You are on page 1of 9

KELAM ARAŞTIRMALARI 11:2 (2013), SS.

265-274

BÜYÜK PATLAMA KOZMOLOJİSİ ÜZERİNE


MÜSLÜMAN BAKIŞ AÇILARI*

Prof. Dr. Alnoor Dhanani


Harvard Üniversitesi, Ortadoğu Araştırmaları Merkezi
çev. Dr. Mehmet Bulğen
Marmara Ü. İlahiyat Fakültesi,
Kelâm Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi

Konuşmama Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kelâm Anabilim Dalına,


Prof.Dr. Rahim Acar’a ve bugün sizinle Büyük Patlama Üzerine Müslüman Bakış
Açılarını tartışmak üzere beni buraya davet eden meslektaşım Dr. Mehmet Bulğen’e
teşekkür ederek başlamak istiyorum.
1931 yılında Belçikalı rahip, gök bilimci ve fizik profesörü Georges Lemaitre,
evrenin “yaratma anında patlayan Kozmik yumurta” gibi genişlediğini öne sürdü.
Durağan Durum (Steady State) evrenini öneren Fizikçi Fred Hoyle Lemeitre’nin bu
iddiasını, alaycı bir şekilde “the Big Bang” “Büyük Patlama” olarak tanımladı. 1964
yılında Amerikalı iki radyo astronomu –Arno Penzias ve Robert Wilson- galaksiler
arasındaki uzaydan gelen radyo sinyallerini ölçmeye çalışırken rahatsız edici bir
arka fon “sesi” keşfettiler. Bu ses veya mikrodalga ışıması, neredeyse bütün
yönlerde aynıydı. Onlar, ışımanın evrenin gelişmesinin erken aşamasından geriye
kaldığı sonucuna vardılar. Bu Princeton fizikçisi Robert Dickie’nin, Büyük
Patlama’ın geriye tüm evrende aynı ışıma bırakması gerektiği görüşünün
doğrulanmasını sağladı. O zamandan beri fizik ve astronomide, bizim şu anki
evrenimizin Büyük Patlama’dan nasıl ortaya çıkmakta olduğuna yönelik birçok
çalışma gerçekleştirildi. Dahası Büyük Patlama din ve bilimde en sıcak tartışma
alanlarından biri oldu. Acaba Büyük Patlama evrenin bir başlangıcı olduğunu
bilimsel olarak doğrulanmasını sağlar ve böylelikle İbrahimî dinlerin evrenin
yaratılmış olduğu görüşünü açıklar mı? Sonrasında bir Yaratıcı’nın varlığına delil
temin eder mi?
Bu inançlar Yakın Doğu’nun kitabî geleneklerinde paylaşılmaktadır. Bu kitabî
geleneklerin kozmogonilerin tasviri, en iyi Yaratılış Kitabı’nda temsil edilmektedir:
“Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı”. İslâm da kendisini bu kitabî geleneğin
anlatımı içerisine yerleştirir. Kur’anî kronoloji “O ilk ve sondur” ayetinde olduğu
gibi yaratmadan önce, Tanrı ile başlar (Hadîd, 57/3).

* Bu metin, Alnoor Dhanani’nin 20.03.2013 tarihinde Marmara Ü. İlahiyat Fakültesi Kelâm


Anabilim Dalı tarafından düzenlenen “Muslim Perspectives on Big Bang Cosmology”
isimli paneldeki sunumunun çevirisidir.
266 Prof. Dr. Alnoor Dhanani -Çev. Dr. Mehmet Bulğen
_________________________________________________________

