Professional Documents
Culture Documents
1
açıklayabileceksiniz.
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Çocukluk Tarihi
GİRİŞ
Her insan, içinde yaşadığı toplum ve çağın çocuğudur. Başka bir ifadeyle,
çocuk, sadece kendi anne babasının değil, bunların yanı sıra içine doğup yaşamak
zorunda olduğu toplumun ve dönemin çocuğudur. Belli bir dönem ve toplumda
etkin olan kültür sistemi, yaşama biçimi ve öncelikleri bir “kolektif bilinç” olarak
dünyaya gözünü açan çocuğu yönlendirici bir güç kaynağı oluşturarak onun
yaşama biçimini farklı düzeylerde etkilemektedir. Biyolojik, psikolojik ve sosyal bir
varlık olan birey, sadece genetik özellikleri ile değil bunun yanı sıra içine doğduğu
fiziki ve sosyal çevrenin değişen koşullarına bağlı olarak da yaşamını geliştirmekte
ve şekillendirmektedir. Kendinden önce yapılandırılmış ekonomik, sosyal, siyasal
ve kültürel bir düzen içine doğan çocuk, bu yapılandırılmış düzen içindeki koşullara
bağlı olarak yaşantısını gerçekleştirmektedir.
Toplumun coğrafya, nüfus, kurumlar, değerler sistemi, kültür gibi
bileşenlerden oluşan bir yapısı bulunmaktadır. Toplum, aslından toplumsal yapının
bileşenleri ve bu bileşenler arasındaki ilişkilerden oluşmaktadır. Toplumsal yapının
hem değişmez statik yönü, hem de değişen dinamik yönü bulunmaktadır. Yapının
unsurları, onun değişmez statik yönünü oluşturur. Bu yön, evrensel olarak her
toplumda vardır. Yani her toplumun sınırları belli olan bir coğrafyası, bu coğrafya
üzerinde yaşayan bir nüfusu, insanların ihtiyaçlarından doğan kurumları,
davranışları belirleyen değerler sistemi ve tüm bunların etkileşiminden doğan bir
Her insan, içinde kültürü vardır. Ancak, toplumsal yapının bu bileşenlerin biri veya birkaçında
yaşadığı toplum ve meydana gelen değişme onlarla etkileşim halinde olan diğerlerini de değişeme
çağın çocuğudur. zorlar. Bu, toplumsal yapının değişen dinamik yönüdür. Toplumsal yapı değişinde
bu yapının içinde yaşamını sürdüren insanların da yaşam koşulları, biçimleri,
öncelikleri ve alışkanlıkları değişmektedir. Çocuk, bu yapı içinde dünyaya gözünü
açmakta ve yaşamını bu yapının içinde sürdürmektedir. Yapı değiştikçe, her birey
gibi çocuk ve çocukluk da değişmektedir. Tarihsel olarak olaya bakıldığında,
toplumla birlikte değişen bir çocukluk görülmektedir. Kime çocuk denildiği,
çocuğun veya çocukluğun nasıl tanımlandığı, çocuktan ne beklendiği, çocuğa karşı
toplumun sorumluluklarının ne olduğu, çocuk hangi haklarla yaşamını sürdürdüğü
hep değişim halindedir. Dolayısıyla, çocukluğun bir toplumsallığı ve tarihselliği
bulunmaktadır.
ekonomi kurumuna ilişkin bir durumu işaret etmektedir. Sayısının fazlalığı, geniş
aileyi, tarım ve hayvancılık gibi bir üretim modelini, eğitim hizmeti alacak öğrenci
sayısını, eğitime ayrılacak yatırım miktarının fazlalığı ve toplum açısından getirisi
olan yatırımların türünü ifade etmektedir. Koşulların bu anlamda çocuk açısından
elverişli olması, onun çocukluk sürecini etkilemektedir. Çocuğun hangi koşullar
içine doğduğu, üretime kaç yaşında dâhil edileceği, çocuk hakları, boş zaman
etkinlikleri, gençliğe hangi özelliklerle kavuşacağı, bağımlılık yaşı, eğitime erişim
imkânları gibi birçok farklı durum çocuğun yaşama koşulları olarak demografik
nitelikle doğrudan ilişkilidir.
Toplumsal kurumlar, değişen insan ihtiyaçlarının düzenli olarak karşılanması
için yine insanlar tarafından oluşturulmuştur. Aile, eğitim, sağlık, din, hukuk, sağlık
ve siyaset gibi en genel türleri olan kurumların her biri bireysel ve toplumsal bir
ihtiyacı karşılan işlev yüklenmektedir. Bir yönüyle dinamik diğer yönüyle statik bir
içeriğe sahip olan kurumlar, insanlık tarihi kadar eskiye uzanmaktadır. Her toplum
kendi yapı özelliğine bağlı olarak bu kurumları yaratıp faydalanmaktadır. İnsan, bu
farklı kurumlardan ihtiyaçlarını karşılarken onlardan da etkilenmektedir. İçine
doğduğu aile, çocuğu sosyalleşme sürecinde yetiştirmekte, topluma hazırlamakta,
onun sevgi, samimi ilişki, aidiyet ve eğitim yanı sıra hemen her türlü ihtiyacını
karşılıksız karşılamanın yanında yaşama biçimini de belirleyebilmektedir. Çocuğun
sağlıklı bir yetişkin olmasını sağlarken onun yaşam alışkanlıkları kazanmasını,
toplumun arzuladığı bir kişilik ve kimlik kazanmasını sağlayarak yaşamını
belirlemektedir. Aile gibi din, eğitim kurumları da aynı şekilde çocuğun değişen
ihtiyaçlarını karşılarken onu etkisi altına almaktadır.
Toplumsal yapı unsurlarından değerler, davranışların esasını
oluşturmaktadır. Toplumda hangi davranışların itibar edileceği hangilerinden uzak
durulacağını belirleyen parametreler, değerler sistemini oluşturmaktadır. Birey,
toplumsal yaşama katıldığı ilk andan itibaren toplumu teorik ve pratik olarak
tanırken değerlerden faydalanmaktadır. Değerler, topluma katılmaya hazırlanan
çocuğa sosyalleşme veya kültürlenme süreciyle aktarılmaktadır. Başta ebeveynleri
olmak üzere aile üyeleriyle olan iletişim ve etkileşimlerle çocuk, davranışlarının
Kime çocuk
denileceğini, çocuktan içeriğini anlamlandırarak kavramaktadır. Aile ve eğitim başta olmak üzere katıldığı
ne anlaşılacağını, çocuk veya kullandığı her kurum, kendi bağlamında çocuğa belli bir takım değerleri
hak ve sorumluluklarını kazandırarak onu etkisi altına almaktadır. Kısaca bu yapı bileşenleri ve bu
toplum belirlemektedir. bileşenlerin toplamından türeyen kültür, çocuğun yaşamını doğrudan
etkilemektedir. Toplumda bunların tümü, kime çocuk denileceği, çocuktan ne
anlaşılacağı, çocuk rol ve sorumlulukları yanında haklarını belirleyerek bir çocukluk
olgusu yaratmaktadır. Çocukluk süreci/olgusu bu toplumsal yapı değişkenlerine
bağlı olarak şekillenmektedir. Bu yapı, dinamik özelliğine bağlı olarak sürekli
değişmektedir. Değişen yapı, kendini insanlar arası ilişkilerden, yaşam
alışkanlıklarına ve önceliklerine kadar gösterdiği gibi çocuk ve çocukluk olgusunda
da göstermektedir. Değişen tarihsel ve toplumsal koşullar, farklı bir çocukluk inşa
etmektedir.
güçlü bir itirazda bulunmamıştır (Postman, 1995: 15). Çocuğun her türlü tutum ve
davranışa açık oluşu, koruyup kollayıcı bir düşünce ve tavrın olmaması, onun
toplumsal hayattaki değersizliği olmasa da değerli olmadığını tam olarak
anlatmaktadır.
Orta Çağ Dönemi’nde yaygın olarak inanılan ve 17. yüzyıla kadar da devam
eden çocuklara yönelik ilk günah öğretisi, onlara yönelik kötü ve sert
davranılmasının dışında onların hayatlarını kaybetmelerine de neden olmaktadır.
Gerçekte hiçbir günahı olmayan, ailelerinin tercihleriyle, bencillikleriyle, yanlış
inançlarıyla öldürülen bu bebekler, belki adları bile bilinemeden tarihin
sayfalarında kaybolmuşlardır (Özcan, 2019: 35).
Locke, bu dönemdeki yaygın görüşün aksine insan zihnini ve ruhunu “boş
levhaya” benzetmektedir. Ona göre insan zihni doğuştan “boş bir levha (tabula
rasa) gibidir. Locke, bu düşüncesiyle hem ortaçağda etkili olan çocukların
günahkâr olarak dünyaya geldiği düşüncesini hem de Sokrates ve Descartes’in
doğuştan insan ruhunda saklı bir takım doğruların bulunduğu(1995: 85-86) tezini
karşısına almaktadır. Ona göre insanlar, örneğin çocukların davranışları
gözlemlenecek olursa, onların düşüncelerinin yaşantılarından elde ettiği
deneyimleriyle birlikte nasıl oluştuğu, geliştiği ve sayı olarak nasıl arttığı rahat bir
şekilde görülebilecektir. Bu gerçekten hareketle insanın dikkati öncelikli olarak
dışarıya yönelik olmalıdır (Copleston, 1998: 85). Locke, bu anlamdaki orta çağdaki
öğrenci olarak katıldığından dolayı, dersler sürekli tekrar edilerek işlenirdi. Kızların
olmadığı sınıflarda disiplin yok denecek kadar azdı ve öğrenciler canları sıkıldığında
çok rahat kendilerini dışarı atabiliyorlardı (Postman, 1995: 25).
Ortaçağda bebeklerin tuvalet alışkanlığı veya eğitimini gösteren bir kanıta
rastlanmamaktadır. Cinsellikle ilgili bir çekingenliğin yer bulmadığı bu dönemde,
çocukları cinsel sırlardan koruma fikri bulunmuyordu. Buna bağlı olarak çocuk, her
şeyi görüp duyabiliyordu. Aries’in bu dönemdeki çocukların cinsel organlarıyla
oynamanın bir gelenek olduğuna değinmesi bu gerçekliği pekiştirmektedir
(Postman, 1995: 28).
Çocukların genellikle yaşayamayacağı düşüncesinden dolayı,
vasiyetnamelere alınmadığı 14. yüzyılda çocuğun gözle görülür bir hakkı söz
konusu değildi. Vasiyetnamelere alınmadığından, çocukların cinsiyeti bilinmezdi.
Çocuklara cinsiyetsiz cinler şeklinde davranılırdı. Örneğin 13. yüzyıl İtalya’sında
ölen çocuğun cinsiyeti asla kaydedilmezdi.
Kime çocuk denileceği, çocukluğun ne anlama karşılık geldiği, yetişkinler
tarafından tanımlanan orta çağda, çocuk kendisi adına karar verilen edilgen bir
varlık olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımlamaya bağlı olarak, çocuklar öncelikli
olarak olgunlaşmamış, tamamlanmamış, eğitilmemiş ve şekillenmemiş kabul
edilmekte (Dekker, 2000: 6) ve bu noktada tamamlanmaları, eğitilmeleri içinde
yaşadığı yapıya bırakılmaktadır. Oysa aşağı yukarı aynı çağdaki Türklerde, çocuklar
bir yetişkin kadar hak ve sorumlulukları vardı. Evlendirilmesi gereken çocuklara
fikir sorulması, evliliği sürdürmek istemeyen kız çocuklarının bunu rahatça ifade
etmesi, kız çocuklarının da erkekler kadar ata binmek, ok ve benzeri av aletlerini
kullanma gibi kamusal hayattaki hemen her faaliyete katılma hakkının olması
durumları bulunmaktaydı. Babanın çocukları üstünde sorgulanmaz gücü olduğu
Romalılara karşın aynı dönemdeki eski Türklerde, çocuk evlendikten sonra farklı
Orta çağ Avrupa’sında bir evde yaşama seçeneği kullanabiliyor, babasının mesleğinden farklı bir mesleği
çocuk bu kadar edilgen
pekâlâ sürdürebiliyordu. Durkheim ve Ziya Gökalp’ın Türklerin bu dönemde asla
ve değersiz bir varlık
iken aynı dönemdeki pederşahi olmadığı (Kafesoğlu, 1987: 15-16, Fındıkoğlu, 1990: 13-15, Gökçe, 1990:
Türk İslam 391-392) tezini ileri sürmelerine neden bu durum çocukluğun toplumsallığını
toplumlarında çocuk ortaya koymaktadır.
yetişkinler kadar önemli
ve değerlidir.
disiplinlerdeki görüşleri toparlayıcı bir işlev gördü. Ortaçağ’da yetişkinden farklı bir
çocukluk kavramının olmadığı, çocuğun küçük yetişkin olarak görüldüğü bir
dönemden bahsettiği önemli eserinde çocukluğun 15. ve 18. yüzyılda Avrupa’da
Günümüzde çocukluk doğduğunu iddia etmektedir. Aries’in bu düşüncesi, yerleşik çocuk düşünesini
lehine önemli yıkmaktadır. Nitekim burada Aries, çocukluk düşüncesinin her zaman yanı ve
gelişmeler değişmez olmadığını sorgulamaktadır. Tarihçi kimliğiyle o, ele aldığı yüzyıllardaki
kaydedilmiştir.
günlüklerden, tablolardan, tarihi belgelerden yola çıkarak çocukluk düşüncesinin
değiştiğini fark etmektedir. Onun bu düşüncesi, kayıtsız kalınan çocuğa ilgiyi
artırmaktadır (Mcname, 2007: 460).
•Çocuk, her insan gibi biyolojik, psikolojik ve sosyal bir varlıktır. Onun tutum
ve davranışlarının arkasında bu üç alan etkili olmaktadır. Geçmişten
günümüze çocukluk üzerine yapılan çalışmalar, onun sadece biyolojik bir
varlık olmadığı bunun yanı sıra toplumsal bir kurgu olduğunu ortaya
çıkarmaktadır. Dünya değişen dönemlerinde ve farklı toplumlarında bir
Özet
birinden ayrışan bir çocuk tanımı, çocukluk algısı ve yaşantısının varlığı bu
düşünceyi güçlendirmektedir. Çocuğa ilişkin tarihsel ve toplumsal okumalar,
onun evrensel ve değişmez bir gerçeklikten uzak bir süreç ve olgu olduğunu
göstermektedir. Nitekim bakıldığında antik dönemde çocuğu ifade edecek
özel bir kavramın olmaması, çocuğun alınıp satılacak, köle olarak
çalıştırılacak bir pozisyondayken; onları birbirinden ayıracak bir isme bile
sahip değilken; kundaktan çıkıp birden bire yetişkinliğe kavuşan bir varlık
olarak görülüp, yeme, içme, giyinme ve faaliyet anlamında yetişkinden pek
farkı olmayan bir varlıkken, toplumsal yapının değişimiyle farklı koşullarda
yaşayan ve farklı yönleriyle değerlendirilen bir duruma ulaştığı
görülmektedir. Bunlar da çocukluğun tarihselliği içinde değerlendirilmesini
gerekli kılmaktadır. Türkçeye "zamanın ruhu" olarak çevrilen Almanca
"zeitgeist" kavramı tam olarak çocukluğa ilişkin tarihsel değişimi ifade
etmektedir. "Zeitgeist" belli bir dönem ve toplumun yaşama şeklinde etkili
olan ekonomik, sosyal , siyasal ve kültürel koşullar bütününü ifade
etmektedir. Tarihin belli bir döneminde dünyanın belli bir mekânında geçerli
olan üretim modeli, yönetim biçimi, inanç sistemi, hukuk yapısı, aile tipi ve
eğitim olanakları bir araya gelerek insanları belirli bir yönde yaşamaya,
davranmaya, inanmaya ve öğrenmeye zorlayan bir güç merkezi
yaratmaktadır. Toplum üyeleri, bu güç merkezini referans alarak yaşamaya
zorlanmaktadırlar. çocuk, bu oluşum içine doğduğun andan itibaren
girmektedir. kendinden öncekilerin belirlediği bir yapının içine doğan çocuk,
sosyalleşme sürecinde etkileşimde bulunduğu başta anne babası olmak
üzere aile üyeleri, arkadaşları, akranları ve sosyal çevresindeki diğer
kişilerden bir taraftan toplumu tanımakta bir taraftan toplumda kendi
yerinini kazanmaktadır. Kendi haklarını, sorumluluklarını, kazanımlarını
çocuk bu etkileşim sürecinde elde ederek uygulamaya koymaktadır. Toplum
ile çocuk arasındaki ilişkiyi belirleyen bu oluşum evrensel ve değişmez
değildir. Toplumlar zaman içinde değiştikçe , içinde farklılaşan bir çocukluk
ve çocuk yaratmaktadır. Bu bağlamda çocuk ve çocukluğun biyolojik
olmaktan öte toplumsal ve tarihseldir. Tarih, arkeoloji, antroploji, sosyoloji
ve felsefe gibi bilim dalları, bu tezi doğrulayacak bir çok bilgi birikimini ortaya
koyan çalışmalar yapmaktadır. Konuya bu açıdan bakıldığında bir çocuk veya
çocukluk tarihi okuması yapmak mümkündür. Tarihin ilk dönemlerinde
çocuğa ait bir bilgiye erişmek pek mümkün değildir. Doğanın egemen olduğu,
üretimin yapılmadığı avcı ve toplayıcı toplumsal aşama çocuk, yaşam
mücadelesinin zorluğunda araya kaynamış yeri çok belli olmayan bir varlıktır.
Antik dönemlerde de çocukluk hakkında çok bilgi bulunmamaktadır. bu
dönemde çocuk bebeklikten çıkıp birden bire yetişkinliğe giren bir nüfus
kategorisidir.Çocukluğun ne kendine özgü bir yaşam evresine sahip olması,
ne ilgi odağı olması, ne yetenekli olması için çaba sarfedilmesi söz
konusudur. Ortaçağın sonuna kadar, çocuk ve çocukluk hakkında yeterli bir
bilgi olmadığını bu konuda en kapsamlı çalıma yapan tarihçi Aries'ten
öğrenmekteyiz. Orta çağda minyatür yetişkin olarak değerlendiren çocuk, bir
yetişkin gibi yaşamakta, yemekte, içmekte ve davranmaktadır. Orta çağın
sonuna doğru başlayan aydınlanma hareketi, rönesans ve reform hareketi
bugünkü çocukluğu ortaya çıkaran temelleri atmıştır.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Almanca bir kavram olan Zeitgeist’in Türkçe bilim dilindeki karşılığı nedir?
a) Toplumsal yapı
b) Kolektif bilinç
c) Toplumsal olgu
d) Zamanın ruhu
e) Bellek izleri
4. İnsan zihnini “boş bir levha” (tabula rasa) olarak tanımlayarak orta çağdaki
geleneksel düşünceyle ters düşen düşünür kimdir?
a) Augustinus
b) Locke
c) Aries
d) Heywood
e) T. Phaire
5. 1544 yılında yazılarak ilk pediatri kitabı olarak kabul gören “çocuk kitabı”
adlı eser kime aittir?
a) T. Phaire
b) N.Hill Aberecrombie
c) Augustinus
d) Aries
e) Deinberg
8. Hukuk başta olmak üzere birçok bilim dalının çocuğa yönelik ilgi artırması
sonucu “çocuk, çocuk oldu” ifadesini kullanan kimdir?
a) T.Phaire
b) Deinberg
c) Locke
d) Jules de Jeune
e) Aries
Cevap Anahtarı
1.d, 2.b, 3.c, 4.b, 5.a, 6.a, 7.c, 8.b, 9.e, 10.d
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Akbaş, E., Topçuoğlu, R.A. (2009). “Modern çocukluk paradigmasının oluşumu-
Eleştirel bir değerlendirme”, Toplum ve Sosyal Hizmet Dergisi, Cilt: 20,
Sayı:1, Ankara
Akyüz, E. (2013). Çocuk hukuku. Ankara: Pegem Akademi
Alanen, L.(2014). “Rethinging Childhood”, Acta Socioligica, 31:53, Published by
Sage, http://www.sagepublications.com
Augustinus.( 2010). İtiraflar, Çev.: Çiğdem Dürüşken, İstanbul: Kabalcı Yayınevi
Bauman, Z. (1998) Posmodern Etik, (Çeviren: Alev Türker), İstanbul: Ayrıntı
Yayınları
Copleston, F. (1998) . Felsefe Tarihi, Çev.: Aziz Yardımlı, İstanbul: İdea Yay.
Dekker, R. (2000) Childhood, Memory and Autobiograpy in Holland from Golden
Age to Romanticism, London: Macmillan Press Ltd.
Dirican, (2018). “Tarihi Süreçte Çocukluk ve Çocuk Hakları”, Çocuk ve Gelişim
Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 2, 51-62.
Eröz, M. (1983) Milli kültürümüz ve Müesseselerimiz, İstanbul: Doğuş Yayınları
Gökçe, B. (1991) “Evlilik Kurumuna Sosyolojik Bir Yaklaşım”, Aile Yazıları 4, Der.:
Beylü Dikeçligil, Ahmet Çiğdem, Ankara: TC. Başbakanlık AAK Yay.
Jenks, C. (2009). Constructing Childhood Sociologically, An Introduction To
Childhood Studies, 2nd. Edition, (Mary Jane Kehily, Ed.), Open University
Press
Heywood, C. (2003). Baba Bana Top At! Batı’da Çocukluğun Tarihi, Çev. : Esin
Hoşsucu, İstanbul: Kitap Yayınevi
İçli, G. (2002) Sosyolojiye Giriş, Ankara: Anı Yayınları
Işık, E. (2009). “Batıda çocukluk sosyolojisi çalışmaları tarihi”, Çocuk ve Medeniyet
Dergisi, cilt:1.
İnal, K. (2007) . Modernizm ve Çocuk-Geleneksel, Modern ve Postmodern
Çocukluk İmgeleri, Ankara: Sabil Yayıncılık
Karmış, O. (1990). “Türk Ailesinin Temel Karakteristiği”, I. Aile Şûrası, Ankara: T.C.
Başbakanlık AAK. Yay.
Kaya, Y. (2003) “İşbirliği ve Çatışma”, Toplumsal Yapı, (Editör: Yaşar Kaya),
İstanbul: Turan Yayıncılık
Korkmaz, A. (2006) Değişme ve Farklılaşma, İstanbul: Doğukütüphanesi Yayınları
Locke, J. (1992) . İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme, Çev.: V.Hacıkadiroğlu, İstanbul:
Kabalcı Yayınları
Locke, J. (2003). Eğitim Üzerine Düşünceler, Çev.: Hakan Zengin, İstanbul: Morpa
Kültür Yay.
Çocuk
• İdealize Edilen Hedef Çocuğun
Cinsiyeti TÜRK TOPLUMUNDA
• İdealize Edilen Hedef Çocuğun VE FARKLI
Yaşı
• Hedef Çocuğun İdeal Özellikleri KÜLTÜRLERDE
• Son Değerlendirmeler ÇOCUK
Prof. Dr. Muna
YÜCEOL ÖZEZEN
2
çocuk tipleri hakkında bilgi sahibi
olabileceksiniz.
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Osmanlı Dönemi Gramer Kitaplarında Çocuk
GİRİŞ
Toplumbilimciler ve çocuk gelişimi araştırmacıları, çocuğun gelişimi ve
eğitimi Türkler veya diğer milletler arasında ne zamandan beri toplumsal bir ilgi
alanıdır, devletler için ne zamandan beri politika üretilmesi gereken bir konudur,
sorularına 20. yüzyılın başından beri cevaplar arıyorlar. Gelinen noktada,
araştırmacılar çocuklarla ilgili olarak ilk aşamada annelerin, sonrasında da anne-
babaların birtakım ödevleri ve devletlerin birtakım görevleri olduğunun
anlaşılması tarihinin çok yeni olduğunu ortaya koydular (bk. Çeler, 2013;
Aydoğmuş Ördem, 2016). Bu tarih, çocukların birtakım haklara ve yanı sıra
birtakım görevlere sahip bireyler olduklarının anlaşılması tarihiyle paraleldir.
Gramer kitaplarındaki Günümüzde araştırmacılar her çağda ve toplumda yeniden üretilen ve keşfedilen
örnek cümleler ve çocuk kavramının (Çiçek, 2012) ve çocuğun toplum bilimsel serüveninin bu tarihsel
örnek metinler, “büyük
kodlarını sözlü ve yazılı kültür ürünleri üzerinde de arıyorlar: Halk söyleyişleri, halk
insan” ve “ebeveyn”
algısı kadar dönemin pratikleri, ritüeller, atasözleri, halk edebiyatı ürünleri, Türk dili ve edebiyatı ders
“çocuk” algısını da kitaplarının ilk örnekleri kabul edilebilecek kırâat (“okuma”) kitapları, yazılı
ortaya koymaktadır. edebiyat ürünleri (romanlar, hikâyeler) vb. (örneğin Aydoğmuş Ördem, 2016). Bu
ünitede, Türklerde çocuk sorunsalı bir başka yazılı ürün türü olan Osmanlı Türkçesi
gramer kitapları üzerinden değerlendirilmiştir. Ünite, bu gramer kitaplarının hedef
kitlesi büyükler midir, çocuklar mıdır; bu kitaplarda gramer öğretimi için kullanılan
ve yazar tarafından kurgulanmış örnek cümlelerde dönemin çocuk anlayışını,
dönemin ideal çocuk tipini görmek mümkün müdür veya her gramer kitabı
dönemin çocukla ilgili toplumsal bakış açısını aynı ölçüde yansıtmakta mıdır,
sorularının yanıtlarını içermektedir.
Anadolu sahası Oğuz Türklerinin, giderek Arapça ve Farsça etkilerle yeni
biçimler alan kendi dilleri üzerine ve “Türklere Türkçeyle hitap ederek” gramer
kitabı yazma tarihleri çok eski değildir. Esasında 11. yüzyılın sonu itibarıyla
Anadolu’ya kitleler hâlinde gelmeye ve yerleşmeye başlayan Oğuzların, Selçuklu
Devleti ve Beylikler döneminde bu türden bir gramer kitabı yazdıklarına ilişkin elde
herhangi bir bilgi yoktur. Bu özelliklerdeki en erken tarihli gramer kitabı 1530-1531
yılında Bergamalı Kadrî tarafından yazılmış olan ve “Bilgileri Kolaylaştıran; Kolay
Bilgiler” anlamındaki Müyessiretü’l-Ulûm’dur (bk. Karabacak, 2002). Bu gramer
kitabı, henüz çocuğun eğitiminin ve gelişiminin genel halk kitleleri için birincil
amaç olmadığı, Osmanlı devletinin hanedan çocukları dışındaki çocukların
Osmanlı döneminde eğitimleri ve gelişimleri konularında -onlara temel din bilgilerini edindirmek
gramer kitabı için konusundaki uygulamaları bir yana- politik kaygılar gütmediği modernleşme
sıklıkla kullanılan terim öncesi dönem eserlerinden biridir. Dolayısıyla böyle bir toplumsal ve siyasal
kavâ’id kitâbı’dır ve bu yapıda söz konusu gramer kitabının verilen örnek cümleler bağlamında çocukla
terimin ilk anlamı
ilgili birtakım kodlar bulundurması anokronik (“tarihsel süreç bakımından erken,
“kaideler kitabı, kurallar
dönemin tarihsel koşullarına uymayan”) bir beklenti olur. Zaten esasında büyükler
kitabı”dır.
için hazırlandığı anlaşılan bu kitapta çocukla ilgili bilgi veren tek örnek cümle,
gramer kitabının çocuk tipi Zeyd hakkında bir büyüğün ağzından kurulmuş
cümledir: Zeyd’i edeplemek üçün dögdüm (“Zeyd’i, ona edep vermek için
dövdüm.”) (Karabacak, 2002: 50). Buna göre çocuk terbiye edilmek üzere
dövülebilen bir kişidir. 16. yüzyıl Osmanlı Devleti’nde çocuğun toplumun dikkate
aldığı bir kişi olmaması şaşırtıcı değildir. Çünkü çocuğun toplumbilimsel bir kavram
olarak ortaya çıkması Batı toplumlarında bile ancak 16. yüzyıl civarındadır (Çiçek,
2012; Aydoğmuş Ördem, 2016).
Müyessiretü’l-Ulûm’dan sonra gelen ve Klasik Osmanlı Türkçesi olarak
adlandırılan yüzyıllar boyunca bu türden bir gramer kitabı hazırlanmamıştır.
Türkçenin Türkler tarafından yeniden ilgi görmesi, en azından hazırlanan
sözlüklere ve yazılan gramer kitaplarına konu olması için yenileşme dönemini yani
Fatih Sultan Mehmet
zamanından beri 19. yüzyılın ilk çeyreğiyle başlayan modernleşme dönemini beklemek gerekecektir.
varlıkları bilinen sıbyan “Tanzimat dönemi” olarak adlandırılan bu dönem, Fransız İhtilâli’nin kısmen
mektepleri, genellikle geciken etkisiyle milliyetçilik akımının doğduğu, birey kimliğinin ve birey haklarının
cami ve mescitlerin önem arz etmeye başladığı, yönetici erkin yetkilerinin kısmen sınırlandığı, eşitlik ve
yanına yapılan ve daha adalet kavramlarının yasal olarak yeniden düzenlenmesi taleplerinin doğduğu ve
çok temel dinsel
bütün bunların sonucunda da Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan bir dönemdir. Bu
bilgilerin verildiği
dönemin aydınları Batılaşma politikasının bir sonucu olarak devleti bütün
ilköğretim okullarıdır.
kurumlarıyla Batılı-modern bir formda ıslah hareketlerine girişmişler, bu süreçte
dönemin gramer yazıcıları da etkin bir rol üstlenmişlerdir. Modernleşme
döneminde irili ufaklı birçok gramer kitabı yazılmıştır (ayrıntılı bilgi için bk. Erkuş,
2014), ancak dönemin en geniş kapsamlı ve en bildik gramerlerinden biri Ahmet
Cevdet Paşa ve Fuâd Paşa’nın birlikte yazdıkları ve ilk olarak 1851 yılında taş baskı
hâlinde basılan Kavâ’id-i Osmânîye (“Osmanlıcanın Kuralları”) adlı kitaptır. Bu
kitap yaklaşık 50 yıl boyunca defalarca basılmış ve döneminde hazırlanan birçok
gramere ilham olmuştur. Aynı zamanda bir eğitimci ve modernist olan Ahmet
Cevdet Paşa, genel okur ve araştırmacılara yönelik olarak hazırladıkları Kavâ’id-i
Osmânîye’yi çeşitli okur kitlelerini düşünerek yeniden düzenlemiş ve başka adlarla
da yayımlamıştır (bk. Özkan, 2000; Karabacak, 2012). Bunlardan biri onun sıbyan
mektepleri (ilkokullar) için hazırladığı Kavâ’id-i Türkîye adlı grameridir. İlk kez 1871
yılında basılan bu küçük gramer daha çok sarf (“sözcük türetimi ve çekimi”)
konuları üzerinedir ve konuların anlatımında çok az sayıda örnek cümleye yer
verilmiştir. Osmanlı döneminin son önemli gramerlerinden birisi ise Hüseyin Câhid
(Yalçın)’in Türkçe Sarf ve Nahv (“Türkçe Biçimbilgisi ve Sözdizimi”) adlı eseridir.
1908 yılında basılan bu gramer kitabı idadinin birinci sınıfları için hazırlanmıştır.
Çağdaş ve batı geleneğine uygun olarak hazırlanan bu geniş hacimli ve bol örnekli
gramer kitabı, hedef kitlesi itibarıyla da dönemin çocuk algısının ortaya
çıkarılmasına yönelik birçok veri içermektedir.
İdadiler, ilki Tanzimat
döneminde kurulan, Bu ünite ilki Osmanlı Türkçesiyle ilgili gramer kitabı yazmanın en popüler
daha çok mesleki olduğu dönemi, ikincisi ise bitiş dönemini temsil eden bu iki eserdeki veri analiz
bilgiler edindirmeyi
edilerek hazırlanmıştır (Kullanılan metin yayınları Kavâ’id-i Türkîye (KT) için
amaçlayan lise dengi
Tarajiha, 2008 ve Türkçe Sarf ve Nahv (TSN) için ise Karahan&Ergönenç, 2000’dir.).
okullardır.
Adları geçen gramer yazarlarıyla ilgili dikkati çekici bir nokta, bu yazarların
gramercilik dışında birçok alanda da çalışmalar yapmış olmasıdır. Hatta bilindiği
üzere Hüseyin Câhid esasında Servet-i Fünûn edebiyatçılarından biridir. Ancak
modernleşme döneminde Osmanlı aydınları sosyal bilimlerin birçok alanında fikir
beyan etmiş ve sosyal bilimlerin birçok alanında eserler vermeyi bir çeşit
sorumluluk olarak görmüşlerdir.
•(Adam) bazı kere hatâ eder, fakat hatâyı tekrar etmemeli, ondan
Örnek
mütenebbih olmalı (“ders çıkarmalı”). (TSN, s. 126)
•(Adam) olmağa gayret et. (TSN, s. 126)
•Ahmet çok zekîdir, çalışırsa sınıfta birinci olur. (TSN, s. 177)
•Ahmet derslerine iyi (çalıştı, onun için) mükâfât (“ödül”) aldı. (TSN, s.
255)
•İnsân öteki beriki ile didişip durmaktan bir fâ’ide (“fayda”) göremez.
(TSN, s. 224)
•İnsân vazîfesini (“ödevini, görevini”) güzelce icrâ ederse (“uygularsa,
yerine getirise”) büyük bir haz hisseder. (TSN, s. 23)
•İsterim [ki] şu çocuk adam olsun. (TSN, s. 320-321)
Örnek
•Gençliğinde çalışmayıp da sonradan sürünen kimselerin hâli tenbel
şâkirdlere (“öğrencilere”) ibret olmalıdır. (TSN, s. 266)
•Gençlikte boş yere mahvettiğim sâatleri (düşünüyorum; her defâsında)
müteessir oluyorum (“üzülüyorum”). (TSN, s. 248)
•İleride büyük adam olacak çocuklar mektebe (“okula”) muntazaman
(“düzenli olarak”) devam [ederler]. (TSN, s. 230)
•(Hem) derse çalışmamak (hem) sınıf geçmek kâbil olur mu ("mümkün olur
mu, kabul edilebilir mi”)? (TSN, s. 319)
•Âh derslerime çalışa idim! (TSN, s. 174)
Örnek
•Ahmet çok zekîdir, çalışırsa sınıfta birinci olur. (TSN, s. 177)
•Ahmet derslerine iyi (çalıştı, onun için) mükâfât aldı. (TSN, s. 255)
•Ahmet’in terfî-i sınıftan (“sınıf derecesini yükseltmekten, bir üst sınıfa
geçmekten”) mahrûm kaldığına esef ettim (“hayıflandım, üzüldüm”). (TSN,
s. 266)
•Anladım ki sen derse çalışırsın. (KT, s. 42)
•Bugün mektebe (geç geldiler, onun için) cezâ aldılar. (TSN, s. 255)
•Cezâ almaktan [ise] derse çalışmak her hâl[de] hayırlıdır. (TSN, s. 313)Çalış
zira sene başı imtihânında geriye kalırsın. (KT, s. 40)
•Çalışmakta ber-devâm olunuz (“devam ediniz”). (TSN, s. 275)
•Dediğiniz çocuk ne mektebe devâm [ediyor] ne dersine [çalışıyor]. (TSN, s.
318-319)
•Dersimi belledim. (KT, s. 45)
Osmanlı modernleşme •Dersimi bildikçe âferin aldım. (TSN, s. 201)
döneminde çocuğun •Dersimi ne vakit bildim ise mükâfat aldım. (TSN, s. 202)
evreni okul (sınıf)-ders- •Derslere çalışmalı idiniz (TSN, s. 172)
çalışma ekseninde •Falân efendi dersini hiç terk etmedi. (KT, s. 44)
çizilmiştir. •Gençliğinde çalışan ihtiyârlığında râhat eder. (TSN, s. 119)
•Gençliğinde çalışmayıp da sonradan sürünen kimselerin hâli tenbel
şâkirdlere (“öğrencilere”) ibret olmalıdır. (TSN, s. 266)
•Haydi mektebe gidelim. (KT, s. 45)
•Hiç durmamak ve çalışmak, az söylemek ve dinlemek, hiç bıkmamak ve
sebât etmek insâna hiçbir zamân zarar vermez. (TSN, s. 244)
•Hocamız dedi ki: İmtihânlar yaklaşıyor, derslerinize iyi çalışınız. (TSN, s. 13)
•İkdâm, sebât, azm-i kavî (“çabalama, sebat ve güçlü azim”): İşte iyi bir
şâkirdin (“öğrencinin”) meziyetleri (“iyi özellikleri”)! (TSN, s. 14)
•İleride büyük adam olacak çocuklar mektebe muntazaman devam
[ederler]. (TSN, s. 230)
•İleride sıkıntı çektikçe vaktiyle çalışmadığıma nâdim oluyorum (“pişman
oluyorum”). (TSN, s. 201)
•İyi anlamamaktan hiç nevmît olmayarak (“ümitsiz olmayarak”) Fransızca
eserleri okudukça onlara alışırsınız. (TSN, s. 202)
•Mektebe devâm eden bir çocuğun ders[ten başka] ne düşüncesi olabilir?
(TSN, s. 313)
•Mektebe git yâhûd (“yahut, veya”) bir sanat (“meslek, zanaat”) öğrenmeğe
sa’y et (“çalış”). (KT, s. 43)
•Mektebi [ikmâl] etmeden (“tamamlamadan”) terk etmek hatâdır. (TSN, s.
228)
•Mektebi terk ettiğinizi işittim; pek esef ettim; bunu [yapmamalıydınız].
(TSN, s. 233)
•Ufak büyük bir müşkile tesâdüf (ederseniz, o zamân) meyûs (“üzgün”)) ve
nevmît (“ümitsiz”)(olmayınız; bunun yerine) azminizi takviye ediniz
(“kuvvetlendiriniz”), o müşkili (“zorluğu”) elbette iktihâm edersiniz
(“göğüslersiniz”). (TSN, s. 253)
Boş gezme ise modern ideal çocuk için asla düşünülemeyecek bir özelliktir.
