You are on page 1of 48

'-'

MODERN ÇAGDA
• •
FIKHIN ANLAM ve IŞLEVI

06 - 07 Nisan 2019

Sakarya Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi

İstanbul2020
Ll\
en'='
sar
ISBN: 978-605-9519-54-0
Sertifika No: 17576

iSLAMi İLİMLER ARAŞTIRMA VAKFI


Tartışmalı ilmi Toplantılar Dizisi: 94
Tartışmalı ilmi ihtisas Toplantıları Dizisi: XV

KitabınAdı
Modern Çağda Fıkhm Anlam ve İşievi

Koordinatör
OsmanGÜMAN

Editör
Osman GÜMAN -Ahmet Nurnan ÜNVER

Yayma Hazırlayanlar
İsmail KURT - Seyit Ali TÜZ

SonOkuma
Muhammed Ali ACAR- Nuray SARMAN

Kapak Tasarım
Halil YILMAZ

Baskı, Cilt
Çınar Matbaa ve Yay. San. Tic. Ltd. Şti.
100. Mh. Matbaacılar Cd. Ata Han, 34/5
Bağcılar, İstanbul, Tel.: 0212 628 9 6 00
Sertifika: 45103

Basım
Mart 2020

İletişim
Ensar Neşriyat Tic. A.Ş.
Düğmeciler Malı. Karasüleyman Tekke Sok No: 7 Eyüpsultan j İstanbul
Tel: (0212) 49119 03- 04- Faks: (0212) 438 42 04
www.ensarnesriyat.com.tr- siparis@ensarnesriyatcom.tr
BİRİNCİ BÖLÜM

FlKlH USULÜNE DAİR MODE~ TARTIŞMALAR

Mehmet BOYNUKALIN"

1. Kavramsal Çerçeve

1.1. Fıkıh Usulü


Klasik fıkıh usUlünün meşhur kaynaklannda fıkıh usulü" ~~ ..ı;ı_,GJI,ı ~~

.wıı J! ~ J.PJ=ö!" "Fıkha ulaştırari kuralların ilmi" ve" •A<j 'Jır.! .wıı Jl'i~ a!p
~~ J~;.-_, ~ ö~Li....ı'JI'' "Fıkhın külü delillerini, onlardan istifade yöntemini
ve istifade eden kişinin durumunu bilmek" gibi tanımlada tanımlanmıştır.
Dolayısıyla fıkıh usulünün konusu fıkhi bilgiye ulaşmamızı ve şer'i hükmü
istinbat etmemizi sağlayan kaynaklar, yöntemler ve kura]lardır. Şer'! h ük-
mün tas~vvur edilebilmesi için mebahisü'l-hükm (hüküm teorisi) de bu il-
min konularına dahil edilmiştir. Günümüz diliyle, fıkıh usUlünün bir ba-
kıma fıkhm felsefesi ve metodolojisi olduğu söylenebilir. ·
Klasik dönemde fıkıh usulünün üç ilimden istimdad ettiği, adeta bu
ilimierin verileri üzerine inşa edildiği ifade edilmiştir. Bunlar kelam, dil ve
fıkıhtır. Kelam ilmiinde ilahiyyat, nübüvvat ve sem'iyyat esaslarına iman
etmenin gereği isbat edildikten sonra sıra fıkıh usulü ilmine, yani Allah'ın
hükmünün nasıl bilineceğinin yollan üzerinde konuşmaya gelir. Dolayı­
sıyla kelamt meselelerde farklı_ düşüncelere sahip olan mezhep ve fırkala­
rin usul meselelerine yaklaşımında da farklılık olması mümkün ve vakidir.
Dilin, dolayısıyla nasların hangi kurallara göre anlaşılması gerektiği
usUlün elfaz bahislerinde karşımıza çıkmaktadır. Nas ve ietihad yoluyla bi-
lineı:ı fıkıh meseleleri ise örneklik teşkil etmesi ve meselelerin nasıl tespit
edildiklerinin araştınıması yönüyle fıkıh usUlüne kaynaklık etmiştir.
Klasik dönemde bu anlayış üzerine inşa edilen fıkıh usUlü büyük ço-
ğunluk tarafından dört terı:ıel delile irca edilmiştir: Kitab, sünnet,-icma ve
kıyas. Bununla birlikte ilk dönemden itibaren sünnetin hücciyeti, ·sünnet-
Kur'an ilişkisi, haber-i vahid, nasih-mensuh, umum-husus, icma ve kıyasın
mahiyet ve hücciyeti tartışma konusu olmuş ve fıkıh usulü eserlerinde bu
konularla ilgili zengin bir birikim ortaya çıkmıştır. Şafii'den itibaren baş-

• Prof. Dr., İstanbul Şehir Üniversitesi, (mehmetboynukalin@sehir.edu.tr).


18 MODERN ÇAGDA FIKHIN ANLAM ve İŞLEVİ ·
1

layan usUlliteratüründe farklı üsluplar, mezhep ve anlayış farklılığının ge-


tirdiği farklı görüşler, fukaha, mü tekellimin ve memzuç metot şeklinde gö-
rülen telif yöntemleri gibi farklılıklar, ihtilaflar hep var ~lalgelmiştir. Bu-
nun yanında usUl ilmi, meselelerinin çeşitlenip zenginleşmesi, tartışmala­
rın, cedel ve istidlal yöntemlerinin disipline edilmesi, terim ve kavramla-
rının inceltilmesi, mantık kurallarının bu ilme dahil kılınması gibi bir çok
geliş me yaşamış ve tedricen tekftmül ederek klasik dönemde belli bir öl-
çüde istikrar kazanmıştır. Dört mezhebin temel metinleri yazıldıktan
sonra bu istikrarlı yapı büyük ölçüde korunmuş, 7-8. hicr! yüzyıll arda Tufi
(716), İbn Teymiyye (728), İbn Kayyim (751) ve Şatıbi (790) gibi usulcü-
ler nisbeten farklı yöntemleri canlandırmaya çalışsa da bunların etkileri
sınırlı kalmıştır. Bu usulcülerin usUl düşüncesi üzerindeki etkisi klasik dö-
nemden ziyade modern dönemde ortaya çıkmıştır. ·
1.2. "Modern"
Modern dönemin ne zaman başl adığı ve ne anlama geldiğine dair farklı
görüşler ortaya konabilir; ancak fıkıh usı1lü açısından baktığımızda mo-
dern dönemin 19. asrın sonlarında başladığı söylenebilir. Zira bu döneme
kadar klasik fıkıh usı1lü eğitim ve telif alanında değişikliğe uğramadan var-
lığını sürdürmüştür.

1.3. "Tartışmalar"
Tebliğ baş lığındaki "tartışmalar"
kelimesini yenilenme arayışları, tek-
lifleri ve çabaları şeklinde anlamak mümkündür; zira modern dönemde
fıkıh usUlüne dair yaklaşımlar üç ana eksende toplanabilir: Klasik usUlü
değiştirmeden aynen ibka etmek, şe kil veya içerik yönünden değişikliğe
gitmek ve klasik fıkıh usulünü tamamen ilga edip yeni bir usul inşa etmek
2. Fıloh Usulüne Dair Yaklaşımlar
2.1. Muhafazakar Yaklaşım
ıaasik usUlün şekil ve içerik balomından aynen ibka edilmesine
taraftar olan alimler olmuştur; modern dönemin başlarında medrese eği­
timinin güçlü olduğu dönemde herhangi bir yepiliğe ihtiyaç olmadığı gö-
rüşü ilmi çevrelerde mevcuttur. Günümüzde de İslam dünyasının bir çok
yerinde medrese müfredatının resmi veya gayri resmi kurumlarca okurul-
maya devam ettiği bilinmektedir. Dolayısıyla geleneksel çevrelerde usUl
eğitiminin halen klasik metinler üzerinden yürütüldüğü ve bu metinlerin
hakkıyla anlaşılması halinde günümüz problemlerine de çare olacağı yö-
nünde bir anlayış sürmektedir. Ancak akademik dünyada bu görüş pek dil-
lendirilmemelct:edir.
2.2. Şekil ve
Muhteva Yönünden Değişiklik Teklifleri
Klasik metinlerin dilinin zorluğu sebebiyle sadeleştirme hatta
t ercüme yoluna gidilmi ştir. Klasik usUl metinlerinin anlaşı lması için
güçlü bir medrese eğitimi almak şarttır. Bu metinlerin içerdiği mantık,
FIKIH USULÜNE DAİR MODERN TARTIŞMALAR 19

kelam, dil ve fıkıh terimlerini anlamak başka türlü mümkün değildir. Do-
layısıyla Osmanlı'nın son dönemlerinde İstanbul'da ve Mısır'da açılan hu-
kuk mekteplerinin öğrencileri ve buralardan yetişen hakimler böyle bir
altyapıya sahip olmadıklarından onlara yönelik kolaylaştırılmış yeni me-
tinler yazılmaya başlanmıştır. Mısırlı alimlerden Muhammed Hudari
Bey'in (1927) Usulü'l-fikh'ı bu çabanın tipik bir örneğini teşkil eder.1 Hu-
dari Bey, eserinin giriş losınında Min hac, Cem,ü'l-cevami: Tahrir gibi muh-
tasar usul metinlerinin anlaşılmazlığından ve bu sebeple faydasız olduk-
larından söz etmekte, Müstasfa'yı üslubunun güzelliği ve anlaşılır olması
sebebiyle takdir etmektedir.2 Osmanlı payitahtı ölan İstanbul'da da aynı
amaçlaTürkçe usUl eserleri telif edilmiştir; Mesela, Ahmed Harndi Şirvani
(1890),3 Ali Haydar Efendi (1903) 4 ve Seyyid Bey'in (1925) eserleri gibi.5

ı Hudart Usulü'l-fıkh (Kahire 1329, 1352/1933, 1358/1938, 1389/1969 [6. basla]) adlı
eserini, 1905 yılında bugünkü Hartum Üniversitesi'nin temelini teşkil eden Gordon
Memorial College'da Sudan şer'! mahkemelerine kadı olarak yetiştirilmek üzere oku-
yan talebelere fılah usUlü dersleri verdiği dönemde yazmıştır. Pezdevt'nin el-Uşı1l'ü,
İbnü'l-Hacib'in el-MuJ:ıtaşar'ının çeşitli şerhleri, Karafi'1:1in Ten~l)u'l-fuşul'ü ve İs­
nevi'nin el-Minhac şerhinden faydalanarak açık bir ifade ile kaleme aldığl eserini Mu-
hammed Abduh'a göstermiş, onun tavsiyesi üzerine Şatıbi'nin el-Muvafa~at'ından çe-
şitli ilaveler yapmıştlr. Daha sonra Mısır'a gelip el-Kazaü'ş-şer'! Medresesi öğrencile­
rine fıloh dersleri vermeye başlayınca buradaki ihtiyaçları da göz önüne alarak eserine
son şeklini vermiştir; bk. Ferhat Koca, "Hudari (1872-1927)", Türkiye Diyanet Vakfı
islam Ansiklopedisi (DİA), 1998, XVIII, 283-284.
ı Hudari, Usul, s. 9-10, ll, 12-14.
3 Türkçe muhtasar Usul-i fıkıh, İstanbul: Mihran Matbaası, 1301; 133 s.; bk. s. 11-16.
4 Ali Haydar Efendi'nin Hukuk Mektebi'nde vermiş olduğu Usul-i Fıkıh Dersleri'nin bir
bölümü ilk defa 1307'de taşlıasla olarak neşredilmiştir. Daha sonra yine burada vermiş
olduğu dersler talebesi Hacı Adil Bey tarafından tesbit edilmiş ve 1326'da Sırat-ı Müs-
takim mecmuasının ilavesi olarak neşredilmiştir. 558 sayfa olan eser, sahasında
Türkçe yazılan ilk eserlerden biri olması balamından önemlidir. Kitap daha sonra yeni
harflerle de basılmıştır (UsUl-i Fıloh Dersleri. İstanbul 1966); b k. Mehmet Akif Aydın,
"Ali Haydar Efendi, Büyük (1837-1 903)", DİA, 1989, II, 396.
s Seyyid Bey ise Darülfünun Hukuk Fakültesi'nde başladığı usUl-i fılah müderrisliği ara-
lıklarla ölümüne kadar devam etti. Taklitten ve mezhep taassubundan uzak durulması,
ictihad kapısının açılması gerektiğine dair vurguları devrin İslamcı söylemini büyük
ölçüde yansıtmaktadır. Özellikle hilafet ve kanuniaştırma tartışmalarına katiası göz
önüne alındığında, fılah ilminin tarih ve literatürüne modern dünyanın kurumlarını
meşrulaştırmak üzere yaklaşmasının onun İslamcılık anlayışının ana hatlarını teşkil
ettiği anlaşılmaktadır. UsUl-i Fıkıh Dersleri I (İstanbul 1328-1329). ve Usul-i Fıkıh Ders-
leri ll (İstanbul 1330) adlarıyla neşredilen ve Darülfünun Hukuk Fakültesi'nde okut-
tuğu derslere ait notlarından oluşan bu iki kitap usUl-i fıloh sistematiğini kapsamakta-
dır. Konular metin ve şerh biçiminde işlenmiş, yer yer mezheplerin farklı görüşlerine
temas edilmiştir. Usul-i Fıkıh, Cüz'-i Ewel: Medhal (İstanbul 1333) adlı kitabı ise Seyyid
Bey'in en tanınmış eseridir. Önceki kitaplarının daha geniş bir muhteva ile yine ders
takriri olarak kaleme alınmış şekli olan eserde usı1l-i fıkhın tarihi, genel özellikleri ve
ictihad7taklid konuları işlenmektedir. Eser klasik usUl-i filoh kitaplarında bulunmayan,
ancak dönemin aktüel tartışma gündemi dolayısıyla yer verilmiş olan hilafet ve halife-
nin yasama yetkisi konusunda uzun bir bölüm içermektedir (s. 106-162; bu losının
20 MODERN ÇAGDA FIKHIN ANLAM ve iŞLEvi

İlk ·iki eserde sadece kolayiaştırma amacı ön plandayken Seyyid Bey'in


eserlerinde içeriğe yönelik yenilikler göze · çarpmaktadır (bk önceki dip-
not). Bumeyanda Mehmed Zihni Efendi (1913) ve Mahmud Esad Seydi-
şehri'nin (1918) eserleri de zikredilebilir. Yine bumeyanda Abdülvehhab
Hallaf ın (1888-19 56) İlmü usuli'Ijıkh 6 adlı eseri sayılabilir. Alıdülkerim
Zeydan'ın eseri de Bağdat Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencileri için te-
lif edilmiştir.7
Bu eserlerde fıkıh usulünün sadece nasların değil; kanun metinlerinin
tefsiri için de bir metodoloji olarak kullanılabileceği ifade edilmiştir. Me-
sela, Şirvanlı Ahmed Harndi herhangi bir dilde yazılmış bir kanun metni-
nin tefsirind·e usUl kurallarından istifade edilebileceğini ifade etmiştir.8 El-
bette burada Türkçe olan Mecelle kastedilmektedir. Benzeri ifadeleri Ah-
med İb rahim, Abdülvehhab Hallaf, Zeydan gibi muasır müelliflerde de gör-
mek mümkündür. Burada maksat fıkıh usUlünün tahsilinden elde edilen
fayda konusunda ikna edici bir argüman ortaya koymaktır. Ebu Zehre de
(1898-1974) hukuk fakültelerinde bu derse ihtiyaç olduğunu, zira Mı­
sır'da aile kanunuı:ıun fıkha dayandığını ve hukukçuların hem şeriat hem
de genel anlamda kanunların tatbik ve tefsirinde fıkıh usUlüne müracaat
etmeleri gerektiğini, mesela kıyas ve istihsanın bu alanda kullanılabilecek
iki önemli yöntem olduğunu ifade eder.9 Aynı hususaZeydanda değinirve
kitabında kanundan örnekler verdiğini belirtir. 10

yeni harflerle yayımı: Seyyid Bey, "Hilafet", haz. Sami Erdem, Hilafet Risaleleri, haz. ls-
mail Kara, Istanbul 2004, IV, 443-484). Usul-i Fıkıh Dersleri Mebdhisinden lrô.de, Kazô.
ve Kader (Istanbul 1338) adlı, Medhal'in devamı ni teliğindeki eserde ise irade, şer'i de-
l iller, hüküm bahisleri, hikmet-i teşri' ve makası d konuları yer almaktadır; bk Sami Er-
dem, "Seyyid Bey (1873-1925)", DİA, 2009, XXXVII, 54-56.
6 Ilk baskısı1942'de Kahire'de yapılan eser daha sonra birçok defa basılmış olup Hüse-
yin Atay tarafından giriş bölümü ve bazı notlar eklenerek İslô.m Hukuk Felsefesi adıyla
Türkçe'ye tercüme edilmiştir (Ankara 1973, 1985); bk Abdülmün'im Hallaf, "Abdül-
vehhab Hallaf', DİA, 1988,1,286.
1 Abdilikerim Zeydan, el-Veciz fi Usuli'l-fikh, Bağdat 1976 (6. Baskı), s. S. İlk telifi
1962'dedir; bk http:/fdrzedan.comfcontentphp?id=94 (erişim: 8/3/2019).
s Ahmed Harndi (Şirvani), Türkçe Muhtasar UsCıl-i Fıkıh, s. 11-12. Cevdet Paşa bu esere
takriz yazmıştır; bk a.g.e., s. 3-4. Şirvani Cevdet Paşa'nın bakanlığı döneminde Mekteb-
i Sultani'ye bağlı Mekteb-i Hukuk'ta UsUl-i fıkıh dersi vermekle görevlendirildiğini,
önce Mecamiü'l-hakaik'i tercüme edip Mekteb'in müdürü olan Sava Paşa'nın masraf-
ları karşılamasıyla eseri bastırıp okuttuğunu, ancak eserin çok mu fassal olması ve ör-
neklerinin muamelattan olmaması sebepleriyle öğrencilere uygun olmadığına karar
verip bu eseri telif ettiğini anlatır; bk a.g.e., 14-15.
9 Muhammed Ebfı Zehre, Usulü'l-fikh, Kahire 1957, 1958, s. 4-5,261-262. Ebt1 Zehre'nin
eseri bu alanda yazılan ilk modern eserlerden olup önsözünden, daha çok Mısır'daki
hukuk fakülteleri öğrencilerine yardımcı kitap şeklinde hazırlandığı anlaşılmaktadır.
F.seri Abdülkadir Şener çeşitli notlarla birlikte lslô.m Hukuku Metodolojisi: Fıkıh Usulü
adıyla tercüme etmiştir (Aokara 1973); bk Saffet Köse, "Muhammed Ebt1 Zehre"
(1898-1974), DİA, 2005, XXX, 519-522.
ıo Zeydan, Veciz, s. S.
. FIKIH USULÜNE DAİR MODERN TARTIŞMALAR 21

Bu eserlerde konular kimi zaman farklı bir sistematik içinde su-


nulmuştur. Mesela, Ebu Zehre fıkıh usUlünü hüküm, hakim, mahkG.m-fih
ve mahkUm aleyh başlıkları altında ele almış, edille-i şer'iyyeyi hakim bah-
sinde, hakimin; yani Şari'in muradına götüren yollar şeklinde incelemiş;
tamamlayıcı konular olarak da makasıd ve ictihad balıisierini ilave etmiş­
tir.11 Ali Haseballah'ın sistematiği bu kitaba nispetle daha makul gözük-
mektedir: el-Edille, turuku'l-istiri.batve el-ahkô.m şeklinde üç aı:ia bölüm ve
hatime.12 Zeydan (1921-2014) ise hüküm bahisleri, hükümlerin delilleri,
istinbat yolları ve ictihad şeklinde dörtlü sistematiği benimsemiştir. 13
Modern dönemde daha önce görülmedik bir şekilde gayr-i müs-
lim araştırmacılar usUl alanında araştırmalar yapmışlardır. Modern
dönemde fıkıh usUlü için lehte ve aleyhte değerlendirmelerde bulunan bir
çok gayr-i müslim araştırmacı bulunmaktadır: Dışarıdan bakan bir göz ol-
.ması hasebiyle bu araştırmalann usUl alanında müsbetveya menfi etkileri
olmuştur. Mesela, Sava Paşa, Goldziher, Schacht, Wael Hallaq gibi. Bu araş­
tırmacıların dini inanç ve felsefi görüşlerinin bu araştırmalarda önemli ro-
lünün ve etkisinin olduğu gözden kaçırılmamalıdır.
Çağdaş problemlerE? cevap verınede fıkhın ve usUlün yeterli oldu-
ğunu ispat etme: Hallaf Mesadıru't-teşrii'l-İslô.mf ft-ma la nassa fih adlı
eserinin girişinde üç hedef gözettiğini ifade eder:
1. Fıkhi hükümler naslarda bildirilen ve önceki müctehidlerin ortaya
koyduğu çözümlerle sınırlı değildir; fıkhın kaynakları çözüm üretmekte
sınırsız kabiliyete sahiptir.
2. Fıkhın kaynakları esnek ve verimli bir yapı dadır; doğru aniaşılıp ehil
insanlar tarafından kullanıldığı takdirde her zaman için insanların masla-
hatını temin hususunda Şari'in maksatlarına uygun çözümler üretilebilir.
3. Arap devletlerini birbirine yaklaştınnak isteyenler fıkhın kaynakla-
rından üretilen çözümlerle bütün Arap devletleri için ortak bir hukuk sis-
temi, bir hukuk birliği kurabilirler. 14 Ali Haseballah eserinin "ha-
time"sinde İslam şeriatının mükemmeliyeti, herzaman ve mekanda geçer-
liliği üzerine bir konu ilave etmiştir.tS Yine bu bağlamda Batılıların ortaya
attığı "İslam hukukunun Roma hukukundan alındığı" gibi temelsiz bazı gö-
rüşler eleştirilmiştir. Bu bağlamda fıkıh usulün ün, hukuku bilim olarak ele

ıı Ebu Zehre, Usul, muhtelif yer.


