce­ Maviş Toklu'nun ifadesi:
zaevi koşulları dışında, ileri sürülmüyor. Ceza
24. 12. 1978 Pazar günü saat 10.00-10.30 sı­
Evlerinde en büyük direnişler, tutukluların
ralarında başlarında bir elinde bayrak, bir
tekrar emniyete götürülmeleri söz konusu ol­
elinde silahla muhtar Mehmet Yemşen (458
duğu zaman ortaya çıkıyor. Tutuklular, tutu­
iddianame numaralı sanık) ve Fevzi Görkem
kevinden bir tutuklunun alınarak tekrar emni­
(472 iddianame numaralı sanık) olduğu hal­
yet müdürlüğüne götürülmesini, bir yazgıdaş­
de, saldırganların "Allah Allah, komünistlerin
larının tekrar cehenneme alınması biçiminde
kökünü kazıyacağız, komünistlerin büyüğü
değerlendiriyorlar ve çok zaman cezaevi için­
küçüğü demeyin kafasını ezin" diye bağırarak
de barikatlarla bunu önlemeye çalışıyorlar.
batı taraftan gelip evine hücum ettiklerini; ka­
Cezaevi yönetimi, eğer tebliğ etmeden bir
pıyı kırarak içeri girdiklerini ve orada bulu­
başka yolla tutukluyu kapıaltına almamışsa,
nan kocası Kalender Toklu'yu alıp bahçeye
bir çilekeşin tekrar emniyete götürülebilmesi
çıkardıklarını; kendisinin de arkalarından dı­
için büyük operasyonlar düzenlemek zorun­
şarı çıktığını; muhtara "aman etmeyin, eyle­
da kalıyorlar.
meyin, kocarnı öldürmeyin, çoluk çocuğumu
Bir şaşkınlığımı yazmak zorundayım: Tür­ meydanda koymayın" diye yalvardığımda,
kiye'de bütün işler ve işlemler neden bu ka­ muhtarın "çoluk çocuklarını götür, Karaoğlan,
dar açık? beslesin, kocanı Karaoğlan'ın yoluna kurban
Kadir Keskinaslan, Emeğin Birliği Davası kesiyorum" dediğini, "Karaoğlan kimdir?" di­
sanığı olarak cezaevinde yatıyor. İddianame ye sorunca da "Ecevit" diye cevap verdiğini;
şunları yazıyor: "Cezaevi'nden getirilerek alı­ kocası Kalender Toklu'yu gözünün önünde
nan emniyet ifadesinde, eski soruşturma sıra­ öldürdüklerini; öldürürken kocasına sarıldığı­
sında vermiş olduğu ifadede bazı eylemleri nı, üstünün başının hep kan olduğunu;
söylemediğini ve bu söylemediği eylemler "aman muhtar etme eyleme sen ne diyorsun"
meyanında . . . "!O' Aktarmayı kesiyorum; Kadir dediğinde "pişirdik, pişirdik komünistler gel­
Keskinaslan, yattığı cezaevinden tekrar emni­ sinler hep yesinler" dediğini; saldırganların
yet müdürlüğündeki sorguevine götürülünce, bu defa yakında oturan kardeşi Hüseyin Tok­
birden bire bülbül oluyor ve katıldığını belirt­ lu'nun evinin etrafını sardıklarını: kardeşi Hü­
tiği yeni yeni eylemleri sayıyor. seyin Toklu'yu içeriden çıkardıklarını; orada
da muhtara "etme eyleme, kocarnı öldürdün,
İnanmak mümkün mü? İnanmak mümkün
kardeşim Hüseyin'i öldürme" deyince, muh­
ise, aynı iddianarnede birkaç paragraf sonra
tarın "Hüseyin de Karaoğlan yoluna kurban
yazılanlar nasıl açıklanmalı? İddianarnede Ka­
gidiyor, sen daha Hüseyin'i arıyorsun" diye
dir Keskinaslan'ın "savcılık ifadesinde, emni­
cevap verdiğini; diğer saldırganIara da karde­
yet ifadesini kabul etmeyerek dayak yeme­
şi Hüseyin Toklu'yu öldürmemeleri, için yal­
mek için" sözü edilen eylemleri kabul ettiğini
vardığını, onların da "Hüseyin de Karaoğlan
söylediği de yazılıyor.
yoluna kurban gidiyor, biz Karaoğlan yoluna
12 Eylül gözaltı süresini doksan güne Çı­ bu sene kurban keseceğiz, bayram günü gel­
karttı. Fakat Kadir Keskinaslan ile somutlaştır­ miş" dediklerini ve kardeşi Hüseyin Toklu'yu
maya çalıştığım mekanizma ile bu süre sonra öldürdüklerini, saldırganların daha sonra kar­
fiili ve illegal bir uygulama olmaktan çıkarıla­ Şı taraftaki bir gözü görmeyen yaşlı kadın
rak yasalaştırıldı. Böylece Nebi Barlas'ın Ey­ Cennet Çimen'in evine gittiklerini; bu kadını
lem Birliği savunmasında söylediği gibi bu "gel nene, gel nene" diye dışarı çıkardıklarını;
yasalaştırma "bir anlamda gözaltı süresini sı­ Cuma (529 İddianame numaralı sanık Cuma
nırsızlaştırmışr" oldu. Yasalaştırma ile ceazev­ Yalçın ile Nuri Boğa (552 iddianame numara­
lerinden tutukluları tekrar emniyet şubelerine lı sanıkYnın bu kadının gözünü tomavida ile
getirmek daha yasal bir uygulama haline so­ oyarak silah sıktıklarını ve öldürdüklerini; ya­
kularak sürdürüldü. kındaki hela çukuruna baş üzeri atıp, oradaki

619
Yalçın Küçük

at arabasını kadının üzerine devirdiklerini; man Türkiye, Maraş alevilere mezar olacak"
saldırganların daha sonra oradaki bütün evle­ diye bağırarak aşağıya Islıkçı köprüsüne doğ­
ri, bu arada kendi evini de yaktıklarını; saldır­ ru gittiklerini; bir süre sonra çocukları Fazlı
ganlardan Fevzi Görkem "yürü hadi seni kur­ ve Mehmet Suna ile kocası Musa Suna'nın
tarayım" deyince onunla beraber bir süre git­ eve geldiklerini; akrabaları Ali Uzunçay'ın da
tiğini, fakat kalbinin bozuk olduğunu anlayın­ eve misafir olarak geldiğirıi; aşağıya inen ve
ca geri dönerek evine geldiğini; onbeş daki­ Islıkçı köprüsünün orada toplanan grubun sa­
ka kadar evde kaldıktan sonra askerlere sı­ at 1 1 .30 sıralarında yukarı çıkarak evirı önün­
ğınmak için giderken, yolda Mustafa'yı (480 deki meydanlığa geldiklerini; "Alevilere hü­
iddianame numaralı sanık Mustafa Gökyo­ cum, Maraş Alevilere mezar olacak, komü­
kuş) bir eli ile İbrahim Usta'nın boynuna sa­ nistler Moskova'ya" diye bağırmaya başladık­
rılmış, bir elinde de tabanca olduğu halde ya­ larını; evin karşısındaki Milcan Gök (319 iddi­
nında kanını evime akıtmayın diye bir başka aname numaralı sanıkYe ait odun deposunda
şahısla toplumun içine götürdüğünü gördü­ bu topluluğa sopa dağıtıldığını; saldırganların
ğünü; İbrahim Usta 'yı da orada öldürdükleri­ önce alt katta oturan İlköğretim müfettişi Sü­
ni; o zaman kaçarak canını kurtardığını. . . leyman Metin'in evine taş ve sopalarla saldır­
dıklarını, gaz döküp evi yaktıklarını ve İlköğ­
retim müfettişi Süleyman Metin'i öldürdükle­
Melih Ayakta Duramıyor, Ali'nin rini; o sırada tanıdıkları Musa Funda'nın du­
Elleri Tutmuyor, Oğuzhan'ın Yüzü vardan atlayarak eve geldiğini; kendisinin bir­
Tanınmıyorıo7 kaç sefer "imdat" diye bağırarak komşu bir
Ali Alfatlı'nın Sorgusu: kadına "İslam değil misiniz, müslüman değil
misirıiz, hangi gavurdan geldik, hiç olmazsa
Yüzleştirmeler sırasında Nasuh Mitap yer­
biriniz kurtarın" dediğirıi; eve merdiven daya­
lerde sürünüyor ve ağzından çıkan kelimele­
nan bu kadına saldırarak dövdüklerini ve
ri duymak mümkün olmuyordu. Keza daha
evinden içeriye soktuklarını ve duvarın dibin­
sonraki günler bu arkadaşımız birkaç kez
de mevziye girdiklerini; saldırganların gaza
sedye ile hastaneye götürülüp getirildi; en
bulanmış bezleri ateşleyerek içeri attıklarını,
son hastane dönüşünde üstündeki elbiseleri
arka taraftaki arsada bulunan taksiyle traktö­
bile soymadan ıslatıp dövdüler. Ve bu hali ile
rü yaktıklarını, arada bir CHP bayrağı bulun­
sırtımızda taşıyarak Mamak'a getirdik. Yine
ca "anasını s.k.ettiğimin komünisti Halk parti­
birlikte yakalandığırnız arkadaşlar Oğuzhan
sinin bayrağı var arabasında diye küfür ettik­
Müftüoğlu, Ali Başpınar, Sedat Göçmen, Me­
lerini; evin her tarafını ateş sardığını; saldır­
lih Pekdemir işkencede ayakta duramaz bir
ganlardan birisinirı devamlı olarak "çıkın dı­
şekilde idiler. Oğuzhan Müftüoğlu'nun yüzü
şarıya, bizi ne oyalıyorsunuz, komünistler
gözü dayaktan şişmiş, tanınmaz bir halde idi,
Moskova'ya, öldüreceğiz, Maraş size mezar
Ali Başpınar'ın elleri tutmuyordu, bu arkada­
olacak" diye bağırdığını; kendisinin "kardeş­
şımıza birkaç kez yemek yedirmek zorunda
ler yapmayın bu vicdansızlığı, biz de müslü­
kaldım.
manız, yarın pişman olursunuz, bizim ölümü­
müzde ne var, biz ölürüz, geri kalanlar yine
Çocuklanm Gelin Esma ile Kızım beraber yaşayacak, yapmayın bunu" dedikçe
Fidan'ın CesedIerini İndiriyordu, saldırganların "anasını avradını s.k. ettiğimin
Sokakta Ali Suna'nın Cesedini orospusu sen daha konuşuyor musun, neren
Sopalarla DövüyorlardıH18 müslüman senin, eşhedü çek bakalım" dedik­
lerini; Eşhedü'yü çekmesine rağmen inanma­
Elif Suna'nın İfadesi:
dıklarını; bu şekilde saat 16.30'a kadar eve
Olaydan önce ellerinde defter kalemle iki saldırdıklarını; saldırganların "size bir şey
genç adamın gelerek "kaç nüfusunuz var" di­ yapmayacağız, dışarı çıkın teslim olun diye
ye sorduklarını; evde olanları söylediğini, bağırmaları üzerine, kızı Fidan Suna ve yeğe­
23.12.1978 cumartesi günü sabahı "dükkanlar ni Aziz Tüzün'ün teslim olmak için balkona
tahrip edildi" diye haber gelirıce, önce ara­ çıktıkları sırada Şeker Mehmed'in (365 iddi­
bayla çocukları Fazlı ve Mehmet Suna'nın ar­ aname numaralı sanık Mehmet çetintaş) evin­
kasından da yaya olarak kocası Musa Su­ den yapılan atışla vurulduklarını; oğlu Fikri
na'nın Döngel sitesindeki dükkanlarına bak­ Suna'nın cenazeleri banyoya taşıdığını; evirı
mak üzere gittiklerini; mahallenin yukarısın­ her tarafını ateş sarması üzerine çocuklarla
dan gelen 300-400 kişilik bir grubun "Müslü- beraber banyoya girdiğini, kocası Musa Su-

620
Türkiye Üzerine Tezler III

na'nın tuvalete girdiğini; Musa Funda'nın da indiğinde saldırganlardan birisinin kendisinin


tuvaletin önüne saklandığını; o sırada yapılan kolundan tutarak 'Kimden medet umuyorsun,
ateşle bir merminin gözünü sıyırarak geçtiği­ Ecevit'ini çağır, Türkeş karşındadır' diye ba­
ni; balkonda bulunan Musa Funda'nın önüne ğırdığını; yola çıktığında Ali Suna'nın öldürül­
iki bidon benzin atıp ateşlerneleri üzerine müş olduğunu ve saldırganların Ali'nin cese­
Musa Funda'nın karşı taraftaki misafir odasına dine sopalarla vurmakta olduklannı gördüğü­
geçtiğini, saldırganiann bu defa "bunlar ban­ nü; saldırganların üç oğlu Mehmet, Fazlı ve
yoya girmişlerdir, oraya bir bomba atak da Fikri Suna'yı alarak sağ tarafa doğru götür­
kurtulak" demesi üzerine misafir odasına geç­ düklerini; kadınları da komşular, Cuma Kah­
tiklerini, bu sırada Musa Funda'nın beynin­ ya'nın evine soktuklarını; saldırganların elin­
den vurulduğunu , odadan fırlayıp bakınca de, üzerinde üç hilal olan bir bayrak bulun­
Musa Funda'yı vuran şahsın (260 iddianame duğunu; aynı bayrağın 24.12. 1978 pazar günü
numaralı sanık Yusuf Seviimiş) merdivenin Kahramanmaraş'ta iken buraya saldıran top­
başında çiçek saksılarının arkasında durduğu­ lulukta da gördüğünü . . .
nu gördüğünü, önceden "durmayın daha içe­
ride komünistler var durmayın, Allah için dur­
mayın" diye bağıranın da bu adam olduğunu; İşkencede Ölme Yiğitliğini
artık cesaretleri kalmaması üzerine teslim ol­ Gösteremedim, Beni AffedinUl'}
maya karar verdiklerini; balkona çıkarak 'hiç
Ali Başpınar'ın Sorgusu:
anneniz bacınız yok mu, vicdanınız yok mu,
yavrularun hep öldü, yeter artık, müslüman Artık Türkiye'de yapılan işkenceleri yalnız

değil misiniz, niye bunu yapıyorsunuz, önce sizler ve kamuoyu değil, bütün dünya ka­

bana sıkın" diye bağırdığını; saldırganların muoyu da en ince noktasına kadar bilmekte­

"hayır sana sıkmayacağız teslim ol dedikleri­ dir. 90 gün 90 gece emniyette kaldım, bu sü­

ni; "hayır size güvenmiyorum, merdivenden re içerisinde sayısını hatırlamayacağım kadar

inernem, siz gelin bizi yukarıda teslim alın, ters, düz, Filistin tipi askı olarak adlandırılan

kanlarınız üçten dokuza kadar boş olsun di­ şekillerde asıldım. Soğuk su ve karla yıkama

ye yemin ederseniz güvenirim" demesi üzeri­ yanında hep varım. Falaka ve dayak ise zaten

ne saldırganların hep birden "yemin ederiz, bunlann süsü olarak sürüyordu. Aynca sürek­

kanlarımız üçten dokuz'a kadar boş olsun, si­ li olarak testisler sıkılarak işkenceler sürdü.

ze birşey yapmayacağız" diyerek merdiven­ Bütün askılar ve çarmıha gerilmelerde çeşitli

lerden yukarı çıktıklannı; bu konuşmalar sıra­ noktalardan elektrik verilmekte idi. Bu işken­
sında oğlu Fikri Suna'nın "anne yengem vu­ celerden kalan boş zamanlarda hücredeki de­
ruldu" diye salondan bağırdığını, sürünerek mir halkalara bileklerimizden asılı olarak kal­
salona gittiğinde mutfağın kapısı önünde ge­ dık. Olağandır ki bunların yanı sıra aç ve su­
lin Esma Suna'nın vurulmuş olduğunu, mutfa­ suz ve tuvalet ihtiyacından yoksun olarak bı­
ğın kapısı açık kalınca Cuma Kahya'nın da­ rakmak da bir boyutu olarak işkencenin uy­
mından geline ateş edilmiş olduğunu ; çocuk­ gulanıyordu. Bana yapılan tüm bu işkencele­
lann gelin Esma ile kızun Fidan'ın cenazeleri­ rin ve Ankara'da yapılan işkencelerin sorum­
ni aşağıya indirdiklerini; o sırada yukarıya Çı­ lusu Kemal Yazıcıoğlu'dur. Bana yapılan tüm
kan saldırganların kocası Musa Suna'yı sor­ işkencelerde bulunmuş ve o yaptırmıştır. Di­
duklarını; kendisinin tuvalete saklanmış olan ğer işkence yapanların tümünü seslerinden
kocası Musa Suna'ya "çık teslim ol, yavruları­ tanımaktaydım. Ve bu tanıma konusunda ya­
mız hep öldü, birşey yapmayacaklarına ye­ nılmama olanak yoktur. Daha sonra emniye­
min ettiler, vicdanlarına kaldı" dediğini; koca­ te gidip gelmelerimde bu işkencecilerin bir
sı Musa Suna'nın tuvaletin kapısını hafifçe kısmını şahsen tanıdım. İsmi bilinen bir kişi
açarak Yusuf Seviimiş ile yanındaki şahsa "ne de Bekir Pullu'dur. Bizlere bu koşullar altında
istiyorsunuz, beni tanımıyor musunu�" dedi­ emniyet ifadeleri düzenlenmiştir. Bu ifadelere
ğini; yeğeni Aziz Tüzün'ün cesedini içerden kaynaklık eden bilgilerin nereden elde edildi­
çıkarmak istediğini, fakat gücünün yetmediği­ ğini, nasıl oluşturularak böyle bir ifadeler bü­
ni; Musa Funda ile Aziz Tüzün'ün cesetlerinin tpnünün meydana getirildiğini bilmemekte­
içeride kaldığını, merdivenden aşağıya indik­ yim. Bugün bile bir anlam veremediğim bu
leri sırada Ali Uzunçay'ın başına demirle vur­ düzenlemeler ve yakıştırmalar polisin kendi
duklarını ve oğlu Ali Suna'ya ateş ettiklerini, yöntemleri ve olayları değerlendirmesi ile ha­
yaralı vaziyetteki Ali Suna'nın koluna girerek zırlanmış bir senaryodan başka bir şey değil­
yolun ortasına doğru götürdüklerini; aşağıya dir. Bu senaryoyu hazırlayan işkencecilerden

621
Yalçın Küçük

Kemal Yazıcıoğlu'nun yakalandığımızdan bir nist dışarı çık" diye bağırdıklarını; daha sonra
ay sonra söyledikleri ilginçtir. Artık faili meç­ evin damından aşağıya inerek kapı ve pence­
hul olay kalmayacak bu olayların büyük bir releri kırıp silah sıkarak içeri girdiklerini; ev­
kesimini sizlere ve kalanını da sizden önceki­ de bulunan herkesin banyo aralığında toplan­
lere yıktık ve dosyaları böylece kapatmış ola­ dığını; kocası öğretmen Ali Rıza İşbilir'in elle­
cağız, demiştir. Böylece bize zorla imzalatıla­ rini havaya kaldırarak "Teslimim, çocukları­
cak olan ifadelerin o zamanlar hazır olduğu­ ma, ailerne dokunmayın, ne yapacaksanız ba­
nu açıkça söylemişlerdir. İşte önünüzde olan na yapın" dediğini; grubun başındaki yaşlı bir
ve bizlere mal ettirilmeye çalışılan ifadeler şahsın "bunları teslim alın" demesi üzerine
poliste uygulanan işkencelerle zora dayalı saldırganlardan bir kısmının oğlu Mehmet İş­
olarak elde edilmiş ifadelerdir. İşkencecilerin bilir'i evden dışarı çekmeye başladıklarını;
düzenledikleri ve kendi uydurmaları olan bu kocası Ali Rıza İşbilir ile birlikte oğlumu bı­
yazılı metinler zorla imzalattırılmış ve yazdırıl­ rakmamak için arkasından sarıldıklarını, bu
mıştır. Bütün bu yazılı metinler incelendiğin­ defa saldırganların oğlu Mehmet'i bırakarak,
de çelişkilerle dolu olduğu ortaya çıkacak ve kocası Ali Rıza İşbilir'i dışarı çıkardıklarını ve
senaryo yazarlarının beceriksizlikleri gözler ellerindeki keserlerle kafasına vurarak yere
önüne serilecektir: Bütün bu yapılanlara kar­ serdiklerini; evden kaçmak isterken kendisini
şı dilenebilmek ve asılsız suçlamaları kabul yakalayan saldırganların tekrar eve getirdikle­
etmiyerek direnişi sürdürmek her geçen gün rini; bunlardan 50-60 yaşlarında sakallı bir
fizik olarak bu ağır güçlüğü göğüslemek gün­ saldırganın durmadan küfür ederek et keseri
ler geçtikçe olanaksızlaşmakta idi. Ne olursa ile başına vurduğunu, yere düşerek, bayıldı­
olsun kişiler hangi koşullar içinde bulunursa ğını; o zaman saldırganların kendisine silahla
bulunsun direnip, asılsız suçlamaları kabul et­ ateş etmiş ve sol elini bileğe kadar kestikten
meyip işkencelerde de ölmenin yiğitliğini sonra öldü diye bırakmış olduklarını; bundan
gösterebilmek yerinde bir davranış olacaktır sonra saldırganların kızı Sebahat İşbilir'i öldü­
benim için. Ama içinde bulunduğum koşul­ rerek kendi üzerine yatırmış olduklarını oğlu
larda böyle bir davranışı gösteremediğim için Mehmet İşbilir'i de aşağıdaki caminin orda öl­
üzgünüm ve böyle bir davranışı göstereme­ dürmüş olduklarını; keza kayını polis memu­
menin sonucu olarak burada birçok asılsız ru Hacı Veli İşbilir'i de saldırganların öldür­
suçlamalardan dolayı yargılanmaktayım. İş­ müş olduğunu . . .
kenceler uygulanırken söylenen şu sözleri de
aktarmak istiyorum. "Sizler burada direnerek
işkencede ölmek isteseniz de, öldürmemiz Eşimle Birlikte Askıya Aldılar, Eşimle
için yalvarsanız da sizleri öldürmeyeceğiz, ha­ Birlikte Elektrik Verdiler, Beni Bırakıp
zırlayacağımız belgeler ve ifadeleri mahkeme Yanımda Eşime işkence Yaptılar"1
kararı olarak kesinleştirip kesinleşmesi için Melih Pekdemir'in Sorgusu:
elimizde olan bütün olanakları kullanıp sizle­
İstanbul'daki evimde eşim Ayşe Pekdemir
ri mevcut hukuk kuralları ile astıracağız. "de­
ve arkadaşım Nasuh Mitap ve onun eşi ile bir­
mişlerdir.
likte yakalandıktan hemen sonra Gayrette­
pe'deki polis merkezine götürüldük. Polis

Kocam Öğretmen Ali Rıza'yı K eserle merkezinde vakit kaybetmeden oraya vardı­

Öldürdüler, Bayılmışım. Elimi ğımızdan 10-15 dakika sonra işkence tezgihı­

Bileğimden K esmişler, Öldü Diye na yatırıldık. Belli süreler elektrik verdiler, fa­

Bırakmışlar"o lakaya yatırdılar ve çırılçıplak soyup soğuk su


banyosu yaptırdıktan sonra eşim ve diğer ar­
Ayşe İşbilir'in ifadesi:
kadaşımı o kış günü de bekletiyorlardı. Eşime
Dumlupınar mahallesi Neyzen sokakta ve diğer arkadaşlarıma da işkence yapıldığını
oturduklarını; 23.12. 1978 cumartesi günü öğ­ seslerinden anlıyordum. Gayrettepe'de altı
leden sonra ellerinde balta, av tüfeği, sopa, gün bu şekilde işkence altında ve uykusuz
kazma, tahra, et keseri, tabanca olan kalaba­ kaldıktan sonra Ankara'ya getirildik. Sonrala­
lık bir grubun eve doğru geldiğini görünce, rı farkına vardığım üzere getirildiğimiz yer
kapıları kilitleyerek misafir odasında toplan­ errıniyet sarayının arka kısmındaki garaj bina­
dıklarını; kalabalığın kendi evlerini aradığını sının içinde bulunan sorgulama ve işkence
ve hangisi, hangisi diye sorduklarını, saldır­ yeri idi, üst katlarda da dal diye bilinen siya­
ganların, evin damına çıkarak "Alevi, komü- si şube görev yapmakta idi. Beni koydukları

622
Türkiye Üzerine Tezler III

hücrenin ortasında ellerimi iki duvarda karşı­ lanarak elindeki senaryoya uygun biçimde
lıklı bulunan halkalara kelepçelediler. işken­ dikte ettirdiği sözler yazıldı ve sonunda bana
ceye alındığım zamanlar dışında kollarım imza ettirildi. Bana imzalattırılan bu kağıt par­
bağlı vaziyette hiçbir yere dayanmadan 5-6 çaları benim suçluluğumu değil, bu insanlık
gün ayakta durmak zorunda kaldım, aç su­ dışı uygulamaların birer belgesi olacağı kana­
suz, uykusuzdum. Ankara'ya getirildiğimizin atindeyim. Bana da işkence yapan polisler
ikinci gününde işkence faslı burada da başla­ hakkında arkadaşlarım önceden gerekli bilgi­
dı, çok sonraları yüzünü tam olarak görebil­ yi verdiler, bunların MHP'li olduklarını söyle­
diğim ve ismini öğrenebildiğim Bekir Pullu is­ diler. Bu kişilerin dürüst ve sağlıklı bir sorgu
minde bu işkenceleri bizzat yapıyor ve yöne­ yapmayacakları bellidir, hatta hazır ellerine
tiyordu. Zaman zaman da Başkomiser Kemal düşmüşken ideolojik siyasi duygularla bizden
Yazıcıoğlu da bu işkence seanslarına katılı­ intikam almak için her şeyi yapmayı göze al­
yordu. Yanlarında isimlerini bilmediğim ama dıkları da bellidir, nitekim yapmışlardır. Emni­
görsem hemen tanıyacağım sorgulama ekibi yette gördüğüm işkenceler hakkında dava
bulunmakta idi. Önce ellerimi bağlayıp yatar açılması ve hastaneye kaldırılarak tedavi gör­
vaziyette iken elektrik verdiler, sonra kolları­ mem ve rapor almak için cezaevine getirildik­
mı bir çarmıha bağlayarak tavana astılar, baş­ ten hemen sonra annem ve avukatlarım Sıkı­
ka seferde de ayaklarımdan tavana astılar, her yönetim Komutanlığı'na dilekçeler yazdılar,
elektrik seansından sonra soyarak tazyikli so­ ancak hiçbirisine olumlu cevap verilmediğini
ğuk su ile yıkadılar.
öğrendim. Öte yandan cezaevine getirildikten
Kapatıldığımız hücrelerin bulunduğu kori­ sonra cezaevi doktorunun yaptığı muayene­
dorda polislerin ameliyathane dedikleri oda­ lerde vücudumdaki işkence izleri tesbit edildi
larda ve tuvalette işkence yapılmakta idi. iş­ ve sağlık karneme işlendi. Özellikle ayak bi­
kenceler aynı mübala üzerine bir buçuk ay leklerimdeki izler halen belirgin durumdadır.
kesintisiz sürdü, daha sonra belli aralıklarla Cezaevinde bu muayeneden sonra sürekli is­
işkence yaptılar. Bana yönelttikleri suçlamala­ tirahat raporu aldım, sonuç olarak emniyette
rı kabul etmem için üç kez de beni eşimle bir­ gördüğüm işkence ve eziyetlerin benim ifade­
likte askıya aldılar, ikimize birden elektrik me yansıması ortaya gerçeklerle ilişkisiz bir
verdiler, bu da yetmeyince bana işkence yap­ metin çıkmaktadır, bu ifadelerin geçersiz sa­
mayı bırakıp benim yanımda eşime işkence yılmasını istiyorum.
yapmak istediler. Yani işkenceyi sürdürdüler.
işkence ya da sorgulamada çoğunlukla sor­
dukları sorulara evet cevabını alma yöntemi­ İlköretim Müfettişi Süleyman Metin'i
ni uyguluyorlardı, kabul ettirmek istedikleri Öldürdüler, Cesedini Yaktılar, Küçük
konuda evet cevabını alıncaya dek değişik bi­ Kızları Nursel, Birgül ve Songül'ü
çimlerdeki işkenceleri devam ettiriyorlardı. Döve Döve Sokakta Dolaştırdılar
Bu arada kuşkusuz işkenceyi yapanların ruh­
Yargıçlar Kurulu Anlatımı: ! "
sal dengesizliklerinin ürünü olarak bazı kere­
ler sorgusuz sualsiz işkenceye de maruz bıra­ Saat 1 1 .30 sıralarında "Alevilere hücum,
kıldım. içip içip sırf zevk için, beni işkence Maraş Alevilere mezar olacak, Komünistler
tezgahına yatırıyorlardı. işkenceci ekip göre­ Moskova'ya, Ecevit'i çağırın sizi kurtarsın" di­
vine işkence seanslarından sonra ikinci katta ye sloganlar atan gruplar bahçe duvarını atla­
başka yöneticilerin katıldığı işkence seansları yarak alt katta oturan ilköğretim müfettişi Sü­
ile görevlerine devam etmektedirler. Daha leyman Metin'in evine saldırmışlardır. Milcan
sonra yazılı sorgu aşamasına geçildi. Burada Gök'ün odun deposundan, yanındaki kulübe­
kendi çıkarttıkları bazı notları el yazımızla bi­ den evi kurşun yağmuruna tutan saldırganlar
ze yazdırmak suretiyle yazdıklarımızı iptal taşla kırdıkları camlardan içeriye gazlı meşa­
edip yeniden kendi bildikleri doğrultuda yaz­ leler benzin şişeleri, dinamitler atmaya başla­
dırdılar. Sorgunun en son aşamasında daktilo mışlardır. Bu saldırı üzerine Metin ailesinin
ile yazılan ifadeleri bana yazdırmış oldukla­ kızları evin banyo ve tuvalet önündeki kısmı­
rından kısmen yararlandılar, ancak benim adı­ na sığınmışlar, salonda bulunan Süleyman
ma yapılan bana söz düşmeyen sorgum dak­ Metin ve karısı Gülnaz Metin odalarında Çı­
tilo ile yazılırken ben usulen orada bulun­ kan yangını söndürmeye çalışmışlardır. Elin­
makta idim. Orada bulunan görevli polisin de tabancası olduğu halde bir ara somyanın
standartlaştırılmış ifade örneklerine ve daha üzerine çıkarak dışarıya bakmakta olan Süley­
önceden hazırlanmış diğer ifadelerden yarar- man Metin açılan ateş sonucu karnından ya-

623
Yalçın Küçük

ralanmıştır. Evin etrafını çeviren saldırganlar­ ve idare eden Mahmut Doğan kızlara "sizin
dan ikisi arka tarafta bulunan mutfağın pen­ hesabınızı daha sonra göreceğiz, Alevilerin
cere demirini keserek içeri girmişler ve Süley­ son günü, boynunuzu vuracağız" demiştir.
man Metin'e teslim olmasını söylemişlerdir. Saldırganlar kızlarla beraber Namık Kemal
"Çoluğumla çocuğumla teslim oluyorum, ga­ mahallesi Çerkezler semtine geldiğinde, top­
rantinizi gösterirseniz dışarıya çıkacağım" di­ luluktan birisinin "müslüman olan kızlara do­
yen Süleyman Metin'in elindeki tabancayı 8-9 kunmasın" demesi üzerine Nursel Metin'in
yaşlarındaki bir çocuk almış, o sırada açılan Eğitim Enstitüsü'nden arkadaşı Ramazan Pur­
kapıdan evin içine birçok saldırgan girmiştir. kaya kızları saldırganIann elinden alarak ken­
Süleyman Metin'in "teslim olduk, daha ne is­ di evine götürmüştür. Saldırganlar tekrar olay
tiyorsunuz" demesi üzerine evin içine giren yerine dönmüşlerdir. Ramazan Purkaya yaka­
saldırganlar dışarıdakilere "artık teslim oldu, sına sarılarak "katiller, alçaklar, babamı öldür­
ateşi kesin" diye bağırmışlardır. Eve giren sal­ düler, evimizi yaktılar" diyen Nursel Metin'e
dırganlar bir yandan ellerindeki sopalarla Sü­ 'Nursel, olacağını biliyordum, fakat bu kadar
leyman Metin'i dövmüşler ve bir yandan da olacağını bilmiyordum, asıl hedefleri siz de­
ateş ederek öldürmüşlerdir. Babalarının kan­ ğildiniz, Musa Suna idi" cevabını vermiştir.
lar içindeki cesedine sarılan evin küçük kızı Kızların anneleri Gülnaz ve küçük kardeşleri
Hürriyet Metin'in bu davranışına saldırganlar Hürriyet Metin'i kurtarmaları için kendisine
gülmüşlerdir. Saldırganlar evin her tarafına yalvarmalan üzerine Ramazan Purkaya evden
gaz dökerek tutuşturmuşlar, evin her tarafı ayrılarak, tekrar olay yerine gidip Gülnaz Me­
yanmaya başlamıştır. Salondaki halı da ateş tin'i eve götürmek istemiş, fakat Gülnaz Me­
alınca üzerinde bulunan Süleyman Metin'in tin gelmemiştir. O sırada Ramazan Purka­
cesedinin yanmaması için karısı Gülnaz ve ya'nın evinden arka taraftaki bir eve, oradan
kızları dış kapıya doğru çekmek isterken sal­ da sınıf arkadaşları Hacer Büyükköse'nin evi­
dırganlar "Orospular, bırakın kafir yansın, ne giden Nursel, Birgül ve Songül Metin'e so­
Ecevit gelsin sizi kurtarsın" diye bağırarak ce­ kakta bulunan kadınlı erkekli gruplar "bunla­
sedi tekrar ateşe götürmek istemişlerdir. Nur­ rın kökünün sonu gelsin: kahpeler, orospular,
sel Metin'in "köpekler" diye bağırması üzeri­ Evecit gelsin sizi kurtarsın, sizin gibi Alevileri
ne, cesedi ateşe doğru çekmekte olan saldır­ biz ne yapacağız; komünistler" diye bağırmış­
ganlardan birisi Nursel Metine sopayla vura­ lardır. Perişan bir vaziyette Hacer Büyükkö­
rak yere düşürmüştür. Süleyman Metin'in ce­ se'nin evine sığman kızlar gelen jandarma ta­
sedi, sürüklene sürüklene aile fertleri tarafın­ rafından kurtarılmışlardır. Evlerinin civarında­
dan dışarıya çıkarılmıştır. Süleyman Metinin ki komşuya sığınan anneleri Gülnaz Metin de
karısı Gülnaz Metin yüzüstü yatan cesedi çe­ bilahare hastahaneye götürülmüştür.
virmeye çalışmış, gücü yetmeyince çevresin­
deki saldırganiara "yardım edin bana, şu ölü­
yü ters çevirelim" diye yalvarmışsa da "git, Doksan Günün Bir Bölümünü Duvarda
Karaoğlanınızı çağır, gelsin size yardım etsin, Çarmıha Gerilmiş Geçirdim, Çıplaktım 113
bizim Türkeşimiz yanımızda" cevabını almış­
Mehmet Ali Y ılmaz'ın Sorgusu:
tı. Saldırganlardan birisi Gülnaz Metin'in üze­
rine gaz dökmüş ve yakmak üzereyken,-diğer 22 Kasım 1980 günü akşam üzeri evime
saldırganlar Gülnaz Metin'in üzerine hücum girince daha önceden eve karakol kurmuş
etmişler ve yaralamışlardır. Gülnaz Metin sal­ olan polisler tarafından yakalandım, yakala­
dırganların elinden kaçarak komşulardan biri­ yanlardan birisi de daha sonradan bana bir­
ne sığınabiimiştir. Babalannın cesedini dışarı­ çok kez işkence eden Bekir Pullu'dur. Yaka­
ya çıkaran Nursel, Birgül ve Songül Metin, lar yakalamaz kelepçeyi en sonuna kadar sık­
başlarında Mahmut Doğan, 73 iddianame nu­ mak suretiyle ellerimi arkadan kelepçelediler,
maralı sanığın bulunduğu bir saldırgan grup gözlerimi de hemen sonra bağladılar. Emni­
tarafından dövüle dövüle, sürüklene sürükle­ yetin arkasında bulunan özel olarak işkence­
ne, sokak sokak gezdirilmeye başlanılmıştır. hane haline getirilmiş olan araba garajından
Bu sırada saldırganlar kızların pijamalarını bozma yere getirildiğimi sonradan öğrendim.
birkaç defa indirmeye çalışmışlar ve çeşitli Buranın en soğuk yerlerinden birisi olan 24
sarkıntılıklar yapmışlardır. Elinde et keseri ile nolu hücreye koydular ve hemen sonra yo­
eve saldıran grupların başında olan ve yanın­ ğun işkencelere başladılar, bu işkenceleri bu­
daki ikisi sakallı üç kişi ile beraber "yakın yı­ rada geniş bir şekilde anlatmak istemiyorum.
kın" diyerek topluluğu devamlı olarak tahrik Çünkü yapılanları hatırlamak bile insanı iğ-

624
Türkiye Üzerine Tezler III

rendiriyor. Bana karşı ekmek ve suyun kesil­ nin içinde kollarımdan duvara kelepçeli iken
mesi olağan bir işkence yöntemi olmuştur. gözlerim de bağlı oluyordu.
Kaldığım hücrenin kapısına hücreye konur
Yeri gelmişken şunu da belirtmek istiyo­
konmaz ekmek ve su verilmesinin yasak ol­
rum. 1 1 Kasım 1982 tarihinde emniyete tekrar
duğu ve tuvalete götüıi.ilmeyeceğimi belirten
götürüldüğümde gördüm ki kaldığım hücre­
bir yazı astılar, bu yazı hücrenin kapısında
nin duvarlarında demir halkalar sökülmüştü,
tahminen 4-5 gün asılı kalıyor ve bu süre için­
ama yine de duvarlardaki yerleri belli olmak­
de konulan yasaklara harfiyen uyuluyordu .
tadır. Şimdiye kadar anlattığım daha çok vü­
Bu durum 3-4 posta devam ettirildi, bir yan­
cudu zayıflatmaya ve yıpratmaya yönelik iş­
dan soğuk tazyikli veya karlı suyla uzun süre­
kence yöntemlerine ilave olarak kısaca şunla­
ler yıkıyorlar, bir yandan da kalın hortumla ve
rı söyleyebilirim. Yakalandığım akşamdan
ucu topuz haline getirilmiş kalın naylon iple
başlamak üzere kollarımdan düz asarak dört
dövüyorlardı, bu sulama ve dövme işlemleri
ayrı yerimden iki manyeto ile birden elektrik
sırasında da su içinmemeye çalışıyorlardı. Bu
veriyorlardı. En fazla uyguladıkları işkence
4-5 günlük ekmek su vermeme ve tuvalete
yönetimi de kollarımdan ters asıp, yine vücu­
götürülmeme yasağından sonra bu uygulama­
dumun dört ayrı yerinden uzun süre elektrik
ya bir iki gün ara veriyorlardı. Bu iki gün için­
verme işlemi idi. Bu asma şekline Filistin usu­
de kuru ekmek ve su veriyorlar, günde bir
lü askı adı veriliyordu .
kez de tuvalete götürüyorlardı, bu arayı da öl­
memem için veriyorlardı sanıyorum. Yoksa Ayrıca iki metre boylarında olan bir ağaç
ölüye itiraf adı altında suç yıkılamazdı. Zaten parçasına çarmıha geriyorlar ve öyle asıyor­
kendileri de bu durumu açıkça söylemekte Iardı, kollarımın asılacak hali kalmayınca ba­
herhangi bir sakınca da görmüyorlardı. Sü­ caklanmdan asarak elektrik veriyorlardı. Hiç
rekli olarak polisler sen bize canlı lazımsın di­ asılacak halim kalmayınca da sandalyeye
yorlardı. Bu bir günlük aradan sonra bütün oturtup elektrik veriyorlardı. Bu işkenceleri
yasaklar yeniden başlıyordu. genellikle birbirini takip edecek şekilde yapı­
yorlardı ve bütün bir gece veya gündüz de­
Üstelik yasaklama dönemlerinde de gün­
vam ediyorlardı. Elektrik verilirken kablolar
lük yüz lira ekmek parası alıyorlardı, ekmeği
ayak veya sağ elimin küçük parmağına ve er­
önden birisi getirip hücrenin içine koyuyor,
keklik organıma bağlanıyor bir bezle bede­
bir süre ekmek orada duruyor, tabi ellerimden
nim arasına ve bir de anüse yerleştiriyorlardı.
duvardaki halkalara kelepçeli olduğum için
Hem de bir çubuğun ucuna ıslak kablo bağ­
ekmeği alamıyorum, biraz sonra da bir polis
lanıp çubuk anüse sokuluyordu, yine kablo­
gelerek getirdikleri ekmeği küfrederek alıp
lardan birisi sağ şakağıma göz bağının altına,
götürüyordu. Bu işkence uygulaması bu şekil­
sıkıştınlarak veriliyordu, dört ayrı kabloyu bu
de uzun bir dönem devam etti, karşı karşıya
saydığım yerlerden istediklerine bağlıyorlar
kaldığım işkencelerin bir parçası bunlardı.
veya yerleştiriyorlardı. Bazen de bu kablolar­
Gözaltında tutulduğum 90 güne yakın za­ dan birisini ellerine alıyorlar dilime değdiri­
manın bir kısmını duvarlardaki demir halkala­ yorlar, burnumun içine sokuyorlar, dudakla­
ra çarmıha gerilmiş şekilde iki kollarımdan da rımda dolaştırıyorlar, göğüs kısımda dolaştırı­
kelepçelenmiş olarak geçirdim. Bu dönem yorlardı, bu işlemler günlerce acımasızca de­
içinde genellikle çıplaktım, bazen de üzerim­ vam ettirildi, elektrik verme uygulaması gö­
de sadece pantolon bulunuyordu. Ayağım zaltında kaldığım sürece devam ettirildi, ge­
çıplak olarak betonun üzerinde sürekli ayak­ nellikle elektrik vermeden önce tuzlu su içir­
ta kalıyordum, zaman zaman da daha fazla tiyorlardı. Zorla boğazımdan dökülen tuzlu su
üşümem için hücrenin içine soğuk su dökü­ mideme iner inmez midedeki her şeyin çık­
yorlardı, yerdeki suyu genellikle kurutmuyor­ masına yol açıyordu, tabii ki midede bir şey
lardı, 4-5 gün sürekli ayakta durmaya, diğer varsa. Bütün bunlar yapılırken bir gece de
işkencelere dayanamadığını ve bu süre içinde tahminime göre NATO yolu tarafına götürü­
tuvalete götürülmediğim için hücrenin içine lüp karın içinde çıplak olarak sürdüler, bu
elimde olmadan tuvaletimi yaptığım oluyor­ arada ağzımın içine de silah soktular, ayrıca
du. 4-5 gün kadar sürekli aç, susuz, ayakta tırnaklarla et arasına iğne sokuyorlar ve vücu­
kaldığım için ve bu arada devamlı işkence dumun çeşitli yerlerindeki kılları yoluyorlardı.
gördüğüm için uyku da uyuyamıyordum, ko­ Beni tazyikli soğuk su ile saatlerce yıkıyorlar
nulduğum hücre ıŞıksız, havasız hem de çok ve bu arada kalın hortumlarla ve ucu topuz
soğuk ve ıslaktı, zaten bir çok zaman hücre- haline getirilmiş kalın naylon iple uzun süre-

625
Yalçın Küçük

ler dövüyorlardı, vurulan hortumların ve iple­ işkencenin Çeşitleri'"


rin sayısını hesap etmenin imkanı yok, bu iş­
Dursun Karataş'ın Sorgusu :
kenceyi yoruldukça birbirlerine devrederek
Başlıca işkence merkezleri şunlardır: i.
sürdürüyorlardı, yine üstüme karlı su dökü­
Şube, II. Şube, gözaltı olarak kullanılan aske­
yorlardı, tazyikli su fışkırtan hortumu anüsü­
ri kışlalar, jandarma ve polis karakolları, MİT
me sokmaya çalıştılar, gerek verdikleri elek­
binaları, ceza ve tutukevIeridir.
trik, gerekse kablo ile birlikte değnek sokmuş
olmaları, gerekse de tazyikli soğuk su fışkır­ İşkence şekilleri: Falaka, meydan dayağı,
tan hortumu sokmaları nedeniyle enıniyette çınlçıplak soyma (bu haliyle işkence), soğuk
devamlı kan işedim, halen de kan gelmekte­ su, elektrik şoku (eller ve ayak parmakları,
dir ve sürekli olarak iki senedir acısını çek­ ayakaltı ve dudaklar, erkeklik organı ve du­
mekteyim. daklar, dudaklar ve kulak, dil ve eller, vücu­
dun muhtelif yerleridir), askıya asma, kum
Yine atılan dayaklar, işkenceler sırasındaki
torbaları ile vurma, tuzlu su ve sidikli su içir­
zorlamalar ve sık sık hayalarımı burmaları so­
me, uykusuz, aç susuz bırakma, psikolojik
nucu olsa gerek fıtık oldum, sürekli olarak
baskı, ıssız bir yere götürüp kurşuna dizme
kollarımdan astıkları için her iki kolum da
provası gibi çeşitli yöntemler yapılır.
uzun bir süre hiçbir işe yaramadı, kesinlikle
vücuduma yük olmaktan ve devamlı ağrı yap­ 12 Eylül'den bu yana yüzlerce yurtsever
maktan başka bir işe yaramadı. Kollarım em­ gibi yukarıda saydığım işkence türlerinin tü­
niyette kaldığım sürenin önemli bir kısmında mü şahsı ma uygulandı.
boynuma asılı vaziyette idi, yine omuzlanm
Gözaltı süreci cuntayla birlikte on beş
hiç tutmuyordu. Bu işkenceler neticesinde be­
günden bir aya çıkartıldı. Bu da yetmedi, üç
lim de uzun süre dayanılmaz şekilde ağrıyor­
ay yapıldı. Dünya ve Türkiye kamuoyunun
du, belim ve omuzlanm eskisi kadar olmasa
tepkisi üzerine cunta 'yeniden gözaltına alma'
da halen ağrımaktadır. Zaman zaman bacakla­
yasasını çıkararak bu süreyi kırkbeş güne in­
nmdan da astıkları için, emniyette iken sol
dirdi. Aslında bu bir yanıltmacaydı, gözaltı
bacağırndan topallamakta idim, yine bu işken­
kırkbeş güne değil, 'sonsuz' güne çıkmıştı.
celer sonucu midem de hastalandı, cezaevi re­
Şöyle ki, yeni yasayla tutuklu ve hükümlüler
vilinde midemin ülser olduğunu söylediler.
istendiği an tekrar işkenceye (polise) alına­
Gördüğüm yoğun işkencelerden son anda caktı. Oysa 'yasal' işlerlik, bir tutuklunun ye­
ne kalkabiliyordum, ne birşey yiyebiliyorum, ni bir olayla ilişkisinin olduğunun iddia edil­
ne de tuvalete gidebiliyordum. Emniyette po­ mesi halinde, Savcının tutuklunun ifadesine
lislere yük olmamak için de işkenceye devam başvurması gerekirken, bu yapılmamış, doğ­
edebilecekleri durumda, olabilmem için yanı­ rudan polise teslim edilerek yeniden işkence·
ma Kenan Koca isminde bir arkadaş vermiş­ süreci başlatılmıştır. Böylece gözaltı, tutuklu­
lerdi. Bu arkadaş Gümrük ve Tekel Bakanlı­ luk ve hükümlülük sürecinin nerede başladı­
ğında çalışıyordu , herhangi bir siyasi niteliği ğı ve bittiği belirsiz bir hale gelmiş gözaltı sü­
de yoktu. Ernniyette iken sağlık durumumun resi sonsuz gün olmuştur.
çok kötüleşmiş olmasına rağmen hastaneye
götürmediler. Cezaevine getirilmerne yakın İnsanlık Onurunun Çığlıklarını Duydum
bir keresinde gözüm bağlı olduğu halde dok­
115
Nilüfer Küçüktay'ın Savunması:
tor getirdik diyerek birisine kollarımı baktırdı­
lar, bu olaydan sonra 5-6 gün iki ayrı hap ver­ Falaka, dayak, vücudun hassas organları­
diler, bu uygulamayı sanırım birkaç arkadaşa na elektrik vermek olarak basit birkaç cümle
daha yaptılar. Bu arada zorla çeşitli kol hare­ ile de ifade edilebilen, dünyanın en vahşi uy­
ketleri yapmaya çalıştılar, bunlann işkencenin gulamaları yüzyıllardır sürmekte olduğu gibi,
görünen kesimini ortadan kaldırmak için yap­ 12 Eylül sonrası ülkemizde, özellikle emniyet
tılar, ayrıca şunu da belirtmernde yarar var: birinci şube, karakollarda ve tugaylarda bin­
Özellikle kollarımın tutmaması nedeniyle em­ lerce kez, yüzlerce kez sahnelenmiştir. Ve de­
niyette, bana el yazması ifade hazırlattırama­ ğil sadece devrimci insanlar, sosyalistler, ileri­
dılar. Aradan iki yıla yakın bir zaman geçmiş ciler, yurtseverler, aydınlar dahi bu zalim ve
olmasına rağmen halen kan işemekteyim ve karanlık ortaçağ zihniyetinin copunun, elek­
fıtık var, midem de hasta, kollarım da halen triğinin, falakasının, ahlaki saldırılarının altın­
eskisinden çok zayıf ve uyuşuk, belim de­ da işkence çığlıkları değil, insanlık onurunun
vamlı ağrımaktadır, üstelik devamlı tedavi ol­ böylesine tecavüz edilmesine karşı isyan çığ­
maya çalıştığım halde. lıkları atmışlardır.

626
Türkiye Üzerine Tezler III

Sol Yol Tİp yeniden kuruluyor. Türkiye'nin geleneksel sol


yolu, önünü açmaya çalışıyor.
İlk basamağı oluşturuyor.
"Kurtuluş" hareketi ile ilgili iddianame, son de­
Ayrışmanın başlangıcına işaret ediyor.
rece çarpıcı ve şaşırtıcı ifadelere yer veriyor. "1971-
Ayrışmanın başlangıcında ilk basamak hep sağ 1973 yıllarında, bu tarihe kadar belli başlı anarşi ve
oluyor. terörün müsebbibi değişik isimler altında örgütle­
Toplumun ileriye doğru yürüyüşünde, önündeki nen marksist çete kadrolarının tamamına yakın bir
engelleri, bilinçle ve dıştan müdahale ile kaldırmayı kısmının yakalanmasından sonra, kısa süre için bu
anlatıyor. türden faaliyetlerin duraklama gösterdiği ve kanun
hakimiyetinin sağlandığı" değerlendirmesiyle başlı­
Derhal ikiye ayrılıyor. yor.uo 12 Mart, tarihsel çözümleme gösteriyor, son
Sol yol, ne kadar kaçınılmaz ve ne kadar bilim­ derece çabuk geliyor ve Tİp ile Dev-Genç, yasal ör­
sel ise, hemen bir çatal yapması da öylesine bir zo­ gütler ve bunların liderleri ile üyeleri bilinen, açık
runluluktan doğuyor. kişilikler olduğu için toplamak zor olmuyor. Bun­
dan sonra şöyle devam ediyor: "1974 yılına gelindi­
Çatal, ivme tartışmasından çıkıyor.
ğinde M ile cezaevlerinden çıkan kadro elemanlan
Radikalizm sorununa dönüşüyor. ve gizlenebilmeyi başarmış eski örgüt mensupları­
Sığ savların tutkulu savunucuları ile büyük ül­ nın tekrar bir araya gelip gruplar oluşturarak sem­
külerin yaşlı bekçileri arasında bir uçurum beliri­ patizan kütleyi taraflarına çekebilmek amacıyla yı­
yor. kılan örgütlerin uzantısı ve varisi olduklannı ileri
sürerek aynı kökten eskiye nazaran oldukça fazla
"Terörist ve Anarşist" ile "Revizyonist ve Pasi­ örgüt ortaya çıkmış, bu gruplar yılgınlık dönemini
fist" önlemeleri bu uçurumda duyuluyor. atarak yönetimlerin istikrarsızlığı ve vurdumduy­
Uçurum ilk basamaktadır ve derinlik yokluğun­ mazlığı sonucu, boynuz kulağı geçer misali eskiye
dan kaynaklanıyor. rahmet okuturcasına ülkeyi iç harp ortamına sürük­
lemişlerdir." 1971 yılında Türkiye solunun üzerine
İlk basamak, derinlik yokluğunda, 1970 yılları­
gelen darbeden sonra, 1974 yılında yılgınlığın atıldı­
nın ortalarına doğru, "devrimci" ve "ilerlemeci" ad­
ğı ve resmi yazılarda olmaması gereken bir biçemle
larıyla çatallaşmaya başlıyor.
"boynuz kulağı geçer" örneği, pek çok örgütün doğ­
İlerlemeci, kendisinin güçlü olduğunu göster­ duğu ileri sürülüyor.
meye çalışıyor. Devrimci, engellerin güçsüzlüğünü
1974 yılına gelindiğinde Türkiye solu pıtrak ör­
kanıtlamak istiyor.
neği tazeleniyor.
Burada bir parantez ile bir tezi yazmak gereki­
Belli saptamalara gerek var. Bir: Türkiye'de mu­
yor. Son yirmi yılın Türkiye'de ortaya çıkarmış ol­
hafazakar bilim adamları tarafından da saptandı;
duğu en belirgin çizgilerden birisi, artık Türkiye'de
1974 yılında çıkarılan af yasası, Türkiye solunu ve
solun ve solculuğun kökünün kazınamayacağı olu­
özellikle devrimci sol yolu pek etkilemiyor. Netlikle
yor. 12 Mart ve 12 Eylül, bunu çok net bir biçimde
söylenebiliyor; devrimci sol yol, çok büyük ölçüde
ortaya koyuyor.
yeni kadrolarla yoluna devam ediyor.
Bu tezden birçok sonuç çıkabilir; yalnızca bir
İki: Devrimci Sol Hareketi iddianamelerinden
vargısını yazmak durumundayım. Bundan sonra
birisi üzerinde yaptığım çok basit bir inceleme, 409
Türkiye'de rejim, solu bastırmak kadar, "evcil sol"
sanıktan yalnızca yüzde dördünün 1940-1950 ara­
yaratmak ve canlı tutmayı da daha açık ve daha
sında doğduğunu ortaya koyuyor. 1971 yılı tutuklu­
özenli bir politika yapacaktır; öyle görünüyor. Fizik­
lan, daha sonra roman başlığı da oldu, ortalama
sel varlığını her darbeden sonra tazeleyen solu, po­
1947 yılı doğumlularını içine alıyor. Bu basit yüzde
tansiyeli saptırabilmek için, cansız ve her zaman şa­
hesabından Devrimci Sol Hareketi sanıklarının yal­
mar oğlanı olabilecek, kütlelerin derinliklerine ce­
nızca yüzde dördünün 1971 tutukluları arasına gir­
vap veremeyen, bunun yerine ilerici cesetleri bağ­
me şansını, istatistik anlamda şanslan olduğunu
rında barındıran hareketsizliklere kanalize etmek,
gösteriyor. Yüzde onaltısı, 1951-1955 aralığında
daha bilgili ve sabırlı politikalara yol açabilecek; öy­
doğmuşlar; tutukluluk şansları yok denecek kadar
le anlaşılıyor.
az oluyor. Yüzde kırkbeşi 1956-1960 ve yüzde otuz­
1980 yıllarının ortasında böyle bir açıklık beliri­ beşi de 1961-1965 yılları arasında dünyaya geliyor­
yor. Şimdi 1970'li yılların ortalarına dönmek zorun­ lar; yüzde sekseninin, 1971 yılı öncesinde siyasal suç
lu oluyor. Tekrarı zorunlu; 1970 yıllarının ortasın­ işleme olanakları hiç yok. Bu iddianamenin sanıkla­
da, 12 Mart'ın hasarlarından çıkıp bir tazeleme baş­ rı arasında on beşinin, 1965 yılından sonra doğduk­
lıyor. Uzun yıllar bitkisel bir yaşamı sürdürmüş lannı saptayabiliyorum; 1971 yılında, ana okulu ça­
Türkiye Komünist Partisi hareketleniyor; Tsİp ve ğındalar.

