You are on page 1of 9

BAŞLANGIÇTAN GÜNÜMÜZE TASAVVUFTA USÛL

MESELESİ
Prof. Dr. Süleyman Uludağ
İSAV tarafından 2005 yılında ikinci düzenlenen İslami İlimlerde Metodoloji/Usûl
Meselesi adıyla düzenlene ihtisas toplantılarında Prof. Dr. Süleyman Uludağ tarafından
sunulan ve Tasavvuf araştırmalarında metodoloji problemlerinin değerlendirildiği bu makale
meseleyi tanımlama ve diğer ilimlerle münasebetler ekeninde ele almaktadır. Mesele
hakkında sorun tespitlerinin yanı sıra çözüm önerileri de sunulmaktadır.

Yazar tebliğinin giriş kısmında usûl kavramı üzerinde durmaktadır. Asıl kelimesini
çoğulu olan usûl kelime olarak bir şeyin temeli, başka bir şeye muhtaç olmayan, bizatihi
hükmü sabit bulunan ve başka şeylerin üzerine bina edildiği şey gibi anlamlara gelmektedir.
Bunu yanı sıra yol, yöntem gibi anlamlara gelen usûl, herhangi bir ilimde hedeflenen noktaya
varmak için ortaya konulan planlı yol ve kurallara verilen isimdir. Dolayısıyla düşüncenin
gerçekliğini ortaya koyma amacı için izlenilen yol, yöntem ve amaçtır.

İslâmî ilimlerin tesis edilmesinde izlenilen metodoloji ile ilgili olarak mü’min olmak
için gerekli olan itikadî ve amelî meselelerin doğruluğunu başkalarına ispat etmek gayesiyle
izlenecek yol ve yöntemdir denilebilir. Yani İslâmî ilimler cihetiyle usûl; Kur’an, sünnet,
icmâ ve kıyastan ibaret olan şer’i delillerden yeni olayların hükmünü çıkartmanın yoludur.
Yeni konular ile ilgili hüküm çıkartma faaliyetlerinde bulunan fıkıh ehli nasslarda beyan
olunan üstü örtülü hükümleri açığa çıkartmak için uğraşırlar. Ancak bunu yaparken de her bir
müçtehit farklı bir usûl belirlemektedir. Dolayısıyla fıkıhçıların naslardan akıl yoluyla
çıkarttıkları bu hükümler bağlayıcı olarak görülmez.

Ayetlerde geçen ifadelerden akıl yoluyla hüküm koymaya çalışan fakihler bu yolla
ayetlerin zahirî manaları üzerinde hüküm ortaya koymaktadırlar. Ancak sufîler bu zahirî
hükümler ile değil nassların bâtınî manaları ile ilgilenmektedir. Kur’an’da hüküm beyan eden
235 ayetin olduğu, bazıların da bu sayıyı 500’e çıkarttığı görülmektedir. Zahirî olarak verilen
hükümlerin ilgi alanı bu ayetler ile sınırlıdır. Ancak sufîler Kur’an’daki bütün ayetlerden hatta
harflerden bile bâtınî hüküm çıkartmaktadır. Belli bir sayı ile sınırlı olan ahkam ayetlerini
yorumlarken bile farklı usûllerin olmasına bakılacak olursa, marifet, ahlak ve ibadet
meselelerinin tamamıyla ilgilenen sufîlerin bu geniş tefekkürlerinde belli bir usûle göre
hareket etmemiş olmaları doğal bir durumdur.

Sufîlerin nasslardan hüküm çıkartma konusunda fakihler ile benzerlik teşkil ettiği
söyleniyor olsa da vasıtasız olarak kalbe gelen, aklın ve naklin ötesinde ve üstünde olduğuna
inanılan bilgiler, varlıklar, varlıkların mertebeleri konusunda sufîlerin düşünceleri ile
müçtehitler arasında fazla bir benzerlik mevcut değildir.