ıı Ali Haseballah, Usulü't-teşrii'l-İsliimi, Kahire 1976 (5. Basla).
13 Zeydan, Veciz. Eser Türkçe'ye de çevrilmiştir (tre. Ruhi Özcan, Fıkıh Usulü, Ankara
1979; İstanbul 1982, 1993). Müellif haklanda bk. Muhammed Üsame Onuş, "Zeydan,
Abdülkerim", DİA, 2016, Ek-2, s. 699-701.
14 Abdülvehhab Hallaf, Mesadıru't-teşrii'l-İslô.mi ftma la nassa fih, Kuveyt 1414/1993, 6.
Basla, s. 6. Hallarm bu eseri 1953-1954 yıllarında Ma'hedü'd-dirasati'l-arabiyyeti'l-
ulya adlı müessesed e verdiği lisanüstü derslerinden ibarettir; b k. a.y.
ıs Haseballah, Usul.
22 MODERN ÇAGDA FIKHIN ANLAM ve İŞLEVİ

alan ve ilk defa müslümanlar tarafından kurulan bir ilim dalı olduğu tes-
piti yapılmıştı r (Hami dullah (2002) ve Haseballah (1 978)). 16 Bu alanda
bazı gayr-i müslim araştırmacıların da katkılan olmuştur; Sava Paşa
(1904) gibi.
Modern dönemde yapılan çalı şmalann bir kısmında modern hu-
kuk düşüncesiyle mukayeseler yapılmı ştı r. Bu tür çalışmalarda amaç
kimi zaman fıkıh ve usUlden habersiz olan veya bu ilimiere önyargıh ba-
kan kesimleri bilgilendirmek veya ikna etmektir. Sava Paşa'nın çalışma­
sında bu tür mukayeseler bulunmaktadır. Kimi zaman da maksat fıkıh öğ­
rencisinin çağı tanıması ve bu vasıtayla pratikte fıkhm uygulanmasını sağ­
lamaktır. Ahmed İbrahim Bey (1874-1945) 17 küçük ama değerli çalışma-
sında usill-i fıkıhla Batı hukuk düşüncesi arasında kısa mukayeseler yap-
mış ve bu eserini Kral Fuad (Kahire) Üniversitesi Hukuk Fakültesi son sınıf
öğrencilerine akutmuştur (1938-1939). Yeni bir yöntemle telif ettiği bu
eserinin öğrencilerine yararlı olmasını, hukuk ve İslam hukuku öğrencile­
rinin bundan istifade etmelerini, bütün füru konularında İslam hukuku ve
kanunun uzlaştığı yeni bir yasama anlayışının temelini oluşturmasını ümit
ederek, samirniyetle hareket edildiği ve tüm dünyevi meselelerde şeriatın
muamelatta adalet, insanların birbirlerine haksızlık yapmalarını engel-
leme; malların batı! yollarla yenmesine mani olma, mümkün olan ölçüde
kötülükleri/zararları ortadan kaldırma ve iyilikleri/faydaları elde etme ve
bu şekilde her bir cüz'i hükümde daima masiahat yönünü tercih etme
esasları üzerine kaim olduğunun anlaşılması durumunda bunun mümkün
olduğunu ifade etmiştir. 1 8

Abdülvehhab Halların İlmü usQli'l-fikh adlı eseri de hocasıyla aynı an-


layışta telif edilmiş, hem fıkhı hem de yürürlükteki kanunu anlama me- .
todu olarak ele alınıp iki türden örnekler verilmiş ve iki sistem arasında
kısa mukayeseler yapılmıştır. 19 Hallafın eserinin giriş kısmında usul lite-
ratürünün gelişimine dair yaptığı değerlendirmeler ve fıkıhla hukuk ara-
sında yaptığı mukayeseler onun Hudart Bey ve hacası Ahmed İbrahim
Bey'den etkilendiğini göstermektedir. Öte yandan bunun eserin diline
kimi yerde ·etki ettiği ve usUlün klasik terminolojisinin dışına çıkıldığı gö-
rülmektedir. Mesela Hallafm eseri dört ana bölüme ayrılarak el-edilletü'ş-

16 Haseballah, Usa/, s. 3. Müellif eserini ilk olarak Darü'l-ulı1m fakültesinde okuttuğunu,


sonra geliştirdiğini belirtmiştir; bk. a.g.e., s. 4. Eserin ilk telifi 1952'dedir; bk. a.g.e., s.
442.
11 Ezher ve Darü'l-uliim mezunu Mısırlı alim ve hukukçudur; İslam hukuku ve mukayeseli
hukuk alanında bir çok eser veren Ahmed İbrahim'in öğrencileri arasında EbQ Zehre,
Ali el-H::ıfifve Abdülvehhab Hallaf bulunur; bk. Ahmet Özel, "Ahmed İbrahim Bey", DİA,
1989, II, 92.
ıs Ahmed İbrahim, ilmü Usüli'l-fikh, Kahire: Darü'I-Ensar, ts., s. 2.
ı9 Hallaf. Usül, s. 9-10.
FIKIH USULÜNE DAİR MODERN TARTIŞMALAR 23

şer'iyye, el-ahkamü'ş-şer'iyye, el-kavaidü'l-usuliyyetü'l-lugaviyye ve el-


kavaidü'l-usuliyyetü't-teşriiyye başlıkları kullanılmıştır.
Tarihi Gelişimden Söz Etme: Modern çalışmaların bir çoğunda usul
ilminin ve literadırünün tarihi gelişiminden söz edilmiştir. Hudari, Hallaf
ve başka bir çok müeElifbunu yapmıştır. Hatta Ahmed İbrahim ve Hallaf m
çalışmalannda olduğu gibi, baiı müelliflerin usul ve tarihu't-teşrii'l-İslaml
(İslam hukuk tarihi) tarzındaki çalışmaları birlikte yayınlanmıştır. Bu dö-
nemde tarihsel bir bakış açısıyla geçmişe bakma, onu değerlendirme, gü-
. n üm üz şartları içinde nasıl bir yol izlenmesi gerektiği yönünde açıklama­
larda bulunma bir çok müellifin değindiği başlıca hususlardan olmuştur.
Kimi müellifler belli bir dönemden sonra usı11l;in gelişiminin durduğunu
ifade etmiştir.
Mesela, Hudari Bey, İbnü'l-Hümam (861) ve öğrencisi İbn Emiri'l-
hac'dan (879) sonra, yani yaklaşık olarak hicrl IX. asırdan sonra müellifle-
rin öncekilerin eserlerini şerh etmekten başka bir şey yapmadıklarını, zira
ictihad kapısının kapatıldığını ve kendilerinin usUl ilminin kurallarıyla il-
gili yeni bir tercihte bulunmayı düşünmediklerini ifade etmiştir.2° Hallaf
da benzeri ifadeler kullanmıştır. Ancak Ebu Zehre, ictihad kapısı kapatılsa
da usul alimlerinin bu ilmi teorik düzeyde geliştirmeye devam ettiklerini,
mezhepleri içinde kalarak bu yapıyı korumayı sağlayan kuralları teorik
açıdan sağlamlaştırdıklarıriı, pratiğe fazla yansımasa da teoride fıkıh
usulünün gelişimini sürdürdüğünü, dolayısıyla ictihad kapısı açıldığında
yeniden bu ilmin işlevsel hale getirilip kullanılmasının mümkün olduğunu
belirtmiştir.2 1 Ebu Zehre ve Zeydan, ictihad kapısının kapatılmasını ehil ol-
mayanlara karşı bir tedbir olarak yorumlamışlardır. Bu bağlamda fıkıh
usulünün mevcudun korimması amacına hizmet edip yeni fıkıh üreti-
minde kullanılmadığı yönündeki değerlendirilmeler de zikredilebilir.
Taklid ve mezhep taassubunun terkedilmesi ve bütün mezhep ve
görüşlerden istifade edilmesi! Ahmed İbrahim Mısır'da kanunların sa-
dece Hanefi mezhebine bağlı ka1mayıp dört mezhepten, hatta dört mezhep
dışından ihtiyaç ve masiahat esasına göre seçilen görüşlerden oluşturul­
masını, yani telfik yapılmasımöneren alimlerden biri olmuş, 1937'de bu
yönde çalışmaya başlayan kanun komisyonlarında görev yapmış ve kanun
taslakları hazırlamıştır. 22 Hocasıyla aynı anlayışta olan Hallaf da, bu ko-
misyonların hazırladığı alıval-i şahsiyye kanunlarının yürürlüğe girdiğini
memnuniyetle dile getirmiş ve daha ileri adım atılarak bütün kanunların

20 Hudarl, Usul, s. 12.


21 Ebu Zehre, Usul, s. 17-18.
22 Ahmed İbrahim~ Tarihu't-teşrfi'l-İsliimi (İ/mü Usuli'l-fıkh ile birlikte), s. 44-46.
24 MODERN ÇAGDA FIKHIN ANLAM ve iŞLEVi

aynı anlayışla, hatta nassa aykırı olmadığı sürece tamamen yeni ictihad-
larla fıkha uygun şekilde hazırlanması yönünde çağrıda bulunmuştur. 23
Bazı eserlerde sünni olmayan mezheplerle mukayeseye önem ve-
rilmiştir: "" çalışmalannın bu konuda etkisi olmuştur. Mesela, Ebu Zehre
sınırlı bir şekilde de olsa bazı konularda Caferi usUlüyle mukayeseler yap-
mıştır. 24 Şii müelliflerden Taki el-Hakim'in el-UsQlü'l-ô.mme li'l-fikhi'l-
mukô.ran adlı eserinde ise daha kapsamlı bir mukayese yapılmıştır.
İctihadın toplu halde yapılması ve icmanın bu anlamda yorumlan-
ması gündeme gelmiştir.25 Bu amaçla resmi veya gayri resmi, ulusal ve
uluslararası fıkıh kurulları ve kurumları tesis edilmiş ve bu müesseseler
yaptıidan çalışmalarla çağdaş problemlere cevap arama yolunda önemli
mesafeler katetmiştir. ·
Maslahat, istihsan, hilanetle talil ve makasıdü'ş-şeria konulanna
önem vermek: Modern çalışmalarda, klasik usUlde kıyasın zorlaştırıldığı
(Mustafa Şelebi, Ta7flü'l-ahkô.m), mesalih ve makasıda yeterli derecede
önem verilmediği (Tufi, Şatıbl, Reşid Rıza, İbn Aşur, Turabi) ifade edilmiş­
tir. Şari'in hükümleri koymada gözettiği esaslara, yani makasıdü'ş-şeriaya
usul ilminde gerektiği kadar yer verilmemesi eleştirilmiştir. Hudari kıyas
delilinin ruhunun illet olduğunu ve illeti doğru tespit etmek için makasıdı
bilmenin gerektiğini, usulcülerin bu konuyla yeterince ilgilenmeyip ko-
nuyu fıkıhçılara bıraktıklarını, ancak ictihad edenlere yol göstermek için
bu hususlara usUl ilminde değinilmesinin elzem olduğunu ifade eder. 26
Ona göre bu konuda tek istisna Şatıbl'dir (790) ve kendisine Muvafakatı
tanıtan kişinin Muhammed Abduh olduğunu, onun tavsiyesiyle eserine
Şatıbi'den alıntılar yaptığını belirtir.27 Yine bu dönemde masiahat konu-
sunda Tı1fi'nin görüşl eri öne çıkarılmış, Şatıbi hakkında çok sayıda çalışma
yapılmıştır. Tahir İbn Aş ur ise makası d ilminin kurulup usul yerine ikame
edilmesini teklif etmiştir.
Fıkıh usfrlünün sosyal bilimlerin yöntemlerinden faydalanabi-le-
ceği dÜşünülmüştür. Bilginin İslamileştirilmesi çağrısıyla hareket eden
bir grup ilim adamı arasında bu düşünce ortaya atılmıştır; mesela Cemal
Atiyye gibi. Ancak bu düşünce olgunlaştırılamamış ve tam olarak ne kas-
tedildiği ortaya konulamamıştır.
Sünnetin sübutu ve hücciyeti hakkında şüpheler ortaya atılmış,
hadisler ölçüsüz şekilde kabul veya reddedilmiştir...

23 Hallaf, İ/mü UsCıli'l-fıkh ve hülasatü tarihi't-teşrii'l-İslômf, Kahire: Darü'l-Fikri'l-Arabt,


1996, s. 264.
24 Ebü Zehre, Usul, s. l4, 69
ı~ Haseballah, Usa/, s. 17, 116.
26 Hudart, UsQI, s. 12.
21 Hudart, UsQI, s. 12-13.
FIKlli USULÜNE DAİR MODERN TARTIŞMALAR 25

2.3. Fıkıh UsUlü nün Yerine Başka Metodolojilerin İkarnesi Önerisi


- Kur'ancılık (Hindistan, Mısır, Türkiye)
- İctimai usfil-i fılah (Gökalp) ·
- Tarihsekilik (Fazlurrahman)
- İctihadla nesih meselesi (Matüridi)
- İcma ile millet meclisi arasında irtibat kurma (Reşid Rlza vs.)
- Milliyetçi sosyalist veya laik Araplar (Hasan Hanefi, Arkun, Ca biri)
- Aşırı zahirilik (nascılık): Hanbeli-Selefi akımın güçlenmesi sebebiyle
bazı bölge ve kesimlerde aşırı zahiri anlayış kuvvet kazanmıştır. Bu anla-
yış sahipleri içinde müfrit olanlar muhaliflerini şiddetli şekilde eleştirmiş
ve kendi görüşlerine uymayanları dalalet, bid'at hatta küfürle itharn etme
yoluna gitmişlerdir. Bu sebeple haricileri hatırlatır tarzda tekfirci ve müs-
lümanları katietmeyi mubah sayan gruplar ortaya çıkabilmiştir.
3. Değerlendirme
Modern dönemde İslam dünyası Batı karşısında bir çok alanda zayıf
düşmüştür. Bu zayıflığın sebeplerini sorgulayan müslümanların bir kısmı
çareyi kendi geçmişini reddedip Batı'nın örtaya koyduğu teori ve pratiği
taklit etmede bulmuşlardır; bir kısmı ise Batı'nın İslam'la çelişmeyen teori
ve pratiğinden faydalanmayı ilkesel düzeyde kabul edip İslam'ın ilkeleri
ışığında bir yenilenmenin gerekli olduğu kanaatine varmıştır. Bu iki dü-
şünce tarzının hemen her alanda yansımaları olmuştur. Bunun, müslü-
r:nanlann ibadet, hukuk, siyaset ve ekonomi gibi arneli/pratik hayatlarının
her yönünü ilgilendiren fıkıh alanındaki yansıması kimi ülkelerde tama-
men ret ve hayattan uzaklaştırma, kimi ülkelerde kısmen ret, kısmen ibka,
kimi ülkelerde ise teoride tamamen kabul, ama pratikte kısmt uygulama
şeklinde tecelli etmiştir. Bu durumla bağlantılı olarak fıkıh usfilü ile ilgili
benzeri tavırlar söz konusu olmuştur.
Fıkıh usulü başlangıçtan itibaren İslam alimlerinin özgün gayretleriyle
oluşmuş ve tekamül etmiş bir ilimdir. Müslümanlar hukukun felsefe ve
metodolojisinden söz eden bu ilmi inşa etme hususunda diğer medeniyet-
leri geride bırakmıştır. Fıkıh usfilü belirli yönleriyle İslam medeniyetine
has bir ilimdir. Zira bu ilmin, değişmesi mümkün olmayan kelaml, dilsel
ve şer'i esasları vardır. Öncelikle bu ilim Kitab'ın lafız ve mana itibariyle,
sünnetin ise IT).ana itibariyle vahiy olduğuna inanma, Hz. Muhammed'in
getirdiği din ve şeriatın layarnete kadar geçerli evrensel ilahi mesaj oldu-
ğuna inanma gibi kelaml, itikadi esaslara dayanmaktadır. Bu esaslarda
şüphe eden kişinin önce bu inanç meseleleri üzerinde tefekkür edip şüp­
helerini gidermesi, sonra fıkıh usulüne yönelmesi gerekir; dolayısıyla fıkıh
usfilünün tümden veya büyük ölçüde reddine yol açan Arkun, Fazlurrah-
man, Cabir1 ve Hasan Hanefi gibi araştırmacı ve düşünürlerin önerdikleri
ikame yöntemler reddedilmelidir; zira bu görüşler İslam inanç esasları ba-
26 MODERN ÇAGDA FIKHIN ANLAM ve İŞLEVİ .

kırnından sorunludur; öte yandan bu önerilerde Batılı dini-felsefi akımla­


rın yorum yöntemlerinin ödünç alınarak bunların tamamen farklı bir bün-
yeye uygulanmaya çalışılması makul bir tavır değildir. Ayrıca bu öneriler
sonuç itibariyle modern Batı'nın felsefe, ideoloji, ahlak ve sosyal hayat ala-
nında İslam'a aykırı olan ilke, değer ve pratiklerinin meşrulaş-tırılmasını
sağlamaktadır. Bu tür tartışmalara bir katkı olmas ı için klasik usulde
"hakim" veya hüsün-kubuh mesel~si olarak bilinen konu günümüzdeki
imalarıyla birlikte daha geniş bir biçimde ele alınmalı ve bu meyanda ha-
kimiyet, hukukun yaratıcı kaynağı (menşei), laiklik, sekülerizm gibi mo-
dern hukuk ve toplum felsefesiyle ilgili kavrarnlara değinilmelidir.
Fıkıh usUlünün dayandığı kelami ilkeleri kabul eden ama şekil veya içe-
rik balamında klasik usUle eleştiri yöneiten veya belirli konularla ilgili ye-
nilenme önerilerinde bulunan araştırmacıların görüşlerinin tamamını ay-
rıntılı şekilde ele almamız mümkün değildir; ancak bu husustaki değerlen­
dirmeler için ölçüt teşkil edebilecek bir ilkeden söz etmek mümkündür:
Klasik usı11de genel kab!Jl gören ilke, nas ve icmanın merkeze alınması; la-
yas, istihsan, istislah gibi diğer delillerin sıhhatinin devamlı surette nas ve
icma tarafından kontrol edilmesidir. Dolayısıyla gerek fer'i gerek asli me-
selelerde nas ve icmaya aykırı bir hüküm veya kural konulması kabul edil-
memiştir. Modern dönemde ortaya çıkan yenilik tekliflerinin veya klasik
usule yönelik eleştirilerin bu ilke ışığında değerlendirilmesi gerekir.
Mesela, usı11 dilinin sadeleştirilmesi yönünde yapılan eğitim amaçlı ça-
lışmaların kabul edilmesi mümkündür. Esasen bu çalışmalar ilk olarak
klasik medrese eğitimi almamış hukuk öğrencileri için yapılmıştır. Daha
sonra medreselerin kapatılması veya zayıflaması sonucunda genel bir ih-
tiyaç meydana çıkmış ve günümüz insanının anlayabileceği tarzda eserle-
rin yazılması zorunililuk haline gelmiştir. Ancak burada dikkat edilmesi
gereken nokta, usul dilinde yerleşmiş teri m ve kavramlarda değişikliğe gi-
dilmemesi ve bunların aynen korunmasıdır. Aksi takdirde usul araştırma­
larının ortak zeminini oluşturan dil ve terminoloji kaybedilecek ve usaı­
cüler arasında iletişim kopacaktır. Bu, bir ilmin manen tahrif edilmesi ve
bozulup yıkılınası anlamına gelir.
Şeriat ve Hukuk fakültelerinde okutulan bu eserlerde fıkıh usulünün,
İslam'a dayanan kanunların, hatta beşerljvaz'i kanunların yorumunda
kullanılabileceği ifade edilmiştir. Kanuniaştırma modern bir olgu olsa da
geçmişte fıkıh usUlü ile fıkıh metinleri arasında kurulan bağın fıkıh usUlü
ile kanun arasmda da kurulması mümkündür.
Modern dönemde müelliflerin bir kısmı usul eserlerinde usul ile ilgili
olmayan bir çok kelam meselesine yer verildiğini söyleyerek bunu eleştir­
miştir. Ancak bu meyanda yer verilen hüsün-kubuh, şükrü'l-mün'im, dil-
lerin kökeni gibi meseleler doğrudan hüküm istinbatıyla ilgili olmasa da
usulün felsefi yönünü oluşturmaktadır; dolayısıyla bu meselelerin usül ile
FII<lli USULÜNE DAİR MODERN TARTIŞMALAR 27

ilgisinin olmadığını söylemek isabetli değildir. Belki başlangıç seviyesin-


deki öğrencinin bunlara ihtiyacı olmayabilir; ama geniş usUl çalışmala­
rında bu konulara yer verilmesi gereklidir; zira usUl sadece yüzeysel ve
pratik değil, aynı zamanda felsefi ve teorik bir ilimdir.
Çağdaş müelliflerin bir kısmı Gazali'den sonra yazılan usUl eserlerinde
mantık dilinin hakim olduğunu ve bunun eserlerin anlaşılınasını zorlaştır­
dığını ifade etmişlerdir. Günümüzde bu dilin kullanılması gerekli görülme-
ye bilir; zira gerek klasik gerek modern dönemde klasik mantığa yöneltilen
eleştiriler bu disiplini tartışılır hale getirmiştir. Ancak klasik usfıl eserle-
rini anlamak için bu dilin öğrenilmesi gerekir; usUlde ihtisas yapan bir
araştırmacı için kimi durumlarda bu zorunlu görülebilir.
Çağdaş müelliflerin bir kısmı usUl eserlerinde lafzi ve kısır tartışmalara
yer verildiğint pratik sonucu olmayan bu tartışmaların usul eserlerinden
çıkarılması gerektiğini ifade etmiştir. Mesela, tanımlarda kullanılan keli-
melerin mantıkl"had" açısından yeterli olup olmadığının tespiti için yapı­
lan tartışmalar, bazı kelami tartışmalar ve başka örnekler bu kapsamda
zikredilebilir. Ancak bu örneklerin bir kısmında haklılık payı bulunsa da
bu tür tartışmaların temelinde çoğunlukla lafzi olmayan, kelam, fıkıh veya
dil temelli kabullerin olduğu görülmektedir. Elbette bazı tartışmalarda
çok ince detaylara girilmektedir; ancak bu tür detaylar başlangıç seviyesi
için uygun olmasa da ihtisas sahipleri için önem arzetmektedir. Bu tür tar-
tışmaların bir kısmı tarihte kalmış olan kelami tartışmalarla ilgili olsa da
en azından o dönemin usUl anlayışını araştırmak isteyenler için önem ar-
zettiği veya ileride benzeri tartışmaların yeniden yaşanabileceği söylene-
bilir.
Modern çağın sorunlarina çözüm bulmak için ictihad kapısının açılma­
sına yönelik çağrılar sonucunda, çağdaş usUl çalışmalarının bir çoğunda
klasik dönemin sonlannda yaygınlaşan taklit ruhu ve mezhep taassubu
terkedilmiştir. Müellifler klasik usUl kitaplarına eleştirel bakışla yaklaşa­
bilmiş ve bir takım tercihlerde bulunabilmlştir. Aslında klasik dönemde de
mezhep mensubu bir çok müellifkendi mezhebinin usUlüne eleştirel gözle
yaklaşabilmiş ve farklı tercihlerde bulunabilmiştir. Dolayısıyla kat'iyyat-
tan olmayan zanni meselelerde ictihad etmek veya farklı bir mezhebin
usUlünü tercih etmek eskiden mümkün olduğu gibi yeni dönemde de
mümkündür. Mezhep sistematiğini muhafaza etmeyi tercih etmek bir yön-
tem olabileceği gibi mezhep içi veya mezhep üstü ictihadı tercih etmek de
bir yöntem olabilir; yeter ki bu iş ehli olanlar tarafından yapılsın. Ancak
belli bir mezhebe veya bir müctehide her meselede bağlı kalmayı vacip
görmek aklı ve fıkhı donukluğa ve alimleri taassuba götürmektedir. Mez-
hep mensubu olmakla mezhep mutaassıbı olmak farklı şeylerdir. Mesela,
Osmanlı Aile Hukuku Kararnamesi'nin hazırlanmasında hakim olan icti-
had ruhu, uzun süre İslam dünyasının bir çok yerinde bu kararnamenin
28 MODERN ÇAGDA FIK.HlN ANLAM ve İŞLEVİ ·

uygulanmasım mümkün kılmıştır. Daha sonra İslam ülkelerinin pek ço-


ğunda aynı bakış açısıyla bir çok kanun hazırlanmıştır.

