Professional Documents
Culture Documents
MODERN ÇAGDA
• •
FIKHIN ANLAM ve IŞLEVI
06 - 07 Nisan 2019
Sakarya Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi
İstanbul2020
Ll\
en'='
sar
ISBN: 978-605-9519-54-0
Sertifika No: 17576
KitabınAdı
Modern Çağda Fıkhm Anlam ve İşievi
Koordinatör
OsmanGÜMAN
Editör
Osman GÜMAN -Ahmet Nurnan ÜNVER
Yayma Hazırlayanlar
İsmail KURT - Seyit Ali TÜZ
SonOkuma
Muhammed Ali ACAR- Nuray SARMAN
Kapak Tasarım
Halil YILMAZ
Baskı, Cilt
Çınar Matbaa ve Yay. San. Tic. Ltd. Şti.
100. Mh. Matbaacılar Cd. Ata Han, 34/5
Bağcılar, İstanbul, Tel.: 0212 628 9 6 00
Sertifika: 45103
Basım
Mart 2020
İletişim
Ensar Neşriyat Tic. A.Ş.
Düğmeciler Malı. Karasüleyman Tekke Sok No: 7 Eyüpsultan j İstanbul
Tel: (0212) 49119 03- 04- Faks: (0212) 438 42 04
www.ensarnesriyat.com.tr- siparis@ensarnesriyatcom.tr
BİRİNCİ BÖLÜM
Mehmet BOYNUKALIN"
1. Kavramsal Çerçeve
.wıı J! ~ J.PJ=ö!" "Fıkha ulaştırari kuralların ilmi" ve" •A<j 'Jır.! .wıı Jl'i~ a!p
~~ J~;.-_, ~ ö~Li....ı'JI'' "Fıkhın külü delillerini, onlardan istifade yöntemini
ve istifade eden kişinin durumunu bilmek" gibi tanımlada tanımlanmıştır.
Dolayısıyla fıkıh usulünün konusu fıkhi bilgiye ulaşmamızı ve şer'i hükmü
istinbat etmemizi sağlayan kaynaklar, yöntemler ve kura]lardır. Şer'! h ük-
mün tas~vvur edilebilmesi için mebahisü'l-hükm (hüküm teorisi) de bu il-
min konularına dahil edilmiştir. Günümüz diliyle, fıkıh usUlünün bir ba-
kıma fıkhm felsefesi ve metodolojisi olduğu söylenebilir. ·
Klasik dönemde fıkıh usulünün üç ilimden istimdad ettiği, adeta bu
ilimierin verileri üzerine inşa edildiği ifade edilmiştir. Bunlar kelam, dil ve
fıkıhtır. Kelam ilmiinde ilahiyyat, nübüvvat ve sem'iyyat esaslarına iman
etmenin gereği isbat edildikten sonra sıra fıkıh usulü ilmine, yani Allah'ın
hükmünün nasıl bilineceğinin yollan üzerinde konuşmaya gelir. Dolayı
sıyla kelamt meselelerde farklı_ düşüncelere sahip olan mezhep ve fırkala
rin usul meselelerine yaklaşımında da farklılık olması mümkün ve vakidir.
Dilin, dolayısıyla nasların hangi kurallara göre anlaşılması gerektiği
usUlün elfaz bahislerinde karşımıza çıkmaktadır. Nas ve ietihad yoluyla bi-
lineı:ı fıkıh meseleleri ise örneklik teşkil etmesi ve meselelerin nasıl tespit
edildiklerinin araştınıması yönüyle fıkıh usUlüne kaynaklık etmiştir.
Klasik dönemde bu anlayış üzerine inşa edilen fıkıh usUlü büyük ço-
ğunluk tarafından dört terı:ıel delile irca edilmiştir: Kitab, sünnet,-icma ve
kıyas. Bununla birlikte ilk dönemden itibaren sünnetin hücciyeti, ·sünnet-
Kur'an ilişkisi, haber-i vahid, nasih-mensuh, umum-husus, icma ve kıyasın
mahiyet ve hücciyeti tartışma konusu olmuş ve fıkıh usulü eserlerinde bu
konularla ilgili zengin bir birikim ortaya çıkmıştır. Şafii'den itibaren baş-
1.3. "Tartışmalar"
Tebliğ baş lığındaki "tartışmalar"
kelimesini yenilenme arayışları, tek-
lifleri ve çabaları şeklinde anlamak mümkündür; zira modern dönemde
fıkıh usUlüne dair yaklaşımlar üç ana eksende toplanabilir: Klasik usUlü
değiştirmeden aynen ibka etmek, şe kil veya içerik yönünden değişikliğe
gitmek ve klasik fıkıh usulünü tamamen ilga edip yeni bir usul inşa etmek
2. Fıloh Usulüne Dair Yaklaşımlar
2.1. Muhafazakar Yaklaşım
ıaasik usUlün şekil ve içerik balomından aynen ibka edilmesine
taraftar olan alimler olmuştur; modern dönemin başlarında medrese eği
timinin güçlü olduğu dönemde herhangi bir yepiliğe ihtiyaç olmadığı gö-
rüşü ilmi çevrelerde mevcuttur. Günümüzde de İslam dünyasının bir çok
yerinde medrese müfredatının resmi veya gayri resmi kurumlarca okurul-
maya devam ettiği bilinmektedir. Dolayısıyla geleneksel çevrelerde usUl
eğitiminin halen klasik metinler üzerinden yürütüldüğü ve bu metinlerin
hakkıyla anlaşılması halinde günümüz problemlerine de çare olacağı yö-
nünde bir anlayış sürmektedir. Ancak akademik dünyada bu görüş pek dil-
lendirilmemelct:edir.
2.2. Şekil ve
Muhteva Yönünden Değişiklik Teklifleri
Klasik metinlerin dilinin zorluğu sebebiyle sadeleştirme hatta
t ercüme yoluna gidilmi ştir. Klasik usUl metinlerinin anlaşı lması için
güçlü bir medrese eğitimi almak şarttır. Bu metinlerin içerdiği mantık,
FIKIH USULÜNE DAİR MODERN TARTIŞMALAR 19
kelam, dil ve fıkıh terimlerini anlamak başka türlü mümkün değildir. Do-
layısıyla Osmanlı'nın son dönemlerinde İstanbul'da ve Mısır'da açılan hu-
kuk mekteplerinin öğrencileri ve buralardan yetişen hakimler böyle bir
altyapıya sahip olmadıklarından onlara yönelik kolaylaştırılmış yeni me-
tinler yazılmaya başlanmıştır. Mısırlı alimlerden Muhammed Hudari
Bey'in (1927) Usulü'l-fikh'ı bu çabanın tipik bir örneğini teşkil eder.1 Hu-
dari Bey, eserinin giriş losınında Min hac, Cem,ü'l-cevami: Tahrir gibi muh-
tasar usul metinlerinin anlaşılmazlığından ve bu sebeple faydasız olduk-
larından söz etmekte, Müstasfa'yı üslubunun güzelliği ve anlaşılır olması
sebebiyle takdir etmektedir.2 Osmanlı payitahtı ölan İstanbul'da da aynı
amaçlaTürkçe usUl eserleri telif edilmiştir; Mesela, Ahmed Harndi Şirvani
(1890),3 Ali Haydar Efendi (1903) 4 ve Seyyid Bey'in (1925) eserleri gibi.5
ı Hudart Usulü'l-fıkh (Kahire 1329, 1352/1933, 1358/1938, 1389/1969 [6. basla]) adlı
eserini, 1905 yılında bugünkü Hartum Üniversitesi'nin temelini teşkil eden Gordon
Memorial College'da Sudan şer'! mahkemelerine kadı olarak yetiştirilmek üzere oku-
yan talebelere fılah usUlü dersleri verdiği dönemde yazmıştır. Pezdevt'nin el-Uşı1l'ü,
İbnü'l-Hacib'in el-MuJ:ıtaşar'ının çeşitli şerhleri, Karafi'1:1in Ten~l)u'l-fuşul'ü ve İs
nevi'nin el-Minhac şerhinden faydalanarak açık bir ifade ile kaleme aldığl eserini Mu-
hammed Abduh'a göstermiş, onun tavsiyesi üzerine Şatıbi'nin el-Muvafa~at'ından çe-
şitli ilaveler yapmıştlr. Daha sonra Mısır'a gelip el-Kazaü'ş-şer'! Medresesi öğrencile
rine fıloh dersleri vermeye başlayınca buradaki ihtiyaçları da göz önüne alarak eserine
son şeklini vermiştir; bk. Ferhat Koca, "Hudari (1872-1927)", Türkiye Diyanet Vakfı
islam Ansiklopedisi (DİA), 1998, XVIII, 283-284.