Mutasavvıfların Mutlak Varlık, âyân-ı sâbite gibi konularda söylediklerini nasslar ve


aklî delillerle ispatlamaları mümkün değildir. Çünkü bu gibi meselelerin aklen veya naklen
ifade edilmesinin mümkün olmadığı peşinen kabul edilmekte, bu gibi bilgilerin keşf ve
ilhamla bilinen zevkî ve vicdânî bir bilgi olduğu beyan edilmektedir. Bütün sufîler tasavvufun
aklı da nakli de zaman zaman aştığını açıkça söylerler. Eğer keşf ve ilham, aracısız olarak
doğrudan Allah'tan alınan bilgi diye tarif edilirse, bunun böyle kabul edilmesi kaçınılmaz
olur. Duyularla doğrudan algılanan veya aklın apaçık hükümleri gibi hususlar, apaçık
hükümler olmaları sebebiyle ispatlanamadığı gibi keşf ile bilindiği ifade edilen hususların da
ispatlanması mümkün olmaz. Tasavvufun bu uygulamaları aklen ve naklen izâh edilebilir
denilirse o zaman tasavvufun aşkınlık özelliği yok sayılır ki bu durum da tasavvufu tasavvuf
olmaktan çıkarır. Dolayısıyla bu konuda makul bir usulden bahsetmek mümkün değildir.

Nasslar konusunda özellikle Kur’an’ın yorum ve izahında diğer ilimlerin usullerinden


farklı bir metodu olan mutasavvıflar, hadisler ile ilgili de bu farklı bakışı ortaya
koymaktadırlar. Bir rivayetin Hz. Peygamber’e ait olup olmadığı, eğer ait ise ne derece
kesinlik ifade ettiği üzerine kurallar ortaya koyan hadis usulü, bu yolla hadisleri
değerlendirmişlerdir. Ancak böyle ortak bir usûlle hareket etmelerine rağmen muhaddisler
arasında da bir birliktelik oluşmamış birinin sahih dediği rivayete başka birinin zayıf dediği
örnekler ortaya çıkmıştır. Mutasavvıflar ise bu bakış açısından farklı olarak iki yöntem
belirlemektedirler. Bunlar;

 Hadislere zahirî anlamdan daha çok bâtınî bir mana yüklenmesi


 Muhaddislerin değerlendirmesi ne olursa olsun hadisi keşfen değerlendirmek ve bu
yolla hadise sahih veya zayıf gibi ifadeler kullanmak.

Kur’an ve Sünnetin ortaya koyduğu ilkeler doğrultusunda ortaya çıkan İslâmî ilimlerin
tedvini süreci ilimlerin usulü meselesinin de gündeme gelmesine neden olmuştur. İlimlerin
ortaya çıkışı usullerinin sistematik bir halde ortaya konmasından önce oluşu bir tezat teşkil
ediyor görünmesi meselesini yazar, ilimlerin kurucularının aslında bir usûl ortaya koyduğunu
ama bunların kendilerinden sonra sistematik bir şekilde yazıldığını beyan ederek
cevaplamaktadır. Bu durum herhangi bir ilmin teşekkülü ile o ilme ait usûl ve esasların eş
zamanlı olarak ortaya çıktığının göstergesidir.

İslam medeniyeti kendine ait ilmî teşekkülleri meydana getirirken diğer medeniyetlere
ait ilimler ile karşılaşmaları neticesinde bu ilmî yaklaşımların usûl ve metodlarından da
etkilenmiştir. Özellikle Aristo gibi filozofların eserlerindeki usûller İslam filozoflarını etkisi
altına almıştır. Aklî ve hikemî ilimlerin usûl ve metodları İslâmî ilimlerde usûl bilgilerinin
doğuşuna ve gelişmesine zemin hazırlamıştır. Bu durum tasavvufî düşünce sisteminin de
ilimlerin usûl meselesinden etkilenmesine neden olmuştur. Özellikle tasavvufî birçok eser
ortaya koyan Gazâlî’nin mantık gibi usûl ilimlerinden etkilenmiş olduğu bir gerçektir.

