Professional Documents
Culture Documents
Turk Dili I Ders Notu
Turk Dili I Ders Notu
TÜRK DİLİ I
GÜZ DÖNEMİ
DERS NOTU
2
Dilin bütünleştirici bir yanı vardır, aynı dili konuşan fertler arasında bir ortaklık vardır.
Mustafa Kemal ATATÜRK’ün, “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür.” özdeyişi kültürün
önemine işaret etmektedir. İlk yazılı kaynaklardan Türk Edebiyatı’nın klasiklerine kadar
bütün eserler Türk kültürüne kaynaklık eder. Dil, millî kültürün taşıyıcısıdır. Dil vasıtasıyla
aynı toplumda yaşayan bireyler geçmişleri hakkında bilgi edinir.
Türk milleti zengin bir kültüre sahiptir; dil, bu zenginliğin nesilden nesile aktarılmasında asli
unsurdur. Dil, kültürün ayrılmaz bir parçasıdır. Bir milletin dili o milletin gelişmişliğini ya da
gelişmemişliğini de gösterir. Dili gelişmemiş bir milletin, kültürü de gelişmemiş demektir.
Dil, bir milletin düşünüş tarzı hakkında fikir verir, o dili kullanan bireylerin nasıl düşündüğü,
nasıl bir mantığa sahip oldukları hakkında ipuçları verir.
Kültürün ayrılmaz parçası olan yazılı edebiyat eserleri, yazıldığı dönemin zihniyeti, dili, tarihi
ve geleneğini yansıtır. Bu eserleri okuyan, anlayan bir birey, kendi özünü öğrenir ve bunları
kendinden sonraki nesillere aktarmaya çalışır. Örneğin; Türk kültürünün, ne kadar gelişmiş
olduğunu gösteren ilk yazılı kaynaklarımız olarak adlandırdığımız, tarihte Türk adının ilk defa
geçtiği 8. yüzyıl eserimiz Orhun Abideleri hem Türk dili hem Türk kültürü açısından çok
önemlidir. Yazıldığı döneme ait dili bilmeden, Orhun Abidelerinin ait olduğu devlet olan
Göktürk Devletinin kültürü, sosyal hayatı, dünya görüşü hakkında bilgi sahibi olamayız.
Sonuç olarak şunlar söylenebilir ki, bir toplumun sözlü ve yazılı bütün kültür değerleri, dile
aktarılır. Bundan dolayı, dil bir toplumun geçmişinin bir yansımasıdır.
Dil-Düşünce İlişkisi
İnsanları diğer canlılardan ayıran özelliklerden biri de düşünme yetisine sahip olmalarıdır.
Bilinçli olarak gerçekleştirilen fikir uğraşısı olan düşünce dille ifade edilir. Dil böylece
düşüncenin aktarıcısıdır. Düşünce aktarımı dil dışında başka araçlarla da gerçekleşir: resim,
müzik, heykel, davranış vb. Ancak dil, bunlar arasında en işlevsel olanı, insan zihnine en fazla
hareket alanı bırakanıdır. Dil dışında hiçbir ifade biçimi insana karmaşık ve soyut
düşüncelerini dil kadar ayrıntılı olarak ifade etme fırsatı vermez.
Dil ve düşünce arasında sıkı bir bağ vardır. Dil, düşüncenin ifade edilmesinde önemli bir role
sahiptir. Aristotales, Politika adlı yapıtında insanı logos’u olan canlı bir varlık; logos’u ise; söz,
dil, düşünce ve akıl olarak tanımlamaktadır. Sözcüğü en küçük anlamlı söz birimi olarak ilk
olarak tanımlayan yine aynı bilim adamıdır. Bu kavramlar içinde, dil ve düşünce birbiriyle
kaynaşmıştır. Düşünme; çıkarımlar yapma, kavramlar ve önermeler arasında bağlantılar
kurmadır. Bu yönüyle dil, düşüncenin çok önemli bir aracıdır. Kimi düşünürlere göre dil,
8
yalnızca düşünmenin aracı değil, tersine düşünceyi yaratan bir etkinliktir. İnsan, varlığını
ancak düşüncesi sayesinde anlar, bilir. Descartes’ in “Düşünüyorum öyleyse varım.” sözünün
ifade ettiği gerçek de budur.
İnsan hissettiklerini, düşüncelerini dil vasıtasıyla dışa vurur. Dil, kişinin kendini ifade
etmesinde rol oynar. Kişi, ne kadar dile hakimse , duygu ve düşüncelerini o kadar iyi dışa
vurur. Dil ve düşünce arasında iç içe bir bağ söz konusudur. Dil düşünceyi, düşünce de dili
besler.
İnsanlar, kendilerini daha iyi ifade etmek için hep arayış içinde olmuşlardır. Sahip oldukları
fikirleri, duygularını kullandıkları dil aracılığıyla ifade ederler. Bu yüzden, gelişmiş bir dile
sahip birey, kendini rahat bir şekilde ifade edebilir.
Dilin Millet Hayatındaki Yeri ve Önemi
Bir milletin başından geçen gelişmeler, dillerine yansır. Bir millet, tarihî ve sosyolojik açıdan,
neler yaşamışsa bunlar o milletin dilinde yaşamaktadır. Bir araştırmacı bir topluluğun
hayatını incelemek istiyorsa, o araştırmacının çıkış noktalarından biri araştırdığı topluluğun
dilidir. Örneğin, denize kıyısı olan ülkelerin dilinde balıkçılıkla ilgili kelimelerin fazla oluşu
şaşırtıcı değildir.
Dilin kültür taşıcılığı işlevi olduğu için, bir milletin sahip olduğu tarihi, coğrafyası, dini, sanatı,
edebiyatı, felsefesi, teknolojisi dil aracılığıyla bir başka topluma aktarılır.
Bir millete ait gelenek, görenek, sahip olduğu din, ahlak, o milletin diline yansımaktadır.
Örneğin bizde “gelin çıkarmak” tabiri vardır. Gelinin düğün sabahı, baba evinden çıkarılması
anlamına gelmektedir ve bu geleneğin bir yansımasıdır, aynı gelenekten gelen insanların
anlayabileceği bir kullanımdır.
Mustafa Kemal ATATÜRK, Türkiye Cumhuriyeti devletini kurduktan sonra, yaptığı
çalışmalarda dile ayrı bir önem vermiştir. 12 Temmuz 1932 yılında daha sonra adının Türk Dil
Kurumu olarak değişeceği Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin kurulmasını sağlamıştır. Türk Dili
Tetkik Cemiyeti'nin amacı, "Türk dilinin öz güzelliğini ve varlığını ortaya çıkarmak, onu
yeryüzü dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek" olarak belirlenmiştir. Yine
Atatürk, adını kendilerinin verdiği Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesini 1935 yılında TBMM'de
kabul edilen yasa ile kurmuş ve bu fakülte 9 Ocak 1936'da eğitim öğretime açılmıştır.
Mustafa Kemal ATATÜRK’ün şu sözü dilin millet hayatındaki yerine işaret etmesi bakımından
önemlidir:
9
“Türk dili Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği sonu gelmez kötü
durumlar içinde ahlakının, geleneklerinin, hatıralarının, çıkarlarının, kısacası kendini millî
yapan dili sayesinde korunduğunu görüyor. Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.”
Yine Yahya Kemal Beyatlı’nın “Bizi ezelden ebede kadar, bir millet halinde koruyan,
birbirimize bağlayan bu Türkçedir.” sözü ve Peyami Safa’nın “Dilini kaybeden bir millet her
şeyini kaybetmiş demektir.” sözü dilin bir millet için önemini en güzel şekilde ortaya
koymuştur.
Bir milletin dili bozulursa kültüründe sıkıntılar ortaya çıkar. Düşünce, sanat ve edebiyat
alanlarında çöküntü başlar. Dil asıl işlevi olan insanlar arasında anlaşma aracı olma özelliğini
yerine getiremez. Kitleler birbirlerini anlayamaz hâle gelir ve yavaş yavaş kopmalar başlar. Bir
milleti içten yıkma yönteminde işe önce dilden başlanır. Yeni neslin kültürel değerleri
öğrenmemesi ve bireylerin, kuşakların birbiriyle sağlıklı iletişim kurmalarını engellemek bir
milletin sonunu hazırlar. Bu sebeple dilimize sahip çıkmalı ve yabancılaşmanın etkilerinden
korumak için elimizden geleni yapmalıyız.
Kaynakça
AKSAN, D., Her Yönüyle Dil Ana Çizgileriyle Dilbilim, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2009.
ERGİN, M., Üniversiteler için Türk Dili, Bayrak Yayım, İstanbul, 1990.
KORKMAZ, Z., Türk Dili Üzerine Araştırmalar (1. Cilt), Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1995
10
hiç ifade edilmez veya ayrı bir kelime ile ifade edilir. Tek heceli oldukları için şeklen birbirine
çok benzeyen kelimeleri ayırt etmek üzere çok zengin bir vurgu sistemi vardır. Birçok kavramı
karşılamak için de kelime değişiklikleri kullanılır. Çin - Tibet dilleri bu guruba girerler.
Eklemeli diller
Eklemeli dillerde ise tek veya çok heceli kelime kökleri ile ekler vardır. Kelimelerden yeni
kelimeler veya kelimelerin geçici hâlleri yapılırken köklere ekler eklenir. Bu ekleme sırasında
kökler değişmez, köklerle ekler açık şekilde ayırt edilebilir. Bu diller ön ekli veya son ekli
olabilirler. Yani ekler bazen başa, bazen sona getirilir. Türkçe, Macarca gibi diller eklemeli
dillerdendir. Türkçe sondan eklemeli bir dildir.
Çekimli diller
Çekimli dillerde de tek ve çok heceli kökler ve birtakım ekler vardır. Fakat yeni kelime
yaparken ve çekim sırasında çok defa, köklerde bir değişiklik olur. Yani bazen az sayıdaki
ekler kullanılmakla beraber, genellikle gramer ifadeleri kökün bir içten kırılma ile aldığı
değişik şekillerle karşılanır. Bazı dillerde bu değişiklik çok defa kökü tanınmaz bir hâle getirir,
yeni kelimede veya kelime hâlinde kökü hatırlatacak hiçbir iz, hiçbir ses kalmaz. Hint - Avrupa
dilleri böyledir. Bazı dillerde ise kelime kökü ile yeni kelime veya kelime hâli arasında daima
açık bir bağ, ilgiyi gösteren belirli bir iz vardır. Kelime kökündeki asıl sesler yeni kelimede
veya kelime hâlinde hep aynı kalırlar, değişmezler. Sami dilleri, Arapça bu guruba girer.
TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ
Yeryüzündeki diller arasında Türkçe’nin içine girdiği gurup Ural - Altay dilleri gurubudur. Ural
- Altay dilleri yukarıda gördüğümüz diğer aileler gibi sağlam bir aile oluşturmazlar. Meselâ
Hint - Avrupa dilleri arasındaki yakınlık bu dillerde yoktur. Ural - Altay dilleri arasındaki
yakınlık bir kaynak birliğinden çok bir yapı birliği şeklindedir. Onun için bu dillere şimdilik bir
dil ailesi değil, bir dil gurubu olarak bakmak lâzımdır. Bir aile olmak, yani, bir kaynaktan
çıkmış bulunmak Ural - Altay dilleri için kuvvetli bir ihtimal olmakla beraber henüz
kesinleşmiş değildir. Buna karşılık yapı bakımından bu diller arasında bir benzerlik vardır. Zira
Ural - Altay dilleri eklemeli dillerdir. Ayrıca, birbirinden farklı olmakla beraber, hepsinde
derece derece ve genel sistemi birbirine benzeyen bir ses uyumu vardır. Bunlardan başka
Hint - Avrupa dillerinin tesirinde kalanlar hariç olmak üzere, bu dillerde kelime sırası da aşağı
yukarı aynıdır.
14
Ural - Altay dilleri, adından da anlaşılacağı gibi, Ural ve Altay olmak üzere iki kola ayrılırlar.
Ural kolu da yine Fin - Ugor ve Samoyed olmak üzere ikiye ayrılır. Fin - Ugor kolunda ise
muhtelif dalları ile Fince, Macarca’yı da içine alan Ugurca ve Permce vardır. Samoyed koluna
ise çeşitli kolları ile Samoyedce girer. Ural - Altay dillerinin Altay kolunda ise şu diller vardır:
Mançuca, Moğolca, Türkçe. Demek ki Türkçe Ural - Altay dillerinin Altay koluna bağlı bir
dildir. Bu diller içinde Türkçe’ye en yakın olanı ise Moğolca’dır.
KONUŞMA DİLİ, YAZI DİLİ
Bir dilin iki cephesi vardır. Biri insanların karşı karşıya sesli olarak görüşürken, yani
konuştukları zaman kullandıkları konuşma dili; diğeri yazıda kullanılan, yani insanların
söylemek istediklerini yazı ile anlatırken kullandıkları yazı dilidir.
Konuşma dili — lehçe, şive, ağız
Konuşma dili evde, sokakta, günlük hayatta kullanılan doğal dildir. Konuşma dili sosyal
çevreye bağlı olarak bir dil sahası içinde farklı şekiller gösterir. Bu farklar esas itibariyle
kelimeleri söyleyiş ile bazı ses ve şekil ayrılıkları etrafında toplanır. Bir dil sahası içinde bir
milletin çeşitli toplulukları, bir ülke içinde çeşitli bölge ve şehirler ayrı konuşma dillerine sahip
olabilirler. Bu şekilde bir dilin çeşitli lehçeleri, şiveleri ve ağızları bulunur. Bunlardan lehçe bir
dilin bilinen ve takip edilebilen tarihinden önce, karanlık bir devrinde kendisinden ayrılmış
olup çok büyük ayrılıklar gösteren kollarına denir. Şive bir dilin, bilinen tarihi seyri içinde
ayrılmış olup bazı ses ve şekil ayrılıkları gösteren kolları, bir milletin farklı topluluklarının
birbirinden farklı konuşmalarıdır. Ağız ise bir şive içinde mevcut olan ve söyleyiş farklarına
dayanan küçük kollara, bir memleketin çeşitli bölge ve şehirlerinin kelimeleri söyleyiş
bakımından birbirinden ayrı olan konuşmalarına verdiğimiz addır. Ağız’larda ses (söyleyiş),
şive’lerde ses ve şekil, lehçe’lerde ise ses ve şekilden başka kelime ayrılıkları, kelime sahasına
inen ayrılıklar bulunur. Meselâ Türkçe’den bilinmeyen zamanda ayrılmış olan Çuvaşça ve
15
Yakutça Türkçe’nin lehçeleri; Kırgızca, Kazakça, Özbekçe, Azeri ve Osmanlı Türkçe’si vb.
Türkçe’nin şiveleri; Karadeniz, Konya, İstanbul Türkçeleri vb. Türkiye Türkçesinin ağızlarıdır.
Yazı dili
Yazı dili eserlerde, kitaplarda, tek kelime ile, yazıda kullanılan dildir. Yazı dili bir medeniyet
dilidir. Tarih boyunca ancak medeniyeti, kültürü, edebiyatı olan kavimlerin yazı dilleri
olmuştur. Yazı dili bir milletin kültür dili, edebiyat dili olduğu için ona edebî dil de denir. Bir
dil sahası içinde veya bir memlekette, şive ve ağızlar çeşitli olduğu hâlde, bir tek yazı dili
bulunur. Bu bakımdan yazı dilinin sınırları konuşma dillerininkinden çok geniş olup ayrı
konuşma bölgeleri bulunan bütün bir ülkeyi içine alır. Her bölgenin doğal dili konuşma dilidir.
Fakat o dil yalnız kendi bölgesinde geçer ve yazıda kullanılmaz. Yazıda bütün bölgeler doğal
konuşma dillerinden başka, ortak bir dil kullanırlar.
Meselâ geliyorum kelimesi Karadeniz ve Konya ağızlarında başka başka söylenir, fakat bir
Trabzonlu da, bir Konyalı da bu kelimeyi geliyorum şeklinde yazar. Yani, genellikle hiçbir
bölgede konuşulduğu gibi yazılmaz, yazıldığı gibi konuşulmaz. Bu sebeple yazı dili yapay bir
dildir. Fakat bu yapaylık onun doğal konuşma dilinden ayrı olmasındandır. Yoksa yazı dili
uydurma bir dil değildir, aslında yine bir konuşma diline dayanır. Her yazı dili bir konuşma
dilinden doğmuştur.
Bir dil sahası içindeki farklı konuşmalardan bir tanesi, çeşitli sebeplerle yazı dili hâline gelir.
Bu bakımdan yazı dili bir memleketin diğer bütün konuşma bölgeleri için yapay olduğu hâlde,
bir konuşma bölgesi için bir dereceye kadar doğal bir dildir. Bir dereceye kadar diyoruz,
çünkü yazı dili, dayandığı konuşma diline bile yüzde yüz uymaz. Onun içine, bağlı olduğu
konuşma dilinin dışındaki diğer konuşma dillerinden de bazı unsurlar girebilir. Bu suretle yazı
dili, yalnız bir konuşma ile kalmayıp, bütün bir dil sahasının çeşitli kaynakları ile beslenir.
Hatta bazen yabancı dillerin çeşitli unsurlarının istilâsına uğrayarak büsbütün yapay bir dil
hâline bile gelebilir. Sonra, yazı dili konuşma diline göre daha koruyucudur. Bağlı olduğu
konuşma dilindeki değişme ve gelişmeler hemen yazı diline geçmez.
İşte bütün bunlardan dolayıdır ki yazı dili bağlı olduğu konuşma diline bile hiçbir zaman yüzde
yüz uymaz. Aralarında daima bir ayrılık, bir farklılık vardır. Yalnız bu ayrılığın derecesi dillere
göre değişir. Bazı dillerde aradaki açıklık çok, bazılarında ise azdır. Türkçe’mizde bu fark
bugün en aşağı durumdadır. Gerçekten bugün, yazı dilimizle onun bağlı olduğu İstanbul
Türkçesi arasındaki ayrılık yok denecek bir derecededir. Bu yüzden İstanbul Türkçesi yazı dili
vasıtasıyla yurdun diğer konuşma bölgelerine de bir konuşma dili olarak yerleşmekte,
16
bilhassa okumuşlar çevresini içine almak üzere, bütün Türkiye çapında bir konuşma dili
hâline gelmektedir.
Yazı dili ile konuşma dili arasında bir ayrılık daha vardır ki, esas yapı bakımından birbirlerine
ne kadar yakın olurlarsa olsunlar, bu ayrılık onları her dilde ve her zaman birbirinden çok
farklı durumda bulundurur. Bu ayrılık onların kullanış bakımından gösterdiği ayrılıktır.
Yukarıda konuşma dilinin doğal, yazı dilinin ise yapay olduğunu söylemiştik. Kullanış
bakımından da, görünüşte konuşma dili doğal, yazı dili yapaydır. Konuşma dili günlük hayatta
kullanılan canlı dildir. Söyleniş hâlinde vazife görür, seslidir. Anlatmak istenilen şeyi ifade için
çeşitli vurgulardan ve ses tonundan geniş ölçüde yararlanılır. Ayrıca yüz yüze veya karşılıklı
olduğu için konuşmada yüz ve vücut hareketlerinden, el ve baş işaretlerinden her an
faydalanmak imkânları mevcuttur. Yine karşılıklı olması dolayısıyla, söylenmek istenilen
anlaşılmadığı takdirde ona dönmek, onu açıklamak daima mümkün olduğu için, söylenecek
sözlerin bir kısmı dinleyenin anlayışına bırakılır. Sonra, konuşmada ayrıca düşünmeğe vakit
yoktur. Onun için eni boyu fazla ölçülmez, söylenenlerin sağına soluna fazla dikkat edilmez.
İşte bütün bunlardan dolayı konuşma dili gelişigüzel dildir. Onda dilin ölçülerine yüzde yüz
uyulmaz, dil kurallarına, kelime sırasına dikkat edilmez.
Dilin kuralları, nitelikleri, kelime sırası konuşma dilinde konuşanların kafalarının içindedir,
dillerinde değildir. Gelişigüzel söylenenleri kafalarına yerleşmiş bulunan dil süzgecinden
geçirerek, dil mantığına vurarak tam ve düzenli ifadeler halinde anlarlar, benimserler. Yani,
konuşma dili günlük dil olduğu için, sesli ve canlı olduğu için, kısacası, olduğu gibi olduğu için
doğaldır. Fakat bu doğallık görünüştedir. Dilin yapısına uygunluk, dil kurallarına bağlılık,
kelime sırasına dikkat bakımından konuşma dili doğal dil değildir. Dilin doğal kanunlarının
tam hakkını vermez.