ı Hudari, Usul, s. 9-10, ll, 12-14.
3 Türkçe muhtasar Usul-i fıkıh, İstanbul: Mihran Matbaası, 1301; 133 s.; bk. s. 11-16.
4 Ali Haydar Efendi'nin Hukuk Mektebi'nde vermiş olduğu Usul-i Fıkıh Dersleri'nin bir
bölümü ilk defa 1307'de taşlıasla olarak neşredilmiştir. Daha sonra yine burada vermiş
olduğu dersler talebesi Hacı Adil Bey tarafından tesbit edilmiş ve 1326'da Sırat-ı Müs-
takim mecmuasının ilavesi olarak neşredilmiştir. 558 sayfa olan eser, sahasında
Türkçe yazılan ilk eserlerden biri olması balamından önemlidir. Kitap daha sonra yeni
harflerle de basılmıştır (UsUl-i Fıloh Dersleri. İstanbul 1966); b k. Mehmet Akif Aydın,
"Ali Haydar Efendi, Büyük (1837-1 903)", DİA, 1989, II, 396.
s Seyyid Bey ise Darülfünun Hukuk Fakültesi'nde başladığı usUl-i fılah müderrisliği ara-
lıklarla ölümüne kadar devam etti. Taklitten ve mezhep taassubundan uzak durulması,
ictihad kapısının açılması gerektiğine dair vurguları devrin İslamcı söylemini büyük
ölçüde yansıtmaktadır. Özellikle hilafet ve kanuniaştırma tartışmalarına katiası göz
önüne alındığında, fılah ilminin tarih ve literatürüne modern dünyanın kurumlarını
meşrulaştırmak üzere yaklaşmasının onun İslamcılık anlayışının ana hatlarını teşkil
ettiği anlaşılmaktadır. UsUl-i Fıkıh Dersleri I (İstanbul 1328-1329). ve Usul-i Fıkıh Ders-
leri ll (İstanbul 1330) adlarıyla neşredilen ve Darülfünun Hukuk Fakültesi'nde okut-
tuğu derslere ait notlarından oluşan bu iki kitap usUl-i fıloh sistematiğini kapsamakta-
dır. Konular metin ve şerh biçiminde işlenmiş, yer yer mezheplerin farklı görüşlerine
temas edilmiştir. Usul-i Fıkıh, Cüz'-i Ewel: Medhal (İstanbul 1333) adlı kitabı ise Seyyid
Bey'in en tanınmış eseridir. Önceki kitaplarının daha geniş bir muhteva ile yine ders
takriri olarak kaleme alınmış şekli olan eserde usı1l-i fıkhın tarihi, genel özellikleri ve
ictihad7taklid konuları işlenmektedir. Eser klasik usUl-i filoh kitaplarında bulunmayan,
ancak dönemin aktüel tartışma gündemi dolayısıyla yer verilmiş olan hilafet ve halife-
nin yasama yetkisi konusunda uzun bir bölüm içermektedir (s. 106-162; bu losının
20 MODERN ÇAGDA FIKHIN ANLAM ve iŞLEvi
yeni harflerle yayımı: Seyyid Bey, "Hilafet", haz. Sami Erdem, Hilafet Risaleleri, haz. ls-
mail Kara, Istanbul 2004, IV, 443-484). Usul-i Fıkıh Dersleri Mebdhisinden lrô.de, Kazô.
ve Kader (Istanbul 1338) adlı, Medhal'in devamı ni teliğindeki eserde ise irade, şer'i de-
l iller, hüküm bahisleri, hikmet-i teşri' ve makası d konuları yer almaktadır; bk Sami Er-
dem, "Seyyid Bey (1873-1925)", DİA, 2009, XXXVII, 54-56.
6 Ilk baskısı1942'de Kahire'de yapılan eser daha sonra birçok defa basılmış olup Hüse-
yin Atay tarafından giriş bölümü ve bazı notlar eklenerek İslô.m Hukuk Felsefesi adıyla
Türkçe'ye tercüme edilmiştir (Ankara 1973, 1985); bk Abdülmün'im Hallaf, "Abdül-
vehhab Hallaf', DİA, 1988,1,286.
1 Abdilikerim Zeydan, el-Veciz fi Usuli'l-fikh, Bağdat 1976 (6. Baskı), s. S. İlk telifi
1962'dedir; bk http:/fdrzedan.comfcontentphp?id=94 (erişim: 8/3/2019).
s Ahmed Harndi (Şirvani), Türkçe Muhtasar UsCıl-i Fıkıh, s. 11-12. Cevdet Paşa bu esere
takriz yazmıştır; bk a.g.e., s. 3-4. Şirvani Cevdet Paşa'nın bakanlığı döneminde Mekteb-
i Sultani'ye bağlı Mekteb-i Hukuk'ta UsUl-i fıkıh dersi vermekle görevlendirildiğini,
önce Mecamiü'l-hakaik'i tercüme edip Mekteb'in müdürü olan Sava Paşa'nın masraf-
ları karşılamasıyla eseri bastırıp okuttuğunu, ancak eserin çok mu fassal olması ve ör-
neklerinin muamelattan olmaması sebepleriyle öğrencilere uygun olmadığına karar
verip bu eseri telif ettiğini anlatır; bk a.g.e., 14-15.
9 Muhammed Ebfı Zehre, Usulü'l-fikh, Kahire 1957, 1958, s. 4-5,261-262. Ebt1 Zehre'nin
eseri bu alanda yazılan ilk modern eserlerden olup önsözünden, daha çok Mısır'daki
hukuk fakülteleri öğrencilerine yardımcı kitap şeklinde hazırlandığı anlaşılmaktadır.
F.seri Abdülkadir Şener çeşitli notlarla birlikte lslô.m Hukuku Metodolojisi: Fıkıh Usulü
adıyla tercüme etmiştir (Aokara 1973); bk Saffet Köse, "Muhammed Ebt1 Zehre"
(1898-1974), DİA, 2005, XXX, 519-522.
ıo Zeydan, Veciz, s. S.
. FIKIH USULÜNE DAİR MODERN TARTIŞMALAR 21
alan ve ilk defa müslümanlar tarafından kurulan bir ilim dalı olduğu tes-
piti yapılmıştı r (Hami dullah (2002) ve Haseballah (1 978)). 16 Bu alanda
bazı gayr-i müslim araştırmacıların da katkılan olmuştur; Sava Paşa
(1904) gibi.
