You are on page 1of 323

TEMEL MİKOLOJİ-MANTARLAR

VE MAYALAR

• Genel Mikoloji
VETERİNER MİKROBİYOLOJİ
İÇİNDEKİLER

•Sınıflandırma
•Morfolojik özellikleri VE İMMÜNOLOJİ
•Üreme ve Fizyoloji
•Laboratuvar Teşhisi Dr. Öğr. Üyesi Mehmet
• Özel Mikoloji Cemal ADIGÜZEL
•Dermatofitler
•Sistemik Mantarlar
•Patojenik Mayalar

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


• Mantarların morfolojik özelliklerini,
HEDEFLER

mantarların üreme ve fizyolojik


faaliyetlerini bilebilecek,
• Mantarların laboratuvar tanısını,
dermatofitlerin genel özelliklerini ve
bu grupta olan mantarları
öğrenebilecek,
• Sistemik mantarların genel
özelliklerini ve bu grupta olan
mantarları bilebilecek,
• Patojenik mayaların genel özellikleri
ve bu grupta yer alan mayalar
hakkında bilgi sahibi olabileceksiniz.
ÜNİTE

© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı
14
ve dağıtımı yapılamaz.
Temel Mikoloji-Mantarlar ve Mayalar

TEMEL MİKOLOJİ-MANTARLAR VE
MAYALAR

Genel Mikoloji Özel Mikoloji

Sınıflandırma Dermatofitler

Morfolojik özellikleri Sistemik Mantarlar

Üreme ve Fizyoloji Patojenik Mayalar

Laboratuvar Teşhisi

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2


Temel Mikoloji-Mantarlar ve Mayalar

GİRİŞ
Mantarlar, organik maddeleri parçalayan ve her yerde bulunabilen
ökaryotik mikroorganizmalardır. Bugüne kadar tanımlanmış yaklaşık 100.000
mantar türünden sadece birkaç yüzünün hayvanlar ve insanlar için patojenik
olduğu bilinmektedir.
Mantarların sınıflandırılması geleneksel olarak morfolojik ve üreme
özelliklerine dayanmaktadır. Eşeyli üreme döngüsü boyunca bir mantar türü
teleomorf, eşeysiz üremedeki şekli ise anamorf olarak adlandırılır. Moleküler tanı
yöntemlerinin gelişmesiyle mantar türlerinin sınıflandırılmasında da değişikliğe
gidilmiştir. Örneğin; eşeyli üreme evresi bilinmeyen mantarlar, Deuteromycota
veya imperfekt mantarlar olarak bir gruba yerleştirilmişti ya da dermatofit
etkenlerden Microsporum canis'in teleomorfik adı Arthroderma otae'idi.
Mantar âlemi içinde yedi aile tanımlanmıştır. Bunlar; Glomeromycota,
Microsporidia, Blastocladiomycota, Chytridiomycota, Ascomycota, Basidiomycota
ve Neocallimastigomycota’dır. Bunların dışında Zygomycota ailesinin yeri tam
olarak tanımlanmamıştır. Ascomycota, Basidiomycota ve Zygomycota veteriner
hekimlik açısından önemli olan mantar türlerini içermektedir.
Mantarlar genel olarak; çok hücreli filamentöz mantarlar (küfler), tek hücreli
mantarlar (mayalar) ve büyüme koşullarına bağlı olarak tek veya çok hücreli yapı
gösteren dimorfik mantarlar olarak üç gruba ayrılmaktadır. Küf mantarları hifa
(hif) adı verilen dallı filamentlerden oluşan yapılardır. Hifalar uç kısımlarından
uzama gösterirler. Hifalar bir araya gelerek miselyum adı verilen yapıları
oluştururlar. Küfler katı besi yerinde üremeleri esnasında bazen besi yerinin
altında veya üstünde gelişen hifa (vejetatif hifa), bazen de besi yeri yüzeyinin
üzerinde seyreden hifa oluştururlar (aeriyal hifa). Aeriyal hifalar konidyum (eşeysiz
üreme elemanları) denen yapıları oluşturur. Bu yapılar havada kolayca taşınarak
mantar etkenlerinin yayılmasına hizmet eder. Konidyumların şekli, büyüklüğü ve
gelişim özellikleri mantar türleri arasında farklı olduğu için identifikasyonda
kullanılır. Mayalar yapı olarak bakteri kolonilerine benzeyen, oval veya küre
benzeri görünüme sahip mantarlardır. Bazı patojenik mantarlar üreme ısısına bağlı
olarak hem hifa benzeri yapılar hem de maya benzeri koloniler şekilde üreme
gösterirler. Böyle mantarlara dimorfik mantarlar denir. Bu mantarlara
Histoplasma, Blastomyces ve Coccidioides örnek verilebilir.
Çoğu mantar aerob olarak üreme gösterir iken, bir kısmı fakültatif anaerob,
bir kısmı da zorunlu anaerobtur. Heterotrofik yapıda olan mantarlar, biyokimyasal
testlere farklı şekilde reaksiyon gösterirler. Bakterilere göre daha yavaş üreme
hızına sahiptirler. Mantarlar eşeyli ve eşeysiz olarak gerçekleşebilen sporlanma ile
ürerler.
Bu bölümde özellikle hayvanlar için patojen özellik taşıyan mantar
etkenlerinin özelliklerinden bahsedilecektir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3


Temel Mikoloji-Mantarlar ve Mayalar

GENEL MİKOLOJİ
Sınıflandırma
Mantarlar saprofitik, simbiyotik, kommensal ya da patojenik olabilen
mikroorganizmalardır. Saprofitik mantar türleri, çevrede yaygın olarak bulunan,
organik materyallerin parçalanmasında rol oynayan ve fırsatçı infeksiyonlara
neden olan türlerdir. Patojenik mantar türleri, hayvanlarda mikotik infeksiyonlara
neden olurlar. Mükoz membranlar ya da deri üzerindeki etkenlerin üremesi
sonucunda lokalize lezyonlara neden olurlar [1].
Mantar etkenlerinin
neden olduğu Mantarların taksonomik sınıflandırması eşeyli üremelerine göre yapılır.
infeksiyonlara mikotik Üremenin şekline bağlı olarak, sınıflandırmada kullanılan diğer özellikler
infeksiyonlar denir. septumları ya da hücre duvarı yapısını içeren morfoloji, yaşam döngüleri ve
fizyolojileridir. Eğer eşeyli üreme siklusu yoksa mantar etkeni mitosporik olarak
isimlendirilir ve ileri düzey genetik analizler sonucunda sınıflandırılmaya çalışılır.
Günümüzde sıklıkla ileri düzey genetik analizler sonucunda mantarların birbirleri
arasındaki ilişki ortaya konarak sınıflandırılmaktadır [1].
Mantarların sınıflandırılması geleneksel olarak morfolojik ve üreme
özelliklerine dayanmaktadır. Eşeyli üreme döngüsü boyunca bir mantar türü
teleomorf, eşeysiz üreme şekli ise anamorf olarak adlandırılır. Moleküler tanı
yöntemlerinin gelişmesiyle mantar türlerinin sınıflandırılmasında da değişikliğe
gidilmiştir. Örneğin; eşeyli üreme evresi bilinmeyen mantarlar, Deuteromycota
veya imperfekt mantarlar olarak bir gruba yerleştirilmiştir ve dermatofit
etkenlerden Microsporum canis'in teleomorfik adı Arthroderma otae olarak
isimlendirilmiştir [1].
Mantar âlemi içinde yedi aile tanımlanmıştır. Bunlar; Glomeromycota,
Microsporidia, Blastocladiomycota, Chytridiomycota, Ascomycota, Basidiomycota
ve Neocallimastigomycota’dır. Bunların dışında Zygomycota ailesinin yeri tam
olarak tanımlanmamıştır. Ascomycota, Basidiomycota ve Zygomycota veteriner
hekimlik açısından önemli olan mantar türlerini içermektedir [1].

Morfolojik Özellikleri
Bitki ve hayvan hücreleri yüksek düzey ökaryot olmalarına rağmen,
mantarlar bu hücrelere göre basit ökaryot mikroorganizmalardır. Örneğin, mantar
hücreleri klorofilden yoksundurlar ve fotosentez yapamazlar. Çoğu mantar hücresi
çok hücreli olmasına rağmen, mayalar tek hücrelidirler [1].

Mikroskobik morfoloji
Küf mantarlarının hifalarındaki hücre duvarı, selüloz bağlantılı karbonhidrat
içerikli kitin tabakasından meydana gelmektedir. Mayalarda hücre duvarı,
polisakkarit kompleksli proteinden meydana gelmiştir. Hem küf mantarları hem de
mayalar çekirdek zarı ve mitokondriye sahiptir. Sitoplazma, sitoplazmik membran
ya da plazmalemma olarak isimlendirilen yapı tarafından çevrilmiştir. Mantar
hücreleri gerçek bir çekirdeğe sahiptir. Ancak endoplazmik retikulumları iyi

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4


Temel Mikoloji-Mantarlar ve Mayalar

gelişmemiştir. Vakuoller, metabolik ürünler olup, proteinlerin hücre içindeki


taşınmasında rol oynarlar. Mitokondri, solunum aktivitesi ve glikoz
ayrıştırılmasından sorumlu organeldir. Lomasomlar, salgısal aktivite ve
sitoplazmanın sentezinde önemli görevleri olan şişmiş membranöz yapılardır.
Sitoplazma ayrıca yağ parçacıkları, kalsiyum oksalat kristalleri, reçineler, glikojen
içerir (Resim 14.1) [1].

Resim 14.1. Mantar hücresinin yapısı [2]

Hifa
Hifa, küf mantarlarını oluşturan saydam, uzun ve ince yapılı organeldir.
Küfler katı besi yerinde üremeleri esnasında bazen besi yerinin altında veya
üstünde gelişen hifa (vejetatif hifa), bazen de besi yeri yüzeyinin üzerinde
seyreden hifa oluştururlar (aeriyal hifa). Hifalar bir araya gelerek miselyum adı
verilen yapıları oluştururlar. Bazı hifalar bölümlere ayrılmış iken (septumlu),
Hifa, küf mantarlarını bazıları ayrılmamış (septumsuz) halde gözlenir. Bazı maya türlerinde, hücreler
oluşturan saydam, uzun çoğalma esnasında birbirlerine yapışık kalır ve zincir şeklinde ipliksi olarak
ve ince yapılı görünebilirler (yalancı hifa, psödohifa) [1, 3].
organelidir.
Makroskobik Morfoloji
Patojenik mantar etkenleri katı besi yerinde üretildiklerinde beş farklı koloni
oluşturmaktadırlar. Bu koloni değişiklikleri genetik karakter ile ilgili olmakla
beraber besi yerinin kimyasal yapısı, kültürün eskiliği ve çevresel koşullara bağlı
olarak değişebilmektedir. Örneğin, dimorfik mantarlar (Histoplasma capsulatum
gibi) çevre ısısına bağlı olarak hem küf hem de maya kolonisi şeklinde koloni
oluşturabilmektedirler [3, 4].

Miselyal koloniler
İnsan ve hayvanlarda infeksiyona neden olan dermatofit etkenleri
(Trichopyton, Epidermophyton, Microsporum), saprofitik özellikteki mantarların
birçoğu ve sistemik infeksiyona neden olan bazı mantar türlerinin oda ısısında
üretilen formları (Histoplasma capsulatum, Coccidioides immitis) aerial ve
reprodüktif hifaları sayesinde miselyal koloni oluştururlar. Miselyal koloniler,

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5


Temel Mikoloji-Mantarlar ve Mayalar

çeşitli renklerde, üzerlerinde birden fazla kıvrım ve katlanma olabildiği gibi,


yayvan, pamuklu ve kabarık bir görünümde olabilirler [3, 4].

Maya benzeri koloniler


Sistemik infeksiyona neden olan dimorfik mantar etkenlerinin 37°C’de
oluşturdukları koloniler ve Saccharomyces sınıfında yer alan mantar etkenleri
yumuşak, kabarık görünümlü, mukoid kıvamlı maya benzeri koloni oluştururlar [3,
4].

Membranöz koloniler
Dermatofit etkenlerinin bazıları (Trichopyton verrucosum, T. violaceum)
üremeleri esnasında ince deri veya membranöz şekilde kolonilere sahiptirler [3, 4].

Granüler koloniler
Sporulasyonun fazla meydana geldiği durumlarda, aerial hifalarda azalmalar
görülür. Bu karşın ortamda çok fazla miktarda mantar sporlarına rastlanır.
Makroskobik bakıda koloni ince veya kaba bir granülasyon gösterir. Bu tarz
kolonilerin başlangıçta da flamentöz olduklarını unutmamak gerekmektedir.
Microsporum gypseum, Trichopyton megninii, Epidermophyton floccosum gibi
dermatofitlerde bu durum görülmektedir [3, 4].

Pleomorfik koloniler
Pleomorfik koloniler aerial hifaların arasında reprodüktif hifaların
oluşmaması sonucunda şekillenir. Genellikle kolonilerin kenar veya orta kısmında
beyaz veya kadife görünümünde hifaların oluşumu ile ortaya çıkar. Bu tipteki
koloniler genellikle mutasyon sonucu ortaya çıkar ve pasajı yapılan kolonide
üremenin olmadığı gözlenir [3, 4].

Mantarlarda Üreme ve Fizyoloji


Eşeysiz üreme
Mantarlar, eşeyli ya da eşeysiz üreme şeklinde sporları aracılığıyla ürerler.
Küf mantarları, çevrelerindeki yoğun hifaları sayesinde gelişerek büyük koloniler
meydana getirirler. Aeriyal hifalar konidyum (eşeysiz üreme elemanları) denen
Konidyumların şekli,
yapıları oluşturur. Bu yapılar havada kolayca taşınarak uygun ortam ve koşul
büyüklüğü ve gelişim
bulduğunda mantar etkenlerinin yeniden üremesine hizmet eder. Konidyumların
özellikleri mantar
şekli, büyüklüğü ve gelişim özellikleri mantar türleri arasında farklı olduğu için
türleri arasında farklı
identifikasyonda kullanılır. Eşeysiz üremede sporlar, sporangiospor ve konidyum
olduğu için
olmak üzere iki tip içermektedir. Sporangiumlar, sporangiospor denilen yapıların
identifikasyonda
içinde gelişen sporlardır ve Zygomycota familyasında yer alan Rhizopus ve Mucor
kullanılır.
türü mantarların özelliğidir. Konidyumlar, Aspergillus, Penicillium ve dermatofit
türü mantarlarda görülen eşeysiz spor türüdür. Mantarlarda görülen eşeysiz
üreme şekilleri Resim 14.2’de gösterilmiştir [3, 4]:

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6


Temel Mikoloji-Mantarlar ve Mayalar

Resim 14.2. Veteriner hekimliğinde önemli mantar türlerinin eşeysiz spor türleri [3]

Eşeyli üreme
Eşeyli üreme iki yeni cinsiyet hücresi, seks organları, somatik hücreler ya da
yeni bireylerin oluşumu için hifaların birleşimini içerir ve mantarın ömrü boyunca
bir kez gerçekleşir. Eşeyli üreme aşamaları teleomorfik evre olarak adlandırılır.
Sporların bulunduğu yapılar elverişsiz koşullara dayanıklıdır ve daha uzun süre
yaşayabilirler. Bu sayede, mantar türleri bir mevsimden diğerine üreme imkânı
bulur. Mantarlar eşeyli üremede dört tip spor oluştururlar (Resim 14.3) [3, 4, 5, 6]:

 Askosporlar
Bu sporlar tek hücrelidir. Ascomycetes mantarlarının sporları askus olarak
bilinir ve kese benzeri bir yapıda üretilirler. Her bir askus sekiz askospor içerir [3,
6].

 Basidiosporlar
Basidiomycetes mantarlarının oluşturduğu bu sporlar askosporlara benzer;
ancak basidium olarak bilinen yapılar içerisinde sporlar gelişirler [3, 6].

 Zigosporlar
Zygomycetes sınıfı mantarlarda görülen ve gametangium (Dişi ve erkek
Homotallik; dişi ve hücresini beraber taşır.) olarak adlandırılan hifalardan köken alırlar ve aynı mantar
erkek hücresinin aynı üzerinde bulunurlar (homotallik) [3, 6].
hifadan köken alması  Oosporlar
durumu.
Dişi eşey hücresi (oogonium) içinde üretilirler. İki uyumlu hifanın
birleşmesinden sonra, erkek hücreler (anteridium) oogoniuma girer ve oosporları
üretmek için dişi gametleri (oosferler) döller [3, 6].

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7


Temel Mikoloji-Mantarlar ve Mayalar

Resim 14.3. Mantar eşeyli spor tipleri. a, askospor; b, askus; c, basidiospor; d, basidium; e,
zigospor; f, gametangium; g, oospor; h, oogonium; i, anteridium [6]

Fizyoloji
Mantarlar heterotrofik mikroorganizmalardır. Elektron ve karbon kaynağı
olarak organik bileşikleri, enerji kaynağı olarak da kimyasal bileşikleri kullanırlar.
Beslenmelerini çevreden (saprofit) veya konakçıdan (parazit) absorbsiyon ile elde
ederler. Saprofitik mantarların çoğu 20-30°C'de besi yerinde aerobik koşullarda
gelişirler. Dimorfik mantarlar ve patojen mayalar 37°C'lik sıcaklığa ihtiyaç duyarlar.
Mantarların optimum koşullarda üremesi için yüksek nem, asidik pH (3.8-5.6),
yüksek şeker konsantrasyonu (% 4-5), karbon, fosfor, sülfür, potasyum,
magnezyum, demir ve kalsiyum gibi maddeler gereklidir. Besi yerindeki pepton ve
derideki keratin mantarlar tarafından nitrojen kaynağı olarak kullanılır. Çoğu
mantar türü nitratı nitrojen kaynağı olarak kullanırlar. Hiçbir mantar türü
doğrudan nitrojeni alamaz, önce nitratı nitrite sonra da amonyağa parçalayarak
kullanırlar [3, 4, 5].
Heterotrofik
mikroorganizmalar Işığın mantar büyümesi üzerine etkisi sınırlıdır. Hatta X-ışınları üremeyi
beslenebilmeleri için en olumsuz etkiler. Mantarların büyüme hızı bakterilerden daha yavaştır ve
az bir tane organik çoğunlukla besi yerleri bakterilerle kontamine olur. Antibiyotikler (örneğin,
maddeye gereksinim kloramfenikol) ve antifungal maddeler (örneğin, siklohekzamid), bakteriyel ve
duyarlar saprofitik mantar kontaminasyonunu önlemek için besi yerine katılır.
Siklohekzamid, Aspergillus fumigatus, Candida albicans ve Cryptococcus gibi bazı
patojenik mantar ve mayaların büyümesini olumsuz etkilemektedir [3, 4, 5].

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8


Temel Mikoloji-Mantarlar ve Mayalar

Laboratuvar Teşhisi
Filamentöz mantarların identifikasyonu, makroskobik (koloni) ve
mikroskobik özelliklerinin incelenmesi ile yapılır. Makroskobik olarak koloni formu,
rengi ve pigment üretimi tanımlamada kullanılmaktadır. Küf kolonilerinin büyüme
oranı kültür ortamına ve inkübasyon sıcaklığına bağlıdır [3, 4, 5].
Mantarların Küf kolonilerinin rengi ve özelliği mantarın üretildiği besi yerinin bileşimine
sınıflandırılmasında, bağlıdır. Sabouraud dekstroz agar (SDA) en sık kullanılan besi yerleri arasında yer
Sabouraud dekstroz almaktadır ve genellikle bu besi yerindeki üreme şekillerine göre mantarlar
agar üzerinde üreme sınıflandırılırlar. Bunun birlikte mantarlar için hem antibiyotik katkılı hem de
şekilleri önemli bir yer antibiyotiksiz birçok besi yeri formülasyonu bulunmaktadır [3, 4, 5].
tutar.
Örnek Toplanması
Örnek alınması: Kültür ve mikroskopik inceleme için uygun örneklerin
seçimi, klinik muayenenin sonucu ve infeksiyona neden olabilecek en olası mantar
patojeninin göz önüne alınmasına dayanır. Alınacak örnekler antifungal ilaç
kullanılmadan alınmalıdır. Dermatofit etkenlerinin (Microsporum, Trichopyton ve
Epidermophyton) neden olduğu infeksiyonlarda deri kazıntısı, tırnak, kıl
(folikülleriyle beraber) ve tüy örnekleri alınabilir. Örnek alırken lezyonlu bölge
%70’lik etil alkol ile temizlenir ve alkolün kuruması için bir süre beklenir. Steril bir
bisturi yardımıyla lezyonun kenarındaki canlı kısımlardan (lezyonun orta kısmında
ölü hücreler bulunur) örnek alımı gerçekleştirilir. Örnekler steril kap ya da tüplere
konulmalıdır ve en kısa sürede laboratuvara ulaştırılmalıdır. Bunun yanında
sistemik ve subkutan mikozislerde kan, apse içeriği, idrar, bronkoalveolar lavaj,
trakeal aspirat sıvısı, biyopsi materyalleri aseptik koşullarda alınarak uygun şekilde
laboratuvara ulaştırılmalıdır [3, 4, 5].
Örneklerin muayenesi: Dermatofit şüpheli hastalardan alınan kıl örnekleri
birkaç şekilde incelenebilir. Ultraviolet ışık ile (Wood lambası); bu muayene şekli
infekte kılların saptanması amacıyla kullanılmaktadır. Bazı dermatofit etkenleri
ultraviolet ışık altında farklı renkte ışıma verirler. Bu şekilde ışıma veren kıllar
seçilerek bunların besi yerlerine ekimleri gerçekleştirilir. Ancak wood lambası ile
ışıma vermeyen kıl örnekleri infeksiyonun olmadığını kesin göstermez. Bu nedenle
örnekler ışıma versin ya da vermesin muayene sonrasında besi yerine ekimleri
yapılır. Direkt mikroskobik muayene; bu amaçla %10-20 KOH (potasyum
hidroksit)’den birkaç damla lam üzerine alınır. Üzerine birkaç tane kıl örneği konur
ve üzeri bir lamel ile kapatılır. KOH’un kıl üzerine etki etmesi için 30-60 dk.
beklenir. Bu sürenin sonunda örnekler mikroskop altında 40x büyütmede
incelenir. Mikroskopta mantar etkenlerini hifa ve sporları aranır. Bazı mantar
türlerinin sporları kılların dışında yer alırken (ektotriks), bazılarında kılların iç
kısmında yer alır (endotriks) (Resim 14.3) [3, 4, 5, 6].

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9


Temel Mikoloji-Mantarlar ve Mayalar

Resim 14.4. Solda mantar sporlarını kıl içerisinde (endotriks), sağda kıl dışındaki (ektotriks)
görüntüsü [7]

İnceleme örneklerinin kültüre edilmesi: Laboratuvara gönderilen örnekler aynı gün


Antifungal, mantar ekimleri yapılmayacaksa buzdolabı ısısında muhafaza edilmelidir. Ekim için
infeksiyonlarının genellikle antibiyotik ve antifungal madde (saprofitik mantarların ve kontaminant
tedavisinde kullanılan bakterilerin üremesini engellemek için) içeren besi yerleri kullanılır. Dermatofit ve
ilaçların genel adıdır. diğer patojenik mantarların izolasyonu için içerisinde kloramfenikol ve
siklohekzamid (cyclohexamide) bulunan, Sabouraud dekstroz agar (SDA) kullanılır.
Bu besi yeri düşük pH’sı ve içerisindeki antibiyotik ve antifungal maddeler
nedeniyle bir çok saprofitik mantar etkeninin ve bakterilerin üremesini
baskılayarak patojen mantarların üremesine imkan sağlar. Subkutan ve sistemik
mantar etkenleri için SDA ve bunun yanı sıra beyin-kalp infusion agar da
kullanılabilir. Aynı şekilde bu besi yerleri de antibiyotik ve antifungal maddeler
içermelidir. Cryptococcus ve Candida türlerinin izolasyonu için kullanılacak besi
yerleri antifungal içermemelidir. Kutan mikozis teşhisi için alınan kıl, tüy ve deri
kazıntısı örnekleri uygun katı bir besi yeri içerisine batırmak suretiyle ekimleri
yapılır. Subkutan ve sistemik mikozis vakalarından alınan örnekler katı besi yeri
yüzeyine yayılarak ekimleri gerçekleştirilir. Serobrospinal sıvı, pleural ve peritoneal
eksudatlar hem santrifüj edilerek tortu kısımlarından hem de direkt ekimleri
yapılmalıdır. Ekim yapılan besi yerleri 25°C’de üç hafta kadar inkübasyona
bırakılmalıdır [3, 4, 5, 6].
Örnek

•Antifungal ilaçlar mantarların meydana getirdiği mikotik


infeksiyonların tedavisinde kullanılan ilaçlardır. Bu grup ilaçlar
birkaç başlık altında incelenmektedir. Bu ilaçlara örnek olarak
terbinafin, amfoterisin B, natamisin, ketokonazol, mikonazol,
flukonazol, itrakonazol, benzoik asit, potasyum iyodid gibi
maddeler örnek verilebilir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10


Temel Mikoloji-Mantarlar ve Mayalar

ÖZEL MİKOLOJİ
Dermatofitler
Dermatofitler (ringworm) özellikle derinin keratin dokusunda infeksiyona
neden olan patojenlerdir. Bu grupta Microsporum, Trichopyton ve
Epidermophyton cinsi mantar etkenleri bulunur. Yaşam ve konak tercihlerine göre;
jeofilik, zoofilik veya antropofilik olarak gruplandırılmaktadırlar. Jeofilik türler
toprakta yaşarlar. Zoofilik türler hayvan, antropofilik türler ise insan üzerinde
yaşarlar. Bu grupta yer alan Microsporum canis, zoonoz özelliğe sahip olup
insanlarda da infeksiyonlara neden olur [3, 4].
Dermatofitler, büyüme hızları, koloni şekilleri, doku ve renklerinde büyük
farklılık gösterirler. Mikroskobik görünümden önce makroskobik yapılarını
incelemek tanı açısından kolaylık sağlamaktadır. Genel olarak koloniler, beyazdan
krem veya pembeye, kırmızı-kahverengiden menekşe tonlarına kadar çeşitli
renklerde görülebilirler [3, 4].
Bir dermatofiti tanımlamak için SDA’daki görüntüsünün yanında, preparat
hazırlanarak mikroskop altında da incelenmelidir. İnceleme için temiz bir lam
üzerine birkaç damla laktofenol pamuk mavisi damlatılır. Üreyen koloniden öze
Laktofenol pamuk
yardımı ile alınarak lamın üzerine aktarılır. Üzerine lamel kapatılan preparat 40x
mavisi içindeki laktik
büyütmede mikroskopta incelenir. Etkenlerin makrokonidyum, mikrokonidyum ve
asit mantarların
spor yapıları incelenir [3, 4].
muhafazasında, fenol
mantarların Microsporum canis dünya genelinde kedi ve köpeklerin en yaygın görülen
öldürülmesinde ve dermatofit etkenlerindendir. Kedilerde subklinik infeksiyonlara yol açmaktadır.
pamuk mavisi Köpeklerde M. gypseum ve Trichophyton mentagrophytes infeksiyona neden
boyamada görev alır. olabilir. İnfeksiyon genellikle lezyonlu bölgelerdeki yangı sonucu tüy dökülmesi,
kelleşme, kıl yapısında bozukluklar meydana getirir. Yaygın infeksiyonlar, immun
sistemi baskılanmış hastalarda ortaya çıkmaktadır (Resim 14.4) [3, 4].

Resim 14.5. Microsporum canis’in SDA üzerindeki (A) ve laktofenol pamuk mavisi
ile boyaması sonucu makrokonidyum (oklar) görüntüsü (B) [3]

Trichophyton verrucosum, sığırlarda dermatofitin genel etkenidir. Etken


daha çok buzağılarda yüz ve göz çevresinde infeksiyonlar meydana getirir.
Etkilenen hayvanların derilerinde grimsi beyaz kabuklarla karakterize tüysüz
lezyonlar meydana gelir. İnfeksiyon daha çok kış aylarında görülür ve sporadik

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11


Temel Mikoloji-Mantarlar ve Mayalar

seyir gösterir. Hastalığı kontrol altına almak için T. verrucosum suşundan


hazırlanmış bir aşı kullanılır [3, 4].

Resim 14.6. Trichophyton verrucosum SDA agar üzerindeki koloni görüntüsü (A) ve
laktofenol pamuk mavisi ile boyaması sonucu klamidiosporlarının görüntüsü (B) [3]

Trichophyton equinum, atlardaki ana dermatofit etkenidir. Bulaşma direkt


temas veya kontamine koşum takımları veya tımar aletleri ile olmaktadır. Özellikle
dört yaşın altındaki atlarda infeksiyon sıklıkla görülmektedir [3, 4].
Anamnez ve klinik bulguya dayanarak kesin tanı koymak güçtür. Kedi ve
Anamnez, hasta köpeklerde şüpheli lezyonlar Wood lambası ile incelenerek M. canis etkenleri
hakkında hasta sahibine
saptanabilir. Bu etken ile infekte hayvanların %50’sinden fazlası UV ışık altında
sorulan bir dizi soruları
yeşil renkte ışıma verirler. Laboratuvar analizi için lezyonlu bölgenin
içerir.
dezenfeksiyonu yapıldıktan sonra, lezyonun kenar kısımlarındaki deri kazıntısı ve
kıl örnekleri alınarak laboratuvara gönderilmelidir. Kıl örneklerinden % 10'luk
potasyum hidroksit (KOH) ile hazırlanan preparatlar direk mikroskop altında
incelenerek dermatofit etkenlerinin hifa ya da sporları aranır. Alınan inceleme
örneklerinden Sabouraud dekstroz agara (maya ekstraktı, kloramfenikol ve
siklohekzamid ilaveli) ekimler yapılır. Ekim yapılan besi yerleri 25°C'de aerobik
koşullarda üç hafta kadar inkübe edilir. İdentifikasyon, koloni morfolojisi,
makrokonidyum veya diğer yapıların mikroskopik görünümüne dayanır. Aynı
zamanda polimer zincir reaksiyonu (PCR) testi için köpek ve kedilerde
dermatofitlerin moleküler tespiti için ticari kitler mevcuttur [3, 4].
Dermatofit etkenleri zoonoz özelliğe sahip oldukları için kedi ve
köpeklerdeki tedavi çok önemlidir. Hasta hayvanları muayene ederken koruyucu
ekipman kullanılmalıdır. Şüpheli lezyonlara sahip hayvanlarda laboratuvar tanısı
konmalıdır. Lezyonlu bölge açığa çıkarılarak mikonazol içeren şampuanlarla topikal
olarak tedavi edilmelidir. Kedi, köpek, at ve sığırlarda %0,2’lik enikonazol çözeltisi
sıklıkla tedavide kullanılmaktadır. Yoğun lezyon bulunan hastalarda itrakonazol ya
da uygun bir antifungal ilaç ile oral tedavi uygulanmalıdır. Sığırlarda natamisinin
topikal olarak uygulanması başarı sağlamaktadır. Kontamine yatak, koşum
takımları ya da tımar malzemeleri %0,5’lik sodyum hipoklorit ile dezenfekte
edilmelidir [3, 4].

Sistemik Mantarlar
Küf ve maya formu olmak üzere iki farklı formda üreyebilen mantarlara
dimorfik mantarlar denir. SDA agarda 25-30°C'de inkübe edildiklerinde küf

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12


Temel Mikoloji-Mantarlar ve Mayalar

formunda ürerler. Hayvan dokularında, %5 kan ilave edilmiş beyin-kalp infusion


agarda 37°C'de kültür edildiklerinde çoğunlukla maya formunda ürerler ve
sonrasında daha stabil form olan küf formuna dönerler. Evcil hayvanlarda
infeksiyon meydana getiren dimorfik mantar türleri; Blastomyces dermatitidis,
Histoplasma capsulatum ve Coccidioides immitis’dir. İnfeksiyon genellikle
etkenlerin sporlarının solunum yoluyla alınması sonucunda gerçekleşir. H.
farciminosum olarak adlandırılan H. capsulatum'un bir varyantı, genellikle deri
lezyonlarından vücuda girer ve atlarda lenfokütanöz lezyonlar oluşturur. Ayrıca
Sporothrix schenckii hayvanlarda fırsatçı lenfokütanöz infeksiyonlara neden olur
[3, 4].

Blastomyces dermatitidis
Blastomyces dermatitidis'in neden olduğu blastomikoz, en yaygın olarak
köpek ve insanlarda görülmektedir. Hastalığın Kuzey Amerika, Afrika, Orta Doğu
ve Hindistan'da görüldüğü bildirilmiştir. İnfeksiyon genellikle solunum yoluyla
alınması sonucunda ortaya çıkar ve pulmoner blastomikozis hastalığın en sık
görülen şeklidir. Klinik olarak, öksürük, egzersiz esnasında çabuk yorulma ve
solunum güçlüğü görülür. Etken SDA’da 25-30°C'de inkübe edildiğinde beyaz ve
pamuklu görünümde küf kolonileri meydana getirir. 37°C'de, sistein ve %5 kan
ilave edilmiş beyin-kalp infusion agarda inkübe edildiğinde, kremden sarıya doğru
değişen renklerde maya kolonileri meydana getirir. Etkilenmiş dokulardan
hazırlanan sitolojik ve histopatolojik preparatlarda maya hücreleri belirlenebilir.
Hastalık serolojik testlerle de tanımlanabilir. Hastalığın erken safhasında
ketokonazol ile beraber amfoterisin B uygulaması tedavide etkili olmaktadır [3, 4].

Histoplasma capsulatum
Endemik, belirli bir
topluluk içinde her Histoplasma capsulatum'un neden olduğu histoplazmoz birçok ülkede
zaman var olan bir görülmesine rağmen, Mississippi ve Ohio nehri vadileri ile ABD'nin diğer
hastalığı tanımlamak bölgelerinde endemiktir. Köpeklerde ve kedilerde yaygın olarak görülen infeksiyon
için kullanılır. özellikle hücresel bağışıklıkta bozukluklar meydana getirmektedir. İnfeksiyonda
meydana gelen granülomatöz lezyonlar hem köpeklerin hem de kedilerin
akciğerlerinde bulunabilir. Etkilenen köpeklerde klinik belirtiler arasında kronik
öksürük, kalıcı ishal ve aşırı zayıflık ön plana çıkmaktadır [3, 4].
Epizootik lenfanjitis, H. capsulatum var. farciminosum neden olduğu, Afrika,
Orta Doğu ve Asya'da sıklıkla görülen ve atları etkileyen bir hastalıktır. Etken,
atların bacaklarında oluşan sıyrıklardan vücuda girer. Lenfokütanöz lezyonlar,
Lenfanjitis, deri altında karakteristik olarak kalınlaşmış lenf damarları ve bu bölgelerdeki ülserleşmiş
bulunan lenf lezyonlardaki akıntı ile karakterizedir. Etken SDA’da 25-30°C'de inkübe edildiğinde,
H. capsulatum'un küf formu aerial hifaları yardımıyla beyazdan ten rengine doğru
kanallarının yangısıdır.
bir üreme gösterir. Septumlu hifalar taşıyan konidyumlar, olgun kültürlerde
ayçiçeği benzeri makrokonidyumlar meydana getirirler (Resim 14.6). 37°C'de,
sistein ve %5 kan ilave edilmiş beyin-kalp infusion agarda inkübe edildiğinde, maya
kolonileri yuvarlak, mukoid ve krem renkli koloniler meydana getirirler.
Tomurcuklanan maya hücreleri küresel ve ovaldir. Etkilenen dokuların

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13


Temel Mikoloji-Mantarlar ve Mayalar

histopatolojik muayenesinde maya formlarını içeren piyogranülomatöz odaklar


göze çarpmaktadır. Tedavide ketokonazol ve amfoterisin B’nin beraber
kullanılması başarı şansını arttırmaktadır [3, 4].

Resim 14.7. Histoplasma capsulatum'un küf kolonisi (A) ve küf formundaki


makrokonidyumun mikroskobik görüntüsü (B) [1]

Coccidioides immitis
Jeofilik bir mantar olan Coccidioides immitis, insanlarda ve birçok hayvan
türünde infeksiyon meydana getirebilmektedir. Dimorfik mantarlar grubunda yer
almasına rağmen, C. immitis dimorfik olmaktan çok tek formlu gözlenir. Çünkü
tipik maya kolonileri oluşturmazlar. Dokularda büyük küre şeklinde endosporlar
Coccidioides immitis
meydana getirirler. Sporlarının solunum yoluyla alınması sonucunda infeksiyon
jeofilik bir mantar
meydana gelir. Koksidioides türlerinin neden olduğu klinik infeksiyonlar, Güney
türüdür.
Batı ABD, Meksika ve Orta ve Güney Amerika'nın kurak bölgelerinde bildirilmiştir.
Kaliforniya'daki San Joaquin Vadisi'nin endemik bölgesi (eski adıyla “Kaliforniyalı
olmayan C. immitis”) dışında saptanan izolatlar, C. posadasii adıyla ayrı tür olarak
tanımlanmıştır. En çok etkilenen evcil hayvan köpeklerdir. Köpek
koksidioidomikozu, öksürük, ateş ve iştahsızlık gibi spesifik olmayan bulgularla
ortaya çıkabilir. Pulmoner lezyonlardaki etkenin yayılması sonucunda sıklıkla
osteomiyelit ve topallık görülür [3, 4].
Tanı genellikle klinik bulgulara ve histopatolojiye dayanır. %10 KOH ile
muamele edilmiş eksudat veya aspirat sıvıları ve dokulardan hazırlanan kesitlerin
histopatolojik boyamalarında C. immitis endosporları görülebilir (Resim 14.7).
Coccidioides türlerinin kültürü, aerosol yolla alınması ihtimali bulunan kalın duvarlı
artrokonidyumu nedeniyle tehlikelidir. Tedavide, azol grubu ilaçlar (örneğin;
ketokonazol, itrakonazol, flukonazol, mikonazol) en az altı ay boyunca
kullanılmalıdır [3, 4].

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14


Temel Mikoloji-Mantarlar ve Mayalar

Resim 14.8. Doku kesitlerinden hazırlanmış histopatolojik preparatlarda


Coccidioides immitis endosporu (ok ile gösterilen kısım) [1]

Sporothrix schenckii
Sporothrix schenckii çevrede çok yaygın olarak bulunan, ölü veya yaşlı bitki
örtüsü üzerinde ve ıslak ağaç yaprakları üzerinde üreyen saprofitik bir mantardır.
S. schenckii at, kedi, köpek ve insanlarda sporadik seyirli infeksiyonlara neden olur
[3, 4].
Sporotrikoz genellikle kronik kutanöz veya lenfokütanöz bir hastalıktır ve
nadiren generalize seyir gösterir. Lenfokütanöz sporotrikoz, atlarda hastalığın en
yaygın görülen formudur. S. schenckii sporları genellikle alt ekstremitelerde
meydana gelen sıyrıklardan vücuda girer ve yüzeysel lenf damarları boyunca
oluşan sarımsı renkte eksudat içeren ülserlere neden olur. Etkilenen ekstremitede
lenf damarlarında tıkanıklık sonucunda deri altı ödem şekillenebilir [3, 4].
Kedilerde görülen sporotrikozda meydana gelen nodüler deri lezyonları
sıklıkla arka bacaklar, baş ve kuyrukta görülür. Genellikle nodüller irinli bir akıntı
ile dışarı açılırlar. İnfekte kediler, etkeni burun, ağız ve tırnaklarında taşırlar. Isırma
ve tırmalama yoluyla etkeni duyarlı konaklara bulaştırırlar. Köpeklerde
sporotrikoz, sıklıkla baş ve gövde üzerinde tüy dökülmelerinin olduğu kabuklu
lezyonlar şeklinde kendini gösterir [3, 4].
Lezyonlarındaki irinli içerikten hazırlanan preparatların mikroskop altında
incelenmesi sonucunda çok sayıda puro şeklindeki maya hücreleri gözlemlenir.
Tedavide itrakonazol, flukonazol veya vorikonazol kullanılabilir [3, 4].

Patojenik Mayalar
Mayalar ökaryotik, tek hücreli, yuvarlak veya oval yapılı
mikroorganizmalardır. Eşeysiz üremeleri sırasında tomurcuk veya kız hücre olarak
Mayalar Sabouraud adlandırılan blastokonidyum geliştirirler. Mayalar Sabouraud dekstroz agar
dekstroz agarda aerobik üzerinde aerobik olarak ürerler ve doku infeksiyona neden olan türler 37°C'de
koşullarda ve en iyi daha iyi gelişir. Genellikle krem renginde olan koloniler, büyük bakteri kolonilerini
37°C'de ürerler. andırır. Bitkiler üzerindeki çevresel yaşam alanlarına ek olarak, mayalar,
hayvanların deri ve mukoza membranlarına lokalize olarak buralarda
bulunabilirler. İmmun sistemi baskılanmış veya yoğun antibiyotik tedavisi gören

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15


Temel Mikoloji-Mantarlar ve Mayalar

hastalarda maya etkenlerinin aşırı üremesi sonucunda infeksiyon meydana gelir.


Hayvan hastalıklarında önemli olan türler, Candida türleri (özellikle C. albicans),
Cryptococcus neoformans ve Malassezia pachydermatis'dir. Macrorhabdus
ornithogaster (eski adı "megabacteria"), birkaç kuş türünün proventrikülü içinde
bulunan bir maya etkenidir. Muhabbet kuşlarında yoğun kilo kaybı ile karakterize
ölümcül bir hastalıktır [3, 4].
Bireysel Etkinlik

• Patojenik mayaların hangi olumsuz koşullardan sonra


infeksiyon oluştururlar?

Candida türleri
Candida cinsinden 200'den fazla tür olmasına rağmen, hayvan
hastalıklarında en sık rastlanan tür Candida albicans'tır. Sabouraud dextrose agar
da dâhil olmak üzere birçok besi yerinde 37°C'de aerobik koşullarda üreme
gösterir. Hayvan dokularında C. albicans, hifa ya da psödohifa şeklinde değişkenlik
gösterebilir. Tomurcuktan hifa formuna geçiş, dokuya tutunmayı kolaylaştırır ve
hifaların boyutuna bağlı olarak fagositoza karşı direnci arttırır [3, 4].
Candida türleri sporadik olarak fırsatçı infeksiyonlara neden olurlar. Halk
arasında pamukçuk diye bilinen lokalize mukokutanöz doku infeksiyonu, ağız
boşluğu, gastrointestinal ve ürogenital sistemde meydana gelebilir. Hastalığa
hazırlayıcı faktörler arasında immün sistem bozuklukları, sekonder infeksiyonlar,
uzun süreli antimikrobiyal ilaç kullanımı ve kalıcı kateterlerin mukoza yüzeyine
zarar verilmesi gibi durumlar sayılabilir. İnfeksiyonun tanısında kültür ve
histopatoloji için biyopsi materyalleri, doku ve süt örnekleri alınabilir. Metenamin
gümüş yöntemleri ile boyanmış doku kesitleri, tomurcuklanan maya hücrelerini
veya hifaları açığa çıkarabilir. Sabouraud dekstroz agara ekimleri yapılan inceleme
örnekleri, en az beş gün boyunca 37°C'de aerobik koşullarda inkübasyona
bırakılmalıdır. İnkübasyon süresi sonunda üreyen kolonilerden, koloni morfolojisi
ve sonrasında da Gram boyama yapılarak etken tespit edilebilir (Resim 14.8).
Sonrasında yapılacak biyokimyasal testler ile identifikasyonu gerçekleştirilir [3, 4].

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16


Temel Mikoloji-Mantarlar ve Mayalar

Resim 14.9. Candida albicans’ın SDA üzerindeki kolonileri (A) ve Gram boyama sonucu
görüntüsü (B) [9]

Malassezia pachydermatis
Malassezia türleri, insan ve hayvanların florasında bulunan, 35-37°C’de
üreyebilen aerobik ve üreaz pozitif mayalardır. Bu grubun veteriner hekimlik
açısından en önemli türü Malassezia pachydermatis’dir. Şişeye benzer şekilleri,
kalın duvarları ve 6,5 µm’nin üzerinde uzunluğa sahip olan M. pachydermatis
hücreleri, geniş bir yüzey üzerinde monopolar tomurcuklanma ile ürerler. M.
pachydermatis, köpeklerde otitis eksterna ve dermatit ile ilişkili iki farklı
infeksiyona neden olabilmektedir. Etkenin deriye kolonize olup infeksiyon
oluşturmasında, immun sistemin baskılanması, sürekli nemli kalan cilt kıvrım
M. pachydermatis, bölgeleri, bazı uzun kulağa sahip köpek ırkları ve uzun süreli antibiyotik kullanımı
köpeklerde otitis rol oynamaktadır. Maya hücreleri deri yüzeyinde çok fazla sayıya ulaştıklarında,
eksterna ve dermatit ile seboreik dermatitin bir özelliği olan aşırı yağlı (sebase) sekresyona neden olurlar.
ilişkili iki farklı Otitis eksterna da, M. pachydermatis tarafından üretilen proteolitik enzimler
infeksiyona neden nedeniyle kulak kanalındaki epitel dokuda hasar meydana gelir. Bu durum kulak
olmaktadır. kanalındaki yoğun ve koyu renkli purulent akıntı ile karakterizedir [3, 4].
Çok sayıda maya hücresi, kulak akıntısından hazırlanacak preparatların
metilen mavisi ile boyanması sonucunda ortaya konabilir. M. pachydermatis
kloramfenikol içeren SDA üzerinde 37°C’de 5 gün aerobik koşullarda inkübe edilir.
Koloni morfolojisi, yağ katkısına gerek duymadan üremesi ve karakteristik
mikroskobik görüntüsü ile identifikasyonu gerçekleştirilir (Resim 14.9). Tedavide
oral ya da topikal ketokonazol ile beraber mikonazol-klorheksidin şampuan
kullanılması başarı sağlamaktadır [3, 4].

Resim 14.10. Malassezia pachydermatis’in SDA agar üzerindeki görünümü (A) ve Gram
boyama sonucundaki mikroskobik görüntüsü (B) [10]

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17


Temel Mikoloji-Mantarlar ve Mayalar

Cryptococcus neoformans
Cryptococcus cinsi 30'dan fazla tür içermesine rağmen sadece C.
neoformans fırsatçı infeksiyonlara neden olmaktadır. Etken 3,5-8 µm çapında,
yuvarlak oval şekildedir. Etkenin gelişmekte olan hücreleri, dar boyunlu bir ana
hücresinden tomurcuklanarak meydana gelir. İnfekte hayvanlardan etken izole
edildiğinde, etkenin kalın mukopolisakkarit kapsüle sahip olduğu görülür.
Cryptococcus türleri aerobik üreme özelliğine sahiptirler ve SDA besi yeri dahil
olmak üzere birçok besi yerinde mukoid koloni oluşturarak ürerler [3, 4].
Cryptococcus neoformans, C. neoformans var. grubii (serotype A), C.
neoformans var. neoformans (serotype D) ve alt tür C. gatii (serotypes B, C)’yi
içeren kompleks bir gruba sahiptir. İnfeksiyon kontamine toprakta bulunan etken
sporlarının solunum yoluyla alınması sonucunda meydana gelir. C. neoformans’ın
antifagositik özelliğe sahip, memeli hayvanların vücut ısısında üreme imkanı
sağlayan ve fenol oksidaz üreten kapsüle (önemli virülans faktörü) sahiptir.
Virülans, bir
Hücresel bağışıklıkta meydana gelen problemler sonucunda infeksiyonun ortaya
mikroorganizmanın
çıkması etken için tipik bir özelliktir [3, 4].
hastalık yapma
gücüdür. Etkenin kedilerde nazal, oküler, sinirsel ve deri olmak üzere dört formu
tanımlanmıştır. İnfeksiyon kedilere oranla köpeklerde daha az sıklıkla görülmekle
beraber, sinirsel ve oküler bulgularla ortaya çıkmaktadır. Etkenin ilk
izolasyonunda kapsül varlığı nedeniyle besi yerinde mukoid koloniler meydana
getirir. Koloni rengi kremden sarıya kadar değişik renklerde olabilir. Çini
mürekkebi ile boyanan preparatlarda geniş kapsüller ile tomurcuklanan mayalar
ortaya konabilir (Resim 14.10). C. neoformans’ın identifikasyonunda, 37°C’de
üreme, üreaz pozitif olması, kuş tohumlu (Staib) besi yerinde siyah-kahverengi
koloni oluşumu ve Fontana – Masson boyası kullanılarak hücre duvarlarında
melanin saptanması kullanılmaktadır. Kutanöz formda (deri ile ilgili) bölgenin
cerrahi metotlarda uzaklaştırması ve parenteral antifungal ilaç uygulanması sıklıkla
tercih edilen bir metottur. Antifungal ilaçlarla tedavi en az iki ay süreyle
sürdürülmelidir [3, 4].

Resim 14.11. Cryptococcus neoformans SDA agar üzerindeki mukoid kolonisi (A) ve
çini mürekkebi ile boyanması sonucu kapsül görüntüsü (B) [11]

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18


Temel Mikoloji-Mantarlar ve Mayalar

•SINIFLANDIRMA
•Mantarlar, organik maddeleri parçalayan ve her yerde bulunabilen ökaryotik
Özet mikroorganizmalardır. Mantarların taksonomik sınıflandırması eşeyli
üremelerine göre yapılır. Üremenin şekline bağlı olarak, sınıflandırmada
kullanılan diğer özellikler septumları ya da hücre duvarı yapısını içeren
morfoloji, yaşam döngüleri ve fizyolojileridir. Günümüzde sıklıkla ileri düzey
genetik analizler sonucunda sınıflandırılmaktadır.
•MORFOLOJİK ÖZELLİKLERİ
•Mikroskobik morfolojilerine bakıldığında, küf mantarlarının hifalarındaki
hücre duvarı, selüloz bağlantılı karbonhidrat içerikli kitin tabakasından
meydana gelmektedir. Mayalarda hücre duvarı, polisakkarit kompleksli
proteinden meydana gelmiştir. Hem küf mantarları hem de mayalar çekirdek
zarı ve mitokondriye sahiptir. Hifa, küf mantarlarını oluşturan saydam, uzun
ve ince yapılı organelidir. Küfler katı besiyerinde üremeleri esnasında bazen
besi yerinin altında veya üstünde gelişen hifa, bazen de besi yeri yüzeyinin
üzerinde seyreden hifa oluştururlar. Makroskobik morfolojilerinde katı besi
yerinde üretildiklerinde miselyal, maya benzeri, membranöz, granüler ve
pleomorfik koloniler olmak üzere beş farklı koloni oluşturmaktadırlar.
•MANTARLARDA ÜREME ve FİZYOLOJİ
•Mantarlar, eşeyli ya da eşeysiz üreme şeklinde sporları aracılığıyla ürerler. Küf
mantarları, çevrelerindeki yoğun hifaları sayesinde gelişerek büyük koloniler
meydana getirirler. Aeriyal hifalar konidyum denen yapıları oluşturur. Bu
yapılar havada kolayca taşınarak uygun ortam ve koşul bulduğunda mantar
etkenlerinin yeniden üremesine hizmet eder. Eşeysiz üremede sporlar,
sporangiyospor ve konidyum olmak üzere iki tip içermektedir. Eşeyli üreme
iki yeni cinsiyet hücresi, seks organları, somatik hücreler ya da yeni bireylerin
oluşumu için hifaların birleşimini içerir. Eşeyli üremede askospor, basidiospor,
zigospor ve oospor olmak üzere dört farklı spor oluşturur.
•Mantarlar fizyolojik özelliklerine göre bakıldığında heterotrofik
mikroorganizmalardır. Saprofitik mantarların çoğu 20-30°C'de besi yerinde
aerobik koşullarda gelişirler. Dimorfik mantarlar ve patojen mayalar 37°C'lik
sıcaklığa ihtiyaç duyarlar.
•LABORATUVAR TEŞHİSİ
•Filamentöz mantarların identifikasyonu, makroskobik (koloni) ve mikroskobik
özelliklerinin incelenmesi ile yapılır. Makroskobik olarak koloni formu, rengi
ve pigment üretimi tanımlamada kullanılmaktadır. Sabouraud dekstroz agar
(SDA) en sık kullanılan besi yeri arasında yer almaktadır ve genellikle bu besi
yerindeki üreme şekillerine göre mantarlar sınıflandırılırlar.
•Laboratuvar analizler için örnek seçimi, klinik muayenenin sonucu ve
infeksiyona neden olabilecek en olası mantar patojeninin göz önüne
alınmasına dayanır. Alınacak örnekler antifungal ilaç kullanılmadan
alınmalıdır. Örneklerin muayenesinde mantar infeksiyonun şekline göre farklı
metotlar izlenir. Dermatofit şüpheli hastalardan alınan kıl örnekleri ultraviolet
ışık (wood lambası) ve direkt mikroskobik muayene ile incelenebilir.
•Laboratuvara gönderilen örnekler genellikle antibiyotik ve antifungal madde
içeren besi yerlerine ekilir. Dermatofit ve diğer patojenik mantarların
izolasyonu için içerisinde kloramfenikol ve siklohekzamid bulunan, Sabouraud
dekstroz agar (SDA) kullanılır. Cryptococcus ve Candida türlerinin izolasyonu
için kullanılacak besi yerleri antifungal içermemelidir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19


Temel Mikoloji-Mantarlar ve Mayalar

•DERMATOFİTLER
•Dermatofitler (ringworm) özellikle derinin keratin dokusunda infeksiyona
Özet (devamı) neden olan patojenlerdir. Bu grupta Microsporum, Trichopyton ve
Epidermophyton cinsi mantar etkenleri bulunur. Microsporum canis dünya
genelinde kedi ve köpeklerin en yaygın görülen dermatofit etkenlerindendir.
Kedilerde subklinik infeksiyonlara yol açmaktadır. Köpeklerde M. gypseum
ve Trichophyton mentagrophytes infeksiyona neden olabilir. Trichophyton
verrucosum, sığırlarda dermatofitin genel etkenidir. Trichophyton equinum,
atlardaki ana dermatofit etkenidir. Alınan inceleme örneklerinden
Sabouraud dekstroz agara ekimler yapılır. Ekim yapılan besi yerleri 25°C'de
aerobik koşullarda üç hafta kadar inkübe edilir. Lezyonlu bölge açığa
çıkarılarak mikonazol içeren şampuanlarla topikal olarak tedavi edilmelidir.
Kedi, köpek, at ve sığırlarda %0,2’lik enikonazol çözeltisi sıklıkla tedavide
kullanılmaktadır.
•SİSTEMİK MANTARLAR
•Küf ve maya formu olmak üzere iki farklı formda üreyebilen mantarlara
dimorfik mantarlar denir. Evcil hayvanlarda infeksiyon meydana getiren
dimorfik mantar türleri; Blastomyces dermatitidis, Histoplasma capsulatum
ve Coccidioides immitis’dir.
•Blastomyces dermatitidis'in neden olduğu blastomikoz, en yaygın olarak
köpek ve insanlarda görülmektedir. Histoplasma capsulatum'un neden
olduğu histoplazmoz kedi ve köpeklerde özellikle hücresel bağışıklıkta
bozukluklar meydana getirmektedir. Etkilenen köpeklerde klinik belirtiler
arasında kronik öksürük, kalıcı ishal ve aşırı zayıflık ön plana çıkmaktadır.
Tedavide ketokonazol ve amfoterisin B’nin beraber kullanılması başarı
şansını arttırmaktadır. Coccidioides immitis, insanlarda ve birçok hayvan
türünde infeksiyon meydana getirebilmektedir. En çok etkilenen evcil
hayvan köpeklerdir. Tedavide, azol grubu ilaçlar (örn, ketokonazol,
itrakonazol, flukonazol, mikonazol) en az altı ay boyunca kullanılmalıdır.
Sporothrix schenckii at, kedi, köpek ve insanlarda sporadik seyirli
infeksiyonlara neden olur. Tedavide itrakonazol, flukonazol veya vorikonazol
kullanılabilir.
•PATOJENİK MAYALAR
• Mayalar ökaryotik, tek hücreli, yuvarlak veya oval yapılı
mikroorganizmalardır. Genellikle krem renginde olan koloniler, büyük
bakteri kolonilerini andırır. Hayvan hastalıklarında önemli olan türler,
Candida albicans, Cryptococcus neoformans ve Malassezia
pachydermatis'dir. Macrorhabdus ornithogaster (eski adı "megabacteria"),
birkaç kuş türünün proventrikülü içinde bulunan bir maya etkenidir.
Muhabbet kuşlarında yoğun kilo kaybı ile karakterize ölümcül bir hastalıktır.
•Candida albicans halk arasında pamukçuk diye bilinen lokalize mukokutanöz
doku infeksiyonu, ağız boşluğu, gastrointestinal ve ürogenital sistemde
meydana gelebilir. Malassezia pachydermatis köpeklerde otitis eksterna ve
dermatit ile ilişkili iki farklı infeksiyona neden olabilmektedir. Tedavide oral
ya da topikal ketokonazol ile beraber mikonazol-klorheksidin şampuan
kullanılması başarı sağlamaktadır. Cryptococcus neoformans fırsatçı
infeksiyonlara neden olmaktadır. İnfeksiyon kedilere oranla köpeklerde daha
az sıklıkla görülmekle beraber, sinirsel ve oküler bulgularla ortaya
çıkmaktadır. Antifungal ilaçlarla tedavi en az iki ay süreyle sürdürülmelidir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20


Temel Mikoloji-Mantarlar ve Mayalar

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Tek hücreli mantarlara verilen isim aşağıdakilerden hangisidir?
a) Maya mantarları
b) Küf mantarları
c) Dimorfik mantarlar
d) Konidyum
e) Hifa

2. Mantar hücrelerinde aşağıdaki yapılardan hangisi bulunmaz?


a) Lomasom
b) Mitokondri
c) Kitin
d) Sitoplazmik membran
e) Klorofil

3. Küf mantarlarının eşeysiz üreme esnasında aerial hifaları tarafından


oluşturulan eşeysiz üreme elemanlarına ne ad verilir?
a) Vejetatif hifa
b) Konidyum
c) Sporangium
d) Askospor
e) Basidiospor

4. Mantar infeksiyonlarında örnek alımında dikkat edilmesi gereken kurallar


arasında aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?
a) Alınacak örnekler antifungal ilaç kullanıldıktan sonra alınmalıdır.
b) Dermatofit etkenlerinin neden olduğu infeksiyonlarda deri kazıntısı,
tırnak, kıl ve tüy örnekleri alınabilir.
c) Örnek alınmadan önce lezyonlu bölge %70’lik etil alkol ile temizlenir.
d) Steril bir bisturi yardımıyla lezyonun kenarındaki canlı kısımlardan
örnek alımı gerçekleştirilir.
e) Örnekler steril kap ya da tüplere konulmalıdır.

5. Yaşam ve konak tercihlerine göre aşağıdakilerden hangisi hayvanlarda


infeksiyon yapan mantarları tanımlar?
a) Saprofitik mantarlar
b) Jeofilik mantarlar
c) Zoofilik mantarlar
d) Antropofilik mantarlar
e) Patojenik mantarlar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21


Temel Mikoloji-Mantarlar ve Mayalar

6. Dermatofit etkeni aşağıdakilerden hangisinin bir mantardır?


a) Blastomyces dermatitidis
b) Microsporum canis
c) Histoplasma capsulatum
d) Coccidioides immitis
e) Candida albicans

7. Sistemik bir mantar türü olarak aşağıdakilerden hangisi söylenemez?


a) Blastomyces dermatitidis
b) Histoplasma capsulatum
c) Coccidioides immitis
d) Sporothrix schenckii
e) Malassezia pachydermatis

8. Patojenik bir maya türü olarak aşağıdakilerden hangisi söylenemez?


a) Candida albicans
b) Cryptococcus neoformans
c) Trichophyton mentagrophytes
d) Macrorhabdus ornithogaster
e) Malassezia pachydermatis

9. Mantar etkenlerinden hangisinin kültürü esnasında artrosporlarının solunum


yoluyla alınması sonucunda infeksiyon şekillenebileceği için laboratuvar
koşullarında çok dikkatli olunmalıdır?
a) Sporothrix schenckii
b) Trichophyton mentagrophytes
c) Trichophyton verrucosum
d) Coccidioides immitis
e) Candida albicans

10. Antifungal bir ilaç olarak aşağıdakilerden hangisi söylenemez?


a) Ketokonazol
b) Mikonazol
c) Flukonazol
d) Kloramfenikol
e) İtrakonazol

Cevap Anahtarı:
1.a, 2.e, 3.b, 4.a, 5.c, 6.b, 7.e, 8.c, 9.d, 10.d

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22


Temel Mikoloji-Mantarlar ve Mayalar

YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Campbell, CK., ve Johnson, EM. (2013). Identification of pathogenic fungi (2.
baskı). West Sussex: John Wiley & Sons.
[2] rajneeshrajoria.weebly.com (2018). 25.11.2018 tarihinde
https://rajneeshrajoria.weebly.com/uploads/4/9/0/6/49069889/plant_pet
hology.pdf adresinden erişildi.
[3] Quinn, PJ., Markey, BK., Leonard, FC., FitzPatrick, ES., ve Fanning, S. (2015).
Concise review of veterinary microbiology (2. baskı). Ames: Blackwell
Publishing Ltd.
[4] Samanta, I. (2015). Veterinary Mycology (1. baskı). New Delhi: Springer.
[5] Murray, PR., Rosenthal, KS., ve Pfaller, MA. (2015). Medical microbiology (8.
baskı). Philadelphia: Elsevier Health Sciences.
[6] Reiss, E., Shadomy, HJ., ve Lyon, GM. (2011). Fundamental medical mycology
(1. baskı). New Jersey: John Wiley & Sons.
[7] picsunday.com (2018). 02 Aralık 2018 tarihinde
https://www.picsunday.com/p/Ectothrix-Hair.html adresinden erişildi.
[8] Arda, M. (2006). Temel Mikrobiyoloji. Ankara: Medisan Yayınları.
[9] thunderhouse4-yuri.blogspot (2018). 02 Aralık 2018 tarihinde
http://thunderhouse4-yuri.blogspot.com/2009/12/candida-albicans.html
adresinden erişildi.
[10] atlas.sund.ku.dk (2018). 06.12.2018 tarihinde
http://atlas.sund.ku.dk/microatlas/veterinary/fungus/Malassezia_pachyder
matis/ adresinden erişildi.
[11] (2018). mycology.adelaide 06.12.2018 tarihinde
https://mycology.adelaide.edu.au/descriptions/yeasts/cryptococcus/
adresinden erişildi.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23


BAKTERİLERİN GENEL ÖZELLİKLERİ
VE BAKTERİYEL PATOJENİTE

• Bakterilerin Sınıflandırılması ve
İsimlendirilmesi (Taksonomi) VETERİNER MİKROBİYOLOJİ
İÇİNDEKİLER

• Bakterilerin Makroskobik ve Mikroskobik


Morfolojisi VE İMMÜNOLOJİ
• Bakterilerin Anatomik Yapısı
• Bakterilerin Beslenmesi Dr. Öğr. Üyesi
• Bakterilerde Metabolizma
• Bakterilerde Üreme
• Bakterilerin Üremeleri Üzerine Etkili
Elif ÇELİK
Faktörler
• Bakteriyel Patojenite

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


• Bakterilerin sınıflandırılmasına ve
HEDEFLER

isimlendirilmesine dair esasları bilebilecek,


• Bakterilerin makroskopik ve mikroskopik
morfolojileri ile yapısal elemanlarını ve
fonksiyonlarını öğrenebilecek,
• Bakterilerin beslenme ve metabolizma
özelliklerini bilebilecek,
• Bakterilerin üreme özelliklerini ve
üremeleri üzerine etkili faktörleri
öğrenebilecek,
• Bakteriyel infeksiyonlara karşı konakçının
geliştirdiği direnç şekillerini bilebilecek,
• Bakteriyel patojenite ve virulens faktörleri
ile konakçı vücudunda bakteriyel
infeksiyon oluşum mekanizması hakkında
bilgi edinebileceksiniz.
ÜNİTE

© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
1
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı
ve dağıtımı yapılamaz.
Bakterilerin Genel Özellikleri ve Bakteriyel Patojenite

Bakterilerin Makroskobik ve
Bakterilerde
Sınıflandırılması Mikroskobik
Beslenme ve
Ve Morfoloji
Metabolizma
İsimlendirilmesi Anatomik Yapı

Virulens
Bakteriyel Bakterilerde
Faktörleri
Patojenite Üreme ve Üremeyi
Adezyon ve Etkileyen Faktörler
Konakçı Direnci
İnvazyon Faktörleri
(Doğal ve Edinsel Fiziksel Faktörler
Ekzotoksinler ve
Bağışıklık) Kimyasal Faktörler
Endotoksinler

Bakteriyel İnfeksiyonlarda
Patogenez
Konakçı Vücuduna Giriş
Konakçı Hücrelere Adezyon ve
İnvazyon
Konakçı Hücrelerde Üreme
Konakçı Hücrelerde Hasar
Oluşturma

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2


Bakterilerin Genel Özellikleri ve Bakteriyel Patojenite

GİRİŞ
Sınıflandırma, isimlendirme ve tanımlama olmak üzere üç bölümden oluşan
taksonomi biliminde, organizma isimleri, binomial (ikili) isimlendirme sistemine
göre birincisi cins ve ikincisi tür adı olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır.
Bakteriler uygun katı besi yerlerinde ve uygun şartlarda üretilmeleri sonucu
koloni adı verilen yığınlar oluştururlar. Bu bakteri toplulukları S, M, L ve R tipi
olmak üzere 4 farklı morfolojidedir. Mikroskobik muayenede ise bakteriler
yuvarlak, çomak, kıvrımlı ve pleomorfik olmak üzere 4 farklı morfolojiye
sahiptirler. Makroskobik ve mikroskobik görünümün dışında bakterilerin anatomik
yapısı, dış ve iç yapılar olmak üzere iki kısımda incelenir. Hücre duvarı, kapsül,
flagella, aksiyal filament ve pilustan oluşan dış yapılar genellikle bakteriye şekil
verme, karakteristik boyanma özelliği kazandırma, bakteriyi dış etkilere karşı
koruma, virulens, vs. gibi fonksiyonları yerine getirir. İç yapılar ise hücre zarı,
sitoplazma, mezozom, ribozom, sitoplazmik granüller, pigmentler, sporlar,
transpozonlar, bakteriyofajlar ve plazmidlerden ibaret olup, genetik madde
aktarımı, sporulasyon, protein sentezi, vs. gibi farklı görevleri üstlenirler. Bütün bu
fonksiyonlarbakteriyel metabolizmanın bir parçasıdır ve bakterilerde metabolizma
faaliyetleri sitoplazmada gerçekleşen ve birbirini takip eden anabolizma ve
katabolizma reaksiyonlarından oluşur.
Bakteriler genetik kontrol altında olmak üzere kısa eksenleri boyunca
ortadan ikiye bölünerek kendi türlerine özgü ürerler. Bakteri populasyonunda
gerçekleşen her bölünmeye generasyon ve iki generasyon arasında geçen zamana
generasyon süresi denir. Normal bir bakteri üreme eğrisi latent dönem, üreme,
durma ve ölme dönemleri olmak üzere 4 evreden oluşur. Bakterilerin üremeleri
üzerine ısı, oksijen, pH gibi çeşitli faktörler etki eder. Bakteriler oksijene olan
ihtiyaçlarına göre aerob, anaerob, fakültatif anaerob, mikroaerofilik ve
aerotolerant; üreme ısılarına göre psikrofil, mezofil ve termofil olarak
sınıflandırılır.
Bakteriyel infeksiyonlarla karşı karşıya kalan konakçı vücudu nonspesifik ve
spesifik savunma mekanizmaları ile korunmaya çalışır, bir direnç gösterir.
Konakçının gösterdiği bu direnç, doğal ve edinsel bağışıklık olmak üzere başlıca iki
temel korunma mekanizması tarafından sağlanmaktadır. Bakterilerin oluşturduğu
infeksiyonlarda, hastalık oluşturma yeteneğine patojenite, bu yeteneğe sahip
bakterilere patojen bakteriler ve patojen bakterilerin hastalık oluşturma güçlerine
ise virulens denir. Konakçıya ulaşan patojen bakteriler adezyon molekülleri
sayesinde konakçı hücre yüzeyindeki özel reseptörlere tutunurlar. Burada
kolonizasyonun ardından invazyon ve bunu takiben çoğalma gerçekleşir. Çoğalan
bakteriler kan, lenf veya sinir yolunu kullanarak vücut içinde yayılır ve sonuçta
ekzotoksinleri veya endotoksinleriyle vücutta hasarlar oluştururlar.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3


Bakterilerin Genel Özellikleri ve Bakteriyel Patojenite

BAKTERİLERİN SINIFLANDIRILMASI VE
İSİMLENDİRİLMESİ (TAKSONOMİ)
Mikroorganizmalar keşfedilmeden önce canlılar, bitkiler ve hayvanlar âlemi
olarak iki büyük gruba ayrılmıştır. Ancak 1866'da Haeckel canlıların sadece bu iki
âlemden ibaret olmadığını, bu gruplara benzerlik gösteren veya bunlardan
tamamen farklı karakteristiklere sahip ve içerisinde algler, protozoonlar, mantarlar
ve bakterilerin yer aldığı Protista alemini bildirmiştir. Protista aleminde yer alan
gruplar hücresel yapıları bakımından birbirlerinden farklılık göstermektedirler.
Bundan dolayı algler, protozoonlar ve mantarlar (küfler ve mayalar) ökaryotik
protistalar (yüksek protistalar), bakteriler ve arkealar ise prokaryotik protistalar
(alçak protistalar) adı altında gruplandırılmışlardır. Daha sonra bakteriler ve mavi
yeşil algler Monera alemine dahil edilmiştir. Elbette prokaryotik ve ökaryotik
hücreler arasında önemli birtakım farklılıklar bulunmaktadır. Ökaryotik hücrelerde
gerçek bir çekirdek mevcutken prokaryotlarda bu oluşum yoktur. Genetik madde
Bakteriler Monera alemi
ökaryotik hücrelerde düz olup çekirdek içinde yerleşmiştir. Prokaryotik hücrelerde
içerisinde yer alan
ise dairesel yapıdadır ve sitoplazma içerisinde dağınık halde bulunur. Nükleik asit
prokaryotik canlılardır.
sentezi ökaryotlarda belirli bir dönemde olurken prokaryotlarda bu olay devamlı
cereyan etmektedir. Ribozom her iki hücrede mevcut olup ökaryotlarda çökme
hızı 80S, prokaryotlarda 70S’dir. Ökaryotik hücrelerde çekirdekçik varken,
prokaryotlarda yoktur. Ökaryotlarda zarla çevrili organeller (mitokondri, golgi
aygıtı, endoplazmik retikulum) bulunur, ancak prokaryotlarda bu organeller yoktur
(Şekil 1.1).
Bakterilerin isimlendirilmesi amacıyla kullanılan taksonomi; bir sınıflandırma
bilimi olup sınıflandırma (klasifikasyon), isimlendirme (nomenkulatür) ve
tanımlama (identifikasyon) olmak üzere üç temel bölümden oluşmaktadır. Bunlar
sayesinde organizmaların karakteristik özellikleri belirlenip benzerliklerine göre
gruplar halinde sıraya konulmakta, isimlendirilmekte ve böylece ait oldukları
taksonomik gruplara dahil edilmektedirler.
Bakteriler morfolojik, genotipik ve filogenetik bilgiler ele alınarak
sınıflandırılır. Genotipik sınıflandırma en güvenilir olanıdır.

Şekil 1.1. Ökaryotik (solda) ve prokaryotik (sağda) bir hücrenin genel yapısı [1]

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4


Bakterilerin Genel Özellikleri ve Bakteriyel Patojenite

Bakterilerin Sınıflandırılması (Klasifikasyon)


Sınıflandırma, mikroorganizmaları benzer morfolojik, fizyolojik ve genetik
özellikleri temel alınarak gruplar ve taksonlar içerisine dahil etmek amacıyla
kullanılan bir metottur. Mikroorganizmalar, morfolojileri, biyokimyasal ve
anatomik yapıları, fizyolojileri, beslenme ve yaşam şekilleri, genetik karakterleri
vb. özellikleri dikkate alınarak fenotipik, kemotaksonomik ve genotipik olarak
sınıflandırılırlar. Bunlar içerisinde en güvenilir olanı genotipik sınıflandırmadır. Bu
sınıflandırma sistemi içerisinde oluşturulan taksonomik yapıda, hiyerarşik düzen
dahilinde en büyüğü alem (kingdom) olmak üzere onu takiben bölüm, sınıf, takım,
aile, cins ve son olarak tür şeklinde gruplandırma yapılmıştır (Tablo 1.1).
Tablo 1.1. Bakterilerin sınıflandırılmasına ait örnekler [2]
Alem Bacteria Bacteria Bacteria
Bölüm Proteobacteria Proteobacteria Tenericutes
Sınıf Gammaproteobacteria Gammaproteobacteria Mollicutes
Takım Legionellales Enterobacteriales Mycoplasmatales
Aile Coxiellaceae Enterobacteriaceae Mycoplasmataceae
Cins Coxiella Escherichia Mycoplasma
Tür C. burnetii E. coli M. gallisepticum

Bakterilerin İsimlendirilmesi (Nomenkulatür)


Organizmalar İsveçli botanikçi Carl von Linne tarafından oluşturulan ve
günümüzde de kullanılmaya devam eden Binomial (ikili) isimlendirme sistemine
göre adlandırılmaktadır. Bu sistemde her organizma ismi birincisi cins ve ikincisi
Binomial sisteme göre tür adı olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Her iki isim eş zamanlı olarak
bakteriler isimlendirilirken kullanılır, italik veya altı çizili olarak yazılır ve cins adı her zaman büyük harfle, tür
birinci isim olan cins adı adı ise küçük harfle başlar. Örneğin; Streptococcus pneumoniae. Cins ismi
büyük harfle ve ikinci isim kısaltılarak yazılabilir, ancak tür ismi asla kısaltılamaz (S. pneumoniae, S. pyogenes
tür adı küçük harfle başlar. gibi). Ayrıca yazılacak organizmanın tür ismi bilinmiyorsa sp. veya spp. şeklinde tür
veya türleri ifade eden özel takılar verilerek yazılır.

BAKTERİLERİN MAKROSKOBİK VE MİKROSKOBİK


MORFOLOJİSİ
Makroskobik Morfoloji
Bir bakterinin uygun bir katı besi yerinde ve uygun şartlarda (sıcaklık, süre,
nem, oksijen vb.) üretilmesi sonucu, meydana getirdiği gözle görülebilir yığınlara
koloni adı verilir. Kolonilerin şekli, büyüklüğü, rengi, kokusu ve diğer birçok yapısal
özellikleri ile birlikte oluşum süreleri cins ve türlere göre farklılık gösterir. Bazı
bakteriler, uygun şartlarda 24 saat içinde oldukça büyük, gözle görülebilir koloniler
oluştururken (Örneğin, E. coli), bazıları (Örneğin, PPLO’Lar) 3-5 günden sonra,
mikobakteriler 15-20 günden sonra görülebilecek büyüklükte koloniler meydana
getirirler. Koloni morfolojisi bakterilerin sınıflandırılmalarında dikkate alınan
kriterlerden biridir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5


Bakterilerin Genel Özellikleri ve Bakteriyel Patojenite

Bakteriler uygun katı besi yerinde S, R, L ve M tipi olmak üzere 4 farklı tipte
koloni meydana getirirler (Şekil 1.2). S (Smooth) koloni; küçük, yuvarlak, düzgün
kenarlı, kabarık, parlak ve homojen görünümlü bir koloni tipi olup hastalık
vakalarından yeni izole edilen bakteriler tarafından oluşturulur. R (Rough) koloni
tipi, kenarları ve üzeri pürüzlü, mat ve granüllü bir yapıda görünen, özellikle eski
L koloni tipi PPLO ve L- veya birçok kez pasaja maruz kalmış bakteriler tarafından oluşturulan bir koloni
formu bakteriler formudur. Ancak bazı bakteriler ilk izolasyonlarında R tipi koloni oluşturur
tarafından meydana (Örneğn; B. anthracis). Üstü ve kenarları düzensiz, ortası düğmeli ve granüllü
getirilen, tipik sahanda biçimde olan L koloni tipi, PPLO (Pleuropneumonia-Like Organisms) ve L-formu
yumurta görünümündeki bakteriler tarafından meydana getirilir. Bu koloni formu tipik sahanda yumurta
koloni şeklidir. görünümündedir. M (mukoid) koloni ise öze değdirildiğinde iplik gibi uzayan ve
yapışkan karakterde bir koloni olup kapsül veya mukoid salgı üreten bakteriler
tarafından oluşturulur.
Bakterilerin büyüklükleri morfolojik karakterlerine göre değişiklik gösterir.
Çomak şeklindeki bakteriler 0.2-1.0 x 0.5-10.0 µm, koklar 0.4 x 1.2 µm ve sarmal
bakteriler 0.15-0.25 x 5-20 µm arasında değişen büyüklüktedirler.

Şekil 1.2. Çeşitli koloni şekilleri ve kenar özellikleri [3]

Mikroskobik Morfoloji
Bakteriler mikroskobik görünümleri ne göre 4 grup altında toplanmaktadır:
 Yuvarlak şekilli bakteriler (koklar)
 Çomak şekilli bakteriler (basiller)
 Sarmal şekilli bakteriler (spiraller)
 Değişken şekilli bakteriler (pleomorfikler)
Yuvarlak şekilli bakteriler
Yuvarlak şekilli bakteriler, yuvarlak, bazıları oval, bazılara da kahve tanesi
şeklinde olan bu özelliklerinden dolayı Latince coccus (=kok) ve cocci (=koklar)
olarak adlandırılırlar. Ortalama hücre çapları 0.5-1.0 µm olup üreme fazında,
hücrenin bölünme şekline göre ya tek tek kalırlar (monokok) veya birbirinden
farklı morfolojik yapılar oluştururlar. Kokların tek yönde bölünmesi sonucu oluşan
iki kardeş hücre, çift oluşturacak şekilde birbirlerine bağlı halde kalırsa, bunlara
diplokok (Diplococcus) adı verilir. Örneğin; Streptococcus pneumoniae. Eğer hücre
bölünmesi iki yönde gerçekleşirse, dörtlü koklardan meydana gelen gruplar oluşur.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6


Bakterilerin Genel Özellikleri ve Bakteriyel Patojenite

Bu gruplara tetrakok denir. Örneğin; Gaffkya homari. Bir başka morfolojik yapı
streptokoklardır (Streptococcus). Bu yapıda koklar birbirlerine paralel olarak
Streptokoklar, bölünerek birbirlerinden ayrılmayan ve zincir şeklinde dizilim gösteren hücreler
mikroskobik incelemede meydana getirirler. Örneğin; Streptococcus pyogenes. Hücrelerin çeşitli yönlerde
tesbih taneleri şeklinde bölünmeleri sonucu birbirlerine yapışan koklar düzensiz fromlar oluştururlar.
gönürken; stafilokoklar, Mikroskobik muayenede bu formlar genellikle üzüm salkımına benzer kümeler
genellikle üzüm salkımına halinde görülürler. Bunlara da stafilokok (Staphylococcus) adı verilir. Örneğin;
benzer kümeler halinde Staphylococcus aureus. Sarsinalar (Sarcinae) ise üç yönde ve birbirine dik biçimde
görünürler. bölünen kokların paket veya balya görünümünde oluşturdukları bakteri
gruplarıdır. Örneğin; Sarcina maxima (Şekil 1.3).

Kok Diplokok Tetrakok


Stafilokok

Sarsina Streptokok
Şekil 1.3. Yuvarlak şekilli bakteriler [3]
Çomak şekilli bakteriler (basiller)
Düz veya hafif eğri çubuk şeklindeki bu bakterilere çomak veya basil adı
verilir. Çeşitli uzunluk ve genişlikte olabilen bu bakterilerin boyları enlerinin 10-20
katı kadar olabilmektedir. Ancak boylarının enlerine yakın uzunlukta olması
durumunda kokoid adını alırlar. Bazen bu bakteriler tek, çift ya da uzun veya
zincirler oluşturmuş halde bulunurlar. Tek halde bulunanlar basil, zincir
Zincir oluşturmuş halde
oluşturmuş halde bulunanlar streptobasil, oval veya kok benzeri olanlar da
bulunan basiller
kokobasil adını alır. Ancak basiller cins ve türlerine göre farklı morfolojik yapılarda
streptobasil, oval veya kok
olabilmektedir. Brucella spp. kokobasil şeklinde, Campylobacter spp. kıvrımlı ve
benzeri olanlar da
mikroskobik muayenede tipik martı kanadı şeklinde, Corynebacterium spp. X, V, Y,
kokobasil adını alır.
T veya çin harfleri şeklinde, Bacillus anthracis kültür ortamındaki kolonilerden
hazırlanan preparatlarda sporlu, kenarları küt ve saç ipliği gibi filamentöz yapıda
ve Pasteurella multocida dokudan hazırlan preparatlarda uç kısımları koyu
boyanmış bipolar kısa basiller olarak görünür.

Basil Diplobasil

Streptobasil
Şekil 1.4. Çomak şekilli bakteriler [3]

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7


Bakterilerin Genel Özellikleri ve Bakteriyel Patojenite

Sarmal şekilli bakteriler


Bir veya daha fazla kıvrıma sahip bu bakteriler şekillerine göre başlıca 3 grup
altında incelenir:
Vibriolar: Virgül biçimindeki kısa çomaklar.
Spiroketler: İnce, bükülebilir sarmal şeklinde olanlar. Bu grup içinde
Treponema, Leptospira ve Borrelia olmak üzere üç cins yer almaktadır.
Spiriller: Birden fazla ve kalın kıvrımlara sahip, vücutları sert olanlar.

Vibrio Spirillum

Spiroket

Şekil 1.5. Sarmal şekilli bakteriler [3]


Pleomorfik bakteriler
Belirli fiziksel ve kimyasal etkenlere bağlı olarak değişik morfolojik
görünüme sahip pleomorfik bakteriler PPLO, L-formları ve involüsyon formları
olmak üzere 3 grupta incelenir:
PPLO (Pleuro pneumonia like organism) formu bakteriler: İnsan ve
hayvanlarda birçok hastalığa neden olan mikoplazmaların hücre duvarları yoktur.
Bu nedenle sıvı kültürlerinden hazırlanan preparatlarında oval, yuvarlak, yıldız,
halka, yüzük vb. değişik morfolojilerde görünürler. Örneğin; Mycoplasma
Mikoplazmalar hücre pneumoniae.
duvarından yoksun en
L- formu bakteriler: Bakteriler, penisilin gibi hücre duvarı sentezine mâni
küçük bakteriler olup
olan kimyasal maddelerin bulunduğu ortamlarda üretilmeleri sonucu meydana
pleomorfik morfolojiye
gelen hücre duvarından yoksun formlardır.
sahiptirler.
İnvolusyon formları (atipik veya düzensiz hücre formları): Bakterilerin
üretildikleri besi ortamının karakterinin değişmesi (besin maddesi, pH ve oksijenin
azalması, metabolitlerin birikmesi gibi) durumunda morfolojik şekillerinde
değişimler meydana gelir. Uzun, oval, filamentli, dallanmış, şişmiş, köşelenmiş
formlar, bölünmenin gecikmesi gibi anormallikler bu tip değişimler arasındadır.
Besi ortamında optimal koşullar sağlanırsa, bakteriler tekrar eski hallerine
dönerler.

BAKTERİLERİN ANATOMİK YAPISI


Bakteriler dış ve iç yapılar olmak üzere iki anatomik yapı altında incelenir.
Dış yapılar hücre duvarı, kapsül, flagella, aksiyal filament ve pilustan; iç yapılar ise
hücre zarı (sitoplazmik membran, hücre membranı), sitoplazma, mezozom,

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8


Bakterilerin Genel Özellikleri ve Bakteriyel Patojenite

ribozom, sitoplazmik granüller, pigmentler, sporlar, transpozonlar, bakteriyofajlar


ve plazmidlerden oluşmaktadır.

Dış Yapılar
Hücre duvarı
Hücre duvarı mikoplazmalar ve L-formları hariç tüm bakterilerde
sitoplazmik memranın dışında bulunan çok katmanlı bir yapısal eleman olup
bakteriyel kuru ağırlığın %20’sini teşkil eder. Hücre duvarındaki yapısal farklılıklar

nedeniyle bakteriler Gram pozitif ve Gram negatif olarak gruplandırılır.


Şekil 1.6. Bakteri anatomik yapısı [3]

Gram pozitif bakterilerde hücre duvarı ortalama 0.15-0.5 μm kalınlığındadır.


Hücre duvarının %50-90’ını peptidoglikan (murein, mukopeptid, glikoaminopeptit)
tabaka kaplar. Peptidoglikan tabaka peptit zinciri ve pentaglisin köprüsüyle
Gram pozitif hücre
birbirine bağlanmış N-asetil muramik asit (NAMA) ve N- asetil glikozaminden
duvarı yapısında Gram
(NAGA) oluşur. %40-50’sini ise peptidoglikan tabaka içinde dağınık halde bulunan
negatiflerde olmayan,
antijenik karakterdeki teikoik asit ve lipoteikoik asit oluşturur (Şekil 1.7).
antijenik karakterdeki
teikoik asit ve lipoteikoik
asit bulunur.

Şekil 1.7. Gram pozitif bakteri hücre duvarı yapısı [3]

Gram negatif bakterilerin hücre duvarı daha kompleks bir yapıda olup
teikoik asit içermeyen üç katmanlı bir özelliktedir. En dışta protein, fosfolipid (FL)
ve lipopolisakkaritten (LPS) oluşan bir dış membran, bu katmanla sitoplazmik
membran arasında konumlanan ince bir peptidoglikan tabaka ve periplazmik

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9


Bakterilerin Genel Özellikleri ve Bakteriyel Patojenite

boşluğun (dış membran ile sitoplazma arasında kalan boşluk) bulunduğu


lipoprotein tabakadan meydana gelir. Lipoprotein tabaka dış memran altındaki
peptidoglikan tabakayla dış membranı birbirine bağlar. LPS’ler lipit A ve
polisakkarit olmak üzere iki alt kısımdan oluşur. Lipit A Gram negatif bakterilerde
Lipit A, Gram negatif
infeksiyon mekanizmasında önemli bir virulens faktörü olup endotoksinler olarak
bakterilerde infeksiyon
iş görür. Dış membranda bulunan porin ve integral proteinler, hidrofobik yapıları
mekanizmasında önemli
dışarı atabilme yeteneğine sahiptir. (Şekil 1.8).
bir virulens faktörü olup
endotoksinler olarak iş
görür.

Şekil 1.8. Gram negatif bakteri hücre duvarı yapısı [3]

Hücre duvarı bakteriye şekil verir ve elastikiyet sağlar, bakteriyi kendi iç


basıncına ve dış etkilere karşı korur, bakteriye karakteristik boyanma özelliği
kazandırır, bakteriyofajların, komplementlerin bağlanması için uygun reseptör
bölgeler taşır, antikor ve kolisin aktivasyon bölgesi olarak görev alır.
Çeşitli mekanik etki veya kimyasal maddelerin etkileri sonucu hücre
duvarından yoksun hücreler meydana gelir. Gram pozitif bakterilerde bu şekildeki
hücre duvarından yoksun formlar protoplast, Gram negatiflerde sferoplast adını
alır.

Kapsül
Bazı bakterilerde hücre duvarının dışında polisakkarit yapıda bir kapsül
Kapsül, bulunduğu bulunur (Klebsialla pneumoniae, Pasteurella multocida’da olduğu gibi). Farklı
bakteriyi fagozitozdan olarak kapsül Bacillus anthracis’te protein, B. megaterium’da polisakkarit ve
koruyarak ona protein karakterde bir katmandır. Kapsül bulunduğu bakteriyi fagositozdan
antifogositik özellik koruyarak antifagositik karakter kazandırır. Bu nedenle önemli bir virulens
kazandıran faktörüdür. Ayrıca çevresel şartlara dayanıklılığı arttırır. Bakterinin yaşamı için
önemli bir virulens gerekli bir hücresel yapı değildir. Kapsülünü kaybeden bakteriler yaşamlarını
faktörüdür. devam ettirirler; ancak virulenslerini kaybetmiş olurlar. Negatif boyama
yöntemleri veya giemsa gibi özel boyama yöntemleriyle kapsülün varlığı tespit
edilebilir. Bazı bakterilerde tam ve homojen olmayan ancak serolojik olarak tayin
edilebilen kapsül benzeri oluşumlar mevcuttur ki bunlara glikokaliks adı verilir.
Glikokaliks bulunduğu bakteriye yabancı cisimlere tutunarak infeksiyon yeteneği
kazandırması bakımından önem taşır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10


Bakterilerin Genel Özellikleri ve Bakteriyel Patojenite

Flagella
Bakterilerin hareket organeli flagella 3-20 μm x 0.01-0.013 μm boyutlarında
ve flagellin adı verilen protein karakterde uzantılardan oluşur. Hücre duvarı ve
sitoplazmik membranda bulunan bazal granülden köken alır.
Bakteriler yapılarında flagella bulunması ve konumuna göre artrik, monotrik
ve politrik olmak üzere 3 temel gruba ayrılır (Şekil 1.9).
Flagellin adı verilen Atrik: Hiç flagella bulundurmayan bakterilerdir. Örneğin; Bacillus anthracis.
protein karakterde Monotrik: Tek bir polar flagella bulunduran bakterilerdir. Örneğin; Vibrio
uzantılardan oluşan chlorea.
flagella hücre duvarı ve Politrik (Multitrik): Bakterilerde birden fazla flagella bulunması durumudur.
sitoplazmik membranda -Lofotrik: Tek veya iki kutbunda demetler halinde flagella bulunduran
bulunan bakterilerdir. Örneğin; Pseudomonas aeruginoa.
bazal granülden köken -Amfitrik: Her iki ucunda flagella bulunduran bakterilerdir. Örneğin;
alır. Spirillum minus.
-Peritrik: Bakteri yüzeyinin her tarafında flagella bulunması. Örneğin; E. coli.
-Monolateral: Bakterilerin bir yanında falgella bulunması. Örneğin;
Selenomas ruminantium.

Atri
k
Şekil 1.9. Bakterilerde flagella konumları [3]
Aksiyal filament (Endoflagella)
Spiroketlerin periplazmik boşluklarında bulunan kasılıp gevşeme yoluyla
bakteriye hareket yeteneği kazandıran protein karakterde bir organeldir. Örneğin;
Leptospira spp.
Aksiyal filament
Fimbria (Pilus)
spiroketlerin hareketini
sağlayan organeldir. Bakteri hücresinin dışında yerleşen; ancak flagellalardan daha kısa olan
protein yapısındaki kısa iplikçiklerdir. Bakterinin konak hücreye yapışmasında bu
sayede kolonizasyonunda görev alan virulens faktörüdür. Fimbrialar ayrıca genetik
madde aktarımında da (konjugasyon) rol alırlar ki bu piluslar seks pilusu olarak
adlandırılır.

İÇ YAPILAR
Sitoplazmik membran (Hücre mebranı, Hücre zarı)
Sitoplazmik membran, sitoplazmayı saran ve hücre duvarın altında yerleşen
bir zardır. Bakteri kuru ağırlığının %30’unu oluşturur. Sitoplazmik membranın
önemli bir özelliği seçici geçirgen olmasıdır. Sitoplazmada yer alan yapıların

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11


Bakterilerin Genel Özellikleri ve Bakteriyel Patojenite

etrafını kuşatır. Sitoplazmik membran gıdaların transportunun regulasyonu, atık


ürünlerin dışarı atılması, hücre duvarı kompenentlerinin sentezi gibi birçok
fonksiyonu yerine getirir. DNA replikasyonu ve sporulasyonda görev alır.
Yapısındaki solunum enzimleri ve sitokromlar sayesinde mitokondri işlevi görür.

Sitoplazma
Kolloidal ve saydam yapıdaki sitoplazma içerisinde ribozom, mezozom,
sitoplazmik granüller, faj, transpozon ve pigmentler bulunur.

Mezozom
Mezozom, sitoplazmik membranın içe doğru yaptığı kıvrımlı uzantılardır.
Mezozom, sitoplazmik Bakterilerde DNA replikasyonunun başladığı yer mezozomdur. Bu yapı aynı
membranın içe doğru zamanda sporulasyonda, sekresyonlarda görev alır. Virulensle bir ilişkisi yoktur.
yaptığı kıvrımlı uzantılar Ribozom
olup DNA Protein sentezinde görev alan ribozomlar %70 RNA ve %30 proteinden
replikasyonunun başladığı ibarettir.
yerdir.
Sitoplazmik granüller
Sitoplazmada birikmiş gıda rezervleri, aynı zamanda enerji kaynağı olarak
kullanılırlar. Glikojen, fosfat, sülfür, metakromatik granüller (Babes ernst) şeklinde
çeşitli formlarda bulunurlar.

Pigmentler
Bazı bakteriler kolonilerin renk karakterini oluşturan ve pigment adı verilen
renkli maddeler sentezlerler. Pigmentlerin bazıları suda erimeyen karakterdedir ve
hücre dışına salınmaz. Dolayısıyla üreme sonucunda bakteriye ait koloniler
pigmentin özel renginde görünüler. Örneğin; S. aureus kolonileri altın sarısı
renktedir. Suda çözünebilir karakterdeki pigmentler koloni dışına çıkarak besi
yerinin renkli görünmesini sağlar. Örneğin; P. aeruginosa’nın sentezlediği
pigmentlerden dolayı besi yeri mavi yeşil renk alır.
Endospor
Bazı bakteriler ortam koşulları elverişsiz hale geldiğinde (besin azlığı,
kuruluk, çok yüksek veya düşük sıcaklık, toksik kimyasal maddeler, ışınlar, oksijen
Spor formundan varlığı veya yokluğu vs.) genetik kontrol altında endospor adı verilen metabolik
bakterinin vejetatif olarak inaktif ve dış koşullara oldukça dayanıklı formlar meydana getirirler
forma dönüşmesi (sporulasyon). Endospor oluşumundan sonra bakterinin vejetatif formu (bakterinin
olayına germinasyon üreyen, beslenen formu) eriyebilir veya lize olabilir. Bu durumda serbest kalan
denir. endospor spor olarak adlandırılır. Spor bakterinin üreme değil dinlenme formudur.
Koşullar normale döndüğünde her bir spordan bir vejetatif form şekillenir. Bu olay
aktivasyon, germinasyon ve dışa uzama olmak üzere üç aşamada gerçekleşir.
Bakteriyel spor oval veya küresel olup kalın bir kılıfla kaplıdır. Bakteri
sporları malaşit yeşili gibi özel spor boyama yöntemleriyle boyanır. Spor yapısı
Bacillaceae familyasına ait Bacillus ve Clostridium cinslerinin önemli ve ayırıcı bir
özelliğidir. Sporlar uzun yıllar toprakta canlılığını korur.
Sporların şekli, büyüklüğü ve konumu bakteri cins ve türlerine bağlı olarak
değişir. Örneğin; B. anthracis’te sporlar genellikle sentral konumlu olup bakterinin

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12


Bakterilerin Genel Özellikleri ve Bakteriyel Patojenite

çapından küçüktür. Ancak Clostridium cinsine ait türlerde sporun çapı bakterinin
çapından büyük olduğu için bakteriye raket, limon, davul tokmağı şeklinde
görüntü kazandırır. Sporlar bakteride konumlandıkları yere göre sentral (B.
anthracis), terminal (C. tetani), subterminal (C . botulinum) ve lateral (B.
laterosporus ) olmak üzere 4 farklı şekilde adlandırılmaktadır.

Şekil 1.10. Bakteri endospor konumları. Sentral (c,f), terminal (a, d, e), subterminal
(b) [4]
Plazmidler
Plazmid, bakteri stoplazmasında ekstrakrmozomal eleman olarak bulunan
çift iplikçikli, daire şeklinde ve bakteri DNA’sından bağımsız çoğalabilen kısa DNA
fragmentleridir. Başka hücrelere aktarılabilirler. Bakteri kromozomu ile
birleşebilen plazmidler epizom adını alır. Antibiyotik direnci dışında
dezenfektanlara, redüktaz enzimi ile civa, gümüş gibi ağır metallere ve uv
ışınlarına direnç, bakteriyosin yapımı (E. coli kolisin bakteriyosini), toksin yapımı
(E.coli labil ve stabil enterotoksinleri, C. tetani tetanospazmin toksini vs.) gibi
birçok özellik plazmidler tarafından aktarılabilmektedir.

Transpozonlar
Transpozonlar bakterilerin kromozom veya plazmidlerinde bulunan yer
değiştirebilen kısa DNA iplikçikleridir. Plazmidlerden farklı olarak replike olmazlar.
Bakterilerin antibiyotik dirençliliğinde rolleri vardır.

Bakteriyofajlar
Konakçı DNA’sına Bakteriyofajlar (fajlar), bakterileri parçalayan veya lize eden viruslardır.
entegre olup , onun bir Konakçıya özel oldukları için bakteri fajları arasında da tür spesifitesi vardır. Bazı
parçasıymış gibi fajların genomu, konakçı hücresine girdikten sonra orada replike olur ve bakteriyi
replikasyona eşlik eden ve parçalayarak terk eder. Böyle fajlar virulent veya vegetatif fajlar denir. Bir kısım faj
yeni hücrelere aktarılan ise infekte ettiği bakteriyi parçalamaz ve temperate faj adını alır. Bazı temperate
fajlara profaj denir. fajlar sitoplazmada kalırken bazıları da konakçı DNA’sına entegre olur, onun bir
parçasıymış gibi replikasyona eşlik eder ve yeni hücrelere aktarılır. Böyle fajlara ise
profaj denir.

BAKTERİLERİN BESLENMESİ
Bütün canlılar gibi bakterilerin de yaşayabilmeleri ve üreyebilmeleri için
beslenmeleri, bu amaçla da çeşitli gıda maddelerini almaları gereklidir. Bakteriler
bu maddelerin bir kısmını dışarıdan alırken bir kısmını da hücre içerisinde
sentezlerler. Böylece mikroorganizmanın yaşaması için gereken mikro ve makro
moleküller hazırlanır ve ihtiyaç duyulan yerlerde kullanılır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13


Bakterilerin Genel Özellikleri ve Bakteriyel Patojenite

Bakterilerin kuru ağırlıklarının %95'inden fazlasını temel elementler olan


karbon, oksijen, hidrojen, nitrojen, sülfür, fosfor, potasyum, kalsiyum, magnezyum
ve demir oluşturmaktadır. Protein, karbonhidrat, lipit, nükleik asit gibi
moleküllerin yapısına katıldıkları gibi hücre içerisinde katyon olarak çeşitli
biyokimyasal reaksiyonlarda da görev alırlar. Dış ortamda çok az bulunan ve
bakteri tarafından çok az ihtiyaç duyulan maddelere mikro element veya iz
element adı verilir. Bunlar manganez, çinko, kobalt gibi elementler mikro
elementler içierisinde yer alır.
Doğada çok az besin maddesi içeren minimal ortamlarda gelişip yaşayabilen
ve prototrof olarak adlandırılan mikroorganizmalar olduğu kadar, daha kompleks
ve besin maddelerince daha zengin olana ortamlarda üreyen oksotrof
mikroorganizmalar da mevcuttur.
Bakteriler beslenme şekillerine göre karbon kaynağı, enerji kaynağı ve
hidrojen/elektron kaynakları temel alınarak sınıflandırılırlar. Kendileri için gerekli
olan karbonu, inorganik karbonlu bileşiklerden (CO2 gibi) sağlayanlar ototrofik
bakteriler, karbondioksitin asimilasyonu için gerekli enerjiyi kimyasal maddelerden
sağlayanlar kemotrof ve güneş enerjisinden yararlananlar fototrof ve karbon
kaynağı olarak organik bileşikleri (karbonhidrat, amino asit, vitamin, vs) tercih
edenler de heterotrof olarak adlandırılır. Bu grup içerisinde insan ve hayvanlarda
hastalık oluşturan birçok mikroorganizma yer almaktadır. İnorganik maddelerin
oksidasyonu yoluyla enerji sağlayan bakteriler kemolitotrof, bunun için organik
bileşikleri kullananlar kemoorganotrof adını alır. Fotolitotrofik olanlar ışık
kaynağını inorganik basit kaynaklardan yararlanmak için kullanırken,
fotoorganotrofikler ise ışık enerjisini organik bileşiklerde kullanırlar. Elektron
kaynağını inorganik bileşikleri kullanan bakteriler kemolitotrofik, organik bileşikleri
kullananlar kemoorganotrofik bakterilerdir.

BAKTERİLERDE METABOLİZMA
Küçük gıda maddeleri Mikrobiyal metabolizma bakterilerin hayatta kalmak ve üremek için ihtiyaç
bakteri hücresi içerisine duydukları enerji ve besinleri bulundukları ortamlardan sağladıkları bir
basit difüzyonla alınırken, biyokimyasal rekasiyonlar dizisidir. Birçok bakteri ihtiyaç duyduğu enerjiyi hücre
büyük moleküller için aktif içine aldığı organik veya inorganik besin maddelerinden sağlar. Bu da gıda
transport yolu kullanılır. maddelerinin hücre duvarı ve membranından geçişiyle olmaktadır. Uygun
büyüklükte olan gıda maddeleri genellikle basit difüzyon yoluyla hücre içine
alınırlar. Ancak büyük moleküllerin hücre içine alınması aktif transport ile
gerçekleştirilir. Uygun büyüklüğe getirilip hücre içine alınan gıdalar, bir dizi
biyokimyasal reaksiyona uğratılır ve parçalanmaları sırasında, ihtiyaç duyulan
enerji ortama verilmiş olur. Bu moleküller daha sonra yeni hücresel
kompenentlerin sentezinde yapıtaşı olarak kullanılır. Bahsedilen tüm bu işlemler
enzimlerin katalizörlüğünde gerçekleştirilir. Bakteri tarafından hücre dışına salınan
ekzoenzimler (hidrolize edici enzimler) büyük gıda moleküllerini hücre
membranlarından geçebilecek büyüklüğe ulaştıran ve içeri alınmasını sağlayan
önemli moleküllerdir. Sitoplazmaya ulaşan parçalanmış gıdalar burada yine
bakterinin salgıladığı ve sitoplazma içerisinde işlevsel olan endoenzimlerin

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14


Bakterilerin Genel Özellikleri ve Bakteriyel Patojenite

katalizörlüğünde yıkımlanmaya, yapıtaşlarına ayrıştırılmaya devam ederler


(katabolizma). İstenen boyuta getirilen moleküller veya daha büyük bileşenlerden
bakterinin ihtiyacı olan protein, lipit, karonhidrat gibi büyük moleküllerin sentezi
gerçekleştirilir (anabolizma). İşte bakteriyel metabolizma sitoplazmada
Mikrobiyal metabolizma gerçekleşen bu birbirini takip eden anabolizma (protein, lipit, karbonhidrat gibi
katabolizma ve büyük bileşenlerin sentezi ve enerji tüketimi) ve katabolizma (enerji elde
anabolizma edebilmek için substratların parçalanması) reaksiyonlar dizisinden oluşmaktadır.
reaksiyonlarından Katabolik reaksiyonlarda moleküllerin parçalanması sonucunda büyük oranda
oluşmaktadır. enerji açığa çıkar. Hücresel metabolizmada bu enerji ATP olarak adlandırılır. Ancak
açığa çıkan enerji önce ADP tarafından alınarak yüksek enerjili fosfat bağları
arasında saklanır. Enerji verici reaksiyonlarda ADP, ATP’ye dönüştürülür ve fosfat
bağlarında enerji depolanır. Yürütülmesi için enerji gerektiren anabolik
reaksiyonlarda ise ATP ADP’ye dönüştürülerek hücreye enerji sağlanmış olur.
Açığa çıkan bu enerji gerekli rekasiyonlarda kullanılır. Enerjinin depolanması ve
kullanılması, hücrenin genetik kontrolü altındadır.

BAKTERİLERDE ÜREME
Bakteriler, uygun besi yerinde ve çevresel koşullar altında, cins ve türlerinin
genetik karakterlerine göre ürerler. Bu durum ortam şartları devam ettiği sürece
devamlılık gösterir. Dış ortamlarda üreme devamlılık gösterirken laboratuvar
ortamlarında bu durum farklıdır. Besi yerlerinin sınırlı miktarda olması, bakterilerin
de üremelerini paralel ölçüde kısıtlar.
Bakteriler kısa eksenleri boyunca ortadan ikiye bölünerek geometrik bir
artışla ürerler. Bölünme başlamadan önce, oluşacak iki kardeş hücre için gerekli
enzimler, diğer organik ve inorganik maddeler, bölünecek bakteri tarafından
hazırlanır ve biriktirilir. Aynı anda nükleer bölgede de bölünme için organizasyon
şekillenir. Toplu halde bulunan genetik materyal orta kısımda uzayıp sitoplazmik
membrandaki mezozom adı verilen özel kıvrımlara bağlanarak replikasyona başlar.
Replikasyon tamamlanınca, hücre duvarından içeri doğru ve karşılıklı olarak bir
Bakteri popülasyonunda septum oluşumu görülür. Hücre membranı olaya dahil olur ve septumlar içeri
meydana gelen her doğru uzayarak hücreyi ortasından iki kardeş hücreye ayırır. Bu iki hücre
bölünmeye generasyon birbirinden ayrılarak tam bağımsız hale gelirler veya birbirlerine bitişik olarak
ve iki generasyon kalırlar (streptobasil gibi).
arasında geçen zamana
Sıvı Ortamlarda Üreme
da generasyon süresi adı
verilir. Bakteriler optimal koşulları içeren sıvı ortamlarda, katı besi yerlerinden
daha çabuk ürerler. Üremenin hızı, bakteri türüne özgü genetik bir karakter
olmakla beraber, besi yerinin bileşimi ve çevresel koşullarla da yakından ilişkilidir.
Bu geometrik üremenin matematiksel ifadesi de (1x2n)'dir. Bakteri
populasyonunda meydana gelen her bölünmeye generasyon ve iki generasyon
arasında geçen zamana da generasyon süresi adı verilir. Her generasyon sonunda
populasyondaki fert sayısı iki kat artar. Generasyon süresi bakterilerde çok
değişiklik gösterir. E. coli 'de 18-20 ve S. aureus 'da 27-30 dakika olan genarasyon
süresi, Mycobacterium tuberculosis 'de 13-15 saattir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15


Bakterilerin Genel Özellikleri ve Bakteriyel Patojenite

Normal bir bakteri üreme eğrisi 4 aşamadan oluşur: Latent dönem (lag fazı),
üreme dönemi (logaritmik dönem, log fazı), durma dönemi ve ölme dönemi. Bu
dönemler kompleks veya belirli bir sıvı besi yerinin kullanıldığı kültür ortamlarında
tipik bakteriyel üremeyi karakterize eder.
Latent dönem (Lag dönemi): Bu dönem bakterinin bulunduğu ortama
adaptasyon dönemidir. Hiçbir üremenin olmadığı latent dönemde sayısal artış da
olmaz. Fakat hücreler büyümeye, üreme için ihtiyaç duyulan DNA ve hücresel
enzimlerin sentez hazırlıkları başlar.
Üreme dönemi (Logaritmik dönem): Bu dönemde bakteriler kendi türlerine
özgü generesyon sürelerine göre üremeye başlar. Bu dönemde genç hücrelerin
sayısı artmıştır. Üreme döneminde bakterilerin dış etkilere karşı duyarlılıkları
fazladır.
Durma dönemi: Durma dönemine ulaşıldığında canlı hücre sayısında artış
olmaz. Bozulan optimal şartlar üremenin giderek yavaşlamasına neden olur.
Logaritmik dönem Metabolik aktivite yavaşlar. Durma döneminde bakteriyel üreme inhibe edilir.
bakterilerin üremeye Çünkü bakteriyel üreme için gerekli olan besinler tükenmeye ve metabolik
başladıkları,genç hücre inhbitör ürünler birikmeye başlar.
sayısının arttığı ve dış
Ölme dönemi: Bu dönemde bakteriyel hücreler lizis olmaya başlar; çünkü
etkilere karşı en duyarlı
inhibitör ürünler daha da artmış, hücresel enerji tükenmiş ve pH tamamen
oldukları dönemdir.
değişmiştir. Ancak hücrelerin tamamı ölmez. Az sayıda da olsa canlı hücre kalır.
Ancak bu hücrelerin morfolojileri değişir (İnvolüsyon formları).

ÜREMEYİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER


Isı
Bakteriler kendi türlerine özgü minimum ve maksimum olarak ifade edilen belirli
sıcaklık aralıklarında üreyebilirler. Bu sınırlar arasında, üremenin en iyi olduğu
optimum sıcaklık yer alır.
İnsan ve hayvanlarda Bakteriler üreme sıcaklıklarına göre başlıca üç gruba ayrılırlar:
hastalık oluşturan
Psikrofilik (soğuk seven) bakteriler: Bu grupta toprak, su, deniz gibi kaynaklarda
bakterilerin mezofilik
yaşayan bakteriler ile balıklarda ve soğuk kanlı hayvanlarda hastalık yapan
bakteri grubunda yer alır.
bakteriler yer alır. Optimal üreme sıcaklıkları 15-20˚C arasındadır. Ancak 0˚C’de de
üreyebilirler. Örneğin; Aeromonas salmonicida, Bacillus psychrophilus.
Mezofilik (ılık seven) bakteriler: Bu bakteriler, genellikle 20-45°C' ler arasında
gelişme ve üreme kabiliyetlerine sahiptirler. İnsan ve hayvanlarda hastalık
oluşturan bakteriler bu grupta yer alır. Bu nedenle optimal sıcaklıkları 35°C-
42°C'ler arasındadır. Örneğin; E. coli, B. anthracis.
Termofilik (sıcak seven) bakteriler: Termofilik bakteriler gelişme ve üreme
sıcaklıkları, mezofillerin çok üstünde (50-60°C) olan daha çok sıcak su
kaynaklarında, gübrelerde ve tropikal ülkelerde rastlanılan bakterlerdir. Örneğin;
Thermus aquaticus.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16


Bakterilerin Genel Özellikleri ve Bakteriyel Patojenite

Radyasyon
Radyasyon, boşlukta veya bir ortamda enerjinin dalgalar halinde yayılması
olayıdır. Pratikte mikrobiyoloji alanında radyasyondan sterilizasyon ve
dezenfeksiyon ile birlikte mutasyonlar oluşturmak amacıyla faydalanılır.
Ultraviyole ışınları bakteri, mantar, virus, spor ve hücrelere, onlara ait DNA
ipliklerinin yapısını ve yanı sıra protein sentezini bozarak letal etki gösterir. Güneş
ışınları (UV-ışınları), mikroorganizmaları hem mutasyonlar oluşturarak ve hem de
sıcaklığı ile etkiler. İyonizan ışınlar, gama ışınları derinlere girme kabiliyetlerinden
dolayı pratikte soğuk sterilizasyon ve gıdaların sterlizasyonu amacıyla kullanılırlar.
Yüksek enerjiye sahip X-ışınlarından mutasyonlar meydana getirmekte ve
paketlenmiş gıdaların sterilizasyoununda yararlanmaktadır.

Yüzey Gerilimi
Besi yerlerinde bulunan gıda maddelerinin mikroorganizmalara girebilmesi,
bakteri içinde sentezlenen enzimlerin ve oluşan metabolitlerin dışarı çıkabilmesi
için hücre duvarının yarı geçirgen özelliğinin önemi çok fazladır. Metabolizma
olaylarının normal ilerlemesinde bakterilerin bulunduğu sıvı ile bakteri yüzeyi
arasındaki moleküler gerilimin dengede bulunması gereklidir. Bu denge, bakteriye
giriş-çıkışı büyük ölçüde kolaylaştırır. Bakteriye temas eden sıvı yüzeyindeki
moleküllerin oluşturduğu gerilimin çok fazla veya çok zayıf olması durumunda sıvı
ortamdan bakteriye gıda maddelerinin akışı güçleşir ve bakteri beslenemez.
Bakterilerin bulundukları Dolayısıyla bakteri yüzeyi ile buna temas eden sıvı ortamın yüzeysel moleküler
sıvı ile bakteri yüzeyi gerilimin dengede bulunması zorunludur. Örneğin; B. subtilis yüzey gerilimi fazla
arasındaki moleküler olan bir sıvı içinde kültürü yapılırsa, daha çok üstte ve besi yerinin yüzey gerilimi
gerilim dengede olmazsa düşürülürse, homojen bir tarzda üreme gösterir.
bakteriye gıda girişi
güçleşir ve bakteri Rutubet ve Kuruma
beslenemez. Su, mikroorganizmaların üremesinde, gıda maddelerinin hücre içine
alınmasında, metabolik atıkların hücre dışına çıkarılmasında büyük bir öneme
sahiptir. Yine bakteri içindeki çeşitli enzimlerin, metabolitlerin dışarı çıkışında da
su fonksiyoneldir. Barındırdığı su miktarı yüksek olan katı besi yerlerinde bakteriler
daha kolay gelişir ve büyük koloniler oluştururlar. Ortam neminin sağlanması katı
besi yerlerinin kurumasını önleyerek bakterilerin daha kolay üremesini sağlar.
Benzer şekilde sıvı besi ortamları da su içeriklerinin muhafazası açısından
bakterilerin üremesini kolaylaştırır.
Bakteriler içlerinde %70-90 kadar su bulundurmaktadır. Bunun azalması
birçok biyokimyasal olayın durmasına ve bakterilerin ölümüne sebep olur. Ancak
bakteriler kurumaya karşı farklı derecelerde direnç gösterirler. Sporların içinde
%5-20 kadar suyun bulunması ve etraflarında kalın membranların oluşu, bunları
çeşitli fiziksel ve kimyasal etkenlere karşı çok dirençli hale getirmiştir.
Liyofilize edilen mikroorganizmalar uzun süre canlılıklarını korurlar.
Liyofilizasyon sırasında uygulanan dondurma, kurutma ve havasını alma işlemleri
sırasında bazı mikroplar ölebilirlerse de çoğu, uzun zaman canlı kalır ve
infektivitesini korurlar.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17


Bakterilerin Genel Özellikleri ve Bakteriyel Patojenite

Osmotik Basınç
Bir ortamın osmotik basıncı, içinde eriyen maddelerin konsantrasyonu ile
ilişkilidir. Bakteriler, içinde üredikleri sıvı besi yerinin osmotik basıncı ile kendi
hücre içlerindeki osmotik basınç arasında bir denge kurmuşlardır. Bu denge yarı
Bakterilerin en iyi geçirgen olan hücre membranları yardımı ile regule ve devam ettirilir. Bakterilerin
üreyebildikleri ortamlar en iyi üreyebildikleri ortamın osmotik basıncı, bakteri içindeki ile aynı veya çok az
izotonik ortamlardır. farklıdır (isotonik, isoosmotik). Böyle ortamlarda bakteri zarlarından giriş ve çıkış
kolaylıkla olur ve bakteri gelişmesine ve üremesine devam eder. Eğer ortamın
osmotik basıncı azalmış ise (hipotonik, hipoosmatik), böyle durumlarda dışardan
bakteri içine fazla sıvı girerek bakteriyi şişirir ve olay devam ederse bakteriyi
patlatır (plasmoptiz). Hipertonik, hiperosmotik ortamlarda ise, bakterinin içinden
dışarı fazla sıvının çıkışı olduğu için sitoplasmik membran hücre duvarından
ayrılarak büzülür ve ortada toplanır. Bu olay plazmoliz adını alır.

Hidrostatik Basınç
Bakteriler, hücre duvarlarının sert ve dayanıklı olması nedeniyle mekanik ve
hidrostatik basınçlara karşı oldukça fazla direnç gösterirler. Okyanusların,
denizlerin ve göllerin diplerinde bulunan B. submarineus, B. thalassokiotes gibi
barofilik bakteriler bu alanlardaki basınca kolayca dayanırlar ve bu basınç altında
yaşamlarını sürdürürler. Ancak çok daha yüksek basınç altında bakterilerde az da
olsa bazı değişmeler meydana gelebilmektedir. Örneğin; flagellalı bakteriler
hareketlerini, bazıları da bölünme kabiliyetini kaybedebilirler.

pH
Bakterilerin üremeleri için, besi yerinin pH 'sının optimal sınırlar içinde
bulunması gereklidir. Minimum ve maksimum pH limitlerine yaklaştıkça üreme
azalır ve durur. Bakterilerin optimal pH limitleri oldukça değişiktir. Bazı bakteriler
asidik ortamı severken, bazıları da alkali ortamlarda ürer. İnsan ve hayvanlarda
İnsan ve hayvanlarda
hastalık oluşturan hastalık oluşturanlar genellikle konakçının sıvı ve dokularının pH derecesinde (pH.
7.0-7.4) ürerler. Patojenik bakterilerin besi yerlerinde üreme pH limitleri,
bakteriler genellikle
apatojenlerden daha dardır. Bakterilerin optimal üreme gösterdikleri pH aralıkları
konakçının sıvı ve
dokularının pH değişkenlik gösterir. Asidofilik bakteriler (Lactobacillus spp.) pH 0.0-5.5
aralıklarında ürerken, nötrofilikler pH 5.5-8.0 aralığında ve alkalofilikler
derecesinde
(pH. 7.0-7.4) ürerler. (Mycoplasma spp., Vibrio spp.) ise pH 8.0-11.5 aralığında optimal ürerler.

Oksijen
Mikroorganizmalar üremeleri için farklı oranlarda oksijene ihtiyaç duyarlar.
Oksijen ihtiyacına göre bakteriler 5 temel bölüme ayrılarak incelenir:
Aerob bakteriler: Üremeleri ve yaşamaları için havadaki oksijene ihtiyaç
gösteren bakteriler bu grupta yer alır. Bunlar oksijensiz koşullar altında
gelişemezler. Çünkü oksijensiz ortamlarda enerji elde edebilecek mekanizmaya
sahip değillerdir. Bu bakteriler dik agarın sadece üst kısmında üreme gösterirler.
Örneğin; M. tuberculosis, B.anthracis, B. subtilis aerob bakteriler arasında yer alır.
Fakültatif anaerob bakteriler: Bu gruba giren bakteriler hem aerobik ve hem
de anaerobik koşullarda üremelerini sağlayan bir enzimatik sisteme sahiptirler.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18


Bakterilerin Genel Özellikleri ve Bakteriyel Patojenite

Örneğin; enterobakteriler, stafilokoklar gibi. Bu bakteriler dik agarın her tarafında


ürerler.
Anaerob bakteriler: Anaerob bakteriler tamamen oksijensiz ortamlarda
gelişirler. Ortamdaki oksijen bu bakteriler için toksik etki gösterir. Çünkü bunlarda
bulunan enzimler oksijen tarafından bloke edilir. Bu tür bakteriler dik agar besi
yerinin dip tarafında ürerler. Örneğin, Klostridiumlar.
Mikroaerofilik bakteriler: Bu bakteriler havada bulunan orandaki kadar
Mikroaerofilik bakteriler
oksijen içeren ortamlarda gelişemeyip, oksijen oranı %1-2’ye kadar düşürülmüş
%1-2 O2 ve %5-10 CO2
veya %5-10 CO2 içeren ortamlarda üreme gösterirler. Bunlar anaerob olmayıp
içeren, aerotolerantlar
böyle koşullarda da gelişemezler. Mikroaerofilik bakteriler içerisinde B. abortus, C.
hem aerobik hem
fetus, gibi bakteriler yer alır. Bu tür bakteriler dik katı besi yerlerinin yüzeyinden
anaerobik ortamlarda
1-1.5 cm kadar aşağıda ürerler.
ürerler.
Aerotolerant bakteriler: Bu bakteriler ise daha fazla yüzeyde olmak üzere,
hem aerobik ve hem de anaerobik ortamlarda üreme yeteneğine sahiptirler.