Modern dönemde hikmetle ta'Hl, maslahatla amel ve makasıdü'ş-şeri­


ayı öne çıkarmak, başka bir ifadeyle ga.i yorum bir çok alim tarafiridan vur-
gulanmıştır. Hatta mesele abartılarak "makasıdü'ş-şeria" ilminin fıkıh
usUlünün yerine geçirilmesi önerilmiştir. Mesela, İbn Aşur bu öneriyi ya-
parken ketarn ve felsefede kesin bir takım akli kurallar olduğunu ve tartış­
maların bu şekilde sona erdirilebildiğini, benzeri kuralların fıkıh için de
vazedilmesi gerektiğini, usul ilminin bu kesin kuralları ortaya koymada
yetersiz olduğunu, zira pek çok konuda ihtilaf bulunduğunu ifade etmek-
tedir. Ancak İbn Aşur kelam ve felsefede bitmez tükenmez tartışmaların
hangi "kesin kurallarla" bitirildiğini izah etmemiştir. Kanaatimizce fıkıh
usulünde fıkhi tartışmaları bitirecek kesin ölçütler tespit etmeye çalışmak
beyhude bir çabadır. Öncelikle fıkhın ve usUlün nas ve icmaya dayanan az
sayıda kat'! ölçütlerinin bulunduğu kabul edilmeli, sonra bu iki ilirnde ge-
niş bir zanni-ictihadi alanın varlığı kabul edilerek burada ihtilafın tabü ve
gerekli olduğu teslim edilmelidir.
Günümüzde masiahat düşüncesine dayalı ictihadın ölçüsüzlüğe yol
açacağı endişesiyle "Davabıtu'l-maslaha" tarzında eserler de kaleme alın­
mış ve kimi müelliflerce gereksiz ölçüde daraltıcı sınırlamalar getirilmiş­
tir. Bu yaklaşıma katılamamakla birlikte, kanaatimizce, sınırlan belli ol-
mayan bir hikmet, masiahat veya makasıd anlayışıyla am el etmek isabetli
olmadığı gibi mümkün de değildir. Mesel e şu noktada düğümlenmektedir:
Nas ve icmaya aykırı bir maslahatta amel etmek caiz midir? Fıkıh usfılüne
göre buna ancak zaruret durumunda istihsanen izin verilebilir; ancak nas
ve icma ile sabit bir hükmün neshi anlamında buna cevaz vermek müm-
kün değildir. Aksi takdirde bütün şer'i hükümlerin ilgası mümkün hale ge-
lir; bu ise şeriatın evrensel ve ebedi olma iddiasıyla çelişir. İnanç, ahlak ve
amel bakımından İslam'dan bir hayli uzaklaşmış olan günümüz toplu-
munda Hz. Peygamber döneminde izlenen tedricilik bir yöntem olarak iz-
lenmelidir. Şer'i hükümlerin arka planında bulunan inanç esaslarının ve ·
ahiili değerlerin eğitim ve benzeri yollarla yaygın şekilde kabulü sağla­
narak toplumun şer'! hükümleri kabule hazır hale getirilmesi gerekir. Bu
yapıldığı takdirde hükümlerin kabulü mümkün hale gelecektir; aksi tak-
dirde modern Batılı değerlerin hakim olduğu bir topluma bu hükümlerin
izah edilmesi oldukça zordur.
Çağdaş çalışmaların bir kısmında modern toplumun değer ve kurum-
larını meşrulaştırma!< amacıyla yerleşik usul terimlerinin anlamlarının
tahrif edildiği görülmektedir. Mesela, icma delili ile parlamento, cumhuri-
yet, demokrasi gibi kavram ve kurumlar arasında paralellik kurmak veya
örfü nasların önüne geçirmek ya da İmam Matüridi'nin ve başka bazı alim-
lerin ifadelerini yanlış yorumlamak suretiyle nas ve icma ile sabit hüküm-
FIKIH USULÜNE DAİR MODERN TARTIŞMALAR 29

Ierin ictihad yoluyla neshedilebileceğini söylemek isabetli ve ilmi bir yak-


laşım değildir. Kanaatimizce bu tür tavırlar seküler Batı'nın kültür ve de-
ğerl erinin müslüman toplumlarda iyice yerleşmesin e, .İ slam'ın fıkıh, ahlak
ve inançla ilgili hüküm ve değerlerinin giderek terkedilmesine yol açacak-
tır.

Günümüzde kimi araştırmacılar tarafından "fıkıh usUlünün sadece


mevcudu korumak için inşa edild~ği" söylenmektedir. Bizce bu eksik bir
okumadır. Fıkıh usulü hem mevcudu korumak hem de tespit edilen esas-
lar üzerine yeni şeyler bina etmek için inşa edilmiş bir yapıdır. Fıkıh usUlü
nas ve icma ile sabit olan hükümler bakımından "koruma" amacı güden,
bunların dı şında kalan hükümler için ise "ictihad ederek keşfetme" yolla-
rını ortaya koyan bir metodolojidir. Bu ilimden tam anlamıyla istifade
eden kişi tam anlamıyla fakih, yani müctehid olan kişidir; diğerleri ise
kendi seviyelerine göre istifade ederler; ancak ehil olanlara ictihad kapı­
s ını kapatma yoluna gitmezler. Başka bir ifadeyle, fıkıh usUlü bir taraftan
geçmişte yaşamış olan müctehidlerin yöntemlerini tespit ederek onların
fıkhı nasıl istinbat ettiklerini, diğer taraftan bu yöntemler aracılığıyla ile-
ride meydana gelebilecek olaylar hakkında nasıl ictihad edileceğini ortaya
koymaktadır.
Sosyal bilimlerin metotlarından faydalanma ile kastedileni açıklığa ka-
vuşturmak gerekir; eğer bununla Arkun ve Hasan Hanefi gibi çeşitli felsefi
yorum metotlarının fıkıh usUlü yerine ikame edilmesi kastediliyorsa bu
kabul edilemez; ancak fıkıh usUlünün temel yapısına zarar vermeden me-
sela örfün tespiti için anket, kamuoyu yoklaması, oylama gibi yöntemler-
den istifade edilebilir. Daha geniş bir bakışla, modern dönemde hukuk, si-
yaset bilimi, ekonomi, psikoloji, sosyoloji gibi sosyal bilimlerin ortaya koy-
duğu teori ve p ratiğin müslümanlar tarafından tahlil edilmesi, bunların
İslami esas ve hükümlerle çelişmeyen taraflarının tespit edilmesi gerekir.
Henüz bu, bitmemiş bir çalışma alanıdır; bu yapıldıktan sonra bu bilimle-
rin metodolojiyi ilgilendiren kısım lanndan faydalanmak mümkün hale ge-
lebilir.
Öte yandan Hz. Peygamber döneminde hükümlerin tedrici şekildenazil
olması ve neshin arka planında yatan masiahat düşüncesi dikkate alınarak
hükmü n muhatabı olan insanın birey ve toplum olarak hükmü kabul edip
uygulamaya hazır hale getirilmesi de dikkate alınmalıdır. Günümüzde in-
sanı ve toplumu her yönüyle daha iyi tanımak için ortaya çıkan psikoloji,
sosyoloji, antropoloji, ekonomi ve siyaset gibi ilim dallarının verilerinden
istifade edilmelidir. Ancak bu istifade bir yönüyle hakimin bilirkişiden is-
tifade etmesine benzetilebilir; değer hükmünü, yani şer'i hükmü verecek
olan yine fakih ve usı1lcü olmalıdır. Hükmünü verirken fakih nas ve icmaya
aykırı hareket etmemeli, onların çizdiği çerçevenin dışına çıkmamalıdır.
Zorunlu şartlar sebebiyle bu çerçevenin dışına çıkmak gerekirse yine ni-
30 MODERN ÇAGDA FIKHIN ANLAM ve iŞLEVi

hai amaç insan ve toplumu İslami hüküm ve değerlere yaklaştırmak ve so-


nunda "marufu emreden, münkeri nehyeden, insanlar için çıkarılmış en
hayırlı ümmet" vasfina kavuşturmaktır.
Özetle ifade etmek gerekirse fıkıh usUlünün kat'! ve zanni kısımları bu-
lunmaktadır. ~ıkıhta olduğu gibi fıkıh usUlünde de kat'i olan kısım müte-
vatir nas ve icma ile sabit olan ilke ve kurallardır. Bu ilke ve kurallar dinin
özünü ve değişmez kısmını oluşturmaktadır. Bu özü bozmayacak olan
yeni metodotojik açılımlara kapı açık tutulmalı, diğerlerine ise kapı kapa-
tılmalıdır. Günümüzde fakih ve usulcü adeta bir toplum mühendisi gibi ha-
reket etmelidir. Bir taraftan d inin nas ve icmayla sabit ve değişmez kısmı­
nın inanç ve amel düzeyinde yaşatılması ve bozulmadan korunması için
çalışmalı, diğer taraftan günümüz şartları sebebiyle uygulanamayan kı­
sımlar için eğitim ve benzeri yollarla toplumun bunları kabul etmeye hazır
hale getirilmesi ve bu değer ve hükümterin en azından düşünce planında
ideal olarak korunması için uğraş vermelidir.
MÜzAKERE

"Fıkıh UsUlüne Dair Modern Tartışmalar"


Adlı Tebliğe Katkı

Ahmet YAMAN*

Bismillahirrahmanirrahlm
Böyle bir ilim_meclisinde bizleri bir araya getiren Cenab-ı Hakk'a hamd
ü senalar ediyorum. Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa'yı, alini ve aslıa­
bını salat ü selam ile anıyorum. Bu mübarek ilim mirasını kendilerinden
devraldığımız ulemamızı hayırla, minnetle, ralınıetle ve şükranla yad edi-
yorum. Muhterem hocalarırnı, kıymetli dostlarımı hürmet ve muhabbetle
selamlıyorum.
Sözlerimin başında, toplantıyı birlikte düzenleyen her iki kuruma, bu
zahmetli işin hanllerine ve hadimlerine, huzurlarınızda gönülden teşek­
kürlerimi arz ediyorum. Böylece tartışmalı ilmitoplantılar dizisinin onun-
cusunu yapıyor İSAV'ımız. Daha önce de metodoloji toplantıları yapmıştık
ve burada konuşulacak meselelerin bir kısmı o meclislerde daha özel ni-
telikte müzakere edilmişti. Bugün ve inşaallah yarın yapılacak sunum ve
müzakereler, ümid ediyorum ki, öncekilere yeni katkılarda bulunacaktır.
Bendeniz tebliğin bana gönderilen ilk halini dikkatlice okumuş ve o ilk
metin üzerinden bazı mülahazalarımı dile getirmek üzere bir hazırlık da
yapmıştım. Fakat Mehmet Bey bir sürpriz yaptı ve gönderilen metnin dı­
şında çok başka şeyler söyledi. Dolayısıyla burada arz etmeyi planladığırn
müzakere notlarıının bir kısmı boşa çıkmış oldu. Mesela tebliğin esasına
ilişkin temelli bir eleştirim vardı. Tebliğinde Mehmet Bey, fıkıh usulü ek-
senindeki modern tartışmalara girmek ve onları tahlil etmek yerine daha
çok XIX. yüzyılın sonlarından itibaren yazılmaya başlanan yeni fıkıh usulü
eserlerinin resmini çekmeye odaklanmıştı. Bu bağlamda yeni tarzda yazan
müelliflerin sistematikte ve içerikte yaptıkları değişikiiideri ele almıştı.
Üstelik bunların bir kısmı da usUl veya yazımı ile ilgili değil tedvin-talmin
yöntemi ile ilgiliydi. Oysa "modern tartışmalar" deyince fıkıh usulünün
mebadi, mevzu, mesai! ve gayesine dönük yeni yaklaşımları incelemesi

Prof. Dr., NEÜ ilahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi; Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi, (yama-
nahmet@hotmail.com).
32 MODERN ÇAGDA FIKHIN ANLAM ve iŞLEVi .

beklenirdi. Ama buradaki sunumda anlaşıldı ki bu eksiklik büyük ölçüde


giderilmiş.
Tebliğ etrafındaki müzakereyi iki aşamalı yapmaya çalışacağım. Önce
gözden geçirilmesi gereken bazı kusurlara işaret edecek, ardından içerikle
ilgili özellikle iki yaklaşıma kendi zaYiyemden katkıda bulunmayı deneye-
ceğim.
1. ,Gözden Geçirilmesi Gereken Bazı Tespitler
A. Tebliğde bir yerde "ilk dönemden itibaren sünnetin hücciyeti tar-
tışma konusu olmuştur" deniyor. Oysa ilk 'd önemlerde hatta modern za-
manlara kadar geçen uzun tarihi süreçte, sünnetin hücciyyeti tarb.şılma­
mıştır. Taraşma konusu olan husus, neyin sünnet olup olmadığıdır ve
daha özel olarak da haber-ivahidin delil olarak kabulünde aranan ilmi öl-
çütlerdir.
B. Sonuç kısmındaki "Bu ilmin, değişmesi mümkün olmayan kelam1,
dilsel ve şer'! esasları vardır. Öncelikle bu ilim Kitab'ın lafız ve mana itiba-
riyla vahiy olduğuna, sünnetin de lafız değil, ama mana itib?riyle vahiy ol-
duğuna inanma, Hz. Muhammed'in getirdiği din ve şeriab.n kıyamete ka-
dar geçerli evrensel ilahi mesaj olduğuna inanma gibi kelami esaslara da-
yanmaktadır. Bu esaslarda şüphe eden kişinin önce bu inanç meseleleri
üzerinde tefekkür edip şüphelerini gidermesi, sonra fıkıh usUlüne yönel-
mesi gerekir" cümleleriyle Mehmet Bey, meseleyi tehlikeli bir. boyuta ta-
şımaktadır. Tartışmaları veya farklılıkları ilmi ve akademik boyutundan
çıkarıp iman-küfür alaruna taşımak, doğru · olmadığı gibi istenmeyen so-
nuçlara da götürür.
Meseleye bu zaviyeden bakılırsa sonuçlarının nereye kadar uzanabile-
ceğini somut örnekler üzerinden arz etmeye çalışayım: Mezkı1r cümleler-
deki mütehakkim iman sorgulamasından hareket ederseniz mesela "Ki-
tab"ı; yani "Kur'an" ı indirilen lafız olarak değil de indirilen mana (J.rl-1 ~1)

olarak tanımlayan Ebu Hanife'nin 1 (ö. 150/767) konumu tartışmalı hale


gelir. ·
Sonra kaynaklarımızdaki neshin varhğı-yokluğu tartışmaianna veya
hangi ayetlerin mensuh olup olmadığı tarb.şmalarına eğildiğinizde.bu defa
da "falan ayet mensuhtur, bugün hükümferma değildir" diyen bir
alimi/mezhebi, yukarıdaki cümlenin "Hz. Muhammed'in getirdiği din ve
FIKlH USULüNE DAiR MODERN TARTIŞMALAR 33

şeriatın k:ıyamete
kadar geçerli evrensel ilahi mesaj olduğuna inanma" öl-
çütüne vurduğunuzda iman-küfür sarmalında nereye oturtacaksınız?
Çünkü nesih taraftarları içinde onlarca hatta yüzlerce ayetin mensuh ol-
duğunu;2 yani kıyametekadar geçerli evrensel ilahi mesaj olmadığını söy-
leyenler vardır.
Oysa elimizde İmam Ebu Hanife'den tevarüs ettiğimiz "Kitab'ın indiril-
diğine iman eden kişi onu tevili sebebiyle katir olmaz 1 ~ 'J J,!rl\ı 0-"T 0-"

~_,I::Jı,." gibi fevkalade önemli bir ilke varken 3, ana caddenin dışına taşan
farklı yorumları iman-küfür denklemiyle irtibatlandırmak isabetli olmaz.
C. Modern eğitim kurumları için ders kitabı olarak hazırlanan yeni fıkıh
usUlü kitaplarından söz edilirken dile getirilen "usUlün klasik terminoloji-
sinin dışına çılaldığı görülmektedir" şeklindeki tespit de gözden geçiril-
meyi hak etmektedir. Hudari Bey (ö. 1927) ile Arapça4; Ahmed Harndi Şir-
vani (ö. 1307/1890) 5, Mahmud Esad Seydişehri (ö. 1918)6 ve Büyük Ali
Haydar Efendi (ö. 1903)7 ile Türkçe ilk ürünlerini veren bu yeni kitapların

ı Şah Veliyyullah ed-Dehlevi (ö. 1176/1762) sayıyı beş yüze kadar çıkaranlar olduğundan
bahsetmiş fakat kendisi bunu beşe indirmiştir. bk. el-Fevzii'l-kebfr, Kahire 1986, s. 84
vd. Konuyla ilgili ilk eserlerden birini yazan Hibetullah b. Selame ( ö. 410 /1019) ise 222
ayetin mensuh olduğunu belirtmiş ve her birinin nasihini de kaydetmiştir. bk. en-Nasih
ve'l- mensuh, Beyrut 1404, s.31 vd.
3 EbU Hanife, el-Fıkhu'l-elcber, lmarat 1999, s. 94-96:

ı!~~ ~, ~=ıı ı! r.JaJ j.!.rJt,ı .:ro.Y :t~ ~ ~~ ~~ _~7 pllı 'lj ~&L..Jb ~i ~j ~~~ ~~ .:roJl J~ u~
; .r._;jı ~fo_'} Jt.JWI
Bu bakış açısı, esasen Ehli sünnet'in en temel ilkelerinden biridir. Mesela bk. Hattabi,
Mealimü's-sünen, Haleb 1932, IV, 295:
; <lljb ~ ~~ ut, Aiı.ı .:ro V ~ JJI.:l.ı uJ
lbn Teymiyye, Minhdcü's-Sünneti'n-Nebeviyye, Riyad 1986, V, 239:
ı! '('~1 ~ ~ ··· l~j {hı{; 'ı~:~l 1~! J' ~! ~j eY.,~'} ~;JI ~~ ô'ı·.J IŞ~I Jj~l bı
; .~~! o;iı ~L:..Jı
İbn Hacer, Fethu'l-Barf Şerh u Sahfhi'l-Buhdrf, Beyrut 1379, XII, 304:
.J.iı 4J ~\St._,dı u\.:J l Wı..:.. :J. t ~ı$'1~1 •t. • 't.U, ~ • .1AA J'~ tıl-•ıcJ~I J' ~
r- "::4 4;.•
.J " • :r - ' ~ ' l1 ı f:; ~ --~ ; ..lj ~ ı.r r.
4 Usulü'l-ftljh, Kahire 1329. Ayrıntılar için b k. Ferhat Koca, "Mısırlı İslam Tarih.çisi ve Hu-
kukçusu Muhammed Hudari Bek (1837-1927): Hayatı, Eserleri ve Fıkhi Görüşleri",
İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, 6 (2005), s.167-178.
s Tiirkçe Muhtasar UsUl-i Fıkıh, İstanbul1302. Ayrıntılar için bk, Mehmet Erdoğan - Ra-
mazan Çöklü, "Ahmed Harndi Şirvani ve Türkçe Muhtasar Usai-i Fıkıh Adlı Eseri ile İlgili
Bir Değerlendirme", Uluslararası İslam Araştırmaları Dergisi (IHYA), IV/1 (2018), s. 27-
47.
6 Usal-i Fıkıh, İstanbul 1302; Telhfsü Usal-i Fıkıh, İzmir 1303. Bunun bir hayli genişletil­
miş hali 1309 yılında yine İzmir'de neşredilmiştir. Ayrıntılar için bk. Ali Erdoğdu, "Sey-
dişehri", DİA, XXXVII,25-27.
7 Usal-i Fıkıh Dersleri, istanbul 1307. Ayrıntılar için bk. Melimet Akif Aydın, "Ali Haydar
Efendi, Büyük", DİA, IIJ 396.
34 MODERN ÇAGDA FIKHIN ANLAM ve iŞLEVi .