Modern dönemde yapılan çalı şmalann bir kısmında modern hu-
kuk düşüncesiyle mukayeseler yapılmı ştı r. Bu tür çalışmalarda amaç
kimi zaman fıkıh ve usUlden habersiz olan veya bu ilimiere önyargıh ba-
kan kesimleri bilgilendirmek veya ikna etmektir. Sava Paşa'nın çalışma
sında bu tür mukayeseler bulunmaktadır. Kimi zaman da maksat fıkıh öğ
rencisinin çağı tanıması ve bu vasıtayla pratikte fıkhm uygulanmasını sağ
lamaktır. Ahmed İbrahim Bey (1874-1945) 17 küçük ama değerli çalışma-
sında usill-i fıkıhla Batı hukuk düşüncesi arasında kısa mukayeseler yap-
mış ve bu eserini Kral Fuad (Kahire) Üniversitesi Hukuk Fakültesi son sınıf
öğrencilerine akutmuştur (1938-1939). Yeni bir yöntemle telif ettiği bu
eserinin öğrencilerine yararlı olmasını, hukuk ve İslam hukuku öğrencile
rinin bundan istifade etmelerini, bütün füru konularında İslam hukuku ve
kanunun uzlaştığı yeni bir yasama anlayışının temelini oluşturmasını ümit
ederek, samirniyetle hareket edildiği ve tüm dünyevi meselelerde şeriatın
muamelatta adalet, insanların birbirlerine haksızlık yapmalarını engel-
leme; malların batı! yollarla yenmesine mani olma, mümkün olan ölçüde
kötülükleri/zararları ortadan kaldırma ve iyilikleri/faydaları elde etme ve
bu şekilde her bir cüz'i hükümde daima masiahat yönünü tercih etme
esasları üzerine kaim olduğunun anlaşılması durumunda bunun mümkün
olduğunu ifade etmiştir. 1 8
aynı anlayışla, hatta nassa aykırı olmadığı sürece tamamen yeni ictihad-
larla fıkha uygun şekilde hazırlanması yönünde çağrıda bulunmuştur. 23
Bazı eserlerde sünni olmayan mezheplerle mukayeseye önem ve-
rilmiştir: "" çalışmalannın bu konuda etkisi olmuştur. Mesela, Ebu Zehre
sınırlı bir şekilde de olsa bazı konularda Caferi usUlüyle mukayeseler yap-
mıştır. 24 Şii müelliflerden Taki el-Hakim'in el-UsQlü'l-ô.mme li'l-fikhi'l-
mukô.ran adlı eserinde ise daha kapsamlı bir mukayese yapılmıştır.
İctihadın toplu halde yapılması ve icmanın bu anlamda yorumlan-
ması gündeme gelmiştir.25 Bu amaçla resmi veya gayri resmi, ulusal ve
uluslararası fıkıh kurulları ve kurumları tesis edilmiş ve bu müesseseler
yaptıidan çalışmalarla çağdaş problemlere cevap arama yolunda önemli
mesafeler katetmiştir. ·
Maslahat, istihsan, hilanetle talil ve makasıdü'ş-şeria konulanna
önem vermek: Modern çalışmalarda, klasik usUlde kıyasın zorlaştırıldığı
(Mustafa Şelebi, Ta7flü'l-ahkô.m), mesalih ve makasıda yeterli derecede
önem verilmediği (Tufi, Şatıbl, Reşid Rıza, İbn Aşur, Turabi) ifade edilmiş
tir. Şari'in hükümleri koymada gözettiği esaslara, yani makasıdü'ş-şeriaya
usul ilminde gerektiği kadar yer verilmemesi eleştirilmiştir. Hudari kıyas
delilinin ruhunun illet olduğunu ve illeti doğru tespit etmek için makasıdı
bilmenin gerektiğini, usulcülerin bu konuyla yeterince ilgilenmeyip ko-
nuyu fıkıhçılara bıraktıklarını, ancak ictihad edenlere yol göstermek için
bu hususlara usUl ilminde değinilmesinin elzem olduğunu ifade eder. 26
Ona göre bu konuda tek istisna Şatıbl'dir (790) ve kendisine Muvafakatı
tanıtan kişinin Muhammed Abduh olduğunu, onun tavsiyesiyle eserine
Şatıbi'den alıntılar yaptığını belirtir.27 Yine bu dönemde masiahat konu-
sunda Tı1fi'nin görüşl eri öne çıkarılmış, Şatıbi hakkında çok sayıda çalışma
yapılmıştır. Tahir İbn Aş ur ise makası d ilminin kurulup usul yerine ikame
edilmesini teklif etmiştir.
Fıkıh usfrlünün sosyal bilimlerin yöntemlerinden faydalanabi-le-
ceği dÜşünülmüştür. Bilginin İslamileştirilmesi çağrısıyla hareket eden
bir grup ilim adamı arasında bu düşünce ortaya atılmıştır; mesela Cemal
Atiyye gibi. Ancak bu düşünce olgunlaştırılamamış ve tam olarak ne kas-
tedildiği ortaya konulamamıştır.
Sünnetin sübutu ve hücciyeti hakkında şüpheler ortaya atılmış,
hadisler ölçüsüz şekilde kabul veya reddedilmiştir...
Ahmet YAMAN*
Bismillahirrahmanirrahlm
Böyle bir ilim_meclisinde bizleri bir araya getiren Cenab-ı Hakk'a hamd
ü senalar ediyorum. Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa'yı, alini ve aslıa
bını salat ü selam ile anıyorum. Bu mübarek ilim mirasını kendilerinden
devraldığımız ulemamızı hayırla, minnetle, ralınıetle ve şükranla yad edi-
yorum. Muhterem hocalarırnı, kıymetli dostlarımı hürmet ve muhabbetle
selamlıyorum.
Sözlerimin başında, toplantıyı birlikte düzenleyen her iki kuruma, bu
zahmetli işin hanllerine ve hadimlerine, huzurlarınızda gönülden teşek
kürlerimi arz ediyorum. Böylece tartışmalı ilmitoplantılar dizisinin onun-
cusunu yapıyor İSAV'ımız. Daha önce de metodoloji toplantıları yapmıştık
ve burada konuşulacak meselelerin bir kısmı o meclislerde daha özel ni-
telikte müzakere edilmişti. Bugün ve inşaallah yarın yapılacak sunum ve
müzakereler, ümid ediyorum ki, öncekilere yeni katkılarda bulunacaktır.
Bendeniz tebliğin bana gönderilen ilk halini dikkatlice okumuş ve o ilk
metin üzerinden bazı mülahazalarımı dile getirmek üzere bir hazırlık da
yapmıştım. Fakat Mehmet Bey bir sürpriz yaptı ve gönderilen metnin dı
şında çok başka şeyler söyledi. Dolayısıyla burada arz etmeyi planladığırn
müzakere notlarıının bir kısmı boşa çıkmış oldu. Mesela tebliğin esasına
ilişkin temelli bir eleştirim vardı. Tebliğinde Mehmet Bey, fıkıh usulü ek-
senindeki modern tartışmalara girmek ve onları tahlil etmek yerine daha
çok XIX. yüzyılın sonlarından itibaren yazılmaya başlanan yeni fıkıh usulü
eserlerinin resmini çekmeye odaklanmıştı. Bu bağlamda yeni tarzda yazan
müelliflerin sistematikte ve içerikte yaptıkları değişikiiideri ele almıştı.
Üstelik bunların bir kısmı da usUl veya yazımı ile ilgili değil tedvin-talmin
yöntemi ile ilgiliydi. Oysa "modern tartışmalar" deyince fıkıh usulünün
mebadi, mevzu, mesai! ve gayesine dönük yeni yaklaşımları incelemesi
Prof. Dr., NEÜ ilahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi; Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi, (yama-
nahmet@hotmail.com).
32 MODERN ÇAGDA FIKHIN ANLAM ve iŞLEVi .
şeriatın k:ıyamete
kadar geçerli evrensel ilahi mesaj olduğuna inanma" öl-
çütüne vurduğunuzda iman-küfür sarmalında nereye oturtacaksınız?