Şekil 1.11. Oksijen ihtiyacına göre bakterilerin üreme şekilleri a) Aerob b) Anaerob c)
Fakültatif d) Mikroaerofilik e) Aerotolerant [5]

Redoks Potansiyeli (Oksidasyon-Redüksiyon Potansiyeli)


Oksidasyon-redüksiyon (O-R) elektriksel bir olay olup temeli elektron
transferi ne dayanır. Maddelerin oksidan veya redüktan oluşlarına bağlı olarak
elektriksel potansiyelleri de yüksek veya düşük olur. Bu da oksidasyon redüksiyon
potansiyelini belirler. Bakteriler arasında farklılık gösteren bu reaksiyonlarda
anaeroblar düşük bir O-R potansiyeline gereksinme duyarken (0.2 volt),
aeroblarda ise durum + 0.2-0.4 volt'dur.

BAKTERİYEL PATOJENİTE
Konakçı Direnci
Duyarlı bir konakta bakteriyel bir infeksiyonun başlayabilmesi için öncelikle
bakterinin konak vücuduna girmesi, burada kolonize olması, üremesi, yayılması ve
çeşitli toksinleri salgılaması gerekir. Ancak konakçı vücudu böyle bir durumda karşı
karşıya kaldığı zaman sahip olduğu savunma mekanizmaları ile patojene karşı
koymaya çalışır. Bu olay konakçı direnci olarak ifade edilir. Dolayısıyla konakçı
direnci kalan vücudun genel (nonspesifik)ve özel (spesifik) savunma
mekanizmaları ile infeksiyon etkenlerine karşı koyması, kendini koruması ve

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19


Bakterilerin Genel Özellikleri ve Bakteriyel Patojenite

sonuçta etkeni ortadan kaldırması olarak tanımlanabilir. Konakçının gösterdiği bu


direnç, doğal ve edinsel bağışıklık olmak üzere iki temel korunma mekanizması
tarafından sağlanmaktadır. Ancak iki mekanizma arasında çeşitli farklılıklar
mevcuttur: Doğal direnç birkaç saat gibi çok kısa bir sürede etki gösterirken
Konakçı direnci, doğal ve kazanılmış direnç günler hatta haftalar gerektiren bir süre sonunda etkin olur.
edninilmiş bağışıklık Doğal direnç nonspesifik olup etkinliği patojenle tekrar karşılaştığında aynı kalır.
olarak iki savunma Ancak kazanılmış direnç etken spesifik olup her seferinde etkinlğini arttırır.
mekanizması ile
Doğal Direnç (Doğal Bağışıklık)
sağlanmaktadır.
Konak canlıların yapısal (anatomik, fizyolojik, fiziksel, kimyasal, vs) ve kalıtsal
karakterleri ile ilişkili olarak, dışardan vücuda giren patojenik, apatojenik
etkenlere, hatta diğer substanslara yönelik olarak genel savunma mekanizması ile
karşı koyması ve kendini koruması doğal direnç olarak tanımlanmaktadır.
Doğal direnç tür, ırk ve bireylere bağlı çeşitli genetik faktörlerle
desteklenmektedir. Örneğin; insanlarda görülen kızıl, kızamık gibi hastalıklar
hayvanlarda görülmez. Ayrıca aynı tür içinde bazı ırklar (soylar), türün genelde
duyarlı olduğu infeksiyonlara, değişik derecelerde hassasiyet gösterirler. Örneğin;
koyunlar, genel olarak, B. anthracis ’e duyarlıdırlar. Ancak Cezayir koyunları, bu
infeksiyona doğal direnç gösterir ve bu hastalığa yakalanmazlar.
Bir diğer önemli faktör beslenme, hormonlar, vücut ısısı, yaş vs. gibi çeşitli
fiziksel faktörlerdir. Örneğin; normal koşullarda vücut ısısı yüksek (41-42°C) olan
kanatlıların çeşitli bakteriyel veya viral hastalıkları, vücut ısısı 37-38°C arası olan
memelilerde görülmemektedir. Hormonları normal çalışan bireyler, hastalıklara
daha dirençli hale gelir. Dengeli beslenmenin vücut direncinin artması ve antikor
yapımında olumlu etkisi vardır.
Doğal direncin oluşumunu sağlayan ve dışarıdan gelebilecek etkenlere karşı
vücudu korumaya yardımcı primer ve sekonder savunma mekanizmaları
mevcuttur. Primer savunma mekanizması nonspesifik olup, özellikle dışarıdan
gelebilecek her türlü yabancı ajanın vücuda girmesine, burada kolonize olmasına
ve yayılmasına engel olarak vücudu korumaya çalışır ve genellikle vücut yüzeyi ve
Deri,derideki mikroflara mukoz membranlarda etkin olduğu için dış savunma sistemi adını alır. En önemli
ter,sebum,gözyaşı,mukozal elemanı deridir. Birçok patojenik mikroorganizma sağlam deriden
yüzeyler primer savunma geçememektedir. Deride bulunan ter ve yağ bezlerinin salgıları (sebum), terin
bariyerleridir. içinde bulunan tuz, ayrıca derideki mikroflora birçok patojenik mikroorganizmanın
deriden içeri girmesine ve burada lokalize olmasını engeller.
Sağlam mukozal yüzeyler, genellikle, bazı bakteriler için uygun giriş kapıları
olarak düşünülmemektedir. Vücutta bazı bölgelerdeki mukoz membranlar (ağız,
yemek borusu, mide) çok katlı epitel hücrelerden oluştuğundan hastalık ajanların
girişlerine karşı daha fazla direnç gösterirler. Solunum, sindirim ve ürogenital
sistemlerin mukozaları üzerinde mukoid salgı daha fazla bulunmaktadır. Bunların
koruyucu etkisi oldukça fazladır. Gözler, gözyaşının mekanik etkisiyle bir yandan
temizlenirken bir yandan da yapısında bulunan lizozim enzimi sayesinde
bakterilerin parçalanmasını sağlar. Bunların dışında vücutta yerleşik flora
bakterileri hem kendi aralarında birbirlerinin üremelerini dengede tutmakta hem

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20


Bakterilerin Genel Özellikleri ve Bakteriyel Patojenite

de bu sayede dışarıdan gelebilecek patojenlerin vücuda girişini


engellemektedirler.
Primer nonspesifik savunma hattını geçerek vücut içine giren bakteriler bu
defa, lokal ve genel etkinliği olan diğer bir savunma mekanizması sekonder
savunma sistemi tarafından durdurulmaya ve elimine edilmeye çalışılır. Bu ikinci
hatta humoral ve hücresel komponentlerin fonksiyonu daha belirgindir. Humoral
faktörler kanda, dokularda, mukoid salgılar ve vücut sıvılarında bulunan,
nonspesifik karakterde, immunglobulin veya antikor aktivitesinde olmayan,
antimikrobial sıvısal faktörler humoral faktörlerdir. Bunlar vücutta spesifik yanıt
meydana gelinceye kadar bakterilerin üremelerini inhibe etmede ve dışarıya
atmada rol alırlar. Hücresel faktörler içerisinde ise monositler, granulositler, mast
hücreleri, alyuvarlar, lenfositler, makrofajlar ve diğerleri bulunur. Dışardan gelen
bakterilerle ilk olarak nötrofiller, bunların fonksiyonlarını bitirmesi ve ölmeleri
sonucu temel fonksiyonu fagositoz olan makrofajlar devreye girer.

Edinsel Bağışıklık (Özgül Bağışıklık, Spesifik İmmunite)


Canlılar, özellikle doğduktan sonra (bazen de intrauterin yaşamda iken)
çeşitli mikroorganizmalar, bunların toksik maddeleri veya diğer substanslarla karşı
karşıya gelirler. Bunların bazıları vücutta herhangi bir yanıt oluşturmazken, bir
kısmı çok az, bir kısmı ise kuvvetli uyarımlara neden olur. Dolayısıyla vücutta hazır
bulunmayan; ancak çeşitli uyarımlar sonrası kazanılmış bu bağışıklık türü edinsel
bağışıklık olarak adlandırılır. Edinsel bağışıklık aktif (doğal aktif ve doğal pasif
bağışıklık) ve pasif bağışıklık (yapay aktif ve yapay pasif bağışıklık) olmak üzere iki
başlık altında incelenmektedir.
İnfeksiyonlar sırasında İnfeksiyonlar sırasında kazanılan bağışıklık doğal aktif bağışıklıktır ve
kazanılan bağışıklık doğal bağışıklığın en yaygın şeklidir. Aşılama ile kazanılan bağışıklık ise yapay aktif
aktif bağışıklık olup, en bağışıklık adını alır. Anneden yavruya antikor geçişi doğal pasif bağışıklık olarak
yaygın bağışıklık şeklidir. ifade edilir. Yapay pasif bağışıklık ise, özellikle toksijenik infeksiyonlarda ya da
vücuda çeşitli toksin veya bakteriyel ajanların girmesi durumunda tedavi amaçlı
olarak vücuda antiserumlar (hiperimmun serum) verilerek oluşturulan bağışıklık
çeşididir.

PATOJENİTE
Mikroorganizmaların (mantarlar, bakteriler, viruslar) hastalık oluşturma
yeteneklerine patojenite adı verilir. Bu yeteneğe sahip bakteriler patojen
bakteriler olarak adlandırılır. İnfeksiyonlar, patojenik bakterilerin konak vücuduna
girişinin ardından lokalize olması ve üremesi sonucu ortaya çıkar. Vücudun dış
veya iç yüzeyleriyle temasa geçen patojenik etkenler, kendilerinde bulunan çeşitli
adezyon molekülleri aracılığıyla konakçı hücre yüzeylerindeki glikoprotein,
lipoprotein vb. gibi özel reseptörlere bağlanırlar. Bakteriler, sadece yüzeylerde
yerleşerek bozukluklar meydana getirebilecekleri gibi (lokalize infeksiyonlar),
yüzeylerden daha derinlere, buralardan da kan veya lenf yolu ile bütün vücuda
(veya affinitesi olan doku veya organlara) yayılabilir ve tehlikeli infeksiyonlara yol
açabilirler (sistemik veya generalize infeksiyonlar).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21


Bakterilerin Genel Özellikleri ve Bakteriyel Patojenite

Genellikle hastalık oluşturmadığı bilinen bazı etkenler de (örneğin; yutak,


sindirim, solunum sistemleri gibi), fazla stres nedeniyle konakçının direncinin
kırıldığı hallerde veya bazı özel durumlarda, (immun yetmezlik hastalıklarında,
immun supresif bireylerde, vs) vücutta üreyerek ve yayılarak infeksiyonlara ve
hastalıklara yol açabilmektedirler (fakültatif patojenler veya oportünistik
Patojenik
patojenler). Bu etkenler aynı zamanda bu sistemlerin ve bölgelerin
mikroorganizmaların
mikroflorasıdır. Sağlıklı bireylerde hastalık oluşturmazlar.
insan ve hayvanlarda
hastalık yapma şiddetleri, VİRULENS
dereceleri veya
Patojenik mikroorganizmaların insan ve hayvanlarda hastalık yapma
güçleri virulens, böyle
şiddetleri, dereceleri veya güçleri virulens, böyle bakteriler ise virulent bakteriler
bakteriler virulent
olarak adlandırılır. Bakterilerde virulens değişiklik göstermektedir. Bu durum
bakteriler olarak
konakçıya bağlı olduğu kadar mikroorganizmaların virulensi ile de yakından
adlandırılır.
ilişkilidir.

Virulens Faktörleri
Adherens faktörleri (Adezyon faktörleri, yapışma faktörleri)
İnfeksiyon gelişiminde ilk aşama bakterinin konak vücuduna girişi ve
ardından konak hücreye tutunmasıdır. Bu olay adezyon olarak tanımlanır.
Bakteriler kendilerinde bulunan adezyon molekülleri yardımı ile hücrelerin
yüzeylerindeki spesifik reseptörlere bağlanarak tutunur ve kolonize olabilirler.
Hatta daha derinlere ulaşabilir ve vücuda yayılabilirler. Bu moleküller, fimrial ve
afimbrial yapışma molekülleri olarak gruplandırılır.
Fimbrial ve afimbrial yapışma moleküllerinin dışında kapsül, glikokaliks,
teikoik asit, lipoteikoik asit, S katmanı, M proteini ve mukoid salgı gibi yapılar
bakterilerin hücrelere tutunmalarında birer adezyon molekülü gibi görev
üstlenirler. Örneğin; S. pyogenes, hücre duvarı kompenenti olan lipoteikoik asit
aracılığıyla hücrelerdeki fibronektine tutunur. S. pneumoniae’de kapsül bakteriyi
hem fagositozdan kurtarır hem de adezyon molekülü olarak görev alır.

İnvazyon faktörleri
Bakteriler konakçı vücuduna girip affinite gösterdikleri hücrelere veya
dokulara tutunduktan sonra buralarda yayılmaya başlarlar. İşte bu yayılma
durumu invazyon olarak tanımlanmaktadır. Bakterilerin invaze olmasını sağlayan
yapılar invazyon faktörleri adını alır. Bakterilerin sahip oldukları çeşitli invazyon
molekülleri aşağıda özetlenmiştir:
Bakterilerin konakçı
hücrelerin yüzeylerine Hemolizinler: Gram pozitif ve Gram negatif birçok bakteri tarafından
tutunmasına adezyon, sentezlenen hemolizinler alyuvarların membranlarında hasarlar meydana
hücre veya dokularda getirirler.
yayılmasına ise invazyon Hyaluronidaz (yayılma faktörü): Stafilokok, C. perfringens gibi bazı bakteriler
denir. tarafından sentezlenen hyaluronidaz enzimi bağ dokuda bulunan hyaluronik asidi
hidrolize ederek bakterilerin dokularda yayılmasını sağlar.
Streptokinaz (fibrinolizin): Daha çok grup A, C ve G streptokoklar ile
stafilokoklar (stafilokinaz) tarafından sentezlenir ve kan plazminojenini plazmine

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22


Bakterilerin Genel Özellikleri ve Bakteriyel Patojenite

çevirir. Plazmin de kan pıhtısı fibrini erititerek bakterilerin kolayca yayılmasını


sağlar.
Koagulaz: S. aureus tarafından sentezlenen enzim kanda bulunan fibrinojeni
fibrine dünüştürür ve oluşan fibrin bakterilerin etrafını sararak fagositozdan korur.
Leukosidinler: Streptokok, stafilokok ve pnömokoklar tarafından
sentezlenerek makrofajlar ve polimorfnükleer lökositlerin fonksiyonlarını bozan
faktörlerdir.
Deoksiribonuklease (DNase): S. aureus, C. perfringens vs. tarafından
sentezlenir. Zedelenmiş dokularda bulunan hücrelerin DNA’sını eriterek
patojenlerin daha kolay yayılmasını sağlar.
Lesitinaz: Daha çok klostridiumların sentezlediği bu enzim, hücre plazma
membranında bulunan lesitini ayrıştırarak membranın bütünlüğünü ve
fonksiyonunu bozar.
Kollajenaz: Bazı klostridiumlar tarafından sentezlenen bu enzim kas, kıkırdak
ve kemiklerde bulunan kollajeni ayrıştırarak patojenlerin invazyon kabiliyetini
arttırır.
Fosfolipaz: C. perfringens tarafından sentezlenen ve alfa toksin olarak da
tanımlanan bu sitotoksin, hücre membranındaki lesitini hidrolize ederek erimesine
ve hücrelerin parçalanmasına neden olur.
Kapsül, Protein A ve Antifagositik faktörler
teikoik asit bakterileri
konakçı fagositozundan Kapsül
koruyarak antifagositik B. anthracis, C. perfringens, P. multocida, K. pneumoniae, gibi Bazı Gram
özellik kazandıran negatif ve Gram pozitif bakteriler sahip oldukları kapsül sayesinde konak
virulens faktörleridir. fagositozundan kurtulurlar. Kapsül, aynı zamanda bakteriyi fajların lizisinden de
korur. Kapsülsüz etkenin hastalık yapma yeteneği de kaybolur.
Hücre duvarı antijenleri
Hidrofobik yüzeye sahip olan Gram negatif bakteriler, fagositoza
hidrofiliklerden daha dirençlidirler. Streptokoklarda bulunan M proteininin, S.
aureus 'un Protein A fraksiyonu, diğer Gram pozitif bakterilerdeki teikoik asitin de
antifagositik aktivitesi vardır. Böylece bakteriler fagositozdan korunurlar.

Toksinler
Bazı bakteriler gerek in vitro ve gerekse in vivo olarak üretildiklerinde birçok
türde toksin ve toksik maddeler sentezler. Bu substansların büyük bir bölümü
bakteri hücresinden dışarı çıkarak ekstrasellüler bir karakter gösterir
(ekzotoksinler). Diğer bir bölümü de yapısal bir özellik taşır ve ancak hücreler
öldüklerinde ya da parçalandıklarında ortama geçerler (endotoksinler). Toksin
sentezleme yeteneği toksijenite olarak tanımlanmaktadır. Bunlar, hep birlikte
etkenlerin patojenik potansiyelini oluştururlar. Etkenlerin vücuda girdikten sonra
bir hastalık odağı oluşturabilme yeteneği de infektivitelerini ortaya koyar.
Ekzotoksin ve endotoksin olmak üzere iki başlık altında incelenir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23


Bakterilerin Genel Özellikleri ve Bakteriyel Patojenite

Ekzotoksinler
Toksijenik Gram negatif ve Gram pozitif bakteriler tarafından sentezlenen
bu toksin türü protein karakterinde olup, eriyebilir özelliktedir. İn vivo ve in vitro
koşullarda salgılanabilirler. B. anthracis, E. coli, C. tetani vs.toksijenik bakterilerdir.
Ekzotoksinler genellikle, ısıya duyarlı (60-80˚C, termolabil)dır. Ancak S.
aureus ve E. coli ‘nin enterotoksinleri, yüksek ısıya (100° C) direnç gösterirler
(termostabil, TS). Ekzotoksinler, B. anthracis ve C. tetani ‘de plazmidler, C.
botulinum ’da bakteriyofaj (profaj) ve bazı bakterilerde de genomik DNA
(kromozom) tarafından kodlanırlar. Ekzotoksinler çok az miktarlarda bile olsalar
hastalık oluşturma gücüne sahiptirler, hatta ölümlere yol açabilirler. Neden
oldukları hastalıklara intoksikasyon veya toksemi adı verilir. Aynı zamanda
immunojenik karakterde olmaları ekzotoksinlerin vücutta spesifik antitoksik
antikor sentezini uyarmalarını sağlar. Bu antitoksinler hem in vivo hem in vitro
ortamlarda toksini nötralize ederek hastalık oluşumunu önlerler. Bunların dışında
ısı gibi bazı fiziksel ve formaldehit, iodin gibi kimyasal faktörler ekzotoksinleri
inaktive ederek toksinin hastalık oluşturma yeteneğini ortadan kaldırırlar. Böylece
hastalık oluşturma gücü olmayan; fakat vücuda verildiğinde antikor sentezini
Ekzotoksinler toksoid form uyaran toksoid forma geçmesini sağlarlar. İmmunojenik özelliklerinden dolayı aşı
halinde aşılamalarda olarak kullanılırlar (Tablo 1.2).
kullanılırken,endotoksinler Ekzotoksinler, vücutta etkiledikleri doku ve/veya organlara göre
bu özellikten yoksundur. nörotoksinler (C. botulinum, S. aureus), enterotoksinler (S. dysenteriae, vs) ve
sitotoksinler (hemolizin, hepatotoksin, vs) şeklinde gruplandırılmaktadır.
Aşağıda bazı toksinler ve etki şekilleri verilmiştir:
Difteri toksini: C. diphtheriae tarafından sentezlenen ve protein sentezini
engelleyen bir ekzotoksindir.
Botulinum toksini: C. botulinum tipleri tarafından sentezlenen ve konakçı
spesifitesi olan bu nörotoksin felçlere neden olur.
Tetanoz toksini: C. tetani ‘nin sentezlediği toksin sinirleri etkileyerek spazm
meydana getirir.
Kolera toksini: V. cholerae tarafından sentezlenen bu enterotoksin bağırsak ishal
ve asidoza neden olur.
Antraks toksini: B. anthracis tarafından sentezlenir ve kan damarlarının
permeabilitesini bozarak hemorajilere neden olur.
Endotoksinler, Gram Endotoksinler
negatif bakterilerin hücre
Endotoksinler, Gram negatif bakterilerin hücre duvarlarında (dış
duvarlarında (dış
membranlarında) membranlarında) yerleşen lipopolisakkarid (LPS) komponentidir. LPS yapısal bir
yerleşen lipopolisakkarid substans olduğu için dışarı salgılanamaz; ancak bakterinin parçalanması ile birlikte
(LPS) komponentidir. açığa çıkar. LPS'ler endotoksin olarak da bilinirler. Termostabil bir özellikte olup
zayıf antijeniktirler. Vücuda fazla miktarda verilmeleri durumunda ateş, septik şok,
diare, hemoraji, yangısal reaksiyonlar gibi nonspesifik klinik belirtiler meydana
getirirler. Ekzotoksinlerin aksine toksoid forma dönüştürülemezler. Endotoksinlerin
hücre veya dokulara karşı spesifik afiniteleri zayıftır (Tablo 1.2).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24


Bakterilerin Genel Özellikleri ve Bakteriyel Patojenite

Tablo 1.2. Ekzotoksin ve endotoksinlerin genel özellikleri [6]


Ekzotoksinler Endotoksinler
Canlı hücrelerden salınır. Gram negatif bakteri hücre duvar
(Gram pozitif ve negatif) parçasıdır, bakteri ölünce ya da ürerken
açığa çıkar.
Polipeptid yapıdadır Lipopolisakkarit yapıdadır.
Isıya dayanıksızdır (60˚C üzerinde hızla harap Isıya kısmen dayanıklıdır (60oC üzerinde
olur.). saatlerce toksik etkisini kaybetmez.).
Antijenik özelliği kuvvetlidir. Zayıf immunojendirler.
Formalin, asit, ısı ile antijenik ancak toksik Toksoid formu yoktur.
olmayan forma döner (Toksoid form;
aşılamada kullanılır.).
Yüksek oranda toksiktir. Orta derecede toksiktir.
Genellikle hücrelerdeki spesifik Hücrelerde spesifik reseptörleri bulunmaz.
reseptörlerine bağlanır.
Genellikle konakta ateş yapmaz. Ateşe yol açar.
Sıklıkla ekstrakromozomal genlerle yönetilir. Kromozomaldir.

Sideroforlar (Mikrobial demir kelatörleri)


Demir birçok aerob ve aerotolerant mikroorganizmanın yaşaması ve
çoğalması için çok gerekli bir elementtir. Ayrıca demir içeren bazı enzimlerin
(sitokrom, katalaz) sentezlenebilmeleri için de demire gereksinim
vardır. Escherichia ve Salmonella türlerinde demir bağlayan protein olan
enterochelin polimerize ferrik demirin hücre içine girmesini sağlar. Demir bağlayan
proteinlere bakterilerde siderofor adı da verilmektedir. Ortamlarda demirin varlığı
bakterilerin üremesi ve toksin sentezleri üzerine olumlu etkide bulunur.

BAKTERİYEL İNFEKSİYONLARDA PATOGENEZ


İnsanlar ve hayvanlar yaşamları boyunca mikroorganizmalarla etkileşim
içindedirler. Mikroorganizmaların büyük bir çoğunluğu hastalık etkeni değilken,
çok az bir kısmı patojenik karakterde olup insan ve hayvanlarda çeşitli
infeksiyonlar meydana getiriler. Bir bakteriyel infeksiyonun oluşum
mekanizmasına ait aşamalar aşağıdaki gibidir:
Bakteriyel bir infeksiyon  Konakçı vücuduna giriş (bulaşma)
sırasıyla; konakçı vücuduna  Konak hücrelere adezyon ve takiben invazyon
giriş, konakçı hücrelere  Üreme
adezyon ve invazyon,  Konak hücrelerde hasar oluşturma
üreme ve konak hücrelerde Bütün bunların gerçekleşmesinde mikroorganizmaya (örneğin; virulens),
hasar oluşturma konağa (örneğin; yaş, bağışıklık durumu gibi) ve çevreye ait faktörler (örneğin;
basamaklarından oluşur. sıcaklık gibi) etkili olmaktadır.

Konakçı Vücuduna Giriş (Bulaşma)


Mikroorganizmaların hastalık yapabilmesindeki ilk basamak, vücuda
giriştir. Bu olay giriş kapıları olan ağız, yutak ve sindirim sistemi, burun, larinks ve
trachea ve akciğerler, genital organlar, göz konjunktivası ve deriden girişle
gerçekleşir. Bazı bakteriler tek bir yoldan vücuda giriş yaparken bazıları da farklı
birçok yoldan vücuda girer. Örneğin; B. abortus sindirim, deri, konjuktiva, solunum
gibi çeşitli yollardan vücuda giriş yaparak hastalık oluştururken, Lyme hastalığı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25


Bakterilerin Genel Özellikleri ve Bakteriyel Patojenite

etkeni Borrelia burgdorferi, kenelerin kan emmesi sonucu deriden vücuda giriş
yapmasıyla ortaya çıkar.
Farklı yollardan vücuda giriş yaparak infeksiyon oluşturan bakterilerin
yaptıkları hastalığın klinik tablosu girdikleri yere göre değişebilir. Örneğin; B.
anthracis sporları solunum yolu ile alınmışsa, akciğer şarbonu, deri yoluyla
alınmışsa girdiği yerde püstül ve ödem (kasap çıbanı), sindirim yoluyla alınmışsa da
gastrointetinal şarbonu meydana getirir.
Ayrıca bakterilerin hastalık yapabilmeleri için bunların uygun yolla girmeleri
de gereklidir. Örneğin, S. typhi sindirim yolu ile alınırsa vücudu istila edebilir ve
hastalık meydana getirebilir. Deriden girerse çok nadiren vücuda yayılabilir. Aynı
şekilde, tetanoz toksinleri sindirim yoluyla alınırsa hastalık oluşturmaz.

Adezyon ve İnvazyon
Bakteriler konakçı vücuduna girdikten sonra sahip oldukları fimbrial ve
afimbrial adezyon molekülleri aracılığıyla ilgi duydukları hücrelerdeki özel reseptör
bölgelere tutunurlar. Fimbrial adezinler konakçı hücre yüzeyinde bulunan
galaktoz, mannoz gibi moleküller içeren özel reseptör bölgelere tutunurlar ve bu
olay fimbrial adezyon, afimbrial moleküller aracılığıyla gerçekleşen tutunma olayı
ise afimbrial adezyon adını alır. Gerçekleşen bu tutunma olayları spesifik bir
karakter taşırken bunlardan farklı olarak glikokaliks, S katmanı gibi yapılar spesifik
olmayan tutunma gerçekleştirirler. Spesifik adezyonda bakterinin tropizm
gösterdiği hücrelere hedef alındığı için bu hücre ve dokular etkilenir. Örneğin;
solunum sistemine affinite duyan bir bakteri pnömoni tablosu oluştururken,
genital sistemi etkilemez.
Adezyon aşamasının ardından invazyon gerçekleşir. Bu olay bakterilerin
girdiği yerde yerleşmesi, üremesi ve buradan çeşitli yollarla (kan, lenf ve sinir
sistemi) dokulara yayılmasını kapsar. Kollejenaz, hyaluronidaz gibi faktörler
invazyonda önemli rol üstlenirler. Bazı bakteriler (Salmonella, Listeria türleri)
hücre aralıkları veya makrofajlar aracılığıyla dokulara invaze olur. Bazıları konak
hücresinin oluşturduğu pseudopodlarla yutulup, konak hücre içinde vakuole
İntrasellüler bakteriler hapsolur; ancak vakuol içinde üreyebilirler (Legionella), bazıları vakuolden
makrofaj, nötrofil gibi kurtulup sitoplazma içinde çoğalır (Yersinia). Bazıları da bu aşamada savunmanın
savunma elemanları
bir parçası olan lizozimlerce yok edilir.
içerisinde üreyerek bu
hücreler vasıtasıyla Konak Hücrede Üreme
vücudun çeşitli
bölgelerine yayılırlar. Bakteriler, konakçı vücudunda yerleştikleri doku ve organlarda pH, besin vs.
bakımından uygun şartları yakaladıkları zaman çoğalmaya başlarlar. Bazı bakteriler
kanda bazıları da farklı hücre ve dokularda ürerler. İntrasellüler (hücre içi)
bakteriler olarak adlandırılan bu bakteriler özellikle makrofajlar, nötrofiller gibi
vücudun savunma elemanları içinde de üreyerek bu hücreler vasıtasıyla vücudun
çeşitli bölgelerine yayılırlar. Hatta bu hücreleri parçalayarak ortama yayılır ve diğer
hücreleri de infekte ederler. Örneğin; B. abortus, Mycobacterium bovis.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 26


Bakterilerin Genel Özellikleri ve Bakteriyel Patojenite

Konakçıda Hasar Oluşumu


Konakçı vücudunda çoğalmaya ve yayılmaya başlayan etkenler
ekzotoksinleri veya endotoksinleriyle vücutta hasarlar oluştururlar. Bu mekanizma
ekzotoksijenik ve endotoksijenik olmak üzere iki şekilde gerçekleşir.
Ekzotoksijenik mekanizma: Bakterilerin önemli virulens faktörlerinden olan
ekzotoksinler birkaç farklı mekanizma ile vücutta tahribata neden olurlar. Bazı
ekzotoksinler yemlere bulaşmış bakteriler tarafından üretilir ve sindirim yoluyla
alındıkları taktirde gıda zehirlenmelerine neden olurlar. Örneğin; C. botulinum ile
Lipit A, Gram negatif kontamine yemlerin hayvanlar tarafından tüketilmesi, yine insanların bu etkenle
bakterilerde önemli bir kontamine gıdaların (konserve gibi) tüketimi ile ortaya çıkan felç tablosuyla
endotoksin olup yangı
karakterize botulismus hastalığı gibi.
oluşumunda rol oynar.
Endotoksijenik mekanizma; Gram negatif bakterilerin dücre duvarı
yüzeylerinde antijenik karakterdeki, lipit A (lipopolisakkaritin toksik olan parçası)
bakteri ölümünden sonra ya da üremesi sırasında ortama yayılarak yangı
oluşturur. Bu durum ateş, hipotansiyon, lökopeni, beyin, kalp yetmezlikleri ile
sonuçlanır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 27


Bakterilerin Genel Özellikleri ve Bakteriyel Patojenite

•Bakterilerin sınıflandırılması ve isimlendirilmesi

Özet
•Bakteriler morfolojik, genotipik ve filogenetik bilgiler ele alınarak sınıflandırılır.
Bunlar içerisinde de en güvenilir olanı genotipik sınıflandırmadır. Bu
sınıflandırma sisteminde yer alan taksonomik yapıda, en büyüğü alem olmak
üzere onu takiben bölüm, sınıf, takım, aile, cins ve son olarak en özel takson tür
bulunur. Bakterilerin isimlendirilmesinde kullanılan binomial (ikili) sisteme göre
her organizma ismi italik veya altı çizili yazılmak suretiyle birincisi cins (büyük
harfle başlar) ve ikincisi tür adı (küçük harfle başlar) olmak üzere iki kısımdan
oluşmaktadır.
•Bakterilerin makroskobik ve mikroskobik morfolojileri
•Bakteriler uygun bir katı besiyerinde ve uygun şartlarda üretildiklerinde koloni
adı verilen ve S, R, M ve L olmak üzere 4 farklı morfolojide topluluklar
oluştururlar. Mikroskobik morfolojilerine göre bakteriler yuvarlak (kok), çomak
(basil), sarmal (spiral ) ve pleomorfik olmak üzere 4 farklı gruba ayrılmaktadır.
•Bakterilerin anatomik yapıları
•Bakteriler dış ve iç yapılar olmak üzere iki anatomik yapı altında incelenir. Dış
yapılar hücre duvarı, kapsül, flagella, aksiyal filament ve pilustan oluşur ve genel
olarak bakteriye şekil verme, bakteriyi dış etkilere karşı koruma vs. gibi
fonksiyonları üstlenir. Hücre zarı, sitoplazma, mezozom, ribozom, sitoplazmik
granüller, pigmentler, sporlar, transpozonlar, bakteriyofajlar ve plazmidlerden
oluşan iç yapılar genetik madde aktarımı, sporulasyon, enerji kaynakları vs. gibi
farklı görevleri üstlenirler.
•Bakterilerin beslenmesi
•Bakterilerin de yaşayabilmeleri ve üreyebilmeleri için ihtiyaç duydukları
besinleri bulundukları ortamdan alarak veya bünyelerinde sentezleyerek
sağlarlar. Doğada çok az besin maddesi içeren minimal ortamlarda yaşayan
bakteriler kadar, daha kompleks ve besin maddelerince zengin ortamlarda
üreyenler de mevcuttur. Bakteriler beslenme şekillerine göre sınıflandırılırken,
karbon, enerji ve hidrojen/elektron kaynakları temel alınmıştır.
•Bakterilerde metabolizma
•Mikrobiyal metabolizma bakterilerin yaşamak ve üremek için ihtiyaç duydukları
enerji ve besinleri bulundukları ortamlardan sağladıkları bir biyokimyasal
rekasiyonlar dizisidir. Gıdalar basit difüzyon ya da aktif transport ile alınır.
Bakteriyel metabolizma anabolizma ve katabolizma reaksiyonlar dizisinden
oluşmaktadır.
•Bakterilerde üreme ve üreme üzerine etkili faktörler
• Bakteriler kısa eksenleri boyunca ortadan ikiye bölünerek ürerler. Her
bölünmeye generasyon ve iki generasyon arasında geçen zamana generasyon
süresi denir. Normal bir bakteri üreme eğrisi latent dönem, üreme, durma ve
ölme dönemleri olarak 4 evreden oluşur. Bakterilerin üremeleri ısı, osmotik
basınç, çalkalama vs. gibi birçok faktörden etkilenir. Bakteriler oksijene olan
ihtiyaçlarına göre aerob, anaerob, fakültatif anaerob, mikroaerofilik ve
aerotolerant, üreme ısılarına göre psikrofil, meofil ve termofil olarak
gruplandırılır.
•Konakçı direnci
•Konakçı direnci bakteriyel infeksiyonlarla karşılaşan vücudun genel ve özel
savunma mekanizmaları ile karşı koyması, kendini koruması ve sonuçta etkeni
ortadan kaldırmasıdır. Bu direnç , doğal ve edinsel bağışıklık olarak iki temel
mekanizma tarafından sağlanır. Konak canlıların yapısal (anatomik, fizyolojik vs.)
ve kalıtsal karakterleri ile ilişkili olarak, dışardan vücuda giren patojenik,
apatojenik etkenlere, çeşitli substanslara yönelik genel savunma mekanizması
yardımı ile karşı koyması ve kendini korumasına doğal direnç adı verilir. Doğal
direncin oluşumunu sağlayan primer ve sekonder savunma mevcuttur. Edinsel
bağışıklık ise aktif (doğal aktif ve doğal pasif ) ve pasif bağışıklık (yapay aktif ve
yapay pasif ) olmak üzere iki kısımda incelenir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 28


Bakterilerin Genel Özellikleri ve Bakteriyel Patojenite

•Patojenite

Özet(Devamı)
• Mikroorganizmaların hastalık oluşturma yeteneklerine patojenite, bu
yeteneğe sahip bakterilere patojen bakteriler denir. Konakçı vücuduyla
temasa geçen patojenler, çeşitli adezyon molekülleri ile konakçı hücre
yüzeylerindeki özel reseptörlere bağlanırlar.Yerleştikleri bölgelere göre
lokalize, sistemik infeksiyonlar gibi çeşitli infeksiyonlara neden olurlar.
•Virulens, Virulens faktörleri
•Patojen bakterilerin insan ve hayvanlarda hastalık yapma şiddetleri veya
güçleri virulens olarak adlandırılır. Kapsül, teikoik asit, hemolizin,
koagülaz vb. faktörler adezyon ve invazyonda görev alan virulens
faktörleri arasındadır. Bazı bakteriler, gerek in vitro ve gerekse in vivo
olarak üretildiklerinde birçok türde toksin ve toksik maddeler sentezler.
Toksinler ekzotoksin ve endotoksin olarak iki grupta incelenir.
•Bakteriyel infeksiyonlarda patogenez
•Bakterilerin infeksiyon oluşturabilmesi için öncelikle konakçı vücuduna
giriş yapması ve bunun için de ağız, akciğerler, genital organlar, göz
konjunktivası ve deri gibi bariyerleri aşması gerekir. Vücuda giren
patojenler fimbrial ve afimbrial adezyon molekülleri aracılığıyla
hücrelerdeki özel reseptör bölgelere tutunurlar ve buralarda
yerleşmeye, üremeye ve çeşitli yollarla (kan, lenf ve sinir sistemi)
dokulara yayılmaya başlarlar. İntrasellüler bakteriler olarak isimlendirilen
bakteriler vücudun çeşitli savunma elemanları içerisinde ürer ve bunlar
aracılığıyla tüm vücuda yayılırlar. Sahip oldukları ekzotoksinleri veya
endotoksinleriyle vücutta hasarlar oluştururlar. Endotoksijenik ve
ekzotoksijenik infeksiyon mekanizmaları ile bu hasar oluşumlarını
gerçekleştirirler.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 29


Bakterilerin Genel Özellikleri ve Bakteriyel Patojenite

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Taksonomik sıralamada âlemden sonra gelen hiyerarşik düzen
aşağıdakilerden hangisinde doğru verilmiştir?
a) Sınıf, takım, bölüm, cins, aile, tür
b) Takım, bölüm, sınıf, aile, cins, tür
c) Sınıf, aile, bölüm, takım, cins, tür
d) Aile, bölüm, sınıf, cins, takım, tür
e) Bölüm, sınıf, takım, aile, cins, tür

2. Bakteri isimlerinden hangisi nomenkulatöre uygun olarak yazılmıştır?


a) C. botulinum
b) Mycobacterium Bovis
c) e. coli
d) c.Tetani
e) P. Multocida

3. PPLO görünüşü bakımından sahanda yumurtaya benzeyen koloni formu


aşağıdakilerden hangisidir?
a) R koloni formu
b) L koloni formu
c) M koloni formu
d) S koloni formu
e) A koloni formu

4. Bakteri sporları ile ilgili verilen bilgilerden hangisi yanlıştır?


a) Bakterilerde spor oluşumu gen denetimi altındadır.
b) Spor oluşumu Bacillaceae familyasının önemli ve ayırıcı bir özelliğidir.
c) Bakteriler sporulasyon yolu ile bölünüp çoğalır.
d) Yuvarlak ve sarmal biçimindeki bakterilerde spor oluşumuna
rastlanmamıştır.
e) Germinasyon sonucu genelde bir spordan bir bakteri oluşur.

5. Kapsül ile ilgili verilen bilgilerden hangisi yanlıştır?


a) Giderilmesi durumunda bakteri yaşamına devam edemez.
b) Bakteriye antifagositik özellik kazandırır.
c) Giemsa gibi özel boyama yöntemleriyle boyanır.
d) K antijeni olarak ifade edilir.
e) B. anthracis’te protein yapıdadır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 30


Bakterilerin Genel Özellikleri ve Bakteriyel Patojenite

6. Sıvı ortamda bakterilerin üreme dönemi olan logaritmik dönem ile ilgili
verilen bilgilerden hangisi doğrudur?
a) Bakteri metabolizması artmıştır.
b) Fiziksel ve kimyasal etmenlere karşı oldukça dirençli oldukları dönemdir.
c) Bakteriler fizyolojik olarak inaktiftir.
d) Bu dönemde bakteri sayısında artış olmaz.
e) Hücre bölünmesi durmuştur.

7. Üremeleri için %5-10 CO2’e ihtiyaç duyan bakterilere ne ad verilir?


a) Aerob bakteriler
b) Aerotolerant bakteriler
c) Anaerob bakteriler
d) Fakültatif anaerob bakteriler
e) Mikroaerofilik bakteriler

8. İnsan ve hayvalarda hastalık meydana getiren bakteriler hangi grupta yer alır?
a) Mikroaerofilik bakteri
b) Psikrofilik bakteri
c) Termofilik bakteri
d) Mezofilik bakteri
e) Asidofilik bakteri

9. Ekzotoksinlerin özelliği aşağıdakilerden hangisidir?


a) Sadece Gram negatif bakterilerde bulunur.
b) Toksoid forma dönüşmez.
c) Dış ortama salınır.
d) Antijenik özelliği kuvvetlidir.
e) Isıya dayanıklıdır.

10. Bakterilerin invazyon faktörleri arasında aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?


a) Kollegenaz
b) Hyaluronik asit
c) Fimbria
d) Lökosidin
e) Koagulaz

Cevap anahtarı:
1.e, 2.a, 3.b, 4.c, 5.a, 6.a, 7.e, 8.d, 9.d, 10.c

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 31


Bakterilerin Genel Özellikleri ve Bakteriyel Patojenite

YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Tille PM. (2017). Microbial Taxonomy. Bailey &Scott’s Diagnostic
Microbiology.Fourteenth Edition. Elsevier. Brookings, Dakota.
[2] Çarlı T, Diker KS, Yardımcı H, Şen A, Ülgen M, Çetin C, Akan M, Sareyyüpoğlu
B.
(2011). Bakteriyal İnfeksiyonlarda Patogenez. TC Temel Veteriner
Mikrobiyoloji ve İmmunoloji. TC Anadolu Üniversitesi yayını No:2338. Açık
Öğretim Fakültesi Yayını No: 1335.
[3] Kumar S. (2012). Textbook of Microbiology. (1st edition). New Delhi, India
[4] Endospore. 8 Kasım 2018 tarihinde
file:///C:/Users/kau/Downloads/practicalmicrobiology.pdf adresinden erişildi.
[5] Bakterilerin Genel Özellikleri. 01 Ekim 2018 tarihinde
https://acikders.ankara.edu.tr/course/view.php?id=5407 adresinden erişildi.
[6] Maier RM,
Environmental Microbiology. 2nd Edition. Elsevier. Pepper IL, Gerba CP. (2000,
2009). Microbial Growth. Chapter 3.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 32


BAKTERİYEL GENETİK VE GENETİK
TABANLI TESTLER

• Bakterilerde DNA ve RNA


VETERİNER MİKROBİYOLOJİ
İÇİNDEKİLER

•Replikasyon
•Transkripsiyon ve Translasyon VE İMMÜNOLOJİ
• Mutasyon Dr. Öğr. Üyesi Mehmet
• Ekstrakromozomal Genetik
Elementler Cemal ADIGÜZEL
• Genetik Tabanlı Testler

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


•DNA ve RNA'nın yapısı
HEDEFLER

bilebilecek,
•Bakterilerde gelişen mutasyon
çeşitlerini öğrenebilecek,
•Bakterilerde bulunan
ekstrakromozomal elementleri
bilebilecek,
•Genetik materyalin
tanımlanmasında kullanılan
testleri öğrenebileceksiniz.
ÜNİTE

2
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı
ve dağıtımı yapılamaz.
Bakteriyel Genetik ve Genetik Tabanlı Testler

BAKTERİYEL GENETİK VE GENETİK TABANLI


TESTLER

Ekstrakromozoma
Bakterilerde DNA Genetik Tabanlı
Mutasyon l Genetik
Ve RNA Testler
Elementler

Mutasyonun
Replikasyon Plazmidler Dna’nın Analizi
Nedenleri

Mutasyonun Tüm Bakteriyel


Bakteriyofaj
Türleri Genom Dizileme
Transkripsiyon Ve
Translasyon
Transpozonlar Ve Moleküler
İnsersiyon Hibridizasyon
Sekansları (Is-
Mutasyonların elementleri)
Onarımı
Polimer Zincir
Reaksiyonu (PCR)

Genetik
Mühendisliğinin
Bakterilerdeki
Uygulamaları Özgün Fragman
Uzunluğu
Polimorfizmi
(Restriction
Fragment Length
Polymorphism;
RFLP)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2


Bakteriyel Genetik ve Genetik Tabanlı Testler

GİRİŞ
Bir türün hayatta kalması için kendini çoğaltma kapasitesine sahip olması
gerekir. Tek hücreli mikroorganizmalarda üreme, hücre bölünmesi,
tomurcuklanma veya mitoz bölünme olmak üzere üç şekilde meydana gelebilir.
Fakat bu yeniden üretim şekilleri, hücre kütlesinin sadece basit bir şekilde
bölünmesinden daha önemli bir aktiviteyi içerir. Genetik materyal kalıtımdan
sorumlu olduğu için, normal fonksiyonunu sağlamak için her bir hücre doğru
şekilde kopyalanmalı ve ayrılmalıdır. Bu genetik materyal, çeşitli seviyelerde
çalışılabilen uzun, kodlanmış bir DNA molekülüdür.
Genom, bir hücrenin genetik materyalinin toplamıdır. Her ne kadar
genomun çoğu kromozom formunda olsa da, genetik materyal kromozom dışı
bölgelerde de görülebilir. Örneğin, bakteri ve bazı mantarlar sitoplazmalarında
Genom, bir hücrenin genetik materyal taşıyan çok küçük DNA parçaları (plazmidler) taşırlar. Her bir
genetik materyalinin organizmanın spesifik genomu benzersiz olsa da nükleik asit yapısının ve
toplamıdır. fonksiyonunun genel modeli tüm organizmalar arasında benzerdir.
Kromozom genel olarak, düzgünce paketlenmiş uzun bir DNA molekülünden
oluşan ayrı bir hücresel yapıdır. Ökaryotlar ve bakteriyel hücrelerin kromozomları
çeşitli açılardan farklılık gösterir. Ökaryotik kromozomların yapısı, histon
proteinleri etrafına sıkıca sarılmış bir DNA molekülden oluşur. Oysa bakteri
kromozomu (kromatin gövdesi) yoğunlaştırılmış ve histonel proteinler vasıtasıyla
bir pakete tutturulmuştur. Ökaryotik kromozomlar çekirdekte bulunur, sayıları
birkaç ile yüz arasında değişir. Çiftler (diploid) veya tekler halinde (haploid)
bulunabilirler ve uzamış görünürler. Buna karşılık, çoğu bakteri tek veya dairesel
bir kromozoma sahiptir; ancak lineer veya çoklu kromozomlara sahip birkaç
bakteride istisnalar vardır.
Tüm hücrelerin kromozomları gen adı verilen temel bilgi paketlerine ayrılır.
Bir gen, birden fazla perspektiften tanımlanabilir. Bu terim klasik genetikte, bir
organizmada verilen bir özellikten sorumlu kalıtımın temel birimi anlamına gelir.
Moleküler ve biyokimyasal anlamda, belirli bir hücre fonksiyonu için bilgi sağlayan
kromozom üzerinde bir bölgedir. Daha spesifik olarak, bir protein veya RNA
molekülü yapmak için gerekli kodu içeren belirli bir DNA segmentidir. DNA, çift
sarmal yapıda deoksiriboz, fosfat ve azotlu bazlardan oluşan çok uzun bir
moleküldür. Çift iplikçikli yapısında, timin ile adenin ve guanin ile sitozin çiftleri
eşleşmiş halde bir arada tutulur. Bu bölümde, DNA’nın yapısını, işlevini ve nasıl
kopyalandığını, nasıl değiştiğini, bir hücreden diğerine nasıl aktarıldığını
inceleyeceğiz.

BAKTERİYEL GENETİK VE GENETİK TABANLI TESTLER


Bakterilerde DNA VE RNA
Prokaryotik yapıya sahip olan bakterilerde gen replikasyonu DNA tarafından
gerçekleştirilmektedir. DNA, nükleotid adı verilen yapıtaşlarının çift sarmal halde,
deoksiriboz şekeri, iki pürin (adenin, A ve guanin, G) ve iki pirimidin (timin, T ve

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3


Bakteriyel Genetik ve Genetik Tabanlı Testler

sitozin, C) bazları ile bu yapıları birbirine ester bağlarıyla bağlayan fosfat


moleküllerinden meydana gelir [1].
Pürin veya pirimidin bazlarının yapısındaki nitrojen atomları ile pentoz
şekerlerinin yapısındaki karbon atomları arasında bağ kurulması sonucu elde
edilen bileşiğe nükleosid adı verilir. Nükleosidlerde yapısındaki pentoz
moleküllerinin fosfat molekülleri ile birleşmesi sonucunda nükleotidler meydana
gelir. Nükleotidlerin polimerizasyonu ile oluşan DNA iplikçiği bir polinükleotid
olup, DNA molekülü bu özelliğe sahip iki iplikçiğin yan yana gelip hidrojen bağları
ile bağlanması sonucu meydana gelen sarmal bir yapıdır. Birleşme esnasında
adenin her zaman timin ile eşleşirken, guanin de sitozin ile eşleşir. Adenin ve timin
arasında iki, guanin ve sitozin arasında ise üç hidrojen bağı kurulur (Şekil 2.1) [1].
Deoksiriboz içeren nükleotidler deoksiribonükleotitler olarak adlandırılır ve
DNA'da bulunan formlardır. Ribozu içeren nükleotitler ribonükleotitler olarak
adlandırılır ve RNA'da bulunur. Hem DNA hem de RNA adenin, guanin ve sitozinli
nükleotitler içerir; ancak RNA’da timin yerine urasil nükleotidi bulunur. Ayrıca
RNA, tek zincirli yapıya sahiptir [1].

Nükleosidlerin Şekil 2.1. DNA ve RNA’nın yapısı [2]


yapısındaki pentoz
Her bir DNA zinciri ana molekül olarak görev yapar. Bu DNA zincirlerinin
moleküllerinin fosfat
molekülleri ile karşısına uygun olan nükleotid bazlarının yerleşmesi ile kendi eş molekülünün
birleşmesi sonucunda sentezler. Birbirinden ayrılmış ve kendi eşini sentezleme yeteneğine sahip her bir
nükleotidler meydana ana DNA molekülüne (zincirine) templeyt adı verilir. Bakteri bölünmeye
gelir. başlamadan önce yeterli düzeyde genetik materyali kopyalaması gerekir. İşte yeni
bir DNA molekülünün üretimi için yapılan kopyalama işine replikasyon, DNA
kullanımıyla RNA sentezlenmesi işlemine ise transkripsiyon adı verilir. Bu
işlemlerin gerçekleşmesi esnasında DNA işlemi için gerekli temel enzim DNA
polimeraz enzimidir. Sentezi sürecinde polimeraz enzimi bazı yanlış nükleotid

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4


Bakteriyel Genetik ve Genetik Tabanlı Testler

dizilerinin oluşumunu engelleyemeyebilir ve mutasyonlar oluşabilir. DNA bu


mutasyonların oluşmasını engellemek için düzeltme mekanizmaları geliştirmiştir.
Bunlara hata düzeltme veya yanlış okumayı bulma sistemleri denir. Bu şekilde
bakterilerde meydana gelebilecek farklı mutasyonlar önlenmeye çalışılır. Ancak
hata düzeltme işlemi replikasyon işleminin uzamasına neden olur [1].

Bireysel Etkinlik

• Bakteri genomundaki DNA ve RNA'nın yapısındaki farklar


nelerdir?

Replikasyon
Bakteri kromozomu tüm hücresel işlemlerin yürütüldüğü ve hücresel
özelliklerin tanımlandığı yerdir. Bu nedenle, bu bölgenin hatasız bir şekilde
sentezlenmesi gerekmektedir. Bakteri kromozomu tek sirküler (streptomiçeslerde
Bakteri kromozomu lineer–doğrusal) yapıdadır. DNA’sına ek olarak plazmid veya bakteriyofaj olarak
sirküler yapıda iken,
adlandırılan ekstrakromozomal genetik elementleri barındırır. Bu
insan kromozomu
lineer yapıdadır. ekstrakromozomal elementler bakteri DNA’sından bağımsız olarak yer alır ve bir
hücreden diğerine aktarılabilir. Bazı plazmidler bulunduğu bakteri türünün tüm
üyelerinde bulunabilir. Böyle plazmidlere temel plazmidler veya ek kromozomlar
adı verilir [1, 2, 3].
Bakteri kromozomunun replikasyonu, hücrenin büyüme hızına bağlı bir
olaylar dizisi tarafından tetiklenir. Replikasyon, kromozom üzerinde yer alan oriC
adı verilen özel bir bölgeden başlatılır. Bu işlemler sırasında DNA iplikçiklerini
ayırarak onları açık hale getiren helikaz, replikasyonda kullanılacak primerleri
sentezleyen primaz ve sadece ortamda primer dizisi bulunduğunda 5’-3’ yönünde
primerleri ekleyen DNA kopyasını sentezleyen DNA polimeraz enzimi gibi birçok
Semikonservatif, yeni enzim görev alır [1, 2, 3].
sentezlenen DNA çift
sarmalındaki bir zincirin Yeni DNA, her iki DNA iplikçiğinin şablon olarak kullanılması sonucunda
eski DNA, ikinci zincir semikonservatif olarak sentezlenir. Çift iplikçik açıldıkça sentez gerçekleşir ve bu
ise yeni sentezlenen işlem iki yönlü olarak devam eder. Öncü iplikçik sürekli olarak 5’-3’ yönünde
zincir olmasıdır. kopyalanırken, diğer iplikçik (geciktirilmiş iplik) RNA primerleri kullanılarak birçok
DNA parçası olarak sentezlenir. Öncü iplikçikteki DNA, şablon uzunluğunca
sentezlenir. Elde edilen parçalar DNA ligaz enzimi yardımıyla bağlanır.
Replikasyonun doğrulamak ve yapılan herhangi bir hatayı düzeltmek üzere DNA
polimeraz enzimi etkin rol oynar. Polimeraz enzimi iplikçik boyunca ilerleyerek her
pozisyonda uygun nükleotidi yerleştirir. Replikasyon, başlangıç noktasının 180
derece karşısına ulaştığında sona erer. Olgun DNA’da her pozisyondaki adenin
artıklarına metil gruplarının eklenmesiyle DNA metile edilir. Yeni sentezlenen
DNA’nın ise sadece bir sarmalı metillenmiş durumda olduğu için tekrar replike
olmaz. Bu molekül ancak her 2 sarmalı da metillenince replikasyona hazır hale
gelir. Genel olarak E. coli denen bakteride bu süreç replikasyon başlangıcı ile hücre

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5


Bakteriyel Genetik ve Genetik Tabanlı Testler

bölünmesini de içine aldığında yaklaşık 60 dakika sürer. Ancak uygun koşullarda bu


süre 20 dakikaya düşebilir. Replikasyon süreci boyunca DNA üzerinde büyük bir
gerilim yükü oluşur. Bu gerilim yükü topoizomerazlar (örn, giraz) tarafından
azaltılır. Topoizomerazlar bakteriler için hayati öneme sahip enzimlerdir [1, 2, 3].

Transkripsiyon ve Translasyon
Bakteri replikasyonu süreci içerisinde kalıp DNA’dan RNA molekülü
sentezlenir. Bu işlem transkripsiyon olarak adlandırılır. RNA ürünü, sentezini
yönlendiren kalıp DNA’yı tamamlayıcı bir diziye sahiptir. RNA polimerizasyonu da
adlandırılan transkripsiyon işleminin başlaması için başlangıç dizisi gerekmez. RNA
polimerizasyonunda ilk olarak, bilginin RNA polimeraz yardımıyla ulak RNA'ya
(messenger RNA; mRNA) dönüştürülmesi gerekir (transkripsiyon). DNA sentezinde
olduğu gibi, RNA dizisi 5’ – 3’ yönünde yapılır. Ancak kopyalama ve çoğaltma
arasında büyük farklılıklar vardır. İlk olarak, nispeten kısa moleküller üretilir ve
DNA ipliklerinden sadece biri kopyalanır. RNA tek iplikçik olduğu için tek bir enzim
kullanılarak sürekli olarak üretilebilir. Ayrıca nispeten kısa tek iplikli RNA'nın
üretimi daha az topolojik problemlere neden olur ve DNA replikasyonu için gerekli
olan helikazlar ve topoizomerazlara gerek yoktur. RNA polimeraz primere ihtiyaç
duymadığı için sentez işlemini baştan başlatabilir. Bu yüzden transkripsiyon DNA
replikasyonundan çok daha basittir [1, 2, 3].
Translasyon, mRNA formunda bulunan genetik şifrenin, protein oluşturmak
Translasyon, mRNA
formunda bulunan üzere aminoasit dizisine dönüştürülmesi işlemidir. Her aminoasit, kodon olarak
genetik şifrenin, protein bilinen üç baz dizisi halinde yazılır. Her kodon farklı bir aminoasiti kodladığı gibi
oluşturmak üzere bazıları mRNA sentezini durdurma ve başlatmada görev alır. Bu şekilde toplam 64
aminoasit dizisine kodon mevcuttur. UGA kodonu normalde bir durducu kodon olmasına rağmen
dönüştürülmesi bazen sistein ve triptofan aminoasitlerini kodlayabilir. Bu durum haricinde geri
işlemidir. kalan tüm kodlar her canlı türünde aynı bilgiyi içermektedir [1, 2, 3].
Bakterilerde protein sentezinin yapıldığı yer olan ribozom, çökme
katsayılarına göre 50S ve 30S olmak üzere iki alt üniteden oluşmaktadır. Tüm
ribozomal ünite 70S olarak tanımlanır. 50S kısmı 23S ve 5S’lik iki RNA molekülü ve
buna ilaveten 31 farklı polipeptid içerir. 30S’lik alt birim ise 16S’lik tek parça ve 21
polipeptid barındırır. Protein sentezi metiyonin kodonu (AUG) gibi başlangıç
kodonlarının 30S ribozom alt birimine bağlanıp başlangıç kompleksi oluşturmasıyla
başlar. 50S ribozom alt biriminin bu komplekse bağlanması, mRNA sentezini
başlatır. Ribozomun A (aminoaçil) ve P (peptidil) bölgesi olmak üzere iki adet tRNA
bağlanma bölgesi bulunmaktadır. Bu bölgeler ribozoma bağlanan transfer RNA
(tRNA) ile mRNA üzerindeki kodon dizisi arasında baz eşleşmesine olanak sağlar. A
bölgesini, ikinci kodona karşılık gelen tRNA doldurur. A bölgesine bağlanan
aminoasit karboksil grubu ile peptid bağı oluşturur ve P bölgesinde boş kalan tRNA
ribozomdan ayırılır. Hemen ardından ribozom mRNA üzerinden tam üç nükleotid
boyunca kayar, böylece üzerinde olgunlaşmamış peptidi taşıyan tRNA’yı P
bölgesine transfer eder, sonraki kodonu ise A bölgesine getirir. tRNA’nın taşıdığı
uygun kodon A bölgesine taşınır. Bu basamaklar tekrarlanır ve oluşan proteinler
sitoplazmaya bırakılır. Translasyon, üç sonlandırma kodonlarından birinin A
bölgesini doldurmasına kadar devam eder. Sonlandırma kodonlarından sonra

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6


Bakteriyel Genetik ve Genetik Tabanlı Testler

ribozomdan mRNA’nın ayrılması için “polipeptid zinciri serbestleştirme faktörü”


salınır [1, 2, 3].
Translasyon işlemi sonunda oluşan aminoasitler birbirlerine bağlanarak
bakteriye özgü polipeptid moleküllerini şekillendirirler. Bu polipeptid zincirlerinin
aktif proteinlere dönüştürülmesi için bazı biyolojik işlemlerden geçerler ve bakteri
tarafından hücresel aktivitede kullanılırlar [1, 2, 3].

Mutasyon
DNA'nın doğru bir şekilde replikasyonu bakteri için hayati öneme sahiptir.
Ancak her ne kadar DNA tamir sistemleri olsa da, bazen dizilimde hatalar meydana
gelir. DNA'daki nükleotid dizisindeki herhangi bir kalıtsal değişime mutasyon denir.
Bu mutasyonların çoğu, bakteriler üzerinde zararlı etkiye sahip olup ölümcül
olabilir [2, 3, 4].
Doğal, değişmemiş bir özellik sergileyen bir mikroorganizma saha suşu (wild
type) olarak bilinir. Bir mikroorganizma mutasyon taşıyorsa buna da mutant suş
denir. Mutant suşlar, morfolojik değişiklikler, besinsel gereksinimleri, genetik
kontrol mekanizmaları, kimyasallara karşı direnç, sıcaklık tercihi ve enzimsel
faaliyetlerinde farklılıklar görülebilir. Mutant suşlar, özellikle genetik olayları
izlemek, genetik organizasyonu çözmek ve genetik belirleyicileri saptamak için
kullanılmaktadır. Mutant suşları tespit etmek için besi yerine çeşitli maddeler
katılarak hangi maddeleri kullanıp kullanmadı belirlenerek karar verilir. Örneğin;
laktoz pozitif olan (bu şekeri fermente etmek için gerekli enzimlere sahip olduğu
Bir mikroorganizma anlamına gelir) saha suşu bakterinin kültüründe, az sayıda mutant hücre laktoz
mutasyon taşıyorsa negatif hale gelmiştir ve bu şekeri fermente etme kapasitesini yitirmiştir [2, 3, 4].
buna mutant suş denir.
Mutasyonun nedenleri
Yukarıda tanımlandığı gibi, DNA'daki nükleotid dizisindeki herhangi bir
kalıtsal değişim bir mutasyondur. Tek bir baz çifti değiştirilebilir, silinebilir veya
eklenebilir. Çok sayıda baz çifti silinebilir veya eklenebilir. DNA'nın büyük bir
bölgesi çoğaltılabilir veya tersine çevrilebilir. Kaç baz çiftinin etkileneceğine
bakılmaksızın, tek bir mutasyon, rekombinasyon veya onarımda sadece bir hata
DNA dizisini değiştirmişse, bir mutasyon olarak kabul edilir [2, 3, 4].
Bir mutasyon, kökenine bağlı olarak kendiliğinden veya indüklenmiş olarak
meydana gelir. Kendiliğinden oluşan bir mutasyon (spontan mutasyon), DNA'da
replikasyondaki hatalardan veya radyasyon ışınlarının (kozmik ışınların) DNA
üzerindeki zararlı etkilerinden kaynaklanır. Spontan mutasyonların sıklığı, birtakım
organizmalar için ölçülmüştür. Mutasyon oranları, 105 replikasyondaki bir
mutasyonlardan (yüksek oran), 1010 replikasyondaki (düşük oran) bir mutasyona
kadar önemli derecede değişir. Bakteriyel çoğalmanın hızlı şekilde meydana
gelmesi, bu mutasyonların bakterilerde hayvanlara göre daha kolay
UV, X ve gama ışınları gözlemlenmesine imkân verir [2, 3, 4].
mikrobiyal üremenin
kontrolünde etkin bir İndüklenmiş mutasyonlar, temel olarak DNA’nın yıkıcı etkiye sahip fiziksel
şekilde veya kimyasal maddelere veya mutajenlere maruz kalması sonucu meydana gelir.
kullanılmaktadır. Bu mutajenlerin kontrollü kullanımı sonucunda, mikroorganizmaların mutant

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7


Bakteriyel Genetik ve Genetik Tabanlı Testler

suşlarını elde edilebilir ve çalışmalarda kullanılabilir. Örneğin; akridin boyası gibi


kimyasal mutajenik ajanlar, bitişik bazlar arasındaki DNA sarmalı boyunca
mutasyona neden olur. Bir tarz kimyasal büyük çoğunluğu kanserojen özelliğe
sahiptir [2, 3, 4].
DNA'yı değiştiren fiziksel maddelerin başında radyasyon gelmektedir.
Yüksek enerjili gama ışınları ve X ışınları DNA'da büyük fiziksel değişiklikler
meydana getirir ve tamir edilemeyecek hasara neden olabilir. Örneğin; ultraviyole
(UV) ışınları, normal replikasyonu engelleyen bitişik pirimidinler arasında anormal
bağları uyararak mutasyona neden olur. Yüksek dozda radyasyona maruz kalmak
ölümcül olabilir. Bu nedenle radyasyon mikrobiyal üremenin kontrolünde etkili
olarak kullanılmaktadır. Ayrıca radyasyon ışınları hayvanlarda kanserojen etkiye
neden olabilir [2, 3, 4].

Mutasyonun türleri
Mutasyonlar, bir gen üzerindeki sadece tek bir bazı etkileyen küçük çaplı
olanlardan, uzun genetik sekansların kazanıldığı ya da kaybedildiği büyüklükte
olanlara kadar geniş bir aralıkta meydana gelebilir. Birkaç bazın eklenmesi,
silinmesi veya bir bazın yerine başka bir bazın gelmesini içeren mutasyonlar nokta
mutasyonları olarak adlandırılır. DNA'daki bir değişimin hücreyi nasıl etkilediğini
anlamak için DNA’ nın dizilimindeki her 3 bazın kodon olarak isimlendirildiğini ve
bu kodonların da bir aminoasiti ifade ettiğini unutmamak gerekir. DNA'da sürekli
olarak mRNA'ya kopyalanan ve çevrilen kalıcı bir değişiklik, proteinin yapısını
değiştirebilir. Bir proteindeki bir değişiklik, bir hücrenin morfolojisi ve fizyolojisini
de değiştirebilir. Mutasyonların çoğunun hücre üzerinde zararlı bir etkisi vardır, bu
da hücre işlev bozukluğuna veya ölüme neden olur. Bunlara ölümcül mutasyon
denir. Nötr mutasyonlar ne olumsuz ne de olumlu değişiklikler meydana getirir.
Hücre yapısında veya fizyolojisinde yararlı bir değişiklik sağlaması bakımından az
sayıda mutasyon yararlıdır [2, 3,4].
Farklı bir amino asidin yanlış yerleştirilmesine yol açan koddaki bir
değişikliğe yanlış anlam mutasyonu (missense mutasyonu) denir. Yanlış anlam
mutasyonu hatalı, fonksiyonel olmayan bir protein oluşturabilir, farklı fakat
fonksiyonel bir protein üretebilir veya protein fonksiyonunda anlamlı bir
değişikliğe neden olabilir. Diğer yandan, anlamsız mutasyon (nonsense
mutasyonu), normal bir kodonu, bir amino asit için kodlamayan ve meydana
geldiği yerde proteinin üretimini durduran bir durdurma kodonuna dönüştürebilir.
Anlamsız bir mutasyon neredeyse her zaman işlevsiz bir protein ile sonuçlanır.
Belirsiz mutasyon (silent mutasyon), bir baz değiştirir, ancak amino asidi
değiştirmez ve bu nedenle hiçbir etkisi yoktur. Öze dönüm mutasyon (back
mutasyonu), mutasyona uğramış bir genin, orijinal baz bileşimine geri dönmesi
olayı sonucu ortaya çıkar [2, 3, 4].

Mutasyonların onarımı
DNA çoğaltma işleminde, kalıcı hale gelebilecek hataları düzeltmek için bir
düzeltme okuma mekanizmasına sahiptir. Mutasyonlar potansiyel olarak
istenmeyen sonuçlara neden olduğu için, hücre mutajenik ajan ve süreç içinde

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8


Bakteriyel Genetik ve Genetik Tabanlı Testler

zarar görmüş DNA'yı bulmak ve onarmak için ek sistemlerini kullanır. En sıradan


DNA hasarı bile, bu tür kusurların bulunması ve düzeltilmesi için uzmanlaşmış
enzimatik sistemlerle çözülür. Ultraviyole ışınlarından zarar gören DNA,
fotoaktivasyon veya hafif tamir ile düzeltilebilir. Bu onarım, hasarlı bölgeleri
(anormal pirimidin bağlanma bölgeleri) tespit edebilen ve bağlayabilen DNA
fotoliyaz enzimi ile yapılır. Ultraviyole tamir mekanizmaları az sayıda UV
mutasyonu için başarı sağlamaktadır [2, 3, 4].
Mutasyonlar, hatalı bazların kaldırması ve yerine yeni iplikçiğin
sentezlenmesi sonucu onarılabilir. Bu işlem nükleotid eksizyon tamiri olarak bilinir.
Birincisi, enzimler hata bulunan yerdeki bazlar ile şeker-fosfat ipliği arasındaki
bağları koparır. Farklı bir enzim daha sonra hasarlı bazları tek tek çıkarır ve DNA
polimeraz I ve DNA ligaz tarafından doldurulacak bir boşluk bırakır. Sonrasında
uygun dizi eklenir ve hasar giderilir [2,3,4].

Ekstrakromozomal Genetik Elementler


Plazmidler
Çoğu bakteri, kromozomlarında hayatta kalmak için gerekli olan tüm genleri
taşımasına rağmen, birçok bakteri, sitoplazmada da yer alan ve konakçı
kromozomundan bağımsız olarak replike olabilen plazmid olarak adlandırılan
küçük ek genetik elemanlar içerir. Plazmidler dairesel, çift iplikçikli DNA
molekülüne sahiptir. Ancak bakterilerde bazı lineer yapıda plazmidler
tanımlanmıştır. Plazmidler, konakçı bakteri hücresi için çok çeşitli özellikler
Bakteriyosinler
sağlayan genleri taşıyabilir. Bakterinin hayatta kalması için hayati öneme sahip
bakterilerin sentezlediği
organel değildir. Ancak genetik bilgiyi aktarma, antibiyotik direnç geni kodlama,
ve genellikle yakın
türler üzerine bakteriyosin üretme ve diğer bakterilere karşı inhibe edici proteinleri sentezleme
inhibitörik etki gösteren gibi seçici bir avantaj sağlayabilirler. Tüm plazmidler, normal fonksiyonları yerine
protein yapılı getirebilmesi için gerekli olan genleri taşırlar [4, 5, 6].
antimikrobiyal
bileşiklerdir. Bazı plazmidler çok fazla sayıda kopyalanabilir ve yeni hücreler arasında bir
düzene bağlı olmadan dağılır. Bakteriyel sitoplazmada bulunan plazmidler, sadece
replikasyon sırasında değil, aynı zamanda, konjugasyon (bakterilerde genetik
madde aktarma yöntemlerinden biri) ve transformasyon yoluyla da transfer
edilebilir. Bazı plazmidlerin geniş bir yelpazede aktarılma kabiliyetleri sayesinde
yüksek düzeyde yayılabilir. Bu durum bakteriyel suşlar arasında antibiyotik
direncinin yayılmasını açıklayan bir gerçektir. Veteriner hekimlikte bir veya daha
fazla antibiyotiğe dirençli bakterilerin ortaya çıkmasında özellikle plazmidler
önemli rol oynamaktadır. Örneğin; Salmonella spp. ve Campylobacter spp. gibi
antibiyotik dirençli zoonotik bakterilerin besin zinciriyle insanlara aktarılarak halk
sağlığı için bir risk oluşturmasıdır [4, 5, 6].
Bazı fajların
bulundukları konakçının Bakteriyofaj
genomu ile birleşerek Genetik materyal olarak DNA ya da RNA ve bu genetik materyali saran
onun devamı haline protein karakterindeki kapsidden oluşmuş infeksiyöz ajanlara bakteriyofaj veya faj
gelmesine profaj denir. denir. Bakteriyofajlar bakterinin içine girerek onu parçalayan (lizis) infeksiyöz
ajanlardır. Replikasyon türüne bağlı olarak, fajlar virulent veya temperate (ılımlı)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9


Bakteriyel Genetik ve Genetik Tabanlı Testler

olabilir. İlişkili olduğu bakteri türüne saldıran fajların çoğu dar veya geniş bir konak
aralığına sahip olarak tarif edilebilir. Virulent fajlar, konak hücrelerin
parçalanmasıyla (lizis) faj çoğalmaya başlar ve bakteriler içinde bir litik döngü
geçirirler. Bazı fajlar konakçının genetik materyali ile birleşerek onun devamı
haline gelirler (profaj). Ancak temperate fajlar veya profajlar plazmidler gibi
sitoplazmada dairesel DNA olarak da bulunabilirler. Profajlar ayrıca genlerinin
bazılarını sentezleterek konakçı hücreye yeni karakter kazandırabilir. Örneğin;
Clostridium botulinum’un bazı tiplerinin sentezlediği nörotoksin, konakçı
hücrelerin lizojenik dönüşümü ile ilişkilidir [4, 5, 6].

Transpozonlar ve insersiyon sekansları (IS-elementleri)


Direç geni taşıyan plazmidler ilk olarak keşfedildiklerinde, bir elementin
farklı direnç genlerini nasıl taşıdığı ile ilgili çok fazla spekülasyon vardı. Önceleri bir
temel plazmidin, rastlantısal olarak dirençli konak suşunun kromozomundan bir
direnç genini aldığı varsayılmıştır. Ancak bazı direnç genlerinin yaygın olması
durumu, birbiri ile ilişkisiz plazmidlerin aynı geni bağımsız bir şekilde taşıyabildiği
ortaya konduktan sonra bu düşünceden vazgeçilmiştir. Bu olay bir genin
plazmidden diğerine geçebileceğinin (transpozisyon) keşfedilmesine neden
olmuştur. Transpozon, tek olarak bir replikondan (kromozom, plazmid veya
bakteriyofaj) diğerine hareket edebilen genetik öğeler olarak tanımlanmaktadır.
Bu süreç transpozisyon olarak adlandırılır. Transpozonlar bir replikasyon kaynağına
sahip değildir ve sonuç olarak konakçı bakteri çoğaldıkça çoğalırlar [4, 5, 6].
Transpozonlara göre daha basit bir yapıya sahip olan ve iki ucunda tersine
tekrarlanan dizileri bulunan elementlere de insersiyon sekansları veya IS-
elementleri denir. İnsersiyon sekansları transpozaz kodlayan gen bölgeleri taşıdığı
gibi, gen aktivasyonu veya genin foknsiyonunu bozma ve transkripsiyonu
engelleme gibi değişikliklere neden olabilirler [4, 5, 6].

Genetik mühendisliğinin bakterilerdeki uygulamaları


Bir bakterinin DNA'sındaki yararlı genetik özellikler, genetik mühendisliği
uygulamaları ile laboratuvardaki istenen başka bir konak bakteriye klonlanabilir.
Bu genler, rekombinant plazmid oluşturan klonlama vektörlerine aktarılabilir.
Daha sonra bakteriyel hücrelere (genellikle transformasyon) sokulabilir ve
çoğaltılabilirler. Seçilen genleri taşıyan DNA fragmanları ya uygun donör
endonükleaz enzimleri kullanılarak ya da polimeraz zincir reaksiyonu ile doğrudan
amplifikasyon yoluyla bunları içeren verici DNA'nın parçalanmasıyla üretilir.
Genetik mühendisliği şu anda aşı, hormon ve diğer farmasötik ürünlerin üretimi
için kullanılmaktadır. Bu şekilde üretilen aşılar, geleneksel aşılardan potansiyel
olarak daha güvenlidir. Genetik olarak tasarlanmış aşılar, aşılanan hayvanlarda
canlı bir patojenin vücuda verilme riski olmaksızın etkili bir immün yanıtı uyarır [4,
Bakterilerin hastalık 5, 6].
yapabilme yeteneğine
Genetik Tabanlı Testler
patojenite denir.
Özellikle insanlara ve diğer sağlıklı hayvanları tehdit eden bazı hastalıklara
karşı kontrol önlemlerinin başlatılabilmesi için mümkün olduğunca çabuk tanı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10


Bakteriyel Genetik ve Genetik Tabanlı Testler

konması gerekir. Bazı mikroorganizmaların genetik karakterlerinin ortaya


konmasında, bakterilerin hastalık oluşturma yeteneklerinin (patojenite) ve
virülens faktörlerinin araştırılmasında, kültür edilemeyen veya kültür süresi uzun
olan bakterilerin (örneğin; Mycobacterium, Rickettsia, Leptospira vb.) teşhisinde
ve antibiyotik dirençliliklerinin belirlenmesinde genetik tabanlı testlerden
faydalanılmaktadır [4, 5, 6].

Örnek
•Mycobacterium tuberculosis kültürü için en az 3-4 haftalık
inkübasyon süresi beklenmelidir.
•Leptospira spp. türlerinin kültürü için 12-14 haftalık inkübasyon
süresi beklenmelidir.

DNA’nın analizi
DNA, ısıtma ve soğutma sonucunda bağlanma özelliklerini değiştirmektedir.
Bu özelliği sayesinde yüksek sıcaklıklara (90-95°C) maruz kalan DNA, geçici olarak
denatüre olur. Isı çift sarmal iplikçik arasındaki hidrojen bağlarını kırar ve DNA
uzunlamasına iki iplik halinde ayrılır. Her iplikçik DNA kodunu gösterir ve bu
formdaki DNA testlere tabi tutulabilir. Isıtmayı yavaş soğutma takip ettiğinde iki
tek DNA zinciri, tamamlayıcı bölgelerde hidrojen bağları ile yeniden birleşir. Bu
olay, burada bahsedilecek olan Polimer Zincir Reaksiyonu (PCR) için gerekli bir
özelliktir [4, 5, 6].
DNA parçalarının okunabilir bir model oluşturulması elektroforez denilen
yöntem ile mümkün olmaktadır. Bu yöntemde jel içerisindeki uygun kuyucuklara
yerleştirilir ve elektrik akımına maruz bırakılır. DNA negatif yüklü olduğu için
pozitif kutuba doğru hareket eder. Hareketin hızı, parçaların büyüklüğü ile ilişkili
olduğu için büyük parçalar yavaş hareket ederken, küçük parçalar daha hızlı bir
şekilde ilerler ve kuyularda daha uzakta konumlanabilir. Daha sonra farklı
görüntüleme metotları kullanılarak farklı noktalarda konumlanan DNA’lar
görüntülenir [4, 5, 6].

Tüm bakteriyel genom dizileme


Nükleotid dizilerinden oluşan DNA’nın, nükleotid dizileme yöntemlerinin
gelişmesi ile daha iyi anlaşılması mümkün olmuştur. Dizilerin analizi, klasik
yaklaşımlar kullanılarak elde edilemeyen bilgiler dâhil olmak üzere, bir
organizmaya karşı muazzam bir biyolojik anlayış sağlar. Örneğin, klasik bakteriyel
genetiğin herhangi bir genom içindeki genlerin sadece bir kısmını
tanımlayabilmiştir. Ancak günümüzde çoğu zaman bir genom dizisi tarafından
ortaya çıktığı tahmin edilen kodlama bölgelerinin önceden tanımlanmamış olduğu
ve bilinen herhangi bir fonksiyona sahip olmadığı anlaşılmıştır. Tüm genom
dizilerini karşılaştırarak bir bakterinin fizyolojisi daha iyi anlaşılabilir. Aynı türün
birkaç izolatının arasındaki farkları seçebilir, tehlikeli olma durumlarını birbirinden
ayırt edebiliriz. Genomları sıralamak ve hangi gen bölgelerinde değişiklik

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11


Bakteriyel Genetik ve Genetik Tabanlı Testler

olduğunu, antibiyotik dirençli fenotipleri direk olarak tahmin etmeyi, bakterileri


kültüre etmeden virülans ve diğer genlerini tanımlamayı mümkün kılmaktadır [4,
5, 6].

Moleküler hibridizasyon
Uygun deney koşulları altında etiketlenmiş herhangi bir DNA probu temel
eşleştirme kurallarına dayanarak, çözelti içindeki tamamlayıcı (komplementer)
dizisine bağlanabilir. Moleküler hibridizasyon tekniklerine Southern blot
Bir DNA molekülünde hibridizasyon ve Northern blot hibridizasyon örnek verilebilir [4, 5, 6].
spesifik nükleotid
DNA dizilemesi, moleküler yapı içinde bulunan en güçlü analitik / tanısal
dizisini bulmak için
kullanılan baz dizisine yaklaşımdır. Herhangi bir DNA molekülünün anlaşılmasına yönelik yapılan
DNA probu denir. çalışmalar, DNA dizilemesine dayanmaktadır. DNA dizilemesi, istenilen proteinin
yapısını çıkarmak için kullanılabilir, bu daha sonra diğer organizmaların DNA
dizileri ile karşılaştırılabilir. DNA bağlama bölgeleri ve genlerin diğer düzenleyici
özellikleri de tanımlanabilir [4, 5, 6].
Bir genin DNA dizisi, kimyasal veya enzim bazlı bir yaklaşım kullanılarak
belirlenebilir. Modern dideoksi DNA sekanslama protokollerinin kullanıldığı ikinci
yöntemin teknik prensipleri, dört deoksiribonükleotid (dNTP; Adenin, Guanin,
Sitozin, Timin) ve kimyasal olarak modifiye edilmiş bir dideoksiribonükleotid
(ddNTP) kullanılarak kısa bir DNA dizisinin kısmi replikasyonunu içerir.
Hibridizasyon gibi, bu yöntem hepsi doğal olarak meydana gelen çoğaltma olayının
özellikleri olan baz eşleme kurallarına ve doğru enzimatik senteze göre dizi tanıma
esasına dayanır. Bir DNA molekülünü dizilemek için genellikle şu adımlar
gereklidir: Primer hibridizasyonu, dizi reaksiyonu, tanımlama ve veri analizi [4, 5,
6].

Polimer zincir reaksiyonu (PCR)


Polimer Zincir Reaksiyonu (PCR), DNA dizilemesi için kullanılan stratejilerden
geliştirilmiştir. Tipik olarak bir PCR protokolü, tekrarlanan üç adımdan oluşur.
Bunlardan birincisi, bir mikrobiyal patojen ya da hastalıkla ilişkili kan veya diğer
doku örneklerindeki genomik DNA’dan hedef DNA'nın elde edilmesidir. Bu hedef
DNA ısıtılarak denatüre edilir ve iki DNA iplikçiğine ayrılır. İkinci olarak, reaksiyon
sıcaklığının düştüğü ve iki sentetik DNA primeri (20-30 baz uzunluğundaki baz
dizileri) veya oligonükleotidin şablona bağlanmasına (hibridize) izin veren bir
aşama (annealing) takip eder. Bu primerler, karşı DNA iplikçikleri üzerinde
bulunur. Son olarak, sıcaklık tekrar artar (genellikle 74°C) ve ısıya dayanıklı bir DNA
polimeraz enzimi ile sentez aşaması başlar. Bu aşamalar bir döngü oluşturur.
Genellikle 30 ya da daha fazlasına kadar olan bu döngüler klasik (konvansiyonel)
PCR reaksiyonunu meydana getirir. Sıcaklıklar arasındaki bu tekrarlayan döngü,
spesifik bir DNA hedefinin bir milyon katına kadar çoğalmasını kolaylaştırır (Şekil
2.2) [4, 5, 6].

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12


Bakteriyel Genetik ve Genetik Tabanlı Testler

Şekil 2.2. PCR aşamaları [7]

Programlanabilir bir termal döngüleyici (termal cycler) sayesinde, sıcaklık


değişimi oranı, her bir sıcaklıkta inkübasyonun uzunluğunu ve her bir devir
sayısının tekrarlanma sayısı kontrol edilebilir. Döngülerin sonunda, klasik agaroz
jel elektroforezi kullanılarak (Etidyum bromür ile boyanır ve ultraviyole ışık
kullanılarak görünür hale getirilir.) tespit edilebilen amplifiye edilmiş bir PCR
ürününe amplikon denir. Konvansiyonel PCR-bazlı analizler, gıda kaynaklı zoonotik
patojenler de dahil olmak üzere, hayvanlarla ilişkili patojenik bakterilerdeki geniş
bir hedef yelpazesini tespit etmek için geliştirilmiştir. Bu ve diğer patojenik
Birden fazla hedef DNA
bölgesini için organizmalar için ticari kitler de mevcuttur [4, 5, 6].
primerlerin aynı döngü PCR farklı şekillerde uygulanabilir. Örneğin; PCR ürününü hedef DNA olarak
içerisinde araştırıldığı
kullanarak başka bir PCR işleminin yapılması “Nested PCR”, birden fazla hedef DNA
PCR türüne multipleks
bölgesini içeren primerlerin aynı döngü içerisinde yapıldığı PCR işlemine
PCR denir.
“Multipleks PCR”, sadece bir çift primer ile hedef DNA ve başka bir DNA’nın
çoğaltılmasına “Kompetetif PCR” denilmektedir [4, 5, 6].
DNA tabanlı teşhis yöntemlerinin dezavantajlarından biri, hem canlı hem de
ölü bakteri hücrelerini tespit etmeleridir. Bu sınırlama, ya nükleik asit
ekstraksiyonundan önce bir zenginleştirme aşaması kullanılarak ya da RT-PCR
olarak bilinen bir protokolde ters (reverz) transkriptaz (RT) aracılı PCR kullanılarak
bir RNA-bazlı saptama yöntemi kullanılarak aşılabilir. Ancak bu durumda önce
RNA’nın DNA’ya dönüştürülmesi gerekir. PCR’dan önce uygulanan bu işlemde
hedef komplementer DNA (cDNA) oluşturulmuş olur. cDNA, PCR işleminde hedef
DNA olarak kullanılır [4, 5, 6].
Gerçek zamanlı olarak amplikonların saptanması ve eşzamanlı olarak
ölçülmesi, moleküler diagnostikte önemli bir etkinleştirme teknolojisidir. Bu
metot, canlı bir hücrede ana yaşamsal faaliyetlerini yerine getirmek için sürekli
sentezlediği genlerini hedef alarak (housekeeping gen) (örn, 16S rRNA geni gibi),
spesifik bir DNA’nın kesin sayısını belirlemeye imkân sağlar. Kantitatif gerçek
zamanlı PCR (qPCR) olarak isimlendirilen bu yöntem, bakterileri, diğer
mikroorganizmaları ve tek tek genleri ölçmek için kullanılabilir. Gerçek zamanlı
PCR (real-time PCR), belirli bir DNA veya RNA hedefinin varlığını veya yokluğunu

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13


Bakteriyel Genetik ve Genetik Tabanlı Testler

tespit etmek için floresan ışığı kullanır. Bu algılama yöntemi, gerçek zamanlı PCR’ın
klasik PCR'den farkıdır. Mikroorganizma veya başka bir hücrede herhangi bir genin
sentezlenmesi (ekspresyonu), RT-PCR kullanılarak mRNA transkripsiyonunun
ölçülmesiyle belirlenebilir. Bu teknik kantitatif RT-PCR (qRT-PCR) olarak
adlandırılır. Bu protokole dayanarak, veteriner hekimliği ile ilgili bir dizi patojen
organizmayı tespit etmek ve ölçmek için ticari kitler mevcuttur [4, 5, 6].

Özgün fragman uzunluğu polimorfizmi (restriction fragment length


polymorphism; RFLP)
Genom yapısı ve genetik dizi, bakterinin türünün, cinsinin hatta ailesinin
başlıca ayırt edici özellikleridir. Bakteri suşlarına spesifik restriksiyon
endonükleazlar (restriksiyon enzimleri) kullanılarak DNA parçalarına ayrılabilir [4,
5, 6].
Farklı restriksiyon endonükleazları tarafından tanınan DNA alanlarının
dizileri, uzunlukları ve meydana gelme sıklıkları birbirinden farklıdır. Sonuç olarak,
farklı restriksiyon endonükleazlar, bir bakterinin DNA'sını farklı yerlerden keser ve
farklı uzunluklarda parçalar elde edilir. Tek bir restriksiyon endonükleaz ile farklı
DNA örneklerinin bölünebilir ve farklı uzunlukta parçalara elde edilebilir. Bir veya
daha fazla restriksiyon endonükleazlar ile bölünme üzerine elde edilen belirli bir
organizmanın farklı suşları arasındaki DNA fragmanlarının uzunluğundaki
farklılıklar, özgün fragman uzunluğu polimorfizmi (RFLP) olarak adlandırılır. Farklı
boyut veya yapıdaki DNA parçaları, bir agaroz veya poliakrilamid jel içindeki
Herhangi bir ortamdan elektroforetik hareketi ile ayırt edilebilir. Aynı DNA dizisinin farklı uzunlukları,
soyutlanarak elde farklı hızlarda agaroz jelin içerisinde hareket ederek ayrılırlar. DNA, etidyum
edilen ve bütün bromür ile boyanarak görünür hale getirilir ve UV ışık altında incelenir. Örneğin
özellikleri belirlenmiş RFLP, Streptococcus suşlarının neden olduğu nekrotik bağ doku yangısını bir
saf kültürlere suş denir. hastadan diğerine acil servis çalışanı doktor ve teknisyenlerinin taşıdığını ortaya
koymada kullanılmıştır. Ayrıca RFLP, 16S ribozomal RNA'nın karşılaştırılması ve
farklı bakterileri tanımlamak için kullanılmaktadır [4, 5, 6].

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14


Bakteriyel Genetik ve Genetik Tabanlı Testler

•Bakterilerde DNA ve RNA


•Tüm hücrelerin kromozomları, gen adı verilen temel bilgi paketlerine ayrılır.

Özet
Gen, bir protein veya RNA molekülü yapmak için gerekli kodu içeren belirli
bir DNA segmentidir. DNA, çift sarmal yapıda deoksiriboz, fosfat ve azotlu
bazlardan oluşan çok uzun bir moleküldür. DNA, nükleotid adı verilen
yapıtaşlarının çift sarmal halde, deoksiriboz şekeri, iki pürin (adenin, A ve
guanin, G) ve iki pirimidin (timin, T ve sitozin, C) bazları ile bu yapıları
birbirine ester bağlarıyla bağlayan fosfat moleküllerinden meydana gelir.
•Bakteri bölünmeye başlamadan önce yeterli düzeyde genetik materyali
kopyalaması gerekir. Yeni DNA, her iki DNA iplikçiğinin şablon olarak
kullanılması sonucunda semikonservatif olarak sentezlenir. Çift iplikçik
açıldıkça sentez gerçekleşir ve bu işlem iki yönlü olarak devam eder. Öncü
iplikçik sürekli olarak 5’-3’ yönünde kopyalanırken, diğer iplikçik (geciktirilmiş
iplik) RNA primerleri kullanılarak birçok DNA parçası olarak sentezlenir.
Bakteri replikasyonu süreci içerisinde kalıp DNA’dan RNA molekülü
sentezlenir. Bu işlem transkripsiyon olarak adlandırılır. RNA
polimerizasyonunda ilk olarak, bilginin RNA polimeraz yardımıyla ulak
RNA'ya (messenger RNA; mRNA) dönüştürülmesi gerekir (transkripsiyon).
mRNA formunda bulunan genetik şifrenin, protein oluşturmak üzere
aminoasit dizisine dönüştürülmesi işlemine translasyon denir. Her aminoasit,
kodon olarak bilinen üç baz dizisi halinde yazılır. Bu şekilde toplam 64 kodon
mevcuttur.
•Mutasyon
•DNA'nın doğru bir şekilde replikasyonu bakteri için hayati öneme sahiptir.
Ancak her ne kadar DNA tamir sistemleri olsa da, bazen dizilimde hatalar
meydana gelir. DNA'daki nükleotid dizisindeki herhangi bir kalıtsal değişime
mutasyon denir. Bu mutasyonların çoğu, bakteriler üzerinde zararlı etkiye
sahip olup ölümcül olabilir. DNA çoğaltma işleminde, kalıcı hale gelebilecek
hataları düzeltmek için bir düzeltme okuma mekanizmasına sahiptir.
Mutasyonlar potansiyel olarak istenmeyen sonuçlara neden olduğu için
hücre mutajenik ajan ve süreç içinde zarar görmüş DNA'yı bulmak ve
onarmak için ek sistemlerini kullanır. Örneğin, hatalı bazların kaldırması ve
yerine yeni iplikçiğin sentezlenmesi sonucu onarılabilir. Bu işlem nükleotid
eksizyon tamiri olarak bilinir.
•Ekstrakromozomal Genetik Elementler
•Çoğu bakteri, kromozomlarında hayatta kalmak için gerekli olan tüm genleri
taşımasına rağmen, birçok bakteri, sitoplazmada da yer alan ve konakçı
kromozomundan bağımsız olarak replike olabilen plazmid olarak adlandırılan
küçük ek genetik elemanlar içerir. Plazmidler dairesel, çift iplikçikli DNA
molekülüne sahiptir. Plazmid bakterinin hayatta kalması için hayati öneme
sahip organel değildir. Ancak genetik bilgiyi aktarma hazır hale getirme,
antibiyotiklere direnç geni kodlama, bakteriyosin üretme ve diğer bakterilere
karşı inhibe edici proteinleri sentezleme gibi seçici bir avantaj sağlayabilirler.
•Genetik materyal olarak DNA ya da RNA ve bu genetik materyali saran
protein karakterindeki kapsidden oluşmuş infeksiyöz ajanlara bakteriyofaj
veya faj denir. Bakteriyofajlar bakterinin içine girerek onu parçalayan (lizis)
infeksiyöz ajanlardır.
•Transpozon, tek olarak bir replikondan (kromozom, plazmid veya
bakteriyofaj) diğerine hareket edebilen genetik öğeler olarak
tanımlanmaktadır. Bu süreç transpozisyon olarak adlandırılır. Transpozonlar
bir replikasyon kaynağına sahip değildir ve sonuç olarak konakçı bakteri
çoğaldıkça çoğalırlar.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15


Bakteriyel Genetik ve Genetik Tabanlı Testler

•Transpozonlara göre daha basit bir yapıya sahip olan ve iki ucunda tersine
tekrarlanan dizileri bulunan elementlere de insersiyon sekansları veya IS-
Özet (Devamı)elementleri denir. İnsersiyon sekansları transpozaz kodlayan gen bölgeleri
taşıdığı gibi, gen aktivasyonu veya genin foknsiyonunu bozma ve
transkripsiyonu engelleme gibi değişikliklere neden olabilirler.
•Genetik Tabanlı Testler
•Özellikle insanlara ve diğer sağlıklı hayvanları tehdit eden bazı hastalıklara
karşı kontrol önlemlerinin başlatılabilmesi için mümkün olduğunca çabuk
tanı konması gerekir. Bazı mikroorganizmaların genetik karakterlerinin
ortaya konmasında, bakterilerin hastalık oluşturma yeteneklerinin
(patojenite) ve virülens faktörlerinin araştırılmasında, kültür edilemeyen
veya kültür süresi uzun olan bakterilerin (örneğin; Mycobacterium,
Rickettsia, Leptospira vb.) teşhisinde ve antibiyotik dirençliliklerinin
belirlenmesinde genetik tabanlı testlerden faydalanılmaktadır. Ayrıca yeni
bakterilerin ortaya çıkışı, klasik kültür tekniklerinin sürekli güncellenmesini
gerektirmektedir. Saptanan patojenlerin neredeyse % 60'ından fazlası
zoonotik özelliğe sahiptir.
•Veteriner hekimlikteki patojenlerin karakterizasyonu, salgın bir hastalığın
epidemiyolojik araştırmalarını desteklenmesi için gereklidir. Kullanılan
laboratuvar yöntemleri, salgınla ilişkili olmayan izolatları elemeli ve salgınla
bağlantılı organizmaları da tanımlayabilmelidir.
•Moleküler tabanlı tanı yöntemlerindeki hızlı gelişmeler, geleneksel
yöntemlerin sınırlı kaldığı durumlarda yeni teşhis protokollerinin ortaya
çıkmasına yol açmıştır. Moleküler tiplendirme yöntemleri, bakterilerin
genomları içindeki değişiklikleri ortaya koyar ve geleneksel metotlardaki
eksiklikleri giderir. Bakterilerin alt suşlarının belirlenmesine imkan sağlayan
moleküler tanı yöntemleri ayrıca bakterilerin moleküler epidemiyolojisinin
açıklanması ve mekanizmalarının ortaya konmasına yardımcı olur. Bu
modern yaklaşımlar, DNA parmak izine dayanarak, geleneksel yöntemlerden
daha güvenilir bir şekilde bakterinin tanımlamasına imkan sağlar. Bu
metotlar ile diğer bakterilerin arasında bulunan bir Escherichia coli O157: H7
izolatı veya Salmonella Typhimurium’un alt türleri kolaylıkla belirlenebilir.
Ayrıca metisiline dirençli Staphylococcus aureus (MRSA) 'nın DNA parmak izi
kullanılarak insanlar ve hayvanlar arasındaki iletim yolları ve alt türleri
tanımlanmıştır.
•Moleküler tiplendirme yöntemleri genel olarak, özgün fragman uzunluğu
polimorfizm (RFLP) analizi, bakteri genomunda korunmuş tekrarlayan
sekansların PCR’a dayalı çoğaltılması ve tüm bakteriyel genomun DNA
dizilemesi kullanımı gibi yöntemleri içermektedir. Bakterileri tiplendirmek ve
antibiyotik direnci kodlayan genleri saptamak için plazmid profilleme
yöntemi kullanılır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16


Bakteriyel Genetik ve Genetik Tabanlı Testler

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. mRNA formunda bulunan genetik şifrenin, protein oluşturmak üzere
aminoasit dizisine dönüştürülmesi işlemine ne ad verilir?
a) Transkripsiyon
b) Plazmid
c) Translasyon
d) Templeyt
e) Kodon

2. Birbirinden ayrılmış ve kendi eşini sentezleme yeteneğine sahip DNA


molekülüne ne ad verilir?
a) Templeyt
b) Kodon
c) Amplikon
d) Baz
e) Plazmid

3. Replikasyon sürecinde aşağıdakilerden hangisi DNA üzerinde meydana


gelen gerilim yükünü azaltan bir etkiye sahip enzimdir?
a) DNA polimeraz
b) RNA polimeraz
c) DNA ligaz
d) Topoizomeraz
e) Helikaz

4. Birkaç bazın eklenmesi, silinmesi veya bir bazın yerine başka bir bazın
gelmesini içeren mutasyonlara ne ad verilir?
a) Ölümcül mutasyon
b) Nokta mutasyon
c) Belirsiz mutasyon
d) Yanlış anlam mutasyonu
e) Öze dönüm mutasyonu

5. Ultraviyole ışınlarından zarar gören DNA aşağıdakilerden hangisi ile


düzeltilebilir?
a) DNA polimeraz
b) DNA ligaz
c) Gama ışınları
d) Fotoliyaz
e) X ışınları

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17


Bakteriyel Genetik ve Genetik Tabanlı Testler

6. Bakterilerdeki ekstrakromozomal genetik elementler arasında


aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?
a) Plazmid
b) Ribozom
c) IS elementleri
d) Bakteriyofaj
e) Transpozon

7. Tek olarak bir kromozomdan ya da plazmitden diğerine hareket edebilen


genetik elemanlara ne ad verilir?
a) IS elementi
b) Plazmid
c) İnsersiyon sekansı
d) Faj
e) Transpozon

8. Genetik materyal olarak DNA ya da RNA ve bu genetik materyali saran


protein karakterindeki kapsidden oluşmuş infeksiyöz ajanlara ne ad
verilir?
a) Bakteri
b) Virus
c) Bakteriyofaj
d) Mantar
e) Prion

9. Spesifik bir DNA’nın kesin sayısını belirlemeye imkân sağlayan PCR


metodu aşağıdakilerden hangisidir?
a) Kantitatif gerçek zamanlı PCR
b) Ters transkriptaz PCR
c) RFLP
d) Kompetatif PCR
e) Multipleks PCR

10. Herhangi bir ortamdan soyutlanarak elde edilen ve bütün özellikleri


belirlenmiş saf kültürlere ne ad verilir?
a) Bakteri
b) Virüs
c) Faj
d) Plazmid
e) Suş
Cevap Anahtarı:
1.c, 2.a, 3.d, 4.b, 5.d, 6.b, 7.e, 8.c, 9.a, 10.e

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18


Bakteriyel Genetik ve Genetik Tabanlı Testler

YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Dale, JW. ve Park, SF. (2010). Molecular Genetics of Bacteria (5. Baskı). Oxford:
Wiley-Blackwell.
[2] Thoughtco (2018). 12 Kasım 2018 tarihinde https://www.thoughtco.com/dna-
versus-rna-608191 adresinden erişildi.
[3] Murray, PR., Rosenthal, KS., ve Pfaller, MA. (2015). Medical microbiology (8.
baskı). Philadelphia: Elsevier Health Sciences.
[4] Talaro, KP., ve Chess, B. (2018). Foundations in microbiology (4. baskı). Ohio:
McGraw-Hill.
[5] Yardımcı, H. (2015). Bakteriyel Genetik ve Genetik Tabanlı Testler. T. Çarlı
(Ed.), Temel veteriner mikrobiyoloji ve immünoloji içinde (s. 24-41).
Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Web-Ofset.
[6] Quinn, PJ., Markey, BK., Leonard, FC., FitzPatrick, ES., ve Fanning, S. (2015).
Concise review of veterinary microbiology (2. Baskı). Ames: Blackwell
Publishing Ltd.
[7] Wikipedia english (2018). 12 Kasım 2018 tarihinde
https://en.wikipedia.org/wiki/Polymerase_chain_reaction adresinden
erişildi.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19


ANTİMİKROBİYAL YAKLAŞIMLAR

• Mikroorganizmaların Kontrol
Altına Alınması VETERİNER MİKROBİYOLOJİ
İÇİNDEKİLER

• Sterilizasyon VE İMMÜNOLOJİ
• Dezenfeksiyon
• Antibiyotikler
Prof. Dr.
Salih OTLU

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


• Mikroorganizmaların neden kontrol
HEDEFLER

altına alınmaları gerektiğini


bilebilecek,
• Bu amaçla ne gibi yöntemler
kullanıldığını ve ilgili terimleri
öğrenebilecek,
• Sterilizasyon ve dezenfeksiyon
kavramlarını bilebilecek,
• Antibiyotikleri ve etki
mekanizmalarına ilişkin bilgileri
bilebilecek,
• Antimikrobiyal direnç konularını
öğrenebileceksiniz. ÜNİTE

© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
3
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı
ve dağıtımı yapılamaz.
Antimikrobiyal Yaklaşımlar

Mikroorganizmaların Kontrol
Altına Alınması

Sterilizasyon

ANTİMİKROBİYAL
YAKLAŞIMLAR

Dezenfeksiyon

Antibiyotikler

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2


Antimikrobiyal Yaklaşımlar

GİRİŞ
Diğer canlılar gibi mikroorganizmalar da uygun ortamlarda beslenerek
yaşamlarını devam ettirir ve çoğalırlar. Toprak, hava, su, gıdalar, dokular, çeşitli
atıklar gibi canlı-cansız birçok ortamda bulunurlar. Patojen mikroorganizmalar
(bakteri, virüs, mantar gibi) insan, hayvan ve bitkilerde çeşitli hastalıklara neden
olurlar. Birçok mikroorganizma gıda, konserve ve yiyeceklerin bozulmasına da
neden olarak insan ve hayvan sağlığına dolaylı zararlı etkiler oluştururlar. Ayrıca
Bir ortamda
bulunabilecek mikrobiyoloji laboratuvarlarında bir hastalık materyallerinde bulunabilecek
mikroorganizmaların mikroorganizmaların izolasyon ve identifikasyonu amacıyla kullanılacak besi yerleri
kontrol altına alınmaları ile tüm araç-gereçlerin mikroorganizmalardan ari olması yürütülecek çalışmaların
başta insan ve hayvan doğruluğu açısından son derece önemlidir. Aksi takdirde hatalı izolasyon ve
sağlığı olmak üzere identifikasyona neden olabilirler. Ameliyathane, yoğun bakım, diyaliz gibi
birçok alanda ünitelerde ve vücuda yapılacak her türlü enjeksiyon ve cerrahi girişimler esnasında
önemlidir.
mikroorganizma bulaşmasını önleyecek kurallara uyulması zorunludur. Yukarıda
anılan konuları esas alarak, enfeksiyon hastalıklarının kontrolü ve bulaşmasını
önlemek, gıda ve gıda ürünlerinin mikroorganizma kaynaklı bozulmalarının önüne
geçmek, istenmeyen mikroorganizmaların çoğalmasını ve çevreye yayılmasını
önlemek için belli durumlarda mikroorganizmaların kontrol altına alınmaları
gereklidir. Bir ortamda bulunabilecek mikroorganizmaların öldürülmeleri veya
üremelerinin durdurulması, fiziksel ya da kimyasal yöntemlerle ya da her ikisi
birlikte kullanılarak mümkün olabilir ve tüm bu işlemler antimikrobiyal yaklaşımlar
içerisinde ele alınır. Kullanılan yöntemlerin etkinlik derecesi, ortamda bulunan
mikroorganizma sayısı, türü, fizyolojik durumu (vejetatif veya sporlu gibi) ve
bulundukları ortama (cam eşya, aletler, doku, gıda gibi) bağlıdır. Tüm bu yapılar
göz önünde bulundurularak antimikrobiyal yaklaşım metodunun seçilmesi
gereklidir.

MİKROORGANİZMALARIN KONTROL ALTINA ALINMASI


Mikroorganizmaların kontrol altına alınması, onların ya tamamen
öldürülerek ortadan kaldırılması ya da çoğalmalarının durdurulması veya
yavaşlatılmasıyla mümkün olur. Bu amaçla mikroorganizmaların kontrolünde,
kontrol edilecek ortam ya da maddenin yapısına bağlı olarak fiziksel (ısı, ışın,
filtrasyon gibi) ve kimyasal yöntemlerden (kimyasal maddeler ve gazlar,
antibiyotikler, sulfonamidler gibi) yararlanılır. Mikroorganizmaların kontrolünde
kullanılan ajanların mikroorganizmalar üzerine etki tarzları ikiye ayrılır.
Mikroorganizmaların ölümüne neden olan etkiye –sid ya da –sidal etki
(Mikrobiyosid, Mikrobiyosidal) adı verilirken; mikroorganizmaların üremelerini
önleyen etkiye ise –statik etki (Mikrobiyostatik) denir.
Bu durumu mikroorganizma gruplarını ayrı ayrı ele alacak olursak;
bakterilerin üremelerini önleyen etkiye bakteriyostatik, bakterilerin ölümüne
neden olan etkiye ise bakterisid denir. Aynı esastan hareketle viruslara ilişkin
kullanılan ajanların üremeyi önleyici etkilerine virustatik, öldürücü etkilerine
virusid, mantarların üremesini durduran etkiye fungistatik, öldürücü etkisine
fungisid, sporları öldürücü etkiye ise sporosid adı verilir [1]. Mikroorganizmaları

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3


Antimikrobiyal Yaklaşımlar

kontrol etme yöntemini değerlendirirken veya seçerken, antimikrobiyal aktiviteyi


etkileyebilecek aşağıdaki faktörleri göz önünde bulundurmalıyız:
• Kullanılan kimyasal ajanın konsantrasyonu ve türü
• Kullanılan fiziksel ajanın yoğunluğu ve yapısı
• Etkiye maruz kalma süresi
• Ajanın kullanıldığı sıcaklık
• Ortamda bulunan mevcut mikroorganizmaların sayısı
• Mikroorganizmanın yapısı (vejetatif, sporlu gibi)
• Mikroorganizmayı taşıyan malzemenin doğası

Mikroorganizmaların Kontrol Altına Alınmasına İlişkin


Kullanılan Temel Kavramlar
Sterilizasyon: Bir madde veya ortamda bulunabilecek tüm
mikroorganizmaların (sporlar dahil) yok edilmesi işlemidir.
Dezenfeksiyon: Cansız bir nesne veya yüzeyde bulunabilecek patojen
Mikroorganizmaların mikroorganizmaların sayısının veya üremesinin azaltılarak hastalık yapamayacak
kontrol altına alınmaları seviyeye indirilmesi işlemidir.
ile ilgili terimleri doğru Antisepsi: Canlı dokular üzerindeki veya içindeki mikroorganizmaların
öğrenmek ve doğru öldürülmesi veya üremelerinin engellenmesidir. Bu amaçla kullanılan kimyasal
kullanmak gereklidir.
maddelere antiseptik adı verilir.
Asepsi: Patojen mikroorganizmaların bir ortamdan ya da konakçı üzerinden
uzaklaştırılması işlemidir. Asepsinin amacı, hem deri ve doku gibi canlı
yüzeylerdeki hem de tıbbi ve cerrahi araç gereçlerdeki mikroorganizma sayısını
azaltmak veya yok etmektir.
Dekontaminasyon: Canlı ya da cansız ortamlarda bulunan istenmeyen
mikroorganizmaların veya toksinlerinin (Detoksifikasyon) çeşitli fiziksel ya da
kimyasal etkenlerle giderilerek güvenli hale getirilmesi işlemidir.
Sanitasyon: Cansız nesnelerde bulunan patojenlerin kimyasal veya mekanik
temizlik ile uzaklaştırılması veya azaltılmasıdır.

STERİLİZASYON
Bir madde veya cisimde bulunabilecek bütün mikroorganizmaların
tamamen öldürülmesi işlemidir. Sterilizasyon işlemi ile ortamdaki sporlu-sporsuz
tüm bakteriler, mantarlar, virüsler ve parazitler tamamen canlılıklarını
kaybederler. Böyle bir işlem sonucu üzerinde ya da içinde hiçbir canlı
bulundurmayan maddeye steril adı verilir [2].

Sterilizasyon Yöntemleri
Sterilizasyon fiziksel (ısı, radyasyon ve filtrasyon gibi) ve kimyasal yöntemler
(kimyasal maddeler ve gazlar gibi) ile gerçekleştirilir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4


Antimikrobiyal Yaklaşımlar

Fiziksel yöntemlerle sterilizasyon


Yüksek ısı ile sterilizasyon: Isı mikroorganizmaları yok etmek için kullanılan en
yaygın, ucuz, güvenilir ve etkili bir yöntemdir. Yüksek ısı mikroorganizmaların
enzim ve proteinlerini koagule ederek (pıhtılaştırarak) ölümlerine neden olur.
Yüksek ısı, sterilizasyona tabi tutulacak maddenin yapısına bağlı olarak, çeşitli
şekillerde ve amaca uygun olarak kullanılır.

 Kuru ısı ile sterilizasyon: Kuru ısı ile sterilizasyon için Pastör fırını adı
verilen kuru sıcak hava sterilizasyon cihazı kullanılır (Resim 3.1). Bu
yöntemde daha çok cam, metal ve porselen gibi kuru sıcak havada
bozulmayacak maddeler steril edilirler. Sterilizasyon, sterilize edilecek
maddelerin uygun bir biçimde Pastör fırınına yerleştirilmesiyle genellikle
180 °C ısıda 30 dakika ya da 170 °C de 1 saat, 160 °C de 2 saat, 150 °C de 3
saat tutularak gerçekleştirilir.

Yüksek ısı, cansız Resim 3.1. Pastör Fırını


ortamlardaki
mikroorganizmaların  Kızıl dereceye kadar yakma: Genellikle iğne ve öze gibi metal ekim
kontrol altına araçlarının bek alevinde kızarıncaya kadar tutulması ile gerçekleştirilir
alınmasında kullanılan (Resim 3.2).
en ucuz ve etkili bir
yöntemdir.

Resim 3.2. Kızıl dereceye kadar yakma.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5


Antimikrobiyal Yaklaşımlar

 Alevden geçirme: Lam, lamel, pipet, tüp, balon joje ve erlen gibi cam
malzemeler ile metal malzemelerin dış yüzleri alevden geçirilerek steril
edilebilmektedir.

 Nemli ısı ile sterilizasyon


 Basınçlı buhar ile sterilizasyon: Bu işlem otoklav (Resim 3.3) adı verilen
cihaz içinde gerçekleştirilir. Bu cihaz bir nevi düdüklü tencerenin gelişkin bir
modelidir denilebilir. Ortamda basınç yükseldikçe suyun kaynama derecesi
yükselir. Bu yöntemle genellikle kuru ısı ile sterilizasyonu yapılamayan
Otoklav, mikrobiyoloji
yüksek ısıya dayanıksız malzemeler, sıvı maddeler ve besi yerleri, ısıya
laboratuvarı ve hastane
gibi yerlerde kullanılan dayanıklı plastik malzemeler, ameliyat giysileri, atılacak olan kültürler,
en önemli kontamine materyaller, çeşitli cerrahi aletler vs. steril edilirler. Otoklavda
cihazlardandır. sterilizasyon 1 atm basınç altında, 121°C’de 15-20 dakika süreyle
gerçekleştirilir.

Resim 3.3. Otoklav

 Tindalizasyon: Bu yöntem benmari (su banyosu) (Resim 3.4) içinde aralıklı


olarak ısı uygulamasıyla gerçekleştirilir. Yüksek sıcaklıkta bozulan serum, aşı
gibi sıvıların daha düşük ısı aralıklarında (56-100 °C) 3 gün art arda 30-60
dakika tutulması sonucu sterilizasyonu sağlanır. Bu yöntemde prensip ilk
ısıtmada vejetatif bakterilerin ölmesi, ortamda bulunabilecek sporların ise
günlük bekleme sürelerinde vejetatif hale geçmesini sağlayarak sonraki
günlerde yapılan ısı işlemlerinde öldürülmesidir.

 Aşırı yüksek ısı sterilizasyonu (Ultra High Temperatüre- UHT ): Bu


yöntemde çok yüksek ısıda, kısa sürede sterilizasyon sağlanır. Bazı besin
maddelerinin özellikle sütün sterilizasyonunda kullanılan bir yöntemdir. Bu
yöntemde sterilize edilecek sıvı, 145°C’ye kadar hızla ısıtılıp, bu ısıda 4 sn
kadar tutulduktan sonra hızla 22°C’ye kadar soğutularak aseptik koşullarda
steril kaplara doldurulur.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6


Antimikrobiyal Yaklaşımlar

Resim 3.4. Benmari (Su banyosu)

Işınlarla sterilizasyon: Isı ve diğer sterilizasyon yöntemlerinin kullanılamadığı bazı


ortamların sterilizasyonunda ışınlardan yararlanılır. Işınlar mikroorganizmaların
DNA’sında hasar oluşturarak etkirler. Bu amaçla iyonize olmayan ışınlar
(ultraviyole ışınları -UV) ve iyonize olan ışınlar (X ve Gama ışını) kullanılır.
 İyonize olmayan ışınlar: Sterilizasyon amacıyla mikroorganizmaların
kontrolünde en sıklıkla kullanılan iyonize olmayan ışın Ultraviyole-UV
ışınıdır. Cıva buharlı lambalardan elde edilirler. UV ışığının
mikroorganizmalar üzerine en etkili dalga boyu aralığı 260-270’nm’dir.
Derinlere nüfuz yetenekleri olmadığı için daha çok laboratuvar,
ameliyathane gibi ortamların hava ve ortamdaki dış yüzeylerin
Işınlama, günümüzde et sterilizasyonunda kullanılır. Bu ışınların özellikle göz üzerine olmak üzere
ürünleri, deniz ürünleri, insan sağlığına olumsuz etkileri nedeniyle kullanımları esnasında ortamda
baharatlar ve bazı katı bulunulmamalıdır.
gıdalarda bozulmaya
neden olan patojen  İyonize olan ışınlar: Bu ışınlardan X ve gama ışınları sterilizasyon amacıyla
bakterileri inaktive kullanılır. Özel jeneratörlerde ve oldukça pahalı elde edilirler. X ışınlarına,
etmek için röntgen ışınları adı da verilir. Dalga boyu 10 nm'den daha kısa olan X ışınları
kullanılmaktadır. ve dalga boyu 0,1 nm'den daha kısa olan gama ışınlarının penetrasyon
yeteneği vardır ve buna bağlı olarak ambalajlanmış gıda ve malzemelerin
(ameliyat ipliği, eldivenler, katater, petri plakları, protez ürünleri gibi)
sterilizasyonunda kullanılır.
Filtrasyon (Süzme) ile sterilizasyon: Yüksek sıcaklık veya kimyasal maddelerle hasar
görebilecek serum, aşı, enzim, vitamin ve antibiyotik gibi çözeltilerin bir sistem
yardımıyla filtrelerden süzülerek bulundurabileceği mikroorganizmalardan
arındırılması işlemidir (Resim3.5). Filtreler, mikropların geçişini önlemek için
yeterince küçük; ancak organizma içermeyen sıvının geçmesine izin verecek kadar
büyük gözenekler içerir. Sıvı daha sonra steril bir şişede toplanır. Bu prosedürde
genellikle 25 nm ila 0.45 μm arasında bir gözenek çapına sahip membran veya
nukleopor filtreler kullanılır. Filtreler ayrıca mikroorganizmaların sudan ve
havadan uzaklaştırılması için de kullanılabilir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7


Antimikrobiyal Yaklaşımlar

Resim 3.5. Membran filtrasyon sistemi [3]


Kimyasal yöntemlerle sterilizasyon
Kimyasal yöntemle sterilizasyonda bazı kimyasal maddelerden ve gazlardan
yararlanılır.
Kimyasal maddelerle sterilizasyon
Bu yöntemle sterilizasyonda en sık kullanılan kimyasal maddeler; hidrojen
Sterilizasyon veya peroksit, formaldehit, perasetik asit ve gluteraldehiddir. Bu gibi kimyasallar
dezenfeksiyon amacıyla mikroorganizmaların hücre zarlarını bozarak, proteinlerini pıhtılaştırarak,
kullanılan kimyasal
enzimlerini ve nükleik asitlerini tahrip ederek etkirler. Kimyasal maddeler
maddelerin canlılar
üzerine olan olumsuz sterilizasyonda virus, mantar, bakteri ve bakteri sporları gibi mikrobiyolojik hayatın
etkileri nedeniyle tümünü yok edecek şekilde kullanılmalıdır. Sterilizasyonun başarısı için bu
dikkatli kullanımları maddelerin doğru yoğunlukta, süre ve ısıda kullanılmaları gereklidir. Isıya duyarlı
gereklidir. cerrahi alet ve tanıda kullanılan bazı malzemelerin sterilizasyonunda kullanılır.
Gazlarla sterilizasyon
 Etilen oksit ile sterilizasyon: Etilen oksitle sterilizasyon belirli ısı, nem,
basınç ve sürede bu amaçla üretilmiş etilen oksit gaz sterilizatör cihazlarında
yapılır. Bu tür sterilizasyon özel cihazlar içerisinde, bir taraftan ortamdaki
hava boşaltılarak, diğer taraftan ise belirli düzeyde nemli ısı ve etilen oksit
gazı verilerek uygulanır. Etilen oksit, ısıya duyarlı olan hassas araç gerecin
steril edilmesi için hastanelerde yaygın olarak kullanım alanı bulmaktadır.
Aletler için oksitleyici ve aşındırıcı etkisi olmayan, nüfuz yeteneği yüksek,
doğru kullanıldığında çok etkili olan gaz sterilandır.
 Hidrojen peroksit (H2O2) gaz plazma yöntemi: Plazma, gaz halindeki
maddelerin derin vakum ortamında yüksek enerji (radyofrekans dalgaları)
uygulanarak serbest elektron ve iyonlara ayrıştırılmış halidir. Sterilizasyon
işlemlerinde özellikle hidrojen peroksit gaz plazması kullanılmaktadır.
Sıcaklık 30-50 °C kadar olduğundan bu yöntemle ısıya, basınç ve neme
duyarlı malzemeler steril edilmektedir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8


Antimikrobiyal Yaklaşımlar

DEZENFEKSİYON
Dezenfeksiyon, cansız ortamlarda bulunabilecek hastalık yapıcı (patojen)
mikroorganizmaların yok edilmesi veya etkisiz hale getirilmesi işlemidir.
Dezenfeksiyon bu yönüyle bakteri, algler, sporlar ve virüsler gibi tüm
mikroorganizmaların yok edildiği sterilizasyon işleminden ayrılır. Yani
dezenfeksiyon işlemi sonucu etkisiz hale getirilemeyen hastalık yapıcı
Birçok kimyasal maddeyi organizmalar bulunabilir ve sterilizasyon gibi mutlak bir mikropsuzluk
günlük hayatımızda sağlanamayabilir. Ancak ortamda bulunan mikroorganizma yükü büyük oranda
dezenfektan ve azaltılarak sağlığa zarar veremeyecek duruma indirgenir. Dezenfeksiyon amacıyla
antiseptik olarak kullanılan maddelere dezenfektan adı verilir. Birçok dezenfektan tek başına veya
kullanmaktayız. kombine edilerek (örn., Hidrojen peroksit ve perasetik asit) kullanılır. Bunlar
arasında alkoller, klor ve klor bileşikleri, formaldehit, glutaraldehid, orto-
fitalaldehit, hidrojen peroksit, iyodoforlar, perasetik asit, fenolikler ve kuaterner
amonyum bileşikleri bulunur.
Canlı dokulardaki mikroorganizmaların çoğalmalarını engellemek veya
öldürmek için yapılan işleme ise antisepsi, bu amaçla kullanılan kimyasal
maddelere ise antiseptik denir. Dikkat edilmesi gereken konu dezenfektanların
daha yoğun ve birçoğunun canlılar için toksik olduğudur. Antiseptikler ise canlı
yüzeye uygulandıkları için daha seyreltiklerdir.
Dezenfektan ve antiseptik olarak kullanılan kimyasal maddeler
mikroorganizmalar üzerine çeşitli şekillerde etki ederler ve etki tarzlarına göre;
• Hücre zarına etki edenler,
• Hücre proteinlerini denatüre edenler,
• Enzimlerin işlevlerini bozanlar,
• Nükleik asitlere etki edenler olarak ele alınırlar. Dezenfeksiyon büyük
oranda kimyasal yöntemler kullanılarak bazen de fiziksel yöntemlerle yapılır.