Ancak Kur’an hikâye tarzında yapılanmamıştır. Biz onda, Yaratılış


Kitabı’ndaki (Tekvin) gibi yaratmanın altı gününün detaylı bir tasvirini bulamayız.
Bununla birlikte Tanrı’nın kudreti, ilmi ve yaratma faaliyeti Kur’anî söyleme yayılır
ve hâkim olur. Tanrı’nın yaratması doğrudandır. “O gökleri ve yeri hak ile
yaratandır.” (el-En’âm, 6/73); “Bir şeyin olmasını istediğimizde ona sözümüz
sadece Ol! demektir ve o hemen oluverir” (en-Nahl, 10/3). Fakat bize bunun altı gün
sürdüğü de söylenmektedir: “Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da
Arşa istiva edendir” (Yunus, 10/3). Ancak bu Kur’anî ayetler [Tekvîn kitabındaki
gibi] bir yaratılış hikâyesi sağlamaz. Onlar Tanrı, yaratma, yol gösterme ve
sakındırma gibi büyük temalar üzerine Kur’anî çerçevenin akisleriyle
örtüşmektedirler. Kur’an’ın büyük vurgusu Tanrı’nın işaretlerine yani O’nun
varlığına, peygamberleri vasıtasıyla yol göstermesine, kibirlenip O’nu ve
peygamberini reddedenleri yok edici olması üzerinedir.
Tanrı’nın ayet ve işaretleri, biz onların farkında olmasak bile her gün
etrafımızı kuşatır. Kur’an: “Nereye dönersen dön Tanrı’nın veçhesi oradadır”
demektedir (el-Bakara, 2/115). Tanrı’nın işaret ve belirtileri Kur’an’ın temel
konusudur. Kur’an’daki ayetlerin yüzde onu Tanrı’nın varlığına işaret olarak doğal
fenomen hakkındadır. Örneğin doğal fenomenler üzerine ifadelerden güneş, bir
işaret/ayet olarak Kur’anî kozmolojinin ham verisini (data) sağlar. Bunu ham,
işlenmemiş veri olarak isimlendirdim, çünkü bu tasvirler sistematik bir kozmoloji
içermemektedir. Sistematik bir açıklama için bu ham veriler bir araya getirilmeli ve
yorumlanmalıdır. Açıktır ki bu şekildeki girişimler ve onların yorumları
değişecektir. Biz kozmolojiyle ilgili bu tarz Kur’anî ayetlere yönelik çağdaş
girişimlere Büyük Patlama için daha sonra yeniden döneceğiz. Tanrı aynı zamanda
“Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık” demektedir (el-En’am 6/38). Bu ayeti nasıl
anlayabiliriz? Bu, Kur’an’ın fizik ve astronomiyi kapsayan bir kitap olduğu
anlamına gelir mi? Tanrının işaret ve ayetleri hakkında son bir söz, onların hikmet
ve hayır sahibi bir Yaratıcıya delil sağlamasıdır. Yani Kur’an bir Düzenleyici-
Yaratıcı’nın varlığına işaret amacıyla evrendeki düzene vurgu yapmaktadır.
Günümüz biliminde kozmoloji, evrenin veya kozmosun yapısını, yani zihinsel
ve ruhani varlıkların aksine bütün maddi bileşenleri inceleyen disiplindir. Bu
araştırma öncelikle, evrenin kökenini galaksilerin ve onların bileşenlerinin
formasyon ve gelecekteki durumlarını tahmin etmeye çalışan fizik ve astronominin
çatısı altında yapılır. Genel görelilik kuramı ve kuantum fiziğinin kullanımının
yanında, uzay, zamanın oluşumu ve doğası da kozmolojinin içinde birleşir. Ben bu
şekildeki kozmolojiyi “bilimsel kozmoloji” olarak adlandırıyorum. Deney gerekli
olmamakla birlikte ölçme ve gözlemleme bilimsel kozmolojide temeldir.
Kozmolojinin daha geniş bir türü ise kökeni Antik Yunan tartışmalarına
uzanan “felsefî kozmoloji”dir. Bu, evrendeki varlıkların nihai bileşenlerinin, onları
yöneten ilkelerin, birleşim şekillerinin ve nedenselliğin bir araştırmasıdır. Bilimsel
Kelam Araştırmaları 11:2 (2013) 267
___________________________________________________________________