Çünkü nesih taraftarları içinde onlarca hatta yüzlerce ayetin mensuh ol-
duğunu;2 yani kıyametekadar geçerli evrensel ilahi mesaj olmadığını söy-
leyenler vardır.
Oysa elimizde İmam Ebu Hanife'den tevarüs ettiğimiz "Kitab'ın indiril-
diğine iman eden kişi onu tevili sebebiyle katir olmaz 1 ~ 'J J,!rl\ı 0-"T 0-"
~_,I::Jı,." gibi fevkalade önemli bir ilke varken 3, ana caddenin dışına taşan
farklı yorumları iman-küfür denklemiyle irtibatlandırmak isabetli olmaz.
C. Modern eğitim kurumları için ders kitabı olarak hazırlanan yeni fıkıh
usUlü kitaplarından söz edilirken dile getirilen "usUlün klasik terminoloji-
sinin dışına çılaldığı görülmektedir" şeklindeki tespit de gözden geçiril-
meyi hak etmektedir. Hudari Bey (ö. 1927) ile Arapça4; Ahmed Harndi Şir-
vani (ö. 1307/1890) 5, Mahmud Esad Seydişehri (ö. 1918)6 ve Büyük Ali
Haydar Efendi (ö. 1903)7 ile Türkçe ilk ürünlerini veren bu yeni kitapların
ı Şah Veliyyullah ed-Dehlevi (ö. 1176/1762) sayıyı beş yüze kadar çıkaranlar olduğundan
bahsetmiş fakat kendisi bunu beşe indirmiştir. bk. el-Fevzii'l-kebfr, Kahire 1986, s. 84
vd. Konuyla ilgili ilk eserlerden birini yazan Hibetullah b. Selame ( ö. 410 /1019) ise 222
ayetin mensuh olduğunu belirtmiş ve her birinin nasihini de kaydetmiştir. bk. en-Nasih
ve'l- mensuh, Beyrut 1404, s.31 vd.
3 EbU Hanife, el-Fıkhu'l-elcber, lmarat 1999, s. 94-96:
ı!~~ ~, ~=ıı ı! r.JaJ j.!.rJt,ı .:ro.Y :t~ ~ ~~ ~~ _~7 pllı 'lj ~&L..Jb ~i ~j ~~~ ~~ .:roJl J~ u~
; .r._;jı ~fo_'} Jt.JWI
Bu bakış açısı, esasen Ehli sünnet'in en temel ilkelerinden biridir. Mesela bk. Hattabi,
Mealimü's-sünen, Haleb 1932, IV, 295:
; <lljb ~ ~~ ut, Aiı.ı .:ro V ~ JJI.:l.ı uJ
lbn Teymiyye, Minhdcü's-Sünneti'n-Nebeviyye, Riyad 1986, V, 239:
ı! '('~1 ~ ~ ··· l~j {hı{; 'ı~:~l 1~! J' ~! ~j eY.,~'} ~;JI ~~ ô'ı·.J IŞ~I Jj~l bı
; .~~! o;iı ~L:..Jı
İbn Hacer, Fethu'l-Barf Şerh u Sahfhi'l-Buhdrf, Beyrut 1379, XII, 304:
.J.iı 4J ~\St._,dı u\.:J l Wı..:.. :J. t ~ı$'1~1 •t. • 't.U, ~ • .1AA J'~ tıl-•ıcJ~I J' ~
r- "::4 4;.•
.J " • :r - ' ~ ' l1 ı f:; ~ --~ ; ..lj ~ ı.r r.
4 Usulü'l-ftljh, Kahire 1329. Ayrıntılar için b k. Ferhat Koca, "Mısırlı İslam Tarih.çisi ve Hu-
kukçusu Muhammed Hudari Bek (1837-1927): Hayatı, Eserleri ve Fıkhi Görüşleri",
İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, 6 (2005), s.167-178.
s Tiirkçe Muhtasar UsUl-i Fıkıh, İstanbul1302. Ayrıntılar için bk, Mehmet Erdoğan - Ra-
mazan Çöklü, "Ahmed Harndi Şirvani ve Türkçe Muhtasar Usai-i Fıkıh Adlı Eseri ile İlgili
Bir Değerlendirme", Uluslararası İslam Araştırmaları Dergisi (IHYA), IV/1 (2018), s. 27-
47.
6 Usal-i Fıkıh, İstanbul 1302; Telhfsü Usal-i Fıkıh, İzmir 1303. Bunun bir hayli genişletil
miş hali 1309 yılında yine İzmir'de neşredilmiştir. Ayrıntılar için bk. Ali Erdoğdu, "Sey-
dişehri", DİA, XXXVII,25-27.
7 Usal-i Fıkıh Dersleri, istanbul 1307. Ayrıntılar için bk. Melimet Akif Aydın, "Ali Haydar
Efendi, Büyük", DİA, IIJ 396.
34 MODERN ÇAGDA FIKHIN ANLAM ve iŞLEVi .
yaptığı şey, klasik fıkıh usUlünün mevzu ve mesailini farklı bir sistematikle
ve basitleştirip didaktik bir üslupla sunmaktan ibarettir. Bu kitaplardan
Arap dünyasında yazılanların çoğunda Türkçe yazılanların ise bir kıs
mında görülen bir diğer yeni özellik de belli bir mezhebin usulünü aynen
takip etmek yerine ih tilaftan sergileyen eklektik bir yöntemin .benimsen-
miş olmasıdır. Belki bu açılardan tenkid edilebilirler; ama bilebildiğim ka-
darıyla hiçbiri "klasik terminolojinin" dışına çıkmış değildir. Böyle bir şey
olsaydı o zaman, konuştuğumuz şey zaten fıkıh ı,ısı1lü olmazdı.
2. Muhtevaya Yönelik Katkılar
Tebliğin muhtevasına ilişkin olarak iki nokta üzerinde yoğunlaşacağım.
Bu iki noktanın birincisi, tebliğde olumsuz bir yöntem olarak takdim edi-
len makasıd anlayışıyla am el etme meselesini tahlil etmek; ikincisi ise teb-
liğde değinilmelde birlikte yeterince tartışılmamış olan fıkıh usUlünün iş
levini ta·rtışmak.
2.1. Hikmet, Masiahat veya Makası d ile Amel Etmek
Sadece fıkıh usUlünün değil; genel anlamda müslümanca düşünce ve
eylem alanının hassas meselelerinden biri budur: Hikmet, masiahat ya da
daha kuşatıcı terimiyle makasıd ile ta'lilde bulunup amel etmek.
Tebliğde "Kanaatimizce sınırları belli olmayan ·bir hikmet, masiahat
veya makasıd anlayışıyla amel etmek isabetli olmadığı gibi mümkün de-
ğild ir. Mesele şu noktada düğümlenmektedir: Nas ve icmanın karşısında
yer alan bir maslahatla am el etmek caiz midir? Buna ancak zaruret duru-
munda istihsanen izin verilebilir; ancak nas ve icma ile sabit bir hükmün
neshi anlamında cevaz vermek mümkün değildir." denilerek bu noktada
olumsuz bir tavır takınılmıştır.
Tek bir bağlamda ve bir arada peşi sıra gelen bu cümlelerde, müzakere
edilmesi gereken birkaç yargı bulunmaktadır:
a. Hikmet, masiahat ve makasıd anlayışının sınırları belli değildir.
b. Böyle olunca bunlarla amel etmek isabetli değildir.
c. Amel edilirse nas ve icma ile karşı karşıya gelinebilir. Yani nas ve
. icmaya aykırı bir hikmet-maslahat-makasıd yorumu olabilir.
d. Böyle bir yoruma ancak zaruret durumunda istihsanen gidilebilir.