Buraya kadar Kur’an, sünnet ve diğer İslâmî ilimlerde usûl meselesini özetleyen yazar
bundan sonra üç ana başlıkta tasavvufta usûl meselesine değinmektedir. Zahir- Batın
meselesi, İlk sufîlerde usûl meselesi ve Bilgi ve usûl meselesi başlıkları altında bu konuyu
ayrıntılı olarak işlemiştir.

1. Zahir-Bâtın Ayrımı

Sufîler ilk dönemlerden beri zahir ve bâtın ayrımı yapmışlar; bâtın ile kendilerini zâhir
ile de kendi dışında kalan ulemayı kastetmişlerdir. Burada bahsedilen bâtıniyye Şiilik
bünyesinde yer alan bâtınî ekoller değil, Serrâc, Kuşeyrî, Gazalî, İbn Arabî gibi isimlerin
eserlerinde anlattığı bâtınîliktir. Burada bâtınîlik yerine sır vb. kelimelerin kullanıldığı da
görülmektedir.

Zâhirî ilim ile bâtınî ilim arasındaki en önemli fark, birincisinin okunan ve üzerinde
tefekkür edilen bir metinden aklî yorumlar ve isidlâller ortaya koymak iken ikincisinin buna
ek olarak nefs mücadelesini, riyazeti ve ameli esas almasıdır. Yani bâtın uleması birinci bilgi
yolunu önemserler, zâhir uleması da bâtın ulemasının davranışını yok saymamakta deruni
mana kaygısını kabul etmektedirler. Müçtehitlerin ictihad ve kıyas yoluyla elde ettikleri
bilginin bir benzerinin tefekkür ve manevî tecrübe ile de elde edilebildiğini zahir uleması
kabul etmektedir. Bunu yanı sıra birçok mutasavvıflar da zâhirî ilimle meşgul olduğu
kaynaklarda beyan edilmektedir. Dolayısıyla zâhir ulema ile bâtın uleması arasında sağlam
bağlar ve ortak noktalar olması nedeniyle aralarına kesin çizgiyle bir fark çizmek mümkün
değildir. Özellikle zahir ulema kimliği ile eserler ortaya koyan mutasavvıf alimlerin varlığı bu
kişilere zahir ve bâtın ilimleri cemeden ulema olarak anılmasına neden olmuştur.

Zahir ve batın amellerden her birine özgü bir ilim vardır. Bunlardan her birinin geçerli
ve sahih olduğuna dair ayetler ve hadisler mevcuttur. Bu ilimlerde var olan durum Kur'an,
hadis ve İslam anlayışında da mevcuttur. Yani zahiri batından, batını zahirden soyutlamak
mümkün değildir. İlimlerin zahir ve batın ayrımı üzerinden detaylı açıklamalarda bulunan
yazar burada Serrac’ın İslâmî ilimleri Hadis, Fıkıh ve Tasavvuf olarak ayırdığından bahseder.
Burada Serrac’ın bir kişi bu konularda sorularını bu alanın uzmanı kişilere sorar ki bu
tasavvuf için de böyledir demesini yazar usul açısından önem arz eden bir konu olarak
dillendirmektedir. Bu durum sufîlerin erken dönemlerde alan ayrımına gittiklerinin ve
yaşanan sorunları alanların uzmanlarının çözmesi ile ilgili fikirler beyan ettiklerinin
göstergesidir.

Bâtınî ilmi kendilerine ilmî bir usûl olarak belirleyen sufîlerin bu anlayışlarına temel
teşkil eden dört hadisten bahseden yazar bu hadislerin şunlar olduğunu söylemektedir:

 İhsan, Allah'ı görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Her ne kadar sen onu
görmüyorsan da o seni görmektedir.
 Helal bellidir, haram da bellidir. Ama ikisi arasında helal mi haram mı olduğu
açıkça belli olmayan hususlar vardır. İnsanların birçoğu bunları bilmez. Bunlardan
uzak duran bir kimse dinini ve haysiyetini korumuş olur.
 İyilik gönlüne yatan, kötülük gönlünü rahatsız eden şeydir.
 Allah’ı (n koyduğu hududu) koru ki, Allah da seni korusun.