627
Yalçın Küçük

Üç: Bütün iddialann aksine, Türkiye'de sol yol, miz her tarafında okunan ve aranan bir dergi idi.
hep ve on yılda bir tazelenerek sürüyor. Bunu, tü­ 1970'ler Türkiyesi'nde abartmadan söyleyebilirim
müyle olumlu saymak mümkün olmuyor. ki, bu tiraja ulaşmış siyasi fikir dergisi yoktur; siya­

Tezi yazıyorum: Baskı, hep, Türkiye solunun si partiler bile böylesi tirajlı fikir ve yayın organını

kadrolannın yolunu bırakması için düzenleniyor. gerçekleştirememişlerdir. "H8 Gerçekten çok yüksek

1927, 1938, 1946, 1951, 1971, 1980; hep, kadrolarda bir tiraj olduğunun kabul edilmesi gerektiğini düşü­

kanama yaratma amacını güdüyor. Kanama üç tür­ nüyorum.

lüdür; birincisi, tümüyle sol yolu bırakmak olarak Derginin adı aynı zamanda bir hareketin adıdır;
ortaya çıkıyor. ikincisi, siyasal mücadeleyi daha bu çalışmada devrimci sol yol olarak nitelenen akı­
sağda, CHP olabilir veya 1946 sonrasında DP olu­ mın içinde büyük bir kütleselliği temsil ediyor. Üze­
yor, ya da CHP ardılı bir kuruluşda sürdürmek biçi­ rinde durulması ve öncelikle 1970 yılı Ekim ayında
minde gerçekleşiyor. En büyük kanama ise, vücud kurulduğu kabul edilen Türkiye Halk Kurtuluş Par­
olarak sol yol'da kalmakla birlikte bakış açısından, tisi Cephesi örgütü ile bağlannın irdelenmesi zo­
çok daha gerilere bakmak oluyor. runlu oluyor.
1974-1976 yıllannı içine alan pıtrak türü canlan­ Devrimci Yol Ana Davası tutanaklannda yer al­
mada, Dev-Genç'ten Mahir çayan ve arkadaşlann­ dığı biçimiyle Akın Dirik, bu bağlantı üzerine, şun­
dan daha önce aynıan, önce TİİKP ve 1972 yılından lan söylüyor: "1970-1971 yıllannda THKPIC, Türki­
sonra da TKPi ML olarak eylemlerini sürdürenlerin ye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi olarak kendini ad­
dışında kalanlar için THKP ve THKPIC adlan bir landırmış, bir parti olduğunu beyan etmiş bir hare­
miras olarak kabul ediliyor. Emeğin Birliği ile Hal­ kettir. THKPIC 1971-1973 yıllan arasında kendi ör­
kın Kurtuluşu hareketleri THKO geleneği götürmek
gütlüıÜğü içerisinde bir parti olarak faaliyeti kesin­
isteyenlerin aynşmasından ortaya çıkıyor. Bir ilk
tiye uğramış, bence, bitmiş bir harekettir."'" O dö­
basamak hareketi olarak Devrimci Sol Yol, THKP IC
nemleri de bilen Akın Dirik'in, bunlan içten olma­
mirasını üstleniyor.
yan bir savunma gereği olarak söylemediğine inanı­
Kurtuluş, bu mirasın tartışmasından çıkıyor. id­ yorum.
dianamede belirtildiğine göre, 1976 yılında Kurtu­
Oğuzhan Müftüoğlu da aynı görüşleri ileri sürü­
luş Sosyalist Dergi hareketine dönüşen ilk eleştiri­
yor. Aktanyorum: "1970 senesinde tasvip ettiğim
ler, "a) kitleden kopuk bir devrim hareketinin başa­
fikrin, THKPIC hareketiyle, 1975'lerden sonra ku­
nya ulaşamayacağını, b) devrim hareketinin sınıf
rulan Devrimci Yol Devrimci Gençlik Dergisi ve
temeline oturtulmasının gerekli olduğunu, c) ve
Devrimci Gençlik Federasyonu gibi olaylann orga­
sosyalist hareketin birliğinin sağlanmasının zorun­
nik bir ilişkisi olduğu doğru değildir.""o Müftüoğlu,
lu olduğunu" ileri sürerek Mahir çayan'a bağlanan
THKP ile Devrimci Yol arasında organik bir bağ ku­
görüşlerin tartışmaya açılmasını istiyorlar.
rulamayacağını belirtiyor. Mehmet Ali Yılmaz,
iddianamede, tartışmaya açma isteğinin tartış­ "THKPIC adında bir örgütsel yapı yoktur" diyor ve
masının vardığı sonuçlar şöyle açıklanıyor: "Önce devam ederek "Bu parti 1972'de örgüt olarak, orta­
kişisel gibi görünen giderek Mustafa Kaçaroğlu ve dan kalkmıştır. " diye ekliyor. ,,. Nasuh Mitap da ''Bu­
arkadaşlannın, Mahir çayan'ın görüşlerini, kema­ gün THKP diye bir parti yoktur" görüşünü savunu­
lizmin değerlendirilmesi ve devrimci ittifaklar soru­ yor.'" Devrimci Yol hareketinin önderleri olduklan
nu, öncü savaş, sun'i denge, evrim-devrim aşamaIa­ iddiasıyla haklannda dava açılanlann hepsi, bir ör­
nnın ilişkisi, üçüncü bunalım dönemi gibi konular­ güt olarak THKPIC'nin artık tarihin malı olduğun­
da eleştirmesi nedeniyle belirgin hale gelmiştir."H' da birleşiyorlar.
Bunlar, THKP-C yolunun temel görüşlerini içine
Bu yargıya, daha farklı bir tonla ileri sürülmek­
alıyor; geri önemli noktalar kalmıyor. Tümü, eleşti­
le birlikte, Dursun Karataş da ortak görünüyor.
riImiş oluyor.
Şunlan söylüyor: "THKP-C Hareketi Kızıldere'de
Devrimci Gençlik Dergisi, 1 Kasım 1975 tarihin­ önder kadrolannı kaybetmiştir. Buna rağmen faşiz­
de yayın hayatına atılıyor. Mart 1977 tarihinde ka­ me teslim olmayarak, Türkiye halklannın kurtuluş
panıyor ve yerini Devrimci Yol Dergisi'ne bırakıyor. yolunun silahlı mücadeleden geçeceğini ve savaşın
Devrimci Yol Dergisi'nin ilk sayısı 1 Mayıs 1977 tari­ kararlılıkla sürdürülmesi gerektiğini teori ve prati­
hine ve Taksim Alanı'ndaki, kanlı baskın ile biten, ı
ğiyle kanıtlamıştır.""3 Dursun Karataş, istanbul Sı­
Mayıs Gösterileri'ne yetiştiriliyor.
kıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nde ya­
Akın Dirik, sorgusunda, Devrimci Yol Dergisi pılan sorgusunda, bu görüşlerin yanında, 12 Mart
konusunda bilgiler veriyor; aktarmak gereğini du­ 1971 tarihinden sonra, "devrimci hareket fiziki ola­
yuyorum. "Devrimci Yol Dergisi, 15 günde veya 20 rak yenilmiş, ama bu yenilgi on binleri yüz bin ya­
günde bir yayımlanan, bunlann tirajı da 120 bin ile par" ve geçmişten çok daha güçlü olarak çıkacak
150 bin arasında değişen Türkiye'nin yetişebildiği- olan yeni devrimci hareketin başlangıcı olacaktır"

628
Türkiye Üzerine Tezler III

düşüncesini de ileri sürüyor. Bu düşünce de, 1970 da yapılması veya Ankara Sıkıyönetim Mahkemele­
yıllannın ortasında pıtrak türünden doğan yeni ha­ rinde 1982 yılında telaffuz etmesi önemli bir ayrım
reketlerle ve bu arada devrimci sol yol ile THKP ha­ yaratmıyor. 1970 yıllannın ikinci yarısında iç savaş
reketi arasında örgütsel ve organik bir bağ olmadığı politikalannın uygulanmaya konulduğunun düşü­
anlayışını doğruluyor. nülmesi, THKP düşünme süreci katalogunda önem­
li düzeltme ihtiyacını da beraberinde getiriyor. Yal­
Kuşkusuz bir ideolojik süreklilik ileri sürülebi­
nızca bir nedeni belirtmekle yetinebiliyorum; iç sa­
lir.
vaş koşullannda hiçbir "sun'i denge" dengesini ko­
İrdelenmesi gerekiyor. Söylenecekler var ve bi­ ruyamaz.'" Eğer iç savaş koşullan varsa, sun'i den­
rincisi şu: Devrimci sol yol, Türkiye'nin toprağın­ genin varlığına dayanılarak bir çözümleme yapıl­
dan doğuyor. Aynı koşullann aynı doğuma yol aç­ masını mümkün göremiyorum.
masını düşünmek zorunluluğu inkar edilemiyor.
Mehmet Ali Yılmaz'ın sorgusundan ve tutanak­
Türkiye'nin nesnel koşullannın her zaman bir dev­
lardan aktanyorum: "1975'lerden sonra Gazi Eğitim
rimci sol yol kütlesi yaratmasının sürpriz sayılma­
Enstitüsü'nü faşistler ele geçirmek için çok yoğun
ması zorunlu oluyor.
saldırılar, düzenlemeye başlamıştı; idarenin ve poli­
Ancak THKP hareketinin düşünce katalogunun sin desteğinde yürütülen bu saldırılara karşı öğren­
tutarlılık sınamasından geçirilmiş ve pratikle de­ ciler okullannı bırakmamak için çok mücadele et­
nenmiş olduğunu ileri sünnenin çok kolay olmadı­ mişlerdir. Ama her gün saldınlara uğramalan, bir
ğını düşünüyorum. Mahir Çayan ve arkadaşlannın noktadan itibaren öğrencilerde belirli bir dağınıklık
yaşamına mal olan Kızıldere Girişimi'nin bile düşü­ yarattı; her gün okula gidip faşistlerin saldırılanna
nülmüş, planlı ve tümüyle THKP düşünce katalogu­ uğrayıp polisin de dayağını yemek yerine boykota
nun gereklerine uygun bir çıkış olduğunu ileri sür­ gitme eğilimine girdiler. Biz AYÖD olarak bu boykot
mek zor görünüyor; tersine işaretler daha çok.'''' Çe­ eylemine şiddetle karşı çıktık." Ancak öğrenciler po­
şitli bilgiler ve özellikle Ertuğrul Kürkçü'nün Niğde lis dayağından bıkmış olmalılar; boykota gidiyorlar.
Cezaevi'nde Uğur Mumcu'ya anlatımı da Kızıldere Boykot ise saldırganIann işine yanyor ve Gazi Eği­
Projesi'nin, risk oranı son derece yüksek bir son ça­ tim Enstitüsü'ne yerleşiyorlar. Okullan keminneye
re hareketi olduğunu gösteriyor. Bu, ikincisi oluyor. başlıyorlar: "Bu olumsuz gelişmenin neticesinde fa­
Üçüncüsü, öncekilere ek olarak, kadrolan ve ko­ şist güçler Erkek Teknik'i, Endüstriyel Sanatlan, Kız
şullan bu ölçüde değişen hareketler arasında sağ­ Teknik'i, Fen Fakültesi'ni, Eczacılık ve diğer yüksek
lam bir ideolojik süreklilik kurmak mümkün değil; okullan, yurtlan ve hatta liseleri ele geçinneğe baş­
her zaman mümkün olmuyor. Yeni durumlar yeni ladılar." Bu, bir yeni durumdur.
açılımlan bulmak zorundadır; özveri dolu yaşamla­ Sol Yol, yepyeni bir durum ve yepyeni sorunlar­
ra duyulan bağlılık ile radikal yöntemlerin kaçınıl­ la karşılaşıyor. Mehmet Ali Yılmaz, sorgusunda,
mazlığına inanma, bir ideolojik sürekliliği anlatma­ söylüyor: "Öğrenciler kendi kendilerini korumak
ya yetmiyor. zorunda idiler."" o Kendi kendini korumak, devletin
THKP adı üzerinde bir parti olduğu iddiasında­ korumasından yararlanmak, ölümle mümkün olu­
dır; Devrimci Yol Davası'nda "merkez komitesi üye­ yor. İlk ölüm, Ankara, Veli Yıldırım'a geliyor. Tuta­
liği" suçlamasıyla karşılaşanlann tümü, bir parti 01- naklara göre Mehmet Ali Yılmaz söylüyor: "12 Mart
madıklannı net bir biçimde ileri sürüyorlar. Bu da­ döneminden sonra faşistler ilk genci Turizm ve Ti­
vanın hukukçulan da aynı görüşteler; bunun bir caret Yüksek Okulu'nda vurdular; ilk öldürme olayı
inançsız savunma olmadığına inanıyorum. Bir olu­ budur. Veli Yıldırım adındaki bir devrimcinin ölü­
şum süreci var. 125 mü üzerine devrimci gençler bu arkadaşımızın ce­
nazesini kaldırdılar." Veli'nin ölümünü, Nuray
Devrimci Yol hareketinin merkez komitesi üye­ Erenler'in ölümü ve Nurayın ölümünü Hakan Yur­
liği suçlamasıyla yargılanan Melih Pekdemir, sorgu­ dakuler'in ölümü, Hakan'ın ölümünü diğer ölümler
sunda, MHP devletin olanaklannı da kullanarak ül­ izliyor.
kede bir iç savaş çıkarmak istedi" diyor."· Nasuh
Mitap, daha net ve kesin konuşuyor: "Türkiye'de bir Yeni bir durum oluyor. Dev-Genç ve THKP'nin
iç savaş yaşanıyordu.""7 Sorgusunda, "anayasal dü­ sorunlar listesinde yer almıyor.
zeni yıkıp açık faşist bir rejime geçmeyi amaçlayan Ortada görülür bir denge yok. Yapay ya da otan­
iç savaş politikalannın yeni MC döneminde ve yeni tik bir denge görülmüyor.
MC marifetiyle uygulanması" üzerinde duruyor."·
THKP, bir parti olma iddiasındadır. "Devrimci
Bu değerlendirmenin, yeni bir durum yarattığının
Yol, her şeyden evvela diyor, Oğuzhan Müftüoğlu,
kabul edilmesi gerekiyor.
"bir partinin gerekliliğine inanan bir çabadır."'"
Devam etmeden önce söylenecekler var; böyle Devrimci Yol hareketinin parti düzeyine gelmediği
bir değerlendirmenin 1970 yıllarının ikinci yansın- belirtiliyor. "Devrimci Yol, siyasi iktidan ele geçir-

629
Yalçın Küçük

mek planında siyasal mücadeleyi yürüten bir örgüt denemeler bıraktığını" düşünüyor.'34 Devrimci
değildir. Böyle bir mücadeleyi yürütebilecek dev­ Yol'un çayan izleyicilerinden 1975 yılında ayrılarak
rimci partinin oluşturulmasını hedefleyen bir yayın ortaya çıktığını ileri sürüyor. " One of the groups
organıdır." Bunlar da tutanaklarda yer alıyor. that broke away from among çayan 's followers in
1975 ealled itself Revolutionary Road (or Dev Yol
1980 yılı yazına kadar, Türkiye'de yoğun ve şid­
for short) . This group disagreed with çayan 's reli­
detli bir mücadele var. Ancak Türkiye solunda ikti­
anee on the support of the socialist bloe, poin ting to
darı almaya yönelik veya iktidar perspektifi olan bir
the Sin o-Soviet split, it dismissed both the USSR
tek hareket bile görünmüyor.
and China as revisionist rather than revolutionary
Bunun önemli vargılara sahip bir saptama oldu­ states and charaeterized the TCP as a refugee gro­
ğunu düşünüyorum. up'. İt argued that 'the only way to push baek fas­

İktidar, parti aracılığıyla alınıyor. Devrimci Yol eism is to refuse to surrender and to go İn to active

hareketi ise bir partileşme çabası olarak çözümleni­ struggle! However, sinee unorganized aetion was

yor. Amaç gerçekleştirilemiyor; Müftüoğlu, "bizim bound to fail, the group favored postponement of

bu yöndeki çabalarımızı ve gücümüzü aşan neden­ armed aetion un til the appropiate organiza tional

lerle böyle bir amacın gerçekleşmesi mümkün ola­ groundwork was eompleted. " CIA değerlendirme­
sine göre, Devrimci Yol, diğer çayan izleyicilerin­
mamıştır" diyor.'3' Yaşanılan koşullar ve daha
den. Mahir çayan'ın bir devrimde Sovyetler Birli­
önemlisi, 12 Eylül'ün, tıpkı 12 Mart gibi, çok çabuk
ği'ne güvenmesi noktasında ayrılıyor ve yeni doğan
gerçekleşmesi, partileşme sürecini tamamlanma­
hareket, hem Sovyetler Birliği'ni ve hem de Çin'i re­
mış bir durumda bırakıyor.
vizyonist sayıyor; TKP de "mülteci grup" olarak ad­
Aynı sonuç Devrimci Sol için de geçerli oluyor; landınlıyor. Faşizmi püskürtmenin tek yolunun tes­
Dursun Karataş da Devrimci Sol hareketinin parti lim olmayı reddederek mücadele etmek olduğu,
düzeyine ulaştığını ileri sürmüyor. Devrimci Sol için Devrimci Yol'un temel ilkesi olarak gösteriliyor. An­
"iktidar alternatifi bir parti değil, partiye varmak cak örgütsüz bir eylemin başarısızlığa mahkum ola­
için savaşan Marksist-Leninist siyasi bir örgüttür" cağı inancı ile Dev-Yol'un silahlı eylemin başlatıl­
diyor.'33 Parti olmadığını vurguluyor. masını, uygun örgütsel hazırlıklar tamamlayıncaya
Üzerinde durulabilir ve tartışılabilir; ancak bu kadar ertelernekten yana olduğu belirtiliyor.
çalışmanın sınırları dışına çıkıyor. Parti Nedir? Bu CIA, Devrimci Sol hareketi, beklemek isteme­
soru Türkiye'de tartışılmalıdır; bir gerek olduğu an­ yenıerin ya da bir başka sözcükle sabırsızların oluş­
laşılıyor. Biçimsel koşulları var ve içerikle ilgili ta­ turduğunu ileri sürüyor. "Bu grup derhal silahlı mü­
nımlar yapılabiliyor. Ancak Türkiye'nin siyasal tari­ cadeleyi başlatmadan yana oldu ve eylemlerini ülke
hinde en önemli kuruluşlardan birisi olan İttihat ve yüzeyine yaymaya çalıştı. İstanbul'da MHp'nin ye­
Terakki, kendisini, hep bir "cemiyet" olarak adlan­ rel yöneticilerine karşı silahlı saldırılar düzenledi ve
dırmayı ve nitelendirmeyi tercih ediyor. Son derece kentin yeni gecekondu bölgelerinde yaşayanları
disiplinli bir yapıyı geliştiriyor ve koruyor. kontrol altına almak için kampanya başlattı." CIA

"Parti" olan ile olmayanı, siyasi iktidarı amaçla­ değerlendirmesine göre Devrimci Sol, daha korku­

yıp amaçlamamak ayırıyor. Buna eklenebilir; çok tucu bir hareket olarak ortaya çıkıyor.

uzun bir dönemde, bir cennet uzaklığında siyasi ik­ Aydın Üzerine Tezler dizisinin beşinci kitabında
tidarı amaçlamayı da bir parti olmak için yeterli gö­ geliştirme imkanını bulmayı umut ediyorum. İstan­
remiyorum. Parti olabilmek için, iktidarı hiçbir dö­ bul ve Ankara arasında bir ayrılık gözlenebiliyor; İs­
nemin sonrasına koymamak gerektiğini düşünüyo­ tanbuL, aydınını sakinleştiriyor. Kütlesini sertleşti­
rum. riyor. Buna karşılık Ankara'da entelijansiya daha

Böyle bir tanım içinde Türkiye'nin sol yol basa­ radikal düşüncelerin sahibi oluyor. Ankara'da nüfus
her zaman daha sakin davranıyor.
mağında, gerçekten, bir siyasal parti görülmüyor.
İstanbul'un ekonomik alt yapısı şiddet besliyor.
İktidar perspektifinden yoksunluk, iç sorunla­
Parazitlik üst yapısı sükunet salıyor.
rın çoğalmasına ve nesnel olarak var olan iç sorun­
ların ise çözümsüzlüğüne yol açıyor. Ankara'nın yolları düzen telkin ediyor. Dengele­
ri iktidar hırsı doğuruyor.
1978 yılında Devrimci Yol, kendisi ve Devrimci
Sol olarak ikiye ayrılıyor. Devam ediyorum. Ayrılıkta İstanbul ve Anka­
ra'nın ayrı ayrı ekonomi politiklerinin belirleyici ol­
Önce CIA kaynaklarında bu ayrılığın nasıl de­
mamak üzere, rolü olduğunu düşünebiliyorum.
ğerlendirildiğine bakı1abilir; CIA, Karadeniz'e yakın
bir yerde çatışma sonucunda ölümü ile "çayan'ın Türkiye'nin içinde yaşattığı çelişkiler yumağı,
aşın sol için bir martir olmakla kalmadığını, 1971 yı­ radikalizmi, başlı başına bir çekicilik haline getire­
lında yakalandığında hapishanede ve sonra yazılmış biliyor. Şöyle de söylenebilir; radikalizm, politik

630
Türkiye Üzerine Tezler III

yanılgılann üzerini örten bir merhem işlevi görebi­ dığına göre, «bu ülkeleri sosyalist kabul etmiyorum
liyor. ve aynca dergide de buna karşı olduğumuzu yaz­
mıştık cevabını veriyor."6 Melih Pekdemir'in görüş­
Radikalizm, başlı başına bir ideoloji sayılabili-
leri temsil değeri taşıdığı ölçüde, Devrimci Yol Ha­
yor.
reketi'nin Sovyetler Birliği'ni bir sosyalist ülke say­
Radikalizm, ideolojinin yerini alıyor. madığı anlaşılıyor.
Ne yazık kütleler, acı ve özveri ile yuğurulmamış Bu tür değerlendirmeleri gerçekçi saymadığımı
düşüncelere alıcı olmak istemiyorlar. tekrarlarnam gerekiyor.
Acı ve özveri, ideolojik yanılgılann üstünü örten Bir: Sovyetler Birliği yalnızca bir "sosyalist mo­
bir merhem işlevi görebiliyor. del" değildir. Kuşkusuz bir "sosyalist model" ancak
12 Eylül Yıllan'nda Askeri Savcılık tarafından başka göstergeleri de taşıyor. Sovyetler Birliği'ni,
hazırlanmış iddianamelerin bir başkasından aktar­ doğru veya yanlış, yalnızca bir sosyalist model saya­
ma yapıyorum. Şöyle başlıyor: "1 Mayıs 1978 tari­ rak ve bunu eksikli bulup tümden reddetmenin son
hinde İstanbul'da yapılacak yürüyüşte Mahir Ça­ derece eksikli bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum.
yan'ın resminin önde mi gideceği, yoksa Dev-Yol İki: Bir sosyalist mücadeleler tarihini saklıyor. Üç:
pankartının mı önde gideceği yolunda temelde olan Sosyalist mücadele için bir sözlük oluşturuyor.
ihtilaf su yüzüne çıkmış ve hatta bu yüzden kavgaya Dört: Uluslararası güçler dengesinde, Mustafa Ke­
varan münakaşalar olmuştur. Ankara Grubu Dev­ mal Paşa'nın daha 1920'li yılların başında hesaba
Yol pankartının önden gitmesini ve arkadan Mahir kattığı bir ağırlık oluşturuyor.
Çayan fotoğraflannın gitmesini istiyorlardı. Onlara Türkiye'de iktidar perspektifi geliştikçe Sovyet­
göre Dev-Yol bir örgüttür ve Mahir Çayan da örgü­ ler Birliği'ne karşı eksikli ve olumsuz tutumlann
tün elemanlanndandır. Bu bakımdan önce örgüt ve azalacağını sanıyorum. Çeşitli hareketlerde Sovyet­
sonra örgütün elemanlan gelmektedir." Düşünül­ ler Birliği'ne karşı tutumu iktidar perspektifinin ge­
mesi pek çok zor bir sorun var; ortaya çıkıyor. lişmişliğinin göstergelerinden birisi sayıyorum.
Mahir Çayan'ın fotoğrafının yürüyüş içindeki sı­ Dursun Karataş, sorgusunda, hakkındaki iddi­
rası üzerine başlatılan tartışma bir sembolik anlam anarneyi hazırlayan savcılık makamının bir tek
taşıyor. Devrimci Yol, bir radikalizmi temsil ediyor amacı olduğunu ileri sürüyor; "tek amacı vardır,
ve Mahir'e bağlılık radikalizmi anlatabiliyor. Ancak Sovyetler Birliği'ne karşı düşmanlığı körüklernek"
burada radikalizm içinde bir radikalizm tartışması diyor.'37 Sovyetler Birliği'nde gelişmiş olan sosyalist
ön plana geliyor; yürüyüşte Mahir'in fotoğraflanna yapı ile ilgili olarak ciddi eleştirileri olduğunu belir­
bir yer aranırken, aslında Kızıldere'nin takvimine tiyor; ancak ekliyor: "Kollektif üretim ilişkilerinin
bir tarih bulunmaya çalışılıyor. Yürüyüşte fotoğraf hakim olduğu sosyalist bir ülkedir. Ve emperyaliz­
tartışması, aslında Kızıldere Tartışması oluyor. me karşı kuvvetli bir güçtür."'3. Birinci basamakta
Aktarmayı sürdürüyorum. "Ancak İstanbul Sovyetler Birliği ile ilgili değerlendirmelerin bura­
Grubu ise Mahir Çayan'ın örgütün sembolü olduğu­ dan başlayacağını ve ileriye doğru gelişeceği ni ileri
nu ve onun fotoğrafının önden gitmesi gerektiğini sürebiliyorum.
savunmuştur. Ve İstanbul grubunun görüşü kabul Bu alt bölümü bitiriyorum. Üç tür eylemi çö­
edilmiş, ancak örgüt içerisindeki görüş aynlığı su zümlemem gerekiyor.
yüzüne çıkmıştır."'35 Öyle anlaşılıyor, vurgu farkı, ilk
Birinci türe, Devrimci Sol'un "cezalandırma"
basamakta yeni bir çatallaşmaya yol açıyor..
adını verdiği eylemler giriyor. Bu isim altında çok
Gerçekten açıyor mu? Bakışta önemli bir aynlık çeşitli eylemler düzenlemiş olduklan görülüyor.
gözlenebiliyor mu? İçinden bakıldığında, ciddi bir
İddianame'den aktanyorum: "Maktul Koray
ayrım duyulması normaldir; anlaşılabiliyor. Uzak­
Kaptan'ın MİT mensubu olduğu ve örgüt üyelerini
tan ve tarih içinde bir değerlendirme de aynlığın
takip etmekte bulunduğu yolunda Cemal isimli ör­
boyutlarını ölçmek gerekebiliyor.
güt üyesi tarafından toplanan istihbaratın Harun
Sovyetler Birliği'ne bakış açısında bir aynlık Kartal'a iletilmesi sonucu, Harun Kartal da sorum­
var; üzerinin örtülmesi mümkün görünmüyor. Dev­ lusu Bedri Yağan'a bu istihbaratı gösterip bu şahsın
rimci Yol Hareketi'nin merkez komitesi üyeliği ile öldürülmesi yolunda onay aldığı ve Cemal isimli ör­
suçlanan, ancak önde gelen bir yerde olduğundan güt üyesine bu yolda talimat vermesi sonucu, olay
kuşku duyulmayan Melih Pekdemir, sorgusunda, saat 21.40 sıralarında örgüt üyeleri Mehmet Ünal,
Duruşma Yargıcı'nın "Doğu Bloku'nu teşkil eden Metin ve Cemal, Koray Kaptan'ın oturmakta olduğu
sosyalist ülkelerde emperyalizm zihniyle hareket et­ Kadıköy'deki Evrensel Kıraathanesi'ne giderek ara­
miyorlar mı, mesela Afganistan durumu, mesela lannda yaptıklan görev taksimine göre içlerinden
Macaristan durumu" sorusuna, tutanaklarda yazıl- biri kıraathaneye girip girişe göre yakın yerdeki ma-

631
Yalçın Küçük

sada televizyon seyretmekte olan Koray Kaptan'a politika haline getiren, devrimci ve yurtseverleri
bir el ateş ettiği ve bu ateş sonucu maktulün kafa katleden balyoz hareketleri tertipleyen, özgürlükle­
sağ temporal bölgeden giren mermi çekirdeğinin ri 'lüks' gören, halkımızın geçim kaynağı haşhaş'ı
ağız tavanını delip sol taraftan çıktığı ve aldığı bu yasaklayan bir kişidir" diyor.'" Bütün bunlan, sor­
yara sonucu Koray Kaptan'ın kaldınldığı hastanede gusunda, 1980 yılı Temmuz ayında Nihat Erim'in
öldüğü ve sanıkların olay yerinden uzaklaştıklan" öldürülmesini savunmak için ileri sürüyor.
anlatılıyor; bir iddianame'deki benzer bir çok eyle­
"Devrimci Sol, Nihat Erim'i halka karşı işlediği
mi temsil etmek üzere buraya alınıyor.'39 Polisler, is­
suçlann hesabını sormak için cezalandırmış ve 'hal­
tihbarat ajanı olduklan varsayılanlar, MHP yöneti­
kın adaleti' yerini bulmuştur. Böylece Erim nezdin­
cilerinin öldürülmeleri bu türün içine giriyor.
de işkenceciler ve halk düşmanlan protesto edilmiş,
MHP ve Ülkücü Kuruluşlar ile ilgili iddiana­ hiçbir işkenceci ve halk düşmanının cezasız kalma­
me'den aktanyorum: "MHP'nin iktidar ortağı ve yacağı bir kez daha gösterilmiştir." Artık hem yapı­
Gün Sazak'ın Gümrük ve Tekel Bakanı olduğu dö­ lıyor ve hem de savunuluyor.
nemde, Gümrük ve Tekel Bakanlığı bünyesindeki
Sıra ikinci kategori eylemlere geliyor. Bir paran­
kadrolann ülkücü bilinen kişilerle doldurulmasına
tezin sırasıdır; cezaevlerinin kendine özgü bir dil ve
paralel olarak, kullanılmayan gümrük kontrolörlü­
mantığı olduğu biliniyor. 12 Eylül, itirafçılığı bir ya­
ğü yönetmeliğinin engel hükümleri kaldınlarak ve­
şam biçimi düzeyine indirmek istedi, tümden başa­
ya zorlanarak çeşitli il ve ilçelerde iyi ülkücü, teşki­
nlı olduğunu söylemek mümkün görünmüyor. An­
latçı bilinen kişiler Türkeş, Gün Sazak, Namık Ke­
cak "itirafçı" denilen tip'in yaratıldığında kuşku
mal Zeybek gibi kişilerin referanslan ile Ankara'ya
yok. Cezaevleri "itirafçı" olana itirafçı demiyor.
çağrılmış, gümrük kontrolörlüğüne alınmışlar­
dır."" · Gün Sazak'ın Bakan ve ülkücü kuruluşlarda Cezaevlerinde, "itirafçı" denilen türe, "gerçekçi"
eğitim yaptırdığı iddia edilen Namık Kemal Zey­ diyorlar. Cezaevlerinin genç sakinlerinin, bu buluş­
bek'in müsteşar olması üzerine, Gümrük ve Tekel lan ile, kendilerini hep "gerçekçi" olmalan öğütüyle
Bakanlığı kadrolarının ülkücülerin karargiiliı haline büyütmüş olanlara ince ve alay dolu bir tepkiyi dile
geldiği zamanında da yazılıyor. getirdiklerini düşünüyorum. "İtirafçı" türünden
gerçekçi olmadıklan için duyabildikleri iç rahatlığı­
Gün Sazak'ın öldürülmesi bir halk savaşından
nı anlatıyorlar.
daha çok iç savaş koşullarına işaret ediyor.
"itirafçı" tiirüne gerçekçi gözüyle bakmak, te­
"Gün Sazak toprak ağası Emin Sazak'ın oğludur.
kelci aşamada bireyin içine işletilmek istenen iki­
MHP adına MC'de Tekel Bakanlığı yapmış, Eskişe­
yüzlülüğe uygun düşüyor.
hir'de kapitalist çiftliği olan ve MHP'nin başkan
yardımcılarındandır. Dursun Karataş'ın sorgu sun­ Daha uygununun "aşın gerçekçi" olduğunu dü­
da bir alt bölüm böyle başlıyor ve şöyle devam edi­ şünüyorum. Gerçeklere aşın ölçüde esir düşmenin
yor: "Gün Sazak binlerce insanı topraklannda köle mantıki sonucu, itirafçılık oluyor.
gibi çalıştıran ve Bakanlığı döneminde gümrüklerde Aşın gerçekçilik, insanın dejenerasyonunu an­
kaçakçılık şebekelerini örgütleyerek MHP silahlan­ latıyor. Amerikan pragramitizmi ile başlıyor ve iler­
masını sağlayan, binlerce yurtsever ve emekçinin leyerek itirafçı tipine kadar iniyor.
öldürülmesinden sorumlu olan MHp'nin beyin ta­
insan, bir tarifler bütünüdür; Amerikan pratiği
kımındandır."'" Bir suçlama veya uygun sözcükle
değiL.
bir iddia okunuyor.
İtiraf dosyalarının tümüne yakınını elde edebil­
Şu şekilde bitiyor: "Devrimci Sol, hem Gün Sa­
dim; insan, tariflerinden koptuğu zaman, duramı­
zak'ın işlediği suçların hesabını, 'halk adına' sor­
yor. insan da bir istikrarsız denge'yi içeriyor; tarif­
mak, hem de MHp'nin bu faşist programını bozmak
ler dengesinin bozulmasıyla başlayan süreç bir da­
için Gün Sazak'ı cezalandırmıştır." Cezalandırma
ha başlangıç yerine dönmüyor. itirafçı, itirafa do­
kulak çekme ya da tek ayak üstünde durdurma tü­
yamıyor.
ründen olmuyor; öldürüıüyor.
Eylem arkadaşının işkencesine katılmayı görev
Profesör Nihat Erim, bir ömür hayal ettiği baş­
bilebiliyor. Sürekli yeni itiraflar buluyor. En sonun­
bakanlık koltuğuna, 12 Mart Yıllan'nda iki kez otur­
da Askeri Mahkemeler'de savcılar ve yargıçlar bile
duktan sonra, bir büyük başarısızlıkla bir kenara çe­
itirafçının itiraflanna inanmamaya başlıyorlar.
kiliyor. Başbakanlığı'nda hem sağı ve hem de solu
rahatsız etme başarısını gösteriyor. itirafçı, itirafını dinletecek kimse bulamıyor.

Dursun Karataş, sorgusunun bir bölümünü de, "itirafçı", veya cezaevi diliyle gerçekçi, daha uy­
Nihat Erim'i suçlamaya ayınyor. Profesör Erim, için gunuyla "aşın gerçekçi" Erdinç Yeşilbağ, itiraflann­
"emperyalistler ve işbirlikçi tekeller adına halkımı­ da anlatıyor. "7 Şubat günü daha önce belirlenen
zın tüm demokratik haklannı gasp eden, işkenceyi randevu için Alibeyköy'e gittim. Buluştuğumuz kah-

632
Türkiye Üzerine Tezler III

vehanede eylemdeki görevlerimiz Kemal Camekan muhtarlık seçimi nedeniyle, mahalleli ilerici ve de­
tarafından anlatıldı. O gün gelecek olan kamyon mokratlarda kendiliğinden bir kıpırdanma oldu.
beklememize rağmen gelmeyince Kemal Came­ Mahallede faşist olmayan beş muhtar adayı vardı.
kan'la birlikte daha önce eyleme katılacak olan kişi­ İlericiler ise faşist adaya karşı güçlerin bölünmeme­
lere dağıtılan silahları topladık ve dağıldık."'" Mig­ si için tek adayla seçime gidilmesini istiyorlardı.
ros'un kamyonunu bekliyorlar; bir karışıklık çıkı­ Aday sayısını bire indirmek için kendiliğinden geli­
yor. Başkaları depoya pankart asıyorlar. şen bir toplantı düzenlendi.""'· Toplantı söz konusu
olunca bir komiteye gerek duyulmuyor; katılımı ar­
1980 yılında oluyor ve bir gün sonra eylem biti­
tırmaya yarıyor.'" Katılım, ortak yaşamın ve her an­
yor: "Saya Yokuşu diye adlandırılan yere gelen kam­
lamda "demokratik" rejim, sine qua non, olmazsa
yonun şoförü de örgüt mensubuydu ve ben daha ön­
olmazı, durumundadır; demokratik kazanımın vaz­
ce kararlaştırdığımız şekilde onda bulunan silahı
geçilmesi mümkün olmayan özünü katılım oluştu­
alıp belime soktum. Kamyonu teslim aldıktan sonra
ruyor.
şoför ve bölgeyi tanıdığı için muavinlik yapan Hay­
dar Öztürk yanımızdan ayrıldılar. Biz de kamyonda­ Muhtar seçimi ile işe başlanıyor ve sokak sokak
ki malları daha önce çığırtkanlık görevi verdiğimiz çalışmalar sürüyor. Sonra bir araya geliyorlar ve
örgüt elemanlarına haber verip topladığı gecekondu şunlar yazılıyor: "Sokak örgütlenmelerindekilerle
halkına dağıttık."'" Gecekondu halkına parasız ve birlikte toplam 25-30 kişilik faşizme karşı direniş
karşılıksız yiyecek dağıtılıyor. komitesi oluşturulmuş oldu." Direniş Komitesi, bir
anlamda kendiliğinden ortaya çıkıyor. İşletebilmek
Yalnızca kamyon zaptedilerek yapılmıyor; depo
gerekiyor; "komiteyi işletebilmek için komite için­
basılarak bir kamyon filosunun harekete geçirildiği
deki ve dışındaki üç arkadaşımızla fiili bir yönetim
de görülüyor. Devrimci Sol ile ilgili iddianamelerin
oluşturduk", söz konusu yazıda bunlar da dile geti­
birisinde şunlar yazıyor: "Sermaye şirketlerine yö­
riliyor.'50
nelen saldırılardan bir bölümü de Migros Şirketi'ne
karşı yapılmıştır. Eylem, tüm büyük eylemlerde ol­ Eğer Türkiye bir "sorunsuz" ülke olmuş olsa, bu
duğu gibi örgütün üst düzey yöneticilerince düşü­ tür işler yalnızca emeklileri ilgilendirir ve hiç kimse­
nülüp planlanmış, eyleme katılacak kişiler çeşitli nin de dikkatini çekmez; çekiyor. Normal zamanda
timler halinde görev yapmışlardır. Timlerden biri, ve tekelci aşamada işlerliği çok büyük ölçüde tartış­
depoya baskın düzenleyip görevlileri etkisiz hale ge­ ma konusu haline gelen temsili demokratik meka­
tirirken, diğer tim çevrede güvenlik almış, yine bir nizmaya, yeni bir canlılık ve işlerlik getirebilecek
tim gasp edilen kamyonları semtlere götürürken bir atılımlar sayılabilir; sayılmıyor. Sorunsuz bir ülkede
varolan düzene güç katacak böyle bir girişim, Türki­
tim de getirilen bu kamyonların malzemelerini hal­
ye'de düzeni sarsan molotof kokteyli ile eş değerde
ka dağıtmıştır.""'5 Gecekondu halkının sempatisini
ve güçte sayılıyor.
kazanmak için yapıldığı anlaşılıyor.
Ancak Türkiye bir sorunlu ülkedir; iç savaş ko­
Bu alt bölümde son ve üçüncü kategori eylem
şullarını yaşıyor. Belirlenmiş cephelerde düzenli sa­
olarak direniş komitelerinden söz edilmesi gereki­
vaş söz konusu değil; en büyük belirlilik yer yer ma­
yor. Direniş komiteleri, suçlayanlar ve savunanlar
hallelerin ayrılması biçiminde ortaya çıkıyor. Ma­
açısından da, zaman zaman "kurtarılmış bölge" ka­
halleler korunma sorunuyla karşı karşıya geliyorlar.
tegorisi ile karıştırılıyor. Devrimci Yol hareketinin
Oğuzhan Müftüoğlu, sorgusunda, bu sorunu ve yol
merkez komitesi üyeliğiyle suçlanan Mehmet Ali
açtığı gelişmeleri özetliyor: "Saldırıya uğrayan kitle­
Yılmaz, sorgusunda, gerekli açıklığı getiriyor. Şun­
ler içerisinde saldırılara karşı örgütlenmek ve toplu­
ları söylüyor: "Kurtarılmış bölgeler ancak halk sava­
ca karşı koymak eğilimleri güçlenmiş ve yaygınlaş­
şı süreci içinde gerçekleştirilebilir. Partinin öncülü­
mıştır. Bu gelişme, Devrimci Yol tarafından, direniş
ğünde verilebilecek olan halk savaşı kavramı ile bir­
komiteleri başlığı altında benimsenerek savunul­
likte kurtarılmış bölgeler kavramı söz konusu edile­
muş ve kitlelerin saldırılara karşı her türlü direnişi
bilir.""· Halk Savaşı yapıldığı iddiası ortada yok.!47
meşru bir savunma yolu olarak" görülüyor. '5' Bir ye­
Direniş Komiteleri, ayrı bir yerde ortaya çıkıyor.
ni durum ortaya çıkıyor ve yeni işler yaratıyor.
ilk çıkışında son derece saf ve doğal bir yanı var;
Direniş komiteleri mahallelerin saldırılara karşı
insanlar, komiteler halinde çalışıyorlar. İnsan, ortak
korunması için barikatlar kurulması işlerini ve nö­
çalışma yapan yaratık oluyor. Bireyin gelişimi mut­
betlerin yazımını üstlenmek zorunda kalıyor. Bu
laka ortak ve toplumsal çalışmadan geçiyor. Robin­
dönem, Türkiye'de sana yağının veya elektrik am­
son Crusoe türü insan, ana okulu için geliştiriliyor.
pulünün bile bulunmadığı, benzin için günde on iki
"Bir Direniş Komitesi Deneyi" başlıklı yazı, ko­ saata kadar uzanan bir bekleyiş zorunlu olduğu yıl­
mite çalışmasının çıkışındaki saflığı büyük bir ilkel­ ları kapsıyor. Direniş Komiteleri'nin üzerine yığılan
likle ortaya koyuyor: ''Yeni olduğu için sınırlı ilişki­ işler arasında bunları da düşünmemeyi mümkün
lerimiz olan, emekçilerin oturduğu bir mahalledeki göremiyorum.

633
Yalçın Küçük

Fatsa İddianamesi'nde direniş komiteleri suçla­ findan hazırlanan iddianame'ye göre, Fatsa'ya "kü­
nırken çok ayrınblı bilgiler de verilmiş oluyor. Ço­ çük Moskova, örnek ilçe, vatan topraklarından Çı­
ğunluğu Devrimci Yol Dergisi'nden yapılan aktar­ kan ilçe, Fatsa komünü, haksızlığa direnen yer, tek­
malar ve bir bölümü de sanıkların emniyette alınan rar vatan topraklarına katılacak yer, kurtarılmış
ifadelerine dayanan bu bilgiler, diğer iddianameler­ bölge, kurtarılacak yer, müthiş bir olay, Ankara'da­
deki bilgilerle birlikte, direniş komitelerini çözüm­ ki politikacı kafasının almayacağı bir demokrasi an­
lemeye yetiyor. Fatsa iddianamesi, böyle bir aktar­ layışının sergilendiği yer" nitelerneleri uygun görü­
maya yer veriyor ve aktarıyorum: "Direniş Komite­ lüyor."'" Küçük bir ilçe büyük ligi merkezi haline
leri, faşizme karşı CHP tabanındaki anti-faşist un­ gelebiliyor.
surlardan, solun tiim kesimlerine kadar anti-faşist
Fatsa'nın ilgi çekmesinin nedeni, Devrimci Yol
cephede yer alan tiim unsurları kapsaması gereken
tarafindan desteklenen Fikri Sönmez'in belediye
kitlesel nitelikteki örgütlenmeler olarak kurulabi­
başkanlığı seçimini kazanması üzerine komite uy­
lir."'" Fatsa deneyimi, bu tür komite çalışmalarında
gulamasının Fatsa'nın yerel yönetiminde temel ilke
Adalet Partili yurttaşlar için de bir ayrım yapılmadı­
haline getirilmesidir; Belediye Başkanı Fikri Sön­
ğını gösteriyor.
mez, kasabayı komitelerle yönetiyor. '55
İddianame'de yine Dergi'den alınarak şu görüş­
Başkan Fikri'nin yaptıklarını, Fatsa iddianame­
lere yer veriliyor: "Direniş komitelerinin alacağı bi­
si'nden aktarıyorum: "Belediyenin Devrimci Yol ör­
çimler konusunda hiç kimse bir reçete sunamaz." Bu
gütünün egemenliğine geçmesiyle Başkan Fikri
görüşlerin her zaman geçerliliği olduğunda kuşku
Sönmez, Devrimci Yol siyasetinin unsurlarından ve
yok; bu tiir örgütlenmelerin biçimlenmesini toplum­
stratejik aşamalarından biri olan direniş komiteleri
sal koşullar ve içeride pratiğinin gelişimi belirliyor.
konusunu gündeme getirmiş ve halk komiteleri
Müftüoğlu, sorgusunda, direniş komitesi anla­ adıyla 11 mahallede beşer kişiden oluşan, direniş
yışlarını açıklarken şunları da söylüyor: "Direniş komitelerini kurmuş, teorik yapısına uygun olarak,
komitelerinin sadece saldırılara karşı bir savunma genellikle Devrimci Yol militanı olmayan, hatta
önlemi çerçevesinde kalmaması, aynı zamanda o yansız ve AP'li vatandaşların çoğunluğunu teşkil et­
bölgedeki halkın sosyal sorunlarını, yardımlaşma tiği bu komitelerde bazı varlıklı kişilerin imki!.nla­
yoluyla, dayanışma yoluyla çözümlenmesi gerektiği rından istifade edilerek yol yapımı, kanalizasyon ya­
şeklindeki anlayışlar da Devrimci Yol tarafindan ya­ pımı gibi hizmetler, bu komiteler vasıtasıyla, yerine
zılmış ve benimsenmiştir." Buradan, direniş komi­ getirilmeye başlanmıştır. Yine zamanın ekonomik
telerinin acil sorunları çözme işlevine ek olarak bi­ şartları içinde sıkıntısı çekilen temel gıda maddele­
rer küçük ve uygulamalı yönetim atölyeleri olarak ri ile ısınmada kullanılan fındık kabuğu dağıtma iş­
da değerlendirildiği anlaşılıyor. leri bu komiteler vasıtasıyla gerçekleştirilmiştir."""
Yönetime katılanlar artırılıyor.
İzmir Bölgesi Devrimci Yol İddianamesi, yine
Devrimci Yol Dergisi'nden alınhlar yaparak, yöne­ Öyle anlaşılıyor; sol yol, direniş komiteleri ile
tim atölyeleri işlevinin nasıl görüldüğüne açıklık ge­ bir yol arıyor.
tirmeye çalışıyor. Direniş Komitelerinin, güvenlik
Saldırıya karşı koymak, bir halk iktidarı için yö­
komitesi, istihbarat komitesi, eğitim komitesi, mali
netim atölyeleri olmak dışında, izmir Bölgesi Dev­
komite tiiründen alt komiteleri olacağını açıkladık­
rimci Yol iddianamesi'nde yer alan bir alıntıya göre,
tan sonra, temel komiteden beklenen işleri, Der­
"direniş komiteleri kitle ile öncü arasında köprü gö­
gi'den aktarma yoluyla sıralıyor. Aktarmayı aktarı­
revini görmelidir" ilkesi üzerinde de duruluyor. Ay­
yorum: "a) Direniş Komitesi içinde halka kendi ken­
rıca komitelerdeki tiim düzenlemelerin "iç savaşa
disini yönetmeyi öğretmeliyiz, b) Kendisini savun­
ilişkin bir örgütlenmeye hizmet edecek bir biçimde"
mayı öğretmeliyiz, c) Bireysel çıkar anlayışını kafa­
geliştirilmesi de isteniyor."7 Pratik, bu isteklere uy­
lardan çıkarmalıyız, bunun yerine dayanışmayı sağ­
gun gelişme gösteremiyor; zaman kalmıyor.
lamalıyız, d) Burjuva ideolojisinin kalıntılarını yok
edip sosyalist kültürü yaygınlaştırmalıyız, e) Burju­
İç Savaşta Trajik ve Komik Olan
va yargı kurallarını yok etmeli ve devrimci yargı ku­
rallarını yaygınlaştırmalıyız."'" Bu önerilere göre, Akıl, türetilmiştir.
direniş birimi içinde yönetimin yargı ve yürütme Aklın tutarlılık tutkusu var.
olarak ayrımı ortadan kalkıyor.
Zeka ile başlangıç ilişkisi yok; her zeki, zorunlu
Çeşitli mahalle ve benzeri birimlerde uygulan­ olarak, akıllı olmuyor.
mış olmakla birlikte, Direniş Komiteleri deneyimin
Zekanın geliştirilmesi zor. Akıl, her zaman geliş­
en yaygın ve kapsamlı pratiğinin Fatsa İlçesi'nde
tirilmeye elverişli oluyor.
gerçekleştirilmiş olduğuna inanılıyor. Yargıç Binba­
Şı Halit Cengiz ve savcı yardımcısı arkadaşları tara- Zeki!. doğa ile ilgilidir; insanda, karanlıkta yıldı-

634
Türkiye Üzerine Tezler III

rım çakmasına benzer bir yetiyi anlatıyor. Zekfi ile, Ütopyacılar, yönetenIere, daha tutarlı bir başka
bir araya gelmesi mümkün olmayan çeşitlilikler bir­ dengenin varolduğunu gösteren maketler yapıyor­
den ve bir anda, sanki bir yıldırım aydınlığında, bir lar. Akıllarını buna harcıyorlar. Deniz ve Mahir ile
araya geliyor; bir arada görünüyor. Görülüyor. arkadaşları, varolan dengenin kolaylıkla yıkılabile­
ceğini gösterebilmek için bir "maket", istenirse "ön­
Zekfi, yıldırım anlığında, bir arada görebilmeyi
cü" de denebilir, savaş başlatmak istiyorlar. Ütopya­
tanımlıyor.
cıların umutları yönetenlerde, Deniz ve Mahir ile
Akıl, bir arada görülebilenler arasında bir tutar­ arkadaşlarının umutları ise köylülükte toplanıyor.
lılık arayışı oluyor. Bütünleme gereksiniminden çı­ Bunun için canlarını veriyorlar.
kıyor.
Parantezi kapatıp devam ediyorum: Marx ve
Evren'den, doğa'dan, toplum'dan türüyor. Engels de tutarlılık çağının çocukları oluyorlar. Yal­
Machiavelli, ilk tutarlılık tutkunlarından birisi nız bu tutarlılığın, tutarlılığı ortaya çıkaranları ez­
oluyor. İbn Haldun'u da sayabiliyorum. mesi yerine, bunlar tarafından kullanılmasının yol­
larını arıyorlar. Temel eğilimlerle birlikte karşı eği­
Ancak asıl büyük tutku, Kepler ile başlıyor. Kep­
limleri bir araya getirmeyi bir düşünce yöntemi yap­
ler, kosmosun tutarlılığında bir büyü, bir müzik bu­
mayı başarıyorlar.
luyor; bunu insanoğluna kakıyor.
Marx ve Engels'in düşünce yöntemi ile modern
Tutarlılık olmadan hiçbir bütünsellik düşünü­
fizik arasındaki adım çok kısadır.
lemez.
Çelişkiyi tutarlılık kadar düşünme sürecinin bir
Tutarlılık, parçaları birbirine bağlayan ve bü­ tamamlayıcısı yapıyorlar.
tünselliği kuran tutkal oluyor.
Başka bir yerde ortaya koymaya çalıştım; üç
Hiçbir yapıştırıcı, hiçbir kaynaklama, hiçbir büyük utopyacı da büyük mizah yeteneği ve pratiği
kimyasal bileşken, tutarlılıktan daha güçlü bir araya sergiliyorlar. Marx'ın biçeminde hoş bir sarcasm'ı
getirici olamıyor. görmemek mümkün değil. Bunların nedensiz ol­
Kepler, yol açıcıdır; tutarlığın büyük ustası Bü­ madığını düşünüyorum.
yük Britanya Adaları'nda doğuyor. Newton, bir bü­ Tutarlılık tutkunları her zaman tutarsızlıkları,
yük tutarlılık ustasıdır; çağdaş akıl, Newton ile bir­ sapmaları ve saçmaları da görüyorlar. Düzeltilebilir
likte gelişiyor. veya önlenebilir olanlara gülüyorlar; gülünç duygu­
Newton, fiziğin, bir düşünce alanı olarak presti­ sunu hep giderilebilir akılsızlıklar yaratıyor.
jini son derece yükseltiyor; Kepler'in kosmos'dan Basitlerneler öğreticidir; ancak son derece yanıl­
çıkardığı aklı, doğa'dan türettiği akıl ile tamamlıyor. tıcıdır. Diyalektik yöntemi çözümlerken Engels'in
Polonyalı Kepler, İngiliz Newton ve tıp doktoru başvurduğu nicel ve nitel ayrımını, suyun doksan
Fransız Quenay; Dr. Quenay, fizyokrasi okulunun dokuz ve daha sonra yüzüncü dereceye kadar ısıtıl­
kurucusu ve başkanı oluyor. Toplumdaki tutarlılığı ması arasında su olarak kaldığı ve yüz derecede ni­
ve bütünselliği otaya çıkarıyor. Esin kaynağı J.J. telik değiştirdiği örneği, önce çok öğreticidir; çok
Rousseau'dur; Rousseau derin olmamakla birlikte zaman da yanıltıcı oluyor. Bu örnek öğretinin yeri­
toplumdaki tutarlılık görüşlerinin yayılmasında et­ ne alınırsa, nicel ve nitel ayrımını daha ileriye gö­
kin bir rol oynuyor. türmek mümkün olmuyor. Bu nedenle basitleyici
örnek ve anlatımlardan çekinmek gerektiğini düşü­
Büyük ütopyacıların tümü, üwen, Fourier ve nüyorum.
Saint Simon, bu tutarlılık çağının çocukları oluyor­
Yine de çekiciliği var. Bu çekince ile şöyle bir ör­
lar. Tutarlılığın ortaya konmasını veya tersinden
nek ileriye sürülebilir; Ankara'dan İstanbul'a giden
söylenebilir, tutarsızlıkların, istenirse toplumsal
uzun bir trende bir yolcunun her istasyonda durup
akılsızlıkların denilebilir, gösterilmesini, nerede ise
en son vagona geçtiği ve tren hareket ettikten sonra
bir devrim sayıyorlar.
koşmaya başladığı düşünülebilir. Bunu, İstanbul'a
Ütopyacılar, bütün zamanlarını, daha tutarlı daha önce varmak için yapıyordur; yolcularda yal­
modeller ya da projeler hazırlayarak, yönetenler, nızca gülünçlük duygusu yaratır. Düzeltilebilir bir
yaşanan dünyanın akıl dışılığını anlatmaya ayırı­ akılsızlıktır.
yorlar.
Aynı veya bir başka yolcunun bu kez, Anka­
Parantez açıyorum. Deniz Gezmiş ve Mahir Ça­ ra'dan İstanbul'a hareket etmiş olan bir trende hep
yan ile arkadaşlarını, Türkiye'nin genç ütopyacıları Ankara yönünde koştuğu da düşünülebilir. Yolcula­
sayıyorum. Elde silah, devlet gücünü ellerinde tu­ rın, bu yolcuya güleceklerini sanmıyorum; yalnızca
tanıara karşı mücadelenin başladığının gösterilme­ üzüntü duyabilirler. Ankara'ya koşan bir insanın
siyle birlikte köylülüğün hemen harekete geçeceğini her an İstanbul'a yakınlaşması ve bunun önleneme­
sanıyorlar. Varsayıyorlar. mesi bir üzüntü kaynağı sayılabiliyor.