kozmoloji ile bir yerde kesişse de felsefi kozmoloji daha geniştir. Üstelik felsefî
kozmoloji ölçme ve gözlemlemeye ihtiyaç duymamaktadır. Eğer kozmos kaos
değilse, o halde onun düzen ve tertibi ilkelerle açıklanabilmelidir. Bu ilkeler niçin
olayların diğer olayları gerektirebileceğini açıklar, yani nedensellik, doğal
özelliklerin bir sonucudur; örneğin, ateş yanmaya sebep olur. Bilimsel ve felsefî, her
iki tür kozmoloji de tarihî İslâm toplumlarında uygulanmıştır.
Atomcu, Platoncu, Aristocu ve Stoacı gibi felsefî kozmolojileri içeren Yunan
doğa felsefesi mirası Ortadoğu’nun entelektüel merkezlerine yayıldı. Bu
merkezlerde Yunan biliminin ve felsefesinin meydan okumasıyla İbrahimî dinler
adına ilk defa mücâdele edenler Yahudilik ve Hristiyanlık oldu. Onların kitabî
gelenekleri Tanrı’nın doğrudan iradesi yoluyla yoktan yaratmayı muhafaza
ediyordu. Tanrı aynı zamanda insanoğluyla kişisel bir ilişkiye sahiptir:
Peygamberler gönderir, yol gösterir, dualara icabet eder ve evreni nihai bir kıyamete
sevk edecektir. Müslümanlar yedinci yüzyılda Arap yarım adasının dışına
genişlediklerinde, onlar da bu türden bilim, felsefe ve din üzerine konuşmalara
katılmaya başladılar.
Kelâm, hepinizin bildiği gibi, VII. yüzyılın sonlarında bu söylemlerle
karşılaşılınca ortaya çıkan bir Müslüman teoloji biçimidir. Şaşırtıcı bir şekilde
kelâm, atomcu kozmolojiyi kendine mal etti ve VIII. yüzyılın ikici yarısında hâkim
olmaya başlayan bu kozmoloji en az XIV. yüzyıla kadar devam etti. Kelâm
kozmolojisi bir felsefi kozmolojidir. Tanrı atomları yaratır ve bu atomların cisimleri
oluşturması için birleşmelerine neden olur. Atomlar homojendir. Cisimlerin
farklılaşması yani renk, tat, koku, ses, sıcaklık, hareket, düşünme yeteneği gibi
özelliklere sahip olmaları, Tanrı’nın onlarda yarattığı niteliklerden kaynaklanır. Bir
şeyin hareket etmesinde olduğu gibi, Tanrı bu niteliklerde değişimi de yaratır. Bu,
evrendeki değişimi açıklar. Fakat bu aynı zamanda Tanrı’nın evrendeki her şeyi
doğrudan yarattığını, koruduğunu ve bir andan diğer ana onu değiştirdiğini
göstermektedir. Bu nedenle kozmos Tanrı’nın tek fail olduğu vesileci bir evrendir.
Çoğu kısmında Tanrı âdeti üzere davranır. O, ateşi pamuğa yaklaştırdığında
yanmayı yaratır. Bunun bir sonucu olarak dünyadaki olayların gidişatını öngörebilir
ve bilim yapabiliriz. Ancak Tanrı’nın âdeti iradîdir. Kızıl Deniz’in ikiye
ayrılmasında olduğu gibi Tanrı farklı bir şekilde davranabilir ve biz bunu mucize
olarak adlandırırız. Bu nedenle kelâm kozmolojisi tabiî nedenselliği reddeder ve
bütün nedenselliğin ilahî olduğunda ısrar eder (bazı kelâmcılar özgür iradeye imkân
verebilmek için insana sınırlı bir nedensel alan sağlarlar). Atomculuğa Kur’anî
temeller olmamakla birlikte Tanrı’nın yoktan yaratması ve ezici nedensel gücü
Kur’an’da sürekli vurgulanmıştır: “Şüphesiz ki Allah her şeye kadirdir.” (el-Bakara,
2/20) ve “Onun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez” (el-En’âm, 6/59). Biz kelâm
kozmolojsinin Kur’an’ın Tanrı’sını nasıl yansıttığını görebiliriz. Kelâm
kozmolojisinin taraftarları bilimle meşgul olsalardı, onların Kur’anî Tanrı’ya
268 Prof. Dr. Alnoor Dhanani -Çev. Dr. Mehmet Bulğen
_________________________________________________________