Sufîlerin bu hadislerin oluşturduğu çerçeve üzerine inşâ ettikleri usûl algılarına ek


olarak azimeti tercih ettiklerini beyan eden yazar, sufîlerin ruhsatı caiz görmelerine karşın
azimete sarılmak gibi bir kaygılarının olduğunu dile getirmektedir.

2. İlk Sufîlerde Usûl

Sufîler yazdıkları eserlerde tasavvuf yoluna girenlerin uymaları gereken usûl ve


esaslardan bahsetmişlerdir. Bu eserlerde kendi usûl ve metodlarından bahsetmişlerdir. İlk
zaman sufîler eserlerinde beyan ettikleri esaslara ek olarak çevresine toplanan müridlerine de
yollarının usullerinden bahsetmişlerdir. Bunu anlatırken iyi bir zamanlama ile oluşturulmuş
disiplinli bir hayat tarzını usûl olarak sunan mutasavvıflar bu hususta edep ve ahlak
terimlerini çokça kullanmışlardır.

İlk dönem sufîlerin kullandığı tarik/yol kelimesi daha çok usûl manasına
kullanılmaktaydı. Bahsedilen tarikat usullerine sımsıkı bağlı kalmak da usulün bir parçası
olarak değerlendirilmekteydi. Tarikat ile Hakk’a giden yol kastediliyor ve büyük sufîler
kendilerince Hakk’a ulaştıracak bir metod ortaya koyuyorlardı. Yolların çok oluşu her zaman
usullerin çok oluşu, her sufînin kendine göre bir usûlü olduğu anlamıma geliyordu. Sufîliğin
genel mahiyetteki temel ilkelerinde birleşen mutasavvıflar tali konularda birbirlerinden
ayrılıyordu. Yine bazı sufîler tasavvufun usulünü anlatırken sufî olsun olmasın herkesi
ilgilendiren itikâdi konular üzerinde durmuşlardır. Bu durum onlara göre tasavvufun usulünün
ana inanç ilkeleri olduğunu göstermektedir.

Hakk’a ulaştıran her yol ve tariki tasavvufun usulü olarak değerlendirdiğimiz vakit ilk
dönem ortaya çıkan ve sonraki dönemlerin temeli niteliğinde olan tasavvufî zümrelerin ortaya
koydukları ilkeler de tasavvufun usulü meselesinin gündeminde yer almaktadır. Her grup
tasavvufun temel konuları olan ibadet, ahlâk ve sülûk gibi hususlarda kendine has üsluplar
ortaya koymuştur.

Daha sonra ortaya çıkan ve bu ilk dönem zümrelerin usûl ve esaslarıyla şekillenen
tarikatler kendilerine has bir metod ortaya koymuşlardır. Buna bağlı olarak tarikatler ile ilgili
uyguladıkları usullere göre çeşitli sınıflandırmalar yapılmıştır. Ahyar, Ebrar ve şuttar tariki
olarak üç sınıfa ayırdıkları gibi, ilim yolu ve zevk yolu diye ikiye ayıranlar da olmuştur. yine
Ahlakî, Tahakkukî ve Merasim Sufîliği şeklinde bir ayrımın yanı sıra, nefs ve ruh terbiyesine
göre ayrımların yapıldığı da göze çarpmaktadır. Bütün bunlar başlangıçtan itibaren sufî ve
ariflerin dinî ve manevi hayat yaşarken birtakım kurallar ve yöntemler ortaya koyduklarını ve
bunları gözettiklerini gösterir.