Yazı dilinde ise dilin ifade vasıtası sadece yazıdır. Ortada sesli dil yoktur, seslenmeğe hazır bir
dil vardır. Sonra, tek taraflıdır, onda yüz yüzelik yoktur. Bu sebeplerle anlatmak istenilenlerin
tam olarak anlaşılması için yazı dili özel bir dikkat ister. Dilin bütün gerekliliklerini göz önünde
bulundurmak, dil kurallarına bağlı kalmak, kelimeleri, cümle unsurlarını karışıklığa meydan
vermeyecek şekilde yerli yerine koymak gerekir. Bunun için de düşünmek lâzımdır. Düşünce
gelişigüzel olmadığı, dilin mantığına uygun bir sıra içinde aktığı için düşüncelere uygun bir
şekil ve sıra içinde ortaya çıkan yazı dili de dilin yapısına tam bir bağlılık gösterir. Demek ki bir
dilin tam bir ifade kabiliyetine sahip olan cephesi yazı dilidir. Yazı dili olduğu gibi, geldiği gibi
olmadığı için, düşünülerek ve belli esaslara dikkat edilerek kullanıldığı için görünüşte
17
yapaydır. Fakat görülüyor ki aslında onun bu yapaylıktan doğan gerçek bir doğallığı vardır.
Dilin doğal yapısına uygun, o doğal yapıyı en iyi ortaya koyan dil olarak aslında konuşma
dilinden daha sağlam ve daha doğal bir yapıya sahiptir.
Konuşma dili canlı bir dil olarak nesillere, fertlere bağlıdır. Gelişme seyri içinde çeşitli
safhaları nesillerle beraber ortadan kalkar. Ancak yaşayan şekli tespit edilebilir. Onun için
dillerin, uzun tarihleri boyunca, şivelerini takip imkânı yoktur. Bu hususta ancak şiveler
üzerine yazılmış eserlerden bilgi edinilebilir ki bunlar da son derece sınırlıdır. Konuşma
dillerinin takibi ancak son devirde, şiveleri tespit eden metinler ve ses makineleri sayesinde
mümkün olmaktadır. Buna karşılık yazı dili yazılı olduğu için dillerin tarihî gelişmesi yazı
dilinden takip edilebilmektedir. Onun için bir dilin geçmişinden bahsetmek, tarih içindeki
gelişmesine bakmak demek, yazı dilinin tarihi gelişmesine bakmak demektir.
Yazı dili de dilin en gerçek aynası olduğu için onda bir dilin asırlar içinde akıp gelen yapısını
görmek mümkündür. Türkçeyi de uzun tarihi boyunca bu şekilde yazı dili olarak takip
etmekteyiz. Tarihi şiveler hakkında ise elimizde sadece Kaşgarlı Mahmut’un 11. asırda
karşılaştığı şiveler için verdiği bilgiler vardır.
Kaynakça
AKSAN, D., Her Yönüyle Dil Ana Çizgileriyle Dilbilim, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2009.
ERGİN, M., Türk Dil Bilgisi, Bayrak yayım, İstanbul, 1998.
GÜLENSOY, T., Türkçe El Kitabı, Akçağ yayınları, Ankara, 2000.
19
Eski Türkçe
Türk yazı dilinin ele geçen ilk örnekleri Orhun Abidelerinin metinleridir. Fakat bu metinler
şüphesiz Türk yazı dilinin ilk örnekleri değildir. Çünkü Orhun Abidelerindeki dil yeni oluşmuş
bir yazı dili olarak değil, çok işlenmiş bir yazı dili olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bakımdan,
Türk yazı dilinin başlangıcını ele geçen bu ilk metinlerden çok daha öncelere götürmek
gerekir. Türk yazı dilinin sekizinci yüzyıldan sonraki gelişmesi ile karşılaştırılarak bir tahmin
yürütülürse, Orhun Abidelerindeki yazı dilinde hiç değilse birkaç yüzyıllık bir gelişme mevcut
olduğu kolaylıkla anlaşılabilir. Buna göre Türk yazı dilinin başlangıcını Milâdın ilk yüzyıllarına,
hiç olmazsa Orhun Abidelerinden bir kaç yüzyıl önceye götürmek doğru olur. Fakat Orhun
kitabelerinden daha eski bir metin ele geçmediği için bu yazı dilini ancak sekizinci yüzyıldan
itibaren takip edebilmekteyiz.
Orhun Abideleri
Milâdın ilk asırlarında başladığını kabul ettiğimiz ve ilk ele geçen metinleri sekizinci yüzyıla ait
olan bu yazı dili 12 – 13. yüzyıla kadar devam etmiş olup, bu devre Türk yazı dilinin ilk
devresini teşkil etmektedir. Bu ilk yazı dili devresi aynı zamanda ortak bir yazı dili devresidir.
Yani bu yazı dili bütün Türklüğün tek yazı dili olarak kullanılmış, Orta Asya’da geniş bir sahayı
kaplayan Türklük âlemi asırlar boyunca hep aynı dille okuyup yazmıştır. O devirden kalma
eserlerde görülen ufak tefek farklar ise saha ve zaman farklarından ileri gelen normal
ayrılıklar olup tek bir yazı dilinin sınırlarını aşacak içerikte değildir.
Kâşgarlı’nın en çok beğendiği ve şivelerle karşılaştırırken “Türkçe” diye adlandırdığı, Hakaniye
Türkçesi, yahut başka eserlerde Kâşgar dili, Kâşgar Türkçesi adı ile anılan dil hep bu ilk Türk
21
yazı dilidir. Bu yazı dili devresinden gelen eserlerin büyük bir kısmı Uygur yazısı ile yazılmış
olduğu için bu devreye Uygur devresi, bu yazı diline de Uygurca denilebilir. Fakat Türkoloji
öğretiminde Türkçenin bu ilk devresi için bugün en uygun isim olarak “Eski Türkçe” tâbirini
kullanmaktayız. Türkçe’nin ondan sonraki çeşitli gelişmelerinin kaynağı hep bu devreye
çıkmakla, bugün geniş sahalarda ayrı kollara ayrılmış bulunan Türkçenin bütün şekillerinin
kaynağı bu devrede bulunmakta, kısacası, Türkçenin bütün yapısı bu devre ile
açıklanabilmektedir. Demek ki bu devre Türkçenin ana Türkçe devresi, ilk devresi, eski
devresidir. Onun için bu devreyi “Eski Türkçe” diye adlandırmak çok yerindedir.
Göktürk Alfabesi
O hâlde Türk yazı dilinin ilk devresi Eski Türkçedir. Eski Türkçeden daha önceki devir ise
Türkçe’nin karanlık devridir. O devir artık Eski Türkçe’nin Çuvaşça ve Yakutça ile bunların da
daha ileride Moğolca ile birleştikleri devirdir.
22
Türkçe tarih boyunca iki gramer yapısına sahip olmuştur. Eski Türkçe devresi Türkçenin eski
gramer yapısını temsil eder. Ondan sonraki devreler Türkçenin yeni gramer yapısına sahip
olan devrelerdir.
Bunlardan birincisi doğu Oğuzcasını batı Oğuzcasından bazı şekiller bakımından biraz farklı
yapmış, ikincisi ise Azeri Türkçesinde bazı Moğol asıllı kelimeler bırakmıştır.
Bilhassa konuşma dili bakımından birbirinden farklı olan Azeri ve Osmanlı Türkçesi arasındaki
başlıca ayrılıklar, kelime başındaki b-m, kelime içindeki q-ġ, h, ilk hecedeki e-i, kelime
başındaki t-d ile bazı fiil çekim şekilleri etrafında toplanır. Bu ayrılıklar daha çok konuşma
dilinde kaldığı, yazı diline geçenlerin ise ancak son devir Azeri Türkçesinde görüldüğü
söylenebilir. Azeri sahasında yetişen başlıca edebî şahsiyetlerin bulunduğu 17. asırdan önce
de doğu ve batı Oğuzcaları arasında kayda değer bir ayrılık bulunmadığı için bu iki Oğuz
Türkçesi yazı dili olarak Batı Türkçesi adı altında bir bütün oluşturmaktadır.
Batı Türkçesinin Gelişmesi
Batı Türkçesinin yedi yüzyıllık uzun hayatında bazı aşamalar vardır. Bu aşamalar onun iç ve
dış gelişme seyri içinde görülen çeşitli safhalardır. Gerçekten Batı Türkçesi uzun gelişme seyri
içinde bugüne kadar iç ve dış yapısı bakımından çeşitli gelişmeler ve değişiklikler göstermiştir.
İç yapı bakımından gösterdiği değişiklikler, Türkçe kök ve eklerde görülen bazı ses ve şekil
değişiklikleri olup doğrudan doğruya Türkçenin doğal gelişmesi ile ilgilidir. Dış yapı
bakımından Batı Türkçesinde görülen çeşitli safhalar ise, Türkçenin bünyesi ile ilgili olmayıp
onun, içine karışan yabancı unsurlara göre aldığı değişik görünüşlerden ibarettir.
Demek ki Batı Türkçesinde Türkçeden başka bir de yabancı unsurlar vardır. Bu unsurlar çeşitli
Arapça ve Farsça kelime ve tamlamalardır. Türklerin İslam kültürü çerçevesine girmeleri
dolayısıyla Türkçeye dâhil olan Arapça ve Farsça unsurlar, Türkçeyi Eski Türkçeden sonra yeni
yazı dilleri devresinde oldukça etkilemiş, bu etki bilhassa Batı Türkçesinde ve özellikle yazı
dilinde değişikliklere yol açmıştır. Arapça ve Farsça unsurların Batı Türkçesi içindeki durumu
yedi yüzyıl boyunca hep aynı olmamış ve çeşitli safhalar göstermiştir. Bu sebeple Batı
Türkçesi içinde hem Türkçe bakımından, hem de yabancı unsurlar bakımından birbirinden
farklı bir kaç devre var demektir.
İşte 13. yüzyıldan günümüze kadar Batı Türklerinin yazı dili olarak gelmiş bulunan Batı
Türkçesi iç ve dış gelişme ve değişiklikler bakımından şu üç devreye ayrılır:
1. Eski Anadolu Türkçesi
2. Osmanlıca
3. Türkiye Türkçesi
25
Osmanlıca Batı Türkçesinin ikinci devri olup 15. yüzyılın sonlarından 20. yüzyılın başlarına
kadar devam etmiş olan yazı dilidir. Dört yüzyıldan fazla bir ömrü olan Osmanlıca, şüphesiz
hep aynı kalmamış, baştan ve sondan geçiş devirlerinde ve ortada, sınırları kesin olarak
çizilemeyen birbirine geçmiş çeşitli iç aşamaları olmuştur. Fakat iç ve dış bakımından esas
özellikleri itibariyle Osmanlıca ismi altında bu ismin çok iyi ifade ettiği bir bütünlük gösterir.
Türkçe bakımından, Osmanlıcada aşağı yukarı mühim hiçbir değişiklik olmamış, Eski Anadolu
Türkçesinden sonra günümüze kadar Türkçenin başlıca şekilleri hemen hemen hep aynı
kalmıştır. Yani gramer şekilleri bakımından Osmanlıca ile Türkiye Türkçesi arasında belirli bir
ayrılık yoktur. Yukarıda da söylediğimiz gibi Türkçe bakımından ancak bu son iki devre ile Eski
Anadolu Türkçesi arasında belirli ayrılıklar vardır.
Osmanlıca ile Türkiye Türkçesi arasında çok küçük şekil farklarına rastlansa bile bunlar zaman
ayrılıklarına dayanan basit değişikliklerden başka bir şey sayılmamalıdırlar. Eski Anadolu
27
Türkçesi, Batı Türkçesinin eski gramer şekillerini, Osmanlıca ile Türkiye Türkçesi ise Batı
Türkçesinin yeni gramer şekillerini ihtiva eden devrelerdir. Yani, gramer şekilleri bakımından
Osmanlıca ile Türkiye Türkçesi arasında bir devre farkı yoktur.
Devrelerin birbirine geçişi keskin çizgilerle ayrılamayacağı için eski Anadolu Türkçesi ile
Osmanlıca arasında da uzun bir geçiş safhası olmuştur. Osmanlıcanın başlangıcını oluşturan
ve 15. yüzyılın ikinci yarısı ile 16. yüzyılın ilk yarısını içine alan devirde eski gramer şekilleri,
yerlerini henüz tamamıyla yeni şekillere bırakmış değillerdi.
Bu eski şekillerden bazıları Osmanlıcanın içinde daha sonraları da kendisini korumuş,
bunlardan Türkiye Türkçesine geçenler bile olmuştur. Bazı yeni şekiller ise oluşunu ancak
Osmanlıca içinde tamamlamış veya kullanış sahasına bu devirde çıkmıştır. İşte geçiş
devrindeki normal gelişmeler, ondan sonraki küçük sızıntılar ve bazı yeni şekillerin ortaya
çıkışı dışında, Osmanlıcaya Türkçe bakımından başından sonuna kadar bir durgunluk hâkim
olmuş, 16. yüzyıldan günümüze kadar Türkçe gramer şekilleri bakımından belirli hiçbir
gelişme kaydetmemiştir.
Osmanlıcayı Batı Türkçesi içinde bilhassa Türkiye Türkçesinden ayrı bir devre hâlinde tutan
şey onun dış yapısıdır. İç yapı, yani Türkçe bakımından yalnız Eski Anadolu Türkçesinden farklı
bulunan Osmanlıca, dış yapı, yani yabancı unsurlar bakımından Eski Anadolu Türkçesinden
de, Türkiye Türkçesinden de çok büyük farklarla ayrılan bir devre manzarası gösterir. Bu
devre Türkçe’nin yabancı unsurlar tarafından çok fazla etkilendiği, Türkçedeki Arapça ve
Farsça unsurların oldukça arttığı bir devredir.
Osmanlıca devrinde Türkçeyi saran bu Arapça ve Farsça unsurlar, sayısız Arapça ve Farsça
kelime ve tamlamalar olup esas itibariyle isim sahası içinde kalmıştır. Fakat bu sahada o
kadar ileri gidilmiştir ki bütün isim cinsinden kelimeler ve cümle içinde isim muamelesi gören
bütün kelime gurupları Arapça ve Farsça kelimelerle ve tamlamalarla dolmuştur. Bu kelime
alışverişinden fiil kökleri bile etkilenmiş, Türkçenin basit fiil kökleri yerine Arapça ve Farsça
kelimelerle Türkçe yardımcı fiillerden yapılmış birleşik fiiller kullanılarak Türkçe, bugün de
yaşamakta olan sayısız yabancı köklü birleşik fiiller meydana gelmiştir.
Fiil dışında kalan isim cinsinden bütün kelimeler ve isim muamelesi gören kelime gurupları
sahasını böylece Arapça ve Farsça kelimelere, sıfat ve isim tamlamalarına kaptıran yazı
dilinde genellikle Türkçe olarak isim ve fiil çekimi ile cümle yapısı kalmıştır. Kısaca, Türk yazı
dili Osmanlıca devrinde esas yapısı Türkçe olan fakat Türkçe, Arapça ve Farsçadan meydana
gelen üç dilli, karışık bir dil manzarası göstermiştir.
28
Türkiye Türkçesi
Türkiye Türkçesi Batı Türkçesinin üçüncü devresidir. Bugün de devam etmekte olan bu devre,
1908 meşrutiyetinden sonra başlar. Bu yeni devrenin 1908 meşrutiyetinden sonra başlayan
ve Cumhuriyete kadar devam eden ilk safhası Türkiye Türkçesinin başlangıç devri olarak
kabul edilmektedir. Bu kısa devirde çok süratli bir şekilde ortaya çıkan yeni yazı dilinin
yanında Osmanlıca, henüz tamamıyla sahneden çekilmiş değildir fakat son döneminde
bulunmaktadır ve genel dil olmaktan çıkarak belirli kalemler tarafından kullanılmaya çalışılan
özel bir dil haline gelmiştir.
Kısacası bu devir, Osmanlıcanın son örnekleri ile Türkiye Türkçesinin ilk örneklerinin yan yana
bulunduğu devirdir, Osmanlıcanın bu son örneklerine yeni dil gittikçe fazla girdiği gibi, yeni
dilin ilk örneklerinde de bazı Osmanlıca unsurlar, eskimiş bazı kelimeler, bazı tamlamalar
görülmektedir. Yukarıda da söylediğimiz gibi değişiklik bir neslin hayatı içinde ortaya çıktığı
için Osmanlıcadan yeni dilin ilk örneklerine bu şekilde bazı yansımaları olmuştur. Fakat yeni
dil bu yansımalardan bu ilk devre içinde kendisini ayırmış, temiz Türkçe’nin sayısız örneklerini
vererek Osmanlıcadan kısa zamanda uzaklaşmıştır. Öyle ki Cumhuriyet devri başlarken
Osmanlıca artık bırakılmış ve yazı dili tam olarak Türkiye Türkçesine açılmıştır.
Türkiye Türkçesini Osmanlıcadan ayıran başlıca özellik onun yabancı unsurlar karşısındaki
durumudur. Dilin iç yapısı, yani Türkçe bakımından Batı Türkçesinin bu iki devresi arasında bir
devre farkı olmadığını, bu iki devrenin yabancı unsurlar bakımından ayrı devreler
oluşturduğunu yukarıda da açıklamıştık. Yabancı unsurlar bakımından bu iki devre arasında
gerçekten çok büyük bir fark vardır. Bu farkın en önemli tarafı tamlamalar bakımından olan
ayrılıktır.
Türkiye Türkçesinin en belirli vasfı budur. Bu bakımdan Türkiye Türkçesi bütün Türkçenin en
temiz devridir. Az ve basit olmakla beraber Eski Anadolu Türkçesinde yabancı kelime ve
kelime gurupları vardı. Osmanlıca tam anlamıyla tamlamalı dil demektir. Türkiye Türkçesi ise
Türk yazı dilinin bu Arapça, Farsça kalıplardan arındırılmış yeni devridir. Bir dil, yabancı bir
dilin tesirinde kalabilir. Bu tesir, lügat hazinesinde yani kelime sahasında kaldığı müddetçe ne
kadar aşırı olursa olsun dil için bir tehlike teşkil etmez. Fakat kelime sahasını aşar ve kelime
guruplarına, cümle sahasına girerse dilin yapısı tehlikeye girer.
Dilin yapısını ayakta tutabilmek üzere bunlara dayanabilmesi için çok sağlam bir bünyeye
sahip bulunması gerekir. Osmanlıca döneminde Türkçeye giren Arapça ve Farsça kalıplar da
bu şekilde sadece kelime sahasında kalmayan, cümle sahasına giren yabancı unsurlardı.
29
Türkçenin bünyesi çok sağlam olduğu için zamanı gelince bu kalıplardan kolaylıkla uzaklaşmış
ve kendi yapısı ile baş başa kalmıştır.
İşte Türkiye Türkçesini Osmanlıcadan ayıran en önemli özellik, onun bu şekilde yabancı dil
unsurlarından arınmış bir Türkçe olmasıdır. Bu sebeple Osmanlıcanın sonları ile Türkiye
Türkçesinin başlarında karşımıza çıkacak örnekleri de bu esasa göre ayırmak uygun olur.
Türkiye Türkçesi kalıplar dışındaki yabancı unsurlar bakımından da Osmanlıcadan çok
farklıdır. Bir kere Türkiye Türkçesi Osmanlıcadaki yabancı çekim edatlarından, Arapça ve
Farsça çokluk yapmak gibi yabancı kurallardan da kurtulmuştur. Sonra yabancı kelime sayısı
büyük ölçüde azalmış ve azalmaktadır. Fakat bir kısmı konuşma diline de yerleşmiş olduğu
için, Türkiye Türkçesinde bugün hâlâ pek çok Arapça ve Farsça kelime vardır.
Bu hususta Türkiye Türkçesi Batı Türkçesinin en saf devri değildir. Osmanlıca ile
karşılaştırılamayacak kadar temiz bir durumda olmakla beraber, Eski Anadolu Türkçesinden
daha çok yabancı kelime barındırmaktadır. Demek ki Türkiye Türkçesinde yabancı unsur
olarak çok sayıda Arapça ve Farsça kelimeler kalmıştır. Bu arada bazı yabancı kalıplar da
görülür, fakat bunlar tek kelime ifadesi gören alışılmış şeyler olup, sayıları da çok azdır.
Türkiye Türkçesinin diğer devrelerden bir farkı da batı dillerinden bazı yabancı kelimeler
almış olmasıdır.
Türkiye Türkçesinde cümle yapısı da büyük bir aydınlığa kavuşmuştur. Bu devrede Türk
cümlesi eski devrelerdeki karışık ve anlamsız uzunluğundan kurtulmuş, kısa, derli toplu
yanlışsız cümle hâline gelmiştir.