•Âkil (“akıllı”) ona derler ki vaktini beyhûde zâyi etmez (“boş yere
Örnek
•Bir çocuk nasîhat dinler [ve] derse çalışır [ise] adam olur. (TSN, s. 321)
•Büyüklerin nasîhatine kulak (vermedi, bunun için) sefîl ve bed-baht oldu
Örnek
Örnek
(“öğrenciye”)benziyor. (TSN, s. 326)
•Bu çocuk pek uslu görünüyor. (TSN, s. 213)
•İlim (“bilim; bilgi”) beşeriyetin (“insanlığın”) medyûn-ı şükrân olduğu
(“sükran borçlu olduğu”) bir meşaledir. (TSN, s. 206)
•İnsân hâline memnûn olup çalışmaktan vaz [geçerse] memnûn olduğu
hâli de kaybeder. (TSN, s. 235)
•İnsân her gün [bir] lügat (“sözcük, kelime”) bellese bir senede
[üçyüzaltmışbeş] kelime öğrenmiş olur. (TSN, s. 103)
•Japonya’nın terakkîsi (“yükselmesi”) ulûm ve fünûna (“bilime ve sanata”)
ehemmiyet (“önem”) vermek sâyesinde müyesser (“kolay”) olmuştur.
(TSN, s. 42- 43)
•Yaramazlık etmemeli idiniz. (TSN, s. 172)
cinsine (“aynı cinsten olana, diğer bir insana”) … iyilik etmektir. (TSN, s.
100)
Osmanlı modernleşme •Kendi hatâlarınıza dikkatle bakınız (ki) diğerlerinin hatâsına karşı lütuf-
kâr (“hoşgörülü”) olabilesiniz. (TSN, s. 322)
dönemi büyükleri ve
eğitimcileri ideal çocuğa •İnsân birinden hoşlanmazsa onun meziyetlerini (“iyi özelliklerini”) bile
nâkisa (“kusur, eksiklik”) addetmeğe (“saymaya”) kalkar. (TSN, s. 26)
ulaşmak için sık sık
•Hem-cinsimize (“aynı cinsten olduğumuz kişilere, diğer insanlara”)
ödül-ceza karşıtlığına
yardım edelim; çünki bütün insânlar kardeştir. (TSN, s. 25)
başvurmaktadırlar.
Osmanlı modernleşme dönemi büyükleri ve eğitimcileri ideal çocuğa
ulaşmak için sık sık ödül-ceza karşıtlığına başvurmaktadırlar.
•Ahmet derslerine iyi (çalıştı, onun için) mükâfât (“ödül”) aldı. (TSN, s.
255)
Örnek
•Ahmet sınıfta güldüğü takdîrde cezâ alacak. (TSN, s. 211)
•Ahmet sınıfta güldüğünden cezâ aldı. (TSN, s. 217)
•Bugün mektebe (geç geldiler, onun için) cezâ aldılar. (TSN, s. 255)
•Bir kimse fenâlık ederse cezâsını çeker. (TSN, s. 123)
•Cezâ almaktan [ise] derse çalışmak her hâl[de] hayırlıdır. (TSN, s. 313)
•Cezâ almışsanız demek ki dersinizi bellememişsiniz. (TSN, s. 286)
•Dersimi bildikçe âferin aldım. (TSN, s. 201)
•Dersimi ne vakit bildim ise mükâfat aldım. (TSN, s. 202)
•Fenâlık yapan elbette cezâsını çeker. (TSN, s. 125)
Modern ideal çocuğun kimi özellikleri ise dönemler üstüdür ve her dönemin
ideal çocuk tipiyle benzerlik gösterir: O çalmaz, dedikodu yapmaz, yalan söylemez,
yoksullara yardım eder, namusludur, adaletlidir, hatasını tekrar etmez, kimseye
hakaret etmez, naziktir, insaflıdır, haktan yanadır, kötüklük yapmaz, iftira etmez,
kimsenin hakkına girmez, arkadaşlarını özenle seçer, asıl güzelliğin iç güzelliği
olduğunu bilir, öfkesini kontrol altında tutar.
İdeal çocuk beden sağlığı bakımından ise şu noktalara dikkat edendir: Birden
bire sıcaktan soğuğa ve soğuktan sıcağa geçmeme, çikolatanın sağlıklı bir besin
olduğunu bilip bunu yeme, içtiği suyun temizliğinden emin olma, kışın yünlü
giysiler giyme, mikroplardan korunma, sabahleyin okula gitmeden önce karnını
doyurma, sağlığı için uygun zamanda ve uygun miktarda oyun oynama, sağlığına
Osmanlı modernleşme özen gösterme, soğuk su içmeme, süt içme, terli terli rüzgârda durmama, terli terli
döneminde büyükler, su içmeme, tozdan uzak durma, sabahları erken kalkma, uykudan uyanınca yüzünü
çocukların bedensel yıkama, vücudunun güçlenmesi için jimnastik yapma. Bu kodlar, Osmanlı
ihtiyaçlarının kısmen
modernleşmesinde büyüklerin (babaların, eğitimcilerin ve kısmen annelerin)
farkındadır.
çocuğun kısmen de olsa bedensel ihtiyaçlarının farkında olduğunu ve bu ihtiyaçları
önemsediğini göstermektedir.
SON DEĞERLENDİRMELER
Osmanlı döneminde yazılan bu gramerler esasında genel çizgileriyle
büyüklerin nasıl idealize edildiğine ilişkin de kodlar barındırır. Ancak söz konusu
gramerlerde hedef kitle çocuk olduğu için çocukla ilgili kodlar sayıca daha fazladır.
Öte yandan, gramerlerde ideal çocuğun yetiştirilmesiyle ilgili olarak büyüklere de
birtakım tavsiyeler vardır. Bunlar aynı zamanda nasıl bir büyük ideali
kurgulandığının da ipuçlarını vermektedir. Bu tavsiyelerden birkaçı şöyle
sıralanabilir: 1- Büyükler, bir çocuğun çocukluğunda yaşadığı olayların onun
kişiliğinin oluşumunda etkili olduğunu unutmamalıdır. 2- Büyükler yoksul ve
muhtaç çocuklara yardım etmelidir. 3- Büyükler (eğitimciler) çocukları belli
aralıklarla sınava tabi tutmalı, gelişimlerini denetlemelidir. 4- Büyükler çocukça
davranmamalıdır.6- Büyükler, özellikle anasız babasız büyümüş çocukların bazı
kusurlarını hoş görmelidir. 7- Büyükler çocukların sağlığına dikkat etmelidir. 8-
Osmanlı modern
çocuğuna milliyet Büyükler çocuklarına, daha iyi insan olabilmelerini sağlayacak birtakım gözlemleri
bakımından bir misyon yapma fırsatı yaratmalıdır.
yüklenmemiştir. Söz konusu gramerlerde büyüklerin gözünden çocuk tarif edilmiştir. Bu
kitaplarda çocuğun kendi ağzından söylenmiş gibi kurgulanan tek cümle
“İmtihândan çıktığım gibi râhat bir nefes aldım. (TSN, s. 291)” cümlesidir ki burada
da çocuğun kendisi için istediği şey rahat bir nefes almak’tır.
Genel olarak Batı referansıyla kurgulanmış olan Osmanlı modern çocuk tipi
Cumhuriyet’in ilk yıllarının çocuk tipiyle benzer özellikler göstermektedir ( bk.
Çiçek, 2012). Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Batılılaşma ve modernleşme politikasını
Osmanlı’dan devralmıştır ve erken Cumhuriyet dönemi ideal çocuğu da bu
toplumsal ve politik yapının bir parçası ve ürünüdür. Ancak Osmanlı gramer
kitaplarındaki veriden anlaşıldığı üzere Osmanlı modern ideal çocuğuna milliyet
kavramı bakımından bir misyon yüklenmemiştir. Çünkü bu dönem esasında doğal
olarak Osmanlılığın bir milliyet gibi algılanmadığı ve Türk milleti kavramının henüz
yerleşmediği bir dönemdir. Oysa Cumhuriyet dönemi ideal çocuğu, Türklük
ülküsünün en önemli taşıyıcısı ve en önemli temsilcisi olarak görülmüştür.
Osmanlı modernleşme dönemi genel olarak yenileşme ve ıslah çabalarının
yoğun olduğu bir dönemdir. Ancak yenileşme çaba ve önerileri daha çok kısmi
değişiklik biçimindedir. Örneğin kullanılan Arap alfabesinin Türkçeye uymadığı
tartışılmaktadır ancak başka bir alfabeye geçme gibi bir öneri genel olarak
dillendirilmez. Bu bağlamda modern ideal çocuğun kimi özellikleri toplumda
yerleşik İslamî kodlarla uyum içindedir ve yüzyıllardır etkisinde kalınan İslamî
kültürden tam bir kopuşu temsil etmez. İslamî kültür ise büyük ölçüde ataerkil
inanç ve uygulamalarla biçimlenmiş bir Arap kültürüdür. Bu bakımdan, bu
dönemde Batı’da bile bir birey olarak henüz tam bir kabul görmemiş kız çocuğu
kavramı, ideal çocuk arayışlarında ve tanımlamalarında pek görülmez.
Esasında modernizm sonrası günümüz Türkiye’sinde de modernizm öncesi
ve modern dönem ideal çocuk tiplerinin tam olarak ortadan kalktığı ve bu tiplerin
Bugün Türkiye’de hükümlerini tamamen yitirdiği söylemeze. Çünkü Türkiye toplumsal yapı
modernleşme bakımından parçalı ve çok katmanlı bir yapıdadır ve eşzamanlı olarak birbirinden
döneminin tekdüze çok farklı görünümler sergileyebilmektedir. Günümüzde “kent-kırsal” veya “kent
çocuk algısı, yerini daha merkezleri-kentin kenar mahalleleri” arasında, din ve gelenek eksenli birbirinden
karmaşık bir çocuk çok farklı çocuk idealleri aynı anda var olmayı sürdürmekte, farklı sosyo-ekonomik
algısına bırakmıştır. görünümde ve farklı eğitim düzeyinde olan ailelerin ve ebeveynlerin ideal çocuk
tanımları birbirinden farklı olmaktadır: Kimi çevreler için çocuk hâla eksik, yetersiz
ve terbiyeye muhtaç olarak algılanırken kimi çevrelerde çocuk kendine özgü
özellikleri ve yetenekleri dikkate alınarak özgürce büyümesine izin verilmesi
gereken bir bireydir; kimi çevreler çocuğun emeğini ailenin günlük ihtiyaçlarının
karşılanması için bir kaynak olarak görür onu eğitimden alıkoyarken, kimi çevreler
çocuğu mutlu ve müreffeh gelecek kurgusunun öznesi olarak görüp onu okul ve
sınav başarısına indirgemektedir. Bu da günümüz Türkiye’sinde geç Osmanlı ve
erken Cumhuriyet dönemlerindeki genel olarak tekdüze çocuk algısının yerini daha
karmaşık bir çocuk algısına bıraktığını göstermektedir. Tabandaki isteklerle
biçimlenen bu karmaşık yapı, devletin genelde çocuk politikalarının özelde ise
eğitim politikalarının neden sürekli değiştiğini de açıklamaktadır.
Bireysel Etkinlik
yıllarını anlatan sinema ve dizi filmlerde sunulan çocuk tiplerini
gözlemleyiniz.
•“Çocuk hakları” kavramı konusunda araştırma yapınız.
•Günümüz Türkiyesi’nde idealize edilen çocuk tipinin bölgesel
farklılıklar gösterip göstermediğine dikkat ediniz.
Özet(devamı)
modern ideal büyük insanı hakkında da bilgi vardır. Bu sınırlı bilgilerden
dönemin büyük insanına çocuklara karşı birtakım sorumlulukları olduğu,
çocukların eğitimi ve yetişmesi için onlara da birtakım görevler düştüğü
anlatılmaya çalışılmıştır. Söz konusu gramerlerdeki veride çocuğun kendi
ağzından söylenmiş gibi verilen tek örnek cümlede çocuk, kendisi için
sınavlarından kurtulmayı ve rahat bir nefes almayı dilemektedir.
•Osmanlı modernleşmesi büyük ölçüde Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki
modernleşme süreciyle benzerlik göstermektedir. Aradaki en önemli fark,
Osmanlı modernleşmesinde çocuğa milliyetçilik bakımından açık bir görev
yüklenmemişken Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarındaki modern ideal
çocuğun en önemli özelliği Türklük ülküsüne sahip olmasıdır. Modernizm
sonrası günümüz Türkiye'si toplumsal yapı bakımından çok yönlü ve parçalı
bir görünümdedir; ailelerin tercih ve beklentilerine göre günümüzün ideal
çocuğu hâla yer yer modernleşme öncesi ve modernleşme dönemi ideal
çocuğuyla ortak özellikler sergileyebilmektedir. Başka bir deyişle, günümüz
Türkiyesi’nde modernleşme öncesi ve modernleşme dönemi ideal çocuk
tipinin tam olarak ortadan kalktığı ve bu çocuk tipinin hükmünü tamamen
yitirdiği söylenemez.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. 16. yüzyılda yazılmış ilk Osmanlı gramerinde verilen örnek cümlelerde
dönemin ideal çocuk tipiyle ilgili yeterli bilgi olmamasının nedeni
aşağıdakilerden hangisi değildir?
a) Söz konusu gramerin hacimsiz olması
b) Bu gramerin yazıldığı dönemde çocuğun henüz bir birey olarak
görülmemesi
c) Bu gramerin büyükler düşünülerek hazırlanmış olması
d) Bu gramerin yazıldığı dönemde geniş halk kitlelerinin çocuğun
eğitimini birincil amaç edinmemeleri
e) Bu gramerin yazıldığı dönemde geniş halk kitlelerinin çocuğun
gelişimini birincil amaç edinmemeleri
10. Hedef kitlesi çocuklar olan Osmanlı dönemi gramer kitaplarında yer alan
ve herhangi bir gramer konusunun anlatımı sırasında verilen örnek
cümlelerle ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi söylenebilir?
a) Bu cümleler dönemin çocuk anlayışıyla ilgili hiçbir kod içermez.
b) Bu cümlelerde çocukların gözünden çocuk kodlanmıştır.
c) Bu cümlelerde çocukların gözünden büyük kodlanmıştır.
d) Bu cümlelerde büyüklerin gözünden büyük kodlanmıştır.
e) Bu cümlelerde daha çok büyüklerin gözünden çocuk kodlanmıştır.
Cevap Anahtarı
1.a, 2.c, 3.c, 4.e, 5.d, 6.b, 7.d, 8.c, 9.a, 10.e
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Aydoğmuş Ördem, Ö. (2016). Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türk Romanında Çocuk.
Adana: Karahan Kitabevi.
Bilirli, T (2021). Osmanlı Devleti'nde modern eğitim kurumlarından rüşdiye
mektepleri: Çaycuma Rüşdiye Mektebi örneği. İnsan ve Toplum Bilimleri
Araştırmaları Dergisi, 10 (4), 3834-3852.
Çeler, Z. (2013). Annenin serüveni: Kadının anne olarak toplumsal kurgulanışı.
Doğu Batı Düşünce Dergisi 63, 165-181.
Çiçek, N. (2012). Erken Cumhuriyet dönemi modern çocukluk nosyonunun
görünümleri üzerine bir analiz. Mülkiye Dergisi 36 (4), 69-104.
Erkuş, E. (2014). 1839-1908 yılları arasında Türkçe eğitimi ve öğretimi
çalışmalarında alan terminolojisi. Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Afyonkarahisar.
Geçer, H. & Çelik, C. (2017). Kadının çalışma hayatına girmesiyle oluşan aile içi
roller sistemindeki değişim ve din ilişkisi (Niğde örneği). Gümüşhane
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 6 (12), 1-30.
Gündüz, M (2019). Karma eğitimin tarihî ve sosyal gelişimine kısa bir bakış.
Eğitime Bakış Eğitim-Öğretim ve Bilim Araştırma Dergisi, 45 (1), 16-27.
Karabacak, E. (2002). Bergamalı Kadrî-Müyessiretü’l-Ulûm. Ankara: Türk Dil
Kurumu Yayınları.
Karabacak, E. (2012). Ahmet Cevdet Paşa’nın dil bilgisi kitapları üzerine. Turkish
Studies 7 (2), 613-620.
Karahan, L. & Ergönenç, D. (2000). Hüseyin Cahit- Türkçe Sarf ve Nahv. Ankara:
Türk Dil Kurumu Yayınları.
Özkan, N. (2000). Ahmet Cevdet Paşa- Fuat Paşa / Kavâ’id-i Osmaniyye. Ankara:
Türk Dil Kurumu Yayınları.
Sporbilim (2022), Gençlik çağı. 02 Aralık 2022 tarihinde
http://www.sporbilim.com/sayfa.asp?mdl=haber¶m=63 adresinden
erişildi.
Tarajiha, A. (2008). Kavâ’id-i Türkiyye’nin modern Türkçe öğretimi yöntemleri
bakımından değerlendirilmesi. Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Sakarya.
• Değerlerin Özellikleri
• Değerlerin İşlevleri TÜRK TOPLUMUNDA
• Değerleri Çocuklara Neden
Öğretmek Zorundayız? VE FARKLI
• Eğitim, Öğretim ve Öğrenme KÜLTÜRLERDE
• Değerler Eğitimi
• Çocuklarda Değerler Eğitimi ÇOCUK
Uygulamaları Dr. Ethem EVLİCE
• Değerlerin özelliklerini
sıralayabilecek,
• Değerlerin işlevlerini açıklayabilecek,
• Değerler eğitimini tanımlayabilecek,
• Çocuklarda değerler eğitimi
uygulamalarını açıklayabilecek,
• Kohlberg’in Ahlaki Gelişim Düzeyleri
modelini açıklayabilecek,
• Çocuklarda değerler eğitiminde ÜNİTE
kullanılan ahlaki ikilem yaklaşımını bir
örnekle açıklayabileceksiniz.
3
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Çocuklarda Değerler Eğitimi
GİRİŞ
“Bir toplumu parasızlık değil, ahlaksızlık çökertir. (Marcus T. Cicero)”
Eğitim-öğretim faaliyetlerinin temel amacı; toplumu oluşturan bireylere
planlı olarak, istenilen yönde bilgi, tutum-değer ve beceriler kazandırmak, onların
topluma uyumlu, üretici, donanımlı, kişilik ve karakter sahibi olmalarını
sağlamaktır. Türk Milli Eğitim Sisteminin genel amaçlarında; toplumun ihtiyacı
olan, bilinçli, sosyal, kültürel özelliklerini koruyup geliştiren ve değerlerine sahip
bireylerin yetiştirilmesi gerektiği önemle vurgulanmaktadır. Değerler iyi ya da
kötü insan olmanın temellerini oluşturan ölçütler olup, toplumsal barış ve huzurun
en önemli kaynağı, bireylerin iyi bir kişilik ve karakter geliştirmelerinin yapı
taşlarıdır. Ana hedefi değerlere uygun bir yaşam olmayan bir eğitim sistemi sosyal-
ekonomik ve kültürel kalkınmayı gerçekleştirmede ve toplumun refah ve
mutluluğunu sağlamada başarıya ulaşamaz.
Çocuklar, toplum içinde nasıl davranmaları ve nasıl davranmamaları
gerektiğini öncelikle ailesinden, yakın çevresindeki yetişkinlerden ve akran
gruplarında etkileşime girdiği arkadaşlarından daha çok gözlem ve taklit yoluyla
gelişigüzel öğrenirler. Daha sonra da tıpkı yaşam boyu süren bir yolculuk gibi
okulöncesi kademesinden başlamak üzere okullarda görev yapan eğitimcilerin
yardımıyla toplumca uygun bulunan değerleri planlı ve programlı olarak
öğrenmeye devam ederler. Okullarda öğrencilere kazandırılmak istenilen değerler,
eğitimcilerin önceden hazırlamış oldukları eğitim programları temel alınarak
aktarılır. Bu aşamada genellikle öğretmen merkezli yaklaşımlar tercih edilse de son
yıllarda öğretimde daha etkili, daha verimli ve daha ilgi çekici öğrenmelerin
gerçekleştirilmesi için hem öğretmenlerin hem de öğrencilerin aktif olduğu
yaklaşımlar tercih edilmeye başlanmıştır. Bu yaklaşımlarda önce öğrencilere
kazandırılmak istenilen değerler birer kural olarak sunulur, daha sonra da
öğrencilerin düzeylerine uygun öğretim strateji, yöntem ve teknikler yoluyla
yaşantı temelli kalıcı izli öğrenmeler gerçekleştirilmeye çalışılır.
pusula ve belirli bir sonucu elde etmek amacıyla izlenecek yol konusunda en
derinde yatan inançlardır. Schwartz’a (1992) göre de değerler, bireylerin diğer
birey ve olaylar konusunda görüş bildirmek için seçtikleri ölçütlerdir. Değerler,
davranışları yönlendirdikleri, bireyin gerek kendisinin gerekse başkalarının
davranışlarını değerlendirmesini sağladıkları için çeşitli duygularla ilişkilidirler.
Örneğin, geleneksellik değerine önem veren bir kişi geleneksel bir değerin dışına
çıkılması durumunda suçluluk hissetmeye başlayacaktır (Silfver, Helkama,
Lönnqvist ve Verkasalo, 2008). Başka bir ifadeyle, değerler bireylerin davranışlarını
yönlendirirler, bunu yaparken de duyuşsal (duygusal) ve bilişsel (zihinsel) alan
boyutlarından destek alırlar. Bu bağlamda Rokeach (1973) da değerlerin bilişsel,
duyuşsal ve psiko-motor (devinişsel) olarak üç temel alanla ilişkili olduğunu
vurgulamıştır. Özellikle bilişsel ve duyuşsal yönlendirmeler aracılığıyla değerler,
bireylerin istenilen düzeylere ulaşabilmeleri için onları motive eder.
Ülkemizde; ahlaki eğitim, karakter eğitimi, kişilik eğitimi gibi farklı isimler
altında yapılan eğitimlerin son yıllardaki bilimsel, sosyal, kültürel ve teknolojik
gelişmeler sonucunda yeniden düzenlenerek “değerler eğitimi” olarak ifade
edilen, özellikle ana gündem maddesi olarak yer aldığı XVIII. Milli Eğitim
Değerler eğitimi, Şurasından sonra önemle ele alınan bir konu olmuştur (Önder, 2011; Keskin,
Ülkemizde XVIII. Milli 2019). Türk Milli Eğitim Sisteminde yer alan, Okulöncesi, İlköğretim, Ortaöğretim
Eğitim Şurasından sonra ve Yükseköğretim kademelerinde değerler eğitimi ile ilgili çalışmalar planlı olarak
önemle ele alınan bir 2004 yılından itibaren başlatılmış ve son yıllarda büyük bir ivme kazanmıştır.
konu olmuştur.
Değerler eğitiminin hukuksal temelde; düzeni sağlama, sosyalleşme, kültür
aktarımı ve paylaşımı gibi konuları kapsaması nedeniyle toplumsal barışın
sağlanmasında ve sürdürülmesinde önemli bir rolü vardır (Aydın ve Akyol Gürler,
2019). Özellikle de değerlerin sosyal baskı oluşturan geleneksel boyutu toplumsal
yaşamda öncelikli bir öneme sahiptir.
Değerlerin Özellikleri
Değer tanımları temel alınarak değerlerin özellikleri şu şekilde sıralanabilir
(Özgüven, 1994; akt. Saygılı, 2015);
Değerlerin İşlevleri
Değerler genel olarak bir yandan toplumun kendine özgü olmasını
sağlarken, diğer yandan toplumu meydana getiren bireylerin sosyalleşmelerini de
sağlar (Bolat, 2016). Değerlerin toplumsal yapı içindeki işlevleri şunlardır (Fichter,
1990; Özensel, 2003);
Değerler, bireyleri Değerler, bireylerin dikkatini, toplumun istediği, yararlı ve önemli olarak
toplumun örf, adet ve
gördüğü kültürel yapı üzerine yoğunlaştırmalarına yardımcı olan bir
geleneklerine uymaları
konusunda teşvik eder. araçtır.
Her toplum için ideal olarak kabul edilen düşünme ve davranış gösterme
biçimleri değerler tarafından şekillenir. Başka bir anlatımla değerler sosyal
davranışlara genel bir çerçeve oluşturur. Böylece bireyler davranış, duygu
ve düşüncelerini en iyi hangi şekilde göstereceklerini belirleyebilirler.
Değerler, bireylerin toplumsal rollerini seçmelerine ve bu rollerin
gerektirdiği gibi davranmalarına yol göstericilik yapar. Değerler bu
işlevleriyle bir yandan ilgi oluştururken diğer yandan da bireyleri teşvik
ederler.
Değerler bireyleri örf, adet ve geleneklere uymaya zorlar, toplumca kabul
edilmeyen davranışların neler olduğunu belirtir ve sosyal ihlallerden
oluşan utanma ve suçluluk duygularının daha kolay anlaşılabilmesine
yardımcı olur.
Değerler toplumda dayanışmayı sağlayan öğeler olarak da işlev görebilir.
Ortak değerler sosyal dayanışmayı oluşturan ve bu dayanışmanın
sürekliliğini sağlayan önemli faktörlerden biridir.
Değer duygusu, bireylerin herhangi bir amaca yönelmelerinde ve bunları
gerçekleştirmeye yönelik planlar yapmalarında etkili olur. Çünkü bireylerin
davranış ve eylemlerini yönlendiren olgu, inandığı, takdir ettiği ve
bağlanmış olduğu değerlerdir.
Değerlerin etkisiyle bireylerin içsel ve toplumsal uyumu da sağlanabilir.
Bireyin kendi içinde tutarlı olması, içsel bütünlüğünü sağlaması, sahip
olduğu değerlere bağlıdır. Toplumun değerlerini benimseyen ve
içselleştiren birey, bu değerlere uygun hareket ederek toplumsal uyumu
gerçekleştirmiş yani toplumsallaşmış olur.
Eğitim kasıtlı
kültürleme sürecidir.
Öğretim ise, bu sürecin •Ancak değişen bazı davranışlar, örneğin yürüme, oturma, ses çıkarma
eğitim kurumlarında
Örnek
vb. yaşantı sonucu değil de olgunlaşma, kas ve iskelet sistemindeki
yapılan en önemli gelişmeler sonucu oluşmaktadır. Bazı davranışlar da, örneğin; yüksek
boyutudur. bir ses duyulduğunda birden irkilme, karanlıkta gözbebeğinin
büyümesi vb. içgüdüsel veya refleksif olarak (sinir sistemiyle bağlantılı
olarak) gösterilen öğrenilmemiş davranışlardır.
Tablo 3.1. Piaget'ye göre Bilişsel Gelişim Dönemleri (Erden ve Akman, 1996)
Ortalama
Dönem Özellikler
Yaş
Taklit, bellek ve düşünceyi uygulamaya
Piaget’ye göre Bilişsel başlangıç
Gelişim Dönemleri:
Duyusal- Obje sürekliliğinin elde edilemeye
Duyusal-motor, İşlem 0-2 yaş
Öncesi, Somut İşlemler Motor başlanması
ve Soyut İşlemler Refleksif davranışlardan, kontrollü
dönemlerinden oluşur. davranışlara geçiş
Dil gelişiminin hız kazanması
İşlem Tek yönlü, sezgisel gruplandırmalar
2-7 yaş
Öncesi gerçekleştirme
Ben-merkezci düşünce
Karşılaştırma yoluyla somut problemleri
çözme
Somut
7-11 yaş Uzamsal yapının kavranması
İşlemler
Sınıflama, sıralama ve farklı biçime
çevirmenin başarılması
Soyut problemler üzerinde görüş
Soyut bildirme
11 yaş üstü
İşlemler Bilimsel düşünme yeterliliğinin artışı
Sosyal ve bireysel konulara ilgi
DEĞERLER EĞİTİMİ
Milli Eğitim Bakanlığı’na göre (2010); Değerler eğitimi, toplumda yaşayan
bireyleri birbirine bağlayan, onların huzurlu ve mutlu olmalarını sağlayan, sosyal
hayatı geliştiren, onları yanlış yollara sapmaktan ve tehlikeli durumlarla karşı
karşıya gelmekten koruyan tüm değerlerin bireylere aktarılması sürecidir. Değerler
Değerler eğitimi; eğitimi ile bireyler özellikle de çocuklar yaşamlarında kendilerine yol gösterecek
toplumda yaşayan ilkeleri öğrenme fırsatı bulurlar. Böylece güzel bir yaşam, huzurlu bir toplum, barış
bireylerin huzurlu ve dolu bir ortam için sağlam temeller atılmış olur (Türkkahraman, 2003). Çünkü
mutlu olmalarını genel anlamıyla değerler eğitimiyle toplum tarafından istenilmeyen davranışlar
sağlayan değerlerin kontrol edilebilir (Sapsağlam, 2016).
aktarılması sürecidir.
Değerler bireylerin topluma uyum göstermesini sağlar ve birey değerleri
aileden, çevreden, sokaktan, akran grupları arasında, TV ve diğer medya
araçlarından taklit ve model alma yoluyla veya yazılı ve görsel materyallerin
kullanıldığı eğitim ortamlarından öğretim süreci aracılığıyla kazanır (Şen, 2008). Bu
nedenle toplumda bu konuda farkındalık oluşturulması, bireylerin yeni değerler
üretmesi, benimsemesi, kişiliğini bu değerlere göre geliştirerek öğrendiklerini
davranışa dönüştürmesi ancak planlı-programlı bir değerler eğitimi süreciyle
gerçekleşebilir (Yeşil ve Aydın, 2007: 71).
Çocuklar değerleri genelde informal (aile, çevre, sokakta akran grupları
arasında vb.) ve formal (okul, eğitim kurumları vb.) ortamlarda veya kendi
Kuralları öğrenme,
Örnek
•Başarı gösteren bir çocuğa güzel bir ödül verildiğini gören bir başka
çocuk da başarı göstermek için daha çok çalışmaya başlayabilir.
ahlak gelişimin üç ana düzey şeklinde sıralayarak incelemiştir. Düzeyler içinde yer
alan ve aşamalı bir sıra izleyen dönemlerin her birinde yeni bir zihinsel
örgütlenme, buna bağlı olarak da farklı bir yaşama bakış açısı ortaya çıkmaktadır.
Dönemler içindeki ilerlemeler takvim yaşı ile birlikte bilişsel gelişim düzeyindeki
gelişmelere bağlı olarak gerçekleşmektedir. Kohlberg de Piaget gibi ahlaki gelişim
düzeylerini belirlerken, ahlaki değerlendirmeler yapılması gereken hikâyelerden
faydalanmayı önermiştir. Bu hikâyelerle ilgili olarak verilen kararların doğru ya da
yanlış olması üzerinde durulmamaktadır. Önemli olan çocuğun hikâyede anlatılan
konunun çözümü için kullandığı gerekçeleri ve değerlendirmeleridir. Kohlberg’e
göre, bireyin sahip olduğu ahlaki düzeyi belirlemek için bir problemle
karşılaşıldığında bulunan çözüm ile değil, çözüme ulaşılırken izlenen akıl yürütme
süreci önemlidir.
Kohlberg’in ahlaki gelişim düzeyleri şu şekilde sıralanmıştır (Erden ve
Akman, 1996; Çiftçi, 2003);
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Aşağıdakilerden hangisi “Değer” kavramına uygun olmayan bir özelliktir?
a) Kıymetli olması
b) Önemli ve yüce olması
c) Değişmez olması
d) Toplum tarafından kabul edilmesi
e) Yol gösterici olması
3. Önemli bir değer bilimci olan Rokeach’a göre; Değerler, bireylerin toplum
içindeki davranışlarının daha çok hangi sorusuna cevap vermek için
geliştirilmiş kültürel temelli faktörlerdir?
a) Bireylerin davranışları “Nasıl” olmalıdır?
b) Bireylerin davranışları “Ne” olmalıdır?
c) Bireyler davranışlarını “Nerede” kullanmalıdır?
d) Bireylerin davranışlarının “Nedenleri” nelerdir?
e) Bireyler davranışlarını “Ne zaman” göstermelidir?
Cevap Anahtarı
1.c, 2.c, 3.a, 4.b, 5.d, 6.e, 7.e, 8.b, 9.a, 10.d
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Alabay, E.; Can, B.H.; Kandemir, A.B.; Güney, K.(2018). TÜBİTAK tarafından
yayınlanan “Meraklı Minik Çocuk” dergisinin değerler açısından
incelenmesi. Değerler Eğitimi Dergisi, 16 (35), 7-26.
Aslan, S.(2019). Karakter ve Değerler Eğitimi, Ed. Aktepe, V.; Gündüz M., 8. Bölüm,
Pegem A, Ankara.
Aydın, M.Z.; Akyol Gürler, Ş. (2019). Okulda Değerler Eğitimi- Yöntemler, Etkinlikler
Kaynaklar, Nobel Yayınevi, Ankara.
Bacanlı, H.(1999), Gelişim ve Öğrenme. 2. Baskı, Ankara, Nobel Yayın ve Dağıtım.
Bacanlı, H.(2011). Değer, değer midir? Eğitime Bakış, 7(3), 18.
Baltaş, A.(2015). Değerlerin Değeri, https://www.acarbaltas.com/degerlerin-
degeri-032015/.
Berkowitz, M.W.(2011). What Works in values education. International Journal of
Educational Research, 50, 153-158.
Bolat, Y. (2016). Sosyal değerleri ve değerler eğitimini anlamak, Akademik Sosyal
Araştırmalar Dergisi, 29, 322-348.
Brimi, H.(2008). Academic instructors or moral guides? Moral education in
America and teacher’s dilemma. The Clearing House, 82(3),125-130.
Büyükkaragöz, S.; Çivi, C.(1994). Genel Öğretim Metotları. Konya, Atlas Kitabevi.
Cüceloğlu, D.(2021). Kendini Keşfetmeye, Zorluklarla başa çıkmaya var mısın?
Kronik Kitap, İstanbul.
Çiftçi, N.(2003). Kohlberg’in Bilişsel Ahlak Gelişimi Teorisi: Ahlak ve Demokrasi
Eğitimi. Değerler Eğitimi Dergisi,1, 72-76.
Demirel, Ö.(1999). Eğitimde Program Geliştirme. Ankara, PegemA Yayıncılık.
Demirel, Ö.; Kaya, Z.(2018). Eğitime Giriş. Ankara, Pegem Akademi
Demiriz, S., Karadağ, A. ve Ulutaş. İ. (2003). Okul öncesi eğitim kurumlarında
eğitim ortamı ve donanım. Ankara, Anı Yayıncılık.
Doğanay, A.(2007). Değerler Eğitimi, Hayat Bilgisi ve Sosyal Bilgiler Öğretimi,
Yapılandırmacı Bir Yaklaşım. Ed. Öztürk, C., 3. Baskı, Pegem- A Yayıncılık,
Ankara.
Dönmezer, S.(1994). Toplumbilim, 11. Baskı, Beta Yayınları, İstanbul.
Driscoll,M.B.( 2005). Psychology of learning for instruction, Öğretim süreçleri ve
öğrenme psikolojisi. Çev. Tutkun, Ö.F.; Okay, S.; Şahin, E. Ankara, Anı
yayıncılık.
Emre, Y.(2013). Değişen dünyada değer yönelimleri ve dindarlık. Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Adana, Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Erden, M.; Akman, Y.(1996). Eğitim Psikolojisi, 3. Baskı, Ankara, Arkadaş Yayınevi.
Eyre, L.; Eyre, R.(1993). Teaching your children values. N.Y. Simon and Schuster
Inc.
Fichter, J.(1990). Sosyoloji Nedir? Çev. Çelebi, N. Konya, Selçuk Üniversitesi
Yayınları.
Fidan, N., ve Erden, M. (1994). Eğitime giriş. Meteksan Anonim Şirketi.
Garbarino, J.(1985). Adolescent Development: An Ecological Perspective.
Bell&Howell Company, USA
Güven, G. ve Azkeskin, K. F. (2010). Erken çocukluk gelişimi ve okul öncesi eğitim.
D. İbrahim Hakkı (Ed.), Erken çocukluk eğitimi içinde (s.2-50). Ankara:
Pegem Akademi.
Hamilton, R.; Ghatala, E.(1994). Learning and Instruction. New York, McGraw-
Hill,Inc.
Kağıtçıbaşı, Ç.(1976). İnsan ve İnsanlar. Sevinç Matbaası, Ankara.
Kaymak, B.; Akça, G.(2020). Ahlaki ikilem yaklaşımına dayalı öğretimin öğrencilere
adil olma değerinin kazandırılmasındaki etkisi (7. Sınıf Örneği), Eğitim Kuram
ve Uygulamaları Araştırması Dergisi, 6(1), 123-135.
Kesgin, S.(2018). Cumhuriyet Dönemi Ahlak Eğitimi. Ankara, Maarif Mektepleri.
Keskin, Y.(2019). Sosyal bilgiler programı, tarihi ve güncel gelişmeler, Ed. Yakar, H.;
Çelikkaya, T.; Öztürk Demirbaş, Ç.; Yıldırım, T., Yeni program ve Ders
içeriklerine Göre Sosyal Bilgiler Öğretimi, Pegem Akademi, Ankara.
Küçükahmet, L.; Külahoğlu, Ö.Ş.; Güçlü, N.; Çal, T. (2002). Öğretmenlik Mesleğine
Giriş. Ankara, Nobel Yayınları.
MEB. (2010). 08/09/2010 tarihli ve B.08.0.TTK.0.72.02.00-6312 (2010/53) sayılı
Genelge.
Oğuzkan, A.F.(1993). Eğitim Terimleri. Ankara, Gül Yayınevi.
Öncül, R.(2004). Eğitim Bilimleri Sözlüğü, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul.
Önder, M. (2011). Din ve Temel Değerler, Değerler Eğitimi Sempozyumu Bildiri
Özetleri, Osmangazi Üniversitesi, Eskişehir.
Özensel, E. (2003). Sosyolojik bir olgu olarak değer, Değerler Eğitimi Dergisi, (1),
(3).
Özgüven, İ.E.(2007). Psikolojik Testler, PDREM yayınları, Ankara.
Rokeach, M. (1973). The Nature of human values. New York, The Free Press.
Sapsağlam, Ö. (2016). Okul öncesi eğitim programlarında yer alan hedeflerin
değerler eğitimi açısından incelenmesi. International Periodical for the
Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, 11(9), 683-700.
Saygılı,G. (2015) Değerler Eğitimi (Edit:Gündüz, M., Tahiroğlu, M., Çetin, T., Öztürk
Samur, A., Kuşdemir, Y., Çınar, F., Yontar, A., Uzunkol, E., Aktepe, V., Aladağ,
S., Keskin, Y., Yiğittir, S.), Ankara, Maya Akademi (1-13).