yaptığı şey, klasik fıkıh usUlünün mevzu ve mesailini farklı bir sistematikle
ve basitleştirip didaktik bir üslupla sunmaktan ibarettir. Bu kitaplardan
Arap dünyasında yazılanların çoğunda Türkçe yazılanların ise bir kıs­
mında görülen bir diğer yeni özellik de belli bir mezhebin usulünü aynen
takip etmek yerine ih tilaftan sergileyen eklektik bir yöntemin .benimsen-
miş olmasıdır. Belki bu açılardan tenkid edilebilirler; ama bilebildiğim ka-
darıyla hiçbiri "klasik terminolojinin" dışına çıkmış değildir. Böyle bir şey
olsaydı o zaman, konuştuğumuz şey zaten fıkıh ı,ısı1lü olmazdı.
2. Muhtevaya Yönelik Katkılar
Tebliğin muhtevasına ilişkin olarak iki nokta üzerinde yoğunlaşacağım.
Bu iki noktanın birincisi, tebliğde olumsuz bir yöntem olarak takdim edi-
len makasıd anlayışıyla am el etme meselesini tahlil etmek; ikincisi ise teb-
liğde değinilmelde birlikte yeterince tartışılmamış olan fıkıh usUlünün iş­
levini ta·rtışmak.
2.1. Hikmet, Masiahat veya Makası d ile Amel Etmek
Sadece fıkıh usUlünün değil; genel anlamda müslümanca düşünce ve
eylem alanının hassas meselelerinden biri budur: Hikmet, masiahat ya da
daha kuşatıcı terimiyle makasıd ile ta'lilde bulunup amel etmek.
Tebliğde "Kanaatimizce sınırları belli olmayan ·bir hikmet, masiahat
veya makasıd anlayışıyla amel etmek isabetli olmadığı gibi mümkün de-
ğild ir. Mesele şu noktada düğümlenmektedir: Nas ve icmanın karşısında
yer alan bir maslahatla am el etmek caiz midir? Buna ancak zaruret duru-
munda istihsanen izin verilebilir; ancak nas ve icma ile sabit bir hükmün
neshi anlamında cevaz vermek mümkün değildir." denilerek bu noktada
olumsuz bir tavır takınılmıştır.
Tek bir bağlamda ve bir arada peşi sıra gelen bu cümlelerde, müzakere
edilmesi gereken birkaç yargı bulunmaktadır:
a. Hikmet, masiahat ve makasıd anlayışının sınırları belli değildir.
b. Böyle olunca bunlarla amel etmek isabetli değildir.
c. Amel edilirse nas ve icma ile karşı karşıya gelinebilir. Yani nas ve
. icmaya aykırı bir hikmet-maslahat-makasıd yorumu olabilir.
d. Böyle bir yoruma ancak zaruret durumunda istihsanen gidilebilir.
Fıkıh tarihi, usUl eserlerinin muhtevası ve fıkıh pratiği göz öniine alın­
dığında bu yargıların izaha muhtaç oldukları anlaşılacaktır. Şöyle ki:
İslam'ın ana kayİıaklarında yer alan amell hükümlerin lafzi bir çerçe-
vesi olmakla birlikte bu çerçevenin, aslında o hükümle hedeflenen amacı
gerçekleştirme aracı olduğu, ilk dönemlerden itibaren dillendirilen bir hu-
sustur. Hz. Peygamber'den (s.a.) sonra gerek sahabe ve tabiun gerekse
müctehid imamlar dönemlerinde öne çıkan kurucu zihinler, bu lafız-gaye
ilişkisini göz önünde bulundura gelmişlerdir. Mesela Hz. Peygamber'in
FIKIH USULüNE DAİR MODERNTARTIŞMALAR 35

(s.a.) arazi sahiplerine hitaben "Kimin arazisi varsa onu eksin veya karde-
şine ekrriesi için izin versin. Şayet bunuyapmayacaksa (diğer rivayette: izin
verilen kişi de ekmeyecekse) boş bıraksın (kiraya vermesin)."B şeklindeki
buyruğunu Abdullah b. Abbas (r.a.) normatif bir yasak olarak yorumlama-
mış, aksine yardımiaşmayı teşvik amacı taşıyan bir tavsiye olarak görmüş­
tür. Nitekim araziyi kiraya verme işleminin Hz. Peygamber (s.a.) ve takip
eden Raşit Halifeler (r.a.) döneminde sıklıkla yapıldığı da İbn Ömer (r.a.)
başta olmak üzere bir çok sahabi tarafından bildirilmiştir. Yukarıdaki ya-
saklayıcı rivayetin sahiplerinden biri olan Raft' b. Hactic'in (r.a.) verdiği şu
bilgi, bu gai yorumlarm haklılığını; yani hükmün maksadını ve dolayısıyla
bu maksada göre ta'lil edilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır: "Me-
dine'de en çok tarlası olan bizdik Belli bir yerden çıkacak ürünün tarla
sahibine kalması şartıyla toprağı kiraya verirdik Bazen tarlanın diğer ta-
rafındaki ekin zarar görür; ama belirlenen yer sağlam kalır; bazen de tersi
olurdu. İşte bize yasaklanan buydu."9
Hikmet-maslahat-makasıd terimleriyle ifade edilen bu "hedefleri kav-
rama" başarısı, baştan itibaren bir müctehid için vazgeçilmez bir ictihad
niteliği olarak görülmüştür. Birçok alim, sınırlı olan hüküm kaynaklarının
sınırsız sayıdaki olaylara yetmeyeceğinden dolayı dinin genel tutumuna
ve tümel hedeflerine istinad eden bir bakışın zorunlu olduğunu belirtmiş­
tir.ıo Cüveynl'nin (ö. 478/1085) diliyle konuşursak "Emir ve nehiylerin
maksadını tam anlamıyla kavrayamayan kimse, din konusunda gerçeği ya-
kalayamaz"ıı; "İstıslah ilkesinin son tahlildeki hedefi, meseleyi çözüm-
leme görevini, o meselenin sahibine havale etmektir ki bu, şeriatın güzel
yönlerinden biridir".ıı Bu noktada daha vurgulu bir üslup kullanan Şatıb1
(ö. 790/1388) ictihad derecesine ulaşmanın ilk şartının, dinin ve hukuk
düzeninin hedeflerini tam anlamıyla kavramak olduğunu söylemiştir.ı3
Kurucu imamların hareket tarzı da bu minvalde çok farklı değildir. Ge-
rekçelendirilebildiği ölçüde normları, lafızlarıyla uyumlu olmak kaydıyla

s Buhar!, "Hars" 10, 18; "Hibe" 35; Müslim, "Büyı1" 89, 120; Ebfı Davı1d, "Büyı1" 30-31.
9 Buhar!, "Şurfıt'' 7; "Hars" 7, 12, 18; Müslim, "Büyı1" 99, 117; Ebu Davı1d, "Büyfi" 30.
10 bk., Cessas, el-FusUI fi'l-usul, Kuveyt 1985-89, IV, 10-11, 217; Cüveyni, el-Burhan fi
usuli'l-ftkh, Kah ire 1400, I, 295; 2/1349; Gazzali, ei-Mustasfa fi ilmi'l-usUI, Beyrut 1993,
s.174; Zencanl, Tahrfcü'l-furu ale'l-usul, Beyrut 1987, s. 322; Karati, el-Furuk, Beyrut ty.
. (Aı.emü'l-Kütüb), II, 130-131; İbnü'l-Kayyım, i'lamu'l-muvakkıfn an Rabbi'l-alemfn, Bey-
rut 1991, I, 251.; Şatıbi, el-Muvafakatfi usıili'ş-şeria, Beyrut 1991, IV, 66.
ıı Cüveyni, el-Burhan, ı, 295.
12 Cüveyni, el-Burhan, Il, 934; bk. iz b. Abdisselam, el-Fevfıid ft ihtisari'l-kavaid (el-
Kavaidü's-suğra), Kahire 1988, s. 91.
13 Şatıbi, el-Muvafakat, ıv, 76.
36 MODERN ÇAGDA FIKHIN ANLAM ve İŞLEVİ .

makasıd yorumuna tabi tutmak, mezhep imamlannın sergilediği bir dav-


ranıştır.H Nitekim Karatı de (ö. 684/1285), ismini açıkça koymasalar bile
büyük çoğunluğun bu yönde istidlallerde bulunduğunu kaydeder. ıs
İmam Ebu Hanife (ö.150/767) ve İmam Malik'in (ö.179/795) şeriatin
genel kurallanna uymayan haber-i vahidleri kabul etmemeleri; Hanefile-
rin maslahat, zaruret, ihtiyaç, umum-i belva ve örf gerekçesiyle kıyası yani
standart çözümü bırakıp istihsanı işletmeleri; ilmin onda dokuzunun is-
tihsan olduğunu söyleyen İmam Malik'in 16 ve öğrencilerinin istıslah ile
sedd-i zerla yöntemlerine çokça müracaat etmeleri; İmam Şafii'nin (ö.
204/819) cevabını naslarda bulamadığı meselelerde hemen kıyasa gitme-
yip, şeriatın kü1ll ilkelerine ve genel maslahata göre hüküm vermesi 11
hatta sonraki Şafiiterin celi kıyas ile şeriatın külll kaidesinin çatışması ha-
linde külli kaideyi tercih etmiş olmaları 18 söylediklerimizin delilidir.
Şunu da belirtelim ki, bu tebliğde tebarüz ettiği gibi hikmetle ta'lil ve
makasıdia am el konusunda olumsuz düşünmeye sevk eden haklı bir takım
sebepler de yok değildir. Mesela sübjektifyorumlamalarla mezheplerin iç
disiplini yani doktriner tutarlılığı kaybeditme tehlikesiyle yüz yüze kala-
bilir. Bunun için ortak bir terminoloji geliştirmek, nesnel yorum ölçütleri
belirlemek ve hukuku mümkün olduğunca izafilikten kurtarmak gerekli
bulunmuştur.ı9

Bir diğer sebep de gerek batını gerek nefsani ve gerekse konjonktürel


yorumlarla kötü niyetli yöneticilerin hukuku meşruiyet aracı olarak kul-
lanmalarını engellemek olsa gerektir. Pek çok fakihten nakledilen "zahirin
desteklemediği mana batıldır'' kuraıııo bu amaçla sevk edilmiştir.
Bütün bunlar esasen anlaşılabilir kaygılardır. Hukuku, nerede duracağı
belli olmayan sübjektifyorumların eline bırakmak onun bir müddet sonra
temel din} metinlerin (nasların) lafız örgüsüyle hiç bağdaşmayan bam-

14 Bazı örnekler için bk. Karafi, el-Fun1k, II, 32 vd.; Şatıbi, el-İ'tisam, Beyrut 1991, s. 354-
363; İbn Abidin, "Neşru'l-arffi bindi ba'dı'l-ahkam ale'l-urf', MecmOatü'r-rasail, istan-
bul1320, ll, 114 vd.; Mustafa Ahmed Zerka, el-Medhalü'l-fikhiyyü'l-am, Dımaşk 1967,
ll, 917 vd; Fethi Dirini, el-Menahicü'l-usuliyye ft'l-ictihad bi'r-re'y, Beyrut 1997, s. 487-
493.
ıs Karati, Şerh u Tenkfhi'l-fusul, Kah i re 1993, s. 448.
16 Şatıbl, el-Muvafakat, ıı. 233; Şatıbi, el-/'tisam, s. 371.
ı7 Cüveyni, el-Burhan, Il, 1338; Zencani, Tahrfcü'l-fun1, s. 320:

1e Cüveyni, age., II, 927: ö.ıs.Wl c}!-1 ._,.~ı .!l; ~<ıı ö.ıs.l1lı r~l...o ı~ı ~ ,;LS' .:ıı.,.,; .;;..ı ._,.~ı .:ıi
~1
19 Bk. İbrahim Kafi Dönmez, "Kur'an'ın Anlaşılmasında Hukuk Felsefesi ve Metodolojisi
İncelemelerinin Katkısı", Fıkıh Usülü incelemeleri, istanbul2014, s. 92.
ıo Bu noktada İmam Şafii'nin şu sözünü de iktihas edebiliriz: ~"/;) ~ ç\l; &_,~ .;ıf~ ju ,:;;
.~~ ~ıı,e c;_ı;.?..jı .;1 t! h_; .;ıT)iı ı!~; el-Om, Beyrut 1993, IV, 323.
FIKIH USULÜNE DAiR MODERN TARTIŞMALAR 37

başka bir varlık haline gelmesine yol açabilir. Fakat bu kaygılar, gaijtele-
olojik yorumların bütünüyle terki veya o tür yorumların tebliğde savunul-
duğu gibi sadece zaruret anına tahsisi gibi bir daraltmaya gitmeyi haklı
göstermeye yetmez. Zira belli ve kabul edilebilir metodolajik ilkeler doğ­
rultusunda bir hikmet-maslahat-makasıd yorumu yapmak imkan dahilin-
dedir ve bunun örnekleri de tarih boyunca sergilenmiştir. Fakat korumacı
refleks, ne yazık ki, bu yorum yönteminin gelişmesine ve fikhın daha da
canlı bir hukuk sistemi haline gelmesine engel olmuştur. Kıymetli hocamız
İbrahim Kafi Dönmez'in ifadesiyle:
"Lafız unsuru üzerindeki incelemelerin gaye unsurunu ihmal veya terk
sonucunu doğuran bir boyut kazanmasının, hatta Iafız bahislerinde gelişti­
rilen kuralların sihirli değnek gibi görülmeye başlanmasının bu konuda ve-
rilen emekterin heder olmasına yol açabileceği de dikkatten kaçırılmama­
lıdır."21

Şunuhemen belirtelim ki, müctehidlerin eliyle gerçekleşecek makasıd


yorumu, belli ilke ve ölçülere bağlı olmak durumundadır. Mezkı1r ilke ve
ölçüler, hem masiahat ve mefsedetin belirlenmesinde hem de bunlara iş­
lerlik kazandırmada müctehidi sınn;landırmıştır. Büyük ölçüde nasların
ve onların ortaya koyc;luğu hukuk düzeninin bir bütün halinde tek tek in-
celenmesindenjistikrasından elde edildiği içindir ki bu kıstaslar, hukuk
düzenine hakim tümel ön kabullerjkülll müsellemat konumundadır. Bu
satırlarınyazan da vaktiyle gai-makasıdi yorum ilkelerine dair bir listeyi
ilim dünyasına arz etmişti. 22
Sonuç itibariyle "Hikmet, masiahat veya makasıd ile amel etmek'' baş-
lığı altında bizim önerimiz şudur: ·
Tek tek müctehidler düşünüldüğünde, kanun koyucunun muradım ve
normun maksadını her defasında yüzde yüz kesinlikte tespit ile lafız-gaye
dengesini kurmak, yukarıda vurgulandığı üzere, izat'ilikler ve beşer ol-
·maktan kaynaklanan eksiklikler dolayısıyla mümkün olmayabilir. Daha
kısa bir ifadeyle, insanlar yalnız başlarına şer'! hükümlerin hikmetlerine
vakıf olamayabilirler. 23 Bu sebeple, normun hedefini ve neyin masiahat
veya mefsedet olduğunu bireysel girişimlerle değil, kurul halindeki toplu
çabalarla belirlemek daha isabetli olacaktır. Üstelik ortak akıllayapılacak
çalışmalar, bir anlamda icma kokusu da taşıyacağı için daha sağlam ve gü-

21 Dönmez," Kur'an'ın Anlaşılmasında Hukuk Felsefesi ve Metodo/ojisi İncelemelerinin Kat-


klSI", s. 92.
22 bk. Ahmet Yaman, "İslam Hukuk ilmi Açısından Makasıd İctihadının ya da Teleolojik
Yorum Yönteminin İlkeleri Üzerine", Marife, Il/1 (2002), s. 25-52.
23 Karafi, el-İhkam fi temyfzi'l-fetô.va ani'l-ahkam ve tasarrufc1ti'l-kc1di ve'l-imam, Kahire
1989, s.39; Şah Veliyyullah Dehlev1, Huccetu/lc1hi'l-baliğa (tre. M.Erdoğan), İstanbul
1994, [, 16.
38 MODERN ÇAGDA FIKHIN ANLAM ve İŞLEVİ .

venilir sonuçlar verecektir. Maslahat, Gazzali'nin de Cö. 505/1111) belirt-


tiği gibi icma ile tespit edilirse24 uygulanabilirlik kuvveti de o nisbette ar-
tar.25 Dinintemel kaynpkları üzerinde böyle bir kurulda tecessüm edecek
müslüman aklıyla yapılacak istikra, en azından tatmin edici bir bilgi C~

4:.;J4Wı) kaynağı olarak kabul edilebilir. Bu noktada, bir taraftan Yüce Al-
lah'ınCc.c.) böyle bir topluluğa vadettiği lütufkar hidayeti;26 diğer taraftan
Hz. Peygamber'in Cs.a.), müslüman toplumun hata üzerinde birleşmeye­
ceği yönündeki müjdesi27 de fakihlere cesaret verecektir.

2.2. Fıkıh Usô.lünün işlevi Meselesi


Tebliğde "Günümüzde kimi araştırmacılar tarafından 'fılah usUlünün sa-
dece mevcudu korumak için inşa edildiği' söylenmektedir. Bizce bu eksik bir oku-
madır. Fılah usulü hem mevcudu korumak hem de tespit edilen esaslar üzerine
yeni şeyler bina etmek için inşa edilmiş bir yapıdır. Fıloh usCılü nas ve icma ile
sabit olan hükümler bakımından 'koruma' amacı güden, bunların dışında kalan
hükümler için ise 'ictihad ederek keşfetme' yollarını ortaya koyan bir metodolo-
jidir. Bu ilimden tam anlamıyla istifade eden kişi tam anlamıyla fakih, yani müc-
tehid olan kişidir; diğerleri ise kendi seviyelerine göre istifade ederler; ancak ehil
olanlara ictihad kapısını kapatma yoluna gitmezler." denilerek isabetli tespit-
lerde bulunulmuştur.
Fakat bu yerinde tespitler ne yazık ki, sadece tespit düzeyinde kalmış,
yeterince tahlil ve temeliendirilmesi yapılmamıştır. Fıkıh usulüyle ilgili
pek çok modern tartışma konusuna işaret ettiği için bu ·konuların bir teb-
liğ çerçevesinde ayrı ayrı ele alınmasının zorluğu da anlaşılabilmektedir.
Bu bakımdan söz konusu temellendirmeyi burada kısmen ben yapmaya
gayret edeceğim. ·
Gerçekten de özellikle ülkemizde bazılarınca "fıkıh usUlünün sadece
mevcudu korumak için inşa edildiği", "geçmişte olup biteni hikaye eden
bir ilim olduğu", bunun için de "yüzünün geçmişe dönük olduğu" iddia
edilmektedir. Bu iddia belki de, fıkıh mezheplerinin istikrar bulmasından
ve yerleşik hukuk sistemleri haline gelmesinden sonra hukukun, fıkıh
usıllüne göre değil de mezhebin fetva usUlüne göre üretilmesi gerektiği
yönündeki bir kabule dayanmaktadır. Kendi gözlemime istinat ettiği için
"belki de" ihtimaliyle sevk ettiğim bu arka plan ögesi sanki şunu söylemek-
tedir: Kurucu ve naslara dayanan müstakil ictihad faaliyeti sona ermiştir;

24 el-Mustasfa, s. 179.
25 Yukarıdaki yaklaşımlar için b k Ahmet Yaman, "Makasıd Merkezli Kur'an-Sünnet ve is-
lam Anlayışı: imkanlar, Sınırlar ve Sorunlar", Makasıdf Tefsir Kur'an-ı Kerfm'i Amaç ve
Hikmet Eksenli Anlamak, istanbul 2018, s. 129-163.
·26 Bakara 2/143; Aıü İmran 3/110; Tevbe 9/16.
27 Bu müjdenin manevi mütevatir derecesinde bir değer taşıdıgına dair yorumlar için bk.
Şafii, er-Risale, Kah ire ı 979, s. 4 72; Şafii, el-Üm, VII, 464; Cessas, el-Fusa/ ft'l-usa/, Ku-
veyt 1994, III, 265; Gazzall, el-Mustasfa, s. 138-139.
FIKIR USULÜNE DAİR MODERNTARTIŞMALAR 39

hal böyle olunca fıkıh usı1lü görevini tamamlamış; unun u eleyip eleğini as-
mıştır. Şimdi olsa olsa bir mezhebin furu sistematiğine ve fetva usulüne
bağlı olarak tahric yoluyla hüküm tesis edilebilir.
Söz konusu iddia birçok açıdan isabetli değildir. Hem bu mübarek usaı­
i fıkıh ilminin tarihi gelişimi, hem fukahamızın ona bakış ve konumlandırış
şekli hem de günümüz pratikleri bize hakikatin, bambaşka bir şey oldu-
ğunu göstermektedir. Şöyle ki:
Şu andaki bilgilerimiz itibariyle bize intikal eden ilk fıkıh usulü eseri
olan er-Risale'nin yazıhş gayesi, geçmişi tasvir değil; geleceği inşadır. Bi-
lindiği gibi imam Şafii, tanınmış hadis hafızı ve fıkıh alimi Abdurrahman b.
el-Mehdi'nin (ö. 198/813-14) kendisinden Bağdat'tayken Kur'an-ı Kerim'i
yorumlama yöntemlerini, sünnetin-haberin dindeki konumunu, icmanın
hücciyyetini, nesih vb. konuları açıklamasını istemesi üzerine bu eserini
kaleme almıştır.
Abdurrahman b. el-Mehdi'ye mektup gibi gönderdiği için er-Risale
adını alacak olan eserini Mısır'a intikalinden sonra tekrar tertip etmiştir.
Bu eseriyle Şafii, geçmişe dönük bir tespitte bulunmamış, hocalarından
tevarüs ettiği ilim geleneğine bağlı olarak nasların nasıl anlaşılması gerek-
tiğine dair vizyoner bir metodoloji sunmuştur. Dolayısıyla yazılan bu ilk
eserin, İmam Şafii'nin furfi görüşlerini ortaya koyduktan sonra bunların
gerekçelerini ve metodolojisini ortaya koyabilmek için hazırlandığı; bu se-
beple de geriye dönük bir çalışma hüviyeti taşıdığı iddiası temelsiz kal-
maktadır. Kaldı ki, Şafii, er-Risa/e'yi furu görüşlerini nihai olarak ortaya
koymadan önce -ki bunu Mısır'qa yaptı- Bağdat'ta kaleme almıştır. Her ne
kadar Mısır'da iken yeniden gözden geçirmişse de araştırmacılar, kadim
ve cedid diye nitelenen er-Risale'ler arasında önemli bir fark bulunmadı­
ğını söylemektedirler.28

Diğer taraftan er-Risa/e'nin geriye dönük bir çalışma olduğunun ka-


bulü, hukukun. kuraldan ve yöntemden uzak üretildiği, sonra da bunu ge-
rekçelendirmek üzere metodolojinin kurgulandığı gibi bir netice verir ki
bu yorumun, iç tutarlılığa sahip; yani önceden bilinen metodolojiye bağlı
olarak üretilmiş olan fıkıh/mezhep gerçeğiyle bağdaşmayacaği izahtan
varestedir.
Fıkıh usülünün öteden beri yapıla gelen tarifi onun geçmişe dönük de-
ğil, gelecek vizyonu olan bir ilim olduğuna işaret etmektedir. Köklerini
yine klasik eserlerde bulduğumuz bu tarife göre fıkıh usı1lü, şer'i arneli hü~