Kimyasal Yöntemlerle Yapılan Dezenfeksiyon


Dezenfeksiyon amacıyla kullanılan kimyasal maddelerin önemlileri kimyasal
gruplarına göre aşağıda verilmiştir:
Alkol: Sıklıkla kullanılan etil ve isopropil alkol bakterisidal, tuberculosidal,
fungisidal ve virusidal etkilidirler. Optimum bakterisidal konsantrasyon, su içinde
% 60-% 90’dır (hacim / hacim). Alkoller, oral ve rektal termometrelerin, hastane
çağrı cihazları, makas, stetoskoplar gibi kritik olmayan malzemelerin
dezenfeksiyonu ile deri antisepsisi amacıyla kullanılır.
Klor ve klor bileşikleri: Hipokloritler sıvı (örn., Sodyum hipoklorit) ya da katı olarak
(örn., Kalsiyum hipoklorit) kullanılan klor dezenfektanlardır. Klora ilave olarak
hipoklorit, kloraminler gibi klor bileşikleri de kullanılabilir. En yaygın kullanılan
%5.25-6.15 klor içeren sodyum hipoklorit (çamaşır suyu) çözeltilerdir. Geniş bir
antimikrobiyal aktivite spektrumuna sahiptirler, toksik kalıntı bırakmazlar, su
sertliğinden etkilenmezler, ucuzdurlar ve hızlı etki ederler. Hipokloritler, sağlık
kurumlarında çeşitli ortamlarda yaygın olarak kullanılmaktadır. Tezgah ve zeminler
ile su dezenfeksiyonunda kullanılır.
Formaldehid: En etkili antimikrobiyallerdendir. Yaygın olarak % 37'lik sulu çözeltisi
olan formalin kullanılır. Formalin gaz halinde odaların, kuluçka makinalarının, alet

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9


Antimikrobiyal Yaklaşımlar

ve malzemelerin dezenfeksiyonunda kullanılır. Güçlü kokuludur ve mukozaları


tahriş eder. Karsinojenik etkili olduğundan çalışanların teması sınırlı olmalıdır.
Kullanımı gittikçe sınırlanmaktadır.
Gluteraldehid: Daha az tahriş edici ve formaldehitden daha etkilidir. Yüksek
seviyeli bir dezenfektan olan gluteraldehidin % 2'lik çözeltisi genellikle
endoskoplar, anestezi ve solunum terapisi ekipman, laparoskopik tek kullanımlık
Klor, iyot bileşikleri, plastik trokarların ve cerrahi aletlerin dezenfeksiyonunda kullanılır.
deterjan ve sabunlar Fenol ve fenol bileşikleri: Fenol, antiseptik cerrahiye yönelik öncü çalışmasında
günlük yaşantımızda Lister tarafından ilk kez bir mikrop öldürücü olarak kullanılmasından bu yana,
mikroorganizmalara hastane dezenfeksiyonu alanında önemli bir yer tutmuştur; ancak toksiktir.
karşı korunmada
Genellikle sudaki % 2’lik çözeltileri kullanılır. Hastane dezenfektanlarının
önemlidirler.
bileşenleri olarak bulunan iki fenol türevleri orto-fenilfenol ve orto-benzil-para-
klorofenoldür. Bu bileşiklerin antimikrobiyal özellikleri ve diğer birçok fenol
türevleri, ana kimyasalınkilere göre çok daha gelişmiş ve toksik etkileri
düşürülmüştür. Bu dezenfektanlar hücre membranının yapısını bozarak ve
proteinleri presipite ederek bakterisidal, fungisidal, virusidal ve tuberkulosidal
olarak etkirler. Yüzey ve kritik olmayan tıbbi cihazların dezenfeksiyonunda
kullanılır.
Hidrojen peroksit: Hidrojen peroksit (oksijenli su), membran lipitlerine, DNA'ya ve
diğer temel hücre bileşenleri üzerine yıkıcı hidroksil serbest radikalleri oluşturarak
etkir. Bakteri, mayalar, mantarlar, virüsler ve sporlar da dahil olmak üzere çok
çeşitli mikroorganizmalara karşı aktiftir. Ticari olarak temin edilebilen % 3 hidrojen
peroksit, cansız yüzeylerde kullanıldığında stabil ve etkili bir dezenfektan iken,
yara ve deri antisepsisinde de kullanılır.
İyot ve bileşikleri: İyot, mikroorganizmaların hücre duvarına hızla nüfuz ederek,
öldürücü etkilerini nükleik asit ve protein yapısı ve sentezini bozarak gösterir. İyot
suların dezenfeksiyonunda kullanılan önemli dezenfektanlardandır. İyotlu
solüsyonlar veya tentürler uzun zamandır deri veya doku üzerinde antiseptik
olarak kullanılırken, bir yandan da dezenfektan olarak kullanılır. Tentürdiyot
%70’lik alkolde %2 iyot ve %2,4 sodyum iyodür içeren iyot çözeltisi olup, yaygın bir
antiseptik olarak kullanılmaktadır. İyodoforlar, iyot ve yüzey gerilimini azaltan ve
iyodu yavaşça serbest bırakan polivinilpirolidon gibi inert bir polimerler
kombinasyonudur, iyottan daha az tahriş edicidirler ve leke yapmazlar. Bunlar
genellikle vejetatif bakteriler, Mycobacterium tuberculosis, mantarlar, bazı virüsler
ve bazı endosporlara karşı etkilidir.
Perasetik asit: Perasetik asit, tüm mikroorganizmalara karşı hızlı etkidir. Organik
madde varlığında dahi etkilidir ve düşük sıcaklıklarda bile sporisidaldir.
Endoskoplar, artroskoplar, cerrahi ve dental aletlerin kimyasal olarak sterilize
edilmesi için kullanılmaktadır.
Sabunlar ve deterjanlar: Sabunlar yağ asitlerinin sodyum veya potasyum tuzlarıdır.
Mikrobiyosidal etkileri sınırlıdır, ciltteki yağlı filmi parçalayarak yüzey gerilimini
azaltma ve suyun ıslatma kuvvetini arttırarak etkirler ve mikroorganizmaların su
yardımıyla mekanik olarak uzaklaştırılmasını da sağlarlar. Bazı kozmetik sabunlar
antimikrobiyal aktiviteyi arttırmak için ilave antiseptikler içerir.
Deterjanlar anyonik veya katyonik olabilir. Çamaşır tozları gibi anyonik
(negatif yüklü) deterjanlar, mekanik olarak mikroorganizmaları ve diğer

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10


Antimikrobiyal Yaklaşımlar

materyalleri uzaklaştırır, mikrobisidal etkileri zayıftır. Katyonik (pozitif yüklü)


deterjanlar, membran geçirgenliğini bozar ve proteinleri denatüre eder. Pek çok
vejetatif bakteriye, bazı mantarlara ve bazı virüslere karşı etkilidirler. Bununla
birlikte, bakteriyel endosporlar ve Mycobacterium tuberculosis ve Pseudomonas
türleri gibi bazı bakteriler genellikle dirençlidir. Katyonik deterjanlar,
benzalkonyum klorür, zephiran, diapren, roka, ciprin ve femerol gibi kuaterner
amonyum bileşiklerini içerir. Zemin, mobilya ve duvarlar gibi kritik olmayan
yüzeylerin dezenfeksiyonunda kullanılırlar.
Ağır metaller: Cıva, gümüş ve bakır gibi ağır metaller, proteinleri denatüre ederek
etkirler. Ağır metallerin mikroorganizmalar üzerine olan etkilerine oligodinamik
etki adı verilir. Cıva bileşikleri (merkrokrom, metafen, miolit) sadece
bakteriyostatiktir ve endosporlara karşı etkili değildir. Gümüş nitrat (% 1) göz,
Madeni paralar, kağıt burun, boğaz antiseptiğidir. Bakır sülfat, bitkilerin mantar hastalıklarıyla
paralara göre daha az mücadelede ve algisid etkisi nedeniyle havuzların dezenfeksiyonunda kullanılır.
mikroorganizma Selenyum sülfit mantar ve sporlarını öldürür.
taşırlar.
Boyalar: Boyalar genellikle mikroorganizmaların DNA’sı ile bileşikler oluşturarak,
DNA replikasyonuna ve protein sentezine engel olarak öldürücü etki yaparlar.
Özellikle metilen mavisi ağızda maya mantarlarına bağlı ortaya çıkan pamukçuk
enfeksiyonlarının tedavisinde ağız antiseptiği olarak kullanılır. Boyalardan
genellikle kristal viyole, metilen mavisi, rivanol eriyikleri antiseptik ve dezenfektan
olarak kullanılır.

Fiziksel Yöntemlerle Yapılan Dezenfeksiyon


Kaynar su ile işlem: Yapısı müsait araç gereçlerin kaynar suda 3-5 dakika tutulması
ile yapılan dezenfeksiyondur. Son derece kolay ve ucuz bir yöntemdir. Vejetatif
bakteri, mantar ve virusların birçoğunun inaktivasyonu sağlanır.
Pastörizasyon: Süt ve meyve suyu gibi ürünlerin 60 – 65 °C de 30 dakika veya 72-
75 °C de 15-20 saniye tutulup aniden soğutulmasıyla uygulanır. Ürünlerin besin
değeri bozulmadan güvenli tüketimine olanak sağlar. Bu yöntemle özellikle sütte
bulunan tüberküloz ve brusella bakterilerinin öldürülmesi hedeflenir.
Temizleme: Temizleme, yabancı maddelerin (örn., toprak ve organik materyal)
nesnelerden çıkarılmasıdır ve normal olarak deterjanlarla veya enzimatik ürünlerle
su kullanılarak gerçekleştirilir. Yüksek seviyeli dezenfeksiyon ve sterilizasyondan
önce kapsamlı temizlik yapılması gerekir; çünkü aletlerin yüzeylerinde kalan
inorganik ve organik maddeler bu işlemlerin etkililiğini etkiler.
Bireysel Etkinlik

• Günlük hayatımızda sterilizasyon ve dezenfeksiyon


yöntemlerinden hangi amaçlarla ve nasıl yararlanıyoruz?
Farklı kaynaklardan bilgi edinerek yorumlayınız.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11


Antimikrobiyal Yaklaşımlar

ANTİBİYOTİKLER
İnsanlığın bulaşıcı hastalıklara karşı mücadelesi çok eski tarihlere kadar
dayanır. Enfeksiyonlar on dokuzuncu yüzyıldaki başlıca ölüm sebebiydi.
Antibiyotiklerin keşfi enfeksiyonların tedavisine yardımcı olmakla kalmayıp, bu
nedenle oluşan morbidite ve mortaliteyi de düşürmüştür. Geçtiğimiz yüzyıl
boyunca birçok doğal, sentetik ya da yarı sentetik antibiyotik keşfedilmiş, bunların
büyük bir bölümü tedavide kullanım alanı bulmuş ve yaygın olarak başarıyla
kullanılmışlardır. 1908 yılında Paul Ehrlich, Sifilizin tedavisi için ilk antimikrobiyal
olan organik bir arsenik bileşiği salvarsanı geliştirdi. 1929’da Alexander Fleming
Enfeksiyöz hastalıkların tarafından Penicillium notatum’dan izole edilen penisilinin tedavide kullanımı 1941
korunma ve tedavisinde yılında Florey ve Chain tarafından başlatılmıştır. 1935’de Domagk’ın sulfonamidleri
etkili antibiyotiklerin
tedaviye sokmasıyla devam eden gelişmeler günümüze dek birçok antimikrobiyal
belirlenerek, yeter doz
ve sürede kullanımı son maddenin enfeksiyon hastalıklarının tedavisinde kullanılması ile devam etmiştir.
derece önemlidir. Bununla birlikte, enfeksiyonlar hala gelişmekte olan dünyada ölümlerin önde
gelen nedenlerindendir. Buna neden olarak yeni hastalıkların ortaya çıkması,
kontrol edilen hastalıkların yeniden ortaya çıkması ve mikroorganizmaların
kullanılan ajanlara karşı oluşturduğu dirençtir (Antimikrobiyal direnç). Hemen
hemen her yeni ilaca karşı antimikrobiyal direncin ortaya çıkması hem toplumdaki
hem de hastanelerdeki mikrobiyal enfeksiyonların tedavisinde önemli bir sorun
oluşturmaktadır [4].

Antimikrobik Maddeler ile İlgili Önemli Terimler


Antimikrobik: Mikropların üremesini engelleyen veya onları öldüren maddeler.
Antibiyotik: Mantar, bakteri ve aktinomiset gibi mikroorganizmalar tarafından
sentezlenen ve mikroorganizmaların üremesini durduran veya öldüren kimyasal
maddelerdir.
Kemoterapi: Hastalık tedavisinde herhangi bir kimyasal ajanın kullanımıdır
Kemoterapotik: Tıbbi uygulamada kullanılan herhangi bir kimyasal madde.
Seçici toksik etki (Selective Toxicity ): Kullanılan kimyasal maddelerin
mikroorganizmalar üzerine üremeyi durdurucu ya da öldürücü etki yaparken
konak hücreye (insan, hayvan) zarar vermemesi.
Terapötik indeks: Canlılar tarafından maksimum tolere edilen dozun tedavi dozuna
oranına denir. Bu oran ne kadar yüksek ise antimikrobik o denli güvenle kullanılır.
Antimikrobiklerin yapay olarak elde edilenlerine kemoterapötik, doğal
kaynaklı olanlarına ise antibiyotik denmesine karşın, günümüzde antibiyotiklerin
çoğunun sentetik ya da semisentetik yöntemlerle elde edilmesi mümkün
olduğundan antibiyotik terimi tedavide kullanılan kemoterapötik ve antibiyotik
niteliğindeki maddeler için genel bir ad olarak kullanılmaktadır.
İdeal bir antibiyotikte aşağıdaki özellikler arzulanır:
Enfeksiyöz hastalıkların • Mikroorganizmalara karşı seçici toksisite göstermesi
korunma ve tedavisinde • Mikrobisidal etkili olması
etkili antibiyotiklerin • Kolay çözünür olması
belirlenerek, yeter doz • Uzun süre bozulmadan vücutta kalabilmesi
ve sürede kullanımı son • Antimikrobiyal direnç gelişimine neden olmaması
derece önemlidir.
• Enfeksiyon bölgesine kolay ulaşması

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12


Antimikrobiyal Yaklaşımlar

• Konakçının sağlığını olumsuz etkilememesi (alerji vb.)


Etki spektrumu: Antimikrobiklerin etkileyebileceği mikroorganizma cins ve türü
üzerine yelpazeyi tanımlar. Birçok mikroorganizma cins ve türü üzerine etkili
olanlar ’geniş spektrumlu’’, az sayıda mikroorganizma cins ve türü üzerine etkili
olanlar ise ‘’dar spektrumlu’’ olarak ele alınır.
Antibiyotikler etki ettiği mikroorganizma grubuna göre Antibakteriyel, Antiviral,
Antifungal, Antiparaziter, Antimikobakteriyel olarak da ele alınırlar:

•Antibakteriyel: Bakterilere etkili olanlar (Penisilin, Tetrasiklin,


Eritromisin, polimiksin gibi)
Örnek

•Antiviral: Viruslar üzerine etkili olanlar (Amantadin,


Asiklovir, Oseltamivir, Ribavirin gibi)
•Antifungaller: Mantarlara karşı etkili olanlar (Amfoterisin B,
Ketokonazol, Flokonazol gibi)
•Antiparaziter : Parazitler üzerine etkili olanlar(Albendazol,
Metronidazol, Niklozamid gibi)
•Antimikobakteriyel: Mikobakterileri (Tüberküloz etkenleri)
etkileyenler (Streptomisin, Rifampisin, İzoniazid gibi)

Antibiyotikler ve Etki Mekanizmaları


Antibiyotikler, bakterilerin yüzeyleri ya da hücre içinde bulunan çeşitli
moleküllere etki ederek üremelerini önler (Bakteriyostatik etki) ya da ölümüne
(Bakterisid etki) sebep olurlar (Şekil 3.1). Bakteriler üzerine çeşitli şekillerde olan
bu etki tarzlarına göre antibiyotikler;
• Hücre duvarı sentezine engel olanlar: Bazı antibiyotikler bakterilerin hücre
duvarı (peptidoglikan) sentezlenmesine engel olarak etki ederler. Örneğin;
Penisilin, Sefalosporinler, Vankomisin, Sikloserin, Basitrasin gibi.
• Sitoplazmik membranı etkileyenler: Antibiyotiklerin bir kısmı sitoplazmik
membranın bütünlüğünü ya da geçirgenliğini bozarak etki ederler. Örneğin;
Polimiksin, Nistatin, Amfoterisin-B, Tirosidin gibi.
• Protein sentezine engel olanlar: Bu grup antibiyotikler hücre içinde
Antibiyotikler etki gerçekleşen protein sentezi aşamalarını bozarak mikroorganizmaların
mekanizmaları göz ölümüne neden olurlar. Örneğin; Tetrasiklinler, Streptomisin,
önüne alınarak, Kloramfenikol, Gentamisin, Eritromisin ve Linkomisin gibi.
kombine edilerek de
kullanılabilirler. • Nükleik asit fonksiyonunu ve sentezini bozanlar: Bir kısım antibiyotikler
mikroorganizmaların DNA’ sının yapısını ya da DNA replikasyonunda görev
alan enzimleri bozarak etkili olurlar. Örneğin; Mitomisin, Rifampisin,
Nalidiksik asit, Enrofloksasin, Siprofloksasin gibi.
• Hücre ara metabolizmasını bozarak: Hücre metabolizması için son derece
önemli olan folik asitin sentezinin bloke edilmesini sağlayarak etki edenler.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13


Antimikrobiyal Yaklaşımlar

Örneğin; Sulfonamidler, Trimetoprim, Para-aminosalisilikasit ve İzoniazid


gibi, olarak ele alınırlar.

Şekil 3.1. Antibiyotiklerin etki mekanizmaları [5].


Antimikrobiyal Direnç
Bakteriyel enfeksiyonların korunma ve tedavisinde antibiyotikler önemli yer
tutarlar. Ancak bu maddelerin seçiminin doğru yapılmaması, yeterli doz ve sürede
kullanılmaması gibi nedenlerle bilinçsizce kullanımı, istenen etkinliğin
sağlanamaması ve bakterilerin antibiyotiklere karşı direnç oluşturmasına neden
olmaktadır [6, 7]. Antibiyotik direnci, bir mikroorganizma türünün bazı suşlarının
antibiyotikten etkilenmemesi olarak tanımlanır. Antibiyotik direnci günümüzde
hastane ve toplumda önemli bir sağlık sorunu haline gelmiştir. Bakterilerde direnç
mekanizmaları başlıca 2 ana başlık altında incelenmektedir:
Doğal direnç: Bir türün bütün suşlarının bazı antibiyotiklerden
etkilenmemesi “doğal direnç” veya “duyarsızlık’’ olarak ifade edilmektedir. Bu
direnç tipi genellikle yapısal ve biyokimyasal özellikler sayesinde bakterinin
doğasına bağlı olarak oluşmaktadır. Bu direnç tipini gösteren bakteriler doğal
olarak antibiyotiklerin bağlanma hedef bölgesini içermeyebilir ya da
antibiyotiklerin kimyasal yapısındaki farklılıklar nedeniyle doğal olarak bunlara
karşı düşük seviyede geçirgenlik gösterebilir. Örneğin; penisilin gibi hedefi
bakterinin hücre duvarı olan bir antibiyotiğin, hücre duvarı olmayan bakteri
üzerinde etkili olması beklenmemektedir.
Kazanılmış direnç: Doğal olarak antibiyotiklere duyarlı olan bakterilerin
çeşitli yollarla antibiyotiklerden etkilenmeyecek duruma gelmeleri olarak
tanımlanmaktadır. Bunlar da;
• Antibiyotik inaktivasyonu sonucu gelişen direnç,
Antibiyotiklere karşı
direnç gelişiminin • Hedef molekülün değişmesi sonucu gelişen direnç,
önlenmesinde,
antibiyotik duyarlılık • Aktif pompa sistemleri ve hücre duvarı permeabilite değişimi sonucu
testleri sonucu gelişen direnç,
belirlenen etkili
• Diğer mekanizmalar sonucu gelişen direnç olarak ele alınabilir.
antibiyotiğin düzenli
kullanımı önemlidir.

• Akılcı ilaç kullanımı nedir? Bilgi edinerek, önemini


Etkinlik
Bireysel

kavrayınız.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14


Antimikrobiyal Yaklaşımlar

•Mikroorganizmaların kontrol altına alınması


•Mikroorganizmaların kontrol altına alınması, onların ya tamamen

Özet öldürülerek ortadan kaldırılması ya da çoğalmalarının durdurulması veya


yavaşlatılmasıyla mümkün olur. Bu amaçla mikroorganizmaların
kontrolünde, kontrol edilecek ortam ya da nesnenin yapısına bağlı olarak
fiziksel (ısı, ışın, filtrasyon gibi ) ve kimyasal yöntemlerden (kimyasal
maddeler ve gazlar, antibiyotikler, sulfonamidler gibi ) yararlanılır.
Mikroorganizmaların kontrolünde kullanılan ajanların mikroorganizmalar
üzerine etki tarzları ikiye ayrılır. Mikroorganizmaların ölümüne neden olan
etkiye –sid ya da –sidal etki (Mikrobiyosid, Mikrobiyosidal) adı verilirken;
mikroorganizmaların üremelerini önleyen etkiye ise –statik etki
(Mikrobiyostatik) denir. Bu bilgiden hareketle bakterilerin üremelerini
önleyen etkiye bakteriyostatik, bakterilerin ölümüne neden olan etkiye ise
bakterisid denir. Aynı esastan hareketle viruslara ilişkin kullanılan ajanların
üremeyi önleyici etkilerine virustatik, öldürücü etkilerine virusid,
mantarların üremesini durduran etkiye fungistatik, öldürücü etkisine
fungisid, sporları öldürücüyü etkiye ise sporosid adı verilir.
•Sterilizasyon
•Sterilizasyon: Bir madde veya cisimde bulunabilecek bütün
mikroorganizmaların tamamen öldürülmesi işlemidir. Sterilizasyon işlemi
ile ortamdaki sporlu- sporsuz tüm bakteriler, mantarlar, virüsler ve
parazitler tamamen canlılıklarını kaybederler. Böyle bir işlem sonucu
üzerinde ya da içinde hiçbir canlı bulundurmayan maddeye steril adı
verilir. Sterilizasyon fiziksel (ısı, radyasyon ve filtrasyon gibi) ve kimyasal
yöntemler (kimyasal maddeler ve gazlar gibi) ile gerçekleştirilir.
•Fiziksel yöntemlerle sterilizasyon
•Yüksek Isı ile sterilizasyon: Isı mikroorganizmaları yok etmek için kullanılan
en yaygın, ucuz, güvenilir ve etkili bir yöntemdir. Yüksek ısı
mikroorganizmaların enzim ve proteinlerini koagule ederek
(pıhtılaştırarak) ölümlerine neden olur.
•Işınlarla sterilizasyon: Işınlar mikroorganizmaların DNA’sında hasar
oluşturarak etkirler. Bu amaçla iyonize olmayan ışınlar (ultraviyole ışınları -
UV) ve iyonize olan ışınlar (X ve Gama ışını) kullanılır.
•Filtrasyon (Süzme) ile sterilizasyon: Yüksek sıcaklık veya kimyasal
maddelerle hasar görebilecek serum, aşı, enzim, vitamin ve antibiyotik gibi
bazı çözeltilerin bir sistem yardımıyla filtrelerden süzülerek
bulundurabileceği mikroorganizmalardan arındırılması işlemidir.
•Kimyasal yöntemlerle sterilizasyon: Kimyasal yöntemle sterilizasyonda bazı
kimyasal maddelerden ve gazlardan yararlanılır.
• Dezenfeksiyon
•Dezenfeksiyon: Cansız ortamlarda bulunabilecek hastalık yapıcı (patojen)
mikroorganizmaların yok edilmesi veya etkisiz hale getirilmesi işlemidir.
Dezenfeksiyon bu yönüyle bakteri, algler, sporlar ve virüsler gibi tüm
mikroorganizmaların yok edildiği sterilizasyon işleminden farklıdır. Yani
dezenfeksiyon işlemi sonucu etkisiz hale getirilemeyen hastalık yapıcı
organizmalar bulunabilir ve sterilizasyon gibi mutlak bir mikropsuzluk
sağlanamayabilir.
•Ancak ortamda bulunan mikroorganizma yükü büyük oranda azaltılarak
sağlığa zarar veremeyecek duruma indirgenir. Dezenfeksiyon amacıyla
kullanılan maddelere dezenfektan adı verilir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15


Antimikrobiyal Yaklaşımlar

•Antibiyotikler
Özet (devamı) •İnsanlığın bulaşıcı hastalıklara karşı mücadelesi çok eski tarihlere kadar
dayanır. Geçtiğimiz yüzyıl boyunca birçok doğal, sentetik ya da yarı sentetik
antibiyotik keşfedilmiş, bunların büyük bir bölümü tedavide kullanım alanı
bulmuş ve yaygın olarak başarıyla kullanılmışlardır. Antimikrobiklerin yapay
olarak elde edilenlerine kemoterapötik, doğal kaynaklı olanlarına ise
antibiyotik denmesine karşın, günümüzde antibiyotiklerin çoğunun sentetik
ya da semisentetik yöntemlerle elde edilmesi mümkün olduğundan
antibiyotik terimi tedavide kullanılan kemoterapötik ve antibiyotik
niteliğindeki maddeler için genel bir ad olarak kullanılmaktadır. Antibiyotikler
etki ettiği mikroorganizma grubuna göre Antibakteriyel, Antiviral, Antifungal,
Antiparaziter, Antimikobakteriyel olarak ele alınırlar. Antibiyotikler,
bakterilerin yüzeyleri yada hücre içinde bulunan çeşitli moleküllere etki
ederek üremelerini önler (Bakteriyostatik etki) ya da ölümüne (Bakterisid
etki) sebep olurlar.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16


Antimikrobiyal Yaklaşımlar

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Sterilizasyon amacıyla kullanılan fiziksel yöntemler arasında
aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?
a) Yüksek kuru ısı ile sterilizasyon
b) Alevden geçirme ile sterilizasyon
c) Etilen oksit ile sterilizasyon
d) Nemli ısı ile sterilizasyon
e) Filtrasyon (Süzme) ile sterilizasyon
2. Fiziksel ya da kimyasal maddelerin mikroorganizmaların ölümüne neden
olan etkisine ne ad verilir?
a) Seçici toksik etki
b) Etki spektrumu
c) Statik etki
d) Sid ya da sidal etki
e) Oligodinamik etki
3. Mantarların üremesini önleyici etki aşağıdakilerden hangisi ile ifade edilir?
a) Virusid
b) Fungistatik
c) Sporosid
d) Fungisid
e) Bakteriyostatik
4. Basınçlı buhar ile sterilizasyon hangi cihazda gerçekleştirilir?
a) Otoklav
b) Benmari (su banyosu)
c) Filtrasyon sistemi
d) Pastör fırını
e) Etüv
5. Yüksek sıcaklıkta bozulan serum, aşı gibi sıvıların daha düşük ısı
aralıklarında (56-100 °C) 3 gün art arda 30-60 dakika tutulması sonucu
sterilizasyonuna ne ad verilir?
a) Tindalizasyon
b) Pastörizasyon
c) Koagülasyon
d) Sanitasyon
e) Filtrasyon

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17


Antimikrobiyal Yaklaşımlar

6. Dezenfeksiyonun tanımı aşağıdaki seçeneklerden hangisinde doğru


verilmiştir?
a) Ortamda bulunan her türlü mikrorganizmanın bütün formlarının
giderilmesi
b) Canlı dokularda bulunan mikroorganizmaların çoğalmalarının
engellenmesi ya da öldürülmesi
c) Cansız ortamlarda bulunabilecek hastalık yapıcı (patojen)
mikroorganizmaların yok edilmesi veya etkisiz hale getirilmesi
d) Mukoza ve deri yüzeylerindeki mikroorganizmaların inaktivasyonu
e) Kuru sıcak hava ile yapılan sterilizasyon
7. Laboratuvar, ameliyathane gibi ortamların hava ve ortamdaki dış
yüzeylerin sterilizasyonunda kullanılan ışın hangisidir?
a) Gama ışını
b) Ultraviyole -UV ışını
c) X ışını
d) Radyo dalgaları
e) Morötesi ışınlar
8. Tedavi ya da korunmada kullanılan kimyasal maddelerin
mikroorganizmalar üzerine üremeyi durudurucu ya da öldürücü etki
yaparken konak hücreye (insan, hayvan) zarar vermemesi aşağıdakilerden
hangisi ile ifade edilir?
a) Etki spektrumu
b) Terapötik indeks
c) Kemoterapi
d) Oligodinamik etki
e) Seçici toksik etki
9. İdeal bir antibiyotikte aranan özellikler arasında aşağıdakilerden hangisi
bulunmaz?
a) Mikroorganizmalara karşı seçici toksisite göstermesi
b) Kolay çözünür olması
c) Antimikrobiyal direnç gelişimine neden olmaması
d) Pahalı olması
e) Uzun süre bozulmadan vücutta kalabilmesi
10. Penisilinin bakteriler üzerine etki mekanizması hangi şekildedir?
a) Hücre duvarı sentezine engel olma
b) Sitoplazmik membranı etkileme
c) Protein sentezine engel olma
d) Nükleik asit fonksiyonunu ve sentezini bozma
e) Hücre ara metabolizmasını bozma

Cevap anahtarı:
1.c, 2.d, 3.b, 4.a, 5.a, 6.c, 7.b, 8.e, 9.d, 10.a

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18


Antimikrobiyal Yaklaşımlar

YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1 ] Arda, M. (2006). Temel Mikrobiyoloji. Medisan Yayınları, Ankara.
[2 ] Gökırmak, F. (1996).Sterilizasyon, Antisepsi, Dezenfeksiyon. Ed. Kılıçturgay, K.
Temel Mikrobiyoloji ve Parazitoloji. Güneş ve Nobel Tıp Kitabevleri, Bursa.
[3] Kıvanç, M. (2009). Mikroorganizmalarda Çoğalma ve Gelişmenin Kontrol Altına
Alınmas. Ed. Güven, K. Genel Mikrobiyoloji. Anadolu Üniversitesi Yayını No:
1961, Eskişehir.
[4] Carter, G.R. ve Wise, D.J (2004). Essentials of Veterinary Bacteriology and
Mycology. Sixth Edition. Iowa State Press. Iowa.
[5] Akgül, C. (2018). Antibiyotikler ve Etki Mekanizmaları. 10 Eylül 2018 tarihinde
http://maycalistaylari.comu.edu.tr/kimya2/sunumlar/danisman/Cahit_Akg
ul_Danisman adresinden erişildi.
[6] Poyraz, Ö. (2018). Sterilizasyon, Dezenfeksiyon, Asepsi ve Antisepsi Prensipleri.
8 Eylül 2018 tarihinde https://www.foodelphi.com/sterilizasyon-
dezenfeksiyon-asepsi-ve-antisepsi-prensipleri-prof-dr-omer-poyraz/
adresinden erişildi.
[7] Doğan, A. (2017). Veteriner Farmakoloji. Eser Basın Yayın Dağıtım Matbaacılık,
Erzurum.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19


BAĞIŞIKLIĞIN YAPISAL
UNSURLARI

• Doğal Direnç
İÇİNDEKİLER

• Doğal Bağışıklık VETERİNER MİKROBİYOLOJİ


• Kazanılmış Bağışıklık
• Antijen
VE İMMÜNOLOJİ
• Antikor Prof. Dr.
• İmmun Sistem Hücreleri Mitat ŞAHİN
• İmmun Sistem Organları
• Komplement Sistemi
• Sitokinler
• Fagositoz

• Bu ünite çalışıldıktan sonra;


• Bağışıklıkla ilgili temel
HEDEFLER

kavramları, bağışıklık
kazanma yollarını, antijen ve
antikor yapılarını, immun
sistem hücre ve organlarını ve
komplement, sitokin,
fagositoz gibi temel konuları
öğrenebileceksiniz.

ÜNİTE

© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
4
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı
ve dağıtımı yapılamaz.
Bağışıklığın Yapısal Unsurları

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2


Bağışıklığın Yapısal Unsurları

GİRİŞ
Sağlık bilimlerinin diğer bütün dallarından farklı olan immunoloji (bağışıklık
bilimi), son yüzyılda gelişmeye başlamıştır. İmmunoloji, genel anlamı ile
enfeksiyon etkenlerine, zehir etkisi gösteren maddelere ve vücuda giren yabancı
maddelere karşı organizmanın göstermiş olduğu direnç halini ifade eder. Bir başka
ifade ile immunoloji, gelişmiş organizmalarda çok geniş hayati faaliyetleri,
hastalıkların nedenlerini ve etkenlerini ve bunlara karşı vücudun vermiş olduğu
reaksiyonların tamamını inceleyen bilim dalı olarak tanımlanır.
Bağışıklık bilimine ilişkin ilk ipuçları ve bu bilimin insan yararına kullanımı 16.
yy dayanmakta olup, bağışıklık bilimi sürekli gelişme göstermiş ve günümüzde
gelinen son noktada dentritik hücre aşılarının bazı insan hastalıklarında kullanımı
aşamasına gelinmiştir. Eski çağlarda bir salgın hastalık çıktığında insanlar
bazılarının ağır bir şekilde hastalığa yakalanıp öldüğünü, bazılarının orta şiddete
yakalandığını, bazılarının hastalığı hafif atlattığını gözlemlemişlerdir. Bu durum
insanlar arasında farklılık olduğuna işaret ediyordu ve bireylerin dirençleri ile
ilgiliydi. Çiçek, tifo, veba, tifüs ve kızamık gibi hastalıkları geçiren kişilerin evvelce
yakalandıkları hastalıklara tekrar yakalanmadıkları gözlenmiştir. Bu gözlemlerden
faydalanan insanlar önceden bir salgın hastalığı geçirenleri, o hastalığın yeniden
çıkışında hastaların bakımı için görevlendiriyorlardı.
Eskiden çiçek hastalığı çok yaygın olup, insanların yüzünü çiçek nedbeleri
(çopurluk) ileri derecede bozuyordu. Bu durum kadınlar tarafından önemli bir
problem olarak görülüyordu. Anadolu’da kadınlar çocuklarını çiçek hastalığından
korumak için inek memesinde oluşan çiçek püstüllerini alıp, çocuklarının yüzlerine
veya kollarına çizik tarzında sürdüklerinde çiçekten korunduklarına inanıyorlardı.
Variolasyon, çiçek
Bu yöntem halka yayılmıştı. Bu uygulamayı kim bulmuştu? Türkler mi, Çinliler mi
virüsünün (Variola)
kesin bilmiyoruz. Fakat bilinen şu ki Osmanlı devrinde Türkiye’de yaygın bir
oluşturduğu püstülden
yöntemdi. Bu yöntemi 1719 yılında dönemin İngiliz sefirinin hanımı Leydi Montagü
alınan materyalin çiçek
bir mektupla İngiltere kralına bildirmiş, kendi çocuklarını İstanbul’da aşılattığı
hastalığına karşı
(variolasyon) gibi İngiltere’ye döndüğünde kralın çocuklarını da aşılatarak bu
bağışıklık kazandırmak
yöntemi İngilizlere tanıtmıştır. Bu hadiseden yaklaşık yüz yıl sonra İngiltere’de bir
amacıyla başkasına
köy hekimi olan Edward Jenner, inek çiçeğine tutulan köylü kadınlarının çiçek
verilmesiyle yapılan
salgınlarında hastalanmadıklarını görerek, çiçek aşısının uygulanmasına esas teşkil
koruma yöntemidir.
edecek denemelerini yapmıştır. Bu tarz aşılama yöntemi ilk vaksinasyon (vacca =
inek, vaccination= aşılama) örneğini oluşturmuştur. Böylece Dr. Jenner, dünyada
ün yapmış ve sonraları immunolojinin kurucusu olarak anılmıştır [1, 2].
İlk olarak Nuttal, 1888’de hayvan kanlarının bazı bakterileri öldürdüğünü
(bakterisidal etki) göstermiştir. Bu olay bilim adamlarının bağışıklık maddelerinin
kanda bulunuşunu fark etmelerini sağlamıştır. Bazı hastalıkları geçiren annelerin
çocuklarının doğumdan 6-12 ay kadar bu hastalıklara yakalanmadığı gözlenmiştir.
Bu süreden sonra duyarlı olmaları, anneden süt ve kan yoluyla bazı koruyucu
maddelerin çocuğa geçtiğini (maternal bağışıklık) gösteriyordu [3] .
Günümüzde immunoloji bilimi önemli konularla ilgilenmektedir. Moleküler
biyolojinin gelişmesi ile birlikte immunoloji birçok karmaşık immun mekanizmanın
aydınlatılmasına fayda sağlamıştır. Bunlar; toplumun bağışıklanması (aşılama) ile

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3


Bağışıklığın Yapısal Unsurları

bazı hastalıkların önlenmesi, otoimmun hastalıkların önlenmesi, tedavi edilmesi ve


oluşum mekanizmalarının öğrenilmesi, organ nakillerinde başarısızlıkların nedeni
olan doku tiplerinin ve doku uyuşmazlıklarının çözüm yollarının araştırılması ve
tümörlerin oluşumunda bağışıklık mekanizmasının araştırılmasıdır.
İmmunoloji bilimi son yüzyılda bilimin gelişmesine bağlı olarak birçok
sorunun cevabını araştırmış ve buna paralel olarak gelişmiştir. İlgilendiği alanlara
göre immunobiyoloji, immunopatoloji, immunite, immunohematoloji, seroloji,
transplantasyon ve tümör immunolojisi, immunogenetik ve moleküler immunoloji
gibi farklı araştırmalar yürütülmüştür. Yukarıda verilen terimlerin kısa bir
tanımlaması aşağıda yapılmıştır:
İmmunobiyoloji: Yabancı moleküllerin organizmaya girişinden sonra hangi
organ ve hücrelere gittiğini ve burada oluşan immun cevap ve mekanizmalarını
inceler.
İmmunite: Enfeksiyon etkenlerine veya ürünlerine karşı oluşan bağışıklık
demektir.
İmmunopatoloji: İmmunolojik olaylarla meydana gelen hastalıkların oluş
mekanizmasını inceler.
Seroloji: İmmun cevabın ölçülmesinde kullanılan ve in vitro (laboratuvar
koşullarında ya da yapay koşullarda) antijen- antikor birleşmesi esasına dayanan
immunolojik reaksiyonlara serolojik testler denir. Bu alanla ilgilenen bilim dalına
Bir doğal direnç türü olan da seroloji denir.
absolut direnç, tür İmmunohematoloji: Kan transfüzyonu ve transfüzyondan sonra oluşan
direncini; relatif direnç ise reaksiyonları inceler.
ırk direncini ifade eder. İmmunogenetik: Bağışıklık sistemiyle genetik arasındaki ilişkiyi açıklamaya
çalışan tıbbi araştırmaların bir dalıdır.
Bağışıklığın Temel Kavramları
Doğuştan gelen bağışıklık (doğal direnç)
Bazı mikroorganizmalara karşı genetiğe bağlı ve doğal olarak bulunan
dirence özgül doğal direnç denir. Doğuştan gelen dirençte canlıların savunma
bariyerleri, anatomik ve fizyolojik yapıları, fagositoz ve yangı olayları görev alır
(Tablo 4.1). Etkene karşı geliştirilen bir bağışıklık olayı değildir. Bir bakıma doğal
direnç, canlının dirençli olduğu mikroorganizma ile hiç karşılaşmamış olmasına
rağmen kendiliğinden oluşmuş dirençtir. Organizmalar enfeksiyöz etkenlere göre
farklı şekillerde dirençlilik gösterirler ve bu direnci etkileyen birçok faktör bulunur.
Tür direnci: İnsanlarda ve ot yiyen hayvanlarda hastalık oluşturan Bacillus
anthracis’e karşı kuşların dirençli olması tür direncine örnek verilebilir. Sığır
vebası, tavuk vebasına karşı insanların dirençli olması yine tür direncidir.
Irka ve genetiğe bağlı direnç: Bazı hayvanlar belli hastalık etkenlerine karşı
ırk özelliğine bağlı olarak direnç göstermektedir. Tüm koyun ırkları B. anthracis
enfeksiyonlarına duyarlı olmasına karşın, Cezayir koyunları dirençlidir.
Yaşa bağlı direnç: Yeni doğanlar ile yaşlılar enfeksiyon etkenlerine karşı
daha duyarlıdırlar.
Hormon ve metabolizmaya bağlı doğal direnç: Hormon dengesinde
meydana gelen değişiklikler çeşitli mikroorganizmalara karşı direnci azaltmaktadır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4


Bağışıklığın Yapısal Unsurları

Tablo 4.1. Doğuştan gelen bağışıklıkta rol alan konakçı savunma mekanizmaları [4].

Doğal bağışıklık savunma mekanizmaları


Anatomik engeller
Deri: Mikroorganizmaların girişini engelleyen mekanik bir bariyer oluşturur.
Düşük asiditede olması mikropların üremesini engeller. Ter bezlerinin yağ asitleri
antimikrobiyal özellik gösterir.
Mukoz membranlar: Mukus salgısı, siliar epitellerinin dışarıya yönelik
hareketleri, bağırsak peristaltik hareketleri.
Normal flora: Patojen mikropların yerleşmesine engel olması.
Vücut salgıları: Yağ asitleri, mide salgısı, burun mukozası ve bağırsaklardan
salınan mukus mikroorganizmaları tutar, tükürük ve gözyaşında bulunan lizozim,
idrarın mekanik etkisi.
Fiziksel Engeller
Vücut ısısı: Normal vücut ısısı bazı patojenlerin üremesini inhibe eder.
Ateş: Bazı patojenlerin üremesini sınırlamak için vücudun verdiği bir
reaksiyondur.
Düşük pH: Midenin asit içeriği çoğu mikroorganizmanın ölmesine neden olur.
Kimyasal Mediatörler
Lizozim: Bakteri hücre duvarını parçalar.
İnterferonlar: İnfekte olmayan hücrelerde antiviral yapıyı güçlendirir.
Komplementler: Mikroorganizmaları lizisine ya da fagositozisine yardımcı olur.
Fagositik/endositik bariyer: Monositler, nötrofiller doku makrofajları gibi
fagositik hücreler vücutta yabancı makromolekülleri yutar ve sindirime
uğratarak parçalar.
Yangı: Dokunun zarar görmesine ve enfeksiyon vasküler sıvının birikmesine yol
açar. Bu sıvı antibakteriyel aktiviteli serum proteinleri ve fagostik hücrelerin
etkilenen dokuda birikmesine yol açar.

Özgül doğal direnç (doğal bağışıklık)


Doğal bağışıklık yanıtı Doğal ya da non-spesifik bağışıklık antijen spesifik olmayan bağışıklık
etkenin vücuda girişini türüdür. Fizyolojik ve anatomik bariyerlerden sonra konak savunmasında görev
takiben ilk bir kaç saat alan, enfeksiyonun kontrol edilmesi ve takiben ortadan kaldırılmasını sağlayan
içinde başlar; fakat mekanizmaları içerir. Doğal bağışıklıkta kan ve dokularda yer alan nötrofiller,
uzun süreli bir bağışıklık eozinofiller, makrofajlar, doğal öldürücü hücreler (NK), komplement sistemi,
yanıtı sağlayamaz. sitokinler ve akut faz proteinleri gibi birçok farklı savunma hücreleri görev alır.
Nötrofil ve makrofaj aracılı gerçekleşen fagositoz doğal bağışıklığın en önemli
efektör mekanizmasıdır. Doğal öldürücü hücreler ise T lenfosit özelliği
göstermesine rağmen antijenik uyarıma gerek olmaksızın bakteri, mantar, parazit
ve tümör hücrelerini ortadan kaldırma özelliğine sahip önemli savunma
hücreleridir.
Doğuştan gelen ve kazanılmış bağışıklık birbirinden bağımsız olarak
çalışmaz. Daha etkili bir bağışıklık elde etmek için birbirini tamamlayan
reaksiyonlar biçiminde çalışırlar. Mikroorganizmalar ve makrofajlar arasındaki
etkileşimde bazı uyarı molekülleri ile sinyaller üretilir. Bu durum spesifik bağışıklığı
(özgül bağışıklık) başlatır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5


Bağışıklığın Yapısal Unsurları

Fagositoz
Mikroorganizma veya yabancı maddelerin fagositik hücreler tarafından
yutulup sindirilmesiyle vücuttan uzaklaştırılması anlamına gelen doğal savunma
mekanizmasıdır. Fagositozda görevli olan temel hücreler nötrofiller, eozinofiller ve
makrofajlardır. Görev alan hücre türüne göre fagositoz, nötrofil fagositozu ve
makrofaj fagositozu olarak ayrılır. Her iki hücre fagositozunda ortak olan bazı
temel basamaklar mevcuttur. Bunlar; kemotaksis, bağlanma, yutma ve sindirme
aşamalarını içerir. Fakat bu hücre fagositozları arsında küçük farklılıklar mevcuttur.
Nötrofiller, ilk savunmayı yapan hücrelerdir ve fagositoz yetenekleri sadece
mikroorganizmalar üzerinde olup, makrofajlar kadar süreklik göstermezler.
Makrofajlar ise mikroorganizma harici yaşlı vücut hücrelerini veya toz ve karbon
partiküllerini de fagosite ederler. Ayrıca makrofajlar, nötrofillerden daha etkili ve
uzun süreli fagositoz yaparlar.
Eozinofiller, zayıf
fagositik kapasiteye
sahip olmalarına
rağmen allerjik ve
paraziter hastalıklarda
görev alan fagositik
hücrelerdir.

Resim 4.1. Fagositoz ve aşamaları [5]).

Fagositozun ilk basamağı olan kemotaksis, dokuların mikroorganizmalara


tahribi sonucu oluşan bazı kemotaktik maddeleri tarafından fagositik hücrelerin
yangı gölgesine göçü aşamasını içerir. Bu aşamadan sonra fagositik hücreler
yabancı partiküle bağlanır. Katı ortamlarda bağlanma daha kolay olurken, sıvı
ortamda bağlanma ise hücre ile yabancı partikülün yüzey elektrik yükünü
nötrlemeye yarayan ve böylelikle fagositozu kolaylaştıran opsonizasyon işlemi
sonrası gerçekleşir. Hem kemotaksis hem de opsonizasyon aşamasında
komplementlerin önemli rolleri vardır. Opsonizasyonu takiben yabancı partikül
vakuol benzeri bir cepsi yapı (fagozom) ile fagositik hücre içerisine alınır.
Sonrasında vakuol içerisindeki yabancı partikül/mikroorganizma sitoplazmadaki
lizozomal enzimlerle birleşir (fagolizozomal füzyon) ve respiratorik ya da lizozomal
sindirime maruz kalarak yıkımlanır ve mikroorganizmaya ait yıkımlanmış yapılar
hücre dışına atılır (ekzositozis) (Figür 4.5).
Fagositoz, doğal bağışıklığın efektör mekanizması olarak çalışmasının yanı
sıra, bu özelliği ile protein yapılı antijenlere karşı spesifik bağışıklık yanıtın
başlaması için ilk ve zorunlu aşaması olan antijen işleme ve sunma fonksiyonunu
da yürütürler. Ayrıca fagositoz olayı hücresel bağışıklığın son aşamalarından birisi
olan ve artan etkinliği ile hücre içi mikroorganizmaların yıkımlanmasında görev

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6


Bağışıklığın Yapısal Unsurları

alır. Bunun yanı sıra fagositik hücreler yangısal olaylarda görev alan birçok protein
ve enzim yapıları salgılarlar. Fagositik hücreler, yara iyileşmesinde, doku tamiri ve
organizasyonunda da görev alırlar.
Kazanılmış (edinsel, spesifik, özgül) bağışıklık
Kazanılan bağışıklık, vücuda yabancı mikroorganizmaları ve moleküleri fark
edip elimine etme yeteneğine sahip olan ve belli reaksiyonlardan sonra kazanılan
bir durumdur. Belli bir antijene karşı gelişen bağışıklık şeklidir. Mikroorganizmalar
veya ürünlerinin konakla direkt teması veya patojenlere ait antijenlerin yapay
yollarla (aşı) konağa verilmesiyle oluşmaktadır. Oluş biçimine göre aktif ve pasif
kazanılmış bağışıklık olarak ikiye ayrılır.
Kazanılmış bağışıklığın bazı temel özellikleri vardır. Bunlar arasında; antijene
özel şekillenmesi, çeşitlilik göstermesi, immunolojik bellek (bellek hücre)
oluşturması ve kendinden olan/olmayan yapıları ayrıt edebilmesi (self tolerans)
sayılabilir.
Bellek hücre, sekonder Aktif kazanılmış bağışıklık
enfeksiyonlara karşı Mikroorganizmalar veya bunların alt birimleri, ekzotoksin gibi metabolitleri
görev alan ve aşılama ile ilişki kuran bir gelişmiş organizmada belli bir süre içerisinde oluşan ve
ile konağa organizmayı hastalık etkenlerine karşı koruyan bağışıklıktır. Enfeksiyon sonucu
kazandırılmak istenen kazanılan bağışıklığa doğal aktif bağışıklık, aşılama ile kazanılan bağışıklığa yapay
bağışıklık elemanlarıdır. aktif bağışıklık denir.

Şekil 4.1. Bağışıklık kazanma yolları.


Pasif kazanılmış bağışıklık
Aktif bağışıklıktan farkı, hastalık etkenlerine karşı oluşmuş koruyucu
antikorların başka bir organizmada oluşmaları ve bunların, korunması istenilen
canlıya aktarılmış olmasıdır. Bu durum, immun sistemin aktif olarak çalışmadan
bağışıklık kazandırma yöntemidir. Pasif bağışıklık da kendi arasında doğal pasif
bağışıklık ve yapay pasif bağışıklık olmak üzere iki kısımda incelenir.
Doğal pasif bağışıklık da, annede kazanılmış bağışıkla oluşan antikorların
plasenta, süt ve yumurta yoluyla yavruya geçmesidir. Yapay pasif bağışıklık ise
başka bir organizmaya verilen antijenlere karşı oluşturulan antikorların,
korunulması istenen canlıya verilmesiyle yapay pasif bağışıklık oluşturulur. Kuduz
antiserumu, buzağı septisemi serumu, viral hepatit serumları ile tetanoz, yılan ve

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7


Bağışıklığın Yapısal Unsurları

akrep antitoksik serumları pratikte uygulanan ve yapay pasif bağışıklığa örnek


teşkil eden uygulamalardır (Figür 4.1).
Adoptif bağışıklık, immunojenlerle daha önceden uyarılmış B ve T
lenfositlerinin başka bireylere aktarılması suretiyle, konakçı immun sisteminin
aktif olarak çalışmasıyla oluşan bağışıklıktır. Kan serumu ile aktarılmaz [6, 7].
Antijen
Antijen, spesifik immun yanıtın oluşmasını sağlayan ve antikorlar ile özel
olarak birleşebilen maddelere denir. Antijenler, MHC molekülleri eşliğinde
sunulduğunda T hücre reseptörleri tarafından tanınan peptit parçalarıdır da
denebilmektedir. İmmunojen ise bağışık cevabı başlatabilen tüm maddelere
verilen addır. Antijenden farkı sadece B lenfositleri uyararak antikor üretimi değil,
T lenfosit uyarımı ve farklılaşmasına yol açan antijenik yapıları da kapsamasıdır.
İmmun sistemin aktivasyonun sağlamada temel oluşturan, antijen
moleküllerinin özel yapıda olmasıdır ki, bu yapılar immun sistemin anlaşılmasının
Antijen, vücutta da temelini oluşturur. Bir maddenin immunolojik yanıt oluşturabilme yeteneğine
bulunuşuna göre antijenite veya immunojenite, bu özelliği gösteren moleküllere de antijenik veya
ekzojen ve endojen immunojenik denir. Antijen vücutta konakçı için zararlı reaksiyonların oluşmasına
antijenler olarak neden olduğunda allerjen adını alır. Ortaya çıkan reaksiyonlara da allerji denir.
adlandırılır ve bu durum Enfeksiyöz hastalıklardan korunmak için immun sistem, bakterileri,
şekillenecek immun bakteriyel ürünleri, mantarları, parazitleri ve virusleri immunojen olarak
yanıt türünü belirler. algılamaktadır. Aslında immun sistem enfeksiyöz ajanlarda protein ve polisakkarit
gibi makromoleküllere yanıt oluşturur. Protein molekülleri en güçlü antijenik
yapıda olup, ikinci sırada polisakkaritler gelmektedir. Lipitler (yağlar) ve nükleik
asitler, proteinler veya polisakkaritlerle kompleks oluşturmadıkça iyi bir
immunojenik özellik göstermezler.
Bir maddenin antijen olabilmesi için bazı koşullar taşıması gerekmektedir.
Bunlar vücuda yabancılık, molekül büyüklüğü, kimyasal kompozisyonu ve
heterojenlik, dayanıklılık/çözünürlük ve işlenerek MHC molekülleri tarafından
antijen sunan hücrelere sunulabilmesi özeliklerini taşımalıdır.
Vücuda yabancılık: Antijen konakçıya ne kadar yabancı olursa, o kadar güçlü
immunojenite gösterir ve antikor sentezi oluşturur.
Molekül ağırlığı: Bir maddenin molekül ağırlığı ile immunojenitesi arasında
doğrudan ilişki vardır. Molekül ağırlığı 100.000 dalton (Da) civarında olanlar en
güçlü antijenler olarak değerlendirilir. Molekül ağırlığı 5000- 10.000 Da olanlar
zayıf antijenler olarak adlandırılır. Molekül ağırlığı ile antijen arasında doğrudan
orantı olduğu kabul edilir. Ancak bu durum molekülün kimyasal yapısı ile de
ilişkilidir.
Kimyasal kompozisyonu (kompleksite): İyi bir antijen kompleks yapıda
olması gerekmektedir. Yapısal bütünlüğü (stabilite) vücutta uzun sürede çözünür
olması uzun süre immunite oluşturur. Aynı zamanda yüksek titrede antikor
oluşumunu sağlar.
Dayanıklılık ve çözünürlük: Bir maddenin iyi bir antijen olabilmesi için
dayanıklı ve çözünürlüğünün dengede olması gerekmektedir. Eğer bir madde en
küçük yapı taşlarına kadar ayrılırsa antijenik özellik gösteremez. Polisakkaritlerden
nişasta bu duruma tipik bir örnek olarak gösterilebilir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8


Bağışıklığın Yapısal Unsurları

Antijenin vücuda giriş yolu ve dozu: Antijenlerin önemli bir kısmı sindirim
yoluyla alındığında antijenik özelliğini kaybeder. Parenteral yolla verildiklerinde
daha iyi immun yanıt oluştururlar. Antijen yetersiz dozda verildiğinde yeterince
lenfosit aktivasyonu sağlayamaz, fazla dozda verildiğinde ise yine immun
yanıtsızlık oluşur. İyi bir immun yanıt oluşturmak için belirlenen uygun dozda ve
yolla verilmesi gerekmektedir.
Determinant (epitop): Antijen molekülü üzerinde bulunan küçük kimyasal
gruplar olup, antikor sentezini uyaran ve antikor ile reaksiyona giren spesifik
kısımlardır. Epitoplar genellikle en az 5 amino asit büyüklüğünde bir yapıya
sahiptirler. Antijenin özgüllüğünün (spesifitesinin) temelini oluştururlar.
Hapten: Tek başına antijenik özellik göstermeyen; fakat başka bir büyük
taşıyıcı molekülle birlikte verildiğinde antijenik özellik kazanan maddelere hapten
denir. Penisilin uygulamasından sonra vücutta yıkımlanarak penisilliol açığa çıkar.
Epitop, antikorun
Bu molekül hapten özelliği taşır ve serum albumini ile birleşerek antijenik özellik
paratop kısmı ile
kazanır. Konakçı immun sistemi bunu antijen olarak algılar ve immun yanıt
anahtar kilit modeli
oluşturur [8, 9].
uyumu sağlayan ve
Adjuvan (yardımcı madde): Antijene eklenmesiyle veya çözelti halinde
immun yanıtın
kullanılmasıyla antikor üretimini arttıran maddelere denir. Bu anlamda halen
gerçekleştiği asıl
aşılarda kullanılan alüminyum hidroksit, difteri ve tetanoz toksinleri adjuvanlara
antijenik kısımdır.
örnek olarak verilebilir.
Bireysel Etkinlik

•Adjuvan türleri, kullanımı, etki mekanizması ve aşılara ilavesi konuları


hakkında literatürel bilgi eşliğinde tartışınız.

Aşı: Patojenitesi zayıflatılmış canlı veya ölü mikroorganizmalar,


mikroorganizma toksinleri veya alt birimlerinden çeşitli yollarla hazırlanmış
ürünlere aşı denir. İmmunojenin zararsız şekli aşı olarak tarif edilir. İmmunoloji
çalışmalarının en başarılı sonuçları aşı üretiminde olmuştur. Aşılama edinsel
(kazanılmış) bağışıklığın temelini oluşturmaktadır. Aşı geliştirmede amaç patojeni
(hastalık yapan mikroorganizma) veya onun toksin antijenitesini kayıp etmeksizin
zararsız hale getirmektir. Bu durum mümkündür. Çünkü antikorlar antijenlerin
epitoplarını (özel kısımlarını) tanır.
Antikor
Antijenik uyarım sonucu spesifik B lenfositleri tarafından üretilen ve bu
antijenlerle özel olarak bağlanabilen immunoglobulin yapısında bağışıklık, humoral
bağışıklık elemanlarıdır. Her antikor molekülü tek bir antijen molekülü ile birleşir.
Antikorlar immunoglobulin (Ig) simgesiyle kısaltılmış olarak ifade edilirler.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9


Bağışıklığın Yapısal Unsurları

Antikorların Yapısı ve Fonksiyonları


Antikorlar (Ig), protein yapısındadırlar. Yapı ve biyolojik fonksiyonları
bakımından birbirlerine benzerdirler. Kan serumunda gammaglobulin
yapısındadırlar ve plazma proteinlerinde %20 oranında bulunurlar. Bir
immunoglobulin molekülü, birbirinin aynısı olan iki hafif (L: Light) ve iki ağır (H:
Heavy) zincirden oluşur. Her bir hafif zincir, ağır zincire disülfit bağları ile
tutunmuştur. Ayrıca ağır zincirlerde birbirlerine disülfit bağları ile tutunmuşlardır.
Bir immunglobulin molekülünün yapısı kabaca ”Y” harfine benzemektedir. Papain
ve pepsin gibi enzimlerle muamelesi sonucu immunglobulin molekülü farklı
bölgelerden parçalara ayrılır. Papain ile üç parçaya ayrılırlar. Bu parçalardan ikisi
birbiriyle aynıdır ve immunglobulinin antijene spesifik olarak bağladığı bölge
olduğundan Fab (fragment antigen binding) olarak adlandırılır. Fab kısmı, L (hafif)
Antikor çeşitliliğini
zincirlerinin tamamı ve H (ağır) zincirinin bir parçasından meydana gelir. Üçüncü
sağlayan mekanizma
parça ise antijen bağlayan bölge olmayıp, antikorun biyolojik etkinliklerinde rol
immunglobulin ağır
alır. Bu alanda komplement bağlanma gölgesi yer alır. Bu kısım kristalize
zincirdeki mutasyonel
olduğundan Fc (Framgment crystallizable) bölge olarak tanımlanır. Fc kısmı
değişikliklerdir.
immunglobulin molekülünün sadece H (ağır) zincir kısımlarından oluşur (Figür 4.2).

Şekil 4.2. Bir immunglobulin molekülünün yapısı [10]

Gelişmiş bir organizmada faklı özelliklere sahip immunoglobulin sınıfları


mevcut olup, bunlar IgG, IgM, IgA, IgE ve IgD olarak adlandırılmaktadır (Figür 4.3).
Ayrıca her sınıfın IgG1, IgG2, IgA1 gibi alt sınıfları (IgD hariç) bulunmaktadır.
Antikorların görevleri temel olarak, B lenfositler (B hücreler) immüniteye
katılan antikorların kaynağıdır. B hücreler ve uygun antikorlar intakt antijeni tanır
ve bağlanırlar. Antikorların görevleri ise; (a) ekstrasellüler mikroorganizmaları
direkt nötralize etmek veya (b) mikroorganizmaları öldürmek için komplement ve
nötrofil-makrofaj gibi efektör hücreleri aktive etmektir [11].
IgM: Antijen ile temas sonrası ilk ortaya çıkan immunglobulindir. Dolaşımda
IgM molekülü beş adet monomerden oluşan pentamer bir yapıya sahiptir. IgM,
primer (ilk) immun yanıt sırasında oluşan ilk antikordur. Yarılanma süreleri yaklaşık
5-10 gün kadardır. Bu nedenle kanda yüksek düzeyde IgM düzeyinin belirlenmesi
anitjen ile yeni bir temasın (akut enfeksiyon) göstergesidir. Ig M, plasentayı
geçememesine rağmen, gebeliğin beşinci ayından sonra yavru IgM sentezleyebilir.
Bu nedenle yavruda yüksek titrede belirlenmesi durumunda kongenital veya

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10


Bağışıklığın Yapısal Unsurları

perinatal enfeksiyon oluşumundan şüphe ettirir. IgG’den farklı olarak toksinleri ve


virusları nötralize edemezler; fakat IgM etkili bir komplement aktivatörüdür.

IgM ve IgD, B
lenfositlerin yüzeyinde
reseptör (BCR) görevi
yapan, antijeni bağlayıp
B lenfosit aktivasyonunu
Şekil 4.3. İmmunglobulin sınıfları ve temel özellikleri.
başlatan temel
immunglobulinlerdir. IgG: Kan, lenf, periton sıvısı ve beyin omurilik sıvısı (BOS)’nda en çok
bulunan immunoglobulindir. Serumdaki yarılanma ömrü yirmi gün kadar olup, en
uzun yaşam süresine sahip immunoglobulindir. Buna bağlı olarak pasif bağışıklama
için en uygun ve yararlı antiserum kaynağıdır. Antijene karşı oluşan primer yanıtta
geç dönemde (kronik enfeksiyon) ortaya çıkarlar. Vücut aynı antijenle ikinci kez
(sekonder immun yanıt) karşılaştığında en yoğun sentezlenen antikor tipi IgG’dir.
IgG, bakterilerin pilus ve flagellarına yapışarak hareketsiz hale getirirler.
Komplement aktivasyonu yaparlar, toksin ve virusleri nötralize ederek hedef
hücreye bağlanmalarını engellerler.
IgA: Gözyaşı, tükürük, mukus, sindirim sistemi salgıları, ter ve ağız sütü gibi
sıvısal salgılarda en fazla bulunan antikordur. Farklı sıvılarda farklı biçimlerde
bulunur. Serumda dört zincirli tek bir yapıda (monomerik) bulunur. Komplementi
bağlamaz ve dolaşımdaki enfeksiyonlara karşı çok etkili olmaz. Salgılarda bulunan
IgA birbirine J (Joint: eklem) peptit zinciri ile tutunmuş iki adet dört zincirli yapıdan
oluşur.
Dimerik işlevsel IgA molekülleri olgun B lenfositleri tarafından sentezlenir ve
epitel hücrelerin bazal membranında bulunan poli-IgA reseptörü ile mukozalara
taşınır ve reseptör bu aşamada yapıdan ayrılır. Dimere yapışık kalan reseptör
parçası salgısal parça (salgısal IgA, SIgA) olarak isimlendirilir. Bu şekli molekülü
çeşitli enzimlerin etkisinden korur.
SIgA, mukozalarda mikroorganizmaların epitelyum yüzeylerine bağlanıp iç
kısımlara geçişini engeller. Adeta mukozal yüzeylere sıvanmış gibi bulunan IgA
özellikle sindirim ve solunum sistemlerini lokal enfeksiyonlara karşı korurlar.
Ayrıca anne sütünde bulunur ve yeni doğanları da enfeksiyonlardan korur.
Aglutinasyon yapar ve virusların hücrelere girişini engeller.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11


Bağışıklığın Yapısal Unsurları

IgE: İki hafif zinciri ve iki ağır zincirden oluşan bir immunoglobulindir.
Yarılanma süresi iki gün kadardır. Fc reseptörü taşıyan mast hücreleri, bazofiller
gibi hücrelerin yüzeyine yüksek düzeyde ve uzun süre bağlanma özellikleri vardır.
Bu bağlanma sürecinde IgE’nin tanıyacağı antijenler ortaya çıkarsa antijene
bağlanır ve Fc kısmı mast hücresi Fc reseptöründen ayrılmaz. Yani IgE antijen ile
mast hücresi ve bazofiller arasında köprü görevi görür. Sonuçta bu hücreler
degranulasyona uğrar, histamin ve benzeri maddeler açığa çıkarak kan basıncının
ve damar geçirgenliğinin artışına neden olurlar. Bu durum aşırı duyarlılık
reaksiyonlarına (allerji) yol açar. Bu özellikleri sayesinde immun yanıtta etkili
olmaktadırlar. Ancak kan serumunda düşük düzeyde bulunurlar. IgE, komplementi
aktive edemez ve aglutinasyon oluşturmazlar. Bunun dışında paraziter
enfestasyonlarda serumda IgE düzeyinde artış olur.
Dentritik hücreler, IgD: Serumda az bulunan ve çabuk kristalize olan immunoglobulindir.
fagositoz yeteneği zayıf;
IgD’nin, B lefositler üzerinde reseptör (BCR) görevi vardır [12, 13].
fakat antijen sunma
İmmun sistem hücreleri
işlevi muazzam olan
İmmun sistem hücreleri kendi aralarında çok önemli bir heterojenite
immun sistem
gösterirler. Doğum öncesi yavrunun karaciğerindeki ve doğum sonrası kemik
hücreleridir.
iliğindeki kök hücreden değişime uğrayarak farklı özellikleri olan hücrelere
dönüşürler. Kök hücrelerin farklılaşması sitokin adı verilen moleküller tarafından
oluşturulmaktadır. İmmun cevap oluşmasında myeloid seri hücreleri ile lenfoid seri
hücreler görev yapmaktadırlar.
Myeloid seri hücrelerinde yer alan ve doğal immun sistem hücreleri olarak
görev yapan makrofajlar, polimorf nükleer granulositler (nötrofil, bazofil,
eozinofil), mast hücreleri temelde hücre dışı mikroorganizmalarla ilgilidir. Bu
hücreler fagositoz yoluyla mikroorganizmaları öldürürler. Doğal öldürücü hücreler
(Natural killer, NK) ise virüslerle enfekte hücrelerin öldürülmesi işlevini
yürütmektedirler.
Doğal immun sistem hücreleri kan dolaşımında ve vücudun çoğu
organlarında bulunur. Antijen sunma işlevini yaparlar. Lenfositler ise özel doku ve
organlarda bulunur. Lenfositlerin farklılaştığı ve kök hücrelerden olgunlaştığı yer
olan lenfoid organlara primer (birincil) lenfoid organlar denir. Bunlar T hücre
gelişimini sağlayan timus ve B hücre gelişimini sağlayan fetal karaciğer ve doğum
sonrası kemik iliğidir. T ve B lenfositleri primer lenfoid organlardan görev yaptıkları
sekonder (ikincil) lenfoid organlara göç ederler. Bu göçlerinde dalak, lenf nodülleri,
mukozal lenfoid dokulara yerleşirler. Sekonder lenfoid organ ve dokularda etkin
olarak bulunan B ve T lenfositleri, humoral (sıvısal) ve hücresel (sellüler) edinsel
immun yanıtın temelini oluştururlar.
B lenfositler: Humoral bağışıklığın temelini oluştururlar. Kanatlılarda Bursa
Fabricius, memelerde kemik iliği, fetal karaciğer, ruminantlarda iliosekal peyer
plakları B lenfositlerinin olgunlaştığı primer lenfoid organlardır. Antikor
sentezinden sorumlu hücrelerdir. B lenfositler yüzeylerindeki antijen reseptörleri
(BCR) aracığıyla antijenleri tanır ve onlara karşı spesifik immun yanıtı oluşturur. Bir
B lenfositi yüzeyinde aynı yapıda yaklaşık 200.000- 500.000 adet antijen reseptörü
bulunur. B lenfositleri antijenle karşılaştıklarında antijenle birleşirler. Antijenik
uyarımı alan B lenfositleri prolifere olarak bir takım değişiklikler geçirir. Karşılaştığı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12


Bağışıklığın Yapısal Unsurları

antijene özel antikorlar üreten hücrelere dönüşür. Bu hücrelere plazma hücreleri


denir. Bir kısmı ise karşılaştığı antijeni ömür boyunca unutmayan ve ikinci kez
karşılaştığında daha kısa sürede immun yanıtı oluşturan bellek B lenfositlerine
dönüşür.
T lenfositleri: Hücresel bağışıklığın temel hücreleridir. B hücrelerinin aksine
antikor sentezlemezler. Kemik iliğinden köken alıp timusa göç ederek, burada
olgunlaşarak olgun T lenfositlerine dönüşürler. Timustaki gelişim süreçleri devam
Yardımcı T lenfositler, B ederek farklı T lenfositlerine dönüşürler. T lenfositleri, timustan ayrıldıktan sonra
hücre olgunlaşması ve dalak, kemik iliği, lenf düğümü gibi sekonder lenfoid organlarda kendilerine ait
farklılaşması, sitotoksik bölgelere yerleşirler. T lenfositlerinin de yüzeyinde antijen bağlama reseptörleri
T hücre ve makrofaj (TCR) bulunur. T lenfositleri yardımcı T, sitotoksik T ve bellek T lenfositleri gibi alt
aktivasyonu gibi birçok gruplara ayrılırlar.
süreci etkileyen immun
 Yardımcı T lenfositleri (T helper, Th): Edinsel (spesifik) bağışıklığın en
sistem hücresidir.
önemli hücreleridir. Humoral ve hücresel bağışıklığı başlatan ve yöneten
hücrelerdir. Yardımcı T lenfositleri bu işlevlerini sentezledikleri sitokinler
vasıtasıyla yaparlar. Yardımcı T hücreleri oluşturdukları sitokinlere göre
Th1, Th2, Th0 ve Th17 olmak üzere dört alt gruba ayrılırlar.
Th1: Aldıkları antijenik uyarımla, sentezledikleri sitokinler (IL-2,
İnterferon- ϒ ve lenfotoksin-B) ile hücresel bağışıklığı başlatırlar.
Th2: Aldıkları antijenik uyarımla sentezledikleri sitokinler ile (IL-4, IL-5,
IL10, IL13) humoral bağışıklık hücrelerini uyararak, humoral bağışıklığı
başlatır.
Th0: Hem Th1 ve hem de Th2 hücrelerinin sentezlediği sitokinleri birlikte
sentezler. Yardımcı T lenfositlerinin köken aldığı hücreler olarak kabul
görmektedir.
Th17: Bu hücreler yangı öncesi bir madde olan IL-17'yi üretirler. Bu özelliği
ile hücre dışı patojenlere ve mantarlara karşı savunmada görev alırlar.
 Sitotoksik T Lenfositleri: Hücresel bağışıklığın temel hücreleridir.
Adlarından da anlaşılacağı gibi hücresel yapıdaki antijenik moleküllere
karşı toksik etki gösterirler. Bunların başlıcaları virüslerle enfekte
hücrelere, tümör hücrelerine, doku naklinde uygun olmayan doku ve
hücreler sitotoksik T lenfositlerinin hedefindeki oluşumlardır. Bu hücreler
hedefindeki hücreleri perforin ve granzim granülleri hedef hücrenin
öldürülmesinde (apoptozis) görev alırlar ve çeşitli sitokinler sentezlerler.
 Bellek T Lenfositleri: Hücresel bağışıklığın uyarımından sonra oluşur.
Antijenin vücuda ikinci kez girmesinden sonra kısa sürede ve daha etkin
bir immun yanıt oluşturulmasını sağlar.
 Baskılayıcı T lenfositleri: Genellikle immun sistemin bir antijene verdiği
cevabın durdurulmasında görev alırlar. Özellikle spesifik bağışıklıkta self
tolerans mekanizmasında da önemli işlevleri bulunmaktadır.
 Doğal öldürücü hücreler (Natural killer cells, NK): Lenfositlere göre daha
büyük hücrelerdir. Lenfoid sistemden köken almalarına rağmen spesifik
bağışıklık hücreleri değildirler. Olgunlaşma süreçlerinde timusa
uğramadan kemik iliğinden doğrudan kana geçmektedirler. Bu nedenle

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13


Bağışıklığın Yapısal Unsurları

yüzeylerinde antijen reseptörleri taşımazlar. Nonspesifik bağışıklık


hücreleri olmalarına rağmen spesifik bağışıklıkta da rol oynarlar. En önemli
ve bilinen görevleri virüslerle infekte hücreleri ve tümör hücrelerini
öldürmektir. Hedef hücreleri apoptozis yoluyla öldürmelerinden dolayı
sitotoksik T lenfositlerine benzerlik göstermektedirler [14, 15].

İmmun sistem organları (lenfoid organlar)


Vücudun savunmasında doğal bağışıklıkta görev alan yapılar hiç şüphesiz ki
oldukça önemlidir. Bu konuya yukarıda değinilmişti. Fakat edinsel bağışıklık ya da
kazanılmış bağışıklığın konakçıyı belli başlı etkenlere karşı koruyan ve immunolojik
Primer lenfoid organlar, bellekle de sürekliliğin sağlayan bir mekanizmadır. Aslında immun cevap doğal
lenfositlerin üretiminin bağışıklık, kazanılmış bağışıklık elamanları ve diğer sistemleriyle bir bütündür. Bu
yapıldığı, sekonder bütünün en önemeli ve özgün kısmını kazanılmış bağışıklık oluşturmaktadır.
lenfoid organlar ise Kazanılmış bağışıklık denince akla lenfositler gelmektedir. Lenfositlerin oluşumu,
lenfositlerle antijenlerin olgunlaşmaları, özel hücrelere dönüşerek vücudu korumaları, immun cevabı
ilk defa karşılaştıkları düzenlemeleri oldukça önemlidir. Örneğin; antijenik tehdit bittiğinde immun
vücut kısımlarıdır. cevabında durdurulması, organizmanın kendi hücrelerini, yabancı hücrelerden
veya moleküllerden ayırması oldukça önemli ve özel durumlardır. Lenfositler bu
özelliklerini belli organlarda kazanırlar. Antijene karşı savunmalarını da yine bu
organlarda verirler. Vücuda yayılmasını sınırlarlar. Vücut savunmasında görev alan
ve tüm bu olayların gerçekleştiği organlara immun sistem organları (lenfoid
organlar) denir. Bu organlar işlevlerine göre iki temel gruba ayrılırlar.
Primer (birincil) immun sistem organları; lenfositlerin oluşumu, gelişimi,
farklılaşması ve olgunlaşmasının gerçekleştiği organlara denir. Bu organlar, kemik
iliği, timus, Bursa Fabricius (kanatlılarda) ve iliosekal peyer plaklarıdır.
Sekonder (ikincil) immun sistem organları; olgunlaşmasını tamamlamış
lenfositlerin yerleştiği ve immunolojik reaksiyonların yürütüldüğü organlardır. Bu
organlar; lenf düğümleri, dalak, jejunal peyer plakları ve mukozal lenf düğümleri,
tonsiller (bademcikler) olarak sayılabilir.
Primer ve sekonder immun sistem organlarının temel özellikleri
Primer immun sisten organları erken fötal dönemde gelişmeye başlarlar ve
fötusun gelişme süresince bu organlarda gelişmelerini devam ettirirler. Erken
dönemde karaciğer primer immun sistem organı iken,, geç dönemde kemik iliği bu
görevi üstlenir. Yeni doğanlarda immun sistem organları hacimce en büyük orana
sahiptir ve ergenlik yaşına kadar da gelişmeye devam ederler. Ergenlikten sonra
atrofiye olarak hızla küçülürler. Olgun bireylerde primer immun sistem organları
oldukça küçülmüşlerdir. Herhangi bir antijenik uyarım karşısında da gelişmeleri
olmaz. Yeni doğanlarda bu organların hasar görmesi veya deneysel olarak
çıkartılmaları immun yanıtın düzeyini düşürmektedir. Primer immun sistem
organlarının görevlerinin başında lenfositlerin gelişimi, olgunlaşması ve antijenik
uyarıma cevap verecek donanımların kazandırılmasıdır (Tablo 4.2).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14


Bağışıklığın Yapısal Unsurları

Tablo 4.2. Primer ve sekonder lenfoid organların temel özellikleri.

Özellik Primer Lenfoid Organ Sekonder Lenfoid Organ


Orijin Ektoderm, endoderm Mezoderm
Gelişim zamanı Erken embriyonik dönem Geç fetal dönem
Büyüklük Doğumda en büyük hacim Erişkinlerde en büyük hacim
Gelişim Antijenijk uyarımdan bağımsız Antijenik uyarıma bağımlı
Devamlılık Puberteden sonra küçülür Yaşam boyunca kalır
Çıkartılmanın etkisi Lenfosit kaybı Önemli etkisi yok
Antijene yanıt Yanıt vermez Tam reaktif
Örnekler Timus, Bursa Fabricius, kemik iliği Dalak, lenf nodülleri

Sekonder immun sistem organları ise primer immun sistem organlarıyla


karşılaştırıldığında, bunların aksine geç fötal dönemde gelişmeye başlarlar ve
Komplement sistemini ömür boyu aktif kalırlar. Gelişmelerini tamamlamaları için antijenlerle uyarılmaları
gerekmektedir. Organizmada enfeksiyon olduğunda hacimleri büyür. Yeni
klasik yola benzer
şekilde uyaran, lektin adı doğanlarda deneysel yolla çıkarıldıklarında veya hasara uğradıklarında immunite
verilen ve düzeylerinde önemli bir değişiklik olmaz. Görevleri antijenlere immunolojik cevap
mikroorganizmaların vermek ve vücudu tehdit eden mikroorganizma veya yabancı antijenleri tespit
polisakkaritlerini tanıyan etmek, yakalamak ve imha etmektir. Sekonder immun sistem organlar vücudun
yapılar da mevcuttur. değişik noktalarında özellikle de mikroorganizmaların giriş noktalarına yakın
stratejik yerlerde bulunmaktadırlar (Tablo 4.2) [14, 15].
Komplement sistemi
Vücuda giren mikroorganizmalara karşı korumaya aracılık eden ardışık/sıralı
reaksiyonlar yürüten birbirine bağlı ve birbirini aktivite eden 20’den fazla
proteinlerden oluşmuştur. Komplement proteinleri, monositler ve karaciğerde
hepatositler tarafından sentezlenirler. Bu proteinler klasik ve alternatif yol adı
verilen iki farklı biçimde aktive olurlar. Alternatif yol bazı bakteri ve mantarların
hücre yüzeyinde bulunan maddelerin varlığında aktive olur. Bu yol doğal bağışıklık
olaylarında rol oynar. Klasik yolun aktive olması için ise antijen-antikor
kompleksinin varlığı gerekmektedir. Her iki yol bir takım reaksiyonlardan sonra
ortak (terminal) yol adı verilen son aşamada birleşir.
Terminal yol bakteri hücre yüzeyinde membran atak kompleksi (MAK)
denilen yapı ile küçük delikler oluşur ve vücut içerisinde ozmotik lizise uğrayarak
etkisiz hale gelirler. Ayrıca komplementlerin fagositik hücrelerin yangı bölgesine
göçü (kemotaksis) ve yabancı partiküllerin fagositik hücreler tarafından yutulması
esnasında ve opzonizasyonda görevleri vardır (Figür 4.4) [15, 16].

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15


Bağışıklığın Yapısal Unsurları

Şekil 4.4. Komplement sistemine ait reaksiyonlar.

Sitokinler
Sitokinler, özellikle immun sistem hücreleri başta olmak üzere çeşitli
hücreler tarafından sentezlenen küçük yapılı moleküller olup, çok düşük
miktarlarda sentezlenmelerine rağmen oldukça etkilidirler. İmmun sistem
Sitokinler, doğal ve hücreleri arasında iletişimi ve hücre trafiğinde sinyalizasyonu sağlayan
kazanılmış bağışıklıkta moleküllerdir. Sentezlendikleri ve temas ettikleri hücre tiplerine göre de farklı
görev alan ve hücrelerin isimlerle anılmaktadırlar. Sitokinlerin etkili olabilmesi için temas kuracağı
immun fonksiyonlarını hücrelerde sitokin reseptörlerinin bulunması gerekmektedir. Sitokinlerden
düzenleyen monokinler, makrofajlar tarafından sentezlenen sitokinlerdir. İnterlökinler (IL),
proteinlerdir. lökositler arasında iletişimi sağlayan, bağışıklık hücrelerinin büyüme ve
farklılaşmasını sağlayan sitokinlerdir. İnterferonlar (IFN), virus enfeksiyonlarına
cevap olarak üretilirler. Antijen sunmayı arttırırlar, fagositik ve NK hücreleri aktive
ederler. Bunların dışında birçok sitokin molekülü sentezlenmekte ve vücudun
savunmasında görev almaktadırlar [17, 18, 19].

• İmmun sistem hücre farklılaşması, bağışıklık ve yangı gibi


Örnek

birçok immunolojik mekanizmada görev alan sitokinlerden


bazıları ve görevleri aşağıdaki şekildedir:
•IL-1; yangı uyarımı ve vücutta ateş oluşumu
•IL-2, IL-3, IL-5; büyüme, farklılaşma ve aktivasyon
•IL-4; Th2 hücrelere dönüşüm
•IL-12; Th1 hücrelere dönüşüm
• IL-8: kemotaksis
•IFN-gama: makrofa aktivasyonu
•TNF-alfa; lenfosit ve makrofaj aktivasyonu

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16


Bağışıklığın Yapısal Unsurları

•İmmunoloji, genel anlamı ile enfeksiyon etkenlerine, zehir etkisi gösteren


maddelere ve vücuda giren yabancı maddelere karşı organizmanın göstermiş

Özet olduğu direnç halini ifade eder. Bağışıklık bilimine ilişkin ilk ipuçları ve bu
bilimin insan yararına kullanımı 16. yy dayanmakta olup, ilk çalışmalar çiçek
hastalığı üzerine yapılan koruyucu uygulamalar (variolasyon ve vaksinasyon)
ile gün yüzüne çıkmıştır. Günümüzde immunoloji bilimi; immunopatoloji,
immunite, immunohematoloji, seroloji, transplantasyon ve tümör
immunolojisi, immunogenetik ve moleküler immunoloji gibi farklı branşlarda
çalışmalar yürütmektedir.
•Bağışıklığın Temel Kavramları
•Doğuştan gelen bağışıklık (doğal direnç)
•Bazı mikroorganizmalara karşı genetiğe bağlı ve doğal olarak bulunan
dirence özgül doğal direnç denir. Doğuştan gelen dirençte canlıların
anatomik ve fizyolojik yapıları, fagositoz ve yangı olayları görev alır.
•Özgül doğal direnç (doğal bağışıklık)
•Doğal ya da non-spesifik bağışıklık antijen spesifik olmayan bağışıklık
türüdür. Doğal bağışıklıkta kan ve dokularda yer alan nötrofiller, eozinofiller,
makrofajlar, doğal öldürücü hücreler (NK), komplement sistemi, sitokinler ve
akut faz proteinleri gibi birçok farklı savunma hücreleri görev alır. Nötrofil ve
makrofaj aracılı gerçekleşen fagositoz doğal bağışıklığın en önemli efektör
mekanizmasıdır. Fagositoz, mikroorganizma veya yabancı maddelerin
fagositik hücreler tarafından yutulup sindirilmesiyle vücuttan uzaklaştırılması
anlamına gelen doğal savunma mekanizmasıdır. Fagositozda görevli olan
temel hücreler nötrofiller, eozinofiller ve makrofajlardır. Fagositozun gelişimi
kemotaksis, bağlanma, yutma ve sindirme aşamalarını içerir. Doğal öldürücü
hücreler (NK) ise T lenfosit özelliği göstermesine rağmen antijenik uyarıma
gerek olmaksızın bakteri, mantar, parazit ve tümör hücrelerini ortadan
kaldırma özelliğine sahip önemli savunma hücreleridir.
•Kazanılan (edinsel, spesifik, özgül) bağışıklık
•Kazanılan bağışıklık, vücuda yabancı mikroorganizmaları ve moleküleri fark
edip elimine etme yeteneğine sahip olan lenfositler aracılı ile ve belli
reaksiyonlardan sonra kazanılan bağışıklıktır. Aktif kazanılmış bağışıklık,
vücudun yabancı partikül veya mikroorganizmaya karşı aktif olarak çalışarak
oluşturduğu yanıttır. Bu yanıt enfeksiyon sonucu oluşursa doğal aktif
bağışıklık, aşılama sonrası oluşursa yapay aktif bağışıklık denir. Pasif
kazanılmış bağışıklık ise hastalık etkenlerine karşı başka bir organizmada
oluşmuş koruyucu yapıların (antikor, T lenfosit vb.) korunması istenilen
canlıya aktarılmasıyla kazanılan bağışıklık türüdür. Annede yavruya plasenta,
süt ve yumurta yoluyla kazandırılan doğal pasif bağışıklık, antiserum veya
antitoksin gibi hazır halde antikorların duyarlı organizmaya verilmesiyle
kazandırılan bağışıklık, yapay pasif bağışıklık olarak adlandırılır.
•Antijen
•Spesifik immun yanıtın oluşmasını sağlayan ve antikorlar ile özel olarak
birleşebilen maddelere denir. İmmunojen ise bağışık cevabı başlatabilen tüm
maddelere verilen addır. Bir maddenin antijen olabilmesi için; vücuda
yabancı olması, moleküler ağırlığının 10000 Da’dan büyük olması, dayanıklı
olması, çözünebilirliğinin iyi olması, vücuda uygun yoldan ve uygun dozda
girmesi gibi şartları taşıması gerekir. Antijen üzerinde immun sistemin
reaksiyon oluşturduğu esas yapı determinant (epitop) olarak adlandırılır.
Ayrıca tek başına antijenik özellik göstermeyen; fakat başka bir büyük taşıyıcı
molekülle birlikte verildiğinde antijenik özellik kazanan maddelere hapten
denir. Antijene eklenmesiyle antikor üretimini arttıran maddeler adjuvan
olarak adlandırılır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17


Bağışıklığın Yapısal Unsurları

•Antikor
•Antijenik uyarım sonucu spesifik B lenfositleri tarafından üretilen ve bu

Özet (devamı) antijenlerle özel olarak bağlanabilen immunoglobulin yapısında bağışıklık,


humoral bağışıklık elemanlarıdır. Ağır zincir türüne göre antikorlar; IgG, IgM,
IgA, IgE ve IgD olarak adlandırılır. Antikorlar, humoral bağışıklıkta görev
alırlar. Ekstrasellüler mikroorganizmaları direkt nötralize etmek,
mikroorganizmaları öldürmek için komplement ve nötrofil-makrofaj gibi
efektör hücreleri aktive etmek gibi fonksiyonları vardır. IgM, pentamer
yapısıyla primer immun yanıtta akut enfeksiyonlarda görev alan antikor
türüdür. IgG, kan, lenf, periton sıvısı ve beyin omurilik sıvısı (BOS)’nda en çok
bulunan immunoglobulindir ve primer yanıtta geç dönemde (kronik
enfeksiyon) ortaya çıkarlar. IgA, dimerik yapısı olan salgısal formu (salgısal
IgA, SIgA) ile mukozalarda görev yapan en önemli antikor türüdür. IgE, mast
hücre bağlantısı nedeniyle alerjik olgularda ve paraziter enfeksiyonlarda
yangıyı tetikleyen antikor çeşididir. IgD ise IgM gibi B lefositler üzerinde
reseptör (BCR) görevi olan diğer antikordur.
•İmmun sistem hücreleri
•İmmun sistem hücreleri kök hücreden sitokin uyarımı sonucu farklılaşan
myeloid seri hücreleri ile lenfoid seri hücrelerden oluşur. Myeliod seri
hücrelerinde yer alan ve doğal immun sistem hücreleri olarak görev yapan
makrofajlar, polimorf nükleer granulositler (nötrofil, bazofil, eozinofil), mast
hücrelerini içerir. Lenfoid seri hücreler ise T ve B lenfositleri ve NK
hücrelerinden oluşur. B lenfositleri, humoral bağışıklıkta görev alan
hücrelerdir. Üretildikten sonra kanatlılarda Bursa Fabricius, memelerde
kemik iliği, fetal karaciğer, ruminantlarda iliosekal peyer plaklarında
olgunlaşır ve primer lenfoid organlara taşınır. Antijenik uyarım sonucu
farklılaşı ve antikor sentezinden sorumlu olan plazma hücrelerine dönüşür.
Bir kısmı ise bellek B lenfositlerine dönüşür. T lenfositleri, hücresel
bağışıklıktan sorumlu hücreleridir. Kemik iliğinden köken alıp timusa göç
ederek burada olgunlaşırlar ve daha sonra dalak, kemik iliği, lenf düğümü
gibi sekonder lenfoid organlara göçerler. T lenfositleri yardımcı T, sitotoksik T
ve bellek T lenfositleri gibi alt gruplara ayrılırlar.
•Yardımcı T lenfositleri (T hepler, Th), humoral ve hücresel bağışıklığı başlatan
ve yöneten hücrelerdir. Yardımcı T hücreleri oluşturdukları sitokinlere göre
Th1, Th2, Th0 ve Th17 olmak üzere dört alt gruba ayrılırlar. Sitotoksik T
Lenfositleri, hücresel bağışıklığın temel hücreleridir. Enfekte hücreleri
perforin ve granzim granülleri ile apoptozis aracılığı ile öldürürler. Bellek T
Lenfositleri, hücresel bağışıklığın uyarımından sonra oluşur. Antijenin vücuda
ikinci kez girmesinden sonra kısa sürede ve daha etkin bir immun yanıt
oluşturulmasını sağlayan hücrelerdir. Doğal öldürücü hücreler (Natural killer
cells, NK), Lenfoid sistemden köken alırlar; fakat olgunlaşma için timusa
uğramadan kemik iliğinden doğrudan kana geçmektedirler. Nonspesifik
bağışıklık hücreleri olmalarına rağmen spesifik bağışıklıkta da rol oynarlar.

• İmmun sistem organları


•İmmun sistemle ilgili, hücre, molekül ve yapıların oluşumu gelişimi ve
organizasyonu ile ilgili organlara immun sistem organları (lenfoid organlar)
denir. Bu organlar işlevlerine göre iki temel gruba ayrılırlar. Primer (birincil)
immun sistem organları; lenfositlerin oluşumu, gelişimi, farklılaşması ve
olgunlaşmasının gerçekleştiği organlara denir. Bu organlar; kemik iliği, timus,
Bursa Fabricius (kanatlılarda) ve iliosekal peyer plaklarıdır. Sekonder (ikincil)
immun sistem organları; olgunlaşmasını tamamlamış lenfositlerin yerleştiği
ve immunolojik reaksiyonların yürütüldüğü organlardır. Bu organlar; lenf
düğümleri, dalak, jejunal peyer plakları ve mukozal lenf düğümleri, tonsiller
(bademcikler) sayılabilir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18


Bağışıklığın Yapısal Unsurları

•Komplement sistemi

Özet (devamı)
•Vücuda giren mikroorganizmalara karşı korumaya aracılık eden
ardışık/sıralı reaksiyonlar yürüten birbirine bağlı ve birbirini aktivite
eden enzimatik özellikli serum proteinleridir. Bu proteinler klasik ve
alternatif yol ile aktive olduktan sonra ortak (terminal) yol adı verilen
yolak ile sonlanır. Terminal yol bakteri hücre yüzeyinde membran atak
kompleksi (MAK) denilen yapı ile küçük delikler oluşur ve vücut
içerisinde ozmotik lizise uğrayarak etkisiz hale gelirler.
•Sitokinler
•Sitokinler, immun sistem hücreleri arasında iletişimi ve hücre trafiğinde
sinyalizasyonu sağlayan moleküllerdir. Sentezlendikleri ve temas
ettikleri hücre tiplerine göre de farklı isimlerle anılmaktadırlar.
Monokinler, İnterlökinler (IL), İnterferonlar (IFN), lenfokinler önemli
sitokin gruplarıdır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19


Bağışıklığın Yapısal Unsurları

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Çiçek, tifo, veba, tifüs ve kızamık gibi hastalıkları geçiren kişilerin evvelce
yakalandıkları hastalıklara tekrar yakalanmadıkları gözlenmiştir. Modern
bilginin ışığında bu durum bize hangi bağışıklık durumuna örnek teşkil
etmektedir?
a) Aktif kazanılmış bağışıklık
b) Pasif kazanılmış bağışıklık
c) Yapay aktif bağışıklık
d) Doğal direnç
e) Adoptif bağışıklık
2. Günümüzde immunoloji bilimi aşağıda verilen konulardan hangileri ile
ilgilenmemektedir?
a) Toplumun bağışıklanması (aşılama) ile bazı hastalıkların önlenmesi
b) Otoimmun hastalıkların önlenmesi, tedavi edilmesi ve oluşum
mekanizmalarının öğrenilmesi
c) Organ nakillerinde başarısızlıkların nedeni olan doku tiplerinin ve
doku uyuşmazlıklarının çözüm yollarının araştırılması
d) Tümörlerin oluşumunda bağışıklık mekanizmasının araştırılması
e) Çevresel faktörlerin hastalıkların ortaya çıkması üzerine olan etkileri
3. Mikroorganizma veya yabancı maddelerin vücutta belli hücreler
tarafından yutulup sindirilmesinde ve vücuttan uzaklaştırılmasında görev
alan hücrelerin ortak adı aşağıdakilerden hangisidir?
a) Lenfositik hücreler
b) Fagositik hücreler
c) Hepatositler
d) Doğal öldürücü hücreler
e) Sitotoksik hücreler
4. Annede kazanılmış bağışıklıkla oluşan antikorların plasenta, süt ve
yumurta yoluyla yavruya geçmesi suretiyle oluşan bağışıklık türüne hangi
ad verilir?
a) Yapay pasif bağışıklık
b) Aktif bağışıklık
c) Doğal pasif bağışıklık
d) Doğal aktif bağışıklık
e) Yapay aktif bağışıklık

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20


Bağışıklığın Yapısal Unsurları

5. Tek başına antijenik özellik göstermeyen, başka büyük taşıyıcı molekülle


birlikte verildiğinde antijenik özellik kazanan maddelere ne ad
verilmektedir?
a) Adjuvant
b) Determinant
c) Aşı molekülü
d) Hapten
e) Antijenik molekül
6. Antikorlarla ilgili verilen ifadelerden hangisi doğru değildir?
a) Gelişmiş bir organizmada faklı özelliklere sahip immunoglobulin
sınıfları mevcuttur.
b) Antikorlar IgG, IgM, IgA, IgE ve IgD olarak adlandırılmaktadır.
c) B lenfositlerinin plazma hücresine dönüşmesiyle üretilir.
d) Ekstrasellüler mikroorganizmaları direkt nötralize ederler.
e) Mikroorganizmalara özel üretilmezler.
7. Gözyaşı, tükürük, mukus, sindirim sistemi salgıları, ter ve ağız sütü gibi
sıvısal salgılarda en fazla bulunan antikor sınıfı aşağıdakilerden hangisidir?
a) IgG
b) IgM
c) IgA
d) IgD
e) IgE
8. Primer (birincil) immun sistem organları arasında aşağıdakilerden hangisi
bulunmaz?
a) Kemik iliği
b) Timus
c) Bursa Fabricius
d) Dalak
e) İliosekal peyer plakları
9. Vücuda giren mikroorganizmalara karşı korumaya aracılık eden
ardışık/sıralı reaksiyonlar yürüten birbirine bağlı ve birbirini aktivite eden
20’den fazla proteinlerden oluşmuş sisteme ne ad verilir?
a) Sitokin sistemi
b) Komplement sistemi
c) İmmun sistem
d) Lenfoid sistem
e) Fagositik sistem

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21


Bağışıklığın Yapısal Unsurları

10. İmmun sistem hücreleri arasında iletişimi ve hücre trafiğinde


sinyalizasyonu sağlayan moleküllerin genel adına ne ad verilmektedir?
a) Sitokin
b) Lökin
c) Kemokin
d) İnterferon
e) İnterlökin

Cevap Anahtarı:
1.a, 2.e, 3.b, 4.c, 5.d, 6.e, 7.c, 8.d, 9.b, 10.a

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22


Bağışıklığın Yapısal Unsurları

YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Payzın, S. (1974). Bağışıklık Bilimi = İmmünoloji ve Bağışıklık Hastalıkları El
Kitabı. Ankara Üniversitesi Basım Evi, Ankara.
[2] Arda, M. (1985). İmmunoloji (Bağışıklık Bilimi), Cilt 1. Ankara Üniversitesi
Veteriner Fakültesi Yayınları: 404, Ankara.
[3] Gülmezoğlu, E., ve Ergüven, S. (1994). İmmünoloji. Hacettepe- Taş Kitapçılık,
Ankara.
[4] Şen, A. (2018). Veteriner İmmunoloji. Dora Basım-Yayın, Bursa.
[5] Wikipedia. (2018). Erişim tarihi: 14.01.2019.
https://en.wikipedia.org/wiki/Phagocytosis
[6] Erganiş, O., ve İstanbulluoğlu, E. (1993). İmmünoloji. Mimoza Yayınları, Konya.
[7] Ekrem, G. (1979). Bağışıklığın Temelleri. Hacettepe Üniversitesi Yayınları,
Ankara.
[8] Lydyard, P., Whelan, A., Fanger, M. (2013). Bios Instant Notes Third Edition.
Çeviri Editörleri: Erganiş, O. ve Uçan, U.S. Nobel Akademik Yayıncılık,
Ankara.
[9] Male, D., Brostoff, J., Roth, D.B., Roitt, I. (2008). İmmunuloji. Seventh Edition.
Çeviri Editörü: İmir, T. Palme Yayıncılık, Ankara.
[10] Li, D. (2018). Antibodies. Erişim tarihi: 15.01.2019.
https://step1.medbullets.com/immunology/105060/antibodies
[11] Bitiren, M. (2018). İmmün sistem. Erişim tarihi: 15.01.2019.
https://personel.omu.edu.tr/docs/ders_dokumanlari/1329_53939_305.pdf
[12] Janeway, C.A., Travers, P., Walport, M., Shlomchik, Mark. (2001).
Immunobiology, The Immune System in Health and Disease. Fifth Edition,
Garland Publishing, New York.
[13] Özbal, Y. (2000). Temel İmmünoloji 2. Baskı. Nobel Tıp Kitabevleri, İstanbul.
[14] Goldsby, R.A., Kindt, T.J., Osborne, B.A. (2000). Kuby İmmunology Fourth
Edition. W.H. Freeman and Company, New York.
[15] Diker, K.S. (1998). İmmunoloji. Medisan Yayınevi, Ankara.
[16] Bilgehan, H. (1994). Temel Mikrobiyoloji ve Bağışıklık Bilimi. Barış Yayınları
Fakülteler Kitabevi, İzmir.
[17] Ustaçelebi, Ş. (1994-1995). Temel ve Klinik Mikrobiyoloji Ders Notları.
Hacettepe-Taş Kitapçılık, Ankara.
[18] Arthur, J., Ziegler, R., Lukasewycz, O.A., Louise, H. (1998). Mikrobiyoloji ve
İmmunoloji. Çevirenler: Öztürk M ve Selçukbiricik, S. Nobel Tıp Kitabevleri,
İstanbul, 1998.
[19] Harvey, R.A., Champe, P.A., Strohl, W.A., Rouse, H., Fisher, B.D. (2006).
Mikrobiyoloji. Çeviri Editörü: Anğ, Ö. Nobel Tıp Kitabevleri, İstanbul.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23


HUMORAL VE HÜCRESEL
BAĞIŞIKLIK

• Humoral Bağışıklık
VETERİNER MİKROBİYOLOJİ
İÇİNDEKİLER

• Humoral Bağışıklığın
Aşamaları VE İMMÜNOLOJİ
• Humoral Bağışıklığın Görevleri
• Hücresel Bağışıklık
Doç. Dr.
• Hücresel Bağışıklığın Fatih BÜYÜK
Aşamaları
• Hücresel Bağışıklığın Görevleri

• Bu ünite çalışıldıktan sonra;


•Antijen spesifik gerçekleşen
HEDEFLER

kazanılmış bağışıklık
mekanizmalarını bilebilecek,
•Ekzojen ve endojen antijen
kavramlarını ve bunlara karşı
şekillenen immun yanıt
mekanizmalarını öğrenebilecek,
•Humoral bağışıklık kavramını ve
ilgili mekanizmaları bilebilecek,
•Hücresel bağışıklık kavramını ve
ilgili mekanizmaları
öğrenebileceksiniz. ÜNİTE

© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
5
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı
ve dağıtımı yapılamaz.
Humoral ve Hücresel Bağışıklık

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2


Humoral ve Hücresel Bağışıklık

GİRİŞ
Vücudun hastalık oluşturabilecek yabancı etkenlere karşı koymaya yönelik
gösterdiği savunma yanıtına immün yanıt (bağışıklık yanıtı) adı verilir. Dolayısıyla
hastalıklardan korunma immünite (bağışıklık) olarak tanımlanır. Bağışıklık, doğal
(kalıtsal, nonspesifik) ve edinsel (kazanılmış, spesifik) olmak üzere iki temel
yapıdan oluşur.
Enfeksiyonlara karşı koymada ilk adımı doğal bağışıklık sistemi oluşturur. Bu
sistem vücutta hazır olarak bulunan ve mikroorganizma (antijen) ayrımı
yapmaksızın (nonspesifik) etki eden fagositik hücrelerden (nötrofil, eozinofil,
makrofaj vb.) oluşur. Ayrıca doğal bağışıklık sistemi içerisinde doğal öldürücü (NK)
hücreler, komplement ve sitokin gibi moleküllerin yardımcı fonksiyonlarına ihtiyaç
vardır. Edinsel bağışıklık ise antijen uyarımı sonucu ve uyaran o antijene özgü
(spesifik) oluşur ve lenfosit aracılı olaylar zincirini kapsar. Antijenin yapısı ve
uyarım mekanizmasına, fonksiyon gören immun sistem hücre ve moleküllerine ve
oluşacak yanıta göre edinsel bağışıklık humoral (sıvısal) bağışıklık ve hücresel
bağışıklık olarak iki temel bölüme ayrılır.
Humoral bağışıklık, antijen girişi sonucu B-lenfositlerin uyarılması ve takiben
antikor oluşumu ile son bulan bağışıklık türüdür. Kan dolaşımında ve mukozal
salgılarda bulunan antikorlar hücre dışı yaşama özelliğine sahip (ekstrasellüler)
Edinsel bağışıklıkta
mikroorganizmaların vücut hücrelerini istilasını ve enfekte etmesini önler,
görev alan temel
toksinlerini bloke eder ve mikroorganizmayı hedef haline getirerek fagositoz ve
hücreler lenfositlerdir.
komplement sistemi aracılığı ile vücuttan uzaklaştırırlar.
Hücresel bağışıklık, antijen girişi sonrası T-lenfositlerin uyarılması ve takiben
sitotoksik T-lenfosit aktivasyonu ve bazı yardımcı mekanizmaların (NK hücre ve
makrofaj) aktivasyonu ile son bulan bağışıklık türüdür. Aktive olan bu yapılar
sayesinde hücre içi yaşama özelliğine sahip olan (intrasellüler) mikroorganizmalar
(virüs, hücre içi bakteri vb.) enfekte hücre ile birlikte öldürülerek veya etkili
fagositoza maruz kalarak vücuttan uzaklaştırılır. Hücresel bağışıklık ayrıca tümöral
oluşumlara karşı savunmada da işlev görür [1].
Edinsel bağışıklık, fonksiyon gören hücre ve molekül çeşidine ve görev alan
efektör mekanizmalara göre humoral ve hücresel bağışıklık şeklinde ayırt edilse de
aslında her iki bağışıklık türünde birçok molekül ortaklaşa çalışmakta ve birbirlerini
aktive edebilmektedirler. Dolayısıyla bir enfeksiyon veya aşılama sonrası vücuda
giren antijene karşı her iki bağışıklık mekanizması eş zamanlı olarak yürütülür.
Konunun daha net anlaşılması açısından edinsel bağışıklık; humoral bağışıklık ve
hücresel bağışıklık adlı temel başlıklar şeklinde anlatılacaktır.

HUMORAL BAĞIŞIKLIK
Antikorların aracılık ettiği humoral bağışıklık ekstrasellüler
mikroorganizmaların ve mikrobiyal toksinlerin elimine edildiği bağışıklık türüdür.
Antijenik uyarım olmadan B-lenfositlerde herhangi bir değişiklik olmazken, uyarım
sonrası B-lenfositler bu antijenlerle spesifik reaksiyon veren antikorları üretmek
üzere plazma hücrelerine dönüşür. Humoral bağışıklığın efektör görevini üretilen
antikorlar üstlenir (Resim 5.1).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3


Humoral ve Hücresel Bağışıklık

Resim 5.1. Humoral immun yanıtın aşamaları. Naif B-lenfositler, yardımcı T-lenfositler ve
bazı uyarıcı moleküllerin etkisiyle antijene bağlanır. B-lenfositler çoğalma, klonal genişleme
ve antikor üreten plazma hücrelerine dönüşmek üzere aktive olur. Aktive olan B-
lenfositlerin bir kısmı ağır zincir izotip değişimi ve affinite maturasyon geçirirken bir kısmı
uzun ömürlü bellek hücrelerine dönüşür [1].

Humoral Bağışıklık Türleri


Humoral bağışıklığa dolayısıyla antikor yanıtına yol açan antijenler, B-
lenfositlere bağlanması ve onları uyarabilmesi için T-lenfositlere olan
gereksinimlerine göre T-bağımlı antijenler ve T-bağımsız antijenler olarak ayrılırlar.
Antijenlerin T-lenfositlere olan bağımlılığını belirleyen temel kimyasal yapılarıdır.
Karbonhidrat ve lipitlere oranla daha karmaşık bir yapıya sahip protein karakterli
Humoral bağışıklık hücre
antijenlerin, B-lenfositler tarafından tanınabilmesi için veya bir başka ifade ile
dışı (ekstrasellüler)
protein yapılı ekzojen antijenlerin B-lenfositleri aktive edebilmeleri için antijen
mikroorganizma ve
sunan hücreler (APC) tarafından işlenmesi yani belirli bir düzeye indirgenmesi ve
mikrobiyal toksinlere
takiben yardımcı T-lenfositlere sunulması gerekir. Bu aşamalar B-lenfosit
karşı şekillenir.
aktivasyonu, ağır zincirde izotip değişimi (antikor çeşitliliği) ve affinite maturasyon
açısından oldukça önemlidir. Dolayısıyla protein yapılı antijenler T-bağımlı
antijenler olarak bilinirler. APC’ler tarafından işlenmeyen ve yardımcı T-
lenfositlere sunulmayan T-bağımlı antijenlere karşı ya çok zayıf immun yanıt
oluşur ya da hiç yanıt şekillenmez. Protein harici yapıdaki antijenler (T-bağımsız)
ise T-lenfositlerin yardımına ihtiyaç duymaz ve B-lenfositleri direkt aktive ederek
antikor yanıtı oluştururlar. T-bağımsız antijenler B-lenfositlerde izotip değişimi ve
affinite maturasyon oluşturamadığı için bu antijenlere karşı şekillenen antikor türü
tek tiptir (IgM) ve koruyucu etkinliği düşüktür.
B-lenfositlerin vücuttaki yerleşkelerine göre antijenlere olan yanıtı farklılık
gösterebilmektedir. Lenf nodülleri foliküllerinde bulanan ve foliküler B-lenfositler
olarak adlandırılan hücreler daha çok T-bağımlı antijenlere yanıt oluştururken,
dalak beyaz pulpasında bulunan marjinal zone-B-lenfositler ile mukozal yüzeylerde
ve peritonda bulunan B-1 lenfositleri ise T-bağımsız antijenlere karşı yanıttan
sorumludur.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4


Humoral ve Hücresel Bağışıklık

Humoral bağışıklık, antijenik yapıya maruz kalma sıklığına göre de farklı


şekillerde sınıflandırılır. Antijenle ilk uyarım sonucu oluşan yanıt primer immun
yanıt olarak adlandırılırken, aynı antijene ikinci defa maruz kalma sonucu ortaya
çıkan yanıt sekunder immun yanıt olarak adlandırılır. Primer immun yanıtta aktive
olan lenfositlerin büyük bir bölümü antikor üretiminden sorumlu plazma
Sekunder immun yanıt, hücrelerine dönüşürken, az bir kısmı ise bellek hücrelerine dönüşür ve kemik
primer immun yanıt iliğinde uzun süre canlılığını sürdürürler. Aynı antijenik yapıya tekrarlayan maruz
sırasında antijen için kalmalarda bellek hücreleri aktive olarak bol miktarda antijen spesifik antikor
özelleşmiş bellek B üretirler. Bellek hücre oluşumuna neden olan antijenler daha çok T-bağımlı olduğu
lenfositler tarafından için sekunder immun yanıtta oluşan antikorların etkinliği primer immun yanıta
sağlanır. göre daha fazla ve uzun sürelidir [2]. Bu iki immun yanıt arasındaki temel
farklılıklar Tablo 5.1.’de verilmiştir:
Tablo 5.1. Primer ve sekunder immun yanıta ait özellikler [3].

Özelliği Primer immun yanıt Sekunder immun yanıt


İlgili hücre Naif B lenfosit Bellek B lenfosit
Antijenik uyarımı Genellikle 4-7 gün Genellikle 1-3 gün
takiben oluşma süresi
Pik kalma süresi 7-10 gün 3-5 gün
Antikor yanıtının Değişkenlik gösterir Primer yanıttan 100-
büyüklüğü 1000 kat daha fazla
Antikor izotipi IgM dominant IgG dominant
Antikor affinitesi Düşük Yüksek
Antijen T-bağımlı ve T-bağımsız T-bağımlı

Humoral Bağışıklığın Aşamaları


T-bağımlı antijenlere karşı humoral bağışıklık
Ekzojen antijenlerin işlenmesi ve sunulması
Antijen işlenmesi ve sunulması etkili bir immun yanıt için gerekli ilk adımdır.
İşlenmeden sunulan antijenler ya immun yanıtı uyaramazlar ya da bunlara karşı
immun tolerans şekillenir. Dolayısıyla kimyasal yapısı oldukça karmaşık olan
protein yapılı antijenlerin antijen sunan hücreler tarafından küçük yapılarına
parçalanması ve ilgili T-lenfositlere sunulması gerekir. Bu tür antijenler T-bağımlı
antijenler olarak adlandırılır. Yapıları basit olan karbonhidrat ve lipit gibi antijenik
grupların işlenme ve sunulma zorunluluğu yoktur. Dolayısıyla T-bağımsız antijenler
olarak adlandırılır. T-bağımsız antijenler B-lenfositleri direkt uyararak antikor
sentezine yol açabilirler. Fakat T-bağımlı antijenlerin mutlak suretle APC’ler
Protein yapılı
tarafından işlenmesi ve ilgili T-lenfositlere sunulması gerekir. Bu antijenler aynı
antijenlerin APC’ler
zamanda hücreye giriş ve hücredeki kompozisyonuna göre hücre dışı (ekzojen) ve
tarafından işlenmesi ve
hücre içi (endojen) antijenler olarak da sınıflandırılırlar. Hücreye dışarıdan giren ve
T-lenfositlere sunulması
fagozom adlı bir vakuol içerisinde tutulan antijenler ekzojen antijen, hücre
her iki edinsel bağışıklık
sitoplazmasında serbest bulunan antijenlere ise endojen antijen denir. İşte
türü için ilk ve gerekli
humoral immun yanıtın oluştuğu antijen grubu T-bağımlı ekzojen antijenlerdir. Bu
aşamadır.
antijenler APC’ler tarafından işlendikten sonra MHC-II molekülleri aracılığı ile
yardımcı T-lenfositlerine sunularak humoral bağışıklık için gerekli sinyalizasyonu

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5


Humoral ve Hücresel Bağışıklık

sağlarlar. Endojen antijenler ise MHC-I molekülleri ile sitotoksik T-lenfositlere


sunulurlar.
Ekzojen antijenler makrofaj, dentritik hücreler, B-lenfositler gibi MHC-II
molekülleri içeren profesyonel antijen sunan hücreler tarafından işlenir ve
sunulur. Makrofajlar daha çok vücuda ilk kez giren antijenleri işlerken, aynı antijen
tekrarlayan girişlerinde dentritik hücreler ve B-lenfositleri tarafından işlenir.
Ekzojen antijenler hücre içerisine fagozomla alınır, enzimatik olarak parçalanır ve
küçük peptid yapılarına ayrılır. Peptid içeren fagozom ile MHC-II içeren endozom
birleşir, antijenik peptidler MHC-II molekülüne bağlanır ve hücre yüzeyine göç
ederek yardımcı T-lenfositlere bağlanmak üzere sunulur. Bu süreç endozomal yol
olarak adlandırılır. Tek bir APC farklı peptid yapılarını farklı T-lenfositlere aynı anda
sunabilmektedir.
Örnek

•Antijen sunan hücreler (APC) iki kısma ayrılırlar:


•Ekzojen antijenleri sunanlara profesyonel APC'ler denir. Bunlar
MHC-II molekülü taşıyan dentritik hücreler, makrofajlar ve B-
lenfositlerdir.
•Endojen antijenleri sunanlara non-profesyonel APC'ler denir. Bunlar
MHC-I molekülü taşıyan tüm çekirdekli hücrelerdir.

B-
lenfositlerin antijenik uyarımı ve aktivasyonu
Humoral immun yanıtın başlaması ya vücuda ilk kez giren antijenin dalak,
timüs, karaciğerde fagositik hücreler tarafından yutulması ile ya da antijenin
tekrarlayan girişlerinde deri ve lenf nodüllerinde bulunan dendritik hücreler ve B-
lenfositlerin antijenleri tanıması ile başlar. B-lenfositlerin reseptör (B-cell receptor,
BCR) görevini Ig’ler (IgM ve IgD) üstlenir. Ig ile antijen bağlantısı ek sinyallerle
birlikte B-lenfositlerin aktivasyonunu ve sonraki zincirleme reaksiyonları tetikler.
Bu sinyalizasyon, B-lenfositlerin çoğalması ve farklılaşmasında görev alan
proteinleri kodlayan genlerin aktivasyonu ile son bulur. B-lenfositlerin
aktivasyonunda komplement sistemi ve mikrobiyal ürünlerle bağlantı oluşturarak
aktivasyonu kuvvetlendiren Toll-like reseptörlerine de ihtiyaç vardır.
Her ne kadar antijen ile ilk bağlantı B-lenfositlerin yüzeyinde bulunan ve
reseptör görevi yapan Ig’ler (IgM ve IgD) tarafından yapılsa da B-lenfositlerin asıl
aktivasyonu APC’ler tarafından sunulan antijenlerin yardımcı T-lenfositlere
bağlanması ve bunların salgılayacağı sitokinler vasıtasıyla olur. Antijene B hücre
reseptörleri (BCR) ile bağlanmasının yanı sıra özellikle yardımcı T-lenfosit 2
tarafından salgılanan IL-4 ve IL-5 adlı sitokinler aracılığı B-lenfositler aktive olurlar.
Aktive olan B-lenfositler çoğalmaya, değişim göstermeye ve antikor üretmeye
başlar. İlk T ve B- lenfosit bağlantısı lenf nodüllerinin kenarında gerçekleşir ve
düşük affiniteli antikor sentezine neden olur. Tam gelişmiş antikor yanıtı ile ilgili
olaylar lenf nodüllerinin germinal merkezlerinde gerçekleşir ve olaylara özel

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6


Humoral ve Hücresel Bağışıklık

yardımcı T lenfositler aracılık ederler. B-lenfositlerce zengin foliküllere göç eden


yardımcı T-lenfositlere foliküler yardımcı T-lenfositler (Tfh) adı verilir. Aktive olan
B-lenfositlerin az bir kısmı ekstrafoliküler bölgeden lenfoid foliküllere geri gider ve
hızla bölünmeye başlayarak bir haftalık sürede birkaç bin yeni hücre oluşturur.
Bölünme yeteneğindeki B-lenfositleri içeren bu bölge germinal merkez olarak
adlandırılır. Bu bölgede B-lenfositler aynı zamanda izotip değişimi ve somatik
mutasyona uğrayarak Ig çeşitliliğini sağlar. Bellek B-lenfositler ve uzun ömürlü
plazma hücrelerine dönüşecek hücrelerin seçilmesi işlemi de bu bölgede
gerçekleşir.

Plazma hücreleri ve bellek B-lenfositlerin oluşumu


Germinal merkezde aktive olan B-lenfositler plazma hücrelerine ve uzun
ömürlü bellek hücrelerine dönüşür. Antikor sentezi yapan plazma hücreleri kan
dolaşımına geçtikten sonra kemik iliği ve mukozal yüzeylere göç ederek uzun yıllar
antikor sentezine devam eder. Bu hücreler plazma hücreleri olarak adlandırılır.
Aktive B-lenfositlerin bir kısmı ise plazma hücrelerine dönüşüm göstermez ve
bellek hücreleri şeklinde kalır. Antikor sentezlemeyen bu hücreler kan dolaşımında
Antikor çeşitliliğini ve dokularda uzun süre kalarak aynı antijene tekrar maruz kalınması durumunda
immunglobulin daha kısa sürede şekillenen ve daha etkili bağışıklık oluşturur.
molekülünün ağır Affinite maturasyonu
zincir yapısındaki Affinite maturasyonu, protein yapılı bir antijene sürekli veya uzun süre
mutasyonlar sağlar. maruz kalınması sonucu buna karşı oluşacak antikorun affinitesinin artması olarak
ifade edilir. Bu durum Ig ağır zincirini kodlayan genlerdeki nokta mutasyonu
sonucu oluşur. Mutasyon, bölünmekte olan B-lenfositlerde meydana gelir.
Affinitesi artan hücrelerin pozitif seleksiyonla seçilmesi ve bu hücrelerin
üretilmeye devam edilmesiyle ile son bulur. Bu sayede antikor çeşitliliği artar ve
antijenle tam olarak uyan antikor üretimi gerçekleştirilir.
Ağır zincir izotip değişimi
B-lenfositler aktive olup plazma hücrelerine dönüşürken, aynı zamanda
immun yanıt esnasında farklı görevleri olan farklı Ig’ler sentezlenir. Bu olay
yardımcı T-lenfositler aracılı sitokinler (IL-10, IFN-γ, IL-4, TGF-β) ve CD40L bağlantılı
sinyalizasyonla gerçekleşir. İzotip değişimi yani antikor çeşitliliği, Ig molekülünün
ağır zincirinde bazı bölgelerini kodlayan genlerde meydana gelen mutasyon,
rekombinasyon ve konversiyon gibi mekanizmalarla sağlanır. IgM ile başlayan
antikor üretimi IgG, IgE ve IgA şeklinde değişiklik gösterir (Resim 5.2). Böylece
ortaya çıkan IgM ve IgG opsonize edilen mikroorganizmalara karşı savunmada
görev alırken; IgE, paraziter etkenlere karşı savunmada ön plana çıkar. Ayrıca
izotip değişimi immun yanıtın oluşacağı vücut bölgesine göre değişir. Örneğin, IgA
mukozal lenfoid dokularda üretilmekte ve mukozal bağışıklıkta fonksiyon
görmektedir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7


Humoral ve Hücresel Bağışıklık

Resim 5.2. T-bağımlı ve T-bağımsız antijenlere karşı şekillenen antikor yanıtı. Protein yapılı
(T-bağımlı) antijenlere karşı antikor üretimi için T-lenfositlerinin yardımına ihtiyaç vardır.
Bu antikorlar izotip değişimi ve yüksek affinite gösterirler. Protein olmayan (T-bağımsız)
antijenler ise T-lenfosit yardımı olmaksızın B-lenfositleri aktive eder. T-bağımlı antijenlere
karşı foliküler B-lenfositler daha çok çalışırken, T-bağımsız antijenlere karşı marjinal bölge
B-lenfositleri ve B1-lenfositler önemli rol oynar [4].