635
Yalçın Küçük

"Gerçekçi", gerçek yalnızca tutarlılık içinde ve ce, Celil silahını çekiyor ve "gerçekçi", "adam pani­
bütünsellikte vardır, E. Yeşilbağ'ın itiraflarının bir ğe kapıldı, CeIil'in üzerine yürüdü" diye itiraf edi­
bölümü, üzerimde hep gülünçlük bir etki yapıyor. yor. Başka ne bekliyor; ayakkabıcı da son derece
Aktarıyorum: "Bir gün Pazariçi sorumlusu Mehmet "gerçekçi" davranıyor.
Güngörmez yanıma gelerek bölgesinde boyaya ihti­ "Ben kapının penceresini kırarak, Celil de vitrin
yaçları olduğunu ve benim gelip, daha önce tespit
camını kırarak dükkandan çıktık." CeIil, kapıdan
ettikleri bir nalburdan boya gaspetmemi söyledi."lS8
girdiği ayakkabıcıdan, vitrin camlarını patlatarak
Boya, sol yol örgütleri tarafından çok miktarda kul­
dışarıya fırlıyor; ayağında yeni ayakkabıları var. Bir
lanılıyor; evlerin kapılarını veya balkonIarını boya­
de Celil'in kaşında yarık var; ayakkabıcının vitrini
mak için değil, duvarlara yazı ve slogan yazmak için
kesmiş, anlaşılıyor. "Celil'in kaşı yarıımıştı. Silahı
gerekiyor.
oradaki inşaatlardan birine saklayıp, Celil'i Güngö­
Neden parayla almıyorlar? Bankaya girip silah ren'de bir dispansere götürdüm, kaşına dikiş atıldı."
zoruyla para almakla, her duvar için bir kutu boya Celil'in yeni ayakkabısı hapishanede eskiyor. Kaşın­
gerektiğinde bir dükkana girerek boya alıp karşılı­ da dikiş kalıyor.
ğında makbuz vermenin risklerini karşılaştırmak
"Bilmediğimiz anda avucumuzun içine 3-4 cop
mümkün olmuyor mu? Yalnızca tutarlılık kaygıla­
vurularak cezalandırılır, bu en basit örneğidir."'o,
rıyla bu tür soruların sorulması gerekiyor.
Mamak Cezaevi'nde siyasal tutukluIara, İstiklal
Yeşilbağ'ın anlatımı sürüyor: "Ben de sorumlu­ Marşı ve Atatürkçülük ezberletiliyor; ezberleten bir
luğum altında faaliyet gösteren örgüt elemanların­ anda sözünü kesiyor ve tutuklulardan birisine "ne
dan biri olan İlhami Koç'u bularak evinde sakladığı idi?" diye soruyor. Bilmeyenıerin avucunun içine üç
7.65 çapında Çekoslovak yapısı tabancayı ve Dev­ veya dört cop darbesi indiriliyor; bunları Devrimci
Genç makbuzunu getirmesini istedim." Boyaları al­ Yol Hareketi'nin merkez komite üyeliği ile suçlanan
dıktan sonra makbuz verecekler; makbuzları yanla­ Akın Dirik, sorgusunda söylüyor, tutanaklar yazı­
rına alıyorlar. "İlhami ile birlikte nalbura girdik" di­ yor ve ekliyor: "Bize Atatürkçülük zorla benimsetil­
yor ve sürdürüyor: "Yanlış hatırlamıyorsam beş kilo meye çalışılıyor." Bu uygulama için, Melih Pekde­
kırmızı renkli boya, iki fırça isteyip sarmasını bek­ mir, sorgusunda şu itirazları yapıyor: "Ben, Kema­
lerken, dükkana bir müşteri girdi." İddianameler list değilim ama Mustafa Kemal'e de karşı değilim.
üzerinde yaptığım çalışmalar, her örgüt veya her bi­ Ancak yüksek sesle bağırtmak amacı ile İstiklii!
rimin duvar yazımına her çıkışta önce bir nalbura Marşı'nın söyletilmesine karşıyım. Copların, fala­
uğradıklarını gösteriyor. Bir boya deposu bile dü­ kaların eşliğindeki bu uygulamalarla, herşeyden
şünmüyorlar. Bu kez tam beş kilo kırmızı boyayı al­ önce Mustafa Kemal'e ve İstiklii! Marşı'na saygısız­
dıkları sırada bir müşteri içeri giriyor; çatışma çıka­ lık edildiğine inanıyorum.",02 Aslında söylenmesi
bilir, zavallı müşteri bile ölebilir. zor olan İstiklal Marşı'nın bir de cop ve falaka eşli­
ğinde söylenmesinin çok daha zor olacağının kabul
Erdinç Yeşilbağ'ın da böyle düşündüğü anlaşılı­
edilmesini diliyorum. 'o,
yor. "Bir an onun işini bitirip çıkmasını bekleyip on­
dan sonra eylemi gerçekleştirmesini düşündüysem Cop ve falaka eşliğinde söylenen İstikliil Mar­
de" diyor, ancak zaman kaybedeceğini hesaplıyor ve şı'nı dinleyenler, acaba anlayabiliyorlar mı; sormak
vazgeçiyor. "İstediğim malzemeleri sarıp bana uza­ gerekiyor. Profesör orkestra şefi Hikmet Şimşek,
tınca belirnde bulunan tabancayı gösterip korkma­ her zaman zor olduğunu ileri sürüyor ve İstiklal
sını sağladıktan sonra bu malzemeyi Dev-Genç adı­ Marşı'nın değiştirilmesini istiyor.
na kullanacağımızı ve para yerine makbuz keseceği­ İddianame'den aktarıyorum. İddianame'de,
mizi söyledim." Öyle, Dev-Genç'in teşekkürlerini
"sanıklar Önder Arda ile Yalçın Çetinkaya, Vural EI­
ifade eden ve üzerinde herhangi bir sayı bulunan bir tutmaz ve Şerife'nin mağdur Mehmet Koçbay'ın
makbuzla yetinmiyorlar; bu sırada beş kilo kırmızı
plakçı dükkanına gittikleri, içeriye giren sanıkların
boya ve fırça ile tiner ne kadar ediyorsa, makbuza
tabancalarını çekip verdikleri kasetin teypte çalma­
yazıyorlar. "İlhami hemen makbuzu çıkardı ve yazıp
sını ve mağdurun dükkanının anahtarını kendileri­
dükkiin sahibine verdi." Bir çatışma olmuyor.
ne vermesini istedikleri, Mehmet Koçbay'ın dük­
Ramazan Işık, önce ihkü Ocakları'na gidiyor. kandan sanık Vural Eltutmaz tarafından dışarıya Çı­
Daha sonra ülkücülüğü bırakıp solcu oluyor. Hapi­ karılıp Vergi Dairesi'nin olduğu yere kadar götürül­
se düşünce de "gerçekçi" bir yol izlemeye karar ve­ düğü, kaseti teybe koyan sanıkların teybin sesini so­
rerek, itiraf etmeye başlıyor, Celil, Ali İhsan, Ahmet nuna kadar açarak dükkanı kilitleyip olay yerinden
ile birlikte ayakkabıcıya gidiyorlar. "Ali ile Ahmet ayrıldıkları, dükkanın anahtarının sanık Önder Ar­
ayakkabılarını giyinerek çıktılar" diyor.lS9 Ayakkabı­ da tarafından bir sokağa atıldığı" yazılıyor. 'o. Bir ka­
cı, her halde, dört müşteriye birden ayakkabı giydir­ set uzunluğunda bir yayın için, düşünülebilecek bü­
mekten seviniyor.'oo Ancak sıra para vermeye gelin- tün hazırlıklar yapılıyor ve riskler alnıyor. Ancak

636
Türkiye Üzerine Tezler III

"çalınan kaset kötü doldurulduğundan içeriğinin yin, boşverin kalsın' dedim; bu şekilde baharatçı ço­
anlaşılamadığı" saptanıyor. cuklara devrimci gibi görünmek istedim." Ortatepe
Mahallesi'ne, Bekir Bağ adında bir devrimci geliyor.
Yanlışlıklar çok oluyor. Türkiye Elektrik Kuru­
mu'nda çalışan Remzi Çolak'ın ülkücü olduğu ve "Baharatçılar beni dükkanıanna davet ettiler."
MisK içinde çalıştığı saptanıyor. iddianame'ye gö­ Sahte Devrimci Bekir Bağ, dükkana giriyor. Baha­
re, Devrimci Yol, Remzi Çolak'ın öldürülmesine ka­ ratçılardan "büyükçe olanı 'ben seni iyi tanıyorum,
rar veriyor ve hazırlık yapılıyor. iddianame'de "olay sen faşistsin' dedi" diyor ve "üzerime yürüdü" diye
günü mesai saati bitiminde Türkiye Elektrik Kuru­ ekliyor. Bundan sonra MHP "ilIegal sorumlusu"
mu önünde beklenip takip edilmeye başlanan şah­ Emir Kuşdemir'in "yapmasaydın iyi olurdu" dediği
sın Sıhhiye Elgül sokaktaki Lezzet Lokantası'na gir­ işleri anlatıyor. Aktanyorum: "Ben kendisini ittim,
diğinin görülmesi üzerine lokantaya bir müşteri gi­ arkası üstü yere oturdu ve akabinde kemerimin bel
bi giren örgüt militanı Ertuğrul Ak tarafından yakın kısmının sağ arkasında duran Emir Kuşdemir'in
mesafeden atılan üç kurşunla eylemin gerçekleşti­ verdiği tabancayı çektim, diğerleri yani dükkanda
rildiği"'·' yazılıyor. Ancak bu işi gerçekleştirenler çalışmakta olan bir bayan ile diğer baharatçı çocuk
"ertesi günü gazetelerden öldürülmesi için emir ve­ müdahale edemediler, dükkanda sıkıştığım ve böl­
rilen Remzi Çolak yerine yanlışlıkla ona benzeyen genin de sol görüşlü olması nedeniyle korktum, pa­
ve aynı işyerinde çalışan Cengiz Mansır isimli şah­ niğe kapıldım, yere düşmüş olana iki el ateş ettim,
sın öldürüldüğünü" öğreniyorlar. Cengiz Mansır, sonra dönerek tezgahın arkasında duran bayana,
bir iç savaş durumunda, yalnızca yanlışlıkla yaşamı­ bir de ayakta duran baharatçı çocuğa ateş ettim, fa­
nı yitiriyor. kat kaç el ateş ettiğimi iyi hatırlamıyorum, birer ve­

Solcular tarafından yanlışlıkla öldürülenler ara­ ya ikişer el ateş ettim." Kime kaç el ateş ettiğini ha­

sında solcular da bulunuyor. Cenazesine katılmak tırlamıyor ve ateş etmeye devam ediyor. "Kapıdan
gereği doğuyor. iddianameIere göre solcular yanlış­ çıkarken tahminen 14-15 yaşlannda bir çocuk rast­

lıkla öldürdükleri solcu arkadaşlannın cenazesine ladı, onu da korkutmak için ona bir el ateş ettim."
katılıyorlar. Hepsi bu kadar; Bekir Bağ, belinde tabancası Orta­
tepe Mahallesi'nde "kızı" ile konuşmaya gidiyor ve
"Ben orta okuldan mezun olduktan sonra tahsi­
dört ölü bırakıp dönüyor.
le devam etmedim. Yükleme hamallığı yapmaya
başladım." Bu sözler, MHP'nin itirafçı gençlerinden Ülkücü Bekir, bir kez öldürüyor ve öldürmenin
Bekir Bağ'a ait ve itirafına devam ediyor: "Bizim ma­ tadına doyamıyor. Bekir Bağ ile, MHP'nin "illegal
hallede herkesin bir görüşü vardır. Ben de bir görüş sorumlusu" Emir, bir öldürme makinası buluyor.
tutayım, dedim. Ülkücülüğü beğendim ve ülkücülü­ "İllegal" Emir, Bekir'e emir veriyor; tuhafiyeci
ğü benimsedim. Arkadaşlann bahsettiği kadanyla Mehmet Baykara'yı öldürmesini emrediyor. Bekir
benimsedim. Ancak ne olduğunu tam olarak bilmi­ Bağ itirafında anlatıyor: "Bu şahsın başkan olması
yorum."'" Mahallenin "illegal sorumlusu" ile arka­ ve bizim de bundan korkup çekinmemiz sebebiyle
daşlığı var; arkadaşlığını artınyor. "Bana bir görev itiraz etmedim, tabancayı alıp aynı gün saat 17.00
verecekmiş, önce Ortatepe Mahallesi'ni gidip gez­ sıralannda tarif edilen dükkana gittim, bu şahsı da­
memi, buralan öğrenmemi söyledi. Bir de Çek yapı­ ha önceden tanımıyordum, ancak dükkanını bili­
sı 7.65 mm. çapında bir tabanca verdi; 8 veya 9 mer­ yordum, solcu olup olmadığını da bilmiyordum."
misi vardı." Bekir Bağ bu mermileri kullanıyor ve
Ülkücülüğü benimseyen ancak ne olduğunu bilme­
MHP iddianamesi'nde yer alan itirafına göre "illegal
yen Bekir Bağ, solcu olup olmadığını bilmediği bir
sorumlu", Bekir Bağ'a yapmasaydın iyi olurdu, ama
solcuyu öldürmeye gidiyor. Belinde tabancası var.
bir kere yapmışın artık, ortalıkta gözükme" diyor.
"Bir tabanca ile yedi mermi verdi, bir mermiyi de
Bu kadar basit! Gözükse ne olacak? Ölenler geri namluya sürdü ve bana 'gideceksin, Mehmet Bayka­
mi gelecek? ra'yı bununla vuracaksın' dedi." Ülkücü katil Bekir
Bağ'ın beyni tuhafiyeci Mehmet Baykara'yı öldür­
Bekir Bağ itiraf ediyor: "Benim Ortatepe Mahal­
meye giderken, yalnızca "illegal" Emir'in bu sözle­
lesi'nde bir kızım vardı. Bununla arkadaşlık kurmak
riyle doluyor. Taşıyor.
istiyordum. 1980 yılı Ramazan ayı içinde kalkıp Or­
tatepe Mahallesi'ne gittim. Kızın bulunduğu sokakta Anlatıyor: "Dükkana gittim, içeriye girdim, içe­
bir aşağı bir yukan dolaşırken önünden geçtiğim ba­ ride iki kişi oturuyordu. 'Dükkan sahibi kim' diye
haratçılardan biri benden büyük biri de görünüşte sordum. Para kasasının arkasında, yani masa çek­
küçük olan iki kişi önüme çıkarak 'buralarda ne do­ mecesinin arkasında oturan, bana göre sol tarafta
laşıyorsun?' dediler; ben de 'devrimciyim arkadaş, olan şahıs 'benim evladım' dedi, ayağa kalktı."'·7 Tu­
siz devrimciyseniz ne olacak' dedim. Bana sigara hafiyeci Mehmet'in son sözleri "'benim evladım'"
verdiler, ben içmedim; kadınlar duvarlardaki sol demek oluyor. Ülkücü katil anlatıyor: "Sol tarafta
sloganlan siliyorlardı. Ben de kadınlara 'teyze silme- olan şahıs 'benim evladım' dedi, ayağa kalktı, bunun

637
Yalçın Küçük

üzerine tabancarnı belirnden, gömleğimin altından ki paltonun koltuk altına saklayarak dışarıya çıkar­
çekerek ateş ettim, suratından kan aktı ve yere düş­ mak sureti" ile çalıyor. Bunun için de bir tarih yok;
tü, düşünce de ateş ettim." Ülkücü katil ateş etmeye bir şikayet veya yakalanma olmadığı sonucu çıkıyor.
doyamıyor ve devam ediyor. "Bir el de onun yanın­ Emniyet'te birden bire söylemek ihtiyacını duyu­
da oturan ve benim karşıma denk gelen şahısa ateş yorlar.
ettim." Katilin karşısına denk düştüğü için ateşe tu­
Bir çift ayakkabı ve bir hırka aldılar. Belki aynı
tulan şahıs, kim bilir ne kadar önemsiz bir iş için,
gün, belki de bir başka gün, bu kez Tifanny'ye gidi­
tuhafiyeci Mehmet'in dükkanına geliyor; talihsizlik
yorlar. Hangisi gözcü ve hangisi icracı, bir açıklık
oluyor. "O da kafasından vuruldu, yere düşünce
yok; "birbirlerine gözcülük yapmak suretiyle 2 adet
onun da vücuduna birkaç ateş ettim." Ateş etmeye
kadın eteğini ellerindeki çantaya koymak sureti ile
devam edecek; "mermilerim orada bitti." diyor. Sto­
çalıp, mağazadan uzaklaştıkları" yazılıyor.,6.
ğu bu kadar olduğu için birkaç kişi ölümden kurtu-·
luyor. Ayakkabı ile hırkaları alıyorlar ve belki aynı gün
ye belki de bir başkasında, Bravo and Lolfin'e geli­
Bekir Bağ, Mehmet Baykara'yı öldürmek için
yorlar. istanbul'da öğrenciler; gelmişken An�a­
tuhafiyeci dükkanına giriyor. Nigar Gülşat Aygen ile
ra'nın bütün gözde mağazalarına giriyorlar. "Iki
Hanife Ufuk Sözer de, Ankara'da, bazan Titiz Mağa­
adet kazak ile bir adet hırkayı ellerindeki naylon
zası'na bazan da Tifanny'ye giriyorlar. İstanbul'dan
torbaya koyarak" çıkıyorlar. Bunları kimse bilmi­
geliyorlar.
yor; büyük mağazalar dünyanın her tarafında belli
Sol yola girmelerinden çok kısa bir zaman sonra yüzde ile günlük eksilmeleri giderlerin içine geçiri­
hepse giriyorlar. İddianame, Gülşat Aygen'in "1979 yorlar. Fakat Ufuk ile Gülşat'ın, polisleri göriir gör­
yılında İstanbul Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde öğ­ mez, bu çocukluklarından utanarak bunları anlat­
renci iken tanıştığı Devrimci-Sol örgüt üyesi" ile, tıklarını sanıyorum.
"örgüt adına düzenlenen seminerlere" katıldığını
Parantez açıyorum ve tekrarlıyorum: Hem 12
yazıyor. Ancak "4.8.1980 tarihinde Çemberlitaş'ta
Mart ve hem de 12 Eylül, son derece çabuk geliyor.
düzenlenen korsan gösteride elinde silah ile Hürri­
iddianameler üzerindeki çalışmalarım, çoğunluğun
yet Gazetesi'nde resminin çıkması üzerine" Anka­
1960 sonrasında veya hemen öncesinde doğmaları­
ra'ya naklediliyor. Örgüte girmesi, silahla tanışma­
na paralel olarak sol yol'a, pek büyük bir çoğunluk­
sı, resim çektirmesi, gazetelerde resminin çı � ası
la 1978 yılında, daha az olarak 1979 ve 1977 yılların­
son derece hızla gerçekleşiyor. istanbul Teknik Uni­
da girdiklerini gösteriyor. iç savaş baskısı, bu kadar
versitesi öğrencisi Hanife Ufuk Sözer'in sol yolda
genç insanların, neyin doğru ve neyin yanlış oldu­
yüriiyüşü de hızlı oluyor; Ufuk Sözer de tanındığı
ğunu tartmalarına, tartışmalarına imkan vermiyor.
için Ankara'ya gönderiliyorlar.
Devrimci Yol ile ilgili Ankara iddianamesi'nde
Biri Tıp Faküıtesi'ndeki, diğeri Teknik Üniversi­
yakalanmamış iki arkadaşı ile birlikte Erdal Seçer'in
te'deki öğrenimIerini yarıda keserek Ankara'da öğ­
"Ziya Oralay Caddesi'ni takiben Zafer Tepe istika­
renci eylemlerini sorumlulukla yüriitmek üzere ge­
metine yüriidükleri sırada gözdağı vermek maksa­
liyorlar. Ancak işlerini oyun sandıkları anlaşılıyor.
dıyla sağ göriişlülerin oturdukları Ziya Oralay Cad­
iddianarnede her ikisi için, birlikte yaptıkları desi'nin batısında kalan evlere ateş etmeye karar ve­
suçlamasıyla, dört eylem yer alıyor. Birinde, Soysal rerek, hamili bulundukları 14'lü tabancalara hedef
Pasajı'nda Armağan Kundura Mağazası'na giriyor­ gözetmeksizin ışıkları yanan evlere doğru ateş et­
lar. "Sanıkların müşteri olarak girdikleri ayakkabı meye başladıkları, atılan bu merrnilerden bir tane­
mağazasında, Hanife Ufuk Sözer gözcülük yaptığı sinin Türközü ikinci durak karşısı 890/A adresinde­
sırada Nigar Gülşat Aygen'in raftan 36 numara bir ki binanın 3. katında oturan Hüseyin ve Melek Çe­
çift kadın ayakkabısını elindeki naylon torbaya ko­ tin isimli şahıslara ait ve misafirliğe gelmiş olup, dı­
yarak dışarıya çıkarmak suretiyle çaldıkları" iddiası şardan silah atışlarının yeniden başlaması üzerine
var.'" İddianarnede bu eylem için bir tarih verilmi­ evde bulunanlarla birlikte paniğe kapılıp evin iç ta­
yor; bundan bir şikayet veya yakalanmanın söz ko­ rafındaki muhkem yerlere kaçmak maksadıyla aya­
nusu olmadığı sonucunu çıkarıyorum. Ufuk ile Gül­ ğa kalkmış bulunan, her şeyden habersiz Ayten
şat, mümkündür, emniyette yapacak iş bulamıyor­ Müjgan Aldemir isimli kadına isabet ederek ölümü­
lar ve canları sıkılıyor; polislere bunları söylemek ne sebep olduğu" yazılıyor."'70 Ölüm, bazan çok do­
gereğini duyuyorlar.
lambaçlı bir yöriingeyi izleyerek geliyor.
Dünyanın solcuları dünyanın en safdil insanla­
çoğu sol yola yeni giriyor. Tabanca ile oynama­
rıdır.
yı seviyorlar. Tabanca üzerinde ustalık yarışına giri­
Sonra, aynı gün olmayabilir, Titiz'e gidiyorlar. yorlar. Devrimci Yol'dan Erol Erdem'in Devrimci
Bu kez, sanki oyun oynuyorlar, Gülşat gözcü oluyor Yol'dan Ayhan Bitirim'in yanına gelmesinden sonra
ve Ufuk, "bir adet düz yeşil renkli hırkayı üzerinde- olanları, iddianame'den, aktarıyorum: "Odaya gir-

638
Türkiye Üzerine Tezler III

diğinde Ayhan Bitirim'in Fransız onlusu tabir edi­ oluşan tıp tedavi biriminin yaralı ile ilgilenmesini,
len tabancayı temizlemek üzere olduğu, Erol Er­ tedavinin yapılıp yapılamayacağının belirlenmesini
dem'in kendisi temizlemek için tabancayı aldığı ve konuştuk. Durumu değerlendirdik; yaralının hasta­
kurcalarken Ayhan Bitirim'in 'sen bu işi beceremez­ haneye kaldınlması halinde yer aldığı olayın önemi
sin' diyerek silahı onun elinden almak üzere uzandı­ nedeniyle polisçe gözaltına alınabileceği, sorgulana­
ğı sırada tabancanın her ikisi arasında ateş aldığı, bileceği ihtimalini düşünerek ve Bedri Yağan'ın ka­
bu ateş sonucu Ayhan Bitirim'in kalbinin alt tara­ naatine göre yeni oluşturulmakta olan tedavi biri­
fından yaralandığı, gömleğini açarak yarasını gös­ minin faaliyetini göriip denemek amacıyla, hastaha­
terdiği, Yusuf Dede ile birlikte Erol Erdem'in yaralı­ neye kaldırmamaya, bulunduğu örgüt evinde tedavi
yı ÇıkıŞ kapısına kadar götürdükleri ve Erol Er­ edilmesine karar verdik." Uğur Korkmazgil'in hem
dem'in giderek durumu Hasan Ali Kaya'ya bildir­ polisin eline düşmesini önlemek ve hem de tıp-te­
mesi üzerine, Hasan Ali Kaya, Kod Ali'7' ve Osman davi biriminin çalışmasını görmek için hastahaneye
Başol'un yaralıyı SSK hastahanesine götiirdükleri, yatınlmadığı anlaşılıyor.
ancak Ayhan Bitirim'in bu hastanede öldüğü" anla­
"Gerçekçi", Uğur'un tedavisine çalışan, bir baş­
tılıyor.·72 Aranan kişiler yaralanınca çok zaman kan
ka deyişle, örgütün tıp-tedavi birimini oluşturan
kaybından öıüyorlar. Amerikan filmlerinin bilinen
doktorlann ismini çıkaramıyor; yalnız Yıldız Karan­
sahneleridir; aranan yaralıyı hastahane ve hatta
lık'ın ismini verebiliyor. Uğur, arkadaşının evinden
doktora götiirüp götürmemek uzun tartışmalara ne­
örgüt evine alınıyor. "Uğur'un ölümünden bir gün
den oluyor.
önce doktorlar bana kendi yapabileceklerini yaptık­
Kan kaybına mal oluyor. lannı, ellerinden başka bir şey gelemeyeceğini söy­
Uğur KorkmazgiL, hastahaneye götüriilemiyor. lediler." Bunları yazan Şaban Taşçı da, sol yola 1977
Sirkeci'de bir iş yerini basıp para almak istendiği za­ yılında giriyor; iç savaş koşulları içinde hızla yükse­
man çıkan çatışmada yaralanıyor. Hastahaneye gö­ liyor.
türülemediği ve "Kazancı Yokuşu'ndaki örgüt evine Artık işi sürekli itiraf yapmak ve devamlı yeni
götüriildüğü, burada belirlenemeyen örgüt üyele­ eylem ile yeni isimler bulmak, bulamazsa uydurmak
riyle tedavi edilmek istenen Uğur Korkmazgil'in al­ oluyor. "On gün boyunca Uğur'la ilgilenen doktorla­
dığı yaralar nedeniyle, gerekli tedavisinin de yapıla­ rın dışında İTÜ'lü örgüt elemanlan Naci Pekdemir,
madığından 18.7.1980 günü öldüğü." ilgili iddiana­ Eşber Çetiner, Mehmet Kılıç ve Banu Mirza, Oya
menin 262. eylemi olarak kaydediliyor.'73 Aranan ki­ Akkuş, Nazan Askeran nöbetleşe olarak hergün ve
şinin hastahaneye götiiriilememesinden başka ce­ gece evde kalarak Uğur Korkmazgil'in tedavisi ve
nazesinin kaldırılması da ayrı bir sorun oluyor. İd­ bakımı ile ilgilendiler." Fakat Uğur ölüyor.
dianame, "sanık Şaban Taşçı'nın sanık Cevdet Hın­
On gün yaşatılmasına çalışılan Uğur'un şimdi
çal'dan ölü Uğur Korkmazgil'in örgüt evinden götii­
cesedinin kaldınlması zorunluluğu var; Cevdet Hın­
riilmesi için bir araba bulmasını istediği" yazıyor;
çal, Bülent Akın'dan ve Bülent de annesinden ara­
bundan sonrasının tam bir seriivene dönüştüğü an­
basını istiyor.
laşılıyor. Ancak iddianame oldukça kısa anlatıyor.
"Gece saat 23.00 sularında cesedi paketledik,
Sanık Şaban Taşçı, daha sonra kendisine "ger­
çekçi" bir yol seçiyor ve itiraflanna başlıyor. İtirafla­ sardığımız kilimlerin arasına önceden hazırladığım,
nnı "birbiri arkasından dosyalar halinde düzenliyor yanımda bulunan, bildiriyi de koyduk. Dördümüz
ve veriyor. yüklenerek cesedi otomobilin bagajına koyduk."
Çok gitmeleri mümkün olmuyor. "Aracı sürdüm.
Uğur Korkmazgil'in acıklı ve acılı sonu ile ilgili Kazancı Yokuşu'ndan Fındıklı yönüne doğru döne­
aynntılı bilgiler var. Aktarmak gereğini duyuyorum. cekken köşede bekçiler aracı durdurdular, kontrol
Şöyle başlıyor: "Sirkeci'de Hasan Aral'a ait işyerin­ edeceklerini söylediler, silahlarını çıkanp bagajdaki
de çıkan çatışmada yaralanan Uğur Korkmazgil olay büyük paketin ne olduğunu sormaya başladılar."
yerinden kaçtıktan sonra, İTÜ Spor Klübü'nde rast­ Soğukkanlılıklarmı kaybetmiyorlar; bir yandan
ladığı bir İTÜ'lünün Cihangir'deki bekiir evine götü­ bekçileri oyalıyorlar ve bir yandan da konuşmadan
rülmüş. Naci Pekdemir bilahare olayı öğrenip ortak plan yapıyorlar. Bir anda dört kişiden üçü ko­
Uğur'un götiiriildüğü eve gitmiş. Ben de daha sonra şarak kaçıyor ve "gerçekçi" arabaya binip hızla sür­
Spor Klübü'ne uğradığımda durumdan haberdar ol­
meye başlıyor. Bekçilerden kurtuluyorlar. Bunu
dum, aynı eve gittim." >74 Açık; doktor gerekiyor.
şöyle itiraf ediyor: "Ben aracı hızla süriiyordum,
"Gaziantep Yurdu'ndan doktor olduğunu bildi­ bekçilerden biri arkadan koştuysa da yetişemedi.
ğim bir örgüt üyesini alarak Uğur'la ilgilenmesini Otomobili Kazancı Yokuşu'ndan Tophane yönüne
sağladım. Bedri Yağan'la buluşup Dev-Genç bünye­ çıkan yokuşa yönelttim." Yokuşa sürmemeyi akıl
sinde Tıp Fakültesi öğrencisi Şerife Yıldız Karanlık edemiyor. Araba istop ediyor. Çalıştıramıyor. Ruh­
sorumluluğunda bazı stajyer doktor öğrencilerden satı alıp, arabayı bırakıyor.

639
Yalçın Küçük

Uğur Korkmazgil'in cenazesini polise vennek is­ Cevdet'in bomba ustalığı falso yapıyor.''' "Cevdet
temezken, bir de araba bırakmak zorunda kalıyor­ Hınçal ve Ahmet Zengin Kurtuluş'taki örgüt evinde
lar. bomba yapımını sürdüıiirlerken ellerinde patlama­
sıyla ağır yaralanarak Şişli Etfal Hastanesi'ne kaldı­
Polis, arabanın sahibini saptıyor. Bülent Akın'ın
rılmıştır." Kimse olmadığı için karar venne sorunu
ailesi sabah saat dörtte emniyete götüıiiıüyor. Bü­
çıkmıyor.
lent Akın önlemini almakta gecikmiyor; bütün bun­
lardan habersiz göıiinerek arabasının çalındığını Polisler hastaneye götürüyor. Sonra ve tam iyi­
polise bildiriyor. Ancak daha önce arkadaşlanndan leşmeden emniyete götüıiiıüyorlar. Bir süre sonra
birisinin, gecikme ihtimaline karşı, eve gelerek an­ cezaevine götüıiiıüyorlar. Altı yıla yakın bir zamanı
nesine, İddianame'deki bilgilere göre, "arabanın cezaevinde geçiriyorlar. Bu yıl ortalanna doğru ön­
vantilatör kayışının Aksaray'da koptuğu, kayış bula­ ce Ahmet ve sonra Cevdet çıkıyor.
madıklan takdirde gece gelemeyeceklerini" söyledi­
Nebil Rohoma öıüyor.
ğini bilmiyor.
"Acil", 12 Mart Yılları'ndan çıkışın başlarında
Cevdet Hınçal, başkalanyla birlikte, Uğur Kork­
sesini duyuruyor. Saf siyasal harekete zaman kal­
mazgil'in ölümüne "neden olmak, suç delillerini giz­
mamış, askeri sanatlara yatkınlık ile siyasal yetenek
lemek" ile de suçlanıyor.
ve becerinin birbirine kanşması, hem hareketleri,
Cevdet Hınçal'ı içerde tanıdım. Cevdet, içerde, çok çabuk "olgunlaştınyor", gelişmelerini bulma­
beni duydu; tanımadı. Sapasağlamdı; artık gözleri dan kemikleşiyorlar ve hem de kemikleşme ikide bir
gönnüyordu. çıt çıt kınlmalara yol açıyor. Halkın Devrimci Öncü­
leri, sürekli olarak iç tartışmalar yaşıyor.
Ahmet Zengin ile birlikte tanıdım. İki kişiydiler;
artık bir tek gözleri vardı. Ahmet ve Cevdet birlikte Antakyalı olduğunu sandığım Nebil Rahoma,
volta atıyordu. Halkın Devrimci Öncüleri grubu içinde kalıyor.

Ahmet, istanbul'dan telefon ediyor; bana geli­ Halkın Devrimci Öncüleri'nin yöneticilerine, di­
yor. Kahvaltı hazırlıyorum; kahvaltıya yetişiyor. ğer arkadaşlanndan bir mektup geliyor. iddiana­
me'ye geçiyor; aktanyorum. "Yoldaş, bir sarkıntılık
Ahmet'le sabah kahvaltısında haşlanmış yu­
spekülasyonu duyduk. O yoldaşın esir alındığını da
murta yerken, insanın tükenmezliğini göıiiyorum.
belirtiyordu. Şu kadannı söyliyeyim ki biz bu yolda­
Ahmet, küçük kaşıkla, yumurtasını kendisi kınyor
şın böyle bir şey yapacağına binde bir ihtimal venni­
ve yiyor.
yoruz. Eğer durum öldünne gibi bir durum alırsa,
12 Eylül olmuş; bomba ile protesto etmeye karar biz de buradakilere, zaten esir olanlara karşı misille­
vermişler. Ekim 1980 başında, pankartlı bomba ha­ rne yapacağız. Yoldaşın kılına dokunurlarsa burada
zırlarken, bomba patlamış. Cevdet'in vücudunda bir sağ adam kalmaz. Onu esir alanlar, bunu düşünsün­
hasar yok; yalnızca iki gözünü kaybetmiş. Ahmet'e, ler, akıllannı biraz kanştırsınlar." HDÖ yöneticileri,
iki gözünden yalnızca birisi, iki kolundan yalnızca HDÖ yöneticisi Nebil Rahoma'yı, bir arkadaşlannın
birisi ve on pannağından da yalnızca ikisi kalmış. kansına sarkıntılık yaptığı gerekçesiyle tutukluyor­
Bir ayaklı protesto olmuş çıkmış. Iar. Yargılamayı planlıyorlar. Mektup, ağır ve dönü­
insan, kendisini sürekli artıran yaratık oluyor. şü olmayan bir karan önlerneyi amaçlıyor.

Ahmet'le kahvaltı yaparken, yemek yerken, in­ Nebil, yaptı mı ya da yapmadı mı? Ortaya çıkan
sanın tükenmezliğine inanıyorum. Bir kez daha ina­ sonuç açısından fazla önemli olduğunu sanmıyo­
nıyorum. Bir kolu dirseğin biraz altından tümden rum. Ancak gruplaşmalar içinde her iki tarafta ka­
kopmuş; diğerinde yalnızca iki parmak kalmış. Ah­ lanlarla da göıiişme imkanım oldu; Nebil'in ahlakı
met, kendisine kalan bu iki parmağı, iki kol, iki el ve konusunda en küçük bir kuşku belirtilmiyor. Acil
on parmak olarak kullanabiliyor. tarafı, Nebil'in, aslında örgüt paralannı Acil'e aktar­
makla suçlandığını ileri süıiiyorlar.
"Gerçekçi" Şaban Taşçı itiraf ediyor: "Sorumlu­
luğum altındaki Cevdet Hınçal ile buluştuk. Şişli yö­ Sol Yol'da ahlak, ne kadar vurgulansa, o ölçüde
resinde bomba konulabilecek kuruluşlar hakkında iyidir; buna inanıyorum.
ekip olarak istihbarat çalışması yapmalannı söyle­ Sol Yol'da ahlak reçetelerini yüksek tutmak için
dim. Daha sonraki buluşmamızda Kurtuluş'taki ör­ gösterilen özenin çok artınıması gerektiğini düşü­
güt evine geçerek Cevdet Hınçal ve benden başka nüyorum.
Ahmet Zengin'in de hazır bulunduğu buluşmada sa­
Nebil Rahoma'ya yapılanlar buraya ginniyor.
atli bombalann yapımına geçtik. Cevdet Hınçal'ın
bomba yapımı konusunda bilgisi olduğundan yan­ iddianame'de "örgütün genel komite üyesi Ne­
lanndan aynıdım, bomba imalatını diğer ekip üye­ bil Rahoma'nın (ölü), yine aynı örgütün genel komi­
leriyle birlikte sürdürmelerini söyledim." Fakat te üyesi Ziya Erdönmez'in (Uzun) kansı Emine Nu-

640
Türkiye Üzerine Tezler III

ran Erdönmez'e sarkıntılık etmesi ve örgütün mali nnda infaz ettikleri." yazılıyor.'76 HDÖ genel komite
kaynaklarını Acilciler örgütüne aktarmak suretiyle üyesi Nebil, 12 Eyıürün ilk ayı içinde, arkadaşlan
örgüte ihanet ettiği gerekçesiyle, Mehmet Yıldınm tarafından kurşuna diziliyar.
(San Metin-ölü), Cemalettin Düvenci (San Hüse­
Ölmek, doğa'laşmaktır. Evren'in boşluğuna ka­
yin-ölü), Ziya Erdönmez (Uzun-ölü), Mete Özer (fi­ nşmak oluyor.
rar-ölü - Kısa-Hoca) ve Ali Özyürek'in (Kirve) İstan­
Kalanlar için görmemek olarak etki yapıyor.
bul Merter semtindeki boş bir arazide toplanarak,
Nebil Rahoma ve kendisine sarkıntılık edilen Emine Birey, daha önce görmediklerinin ölümüne, pek
Nuran Erdönmez'i de getirerek orada örgüt adına üzülemiyor.
mahkeme kurup Nebil Rahoma'yı yargıladıklan ve
Ancak başkalannın ölümü, bana, hep acı veri­
Emine Nuran Erdönmez'in kendisine sarkıntılık yor.
edildiğini kesin olarak kanıtlamasından sonra Nebil
Bu tür anlamsız ölümler, bana, çok daha büyük
Rahoma'yı ölüm cezasına çarptırdıklan ve verdikle­
acı veriyor.
ri bu ölüm cezasını 30.9. 1980 günü Bakırköy Gün­
gören Keresteciler Sitesi Ateş Tuğla Fabrikası civa- Bu çalışmarnı burada durduruyorum.

641
Yalçın Küçük

Üçüncü Bölüm İçin Birinci Ek


TKP, 12 Eylül'e Karşı Çıkan Tİp ve TSİP'e Karşı Çıkıyor

Türkiye Komünist Partisi'nin 12 Eylül'ü değer­ lunun üzerine yürünmesinin artık mümkün olama­
lendiren "Politik DUflım ve TKP'nin Tutumu" adını yacağını göremiyor.
taşıyan on sayfalık belgesine göre, 12 Eyliil bir "as­
TKP ise bir dış politika partisi olma alışkanlığı­
kersel devirme" sayılıyor ve faşist olarak niteleneme­
nı bir türlü atamıyor. Yalnızca dış dinamikte ve
yeceği ileri sürülüyor. MHP 'ne vurduğu, sol teröriz­ uluslararası ilişkilerdeki gelişmeleri ön plana çıkarı­
mi temizlediği ve emperyalizmin en saldırgan ke­ yor ve 12 Eylül'ün, tıpkı 12 Mart türünden, Türki­
simlerine dayanmadığı gerekçeleriyle 12 Eyliil'ün ye'nin ulaşmış olduğu dış dengeleri bozmayacağını
hedef seçilmemesi isteniyor. düşünüyor. Parti öncüdür; TKP, dış dinamikte pişi­
rilmiş gelişmeler açısından 12 Eylül'ün asıl bu den­
geleri bozmak için geldiğini göremiyor. Birleşik
"Sanıklarımızdan Hıdır Özen'in Hasköy'deki
Devletler bakımından 12 Eylül'ün, bir İran, bir M­
evinde çatı katında sigara paketi içine gizlenmiş ola­
ganistan'daki Nisan Devrimi'ne tepki olduğu, Po­
rak bulunan 10 daktilo sahifesi halinde pelur kağı­
lonya'daki gelişmelerin yarattığı prestij erozyonu ve
dına yazılmış 'Politik Durum ve TKP'nin Tutumu'
yönetimin Polonya Silahlı Kuvvetleri'ne devrinin
başlıklı aslı emanette, fotokopisi dosya arasında
yol açtığı hayal kırıklığı içinde geliştiği açıklık kaza­
TKP'nin mesajının orijinali Sarıca Parti isimli An­
nıyor.
kara TKP dosyası sanıklarından ve bizde ifadesi
Şimdi, TKP'nin "Politik Durum" değerlendir­
mevcut illvi Oğuz'un Moda'daki evinde aynı arama
mesinden ikinci önemli paragrafı aktarıyorum: "En
günü negatif filmler halinde bulunmakla bu dokü­
gerici, emperyalist çevreler, bugünkü koşullardan
mandan pasajlar", İstanbul Sıkıyönetim Komutanlı­
yararlanarak Türkiye üstündeki baskıları artırıyor.
ğı tarafından hazırlanan TKP, TKP/İşçinin Sesi,
Bu durum, Cunta ile ya da bir kesimiyle emperyalist
TKP/Devrimci Kanat İddianamesi'nde yer alıyor.'71
çevreler arasında ikinci sorunlarda da olsa çelişki
Bu belgeden aktarma yapıyorum.
yaratabilir. Başta Sovyetler Birliği olmak üzere sos­
12 Eylül Rejimi'ne karşı Türkiye Komünist Par­ yalist dünyanın gücü Cunta'nın politikasını etkili­
tisi'nin yaklaşımı, önce iki paragrafta açıklık kazanı­ yor. Cunta'nın sosyalist ülkelerle işbirliği yolundaki
yor, önce birini aktarıyorum: "Tİp-TSİp, Kürt Dev­ girişimleri emperyalizmin en saldırgan kesimleri­
rimci Demokratları, cuntaya karşı konum alıyorlar. nin politikasıyla çelişkiler taşıyor." TKP, 12 Eylül ile
Partilerine yönelik saldırılara göğüs germeye ve ör­ ilgili değerlendirmesinde en olmaz'ları sıralamakta
gütlenmeye çalışıyorlar. Anıa bu parti ve gruplar akıl almaz bir beceri gösteriyor. "Bu yolda atılan
cuntayı faşist olarak nitelemekte, var olan çelişkile­ adımlar" TKP değerlendirmesi devam ediyor, "ülke­
ri ve savaşım olanaklarını göremiyorlar, geniş de­ de işçi sınıfı ve ilerici güçlerin savaşımı için daha el­
mokratik güçleri birleştirebilecek esnek bir tııtum verişli koşullar yaratıyor." Daha açık yazabilirim;
takınamıyorlar. Bu parti ve gruplar, cuntanın Türki­ TKP, Silahlı Kuvvetler Hükümeti içinde Sovyetler
ye'de faşist hareketi temsil eden MHp'ne de vurdu­ Birliği'ne yönelik politikalar nedeniyle görüş ayrı­
ğunu unutuyorlar. Oysa bu faşist hareketi tümüyle lıklarının çıkacağını ve bunun da işçi sınıfının mü­
yok etmese de önemli bir göstergedir." Bu önemli cadele olanakları getireceğini öne sürüyor. "Bu du­
paragraftan, Türkiye Komünist Partisi'nin bu de­ rumda ordu ve cunta içinde emperyalizmin en sal­
ğerlendirmesinin 1981 yılı ortalarından ve TKP dırgan kolu Anıerikancı kesimlerden yana güçlerle,
Operasyonu'ndan önce yapılmış olduğu sonucu çı­ cunta içinde dış politikada realist görüşleri ağır ba­
karıyorum. san şu ya da bu ölçüde de olsa ulusal çıkarları göze­
MHp'de 12 Eylül hemen öncesinde ve TKP'de 12 ten güçler arasında çelişkiler keskinleşebilir." Bir
Eylül hemen sonrasında, 12 Mart deneyimi ağır ba­ ömür, yönetenler arasında çelişki aramak ve bunla­
sıyor ve değerlendirmenin yönünü belirtiyor. MHP, rın keskinleşmesini beklemekle geçiyor.
12 Eylül'ün, 12 Mart türünden açıkça tek yanlı bir "Bütün bunlar şunu gösteriyor", diyerek bir so­
uygulamaya yöneleceğini, yalnızca Türkiye solunu nuç çıkarıyor ve şöyle: "Bugünkü rejim ilk bakışta
cezalandırma yoluna gideceğini bekliyor ve sanıyor. göriildüğü kadar stabil değildir, ancak, rejimin bağ­
12 Eylül öncesinde MHP'nin açığa çıkartılmış faali­ rındaki bu çelişki potansiyeli bugün henüz açık po­
yetlerine, isteksiz de olsa el atılmadan, Türkiye so- litik kutııplaşmalara dönüşmemiştir." TKP, 12 Ey-

642
Türkiye Üzerine Tezler III

lül'de yönetime gelen 12 Eylül Hükümeti ile ortaya "TKP'nin amacı, halkın, demokrasi güçlerinin
çıkan durumu, stable, stabil, istikrarlı, saymıyor. ortak savaşımıyla cuntanın devrilmesidir. Ancak
Beklemek gerektiğini düşünüyor. Ayrıca "rejimin cunta rejimine son vermek, bugün için olanaklı de­
faşist olduğunu söyleyebilmek için en başta onun ğildir. Çünkü bunu başarmak için objektif koşullar
emperyalizmin en saldırgan kesimlerine dayandığı­ bugün henüz yeterince olgunlaşmamıştır. Bu ne­
nı kanıtlamak gerekir" diyor; ispat istiyor. denle bu belge, bugün eylem çağrısı değildir. Propa­
Başlıyor: "Türkiye'deki askersel devirme, em­ ganda belgisidir." 12 Eylül Rejimi'nin süreceği de­
peryalizmin başta ABD emperyalizminin dünya öl­ ğerlendirmesi yapılıyor.
çüsünde çahşma politikasına geçtiği ve Türkiye üs­ Buna göre bir mücadele olacak ve şöyle anlatılı­
tünde baskıların yoğunlaştığı koşullarda oldu." Bu yor: "Savaşın sivri ucunu baş düşmana, emperya­
paragrafta geçen "askersel devirme" nitelenmesini, lizm ve işbirlikçi tekelci buıjuvaziye çevirmek, em­
siyasal yazına bir katkı sayıyorum; ne anlama geldi­ peryalist dayatmaları, tekellerden yana kemerleri
ğini bilmiyorum. Belki de anlatmamayı örtrnek için sıkma politikasını, işçi sınıfına ve demokrasi güçle­
bu tür tamlamalar seçiliyor. rine yönelen saldırıları geriletmek, cuntanın ve or­
Sürüyor: "Egemen güçler, ülkeyi parlamenter dunun içindeki en gerici; en militarist ve açık em­
yöntemlerle yönetemez duruma gelmişlerdir. Ama peryalizm yanlısı kesimleri, onların sivil destekçisi
o günkü güçler oranı bunalımdan demokratik bir çı­ faşist MHP ve AP'ye egemen çevreleri yalıtmak, ana
kış sağlamaya elverişli değildi. Çelişkiler bir dev­ vuruşu onlara yöneltmek, cuntayı bugün destekle­
rimci duruma yol açmadı." Mekanik bir çelişki ede­ yen, emperyalizme şu ya da bu ölçüde karşı anti-fa­
biyah süriiyor; sonuca bakarak devrimci durumun şist güçleri tutarlı demokrasi savaşına çekmek, cun­
olup olmadığı söylenemiyor. Yönetenlerin varolan tanın göreceli ılırnh kesimlerini nötralize etmek,
yöntemlerle yönetememeleri, bu durum" var, ve yö­ adım olarak sol güçlerle, Tİp, Tsİp ve Kürt Devrim­
netilenlerin yönetimin böyle sürmesini eylemli ola­ ci Demokratları'yla eylem birliği oluşturmak". Milli
rak belirtmiş olmaları, bu durum da var, devrimci Güvenlik Konseyi ve çok yakını, görece ılımlı ve
durumun oluşması için yetiyor. Geriye öznel koşu­ ılımlı olmayanlar olarak ayrılıyor ve ayrıca, 12 Eylül
lun varlığı tartışması kalıyor. Her zaman yapılabilir. Rejimi'ne cephe almanın geçerli sayılmadığı anlaşı­
"Emperyalist gizli servisler ve gerici AP Hükü­ lıyor.
meti'yle MİT, bunalım koşullarında ortaya çıkan yı­ İstekleri var; bazıları her zaman ortaya atılan­
ğınların direnişlerini bashrmak için artan ölçüde fa­ lar. Bir de 12 Eylül Rejimi'ne özgü olanlar var. Biri­
şist MHp'ni desteklediler. 'Sol' terörist örgütleri kış­ si şöyle: "Faşist ve maocu teröristler dışında, tüm
kırthlar, sonuçta, Türkiye göriilmemiş bir terör dal­ politik tutuklular, işçi ve sendikacılar hemen ser­
gasıyla sarsıldı. Can güvenliği giderek yok oldu." best bırakılmalı, koğuşturmalara son verilmelidir.
Böyle bir saptama var; önceki iki önemli paragrafta Yurttaşlıktan çıkarma kararları kaldırılmalıdır." Si­
bir bütünlük sağlıyor. yasal tutukluların bırakılması talebini hep yerinde
TKP, 12 Eylül Rejimi kurulduktan sonra "cunta­ bulmak gerekiyor; ancak, MGK'nin, bir ayırım ya­
yı bugün destekleyen" güçlerle "eylem birliği kura­ parak "faşist ve maocu teröristleri" içerde tutacağı
bilmek" üzerinde duruyor ve bazı koşullara açıklık isteği, bir iyimserliği yansıtıyor.
getiriyor. Bu açıklığı aktarmam gerekiyor: "TKP'nin
"TKP ve faşizme karşı tüm politik partilerin üs­
terörizme karşı oluşuyla cunta rejiminin terörizme
tündeki yasak kalkmalıdır. Faşist MİsK dışında
karşı oluşu arasındaki ayırım açıktır. Birincisi, cunta
DİSK ve tüm sendikalar açılmalıdır. Tüm sendikal
sol terörizmin objektif bakımdan karşı devrimci ey­
özgürlükler, özellikle grev ve özgür toplu sözleşme,
lemlerini, demokrasi güçlerine, tüm" özgürlüklere
sendikalaşma hakkı, eksiksiz tanınmalıdır". Bu is­
karşı saldırı bahanesi olarak kullanıyor. İkincisi, sol
teklerin MGK Dönemi'nde gerçekleşebilmesi için
terörizmi, komünizm ülküsünü lekelemek için ko­
gerçekten "esnek" davranmak gerekiyor.
münist hareketin bir parçası olarak tanıyor. Üçüncü­
sü, sol terörizme, şu veya bu nedenlerle süriiklenen, Bitirirken ilk aktarmayı tekrarlıyorum: "Tİp­
bir avuç maocu, serüvenci elebaşının şaşırthğı genç TSİp, Kürt Devrimci Demokratları, cuntaya karşı
insanlara karşı insanlık dışı bir kıyım kampanyası konum alıyorlar. Partilerine yönelik saldırılara gö­
YÜriitüyor."178 Böyle bir açıklamadan sonra şu belirti­ ğüs germeye ve örgütlenmeye çalışıyorlar. Ama bu
liyor: "TKP terörizme olduğu gibi cuntanın bu uygu­ parti ve gruplar cuntayı faşist olarak nitelemekte,
lamalarına da karşı çıkıyor. TKP, terörist sol grup­ var olan çelişkileri ve savaşım olanaklarını göremi­
larla, yığın tabanı olan küçük buıjuva radikal grup­ yorlar, geniş demokratik güçleri birleştirebilecek es­
lar arasında, bunların tepeleriyle tabanları arasında nek bir tutum takınamıyorlar." Böylece daha açık
ayırım yapıyor. Birincilerle savaşıyor, ikincileri sü­ oluyor; TKP, 12 Eylül Rejimi'ni faşist görmüyor ve
rekli eleştirerek uyarıyor." Türkiye Komünist Parti­ bu bakış acısıyla "faşizme karşı tüm politik partile­
si'nin "sol" terörizm adını verdiği hareketlerle, 12 rin üstündeki yasak kalkmalıdır" talebini ileri süre­
Eylül'ün mücadele biçimine karşı çıktığı anlaşılıyor. biliyor.

643
Yalçın Küçük

Üçüncü Bölüm İçin İkinci Ek


Devrimci Yol: Parti ve Hukukı79

Görülmekte olan bu dava iki buçuk senedir de­ ra karşı koymaktan, kendilerinin ve içinden geldik­
vam etmektedir. Bugüne kadar, sözkonusu müvek­ leri halkın direnmesini istemekten ve bu uğurda fe­
killerimizle ilgili salıverilme isteminde bulunmadık. dakarca mücadele etmekten başka bir şey yapma­
Bunun nedeni müvekkillerimizin suçlu olduklanna dıklannı belirtmişlerdir.
inanmamız değildi elbette. Bunun nedeni; en yetki­
Faşizme karşı mücadeleyi suç sayan bir yasa
li ağızlardan zaman zaman hazırlık soruşturmasının
hükmü yoktur. Faşizmin dünyadaki uygulamalan
gizliliğine ilişkin hukuk kuralını çiğnercesine yükle­ ve 1961 Anayasası'nın özgürlükçü özellikleri dikkate
tilen suçlamalar ve yapılan açıklamalarla bir döne­ alındığında faşizme ve faşistlere karşı sürdürülen
min bütün sorumluluğunu müvekkillerimizin ve mücadelenin bir görev olduğu görülecektir. Bu mü­
devrimcilerin üzerine yıkmak isteyen anlayışlar ve cadeleyi iktidarlann kendilerinin yapması gerekir­
bu anlayıştaki yayın organlan ve TRT aracılığıyla ken, yapamamalan ve bir losmının bu hareketleri
yapılan yayınlar, bu yolla yargılanmadan, "Anar­ desteklemesi müvekkilleri bu mücadeleye girmeye
şist", "Terörist" ve ''Vatan Hayini" ilan edilen mü­ mecbur etmiştir.
vekkillerimizin durumlannın, yani, gerçeğin ortaya
çıkmasını beklemek zorunda bırakılmamızdı. Müvekkiller iddianarnede doğuşu ve gelişimi,
örgütlenme biçimi, amaç ve stratejisi, yayın ve pro­
Çünkü, müvekkillerimizi suçlayan ilk yargısal paganda faaliyetleri, mali ve silah kaynaklan, ger­
belge olan iddianamenin de bu anlayışın etkisinde çekleştirdiği eylemleri belirtilen THKP-C Devrimci
kalarak hazırlandığı kanısında idik. Mahkemenin Yol adlı örgütü kurmak, yönetmek, çeşitli sorumlu­
de bu durumdan etkilenebileceğini düşünüyorduk. luklar üstlenerek bazı olaylan gerçekleştirip, bazı
Bu durumda, sorgulann yapılması, ciddi suçla­ olaylan azmettirmek ve böylece TCYnın 146/1
malann incelenmesiyle, bu suçlamalann ve propa­ maddesinde belirtilen suçu işlernek iddiasıyla yargı­
gandalann asılsızlığının ortaya çıkmasını bekleme­ lanmaktadırlar.
miz gerekti. Müvekkillerimiz sorgulannda; ülkemizde bü­
Nitekim dava açılmış, sorgulamalar yapılmış, yük olaylann yaşandığını, önemli toplumsal geliş­
müvekkiller iddianameye, iddianarnede yer alan melerin olduğunu, bu gelişmelerin niteliğini ortaya
olaylara, kendilerine yapılan haksız ve yasadışı uy­ koyacak, izlenmesi gerekli doğru yolu gösterecek
gulamalara gerekli yanıtı vermişlerdir. devrimci bir partinin olmadığını, devrimci mücade­
lenin asgari şartı olarak gördükleri böyle bir parti­
90 günü aşan gözaltı süresince, kendilerine ya­
nin o dönemin koşullannda bulunmaması nedeniy­
pılan akla hayale gelmeyen, hiçbir insanın ve insan­
le bir yayın organı aracılığıyla görüşlerini açıklama­
lığın kabul etmesi mümkün olmayan, hukuk ve ya­
yı uygun bulduklannı, bu dergi vasıtasıyla bir yan­
sadışı yöntemlerle yetkisiz organlarca sorgulanışla­
dan ülkede meydana gelen önemli olaylar ve geliş­
nnı anlatmışlardır.
melerle ilgili görüşlerini açıklamak, öte yandan dev­
Kendilerini savunamaz, haklannı koruyamaz rimci bir partinin oluşması için gerekli fikir temeli­
duruma getirmişlerini, emniyetteki ve cezaevindeki ni yaratmaya çalıştıklannı, siyasi iktidan ele geçir­
olumsuz koşullan tek tek ortaya koymuşlardır. me mücadelesinin ancak bu parti yaratıldıktan son­
Müvekkillerimizin çıkardıklan yayın organlan ra gündeme gelebileceğini belirtmişlerdir.
aracılığı ile yaptıklan faaliyetlerin özü, müvekkille­ Bu duruma rağmen, ülkede farklı bir gelişmenin
rin konumu, iddianamedeki suçlanış biçimleri "si­ olduğunu, MHP ve çevresinde örgütlenen güçlerin
yasal tutuklu" olduklannın en somut kanıtıdır. Mü­ ülkeyi tamamen faşistleştirme politikalannı günde­
vekkiller 12 Eylül öncesi ortamın suçlulan değil, me getirdiklerini, bunun ülkede ortamın sertleşme­
mağdurlandır. Bir kez bile iktidara gelmemiş bu ki­ sine, toplumun kamplara bölünmesine neden oldu­
şilerden geçmişin tüm hesabını sormanın gerçekle ğunu, faşist terör ve katliamın yoğunlaştığını, buna
ilgisinin bulunmadığına kuşku duymuyoruz. Mü­ karşı geniş tepkilerin oluşmaya başladığını, tepkile­
vekkiller savunmalannda, devlet olanaklannı kulla­ rin giderek düzenin siyasal kurumlanndan koptu­
nan faşist mihraklann halka, ilerici, devrimci ve de­ ğunu, bu tepkilerin oluşturduğu muhalefeti toparla­
mokratlara karşı yönelttiği saldınlara ve katliamla- yacak devrimci bir partinin bulunmadığını, belirli

644
Türkiye Üzerine Tezler III

yayın organlarının görüşlerini benimseyen kişilerin önleyemediğini görmeleri üzerine Tekelci Burjuva­
bu yayın organları etrafında siyasi kümeler oluştur­ zinin stratejik bir tercih yaptığını, bu tercihin tama­
duğunu, bu kümelenme nedeniyle bu yayın organla­ men demokrasi dışı bir tercih olduğunu, halktan ya­
rının siyasi örgüt gibi göründüğünü söylemişlerdir. na tek bir sesin çıkmadığı, demokratik hak ve öz­

İşte bu ortam içerisinde Devrimci Yol Dergi­ gürlüklerin olamayacağı bir baskı ve terör rejimine

si'nin yayınlanmaya başlandığını, ülkede faşist terö­ yöneldiğini, bunun için tam bir savaş verdiğini, Mil­

re karşı oluşan direnme ve karşı koyma eylemleri­ liyetçi Cephe, ı. ve 2. MC dönemi, yani MC dönemi,

nin bu dergi etrafında yoğunlaştığını, bu gelişmeler Kahramanmaraş katliamı, 24 Ocak Kararlarının,


sonucunda Devrimci Yol Dergisi'nde yayınlanan gö­ Nevşehir, çorum ve Fatsa olaylarının, Cumhurbaş­
rüş ve önerileri benimseyen geniş bir kitlenin oluş­ kanının seçtirmemenin bu stratejinin ürünü oldu­
tuğunu, bu oluşumun dışarda siyasal bir örgüt görü­ ğunu, 1961 Anayasası'nı ortadan kaldırmanın böyle­
nümü yarattığını, gerçekte böyle bir siyasi örgütün ce sağlandığını, söylemişlerdir.
bulunmadığını açıklamışlardır. Bu açıklamalar karşısında müvekkillerimizin
iddia edildiği gibi, Merkez Komite, Genel Komi­ 1961 Anayasası'nın kaldınlması, değiştirilmesi, bu
te, Bölge ve Birim sorumlulukları, Silahlı Direniş, anayasanın öngördüğü kuruluşlara karşı mücadele
Devrimci Savaş Birlikleri, Devrimci istihbarat Teş­ edilmesini önermeleri ve bu uğurda mücadele et­
kilatı gibi kuruluşların oluşturulmadığını açıkça or­ meleri, anayasayı değiştirme kastı taşıdıkları, iddia
taya koymuşlardır. edilemez. Böyle bir iddia gerçeği yansıtmaz.