• Felsefe ve Çocuk
• Çocuklar İçin Felsefe Eğitminin
İÇİNDEKİLER
Tarihsel Serüveni
• Çocuklar İçin Felsefe (P4C) TÜRK TOPLUMUNDA
Yöntemi
• Çocuklarla Felsefede VE FARKLI
Kolaylaştırıcının Rolü
• Çocuklar İçin Felsefe Uygulama
KÜLTÜRLERDE
Örneği ÇOCUK
• Çocuklar İçin Felsefe Kaynak
Önerileri Özlem YILMAZ
açıklayabilecek,
• Çocuklarla felsefenin tarihsel gelişimini
söyleyebilecek,
• Çocuklarla felsefe eğitiminin içeriğini
açıkalyabilecek,
• Eğitim sürecinde öğretmenin rolünün ve
sorumluluğunun ne olduğunu bilecek,
• Çocuklarla felsefe eğitiminin uygulama
planını tanıyacak,
• Çocuklar için felsefe okuma ve ÜNİTE
uygulamalararında doğru kaynakları
4
tanışabileceksiniz.
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Çocuk ve Felsefe Eğitimi
GİRİŞ
Felsefe deyince aklımıza ne gelir?
Felsefe, çoğunlukla gizemli yanları varmış gibi görünen, ciddi ve muhterem
insanlar tarafından dile getirilen, sanki anlaşılmamak üzerine kurulmuş bir
muamma olarak görülür. Felsefe bu yanlış inanışı hiç de hak etmemektedir. Hak
etmediği gibi yaşamın diğer yanlarına da ne uzaktır ne de ondan çok farklıdır. Söz
gelişi kimi zaman o, soğuk algınlığı kadar basit bir şeydir, kimi zaman kalp krizi
kadar dramatiktir (Ibanez, 1996: 24).
Tarihe göz attığımızda, Antik Yunan’da felsefenin merak etmekle başladığına
inanılırmış. Filozof, yaşam gayesi adeta soru sorma üzerine kurulmuştur. Bu
soruları büyük bir coşkuyla, hatta bir görevi yerine getirmenin verdiği mutlulukla
sorar. Filozofların var olan her şey hakkında sorulacak soruları vardır. Sıklıkla
"bilgi" arayarak onları felsefi bir sorun haline getirmişlerdir. Antik çağlardan beri,
filozofların bu merakı çocukların keşif arayışının ayrılmaz bir parçası olmuştur.
Çocukların soruları ve doğuştan gelen felsefi merakları göz önüne alındığında,
çocukların ve filozofların birbirine benzeyen olduğu ve çocukların felsefi
düşünebildiği iddia edilebilir (Uygur, 1984: 25).
Çocuk felsefesi kendini, 20. yüzyılın başlarında göstermeye başlamıştır.
Temelleri Columbia Üniversitesinde hem mantık hem de felsefe dersleri veren
Matthew Lipman tarafından atılmıştır. Altmışların başında Lipman yaptığı
çalışmalar sonucunda bir takım deneyimler elde etmiştir. Bu deneyimler sonucu
öğrencilerinin bir düşünceyi geliştirme yönündeki yeteneklerinin oldukça zayıf
olduğunu fark etmiştir. Bu yetersizliğin temellerinin çocukluk döneminde aranması
gerektiğine inanmıştır. Düşünme yeteneğini çocukluk yıllarında edinilmesi gereken
bir beceri olduğunu görmüştür. Lipman, bu alanda uzun yıllar çalışmalar yapmıştır.
İleri sürdüğü hipotezler yaptığı çalışmalarla olumlu yönde gelişim göstermiştir. Bu
olumlu gelişmeler sonucunda hayatını çocuk felsefesine adamıştır ( Karakaya,
2006: 23-27).
Adler, felsefe herkesin işidir der. Bu bölüm, çocukların farklı yollarla
söylediği “şeyleri” dinlememiz için bir davet niteliğindedir. Önemli ve karmaşık
sorular hakkında yapılan derin tartışmalar, çağdaş yaşamda çok önemli olan
“Felsefe herkesin
işidir.” analitik ve eleştirel düşünme becerilerini geliştirir. Çocuklarımıza gün geçtikçe
daha çok ve daha hızlı ulaşan bilginin, hangisinin güvenilir olduğunu ayırt etmek
için bilgiyi eleştirel bir yolla değerlendirme yeteneğine sahip olmak oldukça
önemlidir (Lone, 2017: 27).
Çocuğun yetişkinliğe adım atmadan önce oluşturduğu çocuk kültürüne
felsefi düşünceyi eklemek, doğru ifadeyle var olan felsefi düşünceyi destekleyip
güçlendirmek; birey ve toplumun geleceğine büyük katkı sunabilir.
FELSEFE VE ÇOCUK
Oğuz Atay, Tutunamayanlar’ın bir yerinde kahramanına, lüzumu kadar
sorumuz olmadığını ama lüzumundan çok cevabımız olduğunu söyletir. İnsanlığın
Çocukluk Şarkısı
Çocuk daha henüz çocukken kollarını sallayarak yürürdü.
Derenin ırmak olmasını isterdi, ırmağın sel,
bir su birikintisinin de deniz olmasını.
Çocuk henüz çocukken çocuk olduğunu bilmezdi.
Her şey yaşam doluydu ve tüm yaşam birdi.
Çocuk henüz çocukken hiçbir şey hakkında fikri yoktu.
Alışkanlıkları yoktu
Bağdaş kurup otururdu, sonra koşmaya başlardı.
Saçının bir tutamı hiç yatmazdı
ve fotoğraf çektirirken poz vermezdi…
Çocuk henüz çocukken şu sorulara sıra gelmişti.
Neden ben benim de sen değilim,
Neden buradayım da orda değilim.
Felsefe ile çocuk Zaman ne zaman başladı ve uzay nerede bitiyor.
arasında “bilmek için Güneşin altındaki yaşam sadece bir rüya mı?
bilmek” bakımından da Gördüklerim, duyduklarım, kokladıklarım sadece dünyadan önceki dünyanın bir
bir benzerlik vardır.
görüntüsü mü?
Gerçekten kötülük var mı?
Gerçekten kötü insanlar var mı?
Nasıl olur da ben olan ben olmadan önce var değildim ve nasıl olur da ben olan
ben, bir zaman sonra ben olmayacağım.
………
Çocuk çocukken diyor şarkıda, hiçbir şey hakkında fikri ve alışkanlığı yoktu.
Bu, çocuğun saf ve arı kavrayışının yansımasıdır. Bağdaş kurup oturmasından
koşmasına, saçının şekline ve en önemlisi fotoğraf çektirirken poz vermeyişine
kadar çocuğun toplumsallaşmamış ve dolayısıyla hiçbir kalıba sokulmamış,
maskelenip örtülmemiş coşkunluğu, rahat ve kendine özgü varoluşu
belirginleşmektedir. Aynı zamanda ve belki de bizi burada en çok ilgilendiren
çocuk ve felsefe ilişkisi açısından yaklaşıldığında çocuğun tüm bu özgün halleri
onun nedenli inatçı, huysuz ve kendi başına bir varlık olduğunun kanıtıdır.
Çocuklar felsefi ruhun tartışmaya, karşı çıkmaya tutkun dokusuna doğal olarak
sahiptir. Çocuk ve felsefeyi birleştiren bu tutkulu varoluşun hiç sönmeyen ateşi ise
doğal bir hayret, meraklı bir arayış ve bunların sonucunda ortaya çıkan sorulardır.
Çocuklar, çocukça değil oldukça büyük ve anlamlı sorular sorarlar. Öyle ki onların
soruları pek çok filozofunda sorduğu sorulardır.
Çocuklar ve felsefenin uzun yıllardır unutulmuş kökensel birlikteliği ve de
sonsuz dostluğu, çocukların gizli, yaratıcı potansiyelinin keşfi, açığa çıkması ve
geliştirilmesi adına zorunludur. Çocukların korkularını arzularıyla değiştirecek ve
onları sormak, düşünmek, yorumlamak, kendilerine özgü olanı yaratabilmek adına
cesaretlendirecek olan yalnızca felsefi tavırdır (Wartenberg, 2018).
Sokrates
Atina’da doğan Sokrates düşüncelerinin hiçbirini yazıya geçirmeden felsefe
yaptı. Verdiği felsefe derslerinin hiçbirinden para talep etmedi. Sokrates farklı
sınıflardan, farklı yaş ve mesleklerden insanlarla canlı ve etkili diyaloglar kurdu.
Ona göre, sorgulanmamış bir hayat yaşanmaya değmezdi. Sokrates’in sorgulayıcı
diyalogları, günümüzdeki çocuklarla felsefe yönteminin tohumlarını ekti. Sokrates,
felsefe yapmış olmak için felsefe yapmazdı. Hayata, ruhsal olgunluğa, bilgiye yol
bulmak için felsefe yapardı. Felsefe onun için toplum tarafından kabul görmüş,
içselleştirilmiş her şeyin anlamlı olup olmadığını kurduğu diyaloglarla
sorgulamaktı. Bu noktada “sokratik yöntem”, çocuklar için felsefenin temelini
Sokrates’in sorgulayıcı oluşturmuştur diyebiliriz. Kişiye dışarından birtakım kavramlar ya da bilgiler
diyalogları, yüklemek yerine kişinin onları kendi özünde keşfetmesi sağlanmalıdır. İşte bu
günümüzdeki düşünce çocuklar için felsefenin mantığını besler ve oluşturur (Vefa, 2015).
çocuklarla felsefe
yönteminin tohumlarını İnsanlığa miras kalan sokratik yöntem Atinalı filozof Sokrates’le anılır. Felsefi
ekti. söylemin ilk örneklerinden biri olan sokratik sorgulama her ne kadar Sokrates’in
otoritesinin hâkim olduğu bir tartışma ortamına sahip olsa da grupla felsefe
Leonard Nelson
Alman bir felsefeci olan Leonard Nelson, 1920’lerde Sokrates’i eleştirdiği
noktaları ve çağın gerekliliklerine göre yeniden düzenlediği Sokratik sorgulama
yönteminin çağdaş halini eğitim alanına kazandırmıştır (Mitchell, 2006, Akt Çakır,
2022).
Nelson’un sokratik metodu, kesinlikle felsefeyi öğretme çabası içinde
değildir. Filozoflar hakkında bilgiler vermek gibi bir gayesi de yoktur. Asıl çabası
felsefe yapmayı öğretmektir. Hatta öğrencilerini filozof yapma gayesindedir. Bu
metot belirli basamakları takip eder. İlk olarak grubun üzerinde konuşmak,
tartışmak istediği konuyu belirler. Konu seçimi oldukça önemlidir. Çünkü seçilen
konu grup tarafından uzunca bir süre çalışılacaktır. Bu nedenle gruptakilerin
gerçekten ilgilendiği bir konu olmalıdır. İkinci adım, grup için konuya en kapsamlı
soruyu bulmaktır. Uygun olan, tartışma lideri önderliğinde bu soruyu belirlemektir.
En son adım ise bu metodun en kritik ve zaman alan adımıdır. Tartışma
yöneticisinin rehberliğinde, grup üyeleri kendi deneyimlerinden yola çıkarak
sorunun cevabına ilişkin örnekler verip tartışmayı sürdürürler.
John Dewey
Hayatın hızla değişen koşullarıyla yarışabilmek ancak etkili bir eğitim
yöntemiyle mümkündür. İyi kurgulanmış bir eğitim felsefesi bu ihtiyacı doğru
yönde karşılayabilir. Bu alanda çalışmalar yapmış ve eleştirel eğitim felsefesinin en
önemli temsilcisi hiç şüphesiz John Dewey’dir. Dewey’nin, hem ilerlemeci hem de
“Yeniden Kurmacılık” eğitim felsefesinde görüşleri vardır. Amerikan filozoflarının
en nüfuzlusu olarak gösterilebilecek olan John Dewey felsefe ve eğitimi pek çok
açıdan ele alan bir filozof olmuştur. Aynı zamanda sosyolojiyle de ilgilenmiş ve
psikolojinin temellerinin atılmasında da etkili olmuştur. Michigan, Minnesota ve
Columbia Üniversitesi gibi üniversitelerde felsefe profesörlüğü yapmıştır.
Dewey’nin en kalıcı etkisi ve ayırt edici özelliği eğitim felsefesi alanında olmuştur.
Sokrates yıllardır O dünyanın ilk eğitim felsefecisidir ( Dewey 2007:s.7) .
aristokratların
kafalarının üstünde Dewey, eğitimi bir bütün olarak, felsefenin sorunları rehberliğinde ele alıp
taşıdıkları felsefeyi incelemiştir. Dewey öncesinde de Platon, Aristoteles, Rousseau gibi filozoflar
oradan indirip halka ve eğitim sorunları üzerinde durmuşlardır. Ancak Dewey’nin tartıştığı çağdaşları
hayatın içine sokmaya William C. Bagley, Robert Maynard Hutchins ve Mortimer Adler gibi isimler ne
çalışmıştır. eğitim kuramlarını oluştururken ne de eğitimle ilgili tartışmalarda felsefi sorunlara
neredeyse hiç gönderme yapmamışlardır. Felsefi sorular bireyin gelişimi için büyük
önem taşımaktadır. Felsefi soru diğer sorulara benzemez. Onlar düşündürücü,
toplumun ihtiyaç duyduğu yeni bir eğitim modeli oluşturmak için tüm yurtta
incelemeler yaparak bir rapor hazırlamasını istedi. Atatürk’ün Dewey’i tercih
etmesinin sebebi tıpkı onun gibi ezberci ya da baskıcı eğitimi doğru bulmamasıydı.
Tıpkı Dewey gibi ona göre de disiplin anlayışı baskıyla değil eğimle olmalıydı.
Bireyler düşüncelerini özgürce ifade edebilmeliydi.
Dewey’in eğitim felsefesi içindeki önemli çıkışlarından biri de “demokratik
eğitim” fikriyle olmuştur. Dewey’in demokratik eğitiminin en önemli amaçlarından
biri de bireyler arasında fırsat ve imkân eşitliğini sağlamaktı. Ona göre devlet
dezavantajlı koşullarda yaşayan çocukların diğer tüm çocuklarla eşit imkânlar
dâhilinde eğitim almasını sağlamalıydı. Çocuklar için Felsefe programının kurucusu
Matthew Lipman, Dewey’nin tüm bu görüşlerinden etkilenmiştir. O da çocuklar
için felsefe eğitiminde demokrasi kültürünün gelişmesini çok önem vermiştir.
(Noddings, 2020 :s.34).
Matthew Lipman
Felsefeyi çocuklarla erken yaşlarda tanıştırma fikrinin babası Matthew
Lipman’dır.
Felsefeyi çocuklarla
erken yaşlarda
tanıştırma fikrinin
babası Matthew
Lipman’dır.
Görsel 4.2. Çocuklar için felsefe hareketinin yaratıcısı Matthew Lipman, (1922-2010)
tarihlenmemiş bir fotoğrafta bir sınıf tartışması sırasında. Çocuklar için Felsefe Geliştirme
Enstitüsü (IAPC)
neden üniversitede hocalık yaptığı yıllarda ortaya çıkmıştır. Tabi ki hiçbir şey
birden bire var olmaz. Her sistemin etkilendiği başka bir sistem vardır. Lipman
başta Dewey olmak üzere birçok filozoftan etkilenmiştir. Tüm bu birikimlerin
ardından Columbia Üniversitesi'nde felsefe öğretmenliği yaptığı süreçte
öğrencilerinin akıl yürütme, eleştirel düşünme gibi birçok beceriden yoksun
olduğunu fark etmiştir. Bağlantılı düşünme, akıl yürütme, kavramlar üzerine
düşünce yürütebilme becerilerinin insan yaşamının çocukluk yıllarında atıldığını
görmüştür. Lipman’a göre yetişkin olunduğunda bu becerileri geliştirmek oldukça
zordur. Öğrenme merakının çok yüksek olduğu küçük yaşlar birçok becerinin en
kalıcı şekilde gelişmesine imkân vermektedir.
Lipman çocuklarla yaptığı felsefe çalışmalarda edebiyat eserlerinden
faydalanmıştır. Onlara öyküler okumuştur. Ardından öyküyle ilgili birçok soru ve
problem üzerine çocuklarla tartışmalar yürütmüştür. 1967 yılında çocuklar için bir
felsefe romanı olan Harry Stottlemeier’in Keşfi’ni yazmıştır. Lipman’ın bu romanı
çocuklar, gençler ve öğretmenler için gerçek anlamda bir felsefeye giriş kitabı
haline gelmiştir. Kitap felsefe öğretmek için değil felsefeyi insanların hayatına
katabilmek amacıyla yazılmış ve her bir bölümünde başka bir felsefe alanına
değinilen, felsefe egzersizlerinden ve sorgulamalarından oluşan bir pratik felsefe
klavuzu olmuştur.
Lipman, doğru sorular ve hikâyeler ışığında sorgulama toplulukları
oluşturmuştur. Bu toplulukta kullanmak üzere çocukta zaten doğuştan var olan
merak duygusunu desteklemek için çeşitli materyaller geliştirmiştir. Bu
materyaller düşünmeye, konuşmaya, tartışmaya teşvik eden, ilgiyi her daim
yüksek tutabilecek niteliktedir. Çocuklar İçin Felsefe programının en etkili şekilde
uygulanabilmesi için tüm bu kaynakları ütermiştir (Özkan, 2019: s.52).
Lipman’ın Soruşturan Topluluk Metodu (Community of Enquiry Method)
bugün dünyada en çok kullanılan yöntemdir. Lipman’ın sorgulama topluluğunun
önemli unsurları; topluluk, kolaylaştırıcı ve uyarıcıdır. Buna göre, çocuklar bir
uyaran (hikâye, fotoğraf, video, nesne, vb.) etrafında bir araya toplanır ve bu şey
karşısında bir soruya ve felsefe yapmaya yönlendirilirler. Eğitmen doğru cevabı
veren kişi değil, çocukları düşünmeye ve konuşmaya teşvik eden kişidir. Lipman,
Soruşturan Topluluk Metodu’nu, çocuklara felsefe yapmayı öğretmek olarak
Lipman’ın sorgulama tanımlar. Metodu yalnızca felsefe öğretiminde kullanılabilecek bir yöntem olarak
topluluğunun önemli
değil, tüm disiplinlerde kullanılabilecek yeni bir öğretim yöntemi olarak da sunar
unsurları; topluluk,
kolaylaştırıcı ve (Özdemir,2018).
uyarıcıdır.
Gareth B. Matthews
Amerika’da çocuklarla felsefe programının ikinci büyük öncüsü Gareth B.
Matthews’dir. Matthews’in görüşleri birçok yönüyle Lipman’ınkilere paralellik
göstermektedir. Lipman’dan ayrıldığı nokta felsefeyi tamamen doğal bir aktivite
olarak görmemesidir (Matthews, 1995: s.11).
Onu Lipman’dan ayrılan bir diğer düşünce ise felsefeyi sadece çocuklar için
değil yetişkinler için felsefe olarak da görmesidir. Tıpkı çocuklarda olduğu gibi
İonna Kuçuradi
Değişen zihinler, teknolojiler ya da çevre tüm bunlara ayak uydurma gayesi
taşıyan ülkeler eğitim sistemlerini “düşünceyi canlı tutma” temeli üzerine inşa
etmeye çalışmaktadır. Benzer gayeleri taşıyan tüm eğitimciler çocuklarla felsefe
yaklaşımını benimseyerek bu alanda çalışmalar yapmaktadır. Türkiye’de de bu
alana katkı sunan birçok değerli eğitimci vardır. Bunların başında ülkemizin
yetiştirdiği ve dünya çapında tanınan değerli filozofumuz İonna Kuçuradi yer
almaktadır. İlk “Felsefe Günü” 21 Kasım 2002’de UNESCO tarafından başlatılmıştır.
UNESCO’nun başlattığı bu olay değerli filozofumuz Kuçuradi’nin talebi
doğrultusunda gerçekleşmiştir. Bu sayede dünyanın farklı yerlerindeki elli ülkede
felsefe gününün kutlanması sağlanmıştır. Türkiye’de bu yaklaşıma ilişkin en önemli
girişim ve desteği 1974 yılında kurulan Türkiye Felsefe Kurumu (TFK) sağlamıştır ve
halen sağlamaktadır. TFK, felsefeyi belli bir yer ya da zümreye ait olmanın ötesine
taşıma amacı gütmektedir. Felsefenin günlük hayatla birebir ilişkili olduğunu ve bu
ilişkinin felsefi düşünceyle desteklenmesi durumunda birey ve toluma çok büyük
katkı sunacağına inanmaktadır.
Türkiye Felsefe Kurumu Başkanı İoanna Kuçuradi’dir. Değerler felsefesi
alanında düşünceleriyle tanınan İoanna Kuçuradi, özgürlük problemine yönelik
varoluşçu çözümlemeleriyle felsefe alanında öne çıkmış üretken bir filozoftur. 1980
yılına kadar kurucuları arasında bulunduğu Türkiye Felsefe Kurumunda genel
sekreterlik ve devamında başkanlık görevlerinde bulunmuştur. Uluslararası Felsefe
İonna Kuçuradi,
Kurumları Federasyonunun ilk kadın başkanı sıfatını almıştır. Kuçuradi’nin
Uluslararası Felsefe
Kurumları desteğiyle 1992 yılında Nuran Direk Varna’da Çocuklar İçin Felsefe Çalıştayı’na
Federasyonunun ilk katılmış ve çok ilgi duyduğu bu alanda çalışmaya başlamıştır. Ardından TFK çatısı
kadın başkanıdır. altında “Çocuklar İçin Felsefe Birimi” kurulmuştur.
Nuran Direk, 1992 yılında kurulan ve eğitim sistemimize büyük katkı sunan
“Çocuklar İçin Felsefe Birimi ” başkanlığını yürütmektedir. Direk, kurulduğu
yılından buyana birimin başkanlığını yürütmektedir. Direk, Prof. M. Lipmann’ın
“Pixie” adlı öykü kitabını SHÇEK (Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu)
yuvalarında uygulamak için özel izinle “Zeyno” adıyla Türkçeye uyarlamıştır.
Çalışma sonucunda çocuklar üzerinde gözle görülür, olumlu yönde davranış
değişikliği meydana gelmesiyle yöntem kamuoyunun dikkatini çekmiştir. SHÇEK
TKF’nin ve Avrupa Topluluğu desteğiyle yaptığı Çocuklar İçin Felsefe ve İnsan
Hakları Projesi kapsamında öğretmen eğitiminde görev almıştır (Direk, 2006: s.2).
Türkiye’de çocuklarla felsefe alanına ilişkin farkındalık oluşturma ve bu
yaklaşımın doğru uygulamalarla yaygınlaştırılması amacıyla UNESCO ve TFK
tarafından çeşitli toplantılar düzenlenmektedir. Ayrıca Dünya Felsefe Günü her yıl
kasım ayının üçüncü perşembesinde kutlanmaktadır. Çocuklar için felsefeye katkı
sunan kuruluşlardan biri de Ankara Üniversitesi Çocuk Bilim Merkezidir. Burada
12-14 yaş arası çocuklara Çocuklar İçin Felsefe eğitimleri verilmektedir.
Öğrenme ortamında
gerçekleşen felsefi
diyaloglar öğrencilerin,
dinleme, konuşma ve
tartışma becerilerine
büyük katkı
sunmaktadır.
Görsel 4.3. Felsefi Düşünmenin Boyutları (P4C)
Çocuklar için felsefe eğitimi, uygun bir metinden, bir öyküden, gazete
haberinden, bir şiirden ya da görselden hareketle çocukların birbirleriyle karşılıklı
konuşmaları yoluyla belirli kavramlar üzerinde yeni düşünceler inşa etme olarak
tanımlanabilir. Burada çocuğun yaşam deneyiminden getirdikleriyle okuduklarını
harmanlayarak çıkarımlar yapması önemlidir (Direk,2006, s.11) . Öğrenme
ortamında gerçekleşen felsefi diyaloglar öğrencilerin, dinleme, konuşma ve
tartışma becerilerine büyük katkı sunmaktadır. Bilgi çağındaki çocuk ÇİF yoluyla
edindiği eleştirel düşünme yeteneğiyle bilginin doğruluğunu ve güvenilirliğini ayırt
edebilir.
Çocuklarla felsefe çalışmalarında dikkat edilmesi gereken bazı temel
durumlar vardır. Öncelikle sınıfın tamamının tartışmaya dâhil olması
gerekmektedir. Sorgulama topluluğu şeklinde hareket etmesi beklenen sınıfta
çocuklar birbirlerini rahatça görebilmelidir. Ayrıca her çocuğun söz hakkı
alabilmesi için topluluğu oluşturan üyeler uygun sayıda olmalı ve iletişime uygun
şekilde oturmalıdır (Wartenberg (2009) Akt pınar Erdoğdu, 66).
Direk’e göre (2002) her grup 10 kişiden az 15 kişiden fazla olmamalıdır.
Sayının az olması farklı fikirlerin ortaya çıkışını zorlaştıracak ve öğrencilerin
birbirlerinden bir şey öğrenmeleri şansını azaltacaktır. Sayının fazla olmasında ise
yeteri kadar söz hakkı alamayan öğrencinin ilgisi dağılacaktır (Direk, 2002: s.23).
daha rahat ortaya koymaları sağlanabilir. Çocuklarla felsefe çalışan yetişkin, bir
öğretmen değil çocuğa saygılı bir kolaylaştırıcı olmalıdır.
Isınma önerileri
Yaratıcı drama yönteminin bazı teknikleri, özellikle küçük yaş grubuyla
yapılan felsefe çalışmalarında kullanılabilir. Örnekleri aşağıda yer almaktadır.
Ya / Ya da Oyunu: Sınıfın ortasına bir bant çekin. Bir “A mı, B mi?” sorusu
sorun. A diyenler bir tarafa, B diyenler bir tarafa geçsin, arada kalanlar
çizginin üzerinde dursun. Sonra herkes gerekçesini açıklasın. Örneğin:
Köpekler mi kediler mi? Çikolata mı dondurma mı? Sizi hangisi iyi bir
insan yapar? Kurallara uymak mı, başkalarını mutlu etmek mi?
Merak Balonu: Şimdi elimize bir balon olduğunu hayal edelim. Burnunla
derin bir nefes al ve düşün bu atölyede en çok neyi merak ettin? Şimdi
üfle içeri. Derin bir nefes al ve aldığını en ilginç hediyeyi düşün, üfle
balona. ….Harikasın, şimdi balonunu bağla ve sandalyenin altına koy.
3.Şapka: önce hiç olmayan ve işimize yarayabilecek bir şapka hayal edip
söyleyeceğiz. Öğretmen Neşe şapkası,…diyerek oyunu başlatır. Tüm
çocuklar sırayla fikrini söyler ve tartışmanın uyaranı olacak “Şapka” öyküsü
okunur.
Öyküye göre Kurbağa ve Murbağa çok sıkı iki dosttur. Kurbağa Murbağa’ya
doğum gününde bir şapka hediye eder. Ancak şapka Murbağa için fazla büyüktür.
Kurbağa özür dileyip başka hediye vermek ister. Murbağa kabul etmez.
Kurbağanın hediyesini sevdiğini söyleyerek şapkayı takar. Birlikte yürüyüşe çıkarlar
Yaratıcı drama ancak büyük şapka nedeniyle sağa sola çarpan Murbağa bir süre sonra bu güzel
yönteminin bazı hediyeyi kullanamayacağını söyler. İki dost bir süre birlikte üzülürler. Daha sonra
teknikleri, özellikle Kurbağa Murbağa’dan bu sorunu çözmek için gece yatağında büyük şeyler
küçük yaş grubuyla düşünmesini önerir. Böylece bu büyük düşüncelerin kafasını büyüteceğini
yapılan felsefe düşünür…
çalışmalarında
kullanılabilir. Tartışma Çemberi:
Açık Soru: Murbağa yatağında hangi büyük düşünceleri hayal edebilir?
•ÇİF tartışması için uygun uyaran olabilecek çocuk kitabı nasıl olmalıdır?
•Felsefi soru nasıl oluşturulur?
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Hem eleştirel hem de ilerlemeci eğitim felsefesinde görüşleri olan eğitim
felsefecisi kimdir?
a) Sokrates
b) William James
c) John Dewey
d) Paolo Freire
e) Jean-Jacques Rousseau
Cevap Anahtarı
1.c, 2.d, 3.b, 4.a, 5.e, 6.d, 7.e, 8.e, 9.d, 10.c
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Avcı, Nabi (2015). Felsefe Eğitimi ve Öğretimi Üzerine.
Çayır, N. (1995). Çocuklar için felsefe eğitimi üzerine nitel bir araştırma. Hacettepe
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Ankara.
Dewey, J. (2007). Deneyim ve Eğitim. (S. Akıllı. Çev.). Ankara: ODTÜ
Direk, N. (2002). Küçük Prens Üzerine Düşünmek. İstanbul: Pan Yayıncılık.
Erkızan, H. N. (2002). Küreselleşmenin Tarihsel ve Düşünsel Temelleri Üzerine,
Ankara:18, 61-75.
Freire, P. (1998). Ezilenlerin Pedagojisi. (D. Hattatoğlu, Çev.) İstanbul: Ayrıntı
Güven, B. (2019). Çocuklarla yapılan felsefe eğitiminde yaratıcı drama yönteminin
kullanılması. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans
Tezi, Ankara.
Ibanez, Félix Marti (1996). Felsefe Öyküleri, Çeviren: Hamide Koyukan,
Ankara:İmge Kitapevi.
Karakaya, Z. (2006). Çocuk Felsefesi ve Çocuk Eğitimi. Din Bilimleri Akademik
Araştırma Dergisi, 6(1), 23-37
Matthews, G. B. (2000). Çocukluk felsefesi. E. Çakmak (Çev.). İstanbul: Gendaş
Kültür Yayınları.
Mitchell, S. (2006). Socratic dialogue, the humanities and the art of the question.
Arts and Humanities in Higher Education, 5(2), 181-197. Akt. Çakır, M.
(2022) Felsefi bir öğrenme ortamı olarak Matthew Lipman’ın sorgulama
topluluğu Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış
Doktora Tezi, Ankara.
Noddings, N. (2020). Eğitim felsefesi. (R. Çelik. Çev.). Ankara: Nobel Akademik.
Özdemir, Ö. (2021). Felsefe Sınıfı, İstanbul: Nobel Akademik Yayıncılık
Taşdelen, V. (2015). Felsefenin Gülümseyen Yüzü: Çocuklarla Felsefe.
http://www.tdk.gov.tr/wp- content/uploads/2015/01/ 562.pdf adresinden
erişildi.
Tepe H. (Yay. Haz.). Çocuklar İçin Felsefe Eğitimi içinde (s.188-195). Ankara:
Türkiye Felsefe Kurumu.
Tepe, H. (2013). UNESCO verileri ışığında Dünya’da çocuklar için felsefe. İçinde B.
Çotuksöken ve H. Tepe (Yay. Haz.). Çocuklar için felsefe eğitimi, ss. 77-94.
Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları.
Uygur, N.. (1984). Felsefenin Çağrısı, İstanbul: Remzi Kitapevi.
Wartenberg, T. (2018). Küçük Çocuklar İçin Büyük Fikirler, Ankara: Sentez
Yayıncılık
• Çocukluktan Yetişkinliğe
• Ndembu Kültüründe TÜRK TOPLUMUNDA
Erginleme Töreni
• Türk Kültüründe Erginleme VE FARKLI
Töreni KÜLTÜRLERDE
ÇOCUK
Dr. Öğr. Üyesi Bahar
TAYMAZ
önemini öğrenebilecek,
• Geçiş törenlerinin kültürel ve
toplumsal işlevlerini kavrayabilecek,
• Ritüel sembollerinin önemini
anlayabilecek,
• Farklı geçiş töreni türlerini
öğrenebilecek,
• Geçiş törenlerindeki şemayı
kavrayabilecek, ÜNİTE
• Geçiş törenlerinin kültürlerarası
5
özelliklerini anlayabileceksiniz.
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Farklı Kültürlerde Çocukluk Dönemindeki Geçiş Törenleri
GİRİŞ
Ritüeller bir toplumun dünya görüşü, inanç sistemi, mitolojisi ve yaşanmış
deneyimleri hakkında pek çok şey içerir. Bu nedenle akademik bir disiplin halini
almaya başladığı ilk zamanlardan bu yana Kültürel Antropolojinin en dikkat çeken
çalışma alanlarından birisi olmuştur. Ritüel, “Bir grup insanın inançlarını
somutlaştıran ve bir süreklilik ve aidiyet duygusu yaratan, yıllar veya nesiller
boyunca düzenli olarak tekrarlanan bir eylem veya eylemler dizisi” olarak
tanımlanabilir (Davis-Floyd, 2010 s. 8). Ritüellerin gerçekleştirildiği yapılandırılmış
ve yerleşik bir eylemler ise tören veya ayin (rit) olarak adlandırılır. Ritüeller ve
törenler konusunda en önemli ve ilk kapsamlı kitap, Arnold van Gennep’in Geçiş
Ritleri (Les rites du passage, 1960 [1909]) adlı eseridir. Bu bölüm kapsamında
ritler, ayin kelimesinin genellikle dini bir süreci anımsatmasından dolayı ‘tören’
olarak kullanılacaktır çünkü ilerleyen sayfalarda da değinileceği üzere dini
törenlerin yanı sıra dini olmayan niteliğe sahip törenler de bulunmaktadır.
Geçiş törenleri, bir kişinin yaşamın bir aşamasından diğerine geçişini işaret
eder ve genellikle bir kişinin hayatındaki doğum, reşit olma, evlilik ve ölüm gibi
önemli dönüm noktalarında gerçekleşir. Bu törenler, bireylerin toplulukları içinde
bir aidiyet duygusu hissetmelerine yardımcı olmak, kültürel değerleri ve inançları
güçlendirmek ve yaşamın bir aşamasına ve diğerinin başlangıcına bir kapanış veya
çözüm duygusu sağlamak da dâhil olmak üzere birçok farklı işleve hizmet edebilir.
Geçiş törenleri, bir kişinin çocukluktan yetişkinliğe geçmesi veya belirli bir grup
veya topluma kabul edilmesi gibi bir sosyal statüden diğerine geçişi işaret eder.
Yoğunlaşma: Tek bir baskın sembol birçok farklı şeyi ve eylemi temsil
edebilir. Bu durumda bir yoğunlaşma, çok anlamlılık veya çok seslilikten
bahsedilebilir.
Hiç benzeşmeyen anlamların birleştirilmesi: Baskın semboller, gerek altta
yatan anlamları gerek benzer nitelikleri gerekse çağrışım yoluyla birçok
farklı özelliği tek bir sembol altında bir araya getirir.
Anlam kutuplaşması: Baskın semboller iki farklı anlam kutbuna sahiptir,
aynı anda zıt anlamları içeren iki farklı unsuru içinde barındırabilir. Tek bir
baskın sembol hem sosyal bir ihtiyaca hem de doğal bir gerekliliğe işaret
edebilir (Turner, 1967, s. 33-34).
GEÇİŞ TÖRENLERİ
Kimi zaman farkına varmadan bir parçası olduğumuz yaş, cinsiyet, eğitim,
meslek gibi statülerde bir durumdan başka bir duruma, ya da bir konumdan başka
bir konuma geçiş için gerçekleştirilen törenlerde bireyler, eski kimliklerinden
sıyrılarak yeni bir kimliğe geçiş yaparlar. Bu geçiş pek çok durumda gözle
görülebilen fiziksel bir değişim olmak zorunda değildir. Ancak geçiş töreninin
ardından içinde bulunulan yeni konumda, bireylerin ait oldukları toplumdaki
Çocukluktan Yetişkinliğe
Çocukluğun nerde bittiği ve yetişkinliğe ne zaman geçildiği arasındaki sınır
çok net olmamakla birlikte çeşitli disiplinlere göre farklı şekillerde tanımlanır.
Örneğin tıp bu sınırı belli fiziksel özelliklerin ortaya çıkmasıyla (bedendeki
bağlı olarak büyük ölçüde değişebilir, ancak bazı yaygın örnekler arasında kabul
törenleri ve erginleme ritüelleri olduğu görülür. Pek çok toplumda, bu ritüeller
fiziksel meydan okumaları veya cesaret testlerini ve ayrıca kültürel veya manevi
Araçsal sembol: geleneklerde eğitimi içerir. Bu geçiş törenlerinin nihai amacı, genç erkekleri
Anlamları yalnızca diğer yetişkinliğe ve beraberinde gelen sorumluluklara hazırlamaktır.
sembollerle ilişkili
olarak ortaya çıkabilen Kız çocukların geçiş törenleri, kültüre ve dine bağlı olarak büyük ölçüde
semboller. değişebilir, ancak bazı örnekler bir kızın ilk defa adet görmesi gibi reşit olma
törenleri, dövme yapma veya bedenin yaralanmasına yönelik törenler, evlilik
törenleri ve yeni doğmuş bir kıza isim verme töreni gibi doğum ritüellerini içerir.
Bir çocuğun geçmesi gereken geçiş törenleri semboliktir ve her birey için
önemlidir. Bu süreçler, yalnızca onların topluluklarının daha iyi üyeleri olmalarına
yardımcı olmakla kalmaz, aynı zamanda o kişinin toplumun bir üyesi olmaya hazır
olup olmadığı konusunda toplumun diğer üyelerine bir anlayış sağlar.
işlevi de görür. Ayrıca bir taraftan var olan toplumsal ilişkileri güçlendirerek
ailelerin sosyal ağlarını genişleten bir dayanışma alanı oluşturur (Ministry of
Culture and Tourism, 2023).
İyileşme süreci bir tür eşikte olma halidir. Sünnet olan aday henüz
yetişkinlerin dünyasına girememiştir ancak artık çocuk da değildir. Önceki
sayfalarda değinildiği gibi, bu süreçte giyilen kıyafetler (beyaz entari) herhangi bir
rütbeyi yansıtmaz. Toplu sünnet törenlerinde eşiktelik aşamasındaki çocuklar,
Victor Turner’ın komünitas olarak kavramsallaştırdığı yoldaşlardır. İyileşmenin
ardından yeni toplumsal statüsüne kavuşan bireyin artık yetişkinlerin dünyasına
adım attığı kabul edilir. Görüleceği üzere bir eginleme töreni olan sünnet törenleri,
Van Gennep ve Turner’ın önerdiği üçlü şemaya (ayrılma, eşiktelik, birleşme)
uygunluk göstermektedir.