T-bağımsız antijenlere karşı bağışıklık


Protein harici antijenik yapılara (lipit, polisakkarit, vb.) karşı antikor
üretiminde bu antijenlerin MHC molekülleri ile yardımcı T-lenfositlere
sunulmasına ihtiyaç yoktur. T-bağımsız antijenlerin B-lenfositlerle bağlantı kuran
Epitop, bir antijenin bölgelerinin (epitop) tekrarlayan basit ünitelerden oluşması bu yapıların B-
immun sistem lenfositler üzerindeki antijen reseptörleri (BCR) ile çapraz bağlantı kurmasını
tarafından tanınan ve kolaylaştırır. Antijen üzerinde tekrarlayan yapıların ve bağlantının fazla olması B-
immun yanıt lenfositlerin çoğalmasına ve farklılaşmasına direkt etki edecek güçte
oluşturulan kısmıdır. sinyalizasyona neden olur. Ayrıca bu sinyalizasyonda aktive olan komplement
sisteminin ve T-lenfosit reseptörlerine tutunabilen antijenik yapıların katkısı vardır
(Resim 5.2).
T-bağımsız antijenler, sahip oldukları özgün unsurlar, uyardıkları hücreler
(olgun veya olgunlaşmamış B-lenfositler) ve bağlantı kurdukları hücreler (B veya T-
lenfositler) açısından T-bağımsız-1 (TI-1) ve T-bağımsız-2 (TI-2) antijenler olarak
sınıflandırılır. TI-1 antijenlerine karşı sadece IgM üretilirken, TI-2 antijenler zayıf da
olsa T-lenfosit bağlantısı gerçekleştirebildiği ve ilgili sitokinlerin salınımı sonucu
izotip değişimi gerçekleştiği için bu antijenlere karşı üretilen antikorlar IgG
karakterindedir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8


Humoral ve Hücresel Bağışıklık

Humoral Bağışıklığın Görevleri


Humoral bağışıklık, hücre dışı mikroorganizma ve toksinlere karşı
savunmada görev alan antikor aracılı bağışıklık mekanizmasıdır. Oluşan antikorlar
antijen veya toksini bağlayarak hücreye girmesine ve zarar vermesine engel
olurlar. Dolayısıyla hücre içerisine yerleşmiş mikroorganizmalara (virüs, hücre içi
bakteri vb.) ulaşamaz ve bunlara karşı savunmada yetersiz kalırlar. Fakat hücre içi
mikroorganizmalar hücreyi terk ettiği dönemlerde veya hücreye henüz
yerleşmediği dönemlerde antikorların bunlara karşı etkinliği vardır [5]. Aşağıda
antikorların fonksiyonları ve etki mekanizmaları hakkında bilgiler verilecektir:

Kan dolaşımında,
vücudun perifer
kısımlarında mukoza ve
epitelde görev alan IgM,
IgG, IgA ve IgE gibi
antikor türleri vardır.

Resim 5.3. Antikorların görevleri. Farklı ağır zincir yapılarına sahip olan antikorların farklı
görevleri vardır. IgG; mikroorganizma ve toksin nötralizasyonu, opsonizasyon, klasik
komplement yolunun aktivasyonu, antikor aracılı hücresel sitotoksisite (ADCC), neonatal
bağışıklık ve B-lenfosit aktivasyonun inhibisyonu gibi fonksiyonlara sahiptir. IgM, klasik
komplement yolunu aktive eder. IgA, mukozal bağışıklıkta görev alır. IgE, helmintlere karşı
eozinofil ve mast hücre aracılı savunmada görev alır [4].

Antikorların fonksiyonları
Antikorlar vücudun birçok yerinde ve mukozal organların lümenlerinde
görev alır. Periferal lenfoid organlar (lenf nodülü, dalak, mukozal lenfoid dokular)
ve yangı bölgesinde üretilirler. Kan dolaşımına geçtikten sonra enfeksiyonun
şekillendiği perifer kısımlar, mukoza ve epitelde görev alırlar (Figür 5.3).
Mikroorganizma ve toksin nötralizasyonu
Mikroorganizmalar yüzeylerinde bulunan bazı yapılar sayesinde konak
hücreye bağlanır ve hücreleri istila ederler. Antikorlar, adezyon molekülleri olarak
adlandırılan bu yapılara tutunarak (bloke ederek) mikroorganizmaların konak
hücreye bağlanmasını engeller. Antikorlar tarafından gerçekleştirilen bu blokaj

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9


Humoral ve Hücresel Bağışıklık

mikroorganizmaların hücreyi enfekte edip başka hücrelere yayılması esnasında da


söz konusudur. Aynı zamanda antikorlar, adezyonu ve kolonizasyonu bir şekilde
başarmış, konak hücreye yerleşmiş ve artık sahip olduğu endotoksin ve
ekzotoksinleri ile enfeksiyona yola açacak mikroorganizmaların toksinlerini bloke
ederek koruyuculuk sağlar. Bu görevi yapan antikorlara nötralizan antikorlar adı
verilir. Bloke edilen yapı veya mikroorganizmaya göre antikorların fonksiyonları
toksin nötralizasyonu, virüs nötralizasyonu ve bakteriyel adezyon inhibisyonu gibi
adlarla anılmaktadır. Nötralizasyonda görev alan antikorlar genellikle vücut içinde
IgG ve mukozalarda IgA yapısındadır.
Opsonizasyon ve fagositoz
Antijenin, fagositozunu kolaylaştırmak amacıyla çeşitli moleküllerle
kaplanmasına opsonizasyon adı verilir. Antikorun Fc bölgesinde fagositik
hücrelerdeki Fc reseptörü (FcγRI) ile bağlantı kuran yapılar bulunmaktadır. IgG1 ve
IgG3 gibi opsonizasyon yapan antikorlar antijenin yüzeyini kaplar ve Fc’deki
bölgeleri ile fagositik hücrelerin Fc reseptörlerine bağlanırlar. Takiben antijenin
yutulması kolaylaşır. Ayrıca bu bağlantı fagositozu arttıran sinyalizasyona yol açar.
Helmintler ise fagosite edilmediklerinden bunlara spesifik IgE’ler antikor reseptörü
taşıyan hücrelere bağlanır ve bu hücreler sindirim enzimlerini helmintlerin üzerine
boşaltarak etki ederler.
Antikor aracılı hücresel sitotoksisite
Özellikle viral etkenlere karşı şekillenen antikorlar viral antijenleri
bağladıktan sonra Fc kısımları ile doğal öldürücü (NK) hücreler üzerinde bulunan
FcγRIII reseptörlerine bağlanır. Böylelikle enfekte hücreler içerdiği virusla beraber
Komplement, humoral NK hücrelerinin enzimatik yıkımlanmasına maruz kalır. Bu olay antikor aracılı
bağışıklık ve yangıda hücresel sitotoksisite (Antibody-dependent cell-mediated cytotoxicity, ADCC)
görev alan enzim olarak adlandırılır. Benzer mekanizma tümör hücrelerinin yıkımlanmasında da
karakterli serum görev alır.
proteinleridir. Antikorların diğer fonksiyonları
Antikorların yukarıda sayılan etkilerinin yanı sıra komplement aktivasyonu,
lokal yangısal reaksiyonların indüklenmesi, Fc reseptör görevi ve B-lenfosit
fonksiyonlarının düzenlenmesi gibi fonksiyonları da vardır. Antijenle uyarılmamış
(naif) antikorlarda komplement bağlanma yeri kapalıdır. Antijen ile temas sonrası
antikorların bu bölgeleri açılır ve klasik komplement yolu aktive olur. Özellikle IgM
ve IgG türü antikorların komplement aktivasyon görevleri vardır. IgE’nin antijene
bağlanmaksızın mast hücrelerine bağlanabilme gibi bir özelliği vardır. Bu bağlantı
sonrası mast hücreleri enzim içeriğini boşaltarak yangısal reaksiyonlara neden
olur. Bu reaksiyon özellikle helmintlere karşı bağışıklıkta ve alerjik reaksiyonlarda
ortaya çıkar. Antikorlar Fc kısımlarında çeşitli immun sistem hücrelerinin
bağlanması ve fonksiyon görmesi için Fc reseptör bağlantı yerleri taşırlar. Antijen
bağlayan antikorlar, B-lenfositler üzerinde bulunan Fc reseptörlerine bağlanarak
antikor üretimini durduran inhibitör sinyal oluşumuna yol açar. Bu durum B-
lenfositlerin fonksiyonlarının düzenlenmesi ve immun yanıtın kontrol altında
tutulmasında fonksiyon görür.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10


Humoral ve Hücresel Bağışıklık

HÜCRESEL BAĞIŞIKLIK
T-lenfositlerin aracılık ettiği hücresel bağışıklık, hücre içi (intrasellüler)
mikroorganizmalara karşı şekillenen bağışıklık türüdür. Birçok mikroorganizma
doğal bağışıklık esnasından fagositik hücreler tarafından yutulur ve sindirilir. Fakat
bunların bazıları fagositik yıkımlanmaya dayanıklıdır. Hatta bu hücreler içerisinde
çoğalarak uzun süre canlılıklarını sürdürürler. Bu tür etkenlere karşı T-lenfosit
aracılığıyla makrofajların etkinliği arttırılarak daha etkili fagositoz sağlanabileceği
gibi; T-lenfositler, içerisinde mikroorganizma bulunan enfekte hücreyi direkt
Hücresel bağışıklık, öldürerek de etkinlik gösterirler. Hücresel bağışıklık bu fonksiyonlarını sitotoksik T-
hücre içi (intrasellüler) lenfositler ve NK hücreleri aracılığı ile yerine getirir. Hücresel bağışıklık
mikroorganizmalara mekanizmalarıyla tümöral yapılar da ortadan kaldırılır. Ayrıca T-lenfositleri, hücre
karşı şekillenir. dışı mikroorganizmaların öldürülmesinde lökosit aktivasyonu, B-lenfosit çoğalması
ve farklılaşmasında yani antikor üretiminde (humoral bağışıklık) çok önemli
fonksiyonları yürütürler [6].
Hücresel Bağışıklığın Aşamaları
Hücresel bağışıklık, sekunder lenfoid organlarda bulunan naif T-lenfositlerin
antijeni tanıması, aktive olması, çoğalması, efektör hücreye dönüşmesi ve enfekte
hücrelerin öldürülmesi aşamalarını içerir. Hücresel bağışıklık mekanizması ilk
olarak çeşitli sitokin ve sitokin reseptörlerinin üretilmesi ile başlar. Bu
sitokinlerden bazıları antijen ile aktive edilmiş T-lenfositlerin çoğalmasına
dolayısıyla antijen spesifik lenfositlerin artışına yol açar ki bu durum klonal
genişleme olarak adlandırılır. Aktive olan lenfositler farklılaşarak efektör T-
lenfositlerin üretilmesi ile son bulur. Efektör T-lenfositler üretildikleri lenfoid
organlardan ayrılarak kan dolaşımına geçer ve enfeksiyonun bulunduğu bölgeye
giderek etkenin yok edilmesine çabalar. Bazı efektör T-lenfositler ise B-lenfositler
için sinyalizasyon sağlayarak antikor üretimine katkıda bulunur. Aktive olmuş T-
lenfositlerden bazıları bellek T-lenfositlere dönüşerek kan dolaşımında uzun süre
inaktif olarak kalırlar. Bu hücreler aynı antijenle tekrar maruz kalındığında daha
kısa sürede ve etkili bağışıklık sağlar.
Endojen antijenlerin işlenmesi ve sunulması
Endojen antijenler, hücre sitoplazmasında serbest halde bulunan
antijenlerdir. Dolayısıyla antijenik yapı içeren herhangi bir hücre sahip olduğu
MHC-I molekülleri aracılığı ile bu antijenleri işler ve sunabilirler. Bu hücrelere non-
profesyonel APC’ler adı verilir. Sitoplazmada serbest halde bulunan antijenler
önce ubiqutin adlı protein ile işaretlenir ve proteazom adlı enzimatik
yıkımlanmaya uğrayarak küçük peptid parçalarına ayrılır. Peptid parçaları taşıyıcı
proteinlere bağlanır ve hücrenin endoplazmik retikulumuna geçerek MHC-I
molekülündeki antijen oluklarına bağlanır. Daha sonra peptid yapılar MHC-I ile
hücre yüzeyine göç ederek CD8+ T-lenfositlere bağlanmak üzere sunulur. Bu işlem
sitozolik yol olarak adlandırılır.

Antijeni tanıma ve CD8+ T-lenfositlerin aktivasyonu


T-lenfositler üzerinde bulunan çok sayıda reseptör (TCR) aracılığı ile MHC-
bağlı antijenik peptidlere bağlanır. Bu bağlantı ve sinyalizasyon adezyon
molekülleri ve bazı stimülatör yapılar tarafından sağlamlaştırılır. T-lenfositler

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11


Humoral ve Hücresel Bağışıklık

üzerinde bulunan TCR’lerin antijen tanımada işlevi olan α ve β adlı iki zincir yapısı
bulunur. TCR’ler, antijenik peptid yapıyı ve aynı zamanda MHC molekülünü bu
yapıları ile tanırlar. TCR’ler, MHC-I-peptid moleküllerine bağlandığında CD8+ yüzey
molekülü taşıyan sitotoksik T-lenfositler MHC-I ile bağlantı kurar. T-lenfosit
aktivasyonu için birçok TCR’nin bu şekilde bağlantı kurması gereklidir.
T-lenfositlerin antijen ve çeşitli uyarıcı faktörlere bağlanması lenfositlerde
antijen spesifik klonların oluşumu ve T-lenfositlerin efektör ve bellek T-lenfositlere
dönüşümü ile son bulur. Bu mekanizmalara birçok sitokin aracılık eder.
Aktivasyonu takiben T-lenfositler IL-2 adlı sitokin salgılar. IL-2’ye eş zamanlı olarak
reseptörü de salgılanır ve etkinliğini gösterir. T-lenfosit büyüme faktörü olarak
Edinsel bağışıklıkta
adlandırılan IL-2’nin temel işlevleri, CD8+ T-lenfositlerin daha fazla uyarılarak
lenfositlerin bir kısmı,
çoğalmasını sağlamaktır. Böylece antijen spesifik çok sayıda CD8+ T-lenfosit
antijenle tekrar
üretilmiş olur. Ayrıca bu bağlantı yapıları ve üretilen sitokinler CD8+ T-lenfositlerin
karşılaştıklarında kısa
sitotoksik T-lenfositlere ve bellek T-lenfositlere dönüşümünde görev alırlar.
sürede ve daha etkili
Klonal genişleme
bağışıklık sağlayan uzun
Antijen ile aktive edilen T-lenfositler, 1-2 gün içerisinde çoğalmaya başlar.
ömürlü bellek
Bu durum antijene spesifik lenfosit klonlarının artışına neden olur ve klonal
hücrelerine dönüşürler.
genişleme olarak adlandırılır. Klonal artış özellikle CD8+ T-lenfositler için daha
belirgindir. Antijen spesifik klonlara sahip hücreler her altı saatte bir bölünerek
çoğalır ve bu sayı klonal genişleme sonrası hücrenin yaklaşık 10000 katına ulaşır.
CD8+ T-lenfositlere kıyasla CD4+ T-lenfositlerde klonal genişleme zayıftır. Fakat bu
farklılık hücrelerin fonksiyonlarını etkilemez. Şöyle ki, CD8+ T-lenfositler
mikroorganizmaların öldürülmesinde direkt temas kurar ve çok sayıda hücreye
ihtiyaç duyarlarken; sayıca daha az olan CD4+ molekülleri ise efektör
mekanizmalar için gerekli sitokinleri salgılamak için yeterlidir.
Sitotoksik ve bellek T-lenfositlerin oluşumu
Bu değişim sitokinler aracılığı ile gerçekleşir ve hücrelerin protein gen
ekspresyonlarındaki değişiklik sonucu oluşur. CD8+ T-lenfositleri sitotoksik T-
lenfositlerine dönüşerek efektör hücre özelliği yani enfekte hücreleri öldürme
yeteneği kazanır. Antijen aktiveli T-lenfositlerin bir kısmı ise uzun ömürlü bellek
hücrelerine dönüşür. Bellek hücreler aynı antijenik yapının tekrar vücuda
girmesiyle kısa sürede ve daha etkili bağışıklık sağlar. Bu hücreler enfeksiyon
ortadan kaldırılsa bile yaşamlarını sürdürür. Bellek hücreleri lenfoid organlar,
periferal dokular ve kan dolaşımında bulunurlar. Bir kısmı ise lenfoid organlarda
merkezi bellek hücreler olarak yer alır ve tekrarlayan maruziyetlerde bu hücrelerde
hızlı klonal ekspresyon şekillenir. Diğer bir kısım ise efektör bellek hücreler olarak
adlandırılır. Bu hücreler mukoza ve periferde bulunur ve hızlı efektör görev
üstlenirler.
Hücresel Bağışıklığın Görevleri
Konak savunmasında T-lenfositlerin efektör hücre olarak görev aldığı
bağışıklık türüne hücresel bağışıklık adı verilir. T-lenfositler özellikle hücre içi
mikroorganizmalar olmak üzere bazı hücre dışı mikroorganizmalardan
kaynaklanan enfeksiyonlara karşı bağışıklıkta görev alırlar.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12


Humoral ve Hücresel Bağışıklık

Resim 5.4. Hücresel bağışıklık. A, CD4+ Th-1 ve Th-17’nin efektör hücreleri antijeni tanır,
mikroorganizmanın öldürülmesi için lökosit birikimine (yangı) ve sitokin salgılayarak
fagositozun aktivasyonuna yol açar. B, CD8+ sitotoksik T-lenfositler sitoplazmadaki etkeni
öldürür, yangı ve makrofaj aktivasyonunu indükleyen sitokinler salgılar [4].

Hücresel bağışıklık, naif T-lenfositlerin antijenle aktivasyonu ile başlar ve bu


hücrelerin çoğalarak efektör hücrelere dönüşümü ile son bulur. Bu hücreler daha
sonra enfeksiyon bölgesine göç ederek etkinlik gösterirler.
Hücresel bağışıklık,
Hücresel bağışıklık türleri
makrofajların etkinliği
Hücresel bağışıklık, konak hücre içerisinde bulunan mikroorganizmalara
arttırılarak veya
karşı şekillenir. Bunlar fagositik hücreler tarafından yutulan; fakat enzimatik
enfekte hücre içerdiği
sindirime karşı koyan bakteri, mantar ve protozoonlar olabileceği gibi fagositik ve
mikroorganizmayla
nonfagositik hücreleri enfekte eden viruslar da olabilir. Bu mikroorganizmaların
birlikte programlı bir
tanınması ve eliminasyonunda farklı T-lenfositler görev alır. Bu farklılıktan dolayı
şekilde öldürülerek
hücresel yanıtın iki farklı mekanizma ile gerçekleşir. Genelde CD4+ T-lenfositler
son bulur.
fagositik veziküllerdeki mikroorganizmaları algılar, sitokin salgılayarak lökositleri
aktive eder ve bu mikroorganizmaların eliminasyonunu sağlar. CD8+ T-lenfositler
ise sitoplazmada serbest halde bulunan etkenleri tanır ve enfekte hücrelerle
beraber mikroorganizmanın yok edilmesini sağlar (Resim 5.4).
CD4+ T-lenfositlerin gelişimi ve fonksiyonları
CD4+ yüzey molekülü taşıyan yardımcı T-lenfositler ürettikleri sitokinlere
bağlı olarak farklı alt türlere ayrılır. Üç temel alt türü bulunan T-lenfositlerin her
birinin konak savunmasında farklı fonksiyonları vardır. Bu hücreler; Th-1, Th-2 ve
Th-17 olarak adlandırılır ve mikroorganizmanın eradikasyonunda hangi yol etkili
olacak ise o hücrenin gelişimi sağlanır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13


Humoral ve Hücresel Bağışıklık

Th-1 hücreleri
Th-1 hücreleri, fagosite edilen mikroorganizmalar tarafından indüklenir ve
yutulan mikroorganizmaların fagositoz aracılığı ile öldürülmesine aracılık eder. Th-
1 tarafından üretilen temel sitokin interferon-γ (IFN-γ) olup makrofaj
aktivasyonunu sağlayan en güçlü sitokin olarak bilinir. CD40 ligandı ile bağlantıyı
takiben IFN-γ aracılığı ile makrofaj etkinliği arttırılır ve fagosite edilen
mikroorganizma daha etkili bir şekilde öldürülür. Makrofaj aktivasyonu,
mikroorganizmanın yıkımlanmasında görev alan lizozomal proteazlar, enzimler ve
bunların stimüle ettiği reaktif oksijen ve nitrik oksiti kodlayan gen
ekspresyonlarındaki artışı ifade eder. Bu aktivasyon sonucu güçlü bir mikrobisidal
Makrofajlar, doğal etki gösterilir ve yutulan mikroorganizma etkili bir şekilde sindirilir. Klasik makrofaj
bağışıklık ve kazanılmış aktivasyonu olarak adlandırılan bu olayda görev alan makrofajlar M1 makrofajlar
bağışıklığın (hücresel olarak adlandırılır. Th-1 aktivasyonu, Th-2 aracılı makrofaj aktivasyonundan daha
bağışıklık kısmı) temel etkilidir. M1 makrofajlar ayrıca yangıya yol açan sitokin sentezini ve MHC
fagositik hücreleridir. moleküllerinin sentezini arttırır.
Th-2 hücreleri
Th-2 hücreleri paraziter etkenler tarafından aktive edilir ve bu etkenlerin
IgE, mast hücresi ve eozinofiller aracılığı ile yıkımlanmasını sağlar. Th-2’ler
tarafından salınan fonksiyonel sitokinler IL-4, IL-5 ve IL-13’tür. Helmintler fagosite
edilemeyecek kadar büyük oldukları için makrofaj aktivasyonundan farklı bir
mekanizma ile yıkımlanır. Helmintlerle karşı karşıya gelen T-lenfositler, IL-4
salgılayarak helmint etrafında IgE birikimine yol açar. Eozinofiller, Fc reseptörleri
ile IgE’lere bağlanır ve IL-5 salgılanır. Aktive olan eozinofiller granüler içeriklerini
parazitlerin üzerine boşaltır. IL-13, mukus sekresyonu ve bağırsak peristaltiğini
uyararak parazitlerin bağırsaklardan atılımını hızlandırır.
Th-2’ler klasik makrofaj aktivasyonun yerine alternatif aktivasyon sağlar.
Böyle aktive olan makrofajlar M2 makrofajlar olarak adlandırılır ve doku tamirinde
rol oynarlar. Th-2 hücreler aynı zamanda alerjik reaksiyonlarla da ilişkilidir. Alerjik
reaksiyonları tetikleyen antijenler allerjen olarak adlandırılır ve bu alerjenlere
tekrarlayan maruziyetlerde mast hücre ve eozinofil aktivasyonunu başlatırlar.
Th-17 hücreleri
Th-17 hücreleri bakteri ve mantarlara karşı gelişen ve ekstrasellüler
mikroorganizmalara karşı oluşan yanıttan sorumludur. Th-17 hücreleri tarafından
üretilen temel sitokinler IL-17 ve IL-22’dir. Th-17 hücrelerinin temel fonksiyonu
başta nötrofiller olmak üzere monositler de dâhil hücrelerin uyarılması ve hücresel
bağışıklığa eşlik eden yangısal reaksiyonların başlatılmasıdır. Th-17’ler tarafından
uyarılan yangı doğal bağışıklık esnasındaki yangıdan daha güçlü ve uzun sürelidir.
IL-17 çeşitli kemokin madde salgılanmasına yol açarak yangı bölgesine fazla sayıda
lökosit biriktirir. Ayrıca bu hücreler antimikrobiyal bileşen olan defensin adlı
maddenin üretimini de stimüle eder. Th-17 hücreleri tarafından salınan IL-22
sitokinleri ise epitel bariyerin bütünlüğünü korur ve dolayısıyla epitel hasarını
onarırlar.
CD8+ sitotoksik T-lenfositlerin gelişimi ve fonksiyonları
Hücresel bağışıklıkta, hücrede bir vezikül içerisinde tutulan
mikroorganizmaların öldürülmesinde fagositik hücreler daha etkili olmasına

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14


Humoral ve Hücresel Bağışıklık

rağmen; hücre sitoplazmasına direkt giren (virüs vb.) veya vezikülden kaçarak
sitoplazmaya geçen (bazı bakteriler) mikroorganizmalara karşı fagositik hücreler
yetersiz kalır. Bu patojenlerin öldürülmesinde diğer bir hücresel bağışıklık elemanı
olan sitotoksik T-lenfositler görev alırlar.
Naif CD8+ T-lenfositler antijeni tanımasına rağmen enfekte hücreyi
öldüremez. Bu hücrelerin tamamen aktif sitotoksik T-lenfositlere dönüşmesi bazı
moleküllerin sentezine bağlıdır. CD8+ T-lenfositler enfekte hücre üzerindeki veya
bazı tümör hücresi üzerindeki MHC-I bağlantılı peptid yapıları tanırlar. Bu peptid
yapılar hücre sitoplazmasında serbest halde bulunan protein antijenlerdir.
Sitotoksik T-lenfositlerin oluşumunda sadece antijen yapıyı tanımak yeterli olmaz,
CD4+ T-lenfosit aracılı bazı stimülan yapıların da yardımına ihtiyaç vardır.
T-lenfositler, TCR ve CD8+ molekülleri MHC-I-antijenik peptid yapıyı tanırlar.
Takiben sitotoksik T-lenfositler enfekte hücre üzerine granüllerini boşaltır.
Granüller granzim ve perforin içerirler. Granzim B, bölünerek kaspaz adlı enzimleri
aktive eder ve bu kaspazlar programlı hücre ölümü olan apoptozisi uyarırlar.
Perforinler, enfekte hücrenin plazma mebranı ve endozomal membranını yıkımlar
ve böylece granzimlerin etkinliğini arttırır. Aktive sitotoksik T-lenfositler ayrıca Fas
CD8+ T-lenfositler ligand adı verilen bir membran proteinini eksprese eder. Bu ligand hedef hücreler
antijen spesifik, NK üzerinde Fas (CD95) denilen ölüm indükleyici reseptörlere bağlanır. Fas
hücreleri ise antijen molekülleri kaspazların aktivitesini indükler ve apoptozise yardımcı olur. Sonuç
spesifik olmayan olarak enfekte hücre ve içerdiği mikroorganizmanın DNA’sı programlı bir biçimde
sitotoksik immun parçalanır. Dolayısıyla enfekte hücre ölür ve içerdiği mikroorganizma etkisiz hale
sistem hücreleridir. getirilmiş olur.
Özetle, CD4+ ve CD8+ T-lenfositlerin fonksiyonları ayrı ayrı bildirilse de
intrasellüler mikroorganizmaların yıkımlanmasında bu iki hücre ortak çalışır. Eğer
mikroorganizma fagosite edilmiş ve hücrede bir vezikül içerisinde kalıyorsa CD4+ T-
lenfositler IFN-γ salgılayarak ve makrofaj aktivasyonunu arttırarak etkeni elimine
eder. Fakat mikroorganizma bu vezikülden kurtulur ve sitoplazma da serbest halde
bulunursa makrofaj aktivasyonuna karşı koyar ve ancak bu defa da CD8+ sitotoksik
T-lenfositler tarafından enfekte hücre ile birlikte ortadan kaldırılır.
NK hücre sitotoksisitesi
NK hücreleri, özellikle anormal vücut hücrelerini ve bazı enfekte hücreleri
öldürmekle görevli nonspesifik bağışıklık hücreleridir. Fakat hücreyi öldürme
şekilleri sitotoksik T-lenfositlere benzer. TCR taşımayan NK hücrelerinin antijenik
uyarımları ve aktivasyonları sitotoksik T-lenfositlerden farklıdır. NK hücreleri,
antikor aracılı sitotoksisite (ADCC) ve direkt sitotoksisite şeklinde fonksiyon
görürler.
Antikor aracılı sitotoksisitede (ADCC), normalde TCR taşımayan NK
hücreleri, antijeni tanımada antikorlara tutunmayı sağlayan Fc reseptörlerini
kullanırlar. Etrafı antikorlar tarafından sarılan virüsü bu şekilde tanır ve aktive
olurlar. Hedef hücrenin öldürülmesi ise sitotoksik T-lenfositlerde olduğu gibi
perforin aracılığı ile yani apoptozis ile gerçekleşir.
Direkt NK sitotoksisitesinde ise NK hücreleri çeşitli sitokinlerle direkt uyarılır
ve özellikle hücre içi mikroorganizma ve tümöral yapıları apoptozis yolu ile

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15


Humoral ve Hücresel Bağışıklık

ortadan kaldırırlar. Hücresel bağışıklığın zaman alması nedeniyle enfeksiyonların


erken döneminde NK hücreleri tarafından sağlanan koruyuculuk ön plandadır [7].

Bireysel Etkinlik
•Ekzojen veya endojen bir antijenin immun sistem hücreleriyle karşı
karşıya geldiğinde uğrayacağı immunolojik mekanizmaları ayrı ayrı
şematize ederek tartışınız.
•Aşılama ile amaçlanan kazanımları ve bununla ilgili immun yanıt
mekanizmalarını tartışınız.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16


Humoral ve Hücresel Bağışıklık

•Humoral ve Hücresel Bağışıklık


•Enfeksiyöz ajanlara karşı vücut antijen ayırımı yapmaksızın vücutta hazır
olarak bulunan fagositik hücreler (nötrofil, eozinofil, makrofaj vb.) ve
Özet moleküller (doğal öldürücü (NK) hücreler, komplement ve sitokin) aracılığı ile
(doğal bağışıklık) karşı koyabildiği gibi edinsel (spesifik) bağışıklık denilen ve
uyaran antijene spesifik bir mekanizmayla da karşı koyabilir. Lenfositlerin
aracılık ettiği bu son savunma mekanizması antijenin yapısı, uyarım
mekanizmasına, fonksiyon gören immun sistem elemanları ve oluşacak yanıta
göre edinsel bağışıklık; humoral (sıvısal) bağışıklık ve hücresel bağışıklık olarak
iki kısma ayrılır.
•Edinsel bağışıklıkta etkili bir bağışıklık için antijenin parçalanması, çeşitli
hücreler (APC) aracılığı ile sunulması ve immun sistem hücrelerinin bu
antijenlerle bağlantı kurmaları gerekir. Bu durum özellikle karmaşık
yapılarından dolayı protein karakterli (T-bağımlı) antijenler için geçerlidir.
APC’ler tarafından küçük yapılarına parçalanan ve ilgili T-lenfositlere sunulan
T-bağımlı antijenler aynı zamanda hücreye giriş ve hücredeki
kompozisyonlarına göre sınıflandırılırlar. Hücreye dışarıdan giren ve fagozom
adlı bir vakuol içerisinde tutulan antijenler ekzojen antijen, hücre
sitoplazmasında serbest halde bulunan antijenler ise endojen antijen olarak
tanımlanır. Ekzojen antijenler işlendikten sonra MHC-II molekülleri ile
yardımcı T-lenfositlerine sunularak humoral bağışıklık için gerekli
sinyalizasyonu sağlarlar. Endojen antijenler ise MHC-I molekülleri ile
sitotoksik T-lenfositlere sunulur ve bu antijenler enfekte ettikleri hücre ile
birlikte hücresel bağışıklık mekanizması ile yıkımlanırlar. Yapıları proteinlere
oranla basit olan karbonhidrat ve lipit gibi antijenik grupların işlenme ve
sunulma zorunluluğu yoktur. T-bağımsız olarak adlandırılan bu antijenler B-
lenfositleri direk uyararak antikor sentezine yol açarlar.
•Antijen girişi sonucu B-lenfositlerin uyarılması ve takiben antikor oluşumu ile
son bulan bağışıklık türü humoral bağışıklık olarak adlandırılır. Humoral
bağışıklık esnasında izotip değişimi adlı mutasyonal mekanizmalar ile farklı
türde ve fonksiyona sahip antikorlar sentezlenir. Oluşan antikorların çoğu kan
dolaşımı (IgM ve IgG) ve mukozal salgılara (IgA) geçerek ekstrasellüler
mikroorganizmaların vücut hücrelerini istilasını ve enfekte etmesini önler,
toksinlerini bloke eder ve mikroorganizmayı hedef haline getirerek fagositoz
ve komplement sistemi aracılığı ile vücuttan uzaklaştırır. IgE grubu antikorlar
ise paraziter etkenlere karşı savunmada ön plana çıkarlar.
•Hücresel bağışıklık ise antijen girişi sonrası her iki yüzey molekülüne (CD4 + ve
CD8+) sahip T-lenfositlerin uyarılması ve takiben sitotoksik T-lenfositler ve
bazı yardımcı mekanizmaların (NK hücre ve makrofaj) aktivasyonu ile son
bulan bağışıklık türüdür. Aktive olan bu hücreler sayesinde hücre içi yaşama
özelliğine sahip (intrasellüler) mikroorganizmalar (virüs, hücre içi bakteri vb.)
enfekte hücre ile birlikte yıkımlanır veya etkili fagositoza maruz kalarak
vücuttan uzaklaştırılır. Şöyle ki, eğer mikroorganizma fagosite edilmiş ve
hücrede bir vezikül içerisinde kalıyorsa CD4+ T-lenfositler IFN-γ salgılayarak
makrofaj aktivasyonunu arttırır ve etken yıkımlanır. Fakat mikroorganizma bu
vezikülden kurtulur ve sitoplazmada serbest halde bulunursa makrofaj
aktivasyonuna karşı koyar. Bu durumda mikroorganizma CD8+ sitotoksik T-
lenfositler tarafından enfekte hücre ile birlikte apoptozis adı verilen programlı
bir mekanizma ile öldürülür. Hücresel bağışıklık elemanları ayrıca tümöral
oluşumlara karşı savunmada görev alırlar. Bu kapsamda enfekte hücre
üzerinde ya antikor aracılığı ile ya da çeşitli sitokinlerle direkt etki gösteren NK
hücrelerinin önemli rolleri vardır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17


Humoral ve Hücresel Bağışıklık

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Hücre dışı mikroorganizmalar ve toksinlerine karşı şekillenen bağışıklık türü
aşağıdakilerden hangisidir?
a) Hücresel bağışıklık
b) Kalıtsal bağışıklık
c) Doğal direnç
d) Humoral bağışıklık
e) İmmun tolerans

2. Humoral bağışıklığın antijen spesifik efektör molekülü aşağıdakilerden


hangisidir?
a) T-lenfosit
b) Antikor
c) Makrofaj
d) Sitokin
e) MHC-I

3. Humoral bağışıklık esnasında gerçekleşen olaylar arasında aşağıdakilerden


hangisi bulunmaz?
a) Affinite maturasyon
b) Plazma hücre oluşumu
c) Makrofaj aktivasyonu
d) İzotip değişimi
e) Antijen işlenmesi ve sunulması

4. Primer immun yanıtın özellikleri arasında aşağıdakilerden hangisi


bulunmaktadır?
a) Yüksek antikor affinitesine sahiptir.
b) Sorumlu hücreler bellek B-lenfositlerdir.
c) Sadece T-bağımsız antijenlere karşı oluşur.
d) Dominant antikor IgG’dir.
e) Sekunder immun yanıttan daha zayıf koruyuculuk sağlar.

5. Antijenlerin T-lenfosit bağımlılığı ile ilgili aşağıdakilerden hangisinde yanlış


bilgi verilmiştir?
a) Protein yapılı antijenler T-bağımlı antijenlerdir.
b) Kompleks yapılı antijenler T-bağımlı antijenlerdir.
c) T-bağımsız antijenler MHC molekülleri ile sunulur.
d) T-bağımsız antijenlerin tanınmasında yardımcı T-lenfositlerin
aktivasyonuna ihtiyaç yoktur.
e) T-bağımsız antijenlere karşı genellikle IgM antikoru üretilir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18


Humoral ve Hücresel Bağışıklık

6. Antikorların fonksiyonları arasında aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?


a) Antijen işlenmesi
b) Virus nötralizasyonu
c) Opsonizasyon
d) Antikor aracılı hücresel bağışıklık
e) Yangısal reaksiyonların uyarılması

7. Hücresel bağışıklığın özellikleri arasında aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?


a) Hücre içi bakterilere karşı oluşur.
b) Antikor izotip değişimi şekillenir.
c) Tümör yapılara karşı oluşur.
d) Efektör hücreleri T-lenfositlerdir.
e) MHC-I ile CD8+ T-lenfositlerine sunulan antijenlere karşı oluşur.

8. Antijen ile lenfositler arasında bağlantıyı (lenfosit aktivasyonunu) sağlayan


yapılar arasında aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?
a) Makrofaj
b) MHC-II
c) TCR
d) CD4+
e) IgD

9. Hücresel bağışıklığın efektör mekanizmaları arasında aşağıdakilerden hangisi


bulunmaz?
a) NK hücre sitotoksisitesi
b) Apoptozis
c) Makrofaj aktivasyonu
d) CD8+ T-lenfosit sitotoksisitesi
e) Toksin nötralizasyonu

10. Hücresel bağışıklıkta enfekte hücrenin içerdiği mikroorganizma ile birlikte yok
edildiği programlı hücre ölüm mekanizması aşağıdakilerden hangisidir?
a) Fagositozis
b) Apoptozis
c) Nekroz
d) Opsonizasyon
e) İnhibisyon

Cevap Anahtarı:
1.d, 2.b, 3.c, 4.e, 5.c, 6.a, 7.b, 8.a, 9.e, 10.b

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19


Humoral ve Hücresel Bağışıklık

YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Janeway CA, Travers P, Walport M, Shlomchik MJ. (2001). Immunobiology: The
Immune System in Health and Disease (5th edition). New York: Garland
Science.
[2] Abbas AK, Lichtman AH, Pillai S. (2018). Cellular and Molecular Immunology
(9th edition). Elsevier Inc.
[3] Goldsby RA, Kindt TJ, Osborne BA, Kuby J. (2003). Kuby immunology (5th
edition). New York: W.H. Freeman.
[4] Abbas AK, Lichtman AH, Pillai S. (2016). Basic Immunology: Functions and
Disorders of the Immune System (5th edition). Elsevier Inc.
[5] Carlı KT. (2015). Temel Veteriner Mikrobiyoloji ve İmmunoloji (4. baskı).
Anadolu Üniversitesi, Eskişehir.
[6] Diker KS. (2005). İmmunoloji (2. baskı). Ankara: Medisan yayın serisi: 37.
[7] Kılıçturgay K. (2000). İmmünoloji 2000 (2. baskı). İstanbul: 2000.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20


ÖZEL BAĞIŞIKLIK OLAYLARI

• Deri ve Mukozalarda Bağışıklık


VETERİNER MİKROBİYOLOJİ
İÇİNDEKİLER

• Fötal ve Neonatal Bağışıklık


• Bakterilere Karşı Bağışıklık VE İMMÜNOLOJİ
• Viruslara Karşı Bağışıklık Doç. Dr.
• Aşılar ve Aşılama
Fatih BÜYÜK

• Bu ünite çalışıldıktan sonra;


• Deri ve mukozalar gibi vücudun en dış
HEDEFLER

kısımlarında yer alan dokularda


gerçekleşen bağışıklık mekanizmalarını
bilebilecek,
• Fötus ve yenidoğanlarda enfeksiyöz
etkenlere kaşı şekillenen bağışıklık
mekanizmalarını öğrenebilecek,
• Bakterilere karşı şekillenen temel
bağışıklık mekanizmalarını bilebilecek,
• Viruslara karşı şekillenen temel
bağışıklık mekanizmalarını
öğrenebilecek,
• Aşılar ve aşı uygulamaları ile ilgili temel
hususlar hakkında bilgi sahibi
olabileceksiniz. ÜNİTE

© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı
6
ve dağıtımı yapılamaz.
Özel Bağışıklık Olayları

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2


Özel Bağışıklık Olayları

GİRİŞ
Deri ve mukozalar, sahip oldukları çeşitli fiziksel ve anatomik yapılar
sayesinde patojenlerin konak vücuduna girmesini ve istilasını önleyen ilk ve en
önemli savunma engellerini oluştururlar. Bu bölgelerde gerçekleşecek bağışıklık
sadece lokal savunma sağlamaz. Vücudun genel savunması için de gereklidir. Deri
ve mukozalardaki bağışıklık yapıları patojenlere, kimyasallara ve bazı fiziksel
etkenlere karşı dayanıklılık sağlayan özelleşmiş kısımlardan oluşur ve sistemik
bağışıklıktan biraz farklılık gösterirler. Temel bağışıklık elemanlarının rol aldığı
kazanılmış bağışıklığın yanı sıra özelleşmiş hücre ve molekül yapıları sayesinde
nonspesifik bağışıklık da oluştururlar. Dolayısıyla bu konu deride bağışıklık ve
mukozalarda bağışıklık adı ile ayrı başlıklar halinde anlatılacaktır.
İmmun yanıt, fötustan başlamak üzere yeni doğan, genç ve erişkinlerde
canlının yaşamın her döneminde şekillenir. İmmun yanıtın gelişimi, olgunlaşması
ve tam kapasite ile çalışması yaş ile birlikte artan etken maruziyeti ile paralellik
gösterir. Dolayısıyla canlının yaşamının başlangıç dönemi olan fötusta bağışıklık
yanıtı erişkinlere oranla oldukça zayıftır. Fötusta bağışıklık kazanmanın temel yolu
anneye ait (maternal) bağışıklık elemanlarının memelilerde plasenta ve
Deri ve mukozalar, kanatlılarda ovaryumlar aracılığı ile fötusa aktarımıdır. Benzer durum doğum
konak savunmasında sonrası ilk birkaç haftalık dönemdeki yeni doğanlarda (neonatal) da söz
görev alan ilk bariyerdir konusudur. Steril bir uterustan gelen yeni doğanlar, doğumu takiben çok kısa
ve anatomik ve sürede ve yoğun bir şekilde mikroorganizmalarla karşılaşırlar ve bunlara karşı ya
fizyolojik yapıları içerir. kendi yetersiz immun yanıtları ile ya da annelerinden aldıkları maternal bağışıklık
sayesinde korunurlar. Burada benzer savunma mekanizmalarının yer aldığı fötal
bağışıklık ve neonatal bağışıklıktan ayrı ayrı bahsedilecektir.
İmmun yanıt, enfeksiyöz ajanlara karşı canlıyı korunmada hayati bir rol
oynamaktadır. Patojenitesi yüksek viral, bakteriyel, mikotik ve paraziter birçok
etkene karşı koymada hem doğuştan gelen hem de kazanılmış farklı immun yanıt
mekanizmaları görev almaktadır. Doğuştan gelen immun yanıt, fagositik hücrelerin
aracılığı ile gerçekleştirilir ve vücudun erken savunma hattını oluştururken,
kazanılmış bağışıklık daha uzun süreli ve potansiyel bir savunma sağlar. Ayrıca
kazanılmış bağışıklık daha spesifiktir ve bellek hücrelerinin oluşumu ile tekrarlanan
etken maruziyetlerinde korunma sağlar. Enfeksiyöz etkenlerin ayrıca vücuda giriş
şekilleri ve hücredeki bulunuş pozisyonlarına göre farklı tipte immun yanıt
şekillenmektedir. Hücre dışı etkenlere karşı korumada B-lenfositler tarafından
üretilen antikorlar görev alır ve etkenin konak hücreye adezyonun engellenmesi,
nötralizasyon, opsonizasyon ve takiben artan fagositoz ve komplement aracılı
eliminasyonu gerçekleştirilir. T-lenfositlerin aracılık ettiği immun yanıt ise hücre içi
etkenlere karşı koruma sağlar ve sitotoksik aktiviteli hücre oluşumu ve artan
makrofaj aktivasyonu ile etken eliminasyonu sağlanır. Burada enfeksiyöz
etkenlerden sadece bakterilere ve vüruslara karşı bağışıklık mekanizmalarından
bahsedilecektir.
Konak savunması, doğal veya spesifik bağışıklık mekanizmaları ile sağlanır.
Bu esnada vücut aktif olarak çalışabileceği gibi bağışıklık elemanlarının pasif
transferiyle de koruma söz konusudur. Çoğu etkenle vücut ilk kez karşılaşır ve

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3


Özel Bağışıklık Olayları

primer immun yanıt şekillenir. Bu yanıtın oluşumu zaman alıcıdır ve bazen konak
savunmasında yetersiz kalabilir. Bu durumda konak savunmasının yapay yollarla
önceden uyarılması ve konağın karşılaşması muhtemel etkenlere karşı bağışık hale
getirilmesi gerekir. Bu amaçla kontrollü bir şekilde canlıya zayıflatılmış
mikroorganizma verilmesine aşılama ve bu amaçla verilen maddelere de aşı adı
verilir. Burada aşılar ve aşılama hakkında genel bilgi verilecektir.

DERİDE BAĞIŞIKLIK
Deri, canlının çevreyle arasındaki fiziksel bariyeri oluşturan en geniş yapıdır.
Canlı türüne göre değişmek üzere vücut ağırlığın yaklaşık %10-15’ini oluşturan deri
vücut ısısı, su ve elektrolit dengesini sağlamak gibi birçok görevinin yanı sıra
vücudu çevresel etkenlere karşı korumakla da görevlidir. Deri bu fonksiyonlarını
epidermis, dermis ve hipodermis adlı tabakalı yapısında bulunan fiziksel,
farmakolojik ve immünolojik etmenler aracılığı ile gerçekleştirir.
Fiziksel bariyer, derideki tüy ve epidermisin üzerinde bulunan stratum
korneum adlı yapıları içerir. Stratum korneum hidrofobik ve geçirimsiz kompakt
histolojik yapısı ile mikroorganizmaların ve kimyasalların vücuda tutunmalarını
engeller. Ayrıca deri epitel hücrelerinin sürekli yenilenmesi bu hücreler aracılığı ile
vücuda tutunan mikroorganizmaların yerleşmesini engeller. Derideki yerleşik
mikrofloranın patojenlerin dengede tutulması gibi görevleri vardır. Farmakolojik
bariyer, epidermal hücreler tarafından üretilen ve mikroorganizmalar üzerinde
direkt antimikrobiyal ya da pH düşürerek indirekt etki eden çeşitli enzimleri ve yağ
asitlerini içerir. İmmünolojik bariyer ise hem doğal hem de kazanılmış bağışıklıkta
Toll benzeri reseptörler,
görev alan deri ile ilişkili lenfoid dokulardır. Bu yapılar hem lokal hem de sistemik
mikroorganizmalara ait
yanıt oluşturarak patojenlere ve neoplastik oluşumlara karşı koruma sağlarlar.
molekülleri tanıyan ve
immun yanıtı başlatan Deride Doğal Bağışıklık
reseptörlerdir.
Mikrobiyal patojenlere ve çevresel toksinlere karşı konak savunmasında ilk
yanıt, derideki keratinositler tarafından üretilen sitokinler tarafından başlatılır.
Sitokinler, reseptör yapıların ve lenfositler gibi çeşitli hücrelerin aktivasyonunu
sağlarlar. İstilacı mikroorganizmalarla ilk bağlantıyı sağlayan reseptör yapılar Toll-
benzeri reseptörleri (Toll-like receptor, TLRs)’dir. Şekillenecek immunmodülatör
veya inflamatuar yanıtın türünü bu reseptörler belirler. Deri, immun yanıtın
boyutunu etkileyecek sitokin ve kemokinlere de orijinlik eder. Doku hasarının
tamiri ve yara iyileşmesi gibi fonksiyonlarının yanı sıra proinflamatuar sitokinler
(IL-1, IL-6, TNF-α), immunsupresif sitokinler, antiinflamatuar sitokinler (IL-10, TGF-
αβ), koloni stimüle faktörler (GM-CSF), immunmodülatör stokinler (IL-7, IL-1, IL-
15) ve kemokinler konak bağışıklık yanıtında görev alırlar.
Deride, doğal bağışıklık esnasında antimikrobiyal etki gösteren birçok
madde sentezlenir. Bu yapılar bakteri ve mantar hücrelerinin membran yapılarını
ve virusların zarf kısmını hedef alırlar. En iyi tanımlanan antimikrobiyal peptidler
katelisidin ve defensindir. Katelisidin, lökosit göçünü artırır, sitokin ve kemokin
salınımı uyarır ve anjiyojenezisi indükler. Defensinler, mikroorganizmanın hücre
zarına bağlanarak membran defektleri oluşturarak işlev görürler.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4


Özel Bağışıklık Olayları

Deride Kazanılmış Bağışıklık


Deride doğal bağışıklık yanıtı ilk savunma hattı olarak görülür. Fakat
intrasellüler ve ekstrasellüler mikroorganizmalara karşı şekillenecek kazanılmış
bağışıklık konak savunmasında daha önemlidir.
Deride kazanılmış bağışıklık iki aşamada gerçekleşir. Antijenle ilk temas
sonrası sensitizasyon (immunizasyon) ilk aşamadır. İkincisi ise antijene tekrar
maruz kalma sonrası yanıtın şekillendiği efektör aşamasıdır. Sensitizasyon
aşamasında dentritik hücreler tarafından antijenler lenf nodüllerine taşınır. Bu
taşınım sırasında dentritik hücreleri bir olgunlaşma aşaması geçirerek antijen
yakalama aktivitelerini duraksatır ve T-hücre interaktif molekülleri olan MHC
moleküllerini ve yardımcı molekülleri (CD80, CD86, ICAM vb.) sentezler. Naif T-
lenfositler sunulan antijen için TCR sentezler ve APC-antijen-T-lenfosit bağlantısı
oluşur. Takiben T-lenfositler fonksiyonel T-lenfositleri oluşturmak üzere farklılaşır.
Uyarılmış T-lenfositlerden Th-1, Th-2, Th-17 ve T-regs adlı hücreler farklılaşarak
her biri farklı fonksiyonel sitokinlerin salınımına yol açarlar. Th-1 yanıtı, IFN-α ve
Deride kazanılmış IL-2 üreterek intrasellüler patojenler ve tümörlerin eliminasyonunda görev alır.
bağışıklık, antijeni IFN-α tarafından stimüle edilen makrofajlar, fagositoz ve oksidatif yıkımlanma ile
tanıma ve duyarlılık intrasellüler mikroorganizmaları öldürürler. Bu sitokinler ayrıca yangısal sitokin ve
kazanma aşaması ve kemokinlerin salınımı arttırır. Th-2 yanıtı, ekstrasellüler parazit ve bakterilerin
takiben antijenik eliminasyonunda görev alır. Bu hücreler IL-4, IL-5, IL-10, IL-13 gibi sitokinler
yapının eliminasyonu sentezleyerek humoral immun yanıtın şekillenmesinde görev alırlar. IL-4 ve IL-13,
aşamasından oluşur. B-lenfositlerin çoğalması, Ig çeşitliliği (izotip değişimi) ve antikor üretimini aktive
eder. Th-2 aracılı bağışıklık, IgE'nin bağlandığı eozinofil ve bazofillerin yanı sıra,
geniş çaplı mast hücre degranülasyonu ile karakterize bir yanıta yol açar.
Regülatör T-lenfositler (T-regs) ise otoimmun rahatsızlıklara yol açacak abartılı
immun bağışıklık mekanizmalarını dengede tutar.
Mukozalarda sitotoksik T-lenfositlere farklılaşan CD8+ T-lenfositleri viral
enfeksiyonların ve tümör hücrelerinin eliminasyonunu sağlar. Bu mekanizma
hücresel bağışıklıkta anlatıldığı gibi perforin, granzim ve Fas ligandlarının aracılık
ettiği programlı hücre ölümü şeklindedir.

MUKOZALARDA BAĞIŞIKLIK
Mukozal yüzeyler, memelilerde vücudun homeostazını sağlayan karmaşık
bir hücre ve molekül ağından meydana gelir. Solunum, sindirim ve ürogenital
sistem, meme ve gözde bulunan bu yapı, çoğu patojenik mikroorganizmanın
vücuda giriş yeri olarak bilinir. Bağışıklık sisteminin bu özel kolu, mukozal
yüzeylerin büyüklüğüne göre maruz kaldığı çok sayıdaki kommensal
mikroorganizma ve ekzojen antijene karşı spesifik ve nonspesifik bağışıklık yanıtı
geliştirir.

Mukozalarda Doğal Bağışıklık


Mukozalarda doğal bağışıklık yanıtı sağlayan yapılar epitel hücreler
tarafından oluşturulan fiziksel bariyer, epitel siliaların hareketi, mukus yapısı,
antimikrobiyal moleküllerin sentezi ve NK hücrelerinin sitolitik aktivitesidir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5


Özel Bağışıklık Olayları

Bu doğal mekanizmalar ekzojen antijenlere ve istilacı patojenlere karşı ilk


savunma hattını oluştururlar.
Epitel hücreler tarafından kaplanan mukozalar selektif bariyer görevi görür.
Gastrointestinal sistemdeki enterositler üzerindeki mukus örtüsü ile fiziksel bir
bariyer oluşturur. Bu tabaka içerisindeki glikoproteinler mikroorganizmaların
mukozalara yapışmasını engeller. Ayrıca kript epitel hücrelerinin sürekli
yenilenmesi bu bariyerin bütünlüğünü korur ve patojenler mukozaya ulaşmadan
bağırsak boşluğuna bırakılan hücrelerle dışarı atılırlar. Epitel hücrelere tutunan
veya boşluğa bırakılan mikroorganizmaların atılmasında bağırsak peristaltiğinin de
katkısı vardır. Ayrıca mide asidi ve safra asitlerinin antimikrobiyal etkileri ile
gastrointestinal sistemde doğal savunma sağlanır. Mukozal bağışıklıkta defensin,
laktoferrin, lizozim, peroksidaz gibi bazı antimikrobiyal maddelerin, demir
bağlayıcıların ve enzimlerin rolleri vardır. Bunlar ter, salya, ağız sütü, serum, süt ve
idrar gibi sekretlerde bol miktarda bulunur. Sindirim sistemi kanalındaki
mikroflora da konak savunmasına katkıda bulunur.
Sindirim sisteminde olduğu gibi solunum sisteminde de epitel bariyer,
Mikroflora, epitel
mukus, antimikrobiyal maddeler ve mikroflora benzer koruyuculuk sağlar.
hücrelerce üretilen
Bunların haricinde mikroorganizmaları mukusa yapıştıran fiziksel türbülans ve
efektör yapılar ile
dışarı atan epitel hücrelerin siliar hareketi solunum sisteminin diğer doğal
mukozal bağışıklığın
savunma mekanizmalarıdır.
zaman ve yer bazında
organizasyonunu Ürogenital sistemde doğal bağışıklıkla ilgili yapılar dişilerde daha belirgindir.
sağlayan en önemli Vajinal mukus, enzimler ve Laktobasillerin oluşturduğu flora savunmada önemli rol
yapıdır. oynar. İdrar boşaltımı mikroorganizmaların vücudun üst bölgelerine ilerlemesini
engellerken, asidik idrarın antimikrobiyal özelliği vardır.
Süt boşaltımı ve laktenin adı verilen enzimatik yapılar meme mukozasında
savunmada görev alırken, gözyaşı akıntısı ise hem mekanik hem de enzimatik
olarak göz mukozasında doğal bağışıklıkta koruyuculuk sağlar.

Mukozalarda Kazanılmış Bağışıklık


Gelişmiş canlılarda başta solunum ve sindirim sistemi olmak üzere birçok
mukozada lenfoid yapılar sekunder lenfoid organ olarak savunmada önemli rol
oynarlar. Bağırsakla ilgili mukozal lenfoid doku (Gut-associated lymphoreticular
tissue, GALT); Peyer plakları, apendiks ve lenf nodüllerini içerir. İnsanlarda tonsil
ve adenoidler nazal lenfoid dokuyu (nasal-associated lymphoid tissue, NALT)
oluştururken, bazı hayvanlarda bronş ilişkili mukozal lenfoid doku (bronchus-
associated lymphoid tissue, BALT) bulunur ve akciğerler ve çevresindeki lenf
nodüllerinden oluşur. Canlılardaki bu yapıların tümü (GALT, NALT, BALT) mukoza
ilişkili lenfoid dokular (mucosa-associated lymphoreticular tissue, MALT) olarak
adlandırılır. Mukozalardaki lenfoid dokularda antijen girişi, işlenmesi ve
sunulmasıyla ilgili kısımlar uyarıcı odak olarak adlandırılır. Mukozal dokunun
lenfoid hücrelerinden oluşan ve spesifik bağışıklığın şekillendiği geniş bir kısmı ise
efektör odak olarak adlandırılır.
Mukoza ilişkili lenfoid doku (MALT) epitel yapısı antijen girişinin en önemli
kısmıdır. Bu yapı antijen sunan hücre (APC) ve IgA'ya geçişlerin olduğu germinal

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6


Özel Bağışıklık Olayları

merkezlere sahip B hücre bölgelerini içerir ve foliküler ilişkili epitel (follicle-


associated epithelium, FAE) olarak adlandırılır. Çözünebilir ve partiküler antijenler
Peyer plakları, apendiks ve tonsillerdeki hücrelerin %10-15’ini oluşturan mikrofold
(M) hücreleri denilen hücreler tarafından tutulur ve APC'lere gönderilir. M
hücreleri ayrıca bağırsak villuslarında bulunur ve villöz M hücreleri olarak
adlandırılır.
Bağırsak ilişkili lenfoid dokunun (GALT) yapısı olan Peyer plakları foliküler
ilişkili epitel doku altında T-lenfosit, B-lenfosit, dentritik hücreler ve makrofajlarca
zengin bir yapı barındırır. Profesyonel APC’lerin bulunduğu bu bölge M hücrelerine
aldıkları antijenleri lenfositlere sunarlar. GALT, folikülleri IgA taşıyan B-
lenfositlerince zengindir. Foliküller arası bölge ise yüksek endotelial venül (HEV)
olarak adlandırılır ve bu bölge CD4+ ve CD8+ T-lenfositlerce (Follicular helper T
cells, Tfh) zengindir. Ayrıca bu bölgede hem naif hem de bellek T-lenfositleri
bulunur.
Bronş ilişkili lenfoid doku (BALT), mukoza lenfoid dokunun bir parçasıdır ve
akciğerler ve bronşlardaki lenfoid foliküllerinden oluşur. BALT, özellikle solunumla
bulaşan mikroorganizmalara karşı mukozal ve sistemik immün yanıtın gerçekleştiği
Mukoza ilişkili lenfoid primer bölgedir.
doku, vücudun
Mukozal dokularda bağışıklıkta baskın olan hücreler doğal lenfoid
submukozal
hücrelerdir (innate lymphoid cells, ILCs). Bu hücreler interfoliküler bölgede yer
membranlarında
alan özelleşmiş yüksek endotelial venül (High endothelial venules, HEV)'ler
bulunan lenfoid yapıca
aracılığıyla kandan mukozaya veya sistemik lenfoid dokulara geçerler. Bu
zengin bölgeleridir.
hücrelerin T ve B hücre reseptörleri olmadığı için hızlı bir sitokin salınımına neden
olurlar ve sitokin çeşitliliğine göre farklı gruplara ayrılır. Grup 1 ILC’ler, IFN-γ
salgılar ve Th-1 gibi fonksiyon görürler. Tonsil ve gastrointestinal sistem
mukozasında bulunan grup 1 ILC’ler, perforin ve granzim aracılı savunma yaparlar.
Grup 2 ILC’ler, Th-2 hücrelerine benzer ve IL-5, IL-9 gibi sitokinlerle alerjik
reaksiyonlara neden olurlar. Solunum yolları, mide ve deride bulunan bu Grup 2
ILC’ler, parazitik enfeksiyonların temizlenmesinde de görev alırlar. Grup 3 ILC’ler
ise Th-17 benzeri fonksiyon gören hücrelerdir.
Mukozalarda kazanılmış bağışıklık yanıtı humoral ve hücresel mekanizmaları
aracılığı ile gerçekleşir. Bu kapsamda temel yapılar mukozal salgılarında bol
miktarda bulunan salgısal IgA (secretory immunoglobulin A, SIgA) antikorlarıdır.
Bu antikorların yanı sıra CD4+ T-lenfositler tarafından salınan sitokinler, B hücre
izotip değişimi sonucu oluşan diğer antikorlar, B ve T hücre etkileşimi de mukozal
savunmada önemli rol oynar.
Gastrointestinal ve solunum sistemlerinde foliküler epitel ve interfoliküler T
hücre bölgesindeki dentritik hücreler mukozal yüzeylerin temel APC’leridir.
Kazanılmış bağışıklığın ilk aşaması olan protein yapılı antijenlerin işlenmesi ve ilgili
T-lenfositlere sunulması işlemini bu APC’ler yapar. İşlenen antijenlerin APC’ler ile
sunulmasını takiben salgıladıkları sitokinlere göre farklı isimlerle adlandırılan ve
farklı mukozal bağışıklık yanıtına yol açan CD4+ yardımcı T-lenfosit grupları vardır.
IFN-γ’nın temel kaynağı olan Th-1’ler, hücresel bağışıklık ve bazı deney
hayvanlarında IgG2a antikor yanıtına yol açarken; IL-4, IL-5 ve IL-10 gibi sitokinleri

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7


Özel Bağışıklık Olayları

sentezleyen Th-2’ler başta IgA olmak üzere IgG1, IgG2b ve IgE yanıtı oluştururlar.
Mukozal bağışıklıkta izotip değişimi, söz konusu izotipin transkripsiyonel
aktivasyonu ile gerçekleşir. IL-4 ve TGF-β indüksiyonu ile IgM taşıyan B-lenfositler
IgE ve IgA’ya değişim göstererek bu grup antikorların üretimi ile sonuçlanır.
Mukozalarda humoral bağışıklık yanıtı esasen sIgA antikorları tarafından
yürütülür. SlgA’ların endojen proteazlara dirençli olması bu hücreleri mukozal
yüzeylerin savunmasında avantajlı kılar. SIgA, mukozal yüzeylerde virus ve
toksinlerin nötralize edilmesi, patojenlerin adhezyon ve kolonizasyonunun
önlemesi gibi temel fonksiyonlarının yanı sıra antiinflamatuar yanıtı oluşturur.
Mukozal sekresyonlarda, sIgA seviyesi serumdaki IgA seviyesinden daha
fazladır. Mukozal bölgelerdeki sIgA yoğunluğu, polimerik IgA (pIgA) üreten plazma
hücreleri ile polimerik Ig reseptörü (pIgR) olarak adlandırılan bir Ig reseptörünü
eksprese eden mukozal epiteliyal hücreler arasındaki bir işbirliğinin sonucudur.
pIgA, yakınındaki aktive plazma hücrelerinden salınır ve pIgR'ye bağlanarak IgA'nın
mukozal epitelyal hücreler boyunca taşınmasına ve daha sonra pIgR'den ayrılarak
Salgısal IgA, mukozal sekretlere geçmesine neden olur. Buradaki IgA’lar sIgA olarak adlandırılır. SIgA’lar
sekresyonlarda bol ile kaplanan mikroorganizmaların yüzeyleri hidrofobik bir hal alır ve böylece
miktarda bulunan ve mukus içerisinde gömülüp kalırlar. SIgA ve pIgA’lar, mikroorganizmaların çeşitli
mukozal bağışıklıkta yüzeyel yapılarına bağlanarak aglutine ederler ve kolonizasyonunu önlerler.
görev alan en önemli SIgA’ların çeşitli virus, enzim ve toksin yapıları üzerine nötralizasyon etkileri de
antikordur. vardır. Bu antikorlar virusun konak hücrelerde reseptörlere bağlamasına, konak
içine alınmasına ve replikasyonuna engel olarak konak savunmasına katkıda
bulunur. Ayrıca sIgA’nın mikrobiyal orijinli ve katalitik etkiye sahip birçok enzimi
de nötralize ettiği bilinmektedir. SIgA’ların antiinflamatuar etkinlikleri de vardır.
Klasik veya alternatif komplement yolunu direk aktive edemeseler de, IgM ve IgG
aracılı komplement aktivasyonu gerçekleştirebilirler. Ayrıca sIgA ve dolaşımdaki
IgA’ların komplement yanıtı ve fagositozdan kaynaklanan yangısal reaksiyonları ve
IgE'ye bağlı anaflaktik yanıtları engelleyerek mukozal dokunun bütünlüğünü
koruyan immunregülatör görevleri de vardır. Mukozal bağışıklıkta görevli olan bir
başka humoral bağışıklık elemanı IgE’dir. IgE’ler, vücut yüzeyindeki lenfoid
dokularda bulunur ve Fc kısımları ile mast hücrelerine bağlı olduklarından yangı
hücrelerinin bölgeye göçünü arttırarak ve mast hücrelere ait granüler enzimler
aracılığı ile antijenik yapıları elimine ederler. IgA’ya oranla mukozalarda daha az
bulunan IgG’lar, mukozal savunmada klasik antikor fonksiyonlarını (opsonizasyon,
komplemet aktivasyonu, ADCC gibi) yürüterek etkinlik gösterirler.
Mukozal dokularda mikroorganizmalara karşı hücresel bağışıklık sitotoksik
T-lenfositler ile sağlanır. Bağırsaklarda antijenle uyarılmış T-lenfositler (sitotoksik
T-lenfositler) lenfatik drenaj yoluyla Peyer plaklarından mezenterik lenf
nodüllerine yayılır ve konakta hücresel bağışıklıkta görev alırlar. Benzer durum
diğer mukozal yapılarda için de söz konusudur. Mukozalarda NK hücreleri de
bulunur ve sitotoksik T-lenfositlerde olduğu gibi benzer apoptotik mekanizmalarla
konak savunmasına katkıda bulunurlar [6].

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8


Özel Bağışıklık Olayları

FÖTAL VE NEONATAL BAĞIŞIKLIK


Fötal Bağışıklık
Gebeliğin son döneminden doğuma kadar olan dönemde uterusta bulunan
canlıya fötus adı verilir. Fötusta bağışıklık yanıtı, henüz immun sistemle ilgili
yapıların yeni oluşmaya başlaması ve gelişimini tamamlayamaması nedeniyle
erişkinlerdeki ile kıyaslanamayacak kadar zayıftır. Fötusta bağışıklığa ait yapıların
üretimi genelde gebelik süresi uzun olan canlılarda doğuma kadar tamamlanır.
Kısa gebelik süresi olanlarda ise bu gelişim yarım kalır ve doğum sonrasına
sarkabilir. Genellikle immun sistem yapılarından ilk şekillenen primer lenfoid
organlardır. Bunlardan T-lenfositlerin üretildiği timüs ilk oluşan dokudur. Takiben
B-lenfositlerin kaynağı kemik iliği şekillenir. Bunu sekunder lenfoid organlarının
(lenf nodülleri ve Peyer plakları) oluşumu takip eder. Lenfosit üretilen organ ve
dokuların gelişimine paralel olarak B-lenfositler, T-lenfositler, diğer immun sistem
Fötusta temel bağışıklık
hücreleri (fagositik hücreler) ve moleküllerinin (komplement) üretimi gerçekleşir
mekanizması plasenta
(Figür 6.1).
aracılı maternal antikor
geçişidir ve kanatlı, kedi Fötusta bağışıklık erişkinlere oranla oldukça zayıftır. Bu durum immun
ve köpek gibi sınırlı sistemle ilgili yapıların henüz tam olarak şekillenmemesi, ilgili hücre ve
sayıda hayvan türünde moleküllerin tam olarak organize olamamaları ve hemen hemen her tür antijenik
rastlanır. yapıyla ilk kez karşılaşıyor olmaları gibi nedenlerden kaynaklanır. Bu nedenlerle
erişkinlerde hafif seyreden veya apatojen olan etkenler fötusta ölüme yol
açabileceği gibi, bu etkenlere karşı immun yanıt veya immünolojik tolerans da
şekillenebilir. Fötusta temel bağışıklık kazanma yolu anneden maternal (anneye
ait) antikorların geçişidir. Bu durum memelilerde görülür ve eğer histolojik yapısı
uygunsa plasenta aracılığı ile gerçekleşir. Geçişin en rahat olduğu canlı türleri
insan, primat ve kemirgenlerdir ve genellikle plasenta aracılığı ile IgG tipi
antikorlar geçer. Hayvanlar arasında ise kedi ve köpeklerde plasentadan antikor
geçişi söz konusudur ve düşük oranlarda gerçekleşen bu olayda IgG tipi
antikorlarının geçişi görülür. Sığır, at ve domuz plasentaları antikor geçişi için
histolojik olarak elverişli değildir. Kanatlılarda maternal antikor geçişi ise
yumurtanın üretimi esnasında ovaryumlarda ve gelişimi esnasında yumurta
kanalında gerçekleşir. Anne serumundan gelen IgG yumurta sarısında, IgM ve IgA
ise yumurta akında yoğun bir şekilde bulunur.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9


Özel Bağışıklık Olayları

Figür 6.1. Buzağılarda embriyonal dönemden erginliğe kadar bağışıklık yanıtının gelişim
aşamaları [1].

Neonatal Bağışıklık
Doğumu takiben ilk birkaç haftalık dönemdeki canlılar neonatal ya da yeni
doğan olarak adlandırılır. Yeni doğanlar, fötusa oranla mikroorganizmalarla daha
kısa sürede ve daha yoğun şekilde karşılaşırlar. Yeni doğanlarda bu karşılaşma
annenin doğum kanalını terk eden dönemde başlar ve hayatları boyunca sürer.
Yeni doğanlar, patojen Yeni doğanlar patojen mikroorganizmalardan ya kendi immun yanıtları ile ya da
mikroorganizmalardan annelerinden aldıkları maternal bağışıklık mekanizmaları ile korunurlar.
ya kendi immun Gebelik süresi uzun olan canlı türlerinde yeni doğanların immun sistemleri
yanıtları aracılığı ile ya fiziksel ve anatomik olarak gelişmiştir. Fakat immunite ile ilgili mekanizmaların
da annelerinden hemen hemen hepsi bir antijenle ilk kez karşılaştıkları için oluşacak yanıt primer
aldıkları maternal immun yanıt niteliğindedir. Bu durum aynı zamanda immun sistemin
bağışıklık elemanları olgunlaşması, bellek yapıların ve sekunder yanıtın oluşması için öncülük eder ve
aracılığıyla korunurlar. yaklaşık 1-2 hafta kadar sürer. Bu hassas döneme denk gelecek herhangi bir
patojene maruz kalma tıpkı fötusta olduğu gibi yeni doğanlarda da farklı sonuçlar
doğurabilir.
Yeni doğanlarda patojene karşı ilk savunma mekanizması, etken spesifik
olmayan doğal bağışıklık elemanları ile yani fagositik hücreler aracılığıyla
gerçekleştirilir. Fakat bu hücrelerin efektör görevleri tam kapasite ile çalışmazlar
ve mikroorganizmayı elimine etmede bazı yönleriyle yetersiz kalırlar. Yeni
doğanlarda spesifik bağışıklık yanıtı yaşamın ilk birkaç haftalık döneminde
kazanılır. Primer lenfoid organlarda üretilen ve sekunder lenfoid organlara göç
eden naif immun sistem hücrelerinin uyarılması, çoğalması ve efektör hücrelere
farklılaşması için antijenle temasa dolayısıyla aktivasyonlarına ihtiyaç vardır. Bu
durum biraz zaman almaktadır. Antikorlar ilk birkaç günden sonra görülürken,
lokal ve hücresel bağışıklığın ortaya çıkması hayvan türüne göre 2-6 haftayı
bulmaktadır (Figür 6.1).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10


Özel Bağışıklık Olayları

Yeni doğanlarda yaşamının ilk dönemlerinde immun sistem yapılarının


gelişme aşamasında olması ve dolayısıyla tam bağışıklık için yetersiz kalması
nedeniyle başka savunma mekanizmalarına ihtiyaç duyulmaktadır. Şöyle ki,
plasentadan fötusa antikor geçişi olmayan canlılarda bağışıklık yanıtı doğum
sonrası ilk birkaç haftalık dönemde sütün özel bir hali olan ağız sütü (kolostrum)
aracılığı ile sağlanır. Ağız sütü, anne kanından gelen ve protein ve bağışıklık
elemanlarınca zengin süttür. Hemen hemen tüm antikor türlerini içermekle
beraber ağız sütünde IgG daha yoğun bulunur. Arıca makrofaj, B-lenfosit ve T-
lenfositleri de içerir. Ağız sütü ilk birkaç günden sonra normal süt halini alacağı için
bu biyolojik salgının yaşamının ilk dönemlerinde yeni doğanlara verilmesi oldukça
önemlidir. Erken dönemde bağırsaklarda Ig yapıları ve immunite ile ilgili
proteinleri parçalayan proteazların olmaması ve Ig geçişlerinin özel reseptörlerle
bağırsak duvarından daha kolay geçmesi bu durumu açıklayabilir. Ağız sütü ile
alınan Ig’ler 12-24 saat sonra kanda pik seviyeye çıkar ve vücutta uzun süre
kalarak yeni doğanları enfeksiyöz etkenlerden korurlar. Maternal bağışıklık olarak
adlandırılan bu durum annenin maruz kaldığı antijenik yapılar veya aşılama sonucu
geliştirdiği etkenlere karşı koruma ile sınırlı kalır. Dolayısıyla sınırlı sayıda etkene
karşı koruma sağlayan maternal bağışıklık dönemi yeni doğanın aktif bir şekilde
çalışarak kendi immun yanıtını oluşturduğu bağışıklık mekanizmaları tarafından
devralınır.

BAKTERİLERE KARŞI BAĞIŞIKLIK


Birçok enfeksiyöz ajana karşı olduğu gibi bakterilere karşı şekillenen
bağışıklık yanıtı konak savunmasında önemli rol oynar. Konakta enfeksiyon
oluşturan bakteriler patojen olarak adlandırılır. Bunun yanı sıra vücudun dışa
açılan kısımlarında florayı oluşturan ve hastalık oluşturmayan kommensal
bakteriler bulunurlar. Tüm bu bakterilere karşı konak her daim çeşitli
Bakterilerin antijenik mekanizmalarla kendisini savunma durumundadır. Bu savunma, bakterilerin
yapılarını virülens yapılarına, antijenik özelliklerine ve konak hücredeki yerleşkelerine göre
lipopolisakkarit, farklı şekillerde gerçekleşir.
flagella, fimbria,
Bakterilerin dış veya iç yapısında immun yanıtı farklı şekillerde uyarabilen
peptidoglikan gibi
antijenik yapılar bulunur. Bunlardan en önemlileri Gram pozitif bakterilerde hücre
yapısal bileşenleri
duvarında bulunan peptidoglikan ve teikoik/lipoteikoik asit yapılarıdır. Gram
oluşturur.
negatif bakterilerin hücre duvarı ise daha karmaşıktır ve lipopolisakkarit, porin
proteinleri ve makromolekül komplekslerinden oluşur. Bakterilerde diğer antijenik
yapılar polisakkarit karakterli kapsül ve protein karakterli flagella ve fimbria
bileşenleridir. Bakterilerde dış yapılara karşı oluşan bağışıklık yanıtı daha çok
opsonizasyon, nötralizasyon, agglütinasyon, komplement aktivasyonu ve
fagositozis gibi nonspesifik doğal bağışıklık yanıtıdır. Bakteri hücre içi yapılarının
antijenik özellikleri zayıf olduğu için koruyucu immun yanıta neden olmazlar. Bazı
bakterilerde güçlü antijenik özellik gösteren ekzotoksinler sentezlenir. Bu yapılara
karşı antikor aracılı (toksin nötralizasyon) reaksiyonları ile bağışıklık sağlanır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11


Özel Bağışıklık Olayları

Bakterilere Karşı Doğal Bağışıklık


Bakterilere karşı doğal bağışıklıkta çeşitli reseptöral yapılar, immun sistem
hücreleri veya moleküllerinin sentezini denetleyen genetik faktörler önemli rol
oynamaktadır. Bu yapıların eksikliği, çeşitliliği veya fazlalığı bağışıklıktan ziyade
konağa direnç (relatif direnç veya absolut direnç) sağlamaktadırlar.
Bakterilere karşı esas doğal bağışıklık yanıtı etkenin deri ve mukozal
yüzeylere girişi ile başlar ve karşılaşacağı ilk yapılar anatomik, fizyolojik ve
farmakolojik nonspesifik savunma engelleridir. Bu yapılardan mukozal bağışıklıkta
anlatıldığı üzere epitel hücreler, epitel siliaların hareketi ve mukus mekanik bariyer
görevi görürken; lizozim, peroksidaz, defensin, mide asidi ve safra gibi yapılar ise
bakteriler üzerine antimikrobiyal etki gösterirler. Ayrıca vücut sıvılarında
bakterilerin üremesine olumlu katkı sağlayan demiri bağlayarak bakterilerin
üremesini kısıtlayan laktoferrin ve transferrin gibi yapılar da mevcuttur.
Bakterilere karşı doğal bağışıklıkta antijen spesifik olmayan, TCR taşımayan ve
dolayısıyla aktivasyonuna ihtiyaç olmayan NK hücrelerinin sitolitik aktivitesinden
de faydalanılır. Bu doğal mekanizmalar ekzojen antijenlere ve istilacı patojenlere
karşı spesifik yanıt oluşuncaya kadar ilk ve en önemli savunma hattını oluştururlar.

Bakterilere Karşı Kazanılmış Bağışıklık


Bakterilere karşı kazanılmış bağışıklık humoral veya hücresel bağışıklık
mekanizmaları ile sağlanır. Bakterinin türüne, patogenezine ve konak hücredeki
lokasyonuna göre farklı bağışıklık yanıtı şekillenebilir. Dolayısıyla bakterilere karşı
bağışıklık hücre dışı (ekstrasellüler) ve hücre içi (intrasellüler) bakterilere karşı
Membran atak kazanılmış bağışıklık olarak daha anlaşılır şekilde ayrı ayrı anlatılacaktır.
kompleksi, komplement
sisteminin aktivasyonu
Hücre dışı bakterilere karşı kazanılmış bağışıklık
sonucu Hücre dışı (ekstrasellüler) bakteri antijenleri ekzojen antijenler olarak işlem
mikroorganizmanın görürler ve bu organizmalara karşı antikorların aracılık ettiği humoral bağışıklık
hücre membranında gelişir. Humoral bağışıklığa yol açan antijenik yapıları daha çok bakterinin dış yapı
oluşan ve membran organelleridir. Bakterilerin polisakkarit özellikli hücre duvarı ve kapsül gibi T-
bütünlüğünü bozarak bağımsız antijenleri ile flagella ve pilus gibi protein yapılı T-bağımlı antijenleri
parçalanmasına ve bulunur. T-bağımsız antijenler bilindiği üzere işlenmeden direk B-lenfositlerini
ölüme yol açan kanal uyararak IgM üretimine yol açar. T-bağımlı antijenler ise APC’ler tarafından işlenir,
yapılardır. MHC-II molekülleri ile yardımcı T-lenfositlerine (Th-2) sunulur ve ilgili sitokinlerin
(IL-4, IL-5 ve IL-13) salınımına yol açarak başta IgG olmak üzere farklı antikor yanıtı
oluştururlar. Üretilen antikorlar klasik fonksiyonlarını bakteriler üzerinde de
yürütürler. IgG ve IgM, bakteri yüzeyine bağlanıp komplementi aktive ederek
bakteriyi membran atak kompleksi (MAK) ile lizise götürür. Yine aynı grup
antikorlar opsonizasyon adı verilen ve bakterinin fagositozunu kolaylaştıran
yüzeyel maskelemeye yol açarlar. Antikorların diğer görevi ise bakteriyel enzim,
toksin ve adezyon moleküllerinin nötralizasyonudur. Böylelikle patojenin konak
hücreye tutunması ve zarar vermesi engellenmiş olur. Antikorların fagositoz ve
komplement aktivasyonu sırasında oluşan yan ürünler kemotaktik etki ile yangı
hücrelerini enfeksiyon bölgesine çeker ve böylelikle antikorların yangının uyarımı
fonksiyonu ortaya çıkar.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12


Özel Bağışıklık Olayları

• Patojenik bakteriler ökaryotik hücrelerde invaziv özelliklerine göre


iki temel kategoriye ayrılırlar. Bunlar hücre dışı (ekstrasellüler)

Örnek
bakteriler ve hücre içi (intrasellüler) bakterilerdir. Hücre içi
bakteriler de kendi aralarında seçici (fakültatif) ve zorunlu (obligat)
hücre içi bakteriler olarak ikiye ayrılırlar.
• Hücre dışı bakterilere örnek olarak Bacillus anthracis, Escherichia
coli, Staphylococcus aureus verilebilir.
• Fakültatif hücre içi bakterilere örnek olarak Listeria
monocyotogenes, Francisella tularensis, Brucella türleri verilebilir.
• Zorunlu hücre içi bakterilere örnek olarak Coxiella burnetti,
Rickettsia türleri verilebilir.

Hücre içi bakterilere karşı kazanılmış bağışıklık


Hücre içi bakteriler (intrasellüler) konak hücresi içerisinde yaşayan
organizmalardır. Humoral yanıt sırasında oluşan antikorlar, bu bakterilerin hücre
içinde bulunduğu dönemde etkisiz kalırlar. Ayrıca bu etkenler doğal bağışıklık
mekanizmalarından rahatlıkla kaçabilirler. İntrasellüler bakteriler normal vücut
hücrelerine yerleşebileceği gibi, makrofaj ve nötrofiller gibi fagositik hücrelere de
yerleşir. Bu bakteriler seçici (fakültatif) hücre içi ve zorunlu (obligat) hücre içi
İntrasellüler
bakteriler olarak ayrılırlar. Dolayısıyla bakterinin hücreye giriş şekline ve hücredeki
bakterilerden yapay besi
bulunuşuna göre farklı immun yanıt mekanizmaları devreye girer. Virus bir vakuol
yerlerinde üretilenler
içerisinde alınır ve hücre sitoplazmasında bir vakuol içerisinde bulunursa buna
seçici, canlı konakta
karşı şekillenecek yanıt Th-1 tarafından çeşitli sitokinlerin (IFN-γ ve IL-2) salımı
üretilenler ise zorunlu
sonucu oluşacak makrofaj aktivasyonudur. Aktive olan makrofajların bu vakuol
intrasellüler olarak
içindeki bakteriyi öldürme ve sindirme güçleri artar ve böylelikle etken daha etkili
adlandırılırlar.
bir şekilde elimine edilir. Bakteriler hücre sitoplazmasında vakuol içerisinde değil
de serbest halde bulunursa bu defa sitotoksik T-lenfosit aracılı programlı hücre
ölümü gerçekleşir ve enfekte hücre ile beraberindeki bakteri öldürülür. Benzer
sitotoksik etki NK hücreleri tarafında da gerçekleştirilir. Bu hücreler spesifik
immun yanıt oluşmadan önce hücre içi serbest dolaşım imkanı olan patojenlere
karşı en önemli savunma mekanizmasını oluştururlar [2].
Bireysel Etkinlik

• Hücre dışı ve hücre içi bakterilerde çoğalma ile ilgili hücresel ve


moleküler mekanizmaları tartışınız.

VİRUSLARA KARŞI BAĞIŞIKLIK


Viruslar, konak bağımlılığı olan zorunlu (obligat) hücre içi
mikroorganizmalardır. İnsanlarda HIV, Ebola, SARS ve hayvanlarda şap, kuduz,
veba gibi çok önemli klinik hastalığa yol açan viral etkenler ve bunlarla ilgili
enfeksiyonlar tanımlanmıştır. Viruslara karşı konak savunması T-lenfositlerin

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13


Özel Bağışıklık Olayları

öncülük ettiği çoklu bağışıklık bileşenlerini içerir. Bu durum virusun konakçıya


girme, çoğalma ve yayılım yöntemine göre büyük ölçüde değişiklik gösterir. Diğer
enfeksiyöz etkenlerde olduğu gibi virusun konağa girmesi, hedef dokulara
ulaşması ve enfeksiyon oluşturabilmesi için birçok doğal engeli aşması gereklidir.
Bu engellerden en önemlileri, deri ve mukozalarca sağlanan mekanik bariyer ve
bağırsak içeriği gibi kaotik mikroorganizma ortamlarıdır. Viruslar konak vücuduna
deri, sindirim ve solunum mukozaları haricinde genital sistem (venereal) ve
konjunktival yollarla da girerler ve takiben hedef dokularda çoğalarak enfeksiyon
oluştururlar. Virusun vücut dokulara olan ilgisini konak hücrede bulunan reseptör
yapıları belirler. Çünkü viruslar bu reseptör yapıları sayesinde konak hücresine
tutunur, hücre içerisine girer ve hücre içerisinde çoğalarak üreme döngüsünü
tamamlarlar. Bu süre zarfında viruslar sayısız doğal savunma mekanizmaları ile
karşılaşır ve kazanılmış bağışıklık bileşenlerini aktive ederler.

Viruslara Karşı Doğal Bağışıklık


Viral enfeksiyonlar konakta geniş çaplı savunma mekanizması dizisi
oluşturur. Doğal bağışıklık, ilk enfeksiyonu bloke etmek veya inhibe etmek,
hücreleri enfeksiyondan korumak veya virus ile enfekte olan hücreleri ortadan
kaldırmak için devreye girer. Yani doğal bağışıklık, kazanılmış bağışıklık aktif hale
Reseptörler, virusun gelmeden çok önce ortaya çıkar ve kazanılmış bağışıklığın başlatılması için gerekli
hedef hücreye olan yangısal reaksiyonları oluşturur.
tutunması, endositozla Viruslara karşı doğal bağışıklık yanıt, patojen ile ilişkili moleküler yapıları
içeri alınması ve hücreye (Pathogen-associated molecular pattern, PAMP) tanıyan reseptörler (Pattern
penetrasyonunu recognition receptors, PRRs) aracılığı ile başlatılır. Bu reseptörler Toll-benzeri
sağlayan yapılardır. reseptörleri (Toll-like receptor, TLR) içerir. Farklı TLR’lerin spesifik viral
proteinlerine bağlanması doğal immun yanıtın ilk basamağıdır. Bu bağlantı
bağışıklık hücrelerini aktive eder ve çeşitli uyarıcı sitokinler, kemokinler ve
moleküler yapılar üretilir. TLR’lerin ayrıca Tip-I interferonu (IFN) uyarabilme gibi
spesifik fonksiyonları da vardır.
Viruslara karşı doğal bağışıklıkta interferonlar (IFN) en önemli rolü
üstlenirler. Virusla enfekte hücrelerden sentezlenen bu antiviral yapılar hücre
protein sentezini ve viral replikasyonu engelleyerek koruyuculuk sağladığı gibi
çevredeki hücrelerin yeni viruslarla enfekte olmalarını da engellerler. IFN-α ve IFN-
β direk antiviral etki gösterirken, IFN-γ makrofaj ve NK hücre etkinliğini arttırarak
indirekt etki gösterir. Viruslara karşı doğal savunmada makrofajlar, dentritik
hücreler, nötrofiller ve NK hücreleri de görev alırlar. Ayrıca bazı hücreler
tarafından salınan IFN-I ve IL-1 gibi sitokinler aracılığı ile viral enfeksiyonlara yanıt
oluşturabilir. IFN-I, dentritik hücre ve T-lenfositleri uyararak ve aynı zamanda T
hücrelerini NK hücrelerinin saldırılarından koruyarak kritik rol oynar. IFN-I ayrıca
NK hücrelerini aktive eder ve NK yanıtına katkı sağlayan IFN-γ ve IL-12 sitokin
üretimini arttırır. NK hücreleri, proinflamatuar yangı sitokinlerini sentezleyerek
mikroorganizmayı öldürür. NK hücreleri MHC ekspresyonunu azaltarak da etki
gösterir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14


Özel Bağışıklık Olayları

Viruslara karşı doğal bağışıklıkta bazı konak proteinleri işlev görür. Bu


yapılar doğal antikorlar, pentaksinler ve komplement proteinleridir. Bazı viruslar
komplement aktivasyonu ile doğrudan inaktive olabilir veya komplemente bağlı
virionlar fagositik hücreler tarafından yok edilir. Virus enfeksiyonu ile indüklenen
çeşitli proinflamatuar sitokinler ve kemokinler de savunmada anahtar rol oynarlar.
Bunlar IL-1, IL-18 ve IL-33 adlı sitokinlerdir. Diğer fonksiyonel sitokinler TNF-α, IFN-
γ, IL-12, IL-6 ve kemokinlerdir. IL-12, NK hücrelerini uyararak IFN-γ’nın salınımını
indüklerken; kemokinler enfeksiyon bölgesine makrofaj, nötrofil ve dentritik
hücrelerin göçüne yol açarak bağışıklık yanıtına katkı sağlarlar.

Viruslara Karşı Kazanılmış Bağışıklık


Viruslara karşı kazanılmış bağışıklık, doğal bağışıklığı takip eder ve
antikorların aracılık ettiği humoral ve T-lenfositlerin aracılık ettiği hücresel
bağışıklık şeklinde gerçekleşir. Antikorlar, serbest viral partiküllerini bağlayarak
Virion, nükleik asit ve konak hücrede enfeksiyon oluşumu engeller. T-lenfosit aracılı hücresel bağışıklık
bunu çevreleyen ise virusla enfekte hücreyi yıkımlayarak veya enfeksiyon bölgesinde yangısal
kapsitten oluşan tam reaksiyonlara yol açarak etkinlik gösterir.
teşekküllü virus Kazanılmış bağışıklığın başlaması, özellikle dentritik hücreler olmak üzere
yapısına verilen addır. APC’lerin aktivasyonunu sağlayan doğal mekanizmalar aracılığı ile olur. APC'ler ve
lenfositler, kemokin ve sitokin sinyalleri ile lenfoid dokulara çekilir ve etkili hücre
etkileşimleri için birkaç gün orada tutulurlar. B-lenfositlerin aktivasyonu, antijenin
dalak veya lenf nodüllerindeki B hücre foliküllerine gelmesi ile başlar. Aktive B-
lenfositlerin bir kısmı plazma hücrelerine dönüşürken, bir kısmı da B hücre
foliküllerinin kenarına göç ederek taşıdıkları MHC-II-peptid bileşeni ile CD4+ T-
lenfositlerle (Th-2) bağlantı kurarlar. Bu bağlantı sonrası aktive B-lenfositler yüksek
affiniteli antikor üretimi için uzun ömürlü plazma hücrelerine ve sekunder
enfeksiyonlarda görev alan bellek B hücrelerine dönüşüm için somatik mutasyon
ve affinite maturasyon geçirirler.
Antikor yanıtı daha çok başka hücreleri enfekte etmek üzere konak hücreyi
terk ederek hücreler arası boşlukta bulunan canlı viruslar veya hücre içi ölü
viruslara karşı şekillenir. Oluşan antikorlar serbest virionların yüzeyinde doğal
proteinler tarafından eksprese edilen epitoplara karşı bağlanarak, konak hücreye
viral bağlanmayı veya hedef hücreye penetrasyonu bloke ederler (virus
nötralizasyonu). Ayrıca antikorlar, opsonizasyon ve ADCC mekanizmaları ile
virusları Fc reseptörü taşıyan fagositik hücrelere daha duyarlı hale getirirler.
Mukozalarda antiviral etki gösteren antikor grubu IgA iken, dolaşımda genellikle
IgG ve IgM türü antikorlar bu görevleri üstlenirler.
Viruslara karşı T hücre bağışıklığı aslında CD4+ ve CD8+ T-lenfositler aracılığı
Apoptozis, enfekte ile gerçekleştirilir. Sitotoksik T-lenfositler virusla enfekte hücreyi perforin ve
hücre ile virusun granzimler gibi enzimatik yollarla ve Fas ligandları aracılığı ile programlı bir şekilde
beraber enzimatik (apoptozis) öldürürler. CD4+ T-lenfositler, yangısal cevabın modülatörlüğünü
yıkımlanmaya maruz yaparak viruslara karşı savunmada görev alırlar. Bu hücrelerin salgıladıkları
kaldığı programlı hücre sitokinlere göre farklı alt tipleri mevcuttur. Yangısal reaksiyonlarla ilişkili olan CD4+
ölümüdür. T-lenfosit türü Th-1 ve Th-17’dir. Bu hücreler etkinliklerini sırasıyla IFN-γ, TNF-α,

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15


Özel Bağışıklık Olayları

IL-2 ve IL-17 ve IL-22 salgılayarak gösterirler. Th-2’ler yangıya katılırlar ve IL-4, IL-5
ve IL-13 üretirler. Üretilen IFN-γ, makrofajların fagositoz ve enzimatik yıkımlama
yeteneğini arttırarak güçlü bir virusidal etkiye yol açar. Bu hücrelerin yanıtını
dolayısıyla yangının süresi ve boyutunu düzenleyen T-reg adlı başka bir CD4+ T
hücre alt tipi mevcuttur. Sitotoksik T-lenfositlerin oluşumundan önce viral
etkenlere karşı savunmada TCR reseptörü taşımayan ve dolayısıyla aktive olmasına
gerek olmayan NK hücreleri görev alır. Bu hücreler ya direkt ya da antikorlar
aracılığı (ADCC) ile viral etkenlere bağlanır ve sitotoksik T-lenfositlerdeki gibi
enzimatik ve apoptotik mekanizmalarla virusu ve enfekte ettiği hücreyi öldürürler.
Antijenle uyarım sonucu aktive olan ve farklılaşan B ve T hücrelerin bir kısmı
vücutta uzun süre kalabilen bellek hücrelerine dönüşür. Aynı viral antijenle
karşılaşıldığında yani reenfeksiyonlarda bu hücreler görev alırlar. Bellek hücreler
tekrar efektör hücrelere farklılaşarak daha kısa sürede ve daha etkili humoral ve
hücresel bağışıklık sağlarlar [4].

AŞILAR VE AŞILAMA
Konak savunması doğal ve kazanılmış bağışıklık yanıtı ile sağlanır. Bu
savunma konağa ait immun yanıt mekanizmalarının aktif olarak çalışması ile elde
edilebileceği gibi, maternal bağışıklıkta olduğu gibi pasif olarak da anneden
yavruya geçebilir. Doğal koşullarda gerçekleşen bu olaylarda konak ile enfeksiyöz
etken ilk kez karşılaştıkları için koruyuculuğu daha az olan primer immun yanıt
şekillenir. Etkin koruma sağlayacak primer immun yanıtın oluşumu zaman alır. Bu
durumlarda patojen etkenlere karşı konak savunmasının yapay yollarla önceden
uyarılması ve konağın karşılaşması muhtemel etkenlere karşı bağışık hale
getirilmesi gerekir. İşte spesifik immun yanıt mekanizmalarını yapay yollarla
uyarmak için canlıya kontrollü bir şekilde zayıflatılmış mikroorganizma veya
mikroorganizmaya ait antijenik yapıların verilmesine aşılama ve bu amaçla verilen
maddelere de aşı adı verilir. İmmunizasyon ise aşılamayı takiben vücutta meydana
gelen immünolojik olayları içeren süreçtir. Yani aşılama immunizasyonun
başlatıcısıdır.
Aşılar, hemen hemen her yaş aralığı canlıya uygulanabilir ve enfeksiyöz
hastalıkların neden olduğu morbidite ve mortaliteyi önemli ölçüde azaltırlar. Bazı
olgularda hastalığın klinik şiddetini ve prognozunu iyileştirirken, aşılama yoluyla
birçok hastalık önlenebilir ve enfeksiyonun antibiyotiklerle tedavi edilme ihtiyacı
ortadan kaldırılır. Bu durum özellikle antimikrobiyal dirençli bakterilere karşı
potansiyel kullanımı ile aşıları önemli kılmaktadır. Aşılanan bireyler kısacası
popülasyonun geri kalan savunmasız üyeleri için bir immünolojik koruma duvarını
oluştururlar.
Aşılar, kazanılmış bağışıklığın ve bellek lenfositlerin koruyucu etkinliğini
Aşılama ile istenilen ortaya çıkarmak için uygulanır. Aşı uygulaması sonucu humoral yanıtla oluşan
bağışıklık yanıtı daha antikorlar konak savunmasında iki aşamalı rol oynarlar. Bunlardan ilki, kan ve
çok antikorların aracılık dokularda birikerek herhangi bir hücresel tetiklemeye ihtiyaç olmadan patojeni
ettiği humoral yanıttır. elimine etmesidir. Bu antikorlar kemik iliğinde uzun ömürlü plazma hücreleri
tarafından üretilir ve dolaşımda yüksek seviyelerde kalarak etkinlik gösterirler.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16


Özel Bağışıklık Olayları

Antikor ile ilişkili ikinci savunma hattını ise antijenik uyarım sonucu bir kısım B-
lenfositlerden farklılaşan bellek B hücreleri oluşturur. Bellek B hücreleri patojen ile
sonraki temaslarda hızla çoğalarak ve bol miktarda antikor üreterek etkili olurlar.
Benzer durum T-lenfositlerin aracılık ettiği hücresel yanıtta da geçerlidir. Periferal
dokularda ve lenf nodüllerinde bulunan bellek T-lenfositleri aşılama ile oluşacak
antijenik uyarım sonucu çoğalıp farklılaşarak efektör hücrelere dönüşür ve etken
eliminasyonunu sağlarlar. Bellek T hücre aracılı koruma daha çok viral etkenlere
karşı bağışıklıktan sorumlu olduğundan genelde aşılama ile istenilen bağışıklık
yanıtı antikorların aracılık ettiği humoral yanıttır. Tabi bu tercih durumu patojenin
türü ve aşılanan canlıya göre değişiklik gösterebilir.
Aşılama ile asıl amaçlanan canlılarda enfeksiyöz etkenlere karşı koruma
sağlamaktır. Fakat aşı uygulamaları bazı durumlarda riskli olabilir veya aşılamanın
gerekliliği bazı durumlarda tartışılabilir. Herhangi bir aşı uygulaması yapılmadan
veya aşı preparatı hazırlanmadan önce bu hususların göz önünde bulundurulması
gerekir.
Aşılama ve uygulama gerekliliği ile ilgili dikkat edilecek hususlar şu şekilde
sıralanabilir:
 Aşının uygulanan canlıda hastalığa yol açmaması, prognozu
kötüleştirmemesi ve koruyucu bağışıklık yanıtını uyarması istenen bir durumdur.
Bu amaçla aşı preparatlarının koruyucu antijen denilen ve mikroorganizmanın
enfeksiyon döngüsünde yer alan antijenik yapıları içermesi gerekir. Böylelikle bu
antijenik yapılara karşı şekillenecek bağışıklık yanıtı mikroorganizmanın enfeksiyon
oluşturmasını önleyebilecektir.

 Bazı hastalıklardan korunmada aşılama klinik tabloyu daha da


kötüleştirebilir veya özellikle canlı aşılarda olmak üzere enfeksiyon riski oluşturur.
Bu tür aşıların uygulama gerekliliği tartışılmalı ve eğer uygulanacaksa uygulama
öncesi ve sonrası dikkatli davranılmalıdır.

 Hastalığın görülme sıklığı veya uygulanacak canlının yaşı ve yetiştiricilik


şekli gibi faktörler de aşılamadan önce dikkate alınmalıdır. Şöyle ki, aşılanan
bölgede o enfeksiyon riski yoksa veya hayvan yaş ve yetiştiricilik şekli itibarı ile o
hastalığa maruz kalmayacaksa bu tür hayvanların aşılanmasına gerek yoktur.
 Aşılamada bireysel bağışıklık yerine sürü bağışıklığının oluşturulması
hedeflenmelidir. Bu hedef popülasyonun %70-80’ini bağışık kılmak şeklinde
planlanmalıdır.
Aşı içeriği ile ilgili dikkat edilmesi gereken hususlar ise aslında ideal bir aşıda
bulunması gereken özelliklerdir ve bu özellikler şu şekilde sıralanabilir:
 İdeal aşılar uzun süreli bağışıklık sağlamalıdır. Canlı (attenüe) aşılar vücutta
uzun süre kalıp çoğalan mikroorganizmalar içerdikleri için uzun süreli bağışıklık
yanıta yol açarken, ölü (inaktif) aşılar bu bağlamda biraz yetersiz kalmaktadır. Bu
durumlarda aşıların etkinliği hem süre hem de güç olarak çeşitli adjuvan ilavesi ile
arttırılabilir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17


Özel Bağışıklık Olayları

 İdeal aşılar güçlü immun yanıt oluşturmalıdır. Dolayısıyla içerisinde


koruyucu bağışıklık sağlayan antijenik yapıları bulundurması gereklidir. Bu yönüyle
aşılar B-lenfositleri ve T-lenfositleri uyarabilmeli ve bellek hücre oluşturabilmelidir.

 Aşıların yan etkileri olmamalıdır. Özellikle adjuvan ilaveli aşılardan


kaynaklanan lokal veya sistemik yan etkiler söz konusudur. Bu durumun en aza
indirilmesi gereklidir.
Adjuvan, kendisi  Aşılar enfeksiyona yol açmamalıdır. Bu durum özellikle attenüe fakat canlı
immunojen olmayan ve mikroorganizma içeren aşılar için söz konusudur. Bu aşı etkenleri konakta tekrar
antikor oluşturmayan; patojenite kazanarak enfeksiyon oluşturabilirler. Bu riskin giderilmesi amacıyla
fakat antijenin üretim sonrası aşıların sterilite ve toksijenite test kontrollerinin yapılması gerekir.
immunojenitesini
 Aşı kaynaklı oluşacak humoral yanıt doğal enfeksiyonlar sonucu oluşan
dolayısıyla bağışıklık
yanıttan ayırt edilebilmelidir. Enfekte veya portör taranması gibi enfeksiyöz
yanıtın etkinliğini arttıran
hastalıklara karşı kontrol uygulamalarında bu durum oldukça önemlidir. Aşı
maddelere denir.
preparatlarında aglütine olmayan suş kullanımı ile bu durum engellenebilir.

 Aşılar kolay hazırlanabilmeli, ucuz olmalı, kolay tedarik edilebilmeli ve raf


ömürleri uzun olmalıdır.

Aşı Tipleri
Aşılar, içerdiği mikroorganizma türü ve durumuna ve hazırlanış şekillerine
göre farklı şekillerde adlandırılırlar. Fakat esas olan tüm bu aşı gruplarının tam
kompartımanlı bir mikroorganizma veya mikroorganizmaya ait antijenik yapıları
barındırmasıdır. Konunun daha anlaşılır olması açısından hazırlanış şekillerine göre
sınıflandırma esas alınmış ve bu kapsamda aşılar; konvansiyonel aşılar,
biyoteknolojik aşılar ve yeni nesil aşılar olarak sınıflandırılmıştır.

Konvansiyonel aşılar
Modern teknolojik yöntemleri başvurulmadan, önceden beri geleneksel
yöntemlerle hazırlanan klasik aşılardır. Bu grupta canlı (attenüe) aşılar, ölü
(inaktif) aşılar, subunit aşılar ve toksoid aşılar bulunur.

Canlı (Attenüe) aşılar


Mikroorganizmaların çeşitli yöntemlerle patojenitesinin azaltılması veya
tamamen ortadan kaldırılmasıyla (attenüe) elde edilen aşılardır. Bu aşı etkenleri
konakta hastalık oluşturmazlar ve taşıdıkları antijenik yapıları ile bağışıklık yanıtına
yol açarlar. Aşı etkeni mikroorganizmanın attenüasyonu, doğal koşullarda
kendiliğinden meydana gelebileceği gibi mikroorganizmanın yapay ortamlarda
sürekli ve uzun süre pasajlanması, kendi konağının dışında üretilmesi veya optimal
üreme ortamlarının dışında üretilmesi gibi yöntemlerle de sağlanabilir. Hatta son
dönemlerde rekombinant yöntemlerle de attenüasyon yapılmaktadır. Attenüe
aşılar, canlı mikroorganizma içeren aşılar oldukları için vücutta uzun süre kalır ve
immun yanıtın tüm versiyonlarını güçlü bir şekilde uyararak etkili bağışıklık
sağlarlar. Ayrıca sadece antikor üretimi değil hücresel immun yanıta da yol
açtıkları için daha çok viral etkenlere karşı korumada canlı aşılar kullanılır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18


Özel Bağışıklık Olayları

Canlı aşıların en önemli dezavantaj ise konakta patojenite kazanarak enfeksiyon


oluşturma riskleridir.

Ölü (inaktif) aşılar


Isı veya kimyasal yöntemlerle öldürülmüş mikroorganizma içeren aşılardır.
Bu aşılardaki mikroorganizmalar ölü olmalarına rağmen immun yanıtı uyaran
antijenik yapılarını muhafaza ederler. Mikroorganizmaların öldürülmesinde
(inaktivasyon) yüksek ısının yanı sıra formaldehit gibi kimyasal maddeler de
kullanılır. Ölü aşılar daha çok antikor üretimi ile son bulan humoral bağışıklık
yanıtına yol açarlar. Etkinlik ve süreklilik açısından canlı aşılara göre daha zayıf
olan ölü aşıların önemli dezavantajı, aşı tekrarlarına ihtiyaç duyulmasıdır.

Subunit aşılar
Mikroorganizmaya ait kapsül, flagella, fimbria ve membran proteinleri gibi
antijenik yapıları içeren aşılardır. Bunlardan karbonhidrat yapılı kapsül antijeni
işlenme zorunluluğu olmadığı için B-lenfositlerini direkt aktive eder ve izotip
değişimi oluşturamadığı için bu tür aşılar yalnızca IgM üretimine yol açarlar.
Flagella, fimbria ve membran protein antijenleri ise yardımcı T-lenfositlere
sunulduğu için bu yapıları içeren subunit aşılar hemen hemen her tür Ig üretimi ile
son bulan humoral bağışıklık yanıtı oluştururlar.
Rekombinant, farklı Toksoid aşılar
türlere ait DNA’ların
Bazı mikroorganizmalar toksinleri sayesinde enfeksiyon oluştururlar. Bu tür
genetik mühendislik
etkenlere karşı çeşitli yöntemlerle inaktive edilmiş toksin içeren aşılar
teknolojisiyle kesilerek
kullanılabilir. Toksoid aşı olarak adlandırılan bu aşılar nötralizan antikorların
birleştirilmesiyle
oluşumu ile son bulan humoral bağışıklık yanıtına yol açarlar.
oluşturulan yeni DNA’lara
verilen addır. Bu amaçla Biyoteknolojik aşılar
yapılan işleme de Ölü veya canlı aşıların üretiminde kullanılan konvansiyonel yöntemlere
rekombinasyon denir. alternatif olarak geliştirilen biyoteknolojik aşılar daha ucuz ve güvenilir aşı üretim
imkânı sağlar. Bu aşılar içeriklerine göre; rekombinant antijen aşıları, genetik
attenüe mikroorganizma aşıları, canlı rekombinant mikroorganizma aşıları, DNA
aşıları ve sentetik peptid aşıları şeklinde isimlendirilirler.

Rekombinant antijen aşıları


Antijenik yapıyı kodlayan DNA’nın maya veya bakteri gibi farklı
mikroorganizmalarda rekombinant teknoloji ile üretilmesi (klonlanması ve
ekspresyonu) ve üretilen antijenin biyokimyasal yöntemlerle saflaştırılmasıyla
hazırlanan aşılardır. Bu aşıların dezavantajı antijenik yapıların aşırı saflaştırılmasına
paralel immunojenik özelliklerinin azalmasıdır.

Genetik attenüe mikroorganizma aşıları


Mikroorganizmaya ait bazı virülens yapılarının genetik işlemlerle giderilmesi
sonucu hazırlanan aşılardır. Mutant aşılar olarak da bilinirler. Spesifik bağışıklık
yanıtı oluşturup konak savunmasını sağlayan bu aşıların avantajı, doğal enfeksiyon
ile aşı kaynaklı oluşacak immun yanıtın ayırt edilmesine olanak sağlamasıdır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19


Özel Bağışıklık Olayları

Canlı rekombinant mikroorganizma aşıları


Antijeni kodlayan genin vektör mikroorganizmaya verilip üretilmesi ve
antijenin saflaştırılmadan sonra vektör organizma ile birlikte aşı preparatına dahil
edilmesi ile oluşturulan aşılardır. Vektör aşılar olarak da bilinirler. Vektör
mikroorganizmanın herhangi bir sistemik yan etkisi olmadığından (attenüe
mikroorganizma) uygulandığı canlıda üreyerek içerdiği antijenik yapısını çoğaltır.
Bu yapıya karşı bağışıklık yanıtı oluşarak etkili bir koruma sağlanır.
Ekspresyon, DNA DNA aşıları
dizisindeki genlerin, Antijeni kodlayan genin canlıya direkt olarak verilmesi ile hazırlanan
fonksiyonel protein aşılardır. DNA, konak hücresine plazmidle birleştirilerek verileceği gibi özel
yapılarına dönüşümünü tekniklerle (gen tabancası) de direkt hücre içerisine aktarılabilir. DNA aşıları,
ifade eder. Transkripsiyon antijenin doğal hali ile sunulmasına olanak verdiği için daha etkili humoral ve
ve translasyon aşamalarını hücresel bağışıklık yanıtı oluştururlar.
içerir.
Sentetik peptid aşılar
İmmun yanıtın şekillendiği esas antijenik kısımlar olan yapıların (epitopların)
sentetik olarak üretilmesiyle elde edilen aşılardır. Güvenilir aşılar olmalarına
rağmen yüksek maliyetlidirler.

Yeni nesil aşılar


Aşı sektöründe son dönemlerde RNA aşıları, şimerik aşılar, sentetik
immunodominant peptit aşıları, dendritik hücre aşıları üzerine çalışılmaya
başlanmıştır. Bu aşıların koruyuculuk etkisinin yanı sıra tedavi edici boyutu da
vardır. Ayrıca aşı üretiminde konvansiyonel ve biyoteknolojik uygulamaların yerine
“reverse vaccinology” adı verilen ve mikroorganizmanın tüm genom bilgisinden
hareketle olası aşı adaylarının belirlenmesi ve in vitro sentezlenmesini içeren yeni
bir üretim tekniği de kullanılmaya başlanmıştır.

Aşı Uygulamaları
Canlıda spesifik bağışıklık yanıtına yol açan aşı uygulamaları sonrası etkin bir
bağışıklık oluşabilmesi için aşı ve aşılamalarla ilgili aşağıda belirtilen bazı hususların
dikkate alınması gereklidir.
Aşı dozu: Aşı dozları yapılan biyoassay yöntemleri ile canlı türüne göre
önceden hesaplanmış ve aşı preparatlarına konulmuştur. Aşı dozu, tüm
mikroorganizma içeren aşılarda mililitredeki etken miktarı (pfu/ml, cfu/ml ve
spor/ml) olarak verilirken; protein ve derivatları daha çok mililitredeki protein
miktarı olarak hesaplanır. Genellikle aşı dozu aynı tür, yaş ve cinsiyetteki hayvanlar
Aşılar, tek bir antijenik için sabittir.
yapı (mikroorganizma) Aşı uygulama yolu: Aşılama ile hangi bağışıklık yanıtının oluşması isteniyorsa
içeren monovalan aşılar ve ona göre uygulama yolu tercih edilir. Sistemik etkisi olan bağışıklık yanıt istenen
birden fazla antijenik yapı durumlarda kas içi ve deri altı uygulama tercih edilirken, mukozalarda bağışıklık
(mikroorganizma) içeren isteniyorsa uygun mukozal yoldan aşı uygulaması yapılmalıdır.
polivalan aşılar olarak
Aşılama zamanı: Aşılama, canlının yaşamının hemen her döneminde
sınıflandırılır.
yapılabilmesine rağmen genellikle koruyuculukta süreklilik sağlaması açısından

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20


Özel Bağışıklık Olayları

erken yaş dönemlerinde uygulanır. Fakat erken yaş döneminde olası maternal
antikor taşıyıcılığı dikkate alınmalı ve maternal antikor taşıyan yeni doğanlarda
aşılama bu antikorlar dolaşımdan uzaklaşıncaya kadar ertelenmelidir. Bunun
haricinde gebeliğin son dönemlerinde ve tohumlama veya çiftleşmeden önce canlı
aşıların uygulanması risklidir. İnaktif aşılarda ilk uygulamayı takiben genellikle 6 ay
sonra tekrar aşı yapılması gerekirken, daha uzun süreli bağışıklık sağlayan canlı
aşıların tekrarları 2-3 yıl sonrasına ertelenebilir. Rekombinant aşılarda ise canlının
hayatı boyunca koruyuculuk sağlayacak birkaç aşı uygulaması yeterli
görülmektedir.
Çoklu aşılama: Farklı mikroorganizma alt tipi veya tamamen farklı
mikroorganizma veya antijenleri tek bir aşı preparatında birleştirilip (polivalan)
birçok etkene karşı eş zamanlı bağışıklık sağlanabilir. Bu aşılar daha çok kalabalık
popülasyonlarda iş yükünü azaltır, uygulama kolaylığı ve zaman tasarrufu sağlar.
Diğer: Kullanılacak aşının raf ömrü, saklama koşulları ve uygulama öncesi
homojenliğine dikkat edilmeli ve her uygulamada uygun şartlarda taşınan taze aşı
şişelerinin kullanımına hassasiyet gösterilmelidir.

Aşılama ile İlgili Hatalar ve Aşıların Yan Etkileri


Aşılama sonrası koruyucu bağışıklık yanıtının şekillenmediği durumlara
rastlanılabilmekte ve aşı başarısız olmaktadır. Bu durum aşı, aşı uygulaması ve
uygulanan canlıdan kaynaklanan birçok nedene bağlı olabilir (Figür 6.2).

Figür 6.2. Aşı uygulaması sonrası koruyucu bağışıklık oluşmamasının nedenleri [3].

Aşı kaynaklı başarısızlıklar, aşının üretim ve içeriği ile ilgili nedenlerden


kaynaklanır. Bunlar; aşı içerisinde baskın suşun veya koruyucu antijenin olmaması,
inaktivasyon esnasında antijenik yapıların tahribi, canlı aşı üretiminde etkenin
öldürülmesi ve dozun ayarlanamaması gibi nedenlerdir.
Aşı uygulaması ile ilgili başarısızlık ise aşının taşıma ve canlıya uygulanış
esnasındaki hatalardan kaynaklanır. Bu kapsamda soğuk zincire uyulmadan
taşınan canlı aşıların kullanımı, kontamine materyallerle aşılama, aşı ile beraber
antibiyotik kullanımı ve aşının uygun doz ve yolla uygulanmaması gibi nedenler
sayılabilir. Ayrıca aşı sonrası oluşacak bağışıklık yanıtın durumu bireysel farklılık
gösterebilir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21


Özel Bağışıklık Olayları

Aşı uygulanan canlıdan kaynaklanan başarısızlıklar ise maternal bağışıklığa


sahip olması, immunsupresyon durumu ve hastalığın ilerlemesinden sonra
aşılamanın yapılması gibi nedenlerden kaynaklanabilir.
Aşılama sonrası uygulanan canlıda enfeksiyöz ajanlara karşı kazanılmış bir
bağışıklık oluşturulması hedeflenmesine rağmen aşıların bazen lokal veya sistemik
istenmeyen yan etkileri de söz konusudur. İmmun sistemi daha iyi uyarması için
Aşılama sonrası apse, antijenik yapıya ilave edilen adjuvan içerikli aşılardan kaynaklanan lokal
ödem, granülom gibi reaksiyonlar görülebilir. Bu reaksiyonlar daha çok uygulama yerinde şişkinlik,
lokal veya anaflaksi, ödem, granülom ve apse benzeri yapıların oluşumudur. Aşı kaynaklı sistemik
abort, ölüm gibi etkiler de görülebilir. Anaflaktik şok buna örnek olarak gösterilebilir. Gebelik
sistemik yan etkiler döneminde yapılan aşıların fötusta anomali veya ölüm ve abort gibi riskleri
gözlenebilir. mevcuttur. Canlı aşılarda mutasyon sonucu tıpkı patojen etken gibi enfeksiyona
yol açma ihtimalleri vardır. Bazı aşılarda immunsupresyon, nefritis ve sinirsel
bozukluklar söz konusudur. Aşı kaynaklı genellikle Tip-I aşırı duyarlılık reaksiyonu
ve nadiren Tip-III aşırı duyarlılık reaksiyonu riski söz konusudur.