Müvekkillerimizin bu savunmalarının aksini Yani müvekkiller bir örgüt kurmadıkları gibi,


gösterecek tek bir delil, bu güne kadar dosyaya gir­ 1961 Anayasası'na ve bu anayasanın öngördüğü ku­
memiştir. Girmesi de mümkün değildir. Dosyada rumlara karşı da mücadele etmemişler ve bunu
bulunan yazılı belgeler okunduğunda, dergiler ve önermemişlerdir. Tersine bu Anayasa'nın tüm kural
broşürler incelendiğinde bu gerçek daha bir açık şe­ ve kurumlarıyla işlemesini istemişlerdir. Çünkü bu
kilde ortaya çıkacaktır. Anayasa'nın gereği gibi uygulanması durumunda,
Yine müvekkillerimiz sorgularında: Türkiye'de Türkiye'de Demokratik Devrimin tamamlanması­
12 Eylül'e kadar yaşanmış siyasal gelişmeleri, de­ nın mümkün olabileceğini ileri sürmüşlerdir.
mokrasi mücadelesi ekseninde değerlendirmek ge­ Müvekkiller hakkındaki kişisel suçlamaların bü­
rektiğinde bir Anayasa ve Anayasal düzen kavgası­ yükçe bir bölümü bitmiştir. Müvekkillere yönelik
nın sürdüğünü, 1961 Anayasası üzerindeki mücade­
azmettirme suçlamalarının ne kadar tutarsız oldu­
lenin anayasayı savunan ve karşı çıkan politikaların
ğu, hukukta genel azmettirme diye bir kavramın
çatışması olarak ele almanın mümkün ve doğru ol­
olamayacağı, her suçun tek tek ele alınması gerekti­
duğunu, bu çatışmanın değişik biçimler olarak 1961
ği, suçun şahsiliği ilkesi düşünüldüğünde, müvek­
yılından beri süregeldiğini, ilerici, devrimci ve de­
killere yönelik kişisel suçlamaların dayanaksızlığı
mokratların, yani faşizme karşı olanların 1961 Ana­
ortaya çıkmaktadır.
yasası'ndan yana tavır aldıklannı;
Mücadele ve çabalar faşizmin iktidarı ele geçir­
1961 Anayasası'nın burjuva demokrasisini ön­
me stratejisine karşı direnme boyutunda kalmıştır.
gördüğünü, hak ve özgürlüklerin içeriksiz kalmama­
Ancak ne hazindir ki, iktidarı ele geçirmek için mü­
sı için önlemler aldığı, toplumun ilerlemesini, de­
cadele eden bu faşist çeteler Askeri Yargıtay Karar­
mokratikleşmesini isteyen kitlelerin kendi sorunları
larında Cürüm işlernek için Kurulan Cemiyetler
hakkında söz söylemelerini, kararlar almalarını, hak
olarak değerlendirilmiş ve TCK'nun 313. maddesi
aramalarını öngören bir içeriğe sahip bulunduğunu,
uyarınca cezalandınlmaları yoluna gidilmiştir. Bu
bunun da toplumun ilerlemesinde ilerici bir işlev ol­
çetelere karşı mücadele eden müvekkillerin durumu
duğunu; ilerici, devrimci ve demokratların çabaları,
kitlelerin bilinçlenmesi, Anayasa'daki hak ve özgür­ ise, 146. madde kapsamı içinde değerlendirilmiştir.

lüklerin içerik kazanması istek ve uğraşılarla demok­ Bizce hukuki yaklaşımın bunun tam tersi olması ge­

ratikleşme birikimi bir yanda çoğalıp kökleşirken, rekirdi.

diğer yandan hakim sınıfların toplumun gelişmesine Müvekkillerimizin örgüt kurmadıkları, bir parti
paralel oluşan sosyal dengeleri 1961 Anayasası'nın yaratılamadığı, 1961 Anayasası'nı değiştirmek ve
öngördüğünden daha geri sosyal dengelere zorlaya­ bunun oluşturduğu anayasal düzeni ortadan kaldır­
rak çatışmanın kaynağını yarattığını; mak gibi bir kastlarının bulunmadığı, kaldı ki böyle
Hakim sınıfların ve müttefiklerinin 1961 Anaya­ bir kastın gerçekleşmesi için ön koşul olan elverişli
sası'nı içlerine sindiremediklerini, bu nedenle uygu­ vasıtanın yani devrimci bir partinin olmadığı gözö­
lanmasını ve hatta ortadan kaldınlması için uğraş­ nüne alındığında, TCK'nun 146. maddesindeki su­
tıklarını, 12 Mart döneminde yapılan değişikliklerin çun unsurlarının davamız açısından oluşmadığı
toplumun gelişmesini, demokratikleşme eğilimini açıkça anlaşılacaktır.

645
Yalçın Küçük

Üçüncü Bölüm İçin Üçüncü Ek


Halk Savaşı Üzerine Eleştirel İnceleme

"Narodnaya Volya'nın'80 yanılgısı, tüm hoşnut­ de o ölçüde güçlenmek zorunluluğuyla karşı karşıya
suzları örgütte toplamaya ve bu örgütü, kararlı bir geliyor.
biçimde, otokrasiye karşı mücadeleye yöneltmeye
Devletin gücünün karşılaştığı çelişkilerin bir tü­
çalışmak değildi; tersine, bu, onun büyük tarihsel
revi olması ne demek? Devletin güçlü olduğu ölçü­
meziyetidir. Yanılgı, özü hiç de ihtilalci olmayan bir
de güçsüz olduğu anlamına geliyor.
teoriye dayanmalarıdır ve Narodnaya Volya üyeleri,
hareketlerini, gelişen kapitalist toplumdaki sınıf mü- Yönetime gelmek, bir bilim olduğu kadar da bir

cadelesine ayrılmaz bir biçimde bağlamayı ya bile­ sanafhr; bir sezgi işi. Çelişkilerin türevi olan işi sez­

mediler ya da yapamadılar." mek gerekiyor. Yanına yaklaşmadan sezmek müm­


kün değiL. Yönetime nasıl gelineceğinin yönetime
Lenin, Ne Yapmalı
gelmek isteğiyle ilgili bir yanı var.
"Kapitalist üretimin ham koşulları ile ham sınıf­
Barışçıl yollarla bir yönetim değişikliği, hiçbir
sal durumlara, ham kurarnlar denk düşer."
yerel pratik olmadan da reddedilebilir. Aksine bi­
Engels, Sosyalizm; Ütopyacı ve Bilimsel rikmiş ve haliL. yaşanılan pratiklere dayanılabiliyor.
Ancak yine de bir ihtimal olarak barışçıl yolun red­
"Her ihtilale, gerçek eylemcilerin yanında, türlü
dedilmesinin akılla ilgili bir yanını göremiyorum.
kalıpta insanlar katılıyor; bazıları, sürüp giden hare­
Bu reddi anlayabiliyorum. Barışçıl yola dayanmak
keti anlayamayan, geçmiş ihtilallere bağlı ve bunla­
isteyenlere yöneltilen sert eleştirileri de görebiliyo­
rın kalıntıları olan, ancak herkesin bildiği dürüstlük-
rum. Fakat yine de bu eleştirilerin, barışçıl yolun
leri ve cesaretlerinden kaynaklanan ya da yalnızca
muhtemel ancak imkansız olduğu biçiminde formü­
geleneğin etkisiyle devam eden popüler etkileriyle,
lasyonun, yöntemsel açıdan çok daha doğru olacağı­
diğerleri, bunlar saf şamatacılar oluyorlar, yıllar yılı
nı düşünüyorum.
karşılaştıkları her hükümete aynı klişe nutukları tek­
rarladıkları için, birinci sınıf ihtilalci şöhretini çaktır­ Bunlar söylenmiş olabilir; söylenecekler var.
madan, elde ediveriyor. IS Mart'tan sonra'·! bu tür Barışçıl olan ile olmayanı ayırt etmek çok zor. Te­
insanlar ortaya çıktı ve önemli roller oynamaya ça­ kelci aşamada şiddet politik yaşama içerilmiş duru­
baladı. Güçleri yettiği ölçüde, benzerlerinin daha yor.
önceki ihtilallerin tüm gelişmelerini engellemeleri Bir adım daha ahlabilir ve barışçıl geçiş tümüy­
türünden, işçi sınıfının gerçek eylemini engellediler. le bir kenara konabilir. Bundan sonra durmak gere­
Bunlar kaçınılmaz dertlerdir; zamanla kurtulunuyor, kiyor. Barışçıl olmayan geçişin "sovyetik ayaklan­
ancak Komün'ün zamanı olamadı." ma" ile mi, yoksa "maoist halk savaşı" yoluyla mı
Marx, Fransa'da İç Savaş gerçekleştirileceği tartışmasını her zaman yapmak
mümkün değil; tartışma için ipuçları bulma zorun­
luluğu var.
Bu ekte yazacaklarımın tümü yöntemle ve dü­
1971 yılında böyle bir tartışmanın son derece
şünme süreciyle ilgilidir. Burada, barışçıl geçiş mi,
skolastik olduğunu belirtmek durumundayım. Çok
yoksa Leninist ayaklanma veya Maoist halk savaşı
neden ileri sürülebilir; birincisi ve aslında hepsi, bir
mı daha geçerlidir; bunları tartışmıyorum. Şu anda
seçme mahkumiyeti yok. Böyle bir zorunluluk nere­
bile görüşlerim olmadığı için tartışmaktan geri kal­
den çıkıyor?
mıyorum; kuşkusuz görüşlerim var. Şu aşamada bu
tartışmadan daha çok böyle bir sorunun nasıl ve "Halk savaşı" her zaman değil, ancak çok zaman
hangi koşullarda tartışılabileceği üzerinde durmam bir köylü savaşı oluyor. Ayaklanma, zorunlulukla
gerekiyor. değil, genellikle, işçi sınıfına özgü sayılıyor. Halk sa­
vaşı, mekan olarak kırları ve ayaklanma da, kentle­
Devlet, bir toplam'dır. Mücadele de toplam ol­
ri ve özellikle en büyük bir veya iki kenti seçiyor.
mak zorundadır.
Şimdi böyle bir konum içinde, ileri sürüldüğü tür­
Devlet, çelişkileri, bir taraf yanında bashrmak den kırların kentleri sardıkları bir zamanda kentte­
için var oluyor. Devletin gücünü çelişkileri bashrma ki işçilerin de ayaklanmaya girişmeleri halinde ne
işlevi belirliyor; çelişkiler ne kadar büyükse devlet olacak? Hep, Einstein'ın düşünsel deney dediği tür-

646
Türkiye Üzerine Tezler III

den düşünmeye çalışıyorum; böyle bir durumun or­ Bütün bu varsıyımlar, en çok, Lenin'in, 1905
taya çıkmasını önleyen ne tür mekanizmalar bulu­ Rusya Demokratik Devrimi'nin iyimser günlerinde
nabilir, bilemiyorum. Silahlarını birbirine mi çevi­ yazdığı İki Taktik çalışmasına referans yapılarak
recekler? güçlendirilmek isteniyor. Aktarıyorum: "Rusya
Ütopyacılara bakış açım, Marx ve Engels'in yay­ Devrimi, yalnızca buıjuvazi ondan kaçtığı ve köylü
gınlıkla bilinen yazılarından ton farkıyla ayrılıyor; kütleler, proleteryanın yanıbaşında aktif ihtilalciler
daha az okunan yazılarına yakın düşüyor. Bilimsel­ olarak ortaya çıktıkları zaman, gerçek açılımına ka­
liğe ve yeni bir dünyanın kaçınılmazlığına aşın vur­ vuşmaya başlayacak ve gerçekten de, buıjuva de­
gunun, hareketsizliğe ve tembelliğe yol açtığını dü­ mokrat devrimler çağında mümkün olan en geniş
şünüyorum. Aynca yeni düzenin akıl yoluyla tasa­ açılımına kavuşacaktır."'" Bütün bunlar köylü küt­
rımlarını tümüyle reddetmenin de mümkün olama­ leler aktif devrimci rollerle ortaya çıktıkları zaman
yacağını düşünüyorum. Owen'ın fabrika işletmesiy­ gerçekleşiyor.
le ilgili tasarımlarının bazılarının veya benzerleri­ Çıkabilirler veya çıkmayabilirler; ülkelerin ta­
nin sovyet sanayileşmesi sırasında da keşfedildiğini rihleri ve somut gelişmeleri belirliyorlar. Ancak Le­
ekliyorum. Bütün bunlardan sonra da, 1971 yılına nin'in, buıjuvazinin demokratik programdan kaç­
dek, böyle bir ikilemin ortaya atılmasının ve ikisi kınlığını saptayarak, köylülerin bu tür rolünden söz
arasında anlamlı bir tartışmanın imkansızlığını ile­ etmesinin arkasından her ülkede köylülere devrim­
ri sürüyorum. ci bir rol kesmek ve daha da ileri giderek kırlık ke­
Owen'ın tasarımları akılla ilgilidir; yönetimi al­ simleri ihtiıaı kıvılcımını bekleyen kütleler olarak
ma, çok büyük ölçüde bir sanat oluyor. Sanat, ger­ düşünmek ciddiyetle bağdaşmıyor.
çeklikte ambriyonik gelişmelere dayanmak zorun­ 12 Mart ile 12 Eylül arasında yoğunlaşan pratik­
dadır. Sanatın ipuçları gerçekliktedir; pratikten ge­ ler, bu tür varsayımlara acımasız darbeler getiriyor.
liyor. Kır kesimlerinin siyasal ataletini açıklamak için
Yön Hareketi bir yana, Türkiye tarihinin hiçbir ortaya sürülen "sun'i denge" düşüncesi, Dr. Hikmet
saf iktidar girişimi yoktur; açıklıkla kabul edilmesi Kıvılcımlı'nın uzun yıllar savunduğu düşünce deme­
gerekiyor. Türkiye'de barışçıl geçişe karşı düşünce­ tinden kaynaklanıyor. Özgün bir yanı yok; Dr. Kıvıl­
leri ortaya atan da, ne TKP ya da bir başkası, fakat cımlı uzun yıllar, Türkiye'de yüz kadar parazitik ege­
Yön Hareketi oluyor. Yön Hareketi kendisini bir ik­ menden kurtulmak için, oligarşik kadro ya da aileler
tidar alternatifi olarak gördüğü ve iktidarı almayı de denebilir, yüz kadar yürekli aradı, durdu. Bu ara­
denemek istediği için bu tartışmayı ortaya çıkarıyor. yışın arkasında yapay bir denge anlayışı yatıyor.
Kendisini iktidar alternatifi saymayan hareket­ Sıra gerilla arayışına geliyor.
lerin geçiş yolları üzerinde söyleyecekleri, başka ül­ Leh ve aleyhinde görüş ileri sürmüyorum; tutar­
kelerde yazılanlara şerhler düşmekten öteye geçme lılık sınamasından geçirmek istiyorum. Kırlardan
şansına sahip olamıyor. Yöntemsel olarak, iktidar kentlerin sarılacağına inanılıyorsa, TKP/ML kırlar­
pratiğinden uzak hareketlerin geçiş görüşlerinin da başlamayı ve uygun bir bölgeye yerleşmeyi savu­
skolastik olduğuna karar vermek gerekiyor. nuyor. Kurtarılmış Bölgeler'de, istedikleri yönetim
İster ayaklanma ve isterse halk savaşı olsun, her türlerini deneme düşüncesi de ileri sürülüyor. Bir
ikisi de şiddeti içeriyor. Bu, bir. İkincisi, her ikisi de, yanda bu var. Eğer sorun devletin güçsüzlüğünü
kütlelere dayanmak gereğini reddetmiyor. Bunlar göstermek ve sun'i dengeyi ortadan kaldırmak ise
güzel ve üçüncüsünü ekliyorum; savaş, politikanın MLSPB planları ortaya çıkıyor. Küreselleşmeyi ve
şiddet uygulanarak sürdürülmesi olduğuna göre, partilere özgü siyasal eylemleri düşünmüyor. Bir
kütlelerin şiddet yolunu seçmesi için amaçlarının büyük kentte dar bir kadro hareketi olarak, devletin
başka bir yolla elde edilemeyeceğine ve şiddet yo­ güçsüzlüğünün propaganda edilmesine katkıda bu­
luyla elde edilmeye değer olduklarına inanmaları lunacağı düşünülen eylemleri düzenliyor.
gerekiyor. Kimseye gerilla olmasını öğütlemiyorum; geril­
1971 yılında Türkiye'de köylülerin, eksik gör­ la olmamalarını söylemek de bana düşmüyor. Bura­
dükleri demokratik süreci tamamlamak için halk da söylenen şudur: Gerilla eylemleri ve genellikle
savaşı yoluna gireceklerini hiç sanmıyorum; Hayal gizli hareketler iyi tanımlanmış mümkün olan ölçü­
görünüyor. de az sayıda işlevi yapmak üzere ortaya çıkıyor. Ge­
Buıjuvazinin demokratik platformdan kaçması rilla hareketleri ve gizli örgütler, kesinlikle kendile­
bir gerçeklik sayılabilir; burjuvazinin boşalttığı rinin dışında hareket ve eylemlerin varlığını kabul
platformu köylülerin alacağı ve bunun için şiddetli etmek durumunda kalıyorlar.
bir istek göstereceği düşüncesi bir ham varsayımdır. Her işi üstlenmek isteyen bir gerilla hareketi ya
Politika sanatında gerçeklerin yerine varsayımları da gizli örgüt, bir örgüt olmaktan daha çok bir inti­
koymak geçerli bir yol olmuyor. har birliğine yaklaşıyor.

647
Yalçın Küçük

Hiçbir legal hareketi ciddi sayamayan veya ken­ romanında bulmak mümkün. Fakat Guevara'nın
di dışındaki legal çalışmalann hiçbirisiyle yakınlık gerilla savaşı anlatımında somut çok daha çeşitli ve
kuramayan gizli hareketler, kısa bir zaman içinde zengin olarak görünüyor. Che yazıyor: "Aramızda
dağıtılmaya mahkum oluyorlar. tam bir birlik yoktu. Adamlanmızın çoğu ne savaş
tecrübelerinden doğan bir ruha, ne de tam ideolojik
Böyle değerlendirildiğinde, gerilla hareketinin
bilince sahipti. Bir de bakıyorduk, bugün bir yoldaş,
önce kentte başlayacağı ve sonra kıra sıçrayacağı,
öbürgün şu yoldaş bizi terkedip gidiyordu."'·' Üzü­
dönüp kentte gelişeceği, atlayıp kırda büyüyeceği
cü, ancak gerçekliği anlatıyor.
düşüncesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi dershanelerin­
de 1950-1960 yıllannda öğretilen mekanik ve meta­ Romantizm'e red ölçüsünde bir itirazım yok; bi­
fizik bir mantığın, amprisist bakış açısının gerilla reyin gücünü artırmaya katkıda bulunduğu ölçüde
sorununa yansımasından öteye geçemiyor. Bu yolla yararlı da buluyorum. Ancak abartma ve tek yanlılık
gerilla olunmaz; kurban olunur. ile, tarihte kalmış kişileri aşırı süslemeye gidiyor;
yararını çok aşıyor. Che Guevara bir dönemin yiğit­
Devam etmeden önce tezleri sıralıyorum.
lemesi ve romantik arayışlann simgesi oldu. Ger­
Bir: Yalnızca erken öldüğü için, kendisini kanıt­ çekçi ve acılı bir "okuma" gerektiriyor; katkıda bu­
lama şansı olmadan katledildiği için Mustafa Sup­ lunmak istiyorum.
hi'yi, sosyal mücadeleler tarihinde, örnek olsun, bir
"Adamlanmızdaki bedeni, ideolojik ve manevi
Şefik Hüsnü'den daha yüksek bir yere oturtmak sof­
yetersizlikleri yenmek için her gün mücadeleler ve­
talara yakışıyor. Laz İsmail'in mantığıdır; reddedil­
riyorduk. Fakat aldığımız sonuçlar her zaman için
mesi gerekiyor.
cesaret verici olmuyordu." Romantik yazımlara ters
İki: 1970 yıllannda silahlı mücadele yolunu se­ düşüyor ve devam ediyor: "Zaaflanna mağlı1p olan­
çen hareketlerin en büyük zayıflığı, hızla büyürnek lar, aynımak için çeşitli bahaneler uyduruyorlar,
zorunluluğu ile karşılaşmalarından kaynaklanıyor. izin koparamaymca da bizi bırakıp gidiyorlar. Hem
Seçtikleri yolun mantığına son derece ters bir bi­ de kaçmanın cezası, yakalanır yakalanmaz idam
çimde, hızla ve aşırı ölçüde büYÜyorlar. edilmek olduğu halde."'·5 Bir hevesle giriyorlar ve
Üç: Toplumsal pratik, 1960 yıllarının sonlann­ zor geliyor.
dan itibaren, önce anti-tip ve daha sonra anti-tiptkp Dağlarda yürüyüş! Arada bir gerçekten sağlıklı­
modelinde partileşme arayışı içinde olan hareketle­ dır. ''Yürüyüşlerden nefret edenler, bizi zamanla
ri, zamanından önce bir savunma işlevi ile karşı terkettiler." Yürüyüşlerden nefret başlıyor. Che Gu­
karşıya bırakıyor. Hem ham bir biçimde kütleleş­ evara "fakat yerlerine yenileri geldi" diyerek, teselli
rnek zorunda kalıyorlar ve hem de siyasal gelişginlik buluyor ve yazıyor.
yerine savunma becerisi ön plana çıkıyor.
Hainler de geliyor. "Gerilla bölüğümüze ilk yar­
Siyasal gelişginlik ile savunma becerisi, her za­ dımcı olanlardan ikisiydi bunlar." Guerra ile Dioni­
man at başı gitmiyor. Latin Amerika deneyimlerin­ sio'dan söz ediyor. İkincisi, bir süre sonra, birincisi­
den ithalat yapmak durumundayım. Fidel Castro ile nin hain olduğunu ortaya çıkanyor ve kanıtlıyor.
başlanmasında bir sakınca görülmeyeceğini umu­ Che, daha sonra Dionisio'nun da hainliğinin belir­
yorum. Bir deneyimi aktarırken şunlan yazıyor: lendiğini yazıyor. Ekliyor: "İhtiIaı böyle adamlarla
"Her devrimci süreçte daima farklı güçler bulunur. yürütülüyordu." Kahraman varsa, hain de var.'·6
Her devrimci harekette farklı otorite merkezleri
"Hapishanede canavarca işkencelere ses çıkar­
vardır. Bizim Küba deneyimizde de böyleydi. Mon­
madan katlanabilen adamlarımız var, ama düşma­
cada'ya saldırdığımızdan diğer devrimci örgütlerin
nın elinden bir makinalı tüfeği koparabilecek tek
haberi yoktu. Bir grup vatanseverin Goİcuria askeri
adamımız yok." Che Guaevara, Partido Socialista
garnizonuna saldırdığını da diğer askeri örgütler
Popular'ın liderine böyle yakınıyor. Bunun gerekçe­
bilmiyorlardı. Directorio Revoluvionari'ya bağlı yol­
sini de, kendisi, açıklıyor: "Bu bir strateji anlayışı­
daşların 13 Mart'ta Başkanlık Sarayı'na saldırdıkla­
nın sonucuydu. Emperyalizme ve sömürücü sınıfla­
nnı da biz ancak radyo haber bültenlerinden öğre­
rın aşırılıklarına karşı mücadeleye karar veriyorlar,
nebilmiştik."'·3 Süreç, sanıldığından çok daha çeşit­
ama iktidara geçmek gibi bir ihtimali akıllarına bile
lilik gösteriyor.
getirmiyorlardı."!·7 Che de iktidar perspektifinin si­
Ekim Devrimi'ni de tek başına bolşeviklerin lah tutmayı bile etkileyeceğine inanıyor.
omuzlarına yazmak, bir tarihsel süreci azaltmak
Regis Debray, eksikliğin bir başka cephesine de­
oluyor.
ğinmek gereğini duyuyor. Aktarıyorum: "Halktan
Yalnız kahraman ve yalnız üstün insanı barın­ oluşan milis kuvvetlerinden kurulu bir arka cephe,
dırmıyor. Bunlan, Nietzche'den etkilenmiş Jack gerillalann yöresel dayanağını teşkil ediyordu. On­
London'un Türkiye'de, ne yazık, pek çok okunmuş lar gerillalar için gerekli sivil giysileri, bannacak
ve "oligarşi" sözcüğünü yerleştirmiş "Demir Ökçe" yerleri, bağlantıları, sahte evrakı ve araçlan sağlı-

648
Türkiye Üzerine Tezler III

yor, kaçakçılann kullandığı gizli yolları gösteriyor, kilde ele alınmalıdır." Kırlar, emperyalizmin yumu­
gözcülerden kaçıp kurtulmanın yollarını öğretiyor­ şak karnı türünden boş inançlar yerine daha güven­
lardı."'·· Bu, bir ilkeyi dile getiriyor. Debray, sürdü­ li olabileceği düşüncesiyle seçiliyor.
rüyor: "Oysa burada gerillalar bu türden bir yardım
İbrahim Kaypakkaya'nın mantığı, "esas" ve "ta­
ve destekten yoksundu. Çünkü hareket öncesi bu
li" olan, temel ile ikincil arasında aynmlan sıralaya­
yörede, herhangi bir gizli siyasal çalışma ya da yan
cak bir biçimde çalışıyor. Yine İddianame'ye göre
legal bir örgütlenme yapılmamıştı." Bunlar yapıl­
"köylülük bölgelerdeki faaliyet esas, şehirlerdeki fa­
mayınca da "sonunda, köylülerle geçici ve gelişi gü­
aliyet talidir" görüşünü ileri sürüyor.
zel temaslar kurmak zorunda kaldı."··' Köylüler, bu
tür ilişkileri, ihbarcılıkla tamamlıyorlar. İlgili İddianame, TKP/ML Hareketi'nin yolunu,
dört basamakta özetliyor.'93 Buradan, olduğu gibi,
Debray'dan aktarmayı bitiriyorum. "19so'lerin
aktanyorum. "1- Devrim, ülkemizin sosyo-ekono­
Bolivya'sının, 190s'lerin Rusya'sı gibi, 'her iki devri­
mik yapısı gereği, ülkenin çeşitli yerlerinde dengesiz
me gebe olduğu ve ikincisini, yani sosyalist devrimi
bir gelişme gösterecektir. 2- İktidar, kırlık bölgeler­
başlatmadan, birincisini, yani milli demokratik dev­
de, silahlı halk savaşı yolu ile, kurtanlmış bölgeler,
rim doğurmaya gücü yetmediği' düşünülürse, şöyle
kızıl siyasi iktidar alanlan kurulmak suretiyle parça
bir sonuca vanlır: 190s'ten sonraki Rusya'da oldu­
parça ele geçirilecektir. 3-Devrim, kırlardan şehirle­
ğu gibi, burada da milli demokratik bir devrimi, sos­
re doğru gelişecek, şehirler kırlardan kuşatılacaktır.
yalist proleter bir devrime dönüştürme sorunu, yok­
4- Ülkemizde, devrimin temel örgütlenme biçimi
sul köylülük ile proleteryaya oranla zayıf durumda
silahlı örgütlenme, temel mücadele biçimi, silahlı
olan kent küçük burjuvazisinin bu süreç içerisinde
mücadeledir." Görülüyor; kurtanlmış bölgeler kır­
işgal edecekleri yerlere bağlıdır."·'o Bu çerçeveyi çiz­
larda planlanıyor.'" Kaypakkaya'nın gerilla anlayı­
dikten sonra Debray, Bolivya'da köylülüğün dev­
şında gerillanın kırlar ile kentler arasında mekik do­
rimci işlevlerine bir güvensizliği açıklıyor. "Boliv­
kuması yer bulmuyor.
ya'nın yakın geçmişindeki bütün olaylar, köylülü­
ğün sayıca üstünlüğüne rağmen, politikada hiçbir Buradan kentlere ve kentte de Marksist-Leni­
zaman bağımsız bir rol oynamadığını, ayrıca, öbür nist Silahlı Propaganda Birliği'ne geliyorum. İlgili
sınıflara da faal bir katkıda bulunmadığını kanıtlı­ Esas Hakkındaki Mütalaa'dan aktanyorum. "Le­
yor." Latin Amerika'ya ve köy gerillasına heyecanla nin'in 1905 yenilgisini, Mao'nun uzun yürüyüşünü,
giren Fransız Regis Debray, köylülüğün toplumu Vietnam 1935 ayaklanmasını, Che Guevara'nın 1956
dönüştürmedeki rolüne sırtını çevirerek dönüyor. çıkartmasının Kızıldere'den farklı olmadığını ilan
Bolivya'dan Türkiye'ye, 12 Eylül Yıllan'nda ha­ ederek 1975 yılında kurulan ve Marksist Leninist
zırlanmış iddianemelere ve bu iddianamelerde yazı­ Propaganda Birliği adını alan örgüt THKP-C çizgisi­
lı Türkiye'nin köylü bölgelerine geliyorum. nin politik mücadelesinin en üst biçimi olan silahlı
propaganda eylemlerini temel alan bir örgüt olarak
TKP/ML Hareketi'nin gerilla anlayışından söz kurulmuştur."·95 Başlangıçta başka ülkelerin tarihle­
edilmesi gerekiyor. Türkiye İşçi Köylü Partisi ile il­ rine bir özenme var; benzer tarih yazımına çabala­
gili iddianamede, Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Parti­
nıyor.
si'nin, TİİKP, 1969 yılında kurulmuş olduğu belirti­
liyor.'" TKP/Marksist-Leninist hareketi, 1972 yılın­ THKP-C çizgisi halk savaşı ve gerilla yolu, aşa­
da TİİKP'ten tasfiye edilen İbrahim Kaypakkaya ve malı bir mantığa sahip görünüyor. Esas Hakkında
arkadaşlan tarafından kuruluyor. İddianame'ye gö­ Mütalaa şöyle özetliyor: "Birinci aşamanın şehir ge­
re, aynlık, Kaypakkaya'nın şu görüşleri İleri sürme­ rillası yaratmak, ikinci aşamanın şehir gerillasını
siyle başlıyor:" 2 "Acil görevlerimiz şunlardan ibaret geliştirmek kır gerillasını yaratmak ve üçüncü aşa­
olmalıdır: a) Kuvvetli bir kitle temeline, b) Kendine mada kır gerillasını yaygınlaştırarak Halk Savaşı'nı
yeterli ekonomik kaynaklara ve c) Askeri harekata gerçekleştirmek ve bu savaş neticesinde emperya­
elverişli bir araziye sahip önemli kırlık bölgeler se­ lizmin işgali altında bulunan Türkiye halklannı kur­
çilmeli, en değerli profesyonel partili kadrolar, bun­ tararak proleterya diktatörlüğünü kurmak örgütün
ların en çoğu, bu bölgelere seferber edilmelidir. Bu ideal hedefidir." Bir düzeltme yapmam gerekiyor;
bölgelerde örgütlenmede kazanılacak halka, ta ba­ askeri mahkemelerdeki yargı belgelerini bilimsel
şından silahlı mücadele örgütlerinin, yani gerilla bi­ çalışmalarda kaynak olarak kullanmaya çabalıyo­
rimlerinin teşkili olmalıdır. Eğer gerekli ise çok kısa rum. Olgulan diğer kaynaklarla denetlernek zorun­
bir propaganda ve ajitasyon faaliyetinden sonra lu oluyor. Mahir Çayan, basit gerilla yöntemini son
derhal gerilla eylemlerine girişilmelidir. Örgütlen­ derece kanşık bir hale sokuyor; askeri savcılık, Ma­
menin bütün diğer biçimleri, illegal okuma grupla­ hir'in gerilla aşamalannı sayarken birisini eksik bı­
n, yayınlan basan, ulaştıran ve dağıtan hücreler vs. rakıyor. Aslını aktarmanın yararlı olacağını düşü­
gerilla faaliyetinin seyri içinde, onun ihtiyaçlanna nüyorum." " Kaynağından alıyorum. "Birinci aşama:
cevap verecek, onu destekleyecek, güçlendirecek şe- Şehir gerillasını yaratma, ikinci aşama: Şehir geril-

649
Yalçın Küçük

lasını geliştirme-kır gerillasını yaratma ve kuvvet mak istiyorum.


gösterisi. Bu iki aşamada, ��vaşın, psikolojik Y1:prat­
Devam ediyorum. Şemsi Özkan, kendi hareke­
ma yönü ağır basacaktır. Uçüncü aşama: Şehır ge­
tinde önde gelen bir yere sahip olarak dönme yolu­
rillasını yaygınlaştırma, kır gerillasını geliştirme.
nu seçenlerden birisidir.'" İtiraflarından aktarma
Dördüncü aşama ise, kır gerillasını yaygınıaştırma
yapabiliyorum. Şunları ileri sürüyor: "Ben şuna ina­
aşamalandır." Çok daha deneyimli gerilla savaşçıla­
nıyor ve iddia ediyorum ki, eğer MLSPB kurulma­
rının cüret edemediği bu aşamalandırma şemasın­
mış olsaydı, mutlaka başka kişiler başka isimler al­
dan sonra Mahir Çayan, "neden şehir gerillası ile
tında aynı işlevi gören bir örgüt kuracaklard!."·'8
gerilla savaşına başlandı" diye soruyor ve bunu, teo­
MLSPB tiirü bir örgütün mutlaka kurulacağını ileri
rik hiçbir gerekçe ileri sürmeden, tümüyle pratiğine
sürmesini, itirafçı Özkan'ın kültür düzeyini aşan bir
ve hazırlıksız olmaya bağlıyor.
düşünce saymak zorunluluğunu duyuyorum.
MLSPB'nin bu dört aşamaya bağlılığı yalnızca
Şemsi Özkan'ın MLSPB anlatımından bir bölüm
"resmi" belgelerinde kalıyor ve inançlı kimselerin
. daha almakta yarar görüyorum. Şöyle itiraf ediyor:
imansız tekrarlanndan öteye geçmiyor. ıstanbul'da
"M. Çayan'a göre Türkiye'de halkın yükselen müca­
"silahlı propaganda" amacına yönelik, kütlesellik
delesini devlet baskı ve şiddetle engellemektedir.
bakımından son derece küçük, ancak büyük etkiler
Bu da toplumda geçici sun'i denge yaratır. Bu den­
peşinde koşan bir hareket olmaya çalışıyor. Esas
ge sürekli değildir, mutlaka bir tarafın lehine bozu­
Hakkında Mütalaa, bunu, şöyle formüle ediyor:
lacaktır. Bu da ancak silahlı mücadele ile gerçekle­
"Örgüt, silahlı propaganda hedefinin öncü savaşı ol­
şir." Açıklıkla ortaya çıkıyor; ütopyacının yöneticile­
duğunu; bu savaş süreci içerisinde oligarşiyi, "dev­
ri ikna için pamflet yazmalarının yerini MLSPB an­
let kadrolarını moralman çökertmek, psikolojik ola­
layışında, halkı ikna için silahlı propaganda alıyor.
rak yıpratmak, mevcut bozuk düzenin işleyişini kit­
İtirafçı Özkan, "ilk anda halk silahlı mücadeleye çe­
lelere açıklamak, halk düşmanı ve faşistlerin ceza­
kimser kalacaktır" diyor ve ekliyor: "O halde iyi ör­
landmlmasının" silahlı propaganda içine girdiğini
gütlenmiş, az sayıda nitelikli kişi gerilla mücadelesi­
kabul ediyor. Eylemlerini hep bu çerçeve içinde tu­
ni başlatacak, yenilmeyip sürekli güçlenerek devle­
tuyor.
tin sanıldığı kadar güçlü olmadığını halka göstere­
Devam etmeden önce, bu çalışmada yer bula­ cektir."'" Şemsi Özkan da MLSP anlayışının az sayı­
madığım için değinemediğim iki saptamadan söz da ve nitelikli bir kadroya dayandığını söylemek ge­
etmek durumundayım. Bunlardan ilki, 12 Eyıürün reğini duyuyor.
spektaküler bir polis başarısını sergileyememesiyle
Bu eki burada tamamlıyorum. Bir tek amacım
ilgilidir; çeşitli örgütlerin içine sızdmlmış polis :.eya
var; 1971 yılına kadar Türkiye'de halk savaşı ve
istihbarat ajanı öyküleri açıklanamadı. Bunun uze­
ayaklanma tartışmasının hiçbir maddi temeli yok­
rinde durulmasının ve eğer sonunda geçerli sayılı­
yorsa nedenlerinin araştınlmasının gerektiğini dü­ tur. Böyle bir tartışma başka ülkeler için yazılanlara
çoğaltıp tekrarlamaktan, özgün katkı adına eklektik
şünüyorum.
çözümlemeler yapmaktan ileri gidemiyor.
İkincisi, 12 Eylül Yılları, Türkiye'nin kendi tari­
Buna ekleyeceklerim var: Türkiye'de 1970 yılı­
hine ve benzer ülkelerin benzer deneyimlerine göre,
çok daha az ve önemsiz sayıda, dönek çıkarabiliyor. nın sonlarında başlayan ve 1971 yılı ortalarında du­
ran bir gerilla pratiğine bakılarak da, başka ülkele­
Üst düzey dönekleri ise çok daha az oluyor; "piş­
manlık yasası" adı altında dönmeyi ödüllendiren bir rin daha zengin pratiklerinden çıkarılamayan ilke­
yasa çıkartılmasına karşın bu sayının azlığı üzerin­ leri formüle etmeyi de geçerli saymıyorum. Bunları
de durulması gerektiğini düşünüyorum. ilgili bir öğrencinin müsveddeleıi olarak kabul et­
mek mümkün; daha ilerisi Türkiye'yi küçümsemek
Bu iki saptamayı, kendi kendisini eleştiriyi Tür­ anlamına geliyor.
kiye'nin ilerici hareketine hakaret etme fırsatı sa­
yanlara sunuyorum. Bu iki saptamayı, eleştiri ile Daha sonraki on yıl, pratiği artırıyor.
kendine güvensizliği aşılamayı karıştıranlara sun- Deneyimler, ön yargısız, incelenmeyi bekliyor.

650
Türkiye Üzerine Tezler III

Notlar

BİRİNCİ BÖLÜM Taha Akyol, Gazete'nin başyazan Nazlı Ilıcak ve di­


ğer yazarlan yazılanyla, tartışmayı sürdürdüler.
Christopher Hill, Reformation to Industrial Revola­
tion, Vol. II. Pelican, 1969, S.127 Tercüman bu sırada "El Yazılı itiraflanyla 12 Mart
Cuntalan" başlıklı bir dizi yayınlıyordu.
K. Marx ve F. Engels, Selected Works, VoLI, s. 403.
3
Taha Akyol'un dört dizilik birinci sayfa yazısını ol­
Jakobenizm'in Türkiye'nin devrimler tarihinde ayrı
duğu gibi metin-içi ek olarak veriyorum. Ara başlık­
bir yeri var. Meşrutiyet İhtiıaıi'ni gerçekleştiren Jön
lar Taha Bey'in yazı başlıklandır; yalnızca, genel
Türkler, iç ve dış karşıtlan tarafından hep jakoben
başlığı, ben ekledim. Tercüman, 10-13 Nisan 1986.
olarak kötülendi.
"Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı-Gi­
Meşrutiyet ihtilali'nin görgü tanığı Hüseyin Cahit riş" başlıklı bu çok bilinen, incelemede, izleyen
Yalçın şunlan kaydediyor: "Hürriyet ilan edilir edil­ cümleyi de aktarmakta yarar buluyorum. "Biz bir
mez gözler hür memleketlere çevrilmişti. Fransız ve restorasyon yaşadık, birincisi, çünkü, diğer uluslar
ingiliz efkan umumiyesinin bize müzaharet göste­ bir ihtilal yapma cesaretini gösterdiler, ikincisi,
receği ümit edilmişti. İlk günlerde oldukça bir sem­ çünkü, diğer uluslar bir karşı-devrimle karşılaştılar;
pati gösterildi. Fakat derhal yüksek siyaset ve entri­ birincisinde bizim yöneticilerimiz korktular ve
ka tesirini hissettirdi. Bütün dünya matbuatı Türk ikinesinde bizim yöneticilerimiz korkmadılar." Karl
inkılabı ve ittihat ve Terakki aleyhine döndü. ittihat Marx-Friedrich Engels, Collected Works, Vol. 3, s.
ve Terakki dar kafalı, sefener, Jacobin idi, mutaas­ 176-177·
sıptı. Zavallı ekalliyetleri Türkleştirmek istiyordu.
1789 ve 1848 Fransız devrimleri taklitçilerini Avru­
İstiklal istiyordu. Memleketteki ecnebi hakimiyetini
pa içinde bulmuşlardı. 1905 yılındaki Birinci Rus
yani kapitülasyonları kaldırmak istiyordu. Avru­
Devrimi ise Avrupa'da hiç yankı uyandırmadı, fa­
pa'nın bütiin mali muhitleri bu cüretkar gençler
kat, taklitçilerini Asya'da buldu, devrimden sonraki
aleyhine dönmüştii." Hüseyin Cahit Yalçın, Talat
birkaç yıl içinde İran'da, Türkiye'de ve Çin'de dc:v­
Paşa, 1943, s. 26.
rimler meydana geldi." E. H. CUIT, Tarih Nedir, Is­
Jacobin'ler ile, Türkçe yazılışı jakoben, Jön Türkler tanbul, 1980. Bu kartı, Sultanahmet'de doldurmu­
arasındaki bağlantı, "bütiin kitaplarda" yer alıyor. şum ve üzerinde sayfa numarası yok; eksik. Okuyu­
Lenin, 'Jakobenizm' İşçi Sınıfını Korkutabilir mi? cumdan özür diliyorum ve yine de kullanıyorum.
başlıklı yazısında 1917 yılı ortasında bir Rus tarihçi­ , Prusya'da Mart İhtlali'nin (1848, y.k.) amacı, istek
sinden aktarma yapıyor. Rus tarihçi şunlan yazıyor: olarak meşruti monarşiyi ve gerçekte burjuvazinin
"Sovyetler 'tüm iktidarı' aldıklan zaman iktidarlan­ yönetimini kurmak idi. Bir Avrupa ihtilali olmaktan
nın çok küçük olduğunu, hemen anlayacaklar. Ve çok uzak, yalnızca, bir geri ülkede bir Avrupa ihti­
güç eksiklerini, Jön Türkler veya jakobenlerin tarih­ lal'inin güdük yankısı oldu". Marx, K. The Revoluti­
çe sınanmış yöntemlerine başvurarak gidermek zo­ ons of, 1848, D, Fernbach, editör, Penguin, 1973, s.
rundalar ... Bütün sorun bir daha gündeme gelince, 193·
onlar, jakobenizme ve terörizme tenezzül mü ede­
George S. Harris, 'Troubled Alliance', AEI-Hoover
cekler, yoksa ellerini, bu işten, temiz mi tutacaklar?
Policy Stııdy, Washington D.C., 1976, s. 83-84
Asıl soru budur, birkaç gün içinde belli olacak." Le­
nin, tarihçinin bu göriişlerinden sonra şunlan ekli­ 'o Emin Karakuş, 40 Yıllık Bir Gazeteci Gözüyle işte
yor: "Burjuva tarihçiler, Jakobenizmi, bir alça1ma Ankara, istanbul, 1970, s. 432
'tenezzül' olarak göriiyorlar. Proleterya tarihçileri " Savaş, politikanın şiddet uygulanarak sürdüriilme­
jakobenizmi, bir ezilen sınıfın kurtuluş mücadelesi­ sidir.
nin en tepe noktalanndan birisi sayıyorlar. Jakobe­ Şiddet, netliktir; bu nedenle savaş romanlanndan
nizm, Fransa'ya, demokratik devrimin ve cumhuri­ insanın boyutu daha net çizilebiliyor.
yete karşı bir monarklar koalisyonuna direnmenin
Burjuva politikacısını, savaş yöneten komutanın,
en güzel yöntemlerini sağladı.", Lenin, Collected
daha az net ve zaman zaman da güdük ikizi olarak
Works, Vol. 25, s. 121. düşünebiliyorum. Tersinden de söyleyebilirim; sa­
Adını, Robespierre ve arkadaşlannın toplandıklan vaşçı komutan, burjuva politikacısının gelişmiş ti­
Jakoben manastırlanndan alan jakobenizm, burju­ polojisini veriyor. Bu nedenle aktarabiliyorum.
vazinin hegemonyasını kurmasını sağladı. "Gerçekten de, büyük komutanlar hiçbir zaman çok
Marks - Engels, Selected Works, s. 389, bilgili subaylann veya alimlerin safından çıkmazlar;
Bilsak tarafından, 1986 Nisan ayı başında İstan­ bunlann durumlan çoğu kez geniş bilgiler edinme­
bul'da düzenlenen, Sivil Toplum Sempozyumu'na lerine elvermemiştir."
Tercüman Gazetesi ayrı bir önem verdi. Sempozyu­ "Belki de savaş sanatı için, komutana bir dış destek
ma katılan Tercüman Gazetesi Genel Yayın Müdürii sağlayacak bir iskele gibi, teorik bir yapı meydana

651
Yalçın Küçük

getirmenin imkansız olduğunu kabul etmek zorun­ "Amerikan yardım programı 1988 yılında bir başka
da kalırım." keskin dönüş gösterdi; hayırhah ihmal politikasına,
"Savaş maddi çaba ve acılarla dolu bir alandır. Bun­ (policy of benevolent neglecet) yöneldi" G. S, Har­
lara dayanmak için, insanın, ister yaradılıştan, ister ris, Troubled Alliance, Washington D, C, 1976, s.
sonradan kazanılmış olsun, bu acılara aldınş etme­ 179·
mesini sağlayan belli bir fizik ve moral güce sahip " Muhsin Batur, Anılar ve Görüşler, İstanbul, 1985, s.
olması gerekir. Bu niteliklere sahip ve sağduyusunu 302.
kendisine kılavuz edinmiş bir insan iyi "bir savaş .6 Kurtul Altuğ, 12 Mart ve Nihat Erim Olayı, Ankara,
aracıdır." 1973, s. 9
"Savaş belirsizlikler alanıdır; harekatın dayandığı '7 "Demirel'e göre, Ecevifin, askerlerin istemiş olduğu
unsurların dörtte üçü kalın bir sis tabakasının ar­ yasaların çıkarılmasına yanaşmayışı büyük bir hata
dında saklıdır." idi." Hasan Cemal, 12 Eylül Günlüğü, Ankara, 1986,
"Savaş ortamını oluşturan dört unsura, yani tehlike, S. 211
fizik, çaba, belirsizlik ve tesadüf unsurlarına toplu .B 1980 yılı Eylül Ayı'nın ilk haftasında yayınlanan
bir bakış atfedecek olursak, bu huzur bozucu ortam "Bir Yeni Cumhuriyet İçin" adını taşıyan çalışmam­
içinde güven ve başarı şansı ile ilerleyebilmek için da, Bülent Ecevit'in bir askeri müdahale bekleyişi
büyük bir fizik ve moral güce ihtiyaç bulunduğu ko­ içinde olduğunu çok açık olarak yazdım. Zaman
layca anlaşılır. Askeri yazarlar ve tarihçiler, şartla­ yazdıklarınu doğruladı. Şimdi eksiğini tamamlıyo­
rın doğurduğu değişik duruma göre, bu güce eneıji, rum; Demirel de bir askeri müdahale perspektifi ve
dayanıklılık, sebat, karakter ve zihin kuvveti adını bekleyişi içindedir.
verirler." Carl Fon Clausewitz, Savaş üzerine, İstan­
•• Bu çözümlernem doğruysa 27 Mayıs'ı hep savuna
bul, 1975 s. 153-146-87-92. gelmiş olan CHP Başkanı Bülent Ecevifin, yeni ko­
.. Oral Sander, Türk - Amerikan İlişkileri 1947-1964, numunun zorladığı bilinçle 27 Mayıs'a karşı çıkma­
Ankara, 1979, s. 196. sı gerekiyor. Nitekim 27 Mayıs 1988 tarihinde 27
'3 İktisatçı Öztin Akgüç'ün babası Atıf Akgüç tarafın­ Mayıs'a karşı düzeysiz bir kampanyanın en önde ge­
dan kuruldu, Atıf Akgüç bundan sonra sol politika­ len savunucusu oldu.
da görünmedi. Kurucuların bir bölümü ise sol poli­ 'o Fıkra, özlü hikaye, kısa ve özlü anlatı anlanuna geli­
tikaya 27 Mayıs'tan sonra kurulan TİP'de devam et­ yor; Fransızca chronique sözcüğünün Türkçe karşı­
ti. lığı oluyor. Zamanın akışı içinde, günlük olaylar
•< "Yeni yönetim, Orta Doğu'daki Sovyet atılımını hız­ üzerine özlü yazı dernek oluyor.
landırmaya başlayınca, dikkatler ilk önce Kuzey Ku­ Buna şimdi "fıkra yazarları" yeni bir isim buldular:
şağı ülkelerine (genellikle Türkiye, İran ve Afganis­ "köşe yazarı" diyorlar. Çok şaşınyorum ve yadırgı­
tan anlatılıyor, y.k.) çevrildi. Türkiye ile ilişkileri iyi­ yorum. Bir kez bu türün hepsi köşede yazmıyor;
leştirmek için bilinçli çaba harcandı ve Ruslar, Uğur Mumcu'nun yazıları köşeden başlamıyor. Ay­
Türklerin desteğini alabilmek için Kıbrıs konusun­ rıca köşe vurucusunu hatırlatıyor. Eskiden futbol
da görüşlerini değiştirdiler. 1968 yılı Eylül ayında takımlarının seçilmiş komer atıcıları vardı; Küçük
Kosigin Ankara'yı ziyaret etti ve Türkiye'de bir de­ Fikrefi hatırlıyorum, tembel, ancak, zaman zaman
mir-çelik tesisi ile diğer sanayi projelerini gerçek- komerden başarılı atışlar yapıyordu.
1eştirmek için 200 milyon dolarlık Sovyet kredisi "Köşe yazan" tanılamasını, fıkra yazan arkadaşları­
sağlandı." R. O. Freedman, Soviet Policy Toward ma yakıştıramıyorum.
the MidIle East Since 1970, N. Y., 1975, s. 22.
" "Dar Sokakta Siyaset 1980-1983, bir solukta okun­
"1967 Anlaşmasıyla, Türkiye'de, Sovyet ekonomik mamalı. Yazık olur. Tartışılarak okunmalı; okuyu­
ve teknik yardımı ile, bir çok sanayi işletmesi ile te­ cu, eğer kafasında soru varsa, bu kitabı okumalı.
sisinin kurulması öngörüldü. Bunların her birisi bi­ Yoksa mutlaka almalı ve kitaplığına koyınalıdır; bu
rinci değilse de kendi sektöründe büyükler ya da en dönem tartışıldığı bir sıra ve bu tartışmaya yalnız
büyükler arasında yer alıyordu."N. O. Yakubov, başına odasında ya da yazıda, toplantıda, katılmak
"Sovremenniy Etap Sovetsko Turvetskogo Ekono­ istediği zaman Yalçın Doğan'ı okumalıdır." Y. Kü­
miçeskogo i Tehniçestkogo Sotrudniçestvo'; içinde çük, Sokakta Siyaset Belleği, Cumhuriyet Kitap, 9
A, M, Şamsutdinov, (redaktör) Politika i Ekommike Kasım 1985, sayı, 6.
Sovremennoy Turtsii, M., 1977, s. 230.
" Yalçın Doğan, Dar Sokakta Siyaset 1980 -1983, İs­
"Bilindiği gibi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında baş­ tanbul, 1985, s. 105
layan, C. Bayar-A. Menderes Rejimi tarafından ge­
'3 Sekine Evren'in cenazesine giderek bunu kişisel bir
liştirilen Batı ile askeri-siyasal işbirliği, tek yanlı dış
saygı ve güvene çevirmekten de geri kalmıyorlar.
politika izlenmesi, uluslararası arenada Türkiye'nin
Hasan Cemal'in günlüğünden nasıl gittikleri anlaşı­
durumunu zayıflatn, ekonomik kalkınmasına darbe
lıyor.
indirdi ve ülke maliyesini çökertti."
"Evren'in eşi Sekine Evren'in Ankara Hacıbay­
"Bu ve diğer faktörlerin etkisiyle, ancak 1960 ihti­
ram'daki cenaze töreni aynı zamanda politik bir
alinde, Türk yönetici çevreleri, Sovyet diplomasisi olay niteliğine büründü.
trafından öteden beri önerilen, SSCB ile ilişkileri ge­
Dün yapılan sade törene Demirel ve Ecevit de katıl­
liştirme yoluna girdiler." B. M, Potshveriya, Osnov­
dılar.
nie Etapı Sovyetsko-Turyetskih Otnoşeniy', içinde
A, M, Şamsutdinov, (redaktör) Problemi istorii Tur­ Neden?
tisi, M., 1878, s, 162. Gerçekten neden? Necdet Uğur da katılmıştı; bir ye-

652
Türkiye Üzerine Tezler III

mekte sormuşturn, "ailece tanıştıklarını" söyledi. '9 İttihatçı Cemal Paşa'nın torunu Hasan Cemal, Tür­
Demirel ve Ecevit de "ailece" tanışıyor, olmalı. kiye'de ve Türkçe'de paşaların nasıl adlandırıldığını
"Dün sabah Yalçın Doğan haberi alınca, Dernirel'i unutmuşa benziyor; Türkiye'de ve Türkçe'de paşa­
aramış. 'Henüz kesin değil düşünüyorum' demiş. lar, küçük isimlerine eklenen "paşa" sözcükleri�le
Bir süre sonra Yalçın tekrar aramış; Demirel 'gidi­ bilinir ve söyleniyor. Kemal Paşa, Kazım Paşa, ıs­
yorum törene' demiş." met Paşa, Fevzi Paşa ve diğer örnekler var; Atatürk
Paşa, Karabekir Paşa, İnönü Paşa, Çakmak Paşa
Bundan sonrası ilginç; demokrasiyi kurtarmak için
yok. Kuşkusuz, daha önceki dönemde soyadının bu­
bir araya gelerneyen iki politikacı, cenazede buluşu­
lanmamasından da kaynaklanıyor. Ancak uygulama
yorlar.
böyle; Eylülist Rejim'in uydurmaları, Evren Paşa,
"Bunun üzerine Yalçın, Ecevit'i Oran'dan telefonla Saltık Paşa deyişleri, Türkçe dışı kalıyor.
aramış. 'Kesin gidiyor mu?' diye sormuş. Ecevit
30 Hasan Cemal, 12 Eylül Günlüğü, Birinci Cilt, Anka­
'evet' yanıtını alınca da, 'peki teşekkür ederim' de­
ra, 1986, s. 239
yip telefonu kapatmış."
3' İbid., s. 353
Demirel gidiyorsa, Ecevit de gidiyor. Bu arada Mus­
tafa Üstiindağ, Ecevitlerin ne yapacağını merak edi­ 3' Yalnızca yazılı değil, aynı zamanda sözlü iletişim
yor, ancak, Ecevit Üstiindağ'a yüz vermiyor; telefo­ var. Eylülist Dönem, Hasan'ın, Yalçın'ın ya da
na çıkmıyor. Uğur'un yaptığı bir görüşmenin üç-dört ağızdan ge­
çerek bozuluşuna ve bozulmuş versiyonun aslının
Önemli iş, telefonlar işe yarıyor: . �u arada Altan Öy­
yerine geçmesine tanık oldu. Bu tür görüşmeler,
men haberi Yalçın'dan duyup Ustiindağ'ı bulmuş.
özellikle, direncini ve güvenini yitirmiş ağızlar ara­
Halk Partisi'nin son genel sekreteri böylece muradı­
cılığıyla Dernirel'i, bir demokrasi kahramanı, mili­
na ermiş; hem cenazede liderini girecek ve hem de
tarizmin elinde palalı karşıtı haline getirdi. Demirel,
Türkiye'nin yeni yöneticisinin acılı gözlerine görü­
ilerici kesimdeki yılgınlıktan kaynaklanan bu altın
necek, belki de gözüne girecek.'
propagandadan çok yararlandı.
"Böylece Üstündağ, Erol Tuncer ve Altan Öymen
"Bizim ilerici yılgınlarımız son derece cömerttirler;
apar topar törene gidiyorlar." Böylece, yanlışlıkla Nazlı Ilıcak ya da Metin Toker, iki kaypak yazı ile bi­
Maltepe'ye gitmeden ve acele ile Hacıbayram'ı bulu­ le, demokrasi kahramanı oldu. Üniversitedeki son
yorlar. Biraz erken geldikleri anlaşılıyor. "Bu arada zamanlarımı, Nadir Nadi'nin yazdıklarına bakma­
Ecevit de Rahşan Hanım'la geliyor." Cemaat ta­ yıp, her gün Nazlı Ilıcak'ın demokrasi serüvenlerin­
mamlanıyor. den heyecanlanan arkadaşlarımı teskin etmekle ge­
Hasan Cemal devam ediyor, ben de devam etmek çiriyordum.
gereğini duyuyorum; "Ayn bir yerde duruyorlar. Aydın Belgesi'ni hazırlarken yine nerede ise her ak­
Üstiindağ, Öymen ve Tuncer yanlarına gidiyorlar." şam Nazlı ile karşılaşıyordum. Herkes "Nazlı var
Protokola uygun düşüyor; Ecevit'lere yaklaşıyorlar. mı?" ya da "Nazlı ile görüşüldü mü?" diye söze baş­
"Üstiindağ, 'şöyle geçelim' diyor, 'burası iyi' yanıtını lıyordu. Nazlı'sız bir gece geçiremez olduk. Nazlı
alıyor Ecevinen gayet soğuk." Apar topar gittiği ce­ olacak; Mehmet olmayacak. Mehmet Barlas'a itiraz­
nazede Üstiindağ, Evren'in acısını paylaşıyor, ama, ları Nazlı'ya çevirmeyi becerebildim: Nazlı Ha­
Ecevit'in sevgisini yeniden kazanamıyor. Hasan Ce­ nım'dan imza istenecekse mutlaka Mehmet Bar­
mal, 12 Eylül Günlüğü, Ankara, 1986, s. 494-495. las'ın da imza alınması gerektiğini ileri sürdürn. Jü­
'" İbid., S.125 lide Gülizar yardıma yetişti; Nazlı imzalarsa, imza­
'5 12 Eylül'ün Dışişleri Bakanı hter Türkmen, Demi­ lamayacağını söyledi.
rel'e·şunları yazıyor : Süleyman Demirel ile Nazlı Ilıcak'ı, yılgınlık bir ara
"Pek muhterem Beyefendi, demokrasi şampiyonu yaptı.
Avrupa Konseyi Asamblesi Başkanı De Koster ile 33 İbid., s.356
yaptığınız görüşmenin zaptım aldım. :H "Early in August I twice had a chance to ask Prime
İçten teşekkürlerimi sunar, bu vesile ile derin saygı­ Minster Demirciel privately if he expected a milli­
larınıı yenilerim." Yalçın Doğan, Dar Sokakta Siya­ tary takeover. He assured me that he did not." Ja­
set, op. cit, s, 127. mes W. Spain, American Diplomacy in Turkey,
Praeger, 1984, s. 14.
Hem cenaze töreni ve hem de bu yazışma protokol­
lan, 12 Eylül ile birlikte, Türkler'in ne kadar nazik Bu bölümde birinci ekte, 12 Eylül'den hemen önce
olduğunu gösteriyor. Avrupalılar artık Türkler'in gelen ve hemen sonra giden Amerikan büyükelçisi
nezaketinin çok gerisinde kaldılar. Spain'in bir CIA mensubu olduğunu gösteriyorum.
Üstelik, bunu zamanın Başbakanı Demirel de bili­
,6 İbid., s. 127
yor. Spain, Ağustos 1980 başlarında, iki kez özel
" Muhsin Batur, Anılar ve Görüşler, İstanbul, 1985, s. olarak Demirel'e bir askeri harekat bekleyip bekle­
280. mediğini soruyor; beklemediği cevabını alıyor.
,8 "Başbakan Yardımcısı ve MHP Genel Başkanı Al­ Öyle görünüyor: Bir CIA mensubu Amerikan büyü­
paslan Türkeş ise 'en kıdemli komutan sıfatıyla her­ kelçisinin sorusu bile Dernirel'i kaygılandırmıyor.
halde Kenan Evren Paşa Kara Kuvvetleri Komutanı Mümkün mü? Şimdi yaptığım çözümlemeler ışığın­
olacaktır' demiştir." Cumhuriyet, 30 Ağustos 1977. da, Dernirel'in en içten karşılığı, "nerede, bir tiirlü
"Org. Evren Kara Kuvvetleri Komutanı oldu." Cum­ yapamadılar!" olabilir. 1981 Ağustos ayında "bugün
huriyet, 31 Ağustos 1977. Birinci sayfa sekiz sütun­ gel al iktidarı deseler almam" diyen bir başbakanın,
luk haber başlığı. askeri müdahale karşısında bir kaygısı olabilir mi?"