Osmanlıcadan Türkiye Türkçesine geçiş, yazı dilini konuşma diline yaklaştırmak suretiyle
olmuştur. Türk yazı dilini daima temiz kalan konuşma diline yaklaştırınca yazı dili kolaylıkla
Türkçeyi bulmuştur. Aslında Türkçeye girmiş olan yabancı unsurlar Arapça, Farsça gibi gerek
kaynak gerek yapı bakımından Türkçe ile hiç ilgisi bulunmayan bir Sâmi, bir Hind-Avrupa
dilinden gelmeydi. Bu sebeple bu unsurlar Türkçe’nin bünyesi içinde daima yabancı kalmış ve
büyük yapaylığa dayanan garip durumlar, yazı dili konuşma dili kaynağına dönünce üçüzlü
yapay dil yerini tek bir dile, Türkçeye bırakmıştır. Yazı dili konuşma diline yaklaştırılırken tabi
öteden beri kültür merkezi olarak Türkçe bakımından esasen yazı dilinin dayandığı konuşma
diline sahip bulunan topluluğun dili, yani İstanbul Türkçesi esas alınmıştır. Bu sebeple bugün
Türk yazı dili yani Türkiye Türkçesi hemen hemen İstanbul konuşma dilinin, İstanbul
Türkçesinin aynısıdır. Yazı ve konuşma dili olarak ikisi arasındaki fark oldukça azdır.
30
Kısacası, ana çizgileri ile başlıca özelliklerini belirttiğimiz Türkiye Türkçesi bugün tam bir
özleşme, güzelleşme ve gelişme hâlindedir. Batı Türkçesi bu son devre ile çok önemli bir yola
girmiş ve Türk yazı dilinin bütün gelişme ufukları açılmıştır. Kuvvetli bir yazı dili olmak üzere
gelişme yoluna giren Türkiye Türkçesinin yürüyüş hızı devre boyunca memnunluk verici bir
seyir göstermiştir. 1928’de yeni alfabenin kabul edilmesiyle birlikte Türkiye Türkçesindeki
gelişme hız kazanmıştır.
Kaynakça
ERGİN, M., Türk Dil Bilgisi, Bayrak yayım, İstanbul, 1998.
ERGİN, M., Üniversiteler için Türk Dili, Bayrak yayım, İstanbul, 1990.
GÜLENSOY, T., Türkçe El Kitabı, Akçağ yayınları, Ankara, 2000.
GÜZEL, A. vd., Üniversiteler için Türk Dili, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Yayınları,
Ankara, 1998.
31
32
Bozkurt Destanı
Ergenekon Destanı
Türeyiş Destanı
Göç Destanı
Oğuz Kağan Destanından Bir Bölüm
Ay Kağan’ın yüzü gök, ağzı ateş, gözleri elâ, saçları ve kaşları kara perilerden daha güzel bir
erkek evladı oldu. Bu çocuk annesinden ilk sütü emdikten sonra konuştu ve çiğ et, çorba ve
şarap istedi. Kırk gün sonra büyüdü ve yürüdü.
Ayakları öküz ayağı, beli kurt beli, omuzları samur omzu, göğsü ayı göğsü gibiydi. Vücudu
baştan aşağı tüylüydü. At sürüleri güder ve avlanırdı. Oğuz’un yaşadığı yerde çok büyük bir
orman vardı. Bu ormanda çok büyük ve güçlü bir gergedan yaşıyordu. Bir canavar gibi olan bu
gergedan at sürülerini ve insanları yiyordu. Oğuz cesur bir adamdı.
Günlerden bir gün bu gergedanı avlamaya karar verdi. Kargı, yay, ok, kılıç ve kalkanını aldı ve
ormana gitti. Bir geyik avladı ve onu söğüt dalı ile ağaca bağladı ve gitti. Tan ağarırken
geldiğinde gergedanın geyiği almış olduğunu gördü. Daha sonra Oğuz, avladığı bir ayıyı altın
kuşağı ile ağaca bağladı ve gitti. Tan ağarırken geldiğinde gergedanın ayıyı da aldığını gördü.
Bu sefer kendisi ağacın altında bekledi. Gergedan geldi ve başı ile Oğuz’un kalkanına vurdu.
Oğuz kargı ile gergedanı öldürdü. Kılıcı ile başını kesti…
İslamiyet’in Kabulünden sonraki Türk Destanları
Saltuk Buğra Han Destanı
Manas Destanı
Cengiz Han Destanı
Timur ve Edige Destanları
Seyit Battal Gazi Destanı
Köroğlu Destanı
Danişment Gazi Destanı
Köroğlu Destanından Bir Bölüm
Bolu beyi, güvendiği ve sevdiği seyislerinden biri olan Yusuf’a: “Çok hünerli ve değerli bir at
bul.” emrini verir. Seyis Yusuf, uzun süre Bolu beyinin isteğine göre bir at arar.
Büyüdüklerinde istenen niteliklere sahip olacağına inandığı iki küçük tay bulur ve bunları
satın alır. Bolu beyi bu zayıf tayları görünce çok kızar ve seyis Yusuf’un gözlerine mil
çekilmesini emreder. Gözleri kör edilen ve işinden kovulan Yusuf, zayıf taylarla birlikte evine
döner. Oğlu Ruşen Ali’ye talimat verir ve tayları büyütür.
Babası kör olduğu için Köroğlu takma adıyla anılan Ruşen Ali, babasının talimatlarına göre
atları yetiştirir. Taylardan biri mükemmel bir at haline gelir ve Kırat adı verilir. Kırat da destan
kahramanı Köroğlu kadar ünlenir. Seyis Yusuf, Bolu beyinden intikam almak için gözlerini
açacak ve onu güçlü kılacak üç sihirli köpüğü içmek üzere oğlu ile birlikte pınara gider.
Köroğlu; bu köpükleri içer, yiğitlik, şairlik ve sonsuz güç kazanır. Babası; oğluna, ne pahasına
olursa olsun intikamını almasını söyler. Köroğlu Çamlıbel’e yerleşir, çevresine yiğitler toplar
34
ve babasının intikamını alır. Hayatını fakirlere ve çaresizlere yardım ederek geçirir. Halk
inancına göre silah icat edilince mertlik bozuldu demiş, kırklara karışmıştır.
Yazılı Edebiyat
İslamiyet öncesi Türk edebiyatına ait ürünler azdır. İlk eserler mezar taşlarına yazılmıştır. Bu
dönemde Türkler, Göktürk ve Uygur alfabesini kullanmışlardır. Türklerin ilk alfabesi Göktürk
alfabesidir. İlk Türk yazarı Yollug Tigin, ilk Türk şairi Aprunçur Tigin’dir.
Aprın Çor Tigin tarafından yazıldığı bilinen ilk şiirimiz Sevgilim şiiri bu döneme güzel
bir örnektir:
kasınçıgımın öyü kadgurar men sevgilimi düşünüp dertleniyorum.
kadgurdukça dertlendikçe
kaşı körtlem kaşı güzelim
kavışıgsayur men kavuşmayı özlüyorum
Dîvân ü Lügati't-Türk: 11. Yüzyılda, 1072 tarihinde yazılmış olan eserlerden birisi Kaşgarlı
Mahmud’un Dîvân ü Lügati't-Türk adlı eseridir. Kaşgarlı Mahmud bu eserini Araplara Türkçe
öğretmek amacıyla kaleme almıştır. Aslında bir lügat olan Dîvân ü Lügati't-Türk’te örnek
olarak verilen halk şiirleri, atasözleri, deyimler dil ve edebiyat tarihimiz bakımından son
derece önemlidir. Kaşgarlı Mahmut aynı zamanda ilk Türk dili bilginidir. Eserini “Türk dili ile
Arap dilinin başabaş yürüdükleri bilinsin” diye yazdığını söylemektedir.
Kutadgu Bilig: Yusuf Has Hacib tarafından 1069/1070 yılında tamamlanmış ve Karahanlı
hükümdarı Tabgaç Buğra Han’a sunulmuştur. Eserin adı “Kutlu Olma Bilgisi” ya da “Mutluluk
Veren Bilgi” şeklinde günümüz Türkçesine aktarılabilir. Kutadgu Bilig, devleti idare edenlerin
nasıl davranmaları gerektiğini, halkın ideal bir devlet tarafından nasıl mutlu edilebileceğini,
insanların toplum içerisindeki görev ve sorumluluklarının neler olduğunu anlatan dini, ahlaki
ve sosyal görüşlerin ağır bastığı manzum bir eserdir ve 6645 beyitten oluşmaktadır. Dil ve
kültür tarihi bakımından çok önemli bir eserdir.
Kutadgu Bilig’den Bir Bölüm: Günümüz Türkçesi:
Toğardın ese keldi öŋdün yeli, Şarktan bahar rüzgârı eserek geldi;
Ajun etgüke açtı uştmah yolı Dünyayı süslemek için, cennet yolunu açtı.
Yağız yer yıpar toldı kâfûr kitip, Kâfur gitti, kara toprak misk ile doldu;
Bezenmek tiler dünyâ körkin itip Dünya kendisini süsleyerek, bezenmek istiyor.
İrinçig kışığ sürdi yazkı esin, Bahar rüzgârı eziyetli kışı sürüp, götürdü;
Yaruk yaz yana kurdı devlet yasın Parlak yaz tekrar saadet yayını kurdu.
Dede Korkut Hikayeleri: Ord. Prof. Fuad Köprülü’nün Dede Korkut Hikâyeleri için: “Bütün
Türk edebiyatını terazinin bir gözüne, Dede Korkut’u öbür gözüne koysanız, yine Dede Korkut
ağır basar.” der. Destan döneminden halk hikâyeciliğine geçiş döneminin en önemli ürünü
Dede Korkut Hikâyeleridir. Bu hikâyeler, Orta Asya'da şekillenmeye başlamış; Türklerin
Müslüman olmalarından ve Anadolu'ya gelmelerinden sonra din ve çevre motiflerine göre
bazı değişikliklere uğramıştır. Dede Korkut'un hikâyeleri, parça parça ve değişik versiyonlarda
Anadolu'nun çeşitli yerlerinde yaşamaktadır. Bugün Türkiye'de en yaygın olarak bilinen
hikâyeler, 15-16. yüzyıllarda meçhul biri tarafından yazıya geçirilmiştir. Kitap, on iki destansı
hikâye ve bir önsözden oluşmuştur. Hikâyeler Kuzeydoğu Anadolu dolaylarındaki Müslüman
Oğuzların hayatını anlatır. Fakat destanlar İslamiyet öncesi dönemden de izler taşımaktadır.
Destan özellikli ve pek çok halk kahramanının mücadeleleri anlatılan Dede Korkut
hikâyelerinde; güzel ve hikmetli sözler, Türklerin tarihine ait rivayetler, han ve beyler
hakkında methiyeler, Türk töresine ait pek çok konu işlenmiştir.
Dede Korkut Hikâyelerinden Dirse Han Oğlu Boğaç Han
Bayındır Han yönettiği halkı için her sene büyük şölen düzenlermiş. Bu şölenlerin birinde
gelecek konukları için üç ayrı çadır hazırlanmasını ve konukların bu çadırlarda ağırlanmasını
emretmiş. Bunlar Ak, Kızıl ve Kara çadırlarmış. Ak çadırda oğlan çocuğu olanlar, Kızıl çadırda
kız çocuğu olanlar, Kara çadır ise hiç çocuğu olmayan konuklar içinmiş. Dirse Han’ın ise
çocuğu yokmuş. Yanındaki 40 adamıyla geldiği için bu davranış zoruna gitmiş. Hanımına
derdini anlatırken kendini öğüt dinlerken bulmuş ama öğüdü de tutmuş ve büyük yemek
düzenlemiş. İnsanlara yardım etmiş, hayır dualarını almış. Sonunda sağlıklı bir oğlu olmuş.
Oğlan büyümüş ve Bayındır Han tarafından düzenlenen bir şölende ipinden kurtulan büyük
bir boğayla güreşmiş. Kuvvetli yumruğuyla boğayı dizginlemiş ve yenmiş. Bu yiğitliği ile nam
kazanıp Dede Korkut’un iltifatını kazanmış ve adı Boğaç Han olmuş. Oğluyla gurur duyan
babası tarafından da Boğaç Han ödüllendirilmiş. Bunu kıskanan babasının 40 adamı fesatlıkla
babasına Boğaç Han’ı kötülermiş. Bir av düzenlenmiş ve o sırada türlü oyunlarla Boğaç Han’ı
babasının vurmasını sağlamışlar. Annesinin sütü ve dağ çiçeği Boğaç Hanın yarasına derman
olmuş ve iyileşmiş. Boğaç Han’ın iyileşmesinden ve kendilerinden öç almasından korkan 40
hain, Boğaç Han’ın babasını da zorla yanlarına alarak kaçmış. Yanına 40 yiğit alarak, kaçırılan
babasını kurtarmaya giden Boğaç Han, hainleri yenip babasını kurtarmış. Kendisini kurtaran
Boğaç Han’a babası Dirse Han taht vermiş ve bu destansı hikâye de böylece sona ermiş.
Anadolu’ya gelen Türk boyları da Anadolu’da yeni bir edebiyat geleneğinin oluşmasında
büyük rol oynadılar. Anadolu’da ilk örneklerini 13. yüzyıldan başlayarak gördüğümüz bu
edebiyat geleneği iki alanda gelişmiştir: Halk edebiyatı, Divan edebiyatı.
37
HALK EDEBİYATI
Türk edebiyatının başlangıcından bugüne kadar halk arasında gelişen, yabancı etkilerden
kısmen uzak kalan edebiyattır. Aşk, tabiat, ayrılık, hasret, ölüm, yiğitlik, toplum, din ve
zamandan şikayet sık sık işlenen konulardır. Bu edebiyatın temelinde İslamiyetten önceki
sözlü edebiyat kültürü vardır. Hem düzyazı hem de şiir alanında eserler verilmiştir ancak şiir
daha çoktur. Şairler şiirlerini saz eşliğinde belli bir ezgi ile söylemiştir. Halk şairlerinin
söylediği her şey gerçek yaşamdan alınmadır. Halk edebiyatında düz yazı olarak tekerleme,
bilmece, efsane, atasözleri, deyimler, geleneksel Türk tiyatrosu, fıkra, halk hikayeleri
kullanılmıştır.
Halk edebiyatı, ortaya konan ürünlerin gösterdiği biçim ve içerik özelliklerine göre üç bölüme
ayrılmıştır:
1.Anonim Halk Edebiyatı
Kim tarafından söylendiği bilinmeyen, halkın ortak malı sayılan ürünlerin oluşturduğu
edebiyattır. Sözlü geleneğe dayanır. Şiirler halk diliyle söylenmiştir. Mani, ninni, türkü,
destan, tekerleme, bilmece, ağıt, fıkra, atasözleri, masal başlıca anonim halk edebiyatı
ürünleridir.
Türkü
Zeynep bu güzellik var mı soyunda
Elvan elvan güller biter bağında
Arife gününde bayram ayında
Zeynebim Zeynebim allı Zeynebim
Beş köyün içinde şanlı Zeynebim
2.Aşık Edebiyatı
Aşık adı verilen halk şairleri tarafından oluşturulmuştur. Şairler, sazlarını omuzlarına alarak
köy köy, kasaba kasaba, şehir şehir dolaşmışlardır. Aşk, ayrılık, doğa sevgisi, ölüm, yoksulluk
gibi konular işlenmiştir. Aşık edebiyatında koşma, semai, destan, varsağı gibi nazım şekilleri
kullanılmıştır. Şiirler işlenen konulara göre “koçaklama, güzelleme, taşlama, ağıt” gibi adlar
38
almıştır. Köroğlu, Karacaoğlan, Dadaloğlu, Aşık Ömer, Aşık Veysel Şatıroğlu, Aşık Mahzuni
Şerif, Neşet Ertaş başlıca Aşık Edebiyatı şairlerimizdir.
UZUN İNCE BİR YOLDAYIM/Aşık Veysel
Uzun ince bir yoldayım
Gidiyorum gündüz gece
Bilmiyorum ne haldayım
Gidiyorum gündüz gece
Ne varlığa sevinirim
Ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum
Bana seni gerek seni
39
DİVAN EDEBİYATI
Divan edebiyatına “klasik Türk edebiyatı”, “yüksek zümre edebiyatı”, “havas edebiyatı”, gibi
isimler de verilir. Fakat her şairin “Divan” ı olduğu için daha yaygın olarak kullanılan isim
“divan edebiyatı”dır. 13. yüzyılda başlayıp 19. yüzyılda biten bir edebiyattır. Şiirde aruz
ölçüsü kullanılmıştır. Eserlerin dili süslü ve sanatlıdır. Arapça ve Farsça kelime ve tamlamalara
sıkça yer verilir. Anlamdan çok söyleyiş önemlidir; ne söylendiği değil, nasıl söylendiği
önemlidir. Şiire başlık konmaz, her şiir redif ve türünün adı ile anılır. Şiirin konusu genellikle
aşk, şarap, sevgili ve tasavvuftur. Divan şiirinde dil Osmanlıcadır. Eserlerin tamamı yazılıdır.
Şiirde tasavvuf, Sebk-i Hindi ve mahallileşme akımlarının etkileri görülür. Divan edebiyatında
kullanılan nazım birimi beyit olan başlıca nazım şekilleri gazel, kaside, mesnevi, kıt’a ve
müstezattır. Nazım birimi bent olan nazım şekilleri ise rubai, tuyuğ, şarkı ve murabbadır.
Divan edebiyatında şiire göre arka planda kalan nesir (düz yazı) eserler de verilmiştir. Tarih,
tezkire (biyografi), siyasetname, seyahatname, sefaretname, münşeat, siyer, surname vb.
başlıca kullanılan düz yazı türleridir. Divan edebiyatında eser veren birçok sanatçı ve şair
bulunmaktadır. Bunların başlıcaları: Hoca Dehhani, Mevlana, Sultan Veled, Aşık Paşa, Kadı
Burhaneddin, Ali Şir Nevai, Avni (Fatih Sultan Mehmet), Süleyman Çelebi, Fuzuli, Baki,
Bağdatlı Ruhi, Muhibbi (Kanuni Sultan Süleyman) , Nabi, Nedim, Şey Galip’tir.
Su Kasidesi
Ey göz! Gönlümdeki ateşlere gözyaşımdan su saçma ki, bu kadar çok tutuşan ateşlere
su fayda vermez.
Şu dönen gök kubbenin rengi su rengi midir; yoksa gözümden akan gözyaşları mı şu
dönen gök kubbeyi kaplamıştır, bilemem.
40
Senin kılıca benzeyen keskin bakışlarının zevkinden benim gönlüm parça parça olsa
buna şaşılmaz. Nitekim akarsu da zamanla duvarda, yarlarda yarıklar meydana getirir.
Hikâye ve Roman
Türk edebiyatı romanla ilk defa 1859’da karşılaşır. Yusuf Kâmil Paşa, Fenolen’in Telemak adlı
romanını tercüme eder. İlk yerli roman Şemsettin Sami’nin Taşşuk-ı Talât ve Fıtnat
(1872)’ıdır. İlk hikâye Ahmet Mithat Efendi’nin Letaif-i Rivayet’idir.
Tiyatro
İlk tiyatro Şinasi’nin Şair Evlenmesi adlı, iki perdelik, komedi türündeki eseridir. Eserde
görücü usulü ile yapılan evliliklere gönderme yapılır.
Şiir
Tanzimat döneminde en önemli yenilik şiirde görülür. Şekil olarak divan şiirine bağlı kalınmış,
fakat konu bakımından hem eski terk edilmiş hem de oldukça yeni ve çeşitli konular
işlenmiştir. Aruz ölçüsünün yanında az da olsa hece kullanılmıştır. Adalet, kanun, medeniyet,
eşitlik hürriyet kavramları işlenmiştir. Tanzimat yazar ve şairleri hem yaşadıkları dönem hem
de -daha önemlisi- edebiyata bakış açıları ve işledikleri konular bakımından iki gruba ayrılır:
a. Birinci Dönem (1860-1876)
1860-1876 yılları arasında Tanzimat edebiyatının birinci dönem temsilcileri Şinasi, Ziya Paşa,
Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi, Şemsettin Sami ve Ahmet Vefik Paşa'dır. Bu dönemde
sanat toplum içindir görüşü benimsenmiştir. Bu sebeple şiirde söyleyişe değil fikre önem
verilmiştir. Dilde sadeleşme fikri savunulmuş ama uygulanamamıştır. Divan edebiyatına
tümden karşı çıkılmış ve ağır bir dille eleştirilmiştir. Fransız edebiyatı örnek alınarak
romantizmden etkilenilmiştir. Roman, tiyatro, makale gibi batıdan alınan türler ilk defa bu
dönemde kullanılmıştır. Noktalama işaretleri de ilk defa bu dönemde kullanılmıştır. Kölelik ve
cariyelik, romanlarda sıkça işlenmiştir. Romanlar teknik bakımdan oldukça zayıftır. Yer yer
olayların akışı kesilerek okuyucuya bilgiler verilmiştir, uzun uzun tasvirler yapılmış,
tesadüflere sıkça yer verilmiştir. Edebiyatçılar edebiyatın yanında devlet işleriyle, siyasetle
de bilfiil ilgilenmişlerdir.