Görüldüğü üzere Kur' an ve Sünnette açık ve kesin bir şekilde ortaya konulan zahiri ve
şer’î, itikadî ve amelî hükümler sufîler için birer usuldür. Bunlara riayet bir usûl meselesidir.
Bununla beraber her sufînin kendine özgü bir usûlü, Hakk'a ermek için tutmuş olduğu özel bir
yöntemi de olabilmektedir. Bu durum biraz da sufîlerin meşrebine bağlı olarak değişiklik
göstermektedir.
Tüm mistik algılarda Hakk’a ulaşma metodları tarik/yol ifadesiyle anlatılmaktadır.
Kur’an’da ve hadislerde yine bu kelime kullanılmıştır. Yol ve yolda yürüme tabirleri ile
tasavvufun usûl ve erkanı anlatılmaya çalışılmış, bu yolculukta ulaşılan menziller yani
makamlar belli isimlerle izah edilmiştir. Genel olarak yedi olarak belirtilen makamların
sayısını 1001’e kadar çıkaran mutasavvıflar olmuştur. Bir dervişin tasavvufî seyrinde ortaya
çıkan iyi ya da kötü haller bu makamlardaki durumları ile ilişkilendirilmiştir.

İç aleme yolculuk ile bir metod ortaya koyan sufîlerin şekil ve merasime de önem
verdikleri görülmektedir. Bu durumun nedeni özün ve kalbî heyecanın korunması için
uygulanan bir ritüel olduğu göze çarpmaktadır.

3. Bilgi ve Usûl

Buraya kadar yazar usûl meselesi hakkında genel bir değerlendirme yapmış ve
mutasavvıfların ibadet, ahlâk ve âdâb gibi meselelerde ortaya koydukları usuller üzerinde
durmuştur. Bu başlıkta ise bilgi konusunda takındıkları uslûba değinmektedir. Burada
kastedilen bilgi Allah’ın varlığı, sıfat ve fiilleri, ahlak ve ibadet hakkındaki marifet dinilen
bilgidir.

Sufîler bilgi meselesinde Kur’an ve hadislerde geçen bilgileri kesin sayarlar. Burada
geçen zahirî mananın yanında bâtınî manayı da anlama ve tefekkür etmeye çalışırlar. Bu ayet
ve hadislerde yer alan bâtınî manayı anlamının yolunun da ibadet olduğunu beyan ederler.
Elde edilen bâtınî mananın sahih olmasını zâhirî mana ile ters düşmemesi kuralına
bağlamışlardır. Çıkarılan bu bâtınî manalar bazı sufîlerin anlayışı ile çelişki gösterebilir. Bu
durum çoğu zaman bir sorun teşkil etmemiştir. Ancak bu gibi durumları mutasavvıf olmadığı
halde öyle görünme durumu veya usûl ve fur’u da hata etmek olarak değerlendirenler de
olmuştur. Bu durum belli tasavvufî ekollerin hak tarikat olup olmadığı meselesini gündeme
getirmiştir. Yine söz ve fiillerinde şatahat olduğu görülen kişilerin nasıl değerlendirileceği
meselesi de bu anlamda bir mesele olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle Hallac’ın idamı
meselesi bu görüş ayrılıklarını bariz şekilde ortaya çıkartmaktadır. Bu durum bir usulün ne
kadar itina ile tatbik edilirse edilsin yine de ihtilaflardan ârî olamayacağını göstermektedir.

Bilgi konusunda tasavvufun usulünden bahseden yazar burada kelâm, felsefe ve


tasavvufun bilgiyi elde etme metodları üzerinde durmaktadır. Tasavvufun bilgi kaynağının
keşf ve ilham olduğu beyan edilmiş ve Gazalî ile tasavvufa yeni yönelişlerin olduğu
belirtilmektedir. Özellikle kelâmî ve felsefî yaklaşımların aklî delillere sarılmasına karşın
tasavvuf ehlinin nakle dayalı bir yol izlediği beyan edilmektedir.

Tasavvufta usûl meselesi hakkında detaylı bir çerçeve çizen yazar son olarak diğer
ilimlerdeki usûl meselesi ile tasavvufu karşılaştırmaktadır. Yazara göre bir yaşam şekli olan
tasavvuf diğer bilim dallarını usûl ve yöntemleri ile şekillendirilemez. Usullerine göre
bilimleri dört ana tasnifte toplayan yazar bunların; pozitif, normatif, aklî ve manevî ilimler
olduğunu bildirmektedir. Bu bilim dallarının ortaya koydukları usûl anlayışları ile birbirinden
ayrıldığı beyan edilmektedir. Bunun yanı sıra İslâm literatürüne ait olan Fıkıh, Hadis vb. ilim
dalları beyan edilen ilimlerin usulleri ile ortaya bir şey koymaları mümkün değildir. Genel
olmaktan çok belli bir kesimi -Müslüman olanları- bağlan ilim dalları olası dolayısıyla
kendine has bir uslûb belirlemeleri doğal bir durumdur.