Geçiş törenleri, bir bireyin doğum, ergenlik ve ölüm gibi yaşamın bir
aşamasından diğerine geçişini işaret eden törenlerdir. Kimlik, statü ve sosyal
rollerdeki değişiklikleri tanımanın ve kutlamanın bir yolu olarak hizmet ederler.
Geçiş törenleri, bir topluluğun üyeleri arasında paylaşılan bir kültürel kimliği, tarihi
ve değerleri güçlendirerek sosyal dayanışmaya katkıda bulunur. Ayrıca, insanları
ortak deneyimlerde bir araya getirebilir ve bireylere bir sosyal gruba üyeliklerini
teyit etmeleri için fırsatlar sağlar.
Bu bölümde kısaca değinmeye çalıştığımız geçiş törenleriyle ilgili genel bir
değerlendirme yapmak gerekirse, şunları söylemek mümkündür:
Örnek
bulunmaktadır. Bunların tamamı Van Gennep ve Turner’ın dikkat
çektiği üçlü şemayı içerir. Medeni halin değiştiği geçiş törenlerine
bakacak olursak, daha önce bekar olan birey sözlenerek veya
nişanlanarak bu medeni halinden ayrılır. Nişanlılık bir tür eşiktelik
sürecidir. Birey ne bekar, ne evlidir. Nikahın ardından birey yeni medeni
haliyle sosyal dünya ile yeniden birleşir ve artık kendisinden,
toplumdaki diğer evli insanlar gibi davranması beklenir.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Aşağıdakilerden hangisi Ndembu ritüellerinde düzenlenen erginleme
törenlerinde kullanılan ağacın adıdır?
a) Ardıç
b) Manolya
c) Mudyi
d) Defne
e) Zeytin
10. Bir geçiş töreni olarak sünnet ile ilgili verilen bilgilerden hangisi yanlıştır?
a) Sadece biyolojik bir süreci ifade eder.
b) Erkek çocukların toplumsallaşmasında önemli bir aşamadır.
c) Erkek çocuklarda yetişkinliğe geçişi sembolize eder.
d) Sünnet sonrasında erkek çocuklar, kadınların dünyasından uzaklaşır.
e) Erkek çocukların toplumdaki yerini radikal olarak farklılaştıran bir
uygulamadır.
Cevap Anahtarı
1.c, 2.d, 3.a, 4.e, 5.b, 6.b, 7.a, 8.c, 9.d, 10.a
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Ataseven, A. (2005). Tarih Boyunca Sünnet. İstanbul: Boğaziçi Yayınları.
Bayat, A. (2010). Tıp Tarihi. İstanbul: Merkezefendi Geleneksel Tıp Derneği
Yayınları.
Davis-Floyd, R. (2010). Birth as an American Rite of Passage. California: University
of California Press.
Doyle, D. (2005). Ritual Male Circumcision: A Brief History . J R Coll Physicians
Edinb, 35:279–285.
Ministry of Culture and Tourism. (2023). Circumcision. Republic of Türkiye Ministry
of Culture and Tourism: https://www.ktb.gov.tr/EN-
98542/circumcision.html adresinden alındı
Şahin, İ. (2020). “Dünya Kurmak”: Ritüel, Gerçeklik ve Dünya Görüşü. KARE(9, 133-
166).
Şişman, B. (2001). Samsun yöresinde geçiş dönemleriyle (Doğum, Sünnet, Evlilik ve
Ölümle) ilgili yaşayan halk inançları ve bunlara ait uygulamalar. Erdem İnsan
ve Toplum Bilimleri Dergisi, 445-470.
Taşıtman, A. (2013). Terbiye edilen bedenler, tecrübe edilen erkeklik: Sünnet
ritüeli. İstanbul, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü,
Basılmamış Yüksek Lisans Tezi.
Turner, V. (1967). The forest of symbols : aspects of Ndembu ritual. . Ithaca, N.Y.:
Cornell University Press.
Turner, V. (1969). The ritual process: Structure and anti-structure. Chicago: Aldine.
Van Gennep, A. (2022). Geçiş Ritleri. İstanbul: Nora Kitap.
6
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Çok Kültürlülüğe Birey Temelli Bir Yaklaşım: Özel Gereksinimlilik ve
Bireyselleştirilmiş İlk Okuma İçerikleri
GİRİŞ
Çok kültürlülük baskın bir kültür içinde farklı aidiyetleri olan bireylerin ya da
grupların tanınmasını, haklarının korunmasını ve birlikte yaşam becerisinin
geliştirilmesini savunan bir kültür modelidir. Ayrıca bu hakların yasalarla güvence
altına alınmasını da talep eder. Çok kültürlülük her ne kadar bir kavram olarak
görülse de aynı zamanda bir tartışmanın başlığı ve ana sorunsalıdır.
Öncelikli olarak Amerika, Kanada ve Avrupa merkezli bir siyasi söylem olan
çok kültürlülük; etnik, din ve cinsiyet gibi farklılıklara dayalı kültürel çeşitliliklerin
yaşadıkları zorluklara ve bu zorlukların nasıl aşılacağına dair soru ve sorunlar ile
bunların cevap ve çözümlerini konu alır. Çok kültürlülükte ilk betimlemeler,
tanımlar; milliyet, inanç, cinsiyet, ırk üzerinden ifade edilmişse de çok
kültürlülüğün “farklılık” ve “tanıma” iddiası zamanla çeşitli dezavantajlı grupları da
kapsamıştır. Bu sebeple çok kültürlülük, ayrılık ve bölünme değil bir bütünlük
olarak ele alınabilir (Song, 2020).
Her bireyin var oluşuyla birlikte kişisel özelliklerine, beceri ve yeteneklerine,
eşsiz ve biricik oluşuna vurgu yapılmasına rağmen özel gereksinimlilik durumu
çeşitli sebeplerle farklı değerlendirilmektedir. Tarihi süreçler içinde göz ardı
edilmiş hatta kimi zaman dışlanmış bir grup olan özel gereksinimli bireyler, zaman
içinde hak mücadelesiyle birlikte toplum içinde öncelikle var olabilme sonra da
birey olarak tanınma mücadelesini sürdürmüşlerdir. Son dönemlerde özel
gereksinimli bireylerin hak taleplerinin arzulanan seviyede olmasa da muhatap
bulması, toplumda görünürlülüklerinin artması, en önemlisi var olma mücadeleleri
engelliliği bir platform olmaktan çıkarıp bir yaşama kültürü haline getirme çabası
olarak yorumlanabilir.
Toplumlarda, normalin ne olduğu sorusu, yeterince açık ve herkesçe kabul
gören bir cevabı içermez. Örneğin, zekâ gibi çoklu fonksiyona sahip bir yetinin, bir
alanı zayıf ya da literatürdeki tanımıyla geriyken diğer alan(ların)ın beklenenin
üstünde ya da ileri olması gibi sorgulanabilir durumlar aslında geleneksel
adlandırmaların da tartışmaya açık olduğunun basit bir göstergesidir. Diğer yandan
Özel gereksinimli
engelli olarak adlandırılan ya da etiketlenen bireylerin sadece bu alan üzerinden
bireyler, insan
tanımlanması diğer özelliklerinin, daha geniş anlamda kim olduklarının göz ardı
çeşitliliğinin bir
parçasıdır. edilmesine sebep olabilmektedir. Oysaki dün olduğu gibi bugün de “engelilik”,
insan çeşitliliğinin bir parçasıdır (Gilson ve Depay, 2000).
Çok kültürlülük kavramının popülerleşmesi diğer dezavantajlı gruplar gibi
özel gereksinimli bireylerin de yaşam koşulları, eğitim, sağlık, sosyalleşme gibi
birtakım sorunlarının eskisinden daha farklı bir yaklaşımla ele alınmasına katkıda
bulunmuştur. Bir kişinin kimliğini belli bir sınır içinde ele almak yerine sınırları
Çok kültürlülük, genişletip, zenginleştirme çabası bireye, topluma güçlü ve anlamlı fayda
farklılıklarla birlikte
sağlayacağı düşüncesiyle birtakım iyileştirmeler yapılması modern toplumlarda bir
yaşama becerisidir.
talepten ziyade zorunluluk haline gelmiştir.
kültürlülük esasına göre yapılandırılması, eşit ve adil eğitim hakkı için iyi bir
seçenek olarak düşünülebilir. Ancak bu şekilde okullar ve eğitim süreci tipik olan
ve olmayan bireyler için farkındalık oluşturma, farkındalıkları arttırma, keşfetme
ve birlikte yaşama becerisi kazandırma konusunda üzerlerine düşen görevi ve
sorumluluğu yerine getirebilir.
Her coğrafyada, inançta, cinsiyette ya da ırkta özel gereksinimliliğin bir
görünümü vardır. Ayrıca yaşamın her evresinde ortaya çıkabilen bu durum,
mevcut olanlar kadar potansiyel mevcutları da ilgilendiren yanıyla genel
popülasyonu da kimi zaman direkt kimi zaman dolaylı biçimde etkilemektedir. Çok
kültürlü eğitim modellerinin farkındalığı ve kabulü savunan aynı zamanda teşvik
eden içeriği, bireylerin okullaşma sürecinin en üst düzeye çıkarılmasını aynı
zamanda seçenekleri de barındırmasını hedefler. Çocuğun yüksek menfaati
düşünülerek oluşturulmuş yasalarla birlikte, çok kültürlü eğitim modelleri özel
gereksinimli bireyler için faydalı bir seçenek olarak değerlendirilebilir.
Özel gereksinimlilikte, bireysel ve sosyal streslerden kısmen ya da tamamen
uzaklaşılması bireyin kabul süreçlerinin sağlıklı bir şekilde gelişmesine katkıda
bulunur. Bunun ilk adımlarından biri de toplumsal kabulün gerçekleşmesidir ve bu
durumun arzulanan seviyeye ulaşması da özel gereksinimli bireylerin sosyal hayat
içine dâhil edilmesiyle gerçekleşebilir.
Çok kültürlü eğitim anlayışı, özel gereksinimli bireyler kadar tipik gelişim
gösterenler için de farklılıkları tanımak, saygı duymak ve empati yeteneğini
geliştirmek için fırsat olabilir. Özel gereksinimli bireyler için içerik olarak farklı
ancak eşit eğitim modelleri, bu dönüşüm için ideal ortamı desteklemelidir. Bu
Özel gereksinimlilik
eğitim modellerinin, adil olmayan argümanları zayıflatıp adil olanları güçlendirecek
modern toplumlarda
çok kültürlülüğün bir bir içeriğe sahip olması beklenir. Ancak bu şekilde çok kültürlülük teorileri,
parçası olarak görülür. beklentileri olumlu bir sürece dönüştürebilir (Boda, 2017).
Dezavantajlı bireyleri, hâkim kültürün ve anlayışın isteklerine koşulsuz
uyuma zorlayan tek tip eğitim modelleri yerine yasal düzenlemelerle
güçlendirilmiş, uygulama alanları geniş, kapsayıcı, arzulanan sonuçlar için sürekli
yenilenen ve değişime uyumlu modeller geliştirilmelidir.
birlikte başlaması ve ihtiyaçlara göre yaşam boyu devam etmesi gereken bir
süreçtir. Bu sebeple çocuğun yaşı, zorunlu eğitim yaşının altında da olsa özel
eğitim sürecinin başlaması çocuğun gelişimi için oldukça önemlidir.
Özel gereksinimli birey,
Literatürde okul öncesi dönem, Erken Çocukluk Dönemi ve Okul Öncesi
bireysel, gelişim
özellikleri ve eğitim Dönem olmak üzere 2 ana başlıkta ele alınır. Özel gereksinimli bireylerin eğitim-
yeterlilikleri açısından öğretim planlaması da bu 2 dönem dikkate alınarak Milli Eğitim Bakanlığı
akranlarından anlamlı bünyesinde yer alan Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürlüğü
düzeyde farklılık tarafından hazırlanır. Bu birim, özel gereksinimli çocuklar için gerekli içerikleri
gösterenlere denir. hazırlamak, aile, okul, öğretmen ve öğrencilere kılavuzluk etmek, gerekli koşulların
oluşması için yardımcı olmak üzere çalışmalar yapar (MEB 2022).
Özel gereksinimli çocukların 0-36 aylık dönemini kapsayan Erken Çocukluk
Dönemi Özel Eğitim Programının içeriği; bilişsel gelişim alanı, alıcı ve ifade edici dil
gelişim alanı, kaba ve ince motor gelişim alanı, sosyal-duygusal gelişim alanı,
uyumsal beceriler gelişim alanı olarak belirlenmiştir. 37-72 ayı kapsayan dönem ise
Okul Öncesi Özel Eğitim Programı olarak tanımlanmıştır ve erken çocukluk dönemi
eğitim-öğretim programının içeriğinde yer alan ve yukarıda sıralanan başlıklar bu
dönemde de devam ettirilmiştir. Bu eğitim süreci birtakım sınırlılıklar olsa da
devlet tarafından desteklenmektedir (MEB, 2022).
Zorunlu eğitim sürecinin aslî unsurlarından biri de bireyin sosyalleşmesidir.
Farklı sebeplerle bu ihtiyaçları gerçekleşmemiş ya da gerçekleşememiş özel
gereksinimli bireylerin sosyalleşmeleri, eğitimin başarısı ve bireyin gündelik hayata
katılımının sağlanması açısından vazgeçilemez bir konudur. Özel eğitim, bir
uzmanlık alanıdır ve alan uzmanı personel tarafından yürütülmesi gerekmektedir.
Bunun yanı sıra özel eğitim için özel olarak hazırlanmış/tefriş edilmiş, gerekli
materyallerle donatılmış bir sınıf ortamı hazırlanmalıdır. Her ne kadar genel bir
içeriği olsa da öncelikle tıbbi tanıları, bireysel farklılıkları dikkate alarak
oluşturulmuş bir eğitim programına sahip olması beklenir.
Özel gereksinimli bireylerin bağımsız yaşama becerisi kazanması sadece
bireyin gelecekteki yaşantısı için düşünülmemeli, her bireyin bağımsız yaşama
becerisi kazanmasının devletin malî ve sosyal politikaları için de önemine ve
Özel eğitimde gerekliliğine vurgu yapılmalıdır.
bireyselleştirilmiş bir
program, alan uzmanı Özel Gereksinimli Bireylerin Okuma Becerisi ve
öğretmen, aile, okul ve
akran desteği
Bireyselleştirilmiş İçerikler
hedeflenen seviyeye Her birey için yeni bir deneyim ya da başlangıç birtakım kaygı, korku, telaş
ulaşmak için oldukça
gibi süreçleri içerebilir ve bu süreçler uygun tutum ve davranışlarla giderilebilir.
önemlidir.
Özel gereksinimli bireyler için ise farklı sebeplerle durum biraz daha karmaşık ve
uzun bir süreci gerektirebilir. Bu sebeple bireyselleştirilmiş bir program, alan
uzmanı öğretmen, aile, okul hatta akran desteği hedeflenen seviyeye ulaşmak için
oldukça önemlidir.
Eğitim deneyiminin en önemli aşamalarından biri de okuma-yazma
becerisidir. Bu becerinin zorunlu eğitim çağındaki çocuklarda belli bir seyir
Okuma metni olarak bir hikâye vb. seçilmişse kişi, mekân, zaman gibi
unsurlar kademeli olarak (……………) şeklinde boş bırakılıp çocuğun seçimlerine
olanak tanıyacak şekilde, tanıdık bir kişi, mekân vb. unsurlarla ilgi çekici hâle
Özel gereksinimli getirilebilir. Böylelikle çocuğun yaşam pratikleri dikkate alınarak hazırlanmış bir
bireyler için üretilmiş
içerik, okuduğunu anlama aşamasına katkıda bulunabilir. Örneğin hiç müzeye
kitaplar ve metinler
gitmemiş özel gereksinimli bir çocuğa müzelerle ilgili bir metin okutmak, anlatmak
işaretlenmeli ve kendi
içinde basitten zora yerine öncelikle kendi yaşam pratiklerine uygun ev, park, bahçe, sokak vb.
doğru bir dizi olarak mekânları konu edinen bir metin seçilmesi daha uygun olabilir.
tasarlanmalıdır.
Klasik formların dışında mektup, günlük gibi edebî türler gerçeklik algısı ve
bireyselleştirilmeye uygunluklarıyla ilgi çekici hâle getirilebilir. Örnek:
•Günlük
Örnek
Bazı klişe formatlar göz ardı edilerek hazırlanmış, kişiselleştirilmiş bir içeriğe
sahip mektup ya da notlar, aile-öğretmen işbirliğiyle oluşturulabilir. Örnek:
Özel eğitimde
kullanılacak ilk okuma
metinleri çocuğun •Merhaba Mert,
•Ben Öztan (Kendini tanıtma). Seninle top oynamak istiyorum (İstek ya
Örnek
ilgisine göre
kişileştirilerek okuma da ihtiyaçlarını dile getirme). Benim topum kayboldu (Durumu izah
etme). Yarın topunu getirir misin? (İstek ya da ricada bulunma, zaman
süreci desteklenebilir.
kavramına ilişkin sözcük kullanma).Özlem öğretmenimden izin aldım
(Sosyalleşme için kuralları öğrenme). Birlikte oynarız. Şimdi resim
yapıyorum (Ânı betimleme, var olan bir durumu ifade etme). Kırmızı
topunu getirmeyi unutma! (Sıfatları kullanma, betimleme, hatırlatma
yapma). Görüşürüz, hoşça kal (Selamlaşma, vedalaşma vb.).
Örnek
•Elif …………………. kalemleri çok seviyor. Annesi ona ……………… renk bir
kalem aldı. Elif ………………… renkli kalemini sınıfa getirdi..
Örneğin, aile konulu bir okuma parçasında aileyle işbirliği yapılarak metinler
kişiselleştirilebilir, aile üyeleri ve yapısı dikkate alınarak aşağıdaki gibi bir
düzenleme yapılabilir.
Örnek
Örnek
3, 5… Ela’nın ablası Ece birlikte sayalım dedi. Ela ile Ece saymaya
başladılar; 1, 2, 3, 4” yerine
•“Ela oyuncak arabalarıyla oynuyordu. Arabaları saymaya başladı. 1, 2,
3, 4 . Ela’nın ablası Ece birlikte sayalım dedi. Ela ile Ece saymaya
başladılar; 1, 2, 3, 4” metni tercih edilebilir.
•Geleneksel kültürel formlar bireyleri tanımlarken daha çok normal, tipik gibi
birtakım çerçeveler çizer. Bireyin fiziksel, zihinsel ya da ruhsal durumu bu
tanımların dışına çıktığında ise farklılıkların anlamlandırılıp tanımlanması
toplumsal yapı ve farkındalıkla ilişkili olmakla birlikte çoğu zaman acıma,
dışlama ya da en pasif hâliyle görmezden gelme hâline dönüşür. Bu olumsuz
Özet
kültürel etiketlemeler yapılırken ister doğuştan ister sonradan ortaya çıkan
bir durum olsun dün olduğu gibi bugün de özel gereksinimliliğin insan
çeşitliliğin bir parçası olduğu gerçeği dikkatlerden kaçar.
•Özel gereksinimli bireylerin okullaşma sürecine katılması kadar eğitimlerinin
sürekli ve erişilebilir olması da önemlidir. Bu sebeple Milli Eğitim Bakanlığı
farklı yaş gruplarını ve tanıları dikkate alan özel eğitim içerikleri ve ortamları
sunmaktadır. Özel eğitim uzmanı öğretmenler, bireyselleştirilmiş içerikler
çerçevesinde bu eğitim programlarını yürütürler.
•Eğitim sürecinin en temel becerileri arasında okuma ve yazma becerisi gelir.
Özel gereksinimli bireylerde okuma becerisinin hedeflenen seviyeye
ulaşması için metnin içeriği; somut-soyut kavramlar açısından düzenlenmeli,
konular gündelik hayat pratiklerinin oluşmasına ve sürdürülebilmesine
destek olmalı, görsellerin içerikle uyumlarına dikkat edilmeli, okuma becerisi
kadar okuduğunu anlama üzerinde de yoğunlaşılmalıdır.
•Bireyselleştirilmiş içerikler hazırlamak zor ve zahmetli bir süreç olsa da aile,
öğretmen ve okul işbirliğiyle gerçekleşebilir niteliktedir. Özel
gereksinimliliğin durumu ve seviyesine göre teknolojinin olanaklarından
yararlanılması, tanı gruplarına göre disiplinlerarası bir çalışmayla bireysel
içeriklerin üretilmesi ve uygulanması, çıktıların bir sonraki eğitim aşaması için
tartışılması gerekir.
•Çok kültürlülük baskın bir kültür içinde farklı aidiyetleri olan bireylerin ya da
grupların tanınmasını, haklarının korunmasını ve birlikte yaşam becerisinin
geliştirilmesini savunan bir kültür modelidir.
•Özel gereksinimli bireylerin eğitim-öğretim planlaması da bu 2 dönem
dikkate alınarak Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde yer alan Özel Eğitim ve
Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanır.
•Her bireyin var oluşuyla birlikte kişisel özelliklerine, beceri ve yeteneklerine,
eşsiz ve biricik oluşuna vurgu yapılmasına rağmen özel gereksinimlilik
durumu çeşitli sebeplerle farklı değerlendirilmiştir.
•Bireylerin sadece bu alan üzerinden tanımlanması diğer özelliklerinin, daha
geniş anlamda kim olduklarının göz ardı edilmesine sebep olabilmektedir.
Oysaki dün olduğu gibi bugün de “engelilik”, insan çeşitliliğinin bir parçasıdır.
•Dünya nüfusunun yaklaşık %10’unu ülkemizin nüfusunun ise yaklaşık
%12’sini özel gereksinimli bireylerin oluşturduğu göz önüne alındığında,
aslında hiç de azımsanmayacak bir topluluğun ve bu toplulukla doğal ve
dolaylı olarak ilişkili bir nüfusun varlığından ve hak taleplerinden bahsedildiği
gerçeği ortaya çıkar.
•Bireyin topluma dâhil olma şekillerinden biri de doğal olarak okullaşma
sürecidir. Bireyin kabul görme ve sosyalleşme alanlarından biri olan okulların
çok kültürlülük esasına göre yapılandırılması, eşit ve adil eğitim hakkı için iyi
bir seçenek olarak düşünülebilir.
•Çok kültürlü eğitim modellerinin farkındalığı ve kabulü savunan aynı
zamanda teşvik eden içeriği, bireylerin okullaşma sürecinin en üst düzeye
çıkarılmasını aynı zamanda seçenekleri de barındırmasını hedefler. Çocuğun
yüksek menfaati düşünülerek oluşturulmuş yasalarla birlikte, çok kültürlü
eğitim modelleri özel gereksinimli bireyler için faydalı bir seçenek olarak
değerlendirilebilir.
DEĞERLENDİRME TESTİ
1. Bireysel, gelişim özellikleri ve eğitim yeterlilikleri açısından akranlarından
anlamlı düzeyde farklılık gösterenlere …………………………….. denir.
Yukarıda verilen tanımda boşluğa aşağıdakilerden hangisi gelmelidir?
a) Özel eğitim
b) Özel ihtiyaç
c) Özel gereksinimli birey
d) Özel yetişkin
e) Özel çocuk
Cevap Anahtarı
1.c, 2. e, 3.d, 4.a, 5.a, 6.e, 7.d, 8.a, 9.b, 10. b
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Boda, P.A. (2017) Disability Studies, Multiculturalism and Urban Science
Education: A Mixed-Methods Phenomenography of Graduate Student
Learning, Colombia University, Phd Thesis.
Burcu E. (2011). Türkiye’deki engelli bireylere ilişkin kültürel tanımlamalar: Ankara
örneği, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 28 (1), 37-54.
Çağıltay, K. & Karasu, N. & Çakır, H. & Kaplan Akıllı, G. (2015). Özel Eğitim
Öğrencilerine Yönelik Teknoloji ile Zenginleştirilmiş Öğrenme Ortamları
Kullanarak Temel ve Bilişsel Kavramların Öğretimi ve Etkililiğinin
Araştırılması Sonuç Raporu (TÜBİTAK-SOBAG 1001 Projesi).
https://open.metu.edu.tr/handle/11511/49679 adresinden erişildi.
Dağlarca, F.H. (2008). Yaramaz Sözcükler, İstanbul: YKY
Gilson S.F. & Depoy E. (2000). Multiculturalism and Disability: A critical
perspective, Disability & Society, 15(2), 207-218.
Milli Eğitim Bakanlığı (2022) Özel Eğitim Alanı. Aralık 2022 tarihinde
https://orgm.meb.gov.tr/www/ozel-egitim-alani/icerik/1951 adresinden
erişildi.
Milli Eğitim Bakanlığı (2022). Özel Eğitime İhtiyacı Olan Bireyler İçin (0-36 Ay)
Öğretim Programı. Aralık 2022 tarihinde
https://orgm.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2018_10/09145213_Erkencocu
kluk.pdf adresinden erişildi.
Milli Eğitim Bakanlığı (2022). Özel Eğitime İhtiyacı Olan Bireyler İçin (37-78 Ay)
Öğretim Programı. Aralık 2022 tarihinde
https://orgm.meb.gov.tr/meb_iys_dosyalar/2018_10/09145549_Okul_Ynce
si_son_pdf.pdf adresinden erişildi.
Öztürk, H. & Afacan, K. & Demirtaş-İlhan, S. (2022) Özel gereksinimli bireyleri konu
alan okul öncesi dönem resimli öykü kitaplarının incelenmesi, Ankara
Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Özel Eğitim Dergisi, 23(1), 1-21.
Song, S. (2020) "Multiculturalism", The Stanford Encyclopedia of Philosophy
Edward N. Zalta (ed.), Erişim: Aralık 2022 tarihinde
<https://plato.stanford.edu/archives/fall2020/entries/multiculturalism/>.
Adresinden erişildi.
tanımlayacak,
• Toplumsallaşmanın unsurlarını
anlayacak,
• Çocuğun farklı kültürlerde
toplumsallaşmasını açıklayabilecek
• Kültürel farklılıkların
toplumsallaşmaya etkisini
çözümleyeceksiniz.
ÜNİTE
7
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Farklı Kültürlerde Çocuğun Toplumsallaşması
GİRİŞ
Toplumsallaşma kavramı, eş anlamlısı olarak görülen sosyalleşme kelimesi
ile günlük hayatta çok fazla kullanılmaktadır. Kullanım sıklığı kavramın bilinirliliğini
arttırsa da anlamının açıklanması konusunda zorluklar yaşanmıştır. Sosyal bilimler
literatüründe de toplumsallaşma çok kolay ifade edilebilen bir kavram olmamıştır.
1800’lü yılların sonunda farklı disiplinler tarafından tartışılmaya başlanan kavram
günümüzde hala güncelliğini korumaktadır. Bunun sebeplerinden birisi psikoloji,
antropoloji, sosyoloji, iletişim gibi alanları kapsayarak multidisipliner bir konu
oluşudur. Bir diğer nedeni ise değişen toplum ve aile yapısıdır. Bu nedenler ile
Toplumsallaşma, birlikte toplumsallaşma da doğrudan ve dolaylı olarak değişmektedir.
sosyalleşme kelimesi ile
Toplumsallaşma en basit tanımı ile bireyin topluma uyum sağlama sürecidir. Bu
eş anlamlı
kullanılmaktadır. süreç çocukluktan başlar ve ölüme kadar devam eder. Çocukluk yıllarından
itibaren başlayan toplumsallaşma, bireyin ilerleyen hayatındaki kararlarını,
görüşlerini, tutumlarını, normlarını ve duygularını etkileyecektir.
Bu bölümde iletişim, toplum, aile ve çocuk kavramlarından yola çıkarak
farklı kültürlerde çocuğun toplumsallaşması anlatılacaktır. İnsanlar iletişimle,
toplum da aileyle ayrılmaz bir bütündür. Bu sebeple toplumsallaşma tüm bu temel
kavramlar üzerine kurulmuştur. Tüm kültürlerde toplumsallaşma süreci
sonucunda bireyin topluma uyum sağlanması beklendiğinden, toplumsallaşmanın
çıktısı benzerlik gösterir. Buna karşın toplumlar birbirinden ayrılır. Örneğin bireyci
ve toplulukçu kültürlerin kendi bireylerinden bekledikleri uyum farklıdır. Bu
beklenti toplumsallaşma sürecini de etkiler. Toplumların özelliklerinden, değer ve
normlarından kaynaklanan farklılıklar çocuğun toplumsallaşma sürecinin
toplumdan topluma farklılık göstermesine sebep olur. Çocuğun sağlıklı bir
toplumsallaşma süreci bu farklılıkların bilinmesine ve dikkate alınmasıyla da
bağlantılıdır.
Toplumu oluşturan temel yapılardan birisi olan aile, “evlilik ve kan bağına
dayanan, karı, koca, çocuklar, kardeşler vb. kişiler arasındaki ilişkilerin oluşturduğu
toplum içindeki en küçük bütün” (Ağdemir, 1991) olarak tanımlanır. Çocuk
Dünya üzerindeki her kavramı ise genellikle hukukun ve buna bağlı olarak toplumun belli bir yaşın
çocuğun çocuk olma altındakileri tanımlama şekli olarak karşımıza çıkar. Birleşmiş Milletler Çocuk
hakkı Birleşmiş Milletler
Hakları Sözleşmesi, çocuğu 18 yaşından küçük insan olarak tanımlamaktadır.
Çocuk Hakları
Sözleşmesi’nin çıkış Bunun sebebi çocuğun 18 yaşını tamamlayıncaya kadar korunması gerektiği
noktasıdır. düşüncesidir.
Dünya üzerindeki her çocuğun çocuk olma hakkı vardır. Birleşmiş Milletler
Çocuk Hakları Sözleşmesi bu noktadan hareketle, yaşadığı anda çocuğa hem çocuk
hem de birey olarak haklar tanıyan, aynı zamanda da geleceğin hür düşünceli, açık
fikirli, yaratıcı, insanlığın gelişmesine katkıda bulunabilecek bireylerin
yetiştirilmesini amaçlayan bir sözleşme olarak varlığını sürdürmektedir.
Sözleşmede geleceğin bireylerinin yetişmesinde toplumsallaşmanın önemi
vurgulanmış, çocuğun katılımı ile ilgili maddeler açıkça belirtilmiştir. Bu
maddelerden birkaçı şu şekildedir;
Toplumsallaşma, Görsel 7.1. Geleneksel ve Verilmesi İstenen Çevre Eğitiminin Karşılaştırılması (Hart, 2016)
çocuğun içerisinde
Bu beceriler çocuklara kendilerini içinde bulundukları toplum koşullarına
bulunduğu toplumun
uyarlamalarını ve bu koşullara göre gelişmelerini sağlayabilmektedir. Burada
bir parçası haline gelme
sürecidir. kullanılan gelişim kavramı sadece çocuğu yetişkinlik dönemine hazırlanması
Toplumsallaşma, aile anlamına gelmemektedir.
içerisinde, küçüklük
Gelişim aynı zamanda çocukluk dönemi için, yani çocuğun şimdiki yaşamı
sürecinde başlar.
için en elverişli koşulların oluşturulması anlamına gelir. Burada söz konusu olan bu
süreç, çocuğun toplumsallaşma ve bunun için yürütülen eylemlerin toplamıdır.
Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre bu süreçte devletler, çocuğun
bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaksal, psikolojik ve toplumsal gelişimini, insanın
saygınlığı ile uyumlu biçimde gözetecekler; çocuğun toplumda özgür bir birey
olarak yaşamını sürdürmesi için gerekli önlemleri alacaklardır. Bu önlemler
çocuğun toplumsallaşma sürecini kolaylaştırmaya yöneliktir.
ÇOCUĞUN TOPLUMSALLAŞMASI
Toplumsallaşma, çocuğun içerisinde bulunduğu toplumun bir parçası haline
gelme sürecidir. Başka bir deyişle içerisinde bulunulan topluma uyum
sağlamasıdır.
Toplumsallaşma süreci çocuğun aile ile tanıştığı küçüklük süreci ile başlar.
Türk Medeni Kanunu’nda küçüklüğün başlangıcı kişiliğin kazanılmasına
bağlanmıştır. Bu küçüklük ise kişinin düşünsel olgunluğa ulaşması ile sona erer.
Ancak toplumsallaşma insanın doğumundan ölümüne kadar içerisinde bulunduğu
bir süreci betimlemektedir. Bu yönüyle bakıldığında hayatın öğrenerek, değişerek,
uyum sağlayarak ve sosyalleşerek sürdürüldüğü söylenebilir.
Toplumsallaşma ile sosyalleşme kavramlarının eş anlamlı olarak
görülmektedir. Türk Dil Kurumu toplumsallaşmayı “bireyin kişilik kazanarak belli
bir toplumsal çevreye hazırlanması, toplumla bütünleşmesi süreci, sosyalleşme”
sağlar” (ÇHS., m.12.1) maddesi ile güvence altına almıştır. Maddede görüldüğü
gibi çocuğun bu hakkının korunması devletin sorumluluğuna verilmiştir. Ancak,
çocukların toplumsallaşması ve buna bağlı olarak görüşlerini ifade etmesi için
ailenin, kamuoyunun ve ilgili kurumlarda çalışan kişilerin de bilinç ve duyarlılık
düzeyleri önemlidir. Bu kişilerin çocukları ne yönde teşvik edeceği, görüşlerine
önem verip vermeyeceği toplumsallaşma için önem arz etmektedir. Bu kişilerin
sağlıklı bir toplumsallaşma için çocukların katılımını teşvik edecek bilinçte olmaları
beklenmektedir.
Çocuğun toplumsallaşma sürecini yaşadığı ve böylelikle katılım sağladığı
ortamlar aile, çevrenin korunması, sürdürülebilir kalkınma, medya, okul ve genel
politikalar şeklinde çoğaltılarak örneklendirilebilir. Günümüzde çocukların katılım
sağladığı, fikirlerini açıkça beyan edebildikleri ve bir parçası haline geldikleri
ortamlar arttırılmaya çalışılarak daha sağlıklı bir toplumsallaşma süreci
oluşturulmaya çalışılmaktadır.
Yukarıda bahsedildiği gibi toplumsallaşmada kültürel yapı, değerler, yargılar
ve inançlar sürecin şekillenmesinde büyük rol oynamaktadır. Çocuk ise tüm bu
unsurlar ile ilk kez aile içerisinde tanışır. Bu sebeple çocuğun hayatının geri kalanı,
yani toplumsallaşması, bu tanışma sürecine göre şekillenir.
Toplumsallaşma ve Aile
Toplumsallaşmanın ilk görüldüğü yer olan aile, her toplumda toplumun yapı
Sağlıklı bir taşı olarak görülmektedir. Aileyi Türk toplumunun temeli olarak tanımlayan
toplumsallaşma süreci
Anayasa’nın 41. Maddesi de ailenin birey ve toplum hayatındaki önemi
için çocuğun katılım
vurgulanmıştır. Bu maddede açıklandığı gibi devletin kendisi ailenin korunması için
sağlayabildiği ve
fikirlerini açıkça gerekli düzenlemeleri yapmalıdır. Bu düzenlemeler aile kurumuna anayasal
açıklayabildiği koruma sağlanmıştır. Bu koruma ise toplum düzeni ve toplumsallaşma için gerekli
ortamlarda gereklidir. şartlardan birisidir.
Tarih ile birlikte yaşam şartlarının değişmesi aile yapısında da değişiklikleri
beraberinde getirmiştir. “Aileler genel olarak tarihsel gelişim geçirmişlerdir. Eski
devirlerde geniş ataerkil aile, Orta Çağ’da küçük ataerkil aile çoğunlukta iken,
yerlerini günümüzde modern demokratik aile almıştır” (Ağdemir, 1991). Ailedeki
bu değişimi politik, ekonomik ve kültürel etmenler etkilemiştir. Ailedeki değişimler
toplumsallaşmayı, toplumsallaşma ise toplumu değiştirerek günümüzdeki
demokratik kültürü oluşturmuştur. Daha farklı bir anlatım ile, günümüzde
bireylerin toplumsal alanda daha merkezi bir konuma gelmesi ve toplumsal
rollerde ortaya çıkan değişiklikler, aile tiplerindeki farklılaşmayı da beraberinde
getirmiştir. (Cezayirli, 2004)
Aile yapısının bu gelişim ve değişim sürecini etkileyen unsurlar içerisinde
aynı zamanda kadın ve çocuk gelmektedir. Toplum içerisindeki kadınların ve
çocukların daha özgür bir yaşam talebi ve bunu sağlayabilecekleri ekonomik güç
geliştikçe toplumsallaşma süreci etkilemiştir.
Aile aynı zamanda “diğer toplumsal kurumlarla iletişimde sosyo-kültürel
belirleyiciliğe sahiptir” (Cezayirli,2004). Ailede başlayan toplumsallaşma süreci
Toplumsallaşma ve Kültür
Kültür kuşaktan kuşağa aktarılan, belirli bir grup insanın davranış örüntüleri,
inançları ve diğer ürünleri olarak tanımlanmaktadır (Santrock, 1998). Kültürel
inançlar hem sembolik olarak bir miras bırakılmasını sağlar hem de normların ve
ahlakın standartlarını oluşturur. Böylelikle kültürel inançlar toplumsallaşmanın
kurallarını da oluşturmuş olur.
UNESCO tarafından düzenlenen Dünya Kültür Politikaları Konferansı Sonuç
Bildirgesi’ne göre “en geniş anlamıyla kültür, bir toplumu ya da toplumsal bir
grubu tanımlayan belirgin maddi, manevi, zihinsel ve duygusal özelliklerin
bileşiminden oluşan bir bütün ve sadece bilim ve edebiyatı değil, aynı zamanda
yaşam biçimlerini, insanın temel haklarını, değer yargılarını, geleneklerini ve
inançlarını da kapsayan bir olgu”dur (UNESCO, 1982 aktaran Oğuz, 2011).
Antropologlar, toplumsallaşma kavramını “kültüre girmek” ya da
kuşaklararası kültürel aktarım sürecine gönderme yapmak için kullanmışlardır
(Çoştu, 2009). Özellikle 1930’lu yıllarda yaygın olan ve toplumsallaşmada
kültürleşme kuramı olarak da geçen bu bakış açısında bir önceki başlıkta açıklanan
genetik kuramın yanı sıra kültürün de toplumsallaşma için ana unsur olduğu kabul
edilmiştir (Akay, 2006).
Toplumsallaşmada kültürleşme kuramına ve bu bağlamda çalışmalarını
yürüten antropologlara (Kroeber ve Malinowski gibi) göre; toplumsallaşma
sürecinde toplumun kültürü bireye aktarılırken aynı zamanda bireyin kişilik
oluşumu da topluma aktarılır (Akay, 2006). Bu sebeple her kültür farklılık gösterir.