Dönemin Edebiyatçıları
Şinasi (1826-1871)
Türk edebiyatında yeniliklerin öncüsüdür. 1860’ta Tercüman-ı Ahval’i (ilk özel gazete),
1862’de Tasvir-i Efkâr’ı çıkardı. İlk makaleyi (Tercüman-ı Ahval mukaddimesi), ilk piyesi (Şair
Evlenmesi) o yazdı. Noktalama işaretlerini de ilk defa o kullandı. La Fontaine’den fabllar
tercüme etti. O, başarılı bir şair ve yazar olmamasına rağmen batı edebiyatından alınan yeni
42
davranmasıdır. Bu dönemde batı edebiyatı örnekleri daha başarılı bir şekilde ortaya
konmuştur. Dönemin sanatçıları devlet işleriyle, siyasetle, toplum meseleleriyle değil sadece
sanatla ilgilenmişlerdir. Birinci dönem sanatçılarının toplumsal sorunlarla ilgilenmelerine
karşın bu dönem sanatçıları kişisel konu ve temaları işlemişlerdir. Bu yüzden dilleri daha
ağırdır. Dönemin romanlarında realizmin, şiirinde ise romantizmin etkisi vardır.
Dönemin Edebiyatçıları
Recaizade Mahmut Ekrem (1847-1914)
Şiir, roman, hikâye, tiyatro, eleştiri, edebî bilgiler türlerinde eserler vermiştir. Şiirlerinde
hüznü ve elemi işlemiştir. Hüzünlü duygular, romantik güzellikler, solgun güller, kitap
yaprakları arasında kurutulmuş çiçekler, küçük kuşlar onun şiirlerinin konuları arasındadır.
Edebiyatta yenileşmeden yanadır. Muallim Naci ile aralarında bu konularda tartışmalar
olmuştur.
Eserleri: Muhsin Bey (Hikâye), Çok Bilen Çık Yanılır (Komedi), Afife Anjelik (Tiyatro), Araba
Sevdası (Realizmin etkisiyle yazılmış bir romandır ve batı hayranlığı yolunda düşülen garip
durumları eleştirir.)
Şiirler: Nağme-i Seher, Yadigâr-ı Şebab, Zemzeme (Önsüzünde edebiyat hakkındaki
düşünceleri ve edebî eleştirileri vardır. Bu esere Muallim Naci “Demdeme” ile karşılık
vermiştir)
Samipaşazade Sezai (1860-1936)
Batılı tarzda hikâyeleri ve bir romanı vardır. Sergüzeşt adlı romanı realizme doğru atılmış bir
adımdır. Küçük Şeyler adlı hikâye kitabı Fransız realistlerinin sanat anlayışlarına uygundur.
Romantik özellikler taşıyan şiirler de yazmıştır.
45
Dönemin Sanatçıları
Tevfik Fikret (1867-1915)
Recaizade ve Hamit’in tesiriyle batılı şiire yönelmiştir. Servet-i Fünun’un şiirdeki en önemli
temsilcisidir. İlk şiirlerinde ferdî konuları (aşk, acıma, hayal kırıklığı...) işler topluluktan ayrı
yazdığı şiirlerde toplumsal konulara yönelir. Bu anlayışla yazdığı şiirlerinde temalar, hürriyet,
medeniyet, insanlık, bilim, fen ve tekniktir. Sis, Halûk’un Vedaı, Tarih-i Kadim, Halûk’un
Amentüsü adlı şiirlerinde bu konuları işler. “Şermin”, onun çocuklar için ve heceyle yazdığı
şiirlerden oluşan bir eseridir. Eserleri: Rübab-ı Şikeste, Halûk’un Defteri, Rübabın Cevabı,
Doksanbeşe Doğru
Sis
Sarmış ufuklarını senin gene inatçı bir duman,
Beyaz bir karanlık ki, gittikçe artan
Ağırlığının altında her şey silinmiş gibi,
Bütün tablolar tozlu bir yoğunlukla örtülü;
Tozlu ve heybetli bir yoğunluk ki, bakanlar
Onun derinliğine iyice sokulamaz, korkar!
Ama bu derin karanlık örtü sana çok lâyık;
Lâyık bu örtünüş sana, ey zulümlér sâhası!
…
Cenap Şahabettin (1870-1934)
Servet-i Fünun’un Tevfik Fikret’ten sonra en önemli şairidir. Asıl mesleği doktorluktur. Eğitim
için gittiği Fransa’da tıptan çok şiirle ilgilenerek sembolizmi yakından takip etmiş ve bu
akımdan etkilenmiştir. Dili oldukça ağırdır. Bilinmeyen Arapça ve Farsça kelime ve
tamlamalar kullanır. Aşk ve tabiat değişmez konularıdır. Sanatı, sanat, hatta güzellik için
yapmıştır. Düz yazıları da vardır: Hac Yolunda, onun gezi yazısıdır. Suriye Mektupları ve
Avrupa Mektupları da gezi türündedir. Tiryaki Sözleri ise kendi vecizelerinden oluşan yine
önemli bir eseridir.
48
Servet-i Fünun’un roman ve hikâyede en ünlü edebiyatçısıdır. Süslü, sanatlı ve ağır bir dili ve
üslûbu vardır. Batılı anlamdaki ilk romanları yazmıştır. Realizmden etkilenmiştir.
Romanlarında aydın kişileri anlatır. Mai ve Siyah’taki Ahmet Cemil, Servet-i Fünun
sanatçısının temsilcisidir. Kahramanları yaşadıkları çevreye uygun anlatır ve ruh tahlillerine
önem verir. Hikâyelerinde Anadolu hayatına ve köy ve kasaba yaşayışına, romanlarında yalnız
İstanbul'a yer verir. Anı ve mensur şiir türünde eserleri de vardır.
Romanları: Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar
Hikâyeleri: İzmir Hikâyeleri, Kadın Pençesi, Onu Beklerken, Aşka Dair...
Hatıraları: Saray ve Ötesi, Kırk Yıl, Bir Acı Hikâye
Mehmet Rauf (1875-1931)
Servet-i Fünun romanının ikinci önemli ismidir. Roman, hikâye ve tiyatro türünde eserleri
vardır. Romantik duyguları, hayalleri ve aşkları işlemiştir. Arzu, ihtiras ve aşk maceraları
temel konularıdır. Romanlarında psikolojik tahlillere önem vermiştir. Dili sadedir. En önemli
eseri Eylül’dür. Eylül romanı edebiyatımızdaki ilk psikolojik roman olarak bilinir. Konusu yasak
aşktır. Şahıs sayısı azdır. Psikolojik tahliller başarılıdır.
Romanları: Eylül, Genç Kız Kalbi, Define, Son Yıldız
Hikâyeleri: Son Emel, Bir Aşkın Tarihi, Üç Hikâye, Hanımlar Arasında
49
anlayışlarında birlik ve bütünlük olmadığı için 1912’de dağılmışlar, ferdî olarak değişik
alanlarda eserler vermişlerdir.
Dönemin Sanatçıları
Ahmet Haşim (1884-1933)
Fecr-i Âtî şiirinin en önemli ismidir. Sanat için sanat yapmıştır. Sembolizmin en önemli
temsilcisidir. İşlediği başlıca temalar tabiat ve aşktır. Tamamen aruzu kullanmıştır. Dili süslü
ve sanatlıdır. Ona göre şiir anlaşılmak için yazılmaz, şiirde anlam aranmaz; şair bir hakikat
habercisi, şiir dili de bir açıklama vasıtası değildir. Şiir duyulmak için yazılır ve okunur; şair
tabiatın kendine hissettirdiklerini sembollerle şiirine yansıtır, okuyan da kendi hayal
dünyasına uygun olarak algılar; şiir dili de telkin görevindedir. Şiirin dili musiki ile söz arsında
ve sözden ziyade musikiye yakındır. Şiirde musiki anlamdan daha önemlidir. Şiirlerindeki
tabiatla ilgili kavramlar, akşam, gurup, şafak, gece, mehtap, yıldızlar, göller, ormanlardır.
Şiirlerini Piyale ve Göl Saatleri adlı eserlerinde toplamıştır.
Nesirleri: Bize Göre, Frankfurt Seyahatnamesi.
Merdiven/ Ahmed Hâşim
Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak...
Sular sarardı... yüzün perde perde solmakta,
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta...
Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller;
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller,
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?
Bu bir lisan-ı hafidir ki ruha dolmakta,
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta...
Refik Halit Karay (1888-1965)
Fecr-i Âtî’den sonra Millî edebiyat hareketine katılmıştır. Eserlerini de bağımsız bir şahsiyet
olarak vermiştir. Edebî hayatı köşe yazarlığı ile başlamıştır. Sonra da sırayla hikâyeciliği ve
romancılığı gelir. Sade ve temiz bir dille yazdığı Memleket Hikâyeleri’nde Anadolu insanının
hayatını bütün canlılığı ile yansıtmıştır. Gözlem yeteneğinin üstünlüğü dikkat çeker.
İnsanların dürüst olmayan, kurnazlık ve menfaatçilikle ilgili yönlerini ortaya koyar. Bunu
mizah ve eleştiri ile yapar. Hiciv, eserlerinde önemli bir unsurdur. Şahısları kendi sosyal
çevreleri ile birlikte anlatır. Konuşma dilinin bütün canlılığını ve tabiiliğini ortaya koyar.
Romanları: İstanbul'un İç Yüzü, Bugünün Saraylısı, Kadınlar Tekkesi
51
Milli ve dini şiirleriyle tanınır. Bir destan şairidir (Çanakkale Şehitlerine). İslâmcılık akımının
temsilcisidir. Şiirlerinde dinî lirizm dikkati çeker. Öğretici, öğüt verici, birliği ve bütünlüğü
sağlayıcı şiirleri vardır. Türk şiirine gerçek realizm onunla girmiştir. O, toplum hayatını bütün
yönleriyle aksettirmiştir. Gözlemlerinden çokça faydalanmıştır. Aruzu Türkçeye başarıyla
uygulamıştır. Nazmı nesre yaklaştıranlardandır. Şiirlerinde günlük hayatı, toplum hayatını
başarıyla anlatmıştır. Özellikle yoksullara, sakatlara, kimsesizlere karşı acıma duygusu bu tür
şiirlerinde belirgindir. Hasta, Küfe, Meyhane, Seyfi Baba, Hasır, Mahalle Kahvesi bu türün
örnekleridir.
Şiirlerini Safahat adlı kitabında toplamıştır. Safahat yedi kitaptan oluşur: Safahat, Hakk’ın
Sesleri, Süleymaniye Kürsüsünde, Fatih Kürsüsünde, Hatıralar, Asım ve Gölgeler.
Yahya Kemal Beyatlı (1884-1958)
Şair ve yazardır. Eski nazım biçimleriyle -az da olsa değişikliğe uğratarak- yeni konuları
işlemiştir. Aruzu Türkçede başarıyla uygulamıştır. Sadece Ok şiirini heceyle yazmıştır. Şiirde
dile, uygun kelimelerin seçilerek yerli yerinde kullanılmasına özen göstermiştir. Şiirde şekil
mükemmelliğine, ahenge ve kafiyeye önem vermiştir. İşlediği başlıca konu ve temalar: aşk,
tabiat, kahramanlık, ölüm, sonsuzluktur. Şiirlerinde Osmanlı hayranlığı oldukça açıktır ve
İstanbul'u da şiirde en çok işleyen şairdir. O tam bir İstanbul aşığıdır.
Şiirleri: Kendi Gök Kubbemiz, Eski Şirin Rüzgârıyla, Rubailer.
Eserleri: Eğil Dağlar, Aziz İstanbul, Edebiyata Dair.
58
YEDİ MEŞALECİLER
Sabri Esat Siyavuşgil, Ziya Osman Saba, Yaşar Nabi Nayır, Kenan Hulusi, Cevdet Kudret Solok,
Muammer Lütfi, Vasfi Mahir Kocatürk’ten oluşur. Bu edebî topluluk yeni bir edebiyat, farklı
bir şiir anlayışı oluşturmak için toplanmıştır. Beş Hececiler’e karşı çıkmışlardır. “Samimîlik,
canlılık ve devamlı yenilik” ilkelerini benimsediler. Fransız edebiyatını örnek alacaklarını
bildirdiler. Buna rağmen kendileri de Beşe Hececiler’in yolundan gitmişlerdir. Türk şiirine
herhangi bir yenilik getirmemişlerdir.
Dönemin Sanatçıları
Ahmet Kutsi Tecer (1901-1967)
Avrupai şiir anlayışından âşık tarzı söyleyişe yönelmiştir. Şiirlerinde iç duygu ve bununla
birlikte gelişen hafif sesli bir musiki havası vardır.
Tiyatroları: Koçyiğit Köroğlu, Köşebaşı, Bir Pazar Günü, Satılık Ev
Necip Fazıl Kısakürek (1905-1983)
Şiirlerinde insanın evrendeki yerini, madde ve ruh meselelerini, insanın iç dünyasına ait çeşitli
yönleri, gizli duyguları işlemiştir. Hissi ve fikri şiir oluşturan iki unsur olarak kabul eder.
Sağlam bir dil ve üslûp; kuvvetli bir lirizm, başarılı bir teknik sahibidir. Ağaç ve Büyük Doğu
dergilerini çıkarmıştır.
Şiirleri: Örümcek Ağı, Kaldırımlar, Ben ve Ötesi, Sonsuzluk Kervanı, Çile
Eserleri: Aynadaki Yalan, Kafa Kağıdı, Tohum, Bir Adam Yaratmak, Birkaç Hikâye Birkaç Tahlil
Hikâye, roman, deneme, makale, edebiyat tarihi ve şiir türlerinde eserler vermiştir ama en
önemli özelliği şairliğidir. Şiirlerindeki temel unsurlar; his, hayal ve musikidir. En çok işlediği
konu zamandır. Şuuraltı da önemlidir. Şiirlerinde sembolistlerin etkisi vardır. Sade bir dille
yazdığı şiirlerde hece ölçüsünü kullanmıştır. Hikâye ve romanlarında dönemin toplum
hayatını ve çelişkilerini ortaya koymuştur. Psikolojik yön de önemlidir. Dili başarıyla
kullanmıştır.
Deneme: Beş Şehir
Roman: Huzur, Mahur Beste, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Sahnenin Dışındakiler.
61
şiirinin garip tepkilere sebep olmasının ve garip bulunmasının etkisi olmuştur. Bu akımın
amacı şiiri, öteden beri vazgeçilmez unsurlar sayılan vezin, kafiye, nazım şekli, nazım birimi;
şairanelik, mecazlı söyleyiş, söz sanatı ve süs gibi unsurlardan sıyırarak, duyuların yalın ifadesi
hâline getirmekti. Bu akımda hiç bir kural ve kalıba bağlanmamak prensip edinilmiştir. Sade
bir dil kullanmışlardır. Günlük ve sıradan konuları işlemişlerdir. Sıradan insanların
problemleri, yaşama sevinci, hayattaki gariplikler şiirlerinin başlıca konularıdır. Şiirde o
zamana kadar işlenmemiş konuları ele almışlardır. Orhan Veli, bu tarzda yazdığı başarılı
şiirlerle kendisinden sonrakileri büyük ölçüde etkilemiştir. Orhan Veli’nin “Anlatamıyorum”
şiiri oldukça ünlüdür:
Anlatamıyorum/Orhan Veli
Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.
Nazım Hikmet Ran (1902-1963) Türkçenin estetiğini Mayakovski tesirleri taşıyan yeni bir
tarzda kullanarak şiirler yazdı. 1960'lı yıllardan sonra Türk Edebiyatı içinde yaygınlaşan
63
sosyalist akımının başlangıcı bu şiirler oldu. Arif Nihat Asya (1904-1976) üslûp ve ruh
yönünden zenginliğini şiirlerine aksettiren orijinal bir şairdir.
Türk edebiyatında küçük klâsik hikâye yazma geleneğinin kurucusu ve en başarılı temsilcisi
olan Ömer Seyfettin'in (1884-1920) hikâye kitapları 144 baskı yaparken kendisi en çok
okunan yazar oldu. Sait Faik Abasıyanık (1906-1948) ve Sabahattin Ali'nin 1935 yılından
sonra yayınladıkları hikâyeler, birbirinden farklı iki yeni çığır açtı. Sait Faik, konuları
İstanbul'da geçen ve şahsî izlenimlerine dayanan şiir duygusuyla dolu hikâyeler yazdı.
Sabahattin Ali, dış tasvirlere ve sade olaylara fazla önem veren hikâyeler yazdı. Sabahattin
Ali’nin birçok şiirinin bestesi yapıldı. Bu iki yazarla birlikte 1960'lı yıllardan sonra yoğunlaşan
günlük olaylar, düşünce ve beklentiler edebiyata girmeye başladı.
Aldırma Gönül/Sabahattin Ali
Başın öne eğilmesin
Aldırma gönül aldırma
Ağladığın duyulmasın
Aldırma gönül, aldırma
1950 yılından itibaren Türk yazar ve şairlerinin büyük bir kısmı, hayat görüşlerini "toplumsal
gerçekçilik" adıyla edebiyata uyguladılar. Bu dönemde Batıdan gelen varoluşçuluk ve
gerçeküstücülük akımları da hayata bakış tarzıyla beraber eserlerinin kompozisyon ve
üslûbunu da değiştirdi. Son kırk yıllık Türk Edebiyatı Batıdan gelen akımlar, sosyalist dünya
görüşü, millî ve dinî yaklaşımlar ve çok partili dönemde çeşitlenen politik tercihler
doğrultusunda fevkalâde çeşitlilik göstermekte, edebiyat çok kere vasıta gibi kullanılmakta ve
yeni arayışlar içinde görünmektedir.
1950-1986 yılları arasında isimleri en çok duyulan ve okunan roman ve hikâyeciler şöyle
sıralanabilir: Halide Nusret Zorlutuna, Nihal Atsız, Atilla İlhan, Yaşar Kemal, Orhan Kemal,
Kemal Tahir, Tarık Buğra, Mustafa Necati Sepetçioğlu, Firuzan, Adalet Ağaoğlu, Emine Işınsu,
Sevinç Çokum, Selim İleri, Cevat Şakir (Halikarnas Balıkçısı), Necati Cumalı, Haldun Taner,
Muhtar Tevfikoğlu, Bahaettin Özkişi, Durali Yılmaz, Rasim Özdenören, Şevket Bulut.
Bu dönemin şairleri: Behçet Kemal Çağlar, Necati Cumalı, Ümit Yaşar Oğuzcan, Bekir Sıtkı
Erdoğan, Atilla İlhan, Yavuz Bülent Bakiler, Mehmet Çınarlı, Mustafa Necati Karaer, Munis
Faik Ozansoy, İlhan Geçer, Bedri Rahmi Eyüpoğlu, Sezai Karakoç, Bahaettin Karakoç'tur.
Fazıl Hüsnü Dağlarca (1914-2008)
Çağdaş Türk şiirinde başlı başına bir 'ekol' olan Fazıl Hüsnü Dağlarca, şiire soyut konularla
başlamıştır. Yaratılışı, kâinatın sırlarını araştırmaya çalışır. Sonraları kahramanlık konularını,
destansı konuları işlemiştir. Şiirleri, destanlar, toplumcu-gerçekçi şiirler ve felsefi-lirik şiirler
olarak sınıflandırılabilir.
Eserleri: Çocuk ve Allah, Çankırı Destanı, Anıtkabir, Üç Şehitler Destanı, Yedi Memetler…
Ahmet Muhip Dıranas (1909-1980)
Şiirlerinde Anadolu’yu, memleket manzaralarını ve tarih sevgilerini işleyen destansı şiirleri
yazmıştır. Baudelaire’den etkilenmiş ve onun havasını yansıtan şiirler yazmıştır. Ölçü ve
kafiyeye sıkı sıkıya bağlıdır. Sese ve ahenge önem verir.
Eserleri: Şiirleri, Gölgeler, O Böyle İstemezdi...