metafiziksel teslim olmaları merkezi rol oynar ve onların bilimleri de gerçekte dinî
bilim olurdu.
Tarihî İslâm dünyasının entelektüel merkezlerinin baskın felsefî kozmolojisi
kelâm değil, Aristoculuğun Yeni Eflatuncu bir biçimiydi. Onunla ilişkili bilimsel
kozmoloji ise Batlamyusçu idi. Bağdat’ta halifeler tarafından himaye edilen
kapsamlı bir kendine mal etmede, Yunan metinlerinin Arapça’ya tercüme edilmesi,
bir kültürel fikrî gelenekten diğerine büyük bilgi transferlerine neden oldu. Bu
hareket Arap-İslâm felsefesi ve bilimini üretti. Niçin Arap-İslâm? Arap, çünkü
Arapça bilim diliydi, İslâm, çünkü bu faaliyet İslâm medeniyetinde meydana geldi.
Kelâmdan farklı olarak Arap-İslâm felsefesi ve biliminin taraftarları
Müslümanlardan, Hristiyanlardan ve Yahudilerden oluşuyordu. Bu girişimin
sınırları dini aştı ve büyük oranda modern felsefesi ve bilimi gibi seküler bir girişim
olarak görülebilir.
Arap-İslâm felsefesi ve bilimi Aristoteryen kozmolojiye bağlıdır: evren
ezelîdir, fakat bir İlk Sebep vardır. Dahası Tanrı basittir, o sadece en geneli, evrensel
ve değişmeyenleri bilir –bu belki de fizikçilerin hâlâ aradıkları Büyük Her Şeyin
Teorisidir (the Grand Theory of Everything)- fakat Tanrı şimdi ve burada olan tikel
şeyleri bilmez, kuantum dalgalanmalarını ise haydi haydi bilmez. Son olarak fiziksel
bir yeniden diriliş yoktur. Arap-İslâm felsefi kozmolojisinin bu pozisyonları
Kur’an’ın lafzî anlamıyla çelişir. Bu nedenle Arap-İslâm felsefesinin taraftarları
Kur’anî söylemin sembolik olduğunu savunurlar. Bunlar ancak Arap-İslâm
felsefesinde eğitim alanlar tarafından şifreleri çözülebilecek sembollerdir. Başka
deyişle Kur’an’ın hakikati zâhir manasıyla bilinemez, ancak yorumla bilinebilir.
Haydi şimdi Arap-İslâm felsefesi ve bilimiyle ilişkili bilimsel kozmolojiye
dönelim. Bunun için bizim göksel fiziği içeren ve matematiği kullanan astronomiyi
araştırmaya ihtiyacımız vardır. Astronomlar özellikle evrenin göksel bölgelerdeki
bileşenlerini ve bunların hareketlerinin evrenin sistemine nasıl uyduğu, dünyadaki
gözlemlediğimiz şeyleri nasıl ürettikleri, bu bileşenlerin birbirleriyle uzaklıklarını,
hareketlerini yöneten kanunları vs. inceler. Her ne kadar bu astronomların sistemleri
Kopernik öncesi sistem olsa da onların soruları günümüz astronomlarının
sorduklarına benzedir. Bununla birlikte günümüzdekilerin evreni, birbirinden
uzaklaşan galaksiler, galaksi kümeleri, kuasarlar, kara delikler, kara madde ve buna
benzer farklı bileşenleri içermektedir. Dahası onlar değişik türde teleskop ve
inceleme araçları kullanırlar ve bu sayede evrenin Arap-İslam eşdeğerlerinden daha
fazlasını ölçüp ve gözlemleyebilirler. Bununla birlikte sınırlı enstrümanlarıyla Arap-
İslâm astronomları önemli mesafeler aşmışlardır. Bu nedenle bilim tarihçileri, Tycho
Brahe’nin kolayca bir Türk olabileceğini iddia ederler.
Evrenin yaratılışı veya ezeliliği üzerine karşıt duruşları göz önüne alındığında,
kelâm kozmolojisinin ve Arap-İslâm felsefî kozmolojisinin taraftarları argümanlarla
meşgul oldular – tıpkı günümüzde Büyük Patlama’nın bir Yaratıcı’nın varlığına delil
Kelam Araştırmaları 11:2 (2013) 269
___________________________________________________________________