Kişilik gelişimi, cinsiyet ile ilgili roller, çocuğun yetiştirilmesi gibi sosyo-
psikolojik unsurların hepsi kültürden etkilenir ve kültürden kültüre göre de
değişkenlik gösterir. Toplumsallaşma süreci bu bağlamda çocuk için aynı zamanda
bir sosyo-psikolojik uyum, öğrenme ve gelişim sürecidir.
Toplumsallaşmanın bir başka kuramı olan öğrenme ve davranış kuramında
da kültürel öğrenme süreci üzerinde durulur. Bu kuramın temsilcilerine göre
toplumsallaşma devam eden süreçlerin bir etkisi ve olması istenilen süreçlerin bir
nedenidir (Akay, 2006). İnsanın kişiliği hem kültürün bir sonucu hem de bir nedeni
olarak görülmüştür.
•Dünya üzerindeki her çocuğun çocuk olma hakkı vardır. Bu hak Birleşmiş
Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi ve yerel kanunlar tarafından korumaya
alınmıştır. Devletlerin ve uluslararası yasaların sağlamaya çalıştığı bu
koruma; yaşadığı anda çocuğa hem çocuk hem de birey olarak haklar
tanıyan, aynı zamanda da geleceğin hür düşünceli, açık fikirli, yaratıcı,
Özet
insanlığın gelişmesine katkıda bulunabilecek bireylerin yetiştirilmesini
sağlamaktadır.
•Çocuğun toplumsallaşması, doğumundan ölümüne kadarki süreyi kapsayan
ve hayatını şekillendiren bir süreç olarak karşımıza çıkmaktadır.
Toplumsallaşma kısaca çocuğun topluma uyum sağlaması olarak
tanımlanabilmektedir. Toplumsallaşma kavramı iletişim ve toplumun
kendisinden bağımsız olarak düşünülmemelidir. Toplum bireylerin birbirleri
ile bağları olan insanların bir arada olması ile oluşur. Bireyler arasındaki bu
bağlar ise iletişim ile sağlanır.
•Bu süreçte toplumsal farklılıklar çocukların kararlarını, yapılarını, bireysel
özelliklerini ve özellikle de iletişimlerini etkilemektedir. Çocuğun
toplumsallaşma sürecinin şekillenmesinde en etkili unsurlar kültürel yapı,
değerler, yargılar ve inançlar sayılabilmektedir. Çocuk ise tüm bu unsurlar ile
ilk kez aile içerisinde tanışır. Bu sebeple çocuğun hayatının geri kalanı, yani
toplumsallaşması, bu tanışma sürecine göre şekillenir. Toplumun temel yapı
taşı olan ailede bulunan fertler kültürel yapıları, eğitimleri, maddi durumları,
inançları ve yargıları ile çocuğu toplumsal yapıya hazırlar. Bütün kültürlerde
toplumsallaşma çıktısı benzerlik gösterirken (topluma uyum sağlama), bu
farklılıklardan da kaynaklı olarak toplumsallaşma süreci değişkenlik
göstermektedir.
•Toplumlar bireyci ve toplulukçu olarak farklı yapılar etrafında toplanır.
Bireyci kültürlerde çocuğun kendisini ifade etmesi toplumsallaşmanın en
önemli unsurlarından biri olarak görülür. Çocuğun bir birey olarak kendisini
konumlandırması ve toplumsallaşma sürecinin bu şekilde devam
ettirilebilmesi için dış çevresi ve öğrenim süreci de çocuğu desteklemektedir.
Bireysel özgürlükler ve demokrasiler bu toplumlarda daha yaygındır. Bu
toplumlara örnek olarak batı ülkeler, Avrupa ülkeleri ve Amerika Birleşik
Devletleri gösterilebilir.
•Toplulukçu toplumlarda ise çocuğun topluma uyum sağlaması ve görüşlerini
ona göre şekillendirmesi beklenir. Bu toplumlarda çocuğa değerler, normlar
ve görüşler direkt olarak aktarılır ve bunların öğrenilerek kabul edilmesi
beklenir. Genel olarak bu toplumlarda çocuğun bir birey olarak kabul
görmesi daha geç yaşta yaşanır. Toplulukçu kültürlere örnek olarak Çin,
Afrika ve Orta Doğu ülkeleri verilebilmektedir.
•Bu iki toplum yapısı son yıllarda ise küreselleşmenin etkisi ile birbirine
yakınlaşmakta ve "toplumların toplumsallaşması" durumu ortaya
çıkmaktadır. İnternetin ve medyanın gelişmesi ile daha sık görünmeye
başlayan bu durum toplumlar içerisinde alt kültürler oluşmasına zemin
hazırlamıştır. Bu durum aynı toplum içerisindeki çocukların bile farklı
toplumsallaşma süreçleri yaşama ihtimalini beraberinde getirmiştir.
•Tüm bu unsurların birleşiminden oluşan toplumsallaşma yolculuğu, her
çocuğun kendine özgü, biricik yapısını ortaya çıkarır. Çocuk bu etkileşimler ile
gelişirken aynı zamanda etkili bir iletişimin ve toplumun devamlılığının da
yapı taşını oluşturmaya başlar. Çocuk toplumsallaşma süreci içerisinde bir
sonraki nesillere aktaracağı toplumsallaşma kalıplarını da öğrendiği için
döngünün bir parçası haline gelmektedir.
•Çocuğun sağlıklı toplumsallaşma süreci sonunda, hangi kültürde olursa
olsun, çocuğun kendisinin ve bireyselliğinin farkındalığına ulaşmış, kendi
dışındaki bireylerin toplumda varlıklarını kabul etmiş, özgür seçimleri
sonucunda topluma bağlılık geliştirmiş, bilinçli ve gönüllü olarak toplumsal
sorumluluk üstlenmeye hazır bireyler gelişir.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Toplumsallaşma aşağıdaki hangi süreçte başlar?
a) Yetişkinlik
b) Yaşlılık
c) Küçüklük
d) Anne karnında
e) Ergenlik
Cevap Anahtarı
1.c, 2.d, 3.a, 4.e, 5.a, 6.d, 7.c, 8.b, 9.b, 10.d
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Ağdemir, S. (1991). Aile ve eğitim. Sosyal politika çalışmaları dergisi, 1(1).
Akay, İ. (2006). Sosyalleşme Sürecinde Kitle İletişim Araçları. Marmara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, İstanbul.
Cezayirli, G. (2004). Küreselleşme, Bireyselleşme ve Toplumsallaşma. Erdem,
14(41), 29-58.
Çoştu, Y. (2009). Toplumsallaşma kavramı üzerine sosyolojik bir değerlendirme.
Hart, R. A. (2016). Çocukların Katılımı: Kuram ve Uygulamada Toplum Gelişimi ve
Çevre Uygulamasında Genç Yurttaşları İçermek. Ankara: Nobel Yayınları
Oğuz, E. S. (2011). Toplum bilimlerinde kültür kavramı. Hacettepe Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Dergisi, 28(2).
Oktay, N. (2021). Bireyci ve Toplulukçu Kültür. 13 Aralık 2022 tarihinde
https://narinle.com/2021/06/16/bireyci-ve-toplulukcu-kultur/ adresinden
erişildi.
Özpolat, A. (2010). Ailede demokratik sosyalleşme. Sosyal Politika Çalışmaları
Dergisi, 20(20), 9-24.
Santrock, J. (1998). Child Development. Dubuque: McGraw-Hill.
Türk Dil Kurumu, (2022). 10 Aralık 2022 tarihinde https://sozluk.gov.tr/
adresinden erişildi.
Türk Medeni Kanunu, (2022). 10 Aralık 2022 tarihinde
https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuatmetin/1.5.4721.pdf adresinden
erişildi.
8
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Göç ve Çocuk
GİRİŞ
Göç hareketliliği, ülke sınırlarını geçerek ya da bir devlet sınırları içerisinde
yapılan yer değişikliği olarak tanımlanabilir. Göç eden insanların göç etme
sebepleri, göçün süresi ve biçimi ise birbirinden farklılaşmaktadır. Göç çalışmaları
uzun yıllar boyunca erkek ve yetişkin merkezli bir anlayışla yürütülmüştür. Bu
durum ilk göçlerin yetişkin erkekler tarafından yoğun bir biçimde
gerçekleştirilmesinin yanı sıra göçle ilgili kanun ve uygulamaların hedefinde ilgili
grubun bulunmasıyla yakından ilişkilidir. Oysa günümüzde göç sürecine dâhil olan
gruplar içerisinde kadın ve çocukların sayısı azımsanamayacak orandadır. Bu
Literatürde göç durum öncelikle göç politikaları ve göç hukuku olmak üzere genel olarak göç
hareketliliği, uzun yıllar çalışmalarının kadın ve çocukları gözeten bir anlayışla yeniden gözden
boyunca yetişkin geçirilmesini elzem kılmaktadır.
erkeklere özgü bir
fenomen olarak Göç çalışmalarında göçmen çocukların deneyimlerine, yaşadıkları zorluklara
görülmüştür. ve problemlere odaklanan yeni yaklaşımlara ihtiyaç duyulmaktadır. Nitekim göç
sonrasında yeni ülkede kalma süresi uzadıkça ya aile birleşimiyle ya da yeni
evliliklerle göç kalıcı hale gelebilmektedir. Göç sonrasında çocukların yeni ülkeye
uyumu vatandaşlık, eğitim ve sosyal entegrasyon konularını gündeme
getirmektedir. Göçmen çocukların entegrasyonu ya da asimilasyonuna ilişkin
devletlerin tutumları toplumsal alanda ortaya çıkabilecek uyuma ya da yeni
problemlere zemin hazırlayacaktır. Göçmen çocuklara yönelik ayrımcılık ve sosyal
dışlama pratiklerini törpüleyen bir göç politikası beraberinde toplumsal uyum
süreçlerini de hızlandıracaktır. Aksi halde yeni ülkede dışlanan göçmen çocukların
karşı kültür oluşturmaları ve zaman içerisinde marjinalleşerek bir tehdit unsuru
haline gelmeleri kaçınılmaz olabilir.
Göçmen çocukların sağlık sorunları, psiko-sosyal sorunları ve eğitim
alanında karşılaştıkları sorunlar tespit edilerek uyum sürecinde bu alanlarda
yapılacak olan politikalarla pek çok sorunun önüne geçilebilecektir. Göçmen
çocukları gözeten bir göç politikası anlayışı aynı zamanda Çocuk Hakları
Sözleşmesinin de bir gereğidir. Çocuğun yüksek yararı ilkesi gereği çocukların
yaşam, güvenlik ve barına gibi temel haklarını yanı sıra onlarım uyum süreçlerini
kolaylaştıracak bir eğitim anlayışı geliştirilmelidir.
Bu bölümde göç çalışmalarının kapsamına yer verilecektir. Göç
çalışmalarında çocukların yeri saptanacak ardından göçmen çocukların
karşılaştıkları sorunlar incelenecektir. Bu bölüm son olarak çocuk hakları açısından
göçmen çocukların haklarına dair bir değerlendirmeyle son bulacaktır.
Göç hareketliliğinin pek çok farklı tanımı bulunduğu gibi göç eden
bireylerinde birbirinden farklı tanımları bulunmaktadır. Bilindiği gibi evrensel
olarak kabul görmüş olan bir göçmen tanımı bulunmamaktadır. Ancak göçmen
denilince çoğunlukla kendi hür iradesiyle ve daha iyi bir yaşam arayışıyla yer
değiştiren insanlar anlaşılmaktadır. Göçmen kavramı daha çok maddi ve sosyal
hayat koşullarını geliştirmek ve yükseltmek amacıyla hareket eden insanları
tanımlamak için kullanılmaktadır (Adıgüzel, 2016, s.4).
Göç çalışmalarında ağırlıklı olarak göçün bireysel bir eylem olarak
değerlendirildiği görülmektedir. Ancak bu yaklaşım göçün toplumsal boyutunun
göz ardı edilmesine sebep olmaktadır. Öyle ki, göç sürecinde aile bireylerinin ve
akrabalık ilişkilerinin önemli bir yeri bulunmaktadır (Bartram & Ark. 2017, s.143).
Göçün toplumsal boyutu göç sonrasında da önemli bir konu olarak
değerlendirilmelidir. Nitekim Thomas Faist’e göre sürekli ya da geçici olarak
yaşanılan yerin değiştirilmesi biçiminde tanımlanan göç hareketliliğinin zaman
içerisinde sosyal ilişkileri zorlayabileceği, kopara bileceği ya da daha güçlü
kılabileceği ihtimaller söz konusudur (Faist, 2003, s.41-42).
Dünya’da Kuzey ile Güney yarım küre arasında her geçen gün artan
eşitsizlikler kuvvetle muhtemeldir ki daha fazla insanı yaşam koşullarını
Toplumsal eşitsizliklerin iyileştirmek amacıyla göç etmeye zorlayacaktır. Politik, ekolojik, demografik vb.
artması göç sorunlar pek çok insanı ülkesini terk ederek mülteci olmaya zorlayacaktır. Bu
hareketliliğini durum göçlerin ve göç çağının kalıcı olabileceği düşüncesini daha da güçlü
arttırabilmektedir.
kılmaktadır (Castles & Miller, 2008, s.7).
Bireysel Etkinlik
•İnsanları ülkelerini terk edip uluslararası sınırları geçerek göç etmeye
zorlayan sebepler neler olabilir? Düşününüz.
doğmuş olan ikinci kuşak arasında önemli farklılıklar bulunmaktadır. Etnik açıdan
azınlık grubunu oluşturan gençler fırsat eşitliği, ayrımcılık ve ırkçılık gibi
tartışmaların odağında kalabilmektedirler. Bu durum karşı-kültürlerin oluşmasını
hatta zaman zaman radikalleşmeye neden olabilmektedir (Castles & Miller, 2008,
s.52).
Örnek
Bireysel Etkinlik
•Ülkemizde geçici koruma statüsü altında bulunan Suriyeli çocukların
karşılaştıkları sorunlar neler olabilir? Düşünün.
Örnek
•Savaştan kaçarak ülkesini terk eden çocukların ülkelerinde aşılama
hizmetinden mahrum kalmaları göç sonrasında yeni ülkede bazı
bulaşıcı hastalıklar meydana gelmesine sebep olabilmektedir.
Göç sürecinde
parçalanan aile
yapılarının yeniden Göçmen Çocukların Psiko-Sosyal Sorunları
birleşmeyle onarılması
göçmen çocukların Genel olarak tüm göçmenlerin ve özellikle de çocukların karşılaştığı en
psikolojik iyi oluşlarına önemli sorunlardan bir diğeri ise göçün psikolojik ve sosyal açıdan yarattığı
olumlu katkılar problemlerdir. Çoğunlukla depresyon, benlik saygısı sorunları, akran ilişkilerindeki
sunmaktadır. problemler, travma sonrası stres bozukluğu, hiperaktivite belirtileri, yaşam
doyumundaki azalmalar gibi bazı psikolojik sorunlar meydana gelmektedir. Göç
sürecinin çocuklar üzerindeki etkilerini konu edinen araştırmalara göre ailenin
göçe ilişkin tutumu, eğitim ve sosyo-ekonomik durumları, göç etme nedenleri, göç
sürecinde refakatsizlik durumunun yaşanıp yaşanmaması gibi faktörler göçmen
çocukların psikolojileri üzerinde çeşitli etkiler yaratabilmektedir (Polat, 2007;
Adhikari ve Ark., 2011).
Göçmen çocukların yeni ülkeye sosyal uyumları çoğunlukla onların yerli
halktan insanlarla kurmuş oldukları ilişkilere göre değişim göstermektedir. Yerel
dili öğrenmiş olan, yerli çocuklarla aynı okullara gidip eğitim alma fırsatına sahip
olan göçmen çocukların sosyal uyum süreçleri daha kolay gerçekleşmektedir.
Bazen ilk karşılaşmalarda ayrımcılık, ötekileştirme ve sosyal dışlama gibi olumsuz
deneyimler yaşanabilmekte ancak yapılacak olan sosyal uyum çalışmalarıyla
bunların üstesinden gelinebilmektedir.
Göçmen çocukların psikolojik iyi oluş ve sosyal uyum süreçlerinde onlara
destek olacak en önemli kurumun aileleri olduğu bilinmektedir. Bu açıdan göç
sürecinde parçalanan aile yapılarının yeniden birleşmeyle onarılması göçmen
çocukların psikolojik iyi oluşları ve sosyal entegrasyonları için oldukça
destekleyicidir.
Aile birleşmesi göç sürecinin en önemli konularından birini ifade
etmektedir. Bu konuda uluslararası mülteci rejiminin ortaya koyduğu ilkeler kadar
ülkelerin uygulamaları da farklılıklar içermektedir. Örneğin Avustralya’da göç
süreci boyunca aile bireşimi kabul görmektedir. Böylece yeni gelen göçmenlerin
ülke vatandaşı olmaları teşvik edilmiştir. Vatandaşlığa kabul süreleri ise zamanla
azaltılarak göçmenlerin önemli bir kısmının vatandaşlığa geçmeleri sağlanmıştır.
Ayrıca Avustralya’da vatandaşlık ius soli ilkesine, yani ülke kanunu veya ülke
sınırları içinde doğmuş olmaya dayanan vatandaşlık anlayışına dayanmaktadır. Bu
açıdan bu ülkedeki yasal göçmenlerin çocukları otomatik olarak Avustralya
vatandaşı olmaktadır. Ancak yakın bir tarihe kadar Almanya’da doğan yabancıların
çocukları doğrudan Alman vatandaşlığına kabul edilme hakkına sahip değillerdi. Bu
nedenden dolayı, göçmenlerin büyük bir çoğunluğu ve onların çocukları Alman
vatandaşı değillerdi (Castles & Miller, 2008, s.307-308).
Örnek
•Suriye savaşından kaçarak ülkemize sığınan bazı çocuklar travma
sonrası stres bozukluğu problemleri nedeniyle psikolojik destek
almaktadırlar.
Eğitim sürecinden
mahrum kalan çocuklar
daha fazla ihmal ve
istismara maruz
kalmakta, şiddetle daha
Göçmen Çocukların Eğitimle İlgili Sorunları
erken yaşta tanışmakta Çocuk Hakları Sözleşmesi çerçevesinde eğitim çocuklara tanınan en temel
ve çeşitli psikolojik
haklardan biridir. Sözleşmeye taraf ülkelerin anayasaları doğrultusunda çocuklara
sorunlar
yönelik eğitim hizmetleri ücretsiz olarak sunulmalıdır. Bu açıdan göçmen
yaşamaktadırlar.
çocukların anavatanlarında yaşanan krizler nedeniyle çoğunlukla eğitim hakkından
mahrum kalmaktadırlar. Dolayısıyla akranlarına göre eğitim sürecinden mahrum
kalmaları yaşadıkları bu eşitsizlikleri arttırarak göç sonrasında da karşılarına
çıkacak olan önemli bir problem yaratmaktadır.
Yapılan çalışmalar eğitim sürecinden mahrum kalan çocukların daha fazla
ihmal ve istismara maruz kaldıklarını, şiddetle daha erken yaşta tanıştıklarını,
çeşitli psikolojik sorunlar yaşadıklarını ortaya koymaktadır. Bu açıdan göçmen
çocukların yeni ülkede eğitim sürecine dâhil olmaları son derece önem arz
etmektedir. Ancak göçmen çocukların eğitim kurumlarına kabulü konusunda
vatandaşlık, entegrasyon, asimilasyon, yerli dilde eğitim vb. konularında bazı görüş
ayrılıkları meydana gelmektedir.
Entegrasyon ve vatandaşlık gibi konularda Almanya örneği son derece
önem arz etmektedir. Almanya’da 1970’li yıllarda çok sayıda yabancı çocuk eğitim
almaya başlamıştır. Alman eğitim bakanlığı, yabancı çocukların hem Almanya’da
kaldıkları süre boyunca topluma entegre olmalarını sağlamak hem de onları kendi
ülkelerine dönüşlerini kolaylaştırmak amacıyla “ikili bir strateji” yürütmüştür.
Ulusal sınıflar, hazırlık sınıfları, anadil sınıfları gibi ayırımlar üzerine inşa edilen
Alman eğitim sistemi yabancı öğrencilerin Alman akranlarından ayrılmasına ve
çoğu yabancı çocuğun eğitimde başarısız olmasına sebep olmuştur (Castles &
Miller, 2008, s.310-311).
2011 yılının mart ayında başlayan Suriye iç savaşı ise literatürdeki klasik
savaş tanımlarının ötesinde yeni bir boyut kazanmıştır. Savaş ya da çatışmaların
farklı devletler arasında gerçekleşmediği bir ülke içerisinde rejim yanlıları ile rejim
karşıtlarının karşı karşıya geldikleri bu çatışma hali savaşlar tarihi açısından farklı
bir deneyime karşılık gelmektedir.
2011 yılından günümüze kadar Dünya’da bölgesinde oldukça büyük etkiler
bırakan Suriye iç savaşı farklı düzeylerde çatışmalarla halen devam etmektedir.
Suriyede yaşanan kriz siyasal, ekonomik ve toplumsal açıdan çeşitli problemlere
yol açmıştır. Bu sorunlar ülkenin sınırlarını aşarak öncelikle bölgesine ve tüm
dünyaya doğru yayılım göstermiştir. Özellikle mültecilerin kabulü konusunda
yaşanan krizler başta Avrupa ülkeleri olmak üzere dünyadaki ülkeleri önemli
ölçüde etkilemiştir.
Savaşlar belirli bir ülke sınırları içerisinde yaşansa bile sonuçları itibariyle
tüm ülkeleri etkisi altına alabilmektedir. Nitekim Suriye iç savaşının başladığı ilk
yıllarda öncelikle yakın ülkelerin sürece dahil oldukları ardından ise küresel
güçlerin sürecin bir parçası olması ülkede yaşanan çatışmaların daha da karmaşık
bir hal almasına sebep olmuştur.
Suriye iç savaşıyla birlikte yaşanan çatışmalar ve diğer sorunlardan ötürü
pek çok Suriyeli yaşadıkları ülkeyi terk etmek zorunda kalmışlardır. Suriyeliler
başta yakın ülkelere, ülkemize ve dünyanın farklı bölgelerindeki diğer ülkelere
doğru göç etmeye başlatmışlardır.
Göç İdaresi Başkanlığı 2023 yılı Ocak ayı verilerine göre Türkiye’de
3.513.776 Suriyeli geçici koruma altında bulunmaktadır. Suriyeliler sırasıyla
2023 Ocak ayı itibariyle
Türkiye’de 1.671.997 İstanbul, Gaziantep ve Şanlıurfa’da yoğun olarak yaşamaktadırlar. Türkiye’deki
Suriyeli çocuğun Suriyeliler içerisinde çocukların sayısı ise toplam Suriyeli nüfusunun neredeyse
yaşadığı tespit yarısı kadardır. Göç İdaresi Başkanlığı verilerine göre yine aynı tarihte Türkiye’de
edilmektedir. bulunan 0-18 yaş aralığında Suriyeli çocukların sayısı 1.671.997 olarak tespit
edilmiştir.
Dünyanın farklı bölgelerine göç eden kayıtlı Suriyeli sayısının yaklaşık olarak
6 milyona yakın olduğu bilinmektedir. Kayıt dışı Suriyelilerle birlikte dünya
genelinde yaklaşık olarak 8 milyona yakın Suriyelinin olduğu tahmin edilmektedir.
Türkiye’deki resmi rakamlara göre ülkemizde bulunan Suriyelilerin toplam
nüfusunun yaklaşık olarak yarısını Suriyeli çocuklar oluşturmaktadır. Buradan
hareketle, dünya genelinde tahimin edilen yaklaşık 8 milyon Suriyelinin yarısının
çocuklardan oluştuğu düşünüldüğü zaman, dünya genelinde oldukça fazla sayıda
Suriyeli sığınmacı çocuğun olduğu tahmin edilebilmektedir.
Savaşın ağır bedelini çoğunlukla çocuklar ödemektedirler. Türkiye’deki
Suriyeli çocukların kayıp bir kuşak olmasının önüne geçilmesi amacıyla kendilerine
çeşitli hizmetler sunulmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığının koordinatörlüğünde tüm
dezavantajlı grupları kapsayacak biçimde Suriyeli çocuklara eğitm hizmeti
sunulmaktadır. Belli bir süre boyunca Geçici Eğitim Merkezleri gibi alanlarda
hizmetler sunulmuştur. Daha sonra ise tüm çocuklara devlet okullarında eğitim
verilmesi hedeflenmiştir. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı başta çocuklara
Bireysel Etkinlik
•Türkiye’deki Suriyeli çocukların yaşamlarını kolaylaştırmak için sizce
neler yapılabilir? Düşününüz.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Aşağıdakilerden hangisi kişinin tek başına ya da gruplar halinde bir devlet
sınırları içerisinde ya da sınırları aşarak yapmış olduğu yer değişikliğini
tanımlamaktadır?
a) Göç
b) Seyahat
c) Hareketlilik
d) Ziyaret
e) Müracaat
e) Damgalama
10. Asimilasyon politikasını benimseyen devletler göçmen çocuklardan
aşağıdaki davranışlardan hangisini beklemektedir?
a) Göçmen çocukların yeni ülkedeki hâkim dili kullanmalarını
b) Göçmen çocukların yerel halktan çocuklarla aynı okula gitmemelerini
c) Göçmenlerin kendi kültürel özelliklerini sürdürmelerini
d) Göçmenlerin geldikleri ülkeleriyle yoğun ilişkiler sürdürmelerini
e) Göçmenlerin gündelik yaşama dâhil olmamalarını
Cevap Anahtarı
1.a, 2.b, 3.c, 4.d, 5.e, 6.e, 7.d, 8.c, 9.b, 10.a
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Adhikari R, Jampaklay A, Chamratrithirong A. (2011). Impact of children’s
migration on health and health care-seeking behavior of elderly left behind.
BMC Public Health. 11:143.
Adıgüzel, Y. (2016). Göç Sosyolojisi. Ankara: Nobel Yayıncılık.
Bartram, D., Poros, M. V., & Monforte, P. (2017). Göç Meselesinde Temel
Kavramlar. Ankara: Hece Yayınları.
Bauman, Z. (2012). Küreselleşme: Toplumsal Sonuçları. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Bozkaya, H. (2022). Göç ve çocuk hakları üzerine bir değerlendirme. Rumeli Dil ve
Edebiyat Araştırmaları Dergisi, (30), 677-688.
Castles, S. & Miller, M. J. (2008). Göçler Çağı: Modern Dünyada Uluslararası Göç
Hareketleri. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi.
Coşkun, İ. Ve Emin, M.N. (2018). Türkiye’de Göçmenlerin Eğitimi: Mevcut Durum
ve Çözüm Önerileri. İstanbul: İlke Politika Notları.
Çalım S, Kavlak O, Sevil Ü. (2012). Evrensel bir sorun: Göç eden kadınların sağlığı
ve sağlık hizmetlerinde yaşanan dil engeli. Sağlık ve Toplum, 2:11-19.
Çobaner, A. A. (2015). Çocuk Hakları Bağlamında Suriyeli Mülteci Çocukların
Haberlerde Temsili. Marmara İletişim Dergisi, (24), 27-54.
Faist, T. (2003). Uluslararası Göç ve Ulusaşırı Toplumsal Alanlar. İstanbul: Bağlam
Yayınları.
Gümüş Y, Bilgili N. (2015). Göçün sağlık üzerindeki etkileri. Anadolu Hemşirelik ve
Sağlık Bilimleri Dergisi, 18:63-67.
Polat G. (2007). İç göçün çocuk ruh sağlığına etkisi ve sosyal hizmet müdahalesi.
Toplum ve Sosyal Hizmet. 1:89-106.
WHO (2018). Health of refugee and migrant children Technical guidance. Erişim
Linki: https://www.euro.who.int/__data/assets/pdf_file/0011/388361/tc-
health-children-eng.pdf
9
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Eleştirel Pedagoji ve Çocuk
GİRİŞ
Eleştirel pedagoji diyalog, bilinç kazandırma, eylemde bulunma, kolektif
eyleme önem verme, kuram ve pratiği bir arada düşünme, eğitimde sosyo-politik
bilinç kazanma, etrafta olan olayları sorunsallaştırma kavramlarından oluşan
özgürlükçül bir eğitim anlayışıdır. Eleştirel pedagoji, kapitalizmin (geç kapitalizmin
ya da diğer bir deyişle daha radikal olan neoliberalizmin) özelleştirmeci, bireyci,
rekabetçi ve kar amaçlı politikalarına karşı çıkarak okul ve sınıf ortamında gündelik
yaşamdaki sosyal ve politik konulara bilinç kazandırmayı hedefler (Giroux, 1997).
Kapitalizm ya da neoliberalizm, eğitim sistemine rekabet mantığını yerleştirerek
sadece piyasa mantığını temel alır (Freire, 2000). Eğitimde en tehlikeli unsurun
eğitimin ve eğitimdeki bireylerin öznel deneyimlerinin piyasallaştırılmasıdır.
Eğitimde farklılık yerine katı bir standartlaşmayı temel alması neoliberal
ideolojinin temelinde yer alır. İşbirlikçilikten çok rekabet, gruptan çok birey ön
plandadır. Böyle yaparak eğitim alanı bir şirket gibi düşünülerek özelleştirilir ve
toplumda sosyal adaletsizlik ve eşitsizlik ortaya çıkar. Kapitalist mantıkta öğretmen
ve öğrenciler fabrikada çalışanlar gibi belli yöntemleri, yaklaşımları ve becerileri
edinmek zorunda olan teknik birer eleman olarak görülür. Bu çerçevede, serbest
piyasa kültürüne uygun olarak rekabet anlayışıyla tüketim kültünün öznelliği
vurgulanır. Gerçek sosyal ve politik olaylar eğitim müfredatlarında elenir ve
görmezden gelinir. Eleştirel pedagoji kapitalist mantığı eleştirerek demokratik bir
eğitim anlayışı olup farklılıklara, kolektif eyleme ve toplumda değişim yaratmaya
odaklanır (Giroux, 2011). Eleştirel pedagoji bu anlamda tarafsız bir eğitimin
olmadığına, aksine politik bir eylem ve bilgi ile iktidar arasında bir ilişki olduğunu
vurgulayarak insan hakları, demokrasi ve adalet kavramlarını ön plana çıkarır.
Eleştirel pedagoji cinsiyet, ırk, sınıf, etnisite konularına önem vererek ezilenlerin
ve dışta bırakılanların söylemlerine odaklanır. Marjinalleştirilen, yabancılaştırılan
ve ezilenlerin yaşadığı sosyal adaletsizlik ve eşitsizliği okul ortamında tartışarak
topluma katkıda bulunmayı hedefler (Giroux & Mclaren, 1986). Dolayısıyla,
Eleştirel pedagoji sosyal okuldaki konular gündelik yaşamdan kopuk olduğu için gerçek dünyada yaşanan
ve politik konularda sorunların sınıfta gündeme getirilmesi önem kazanmaktadır. Demokratik,
bilinç kazandırır. dönüştürücü, adil ve farklılıkları kapsayıcı bir eğitim önerir. Aslında eğitim
ortamında bireyler kendilerini devamlı bir mücadelenin içinde bulur ve çatışma
toplumunda yaşadığını bilir. Eleştirel pedagoji yaklaşımında asıl sorun, başkalarının
bilgilerini, cinsel eğilimlerini, ahlaki öğretilerini, dilini, sınıfını, cinsiyet tercihlerini,
sosyo-ekonomik durumlarını ve fikirlerini kabul edip edemeyeceği ve bu tür
farklılıkları benimseyip benimsemeyeceği ile ilgilidir. Özellikle ilköğretim ve orta
öğretimde bu konuların tartışılması ve gündeme getirilmesi oldukça zor bir çabadır
çünkü eğitimin ilk aşamalarında sanki tamamen homojen bir toplumda yaşıyor
algısı verilir ve normalleştirici söylemler üretilir. Eleştirel pedagoji, tarihsel olarak
görülmeyeni gündeme getirir ve homojen yapının durumunu bozarak çok sesliliğe
önem verir. Dolayısıyla, Freire (2000) için eleştirel pedagoji insan-temelli bir umut
yaklaşımıdır. Bu anlamda eleştirel pedagojiyi benimseyen eğitimciler toplumda
adalet ve eşitlik yaratmaya çalışır. Eleştirel pedagojide yaşanmış deneyimler
üzerine eleştirel düşünerek bir itiraz kültürü oluşturulur. Bu anlamda eleştirel
pedagoji sadece eğitim ile ilgili bir alan olmayıp politik, sosyal ve ekonomik bir alan
olarak görülmektedir. Eleştirel pedagoji Merleau-Ponty’nin dediği gibi dünyayı
görmek için yeniden öğrenme süreci ve anlamın doğumunu anlama gücüdür.
Öğretmenler farklı toplumlarda yaşanan farklılıkları sınıf ortamına getirerek doğru
bilinen yanlışları ve ön yargıları tartışma kültürüyle düzeltebilir. Öğrenciler
bulundukları sınırlı çevrenin dışına çıkarak farklılıkları benimseyebilir. Böylece hem
öğretmen hem öğrenciler artık dünya ile ilgilenirler ve homojen bir düşünce ve
toplum sisteminin dışına çıkarlar. Küresel çeşitliliğin farkında olarak kendilerini
yeniden konumlandırabilirler. Vatandaş olma fikri ön plana çıkarılarak öğrenciler
ve öğretmen dünya vatandaşı olma potansiyeline sahip olurlar. İdeolojik bir
söylemle başkalarının yaşamlarının ve fikirlerinin doğru ve yanlış yargısı yerine
farklılık fikri vurgulanır (Shor, 2014). Böylece, insanların farklı yaşamlar yaşadığı ve
farklı farklılıkları bulunduğu ön plana çıkar. Eleştirel pedagojinin eleştirdiği
konulardan biri de okula okutulan kitapların kimler tarafından nasıl yazıldığı ve
hangi amaçlara hizmet ettiği ve bu kitaplarda nelerin çıkartıldığını ve hangi
grupların ya da kültürün temsil edildiği ile ilgilidir. Yoksul, zihinsel ya da fiziksel
engelli bireylerin, göçmenlerin, mültecilerin, okula gidemeyenlerin ve dezavantajlı
grupların seslerinin kitaplarda bulunmaması eleştirel pedagojinin kaygıları
arasında yer almaktadır. Tüm grupların standartlaşma uğruna aynı bilgiye ve
ölçütlere maruz kalması ve aynı şekilde davranmalarını ve performans
göstermelerini beklenmesi eleştirel pedagojinin diğer kaygıları arasında
bulunmaktadır.
Eleştirel pedagoji, sınıf ortamında demokrasi kültürünün yerleştirilerek her
bir öğrencinin sosyal ve politik konularda kendi fikrini duyurması anlamına gelir
(Fobes & Kaufman, 2008). Toplumda yaşanan sosyal adaletsizlik ve eşitsizlik
konuları gündeme getirilerek çocukların bu konularda farkındalık kazanması
amaçlanır. Avrupa ve Amerika’da özellikle ikinci dünya savaşı sonrası yaşanan
yıkımlardan sonra çocukların dünyaya daha eleştirel bakması ön görülmüştür.
Okullar ve eğitim sistemi belli ideolojilerin aracı olduğu için çocukların bu
ideolojilerin söylemlerine karşı çıkarak kendi söylemlerini yaratması son yıllarda
önem kazanmaktadır. Bu yaklaşıma göre çocuklar artık eleştirel okuryazar
konumundadır. Çocuklar, sınıf ortamında pasif durumdan ve müfredatın dayattığı
ideolojik fikirlerden kurtularak dünyaya daha özgür ve katılımcı bakmayı
öğrenirler. Kapitalizmin dayattığı rekabetçi ve bireyci fikirleri eleştirerek daha fazla
işbirliği ve kolektif eylemi benimserler. Sınav sisteminin dayattığı rekabetçi
duruma karşı çıkarak süreç temelli öğrenmeyi talep ederler. Ayrıca müfredatta var
olan konuları eleştirerek müfredatta yer almayan konuları öğretmenleri ile
Öğrenciler bulundukları tartışarak güncel sosyal ve politik konuları tartışırlar ve müfredat içine
sınırlı çevrenin dışına yerleştirmeye çalışırlar. Eleştirel pedagoji yaklaşımında artık sadece öğretmen ve
çıkarak farklılıkları öğrenci bulunmamaktadır. Öğrenci-öğretmen ve öğretmen-öğrenci yaklaşımı
benimseyebilir. benimsenmektedir çünkü hem öğretmen hem öğrenci kendi yaklaşımını sınıf
ortamına demokratik bir ortamda yansıtmaktadır. Ayrıca toplumda bazı kesimlerin
eğitim anlamında daha ayrıcalıklı olması ve piyasa merkezli bir yaklaşımla özel
okullara gitmesi sosyal adaletsizliğin yaşanmasına neden olduğu için bu konuların
dezavantajlı okullarda gündeme getirilip farkındalık kazandırılması oldukça
olanak sağlayarak müfredat dışına çıkabilir ve yeni söylemler ortaya çıkararak yeni
öznel deneyimlerin potansiyelini ortaya çıkarabilir. Farklı derslerde özgürlük
platformu kurularak işbirlikçi bir eğitim anlayışı ile öğrenciler sosyo-politik bilinç
kazanarak duyarlı bireyler olabilir ve dönüşüm yaratabilir. Sadece bölgesel değil
küresel anlamda farklı kültürlerin sorunları da sınıf içerisinde gündeme getirilebilir.
Açık diyalog anlayışı ile özgürleştirici pedagojinin olanakları yaratılabilir.
Demokratik ortamda bu çok seslilik öğrencilerde risk alma davranışını pekiştirebilir
ve yeni bir dönüştürücü pedagojinin paradigmaya doğru ilerlemelerini sağlayabilir.
Eleştirel pedagoji bu anlamda kimliği ve kimlikleri farklılık çerçevesine
yerleştirerek özgürleştirici bir eğitim temelini inşa edebilir.
ÇÖZÜMLER VE ÖNERİLER
Öncelikler öğrenciler ve öğretmenler okulların politik bir alanın uzantısı
olduğunun farkında olarak müfredata eleştirel bakabilirler (Braa & Callero, 2006).