Sait Faik Abasıyanık (1906-1954)
Hikâyeleri ile tanınır. Yazmanın kendisi için bir ihtiyaç olduğuna inanmıştır. Toplumu konu
alan hikâyelerinde toplum sorunlarına değinmiştir. Anlatımı samimidir. Kişileri yaşadıkları
çevreye göre ele alır. Deniz, tabiat, yaşlı bir adam, bir boyacı çocuk, balıkçı kahvesi gibi
unsurlar ve benzeri küçük ve ayrıntı sayılabilecek unsurlar onun hikâyelerinde sık sık görülür.
Hikâyeleri: Semaver, Lüzumsuz Adam, Şahmerdan, Sarnıç, Havada Bulut, Kumpanya,
65
Roman, hikâye, makale, fıkra türünde eserleri vardır. 1918’de çıkardığı “Yirminci Asır” adlı
gazete ve bu gazetede çıkan “Asrın Hikâyeleri” ile tanındı. Romanlarıyla üne kavuşmuştur.
Sanat değeri olan eserlerinde Peyami Safa adını; para kazanmak amacıyla yazdığı eserlerinde
“Server Bedi” takma adını kullanmıştır. Romanlarında psikolojik tahlillere önem verir.
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda kendi hayatının bir bölümünü kahramanın hayatı gibi
anlatmıştır.
Romanları: Sözde Kızlar, Mahşer, Canan, Fatih-Harbiye, Matmazel Noralya’nın Koltuğu, Biz
İnsanlar, Yalnızız, Şimşek, Bir Akşamdı, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Bir Tereddüdün Romanı,
Cumbadan Rumbaya
Cevat Şakir Kabaağaçlı (Halikarnas Balıkçısı) (1886-1963)
Kendisine Bodrum’un antik çağdaki ismi olan “Halikarnas” ismi verilmiştir. Denize sonsuz bir
hayranlıkla bağlıdır. Eserlerinde Ege’yi, Akdeniz’i, buralardaki hayatı, balıkçılarını,
gemicilerini, süngercilerini konu edinmiştir.
Eserleri: Mavi Sürgün, Merhaba Akdeniz, Ege’nin Dibi, Yaşasın Deniz…
66
31. Edebiyatımızda ilk kafiyesiz şiirini yazan : Abdulhak Hamit Tarhan / Validem
32. İlk alfabemiz : Göktürk Alfabesi
33. İlk Türk destanı : Alp Er Tunga Destanı
34. Bizde batılı anlamda ilk eleştiriyi yazan : Namık Kemal
35. İlk kadın romancımız : Fatma Aliye
36. Dünyanın en büyük ve ilk Müslüman Türk Destanı : Kırgızların Manas Destanı
37. Edebiyat kelimesini bizde ilk kullanan : Şinasi
38. Kurtuluş savaşımızı doğrudan işleyen roman : Halide Edip / Ateşten Gömlek
39. Hikayede gerçek anlamda ilk kez Anadolu’yu işleyen : Refik Halit Karay
40. En başarılı psikolojik roman yazarımız : Peyami Safa / 9.Hariciye Koğuşu
41. İlk çocuk şiirlerini yazan : Tevfik Fikret / Şermin
42. İlk Çocuk Romanı: Mahmut Yeşari / Bağrı Yanık Ömer
43. İlk Çocuk Şiir Kitabı : İbrahm Alaattin Gövsa / Çocuk Şiirleri
44. Post-modern tarzında eser veren ilk yazarımız: Tutunamayanlar / Oğuz Atay
45. İlk yerli çizgi roman Türk Kahramanı: Köroğlu (1953)
46. Ülkemizde ilk çocuk çizgi roman türü : Kara Maske (1943)
47. En uzun ömürlü edebiyat dergisi : Varlık Dergisi (1933)
48. İlk edebi tartışma: Namık Kemal ile Ziya Paşa arasında
49. İlk divan sahibi sanatçımız: Yunus Emre
50. İlk mizah gazetemiz: Namık Kemal / Diyojen
51. Serbest vezni kullanan ilk şair: Nazım Hikmet Ran (1929)
52. İlk edebi topluluk: Servet-i Fünun
53. Türk Edebiyatı’nda batıdan yapılan ilk fabl çevirisi: Şinasi
54. İlk Türk filmi: Fuat Uzkınay / ‘Ayastefonos’daki Rus Abidesinin Yıkılışı’ (1914).
55. İlk sesli Türk filmi: Muhsin Ertuğrul / İstanbul Sokaklarında
56. İlk renkli Türk filmi: Muhsin Ertuğrul / Halıcı Kız
57. Bilinen ilk Türk yazar: Yollug Tigin
58. İlk spor dergisi: Sait çelebi / Spor Alemi (1919 – 1921)
59. İlk Kabare Tiyatrosu: Haldun Taner /Devekuşu Kabare Tiyatrosu (1962)
60. İlk Kadın tiyatro sanatçımız: Afife Jale
69
MEHLİKA SULTAN
Mehlika Sultan'a âşık yedi genç
Gece şehrin kapısından çıktı:
Mehlika Sultan'a âşık yedi genç
Kara sevdalı birer âşıktı.
MAKBER
Eyvah! Ne yer, ne yâr kaldı,
Gönlüm dolu ah-u zâr kaldı.
Şimdi buradaydı, gitti elden,
Gitti ebede gelip ezelden.
BAYRAK
Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü,
Işık ışık, dalga dalga bayrağım!
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.
CANIM İSTANBUL
Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim;
O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.
Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.
İstanbul benim canım;
Vatanım da vatanım...
İstanbul,
İstanbul...
Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...
Bulutta şaha kalkmış Fatih'ten kalma kır at;
Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...
Şahadet parmağıdır göğe doğru minare;
Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare? ..
Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet...
O manayı bul da bul!
İlle İstanbul'da bul!
İstanbul,
İstanbul...
Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği;
Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği.
Oynak sular yalının alt katına misafir;
Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir.
Her akşam camlarında yangın çıkan Üsküdar,
Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar...
Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi?
Cumbalı odalarda inletir ' Katibim'i...
Kadını keskin bıçak,
Taze kan gibi sıcak.
İstanbul,
İstanbul...
Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...
Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.
Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından
Hala çığlıklar gelir Topkapı Sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar...
Gecesi sünbül kokan
Türkçesi bülbül kokan,
İstanbul,
İstanbul...
İSTANBUL'U DİNLİYORUM
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgar esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmayan çıngırakları
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
BURSA'DA ZAMAN
Bursa'da bir eski cami avlusu,
Küçük şadırvanda şakırdıyan su;
Orhan zamanından kalma bir duvar...
Onunla bir yaşta ihtiyar çınar
Eliyor dört yana sakin bir günü.
Bir rüyadan arta kalmanın hüznü
İçinde gülüyor bana derinden.
Yüzlerce çeşmenin serinliğinden
Ovanın yeşili göğün mavisi
Ve mimarîlerin en ilâhisi.
Bir zafer müjdesi burda her isim:
Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim
Yaşıyor sihrini geçmiş zamanın
Hâlâ bu taşlarda gülen rüyanın.
Güvercin bakışlı sessizlik bile
Çınlıyor bir sonsuz devam vehmiyle.
Gümüşlü bir fecrin zafer aynası,
Muradiye, sabrın acı meyvası,
Ömrünün timsali beyaz Nilüfer,
Türbeler, camiler, eski bahçeler,
Şanlı hikâyesi binlerce erin
Sesi nabzım olmuş hengâmelerin
Nakleder yâdını gelen geçene.
Bu hayâle uyur Bursa her gece,
Her şafak onunla uyanır, güler
Gümüş aydınlıkta serviler, güller
Serin hülyasıyla çeşmelerinin.
Başındayım sanki bir mucizenin,
Su sesi ve kanat şakırtılarından
Billûr bir âvize Bursa'da zaman.
Yeşil türbesini gezdik dün akşam,
Duyduk bir musikî gibi zamandan
Çinilere sinmiş Kur'an sesini.
Fetih günlerinin saf neşesini
Aydınlanmış buldum tebessümünle.
İsterdim bu eski yerde seninle
Başbaşa uyumak son uykumuzu,
Bu hayâl içinde... Ve ufkumuzu
Çepçevre kaplasın bu ziya, bu renk,
Havayı dolduran uhrevî âhenk..
Bir ilâh uykusu olur elbette
Ölüm bu tılsımlı ebediyette,
Belki de rüyâsı bu cetlerin,
Beyaz bahçesinde su seslerinin.
ÇOBAN ÇEŞMESİ
Derinden derine ırmaklar ağlar,
Uzaktan uzağa çoban çeşmesi,
Ey suyun sesinden anlıyan bağlar,
Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi.
Attila İLHAN
79
Kaynakça
AKYÜZ, K., Modern Türk edebiyatının Ana Çizgileri, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2015.
LEVEND, A. S., Türk Edebiyatı Tarihi, Türk tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1998.
TANPINAR, A. H., 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Çağlayan Kitabevi, İstanbul, 2003.
TÜRK DİLİ, Editör: Hayati Develi, A. N. Çiçekler vd., İstanbul Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2010.
80
SES BİLGİSİ
Ünlülerin Nitelikleri
Türkçede sesler, ünlüler ve ünsüzler olmak üzere iki ana gruba ayrılır. Ses yolunda bir engele
çarpmadan çıkan sese ünlü denir. Türkçede sekiz ünlü vardır: a, e, ı, i, o, ö, u, ü
Ünlüler şu biçimde sınıflandırılır:
A. Dilin durumuna göre:
1.Kalın ünlüler: a, ı, o, u
2.İnce ünlüler: e, i, ö, ü
B. Dudakların durumuna göre:
1.Düz ünlüler: a, e, ı, i
2.Yuvarlak ünlüler: o, ö, u, ü
C. Ağzın açıklığına göre:
1.Geniş ünlüler: a, e, o, ö
2.Dar ünlüler: ı, i, u, ü
Ünlülerin nitelikleri aşağıdaki çizelgede toplu olarak gösterilmiştir:
Düz Yuvarlak
Düzeltme İşareti
Düzeltme işaretinin kullanılacağı yerler aşağıda gösterilmiştir:
1) Yazılışları bir, anlamları ve söylenişleri ayrı olan kelimeleri ayırt etmek için okunuşları uzun
olan ünlülerin üzerine konur: adem (yokluk), âdem (insan); adet (sayı), âdet (gelenek,
alışkanlık); alem (bayrak), âlem (dünya, evren); aşık (eklem kemiği), âşık (vurgun,
tutkun); hal (sebze, meyve vb. satılan yer), hâl (durum, vaziyet); hala (babanın kız
kardeşi), hâlâ (henüz); rahim (esirgeme), rahîm (koruyan, acıyan); şura (şu
yer), şûra (danışma kurulu) vb.
2) Arapça ve Farsçadan dilimize giren birtakım kelimelerle özel adlarda bulunan ince g,
k ünsüzlerinden sonra gelen a ve u ünlüleri üzerine konur: dergâh, karargâh, tezgâh, yadigâr,
Nigâr; dükkân, hikâye, kâğıt, Kâzım; mahkûm, sükûn, sükût vb.
81
Kişi ve yer adlarında ince l ünsüzünden sonra gelen a ve u ünlüleri de düzeltme işareti ile
yazılır: Halûk, Lâle, Nalân; Elâzığ, Lâdik, Lâpseki, Selânik vb.
Büyük Ünlü Uyumu
Bir kelimenin birinci hecesinde kalın bir ünlü (a, ı, o, u) bulunuyorsa diğer hecelerdeki
ünlüler de kalın, ince bir ünlü (e, i, ö, ü) bulunuyorsa diğer hecelerdeki ünlüler de ince
olur: adım, ayak, boyunduruk, burun, dalga, dudak, kırlangıç; beşik, bilezik, gelincik, gözlük,
vergi, yüzük vb.
Kadının kolunda çok fazla bilezik vardı.
Büyük ünlü uyumuna aykırı olan Türkçe kelimeler de vardır: anne, dahi, elma, hangi,
hani, inanmak, kardeş, şişman vb.
Hangi kardeşi daha şişman görünüyor?
Bitişik yazılan birleşik kelimelerde büyük ünlü uyumu aranmaz: açıkgöz, bilgisayar,
çekyat, hanımelivb.
-gil, -ken, -leyin, -mtırak, -yor ekleri büyük ünlü uyumuna uymaz: akşam-leyin, bakla-gil-
ler, çalışır-ken, ekşi-mtırak, yürü-yor vb.
-daş (-taş) eki bazı kelimelerde büyük ünlü uyumuna uymaz: din-daş, gönül-daş, meslek-
taş, ülkü-daş vb.
-ki aitlik eki büyük ünlü uyumuna uymaz: akşamki, duvardaki, karşıki, onunki, yarınki,
yoldaki vb.
Sabahleyin meslektaşımla çalışırken yarınki toplantıyı düşünüyorduk.
Küçük Ünlü Uyumu
Bir kelimede düz ünlüden sonra düz (a, e, ı, i), yuvarlak ünlüden sonra yuvarlak dar (u,
ü) veya düz geniş (a, e) ünlüler bulunur: anlaşmalı, bilek, çilek, ısırmak, kayıkçı, seslenmek,
yeşil; börekçi, çocuk, güreşmek, ocakçı, odun, özlemek, sürmek, vurmak, yoklamak,
yorgunluk, yumurta, yüreksiz vb.
Küçük ünlü uyumuna aykırı Türkçe kelimeler de vardır: avuç, çamur, kabuk, kavuk,
kavun, kavurmak, kavuşmak, savurmak, yağmur vb.
Yağmur yağsa da barajlardaki su oranı artsa.
Çekirdeğin kabuğu çok sertmiş.
-ki aitlik eki yalnızca birkaç örnekte küçük ünlü uyumuna uyar: bugünkü, dünkü,
öbürkü vb.
82
Büyük ve küçük ünlü uyumuyla ilgili yukarıdaki kurallar aşağıdaki çizelgede de gösterilmiş
ve örneklendirilmiştir:
a → a, ı (takar, alır) o → u, a (omuz, oya)
e → e, i (geçer, gelir) ö → ü, e (ölçü, ördek)
ı → ı, a (kılıç, kısa) u → u, a (uzun, ufak)
i → i, e (ilik, ince) ü → ü, e (ütü, ürkek)
Ünlü Daralması
Türkçede a, e ünlüleri ile biten fiillerin şimdiki zaman çekiminde, söyleyişte de yazımda
da a ünlüsü ı, u; e ünlüsü i, ü olur: başlıyor (<başla-yor), oynuyor (<oyna-yor), doymuyor
(<doyma-yor), izliyor (<izle-yor), diyor (<de-yor), gelmiyor (<gelme-yor), gözlüyor (<gözle-
yor) vb.
Kardeşim bu yıl ilkokul birinci sınıfa başlıyor.
Sen yokken bütün gün televizyon izliyor.
Birden çok heceli ve a, e ünlüleri ile biten fiiller, ünlüyle başlayan ek aldıklarında bu
fiillerdeki a, e ünlülerinde söyleyişte yaygın bir daralma (ı ve i’ye dönme) eğilimi görülür.
Ancak söyleyişteki ı, i ünlüleri yazıya geçirilmez: başlayan, yaşayacak, atlayarak, saklayalı,
atmayalım; gelmeyen, izlemeyecek, gitmeyerek, gizleyeli, besleyelim vb.
Buna karşılık tek heceli olan demek ve yemek fiillerinde, söyleyişteki i ünlüsü yazıya da
geçirilir: diyen, diyerek, diyecek, diyelim, diye; yiyen, yiyerek, yiyecek, yiyelim, yiye, yiyince,
yiyip vb. Ancak deyince, deyip sözlerindeki e yazılışta korunur.
Okula gideceğim diyerek evden çıkmıştı.
Hadi bakalım, tantunileri hep birlikte yiyelim.
Ünlü Düşmesi
İki heceli bazı kelimeler ünlüyle başlayan bir ek aldıklarında ikinci hecelerindeki dar ünlüler
düşer: ağız / ağzı, alın / alnı, bağır / bağrım, beniz / benzi, beyin / beynimiz, boyun / boynu,
böğür / böğrüm, burun / burnu, geniz / genzi, göğüs / göğsün, gönül / gönlünüz, karın /
karnı, oğul / oğlu; çevir- / çevril-, devir- / devril- vb.
Ağzından çıkanları kulağın duyuyor mu?
İnsanın gönlü ikna olmayınca kabullenmek zor oluyor.
83
Ünsüz Yumuşaması
Çok heceli kelimeler ünlüyle başlayan bir ek aldıklarında sonlarında bulunan p, ç, t,
k ünsüzleri yumuşayarak b, c, d, ğ’ye dönüşür: ağaç / ağacı, kazanç / kazancı; geçit / geçidi,
kanat / kanadı; başak / başağı, bıçak / bıçağı vb. Ancak birden fazla heceli olduğu hâlde
sonlarındaki ünsüzleri yumuşamayan kelimeler de vardır: anıt / anıtı, bulut / bulutu, kanıt /
kanıtı, ölçüt / ölçütü vb.
Çocuklar ağacın gölgesinde hep birlikte oynuyorlar.
Zavallı kuşun kanadı kırılmış, yaralanmıştı.
Tek heceli kelimelerin sonunda bulunan p, ç, t, k ünsüzleri ise iki ünlü arasında
korunur: ak / akı, at / atı, ek / eki, et / eti, göç / göçü, ip / ipi, kök / kökü, ok / oku, ot / otu,
saç / saçı, suç / suçu, süt / sütü vb. Buna karşılık tek heceli olduğu hâlde sonlarındaki
ünsüzleri yumuşayan kelimeler de vardır: but / budu, dip / dibi, gök / göğü, kap / kabı, kurt /
kurdu, uç / ucu, yurt / yurdu vb.
Ünsüz Benzeşmesi (Ünsüz sertleşmesi)
Dilimizde sert ünsüzle biten kelimeler sert ünsüzle başlayan ekler alır: aç-tı, aş-çı, bak-tım,
bas-kı, çiçek-ten, düş-kün, geç-tim, ipek-çi, seç-kin, seç-ti, süt-çü vb.
Aşçılık gençlerin ilgi gösterdiği bir meslek haline geldi.
Duygularımızı bir buket çiçekten daha iyi ne anlatabilir ki?
Ünsüz Türemesi
Arapçadan dilimize giren ve özgün biçimlerinde sonunda ikiz ünsüz bulunan kelimeler
Türkçede tek ünsüzle kullanılır. Bu kelimeler ünlüyle başlayan ek veya yardımcı fiille
kullanıldıklarında sondaki ünsüz ikizleşir: hak (hakkı), his (hissi), ret (reddi), şer (şerri), tıp
(tıbbı), zam (zammı); zan (zannetmek), af (affetmek), his (hissetmek) vb.
Bu işin sonunun kötüye gideceğini hissetmiştim.
Yaptığından pişman olunca babası onu affetti.
85
Kaynaşma
Ünlü ile biten bir sözcüğe ünlü ile başlayan bir ek geldiğinde iki ünlü arasına kaynaştırma
harfi gelir. Başlıca kaynaştırma harfleri y, ş, s, n harfleridir.
Ali’yi hemen buraya çağırın.
Annesi de okula gelmişti.
Her sınıftan ikişer kişi gelsin.
Ahmet’in kardeşine benden selam söyle.
Ulama
Ünsüzle biten bir sözcükten sonra ünlü ile başlayan bir sözcük geldiğinde iki sözcüğün
birbirine bağlanarak okunmasına ulama denir.
Ben, akşam eve gelirken üç ekmek aldım.
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir.
Kaynakça
ÇOTUKSÖKEN, Yusuf, Türk Dili Dersleri (Cilt 1), Papatya Yayınları, İstanbul, 2010.
DEMİRCİ,S. ve Kabahasanoğlu,V., Üniversitelerde Türk Dili, Türkmen Kitabevi, İstanbul, 2009.
GÜLENSOY, Tuncer, Türkçe El Kitabı, Akçağ yayınları, Ankara, 2000.
TYT Türkçe Konu Anlatımlı, Final yayınları, İstanbul, 2017.
www.tdk.gov.tr
86
ŞEKİL BİLGİSİ
Türkçede kelimelere çeşitli ekler getirilerek yeni kelimeler türetilir veya kelimenin
cümle içinde diğer kelimelerle bağlantısı sağlanır. Kelimelere getirilen bu ekler yapım ekleri
ve çekim ekleri olmak üzere ikiye ayrılır.
YAPIM EKLERİ
Eklendiği sözcüklerin anlamını değiştirip onlardan yeni sözcükler türeten eklerdir. Bir
sözcükteki çekim ve yapım ekleri çıkarıldıktan sonra geriye kalan anlamlı en küçük parçaya
“kök” denir. Bir sözcükte yapım eki bulunuyorsa kökle yapım ekinin bulunduğu bölüme de
“gövde” denir. Sözcüklerin “kök”ü ile “gövde”si arasında anlamca bir ilgi bulunur.
göz – lük
göz – le-
yaz – ı
yaz – dır-
Bu örneklerde;
“göz” isminden “-lük” ekiyle “gözlük” ismi.