Pasif Bağışıklık
Enfeksiyöz etkenlere karşı korunmada konak bağışıklığı aşılamada olduğu
gibi aktif yollarla sağlanabileceği gibi pasif immunizasyon ile de sağlanabilir.
İmmünolojik bir savunma mekanizmasından ziyade bir tedavi şekli gibi düşünülen
pasif bağışıklık, aktif immunizasyonla elde edilen bağışıklık elemanlarının verici
hayvanlardan alınıp duyarlı alıcı hayvanlara verilmesi ile elde edilir. Pasif transfer
amacıyla daha çok antikorlar kullanılırken, uyarılmış T-lenfositlerin verildiği adoptif
bağışıklık da bu şekilde uygulanabilir.
Pasif bağışıklıkta transfer yapılan hayvanların immun sistemleri aktif olarak
çalışmadığı için yapılan bu koruma kısa sürelidir ve daha çok toksijenik
mikroorganizmaların toksinlerini bloke etmek amacıyla uygulanır. Bu tür
uygulamalarda kullanılan maddelere antiserum veya antitoksin adı verilir [3, 5]

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22


Özel Bağışıklık Olayları

•DERİ VE MUKOZAL YÜZEYLERDE BAĞIŞIKLIK

Özet
•Fiziksel ve anatomik bariyerler patojenlerin vücuduna girmesini önleyen ilk
savunma mekanizmalarıdır. Deride savunma görevini epidermis ve dermis
tabakası; sindirim, solunum ve ürogenital sistem, konjunktiva ve meme
bezinde ise mukozal yüzeyler üstlenir. Bu bölgelerde hücresel bariyer, ter,
salya ve mukozal sekresyonlar (mukus) gibi yapılarla koruyuculuk sağlanır.
•Deride Bağışıklık
•Deri, epidermis, dermis ve hipodermis adlı tabakalı yapısında bulunan
fiziksel, farmakolojik ve immünolojik bariyerler aracılığı ile koruyuculuk
sağlar. Fiziksel bariyer olarak, derideki tüy ve geçirimsiz kompakt hücre
yapısı, epitel hücre yenilenmesi, yerleşik mikroflora; farmakolojik bariyer
olarak, çeşitli enzimler ve yağ asitleri; immünolojik bariyer olarak deri ile
ilişkili lenfoid dokular görev alırlar. Deride doğal bağışıklıkta antimikrobiyal
etki gösteren birçok madde (katelisidin, defensin gibi) ve sitokinler görev alır.
Fakat intrasellüler ve ekstrasellüler mikroorganizmalara karşı esas savunma
kazanılmış bağışıklık yolu ile sağlanır. Kazanılmış bağışıklıkta temel hücreler
T-lenfositleri ve IgE sınıfı antikorlardır. T-bağımsız antijenlere karşı IgM
üretimi gerçekleşirken, T-bağımlı antijenler dentritik hücreler tarafından
işlendikten sonra T-lenfositlerine sunulur. Antijenik peptidi bağlayan T-
lenfositler fonksiyonel T-lenfositleri (Th-1, Th-2 ve Th-17) oluşturmak üzere
farklılaşır. Th-1 yanıtı, IFN-α ve IL-2 üreterek intrasellüler patojenler ve
tümörlerin eliminasyonunda görev alırken; Th-2 aracılı immun yanıt,
ekstrasellüler parazit ve bakterilerin eliminasyonunda görev alır. Th-2 aracılı
yanıt, IgE'nin bağlandığı eozinofil ve bazofillerin yanı sıra, geniş çaplı mast
hücre degranülasyonu ile karakterize bir yanıttır. Th-17 yanıtı, ekstrasellüler
bakteriler ve mantarlara karşı bağışıklıktan sorumludurlar. Sitotoksik T-
lenfositlere farklılaşan CD8+ T-lenfositleri deride viral enfeksiyonların ve
tümör hücrelerinin eliminasyonunu sağlar.
•Mukozalarda Bağışıklık
•Mukozal yüzeyler maruz kaldıkları çok sayıda komensal mikroorganizma ve
ekzojen antijene karşı spesifik ve nonspesifik bağışıklık yanıtı geliştirir.
Sindirim, solunum ve ürogenital sistem, meme dokusu ve konjunktiva gibi
mukozalarda doğal bağışıklık epitel hücre bariyeri, epitel siliaların hareketi,
mukus ve sekresyonlar, antimikrobiyal maddeler ve NK hücreleri ile sağlanır.
Mukozalarda kazanılmış bağışıklık ise sekunder lenfoid organ olarak
adlandırılan mukoza ilişkili lenfoid dokular (Mucosa-associated lymphoid
tissue, MALT) aracılığı ile sağlanır. Bu dokular bağırsaklar, akciğer ve bronş
konjunktiva, larinks ve genital sistemde bulunur. Mukozalarda spesifik
immun yanıtta, vücut salgılarında bol miktarda bulunan salgısal IgA
(secretory immunoglobulin A, sIgA) antikorları görev alır. Mukozalarda
plazma hücreleri tarafından üretilen polimerik IgA (pIgA), epiteliyal hücreler
tarafından üreten polimerik Ig reseptörüne (pIgR) bağlanarak mukozal
epitelyal hücreler boyunca taşınır ve mukozal sekretlere geçerek sIgA halini
alır. Mukozal yüzeylerde sIgA’lar, virus ve toksinlerin nötralize edilmesi,
patojenlerin adhezyon ve kolonizasyonunun önlemesi gibi temel antikor
fonksiyonlarını yürütür. Mukozal bağışıklıkta görevli olan bir başka spesifik
bağışıklık elemanı da mast hücrelerine bağlı yangısal reaksiyonları başlatan
IgE’dir. Mukozal dokularda mikroorganizmalara karşı bağışıklıkta sitotoksik T-
lenfositler ve NK hücrelerinin de rolü vardır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23


Özel Bağışıklık Olayları

•FÖTAL VE NEONATAL BAĞIŞIKLIK


•Fötal Bağışıklık

Özet (devamı)
•Gebeliğin son döneminden doğuma kadar olan dönemde uterusta bulunan
canlıya fötus ve fötusla ilgili bağışıklığa da fötal bağışıklık adı verilir. Fötal
bağışıklık, fötusun immun sistem yapılarının henüz tam olarak
şekillenmemesi ve antijenle ilk kez karşılaşıyor olması nedeniyle erişkinlere
oranla oldukça zayıftır. Fötusta temel bağışıklık kazanma yolu anneden
fötusa maternal (anneye ait) antikorların geçişidir. Bu durum memelilerde
görülür ve eğer histolojik yapısı uygunsa plasenta aracılığı ile gerçekleşir.
İnsan, primat ve kemirgenlerde plasentadan antikor geçişi kolay ve bol
miktarda iken; kedi ve köpeklerde düşük oranda gerçekleşir. Sığır, at ve
domuzların ise plasentaları antikor geçişi için histolojik olarak elverişli
değildir. Kanatlılarda maternal antikor geçişi yumurtanın üretimi esnasında
ovaryumlarda ve gelişimi esnasında yumurta kanalında gerçekleşir.
•Neonatal Bağışıklık
•Doğumu takiben yaşamının ilk birkaç haftalık dönemindeki canlılara
neonatal ya da yeni doğan adı verilir. Yeni doğanlar patojenlerden ya kendi
immun yanıtları ile ya da annesinden aldığı maternal bağışıklık yoluyla
korunurlar. Antijenik yapılarla ilk kez karşılaştıkları için yeni doğanlarda
oluşacak yanıt primer immun yanıt niteliğindedir. Fakat bu yanıt tam
koruyuculuk sağlamaz ve patojeni elimine etmede bazı yönleriyle yetersiz
kalır. Plasenta ile antikor geçişi olmayan canlılarda bir başka maternal
bağışıklık, doğum sonrası ilk birkaç haftalık dönemde sütün özel bir hali olan
ağız sütü (kolostrum) ile sağlanır. Ağız sütü, anne kanından gelen ve protein
ve bağışıklık elemanlarınca zengin süttür. Ağız sütü bol miktarda IgG ve
ayrıca makrofaj, B-lenfosit ve T-lenfositleri içerir. Yeni doğanlarda yaşamının
ilk dönemlerinde pasif bağışıklıkta kritik rol oynayan maternal bağışıklık
dönemi yeni doğanın kendi immun yanıtını oluşturduğu aktif bağışıklık
mekanizması tarafından devralınır.
•BAKTERİLERE KARŞI BAĞIŞIKLIK
•Birçok enfeksiyöz ajana karşı olduğu gibi bakterilere karşı şekillenen
bağışıklık yanıtı konak savunmasında önemli rol oynar. Bu savunma,
bakterilerin virülens yapılarına, antijenik özelliklerine ve konak hücredeki
yerleşkelerine göre farklıllık gösterebilir. Bakterilere karşı doğal bağışıklıkta
anatomik, fizyolojik ve farmakolojik savunma engelleri görev alır. Bu engeller
epitel hücre bariyer, epitel siliaların hareketi, mukus yapısı ve antimikrobiyal
maddelerdir. Doğal savunmada antijen spesifik olmayan NK hücrelerinin
sitolitik aktivitesinden de faydalanılır. Bakterilere karşı kazanılmış bağışıklık
bakterinin türüne, patogenezine ve konak hücredeki lokasyonuna göre
humoral veya hücresel bağışıklık şeklindedir. Hücre dışı (ekstrasellüler)
bakteriler ekzojen antijenler olarak işlem görürler ve bunlara karşı humoral
bağışıklık gelişir. Humoral bağışıklığa yol açan antijenik yapılar daha çok
bakteri dış yapı organelleridir. Bakteri hücre duvarı ve kapsül, T-bağımsız
antijenler olup işlenmeden direk B-lenfositlerini uyararak IgM üretimine yol
açarlar. Flagella ve pilus gibi protein yapılı T-bağımlı antijenleri ise MHC-II
molekülleri ile yardımcı T-lenfositlerine (Th-2) sunulurlar ve başta IgG olmak
üzere farklı antikor yanıtına yol açarlar. Üretilen antikorlar komplement
aktivasyonu, opsonizasyon, toksin ve adezyon moleküllerinin nötralizasyonu
fonksiyonlarını yürütür. Hücre içi (intrasellüler) bakterilere karşı bakterinin
hücreye giriş şekline ve hücredeki bulunuşuna göre farklı immun yanıt
şekillenir. Virus bir vakuol içerisinde alınır ve hücre sitoplazmasında bir
vakuol içerisinde bulunursa buna karşı yardımcı T-lenfosit (Th-1) aracılı
makrofaj aktivasyonu şekillenirken, hücre sitoplazmasında serbest halde
bulunan bakterilere karşı sitotoksik T-lenfosit aracılı programlı hücre ölüm
mekanizması devreye girer.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24


Özel Bağışıklık Olayları

•VİRUSLARA KARŞI BAĞIŞIKLIK

Özet (devamı)
•Zorunlu (obligat) hücre içi mikroorganizmalar olan viruslara karşı konak
savunması T-lenfositlerin öncülük ettiği çoklu bağışıklık mekanizmalarını
içerir. Bu durum virusun konakçıya giriş, çoğalma ve yayılım yöntemine göre
büyük ölçüde değişiklik gösterir. Viral etkenlere karşı doğal bağışıklık yanıtı,
spesifik viral proteinleri tanıyan Toll-benzeri reseptörleri (Toll-like receptor,
TLR) tarafından başlatılır. Bu bağlantı bağışıklık hücrelerini aktive eder ve
çeşitli uyarıcı sitokinler, kemokinler ve moleküler yapılar üretilir. Doğal
bağışıklıkta interferonlar (IFN) en önemli rolü üstlenirler. Virusla enfekte
hücrelerden sentezlenen bu antiviral yapılar hücre protein sentezini ve viral
replikasyonu engelleyerek koruyuculuk sağladığı gibi çevredeki hücrelerin
yeni viruslarla enfekte olmalarını da engeller. Viruslara karşı doğal
savunmada makrofajlar, dentritik hücreler, nötrofiller ve NK hücreleri de
görev alırlar. Kazanılmış bağışıklık doğal bağışıklığı takip eder ve antikorların
aracılık ettiği humoral ve T-lenfositlerin aracılık ettiği hücresel bağışıklık
devreye girer. Antikor yanıtı daha çok konak hücreyi terk eden veya hücreler
arası boşlukta bulunan canlı veya hücre içi ölü viruslara karşı şekillenir.
Oluşan antikorlar virusun hedef hücreye penetrasyonunu bloke eder
(nötralizasyon), opsonizasyon ve ADCC mekanizmalarına aracılık ederek
virusların eliminasyonunu sağlar. Viruslara karşı T hücre bağışıklığı, CD4+ ve
CD8+ T-lenfositler aracılığı ile gerçekleştirilir. APC’ler tarafından işlendikten
sonra CD8+ T-lenfositlere sunulan antijenlere karşı sitotoksik T-lenfositleri
aktive olur ve virusla enfekte hücreyi programlı bir şekilde (apoptozis)
öldürürler. CD4+ T-lenfositlere sunulan viral antijenlere karşı ise farklı
sitokinlerin görev aldığı makrofaj aktivasyonu ve yangı aracılı immun yanıt
mekanizmaları çalıştırılır.
•AŞILAR VE AŞILAMA
•Spesifik immun yanıt mekanizmalarını yapay yollarla uyarmak için canlıya
kontrollü bir şekilde zayıflatılmış mikroorganizma veya antijenik yapıların
verilmesine aşılama veya immunizasyon ve bu amaçla verilen maddelere de
aşı adı verilir. Aşılar, kazanılmış bağışıklık ve bellek lenfositlerin koruyucu
etkinliğini ortaya çıkarmak için uygulanır. Hastalığın morbidite ve
mortalitesini önemli ölçüde azaltır ve bazı hastalıkların klinik şiddetini ve
prognozunu iyileştirir.
•Aşılama, canlılarda enfeksiyöz etkenlere karşı koruma sağlarken bazı
durumlarda risklidir. Aşı yapılmadan önce bu hususların dikkate alınması
gerekir. Örneğin, aşılar mevcut klinik tabloyu kötüleştirmemeli ve koruyucu
bağışıklığı uyarmalıdır. Aşılar, hastalığın görülme sıklığı veya uygulanacak
hayvanın ihtiyacına göre hazırlanmalı ve sürü bağışıklığı (popülasyonun %70-
80’ini bağışık kılmak) sağlayabilmelidir. Bunların haricinde etkili bir koruma
sağlaması açısından aşı içeriği ile ilgili dikkat edilmesi gereken hususlar da
mevcuttur. Örneğin; aşılar uzun süreli ve güçlü bağışıklık sağlamalı, yan
etkileri olmamalı, enfeksiyona yol açmamalı, kolay hazırlanabilir olmalı, ucuz
olmalı ve raf ömürleri uzun olmalıdır.
•Aşı Tipleri
•Aşılar içerdiği mikroorganizma türüne ve hazırlanış şekillerine göre farklılık
gösterirler. Hazırlanış şekline göre aşılar konvansiyonel aşılar, biyoteknolojik
aşılar ve yeni nesil aşılar olarak sınıflandırılır.
•Konvansiyonel aşılar geleneksel tekniklerle hazırlanan aşılardır ve bu grupta
farklı aşı türleri bulunur. Canlı (attenüe) aşılar, mikroorganizmaların çeşitli
yöntemlerle patojenitesinin azaltılmasıyla (attenüe) oluşturulan aşılardır. Ölü
(inaktif) aşılar, ısı veya kimyasal yöntemlerle öldürülmüş mikroorganizmayı
içeren aşılardır. Subunit aşılar, mikroorganizmaya ait kapsül, flagella, fimbria
ve membran proteinleri gibi antijenik yapıları içeren aşılardır. Toksoid aşılar,
çeşitli yöntemlerle inaktive edilmiş bakteri toksinlerini içeren aşılardır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25


Özel Bağışıklık Olayları

•Konvansiyonel tekniklere alternatif olarak geliştirilen biyoteknolojik aşılar,


daha ucuz ve güvenilir biyoteknolojik yöntemler kullanılarak hazırlanırlar.

Özet (devamı)
Rekombinant antijen aşıları, antijenik yapıyı kodlayan DNA’nın maya veya
bakteride rekombinant teknoloji ile üretilmesi ve saflaştırılmasıyla hazırlanan
aşılardır. Genetik attenüe mikroorganizma aşıları, mikroorganizmaya ait bazı
virülens yapılarının genetik işlemlerle giderilmesi sonucu oluşturulan
aşılardır. Mutant aşılar olarak da bilinirler. Canlı rekombinant
mikroorganizma aşıları, vektör aşılar olarak da bilinen bu aşılar antijeni
kodlayan genin vektör mikroorganizmaya verilip üretilmesi ve antijenin
saflaştırılmadan sonra vektör organizma ile birlikte aşı preparatına dahil
edilmesi ile oluşturulur. DNA aşıları, antijeni kodlayan genin canlıya direkt
olarak verilmesi ile hazırlanan aşılardır. Sentetik peptid aşılar, immun yanıtın
şekillendiği esas antijenik kısımlar olan yapıların (epitopların) sentetik olarak
üretilmesiyle elde edilen aşılardır.
•Bunların haricinde “reverse vaccinology” adı verilen ve mikroorganizmanın
tüm genom bilgisinden hareketle olası aşı adaylarının belirlenmesi ve in vitro
sentezlenmesini içeren yeni bir aşı üretim tekniği de kullanılmaya
başlanmıştır. Bu teknikle RNA aşıları, şimerik aşılar, sentetik
immunodominant peptit aşıları, dendritik hücre aşıları gibi aşılar geliştirilmiş
ve özellikle insan sağlığı olmak üzere hem koruyucu hem de tedavi edici
amaçla kullanımlarına başlanmıştır.
•Aşı uygulamaları, uygulama hataları ve aşıların yan etkileri
•Canlıda spesifik bağışıklık yanıtına yol açan aşılama sonrası etkin bir bağışıklık
oluşabilmesi için aşı ve aşılamalarla ilgili aşağıda belirtilen bazı hususların
dikkate alınması gereklidir. Bunlar; aşının belirtilen dozda uygulanması,
uygun yollarla verilmesi, erken yaş döneminde olası maternal antikorlar
nedeniyle ertelenmesi, ileri gebelikte ve tohumlama öncesi yapılmaması ve
antibiyotiklerle beraber uygulanmaması gibi hususlardır.
•Aşılama sonrası bazı durumlarda koruyucu bağışıklık yanıtının şekillenmez ve
aşı başarısız kalır. Bu durum aşı, aşı uygulaması ve uygulanan canlıdan
kaynaklanan birçok nedene bağlı olabilir. Aşı kaynaklı başarısızlıklar; aşı
içerisinde baskın suşun veya koruyucu antijenin olmaması, antijenik yapıların
tahribi, canlı aşılarda etkenin ölmesi ve dozun ayarlanamaması gibi
nedenlerdir. Aşı uygulaması ile ilgili başarısızlıklar, aşının taşıma ve canlıya
uygulanış esnasındaki hatalardan kaynaklanır. Aşı uygulanan canlıdan
kaynaklanan başarısızlıklar ise maternal bağışıklığa sahip olması,
immunsupresyon durumu ve hastalığın ilerlemesinden gibi faktörlerdir.
•Aşılar, uygulamasını takiben enfeksiyöz ajanlara karşı koruma sağlayabileceği
gibi bazen lokal veya sistemik yan etkilere de neden olabilirler. Bunlar; lokal
yangısal reaksiyonlar, aşırı duyarlılık reaksiyonları, fötal anomaliler,
embriyonal ölüm ve abortlar, enfeksiyon ve immunsupresyon tablolarıdır.
•Aşılama ile pasif bağışıklık da sağlanabilir. Bu bağışıklık aktif immunizasyonla
elde edilen bağışıklık elemanlarının vericiden alınıp alıcı hayvanlara verilmesi
ile sağlanır. Transfer amacıyla daha çok antikorlar kullanılırken, uyarılmış T-
lenfositler de verilebilir (adoptif bağışıklık). Pasif bağışıklık daha çok
mikroorganizmaların toksinlerini bloke etmek amacıyla uygulanır. Bu tür
uygulamalarda kullanılan maddelere antiserum veya antitoksin adı verilir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 26


Özel Bağışıklık Olayları

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Deride doğal bağışıklık yanıtı sağlayan yapılar arasında aşağıdakilerden
hangisi bulunmaz?
a) Defensin
b) NK hücreleri
c) B-lenfositler
d) Toll-like reseptörleri
e) Keratinositler

2. Mukozalarda spesifik bağışıklık yanıtı sağlayan temel Ig türü aşağıdakilerden


hangisidir?
a) SIgA
b) IgE
c) IgD
d) IgM
e) pIgR

3. Fötusta ilk gelişen bağışıklık unsuru aşağıdakilerden hangisidir?


a) Lenf nodülü
b) Komplement
c) Makrofaj
d) Peyer plakları
e) Timüs

4. Hayvan türlerinin hangisinde anneden yavruya antikor geçişi söz konusu


değildir?
a) At
b) Kedi
c) Fare
d) Goril
e) Tavuk

5. Bakteri kapsülüne karşı şekillenen bağışıklık yanıtın son ürünü aşağıdakilerden


hangisidir?
a) Sitotoksik T-lenfosit
b) Th2
c) IgM
d) IFN- γ
e) NK

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 27


Özel Bağışıklık Olayları

6. Hücre içi (intrasellüler) bakterilere karşı farklı bağışıklık yanıtın


şekillenmesinin nedeni aşağıdakilerden hangisidir?
a) Bakterinin flagella yapısı
b) Bakterinin hücrede bulunuş şekli
c) Bakterinin boyutu
d) Bakterinin ısı ihtiyacı
e) Bakterinin yaşı

7. Viruslara karşı savunmada görev alan doğal bağışıklık yapıları arasında


aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?
a) İnterferon
b) NK hücreleri
c) Sitokin
d) CD4+ T-lenfositler
e) Toll-like reseptör

8. Viruslara karşı savunmada apoptozis mekanizmaları arasında aşağıdakilerden


hangisi bulunmaz?
a) Fas ligandı
b) Kaspaz
c) Perforin
d) Granzim
e) MAK

9. İdeal bir aşıda olması gereken özellikler arasında aşağıdakilerden hangisi


bulunmaz?
a) Raf ömrü uzun olmalı
b) Güçlü bağışıklık yanıtı oluşturmalı
c) Antibiyotiklerle beraber kullanılabilmeli
d) Enfeksiyon oluşturabilmeli
e) Koruyucu antijen içermeli

10. Uyarılmış T-lenfositler verilerek elde edilen pasif bağışıklık yanıt şekli
aşağıdakilerden hangisidir?
a) Adoptif bağışıklık
b) Maternal bağışıklık
c) Mukozal bağışıklık
d) Fötal bağışıklık
e) Doğal direnç

Cevap Anahtarı:
1.c, 2.a, 3.e, 4.a, 5.c, 6.b, 7.d, 8.e, 9.d, 10.a

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 28


Özel Bağışıklık Olayları

YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Chase, CCL., Hurley, DJ., Reber, AJ. (2008). Neonatal Immune Development in
the Calf and Its Impact on Vaccine Response. Veterinary Clinics: Food
Animal Practice, 24, 87-104.
[2] Rich, RR., Fleisher, TA., Shearer, WT., Schroeder, HW., Frew, AJ., Weyand, CM.
(2019). Clinical Immunology: Principles and Practice (5th edition). 2019,
Elsevier Limited.
[3] Diker KS. (2005). İmmunoloji (2. baskı). Ankara: Medisan yayın serisi: 37.
[4] Abbas AK, Lichtman AH, Pillai S. (2018). Cellular and Molecular Immunology
(9th edition). Elsevier Inc.
[5] Goldsby RA, Kindt TJ, Osborne BA, Kuby J. (2003). Kuby immunology (5th
edition). New York: W.H. Freeman.
[6] Montilla, NA., Blas, MP., Santalla, ML., Villa, JMM. (2004). Mucosal immune
system: A brief review. Inmunología, 23(2): 207-216.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 29


EPİDEMİYOLOJİ

• Giriş
İÇİNDEKİLER

• Epidemiyoloji Tanımı, Amacı ve


Bölümleri VETERİNER MİKROBİYOLOJİ
• Hastalık Belirleyicileri
• Mikroorganizmaların Bulaşması VE İMMÜNOLOJİ
ve Yayılması
• İnfeksiyon Tipleri Prof. Dr.
• Popülasyon ve Popülasyonda
Hastalık Salih OTLU

•Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


•Epidemiyoloji biliminin ilgi alanını
HEDEFLER

bilebilecek,
•Hastalıkların oluşumu üzerinde
etkili faktörleri öğrenebilecek,
•Mikroorganizmaların bulaşma
yollarını, infeksiyonun tanımını ve
tiplerini bilebilecek,
•Popülasyon ve popülasyonda
hastalık seyirlerini öğrenebilecek,
•Hastalık ölçütleri hakkında bilgi
edinebileceksiniz.

ÜNİTE

© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı
7
ve dağıtımı yapılamaz.
Epidemiyoloji

EPİDEMİYOLOJİ

Popülasyon ve
Epidemiyoloji Tanımı,
Popülasyonda
Amacı ve Bölümleri
Hastalık

İnfeksiyon Tipleri Hastalık Belirleyicileri

Mikroorganizmaların
Bulaşması ve
Yayılması

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2


Epidemiyoloji

GİRİŞ
Epidemiyoloji, genel bir ifadeyle hastalıkların popülasyon genelinde
araştırılması bilimidir. Tarihsel süreçte ele aldığımızda, epidemiyolojinin orijini
Hipokrat (MÖ 460-370) tarafından ileri sürülen “hastalıkların oluşumunda çevresel
faktörlerin etkili olduğu ve bunların araştırılması gerektiği” görüşüne kadar uzanır.
1662 yılında John Graund isimli araştırmacının Londra’da doğum ve ölümlere ait
Epidemiyoloji, diğer kayıtları incelemesi ve toplumda hastalıkların dağılımını ilk defa nicel olarak ortaya
birçok bilim alanının koyması da önemli bir epidemiyolojik araştırma olmuştur. 1853-1854 Londra
bireysel yaklaşımının kolera salgınında Dr. John Snow’un henüz daha kolera etkeni Vibrio cholera
aksine, sağlıkla ilgili tanımlanmamışken, evleri tek tek dolaşarak koleradan ölen olup olmadığını ve
olayları popülasyon içme suyunun nereden sağlandığını araştırarak, içme suyunu Thames nehrinin
bazında ele alır. Hastalık atıklar ile çok kirlenmiş bölümünden alınarak kullanılan mahallelerde hastalık ve
oluşumuna neden olan ölüm olgularının yüksek olduğunu ortaya koyarak, koleranın içme suyu ile bulaştığı
faktörleri araştırır. hipotezini doğrulaması halk sağlığı tarihinde önemli bir olay olarak kayda
geçmiştir. Bu nedenle Dr. Snow, epidemiyoloji biliminin kurucusu olarak
görülmektedir.
Epidemiyoloji terimi Latince üç kelimeden; Epi (“hakkında” veya “üzerine”),
demos (“insan” veya “halk”) ve logos ( bilim) köken alır ve insan sağlığını araştıran
bir bilim alanını kasteder. Epizootiyoloji terimi ise hayvan popülasyonlarında
yürütülen çalışmalara referans olarak kullanılır. Ancak bugün modern bir bakış ile
gerek insan gerekse hayvan popülasyonlarının hastalıkları üzerine yapılan
araştırmaların tümü epidemiyoloji terimi ile karşılanmaktadır. Epidemiyoloji her
ne kadar popülasyonda enfeksiyöz hastalıkların araştırılması üzerine gelişmiş olsa
da bugün enfeksiyöz, nonenfeksiyöz hastalıklar ve sağlıkla ilgili tüm durumların
araştırılmasını kapsamaktadır.
Veteriner Hekimliği kapsayan birçok disiplinin ortak amacı başta çiftlik
hayvanları olmak üzere insanlığın yararına olan diğer tüm hayvan
popülasyonlarında sağlığı ve refahı arttırmaktır. Bilim alanlarının birçoğu
hastalıkları bireysel olarak ele almış, buna yönelik tanı ve tedavi yöntemlerini
ortaya koymuş ve geliştirmiştir. En son gelişen bilim dallarından biri olan
Epidemiyoloji ise hastalıkları popülasyon bazında ele almaktadır. Gelişen bir
hastalığın popülasyondaki durumu yalnızca bireylerin özelliklerine değil, bireyler
arası etkileşim ve bireylerin çevre ile olan ilişkilerine de bağlıdır.
Veteriner Epidemiyoloji, hayvan popülasyonlarında hastalık, verimlilik ve
refahın araştırılması ile ilgilenir. Hastalık ve görülme sıklığının, verimlilik ve refahın
hangi faktörler veya belirleyicilerin etkileşimlerinden nasıl etkilendiğini araştırır.

EPİDEMİYOLOJİNİN TANIMI, AMACI ve BÖLÜMLERİ


Tanımı
‘’Epidemiyoloji, popülasyonlarda hastalıkların oluşumu, dağılımı, sıklığı ile
bunları etkileyen faktörleri araştıran ve bu hastalıkların önlenmesine ilişkin
hedefleri belirleyen bilim dalı ‘’ olarak ifade edilir [1]. Veteriner Epidemiyoloji bu

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3


Epidemiyoloji

tanıma ek olarak özellikle verimlilik gibi sağlıkla ilişkili diğer olayların araştırılması
ve değerlendirilmesini de içerir. Bu araştırmaların tümü hayvan popülasyonunu
gözleme ve gözlemlerden sonuç çıkarmayı kapsar. Hastalık ya da sağlığın veya
refahın araştırılması sırasında farklı bilimsel disiplinlerin ve tekniklerin kullanımını
koordine eden bütünsel bir yaklaşım ortaya koyar [2, 3].

Amacı
Epidemiyolojinin amaçları 5 başlık altında toplanabilir. Bunlar:
Nedeni bilinen bir hastalığın kaynağının belirlenmesi
Nedeni bilinen birçok hastalık klinik bulgular, laboratuvar testleri ve
görüntüleme gibi diğer klinik yöntemlerle kesin olarak teşhis edilebilir. Örneğin,
sığır ve koyunların Şap hastalığı (Food and Mouth Disease) klinik bulgular ve
alınacak örneklerin laboratuvar değerlendirmesi ile kolayca teşhis edilebilir. Ancak
salgının nasıl ve ne sıklıkta oluştuğunun ve kaynağının belirlenmesi, hastalığın
sınırlandırılması ve eradikasyonu açısından son derece önemlidir.

Nedeni bilinmeyen ya da tam olarak anlaşılamamış bir hastalığın


araştırılması ve kontrolü
Birçok hastalık henüz etkeni ortaya konmamış iken epidemiyolojik
gözlemlere dayalı olarak kontrol edilebilmiştir. Örneğin, Hereford ırkı sığırlarda
görülen gözdeki skuamöz hücreli karsinomun nedeni tam olarak bilinmemektedir.
Epidemiyolojik çalışmalar, hastalığın pigmentsiz göz kapağına sahip olan bu gibi
hayvanlarda, pigmentli göz kapağına sahip olanlara oranla daha çok geliştiğini
ortaya koymuştur.

Bir hastalığın doğal gelişimi ve ekolojisi üzerine bilgi edinme


Enfeksiyöz bir etkenle enfekte bir hayvan bu etkenin konağıdır. Konaklar ve
etkenler, diğer organizmalarla birlikte belirli ortamlarda birlikte yaşarlar. Canlılar
ve onların çevreleri ekosistem olarak adlandırılır. Ekosistemle ilgili bilim alanı
ekolojidir. Enfeksiyöz etkenlerin doğal geçmişlerinin geniş bir şekilde anlaşılması
onların konak ve çevre bağlamında araştırılması ile mümkündür. Örneğin;
Eradikasyon, bir hastalığın patojenik Leptospira serovarlarının kemirgenlerce taşınması, onların idrarlarıyla
doğaya çıkıp, alkali toprak ve su birikintilerinde uzun süre canlı kalarak çeşitli
tümüyle ortadan
yollarla hayvan ve insanlara bulaşması gibi. Benzer şekilde enfeksiyöz olmayan
kaldırılması, yok edilmesi
hastalıklarla da ilişkili bilgiler ekosistem ve etkilenen hayvanların fiziksel
anlamına gelir. Çiçek
özelliklerinin incelenmesi ile elde edilebilir. Örneğin; bir ekosistemin jeolojik
hastalığı, Dünya Sağlık
yapısı bitkilerin mineral içeriğini etkileyebilir ve bu durum hayvanlarda mineral
Örgütü’nün tüm ülkelerde
gerçekleştirilen aşılama eksikliği ya da fazlalığına neden olabilir.
programları ile eradike Hastalık kontrol programların planlanması, izlenmesi ve
edilmiştir. değerlendirilmesi
Bir hayvan popülasyonunda oluşan hastalığın kontrolü ya da
eradikasyonuna ilişkin program yapılması, hastalık miktarı ve çıkışı ile ilgili bilgiler,
kontrolüne ilişkin gerekli imkanlar, maliyet ve yarar hesaplamaları ile mümkündür.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4


Epidemiyoloji

Uygulanan programların başarılı olup olmadığına popülasyondaki hastalığın izleme


ve gözetimine dayalı epidemiyolojik tekniklerle toplanacak verilerin
değerlendirilmesi ile karar verilir.

Bir hastalığın ekonomik etkilerinin değerlendirilmesi ve alternatif


kontrol programlarının maliyetleri ile ekonomik yararlarının ortaya
konması
Hayvancılıkta bir hastalığın kontrolünün maliyetinin hastalık nedeniyle
oluşabilecek ekonomik kayıpları dengelemesi gereklidir. Bu nedenle ekonomik
analiz yapılır. Bu durum çoğu zaman modern planlı hayvan sağlığı programlarının
önemli bir parçasıdır. Kontrol programları bir sürüdeki yüksek düzeydeki hastalık
düzeyini azaltmak için ekonomik olurken, düşük düzeyli bir hastalık için ekonomik
olmayabilir. Örneğin; ineklerin % 15'inin mastitis olduğu bir sürüde, verimlilik
ciddi oranda etkilenir ve finansal fayda elde etmek için kontrol programı
uygulamak mümkündür. Öte yandan, sürüde mastitis oranı % 1'den daha az ise
hastalığın daha da azaltılmasıyla sağlanacak verim artışı kontrol programı için
harcanan maliyeti karşılamayabilir [4].

Bölümleri
Epidemiyoloji, araştırma türüne bağlı olarak 4 bölümde ele alınabilir. Bunlar:

Tanımlayıcı epidemiyoloji
Tanımlayıcı araştırmalar genellikle yeni bir hastalık üzerinde yapılan en
erken çalışmalar olup hastalığı karakterize etmek, sıklığını ölçmek ve hastalığa
Tanımlayıcı ilişkin birey (tür, ırk, yaş, cinsiyet gibi), yer (çiftlik, köy, bölge gibi) ve zaman
epidemiyoloji, bir (mevsim, ay, gün gibi) ile ilgili durumları belirlemek için yapılır. Bir epidemiyolojik
popülasyonda oluşan araştırmanın en temel görevlerden biri, oluşan hastalığın popülasyonda yol açtığı
sağlık probleminin ne durumu nicelendirmektir. Bu durum enfekte, hasta ya da ölü hayvanların sayımı
sıklıkta, ne zaman, ile yapılabilir. Bu bilgi sağlık hizmeti sunmak için tahmini iş yükü, maliyet veya
nerede, hangi imkanların boyutuna dair yararlı olacaktır.
bireylerde ve nasıl Deneysel epidemiyoloji
oluştuğunun cevaplarını
Deneysel epidemiyoloji, belirlenmiş hayvan gruplarından elde edilen verileri
araştırır.
kontrol grubuna kıyaslayarak inceler ve analiz eder. Hastalığa ilişkin kurulan
hipotezlerin kanıtlanması için deneysel araştırmalar planlanır, hayvanlar
kullanılarak ya da alan çalışmaları ile gerçekleştirilir.

Analitik epidemiyoloji
Tanımlayıcı ve deneysel epidemiyoloji çalışmalarından elde edilen verilerin,
uygun matematik ve istatistik prosedürleri kullanarak nicel olarak ortaya konması
araştırmalarını kapsar. Epidemiyolojide hipotez tipik olarak belli bir maruziyetin
belirli bir sonuca neden olup olmadığını ortaya koymak üzere kurgulanır.
Maruziyet (potansiyel risk faktörü, varsayılan neden, bağımsız değişken) terimi
davranış, çevresel faktör veya başka herhangi bir özelliğin hastalığın olası bir
nedeni olup olmayacağını ifade eder. Sonuç (etki, son nokta, bağımlı değişken)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5


Epidemiyoloji

terimi ise genellikle hastalığın ortaya çıkmasına işaret eder. Analitik bir çalışmada
hipotez, bir maruziyetin aslında bir sonuca yol açıp açmadığının araştırılmasıdır.

Teorik epidemiyoloji
Teorik epidemiyoloji, hastalığın doğal oluşumu ve bununla ilgili faktörleri
matematiksel 'modeller' kullanarak hastalık simülasyonu oluşturur.
Hastalıklar çoğu zaman Epidemiyolojinin yukarda tanımlanan bölümlerinin yanı sıra alt disiplinleri
birden fazla etmenin de mevcuttur.
etkileşimi sonucu
oluşurlar. Hastalığın
oluşumu üzerine etkili
olan tüm bu faktörler
Örnek

•Epidemiyolojinin alt disiplinleri:


‘’Belirleyici=Determinant •Klinik Epidemiyoloji
’’ olarak ele alınır. •Genetik Epidemiyoloji
•Moleküler Epidemiyoloji
•Saha Epidemiyolojisi
Bireysel Etkinlik

• Bir popülasyonda sağlıkla ilgili olarak


epidemiyolojinin, enfeksiyöz hastalıklar dışında
kullanım alanlarını araştırınız.

HASTALIK BELİRLEYİCİLERİ
Epidemiyoloji gibi, bilimsel araştırmaların çoğu neden-sonuç ilişkilerini
belirlemeyi amaçlar. Neden, bir etki veya sonuç doğuran bir şey olarak tanımlanır.
Bir hastalık nedeni ise hastalığın oluşmasında temel rol oynayan olay, durum ve
özellikleri tanımlar. Bu bilgiler, hastalık ve hastalığa neden olan faktörler
arasındaki ilişkiyi ve etkileşimi ortaya koyarak gerçekçi planlar yapılmasına imkân
sağlar. Bir hastalığın oluşumunu ve popülasyondaki sıklığını etkileyen her faktöre
veya değişkene ‘’determinant=belirleyici ‘’ adı verilir. Hastalık belirleyicileri farklı
bakış açılarıyla aşağıdaki şekilde sınıflandırılabilir.
Primer ve sekunder belirleyiciler: Bir hastalığın oluşumu için varlığı zorunlu,
mutlak olan belirleyiciye primer belirleyici denir (Örneğin; Şarbon hastalığının
oluşumu için Bacillus anthracis bakterisi, köpek distemper hastalığının oluşumu
için Distemper Virusu’nun bulunmasının zorunluluğu gibi). Bir hastalığın oluşumu
için zorunlu olmayan ancak varlığı hastalık oluşumuna katkı sağlayan, hazırlayıcı ya
da kuvvetlendirici faktörler ise sekunder belirleyiciler olarak ele alınır (Örneğin;
sığır veya koyunlarda görülen solunum sistemi hastalıklarında sütten kesme,
transport ve hava koşullarının olumsuzluğu gibi stresler).

 Endojen ve ekzojen belirleyiciler: Vücudun kendi yapısı ve özellikleriyle


ilişkili belirleyicilere ‘’endojen=instrinsik=iç kaynaklı‘’ belirleyiciler denir (Örneğin;

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6


Epidemiyoloji

hayvanın türü, ırkı, cinsiyeti gibi genetik yapısı, hormonal ve metabolik durumu
gibi). Ekzojen=ekstrinsik=dış kaynaklı belirleyiciler ise konağı dışardan etkileyen
mikroorganizmalar, artopodlar, iklim, stres ve travma gibi nedenlerdir.

 Konak, etken ve çevre belirleyiciler: Bazı hastalıkların oluşumunda temel


belirleyici etkendir. Konak ve çevreye ait belirleyiciler az önem taşırlar.
Hastalık oluşumu Örneğin; duyarlı popülasyonlarda oluşan sığır vebası, şap hastalığı gibi.
üzerine son derece etkili Ancak çoğu hastalıklar multifaktöriyel bir tabiata sahiptir. Konak, etken ve
olan konak, etken ve çevre belirleyicilerinin net bir etkileşimiyle tanımlanabilirler. Bir hastalığın
çevreye ait belirleyiciler, meydana gelip/gelmemesinde son derece önemli olan konak, etken ve
epidemiyolojik üçgen çevreye ilişkin faktörler epidemiyolojik üçgen olarak bilinirler (Şekil.7.1).
olarak anılır. Konak, bir enfeksiyon veya hastalığa yakalanabilen canlıya (hayvan ya da
insan) verilen isimdir. Konağın türü, ırkı, cinsiyeti, yaşı, genetik yapısı,
bağışıklık durumu gibi faktörler konak belirleyicileri olarak ele alınırlar.
Etken, hastalığa neden olan bakteri, virüs, mantar, protozoon gibi
mikroorganizmaları kasteder ve bunların sahip oldukları enfektivite,
patojenite, virülens, invazyon gibi yetenekleri etken belirleyicileri
arasındadır. Çevre ise konak, etken ve etken taşıyıcıları barındıran fiziksel
ve biyolojik ortamı ifade eder ve hastalığın oluşumu üzerine bu alandaki
faktörler çevre belirleyicileri olarak bilinir [1, 5, 6].

Şekil 7.1. Epidemiyolojik üçgen


Konak Belirleyicileri
Bir hastalığın oluşumu üzerine konağa ait önemli belirleyiciler aşağıda
verilmiştir:

Tür ve ırk
Hayvanların türü ve ırkı enfeksiyöz etkenlere karşı duyarlılığını ve vereceği
yanıtı etkiler. Örneğin; sığır vebası yalnızca sığırlar, at vebası yalnızca tek
tırnaklılar, kızamık ise yalnızca insanlarda gözlenen hastalıklardır. Diğer hayvan
türleri bu hastalıklara tutulmazlar. Hastalığa yakalanmama hali ‘’mutlak direnç’’
olarak bilinir ve etken ile konak arasındaki antijen-reseptör ilişkisinin uygun
olmayışı ile açıklanır. Oysa çoğu enfeksiyöz hastalıklar ise birçok hayvan türünü

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7


Epidemiyoloji

etkileyebilir. Şarbon, Leptospirozis, Salmonellozis, Kampilobakteriyozis gibi.


Enfeksiyöz hastalıkların sıklığı ve şiddeti ırklar arasında değişiklik göstebilir.
Örneğin; Rottweiler ve Dobermann ırkı köpekler parvovirusların neden olduğu
enteritise, diğer ırklara göre daha fazla duyarlıdırlar.

Cinsiyet
Konağın cinsiyeti sahip olduğu anatomik yapısı gereği, özellikle genital
sistem hastalıklarının temel belirleyicilerindendir. Örneğin; mastitis ve metritis gibi
hastalıklar dişiler; epididimitis, balanopostitis gibi rahatsızlıklar ise erkeklere
özgüdür. Cinsiyete bağlı olarak hormonların da bazı hastalıkların oluşumuna
katkıları olabilir. Dişi köpeklerde genellikle östrus sonrası gelişen şeker hastalığı
Yurtdışından ithal
(Diabetes mellitus) erkeklere oranla daha sık görülür.
edilen hayvanlar, yerli
ırk hayvanlara oranla Yaş
bazı enfeksiyöz Birçok enfeksiyöz hastalık gençlerde yaşlılara göre daha yüksek oranda
hastalıklara daha görülür ve daha ciddi seyreder. Bu durum gençlerde immun sistemin gelişim
duyarlıdır. Bu durum düzeyinin yaşlılara göre düşük olması ve yaşlıların hayatları süresince kazandığı
ırkların bulundukları edinsel bağışıkla açıklanabilir. Örneğin, Distemper hastalığı genç köpeklerde;
coğrafyada geçirdikleri koksidiyozis kuzu ve buzağılarda sık gözlenir.
seleksiyon ile
açıklanabilir. Bağışıklık
Bağışıklık, doğal ve kazanılmış bağışıklık olarak iki kısımda ele alınır. Doğal
bağışıklık (direnç) konağın sahip olduğu, doğuştan gelen hücresel (nötrofil ve
makrofajlar gibi) ve sıvısal (komplement, lizozim, interferon gibi) elemanlarıyla
mikroorganizmalara nonspesifik bir tarzda verdiği savunmayı içerir. Kazanılmış
bağışıklık ise konağın daha önce geçirmiş olduğu enfeksiyonlar ya da aşılanma
sonucu aktif ya da pasif olarak kazandığı antikorlar, T ve B lenfositleri ile
mikroorganizmalara karşı spesifik bir tarzda ortaya koyduğu korunmadır [1, 2].

Etken Belirleyicileri
Enfeksiyöz hastalıkların meydana gelmesinde bir etkenin (bakteri, virüs,
mantar, protozoon gibi) bulunması ana belirleyici faktördür. Yani etken
bulunmadığında hastalık oluşmaz; ancak etkenin varlığı da her zaman hastalığa
neden olmaz. Enfeksiyon, hastalık yapıcı nitelikteki bir etkenin vücuda girmesi,
Mikroorganizmaların yerleşmesi ve çoğalmasını ifade eder. Hastalık ise konağın vücudunun tümünün
hastalık oluşturabilmesi veya herhangi bir kısmının işlevinde oluşan bir hasar olarak tanımlanabilir.
için sahip olduğu yapısal Enfeksiyöz hastalıklarda bu durum klinik belirtilerle ortaya çıkar. Enfeksiyon
ve biyokimyasal sonucu hastalığın gerçekleşip gerçekleşmeyeceği, hem konak hem de etkeni
mekanizmalar etkileyen endojen ve ekzojen belirleyicilere bağlıdır.
‘’mikrobiyal
Patojenite, mikroorganizmaların bir takım çevresel koşullar altında konakta
patojeniteyi’’ oluşturur.
hastalık oluşturma yeteneğini ifade eder. Bakterilerde patojenite, sahip olduğu
yapısal bileşenler (kapsül, fimbria, LPS veya diğer hücre duvarı) veya konakçı
dokularına zarar veren ya da konak savunmalarına karşı koyan salgısal ürünleriyle
ilintilidir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8


Epidemiyoloji

İnfektivite, bir hastalık etkeninin konağa yerleşebilme yeteneğinin bir


ölçüsüdür. Bu terim, bir etkeni nitelendirirken düşük, orta veya yüksek
enfektiviteye sahip diye kullanılabilir. Ancak nicel olarak ifadesi istatiksel olarak
yapılır ve Minimal İnfektif Doz 50 (MID50) ile gösterilir. MID50, kontrollü çevresel
koşullar altında belirli bir duyarlı hayvan popülasyonunun % 50'sini enfekte etmek
için gerekli olan en az etken sayısını ifade eder. Konak enfekte olduğunda hasta
olabilir ya da olmayabilir. Bu yine etken ve konağı etkileyen endojen ve ekzojen
belirleyiciler tarafından belirlenir.
Virülans, belirli bir etkenin neden olduğu bir hastalığın şiddetinin ölçüsüdür.
Tam anlamıyla, virülans bir laboratuvar terimidir ve bir etkenin kontrollü koşullar
altında hastalık oluşturma yeteneğini ölçmek için kullanılır ve istatistiki olarak
Minimal Letal Doz 50 (MLD50) ile ifade edilir. MLD50, kontrollü çevresel koşullar
altında belirli bir duyarlı hayvan popülasyonunun % 50'sini öldüren en düşük etken
sayısıdır.
İnvazyon, bir patojenin dokuları istila etme kabiliyetidir. Özellikle sistemik
enfeksiyona neden olan etkenler sahip oldukları bir takım yapı (kapsül gibi) ve
enzimlerle (koagülaz, hiyaluronidaz, fibrinolizin, hemolizin gibi) konak savunma
sistemini aşarak dokuları istila eder, vücuda yayılırlar.

•İnvaziv karaktere sahip mikroorganizmalara;


Örnek

•Bacillus anthracis,
•Salmonella gallinarum,
•Pastörella multocida örnek verilebilir.

Toksijenite, toksin üretme kabiliyetidir. Bazı patojenik bakteriler


salgıladıkları protein tabiatında ve Ekzotoksin adı verilen etkili toksinlerle konak
doku ve hücrelerini etkilerler. Genellikle Gram negatif bakterilerin hücre duvarının
bir bileşeni olan, bakteri parçalandığında açığa çıkan Endotoksinler ise
ekzotoksinler kadar güçlü etkili değillerdir [5, 7].

•Ekzotoksin oluşturan önemli patojenler:


Örnek

•Bacillus anthracis (Şarbonun etkeni)


•Clostridium tetani (Tetanozun etkeni)
•Corynebacterium diphteriae (Difteri etkeni)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9


Epidemiyoloji

Çevre belirleyicileri
Epidemiyolojide çevre belirleyicileri son derece önemlidir. Çünkü bu
belirleyiciler hem konak ve etken hem de bunlar arasındaki etkileşimler üzerine
hayvanların yaşadığı ortamı, bakım-beslenme koşullarını ve kullanım yönünü etki
yapabilir. Üç ana çevre belirleyicisinin ilk ikisi iklim ve topraktır. Üçüncüsü ise
insandır.

İklim
Hastalık belirleyicisi olarak iklim, makroiklim ve mikroiklim olarak ele
alınabilir. Makroiklim canlıların doğada maruz kaldıkları ısı, soğuk, yağış, rüzgâr,
nem vb. genel iklim koşullarıdır. Bu gibi faktörler tek başlarına veya kombinasyon
halinde hastalık etkeni olabilirler. Özellikle duyarlı olan genç ve yeni doğmuş
hayvanlarda ısı, soğuk ve dehidrasyon direkt etkileriyle hastalığa neden olabilirler.
Rüzgâr, özellikle viral Makroiklim faktörleri ayrıca bir hastalık etkeni, ara konak veya vektörünün
etkenlerin ve sivrisinek çevrede hayatta kalma yeteneklerini de etkileyebilir. Bu bilgiler ışığında,
gibi vektörlerin uzaklara popülasyonların belirli bir hastalık bulaşma riski altında olduğu stratejik
taşınmasına neden zamanlarda uygun kontrol önlemlerinin alınması sağlanabilir. Bu yaklaşım,
olur. helmintiyazis, keneler ve kene kaynaklı hastalıklar, tripanozomiyazis, mineral ve
diğer beslenme eksiklikleri gibi hastalıkların kontrolünde başarı ile
kullanılmaktadır.
Mikroiklim terimi konak, etken, ara konak veya vektörün yaşadığı belirli,
kısıtlı alanların gerçek iklim koşullarını ifade eder. Örneğin; bir kümes, ahır ortamı
ya da sazlık, su birikintili alanlar gibi. Bu tür alanlar, genellikle hastalığın bulaşması
için uygun koşullar sağlarlar.
Bireysel
Etkinlik

• Isının mikroorganizmalar üzerine ne gibi etkiler


yaptığını araştırınız.

Toprak
Hayvanların yaşadığı coğrafik alan ve bitki örtüsü iklim ile etkileşim
halindedir. Bitki örtüsünün ana etkisi beslenme üzerindedir. Bu nedenle toprak,
çok zayıf veya yetersiz bitki ya da besin öğeleri bileşimi dengesizliği nedeniyle
protein, enerji, vitamin veya mineral eksiklikleri gibi beslenme yetersizliğine neden
olabilecek hastalıkların dolaylı belirleyicisidir. Ayrıca toprağın pH’sı, nemi gibi
faktörler etkenin çevrede yaşama kabiliyeti üzerine de etkilidir. Örneğin; yüksek
nemli, çamurlu ortamlar koyunların bir ayak hastalığı (Piyeten) etkeni Bacteriodes
nodosus bakterisi için uygun ortamlardır.
Bireysel
Etkinlik

• Hayvanlarda meydana gelen beslenme


hastalıkları nelerdir?

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10


Epidemiyoloji

İnsan
İnsan genellikle barınak, su kaynakları, sulama vb. gibi girdiler sağlayarak
hayvan yetiştiriciliği için uygun, yapay mikro iklimler üretebilmektedir. Bu durum
çevreyi değiştirerek insanın o ortamdaki hastalıkların belirleyicilerini
değiştirebileceği anlamına da gelir.
Ahır, kümes gibi ortamların ısı, havalandırma, zemin ve altlık durumunun
hayvanların sağlıkları üzerine etkileri önemlidir. Örneğin; uygun olmayan altlık ve
zemin, mastitis, aspergillozis, ayak hastalıkları, havalandırma yetersizliği solunum
sistemi hastalıklarına riski arttırır.

MİKROORGANİZMALARIN BULAŞMASI VE YAYILMASI


İnsan, barınakların
Enfeksiyöz hastalık, duyarlı bir konağın patojenik bir mikroorganizma
durumunu, hayvanların
tarafından etkilenmesi sonucu gelişir. Enfeksiyöz etkenlerin canlılıklarını devam
kullanım yönünü ve iş
ettirebilmeleri, hastalık oluşsun ya da oluşmasın, duyarlı bir konağa uygun yollarla
gücünü belirlediği için
bulaşabilmesine, orada bir enfeksiyon başlatabilmesine ve çoğalmasına bağlıdır.
önemli çevresel
Bu durum enfeksiyonların bulaşma yolları ve devamlılığı ile enfeksiyöz etkenlerin
belirleyicilerdendir.
canlılığı ve bulaşması üzerine etkili ekolojik koşullar ile ilintilidir.
Mikroorganizmaların enfeksiyon oluşturabilmesi için tamamlamak zorunda olduğu
aşamaların tümü ‘’ Enfeksiyon zinciri ‘’ olarak tanımlanır (Şekil 7.2).

Şekil 7.2. Enfeksiyon zinciri

Mikroorganizmaların konağa girişi


Bir enfeksiyonun ilk basamağı mikroorganizmanın konağa girişidir.
Mikroorganizmalar, konak vücudunun dış çevre ile bağlantılı hemen her kısmından
girebilirler. Bu durum konak savunma sistemleri ile etken arasında etkileşim
sonucu belirlenir. Bazı patojenlerin enfeksiyon oluşturabilmesi için uygun yol
sınırlıdır. Örneğin; kuduz virüsunun ısırık sonucu bulaşan salya ile, tetanoz
etkeninin yine doku bütünlüğü bozulan bir noktadan girmesi gibi.
Mikroorganizmaların konak vücuduna çok çeşitli olan giriş noktaları,
mikroorganizmaların giriş kapıları olarak ele alınır. Bu yollar:

Sindirim sistemi
Mikroorganizmaların konağa girişinde en sık kullandıkları yoldur. Birçok
patojen kontamine gıda ve suyun tüketilmesiyle vücuda girer. Bu yolla Salmonella,

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11


Epidemiyoloji

Kampilobakter, E.coli gibi birçok sindirim sistemi patojeni girebileceği gibi, Listeria
ve Brusella gibi diğer sistemlerde hastalık oluşturan etkenler de girebilir.

Solunum sistemi
Toz ve damlacıklar sayesinde havada asılı halde bulunan mikroorganizmalar
solunum ile alınarak üst ve alt solunum sitemine yerleşerek enfeksiyona neden
olurlar. Örneğin; Tüberküloz, Pastörelloz, Enfeksiyöz bronşitis, Ruam gibi
hastalıkların etkenleri.

Ürogenital sistem
Bazı patojenler çiftleşme, suni tohumlama ya da vulvaya direkt temas ile
vücuda girebilirler. Campylobacter fetus, Brusella etkenleri gibi. Üriner sistem
enfeksiyonlarına neden olan E.coli, Klebsiella ve Enterobacter gibi birçok etken de
uretradan vücuda girerek enfeksiyona neden olurlar.

Deri ve mukozalar
Vücudu örten deri, birçok patojenin vücuda girişine engel olan önemli bir
bariyerdir. Ancak kesik, çizik, yanma gibi doku bütünlüğünün bozulduğu
durumlarda mikroorganizmalar bu yolla vücuda girebilirler. Yine Brusella,
Leptospira gibi etkenler sağlıklı deriyi geçerek vücuda girecek yapıya sahiptirler.
Göz konjunktivaları, ağız ve burun mukozaları da mikroorganizmalar için bir giriş
kapısı oluştururlar.

Dolaşım sistemi
Patojen mikroorganizmaların olağan koşullarda dolaşıma girmeleri mümkün
olmaz; ancak operasyonlar, derin bir yaralanma, invaziv bir girişim ya da kan emici
Bir enfeksiyonun artropodlar aracığıyla bu mümkün olabilir.
oluşabilmesi için etkenin
konağa uygun bir yoldan
Meme kanalı
(giriş yolu) ve yeter Çevre ya da meme başına yerleşen mikroorganizmalar meme kanalıyla
sayıda (enfektif doz) girerek loplara ulaşabilirler. Stafilokok, Streptokok, E.coli gibi mastitis etkenleri
girmesi gerekir. çoğu zaman bu yolla girerek hastalığı oluştururlar [1, 2].

Mikroorganizmaların vücutta yayılması


Bir patojenik mikroorganizma enfeksiyon oluştururken, çeşitli yollarla
vücuda girmesini takiben yerleşir ve çoğalır. Bu aşama sonrası daha çok
özelliklerine bağlı olarak ya çoklu doku, organ ya da sistemlere ya da affinite
duyduğu dokulara yönelir. Bazı patojenler ise ürediği noktalarda sınırlı bir
enfeksiyona neden olurken, bazıları salgıladığı toksinler aracılığıyla hastalık
oluşumunu sağlarlar. Konağa çeşitli yollarla giren mikroorganizmalar aşağıdaki
şekillerde vücuda yayılırlar:

Kan yolu
Mikroorganizmalar genellikle dolaşım sistemine deri ya da mukozalardan
veya lokalize enfeksiyon bölgelerinden lenfatikler yoluyla ulaşırlar.
Mikroorganizmaların kanda bulunma ve yayılma haline mikrobiyemi denir.
Bakterilerin kan yoluyla yayılmasına bakteriyemi, viruslarınkine ise viremi adı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12


Epidemiyoloji

verilir. Toksinlerin kan yoluyla yayılması ise toksemi olarak adlandırılır. Daha çok
invaziv karakterli patojenler bu yolla tüm vücuda ya da affinite duydukları belli bir
doku ya da organa ulaşırlar. Örneğin, Brusella etkenleri kanda geçirdikleri
bakteriyemi sonrası plasentaya yerleşirler. Mikroorganizmaların kanda üreme ve
yayılması haline ise septisemi adı verilir ve daha ağır bir seyre neden olur.

Lenf yolu
Bazı patojenler vücuda giriş ve üremeyi takiben lenf yoluyla lenf
yumrularına yerleşirler. Lenf damarları ve lenf yumrularında yangılara neden
olurlar. Örneğin, Francisella tularensis ve Corynebacterium pseudotuberculosis
gibi.

Hücreden hücreye yayılma


Özellikle invaziv bakteriler ve virüsler mukoza, deri ve iç organlarda
hücrelerarası bir yayılım gösterirler. Streptokok ve Stafilokokların deride,
Salmonella typhi’ nin bağırsak hücrelerinde yayılımı gibi.

Sinir yolu
Bazı patojenler vücuda girip üredikten sonra kendileri ya da toksinleri sinir
yoluyla yayılarak etki ederler. Kuduz virüsünün periferik sinirler yoluyla merkezi
sinir sitemine ulaşması ve tetanoz toksininin sinir sistemine etkisi gibi.

Fagositik hücrelerle yayılma


Tüberküloz etkenleri gibi, polimorf nükleer lökositler ve makrofajlarca
fagosite edilen; ancak lize edilemeyen etkenler bu hücreler aracılığıyla çeşitli
organ ve dokulara yayılma imkânı bulurlar [1].

Mikroorganizmaların vücuttan çıkışları


Enfeksiyon etkenlerinin çıkış yolları, giriş yolları ile aynıdır. Bulaşık gıda ve
sularla, sindirim sistemi yoluyla alınan birçok enfeksiyöz etken dışkı ve kusma ile
dışarı çıkar. Dışkı etkenlerin çevreye bulaştırılmasında son derece önemli rol
oynar. Kolera, tifo, kolibasilloz etkenleri ve birçok parazit dışkıyla çıkarlar.
Kusma da diğer bir yoldur. Kediler gastrit etkeni Helicobacter felis’i
kusmukla çevreye bulaştırırlar. Solunum sistemine yerleşen mikoplazma,
Pastörella, Tüberküloz etkenleri gibi birçok patojen burun akıntısı, mukoid
salgılarla ve aksırık, tıksırık, öksürük sonucu çıkan damlacıklarla dışarı atılırlar.
Hasta hayvanların Deride enfeksiyona neden olan Çiçek, Ruam, Tüberküloz gibi hastalıkların etkenleri
çıkardıkları sıvı (idrar, oluşan sıvı akıntıları ve kabuklar aracılığıyla vücut dışına çıkarlar. Üriner sisteme
süt, vajinal akıntı gibi) ve yerleşen Leptospira, Corynebacterium renale gibi bazı patojenler idrar ile atılırlar.
katı (dışkı, abort, yavru Dişilerde genital sistem enfeksiyonlarına neden olan Brusella, Mikoplazma,
zarları gibi) vücut Kampilobakterler atık fötus, yavru zarları, amnion sıvısı ve genital sekresyonlar ile
çıkartılarında binlerce çevreye saçılırlar. Erkekler ise sperma yoluyla etkeni çıkarırlar. Meme bezlerinin
hayvanı enfekte yangısı ve sütün bileşiminin bozulmasıyla seyreden mastitis olgularında
edebilecek sayıda etken Streptokoklar, Stafilokoklar, Escherichia coli ve bazı genital sistem patojenleri
bulunur. (Bruselloz etkenleri) süt ile vücudu terk ederler. Konjunktivitis/keratokonjunktivitis

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13


Epidemiyoloji

olgularına neden olan Moraxella bovis ve Mycoplasma conjunctivae gibi etkenler


gözyaşı ile vücuttan atılırlar.

Mikroorganizmaların bulaşma şekilleri


Mikroorganizmalar, konağın hayat evreleri de dikkate alındığında iki ana
şekilde bulaşırlar. Vertikal bulaşma (Dikey bulaşma), doğum öncesi evrede
gerçekleşen, annede bulunan patojen mikroorganizmaların yavruya bulaşması
yoludur. Diğeri ise doğum sonrası evreyi içeren Horizantal bulaşma (Yatay
bulaşma) olup, direkt (doğrudan) ve indirekt (dolaylı) bulaşma olarak ele alınır.

Vertikal bulaşma
Enfeksiyöz etkenlerin bir jenerasyondan diğerine taşınmasını içeren ve
doğum öncesi evrede gerçekleşen bu bulaşma şekli, iki kısımda ele alınır:
Herediter bulaşma (Kalıtsal bulaşma): Bazı patojenlerin DNA kopyalarının
erkek ya da dişi üreme hücresi genomuna entegre olarak embriyoya taşınması
halidir. Örneğin, Retroviruslar.
Kongenital bulaşma: Annede bulunan enfeksiyöz etkenlerin embriyo ya da
fötusa bulaşmasıdır. Bu şekilde etkeni alan yavru enfekte doğar. Bu bulaşma
memelilerde uterus, kanatlılarda yumurtada gerçekleşir.

 Plasental bulaşma: Plasenta memelilerde birçok mikroorganizmanın


geçişine engel olur. Ancak bazı bazı enfeksiyonlarda annede bulunan
patojen etkenler dolaşım aracılığıyla plasentaya yerleşerek ürer ve
patolojik bozukluklara neden olup plasentayı geçerek yavruyu enfekte
ederler. Bu gibi olgular genellikle yavru atımı ya da zayıf enfekte yavru
doğumu ile sonlanır. Örneğin, Brusella ve Kampilobakter enfeksiyonları.
 Germinal bulaşma: Daha çok kanatlılarda gözlenen bu bulaşma şeklinde,
ovuma bulaşan etkenlerin embriyoya geçmesiyle şekillenir. Bu durumda
embriyo ölümleri, kabukaltı ölümler, zayıf ve hasta civciv çıkımı oluşur.
Salmonella pullorum, Mycoplasma gallisepticum gibi bakteriler ve
Newcastle hastalığı virüsü enfeksiyonu bu yolla yavruya bulaşır.
 Doğum anında bulaşma: Bazı durumlarda alt genital sistemde bulunan
genellikle fekal orjinli patojenler doğum anında yavruya bulaşarak
Hastalıklardan enfeksiyona neden olur.
korunmada,
mikroorganizmaların
Horizontal bulaşma
bulaşma ve yayılma Hayvanların doğum sonrası yaşamlarının herhangi bir döneminde
yollarını bilmek ve gerçekleşen, mikroorganizmaların direkt ya da indirekt yollarla bulaşması şeklidir.
enfeksiyon zincirini bu Direkt (Doğrudan) bulaşma: Canlı ya da cansız herhangi bir aracı olmaksızın
noktalarda kırmak mikroorganizmaların temas, aerosol, veneral (çiftleşme) ve fekal-oral yol ile
önemlidir. konağa bulaşma yollarını içerir. Duyarlı hayvanların enfekte hayvanlarla ya da
onların çıkartılarıyla (dışkı, süt, burun akıntısı, idrar gibi) temas (Kontak) ederek
etkenin bulaşması önemli direkt bulaşma şeklidir. Hayvanların birbirine
sürtünmesi halinde Trikofitozis gibi mantar enfeksiyonları, temasla bulaşmaya

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14


Epidemiyoloji

örnek verilebilir. Genital sistem enfeksiyonlarına yol açan Campylobacter fetus,


Kontagiyöz Equine Metritis, Brusella gibi etkenler çiftleşme ile direkt olarak
bulaşırlar. Bu tür bulaşmaya veneral bulaşma da denir. İnfekte hayvanların aksırık,
tıksırık, öksürükleriyle çıkan solunum yolu damlacıklarında bulunan etkenlerin
yakında bulunan duyarlı hayvanlar tarafından solunmasıyla oluşan bulaşmaya
aerosol bulaşma, damlacık enfeksiyonu adı verilir. Örneğin; Aspergillus spp.
sporları, Mycobacterium tuberculosis, İnfluenza virusları. Bir direkt bulaşma yolu
da dışkı ile çıkan etkenlerin ağız yoluyla alınmasıdır. Buna fekal-oral yol (dışkıdan-
ağıza) adı verilir. Bu durum hijyenik kurallara uyulmadığında dışkıyla fiziksel temas
ile direkt olabileceği gibi (bulaşık ellerin ağıza götürülmesi gibi), daha çok dışkıyla
çıkarılan etkenlerin gıda, yem ve suyu kontamine ederek bu ürünlerin tüketilmesi
sonucu indirekt olarak da oluşur. Salmonella, E.coli, Listeria, Koksidiya ve askarid
gibi bağırsak parazitleri bu yolla bulaşır.
İndirekt (Dolaylı)bulaşma: Dolaylı bulaşma bulaşıcı bir etkenin duyarlı
konağa, kontamine bir ara nesne (cansız)veya canlılar aracılığıyla bulaştırılmasını
içerir.
 Cansız aracılarla bulaşma: Enfeksiyöz etkenlerin kontamine yem ve su,
kuluçka makinaları, toprak, altlık, yem/su kapları gibi birçok cansız madde
aracığıyla bulaşmasıdır.

Hastalık etkenini taşıyan  Canlı aracılarla bulaşma: Enfeksiyöz ekenlerin duyarlı konağa
ve bulaşmaya aracılık bulaştırılmasında çoğu zaman canlılar da rol oynar. Rezervuar, enfeksiyöz
eden herhangi bir cisim etkenin normal olarak yaşadığı, geliştiği ve çoğaldığı habitattır.
veya maddeye fomit adı Rezervuarlar insanlar, hayvanlar ve çevreyi içerir. Bir canlı olarak
verilir. rezervuar, enfeksiyöz etkenleri vücudunda taşıyan, çoğaltan ve çeşitli
çıkartılarıyla duyarlı konaklara aktaran, hastalık belirtileri gösteren ya da
göstermeyen vertebralıları ifade eder. Örneğin; kuduz virüsü rezervuarı
yarasalar, koyunların Mavi Dil Hastalığının rezervuarı sığırlar, Leptospiralar
için kemirgenler rezervuardırlar. Vektör ise enfeksiyöz etkenleri
vücudunda taşıyan ve vertebralı canlılara bulaştıran sivrisinekler, bit, pire
ve keneler gibi vertebrasız canlılardır. Vektörler enfeksiyöz etkenleri
sadece mekanik olarak taşıyabilir (Mekanik vektör) ya da etkeni kendi
vücudunda çoğaltarak veya olgunlaşmasını sağlayarak (Biyolojik vektör)
bulaştırabilir. Bulaşması vektörler aracılığıyla gerçekleştirilen böyle
hastalıklara Vektörel Hastalıklar adı da verilir. Enfeksiyöz etkenlerin duyarlı
konağa bulaştırılmasında insan da rol oynayabilir. Operasyonlar, çeşitli
invaziv girişimler, enjeksiyon gibi durumlarda hijyenik kurallara
uyulmaması veya tedavi/koruma amaçlı kullanılan ilaç, serum, aşı gibi
ürünlerde gelişen bir kontaminasyon, hekimler yoluyla
mikroorganizmaların bulaştırılmasına neden olabilir. Bu bulaş yoluna
İatrojenik bulaşma adı verilir [1].

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15


Epidemiyoloji

•Vektörel hastalıklar

Örnek
•Lyme Hastalığı
•Kırım Kongo Kanamalı Ateşi
•Veba
•Anaplasmozis
•Leyişmanyöz

ENFEKSİYON TİPLERİ
Vücuttaki konumlarına göre
Sistemik veya genel enfeksiyon
Genellikle invaziv karakterli mikroorganizmaların vücuda yayılarak, birden
fazla organ ve sistemi etkilemesiyle oluşan enfeksiyonlara denir.
Örnek

•Şarbon
•Sığır vebası
•At vebası
•Pastörellozis

Lokal enfeksiyon
Bazı patojenik etkenler konak vücuduna girdikleri bölgede sınırlı
enfeksiyonlar oluştururlar. Orta kulak yangısı, keratokonjunktivitis, deride oluşan
Stafilokok ve Streptokok enfeksiyonları gibi.

Fokal enfeksiyon
Bazı patojenler (Streptokok ve Korinebakteriler gibi) vücudun özellikle
farinks, larinks, tonsil, sinüs, diş yuvaları gibi odaklarına yerleşerek enfeksiyon
oluştururlar. Sınırlı bu enfeksiyonlar konak direnci düştüğünde vücuda yayılma
fırsatı bularak endokardit, myokardit, glomerülonefrit, menenjit ve artrit gibi
enfeksiyonlara neden olurlar.
Bazı enfeksiyöz hastalıklar
bireyden bireye bulaşır. Oluşum tarzlarına göre
Bu gibi hastalıklara
bulaşıcı (kontagiyöz) Latent (Gizli) enfeksiyon
hastalıklar denir. Bir virüsün veya bakterinin aktif olarak çoğaldığı ve potansiyel olarak
hastalık belirtilerine yol açtığı aktif enfeksiyonların aksine, latent enfeksiyonlar
esas olarak statiktirler. Ancak konak direnci zayıfladığında aktif hale geçerek
belirtilere yol açarlar. Örneğin, Herpes enfeksiyonları gibi.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16


Epidemiyoloji

Fırsatçı (Oportunist) enfeksiyon


Normal koşullarda vücudun bir florası olarak bulunan hastalığa yol açmayan
bakteri, virüs, mantar veya protozoonlar konak bağışıklık sistemi zayıfladığında
hastalığa neden olabilirler. Bu gibi etkenlere fırsatçı patojen, oluşturdukları
enfeksiyona da fırsatçı enfeksiyon adı verilir. Örneğin; Kandidiyazis, Koksidiyoz
gibi.

Sekunder (İkincil) enfeksiyon


Vücutta bir enfeksiyon mevcut iken, katılan ikincil (sekunder) etkenlerle
oluşan enfeksiyondur. Örneğin, İnfluenza enfeksiyonları sırasında yaşanan
stafilokok ve pnömokok enfeksiyonları. Hayvanlarda oluşan çiçek hastalığı
lezyonlarının Stafilokokların bulaşması sonu irinlenmesi gibi.

Ko (Ortak) enfeksiyon
Birden fazla etkenin birlikte etkisiyle meydana gelen enfeksiyonlardır. Sığır
ve koyunların pnömonileri genellikle Pastörella etkenleri ile Parainfluenza 3 virusu
ve Mikoplazmaların ortak etkileriyle oluşur [2].

Vücuttaki seyrine göre


Patojen mikroorganizmaların vücuda girip, yerleşmesi ve çoğalmasını
takiben hastalık belirtilerinin oluşması için geçen süreye ‘’inkübasyon süresi
(periyodu)’’ adı verilir. Enfeksiyöz hastalıklarda inkübasyon periyodu etkenin
virülensi, giriş yolu ve dozu ile konağın duyarlılığına göre değişir. Enfeksiyonların
vücuttaki seyirleri oluştuğu zaman aralığı dikkate alınarak dört kısımda tanımlanır.

Perakut
Daha çok virülensi yüksek ve invaziv karakterli mikroorganizmalar
tarafından oluşturulan çok şiddetli ve çok kısa süreli, genellikle ölümcül seyreden
hastalık formudur.
Örnek

•Tavuklarda Newcastle hastalığı


•Koyunlarda Enterotoksemi
•Yenidoğan septisemisi

Akut
Vücuda girdikten sonra, hızlı ilerleyen, kısa süreli (birkaç gün) ve bazı
belirtilere yol açan hastalık seyri.

•Şap hastalığı
Örnek

•Tavuk vebası
•Şarbon

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17


Epidemiyoloji

Subakut
Seyirleri akut ile kronik arasında bir süre alan, birkaç hafta süren hastalık
seyri.

Kronik
Hastalığın inkübasyon süresinin ve belirtilerinin uzun süreli (haftalarca,
aylarca, hatta yıllarca) görüldüğü seyir şeklidir.

•Tüberküloz
Örnek

•Paratüberküloz
•Bruselloz

POPÜLASYON VE POPÜLASYONDA HASTALIK


Popülasyon
Popülasyon, belirli bazı özelliklere sahip bireylerin toplamı olarak
tanımlanabilir. İlgilenilen topluluğa bağlı olarak nitelendirilen, göreceli bir
kavramdır. Örneğin; ahırdaki 20 inek, kümesteki 100 tavuk, bir köydeki koyunlar
ya da ülkedeki sığırlar, hatta sayısı bilinmeyen yaban hayvanları, bir ildeki başıboş
kedi-köpekler birer popülasyon olarak ifade edilebilir.
Hayvan popülasyonlarının yapısı dendiğinde belli bir coğrafik alana dağılım
özellikleri ifade edilir. Buna göre popülasyonlar düzenli (üniform); bireyler arası
mesafenin ve hayvan yoğunluğunun eşit olduğu, düzensiz (rastgele); bireyler arası
mesafe ve hayvan yoğunluğunun düzensiz olduğu ve kümesel (kontagiyöz);
hayvan yoğunluğunun yüksek olduğu popülasyonlar olarak tanımlanır. Enfeksiyöz
hastalıklar kontagiyöz popülasyonlarda daha kolay ve hızlı yayılırlar. Bir
popülasyonda bulunan hayvan sayısına popülasyonun hacmi, birim alana düşen
hayvan sayısına ise popülasyonun yoğunluğu denir. Bu durum oluşan hastalıkların
sayısı ve bulaşması üzerine etkilidir [1].
Epidemiyolojik çalışmalarda sıklıkla kullanılan bir başka terim ise riskteki
popülasyondur. Genel popülasyona oranla incelenen belirli bir hastalığa
yakalanma olasılığı yüksek olan, daha duyarlı spesifik gruba riskteki popülasyon adı
Epidemiyolojik verilir. Örneğin, bir koyun popülasyonunda abortus olguları araştırıldığında riskteki
araştırmalarda popülasyon gebe koyunlardır. Yine yeni doğan buzağı ishallerinin araştırıldığı
popülasyonun yapısı, durumda, riskteki popülasyon bir aylığa kadar olan buzağıları kapsar.
büyüklüğü ve bölgesi
Popülasyonda hastalık seyri
ifade edilmelidir.
Popülasyonlarda hastalık olayları, hastalığın oluştuğu zaman aralığı ve
etkilenen hayvan sayısını ifade edecek şekilde ele alınır. Hastalık sayısı dikey
eksende, bu hastalıkların oluştuğu zaman boyutu yatay eksende gösterilerek
grafiklerle izah edilir (Epidemik eğri). Popülasyonda hastalıklar; Endemik, Epidemik
(Salgın), Sporadik ve Pandemik seyir şekillerinde görülürler [7, 8].

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18


Epidemiyoloji

Endemik seyir, bir hastalığın belli bir popülasyonda öngörülebilir bir düzeyde
görülmesi, beklenen sıklığından sadece küçük sapmalar göstermesidir (Şekil 7.3).
Hastalık popülasyonda yüksek oranda hiperendemik, orta düzeyde mezoendemik,
düşük ise hipoendemik olarak adlandırılır.

Şekil 7.3. Endemik seyir


Örnek

•Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi sığır ve koyun


popülasyonlarında Brusellozis endemik seyirlidir.

Epidemik seyir, bir hastalığın popülasyonda öngörülmeyen biçimde çok


Hastalık seyirleri üzerine, sayıda hayvanı etkilemesidir (Salgın). Bir popülasyonda hayvanların eş zamanlı ve
etkenin enfektivitesi, aynı kaynaktan enfekte olmaları sonucu şekillenen hastalık seyrine ise nokta
inkübasyon periyodu, epidemisi denir. Bu gibi seyirlerde kısa zaman aralığında, aniden çok sayıda olgu
popülasyondaki duyarlı şekillenir. Örneğin, hayvanlarda küflü yem tüketimi sonrası oluşan
hayvan sayısı ve mikotoksikozisler ya da insanlarda yaşanan gıda zehirlenmeleri.
popülasyonun yoğunluğu
etkilidir.

Şekil 7.4. Epidemik seyir

Şekil 7.5. Nokta epidemisi

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19


Epidemiyoloji

•Ülkemizde kuş gribi ilk defa, 05 Ekim 2005 yılında, Balıkesir

Örnek
İli Manyas İlçesi Kızıksa Beldesi'nde tespit edilmiştir.
•2008 yılında kuş gribi hastalığı Zonguldak ili, Çaycuma
ilçesi, Sazköy Köyü'nde tespit edilmiştir.
• Doğu Anadolu sığır, koyun ve keçi popülasyonlarında şap
hastalığı epidemileri yaşanmaktadır.

Pandemik seyir, bölgeleri, birkaç ülkeyi ve hatta bir veya daha fazla kıtayı
etkileyen büyük salgınlara denir. Örneğin; bu şekilde seyreden İnfluenza, sığır
vebası, şap hastalığı salgınları yaşanmıştır.
Sporadik seyir, normalde bir popülasyonda gözlenmeyen; ancak nadiren
oluşan ve öngörülebilir bir düzenlilik göstermeyen hastalık seyirlerine denir.
Sporadik seyir daha çok çiftlik, köy, mahalle gibi küçük yerleşke popülasyonlarında
vakaların tek tük gözlenmesi şeklinde ortaya çıkar. Örneğin; Aktinomikoz, Tetanos,
Kuduz gibi hastalıklar.

Şekil 7.6. Sporadik seyir

Populasyonda hastalık olaylarının nicel değerlendirmesi


(Hastalık ölçütleri)
Bir hastalığın varlığı, doğası ve şiddetinin istatistiki verilerle ifade edilmesi
epidemiyoloji açısından son derece önemlidir. Bunlar hasta hayvan sayısının
belirlenmesi, hayvanların fiziksel özelliklerinin ölçülmesi, hastalığın oluşumu
üzerine etki eden bir veya daha fazla biyolojik değişkenin ölçülmesi şeklinde
Epidemiyolojide
olabilir. Epidemiyolojide verileri toplamak ve değerlendirmek için yaygın olarak
popülasyondaki hasta,
kullanılan birkaç temel yöntem ve ölçüt vardır.
ölü ya da sağlıkla ilgili
diğer olaylar niceliksel Prevalans (Yaygınlık): Hastalıkların popülasyonda yaygınlığını veren bir
(Kantitatif) olarak ifade ölçüttür. Yani bir popülasyonda, belli bir zaman boyutunda hastalık miktarını
edilmelidir. gösteren epidemiyolojik bir terimdir. Popülasyonda oluşan eski ya da yeni vakaları
ayırt etmez. Örneğin; 400 başlık bir koyun sürüsünde yapılan incelemeler sonucu
20 hayvanda, ayak hastalığı belirlendiğinde bu hastalığın prevalans oranı şöyle
hesap edilir:

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20


Epidemiyoloji

Belli bir anda hasta hayvan sayısı 20


Prevalans= ----------------------------------------------------- = -------- = 0,05
Popülasyonda riskte olan hayvan sayısı 400

Prevalans oranı, bu değerin yüz ile çarpılması ile edilir. Yani söz konusu
popülasyonda ayak hastalığı yaygınlığı yüzde 5 olarak ifade edilir.
Prevalans hesaplanırken payda olarak riskteki popülasyon hesaba
alınmalıdır. Yukardaki örnekte popülasyondaki tüm hayvanlar ayak hastalıkları
açısından risk altındadır. Oysaki popülasyonda araştırılan mastitis vakaları olsaydı,
riskteki popülasyon dişi ve süt verimi olan hayvanlar olacağından bu sayıya erkek
hayvanlar ve kuzular dahil edilmeyecekti.
İnsidens (Sıklık): Bir popülasyonda belirli bir zaman aralığında oluşan yeni
hastalık vakalarının oranını ifade eden epidemiyolojik bir terimdir. Bu nedenle
popülasyonda sıklığı belirlenecek hastalığın belli periyodlarla (haftalık, aylık veya
yıllık gibi) araştırılması gereklidir. İnsidens oranı hesaplanırken paya belli bir zaman
aralığı içinde oluşan yeni olgu sayısı, paydaya ise aynı süre içerisinde gözlenen
hayvanların risk altında bulunduğu sürenin toplamı yazılır. İnsidens oranı mutlaka
bir zaman göstergesi (gün, ay, yıl gibi) ile birlikte ifade edilir. İnsidens oranı, bir
popülasyondaki duyarlı bir bireyin belirli bir süre zarfında bir hastalığa yakalanma
riskini ölçmenin bir yoludur [5].
Morbidite, bir popülasyonda oluşan hastalık sayısının tüm popülasyona
oranlanmasıdır. Genellikle hastalıkların bulaşma gücünü ortaya koyar.
Örnek

•2000 tavuk bulunan bir işletmede pastörelloz


nedeniyle 400 tavuk hastalanmış ise morbidite
400/2000= 0,2 yani yüzde 20 olur.

Mortalite, bir hastalık nedeniyle ölen hayvan sayısının tüm popülasyona


oranıdır.
Örnek

•2000 tavuk bulunan bir işletmede pastörelloz


nedeniyle 400 tavuk hastalanmış, bunlardan 200'ü
ölmüş ise mortalite 200/2000= 0,1 yani yüzde 10
olur.

Letalite, bir hastalıktan ölen hayvan sayısının hastalanan hayvan sayısına


oranıdır. Hastalıkların ölümcül karakterini ortaya koyar [3, 9].

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21


Epidemiyoloji

Örnek
•2000 tavuk bulunan bir işletmede pastörelloz
nedeniyle 400 tavuk hastalanmış, bunlardan 200'ü
ölmüş ise letalite 200/400= 0,5, yani yüzde 50 olur.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22


Epidemiyoloji

•Epidemiyolojinin Tanımı, Amacı ve Bölümleri


•Tanımı
Özet • ‘’Epidemiyoloji, popülasyonlarda hastalıkların oluşumu, dağılımı, sıklığı ile
bunları etkileyen faktörleri araştıran ve bu hastalıkların önlenmesine ilişkin
hedefleri belirleyen bilim dalı ‘’ olarak ifade edilir.
•Amacı
•Nedeni bilinen bir hastalığın kaynağının belirlenmesi
•Nedeni bilinmeyen ya da tam olarak anlaşılamamış bir hastalığın araştırılması ve
kontrolü
•Bir hastalığın doğal gelişimi ve ekolojisi üzerine bilgi edinme
•Hastalık kontrol programların planlanması, izlenmesi ve değerlendirilmesi
•Bir hastalığın ekonomik etkilerinin değerlendirilmesi ve alternatif kontrol
programların maliyetleri ile ekonomik yararlarının ortaya konması
•Bölümleri
•Tanımlayıcı epidemiyoloji
•Analitik epidemiyoloji
•Deneysel epidemiyooji
•Teorik epidemiyoloji
•Hastalık Belirleyicileri
•Bir hastalığın oluşumunu ve popülasyondaki sıklığını etkileyen her faktöre veya
değişkene ‘’determinant=belirleyici ‘’ adı verilir. Hastalık belirleyicileri;
•Primer ve sekunder belirleyiciler,
•Endojen ve ekzojen beirleyiciler,
•Konak, etken ve çevre belirleyicileri olarak ele alınır.
•Mikroorganizmaların Bulaşması ve Yayılması
•Mikroorganizmaların konağa girişi
•Sindirim sistemi,solunum sistemi, ürogenital sistem, deri ve mukozalar, dolaşım
sistemi ve meme kanalı.
•Mikroorganizmaların vücutta yayılması
•Kan yolu, hücreden hücreye yayılma, sinir yolu, fagositik hücrelerle yayılma.
•Mikroorganizmaların vücuttan çıkışları
•Enfeksiyon etkenlerinin duyarlı konaklara bulaşabilmesi için yaşadığı ve
çoğaldığı konaktan dışarı çıkması gerekir. Genel olarak bu çıkış yoları, giriş yolları
ile aynıdır.
•Mikroorganizmaların bulaşma şekilleri
•Vertikal bulaşma, Enfeksiyöz etkenlerin bir jenerasyondan diğerine taşınmasını
içeren ve doğum öncesi evrede gerçekleşen bu bulaşma şekli iki kısımda ele
alınır.
•Herediter bulaşma (Kalıtsal bulaşma), Bazı patojenlerin DNA kopyalarının erkek
ya da dişi üreme hücresi genomuna entegre olarak embriyoya taşınması halidir.
Örneğin, Retroviruslar.
•Kongenital bulaşma, Annede bulunan enfeksiyöz etkenlerin embriyo ya da
fötusa bulaşmasıdır. Bu bulaşma memelilerde uterus, kanatlılarda yumurtada
gerçekleşir.
•Plasental bulaşma
•Germinal bulaşma
•Doğum anında bulaşma

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23


Epidemiyoloji

•Horizantal bulaşma: Hayvanların doğum sonrası yaşamlarının herhangi bir


döneminde gerçekleşen, mikroorganizmaların direktt ya da indirektt yollarla
Özet(devamı) bulaşması şeklidir.
•Direkt (Doğrudan) bulaşma: Canlı ya da cansız herhangi bir aracı olmaksızın
mikroorganizmaların temas, aerosol, veneral (çiftleşme) ve fekal-oral yol ile
konağa bulaşma yollarıdır.
•İndirekt (Dolaylı )bulaşma: Dolaylı bulaşma bulaşıcı bir etkenin duyarlı
konağa, kontamine bir ara nesne (cansız )veya canlılar aracılığıyla
bulaştırılmasını içerir.
•İnfeksiyon Tipleri
•Vücuttaki konumlarına göre
•Sistemik veya genel enfeksiyon: Genellikle invaziv karakterli
mikroorganizmaların vücuda yayılarak birden fazla organ ve sistemi
etkilemesiyle oluşan enfeksiyonlara denir.
•Lokal enfeksiyon: Bazı patojenik etkenler konak vücuduna girdikleri bölgede
sınırlı enfeksiyonlar oluştururlar.
•Fokal enfeksiyon: Bazı patojenler (Streptokok ve Korinebakteriler gibi)
vücudun özellikle farinks, larinks, tonsil, sinüs, diş yuvaları gibi odaklarına
yerleşerek enfeksiyon oluştururlar.
•Oluşum tarzlarına göre
•Latent (Gizli) enfeksiyon, fırsatçı (Oportunist) enfeksiyon, sekunder (İkincil)
enfeksiyon, ko (ortak) enfeksiyon
•Vücuttaki seyrine göre
•Perakut: Daha çok virülensi yüksek ve invaziv karakterli mikroorganizmalar
tarafından oluşturulan çok şiddetli ve çok kısa süreli, genellikle ölümcül
seyreden hastalık formudur.
•Akut: Vücuda girdikten sonra, hızlı ilerleyen, kısa süreli (birkaç gün) ve bazı
belirtilere yol açan hastalık seyri.
•Subakut, Seyirleri akut ile kronik arasında bir süre alan, birkaç hafta süren
hastalık seyri.
•Kronik: Hastalığın inkubasyon süresi ve belirtilerinin uzun sürdüğü
(haftalarca, aylarca, hatta yıllarca) seyir şeklidir.
• Popülasyon ve Popülasyonda Hastalık
•Popülasyon: Popülasyon, belirli bazı özelliklere sahip bireylerin toplamı
olarak tanımlanabilir. Epidemiyolojik çalışmalarda sıklıkla kullanılan bir başka
terim ise riskteki popülasyondur. Genel popülasyona oranla incelenen belirli
bir hastalığa yakalanma olasılığı yüksek olan, daha duyarlı spesifik gruba
riskteki popülasyon adı verilir.
•Popülasyonda hastalık seyri
•Popülasyonda hastalıklar; Endemik, Epidemik (Salgın), Sporadik ve Pandemik
seyir şekillerinde görülürler.
•Populasyonda hastalık olaylarının nicel değerlendirmesi (Hastalık ölçüleri)
•Prevalans (Yaygınlık): Hastalıkların popülasyonda yaygınlığını veren bir
ölçüttür.
•İnsidens (Sıklık): Bir popülasyonda belirli bir zaman aralığında oluşan yeni
hastalık vakalarının sayısını ifade eden epidemiyolojik bir terimdir.
•Morbidite: Bir popülasyonda oluşan hastalık sayısının tüm popülasyona
oranlanmasıdır. Genellikle hastalıkların bulaşma gücünü ortaya koyar.
•Mortalite: Bir hastalık nedeniyle ölen hayvan sayısının tüm popülasyona
oranıdır.
•Letalite: Bir hastalıktan ölen hayvan sayısının hastalanan hayvan sayısına
oranıdır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24


Epidemiyoloji

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Bir popülasyonda oluşan sağlık probleminin ne sıklıkta, ne zaman, nerede,
hangi bireylerde ve nasıl oluştuğunun cevaplarını araştıran epidemiyoloji
bölümü hangisidir?
a) Analitik Epidemiyoloji
b) Tanımlayıcı Epidemiyoloji
c) Teorik Epidemiyoloji
d) Deneysel Epidemiyoloji
e) Moleküler Epidemiyoloji

2. Epidemiyolojinin amaçları arasında aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?


a) Nedeni bilinen bir hastalığın kaynağının belirlenmesi
b) Nedeni bilinmeyen ya da tam olarak anlaşılamamış bir hastalığın
araştırılması ve kontrolü
c) Bir hastalığın doğal gelişimi ve ekolojisi üzerine bilgi edinme
d) Hastalık kontrol programların planlanması, izlenmesi ve
değerlendirilmesi
e) Hayvan ırklarının ıslahı

3. Etkene ait bir belirleyici aşağıdakilerden hangisi değildir?


a) İnfektivite
b) Virülens
c) Mikroiklim
d) Toksijenite
e) İnvazyon

4. Normal koşullarda vücudun bir florası olarak bulunan hastalığa yol açmayan
bakteri, virüs, mantar veya protozoonlar konak bağışıklık sistemi
zayıfladığında hastalığa neden olabilirler. Bu tip enfeksiyonlara ne ad verilir?
a) Lokal enfeksiyon
b) Sistemik enfeksiyon
c) Fokal enfeksiyon
d) Fırsatçı (Oportunist) enfeksiyon
e) Sekunder enfeksiyon

5. Çevre belirleyicileri arasında aşağıdakilerden hangisi bulunmaktadır?


a) Irk
b) Patojenite
c) İnvazyon
d) Nem
e) Cinsiyet

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25


Epidemiyoloji

6. Normalde bir popülasyonda gözlenmeyen; ancak nadiren oluşan ve


öngörülebilir bir düzenlilik göstermeyen hastalık seyirlerine ne ad verilir?
a) Sporadik seyir
b) Epidemik seyir
c) Endemik seyir
d) Pandemik seyir
e) Karışık seyir

7. Daha çok kanatlılarda gözlenen ve ovumda bulunan etkenlerin embriyoya


geçmesiyle oluşan bulaşma şekline ne ad verilir?
a) Plasental bulaşma
b) Germinal bulaşma
c) Vektörel bulaşma
d) İatrojenik bulaşma
e) Horizontal bulaşma

8. Bir popülasyonda belirli bir zaman aralığında oluşan yeni hastalık vakalarının
oranını ifade eden epidemiyolojik bir terim aşağıdakilerden hangisidir?
a) Prevalans
b) Morbidite
c) Letalite
d) Mortalite
e) İnsidens

9. Vücutta hastalığın inkubasyon süresinin ve belirtilerinin uzun süreli


(haftalarca, aylarca, hatta yıllarca) görüldüğü seyir şekline ne ad verilir?
a) Akut
b) Perakut
c) Kronik
d) Subakut
e) Septisemik

10. Patojen mikroorganizmaların vücuda girip, yerleşmesi ve çoğalmasını takiben


hastalık belirtilerinin oluşması için geçen süreye ne ad verilir?
a) İnfeksiyon zinciri
b) Epidemik eğri
c) Prevalans
d) İnkübasyon periyodu
e) Patojenite

Cevap anahtarı:
1.b, 2.e, 3.c, 4.d, 5.d, 6.a, 7.b, 8.e, 9.c, 10.d

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 26


Epidemiyoloji

YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Diker, K.S. (1993): Veteriner Epidemiyoloji. Ankara
[2] Arda, M., Minbay, A., Leloğlu, N., Aydın, N., Akay, Ö. (1992): Özel
Mikrobiyoloji. Epidemiyoloji, Bakteriyel ve Mikotik İnfeksiyonlar. Atatürk
Üniversitesi Yayınları No:741. Erzurum.
[3] Thrusfield, M. (2007) :Veterinary epidemiology. 3.Ed. Blackwell
Science.
[4] Bonita, R., Beaglehole, R., Kjellström, T. (2006): Basic epidemiology . 2.Ed.
World Health Organization. China.
[5] Erganiş, O., Uçan, U.S. (2010): Veteriner Epidemiyoloji (Temel Bilgiler).3.Baskı.
Konya.
[6] Smith, R.D. (2005): Veterinary Clinical Epidemiology.3.Ed.Taylor & Francis
Group, New York.
[7] Bhopal, R.S.(2002): Concepts of Epidemiology: An integrated introduction to
the ideas, theories, principles and methods of epidemiology. Oxford
University Press. New York.
[8] Pfeiffer , D.U. (2002): Veterinary Epidemiology - An Introduction. United
Kingdom.
[9] Stevenson, M. (2008):An Introduction to Veterinary Epidemiology. New
Zealand.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 27


GRAM POZİTİF BAKTERİLER

• Giriş VETERİNER MİKROBİYOLOJİ


İÇİNDEKİLER

• Stafilokok
• Streptokok
VE İMMÜNOLOJİ
• Enterokok Doç. Dr.
• Basillus Özgür ÇELEBİ
• Listeria
• Rodokok
• Korinebakteri

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


• Gram pozitif bakterilerin
HEDEFLER

genel özelliklerini
öğrenebilecek,
• Gram pozitif bakterilerin
yaptıkları hastalıklar hakkında
bilgi sahibi olabilecek,
• Gram pozitif bakterilerin
izolasyonu ve
identifikasyonunun nasıl
yapıldığı hakkında bilgi sahibi
olabileceksiniz. ÜNİTE

8
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı
ve dağıtımı yapılamaz.
Gram Pozitif Bakteriler

GRAM POZİTİF
BAKTERİLER

Korinebakteri Stafilokok

Rodokok Streptokok

Listeria Enterokok

Basillus

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2


Gram Pozitif Bakteriler

GİRİŞ
Gram pozitif bakteriler, geleneksel olarak hücre duvarlarının yapısına bağlı
ve bakterileri sınıflandırmak için kullanılan Hans Christian Gram tarafından 1884'te
geliştirilen Gram boyama testinde pozitif sonuç veren bakterilerdir. Gram pozitif
bakteriler, testte kullanılan kristal menekşe rengini alır ve mikroskopta
göründüklerinde mavi-mor renkte görünürler. Gram pozitif hücreler, asidik bir
protoplazmaya sahip daha basit kimyasal yapılardır. Kalın bir peptidoglikan
katmanı vardır. Teikoik asit yapıları peptidoglikan tabakası arasında iç içedir ve
teikoik asitler, başlıca yüzey antijen belirleyicileridir. Sadece bazı türlerin,
genellikle polisakkaritlerden oluşan bir kapsülü vardır. Ayrıca sadece bazı türler
flagellaya sahiptir. Sınıflandırma bakterilerin fenotipik ve genotipik özellikleri
dikkate alınarak yapılmaktadır. Gram pozitif bakteriler oldukça değişken bir
büyüme ve direnç düzeyine sahiptirler. Bazıları toprak kökenlidir. Gram pozitif
bakteriler hayvanlarda basit cilt infeksiyonlarından ölüme kadar değişen klinik
infeksiyonlarla ilişkili en yaygın hayvan patojenleri arasında yer alır. İnsanlarda
infeksiyon oluşturan zoonotik etkenlerin bir kısmıda Gram pozitif bakteriler
içerisinde bulunmaktadır. Ayrıca hastane infeksiyonlarına neden olmaları
açısından oldukça önemli bir yere sahiptirler. Bazı türleri ağız, cilt, bağırsak ve üst
solunum yolu dahil olmak üzere normal olarak vücutta bulunur ve patojenik
değildirler. Bunların vücutta bulunması bazı infeksiyonların önlenmesi açısından
önemlidir. Gram poztif bakterilere bağlı infeksiyonların tanısında altın standart
etkenin izolasyonu ve identifikasyonudur. Bu bölümde yer alan gram pozitif
bakteriler hakkında verilen genel özellikler, epidemiyoloji ve laboratuvar tanısı
etkenlerin teşhisi açısından çok önemlidir.

STAFİLOKOK
Genel Özellikleri
Stafilokoklar; tek tek, çiftler veya üzüm salkımına benzeyen düzensiz
kümeler gibi görülen, yaklaşık olarak 1 µm çapında Gram pozitif bakterilerdir (Şekil
8.1).

Şekil 8.1. Stafilokokların mikroskobik görünümü [1].

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3


Gram Pozitif Bakteriler

Çoğu Stafilokok türü, fakültatif anaerob ve katalaz pozitiftir. Hareketsiz


olmaları ve sitokromları bulunmasına rağmen çoğu oksidaz negatiftirler ve spor
oluşturmazlar. Staphylococcus aureus subsp. anaerobius ve S. saccharolyticus,
anaerobik ve katalaz negatiftir. Temel besiyerinde oldukça hızlı ürerler. Üremeleri
için 30-37 °C’de bir gece inkübasyon yeterli olmaktadır. %10’a kadar NaCI içeren
ortamlarda üreyebilirler. Bu da ter bezleri tarafından insan cildinde biriken tuzu
nasıl tolere ettiklerini açıklar. Koyun kanlı agarda hemoliz oluştururlar. Alfa, beta,
gamma ve delta olmak üzere 4 stafilokokkal hemolizin tanımlanmıştır. S. hyicus
hemolitik değildir. Stafilokok kolonileri pigment oluşumuna bağlı olarak katı besi
yerinde beyaz, krem, opak olarak görülürler ve çapları yaklaşık 4 mm kadardır. S.
Hemoliz, eritrositlerin aureus'un sığır ve insan suşlarının kolonileri altın sarısı görünümündedir. S.
hücre zarının aureus’un hücre duvarında bulunan koagülaz, patojenite ile ilişkili olup hayvan ve
parçalanması sonucu insanlarda stafilokok infeksiyonları çoğunlukla koagulaz pozitif etkenler tarafından
hemoglobin oluşturulmaktadır. Koagülaz-negatif Stafilokoklar genellikle düşük virülansa sahip
molekülünün dışarı olsa da, bazı hayvanlarda ve insanlarda bazen hastalıklara neden olurlar.
çıkmasıdır.
Stafilokoklar tüm sıcakkanlı hayvanların deri ve epitelyal yüzeylerinde bulunurlar.

Epidemiyoloji
Stafilokokların evcil hayvanların normal florasındaki geniş dağılımı,
stafilokokların oluşturdukları hastalıklarda belki de en önemli epidemiyolojik
faktördür. Stafilokoklar, insan ve hayvanlarda fırsatçı patojen olarak hastalık
oluşturmalarına rağmen gıda kaynaklı infeksiyon oluşturmaları ve son yıllarda
metisilin dirençli Stafilokok vakaları halk sağlığı açısından oldukça önemlidir.
Hayvanlarda mastitis, atlarda botriyomikoz ve kene piyemisi olmak üzere irinli
infeksiyonlara neden olurlar.
Genellikle S. aureus'un neden olduğu stafilokok mastitisi, dünya çapında
yaygın bir sığır mastitisidir. Subklinik, akut veya kronik olabilir. Enfeksiyonların
çoğunluğu subkliniktir. Perakut ve gangrenöz formlar şiddetli sistemik
Koagülaz, protrombini reaksiyonlarla ilişkilidir ve yaşamı tehdit edici olabilir.
aktive edebilen ve
böylece plazmanın Kene piyemisi, S. aureus'un neden olduğu bir kuzu enfeksiyonu olup, Ixodes
pıhtılaşmasını teşvik ricinus türü keneler hastalığın ortaya çıkmasında etkindirler. Kuzular S. aureus'u
edebilen bir enzimdir. deri ve burun mukozası üzerinde taşıyabilir ve enfeksiyon kene ısırıkları dahil
olmak üzere küçük deri travmasıyla gerçekleşir. Ixodes ricinus, kuzularda
immunsupresyona neden olarak stafilokokal enfeksiyonu arttıran kene kaynaklı
ateşin riketsiyal ajanı olan Anaplasma phagocytophilum için bir vektördür.
Staphylococcus hyicus'un neden olduğu eksudatif epidermitis, dünya
çapında özellikle 3 aya kadar olan süt emen domuzlarda meydana gelir. Çok
bulaşıcıdır ve cilt yüzeyinde yaygın olarak aşırı sekresyon, dökülme ve eksüdasyon
ile karakterizedir. Üç haftalık yaşın altındaki domuz yavrularını 24 ila 48 saat
içerisinde öldürebilir. Morbidite oranları% 20 ile % 100 arasında değişir ve ciddi
şekilde etkilenenlerde mortalite oranları % 90'a ulaşabilir. S. hyicus, vajinal
mukozadan ve sağlıklı domuzun derisinden izole edilebilir. Etken, ısırık yaraları gibi
travma yoluyla genç domuzların derisine girebilir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4


Gram Pozitif Bakteriler

Botriyomikozis, sıklıkla S. aureus'un neden olduğu çoğunlukla atlarda ortaya


çıkan kronik ve süpüratif bir granülomatöz durumdur. Ayrıca ineklerin meme
dokularında da ortaya çıkabilir. Lezyon, irin ve sinüs ekstraktlarını içeren bir fibröz
doku kitlesinden oluşur.
İmmunsupresyon,
Köpek ve kedilerde çoğunlukla Staphylococcus pseudintermedius’un neden
bağışıklık sisteminin
baskılanmasıdır. olduğu piyoderma, otitis eksterna, mastitis, endometrit, sistit, osteomiyelit ve
yara enfeksiyonları görülür. Nadiren S. aureus da bu tarz infeksiyonlara neden
olur. Stafilokok türlerinin neden olduğu hastalıklar Tablo 8.1’de gösterilmiştir:
Tablo 8.1. Stafilokok türlerinin neden olduğu hastalıklar [2].

Tür Konakçı Hastalık


S. aureus Sığır Mastitis
Koyun Kuzu piyemisi, mastitis, dermatitis

Keçi Mastitis, dermatitis


Domuz Memede botriyomikoz

At Botriyomikoz, mastitis
Köpek-Kedi İrinli infeksiyonlar
S. intermedius Köpek Pyoderma, otitis eksterna, irinli infeksiyonlar

Kedi İrinli infeksiyonlar


S. hyicus Domuz Eksudatif epidermitis
Sığır Mastitis

Laboratuvar Tanısı
Klinik örneklerde, Stafilokok türleri, Streptokok ve Mikrokok türlerinden
ayırt edilmelidir. Stafilokoklar genellikle katalaz pozitif, Streptokoklar katalaz
negatiftir. S. aureus'un, S. pseudintermedius'tan belirli klinik durumlarda, özellikle
köpeklerde ve kedilerde ayırt edilmesi önemlidir.
Stafilokok kolonileri genellikle beyaz, opak ve 4 mm çapa kadar büyüklüğe
sahiptir. S. aureus'un sığır ve insan suşlarının kolonileri altın sarısıdır. Bromokresol
ihtiva eden mor agar, S. aureus'u S. pseudintermedius ve S. intermedius'dan
ayırmak için kullanılabilir. S. aureus maltoz kullanır ve üretilen asit ortamı ve
kolonileri mordan sarıya değiştirir. Bununla birlikte, bu türlerin kesin ayrımı için
moleküler yöntemler kullanmak en güvenilir yöntemdir.

STREPTOKOK
Genel Özellikleri
Streptokoklar birçok hayvan türünü enfekte edebilen, mastitis, metritis,
poliartritis ve menenjitis gibi suppuratif hastalıklara neden olabilen bakterilerdir.
Gram pozitif, fakültatif anaerobik, katalaz negatif, spor oluşturmayan, hareketsiz
küresel bakterilerdir. Sıvı besi yerinde üretildiklerinde zincirler oluştururlar.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5


Gram Pozitif Bakteriler

Eskimiş kültürlerde ve eksudatlardan hazırlanan preparatlarda Gram negatif olarak


görülebilirler. Birçok tür kapsül oluşturur. Kapsül oluşumu zenginleştirilmiş besi
yerinde daha belirgindir. Katı kültürlerde S tipli koloniler, sıvı ortamda ise dipte
tortu oluştururlar. Tam veya kısmi hemoliz oluştururlar. Optimal üreme ısıları 37°C
olup, 25-45°C’de üreyebilirler. Streptococcus pneumoniae (pneumococcus) çift
halinde hafif armut şeklinde koklar olarak görülür. Patojenik suşları kalın kapsüle
sahip olup katı besi yerinde mukoid koloniler oluştururlar. Etkenin virulansı
kapsülün ortadan kaldırılmasıyla zayıflatılabilir. Streptokokların oluşturduğu
infeksiyonlar hem endojen hem de ekzojen kaynaklı şekillenebilir.
Streptokokların türlerinin hemoliz özellikleri etkenin sınıflandırılmasında
temel bir kriter oluşturmuştur. Hemoliz özelliklerine göre üç farklı grup olmasına
rağmen bazı türlerin hemoliz özellikleri suştan suşa farklılık gösterebilir. Beta
hemolizde, eritrositlerde tam hemoliz oluşumu görülür ve besi yerinde koloni
Lancefield etrafında açık zon oluşur. Beta hemoliz oluşumuna neden olan türler arasında S.
gruplandırması
agalactiae, S. equi, S. pyogens sayılabilir. Bu türler “Beta Hemolitik Streptokok”
Streptokokların
serolojik olarak olarak da tanımlanmaktadırlar. Alfa hemoliz de eritrositler tam olarak hemoliz
sınıflandırılmasında olmazlar ve koloni etrafında yeşilimsi bir zon oluşur. S. bovis, S. dysgalactiae, S.
kullanılan bir uberis alfa hemoliz oluşturan türlerdir. Bu grupta yer alan türler “Alfa Hemolitik
yöntemdir. viridans) Streptokok” olarak da bilinmektedir. Gama hemoliz tipinde ise kanlı
agarda üreyen koloniler etrafında herhangi bir renk açılması görülmez. Bu grupta
yer alan türlere “Gama veya Hemolitik Olmayan Streptokok” adı verilmektedir.
Daha önce streptokoklar içinde yer alan; ancak günümüzde farklı bir grup içinde
değerlendirilen Enterococcus faecalis ve E. fecum örnek olarak verilebilir.
Streptokok türlerinin sınıflandırılmasında kullanılan ve önemli bir yere sahip
olan diğer yöntem ise Lancefield gruplandırmasıdır. Lancefield tarafından
geliştirilmiş, gruba özgü C-maddesine dayanan serolojik bir sınıflandırma
yöntemidir. Çoğu patojenik streptokok, türler veya gruplar arasında farklılık
gösteren ve streptokokların klinik izolatlarını sınıflandırmak için yaygın olarak
kullanılan bir hücre duvarı polisakkarit antijeni olan C-maddesine sahiptir.
Lancefield sınıflandırması Ring presipitasyon ve lateks aglütinasyon testi olmak
üzere iki şekilde yapılır.
Streptokok türlerinin neden olduğu Veteriner Hekimlik açısından önemli
olan infeksiyonlar atlarda Gurm (su sakağısı), bir insan patojeni olan S. pyogenes,
bazen sığırlarda mastitis, köpeklerde tonsillit ve taylarda lenfanjite neden olur. S.
pneumoniae, genç atlarda diğer patojenlerle kombinasyon halinde antrenman
sırasında solunum sistemi hastalığı ile ilişkilendirilmiştir. Hayvansal kaynaklı
streptokoklar, domuzlarla çalışan bireylerde bazen ciddi ölümcül enfeksiyonlara
neden olabilen S. suis dışında, halk sağlığı açısından sınırlı bir öneme sahiptir. S.
canis, köpeklerin önemli bir patojeni olup yeni doğanlarda septisemi, birçok
suppuratif durum ve toksik şok sendromu ile ilişkilidir. Strangles, domuz
streptokokal menenjit ve sığır streptokokal mastitisi önemli spesifik
enfeksiyonlardır. Streptokok enfeksiyonlarının kontrolü için aşılar genellikle
etkisizdir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6


Gram Pozitif Bakteriler

Epidemiyoloji
Hayvanlarda ve insanlarda streptokok türleri üst solunum yolu, deri ve daha
düşük oranda alt genital kanalda bulunurlar. Temelde irinli infeksiyonlara neden
olurlar. Çevre koşullarına oldukça duyarlı olup kısa sürede canlılıklarını
kaybederler. Buna rağmen özellikle organik materyal (irin, gıda, toprak, süt
makine ve süt kapları) barındıran ortamlarda uzun süre yaşayabilirler.
Streptokoklar canlılarda parazitik bir yaşam sürdükleri için oluşturdukları
infeksiyonların şiddeti, immun sistemin durumuna, stres faktörlerine ve çevre
şartlarına bağlı olarak değişkenlik göstermektedir. Birçok streptokok türü sağlıklı
insanların mukozalarına florada doğal olarak bulunabilirler. Bu nedenle çoğu
fırsatçı patojendir. Streptokokların meydana getirdiği infeksiyonlar hem ekzojen
hem de endojen kaynaklı olabilir. Ekzojen kaynaklı infeksiyonlar etkenin solunum,
gıda ile alınması veya cinsel temas ile şekillenir. Endojen kaynaklı infeksiyonlar ise
konağın immun sisteminin zayıf olması ve stres koşullarına bağlı olarak şekillenir.
İnfeksiyonların yayılması solunum yolu, direkt temas, fomitler, cinsel temas ve
konjenital bulaşma ile olur.
Atlarda S. equi (S. equi subsp. equi)’nin neden olduğu Gurm (Su sakağısı)
akut ve irinli lenfadenitis ile karakterize bir hastalıktır. İnkübasyon süresi 3 gün
Streptokok veya 2 hafta kadar olup komplikasyonsuz hastalığın seyri 5-10 gündür. Morbidite
infeksiyonları hem % 100’e kadar çıkabilir. Mortalite genellikle % 5’in altında olup, enfekte
ekzojen hem de hayvanların yaklaşık % 75inde bağışıklık gelişir. Her yaştan immün olmayan atlar
endojen kaynaklı duyarlı olmasına rağmen, hastalık en sık genç atlarda görülür. Üst solunum yolu ve
olabilir. ilişkili bölgesel lenf nodüllerinde görülen infeksiyon bazen generalize formda
apseleşmeye neden olur. Atlarda asemptomatik taşıyıcılık oldukça nadir görülür ve
en önemli enfeksiyon kaynağı etkeni içeren nazal akıntılar veya drenaj edilen apse
ile temas edilmesidir. Etken tonsil kript hücrelerine ve komşu lenfoid nodüllere
bağlanır. Birkaç saat içinde organizma lokal lenfatiklere yer değiştirir ve mukoza
yüzeyinde saptanamaz. Etkilenen atlar, mandibular lenf nodu ile ilişkili ateş,
halsizlik, burun akıntısı, öksürük ve şişlik gösterir. Satışlarda, gösterilerde ve
hipodromlarda atların bir arada bulunması enfeksiyon bulaşma riskini arttırır.
Streptococcus suis, dünya çapında domuz endüstrisinde önemli kayıpların
nedeni olarak tanınır. Etken her yaştaki domuzlarda menenjit, artrit, septisemi,
bronkopnöymoni nadiren sporadik endokardit, yenidoğan ölümleri ve abortlara
neden olur. En önemli bulaşma kaynağı dışkı olup asemptomatik taşıyıcı domuzlar
tonsil dokusunda S. suis barındırmakta ve önemli bir infeksiyon kaynağı
olmaktadırlar. Vektörler de hastalığın bulaşmasında rol oynamaktadır. Hastalık
salgınları, aşırı kalabalık, kötü havalandırma ve diğer stres faktörlerine maruz
Mastitis büyük kalınan domuz çiftliklerinde yaygın olarak görülür.
ekonomik kayıplara
neden olur. Streptococcus agalactiae, S. dysgalactiae ve S. uberis streptokokal
mastitisin başlıca patojenleridir. S. pyogenes ve S. zooepidemicus daha az yaygın
olarak mastit vakalarından izole edilmiştir. Çevresel kontaminasyon önemli bir
hazırlayıcı faktördür. S. agalactiae süt kanallarını kolonize eder ve aralıklı akut
mastitis nöbetleri ile sürekli enfeksiyon oluşturur. Bukkal kavite ve genital bölgede
ve meme bezinin derisinde bulunan S. disgalactiae, akut mastitise neden olur. S.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7


Gram Pozitif Bakteriler

uberis, deri, bademcik ve vajinal mukozada bulunur ve genellikle sistemik


belirtileri olmayan klinik mastitisin ana nedenidir. Tablo 8.2’de streptokokların
neden olduğu hastalıklar gösterilmiştir:
Tablo 8.2. Streptokok türlerinin neden olduğu hastalıklar [3].
Tür Konakçı Hastalık
S. pyogenes Sığır Mastitis (ender)
S. agalactiae Sığır Mastitis (kronik)
S.equi At Gurm
S. dysgalactiae Sığır Mastitis (akut)

S. canis Karnivor Lenfadenitis, irinli vakalar


S. suis Domuz Neonatal infeksiyonlar, septisemi, pnöymoni

S. uberis Sığır Mastitis


S. pneumoniae Sığır, Mastitis, buzağı septisemisi, meningitis
laboratuvar
hayvanları

Laboratuvar Tanısı
Etkenin teşhisi için alınacak örnekler en kısa sürede ve streptokokların
kurumaya karşı oldukça hassas olması nedeniyle taşıyıcı bir besi yeri içerisinde
laboratuvara ulaştırılmalıdır. Özellikle süt örnekleri kontaminasyonun önlenmesi
için dikkatlice alınmalıdır. Alınan örnekler hemen değerlendirilmeli veya -20 ◦C’de
saklanmalıdır.
Etkenin tanısı için dokudan hazırlanan sürme preparatlar Gram yöntemi ile
boyanır, koloni morfolojisi ve elde edilen izolatların hemolitik özellikleri incelenir.
Alınan örneklerden kanlı agar ve MacConkey agara ekim yapılarak 37 ◦C’de 24-48
saat inkübe edilir. Gram boyalı preparatların mikroskobik incelemesi ve katalaz
üretme yeteneği tanımlamanın önemli parçalarıdır. Streptokoklar MacConkey
agarda üremedikleri için bazı Enterokoklardan ve katalaz negatiflikleri ile de
Stafilokoklardan ayrılırlar. Özellikle subklinik olarak seyreden mastitisin tanısı
amacıyla Strip-cup, Whitesidei California mastitis test (CMT) gibi testler ve sütteki
somatik hücre sayısındaki değişiklikleri ölçebilen cihazlar ile teşhis
yapılabilmektedir. Serolojik olarak etkenin gruplandırılması amacıyla Lanefield
gruplandırma yaygın olarak kullanılmaktadır. Özellikle Su Sakağısı’nın serolojik
teşhisinde ELISA tekniği oldukça kullanışlıdır. Moleküler tabanlı yöntemler,
streptokok dahil olmak üzere mastitis patojenlerinin hızlı saptanması ve
tanımlanması için giderek daha fazla kullanılmaktadır. Ayrıca özellikle Su
Sakağısı’ndan şüpheli hayvanların saptanmasında kullanılmaktadır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8


Gram Pozitif Bakteriler

ENTEROKOK
Genel Özellikleri
Enterokoklar, Gram-pozitif, sporsuz ve fakültatif anaerobik bakteriler olup,
mikroskopta hem tekli hem de zincir halinde görülebilir. Bunlar fırsatçı
patojenlerdir ve streptokok türlerinden fenotipik olarak iki önemli açıdan farklılık
gösterirler. Safra tuzlarını tolere ederler ve bazı suşları MacConkey agarda kırmızı,
pin-point (iğne ucu, nokta) koloniler olarak görülürler. Bazı izolatlar hareketlidir.
Enterokokların virulansı düşük olmasına karşın insanlarda önemli
Enterokokların katı besi infeksiyonlardan izole edilmektedir. E. faecalis’in oluşturduğu biyofilm etkenin
yerinde oluşturdukları üriner sisteme ve kalp kapaklarına kolonize olmasını kolaylaştırmaktadır.
koloniler pin-point
olarak görülürler. Epidemiyoloji
Enterokoklar hem insan hem de hayvanlarda mikrofloranın önemli bir
parçası olarak bulunurlar. Bağırsak içeriğinde yüksek miktarda bulunabilirler.
Peynir, balık, sosis, kıyma ve domuz eti gibi gıdalardan ve lağım sularından izole
edilebilirler. Vankomisine dirençli Enterokoklar, hastane infeksiyonlarına neden
olan önemli nozokomiyal patojenlerdir ve E. faecium'un hayvan izolatlarındaki
vankomisin direnci önemli bir halk sağlığı sorunudur. Hayvan izolatlarında
vankomisine direnç düzeylerinin artması hayvanlarda avoparcin kullanımı ile ilişkili
olduğu saptanmış ve 1997'de avoparcin kullanımı yasaklanmıştır. Hayvan
izolatlarındaki direnç tamamen ortadan kalkmamasına rağmen direnç seviyeleri
belirgin şekilde azalmıştır.

Laboratuvar Tanısı
Klinik örneklerden enterokokların izolasyonu amacıyla sindirim
sisteminden (bağırsak içeriği), artritis (eklem sıvısı) ve mastitis (süt) gibi vakalardan
alınan örnekler incelenmektedir. Alınan örneklerin kısa sürede soğuk zincir
ortamında taşıyıcı besi yeri ile birlikte laboratuvara ulaştırılması oldukça önemlidir.
Örnekler genel izolasyon amacıyla kullanılan kanlı agar gibi besi yerlerine
ekilebilecekleri gibi bazen enterokoklar için özel olan Bile Esculin gibi besi
yerlerine ekilerek 37 C°’de 24saat inkübe edilirler. Üreyen kolonilerin
tanımlanması makroskobik-mikroskobik morfolojileri ve klasik biyokimyasal testler
ile yapılır. İdentifiye edilen suşlar Grup D lateks aglütinasyon test kitleri
kullanılarak serogruplara ayrılabilir. Etkenin özellikle antibiyotik direnci ve virulens
Endospor oluşumu, B. faktörlerinin belirlenmesi amacıyla PCR temelli moleküler yöntemler kullanılabilir
anthracis’in yıllar [4, 5].
boyunca kalıcı
olmasında ve BASİLLUS
yayılmasında önemli
Genel Özellikleri
faktördür.
Çoğu Basillus türü, Gram pozitif, endospor oluşturan çubuk şekilli
bakterilerdir. Patojen olmayan birkaç tür ve eski kültürlerden hazırlanan
preparatlarda boyanma özellikleri değişebilir. Dokulardan yapılan boyamalarda
bakteriler çiftler halinde veya uzun zincirler halinde tek başına oluşur. Basillus cinsi

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9


Gram Pozitif Bakteriler

farklı özelliklere sahip 200'den fazla türden oluşur. Basillus türleri, katalaz-pozitif,
aerobik veya fakültatif olarak anaerobiktir ve çoğu türler, en önemli patojen olan
B. anthracis hariç hareketlidir. Çoğu tür patojenik potansiyeli olmayan
saprofitlerdir. Bununla birlikte, genellikle klinik örnekleri ve laboratuvar ortamını
kirletirler. Basillus türleri çevreye yaygın olarak dağılırlar; çünkü bunlar yüksek
derecede dirençli endosporlar üretirler. B. anthracis'in endosporları toprakta 50
yıldan uzun bir süre canlı kalabilir. B. anthracis 37◦C’de 24 saat inkübasyon sonrası
5 mm çapında, grimsi, kenarları pürüzlü R tipi koloniler oluşturur. B. anthracis'in
virülansı oluşturduğu kapsül ve karmaşık bir toksin üretme kabiliyetinden
kaynaklanır. Kompleks toksin, üç antijenik komponentten oluşur; koruyucu
antijen, ödem faktörü ve letal faktör. Doğal olarak ortaya çıkan infeksiyonda,
karmaşık toksinin lokal etkileri, ödem ve nekroz nedeniyle dokuların şişmesi ve
kararmasına neden olur. Septisemi meydana geldiğinde, artmış vasküler
geçirgenlik ve yoğun hemoraji sonucu şok ve hızlı ölüm şekillenir. B. anthracis’in
insan ve hayvanlarda oluşturduğu hastalığa ‘’şarbon (antraks)” adı verilir. Bu cins
içerisinde yer alan diğer hastalık etkenleri arasında B. cereus ve B. licheniformis
yer alır.