653
Yalçın Küçük

35 İbid., s. 353 Başbakanlık yapmış olanlar bu işi daha açık yapı­


,6 Yalçın Doğan, Dar Sokakta Siyaset, op. cit., s. 68 yorlar. Bilinçle.

" Hasan Cemal de Hamzakoy'dan gelen Demirel ve Bu bölümde yazılıyor; Muhsin Batur Hava Kuvvet­
Ecevit'e Eylül Komutanlan'nın tebligatı üzerine, leri Komutanı olacağını polis müdürlüğünden AP
Üstündağ'ın sevincini yazıyor. CHP Genel Sekreteri Dönemi Milli Savunma Bakanı Ahmet Topaloğ­
Hasan Cemal'i arıyor ve konuşuyor: "Normal rejim lu 'ndan öğreniyor. Batur, hem cuntalar içinde yer
içinde terörün kaynaklarına inmek, böylesine in­ alıyor ve hem de "altımı tutamıyorum" gerekçesiyle
mek olanaksızdı. Dün, tarihi bir gündü. Şunları yap­ ve üstlerini "reforınlara zorlamak" için, içinde oldu­
ma diyorlar liderlere, fakat çok esnek, nazik davra­ ğu cuntaları MİT'e ve benzeri yerlere haber veriyor.
nıyorlar." Hasan Cemal, 12 Eylül Günlüğü, op. cit., 45 İbid., s.60
S· 90. 4' Bilim, kavranıların, diyalektik ilişkisine dayanan bir
,. İbid., s. 80 anlatımdır.
" Bülent Ecevit; yakın zamanlarda ve 12 Eylül'ün Savaşta birliklerin işlevi ne ise, bilirnde kavramlar
ikinci döneminde, bu kısa tutukluluk hallerinden aynı rolü oynuyor: Net, disiplinli, hareketli ve açı­
çok fazla ve büyük bir övünçle söz etmeye başladı. lımlı olmak zorunluluğuyla karşı karşıya bulunuyor.
Başka bir çalışmamda, bunun doğru bir yol olmadı­ "Demokratik güç" kavramı, bu ölçüte hiç uymuyor;
ğını, insana, hangi koğuşta yattığını, saçının kesilip aydınlatmaktan çok aydınlanma görevini erteliyor.
kesilmediğini, koşulları sorabileceklerini işaret et­ Kim, ne, hangi kaynaktan geliyor; cevabı yok.
tim.
Bir rapor var; resmi. ABD Senatosu için hazırlanı­
Aydın Üzerine Tezler'in Dördüncü Kitabından son­ yor ve yayınlanıyor; 1980 Mart tarihini taşıyor. Bir
ra açıklık geldi. Hasan Cemal, Ankara Büro Şefi Yal­ cümle aktanyorum.
çın Doğan'ın teleks notunu da Günlüğü'ne almış;
"Son yıllarda Türkiye'nin içinde tökezleyip durduğu
aktarıyorum.
siyasal bunalım, artık ülkedeki demokratik güçle­
"Şimdi biraz sana Ecevit'in 'içerdeki manzarasın­ rin, democratic forces, sonunda, bu meydan okuyu­
dan' söz etmek istiyorum. Ecevifi tek bir odaya ka­ şa, cesaret ve enerji ile karşılık vermeye başladığı
pattılar. Kapatıldığı oda cezaevi dişçisinin odası. bir had safhaya ulaçtı."
Dolayısıyla bir anlamda diğer mahkumlardan tecrit
Buradaki demokratik güçler'den, Silahlı Kuvvetler,
edilmiş oluyor. Oda birkaç gün önceden hazırlandı.
AP ve bir ölçüde CHP anlatılıyor.
Daktilo, kitap, yatak, sandalye ve diğer ihtiyaçlarını
karşılayabileceği biçimde hazırlandı. Odadaki kon­ Bu raporun en son cümlesini de aktarıyorum: "Ho­
for pek fena sayılmaz." wever, if General Rogers fails in his effort to achie­
ve agreement on the terıns of Greek reintegration
"Eğer odada yalnız kalmak istemezse, cezaevi mü­
into NATO, then a very high-Ievel U. S. effort may
dürüne başvuracak ve genel koğuşa geçmek isteğini
be reiquired to adress that particular aspect of the
iletecek. Durum bu merkezde." Hasan Cemal, 12
Greco-Turkish dispute and, in the process, to facilf­
Eylül Günlüğü, op.cit, s. 437-438
tate other negotiations.»
Sevgili Yalçın'ın bu önemli bilgiyi neden kendi kita­
1980 başında Washington, Greko-Türk sorunları
bına da almadığına şaşırdım. Belki de "halkçı" Ece­
çözmek ve bunun için de demokratik güçleri hare­
vinin cezaevi söz konusu olduğunda halkını unuta­
kete getirmek için NATO Komutanı Rogers'ı görev­
rak hiçbir hükümlüye gösterilmeyen ayrıcalıkları
lendiriyor. Rogers'in başarısız kalması halinde,
kabul ettiğini yazmak istemedi; gerçekten umut kı­
Türk ve Grek Başbakanları'nı Washington'a, birlik­
rıcı olabiliyor.
te, çağırmayı planlıyorlar.
40 James W. Spain, American Diplomacy in Turkey ­
Rogers, başarılı oluyor; Türkiye'de 12 Eylül başarıya
Memoirs of an Ambassador Extra-ordinary and Ple­
ulaşıyor.
nipotentiary, Praeger, 1984, s. 28
Turkey, Greece and NATO: The Stained Alliance, A
4' Endişe etmiyorlar. "Bu sözler odada bulunan Mus­
staff Report to the Committee on Foreign Relations
tafa Üstündağ, Genel Sekreter Yardımcısı Altan ­ Öy United States Senate, Wash., D.C., March 1980, s.
men, Erol Tuncer, Metin Somuncu, Coşkun Karagö­
22 ve 64.
zoğlu'nu büyük ölçüde rahatlattı." Yalçın Doğan,
Dar Sokakta Siyaset, İstanbul, 1985, s. 69. 47 Ege üzerindeki gelişmelerde Türkiye açısından bir
tatminsizlik belirince, basın, NATO Komutanı Ber­
12 Eylül'e karşı bir tepki gösterilmeyeceğini öğren­
nard Rogers'e karşı bir kampanya açtı. Rogers,
mekten rahatlayan bir CHP yönetici heyeti cı) Ne­
Brüksel'de bir basın toplantısı yaparak "Türk bası­
den bu mutfak bilgileri bu kadar çok hızlı bilinir
nında çıkan haberlerin Türkiye Dışişleri Bakanlığı
oluyor?
tarafından yönlendirilmiş olduğuna dair bilgiler bu­
4' Yalçın Doğan, op. cit., s. 143 lunmaktadır" dedi. Ayrıca şunları da ekledi: "Cum­
43 Hasan Cemal, op. cit., s. 87 hurbaşkanı Evren'den bahsederken şunu söylemek
44 Sevim Tarı'nın sonraki yıllarda Sevim Belli, 1951 isterim. Kendisi bir arkadaşımdır. Ve eğer benim
Tevkifatı ile kondukları Sansaryan Han'da, Mihri şahsıma yönelen bu kampanyadan haberi olsa,
Belli'ye yazdığı mektuplarını polis müdürü Ahmet mutlaka durdururdu." Rogers, hakkındaki kampan­
Topaloğlu'na kaptırması ya da daha sonraki genç yadan rahatsız oluyor. Cumhuriyet, 24 Mayıs 1986.
solcuların dışarıya çıkartmak istedikleri yazıları Doğrusu bir NATO Komutanı'nı doğruladığım için
gardiyanlarına yakalatmalan, uzun tartışma ve yıp­ üzülüyorum; ne yazık, söyledikleri doğrudur. Türki­
ratmalara konu olabildi. ye'de dış politika ile ilgili bütün basın kampanyala-

654
Türkiye Üzerine Tezler III

nnı Dışişleri Bakanlığı başlatır, yürütür ve istediği Çocukluğumda amerikan askerlerinin Türkiye'ye
yerde keser. Türk basınının dış politika alanında, girişini böyle hatırlıyorum.
haberlerde ve kampanyalarda hiçbir bağımsızlığı Bandan ne zevk alıyorlar; bir türlü anlayamıyorum.
yok.
52 "Ve Harp Okulu öğrencilerinin, üniversite arkadaş­
Gazeteci Mehmet Kemal, buna, ilk parmak basan­ larına sempatilerini göstermek için, bir protesto yü­
lardan birisidir. Çeşitli anılarda, Türk dışişleri ba­ rüyüşü yapmalarından sonra, artık harekete geçme
kanlarının bir gün sonra çıkacak başyazılan bile ön­ zamanı ertelenemezdi. Gizli örgütçüler hızla yöneti­
ceden okuduğu yazılıyor. Bu, bir gelenek. Sultan min liderlerini ve milletvekillerini topladılar." Geor­
Abdülhamit, zaman zaman yabancı basını bile de­ ge S. Harris, Troubled Alliance, AEI-Hoover Policy
netleyebiliyordu. Study, Washington D.C., 1976. s. B3-84.
Fakat Rogers'e Türkiye'den tepki yağıyor. En şid­ s3 "Ortaya çıkmakta olan sol, önceleri, ihtiyatla hare­
detli tepki, beklenebileceği gibi, Ecevit'ten geliyor ket etti. Taleplerini Kemalizm örtüsü arkasına gizle­
ve Rogers'ın komutanlıktan çekilmesini istiyor. yen sosyalistler, Atatürk'ün kendilerinden olduğu­
Ecevit şunları da demeç olarak açıklıyor: "General nu ileri sürerek daha çok meşruiyet kazanmaya ça­
Rogers, 'Cumhurbaşkanı Evren arkadaşımdır. Eğer lıştılar." ibid., s. 95 ve 96.
benim Şahsı ma yönelen bu kampanyadan haberi ol­ s4 Boşanmak- 2. Başlığından veya koşum takımından
sa mutlaka durdururdu' demekle de, Türk Cumhur­ sıyrılmak. 3. Birdenbire ve bol bol akmak. 4. (Baskı
başkanını, kişisel dostluklara hem de yabancılarla altında gergin duran bir şey) Birden ve hızla kurtul­
kişisel dostluklara ulusal yarardan daha üstün de­ mak. Türkçe Sözlük, s. 117.
ğer verecek bir kimse gibi göstermeye kalkışmakta­
ss Doç. Dr. Oral Sander, Türk Amerikan ilişkileri, op.
dır; Sayın Cumhurbaşkanına, böylece, büyük saygı­
cit., s. 198
sızlıkta bulunmuş olmaktadır. Bu saygısızlığa ve S6
27 Mayıs öncesinde Ankara'daki Amerikan Büyü­
had bilmezliğe gereken tepkinin Cumhurbaşkanlı­
kelçisi F. Warren, Menderes Rejimi'ni desteklerneyi
ğınca gösterileceğini umarım." Cumhuriyet, 25 Ma­
çok açık boyutlara ulaştırması nedeniyle çok eleşti­
yıs 1986.
riIdi.
Bir: Bu bölüme birinci ekte görülüyor; Evren, Türki­
"Ayrıca Askeri Komite, sabahın erken saatlerinde
ye'ye gelen Amerikan Generallerine hep "arkada­
ABD Büyükelçisi F. Warren'a hareketin Türkiye'nin
şım" veya "dostum" diyor, İki: Amerikan General
müttefiklerine yönelmiş olmadığı konusunda bilgi
David Jones için, bütün protokollan alt üst edip,
vermiştir."
Amerikan Büyükelçiliği'ndeki yemeğe katılıyor ve
"Yeni rejimin Dışişleri Bakanı Selim Sarper ise 1
co-host oluyor. Üç: Ecevit'in tepkisi, bir liseli biçe­
Haziran'da verdiği demeçte, (New York Times, 2
mini aşamıyor. Dört: Kraldan fazla kralcı görünüyor.
Haziran 1960, y.k.) ABD ile askeri ittifak da dahil ol­
Mustafa Üstündağ, 6 Eylül 1981 tarihinde Cumhuri­
mak üzere Menderes hükümeti tarafından imzala­
yet'in Ankara Bürosu'na uğruyor. Ne ölçüde teslimi­
nan bütün uluslararası anlaşmalara bağlı kalınaca­
yetçi olduklarını bir kez daha gösteriyor ve gidiyor.
ğını söylemiş ve U-2 olayına zımnen atıfta buluna­
Askerin üstüne gidilmemesi gerektiği kanısında. Bu
rakAmerikan uçaklannın Türk üslerini kullanmala­
konuda Demirel'e kızıyor. Demirel'in askeri kışkırt­ rı sonucu bu üslerin Sovyetler Birliği tarafından
masından yakındı. Hasan Cemal, 12 Eylül Günlüğü,
bombalanacağı tehdidini de dikkate almayacakları­
op, cit., s. 368. nı belirtmiştir." Oral Sander, Türk- Amerikan İlişki­
,8 İbid., s.81 leri:1947-74, Ankara: 1979, S.200 ve 201
,. Mustafa Üstündağ, 6 Eylül 1081 tarihinde Cumhuri­ 57 Ferenc A. Vali, Bridge Across the Bosphorus - Fore­
yet'in Ankara Bürosu'na uğruyor. Ne ölçüde teslimi­ ign Policy of Turkey, The John Hopkins Press, 1971,
yetçi olduklarını bir kez daha gösteriyor ve gidiyor. s. 127
Askerin üstüne gidilmemesi gerektiği kanısında. Bu s8 Uygur Kocabaşoğlu, TRT Öncesi Dönemde Radyo­
konuda Demirel'e kızıyor. Demirel'in askeri kışkırt­ nun Tarihsel Gelişimi ve Türk Siyasal Hayatı İçin­
masından yakındı. Hasan Cemal, 12 Eylül Günlüğü, deki Yeri, Ankara, 1978, Çoğaltma, s. 476-477
op, cit, s. 368
s. ibid., s. 503-504
sO STFA, Sezai Türkeş-Fevzi Akkaya Şirketi, bir Bayar­ 60
İbid., s. 506
Menderes bağ bozumudur; 1970 yıllarında petrodo­
6, "Bu programların başlıca üç özelliği olduğu söylene­
larlarla Arap topraklarının imarında rol alıyor. 12
bilir. İçerik yönünden bu programlardaki duygusal
Eylül ile birlikte tekrar içeriye dönerek, burada ya­
öğeler fikri öğelerden ağır basmaktadır. Komüniz­
yılmacı bir şirket kimliğini kazanıyor ve Bayar­
me yöneltilen eleştirileri bilimsel ya da ciddi bir te­
Menderes bağ bozumuna Eylülist markalar ekliyor.
mele oturtmak için herhangi bir çaba harcanmadığı
s' Anı anlatmayı ve yazmayı sevmiyorum; yine de bazı görülmektedir. İkinci dikkat çeken nokta bu prog­
episodları aktarmaktan geri kalamıyorum. ramların biçim yönünden oldukça başarılı birer
İlk okul ve orta okul dönemim bir liman kentinde radyo programı görünümünde oluşudur. Üçüncü
geçti. Amerikan denizci askerleri çıkmaya başladı­ nokta ise, bu programların Macaristan'dan Batı'ya
lar. Biri, bir köşe başında duruyor; elinde bir yeşil geçenlerin sesleri, Macar, Kübalı, Alman öğrenciler­
dolar var. Sokağın çocukları sıçrayıp doları yakala­ le yapılan mülakatlar vb. Ankara Radyosu'nun ken­
maya çalışıyor; denizci, elini daha yukanya kaldın­ di olanaklarıyla sağlayamayacağı ses ve efektlerle
yor. Çocuklar sıçrıyor, denizci eğleniyor. Bir diğer yüklü oluşudur. Bütün bunlar söz konusu program­
Amerikan denizci askeri, bu eğlenceyi, fotoğraf ma­ ların yabancı kaynaklardan sağlanan verilerle hazır­
kinasıyla ölümsüzleştirıneye çalışıyor. landığını göstermektedir."

655
Yalçın Küçük

"Nitekim, Ankara Radyosu Diskotek ve Kitaplık Şu­ "İsmet Paşa, basiretli bir göriişle harbe girmernek
be Müdürlüğü Arşivi'nde, VOA (Voice of America, için diretiyordu. Ordu'nun durumunu, her halde,
Amerika'nın Sesi, y.k.) tarafından hazırlanmış Tac­ gayet iyi biliyordu. Bilhassa, taarruzi harp kabiliye­
tics of Communism (Komünizmin Taktikleri) adlı ti yoktu, Ordu'nun, Paşa'nın yaptığı en hayırlı iş,
beş kutu ses bandı ve bu bantlarda Filipinli, Hintli, Dünya Harbi belasından Türkiye'yi koruyabilmek
Endonezyalı, Finlandiyalı vb, pek çok kişinin kendi olmuştur." Dündar Seyhan, Gölgedeki Adam, İstan­
sesinden komünizmi eleştiren göriişlerinin bulun­ bul, 1966, s. 14.
ması bu değerlendirmeyi güçlendirmektedir." Uy­ 7' O yıllarda, (1940'1ı yıllar y.k.) Atatürk'ün gösterdiği
gur Kocabaşoğlu, TRT Öncesi Dönemde Radyonun istikametten açık bir sapıtma mevcut olmamasına
Tarihsel Gelişimi ve Türk Siyasal Hayatı içindeki rağmen, büyiik İnkılabın statik bir manzara göster­
Yeri, Ankara: 1978, çoğaltma, s. 505 mesini, hızının kesilmesini hazmedememiş Ata­
., Yalçın Küçük, Planlama Kalkınma ve Türkiye, İs­ türk'çü bazı subaylar arasında, mevcut sistemi de­
tanbul, 1985. Bu tür çözümlerneyi ilk önce bu ÇalıŞ­ virmeye müteveccih bir teşkilatın kurulduğu habe­
mamın 1978 baskısında yayınladım. Yalçın Küçük, rini alıyorduk. Bu teşkilata o zaman kurmay binba­
Quo Vadimus -Nereye Gidiyoruz, İstanbul, 1985, şı-yiizbaşı riitbesindeki bazı subaylar ile bazı genç
·3 Okuyucularım, sürekli olarak, ütopya ve ütopyacıla­ teğmen ve üsteğmenler katılmışlardı. Hedefleri İs­
ra, Marx ve Engels'in, daha çok bilinen bazı yazıla­ met Paşa ve kadrosunu bertaraf edip Atatürk inkı­
rından, çok daha farklı, önemli ve olumlu bir yer ver­ laplarına durduğu yerden tam bir hız vererek Türki­
diğimi farkediyorlardır; öyle umut ediyorum. Verdi­ ye'nin batıya doğru ilerlemesini çabuklaştırmaktı.
ğim önernin yerini Marx ve Engels'in daha az okun­ Bu teşkilata girmiş subayların bir kısmı sonradan
muş yazılarında, mektuplarında, bulabiliyorum. bizimle çalışmışlardır. İbid., s.16

.. Türkiye'de sosyalizm, 1960 Devrimi'nden sonra, 1940 yılları gizli örgütçü subaylar, zaman içinde ve
ekonomik yaşamın akılcı organizasyonuyla hızlı bir çeşitli güçlükler karşısında ihtiIal yolunda döküldü­
modernizasyonu gerçekleştirmenin hem ideolojisi ler; bir tek genç teğmen riitbesinde 1940 gizli örgüt­
ve hem de eylem yöntemi olarak ortaya Çıktı, özel­ lerine katılmış olan Ahmet Yıldız ihtilal yolunda,
likle üniversite profesörleri, öğretmenler, yazarlar, 1960 tarihine kadar yiiriidü.
gazeteciler ve eski marksistler, sosyalizmin sözcüsü 7' Talat Aydemir'in Hatıraları, İstanbul, 1968, s. 28
oldular." 73 "Orduya çok bağlı idim. Bir ordunun yiikselmesi
"Üretimin artırılması, ekonomik ve siyasal yaşama için ne lazımsa yapmaya hazırdım. Çünkü bir mem­
artan katılım; çalışmaya saygı, öncelikle sosyal ada­ leketin ordusu şerefini muhafaza edip ayakta dur­
let -bunların hepsi devlet planları ile gerçekleştirile­ madıkça o memlekette iç ve dış huzur olamaz. O
cek- bu sosyalizm başlıca hedeflerini meydana ge­ devlet hiçbir sahada yiikselemez. Memleket dahilin­
tirdiler." Kemal Karpat, 'Socialism and tlıe Labor de yapılan bütün inkılaplar orduya dayanarak yapı­
Party of Turkey, The Middle East Journal, Spring labilir." Talat Aydemir'in Anıları İstanbul, 1968, s,
1957, s. 157· 22.
·5 "Esasen 28 Nisan Olayları'ndan sonra (28 Nisan: 7. İbid., S.23
İstanbul ve 29 Nisan: Ankara kütlesel öğrenci kal­ 75 "İçlerinde bu haleti ruhiyeden sıyrılabilen çok az ki­
kışması, y.k.) memleket anormal bir döneme girdi, şiyi kahraman olarak gösterirler." Talat Aydemir,
hiçbirimiz tekrar toplanıp konuşmak imkanını bu­ ibid., s, 23.
lamadık; ekseriyetimiz örfi idare emrinde idik, vazi­
Albay Aydemir burada, çok daha genel bir eğilime
felerimizin başından ayrılamazdık. Haberleşmeler
parmak basıyor. Ordu'nun dışında da, özde aynı ol­
ve irtibat, kuryeler vasıtasıyla temin ediliyordu."
makla birlikte yalnızca biçem ayrılıkları gösterebi­
Orhan Erkanıı, Anılar... Sorunlar... Sorumlular ... İs­
lenlerin çok abartıldığı oluyor.
tanbul, 1972, s. 17.
27 Mayıs'ın iki Cemari, Cemal Gürsel ve Cemal Ma­
66 "İhtilımerin, askeri darbelerin değişmez özelliği,
danoğlu buraya giriyor.
gizli örgütler tarafından gerçekleştirilmiş olması­
76 Orhan Erkanlı, op. cit., s. 8-9.
dır." Orhan Erkanıı, İbid, s.l.
.., Orhan Erkanıı, Anılar. .. Sorunlar... Sorumlular ... , 77 Muzaffer Albay'dan bir çok kez dinlediğim ve hep­
İstanbul, 1972, s. 2 sinde aynı ölçüde etkilendiğim, bir öykü var. Kur­
may Albay Muzaffer Yurdakuler, zamanın Genel
.R Dündar Seyhan, Gölgedeki Adam, İstanbul, 1966, s.
Kurmay Başkanı, Orgeneral Rüştü Erdelhun'un
30.
odasına giriyor ve ayakta bir iş göriişüyorlar. Bu sı­
.., İbid., s. 16 rada kapıda ağzında purosuyla bir Amerikan astsu­
'" İkinci Dünya Savaşı'nda Türk Ordusu'nun durumu­ bayı göriinüyor; Orgeneral Erdelhun mütlıiş sevini­
nu en çok Devlet Başkanı İsmet Paşa biliyordu. İs­ yor, Hoşamedide bulunuyor, iki dost türiinden, iki
met Paşa, savaş boyunca, Stalin'e, Churchill'e ve di­ koltuk çekiyorlar, Genel Kurmay Başkanlığı'nın res­
ğerlerine, birden çok kez, savaşa girine taahhütün­ mi dairesinde, Türk orgenerali ile Amerikan çavuşu
de bulundu; hepsinde bir bahane ile vazgeçti. Savaş karşılıklı otıınıp sohbet ediyorlar. İhtilalci Albay
biterken İsmet Paşa ve Türkiye, "müttefikler" ara­ Yurdakuler, çok sinirleniyor ve birdenbire bir koltıı­
sında sözüne güvenilmez bir ülke durumuna gel­ ğu gözüne kestirip otııruveriyor. Orgeneral Erdel­
mişti; bu, daha sonraki propaganda yıllarında, İs­ hun birden kaşlarını çatıyor ve soruyor: "Ne oluyor.
met Paşa'ya "büyiik diplomat" nitelendirmesini ka­ Albayım?" Muzaffer Albayım cevap veriyor: "Bir şey
zandırdı. Türkiye Üzerine Tezler'in ikinci kitabında, olmuyor. Bir Amerikan, çavuşu, bir Türk Genel
bu çözümlemenin uzun ve ayrıntılı dayanakları var. Kurmay Başkanı'nın karşısında ayağını masaya

656
Türkiye Üzerine Tezler III

uzatarak oturtursa, bir Türk kurmay albayı da ayak­ Yarbay Ethem Baransü, Hava Kurmay Binbaşı Nev­
ta kalamaz", Erdelhun, bunu beklemiyor ve "çık dı­ zat Gökeri, Hava Kurmay Binbaşı Zeki ZarakoL.
şan" diyor; "sonra görüşürüz." Muzaffer Albayım, Kurmay Yarbay Kami Gürtan, Faruk Ateşdaglı' Ah­
dosyalan kapanyor, "görüşürüz" diyerek çıkıyor. met Başta. Abdi İpekçi - Ömer Sami Coşar, Op. Cit.,
İkisinin aklında da başka randevular var. Muzaffer s. 16.
Albayım, yaklaşan, hareket gününü düşünüyor. Çok 1940'lı yıllannın gizli örgütçülerden Cemal Yıldı­
kısa bir zaman sonra Orgeneral Rüştü Erdelhun, nm, emekli olduğu bir zamanda, 1957 yılında, 9 Şu­
alınıp, Kara Harp Okulu'na getiriliyor. Muzaffer Al­ bat Olayı ile birlikte tutuklanıyor ve yargılanıyor.
bay, Bayar-Menderes Rejimi'nin son genel kurmay Ancak 1950'li yıllann gizli örgütlerine girdiğini gös­
başkanının tutulduğu odaya giriyor ve "ayağa kalk" teren bir işaret yok.
diyor; "karşında ihtiliilci albay var." Albay Ateşdağlı, 1957 yılındaki gizli örgütün en yük­
,. George S. Harris, 'The Role of the Military in Tur­ sek rütbeli mensubu oluyor. Aydemir, "eskiden 1949
kish Politics Part ır, Middle East Journal, Spring yılında Seyfi Kurtbek tarafından hazırlanan bir ko­
1965, s. 170 mitede görev aldığını biliyordum" diyor ve halıi bu
79 Orhan Erkanlı, Anılar... Sorunlar... Sorumlular... ,İs­ eski komitede çalışabileceğinden kuşkulanıyor. Ta­
tanbul, 1972. s. 159-165. "Sosyalist Paşa" nitelernesi, lat Aydemir'in Hatıraları, İstanbul, 1968, s. 41.
Erkanlı'ya ait; yalnızca "Korgeneral Madanoğlu" Albay Ateşdağlı, 1957 yılında ortaya çıkan 9 Subay
sözcüklerini ekledim. Olayı'ndan kaygı duyuyor ve Ordu'dan aynlıyor.
Bo 12 Mart'ın Milli Eğitim Bakanı Şinasi Orel; Albay Dündar Seyhan, Ahmet Yıldız'dan "eski bir ihtiliil
Orel, 27 Mayıs'ta kurulan Devlet Planlama Teşkila­ esnafı olmakla daima iftihar eden' bir subay olarak
tı'nın müsteşarlığını, sıkıyönetim ile birlikte sür­ söz ediyor; "vaktiyle İsmet Paşa'ya karşı kurulmuş
dürdü. Meclis'in girişte, sağdaki bölmesinin alt katı bulunan İhtiJal Komitesi içinde daha teğmen iken
sıkıyönetim ve üst katı Planlama oldu. y.k. vazife alanlardan biriydi" diyor. Dündar Seyhan,
., MİT ajanlığını inkar etmeyen Malıir Kaynak. y.k. Gölgedeki Adam, Op. Cit., s. 55,

.2 1960 yıllannın önde gelen öğrenci aktivistlerinden, Böylece 1940'lı yıllann gizli örgütçülerinden yalnız
Teknik Üniversite öğrenci birliği başkanı Harun Ka­ Ahmet Yıldız'in 1960 Devrimi'nde yer aldığı sapta­
radeniz'in deneyimini aktarmanın yararlı olacağını nabilmiş oluyor.
düşünüyorum, 9° "After every revolution marking a progressive phase
"Cemiyet çalışmalanmız önce tamamen öğrenci so­ in the class struggle, the purely repressive character
runlanyla başladı, ve sonra yurt ve dünya sorunla­ of the state power stands out in bolder and bolder
nyla bütünleşerek sürdü, gitti." releif." K. Marx, The Fir5t International and After.
Penguin, 1974, 5.207.
"Her bilinç düzeyi bir eylemi ve her eylem yeni bir
bilinci getiriyordu, İşte 1960-1970 dönemini böyle 9' 27 Mayıscılar, 1960 yılından sonra, solcuları dalıa
yaşadık." Harun Karadeniz, Olaylı Yıllar ve Genç­ iyi izletebilmek için Milli Emniyet örgütünü geliştir­
lik, İstanbul, 1975, s. 16 ve 8. diler, Milli İstihbarat Teşkilatı'na çevirdiler; maaş­
lan artırdılar. Devletin gücünü artırmış oldular; 27
·3 "Kırk Kuşağı Gizli Örgütçüleri" nitelemesini bilinçle
Mayıs'tan sonra, MİT'in en önemli işlerinden birisi
kullanıyorum. Kırk Kuşağı Solcu Aydınlan'nı da dü­
gizli örgütçü subaylan izlemek oldu.
şünüyorum. Bu sonunculan, Aydın Üzerine Tez­
ler'in dördüncü kitabında incelemeye çalıştım. 92 Abdi İpekçi - Ömer Sami Coşar, Op. Cit., s. 17.
.. Dündar Seyhan, Op. Cit, s. 20 '3 İbid., S.22
.5 İbid., s. 28 .. Orhan Erkanlı, Op. Cit., s. 5.
B6 Muhsin Batur, Anılar ve Görüşler, İstanbuL. 1985, s. 95 İbid., s. 12.
49
96 Abdi İpekçi-Ömer Sami Coşar, Op. Cit., s. 28 .
•, Abdi İpekçi - Ömer Sami Coşar, İhtiliilin İçyüzü, İs­
tanbul, 1965, s. 15. 97 Dündar Seyhan, Op.Cit. 43-4
•• Ankara örgütünde şu subaylar yer alıyor: Kurmay " "Gençlik kuruluşlan, kadın kuruluşlan, dernekler,
Albay Şeref Konuralp, Kurmay Albay Seyfi Kurtbek, Erim'e sempati beslemernekten çok, olayların geliş­
Kurmay Yarbay Necip San, Kurmay Binbaşı Şefik mesini kuşku ile karşıladıklan için 'suskun' bir vazi­
Erensü, Kurmay Binbaşı Cemal Yıldınm, Kurmay yet aldılar. Devreye girilmesi, kamuoyunun oluştu­
Binbaşı Pertev Gökçe, Kurmay Binbaşı Kenan Esen­ rulması gerekiyordu. Bu işi Erim'in yakın dostu, o
gin, Kurmay Binbaşı Mehmet Ali Aytaç, Kurmay zamanlar İstanbul CHP Milletvekili Orhan Kabibay
Yarbay Celiil Erikan, Kurmay Binbaşı Hakkı AtıL. üzerine aldı."
Abdi İpekçi - Ömer Sami Coşar, İhtilalin İçyüzü, İs­ "Orhan Kabibay, eski bir 27 Mayıs'çıdır. Kabibay'ın
tanbul, 1965, s. 15 -16. evi, o sıralarda bir karargah oldu."
.. İstanbul'da Harp Akademileri'nde Kurmay Albay "12 Mart'ın hedefine ulaşması için elden gelen gay­
Cavit Çevik'in liderliğindeki gizli örgütte şunlar yer ret esirgenmiyordu, Kabibay, sık sık toplantılar ter­
alıyor: Kurmay Albay Kami Akman, Kurmay Binba­ tip ederek, kurulacak olan 12 Mart Hükümeti'nin
Şı Naci Aşkun, Kurmay Yarbay Memduh Tağmaç, desteklenmesini salık veriyor, telefonun başından
Kurmay Yarbay Tevfik Doğantan, Kurmay Binbaşı aynımıyor, bildiriler, Kabibay'ın evinde hazırlanı­
Nazım Akın, Kurmay Binbaşı Fuat Pulak, Kurmay yor, TRT'ye buradan aktanlıyordu."

657
Yalçın Küçük

"Kabibay'ın bir haftalık çabası boşa gitmedi. Orhan Erkanlı, Anılar... , Sorunlar... Sorumlular... ,
TRT'nin her haber bülteninde birkaç kuruluşun, İstanbul, 1972, s. 14-18. Başlıktaki sözcüklerin hep­
Erim'i destekler anlamda bildirileri yayınlanıyor, si, Orhan Erkanlı'nın anlatımında var; yan yana ge­
kamuoyunun desteği alınıyordu. Kabibay daha son­ tirerek başlık yaptım. (y.k.)
ra Hükümet kuruluşuna, yani işin kulisine de girdi."
Kurtul Altuğ, 12 Mart ve Nihat Erim Olayı, Ankara: 'OJ Abdi İpekçi - Ömer Sami Coşar, Op. Cit., S. 62 ve
1973, s. 7. Dündar Seyhan, Op. Cit., s. 63.

Dündar Seyhan, Süreyya Yüksel ile Haydar Saltık'ın '... Abdi İpekçi - Ömer Sami Coşar, Op. Cit., s. 65
uçaksavarcı olduklarını düşünerek, 12 Eylül Komu­
'°5 "Birisi Kurmay Binbaşı Sadi Koçaş, diğeri Kurmay
tanıarına destek toplamaya çıktı. Ölümüne kadar
Binbaşı Samet Kuşçu'ydu. Ben bu isimlere itimat et­
sürdürdü. Aynı işi yapan bir başkasını daha bulmak
miyordum, Faruk Ateşdağlı da aynı fikirdeydi."
mümkün oluyor.
Talat Aydemir'in Hatıraları, Op. Cit, s. 49.
Hasan Cemal, 19 Eylül 1980 tarihli Günlüğü'nde, 27
Mayısçı Albay Ekrem Acuner'in Cumhuriyet'e gele­ Gizli örgütçÜıer, başından, Samet Kuşçu'ya ve bu
rek şunları söylediğini kaydediyor: "Son derece dik­ arada 12 Mart'ın Başbakan yardımcısı Sadi Koçaş'a
katli olunması gerekir; çünkü meydana gelebilecek güvenmiyorlar. Fazla bilgisi yok.
provokasyonlar sertleşmeye yol açabilir ... O zaman Cephe önerilen İsmet Paşa'nın ihbar etmiş olması
da demokratik rejime geçiş daha da uzayabilir... İş­ mümkün mü? Soru ortada duruyor.
leri zorlaştırmaktan kaçınmak ve özellikle Evren İsmet Paşa'nın sırdaşı, eski bakan ve politikacı, bir
Paşa'yı desteklemek yerinde olacaktır." Bunları söy­ sohbetimizde bana, 1930'lu yıllarda yüksek rütbeli
lüyor, görev yaptığına inanıyor, Hasan'ın sözleriyle, subayların Mustafa Kemal Paşa'ya karşı bir örgüt
"ve her zamanki babacan ama biraz; da esrarengiz kurduklarını, İnönü'ye liderlik önerdiklerini, İnö­
havasıyla" gidiyor. Hasan Cemal, 12 Eylül Günıüğü, nü'nün, yirmi dört saat içinde örgütlerini dağıtma­
Ankara, 1986, s. 66. larını, aksi durumda, Gazi'ye haber vereceğini söy­
99 "Evvela Uçaksavar Okulu'nda denedik." "çoğu sis­ lediğini anlatmıştı.
temin devrilmesi taraftarı idiler." "Fakat metodu ,06 Abdi İpekçi - Ömer Sami Coşar, İhtilalin İçyüzü, İs­
sorduğumuz zaman ordu yüksek kademesini işgal tanbul: 1965, s. 155-159.
edenlerin davaya el uzatmalarını, en uygun hal ça­ 107
Dündar Seyhan, Qp. Cit., s. 31.
resi olarak, tavsiye ediyorlardı. "Bu tavsiye şekli, hi­
yerarşik nizama inanmış olanların genel anlayış tar­ '08 United States Senate, Turkey, Greece and NATO:
zına uygundur. Herkes, derece derece sorumluluğu The Strained Alliance, Washington, D.C., March
kendi üstündeki kademeye kaymış görmek ister." 1980, s. 16.
Dündar Seyhan, Gölgedeki Adam, Op. Cit., s. 47. 1
09 İbid, S. 3.
Abdi İpekçi - Ömer Sami Coşar, Op. Cit., s. 32
İbid., s. 63.
"Ordu'da bizim gibi teşkiUitlanmış subay topluluk­
George S. Harris, Troubled Alliance, Op. Cit., S. 210.
ları olup olmadığını istihbar etmek bizim için haya­
ti öneme haizdi." İbid., s. 212.
"Aydemir'le lokantada buluştuk. Aydemir, gizli ka­ "J Bunun nedenleri var; Öztrak'ın Time açıklaması, 3
paklı ve örtülü konuşmaya tenezzül etmeden, bana Mayıs 1982 tarihinde yayınlanan Yankı Dergisi'nde
karşı tam bir güven içerisinde açıkça konuşmuştur. de yer alıyor. Bundan bir ay önce 3 Nisan 1982 tari­
Ankara ve İstanbul'da bazı arkadaşlarla mutabaka­ hinde ise, 12 Eylül Lideri Evren, Bursa'da, günlerce
ta vardığını, bir teşkilatın kurulması lazım geldiğini, önceden çok önemli olacağı duyurulan, konuşması­
teşkilatın gayesinin ihtilal yapmak olduğunu ve bu nı yapıyor. Burada Evren, "karşımızda bir düşman
lüzumu memleketin mevcut şartlarının empoze et­ var, bu devleti yıkmak isteyen iç düşman" diyor.
tiğini anlattı." Dündar Seyhan, Gölgedeki Adam, Düşmanın büyük olduğunu düşünüyor ve "12 Eylül
Op. Cit, s. 56. son şansdır" diye ekliyor. Komünist Partisi'ne izin
"Durumu kendilerine (örgüt üyelerine, y.k.) açıkla­ verilmeyeceğini ilan ediyor.
dım, herkesin fikrini ayrı ayrı aldım. Bütün ihtimal­ Nazlı ilıcak'ın bu konuşmadan hayal kırıklığına uğ­
leri ayrı ayrı söyledim." radığı anlaşılıyor. 4 Nisan 1982 tarihinde, Evren'in
"Sonra bana keşke birleşmeseydik, diyebilirlerdi. konuşmasını öğrenmeden önce, 3 Nisan 1982 sabah
Fakat hepsi de itirazsız birleşme fikrini kabul etti­ yazdığını ekleyerek, başyazısını yayınlıyor. "12 Ey­
ler. Bu durumu Dündar Seyhan'a bildirdim." lül'ün 27 Mayıs'ın uygulamalarından farklı olduğu
"Beşiktaş iskelesinin üzerindeki kahvede toplanıldı. göriilmektedir" dedikten sonra "aslında devlet baş­
Biraz görüşmeden sonra orası emniyetli bulunma­ kanımızın her beyanı sıfatı dolayısıyla mühimdir"
dığı için Üsküdar'a geçildi. İskelenin yanında yük­ sözleriyle konuşmayı önemsemediğini belli ediyor.
sek bir binanın üst katındaki pastahanede şu arka­ Nazlı Ilıcak, 'Devlet Başkanı'nın Konuşmasından
daşlar toplanmıştık: Ben, Rafet Aksoyoğlu, Sezai Evvel..: Tercüman 4 Nisan 1996.
Okan, Faruk Güventürk, Dündar Seyhan, Orhan Mehmet Barlas ise, başyazısına "Son Şans" başlığını
Kabibay, Ahmet Yıldız, Halil Kayalı." koyuyor, "Devlet Başkanı Orgeneral Evren'in Bursa
"Ben üç ay için Paris'e gittim. Yerime komite baş­ konuşmasında, hiç tartışmasız kabul edilmesi gere­
kanlığını, diğer komite ile kesin olarak birleşinceye ken cümle, '12 Eylül Türkiye'nin son şansıdır' şek­
ve ben gelinceye kadar Sezai Okan yapacaktı." Talat linde olanıydı" diyor. Mehmet Barlas, 'Son Şans',
Aydemir'in Hatıraları, İstanbul, 1968. s. 39-40. Milliyet. 4 Nisan 1982.

658
Türkiye Üzerine Tezler III

Bütün bunlar, Öztrak'ın sözlerinin, bir ortak değer­ kullanışı hakkındaki görüşlerini nezaket kaidelerine
lendirme olduğunu ve geçmişi bulunduğunu göster­ bile uymayan ağır ifadelerle belirten Amerika Cum­
meye yetiyor. hurbaşkanı Johnson'un mektubu belleklerde tazeli­
Evren'in Bursa Nutku ile Mehmet Barlas'ın "Son ğini koruyordu. Dış yardım sınırlı, Hava Kuvvetleri­
Şans" yazısını, bu bölüme ek olarak veriyorum. mize aynlan pay nisbeten küçük, milli bütçe olanak­
ları sınırlı idi." Orgeneral M. Batur, Vakıf gerekçesi­
n, Yankı Dergisi, 3-9 Mayıs 1982, Sayı, 579, s. 7. ni böyle açıklıyor. Muhsin Batur, Anılar ve Görüş­
n5 Profesör Öztrak'ın Time Dergisi'ne demecinden şu ler, İst.: 1985, s, 173
aktarmayı bir T.C. yurttaşı olarak, üzüntü ile ve bir 123
George Harris, Troubled A1liance, Op. Cit., s. 156.
araştırıcı alarak da buruk bir tadla aktanyorum. Ar­
tık Türkiye'de burjuva bakış açısının, her türlü de­ .", "Amerikan görevlileri ve yakınlarının tedricen azal­
mokrasi ile bağlantısını kesmiş olduğunu ileri sürüp ması, 1968 yılında 24 binlik yükseklikten 1970 yılı
duruyorum: 12 Eylül Hükümet Sözcüsü Prof. Öz­ sonunda 16 bine inmesi, eylem ve işlevlerde bir düş­
trak, bunu açıkça dillendirmekte hiçbir sakınca gör­ me ile birlikte gerçekleşti."
müyor. "Kuşkusuz, Amerikan Operasyonlanndaki azalma,
"Türkiye'ye faşizm gelirse belki halk başlangıçta, kı­ kaçınılmaz olarak, Birleşik Devletler'in bu ülkedeki
sa bir süre bir rahatlama hissedebilir. Fakat kısa sü­ stratejik kozunun daha da erozyona uğraması de­
re sonra hatalar ortaya çıkar. Hatasız bile olsa halk­ mekti; böylece, Türkiye üzerinde etkili diğer etken­
ta değişiklik isteği başlar. Bu ise ülkede marksist bir lere paralel etki yapıyordu." George Harris, Troub­
diktaya yol açar. Marksistler, bir faşist rejimin ya­ led Alliance, Washington, D. C, 1976, s. 167 ve 168.
rattığı havadan yararlanarak aslında hiçbir zaman Bir başka kaynak, 12 Eylül'ün Amerikan Büyükelçi­
yanlanna alamayacaklan halk kitlelerini kazanabi­ si Spain, 1965-1979 arasında Türkiye'deki Ameri­
lirler. Türkiye'deki yöneticiler bu büyük tehlikeleri kan askerlerinin sayısının çok azaltıldığını yazıyor.
göze alamayacak tadar tecrübe ve bilgi sahibi akıllı 1980 yılı itibariyle 5000 görevliye indiğini belirti­
kişilerdir."Yankı Dergisi, 3-9 Mayıs 1982, Sayı 579, yor.
s· 7·
Bunun 2500'ü, Adana-İncirlik'te, "60 küsuru", Er­
Bir: Faşizm halkta rahatlama yaratır. İki: Ancak ne zurum'da, Mürted'de "a small USAF unit", bulunu­
yazık, hata yapılabilir. Üç: Bundan komünizm çıkar. yor. İzmir Karargah'ta 500 ve 500 kadar da destek
Mantık, işte bu; faşizmin kendisine bir itiraz yok. işlerinde çalışıyor. Spain, Sinop için bir sayı vermi­
"Hatasız faşizm" olsa hep istenecek: "hatalı demok­ yor. Karamürsel'de, bir zamanlar 5000 askerin,
rasi" hataları kendi içinde eritiyor. Fakat, "hatalı fa­ okulu, klişesi ile yerleştiğini, "In the early days of
şizm" komünizme yol açıyor. Soviet missile and space development, Karamur­
Bunda Silahlı Kuvvetlerin müdahalelerinden ponra, sel's contribution to intelligence had been enormo­
yönetimi CHP ya da AP liderlerine teslim etmesinin, us, Sovyet uzay programının başlannda istihbarat
bir temel nedeni görülmüyor mu? önemi çok büyük olan Karamürsel'in artık önemini
n6 yitirdiğini ve kullanılmadığını belirtiyor. Yine de bu
Daha önceki yıllara ait çalışmalanm olup olmadığı­
bölgede 1000 kadar Amerikan askerinin bulunduğu
nı araştırmaya, zamanım yok: 1975 tarihinde, Yü­
tahmin edilebilir. J. W. Spain, American Diplo­
rüyüş Dergisi'nin başyazısı, "Avrupa'ya Çekilen
macy in Turkey, Praeger, 1984, Üçüncü bölümdeki
Amerika" başlığını taşıyor. Büyük bir kargaşanın
bilgilere dayanarak bu özeti yapıyorum.
başlangıcında böyle bir incelemeyi yayınlayabilmiş
125
olmaktan mutluluk duyduğumu saklamıyorum. 12 Eylül'ün Ankara'daki Amerikan Büyükelçisi Spa­
Metin içi ek olarak sunuyorum. in'in söyleyecekleri var.

n7 1 Mayıs 1982 tarihli Tercüman Gazetesi'nde, Taylan "Aralık 1979; tarihinde Sovyetler'in Afganistan'ı iş­
Sorgun'un yönettiği Hasan Esat IŞık, Dışişleri Eski gali Türkiye'de büyük etki yarattı. Birincisi, Afga­
Bakanı Hayrettin Erkmen ve Pekin'de Türkiye adı­ nistan, yakın etnik ve tarihsel bağlanyla, Türkiye
na Büyükelçilik yapan Nuri Erem'in katıldığı bu Cumhuriyeti'nin bir eski dostuydu. Diğeri, öncüı,
açık oturumu ek olarak hazırladım. Ne yazık, küçük Türkiye için rahatsız edici oldu: Sovyetler Birliği, ilk
hurufat ile iki gazete sayfası tutan bu ilginç ve de­ kez, kendi iradesini egemen yapmak için, askerleri­
ğerli tartışmayı, uzunluğu nedeniyle çıkarmak zo­ ni bir güney komşusunun topraklarına sokuverdi.
runda kaldım. Okuyuculanmın Tercüman koleksi­ Afganistan ile Türkiye arasında tek aynıık Türki­
yonlanndan incelemelerini diliyorum. ye'nin NATO bağlılığıdır ve İttifak üyeliğinin değeri,
Ankara için, bir kez daha arttı."
n8 United States Senate, Op. Cit., s. ı.
"Sovyet Operasyonunu sözlü olarak sert bir şekilde
119
İbid., s. 55. takbih etmekle birlikte, Türkler, harekete gelince,
İbid., s. 14. tedbirli davrandılar. Açıklıkla Sovyetler Birliği'ni
tahrik etmek, to provoke, istemediler ve Moskova
Metinde precision-guided munition geçiyor; bunu, Olimpiyatlan'nı boykot etmeleri konusundaki rica­
hedefe ayarlı füze olarak çevirmeyi uygun gördüm. mız karşısında kaypak hareket ettiler."
Bu çabalann bir sonucu, yetersiz ve büyük sakınca­ "Türkler aynca, diğer Batılı ülkeler elçilerini çeker­
larla dolu. Silahlı Kuvvetler Vakıflan'nın kurulması­ ken kendi büyükelçilerini Kabil'de tutmakta ısrar
dır; ilki, Batur zamanında, Hava Kuvvetleri'nde or­ ettiler." J. W. Spain, American Diplomacy in Tur­
taya çıkıyor. key, Praeger, 1984, s. 62.
"Kıbns bunalımı dolayısıyla Silahlı Kuvvetlerimizin Demirel, daha sonra, Carter'ın baskı ve özel ricala-

659
Yalçın Küçük

nna dayanamayarak, Olimpiyatlan boykot karan ruşunun, Kıbns'a kalıcı bir banş getirebileceğine
aldı. Daha sonraki 12 Eylül Hükümetleri, Turgut hiç inanmadım. Kendi çevremde bu görüşlerime
Özal'inki dahil, "tahrik etmeme", provocation, poli- fazla taraftar bulamadım; Sovyetler Birliği'nin de iki
tikasını bıraktılar. bölgeli federasyondan yana olması, bunun, doğru-
". luğunun kanıtı sayılıyordu. Sovyetler Birliği, Türki-
Sovyetler Birliği 1957 yılı Ekim'inde Sputnik'i yani
ye dostluğuna verdiği önemle bunu destekliyordu.
ilk yapma uydusunu gönderdikten ve böylece Ame-
Şimdi Sovyetler, bu plandan uzaklaşmış görünüyor-
rikan topraklannın dokunulmazlığını ortadan kal-
lar; sevindirici buluyorum.
dırdıktan sonra ABD'de başlayan paniğin ilk yardı-
133
mına koşan da yine Türkiye olmuştur. ABD bu olay Alvin Z. Rubinstein, Soviet Policy Toward Turkey,
üzerine ortaya çıkan füze boşluğunu, missile gap, Iran and Mghanistan, Praeger, 1982, s. 19.
kapamak için 1957 Aralığında yapılan NATO Ba-
'34
Walter Laquer, The Struggle for Middle East-The
kanlar Konseyi toplantısında orta menzilli Ameri-
kan füzelerinin Avrupa'ya taşınmasını ve NATO
Soviet Union in the Mediterranean 1958-1968,
London, 1969, s. 22.
üyelerinin topraklannda çekirdekli başlık stoku ya-
pılmasını önermiş ve bu öneriyi o toplantıda en çok ..,.
İbid., s. 182 .
destekleyen devlet Türkiye olmuştur."
",
George Harris, Troubled Alliance, Op. Cit., s. 201.
"Bunun sonunda iki devlet arasında 1958 Kasımın-
'37
da bir ikili anlaşma daha yapılmış ve İzmir yakının- İngilizce seçilen sözcükler. " Turkey... is exacting a
daki Çiğli'de 15 füzelik bir Jüpiter rampası kurul- high price.. ; "to exad' sözcüğünde zorla yüksek fi-
muştur." yat koyma, koparrna anlamlan var.
"Bilindiği gibi, bu rampa, Birleşik Amerika uzun Bunlan söyler ve sözcükleri seçerken, Senato Rapo-
menzilli füzelerini geliştirdikten ve Akdeniz'e Pola- ru, Türkiye'nin öyle fazla özgürlüğü olmadığını da
ris denizaltıları soktuktan sonra, 1962 Küba bunalı- açıkça belli ediyor. Türkiye'nin Arap ülkelerine açıl-
mı sonucu Washington ile Moskova arasında yapı- ma girişiminin, Arap ülkelerinden Türkiye'nin ilk
lan pazarlığa bağlı olarak kaldınldı. Doç. Dr. Halfik hedefi ve eski kolonileri diye söz ediyor, uılık" bir
Olman - Dr. Oral Sander, Türk Dış Politikasına Yön karşılık gördüğünü, Arap ülkelerinde Türkler'den
Veren Etkenler, SBF Dergisi, xxvılfi Mart 1972. s. duyulan rahatsızlığın hiila kuvvetli olduğunu belirt-
8 ve 9. me gereğini duyuyor. Ayrıca Üçüncü Dünya'nın da
m
bir alternatif olmadığını belirtiyor. United States
Robert F. Kennedy, Thirteen Days. A. Memoir of the
Senate, Op. Cit., s. 29 ve 30.
Cuban Missile Crisis, N. Y., 1968, s. 98-99.
'38
",8 Coşkun Kırca, Hürriyet, 14 Ağustos 1986, Başlık
"President Kennedy understood that the Soviet
Kırca'ya ait. y.k.
Union did not want war, and thocy understood that
we wished to avoid armed confliot».Robert F. Ken- Bilimin iki doğrulayıcısı var, en son çözümlemede,
nedy, Thirteen Days, A, Memoir of Cuban Mlssile tek doğrulayıcı, eylemdir. Oluşurken de bir başka,
Crisis, N. Y., 1968, s, 125. ikinci doğrulayıcıdan, söz edebiliyorum. Olgular,
mıknatısa tutulmuş kağıt üzerindeki demir tozlan
".
"Daha 1961 yılı Nisan ayında Başkan Kennedy, artık tiiründen yeni bir salkım oluyorlar, uözgürlük" alt-
hurda oldukları ve rollerinin kullanıma hazır olan
bölümünü bitirdiğim akşamın sabahında. Hürriyet,
Polaris Denizaltılan ile gerçekleştirilebileceği ge-
"ABD'yi 3 Konuda Sert Uyardık: Böyle Dostluk 01-
rekçesiyle, füzelerin kaldırılması görüşmelerinin
maz" başlığıyla çıktı. Birleşik Devletler'in Türki-
başlanlmasını istedi."
ye'ye fazla önem vermemesi nedeniyle protesto
"Dışişleri Bakanı Selim Sarper, bu dönemde, tesis- edildiği yazılıyor.
lerin sökülrnesine şiddetle itiraz etti." George Har-
Emekli Büyükelçi Coşkun Kırca, bir aralık 1960 yı-
ris, Troubled Alliance, Op. Cit., s. 92.
lından önce CHP Araştırma Bürosu'nda beraber 01-
'3" duk, aynı olguya benim tersimden bakıyor. Ancak
Ferenc Vali. Bridge Across the Bosphorus, Op. Cit.,
S. 128. yazdıklan, bir kalıbın dişi ve erkek yüzleri tiirün-
den, tiimü tümüne benim çözümlememe uyuyor.
'3'
1954 sonlannda Türkiye'ye yönelik Sovyet politika-
Yazısını, mutlulukla, metin-içi ek olarak sunuyo-
sında belli bir değişme oldu; Sovyet basınında, her
rum.
ne kadar Sovyet Ansiklopedisi'nde değilse de, Ke-
'"
mal Atatürk yeniden ulusal kahraman ilan edildi. Milli Birlikçi dostlanmdan Ordu'daki gençleştirme
Fakat iki ülke arasındaki ilişkiler bir ölçüde normal- süreci içinde, emekliliğe ayrılacak subaylar listesin-
leşse de, Türkiye'de, küçük bir inançlı partili grubu de olduğunu ve Sami Küçük tarafından listeden Çl-
dışında, komünist etkinin arttığını gösteren işaret- kanldığını öğrendim.
ler yoktur." Walter Z. Lagueur, Communism and LI"
Talat Aydemir'in Hatıraları, İstanbul, 1968, s. 91-
Nationalism in the Middle East, London, 1957, s.
95·
205. Ancak bu çalışmanın yayınlanmasından sonra,
LI'
Türkiye'nin Suriye sınınnda asker yığması ve hare- 12 Mart'ın Genel Kurmay Başkanı Memduh Tağ-
kete hazırlandığına inanılması nedeniyle, iki üike maç. y.k.
arasındaki ilişkiler bir süre için yeniden kıZıŞtı. '"
United States Senate, Op. Cit., s. 62.
'"
Özellikle 1974 Kıbns çıkartmasıdan sonra, Sovyet- Ll3
Orhan Erkanlı, Op. Cit., s. ıS8-199.
ler Birliği, Türkiye'nin iki bölgeli federasyon tezini
sürekli olarak destekledi, iki bölgeli federasyon gö- "'"
Clausewitz, nasıl da güzel betimliyor! "Savaş maddi

660
Türkiye Üzerine Tezler III

çaba ve acılarla dolu bir alandır. Bunlara dayanmak 306


için, insanın, ister yaratılıştan, ister sonradan kaza­
'54 Celil Gürhan, 12 Mart'a Beş Kala, İstanbul, 1986, s.
nılmış olsun, bu acılara aldınş etmemesini sağlayan
106.
belli bir fizik ve moral güce salıip olması gerekir. Bu
niteliklere salıip ve sağduyusunu kendisine kılavuz >5, Talat Aydemir'in Hatıralan, İstanbul, 1968, s. 51.
edinmiş bir insan iyi bir savaş aracıdır." 156
İbid., 5.338
"Savaş bir şiddet hareketidir ve bu şiddetin sının
yoktur." 151 Celil Gürkan, Qp. Cit., s. 162.