“göz” isminden “-le” ekiyle “gözlemek” fiili,
“yaz-” fiilinden “-ı” ekiyle “yazı” ismi,
“yaz ” fiilinden “-dır” ekiyle “yazdırmak” fiili türetilmiştir.
Bu örneklerde görüldüğü gibi, yapım ekleri, fiil veya isim soylu sözcüklere gelerek fiil ya da
isim soylu sözcükler türettiğinden dörde ayrılır:
"ev" ismine bakalım: "evde" kelimesi yalın halde değildir çünkü bulunma hal ekini (-de)
almıştır fakat "evler, evim, evdir, evcilik" kelimeleri yalın haldedir. Oda, ev, baba, sınıf, okul,
adam, düşünce, yol, çocuk, fikir, kitaplık, defter(ler), çalışkan(dır) kelimeleri yalın haldedir.
Bize güzel bir oda hazırlamışlar. (“oda” kelimesi yalın haldedir. Çünkü durum eklerinden
hiçbirini almamıştır.)
Bu evimiz gerçekten değerli. (“evimiz” kelimesi yalın haldedir. Çünkü durum eklerinden
hiçbirini almamış, “-miz” iyelik ekini almıştır.)
Buraya sadece babalar girebilir. (“babalar” kelimesi yalın haldedir. Çünkü durum eklerinden
hiçbirini almamış, “-ler, -lar” çoğul ekini almıştır.)
b. Yaklaşma Hal Eki (-e, -a)
Genel olarak eklendiği adlarla birlikte cümleye yaklaşma ve yönelme anlamı katar.
Ahmet çarşıya gitmiş.
Eklendiği sözcüklerle cümleye başka anlamlar da katar.
Akşama parkta buluşalım. (zaman)
Arkadaşına bir hediye aldı. (aitlik)
İsim soylu sözcükleri edatlara bağlar.
okula doğru, her şeye rağmen, sabaha karşı…
İkileme kurabilir.
Onunla yüz yüze görüşmelisin.
c. Bulunma Hal Eki (-de, -da, -te, -ta)
Genel olarak eklendiği adlarla birlikte cümleye “bulunma, bir yerde var olma” anlamı katar.
Çocuklar bahçede oynuyor.
Eklendiği sözcüklerle cümleye başka anlamlar da katar.
Çocukluğunda çok yaramazmış. (zaman)
Valiyi herkes ayakta karşıladı. (durum)
İkileme kurabilir.
İkide bir hasta oluyor, devamsızlık yapıyor.
Eklendiği sözcüğün anlamını değiştirip yeni bir sözcük türeterek yapım eki görevinde
kullanılabilir.
Döneminin gözde sanatçılarındanmış.
Hiç çalışamadım, sözde sabaha kadar çalışacaktım.
91
Ünlüyle biten bir sözcüğe geldiğinde ise iyelik ekleri şu şekilde karşımıza çıkar:
araba-m
araba-n
araba-s-ı
araba-mız
araba-nız
araba-ları
Not: İyelik eki olan “-ı/, -i/’, -u, -ü” ile, durum eki olan “-ı/, -i, -u, -ü” birbirine
karıştırılmamalıdır.
Defter -i dün okulda kalmış.
Defter – i bu masanın altında buldum.
Birinci cümlede “defter” sözcüğüne gelen “-i” eki bu sözcüğe aitlik anlamı katmıştır, yani
defter sözcüğünün bir varlığa ait olduğunu belirtmiştir. Bu yüzden bu cümlede “-i” eki, iyelik
ekidir. İkinci cümlede ise “defter” sözcüğüne gelen “-i” eki aitlik anlamı katmamış, bu
sözcüğü cümlede nesne durumuna getirmiştir. Bu yüzden bu cümlede “-i'” eki, durum ekidir.
3. Tamlayan Eki (-ın. -in, -un, -ün, -im)
İsim tamlamalarında tamlayan olan sözcüklere gelerek belirtili isim tamlaması
oluşturduğundan tamlayan eki olarak adlandırılır. Kaynaştırma ünsüzüyle birlikte “-nın, -nin, -
nun, -nün” şeklinde de kullanılır.
Bahçenin kapısı açıktı.
Selim’in kardeşi okula gitmemiş.
Yarınki geziden onların haberi yokmuş.
Bizim evimiz buraya biraz uzak.
Zamirlere gelerek edat grubu oluşturur.
Senin için geldik.
Onun gibi çalışmalısın.
Sizin kadar çalışkan olanını görmedim.
Not: Tamlayan eki, “ben ve biz” kişi zamirlerine geldiğinde “-im” şeklinde yazılır.
Ben – im kalemim
Biz – im okulumuz
93
Bu iki örnekte görüldüğü üzere “ben” ve “biz” zamirleri, tamlayan ekini “-im” şeklinde
almıştır. Tamlayan eki olan “-im”, iyelik eki olan “-ım, -im, -um, -üm” ekiyle
karıştırılmamalıdır.
Not: İyelik eki olan “-ın, -in, -un, -ün” eki ile tamlayan eki olan “-m,-in, -un, -ün” eki birbirine
karıştırılmamalıdır.
Kalem-in ucu kırılmış.
Kalem-in çok güzelmiş.
Birinci cümlede “kalem” sözcüğü, “-in” eki alarak tamlayan olmuştur. Bu yüzden bu cümlede
“-in” eki tamlayan ekidir. İkinci cümlede ise “”kalem” sözcüğü, “-in” ekini alarak ikinci kişiye
(senin kalemin) ait olmuştur. Bu yüzden bu cümlede “-in” eki iyelik ekidir.
4. Çoğul Eki (-lar, -ler)
Eklendiği sözcüklere çokluk anlamı katar.
Bu çiçekler çok güzel.
Yapraklar yavaş yavaş dökülüyordu.
Eklendiği sözcüklere başka anlamlar da katar.
Dünyaları kazansa gözü doymaz. (abartma)
Selim Beyler henüz gelmedi. (saygı)
Fuzuli’ler, Baki’ler kolay yetişmiyor. (benzerleri, gibi)
Not: “-ler, -lar” eki aile adı oluşturarak yapım eki görevinde de kullanılır. Bu durumda “-ler, -
lar” eki yazım kuralı gereği, kesme işaretiyle ayrılmaz.
Ayşeler yarın İzmir’e gidiyor.
5. Eşitlik Eki (-ca, -ce, -ça, -çe)
Cümleye çeşitli anlam ilgileri katar.
O çocukça davranıyor. (gibi, eşitlik)
Sınıfta sessizce oturuyor. (şekilde)
Sence bu durumda ne yapmalıyım? (görecelik)
Okulca geziye gittik. (birliktelik)
Bakanlıkça şu kararlar alındı. (tarafından)
6. Vasıta Eki (-la, -le):
Cümleye çeşitli anlam ilgileri katar.
İzmir’e trenle gitmiş. (vasıta, araç)
Elmayı bıçakla soydu. (gereç)
94
Kaynakça
DEMİRCİ, S.; Kabahasanoğlu, V., Üniversitelerde Türk Dili, Türkmen Kitabevi, İstanbul, 2009.
SÖZCÜKTE YAPI
Türkçede sözcüklerin yapısı incelendiğinde bazılarının yapım eki almadan (kitap, kitaplar);
bazılarının yapım eki alarak (kitapçı, kitaplık) kullanıldığını; bazılarının ise iki sözcüğün bir
araya gelmesiyle (kitabevi, kitapsever) oluştuğunu görüyoruz. Buna göre, Türkçede sözcükler,
yapı bakımından üçe ayrılır:
1. Basit Sözcük
Hiçbir yapım eki almamış sözcüktür. Basit sözcükler çekim eki alabilir.
Bahçede pembe güller açmış.
Bu cümlede tüm sözcükler yapıca basittir. Çünkü sözcüklerin hiçbiri yapım eki almamıştır.
Cümlede ek alan sözcükler ise çekim eki almıştır. “Bahçe” sözcüğü bulunma durumu eki (-de),
“gül” sözcüğü çoğul eki (-ler), “aç-” eylemi ise öğrenilen geçmiş zaman kipi eki (-miş) almıştır.
2. Türemiş Sözcük
En az bir yapım eki almış sözcüktür. Türemiş sözcükler çekim eki de alabilir.
Yaşamda zorluklarla karşılaşılır.
Bu cümlede bütün sözcükler türemiştir; çünkü her sözcük en az bir yapım eki almıştır.
yaşamda
yaş: isim kökü
-a: isimden fiil yapım eki
-m: fiilden isim yapım eki
-da: bulunma hal eki
zorluklarla
zor: isim kökü
-luk: isimden isim yapım eki
-lar: çoğul eki
-la: vasıta eki
karşılaşılır
karşı: isim kökü
-laş: isimden fiil yapım eki
-ıl: fiilden fiil yapım eki
-ır: geniş zaman kip eki
Arkadaşım, kitaplığı temizlerken bana yardımcı oldu.
97
3. Birleşik Sözcük
İki sözcüğün bir araya gelerek oluşturduğu yeni sözcüklerdir.
A. Birleşik İsim
İki sözcüğün bir araya gelerek oluşturduğu sözcüklerdir. Birleşik isimler şu şekillerde oluşur:
İsim soylu sözcüklerin bir araya gelmesiyle oluşur. (isim + isim)
aslanağzı, gökyüzü, hanımeli…
Sıfatların isim soylu sözcüklerle bir araya gelmesiyle oluşur. (sıfat + isim)
anayasa, Eskişehir, Kocatepe…
İsim soylu sözcüklerle fiillerin bir araya gelmesiyle oluşur. (isim + fiil)
varyemez, mirasyedi, imambayıldı…
Fiil soylu sözcüklerin bir araya gelmesiyle oluşur. (fiil + fiil)
vurdumduymaz, biçerdöver, gelgit…
İsim soylu sözcüklerle fiilimsilerin bir araya gelmesiyle oluşur.
(isim + fiilimsi) gökdelen, cankurtaran, kardelen…
(fiilimsi + isim) bilirkişi, yanardağ, atardamar
Yansıma sözcüklerin bir araya gelmesiyle oluşur. (yansıma + yansıma)
çıtçıt, gırgır, şakşak…
B. Birleşik Fiil
Birden fazla sözcüğün bir araya gelerek oluşturduğu fiillerdir. Bileşik fiiller oluşturulma
biçimlerine göre üçe ayrılır:
1. Yardımcı Fiille Yapılan Bileşik Fiil
İsim soylu bir sözcüğün yardımcı bir fiille (olmak, etmek, eylemek, kılmak, buyurmak) bir
araya gelerek oluşturduğu birleşik fiildir. Günümüzde daha çok, “etmek” ve “olmak” yardımcı
fiilleri kullanılmaktadır.
Soğuklardan hasta oldu. (hasta + olmak)
Tanıştığımıza memnun oldum. (memnun + olmak)
Onlar bize yardım etti. (yardım + etmek)
Bu olay hepimizi mutlu etti. (mutlu + etmek)
Hastamız iki günde iyi oldu. (iyi + olmak)
Not: Bazı yabancı asıllı sözcüklerle bu tür birleşik fiil yapıldığında ses düşmesi veya ses
türemesi görülür. Bu bileşik fiiller bitişik yazılır.
98
Kaynakça
ÇOTUKSÖKEN, Yusuf, Türk Dili Dersleri (Cilt 2), Papatya Yayınları, İstanbul, 2009.
GÜLENSOY, T., Türkçe El Kitabı, Akçağ yayınları, Ankara, 2000.
GÜZEL, A. vd., Üniversiteler için Türk Dili, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Yayınları,
Ankara, 1998.
YGS Türkçe Üniversiteye Hazırlık, FDD yayınları, Ankara, 2015.
101
SÖZCÜK BİLGİSİ
İnsanlar; duygu, düşünce ve isteklerini cümlelerle dile getirir. Cümleler ise sözcüklerden
oluştuğu için sözcükler, dilin en önemli öğesidir. Sözcükler, çeşitli yönlerden incelenebilir.
Sözcükler, cümlede değişik görevler üstlenir. Sözcüklerin üstlendiği bu görevler, onların
türünü belirler. Bir sözcüğün türünü belirlemek için sözcüğün cümle içindeki kullanımını
görmek gerekir. Çünkü Türkçede bazı sözcükler, cümledeki kullanımına göre tür olarak
değişkenlik gösterir. Örneğin “güzel” sözcüğünü ele alalım:
Yeni evini güzel tablolarla süsledi.
Öğretmenimiz törende güzel konuştu.
Çeşme başında bir güzel, kovasını dolduruyordu.
Yukarıdaki cümleleri incelediğimizde, “güzel” sözcüğünün, I. cümlede isim olan “tablo”
sözcüğünü nitelediğinden, sıfat; II. cümlede fiil olan “konuşmak” sözcüğünü belirttiğinden,
zarf; III. cümlede bir varlığı karşıladığından, isim görevinde kullanıldığını görüyoruz.
Yukarıdaki cümlelerde görüldüğü gibi, “güzel” sözcüğü, farklı cümlelerde farklı görevlerde
kullanılabilmektedir. Bu farklı kullanımlar sonucunda sözcük türleri ortaya çıkar.
Türkçede sözcükler tür bakımından sekize ayrılır:
İSİM (AD)
Varlıkları ve kavramları karşılayan sözcüklere isim denir.
Çiçekleri vazoya yerleştirdim.
Bu cümlede “çiçek, vazo” sözcükleri birer varlığı karşıladığı için isimdir.
Hüzün ve sevinç bir arada yaşanır burada.
Bu cümlede “hüzün, sevinç” sözcükleri birer kavramı karşıladığı için isimdir.
İsimleri çeşitli yönlerden inceleyebiliriz:
A) Varlıklara Verilişlerine Göre İsimler
Cins (Tür) İsim: Aynı türden varlıkları karşılayan sözcüklerdir.
şehir, ülke, dil, nehir, kitap, insan…
Özel İsim: Bir tür içinde sadece tek bir varlığı karşılayan sözcüklerdir.
Ankara, Türkiye, İngilizce, Kızılırmak, Çalıkuşu, Ahmet…
Eylül, edebiyatımızda ilk psikolojik romandır.
Bu cümlede “roman” sözcüğü, bir yazınsal türü karşıladığı için cins isim; “Eylül” ise roman
türünün içinde tek olan bir yapıtı karşıladığı için özel isimdir.
102
Her yazar, sevinçlerini, üzüntülerini insanlarla paylaşmak için bir eser ortaya koyar.
Bu cümlede “insan” ve “eser” sözcükleri, beş duyudan en az biriyle varlıkları hissedilebildiği
için somut ad; “sevinç” ve “üzüntü” sözcükleri, beş duyudan hiçbiriyle varlıkları hisse-
dilemediği için soyut isimdir..
Not: Somut anlamlı bir sözcük, anlam genişlemesi yoluyla soyut anlam kazanabilir.
Ağacın gölgesinde dinlendik.
O, her zaman babasının gölgesinde kaldı.
Birinci cümledeki “gölge” sözcüğünün somut anlamlı bir isim olduğunu görüyoruz. İkinci
cümledeki “gölge” sözcüğü “ikinci planda kalınan bir durum”u karşıladığı için soyut anlamlı
bir isimdir.
ZAMİR (ADIL)
İsimlerin yerini çeşitli yönlerden tutan sözcüklerdir.
İzmir’de doğdum; ama yıllardır oraya gitmedim.
Bu cümlede, “İzmir” adını tekrar etmemek için, bu adın yerine kullanılan “ora” sözcüğü
zamirdir.
Bunu ona kim verdi?
Bu cümlede “bu, o, kim” sözcüklerinin yerine isim getirilebilir. (Kitabı Ali’ye Ahmet verdi.)
“Bu, o, kim” sözcükleri, “kitap, Ali, Ahmet” adlarının yerini tuttuğu için zamir görevindedir.
Zamirler, isimlerin yerini tutma özelliklerine göre şu şekilde gruplandırılır:
1. Kişi Zamiri
2. Dönüşlülük Zamiri
3. İşaret Zamiri
4. Belgisiz Zamir
5. Soru Zamiri
6. İlgi Zamiri
104
1. Kişi Zamiri
İnsan adlarının, yani kişilerin yerini tutan zamirlerdir. Türkçedeki kişi zamirleri şunlardır:
Ben I. tekil kişi zamiri
Sen II. tekil kişi zamiri
O III. tekil kişi zamiri
Biz I. çoğul kişi zamiri
Siz II. çoğul kişi zamiri
Onlar III. çoğul kişi zamiri
Bu zamirler, cümlelerde çeşitli çekim ekleri alarak kullanılabilir.
Benim onu tanıdığımı söylemişsin.
Bu cümlede “benim, onu” sözcükleri kişi zamiridir.
Öğretmenimiz bana ve sana dün derse gelmediğimiz için kızmış.
Bu cümlede, yaklaşma durumu ekini (-e, -a) alan I. ve II. tekil kişi zamiri olan “ben” ve “sen”
sözcükleri “bana” ve “sana” biçimine dönüşmüştür.
2. Dönüşlülük Zamiri
Dönüşlülük zamiri, “kendi” sözcüğüdür. Dönüşlülük zamiri, iyelik eki alarak kullanılabilir:
Kendi – m Kendi – n Kendi – si Kendi – miz Kendi – niz Kendi – leri
Dönüşlülük zamiri, kişi zamirinin yerine kullanılabildiği gibi, kişi zamirleriyle birlikte, cümleye
pekiştirme anlamı katacak şekilde de kullanılabilir.
Bu soruyu kendim çözdüm.
Bu soruyu ben kendim çözdüm.
Birinci cümlede “kendim” sözcüğü I. tekil kişiyi belirtecek şekilde, kişi adılının yerine; ikinci
cümlede kişi zamiriyle (ben) birlikte, cümleye pekiştirme anlamı katacak şekilde
kullanılmıştır.
3. İşaret Zamiri
İşaret anlamı taşıyan ve isimlerin yerini işaret yoluyla tutan sözcüklerdir.
bu, şu, o, bunlar, şunlar, onlar, bura(sı), şura(ya), ora(da), öteki, beriki…
Pek kitap okumam; ama onu daha önce okumuştum.
Bu cümlede, “onu” sözcüğü işaret yoluyla “kitap” adının yerine kullanıldığından, işaret
zamiridir.
Gömlekleri sen al, şunu da Ali’ye ver. Ötekini alsan daha iyi olacak.
105
Bu cümlelerde “şunu, ötekini” sözcükleri, işaret anlamı taşıyarak bir varlığı karşıladığı için
işaret zamiridir.
Biz buraya iki yıl önce gelmiştik.
Bu cümlede “buraya” sözcüğü, bir yer, mekân adının yerine geçtiği için işaret zamiridir.
Not: “O” ve “onlar” sözcükleri, Türkçede hem işaret zamiri hem kişi zamiri olarak
kullanılabilir. Bu sözcükler, insan için kullanılırsa kişi zamiri; insan dışındaki varlıklar için
kullanılırsa işaret zamiri olur.
Onları toplantıya davet etmelisin.
Onları bir hafta içinde postaya vermelisin.
Birinci cümlede “onları” sözcüğü, insan için kullanıldığından kişi zamiridir. İkinci cümlede ise,
insan dışındaki varlıklar için kullanıldığından işaret zamiridir.
İşaret zamirleri içinde bu durum, sadece bu iki sözcük için geçerlidir. Diğer işaret zamirleri
(bu, şu, bunlar, şunlar, öteki…) insan için de kullanılsa, zamir olduklarında her zaman işaret
zamiridir.
4. Belgisiz Zamir
İsimlerin yerini kesin olmayacak biçimde tutan zamirlerdir.
“biri, birisi, birçoğu, birkaçı, bazısı, başkası, herkes, hepsi, hiçbiri, hiç kimse, kimi, kimisi, çoğu,
şey…” sözcükleri cümlede belgisiz zamir olarak kullanılır.
Senin yerine başkası nöbet tutsun.
Bu cümlede, “sen” zamiri, belli bir kişiyi karşılarken, “başkası” sözcüğü, karşıladığı kişi kesin
olarak belirtilmediğinden, belgisiz zamiridir.
Birkaçımız, taşınan komşumuza yardım ettik.
Bu cümlede, “birkaçımız” sözcüğü, sayıca bir belirsizlik anlamı taşıyıp karşıladığı kişiler kesin
olarak belirtilmediğinden, belgisiz zamirdir.
Herkes bu konuya çalışsın.
Soruların bazıları gerçekten çok zordu.
Bu soruları kimse çözememiş.