Epidemiyoloji
Etkenlerin endospor oluşturmaları şarbonun yayılmasında ve kalıcılığında en
önemli faktördür. Sporlar, toprak koşullarının uygun olduğu coğrafi bölgelerde
yoğunlaşabilir. Bu bölgelerdeki özellikle alkali topraklar yüksek bir nem içeriğine
sahip olup, kalsiyum ve azot bakımından zengindir. Ayrıca tekrarlayan sel ve
buharlaşma olayları sporları özellikle düşük konumdaki yerlerde yoğunlaştırabilir.
Şarbonun klinik bulgularının tanınması hayati önem taşır. Karkaslar açılmamalı ve
havaya maruz bırakılmamalıdır. Etkilenen karkasların her zaman bertaraf edilmesi,
tercihen yerinde yakma ile olmalıdır. Meralar gömülü karkaslardan kaynaklanan
sporlarla kirlendiğinde ot oburlarda şarbon salgınları oluşabilir. Sporlar, sel, kazı,
çöküntü veya solucanların faaliyeti ile yüzeye getirilebilir. Enfeksiyon genellikle
sporların yutulmasıyla ve daha az sıklıkla, solunduğunda veya deri temasları
sonucu oluşur. Et oburlar infeksiyona karşı nispeten dirençli olmasına rağmen, bir
şarbon karkasından çok sayıda B. anthracis alınması hastalığa neden olabilir.
İnsanlarda daha çok antraks hastalığının deri formu görülür. İhbari zorunlu bir
hastalık olan antraks en önemli zoonozlardan biridir.

Laboratuvar Tanısı
Antraks hastalığında ölen hayvanlara nekropsi yapılmasına kesinlikle izin
verilmez. Ölen hayvanların doğal boşluklarından gelen kan ve yanlışlıkla yapılan
nekropsi sonrası genellikle dalak laboratuvarda hastalık yönünden incelenebilir.
İnci Dizisi Reaksiyonu B.
anthracis’i diğer Kan, dalak veya svaptan (ucu pamuklu çubuk) hazırlanan preparatlar
antrokoidlerden ayıran Giemsa yöntemiyle boyanır. Etken dokudan hazırlana preparatlarda sporsuz, kısa-
önemli bir kalın ve köşeleri belirgin çomaklar şeklinde görülür. Giemsa boyama etkenin
reaksiyondur. kendisi mavi basilin çevresinde ise pembe renkli olarak kapsül görülür.
Örneklerden kanlı agara ekim yapılır. 37 °C’de 24 saat inkübasyon sonrası grimsi
renkte buzlu cam görünümde koloniler oluşur. Kolonilerin Gram yöntemi ile

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10


Gram Pozitif Bakteriler

boyanması sonucu tipik saç demeti şeklinde görülen kapsülsüz ve sporlu basiller
görülür. Spor basilin çapından küçük ve ortada yer alır. Kapsül üretimi defibrine at
kanı ve bikarbonat içeren besi yerlerinde kültüre edilerek gözlenebilir. Kültür
ortamında B. anthracis’i diğer benzer görünümlü basillerden (antrakoid) ayırmak
için bazı testler yapılır. B. anthracis penisilin içeren besi yerinde üretildiğinde
penisiline duyarlı olmasından dolayı tespih benzeri bir görünüm almasına inci dizisi
reaksiyonu adı verilir. Bu durum antrakoidlerde görülmez. B. anthracis hareketsiz,
antrakoidler ise hareketlidir. B. anthracis gama fajına duyarlı antrakoidler ise
dirençlidir (Şekil 8.2). B. anthracis çalışılan laboratuvarlarda biyogüvenlik
kurallarına dikkat etmek gerekir.

Şekil 8.2. B. anthracis’in Gama fajı ve penisiline duyarlılığı.

Kontamine materyal ve toprak gibi çevresel örneklerden etkenin tanısına


yönelik olarak PCR gibi spesifik ve hızlı tanı yöntemleri kullanılabilir. İzole edilen
etkenin moleküler epidemiyolojik özelliklerinin ve virulens faktörlerinin
belirlenmesi amacıyla PCR tabanlı birçok yöntem kullanılmaktadır [5, 6].

LİSTERİA
Genel Özellikleri
Listeria türlerinin çoğu, 2 µm uzunluğunda küçük, Gram-pozitif, çomak
şeklinde katalaz-pozitif, oksidaz-negatif, hareketli, fakültatif anaerob bakterilerdir.
Kanlı agarda beta hemolitik koloniler oluştururlar. Bu cins, üçü hayvanlar için
patojen olan 6 türden oluşur. Bu patojenlerin en önemlisi olan Listeria
monocytogenes, dünya çapında birçok hayvan türünün ve insanların
hastalıklarında rol oynamaktadır. L. monocytogenes tarafından oluşturulan
listeriozis hastalığı, 40'tan fazla hayvan türünde tanımlanmıştır; ancak özellikle
geviş getiren hayvanlarda bulunmaktadır. Sığırlarda, koyunlarda, keçilerde,
atlarda, kümes hayvanlarında ve köpeklerde merkezi sinir sistemi infeksiyonlarına
ve ayrıca sığır, koyun ve keçilerde abort, göz iltihabı ve septisemilere neden olur.
Mikroorganizma, 4 °C ile 45 °C arasında geniş bir sıcaklık aralığında üreyebilir ve
Oda sıcaklığında L.
5.5 ve 9.6 arasında pH değerlerini tolere edebilir. L. monocytogenes, halk sağlığı
monocytogenes daha
çok flagella oluşturduğu açısından önemli bir yere sahiptir ve insanları kontamine yiyeceklerle ve bazen de
için hareket daha iyi doğrudan temasla enfekte eder. L. monocytogenes ve L. ivanovii, makrofajlarda
tespit edilir. hayatta kalan ve epitelyal hücreler, hepatositler ve endotelyal hücreler de dahil
olmak üzere profesyonel olmayan fagositleri istila eden hücre içi
mikroorganizmalarıdır. Hücre içinde L. monocytogenes’in sağ kalmasını sağlayan
başlıca başlıca virülans faktörü listeriyolizin (LLO) olarak adlandırılan bir kolesterol
bağlayıcı sitolizindir. L. ivanovii, hayvanların hastalıklarında daha az sıklıkla yer

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11


Gram Pozitif Bakteriler

almasına rağmen geviş getiren hayvanlarda abortusa neden olan önemli bir
patojendir. L. innocua genellikle patojenik özelliği olmayan bir listeria türü olarak
kabul edilir. Ancak nadiren meningoensefalitli koyunlardan izole edilmiştir. L.
seeligeri, L. grayi, ve L. welshimeri bu cinsin diğer türleri olup, bazen klinik
örneklerden izole edilebilir; ancak bunlar daha çok toprak kontaminantı olarak
kabul edilirler.

Epidemiyoloji
Listerialar; toprak, silaj, ot, sağlık hayvan dışkıları, lağım akıntıları ve su
kaynaklarından izole edilebilir. Listeriozis salgınları mevsimsel (kış ve ilkbahar)
olma eğiliminde olup gebeliğin son dönemlerinde silaj ile beslenen hayvanları
etkilemektedir. L. monocytogenes, düşük kaliteli 5.5'in üzerinde pH değerine sahip
silajın yüzey tabakalarında üreyebilir. Bu gibi durumlarda, etken miktarı silajın 1
kg’da 107 koloni olabilir. Kaliteli silajda, mikroorganizmaların çoğalması
fermentasyon ile üretilen asit tarafından engellenir. Hayvanlarda L.
monocytogenes ile infeksiyona yatkınlık, ileri gebelik ile ilişkili hücre aracılı
immünitenin azalmasına bağlanmıştır. Vakalar genellikle sporadiktir.
Sağlıklı insanların yaklaşık % 0,8- 3,4'ü Listeriaların fekal taşıyıcısıdırlar
Diyet tercihleri ve gıda işleme teknikleri, asemptomatik taşıyıcılık oranlarındaki
farklılıklara neden olabilir. Hayvanlarla direkt temas ile infeksiyonun bulaşması
oldukça nadir olup üretim sonrası oluşan kontaminasyon bulaşmada çok
önemlidir.

Laboratuvar Tanısı
Hayvanlardan alınacak örnekler infeksiyonun seyrine göre belirlenir.
Sinirsel bulgular görülüyor ise serobrospinal sıvı ve beyin dokuları olan medulla ve
ponstan örnek alınır. Abort görülen vakalarda fötus, kotiledonlar ve genital
akıntılar örnek olarak laboratuvara gönderilir. Septisemik seyreden vakalarda kan,
dalak veya dalak alınacak örneklerdir.
Laboratuvara gönderilen dokulardan hazırlanan sürme preparatlarda
Giemsa boyama yapılarak küçük ve ince çomaklar aranır. Etkenin üretilmesi
amacıyla kanlı agar, seçici kanlı agar, MacConkey agar gibi besi yerleri kullanılır.
Ekim yapılan besi yerleri 24-48 saat aerobik koşullarda inkübe edilir. L.
monocytogenes’in beyin dokusundan izolasyonu güç olabilir. Bu nedenle beyin
CAMP testi, Listeria dokusundan izolasyon için ‘’soğukta zenginleştirme’’ işlemi yapılarak izolasyon
türlerinin şansı arttırılır. Bu amaçla beyin medulla dokusu homojenize edilir ve %10’luk
belirlenmesinde önemli süspansiyonu nutrient broth içerisinde hazırlanır. Hazırlanan bu sıvı buzdolabında
bir testtir. +4 °C’de tutularak 12 hafta boyunca her hafta kanlı agara ekim yapılır. Abort ve
septisemi vakalarında alınan dokulardan kanlı agara ekim yapılabilir. Bazı
durumlarda hayvan dokuları ve gıdalardan yaklaşık 25 g alınarak 225 ml Listeria
broth içerisinde homojenize edilir ve 30 °C’de 24-48 saat inkübasyon sonrası
Listeria selektif agara (Oxford) ekim yapılarak besi yeri 37 °C’de 24-48 saat
inkübasyona bırakılır. Tipik Listeria kolonileri Oxford agarda siyahımsı-yeşil renkli
çökük merkezli siyah zonlu koloni oluşturur. Bu koloniler Gram boyanma ve
hareket yönünden incelenir. Daha sonra çeşitli biyokimyasal testler ve CAMP

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12


Gram Pozitif Bakteriler

testine tabi tutularak tür düzeyinde identifikasyon yapılır. Listeriaların ön


identifikasyonu için Henry aydınlatması olarak da bilinen eğik ışıkta
stereomikroskopta koloni renginin incelendiği bir yöntemden faydalanılabilir. Bu
yöntemde Listeria kolonileri mavi-yeşil renkte görülürler. Listeria kolonileri kanlı
agarda dar ve tam bir hemoliz zonu ile çevrili olarak ürerler. Broth içerisinde 25
°C’de 2-5 saat inkübe edilen izolatlar karakteristik tumbling (takla atma,
yuvarlanma) hareketini gösterirler. Listerialar katalaz pozitiftir. Listeria türlerinin
ayrımında oldukça yaygın olarak kullanılan bir test olan CAMP testi ismini testi
geliştiren araştırmacılardan (Christie, Atkins ve Munch-Peterson) alır (Şekil 8.3).

Şekil 8.3. CAMP testinin şematik görünümü.

Bu testte kanlı agara ekilen test edilecek suşlar ve kontrol suşlarının kesişme
noktasında oluşacak artmış beta hemoliz alanının gözlenmesi pozitif reaksiyon
olarak değerlendirilir. L. monocytogenes ve L. ivanovii dışındaki türler hemolitik
değildirler. L. monocytogenes’in oluşturduğu hemoliz S. aureus ile artarken,
Rhodococcus equi ile negatif reaksiyon verir. L. ivanovii’de bu durum tam tersidir.
Ayrıca L. monocytogenes’in virulensini belirlemede ‘’Anton Testi’’ kullanılmaktadır.
Bu testte buyyonda kültüre edilen L. monocytogenes’den hazırlanan inokulum
tavşanın gözüne damlatılarak keratokonjunktivitis oluşumu izlenir. Serolojik olarak
izolatların tanımlanmasında monoklonal antikorların kullanımıyla yapılan
immunofloresan ve immunoperoksidaz testlerinden yararlanılır. PCR temelli ticari
kitler etkenin moleküler tanısında kullanılabilir.

RODOKOK
Genel Özellikleri
Doğada yaygın olarak bulunan Rhodococcus cinsi içerisinde sadece
Rhodococcus equi hayvan patojenidir. R. equi, Gram pozitif, hareketsiz, kapsüllü,
R. equi’nin katı besi
koktan çomağa kadar değişen şekillerde görülen aerobik bir bakteridir. Bazı suşları
yerinde oluşturduğu
kok gibi görünürken, çomak şeklindekilerin uzunlukları 5 µm kadar olabilmektedir.
mukoid ve somon rengi
koloniler etken için R. equi, 6 aylıktan küçük tayların fırsatçı patojenidir. Etken Nutrient agar gibi
tipiktir. zenginleştirilmemiş besi yerinde karakteristik mukoid ve somon rengi koloniler
oluşturur. Etken, NANAT (Nalidiksikasit-novabiosin, siklohekzimid-potasyum
tellürit) adı verilen selektif besi yerinde 37 °C’de 24-72 saatte gri-siyah renkli,

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13


Gram Pozitif Bakteriler

mukoid koloniler oluşturur. Pigment üretimine bağlı olarak koloniler beyaz


renkliyken, eskidikçe pembe bir görünüm alır. Katalaz pozitiftir. R. equi, 6 aydan
küçük taylarda bronkopnömoni ve pulmoner apseleşmeye, atlarda deri apsesi,
sığır ve domuzlarda boyunda lenfadenitis, kedilerde deri altında apselere neden
olur.

Epidemiyoloji
Rhodococcus equi toprak bakterisi olup infeksiyonda en önemli bulaşma
kaynağı topraktır. Etken özellikle at ve tayların dışkıları ile at yetiştiriciliği yapılan
toprakta izole edilmektedir. R. equi toprak yüzeyinden rahatlıkla izole edilmesine
rağmen toprağın 30 cm altı ve daha derinlerinde üreyemez. İnfeksiyonda bulaşma
solunum ve sindirim yolu ile olur. Taylarda enfeksiyon temel olarak solunum
yoluyla alınım sonrası şekillenir. Özellikle yaz aylarında yoğun toz olması nedeniyle
infeksiyon daha sık görülür. At çiftliklerinde havanların bakım koşullarında etkenin
bulaşmasında önemli bir faktör olarak rol oynamaktadır.

Laboratuvar Tanısı
Rhodococcus equi, trakeobronşial sıvıdan hazırlanan preparatlarda
pleomorfik çomaklar şeklinde görülür. Tanıda bu görünüm önemlidir. İnfeksiyonun
kesin tanısında kültür oldukça önemlidir. Kanlı agar ve selektif NANAT besi yerine
örnekler ekilir. Kanlı agarda 37 °C’de aerobik ortamda 48 saatlik inkübasyon
sonrasında nonhemolitik, kenarları düzensiz, somon pembesi renginde mukoid
koloniler oluştururlar. NANAT besi yerinde siyah renkli koloniler oluştururlar.
Biyokimyasal aktivitesi zayıf olan R. equi, karbonhidratları fermente etmez ve
oksidaz negatiftir. Katalaz ve üreaz testleri yönünden ise pozitiftir. MacConkey
agarda üremez. CAMP testinin (R. equi’nin hemolizinleri, Corynebacterium
pseudotuberculosis’in fosfolipaz D’sinin veya S. aureus’un β-hemolizininin
hemolizini güçlendirir.) pozitif olması etkenin tanısı için önemlidir. Ticari olarak
geliştirilen PCR kitleri etkenin hızlı şekilde belirlenmesinde kullanılabilmektedir.

KORİNEBAKTERİ
Genel Özellikleri
Korinebakteri cinsinin üyeleri Gram pozitif, genellikle kokoid veya çomak
görünümlü, sporsuz, kapsülsüz, aerobik veya fakültatif anaerobik, hareketsiz
(Corynebacterium aquaticum hariç) bakterilerdir. Mikroskobik bakıdaki Çin
alfabesine (V, X, Y biçimli bakteri görünümleri) benzer tarzda görünümleri tanıda
önemlidir. Çoğu katalaz pozitif oksidaz negatiftir. C. bovis kolonileri küçük, beyaz,
kuru ve hemolitik değildir. C. kutscheri beyazımsı ve bazen hemolitik olan koloniler
oluşturur. C. pseudotuberculosis, 72 saate kadar belirgin olmayan dar bir tam
Pigment üretimi, hemoliz zonuyla çevrili küçük, beyazımsı kolonilere sahiptir. Birkaç gün sonra
korinebakterilerin
koloniler kuru, ufalanan ve krem renginde olurlar. C. renale grubunun üyeleri 24
ayrımında oldukça
önemlidir. saat inkübasyondan sonra küçük hemolitik olmayan koloniler üretirler. 48 saat
inkübasyon sonrası pigment üretimi, gruptaki üç türün ayırt edici (C. renale; soluk
sarı, C. pilosum; sarı, C. cystitidis; beyaz) özelliklerinden biridir. C.
pseudotuberculosis’in iki biyotipi bulunur. Keçi ve koyun izolatları nitratı indirger,

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14


Gram Pozitif Bakteriler

at ve sığır izolatları nitratı indirgemezler. Korinebakteri türleri fırsatçı patojendir.


C. diphtheriae, çocuklarda difteri hastalığının etkenidir. Kazeöz lenfadenitis, C.
pseudotuberculosis’in nitratı indirgemeyen tipinin neden olduğu koyun, keçi ve
nadiren sığırların kronik suppuratif bir infeksiyondur. İnkübasyon süresi yaklaşık 3
aydır. Mikroorganizma birkaç ay boyunca çevrede yaşayabilir. İnfekte keçilerin
sütünden etken izolasyonu yapılmıştır. C. pseudotuberculosis’in nitrat indirgeyen
biyotipi, at ve sığırlarda sporadik olgularda ülseratif lenfanjite neden olur. C.
renale grubuna ait mikroorganizmalar vulva, vajina ve görünüşte normal sığırların
prepisyumundan izole edilebilir. Doğumdaki stres ve üredeki kısa idrar yolu idrar
yolunun infeksiyonuna yol açar. Grubun herhangi bir üyesi tarafından infeksiyonu
sistite neden olabilmesine rağmen, en şiddetli form C. cystitidis ile ilişkilidir.
Mesaneden üreterler yoluyla artan enfeksiyon, piyelonefrit ile sonuçlanabilir.
Piyelonefritin klinik belirtileri ateş, iştahsızlık ve azalan süt üretimidir. Kemerli bir
sırt ve kanlı idrar her zaman mevcuttur. Uzun süreli enfeksiyonlar geniş böbrek
hasarına yol açar. Özellikle Merinos koyunları ve Angora keçilerinde yaygın olan
ülseratif (enzootik) balanopostitis C. renale'den kaynaklanır ve lezyonun üzerinde
gelişen kahverengi bir kabuk ve çevresinde ülserasyonla karakterizedir. C. renale,
üreyi amonyağa hidrolize edebilir ve bu da mukozal tahrişe ve ülserasyona neden
olabilir. Yüksek protein alımının bir sonucu olan yüksek bir üriner düzey, hastalığın
gelişimine zemin hazırlayabilir [3, 6].

Epidemiyoloji
Korinebakterilerin çoğu türü kommensal olarak mukoz membranlarda
bulunabilir. C. pseudotuberculosis koyun ağıllarında, koyunların gastrointestinal
kanalında ve çevrede aylarca canlı kalabilir. C. pseudotuberculosis’in koyunlara
bulaşması deride oluşan travmatik lezyonlar sonucu oluşur. Kuyruk kesimi, kırkım,
kontamine banyo veya artropod ısırıkları infeksiyonun bulaşmasında önemli
faktörlerdir. Küçük ruminantlarda kazeöz lenfadenit önemli bakteriyel
infeksiyonlardan biridir. Atlarda kontamine koşum takımları ile temas, deri yaraları
ve artropod ısırıkları infeksiyonun oluşumu için önemlidir. C. pseudotuberculosis’in
virulens faktörü fosfolipaz D adı verilen bir toksindir. C. renale grubu hayvanların
üreme kanalında bulunan normal florada yer alırlar. Üretranın kısalığı ve doğum
stresi ineklerde üriner sistem infeksiyonunan olan yatkınlığı arttırır. İnfeksiyon
sonucu oluşan sistitis en şiddetli C. cytitidis tarafından oluşturulur. C. bovis inek ve
boğaların üreme kanalları ile ineklerin meme kanalında kommensal olarak
bulunur. C. diphtheriae’ye benzeyen C. ulcerans sığırlarda görülen mastitis
vakalarından izole edilmiştir. C. pseudotuberculosis’e benzer şekilde fosfolipz D
üretir.

Üriner sistem Laboratuvar Tanısı


infeksiyonlarında en Lezyonlardan alınan irin, infekte doku örnekleri ve orta idrar laboratuvar
çok izole edilen tür C. muayenesi için uygun örneklerdir.
renale’dir.
Alınan örneklerden hazırlanan preparatların Gram boyama sonrası direkt
mikroskobik incelenmesi sonucunda tipik korinebakteriler görülebilir. Etkenin
izolasyonu için kullanılan besi yerleri kanlı agar, selektif kanlı agar ve MacConkey

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15


Gram Pozitif Bakteriler

agardır. İnokulasyon yapılan petriler 24-48 saat aerobik olarak 37 °C’de inkübe
edilir. İnkübasyon sonrası üreyen kolonilerden hazırlanan preparatlarda tipik
korinebakteriler aranır. Koloni rengi, görünümü, hemoliz durumu ve MacConkey
agarda üremenin olmaması korinebakteriler yönünden önemlidir. Daha sonra
biyokimyasal özelliklerine bakılarak tür düzeyinde identifikasyon yapılır.
Koyunların kazeöz lenfadenit infeksiyonlarında infekte koyunların
saptanması amacıyla serum antikor oluşumunu saptayan ELISA testi serolojik tanı
amacıyla kullanılmaktadır.
Corynebacterium pseudotuberculosis infeksiyonlarında etkenin dokudan
direkt olarak belirlenmesi ve identifikasyon amacıyla PCR testi kullanılmaktadır.
Bireysel Etkinlik

• Farklı mikrobiyoloji kaynaklarından Gram pozitif bakterilerin


özellikleri ve yaptığı hastalıklar ile ilgili olarak detaylı bilgilere
ve görsellere ulaşabilirsiniz.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16


Gram Pozitif Bakteriler

•Stafilokoklar
•Stafilokoklar; tek tek, çiftler veya üzüm salkımına benzeyen düzensiz
kümeler gibi görülen, yaklaşık olarak 1 µm çapında Gram pozitif

Özet bakterilerdir. Temel besiyerinde oldukça hızlı ürerler. %10’a kadar NaCI
içeren ortamlarda üreyebilirler. Koyun kanlı agarda hemoliz oluştururlar.
Genellikle S. aureus'un neden olduğu stafilokok mastitisi, dünya çapında
yaygın bir sığır mastitisidir. Kene piyemisi, S. aureus'un neden olduğu bir
kuzu enfeksiyonu olup Ixodes ricinus türü keneler hastalığın ortaya
çıkmasında etkindirler. Klinik örneklerde, Sitafilokok türleri Streptokok ve
Mikrokok türlerinden ayırt edilmelidir. Stafilokoklar genellikle katalaz-pozitif,
streptokoklar katalaz negatiftir. S. aureus'un sığır ve insan suşlarının
kolonileri altın sarısıdır.
•Streptokoklar
•Streptokoklar birçok hayvan türünü enfekte edebilen, mastitis, metritis,
poliartrit ve menenjit gibi süpüratif hastalıklara neden olabilen bakterilerdir.
Sıvı besi yerinde üretildiklerinde zincirler oluştururlar. Streptokok türlerinin
neden olduğu Veteriner Hekimlik açısından önemli olan infeksiyonlar atlarda
Gurm (su sakağısı), bir insan patojeni olan S. pyogenes, bazen sığırlarda
mastitis, köpeklerde tonsillit ve taylarda lenfanjite neden olur.
Streptokokların meydana getirdiği infeksiyonlar hem ekzojen hem de
endojen kaynaklı olabilir. Atlarda S. equi (S. equi subsp. equi)’nin neden
olduğu Gurm (Su sakağısı) akut ve irinli lenfadenitisle karekterize bir
hastalıktır.
• Özellikle subklinik olarak seyreden mastitisin tanısı amacıyla Strip-cup,
Whitesidei California mastitis test (CMT) gibi testler ve sütteki somatik hücre
sayısındaki değişiklikleri ölçebilen cihazlar ile teşhis yapılabilmektedir.
•Enterokok
•Bunlar fırsatçı patojenlerdir ve streptokok türlerinden fenotipik olarak iki
önemli açıdan farklılık gösterirler; safra tuzlarını tolere ederler ve bazı suşları
MacConkey agarda kırmızı, pin-point (iğne ucu, nokta) kolonileri olarak
görülürler. Vankomisine dirençli enterokoklar, hastane infeksiyonlarına
neden olan önemli nozokomiyal patojenlerdir ve E. faecium'un hayvan
izolatlarındaki vankomisin direnci, önemli bir halk sağlığı sorunudur.
Örnekler genel izolasyon amacıyla kullanılan kanlı agar gibi besi yerlerine
ekilebilecekleri gibi bazen enterokoklar için özel olan Bile Esculin gibi besi
yerlerine ekilerek 37 C°’de 24saat inkübe edilirler. Etkenin özellikle
antibiyotik direnci ve virulens faktörlerinin belirlenmesi amacıyla PCR temelli
moleküler yöntemler kullanılabilir.
•Basillus
• Basillus türleri, katalaz-pozitif, aerobik veya fakultatif olarak anaerobiktir ve
çoğu türler, en önemli patojen olan B. anthracis hariç hareketlidir.B.
anthracis'in endosporları toprakta 50 yıldan uzun bir süre canlı kalabilir. B.
anthracis’in insan ve hayvanlarda oluşturduğu hastalığa ‘’şarbon’’ (antraks)
adı verilir. Bu cins içerisinde yer alan diğer hastalık etkenleri arasında B.
cereus ve B. licheniformis yer alır. İnsanlarda daha çok antraks hastalığının
deri formu görülür. İhbari zorunlu bir hastalık olan antraks en önemli
zoonozlardan biridir. Etken dokudan hazırlanan preparatlarda sporsuz, kısa-
kalın ve köşeleri belirgin çomaklar şeklinde görülür.
•Giemsa boyama etkenin kendisi mavi basilin çevresinde ise pembe renkli
olarak kapsül görülür. Kültür ortamında B.anthracis’i diğer benzer
görünümlü basillerden (antrakoid) ayırmak için bazı testler yapılır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17


Gram Pozitif Bakteriler

•Listeria

Özet (devamı)
•Listeria türlerinin çoğu, 2 µm uzunluğunda küçük, Gram-pozitif, çomak
şeklinde katalaz-pozitif, oksidaz-negatif, hareketli, fakültatif anaerob
bakterilerdir.Bu cins, üçü hayvanlar için patojen olan 6 türden oluşur. Bu
patojenlerin en önemlisi olan L. monocytogenes, dünya çapında birçok
hayvan türünün ve insanların hastalıklarında rol oynamaktadır. L.
monocytogenes, düşük kaliteli 5.5'in üzerinde pH değerine sahip silajın yüzey
tabakalarında üreyebilir. Etkenin üretilmesi amacıyla kanlı agar, seçici kanlı
agar, MacConkey agar gibi besi yerleri kullanılır. Ekim yapılan besi yerleri 24-
48 saat aerobik koşullarda inkübe edilir. Listeria türlerinin ayrımında oldukça
yaygın olarak kullanılan bir test olan CAMP testi ismini testi geliştiren
araştırmacılardan (Christie, Atkins ve Munch-Peterson) alır. Bu testte kanlı
agara ekilen test edilecek suşlar ve kontrol suşlarının kesişme noktasında
oluşacak artmış beta hemoliz alanının gözlenmesi pozitif reaksiyon olarak
değerlendirilir.
•Rodokok
•Doğada yaygın olarak bulunan Rhodococcus cinsi içerisinde sadece R. equi
hayvan patojenidir. R. equi Gram pozitif, hareketsiz, kapsüllü, koktan çomağa
kadar değişen şekillerde görülen aerobik bir bakteridir.Etken Nutrient agar
gibi zenginleştirilmemiş besi yerinde karekteristik mukoid ve somon rengi
koloniler oluşturur. Etken, NANAT (Nalidiksikasit-novabiosin, siklohekzimid-
potasyum tellürit) adı verilen selektif besi yerinde 37 °C’de 24-72 saatte gri-
siyah renkli, mukoid koloniler oluşturur. Rhodococcus equi toprak bakterisi
olup infeksiyonda en önemli bulaşma kaynağı topraktır. Taylarda enfeksiyon
temel olarak solunum yoluyla alınım sonrası şekillenir. Rhodococcus equi,
trakeobronşial sıvıdan hazırlanan preparatlarda pleomorfik çomaklar
şeklinde görülür. Tanıda bu görünüm önemlidir. NANAT besiyerinde siyah
renkli koloniler oluştururlar.
•Korinebakteri
•Korinebakteri cinsinin üyeleri Gram pozitif, genellikle kokoid veya çomak
görünümlü, sporsuz, kapsülsüz, aerobik veya fakültatif anaerobik, hareketsiz
(Corynebacterium aquaticum hariç) bakterilerdir.Mikroskobik bakıdaki çin
alfabesine (V, X, Y biçimli bakteri görünümleri) benzer tarzda görünümleri
tanıda önemlidir. C. diphtheriae, çocuklarda difteri hastalığının etkenidir.
Kazeöz lenfadenitis, C. pseudotuberculosis’in nitratı indirgemeyen tipinin
neden olduğu koyun, keçi ve nadiren sığırların kronik süpüratif bir
infeksiyondur. C. pseudotuberculosis’in nitrat indirgeyen biyotipi, at ve
sığırlarda sporadik olgularda ülseratif lenfanjite neden olur. Kuyruk kesimi,
kırkım, kontamine banyo veya artropod ısırıkları infeksiyonun bulaşmasında
önemli faktörlerdir. Alınan örneklerden hazırlanan preparatların Gram
boyama sonrası direkt mikroskobik incelenmesi sonucunda tipik
korinebakteriler görülebilir. Etkenin izolasyonu için kullanılan besi yerleri
kanlı agar, selektif kanlı agar ve MacConkey agardır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18


Gram Pozitif Bakteriler

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Mikroskopta tek tek, çiftler veya üzüm salkımına benzeyen düzensiz kümeler
gibi görülen, yaklaşık olarak 1 µm çapında Gram pozitif bakteriler
aşağıdakilerden hangisidir?
a) Stafilokok
b) Basillus
c) Rodokok
d) Korinebakteri
e) Listeria

2. Kene piyemisi hastalığının etkeni aşağıdakilerden hangisidir?


a) L. monocytogenes
b) C. renale
c) S. egui
d) S. aureus
e) L. ivanovii

3. Streptokoklarda hangi tip hemolizde eritrositlerde tam lizis oluşumu görülür


ve besi yerinde koloni etrafında açık zon oluşur?
a) Alfa
b) Delta
c) Gama
d) Tetra
e) Beta

4. Streptokoklar tarafından oluşturulan subklinik mastitisin tanısı amacıyla hangi


test kullanılır?
a) California mastitis test
b) Oksidaz testi
c) Laktoz testi
d) Eskulin testi
e) Agar jel testi

5. B. anthracis’in yayılmasında ve doğa şartlarına direnç sağlamasında


aşağıdakilerden hangisi önemli bir faktördür?
a) Gama fajı
b) Endospor
c) Kapsül
d) Toksin
e) Fosfolipaz D

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19


Gram Pozitif Bakteriler

6. B. anthracis tarafından oluşturulan kapsülü görmek için hangi boyama


yöntemi kullanılır?
a) Gram
b) Ziehl-Neelsen
c) Giemsa
d) Spor boyama
e) Malaşit yeşili ile boyama

7. L. monocytogenes’in beyin dokusundan izolasyonu için aşağıdaki işlemlerden


hangisinin yapılması izolasyon şansını arttırır?
a) Besi yerine %10 NaCI ekleme
b) Soğukta zenginleştirme
c) Anaerop ortamda inkübe etme
d) Liyofilizasyon
e) NANAT besi yerine ekme

8. CAMP testinde L. monocytogenes’in oluşturduğu hemoliz aşağıdakilerin


hangisinin etkisi ile artar?
a) L. ivanovii
b) B. anthracis
c) S. suis
d) C. renale
e) R. equi

9. Etkenlerden hangisi kanlı agarda 37 °C’de aerobik ortamda 48 saatlik


inkübasyon sonrasında nonhemolitik, kenarları düzensiz, somon pembesi
renginde mukoid koloniler oluşturur?
a) R. equi
b) L. monocytogenes
c) L. ivanovii
d) C. renale
e) S. Aureus

10. C. renale grubunda bulunan bakterilerin ayırt edici özellikleri arasında


aşağıdakilerden hangisi bulunmaktadır?
a) Üreme ısıları
b) Oksijen ihtiyaçları
c) Tuza dayanıklılıkları
d) Pigment oluşumu
e) İnkübasyon süreleri
Cevap Anahtarı:
1.a, 2.d, 3.c, 4.a, 5.b, 6.c, 7.b, 8.e, 9.a, 10.d

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20


Gram Pozitif Bakteriler

YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Quinn, P.J., Markey, B.K, Leonard, F.C., Hartigan, P., Fanning, S.
Fitzpatrich, E.S. (2011). Veterinary Microbiology and Microbial Disease
(epub), Wiley-Blackwell.
[2] Akan, M. (2014). Temel Veteriner Mikrobiyoloji ve İmmunoloji.
Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Web-Ofset Yayınları.
[3] Aydın, N., İzgür, M., Diker, K.S., Yardımcı, H.,Esendal, Ö., Paracıklıoğlu, J.,
Akan, M., (2006). Veteriner Mikrobiyoloji (Bakteriyel Hastalıklar),
Ankara.
[4] Çarlı, K.T. (2014). Temel Veteriner Mikrobiyoloji ve İmmunoloji.
Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Web-Ofset Yayınları.
[5] Songer, J.G., Post, K.W. (2014). Veterinary Microbiology Bacterial and
Fungal Agents of Animal Disease, Elsevier.
[6] Carter, G.R., Chengappa, M.M., Roberts, A.W. (1995). Essential of
Veterinary Microbiology, Williams and Wilkins.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21


GRAM NEGATİF BAKTERİLER VE
ENTEROBAKTERİLER

• Giriş
• Brusella VETERİNER MİKROBİYOLOJİ
İÇİNDEKİLER

• Kampilobakter
• Francisella VE İMMÜNOLOJİ
• Pastörella-Manhemia
• Aeromonas-Vibrio
Doç. Dr.
• Hemofilus-Aktinobasillus Özgür ÇELEBi
• Psödomonas
• Moraksella
• Taylorella
• Burkholderia
• Enterobakteriler

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


• Brusella, Kampilobakter, Francisella,
HEDEFLER

Pastörella, Aeromonas, Hemofilus,


Psödomonas, Taylorella, Moraksella,
Burkholderia ve Enterobakter cinsi
bakterilerin genel özelliklerini
bilebilecek,
• Bu cinslere ait önemli türler ile bu
türlerin evcil hayvanlarda yaptıkları
hastalıkları öğrenebilecek,
• Bu hastalıkların laboratuvar tanısı
hakkında bilgi edinebileceksiniz.

ÜNİTE

© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı
ve dağıtımı yapılamaz.
9
Gram Negatif Bakteriler

Brusella

Kampilobakter

Francisella

Pastörella-manhemia
GRAM NEGATİF BAKTERİLER VE

Aeromonas-vibrio
ENTEROBAKTERİLER

Hemofilus-aktinobasillus

Psödomonas

Moraksella

Taylorella

Eşherişya Koli

Burkholderia

Salmonella

Enterobakteriler

Yersinya

Diğer Enterobakteriler

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2


Gram Negatif Bakteriler

GİRİŞ
Brusella cinsi bakterilerin neden olduğu Brusellozis hastalığı, çiftlik havanları
dâhil birçok hayvan türünde görülen, abortla karakterize, zoonotik ve teşhis
edilmesi halinde ihbarı zorunlu bir infeksiyondur.
Zoonotik karakterdeki kampilobakter infeksiyonlarında sığırlarda epizootik
ve koyunlarda enzootik abortuslara neden olan C. fetus subsp. fetus ve sadece
sığırlarda infertilitye neden olan C. fetus subsp. venerealis, kanatlı hayvanlarda
kommensal olarak bulunan termofilik grup C. coli, C. lari, C. jejuni önemli türlerdir.
Tularemi, zoonotik bir infeksiyon hastalığıdır. Etken Francisella tularensis’tir.
Etkenin doğal rezervuarı kemirici hayvanlar olup koyunlar, evcil hayvanlar arasında
en duyarlı türdür. Keneler ise etkenin bulaşmasında en önemli vektörlerdir.
Pastörella multocida ve M. haemolytica türleri ruminantların nasal ve
faringeal mikroflora elemalarından ster faktörleriyle birlikte hayvanlarda fırsatçı
infeksiyonlara neden olurlar. Hastalık sindirim yolu ile yayılır. Portör ve kronik
hayvanlar bu bakımdan önemlidir. Pastörellalar evcil ve yabani hayvanlar ve
kuşlarda epizootik hastalıkların etkenidir.
Aeromonaslar, doğada yaygın olarak bulunurlar. Zoonotik karakterdeki bu
patojenler sığırlarda abortus, mastitis, balıklarda hemorajik septisemi, insan ve
domuzlarda ishallere neden olurlar. Vibriolar genellikle sporadik seyirli
infeksiyonlara nende olurlar. V. cholerae su kökenli bir tür olup kontamine sularla
veya suyla bulaşık gıdalarla insanlara ulaşır.
Hemofiluslar sığırlarda bronkopnömoni, koyunlarda fertilite problemleriyle
öne çıkan bakterilerdir. Aktinobasillozis, genellikle sığır, koyun ve keçilerin
yumuşak dokularında A. lignieresii tarafınfan oluşturulan piyogranülomatoz bir
enfeksiyondur. Psödomonaslar doğada yaygın bulunmakla beraber insan ve
hayvanlarda genellikle irinli, bazen akut infeksiyonlara neden olabilen fırsatçı
patojenlerdir. Kültürel tanımlanmalarında pigmentli koloniler oluşturmaları
oldukça önemlidir.
Moraksellalar memeli hayvan ve insanların nazofarinks ve göz
mukozalarında klinik infeksiyonlara neden olurlar. M. bovis sığırlarda
keratokonjuktivitise neden olan bir moraksella türdür. İnfeksiyonlarının kaynağı
infekte hayvanların gözyaşı ve burun akıntılarıdır.
T. equigenitalis’in etkeni olduğu Atların Bulaşıcı Metritisi hastalığının doğal
konağı atlardır. Safkan atlar daha duyarlıdır. Etken kısraklarda endometritis,
vajinitis ve infertilite ile karakterize, oldukça bulaşıcı veneral bir infeksiyon
oluşturur.
Ruam, esas itibariyle at, eşek ve katır gibi tek tırnaklı hayvanlarda görülen
bir hastalıktır. Atlarda akciğer, burun ve deri ruamı olmak üzere üç farklı formda
hastalık tablosu oluşturur. Ruamın alerjik tanısı için Mallein testi uygulanır.
E. coli normal bağırsak florasına ait bir eleman olmasına rağmen sayıca artışı
sonucu infeksiyonlar ortaya çıkabilmektedir. Mastitis, pnömoni, yenidoğanlarda
kolibasillozu E. coli infekisyonlarından bazılarıdır. Hijyen koşullarının

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3


Gram Negatif Bakteriler

sağlanamaması, stres faktörleri, iklim değişiklikleri, beslenme bozuklukları


hastalığa zemin hazırlayan nedenlerdir. E. coli’nin başlıca bulaşma yolu fekal-oral
yoldur.
Salmonella Typhi ve S. Paratyphi, tifoid ve paratifoid, S. Pullorum ve S.
Gallinarum kanatlı hayvanlarda, S. Duplin sığırlarda, S. Choleraesuis domuzlarda, S.
Abortus-equi atlarda, S. Abortus-ovis koyunlarda hastalık oluşturur.
Yersinya cinsi içerisinde üç tür; Y. enterocolitica, Y. pestis ve Y.
pseudotuberculosis insanlar için patojendir. Y. pestis insanlarda ve kedilerde veba
etkeni iken, Y. enterocolitica insan ve hayvanlarda çoğunlukla gastroenterit etkeni
olup zoonotik karakterdedir. Y. pseudotuberculosis, hem vahşi hem de evcil
hayvanlar için patojen olup sistemik infeksiyonlara neden olabilmektedir.

BRUSELLA
Genel Özellikler
Brusella cinsine ait bakteriler 0,5-0,7 µm x 0,6-1,5 µm boyutlarında, Gram
negatif, kapsülsüz, sporsuz, hareketsiz, hücre içi, fakültatif aerob karakterde küçük
kokobasillerdir. Brusella türleri intrasellüler (hücre içi) oldukları için beslenme
ihtiyaçları komplekstir. Özellikle etkenin ilk izolasyonlarında zenginleştirilmiş besi
yerleri kullanılmalıdır. Brucella abortus ve B. suis’in bazı biyovarları üreyebilmek
için %5-10 CO2’e ihtiyac duyarlar. Üremeleri için gerekli pH 6.7-7.4'tür. Bakteri
optimum 35-37˚C’de ve 2-3 gün içerisinde ürer. Kültürde en az 48 saatlik
inkübasyon sonucu küçük, düzgün kenarlı, yarı saydam, parlak, nemli, ışığı
yansıtan S tipi koloniler şekillenir. Ancak R veya mokuid karakterde de koloni
Brusella türleri oluşumları mevcuttur. Kolonileri nonhemolitik ve pigmentsizdir. Mikroorganizma
intrasellüler yaşadıkları ısıya, iyonize radyasyona, sık kullanılan dezenfektanlara ve pastorizasyona
için beslenme ihtiyaçları duyarlıdır [1].
komplekstir.
B. abortus sığırlardan, B. melitensis koyun ve keçilerden, B. ovis koçlardan,
köpeklerden B. canis, domuzlardan B. suis, çöl faresinden B. neotomae, deniz
memelilerinden B. ceti ve B. pinnipedialis, kırmızı tilki, tarla faresinden B. microti,
meme implantından B. inopinata izole edilmişlerdir.

Epidemiyoloji
Brusellaların neden olduğu Brusellozis; hayvanlarda testis, meme, uterus
gibi genital organlara yerleşerek yavru atmalara (abort), infertiliteye (kısırlık) ve
Brusellozis hayvanlarda
meme, uterus gibi süt veriminin azalmasına yol açan kronik, bulaşıcı ve yangısal infeksiyonlara neden
genital organlara olan zoonotik bir hastalıktır. Hastalık önemli ekonomik kayıplara neden olmasının
yerleşerek yavru yanı sıra infekte hayvanların etleri, süt ve süt ürünleri ile insanlara bulaşabilir.
atmalara neden olan Korunmasız olarak hasta hayvanlara müdahale eden Veteriner hekimler için ciddi
zoonotik bir hastalıktır. risk oluşturur. Entansif hayvan yetiştirilen bölgelerde bulaşma oranı daha fazladır.
Sığır ve koyun brusellosisi için her yıl aşı programları hazırlanmakta olup bu
hastalık ihbarı mecburi hastalıklar listesindedir.
Hayvanlardan insanlara geçen em önemli zoonozlardan biri olan brusellozis
etkenleri dış ortam koşullarına dayanıklıdırlar. Güneş görmeyen toprakta 70 gün,
peynirde 3 ay, suda 35 gün, dışkıda yaklaşık 1 yıl canlı kalabilirler.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4


Gram Negatif Bakteriler

İnfekte gebe hayvanlar yavru atarken (anort) veya yavru doğururken, fötus
veya fötusa ait sıvılar ve plasenta aracılığı ile hastalık etkeninin çevreye
bulaştırılmasına neden olurlar.

Laboratuvar Tanısı
Laboratuvar muayeneleri için atık fötusa ait mide içeriği, uterus akıntıları,
plasenta, süt ve kan (serolojik inceleme) örnekleri alınır.
Örneklerden hazırlanan frotiler Gram ve modifiye Ziehl Neelsen boyama
yöntemleri ile boyanıp mikroskopta yapılan incelemede küçük kırmızı kokobasiller
aranır. Alınan örneklerden kültür için, kanlı agar, % 5 oranında at serumu katılmış
Colombia Agar, Serum Dekstroz Agar gibi genel besi yerleri ile Brusella Agar,
Serum Aglutinasyon
Farrel’s Medium, Thayler-Martin’s (modifiye) gibi selektif besi yerlerine ekimler
Testi yapılırken
hayvanların brusella yapılır. Besi yerleri %10 CO2’li ortamda 37°C’de 5-7 gün inkübe edilirler. Koloniler
aşılı olup olmadıkları yansıyan ışıkta hafif mavimsi-yeşil bir renk verirler (S formu). Koloniler 6–7 günlük
testi yorumlanmasında bir süre sonunda matlaşır ve dissosiye olmaya başlarlar. B. ovis ve B. canis ilk
önemlidir. izolasyondan itibaren R koloni görünümündedirler. Üreyen kolonilerden sıvı
kültürler hazırlanarak biyokimyasal testler yapılır. Brusellaların indol, Metil Red ve
Voges Proskauer testleri negatiftir. Katalaz pozitiftirler. B.ovis ve B. neotomae
hariç oksidaz pozitiftirler. Tiyonin ve bazik fuksin içeren besi yerlerinde üreme
durumları, Hidrojen Sülfit (H2S) üretimleri ve CO2 gereksinimleri tiplendirilmeleri
için önemlidir. Eski Rusya’nın Tbilisi eyaletinde izole edilen Tibilisi (Tb) referans faj
olarak tür tayininde kullanılmaktadır. Brusellaların tiplendirilmesinde Weybridge,
Tibilisi, Berkeley, Firenze ve İzatnagar fajlarından da yararlanılır
Brusellozis’in teşhisinde serolojik testler çok önemlidir. Bu amaçla yapılacak
testler arasında uyumsuzluk olabileceğinden teşhisin güvenirliği için 2 veya 3
serolojik testin yapılması gerekir. Aşılı hayvanlarda görülecek yanlış pozitifliği
dikkate alarak test seçimi yapılmalı testler 2 hafta ara ile tekrar edilmelidir. Rose
Bengal Plate Testinde (RBPT) hazırlanan Rose Bengal boyalı antijen ile kan serumu
lam üzerinde belirli miktarda karıştırılarak aglütinasyon oluşumu incelenir. Saha
şartlarında uygulanabilecek bir test olup birkaç dakika içerisinde sonuç verir.
Serum Aglutinasyon Testi (SAT) antikor titresinin ölçüldüğü bir test olup genellikle
ön tanı amacıyla kullanılır. Antikor titreleri hayvanın aşılı olup olmamasına göre
değerlendirlir. Komplement Fikzasyon Testi (KFT) kronik olgularda SAT’a göre daha
C. coli, C. lari, C.jejuni spesifik bir test olup referans test olarak kullanılmaktadır. Kompleks bir test
termofilik olması ve bu konuda eğitimli laboratuvar elemanlarınca yapılması testin
kampilobakterlerdir. dezavantajlarıdır. ELISA testi Brusellozisisn teşhisinde çok sık kullanılan ve İndirekt
ELISA gibi birçok varyasyonu geliştirilen bir testtir. Bu testler dışında infeksiyonun
serolojik teşhisinde Coombs (Antiglobulin) Testi, Fluoresans Antikor Tekniği (FAT),
Ring Test gibi serolojik testlerde kullanılmaktadır. Brusellozisin teşhisinde alerjik
reaksiyonlardan da yararlanılmaktadır [1, 2].
Polimeraz Zincir Reaksiyonu (PZR) temelli moleküler yöntemler brusella tür
ve alt türlerinin ayrımında kullanıldığı gibi aşı ve saha suşlarının ayrımında da
kullanılmaktadır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5


Gram Negatif Bakteriler

KAMPİLOBAKTER
Genel Özellikler
Kampilobakterler Gram negatif, S şeklinde veya kıvrımlı, sporsuz, kapsülsüz,
unipolar veya bipolar flagellaları sayesinde hareketli, mikroaerofilik karakterde,
0.2-0.4x0.5-5 µm boyutlarında çomaklardır. Fimbriaları yoktur. Antibiyotik
dirençliliği sağlayan plasmid taşırlar. Üreme sıcaklıkları 25-43˚C arasında olup,
optimal üreme sıcaklıkları 35-37˚Cdir. Termofilik kampilobakterler (C. coli, C. lari,
C.jejuni)’lerin optimal üreme sıcaklıkları 37-42˚C’dir. Kolonileri genellikle
pigmentsiz olup kanlı agarda hemoliz meydana getirmezler. Ancak koloni
formasyonu besi yerinin içeriği ve nem oranına göre değişir. C. fetus subsp. fetus S
tipi koloni oluştururken, diğer kampilobakter türleri swarming tarzda koloni
oluştururlar. Yeni hazırlanan besi yerlerine ekilen C. jejuni ise düzgün kenarlı,
konveks, yuvarlak koloniler oluşturur. Kampilobakterler çevresel stres, kuruma,
düşük pH, dondurma gibi faktörlerden kolaylıkla etkilenir. Oksidaz pozitif, üreaz,
MR, VP negatiftirler. Katalaz, hippurat, nitrat, H2S testleri ile tuz toleransları türler
arasında değişkenlik gösterir.

Epidemiyoloji
Kampilobakter infeksiyonları zoonotik karakterdedir. C. fetus subsp. fetus
koyunlarda epizootik, sığırlarda sporadik abortuslara neden olur. Primer konaklar
koyun ve sığırlar olup bulaşma sadece normalde bu hayvanların bağırsak
lümenlerinde bulunan etkenlerin ağız yoluyla alınmasıyla olur. C. fetus subsp.
venerealis sadece sığırlarda bulunur ve abortusla birlikte infertiliteyle karakterize
veneral infeksiyona neden olur. Etken fötus, vaginal akıntılar veya prepusyal sıvı
C. fetus subsp. ile yayılır. Sindirim ile bulaşım olmaz. Termofilik kampilobakterler olan C. coli, C.
venerealis sadece lari ve C. jejuni yabani kuşlar gibi kanatlılarda kommensal olarak bulunan türlerdir.
sığırlarda bulunur
Kampilobaktelerin genel olarak bulaşımı fekal, indirekt temas, kontamine su ve
abortusla birlikte
infertiliteyle karakterize sütlerle, infekte hayvanla direkt temasla olmaktadır. Kampilobakterler hayvanların
veneral infeksiyona normal bağırsak florlarında bulunmaktadırlar. Yabani kuşlar, çiftlik hayvanları,
neden olur. çiftliğin bulunduğu bölge ve durgun su yüzeyleri kampilobakterler için uygun bir
ortam oluşturmaktadır. Özellikle ördek, kaz, martı gibi yani kuşların dışkıları ile
çevreyi kontamine tikleri gibi diğer canlıları da infekte etmektedirler. Bu etkenler
insanlarda da infeksiyon oluşturmaktadırlar.

Laboratuvar tanısı
Laboratuvarlara marazi madde olarak atık fötus, plasenta, kotiledonlar gibi
atık ve atıkla ilgili materyaller ve serolojik kontrol amacıyla kan gönderilir. Enterit
olgularında ise rektal sıvap değerlendirilir. Uzak mesafelerde mutlaka taşıyıcı besi
yerlerinden faydalanılır.
Laboratuarlara ulaştırılan marazi maddelerden frotiler yapılır ve Gram
boyama sonunda gram negatif, S eklinde kıvrımlı basiller aranır. Etken izolasyonu
amacıyla Columbiya agar, kanlı BHI agar gibi besi yerlerine ekimler yapılır.
Kontaminasyonun olfuğu numunelerde eken izolasyonunu kolaylaştırmak
amacıyla antibiyotik içeren Skirrow veya Butzler selektif supplementleri besi

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6


Gram Negatif Bakteriler

yerlerine eklenir. 37˚C de 3-5 günlük inkübasyonlar sonunda üremeler


değerlendirilir. S koloni oluşumları ile birlikte Gram negatif ve tipik martı kanadı
göünümündeki çomaklar değerlendirmeye alınıp katalaz, oksidaz pozitif reaksiyon
veren izolatlar kampilobakter olarak değerlendirilir [3].

FRANCİSELLA
Genel Özellikler
Francisella tularensis Gram negatif, kokobasil şeklinde, hareketsiz, sporsuz,
kapsülsüz, zorunlu aerob bir bakteridir. Oksidaz negatif, katalaz pozitif olup basit
agar ve sıvı besi yerinde üremez. Üreyebilmesi ortamda yumurta sarısı, glikoz ve
sistinin bulunması gerekir. Cins içerisinde tularemi hastalığının etkeni F. tularensis
ile birlikte F. novicida ve F. philomiragia türleri bulunur. F. tularensis dış ortam
Tularemi, Francisella koşullarına daynıklı olup suda, hayvan leşi ve toprakta aylarca canlı
tularensis’in etken kalabilmektedir.
olduğu, zoonotik bir
infeksiyon hastalığıdır. Epidemiyoloji
Francisella tularensis’in neden olduğu tularemi, zoonoz bir hastalıktır.
Etkenin rezervuarları çoğunlukla yabani tavşan, su faresi ve kunduz gibi kemirici
hayvanlardır. Etkenin en büyük rezervuarı yabani tavşanlarıdır. Keneler aracılığıyla
insan ve diğer hayvanlara infeksiyon bulaşabilir. Tularemiye evcil hayvanlar
arasında en duyarlı tür koyunlardır. İnfeksiyon kontamine materyal ile direkt veya
kadavra ile temas, kontamine suların tüketilmesi, av hayvanı etlerinin yenmesi,
pire, bit, kan emici sinekler ile bulaşır. Etken kurumaya karşı oldukça dayanıklı olup
fiziksel ve kimyasal maddlere karşı hassastır. Av hayvanlarının yüzülen derilerinde
Keneler F. tularensis’in
1 ay kadar canlı kalabilmektedir.
doğadaki devamlılığı ve
insanlara Laboratuvar Tanısı
bulaştırılmasında en
önemli vektörlerdir. Lenf yumruları, akciğer, karaciğer, kemik iliği, dalak ve lezyon bulunan diğer
iç organlar marazi madde olark dğerlendirilir; ancak materyallerin taze olması
önemlidir. Laboratuvara ulaştırılan örneklerden frotiler hazırlanarak
bakteriyoskopi yapılır; fakat bu şekilde etkenin teşhisi güçtür. Flouresan antikor
testi etkenin varlığını ortaya koymada önemli testlerden biridir. F. tularensis
normal besi yerlerinde üremediği için izolayon amacıyla Thayer Martin, Francis
medium gibi içerisinde yumurta sarısı, glikoz, sistin bulunduran besi yerleri
kullanılır. 37˚C de mikroaerobik şartlarda inkübasyonlar gerçekleştirilir. 3-6 gün
içerisinde koyu renkli, küçük, pürüzlü koloniler F. tularensis kolonileri olarak
saflaştırılır ve identifikasyonu yapılır. F. tularensis’in hücresel morfolojisi, basit besi
yerlerinde ürememesi ve flouresan antikor testlerinde verdiği reaksiyonlar
tanımlanmasında önemli rol oynamaktadır.
İnfeksiyona duyarlı hayvanlar serumda yeterli antikor oluşmadan genellikle
öldükleri için serolojik testler tanıda sınırlı olarak kullanılmaktadır. İnfeksiyona
dirençli sığır, köpek ve domuz gibi hayvanlarda antikorlar saptanabilecek
düzeydedir. Etkenin serolojik olarak saptanmasında özellikle tüp aglütinasyon testi
ve ELISA yöntemi yaygın olarak kullanılmaktadır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7


Gram Negatif Bakteriler

PCR tabanlı moleküler teknikler etkenin tanısı için kullanılmaktadır. Etkenin


teşhisinde real time PCR tekniği güvenilir, kolay ve hızlı sonuç vermesi nedeniyle
sıklıkla kullanılmaktadır.

PASTÖRELLA ve MANHEMİA
Genel Özellikler
Pastörella ve Manhemia türleri 0.2-0.2 µm boyutlarında, kapsüllü, sporsuz,
hareketsiz, kokoid formda Gram negatif kısa çomaklardır. Bazen filamentöz tarzda
yapı gösterirler. İnfekte dokulardan hazırlanan preparatlarda tipik bipolar
boyanırlar. Aerob ve fakültatif anaerob özelliktedirler. Genel besi yerlerinde rahat
ürerler; ancak kan, serum içeren besi yerlerinde üremeleri daha aktiftir.

Pastörella ve Her iki cins içerisinde en çok hastalık yapan türler P. multocida ve M.
Manhemia infekte haemolytica’dır. Her iki tür üreme özellikleri ve biyokimyasal karakterleri
dokulardan hazırlanan bakımından birbirinden farklılık gösterirler. P. multocida küçük boyutta ve M, S, R,
preparatlarda tipik I tipi ve kanlı agarda non hemolitik koloniler oluşturur. Mac Conkey agarda
bipolar boyanırlar. üremez. İndol negatiftir. M. haemolytica kanlı agarda hemoliz oluşturması ile P.
multocida’dan ayrılır. Etken 37°C’de 24 saatlik inkübasyon sonrası yüzeyi kabarık,
kenarları düzgün ve sınırlı, parlak, gri renkli koloniler oluşturur. Ayrıca M.
haemolytica Mac Conkey agarda üremesi ve biyokimyasal bazı özelliklerinin (indol
ve üreaz) negatif olması ile diğerlerinden ayrılır.

Epidemiyoloji
Pastörellalar ruminantların nazal ve faringeal mikroflora elemanlarındandır.
Her iki mikroorganizma hasta hayvanların nazofarinks ve trakeleriden izole
edilmişlerdir. Hayvanlarda stres faktörleriyle birlikte direncin kırılması bu
mikroorganizmaların üremesine ve patojenite kazanmasına yardımcı olur. Hastalık
sindirim yolu ile yayılır. Portör ve kronik hayvanlar bu bakımdan önemlidir.
Pastörellalar evcil ve yabani hayvanlar ve kuşlarda epizootik hastalıkların
etkenidir. Manda pastörellozu daha çok yazın ve epizootik karakterde
seyrederken, koyun ve keç ipastörellozu yine yazın fakat sporadik karakterde
seyreder. Manhemialarda ise hastalık enzootik karakterdedir.

Laboratuvar tanısı
Trakea ve bronş aspiratları, kalp kanı, dalak, karaciğer, kemik iliği gibi
lezyonlu dokular marazi madde olarak kullanılır. Numunelerden hazırlanan frotiler
Giemsa boyanır ve bipolar boyanmış kokobasiller aranır. Marazi maddelerden
kanlı, serumlu agarlara ekimler yapılır ve 24-48 saat 37˚C de inkübe edilir.
İnkübasyon sonrası üreyen kolonilerden hazırlanan preparatlardaki mikroskobik
morfolojileri ve biyokimyasal özellikleri yönünden değerlendirilir [1, 3].

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8


Gram Negatif Bakteriler

AEROMONAS-VİBRİO
Genel Özellikler
Aeromonas cinsi bakteriler, 1.1-4.4 x 0.4-1 mm. boyutlarında, oksidaz ve
katalaz pozitif, sporsuz, kapsülsüz, kıvrık ya da düz, aerop ve fakültatif anaerop
Gram negatif çomaklardır. Mikroskop altında tek tek veya kısa zincirler şeklinde
görülürler. Aeromonasların çoğu türü hareketlidir. Aeromonas cinsi bakteriler
psikrofilik ve mezofilik olarak iki grupta incelenir. Psikrofil grup; balık patojeni olan
A. salmonicida bu grupta yer alır. Hareketsizdir. En iyi 23°C’de üreyebildiği için
Aeromonas cinsi klinik olarak önemli kabul edilmez. Mezofilik grup; bu grupta A. hydrophila, A.
bakteriler psikrofilik ve caviae ve A. sobria yer almaktadır. En iyi 37°C’de üreyebilmektedirler. Bu grupta
mezofilik olarak iki
yer alanlar potansiyel insan patojenidir.
grupta incelenir.
Vibrio cinsi üyeleri Gram negatif, fakültatif anaerob, hareketli, sporsuz,
virgül şeklinde kıvrımlı çomaklarıdr. Basit besi yerlerinde kolayca ürerler.
Ortamdaki tuzun varlığı vibrioların üremesine olumlu etki eder. İnsanlarda
mezofilik vibrio türleri bulunur. Kolera etkeni V. cholerae vibrioların genel
özelliklerini taşır.

Epidemiyoloji
Aeromonaslar, doğada yaygın olarak bulunurlar. A. caviae daha çok kirli
sularda, A. hydrophila ve A. sobria temiz sularda bulunur. Zoonotik karakterdeki
bu patojenler daha çok at, koyun, domuz gibi hayvaların, balık ve bazı deniz
kabuklularının dışkılarında bulunduklarından kontamine su ve et ürünleri ile
insanlara bulaşırlar ve sporadik infeksiyonlar meydana getiriler. Sığırlarda abortus,
mastitis, balıklarda hemorajik septisemi, insan ve domuzlarda ishallere neden
olurlar. Hareketsiz Aeromonaslar ise daha çok sucul ortamlarda bulunurlar. Su
hayvanalrı ve memeliler infeksiyon oluşturdukları konaklardır.
Vibriolar genellikle sporadik seyirli infeksiyonlara neden olurlar. V. cholerae
su kökenli bir tür olup kontamine sularla veya suyla bulaşık gıdalarla insanlara
ulaşır. V. vulnificus septisemi, V. metschnikovii gastroenterit etkeni olarak dikkati
çeker.

Laboratuvar tanısı
Aeromonas infeksiyonlarında balık, memeli hayvanlara ait kan ve dışkı
örnekleri incelenecek materyaller arasındadır. A. salmonicida S tipli hemolitik
koloniler oluşturur. Frunkulosis Agar’da kahverenkli pigment oluşturur. A.
hydrophila ve A. sobria kanlı agarda hemoliz oluştururken, A.caviae non-
hemolitiktir. Hareketli aeromonaslar katı besi yeri yüzeyinde yayılarak ürerler.
Aeromonasların oksidaz pozitif olmaları, Mac Conkey agarda üreyebilmeleri ve
karbonhidratları fermente etmeleri tanıda önemlidir. Aeromonas cinsi bakterilerin
izolasyonlarında ampisiline dirençli olmalarından faydalanılmakta, bu amaçla
genellikle ampisilinli besi yerleri kullanılmaktadır. Aeromonas cinsi bakterilerin
Vibrionaceae ailesinden ayırt edilmesinde kullanılan başlıca özellikleri, vibriostatik

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9


Gram Negatif Bakteriler

ajan olan 0/129’a dirençli olmaları, %6 NaCl ortamında üreyememeleri ve ornitin


dekarboksilaz enzimine (A. veronii hariç) sahip olmamalarıdır.
Vibrio infeksiyonlarında etkenin üremesi için basit ortamlar yeterlidir. Öyle
ki ortamda tuz, glikoz ve mineral madde varlığı yeterlidir. Suşların tamamı 20˚C’de
ürer; ancak memelilerde infeksiyona neden olanlar 37˚C’de ürer. 24 saat içinde
kirli beyaz renkte, düzgün kenarlı S tipi koloni oluştururlar.

HEMOFİLUS ve AKTİNOBASİLLUS
Genel Özellikler
Hemofiluslar 0.3-0.5x0.5-2.0 µm boyutlarında, Gram negatif, kokobasil
formunda, kısa zincirler veya kümeler şeklinde, sporsuz, kapsüllü, hareketsiz
aeerob veya fakültatif anaerob üreyebilen bakterilerdir. Üreyebilmeleri için kanda
bulunan hemoglobuline bağlı olan ve ayrıca ısıya dayanıklı X faktörü
(protoporphyrin IX) ile ısıya dayanıksız V faktörüne (nikotinamid adenin
Üreyebilmeleri için dinukleotid) gereksinim duyarlar. Hemofiluslar 37˚C de ve %10 CO2li ortamlarda,
kanda bulunan X eskitilmiş kanlı agar veya çikolata agarda kolayca ürerler.
faktörü ile ısıya Aktinobasilluslar Gram negatif kokobasil şeklinde, 0.5 µm eninde değişen
dayanıksız V faktörüne
uzunluklarda bakterilerdir. Sporsuz, kapsülsüz, hareketsiz bu bakteriler aerob veya
gereksinim duyarlar.
mikroaerofilik karakterdedirler. Kanlı agarda 24 saat içerisinde gri renkli koloniler
oluştururlar.

Epidemiyoloji
Haemophilus somni sığırlarda bronkopnömoni, üreme kanalı infeksiyonları,
koyunlarda mastitis ve fertilite problemleri, kuzularda pnömoni, koçlarda
epididimitis etkeni bir hemofilus türüdür. H. paragallinarum kanatlılarda koriza
hastalığının etkenidir.
Aktinobasillozis,
genellikle sığır, koyun ve Aktinobasillozis, genellikle sığır, koyun ve keçilerin yumuşak dokularında A.
keçilerin yumuşak lignieresii tarafınfan oluşturulan piyogranülomatoz bir infeksiyondur.
dokularında A. lignieresii Actinobacillus lignieresii rüminantların üst sindirim sisteminin normal florasında
tarafından oluşturulan bulunan bir bakteridir. Hastalık daha çok sığırlarda görülmektedir. Hastalık dilin
piyogranülomatoz bir
yanı sıra ağız boşluğunda, lenf düğümlerinde, midede ve baş, boyun ve
infeksiyondur.
ekstremitelerde purulent akıntılı granülomlara neden olur. Lezyonun vücuda
girdiği yerlerde granülomlar ve apseler şekillenebildiği gibi, bir aktinobasilloz
lezyonundan drene olan irinin diğer hayvanların yalaması ile infeksiyon yayılabilir.

Laboratuvar Tanısı
Hemofilusların laboratuvar muayenesi amacıyla klinik tabloya göre akciğer,
lezyonların meydana geldiği dokulardan, aktinobasilluslar için ise lezyonlardan irin
materyali alınarak incelenir.
Hemofilusların kültürünün yapılabilmesi için çikolata agar veya eskitilmiş
tavşan veya at kanlı agar kullanılır. Bu bakterilerin ihtiyaç duydukları V faktörünün
eldesi için kültür S. aureus ile birlikte yapılır. Böylece hemofilusların üremesi
kolaylaşır ve daha büyük koloniler meydana getirirler.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10


Gram Negatif Bakteriler

Aktinobasilloz teşhisi amacıyla alınan irin mayteryali tuzlu suya konularak


granüllerin oluşumu sağlanır. Lamda ezilen granüllerden Kanlı Agar ve Mac Conkey
Agara ekim yapılır. Aerobik veya mikroaerofilik inkübasyonlar sonunda oluşan
parlak mavimsi-gri, küçük koloniler değerlendirilir.
İnfekte hayvanlarda yeterli antikor olumu gerçekleşmediği için serolojik
teşhis yoluna gidilmez. Moleküler çalışmalar ise devam etmektedir [1, 3].

PSÖDOMONAS
Genel Özellikler
Psödomonaslar zorunlu aerobik, sporsuz, hareketli, Gram negatif,
mikroorganizmadır. Kültürlerde çoğunlukla tek tek görülen ince düz, çomaklardır.
P. aeruginosa hayvanlarda mastitis, artiritis, peritonitis ve ürogenital sistem
infeksiyonları oluşturur. Çoğu Aeromonas türü kanlı agarda beta hemoliz
oluşturur. Petri kutusu açıldığında üzüm ya da menekşe kokusu alınır. Genel besi
yerlerinde 37 oC’de 24 saat sonra kolaylıkla ürerler. Veteriner hekimlik açısından
önemli olan P. aeroginosa birçok hayvanda oportunistik infeksiyon oluşturur.

Epidemiyoloji
Pseudomonas cinsi olarak sınıflandırılan bakteriler doğada yaygın olarak
bulunmaktadır. Sağlıklı hayvanların dışkı ve derilerinde bulunan P. aeruginosa
konağın immune sisteminin baskılanması veya floranın bozulması sonucu fırsatçı
infeksiyonlar oluşturur. İnek, koyun, keçi, domuz gibi birçok hayvanda fırsatçı
Psödomonasların infeksiyonlara neden olan P. aeruginosa tavuklarda bağırsak florası elemanı olup
üremesi sonucu besi çapraz kontaminasyonla tavuk etinin kısa sürede bozulmasına neden olur.
yerinde üzüm gibi
meyvemsi bir koku Laboratuvar Tanısı
oluşur. İnfeksiyonun şekillendiği doku veya organlardan alınan çeşitli örnekler
incelenmek üzere laboratuvara gönderilir. Bakteriyoskopinin ardından yapılacak
kültürel muayeneler etkenin tanımlanamasında önemlidir. Kanlı agar, Mac Conkey
agar, Nutrient Agar, Triptic Soy Agar gibi besi yerlerinde rahatlıkla ürerler. XLD,
Brillant Green Agar gibi besi yerlerinde üreme özellikleri kullanılarak
psödomonasların biyokimyasal testlerle identifikasyonu yapılır.
Ekimi takiben 37 oC’de 24-48 saat inkübe edilen besi yerleri, P. aeruginosa
yönünden koloni morfolojisi incelenir. Üzüm benzeri meyvemsi koku etken
yönünden tipiktir. Koyun kanlı agarda hemoliz, Mac Conkey Agarda yeşilimsi-mavi
renkte büyük ve laktoz negatif koloniler oluşması, XLD Agarda besi yeri renginin
kırmızıya dönüşmesi ve kırmızı renkli koloniler oluşması P. aeruginosa açısından
önemlidir. Katı besi yerine klinik örneklerin ekimi sonucunda izole edilen suşlar
parlak, pürüzsüz ve büyük S tipi koloniler oluşturur. Çevresel örneklerden izole
edilenler ise kuru, granüler ve küçük R tipi koloniler oluştururlar. Piyosiyanin
üretimi ve kuvvetli oksidaz reaksiyonu P. aeruginosa’nın tanısı için önemlidir.
Özellikle oksidaz negatif özellik gösteren Enterobactericiae familyasından
ayrımında önemlidir. Serolojik olarak ELISA testi etkenin teşhisinde kullanılabilir.
PCR kitleri kullanılarak etkenin identifikasyonu yapılabilir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11


Gram Negatif Bakteriler

MORAKSELLA
Genel Özellikler
Moraxellaceae familyasına ait üyeler, Gram negatif, sporsuz, hareketsiz
zorunlu aerop, kok, kokoid veya basil biçiminde bulunur. Genellikle uç uca
eklenmiş kısa zincir şeklinde görülürler. Moraksellalar üremesi zor bakterilerdir.
İçinde koagüle edilmiş serum bulunan besi yerinde kolayca ürer ve besi yerini
eritirler. Kolonilerin etrafında erimeye bağlı çukurlar oluşur. Bu familya içerisinde
Moraksella, Asinetobakter ve Psinobakter olmak üzere üç cins bulunmaktadır.
Moraksella cinsinde en çok karşılaşılan tür olan M. bovis üreme gereksinimi
Keratokonjuktivitis
kompleks bir tür olup zenginleştirilmiş besi yerlerinde ürer.
infeksiyonlarının
kaynağı hayvanların Epidemiyoloji
burun ve gözyaşı
akıntılarıdır. Moraksellalar memeli hayvan ve insanların nazofarinks ve göz
mukozalarında klinik infeksiyonlara neden olurlar. M. bovis sığırlarda
keratokonjuktivitise neden olan önemli bir moraksella türdür. infeksiyonlarının
kaynağı infekte hayvanların gözyaşı ve burun akıntılarıdır. Bulaşma hayvandan
hayvana direk temas yoluyla veya mekanik vektör sinekler vasıtasıyla olur ve
morbidite bazı sürülerde %80’e kadar ulaşabilir. İnfeksiyon yaz aylarında daha
fazla görülür. Sığırların genetik farklılıkları infeksiyon duyarlılığının derecelerini
etkiler. Vitamin A eksikliği, toz, UV ışınları predispoze faktörler olarak önemlidir.

Laboratuvar Tanısı
Laboratuvara moraksella şüpheli hayvanlardan alınan gözyaşı akıntısı veya
göze değdirilen eküvyonlar gönderilir. Sürme preparatlardan yapılan Gram
boyamada Gram negatif kısa, küt, çoğunlukla ikili kısa çomakçıklar görülür.
Gözden alınan materyallerden kanlı agara veya 2.5 µg/ml kloksasilin içeren
selektif kanlı agara ekim yapılır. Patojenik suşlar iki gün içinde besi yeri üzerine
yapışan ve besi yerinde iz bırakan, hemolitik ve 1-3 mm çapında koloniler
oluştururlar. Ayrıca Tween 80 diferensiyel besi yeri kullanılabilir. Etken morfolojisi,
negatif nitrat, pozitif, oksidaz, jelatin ve litmus milk özellikleri ile benzer
bakterilerden ayrılır. M. bovis antikorları ELISA, Agar jel diffüzyon ve pasif
hemaglütinasyon testleri ile saptanabilir.

TAYLORELLA
Genel Özellikler
Taylorella equigenitalis’in neden olduğu atların bulaşıcı metritisİ (CEM), tek
tırnaklıların (özellikle atlar) vaginitis, endometritis ve servitis ile seyreden akut,
bulaşıcı ve infeksiyöz bir veneral hastalığıdır. T. equigenitalis, Gram negatif,
hareketsiz, aside dayanıksız, bazen pleomorfik, kapsülsüz ve sporsuz bir
bakteridir. Etken, 37°C’de, mikroaerofilik ortamda, çikolata agarda ürer. At kanı
(%5-10) içeren Eugon çikolata agar izolasyon için uygun bir besi yeridir. 48 saat
içerisinde kenarları düzgün, parlak, gri-beyaz renkte koloniler meydana getirir.
Biyokimyasal aktivitesi oldukça sınırlı olup katalaz ve oksidaz pozitiftir. Etken

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12


Gram Negatif Bakteriler

kurumaya karşı çok duyarlı olduğu için üretilmesi sırasında kullanılacak besi
yerlerinin petri kutusuna fazla dökülmesi gerekmektedir [3, 4].

Epidemiyoloji
Taylorella
Etken özellikle safkan atlar duyarlı olup, deneysel olarak bazı hayvanlarda
equigenitalis’in doğal
konakçısı atlardır. da infeksiyon oluşturulabilir. CEM hastalığı kısraklarda servisitis, vajinitis,
endometritis ve geçici infertilite ile sonuçlanmaktadır. İnfekte kısrak aygırlar
çiftleşme ile infeksiyonu birbirlerine bulaştırmaktadırlar. Suni tohumlama
sırasında kullanılan kontamine sperm ve malzemeler de bulaşmada rol
oynamaktadır. Aygırlar etkeni taşımalarına rağmen klinik belirti göstermedikleri
için bulaşmada önemlidirler. Kısraklarda oluşan doğal infeksiyon sonucu yavru
atmalar görülmemiştir. İnfekte hayvanların gebe kalma oranları çok düştüğü için
büyük ekonomik kayıplar görülür. Taşıyıcı hayvanların tespit edilmesi infeksiyonun
yayılmasının engellemek için önemlidir. İnfeksiyonu geçiren hayvanlarda koruyucu
değeri olmayan antikor bulunur. Antibiyotik sağaltımı infeksiyonun iyileşmesini
hızlandırmakta; fakat portör olmayı önleyememektedir.

Laboratuvar Tanısı
İnfeksiyonu klinik belirtilere göre tanımak kolaydır. Laboratuvar tanısı için
uterus akıntıları ve bu bölgelerden alınacak svaplar (eküvyon) örnek olarak
uygundur. Serolojik teşhis amacıyla şüpheli hayvanlardan alınan kan laboratuvara
gönderilebilir.
Genital organlardan ve akıntılardan alınan svaplar Charcoal’lu Amies
transport besi yeri kullanılarak buz kalıpları içerisinde en kısa sürede laboratuvara
ulaştırılmalıdır. En geç 24 saat içerisinde ekimler yapılmalıdır. Şüpheli
materyallerden hazırlanan preparatlar Gram, Stamp ve Giemsa yöntemleri ile
boyanır. Gram boyama sonucu Gram negatif, kokobasil-kokoid, sporsuz
mikroorganizmalar aranır. Örneklerin alındığı materyallerde yoğun olarak diğer
bakterilerin bulunmasından dolayı izole edilmeleri güçtür. Saflaştırılmalarında
transport ve seçici besi yerlerinin kullanılması gerekir. Örneklerde kontaminasyon
yoğun olarak bulunuyorsa besi yerlerine antibiyotik katılabilir. Çikolata agar ya da
streptomisin katılmış Eugon Çikolata Agar besi yeri olarak kullanılabilir. Normalde
72 saat sonunda oluşan kenarları düzgün, gri renkli koloniler değerlendirlir. Bazen
izolasyon için 2 haftalık bir süreye ihtiyaç duyulur.
Etkenin serolojik teşhisi için komplement fikzasyon ve lam aglütinasyon en
çok kullanılan testlerdir. Bunların yanısıra ELISA, indirekt hemaglutinasyon ve
koaglutinasyon testleride kullanılmaktadır. Moleküler tanı amacıyla kullanılan PCR
etkenin izolasyonunda yaşanan zorluk nedeniyle yaygın olarak kullanılmaktadır.

B. mallei at, eşek, katır BURKHOLDERİA


gibi tek tırnaklı
hayvanlarda ruam
Genel Özellikler
hastalığına neden olan Burkholderia cinsi üyeleri Gram negatif, çomak şeklinde, hem hareketli hem
türdür. hareketsiz formları bulunan, zorunlu aerob karakterde bakterilerdir. Önceleri
Pseudomonas cinsi içerisinde yer alan bu grup içerisinde B. mallei, B. pseudomallei

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13


Gram Negatif Bakteriler

ve B. cepacia kompleks olmak üzere üç tür bulunmaktadır. B. psudomallei genel


olarak her sıcaklıktaki toprak ve yüzey sularında bulunurlar. Cins içerisinde B.
mallei ve B. pseudomallei veterinerlikte önemli iki türdür. B. psudomallei daha çok
tropikal bölgelerde hem insanlarda hem hayvanlarda deride ülserler, tüberküloz
benzeri kronik pnömoni, iç organlarda abse tablosuyla ortaya çıkan Meliodiosis
hastalığının etkenidir. B. mallei ise at, eşek, katır gibi tek tırnaklı hayvanlarda ve
bazen insanlarda Ruam hastalığına neden olan türdür.
B. mallei Gram negatif, çomak, hareketsiz, sporsuz, kapsülsüz, zorunlu
aerobik, oksidaz ve katalaz pozitif bir bakteridir. Üremesi için genellikle %1 gliserol
katılmış genel besi yerine gereksinim duyar. Katı besi yerinde 37 oC’de 24-48 saat
içerisinde S tipli, küçük ve beyaz koloniler oluşturur. Mikroskopta ince çomaklar
halinde görülür. Spesifik bir ekzotoksini bulunmamasına rağmen etkenin
endotoksini alerjik bir test olan malleinin temelini oluşturmaktadır. Endotoksin
tüberküline benzerlik göstermektedir. Etken soğuk, karanlık ve nemli ortamlarda 6
ay kadar canlılığını koruyabilir. B. pseudomallei aerobik, hareketli bir bakteridir.

Epidemiyoloji
Ruam, esas itibariyle at (kronik form), eşek (akut form) ve katır (kronik
form) gibi tek tırnaklı hayvanlarda görülen bir hastalıktır. Nadiren karnivorlarda da
infeksiyon oluşabilir. Genellikle infekte etlerin çiğ tüketilmesi sonucu karnivorlar
hastalanırlar. Laboratuvar hayvanları da infeksiyona duyarlıdır. Straus reaksiyonu
kobayların bu duyarlılığına dayanan bir test olup, infeksiyonun teşhisinde
kullanılır. Tek tırnaklılarda infeksiyonun bulaşması sindirim sistemi, yaralar,
konjunktiva ve nadiren aerosol yol ile olmaktadır. Ruam meslek hastalığı olup,
genellikle infekte hayvanların burun akıntılarının deride bulunan çizik ve yaralara
geçmesi ile insanlara bulaşır. Eradikasyon programları sayesinde birçok ülkede
sporadik düzeyde kalacak şekilde azaltılmasına rağmen halen bazı ülkelerde
endemik olarak görülmektedir. Atlarda akciğer, burun ve deri ruamı olmak üzere
üç farklı formda hastalık tablosu oluşturur.
B. psudomallei kurak mevsimlerde genelde toprak altında bulunurken;
yağışlarla birlikte toprak yüzeyine çıkarak çamurlun sularla insanlarda, at, eşek,
domuz gibi birçok çiftlik hayvanında hastalığa neden olur.

Laboratuvar tanısı
Ruam hastalığından ölen hayvanlara nekropsi yapılması kanunen yasak
olup, yanlışlıkla yapıldıysa solunum sistemi nden alınan dokular, burun akıntısı ve
apseler örnek olarak laboratuvara gönderilebilir. Melioidiozis hastalığında akciğer,
dalak, lenf yumrusu, dışkı gibi materyaller teşhis amacıyla kullanılabilir.
Ruam hastalığı şüphesiyle laboratuvara gönderilen örneklerden hazırlanan
Ruamın alerjik tanısı sürme preparatlar, Gram boyama yöntemi ile boyanırlar. Mikroskopide etken
için mallein testi Gram negatif, düz veya hafif eğri çomaklar olarak görülür. Etken içerisinde granül
uygulanır. bulunması nedeniyle bipolar bir görünüme sahip olabilir. Etken izolasyonu için
kanlı agara (Normal veya %1 gliserin içerebilir.) ekim yapılır. Aerobik koşullarda,
37 oC’de 48-72 saatlik inkübasyon sonucu oluşan koloniler incelenir. B. mallei

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14


Gram Negatif Bakteriler

beyaz renkli S tipi koloniler oluşturur. Koloniler eskidikçe sarımsı veya koyu
kahverengi granüler bir görünüm alırlar. Kontamine örneklerde penisilin ilave
edilmiş besi yerinde ön zenginleştirme yapılabilir. Yalancı Ruam hastalığında
şüpheli örneklerden Kanlı Agar, MacConkey Agar’a ekim yapılıp aynı koşullarda
inkübe edilir. B. pseudomallei’nin üremesi B. mallei’ye göre daha hızlıdır.
Ruam hastalığının alerjik tanısı için Mallein testi yapılır. % 1’lik gliserinli besi
yerinde üretilen bakterinin alkol veya ısı ile çöktürülmesi ile elde edilen
glukoprotein ekstraktı çeşitli yollar (intradermal, subkutan, oftalmik veya
intrapalpebral) ile atlara uygulanır. Genellikle intradermal uygulama
kullanılmaktadır. Uygulama sonrası injeksiyon yerinde oluşan kalınlaşma 0-3 mm
arasında ise negatif, 3-5 mm ise şüpheli, 5 mm’den daha fazla ise pozitif reaksiyon
olarak kabul edilir. Pozitif durumlarda mallein uygulanan yerde sıcaklık, ödem ve
duyarlılıkta artış gözlenir. Serolojik testleri etkileyeceği için Mallein testinden önce
serolojik incelemeler yapılmalıdır. Her iki hastalığın teşhisinde özgünlük ve
duyarlılığı yüksek olan Komplement Fikzasyon (CF) testi kullanılabilir. CF testi,
mallein testi kadar hassas değildir. Bunun dışında floresans antikor, aglütinasyon
ve ELISA testleride kullanılmaktadır. Etkenin zoonotik karakteri ve üretilmesindeki
zorluklar dikkate alındığında PCR temelli moleküler yöntemler tanıda önemli bir
avantaja sahiptir.

ENTEROBAKTERİLER
EŞHERİŞYA KOLİ
Genel Özellikler
Eşherişya genusunda Escherichia coli, E. alberti, E. vulnaris, E.
adecarboxylata, E.hermanii, E. fergusonii ve E. blattae olmak üzere 7 tür yer
almaktadır. En önemli tür olan E. coli Gram negatif, sporsuz, hareketli, fakültatif
anaerob, çomak şeklinde bakterilerdir. 7-45° C’ler arasında ürer. Sıcaklığa direnç
göstermez. Etken uzun süreli soğuk ve donmuş muhafaza ortamında canlılığını
korur. E. coli‘nin optimal pH değeri nötre yakın olmakla birlikte diğer koşulların
E. coli’de somatik O uygun olması halinde pH 4.4 gibi oldukça asidik değerlerde üreyebilir. Katı besi
antijeni, flagellar H ve
yerinde S tipli koloni oluşturur. Kompleks bir antijenik yapıya sahiptir. Somatik O
kapsüler K ile fimbrial
antijeler antijeni, kapsül (K) antijeni, flagella (H) antijeni, endotoksin, enterotoksin,
bulunmaktadır. sitotoksik nekrozan faktör gibi önemli özellik ve antijenik yapılara sahiptir. Yüzey
antijeni olan somatik O antijeni etkenin serotiplendirilmesinde kullanılır. Hareketli
suşlarda bulunan flagella antijeninden serotiplendirmede yararlanılır. Endotoksin
septisemilerde şok ve ateşe sebep olmaktadır. Enterotoksin üreten E.coli’ler
Enterotoksijenik E.coli (ETEC), üretmeyenler ise non Enterotoksijenik E.coli
(NETEC) olarak adlandırılırlar. Nörotoksinler ödem hastalığınıda önemlidirler.
Sitotoksik nekrozan faktör epitelyum hücre membranında değişiklik oluştururlar.
E.coli birçok hastalığa neden olmaktadır. Enterohemorajik E.coli (EHEC) kanlı ishal
etkenidir ve prototipi E. coli O157:H7'dir.
E. coli‘nin bazı şuşları enterotoksin oluştururlar. Bunlar ısıya dayanıksız olan
labil toksin (LT), diğeri ise ısıya dayanıklı olan stabil toksin (ST) dir. Her iki toksin bir

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15


Gram Negatif Bakteriler

arada ya da ayrı ayrı bulunabilir. Üzerinde en fazla çalışılan toksinlerden olan ve


Afrika yeşil maymununun böbrek hücrelerinden hazırlanan böbrek hücre
kültürlerine (vero cells) toksik etki yaptıkları için verotoksin olarak bilinen,
verotoksin I (VT I) ve verotoksin II (VT II) enterotoksinleridir.

Epidemiyoloji
E. coli normal bağırsak florasına ait bir eleman olmasına rağmen sayıca artışı
sonucu infeksiyonlar ortaya çıkabilmektedir. Mastitis, pnömoni, yenidoğanların
kolibasillozu E. coli infekisyonlarından bazılarıdır. Hijyen koşullarının
sağlanamaması, stres faktörleri, iklim değişiklikleri, beslenme bozuklukları
hastalığa zemin hazırlayan nedenlerdir. E. coli’nin başlıca bulaşma yolu fekal-oral
yoldur. Dolayısıyla etkenle kontamine yem ve suların tüketimi başlıca bulaşma
kaynaklarını oluşturmaktadır. Yem ve su kaynakarını temizliğinin sağlanması,
hayvanların barındırıldıkları bölgelerin temizliği, hayvan altlıklarının temizliği ile
E.coli infeksiyonları kontrol altına alınabilir. Örneğin; lokal ve bazen de şiddetli
sistemik semptomlarla seyreden mastitise olgularının önüne geçebilmek için
meme temizliğine dikkat etmek oldukça önemlidir.

Laboratuvar Tanısı
Hastalığın semptomlarına göre laboratuarlara örnek gönderilir. İshal
vakalarında dışkı, mastitis olgularında süt, eğer ölüm sözkonusu ise nekropsi
sonrası lezyonların şekillendiği doku veya organlar inceleme materyali olarak
değerlendirilir.
Laboratuvara gönderilen örneklerden frotiler hazırlanarak bakteriyoskopi
yapılır. Mikroskopta Gram negatif çomaklar aranır. Ancak teşhiste bu sonuç yeterli
değildir. Etken izolasyonu amacıyla örneklerden kanlı agar, nutrient agar, Mac
Conkey, EMB agara ekimler yapılır ve 37˚C deki 24 saatlik inkübasyonlar sonucu
kültürler değerlendirilir. E. coli kanlı agarda nonhemolitik S tipi koloniler oluşturur.
Mac Conkey agarda peme ve EMB agarda tipik metalik yeşil renkli koloniler
oluşturur. Buyyonda homojen bulanıklık oluştrarak ürer. Biyokimyasal olarak aktif
bir bakteri olan E. coli’nin identifikasynu amacıyla çeşitli biyokimyasal testler
uygulanır. Karbondihrat fermantasyon testleri, IMVIC testleri, katalaz, oksidaz
testleri bunlardan bazılarıdır. Özellikle IMVIC testleri tanımlamada önemli yer
tutar. Bakteri bu test grubunda indol ve Metil Red (MR) pozitif, sitrat ve Voges-
Proskauer (VP) testlerinde negatif sonuç verir.

SALMONELLA
Genel Özellikler
Doğada çok yaygın olarak bulunan Salmonella türleri Gram negatif, kısa ve
Salmonella cinsinde S. küçük çomak görünümünde, kapsülsüz, sporsuz fakültatif anaerobik hareketli (S.
enterica ve S. bongori Pullorum ve S.Gallinarum hariç) bakterilerdir.
olmak üzere iki tür Salmonella genusunda S. enterica ve S. bongori olmak üzere 2 tür
bulunur.
bulunmaktadır. S. enterica türü patojenik bakterileri içerir ve faj duyarlılığı ile
biyokimyasal özelliklerine göre 6 alt türe ayrılmaktadır (Şekil 9.1.).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16


Gram Negatif Bakteriler

Şekil 9.1. Salmonella türlerinin ve alttürlerinin sınıflandırılması.

Salmonella enterica türü kendi içerisinde serovar ya da serotiplere ayrılan


alt türler içermektedir. Salmonellar klasik isimlendirilme yönteminden farklı olarak
isimlendirilirler. Serovar ismi büyük harfle başlamakta ve italik olarak
yazılmamaktadır. Örneğin, S. enterica subsp. enterica serovar Enteritidis’in
Salmonellalar klasik kısaltması S. Enteritidis’dir.
isimlendirilme
yönteminden farklı Salmonellalarda identifikasyonda önemli olan antijenik yapılar; Somatik O
olarak isimlendirilirler. antijeni, flagellar H antijeni, yüzey antijenleri, sitotoksin ve enterotoksinlerdir.
Salmonellaların serogruplara ayrılmasında Somatik O antijeni kullanılır. Flagellar H
antijeni S. Pullorum ve S. Gallinarum hariç diğer salmonellalarda bulunur.
Sitotoksin, enterotoksin ve endotoksin üretirler. Sitotoksin Şigella toksini benzeri
olup bağırsak mukozasında bulunan epitellerin protein sentezini engeller.
Enterotoksin oluşumu sonucu ishal şekillenir. Endotoksinler akut toksemiye neden
olur. Etkenler antijenik olarak formüle edilirken önce Somatik O antijeni sonra var
ise yüzeysel antijen ve en son hareketli ise flagella H antijenleri yazılır.
Salmonellalar hayvan ve insanlarda gıda zehirlenmesi, genel infeksiyon ve
abortlara neden olmaktadır (Tablo 9.1.).
Tablo 9.1. İnsan ve hayvanlarda önemli Salmonella infeksiyonları [4].

Tür Hastalık
S. Typhi İnsanlarda tifo
S. Paratyphi İnsanslarda paratifo

S. Abortus egui Kısraklarda abort


S.Abortus ovis Koyunlarda abort

S.Typhimurium İnsan ve hayvanlarda gastroenteritis


S. Enteritidis İnsan ve hayvanlarda gastroenteritis
S. Pullorum Kanatlılarda Pullorum hastalığı
S. Gallinarum Kanatlı tifosu
S. Cholerae suis Domuz paratifosu

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17


Gram Negatif Bakteriler

Epidemiyoloji
Salmonellaların primer rezervuarları özellikle kümes hayvanları başta olmak
üzere domuzların, kuşların ve diğer sıcakkanlı ve soğukkanlı hayvanların bağırsak
sistemidir. Salmonellaların birincil bulaşma kaynaklarını kontamine çevre
oluşturur. Çünkü bu bakteriler dış ortamda uzun süre canlılıklarını korurlar. Bunun
dışında bulaşma kaynaklarını kontamine gıda, su ve yemler ile birlikte infekte
hayvanların dışkıları oluşturmaktadır. Salmonellalar sindirim yoluyla bulaşır.
Bağışıklığı baskılanan, stres altındaki hayvanlar, yeni doğanlar Salmonella
infeksiyonlarına karşı risk altındadır. Tüm hayvanlar bağırsak florasının bozulması
durumunda infeksiyon yönünden duyarlı hale gelmektedirler. İnfekte kanatlılarda
Salmonella ile infekte yumurtadan canlı civciv çıkma oranı oldukça düşük olup, canlı çıkanlar portör
kanatlılarda olarak çevreye etkenin bulaşmasında rol oynarlar. Yem, kümesler, kanatlı
yumurtadan canlı civciv çiftliklerinde çalışıp dezenfeksiyona dikkat etmeyen personel, ziyaretçiler,
çıkma oranı düşüktür.
kemirgenler ve yabani kuşlar etkenin bulaşmasında önemlidirler. Kontamine etler,
yumurtalar insanlar için önemli infeksiyon kaynağıdırlar. Mutfak çalışanlarının
portör muayenelerini düzenli olarak yaptırması, kişisel hijyen tedbirleri hastalıktan
korunmada önemlidir.

Laboratuvar Tanısı
İnfeksiyonun tanısı amacıyla abort vakalarında fötal membranlar, fötusa ait
organlar, serolojik teşhis için kan veya kan serumu örnek olarak laboratuvara
gönderilir. Örneklerden hazırlanan preparatların Gram yöntemi ile boyanması
sonucu Gram negatif çomak bakterilerin görülmesi salmonella infeksiyonu
yönünden değerlendirilir. S. Pullorum ve S.Gallinarum, Kanlı Agar, Nutrient Agar
gibi genel besi yerlerinde kolaylıkla üremektedirler. Etken izolasyonunda XLD Agar,
MacConkey Agar, Brillant Green Agar gibi selektif besi yerlerlerinde
kullanılmaktadır. MacConkey Agar’da Gram pozitif bakterilerin üremesini önleyen
boya ve safra tuzları bulunur. XLD Agar’da siyah merkezli kırmızı koloniler görülür.
Bakteriler bu agarda laktoz kullanım özelliklerine göre ayrılırlar. Bu besi yerleri
dışında paratifo infeksiyonlarında ön zenginleştirme amacıyla kullanılan sıvı
Rappaport-Vassiliadis ve Tetrathionate Broth besi yerlerinde kullanılmaktadır.
Salmonellaların izolasyon metodu; ön zenginleştirme (selektif olmayan), birincil
selektif zenginleştirme, selektif ve ayırıcı katı besi yerlerine ekim sonrası şüpheli
kolonilerin doğrulanması ve identifikasyonu için yapılan biyokimyasal testler ile
serolojik testlerdir. Salmonella etkenleri izolasyon ve identifikasyon sonrasında
ticari olarak satılan spesifik antiserumlar ile serotiplendirilirler. Tanıda kullanılan
diğer serolojik yöntemler serum aglütinasyon, tüp aglütinasyon ve ELISA’dır.
Moleküler tanı amacıyla besi yerinde üreyen koloni ve yemler örnek olarak
kullanılmaktadır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18


Gram Negatif Bakteriler

YERSİNYA
Genel Özellikler
Enterobactereaceae familyasında yer alan Yersinyalar Gram negatif ve
kutupsal boyanma özelliği gösteren sporsuz, kapsülsüz, fakültatif anaerob
kokobasillerdir. 25˚C de hareketli (Y. pestis hareketsiz), 37˚C de hareketsizdirler.
+4˚C de üremeleri ise epidemiyolojik açıdan önem taşımaktadır. Safra tuzlarını
içeren ortamlarda ve her türlü besi yerinde kolaylıkla ürerler. Kanlı agar ve Mac
Conkey agarda S formu koloniler meydana getirirler. Oksidaz negatif, laktoz
Yersinialar, Y. pestis hariç negatif, üre pozitif, MR pozitif, VP 25˚C de pozitif; ancak 37˚C de negatif, indol
25˚C de hareketli, 37˚C testi değişken reaksiyon veren ve katalaz pozitif bakterilerdir. Yersinya cinsi
de hareketsizdirler.
içerisinde yer alan üç tür; Y. enterocolitica, Y. pestis ve Y. Pseudotuberculosis
insanlar için patojendir. Y. pestis insanlarda ve kedilerde veba etkeni iken, Y.
enterocolitica insan ve hayvanlarda çoğunlukla gastroenterit etkeni olup zoonotik
karakterdedir. Y. pseudotuberculosis, hem vahşi hem de evcil hayvanlar için
patojen olup sistemik infeksiyonlara neden olabilmektedir.

Epidemiyoloji
Yersinia enterocolitica, insanlarda flora üyesi değildir. Ancak oldukça geniş
bir konakçı dağılıma sahiptir. Y. enterocolitica’nın doğal rezervurları kemiriciler,
tavşan, geyik, alık, sığır, koyun, keçi, at, kedi ve köpektir. Primer hastalık sonrası
iyileşen hayvanlar portör olarak kalır. Bu hayvanlar dışkıları ile çevreyi kontamine
ederler. Etken insanlara daha çok kontamine gıda, su, süt ve süt ürünlerinin
tüketimi ile bulaşır. Kedi ve köpekler hastalığın hayvanlardan insanlara
bulaşımında önemlidir. Domuzlar, insanlar için patojen olan O:3 ve O:9
serotiperinin rezervuarıdır. Y. pseudotuberculosis doğal koşullarda rodent ve evcil
hayvanlarda görülür. Y. pestis infekte rodentlerin kediler tarafından yenmesi
sonucu bu hayvanlara bulaşır. Kediler de insanlar için potansiyel bulaşma
kaynağıdır.

Laboratuvar Tanısı
Y. entreocolitica’nın tanısı için dışkı, Y. pestis için beyin omirilik sıvısı, kan,
ödem şekillenen dokulardan ve lenf düğümlerinden yapılan aspirat ve Y.
pseudotuberculosis için dışkı ve lenf düğümlerinden yapılan aspirat sıvısı
etkenlerin izolasyonları amacıyla değerlendirilen örneklerdir.
Laboratuvara ulaştırılan dışkı örneğinden Y. enterocolitica izolasyoun
Y. enterocolitica Selenit F amacıyla zenginleştirme besi yerleri Selenit F ve Tetratiyonatlı Broth’a ekim yapılır
ve Tetratiyonatlı Brot gibi ve inokulumlar 25˚C’de ve 37˚C’de 24-48 saat süreyle nkübe edilir. Kültürlerinden
zenginleştirilmiş besi Endo agara, EMB ve Mac Conkey agara ekim yapılır. Ayrıca etkenin +4˚C de üreme
yerlerinde ürer. özelliğinden dolayı sıvı besi yerlerine yapılan ekimler buzdolabında 3-5 gün
soğukta ön zenginleştirme yapılarak identifikasyona gidilebilir. Elde edilen izolatlar
biyokimyasasl testlere tabi tutulduktan sonra antijenik özellikleri O:3 ve O:9
serotip antiserumları ile kontrol edilerek Y. enterocolitica tanımlanır.
Tüberkül ve irin örneklerinden Y. pseudotuberculosis izolasyonu amacıyla
Endo agar, EMB agar ve deoksikolat sitrat agara ekim yapılır ve inkübasyonlar 22˚C

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19


Gram Negatif Bakteriler

ve 37˚C’lerde gerçekleştirilir. 22˚C’de üreyen, hareketli ve deoksikolat sitrat


agarda mat koloniler meydana getiren bakteriler biyokimyasal testlere tabi
tutularak kesin tanı konur. Y. enterocolitica ve Y. pseudotuberculosis, selektif
agarda ortası kırmızı kenarları şeffaf koloniler, kanlı agarda ise nonhemolitik
koloniler meydana getirirler.
Y. pestis’in tanımlanabilmesi için alınan örneklerden etken izolasyonu
yapılır. Bu amaçla örneklerden Mac Conkey safralı agara ekim yapılır. Yapılan
ekimlerden biri 28˚C’de ve diğeri de 37˚C’de 24-48 saat süreyle inkübe edilir. Kan
kültürlerinde bu süre 2-10 gün kadardır. Üreyen kolonilere 22˚C’de hareket testi
yapılır. Y. pestis hareketsiz olması, kobayların duyarlılık göstermesi ve ramnoza
etkisizliği ile tanımlanır [5].

DİĞER ENTEROBAKTERİLER
Genel Özellikleri
Enterobakteri ailesi içerisinde yer alan diğer bakteri cinsleri Şigella,
Klebsiyella, Hafniya, Proteus, Serretya, Sitrobakter ve Enterobakterdir. Bu bakteri
cinslerinin tamamı Gram negatif çomak formunda bakterilerden oluşmaktadır.
Şigella fakültatif anaerob ve nonhemolitik karakterde bir cins olup üyerleri
Shigella dysenteriae, S. sonnei, S. flexneri ve S. boydii’dir. İnsanlarda ve
maymunlarda ishal ve dizanteriden sorumlu etkenlerdir. Klebsiyella türleri
fakültatif anaerob, hareketsiz ve laktoz pozitiftir. K. pneumoniae evcil hayvanlarda
flora elemanı olup fırsatçı infeksiyonlar oluşturur. K. pneumoniae, S. zooepidimicus
ile irlikte atlarda metritise neden olur. Serratya toprakta ve suda bulunur; ancak
normalde bir flora elemanıdır. Serratia marcescens, cinsinin en önemli türü olup
atlarda konjuktivitis, pnömoni, septisemi gibi infeksiyonların etkenidir.
Enterobakter cinsinde yer alan türler bağırsak florasında bulunan fakültatif
anaerob, hareketli, laktoz pozitif, nonhemolitikdirler. Enterobacter sakazakii, E.
gergoviae ve E. aerogenes türleri bu cins içerisinde yer alır. Neden oldukları
infeksiyonlar arasında atlarda abortus, infertilite ve sığırlarda abortus, mastitis yer
almaktadır. Hareketli, sporsuz, kapsülsüz türleri içeren Hafniya cinsi içerisinde
Hafnia alvei sığırlarda mastitis ve atlarda abortus olgularına neden olmaktadır.
Proteuslar ise laboratuvar kontaminantları olup kedi, köpeklerde kulak iltihabı,
ayrıca üriner sistem infeksiyonlarına neden olmaktadır. Sitrobakter cinsi üyeleri
de flora elemanı olup non hemolitik, kapsülsüz türlerdir. Sığırlarda mastitis, abort,
koyunlarda ishal etkenidirler.

Epidemiyoloji
Normal flora etkeni olan bu cinsteki bakteriler fırsatçı patojendirler. Bu
etkenlerin bulaşmasında ve yayılmasında dışkı önemlidir.
Proteuslar besi
yerlerinde dalgalı bir Laboratuvar Tanısı
üreme gösterirler. Bu
özellik kendileri için Mevcut hastalık tablosuna göre etkilenen organ veya dokulardan numuneler
karakteristiktir. laboratuvarlara gönderilir. Laoratuvarlara gönderilern marazi maddelerden frotiler
hazırlanarak bakteriyoskopi yapılır. Klebsiyella, Hafniya, Serratya, Enterobakter,

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20


Gram Negatif Bakteriler

Proteus, Sitrobakter, Şigella cinlerine ait bakteriler basit besi yerlerinde rahat
ürerler. Proteuslar besi yeri yüzeyinde dalgalı bir üreme sergiler. K. pneumoniae
mukoid karakterde koloniler oluştururken, S. marcescens sentezlediği pigment
sayesinde tipik kırmızı renkli koloniler oluşturur. Bu rengi veren prodigiosin
pigmentidir. Şigella laktoz negatif karakterde olup izolasyonu amacıyla Mac
Conkey agar, Hectoen Enteric Agar ve XLD Agar kullanılır. Zenginleştirme besi yeri
olarak GN Broth kullanılır. İzolasyon sonrası etkenlerin saflaştırılması yapılarak
klasik biyokimyasal testlere tabi tutulur identifikasyonları yapılır [2, 5].
Bireysel Etkinlik

• Farklı mikrobiyoloji kaynaklarından Gram negatif


bakterilerin özellikleri , laboratuvar tanısı ve yaptığı
hastalıklar ile ilgili olarak detaylı bilgilere ve görsellere
ulaşabilirsiniz.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21


Gram Negatif Bakteriler

•Brusella
•Brusella cinsi bakterilerin neden olduğu Brusellozis hastalığı çiftlik hayvanları
dahil birçok hayvan türünde görülen, abortla karakterize, zoonotik karakterde
Özet ve teşhis edilmesi halinde ihbarı zorunlu bir infeksiyondur. Serolojik teşhisinde
çoğunlukla Rose bengale plate test ve serum aglutinasyon testi ile yapılır.
•Kampilobakter
•Zoonotik karakterdeki kampilobakter infeksiyonlarında sığırlarda epizootik ve
koyunlarda enzootik abortuslara neden olan C. fetus subsp. fetus ve sadece
sığırlarda infertilitye neden olan C. fetus subsp. venerealis, kanatlı hayvanlarda
kommensal olarak bulunan termofilik grup C. coli, C. lari C. jejuni önemli türler
içerisindedir.Laboratuvar muayenesinde mikroskopta tipik martı kanadı
görünümü kampilobakter teşhisinde önemlidir.
•Francisella
•Tularemi, Francisella tularensis’in etken olduğu, zoonotik bir infeksiyon
hastalığıdır. Etkenin doğal rezervuarı kemirici hayvanlar olup evcil hayvanlar
içerisinde tularemiye en duyarlı tür koyunlardır. Keneler ise bakterinin doğadaki
devamlılığı ve insanlara bulaştırılmasında en önemli vektörlerdir. Duyarlı
hayvanlarda enfeksiyonun başlangıç döneminde özgün antikorlar
şekillenmeden serolojik tekniklerin duyarlılığı sınırlıdır.
•Pastörella ve Manhemia
•Pastörella multocida ve M. haemolytica türleri ruminantların nasal ve faringeal
mikroflora elemalarından ster faktörleriyle birlikte hayvanlarda fırsatçı
infeksiyonlara neden olurlar. Hastalık sindirim yolu ile yayılır. Portör ve kronik
hayvanlar bu bakımdan önemlidir. Pastörellalar evcil ve yabani hayvanlar ve
kuşlarda epizootik hastalıkların etkenidir. İnfekte doulardan hazırlanan
frotilerde bipolar boyanma özelliği bu iki grup bakterinin teşhisinde önemlidir.
•Aeromonas&Vibrio
•Aeromonaslar, doğada yaygın olarak bulunurlar. Zoonotik karakterdeki bu
patojenler sığırlarda abortus, mastitis, balıklarda hemorajik septisemi, insan ve
domuzlarda ishallere neden olurlar. Aeromonaslar psikrofilik ve mezofilik olmak
üzere iki grupta incelenir. Vibriolar genellikle sporadik seyirli infeksiyonlara
neden olurlar. V. cholerae su kökenli bir tür olup kontamine sularla veya suyla
bulaşık gıdalarla insanlara ulaşır. İnsanlarda mezofilik vibirio türleri bulunur.
•Hemofilus&Aktinobasillus&Psödomonas
•Hemofiluslar sığırlarda bronkopnömoni, koyunlarda fertilite problemleriyle öne
çıkan bakterilerdir. Üreyebilmeleri için kanda bulunan hemoglobuline bağlı ve
ısıya dayanıklı X faktörü ile ısıya dayanıksız V faktörüne gereksinim
duyarlar.Aktinobasillozis, genellikle sığır, koyun ve keçilerin yumuşak
dokularında A. lignieresii tarafınfan oluşturulan piyogranülomatoz bir
enfeksiyondur . Psödomonaslar doğada yaygın bulunmakla beraber insan ve
hayvanlarda irinli bazen akut infeksiyonlara neden olan fırsatçı patojenlerdir.
Kültürel tanımlanmalarında pigmentli koloniler oluşturmaları oldukça önemlidir.
Besiyerinde özellikle piyosiyanin ve flouressein pigmentlerinin oluşumu
Pseudomonas aeruginosa 'nın tanısı yönünden oldukça önemli bir özelliktir.
•Moraksella
•Moraksellalar memeli hayvan ve insanların nazofarinks ve göz mukozalarında
klinik infeksiyonlara neden olurlar. M. bovis sığırlarda keratokonjuktivitise
neden olan bir moraksella türdür. İnfeksiyonlarının kaynağı infekte hayvanların
gözyaşı ve burun akıntılarıdır. Bulaşma hayvandan hayvana direk temas yoluyla
veya mekanik vektör sinekler vasıtasıyla olur.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22


Gram Negatif Bakteriler

•Taylorella

Özet (devamı)
•Taylorella equigenitalis’in doğal konakçısı atlardır. Özellikle safkan atlar
enfeksiyona daha duyarlıdır. T. equigenitalis’in neden olduğu Atların Bulaşıcı
Metritisi (CEM) kısraklarda servisitis, vajinitis, endometritis ve infertilite ile
karakterize, çok bulaşıcı veneral bir hastalıktır.
•Burkholderia
•Ruam, esas itibariyle at,eşek ve katır gibi tek tırnaklı hayvanlarda görülen bir
hastalıktır. Atlarda akciğer, burun ve deri ruamı olmak üzere üç farklı formda
hastalık tablosu oluşturur. Hastalık hayvanlar arasında direkt ve indirekt
yollarla bulaşır. Ruamın alerjik tanısı için Mallein testi uygulanır.
•Eşherişya koli
•E. coli normal bağırsak florasına ait bir eleman olmasına rağmen sayıca artışı
sonucu infeksiyonlar ortaya çıkabilmektedir. Mastitis, pnömoni,
yenidoğanlarda kolibasillozu E. coli infekisyonlarından bazılarıdır. Hijyen
koşullarının sağlanamaması, stres faktörleri, iklim değişiklikleri, beslenme
bozuklukları hastalığa zemin hazırlayan nedenlerdir. E. coli nin başlıca
bulaşma yolu fekal-oral yoldur. E. coli’de somatik O antijeni, flagellar H ve
kapsüler K ile fimbrial antijenler bulunmaktadır. Serotiplendirme bu
antijenlere göre yapılır.
•Salmonella
•Salmonella cinsinde S. cholerae suis ve S. bongori olmak üzere iki tür
bulunur. Serovarları bu iki türün içine girmektedir. Salmonellalar O
antijenleri ile gruplara, H antijenleriyle de serovarlara ayrılır. Sadece
insanlarda enfeksiyona neden olan serotipler olarak; S. Typhi ve S. Paratyphi
A ve B, tifoid ve paratifoid ateş etkenleri olarak bilinir. S. Pullorum ve S.
Gallinarum, kanatlı hayvanlarda, S. Duplin sığırlarda, S. Choleraesuis
domuzlarda, S. Abortus-equi atlarda, S. Abortus-ovis koyunlarda hastalık
oluşturan patojen etkenler olup gıdalarda da bulunabilmektedir.
•Yersinya
•Yersinya cinsi içerisinde üç tür -Y. enterocolitica, Y. pestis ve Y.
pseudotuberculosis- insanlar için patojendir. Y. pestis insanlarda ve kedilerde
veba etkeni iken, Y. enterocolitica insan ve hayvanlarda çoğunlukla
gastroenterit etkeni olup zoonotik karakterdedir. Y. pseudotuberculosis,
hem vahşi hem de evcil hayvanlar için patojen olup sistemik infeksiyonlara
neden olabilmektedir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23


Gram Negatif Bakteriler

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Sığır, koyun ve keçilerde yavru atma ve infertilite ile karakterize zoonoz
özellikte olan ve seroloji teşhisinde RBPT, SAT ve CFT kullanılan hastalık
hangisidir?
a) Brusellozis
b) Tularemi
c) Hemofilus
d) Ruam
e) Paratifo

2. C. fetus subsp. venerealis hangi yolla bulaşır?


a) Sindirim
b) Solunum
c) Deri
d) Lenf
e) Çiftleşme

3. Balıklarda hemorajik septisemiye neden olan bakteri türü aşağıdakilerden


hangisidir?
a) S. abortus ovis
b) A. hydrophila
c) S. enteritidis
d) M. bovis
e) C. fetus subsp. fetus

4. Ruam hastalığının etkeni aşağıdakilerden hangisidir?


a) E. coli
b) Y. enterocolitica
c) F. tularensis
d) B. mallei
e) S. typhi

5. M. bovis aşağıdaki hastalıklardan hangisinin etkenidir?


a) Ruam
b) Tularemi
c) Keratokonjuktvitis
d) Pastörellozis
e) Atların bulaşıcı metritisi

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24


Gram Negatif Bakteriler

6. Atların bulaşıcı metritisi hastalığının etkeni aşağıdakilerden hangisidir?


a) B. abortus
b) T. equigenitalis
c) M. haemolytica
d) P. aeruginosa
e) P. multocida

7. İnsan ve kedilerde veba hastalığına neden olan bakteri aşağıdakilerden


hangisidir?
a) B. pseudomallei
b) S. paratyphi
c) B. melitensis
d) Y. pestis
e) A. hydrophila

8. E. coli’nin EMB agarda meydana getirdiği koloni ne renktir?


a) Metalik yeşil
b) Beyaz
c) Altın sarısı
d) Gri
e) Siyah

9. Soğukta ön zenginleştirme aşağıdaki bakterilerin hangisinin izolasyonunda


uygulanır?
a) S. pullorum
b) A. lignieresi
c) B. anthracis
d) M. avium
e) Y. enterocolitica

10. Hemofilusların X ve V faktörlerine ihtiyaçlarından dolayı izolasyon amacıyla


hangi besi yeri kullanılır?
a) Selenit F
b) XLD agar
c) Çikolata agar
d) SS agar
e) EMB agar

Cevap Anahtarı:
1.a, 2.e, 3.b, 4.d, 5.c, 6.b, 7.d, 8.a, 9.e,10.c

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25


Gram Negatif Bakteriler

YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Quinn, P.J., Markey, B.K, Leonard, F.C., Hartigan, P., Fanning, S.
Fitzpatrich, E.S. (2011). Veterinary Microbiology and Microbial Disease
(epub),
Wiley-Blackwell.
[2] Carter, G.R., Chengappa, M.M., Roberts, A.W. (1995). Essential of Veterinary
Microbiology, Williams and Wilkins.
[3] Aydın, N., İzgür, M., Diker, K.S., Yardımcı, H.,Esendal, Ö., Paracıklıoğlu, J., Akan,
M., (2006). Veteriner Mikrobiyoloji (Bakteriyel Hastalıklar), Ankara.
[4] Diker SK, Akan M, Çarlı KT, Yardımcı H, Şen A, Ülgen M, Sareyüpoğlu B, Çetin
C.(2013). Veteriner Mikrobiyoloji ve Epidemiyoloji. TC Anadolu Üniversitesi
Yayını No:2317. Açıköğretim Fakültesi Yayını No: 1314, Eskişehir
[5] Hirsh DC, MacLachlan NJ. (2004). Veterinary Microbiology, Oxford.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 26


ASİDORESİSTANT BAKTERİLER
VE AKTİNOMİSETLER

• Giriş
İÇİNDEKİLER

• Mikobakterilerin Genel VETERİNER MİKROBİYOLOJİ


Özellikleri
• Tüberkülozis VE İMMÜNOLOJİ
• Paratüberkülozis Prof. Dr.
• Aktinomikozis
Mitat ŞAHİN

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


• Mikobakterilerin genel
HEDEFLER

özelliklerini bilebilecek,
• Mikobakterilerin
epidemiyolojisini,
Tüberkülozis,
Paratüberkülozis ve
Aktinomikozis hakkında temel
hususları öğrenebileceksiniz.

ÜNİTE

© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı
ve dağıtımı yapılamaz.
10
Özel Bağışıklık Olayları

Mikobakterilerin
Genel Özellikleri

ASİDORESİSTANT
Aktinomikozis BAKTERİLER VE Tüberkülozis
AKTİNOMİSETLER

Paratüberkülozis

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2


Özel Bağışıklık Olayları

GİRİŞ
Sıvı besi yeri yüzeyinde “küf” benzeri zarlar oluşturduğu ve bazı türler
branşlı bir yapı gösterdiği için “mantar benzeri basiller” anlamına gelen
Mikobakteriler, insan ve hayvanlarda birçok hastalığa yol açan enfeksiyöz
bakteriyel etkenlerdir. Tüberküloz ve Lepra, Mikobakterilerin oluşturduğu en
önemli hastalıklar olup, bu hastalıklar insanlığın yazılı tarihinden itibaren
bilinmektedir. Mikobakterilerin bulaşıcı olduğu ilk kez 1865 yılında Villemin
tarafından bildirilmiştir. Etken ilk kez 1882 yılında Robert Koch tarafından
tanımlanmıştır. Koch tarafından etken o dönemlerde enfekte dokulara ait boyalı
preparatlarda gösterilmiş ve sonraki yıllarda yoğunlaştırılmış serumlu besi
yerlerinde kültüre edilmiştir. Takip eden yıllarda farklı tür ve suşların tanımlandığı
Mikobakteriler ile ilgili ülkemizde ilk bilgiler 1900’lü yıllarda başlamış ve 1930’lu
yıllara doğru sistematik çalışmalar başlatılmıştır.
Mikobakteriler, Actinomycetales takımının, Mycobacteriaceae ailesi ve
Mycobacterium cinsi içerisinde yer alan bakterilerdir. Gram pozitif bakterilerin
klasik hücre duvarının yapısından farklı olarak Mikobakteriler, lipitçe zengin bir
hücre duvarına sahiptirler. Bu nedenle Gram boyama yöntemi ile tam anlamıyla
boyanmazlar. Benzer hücre duvarı yapısı ile Nocardia, Rhodococcus ve
Corynebacterium cinsi bakterilere yakındırlar ve bu özellikleri nedeniyle aside
dirençli (asidoresistant) bakteriler olarak adlandırılırlar.
Günümüzde Mycobacterium cinsi içerisinde 190’dan fazla tür
Mikobakteriler, ilk kez
tanımlanmıştır. Bu türler konakta enfeksiyon oluşturma yeteneklerine göre mutlak
1880’lı yılların
patojen, fırsatçı (oportunistik) patojen ve apatojen (saprofit) olarak
başlarında Robert Koch
sınıflandırılmaktadır. Patojen türler, memelilerde ve insanlarda başta akciğer
tarafından tanımlanmış
olmak üzere diğer organ ve dokularda kazeöz ve kazeökalseröz özellikte
ve kültüre edilmiştir.
tüberküllerin oluşması ile karakterize tüberküloz hastalığına neden olurlar.
Tüberküloza yol açan temel tür insanlarda Mycobacterium tuberculosis, sığırlarda
Mycobacterium bovis, kanatlılarda Mycobacterium avium ve deniz memelilerinde
Mycobacterium marinum olarak adlandırılmaktadır. Tüberkülozun haricinde
Mikobakteriler insanlarda lepra ve hayvanlarda paratüberküloz, deri tüberkülozu,
ve lenfadenitis gibi birçok kronik enfeksiyona yol açmaktadırlar. Burada
Mikobakterilerin bakteriyolojik, ekolojik ve epidemiyolojik özelliklerinden genel bir
şekilde bahsedilecek; ancak veteriner sahada önemli olan tüberkülozis ve
paratüberkülozis ayrı başlıklar halinde verilecektir.
Aktinomisetler, Actinobacteria sınıfının Actinomycetaceae ailesi içerisinde
yer alan ve Actinobaculum, Actinomyces, Arcanobacterium, Falcivibrio,
Mobiluncus, Trueperella, Varibaculum gibi cinsleri içeren bakteri grubudur.
Miselyal bakteriler olarak bilinen bu bakteriler Mikobakterilere benzese de yapı
olarak mantar benzeri üremeler gösterirler. Aktinomisetler toprakta bol miktarda
bulunan ve toprak ekolojisi için önemli rol oynayan bakterilerdir. Ayrıca
hayvanların ağız, farinks ve sindirim sistemi mikrobiyotasında yer alırlar. Bazıları
ise fırsatçı enfeksiyon oluşturan patojenlerdir. Burada insan ve hayvanlarda kronik
seyirli bir hastalık olan Aktinomikozis hakkında bilgi verilecektir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3


Özel Bağışıklık Olayları

MİKOBAKTERİLER
Genel Özellikleri
Mikobakteriler, 0.2-0.6 µm genişliğinde, 1-10 µm uzunluğunda olan düz
veya hafif kıvrımlı basil şekilli bakterilerdir. Sporsuz ve kapsülsüz olan bakteriler,
Mycobacterium marinum hariç hareketsizdirler. Mikobakterileri diğer
bakterilerden ayıran temel yapı hidrofobik özellikli ve lipitçe zengin hücre duvarı
yapısıdır. Peptidoglikolipid yapılı hücre duvarını, mesodiamino polimerik asit,
alanin, glutamik asit, glukozamin, muramik asit, arabinoz ve galaktoz adlı
bileşenler oluşturur (Figür 10.1). Bu yapıları sayesinde aldıkları boyayı asit ve alkol
gibi boya çözücülerle bırakmazlar ve bu özellikleri ile Mikobakteriler, aside-dirençli
bakteriler olarak adlandırılırlar. Mikobakterilerin boyanmasına Ehrlich Ziehl-
Neelsen yöntemi yaygın olarak kullanılır. Ehrlich Ziehl-Neelsen yönteminde
Mikobakteriler mavi zeminde koyu kırmızı renkte görülürler. Bunun haricinde Fite,
Kinyon ve Konrich gibi diğer boyama yöntemlerinden de faydalanılır.