"Tüm güçlerin aynı anda muhtemel bir şekilde bir 158


ibid., s. 525.
araya getirilmesi savaşın niteliğine aykındır." Carl 159
Muhsin Batur, üp. Cit., s. 159.
von Clausewitz, Savaş Üzerine, İstanbııl, 1975, s.
87-46-51 160
İbid., 5.338

..., 12 Mart'ın öncesinde de bu tür toplantılann yapıldı­ ,., 9 Mart 1971 tarihinde başarısızlıkla sonuçlanan ha­
ğı anlaşılıyor. Ancak bunlara yalnızca korgeneral­ zırlığın önde gelen asker liderlerinden Kara Kuvvet­
lerle orgeneraller katılıyor. leri Komutanlığı Plan Prensip Başkanı Tümgeneral
Celil Gürkan, 12 Mart'tan çok kısa bir süre önce Ha­
.... Dündar Seyhan, Op. Cit. S.43
va Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur'un Amerika
...7 "Silalılı Kuvvetler'deki kaynaşmanın başını Talat Birleşik Devletleri'ne çağnldığını açıklıyor.
Aydemir ve grubu çekiyordu ve nedense adeta "do­ "12 Mart'a yaklaşıldığı sıralarda, Batur'un ABD Ha­
kunulmazlıklan" vardı. Benim şaştığım durum ise va Kuvvetleri Kurmay Başkanı (Komutanı) Orgene­
dalıa üst rütbeli birtakım insanlann albay olan Ay­ ral Ryan'ın resmi davetlisi olarak Birleşik Ameri­
demir'i lider olarak görmeleri idi. " "Ama bu tipler ka'ya yaptığı ve içyüzünü, amacını bilmediğimiz; -
genellikle ikili oyunuyorlard." Muhsin Batur, Anılar zaten kendisi de bunu hiçbir zaman bizlere açıkla­
ve Görüşler, Op. Cilt, s. ıo5. "Bu saatten itibaren mak istememişti- ilginç bir geziye tanık oluyoruz.
şans artık döndü. İstanbul'dan hiç haber alamadım. Ankara'da Havacılar kanadındaki arkadaşlanmız­
Orada da radyo el değiştirince ayağa kalkan birlikler dan bizlere iletilen doğru ise Batur, bu geziye alışı­
hemen ters dönmüşler, asayiş planını uygulamaya lagelenin tersine, yanına karargahından hiçbir yar­
başlamışlar. " dımcı almadan, deyim yerinde ise tek başına çık­
"Harbiye'ye parolayı bilmiyerek getirildim diye ge­ mıştır."
len subay akını başladı." Talat Aydemir'in Hatırala­ Bu geziden sonra arkadaşlan örgüt toplantısında
rı, Op, di" s. 255 ve 257 174. Batur'dan bilgi istiyorlar ve Batur şu kısa bilgiyi ve­
.... İhtilaıcinin ihbarı, her nedense, hoş karşılanıyor. riyor:
Hepsi bunu yazıyorlar. 22 Şubat hareketinin lideri­ "Benim onuruma verilen bir kokteylde Orgeneral
nin Dündar Seyhan ya da Talat Aydemir olduğu ko­ Ryan ile başbaşa olduğumuz sırada bana, Türki­
nusunda, anı yazarlan birbiriyle, tartışıyorlar. Dün­ ye'deki olaylar hakkında bazı sorular sordu ve sözü
dar Seyhan, 22 Şubat'tan hemen önce, Kara Kvuvet­ getirip 'Siz askerler bir müdalıalede bulunmanın
leri Komutanı Muhittin Önür'e gidiyor ve yalvanyor: tam zamanı olduğunu düşünmüyor musunuz?' gibi
"Paşam, ben babamın elini öpmüş adam değilim. Si­ bir niyet yoklamasında bulundu. Ben de açık verme­
zin elinizi ve ayağınızı öpüyorum. Hemen önümüz­ yen bir mukabelede bulundum."
deki günlerde münferit bir ihtilaı hareketi olacaktır. Celil Paşa, bunlan aktardıktan sonra devam ediyor:
Bunu önlemek ve kuvvetlere salıip olmak için Allalı "Orgeneral Ryan'ın bu sorusu bize oldukça garip gö­
aşkına ne yapmak lazımsa hemen yapınız." Dündar rünmüştü. ABD ünlü ve güçlü CIA örgütü kuşkusuz
Seyhan, Gölgedeki Adam, Op. Cit., s. 179. Türkiye'de ve Türk Silalılı Kuvvetleri içinde olup bi­
22 Şubat, Albay Seyhan'ın ihtiıaıcilik serüvenine tenlerden haberli idi."
son veriyor. Bir ara Doğan Avcıoğlu Grubuna alın­ "Belleğim beni yanıltmıyor ise, 12 Mart Muhtıra­
ması düşünülüyor, İlhami Soysal'ın ifadesine göre, sı'nın verilişine ön alan hafta, ya da haftalar içinde,
"çok içki içmesi nedeniyle" alınmıyor. Nazlı Ilıcak, CIA Başkanı Richard Helms de Tel-Aviv'den ülkesi­
'12 Mart Cuntalan, Tercüman, 12 Nisan, 1986. ne dönerken açıklanmayan kısa bir ziyaret için An­
kara'ya uğramış, ya da bir başka deyimle Anka­
'4' Talat Aydemir'in Hatıraları, Op. Cit.,
ra'dan geçmişti!" Celil Gürkan, 12 Mart'a Beş Kala,
>50 "Türk Silalılı Kuvvetleri Hükümetin emrindedir. İstanbul, 19S6 s. 205 ve 207.
Kara, Deniz, Hava ve Jandarma Kuvvetleri hükü­
'.2 Muhsin Batur, Anılar ve Görüşler, Op. Cit., s. 185.
meti desteklemektedir. Talat'ın üç buçuk adamı
hüsrana uğrayacaktır. Maceraperestler muvaffak '.J Celil Gürkan, 12 Mart'a Beş Kala, Op.Cit., s. 228
olamıyacaklardır ve cezalannı göreceklerdir. Bunlar
'·4 Nazlı Ilıcak, '12 Mart Cuntalan' Tercüman 8 Nisan
toplanmaktadırlar.
1986.
Orgeneral Cevdet Sunay
,., Ufuk Güldemir, Kanat Operasyonu, İstanbul, 1985,
Genel Kurmay Başkanı
s. ıo.
151
Orhan Erkanıı, üp. Cit., s. 193
,66 Stanley Lane-Poole, Lord Stratford Canning'in Tür­
'" Talat Turhan, Bomba Davası, İstanbııl, 1986, S.125. kiye Hatıraları, Ankara, 1959.

,,, Muhsin Batur, Anılar Görüşler, İstanbul, 1985, s. ,., Joseph, C. Grew, Turbulent Era: a Diplomatic Re-

661
Yalçın Küçük

cord of Forty Years 1904-1945, Vol. II, Boston, devletçe üstlenilmesi için önlemler alınıyor."
1952. "Aşiretlerle ilişkilerde de sorunlar var: Bakanlık ve
.68 James W. Spain, American Diplomacy in Turkey­ devlet dairelerinin taahhütlerini yerine getirmede
Memoirs of an Ambassador Extraordinary and başarısız kalmaları nedeniyle, aşiretlerle bağlantı ve
Plenipotentiary, Praeger, 1984. anlaşmalar, genellikle, bozuluyor. Bu aşiretler gö­
zünde devrimci hükümetin prestijini sarsıyor, daha
... Praeger'in yakın zamanlarda yayınladığı bir Türkiye önceki kazanımları sıfıra indiriyor." Y. Semyonov,
çalışmasını bir başka kanıt olarak gösterebiliyorum. 'Revolutionary Mghanistan: Eight Years Later,' In­
A.Z. Rubinstein, Soviet Policy Toward Turkey, ternational Affairs, May 1986, Sayı 5, s. 48 ve 49.
Iran and Afghanistan, Praeger, 1982. Türkiye, İran "
ve Mganistan'a yönelik Sovyet politikasını incele­ >73 Benim Türkiye deneyimim ve bilgim, Dışişleri Ba­
yen bu çalışma, örnek olsun, bir dipnotta şu bilgile­ kanlığı'ndaki bölge uzmanlannınkilerle yarışabile­
ri veriyor: "Mart 1976 tarihinde Pravda, bir full-ti­ cek düzeydedir; bu, merkezde, çalışmalanmı bir da­

me gazeteciyi, Aleksandr Filipov'u, Ankara'ya gön­ ha değerlendirmek isteyenlerin cesaretini kırdı. Ay­
derdi. Lidiya Suyetina. Moskova Radyosu'nun nca benim Türkiye için seçilmemde Başkan ve Dı­
Türkçe servisinde düzenli olarak yayın yapıyor." şişleri Bakanı'nın birlikte rol oynamış olmalan ger­
çeği, Washington'da dış politika kararlarını oluştu­
A.Z. Rubinstein. ibid., s. 53. Bu tür ayrıntılar, bilim­
ranlann, bana, karar dikte etmeye ya da Türk dos­
sel çalışmalan değil, CIA'yı ilgilendiriyor ve CIA iz­
liyor. yasını istedikleri gibi denetlerneye fazlaca istek gös­
termelerini engelledi." James W. Spain, American
'''' Spain'in emeklilik işlemi çözülerek Sri Lanka'ya Bü­ Diplomacy in Turkey Praeger, 1984, s. 200.
yükelçi atandığını Sedat Ergin'den öğrendim. Bir
'" Ufuk Güldemir, Kanat Operasyonu, İstanbul, 1985,
CIA mensubu için uygundur; Sri Lanka'da iç savaş
S. 21.
var.
'" James Spain, Washington'da Ufuk ile görüşürken,
'" Arthur Miller, Strautz Hupe için şu bilgileri veriyor:
yeni çıkmış kitabından neden imzalayarak bir tane
"Hakkında bütün bildiğim Barry Goldwater'a kam­
vermedi veya Ufuk, Washington'da Embassy Row'a
panya danışmanlığı yapmış olması idi. Daha sonra
pek yakın Dupont Plaza'daki kitapçılardan neden
Pennsilvania Üniversitesi'nde öğretim üyeliği yaptı­
bir "Memoirs" satın almadı; bunu anlayamıyorum.
ğını ve aşın sağın önde gelen bir düşünürü olduğu­
Ufuk'un kitabı ile Spain'in anıları yer yer aynı mal­
nu öğrendim." Arthur Miller, 'Dinner with the Arn­
zemeyi ve aynı cümlelerle aktanyor; fakat önemli
bassador' The Nation, 18 Mayıs 1985, s. 594
çeviri ayrılıkları içeriyor.
'" "Görülebilir gelecekte Moskova'nın hedefi pasifi­
Ediili, Spain'in aktarmasına göre, "ihtilalci", revo­
kasyondur. Aşiret liderlerine, yardım, ödün ve bas­
lutionary, sözcüğünü kullanmıyor; kullanmasına
kının bir bileşimini uyguluyarak, Moskova, ciddi re­ da imkan yok. Edith, kocasının aktarmasına göre,
sistansın belini kırmaya ve kukla Mgan Halkı De­ "cuntacı", "member of a military junta" nitelemesi­
mokrat Partisi'nin kabul edilmesini sağlamaya çalı­ ni uygun görüyor.
şıyor."
"That evening Edith remarked to me, '1 never knew
"Moskova, Sovyet-Mgan ilişkilerinin geleceğini, even one member of a military junta before, and all
SSCB ve Mongolistan Halk Cumhuriyeti ilişkisinde sİx of these have been in our house in the past coup­
görüyor. 1920 yıllannda Moskova, Mongolistan'da le of weeks! Fourtunately, this perfectly innocent
uyumlu bir Komünist Partisi'ni iktidara getirdi, bu comment never came to the attention of Radio Mos­
ulusa biçimsel bağımsızlık ile önemli ölçüde iç oto­ cow." J. W. Spain Op. Cit., s. 21.
nomi tanıdı, ancak stratejik kontrolü tümüyle elin­
Aslında "junta" sözcüğünden alınmak için hiçbir
de tuttu." A.Z. Rubinstein, Soviet Policy Toward
neden göremiyorum. İspanyolca "junta" sözcüğün­
Turkey, Iran and Afghanistan, Praeger, 1982, s.
den geliyor, "hun-tah" olarak telaffuz ediliyor; "ku­
174-175 ve 173-174.
rul" ya da "komite" anlamına geliyor. Türkiye'de za­
Sovyet dış politika dergisi Meşdunarodnaya Jizn, man zaman Celal Bayar için övgü!ü bir biçimde kul­
İngilizce baskısında, Afganistan'da beklenebilecek lanılan, "komiteci" sözcüğü ile "cuntacı" sözcüğü
gelişmelerin yönünü belirten bir inceleme yayınla­ arasında bir fark yok.
dı.
Ufuk'un değerli çalışmasında ve yeni baskılarda dü­
"Afgan ihtilalcilerinin hala önünde duran temel gö­ zeltmesi dileğiyle, ekliyorum. Spain, 12 Eylül hare­
rev, ulusal-demokratik devrim ile devrimci-demok­ katının başlamasından önce Genel Kurmay'dan bir
ratik sistemin kütlesel toplum temelinin dört başı general tarafından bilgi verildiğini söylüyor ve "ha­
bayındır genişlemesini gerçekleştirmektir." rekat sabaha karşı 04.00'de gerçekleştirilecek, he­
Bu amaçla, toplum katmanlannın mümkün olan men ardından 24 saatlik bir sıkıyönetim devreye gi­
çoklukta, ihtilaı'e çekilmesi öneriliyor. Bunlar, 1985 recekti" diyor. Mümkün mü? Sıkıyönetim var. Ayrı­
yılı sonunda, yönetimdeki Mgan Halkçı Demokra­ ca 24 saatlik sıkıyönetim olur mu? Spain, sokağa
tik Partisi'nin kararları içinde yer alıyor; mülk sa­ çıkma yasağından söz ediyor ve .. curfew" sözcüğünü
hipleri ve tacirler önce sayılıyor. kullanıyor. Ufuk Güldemir, Op.Cit., S.13; James, W.
"İslam din adamlanna ve özellikle kırsal kesimdeki­ Spain, Op.Cit. s.18.
lere ciddi özen gösterilmelidir. Ülkenin akÇalı ola­
176 James Spain, üp. Cit., 8.22
naklarının dar olmasına karşın, askerlik hizmetini
yapanlar da dahil bütün din adamlannın geçiminin ın İbid., 8.22

662
Türkiye Üzerine Tezler III

'711 Ufuk Güldemir, Op.Cit., s. 18-9 Türko-Amerikan ilişkilerinin en çok gerildiği Kıbrıs
bunalımlannda bile Amerikan göriişlerine ters düş­
179 James. W. Spain, üp. Cit. S., 19-20 merneye özen göstermiş bir diplomattır; Türk Dışiş­
180 İbid., S. 62 leri'nin arşivleri açıldığında bu söylediğimin kanıt­
lanabileceğini düşünüyorum. İlter Türkmen'in Dı­
18
1 İbid., s. 66
şişleri Bakanlığı döneminde Türkiye, Cumhuriyet
182 Türkiyesi, dış politikada en yalnız dönemini yaşadı.
İbid., S. 23
Buna karşın, bu dönemde Türkmen başarılı bir Dı­
ıSJ İbid., s. 78 şişleri Bakanı olarak sunulabildi. Bunu, ilişkilerine
184 bağlıyorum.
İbid., S. 235
.85 Spain'in hatıratında yayınladığı fotoğraflardan za­ 27 Mayıs'ta Fahri Korutiirk Dışişleri Bakanı olarak
manın protokol şefinin Akgün Kıcıman olduğunu ilan edildi. Değiştirildi. Soğuk Savaş'ın eşiğinde
çıkanyorum. Fakülteden sınıf arkadaşım oluyor; Türkiye'nin Moskova Büyükelçisi Selim Sarper geti­
öğrenciliğinde bile protokolü biliyordu. Yazık, unut­ rildi.
ma zorunluluğunu duyuyor. ABD Türk diplomatlarıyla ilgili notunu, Moskova ya
186 da Atina Büyükelçilikleri döneminde veriyor.
İbid., s. 189


87 Turkey, Greece and NATO: The Strained A1liance, Spain, op. cit., s. 23 .
A StaffReport to the Committee on Foreign Relatİ­ 'o, Daha sonra Haig Dışişleri Bakanı olunca da bu tür
ons, United States Senate, Washington, March, mesajlar gelmeye başlıyor. Ancak öyle anlaşılıyor;
1980, s. 64. artık Türkiye'nin yeni yöneticileri de Birleşik Dev­
188 İbid., s. 3. letler'in demokrasi'ye dönüş uyanlannın bir pazar­
lık malzemesi olduğunu seziyorlar. Bu nedenle Ha­
18
9 İbid., S. 14 ig, Spain'in Evren'e ulaştırdığı mesajında Batı Avru­
190 İbid., S. 6 pa'daki anlayışsız ülkelerin eleştirilerini öne sürii­
yor. Evren kızıyor ve yine de "kadim dost" Haig'e
ıgı İbid., 5.63 doğrudan cevap vereceğini söylüyor. İbid., s. 235 .
•" Op. cit., s. 75. Bu arada Ufuk için küçük bir not; 204 İbid.. s. 24.
Amerikan İngilizcesi'nde "sayın başkan" veya "sayın
205
büyükelçi" anlamını verecek bir hitap şekli yoktur. Ufuk Güldemİr, ap. cit, s. 77.
İnönü-Ecevit Türkçesini Amerikalılar bilmezler: 206
Spain, Op.Cit.) 8. 25
"Mr. Presİdent" ya da "Mr. AbbassadoI" , "Bay Baş­
207 Spain,. op. cit., 8.235
kan" ya da "Bay Büyükelçi" olarak hitap ediliyor.
'08
193 İbid., s. 76 Balzac'i en çok sınırsız merakı nedeniyle seviyorum.
Bir başka insandır; tiiriinü simgeliyor.
194 Turkey, Greece and NATO, ap. cit., s. 7.
İnsanların özel yaşamlannı hiç merak etmiyorum;
195 Spain, ap. cit., s. 12 ancak kafamdaki bir sorunu çözünceye kadar rahat

,,. 1980 30 Ağustos'undan sonra bana gelen bilgiler, edemiyorum. Spain'in adını vennediği yüksek ko­

CIA tarafından hazırlanan raporlarla uyuşuyor; mutanı çok merak ettim; yalnızca ipuçları var. Hay­

Müdahale'nin 1980 Temmuz ayı içinde yapılması­ dar Saltık olabilir mi?

nın kararlaştırılmış olduğunu ve bundan son anda Cengiz Çandar, Birleşik Devletler'den ve yakın bir
vazgeçildiğini düşünebiliyorum. Ertelemenin mü­ zamanda şunlan yazıyor: "Oysa Türkiye'ye sempati­
dahaleye toptan bir karşı çıkmadan ileri gelmedi­ si olan Pentagon, 'Türkiye'ye hasım' ennenileri ra­
ğini sanıyorum. 30 Ağustos'ta oluşacak yeni ko­ hatsız eden Elekdağ'dan hiç hoşnut değiL. Pentagon
muta heyetinin müdahaleyi gerçekleştirmesinin koridorlarında, belki Dışişleri Bakanlığı'nda da, şu
daha uygun olabileceği ileri sürülmüştür; özellikle anda Bern'de büyükelçi olan Emekli Orgeneral Hay­
İstanbul'daki birlik komutanları hiyerarşik düzen dar Saltık'ın ismi kulaklara fısıldanıyor. Washing­
içinde yapılan müdahalelerin, üst kademedeki ton'da ideal bir Türk büyükelçisi olabileceği düşün­
normal akışı engellediğini ileri sürebilmişlerdir. cesiyle. Ya da 'Türk dostu' Amerikan yetkilileri, geç­
Orgeneral Necdet Üruğ, 12 Eylül'ün üst terfi meka­ miş tecriibelerine dayanarak Haydar Saltık'ın da
nizmalarında yarattığı tıkanıklıkları, nazik denge­ 'kendilerinin sadık dostu' olarak davranacağına gü­
lerle gidererek Genel Kurmay Başkanlığı görevine veniyorlar." Cumhuriyet, 5 Temmuz 1986. Bu bölü­
gelebildi. mü yazarken Cumhuriyet'te arkadaşım Sedat Er­
gin'e zaman zaman danışmak gereğini duydum. Bu
197 Spain, üp. Cit., s. 14
paragrafı da, değerlendirmem için, Sedat hatırlattı.
198 İbid., S. 14. Teşekkür ediyorum. Ekleyeceklerim var: General
Haydar Saltık'ın Bern'e büyükelçi olarak atanması
199 İbid., S. 15
için agreman, nonnal süreden çok geç geldi. Diplo­
,00 Demokrat Parti dönemi Milli Emniyet Başkanı bir matik nezakete göre bu kadar gecikmiş bir agreman
generalin oğlu olan İlter Türkmen kendi kuşağı ile atama yapmamak gerekiyor. Agreman geciktiril­
içinde en önde gelen bir amerikanofil diplomattır; mesi evsahibi ülkenin atanmak isteyen büyükelçiyi
Birleşik Devletler, Türkiye'nin Moskova ve Atina büyükelçi olarak kabul etmemek istediği anlamına
büyükelçiliklerine özel ilgi gösteriyor. Türkmen, gelebiliyor.

663
Yalçın Küçük

Burada Birleşik Devletler'in Bem nezdinde girişim­ du. Eski Başbakan Yardımcısı Hikmet Çetin, 27 Ma­
leri olmuş olabilir. Bern'den Washington'a geçiş da­ yısÇI Suphi Gürsoytrak ve yazar Yalçın Küçük.
ha önceden hesaba katılmış sayılabilir. Küçük'ün durumunu Aziz Nesin geçenlerde "delilik
Eklerneye devam ediyorum: 12 Mart Bakanlan için­ ve psikomanyaklık" olarak değerlendirmişti. Diğer
de Birleşik Devletler göriişlerine en yakın olan, ikisinin mazereti ne acaba?" Sabah. 19 Temmuz
Washington'un ne düşündüğünü önceden bilen, 1986. Bir kitap itlıaf etıniştim, bir de dipnot gereki­
nabzını tutan kişilerin başında Profesör Suat Bilge yor; bu dipnotu Aziz Nesin'e itlıaf ediyorum. Pek
yer alıyor. Profesör Bilge, 12 Mart'ta üç gencin ida­ çok yakışıyor.
mını dış dünyaya anlatmada çok önemli bir rol oy­
"5 Silahlı Kuvvetler içinde modernizasyon planının
nadı. 12 Mart'tan sonra Profesör Bilge de Bern'e bü­
aşılarak yönetimi alma karan, 1957 başlarında,
yükelçi gönderildi.
Mahmut Şevket Paşa Konağı'nda yapılan toplantıda
209 Spain, op.cit., s.188 alınıyor. Gizli örgüt ihtil3le karar veriyor. Mahmut
İbid., s. 218 Şevket Paşa, Hareket Ordusu Komutanı olarak İs­
tanbul'u zaptediyor. Başbakan oluyor, 31 Mart'ı
İbid., s. 223 bastırdığı için, gericilerin intikamına hedef seçili­
İbid., s. 126 yor; öldüriiıüyor. Talat Aydemir, bu konuda, yazılı
anı bırakıyor. Buradan alıyorum. Talat Aydemir'in
", Şükrii Elekdağ'ın yükselme karanna bir rastlantı
Hatıraları, İstanbul, 1968, s. 30-5
sonucu tanık oklum. Birinci Ecevit Hükümeti döne­
minde yükseldi. Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri ". Talat Aydemir'in Hatıralan, İstanbul, 1968, s. 165.
yapıldı. Elekdağ, Vehbi Koç Grubu'nun yakını bir
diplomattır; kansı Amerikalıdır. Turan Güneş, nük­
teleriyle örtmeye çalışmasına karşın, katkısız Koç İKİNCİ BÖLÜM
Sermaye Grubu'nun göriişlerini gözeten bir politi­
Mahir Cayan, Toplu Yazılar, Ankara, 1978, s. 91
kacı oldu. Japonya Büyükelçisi Elekdağ'ın gönder­
miş olduğu ekonomik raporlan beğendiğini ve bu "Özgür" ve "demokrat" dünyanın lideri Amerika
nedenle Elekdağ'ı Genel Sekreter yapacağını söylü­ Birleşik Devletleri'nin bakış açısını, en kaba ve en
yordu. Kuşkusuz, bana değil; kabine arkadaşı ve yalın bir biçimde anlatan CIA yayınlarında, şunlan
parti içinde etkili, Maliye Bakanı Deniz Baykal'a bu yazıyor: "The International fronts operating since
gerekçeleri ileri sürdü. Deniz de kendi gerekçelerini World War II. are counterparts of organizations
ekledi. Deniz ile Bakanlıkta saat onbirde buluşacağı set up after the Fİrst World War. Theİr function to­
bir gün, randevu gecikti. İlerdeki göriişme uzadı. day is the same as during the interwar period: to
Sonradan Deniz, bana, açıkladı: Elekdağ'ı, Güneş, unite communists with persons of other persuasi­
bir de Deniz Baykal'ın görmesini istemişti. Zaman ons to support and thereby lend respectabiJity to
Ecevit'in köy-kent modası dönemiydi. Elekdağ, Soviet foreign objectives." CIA, cepheleri, komü­
Türk ya da Amerikan köylüsü arasında gidip gelen nistlerle diğer inançtaki kişileri bir araya getirmeyi
bir tip ve giyiniş sergiliyordu; çorapıarı kurtulama­ amaçlayan ve bu yolla, Sovyet dış politika amaçlan­
dığı bir köylü beğenisini açıklıyordu. Deniz, "bizim na destek ve saygınlık sağlayan girişimler olarak gö­
genel sekreterimiz köylü tipli olmalıdır" diyordu; riiyor.
man cher diplomat tipine bir tepkiyi dile getirdi. Dünya Barış Konseyi, Dünya Sendikalar Federasyo­
Demirel, Elekdağ'ı, Washington büyükelçisi yaptı. nu, muslararası Demokrat Kadınlar Federasyonu,
Bu eki tamamlarken, 17 Temmuz 1986, Bulgaristan Demokrat Hukukçular muslararası Derneği, Dünya
Halk Cumhuriyeti'nin Ankara Büyükelçisi'nin veda Demokrat Gençlik Federasyonu, Afro-Asya Halklar
kokteyli vardı. Türkiye boykot karan almış. Bulga­ Dayanışma örgütü ve diğerleri, hep, CIA tarafından
ristan Büyükelçiliği'nde Türk olarak, gazetecilerin "uluslararası komünist cephe örgütleri" internatio­
dışında, dört kişi vardı: iş adamı arkadaşımız Üstün nal communist front organization, sayılıyor. 1980
Güven, Milli Birlik Komitesi üyesi Suphi Gürsoy­ Yearbook of International Communist Affairs,
trak, Hikmet çetin ve ben. Hoover Institutin Press, s. 439.
Tarih kesiti, zaman zaman kişisel yazgıyı aşıyor. Kartlarım İki Taktik'in değişik baskılanndan alın­
Boykot edilen Argir Konstantinov, İstanbul ve San­ mış; buna göre aktarma yapmak durumunda kalı­
yer doğumludur; çocukluğu ve gençliği Türkiye'de yorum. "Burjuvazi, kütlesel olarak, dar, egoist çıkar­
geçmiş, 1970'li yılların ikinci yansında İstanbul'da ları yerine getirilir getirilmez:, tutarlı demokrasiden
Başkonsolos olarak görev yaptı. Türk-Bulgar dost­ 'ricat' eder etmez (ve şimdi ricat etmeye başladı bi­
luğuna, Türk aydınlannın Bulgaristan'ı ve Bulgar le) karşı devrime, otokrasiye yönelecek ve devrime,
yazarlarının Türkiye'yi tanımalanna önemli katkıda halka karşı çıkacaktır." v.İ. Lenin, "Two Tactics of
bulundu. Social Democracy in tlıe Democratic Revolution"
Temmuz ayında Hürriyeti geçerek Türkiye'nin en V.l. Lenin, Selected Works, Vol. 1, s. 528. "Rusya
yüksek tirajlı gazetesi olan Sabah, konuya, bir baş­ devrimi, burjuvazi ricat ettiği zaman ve köylülük
yazısının önemli paragraflarını ayırdı. Aktarıyo­ kütleleri, proleteryanın yanında, aktif ihtilalciler
rum."Türk Solunun Talihsizlikleri . . . Bulgaristan Bü­ olarak ortaya çıktığı zaman, gerçek açılımını bulma­
yükelçisi Konstantinov'un kokteylini Türk hükümet ya başlayacak ve bur-juva-demokrat devrim çağın­
ve bürokrasisi boykot etti. Soydaşlanmıza yapılan da mümkün en geniş devrimci kapsamına gerçekten
zulmü protesto eden bu eylemi, Türk dostu yaban­ ulaşacaktır.»
cılar da destekledi. Fakat kokteylde üç Türk bulun- v.İ. Lenin, Collected Works, Vol 9, s. 100.

664
Türkiye Üzerine Tezler III

4 kuruluşunda yer aldım, yazı gönderdim ve daha


Yön Dergisi'nin Kasım 1962 tarihli 48'inci sayısın­
da, "Sosyalizm Tartışmalan" başlığıyla ve Mehmet sonra aylık çıkan Emek'te yazılar ve baş yazılar yaz­
Doğu imzasıyla, okuyucu mektuplan arasında çıktı. dım.
İmzayı Mihri Belli'ye çevirmek için nedenler var; bir Daha sonra Yürüyüş Dergisi ile sürdü. Yürüyüş
kaynağı aktanyorum. "Doğuştan alaycı bir yiizü var­ Dergisi'ni kurdum ve uzunca süre başyazılannı ve
dı. Gururlu ve kendine hastalık derecesinde güveni önemli yazılannı yazdım.
olan bir kişi olduğu izlenimini bende yarattı." "Mih­ Daha sonra Sosyalist İktidar Dergisi ile devam etti.
ri Belli bir akşam, Ankara'da oturduğum eve geldi. Yürüyüş Dergisi'ni, daha doğrusu Tİp ile bağlanmız
Adresimi nasıl bulduğuna şaşmıştım. O zamanlar koptuktan sonra, arkadaşlanmla birlikte çıkardık ve
İçcebeci'de oturuyordum. Elinde bir yazı vardı. Yön 12 Eylül'e kadar yayınını sürdürdü.
Dergisi'nde yayınlanması için aracılığımı istedi. Ba­
Emek, Yürüyüş, Sosyalist İktidar Dergileri'nin dı­
na birara, 'Nasırcı bir rejim bugünkü idareden her
şında Zonguldak'ta yayınlanan Sömürücüye Yum­
halde iyidir' dedi."
ruk Dergisi de sosyalist devrim tezinin savunuculu­
"Mihri Belli'nin bıraktığı yazı kısaydı. 'Mehmet Do­ ğunu yaptı.
ğu' takına adını kullanmıştı. Sol karakterdeki bir as­
Emek Dergisi hakkında, THKP-C Savunması'nda
keri yönetimi savunmaktaydı."
şunlar yazılıyor :
"Yazı Yön Dergisi'nde okuyucu mektuplan arasında
"İddianame'nin altıncı sayfasında "Kurtuluş Savaşı
çıktı. Bu, Mihri Belli'nin Yön Dergisi'nde yayınla­
dönemini, daha sonraki Kemalist devrimciler döne­
nan ilk yazısıydı."
minden ayırmak gerekir" şeklinde bizim göriişleri­
"Mihri Belli, şansını denemek için, çok geçmeden mizmiş gibi ileri sürülen göriişler bize ait değildir.
Ankara'ya gelecek ve yerleşecek. Stratejik görüşleri­ Bu göriişe katılmadığımız gibi bize ait de değildir.
ni Milli Demokratik Devrim adı altında geliştirecek. Emek Dergisi'nin göriişüdür. Ve bizim Emek Dergi­
Şiddeti uğraş alanı seçecek. Radikal küçük kentsoy­ si'yle hiçbir bağlantımız yoktur." Savunma, Türkiye
luIara karşı 'düzenli sözü', sol karşıtlanna karşı da
Halk Kurtuluş Parti-Cephesi Dava Savunması l,
'devrimci şiddet'i, 'devrimci yalan'ı uygulayacak. Bu
İstanbul, 1979, s. 127.
alanda üstün yetenekli bir siyasal adam olduğunu
gösterecek. Ve sonunda, kendisinin dört başı ma­ "Oysa ki kitaplar olaylann başka türlü gelişmesi ge­
mur bir Türk Bakunin'i olduğunu kanıtlayacak." rektiğini yazıyordu. Bu kitaplar başka bir çağda,
dünyanın başka bir yerinde, başka koşullar altında
"Mihri Belli, gerçekten de, eğitilmiş bir görevliden
sosyalizmin doğru bir uygulamasını yansıtıyordu, o
daha büyük bir tahribatı Tİp içinde yapmayı başar­
zaman ve o yer için bilimsel metodun doğru uygula­
dı." Yahya Kanbolat. Olduğu Gibi, Ankara, ; 1977, s.
masıyla vanlan sonuçlar kesin olarak doğruydu,
15-16-17-18, 24.
ama kimi dogmacılar, metodu benimseyeceklerine
Bu okuyucu mektubu'nun "manifesto" niteliği için sonuçlan ayet olarak kabullendiler." E. Tüfekçi, ali­
de bir başka kaynak gösterebiliyorum. Sadun Aren­ as Mihri Belli, 'Sosyalizmde Metod Meselesi', Yön,
Behice Boran liderliğindeki "Emek" grubu'nun or­ Sayı 152, 25 Şubat 1966, s. 12.
ganı Emek Dergisi'nde Doçent Dr. Mehmet Selik
Burada yalnızca gerektiği ölçüde değiniyorum: Yön
"Milli Demokratik Devrim Fetişizmi" başlıklı bir di­
Hareketi'nin çözümlenmesini Aydın Üzerine Tez­
zi inceleme yayınladı. İnceleme, MDD'ci Türk Solu
ler'in Beşinci kitabında yapıyorum.
Dergisi'nin "Milli Demokratik Devrim" broşürüne
karşı yayınlanıyor. Dr. Selik, incelemesinin girişin­ "Yön Hareketi, baştan sona dek tüzüksüz bir parti
de, şunlan yazıyor: "Yedi yıl kadar önce Yön Dergi­ olarak kaldı. Daha 'başlangıçta, Türkiye İşçi Parti­
si'nde (Sayı 48, 14 Kasım 1962) Mehmet Doğu im­ si'yle Yön Hareketi'nin birbiriyle uzlaşmalarının
zalı bir okuyucu mektubunda, yanılmıyorsak, ilk de­ olanaksız olduğu ortaya çıktı." Yahya Kanbolat, Ol­
fa yazılı halde ifadesini bulan görüşler ele alacağı­ duğu Gibi. Ankara, 1977, s. 38
mız broşürde (aynı kalemden çıkmışçasına fakat,
inandıncılığında herhangi bir fark olmadan ve hat­ 'o Doğan'ın son çözümlemede belirleyen ölçütü "cid­
ta yer yer aynı benzetme ve cümlelerle) aynen tekrar diyet" oluyor. İnsanlan, ciddiyet ölçüsüne göre sı­
edilmektedir." 1940 yılı cephe girişimleri, Batı Av­ nıflara ayınyor ve "ciddi" olanları seçiyor.
rupa'daki ve özellikle Fransız Halk Cephesi'ni sür­ Bursa'da Lise'de okurken, Bursa'da yatan Nazım
düriiyor. Milli Demokratik Cephe, ilk kez, 1960 yıl­ Hikmet'i, ziyarete gidiyor. Hapishane yönetimi izin
lannda formüle ediliyor. Mehmet Selik, 'Türkiye'de veriyor: Nazım, hayranı ve yiirekli bir gencin kapıya
Sosyalizm Tartışmalan: Milli Demokratik Devrim kadar gelmesine karşın, adını bilmediği Doğan Av­
Fetişizmi', Emek, Sayıt,-5, 30 Haziran 1969. cıoğlu ile göriişmeyi reddediyor.
Milli Demokratik Devrim'in temel yayın organlan, Doğan'ın kaç kez, bana, "Nazım, ciddi adamdır ve
başında, YÖN, daha sonra Türk Solu ve "kırmızı" ve yaptığı doğrudur" dediğini hatırlıyorum. Kınlmı­
"beyaz" Aydınlık Dergileri oldu. yor.
Bunlardan YÖNün hazırlık çalışmalanna katıldım " 1965 yılında seçimi kazanarak başbakan olan Süley­
ve 1966 yılından itibaren, MDD Savlan'nın çok yay­ man Demirel, Bursa Nutku'nda, Yön Dergisi için şu
gın bir biçimde yayınlandığı yıllar oluyor. Doğan değerlendirmeyi yapıyor: "Sol fikrin bütün idealist­
Avcıoğlu ile dostluğumu sürdürmekle birlikte, YÖN lerini ilk defa bir araya toplayan sıkıcı, mütecaviz
ve daha sonraki Devrim ile bir ilişkim kalmadı. yayınlanyla, bütün ihtilalci sosyalistlere ilk hücum
Sosyalist Devrim tezinin temel açıklamalan. Emek işaretini vermiş olan haftalık dergi." Yön Dergisi, 15
Dergisi ile başlıyor! Yurt dışında olmama karşın, Ekim 1965, Sayı 133, s. 4.

665
Yalçın Küçük

" Mareşal Jukov'un anılanna yazdığı önsözde Harri­ CIA, 1912 Yıllık'ında, The TKP has never been able
son E. Salisbury şu değerlendirmeyi yapıyor: "Ju­ to create a strong organization and is an insignifi­

kov'un verdiği bu muharebelerden her birinin özel­ cant political force" değerlendirmesini yapıyor.
liği, son derece dikkatli ve itinalı bir karargah çalış­ TKP'nin güçlü bir örgüt kuramadığını ve ülke politi­
kasında önemsiz olduğunu ileri sürüyor. Yearhook
ması: savurganlık derecesinde topçu kullanılması,
tanklarla diğer zırhlı araçlann en büyük ölçüde, pi­ of International Communist Affairs 1972, Hoover
yadenin de kitleler halinde savaşa sokulması olmuş­ Institution Press, 1972, s. 237. TKP Davası'nda İs­
tur." Georgiy K. Jukov, Kitle Savaşının Ustası Ma­ tanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı, id­

reşal Jukov, İstanbul, 1982, s. 35. dianamesinde, şunlan yazıyor: "Ocak 1974 tarihine
tabir caizse TKP 'nin yeniden toparlanışından ziyade
'3 Yahya Kanbolat, Olduğu Gibi, Ankara, 1977, s. 41 yeniden kuruluşu adını verebiliriz. Türkiye Komü­
nist Partisi TKP, TKP İşçinin Sesi, TKP Devrimci
., Harun Karadeniz, Olaylı Yıllar ve Gençlik, İstan­
Kanat İddianamesi. Sıkıyönetim Komutanlığı, İs­
bul, 1975, s. 54.
tanbul, 1982, s. 33. Vulgar basında yazılması sağla­
'5 Mahir çayan, Toplu Yazılar, Ankara, 1978, s. 9 1 nanlar hariç, CIA ve Türk istihbaratının, sıkıyöne­
tim savcılanna bilgilerin buradan geldiğini düşünü­
.6 Mahir çayan, "İdris" sözcüğüyle Profesör İdris Kü­
yorum, 1970 yıllannın başına kadar TKP'nin varlı­
çükömer'i ve Divitçioğlu ile de Profesör Sencer Di­
ğını önemsemedikleri görülüyor.
vitçioğlu'nu anlatmak istiyor. Profesör S adun
Aren'in Yön'ün ilk sayılanndaki önemli katkısını '9 Bir Sovyet yayınında yer alan Danilov'un inceleme­
unutmuş görünüyor. Devam ediyor: "Özellikle E. sindeki sıralama ilginç görünüyor: "1960 yıllannın
Tüfekçi ve Vahap Erdoğdu'nun yazılan." Mahir Ça­ sonlanna doğru sol örgüt ve gruplann eylemleri
yan, Toplu Yazılar, Ankara, 1978, s. 9ı. E. Tüfekçi, önemli ölçüde arttı, büyük çoğunluğu sol örgütlerin
Mihri Belli'nin müstear adıdır ve 1965 seçimlerin­ etkisinde olan öğrenci gençliğin siyasal eylemleri
den sonra Yön'ün önde gelen yazarlanndan birisi başladı. Proleteryadan küçük burjuvaziye kadar
oluyor. Vahap Erdoğdu ise Muzaffer Erdost ile bir­ emekçi yığınlann çeşitli katmanlanna hitap eden,
likte Mihri Belli'nin Ankara'daki iki yaveri'dir; apel-lirovavşaya ko mnoglm sloyam trudovego ne­
Yön'de öyle çok yazısı yok. En önemli yazısında Sa­ seleniya - ot pro-letariata de mekkoy burjuvazi,
dun Aren'in CIA ajanı olduğunu ileri sürdü. Sevgili Türkiye işçi Partisi kuruldu. TİP'in popülaritesi hız­
Doğan ile, İlhan Selçuk'un da bulunduğu bir gün, la arttı." A. M. Şamsitclinov, redaktör, Politika i Eko­
bu yazı nedeniyle tartıştığını hatırlıyorum. Doğan, nomika Sevremennoy Turtzii, Moskova, 1977, s. 20.
bu yazıyı savunmadı ve yanlışlık olduğunu söyledi. 20
Çetin Yetkin, Türkiye'de Soldaki Bölünmeler, İstan
Vahap Erdoğdu ve Muzaffer Erdost. TİP'nin tahri­ bul, 1970, s. 16
binde, Mihri Belli'nin en yakın yardımcılan arasın­
da yer aldılar. " TİP'in kuruluşundan sonra Türk-İş içinde bir Çalı­
şanlar Partisi girişimi var. Zaman zaman bir "Yön
Dip nota ekleme yaparken belleğimin beni yanılt­
Hareketi" olarak sayıldı; sayılıyor. Avcıoğlu, 1966
madığını belirtmem gerekiyor; arkadaşım Hikmet
yazında artık TİP'le bağlan koparmak ve TİP'in et­
Özdemir, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde, Yön Hare­
kinliğini kırmak için bir tartışma açıyor. Çetin Altan
keti üzerine doktora tezini, tüm engellemeleri aşa­
Akşam Gazetesi'ndeki sütununda buna tepki göste­
rak tamamlamış bulunuyor. Bir de yazarlar dizini
riyor. Buna karşılık verirken Yön, "Çalışanlar Parti­
hazırlamış olduğunu biliyorum ve Hikmet'in dizi­
si dahil, Yön 'ün hiçbir parti kuruluşunda rolü olma­
ninden kontrol edebiliyorum.
mıştır ve görünür bir gelecekte de olmayacaktır" di­
Vahap Erdoğdu'nun 11 Ocak 1967 tarihli 198 sayılı yor. Yön, 24 Haziran 1966, s. 5.
Yön'de bir açıklaması ile 11 Kasım 1966 tarihli 189
Bu tartışmaya katılan hhami Soysal, Çalışanlar Par­
sayılı Yön'de de sözünü ettiğim yazısı yayınlanıyor.
tisi'nin kuruluşunda rolleri olmadığını tekrarlıyor.
Başka yok.
Sosyalist, Kültür Derneği kuruluşu ile ilgili olarak
Mahir çayan, yanılıyor. yapılan eleştirileri cevaplıyor; TİP'in bölücü dav­
randığını ileri sürüyor. İlhami Soysal, 'Eğri Otura­
>7 Emek Dergisi'nin üçüncü sayısında İki Taktik üzeri­
lım, Doğru Konuşalım', Yön, 29 Temmuz 1966, s. ıı.
ne iki yazı var. Birisi şöyle bitiyor: «Sosyalist eyle­
Sosyalist Kültür Derneği öykücü araştıncısını bekli­
min önünde, her zaman 'yakın' ve 'uzak' hedefler
yor. Şu anda söylenebilecek; inisiyatifin Yön Hare­
bulunacaknr. Bu durum her zaman bir 'asgari' ve
keti'nden gelmediği ve başında Doğan Avcıoğlu ile
'azami' program zorunluluğu çıkarsa bile - ki, bu zo­
Mümtaz Soysal'ın karşı çıktıklan oluyor. Çalışanlar
runluluk' tartışılabilir -, bundan 'asgari* programın,
Partisi kurulması fikri, Ocak 1962'de Türk-İş Tem­
her zaman bir 'demokratik devrim programı' olma­
silciler Meclisi'nde ve Çalışma Bakanlığı Çalışma
sı zorunluluğunu çıkarmak yanlıştır." Kenan Somer,
Meclisi toplantısında açıklanmıştır. 1962 Ocak
'İki Taktik'i Okurken', Emek, 2 Haziran 1969, sayı
ayında Türk-İş Başkanı Seyfi Demirsoy, yeni bir
3, s 16.
.
parti kurma gereğini savunmuştur." Kemal Sülker,
•• Türkiye üzerine bir yabancı kaynak, bir İtalyan Der­ 100 soruda Türkiye'de İşçi Hareketi, İstanbul,
gisi'nin, Corrispondenza Socialista, Haziran 1965 1976, s. 162. 292
sayısında, 302 ve 303 üncü sayfalarda, TKPnin "ha­ 22
Kemal Sülker, 100 Soruda Türkiye'de İşçi Hareket­
la olup olmadığını merak etti" diye yazıyor. Jacob
leri, İstanbul,
M. Landau, Türkiye'de Aşırı Akımlar, Ankara,
1978, s. ısı. '3 Avcıoğlu ile Mihri Belli'nin bu çevirisi, tepki ile kar-

666
Türkiye Üzerine Tezler III

şılaşıyor. Yön yazan Niyazi Berkes ile Melih Cevdet 33 Doğan Avcıoğlu, 'Sovyetler ve Biz' Yön, Sayı 148, s. 3
Anday, tepkilerini Yön'de ifade ediyorlar.
34 Emek Dergisi yazı kurulunda, Kurthan Fişek ile
Artık Yön Dergisi yazarlan arasına girmiş olan Mih­
Kutlay Ebiri'nin, Türkiye'de kapitalizmi, 1453 yılın­
ri Belli, buna, cevap veriyor: "Bütün dünyada bir
dan itibaren başlatmak için çok ısrar ettiklerini ha­
müslüman sosyalizmi olduğunu, ama bir müslüman
tırlıyorum. Elimde Kapital ciltleri ve çantamda kart­
kapitalizmi olmadığını hatırlatmayı gerekli saydık."
lar, saatlerce bunun böyle olmadığını anlatmaya ça­
E. Tüfekçi, 'Açık ve Sağlam Bir Tutum', Yön, 24 Ara­
lıştığımı hatırlıyorum. İstedikleri türden yazı çık­
lık 1965, s. 16.
mazsa ayrılmakla tehdit ediyorlardı.
Cezayir Devrimi'nin de etkisiyle, Marx'ın etkisini
Kurthan Fişek, daha sonra, SBF Dekan Yardımcısı
silmek için, bu dönem Avrupa'da İbn Haldun'un
oldu. Şimdi Hürriyet Holding'e seks dergisi çıkan­
moda olduğu yıllan içeriyor. Mihri Belli de bu mo­
yor.
daya uyuyor. E. Tüfekçi, "Batı" Nedir Arbk Bilmeli­
yiz, Yön, Sayı 126-152. Kutlay Ebiri, tam bir IMF'ci oldu ve Özal'ın ekono­
mi politikalarını savunduktan sonra, Washing­
Müslüman ülkelerde ve İslamda sosyalizm olduğu­
ton'da bir kuruluşta iş buldu. Her halde Latin Ame­
nu yayarak, Silahlı Kuwetler mensuplanna, sosya­
rika'daki diktatörlüklerin birisine ekonomi danış­
lizmin, Türkler'e pek uzak olmadığının anlatılmak
manlığı yapıyordur: öyle duyuyorum.
istendiğini sanıyorum. Sosyalizmin her tarafa anla­
tılması gerektiğine inanıyorum: geriye tepen silah­ Türkiye, dönüşlerle birlikte, temel çizgisini sürdü­
lar kullanılmasını ise uygun bulmuyorum. "İslamda rüyor.
Sosyalizm" hep geriye vuran bir silahtır; böyle dü­ 35 1960 yıllannın sonuna yaklaşırken Doğan Avcıoğlu
şünüyorum. Grubu'nun iktidar arayışını somut harekete yaklaş­
24 Yön, 15 Ekim 1965, Sayı 133, s. 4. tırdıklan görülüyor. Toplanıp yol anyorlar; Cemal
Madanoğlu'nun güvenini kazanan bir MİT mensu­
25 Yurt dışında çalışan Türkiye kökenli bir profesör de bu aralarına giriyor ve konuşmaların çoğunu banda
şunlan yazıyor: "Türkiye'deki partilerin en hetoro­ alıyor.
jen toplumsal yapısına sahiptir ve çalışan sınıflarla
Bu toplantılann birisinde İlhan Selçuk, MİT kayıtla­
çok az bağlantısı var. Adalet Partisi mitingleri ger­
nna göre, şunlan söylüyor: "Birinci mesele Türki­
çek halk toplantılan olurken, İşçi Partisi'ninki, ge­
ye'yi bağımsız kılmak ve dışan ile işbirliği yapan
nellikle iyi giyinmiş entelektiiellerin, kürklü hanım­
kompradorlan etkisiz kılmaktır. Bu hal Rusya'nın
lann, özel araba sahiplerinin katıldıklan toplantılar
işine gelir, Amerika'nın ise aleyhinedir. Ama biz
oluyor. Kemal Karpat, 'Socialism and The Labour
Ruslar'la mesafeyi muhafaza edeceğiz." Doğan'ın
Party of Turkey', The Middle East- Journal, Spring
görüşleriyle çelişmiyor. Toplantıdan İlhan Sel­
1967, s. 170.
çuk'un MİT ajanıyla ayrılmış olduğu ve yolda soh­
'o Doğan Avcıoğlu, Yön, 22 Ekim 1965, Sayı 134, s. 3 bet ettikleri anlaşılıyor. MİT ajanı, bu yol sohbetin­
de İlhan Selçuk'un şunlan söylediğini rapor ediyor:
27 Sevgili Doğan ile bu tezi tartışmış olmayı çok ister­
"Askerler bize itimat etsin yeter. Ondan sonra alaca­
dim.
ğımız bütün tedbirleri tasvip ederler. Onun için ben
'o Amerika Birleşik Devletleri'nde hükümetin politi­ askerlere bir şey anlatmaktan ziyade onlarla dostluk
kasını saptaması için hazırlanmış resmi bir rapor­ kurmaya çalışıyorum. Bütün bu iyiniyetli dostluk
dan aktanyorum. "Bir devletin, komünist olan ve kurma çabalanna karşın, askerlerin yönetime gel­
yasalan çiğneyen yurttaşlanna yaptığı muamelenin, dikleri 12 Mart Dönemi'nde İlhan Selçuk, Ziverbey
Sovyetler Birliği ile ilişkilerini etkileyeceğine inan­ Köşkü'nde işkence görüyor.
mak abesle uğraşmak oluyor. Nitekim, Mussolini ile
30 Doğan Avcıoğlu, TİP'e Dair... , Yön, 17 Haziran 1966,
Kemal Paşa, komünist yurttaşlanna büyük bir şid­
Sayı 168, s. 3. MİT Raporları, Nazlı ilıcak'ın yazı di­
det uygularken, Sovyetler Birliği, İtalya ve Türkiye
zisinde geçiyor. Nazlı Ilıcak, '12 Mart Cuntalan',
ile en içten ilişkilerini sürdürdü." Arthur M . Schle­
Tercüman, 13 Nisan 1986, s.
singer, jr., genel editör, Dynamics of World Power
- A. Documantary History of United States Foreing 37 Doğan Avcıoğlu, bu tutumunu hiç değiştirmiyor.
Policy 1945 -1973, Europe and the Soviet Union, N. Abdullah Baştürk, DİSK Genel Başkanı olduktan
Y., 1973, s. 126. sonra, 12 Eylül'den hemen önce, Avcıoğlu'nun yakı­
nı Uğur Mumcu'yu yanma alarak, yeni bir parti ku­
'. Sovyetler Birliği'ne dost kişilerin katıldığı ortak ha­
ruluşu için, Çamlıca'daki evinde Doğan Avcıoğlu'nu
reketleri önce cepheye ve sonra da Sovyetler Birliği
ziyaret ediyor. Doğan Avcıoğlu, Baştürk'ün parti
Dışişleri Bakanlığı'na bağlıyor.
önerisini, başından reddediyor ve hiç "umut" ve hiç
30 Jacob M. Landau, Türkiye'de Aşırı Akımlar, Anka­ "yüz" vermiyor.
ra, 1978, s. 89.
30 Doğan Avcıoğlu, 'Açık Seçik', Yön, 20 Ocak 1967,
3' Hoover Institution, International Yearbook on Sayı 199, s. 3
Communist Affairs, H.1. Press, 1972, s. 237.
39 Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne girdiğim zaman Fikir
32 Belki de "Jön Türk" tamlamasından sonra, dünya Klübü, ilk başarılı yılını geride bırakınıştı. Profesör
siyaset yazınına Türkiye'den ihraç edilen ikinci tam­ Turhan Feyzioğlu, Doçent Aydın Yalçın, Doçent
lama "gerçek demokrasi" oluyor. İngilizeesi "truly Muammer Aksoy, öğretim üyeleri olmalanna kar­
democratic rule" ve Rusçası, "odlinnaya dem ok­ şın, "ilerici" aydınlar olarak Fikir Klübü'nün içinde
ratlya" oluyor. ve başlattığı panellerin başında yer alıyorlardı.