ıa Bk. Bilal Aybakan, İmam Şafii ve Fıkıh Düşüncesinin Mezhep/eşmesi, istanbul 2007, s.
128 ve buradaki atıflar. Ayrıca b k. Adnan Koşum, "İmam Şafii'nin er-Risale'sini Yazdığı
Ortam ve er-Risale'ye Etki ve Yansımaları", Diyanet İ/mf Dergi, L/2 (2014), s. 23-42.
Imam Şafii'nin kitaplarının yazım süreci için bk. İbn Hacer, Tevd/i't- te'sfs li meiilf Mu-
hammed b. İdrfs, Beyrut 1986, s. 147-157.
40 MODERN ÇAGDA FIKHIN ANLAM ve İŞLEVİ ·

kümlerin tafstlt (belirli ve özel) delillerden çıkanlmasını (istinbat) sağla­


yan kurallar bütünüdür.29 İstinbatı yapacak olan müctehiddir ve ictihad
kapısı açık olduğu sürece fıkıh usUlü ilmi de işlevseldir. Aksi durum yani
ictihad kapısının kapalı olması, fıkıh tarihinin gerçekleriyle bağdaşmayan
mücerred bir iddiadır ki, aşağıda gelecek son maddede hem IV. yüzyıldan
sonraki tarih diliminde hem de günümüzde ictihadın nasıl canlı olduğunu
örnekleriyle sunacağım. Diğer taraftan usUl eserlerimizin ictihad-taklid-
istifta bahislerinde yer alan "müctehidsiz bir zamanın olup olamayacağı/
-# ,;.r ~~ Jiı" tartışmalarını da burada hatırlamak yerinde olacaktır.30
Bu bağlamda Hanefi usulcü Sadruşşer!a'nın (ö. 747/1346) et-
Tavdfh'deki yaklaşımı da dikkati çekmektedir. Fıkıh usulünü önce yukan-
dakine benzer bir içerikle~~ ~j J1; 4ı ~ ~P- ;ı ~ı)~ ~~ ~~ ~f ~
şeklinde; yani derinlemesine bir araştırınayla fıkht hükümlere götüren
ilim olarak tanımlayan Sadruşşeria, fıkha ulaştıran bu ilmin müctehidi il-
gilendirdiğini; çünkü fıkhajhükme ancak onun ülaşabileceğini belirtir. Fa-
kat ilerleyen satırlarda fıkıh usUlün ün, bir şekilde mukallid için de anlam
taşıdığını söylemenin çok da garip ve uzak düşmeyeceğini söyler ve bunu
şöyle izah eder: Mukallidin nazarında delil, taklid ettiği müctehidin sözü-
dür. Onun için bir mukallid "Benim istinbat ettiğim bu hüküm" diye değil
de "Bana bildirilen bu hüküm" diye konuşur. İşte mukallid kişi, müctehidin
bir ikramı olarak kendi nezdinde hazır bulduğu hükmün isabet derecesini
fıkıh usUlü ile tespit edebilir. Öyle olunca fıkıh usUlünü şu şekilde tanım-
... ... ... . f •
~ .. ,,
lamak da mümkün olur: ~l:..A J! ~ ~P- ~~ ~ljAI~ ~~ ~ ~~ ~~ ~ t.liı ~
- -
~t. Yani usUl, fıkha/hükme değil, müctehid tarafından çıkarılmış olan
fıkhtmeselelere ulaştıran kaidelere .dair bilgidir. Hal böyle olunca fıkıh
usulü, mukallid bir kişi için bile işlevselliğini yitirmemiş olur.31

29 TQfi, Şerlıu Muhtasari'r-Ravda, Beyrut 1987, I, 114 vd.; İbn Emir Hac, et-Takrir ve't-
tahbir, Beyrut 1983, I, 27. ·
30 Özellikle bk. ibn Emir Hac, et-Takrfr ve't-tahbfr, III, 339-340; Süyıltl, er-Red ala men
ablede ile'I-arz ve cehile enne'l-fctfhade ft kül/i aşrin farz, Beyrut 1983; Ensari,
Fevatihu'r-rahamfit, Beyrut 2002, ll, 431-432.
3ı Sadruşşeria, et-Tavdfh (et-Telvfh şerhu't-Tavdflı ile birlikte), Mısır ty (Mektebe Sabth),
ı. 36:
,,,il~ ııa~ı ~u 'ıla~' ':1 '..:!..!i, us
ı..r-: ' - ,,.A·:-
..,...,- ' v-'.P-. ı:Zı' ~·~ıli.)~,-
;)
ıli~iı- ı.:!..!i, t,. ~~ J~ ,:,1 :ı! '• ':1-
' ~ ' ~ ....,-:- ~ • - ·- ~
4ı cS~l~.P jSJ :&ı ~J u_~;. ~i ı$b 4ı cS~j '~ !IŞ~ eiJ ~~ ılı J~ iladı)~~ J_;j ô~
J' h f; -im~~
- ' - .wıı
.. ! • - • -· ' • - .,
- , , J'
J ' •
~u
, • ~ ')\.._.;s-
; ~• &ı..o.Wt '···-.)ı ~
~ ~ı·.~ i.:.iillt
-, ~~eS~~~-
-, ili~-~-
•, , v~ .7V'"
jı. J~- 'l•J .~~ l!~ ~.
. , q:
~~ us, v-'.P-.
J[.A':J ~iı ~~<;il. d.iı tl.~~ J~~ dı:. ılı hi ~4··~1 ' ~~
ı.:r .. r, 1"'7 r . , ':J- ~ ..s- - • -~ ---
.ıiadı (.;-.
0i -- -~ ~~, ıs- <~<iıılı J~ : ;;!..:,, -~-
-- - ':1 ~ '"' ci,;ı-., ~.)~'
.) ıs- -- ~ ~ eı.S:>.tı~., 1"'7
~u, J!. 6laiı
-
z,~- !J.J,
- -
.••:!..!it .W~ l- ll.b. iiHiı.W~ 'ı~•ı t'~.&:~ :ıH~
~ ' ı.f~ -- - - - • ' . -•
FIKIR USULÜNE DAİR MODERN TARTIŞMALAR 41

Hanefi fetva ust1lündeki bir ilkeye göre muteber metinler aracılığıyla


bir tercih yapılamadığında meşayıhın; yani mezhebin önde gelen fakibie-
rinin çoğunluğunun benimsediği görüş tercih edilir. Meşayıhın çoğunlu­
ğundan maksat ·da özellikle şu isiınierin birlikteliğidir: Ebu Hafs el-Kebir
el-Buhari (ö. 216/831), Ebu Ca'fer et-Tahavi (ö. 321/933), Ebu Ca'fer Mu-
hammed el-Hindüvani el-Belhl (ö. 362/ 973) ve Ebü'l-Leys es-Semerka nd1
(ö. 373/983).32
İşte bu liste·nin önemli isimlerinden biri olan ve yaşadığı dönemde Mı­
sır'daki Hanefilerin imaını kabul edilen Tahavi'den şöyle bir hatıra nakle-
dilmiştir:
"Ebii Ubeyd 33, fıkh1 meseleleri benimle müzakere ederdi. Bir gün bir me-
selede ona bir cevap verdim. Bana, 'Ama Ebii Hanife'nin görüşü böyle de-
ğil?' diye itiraz etti. Ben de ona dedim ki: 'Ey Kadi! Ben Ebfı Hanife'nin her
söylediğini mi söylüyorum?' Bunun üzerine o, 'Seni sadete mukallid sanı­
yordum' deyince ben de ona 'Ancak körü körüne bağlananlar (asabi) taklit
eder' dedim. O da, 'Ya da ahmak olanlar' diye ekledi."34
Mezhebin teessüsünden yüz yıl sonra Tahavi eliyle gerçekleşen böyle
bir fıkıh faaliyeti her halde usUlsüz olmayacaktır. Kaldı ki, Tahavi'nin mez-
hep içindeki konumunun İbn Kemal Paşa'ya (ö. 940/1534) göre meselede
müctehid, Abdülhay el-Leknevi (ö. 1303/1886) ve Zahid e l-Kevseri'ye (ö.
1952) göre mutlak müctehid veya en azından İ mameyn seviyesinde bir
müctehid olara~5 tespit edilmiş olması da usulün, aslında mezhebin istik-
rar bulmasın dan sonra da işlevselliğini hala sürdürüyor olduğunun bir ifa-
desidir.
Daha çok "Ashabımızınjmezhebimizin görüşlerine aykırı 'olan her ayet, .ya
mensuh kabul edilir ya da tercih e hamledilir. Fakat en uygunu aralarını uzlaştıra­
rak müevvel olduğunu kabul etmektir" ve "Mezhebimizin görüşlerine aykırı ola-
rak gelen her haber, neshe veya kendisine denk muarız bir delilin bulunduğuna
ve buna bağlı olarak imamlarımızın başka bir delille amel ettiklerine veya tercih
yollarından birini kullanarak tercihte bulunduklarına ya da söz konusu delilleri

32 Gaznevi, el-Havi'l-kudsf, Dımaşk-Beyrut 2011, Il, 562; ayrıca bk Alim b. Ala, el-Fetavfı't­
Tatarhôniyye, Haydarabact Dekken ty. (Meclis Dairati'l-Mearifi'l-·Osmaniyye), ı, 83;
Mehmed Fıkht Efendi, Ris{Jle jf edebi'l-müftf, Samsun 2009, s. 64; İbn Abi din, ""Şerhu'l­
Manzılmeti'l-müsemmat bi Ukıldi Resmi'l-müfti", Mecmaatü'r-Resail, İstanbul 1320, I,
33.
33 Kendisine Tahavi'nin "Ey Ka di!" diye hitap etmesine bakılırsa bu kişi Şafii müctehidi ve
Mısır kadısı Ebu Ubeyd Ali b. el-Hüseyn el-Bağdadi (ö. 319/931) olmalıdır. bk Ali Os-
man Ateş, "Eb ıl Ubeyd el-Kadi", DİA, X, 249.
34 İbn Hacer, Rafu'l-ısr an kudat Mısır, Kahire 1998, s. 273.:
:~ ~ -~ ~~ J_,9 ılı ~ ıJ Jw .~L.. ~ t.J! ~ı; .JıWı,. ~p~ ~ y.i ~IS' :~Ş_,I.:>t.klı Jl!
J. Jw ~
-... ~!.. ~ JA_, :~ ~ .i •!ö· i:!..ı~ I.A :J\3 -~.. J~i ~ y.i .U\! I.A JS' _,ı c.s"'IAl'
- ı@
-~ Jf
3s bk Davut İltaş, "Tahavi", DİA, XXXIX, 388-389.
42 MODERN ÇACiDA FIKHIN ANLAM ve İŞLEVİ .

tevil ettiklerine hamledilir. Bunların hepsi bir dellie bağlı olarak yapılabilir." 36
cümleleriyle tanınan Hanefi alim Ebu'l-Hasan el-Kerhi'nin (ö. 340/9 52) bu
kuralların devamında sevk ettiği bir başka kural da calib-i dikkattir:
"Mezhebe ait kitaplarda tam cevabı veya benzeri bir örneği bulunarnayan
yeni bir mesele ile karşıtaşıldığında bunun hükmü, tıpkı mezhep kurucula-
rının yaptığı gibi Kitap, Sünnet ve kuvvet sırasına göre diğer deliliere bakı­
larak istinbat edilmelidir. Zira bir hüküm bu asılların/delillerin dışında
başka bir yerde bulunmaz. Mezhepte yerleşik olan meseleler nasıl ki bu
asıllardan çıkarıldıysa yeni hadiselerin hükümleri de bunlardan çıkarıla­
caktır."J7

Böylece Kerhl, mezhebin kurucu imamlarından yaklaşık iki yüzyıl


sonra fıkıh usUlünün delil ve istinbat nazariyesinin hala yürürlükte ve iş­
levsel olduğunu söylemiş olmaktadır.
Kerhi'den yüzyıl sonra V. yüzyılın ortalarına doğru bir başka Hanefi
usillcü, üstelik Fahrulislam el-Pezdevi (ö. 482/1089) ve Şemsüleimme es-
Serahsl'nin (ö. 483/1090) temel kaynağı olan ve onlarla birlikte Hanefi
usulünün esas kurucularından biri sayılan Ebu Zeyd ed-Debfisi (ö.
430/1039) ünlü eseri Takvfmü'l-edille'de fıkıh usUlünün eskisi gibi işletil­
mediğinden yakınır ve bunu tembellik olarak niteler:
"İnsanlar ilk dönemlerde; yani sahabe ve tabi un dönemlerinde delile göre
hareket ediyor; sırasıyla Kur'an'dan, Sünnet'ten ve sahabenin görüşlerin­
den delil olmaya elverişli şeyleri alıyorlardı. Kişi bir meselede Ömer'in ic-
tihadıyla amel ederken bir başka meselede bu defa Ali'nin görüşüyle amel
ediyordu. Ebu Hanife'nin önünde yetişen as ha bı da bir defasında ona uyar-
ken, başka bir defasında apaçık gördükleri bir delile istinaden ona muha-
lefet ediyordu. Şeriatta Ömer'e veya Ali'ye mensup olmak diye bir durum
söz konusu değildir. Aksine, mensubiyet Allah'ın Rasulünedir. Hz. Peygam-
ber'in (s.a.) övdüğü çağlarda (sahabe ve tabiun dönemlerinde) yaşayanlar
delilifdoğruyu, alimlerine veya kendilerine ait zannetmiyorlardı. Ne var ki,
dördüncü yüzyılda yaşayanların çoğunda takva kaybolup insanlar delil
arama konusunda tembelleşince alimlerini hüccet yerine koydular ve on-
lari taklit ettiler. Artık kimi Hanefi oldu, kimi Malik1, kimi de Şafii. Delili ki-
şilerle kuvvetlendirip, doğrunun da bir mezhepte olduğuna inanmaya baş­
ladılar. Sonraki her nesil, kendi alimleri ne demişse araştırma yapmaksızın
onu taklit etti. Öyle ki, sünnetierin yerini bid'atler aldı. Doğru, heva ara-
~ında kayboldu. Bu arada bir de kendilerine olan tutkulanndan dolayı Al-
lah'ın sevgili kulları olduklarını söyleyen gruplar (mütasavvife) ortaya

36 Kerhi, Risôle fi'l-usa/, DebQsi'nin (?) Te'sisü'n-nazar'ının sonunda, İstanbul 1990, s. 169-
170.
37 Kerhi, Risôle ft'l-usaı, s. ı 73:
lA~ ,y \<Şiy. ~ ~~ 4.1 ı.j-?. .u\! ~.:ı~-' ~ ~ ~J ı,.ıy. ~ JJjı.l ~ fJ c.:,..ojJ '~! ~.)\J..\ ~ı J.-.>'11
öJ_,AI.I Jıl....l.\9 .J_,....'Jı o..U. ~ J.Mi.':l·.U\! c..sj':ll! c..sj'Jı y> ll 1!.1!~ .;}- Jl Wl ,y ,i yl:S:ll ,y lo!

.~i ~ 6.:>:~ as.)\J..\ Jjt_,:lı, J_,....'jı o..U. ,y 6.:>:~


FIKIH USULÜNE DAİR MODERN TARTIŞMALAR 43

çıktı.Bunlar Allah'ın kendi kalplerinde tecelli ettiğini ve onlarla konuştu­


ğunu iddia ettiler. Bundan dolayı kendi netisierinin kuruntularını delil.
hevalarını ilah edindiler. Öyle ki artık bunları gerçek delile ulaştıracak bir
yol kalmadı. Allah bizi bütün bunlardan muhafaza buyursun".3B
Bu cümleleriyle DebO.si, fıkıh usUlünün en azından delil nazariyesine ve
tercih kurallarına yeniden işlevsellik kazandırılması çağrısında bulun-
maktadır.
Eş'art-Şafil
veya daha genel anlamıyla mütekellim usO,.lcüler üzerinde
derin etkisi olan Hüccetülislam el-Gazzali fıkıh usulünün gayesini "mücte-
hidlere ictihad yollarını kolaylaştırmak"39 şeklinde belirledikten sonra ya-
şadığı zaman diliminde yani V-VI. yüzyılda, sahabe dönemindekine benzer
bir ictihad faaliyetine girişmenin mümkün olduğunu söyler. Cümleleri tam
olarak şöyledir: "Günümüzde ictihad makamına ulaşmak, furO incelemeleriyle
oluyor. Oysa sahabe dönemindeki ulaşma yolu böyle değildi. Günümüzde de
sahabenin yöntemini uygulamak mümkündür." 40 '

Aynı yaklaşım tarzını yaklaşık üç asır sonra Şafii allame Sa'deddin et-
Teftazant (ö. 792/1390) bir Hanefi usulü olan et-Tavdfh üzerine yazdığı
et-Telvfh isimli haşiyesinde; 41 altı asır sonra Osmanlı fetva emini Antepli
Mehmed Fıkht Efendi (ö. 1147/1735) Risale fi edebi'l-müftf isimli fetva
usUlü kitabında42 hemen hemen aynı kelimelerle tekrarlamışlardır.
Çok yönlü Osmanlı alimi, Hanefi fakihi ve Mekke müftüsü Pinzade İb­
rahim (ö. 1099/1688), sonraki fakihlerin kendilerince daha zahir olan bir
takım delil ve gerekçelere dayanarak mezhebin kurucuianna muhalefet
ettiklerini söylerken43 adeta bu muhalefeti yapanlar tarafından saha be dö-
nemindeki yöntemlerin kullanıldığını; yani kaynaklardan istinbat faaliye-
tinin devam ettiğini de söylemiş olmaktadır.

38 DebGsl, Takvfmü'/-edil/e fi usG/i'l-fikh, Beyrut 2001, s. 399.


39 Gazzall, e/-Mustasfa, s. 342.
40 Gazzall, e/-Mustasfli, s. 344:
4ı~ı J!.} .ı.ıy... .:ı'Jı ıfo.J .ı.m ~~~ .:ıı..j ı; J!.):l' .,..<.... iJ t)}lı 4-.ıJ~ ~.;;ı..j ı; J~'Jı -.,...= ~ltı
.~i
•ı Teftizani, et-Telvih şerhu't- Tavdfh, Mısır ty (Mektebe Sabl'h), II, 236.
42 Mehmed Fıkhi el-Ayni, Risale .fi edebi'l-müftt: s. 55-56. Bununla birlikte müellif, kendi
zamanında bunu gerçekleştirmeyi mümkün kılacak bir yetkinliğin kalmadığınıda ilave
eder.
43 Pir!zade, Umdetü zevi'l-b.esair li-hal/i mübhemati'I-Eşbah ve'n-nezair, Süleymaniye Ktp.,
Ra gıp Paşa, nr. 508, vr. 4b.
44 MODERN ÇAGDA FIKHIN ANLAM ve İŞLEVİ .

Osmanlı dönemi Hanefi ~Himlerinden Ebu Said Mehmed el-Hadimi (ö.


ı ı 76;ı 762) usul ile ilgili muhtasar eseri Mecamiu'l-hakaık'ta mezhebi ko-
ruma sailayla oldukça muhafazakar bir duruş sergilerken44 başka eserle-
rinde ve risalelerinde ictihadın imkanı ve devam ettiği yönünde açıklama­
larda bulunur. Mesela yeni bir konu olarak zuhur eden sigaranın hükmünü
tespite çalıştığı risalesinde "İctihadın sona erdiği ve artık hiç müctehid kalma-
dığı husus u ihtilaflı bir konudur. Aksine meselede ictihad her dönemde mümkün-
dü~. Bu iddianın genel anlamda doğru olduğunu kabul etsek bile bir zamamn bü-
tün dereceleriyle mutlak anlamda müctehidsiz kalabileceği ihtimalini kabul et-
meyiz." dedikten sonra sigaranın hükmünün de bu minvalde ictihadla be-
lirleneceğinisöyler. Ona göre bir mezhebe mensup mukallid alimler bile
mesela delaletü'n-nassı işletmek gibi bazı şer'i nazariyelere yani fıkıh
usUlü kurallarına müracaat ederek çözüm üretebilirler.45
Aynı mezhep içinde zaman içerisinde ortaya çıkan köklü usUl ihtilafla-
rının mevcudiyetini göz önüne aldığımızda, fıkıh usUlün ün, geçmişte olup
biteni hikaye eden geriye doğru bir inşa olduğu fikri sarsılır. Zira aşağıda
vereceğim birkaç örnekte görüleceği gibi, eğer bir mezhep içinde köklü
usfıl ihtilafları varsa bu mezhep nasıl oluşabildi ve sistematik tutarlılığa
nasıl kavuşabildi? Şayet ihtilaflı görüşlerden birisine; tercihen de kurucu
imamlardan birisinin görüşlerine göre oluştuysa diğer görüşlerin .varlığı,
usUlün sadece bir geriye dönük inşa eseri değil de yeni bakış açılarının da
üretildiği canlı bir mekanizma olduğunu ve buna bağlı olarak da kuca-
ğında yeni ve farklı yorum imkanlarını barmdırdığını göstermez mi?
Mezhep içinde zamanla ortaya çıkan köklü usUl ihtilafları bağlamında
sadece şu birkaç örneği zikredeceğim:
a.Şeriatta benimsenmiş yerleşik kurallara L.ri.:Al' ~~~') aykırı olan bir
haber-i vahidin delil olarak kabul edilebilmesi için aranan şartlar açısm­
dan Hanefiler arasmda ciddi görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Mesela Ha-
nefi hadis-sünnet teorisinin~6 belirlenmesinde çok etkili olan İsa b. Eban'a
(ö. 221/836) görekıyasa ve şer'i esaslara aykırı olması halinde böyle bir
rivayetin kabul edilebilmesi için ravisinin fakih olması şarttır. Bu min-
valde mesela Ebu Hureyre'nin (r.a.) alıkama dair rivayetleri her ne kadar

44 b k. Kaşif Harndi Okur, Osmanlılarda Fıkıh Usulü Çalışmaları Hadimf Örne.ği, Istanbul ty.
(Mizan Yayınevi), s. 80-84; 167-182.
45 Hadimi, "Risale ala hazariyyeti'd-duhan", Mecmıiatü'r-rasail, istanbul 1302, s. 234:
IA1k.o ~~.:ro ASJJ r.ı.;. ~~cil.)~ ~-' ı.. _rı.;- <J 4f.ı 4!U.ı <J ~ı J. ıJ~ ~ı u#~! .,..ı_,
..rJı 4l ':i.lS"~_rJ ı ..:.ı~)2.J ı ıJaAı <J ~~ ll'wı ~l4.Wı )2.;1 lılJ o.J.;.Ij .JaAı· <J .ıJy.) ~ .)j
46 ilk teorileştirme örneklerinden biri olarak bk. Cessas, el-Fusü/ fi'l-usul, III, 35 vd.
FIKIH USULÜNE DAİR MODERNTARTIŞMALAR 45

kategorik bir tenkit ve redde maruz kalmadıysa da 47 ih tiyatla değerlendi­


rilmiştir. 48 Fakat literatürde ftkhu'r-ravf kavramıyla zikredilen bu ilke,
mezhepte genel anlamda benimsenmekle birlikte başta Ebu'I-Hasan el-
Kerhl olmak üzer e b irçok Hanefi usulcü tarafından eleştirilmişi:ir. Nitekim
önde gelen Ha nefi alim Ebu Ca'fer et-Tahavi de İsa b. Eban'a bir reddiye
(Kitabü'r-Red 'ald isa b. Ebdnfi Kitabihi'llezf Semmahu Hatae'l-Kütüb) yaz-
mıştır.49

b. İmam Şafii'nin kendisi sahabi kavlini bir hüccet olarak değerlendirir­


ken sonraki Şafiiler özellikle de ·cüveynl, Gazzal1 ve sonrası Şafiiler ona
aynı değeri vermemişlerdir. imam Şafii'nin sahabi kavlini hukukun kay-
nağı olarak gördüğü gerçeği hem er-Risale hem de el-Üm'de çok berrak-
tır.50 er-Risale'sinde o şöyle konuşur:
" İ htilaf halinde
olan sahabllerin sözlerinden Kitap, Sünnet ve icmaya
muvafık olan veya kıyas açısından daha doğru olanın ı benimseriz. Bir tek
sahab'iden bir görüş gelmiş ve ona muvafık ya da muhalif olan ikinci bir
görüş yoksa bu durumda ne yapılacağına dair Kitap veya Sünnet'te açık bir
beyan yoktur. Biz, böyle görüşleri alimierin bazen alıp bazen almadıklarını
gördük. Benim kanaatim ise eğer Kitap, Sünnet ve icmada bir hüküm yoksa
ve aynı içerikte olup kıyasen aynı hükme tabi olacağı bir benzerini bula-
mazsam bir sahabinin görüşüne uyarım. Onlardan birisinin sözüne kendi
aralanndan bir başkasının muhalefet etmemiş olması da çok nadirdir
(yani, bir görüşün karşısında ona muhalif başka bir görüş çoğunlukla bu-
lunur, dolayısıyla kaynaklarım ız ve tercih imkanlarımız artar.)."51

Her iki değerlendirme için bk. Cessas, el-Fusul, III, 127.