Ziehl – Neelsen boyama


şekil 10.1. Mikobakterial etkenlerin hücre duvarı, 1-dış lipit tabakası, 2-mikolik asit, 3-
içerisinde karbol füksin,
polisakkarit (arabinogalaktan), 4-peptidoglikan, 5-plazma membranı, 6-lipoarabinomannan
asit alkol ve metilen
(LAM), 7-fosfatidilinosital mannosidaz, 8-hücre duvarı iskeleti [1]
mavisi bulunduran
bileşik bir boyama
Mikobakteriler, basit ortamlara adapte olabilen, amonyum ve amino asitleri
yöntemidir.
nitrojen kaynağı ve gliserolü karbon kaynağı olarak kullanan bakterilerdir. Diğer
tüm türler yapay ortamda üretilirken in vitro üretilemeyen tek tür Mycobacterium
leprae’dir. Klinik öneme sahip Mikobakterilerin üretilmesinde basit besi yerlerinin
yerine koagule serum, yumurta ve gliserinle zenginleştirilmiş besi yerleri kullanılır.
Mycobacterium haemophilum gibi daha nazlı bakteriler ise hemoglobin ve hemin
ihtiva eden kompleks besi yerlerine ihtiyaç duyarlar. Mikobakterilerin
üretilmesinde Löwenstein–Jensen ve Middlebrook besi yeri en çok başvurulan
ortamlardır. Bunun haricinde Stonebrink, Dorset, Petragnani gibi katı besi yerleri,
Dubos ve Proskauer-Beck gibi sıvı besi yerlerinden de kültürel amaçlı faydalanılır.
Memelerin büyük bir çoğunluğunda enfeksiyondan sorumlu tür olan M. bovis,
diğer türlere kıyasla katı besi yerlerinde daha yavaş ürer. Katı besi yerlerinde

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4


Özel Bağışıklık Olayları

Mikobakteriler genellikle rough (R) tipi koloniler oluştururlar. Fakat


Mycobacterium intracellulare ilk izolasyonunda smooth (S) koloni
oluşturabilmektedir. Metabolik olarak aktif olan Mikobakterilerin hayvanlarda ve
insanlarda önemli olan patojenik türlerinin ayırıcı biyokimyasal özellikleri Tablo
10.1’de verilmiştir. Besi yerine gliserol ilavesi tüm türler üzerine olumlu etki
yaparken, M. bovis’in üremesini olumsuz etki yapar ve bunu yerine pürivat
kullanılabilir. Tiyofen-2-karboksilik asit hidrazid (thiophene-2-carboxylic acid
hydrazide, TCH) testi bazı inorganik tuzlar ve gliserol içeren besi yerinde M.
bovis’in inhibisyonunu sağlayarak, M. tuberculosis’ten ayıran temel testtir. Ayrıca
M. bovis’in pyrazinamid direnci diğer önemli özelliğidir. Kanatlı tüberkülozisi
etkeni M. avium ise üreaz aktivitesinin olmayışı ile diğer temel türlerden ayırt
edilebilir.
Tablo 10.1. Tüberküloz etkenlerinin ayırıcı biyokimyasal özellikleri [2].

Özellik M. tuberculosis M. bovis M. avium


Gliserol ihtiyacı + - +
Niasin testi + - -
TCH inhibisyonu - + -
Piyrazinamid üretimi + - +
Nitrat indirgeme + - -
Üreaz aktivitesi + + -

Mikobakterilerin çoğu zorunlu aerobik olup, bazıları mikroaerobik ortamda


üreyebilirler. Optimal üreme ısıları 37-37.5 ◦C’dir. Generasyon süresi 15-24 saat
Kord faktörü, süren Mikobakterilerin üremeleri oldukça yavaştır. Koloniler görünür hale gelmesi
Mikobakterilerin hücre 5-6 hafta sürebilmektedir. Bazı Mikobakteriler ise kısmen hızlı ürerler. Bu
duvarında bulunan ve özelliğinden yararlanılarak Mikobakteriler yavaş üreyenler (kolonileri 7 günden
basillerin küme uzun sürenler) ve hızlı üreyenler (7 günde gözle görünür koloni oluşturanlar)
oluşturmasını olarak sınıflandırılırlar. Mikobakterilerin bazıları ışık ve karanlık ortamda pigment
sağlayarak immun oluştururlar. Böylelikle farklı renkte koloni oluştururlar. Bu özelliklerine göre
yanıta direnç Mikobakteriler, fotokromojenik (sadece aydınlıkta sarı-turuncu pigment
kazandıran bir glikolipid oluşturanlar), skotokromojenik (karanlık veya aydınlıkta koyu yeşil veya turuncu
molekülüdür. pigment oluşturanlar), nonkromojenik (pigment oluşturmayanlar) olarak
sınıflandırılırlar. Bu üç grup Runyon sınıflandırmasının yavaş üreyen türleri olarak
bilinirler. Bu sınıflandırmanın bir başka üyesi ise pigment oluşturmayan; fakat hızlı
üreyen Mikobakteriler’dir (Figür 10.2).
Mikobakteriler, çevresel irritanlara dirençli bakterilerdir. Toprak ve suda 4-5
ay, gömülü akciğerlerde 167 gün, çiğ sütten yapılmış tereyağı ve peynirde 1 ay
canlı kalabilirler. Pastörizasyon ısısına duyarlı olmalarına rağmen, bazı türler 80
◦C’ye kadar dayanıklılık gösterebilir. Fenol (%2), formalin (%3) ve NaOH (%5) içinde
4 saatte ölebilirler. Mikobakterilerin, endotoksin ve ekzotoksinleri yoktur. Temel
virülens yapıları, konak hücre içinde yerleşme ve çoğalmayı sağlayan intrasellüler
yaşama özelliği, lipitçe zengin hücre duvarına ait yapısal bileşenleri, protein
yapılar, kord faktör oluşturma yeteneği, enzimleri ve sekresyon sistemleridir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5


Özel Bağışıklık Olayları

Epidemiyoloji
Mikobakteriler, toprak ve suda serbest yaşayan bakterilerdir. Fakat bazı
türlerin temel ekolojik kaynağı enfekte hayvanlara ait dokulardır. Mikobakteriler,
konakta herhangi bir belirti göstermeksizin kolonize olabilir ve uzun süre canlı
kalabilirler. Örneğin, dünya genelinde milyonlarca insanın M. tuberculosis kaynaklı
asemptomatik enfeksiyona sahip olduğu bildirilmiştir. Hücre duvarı yapısından
dolayı klinik vakaların tedavisi zor bir bakteridir. Hücre duvarı yapısı bakteriyi
birçok antibiyotiğin etkisinden, asit ve alkali irritanlardan, deterjanlardan,
fagositoz esnasında oksidatif yıkımlanmadan ve komplement lizisinden
korumaktadır.

Şekil 10.2. Mikobakterium türlerinin sınıflandırılması

Mikobakterilerin sınıflandırılması, fenotipik ve genotipik özelliklerine,


kültüre edilebilirliğine, üreme hızı ve oranına, pigment oluşturma yeteneğine,
Tüberküloidler; “atipik
hastalık yapma yeteneğine ve yaptığı hastalık türüne göre farklı şekillerde
mikobakteriler” (Runyon
yapılabilmektedir. Üreme özellikleri dikkate alındığında Mikobakteriler, hızlı
I), “tüberküloz olmayan
üreyenler (7 günden az sürede üreyenler) ve yavaş üreyenler (7 günden fazla
mikobakteriler” (Runyon
sürede üreyenler) olarak iki temel gruba ayrılırlar. Bunların haricinde
II), “tüberkül basilleri
Mycobacterium intermedium adlı, üreme hızı bu iki temel grup arasında olan tür
dışındaki mikobakteriler”
mevcuttur. Mikobakteriler, hastalık yapma yeteneğine ve yaptığı hastalığa göre;
(Runyon III) ve “potansiyel
tüberküloz etkenleri, tüberküloidler, mikobakteriyozise yol açanlar ve saprofitler
patojenik çevresel
olarak sınıflandırılır. Patojen ve fırsatçı patojen türler yavaş üreyen Mikobakteriler
mikobakteriler” (Runyon
içerisinde yer alırken, hızlı üreyen grup daha çok saprofitik türleri barındırır.
IV) olarak adlandırılır.
Tüberkülozise neden olan, insanlarda M. tuberculosis, sığırlarda ve memeli
hayvanların büyük çoğunluğunda M. bovis, kanatlılarda M. avium ve balıklarda M.
marinum adlı temel türlerdir. Tüberküloidler ise 22 ◦C’de üreyen ve pigment
oluşturan türlerdir. Bu grup Runyon adlı araştırmacı tarafından pigment oluşturma
yetenekleri göre; fotokromojenik, skotokromojenik, non-kromojenik ve çabuk
üreyen türler olarak sınıflandırılmıştır. Bu grup içerisinde M. kansasii, M.
intracellulare, M. ulcerans gibi önemli patojenik türler bulunur. Saprofitik

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6


Özel Bağışıklık Olayları

Mikobakteriler ile ilgili enfeksiyon bildirilmemiştir. İnsanlarda cüzzam (lepra)


etkeni olan M. leprae ve ruminantlarda paratüberkülozise neden olan M.
paruberculosis önemli mikobakteriyozis türleri olarak bilinirler (Figür 10.2) [3].
Tüberkülozis
Tüberkülozis, hayvanlarda başta akciğer olmak üzere diğer organ ve
dokularda kazeöz veya kazeökalseröz granülom (tüberkül) oluşumu ile karakterize,
kronik seyirli ve bulaşıcı bir hastalıktır. Yumru ya da nodül anlamına gelen
tüberkülozda, etkenin yerleştiği dokularda toplu iğne başı büyüklüğünden başlayıp
birkaç santimetre çapına ulaşabilen sert, yeşilimsi-beyaz veya grimsi tüberküller
oluşur.
Mycobacterium bovis, sığır tüberkülozunun etiyolojik etkeni olup yavaş
üreyen fotokromojenik olmayan etkendir. Sığırlardan insanlara bulaştığı için
zoonoz olarak kabul edilir. M. tuberculosis kaynaklı sığır tüberkülozis vakaları da
bildirilmiştir. Hatta M. tuberculosis insanlardan hayvanlara bulaşabilen ender
antropozoonozlardandır. Sığır harici diğer çiftlik hayvanlarında (koyun, keçi, at,
domuz) ve kedi-köpeklerde tüberkülozun temel etkeni M. bovis olup, M.
tuberculosis, M. avium kaynaklı enfeksiyonlar da bildirilmiştir. Ayrıca sayılan tüm
Mikobakterilerin
bu Mikobakterium türleri, yaban hayvanlarında tüberküloza neden olan temel
birçoğu fakültatif
türlerdir.
intrasellüler özellikte
olup, M. leprae gibi Sığır yetiştiriciliğinin yapıldığı bölgelerde yaygın olan tüberkülozun temel
obligat intrasellüler bulaşma yolu solunum ve sindirim sistemidir. Havalandırması yetersiz ahırlarda ve
türler de vardır. kalabalık yetiştiricilik yapılan ortamlarda hastalık daha sık görülmektedir. Enfekte
hayvanların öksürüğü ile çıkan mikrop yüklü damlacıkların solunum yolu ile
alınmasıyla hastalık diğer hayvanlara bulaşabilmektedir. Mikroorganizma taşıyan
toz partiküllerinin havaya karışması ve bunların solunmasıyla da etken
alınabilmektedir. Solunum harici etken kontamine yem ve suyun tüketimi ile
gerçekleşebilmektedir. Mastitisli süt özellikle yeni doğanlar için önemli enfeksiyon
kaynağı ve sindirim yoluyla bulaşma şeklidir. Bunların haricine etken anneden
yavruya (kongenital yol), enfekte erkek hayvanların sperması ile dişilere (genital
yol) ve deri yolu ile bulaşabilmektedir. Enfeksiyonun yayılmasında vahşi hayvanlar
da önemli rezervuar olarak rol oynarlar.
Etkenin konak vücuduna en önemli giriş yolu solunum sistemidir. Etken
alındıktan sonra ilk lezyonlar akciğer lobları, torasik lenf nodüllerinde oluşur ve
bronşiyal lenf nodüllerine doğru yayılır. Sindirim sistemi ile girişlerde ise ilk
odaklar bağırsaklardaki lenf nodüllerinde oluşur. Etkenlerin bir kısmı mukosiliar ve
epitelyum hücreler tarafından kolonizasyonu engellenirken, toz ve damlacık gibi
küçük moleküller üzerindeki mikroorganizmalar bronşlara ve alveolar yüzeye
kadar ulaşır. Etken burada fagositik hücreler tarafından yutulur, bronşiyolleri
geçerek dolaşım sistemine girer. Böylece etken lenf bezlerine, akciğer parankimine
ve vücudun diğer bölgelerine ulaşır. Fagositik hücrelerin sindirimine karşı dirençli
olan tüberküloz etkenleri bu hücreler içinde çoğalarak fagositik hücreyi yıkımlar.
Bölgeye diğer fagositik hücre akımı olur ve bu hücreler sayıca artan bakterileri
sindirmeye başlarlar. Küçük çaptaki bu hücre birikimi granülom olarak adlandırılır.
Oluşan lezyonların bir kısmı gerileme gösterirken bazıları bağ dokudan oluşan

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7


Özel Bağışıklık Olayları

kapsül ile çevrelenirler ve tüberkülleri oluştururlar. Etkeni kontrol amacıyla


hücresel yanıt devreye girer ve bölgede çok sayıda fagositik hücre birikimine ve
nihayetinde makroskobik lezyonların (tüberküllerin) oluşmasına neden olurlar.
Etken girişini takiben 10-14 gün sonra etkili bir hücresel bağışıklık yanıtı gelişir ve
artan makrofaj etkinliği ile hücre içi etkenler etkili bir şekilde öldürür. Hücresel
yanıt esnasında T-lenfositlerden salınan sitokinler, bölgeye diğer mononükleer
hücrelerin gelmesini ve aktivasyonunu uyarır. Bölgedeki hücresel hipersensitivite,
hücre ölümüne ve beraberinde doku hasarına (kazeöz nekroz) sebep olur. Protein
ve lipidlerin enzimatik etkisi sonucu bazı durumlarda sıvılaşma ve boşluk oluşumu
şekillenebilir. Tipik bir tüberkül, epitelioid hücre, lenfosit ve bazı granülositlerce
çevrelenen fokal kazeöz nekroz odağından oluşur. Nekrozun merkezinde
mineralizasyon ve çok çekirdekli dev hücrelere rastlanır. Lezyonlu bölge ile normal
doku arasında fibröz bağ dokusundan oluşan bir dış sınır vardır. Bazen fibröz doku
belirgin değildir ve lezyonlar daha dağınık halde görünürler. Tüberkülozda kazeöz
lezyonları takiben kalsifikasyon gözlenir. İlerlemiş olgularda trakea ve bronşlarda
ülserler yaygındır. Lezyonlar plörayı da içine alabilir ve plöradaki bu lezyon “inci
hastalığı” veya “incili tüberkülozis” olarak adlandırılır [4].
Solunum sisteminin etkilendiği durumlarda sığırlarda kısa ve kuru öksürük,
dalgalı ateş ve bölgesel lenf yumrularında (boyun, mandibula ve preskapular)
şişkinlik görülür. İlerlemiş olgularda solunum güçlüğü ve ağrılı öksürük yaygındır.
Sığır tüberkülozisi,
Üst solunum yolunun etkilenmesi durumunda burundan kan dâhil değişik
başta solunum sistemi
karakterde akıntılar gelir. Etken kan yoluyla akciğerlerden diğer temel organlara
olmak üzere konakta
yayılarak generalize bir forma dönüşebilir. Benzer lezyonlara sindirim sisteminin
birçok sistem ve dokuyu
üst kısmında, ince ve kalın bağırsaklarda ve abomazumda rastlanabilir.
etkileyebilen
Hayvanlarda iştah ve vücut ısısı normalken hiçbir nedene bağlı olmayan ishal ve
multisistemik bir
mezenteriyel lenf yumrularının şişmesi bağırsak tüberkülozisinin belirtisidir. İshale
hastalıktır.
bağlı olarak hayvanlarda ilerleyen bir zayıflama görülür. Sığırlarda deri lezyonları
sınırlı iken, etkenin genital sistem yerleşkesi de mevcuttur. Dişilerde vajinada
nodül ve ülserler meydana gelebildiği gibi metritis olaylarına da rastlanır.
Umbilikal damarlar aracılığı ile etkenin kongenital bulaşması da söz konusudur.
Yaygın uterus enfeksiyonlarında abort ve infertilite görülür. Boğalarda
tüberkülozdan ileri gelen epididimitis enfeksiyonlarına sıkça rastlanır. Böbrekler
etkilendiği takdirde idrar bulanık, irinli ve bazen de kanlı olabilir. Meme
enfeksiyonlarına (mastitis) bağlı sütte renk ve kıvamında değişiklikler gözlenir ve
etkenin sütle atılım mümkündür. Deri tüberkülozu nadir olmakla beraber M. bovis
harici türler sorumludur. Sığır tüberkülozisi patolojik bulguları makroskobik olarak
saptanabilen granülom (tüberkül) oluşumlarıdır. Granülomların varlığı etkenin
vücuda giriş yerine göre değişiklik gösterir ve giriş yerinin devamı olan doku ve
sistemlerde yaygınlık gösterir. Bu yapılar vücudun hemen her tarafında yeşilimsi,
kazeöz, kazeökalseröz veya kalsifiye ve kapsüllü makroskobik yumrular
şeklindedir. Sığırlarda bu lezyonlar özellikle baş ve toraks bölgesi lenf
yumrularında rastlanır. Ayrıca akciğer, dalak, karaciğer ve vücut boşluklarının
yüzeylerinde yaygındır.
Koyun ve keçiler tüberkülozis etkenlerine duyarlı olmalarına rağmen doğal
enfeksiyonlar nadirdir. Koyun ve keçilerde M. bovis’in aksine, M. avium ve M.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8


Özel Bağışıklık Olayları

tuberculosis kaynaklı doğal enfeksiyonlar daha yaygındır. Klinik vakalar daha az


olup hastalık genelde kesim esnasında fark edilir. Semptomlar ve patolojik
bulgular sığır tüberkülozuna benzemekle beraber nodüllerde kalsifikasyon oranı
daha azdır.
Kedi ve köpeklerde tüberkülozis, M. bovis ve M. tuberculosis tarafından
oluşturulur. Temel bulaşma yolu köpeklerde solunum sistemi ve kedilerde sindirim
sistemi aracılığıyladır. Bu hayvanlarda tüberkülozdaki gibi tipik lezyonlar görülmez
ve kazeifikasyon yaygın değildir. Lezyonlar daha çok sarkoma benzeri spesifik
olmayan granülasyonlar şeklindedir.
Atlarda tüberkülozisten sorumlu olan tür M. bovis’tir. Fakat diğer türlerle
(M. tuberculosis ve M. avium) de enfeksiyon bildirilmiştir. Kedi ve köpeklerdekine
benzer şekilde lezyonlarda kazeifikasyon ve kalsifikasyon yoktur.
Mycobacterium avium tarafından oluşturulan kanatlı tüberkülozuna tüm
kanatlı türleri duyarlıdır. Kanatlılarda temel bulaşma sindirim yoluyla olmakla
beraber vertikal bulaşma ve solunum yoluyla bulaşma da bildirilmiştir.
Kanatlılarda lezyonlar daha çok etkenin giriş yerine paralel olarak sindirim sistemi,
Tüberkülozisin ayırıcı karaciğer ve dalakta şekillenir. Lezyonlar klasik tüberküloz lezyonları şeklindedir.
tanısında Mycoplasma, Hastalık kanatlılarda kronik zayıflama, topallık, düşkünlük ve verim kaybı gibi
Pasteurella, spesifik olmayan belirtilerle ortaya çıkar [3].
Corynebacterium Ruminantlarda Mikobakterium etkenlerinin oluşturduğu ve tüberkülozis
pyogenes pnömonisi, benzeri bir başka hastalık da deri tüberkülozudur. Özellikle sığırların bacak ve karın
aspirasyon pnömonisi ve altın bölgesinde deri ve deri altı lenf yollarının yangılanmasıyla karakterize bir
kazeöz lenfadenitis gibi hastalıktır. Bazen bu bölgeler ülserleşerek farklı karakterli akıntılı lezyonlar halini
enfeksiyonlar dikkate alırlar. Bu haliyle deri tüberkülozisi “Bovine Farcy” olarak adlandırılır.
alınmalıdır. Mycobacterium farcinogenes ve Mycobacterium senegalense türlerinin haricinde,
Nocardia spp. ve Corynebacterium spp. gibi diğer etkenler de benzer lezyonlara
yol açabilirler.

Teşhis
Klinik teşhis
Tüberkülozis ilerleyici seyir izleyen kronik bir hastalıktır. Fakat bazen akut
veya subakut olgulara da rastlanılmıştır. Tüberkülozisin geç evresinde rastlanan
yaygın semptomlar ilerleyen zayıflama, güçsüzlük ve düşük dereceli dalgalı ateş
gibi spesifik olmayan bulgulardır. Akciğer tutulumu olan hayvanlarda genellikle
soğuk havalarda ve egzersiz sırasında belirginleşen ıslak öksürük, dispne veya
taşipne tablosudur. Bazı hayvanlarda retrofaringeal veya diğer lenf nodüllerinde
büyüme, yırtılma veya içerik akıntısı görülebilir. Büyüyen lenf nodülleri, kan
damarları, solunum yolu ve diğer sistemler üzerine baskı yaparak fonksiyon
kayıplarına yol açabilir. Sindirim sisteminin etkilendiği olgularda aralıklı ishal veya
kabızlık gözlenebilir. Spesifik olmayan bu bulguların gelişimi aylar sürer ve
enfeksiyon yıllarca devam edebilir. Bu nedenle hastalığın klinik olarak teşhis
edilmesi oldukça zordur. Hastalık daha çok erken dönemde çeşitli laboratuar
teknikleri ve geç dönemde kesim esnasındaki patolojik bulgulardan fark edilir.
Patolojik olarak tüberkülozda tipik lezyonların (tüberkül) varlığı teşhiste fayda

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9


Özel Bağışıklık Olayları

sağlar. Fakat tüberküller pozitif olguların ancak yarısında saptanabilir. Benzer


lezyonlara Actinomyces bovis, Trueperella pyogenes kaynaklı olgularda da
rastlanır. Tüberküllerdeki kalsifikasyon varlığı tüberkülozis için tipik sayılabilir
bulgulardandır.
Laboratuar teşhisi
Tüberkülozun erken tanısı hastalığın kontrol ve eradikasyon programları için
oldukça önemlidir. Kronik olgularda postmortem (ölüm sonrası) muayene
bulgularına ilaveten bakteriyolojik tekniklere başvurulurken, erken dönem
enfeksiyonlarda patolojik bulgular yerine antemortem (canlı hayvan) immünolojik
teknikler daha olumlu sonuçlar vermektedir.
Örnekler: Laboratuar muayenesi için canlı hayvanlardan kan, idrar, süt,
uterus akıntısı ve deri kazıntısı gibi örnekler gönderilebilir. Ölü hayvanlardan ise
otopsi sonrası lenf düğümü, akciğer, lezyonlu doku ve organlar gönderilebilir.
Kültürel işlemlerde
Bakteriyolojik tanı: Örneklerden hazırlanan preparatlar Ziehl-Neelsen
tüberkülozis etkenlerinin
yöntemi ile boyanarak mavi zemin üzerinde kırmızı aside dirençli basil şekilli
gliserol ihtiyacı temel
etkenler aranır. Bu işleme bakteriyoskopi adı verilir. Bakteriyoskopi amacıyla
ayırıcı özelliklerindendir.
Auramin-O ve Floresan antikor tekniği de kullanılabilir. Bu boyamalarda
Mikobakterilere benzer şekilde aside dirençli olan Nocardia, Rhodococcus,
Corynebacterium gibi etkenlerinin varlığı göz ardı edilmemelidir.
Örnek

•Aside dirençli bakterilerin teşhisinde Ziehl-Neelsen boyama yöntemi


kullanılır. Aside dirençli etkenlerin mavi zeminde pembe kırmızı renkte
görüldüğpü bu boyama yöntemi kısaca şu şekilde yapılır:
• Preparat hazırlanır, kurutulur ve tespit edilir.
• Preparat alttan ısıtılarak 4-5 dk karbol füksinle boyanır.
• Preparat asit-alkolle (% 95 alkol + % 3 HCI asit) dekolore edilir.
• Preparat 10-15 sn metilen mavisi ile boyanır, yıkanır ve incelenir.

Kültür: Mikobakterilerin kültüründe özel besi yerlerine, farklı izolasyon


ısılarına ve uzatılmış inkübasyon sürelerine ihtiyaç duyulur. Yumurta bazlı
Lowenstein-Jensen ve Stonebrinks besi yeri veteriner alanda Mikobakterilerin
kültürü amaçlı yaygın olarak kullanılmaktadır. Bunların haricinde Middlebrook
7H10 ve 7H11 besi yeri veya kanlı agar kullanılabilir. Besi yerine malaşit yeşili
(0.025 g/100ml) ilavesi selektivite katarken, gliserolün M. bovis üzerine olumsuz
etkisi vardır. Gliserol, M. tuberculosis ve M. avium için üremeyi indükleyici
özelliktedir. M. bovis kültüründe gliserol yerine sodyum pürivat (%0.4)
Spoligotiplendirme, M.
kullanılabilir. Siklohekzimid (400 μg/ml), linkomisin (2 μg/ml) ve nalidiksik asit (35
tuberculosis genomu
μg/ml) ilavesi selektiviteyi arttırır.
içinde yüksek
polimorfik direkt Mikobakterilerin kültüründe kompakt örnekler besi yerine ekilmeden önce
tekrarları içeren PZR steril fizyolojik tuzlu su (FTS) ile doku parçalayıcı cihazlar aracılığı ile homojenize
temelli teşhis edilir. Sıvı örneklerin ise 3000 devirde 15-20 dakika santrifüj sonrası oluşan tortusu
metodudur. kullanılır. Homojenat ve tortudaki olası yarışmacı ve kontaminant

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10


Özel Bağışıklık Olayları

mikroorganizmaların üremesini inhibe etmek amacıyla dekontaminasyon işlemine


başvurulur. Bu amaçla örnekler, NaOH, H2SO4, oksalik asit ve kuarterner amonyum
bileşikleri gibi solüsyonlarda belirli süre inkübe edilir. Dekontaminasyonu takiben
örneklerin besi yerlerine ekimleri yapılır ve 37 ◦C’de 8-10 hafta inkübasyona
bırakılır. İnkübasyon sonrası oluşan sarı-beyaz ve karnabahar görünümlü R
koloniler Mikobakteriler yönünden değerlendirilir. Oluşan kolonilerin temel
tüberkülozis etkenleri yönünden identifikasyonunda Tablo 10.1’de verilen
özellikleri dikkate alınır.
Tübekülozisin teşhisinde polimeraz zincir reaksiyonu (PZR) temelli
moleküler yöntemler de kullanılır. Bu teknikler izole edilen etkenin
tanımlanmasında kültürel yöntemlere paralel olarak doğrulama testi olarak
kullanılabileceği gibi, örnek üzerinde etken aranmasında direkt olarak da
kullanılabilir. Bu amaçla 16S-23S rRNA, IS6110, IS108, MPB70 protein geni ve HSP
geni gibi birçok korunaklı bölgeyi hedef alan primer çiftlerinden faydalanılır. Klasik
PZR’nin yanı sıra restriksiyon endonükleaz, fragment analizi ve spoligotiplendirme
gibi moleküler yöntemler hastalığın epidemiyolojisinin aydınlatılmasında fayda
sağlamaktadır. Son dönemlerde tüm genom dizi analizleri de kullanım alanı
bulmuştur. Bu yöntemler kullanılırken M. bovis ile genetik benzerliği çok yüksek
olan (%99) M. tuberculosis gibi suşların varlığı göz ardı edilmemelidir [2, 4].
Deneme hayvanı inokulasyonu: Bu amaçla şüpheli hayvandan alınan doku
örneklerinden hazırlanan süspansiyonlar, kobaylara enjekte edilir ve 6 hafta sonra
postmortem olarak tipik tüberkülozis lezyonlarını yönünden değerlendirilir.
Serolojik tanı: Tüberkülozisin serolojik teşhisinde antikor aracılı testlerden
faydalanılabilir. Fakat bu testlerin sensitiviteleri düşüktür. M. bovis
enfeksiyonlarında erken dönemde yüksek düzeyde hücresel bağışıklık yanıtı
gerçekleşir. Bu dönemde zayıf olan antikor yanıtı hastalığın kronikleşmesine
paralel olarak giderek artar. Dolayısıyla kronik dönemlerde ELISA temelli serolojik
testler tanı amaçlı fayda sağlarlar. Ayrıca erken dönemde anerjik hayvanların
varlığı ve bu hayvanların alerjik testlerle belirlenmemesi serolojik testlerin
kullanımını daha anlamlı kılar [5].
Alerjik tanı: Mikobakteriler, makrofaj ve monosit yerleşkesi olan
intrasellüler mikroorganizmalar oldukları için bu etkenlere karşı daha çok T-
lenfositlerin aracılık ettiği immun yanıt reaksiyonları gerçekleşir. Enfeksiyonun
erken döneminde yangı öncesi hücresel bağışıklık yanıtı, geç döneminde ise
yüksek antikor üretimi ile sonuçlanan humoral immun yanıt şekillenir. Dolayısıyla
sığırlarda hücresel bağışıklık yanıtı test edecek yöntemler M. bovis
enfeksiyonunun teşhisinde rutin tanı testi olarak kullanılmaktadır. Bu amaçla in
vivo tüberkülin testi (intradermal tüberkülin testi) ve in vitro interferon gamma
testi kullanılır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11


Özel Bağışıklık Olayları

Avian
PPD
Bovine
enjeksiy
PPD
on yeri
enjeksiy
on yeri
Resim 10. 1. Sığırlarda karşılaştırmalı intradermal tüberkülin testi [6].

İntradermal tüberkülin testinin prensibi, M. bovis ile enfekte hayvanlarda,


intradermal enjekte edilen sığır pürifiye protein derivatının (sığır PPD veya bovine
PPD), enjeksiyon bölgesine uyarılmış T-lenfositler ve monositik hücrelerin akışına
yol açması ve bölgede yangı ile sonuçlanan gecikmiş tip aşırı duyarlılık reaksiyonu
oluşturulmasıdır. İntradermal tüberkülin testi, sığır kuyruğunun alt kök kısmına
Sığır PPD’si, M. bovis
yapılabileceği (kuyruk altı test, caudal fold test) gibi, boyun bölgesine tek
AN5 suşunun
uygulama (tek intradermal uygulama, single intradermal test) veya yaygın olarak
kültürlerinden hazırlanır
boynun orta kısmına karşılaştırılmalı çift uygulama (karşılaştırmalı intradermal
ve bakteriye ait çözünür
uygulama, comparative intradermal cervical test) şeklinde de yapılabilmektedir.
antijenleri içerir.
Tüm uygulamalarda 100 ul sığır PPD’si özel enjektörlerle deri içine uygulanır.
Uygulama öncesi ve uygulandıktan 72 saat sonrası deri kalınlığı ölçülerek
değerlendirilir. Boyun bölgesinde sığır PPD’si uygulanan yerin 10-12 cm yukarısına
M. avium’a ait antijenik yapıları içeren avian PPD derivatının aynı anda
uygulanarak yapılan karşılaştırmalı intradermal test ile hayvanlarda eş zamanlı
olarak paratüberkülozis olguları da değerlendirilir (Resim 1). Test sonrası deri
kalınlaşması ölçülür ve 3 mm’ye kadar olan kalınlaşmalar negatif, 3-4 mm
kalınlaşmalar şüpheli ve 4 mm’den büyük kalınlaşmalar pozitif olarak
değerlendirilir. Karşılaştırmalı testlerde sığır PPD ve avian PPD’si kullanıldığı için bu
derivatlara karşı şüpheli ve pozitif reaksiyon saptandığı durumlarda hangi
hastalığın olduğuna dair farklı şekillerde değerlendirmeler yapılır. Bu amaçla,
Tarım ve Orman Bakanlığı’nın (eski ismi ile Tarım ve Köyişleri Bakanlığı) 2009 yılı
“27188” sayılı yönetmeliğindeki yönergeler dikkate alınır [7]. Pozitif çıkan
hayvanlar kesime tabi tutulur ve bildirimi yapılır. Şüpheli durumlarda test 42 gün
sonra tekrarlanır. Her iki testi negatif olan hayvanlar sürüye iade edilir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12


Özel Bağışıklık Olayları

Bireysel Etkinlik
• Karşılaştırmalı intradermal tüberkülin testinin
sonuçlarının yorumlanmasını Tarım ve Orman
Bakanlığı'nın ilgili yönetmeliği nezdinde tartışınız.

Tüberkülozisin alerjik tanısında kullanılan bir diğer test interferon gama


(IFN-gama) testidir. Testin prensibi, M. bovis ile enfekte olmuş bir hayvanın
kanında bulunan duyarlılaştırılmış T-lenfositlerin, M. bovis antijenine tekrar maruz
kaldığında salgılayacağı IFN-gama'nın tespiti esasına dayanır. IFN-gama testi iki
aşamadan oluşur. İlk aşama, test edilecek hayvandan alınan tam kanın
Mikobakterial antijenler (sığır PPD ya da avian PPD) ile 37 ◦C’de 16-24 saatlik
inübasyonu ve takiben plazmalarının çıkarılmasıdır. İkinci aşama ise, tam kan
Tüberkülozis şüpheli örneğinde, in vitro koşullarda, özgül antijenler ile uyarılan T-hücrelerince salınan
karkas kaşektik ise IFN-gama düzeyinin ELISA yöntemi ile belirlenmesidir [8].
tamamen imha edilirken;
Tüberkülozis ülkemizde ihbarı mecburi ve tazminatlı bir hastalıktır. Enfekte
kaşektik değilse baş ve iç
hayvanlarda sağaltım yapılmaz. Tüberkülin testi uygulanması sonrası pozitif çıkan
organlar imha edilir, etler
sığırların takdir edilecek kıymetlerinin onda dokuzu (9/10) kadar hayvan
kavurma yapılarak
sahiplerine bedel ödenir [9]. Pozitif saptanan hayvanlar kesime gönderilir
tüketime sunulur.
Tüberkülozis şüpheli etler düşük değerli olarak şartlı tüketime tabi tutulur.
Damızlık veya kıymetli hayvanlarda tedavi denenebilir ve bu amaçla
insanlardakine benzer preparatlar kullanılır. Bu amaçla izoniazid, rifampin,
piyrazinamid, etambutol ve streptomisin preparatlarına başvurulur. Hastalıktan
korunmada test ve pozitiflerin seleksiyonuna ilaveten bulaşmayı azaltacak çevre
hijyeni, sanitasyon ve bakım ve beslenme şartlarının iyileştirilmesi uygulamalarına
gidilebilir. Koruyucu bağışıklık sağlamadığı için tüberkülozise karşı korunmada
aşılama deneysel çalışmalardan ibaret kalmış olup rutinde kullanılmamaktadır.

Paratüberkülozis
Paratüberkülozis (Johne Hastalığı), ruminantların kronik enteritisi ile
karakterize enfeksiyöz ve bulaşıcı bir hastalığıdır. Hastalık, Mycobacterium avium
intracellulare kompleksine ait Mycobacterium avium subsp. paratuberculosis
tarafından oluşturulur. Bu etkenin insanlarda Crohn Hastalığı ile yakından ilişkili
olduğu bilinmektedir. Duyarlı hayvanlar etken ile erken yaş döneminde enfekte
olur. Çoğu hayvan semptomatik taşıyıcı olarak kalır ve birkaç yıl sonra klinik
hastalık tablosu ortaya çıkar. Enfekte hayvanlar ya kaşeksiden ölürler ya da
hastalıktan dolayı kesilirler.
Paratüberkülozis etkeni M. avium subsp. paratuberculosis, Mikobakterilerin
genel özelliklerini taşır. Etken, 0.5-1.5 um boyutlarında, sporsuz, kapsülsüz ve
aside dirençli bir bakteridir. Bazı araştırmacılar tarafından etkenin konak tercihine,
genomik özelliklerine, üreme koşullarına ve pigment oluşturma yeteneğine göre;
koyun tipi (Tip 1 veya Tip S), sığır tipi (Tip 2 veya Tip C) ve ortak tip (Tip 3) olarak

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13


Özel Bağışıklık Olayları

farklı alt tipleri bildirilmiştir. Ayrıca bizonlarda hastalık oluşturan farklı bir alt tipin
(Tip B) varlığından da bahsedilmektedir. M. avium subsp. paratuberculosis’in
kültüründe “mikobaktin” adlı üreme faktörü kullanılır. Etkenin üretilmesinde
Dorset, Dubos, Finlayson gibi besi yerlerinden faydalanılır. Besi yerinde 5-6
haftalık inkübasyonu sonrası sarı-beyaz R koloniler oluştururlar. Etken, fiziksel ve
kimyasal ajanlara karşı oldukça dirençlidir. Dışkı ve idrarda 1 ay ve çamurlu suda 9
ay kadar canlı kalabilmektedir.
Ruminantlar ve devegillerin doğal konakları olduğu paratüberkülozise daha
çok genç hayvanlar duyarlıdırlar. Bu hayvanlar yaşamlarının ilk birkaç aylık
dönemlerinde bol miktarda etken alırlar. Fakat klinik olgular daha çok 2-5 yaş
arasındaki hayvanlarda görülür. Enfekte hayvanların dışkısıyla bol miktarda atılan
etkenler diğer hayvanlara genelde sindirim yoluyla bulaşmaktadır. Enfekte
hayvanlara ait süt, etken içerebilir ve yeni doğanlar için enfeksiyon kaynağı
olabilir. Bunun haricinde vertikal bulaşma da bildirilmiştir. Sığır ve koç
semenlerinde etken belirlenmesine rağmen veneral bulaşmanın
paratüberkülozisin epidemiyolojisinde önemi azdır.
Mikobaktin,
Mikobakterilerin üreme Paratüberkülozis, sığır yetiştiriciliği yapılan ülkelerde hemen hemen her
faktörü olan hücre dışı zaman görülmektedir. Sığırların yanı sıra koyun, keçi ve geyiklerde de bildirilmiştir.
serbest demir iyonlarını Paratüberkülozis, sporadik karakterli bir hastalıktır ve klinik olarak genelde 2-5 yaş
yakalamak için arası hayvanlarda ortaya çıkar. Hastalık kronik granulomatozis enteritis ve
kullandığı bir mezenterik ve iliosekal lenf nodüllerinde yangı ile karakterizedir. Enteritis sonucu
siderofordur. hayvanlarda malabsorpsiyon sendromu gelişir ve kronik ishal ve buna bağlı
ilerleyici bir zayıflama görülür (Resim 2). Hayvanlarda vücut ısısı ve iştah
normaldir. Bazı hayvanlarda mandibula ve karın bölgesinde subkutan ödem
gözlenir. Dehidrasyon ve kaşeksi sonucu hayvanlarda ölüm görülebilir.

Resim 10.2. Paratüberkülozisli sığırda klinik ve bağırsakların patolojik görünümü [10, 11].

Paratüberküloziste patolojik olarak en önemli bulgular, bağırsaklardaki


yangıya bağlı olarak gelişen tipik kalınlaşma ve beyin manzaraları görüntüdür.
Bağırsak mukozasında hemoraji ve sıyrılmalar, kanlı ve sulu içerik gözlenir.
Bölgesel lenf yumruları şişkin ve ödemlidir. Lezyonlarda tüberkülozisten farklı
olarak kazeifikasyon, kalsifikasyon veya fibrozis yoktur. Koyun ve keçilerde
patolojik lezyonlar sığırlardakine benzer şekildedir. Koyunlarda ishal daha az
rastlanır ve anemi, çene altı ödem, yünlerde kırılma ve dökülme tabloları
gözlenebilir.
Paratüberkülozisi klinik ve patoloji bulgulara bakarak teşhis etmek güçtür.
Kronik ishal tablosu benzer bulgulara yol açan Salmonella, Escherichia coli

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14


Özel Bağışıklık Olayları

enfeksiyonları ve bazı paraziter etkenlerle karışabilir. Otopsi bulgularında


bağırsaklarda kalınlaşmış ve beyin manzaralı görüntü teşhiste fayda sağlar.
Paratüberkülozisin erken teşhisinde kullanılan bütün laboratuar
yöntemlerinin sensitivitesi düşüktür. Fakat hastalık ilerledikçe testlerin diagnostik
başarıları artar [12]. Hastalığın teşhisi, etkenin doku ve dışkıda kültürel ve
moleküler yöntemlerle saptanması, spesifik antikorların serolojik olarak
belirlenmesi veya hücresel bağışıklık yanıtın alerjik testlerle saptanması ile yapılır.
Tüberkülozisin teşhisinde kullanılan Ziehl-Neelsen boyama yönteminin, rektum
mukozası ve dışkıdan hazırlanan preparatlarda paratüberkülozis etkenini saptama
Dışkı kültürü, canlı yeteneği zayıftır. Canlı hayvanlardan alınan dışkının uygun besi yerlerinde kültürü
hayvanlarda en önemli teşhis metodudur. Kültürel amaçlı yumurta sarısı ve spesifik üreme
paratuberkülozisin faktörü olan “mikobaktin” içeren sıvı veya katı besi yerleri kullanılır. Hastalığın
tanısı için altın standart teşhisinde ELISA, Agar Jel İmmunodifüzyon Testi (AGID) ve Komplement Fikzasyon
olarak kabul edilir. Testi (KFT) gibi serolojik testler de yaygın kullanılır. Avian PPD (Johnin PPD)’nin
kullanıldığı intradermal test ve IFN-gama testinin duyarlılığı düşüktür.
Paratüberkülozisin bilinen spesifik bir tedavi yöntemi yoktur. Fakat
tüberküloziste kullanılan preparatlar bu amaçla kullanılabilir. Ayrıca
probiyotiklerin tedavide olumlu etkileri vardır. Hastalığın kontrolünde en önemli
problem subklinik enfekte hayvanların teşhisinin zor olmasıdır. Bu nedenle erken
yaşta daha duyarlı olan hayvanlara etkenin bulaşmasının önlenmesi amacıyla genç
hayvanların yaşlılardan ayrılması, genel hijyenik önlemler, sevk ve idare
uygulamalarının alınması gerekmektedir. Bazı ülkelerde klinik bulguların ve etken
saçılımının azaltılması amacıyla aşılar kullanılmaktadır [8, 13].

AKTİNOMİSETLER
Aktinomisetler, Actinobacteria sınıfının Actinomycetaceae ailesi içerisinde
yer alan ve Actinobaculum, Actinomyces, Arcanobacterium, Falcivibrio,
Mobiluncus, Trueperella, Varibaculum gibi cinsleri içeren bakteri grubudur.
Miselyal bakteriler olarak bilinen bu bakteriler Mikobakterilere benzese de yapı
olarak mantar ve bakteri arası formlar olarak bilinirler. Aktinomisetler toprakta bol
miktarda bulunan ve toprak ekolojisi için önemli rol oynayan bakterilerdir. Organik
bitki materyallerinin yıkımlanmasını sağlayan birçok madde üretirler. Dolayısıyla
organik gübre oluşumunda rol alırlar. Ayrıca hayvanların ağız, farinks ve sindirim
sistemi mikrobiyotasında yer alırlar. Bazıları ise fırsatçı enfeksiyon oluşturan
patojenlerdir. Aktinomisetler birçok patojen tür içermesine rağmen bazı
antibiyotik ve terapötik bileşenleri üreten faydalı bakteri türlerini de içerirler.
Aktinomiset kaynaklı birçok antibiyotik ve enzim tanımlanmıştır.
Aktinomisetler, kapsül ve spor oluşturmayan Gram pozitif bakterilerdir.
Sığır aktinomikozisi, baş Mantar benzeri aerial miselyal üremeler gösterirler ve bu özellikleri ile önceden
bölgesinde özellikle mantar olarak adlandırılırlardı. Son filogenetik çalışmalarda bakteri olarak
çene kemiklerinde tanımlanmışlardır. Aktimisetler, 0.2-1.0 µm boyutunda çomaklar veya 10-50 µm
yangı ve sert uzunluğunda branşlı flamentler oluşturan bakterilerdir. Besi yerlerinde yaklaşık iki
şişkinliklerle karakterize haftalık inkübasyonu takiben rough (R) veya mukoid (M) koloni oluştururlar.
kronik bir hastalıktır. Fakültatif anaerob veya mikroaerobik ortamlarda üreyen Aktinomisetler,
mesofilik bakterilerdir. Biyokimyasal olarak aktif bakterilerdir. Üretilmelerinde

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15


Özel Bağışıklık Olayları

genelde tavşan kanı katılmış zenginleştirilmiş besi yerlerinden faydalanılır.


Çevresel ve kimyasal direnci çok fazla olmayan bakterilerdir. Bazı türlerin kanlı
agarda beta ve alfa hemoliz yapma özellikleri vardır. Patojen türler insanlarda
Actinomyces bovis, domuzlarda Actinomyces suis ve insanlarda Actinomyces israeli
olarak adlandırılır. Bu etkenler konakta kronik karakterli Aktinomikozis adlı
hastalık tablosu oluştururlar.
Sığır Aktinomikozisi
Aktinomikozis, sığır ve domuzlar başta olmak üzere koyun, at ve insanların
kronik seyirli bir hastalığıdır. Sığırlarda Aktinomikozis etkeni Actinomyces bovis’tir.
“Yumrulu Çene Hastalığı” olarak da adlandırılan Aktinomikozis, sığırlarda baş
bölgesindeki kemiklerde yangı, fibrozis, kalınlaşma ve deformasyon ile seyreden
kronik bir hastalıktır. Hayvanlarda kemiklerin fonksiyon kaybı sonucu yem yeme ve
güçlük, salya akıntısı, çiğneyememe gibi belirtiler gösterir. Baş bölgesi
yerleşkesinin haricinde akciğer, deri ve genital sistem yerleşkesi de vardır.
Hastalık daha çok sporadik şekilde ortay çıkar ve ergin hayvanlarda görülür.
Aktinomikozis aynı zamanda zoonotik bir hastalıktır. Etkenin temel bulaşma yolu
ağız boşluğundaki yara ve erozyonlardır. Etkenle bulaşık olan yem, ot, su vb.
alınması sonucu buralardan girer. Ağız boşluğu mukozası, dil, dudak, diş etlerinde
meydana gelen her türlü sert cisim ve enfeksiyon yaraları etkenin vücuda kolayca
girmesine aracılık eder. İnkübasyon süresi birkaç ay sürer. Etken giriş yerinden
çene bölgesi kemiklerine ulaşır ve yangısal tablo oluşturur. Kemik
deformasyonlardan dolayı sünger benzeri yapı gösterir ve kolay kırılır.
Hayvanlarda çene sertleşir ve şişer. Şişkinlikler irin içerir ve bazen deriden açılarak
apse veya fistül oluşturabilir. Buna bağlı olarak çiğnemede güçlük, salya akıntısı,
kemiklerde kırılma, dişlerde düşme saptanabilir. Etken bazen dil, deri, beyin,
akciğer ve genital sisteme yayılabilir. Dilde sertleşme kalınlaşma, ülser benzeri
lezyonlar oluşturabilir. Derideki lezyonlar sert tümörleri andırır. Akciğer
lezyonlarının derecesine göre öksürük, solunum güçlüğü oluşur.
Sığır Aktinomikozisi, klinik olarak genelde ağız içine yabancı cisim batması,
sıkışması, travma, diğer apse benzeri yapılar ve Aktinobasillozis adlı
enfeksiyonlarla karışabilir. Hastalığın teşhis laboratuar yöntemleri ile yapılır. İrinli
granüller FTS ile ezilip Gram boyama ile boyanarak Gram pozitif branşlı bakteriler
aranır. Kültürde tavşan kanı ve anaerobiyozis sağlayan besi yerlerine başvurulur.
Bu amaçla Tiyoglukolat besi yeri, Kanlı agar, Brain Heart Infusion Agar (BHA) veya
Triptik Soya Agar kullanılabilir.
Sığırlarda Aktinomikozisin tedavisinde penisilin, streptomisin kombinasyonu
uygulanabilir. İyot türlerinin ilavesi apselerin sağaltımında fayda sağlar. Cerrahi
işlemlerle apse sağaltımı yapılır. Ağır vakalarda hayvan kesime sevk edilir.
Korumada herhangi özel bir proflaktik uygulama yoktur [14, 15].

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16


Özel Bağışıklık Olayları

•GİRİŞ
•Mikobakteriler, insan ve hayvanlarda birçok hastalığa yol açan enfeksiyöz

Özet
bakteriyel etkenlerdir. Mikobakterler, ilk kez 1882 yılında Robert Koch
tarafından tanımlanmış ve kültüre edilmiştir. Mikobakteriler,
Actinomycetales takımının, Mycobacteriaceae ailesi ve Mycobacterium cinsi
içerisinde yer alan bakterilerdir. Lipitçe zengin hücre duvarı yapısı nedeniyle
aside dirençli bakteriler olarak adlandırılırlar.
•Günümüzde Mycobacterium cinsi içerisinde 190’dan fazla tür tanımlanmıştır.
Enfeksiyon yeteneklerine göre Mikobakteriler; mutlak patojenler, fırsatçı
(oportunistik) patojenler ve apatojenler (saprofit) olarak sınıflandırılırlar.
Patojen ve fırsatçı patojen türler, memelilerde ve insanlarda başta akciğer
olmak üzere diğer organ ve dokularda kazeöz ve kazeökalseröz özellikte
tüberküllerin oluşması ile karakterize tüberkülozis, insanlarda lepra,
hayvanlarda paratüberkülozis, deri tüberkülozisi ve tüberkülozis benzeri
kronik enfeksiyonlara yol açarlar.
•Genel Özellikleri
•Mikobakteriler, 0.2-0.6 µm genişliğinde, 1-10 µm uzunluğunda olan düz veya
hafif kıvrımlı basillerdir. Sporsuz, kapsülsüz ve hareketsiz bakterilerdir.
Mikobakterilerin lipitçe zengin hücre duvarı yapısı vardır. Bu yapı nedeniyle
aside-dirençli bakteriler olarak adlandırılırlar. Mikobakteriler, Löwenstein–
Jensen ve Middlebrook gibi yapay ortamlarda üretilirler ve M. bovis hariç
birçoğu gliserolü kullanır. Mikobakterilerin çoğu zorunlu aerobik
bakterilerdir. Optimal üreme ısıları 37-37.5 ◦C’dir. Generasyon süresi 15-24
saat olup, koloniler görünür hale gelmesi 5-6 hafta sürebilmektedir.
Mikobakterilerin bazıları ışık ve karanlık ortamda pigment oluştururlar. Bu
özelliklerine göre Ranyon sınıflandırılması yapılmaktadır. Mikobakteriler,
çevresel irritanlara karşı dirençli bakterilerdir. Mikobakterilerin, endotoksin
ve ekzotoksinleri yoktur. Temel virülens özelliği, konak hücre içinde yerleşme
ve çoğalmayı sağlayan intrasellüler yaşama yeteneğidir.
•Mikobakteriler, hastalık yapma yeteneğine ve yaptığı hastalığa göre;
tüberkülozis etkenleri, tüberküloidler, mikobakteriyozise yol açanlar ve
saprofitler olarak sınıflandırılır. Tüberkülozise neden olan türler insanlarda
M. tuberculosis, sığırlarda ve memeli hayvanların büyük çoğunluğunda M.
bovis, kanatlılarda M. avium ve balıklarda M. marinum’dur. Tüberküloidler
ise 22 ◦C’de üreyen, pigment oluşturan ve Ranyon sınıflandırmasına dahil
olan türlerdir. Saprofitik Mikobakteriler ile ilgili enfeksiyon bildirilmemiştir.
Mikobakteriyozise yol açan türler ise insanlarda cüzzam (lepra) etkeni M.
leprae ve ruminantlarda paratüberkülozis etkeni M. paruberculosis’dir.
•Tüberkülozis
•Tüberkülozis, hayvanlarda başta akciğer olmak üzere diğer organ ve
dokularda kazeöz veya kazeökalseröz granülom (tüberkül) oluşumu ile
karakterize, kronik seyirli ve bulaşıcı bir hastalıktır.
•Sığır tüberkülozisinin temel bulaşma yolu solunum ve sindirim sistemidir.
Bunların haricine kongenital, genital ve deri yolu ile bulaşabilmektedir. Etken
vücuda giriş yerine göre solunum ve sindirim sisteminde mukozlardaki
fagositik hücreler tarafından yutulduktan sonra ilgili lenf nodüllerine yayılır.
Burada hücresel bağışıklık yanıtın bir yansıması olarak tüberkül oluşumu ile
son bulur. Solumun sisteminin etkilendiği durumlarda sığırlarda kısa ve kuru
öksürük, dalgalı ateş ve bölgesel lenf yumrularında şişkinlik görülür. İlerlemiş
olgularda solunum güçlüğü ve ağrılı öksürük yaygındır. Sindirim sisteminin
etkilendiği durumlarda ishal ve mezenteriyel lenf yumrularında şişkinlik
görülür. Deri, genital ve üriner sistem enfeksiyonları nadirdir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17


Özel Bağışıklık Olayları

•Koyun ve keçiler, klinik vakalar daha az olup hastalık genelde kesim esnasında
fark edilir. Tüberküllerde kalsifikasyon oranı daha azdır. At, kedi ve
köpeklerde de benzer lezyonlar rastlanır. Fakat kazeifikasyon ve kalsifikasyon
Özet (devamı)
nadiren gözlenir. M. avium kanatlıların tüberkülozis etkenidir. Kanatlılarda
hastalık kronik zayıflama, topallık, düşkünlük, verim kaybı ve klasik
tüberkülozis lezyonları ile seyreder.
•Tüberkülozisin laboratuar tanısında, kronik olgularda bakteriyolojik
yöntemler, erken dönem enfeksiyonlarda ise immünolojik tanı yöntemlerine
başvurulur. Mikobakterilerin kültüründe, yumurta bazlı Lowenstein-Jensen ve
Stonebrinks besi yeri yaygın kullanılmaktadır. Kompakt örnekler besi yerine
ekilmeden önce steril fizyolojik tuzlu su (FTS) ile homojenize, takiben santrifüj
ve sonrasında NaOH, H2SO4 veya oksalik asit ile dekontamine edilerek besi
yerlerine ekimleri yapılır. 37 ◦C’de 8-10 hafta inkübasyon sonrası oluşan sarı-
beyaz ve karnabahar görünümlü R koloniler Mikobakteriler yönünden
değerlendirilir. Tübekülozisin teşhisinde PZR, kronik dönemlerde ELISA temelli
serolojik testlerden faydalanılır.
•Sığır tüberkülozisinin teşhisinde in vivo intradermal tüberkülin testi veya in
vitro IFN-gama testi rutin tanı testi olarak kullanılmaktadır. Her iki teste
hücresel bağışıklık yanıtı değerlendirilir. İntradermal tüberkülin testinde sığır
PPD kullanılır. Test sığır kuyruğunun alt kök kısmına tek uygulama veya boyun
bölgesine tek veya karşılaştırmalı çift uygulama şeklinde yapılmaktadır.
Uygulama öncesi ve uygulandıktan 72 saat sonrası deri kalınlığı ölçülerek
değerlendirilir. Enjeksiyon yerinde deride 3 mm’ye kadar olan kalınlaşmalar
negatif, 3-4 mm kalınlaşmalar şüpheli ve 4 mm’den büyük kalınlaşmalar
pozitif olarak değerlendirilir. Karşılaştırmalı testlerde sığır PPD ve avian PPD
kullanıldığı için şüpheli ve pozitif durumlarda hangi hastalığın (tüberkülozis
veya paratüberkülozis) olduğuna dair farklı şekillerde değerlendirmeler
yapılır. Tüberkülozisin alerjik tanısında kullanılan bir diğer testte antijen ile
duyarlılaştırılmış T-lenfositlerce salınan IFN-gamanın tespiti yapılır.
•Sığır tüberkülozisi ülkemizde ihbarı mecburi ve tazminatlı bir hastalıktır.
Enfekte hayvanlarda sağaltım yapılmaz. Pozitif saptanan hayvanlar kesime
gönderilir. Tüberkülozis şüpheli etler düşük değerli olarak şartlı tüketime tabi
tutulur. Damızlık veya kıymetli hayvanlarda tedavi denenebilir. Tüberkülozise
karşı korunmada aşılama deneysel çalışmalardan ibaret kalmış olup rutinde
kullanılmamaktadır.
•Paratüberkülozis
•Paratüberkülozis (Johne Hastalığı), ruminantların kronik enteritisi ile
karakterize enfeksiyöz ve bulaşıcı bir hastalığıdır. Hastalık, M. avium subsp.
paratuberculosis tarafından oluşturulur. M. avium subsp. paratuberculosis,
Mikobakterilerin genel özelliklerini taşır.
•Ruminantlar ve devegillerin doğal konakları olduğu paratüberkülozise daha
çok genç hayvanlar duyarlıdırlar. Genç hayvanlar erken dönemlerinde bol
miktarda etken alır; fakat klinik olgular daha çok 2-5 yaş arasındaki
hayvanlarda görülür. Paratüberkülozis genelde sindirim yoluyla bulaşır.
Bunun haricinde vertikal bulaşma da söz konusudur. Hastalık kronik
granulomatozis enteritis ve mezenterik ve iliosekal lenf nodüllerinde yangı ile
karakterizedir. Enteritis sonucu hayvanlarda malabsorpsiyon sendromu gelişir
ve kronik ishal ve buna bağlı ilerleyici bir zayıflama görülür. Dehidrasyon ve
kaşeksi sonucu hayvanlarda ölüm görülebilir. Paratüberküloziste patolojik
olarak en önemli bulgular, bağırsaklardaki yangıya bağlı olarak gelişen tipik
kalınlaşma ve beyin manzaraları görüntüdür. Bağırsak mukozasında hemoraji
ve sıyrılmalar, kanlı ve sulu içerik gözlenir. Bölgesel lenf yumruları şişkin ve
ödemlidir. Lezyonlarda tüberkülozisten farklı olarak kazeifikasyon,
kalsifikasyon veya fibrozis yoktur.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18


Özel Bağışıklık Olayları

•Paratüberkülozisi klinik ve patolojik bulgulara bakarak teşhis etmek güçtür.


Hastalığın erken teşhisinde kullanılan bütün laboratuar yöntemlerinin
sensitivitesi düşüktür. Fakat hastalık ilerledikçe testlerin diagnostik
Özet (devamı) başarıları artar. Hastalığın teşhisi, etkenin doku ve dışkıda kültürel ve
moleküler yöntemlerle saptanması, spesifik antikorların serolojik olarak
belirlenmesi veya hücresel bağışıklık yanıtın alerjik testlerle saptanması ile
yapılır.
•Paratüberkülozisin bilinen spesifik bir tedavi yöntemi yoktur. Fakat
tüberküloziste kullanılan preparatlar bu amaçla kullanılabilir. Erken yaşta
daha duyarlı olan hayvanlara etkenin bulaşmasının önlenmesi amacıyla genç
hayvanların yaşlılardan ayrılması, genel hijyenik önlemler, sevk ve idare
uygulamalarının enfeksiyon risklini azaltır. Bazı ülkelerde klinik bulguların ve
etken saçılımının azaltılması amacıyla aşılar kullanılmaktadır.
•AKTİNOMİSETLER
•Aktinomisetler, Actinobacteria sınıfının Actinomycetaceae ailesi içerisinde
yer alan ve Actinobaculum, Actinomyces, Arcanobacterium, Falcivibrio,
Mobiluncus, Trueperella, Varibaculum gibi cinsleri içeren bakteri grubudur.
Miselyal bakteriler olarak bilinen bu bakteriler Mikobakterilere benzese de
yapı olarak mantar ve bakteri arası formlar olarak bilinirler. Aktinomisetler
toprakta bol miktarda bulunan ve toprak ekolojisi için önemli rol oynayan
bakterilerdir. Bazıları ise fırsatçı enfeksiyon oluşturan patojenlerdir.
Aktinomisetler, kapsül ve spor oluşturmayan Gram pozitif bakterilerdir. 0.2-
1.0 µm boyutunda çomaklar veya 10-50 µm uzunluğunda branşlı flamentler
oluşturan bakterilerdir. Besi yerlerinde yaklaşık iki haftalık inkübasyonu
takiben rough (R) veya mukoid (M) koloni oluştururlar. Fakültatif anaerob
veya mikroaerobik ortamlarda üreyen Aktinomisetler, mesofilik
bakterilerdir. Aktinomisetlerden patojen olan türler insanlarda Actinomyces
bovis, domuzlarda Actinomyces suis ve insanlarda Actinomyces israeli olarak
adlandırılır.
•Sığır Aktinomikozisi
•“Yumrulu Çene Hastalığı” olarak da adlandırılan Aktinomikozis, sığırlarda
baş bölgesindeki kemiklerde yangı, fibrozis, kalınlaşma ve deformasyon ile
seyreden kronik bir hastalıktır. Hayvanlarda kemiklerin fonksiyon kaybı
sonucu yem yeme ve güçlük, salya akıntısı, çiğneyememe gibi belirtiler
gösterir. Hayvanlarda çene sertleşir ve şişer. Şişkinlikler irin içerir ve bazen
deriden açılarak apse veya fistül oluşturabilir. Baş bölgesi yerleşkesinin
haricinde akciğer, deri ve genital sistem yerleşkesi de vardır. Hastalık daha
çok sporadik şekilde ortaya çıkar ve ergin hayvanlarda görülür.
Aktinomikozis aynı zamanda zoonotik bir hastalıktır. Etken bazen dil, deri,
beyin, akciğer ve genital sisteme yayılabilir. Dilde sertleşme kalınlaşma,
ülser benzeri lezyonlar oluşturabilir. Derideki lezyonlar sert tümörleri
andırır. Akciğer lezyonlarının derecesine bağlı olarak öksürük, solunum
güçlüğü gibi belirtilere yol açabilir. Hastalığın teşhis laboratuar analizleri ile
yapılır. Tedavisinde medikal ve operatif işlemlere başvurulur.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19


Özel Bağışıklık Olayları

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Mikobakterileri diğer bakterilerden ayıran en önemli yapısal özellik
aşağıdakilerden hangisidir?
a) Fırsatçı patojen olması
b) Aside dirençli bakteri olması
c) Sporsuz bakteri olması
d) Gram pozitif bakteri olması
e) Hareketsiz bakteri olması

2. Mikobakterilerin hücre duvarının temel yapıları arasında aşağıdakilerden


hangisi bulunmaz?
a) Lipoarabinomannan
b) Mikolik asit
c) Plazma membranı
d) Peptidoglikan
e) Kapsül

3. Mikobakterilerin hayvanlarda ve insanlarda yaptığı başlıca hastalık


aşağıdakilerden hangisidir?
a) Lepra
b) Paratüberkülozis
c) Psöydotüberkülozis
d) Tüberkülozis
e) Diare

4. Mikobakterilerin teşhisinde aşağıdakilerden hangisi en yaygın kullanılan


boyama yöntemidir?
a) Malaşit yeşili spor boyama yöntemi
b) Giemsa boyama yöntemi
c) Gram boyama yöntemi
d) Çini mürekkebi boyama yöntemi
e) Ehrlich Ziehl-Neelsen yöntemi

5. Sığır tüberkülozisinin tanısında kullanılan rutin tanı testi aşağıdakilerden


hangisidir?
a) Spoligotiplendirme
b) PZR
c) Ziehl-Neelsen boyama
d) Tüberkülin testi
e) ELISA

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20


Özel Bağışıklık Olayları

6. Tüberkülin testinin değerlendirilmesi ile ilgili aşağıdakilerden hangisinde


doğru bilgi verilmiştir?
a) ≥ 3 mm deri kalınlaşması negatif
b) 3-4 mm deri kalınlaşması pozitif
c) > 4 mm deri kalınlaşması pozitif
d) ≤ 4 mm deri kalınlaşması şüpheli
e) > 2 mm deri kalınlaşması pozitif

7. Sığır tüberkülozisinin genel özellikleri arasında aşağıdakilerden hangisi


bulunmaz?
a) Bildirimi zorunlu hastalıktır
b) Zoonotik hastalıktır
c) Kontagiyöz hastalıktır
d) Pandemik hastalıktır
e) Tazminatlı hastalıktır

8. M. avium subsp. paratuberculosis tarafından oluşturulan hastalık


aşağıdakilerden hangisidir?
a) Paratüberkülozis
b) Enteritis
c) Tüberkülozis
d) Psöydotüberkülozis
e) Bovine farcy

9. Sığırlarda paratüberkülozisin klinik ve patolojik bulguları arasında


aşağıdakilerden hangisi yer almaz?
a) Dehidrasyon
b) Enteritis
c) Kronik zayıflama
d) Subkutan ödem
e) Kalsifiye tüberkül

10. Sığırlarda Actinomyces bovis tarafından oluşturulan hastalık aşağıdakilerden


hangisidir?
a) Tüberkülozis
b) Yumrulu çene hastalığı
c) Patarüberkülozis
d) Aktinobasillozis
e) Lepra

Cevap Anahtarı:
1.b, 2.e, 3.d, 4.e, 5.d, 6.c, 7.d, 8.a, 9.e, 10.b

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21


Özel Bağışıklık Olayları

YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Wikipedia. (2018). Erişim tarihi: 30.12.2018.
https://en.wikipedia.org/wiki/Mycobacterium
[2] Fentahun, T., Luke, G. (2012). Diagnostic Techniques of Bovine Tuberculosis: A
Review. African Journal of Basic & Applied Sciences, 4(6): 192-199.
[3] Hines, ME. 2nd, Kreeger, M., Herron, AJ. (1995). Mycobacterial Infections of
Animals: Pathology and Pathogenesis. Laboratory Animal Science, 45(4):
334-351.
[4] Thoen, CO., Steele, JH., Gilsdorf, MJ. (2006). Mycobacterium bovis Infection in
Animals and Humans (2nd edition). Blackwell Publishing Professional, USA.
[5] Büyük, F., Bozukluhan, K., Sağlam, AG., Gökçe, G., ve ark. (2017). The
prevalence estimates of Mycobacterium bovis infection in cattle with ELISA.
The Journal of the Hellenic Veterinary Medical Society, 68(4): 541-546.
[6] Veteriner Hekimi Günceleri. (2018). Erişim tarihi: 20.12.2018.
https://veterinerhekimi.files.wordpress.com/2013/12/img_00121.jpg
[7] Sığır Bovine Tüberkülozu Yönetmeliği. (2009). Erişim tarihi: 30.12.2018.
http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2009/04/20090402-2.htm
[8] Mukundan, H., Chambers, MA., Waters, R., Larsen, MH. (2015). Tuberculosis,
Leprosy and Mycobacterial Diseases of Man and Animals: The Many Hosts
of Mycobacteria. CAB International, USDA and Crown Copyright.
[9] Hayvan Hastalıklarında Tazminat Yönetmeliği. (2012). Erişim tarihi: 30.12.2018.
http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2012/01/20120114-11.htm
[10] Johne’s Disease – Assessing The Risk. (2018). Erişim tarihi: 02.01.2019.
https://www.fas.scot/article/johnes-disease-assessing-risk/
[11] Johnes Disease (2018). Erişim tarihi: 02.01.2019. http://www.county-
vets.co.uk/veterinary-services/farm-animals/cattle/johnes-disease/
[12] Buyuk, F., Celebi, O., Akca, D., Otlu, S., ve ark. (2014). Estimated apparent and
true prevalence of Paratuberculosis in sheep herds of Kars Region in
Northeast part of Turkey. Veterinarni Medicina, 59(7): 331-335.
[13] Eamens, GJ., Marsh, IM., Plain, KM., Whittington, RJ. (2015). Paratuberculosis
(Johne’s Disease). Australian and New Zealand Standard Diagnostic
Procedure. Pp: 1-68.
[14] Connaway, JW., Uren, AW. (1935). Actinomycosis (Lumpy Jaw, Big Jaw,
Wooden Tongue) in Cattle. Bulletin, 357, 1-16.
[15] Kahraman, M. (2006). Actinomyces’ler ve Actinomyces İnfeksiyonları.
Editörler: Aydın, N., Paracıkoğlu, J., Veteriner Mikrobiyoloji (Bakteriyel
Hastalıklar), 1. Baskı, ISBN: 975-6268-06-09, İlke-Emek Matbaacılık ve
Yayıncılık, Ankara.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22


ANAEROBLAR

• Klostridium İnfeksiyonları
İÇİNDEKİLER

• Genel Özellikleri
• Epidemiyoloji VETERİNER MİKROBİYOLOJİ
• Laboratuvar Tanısı
• Tedavi ve Kontrol VE İMMÜNOLOJİ
• Bakteriodes İnfeksiyonları Dr. Öğr. Üyesi Mehmet
• Fusobakterium İnfeksiyonları
Cemal ADIGÜZEL

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


•Klostridium cinsi bakterilerin
HEDEFLER

genel özelliklerini,
epidemiyolojisini, laboratuvar
tanısını, tedavi ve kontrol
yöntemlerini öğrenebilecek,
•Bakteriodes cinsi bakterilerin
genel özelliklerini ve yapmış
olduğu infeksiyonları bilebilecek,
•Fusobakterium cinsi bakterilerin
genel özellikleri ve yapmış olduğu
infeksiyonlar hakkında bilgi sahibi
olabileceksiniz.

ÜNİTE

© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı
11
ve dağıtımı yapılamaz.
Anaeroblar

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2


Anaeroblar

GİRİŞ
Clostridium cinsi bakteriler toprakta, tatlı suda ve denizlerde bulunan, güçlü
toksinleri ile karakterize, Gram pozitif, çomak şekilli, anaerob, bakterilerdir. Bu
bakteriler, insan ve hayvanların normal bağırsak florasının bir bölümünü oluşturur.
Bazıları da insan ve hayvanlarda çeşitli infeksiyonlara neden olur. Bu grup
içerisinde bulunan bakterilerin bir kısmı spor oluşturma özellikleri ve bağırsaklara
kolonize olabilme özellikleri sayesinde daha ön plana çıkmaktadır. Katalaz ya da
sitokrom oksidaz gibi enzimleri bulunmadığı için oksijenli ortamda uzun süre
dayanamazlar. İçerisinde %5-10 karbondioksit bulunan anaerobik jarlar içerisinde
kanlı agarda üretilmeleri mümkündür.
Clostridium cinsi bakterilerin dışında, çeşitli hayvanlardan alınan örneklerde
Gram negatif, spor oluşturmayan, anaerob bakterilerle karşılaşılmaktadır. Bu
türlerin çoğu, ağız, bağırsak, üst solunum yolları ve genital kanalı kaplayan
mukozadaki floranın bir parçasıdır. Bu etkenler mukozal bariyerinin bozulduğu
durumlarda fırsatçı infeksiyonlara neden olurlar. Örneğin; sığırların rumen
florasının bir üyesi olan Fusobacterium necrophorum, rumen epitelinde meydana
gelen bozulma sonucunda dolaşıma girer ve oradan da karaciğere gelerek burada
apse oluşumuna neden olur. 37°C’de anaerobik kavanozlar içerisinde %10
karbondioksit içeren ortamlarda yedi günlük inkübasyon süresi sonunda üreme
gösterirler. Gelişen moleküler tekniklerle beraber bu grubun üyelerinin de
taksonomik yerlerinde değişiklik olmuştur. Gram negatif spor oluşturmayan
anaerob bakteriler arasında; Bacteroides, Dichelobacter, Fusobacterium,
Porphyromonas ve Prevotella cinslerine ait bakteriler bulunmaktadır.
Anaerob bakteriler düşük oksidasyon-redüksiyon (Eh) potansiyeline sahip
ortamlarda üreme gösterirler. Dokularda meydana gelen travma ve nekroz
sonrasında anaerob bakteriler için uygun bir üreme ortamı oluşur. Özellikle spor
oluşturmayan anaerob bakteriler miks infeksiyonlar şeklinde ortaya çıkar.
Sinerjistik olarak etkileşime giren iki veya daha fazla bakteri, ciddi infeksiyon
meydana getirebilirler. Trueperella pyogenes ve Fusobacterium necrophorum
arasındaki sinerjizm buna örnek verilebilir.

KLOSTRİDİUM İNFEKSİYONLARI
Genel Özellikleri
Klostridium cinsi bakteriler toprakta, tatlı suda ve denizlerde bulunan, güçlü
toksinleri ile karakterize, Gram pozitif, çomak şekilli, anaerob ve hareketli
(Clostridium perfringens hariç) bakterilerdir. Bu bakteriler, insan ve hayvanların
normal bağırsak florasının bir bölümünü oluştururlar ve insan ve hayvanlarda
çeşitli infeksiyonlara neden olurlar. Bu grup içerisinde bulunan bakterilerin bir
kısmı spor oluşturma ve bağırsaklara kolonize olabilme özellikleri sayesinde daha
ön plana çıkmaktadır. Katalaz ya da sitokrom oksidaz gibi enzimleri bulunmadığı
için oksijenli ortamda uzun süre dayanamazlar. İçerisinde %5-10 karbondioksit
bulunan anaerobik jarlar içerisinde kanlı agarda üretilmeleri mümkündür [1].

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3


Anaeroblar

Clostridium cinsinde yer alan bakteriler, 2-20 ile 0,2-4 µm boyutlarında Gram
pozitif çomak şekillidirler. Türler içeresinde endosporun yeri ve konumu farklıdır.
Endospor oluşturma yetenekleri bağırsakta ve çevrede yaşamını sürdürmesi
açısından önem arz etmektedir. Bu grup içinde yer alan bakteriler Resim 11.1 de
Spor (endospor), gösterilmiştir [1]:
bakterinin zor çevre
şartlarından kendisini
korumak için geliştirdiği
bir formdur.

Resim 11.1. Clostridium cinsi içerisinde yer alan bakteriler [1]

Klostridium cinsi içinde bulunan türler anaerob bakterilerdir. Ancak oksijene


toleransları türler arasında fark göstermektedir. Bu grup içerisinde bulunan
türlerin bir kısmı kompleks zengin besi yerine ihtiyaç duymaktadırlar. Besi yeri
içeriğine kan katılması üremeyi olumlu yönde etkilemektedir. Genellikle anaerobik
koşullarda 37°C’de 24-48 saat içinde gözle görülebilir koloniler meydana getirirler.
Koloniler yuvarlak veya düzensiz, hafifçe kalkık ve yarı şeffaf bir yapıya sahiptir.
Bazı türler nemi yüksek katı besi yerleri yüzeyinde belirgin bir koloni
oluşturmaksızın yayılmış halde üreme gösterirler. Birçok tür kanlı agarda hemoliz
meydana getirir (Resim 11.2). Sıvı besi yerlerinde üretilmeleri için ortama
indirgeyici maddeler (pişmiş et, thioglikolat) katılması üremeyi olumlu
etkilemektedir [1, 2].

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4


Anaeroblar

Resim 11.2. Kanlı agarda tam hemoliz görüntüsü (oklar ve çizgiler) [3]

Klostridium cinsi bakterilerin vejetatif formu sıcak, soğuk, ışık gibi çevresel
etkiler ve dezenfektanlardan maruz kalması sonucu kolayca ölür. Endospor
oluşturduktan sonra dış etkilere karşı dayanıklı hale gelir [1, 2].
Nörotoksik klostridialar, Clostridium tetani (tetanoz hastalığı etkeni) ve
Clostridium botulinum (botulismus hastalığı etkeni) türlerini içerir. Her iki etken de
salgıladıkları toksinler ile hastalığı meydana getirirler. C. tetani ve C. botulinum
toksinleri aynı etki mekanizmasına sahip olsalar da sinir sisteminde farklı bölgeleri
etkileyerek farklı formda hastalık oluştururlar. Toksinler sinir kavşaklarında iletimi
bloke ederler. C. botulinum, botulizm hastalığına neden olan, Gram pozitif çomak
şeklinde, sporlu, zorunlu anaerob bir bakteridir. Nötre yakın pH’da üreme gösterir.
Spor subterminal yerleşik olarak bulunur. Spor, 121°C’de 15 dakikalık otoklav
ısısında ölür. Etken intoksikasyonlar sonucunda yumuşak felç ile karakterize
hastalığa neden olur [4, 5].

Nörotoksik klostridialar
salgıladıkları güçlü •İntoksikasyon, gıda zehirlenmesi olarak bilinen ve gıda
Örnek

tüketiminden kısa bir süre sonra şekillenen, mide ve bağırsak


toksinler ile infeksiyon sisteminde farklı şiddette izlenen rahatsızlıklara verilen
meydana isimdir. Bakteri, mantar ve farklı etmenler intoksikasyona
getirmektedirler. neden olabilir. Bakterilerin neden olduğu zehirlenmelerde,
gıda üzerinde Clostridium botulinum, Clostridium perfringens
ve Staphylococcus aureus tarafından üretilmiş olan toksinlerin
vücuda alınması esas iken; mikotoksikosis olaylarında mantar
toksinlerinin (örneğin; aflatoksinler, Okratoksin A, patulin)
gıdalar ile vücuda alınması söz konusudur.

C. botulinum toprak ve deniz diplerin bulunabilen bir bakteridir. Duyarlı


hayvanların kontamine materyalleri sindirim yoluyla alması sonucunda bulaşma ve
intoksikasyon şekillenmektedir. Hastalık başlıca, ruminant (geviş getirenler), at ve
kuşlarda sıklıkla görülmektedir. Domuz, kedi, köpek ve balıklarda nadiren görülür.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5


Anaeroblar

C. botulinum antijenik özellikleri farklı yedi tipte toksin sentezlemektedir.


Botulinum toksininin 1 µg’ı bir insanı öldürebilecek derecede çok toksik bir
proteindir. Toksinin sindirim kanalı yoluyla alınması sonucunda mide ve ince
bağırsakların ilk kısmından emilir ve kan dolaşımı yoluyla vücuda yayılır. Toksin
reseptör ilişkili endositozis sonrasında, sinir hücrelerine girer ve reseptörlere
bağlanır. Kas sinir bağlantı noktalarında toksin birikmesi meydana gelir. Ortamda
sinir iletiminde rol alan maddelerin de (örneğin, asetilkolin) yokluğu sinapslarda
bozulmaya yol açar. Sonrasında ise yumuşak felçler gelişir. Bu durumdan solunum
Nörotoksik klostridialar kaslarının etkilenmesi ile solunum bozukluğu ve sonunda ölüm şekillenir. Klinik
salgıladıkları güçlü olarak, yutma güçlüğü, dilin kontrolsüz şekilde dışarı sarkması, çiğneme ve
toksinler ile infeksiyon yutmada zorluklar ve kas sisteminde koordinasyon bozuklukları görülür.
meydana Aspirasyon pneumonisi (bakteri ile kontamine mide içeriğinin akciğerlere kaçması
getirmektedirler. durumu) gibi sekonder infeksiyonlar şekillenmedikçe vücut sıcaklığı normal
seyreder. Hastalıktan kurtulan hayvanlarda iyileşme yavaş seyirlidir ve bu
hayvanlar etkeni aylarca saçmaya devam ederler [4, 5].
Tetanos hastalığı etkeni olan C. tetani Gram pozitif çomak şekilli, zorunlu
anaerob bir bakteridir. Hastalık kaslarda kasılma ve spazmlara neden olan
intoksikasyon şeklinde ortaya çıkar. C. tetani tetanolizin ve tetanospazmin olmak
üzere iki toksin salgılamaktadır. Etken kanlı agarda anaerobik koşullarda kolaylıkla
üretilebilmektedir. Sporlu formu kaynatmaya uzun süre dayanabilir (1,5 saatin
üzerinde). C. tetani bağırsaklarda flora bakterisi olarak yer alan ve bunun dışında
doğada toprakta yaygın olarak bulunabilen bir bakteridir. Etkenin sporları, doku
bütünlüğünün bozulduğu, yara, sıyrık gibi bölgelerden vücuda girer ve anaerobik
ortam bulduğunda vejetatif forma dönerek infeksiyon şekillendirir. Kedi ve
köpekler tetanoz toksinine az duyarlı iken; at ve insanlar yüksek derecede
duyarlıdırlar. Birkaç günden birkaç haftaya kadar değişen inkübasyon periyodu
sonucunda, klinik olarak titreme, artmış aşırı duyarlılık ve kasılmalar göze
çarpmaktadır. Ayrıca at, sığır ve domuzlarda göz kaslarında meydana gelen spazm
sonucunda üçüncü göz kapağının düşmesi, kulaklarda dikelme, kuyruğun
dikleşmesi gibi bulgulara rastlanabilir. Kasılmalar hastalığın ilk belirtisi olarak
ortaya çıkar ve sonradan kalıcı hale gelir. İdrar ve dışkıyı tutamama, terleme ve
yüksek ateş görülebilmektedir. Solum kaslarında meydana gelen spazm
sonucunda ölüm şekillenir [4, 5].
Histotoksik klostridialar, travmatik olaylardan sonra dokularda şekillenen
anaerobik ortamlarda üreme şansı bularak kas ve yumuşak doku infeksiyonlarına
neden olan etkenlerdir. Clostridium chauvoei Gram pozitif çomak şekilli, zorunlu
anaerob olan, subterminal ya da sentral sporlu bir etkendir. C. chauvoei sığırlarda
Özellikle yumuşak amfizematöz, nekrotik kas yangıları ile karakterize yanıkara hastalığına neden
dokunun hava dolması olur. Etkenin hastalık oluşturmasında üretmiş oldukları ekzotoksinlerinin önemi
sonucu el ile büyüktür. C. chauvoei, toprakta çokça bulunur ve etken ile kontamine besinlerin
muayenede duyulan sindirim yoluyla alınması sonucunda duyarlı hayvanlara bulaşabilir. Bunun dışında
çıtırtı sesine açık yaralardan da vücuda girişi söz konusudur. Clostridium septicum evcil
krepitasyon denir.
hayvanların dışkılarında ve toprakta yaygın olarak bulunan, Gram pozitif çomak
şekilli, sporlu, zorunlu anaerob bir bakteridir. C. septicum çiftlik hayvanlarında

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6


Anaeroblar

gazlı gangren ve malignant ödem gibi hastalıklara neden olurken, kanatlı


hayvanlarda gangrenöz dermatitis ve koyunlarda ölümcül abomasum yangısına
neden olmaktadır. Kanamalı nekroz alanları ve ödem, abomasum mukozasında ve
ince bağırsakların başlangıç kısımlarında göze çarpmaktadır. Toksemi yaygın
Enfestasyon, parazit
görülen bir bulgudur. C. septicum, travmatik yaralar, gizli bağırsak kanserleri, şeker
etkenlerinin vücutta
hastalığı, karaciğer sirozu ve periferik vasküler hastalıkla ilişkili olarak, insan ve
meydana getirdiği
hayvanlarda malignant ödemin nedeni olarak bilinmektedir. İnfeksiyon kas
hastalığa verilen genel
boyunca yayıldığı için hemoraji, ödem ve nekroz hızlı bir şekilde gelişir. Dolaşım
isimdir.
kaybı sonucunda bu bölgelerde sıcaklığın azalmasına ve krepitasyon sesinin
duyulmasına neden olur. Klinik bulgular 24 saatten daha az bir sürede ortaya çıkar.
Clostridium haemolyticum Gram pozitif çomak şekilli, yüksek ısıya dayanıklı spora
sahip bir bakteridir. Etken toprakta ve hayvanların bağırsağında bol miktarlarda
bulunur. Bulaşma etken ile kontamine yem ve suların sindirim yoluyla alınması
sonrasında şekillenir. Hayvan hareketleri etkenin yayılmasında önemli yere
sahiptir. C. haemolyticum sahip olduğu güçlü ekzotiksin ile saatler bazen de bir
gün içinde ölüm şekillendirecek derecede infeksiyon meydana getirir. Etkilenen
vücut bölgelerinde yaygın kanama odaları göze çarpar. Klinik olarak ateş,
solgunluk, sarılık, süt veriminde azalma, karın ağrısı, hemoglobinüri (idrarda kan
görülmesi) ve solunum güçlüğü görülebilmektedir. Ayrıca gebe sığırlarda abort
meydana gelebilmektedir. Clostridium novyi Gram pozitif, çomak şekilli, kapsülsüz,
sporlu ve zorunlu anaerobik bir bakteridir. Epidemiyolojik, biyokimyasal ve
patojenik olarak iki farklı tipi vardır. Etken toprakta bulunabildiği gibi, sağlıklı
hayvanların bağırsak ve karaciğerlerinde, ayrıca sporları da kaslarda bulunabilir.
Bulaşma sindirim yoluyla meydana gelir. C. novyi tip B sığır ve koyunlarda
infeksiyöz nekrotik hepatitis hastalığına neden olur. Bağırsakta bulunan sporlar
karaciğere ulaştıktan sonra burada hücrelerin içerisine yerleşirler. Genellikle
karaciğerde hasar oluşturan parazitlerin (örneğin, Fasciola hepatica) enfestasyonu
sonrasında C. novyi tip B için anaerobik ortam oluşması sonucu infeksiyon
meydana getirir. Ölümler klinik belirtilerden sonraki iki gün içinde olabileceği gibi,
aniden de şekillenebilir. Klinik belirtiler arasında iştahsızlık, depresyon ve düşük
vücut sıcaklığı görülür. Nekropsi sonucunda, ödem, karaciğerde nekroz odakları
göze çarpar [4, 5].
Enterotoksemik klostridia grubunda yer alan Clostridium perfringens
hayvanlarda ciddi ekonomik kayıplara neden olan önemli bir türdür. Etken
sıcakkanlı hayvanların bağırsak florasında yer almasına rağmen, bazı tiplerinin
taşıdığı toksinler sayesinde infeksiyon meydana getirmektedir (Tablo 11.1). Gram
pozitif çomak şekilli, sporlu olan C. perfringens patogenezinde rol olan 20’ye yakın
toksik protein sentezlemektedir. Kapsüllü ve hareketsiz olması ile diğer
klostridium türlerinden ayrılır [2, 4, 5].

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7


Anaeroblar

Tablo 11.1. Toksijenik C. perfringens tiplerinin neden olduğu hastalıklar [2]

Toksin Tipi Yapmış Olduğu Hastalıklar Başlıca Toksinleri

İnsanlarda gıda zehirlenmesi, kanatlı nekrotik


A enteritisi, kuzu enterotoksemisi, sığırlarda yeni Alfa
doğanların hemorajik enteritisi

Kuzu dizanterisi, Koyunların kronik enteritisi,


B Alfa, Beta, Epsilon
sığır/at hemorajik enteritis
Kanatlı hayvanların nekrotik enteritisi, yetişkin
C koyunlarda akut enterotoksemi, buzağı, keçi, kuzu Alfa, Beta
ve taylarda hemorajik ya da nekrotik enteritis

Koyunlarda enterotoksemi, keçilerde entokolitis,


D Alfa, Epsilon
sığır enterotoksemisi
E Sığırlarda yeni doğan enterotoksemisi Alfa, İota

C. perfringens tip A’nın neden olduğu infeksiyonlar genel olarak hemorajik


(kanamalı) ya da nekrotik enteritis ile ilişkilidir. Kanatlı hayvanlarda nekrotik
enteritis, buzağılarda nekrotize ve amfizemli abomasum yangısı (abomasitis), tay
ve köpekleri içeren birçok türde sporadik seyirli hemorajik gastroenteritise neden
olur. C. perfringens tip B, kuzu dizanteri etkenidir. Duyarlı hayvanlar etkeni
çevrede bulunan kontamine gıdalar aracılığıyla sindirim yoluyla alır. İnfeksiyon
şekillenen hayvanlarda iştahsızlık, halsizlik, karın ağrısı ve kanlı ishal şekillenir.
Mortalitesi (Bir popülasyonda hastalıktan ölen hayvanların toplam hayvanlara
oranı olarak ifade edilir.) yüksek olan hastalığın, klinik belirtiler ortaya çıktıktan
kısa bir süre sonra koma ve ölüm şekillendiği görülür. İnce bağırsaklarda yoğun
ülseratif ve hemorajik odaklar tipik olarak gözlenir. Benzer bulgular keçi, buzağı ve
taylarda da bulunur. C. perfringens tip C, hem insanlarda hem de evcil hayvanlarda
nekrotik enteritisler meydana getirmektedir. Etken ince bağırsaklarda hemorajik
enteritise neden olan β-toksine sahiptir. Etkilenen hayvanlarda iştahsızlık,
depresyon, karın ağrısı ve ishal ön plana çıkmaktadır. Hastalığın mortalitesi
%100’dür. C. perfringens tip D, bir yaşın üzerindeki kuzularda, keçilerde tüm yaş
gruplarında ve bazen de buzağılarda enterotoksemi ile ilişkili yumuşak böbrek
hastalığına neden olur. Toksin miktarının düşük olduğu ya da bağırsaklarda
üretilen toksinin az olduğu durumlarda beyindeki kapiller endoteliyal hücreler
hasara uğrar. Çünkü toksin bu bölgede birikmeye başlar. Bunun sonucunda da
beyinde fokal simetrik ensefalomalazi gelişir. Etkilenen hayvanlarda ölüm oranı
yüksektir ve endoteliyal hasar nedeniyle ölüm sonrası kokuşma hızlıca şekillenir.
Hastalık buzağı ve keçilerde daha hafif bir seyir izler. Keçilerde lokal nekrotize
enteritis ile seyreden ishal gözlenir. C. perfringens tip E, buzağı ve daha az sıklıkla
da kuzularda hemorajik enteritislere neden olur. Patolojik olarak ülseratif
abomasitis ve hemorajik enteritis gözlenir [2, 4, 5].

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8


Anaeroblar

Epidemiyoloji
C. botulinum’a özellikle nemli topraklarda ve deniz tabanında rastlamak
mümkündür. Ölü hayvanlar, salgınların çıkışına neden olabilmektedir. Hayvansal
ürünlerin yem katkı maddesi olarak kullanılması hastalık için bir risk teşkil
etmektedir. Ayrıca son yıllarda yaygın kullanılan büyük plastik ambalajlar
içerisinde asitlenmeden yapılan ot balyaları ve sılajlar, at ve sığırlardaki botulizm
ile ilişkilendirilmiştir. Bu şekilde hazırlanan balya paketleri içerisinde, yer yakın
yapılan ot kesimleri esnasında kemirgenlerin bulunması ve paket içerisinde
anaerobik ortam oluşması hastalığın ortaya çıkması için hazırlayıcı faktör olarak
görülmektedir. İnsanlarda botulizm, iyi işlem görmemiş et, deniz ürünleri ve
konserve gibi gıdalardan kaynaklanmaktadır. Bebeklerde özellikle etkenin sporu ile
kontamine bal tüketimi sonrasında şekillenmektedir. Etkilenen bebeklerde, kas
gevşekliği, uykulu hal ve göz kapaklarında düşme gibi klinik belirtilerle ortaya çıkar
[2, 4, 5].
C. tetani sporlarının, doku bütünlüğü bozuk dokulardan girmesi sonucunda
infeksiyon ortaya çıkmaktadır. Kulak kesimi, ayak bölgesindeki çizik ya da yaralar,
doğum sonrası uterus ve göbek kordonu infeksiyonları etkenin infeksiyon
oluşturmasını kolaylaştırmaktadır [2, 4, 5].
C. chauvoei (yanıkara) dünyada coğrafik bölgeler arasında farklı oranlarda
görülmektedir. İklim değişiklikleri, sezon ile ilişkili faktörler ve toprak yapısı
hastalığın ortaya çıkışında önemli bir yere sahiptir. Genç yaştaki (üç yaş altındaki)
ve iyi besili sığırlar özellikle risk grubunu oluşturmaktadır [2, 4, 5].
C. septicum kastrasyon, kuyruk kesimi, küpeleme ve enjeksiyon gibi
uygulamaları ve doğum sonrası uterus infeksiyonlarını takiben gelişebilir. C.
septicum’un neden olduğu bradzot en çok Kanada, İskoçya ve İskandinav
ülkelerinde görülmektedir [2, 4, 5].
Endemik seyir, bir
C. haemolyticum’un topraktaki yaşam süresi ile ilgili az bilgiye sahip olmakla
hastalığın belli bir
beraber bataklıklara yakın bölgelerde hastalığın endemik seyir gösterdiği
bölgede az veya çok her
bildirilmiştir. Hastalık yaz ve sonbahar aylarında, bir yaşın üzerindeki hayvanlarda
zaman görülmesidir.
daha sık görülür [2, 4, 5].
Clostridium novyi dünya genelinde yaygın olarak görülen bir etkendir.
Hastalık yetişkin koyunlarda ilkbahar ve sonbahar dönemlerinde sıklıkla görülür.
İnfeksiyon özellikle sürüdeki iyi besili hayvanlarda ortaya çıkar [2, 4, 5].
Clostridium perfringens tip A infeksiyonlarında özellikle kanatlı hayvanlarda
koksidiyoz hastalığının varlığı bu etkenin infeksiyon şekillenmesini
kolaylaştırmaktadır. Bağırsak mukozasında meydana gelen hasarlar etkenin girişini
kolaylaştırmaktadır. Etkenin, sığırlarda abomasum ülserleri ve timpani ile ilişkili
olduğu bulunmuştur [2, 4, 5].

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9


Anaeroblar

Laboratuvar Tanı
C. botulinum tanısında, taze karkasdan ya da ölümden önce alınan doku
veya kan plazmasında toksinin varlığının araştırılmasına dayanır. Bakterinin
özellikle bağırsak içeriğinden veya toksinin ortaya çıkışından sonra izole edilmesi
tanı açısından yeterli değildir. Besin maddelerinde, taze mide içeriğinde veya
kusmukta toksinin saptanması botulizm teşhisini desteklemektedir [2, 4, 5].
C. tetani tanısında kontamine yaralardan yapılan Gram boyamalarda etkene
rastlamak mümkündür. Yaralardan alınan sürüntü örneklerinden kanlı agara
yapılan ekimlerin anaerobik inkübasyonu sonucunda etken izolasyonu
gerçekleştirilebilir [2, 4, 5].
C. chauvoei sistein ve suda çözünen vitaminler bakımından zengin besi
yerlerinde anaerobik koşullarda daha iyi üreme göstermektedir. Etkenin C.
septicum ile ayrımı için moleküler tekniklerden (örneğin; polimer zincir
reaksiyonu, PCR) faydalanılmaktadır [2, 4, 5].
C. septicum’a ait sporlar infeksiyonun olduğu bölgelerden hazırlanacak
preparatların Gram boyaması sonucunda görüntülenebilir. C. septicum kanlı
agarda anaerobik koşullar altında 48 saatte üretilebilir. Diğer histotoksik klostridial
etkenlerden ayrımının yapılması için PCR’dan faydalanılabilir [2, 4, 5].
C. haemolyticum’da karaciğer lezyonlarından hazırlanan preparatlardan
yapılan Gram boyamada Gram pozitif çomakların görülmesi etkenden
şüphelendirir. Taze hazırlanmış kanlı ağara yapılan ekimlerin anaerobik koşullarda
inkübasyona bırakılması sonucunda etken, 48 saat içinde üretilebilmektedir [2, 4,
5].
Clostridium novyi’den ölen hayvanların karaciğerlerinden hazırlanan
preparatlarda Gram pozitif çomak şekilli sporlu bakterilere rastlanır. Etken zorunlu
anaerob bir bakteri olduğu için uygun şekilde sağlanan anaerobik koşullarda
üreyebilmektedir. İdentifikasyonda PCR ile hızlı sonuç vermek mümkündür [2, 4,
5].

Tedavi ve Kontrol
Antitoksin, vücutta
meydana gelen ve bir C. botulinum’un tedavisinde antitoksin uygulamaları önerilmektedir.
toksini etkisiz duruma Hastalıktan korunmak için aşılama en etkili yoldur [2, 4, 5].
getiren bir maddeye
C. tetani’nin meydana getirdiği infeksiyonun tedavisinde toksin inaktive
verilen isimdir.
edilmesi, toksin üretiminin baskılanması ve semptomatik tedaviyi içermektedir.
Atlarda ilk tedavi uygulaması antitoksin uygulamalarıdır. Açık yaraların
dezenfektanlarla temizlenmesi, parenteral yolla penisilin veya metronidazol
uygulamaları önerilmektedir. Destekleyici tedavi olarak kas gevşeticiler ve
sakinleştirici ilaçlar uygulanabilir. Cerrahi operasyonlarda hijyen kurallarına dikkat
edilmelidir. Korumada en etkili yöntem etkenin toksininden hazırlanan aşıların
uygulanmasıdır [2, 4, 5].

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10


Anaeroblar

C. chauvoei’ nin neden olduğu infeksiyonlarda tedavi olumlu sonuç


vermeyebilir. İlk müdahalede damar içi penisilin uygulamaları etkili olmaktadır. 3-
6 aylık yaşa ulaşan hayvanlar özellikle endemik bölgelerde aşılanmalıdır ve aşı her
yıl tekrar edilmelidir. Salgınlarda hayvanlar aşılanmalı ve depo penisilin
uygulamaları yapılmalıdır. İnfeksiyonun şekillendiği durumlarda gebe koyunlar
doğumdan 3 hafta öncesinde aşılanmalıdırlar [2, 4, 5].
C. septicum vakalarında hastanın iyileşme ihtimali bulunmaktadır. Bölgenin
açılarak içeriğinin boşaltılması ve içerisinin antiseptik solüsyonlar ile temizlenmesi
önerilir. Buzağılar 3-4 aylık yaşa geldiklerinde aşılanmalıdırlar. Ahırda genel hijyen
kurallarına dikkat edilmelidir [2, 4, 5].
C. haemolyticum’un erken tanısında geniş spektrumlu antibiyotikler
(örneğin, tetrasiklin), antitoksin ve kan transfüzyonu iyi sonuçlar vermektedir.
Hastalığın endemik görüldüğü bölgelerde hayvanlar aşılanmalıdır ve her altı ayda
bir tekrar edilmelidir [2, 4, 5].
Clostridium novyi için etkili bir tedavi metodu yoktur. Korumada parazitlerin
neden olduğu enfestasyonlar ile mücadele edilmelidir. Koruyucu amaçlı olarak
aşılama yapılmalıdır [2, 4, 5].
Bireysel Etkinlik

• Klostridial infeksiyonlardan korunmak için en etkili yöntem


nedir?

Bakteriodes İnfeksiyonları
Bakteriodes cinsi içerisinde yer alan bakteriler insan ve hayvanların
sindirim sistemi florasın yer alırlar. Gram negatif, hareketsiz, sporsuz, kapsülsüz ve
anaerob olan bu bakterilerin bazı türlerinde isim değişikliği olmuştur. Bu grupta
yer alan Bacteriodes nodosus’un ismi Dichelobacter nodosus olarak
güncellenmiştir. D. nodosus koyun ve keçilerde ayak çürüklüğü (interdigital
Dichelobacter nodosus nekrobasilloz, piyeten, foot rot) hastalığı etkenidir. Ayak çürüğü, tırnak arasının
koyun ve keçilerde yangısı ve tırnak arasında lezyon oluşumu ile kendini gösteren ve tırnağın
şiddetli topallık ile ayrılmasına kadar ilerleyebilen bulaşıcı bir infeksiyondur. Genel olarak etkilenen
seyreden piyeten hayvanlarda kilo kaybı, sürünün gerisinde kalma, topallık, lezyonlardan gelen pis
hastalığının etkenidir. kokulu akıntı göze çarpar. Etkilenen hayvanlar dolaşamadıkları için yem ve sudan
yararlanamazlar. Sekonder bakteriyel etkenlerin (örneğin; Fusobacterium
necrophorum, Staphylococcus sp.) hastalığa karışması sonucunda ölüm görülür [4,
5, 6, 7].
D. nodosus düz ya da hafif kıvrık çomak şekilli Gram negatif, hareketsiz,
sporsuz, kapsülsüz, zorunlu anaerob olan bir bakteridir. Besi yerine eklenecek

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11


Anaeroblar

proteinden zengin maddeler ve anaerob ortamın sağlanması üreme için önemlidir.


Gözle görülebilir koloniler iki günde oluşsa da, 1-2mm’lik S tipi kolonilerin
oluşması için 4-5 günlük inkübasyon süresine ihtiyaç vardır. Etken zorunlu anaerob
olmasına rağmen, oksijne 10 güne kadar tolerans göstererek canlı kalabilir. Toprak
yoluyla taşınarak, tırnak arası (interdigital) epitel hücrelere yapışarak infeksiyon
meydana getirir [4, 5, 7].
Hastalığın kaynağı infekte koyun ve keçilerdir. Bulaşma indirekt ve direkt
olarak şekillenmektedir. İnfeksiyonun meydana geldiği ayak, duyarlı, şiş ve
hiperemiktir (Resim 11.3). Şiddetli topallık ile seyreden hastalık, bulaşıcı, ılımlı ve
kötü huylu olmak üzere üç klinik forma sahiptir. D. nodosus’un oluşturduğu
salgınların şiddeti popülasyonun tipi ve çevresel faktörlerden etkilenmektedir.
Tırnak ile deri arasındaki bağ dokularda meydana gelen tahribat sonucunda
tırnakta düşme meydana gelir. Hayvanlar yem ve suya gidememeleri sonucunda
kilo ve verim kayıpları meydana gelmektedir. Kötü huylu form, interdigital
bölgenin yangısı ile karakterizedir. Tırnak arasındaki epitel dokunun sürekli ıslak ve
nemli oluşu infeksiyonun ortaya çıkmasını kolaylaştırır. Lezyonlu ayakta F.
necrophorum gibi etkenlerin karışması sonucunda sekonder infeksiyonlar meydana
gelir. Bunun sonucunda tırnakta yüzeysel iltihaplanma, hiperkeratoz ve nekroz
oluşur. D. nodosus bu bölgede çoğalarak yerleşir ve tırnak arasında şişlik oluşturur.
Etken tırnağın epitel tabakasında üreyerek çoğalır ve tırnak dokusu içine ilerler.
Bakterinin proteaz enzimleri sayesinde tırnak bütünlüğünün bozulması ve derin
dokuların da etkilenmesi sonucunda tırnak deriden ayrılır [4, 5, 7].

Resim 11.3. D. nodosus’un neden olduğu piyeten de koyun tırnağında arasında meydana
lezyonlar [7]

D. nodosus koyunlarda ve keçilerde sık görülmesine rağmen, sığır, at,


domuz, geyik dahil olmak üzere benzer diğer hayvanlarda da infeksiyona neden
olabilmektedir. Etken, ılıman iklime sahip bölgelerde ve bol yağışlı dönemlerde çok

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12


Anaeroblar

ciddi infeksiyonlar meydana getirmektedir. Hemen hemen her yaş grubundaki


hayvanda infeksiyon meydana görülmektedir; ancak genetik farklılıklar hastalığın
şiddetini etkilemektedir [4, 5, 7].
Tanı genellikle klinik bulgulara dayanır. Ayak lezyonundan hazırlanan sürme
preparatlarda Gram negatif çomak şekilli bakteriler görülebilir. Besi yerine
anaerobik koşullarda yapılan ekimler sonucunda üreyen etkenler D. nodosus
yönünden değerlendirilir. Hızlı tanı amacıyla geliştirilmiş test tanı kitlerinden
faydalanılmaktadır. Bunun dışında PCR gibi moleküler tekniklerle de hızlı bir
şekilde tanı konabilir [4, 5, 7].
Tedavide, hasarlı dokuların uzaklaştırılması, bölgenin antibiyotik ya da
dezenfektanlarla (örneğin, %5-10 formalin, %5 bakır sülfat veya %10-20 çinko
sülfat) muamele edilmesi önerilmektedir. Ahır girişlerine ayak banyoları
konmalıdır. Sistemik olarak penisilin ve streptomisin uygulamalarının yanı sıra
lokal olarak bu antibiyotiklerin uygulanması da tedaviyi hızlandırmaktadır. Fimbiral
D. nodosus’un neden proteinden hazırlanan aşı, hastalığın ortaya çıkışını ve yayılmasını önemli ölçüde
olduğu infeksiyonlarda önlemektedir. Aşı özellikle hasta hayvanların iyileşme sürecini hızlandırmaktadır.
aşı, hasta hayvanların Hastalığın kontrolü, sürünün muayenesi, aşılama, hastaların tedavisi veya
iyileşme sürecini hastaların sürüden uzaklaştırılması ile sağlanır [4, 5, 7].
hızlandırmaktadır.
Fusobakterium İnfeksiyonları
Fusobakterium türleri, Gram negatif, ig (fusiform) görünümlü, sporsuz,
kapsülsüz ve anaerob bakterilerdir. Mikroskobik morfolojileri kokobasil formdan
filamentöz görüntüye doğru değişiklik gösterebilir. İçerisinde serum, glikoz ve
askorbik asit bulunan ortamlarda üretilebilmektedirler. Bu grupta yer alan
Fusobacterium necrophorum, önemli bir hayvan patojendir. F. necrophorum,
bütirik asit üreten bu cinsin 13 türünden biridir. Fusobacterium nucleatum,
Fusobacterium russi ve Fusobacterium canifelinum köpek ve kedilerin normal ağız
florasının üyeleridir ve sıklıkla ısırık yaralarından izole edilir. Fusobacterium
equinum atların normal ağız florasının bir parçasıdır ve atların sindirim ve solunum
yolu hastalıklarından izole edilmişlerdir [4, 5, 7].
F. necrophorum, ağız, gastrointestinal ve ürogenital sistemin doğal bir
üyesidir ve toprakta bulunur. F. necrophorum, biyotip veya A ve B biyovarları
olarak bilinen F. necrophorum subsp. necrophorum ve F. necrophorum subsp.
funduliforme alt türlerine ayrılmıştır. Bu iki alt tür hücresel morfoloji, koloni yapısı,
üreme gereksinimleri, biyokimyasal (hücre dışı enzimler), biyolojik (virülans
faktörleri) ve moleküler özellikleri açısından farklılıklar göstermektedir. F.
necrophorum subsp. necrophorum özellikle insan infeksiyonları ile ilişkilidir [4, 5,
7].

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13


Anaeroblar

F. necrophorum aerotolerant bir anaerob bakteridir. Anaerobik koşullarda altında


kanlı agar ve Brucella agarda üreyebilmektedir (Resim 11.4). Etken, hastalık
oluşturmada rol oynayan önemli virülens faktörlerine (örneğin, lökotoksin)
sahiptir. F. necrophorum insan ve hayvanların sindirim sisteminin doğal florasında
bulunmaktadır. Özellikle tahıl yem ile beslenen sığırların rumen florasında yüksek
oranlarda saptanabilmektedir [4, 5, 7].

Resim 11.4. Kanlı agarda F. necrophorum kolonilerinin 448 saatlik kültür sonucunda
görüntüsü [8]

F. necrophorum nekrobasillozis olarak adlandırılan birçok infeksiyonla


ilişkilidir. Etken, buzağı ve kuzu difterisinden, sığırların karaciğer
nekrobasillozisinden (karaciğer apseleri), sığırlarda panaritiumdan, at ve domuz
gibi evcil diğer evcil hayvanlarda nekrotik infeksiyonlardan sorumludur [4, 5, 7].
Tanıda, özellikle ayak çürüklüğü ve nekrotik larenjit klinik bulgulara göre
teşhis edilmektedir. Bunun dışında karaciğer apselerini klinik olarak teşhis etmek
güçtür ve kesim sonrası fark edilebilir. F. necrophorum, klinik örneklerden
kolaylıkla izole edilebilen ve tanımlanabilen Gram negatif anaeroblardan biridir.
Moleküler yöntemlerden PCR kullanılarak alt tür ayrımı yapılabilmektedir [4, 5, 7].
Sığırların aşırı tahıl ile Tedavide, nekrotik larenjit ve interdigital nekrobasillozis vakalarında
beslenmesi F. sistemik antibiyotik uygulamaları tercih edilmektedir. Sülfonamid ve tetrasiklinler
necrophorum kaynaklı tek başına veya kombine halde kullanılabilir. İnterdigital nekrobasillozis
karaciğer apselerinin durumunda, özellikle infeksiyonun erken aşamalarında penisilin veya
gelişmesine neden tetrasiklinlerin sistemik uygulanması etkilidir. Karaciğer apsesinin tedavisinden çok
olmaktadır. koruma önlemleri alarak oluşması engellenmelidir. Bu amaçla bakterinin
lökotoksininden hazırlanan aşılar uygulanabilir [4, 5, 7].

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14


Anaeroblar

•KLOSTRİDİUM İNFEKSİYONLARI
•Klostridium cinsi bakteriler toprakta, tatlı suda ve denizlerde bulunan, güçlü
Özet
toksinleri ile karakterize, Gram pozitif, çomak şekilli, anaerob ve hareketli
(Clostridium perfringens hariç) bakterilerdir. Bu bakteriler, insan ve
hayvanların normal bağırsak florasının bir bölümünü oluşturur. Bir kısmı
endospor oluşturma özellikleri sayesinde dış etkilere karşı dayanıklı hale
gelir. Katalaz ya da sitokrom oksidaz gibi enzimleri bulunmadığı için oksijenli
ortamda uzun süre dayanamazlar.
•Nörotoksik klostridialar, Clostridium tetani (tetanoz hastalığı etkeni) ve
Clostridium botulinum (botulismus hastalığı etkeni) türlerini içerir. Her iki
etken de salgıladıkları toksinler ile hastalığı meydana getirirler. C. tetani ve C.
botulinum toksinleri aynı etki mekanizmasına sahip olsalar da, sinir
sisteminde farklı bölgeleri etkileyerek farklı formda hastalık oluştururlar. C.
botulinum’a özellikle nemli topraklarda ve deniz tabanında rastlamak
mümkündür. İnsanlarda botulizm, iyi işlem görmemiş et, deniz ürünleri ve
konserve gibi gıdalardan kaynaklanmaktadır. C. tetani sporlarının, doku
bütünlüğü bozuk dokulardan girmesi sonucunda infeksiyon ortaya
çıkmaktadır. Kulak kesimi, ayak bölgesindeki çizik ya da yaralar, doğum
sonrası uterus ve göbek kordonu infeksiyonları etkenin infeksiyon
oluşturmasını için hazırlayıcı faktörlerdir.
•Histotoksik klostridialar, travmatik olaylardan sonra dokularda şekillenen
anaerobik ortamlarda üreme şansı bularak kas ve yumuşak doku
infeksiyonlarına neden olan etkenlerdir. Clostridium chauvoei, Clostridium
septicum, Clostridium haemolyticum, Clostridium novyi ve Clostridium
sordelli bu grupta yer alan Gram pozitif çomak şekilli, zorunlu anaerob,
sporlu bakterilerdir. Genellikle toprakça çokça bulunan etkenlerin vücuttaki
kesik, çizik yaralarından vücuda girmesi ya da sindirim yoluyla alınmaları
sonucunda infeksiyon şekillenmektedir. Etkenler girdikleri bölgede hem
generalize hem de sistemik infeksiyonlara neden olurlar. Dokulardaki
sporların vejetatif forma dönüşmesi durumunda çoğalan bakteri saldığı
toksinler ile dokularda nekrozdan ölüme kadar değişen klinik tablolara neden
olur.
•Enterotoksemik klostridia grubunda yer alan Clostridium perfringens
hayvanlarda ciddi ekonomik kayıplara neden olan önemli bir türdür. C.
perfringens hareketsiz ve kapsüllü olması diğer klostridiumlardan ayırıcı en
önemli özelliktir. C. perfringens tip A-E olmak üzere beş farklı tipi
bulunmaktadır. Etkenin her tipi farklı infeksiyonlardan sorumludur.
•Klostridial infeksiyonların tanısında örnekler dikkatlice alınmalıdır ve uygun
taşıyıcı besi yerleri içerisinde laboratuvara ulaştırılmalıdır. Dışkıda bu
etkenler normalde de bulunduğu göz önünde bulundurulmalı ve örneklerin
dışkı ile kontamine edilmemesine özen gösterilmelidir. Örneklerin ekimi için
kanlı agar, thioglikolat ve pişmiş et besi yeri sıklıkla kullanılmaktadır. Ayrıca
besi yerlerinin inkübasyon için anaerobik koşullara konması özellikle C. novyi
için önem arz etmektedir. Hızlı tanı amacıyla ve tür ayrımı için moleküler
analizlerden de (örneğin, polimer zincir reaksiyonu) faydalanılmaktadır.
•Nörotoksik klostridial infeksiyonların tedavisinde yüksek doz penisilin veya
geniş spektrumlu antibiyotiklerin verilebilir. Yara bölgeleri varsa buraların
dezenfektanlarla (örn, hidrojen peroksit) temizlenmesi önemlidir. Ayrıca kas
gevşetici ya da sakinleştiriciler uygulanabilir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15


Anaeroblar

•Histotoksik klostridial infeksiyonların tedavisinde, hastalığın ilk safhasında


belirlenmesi durumunda yüksek doz penisilin uygulanabilir. Korumada
Özet (devamı) etkenlere karşı hazırlanmış tek ya da kombine aşılar kullanılmalıdır. Özellikle
histotoksik klostridial infeksiyonlarda aşılama bu hastalıkların önüne
geçebilmek için vazgeçilmezdir.
•BAKTERİODES İNFEKSİYONLARI
•Gram negatif, hareketsiz, sporsuz, kapsülsüz ve anaerob olan bu bakterilerin
bazı türlerinde isim değişikliği olmuştur. Bu grupta yer alan Bacteriodes
nodosus’un ismi Dichelobacter nodosus olarak güncellenmiştir. D. nodosus
koyun ve keçilerde ayak çürüklüğü (interdigital nekrobasilloz,piyeten, foot
rot) hastalığı etkenidir. Ayak çürüğü, tırnak arasının yangısı ve tırnak arasında
lezyon oluşumu ile kendini gösteren ve tırnağın ayrılmasına kadar
ilerleyebilen bulaşıcı bir infeksiyondur. Sekonder bakteriyel etkenlerin
(örneğin; Fusobacterium necrophorum, Staphylococcus sp.) hastalığa
karışması sonucunda ölüm görülebilir.
•Hasta hayvanlar sürüden ayrılmalı ve ayak lezyonları dezenfektanlarla
temizlenmelidir. Lokal antibiyotik uygulamaları yapılmalıdır. Bunun yanında
ahır hijyenine dikkat edilmeli ve ahır zemininin düzgün olmasına özen
gösterilmelidir. Aşılama yapılarak sürü hastalığa karşı bağışık hale
getirilmelidir.
•FUSOBAKTERİUM İNFEKSİYONLARI
•Fusobakter türleri, Gram negatif, ig görünümlü, sporsuz, kapsülsüz ve
anaerob çomaklardır. İçerisinde serum, glikoz ve askorbik asit bulunan
ortamlarda üretilebilmektedirler. Fusobacterium nucleatum, Fusobacterium
russi ve Fusobacterium canifelinum köpek ve kedilerin normal ağız florasının
üyeleridir ve sıklıkla ısırık yaralarından izole edilir. Fusobacterium equinum
atların normal ağız florasının bir parçasıdır ve atların sindirim ve solunum
yolu hastalıklarından izole edilmişlerdir.
•F. necrophorum nekrobasillozis olarak adlandırılan birçok infeksiyonla
ilişkilidir. Etken, buzağı ve kuzu difterisinden, sığırların karaciğer
nekrobasillozisinden (karaciğer apseleri), sığırlarda panaritiumdan, at ve
domuz gibi evcil diğer evcil hayvanlarda nekrotik infeksiyonlardan
sorumludur.
•Tanıda, özellikle ayak çürüklüğü ve nekrotik larenjit klinik bulgulara göre
teşhis edilmektedir. Bunun dışında karaciğer apselerini klinik olarak teşhis
etmek güçtür ve kesim sonrası fark edilebilir.
•Tedavide, sistemik sülfonamid ve tetrasiklinler tek başına veya kombine
halde kullanılabilir. İnterdigital nekrobasillozis durumunda, özellikle
infeksiyonun erken aşamalarında penisilin veya tetrasiklinlerin sistemik
uygulanması etkilidir. Karaciğer apsesinin tedavisinden çok koruma
önlemleri alarak oluşması engellenmelidir. Bu amaçla bakterinin
lökotoksininden hazırlanan aşılar uygulanabilir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16


Anaeroblar

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Klostridium cinsi bakterileri dış şartlara karşı koruyan ve dayanıklılık sağlayan
yapıları aşağıdakilerden hangisidir?
a) Endospor
b) Hücre duvarı
c) Fimbria
d) Flagella
e) DNA

2. Nörotoksik klostridium türler arasında aşağıdakilerden hangisi


bulunmaktadır?
a) Clostridium novyi
b) Clostridium perfringens
c) Clostridium tetani
d) Clostridium septicum
e) Clostridium haemolyticum

3. At, sığır ve domuzlarda göz kaslarında meydana gelen spazm sonucunda


üçüncü göz kapağının düşmesi, kulaklarda dikelme, kuyruğun dikleşmesi gibi
bulgulara aşağıdaki hangi infeksiyonda rastlanabilir?
a) Piyeten
b) Botulismus
c) Yanıkara
d) Gazlı gangren
e) Tetanoz

4. Bakterilerden hangisi yanıkara hastalığının etkenidir?


a) Clostridium septicum
b) Clostridium novyi
c) Clostridium botulinum
d) Clostridium tetanii
e) Clostridium chauvoei

5. Enterotoksemiden sorumlu klostridium cinsi bakteri aşağıdakilerden


hangisidir?
a) Clostridium septicum
b) Clostridium novyi
c) Clostridium botulinum
d) Clostridium perfringens
e) Clostridium chauvoei

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17


Anaeroblar

6. Clostridium botulinum’un neden olduğu botulismusun tedavisinde


aşağıdakilerden hangisi kullanılır?
a) Penisilin uygulaması
b) Yaranın dezenfektanlarla temizlenmesi
c) Antitoksin
d) Geniş spektrumlu antibiyotik uygulaması
e) Sakinleştirici kullanılması

7. Klostridium cinsi bakterilerin özelliği aşağıdakilerden hangisi değildir?


a) Gram negatif
b) Flagella
c) Endospor
d) Kapsül
e) Toksin sentezleme

8. Dichelobacter nodosus’un neden olduğu ayak çürüklüğü hastalığının


tedavisinde aşağıdakilerden hangisi uygulanmaz?
a) Lezyonlu ayağın dezenfektanlarla yıkanması
b) Ahır girişlerine ayak banyosu konulması
c) Lezyonlu ayağa lokal antibiyotik uygulaması
d) Antitoksin uygulaması
e) Aşılama yapılması

9. Fusobacterium cinsi bakterilerin özellikleri arasında aşağıdakilerden hangisi


bulunmaz?
a) İğsi yapıda görünmeleri
b) Sporlu olmaları
c) Gram negatif olmaları
d) Sindirim sistemi florasında bulunmaları
e) Anaerob olmaları

10. Fusobacterium necrophorum’un oluşturduğu hastalıklar arasında


aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?
a) Buzağı ve kuzu difterisi
b) Botulismus
c) Sığırların karaciğer nekrobasillozisi (karaciğer apseleri)
d) Sığırlarda panaritium
e) At ve domuz da nekrotik infeksiyonlar

Cevap Anahtarı:
1.a, 2.c, 3.e, 4.e, 5.d, 6.c, 7.a, 8.d, 9.b, 10.b

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18


Anaeroblar

YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Şen, A. (2013). Anaeroblar. KS. Diker (Ed.), Veteriner mikrobiyoloji ve
epidemiyoloji içinde (s. 112-131). Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Web-
Ofset.
[2] Songer, JG. (2010). Enteric Clostridia. Gyles, CL., Prescott, JF., Songer, JG., ve
Thoen, CO. (Ed.), Pathogenesis of bacterial infections in animals içinde (s.
211-230). Iowa: Blackwell Publishing.
[3] Vetbac.org (2018). 21.12.2018 tarihinde
http://www.vetbact.org/?displayextinfo=67 adresinden erişildi.
[4] Quinn, PJ., Markey, BK., Leonard, FC., FitzPatrick, ES., ve Fanning, S. (2015).
Concise review of veterinary microbiology (2. baskı). Ames: Blackwell
Publishing.
[5] Prescott, JF. (2013). Clostridium. McVey, DS., Kennedy, M., Chengappa, MM.
(Ed), Veterinary Microbiology içinde (3. baskı). New Delhi: John Wiley &
Sons.
[6] Aydın, N., İzgür, M., Diker, KS., Yardımcı, H., Esendal, Ö., Paracıkoğlu, J., Akan,
M. (2006). Veteriner Mikrobiyoloji (Bakteriyel Hastalıklar), (1. Baskı).
Ankara: İlke-Emek Yayınları.
[7] Clifton, R., & Green, L. (2016). Pathogenesis of ovine footrot disease: a
complex picture. Veterinary Record, 179(9), 225-227.
[8] Vetbac.org (2018). 21.12.2018 tarihinde
http://www.vetbact.org/index.php?artid=103# adresinden erişildi.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19


MİKOPLAZMA VE SPİROKETLER

• Giriş
İÇİNDEKİLER

• Mikoplazma
VETERİNER MİKROBİYOLOJİ
• Üreaplazma
• Erisipelotriks VE İMMÜNOLOJİ
• Leptospira Prof. Dr.
• Borrelia
Salih OTLU

•Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


•Mikoplazma, Ureaplazma,
HEDEFLER

Erisipelotriks, Leptospira ve
Borrelia cinsi bakterilerin genel
özelliklerini öğrenebilecek,
•Bu cinslere ait önemli türleri ve
evcil hayvanlarda yaptıkları
hastalıkları bilebilecek,
•Ve bu hastalıkların laboratuvar
tanısının nasıl yapıldığı hakkında
bilgi edinebileceksiniz.