Fıkıh tarihi, usUl eserlerinin muhtevası ve fıkıh pratiği göz öniine alın
dığında bu yargıların izaha muhtaç oldukları anlaşılacaktır. Şöyle ki:
İslam'ın ana kayİıaklarında yer alan amell hükümlerin lafzi bir çerçe-
vesi olmakla birlikte bu çerçevenin, aslında o hükümle hedeflenen amacı
gerçekleştirme aracı olduğu, ilk dönemlerden itibaren dillendirilen bir hu-
sustur. Hz. Peygamber'den (s.a.) sonra gerek sahabe ve tabiun gerekse
müctehid imamlar dönemlerinde öne çıkan kurucu zihinler, bu lafız-gaye
ilişkisini göz önünde bulundura gelmişlerdir. Mesela Hz. Peygamber'in
FIKIH USULüNE DAİR MODERNTARTIŞMALAR 35
(s.a.) arazi sahiplerine hitaben "Kimin arazisi varsa onu eksin veya karde-
şine ekrriesi için izin versin. Şayet bunuyapmayacaksa (diğer rivayette: izin
verilen kişi de ekmeyecekse) boş bıraksın (kiraya vermesin)."B şeklindeki
buyruğunu Abdullah b. Abbas (r.a.) normatif bir yasak olarak yorumlama-
mış, aksine yardımiaşmayı teşvik amacı taşıyan bir tavsiye olarak görmüş
tür. Nitekim araziyi kiraya verme işleminin Hz. Peygamber (s.a.) ve takip
eden Raşit Halifeler (r.a.) döneminde sıklıkla yapıldığı da İbn Ömer (r.a.)
başta olmak üzere bir çok sahabi tarafından bildirilmiştir. Yukarıdaki ya-
saklayıcı rivayetin sahiplerinden biri olan Raft' b. Hactic'in (r.a.) verdiği şu
bilgi, bu gai yorumlarm haklılığını; yani hükmün maksadını ve dolayısıyla
bu maksada göre ta'lil edilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır: "Me-
dine'de en çok tarlası olan bizdik Belli bir yerden çıkacak ürünün tarla
sahibine kalması şartıyla toprağı kiraya verirdik Bazen tarlanın diğer ta-
rafındaki ekin zarar görür; ama belirlenen yer sağlam kalır; bazen de tersi
olurdu. İşte bize yasaklanan buydu."9
Hikmet-maslahat-makasıd terimleriyle ifade edilen bu "hedefleri kav-
rama" başarısı, baştan itibaren bir müctehid için vazgeçilmez bir ictihad
niteliği olarak görülmüştür. Birçok alim, sınırlı olan hüküm kaynaklarının
sınırsız sayıdaki olaylara yetmeyeceğinden dolayı dinin genel tutumuna
ve tümel hedeflerine istinad eden bir bakışın zorunlu olduğunu belirtmiş
tir.ıo Cüveynl'nin (ö. 478/1085) diliyle konuşursak "Emir ve nehiylerin
maksadını tam anlamıyla kavrayamayan kimse, din konusunda gerçeği ya-
kalayamaz"ıı; "İstıslah ilkesinin son tahlildeki hedefi, meseleyi çözüm-
leme görevini, o meselenin sahibine havale etmektir ki bu, şeriatın güzel
yönlerinden biridir".ıı Bu noktada daha vurgulu bir üslup kullanan Şatıb1
(ö. 790/1388) ictihad derecesine ulaşmanın ilk şartının, dinin ve hukuk
düzeninin hedeflerini tam anlamıyla kavramak olduğunu söylemiştir.ı3
Kurucu imamların hareket tarzı da bu minvalde çok farklı değildir. Ge-
rekçelendirilebildiği ölçüde normları, lafızlarıyla uyumlu olmak kaydıyla
s Buhar!, "Hars" 10, 18; "Hibe" 35; Müslim, "Büyı1" 89, 120; Ebfı Davı1d, "Büyı1" 30-31.
9 Buhar!, "Şurfıt'' 7; "Hars" 7, 12, 18; Müslim, "Büyı1" 99, 117; Ebu Davı1d, "Büyfi" 30.
10 bk., Cessas, el-FusUI fi'l-usul, Kuveyt 1985-89, IV, 10-11, 217; Cüveyni, el-Burhan fi
usuli'l-ftkh, Kah ire 1400, I, 295; 2/1349; Gazzali, ei-Mustasfa fi ilmi'l-usUI, Beyrut 1993,
s.174; Zencanl, Tahrfcü'l-furu ale'l-usul, Beyrut 1987, s. 322; Karati, el-Furuk, Beyrut ty.
. (Aı.emü'l-Kütüb), II, 130-131; İbnü'l-Kayyım, i'lamu'l-muvakkıfn an Rabbi'l-alemfn, Bey-
rut 1991, I, 251.; Şatıbi, el-Muvafakatfi usıili'ş-şeria, Beyrut 1991, IV, 66.
ıı Cüveyni, el-Burhan, ı, 295.
12 Cüveyni, el-Burhan, Il, 934; bk. iz b. Abdisselam, el-Fevfıid ft ihtisari'l-kavaid (el-
Kavaidü's-suğra), Kahire 1988, s. 91.
13 Şatıbi, el-Muvafakat, ıv, 76.
36 MODERN ÇAGDA FIKHIN ANLAM ve İŞLEVİ .
14 Bazı örnekler için bk. Karafi, el-Fun1k, II, 32 vd.; Şatıbi, el-İ'tisam, Beyrut 1991, s. 354-
363; İbn Abidin, "Neşru'l-arffi bindi ba'dı'l-ahkam ale'l-urf', MecmOatü'r-rasail, istan-
bul1320, ll, 114 vd.; Mustafa Ahmed Zerka, el-Medhalü'l-fikhiyyü'l-am, Dımaşk 1967,
ll, 917 vd; Fethi Dirini, el-Menahicü'l-usuliyye ft'l-ictihad bi'r-re'y, Beyrut 1997, s. 487-
493.
ıs Karati, Şerh u Tenkfhi'l-fusul, Kah i re 1993, s. 448.
16 Şatıbl, el-Muvafakat, ıı. 233; Şatıbi, el-/'tisam, s. 371.
ı7 Cüveyni, el-Burhan, Il, 1338; Zencani, Tahrfcü'l-fun1, s. 320:
1e Cüveyni, age., II, 927: ö.ıs.Wl c}!-1 ._,.~ı .!l; ~<ıı ö.ıs.l1lı r~l...o ı~ı ~ ,;LS' .:ıı.,.,; .;;..ı ._,.~ı .:ıi
~1
19 Bk. İbrahim Kafi Dönmez, "Kur'an'ın Anlaşılmasında Hukuk Felsefesi ve Metodolojisi
İncelemelerinin Katkısı", Fıkıh Usülü incelemeleri, istanbul2014, s. 92.
ıo Bu noktada İmam Şafii'nin şu sözünü de iktihas edebiliriz: ~"/;) ~ ç\l; &_,~ .;ıf~ ju ,:;;
.~~ ~ıı,e c;_ı;.?..jı .;1 t! h_; .;ıT)iı ı!~; el-Om, Beyrut 1993, IV, 323.