49 Bk. Saymeri, Ahbôru Ebf Hanife ve ashfıbih, Beyrut 1985, s. 132, 147-153; Şükrü Özen,
"Isa b. Eban", DİA, XXII, 480-481.
so Ayrıntılar için bk. Ah met Yaman, "Sahabenin Fıkht Mezheplere Kaynaklığı", Necmeddin
Erbakan Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi, 38 (2014), s. 11-43.
sı Şafii, er-Risô.le, s. 596-598.
46 MODERN ÇAGDA FIKHIN ANLAM ve İŞLEVİ ·

Şafii'nin Mısır'dayken öğrencilerine imla ettiği ana eseri el-Üm'deki


yaklaşımı da aynı doğrultudadır:
"Kitap ve Sünnet'te hüküm bulunduğu biliniyorsa bu ikisine uymaktan
başka seçenek yoktur. Şayet bu iki kaynakta herhangi bir bilgi yoksa o za-
man Allah Resfilü'nün (s.a.) ashabının görüşlerine bakarız veya onlardan
birisine başvururuz. Onların ihtilafları arasında Kitap ve Sünnet'in delale-
tine en yakın olanı tercih ederiz. Fakat böyle bir delalet bulamazsak,
imam/devlet yöneticisi olanların yani Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ın kana-
atlerine uymak bizce daha uygundur. Çünkü imarnın sözü insanları bağlar.
Sözü insanları bağlayan kimsenin görüşü, başka müftinin görüşünden el-
bette daha meşhur ve .baslm'ıdır. Zira soru soran kişi, o müftinin fetvasını
benimseyebileceği gibi terk edebilir de. Müftilerin pek çoğu evlerinde veya
bulundukları meclislerde kendilerine başvuran belli kimselere fetva verir-
ler. Toplum bunların fetvalarını, imarnın görüşleriyle aynı önem derece-
sinde görmez. Biliyoruz ki, adı geçen imamlar bir meseleyle karşılaştıkla­
rında cevabı Kitap ve Sünnet'te arıyorlardı. Sonra verdikleri hükme muha-
lifbir delil kendilerine Ulaşırsa onu kabul ediyor; Allah'a olan samimi kul-
lukları ve sahip oldukları fazilet dolayısıyla ilk görüşlerinden dönmekten
çekinmiyorlardı. İşte bu imamlardan bir görüş bulunamazsa, Allah
Resfilü'nün (s.a.) dinde önemli konumları bulunan ashabının ictihadlarını
alırız. Onlara uymak, bizce sonradan gelenlere uymaktan daha evladır. ilim
birkaç ta bakaya ayrılır: Önce Kitap ve -eğer sabit ise- Sünnet gelir. Bu iki-
sinde hüküm yoksa ikinci sırada icma vardır. Üçüncüsü, hakkında farklı gö-
rüş bulunmayan sahabe kavilleridir. Bunu, ihtilaflı sahabi kavilleri takip
eder. Beşincisi ise layastır. İlim yukarıdan aşağıya doğru bu tabakalardan
alınır."52

Mısİr'daki yeni döneminin ürünleri olan er-Risale ile el-Üm' deki bu apa-
çık müsbet yaklaşırnma rağmen sonraki bazı. Şam usfılcüler, Cüveynl'nin
de tesiriyleS3 olşa gerek, İmam Şafii'nin kavl-i ced!dinde sahab! kavlini
hüccet saymadığı nı söylemişlerdir. Nitekim Gazzall de sahabi kavlini, ma-
nidar bir tercilıle "Mevhum Del iller" yani 'asli olmadığı halde asllymiş gibi
zannedi!en deliller' başlığı altında ele almıştır.5 4 Daha sonraları bir başka
Şafii usulcü Cemaleddin el-İsnev! ise (ö. 772/1370) bazı usulcülerin imam
Şafii'nin sahabe kavli konusundaki tutumunu karıştırdıklarını söyleyecek-
ti.r. ss

52 Şafii,
el-üm, VII, 452.
53 Cüveynt, el-Varakat (Müt:Un usuliyye mühimme içinde), Kahire ı993, s. 45; Cüveyni', el-
Burhan, Il ı360-ı362. Cüveyni bu son eserinde İmam Şafii'nin sadece aklın kavrama
ve değerlendirme alanına girmeyen konularda (ı..!'l,i\1 ......ı~ 1.-.J) saha be kavlini delil ola-
rak kabul ettiğini söyler.
54 Gazzali, el-Mustasfii, s. ı 70- ı 71. Ayrıca bk. Zencani, Tahricü'l-furiı ale'l-usul, s. ı 79.
ss İsnevi, et-TemhidJi tahrici'l-.furu ale'l-usiil, Beyrut ı 987, s. 50ı.
FIKIH USULÜNE DAİR MODERN TARTIŞMALAR 47

c. Fahreddin er-Razi (ö. 606/1210), Şafii ve mütekellim usUlünün en


önemli kaynaklarından biri olan Gazzali'nin el-Mustasfa'sını pek çok nok-
tadan eleştirmiştir. Mesela emr-i hazır siygasının rİıı1cebi 36, terki halinde
cezanın tahakkuk etmesinin vacibin şartlarından biri olup olmadığı, mef-
humun umum ifade edip etmeyeceği, tard yönteminin bir illet tespit yolu
olup olmayacağı, müctehidin hangi ilimlerle m-qcehhez olması gerektiği,
muhalifi olmayan yaygın sahabi görüşünün hüccet sayılıp sayılmayacağı
sadece birkaç örnektir. Bir mezhep içinde öncekilerle sonrakiler arasında
bu kadar usUl ihtilafının bulunması, mezkı1r ilmin canlı olduğunu ve hem
gelişimini hem de işlevini sü rdürdüğünü gösterir.
Zamanın müctehidsiz kahp kalmayacağı, artık müctehid bulunup bu-
lunmadığı tartışılmakla beraber bilebildiğim kadarıyla hiçbir klasik usUl
eserinde ictihad kapısının kapandığı dile getirilmemiştir. 57 Aksine nere-
deyse bütün usul eserleri, son balıisierini ictihad konusuna tahsis etmiş ve
müctehid yeterlilikleri üzerinde durmuştur. Bu bile usulün işletilme ihti-
malinin bulunduğunu gösterir. Ama ben buna değil de daha çok bu balıis­
lerde müctehicl yeterliliklerinin zamanla hafifletilmiş olmasına dikkat çe-
keceğim. Özellikle mütekellim usulcülerince şartların hafifleştirilmesi,
mesela bu yöntemin en başta gelen eserlerinden Gazzall'nin el-Mus-
tasfa'sında, 58 Razi'nin el-Mahsul'ünde, 59 lunidi'nin (ö. 631/1233) el-
İhkcim'ında60 bu yolun izlenmesi, ictihada alan açma anlamına gelmekte-
dir. Haliyle ictihad da usUl-i fıkhın canlı ve işlevsel 9lrnasına bağlıdır.
Gazzall'nin yukarıda iktihas ettiğim "fıkıh usUlünün gayesi müçtehitlere icti-
had yollarını kolaylaştırmaktır ve günümüzde sahabenin yaptığı gibi aynı yolu iz-
leyerek hüküm tesis etmek de mümkündür." mealindeki cümleleri bu tespiti-
mizi teyit etmektedir.
Fıkıh usUlü edebiyatının zamanla kavram ve içerik yönüyle gelişmiş ol-
ması da onun hayatiyetine ışık tutan bir diğer göstergedir. Cüveynl ve
Gazzali ile devreye giren zarfıriyyat-haciyyat-tahsiniyyat teorisi, Razi son-
rasında daha bir bariz hale gelen felsefe-mantık ıstılahlarıyla konuşma yo-
ğunluğu, diljlafız balıisierinin adeta matematiksel hale getirilmesi, Sad-
ruşşeria'dan itibaren insanın fiilierinde özgürlüğü tartışmaları ve mukad-
dimat-ı erba'a üzerinden konuların derinleştiril-mesi, sadece birkaç örnek

56 Bk Razi, el-MahsG/,11, 44-45,201-202,401, V,229-230, Vl,23, 135.


57 Bu konuda bk. Hayreddin Karaman, İslam Hukukunda İctihad, Ankara 1975; Abdül-
kerim el-Hatib, Seddü bdbi'l-ictihô.d ve mô. terattebe aleyh, Beyrut 1984; Mehmet Can-
bulat, İslô.m Hukukunda lctihad Kapısının Kapanmışlı§ı Meselesi, (doktora tezi, 2001),
Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; Wael B. Hallaq, "Was the Gate of Ijtihad
Closed?", International journal ofMiddle East Studies, XVI (1984), s. 3-41; bu makalenin
Türkçe çevirisi: "İçtihat Kapısı Kapandı mı?", (tre. Kamil Yelek-Enes Eryılmaz), İslam
Hukuku Araştırmaları Dergisi, 29 (2017), s. 457-503.
58 Bk. Gazzali. el-Mustasfô., s. 342 vd.
59 Bk Razi, el-MahsGI, VI, 23 vd.
60 Amidi, e1-İhkcim fi usGli'l-ahkô.m, Riya d 2003, IV, 198 vd.

48 MODERN ÇAGDA FIKHIN ANLAM ve İŞLEVİ .

olarak zikredilebilir. Dolayısıyla "Müteahhirtn döneminde gerek Fahred-


din er-Razi ve takipçilerinin gerekse Memlük ve Osmanlı dönemi usulcü-
lerinin usul ilmine önemli katkı yapmış olabilecekleri, yeni bakış açılannın
önceden işlenmeyen yeni meseleleri ortaya çıkarabileceği, söz konusu ol-
gunlaşma döneminin (IV-V/X-XI. asırların) üslup, ıstılahlar ve istidla.I tür-
lerinde veya metodolojide gelişmenin de tamamlanması veya sonlanması
anlamı taşımadığı, daha önce fazla işlenınemiş meselelerin yeni açılımlar
kazanabileceği, hulasa ilim ve düşünce tarihinin seyrinde yeniliklerin da-
ima mümkün ve vaki olduğu göz önünde bulundurulmalı dır." 61
Burada fıkıh usUlünün hala işlevsel olduğunu ispat sadedinde son ola-
rak bazı somut örneldere yer vereceğim:
a. Osmanlı İmparatorluğu'nun dirayetli Şeyhulislamı Ebussuud Efendi
(ö. 982/1574) livata suçunun cezası meselesinde Ebu Hanife ile iki öğren­
cisinin, bu suçun faillerine ölüm cezası verilerneyeceği yönündeki görüş­
lerini aktardıktan sonra "Amma ashaptan rıdvanullahi teala aleyhim ecmain
nakl olunan vecihlerin her biri ile kati meşrudur." diyerek62 ölüm cezasına
hükmetmiştir. Açıkça fark edileceği üzere Ebussuud Efendi, Hanefi fıkıh
usUlünün sahabi kavlinin hüccetliği konusundaki kabulüne işlerlik kazan-
dırmıştır.
b. Yukarıda en azından meselede ictihadın sona ermeyeceği fikri dola-
yısıyla kendisini andığımız bir başka Osmanlı alimi Ebu Said el-Hadimi, si-
garanın hükmünü tespit ederken usulün, delaletü'n-nas bahsini işleterek
sigaranın haram olacağı sonucuna varmıştır. Hadimi'ye göre koku ile et-
rafa eziyet vermeyi, israfı, habaisi ve tab-ı sellme aykırı olan şeyleri genel
olarak yasaklayıp haram kılan nasların delaleti, sigaranın da haram olmas ı
sonucuna götürmektedir.63
c. Ülkemizin resmi düzeyde en üst fetva mercii olan Diyanet İş leri Baş­
kanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu, yeni meselelerin (nevaziljvakıat) hük-
münü iki yolla tespit etmektedir.
ca. Birinci yolla, şayet kadim fukahanın yaklaşımlarından örnek alına­
bilecek olanlar varsa alınmaya; yani bir anlamda tah ric ictihadı yapılmaya
çalışılır. Mesela:
1. Organ nakli konusunda, zaruret halinde haram maddelerle tedavi ve
hayvan kemiği kullanma örneğinden istifade edilmişti r:
"... İslam fakihleri, karnında canlı halde bulunan çocuğun kurtarılması
için ölü annenin karnının yarı lmasına, başka yoldan tedavileri mümkün ol-
mayan kimselerin kırılmış kemiklerinin yerine başka kemiklerin nakline,

61 Tuncay Başoğlu, "Fıkıh Usulünde Fahreddin er-Razi Mektebi", İsliim Düşüncesinin Dö-
nüşüm Çağında Fahreddin er~Riizf (ed. Ömer Türker-Osman Demir), İstanbul 2013, s.
244.
62 Pehlül Düzenli, Şeyhulisiii m Ebussuud Efendi ve Fetva/arı, İstanbul 2012, s. 388.
63 Hadiml, "Risiile ala hazariyyeti'd-duhiin", s. 234-235.
FIKIH USULÜNE DAİR MODERN TARTIŞMALAR 49

bilinmeyen hastalıkların öğrenilmesi ve hayatta bulunmaları sebebiyle


ölülere nisbetle daha çok şayan-ı ihtiram olan hastaların tedavilerinin sağ­
lanabilmesi için, yakınlarının rızası alınmak suretiyle, ölüler üzerinde
otopsi yapılmasının caiz olacağına fetva vermişler, canlı bir kimseyi kur-
tarmak için ölünün bir parçasını itlaf etmeyi caiz görmüşlerdir ..."(>.!
2. Sigorta konusunda muvalat akdine atıf yapılmıştır:
"Hz. Ömer, İbn Mes'ıld, İbn Abbas, İbn Ömer gibi büyük sahabe fakibie-
rinin ve Hanetilerin kabul etmiş oldukları muvalat akdi, sigortada bulunan
belirsizliğin, akdi n sıhhatine mani olmadığını göstermektedir.
Bir çeşit yardımlaşma sözleşmesi olan muvalat akdi, miras bırakacak
hiçbir akrabası ve yakını bulunmayan bir kişinin, diğer bir şahısla, ihtiyaç
olursa kendinin diyet borcunu ödemesi, buna karşılık kendisine mirasçı ol-
ması üzerine yaptığı bir anlaşmadır. Bu akitle akraba çevresi bulunmayan
bir kimse, Müslüman toplumda kendine yardımcı ve çevre edinmiş olur.
Diğer tarafın akdi l{abul etmesi üzerine, muvalat akdi yapan kişinin diyet
ödemesi gerektiğinde, anlaşma yaptığı mevlası diyetini öder; öldüğünde de
geride mirasçısı bulunmaz ise mirası, himayeyi kabul eden kişi alır (bk.
Mebsıit, VIII/91 vd.).
Kaldı ki sigortadaki bilinmezlik tek taraflı iken muvalat akdinde iki
yönlü bilinmezlik mevcuttur. Şöyle ki, akdin kurul ması esnasında, kimsesiz
olan kişinin kaza ile ölüme sebebiyet verip vermeyeceği biJinınediği gibi,
ne kadar miras bırakacağı ve mirasçı bırakıp bırakınayacağı da bilinme-
mektedir.''6~

3. Altına dayalı kira sertifikası (sükt1k) konusunda bey' bi'l-vefa ile bey'
bi'l-istiğlal ictihadlarından hareket edilmiştir:
"Devletin son zamanlarda çıkardığı altına dayalı kira sertifikası uygula-
ması, belli miktarda altın birikimine sahip bir kimsenin, bu meblağ karşılı­
ğında bir varlığı (gayrimenkul) ya da hisseyi belli süre sonra geri sa tabilm e
ya da devir hakkı saklı kalmak kaydıyla devletten satın alması ve ardından
devlete kiralaması işleminden ibarettir. Dolayısıyla altın kira sertifikasına
sahip olan bir kimse; devletten satın alıp yine devlete kiralamış olduğu bir
varlığa ait mülkiyeti temsil eden belgeye sahip olmakta ve belirlenen kira
bedelini almaktadır. Üzerinde anlaşılan vadenin bitiminde ise devlet, ser-
tifika karşılığında almış olduğu altını, sertifika sahibine aynı miktarda fiziki
olarak teslim etmek, hesabına yatırmak ya da o günkü değeri üzerinden
nakit olarak geri vermek suretiyle malı ondan satın almakta.dır. Fıkıh lite-
ratüründe, bir malı müşteriden bizzat kiralamak ve bedeli iade edildiğinde
de geri almak üzere yapılan satışa "bey' bi'l-istiğlal" adı verilmiştir (Me-
celle, md. l l 9). Vefa yoluyla satış ve icareden mürekkep bir akit olarak ka-
bul edilen bu muamele hakkında farklı yaklaşımlar ileri sürülmüş olmakla
birli~e, akde konu taşınınazın satışı ve tahliye yoluyla müşteriye teslimi
sonrasında müşteriden kiralanması halinde söz konusu muamelenin caiz
olacağı bazı alimler tarafından kabul görmüştür (Haskefi, Muhammed b.
Ali b. Muhammed, ed-Dürrü'l-Muhtar Şerh u Tenviri'l-Ebsar, Daru'l-Kütübi'l-

64 https:/jkurul.diyanet.gov.tr/Karar-Mutalaa-Cevap/9669 j organ-nakli(13.03.201 9).


65 https:/jkurul.diyanet.gov.tr/Karar-Mutalaa-Cevap/3656/sigorta (13.03.201 9).
50 MODERN ÇAGDA FIKHIN ANLAM ve iŞLEvi

ilmiyye, Beyrut 2002, s. 449; Çatalcalı Ali Efendi, Fetava-yı Ali Efendi, Der-
saadet 1324, I, 300-301; Ali Haydar EfendihHocaeminefendizade, Düreru'l-
Hükkam Şerhu Mecelleti'l-Ahkam, DiB, İstanbul 2016, I, 781; ö. Nasuhi Bil-
men, Hukukı İslamiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Yayınevi, İs­
tanbul ts., VI, 127-128). Buna göre, yukarıda işleyişi anlatılan altına dayalı
gayrimenkul kira sertifikası uygulamasında -verilen altınların birebir
gram hesabı karşılığında yatırımcıya gayr-ı menkul hissesi satılması ve sa-
hipliğe dayalı kira sertifikası olması şartıyla- fıkhl açıdan herhangi bir sa-
kınca bulunmamaktadır." 66

İkinci yolla ise, eğer buna yani tahrice dayalı hüküm tesisine imkan
bulunarnazsa istinbatjinşaf ictihad yoluyla fetva ısdar edilmektedir. Bu
da tabiatıyla fıkıh usülü ve fıkhın genel kuralları çerçevesinde olmak-
tadır. Dijital kripto paralar fetvasında olduğu gibi:
"Kullanıcılar arasında değişim ya da kıymet ölçüsü olarak genel kabul
gören, kaynağı itibariyle kullanıcılara güven veren her türlü paranın kulla-
nımı caizdir.
Bu noktada önemli olan husus, para olarak bilinen değişim aracının
kendi özünde; yani üretim şeklinde, sürüm aşamalarında ve muhataplık ni-
teliğinde büyük belirsizlik (garar) içerip içermemesi, bir aldatma (tağrir)
aracı olarak kullanılıp kullanılmaması ve belli bir kesimin haksız ve sebep-
siz zenginleşmesine vesile olup olmamasıdır.
Son yıllarda ortaya çıkan ve birçok çeşidi bulunan, dijital-kripto para-
lardan her birini kullanmanın hükmünü yukarıdaki genel ilkeler doğrultu­
sunda değerlendirmek gerekir.
Buna göre kendi özünde ciddi belirsizlikler taşıyan, aldanma .ve al-
datma riski ileri düzeyde olan, dolayısıyla herhangi bir güvencesi bulun-
mayan ve kamuoyunda saadet zinciri olarak bilinen uygulamalar gibi :be-
lirli kesimlerin haksız ve sebepsiz zenginleşmesine yol açan dijital krip~o
paralarm kullanımı caiz değildir." 67
Sonuç itibariyle ben burada iki noktanın altını çizmiş oldum:
1. Kurul halindeki toplu çabalarla nasların ve onların ortaya koyduğu
hukuk düzeninin bir bütün halinde tek tek incelenmesinden/istikrasın­
dan elde edilecek belli ilke ve ölçülere bağlı olarak nasların gaijteleolojik
yorumu mümkün ve hatta gereklidir.
2. Fıkıh usulü, sadece mezheplerin oluşum süreçlerini metodolojik açı­
dan hikaye eden, olup biteni kayda geçiren ve bu sebeple de yüzü geçmişe
dönük olup işlevini yitirmiş bir ilim değil; aksine hayat devam ettiği sürece
meyvelerini verecek ve üstelik gelişime de açık olan capcanlı ve işlevsel
bir kaynak ve yöntem bilimi dir. Her yer ve konuda olduğu gibi burada da
en doğrusunu Yüce Allah bilir.