Tasavvuf ise bahsedilen İslâmî ilimlerin anlayışlarından çok daha farklı durumdadır.
Özellikle bir yaşam ve hâl ilmi olması dolayısıyla psikoloji veya epistemoloji ile benzerlik
taşır. Dinî bir anlayış olması ile de bu ilimlerden ayrılmaktadır. Tasavvufun kendi bünyesinde
bulunan ibadet, vecd ve keşf meseleleri bile kendi içinde farklılık arz etmektedir.

Burada dikkate alınması gereken diğer en önemli bir husus da tıpkı din gibi esas
itibariyle ilim olmayan tasavvufun aynen din gibi ilmi araştırma ve incelemelerin konusu
olduğu ve olması lazım geldiği hususudur. Sufiler, sufilerin inançları, görüşleri, yaşama
biçimleri ve eserleri, oluşturmuş oldukları örgütler (tarikatlar) kurmuş oldukları kurumlar
(tekkeler), bunların siyaset, iktisat, ahlak, eğitim, sanat gibi sosyal alanlarla ilişkileri ve
aralarındaki etkileşim bilimsel araştırmaların konusudur. Bu anlamda tasavvufi hayatın hem
tarihi hem de bugünkü durumu bilimsel araştırmaların konusudur. Bu araştırmalarda uyulması
gereken kurallar sosyal bilimcilerin uydukları usulden çok farklı değildir. Objektiflik,
rasyonalite ve gözlem tasavvuf alanında da önemli olmakla beraber bir sufiyi ve onun
tasavvuf anlayışını mümkün mertebe doğru olarak anlamak için gözlem ve aklî istidlalle
anlaşılan dış görüntüsünün yanı sıra onun derurî ve sırlı hayatına ve manevi tecrübesine nüfuz
etmeye çalışmak da önemlidir, hatta daha önemli olan budur.

Tasavvuf araştırmaları yapılabilmesi için bir miktar da olsa bu alanın tecrübesini


tatmak gerekmektedir. Tasavvufi yaşamdan nefret eden bir kimsenin bu yolun anlayışını
hissetmesi mümkün değildir.
Yazar son olarak tasavvuf araştırmalarında farklı usuller ortaya koyan Wilhelm
Dilthey ve R. Guenon'un yöntemlerinden bahsetmiş, ancak bunların alandaki araştırmalar için
yeterli olmayacağını beyan etmiştir.

Değerlendirme

Bu yazısında tasavvuf metodolojisi üzerine değerlendirme niteliğinde bir makale


kaleme alan Süleyman Uludağ, usûl kavramının genel anlamda karşılığından başlayarak özel
de tasavvuf usûlü hakkında detaylı bir çalışma ortaya koymuştur. Usûl/metod kavramlarının
kelime anlamlarından bahseden yazar İslâmî ilimler ekseninde usûl kavramını itikâdî ve amelî
bir meselenin doğruluğunu ispat için ortaya konulan kurallar olarak nitelemektedir. Bu
tanımlama ile akla ilk gelen grup fıkıh ehlinin uygulamalarını ele alan yazar, ayet ve
hadislerden hüküm çıkarak bir grup olarak fakihlerin her birinin farklı usuller ortaya
koyduğunu beyan etmektedir. Yani yapılan tanımlanın karşılığı olarak fıkıh ilminin
teşekkülünde usûl anlamında bir birlikteliğin olmadığı vurgulanmaktadır.