FIKIH USULÜNE DAiR MODERN TARTIŞMALAR 37
başka bir varlık haline gelmesine yol açabilir. Fakat bu kaygılar, gaijtele-
olojik yorumların bütünüyle terki veya o tür yorumların tebliğde savunul-
duğu gibi sadece zaruret anına tahsisi gibi bir daraltmaya gitmeyi haklı
göstermeye yetmez. Zira belli ve kabul edilebilir metodolajik ilkeler doğ
rultusunda bir hikmet-maslahat-makasıd yorumu yapmak imkan dahilin-
dedir ve bunun örnekleri de tarih boyunca sergilenmiştir. Fakat korumacı
refleks, ne yazık ki, bu yorum yönteminin gelişmesine ve fikhın daha da
canlı bir hukuk sistemi haline gelmesine engel olmuştur. Kıymetli hocamız
İbrahim Kafi Dönmez'in ifadesiyle:
"Lafız unsuru üzerindeki incelemelerin gaye unsurunu ihmal veya terk
sonucunu doğuran bir boyut kazanmasının, hatta Iafız bahislerinde gelişti
rilen kuralların sihirli değnek gibi görülmeye başlanmasının bu konuda ve-
rilen emekterin heder olmasına yol açabileceği de dikkatten kaçırılmama
lıdır."21
4:.;J4Wı) kaynağı olarak kabul edilebilir. Bu noktada, bir taraftan Yüce Al-
lah'ınCc.c.) böyle bir topluluğa vadettiği lütufkar hidayeti;26 diğer taraftan
Hz. Peygamber'in Cs.a.), müslüman toplumun hata üzerinde birleşmeye
ceği yönündeki müjdesi27 de fakihlere cesaret verecektir.
24 el-Mustasfa, s. 179.
25 Yukarıdaki yaklaşımlar için b k Ahmet Yaman, "Makasıd Merkezli Kur'an-Sünnet ve is-
lam Anlayışı: imkanlar, Sınırlar ve Sorunlar", Makasıdf Tefsir Kur'an-ı Kerfm'i Amaç ve
Hikmet Eksenli Anlamak, istanbul 2018, s. 129-163.
·26 Bakara 2/143; Aıü İmran 3/110; Tevbe 9/16.
27 Bu müjdenin manevi mütevatir derecesinde bir değer taşıdıgına dair yorumlar için bk.
Şafii, er-Risale, Kah ire ı 979, s. 4 72; Şafii, el-Üm, VII, 464; Cessas, el-Fusa/ ft'l-usa/, Ku-
veyt 1994, III, 265; Gazzall, el-Mustasfa, s. 138-139.
FIKIR USULÜNE DAİR MODERNTARTIŞMALAR 39
hal böyle olunca fıkıh usı1lü görevini tamamlamış; unun u eleyip eleğini as-
mıştır. Şimdi olsa olsa bir mezhebin furu sistematiğine ve fetva usulüne
bağlı olarak tahric yoluyla hüküm tesis edilebilir.
Söz konusu iddia birçok açıdan isabetli değildir. Hem bu mübarek usaı
i fıkıh ilminin tarihi gelişimi, hem fukahamızın ona bakış ve konumlandırış
şekli hem de günümüz pratikleri bize hakikatin, bambaşka bir şey oldu-
ğunu göstermektedir. Şöyle ki:
Şu andaki bilgilerimiz itibariyle bize intikal eden ilk fıkıh usulü eseri
olan er-Risale'nin yazıhş gayesi, geçmişi tasvir değil; geleceği inşadır. Bi-
lindiği gibi imam Şafii, tanınmış hadis hafızı ve fıkıh alimi Abdurrahman b.
el-Mehdi'nin (ö. 198/813-14) kendisinden Bağdat'tayken Kur'an-ı Kerim'i
yorumlama yöntemlerini, sünnetin-haberin dindeki konumunu, icmanın
hücciyyetini, nesih vb. konuları açıklamasını istemesi üzerine bu eserini
kaleme almıştır.
Abdurrahman b. el-Mehdi'ye mektup gibi gönderdiği için er-Risale
adını alacak olan eserini Mısır'a intikalinden sonra tekrar tertip etmiştir.
Bu eseriyle Şafii, geçmişe dönük bir tespitte bulunmamış, hocalarından
tevarüs ettiği ilim geleneğine bağlı olarak nasların nasıl anlaşılması gerek-
tiğine dair vizyoner bir metodoloji sunmuştur. Dolayısıyla yazılan bu ilk
eserin, İmam Şafii'nin furfi görüşlerini ortaya koyduktan sonra bunların
gerekçelerini ve metodolojisini ortaya koyabilmek için hazırlandığı; bu se-
beple de geriye dönük bir çalışma hüviyeti taşıdığı iddiası temelsiz kal-
maktadır. Kaldı ki, Şafii, er-Risa/e'yi furu görüşlerini nihai olarak ortaya
koymadan önce -ki bunu Mısır'qa yaptı- Bağdat'ta kaleme almıştır. Her ne
kadar Mısır'da iken yeniden gözden geçirmişse de araştırmacılar, kadim
ve cedid diye nitelenen er-Risale'ler arasında önemli bir fark bulunmadı
ğını söylemektedirler.28
ıa Bk. Bilal Aybakan, İmam Şafii ve Fıkıh Düşüncesinin Mezhep/eşmesi, istanbul 2007, s.
128 ve buradaki atıflar. Ayrıca b k. Adnan Koşum, "İmam Şafii'nin er-Risale'sini Yazdığı
Ortam ve er-Risale'ye Etki ve Yansımaları", Diyanet İ/mf Dergi, L/2 (2014), s. 23-42.
Imam Şafii'nin kitaplarının yazım süreci için bk. İbn Hacer, Tevd/i't- te'sfs li meiilf Mu-
hammed b. İdrfs, Beyrut 1986, s. 147-157.
40 MODERN ÇAGDA FIKHIN ANLAM ve İŞLEVİ ·
29 TQfi, Şerlıu Muhtasari'r-Ravda, Beyrut 1987, I, 114 vd.; İbn Emir Hac, et-Takrir ve't-
tahbir, Beyrut 1983, I, 27. ·
30 Özellikle bk. ibn Emir Hac, et-Takrfr ve't-tahbfr, III, 339-340; Süyıltl, er-Red ala men
ablede ile'I-arz ve cehile enne'l-fctfhade ft kül/i aşrin farz, Beyrut 1983; Ensari,
Fevatihu'r-rahamfit, Beyrut 2002, ll, 431-432.
3ı Sadruşşeria, et-Tavdfh (et-Telvfh şerhu't-Tavdflı ile birlikte), Mısır ty (Mektebe Sabth),
ı. 36:
,,,il~ ııa~ı ~u 'ıla~' ':1 '..:!..!i, us
ı..r-: ' - ,,.A·:-
..,...,- ' v-'.P-. ı:Zı' ~·~ıli.)~,-
;)
ıli~iı- ı.:!..!i, t,. ~~ J~ ,:,1 :ı! '• ':1-
' ~ ' ~ ....,-:- ~ • - ·- ~
4ı cS~l~.P jSJ :&ı ~J u_~;. ~i ı$b 4ı cS~j '~ !IŞ~ eiJ ~~ ılı J~ iladı)~~ J_;j ô~
J' h f; -im~~
- ' - .wıı
.. ! • - • -· ' • - .,
- , , J'
J ' •
~u
, • ~ ')\.._.;s-
; ~• &ı..o.Wt '···-.)ı ~
~ ~ı·.~ i.:.iillt
-, ~~eS~~~-
-, ili~-~-
•, , v~ .7V'"
jı. J~- 'l•J .~~ l!~ ~.
. , q:
~~ us, v-'.P-.
J[.A':J ~iı ~~<;il. d.iı tl.~~ J~~ dı:. ılı hi ~4··~1 ' ~~
ı.:r .. r, 1"'7 r . , ':J- ~ ..s- - • -~ ---
.ıiadı (.;-.