olduğu savunanlarla Büyük Patlamayı kabul edip Yaratıcı’yı kabul etmeyenler


arasındaki argümanlar gibi-. VIII. yüzyılda kelâm taraftarları Aristocu evrenin
ezeliliği fikrine, fiili bir sonsuzluğun imkânsızlığına dayanarak karşı argümanlar
geliştirdiler. Evrenin zamansal bakımdan yoktan (ex nihilo) var olduğunu
temellendirdikten sonra kelâmcılar, onu varlığa getirecek bir Yaratıcı’nın bulunması
gerektiğini iddia ettiler. 1095 yılında İmâm Gazzâlî (ö. 1111) Arap-İslâm filozof ve
bilim adamlarını eleştiren bir programa girişti. Gazzâlî onları ve arkadaşlarını
Filozofların Tutarsızlığı kitabında sapkınlıkla suçladı. Gazzâlî âlemin ezeliliği,
Tanrı’nın cüziyyatı bilip bilmediği, cismanî haşir ve doğa filozofları tarafından
ortaya atılan nedensellik de dâhil olmak üzere yirmi konu dikkate almıştı. Bu
sapkınlıkla suçlamadan yola çıkarak, bazı çağdaş bilimciler İslâm’da din-bilim
arasındaki ilişkinin çatışma üzere olduğunu ve Gazzâli’nin İslâm medeniyetinde
bilim ve felsefesinin düşüşüne sebebiyet verdiği görüşünü savunurlar. Ancak bu
iddia temelsizdir. Bilimsel faaliyetler Gazzâlî’den çok sonraları da İslâm ülkelerinde
gelişmeye devam etmiştir.
Bununla birlikte bilim ve felsefe Müslüman ülkelerde geriledi. Âlimler bunun
nasıl ve ne zaman olduğunu tartışırlar, fakat bunun sebebi kesinlikle Gazzâlî
değildir. XIX. yüzyılda Arap-İslâm felsefesi ve bilimi Avrupa’da doğmuş olan
“modern” felsefe ve bilimiyle yer değiştirdi. Çoğu günümüz Müslüman filozofu ve
bilim insanı kendi disiplinlerinin Avrupalı bağlamda biçimlenmesine daha fazla
dikkat göstermektedir. Hattâ onlar disiplinlerin İslâm medeniyetindeki tarihinden
bütünüyle habersizdirler. Dolayısıyla onların din ve bilim üzerine şimdiki görüşleri,
İslâm medeniyetindeki din bilim ilişkisinin zengin tartışmaları tarafından
bilgilendirilmemiştir. Aynısı din âlimleri hakkında da söylenebilir. Çoğu, sadece
çağdaş bilim ve felsefe hakkında hatalı bilgilenmekle kalmayıp, aynı zamanda İslâm
medeniyetindeki bilimsel, felsefi ve kozmolojik söylemlerin zenginliğinin farkına
varamamaktadır. Bu onların, göreceğimiz gibi, İslâm teolojisiyle yoğun bir şekilde
ilişkilenmiş kelâm kozmolojisi hakkındaki bilgileri için de böyledir. Bana göre din
ve bilim üzerine çoğu günümüz Müslüman perspektifi, İslâm medeniyetinde
bulunan son derece zengin perspektiflerin zayıf bir gölgesidir.
Büyük Patlama evrenin bir başlangıcı olduğunu doğrular ve böylelikle kelâm
kozmolojisi ve Arap-İslâm felsefesi ve biliminin yaratma veya evrenin ezeliliği
üzerine yaptıkları tartışmayı yersizleştirir. Bununla birlikte Teizm Ateizm ve Big
Bang kitabındaki teist William Lane Craig ile ateist Quentin Skinner arasında
yaratılış ve evrenin ezeliliği üzerine fikir teatisi; Big Bang’te bir başlangıcın
olduğuna yönelik bilimsel önermenin, Tanrı’nın varlığına yönelik metafiziksel
sonucu gerektirdiği iddiasına itiraz edinilebileceğini göstermektedir. Fakat bizim, bir
Tanrı’nın varlığını inkâr etmenin de metafiziksel bir önerme olduğunu not etmemiz
gerekir. Dahası evrenin hassas bir ayarının olduğunun keşfedilmesi Paul Davies’in
Goldilocks enigma olarak adlandırdığı şeye neden olmaktadır: Büyük Patlama
270 Prof. Dr. Alnoor Dhanani -Çev. Dr. Mehmet Bulğen
_________________________________________________________

sonucunda biçimlenen evren nasıl oldu da tam da insan hayatına uygun bir yer oldu?
Evrenin bir başlangıcı olduğunun delili ve onun insan hayatı ile sonuçlanan hassas-
ayarı İbrahimî kitabî geleneğin Tanrı ve yaratılış tasvirine uygun görünmektedir.
Bilimsel delil kitabî açıklamanın geçerliliği sonucuna götürür mü? Böyle bir sonuca
ulaşmak için bilimsel keşiften metafiziksel iddiaya geçiş yapmak zorundayız. İyi bir
bilim felsefecisi, metafizikten tamamen bağımsız olduğunu iddia eden bir bilim
adamına güvenmememiz gerektiğini söyleyecektir. Bu durumda ateistlerin buna
tepki gösterirken, inançlı bir teistin Tanrı’yı Big Bang’te ve evrenin hassas ayarında
bulmasını keşfetmek sürpriz olmayacaktır.