O, işlerini titizlikle yapan birisidir.
Kimileri bu tür romanları daha çok seviyor.
Bu cümlelerde, “herkes, bazıları, kimse, birisi, kimileri” sözcükleri, karşıladıkları kişiler kesin
olarak belirtilmediğinden, belgisiz zamirdir.
106
5. Soru Zamiri
Adın yerini soru yoluyla tutan sözcüklerdir. Soru zamirinin cevabı, bir ad ya da başka bir
zamirdir.
“Kim (kime, kimi, kimde, kimden, kimler…) Ne (neyi, neye, neler, nesi, neyin…) Nere (nerede,
nereden, neresi, nereyi…) Hangisi (hanginiz, hangimiz, hangileri…) Kaçı (kaçıncısı, kaçınız,
kaçımız…)” sözcükleri cümlede soru zamir olarak kullanılır.
Beni dün akşam kim aradı?
Bu cümlede, “kim” sözcüğü, soru anlamı taşımaktadır ve yerine cevap olarak bir isim
gelebilmektedir. “Seni dün akşam arkadaşın aradı.” cevabında görüldüğü üzere “arkadaş”
isim, “kim” sözcüğünün yerine cevap olarak gelebilmektedir.
Bana çarşıdan ne aldın? (gömlek)
Bütün bunları kimden duydun? (Ali’den)
Buranın neyi meşhur? (fındığı)
Geçen yaz, nereyi gezdin? (Konya’yı)
Bu tablolardan hangisini beğendin? (şunu)
Not: Soru zamirleri, cümlelerde her zaman soru anlamı taşımaz; fakat bu sözcükler yine de
soru zamiridir.
Onun nereye gideceğini bilmiyorum.
Bu cümlede “nereye” sözcüğü cümleye soru anlamı katmamıştır; ama yine de görevce soru
zamiridir.
6. İlgi Zamiri (-ki)
İlgi eki olan “-ki” bir adın yerine geçerse ilgi zamiri olur.
Ahmet’in çantası okulda kalmış, Ali’ninki nerede?
Bu cümleden “-ki” ekinin, tamlanan durumundaki “çanta” adının yerini tuttuğu
anlaşılmaktadır.
İlgi zamiri “-ki”, mutlaka tamlayan ekinden (-ın, -in, -un, -ün, -im) sonra gelir.
Onunki, seninki, benimki, bizimki…
Antalya’nın denizi Muğla’nınkinden güzeldir. (deniz)
Bizim okul sizinkinden daha başarılı. (okulunuz)
Bizimki yine okuldan sonra parka gitmiş. (çocuk)
107
Bu cümlelerde “üçte iki, yarım” sözcükleri, “hisse, ekmek” adlarının bütüne olan oranlarını
belirttiği için, kesir sayı sıfatıdır.
c. Belgisiz Sıfat
İsimleri belirtirken kesinlik bildirmeyen sıfatlardır.
bir, birkaç, birçok, çoğu, kimi, bazı, bütün, tüm, başka, birtakım, her, hiçbir, herhangi…
Birçok öğrenci kursumuzu başarıyla tamamladı.
Bu konuyla ilgili birkaç kitap okumuştum.
Bu cümledeki “bir, birkaç” sözcüğü “gün, kitap” adını, sayı yönüyle; ama kesin olmayacak
biçimde belirtmiştir. Dolayısıyla, “bir, birkaç” sözcüğü belgisiz sıfattır.
İçerideki bazı masaları dışarıya taşıyalım.
Sanatçı, birçok tablosunda İstanbul’u konu ediniyor.
Yazarın başka romanlarını da okudum.
Hiçbir öğrenci öğretmenini üzmek istemez.
Lisedeyken, okuduğum her kitabın özetini çıkarırdım.
Bu cümlelerde “bazı” sözcüğü, “masal” adını; “birçok” sözcüğü, “tablo” adını; “başka”
sözcüğü, “roman” adını; “hiçbir” sözcüğü, “öğrenci” adını; “her” sözcüğü, “kitap” adını
kesinlik bildirmeden belirttiği için belgisiz sıfattır.
Not: “Kimi, çoğu ” sözcükleri, hem belgisiz zamir hem belgisiz sıfat olarak kullanılabilir.
Fuarda kimi kitaplar pahalı, kimi ise ucuzdu.
Bu cümlede, birinci “kimi” sözcüğü “kitaplar” sözcüğünü belirttiği için belgisiz sıfattır; ikinci
“kimi” sözcüğü ise, kitapların yerini tuttuğu için belgisiz zamirdir.
Çoğu öğretmen törene yetişemedi; ama öğrencilerin çoğu törene katıldı.
Bu cümlede, birinci “çoğu” sözcüğü “öğretmen” sözcüğünü belirttiği için belgisiz sıfattır;
ikinci “çoğu” sözcüğü ise, öğrencilerin bir kısmının yerine geçtiği için belgisiz zamirdir.
Not: “Bir” sözcüğü, hem belgisiz sıfat hem sayı sıfatı olarak kullanılabilir. “Bir” sözcüğünün
yerine başka sayı getirilebiliyorsa, “bir” sözcüğü sayı sıfatıdır.
“Bir haftada iki kitap okumuş.”
Bu cümledeki “bir” sözcüğü, sayı sıfatıdır; çünkü yerine “iki” veya “üç” gibi başka bir sayı
getirilebilmektedir.
“Ali, dürüst bir insandır.”
Bu cümlede “bir” sözcüğünün yerine başka bir sayı getirilememektedir; çünkü bu cümlede
“bir” sözcüğü “herhangi bir” anlamına gelmektedir ve belgisiz sıfattır.
111
d. Soru Sıfatı
İsimleri soru yoluyla belirten, yani isimleri anlamca tamamlayan soru sözcükleridir. Soru
sıfatlarının cevabı yine sıfattır.
nasıl, kaç, kaçıncı, kaçar, hangi, ne kadar, ne
Sen, tatilde kaç kitap okumuştun?
Bu cümlede, “kaç” soru sözcüğünün “kitap” adını belirttiğini görüyoruz. Bu soru sözcüğüne
verilebilecek “beş kitap” cevabının sıfat olması, bize, bu soru sözcüğünün de sıfat olduğunu
gösterir.
Hangi yoldan gitmemizi tavsiye ediyorsun?
Bu cümlede, “hangi” soru sözcüğünün “yol” adını belirttiğini görüyoruz. Bu soru sözcüğüne
verilebilecek “şu yol” cevabının sıfat olması, bize, bu soru sözcüğünün de sıfat olduğunu
gösterir.
Köyde nasıl bir evde oturuyordunuz?
Orada ne kadar para harcamış?
Vergi dairesi, binanın kaçıncı katında bulunuyor?
Arkadaşların bize ne gün gelecek?
Bu oyunda takımlar kaçar kişiden oluşuyor?
Bu cümlelerde geçen “nasıl, ne kadar, kaçıncı, ne, kaçar” sözcükleri; önündeki sözcükleri soru
yönüyle belirttiği ve bu sözcüklere verilen cevaplar sıfat olduğu için soru sıfatıdır.
Not: “Hangisi, kaçı” soru zamirleriyle “hangi, kaç” soru sıfatlarını birbirine karıştırmamak
gerekir.
Hangi soru daha zordu? Hangisi daha zordu?
Bu cümlelerde “hangi” sözcüğü “soru” adını belirttiği için soru sıfatı; “hangisi” sözcüğü, bir
adın yerini soru yoluyla tuttuğu için soru zamiridir.
Kaç öğrenci gelmedi.
Öğrencilerin kaçı gelmedi.
Cümlelerde “kaç” sözcüğü “öğrenci” adını belirttiği için soru sıfatı; “kaçı” sözcüğü, bir sayı
adının yerini soru yoluyla tuttuğu için soru zamiridir.
Not: Bir isim, hem niteleme hem belirtme sıfatı alabilir.
O, yeni bir araba almış.
Bu küçük köyde konaklamaya karar verdik.
112
Birinci cümlede “yeni” niteleme sıfatıyla “bir” belgisiz sıfatı, “araba” adının sıfatı olarak;
İkincide “bu” işaret sıfatıyla “küçük” niteleme sıfatı, “köy” adının sıfatı olarak kullanılmıştır.
Not: Sıfatlar, zamirleri de niteleyebilir.
Ahmet, gerçekten dürüst birisidir.
O, her zaman deneyimli kimselerle çalışır.
Bu cümlelerin birincisinde “dürüst” sıfatı “birisi” zamirini nitelemektedir. İkinci cümlede
“deneyimli” sıfatı, “kimse” zamirini nitelemektedir.
Not: İlgi eki (-ki), yer ve zaman bildiren sözcüklerden sonra gelip eklendiği sözcüğü sıfat
yapar.
Sınıftaki öğrenciler dışarı çıkmış.
Yarınki sınava hazır mısın?
Bu cümlelerde “sınıf” sözcüğü, ilk önce bulunma durumu (-de, -da, -te, -ta) ekini alıp
ardından sıfat yapan “-ki” ekini alarak önündeki “öğrenciler” adını; “yarın” sözcüğü, sıfat
yapan “-ki” ekini alarak önündeki “sınav” adını belirttiği için sıfat görevindedir.
Adlaşmış Sıfat
Niteleme sıfatları, çekim eki alarak veya almadan niteledikleri ismin yerini tutacak şekilde
kullanılabilir. Bu sözcüklere “adlaşmış sıfat” denir.
İhtiyar adam yine parkta oturuyordu.
İhtiyar, yine parkta oturuyordu.
Birinci cümlede “ihtiyar” sözcüğü, “adam” adını niteleyen bir niteleme sıfatıdır. İkinci
cümlede ise, “ihtiyar adam” tamlamasındaki “adam” sözcüğü düşmüş, “ihtiyar” sözcüğü hem
adın yerine geçmiş hem nitelik bildirmiştir, yani adlaşmış sıfat olmuştur.
Manav, kasalardaki çürükleri çöpe atıyordu.
Bu cümlede “çürükleri” sözcüğü, “meyve” adını nitelerken, çekim eki alarak hem “meyve”
adının yerine geçmiş hem de nitelik bildirerek adlaşmış sıfat olmuştur.
Öğretmenimiz bu görev için sınıftan gönüllüler seçti.
Bu cümlede “gönüllüler” sözcüğü, “öğrenci” adını nitelerken, çekim eki alarak hem “öğrenci”
adının yerine geçmiş hem de nitelik bildirerek adlaşmış sıfat olmuştur.
Not: Adlaşmış sıfattan sonra bir isim geldiğinde anlam karışıklığı ortaya çıkıyorsa bu adlaşmış
sıfattan sonra virgül (,) getirilir.
Hasta, çocuğu yanına çağırdı.
113
Bu cümlede “hasta” sözcüğü bir kişiyi karşılayarak adlaşmıştır. Bu sözcükten sonra “çocuk”
adı geldiğinde virgül konulmazsa “hasta” sözcüğü “çocuk” adının sıfatı olmaktadır. Bu yüzden
“hasta” sözcüğünün adlaşmış sıfat olması için bu sözcükten sonra virgül (,) konmalıdır.
ZARF (BELİRTEÇ)
Fiilleri, fiilimsileri, sıfatları ve kendi türünden sözcükleri çeşitli yönlerden belirten
sözcüklere zarf (belirteç) denir.
İhtiyar, kapıyı yavaşça açtı.
Kardeşimle birlikte dün sinemaya gittik.
Sınavda çok kolay sorular vardı.
Çocuk ne güzel konuşuyordu.
Bu cümlelerin birincisinde, “yavaşça” sözcüğü “açmak” eylemini “durum” yönüyle;
ikincisinde, “dün” sözcüğü “aldığımız” fiilimsisini “zaman” yönüyle; üçüncüsünde “çok”
sözcüğü “kolay” sıfatını “miktar” yönüyle; dördüncüsünde “ne” sözcüğü “güzel” zarfını
derece yönüyle belirttiğinden zarf görevinde kullanılmıştır.
Buna göre, zarfları şu şekilde gruplandırabiliriz:
1. Durum Zarfı
2. Zaman Zarfı
3. Yer – Yön Zarfı
4. Miktar (Azlık – Çokluk) Zarfı
5. Soru Zarfı
Aşağıdaki cümlelerde altı çizili sözcük veya söz öbekleri durum zarfıdır.
Güneş, dağların ardından usul usul yükseliyordu.
Bir araba, olay yerinden hızla uzaklaştı.
Çamurlara bata çıka yürüyorduk.
İşlerini eksiksiz yapan bir insandı.
Çocuk birden ağlamaya başladı.
Babamlar belki yarın buraya gelir.
2. Zaman Zarfı
Fiilleri ve fiilimsileri zaman yönünden belirten sözcüklerdir. Fiillere ve fiilimsilere sorulan “ne
zaman?” sorusunun cevabıdır.
Babam, yarın Ankara’ya gidecekmiş.
Bu cümlede “yarın” sözcüğü “gitmek” fiilin “ne zaman” yapıldığını belirttiğinden, zaman
zarfıdır.
Aşağıdaki cümlelerde koyu renkli sözcük veya söz öbekleri zaman zarfıdır.
Beklediğiniz otobüs şimdi gelir.
Kuşlar, sonbaharda güneye göç eder.
Siparişlerimiz hâlâ gelmedi.
Az önce seninle konuşan kimdi?
Olanlardan sonra artık buralarda kalamam.
Yazın bu şirin kasaba turist akınına uğrar.
Dediklerini, ona bu akşam söylerim.
Not: Cümlede zaman anlamı taşıyan her sözcük, zarf görevinde olmayabilir. Eğer sözcük, “Ne
zaman?” sorusuna cevap veriyorsa zarftır; vermiyorsa zarf değildir.
Akşam, maça gideceğiz. (zarf)
Akşam, şairlerin ilham kaynağıdır. (isim)
Annemler gece yola çıkacak. (zarf)
Şiirlerinde, gece önemli bir yer tutar. (isim)
5. Soru Zarfı
Fiilleri soru yoluyla belirten sözcüklerdir.
Çanakkale gezisi nasıl geçti?
Bu cümlede “nasıl” sözcüğü “geçmek” eyleminin “nasıl” yapıldığını soru yoluyla
belirttiğinden, soru zarfıdır.
Aşağıdaki cümlelerde koyu renkli sözcükler, soru zarfıdır.
Bu karanlıkta oraya nasıl gideceksiniz?
Köye ne zaman varırız?
Misafirlerimiz bizi kapıda ne kadar beklemişler?
Bunları bana neden daha önce söylemedin?
Niçin okula erkenden gidiyorsunuz?
Bana niye bağırıyorsun ki?
Ne gülüp duruyorsunuz orada?
Not: “Ne” sözcüğü cümle içinde değişik görevler kazanabilir.
Bana hediye olarak ne aldın? (soru zamiri)
Buraya ne gün geleceksin? (soru sıfatı)
Bu çocuk ne ağlıyor? (soru zarfı)
117
EDAT (İLGEÇ)
Cümle içinde sözcükler arasında çeşitli anlam ilgileri kuran ve cümleye değişik anlamlar
katan, tek başına bir anlamı olmayan sözcüklerdir. Başlıca edatlar şunlardır:
gibi, sanki, göre, kadar, için, üzere, -e doğru, -e karşı, -e karşın, -e rağmen, -e değin, -e dek, -
den dolayı, -den başka, ile, yalnız, ancak, sade, sadece, tek, bir, denli, değil…
Aşağıdaki cümlelerde, belli başlı edatların, cümlelere ne gibi anlamlar kattığını görelim:
Gibi
Annem, melek gibi biriydi. (benzerlik)
Zil çaldığı gibi dışarı çıktık. (tezlik)
Birazdan fırtına çıkacak gibi. (tahmin, olasılık)
Sanki
Everest, sanki bir dev çadırdı. (benzerlik)
Babam, sanki seni dinler de! (inanmama)
Sanki birazdan yağmur yağacak. (tahmin, olasılık)
Göre
Kafama göre bir dost bulamadım. (uygunluk)
Sana göre hangimiz suçlu? (kanaat, görüş)
Bu sınav dünküne göre daha kolaymış. (karşılaştırma)
Kadar
Bu işi akşama kadar halletmeliyim. (zaman, süre)
Elmalar yumruğum kadardı. (benzerlik)
Durakta bir saat kadar bekledim. (yaklaşık)
Bu kış kadar soğuk bir dönem görmedim. (karşılaştırma)
Tilki kadar kurnaz bir adam. (derece, ölçü)
İçin
Ders çalışmak için kütüphaneye gitti. (amaç)
Senin için herkes iyi şeyler söylüyor. (hakkında)
Kardelen, benim için apayrı bir çiçekti. (görecelik)
Trafik sıkıştığı için geç kaldım. (neden-sonuç)
Bu hazırlıkları konuklar için yaptık. (aitlik)
Üzere
Yarın getirmek üzere arabayı alabilirsin. (şartıyla)
118
BAĞLAÇ
Eş görevli sözcükleri, söz öbeklerini, cümleleri birbirine bağlayan ya da çeşitli anlam ilgileri
kuran sözcük veya söz öbekleridir. Başlıca bağlaçlar şunlardır:
ve, veya, ya, ya da, yahut, veyahut, ile, yalnız, ancak, ama, fakat, lakin, ne var ki, de, bile,
dahi, ki, öyle ki, öyleyse, oysa, oysaki, ise, madem, mademki, meğer, meğerki, meğerse, yeter
ki, halbuki, çünkü, hatta, yoksa, ne… ne, ya… ya, hem… hem, bir… bir, gerek… gerek, ister…
ister, olsun… olsun
120
Ve
Akşam ve sahil, onun şiirlerinin çıkış noktasıydı. (Adları birbirine bağlamıştır.)
Sen ve ben ayrı dünyaların insanlarıyız. (Zamirleri birbirine bağlamıştır.)
Erhan, saygılı ve zeki bir öğrenciydi. (Sıfatları birbirine bağlamıştır.)
Futbolcular, bitkin ve mutsuz görünüyor. (Zarfları birbirine bağlamıştır.)
Eve uğradı ve biraz eşya aldı. (Cümleleri birbirine bağlamıştır.)
İle
Lisedeyken müzik ile resim en sevdiğim dersti.
Eylül ile nisan onun için ayların en güzeliydi.
Kardeşim ile arkadaşı birlikte sinemaya gitmiş.
Veya, Ya, Ya da, Yahut, Veyahut
Bugün veya yarın yola çıkabiliriz.
Misafirimiz akşama gelir diyorsun ya gelmezse?
Bizimle gel ya da evde kalıp ders çalış.
Tatilde kitap okurum yahut geziler yaparım.
Yarın eski okuluma veyahut sinemaya giderim.
Yalnız
Çalışkan bir çocuk; yalnız çok yaramaz. (karşıtlık)
Kitabı alabilirsin; yalnız geri getireceksin. (koşul)
Ancak
Seni dün aradım; ancak sana bir türlü ulaşamadım. (karşıtlık)
Maça gidebilirsin; ancak eve erken dön. (koşul)
Ama
Çok uğraştık; ama onu ikna edemedik. (karşıtlık)
Müzik dinle; ama yüksek sesle değil. (koşul)
Şirin ama çok şirin bir ilçeydi burası. (pekiştirme)
Fakat, Lakin, Ne var ki
Peşinden koştum; fakat yetişemedim. (karşıtlık)
İstediğini al; fakat ziyan etme. (koşul)
Süre bitti; lakin bazı sorular kaldı. (karşıtlık)
Akıllı biri; ne var ki biraz huysuz. (karşıtlık)
121
Ki
Kardelen ki baharı müjdeler doğaya. (açıklama)
İhtiyacı var ki senden para istiyor. (neden-sonuç)
Konuşsam da beni dinlemez ki… (yakınma)
Bir uyandım ki kar yağmış! (şaşırma)
Herkesi sev ki sen de sevilesin. (koşul)
Not: Bağlaç olan “ki”, ilgi zamiri “-ki” ve sıfat yapım eki olan “-ki” ile karıştırılmamalıdır.
Bağlaç olan “ki” sözcük olduğundan ayrı yazılır. İlgi zamiri ve sıfat yapım eki olan “-ki” ek
olduğundan sözcüğe bitişik yazılır. Bağlaç olan ki; “-ler”, “-lar” ekini almaz.