0i -- -~ ~~, ıs- <~<iıılı J~ : ;;!..:,, -~-
-- - ':1 ~ '"' ci,;ı-., ~.)~'
.) ıs- -- ~ ~ eı.S:>.tı~., 1"'7
~u, J!. 6laiı
-
z,~- !J.J,
- -
.••:!..!it .W~ l- ll.b. iiHiı.W~ 'ı~•ı t'~.&:~ :ıH~
~ ' ı.f~ -- - - - • ' . -•
FIKIR USULÜNE DAİR MODERN TARTIŞMALAR 41
32 Gaznevi, el-Havi'l-kudsf, Dımaşk-Beyrut 2011, Il, 562; ayrıca bk Alim b. Ala, el-Fetavfı't
Tatarhôniyye, Haydarabact Dekken ty. (Meclis Dairati'l-Mearifi'l-·Osmaniyye), ı, 83;
Mehmed Fıkht Efendi, Ris{Jle jf edebi'l-müftf, Samsun 2009, s. 64; İbn Abi din, ""Şerhu'l
Manzılmeti'l-müsemmat bi Ukıldi Resmi'l-müfti", Mecmaatü'r-Resail, İstanbul 1320, I,
33.
33 Kendisine Tahavi'nin "Ey Ka di!" diye hitap etmesine bakılırsa bu kişi Şafii müctehidi ve
Mısır kadısı Ebu Ubeyd Ali b. el-Hüseyn el-Bağdadi (ö. 319/931) olmalıdır. bk Ali Os-
man Ateş, "Eb ıl Ubeyd el-Kadi", DİA, X, 249.
34 İbn Hacer, Rafu'l-ısr an kudat Mısır, Kahire 1998, s. 273.:
:~ ~ -~ ~~ J_,9 ılı ~ ıJ Jw .~L.. ~ t.J! ~ı; .JıWı,. ~p~ ~ y.i ~IS' :~Ş_,I.:>t.klı Jl!
J. Jw ~
-... ~!.. ~ JA_, :~ ~ .i •!ö· i:!..ı~ I.A :J\3 -~.. J~i ~ y.i .U\! I.A JS' _,ı c.s"'IAl'
- ı@
-~ Jf
3s bk Davut İltaş, "Tahavi", DİA, XXXIX, 388-389.
42 MODERN ÇACiDA FIKHIN ANLAM ve İŞLEVİ .
tevil ettiklerine hamledilir. Bunların hepsi bir dellie bağlı olarak yapılabilir." 36
cümleleriyle tanınan Hanefi alim Ebu'l-Hasan el-Kerhi'nin (ö. 340/9 52) bu
kuralların devamında sevk ettiği bir başka kural da calib-i dikkattir:
"Mezhebe ait kitaplarda tam cevabı veya benzeri bir örneği bulunarnayan
yeni bir mesele ile karşıtaşıldığında bunun hükmü, tıpkı mezhep kurucula-
rının yaptığı gibi Kitap, Sünnet ve kuvvet sırasına göre diğer deliliere bakı
larak istinbat edilmelidir. Zira bir hüküm bu asılların/delillerin dışında
başka bir yerde bulunmaz. Mezhepte yerleşik olan meseleler nasıl ki bu
asıllardan çıkarıldıysa yeni hadiselerin hükümleri de bunlardan çıkarıla
caktır."J7
36 Kerhi, Risôle fi'l-usa/, DebQsi'nin (?) Te'sisü'n-nazar'ının sonunda, İstanbul 1990, s. 169-
170.
37 Kerhi, Risôle ft'l-usaı, s. ı 73:
lA~ ,y \<Şiy. ~ ~~ 4.1 ı.j-?. .u\! ~.:ı~-' ~ ~ ~J ı,.ıy. ~ JJjı.l ~ fJ c.:,..ojJ '~! ~.)\J..\ ~ı J.-.>'11
öJ_,AI.I Jıl....l.\9 .J_,....'Jı o..U. ~ J.Mi.':l·.U\! c..sj':ll! c..sj'Jı y> ll 1!.1!~ .;}- Jl Wl ,y ,i yl:S:ll ,y lo!
Aynı yaklaşım tarzını yaklaşık üç asır sonra Şafii allame Sa'deddin et-
Teftazant (ö. 792/1390) bir Hanefi usulü olan et-Tavdfh üzerine yazdığı
et-Telvfh isimli haşiyesinde; 41 altı asır sonra Osmanlı fetva emini Antepli
Mehmed Fıkht Efendi (ö. 1147/1735) Risale fi edebi'l-müftf isimli fetva
usUlü kitabında42 hemen hemen aynı kelimelerle tekrarlamışlardır.
Çok yönlü Osmanlı alimi, Hanefi fakihi ve Mekke müftüsü Pinzade İb
rahim (ö. 1099/1688), sonraki fakihlerin kendilerince daha zahir olan bir
takım delil ve gerekçelere dayanarak mezhebin kurucuianna muhalefet
ettiklerini söylerken43 adeta bu muhalefeti yapanlar tarafından saha be dö-
nemindeki yöntemlerin kullanıldığını; yani kaynaklardan istinbat faaliye-
tinin devam ettiğini de söylemiş olmaktadır.
44 b k. Kaşif Harndi Okur, Osmanlılarda Fıkıh Usulü Çalışmaları Hadimf Örne.ği, Istanbul ty.
(Mizan Yayınevi), s. 80-84; 167-182.
45 Hadimi, "Risale ala hazariyyeti'd-duhan", Mecmıiatü'r-rasail, istanbul 1302, s. 234:
IA1k.o ~~.:ro ASJJ r.ı.;. ~~cil.)~ ~-' ı.. _rı.;- <J 4f.ı 4!U.ı <J ~ı J. ıJ~ ~ı u#~! .,..ı_,
..rJı 4l ':i.lS"~_rJ ı ..:.ı~)2.J ı ıJaAı <J ~~ ll'wı ~l4.Wı )2.;1 lılJ o.J.;.Ij .JaAı· <J .ıJy.) ~ .)j
46 ilk teorileştirme örneklerinden biri olarak bk. Cessas, el-Fusü/ fi'l-usul, III, 35 vd.
FIKIH USULÜNE DAİR MODERNTARTIŞMALAR 45
Mısİr'daki yeni döneminin ürünleri olan er-Risale ile el-Üm' deki bu apa-
çık müsbet yaklaşırnma rağmen sonraki bazı. Şam usfılcüler, Cüveynl'nin
de tesiriyleS3 olşa gerek, İmam Şafii'nin kavl-i ced!dinde sahab! kavlini
hüccet saymadığı nı söylemişlerdir. Nitekim Gazzall de sahabi kavlini, ma-
nidar bir tercilıle "Mevhum Del iller" yani 'asli olmadığı halde asllymiş gibi
zannedi!en deliller' başlığı altında ele almıştır.5 4 Daha sonraları bir başka
Şafii usulcü Cemaleddin el-İsnev! ise (ö. 772/1370) bazı usulcülerin imam
Şafii'nin sahabe kavli konusundaki tutumunu karıştırdıklarını söyleyecek-
ti.r. ss
52 Şafii,
el-üm, VII, 452.
53 Cüveynt, el-Varakat (Müt:Un usuliyye mühimme içinde), Kahire ı993, s. 45; Cüveyni', el-
Burhan, Il ı360-ı362. Cüveyni bu son eserinde İmam Şafii'nin sadece aklın kavrama
ve değerlendirme alanına girmeyen konularda (ı..!'l,i\1 ......ı~ 1.-.J) saha be kavlini delil ola-
rak kabul ettiğini söyler.
54 Gazzali, el-Mustasfii, s. ı 70- ı 71. Ayrıca bk. Zencani, Tahricü'l-furiı ale'l-usul, s. ı 79.
ss İsnevi, et-TemhidJi tahrici'l-.furu ale'l-usiil, Beyrut ı 987, s. 50ı.
FIKIH USULÜNE DAİR MODERN TARTIŞMALAR 47
61 Tuncay Başoğlu, "Fıkıh Usulünde Fahreddin er-Razi Mektebi", İsliim Düşüncesinin Dö-
nüşüm Çağında Fahreddin er~Riizf (ed. Ömer Türker-Osman Demir), İstanbul 2013, s.