Bu hatırlatmaları yaptıktan sonra konumuza dönecek olursak günümüzde


Büyük Patlama kozmolojisine yönelik Müslüman bakış açılarını belirgin üç kısma
ayırarak incelemek mümkündür.
Kur’anı’n bilimsel bir mucize olduğu savunan birinci bakış açısı, Büyük
Patlama kozmolojisini sadece Kur’an’a uygun bulmakla kalmaz, aynı zamanda hem
Büyük Patlama’nın hem de evrenin detaylı formasyonunun Kur’an’da zaten
bulunduğunu savunur. Onlar bu iddialarını iki şeyle destekler: Birincisi “Biz
Kitap’ta zikretmedik bir şey bırakmadık” (el-En’âm 6.38) gibi Kur’an ayetlerdir.
İkincisi ise Kur’an’ın icazı doktrinidir. Bu doktrin Kur’an’ın “Meydan Okuma”
[Tehaddi] olarak isimlendirilen ayetlerinden kaynaklanır. Tanrı Peygamber
Muhammed’e, Kur’an’ın aleyhinde konuşan kimseleri Kur’an’a benzer küçük bir
bölüm getirmelerini istemesini emreder. Yüzyıllar boyunca Kur’an’ı eşsiz kılanın ne
olduğuna yönelik bir takım teoriler ortaya atılmıştır. Ekseriyeti onun lafzî
özelliklerine işaret etmektedir. Kur’an’ın eşsiz bir bilimsel mucize olduğu teorisi ise
moderndir.
“Bilimsel icaz” teorisinin birçok taraftarı vardır. Onların çoğu bilim insanı
olmaktan daha ziyade din âlimleridir. Bilimsel eşsizlik (icaz) teorisi şu şekilde tasvir
edilebilir:
“Tanrı, bundan 14 asır önce, insanlara yol gösterici bir kitap olan Kur’an’ı
indirdi… bu son ilahi kitap, insanlığın yegane yol göstericisi olarak kalacaktır.
Kuran'ın, aynı zamanda edebi dilinin mükemmelliği, benzersiz üslup özellikleri ve
içerdiği üstün hikmet de, onun Tanrı'nın sözü olduğunun kesin delillerindendir. Bu
özelliklerden biri, ancak XX. yüzyıl teknolojisiyle eriştiğimiz bazı bilimsel
gerçeklerin 1400 yıl önce Kur’an'da bildirilmiş olmasıdır.”
Bilimsel icaz ve Büyük Patlama, “O gökleri ve yeri yoktan yaratandır.” (el-
En’am, 6/101) ayetiyle ilişkilendirilerek açıklanmaktadır.
“Kuran'da verilen bu bilgi, çağdaş bilimin bulgularıyla tam bir uyum
içindedir. Astrofiziğin ulaştığı sonuç, madde ve zaman boyutlarıyla birlikte tüm
evrenin, zamansızlıkta gerçekleşen, büyük bir patlama sonucunda var olduğudur.
Kelam Araştırmaları 11:2 (2013) 271
___________________________________________________________________