ÜNİTE

© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı
ve dağıtımı yapılamaz.
12
Mikoplazma ve Spiroketler

Mikoplazma

Borrelia Üreaplazma

MİKOPLAZMA
VE SPİROKETLER

Leptospira Erisipelotriks

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2


Mikoplazma ve Spiroketler

GİRİŞ
Mikoplazmalar, besi yerlerinde üreyebilen en küçük prokaryotik
organizmalardır. İnsan, hayvan ve bitkilerde hastalık oluştururlar. İlk tanımlanan
tür Mycoplasma mycoides ssp. mycoides, Nocard ve Roux tarafından 1898'de
sığırların plöropnömoni hastalığından izole edilmiş ve “Pleuropneumonia
Organism (PPO)” adını almıştır. Daha ileriki yıllarda insan ve hayvanlardan çok
sayıda patojenik ve saprofitik Mikoplazma türleri izole edilmiş olup, bunlar
plöropnömoni benzeri organizmalar (PPLO) olarak anılmışlardır. Bugün artık
Mikoplazmalar hücre "Mikoplazmalar" olarak ele alınmaktadırlar. Mikoplazma kelime olarak Yunanca
duvarı bulundurmayan, “myco: mantar” ve “plasma: yapılı” kelimelerinden köken alır ve bazı türlerin
insan ve hayvanlarda filamentöz (mantar benzeri) doğasını ve pleomorfizme neden olan dış zarın
enfeksiyonlara neden esnekliğini ifade eder. Mikoplazmalar, diğer bakterilerden fenotipik olarak, daha
olan, en küçük küçük boyutları ve hücre duvarı bulundurmamaları ile ayırt edilirler. Hücre
prokaryotik duvarlarının yokluğu Mikoplazmaları taksonomik olarak diğer bakterilerden ayırır.
mikroorganizmalardır.
Bu bakteriler Mollicutes (Latincede mollis: yumuşak, cutis: deri) olarak adlandırılan
bir sınıfta yer alırlar. Mikoplazmalar içerisinde bulunan iki cins; Mycoplasma ve
Ureaplasma insan ve hayvanların önemli enfeksiyöz hastalıklarına neden olan
türleri içerir.
Erysipelothrix cinsinde Erysipelothrix rhusiopathiae ve Erysipelothrix
tonsillarum olmak üzere iki tür bulunur. E. rhusiopathiae birçok evcil ve yabani
memeliler ile kuş ve balıklarda patojen, komensal ya da saprofit olarak
belirlenmiştir. Etken özellikle domuz, hindi, koyun ve kuzularda önemli ekonomik
hastalıklara neden olur.
Spiroketler (Spirochete, Spirochaete), Spirochaetales takımı içerisinde ele
alınan spiral şekilli ve hareketli bakterilerdir. Spiroketleri diğer bakterilerden
ayıran kıvrımlı morfolojilerinin yanı sıra bir özelliği de vücutlarının orta
eksenlerinde bulunan aksiyal filament adı verilen hareket organelidir. Tipik bakteri
kamçılarından farklı özellikte olan ve bu yüzden endoflagellum adı da verilen
aksiyal filament ile Spiroketler kendi eksenleri boyunca ileri-geri, eğilip-bükülme
ve burgu şeklinde hareketler yaparlar. Takım altında 3 familya olarak bulunan
Spiroketlerin insan ve hayvanlarda hastalık oluşturan önemli cinsleri Treponema,
Borrelia ve Leptospira’ dır. İnsanlarda Sifiliz Hastalığı etkeni Treponema pallidum,
insan ve hayvanlarda Lyme Hastalığı etkeni Borrelia burgdorferi, esas olarak evcil
ve yabani memelilerin bir hastalığı olan ve insanlarda da görülebilen Leptospirozis
etkeni Leptospiralar önemli Spiroketlerdendir.

MİKOPLAZMA
Genel Özellikleri
Mikoplazmalar, hücre duvarı bulundurmayan, küçük, Gram-negatif,
hareketsiz, sporsuz, kapsülsüz, fakültatif anaerobik bakterilerdir. Mikoplazmaların
hücre duvarı bulundurmaması nedeniyle mikroskobik morfolojileri pleomorfiktir
(çok şekilli). Bunlar daha çok 0,3-0,8 µm çaplı kok, kokobasil, yüzük ve bazen spiral
biçimlerde görülürler (Resim 12.1). Küçük boyutlu olmaları itibarıyla 0,45 µm çaplı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3


Mikoplazma ve Spiroketler

filtreleri kolaylıkla geçerler. Gram yöntemiyle zayıf boyanmaları nedeniyle,


boyanmalarında daha çok Giemsa, Castenada, Machievello yöntemleri kullanılır.
Mikoplazmaların, Guanin + Sitozin oranı % 23-40 olup, genomları 600-1350 kilo
baz çifti (kilo base pair, kbp) boyutundadır. Üremeleri için kolesterole ihtiyaç
duyarlar. Kısmen yavaş ürerler ve optimal üreme ısıları 37 °C, pH 7,2-7,8’dir. Katı
besi yerlerinde ürediklerinde 3-7 gün inkübasyon sonrası, çoğunlukla ortaları
merkezli, sahanda yumurta görünümlü ya da ortası düğmeli de denen L- tipi koloni
meydana getirirler (Resim 12.2). Talyum asetat ve penisiline dirençli olmaları
nedeniyle üretilme ortamlarına bunlar katılarak diğer bakteri ve mantarların
üremesi önlenir. Fiziksel ve kimyasal etkenlere duyarlıdırlar; ancak penisilin gibi
hücre duvarı sentezini önleyerek etki eden antibiyotiklerden etkilenmezler [1].

Mikoplazmalar katı besi


yerlerinde ortaları Resim 12.1. Mikoplazmaların elektron mikroskobunda görülen pleomorfik biçimleri [2].
düğmeli, merkezli ya da
sahanda yumurta gibi
değişik adlarla anılan L-
tipi koloniler
oluştururlar.

Resim 12.2. Mikoplazmaların katı besi yerinde oluşturdukları L- tipi koloni görünümleri [3].

Mollicutes sınıfının Mycoplasmatales takımında yer alan Mycoplasmataceae


familyasında bulunan Mycoplasma cinsi içinde 110 ve Ureaplasma cinsine ait
33’ten fazla, çoğu insan ve hayvanlarda patojen ya da oportunistik patojen tür
tanımlanmıştır. Üreplazmalar üreyi hidrolize etmeleriyle Mikoplazmalardan
ayrılırlar. Evcil hayvanlarda enfeksiyöz hastalıklara neden olan önemli Mikoplazma
türleri ve sebep oldukları hastalıklar Tablo 12.1.’ de verilmiştir:

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4


Mikoplazma ve Spiroketler

Tablo 12.1. Önemli Mikoplazma Türleri, Primer Konakları ve Yaptığı Hastalıklar [3].

Hayvan Mikoplazma türü Hastalık


Türü
Sığır M. mycoides ssp. mycoides (SC) Artritis, plöropnomoni (CBPP)
İlişik tabloda M. dispar Alveolitis, bronşiolitis
mikoplazmaların M. bovis Apse, artritis, mastitis, otitis,
hayvanlarda yaptığı pnömoni
hastalıklar M. bovigentialium İnfertilite, mastitis, seminal
incelendiğinde bu vezikülitis
etkenlerin solunum, M. bovoculi Keratokonjunktivitis
ürogenital sistem ve M. diversum İnfertilite, pnömoni
meme gibi dokulara
olan affinitesi Koyun M. agalactiae Agalaksiya
görülebilir. M. ovipneumoniae Pnömoni
M. conjunctivae Keratokonjunktivitis
Keçi M. capricolum ssp. capricolum Artritis, mastitis, pnömoni,
septisemi
M. capricolum ssp. capripneumoniae Plöropnomoni (CCPP)
M. agalactiae Agalaksiya, artritis, konjunktivitis
M. conjunctivae Keratokonjuktivitis
M. mycoides ssp. capri Pnömoni
M. mycoides ssp. mycoides (LC) Apse, artritis, mastitis, septisemi

At M. equigenitalium İnfertilite
M. subdolum İnfertilite
Kedi M. felis Konjunktivitis
M. feliminutum Solunum hastalığı
M. gatae Artritis
Köpek M. canis Ürogenital hastalıklar
M. cynos Pnömoni
M. spumans Artritis
Tavuk M. gallisepticum Solunum sistemi hastalığı
M. synoviae Hava kesesi yangısı, sternal bursitis,
sinovitis
Hindi M. gallisepticum Solunum sistemi hastalığı
M. iowae Embriyo ölümü, bacak
deformasyonu
M. meleagridis Hava kesesi yangısı, embriyo ölümü
M. synoviae Sternal bursitis, sinovitis

Epidemiyoloji
Mikoplazmalar; insan, evcil hayvanlar ile yabani memeliler, kuşlar, balıklar,
sürüngenler ve laboratuvar hayvanlarında belirlenmişlerdir. Patojenik
Affinite, Mikoplazmalar solunum sistemi, ürogenital sistem, meme bezi veya seröz
mikroorganizmaların
membranlar gibi belirli dokular veya organlar için belirgin bir affiniteye sahiptirler.
belli bir sistem, doku ya
da organa karşı Evcil hayvanlarda görülen önemli Mikoplazma enfeksiyonlarına aşağıda
gösterdiği eğilim ve değinilmiştir.
ilgiye verilen addır. Sığırların Bulaşıcı Plöropnömonisi (Contagious Bovine Pleuropneumonia-
CBPP) Mycoplasma mycoides subsp. mycoides (small colony, SC) tarafından

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5


Mikoplazma ve Spiroketler

meydana getirilen inatçı, subklinikten akut forma değişen seyirlerde görülen ve


bazen öldürücü olan bir hastalıktır. Klinik belirtiler solunum güçlüğü, öksürük,
burun akıntısı ve isteksizliktir. Bulaşma hasta hayvanların burun akıntısı ve
öksürüğü ile çıkarılan etkenin sağlıklı hayvanlarca aerosol olarak alınmasıyla
şekillenir. Enfeksiyonun akut ve subakut seyrettiği hallerde mortalite oranı % 30-
50’ ye kadar çıkabilir. Kronik olgularda bu oran daha düşüktür ve iyileşmeler
gözlenebilir; ancak bu gibi hayvanlar uzun süre etkeni saçarlar. Ahırların soğuk,
yüksek nemli, pis ve havalandırma yetersizliği olması hazırlayıcı faktörlerdendir.
Mycoplasma bovis, sığırlarda mastitise neden olan önemli etkenlerdendir.
Süt veriminde azalma, süt bileşiminin bozulması ve memede şişkinlik gelişimi ile
karakterizedir. Çoğu gelişen enfeksiyonlar mastitis ile sınırlı iken bazı olgularda
gelişen bakteriyemiyi takiben artritis de oluşur. M. bovis buzağılarda pnömoni ve
artritis etkeni olarak da belirlenmişlerdir.
Keçilerin Bulaşıcı Ciğer Ağrısı (Contagious Caprine Pleuropneumoniae-
CCPP), akciğer ve plöranın yangısıyla karakterize olup Mycoplasma capricolum
subsp. capripneumoniae tarafından meydana getirilen ve önemli ekonomik
kayıplara neden olan bir hastalıktır. Ülkemizin bazı bölgelerinde yetiştirilen
keçilerde sporadik veya endemik seyriyle büyük ekonomik kayba sebebiyet
vermektedir. Hasta hayvanların öksürük ve tıksırığı sonucu solunum yolu
Sığırların Bulaşıcı çıkartılarının duyarlı hayvanların solunum yoluyla alınması sonucu bulaşma
Plöropnömonisi, gerçekleşir. Hastalığın çıkışında hasta ve taşıyıcıların yanı sıra bakım-besleme
Keçilerin Bulaşıcı Ciğer koşullarının kötü oluşu ve diğer stres faktörleri de önemli yer tutar.
Ağrısı, Koyun ve
Keçilerin Bulaşıcı Koyun ve Keçilerin Bulaşıcı Agalaksiya (Contagious Agalactiae-CA)
Agalaksiya Hastalığı hastalığının etkeni Mycoplasma agalactiae’ dır. Akut, subakut veya kronik
Dünya Hayvan Sağlığı seyreden hastalık, mastitis, artritis ve konjunktivitis ile karakterizedir. Halk
Örgütü’nün bildirilmesi arasında “süt kesen hastalığı” olarak bilinir. Enfeksiyonun inkübasyon periyodu
zorunlu hastalıklar
etkenin virülensi ve konakçının direncine bağlı olarak bir hafta ile iki ay arasında
listesinde
değişmektedir. Olguların birçoğu yaz aylarında gözlenmekte, doğum zamanı ve
bulunmaktadır.
laktasyonun pik yaptığı dönemlerde artmaktadır. Etken hasta hayvanların başlıca
süt, göz-burun akıntısı, açılmış eklemlerin akıntıları ile uzun süreli olarak
saçılmakta ve duyarlı hayvanlara özellikle meme, sindirim ve solunum yoluyla
bulaşmaktadır [4].
Kanatlı hayvanlarda hastalığa neden olan farklı Mikoplazma türleri
bulunmaktadır. Bunlardan Mycoplasma gallisepticum ve Mycoplasma synoviae en
önemli türler olup Dünya Hayvan Sağlığı Örgütü (The World Organisation for
Animal Health, OIE) listesinde yer almaktadır. M. gallisepticum tavuklarda Kronik
Solunum Sistemi Hastalığı’na (Chronic Respiratory Disease, CRD), hindilerde
enfeksiyöz sinüzitise neden olur. CRD, nazal akıntı, solunum güçlüğü, konjuktivitis,
et tipi kanatlılarda karkas ağırlığının düşmesi, yumurtacı kanatlılarda yumurta
veriminin azalmasına neden olan bulaşıcı bir hastalıktır. M. synoviae tavuklarda
subklinik üst solunum sistemi hastalığının etkenidir. M. synoviae ile enfekte
tavuklarda sinoviyal membranların yangılanması ile karakterize eklem lezyonları,
topallık ve bunları takip eden süreçte büyümede gecikme görülür.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6


Mikoplazma ve Spiroketler

Koyun ve keçilerde gözlenen konjunktivitis veya keratokonjunktivitis


olguları konjunktivitis, lakrimasyon ve değişen derecelerde korneal opasite ve
ülserasyon ile karakterizedir. Bu hastalığa birçok etken neden olabilmektedir.
Bunların en önemlilerinden biri de Mycoplasma conjunctivae’ dır [1, 5].

Laboratuvar Tanısı
Örnekler
Mikoplazma hastalıklarının tanısı amacıyla enfeksiyonun yerleşimi göz
önüne alınarak elde edilecek mukozal sürüntüler (göz ve burun gibi), trakeal
aspirat, plöral sıvı, süt, eklem sıvısı, pnömonik akciğer dokusu, meme dokusu ve
lenf yumruları değerlendirilir. Mikoplazmaların narin yapıları göz önüne alınarak
örneklerin kısa sürede ve soğuk zincirde laboratuvara nakli önemlidir. Hasta
hayvanlara ait kan serumu örnekleri etkene ait antikorların ortaya konmasında
kullanılır.

Bakteriyolojik tanı
Mikoplazmaların küçük boyutları ve değişik şekilli morfolojileri nedeniyle
örneklerden preparat hazırlayıp bakteriyoskopi yapmak değerli bilgiler vermez.
Mikoplazmalar üremeleri için sterole ihtiyaç duyarlar ve pürin ve pirimidinleri
sentez edemezler. Bu nedenle kompleks ortamlara ihtiyaç duyarlar. Temel katı ve
sıvı besi yerlerine % 20 at serumu ve maya özütü ilavesi gereklidir. Ayrıca
Mikoplazmalar nazlı örneklerde bulunabilecek diğer bakteri ve mantarların üremesinin önlenmesi
üreyen bakterilerdendir. amacıyla penisilin ve talyum asetat besi yerlerine katılır. Bu şekilde hazırlanan katı
Bu nedenle üremelerinde
ve sıvı besi yerlerine katı örneklerden hazırlanacak homojenatlar ile sıvı tabiatlı
ihtiyaç duydukları besi yeri
bileşimi, nem, pH, ısı ve örneklerin (süt, eklem sıvısı gibi) on katlı dilüsyonlarının ekimleri yapılır. Ekim
mikroerobik ortamın yapılan ortamlar 37 °C’ de, nemli ve mikroaerobik ortamda (%5 CO2 ve % 95 azot),
sağlanılmasına dikkat 3-7 gün süreyle inkübe edilirler. Mikoplazmalar katı besi yerlerinde oldukça küçük
edilmelidir. (10-600 µm), “fried egg (sahanda yumurta)” diye de tanımlanan L- tipi koloniler
oluştururlar. Bunlar ışık mikroskobunun düşük büyütmesi veya stereo mikroskop
altında görülürler. Sıvı besi yerlerinde üremeleri yüzeye yakın hafif bulanıklık
şeklinde görülür. Yapılacak pasajlarla elde edilen saf kültürün L- formlarından
ayrılması inhibitörsüz besi yerlerine ekimi yapılarak ya da Dienes boyama
yöntemiyle olur. Mikoplazmalar yapılacak üre testinde üreaz enzimlerinin
bulunmayışı ile Ureaplazmalardan ayırt edilir. Mikoplazmaların tür düzeyinde
tanımlanmaları glikoz fermentasyonu, arjinin hidrolizi, fosfataz aktivitesi,
tetrazolium redüksiyonu, film ve spot oluşumu gibi testlerle yapılır (Tablo 12.2).
Ayrıca Mikoplazma türlerinin homolog antiserumlarıyla üremelerinin önlenmesine
dayalı ‘’Üreme İnhibisyon Testi’’ de tür tayininde kullanılır. Mikoplazma
etkenlerinin direkt teşhisinde ve tiplendirilmesinde izolasyon ve identifikasyon
yöntemlerinin yanı sıra immunperoksidaz, Floresan Antikor Tekniği (FAT) ve
moleküler yöntemler (PZR, PZR/RFLP) de kullanılmaktadır [6] .

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7


Mikoplazma ve Spiroketler

Tablo 12.2. Mikoplazma türlerinin biyokimyasal özellikleri [4].

Mikoplazma türü Glikoz Arjinin Üreaz Film Fosfataz Tetrazolium


M. mycoides + - - - - +
subsp. mycoides
SC
M. bovis - - - + + +
M. agalactiae - - - - + +
M. bovirhinis + - - - +/- +
M. bovigenitalium - - - + + -
M. capricolum + +/- - - + +
subsp. capricolum
M. mycoides + - - - - +
subsp. capri
M. putrefaciens + - - + + +
M. capricolum +/- - - - - +
subsp.
capripneumoniae

Serolojik tanı
Lam aglütinasyon, Agar Jel İmmunodifüzyon, Komplement Fikzasyon ve
ELISA testi Mikoplazma enfeksiyonlarında oluşan antikorların belirlenmesinde
kullanılan serolojik yöntemlerdir.
Üreplazmalar, birçok
yönüyle ÜREPLAZMA
Mikoplazmalara
benzerler; ancak üreyi Genel özellikleri
hidrolize etmeleri ile
Mikoplazmalardan Üreplazma, Mycoplasmataceae familyasında yer alan ikinci cinstir.
ayrılırlar. Üreplazma, ilk olarak 1954 yılında M. Shepard ve arkadaşları tarafından,
erkeklerde non-gonokokkal üretritise neden olan bir patojen olarak keşfedilmiştir.
İleriki yıllarda gerek insanlarda gerekse hayvanlarda özellikle solunum ve genital
sistem hastalıklarına neden olan çeşitli türler ortaya konmuştur. Bu organizmalar
küçük koloniler ürettiklerinden (7-15 mikron çapında), orijinal olarak T (Tiny,
küçük) suşlar veya T-Mycoplasmalar olarak da adlandırılmışlardır. Üreplazmalar,
0,2-0,3 µm arasında değişen çapta, küresel veya kokobasil bakterilerdir. Bir hücre
duvarının olmaması değişik şekiller almasını sağlar ve Gram yöntemiyle
Birçok yönüyle boyanmasını önler. Beta-laktamlara karşı duyarsızdırlar. Optimal üreme pH aralığı
mikoplazmalara 6-6,5’ tir. Küçük genomları nedeniyle sınırlı biyosentez kabiliyetlerine sahip
benzeyen olduklarından, in vitro gelişmeleri için serum takviyesi ile zenginleştirilmiş ortama
Üreplazmaların ihtiyaç duyarlar. Üreplazmaların jenerasyon süresi yaklaşık bir saat kadardır.
kolonilerinin daha
küçük ve genelde Epidemiyoloji
merkezsiz olması ile
üreaz pozitif olmaları Ureaplasma diversum, ineklerde endometritis, granüler vulvovaginitis,
ayırt edici bir özelliktir. salpingitis ve abort gibi reprodüktif hasarlara; boğalarda ise sperma kalitesinde
düşüklük ve genital kanal enfeksiyonlarına neden olur.
Ureaplasma canigenitalium, Mikoplazma ve Brusella gibi, erkek köpeklerde
cinsel yolla bulaşan hastalıklara neden olan bir etkendir. Buna ek olarak, genetik

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8


Mikoplazma ve Spiroketler

olarak idrar taşlarının oluşumuna yatkın olan köpek ırkları Üreplazma gibi üreaz
üreten bakterilerle kolonize olduklarında idrar yolu enfeksiyonlarına daha
duyarlıdır. Bu organizmalar idrarı daha alkali yaparlar. Bu da mineral iyonlarının
çökmesine, kristallerin oluşumuna ve idrar taşlarının oluşumuna yol açar.
Ureaplasma felinum ve Ureaplasma cati kedilerde solunum ve üriner sistem
enfeksiyonlarına neden olmaktadır.

Laboratuvar tanısı
Enfekte hayvanlardan alınan üretral sıvap, endoservikal sıvap ve
endometrial biyopsi uygun örneklerdir. Üreplazmaların tespitinde kültür altın
standart olarak kabul edilir; ancak izolasyon için ortama serum, metabolik substrat
ve maya ekstresi gibi büyüme faktörlerinin katılması gereklidir. Mikoplazmaların
üretilmeleri için hazırlanan katı ve sıvı besi yerleri Üreaplazmalar için de
elverişlidir; ancak talyum asetat Üreplazmalara etkili olduğundan ortama
katılmamalıdır. Kolonileri Mikoplazma kolonilerine oranla çok daha küçük ve
genelde merkezli değildir. Üreaz pozitif olmalarıyla Mikoplazmalardan ayırt
edilirler. Tür tayinin de biyokimyasal aktiviteleri test edilir.

ERİSİPELOTRİKS
Genel özellikleri
Erysipelothrix cinsi içerisinde Erysipelothrix rhusiopathiae ve Erysipelothrix
tonsillarum olmak üzere iki tür bulunur. E. rhusiopathiae, doğada oldukça yaygın,
çeşitli hayvanlarda, özellikle de domuzlarda ve bazen de insanlarda kendi kendini
sınırlayan hastalıklara veya sistemik enfeksiyonlara neden olur. E. rhusiopathiae
Gram pozitif, düz ya da hafif kavisli, aerobik ya da fakültatif anaerobik, sporsuz,
kapsüllü, 0,2 - 04 x 0,8 - 2,5 mikron boyutlarında, fakültatif intraselüler (hücre içi),
basiller şeklinde etkenlerdir (Resim 12.3). Katalaz negatif, koagülaz pozitif, oksidaz
negatif, yüksek tuz konsantrasyonlarına dirençli ve üçlü şeker demir besi yerinde
H2S üretir. Katı besi yerlerinde 24-48 saat içinde küçük (0,5-1,0 mm çapında)
yuvarlak, konveks, parlak ve kenarları düzgün koloniler meydana getirir (S-tipli).
Etken, kanlı agarda dar bir beta-hemoliz alanı oluşturur. E. rhusiopathiae aerobik
olmasına karşın ilk izolasyonlarında mikroaerobik koşullara (% 5-10 CO2) ihtiyaç
duyar. Besi yerlerine glukoz, kan, serum, oleik asit ve riboflavin katılması üremeyi
arttırır. Optimal üreme ısı aralıkları 35-37 ˚C’ dir. İçme sularında 4-5 gün,
kokuşmuş hayvan kadavralarında aylarca (6-7 ay) canlı kalabilirler.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9


Mikoplazma ve Spiroketler

Resim 12.3. Erysipelothrix rhusiopathiae’ nin mikroskobik görünümü [7].

Epidemiyoloji
Erysipelothrix rhusiopathiae, domuz, hindi ve koyunların önemli bir
bakteriyel patojendir. Birçok coğrafyada yaygın olarak bulunur ve ayrıca sığır, at,
köpek, kedi, fare, sıçan, tatlı ve tuzlu su balıkları, evcil kümes hayvanları ve çeşitli
vahşi kuşlar ve memelilerden izole edilmiştir. İnsanlarda lokalize cilt enfeksiyonları
ve selülit ile karakterize olan erysipeloid, enfekte hayvanlar, enfekte karkaslar veya
enfekte hayvan yan ürünleri ile çalışan kişilerde gelişebilir.
Erysipelothrix rhusiopathiae enfeksiyonları domuzlarda akut septisemik,
ürtiker (deri) ve kronik form şeklinde görülür. Kuzularda poliartritislere,
koyunlarda laminitise neden olur. Kanatlı hayvanlarda ve özellikle hindilerde akut
ve subakut seyreden ishalle karakterize öldürücü bir hastalığın etkenidir. Hastalık
hayvanlar arasında hasta hayvanların dışkı ve sekretleri ya da bunlarla bulaşık su
ve diğer gıda maddeleri ile bulaşır. Sindirim kanalı başlıca bulaşma yoludur.
Koyunlarda kastrasyon, kuyruk kesme gibi işlemlerde meydana gelen yaralardan,
kuzularda da göbek kordonu vasıtası ile bulaşmalar olur. Etken özellikle alkali
topraklarda bulunur. Koyunlarda ayak banyoları sırasında yetersiz dezenfektan
bulunması da bulaşma nedenidir. Kanatlılarda gıda olarak verilen etken ile bulaşık
balıklardan elde edilen balık unları hastalığa yol açabilir [2].

Erysipelothrix Laboratuvar Tanısı


rhusiopathiae, fakültatif
Örnekler
intraselüler bir etken
olup fagosite edildiğinde Canlı ve ölü hayvanlardan alınan çeşitli patolojik materyaller, kan ve eklem
polimorfnükleer sıvısı laboratuvara muayene materyali olarak gönderilir.
lökositler ve makrofajlar
içinde hayatta Bakteriyolojik tanı
kalabilirler. Laboratuvara gönderilen marazi maddelerden hazırlanan preparatlar Gram
yöntemiyle boyanır ve Gram pozitif basiller aranır. Ayrıca enfekte hayvanlardan
alınan kandan hazırlanan frotiler Giemsa yöntemiyle boyanır ve lökositler içinde
mikroorganizmalar görülebilir. Etken izolasyonu için örneklerden sodyum azidli
(1/2000) serumlu Triptoz agara veya kanlı agara ekimler yapılır. Yine etkenleri
üretmek için birçok selektif ve zenginleştirilmiş sıvı besi yerleri de geliştirilmiştir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10


Mikoplazma ve Spiroketler

Bunlardan en yaygını serum, triptoz, neomisin, vankomisin ve kanamisin içeren


Erysipelothrix selektif sıvı besi yeridir (ESB). Ekim yapılan ortamlar 37 ˚C’de
mikroaerobik ortamda 24-48 saat inkübe edilirler. E. rhusiopathiae, yukarıda
bildirilen besi yerlerinde 0,5-1,0 mm çapında küçük ve dar hemolitik koloniler
meydana getirir. Üreyen koloniler saflaştırılarak biyokimyasal testlerle
identifikasyonu yapılır. Sıvı besi yerlerinde hafif ve homojen bir üreme gösterir ve
dipte az bir tortu oluşturur. R-formları sıvı ortamlarda granüllü ve filamentöz
özellikte ürerler. E. rhusiopathiae’nin tespiti ve tanımlanması için spesifik
primerler ile polimeraz zincir reaksiyonu gibi moleküler teknikler geliştirilmiştir.

LEPTOSPİRA
Genel özellikleri
Leptospirozis, Leptospira cinsi bakterilerin çeşitli patojenik serovarları
tarafından meydana getirilen zoonotik bir hastalıktır. İnsan ve hayvanlarda hastalık
oluşturan Leptospiralar, Leptospira interrogans grubu içerisinde toplanırlar ve bu
grupta 23 serogrup altında yer alan yaklaşık 240 serotip bulunmaktadır. Leptospira
biflexa grubu ise doğada yaygın olarak bulunan saprofit Leptospiraları içerir.
Coğrafi bölgelerin iklim şartları, toprağının yapısı ve enfeksiyon kaynağı olan
hayvan türlerinin farklılıkları nedeni ile Leptospira suşları arasında bölgeler, ülkeler
ve kıtalar arası farklılıklar bildirilmiştir.

Spiroketler, sarmal
biçimli, vücutlarının orta
Örnek

•Zoonotik hastalıklara Leptospirozis, Brusellozis, Salmonellozis ve


eksenlerinde yer alan Şarbon gibi hastalıklar örnek verilebilir.
aksiyal flament adı
verilen organelleriyle
oldukça hareketlidirler.
Bireysel Etkinlik

• Zoonoz (Zoonotik hastalık) teriminin anlamını ve


hayvanlarda gözlenen enfeksiyöz hastalıkların hangi yollarla
insana bulaşabileceğini araştırınız.

Leptospiralar, Leptospiralar, Gram negatif, 0,1-0,2 x 6-12 µm boyutlarında, sarmal şekilli,


vücutlarının orta sporsuz, kapsülsüz, aerobik ve hareketli bakterilerdir (Resim 12.4). Diğer flagella
ekseninde bulunan
sahibi hareketli bakterilerin aksine, Leptospiralar vücutlarının orta eksenine
aksiyal flament
sayesinde çok yönlü bir yerleşik endoflagella da denilen aksiyal filamentin kasılması sonucu eksenleri
hareket yeteneğine boyunca ileri-geri, eğilip-bükülme ve burgu şeklinde hareketler yaparlar. Oldukça
sahiptirler. ince yapıları nedeniyle Leptospiralar ışık mikroskobunda görülemez; ancak
karanlık alan ve faz kontrast mikroskobide görülebilirler. Gram yöntemi ile iyi

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11


Mikoplazma ve Spiroketler

boyanmayan Leptospiralar, gümüşleme ya da Giemsa yöntemleri ile


boyanabilirler. Sarmal morfolojilerinin uç kısımları çengel tarzında kıvrık olduğu
için C, S, L harfleri gibi görülürler. Leptospiralar oldukça hassas bakterilerdir,
kuruma, donma ve ısı (50 ˚C’de 10 dakika) ölümlerine neden olur. Dezenfektan ve
antiseptiklere duyarlıdırlar. Mide ve idrar asiditesinde harap olurlar; ancak suda ve
toprakta aylarca canlılıklarını korurlar [8, 10].

Resim 12.4. Leptospiraların elektron mikroskobik görünümü [9].

Leptospiraların üretilmeleri oldukça güçtür. Optimal üreme ısıları 28-32 °C


ve pH 7.2 - 7.6’dır. Üretilmelerinde içerisinde inorganik tuzlar, fosfat tamponu,
pepton, serum ve vitamin içeren özel sıvı ya da yarı katı besi yerleri (EMJH,
Korthoff, Stuart, Fletcher gibi) kullanılır. Generasyon süreleri oldukça uzun olduğu
için (yaklaşık 12 saat) üreme ancak 4-5 hafta sonra görülebilir. Yarı katı besi
Leptospiralar oldukça yerlerinde yüzeyin 5 mm altında disk şeklinde koloniler oluştururken, sıvı besi
ince, kıvrımlı yapıları ve yerlerinde güç fark edilebilen, belli belirsiz bir bulanıklık gelişir. Evcil hayvanlar ve
yaptıkları burgu insanlarda Leptospirozise neden olan önemli Leptospira serovarları ve
hareketleri ile sağlam
oluşturdukları hastalıklar Tablo 12.3.’de gösterilmiştir.
deriyi geçebilen nadir
bakterilerdendir. Tablo 12.3. Evcil hayvanlar ve insanlarda Leptospirozise sebep olan L. interrogans
serovarları ve oluşturdukları hastalıklar [7].
Serovar Konak Hastalık
L. borgpetersenii serovar Sığır, koyun Abort, ölü doğum,
hardjo agalaksiya
L. interrogans serovar
hardjo İnsan İnfluenza benzeri
hastalık, bazen
karaciğer ve böbrek
hastalığı
L. borgpetersenii serovar Domuz Reprodüktif bozukluk,
tarassovi abort, ölü doğum
L. interrogans serovar Domuz, at, köpek Reprodüktif bozukluk,
bratislava abort, ölü doğum
L. interrogans serovar Köpek Eniklerde akut nefrit,
canicola yetişkinlerde kronik
böbrek hastalığı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12


Mikoplazma ve Spiroketler

Domuz Abort, ölü doğum,


gençlerde renal
hastalıklar

L. interrogans serovar Sığır, domuz, köpek Gençlerde septisemik


grippotyphosa hastalık, abort

L. interrogans serovar Sığır, koyun, domuz Sığırlarda, domuz


icterohaemorrhagiae yavruları ve kuzularda
akut septisemik
hastalık; abort

Köpek, insan Perakut hemorajik


hastalık,
sarılıklı akut hepatitis

L. interrogans serovar Sığır, koyun Buzağı ve kuzularda


pomona akut
hemolitik hastalık; abort
Domuzlar Reprodüktif bozukluk,
yavrularda septisemi

Atlar Abort, periyodik


oftalmia

Epidemiyoloji
Leptospirozis, L. interrogans grubu içinde yer alan patojenik Leptospira
serovarlarının neden olduğu hayvan ve insan hastalıklarının genel adıdır. Hastalık
neredeyse tüm memelilerde görülür ve hafif, subklinik enfeksiyondan çoklu organ
yetmezliği ve ölüme kadar geniş bir yelpazede klinik etkilere sahiptir. Hastalık
başta tropikal ve subtropikal iklim kuşağında yer alan ülkeler olmak üzere,
canlıların yaşadığı tüm bölgelerde görülmektedir. Doğadaki en önemli rezervuar
kemiricilerdir. Yine yabani birçok memeli, çiftlik hayvanları ve köpekler
enfeksiyonun yayılmasında önemli kaynak ve taşıyıcılardır. Birçok serovar, geniş
bir hayvan türü tarafından barındırılmaktadır ve bunların hepsi insanlarda
hastalığa neden olabilmektedir. Leptospira’lar taşıyıcı hayvanların böbrek
tübüllerine yerleşirler ve enfekte hayvanların idrarları ile çevreyi sürekli olarak
kontamine ederler. Birçok enfekte hayvan, klinik hastalık belirtileri göstermez. L.
Leptospiraların
izolasyonu oldukça güç pomona ve L. hardjo özellikle çiftlik hayvanlarında ekonomik kayıpların sebebidir.
ve zaman alıcı İnsanlara bulaşma enfekte hayvan idrarı ile kontamine olmuş sularla temas,
olduğundan tanıda Leptospira içeren partiküllerin inhalasyonu, kontamine eller ile konjuktivaya
serolojik testler son temas, kontamine etler ve çiğ sebzelerin tüketilmesi ile olur.
derece önemlidir.
Özellikle Mikroskopik Leptospirozis, sığırlarda genellikle L. borgpetersenii serovar hardjo, L.
Aglütinasyon Testi interrogans serovar hardjo ve L. interrogans serovar pomana tarafından meydana
(MAT) duyarlı temel getirilen sarılık, anemi, hemoglobinüri, septisemi, organ ve dokularda peteşiyel
referans bir testtir. kanamalar, abort, agalaksi ve ölümle seyreden bulaşıcı enfeksiyöz bir hastalıktır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13


Mikoplazma ve Spiroketler

Leptospirozis, koyun ve keçilerde, sığırlara nazaran daha az görülür.


Genelikle L. interrogans serovar pomana tarafından oluşturulan hastalık
sığırlardaki seyre büyük oranda benzerlik gösterir. Çoğu olgularda hayvanlarda
akut septisemi gelişir ve ölü bulunurlar. L. interrogans serovar hardjo
enfeksiyonlarında abort ve agalaksiya şekillenir.
Köpeklerde Leptospirozis çeşitli Leptospira serovarları tarafından
oluşturulan ateş, sarılık, kusma ve hemoglobinüri ile karakterizedir.
Atlarda leptospirozis, sıklıkla L. interrogans serovar pomana, L. interrogans
serovar grippotyphosa ve L. interrogans serovar icterohaemorrhagiae tarafından
meydana getirilir ve ateş, sarılık ve abortla seyreder [5].

Laboratuvar tanısı
Örnekler
Leptospira’ların ortaya konması amacıyla kan ve kan serumu, idrar,
serebrospinal sıvı, genital sisteme ait sıvılar, aborte fötus, böbrek, karaciğer, dalak
gibi organ örnekleri amaca uygun olarak direkt tanı, kültür ve serolojik olarak
Leptospirozisin tanısında,
değerlendirilir.
örneklerden hazırlanacak
preparatların karanlık Direkt tanı
alan ya da faz kontrast
Duyarlılık ve özgüllüğü çok düşük olmasına rağmen direkt mikroskobik
mikroskobunda ışıltı
veren kıvrımlı yapılarının inceleme ile plazma, idrar ve BOS gibi örneklerinden hazırlanan preparatlar,
ve hareketlerinin karanlık alan ya da faz kontrast mikroskobunda incelendiğinde spiral bakteriler
gözlenmesi önemlidir. beyaz pırıltılar şeklinde ve hareketli olarak görülürler. Yine idrar, kan gibi örnekler
ile doku sıvıları ve kesitlerinin, immünfloresan, immünperoksidaz, gümüşleme ve
Giemsa yöntemi ile boyanması ile de Leptospira’ların tespiti yapılabilir.
Leptospira’ları doku, serum ve idrarda tespit etmek için Polimeraz Zincir
Reaksiyonu (PCR) metotları geliştirilmiştir. Kültür ve direkt tespit yöntemlerine
göre daha hassastır, ayrıca bu metotla canlı ve ölmüş bakterilerin tümü
belirlenebilmektedir.

Kültür
Şüpheli örneklerden Leptospira izolasyonu amacıyla kültür yapılabilir; ancak
etkeni izole etmek zaman alıcı, zor ve başarı oranı düşüktür. Leptospiremi
döneminde alınan kan, leptospirüri döneminde elde edilen idrar, beyin omurilik
sıvısı, böbrek, karaciğer ve diğer doku örneklerinden usulüne uygun hazırlanan
homojenatların Korthoff ve Stuart gibi sıvı besi yerlerine, Fletcher ve %1 sığır
serum albümini ile Tween 80 ilave edilmiş EMJH yarı katı besi yerlerine ekimleri
yapılarak 28-32 °C’ de 4-5 hafta ya da daha uzun süreyle inkübe edilirler. Bu süre
sonunda elde edilecek şüpheli izolatların identifikasyonu spesifik antiserumlar ile
yapılacak mikroskobik aglütinasyon testi ile yapılır.

Serolojik tanı
Leptospirozisin tanısında, izolasyonun zor ve zaman alıcı olması, başarı
şansının düşüklüğü, direkt tanının da kimi zaman güvenilir olmadığı dikkate
alındığında en yaygın başvurulan serolojik yöntemlerdir. Bu yöntemler

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14


Mikoplazma ve Spiroketler

Mikroskobik aglütinasyon testi (MAT), makroskobik tüp ve lam aglütinasyon testi,


Komplement Fikzasyon Testi (KFT) ve ELISA’dır. MAT, Leptospirozis tanısı için en
çok kullanılan, temel referans test olup, oldukça duyarlıdır. Bu test canlı ve
formollü antijenle olmak üzere iki şekilde uygulanabilir. Antijen olarak canlı
Leptospira’ların kullanıldığı MAT oldukça duyarlı ve serovar-spesifik bir tekniktir.
Bu testte şüpheli kan serumu Fosfat Tamponlu Tuzlu (Phosphate Buffered Saline,
PBS) ile 1/20’den başlayarak iki katlı sulandırılır ve her sulandırmadan tüplere 0,2
ml konulur. Tüplere daha sonra 5-8 günlük taze ve her serovara ait Leptospira
kültüründen eşit miktarda ilave edilerek karıştırılır. Tüpler 25-30 °C’de 1-2 saat
bekletildikten sonra her birinden bir damla alınarak temiz bir lam üzerine konulur
ve karanlık saha mikroskobunda muayene edilir. Eğer 1/200 ve üzeri
sulandırmalarda aglütinasyon ve lizis reaksiyonları görülürse sonuç pozitif kabul
edilir [8] .
Bireysel Etkinlik

• Antikor ne demektir? Serolojik testlerin enfeksiyöz


hastalıkların tanısında önemi konusunu araştırınız.

BORRELİA
Genel özellikleri
Borrelia’lar, 0,2 - 0,5 x 8 - 30 µm boyutlarıyla diğer Spiroketlerden daha
uzun ve geniştirler. Gram negatif, sarmal şekilli, sporsuz, kapsülsüz, aerobik ve
hareketli bakterilerdir. Giemsa ve Wright boyanmaları sonucu ışık mikroskobunda,
sarmal morfolojileri ve hareketleri karanlık alan mikroskobisinde görülür. Diğer
Spiroketlerden morfolojileri, genomik DNA’larının düşük guanin ve sitozin içeriği,
ekolojik, kültürel ve biyokimyasal karakteristikleri ile ayırt edilebilirler. Borrelia’lar
diğer Spiroketler gibi, türlere bağlı olarak bir dış kılıfla örtülü 15-20
endoflagelladan oluşan aksiyal filamente sahiptir. Borrelia türleri prokaryotlar
arasında en küçük genoma sahip olanlardır ve DNA yapısı diğerlerinin aksine lineer
yapıdadır. Son derece yavaş ürerler. Hayvanlar için patojenik olan Borrelia
türlerinden Borrelia anserina embriyolu tavuk yumurtasında, Borrelia burgdorferi
sensu lato serumla zenginleştirilmiş, kanamisin ve 5-florourasil katılarak selektivite
kazandırılmış modifiye Barbour-Stoenner-Kelly besi yerinde 33 °C' de üretilir.

Epidemiyoloji
Borrelia’lar, artropod vektörlerce taşınır. Bu Spiroketler bazı vertebralı
Lyme hastalığı
konakçılarda zorunlu parazitlerdir ve uzun süre canlı kalabilmek için vertebralı
keneler tarafından
bulaştırılan zoonotik rezervuarlara ve artropod vektörlere bağımlıdırlar.
bir hastalıktır. Borrelia burgdorferi, insan ve hayvanlarda Lyme hastalığının etkenidir.
Hayvanlardan köpek, at, sığır, koyun ve kediler hastalığa yakalanırlar. Etkenin

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15


Mikoplazma ve Spiroketler

rezervuarı küçük rodentler ve yabani kuşlardır. Keneler yaşam döngülerinin bir


aşamasında enfekte hayvanlar üzerinde beslenirken etkeni alarak kan emmeleri
sırasında insan ve hayvanlara bulaştırırlar. Hayvanlardan en çok köpekler etkilenir
ve bunlarda ateş, poliartritis, iştahsızlık görülür. Lenfadenopati, karditis ve böbrek
hastalıkları da bildirilmiştir. Hastalık at ve sığırlarda da benzer bulgularla seyreder.
Borrelia anserina, tavuk, hindi, kaz, ördek, sülün, güvercin, kanarya ve diğer
bazı yaban kuşlarında görülen Kanatlı Spiroketozisine neden olur. Hastalık her yaş
kanatlıda meydana gelebilir ve dünyanın birçok bölgesinde seyreder. Hastalığın
temel belirtileri ateş, depresyon ve iştahsızlıktır. Etkilenen kanatlılarda baş
bölgesinde siyanoz ve yeşil bir ishal de şekillenir. Ölüm oranı %10-100 arasında
değişir.

Laboratuvar tanısı
Örnekler
Hastalardan alınacak kan, eklem sıvısı, serebrospinal sıvı ile etkilenen
organlar tanıda değerlendirilir.
Bakteriyolojik tanı
Örneklerden hazırlanacak preparatların karanlık alan mikroskopisinde spiral
yapılı etkenler görülebilir. Örneklere yapılacak Giemsa boyama ve Floresan Antikor
Tekniği (FAT) ile doku ve sıvılardaki etkenler belirlenebilir. Kültür zahmetli ve
oldukça güçtür. Sıvı örnekler ve hazırlanan doku homojenatları Barbour-Stoenner-
Kelly besi yerine ekilerek 33 °C' de 6 hafta kadar inkübe edilirler. Örneklerde
etkenin varlığı PCR ve DNA hibridizasyon teknikleri ile ortaya konabilir.

Serolojik tanı
Hasta hayvanlara ait kan serumu örneklerinde oluşan antikorlar ELİSA ve
Indirekt Floresan Antikor Testi (IFAT) ile ortaya konur [2].

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16


Mikoplazma ve Spiroketler

•Mikoplazma
•Mikoplazmalar, hücre duvarı bulundurmayan, küçük, Gram-negatif, hareketsiz,
sporsuz, kapsülsüz, fakültatif anaerobik bakterilerdir. Mikoplazmaların hücre duvarı
bulundurmaması nedeniyle mikroskobik morfolojileri pleomorfiktir (çok şekilli).
Fiziksel ve kimyasal etkenlere duyarlıdırlar; ancak penisilin gibi hücre duvarı sentezini
Özet
önleyerek etki eden antibiyotiklerden etkilenmezler. Katı besi yerlerinde ürediklerinde
3-7 gün inkübasyon sonrası, çoğunlukla ortaları merkezli, sahanda yumurta
görünümlü ya da ortası düğmeli de denen L-koloni tipi meydana getirirler. Patojenik
Mikoplazmalar solunum sistemi, ürogenital sistem, meme bezi veya seröz
membranlar gibi belirli dokular veya organlar için belirgin bir affiniteye sahiptirler.
Üretilmeleri için temel katı ve sıvı besi yerlerine % 20 at serumu ve maya özütü ilavesi
gereklidir. Ayrıca örneklerde bulunabilecek diğer bakteri ve mantarların üremesinin
önlenmesi amacıyla penisilin ve talyum asetat besi yerlerine katılır.
•Üreplazma
•Üreplazmalar, Mycoplasmataceae familyasında ele alınan ikinci cinstir. Bu
organizmalar küçük koloniler ürettiklerinden (7-15 mikron çapında), orijinal olarak T
(Tiny, küçük) suşlar veya T-Mycoplasmalar olarak da adlandırılmışlardır. Ureaplasma
diversum ineklerde; endometritis, granüler vulvovaginitis, salpinjitis ve abortus gibi
reprodüktif hasarlara, boğalarda ise sperma kalitesinde düşüklük ve genital kanal
enfeksiyonlarına neden olur. Ureaplasma canigenitalium, Mikoplazma ve Brusella
gibi, erkek köpeklerde cinsel yolla bulaşan hastalıklara neden olan bir etkendir.
• Erisipelotriks
•Erysipelothrix cinsi içerisinde Erysipelothrix rhusiopathiae ve Erysipelothrix tonsillarum
olmak üzere iki tür bulunur. E. rhusiopathiae, doğada oldukça yaygın çeşitli
hayvanlarda, özellikle de domuzlarda ve bazen de insanlarda kendi kendini sınırlayan
hastalıklara veya sistemik enfeksiyonlara neden olur. E. rhusiopathiae, domuz, hindi
ve koyunların önemli bir bakteriyel patojendir. Etken izolasyonu için örneklerden
sodyum azidli (1/2000) serumlu triptoz agara veya kanlı agara ekimler yapılır. Ekim
yapılan ortamlar 37 ˚C' de mikroaerobik ortamda 24-48 saat inkübe edilirler. E.
rhusiopathiae, yukarıda bildirilen besi yerlerinde 0,5 - 1,0 mm çapında küçük ve dar
hemolitik koloniler meydana getirir.
•Leptospira
•Leptospiralar, Gram negatif, 0,1 - 0,2 x 6 - 12 µm boyutlarında, sarmal şekilli, sporsuz,
kapsülsüz, aerobik ve hareketli bakterilerdir. Leptospirozis, Leptospira interrogans
grubu içinde yer alan patojenik Leptospira serovarlarının neden olduğu hayvan ve
insan hastalıklarının genel adıdır. Doğadaki en önemli rezervuar kemiricilerdir. Yine
yabani birçok memeli, çiftlik hayvanları ve köpekler enfeksiyonun yayılmasında
önemli kaynak ve taşıyıcılardır.
•Leptospirozisin tanısında, izolasyonun zor ve zaman alıcı, başarı şansının düşüklüğü,
direkt tanının da kimi zaman güvenilir olmadığı dikkate alındığında en yaygın baş
vurulan serolojik yöntemlerdir. Mikroskopik Aglütinasyon Testi (MAT), Leptospirozin
tanısı için en çok kullanılan, temel referans test olup oldukça duyarlıdır. Bu test canlı
ve formollü antijenle olmak üzere iki şekilde uygulanabilir. Antijen olarak canlı
Leptospiraların kullanıldığı MAT oldukça duyarlı ve serovar-spesifik bir tekniktir.
•Borrelia
•Borrelia türleri prokaryotlar arasında en küçük genoma sahip olanlardır ve DNA yapısı
diğerlerinin aksine lineer yapıdadır. Son derece yavaş ürerler. Borrelialar artropod
vektörlerce taşınır. Bu Spiroketler bazı vertebralı konakçılarda zorunlu parazitlerdir ve
uzun süre canlı kalabilmek için vertebralı rezervuarlara ve artropod vektörlere
bağımlıdırlar.
•Borrelia burgdorferi, insan ve hayvanlarda Lyme Hastalığının etkenidir. Hayvanlardan
köpek, at, sığır, koyun ve kediler hastalığa yakalanırlar. Etkenin rezervuarı küçük
rodentler ve yabani kuşlardır. Keneler yaşam döngülerinin bir aşamasında enfekte
hayvanlar üzerinde beslenirken etkeni alarak kan emmeleri sırasında insan ve
hayvanlara bulaştırırlar.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17


Mikoplazma ve Spiroketler

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Koyun ve keçilerin bulaşıcı Agalaksiya hastalığının etkeni aşağıdakilerden
hangisidir?
a) Mycoplasma agalactiae
b) Mycoplasma mycoides subsp. mycoides (small colony)
c) Mycoplasma dispar
d) Mycoplasma ovipneumoniae
e) Mycoplasma capricolum subsp. capricolum

2. Üreme İnhibisyon Testi aşağıda yer alan hangi bakterilerin identifikasyonunda


kullanılır?
a) Borrelia
b) Leptospira
c) Erisipelotriks
d) Üreplazma
e) Mikoplazma

3. Leptospiraların mikroskobik morfolojisi aşağıdakilerden hangisidir?


a) Kıvrımlı
b) Kok
c) Basil
d) Pleomorfik
e) Virgül

4. Keneler aracılığıyla aşağıdaki etkenlerden hangisi bulaştırılır?


a) Leptospira
b) Erisipelotriks
c) Borrelia
d) Mikoplazma
e) Üreplazma

5. İneklerde endometritis, granüler vulvovaginitis, salpingitis ve abort gibi


reprodüktif hasarlara, boğalarda ise sperma kalitesinde düşüklük ve genital
kanal enfeksiyonlarına neden olan etken aşağıdakilerden hangisidir?
a) Mycoplasma conjunctivae
b) Leptospira interrogans
c) Erysipelothrix rhusiopathiae
d) Mycoplasma agalactiae
e) Ureaplasma diversum

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18


Mikoplazma ve Spiroketler

6. Lyme hastalığının etkeni aşağıdakilerden hangisidir?


a) Mycoplasma conjunctivae
b) Leptospira interrogans
c) Erysipelothrix rhusiopathiae
d) Borrelia burgdorferi
e) Ureaplasma diversum

7. Erysipelothrix rhusiopathiae için aşağıdakilerden hangisi doğrudur?


a) Gram yöntemiyle zayıf boyanmaları nedeniyle, boyanmalarında daha
çok Giemsa, Castenada, Machievello yöntemleri kullanılır.
b) Gram pozitif, düz ya da hafif kavisli, aerobik ya da fakültatif
anaerobik, sporsuz, kapsülsüz, 0,2 – 0,4 ve 0,8 - 2,5 mikron
boyutlarında basiller şeklindedir.
c) Gram negatif, 0,1 - 0,2 x 6 - 12 µm boyutlarında, sarmal şekilli,
sporsuz, kapsülsüz, aerobik ve hareketli bakterilerdir.
d) Katı besi yerlerinde çoğunlukla ortaları merkezli, sahanda yumurta
görünümlü ya da ortası düğmeli de denilen L-koloni tipi meydana
getirirler.
e) Katı besi yerlerinde üretildiğinde L-tipi koloni oluştururlar.

8. Leptospirozisin tanısında oldukça duyarlı, temel referans test hangisidir?


a) Floresan Antikor Testi
b) ELİSA
c) Komplement fikzasyon testi
d) Mikroskopik Aglütinasyon Testi (MAT)
e) Agar Jel Diffüzyon Testi

9. Hastalıkların hangisinde etken taşıyıcı hayvanların böbrek tübüllerine yerleşir


ve enfekte hayvanların idrarları ile çevreyi sürekli olarak kontamine eder?
a) Borreliozis
b) Leptospirozis
c) Mikoplazmozis
d) Erisipelotriks enfeksiyonları
e) Üreplazma enfeksiyonları

10. Spiroketleri diğer bakterilerden ayıran en önemli özellikleri hangisidir?


a) Gram pozitif çomak olmaları
b) Kıvrımlı morfolojileri ve aksiyal flament organelleriyle hareketleri
c) Fakültatif anaerob olmaları
d) 37 °C’ de üremeleri
e) Oksidaz pozitif olmalar
Cevap Anahtarı:
1.a, 2.e, 3.a, 4.c, 5.e, 6.d, 7.b, 8.d, 9.b, 10.b

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19


Mikoplazma ve Spiroketler

YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Otlu, S. (1997). Kars yöresinde koyun pnömonilerinden
Mikoplazma'ların izolasyonu, identifikasyonu ve antibiyotiklere
olan duyarlılıklarının belirlenmesi. Etlik Vet Mikrobiol Derg, 9 (1),
157-174.
[2] Ülgen, M. (2012). Mikoplazmalar ve Spiroketler. Ed: Diker S. Veteriner
Mikrobiyoloji ve Epidemiyoloji. TC Anadolu Üniversitesi Yayını No: 2317
Eskişehir.
[3] İzgür, M. (2006). Mycoplasma, Ureaplasma, Acheloplasma, Spiroplasma ve
Erysipelothrix İnfeksiyonları. Ed: Aydın N, Paracıklıoğlu J. Veteriner
Mikrobiyoloji (Bakteriyel Hastalıklar). Ankara.
[4] Walker, R.L. (2004). Mollicutes. Eds: Hırsh, D.C., MacLachlan, N.J., Walker, R.L.
Veterinary Microbiology (2nd edition), Iowa.
[5] Erysipelothrix rhusiopathiae (2018): 07 Kasım 2018 tarihinde
http://www.vetbact.org/popup/image.php?imgtable=vetbact_images&im
gid=312 adresinden erişildi.
[6] Lefebre, R.B. (2013). Spiral-Curved Organisms V. Leptospira. Ed: McVey DS,
Kennedy M, Chengappa MM. Veterinary Microbiology (3rd edition). New
Delhi, India
[7] Carter, G.R., Wise, D.J. (2004). Essentials of Veterinary Bacteriology and
Microbiyology (6th edition). Iowa State Press, Iowa.
[8] Esendal, Ö.M. (2006). Spirochetes (Spiroket) İnfeksiyonları. Ed: Aydın N,
Paracıklıoğlu J. Veteriner Mikrobiyoloji (Bakteriyel Hastalıklar). Ankara.
[9] sciencedaily (2018): 01 Kasım 2018 tarihinde
https://www.sciencedaily.com/releases/2007/10/071027174533.htm
adresinden erişildi.
[10] agriculture.vic.gov.au (2018): 14 Eylül 2018 tarihinde
http://agriculture.vic.gov.au/agriculture/pests-diseases-and-
weeds/animal-diseases/beef-and-dairy-cows/leptospirosis-in-cattle-pigs-
sheep-goats-horses-and-humans adresinden erişildi.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20


ZORUNLU HÜCRE İÇİ
BAKTERİLER

• Giriş
• Klamidya
İÇİNDEKİLER

• Koksiella
• Riketsiya VETERİNER MİKROBİYOLOJİ
• Erlişya
• Anaplazma
VE İMMÜNOLOJİ
• Neoriketsiya
Dr. Öğr. Üyesi
Aliye GÜLMEZ SAĞLAM

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;


•Klamidya, Koksiella, Riketsiya,
HEDEFLER

Erlişya, Anaplazma ve
Neoriketsiya cinsi bakterilerin
genel özelliklerini öğrenebilecek,
•Bunların çeşitli evcil hayvanlarda
meydana getirdikleri önemli
hastalıkları bilebilecek,
•Bu hastalıkların teşhisinde
kullanılacak laboratuvar
yöntemlerini öğrenebileceksiniz.

ÜNİTE

© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı
ve dağıtımı yapılamaz.
13
Zorunlu Hücre İçi Bakteriler

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2


Zorunlu Hücre İçi Bakteriler

GİRİŞ
Bu bölümde ele alınan mikroorganizmalar, duyarlı oldukları konaklarının
hücre içinde çoğalan bakterilerdir. Laboratuvarlarda hazırlanan yapay besi
yerlerinde üreyemedikleri için çeşitli doku ve organlardan etken izolasyonu için
canlı ortamlar (doku-hücre kültürleri, embriyolu tavuk yumurtaları, deneme
hayvanları) kullanılmaktadır. Zorunlu hücre içi bakteriler, genellikle konak
hücrelerinin kaynaklarını kendi gelişimleri için kullanmakta ve sonuçta yeni bir
konağa taşınıp yaşam sikluslarını devam ettirmektedirler. Sahip oldukları hayatta
kalma stratejilerinin başarısı, milyonlarca yıl boyunca ilgili ökaryotik konaklarla
birlikte yaşamalarından kaynaklanmaktadır. Zorunlu hücre içi bakteriler, insan ve
Zorunlu hücre içi hayvanlarda hastalık oluşturabilen türlerdir. Bu bakteri sınıfı, farklı dokulara, hücre
mikroorganizmalar, tiplerine ve hatta hücre altı nişlere kolonizasyonu sağlayan farklı özelliklere
yapay besi yerlerinde sahiptirler. Klamidya, Koksiella, Riketsiya, Erlişya, Anaplazma ve Neoriketsiya cinsi
üreyemezler, canlı mikroorganizmalar zorunlu hücre içi bakteriler grubu içinde sınıflandırılmıştır.
ortamlarda
Anaplasmataceae ailesinde, Anaplazma, Erlişya ve Neoriketsiya gibi önemli cinsler
üreyebilirler.
bulunmaktadır. Riketsiya hücre sitoplazması içinde serbest olarak bulunup
çoğalabilirken, Koksiella ve Erlişya sitoplazmik vakuollerde üreyebilir. Riketsiyal
bakterilerin çoğunluğu vektörler aracılığı ile konaklar arasında taşınırken, Klamidya
ve Koksiella gibi bakteriler kontamine materyaller aracılığı ile taşınmaktadırlar. Her
bir bakteriyel etken affinite duyduğu doku, organ ve bunlara ait materyallerden
izole edilebilir, çeşitli boyama yöntemleri kullanılarak mikroskobik bakıda
bakteriye spesifik hücre içi oluşturdukları yapılar incelenebilir. Ayrıca bunlara ek
olarak çeşitli serolojik yöntemler kullanılarak meydana gelen antijen-antikor
reaksiyonları ile araştırılabilir. Serolojik yöntemler kadar hızlı ve duyarlı olan
moleküler yöntemler de zorunlu hücre içi bakterilerin teşhisinde oldukça sık
kullanılmaktadır.

KLAMİDYA
Genel Özellikler
Chlamydia cinsi bakteriler Chlamydiales takımının ve Chlamydiaceae
ailesinin üyeleridir. Günümüzde sadece klamidya ismi ile bilinen bu bakteriler
önceki dönemlerde Psittacosis lymphogranuloma venereum (PVL), TRIC
(Trachoma inclusions conjunctivitis), Bedsonia (Sir Samuel Bedson’a izafeten) ve
Miyagawanella gibi isimleri ile tanımlanmıştır [1]. Chlamydiales takımının üyeleri,
adenosin trifosfat gibi yüksek enerjili bileşikler sağlayarak büyüme ve replikasyon
gibi metabolik olayları gerçekleştirme aşamasında ökaryotik konakçı hücrelerinin
biyokimyasal kaynaklarına ihtiyaç duydukları için bir zamanlar virus olarak kabul
edilmişlerdir.
Klamidyalar, 0.2-1.5 µm boyutunda pleomorfik veya kokobasil şeklinde,
hareketsiz, sporsuz bakterilerdir. Ayrıca üç tabakalı dış membranı ile Gram negatif
bakterilere morfolojik ve yapısal olarak benzerler. Klamidyalar antijenik yapılarına,
intrasellüler inklüzyon cisimciklerine, sulfonamid duyarlılıklarına ve hastalık
tablolarına göre sınıflandırılmaktadır. Chlamydiales ailesi, taksonomik olarak
Chlamydophila ve Chlamydia olarak adlandırılan 2 cinsten oluşmuştur. Bilinen

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3


Zorunlu Hücre İçi Bakteriler

önemli türler Chlamydophila psittaci, Chlamydophila pecorum, Chlamydia


trachomatis ve Chlamydia pneumoniae'dir. C. psittaci iki alt türe ayrılmıştır: C.
psittaci ve C. abortus. Chlamydia pneumoniae'nin üst ve alt solunum yollarında
Evcil hayvanlarda enfeksiyonlara neden olduğu ve çeşitli kronik hastalıklarla ilişkili olduğu
önemli hastalıkları düşünülmektedir. Chlamydia trachomatis insanlarda cinsel yolla bulaşan
oluşturan türler hastalıkların en sık görülen bakteriyel ajanıdır. Kanatlı türlerinde solunum sistemi
Chlamydophila cinsi enfeksiyonlarına neden olan C. psittaci ve sığırlarda abort sorunlarına yol açan C.
içinde bulunur. abortus gibi önemli hayvan patojenleri bulunmaktadır. Chlamydiales ailesinin
önemli türleri ve yaptığı hastalıklar Tablo 13. 1’de verilmiştir:
Tablo 13.1. Chlamydiales ailesinin üyeleri ve oluşturdukları hastalıklar [2].

Patojen Konak Klinik Tablo


Chlamydophila psittaci Kuşlar Pnömoni ve hava kesesi
yangısı
Bağırsak enfeksiyonları ve
ishal
Konjunktivitis
Perikarditis
Ensefalitis
İnsan (sekonder konak) Psittakozis/ornitozis
Chlamydophila abortus Koyun Enzootik abortus
Keçi Klamidyal abortus
Sığır
Domuz
Chlamydophila felis Kedi Konjunktivitis
Chlamydophila caviae Kobay İnklüzyon konjuntivitii
Chlamydophila pecorum Koyun İntestinal enfeksiyon
Poliartritis
Konjunktivitis
Sığır Sporadik sığır
ensefalomyelitisi
Poliartritis
Metritis
Koala Konjunktivitis
Ürogenital enfeksiyon
Chlamydophila pneumoniae İnsan Solunum sistemi
At enfeksiyonun
Koala Konjunktivitis
Chlamydia trachomatis İnsan Trahoma, yeni doğanların
inklüzyon konjunktivitisi
Non-spesifik üretritis
Yeni doğanların solunum
sistemi enfeksiyonu
Artritis
Lenfogranuloma venereum
Chlamydia suis Domuz İntestinal enfeksiyonlar
Chlamydia muridarum Fare Solunum sistemi enfeksiyonu

Klamidyalar, bifazik üreme siklusuna sahip tek bakteri cinsi olarak diğer
bakterilerden farklıdır. Bunlar, elementer cisimcikler (elementary bodies, EB) ve
retiküler cisimcikler (reticulate bodies, RB) olmak üzere iki morfolojik form
arasında değişen bir yaşam siklusuna sahiptirler (Resim 13.1). Elementer

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4


Zorunlu Hücre İçi Bakteriler

cisimcikler 0.2-0.4 mikrometre (µm) boyutlarında, metabolik olarak aktif olmayan,


trilaminer hücre duvarına sahip ve enfeksiyöz yeteneği bulunan formdur. Retiküler
cisimcikler ise 0.6-1.5 µm çapında, etrafında ince bir membran bulunan, metabolik
olarak aktif olup enfeksiyöz olmayan ve bölünerek çoğalabilen formdur [3].
Elementer cisimcik
Elementer cisimcik ve retiküler cisimcik arasındaki farklar Tablo 13.2’de verilmiştir.
enfeksiyöz iken,
retiküler cisimcik Ekstrasellüler olarak bulunan elementer cisimcik enfekte dokuya veya diğer
enfeksiyöz değildir. organlara yayılmadan sorumludur. Konak hücreye girdikten sonra inklüzyon adı
verilen özel bir vakuol içinde kalır ve metabolik olarak daha aktif olan intrasellüler
özellik gösteren retiküler cisimciklere farklılaşır. Retiküler cisimcik, vakuoller içinde
ikiye bölünerek çoğalır, sayısı arttıkça vakuol genişler ve bir intrasitoplazmik
cisimciği oluşturur. RB daha sonra tekrar ikiye bölünerek EB'ye dönüşür ve
enfeksiyondan 48-72 saat sonra, EB konak hücreden serbest hale geçer ve komşu
hücreleri enfekte eder. Klamidyaların hayatta kalmasında ve hastalık
patogenezisinde rol oynayan en önemli faktör hücre içi gıda maddesinin
miktarıdır. Besin miktarının yetersiz kalması durumunda gelişme siklusu yavaşlar
ve sona erer.
Tablo 13.2. Elementer cisimcik ile retiküler cisimcik arasındaki farklar [1].

Özellikleri Elementer Retiküler


Cisimcik Cisimcik
Boyutları (µm) 0.2-0.4 0.5-1.5
Densite (g/cm3) 1.21 1.18
Gelişme Zamanı erken geç
İnfektivite + -
İntrasellüler üreme - +
İntravenöz letal etki (fare) + -
Hücre duvarı sağlamlığı + -
Osmotik strese duyarlılık - +
Tripsinle lizis - +
Dış yüzeyde hemisfer + +
çıkıntı
Penisilin sentezin + -
inhibisyon
Cins spesifik antijen + +
Heağlitinin + -
DNA kompakt dağınık
DNA/RNA oranı 1 3-4
Ribozom az sayıda çok sayıda

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5


Zorunlu Hücre İçi Bakteriler

Resim 13.1. Klamidyaların yaşam döngüsü [2]

Epidemiyoloji
Klamidyalar, 450'den fazla kuş türünü ve insanların da içinde bulunduğu çok
sayıda memeli türünü enfekte eder. Klamidyal enfeksiyonlar esas olarak epitel
hücrelerine (solunum yolu, göz, ürogenital sistem ve eklem) affinite gösterir.
Böylece solunum yolları enfeksiyonu, konjunktivit, ürogenital enfeksiyonlar ve
poliartrite neden olurlar. Klamidyalar genellikle konaklara spesifik hastalıklar
meydana getirirler. Koyunlarda, C. abortus önemli oranda abort olaylarına sebep
Subklinik enfeksiyon, olurken, C. pecorum tarafından oluşturulan enfeksiyonlar genellikle subklinik
klinik belirtilerin seyretmektedir. C. pecorum'un meydana getirdiği enfeksiyonlar, konjunktivit,
görülmediği artrit ve belirgin olmayan bağırsak enfeksiyonları ile ilişkilidir. Enfeksiyon sağlam
enfeksiyondur. sürüye enfekte vaya latent enfekte hayvanların girmesiyle bulaşır. Genellikle
gebeliğin son dönemlerinde aborta neden olur ve bazen de zayıf ve güçsüz yavru
doğumlarına yol açar. Bu durumda plesantanın atılamaması ve vaginal akıntılar
gibi klinik bulgularla birlikte etken yoğun olarak çevreye yayılır ve daha sonra
mera, su, gıda ve yemleri kontamine eder. Klamidyal enfeksiyonlarda türler arası
taşınma nadir görülmekle birlikte, koyunlardan sığırlara ya da gebe kadınlara
geçerken olduğu gibi ikincil konakçıdaki enfeksiyon ya benzer ya da daha şiddetli
seyretmektedir. Enfekte koyunlar ile çalışan gebe kadınlar etken bulaşması halinde
düşük riski taşırlar.
C. psittaci kuşlarda, Psittakoz, Kanatlı Klamidyozisi veya Ornitozis olarak
adlandırılan enfeksiyona neden olmaktadır. Hem yabani hem de evcil kuş türleri
duyarlı konaklardır. Enfeksiyon genellikle solunum ya da sindirim sistemi yoluyla
meydana gelir ve genellikle subklinik seyreder. Klinik olarak etkilenmiş ve taşıyıcı
kuşlar uzun süre aralıklı olarak mikroorganizmaları yayarlar. Kanatlıların transferi,
yumurtlama dönemi, aşırı kalabalık beslenme ve diğer enfeksiyonlardan
kaynaklanan stres durumları hem yayılma hem de hastalık salgınlarının artmasında
önemli rol oynar.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6


Zorunlu Hücre İçi Bakteriler

•Ankara'da yapılan bir çalışmada, 47 kafes kuşu dışkısının 43'ünden

Örnek
(%91.5) C. psittaci saptanmıştır.
•İstanbul'da 96 pet kuşuna ait dışkı örnekleri incelenmiş ve
33’ünde (%34,4) C. psittaci belirlenmiştir.

Laboratuvar Tanısı
İncelenen Materyaller
Klamidyal abortus vakalarından plasenta, fötal dokular, kanatlı
hayvanlardan göz ve burun akıntıları, trakeal ve kloakal sıvaplar ve etkilenen iç
organlar, klamidyal enfeksiyonlardan ölen hayvanlardan dalak, karaciğer ve
akciğer gibi organlar, serolojik yoklamalar için kan serumları incelenebilir.

Bakteriyoskopi
Direkt mikroskobi, belli bir sayıda mikroorganizma bulunan dokulardan
hazırlanan preparatların veya doku kesitlerinin incelenmesi için uygundur. Aborte
fetüslerden veya avian klamidiyozlu hayvanların karaciğer ve dalağından
Bakteriyoskopi: Gelen hazırlanan smear veya histolojik kesitler direkt muayene edilebilir. Klamidyal
şüpheli örneklerden abortus vakalarından elde edilen plasenta incelendiğinde tipik olarak çok sayıda
preparatlar hazırlanıp mikroorganizma içerdiği görülmektedir. Uygun boyama yöntemleri modifiye Ziehl-
uygun bir boyama Neelsen, Giemsa, modifiye Machiavello ve Castaneda olarak sayılabilir. Metilen
yöntemiyle boyanarak mavisi ile boyanan preparatlar karanlık saha mikroskobu ile incelenebilir.
incelenmesidir. Mikroskop altında, tek tek veya pembe kokoid cisimcikler aranır. İncelenen
örneklerde direkt etkeni göstermek için Fluoresans Antikor Tekniği’nden (FAT) de
yararlanılabilir. Bu mikroorganizmalar, embriyolu tavuk yumurtalarından ya da
McCoy, L929, yavru hamster böbreği ve Vero gibi bir dizi hücre kültürlerinden
izole edilebilir. Preparat hazırlama ve boyama kolaylığı için doku kültürü hücreleri
genellikle lamelleri içeren düz tabanlı viallerde üretilir. Macchiavello ve Giemsa ile
boyandıktan sonra intrasitoplazmik inklüzyonlar tespit edilebilir.

Serolojik Tanı
Kan serum örneklerinde antikorların saptanması için Komplement Fikzasyon
(KF), Enzyme Linked İmmunosorbent Assay (ELISA), İndirekt İmmünofloresans ve
Mikro-İmmünofloresans gibi çeşitli serolojik yöntemler kullanılmaktadır.
Komplement Fiksasyon testi en yaygın kabul gören serolojik testtir. ELISA testi ise
daha hassas bir yöntemdir. Klamidyal enfeksiyonlar yaygın olarak görüldüğünden,
enfeksiyonu klinik bulgularla ilişkilendirmek için artan bir antikor titresi
gösterilmelidir. Abort yapan enfekte hayvanlardan 2-3 hafta sonra alınan kan
serum örnekleri Komplement Fiksasyon testi ile incelenir. Kanda oluşan nötralizan
antikorları saptamak için fare proteksiyon testi uygulanabilir. Bu amaçla
hayvanlardan alınan serum örnekleri ile canlı etken karşılaştırıldıktan bir süre

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7


Zorunlu Hücre İçi Bakteriler

sonra intranasal olarak fareler verilir. Eğer karışımda antikor yoksa farelerde ölüm
gözlenir.

Moleküler Tanı
Moleküler teknikler, örneklerden klamidyal DNA'nın saptanması için
geliştirilmiştir. Primerler tipik olarak ribozomal RNA operonuna veya ompA genine
karşı kullanılmaktadır. Real-time PCR ve DNA microarray testi hem bakteriyi
belirleme hem de tür tanımlama için kullanılabilir.

•Zorunlu hücreiçi bakteriler tarafından oluşturulan enfeksiyonların


Bireysel Etkinlik

bulaşmasında rol oynayan faktörlerin neler olduğunu farklı


kaynaklardan araştırabilirsiniz.

KOKSİELLA
Genel Özellikler
Coxiella burnetii, 0,2-0,4x0,4-1,0 µm boyutlarında, pleomorfik, flagellasız,
hareketsiz, kapsülsüz ve zorunlu hücre içi üreme özelliğine sahip Gram negatif bir
bakteridir. Hücre duvarı Gram negatif bakterilerdeki gibi peptidoglikan, protein ve
C. burnetii’nin Faz I lipopolisakkarit yönünden zengindir [4]. Gram boyama yöntemi ile iyi boyanmayıp
varyasyonu Faz II Castaneda ve Gimenez boyaları ile boyanır. Riketsiya benzeri bir mikroorganizma
varyasyonundan daha olarak bilinmesine rağmen, 16S rRNA gen dizilimi ve genom analizine dayanarak
enfeksiyözdür. Rickettsia cinsinden farklı bir grupta sınıflandırılmıştır.
Doğadan ve laboratuvar hayvanlarından izole edilen suşlar virulent C.
burnetii Faz I olarak tanımlanmaktadır. Faz I’in hücre kültürlerinde ve embriyolu
tavuk yumurtalarında tekrarlayan seri pasajlarının ardından düşük enfeksiyöz
özellik gösteren Faz II gelişmektedir. Bakterinin faz değişimi dikkat çekici bir olgu
olarak görülmektedir. Birçok Gram negatif bakteride görülen rough/smooth
fenomenine benzer antijenik varyasyonlar C. burnetii’nin çeşitli suşlarında da
gözlemlenmiştir. C. burnetii Faz I smooth form ile eşdeğer bulunurken, Faz II
varyasyonu ise rough form ile eşdeğerdir.
C. burnetii spor benzeri formlar oluşturan kompleks bir yaşam döngüsüne
sahiptir. Elektron mikroskobik incelemeler sonucunda bakterinin aktif büyük hücre
formu (large cell variants-LCV) ve küçük hücre formu (small cell variants-SCV)
Coxiella burnetii,
olmak üzere iki formu tanımlanmıştır. Her ikisi enfeksiyöz olan bu formlar C.
enfekte hücrelerin
burnetii’nin intrasellüler ve ekstrasellüler yaşam siklusunda önemli rol
fagolizozomlarında
çoğalır. oynamaktadır. Ekstrasellüler yaşamda SCV, C. burnetii’nin stabil yaşamasına imkan
sağlarken, intrasellüler olarak bulunan LCV mikroorganizmanın gelişimi ve
çoğalmasına olanak sağlar. Bu formlar morfolojik, antijenik ve metabolik

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8


Zorunlu Hücre İçi Bakteriler

farklılıklar göstermekte, fiziksel ve kimyasal dirençleri ile birbirinden ayırt


edilebilmektedir (Resim 13.2).

Resim 13.2. Makrofajlarda Coxiella burnetii enfeksiyonu [5]

Epidemiyoloji
Coxiella burnetii ruminantlar, kedi, köpek, nadiren kuşlar, sürüngenler,
keneler ve insanları da içeren geniş bir konakçı aralığına sahiptir. Sığır, koyun ve
keçi gibi primer rezervuarların yanı sıra kedi ve köpekler de etkenin insanlara
bulaşmasında rol oynamaktadır [4]. Enfekte hayvanların vaginal akıntıları, dışkı,
idrar, süt ve doğum materyalleri ile aralıklı olarak etken saçılmaktadır. Artropodlar
rezervuar hayvanlardaki yabani yaşam döngüsünü kolaylaştırır. Çevreye yayılan
kontamine materyallerden etken solunum veya sindirim yoluyla alınır. Özellikle
insanlar enfeksiyona oldukça duyarlıdırlar [6]. Tek bir mikroorganizma bile hastalık
oluşumuna sebep olabilir. Enfeksiyon evcil hayvanlarda genellikle semptomsuz
seyrederken, bazı durumlarda abort vakaları görülebilir. Hayvanlarda infertilite
veya erken doğum oluşabilir.
Köpekler enfekte ruminantların plasentalarını veya sütlerini tüketerek ya da
aerosol yolla enfekte olabilirler. Gebe köpeklerde C. burnetii enfeksiyonu
yavruların erken ölümüne yol açabilir. Doğum esnasında kedi ve köpeklerle
Q humması, temasta olan insanlarda Q humması vakaları bildirilmiştir. Keneler, dış ortam ile
C.burnetii’nin evcil hayvanlar arasında C. burnetii yayılmasında önemli rol oynamakta ve ayrıca
Insanlarda oluşturduğu C. burnetii’nin ana rezervuarı ve vektörü olarak kabul edilmektedir. Enfeksiyon
sistemik bir kaynakları ve geçiş yolu nedeniyle Q humması evcil ruminantlar ile uğraşan
enfeksiyondur. insanlarda meslek hastalığı olarak görülmektedir. Çiftlik hayvanları ile temasta
olan kişiler, mezbaha çalışanları ve özellikle yün, post işleme tesislerinde
çalışanlar, enfekte hayvan materyali ile çalışan laboratuvar personeli, veteriner
hekimler ve veteriner teknisyenleri yüksek risk grubunu oluşturmaktadır (Resim
13.3).

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9


Zorunlu Hücre İçi Bakteriler

Resim 13.3. C.burnetii’nin epidemiyolojisi ve ana klinik tabloları [7]

Laboratuvar Tanısı
İncelenen Materyaller
Aborte fötusa ait doku ve organlar, plasenta, vaginal akıntı, süt, kolostrum,
dışkı örnekleri incelenebilir.

Bakteriyoskopi
C. burnetii konvansiyonel hücre kültürleri (maymun böbrek hücreleri, vero
hücreleri), embriyolu tavuk yumurtasında veya fare ve kobay gibi laboratuvar
hayvanlarında üretilebilir. Embriyolu tavuk yumurtası 5-7 günlük olduğunda sarı
kesesine marazi maddeler inoküle edilir ve 35 0C’de 10-12 gün sonra sarı kese
membranı, embriyo bağırsağı, koriyoallantoik membran ve amniotik sıvıdan
bakteri izole edilebilir. C. burnetii embriyonun kas, karaciğer ve kalp dokusunda
Zorunlu hücreiçi düşük düzeyde tespit edilmiştir. Deney hayvanlarına inokülasyon için en uygun
bakteriler Gram negatif organ dalak olup, yüksek düzeyde etken izolasyonu yapılmaktadır. Dalak
hücre duvarına sahip ekstraktları daha sonra embriyolu yumurtalara inokule edilmektedir. Daha az
olmalarına rağmen kullanılmakla birlikte bu yöntemler, çeşitli bakteriler ile kontamine dokulardan
Gram boyama yöntemi
izolasyon durumlarında ya da Faz II hücrelerinden C. burnetii Faz I antijenlerini
ile iyi boyanmazlar.
elde etmede faydalı olabilir. Coxiella burnetii ile ilgili laboratuvar çalışmaları
biyogüvenlik düzey 3 koşullarında yapılması gerekmektedir.

Serolojik Tanı
Çiftlik hayvanlarında C. burnetii enfeksiyonu; serolojik testlerin, klinik
bulguların ve plasental preparatların mikroskobik incelenmesinden ibaret
kombinasyon ile sürü seviyesinde belirlenebilir. Coxiella burnetii enfeksiyonlarında
klinik tanıyı doğrulamak amacıyla serolojik testler daha çok tercih edilmektedir. Q
hummasının teşhisi, anti-Faz I ve anti-Faz II antikorlarını belirleyebilen yöntemlerle
gerçekleştirilir. Faz II IgM antikorları hastalığın başlangıcından itibaren 7- 10 gün
sonra açığa çıkar. Antikor seviyesi 4-8 haftada en üst düzeye ulaşır ve sonra

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10


Zorunlu Hücre İçi Bakteriler

düşmeye başlar. Faz I IgG antikorları ise daha geç ortaya çıkar ve yıllarca kalabilir.
Antikorlar semptomların ortaya çıkmasını takiben 3. haftada %90 oranında
saptanabilmektedir. C. burnetii faz varyasyonları hastalık evresinin ayırt
edilmesinde oldukça önemlidir. Akut Q hummasında Faz II antijenlerine karşı
oluşan antikor fazla iken, kronik olgularda Faz I’e karşı gelişen antikor miktarı
daha baskındır. Pek çok laboratuvar tarafından tercih edilen Mikro Aglütinasyon
(MA), Komplement Fiksasyon Testi (KFT), İndirekt İmmünofloresan Assay (IFA),
ELISA, Radioimmünoassay (RIA), Dot İmmünoblot, Western İmmunoblot ve
İndirekt Hemoliz Testi gibi yöntemler ile belirlenebilmektedir.

Moleküler Tanı
Klinik örneklerden ve hücre kültürlerinden C. burnetii DNA’sını saptamak
amacıyla çeşitli PZR yöntemleri geliştirilmiştir. Geliştirilen yöntemler arasında
nested ve konvansiyonel PZR yer almaktadır. Ayrıca C. burnetii’nin transpozon
elementini baz alan primerler ile yapılan Trans-PZR C. burnetii’nin teşhisinde son
derece spesifik ve duyarlı bir tekniktir.

•İnsanlarda akut Q hummasında ateş, baş ağrısı, kas ağrıları, eklem


Örnek

ağrıları ve döküntüler görülmektedir.


•Hayvanlarda nadiren ateş, konjunktivit, artrit, mastit, abort ve
genital bozukluklar görülebilir .

RİKETSİYA
Genel Özellikler
Rickettsia takımındaki mikroorganizmalar sadece konak hücrelerde
çoğalabilen, küçük (0.3-0.5 x 0.8-2.0 µm), hareketsiz, pleomorfik, Gram negatif
bakterilerdir. Riketsiyalar hücre içinde ikiye bölünerek çoğalırlar ve ışık
mikroskobunda gözlenebilirler. Bunlar, embriyolu yumurtaların yolk kesesinde
veya doku kültürü hücrelerinde üretilebilirler. Anilin boyaları ile dokularda
Rickettsia ricketsii, görülmesi zordur ve genellikle İmmunohistokimyasal veya Floresan Antikor gibi
hayvanlarda infeksiyon özel boyama yöntemleri gereklidir. Temel boyalar için konak-hücre bağımlılığına
oluşturan tek türdür. ve zayıf affiniteye ek olarak, omurgasız bir vektöre ihtiyaç duymaları onları
geleneksel bakterilerden ve klamidyalardan ayırır [8]. Riketsiyalar, genellikle
endotelyal hücreleri hedef alırlar. Bunlar metabolik olarak aktif olmalarına rağmen
konak hücrelerde ekzojenöz kofaktörlere de gereksinim duymaktadırlar. Her ne
kadar moleküler teknikler kullanılarak evcil hayvanlarda çok sayıda yeni riketsiya
tanımlanmış olsa da, bunların patojenitesi belirsizdir. Hayvanlar açısından önem
taşıyan tek tür, Kayalık Dağlar Humması’nın etkeni olan Rickettsia rickettsii'dir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11


Zorunlu Hücre İçi Bakteriler

Epidemiyoloji
İnsan ve hayvanlar klinik bulguları gösteren rastlantısal konaklardır. Bu
enfeksiyonun hayvanlardan insanlara bulaşması için bir vektör gereklidir ve çoğu
insekt vektörler tarafından hayvanlar arasında da taşınırlar. Benzer şekilde,
insanlar enfekte bir artropod vektörünün ısırmasından sonra veya enfeksiyöz
aerosollerin solunmasıyla enfekte olurlar. Riketsiyalar, artropodlarda öncelikle
bağırsağın epitelyal hücrelerinde replike olurlar, daha sonra fazla replikasyonun
meydana gelebileceği tükürük bezleri ve yumurtalıklar gibi diğer organlara
yayılırlar. Artropodlar konak üzerinde beslenirken Rickettsia türlerini bulaştırırlar
(Resim 13.4). R. riketsii kene populasyonunda transovarial bulaşma aracılığı ile
sürekli bulunur.

Resim 13.4. Rickettsia rickettsii’nin yaşam döngüsü [9]

Laboratuvar Tanısı
İncelenen Materyaller
Direkt mikroskobi için antikoagulanlı kan, deri örnekleri, hasta hayvanlardan
etkilenen doku ve organlar, serolojik testler için kan serumu, moleküler yöntemler
için periferal kan, plazma, beyaz kan hücreleri kullanılabilir.

Bakteriyolojik Tanı
Direkt mikroskobide deri biyopsi örnekleri, kan ve dokulardan hazırlanan
preparatlar Giemsa, Gimenez ve Casteneda gibi boyama yöntemleriyle boyanıp
incelenebilir. Kan, heparin içeren steril tüplerle hastalık gelişim sürecinin erken
döneminde toplanmalıdır. Benzer şekilde, deri veya eskar (sert veya ölü deri)
biyopsileri de hastalığın erken döneminde toplanıp incelenebilir [10]. Riketsiyalar
Ekzojenöz: İhtiyaç embriyolu tavuk yumurtalarının sarı kesesinde ve doku kültürü hücre hatlarında
duyulan bir madde üretilebilmesine rağmen, birçok laboratuvarda etkenin çalışılması riskli olduğu için
veya elementin dış
kültür ve diğer işlemlerin daha özel laboratuvarlarda yapılması uygundur.
kaynaklı olması.
Serolojik Tanı
Riketsiyal hastalık tanısı öncelikle serolojik yöntemler kullanılarak
gerçekleştirilir. Bu amaçla İndirekt Floresans Antikor Testi, ELISA, Lateks
Aglutinasyon gibi serolojik testler kullanılmaktadır. Bu testlerin yanı sıra,
riketsiyaların “O” antijenleri ile benzerlik gösteren Proteus bakterileri antijen

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12


Zorunlu Hücre İçi Bakteriler

olarak kullanılarak serum örneklerinden antikor araştırılması temeline dayanan


Weil-Felix deneyi riketsiyoz tanısında kullanılabilir [11].

Moleküler Tanı
Riketsiyal enfeksiyonların moleküler olarak incelenmesi izolasyondan daha
hızlı ve spesifik tanımlama sağlar. Moleküler yöntemler iyi sensitivite ve yüksek
spesifite ile deri biyopsi örneklerinde R. rickettsii DNA'sını saptamak için
kullanılmıştır. Moleküler yöntemlerde dış membran proteinleri (OmpA, OmpB),
17-kDa lipoprotein ve sitrat sentaz gibi gen dizilerini de içeren çeşitli gen hedefleri
kullanılır.
Bireysel Etkinlik

•Zorunlu hücreiçi bakterilerin özelliklerini ve neden önemli


olduklarını farklı mikrobiyoloji kitaplarından ve internet
sitelerinden araştırabilirsiniz.

ERLİŞYA
Genel Özellikler
Erlişya, sitoplazmik vakuollere yerleşen ve gelişen, monositler ve
makrofajlarda morula (morula = dut benzeri yapı) olarak adlandırılan yoğun
bakteri kümelerini oluşturan, genellikle yuvarlak veya oval, hareketsiz, Gram
negatif bakterilerdir.
Erlişyalar, Romanesky türevi boyalarla boyanma sonucu hedef hücrelerin
sitoplazmasında mavi-mor renkte görülebilirler. Tipik olarak, Ehrlichia suşlarının
çoğu monosit ve makrofajlarda görülse de, Ehrlichia ewingii nötrofilleri enfekte
eder.
Erlişyalar, konağa ait E. ewingii ile enfeksiyon, nötrofil apoptozunu geciktirebilir. Erlişya'nın
polimorfnükleer hücre içi canlı kalmasının anahtarı, fagozom ve lizozom füzyonu ve konakçı hücre
lökositler ile endotel apoptozunu engellemesidir. Erlişya (morula) ayrıca mitokondri ile etkileşime girer
hücrelerin erken
ve mitokondriyal metabolizmayı inhibe eder.
endozomlarından
köken alan ve Konakçı hücrelerde erlişyanın retiküler hücre ve yoğun çekirdek hücre olmak
membrana bağlı üzere iki ayrı morfolojik formu tanımlanmıştır. Retiküler hücreler, 0.7-1.9 μm
sitoplazmik boyutlarında, pleomorfik morfolojidedir. Oysaki enfeksiyöz yoğun-çekirdek
vakuoller içinde
hücreleri baskın olarak kokoid bakterilerdir ve çapı 0.4-0.6 μm arasında ve bunlar
bulunurlar.
enfeksiyonun erken ve geç dönemlerinde baskındır. Erlişyaların gelişim ile ilgili
siklusları klamidyalarınkine oldukça benzer; ancak klamidyalarda elementer ve
retiküler cisimcikler ayırt edilebildiği halde erlişyalarda bu ayrım yapılamaz. Erlişya
enfeksiyonlarının kesin tanısı oldukça güçtür. İzolasyonları zor ve zaman alıcı olup,
sınırlı sayıda laboratuvar tarafından yapılmaktadır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13


Zorunlu Hücre İçi Bakteriler

Epidemiyoloji
Ehrlichia cinsinde yer alan mikroorganizmalar insanlar da dahil olmak üzere
tüm memeliler için patojendir. Keneler bu mikroorganizmanın vektörleridir.
Omurgalı konakların enfeksiyonu etkeni taşıyan kenelerin kan emmesi ve tükrük
salgılarını bulaştırması ile gerçekleşir. Ehrlichia cinsi içerisinde yer alan, Ehrlichia
canis (önemli bir monosit/makrofaj tropik köpek patojeni), Ehrlichia ruminantium
(çok çeşitli yerli ve yabani geviş getiren hayvanların vasküler endotelini enfekte
eden ruminant heartwater ajanı), Ehrlichia ewingii (çoğunlukla köpek granülositik
patojeni) ve Ehrlichia chaffeensis (insan monositik ehrlichiosis etkeni, ayrıca
köpekleri, keçileri ve çakalları da etkiler) gibi türler hayvanlarda hastalıklara neden
olurlar [12].
E. canis, Canin Monositik Ehrlichiosis (CME) hastalığına neden olan başlıca
patojendir. Etken kahverengi köpek kenesi olarak bilinen Rhipicephalus
sanguineus tarafından bulaştırılmaktadır. Bulaşma transstadial olarak meydana
gelmekte, transovarial bulaşma ise olmamaktadır. Keneler, akut dönemde E. canis
bulunduran köpekten kan emerek taşıyıcı hale gelebilir. Hastalığın sağlıklı
köpeklere bulaşması ise enfekte kenenin, kan emerken tükürük salgısında bulunan
etkenleri köpeğe nakletmesi veya mekanik olarak enfekte kan transfüzyonlarıyla
gerçekleşmektedir. Hastalığın yaygınlığı direkt olarak vektörün yaygınlığı ve bu
kenelerin biyolojileri ile yakından ilişkilidir. Kenelerin yaz aylarında aktif olması,
tropikal ve subtropikal bölgelerde yayılım göstermesi nedeniyle hastalık bu
bölgelerde endemik olarak görülmektedir.

•Ehrlichia ruminantium'un vektörü keneler olup ruminantlarda


Örnek

heartwater, cowdriozis enfeksiyonlarına neden olmaktadır.

Laboratuvar Tanısı
İncelenen Materyaller
Sürme preparat için antikoagülanlı kan, izolasyon için etkilenen doku ve
organlar, serolojik teşhis için kan serum örneği incelenebilir.

Bakteriyolojik Tanı
İn vitro: Laboratuvar
ortamında ya da Periferik kan veya serebrospinal sıvıdan (CSF) etkenin doğrudan tespiti, PCR
yapay koşullarda. amplifikasyonu, Giemsa veya Wright ile boyanmış örneklerin direkt mikroskobik
incelenmesi ile olur. Periferal kan preparatlarının doğrudan mikroskobik olarak
incelenmesiyle morula safhası (zenginleştirilmiş organizmalar içeren sitoplazmik
vakuoller) tespit edebilir; morula benzeri yapılar da CSF hücreleri ve dokularında
gözlemlenebilir. Ehrlichia, Neorickettsia ve Anaplasma'nın tüm türlerinde
morulaların görünümleri çok benzerdir. Bu nedenle, spesifik bir patojen ile

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14


Zorunlu Hücre İçi Bakteriler

enfeksiyonun ayırt edici özellikleri, konakçı hücre tropizmine ve vektör-konakçı


ilişkisine bağlı olabilir. E. ewingii hariç tüm Ehrlichia türleri, köpek makrofaj hücre
kültürlerini veya kene hücre kültürlerini kullanarak in vitro koşullarda
üretilebilirler. Etkenin hücre kültürlerinde izolasyonu duyarlı ve spesifik olmasına
karşın 1-4 hafta gibi bir süre gerekmekte ve sadece referans laboratuvarlarda
uygulanmaktadır.

Serolojik Tanı
Erlişyaların out membran proteinlerine karşı İndirekt İmmünofloresan
Antikor veya ELISA testi yaygın olarak kullanılmaktadır. Bununla birlikte, bu
yöntemler, farklı Ehrlichia türlerine ait antijenler arasında sıklıkla serolojik çapraz
reaksiyonlara yol açarlar.

Moleküler Tanı
Moleküler yöntemler, spesifik patojen teşhisi için geliştirilmiştir ve
enfeksiyonun erken klinik safhası sırasında ve antikor tedavisi başlatılmadan önce
kandaki aktif enfeksiyonu saptamak için en etkili yöntemlerdir. Bu amaçla PCR ve
sekans analizi gibi spesifik ve duyarlı testler erlişyanın saptanması için
kullanılmaktadır.

•Serolojik tanıya yönelik kullanılan testler arasında indirekt


Örnek

immunfloresan testi altın standart olarak kabul edilmektedir.


•Klinik belirti gösteren bir köpekten alınan kandan hazırlanan
preparatlarda morula görülmeyebilir; fakat Ehrlichia canis varlığını
doğrulamak için PCR yöntemleri kullanılmaktadır.

ANAPLAZMA
Genel Özellikler
Anaplasma türleri gram negatif, 0.2-0.8 µm boyutlarında, kokoid, halka
veya çomak biçiminde olup hareketsiz, kapsülsüz ve sporsuz bakterilerdir.
Anaplasma türleri lökosit, eritrosit, monosit ve nötrofillere ya da kan
Anaplasma bovis damarlarındaki endotel hücrelerinin sitoplazmalarına yerleşen
sığır ve koyunların mikroorganizmalardır. Sığırlarda en patojenik ve en yaygın Anaplasma türü olan A.
mononükleer marginale özellikle eritrosit duvarına yakın bölgelerde yerleşim gösterirken, A.
hücrelerini enfekte centrale ise eritrositlerin merkezinde veya merkeze yakın bölgelerinde
etmektedir. yerleşmektedir [13].
Bu mikroorganizmalar tek tek veya morula adı verilen inklüzyonlar halinde
görülürler. Romanovsky yöntemi ile mavimsi mor olarak boyanırlar. Biyolojik
vektörler olarak genellikle keneler rol oynamaktadır. Bu cins içinde Anaplasma
bovis, Anaplasma marginale, Anaplasma centrale, Anaplasma ovis, Anaplasma
phagocytophilum ve Anaplasma platys türleri yer almaktadır.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15


Zorunlu Hücre İçi Bakteriler

Epidemiyoloji
Anaplasma türleri mekanik veya biyolojik yolla nakledilirler. Mekanik
nakilde, kan emici sinekler, kontamine enjektör ve cerrahi aletler önemli rol
oynamaktadır. Biyolojik nakilde ise çeşitli kene türleri görev almaktadır. Mekanik
ve biyolojik vektörlerin sezona bağlı aktivitelerine paralel olarak, salgın hastalıklar
ortaya çıkabilmektedir. Bulaşmada transplasental enfeksiyonun da önemi vardır.
Anaplasma marginale ve A. centrale ile akut enfekte ineklerden doğan buzağılarda
intrauterin bulaşma neticesinde enfeksiyonların görüldüğü bildirilmektedir.
Anaplasma türlerinin yaşam siklusu keneler ile hayvanlar arasında
gerçekleşmektedir. Keneler, Anaplasma türleriyle enfekte konaklardan kan
emerken enfekte eritrositleri alırlar. Enfeksiyonun ilk basamağı, kene bağırsak
hücrelerinde meydana gelir ve ikinci kez kan emdiklerinde kenelerin tükürük
bezleri başta olmak üzere diğer birçok dokusu enfekte olmaktadır. Enfekte
kenenin sağlıklı hayvanlardan kan emmesi esnasında etken konağa nakledilir [14].
Anaplasma bovis, sığır ve koyunların mononükleer hücrelerini enfekte
etmektedir. Hayvanlarda anemi, kilo kaybı, nadiren abort ve ölüm meydana
getirir. Hastalığı atlatan hayvanlar ömür boyu taşıyıcı kalır. A. marginale, önemli
enfeksiyonlardan olan sığır anaplazmozunun nedenidir. Hayvanlarda ateş,
iştahsızlık, kilo kaybı ve boğalarda düşük fertiliteye neden olmaktadır [9].
Enfeksiyonu atlatan hayvanlar uzun süre persistan enfekte kalırlar. A.
phagocytophilum tarafından oluşturulan TBF (tick-borne fever) sadece evcil ve
yabani ruminantlarda değil aynı zamanda da halk sağlığı açısından da önemlidir. A.
centrale ise diğer türlere göre daha az patojendir.

Laboratuvar Tanısı
İncelenen Materyaller
Direkt bakı için antikoagülanlı kan, izolasyon için doku ve organlar, serolojik
teşhis için kan serum örneği incelenebilir.
Nekahat dönemi: Bakteriyolojik Tanı
Hastalık belirtilerinin
Akut enfeksiyonlarda, Giemsa ile boyanmış preparatlardaki eritrositlerde
gerilemeye başladığı
dönem. gelişme ve nekahat dönemindeki etkenler tespit edilebilirken, inkübasyon ve
taşıyıcılık döneminde görülemeyebilir. Kronik enfeksiyonlarda mikroskobik
muayene ile etkene rastlamak çok zordur.

Serolojik Tanı
Anaplazma yönünden latent enfekte hayvanları mikroskobik muayene ile
tespit etmek güçtür. Böyle hayvanların teşhisi, Anaplasma türlerine karşı
şekillenen spesifik antikorların tespit edilmesi ile mümkündür. Bu amaçla çeşitli
serolojik teknikler geliştirilmiştir. Antikor tayini için, çeşitli laboratuvarlarda
Komplement Fiksasyon, Kard Aglütinasyon, İndirek Floresan Antikor Testi ve ELISA
testleri rutin olarak kullanılmaktadır

Moleküler Tanı

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16


Zorunlu Hücre İçi Bakteriler

Etkenin direkt olarak ortaya konması amacıyla moleküler tanı


yöntemlerinden olan PCR sıklıkla kullanılmaya başlanmıştır. Ancak son yıllarda
geliştirilmiş olan PZR-DNA probları ile tür tayini ve kronik enfeksiyonların teşhisi
yapılabilmektedir. Bu problar ile % 0,000025’lik parazitemi seviyesi gösteren
sığırların bile teşhis edilebildiği bildirilmiştir. Anaplasma türlerinin tespitinde
çoğunlukla kullanılan moleküler teknikler PZR, nested PZR, PZR-RFLP ve RLB
yöntemleridir.

NEORİKETSİYA
Genel Özellikler
Neoriketisyalar küçük, hareketsiz, kokoid, intrasitoplazmik, Gram negatif
bakterilerdir. Genellikle lenfoid dokulardaki monosit ve makrofajlar içinde
bulunmakla birlikte nadiren eritrositlerin içindeki vakuollerde görülürler.
Neoriketsiyalar, köpeklerin, atların, yarasaların ve insanların makrofajları ve
monositleri içinde bulunan sitoplazmik vakuollere yerleşirler. Bu bakteriler,
vakuoller içinde kümeler oluştururlar ve bu nedenle morfolojik olarak karakteristik
olan morula safhasını meydana getirirler.
Neoriketsiya, ikiye bölünerek çoğalır ve sitoplazmada transferrin
reseptörleri ile zenginleştirilmiş endozomlarda bulunur. Endozomal membran, tek
tek mikroorganizmaları veya mikroorganizma gruplarını sıkı bir şekilde örter.
Hücre lizisi diğer hücreleri enfekte eden bakterilerin serbest kalmasına olanak
tanır.
Nerickettsia
helminthoeca, zorunlu Moleküler ve antijenik analizlerle birbiri ile yakın ilişkili olduğu belirlenen N.
olarak helmintlerle risticii, N. sennetsu, N. helminthoeca olmak üzere 3 tür tanımlanmıştır. N.
bulaşan tek patojen helminthoeca makrofajların sitoplazmasında çoğalarak morula oluşturur. Hücre
bakteridir.
kültürlerinde üretilebilen etken, Giemsa boyama sonucu görülebilir.

•N. helminthoeca karnivorlarda ateş, lenf nodüllerinin şişmesi,


Örnek

hemorajik enteritle karakterize ölümcül seyreden "somon


zehirlenmesi'' hastalığına yol açar.

Epidemiyoloji
Neoriketsiya için vektörler, trematod yaşam döngüsünde yer alan
trematodları ve ara konakları (balık, salyangoz ve böcekler) içerir. Balık veya
salyangozlar bu türlerin rezervuarlarıdır ve neoriketsiyalar memelileri enfekte
edebilir. Memelilerin enfeksiyonu, trematodların yaşam döngüsünün
tamamlanması için gereklidir; ancak neoriketsiya için doğrudan gerekli değildir.
Köpekler, atlar, yarasalar ve insanlar yanlışlıkla balıklarda veya yetişkin suda
yaşayan böceklerde bulunan trematodların meteserkarya evresini yutmak
suretiyle neoriketsiyayı alırlar.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17


Zorunlu Hücre İçi Bakteriler

Laboratuvar Tanısı
İncelenen Materyaller
Direkt inceleme için antikoagülanlı kan, hasta hayvanlardan alınan doku ve
organlar, serolojik yoklamalar için kan serum örneği incelenebilir.

Bakteriyolojik Tanı
Bakteriyolojik muayene için antikoagulanlı kan ve dalak, timus ve lenf
düğümleri gibi etkilenen organlardan hazırlanan preparatlar incelenir.
Neoriketsiyalar, Giemsa ile boyanmış preparatlarda makrofajlar içinde ve mor
renkte morula safhası olarak görülebilirler.

Serolojik Tanı
Neoriketsiyalar, hem Neoriketsiyalara karşı antikorların belirlenmesi amacıyla ELISA ve İndirekt
trematodları hem de Floresan Antikor Testi uygulanmaktadır.
memelileri enfekte
ederler. Moleküler Tanı
Neoriketsiyaların taşınmasında rol oynayan trematod ve balık gibi
vektörlerde etkenin DNA’sının tanımlanmasına yönelik moleküler yöntemler
uygulanabilmektedir.

•Zorunlu hücreiçi bakterilerin izolasyonları ve teşhisi için kullanılan


Bireysel Etkinlik

yöntemler hakkında çeşitli kitaplardan ve internet sitelerinden


bilgi edinebilirsiniz.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18


Zorunlu Hücre İçi Bakteriler

• KLAMİDYA
•0.2-1.5 µm boyutunda pleomorfik veya kokobasil şeklinde, hareketsiz

Özet
sporsuz bakterilerdir. Klamidyalar elementer cisimcikler (elementary bodies,
EB) ve retiküler cisimcikler (reticulate badies, RB) olmak üzere iki morfolojik
forma sahiptirler. Ekstrasellüler olarak bulunan EB dokuyu infekte etmede ve
yayılmadan sorumludur. Konak hücreye girdikten sonra inklüzyon adı verilen
özel bir vakuol içinde kalır ve RB farklılaşır. Retiküler cisimcik, vakuoller
içinde ikiye bölünerek çoğalır ve EB'yi oluştururlar. Enfekte dokulardan
hazırlanan preparatlar modifiye Ziehl-Neelsen, Giemsa, modifiye
Machiavello ve Castaneda gibi yöntemler ile incelenebilir. Klamidya
antikorlarının saptanması için KF, ELISA, IFA ve Mikro İmmünofloresans gibi
çeşitli serolojik yöntemler kullanılmaktadır. İncelenecek örnekten klamidyal
DNA'nın saptanması için çeşitli PZR teknikleri geliştirilmiştir.
•KOKSİELLA
•Coxiella burnetii 0,2-0,4x0,4-1,0 µm boyutlarında, pleomorfik, flagellasız,
hareketsiz, kapsülsüz ve Gram negatif bir bakteridir. Castaneda ve Gimenez
boyaları ile boyanır. C. burnetii Faz I virulent olarak tanımlanırken, Faz II
daha düşük infeksiyözite göstermektedir. C. burnetii Faz I diğer bakterilerin
smooth formu ile eşdeğer bulunurken, Faz II varyasyonu ise rough form ile
eşdeğerdir. C. burnetii büyük hücre formu ve küçük hücre formu olmak
üzere iki farklı spor benzeri form oluşturmaktadır. Her ikisi de infeksiyöz
olan formlar intrasellüler ve ekstrasellüler yaşam siklusunda önemli rol
oynamaktadır. Sığır, koyun, keçi gibi ruminantlar, kedi, köpek, nadiren
kuşlar, sürüngenler, keneler ve insanları da içeren geniş bir konakçı
spektrumuna sahiptir. Serolojik teşhis için IFA, ELISA, RIA, dot İmmünoblot,
Western İmmunoblot ve İndirekt Hemoliz Testi gibi yöntemler tercih edilir.
C. burnetii DNA’sını saptamak amacıyla çeşitli PZR yöntemleri
geliştirilmiştir.
•RİKETSİYA
•Riketsiyalar küçük, hareketsiz, pleomorfik Gram negatif bakterilerdir. Hücre
içinde ikiye bölünerek çoğalırlar ve ışık mikroskobunda gözlenebilirler.
Hayvanlar açısından önem taşıyan tek tür, Kayalık Dağlar Humması'nın
etkeni olan Rickettsia rickettsii'dir. Bu mikroorganizma insekt vektör
tarafından hayvanlar arasında taşınır. Benzer şekilde, insanlar infekte bir
artropod vektörün ısırmasından sonra veya enfeksiyöz aerosollerin
solunmasıyla hasta olurlar. Dokulardan hazırlanan preparatlar Giemsa,
Gimenez ve Casteneda ile boyanıp incelenebilir. Riketsiyalar özel
loboratuvarlarda embriyolu tavuk yumurtalarında ve doku kültürü
hücrelerinde üretilebilmektedir. Serolojik incelemeler IFA testi, ELISA, lateks
aglutinasyon gibi testler kullanılarak gerçekleştirilir.
•ERLİŞYA
•Erlişya, sitoplazmik vakuollere yerleşen ve gelişen, monositler ve
makrofajlarda morula olarak adlandırılan yoğun bakteri kümelerini
oluşturan, genellikle yuvarlak veya oval, hareketsiz, Gram negatif
bakterilerdir. Erlişyaların retiküler hücre ve yoğun çekirdek hücre olmak
üzere iki ayrı morfolojik formu tanımlanmıştır. Her iki form ikiye bölünerek
çoğalır. Erlişyalar insanlar da dahil olmak üzere tüm memeliler için
patojendir. Erlişya enfeksiyonunun akut fazı sırasında morulaları tespit
edilebilir. Serolojik tanısında IFA testi veya ELISA yaygın olarak
kullanılmaktadır. PCR gibi moleküler yöntemler, enfeksiyonun erken klinik
safhası sırasında ve antikor tedavisi başlatılmadan önce kandaki aktif
enfeksiyonu saptamak için en etkili yöntemlerdir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19


Zorunlu Hücre İçi Bakteriler

•ANAPLAZMA
•Anaplazmalar Gram negatif, 0.2-0.8 µm boyutlarında, kokoid, halka veya
Özet (devamı)çomak biçiminde olup hareketsiz, kapsülsüz ve sporsuz bakterilerdir.
Anaplazmalar lökosit, eritrosit, monosit ve nötrofillere ya da kan
damarlarındaki endotel hücrelerinin sitoplazmalarında lokalize olurlar.
Sığırlarda en patojenik ve en yaygın tür A. marginale’dir. Anaplasma türleri
çeşitli artropodlarla mekanik veya biyolojik yolla nakledilir. Akut
infeksiyonun teşhisi Giemsa ile boyanmış preparatların mikroskobik
muayenesi ile yapılır. Antikorların belirlenmesi için KF, Kard Aglutinasyon,
IFA ve ELISA gibi testler rutin olarak kullanılmaktadır.
•NEORİKETSİYA:
•Neoriketsiyalar, köpeklerin, atların, yarasaların ve insanların makrofajları ve
monositleri içinde yer alan sitoplazmik vakuollerde bulunan kokoid veya
pleomorfik, Gram negatif ve haraketsiz bakterilerdir. Bu bakteriler, vakuoller
içinde kümeler oluştururlar. Neoriketsiya, ikiye bölünerek çoğalır ve
sitoplazmada endozomlar içinde bulunur. Giemsa ile boyanmış preparatlarda
makrofajlar içinde ve mor renkte morula safhası görülebilir. Antikorların
belirlenmesi amacıyla ELISA ve IFA testi uygulanmaktadır. Vektörlerde
etkenin DNA’sının tanımlanmasına yönelik moleküler yöntemler
uygulanabilmektedir.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20


Zorunlu Hücre İçi Bakteriler

DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Klamidyaların özellikleri arasında aşağıdakilerden hangisi bulunmaz?
a) İzolasyonları için kanlı agar, nutrient agar gibi cansız besi yerleri
gereklidir.
b) Yaşam siklusları iki farklı formdan oluşur.
c) Koyun ve sığırlarda enzootik abortus’a yol açan türleri vardır.
d) Hücre duvarı Gram negatif bakterilere benzer.
e) Kanatlı hayvanlarda psittakoz veya ornithozis hastalıklarına neden
olmaktadır.

2. Zorunlu hücreiçi bir etken olarak aşağıdakilerden hangisi söylenemez?


a) Anaplazma
b) Riketsiya,
c) Erlişya
d) Leptospira
e) Koksiella

3. Doğadan ve laboratuvar hayvanlarından izole edilen virulent Coxiella burnetii


varyantı aşağıdakilerden hangisidir?
a) Lipid A
b) Faz II antijeni
c) Faz I antijeni
d) Peptidoglikan
e) Dış membran proteini

4. Bakteri cinslerinden hangisi Kayalık Dağlar Humması adıyla bilinen hastalığa


neden olmaktadır?
a) Coxiella burnetii
b) Rickettsia rickettsii
c) Ehrlichia ewingii
d) Rickettsia prowazeki
e) Chlamydophila abortus

5. Erlişyaların birçok türü monosit ve makrofajları enfekte ederken, nötrofilleri


enfekte eden Erlişya türü aşağıdakilerden hangisidir?
a) Ehrlichia sensetsu
b) Ehrlichia chaffeensis
c) Ehrlichia ruminantium
d) Ehrlichia ewingii
e) Ehrlichia canis

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21


Zorunlu Hücre İçi Bakteriler

6. Bakteri cinslerinden hangisinin belirlenmesinde Weil-Felix testi


kullanılmaktadır?
a) Anaplasma
b) Rickettsia
c) Ehrlichia
d) Coxiella
e) Chlamydia

7. Bakteri cinslerinden hangisinin taşınmasında mekanik ve biyolojik faktörler


rol oynamaktadır?
a) Coxiella
b) Ehrlichia
c) Rickettsia
d) Neorickettsia
e) Anaplasma

8. Chlamydophila abortus’un önemli oranda abort olaylarına sebep olduğu ve C.


pecorum’un ise genellikle subklinik enfeksiyonlar meydana getirdiği hayvan
türü aşağıdakilerden hangisidir?
a) Koyun
b) Kedi
c) At
d) Köpek
e) Deve

9. Bakteri cinslerinden hangisi köpeklerin, atların, yarasaların ve insanların


makrofaj ve monositleri içerisinde yer alan sitoplazmik vakuollerde
bulunmaktadır?
a) Chlamydia
b) Ehrlichia
c) Anaplasma
d) Coxiella
e) Neorickettsia

10. Kimyasal boyama yöntemlerinden hangisi Klamidyaların direkt mikroskobik


tanısında kullanılmaz?
a) Gram boyama
b) Giemsa
c) Castaneda
d) Modifiye Machiavello
e) Modifiye Ziehl-Neelsen

Cevap Anahtarı:
1.a, 2.d, 3.c, 4.b, 5.d, 6.b, 7.e, 8.a, 9.c, 10.a

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22


Zorunlu Hücre İçi Bakteriler

YARARLANILAN KAYNAKLAR
[1] Paracıkoğlu, J. (1997). Chlamydia ve Chlamydophila İnfeksiyonları. (Eds.):
Aydın, N., Paracıkoğlu, J., Veteriner Mikrobiyoloji (Bakteriyel Hastalıklar) (s.
292-298), Ankara: İlke Emek Yayınları.
[2] Quinn, P.J., Markey, B.K., Leonard, F.C.,. FitzPatrick, E.S., Fanning, S., Hartigan
P.J. (2011). Veterinary Micribiology and Microbial Desease. UK: Blackwell
Science Ltd.
[3] Ganta, R.R. (2013). Chlamydiaceae. (Eds.): McVey, D.S, Kennedy,M.,
Chengappa, M.M., Veterinary Microbiology. (s. 279-281). New Delhi, India:
John Wiley & Sons, Inc.
[4] Mertens, K., Samuel, J.E. (2007).Bacteriology of Coxiella. (Eds.): Raoult, D.,
Parola, P., Rickettsial Diseases (s. 257-270). New York,London: Informa
Healthcare.
[5] Coxiella burnetii (2018). 15.11.2018 tarihinde
http://www.microbiologybook.org/Turkish-bact/bactchapter21turk.htm
adresinden erişildi.
[6] Ganta, R.R. (2013). Rickettsiaceae and Coxiellaceae: Rickettsia and Coxiella.
(Eds.): McVey, D.S, Kennedy,M., Chengappa, M.M., Veterinary Microbiology
(s. 293-296). New Delhi, India: John Wiley & Sons, Inc.
[7] Kılıç, S., Çelebi, B. (2008). 1. Bölüm: Genel Bilgiler. Türk Hij. Den. Biyol. Derg. 65
(3).
[8] Fournier,P.E., Raoult, D. (2007). Bacteriology, Taxonomy, and Phylogeny of
Rickettsia. (Eds.): Raoult, D., Parola, P. Rickettsial Diseases (s. 1-14). New
York, London: Informa Healthcare.
[9] Songer, J.G., Post, K.W. (2012). Veteriner Hekimlik Mikrobiyolojisi, Hayvan
Hastalığı Olan Bakteriler ve Mantarlar. Çeviri Editörleri: Anğ, Ö., Özgür, N.Y.,
Çevirenler: Ilgaz, A., Ak, S., Özgür, N.Y., İkiz, S. (s. 319-348). Ankara: Nobel
tıp kitapevleri Ltd. Şti.
[10] Tille, P.M. (2017). Obligate Intracellular and Nonculturable Bacterial Agents.
Bailey & Scott’s Diagnostic Microbiology (s. 555-569). China: Elsevier, Inc.
[11] Biberstein, E.I., Hirsh, D.C. (1999). Rickettsial Agents of Animal Disease; the
Rickettsieae. (Eds.): Hirsh, D.C., Zee, Y.C., Veterinary Microbiology (s. 291-
293). USA: Balckwell Science, Inc.
[12] Ganta, R.R. (2013). Anaplasmataceae: Ehrlichia and Neorickettsia. (Eds.):
McVey, D.S, Kennedy,M., Chengappa, M.M.: Veterinary Microbiology. (s.
297-300). New Delhi, India: John Wiley & Sons, Inc.
[13] Brouqui, P., Matsumoto, K.(2007). Bacteriology and Phylogeny of
Anaplasmataceae. (Eds.): Raoult, D., Parola, P., Rickettsial Diseases (s. 179-
198). New York, London: Informa Healthcare.
[14] Ganta, R.R. (2013). Anaplasmataceae: Anaplasma. (Eds.): McVey, D.S,
Kennedy,M., Chengappa, M.M., Veterinary Microbiology. (s. 301-305). New
Delhi, India: John Wiley & Sons, Inc.

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23

You might also like