66 01.11.2017 tarih ve 97835 numaralı Kurul Fetvası.


67 https:/jkurul.diyanetgov.trfKarar-Mutalaa-Cevapj38212/dijita1-lrripto-paralarin-kul-
laniminin-dini-hukmu-nedir- (13.03.2019).
GENEL MÜzAKERE

-Soru ve Cevaplar-

İbrahim Kati DÖNMEZ* (Oturum Başkanı)

Öncelikle bu toplantıyı düzenleyen kurumlara teşekkür ediyorum.


Bunlardan ilki önümüzdeki yıl kuruluşunun 50. yılını idrak edecek olan
İslami İlimler Araştı rma Vakfıdır. İSAV bu güne kadar kendine özgü hiz-
met anlayışı ve tutarlı çizgisi içinde İslami ilimierin araştırılınasını değişik
yöntemlerle destekleyegelmiş canlı bir müessesedir. İnşaallah 50. yılın­
dan sonra da yeni hamleleriyle nice güzel faaliyetler gerçekleştirecektir.
Diğer kurum. da Sakarya Üniversitesi ilahiyat Fakültesi dir. Bu kurum
Türkiye'de İlahiyat ve İslami İlimler alanındaki fakülteler içerisinde ger-
çekten çok seçkin bir konuma gelmiş bulunmaktadır. Hatta sayın rektörü-
müze söyledim: Biraz da fidelik gibi olmaya başladı. Sürekli iyi elemanları
yetiştirip başka fakülte} ere de destek sağlayan bir fakülte haline geldi. Bir
yönüyle bu da güzel bir hizmettir. Onun için bu üniversitenin, bu fakülte-
nin yönetiminde bu kurumların gelişmesinde emeği geçenleri hep şük­
ranla anmamız gerekiyor. Bu bağlamda, altı yıldan fazla burada dekanlık
yapmış can dostum Mehmet Erkal hocamızı özellikle zikretmekistiyorum.
Hakikaten Türkiye'nin sıkıntılı dönemlerinde kendisini siper ederek bu
fakültenin ayakta kalmasİnı, zorluklara direnmesini ve sürekli kaliteli in-
san yetiştirmesini sağlama konusunda örnek bir davranış sergiledi. Ayrıca
böyle bir üniversiteye büyük bir kampüs camii kazandırma hususundaki
emeklerini çok yakından müşahede ettiğim için onun bu yönünü de tasrih
etmek isterim. Kendisini hep hayırla yad ediyoruz, ona Yüce Mevla'dan
rahmet-diliyoruz. Bu uğurda emeği geçen, katkı sağlayan herkesten Allah
razı olsun; dar-ı bekaya irtihal eyleyenlerin ruhları şad olsun.
Zamanı iyi kullanabil~ek için, şimdilik teşekkürlerimi ifade etmekle
yetinip arkadaşımızın tebliğine geçmek istiyorum.

Süleyman KAYA•
Tebliğin
genel olarak, müslüman alimierin karşılaştıkları meselelerin
çözümünde, fıkhi hüküm üretmede fıkıh usUlünü kullandıkları varsayı-

• Prof. Dr., İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi, (ikdonmez@29mayis.edu.tr).


• Doç. Dr., Sakarya Üniversitesi, (suleymankaya@sakarya.edu.tr).
52 MODERN ÇAGDA FIKHIN ANLAM ve İŞLEVİ ·

mına dayandığı anlaşılmaktadır. Acizane Osmanlı dönemi çalışmış bir kar-


deşiniz olarak en azından Osmanlı dönemi alimlerinin böyle yapmadıkla­
rını net olarak söyleyebilirim ki Osmanlı öncesi özellikle Orta Asya Hanefi
alimlerinin eserleri incelendiğinde onların da böyle yapmadıkları görül-
mektedir. Onlar bilakis karşılaştıkları meselelerin çözümünde fetva usUlü
dediğimiz farklı bir usUl kullandılar.
Fıkıh usı1lü fıkhın asılları nı, temelini, vahye dayandığını ortaya koymuş
ve daha ziyade nazari bir ilim olarak varlığını sürdürmüştür. Bu alanda
önemli eserler kaleme alınmıştır. Fetva usı11üne dair eser ise yok denecek
kadar azdır. Zira bu usUl, nazari değil, amelidir; yaşanan, her daim uygu-
lanan, zaman içerisinde hoca taleb e ilişkisi pratiğinde öğrenilen ve aktarı­
lan bir usuldür. Hanefi muhitinde bu alanda yazılan az sayıda eser de 18
ve 19. asırlara ait olup bunların da bu dönemde nispeten zayıf yetişen
müfti ve kadılara yol gösterme amacına matuf olduğu anlaşılmaktadır.
Ahmet Yaman Ho cam, tebliğ sahibinin m aslahat ve makasıda kapıyı ta-
mamen kapadığı şeklinde bir eleştiri yönelttiler. İşte mas.Iahat ve makası­
dm fıkıh usulünden ziyade pratikte, fetva usUlünde uygulandığını belirt-
mek gerekir.
Bu noktada fılah usUlü ile fetva usUlünün tamamen birbirinden kopuk,
apayrı şeyler olduğunu da söylememek gerekir. Ancak bu iki usul arasın­
daki ilişkinin sağlıklı bir şekilde ortaya konması icab eder. Şayet bugün
geçmiş dönemde u lemanın yaptığı gibi yapmayıp fetva usulünü bir kenara
bırakarak doğrudan fılah usulünden hareketle meselelerimize çözüm üre-
teceksek evvelemirde geçmişimizle yüzleşmemiz gerekir. Yani "Geçmişte
ulema niye böyle yapmış, böyle yapmakla neyi hedeflemiş, neyi başarmış?
biz bugün farklı bir yol benimseyerek neyi heclefliyoruz, neyi başaraca­
ğız?" gibi sorulara mantıldı, tutarlı cevaplar üretmemiz gerekir.
Benzer şekilde geçmişte ulema fetva usulünü belli bir mezhebe bağlı
kalarak sürdürmüşken, bugün biz tek bir mezhebe bağlı kalmayıp istedi-
ğimiz Jl}ezhep ve ictihadla amel edebiliriz diyorsak yine evvelemirde geç-
mişimizle, geleneğimizle yüzleşmemiz gerekir. Yani "Belli bir mezhebe
bağlı kalarak, o mezhebin fetva usUlü çerçevesinde hareket ettiğimizde
günümüzde ne tür problemlerle karşılaşıyoruz, hangi meselelere çözüm
üretemiyoruz? Mezhepler üstü bir istidlal anlayışı benimsediğimizde bu-
nun artısı ve eksisi neler olacak?" gibi sorulara cevap vermemiz gereke-
cektir.
FIKIH USULÜNE DAİR MODERN TARTIŞMALAR 53

Soner DUMAN*
Prof: Dr. Mehmet Boynukahn, modern çağda ictihad kapısının açılma­
sına yönelik tartışmalardan söz ederken "çağdaş usı1l çalışmalarının bir-
çoğunda klasik dönemin sonlarında yaygınl aşan taklit ruhu ve mezhep ta-
assubu terk edilmiştir" demektedir.
Bu ifadeler, modern zamanlarda yazılan bazı "İslam Hukuk Tarihi" ki-
taplarında savunulan görüş olup gerçeği yansıtmamaktadır. Zira İslam'ın
orta çağları boyunca hakikatte ictihad kapısı kapanmadığı gibi ictihad fa-
aliyeti de hiçbir zaman sekteye uğramamıştır. Şu var ki mezheplerin ku-
rumsal bir kimlik kazanmasıyla birlikte ictihad faaliyetinin şekli ve seyri
değişmiş, her defasında doğrudan naslara müracaatla sıfırdan hüküm çı­
karma (kurucu ictihad) yerine, ilk dönemden beri üzerinde tartışılmış, de-
lilleri ortaya kon ulmuş hükümleri temellendirme, boşluklarını doldurma,
yeni meselelere uyarlama şeklinde mezhep içi istidlal faaliyeti söz konusu
olmuştur.

Boynukalın tebliğinde "belli bir mezhebe veya bir müçtehide her me-
selede bağlı kalmayı vacip görmek, aklı ve fıkhı donukluğa ve alimleri ta-
assuba götürmektedir" demektedir. "Aşırı" olarak nitelendirilebilecek bu
türden bir görüşü fıkıh tarihinde savunanlar olmuşsa da genel anlamıyla
mezhep müntesipleri bu görüşü savunmamışlardır. Hanefi mezhebi örne-
ğinden hareketle konuşacak olursak hiçbir Hanefi mezhebi mensubu,
mezhebin kurucu imaını olan Ebu Hanife'ye her meselede bağlı kalmayı
vacip görmemiş, pek çok meselede onun öğrencileri olan Ebu Yusuf ve
İmam Muhammed'in görüşlerini tercih etmişler, dahası yeni gelişen du-
rumlara bağlı olarak kurucu jmamların tümünün görüşlerini terk edebil-
mişlerdir. Nitekim İbn Abidin, Uqudu resmi'l-müftl adlı eserinde kurucu
imama muhalefetin söz konusu olduğu durumları ayrıntılı bir şekilde ve
örnekleriyle ortaya koymuştur.
Mezhep meselesi söz konusu olduğunda bir ifrat, diğeri tefrit olmak
üzere iki aş ın görüşten ve bir de bunların ortasında "itidal" olarak nitelen-
meyi hak eden orta yolcu bir görüşten söz etmek mümkündür. İfrat görüş,
yazarın da belirttiği gibi mezhebi din gibi görerek her meselede ona uy-
mayı vacip görmektir. Buna karşılık mezhepleri yok sayan, hertaraf et-
meye çalışan ve bunlara il)tisabı caiz görmeyen görüş de tefrit görüştür.
İtidal olarak nitelenmeyi hak eden görüş kanaatimizce şudur: İctihad ka-
biliyetine sahip olan bir Müslüman başkasım taklit etmeksizin kendi gö-
rüşlerini ortaya koyar. Onun için bir başka mezhebe bağlı olma durumun-
dan söz edilemez. Ancak vakıada her Müslüman ictihad kabiliyetine sahip
olamayacağından bu şekilde olan kimselerin karşılaştıkları dini mesele-
leri bilenlere sorması bir zorunluluktur. "Hep aynı bilene sormak'' dinen

• Doç. Dr., Sakarya Üniversitesi, duman@sakarya.edu.tr


54 MODERN ÇAGDA FIKHIN ANLAM ve İŞLEVİ

gerekli olmamakla birlikte bireysel dindarlığın ~eyfilikten uzak, tutarlı bir


şekilde yaşanınası ve devletlerin ihtiyaç duyduğu hukukun üretiminde be-
lirli ekallerin getirdiği avantajlar belirli bir zaman sonra "bir mezhebe in-
tisap" meselesini gündeme getirmiştir. Bununla birlikte bir ihtiyaç ve za-
ruret söz konusu olduğunda bir mezhebe müntesip olan bir Müslümanın
başka bir mezhepten istifade etmesinin önünde bir engel söz konusu de-
ğildir.

Hacı YunusAPAYDIN•
Ben tebliğ ve yapılan müzakere vesilesiyle bir iki noktaya işaret etmek
istiyorum.
Değinmek istediğim konulardan birincisi, fıkıh usulünün işlevinin sa-
hih anlamı muhafaza amacıyla geriye dönük temellendirme olduğu şeklin-
deki tespitin aidiyeti meselesidir. ·
Ben yaklaşık yirmi sene önce fıkıh usulünün işleviyle ilgili olarak fıkıh
usulünün işlevininesasen "geriye dönük temellendirme" olduğu yönünde
bir tespit ve değerlendirmeyi yapıncayakadar Türkiye'deki hatta dünya-
daki din bilimciler özellikle fıkıhçı akademisyenler arasında bu konuda
dile getirilen bir sorun yoktu ve hemen herkes usulün bir hüküm istinbat
yöntemi olduğunu düşünüyordu.
Bizim bu tespitimizden sonra bazı arkadaşlar bunu tamamen isabetli
bulup benimserken, bazıları tamamen karşı çıkıp usulün bir hüküm İstin­
bat yöntemi olduğu anlayışını sürdürdül er, bazıları da kısmen haklı bul-
dular. Kısmen haklı bulanlar da fıkıh usulünün geriye dönük temellen-
dirme boyutu olmakla birlikte ileriye yönelik istinbat boyutunun da bu-
lunduğunu söylediler. Kısmen haklı bulanlar arasında hangi boyutı.ı.n. daha
önemli ve öncelikli olduğu konusunda farklı yaklaşımlar ortaya çıktı. Bü-
tün bunlar bizim tespitimizin araştırmacıları hiç değilse fıkıh usulünün iş­
levi üzerinde yeniden düşünmeye sevk ve teşvik ettiğini gösteriyor.
Fıkıh usulünün işlevine ilişkin olarakyaptığım tespitin isabetli·olup ol-
madığı konusunu bir tarafa bırakarak şunu söyleyeyim. "Fıkıh usulünün
geriye dönük temellendirme boyutu var ama ..." diyenler, hatta bu cümle
içerisine bana yönelik eleştiri gizleyenler yine benim tespitimden hareket
etmiş oluyorlar. Bu arkadaşlar belki o tespiti revize ediyorlar, eksiklerini
giderip geliştiriyorlar bu ayrı bir konu; ama nihayetinde bütün bunlar bi-
zim yaptığımız tespit üzerinden yapılıyor. Affımza ve anlayışınıza sığına­
rak bu noktayı burada belirtme ihtiyacı duydum. Lütfen bu başka şekilde
yorumlanmasın; ben·hem etik ve estetik açıdan hem akademik açıdan dik- · ·
kat edilmesi gerekli bir noktaya dikkat çekmeye çalışıyorum.

• Prof. Dr., Erciyes Üniversitesi, (yunusapaydin@hotmail.com).


FIKIR USULÜNE DAİR MODERN TARTIŞMALAR 55

İkinci husus,·bizim bu tespitimizin Sn. Boynukalın tarafından son de-


rece tali bir konumda görülmesidir. Sn. Boynukahn tebliğini kurgularken
fıkıh usulünün hüküm istinbatının yöntemi olduğunu kabulden yola çık­
mak suretiyle usulün geriye dönük temellendirme işlevini bildirinin temel
kurgusuna dahil etmemiştir. Nitekim Sn. Boynukalın modern dönemde fı­
kıh usulüne dair yaklaşımların üç ana eksende toplanç.bileceğini, bunların
daa) klasik usulü değiştirmeden aynen ibka etmek, b) şekil veya içerik
yönünden değişikliğe gitmek ve c) klasik fıkıh usulünü tamamen ilga edip
yeni bir usul inşa etmek olduğunu; dolayısıyla tebliğinin başlığındaki "tar-
tışmalar" kelimesinin yenilenme arayışları, teklifleri ve çabaları şeklinde
anlaşılmasının mümkün olduğunu ifade etmiştir. Bu kurguya göre belki de
hiç yer vermemesi gerekirken bizim tespitimize iki yerde benzer içerikli
iki cümleyle işarette bulunmuştur. Birincisi Ebu Zehre ve Zeydan'ın icti-
had kapısının kapatılmasını ehil olmayanlara karşı bir tedbir olarak yo-
rumladıklarını belirttikten sonra "Bu bağlamda fıkıh usulünün mevcudun ko-
runması amacına hizmet edip yeni fıkıh üretiminde kullanılmadığı yönündeki de-
ğerlendirilmeler de zikredilebilir." şeklindeki cümle, ikincisi de "Günümüzde
kimi araştırmacılar tarafından 'fıkıh usulünün sadece mevcudu"korumak için inşa
edildiği' söylenmektedir." şeklindeki cümledir. Boynukalın bu ikinci cümle-
deki tespit üzerine "Sizce bu eksik bir okumadır. Fıkıh usulü hem mevcudu ko-
rumak hem de tespit edilen esaslar üzerine yeni şeyler bina etmek için inşa edil-
miş bir yapıdır." şeklinde bir değerlendirme yapmıştır. Bu değerlendirme­
nin bildirinin temel kabul ve kurgusuyla çeliştiği üzerinde durmayacağım .
Sayın Boynukalın 'ın bizim tespitimize .-biri yanlış bağlamda olmak
üzere- iki yerde öylesine atıfyapmasını ve görüşleri nakledilen Modern
Arap yazarların. adını andığı halde bu tespitin sahibinin adını anmamasını
doğrusu yadırgadım. Bakın değerli dostlar, bir fikri kabul etmeyebilirsiniz,
eleştirebilirsiniz; ama bir şekilde o fikri n sahibini anınanız ve o fikri doğru
aniayıp doğru nakletmeniz gerekir. Kendimle ilgili söylemiyorum; ancak
bizim ilahiyat camiasındaki araştırmacılara göre Arapça ifade edilmiş fi-
kirler sanki daha önemli. Türkçe yazılmış metnin ya da Türkçe söylenmiş
görüşün çok da önemli olmadığı düşünülüyor sanki. Türk olmak veya
Türkçe yazmak atıf yapılmaya engel bir durum mu?
Söz buraya gelmişken buradan başka bir noktanın daha dikkatlere ar-
zında fayda görüyorum. Bakınız fıkıh düşüncesi, fıkıh üretimi dünyada Os-
. manimm ortad~m kalkmasıyla veya sistemin ortadan kalkmasıyla tıkan~
mıştır ve kesintiye uğramıştır. Kanaatlınce fıkıh düşüncesinin yeniden in-
şası eğer olacaksayine Osmanlı üzerinden olmak durumundadır. Osman-
lının bıraktığı yeri iyi tahlil etmeden, Osmanlı uygulamasına atıfyapmak­
sızın fıkhın ihyası biraz zor görünüyor.
Üçüncü husus, Sayın Boynukalın'ın tebliğinde bir cümleyle geçiştirilen
görüşün eleştirisine resmi müzakerecinin (Prof. Dr. A. Yaman) müzakere-.
sinin yarıdan fazlasım ayırması dır.
56 MODERN ÇAGDA FIKHIN ANLAM ve İŞ LEVi .

Değerlidostlar, usulün işlevi konusunda herkesin kendi doğrularının


olması ve bunu dile getirmesi normal hatta olm.ası gereken bir şey. Ama
farklı görüş sahibi olan kişiyle, isim vermeden görüşü üzerinden hesaplaş­
maya girişrnek doğru değil. Sayın Boynukalın'ın fıkıh usulünü hüküm çı­
karmaya yönelik bir yöntem olarak düşünmesi sebebiyle pek ehemmiyetli
bulmayıp geçiştirdiği tespit üzerinde bu kadar çok durmak ilginç; çünkü
bunun bildirinin temel amacına önemli bir katkısı yok. Burada başka bir
şey devreye giriyor. O tespitin bana ait olduğu bilindiği için o cümle üze-
rinden yapılan eleştiriler isim vermeye gerek olmaksızın yerini bulmuş
oluyor. Yani müzakere esasında tebliğe değil; tebliği araç kılarak bana ya-
pılmış oluyor.
O yüzden artık bu meselenin fıkıh usulünün işlevine ilişkin olarak yu-
karıda tasvir ettiğim yaklaşımlar üzerinden enine boyuna bir çalıştayda
tartışılıp görüşlerin, görüş sahiplerinin ve gerekçelerinin netleştirilmesi
gerekir diye düşünüyorum. Böylelikle tartışma derinlik ve kalite kazanır
ve bu yönde belki ülkemiz dışına transfer edilecek bir birikim oluşur. Bu-
nun için iyi niyet, bilgi ve hakikat sevgisi yeterlidir. Tabii ki kendi görüşü­
m ün doğru olduğunu düşünmekle beraber, hakikati "temsil ettiğim iddia-
sında değilim. Böyle bir şeyi alqımdan bile geçirmem. Ben farklı bir da-
vette bulunuyorum. Kimse karnından konuşmasın, görüşler ve gerekçeler
netleşsin diyorum. Kim bilir, belki öyle güçlü karşı argümanlar ortaya ko-
nulabilir ki ben tespitimi revize etmek veya ondan tamamen vazgeçmek
durumunda kalabilirim. Bunu da yaparım. Benim için aslolan hakikattir.
Müslümanlar modern dönemde doğru düşünme ve doğru davranma
özelliklerini büyük ölçüde kaybettiler. Ben hala entelektüel anlamda Müs-
lümanların sağlıklı bir bakış geliştirebildikleri, sağlıklı bir duruş sergile-
yebildikleri fikrinde değilim. İşleyen bir sistem içerisinde Müslümanlar ta-
sarladıkları bazı şeylerle bu sistemi nasıl taklit edeceklerinin veya bu sis-
teme nasıl tutunacaklarının hesabını yapıyorlar. Üzücü bir durum haliyle
bu. Fıkıh usulünün anlamayla ilişkilendirilmesi ve gerek tecdidin gerek ça-
ğın problemleriyle baş etmenin bir yolu olarak vurgulanması da büyük öl-
çüde bu döneme tekabül ediyor. Öyle görülüyor ki bir savruluş iÇerisinde
can havliyle bir yerlere tutunmaya·çalışan modern dönem uleması en uy-
gun daim fıkıh usulü olduğunu düşünmüş ve fıkıh usulünü o şekilde ko-
numlandırmaya çalışmışlardır. Ben bunun doğru olmadığını düşünmüş ve
2001 yılında Fıkıh Usulünün Yapısı ve İşievi diye bir tebliğ sunmuştum.
Orada fıkıh usulünün işlevine dair kurduğum temel cümlenin Türkiye'de
veya başka bir yerde bir kişi tarafından telaffuz edildiğini ne duymuş ne
bir yerde okumuştum. Hatta yaygın kabul ün dışında yeni bir şey söyleye-
ceğim için biraz da endişeli ve çekimser bir edayla yazmıştım ilk metni.
Bugün öğleden sonra da yaygın kabul gören anlayışın dışında yeni bir tes-
pit yapacağım inşallah. Onu da umanın s ağlıldı tartışma fırsatı olur ilerle-
yen zamanlarda.
FIKIH USULÜNE DAİR MODERNTARTıŞMALAR 57