"Büyük Patlama" olarak bilinen bu hadise, tüm evrenin tek bir noktanın patlamasıyla
yokluktan yaratıldığını kanıtlamıştır.”
“İnkâr edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim, onları birbirinden
ayırdığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de
inanmazlar mı?” (el-Enbiyâ 21/30) ayeti bir bütün olarak evreni (gökleri ve yeri)
içeren tekilliğe delil olarak alınmakta, sonrasında şiddetli patlamayla (Biz onları
ayırdık) evrenin yapısının yaratıldığı iddia edilmektedir. “Göğü kendi ellerimizle
biz kurduk ve biz (onu) elbette genişleticiyiz.” (ez-Zariyât, 51/47) ayeti evrenin
genişlemesine delil olarak gösterilmektedir. Taraftarlar, daha fazla ayet zikrederek
Büyük Patlama sonrasında evrenin formasyonuna dair geçerli teorilerle onların
örtüştüğünü savunmaktadırlar.
Kur’an’ın bilimsel mucize olduğunu savunanların kullandıkları örnekleri
çoğalmak mümkündür. Bazı taraftarlar ışık hızının değerinin Kur’an’da
bulunduğunu iddia ederlerken (Guessom, 142-144), aynı şekilde sütün kimyasal
bileşeni ve diğer daha birçok şeyin Kur’an’da bulunduğunu söyleyenler de vardır.
Biz evrim hakkında durumun ne olduğunu merak edebiliriz. Bu probleme yol
açmamakta mıdır? Taraftarlar Darvinci evrimi Kur’an’da bulmadıkları için ayrıca
bilimsel gerçeklerin ve teorilerin nihai onay yeri Kur’an olduğu için, evrim teorisi
yanlış olmalıdır. Bu nedenle hayatın kökeni ve çeşitliliğine yönelik doğru bilimsel
yaklaşım, filogenez (pylogeny), yani her şeyi evrimin açıklamacı bakış açısı içine
düşürmek henüz ortaya çıkmamıştır.
Bilimsel icazın taraftarları Büyük Patlama’nın geçerliliğini iddia ederler ve
evrenin oluşumu Kur’an’ın yaratılış tasviriyle kanıtlanmaktadır. Kur’an’ın evrenin
sonu hakkındaki görüşü nedir? Açıktır ki Büyük Çatırtı (Big Crunch), evrenin
sürekli genişlenmesinden ve onun kaçınılmaz soğuk ölümünden daha uygun
görünmektedir. Bilimsel icaz taraftarları Kur’an’da Büyük Çatırtı için delil
bulurlar… “(O) gün ki, yazılı kâğıtların tomarını dürer gibi göğü toplayıp düreriz.
Tıpkı ilk yaratmaya başladığımız gibi onu tekrar o hale getiririz. (Bu,) üzerimize
aldığımız bir vaad oldu. Biz, (vâdettiğimizi) yaparız” (el-Enbiya, 21/104). Büyük
ihtimalle evrenin sürekli genişleyeceğini teklif eden şu anki gözlemler hatalıdır.
Bilim insanları onları Kur’an ile örtüşmediği için reddetmelidir.
Kur’an’ın bilimsel mucize olduğu görüşünün genişçe rağbet bulması
Kur’an’ın üstünlüğü iddiasından kaynaklanmaktadır. Bir başka ifadeyle,
Müslümanların tahrif edildiğini iddia ettikleri Tevrat ve İncillerden farklı olarak,
Kur’an vahyedildiği şekliyle aynen muhafaza edilmiştir. O halde evren hakkındaki
gerçek Kur’an’da korunmuştur ve onun bilimi onaylamasının sebebi budur. Bu,
Kitab-ı Mukaddes lafızcılığından farklı olmakla birlikte, Kur’an’ın bilimsel icazı
teorisi de harfi harfine aslına uygunluk şeklindedir. Bana göre din ve bilimi
uzlaştırmaya yönelik ciddi bir girişim değildir.
272 Prof. Dr. Alnoor Dhanani -Çev. Dr. Mehmet Bulğen
_________________________________________________________