Ehl-i fıkhın nasslardan zahîrî manada bir hüküm ortaya koymalarına karşın tasavvuf
ehlinin bâtınî anlamda bir hüküm koymanın mücadelesi içinde olması vurgulanmaktadır.
Kur’an’da belli sayıda hüküm ayetini konu alan fıkıh anlayışına karşın, tasavvuf ehli bütün
ayetlerden hatta harflerden dahi bâtınî anlamda hüküm ortaya koyabilmektedir. Ehl-i fıkhın
hüküm ortaya koyma şeklinde usûl açısından bir birlikteliğin olmamasının yanında nasslardan
bu şekilde bâtınî anlamlar çıkaran sufîlerin bir usûl birlikteliğinden bahsetmek mümkün
değildir.

İslâmî ilimlerin ortaya koyduğu uygulamaları birbirinden ayıran özelliklerden biri de


bilginin kaynağı ve uygulamalarındaki farklılıklardır. Aklın ve vahyin beyanları üzerine
kurgulanmış ilimlerin yanı sıra keşf ve ilhamı bilgi edinme metodu olarak gören tasavvufun
uygulamaları diğerlerinden farklılık arz etmektedir. Bu durum tasavvufu aklın ilkelerini aşan
bir yapı içine sokmaktadır. Vahyi yorumlamasında da aşırılıklar barındırdığı zahir ulema
tarafından her asırda dile getirilmiştir.

Yazını tamamında tasavvufun teşekkül ettiği ilk dönemlerden günümüze kadar kurallı
bir metodolojisi var mıdır? Sorusuna cevap arayan yazar ilimlerin tedvin sürecinde bu ilimlere
ait usûl algılarının oluşumundan ve diğer medeniyetlere ait usûl anlayışlarından
bahsetmektedir. Yazara göre özellikle bir nevi felsefenin usûlü konumunda olan mantığın
mutasavvıfları etkilemiştir. Ancak bu durum zahîr ulemâ arasında da yer alan sufî alimlerin
eserlerinde ön plana çıkmaktadır. Bu durum tasavvufun metodundan çok diğer ilimlerin
metodolojisini oluşmasını etkilemektedir.

Tasavvufun metodu hakkında genel bir tablo çizmek için Zahir- Batın meselesi, İlk
sufîlerde usûl meselesi ve Bilgi ve usûl meselesi başlıklarına yer veren yazar burada
tasavvufun diğer ilmî yaklaşımlardan ayrılan bâtın meselesini izah ettikten sonra, tasavvufun
temeli niteliğinde olan ilk sufîlerin uygulamalarının tasavvuf metodolojisine etkilerinden
bahsetmektedir. En sonunda bilgi ve usûl başlığında bilgi edinme yolu olarak keşf ve ilhama
önem veren mutasavvıfların genel olarak ortaya koydukları usullerinden bahsetmektedir.

Yazı genel olarak incelendiğinde;

 İslâmî ilimlerin her birinde bir ilm-i usulden bahsedilmektedir. Ancak bu ilimlerin
hiçbiri ortak bir usûl ile hareket etmemektedir. Hemen hemen her ulema kendi
usûlünü geliştirdiği için çeşitli yol ve mezhepler ortaya çıkmıştır.
 Tasavvufun aklın sınırlarını aşan bir yapıda olması dolayısıyla nazarî anlamda onu
bir usûl kalıbına dahil etmek mümkün görünmemektedir.
 İlk dönem sufîlerinin uygulamaları tarikatların sistematik oluşumuna etki etmiş,
onların mücâhedelerinde öne çıkan unsur kendisini takip eden müridlerin kurduğu
sistemli ekollerin aslî uygulaması olmuştur.
 Tasavvuf bir tecrübe ve hâl ilmi olması dolayısıyla kitabî bir uslûbla oluşturulmuş
metodoloji ile izah edilmesi mümkün değildir. Bir miktar da olsa bu ilmi tecrübe
etmek gerekmektedir.
 Usûl ve metod birliği daha çok pozitif ilimlerin kurallar manzumesi durumundadır.
Mensupları dışındaki insanlar için pek anlam ifade etmeyen ilimlerden olan dinin
bir metod üzere araştırılıp sonuca ulaşılması imkân dahilinde görünmemektedir.

Osman Gördebil
15.06.2021

You might also like