Tüm öğrenciler müfredat hazırlamada etkin rol alabilirler. Öğrenciler ve
öğretmenler farklılıklara vurgu yaparak farklı kültürleri, dezavantajlı grupları,
Öğrenciler ve sosyal ve politik konuları tartışarak anmalı öğrenme sağlanabilir. Erken çocukluk
öğretmenler
ve ilköğretim düzeyinden başlayarak eşsiz kültürel farklılıklara vurgu yapılabilir.
farklılıklara vurgu
yaparak farklı kültürleri, Tarihsel, ekonomik, toplumsal ve kültürel olarak dezavantaj yaşayan bireyler ya da
dezavantajlı grupları, gruplar sınıf ortamına davet edilerek kişisel öyküleri ve tarihleri anlattırılabilir.
sosyal ve politik İnsan hakları konusunda avukatlar davet edilerek öğrenciler bilgilendirilebilir.
konuları tartışarak Ayrıca sanat eserleri aracılığı ile savaş, ırkçılık, eşitsizlik ve adaletsizlik konuları
anlamlı öğrenme işlenebilir. Klişeleşmiş örnekler, ön yargılar ve doğru bilinen yanlışlar otantik
sağlanabilir.
olarak sınıf içinde gündeme getirilerek eleştirilebilir. Öğrencilerin isim, cinsiyet,
etnik köken, dil, ait olduğu dini grup, aile, bulunduğu çevre gibi kendi farklılıkları
sınıf içerisinde tartışılarak olumlu kimlik oluşumları farklılık üzerine dayanarak
geliştirilebilir. Böylece sınıf ortamında saygı, demokrasi ve farklılılık kültürü
oluşturulabilir. Ayrıca en az haftada bir kez olmak üzere ‘ifade özgürlüğü kürsüsü’
kurularak öğrencilerden istediklerin konuda birkaç dakika kendilerini ifade etmesi
istenebilir. Öğrencilere çoklu yaşamlar sunularak dünya ile ilişki kurmaları
sağlanabilir. Öğrenciler dönüşümsel sosyal eyleme yönlendirilerek hem yerel hem
de küresel anlamada değişim yaratmaya yönlendirilir. Öğrenciler kendi
ortamlarından dış dünyaya yönelerek vatandaş temelli sosyal eyleme dönük bir
kimlik oluşturulabilir. Erken dönemde klişeleşmeyi engelleyen görselliği güçlü
SON DEĞERLENDİRMELER
Eleştirel pedagoji, öğretmen ve öğrencilerde sosyo-politik bilinç
kazandırarak toplumda dönüşüm yaratmayı hedefler. Var olan sosyal ve politik
konuları sorunsallaştırma, bu konularda birlikte diyalog içinde olma, işbirliği
yapma, kolektif eylem için çalışma ve toplumda dönüşüm yaratma eleştirel
pedagojinin ana konuları arasında yer almaktadır. Eleştirel okuryazarlık eğitimin
her aşamasında olması gereken bir süreçtir çünkü toplumsal olaylara yönelik
eleştirellik eleştirel pedagojinin ayrılmaz bir parçasıdır. Sınıf içinde demokratik
ortam ve çok seslilik öğrencilerin kendi düşüncelerini özgürce ifade etmeleri
açısından önemlidir. Özgür diyalog eyleme yönelik olmalıdır. İdeoloji çerçevesinde
Eleştirel pedagojinin oluşturulan müfredat eleştirilerek müfredat dışında bırakılan konulara sınıf
merkezde karşı çıktığı
ortamında tartışılarak toplumda dönüşüm yaratması beklenmektedir. Ayrıca,
ideoloji kapitalizm ve
normalleştirici söylemlere karşı yeni söylemler yaratarak öğretmen ve
kapitalizmin yarattığı
ideolojik söylemlerdir. öğrencilerde yeni öznel deneyimler yaratması beklenmektedir. Sınıf dışında
meydana gelen cinsiyet, ırk, savaş, mülteci, göçmen ve ekonomi gibi konular sınıf
içerisinde tartışılarak öğrencilerde eleştirel bir bilinç kazandırılır. Eleştirel
pedagojinin merkezde karşı çıktığı ideoloji kapitalizm ve kapitalizmin yarattığı
ideolojik söylemlerdir çünkü kapitalizmde eğitimin özneleri piyasa mantığı ile
nesneleştirilmektedir ve kolektif eylemden yoksun bırakılmaktadır. İşbirliği yerine
rekabet pekiştirilerek öğrencilerden kapitalizmin mantığına uygun davranması
beklenmektedir. Anglo-Amerikan kapitalizminin hâkim olduğu ortamda öğretmen
ve öğrencilerden özgür olmasını beklemek zor olduğu için eleştirel pedagoji
önemli bir rol üstelenerek kapitalizmin mantığını yapı söküme uğratmaya çalışır.
Öğretmen ve öğrencilere normal gelen müfredat ve eğitim sistemi
sorunsallaştırılarak sosyo-politik konular içeri alınır ve sosyo-politik bilinç kazanılır.
Bu bilinç türü düşünümsellik ve eylemden oluşur. Eleştirel pedagojide kuram ve
pratik birlikte ele alınır ve birbirini tamamlar. Freire (2000) için önemli olan
dünyayı değiştirmek ve dönüşüme açık bırakmaktır. İktidarda olanlar insanı etik
açıdan düşünmez ve aslında insansız bir düşünme biçimine bürünür. İktidar,
ezilenlerin karşı söylemlerini ve eleştirel düşünme biçimlerini ehlileştirir ve aslında
görmezden gelir. Eğer iktidar diyaloga açık olsa idi, ezilenlerin anti-tezini
dinleyerek çelişkiler aşılabilirdi. Bu yüzden eğitim bir sarmal içerisinde döngüsel
bir hareketle kendini iktidarın hizmetine terk ederek toplumda dönüşüm
yaratamamaktadır. Bu açıdan iktidar insan ile birlikte düşünmediği gibi insanların
eleştirel düşünmesini de talep etmez. Tek seslilik ve monolog iktidarın temel
ilkeleri arasındadır. Öğrencilerin ve öğretmenlerin toplumda verili düzen dışında
alternatif bir dünya ve düzen yaratamaması iktidara rıza gösterme ve iktidardan
korkma ile ilintilidir. Oysa entelektüel olarak öğretmen ve öğrenciler eleştirel
pedagojinin ilkelerini benimser ise o zaman insan ile diyalog içinde dönüşüm
belirebilir. Öznelerarası – öğrenci ve öğretmen- diyalog ve kolektif eylem olmadığı
sürece iktidar gibi davranılır ve baskı söylemi devam eder. Eğitim, teknoloji ve
bilim iktidara hizmet ettiği sürece özgürlükten söz edilemez. Baskıyı kuran iktidarın
bilgi türleri ve söylemleri eğitim alanında alt üst edilerek yeni bilgi türleri ortaya
çıkarılmalıdır. Öznelerarası diyalog dünyayı adlandırma ve tanımlama süreci
olduğu için bu tarzda bir diyalog olmadığı sürece özgürlük kavramı ele alınamaz.
Eleştirel pedagojide, anti-diyalog eylem dönüştürmede ve değişim yaratmada en
önemli engel olarak görülür çünkü anti-diyalog eylem tarzı insanı şeyleştirir ve
insanileştirmekten uzaklaştırır. Bu yüzden diyalog özgürleşme eyleminin devam
eden bir süreci olup süreç odaklı ve dinamiktir. İktidar kendi bilgi türleriyle ve
ideolojik söylemleriyle bir mit toplumu yaratarak tek sesli ve homojen bir toplum
ister. Eğitimde kullanılan kitaplar, müfredat, yönetim şekli ve öğretmenler bu
homojenliği temsil etme riski ile karşı karşıyadır. Eğitim alanında toplum idealize
edilir ve homojen bir yapı içinde hiç çatışma yokmuş gibi öğrencilere sunulur.
Eleştirel pedagoji
Yabancılaşma, yanlış bilinç, tek seslilik, homojenlik ve idealize edilen toplum
dönüştürücü, değişim
yaratmayı hedefleyen, aynı söylem tipiyle normalleştirilir ve ikilikçi bir sisteme dayalı belli öznel
eyleme dönük, eleştirel deneyimler talep edilir. Rekabet, kapitalizm mantığı, Batı temelli yaşam biçimleri,
bilinç kazandıran, Batı ideolojileri ve özgürleştirici olmayan dogmatik inançlar ile geleneksel değerler
diyaloga vurgu yapan, benimsetilir. Toplum karşıtlık içinde anlatılarak homojen bir yapı içerisinde
sosyo-politik konuları düşünceler eritilir. Günümüz eğitim sistemi kapitalizm refleksleri ile yürütülür ve
sorunsallaştıran eğitimin özneleri işçi olarak görülüp ezilir. Dar bir sınıfa sıkıştırılan öğretmenlerden
dinamik ve
iktidar korkusu ile verili sisteme hizmet etmesi beklenir ve öğretmenlerin
özgürleştirici bir
yaklaşımdır. öğrencilerle özgürleştirici diyalog kurması engellenir. Herkesin özgür bir toplumda
istediği gibi yaşama miti pekiştirilir. Aslında, özgür bir toplumdan kasıt tüketim
toplumudur çünkü beklenen herkesin istediği gibi tüketme özgürlüğünün
olmasıdır. Bu ilke ise şu anlamda gelmektedir: İktidarın söylemlerine karşı
çıkmadıkça istediğin gibi özgürsün anlamına gelir. Girişimci, rekabetçi, hırslı,
başarılı ve çalışkan olduğun sürece kapitalist toplumda birey olarak özgür
olabilirsin. Böyle yapılarak kolektif eylem, kolektif bilinç, sosyo-politik konularda
eleştirel düşünme, yeni öznel deneyimler, etik temelli bir insan anlayışı, işbirlikçi
eğitim, demokratik değerler, çok seslilik, sosyal-demokratik bir toplum, heterojen
anlayış ve farklılıklar engellenir. Eleştirel pedagoji bu anlamda dönüştürücü,
değişim yaratmayı hedefleyen, eyleme dönük, eleştirel bilinç kazandıran, diyaloga
vurgu yapan, sosyo-politik konuları sorunsallaştıran dinamik ve özgürleştirici bir
yaklaşımdır.
•Öğretmen son bir hafta içinde Türkiye’de yaşanan sosyal konuları sınıfa
gazete getirerek tartışır ve bu konularda öğrenciler bilinç kazanabilir.
Örnek
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Eleştirel pedagoji aşağıdakilerden hangisine karşı çıkmaktadır?
a) Kapitalist söylemlere
b) Özgürlükçü düşünceye
c) İşbirlikçi yaklaşıma
d) Kolektif eyleme
e) Sosyal konuların tartışılmasına
Cevap Anahtarı
1.a, 2.b, 3.d, 4.e, 5.a, 6.c, 7.a, 8.c, 9.d, 10.e
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Akbari, R. (2008). Transforming lives: Introducing critical pedagogy into ELT
classrooms. ELT journal, 62(3), 276-283.
Armonda, A. J. (2022). Freire and Lacan: Critical pedagogy as a radical
methodology of the subject. Review of Education, Pedagogy, and Cultural
Studies, 44(2), 121-146.
Bartolomé, L. I. (2004). Critical pedagogy and teacher education: Radicalizing
prospective teachers. Teacher education quarterly, 31(1), 97-122.
Braa, D., & Callero, P. (2006). Critical pedagogy and classroom praxis. Teaching
Sociology, 34(4), 357-369.
Fobes, C., & Kaufman, P. (2008). Critical pedagogy in the sociology classroom:
Challenges and concerns. Teaching Sociology, 36(1), 26-33.
Freire, P. (2000). Pedagogy of the oppressed (Trans. M. Bergman Ramos). New
York: Continuum.
Giroux, H.A. (1997) Pedagogy and the Politics of Hope: Theory, Culture, and
Schooling. Boulder, CO: Westview Press.
Giroux, H. A. (2011). On critical pedagogy. New York: Bloomsbury Publishing USA.
Giroux, H., & McLaren, P. (1986). Teacher education and the politics of
engagement: The case for democratic schooling. Harvard educational
review, 56(3), 213-239.
Shor, I. (2014). When students have power: Negotiating authority in a critical
pedagogy. University of Chicago Press.
ÜNİTE
10
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Çocuklarda Çift Dillilik ve Dil Eğitimi
GİRİŞ
İki dilliliğin kökeni çok eski çağlara dayanmaktadır. Antik çağlardan beri
etkileşimde olan insanlar bu etkileşimi dil boyutunda da gerçekleştirmişlerdir. İki
dillilik bilimi çok yeni bir alandır ve bu bağlamdaki birçok soruya kesin cevaplar
henüz mevcut değildir. Aileler, topluluklar ve ülkeler arasındaki büyük farklılıklar
nedeniyle iki dillilik bağlamındaki sorulara tam cevaplar bulmak çok kolay değildir.
İki dilliliğin ne olduğu konusunda tam açık bir tanım bulunmamaktadır. Bu
bağlamda çeşitli tanımlar ve ilgili yorumlar mevcuttur. En sade tanımıyla iki dillilik
iki dili kullanabilme becerisidir. İki dilliliği iki farklı dilde asgari yeterliliğe sahip
olmak olarak niteleyenler olduğu gibi her iki dilde de ileri düzey dil bilgi ve
becerisine sahip olmayı gerektirdiği şeklinde betimleyenler de mevcuttur. İki dilli
olarak tanımlanan bireylerin sadece sözlü iletişim becerilerine sahip olabildiği gibi
her iki dilde de okuma ve yazma konusunda yetkin olabilirler. Kısacası iki dilliliği
birkaç kelimeyle tanımlamak kolay değildir çünkü bireyler farklı iki dillilik özellikleri
gösterebilmektedir. İki farklı dil arasında bireyden bireye değişen dil yeteneği ve
kullanım açısından farklılıklar olabilir. İnsanlar günlük yaşamlarında ihtiyaç
duydukları için iki dilli hale gelirler. İki dilliler her iki dilde de son derece akıcı
konuşmak zorunda değildir. İki dilliler arasında bir baskın dile sahip olmak oldukça
yaygındır. İnsanlar ya çocuklukta aynı anda iki dil öğrenerek ya da ilk dillerini
öğrendikten sonra ikinci bir dil öğrenerek iki dilli hale gelebilirler. Çocukların ikinci
dil edinmelerinin ilk dillerini edinmelerine kıyasla daha zor olduğunu gösteren
herhangi bir kanıt bulunmamaktadır. İki dilli ortamlarda yetişen çocuklarla her iki
dilde de yeteri kadar iletişim kurulduğu takdirde çocuklar her iki dili de kolayca
öğreneceklerdir. Çocukların iki dilli olması için herhangi bir özel dil becerisine
gerek yoktur. Erken çocukluk döneminde iki farklı dile maruz kalan çocuklar her iki
dili de kolayca edinirler. Birden fazla dil bilmenin çocuğun bilişsel gelişimine fayda
sağladığı yadsınamaz bir gerçekliktir. Sonuç olarak iki dilli olmak iki dile de
tamamen hâkim olmak anlamına gelmez. İki dilliler çok nadir olarak iki dilde de
eşit derecede yeterlidirler. İnsanlar doğuştan bir dili oldukça zahmetsizce
edinmeye programlıdır ve ikinci bir dilde iç-yapısal ilişkileri gösteren bazı kalıpları
edindiklerinde iki dilli olurlar.
olma şeklinde tasvir etmektedir. Dil becerileri ana dilde de ikinci bir dilde de
farklılık gösterebilir. Örneğin birey sadece konuşma becerisi aracılığıyla iletişim
kurabilir ve kendini iki dilli olarak atfedebilir. Bunun yanı sıra birey iki dilde de
okuma becerisinde yetkin olabilir ve bu birey de iki dilli olarak atfedilebilir. İki dil
öğrenerek ve kullanarak büyüyen bireyler de iki dilli olarak atfedilebilmektedir.
Birey iki dili de aynı anda kullanarak ve öğrenerek büyüdüğü ortamda iki dilli
olabilir. Buna andaş iki dillilik adı verilir. Birey ilk dilinden sonra ikinci bir dil
öğrenerek de iki dilli olabilir. Buna ardışık ya da sıralı iki dillilik adı verilmektedir. İki
dilli olmak farklı boyutlardan farklı manalara gelebilmektedir. İki dillilik, bir takım
dil yeterliliği ve ilgili bağlamla ilişkilendirilebilmektedir. Farklı kültürel bir bağlamda
okula yeni başlayan öğrenci her ne kadar evde ebeveynleri ile ana dilini ya da ilk
dilini kullanırken dış dünya da ikinci bir dili kullanmayı tercih etse bile bu öğrenci
iki dilli olarak betimlenebilir. Türkiye’ye göçmen olarak gelip yerleşen öğrenciler
Türkçe dilini konuşmada iyi bir seviyede olabilirler fakat bu öğrenciler sınıf
ortamında Türkçe yazma bağlamında zorluk çekebilmektedirler. Ya da tam tersi de
gözlemlenebilir. Dilde yeterlilik açısından, iki dilli bir birey her iki dilde de çok ileri
düzeyde konuşma, dinleme, yazma ve okuma yeterliliğine sahip olabilir veya bir
dilde yalnızca sınırlı yeterliliğe sahip iken ve diğer dilde çok daha ileri düzeyde
olabilmektedir. İki dil arasındaki beceri ve seviye farkı kesin hatlarla
çizilememektedir. Dolayısıyla iki dillilik kullanılan dillerin bağlamına ve bireyin bu
dillerdeki yeterliliklerine bağlıdır. Farklı uluslardan öğrencilerin olduğu eğitim
kurumlarında iki dillilik ve hatta çok dillilik kavramlarının karmaşık bir doğası
vardır. Tek dillilik yalnızca bir dili konuşma yeteneğini ifade ederken iki dillilik, bir
kişinin veya topluluğun iletişiminde iki dilin bir arada bulunmasını ifade eder. İki
dillilik, birden fazla dilin kullanılması olan çok dillilik kavramının daha geniş
yelpazesi altındadır. İkiden fazla dilde iletişim kurabilenler çok dilli olarak
adlandırılırlar. İlgili alan yazında bazen iki dilli kişiler de çok dilli olarak
adlandırılabilmektedir. Bazı kaynaklarda iki dillilik ikiden fazla dilin kullanımına
atıfta bulunarak dile getirilmektedir, ancak, esas olarak adından da anlaşılacağı
gibi iki dillilik yalnızca iki dili ifade eder.
toplumsal örgütlenme düzeyinde olan geniş bir terimdir. Dünyanın hemen hemen
her bölgesinde bir dereceye kadar toplumsal iki dillilikle karşılaşılır. Sosyal iki
dillilik dilin temasını, sürdürülmesini, değiştirilmesini ve iki dilli eğitimin doğasını
belirleyen ve iki dilliliğin sosyal değerlendirilmesi ile değer yargıları gibi boyutlar
arasındaki karşılıklı ilişkiyi ifade eder. İnsanların iki dilliliği nasıl geliştirdikleri
açısından konuya baktığımızda ise üç temel iki dillilik türü ile karşılaşırız.
•Örneğin, evde ana dili olan Arapçayı konuşan bir öğrenci, okulda
Türkçe dilini öğrendikten sonra okul ve arkadaş ortamında Türkçe
konuşur. İkinci dil Türkçeyi sadece okul ortamında konuşan öğrencinin
zihninde iki dil de ayrı kalır.
Dünyanın çoğu Bu bireylerde sadece bir dil hâkimdir. Bir başka değişle bu tür iki dillilik iki
bölgesinde bir dereceye farklı dilin diğeri üzerinde hâkimiyet kurması ile meydana gelmektedir. Birinci dil
kadar toplumsal iki vasıtasıyla ikinci dilin öğrenildiği bağımlı iki dillilikte nispeten daha zayıf olan dile
dillilikle karşılaşılır. güçlü olan dilden aktarım yapılır. Bu eyleme kod değiştirme adı verilmektedir.
Örneğin İngiltere’de eğitimine devam eden bir çocuğun İngilizce konuşmaya
çalışırken Türkçeden sözcük aktarımı yapması bağımlı iki dilliliğe örnek verilebilir.
İki dillilik erken çocukluk döneminde geliştiği gibi ileriki yaşlarda ve hatta
yetişkinlik döneminde bile meydana gelebilmektedir. Geç iki dillilik dil öğrenimi
için kritik evreden sonra geliştiği için erken iki dillilikten farklıdır. Bireyler ikinci bir
dili o dili konuşan insanların içinde edindiklerinde öğrenme örtük olarak
gerçekleşirken, sınıf ortamında çalışma yoluyla gerçekleşen edinim açıkça
öğrenme yoluyla yapılmaktadır. Sahip olunan iki dilin bireydeki bilgi, beceri ve
pratik seviyesine üç temel iki dillilik türü ile karşılaşırız.
Yarı-iki Dillilik
Birey her iki dilde de düşük düzeyde bilgi ve beceriye sahipse yarı-iki dillidir.
Bazı bireyler iki dilli olmalarına rağmen, her iki dilin temel becerilerinde de
zayıftırlar. Bir nevi arada kalmış bu bireyler yarı-iki dilli olarak atfedilmektedirler.
KOD DEĞİŞTİRME
Kod değiştirme, ilgili sosyal bağlama veya konuşma ortamına bağlı olarak
dilbilimsel bir koddan diğerine geçiş sürecidir. Konuşma sırasında kod değiştirirken
iki veya daha fazla dil veya dil çeşitleri arasında geçiş yapmak mümkündür. Ana dili
Arapça olan ve Türkiye’ye yerleşmiş Suriyeli bir çocuğun Türkçe konuşurken
zorlandığı zamanlarda araya otomatik olarak Arapça yapılar ve sözcükler
karıştırması veya Türkçe konuşma frekansından Arapça frekansına geçmesi kod
Kod değiştirme farkına
varmadan diller arası değiştirmeye örnek olarak verilebilir. İki dilli sınıflarda kod değiştirme, öğrendiğini
geçiş yapmaktır. aktarabilen öğrencileri motive edebilmektedir. Sınıf içinde özgürce kod
değiştirebilen öğrenciler, konuyu tartışırken daha az dil engeliyle karşılaşmaktadır.
Bu bağlamda kod değiştirme iki dilli sınıflarda avantaja dönebilmektedir. Kod
değiştirme genelde bilinçsiz şekilde yapılırken konuşmacının zorlandığı anda yine
bilinçli şekilde de yapılabilmektedir. Bilinçli düzeyde yapılan geçişlerde iki dilli
konuşmacının alternatif dilde varlık gösteremediğini hissetmemesi bağlamında
kod değiştirme yarar sağlar.
Sosyal ortama dayalı olarak konuşmayı, lehçeyi veya davranışı uyarlama
veya değiştirme şeklinde yaygın uygulamayı ifade eden diller arası kod değiştirme
çoğunlukla iki dilli veya çok dilli bireylerce kullanılmaktadır. İlgili alan yazın
incelendiğinde diller arası kod değiştirmeye yönelik olumlu tutumlar
saptanmaktadır. Öğrencilerin her iki dile yönelik tutumlarının öğrenmelerine ve
bilgi edinmelerine katkıda bulunduğundan, kod değiştirme tutumu öğrencilerin
akademik performansını etkilemektedir. Diller arası kod değiştirmenin hem
öğrenciler hem de öğretmenler üzerinde olumlu etkileri gözlemlenmektedir. Bu
yöntem öğrenci ders katılımını sağladığı gibi ilgili dersin zor yönlerini de öğrencinin
anlamasına yardımcı olur. Aynı zamanda bu yöntem öğrencinin önceki bilgileriyle
bağlantı kurmasını destekler. Öğrencide kaygı, stres gibi yoğun ve olumsuz
duygular meydana geldiğinde, beyinde davranışa yön veren bilgi işleme becerisi
sekteye uğradığı zamanlarda diller arası kod değiştirme tetiklenmektedir. Diller
arası kod değiştirirken bireyler tabi ki istedikleri her kelimeyi kullanıp tüm dilbilgisi
kurallarını göz ardı edemezler.
Diller arası kod değiştirmenin altında yatan ve onu anlaşılır ve doğal kılmak
için var olan birçok bilinçsiz faktör vardır. Genellikle, belirli bir sosyal çevre ile
özdeşleşmek için diller arasında çoğunlukla farkında bile olmadan kod değiştiririz.
Çoğu zaman bunu yaptığımızın farkında bile olmayız. Örneğin bir iş görüşmesi
yaparken bireyin nasıl konuştuğunu düşünün. Böyle bir bağlamda yüksek olasılıkla,
konuşmanız bilinçaltında gayet ölçülü, dengeli ve profesyonel bir hal alır. Buna
karşılık, yakın arkadaşlarınızın olduğu bir ortamda, sosyal ve kültürel bağlamda
kendinizi daha rahat ve güvende hissettiğiniz için konuşmanız, tavrınız,
davranışlarınız gündelik, samimi ve rahat bir hal alır. İki dilli insanlar konuştukları
dilleri karıştırma konusunda benzersiz bir yeteneğe sahiptir. Biraz yaratıcı kod
değiştirmeyle, iki dilli insanlar farklı dillerde etkili kelimeler ekleyerek söylemlerine
daha fazla etki de katabilirler. Bazen bir dildeki deyimsel dil ve diğer türden
ifadeler diğerlerine pekiyi çevrilmeyebilir. Daha açık ifade etmek gerekirse diller
arası kod geçişleri ilgili sosyal veya kültürel çevreye dayalı olarak daha açık ve
anlaşılır bir hal alır. Bebekler veya çocuklar her dile yeterince maruz bırakılırsa,
doğumdan itibaren iki veya daha fazla dil öğrenebilirler. İki dilli çocukların diller
arasında kod değiştirmesi veya dilleri karıştırması gayet normal bir süreçtir. İki dilli
çocukların özellikle ilk aşamada dilleri karıştırması olağan bir süreçtir. Çocuk
kullandığı diller arasında karşılaştırma veya çözümleme yaparken bu eylemlere
başvurur. Örneğin iki dilli çocukların konuşma esnasında diller arasından kelimeler
ödünç alması normal ve yaygın bir uygulamadır. Çocuk her iki dilde de daha uzman
oldukça bunun dışına çıkar. İki dili aynı anda öğrenmek çocuğun konuşmasında
gecikmeye sebep olmaz. Bazı çocukların her iki dilde de akıcı hale gelmesi bireysel
farklılıklardan dolayı farklı zamanlar gerektirse de bu çocuklar okul çağında
aralarındaki arayı kolaylıkla kapatabilmektedir. Kısacası iki dilli çocukların iki dilden
kelimeleri aynı cümlede karıştırmaları olarak bilinen kod değiştirme ya da
karıştırma eylemi normal bir olgudur. Kod değiştirme iki dilli gelişimin normal bir
parçasıdır ve iki dilli çocukların aslında kodları karıştırmak için iyi nedenleri vardır.
Kod değiştirme iki dilli
sınıflarda avantaj Çocuklar kod değiştirir çünkü bunu kendi ailelerinde ya da dil
olabilmektedir. topluluklarında da sık sık tecrübe ederler. Çocuklar çevrelerinde olan her olayı
gözlemler, öğrenir ve tekrar ederler. Gençlerde ve yetişkinlerde de kod değiştirme
gerçekleşir çünkü onların da dilsel kaynakları sınırlıdır. İki dilli olmak için iki dilli
ebeveynlere sahip olmak tek yol değildir. Birden fazla dile maruz kalarak iki dilli
olmanın birçok yolu vardır. Yabancı veya ikinci dil eğitimi veya iki dilli eğitim bu
yollardan bazılarıdır. Birey her iki dile de yeterince maruz kaldığı sürece, iki dilli
olma şansına sahiptir. Dünyanın yarısından fazlası iki dillidir. Örneğin Endonezya,
iki dilli 200 milyondan fazla kişiye ev sahipliği yapan dünyanın en büyük iki dilli
ülkelerinden biridir. Kanada gibi ülkelerde de iki dillilik bir normdur ve orada
yaşayan insanlar her gün iki dil konuşur.
İki dilli bireyler yeni bir dilde bilgi beceri geliştirmek için birinci ve ikinci
dillerindeki bilgi ve becerilerini kullanabilirler. İki dilli çocuklar her iki dilde de
bildikleri arasında ilişki kurarak yaratıcı ve pratik bir şekilde iletişim küraralar. Bu
bağlamda iki dilli çocuk bir konuşmada sık sık birinci ve ikinci dili arasında geçiş
yapıyorsa, bu gayet normal bir süreçtir çünkü çocuğun dilsel bilgi ve becerilerini
yeterli bir şekilde kullandığının göstergesidir. İki dilli çocukların birinci veya ana
dilleri kendi öz kültürleri ile yakından bağlantılıdır. Bu da iki dilli çocuklarda
kültürel veya milli benlik gelişimine fayda sağlamaktadır. İki dilli çocukların ana
dillerinde de iletişim kurmaları özgüven geliştirmelerine de fayda sağlayacaktır. Bu
arada ikinci bir dil bilmenin çocuğun diğer kültürlerden veya toplumlardan da bir
şeyler öğrenip kendini geliştirdiği yadsınamaz bir gerçektir. İki dilli çocukların çoklu
görevleri daha verimli ve pratik şekilde yaptıkları da gözlemlenmektedir. Bu
bağlamda iki dilli çocukların dikkati daha az dağılır ve okulda daha fazla
odaklanırlar. Farklı iki boyuttan bakabildikleri için iki dilli çocuklar empati kurmada
da bir hayli başarılıdır.
İki dilli olmanın sayısız yararları olmasına rağmen az da olsa iki dilli olmanın
dezavantajlarından da söz edilmektedir. Örneğin, sahip olunan iki dilden biri
genellikle diğerinden daha güçlü olabilmektedir ve iki dilli birey bir dili diğerinden
daha fazla kullanma eğiliminde olabilmektedir. Aynı anda iki dil öğrenen
çocukların sadece bir dil öğrenen çocuklarla aynı süreçlerden geçtiği ve bu
çocuklarda dil gecikmesi olmayacağını ifade eden çalışmaların olduğu da
yadsınamaz. İlaveten, iki dillilik bireyde kültürel farkındalık artırır. Kültür ve dil iç
içe geçmiş olgulardır ve birbirinden etkilenirler. Kültür ve dil arasındaki ilişki birden
fazla dil konuşabildiği için bireye daha fazla kültürel farkındalık, iç görü ve anlayış
kazandırır. Örneğin, bir çocuk Türk bir anne babadan doğmuşsa, Rusya’da
büyümüşse, ancak hem Türkçe hem de Rusçaya hâkimse, Türk kültürüne ilişkin
anlayışı ve farkındalığı güç kazanabilir ya da tam tersi bir farkındalıkta güçlü olarak
hissedilebilir. Kısacası bu çocuk, iki dilli olmasının bir sonucu olarak, muhtemelen
hem Türk kökleri hem de Rus kültürü hakkında sağlam bir kültürel farkındalığa
sahip olacaktır. Kısacası, sosyal anlayış bağlamında iki dilliler belirli avantajlar
gösterirler çünkü iki dilliler farklı insanların farklı dil bilgisine sahip olduğu
karmaşık bir sosyal dünya da gezinmek zorundadırlar. Örneğin, iki dilli çocuklar
diğer çocukların duygularını, düşüncelerini, isteklerini, bakış açılarını ve niyetlerini
anlamada tek dillilerden biraz daha iyidir.
İki dilliliğin sağladığı avantajlar tam olarak ispat edilememiştir, fakat bazı
olasılıklar bu bağlamda ileri sürülmektedir. Örneğin iki dilli bireyler diller arasında
düzenli olarak geçiş yaptıklarından iki dilden birini seçerken diğerini engellerler ve
bu uygulamanın beyni eğittiği ileri sürülmektedir. Türkiye’de daha ilkokuldan
başlayarak herkes yabancı dil olarak İngilizce öğrenmekte. Fakat bu iki dillilik mi?
Öğretilen bu yabancı dil Türk öğrencileri iki dilli yapmayı başarabildi mi? Aslında
cevaplar gayet açık. Genel olarak Türkiye’de yabancı dil olarak İngilizce eğitimi
sınavlara yönelik ve çoğunlukla dilbilgisi ağırlıklı olduğu için istisnalar hariç bu tip
bir eğitim iki dillilik yaratmaz. İki dillilik her iki dilde de iletişim becerileri ile
sağlanır. Bloomfield (1933)' a göre iki dillilik, iki dilin ana dili gibi kontrolüdür. Yine
aynı şekilde Longman sözlüğü iki dilliliği iki dili eşit derecede iyi konuşabilmek
olarak tanımlamaktadır. Lakin iki dillilikte bir mükemmellik derecesi kolayca
tanımlanamaz (Bhatia & Ritchie, 2008; Kroll et al., 2015). Harding-Esch & Riley,
2003). Grosjean (1992)’ye göre de iki dillilik iki tam veya iki eksik dilin toplamı
değildir. İki dillilik terimi oldukça kapsamlı bir yapıya sahiptir. Leist-Villis (2004) iki
dilliliğin her iki dilde yaşamak, hissetmek, düşünmek ve iletişim kurmak olduğunu
bu bağlamda ifade etmiştir. İki dillilerde her iki dilin de gelişimi nadiren eşit olarak
görülür. Kullanma oranına paralel olarak veya maruz kalma ile orantılı olarak
çoğunlukla bir dilin diğerinden zamanla daha güçlü olduğu gözlemlenir.
İki dil arasındaki seviye bireyin yaşına, aile ve yakın çevresindeki konuşulan
dil durumuna, yaşanılan ülkeye, bağlı olarak değişkenlik gösterir. Her iki dilde de
farklı alanlarda baskın ya da daha güçlü yönler de mevcut olabilir. Örneğin
İki dillilik bireyde dillerden biri duygusal alanda daha gelişmiş iken diğerinin akılcılıkta daha gelişmiş
kültürel farkındalık
olması da gözlemlenebilir (Bialystok, 1999; Bialystok & Craik, 2010; Leist-Villis,
artırır.
2008; Pavlenko, 2014). Kısacası, iki dillilik tanımlaması zor bir olgudur. Çocuğun dil
ediniminde kritik dönemlerin olduğu belirli bir yaşa gelindiğinde dil öğreniminin
zor olduğu düşüncesi yaygındır. İkinci dil ediniminde ise birey erken yaşlarda dile
maruz kaldığında ikinci dil edinimi de daha kolay olacaktır. Fakat bireysel ve
çevresel farklılıklardan dolayı ikinci dil ediniminde de seviye farklılıkları bireyin yaşı
ilerlemişse bile gözlemlenmektedir. Örneğin bazı yetişkinler sonradan ikinci dil
öğrenmeye başlasalar da bu ikinci dilde uzmanken bazı yetişkinler bu dilde yeteri
kadar uzmanlaşamamaktadırlar. Bu bağlamda kritik evre, çevre, dile maruz kalma
ölçüsü ve diğer birçok sebepten dolayı ikinci dilde yeterlilik kişiden kişiye farklılık
gösterebilmektedir.
İkinci dili daha genç ve daha yaşlı öğrenenler arasında olgunlaşma ve
çevresel farklılıklardan dolayı farklılıklar olsa da ikinci dili erken dönemlerde
öğrenmenin avantajları yadsınamaz. Doğuştan ikinci bir dil edinen iki dilliler
eşzamanlı iki dilliler olarak adlandırılırken, ister erken yaşta ister ileri yaşlarda
birinci dili ve ardından ikinci dili öğrenenler sıralı iki dilli olarak atfedilirler. Eş
zamanlı iki dilliliğin ardışık iki dilliliğe göre daha avantajlı veya oturmuş olduğu da
yadsınamaz bir gerçektir çünkü eş zamanlı iki dilliler daha iyi aksana, dilbilgisine ve
daha zengin kelime dağarcığına sahiptir. Bu bireyler aynı zamanda dil işlemede
daha fazla yeterliğe sahip olma eğilimindedirler. Dünya nüfusunun büyük bir
kısmının tek dilli olmaktan çok iki dilli veya çok dilli olduğu günümüzde birden çok
dil bilmek kültürler arası iletişimi kolaylaştırmanın yanı sıra bilişsel yetenekleri de
geliştirmektedir. Yani, iki dilli beyin bir dili kullanırken diğerine müdahale edecek
ve tek dilli beyinden daha fazla görev yapacaktır. İki dilliliğin yaş aralığı bağlamında
farklı etkiler olduğundan erken çocukluk dönemindekiler çevresel değişikliklere
daha iyi uyum sağlayacaktır. İki dilli yetişkinlerin ise daha az bilişsel gerileme
yaşaması muhtemeldir. İki dilli olmanın kuşkusuz sayısız avantajı vardır. Fakat
ikinci bir dilin yanı sıra ana dili muhafaza etmek iki dilli bireylerin kültürel, milli ve
sosyal kimliklerini korur ve duygu dünyalarını da destekler. Bu bağlamda bireylerin
ana dillerine saygı ve hoşgörü hayati önem arz eder. Bunun yanı sıra, çocukların dil
gelişimleri hakkında doğru bilgiye sahip olma ve ikinci bir dili doğru şekilde
adlandırma ve destekleme de hayli önemlidir.
dilliliğe zorlanır. Kimileri ise çocuklarını iki dilli yetiştirmek ister. İki dilli çocuk
yetiştirmede uygulanabilecek bir takım yöntemler mevcuttur. İki dilli çocuk
yetiştirmede sıklıkla kullanılan yöntemlerden bazıları Bir İnsan Bir Dil, Evde Azınlık
İki dillilik farklı dilleri Dili, Yapay İki Dillilik gibi yöntemlerdir.
konuşan bireyler
arasındaki temastan
kaynaklanır. Bireysel Etkinlik
•İki dillilik tanımı karmaşık yapıdadır ve ikinci dili edinme yaşı, iki dile de
maruz kalma süresi, bireysel beceriler ve iki dilin hangi koşullar altında
edinildiği gibi faktörlerden etkilenmektedir. İki farklı dilde iletişim kurma
yeteneğine iki dillilik adı verilir. Sınıf ortamında iki farklı dilin kullanılması ise
iki dilde eğitim olarak adlandırılmaktadır. İki dillilik dil gelişiminin özel bir
durumu olarak görülmekle birlikte dil edinimi tek dilli ve iki dilli çocuklar için
benzerlik göstermektedir.
Özet
•İki dili konuşma ve anlama yeteneği anlamına gelen iki dillilik bireyleri ve
tüm toplumu ifade edebilmektedir. İki dillilikte iki farklı kültür bu dilleri
konuşan bireyin hayatında birleşmektedir. Bir başka değişle iki dillilik iki farklı
kültürün kaynaşması anlamına da gelir. İki dilli bireylerin her iki dilde ne
ölçüde bilgi ve beceriye sahip olduğu konusunda veya iki dil arasındaki
yetkinlik ölçüsünün ne olduğu konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Her
iki dilde de ana dil seviyesinde yetkinlik nadir görülen bir düzeydir.