Benim fıkıh usulünün işleviyle ilgili olarak söylediğim şey esas itiba-
riyle şuydu: Fıkıh usulünün temel işlevi sahih anlamın muhafazasıdır. Sa-
hih anlamın muhafazası da ilki geriye dönük temellendirme, ikincisi ile-
riye yönelik denetleme olmak üzere iki şekilde gerçekleşir. Bakınız de-
ğerli dostlar! Temel metin dediğimiz Kur'an-ı Kerim, -nas diyelim isterse-
niz,- nihai tahlilde bir hitaptır, bir peygamber üzerinden bir topluma ya-
pılmış bir hitap. Bu hitabın bir dili vardır ve bu dil Arap dilidir. Şimdi bu
hitabın yetkili açıklayıcısı olan Peygamber tarafından bu hitabı gönderen
Şari Tealanın m uradına uygun olarak onu yansıtacak şekilde anlaşılmış ve
uygulanmış olduğunu kabu.l etmek durumundayız. Eğer .bu hitabın Hz.
Peygamber tarafından aniaşılıp uygulandığını, hayata geçirildiğini kabul
etmezsek bu kitabı her değişen zaman ve zemin içerisinde her türlü yeni-
den anlamanın malzemesi haline getiririz. Ve sahih anlam dediğimiz şey
ortadan kalkar. Fıkıh usulünün işlevinin sahih anlamın muhafazasına yö-
nelik olquğunu öne sürerken zihnimin gerisinde yatan temel endişe ·
buydu. Temel görev sahih anlamın korunması ve tahrifin önlenmesidir.
Tarihsel tecrübede bu görev fıkıh usulü yoluyla yerine getirilmiştir. Bu iti-
barla belki artık fıkıh usulünü sadece fıkha özgülemekten bile vazgeçmek
ve onu gerek inanç gerek ahlak gerekse fıkıh/hukuk alanında herkesin bir
ayağının üzerinde olması gereken bir zemin olarak kurgulamak gerekiyor.
Fıkıh usulünün işlevi sahih anlamın korunmasına özgülenince, onun
anlamanın usulü değil, anlamı muhafazanın usulü olduğu söylenince, do-
ğal olarak akıllara "O zaman fukaha hayat olaylarını nasıl çözdüler?" so-
rusu geliyor. Bu soruya ise biz "ekol sistematiği" ile cevap verdik
Bu bağlamda hepimiz için geçerli olan bir noktaya daha işaret etmeden
geçemeyeceğim. Bazı şeyleri anlamamız ve ez beri erimizden vazgeçmemiz
zaman alabiliyor. Bu bir ölçüde normal bir durum aslında. On sene kadar
oluyor ilk defa büyük bir toplantıda Kızılcahamam'da şifahen ictihad ve
ifta ayrımı üzerinde durmuştum. Diyanet İşleri Başkanlığının, özellikle o
· zamanki başkan sayın Görmez'in talimatıyla fetva usulü hazırlatma pro-
jesi kapsamında Din İşleri Yüksek Kurulu üyelerinin bir kısmının katılı­
mıyla yapılan toplantıda da bu çalışmanın ictihad-fetva ayrımı gözetilerek
yapılmasının isabetli olacağını dile getirmiştim. Bir meslektaşımız -bu ay-
rımın mahiyetini o vakit anlamamış olmasından mıdır, başka bir sebepten
midir bilinmez- her iki toplantıda da katılımcıların huzurunda bu ayrımın
yanlış olduğunu, böyle bir ayrım yapılamayacağını, ictihad ve fetvanın
aynı şey olduğunu ısrarla dile getirmiş, fakat her ne hikmetse daha sonra
yazdığı kitaba bu ayrımı sessizce iliştirmişti. Bugün buradaki toplantıda
başta kabul etmeyip eleştirdiği bir görüşü sonradan kitabında neden
kendi görüşüymüş gibi zikrettiği hususu dile getirilince de "Baktığınız
yere göre değişir." mealinde bir cevap vermiştir. Cevabın kendisi de çok
su götürür ama ben sadece keşke bu cevabı benim yaptığım ayrıma karşı
58 MODERN ÇAGDA FIKHIN ANLAM ve İŞLEVİ

çıktığı o iki toplantıda verseydi diyerek konuyu kapatayım. Değerli dost-


lar, bir araştırmacının görüşü tabii ki değişebilir. Bu normaldir. Ama nor-
mal olmayan bu değişimi ikrar edemeyip lafı dolandırmaktır. Usulün işlevi
konusunda da hepimiz için böyle bir sürecin söz konusu olabileceğini dü-
şünüyorum. Bir görüşü sahiplenmek, iddia sahibi olmak takdire şayan ol-
duğu gibi; gerektiğinde o görüşü bıralanak, yanlışlığının farkına vardığı
iddiadan vazgeçmek de aynı şekilde takdire şayan bir davranıştır. Bilim
inat götürmez.
Dördüncü husus, ekoljmezhep meselesi. Sayın Boynukalın mezhebe
bağlanınakla ilgili bir değerlendirme yaptı. Usulle ilgili modern tartışma­
lar içinde mezhep konusunun yerinin ne olduğu ayrı bir soru, ama ben
mezhep üzerinden söylediklerine dair bir iki şey söyleyeceğim. EkoljMez-
hep sistematiği konusunun doğru aniaşılamadığı kanaatindeyim. Değerli
arkadaşlar, mezhebin iki boyutunu -yani üretim boyutunu ve uygulama
boyutunu- iyi görmek ve birbirinden ayırmak lazım. Üretim sürecinde tu-
tarlı bir fikir bir sonuç, çizgi oluşturabilmek için herkesin bir sistematik-
ten hareket etmek mecburiyeti var. Korkınayın hacarn bir şey olun; Hanefi
olun, Şafii olun, Zahiri olun, Maliki olun; ama bir şey olun. Yani oradan bu-
radan derleyerek toparlayarak tutarlı bir bakış, sağlıklı bir duruş oluştu­
rulamaz, kalıcı, etkili ve sonuç alıcı bir sistem kurulamaz. Siz üretin, işin
geri kalanını uygulayıcıya bıralan. Ben Hanefi olarak üreteyim; ' diğer ar-
kadaşımız Şafii olarak üretsin, heriki bir başkası olarak üretsin. Bakın üre-
tim süreci bir şey, uygulanma süreci başka bir şey. Lütfen aynı anda hem
üretici hem uygulayıcı şapkasını üst üste takınaktan vazgeçelim. Mezhep
sist~matiği vurgusuna ve üretim sürecinde bir sistematiğin esas alınma­
sına fıkhı dondurmak diyQr sn. Boynukalın. Ama ben tam tersine fıkhın
hayatiyet kazanmasının, dirilmesinin ekol sistematiğine riayetle olabile-
ceğini iddia ediyorum.
Son bir husus: Sn. Boynukalın islam hukukunun evrenselliğine inan-
ınakla ilgili bir cümle sarf etti. Sevgili dostlar, din şeriat ve fıkıh arasında
ayrım yapmazsak böyle riskli cümleler kurabiliriz. Hukuk denilen şey, top-
lumdaki telakkilerin, anlayışların, uygulamaların belli bir şekle, forma gir-
mesinden ibaret. Belli ölçüde çeki düzen verebilirsin, belli ölçüde yönlen-
direbilirsin hepsi bu. Toplumlar eğer gelişiyor ve değişiyorsa bir hukukun
evrenselliğinden bahsetmek mümkün olmaz. Bu kadarla iktifa edeyim
efendim, vakti aştıysam da özür dilerim, hakkınızı helal edin.

AhmetYAMAN 'ın Cevabı*

Muhterem hazirunu bir kere daha muhabbetle selamlıyorum.


Birkaç not aldım; onları süratle değerlendireceğim:

• Prof. Dr., Necmettin Erbakan Üniversitesi, (yamanahmet@hotmail.com).


FIKIH USULÜNE DAİR MODERN TARTIŞMALAR 59

1. Süleyman Bey müzakeresinde Ebussuud Efendi'nin arz ettiğim fet-


vasında geçen "ashab"tan kastın sahabe-i kirarn olup olmadığı yönünde
bir tereddüd izhar etti. Az önce de söylediğim gibi söz konusu fetvada ge-
çen "ashab"tan kasıt, hemen arkasından gelen tardıye cümlesinden de an-
laşılacağı üzere sahabe-i kirarn hazeratıdır, radıyallahu anhum. Sahabeye
atıf Ebussuud Efendi'nin fetvalarında çokça görülen bir husustur. Esasen
Süleyman Bey kardeşim Osmanlı fetva dilini benden daha iyi bilir ve bun-
ları bulur.
2. Yine Süleyman Bey, benim işrafımda hazırlanmış bir tezde Ebussuud
Efendi'nin fetvalarında bir kez bile olsa bir ayete yer verilmediği şeklinde
bir eleştirinin yer aldığını belirtti. Söz konusu tezde bunun bir nakisa ola-
rak kaydedildiğini belirtip Osmanlı fetvalarında zaten böyle bir yöntemin
olmadığını, dolayısıyla böyle bir eleştirinin yersiz olduğunu söyledi. Bah-
settiği tezi, şu anda Yalova İslami İlimler Fakültesi'nde bulunan Dr. Pehlül
Düzenli kardeşimiz hazırlamıştı. Merhum Ebussuud Efendi'nin fakihliğini
ve fetvalarını tahlil eden tezde böyle bir tespitte bulunmuştu. Bu doğru.
Fakat bendenizin tez işrafında şöyle bir yöntemi var: Tez, o tezi yapanın­
dır. Ben ona ancak şekil, plan ve iç tutarlılık yönüyle yol gösterir, kaynak-
ları doğru tahlil edip edemediği hususuna önem veririm. Bunun ötesinde
varsa bir 'iddiası ve tespiti "sen bunu dile getirme!" demem. Zira bu ona
saygısızlık olur, tahakküm olur. Tez onun tezidir. Süleyman Bey'in tenkit
ettiği husus, dediğim gibi, EbussuO.d Efendi'nin fetvalarında takip ettiği
usUl ve üslup bağlamında sevk edilmiş bir cümleden ibarettir. Osmanlı
fetva geleneğinde zaten delil nakletme özelliği yoktur. Ancak nükılllü fet-
valarda ilgili fetvanın kaynağı olabilecek fıkıh metinlerine yer verilir, o ka-
dar.
3. Burada bahse konu olan meselelerio farklı bir çalıştayda ele alınması
teklifi yapıldı. Aslında müstakil toplantılarda ele alındı bu konular. Daha
önce İSAV'ımız muhtelif metodoloji toplantıları yaptı. Bir kere daha top-
lansak yine herkes kendi zaYiyesinden bakacak ve konuşacak. Her birimi-
zin kendi doğruları var. Fakat bu toplap.tı teklifi "Ben ne dersem odur; be-
nim doğrumukabul edin; benim dediğime gelin" amacını taşıyorsa bu, ilmi ·
ve ahlaki bir taVJr olmadığı gibi sağlıklı bir yaklaşım da değildir. Zira hiçbir
görüşün diğerine karşı felsefi bir üstünlüğü yoktur.
4. Son söyleyeceğim şey Yunus Apaydın'ın ictihad-fetva ayırımı bağla­
mında dile getirdiği konuya dair olacak. "Din İşleri Yüksek Kurulu'nda ya-
pılan bir toplantıda orada bulunan bir kişi ictihad ve fetvanın aynı şeyler
olduğunu söyledi. Fakat daha sonra bu kişi, benim dediğim gibi ictihad ile
f~tvanın birbirinden ayrı şeyler olduğu noktasına geldi" mealinde cümle-
ler sarf etti. Burada kastettiği kişi benim. Fetva usulüyle ilgili bir kitap ha- ·
zırlama projesi çerçevesinde Din İşleri Yüksek Kurulu'na davet edildiği­
ınizde -ki, o zaman Kurul üyesi değildim; davetiiierin hiçbiri değildi- yapı-
60 MODERN ÇAGDA FIKHIN ANLAM ve iŞLEVi .

lan müzakerelerde aslında ictihad ile fetvanın teoride aynı şeyler oldu-
ğunu savunmuş, sonra yazdığım Fetva Us.ulü ve Adabı kitabında da başlan­
gıçta böyle olduğunu fakat sonraları fetvanın ictihaddan farklı bir eylem
haline geldiğini söylemiştim.
Bunu söyleyerek daha önce durduğum yerden başka bir yere gelmiş
veya doğruyu bulmuş değilim. İctihad ve fetvanın aynı şey mi yoksa birbi-
rinden ayrı şeyler mi olduğu, meseleye nereden baktığımza göre değişebi­
lecek bir konudur. Fotoğrafı nereden ve hangi perspektiften çektiğinize
göre buna farklı cevaplar verebilirsiniz. Bilindiği üzere ictihad, müctehi-
din bir arneli meselenin hülanü haklanda bütün gücünü sarf ederek ulaş­
tığı zandır. Fetva ise ulaştığı bu zannı önündeki somut olaya uygulaması­
dır. Sahabe ve selef zamanında, fıkhın kurucu imamlarının ve nesillerinin
yaşadığı dönemlerde bu ikisi aynı niteliğe sahipti. Müfti zaten müctehiddi;
müctehid de aynı zamanda müftl idi. Bir diğer ifadeyle ictihad bir hüküm
istinbatı iken ifta -yine kurucu dönemler itibariyle- önce hüküm istinbatı
sonra bu hükmün soru sorana i'lam ve ihbarı yani bildirilmesidir.
İfta ile ictihad arasındaki bu çok yakın ilişki sebebiyle ilk dönemlerde
müftinin aynı zamanda müctehid olduğu/olması gerektiği üzerinde ıs­
rarla durulmuştur. Dolayısıyla fetva ile ictihad da aynı şeydi. Hatta bir
adım ötede fetvanın ictihaddan (ictihadın fetvadan değil) daha fazla nite-
lik gerektiren bir ilmi faaliyet olduğunu söyleyenler bile olmuştur. Çünkü
iftada, ictihad yeterliliklerine ilave olarak somut olayın ayrıntılarıyla kav-
ranmpsı; nas, icma veya ictihadla belirlenmiş hükmün bu olaya uygunlu-
ğunun kesinleştirilmesi, müsteftinin ve toplumun tanınması, hakim olan
örf, telakki ve adetlerin bilinmesi de gereklidir.
Fakat müstakil ictihad faaliyetinin neredeyse sona erdiği ve mezheple-
rin istikrar bulup ibadet ve muamelatın artık belli bir mezhep disiplini
içinde çözümlenip yaşandığı beş ve altıncı yüzyıldan itibaren ictihad ile
ifta, birbirinden ayrı ilmi faaliyetler olarak görülmeye başlanmıştır. Bu
yüzyıllardan itibaren ifta, mezhepteki hükmün aktanını yani sorusu olan
kişiye (müsteftiye) mezhebin istikrar bulmuş görüşünü nakletme işi ola-
rak anlaşılır olmuştur. · ·
Dolayısıyla meseleye nereden ve hangi zaman diliminden baktığımza
göre; fotoğrafı hangi perspektiften çektiğinize göre değişik yorumlar ya-
pabilirsiniz. Yoksa bendeniz, önce ietihad ile fetvanın ayn ı şeyler olduğunu
söyleyip daha sonra "aslında bunlar birbirinden ayrı şeylermiş" diyerek
başkasının ta başta söylediği "doğru"yu bulmuş değilim.
FIKIH USULÜNE DAİR MODERN TARTIŞMALAR 61

Mehmet BOYNUKALIN'ın Cevabı •

Salih Tuğ hocam jslami muhitler dışında mesela Angio-Sakson huku-


kunda da benzeri konuların ele alındığını ifade ettiler. Ancak bunlar tebli-
ğimizde ele aldığımız konunun esasını teşkil etmediği için kısıtlı zaman di-
limi içerisinde o görüşlere yer verme imkanı bulamadım. Ama daha geniş
çalışmalarda diğer hukuk sistemleriyle mukayese yapmak, farklı sistem-
ler arasında birbirinden farklı veya birbirine benzer hususları tespit et-
meye çalışmak belli noktalarda faydalı tespitler yapmamızı sağlayabilir.
Hatta sistemler arasında karşılıklı istifadenin sağlanması açısından da bu
tür araştırmaların yapılması faydalı ve isabetli olur kanaatindeyim.
Süleyman Bey ve Yunus Bey geçmişimizde fakihlerin çözüm üretirken
fıkıh usulünü değil; fetva usulünü kullandıklarını söylediler. Süleyman
Bey çalıştığı fıkıhçılar çerçevesinde bu sonuca ulaştığını ifade etti. Evet,
kastedilen çerçeve içerisinde fakihlerin ifta usulünü kullanmaları makul-
dür; çünkü ifta usulünü daha çok bir mezhep içerisinde çözüm üretmek
için kullanıyorlardı. Son dönemlerde genellikle fetva usulü bir mezheple
mukayyetjsınırlı bir fıkıh anlayışı içerisinde çalıştırılıyordu. Hatta bazı
hocalarımızın da bu yönde eleştirileri vardı. Mesela Hayreddin Bey hoca-
mız bir tebliğinde son dönemlerde ictihaddan uzaklaşıldığı için fetva usu-
lünün fıkıh usulü yerine ikame edildiğini yazmıştı. Günümüzde bu iki usu-
lün işletilmesinde hangisine öncelik verilmesi gerektiği konusunda karşı­
lıklı eleştiriler yapılıyor.
Şunu söyleyebilirim: Bir mezheple kendimizi sıkı sıkıya sınırladığı­
mızda o mezhebin fetva usulünde belirlediği kurallara uyarak bir yere ka-
dar pratik çözümler üretebiliriz; ama bu her zaman ve her problem için
yeterli olmaz. Yeri geldiğinde daha geniş çerçevede, bir mezheple sınırlı
kalmayarak fıkıh usulünün geniş imkanlarından faydalanmak gerekebilir.
Nitekim gerçek anlamda müftl ve fakihin müctehid olması gerektiği usul-
i fıkıh kitaplarımızm başlangıcında usul-i fıkhın tanımı yapılırken açıkça
ifade ediliyor.
Hidaye gibi klasik ve meşhur fıkıh kitaplarının kaza/yargı bölümle-
rinde aslında kadınm/yargıcın mü~tehid olması gerektiği; ama maalesef
müctehid kalmadığı veya nadiren bulunduğu için müctehid olmayanların
da kadılık yapmasına izin verildiği belirtiliyor. Yine mesela Hanefi fakibie-
rinin büyüklerinden Debusi'den bir şey n_akledeyim. Debusi Takvimu'l-
edille'sinde dördüncü asırdaartık insanların Hanefi, Şafii diye mezheplere
intisap etmeye başladıklarını söyleyerek bunu eleştiriyorsa neden bunu

· • Prof. Dr., İstanbul Şehir Üniversitesi, (mehmetboynukalin@sehir.edu.tr).


62 MODERN ÇAGDA FIKHIN ANLAM ve iŞLEVi ·

yaptığını düşünmemiz lazım. Debusi Hanefi bir usulcü, hatta Hanefi usu-
lünün kurucularından birisi olduğunu bildiğimiz önemli bir zat. Demek ki
bu büyük alimler mezhebe intisapla mezhep taassubunu birbirinden ayı­
rabiliyorlar. Yeri geldiğinde toplumun ihtiyacını gördükleri zaman bir
mezhebe bağlı kalmayıp başka bir mezhebin usulünü de kimi zaman ter-
cih ederek hareket edebiliyorlar. Bu tercih ve ictihad işlemi sadece füru ile
alakah bir şey değildir; usulle de alakal ıdır. Tabii olarak usul ve füru iç içe
geçiyor; mecburen birinden diğerine intikal ediliyor. Dolayısıyla mezhep
içinde kalıp ictihad eden alimlerimiz olduğu gibi mezhep dışına çıkan
alimlerimiz de olmuştur.
Mesela İmam-ı Azam'ın talebelerinden İmaİn Ebu Yusuf, İmam Muham-
med ve onlardan sonra gelen Tahavi ve Kerhi gibi ilk asırlardaki fakihlerin
pek çok meselede mezhep dışına çıktıklarını, kimi zaman usul konusun-
daki farklı düşünceleri, kimi zaman da füru konusundaki farklı çıkarımlan
sebebiyle bunu yaptıklarını tesbit edebiliriz. Bu konuda daha detaylı çalış­
malar yapılabilir. Furu ile usul birbirine hizmet eden, aynı ilmin iki dalı
olmaları hasebiyle birbiriyle irtibatlıdır. O yüzden de ictihad derken iki-
sini de kasdediyorum. Yani hem füru hem de usulde ictihadın mümkün ol-
duğunu, ehil olan alimierin bu tür tercihlerde bulunabileceğini söylüyo-
rum.
Belli bir dönemde fıkha taklit ruhunun hakim olduğu ve mezhep taas-
subunun yaygın olduğu da bir gerçek Bunu inkar ederek bir yere varama-
yız. Bunu da görmemiz lazım. Furu-i fıkıh kitaplarında bir mezhepten
başka bir mezhebe geçene tazir cezası verileceği, başka bir mezhebin
mensubunun arkasında namazın caiz olmayıp fasit olacağı gibi görüşlerle
Müslümanlar arasına tefrikarun girdiği, hatta bazen birbirini öldürecek
derecede çatışmaların olduğu maalesef tarihimizde bilinen şeyler. Benim
kastettiğim, eleştirdiğim şeyler bunlar. Kısacası, naslarda.n ve bir mezhe-
bin temelinde yatan delillerden kopuk bir fıkıhla bir yere varacağımızı ke-
sinlikle düşünmüyorum. Mezhebin temeline inmemiz lazım. Mezhebin te-
melini, naslarla olan irtibatını her daim sağlamamız ve canlı tutm;ımız la-
zım. Ancak bu anlayışla fıkhın asıl kaynaklarından koparılmadan ve bozul-
madan yenilenebileceğini ve her asrın problemlerine çözüm üretebilece-
ğini düşünüyorum. Hürmetlerimi arz ediyorum.

You might also like