“İslâmî Bilim” taraftarları ise İslâm’ın bilimle ilişkisine dair farklı bir
yaklaşım geliştirirler. İlk bakışta bu hareket kelâm kozmolojisiyle örtüşür
görünmektedir. Ancak onun taraftarları Arap-İslâm felsefesi ve biliminden
esinlenmektedirler. Seküler özelliklerini görmezden gelmeyi seçerek, onun
başarılarından hayranlıkla bahsederler. İslâmî bilim hareketi 1960’lardan 80’lere
popülerdi, ancak şuanda unutulup gitmiş görünmektedirler. Genellikle bu hareketin
akımları modern bilimin seküler ve Batılı doğasına eleştirel bir şekilde yaklaşırlar.
Başlıca taraftarı Seyyid Hüseyin Nasr olan bir akım, sürekli ve kutsal bilgi fikrine
kendini adamaktadır. Kopernikçiliğin dünyayı merkez olmaktan çıkarmasını ve
Tanrı’yı bilimsel söylemden uzaklaştırmayı bir yıkım olarak görür. Bu, bilimin
gerçek doğasını ve böylelikle de insan-ilahi ilişkisinin kutsallığını bir terk etmedir.
Başlıca savunucu Ziyauddin Serdar olan bir başka akım ise “bilimin
İslâmileştirilmesi” fikrinin savunucusudur. Öyle ki bu görüş Batı’nın metafiziksel
köklerinden ve etikle ilgi agnostik tutumundan kendini ayırır. Her iki akım da
Müslüman bilim adamları için kendi metafiziksel ve etik taahhütleriyle ezelî kutsal
bilgiye dönmede veya İslâmî bilimin ortaya çıkışında pratik ve somut bir programı
açıkça söylemez. Bu akımlar Büyük Patlama ve İslâmî kozmolojiyle ilgili belirgin
bir duruş açıkça ifade etmemektedirler.
Tamamen farklı bir yaklaşım, 1979 yılında Nobel fizik ödülünü
elektromanyetik ve zayıf çekirdek kuvvetini birleştirme üzerine çalışmasıyla
Sheldon Glashow ve Steven Weinberg ile birlikte alan Pakistanlı Müslüman fizikçi
Muhammed Abdüsselam’da bulunmaktadır. Abdüsselam kendini adamış bir
Müslümandır. O, Nobel ödül töreninde kendi bilim görüşünü evrensel bir uğraş
olarak yorumlamıştır: “Fiziğin ürettikleri tüm insanlığın ortak mirasıdır. Doğu ve
Batı, Kuzey ve Güney ona eşit derecede katılır.” Sonrasında o evrenin
mükemmelliği üzerine bir Kur’an ayetini paylaşır. “Rahmân olan Allah’ın
yaratışında herhangi bir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir
bozukluk görebiliyor musun? Sonra gözünü tekrar tekrar çevir bak; göz âciz ve
bitkin halde sana dönecektir” (el-Mülk, 67/3). O bunu şöyle yorumlar. “Bu aslında
bütün fizikçilerin inancıdır; araştırmalarımızı ne kadar derinleştirirsek, hayretimiz o
derece uyarılır, bakışımız o derece büyülenir.” O devam eder: “Kur’an bizi Allah’ın
yaratmış olduğu doğa kanunlarının hakikatleri üzerinde iyice düşünmeye davet
etmektedir; bununla birlikte bizim neslimiz O’nun cömert ve zarif tasarımının bir
parçasına bir bakış yapmada ayrıcalıklı haldedir, öyle ki ben mütevazı bir kalple ona
şükretmekteyim.” Bu sözler Abdüsselam’ın derin inancına ve din-bilim ilişkisi
konusundaki duygusuna bir pencere sağlamaktadır. Onun Büyük Patlama ile ilgili
herhangi bir ifadesine rastlamadım. Fakat o, kendi çalışmalarının Büyük Patlama
sonrasındaki erken evrenin biçimlenmesi için taşıdığını imaların farkındadır. Onunla
birlikte Nobel ödülünü paylaşan Steven Weinberg, Abdüsselam’ın ölümünden üç yıl
önce 1993 yılında, erken dönem evreniyle ilgili The First Three Minutes, İlk Üç
Kelam Araştırmaları 11:2 (2013) 273
___________________________________________________________________

Dakika kitabını yazdı. Dahası erken dönem evreniyle ilgili en az bir makale, onun
dönem başkanlığı sırasında, Triste’deki Uluslar Arası Teorik Fizik Merkezince
yayınlandı.
Abdüsselam’ın din bilim ilişkisine yönelik tavrı, “Kur’an’ın bilimsel mucize”
olduğunu savunanlardan ve “İslamî bilim” taraftarlarından farklıdır. Onun için,
bilim bu yola kendini adamış teistler ve ateistlerce eşit derecede takip edilen
evrensel bir faaliyettir. Onun gibi inanan biri için Kur’an, ilhamlar sağlar ve o işini
Tanrı’nın ayetlerini ve düzenini bir araştırma olarak görür. İnanıyorum ki
Abdüsselam Büyük Patlama’nın ve hassas ayarın Kur’an’la örtüşmesini kendi
inancına bağlılığını daha da güçlendirdiğini iddia etmiştir, fakat yayınlanmış
eserlerinde bu kesin değildir. O fiziğe dair makalelerinde diğer fizikçilerle aynı adap
ve erkânı paylaştı. Bununla birlikte inanç ise ilhamî ve kişiseldir. Bilimsel
gözlemler, teori formülasyonlar ve matematiksel modellemeler bir kişinin
inancından bağımsızdır. Abdüsselam’ın duruşu son derece meydan okuyucu ve
kuvvetlice dürüsttür. Benim görüşüme göre bu duruş, tarihî olarak İslâm
medeniyetinin araştırma ruhuna çok daha yakındır.

You might also like