667
Yalçın Küçük

,o Panel'ler, Türkiye'ye, Fikir Klübü ile geldi. İlk genel çük bir bölümü, burada yayınlıyorum. Zamanın en
başkanı, Maliye Tetkik Kurulu'nda çalışan Ertuğrul etkin yayın organlanndan, Orhan Birgit, Emil Galip
Baydar'dır; Ertuğrul daha sonra CHP Gençlik Kolla­ Sandalcı, Sadun Tanju ve diğerleri tarafından çıka­
rı Genel Başkanı oluyor. İkincisi, daha sonra Siyasal rılan KİM Dergisi'nin kapağını, Türkiye Üzerine
Bilgiler Fakültesi'nde profesör olan ve şimdi Pa­ Tezler'in üçüncü kitabının arka kapağına koyuyo­
ris'te yaşayan arkadaşım Taner Timur'dur; ben Ta­ rum.
ner'den sonraki ve üçüncü başkanıyım. Benim za­ " 'İlhan Şenel ve diğerleri, FKF, Dev-Genç, İddiana­
manımda Fakülte Dekanlığı, Fikir Klübü'ne taham­ me', Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Sav­
mül edemedi ve fakülte içindeki yerini yıktırdı. cılığı, Ankara, 1971, s. 37.
Yönetimde bulunduğum zaman, diğer fakültelerde
" Yasallık karinesinin yerini yasal olmama karinesi
de klüpler kurmayı denedik; başarılı olamadık. 27
alıyor.
Mayıs'tan sonra yayıldı ve önce FKF, daha sonra da
Dev-Genç'e dönüştü. .. İbid., s. 62-3
FKF'nin kurucu genel başkanı Hüseyin Ergün'dür; " Türkiye İşçi Partisi, İddianame, İstanbul Sıkıyöne­
Emek Dergisi'nin de yazı işleri müdürlüğünü yapı­ tim Komutanlığı Askeri Savcılığı, İstanbul, 1982, s.
yor. Tİp yöneticisi olarak girdiği hapisten af ile çık­ 27
tıktan sonra politikayı bıraktı; ticaretle uğraşıyor.
,6 İlhan Şenel ve diğerleri, FKF, Dev-Genç, op. cit., s.
Diğer başkanı Kudret mutürk, Danıştay'da görev
yapıyor. İzzet Ararat, Devlet Tiyatroları Genel Mü­ 46
dürlüğü'nde personel işlerini yönetiyor ve Zülküf 47 İbid., s. 46
Şahin de avukatlık ve SHP içinde politikayla yaşa­
mını sürdürüyor. 's Emek Dergisi, 20 Ekim 1969, Sayı 13, s. 12
Çok eski yıllardan kalma ve hep geri Milli Türk Ta­ •• Nihat Akseymen, 'Sosyalist Gençlik Orgütü'nün Ku­
lebe Birliği'nin yanında Türkiye Milli Talebe Fede­ ruluşu Üzerine', Emek, 9 Şubat 1970, Sayı 21. s. 14
rasyonu, daha az tutucu oldu. MTTB ve TMTF, ey­
so TKP, İngiltere'de 1971 yılında Veli Dursun ve R. YÖ­
lem olarak, Hatay Mitingleri, Kıbrıs Türktür Mi­
rükoğlu takma adım kullanan Nihat Akseymen ta­
tingleri, Vatandaş Türkçe Konuş Kampanyalan tü­
rafından kurulmuştur." "Özellikle 1979 yılı sonları­
ründen Türk dış politikasının kütlesel hareketlerini
na doğru İşçinin Sesi grubunun ve bu grubun lideri
düzenlemenin ötesinde bir görev bilmiyordu.
Nihat Akseymen'in Türkiye'de devrimci durumun
MTTB, fakültelerde yalnızca seçme üyeleri alan der­ var olduğunu ileri sürmesi ve silahlı mücadeleye ce­
neklerin birliği iken, TMTF, fakülte ve yüksek okul vaz verir beyanlarda bulunmasının, İsmail Bilen
düzeyinde bütün öğrencilerin, tanım gereği, üye ol­ Grubu, yani TKP Merkez yönetimiyle ihtilMa düş­
duğu öğrenci cemiyetlerine dayanıyordu. Bu neden­ mesine yol açtığı ve bu gelişmenin TKP'den ihraç
le TMTF'nin "demokrat" çizgiye çekilmesi mümkün edilme noktasına kadar uzandığı bir vakıadır." 'TKP
göründü. Türkiye Komünist Partisi, TKP İşçinin Sesi, TKP
1950 yıllarının ortasında TMTF, demokrat çizgiye Devrimci Kanat', İddianame, İstanbul Sıkıyönetim
geçişin işaretlerini veriyordu. DP yönetimi buna Komutanlığı Askeri Savcılığı, İstanbul,. 1982, s. 90.
şiddetle karşı koymak istedi. Öğrenci-polis çatışma­ İşçinin Sesi, MDD çizgisinden uzaklaşıyor.
lan, ilk kez, bu dönemde Çıktı.
5' Ambleminde "köylüye toprak" sözünü duyuran Tİp,
Ankara Üniversitesi Talebe Birliği'nde başkan, fa­ bu tartışmalar içinde, programında baş köşeyi tutan
külteler arası rotasyonla seçildiği için, ben ancak toprak reformunun, marksist anlamda sosyalist de­
ikinci başkan olabiliyordum. Bu çatışma içinde, da­ ğil, bir demokrat önlem olduğunu öğreniverdi.
ha sonra AP'de politika yapan başkanı ıskat ederek, MDD karşıtlığı içinde, nerede ise toprak reformunu
Ankara Üniversitesi Talebe Birliği'nin yönetimini reddeden bir politikayı benimserken, Lenin'in yazı­
ele geçirdim. İstanbul Üniversitesi, daha sonra, AP ları imdadına yetişti. Toprak reformu, SD içinde
ve Dp'den milletvekili olan Samet Güldoğan'ı des­ önem sırasını kaybetti, fakat, yine de yerini koruya­
tekliyordu ve gericilerin kalesi idi. Teknik Üniversi­ bildi.
te Talebe Birliği ile birleştik.
52 Görüş çizgimi hiç değiştirmedim. İkinci TİP'in du­
" Kongre Başkanı olarak, TMTF'nin yönetimi, benim rup dururken benimle ihtilaf çıkarmasını, SD çizgi­
başkanlığımdaki demokratlann eline �eçti. DP ikti­ sinden uzaklaşabilme eğilimlerine bağlıyorum.
darı polis kullanmaktan çekinmedi. Iki yaz kadar Programdaki SD çizgisini 1977 yılında bir "cephe"
süren bu çatışmalar üniversite gençlik kütlesinin yerine seçime girme kararını, benim omuzlarıma
polisle tanışma ve çatışmasının ilk büyük olayları koyma isteklerini biliyorum. Hiçbir itirazım yok;
oldu. Türkiye'nin en önemli siyasal olayları arasın­ program, herkesten daha çok benim izimi taşıyor.
da sayıldı; gazeteler her gün ve resimlerle birinci Programa yalnızca "barışçıl geçiş" ile ilgili açıkla­
haber olarak izlediler. malar koymamaya karar vermiştik; sonradan ekle­
28 Nisan İstanbul ve 29 Nisan Ankara Olayları için, niyor.
genel prova yerine geçti. 28 Nisan ve 29 Nisan'ı, Bütün bunları şunun için yazıyorum: İkinci TİP'nde
TMTF olaylan içinden deneyim kazanmış öğrenci­ benim rolüm önemlidir. Ancak "biz" İkinci TİP'ni
ler düzenlediler ve birbirleriyle bağlantı içinde ha­ önemli bir kuruluş haline getiremedik. Buna karşın,
reket ettiler. birinci TİP'te benim rolüm önemsizdir; sonuna
Arşivimden, TMTF olayları resimlerinden, çok kü- doğru artıyor ve 12 Mart Muhtırası'ndan sonra

668
Türkiye Üzerine Tezler III

önem kazanıyor. Fakat artık Tİp önemini yitiriyor. "Bilmiyerek burjuvaziye hizmet etmiş olmakla bir­
Bu nedenle birinci TİP'nde benim rolüm ihmal edi­ likte burjuvaziden nefret ediyordum ve burjuvaziye
lebilir. Yalnız birinci Tİp ihmal edilemez; edilerni­ hizmet ettiğimi anladığım an kendimi mahkum et­
yor. mekte tereddüt gösteremezdim."
Özetliyorum. "Mihri Belli oportünist olarak bile önemsiz bir kişi."
İkinci TİP'nde benim rolüm önemlidir. İkinci Tİp "Duruşmalarda, marksist olmanın çok iyi birşey ol­
hiç önemli değildir. masına karşın komünist olmadığımı, provokasyon
Birinci TİP'nde benim rolüm önemli değildir. Birin­ niteliğinde anarşist, troçkist bir pisliğe bulaştığımı,
ci Tİp çok önemlidir. hatta daha sonra karşı ÇıkmıŞ olmama rağmen bu­
İkinci TİP'ni tarihten çıkarabilirsiniz. Birinci TİP'ni nun yöneticilerinden olduğumu, işçi sınıfının bizle­
tarihten çıkaramazsıruz. ri yargılayacağını, istemeyerek provokatör durumu­
na düştüğümü vb. söyledim."
Bireysel önem, kişisel değildir. Kişisel önem, top­
lumsaldır. .. Emek, 13 Nisan 1970, Sayı 25, s. 4
53 'THKP-C Devrimci Yol, İddianame', Ankara Sıkıyö­ 65 "O dönemde, siyasi hayatta etkin olan bir marksist
netim Komutanlığı Askeri Savcılığı, Ankara, s. 80. hareket olmadığı içindir ki, umutsuzluk yayılmıştır.
Tİp bir umutsuzluk yaymıştır, MDD bir başka
54 ibid., s. 22
umutsuzluk yaymıştır." "Bu hareket (MDD y.k.),
'" "Evet, Mustafa Kemal sosyalist değildi, bizler ise komplocu bir harekettir. Komünist bir hareket de­
sosyalistiz. Ve biz sosyalistler şartlar ne olursa ol­ ğildir. Bir programı bile yoktur. Sarsak ve basit bir
sun, O'nun başlattığı Anadolu İhtil3.lini (Milli De­ harekettir. İşte, gençliği kendisinden göstererek,
mokratik Devrim'i sonuna kadar götürmeye kararlı­ bazı kişilerin ihtil3.lcilerle pazarlığa oturmasına ya­
yız." rayan bir kumar oportünizmidir." "Komploculuktan
"Kemalizm, emperyalist boyunduruk altında olan amacım, siyasi kumarbazlıktır." "MDD hareketinin
yan-sömürge ülkelerin devrimci-milliyetçilerin bir bu tutumu da yeni umutsuzluğa kaynak olmuştur."
kurtuluş bayrağıdı. Uğur Mumcu, Çıkmaz Sokak, Onuncu Baskı, İstan­
"Kemalizm soldur. Milli Kurtuluşçuluktur, emper­ bul, 19S4. s. 69-70-68-59-57-58.
yalizme karşı bu zümrenin isyan bayrağıdır." Emek Dergisl'nde yazılanlann çok daha ağınnı,
"Demokratik devrim, çok kısa deyişle, feodal bo­ kendi geçmişine yöneltiyor. Bu türü, sevmiyorum.
yunduruğun parçalanması, bu baskı altında olan ge­ Böyle türleri olduğu için özeleştiri kurumunu eleşti­
niş halk kitlelerinin özgür vatandaşlar topluluğuna riyorum. Bunlar, insanoğluna yakışmaz; çok metafi­
dönüşmesi demektir. Demokratik devrim, uluslaş­ zik görünüyor. Sanki Yusuf Küpeli'nin gözünün
ma devrimidir." önünden perde kalkmıŞ, vahiy gelmiş ve aydınlık'ı
görmüş.
"Milli demokratik devrim, anti-kapitalist bir devrim
değildir." Albay Aydemir ile darbe girişimine katılmış: reddet­
miş. TİP1i olmuş. Reddetmiş, İç-TKP olmuş: MDD
"Her şeyden önce MDD, özünde bir köylü devrimi­
çizgisini savunmuş. Sonra İç-TKP'den aynlmış.
dir."
THKP olmuş. Sonra reddetmiş... Peki sonra ne ola­
Türkiye Halk Kurtuluş Parti-Cephesi Dava Savun­
cak? Hata yapmak ayıp değildir, hatayı kabul etme­
ması, İstanbul, 1978, s. 117 - 125 - 129 - 136-138.
mek ayıptır" sözü ilk okul öğrencileri içindir. Çizgi
,. Kepler, dünyanın güneş çevresinde dönüşünün ya­ değiştirmeyi bir yaşam çizgisi haline getirenlerin
salannı bulabilmek için, on bir yıl daire varsayımı seksek oyununu devrimcilik sananlann, en son çiz­
ile çalışıyor. Elips'i hiç aklına getiremiyor. Çünkü gilerini değiştirmeyeceklerine nasıl inanmalı? Dün­
"daire", o zamanlar hem bir estetik ve hem de bir ya dönüyor; ben yine de bu kadar çok dönmeyi ve
ideolojik ağırlığa sahip bulunuyor. dönenleri sevemiyorum.

57 Emek, 14 Temmuz 1969, Sayı 6, s. 5 66 Dev-Genç'in önde gelen kadro elemanlanndan Na­
hit Töre, yıllar sonra, hükmünü çekmekte olduğu
so Mahir Çayan, 'Aren Oportünizminin Niteliği', Türk
Niğde Cezaevi'nde Uğur Mumcu'ya günah çıkanyor.
Solu, 22 Temmuz 1969, Sayı 88.
"O dönemde İstanbul TİP'in ele geçirilmesi isten­
s, ibid., s.78 mişti, MDD'nin o günkü önderleri tarafından: Bir
kampanya başladı, bir kavga başladı. Hatta İstanbul
60 Yazı, "Açık-Seçik" başlığıyla yayınlannuştı. Adını
değiştirdim.
İl Kongresi'ni döverek, zorbalıkla aldık." "Bizim
karşımızda olan arkadaşlan, şiddetle, zorbalıkla,
YÖN; 20 Ocak 1967, sam 199, S. 3.
tasfiye ettik ve hareketin dışına ittik. Bunlann isçi
6, Mahir Çayan, Toplu Yazılar, op.cit., s. 10 sınıfına daha yakın bir politikalan vardı. Biz' den da­
ha yakın politikalan vardı." Uğur Mumcu, Çıkmaz
6, ibid., s. 109
Sokak, İstanbul, 1984, Onuncu Basım, s. 77.
.. Fikir Kulüpleri Federasyonu'nu, MDD çızgısıne
.., ibid., s.5
alan ekibin önde gelen isimlerinden iddianamelere
yansıyan istihbarat örgütü bilgilerine göre, Mahir 68 İç-TKP, yalnızca TİP'ne muhalefetten doğdu ve kısa
Çayan, Ertuğrul Kürkçü ile birlikte THKP-C kuru­ bir süre sonra da, önce, ikiye aynldı. Başkan Ma­
cusu olan, Yusuf Küpeli, uzun bir hükmü çekmekte o'nun çizgisine Türkiye'de sahip çıkanlar Doğu Pe­
olduğu Niğde Cezaevi'nde, Uğur Mumcu'ya "özeleş­ rinçek'in liderliğinde ayn bir grup oldular. Siyasal
tiri" yapıyor. Bilgiler Fakültesi asistanı Erdoğan Güçbilmez, bu
Yalçın Küçük

grubun lider kümesi içinde yer aldı. Daha sonra is­ '" Celil Gürkan, op.cit.s 128
tihbarat örgütleriyle ilişkisi olduğu gerekçesiyle
uzaklaştınldı. Şimdi inşaat ticareti ile uğraşıyor. 79 İbid., s. 130

.. Emek, ı Aralık 1969, Sayı, 16, s. 13. 80 Nazlı ilıcak, '12 Mart Cuntalan', Tercüman, 13 Ni­
san 1986
7° "Reddiye Dönemi", Aydın Üzerine Tezler'in Beşinci
kitabında çözümleniyor. ., Kurtul Altuğ, 12 Mart ve Nihat Erim Olayı, Ankara,
1973, s. 70
7' Buna Osmanlı usulü yaşam da denebilir.
., İbid., s. 152
T'- Celil Gürkan, 12 Mart'a Beş Kala, İstanbul, 1986. s.
193 ·3 1960 yıllannın önde gelen aktivistlerinden, İstanbul
Teknik Üniversitesi Öğrenci Birliği Başkanı Harun
73 İbid., s. 196
Karadeniz, basımı ölümüne yetiştirilen çalışmasın­
74 Muhsin Batur, Anılar ve Görüşler, İstanbul, 1985, da, yazıyor. Aktarıyorum.
s· 306 "MDD görüşü ilk yıl gençlik arasında pek tutuna­
75 "Bu olaylan, iki yasada değişiklik yapılmak isten­ madı. Fakat 1968 yılından itibaren tutunmaya baş­
mesi üzerine DİSK'in düzenlediği ve yönettiği hare­ ladı."
ket olarak görmek belki yanlış değildir, ancak de­ "MDD bir yandan gençlik içinde yerleşmeye çalışır­
ğerlendirme yapabilmek için yeterli de sayılmaz." ken, öte yandan Tİp içinde çalışmaya başladı. Tİp
"Hemen belirtelim ki bu direniş, burjuvazinin ve içindeki ilk çalışma Şişli ilçesinde yapıldı ve ilçe ele
onun iktidannın değerlendirdiği gibi 'kanlı bir ihti­ geçirildi. Daha sonra diğer ilçeler ele geçirilecek ve
ıaı provası' değildir. Çünkü öncelikle bu direniş, işçi nihayet Tİp İstanbul İl Örgütü de MDD'cilerin eline
sınıfını yöneten ve eylemi kontrol eden bir işçi sını­ geçecek ve fakat geçtiği andan itibaren adeta kapa­
fı partisinin öncülüğünde olmamıştır. İkinci olarak tılacaktı» .
direniş amacı iktidan almak değil, ortadan kaldınl­ "Burada belirtmek istediğim nokta, MDD'cilerin ça­
mak istenilen demokratik hakları savunmaktır. lışmalannın, bir örgütü çalıştırmaktan çok o örgütü
Üçüncüsü bütün ülkeye yaygın bir eylem olmayıp ele geçirmeye yönelik oluşuydu. Bir örgüt ya da bir
yalnızca iki şehirde olmuştur. Son olarak silahlı bir ilçe hedef seçiliyor ve ele geçiriliyordu, ancak, ele
eylem değildir."
geçirildikten sonra bir çalışma yapılamıyordu."
16 Haziran Günü, Valilik Konağında. İçişleri Bakanı
"Son tahlilde cuntacı olan o dönemin MDD'cileri
ile toplantı yaptıktan sonra DİSK Genel Başkanı Ke­
için iktidar değişmeli ve yurt severler iktidara gel­
mal Türkler, radyodan bir açıklama yapıyor. "İşçi
meliydi. Biz ise tepeden inme bir iktidar değişimi­
kardeşlerim, işçi sınıfının bilinçli temsilcileri, sizle­
nin yarar sağlamayacağına inanıyorduk." "Cunta
re sesleniyorum. Beni iyi dinleyiniz. Anayasal hak­
getirici çatışmalara karşı ÇıkıŞ ve sonu cuntaya yö­
lannız için direndiniz. Direniyorsunuz. Anayasamız
nelik olarak ortaya çıkan MDD'ye 'evet' demeyişim
her türlü toplantı ve yürüyüşlerin silahsız ve saldın­
sürekli saldınıann gerçek nedeniydi. Yoksa yıllar yı­
sız olacağını emreder. Bizler anayasaya sımsıkı bağ­
lı yürüyen ve kendince bir şeyler yapmak üzere ça­
lı işçiler olduğumuz için hiçbir hareketimiz anaya­
balayan bana karşı sadece yukardaki olaydan ötürü
saya aykın olamaz. Ne var ki bizim aramıza çeşitli
'oportünist, pasifist denmezdi." Harun Karadeniz,
maksatlar güden kişiler, çeşitli kılıldara bürünerek
Olaylı Yıllar ve Gençlik, İstanbul, 1975, S. 231-232-
girebilirler. Hatta kötüsü, gözbebeğimiz Şerefli
195-150 151. Harun'dan sonra Teknik Üniversite
Türk Ordusu'nun bir mensubuna kötü maksatlarla
Öğrenci Birliği de, milli demokratik cephe, kontro­
taş atabilir, tahrik yapabilirler. Türkiye Devrimci İş­
luna geçiyor.
çi Sendikaları Genel Başkanı olarak sizi uyanyo­
rum." T. Annır - S. Öztürk. İşçi Sınıf-Sendikalar ve .. "1974 sonunda ise bütün güçlü bağımsız; sendikala­
15-16 Haziran, İstanbul, 1976, s. 28-29-94. rın DİSK'e katılması prensip olarak kararlaştınldı
ve 197s'te bu prensip karan gerçekleşti." Kemal SÜL­
.,. Devrimci işçi Sendikalan Konfederasyonu, DİSK,
ker, 100 Soruda Türkiye'de İşçi Hareketleri, İstan­
Türkiye Öğretmenler Sendikası, TÖS, Türkiye Dev­
bul, 1976, s. 140.
rimci Gençlik Federasyonu, Dev-Genç, 12 Mart
Muhtırası'na destek telgrafları çekiyorlar. ., DİSK'in CHP'lileştirilmesine en çok Tİp ve
Bundan önceki bölümde, bu telgraflann derlenme­ TİP'nden de Yürüyüş Dergisi karşı çıktı. Tİp Genel
sinde, 9 Mart için hazırlanan Orhan Kabibay'in et­ Başkanı Behice Boran, böyle bir boşluğu doldurmak
kin olduğu yazıldı. isteyen heveslileri "sosyalist havariler" olarak nite­
Yalnızca Tİp, 12 Mart Muhtırası'nı benimsemedi. lendirdi. Genel Sekreter Sargın da, işleri bittikten
Bunu belirtmekten öteye gidemedi. Gücü yetmedi. sonra "limon gibi sıkılıp atılacaklar" dedi. Bunlar,
Yürüyüş Dergisi kolleksiyonlannda var; tekrarla­
7l Fenerbahçe'de futbol oynamış, bir süre Fransa'da
mak istemiyorum. Kuşkusuz sosyalist sendikalann
geçirmiş ve gecikmiş bir Tıbbiyeli olan Memduh
DİSK içinde eritilerek CHP'lileştirilmesine karşı
Ereni, 27 Mayıs öncesi TMTF çatışmalan sırasında
koymaya çalıştım. SİSK Sosyalist İşçi Sendikalan
tanıdım. Memduh, kendiliğinden, ilericiler yanında
Konfederasyonu, düşünmekle ve korumaya ÇalıŞ­
kavgaya katıldı. 28 Nisan'da çok emeği geçti. 27 Ma­
makla suçlandılar. Yalnızca not düşüyorum.
yıs ile hayal kırıklığını tadması için uzun beklernesi
gerekmedi. 9 Mart'tan önce, Ankara'ya geldi, yakla­ 86 "Sovyetler Birliği'nde Sosyalizmin Kuruluşu, 1925-
şan iktidan sezdirdi ve yardım istedi. Dost, ancak, 1940" başlıklı çalışmamda, bu konuyu ele alan, ayn
üzgün aynldığımızı hatırlıyorum. bir bölüm var.

670
Türkiye Üzerine Tezler III

B, AcIan Sayılgan. Türkiye'de Sol Hareketler, İstanbul, olabileceğini düşündüm ve dergiyle hiçbir ilgileri ol­
1968;Fethi Tevetoğlu, Türkiye'de Sosyalist ve Ko­ madığını derhal ilan etmeleri hakkında Celal Bayar,
münist Hareketler, Ankara, 1967; İlhan Darendeli­ Adnan Menderes ve Fuat Köprülü'ye ikazda bulun­
oğln, Türkiye'de Milliyetçilik Hareketleri, İstanbul, dum." Ahmet Emin Yalman, Yakın Tarihte Gördük­
1977; Mete Tuncay, Türkiye'de Sol Akımlar 1908- lerim ve Geçirdiklerim, Dördüncü Cilt, İstanbul,
1925, Ankara, 1967. 1971, s. 48.

BB
"Zekeriya Sertel'in yerini bu kez Vatan Gazetesi sa­
"Aydınlık Gazetesi'ne göre İsmail Bilen'in genel sek­
hibi Ahmet Emin Yalman aldı."
reterliğe el koyduğu tarih kesin olarak
"Bir gün İnönü'nün, Cel3.l Bayar'ı Çankaya'daki köş­
24.5.1973'dür. Gerekçeli Karar, Türkiye Komünist
künde bir akşam yemeğine çağırdığını öğrendik. O
Partisi Davası, Ankara, Genelkurmay Basımevi,
gece neler konuşulduğu konusunda bir haber veril­
1985, s. 70.
medi, daha sonra İnönü'nün Bayar'dan güvence al­
.. A comprehensive survey of leftist organization, for dığı, kendisine 'başarılar dilediği duyuldu." Emin
example, listed a total of roughly 50 groups, of Karakuş, 40 Yıllık Bir Gazetecİ Gözüyle işte Anka­
which 33 were said to be active in 1979 (incIuding ra, İstanbul, 1977, 5. 78 - 80.
the stili proscribed Turkish Communist Party, TCP.
9' İstihbarat, organlarındaki bilgilere güvenilecek
Additional eight organizations cIaimed to speak for
olursa, bu dönemde ateşli MDD ideolojisini ve poli­
the Kurds.) (Aydınlık, 5 and 13 March; joint Publi­
tikasını savunduktan sonra, 12 Mart'ın ardından
cations Research Servine, JPRS ... " Hoover Instituti­
TKP'ne geçenler, yönetim kadrolanna gelemiyorlar.
on, 1980 Yearbook on International Communist
Affairs, 1980, s. 216. 91 TKP, TKP-işçinin Sesi; TKP-Devrİmcİ Kanat:iddi­
aname, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri
90 Bu dönemde, MİT içinde bürokratik sürtüşmelerin
Savcılığı, İstanbul, 1982, s. 90
su yüzüne çıktığı anlaşılıyor. Çeşitli gizli örgütlerde
ve radikal kanatta yer alan Kurmay Albay Turan .B Sevgili Aydan, büyük acılarla verdiğini bildiğim po­
Çağlar'ın yaşam çizgisi ilginç görünüyor: önce tasfi­ lis ifadesinin ilk sayfasında, nasıl sosyalizm bilinci­
ye ediliyor. Sonra gazetelerde Amerikalılara bilgi ne geldiğini şöyle anlatıyor: "1963 yılında SBF'nin
satarken bir emekli kurmay albayın, Turan Çağ­ Maliye-İktisat Bölümü'nden mezun olduktan sonra
lar'ın, yakalandığı duyuruluyor. Daha sonra ceza­ lisans üstü öğrenim görmek üzere aynı yılın Eylül
evinde intihar ederek öldüğü iHin ediliyor. ayında İngiltere'ye Birmingham Üniversitesi'ne git­
tim. Okula gittikten sonra kiraladığım pansiyonda
9' "Davamızda TKP'nin hedefine varmak için şiddete
kalmaya başladım. Kendisini daha önceden tanıma­
başvurduğu yolunda bir iddia mevcut değildir. Ger­
dığım aynı üniversitede doçentlik tezi üzerinde çalı­
çekte de TKP'nin faaliyetleri içerisinde yaygın şid­
şan ODTÜ öğretim görevlilerinden Yalçın Küçük
det eylemine dönüştüğü yolunda yeterli delil elde
isimli bir Türk'le tanıştım. Kendisi ile sosyalizm so­
edilememiştir." Gerekçeli Karar, TKP Davası, Ge­
runlan üzerine ve Türkiye'deki politik gelişmeler
nel Kurmay Basımevi, Ankara, 1985, s. ıo7. Sorum­
üzerine konuşmalar yapardık. Kendisi Türkiye'de
lu hukukçulann hu yargı ile verilen cezalan bir bi­
TİP'ni savunuyor ve bu partinin işçi sınıfı partisi ol­
limsel karşılaştırmaya tutmalarını diliyorum.
duğunu söylüyordu ve beni de Tİp görüşleri doğrul­
9' TKP Davası, Gerekçeli Karar, Genelkurmay Basıme­ tusunda bilinçlendirmeye çalışıyordu." Mehmet Ay­
vi, 1985, s. 70. dan BulutgiL, Emniyet ifadesi, çoğaltma, s. 1. Ge­
.3 Mahkeme, "Devrimci Kanat" için, daha ağır cezala­ rekçeli Karar'da şu biçime geliyor : Birmingham'da
ra hükmediyor. "Yalçın Küçük isimli doktorasını yapmakta olan bir
.4 İbid., S.70. Türkle tanışan sanık, önce Türkiye İşçi Partisi doğ­
rultusunda bu şahsın etkisiyle bilinçlenmiş, bu doğ­
.5 "1945 yılında gizli Türkiye Komünist Partisi yöneti­ rultuda da 1969 yılında İngiltere'deki Türk öğrenci
minde Tek Cephe faaliyetinin legal alana geçmesi derneklerini kapsayan İTÜF'ün çalışmalarına katıl­
için bazı hazırlıklara girişildi. 4 Aralık 1945 nüma­ maya başlamıştır." Gerekçeli Karar, TKP Davası,
yişleri ile komünistlerin sahneye koydukları oyun op. ait., s. 127. Doktora yapmıyordum, tez hazırla­
akamete uğratıldı." AcIan Sayılgan, Türkiye'de Sol mıyordum; Rusya ve Doğu Avrupa Ülkeleri Araştır­
Hareketler, İstanbul, 1976, s. 288. ma Merkezi'nde research fellow olarak çalışıyor­
Türkiye Üzerine Tezler dizisinin ikinci kitabında ay­ dum, "Sovyetler Birliği'nde Sosyalizmin Kuruluşu
nntılı bilgi ve çözümlemeler var. 1925-1940» adını taşıyan çalışmam burada ortaya
Görüşler Dergisi ile Sabiha Sertel ve Behice Boran, çıktı. Dostluklarımla siyasal çalışmalanmı hep ayn
Cel3l Bayar ve Adnan Menderes grubuyla bir "cep­ tutuyorum. H3la pek çok sevgi duyduğum Aydan'ın
he" kurmaya çalışıyorlar. bu acılı ifadesi, güzel bir dostluğu kayda dökmüş
oluyor. Aydan'ın, kendisini sosyalist devrim çizgi­
"Komünist meyilleri çoktan beri malum olan Bayan
sinde gördükten önemli bir zaman sonra TKP'ne
Sabiha Zekeriya, Ekim ve Kasım aylannda Anka­
transfer edildiği iddia ediliyor ...
ra'da milliyetçi diye tanınan bazı kimselere başvu­
rarak, dış dünyadaki fikir ve sanat hareketlerini .9 TKP Davası Gerekçeli Karar, op. cit., 5. 128
memlekete aksettirrnek için Görüşler adında bir fi­
TKP, TKP-İşçinİn Sesi, TKP-Devrimcİ Kanat, op.
kir dergisi çıkaracağını söyledi ve bu dergiye yazı
cit., 5. 32-33
yazacaklanna dair bilhassa Demokrat Parti kurucu­
lanndan söz almak istedi." "Bu manzara karşısında CIA, 1980 yıllığında, 12 Eyıürden önceki 1970 yılını
temeli yeni atılan partinin kötü bir suikaste kurban gösteriyor. TKP üyelerinin toplamının 2000 oldu-

671
Yalçın Küçük

ğunu ileri sürüyor. 1982, 1983, 1985 yıllıklan "neg­ seyi toplantısında kendilerinin desteklediği Özcan
ligible", "ihmal edilebilir" olduğunu yazıyor. Hoo­ Pekşen'in bölge başkanlığına seçilmesini" sağladığı­
ver Institution, Yearbook on International Com­ nı söylüyor. TKP Davası, Gerekçeli Karar, op. cİt.,
munist Affairs, 1980 Yıllığı, s. XIII; 1982, s.XX; 5. 138.
1983. s. XXIV; 1985, s. XXV. Buna ek olarak Gerek­ '06
Y. Semyonov, 'Revolutionary Mghanistan: Eitght
çeli Karar'da, PoHtBüro üyesi Aydan Bulutgil'in,
Years later', International Affairs, May 1986, s. 48-
Merkez Komitesi üyeleri çağatay Günel, mvi Oğuz,
49
Birol Başören'in seçimle değil atama ile kurullara
107 Süleyman Takkecİ ve diğerleri, İddianame. DİSK,
girdikleri yazılıyor. Gerekçeli Karar. TKP Davası,
op. cit,., s. 78. DİSK'e bağlı Sendikalar, İstanbul Sıkıyönetim Ko­
mutanlığı Askeri Savcılığı, istanbul, 1982, s. 27
102
TKP-B, İddianame, Ankara Sıkıyönetim Komutanlı­
108
ğı Askeri Savcılığı, Ankara, 1981, s. 16 İbid., S. 462.

103 109 İbido, s. 199.


"Tsİp aynlığından kısa bir süre sonra TKPiR mer­
kezinde yer alanlar artık Türkiye'de sol hareketin ibid., s. 467.
birbirinden farklı bir çok merkeze ayrıldığını, reor­
iii
ganizasyonun anlamım yitirdiğini, Türkiye'de tüm ibid., s. 457.
solu bir çatı altında toplayacak bir partinin bulun­ ibid., s. 468.
madığını, bunun tarihsel bir görev olduğunu ve bu
113
görevi kendilerinin yapmakla zorunlu olduklannı Kemal Türkler tarafından savunulan "DİSK'in bü­
savunarak TKPiR nın adını Türkiye Komünist Par­ tünlüğünü korumak için UDC'nin DİSK etrafında
tisi-Birlik. TKPIB, şekline dönüştürdüler, bu tarih­ oluşturulması zaruret olduğu" görüşüne karşı Çıkılı­
ten itibaren yasa dışı parti bu adla, zamanımıza ka­ yor.
dar çalışmalannı sürdürmüştür." "Çalışmalan so­ 114
İbid., S. 200.
nucu tam anlamıyla yasa dışı komünist partisi kim­
115
liğine ulaşmıştır." TKP-B, İddianame, Ankara Sıkı­ Celil Gürkan, op.cit. s. 171
yönetim Komutanlığı Askeri Satıcılığı, Ankara, 1 16 Muhsin Batur, op. cit., s. 288
1981, s. 17. TKP-B, sanıklardan bazılarının polis ifa­
117 İbid., s. 285
delerine göre 1980 yılı Haziran ayında otuz kişi ile
kongre yaparak merkez komitesini seçiyor. İbrahim 118
İbid., s. 287
Seven ile birlikte dokuz kişi seçiliyor. Gerekçeli Ka­
119
rar, TKP-B, Ankara, 1984, s. 26. İbid., s. 268
10, A1bay Süleyman Takkecİ ve diğerleri, İddianame, 120 İbid., s. 290
DİSK, DİSK'e Bağlı Sendikalar. . İstanbul Sıkıyöne­
.
ibid., S. 292
tim Komutanlığı Askeri Savcılığı. İstanbul, 1982, s.
122
685-190. Sloganlan kümelere ayıran ifadeler de, İd­ Hasan Cemal, 12 Eylül Günlüğü, 1. cilt, Ankara,
dianame'de geçiyor; yalnızca aktanyorum. 1986, s. 283

105 1977 Seçimleri'nden daha da yorgun çıkan Behice "3 TKP-B, Gerekçeli Karar, Ankara 1984, s. 45
Boran ve Nilıat Sargın, örgüt içinde aradıklan gü­ i,", THKP-C Üçüncü Yol Örgütü, iddianame, istanbul
nah keçisini buluyorlar, sosyalist devrim çizgisini
Sıkı yönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı, İstanbul,
ısrarla savunanlara kargı tek yanlı bir kampanya
1983, s. 37-38
başlatıyorlar. Bu tüm cephe savunuculan önünde
125
bir "özeleştiri" yerine geçiyor. İbid., s. 43-4

Laz İsmail'in ham hayallerinin cezasını çekmek de 126


İbid., s. 59-60
Aydan Bulutgil'e düşüyor.
127 Albay Süleyman Takkeci ve diğerleri, iddianame,
Tİp, SD'den ve DİSK te SİP'ten temizlenince. Aydan
DiSK, DİSK'e Bağlı Sendikalar. . . istanbul
Bulutgil ile Behice Boran ve Nihat Sargın oturup gö­
Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı, s. 353-
rüşmeye, başlıyorlar. Bu görüşmelerde Boran ve
360.
Sargın, "sendikalarda, demokratik kitle örgütlerin­
de kendi etkinliğini kırmak için Tİp üyelerine karşı
itici uygıılamalar" yapıldığını söylüyorlar. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Polisteki ifadesine bakılacak olursa Aydan,
Askeri Savcılar Koleji'nin işlevi, rejimi tehdit eden
CHP'den, pirinç'ten, umudunu yitirince sosyalistle­
solculuk için ceza talebinde bulunmaktır; 12 Mart
re, bulgıırlar'a yeniden dönüyor. Ahmet Kaçmaz ile
Askeri Savcıları'nın isteklerini gerekçelendirmek
de, lütfen oturup, görüşüyor. Ahmet Kaçmaz, yakın
için daha özenli davrandıkları sonucuna vanyorum.
zamanda "ortaya çıkan ve devam eden sürtüşmele­ Bunda burjuva legalitesinin ha.!a önemli olmasının
rin güvensizlik doğurduğunu" ve bunun giderilmesi da rolü var. "Aydın gençliğin en çağdaş kafalı, hür
gerektiğini ileri sürüyor. Mehmet Aydan Bulutgil, düşünceli olanları sol tarafından kolaylıkla avlana­
Emniyet İfadesi, 1981, daktilo, s. 34. bilmektedir. Bunun başlıca nedeni sağın iskolastik
TKP Davası'nda TKP Merkez Komitesi üyeliğiyle teorileri ile asla bağdaşamamalandır. Bilhassa var­
suçlanan mvi Oğuz, siyasal yaşamına Tİp çevresin­ lıklı aile çocuklannın kendi bağlı olduklan sosyal sı­
de başladığını anlattığı ifadesinde, bir de, "TİP'lile­ nıfın karşısında durum takınmalan, bir yandan
rin denetiminde bulunan Maden-iş 13. Bölge Kon- gençlikteki aşırı diğerkamlık duygusu ile açıklana-

672
Türkiye Üzerine Tezler III

bileceği gibi öte yandan yetersiz öğrenim sisteminin hhan Selçuk'un bu fıkrası "Terfi ve Emeklilik" baş­
bu gençlere Atatürk milliyetçiliği doğrultusunda bir lığı altında 25 Ağustos 1970 tarihinde. Askeri Şura
şey vermemiş olması ile de belirlenebilir." İlhan Şe­ kararları sırasında yayınlandı. Adını, değiştirdim;
nel ve diğerleri, FKF, Dev-Genç... İddianamesi, An­ yazıda. Orgeneral Kemal Atalay'ın emekli edilmesi
kara Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı, An­ savunuluyor. İkinci Ordu Komutanı Orgeneral Fa­
kara, 1971, s. 32. ruk Gürler'in, bu yolla, KKK olması mümkün olu­
Kurtuluş Savaşı'nda Halide Edip Hanım, topallaya yor.
topallaya yürüyen Albay Kamil'e, yaralı olup olma­ Fıkra, Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na atama konu­
dığını soruyor; aldığı cevabı aktarmak gereğini du­ sunda pek eşi olmayan bir dış müdahaledir: zama­
yuyorum. "Hayır, beni Konya'da mücadeleye karşı nında geçerli olabiliyor. Bu dönemde Faruk Pa­
olanlar yakaladılar. Nazım'ın yanındaydım. O pen­ şa'nın KKK olması halinde o zamanki söyleyişle
cereden atlayarak kurtuldu. Mücadeleye karşı olan "düğmeye basarak", ihtilali yapacağı kulaktan kula­
köylüler beni üç gün sürecek bir işkenceden sonra ğa yayılıyor: Faruk Gürler, daha sonra, düğmeye
ölüme mahkum ettiler. Birinci günü dayak attılar, basmak için Genelkurmay Başkanı olmasını şart ko­
hayli şiddetli; ikinci gün ayağımın tırnaklarını sök­ şuyor. Muhsin Batur uçaklarını Ankara semalarına
tüler, işte acayip yürüyüş ondan geliyor. Üçüncü gü­ çıkarıyor ve Faruk Gürler Genel Kurmay Başkanı da
nü de beni soydular kollarımı ipe bağlayarak bir oluyor. Faruk Paşa'nın Genelkurmay Başkanlığı'nı
atın arkasına koydular. At hızla koşunca kafam yer­ önlemek için Madanoğlu, Avcıoğlu, ilhan Selçuk ve
lere çarpıp durmağa başladı." Halide Edip Adıvar, diğerleri Ziverbey Köşkü'ne çekiliyorlar ve işkence­
Türk'ün Ateşle imtihanı, İstanbul 1979, s. 225. den geçiriliyorlar.

Demokrasi ile iç savaş arasında kurduğum yakınlı­ "Ankara semalarında. Uçan Generalin jetleri uçmuş
ğa, en çok, "sivil toplum" modasının Türkiye acen­ ve de Org. Gürler, Genel Kurmay Başkanlığına otur­
talarının karşı çıkacağını ve ürkeceklerini sanıyo­ muştu. Her ne kadar Batur'u eleştiriyorsak da bu ih­
rum. Karşı çıkmalarına söyleyeceklerim yok; ürkün­ tilalci eylemine bir anlamda yaşamımızı borçlu idik
tülerini azaltınayı görev biliyorum. Bir bakıma Batur kendisinin de bu suretle işkence
Köşkü'ne gelmesini önlemiş oluyordu. Dava askıya
Marx, "sivil toplum" kategorisini hazır bulduğu He­
alınmıştı." "Nitekim o dönemde içeri alınan kişile­
gel'in, sivil toplumu, "belium omnium contra om­
rin tümüne Gürler, Batur, Kayacan suçlatılıyor ve
nef!' olarak tanımlamasını doğru buluyor; "definiti­
bu ikrarlar el yazısıyla yazdırılıyor, daha sonra tey­
on of civil society as the belilum omnium contra
be okutuluyordu. Bunlar, Türün tarafından parti
omnef!', "sivil toplum herkesin herkese karşı savaşı"
kulislerine ulaştırılıyor ve Gürler'in Genelkurmay
oluyor. Daha ileri giderek, Hegel'in Devlet Öğreti­
Başkanı olmasını engelleyici düzenlemelere başvu­
si'nin Eleştirisi'nde, HegeJ'in çözümlemesinde dev­
ruluyordu."Talat Turhan, Bomba Davası, İstanbul,
let ile sivil toplum özdeşliğini, iki düşman ordunun
1986.s. 45 ve 50.
özdeşliği olarak açıyor ve bu orduda her erin kendi
safını bırakıp "düşman" orduya geçme imkanı oldu­ İlhan Selçuk, Kemal Paşa yerine Faruk Paşa'nın ko­
ğunu vurguluyor. "The identity he (Hegel, y.k) has mutan olması için cesaretle yazı yazarken, başkala­
established between civil society and the state is the rının da, Faruk Gürler lehine hareket ettiğini bilmi­
identity of two hostile armies in which eveıy soldi­ yor. Celil Gürkan anılarında yazıyor; iktidardaki hü­
er has the 'opportunity' to 'desert' and join the 'hos­ kümetin polislikten gelme Milli Savunma Bakanı
tile' army. And it İs perfectly true, that in so doing Ahmet Topaloğlu da, İlhan Selçuk türünden. Gürler
Hegel has furnished us with an accurate descripti­ için çalışıyor.
on of the present empirical sİtuation. " K. Marx, "Bilmem biliyor musun, Faruk'u Kara Kuvvetleri
Early Writings, London, 1977, s. 101 ve 112. Komutanlığı'na ben getirdim. Evet, şaşacaksın ama
4
ben getirdim. Aslında Sunay Paşa, (o sırada cum­
Ordu Valisi Reşat Akkaya, valilik görevini sürdürür­
hurbaşkanı, y.k) Orgeneral Kemal Atalay Paşa'yı
ken, resmi isteklerini, el yazısı ile MHP Genel Mer­
Kara Kuvvetleri Komutanı yapmak istiyordu. Ben
kezi'ne gönderiyor. Devlet valisinin, MHP'den is­
uygun görmedim. Sayın Başbakanla o sırada Süley­
tekleri şunlar: "1.İstenen kadro talep ve takviyeleri­
man Demirel, y.k) İstanbul'da görüştüm. Durumu
nin yapılması, 2. Araç, gereç, silah ve mühimmat
anlattım. O da benim görüşüme yattı."
bakımından takviye, 3. Fatsa, Aybastı ve Gölköy'le
ilgili özel tedbir taleplerinin yerine getirilmesi, 4. İs­ Celil Paşa, bu sözlere içerliyor ve özellikle Topaloğ­
tihbarat grubu ile ilgili talebimiz, S. MiT Bölge Mü­ lu'nun "Faruk'u ben getirdim" demesine alınıyor.
dürlüğü ile ilgili talebimiz, 6. Jandarma komando­ Faruk Paşa'nın bunu yalanlayacağını biliyor ve an­
sunun da bölük seviyesine çıkarılması." Sağcı mili­ latarak soruyor. "Bakan haklı Celil ... İşin doğrusu
tan M. Pehlivanoğlu, asılmaktan kurtulmak için da bu ... Eğer iş Cumhurbaşkanına kalsa idi Kemal
yaptığı ancak ölümden dönmesine yeterli olamayan Paşa'yı getirecekti buraya. Anıa Başbakan ve Bakan
itiraflarında şunları da söylüyor: "Biz bu polislerle ağırlıklarını koyunca İster istemez boyun eğdi." Fa­
mahallede komünist olarak tanıdığımız şahısların ruk Paşa, Celil Paşa'ya bunları söylüyor. Celil Gür­
evlerini aramaya giderdik. Bu polisler yaptığımız kan, 12 Mart'a Beş Kala, İstanbul, 1986, s. 102 ve
aramalarda ele geçirilen silahları bize verirlerdi. Si­ 104·
lah yasak olup, silahın sahibi suçlu duruma düştü­ O sırada Hava Kuvvetleri Komutanı olan Muhsin
ğünden hiç sesini çıkarmazdı." Albay Nurettin Soy Paşa ise ne bunları ve ne de ilerde Celil Paşa'nın ya­
er ve diğerleri, MHP'iye Ülkücü Kuruluşlar, iddia­ zacaklarım biliyor. Bilmezliğini yazıyor. "Ağustos
name, Ankara, 1981, s. 244-245 ve 593. 1970 tarihinde komuta katında yeni bir değişiklik

673
Yalçın Küçük

yapıldı. Cumhurbaşkanı, Hükümet ve Genel Kur­ rından sonra tamamen silinmişlerdir." Nurullah
may Başkanı'nı aralarında neler cereyan etti, ben Tevfik Ağansoy, itiraf-Araştırma, Metris-19S6, s.
bilmiyorum, söylentilere dayanarak da bir şey yaza­ 184.
mam."
" MHP ve Ülkücü Kuruluşlar, iddianame, Ankara Sı­
"Kara Kuvvetleri Komutanlığı için iki aday vardı. . kı Yönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı, Ankara,
Birinci Ordu Komutanı Org. Kemal Atalay ve 2 nci 1981, S.128-129.
Ordu Komutanı Org. Faruk Gürler. Sonunda Org.
Gürler Komutanlığa getirildi; dış göreve atanmak " Nurullah Tevfik Ağansoy, itiraf-Araştırma, Metris,
istenen Org. Atalay ise bu öneriyi kabul etmeyerek 1986, s. 20
emekliliğini istedi." Muhsin Batur, Anılar ve Görüş­ " İbid., S. 21
ler, İstanbul, 1985, S. 186-187.
., MHP ve Ülkücü Kuruluşlar, iddianame, op. cit., s.
Burada eklemem gerekiyor; Türkiye bilimsel olarak
603
incelenebilir.
Ağırlık bir fizik kavramdır. Eskiden Ankara ve An­ .6 Bu kamplann kapatıldığı konusundaki kanı yaygın­
kara'ya yakın Konya'daki İkinci Ordu Komutanlığı dır; gerçek değiL. Tevfik Ağansoy, "Komando Kamp­
önemliydi; Kara Kuvvetleri komutanlan ikinci or­ lan" konusunda da bilgiler veriyor: "Bu kamplardan
dudan geliyordu. Sanayiin, iş dünyasının ve işçi küt­ Bursa ve İstanbul'da 1974 ve 1976 yıllannda kuru­
lesinin ağırlık kazanması. Birinci Ordu Komutanlı­ lan ikisine katıldım. Belli bir kamp programı çerçe­
ğinı önemli hale getirdi. İstanbul'da, Selimiye ve vesinde, askeri disiplinle yetiştirilme, dava şuuruna
Harbiye'deki Birinci Ordu Karargiililan, iş ve işçi erdirme, miting dağıtma, düzenleme, yürüyüş, kül­
çevresini, en azından sık sık ilan edilen sıkıyönetim tür fizik, yakın döğüş fikir eğitimleri V.s. çalışmala­
nedenleriyle yakından tanımak durumunda kalıyor. nndan oluşan bu kamplar fikren ve bedenen tecrü­
İş ve işçi çevreleri de komutanlan tanıyorlar. beli eğitimciler tarafından yönetilir. Her semtten,
izci ocaklannın kurulu olduğu okullann çoğunlu­
Yakın zamanda, Orgeneraller, Nurettin Ersin, Nec­
ğundan 'izci kampı' adı altında gençlerin bu kamp­
det Üruğ, Haydar Saltık, Necdet Öztorun, şimdiki
lara götürüldüğü de çok olmuştur» . N. Tevfik Ağan­
adaylar Necip Torumtay ve Recep Ergun hep, Birin­
soy, itiraf-Araştırma, op. dt" s. 112.
ci Ordu Komutanlığı yaptılar. KKK ile Birinci Ordu
Komutanlığı arasında bir sıra ilişkisi var. " Zaman içinde İslamik baskının MHP üzerindeki et­
İlhan Selçuk'un fıkrası, bu bilimsel sıra ilişkisini kisini "komando kampı" günlük programındaki de­
bozmaya katkıda bulunuyor. ğişiklikle de görmek mümkün oluyor. 1970 yılında
6
açılan komando kampının yazılı programına göre,
Hikmet Çetinkaya, Sancılı Yıllar, 1965-1971, İstan­
uyanma, saat altıdan üç buçuğa alınıyor; saat
bul, 1986, s. 31.
03.50-04.15 arasında sabah namazına yetişrnek ge­
Celil Gürkan, 12 Mart'a Beş Kala, İstanbul, 1986, s. rekiyor. Öğle namazının saati ayrı ve namazdan
171 sonra yemek ve yemekten sonra da "dini konularda
sohbet" başlıyor. Judo, karate, güreş çalışmalann­
Hikmet Çetinkaya, op. cit., s. 69.
dan sonra bir saat dinlenme var; sonra "dini konu­
George S. Harris, Troubled AlJiance, Washington larda sohbet" yeniden başlıyor. Bir saat kadar "mi­
D.C., 1976, s. 139. ting dağıtma ve düzenleme usulleri" üzerinde ders
gördükten sonra "akşam namazı" için duruş zamanı
.0 Harun Karadeniz, OlayJı Yıllar ve Gençlik, İstanbul,
geliyor. Biraz yürüyorlar ve "yatsı namazı" kılıyor­
1975, s. 196.
lar. Uyuyorlar. MHP ve Ülkücü Kuruluşlar iddia­
" Eşitsiz gelişme yasası, şiddet ile birlikte bulaşıklığı namesi, op. cit.,s. 608-609.
da getiriyor: Kendi ırkının üstünlüğünü reddeden 12 Eylül'den hemen önce gelen, Korner türünden
ırkçılar yalnızca Türkiye'de yaşıyor. MHP'nin kap­ CIA bağlantılı Amerikan Büyükelçisi Spain, 12 Ey­
samlı itirafçısı Nurullah Tevfik Ağansoy, Metris Ce­ lül'den hemen sonra gittiği Washington'da yazdığı
zaevi'nde yazdığı, "itiraf-Araştırma" adını verdiği anılannda Albay Türkeş'i de anlatmadan edemiyor.
itiraflannda şunlan yazıyor. "Şarnan görüş yanlıla­ "Gerçekten, genel olarak, bize sıkıntı yaratacak öl­
n, İslamiyet'in Türk şuurunu yok ettiği ve millet çüde, pro-american, 'Amerikan taraftan' biliniyor­
üzerinde uyuşturucu etki yaptığını savunarak Türk­ du."
çülük-Turancılık ve Soyculuk ilkelerini kabul" edi­
"Türkiye politikasında 'eli kırbaçlı', man on horse­
yorlar ve "şarnan dinine dönülmesini" savunuyor­
back rolüne hevesli bu kimse, Türkiye'de tanıdığım
lar, "Türk ırkının üstünlüğünü esas kabul eden fikri
bir sürü profesör eskisi politikacılara, şaşırtıcı ölçü­
yapıya bağlı kalıyorlar. Şamanistlerin "marksist
de, çok benziyordu."
Türkçü lakabıyla anılmalan, Ülkücü kuruluşlann
içerisinde bannmaya devam etmeleri, partinin bü­ "Türkiye'nin Birleşik Devletler ile yakın bağlanna
tün imkanlanndan yararlanmalan sebepleriyle ilk verdiği önemi vurguladı."
olarak İstanbul Şişli MHP ilçesi Şişli BÜD'den silah "Örnek verdi. Birleşik Devletler'in kendi özgür top­
zoruyla atılmışlar; çatışmalar çıktıktan sonra başta lumunda komünistlere, hoşgörü gösterebileceğini
liderleri Ahmet Turhan Coşkun, Adem Güler, İlhan ve göstermesi gerektiğini söyledi. Eğer Türkiye Batı
ve Mehmet isimli kişiler elimizde bulunan Edirne­ Yanküresi'nde olsaydı, Türkiye de aynını yapabilir­
kapı Yurdu'nun müzik odasına götürülerek sabaha di. Fakat Sovyetler Birliği'ne komşu olunca, Türki­
kadar dövülüp tamamen tecrit edilmeleri sağlan­ ye'nin, kendi komünistlerini, olabildiğince tam ve
mıştır." Şamanizmi savunan kişiler 1975-1978 yılla- şiddetle ezmekten başka tercihi yoktu." J.W. Spain,