Bizim otobüs sizinkinden hızlı gidiyor. (ilgi zamiri)
Yarınki gezi iptal edilmiş. (sıfat yapım eki)
Bile, Dahi
O gün, beni sen bile dinlememiştin. (de)
Benimle bir kelime konuşmadı bile. (üstelik)
En yakın arkadaşlarım dahi beni unuttu. (de)
De
Ders çalıştı da sınavı kazandı. (neden-sonuç)
Oraya ben de gitmiştim. (eşitlik, gibilik)
Sen de mi Leyla! (şaşırma)
Para kazanacaksın da bize bakacaksın! (alay, inanmama)
Borcunu verme de göreyim seni! (korkutma, tehdit)
Not: Bağlaç olan “de” her zaman ayrı yazılır ve “te, ta” şekli yoktur. Bir cümlede “de”nin
bağlaç mı yoksa hal eki mi olduğunu anlamak istiyorsak; “de”yi cümleden atarak cümleyi
yeniden okuruz. Cümlenin anlamında -daralma olabilir- bozulma olmuyorsa “de” bağlaçtır.
Bağlaç olan “de” cümlede kelimeye ayrı yazılır.
Yarın bize gel de o konuyu görüşelim.
Yarın bize gel o konuyu görüşelim.
Bu cümlelerde görüldüğü gibi “de” cümleden atıldığında cümlenin anlamında bir bozulma
olmuyor. O halde, “de” cümlede bağlaç görevinde kullanılmıştır.
Aradığın kitap bende var.
Aradığın kitap ben var.
122
Bu cümlelerde görüldüğü gibi “de” cümleden atıldığında cümlenin anlamında bir bozulma
meydana geliyor. O halde “de” cümlede bağlaç değil, durum (hal) ekidir ve cümlede kelimeye
bitişik yazılır.
Oysa, Oysaki, Halbuki
Oysa gelirsin diye seni ne kadar bekledim, bilemezsin.
Oysaki hepimiz, o akşam aramızda olmanı çok istemiştik.
Hâlbuki çok uysal bir insandır o.
Not: Bazı bağlaçlar cümlenin başında bulunabilir. Bu bağlaçlar, kendinden önceki cümleyi
anlamca kendinden sonraki cümleye bağlar.
Oysa ne umutlarla gelmiştik bu şehre!
Bu cümlede “oysa” bağlacı, öncesinde, “Bu şehirde umduğumuz hiçbir şeyi
bulamadık.” anlamında bir cümlenin söylendiğini göstermekte ve iki cümleyi birbirine
bağlamaktadır.
Madem, Mademki, Meğer, Meğerse
Madem her gün üzecektin, neden sevdin beni?
Mademki gitmeyeceksin, biletini iptal ettir.
Meğer bana söyledikleri hep yalanmış!
Meğerse misafirlerimiz yarın gelecekmiş.
Öyleyse, Çünkü, Hatta, Yoksa, İse
Dediklerime inanmıyorsun; öyleyse benimle konuşma.
Seninle sinemaya gelemeyeceğim; çünkü hastayım.
Dün babam okula gelmiş; hatta birkaç saat bizi beklemiş.
Derslerine çalış; yoksa sınavı kazanamazsın.
O, romandan hoşlanırdı; ben ise şiirden hoşlanırdım.
Ne… ne
Ne adımızı anan var ne halimizi soran. (olumsuzluk) (adımızı anan ve halimizi soran yok)
Ne kış ne yaz, ille de güz ille de güz. (olumsuzluk) (kış ve yaz değil)
Ne küserim ne incinirim, (olumsuzluk) (küsmem de incinmem de)
Bir… bir
Bir sen varsın kalbimde bir de o hatıralar.
Çiçeklerden bir kardeleni bir nilüferi severdi.
123
Hem… hem, Ya… ya, Ha… ha, Gerek… gerek, İster… ister
Evimiz hem okula hem çarşıya çok yakındı.
Ya evde derslerine çalış ya bizimle sahile gel.
Ha o gelmiş ha sen gelmişsin, bizim için aynı.
Gerek sen gerek o, yarın izin kullanabilirsiniz.
İster kitap oku ister müzik dinle.
ÜNLEM
Sevinme, coşma, kızma, acıma, şaşma, korkma gibi duyguları anlatan; seslenme, buyruk gibi
durumları bildiren ya da doğa seslerini yansıtan sözcüklerdir.
Aman ha!
Of bıktım artık!
Ah bunu önceden bilseydim!
Vah vah, ne oldu sana!
Ay, ne şirin şeysin sen öyle!
Vay başıma gelenler!
Bravo sana!
Hah vapur gözüktü!
Elveda sana, ey sonbahar!
Eyvah, ne yer, ne yâr kaldı!
Hey, bana baksana!
Oh, ne güzel!
FİİL (EYLEM)
Fiil; iş, oluş, hareket bildirip kip ve kişi eki alan sözcüklerdir.
İşten çıktıktan sonra parkta biraz yürüdüm.
Bu cümlede, bir hareket bildiren “yürümek” sözcüğü kip (görülen geçmiş zaman) ve kişi eki (-
m) alarak, (yürü – dü – m) cümlede “fiil” olmuştur.
Aşağıdaki cümlelerde koyu renkli sözcükler kip ve şahıs eki alarak cümlede fiil görevinde
kullanılmışlardır.
Bu yaz tatilinde köyümüze gideceğiz.
Şimdi askerdeki amcama mektup yazıyorum.
Dilekçenizi ay sonuna kadar bana vermelisiniz.
Öğretmenimizin anlattığı fıkraya uzun süre güldük.
124
Fiil Kipleri
Fiillerin bir işi, durumu veya oluşu ortaya koyuş biçimlerine kip denir. Kipler, haber ve dilek
kipleri olmak üzere ikiye ayrılır.
A. Haber (Bildirme) Kipleri
Zaman anlamı taşıyan kiplerdir. Bu kiplerle çekimlenen eylemlerin gerçekleşme zamanı
bellidir.
1. Görülen Geçmiş Zaman Kipi
2. Öğrenilen Geçmiş Zaman Kipi
3. Şimdiki Zaman Kipi
4. Gelecek Zaman Kipi
5. Geniş Zaman Kipi
B. Dilek (Tasarlama) Kipleri
Zaman anlamı taşımayan kiplerdir. Bu kiplerle çekimlenen eylemler, bir tasarı halinde
olduğundan zaman kavramı taşımaz.
1. Gereklilik Kipi
2. İstek Kipi
3. Dilek-Şart Kipi
4. Emir Kipi
Haber (Bildirme) Kipleri
1. Görülen Geçmiş Zaman Kipi (-dı, -di, -du, -dü, -tı, -ti, -tu, -tü)
Eylemin, söylenme anından önce yapıldığını bildirir. Anlatan kişinin, eylemin yapılışını
gördüğünü ya da bildiğini ifade eder.
TEKİL ÇOĞUL
1. kişi geldim geldik
2. kişi geldin geldiniz
3. kişi geldi geldiler
Karşıdaki binayı dün boyadılar.
Evimizin önünü temizledik.
Bunları yapmamızı siz söylediniz.
125
Kaynakça
DEMİRCİ, S. ve KABAHASANOĞLU, V., Üniversitelerde Türk Dili, Türkmen Kitabevi, İstanbul,
2009.
ERGİN, Muharrem, Üniversiteler için Türk Dili, Bayrak yayım, İstanbul, 1990.
GÜLENSOY, Tuncer, Türkçe El Kitabı, Akçağ yayınları, Ankara, 2000.
Türkçe Genel Yetenek, İhtiyaç yayınları, Ankara, 2016.
132
CÜMLE BİLGİSİ
A) CÜMLE ÖGELERİ
Bir duygu, düşünce veya durumu tam olarak anlatan sözcük ya da söz öbeklerine cümle
denir. Cümle, özne ve yüklem gibi temel; nesne, dolaylı tümleç ve zarf tümleci gibi yardımcı
ögelerden oluşur.
1. Yüklem
Cümlede kip ve zaman bildirerek yargıyı ortaya koyan temel unsurdur. Yüklem, tek başına
cümle özelliği gösterir. Diğer ögeler yüklemin tamamlayıcı ögeleridir.
Cümlede yüklemi bulmak için herhangi bir öğeye soru soramayız. Onu çekimli durumda
bulunan sözcüklerden anlarız. Örneğin;
“Anlıyorum” sözcüğü “anlamak” fiilinin şimdiki zamanla çekimlendiğini gösteriyor. Öyleyse
yargı bildiriyor demektir. Dolayısıyla bu, bir cümledir.
Ahmet Türkçe ödevini yaptı.
Bu konuyu çok iyi anlıyorum.
Matematik sınavına dün akşam çok çalıştım.
Sıfatlar isimleri niteleyen sözcüklerdir.
Türkçe ödevine kardeşim yardım etti.
Türkçe dersimize giren kişi genç bir öğretmendi.
cümlesindeki altı çizili kısım ise sıfat tamlaması olduğundan bölünemez ve bu şekilde yüklem
olur.
2. Özne
Cümlede yüklemin bildirdiği işi, hareketi yapan ya da oluş içinde bulunan öğedir. Cümlenin
temel öğesidir.
Cümlede özneyi bulmak için yükleme “kim” ve “ne” sorularını sorarız. Ancak özellikle “ne”
sorusu, nesneyi bulmak için de sorulduğundan, biz özne sorusunu yükleme değişik biçimde
sorarız. Örneğin;
Ahmet sınavlarına çalıştı.
Bu elbiseyi annem aldı.
133
cümlesinde “aldı” yüklemdir. Özneyi bulmak için yükleme “Alan kim?” diye soruyoruz. Cevap
olarak “annem” geliyor. Öyleyse cümlenin öznesi bu sözcüktür.
Cümlede özne yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi, açık olarak verilebileceği gibi, yüklemin
çekiminden de çıkarılabilir. Cümlede olmayan, yüklemdeki kişi eklerinden anlaşılan bu tür
öznelere “gizli özne” adı verilir. “Ben, sen, o, biz, siz, onlar” kişi zamirleri gizli özne olur.
“Ders çalışmana yardım ederim.”
cümlesinin yüklemi “yardım ederim” sözcüğüdür. Özneyi bulmak için “Yardım eden kim?”
diye soruyoruz, “Ben” cevabı geliyor; ancak bu söz cümlede yok, biz bunu yüklemin bildirdiği
kişiden çıkarıyoruz. Öyleyse bu cümlenin öznesi gizli öznedir. Bu özne cümlede var olan
ögelerden biri sayılmaz.
“Kardeşimi okul bahçesinde gördüm.”
cümlesinde “ben”gizli özne durumundadır.
Bundan sonra derslere daha düzenli geleceğiz.
Ağaçtaki elmaları bugün toplayacaklar.
Bazı cümlelerde işi yapan belli değildir. Bu cümlelerde işten etkilenen öğe sözde özne kabul
edilir.
“Sokaklar çok güzel temizlendi.”
cümlesinde işi yapan belli değildir. Ama işten etkilenen öğe vardır. “Temizlenen ne?” sorusu
bize “sokaklar” sözcüğünü veriyor. Bu şekildeki öznelere sözde özne denir.
3. Nesne
Cümlede yüklemin bildirdiği işten etkilenen öğedir. Yükleme sorulan “kimi, neyi, ne”
sorularına cevap verir. Nesneler hâl ekini alıp almamalarına göre iki grupta incelenir.
a. Belirtili Nesne
Nesne görevinde bulunan söz, “-i” hâl ekini almışsa, nesneye belirtili nesne denir.
“Kitabı öğretmenden aldı.”
cümlesinde “kitabı” nesnesi “-i” hal eki aldığından belirtili nesnedir.
Ahmet, kalemini arkadaşına verdi.
b. Belirtisiz Nesne
Nesne görevinde bulunan söz “-i” hâl ekini almamışsa buna, belirtisiz nesne denir. Belirtisiz
nesne cümlede her zaman yüklemin hemen önünde kullanılır.
“Akşama kadar odasında kitap okudu.”
cümlesinde “kitap” nesnesi bu eki almamış ve belirtisiz nesne olmuştur.
134
Eksiltili Cümle
Yüklemi yazılmayıp yüklemini okuyucunun, zihninde tamamlaması beklenen cümledir.
Eksiltili cümlelerin sonuna üç nokta konur.
Önümüzde göz alabildiğine bir kumsal…
Yüklemi yazılmayan bu cümlenin sonuna “uzanıyor, duruyor, var” gibi sözleri yüklem olarak
getirebildiğimiz için bu cümle, eksiltili bir cümledir.
Yüklemi yazılmadığı için eksiltili cümle durumunda bulunan aşağıdaki cümlelerin sonuna,
yüklem olabilecek sözcükler, parantez içinde yazılmıştır.
Denizin tam ortasında Adalar’a doğru nazlı nazlı yol alan vapurlar…
Bahçede elmalar, cevizler, incirler daha neler neler…
Anlamına Göre Cümleler
Cümleler, taşıdıkları anlamlara göre çeşitli gruplara ayrılır:
1. Olumlu Cümle
Cümlede yüklem durumundaki eylemin gerçekleştiğini veya yüklem durumundaki varlık ya da
kavramın var olduğunu, bulunduğunu bildiren cümlelerdir.
Yazarın son romanını zevkle okudum.
Bu cümlede “okumak” eyleminin gerçekleşmesi söz konusu olduğu için, cümle anlamca
olumludur.
Aşağıdaki cümlelerde yüklemlerin gerçekleşmesi ya da varlığı söz konusu olduğu için
cümleler anlamca olumludur.
Her akşam yaşadıklarımı günlüğüme yazıyorum.
Okula yine derslerine çalışmadan gitmişti.
Dünkü derste sınıfta yedi sekiz kişi vardı.
Bu yılki kitap fuarı her zamankinden daha renkliydi.
2. Olumsuz Cümle
Cümlede yüklem durumundaki eylemin gerçekleşmediğini veya yüklem durumundaki varlık
ya da kavramın var olmadığını, bulunmadığını bildiren cümlelerdir.
Fiil cümlesinde olumsuzluk -ma / -me (geniş zamanda – maz, -mez) ekiyle sağlanır.
İsim cümlesinde olumsuzluk “değil / yok” sözcükleriyle ya da “-sız, -siz” ekiyle sağlanır.
Arkadaşımla bu meseleyi ayrıntılı konuşmadım.
Sokaklar bugün kalabalık değildi.
Binanın bu dairesi hiç ışık almaz.
138
3. Sıralı Cümle
4. Bağlı Cümle
Yapısına göre cümlelerin çeşitlerine geçmeden önce “yan cümlecik” kavramını görelim.
Yan Cümlecik: Cümlede, kendi içinde cümle özelliği gösteren ve daha çok, fiilimsiyle kurulan
sözcüğe ya da sözcük grubuna yan cümlecik; geri kalan bölüme ise temel cümlecik denir. Yan
cümlecik, genellikle temel cümleciğin bir öğesi olur.
Arkadaşım, yarın bu okula yazılacağını söyledi.
Bu cümlede, nesneyi bulmak için yükleme sorduğumuz “neyi” sorusuna cevap olan “yarın bu
okula yazılacağını” sözcük grubu, içinde fiilimsi bulunduğu için yan cümleciktir.
Aşağıdaki cümlelerde koyu olarak yazılan yan cümleciklerin oluşturduğu öğeler ayraç içinde
belirtilmiştir.
Onun bu sınavı kazanması hepimizi sevindirdi. (yan cümlecik özne görevinde)
Rüzgâr, sararmış yaprakları sağa sola savuruyor. (yan cümlecik nesne görevinde)
Konferans için gelenlere birer kitapçık verildi. (yan cümlecik dolaylı tümleç görevinde)
Görevliler, havalar soğuyunca kaloriferleri yaktı. (yan cümlecik zarf tümleci görevinde)
Burada basit cümle ile birleşik cümle arasındaki farkı daha iyi anlamak için fiilimsi konusunu
bilmemiz gerekiyor:
Fiilimsiler:
Fiil kök veya gövdelerinden yapım ekleriyle türetilerek isim, sıfat ve zarf olarak kullanılan
kelimelerdir. Bunlar artık fiil olarak kullanılma özelliğini kaybettikleri için fiil çekim eklerini
(olumsuzluk eki hariç) alamazlar, isim çekim eklerini alabilirler, isim sıfat ve zarf (tümleci)
olarak kullanılırlar, yan cümlecik kurarlar.
Fiilimsiler üçe ayrılır:
1. İsim-fiiller,
2. Sıfat-fiiller (ortaçlar)
3. Zarf-fiiller (ulaç, bağ-fiil)
1. İsim-fiiller:
Fiillerin ismidir. Fiillere getirilen "-me, -mek, -iş" ekleriyle yapılır. Türetilen bu kelimelere
mastar; türetmede kullanılan eklere mastar eki denir.
• Bakmak, okumak, yazmak, konuşmak, eleştirmek, araştırmak...
• Okuma, yazma, bakma, yüzme, seslenme, tamamlama, kovalama...
140
1. Basit Cümle
Yan cümleciği bulunmayan, fiilimsi olmayan yani bir yargıdan oluşan cümledir.
Ödevlerimi sabah erkenden yaparım.
Bu cümle, yan cümleciği olmadığı için, yapıca basit bir cümledir.
Aşağıdaki eylem ve isim cümleleri de yan cümleciği olmadığı için, yapıca basit cümlelerdir.
Yolcuların çoğu, uçağa vaktinde bindi.
Hafta sonu babama işyerinde yardım edeceğim.
Uzun ve yorucu bir günün ardından hepimiz uyuyakalmıştık.
Dedemin, köyün hemen yakınında kocaman bir çiftliği vardı.
Okulun kitaplığı benim için eşsiz bir hazineydi.
Bugün hava her zamankinden serindi.
2. Birleşik Cümle
Yargı bildiren yüklemin dışında yan cümleciği de bulunan cümledir.
Senin yarın buraya geleceğini duyduk.
Yan cümlecik Temel cümle
Bu cümle, yüklemi (temel cümle) dışında, bir fiilimsi sayesinde (geleceğini) yan cümleciği
olduğu için, yapıca birleşik bir cümledir.
Yan cümlecik, genellikle fiilimsilerle kurulur ve cümlenin herhangi bir öğesi olur, demiştik.
Yan cümlecik farklı yollarla da kurulabilir ve buna göre, birleşik cümleler dörde ayrılır.
a. Girişik Birleşik Cümle
b. Şartlı Bileşik Cümle
c. Ki’li Birleşik Cümle
d. İç İçe Bileşik Cümle
a. Girişik Birleşik Cümle
Yan cümleciği fiilimsi ile kurulan bileşik cümledir.
Okuduğum kitapların özetlerini bir deftere yazardım. (yan cümlecik nesne görevinde)
Bu şehirde yola erken çıkanlar trafiğe takılmaz. (yan cümlecik özne görevinde)
b. Şartlı Birleşik Cümle
Yan cümleciği dilek-şart (-sa, -se) kipiyle kurulan bileşik cümledir. Dilek-şart kipinin
oluşturduğu bölüm yan cümleciktir.
Bu yoldan giderseniz havaalanına daha çabuk varırsınız.
Derslerine düzenli çalışırsan başarılı olursun.
142
4. Bağlı Cümle
Birden fazla cümlenin birbirine bağlaçla bağlandığı cümledir. Sıralı cümledeki virgül ya da
noktalı virgül yerine, bağlaç getirilirse ortaya bağlı cümle çıkar. Bağlı cümlelerde kullanılan
başlıca bağlaçlar şunlardır: ve, veya, ya, ya da, yahut, ile, yalnız, ancak, ama, fakat, lakin, de,
oysa, oysaki, ise, halbuki, çünkü, hatta, yoksa, ne… ne, ya… ya, hem… hem…
Evin kapısı açıldı ve dışarı yaşlı bir adam çıktı.
Birinci cümle ikinci cümle
Bu cümlede, iki yüklem (açıldı, çıktı), yani iki ayrı cümle vardır. Birinci cümlenin (Evin kapısı
açıldı) sonuna nokta konmamış, ikinci cümle (dışarı yaşlı bir adam çıktı) küçük harfle
başlamıştır. Bu iki cümle birbirine bağlaçla (ve) bağlanarak bağlı cümle oluşturulmuştur.
Aşağıdaki cümleler, birbirine bağlaçla bağlanan cümlelerden oluşan bağlı cümlelerdir.
Sabah erken kalktık ama yine de derse yetişemedik.
Takımımız iyi mücadele etti ancak yenilmekten kurtulamadı.
Çok çalışın veya kendinize farklı bir hedef seçin.
Dünkü sınava katılamamış çünkü otobüsü geç kalmış.
Bu koca kitabı bitirdik de sınava girdik.
Kardeşim bugün ne ders çalıştı ne kitap okudu.
Hem suçlu olduğunu biliyorsun hem de özür dilemiyorsun.
Kaynakça
ÇOTUKSÖKEN, Y., Türk Dili Dersleri (Cilt 2), Papatya Yayınları, İstanbul, 2009.
DEMİRCİ, S.; Kabahasanoğlu, V., Üniversitelerde Türk Dili, Türkmen Kitabevi, İstanbul, 2009.