•Her eylem bir ihtiyacın ürünüdür ve bu bağlamda bir dili bir amaç için
ediniriz. İki dillilerin de her dil için farklı ihtiyaçları vardır. Kısacası, iki dilli
olmanın gerçekten ne anlama geldiği konusunda farklı görüşler vardır. İki
dillilik iki dilde de zahmetsizce iletişim kurabilmek anlamına gelebilirken
ikinci dilin daha sonra edinildiği ve bu bağlamda iletişiminin ara sıra
gerçekleştiği anlamına da gelebilmektedir. Bazıları iki dilliliği her iki dilde de
hatasız dilbilgisi, kelime ve mükemmel telaffuzu ölçüt alarak tanımlarken,
bazıları da iki dilli olma kriterlerini çok esnek tutmuştur.
•Geçmişte iki dillilik olumsuz bir olgu olarak görülmekteydi. İki dilli
yetiştirilme tarzının özellikle küçük çocuklarda kafa karışıklığına neden
olabileceği yönünde pek çok görüş vardı. Güncel araştırmalar ise iki dilli
insanların dil dışındaki alanlarda da problem çözme becerilerinin daha
gelişmiş olduğunu ve bu insanların üst dilsel ve kültürel farkındalığa sahip
olduklarını öne sürmektedir. Bu bağlamda iki dilli çocuklar yetiştirmek
günümüzde daha fazla ebeveyn için çekici hale gelmiştir. Çünkü iki dille
büyüme veya iki dil edinmenin günümüz dünyasında sayısız avantajı olduğu
oldukça açıktır. İki dillilik doğal ortamında iki dil edinmenin günümüz
dünyasında sayısız avantajı vardır.Kendiliğinden olabildiği gibi bazı
durumlarda kendi kendine olabilecek bir beceri değildir.
•Çocukları ikinci bir dilde başarılı olacak şekilde yetiştirmek, iki dilli dil gelişimi
hakkında dikkatli bir planlama gerektirmektedir. Bu yüzden çocuklarınızın iki
dilli olarak yetişmesini istiyorsanız, kendi iki dillilik tanımınızı netleştirmeniz
fayda sağlayacaktır. Bu bağlamda birden fazla dili kullanma becerisine sahip
çocuklar yetiştirmeye yönelik bir strateji geliştirmek için toplumunuzda veya
kültürünüzde ne tür iki dilliliğin önemli olduğunu belirlemenizde fayda
vardır. Sonuç olarak aileler çocukları için iki dillilik planları yapıyorsa çocuğun
benlik algısını, kültürel kimliğini ve diğer birçok sosyal faktörü göz önünde
bulundurmalıdır.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. İki dillilik ne demektir?
a) İki farklı dili kullanabilme becerisi
b) Üç farklı dili kullanabilme becerisi
c) İkiden fazla dili kullanabilme becerisi
d) Tek dili kullanabilme becerisi
e) İki farklı aksanı kullanabilme becerisi
Cevap Anahtarı
1.a, 2.e, 3.a, 4.b, 5.c, 6.d, 7.a, 8.d, 9.e, 10.b
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Bialystok, E. (1999). Cognitive complexity and attentional control in the bilingual
mind. Child development, 70(3), 636-644.
Bialystok, E., & Craik, F. I. (2010). Cognitive and linguistic processing in the
bilingual mind. Current directions in psychological science, 19(1), 19-23.
Bloomfield, L. (1933) Language. New York: Holt.
Bhatia, T. K., & Ritchie, W. C. (2008). The bilingual mind and linguistic
creativity. Journal of Creative Communications, 3(1), 5-21.
Grosjean, F. (1992). Another view of bilingualism. Advances in psychology, 83, 51-
62).
Leist-Villis, A. (2004). Zweisprachigkeit im Kontext sozialer Netzwerke.
Unterstützende Rahmenbedingungen zweisprachiger Entwicklung und
Erziehung am Beispiel griechisch-deutsch. Münster: Waxmann.
Leist-Villis, A. (2008). Elternratgeber Zweisprachigkeit. Informationen & Tipps zur
zweisprachigen Entwicklung und Erziehung von Kindern, Tübingen:
Stauffenburg.
Harding-Esch, E. & Riley, P. (2003). The Bilingual Family. A handbook for parents.
(2 edition). Cambridge: Cambridge University Press.
Kroll, J. F., Dussias, P. E., Bice, K., & Perrotti, L. (2015). Bilingualism, mind, and
brain. Annu. Rev. Linguist., 1(1), 377-394.
Pavlenko, A. (2014). The bilingual mind: And what it tells us about language and
thought. Cambridge: Cambridge University Press.
Çocukluk
• Modern Bir İnşa Olarak Çocukluk TÜRK TOPLUMUNDA
• Medya Çalışmalarının Kapsamı
• Çocukların Medyadaki Temsili VE FARKLI
KÜLTÜRLERDE
ÇOCUK
Dr. Muhammed
Sinan KARABIYIK
öğrenebilecek,
• Farklı kültürlerde çocuk ve çocukluğa
dair bilgileri öğrenebilecek,
• Modern çocukluk anlayışının
gelişimini öğrenebilecek,
• Medya çalışmalarının kapsamını ve
medyadaki çocuk temsilinin önemini
öğrenebileceksiniz.
ÜNİTE
11
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Çocuk, Medya ve Farklı Kültürler
GİRİŞ
İnsan olmayı yetişkin olmakla özdeşleştiren yaygın toplumsal kabullere göre
çocukluk çoğu zaman hızlı bir şekilde geçilmesi gereken bir yaşam evresinden
ibarettir. Çocukların bilgisizlikleri ve yetersizlikleri ise ancak yetişkinler tarafından
onlara verilecek olan iyi bir eğitimle aşılması mümkün arızi bir durumu ifade
etmektedir. Bazı sosyologlar bu arızi durumun sosyalizasyon süreciyle birlikte
atlatılabileceğini düşünürken; bazı antropologlar ise kültürlenmenin çocuklara iyi
geleceğini ifade etmişlerdir. Yetişkinlerin gözünden çocukların genel itibariyle pek
itibarlı bir sosyal statüsü olmadığı gerçeği çoğu zaman çocuklara dair yetersizlik
Philippe Ariès sosyal vurgusunda açığa çıkmaktadır.
bilimlerde çocukluğa
dair ilk çalışmaları 1960’lı yıllara kadar çocukların toplum ve kültürdeki yerine ilişkin ciddi bir
yürütmüştür. sorgulamanın ve ilginin olduğunu söylemek pek mümkün görünmemektedir.
Philippe Ariès’in (1962) çalışmalarıyla birlikte çocuklar ilke kez ciddi bir biçimde
sosyal bilimlerin araştırma nesnesi haline gelmeye başlamıştır. Ariès ailenin
tarihini konu edinen çalışmasının bir bölümünde çocuklara yer açarak önemli bir
mihenk taşını oluşturmuştur.
Tarih boyunca farklı medeniyet ve kültürlere ev sahipliği yapan
Mezopotamya, Ortadoğu ve Anadolu coğrafyasında pek çok farklı toplum, inanç ve
kültür biçimleri var olmuştur. Bu durum Anadolu coğrafyasında tarihin farklı
dönemlerinde farklı çocukluk anlayışları olduğu anlamına gelmektedir. Dolayısıyla
farklı kültürlerdeki çocuk ve çocukluk anlayışlarını belli bir coğrafyada ve zaman
dilimi içerisinde ele almak ve incelemek mümkündür. Bir kültürde çocukların
edindiği yeri öğrenmenin bazı araçları vardır. Çocuk oyuncakları, masallar,
hikâyeler, kıyafetler gibi olgular çocukların kültür içerisindeki yerini saptamak için
önemli veriler sunmaktadırlar.
Eski Mezopotamya’da milattan önce üç binli yılların sonlarına ait belgeler
eğitim sistemine dair genel bir görünüm sunmaktadır. Bu metinlerde eğitim
kurumlarının yanı sıra bu kurumların yürütücüsü olan eğitimcilere ve öğrencilere
de yer verilmiştir. İlgili metinlerde eğitimcilerin ve öğrencilerin okuldaki statülerine
dair önemli bilgilere yer verilmektedir. Tarih metinlerinde erkek öğrencilerin
okuldaki yaşamları ve eğitim koşullarının katı kurallara bağlı kılındığı ifade
edilmektedir (Erkanal, 1997).
Anadolu coğrafyasında altı yüz yıllık kadim bir geçmişe sahip olan Osmanlı
İmparatorluğunda da eğitim sistemi önemli bir kurum olarak varlık göstermiştir.
Eğitim kurumlarının yanı sıra çocuklara dair bilgiler edinilen farklı kaynaklar
bulunmaktadır. Osmanlı sarayına ve hanedanın yaşamına odaklanan tarih
çalışmalarında sarayda çocuk olmanın niteliklerine ilişkin önemli bilgiler yer
almaktadır. Osmanlı sarayındaki sünnet törenleri ve çocuk eğlenceleri çocuklara
ilişkin önemli bilgiler sağlamaktadır (Türkoğlu, 1997).
Osmanlı’da çocuk törenleri ve eğitim kurumları zaman içerisinde
dönüşmüştür. İmparatorluğun son dönemlerinde Dolmabahçe ve Yıldız
Örnek
•Matbaanın icadıyla birlikte yetişkinlere yönelik enformasyon
üretilmiştir. Çocukların okuyamadıkları basılı metinler onları üreten
yetişkinlerle çocukları birbirlerinden farklılştırmıştır.
Bazı düşünürlere göre •Çocukluk kavramı toplumdan topluma değişkil göstermektedir. Hatta
çocukluk siyasal, aynı toplumda farklı zamanlarda yapılan çocukluk tanımları bile
düşünsel, cinsel ya da birbirlerinden farklılaşmaktadır.
ekonomik açıdan
yetersiz bir kurgu olarak Çocukluk çalışmalarında önemli bir yeri bulunan Franklin’ göre çocukluğa
görülmektedir. dair beş farklı yaklaşım söz konusudur. Bunlardan birincisi, çocukluğun statik ve
evrensel olmadığı yaklaşımıdır. İkincisi, farklı yaş grupları arasındaki ayrımların
tartışmalı olması yaklaşımıdır. Üçüncüsü, çocukların eksik varlıklar olarak
yetişkinlerin karşıtı olarak tarif edilmeleri yaklaşımıdır. Dördüncüsü, çocukluğun
zamansal bir tanımlamanın ötesinde güç ilişkileriyle olan diyaloğunun göz ardı
edilmesi yaklaşımıdır. Son ve beşinci yaklaşım ise çocukluğun modern ve yeni bir
icat olarak algılanması yaklaşımıdır (Franklin, 1993, s.21-23).
Bazı düşünürler ise çocukluğu siyasal, düşünsel, cinsel ya da ekonomik
açıdan yetersiz bir kurgu olarak görmektedir. Bu anlayış çocukların korunması
gerektiğine vurgu yapmaktadır. Onlara göre çocuklar yetersizlikleriyle korunmaya
muhtaç varlıklardır. Bu anlayışa göre çocuklar başta aile kurumu olmak üzere
devletler ve diğer bazı kuruluşlar tarafından korunmalıdır (Marshall, 2005, s.120).
Bireysel Etkinlik
mümkündür. Bir kültürde çocukların edindiği yeri öğrenmenin bazı araçları vardır.
Çocuk oyuncakları, masallar, hikâyeler, kıyafetler gibi olgular çocukların kültür
içerisindeki yerini saptamak için önemli veriler sunmaktadırlar.
Örnek
•Sünnet düğünlerine dair minyatürlere örnek olarak Sultanahmet’teki
At Meydanında, Haliç’te ve Okmeydanı’nda yapılmış olanlar
verilebilir.
Bireysel Etkinlik
•Türk modernleşme tarihiyle Türkiye'de modern çocukluğun inşası
arasında bir ilişki olabilir mi? Düşününüz.
çocuklar doğuştan tabula rasa biçiminde boş bir zihinle dünyaya gelmektedirler.
Çocukların zihinleri zaman içerisinde ebeveynleri ve öğretmenleri tarafından
doldurulmaktadır. J. J. Rousseau ise yetişkinlerden farklı ve kendine özgü nitelikleri
olan romantik çocukluk anlayışını Emile isimli eserinde ortaya koymaktadır. Bu iki
aydınlanma düşünürünün çocukların gelişimi ve eğitimi için sosyal kurumlara
çeşitli sorumluluklar yükleyen anlayışı modern çocukluk düşüncesinin oluşumunda
etkili olmuştur.
Medya kavramı oldukça geniş bir kapsama sahiptir. Kişinin evinde otururken
televizyonda izlediği bir TV programı da medya olarak görülmekte; internetten
araba ilanlarını takip eden biri için internette medya olarak görülmektedir. İş
arayan biri için gazete ilanları da medya olarak değerlendirilmektedir. Medya
gazeteden TV’lere; internetten radyo yayınlarına kadar her şeyi içine almaktadır.
Medyanın bilgi vermek ve eğlendirmek gibi işlevleri düşünüldüğünde kişinin bir
tıkla dünyadaki borsa sistemlerini takip edilmesi, dünyanın farklı bir noktasındaki
Medya toplumu
bilgilendirmenin yanı savaş haberine erişebilmesi ya da dizi, film ve spor programlarıyla eğlendirmesi
sıra kültürü aktarma ve medyanın sahip olduğu işlevlerin çeşitliliğini ortaya koymaktadır.
eğlendirme işlevine de
Medyanın işlevlerine ilişkin pek çok yaklaşım bulunmaktadır. Bertrand’a
sahiptir.
göre (2004) medyanın işlevleri şöyledir:
Çevreyi izlemek
Toplumsal iletişimi kolaylaştırmak
Dünyaya dair fikir vermek
Kültürü iletmek
Eğlendirmek
Satış yapmak
UNESCO tarafından oluşturulan İletişim ve Toplum Raporunda medyanın
işlevleri şöyle açıklanmaktadır(Özkan, 2006):
Görsel medya
İşitsel medya
Basılı medya
İnternet ve yeni medya
Medya pek çok farklı alanı kuşatırken ürettiği ve yaydığı içeriğinde oldukça
çeşitlilik arz ettiği bilinmektedir. Burada dikkat çeken bir diğer konu ise medya
Düşününüz.
•Türkiye'de çocuklara yönelik hazırlanan içeriklerde medya kültürel
aktarım işlevini yerine getirebilmekte midir? Düşününüz.
Düşününüz.
•Sokağa sürüklenmiş çocuklara dair dizi ve filnmlerdeki çocuklar nasıl
temsil edilmektedir? Düşününüz.
•Bazı toplumlarda çocukların eğitimle birlikte insan olduğuna dair genel bir
anlayış kabul görmektedir. Bu yaklaşımın kökeninde çocuk olmanın eksiliğine
ilişkin yetişkince bir vurgu bulunmaktadır. Öyle ki, çocuğu bilgisiz, eksik,
bağımlı ve eğitimsiz olarak gören yetişkince anlayışa göre çocuklar ancak
eğitilerek yetişkinlerin dünyasına dâhil olabilmektedirler. Yetişkinlerin
gözünden çocukların genel itibariyle pek itibarlı bir sosyal statüsü olmadığı
Özet
gerçeği çocuklara dair yaklaşımlarda ve söylemlerde kendini kolayca ele
verebilmektedir.
•Çocuk ve çocukluk kavramları birbirinden farklı iki terim olarak
değerlendirilmelidir. Uzun yıllar boyunca bu iki kavramın birbirleri yerine
kullanılması büyük yanlışlıklara ve yanlış anlaşılmalara sebebiyet vermiştir.
Çocuk kavramı ya bir evlât, ya da bir toplumda yetişkinlerle aynı ölçüde tam
bir ekonomik ve hukuksal statü kazanamamış birisini tanımlamaktadır.
•Tarih boyunca farklı medeniyet ve kültürlere ev sahipliği yapan
Mezopotamya, Ortadoğu ve Anadolu coğrafyasında pek çok farklı toplum,
inanç ve kültür biçimleri var olmuştur. Bu durum aynı mekânda farklı
zamanlarda birbirinden farklılaşan çocukluk tanımlarına işaret etmektedir.
•Ariès’in sarsıcı iddiasına göre çocukluk biyolojik bir kurgu olmanın ötesinde
sosyal ve kültürel bir inşadır. Bu çerçevede çocukluğun kültürel bir kurgu
olması evrensel bir çocukluk tahayyülünü imkânsız kılmaktadır. Modern
çocukluk anlayışı, on sekizinci yüzyıl aydınlanma düşüncesi etrafında
Rousseau ve Locke’un düşüncelerinden önemli ölçüde etkilenmiştir.
Hıristiyanlık içerisinde Katoliklerin ilk günah inancına meydan okuyan John
Locke, çocukların suçlu ve günahkâr olduğu anlayışını reddetmiştir. Locke’a
göre çocuklar doğuştan tabula rasa biçiminde boş bir zihinle dünyaya
gelmektedirler. Çocukların zihinleri zaman içerisinde ebeveynleri ve
öğretmenleri tarafından doldurulmaktadır. J. J. Rousseau ise yetişkinlerden
farklı ve kendine özgü nitelikleri olan romantik bir çocukluk anlayışı
geliştirmiştir.
•Günümüz modern toplumlarında medyanın önemli bir güç olduğu hiç
tartışmasız kabul gören bir yaklaşımdır. Öyle ki kitle iletişim araçları
toplumsal kontrol ve değişim için oldukça kritik araçlara dönüşürken bu
durum medyayı bir iktidar-güç aracı haline getirmektedir. Günümüzde
yasama, yürütme ve yargıdan sonraki en etkili dördüncü kuvvetin medya
olduğu hatta gün geçtikçe birinci güç haline gelmeye başladığı iddia
edilmektedir.
•Medya bilgiyi üretme ve dağıtma görevine sahip olduğu gibi kişilere,
kurumlara, olay ve olgulara ilişkin temsiller üreten önemli bir araçtır.
Medyada temsil üretme son derece kritik bir görevdir. Öyle ki, neyin
temsilinin üretileceği ve nasıl sunulacağı son derece önemlidir.
•Çocukların medya içeriklerindeki temsil edilme biçimleri ya da göz ardı
edilmeleri toplumdaki çocukluk algısı, çocukluğa bakış ve hatta çocuklar
adına alınacak kararlar üzerinde bile etkili olabilmektedir. Bu sebeple
medyada çocukların temsili son derece önemli bir konudur. Genel olarak
medya içeriklerinde çocuk temsilleri incelendiği zaman yetişkinler kadar yer
edinmedikleri tespit edilmiştir. Haberlere konu olduklarında ise şiddetin ya
da kazanın mağduru biçiminde pasif birer “kurban” biçiminde sunulduğu
görülmektedir.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Bazı toplumlarda çocukların eğitimle birlikte insan olduğuna dair genel bir
anlayış kabul görmektedir. Bu yaklaşımın kökeninde çocuk olmanın
eksiliğine ilişkin yetişkince bir vurgu bulunmaktadır. Bu yaklaşıma göre
çocuklar eksikliklerini aşağıdakilerden hangisiyle düzeltebilirler?
a) Çocuklar eğitilerek yetişkinlerin dünyasına dâhil olabilirler.
b) Çocuklar oyun onayarak yetişkinlerin dünyasına dâhil olabilirler.
c) Çocuklar yetişkinlerle uzlaşarak yetişkinlerin dünyasına dâhil
olabilirler.
d) Çocuklar çalışma hayatına girerek yetişkinlerin dünyasına dâhil
olabilirler.
e) Çocuklar diğer çocuklarla anlaşarak yetişkinlerin dünyasına dâhil
olabilirler.
3. Bir evlât, ya da bir toplumda yetişkinlerle aynı ölçüde tam bir ekonomik ve
hukuksal statü kazanamamış birisini tanımlayan kavram aşağıdakilerden
hangisidir?
a) İnsan
b) Canlı
c) Çocuk
d) Yetişkin
e) Erkek
Cevap Anahtarı
1.a, 2.b, 3.c, 4.d, 5.e, 6.a, 7.b, 8.c, 9.d, 10.e
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Akın, M. H. (2011). Toplumsallaşma sözlüğü. Konya: Çizgi Kitabevi.
Ariès, P. (1962) Centuries of Childhood, A Social History of Family Life (R. Baldwick,
Trans.). New York: Random House.
Aydeniz, H. (2012). Medyayı Tanımak. İstanbul: Nakış Ofset.
Bertrand, C. J. (2004). Medya Etiği. Ankara: Başbakanlık Basın Yayın ve
Enformasyon Genel Müdürlüğü Yayınları
Bülbül, A. R. (2000). İletişim ve Etik. Konya: Damla Ofset.
Dekker, R. (2000) Childhood, Memory and Autobiography in Holland From the
Golden Age to Romanticism. London: Macmillan Press.
Elias, N. (2004). Uygarlık Süreci. İstanbul: İletişim Yayınları.
Elkind, D. (1999). Çocuk ve toplum: Gelişim ve eğitim üzerine denemeler (D.
Öngen, Çev.). Ankara: Ankara Üniversitesi Çocuk Kültürü Araştırma ve
Uygulama Merkezi Yayınları.
Ergenç, Ö. (1997). Osmanlı Klasik Döneminin İdeal İnsan Tipi ve Bu Dönemde
Çocuğun Kültürel Gelişimini Etkileyen Etkenler Üzerine Düşünceler, İçinde
(B. Onur, Haz.) I. Ulusal Çocuk Kültürü Kongresi: Çocuk Kültürü (ss. 97-104).
Ankara: Ankara Üniversitesi Çocuk Kültürü Araştırma ve Uygulama Merkezi.
Erkanal, H. (1997). Eski Mezopotamya’da Çocuk ve Eğitimi, İçinde (B. Onur, Haz.) I.
Ulusal Çocuk Kültürü Kongresi: Çocuk Kültürü (ss. 57-70). Ankara: Ankara
Üniversitesi Çocuk Kültürü Araştırma ve Uygulama Merkezi.
Franklin, B. (1993). Çocuk hakları (A. Türker, Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Marshall, G. (2005). Sosyoloji sözlüğü (O. Akınhay & D. Kömürcü, Çev.). Ankara:
Bilim ve Sanat Yayınları.
Özkan, A. (2006), Küreselleşme Sürecinin Medya ve Kültür Üzerindeki Etkileri,
TASAM Stratejik Rapor.
Piaget, J. (1999). Çocuklukta zihinsel gelişim. İstanbul: Cem Yayınevi.
Postman, N. (1995). Çocukluğun yokoluşu (K. İnal, Çev.). İstanbul: İmge Kitabevi.
Sanders, B. (2010). Öküzün A’sı: Elektronik Çağda Yazılı Kültürün Çöküşü ve
Şiddetin Yükselişi. Ankara: Ayrıntı Yayınları.
Tan, M. (2016). Çocukluk: Dün ve bugün. İçinde, B. Onur (Ed.), Toplumsal tarihte
çocuk (ss. 1-23). İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Türkoğlu, S. (1997). Osmanlı Saraylarında Çocuk, İçinde (B. Onur, Haz.) I. Ulusal
Çocuk Kültürü Kongresi: Çocuk Kültürü (ss.105-123). Ankara: Ankara
Üniversitesi Çocuk Kültürü Araştırma ve Uygulama Merkezi.
Sınıflandırması
• Türk Kültüründe Oyunun Tarihsel TÜRK TOPLUMUNDA
ve Toplumsal Yeri
• Türk Kültüründe Oyunlar VE FARKLI
• İslamiyet Öncesi Türklerde
Oyunlar
KÜLTÜRLERDE
• İslamiyet Sonrası Türklerde ÇOCUK
Oyunlar
• Günümüzde Oynanan
Arş. Gör. Mert ŞEN
Geleneksel Oyunlar
GİRİŞ
“İlk oyun bir taşı başka bir taşa vurmakla başlamıştı…”
Oyunlar, insanlık tarihi boyunca sosyalleşme, iletişim ve bireysel kazanımlar
için kullanılmıştır. Türkler de tarih sahnesinde köklü bir toplum olarak yer almıştır
ve kendilerine ait dil, din, gelenek, tarih gibi kültürel değerlere sahiptir. Eski
Türklerde askerlik herkes için bir görev olarak görülürdü ve savaş zamanı herkes
savaşçı haline gelirdi. Türkler at üzerinde okçuluk becerisi ile öne çıkardı ve
gelecekteki Türk savaşçıları çocukluk çağında verilen askeri eğitim ile yetiştirilirdi.
Türkler, tarihleri Oynadıkları oyunlar aracılığıyla çocuklar at binme ve ok atma gibi becerileri
boyunca oyunları kazanmaya başlardı. Türklerde oynanan oyunlarda sadece askeri becerilere değil
fiziksel, bilişsel, sosyal aynı zamanda sosyal ve kültürel değerlere de önem verilirdi. Türklerin geleneksel
ve duyuşsal becerilerini oyunları arasında kızak oyunları, koşu oyunları, yay oyunları, ok oyunları, akıl
geliştirmek için
oyunları gibi oyunlar yer almaktadır. Bu oyunlar hem fiziksel, zihinsel ve duyuşsal
kullanmıştır.
becerileri hem de sosyal etkileşimi geliştirmektedir. Ayrıca, Türklerin geleneksel
oyunları arasında kukla oyunları, hikâye anlatma oyunları, masal oyunları gibi
oyunlar vardır. Bu oyunlar hem zekâ ve dil becerilerini geliştirmekte hem de
kültürel aktarımı sağlamaktadır. Günümüzde Türk oyunlarının birçoğu kent
yaşamının etkilerinden ötürü unutulmuş olsa da, bazıları kültürel etkinliklerde,
özellikle de köylerde ve küçük kasabalarda varlığını sürdürmektedir. Sonuç olarak
Türklerde oyun, insanların fiziksel, bilişsel, duyuşsal ve kültürel becerilerini
geliştirmek için önemli bir araç olarak kabul edilir. Bu oyunlar, Türk kültürünün
geçmişteki değerlerini koruyan ve öğreten bir kültürel miras olarak kabul
edilmektedir.
(2013) oyunun kültürden daha eski olduğunu ve insanlığın her zaman oyunla iç içe
olduğunu ifade etmiştir. Ona göre her oyunun bir anlamı vardır ve oyun işlevsel
olarak zenginlik içerir. Ona göre oyun “olağan hayatın dışında yer aldığı hissedilen,
özgür ve "kurmaca" ama yine de oyuncuyu tamamen içine çekme yeteneğine sahip
bir eylem” olarak tanımlanmaktadır. Jean Piaget (2013) için oyun, çocukların
düşünme ve anlama süreçlerini yönelik bir aktivitedir. Ona göre oyun çocukların
bilişsel gelişimine önemli katkı sağlamaktadır ve bu yüzden öğrenme süreçlerinde
önemli bir rol oynar. Çocuklar oyun aracılığıyla kuralları öğrenir, problem çözme ve
düşünme becerilerini geliştirir. Oyun çocukların bilişsel, duyuşsal, sosyal ve fiziksel
gelişimlerine yardımcı olur (Piaget, 2013).
Oyun kavramı sözlük anlamı bakımından Türk Dil Kurumu (2023) tarafından
Yetenek ve zekâ on farklı şekilde tanımlanmıştır ancak bu bölümde ele alınacak oyun tanımları
geliştirici, belli kuralları “yetenek zekâ geliştirici, belirli kuralları olan, iyi vakit geçirmeye yarayan eğlence
olan, iyi vakit geçirmeye [1]”, “Müzik eşliğinde yapılan hareketlerin bütünü [3]”, “Seslendirilmek veya
yarayan eğlenceye sahnede oynanmak için hazırlanmış eser, temsil, piyes [4]”, “bedence ve kafaca
oyun denir.
yetenekleri geliştirmek amacıyla yapılan, çevikliğe dayanan her türlü yarışma [5]”
şeklinde olacaktır. Oyun kavramının İngilizcedeki karşılığı “game” ve “play”
şeklindedir. Sözlük anlamlarına göre “game” kelimesi oyunu “play” kelimesi ise
fiilen oynamak sözcüğünü karşılamaktadır (Gülsoy, 2019). Oyun “eğlenmek için
yapılan genellikle kuralları olan, kazanabilen ve kaybedilen bir aktivite" olarak
tanımlanmıştır (Oxford Learner's Dictionaries, 2023). Başka bir tanımda oyun
“oyun, belli bir kurallar ve hedefler çerçevesinde yapılan, eğlenme amaçlı
etkinlikler” şeklinde tanımlanmıştır (Psychology Today, 2023). Ayrıca oyun insan ve
diğer hayvanların eğlence amaçlı etkinlikleridir. Oyun, düzen, kurallar ve hedefler
çerçevesinde yapılır ve çoğunlukla bedensel veya zihinsel açıdan aktif olmayı
gerektirmektedir (Encyclopedia Britannica, 2023). Etimoloji sözlüğünde “game”
kelimesi köken olarak 1200’lere dayanmaktadır. Farklı bölge ve kültürlere göre
tanımı çeşitlilik gösteren oyun özünde eğlenmeyi çağrıştıracak şekilde sevinç,
neşelenme, oyalanma, tatmin, ortak katılım gibi anlamlar taşımaktadır (Gülsoy,
2019). Bu tanımlardan ve açıklamalardan anlaşılacağı üzere oyun insanların
eğlence üzerinden mutlu olmasını hedefleyen, kurallı veya kuralsız, belirli beceriler
geliştiren son derece zengin işlevlere sahip bir aktivitedir. Özellikle oyunun
çocuklar üzerindeki bilişsel, sosyal, fiziksel ve zihinsel gelişimine etkisi oyunu çocuk
için oldukça önemli kılmaktadır.
Oyun kavramının tanımı kadar türleriyle ilgili de çeşitli sınıflandırmalar
mevcuttur (Aytaş ve Uysal, 2017);
arkadaşlarınızla paylaşınız.
• Oyun .......... gibidir. Çünkü
........................................................................................................
........................................................................................................
....................
Bireysel Etkinlik
•Türklerde oyunun önemini anlatan bir kompozisyon yazınız.
Türkler tarafından oynanan zekâ oyunlarından bir diğeri ise bilinen tarihi
dört bin yıl önceye dayanan “Mangala” oyunudur. Mangala Türk dünyasında
“dokuz kumalak, dokuz korgol, yalakkaya ” isimleriyle de bilinmektedir (Gümüş ve
Gümüş, 2019; Kul, 2018). Mangala toplumda yer alan her kesimde ve yaşta insan
tarafından basit doğal malzemelerle bile oynanabilme özellikleriyle ön plana
çıkmaktadır. Mangala Türk toplumunun kültürel, siyasi, askeri ve toplumsal
yaşantısını yansıtan etnografik bir oyun olarak kabul edilmektedir. Örneğin
mangalada taşların asker olarak kabul edilmesi Türklerin savaşçı özelliğini
vurgularken, oyun başında hamle sırası gelen oyuncunun taşı kendi çukuruna
bırakma kuralı baba ocağına sahip çıkma anlamı taşımaktadır. Mangalada
kurnazlık, uyanıklık, önceden görme, esneklik, direnme, sağgörü ve bellek gibi
beceriler ön plana çıkmaktadır. Oyunu oynayan oyuncuların doğru stratejiyi
planlayabilme, bu stratejiyi gizleyerek uygulayabilme, rakibinin hamlelerine anlık
savunma ve karşılık verebilme gibi becerileri sahip olması gerekmektedir (Gümüş
ve Gümüş, 2019).
doğuşu sırasında Orta Doğu’nun kuzeyinde yer alan Türkler, 751’de Araplarla
birlikte Çinlileri Talas Savaşında yenmesiyle İslamiyet’i kabul etmeye başlamışlardır
(Akyüz, 2021; Özaydın, 2002). Türklerde yeni bir dinin kabulü tarih boyunca farklı
dinlerde gerçekleşmiş olsa da bu dinlerin yapısı Türklerin milli karakterlerine
uymadığı için benliklerini kaybetmeleriyle sonuçlanmıştır (Özaydın, 2002). Ancak
Türklerin tek Tanrı inançları, savaş anlayışları, yoksulları doyurma, kurban
Divanü Lügati't-Türk törenleri, bilime olan bakış açısı gibi geleneklerin İslamiyet’le örtüşmesiyle
sözlük olarak yazılmış
Türklerin İslamiyet’i kabulü ile sonuçlanmıştır (Akyüz, 2021). Türkler İslamiyet’e
olsa da içerisinde
oyunlara ilişkin ipuçları geçiş sürecinde bir yandan önceki Türk kültürüne ait örf ve adetleri yaşatmış bir
barındırmaktadır. yandan da İslamiyet’in kabulüyle birlikte gelen Fars ve Arap kültürleriyle de intibak
süreci yaşamıştır (Kaya, 2017). Türklerin İslamiyet’i kabulünün toplumsal yaşam,
kültür, ordu, ekonomi, eğitim, dil, bilim, yönetim ve hukuk gibi konularda etkileri
olmuştur. Özellikle ilk dönemlerde hayvancılık ve göçebe yaşantı etkisini
sürdürürken ilerleyen zamanlarda yerleşik hayata geçilmesiyle tarım, ticaret ve
zanaat faaliyetleri gelişmiştir (Alaca, 2020). Bütün bu değişimler ele alındığında
Türk kültüründe önemli değişimlerin meydana geldiği, bu değişimlerle birlikte
toplumsal ihtiyaçların değiştiği söylenebilir. Bu değişimlerin ise toplumsal
yaşantının önemli bir parçası olan oyunlara etki ettiği ifade edilebilir.
Türklerin İslamiyet’e geçişi sonrasında kaleme alınan ve oyun hakkında bilgi
veren çeşitli eserlere rastlamak mümkündür. Türk tarihinin en önemli eserlerinden
biri olan Kâşgarlı Mahmud tarafından yazılan Divanü Lügati't-Türk bu eserlere
örnek olarak gösterilebilir. Eser her ne kadar Araplara Türkçe öğretmek amacıyla
yazılsa da dönemin Türk dilini yansıtan bir eser olduğundan dönemin oyun kültürü
hakkında da bilgi sağlamaktadır. Eserde büyüklerin ve çocukların oynadığı oyunlar
ile ilgili bilgiler yer almaktadır (Aydemir ve Şen, 2022);
Tablo 13.1. Divanü Lügati't-Türk’te yer alan oyunlar
Büyüklerin Oynadıkları Çocukların Oynadıkları Oyunlar
Oyunlar
Çevgen Müngüz müngüz (boynuz boynuz)
Ok atma yarışları Köçürme
At yarışı Çelik çomak
Güreş Ceviz oyunu
Yalngu (salıncak oyunu) Karagunı (saklambaç)
Çengli Mengli
Eserde yer alan her oyunun oynanışına yönelik detaylı açıklamalar yer
almasa da oyunlar ile ilgili bilgilere ulaşmak mümkündür. Aşağıda açıklaması
bulunan bazı oyunlara yer verilmiştir (Aydemir ve Şen, 2022; Ercilasun ve
Akkoyunlu, 2015);
Seyirlik Oyunları
İslamiyet öncesi ve sonrasında Türklerde oynanan oyunlar benzerlik
gösterse de özellikle yerleşik hayata geçilmesiyle birlikte sonradan gelişen bir oyun
Meddah “çok
türü de seyirlik oyunlardır. Türklerde temsil oyunlarının Orta Asya Türk
metheden, övücü,
övgücü” anlamına devletlerinde ve topluluklarında oynandığı bilinmektedir. Bu oyunlar içerisinde
gelmektedir. temsili oyunlar, bedensel hünerler, spor aktiviteleri ve piyesler gibi pek çok çeşit
Meddahlar hikâyeler bulunmaktadır. Selçuklu döneminde temsil adı verilen piyeslerin oynanır, ip
aracılığıyla doğruyu ve cambazları hünerlerini tehlikeli bir şekilde sunarlardı. Ayrıca hokkabazların ateşte
iyiyi anlatmaya çalışır. yürümek, kızgın demiri ağızlarına sokmak, şeker yapmak, mumu ladene çevirmek
gibi hünerler sergiledikleri ifade edilmiştir (Ersan, 2006).
Yukarıda sözü geçen oyunların yanı sıra hikâye anlatma geleneği Türk halk
kültüründe önemli bir yer tutmaktadır. Hikâye anlatma geleneği Orta Asya’dan
Anadolu’ya kadar geniş bir coğrafyada varlığını sürdürmüş, insan hayatından
kesitler, tarihi ve dini olaylar, öğretiler gibi konuları işlemiştir. Hikâye anlatıları
saraylardan köy kahvelerine kadar çeşitli mekânlarda varlığını sürdürmüştür
(Durmaz, 2011). Türk kültüründe hikâye anlatma işini yapan kişilere ise “Meddah”
ismi verilmiştir. Meddah (çok metheden, övücü, övgücü) anlamına gelen ve
genellikle peygamberi ve kahramanları öven sanatçı olarak tanımlanmaktadır.
Bireysel Etkinlik
•Sınıf arkadaşlarınıza aktarmak istediğiniz bir değer belirleyerek bu
değere yönelik bir hikaye yazınız. Yazdığınız hikayeyi arkadaşlarınıza bir
meddah gibi anlatınız.
1
Burada belirtilen oyunlar sadece başlık olarak ele alınmıştır. Oyunları detaylı incelemek
için “Türkiye’de 2004 Yılında Yaşayan Geleneksel Çocuk Oyunları” isimli eser incelenebilir.
Boncuk,
Aşık Balon Bez bebek cam, düğme Çember Çomak
ve makara
Kılık
Çubuk İp Kapak Kayış Kibrit çöpü
değiştirme
Tahta
Salıncak Sapan Sunta ve çivi Şişe Tahta top
oyuncak
Toprak Yumurta
•Oyun insanlık tarihi kadar eskiye dayanan bir kavram olmuştur. İnsanlar
oyun aracılığıyla kendilerini tanımış, özellikleri geliştirmiş ve ihtiyaç
duydukları becerileri edinmiştir. Bireysel kazanımlarının yanı sıra başkalarıyla
olan iletişim ve etkileşimlerine katkı sağlamıştır. Bireyler oyun aracılığıyla bir
yandan eğlence ihtiyaçlarını giderirken bir yanan kendi toplumuna ait
kültürel kodları kendisine aktarmıştır. Bu nedenlerden ötürü oyunlar tarih
Özet
boyunca yaşayan her kültürde kendisine yer edinmiştir.
•Türkler, tarih sahnesinde varlığını sürdürümüş en eski toplumladan biridir.