674
Türkiye Üzerine Tezler III

American Diplomacy in Turkey, Praeger, 1984, s. hangi kesimi, neye, niçin karşıdır?"
9-10. "Yoksul köylü, topraksız köylü, bizatihi kendisi top­
'o Nurullah Tevfik Ağansoy, itiraf-Araştırma, Metris, rak işgalleri yapmakta ve öğrenci boykot ve işgalle­
1986, s. 25-25/111. rinin temelindeki gerçeği anlamaktadır." Mahir Ça­
Ağansoy'un Metris'te yazdığı ve tutanaklara geçiri­ yan, Toplu Yazılar, Ankara, 1978, s. 7.
len ifadesini, hiç değiştirmeden aktanyorum. Son Mahir, gözünü köylü hareketlerine dikmiş; Harun,
derece öğretici buluyorum. Ağansoy, "resmi", "dev­ işçi cephesindeki gelişmeler konusunda bilgi bırakı­
let için" tiiründen vurgulamak istediği ifadeleri bü­ yor.
yük harf yazıyor. Küçük harfe çevirdim. "Biz üniversite işgali, reform ve eğitimde devrim ça­
" Oğuzhan Müftüoğlu, Sorgu, Dev-Yol Ana Davası, lışmalarıyla uğraşırken, öğrenci birliğine bir sendi­
Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkeme­ kacı geldi ve benimle tek görüşmek istediğini söyle­
si, tutanak 82/50, s. 91-92. Yalnızca başlığı ben koy­ di. Ve fısıltıyla konuşmaya başladı."
dum. "Uzun süredir Derby'de grev halindeyiz, grey hiç et­
kili olmuyor. Biz fabrikayı işgal edeceğiz. Bu iş yarın
" "1965'e kadar daha çok ilerici-gerici gençlik biçi­
sabah yapılacak. Bize yardım eder misiniz?"
mindeki aynm, 1965'ten sonra yavaş yavaş solcu­
gerici ve giderek sağcı-soleu biçimini alıyordu. "1968'in Temmuz ayında Derby işgal edildi. Biz öğ­

Gençliğin sola kayması egemen güçleri rahatsız et­ renciler olarak, kalkıp gittik ve yapılan eylemin hak­
lı olduğunu ve bütiin öğrencilerce desteklendiğini
meye başlamıştı. Daha önceleri CHP'ye yakın bir
çizgi izleyen ilerici gençler, 1965'ten sonra artık ya­ belirten konuşmalar yaptık."

vaş yavaş TİP'e paralel bir çizgi içine giriyorlardı." "Türkiye işçi sınıfı artık yeni bir düzeyde eyleme
Harun Karadeniz, Olaylı Yıllar ve Gençlik, İstanbul, başlamışh ve bu işgal daha sonra Demir-Döküm,
1975, s. 76. Hisar Çelik gibi fabrikalarda" sürdü.
"Demir-Döküm işgalinde ise çatışma emniyet kuv­
'3 1970 yıllannın sol gündeminde, 1960 yıllannda, or­
vetleri ile işçi aileleri arasında" geçti. Harun Kara­
taya çıkanlan bu iki kurumun yıkılması önemli bir
deniz, Olaylı YıJlar ve Gençlik, İstanbul, 1975, S.
yer tutuyor. "İhtilal, evladını yiyor" sözü tersinden
136-137·
işliyor: çocuklan, bu iki kurumu, temizliyorlar. Geç­
mişin ağırlığından kurtulmak istiyorlar; olabilir. 3' Harun Karadeniz, op. cit., s. 141.
Türkiye'de ne yazık, her on yıl bir taze başlangıç
33 Yapılır, biliyorum. Harun'dan on yıl kadar önce öğ­
oluyor. 1980'li yıllann başlarında, ilk yansında, ye­
renci liderliği, benim üzerime de, düşmüştü. Eisen­
ni bir on yıla ve belki de bu kez yeni bir bir-buçuk on
hower, Birleşik Devletler Başkanlığı'ndan aynlıyor
yıla başlarken, daha da "taze" olmak gereğini duyu­
ve Türkiye'de bir nezaket ziyareti yapıyordu. Bilmi­
yorlar.
yordum; uçağı Türk havalanna girmeden çok önce,
24 FKF-Dev-Genç, iddianame, Ankara Sıkıyönetim Siyasal Bilgiler Fakültesi yurduna gelen birinci şube
Komutanlığı Askeri Savcılığı, Ankara, 1971, s. 45 görevlileri, beni uyandırdılar. Çankın Caddesi'nde
köhne Birinci Şube'ye götiirdüler. Eisenhower'in
,. Harun Karadeniz, op. cit., s. 139
uçağı Türk havalanndan aynlıncaya kadar tuttular.
,6 FKF-Dev-Genç, iddianame, op. cit., s. 34 Ne ise, kısa sürdü. Özgürlüğüm ile Amerika'nın
Türkiye'deki varlığının tersliğini öğrendim.
" Seçme Teknik Çalışmalar'da yer alan bazı inceleme­
ler, bu tartışmaya, daha aynntılı bir biçimde değini­ 34 Hikmet Çetinkaya, op. cit., s. 59
yor. Y. Küçük, Seçme Teknik Çalışmalar, Ankara,
3s İbid., s. 60
1981
.. Ufuk Güldemir, Kanat Operasyonu. İstanbul, 1985,
,8 Thomas S. Kuhn, Stiucture of Scientific Revoiuti­ s· 37-8
ons, Chicago, 1962-1970, s. 93 ve 92.
37 İtirafçı Saban Taşçı, itiraf dilekçelerinde, İstan­
2' Haftalık Ant Dergisi'nin 25 Haziran 1968 tarihli sa­ bul'da Niğde Öğrenci Yurdu'ndan "örgütün mevcu­
yısı, kapakta, çok büyük, "Gençlik Reform Değil diyetini ve gücünü simgeleyen bir prestij merkezi"
Devrim İstiyor" grafiği ve yazısıyla çıkıyor. İçerde olarak söz ediyor. "Yurdun terkedilmesi yani kimse­
Maurice Duverger'in "Avrupa Gençliğinin Başkaldı­ nin kalmaz olması, sağ görüşlülerin eline geçmesi
nsı" başlıklı incelemesiyle, benim "Rüzgar Eken- ya da muhtelif başka sol gruplann hakimiyetine gir­
ler... " yazım aynı sayfada yer alıyor. "Rüzgar Eken- mesi, örgütiin prestijine darbe sayılacağı için yur­
ler... " incelemesini, hiç değiştirmeden ve özgün baş- dun elde tutulması, kaptınlmaması, örgütün mer­
lığıyla, metin-içi ek olarak yayınlıyorum. kezi düzeyde önem verdiği bir konuydu." "Ne var ki
30 Hikmet Çetinkaya, op. cit., s. 48. genelde terör boyutlarını artırdıkça yurtlardaki si­
lahlı faaliyetler yoğunlaştıkça yurtlarda bannma ca­
3' "Bu hareketler faşizmi getirir" sözü çok komik ve zibesini yitirmeye başlamıştı. Özellikle 1978-79 yıl­
ciddi olmaktan uzak bir sözdür. Kapitalizmin dikta­ lannda Niğde Yurdu'nda kalacak adam bulunamaz
sının hangi koşullar altında geleceğini bilmek için olmuştur. Yurtta beş-on kişi gibi çok az sayıda insan
değil bilimsel sosyalist teoriyi, birazcık sosyoloji bil­ kalıyordu. Yurt kendini finanse edemez hale düş­
mek bile yeterlidir." müştii. Bu yıllarda yurtta nöbet tutmak ve yurda ge­
"Halk demokratik öğrenci hareketlerine karşıdır ve len gidenin çok olduğu izlenimini çevreye vermek
bu hareketler AP iktidannın işine yanyor" iddiası amacıyla Niğde Yurdu'nun adında simgeleşen örgüt
da soyut, açık olmayan ve yanlış bir iddiadır. Halkın prestijini korumak için İstanbul'un diğer bölgele-

675
Yalçın Küçük

rindeki örgüt mensuplan nöbetleşe olarak grup va ve ütopyacı sosyalizmler ile bunlann bazı unsur­
grup gelip giderek nöbet tutuyorlard!." Şaban Taşçı, lannın kanşımından oluşan sosyalizmler olduğu
İtiraflarım, Birinci Ordu ve Sıkıyönetim Komutan­ için, her birisi belli bir reçeteye sahip olduğunu id­
lığı'na 12.8.1985 tarihli dilekçe, s. 8, dia eden ve gerçek işçi sınıfı hareketinin dışında du­
" ran bu sosyalistlerin tümünün, gerçek hareketi, bü­
FKF-Dev-Genç, İddianame, op. cit., s. 70.
tün biçimleri ile ve kuşkusuz birlikleri ve grevleriy­
,. Harun Karadeniz, op. cit., s. 162-63. le, kütleyi kurtuluşa götüren biricik yoldan, hakiki
inanç yolundan, saptıran yanlış yollar saydıklan
'o G.S. Harris, Troubled Alliance, op. cit., s. 143.
açıktı." Engels'in August Bebel'e, 15 Ekim 1875 ta­
,. Ant, 25 Haziran 1968, Sayt 78. Yazıda adı geçen üç rihli mektubu. K. Marx-F. Engels, Selected Corros­
doçent, daha sonra profesör oldular; Sencer Divitci­ pondence, s. 281.
oğlu, İdris Küçükömer ve hala üniversitedeki göre­
,. Turgan Arınır-Sım Öztürk, 15-16 Haziran 1976, İs­
vini sürdüren Gülten Kazgan. Bu yazıyı yazdığım
tanbul, s. 86.
zaman ODTÜ öğretim üyesiydim.
42 "AtonaJite-Klasik tonalitenin ve majör beşli düzen, 47 İbid.s, 85
(tam büyük akor) esasında kurulu armoni çerçeve­ ,8 15-16 Haziran günleri yüriiyen fabrikalann başlıca­
sinin büsbütün dışına çıkma iddiasını güden yazı lan şunlar: Aeg-Eti, Aksan, Arçelik, Auer, Aygaz,
tarzı." Bürosan, Çelik Endüstrisi, Çelik Halat, Chrysler, Ci­
"Atonal besteciliğin yenilikçi çığınnda modülasyon bali Tekel Kutu, Demirel Kollektif Şirketi, Derby
ve ton değişmelerinin sayısı öylesine yığın halinde­ Lastik, Devlet Malzeme Ofisi, Eas Akü, Elektro-Me­
dir ki, modallannı tam olarak tayine imkan kalma­ tal, Esas, Etemit, Gıslavet, Gazal, Grundig, Hay­
makta, neticede tonsuzluk ihsası uyanmaktadır. mak, Hoover, Koruma Tanm ilaçlan, Magirus, Ma­
Atonal: Eksensinsiz: atonaIiite: Eksensizlik." Mah­ kina Tanm, Mutlu Akü, Otosan, Philips, Profilo, Ra­
mut R. Gazimihal, Musiki Sözlüğü, İstanbul, 1951 bak, Singer, Simko, Simso, Sungurlar Kazan, Şakir
,s. 24. Zümre, Türk Demir Döküm, Türk-Kablo, Türkeli,
Uzel Traktör. Turgan Arınır ve Sım Öztürk, 15-16
" "Proudhon büyük başağnlan yaratıyordu. Ütopya­
Haziran, İstanbul, 1976, s. 89.
cılara yönelik göstermelik eleştirileri ve muhalefeti
(aslında bir Fourier'nin, bir Owen'ın ve diğerlerinin, ,. Bugünlerde ve bundan sonra 1978 sonrası günlerin­
ütopyalannda yeni bir dünyanın beklentisi ve düş de Türkiye'de zenginler çok büyük bir korku yaşadı­
yolu anlatımı var: Proudhon ise yalnızca bir küçük lar. 12 Mart ve bundan sonra 12 Eylül, bu korkuyu,
burjuva ütopyacısıdır.) önce öğrencileri, 'jeunesse zenginler için aşın güvene ve Türkiye solculuğunu
brilliante", daha sonra da özellikle lüks sanayilerde hiçe sayma duygusuna dönüştürdü.
çalışan, bilmemekle, birlikte, eski saçmalara kuv­ Türkiye'deki zenginlerin aşın güveni, hem ekonomi
vetle bağlı olan Paris işçilerini, kendine çekti ve iğ­ politik alanda ve hem de günlük yaşamlannda her
fal etti." 28 Aralık 1846, Marx'ın P.V. Annenkov'a türlü ölçüyü bir tarafa atarak hareket etmelerinden
mektubu. K. Marx-F. Engels, Selected Corrospon­ anlaşılıyor. Bir formülü bulduklan ve ebedi iktidan
dence, s. 172. yakaladıklan göriintüsünü veriyorlar. Bunun en
44 "Orduyu ihtilale davet etmek için bir ülkenin uçuru­ açık kanıtı, Türkiye'deki gayrimüslim zenginlerde
mun dibine gittiği kanaatinin yayılması yeterlidir. göriinüyor. 1940 ve 1950 yıllarındaki gösterişli tü­
Bu kanaate vanldığı zaman askerler gelip otururlar. ketimlerini 1960 yıllan ve 1970 döneminde dizgin­
Ondan sonra birtakım kadrolar, yeni politikalar or­ lemeye başlamışlardı ve şimdi gösteriş oburluğunda
taya koyar. Önemli olan da zaten askerin müdahale yanşıyorlar.
etmesi değil, ondan sonra ortaya konan politikalar­ Bakanlar Kunılu Başkanı Turgut Özal'ın eşinin bir
dır."; "Askeri müdahalelerin senaryosu dışarda ha­ sarayda düzenlediği eğlenceye katılanlara, Osmanlı
zırlanır. Ülke dışında. Ortam yaratılır, ortam yara­ giysilerini mecbur etmesini Sabah Gazetesi "Os­
tıldığı zaman Türk insanının davranışlan zaten bel­ manlı Böyle Battı!" ve skandallan haber veren Haf­
lidir, Şartlı refleksleri vardır."; "ABD veya İngilte­ ta Sonu Gazetesi de "Padişahlara Layık Bir Gece"
re'nin on bin tane anarşisti veya bazı subaylan ders­ başlıklanyla haber ediyor. Türkiye'nin zenginleri­
haneye sokup meram anlatmasını düşünmüyoruz, nin eşlerinin Osmanlı cariyeleri giysileriyle fotoğ­
herhalde."; "Bilmiyorum kime söylediklerini. Ama raflan var; özellikle gayrimüslimlere yakışınıyor.
herhalde çok az sayıda insandır, bunlar. Onlann, Bunu her türlü korkuyu yenmenin bir arkaik kanıtı
bazı gruplann iktisaden ilişkide bulunduklan birta­
sayıyorum. Sabah, 6 Ağustos 1986.; Hafta Sonu, 8
kım kimseler olması muhtemeL. Olaylann içinde
Ağustos 1986.
bunlann varlığını kabul etmek lazım."; "Olabilir.
İşadamlan ve mafyalar. Mafyalan esas itibariyle 50 Turgan Arınır-Sım Öztürk, 15-16 Haziran, S.91
gizli servislerin uzantısı kabul etmek lazım. Yirmin­
" Türkçe'de köprüler açıldığı zaman kapanıyor.
ci yüz yılın bu çağında gizli servislerden bağımsız
bir mafya yaşayamaz. 1930'lann Amerika'sı gibi. s2 Fatsa, İddianame, Erzincan Sıkıyönetim Komutan­
Sonra işadamlan bürokratlan etkiler. Rüşvet ve lığı Askeri Savcılığı, Ankara, 1982, s. 143
menfaat mekanizmalan çalışır. Sonunda bu işler
53 "Ekonomi kendi iç dinamiği ile gelişmekte, emper­
tezgahlanır." 'Eski MIT Ajanı Mahir Kaynak Askeri
yalizme bağımlı olarak onunla bütünleşmiş olmak­
Darbeleri Anlattı', Erkekçe, Eylül 1986, s. 24-22-24.
tadır. Bu metodun uygulanması ile, sömürülen ül­
" "Marx'tan önce yalnızca feodal, burjuva, peti-burju- kelerde, geçmiş dönemlere kıyasla, toplumsal üre-

676
Türkiye Üzerine Tezler III

tim ve nispi refah artmakta, bunun sonucu olarak 9 Ağustos 1976 tarihinde Devrimci Gençlik Derneği
da, sınıflar arası çelişkiler görünürde yumuşamak­ Federasyonu'nu, TDGF'nu, kurmuştur."; "Kuruluşu
ta, halk kitlelerinin düzene karşı tepkileri ve mem­ destekleyen örgütler ise THKP/C, THKO ve TİK­
nuniyetsizlikleri pasifize edilerek bu tepkiler ve KO'dur"; "Devrimci-Gençlik Derneği Federasyonu,
memnuniyetsiz!ikler ile oligarşi arasında 'sun'i den­ yaklaşık olarak 70 derneği çatısı altında toplamış­
ge' meydana gelmektedir." THKP/C Devrimci Yol, tır. " Devrimci Yol, İddianame, İstanbul Sıkıyöne­
İddianame, Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Aske­ tim Komutanlığı Askeri Savcılığı, İstanbul, 1981, s.
ri Savcılığı, Ankara, 1982, Birinci Cilt, s. 85. 51. TİKKO, TKP/M-L örgütüne bağlı, Türkiye İşçi
Köylü Kurtuluş Ordusu, demek oluyor.
s< TKP/M-L, İddianame, İstanbul Sıkıyönetim Komu­
tanlığı Askeri Savcılığı, III, Birinci Cilt. İstanbuL. 6, DİsK-DİSK'e Bağlı Sendikalar İddianame, İstan­
1983, s. 70. bul Sıkıyönetim Komutanlığı, İstanbul, s. 122.

'" TKP-B davasında sanık Sıtkı Seyhun Şirin, polis ifa­ 6, İbid., s. 123
desinde, "1973 yılına kadar herhangi bir siyasi görü­
6J Fatsa İlçesi Yasa Dışı THKP/C Devrimci Yol Dava­
şe sahip olmadığını, bu tarilılerde okumakta olduğu
sı, İddianame, Üçüncü Ordu ve Erzincan Sıkıyöne­
ODTÜ'nde diğer öğrencilerin gittiği ve Tsİp tarafın­
tim Komutanlığı Askeri Savcılığı. Ankara. 1983. s.
dan açılmış olan Ankara Demokratik Yüksek Öğre­
209-210.
nim Derneği adlı derneğe gidip gelmeye başladığını
ve bu derneklerde verilen eğitim çalışmalarına katı­ İddianame'den olduğu gibi aldım. Adını koydum. 12
larak devrimci bir yapıya sahip olduğunu, demekte Eylül öncesinde polis öldürdükleri iddiası ile tutuk­
Mehmet Ali Yılmaz, Taner Akçanı, Melilı Pekdemir, lananlar arasında, bir keşif sırasında kaçarken öldü­
Mustafa Kaçaroğlu gibi şahısların seminerler ver­ rülme vakalarına çok rastlıyorum. Neden kaçıyor­
diklerini ve TSİP'in görüşlerini Aykut Başaran, Ha­ Iar, nasıl kaçıyorlar ve öldürülmeden yakalanmalan
san Sinemilioğlu, Ethem Kiper isimli şahısların sa­ niçin mümkün olamıyor; sorular, ortada duruyor.
vunduklarını" söylüyor. TKP-B, Gerekçeli Hüküm.
.. MHP ve Ülkücü Kuruluşlar, İddianame, op. cit, .. s.
Ankara, 1984, s. 22. "Kadro ve taban oluşturmak 286.
maksadıyla gençlik içinde çalışmalara hız ve önem
verilerek daha sonra kurulacak Dev-Yol örgütünün 65 MHP Genel Merkezi'nde elde edilen "Eğitim Sekre­
çekirdeğini oluşturan Oğuzhan Müftüoğlu, Nasuh terliğinin Talepleri" belgesinden on ikinci ve on
Mitap, Ali Alfatlı ile birlikte Ankara Devrimci (de­ üçüncü emirleri de aktarmam gerekiyor. "12. Jan­
mokratik?, y.k.) Yüksek Öğrenim Derneği, ADYÖD, darma Karakolu'nun duvanna yahut, yakınına 'fa­
içinde çalışmalar sonucu, bu dernek yönetimini ele şist ordudan hesap sorulacak-THKP-C. Hükümet
geçirip başkanlığa bilahare Dev-Yol tarafında yer Konağı'na yakın bir yere veya duvanna 'MiTten he­
alan Ali Alfatlı'yı getirmişlerdir, önce kişisel gibi gö­ sap sorulacak-THKP-C, 'Kızıldere'nin intikamını al­
riinen, giderek Mustafa Kaçaroğlu ve arkadaşlarının dık-THKP-C sloganları yazılarak emniyet kuvvetle­
Mahir çayan'ın görüşlerini... (burada eleştiri konu­ rinin bizimle uğraşmasını engelleme yoluna gidil­
lan sayılıyor, y.k.) eleştirmesi nedeniyle ideolojik meli (bunu da tek veya görevli kişi dışında kimsenin
farklılık belirgin hale gelmiştir. Oğuzhan ve arka­ bilmemesi gerekir), bundan başka aynı şekilde böl­
daşlarının Devrimci Gençlik Dergisi'ni çıkarmasına gedeki sağ zihniyetli askeri komutanların ismi yazı­
karşılık Mustafa Kaçaroğlu ve arkadaşlan 'Yol Ayn­ larak hesap sorulacağı, TKP-ML, TİKKO veya
mı' başlıklı yazıyı tekside çoğaltarak görüşlerini ana THKP-C imzalan atılarak yazı yazılmalı ve yukarıda
hatlarıyla açıklamışlardır." IHKP-C/Kurtuluş, İd­ adı geçen sloganlan bir dosya, teksir kağıdının 1/6
dianame, İstanbul Sooyönetim Komutanlığı Askeri ma, yani bir kağıdı altıya bölerek, el ile belli bir mik­
Savcılığı, İstanbul, 1982, s. 25-26. tar yazılarak (o bölgede hangi komünist hücre faali­
yet gösteriyorsa onun imzası atılarak, yani bir tek
.. "İlk Vatan Partisi, 29 Ekim 1954 günü kuruldu. Bu
hücrenin ismi yazılarak) duvarlara yazılan yazı ile
parti siyasi hayatta faaliyetini sürdürürken sonra 21
aynı günde adı geçen mahallere atılmalı, bu plan bir
Ocak 1975'de yeniden Vatan Partisi adı ile siyasi fa­
kez uygulanmalı ve zamanı, mekanı iyi değerlendi­
aliyete başladı." Vatan Partisi, İddianame, İstanbul
rilerek harekete geçmeli, yapılan hazırlıklar teşkila­
Sooyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı, İstanbul,
tın bulunduğu bölgenin dışında bir kişi tarafından
1984, s. 6.
yapılmalı ve aynı kişinin kullanacağı bir araba ile
57 TKP/M-L, İddianame, İstanbul Sıkıyönetim Komu­ dağıtılmalı, bütün bunlar tezgahlanırken hiçbir
tanlığı Askeri Savcılığı, III, Birinci Cilt. İstanbul, ipucu bırakılmamalı, hatta yazıda kullanılan kalem
1983, s. 70. ve diğer malzemeler bir suya atılmalıdır." 13.Fabri­
ka, banka ve lüks otel duvarlarına, camlarına komü­
ss Halkın Devrimci Öncüleri, İddianame, İstanbul Sı­
nist slogan, 'kahrolsun komprador, patron ağa dü­
kıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı, İstanbul,
zeni' yazmalı ve küçük kağıtlara el ile yazılarak o
1981, s. 18.
mahale atılmalı, bunda da yukardaki gizlilik esasla­
59 THKP/C-Devrimci Yol, İddianame, Ankara Sooyö­ nna dikkat edilmeli." MHP ve Ülkücü Kuruluşlar,
netim Komutanlığı Askeri Savcılığı, Birinci Cilt, An­ İddianame, Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Aske­
kara, 1982, s. 87. ri Savcılığı, Ankara, 1981, s. 621.

60 Devrimci Yol ile ilgili bir başka iddianamede şu bil­ .. İbid., s. 309
giler veriliyor: "THKP/C içerisinde bir grup 1975 yı­
., İbid. S. 590-591.
lı Kasım ayında 'Emperyalizm ve Oligarşiye Karşı
Devrimci Gençlik' dergisini çıkarmaya başlamış ve .. Nurullah Tevfik Ağansoy, İtiraf-Araştırma, op.

677
Yalçın Küçük

cit., s. 37- 35 MHP ve Ülkücü Kuruluşlar, İddiana­ lı yüzlü Latif Can ile birlikte yedi genç TİP'linin,
me. op. cit., s. 634. Bahçelievler'de evlerinde, MHP'liler tarafından
hunharca katledilmeleri, 1978 yılı sonbahannda
69 Pehlivanoğlu, birinci itirafının kendisini ölümden
ikinci büyük katliam oluyor: bununla, bugün bakıl­
kurtarmadığını anlayarak yaphğı ikinci itirafında,
dığında, Maraş Katliamı'na yaklaşıldığının anlahl­
Abdullah çatlı'nın, kendisine TÜŞKO'nun Türkiye
mak istendiği anlaşılıyor ...
Ülkücü Şeriatçı Komando Ordıısu'nun, Türkiye dü­
zeyinde kurulu olduğunu ve Ankara sorumlusunun ,. Kahramanmaraş'ta 19-25 Aralık 1978 tarihleri Ara­
ise Mustafa Pehlivanoğlu ile birlikte Mamak'tan ka­ sında Meydana Gelen Olaylann Sanıklan Hakkın­
çan ancak Pehlivanoğlu türünden yakalanmayan daki Gerekçeli Hüküm, Adana, 1980, s. 334.
isa Armağan olduğunu söylediğini belirtiyor. MHP
ve Ülkücü Kuruluşlar iddianame, op. cit., s. 595. 79 ibid., s.140

'0 MHP ve Ülkücü Kuruluşlar, iddianame, op. cit., s. 80 İbid., s. 143


634 •• İbid., s.296

,. YÖK sistemi ile birlikte ı402 sayılı sıkıyönetim ya­ .2 Cumhuriyet, 25 Aralık 1978.
sası çerçevesinde üniversite görevleri sona erdirilen
., Cumhuriyet, 26 Aralık 1978.
öğretim üyeleri listesinin dışında tutulan ve YÖK
döneminde Erzurum'dan Gazi Üniversitesi'ne akta­ ... Cumhuriyet, 27 Aralık 978.
nlan Profesör Orhan Türkdoğan, 14-4.1979 tarihli
'5 ibid., s. 296
mektubunda Albay Türkeş'e şunlan yazıyor. "Sola
sistemli bir şekilde yüklenmemiz hepimizin cephe­ 86 ibid., s. 190
den taarruza geçmesiyle mümkün olacaktır. Sanıyo­
., Yüzbaşı Timur Şen'in ifadesinden bir bölümü daha
rum, bir çok arkadaşlar tehdit edilme ve ölüm endi­
buraya almakta yarar görüyorum. "Saat 09.00 civa­
şesiyle sinmiş durumdalar. Komünizm gelirse zaten
nnda Uzunoluk Caddesi'nden yukanya, tertibat al­
ölecekler, binaenaleyh korkunun ecele faydası yok­
mr. Bunlan yattıklan kış uykusundan uyandırarak dığı yere doğru ellerinde kalın sopalar ve taşlar olan
cepheye sevk etmenin zamanıdır. Bu da ancak sizle­ 'Kahrolsun Komünistler, Şehitlerimizin Kanını Yer­
rin sert bir yazısıyla hepimize görev vermenizle de Bırakmayacağız, Hesap Soracağız' diye bağıran,
mümkün olabilecektir." yol üzerindeki işyerlerini tahrip ederek ilerleyen
15.000 kişi civannda bir topluluğun gelmekte oldu­
72 İbid., s. 615 ğunu, Uğrak Pastahanesi'nin köşesinde 15 askeri,
7.l Cumhuriyet, 20 Kasım 1978. bir takım komutanı ve kendisinin beklemekte ol­
duklannı, grubun hareketini devamlı olarak Tabur
74 "MHP yöneticileri, görev ve sorumluluğun Ordu'ya Komutanı'na rapor ettiğini, yolun ortasına bir ma­
devri isteği nedeniyle Savcılık'ta ifade verecek." kinalı tüfek yerleştirerek beklerneye başladığını,
Cumhuriyet, 21 Kasım 1978. "Milliyetçi Hareket grupla arasında 100 metre kalınca gruba doğru gi­
Partisi'nin 'yetki ve sorumluluğun askeri yönetime
derek daha fazla ilerlememelerini, bağırmamalan­
devredilmesini' isteyen Genel idare Kurulu bildirisi
nı, aksi halde ateş açacağını söylediğini, grubun bu
ile ilgili olarak Ankara Cumhuriyet Savcılığı'na çağ­
ihtar üzerine durduğunu, ellerindeki sopalan de­
nlan ... ifade verdiler." Cumhuriyet, 14 Aralık 1978.
vamlı salladıklannı, hepsi ile muhatap olamayaca­
Anayasa Hukuku'nun bir paradoksu var: Silahlı
ğını, liderleri kimse onun gelip konuşmasını söyle­
Kuvvetler Yönetimi isternek suç sayılıyor. Silahlı
yince, grubun önünde lider pozisyonundaki 3 kişi­
Kuvvetlerin Ivısarı ile yönetimi alması ise suç sayıl­
nin gayet küstahça ve ellerindeki sopalarla kendisi­
mıyor.
ne doğru ilerleyerek 'söyle biziz' dediklerini" anla­
75 "İtalya'nın siyasal liderlerinden Aldo Moro kaçını­ tan Yüzbaşı Şen, "emir aldığını, geçmeye çalıştıklan
dı: olayda 5 polis öldürüldü." "İstanbul'da dün ayn­ takdirde makinalı tüfekle ateş ettireceğini ve ne pa­
ca Birinci Şube Ekipler Amiri Uğur Gür, pusu kuran hasına olursa olsun buradan geçirtmeyeceğini söy­
saldırganiann yaylım ateşi ile yaralanmışhr." Cum­ lediğini" ekliyor. Aslında emir almıyor. Emir isti­
huriyet, 17 Mart 1978. yorlar.

,6 İtirafçı Şaban Taşcı'dan aktanyorum. "Bu yıl İçinde "Saat 09.00-09.30 sıralannda yine belediye hop ar­
16 Mart'ta İstanbul Üniversitesi önünde sol görüşlü löründen valiliğin sokağa çıkma yasağının ilan edil­
öğrencilerin okul çıkışında üzerlerine ateş edilmesi diğini", ifadesinde belirten Yüzbaşı Timur Şen,
ve bomba ahlmasıyla katliam meydana geldi. Bu "gruptan kopmalar olmasına rağmen 4 veya 5 bin
olay büyük infial uyandırdı."; "Kitleyle birlikte İs­ kişi civannda bir topluluğun hava kararana kadar
tanbul Üniversitesi Merkez Binası'na girdik, işgal sokakta kalmaya devam ettiğini" de söylüyor. Yüz­
eylemi bu şekilde başladı."; "Bu olay sempatizan öğ­ başı, kalabalığın aralanna çocuklan aldığını ve do­
renci kitlesini iki ayn şekilde etkilemişti. Bir bölü­ ğacak bir panikte çocuklann ezilebileceğini, kalaba­
mü bu katliamdan ötürü sağ-sol çahşmasından nef­ lığı uyardığını, bunun karşılığında "onlar davalan­
ret ederek soğumuş, diğer bir bölümü de kin ve in­ na inanan kişiler, bu yaşta davalanna hizmet edi­
tikam duygulannın körüklenmesiyle kurduklan ba­ yorlar" cevabını alıyor. Gerekçeli Hüküm'de yazı­
ğın sıkılaşmasına neden olmuştur." Şaban Taşçı, yor. Kahramanmaraş'ta 19-25 Aralık 1978 Tarihle­
itiraflarım, Birinci Ordu ve Sıkıyönetim Komutanl­ ri Arasında Meydana Gelen Olayların Sanıkları
tğı'na, 12.8.1985 Tarihli Dilekçe, s. 14. Hakkındaki Gerekçeli Hüküm, Adana, 1980, s. 172.
77 Hacettepe Üniversitesi'nde istatistik öğrencisi ışıltı- .. İbid., s. 173

678
Türkiye Üzerine Tezler III

·9 Kahramanmaraş'ta 15-19 Aralık, op. cit., s. 335-7. İbid., s. 290


Başlık dışında tümü, Gerekçeli Hüküm Kitabı'nda
1°3 İbid., S. 294
yer alıyor.
104
İbid., s. 294
90 İbid., s. 180
>05 Türkiye Komünist Emek Partisi, İddianame, İstan­
9' İbid., s. 189.
bul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı, İstan­
9' Kahramanmaraş Olayları İle İlgili Gerekçe1i Hü- bul, 1981, s. 10.
küm, op. cit., s. 337. 'o. Kahramanmaraş'ta 19-25 Aralık 1978 Tarihleri Ara­
93 İbid., s. 175 sında Meydana Gelen Olayların Sanıkları Hakkın­
daki Gerekçeli Hüküm, Adana, 1989, s. 252.
94 İibid., s. 177
>07 Ali Alfatlı'nın Sorgusu Devrimci Yol Ana Davası
95 İibid., s. 192 Tutanakları. 82/50, s. 143.
" İibid., s. 194 >O. Kahramanmaraş Olayları Gerekçeli Hüküm, op.
97 Devrimci Yol Davası sanıklarından Mehmet Ali Yıl­ cit., s. 211-212.
maz'ın işkence günlerinden aktarıyorum. "İşkence­ '09 Ali Başpınar, Sorgu, Devrimci Yol Ana Davası Tu­
cilerin özel olarak MHP'li polislerden seçilmiş 01- tanakları, 82/50, s. 172.
duklan konuşmalarından ve davranışlarından anla­
"0 Kahramanmaraş Olayları Gerekçeli Hüküm., op.
şılıyordu. Hatta bazı insanlara MHp'nin sloganları
zorla söylettiriliyordu." "Açıkça Türkeş'i ve MHP'yİ cit., s. 204.
savunuyorlardı, faşistleri temize çıkarmak için var '" Melih Pekdemir, Sorgu, Devrimci Yol Ana Davası
güçleri ile çalışıyorlardı." "Maraş Olayları ile Tutanakları 82/50, s. 202-203.
MHP'lilerin ilişkisi olmadığını, bu olayı devrimcile­
Kahramanmaraş Olayları Gerekçeli Hüküm. op.
rin yaptığını ileri sürüyor, zamanın hükümetini suç­
cit., s. 112-313.
luyorlardı." Mehmet Ali Yılmaz Sorgu, Devrimci
Yol Anadavası Tutanakları, 82/50, s, 293. "3 Mehmet Ali Yılmaz, Sorgu, Devrimci Yol Ana Dava­
sı Tutanakları 82/50. s.289-91
,. İbid., s. 300
Dursun Karataş, Sorgumdur, Devrimci Sol Ana
99 Süleyıııan Demirel'in uzun başkanlığı süresince Si­
Davası, 19.8.1982, s. 5-6.
lahlı Kuvvetler hiyerarşisini, açık bir biçimde, yal­
nızca İrfan Özaydınlı durumunda ve İrfan Paşa'nın "5 Nilüfer Küçüktay, Savunmasıdır, MLSPB Davası,
aleyhine bozdu. Tek orgeneral iken Hava Kuvvetleri İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Üç Numaralı
Komutanlığı'na bir korgeneral getirdi. Demirel'in, Askeri Mahkemesi, 11.5.1984, s. 2.
Silahlı Kuvvetler içinden destek almadan buna ce­ ". THKP-C/Kurtuluş, İddianame, İstanbul Sıkıyöne­
saret edemeyeceğini sanıyorum. 12 Eylül, Ecevit'i tim Komutanlığı Askeri Savcılığı, İstanbuL. 1982". s.
evinden toplamak için, emekli Orgeneral Özaydın­ 29
lı'yı görevlendirdi. Bunları sorular olarak ortaya ko­
yuyorum. ." "Temelde Mahir çayan'ın görüşlerine karşı olma­
makla birlikte kesintisizdeki görüşleri bazı nokta­
Devrimci Sol İddianamesi'nden aktarıyorum. larda eleştirmesi nedeniyle kendisi gibi THKP-C kö­
"7.9.1978 günü saat 16.00 sıralarında Karagümrük kenli veya kendisini bu örgütün uzantısı olarak ka­
Fevzipaşa Caddesi 249 sayılı yerde bulunan Hakan bul eden diğer bazı örgütler tarafından çayanizmin
Sinernası'na gelen Dev-Sol örgütü militanları sanık­ resmi inkarcısı ve bazı örgütlerce de TKP 'ye yolcu
lar ... müessese müdürü Hakkı Oruç'un odasına gi­ kaldıran istasyon olarak nitelendirilmiştir". THKP­
rerek silahlarını çekmek sureti ile 'hiçbir hareket C/Kurtuluş, İddianame, İstanbul Sıkıyönetim Ko­
yapma, faşizme yönelik filmi oynattığınız için arka­ mutanlığı Askeri Savcılığı, İstanbul, 1982, s. 26,
daşlarımız filmi yakacaklar' diyerek adı geçeni etki­
siz hale getirdiği ve diğer sanıkların sinema içerisin­ ". Akın Dirik, Sorgu, Devrimci Yol Ana Davası Tuta­
deki personeli de aynı şekilde tehdit ettikleri ve bi­ nakları, 82/50. s. 183
lahare makina dairesine girerek 'Güneş Ne Zaman "9 "1975 yılında kendisine THKP/C diyen bir hareket,
Doğacak' filminin ikinci yarısına başlama hazırlığı ben bilmiyorum ve de yoktıır; böyle bir parti ve böy­
yapan makinist Hakkı Kahraman'a silahlarını tev­ le bir cephe yoktıır." Akın Dirik, Sorgu, Devrimci
cih edip kendisinden faşizme yönelik olduğunu ifa­ Yol Ana Davası Tututanakları, 82/50, s. 190. "12
de ettikleri filmi istedikleri ve makinistin filmi ver­ Mart döneminden sonraki dönemde de bir daha
mesini müteakip üzerine gaz dökerek yaktıkları ve THKP/C diye bir örgütlenme oluşmamış ortaya çık­
tekmil sanıkların suça asli fail olarak iştirak ettikle­ mamıştır. Nasuh Mitap, Sorgu, Devrimci Yol Ana
ri" anlaşılıyor. THKP/C-Devrimci Sol, İddianame, Davası Tutanakları, 82/50, s. 112.
İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı,
Üçüncü Cilt. Ek 1, s. 335. Oğuzhan Müftüoğlu, Sorgu, Devrimci Yol Ana Da­
vası Tutanakları, 82/50, s. 103.
Devrimci Sol militanlarının İstanbul'da, Sovyetler
Birliği'nden kaçan iki Türk'ün yaşamını konu alan Mehmet Ali Yılmaz, Sorgu, Devrimci Yol Ana Da­
filmi yakmaları, Maraş Katliamı'ndan iki ay önce vası Tutanakları, 82/50, s. 318
oluyor.
'" Nasuh Mitap, Sorgu, Devrimci Yol Ana Davası Tu­
İbid., s. 353 tanakları, 82/50, s. 110

679
Yalçın Küçük

'" Dursun Karataş, Sorgumdur, Devrimci Sol Ana '4° MHP ve Ülkücü Kuruluşlar, İddianame, op. cit.. s.
Davası, 19.8.1982, S. 98. 257
.", "Bu yenilgi Deniz Gezmiş ve arkadaşlannın idamını .... Dursun Karataş, Sorgumdur, op. cit., s. 135
önleme amacıyla girişilen eylemin sonucunda orta­ 142
İbid.,
5.133.
ya çıkan Kızıldere Katliamı'nda devrimci hareketin
'43 Erdinç Yeşilbağ, Açıklamalanm, İstanbul Sıkıyö­
önder kadrolannın yok edilmesiyle noktalandı. 'Kı­
netim Komutanlığı İki Numaralı Askeri Mahkeme­
zıldere'nin Yıldönümünde Geçmiş Değerlendirme­
si, 11.1.1085, s. 14.
lere İlişkin Bazı Noktalar', Devrimcİ Yol Dergisi, 1
Mayıs 1978, Sayt: 17, s. 10-11. '44 Aynı tarihlerde aynı tür eylemlerin İzmir'de de ya­
pıldığı anlaşılıyor. İzmir'de Pınar Süt kamyonu zap­
'" Hukukçulann Mahkeme'ye sunulan bu yazılannda
tedilerek halka bedava peynir, süt, yoğurt dağıtılı­
Devrimci Yol Hareketi'ni ve önündeki sorunlan ir­
yor. Devrim Cİ Sol, İddianame, İzmir Sıkıyönetim
deleyen bir nitelik görüyorum. Bu bölüme ek olarak
Komutanlığı Askeri Savcılığı, İzmir, 1981, s. 14.
yayınlıyorum.
'45 THKP/C-Devrimci Yol, İddianame, op. cit., s. 254-
"o Melih Pekdemir, Sorgu, Devrimci Yol Ana Davası
Tutanakları,
82/50, s. 211. 255
146 Mehmet Ali Yılmaz, Sorgu, op. cit., s. 333.
''7 Nasuh Mitap, op. cit, s. 110
128 ..., Bu bölüme üçüncü ek olarak halk savaşı üzerine
İbid" s. 39
eleştirel bir inceleme sunuyorum.
". Murat Yetkin, THKP-C anlayışında "suni denge da­
ha çok ideolojik bir konumu anlatıyor" diyor. Top­
'4' Devrimci Yol Dergisi. 1 Ocak 1978, sayı 1, s. 12.
lumsal çözümlemelerde ideolojik yan hep var. İç sa­ '49 Herhangi bir anayasa hukukçusunun katılımı artı­
vaş koşullarında ideolojik öğenin var olan dengeyi ran komitelerden söz etmemesi mümkün değiL.
daha güçlü yapması da mümkün Profesör Mümtaz Soysal, 15 Temmuz 1980 tarihli
" 0 Mehmet Ali Yılmaz, op. cit., s. 306-307 Milliyet'te yazıyor.

" o
"Fatsa'da Türkiye'nin başka köşelerinde olmayan
.,. Oğuzhan Müftüoğlu, op. cit., s. 90
bir şey vardı. İlçede 11 halk komitesi kurulmuştu,
'3' "Devrimciler haıa partileşme sürecini yaşamakta CHP'nin de bir ara heveslenerek programa ve seçim
idiler." Melih Pekdemir, Sorgu, Devrimci Yol Ana bildirgesine koyduğu ama bir türlü gerçekleştireme­
Davası Tutanakları, 82/50, s. 214. "İktidarın ele ge­ diği bu komiteler, halkın oylanyla seçilmekte, her
çirilmesindeki siyasal mücadele ise ancak ve ancak, mahalledeki halk şikayetlerini bu komitelere yap­
devrimci bir partinin oluşturulması ile gündeme ge­ makta, komiteler sorunlan doğrudan çözmeye ça­
lebilecek bir olaydır." "12 Eylül öncesinde Türki­ lışmakta, çözemediklerini belediyeye aktarmaktay­
ye'de iç savaş, kanh bir savaş çıkarmak isteyenler dılar." Fatsa İlçesi Yasa Dışı THKP/C-Devrimci Yol
devrimciler değildi." Oğuzhan Müftüoğlu, Sorgu, Davası, İddianame, Erzincan SıJayönetim Komu­
Devrimci Sol Ana Davası Tutanaklan, 82/50, s. 92 tanlığı Askeri Savcılığı, Ankara, 1982, s. 128.
ve 95.
." Oğuzhan Müftüoğlu, Sorgu, op. cit., s. 111.
'33 Dursun Karataş, Sorgumdur. op. cit., s. n8
"" Fatsa, İddianame, Erzincan Sıkıyönetim Komu­
.,.. Hoover Institution, International Yearbook of tanlığı Askeri Savcılığı, Ankara, 1982, s. 150.
Communist Affairs, 1980, s. 216.
'OJ THKP/C-Devrimci Yol, İddianame, İzmir Sıkıyö­
'3' Dev Sol örgütü 1 Haziran 1978 tarihinde, İstan­ netim Komutanlığı Askeri Savcılığı, İzmir.
1983, s.
bUı'da silahlı olarak bir fabrikaya baskın yaparak 17·
güvenlik kuvvetleri İle silahlı çatışmaya girmişler ve
bütün devrimci kesime bu hareketleri ile öncü sava­ 154 Fatsa, İddianame, ap. cit., s. 127
şını başlattıklannı ilan etmişlerdir». Devrim Cİ Sol,
'55 Fikri Sönmez hapishanede öıüyor. Cenazesine, kuş­
İddianame, İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri kusuz, bir toprak aranıyor. Başkanlığında kapısın­
Savcılığı, İzmir, 1981, s. 8. dan ayrılmayan köylüleri, Terzi Fikri'nin cenazesi­
136 nin toprağa indirilmemesi için direnişe geçiyorlar.
Melih Pekdemir, Sorgu, ap. cit., s. 208.
Kaymakam'ın müdahalesiyle, Fikri'nin cenazesi
'37 "Egemen güçlerin dillerinden düşürmediği ana de­
toprağına kavuşuyor.
mogoji malzemesi Sovyetler Birliği düşmanlığıdır."
156
Dursun Karataş, Sorgumdur, Devrim Cİ Sol Ana İbid., s. 159.
Davast, 19.8.1982, s. 108.
>5, THKP/C-Devrimci Yol, İzmir Sıkıyönetim Komu­
•" "Sovyetler Birliği her geçen gün dünya çapında et­ tanlığı, op. cit., s. 17.
kinliğini artınrken, emperyalistler arası çıkar çeliş­
>5' Erdinç Yeşilbağ, Açıklamalanm, op. cit., s. 10.
kileri derinleşmektedir." "Sovyetler Afganistan'a
cüretli bir ÇıkıŞ yapmış ve ABD karşı koyamamış­ >5. Ramazan Işık, İtiraflanm, İstanbul Sıkıyönetim
tır." Dursun Karataş, Sorgumdur, ibid., s. 92 ve 50. Komutanlığı İki Nolu Askeri Mahkemesi,
24.5.1985. s. 11.
". THKP/C-Devrimcİ Sol, İddianame, İstanbul Sıkı­
.00
yönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı, Üçüncü Cilt, "Dev Sol örgütü üyesi olan yukanda adlan yazılı her
Ek-ı, İstanbul, 1982, s. 186. üç sanığın 1980 yılı Haziran ayı içerisinde tam tes-

680
Türkiye Üzerine Tezler III

bit edilemeyen bir günde mağdura ait yukanda ad­ n bu baskılardan ötürii kahramanlaştıran, onlan
resleri yazılı kundura dükkamna giderek kendileri­ öne çıkaracak bir ajitasyon, işçi sınıfının bilincini
nin Dev Sol örgütü mensubu olduklannı ve örgüt bulandınr. Bu nedenle onlara karşı uygulanan in­
adına geldiklerini söyleyip aynca silahlan varmışca­ sanlık dışı yöntemlere (idam, İşkence, insan avı .. )
sına hareketlerde bulunarak cezaevinde tutuklu karşı çıkmalı, ama tek tek kişiler kampanya konusu
olan aynı örgüt mensubu arkadaşları için 3 çift bez yapılmamalıdır." TKP, TKP/İşçinin Sesi, TKP/Dev­
ayakkabı aldıkları; her üç sanığın emniyet müdürlü­ rimci Kanal, İddianame, op. ctt., s. 87. "Kahraman­
ğündeki açık ikrarlan, 13.5.1981 günlü teşhis tuta­ laştırma" zorunluluğu karşısında bu denli Grup'çu
nağı ile anlaşılmıştır". THKP/C Devrimci Sol, İddi­ davranılmasına şaşınyorum. Ülke içinde dirençli
aname, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri insanlar alanında bu kadar cimri davranıldığında,
Savcılığı, İstanbul, 1982, Üçüncü Cilt, Ek-ı, s. 266. yurt dışından yaşlanmış "kahramanlar" veya "kah­
raman imajı" ithal etmek mecburiyeti doğuyor.
161 Akın Dirik, Sorgu, ap. cit., s. 182.
179 O. Müftüoğlu, A. Alfatlı, A. Başpınar. M. A. Dirik,
162 Melih Pekdemir, Sorgu, ap. cit., s. 205.
M. Pekdemir, M. A. Yılmaz. N. Mitap için hukukçu­
163 12 Eylül'de kurulan YÖK'e verilen yetkiyle, umma­ lar İbrahim Tezan, Zeki Tavşancıl, Şükrü Günel, Tu­
dığı bir zamanda, profesörlük unvanı kazanan or­ ran Tanver, Mehdi Bektaş, Ahmet Atak, Haif Çakır
kestra şefi Prof. Hikmet Şimşek, İstikl3J. Marşı'nın tarafından. Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Bir
bestesinin değiştirilmesini istiyor. Profesör orkestra Numaralı Askeri Mahkemesi'ne verilen bu dilekçe,
şefi Hikmet Şimşek'in gerekçesini aktanyorum. bir tabiiye isteminin yanında Devrimci Yol hareke­
"musal marş, bayrakla birlikte özgürlüğe kavuşmuş tini, karşılaştığı sorunlarla birlikte anlatmaya çalışı­
toplumlann iki kutsal sembolünden biridir. Bayrak yor. Önemli buluyorum. Hukukçulann izniyle ya­
nasıl ölçülere aykın, kirli, yırtık olamazsa, yerlerde yınlıyorum.
süriiklenemezse, ulusal marş da yanlış ve kötü söy­ 180 Narodnaya Volya, Rusça, Halkın İradesi anlamına
lenemez. musal onurla birlikte özel kanunumuz da
geliyor. Narodnik hareket oluyor.
buna karşıdır. Hatta hukuksal olarak suçtur. Bunun
18.
ilk koşulu ise, ulusal marşın geniş kitlelerce en azın­ Komün'ün başlangıcına işaret ediyor.
dan söylenebilir niteliğe sahip bulunmasıdır. Bizim
.8' v.i. Lenin, Collected Works, Dokuzuncu Cilt s. ıoo.
musal Marşımız ne yazık ki, bu ilk koşullardan yok­
sundur. Hatta geniş kitlelerce doğru söylenmemeye .8J Fidel Castro, Devrim için Savaşmayana Komünist
peşinen mahkUmdur". Erkekçe, Eylül 19B6, s. B. Denmez, İstanbul, 1970 s. 8.
164 THKP/C Devrimci Sol, İddianame, İstanbul Sıkı­ ..
• Che Guevara, Savaş Anılan, İstanbul, 1969, s. 60.
yönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı, Üçüncü Cilt, 185 İbid., s. 116.
Ek-ı. İstanbul, 1982, s. 343.
186 İbid., s. 203.
165 THKP/C-Devrimci Yol, İddianame, İstanbul Sıkı­
187 İbid., s. 236.
yönetim Komutanlığı, op. cit., s. 142.
166 MHP ve Ülkücü Kuruluşlar, İddianame, op. cit., s. ... Regis Debray, Che'nin Gerillası, İstanbul, 1975, s.
600 140.
189 "Biliyorduk ki, köylüler, varlığımızı kısa bir zaman­
1 67 İbid., S. 601.
da geniş çevreye yayacaklardı." "İşte bu üçüncü şa­
168 THKP/C-Devrimci Sol, İddianame, op. cit., s. 455. hıs, bizi polise ihbar etmişti. Nitekim, İlk konukse­
169 İbid., s. ver Kübalının evinden birkaç saat sonra, düşmanın
364.
baskınına uğradık." Che Guevera, Savaş Anılan,
,,0 THKP/C-Devrimci Yol, İddianame, op. cit., s. 156 İstanbul, 1969, s. 42 ve 44.
1'1 "Kod Ali" örgüt adını anlatıyor: emniyette çözüle­ 19° R. Debray, Che 'nin Gerillası, op. cit., s. 64.
mediği anlaşılıyor.
'9' TİKP, İddianame, Ankara Sıkıyönetim Komutanlı­
i" THKP/C-Devrimci Yol, İddianame, op. cit., s. 126- ğı, Ankara, 19X1, s. 11.

'9' TKP/ML, İddianame, İstanbul Sıkıyönetim Komu­
"3 THKP/C-Devrimci Sol, İddianame, op. cit., s. 369. tanlığı Askeri Savcılığı, III - Birinci Cilt, İstanbul,

'" Şaban Taşçı, İtiraflarım, İstanbul Sıkıyönetim Ko­ 1983, s. 67·


12.8.1985, Üçüncü Dosya, s. 29.
mutanlığı, 193 İbid., s. 68.
175 İbid., s. 130.
.... Bir başka iddianamede TİİKP'den TKP/ML hareke­
i,. Halkın Devrimci Öncüleri, İddianame, op. cit., s. tine geçtiği belirtilen Garbis Altınoğlu'nun suçlandı­
49· ğı eylemler arasında, "Elbistan merkezinde Sinan
Cemgil'i ihbar ettiğini sandığı bir şahsın evine ta­
177 TKP, TKP/İşçinin Sesi, TKP/Devrimci Kanat, İd­
banca ile ateş ettiği", "Elbistan İlçesi Kantarma Kö­
dianame, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri
yü muhtan Ali Gülbakır'ın burnunu kestirdiği",
Savcılığı, İstanbul, 1982, s. 85-89.
"Kepez Köyü katibi Mahmut Yuzüsüzel adlı şahsın
,,8 burnunu kestirdiği" de yer alıyor. TKP/ML Devrim­
TKP dokümanında yer alan şu değerlendirme karşı­
sında şaşırdığımı saklayamıyorum. "Karşı devrimci ci Halkın Birliği, İddianame, İstanbul Sıkıyönetim
öz taşıyan terörist eylemlere bulananlan, uğradıkla- Komutanlığı Askeri Savcılığı, İstanbul,1982, s. ıo.

681
Yalçın Küçük

'95 MLSP, Esas Hakkında Mütalaa, İstanbul Sıkıyö­ ma oluyor. "Polise sıktığım kurşunlar aslında kendi
netim Komutanlığı Askeri Savcılığı, İstanbul, çelişkilerime, toplumla olan uyumsuzluklarıma sı­
1984,. s. ı. kıyordum. Bu da geçici bir rahatlık yaratıyordu.
Ama kısa sürede yerini rahatsızlığa, yeni sıkıntı ve
'96 Mahir çayan, Toplu Yazılar, Ankara, 1978, s. 402. çelişkilere bırakıyordu. Ne aradığımı bulabiliyor, ne
'97 12 Eylül'den önce hapislik deneyimi ve daha da de çelişkilerimi çözebiliyordum." Şemsi Özkan. İti­
önemlisi, çok daha önce Prof. Dr. Ayhan Songar'a raflanm, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri
psikiyatrik tedavi olan Şamsi Özkan acaba polis Mahkemesi, 22.1.1982, s. 13 ve 14.
miydi; bu soru sorulmaya değer. Çünkü polisin
198 İbid., s. 7.
ajanlık için psikiyatrik sorunlan olanlan ve ilk kez
düştükleri cezaevinde bulmalan, yaygın bir uygula- 199 İbid., S. 1-2.

682

You might also like