Türklerin ortaya çıkış zamanı tam olarak bilinmemekle birlikte varlıklarına
dair kanıtlar M.Ö. 5000'li yıllara kadar dayanmaktadır. Köklü tarihe Türklerin
tarihin her döneminde kendilerine ait kültürel, milli ve manevi pek çok
değeri günümüze kadar aktarılmıştır. Türkler için oyun, eski zamanlardan
beri önemini korumuş, toplumsal yaşamın sağlıklı olması için gereklilik olarak
kabul edilmiştir. Türklerin savaşçı ve göçebe yapısı yetişkinlerin ve çocukların
oynadıkları oyunlara yön vermiştir.
•Türkler için savaşçılık bir meslek olarak görülmediğinden toplumdaki her
bireyin savaşçı gibi yetiştirilmesine önem verilmiştir. Bu eğitimin başlangıç
noktası ise oyunlar olmuştur. At binme, okçuluk, kılıç kullanma, savaş
stratejisi öğrenme gibi oyunlar Türklerde tarih boyunca çeşitli yaş
gruplarınca oynanmıştır. Özellikle çocuklara kazandırılmak istenen
becerilerde oyunun merkezde olduğu bir eğitim anlayışı benimsenmiştir. Bu
eğitim anlayışına göre, çocuk oyun oynarken kendi deneyimleri üzerinden
öğrenme gerçekleştirerek yaşı ilerledikçe bu deneyimleri pekiştirmektedir.
Örneğin, küçük yaşta başlayan koyun binme eylemi zamanla yerini at
binmeyle değiştirmektedir. Bu eğitim anlayışının ise günümüz eğitim
anlayışıyla paralel olduğu görülmektedir.
•Türklerde oyunlar yalnızca fiziksel özellikleri geliştirmek için oynanmıştır.
Fiziksel aktivite ve güce dayalı oyunların varlığı kadar zekâ ve akla dayalı
oyunların varlığına rastlamak mümkündür. Türkler için bu oyunlar eğlenirken
bilişsel becerileri geliştirmeyi hedefleyen oyunlar olarak oynanmış, oyun
esnasında oyuncuların rakibini tanıma, rakibine göre hamle yapma,
savunma, saldırma gibi becerilerin gelişimine katkı sağlamıştır.
•İslamiyet öncesi ve sonrasında Türklerin savaşçı özellikleri değişmediği için
savaş becerilerine yönelik oyunlar her daim varlık göstermiştir. İslamiyet
sonrasında yerleşik hayata geçme ve din değiştirme gibi durumlar Türklerin
oynadıkları oyunlara çeşitli etkilerde bulunmuştur. Yerleşik hayat seyirlik
oyunların gelişimine ön ayak olmuş ve seyirlik oyunlar aracılığıyla milli,
manevi ve kültürel değerler aktarılmaya çalışılmıştır. Oyunlar ile ilgili bilgilere
Türk tarihinde yazılmış önemli edebi ve sanatsal eserlerde rasltamak
mümkünüdür. Oyunlar Türk toplumunun sanat, gündelik yaşam, edebiyat,
eğlence ve dil gibi alanlarına etki etmiştir. Bu etkileri günümüzde bile halen
görmek mümkündür.
•Günümüzde kent yaşantısının yaygınlaşması ve yaşanan teknolojik
gelişmeler oynanan oyunlara ve oyuna ilişkin tutumlara etki etmiştir. Son on
yıllarda çevrimiçi bilgisayar oyunları, tablet ve akıllı telefon oyunları her
geçen gün oyuncu sayısını artırmaktadır. Her ne kadar bu oyunların varlığı ve
oyuncu sayısı artsada gelenekten gelen oyunlara sahip çıkmanın önemi
unutulmamalıdır.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Kral Alphonso X tarafından hazırlatılan Libro de los Juegos (Oyunlar Kitabı)
adlı eserin ilk cümlesinde oyunun hangi özelliği vurgulanmıştır?
a) Kuralları olması gerektiği
b) Takım oyunlarının daha önemli olması
c) Zihinsel gelişim sağladığı
d) İnsanın mutluluğunu sağlaması
e) Çocuklar için olduğu
5. Türklerin oynadıkları oyunlarda yer alan ve toplumda önemli bir yeri olan
hayvan hangisidir?
a) Keçi
b) At
c) Kedi
d) Yılan
e) Boğa
6. Orta kesiminde 24 kare alan içerisinde dört yön ve sekiz bucak motifi olan,
bazı araştırmacılar tarafından bir oyun halısı olduğu öne sürülen halının
ismi nedir?
a) Pazarcık
b) Pazarlık
c) Pazırık
d) Pazgancık
e) Palazık
8. “Cariyelerin bir oyunun adı. İpin uçları ağaca ve direğe bağlanır. İpin
ortasında cariye oturur; yere ayağıyla vurur ve sallanır; bir yükselir, bir
alçalır.”
Yukarı açıklaması yapılan, Divanü Lügati't-Türk’te yer alan oyun hangisidir?
a) Çevgen
b) Çengli Mengli
c) Ceviz Oyunu
d) Köçürme
e) Yalŋu
Cevap Anahtarı
1.d, 2.e, 3.a, 4.b, 5.b, 6.c, 7.c, 8.e, 9.d, 10.a
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Akyüz, Y. (2021). Türk Eğitim Tarihi M.Ö. 1000- M.S. 2021 (34 b.). Ankara: Pegem
Akademi.
Alaca, E. (2020). Orta Asya'dan Günümüze Türk Tarihi ve Kültürü MÖ 5000-MS
2020 (4 b.). Ankara: Pegem Akademi.
Aydemir, H. ve Şen, M. (2022). Kâşgarlı Mahmud ve Eğitim, E. Koçoğlu içinde, Bilim
Dünyasında Eğitim-I (s. 287-300). Ankara: Pegem Akademi.
Aykaç, N. ve Ulubey, Ö. (2008). Yaratıcı Drama Yöntemi ile Yapılandırmacılık
İlişkisinin 2005 MEB İlköğretim Programlarında Değerlendirilmesi. Yaratıcı
Drama Dergisi, 3(6), 25-42.
Aytaş, G. ve Uysal, B. (2017). Oyun kavramı ve sınıflandırılmasına yönelik bir
değerlendirme. MCBÜ Sosyal Bilimler Dergisi, 15(1), 675-690.
doi:10.18026/cbayarsos.298146
Başal, H. A. (2007). Geçmiş Yıllarda Türkiye’de Çocuklar Tarafından Oynanan Çocuk
Oyunları. Uludağ Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 20(2), 243-266.
Charles, C. M. (2003). Öğretmenler İçin Piaget İlkeleri. (G. Ülgen, Çev.) Ankara:
Nobel Yayıncılık.
Çavuşoğlu, A. (2008). ÇEVGEN/ÇÖĞEN OYUNU KÜLTÜRÜ VE EDEBÎ, TASAVVUFÎ
METİNLERDE YANSIMASI. İstem, 6(2), 159-174.
Çoruhlu, Y. (2002). Hun Sanatı. H. C. Güzel, K. Çiçek, ve S. Koca içinde, Türkler Cilt 4
Orta Çağ (s. 54-76). Ankara: Yeni Türkiye Yayınları.
Demir, T. ve Özdemir, B. (2013). Türkçe Eğitiminde Karagöz / Gölge Oyunları ile
Değer Öğretimi. Değerler Eğitimi Dergisi, 11(25), 57-89.
Durmaz, U. (2011). Dünden Bugüne Meddahlık ve Modern Bir Meddah Örneği
"Heredot Cevdet". Ordu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası
Sosyal Bilimler Lisansüstü Öğrenci Sempozyumu, (s. 817-832). Ordu.
Encyclopedia Britannica. (2023). Encyclopedia Britannica. 1 Ocak 2023 tarihinde
www.britannica.com: https://www.britannica.com/topic/play-behaviour
adresinden alındı
Er, S. ve Aral, N. (2008). Yapılandırmacı yaklaşıma göre düzenlenmiş sınıflarda
öğretmenin rolü. Ekev Akademi Dergisi, 12(35), 391-396.
Ercilasun, A. B. ve Akkoyunlu, Z. (2015). Dîvânu Lugâti't-Türk Giriş-Metin-Çeviri-
Notlar-Dizin/Kâşgarlı Mahmud. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
Ersan, M. (2006). Türkiye Selçuklularında halkın eğlence hayatı. Tarih İncelemeleri
Dergisi, 21(2), 77-92.
Golladay, S. M. ve Knutson, C. (2023). Alfonso X's Book of Games. 1 Ocak 2023
tarihinde http://jnsilva.ludicum.org/HJT2012/BookofGames.pdf adresinden
alındı.
Göktaş, U., (1986). Karagöz Terimleri Sözlüğü (1. Baskı). İstanbul: Anadolu Sanat
Yayınları.
Gülsoy, S. (2019). Oyun, kültür ve zaman. Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Dergisi(62), 317-337.
Gümüş, A., ve Gümüş, İ. (2019). 4000 Yıllık Türk satrancı Yalakkaya. Uluslararası
Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, 2(3), 1-15.
Halaçoğlu, Y. (2002). Türk Tarihi Üzerinde Çalışmalar ve Genel Değerlendirmeler.
H. C. Güzel, K. Çiçek, ve S. Koca içinde, TÜRKLER Cilt 1 (s. 55-60). Ankara:
Yeni Türkiye Yayınları.
Huizinga, J. (2013). Homo Ludens, Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir Deneme (4
b.). (M. A. Kılıçbay, Çev.) İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Karcıoğlu , U. (2017). Türk kültüründe atın önemi ve ata sporlarımızdan atlı cirit
oyunu. Anasay (2), 167-198.
Kartal, A. (2017). Meddahlık geleneğinin günümüz sanatçılarındaki yansıması
üzerine bir değerlendirme. Turkish Academic Research Review, 2(1), 11-20.
doi:10.30622/tarr.350335
Kaya, U. (2017). Kutadgu Bilig ve Yusuf Has Hacib’in eğitimle ilgili görüşleri. Düzce
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1(1), 1-26.
Kayhan, S. (2018). Kırgızlar’da evlilik öncesi kız seçme gelenekleri. Turkish Studies -
Social Science, 13(18), 873-882.
doi:http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.14155
Koca, S. (2002). Eski Türklerde Devlet Geleneği ve Teşkilatı. H. C. Güzel, K. Çiçek, ve
S. Koca içinde, Türkler Cilt-2 İlk Çağ (s. 823-844). Ankara: Yeni Türkiye
Yayınları.
Koca, S. (2002). Türklerin Göçleri ve Yayılmaları. H. C. Güzel, K. Çiçek, ve S. Koca
içinde, TÜRKLER Cilt-1 İlk Çağ (s. 651-663). Ankara: Yeni Türkiye Yayınları.
Kul, M. (2018). Türk'ün strateji ve zeka oyunu "Mangala". Turkish Studies Social
Science, 13(18), 979-990.
Kültür ve Turizm Bakanlığı (2023). Somut olmayan kültürel miras: Karagöz. 3 Ocak
2023 tarihinde https://aregem.ktb.gov.tr/TR-202291/karagoz-tr.html
adresinden alındı.
Oğuz, M. Ö., ve Ersoy, P. (2007). Türkiye'de 2004 yılında yaşayan geleneksel çocuk
oyunları (2 b.). Ankara: Gazi Üniversitesi Türk Halkbilimi Araştırma ve
Uygulama Merkezi.
Ortaylı, İ. (2020). TÜRKLERİN TARİHİ Orta Asya’nın Bozkırlarından Avrupa’nın
Kapılarına. İstanbul: Timaş Yayınları.
Oxford Learner's Dictionaries. (2023, 1 1). Game. 1 Ocak 2023 tarihinde
https://www.oxfordlearnersdictionaries.com/definition/english/game_1?q
=game adresinden alındı.
olmak,
• Dramada kullanılan teknikleri
sıralayabilmek,
• Dramanın aşamalarını açıklayabilmek,
• Dramanın ülkemizdeki tarihsel gelişim
sürecini açıklayabilmek,
• Yaratıcı dramanın özellikleri hakkında
bilgi sahibi olmak,
• Çocukların eğitim hayatında yaratıcı ÜNİTE
dramanın yeri hakkında bilgi sahibi
14
olabileceksiniz.
© Bu ünitenin tüm yayın hakları Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi’ne aittir. Yazılı izin alınmadan
ünitenin tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve
dağıtımı yapılamaz.
Yaratıcı Drama ve Çocuk Eğitimi
GİRİŞ
Bir köy öğretmeni olan İngiliz eğitimci Harriet Finlay Johnson, öğretmenliğe
başladıktan hemen sonra derslerini yeni bir yöntemle işlemeye başlar. Bu yöntem,
öğrenciler ve okul tarafından oldukça ilgi görür. Johnson -mış gibi yaparak işlediği
derslerle ülkenin her tarafında tanınmıştır. Uyguladığı bu yöntemi merak edenler
onu görmek için çalıştığı okula gelmeye başlarlar. Johnson’nın kullandığı bu
yöntem, İngiliz eğitim sisteminde kalıplaşmış bir öğretim biçiminin de kırılmasına
neden olur. Johnson derslerinde kullandığı bu yeni yöntemle tüm dünyada
tanınmaya başlanır ve bu yöntemin birçok alanda kullanılmasına da ön ayak
olmuştur. Literatüre eğitimde drama olarak geçen bu yöntem Harriet Finlay
Johnson birlikte birçok araştırmacının da ilgi alanına girmeye başlamıştır. Dorothy
Heathcote’a göre (1984) yaratıcı drama öğrenmek, sahneye çıkmadan ve oyunda
Drama yöntemi rol yapmadan yaşam deneyimini genişletmek demektir. Ona göre drama bir
eğitimde kalıplaşmış bir
öğrenme, bir bilgi edinme aracı, gerçekliğin varlığı içinde yansıtıcı unsurları yaratma
eğitim sisteminin
kırılmasına sebep sürecidir. Cook’a göre yaratıcı drama, katılımcıların hayal etmelerini sağlamak ve
olmuştur. deneyimlerini göstermek için bir eğitmen tarafından yönlendirilen, ön hazırlık
süreci olmayan, doğaçlamaya dayalı gösterimci olmayan ve süreç odaklı bir drama
formudur (Adıgüzel, 2018, s.77-76).
Daha çok öğretim yöntemi ve bu yönteme bağlı olarak alan bilgisi boyutuna
odaklanan ABD, Kanada, Avusturalya ve Yeni Zelanda gibi ülkelerde yapılan
uygulamalar ve araştırmalar bu kavramın yaratıcı drama olarak anılmaya
başlamasına neden olmuştur.
Yaratıcı drama yönteminin yayılmasına önderlik yapan İngiltere dramanın
okullarda özellikle çocuğu merkeze alan bir yaklaşımla birlikte çocukların kendilerini
rahatlıkla ifade etmelerini sağlayan aktif bir yöntemin de öncüsü olmuştur. Yaratıcı
dramanın eğitiminde kullanılması ile birlikte eğitimde drama adıyla İngiltere
üzerinden tüm Avrupa'ya ve diğer birçok ülkeye yayılmaya başlamıştır. Bu
yayılmayla birlikte eğitimde yaratıcı drama alanında bilimsel araştırmalar ve
kaynaklar ortaya çıkmaya başlamıştır. İngiltere'de başlayan eğitimde drama anlayışı
öğrenmenin yaparak ve yaşayarak özellikle öğrenenin ve öğretenin duygularını
merkeze aldığı, içerisinde yaratıcı bir süreci de barındıran bir alan olmuştur. Bu
alanla ilgili araştırmalar günümüzde de gelişimini teorik ve uygulamalı olarak
devam etmektedir.
Curtney, diğer ülkelerde ise Viyola Spolin, Winiferd Ward, Hans Wolfgang Nicel
dramanın dünyadaki öncüleri arasındadır.
Türkiye'deki eğitimde yaratıcı dramanın gelişimini 1980 öncesi ve sonrası
şeklinde iki dönem içerisinde değerlendirebiliriz. 1980 öncesi yaratıcı drama
çalışmaları Cumhuriyet Dönemi ile başlayan süreçte; rol yapma, temsil, doğaçlama,
dramatizasyon, rol oynama, müsamere, okul tiyatrosu gibi isimlerle anılmıştır.
Özellikle 1908'de Baltacıoğlu ile başlayan okullarda tiyatro, Meşrutiyet dönemi
eğitimi ders programlarına “ Tarihi Temsiller” adıyla girmiştir. Bu dönemde
“Mektep Temsillerinin Usulü Tedrisi” adı altında dramatik gösteriler düzenlenmiş
ve tiyatronun eğitim ve öğretimle ilişkisi kurulmuştur (Çoruh, 1943).
Baltacıoğlu ile başlayan drama uygulamaları Selahattin Çoruh'un Okulda
Tamer Levent ve Prof. dramatizasyon (1950), Emin Özdemir’in Dramatizasyon Uygulamaları (1960),
Dr. İnci San
Şükran Oğuzkan’nın Anaokullarında Yaratıcı Dramatizasyon (1988) gibi isimler adı
Türkiye’de drama
altında devam etmiştir.
eğitimini yaygınlaştıran
ilk isimlerdir. Yakın zamana geldiğimizde karşımızı iki isim çıkıyor. 1982 yılında Tamer
Levent, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri fakültesinde akademisyen olan Prof. Dr.
İnci San ile bir araya gelerek bir buluşma gerçekleştirir. Bu buluşmayla birlikte bir
grup öğrencinin katılımıyla eğitimde drama çalışmaları başlamış olur. Atölye
çalışmaları şeklinde gerçekleşen bu çalışmalar belli bir dönem kesintisiz devam
eder. Yapılan çalışmalar eğitimde yaratıcı drama kavramının akademik bir ortamda
ele alınmasına neden olur. Eğitimde yaratıcı drama uygulamaları sonucunda elde
edilen deneyimler ve bu deneyimlere eşlik eden araştırmalar dramanın eğitimde
yaygınlaşmasına öncülük eder. Bu süreçle birlikte drama uygulamaları ulusal ve
uluslar arası düzeye taşınmış olup birbirinden farklı konu başlıkları üzerinden ülke
çapında seminerler ve atölye çalışmalarıyla devam eder. Ulusal ve uluslar arası
düzeyde ele alınan yaratıcı drama çalışmaları ve uygulamaları drama kavramının
eğitim programlarında yer bulmasına, öğretmen yetiştirme programıyla birlikte
üniversitelerdeki yüksek lisans programlarına girmesiyle hız kazanır. 1980 sonrası
süreçte yaratıcı dramanın Türk eğitim sistemde yer almasını şu şekilde
özetleyebiliriz;
Yaratıcı drama adıyla ilk yüksek lisans dersi, 1990 yılında Ankara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Güzel Sanatlar Eğitimi Anabilim Dalı’nda açıldı.
1997 yılında eğitim fakültelerinin yeniden yapılandırılması kapsamında okul
öncesi öğretmeni, sınıf öğretmeni yetiştiren bölümlere “İlköğretimde drama” ve
“okul öncesinde drama” derslerine yer verildi. Yaratıcı drama tezsiz yüksek lisans
programı 1999 yılında Ankara Üniversitesi Güzel Sanatlar Eğitimi Anabilim Dalı’nda
açıldı. 2007-2008 yılları arasında aynı üniversitenin “İlköğretim Anabilim Dalı’nda”
ise drama tezli yüksek lisans programı açıldı. 2007 yılında Anadolu Üniversitesinde
“Eğitimde Yaratıcı Drama Anabilim Dalı” kuruldu. 2015 yılında Gazi Üniversitesi
Eğitim Bilimleri Enstitüsü’nde “Eğitim ve Drama” lisansüstü programı açılmıştır.
1998 yılında Mili Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı
“İlköğretimde Seçmeli Drama Dersi 1-2-3” öğretim programını yayınladı. 2012
yılında İmam Hatip Ortaokullarında okutulmak üzere 5-6. Sınıflara, 2008 yılında ise
Dramanın gelişimine ve Dolayısıyla dramanın bugüne kadarki tarihsel gelişimine baktığımızda birden
büyümesine katkıda fazla oluşumun katkı sağladığını görmekteyiz. Bu oluşumlar özellikle eğitimde
bulunan birçok dernek yaratıcı dramanın yerel ve uluslar arası düzeylerde gelişimini ve ileriye taşınmasını
(Çağdaş Drama sağlamıştır. Dramanın gelişimine ve büyümesine katkıda bulunan birçok derneğin
Derneği, Oluşum Drama (Çağdaş Drama Derneği, Oluşum Drama v.b) kurumun ve kuruluşun yer aldığını
v.b) kurum ve kuruluş görmekle birlikte bunun yanında ülke çapında yüzlerce drama eğitmeni yetişmiştir.
bulunmaktadır.
EĞİTİMDE YARATICI DRAMANIN TANIMI
Ülkemizde son yıllarda eğitimde sıkça kullanılan bir yöntem ve bir disiplin
olan yaratıcı dramanın ne olduğuna bakmadan önce bu kavramın nereden
geldiğine bakmakta fayda var.
Dran-Dram-Drama
Dramanın sözcük köküne baktığımızda “Bol ve akışkan kaynak suyu yanında
kurulan yerleşim yeri“ anlamıyla karşılaşırız. Bu anlam dramanın devinim ve eyleme
yönelik olduğunu da gösterir. Devinim ise gelişimi içinde durum değiştirme ve
drama sözcüğünün kökü olan “dran” ile aynı anlama gelir (Adıgüzel, 2018, s.35).
Dram, sahnede oynanmak üzere konuşmalar ve hareketlerle oluşan, karşıt
oluşların çatışması ile gelişen ve sonuçlanan oyundur. Antik tiyatronun
gelişiminden bu yana, “dram” sözcüğünün yalnızca herhangi bir kimsenin bir şey
yapması değil, belli bir kimsenin katılanlara anlamlı olan bir şey yapması anlamında
kullanılmıştır (Nutku, 1998, akt.: Adıgüzel, 2018, s.36).
Dram sözcüğünün Türkçe sözlükteki karşılığına baktığımızda, sahnede
oynanmak üzere yazılmış konuşmalar ve devinimlerle gelişen, karşıt oluşların
çatışmasıyla sonuçlanan oyun, yapıt,mecazi anlamda acıklı olaylardır. Drama ise
tiyatro yazını, oyun yazma sanatı, oyun biçiminde oyun, yapıt (Püsküllüoğlu, 2004,
s.303, akt.: Adıgüzel, 2018) olarak tanımlanmaktadır.
Yukarıdaki açıklamalara baktığımızda “drama” içerisinde eylem bulunan,
gelişime açık, yeni oluşumları tetikleyen ve insanlar arasındaki çeşitli iletişim ve
etkileşim biçimlerini barındırdığını söyleyebiliriz.
Canlandırma Aşaması
Canlandırma aşaması, bir konunun süreç içinde biçimlenip ortaya çıktığı,
belirlendiği, biçimlendirildiği ve diğer katılımcılara sergilendiği tüm oluşum
çalışmalarını içerir. Ayrıca bu aşama, eğitmenin verdiği bir konuyu canlandırmak
için yapılan “canlandırma öncesi” hazırlıklarını da içerir. Bu aşama, canlandırılacak
konu çerçevesinde eğitmen tarafından verilen, bir başlangıç noktası olan
doğaçlama, rol oynama ve diğer tekniklerin yoğun olarak kullanıldığı bir aşamadır.
Yaratıcı drama çalışmalarındaki tüm yaşantılar, paylaşımlar, değerlendirmeler bu
aşamada oluşturulan canlandırmalara, bunların sonuçlarına ve bireyde bıraktığı
izlere göre yapılır.
Değerlendirme Aşaması
Değerlendirme Yaratıcı drama çalışmalarında elde edilen sonuçlar bu aşamada
aşaması, öğrenmenin değerlendirilir. Başka bir deyişle sürecin özü, önemi, niteliği, niceliği üzerine çeşitli
kazanıma dönüşüp duygu ve düşüncelerin paylaşımı da bu aşamada konuşulur, tartışılır. Genel olarak
dönüşmediğinin
eğitsel kazanımlar üzerine ya da ortaya çıkan oluşumlar üzerine tartışmalar bu
değerlendirildiği bir
aşamadır. aşamada yapılır. Öğrenmelerin kazanıma dönüşüp dönüşmediği ve bu durumun
gelecek yaşantılara etkisinin olup olmayacağı, tüm yaratıcı drama yaşantı ve
Etkinlik 1
Lider önceden hazırlamış olduğu tasarım öğelerinin yazılı olduğu bilgi kartları
kapalı bir biçimde atölyenin zeminine dağınık bir şekilde bırakır. Bilgi kartlarındaki
tasarım ilke ve öğelerini açıklayan yazılarının anlaşılabilir, kısa ve öz olmasına dikkat
edilmiştir. Tüm katılımcılara, bir müzik açılacağı ve müzikle beraber yerde kapalı
duran kâğıtların etrafında dolaşmaları ve müzik durduğunda, o an bulundukları
yere yakın olan kâğıdı alıp okumaları söylenir. Müzik tekrar başladığında aldıkları
kâğıdı aynı yere kapalı bir şekilde bırakıp müzik eşliğinde tekrar dolaşmaları istenir.
Katılımcıların yerdeki kâğıtların tümünü okuması sağlandıktan sonra etkinlik
sonlandırılır.
Etkinlik 2
Lider katılımcılar çemberdeyken daha önceden hazırlayıp kapalı bir torbaya
karışık bir şekilde koyduğu tasarım ilkelerini anlatan özlü sözleri katılımcıların bir
adet torbadan çekmeleri sağlanır. Katılımcılardan mekânın ortasına gelerek
torbadan çekilen kağıtta yazılanı gür ve anlaşılır bir sesle okuyup donuk imgeyle
göstermeleri istenir. Tüm katılımcılar okuyana kadar etkinlik devam ettirilir.
Torba içerisinde bulunan tasarım ilke ve öğelerinden yola çıkarak yazılan
yazılar;
Yaratıcı drama sonuç odaklı olmayıp, katılımcıların süreç içerisinde aktif olduğu bir
çalışmadır:
Oyun ve yaratıcı drama çalışmaları katılıma dayalı önemli bir öğrenme
yaklaşımıdır. Katılıma dayalı öğrenme yaklaşımlarında ortaya çıkan tüm çıktılar
paylaşıma açıktır. Dolayısıyla bu öğrenme yaklaşımlarında birlikte olma ve birlikte
üretme ön plana çıkar. Bu da süreçte katılımcıların gönüllü katılımıyla ve bir arada
olacağı aktif öğrenme yaklaşımlarını ön görür. Yaratıcı dramanın yararlandığı
alanlardan biri de tiyatrodur. Drama bu anlamda tiyatronun aktif yöntemlerinden
yararlanır. Fakat tiyatronun yaratıcı dramadan ayrılan en önemli özelliği sonuç
odaklı olmasıdır. Yaratıcı drama ise sonuca yönelik olmayıp süreç odaklı bir alandır.
Yaratıcı drama çalışmaları, eğitimini almış ve bu alanı teorik ve uygulamalı olarak
bilen, hem bir yöntem hem de bir araç olarak kullanabilen bir drama eğitmeni
eşliğinde yürütülür:
Yaratıcı drama çalışmaları bu alanı bilen, kullanan ve aktif olarak bu sürecin
içerisinde yer alan bir eğitmenin eşliğinde gerçekleştirilir. Dramanın bileşenleri
içerisinde de yer alan drama eğitmeni, katılımcılarla birlikte etkileşim içerisine
girerek onlarla birlikte hareket eder. Drama eğitmeninin buradaki en önemli rolü
gerek drama çalışmalarının içerisinde kendisine bir rol biçen bir katılımcı gerekse de
dışarıdan destek veren bir özelliğe sahip önemli bir drama bileşenidir.
Yaratıcı drama çalışmaları, gönüllü olarak bu çalışmalara katılmak isteyen her
yaştan katılımcı grubuyla yürütülür:
Yaratıcı drama çalışmaları gönüllülük esaslı yürütülen ve mesleği ya da
bulunduğu konumu ne olursa olsun her yaş grubuyla gerçekleştirilebilir. Katılımcılar
için önemli olan drama çalışmalara gönüllü katılım sağlamak, bu alanın gerektirdiği
kuralları uymak ve belli bazı kişisel yargılar, tabulardan uzak olmaktır. Drama
çalışmaları grup etkinlikleri şeklinde gerçekleştiğinden dolayı herhangi özel bir
durum haricinde bu çalışmalara tam katılım önemlidir.
Yaratıcı drama birçok alandan yararlanır. Bu alanlardan eğitim ve tiyatro, yaratıcı
dramanın doğrudan yararlandığı en önemli iki temel alandır.
Yaratıcı drama birçok alandan yararlanır ve bu yönüyle disiplinler arası bir
alandır. Bilim, sanat, felsefe, edebiyat gibi pek çok sosyal bilim alanlarıyla ilişkilidir.
Bu açıdan baktığımızda yaratıcı drama alanı zengin bir ilişkiler ağına sahip disiplinler
arası bir özelliğe sahiptir.
Yaratıcı drama tiyatro yapmak değildir. Tiyatroyla yaratıcı drama arasında önemli
Yaratıcı drama, farklar vardır:
tiyatrodan farklı bir Başlıkta da geçtiği üzere yaratıcı drama tiyatro yapmak değildir. Yaratıcı
anlama sahiptir. Tiyatro drama ile tiyatro arasındaki en önemli fark drama çalışmaları süreç odaklıdır, buna
yapmak değildir, ancak karşılık tiyatro sonuç odaklı bir yaklaşım sunar. Burada şunu da belirtmekte fayda
tiyatrodan yararlanır.
var. Her ne kadar drama tiyatrodan farklı olsa da yaratıcı drama tiyatrodan oldukça
fazla yararlanır. Bu yönüyle drama tiyatrodan farklı olup birbirlerinden yararlanan
iç içe geçmiş iki alandır diyebiliriz.
tır. Yaratıcı drama aynı zamanda kendi amaç ve içeriğine, kendine özgü ölçme ve
değerlendirme yaklaşımlarına sahip bir ders (disiplin, araştırma alanı) olma
özelliğine de sahiptir.
Yaratıcı drama çalışmaları belli aşamalara sahip bir yapılandırmayla
gerçekleştirilir:
Yaratıcı drama çalışmalarının yapılandırılması, birbirini izleyen ve
destekleyen aşamalarla gerçekleştirilir. Aşamalar, öğrenme - öğretme süreçlerinde
yer alan ilkelere göre yapılandırılır ve gerçekleştirilir. Bunlar ısınma-hazırlık,
canlandırma ve değerlendirme aşamalarıdır.
Yaratıcı drama, katılımcının öznel yaşantısına odaklanan ve tedavi amaçlı bir
iyileştirme yani psikodrama gibi bir alan değildir:
Yaratıcı drama, katılımcının öznel yaşantısına odaklanan ve tedavi amaçlı
kullanılan psikodrama ile amaç ve işlev yönünden kesin çizgilerle ayrılır. Kullanılan
benzer oyun ve teknikler olmasına rağmen bu iki ayrı alanın eğitimleri de
birbirinden farklıdır. Yaratıcı drama, katılımcıların doğrudan öznel yaşantılarına,
onların problemlerine odaklanmaz; bir iyileştirme, tedavi etme gibi bir amaca ve
işleve sahip değildir.
•Bir köy öğretmeni olan İngiliz eğitimci Harriet Finlay Johnson, öğretmenliğe
başladıktan hemen sonra derslerinde uyguladığı yaratıcı drama yöntemi
İngiltere üzerinden tüm Avrupa'ya ve diğer birçok ülkeye yayılmaya
başlamıştır. Bu yayılmayla birlikte birçok araştırmacının da ilgi alanına
girmeye başlamıştır. Neli McCaslin, Gavin Bolton, Caldwell Cook, Peter
Özet
Slade, Brain Way, David vb. araştırmacılar dramanın dünyadaki öncüleri
arasında yer almıştır. Türkiye'deki eğitimde yaratıcı dramanın gelişimini ise
1980 öncesi ve sonrası şeklinde iki dönem içerisinde değerlendirebiliriz. 1980
öncesi yaratıcı drama çalışmaları Cumhuriyet Dönemi ile başlayan süreçte;
rol yapma, temsil, doğaçlama, dramatizasyon, rol oynama, müsamere, okul
tiyatrosu gibi isimlerle anılmıştır. İsmail Hakkı Baltacıoğluyla başlayan süreç
Selahattin Çoruh (1950), Emin Özdemirrı (1960), Şükran Oğuzkan (1988)
drama uygulamalarıyla devam etmiştir (Adıgüzel, 2018, s. 172). Yaratıcı
dramanın 1980 sonrası döneme baktığımızda ise Tamer Levent ve Ankara
Üniversitesi Eğitim Bilimleri fakültesinde akademisyen olan Prof. Dr. İnci San
ile karşılaşırız. İki isimin yaptığı çalışmalar ve uygulamaları son yıllarda
ülkemizde yaratıcı dramanın eğitimde sıkça kullanılan bir yöntem ve bir
disiplin olmasını sağlamıştır. Üniversitelerde ilk yüksek lisans dersiyle
başlayan süreç tezsiz, tezli yüksek lisans programı, Eğitimde Yaratıcı Drama
Anabilim Dalı, Eğitim ve Drama Lisansüstü Programı şeklinde gelişimlerle
devam etmiştir. Bunun yanı sıra 1998 yılında Mili Eğitim Bakanlığı
“İlköğretimde Seçmeli Drama Dersi 1-2-3” , seçmeli “Drama Dersi” gibi bir
dizi ders programını okullarda okutulmak üzere hazırlamıştır. Yaratıcı
dramanın tanımına baktığımızda Yunanca olan “Dran” itmek, yapmak,
etmek, eylemek anlamlarında kullanıldığını görürüz (Adıgüzel, 2017). Bu
bağlamda yaratıcı drama önceden yazılmış bir metin olmaksızın, katılımcıları
kendi yaratıcı buluşları, özgün düşünceleri ve bilgilerine dayanarak
oluşturdukları eylem durumları, doğaçlama ve canlandırmalar” olmasını
kapsar (San,1998). Yaratıcı drama uygulamasının yapılabilmesi için bir
katılımcı gruba, yaratıcı dramanın teorik ve uygulamalarını yapabilen, drama
alanına ve yöntemine hakim olup bu kapsamda yeterli deneyime sahip bir
eğitmene, drama uygulamalarının gerçekleştirilmesi için belli bir mekana ve
tüm bu bileşenlerin bir araya gelmesiyle katılımcıların yaşantılarından yola
çıkarak doğaçlama ve canlandırmalarla irdeleyebilecekleri bir konu, düşünce,
olay ya da belli bir durum şeklinde sıralayabiliriz. Yaratıcı dramada kullanılan
ve drama eğitmeninin uygulamalarını gerçekleştirebilmesi için bilmesi
gereken belli bazı drama yaklaşımlarına ve tekniklerine ihtiyaç vardır.
Bunlardan en önemlisi doğaçlama ve rol oynama teknikleridir. Bunun yanı
sıra Rol Değiştirme, Eş Zamanlı Doğaçlama, Öğretmenin Rolde Olması ( Rol
Alması), Küçük Gruplarla Yapılan Doğaçlama ve Rol Oynamalar v.b
tekniklerin olduğunu görürüz (Adıgüzel, 2018, s.355-413).
•Yaratıcı dramanın gerçekleştirilmesi için belirli bir plan çerçevesinde bir
yapılandırmayı gerektirir. Bu yapılandırma çerçevesinde hazırlanacak ders
programları yaratıcı dramanın aşamaları dikkate alınarak hazırlanmalıdır. Bu
aşamalar aşağıdaki gibi sıralanmıştır; Isınma – Hazırlık Aşaması, Canlandırma
Aşaması, Değerlendirme Aşaması.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Aşağıdakilerden hangisi çocukların drama aracılığıyla başarabilecekleri ve
elde edebilecekleri kazanımlardan biri değildir?
a) Bir gruba ya da sınıfa ait olma duygusu
b) Birlikte süreç ve ürün yaratma başarısı
c) Ortak bir sahiplik duygusu
d) Dinleyen ve tepki veren bir seyirci kitlesi
e) Her şeyi başarabilme duygusu
2. Bir köy öğretmeni olan ve mış gibi yaparak işlediği derslerle ülkenin her
tarafında tanınmış olan İngiliz eğitimci aşağıdakilerden hangisidir?
a) Brain Way,
b) David Hornbrock,
c) Cecil O’Neil,
d) Richard Curtney,
e) Harriet Finlay Johnson
Cevap Anahtarı
1.e, 2.e, 3.a, 4.b, 5.a, 6.a, 7.a, 8.a, 9.a, 10.e
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Adıgüzel, Ö. (2010). Eğitimde yaratıcı drama. Ankara: Natürel Yayıncılık.
Adıgüzel, Ö. (2018). Eğitimde yaratıcı drama. Ankara: Yapı Kredi Yayınları
Çoruh, S. (1943). Okullarda Dramatizasyon. Ankara: Ankara Kitapevi.
Levent, T. (1999). Polis eğitiminde drama, Çağdaş Drama Bülteni. 3 (4), 5-6.
MEB. (2018). Ortaokul ve imam hatip ortaokulu 5 ve 6. sınıflar Drama Dersi
Öğretim Proğramı. Ankara: Temel Eğitim Genel Müdürlüğü.
Öztürk, A. (2006). Çocukta yaratıcılık ve drama. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi
Yayınları.
Patrice, B. (2019). Drama Yoluyla Okul Gelişimi. (Çev. Z. ÖZEN, İ. METİNNAM). (1.
Basım) Ankara: Pegem Akademi.
San,İ. (1998). “Türkiye’de Yaratıcı Drama Çalışmalarının Dünü ve Bugünü”. II.
Ulusal Çocuk Kültürü Kongresi. Ankara. ATAUM.
San, İ. (2002). Yaratıcı Drama 1985-1998 Yazılar. (Ö.Adıgüzel, Ed.). Ankara: Natürel
Yayınevi.
Somers, J. W. (1994). Drama in the curriculum. London: Cassell.
Taylor, P. (2004). The drama classroom: Action, reflection, transformation. New
York: Routledge.
Terzi, A., & Beştepe, N. E. (2018). Leonardo Da Vinci’nin “Son Akşam Yemeği” adlı
eserinin yaratıcı drama yöntemiyle çözümlenmesinde öğrenci görüşlerinin
belirlenmesi. Yaratıcı Drama Dergisi, 13(2), 173-188.
Üstündağ T. (2005). Yaratıcılığa yolculuk. Ankara: Pegem Yayıncılık.