244.
62 Pehlül Düzenli, Şeyhulisiii m Ebussuud Efendi ve Fetva/arı, İstanbul 2012, s. 388.
63 Hadiml, "Risiile ala hazariyyeti'd-duhiin", s. 234-235.
FIKIH USULÜNE DAİR MODERN TARTIŞMALAR 49
3. Altına dayalı kira sertifikası (sükt1k) konusunda bey' bi'l-vefa ile bey'
bi'l-istiğlal ictihadlarından hareket edilmiştir:
"Devletin son zamanlarda çıkardığı altına dayalı kira sertifikası uygula-
ması, belli miktarda altın birikimine sahip bir kimsenin, bu meblağ karşılı
ğında bir varlığı (gayrimenkul) ya da hisseyi belli süre sonra geri sa tabilm e
ya da devir hakkı saklı kalmak kaydıyla devletten satın alması ve ardından
devlete kiralaması işleminden ibarettir. Dolayısıyla altın kira sertifikasına
sahip olan bir kimse; devletten satın alıp yine devlete kiralamış olduğu bir
varlığa ait mülkiyeti temsil eden belgeye sahip olmakta ve belirlenen kira
bedelini almaktadır. Üzerinde anlaşılan vadenin bitiminde ise devlet, ser-
tifika karşılığında almış olduğu altını, sertifika sahibine aynı miktarda fiziki
olarak teslim etmek, hesabına yatırmak ya da o günkü değeri üzerinden
nakit olarak geri vermek suretiyle malı ondan satın almakta.dır. Fıkıh lite-
ratüründe, bir malı müşteriden bizzat kiralamak ve bedeli iade edildiğinde
de geri almak üzere yapılan satışa "bey' bi'l-istiğlal" adı verilmiştir (Me-
celle, md. l l 9). Vefa yoluyla satış ve icareden mürekkep bir akit olarak ka-
bul edilen bu muamele hakkında farklı yaklaşımlar ileri sürülmüş olmakla
birli~e, akde konu taşınınazın satışı ve tahliye yoluyla müşteriye teslimi
sonrasında müşteriden kiralanması halinde söz konusu muamelenin caiz
olacağı bazı alimler tarafından kabul görmüştür (Haskefi, Muhammed b.
Ali b. Muhammed, ed-Dürrü'l-Muhtar Şerh u Tenviri'l-Ebsar, Daru'l-Kütübi'l-
ilmiyye, Beyrut 2002, s. 449; Çatalcalı Ali Efendi, Fetava-yı Ali Efendi, Der-
saadet 1324, I, 300-301; Ali Haydar EfendihHocaeminefendizade, Düreru'l-
Hükkam Şerhu Mecelleti'l-Ahkam, DiB, İstanbul 2016, I, 781; ö. Nasuhi Bil-
men, Hukukı İslamiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, Bilmen Yayınevi, İs
tanbul ts., VI, 127-128). Buna göre, yukarıda işleyişi anlatılan altına dayalı
gayrimenkul kira sertifikası uygulamasında -verilen altınların birebir
gram hesabı karşılığında yatırımcıya gayr-ı menkul hissesi satılması ve sa-
hipliğe dayalı kira sertifikası olması şartıyla- fıkhl açıdan herhangi bir sa-
kınca bulunmamaktadır." 66
İkinci yolla ise, eğer buna yani tahrice dayalı hüküm tesisine imkan
bulunarnazsa istinbatjinşaf ictihad yoluyla fetva ısdar edilmektedir. Bu
da tabiatıyla fıkıh usülü ve fıkhın genel kuralları çerçevesinde olmak-
tadır. Dijital kripto paralar fetvasında olduğu gibi:
"Kullanıcılar arasında değişim ya da kıymet ölçüsü olarak genel kabul
gören, kaynağı itibariyle kullanıcılara güven veren her türlü paranın kulla-
nımı caizdir.
Bu noktada önemli olan husus, para olarak bilinen değişim aracının
kendi özünde; yani üretim şeklinde, sürüm aşamalarında ve muhataplık ni-
teliğinde büyük belirsizlik (garar) içerip içermemesi, bir aldatma (tağrir)
aracı olarak kullanılıp kullanılmaması ve belli bir kesimin haksız ve sebep-
siz zenginleşmesine vesile olup olmamasıdır.
Son yıllarda ortaya çıkan ve birçok çeşidi bulunan, dijital-kripto para-
lardan her birini kullanmanın hükmünü yukarıdaki genel ilkeler doğrultu
sunda değerlendirmek gerekir.
Buna göre kendi özünde ciddi belirsizlikler taşıyan, aldanma .ve al-
datma riski ileri düzeyde olan, dolayısıyla herhangi bir güvencesi bulun-
mayan ve kamuoyunda saadet zinciri olarak bilinen uygulamalar gibi :be-
lirli kesimlerin haksız ve sebepsiz zenginleşmesine yol açan dijital krip~o
paralarm kullanımı caiz değildir." 67
Sonuç itibariyle ben burada iki noktanın altını çizmiş oldum:
1. Kurul halindeki toplu çabalarla nasların ve onların ortaya koyduğu
hukuk düzeninin bir bütün halinde tek tek incelenmesinden/istikrasın
dan elde edilecek belli ilke ve ölçülere bağlı olarak nasların gaijteleolojik
yorumu mümkün ve hatta gereklidir.
2. Fıkıh usulü, sadece mezheplerin oluşum süreçlerini metodolojik açı
dan hikaye eden, olup biteni kayda geçiren ve bu sebeple de yüzü geçmişe
dönük olup işlevini yitirmiş bir ilim değil; aksine hayat devam ettiği sürece
meyvelerini verecek ve üstelik gelişime de açık olan capcanlı ve işlevsel
bir kaynak ve yöntem bilimi dir. Her yer ve konuda olduğu gibi burada da
en doğrusunu Yüce Allah bilir.
-Soru ve Cevaplar-
Süleyman KAYA•
Tebliğin
genel olarak, müslüman alimierin karşılaştıkları meselelerin
çözümünde, fıkhi hüküm üretmede fıkıh usUlünü kullandıkları varsayı-
Soner DUMAN*
Prof: Dr. Mehmet Boynukahn, modern çağda ictihad kapısının açılma
sına yönelik tartışmalardan söz ederken "çağdaş usı1l çalışmalarının bir-
çoğunda klasik dönemin sonlarında yaygınl aşan taklit ruhu ve mezhep ta-
assubu terk edilmiştir" demektedir.
Bu ifadeler, modern zamanlarda yazılan bazı "İslam Hukuk Tarihi" ki-
taplarında savunulan görüş olup gerçeği yansıtmamaktadır. Zira İslam'ın
orta çağları boyunca hakikatte ictihad kapısı kapanmadığı gibi ictihad fa-
aliyeti de hiçbir zaman sekteye uğramamıştır. Şu var ki mezheplerin ku-
rumsal bir kimlik kazanmasıyla birlikte ictihad faaliyetinin şekli ve seyri
değişmiş, her defasında doğrudan naslara müracaatla sıfırdan hüküm çı
karma (kurucu ictihad) yerine, ilk dönemden beri üzerinde tartışılmış, de-
lilleri ortaya kon ulmuş hükümleri temellendirme, boşluklarını doldurma,
yeni meselelere uyarlama şeklinde mezhep içi istidlal faaliyeti söz konusu
olmuştur.
Boynukalın tebliğinde "belli bir mezhebe veya bir müçtehide her me-
selede bağlı kalmayı vacip görmek, aklı ve fıkhı donukluğa ve alimleri ta-
assuba götürmektedir" demektedir. "Aşırı" olarak nitelendirilebilecek bu
türden bir görüşü fıkıh tarihinde savunanlar olmuşsa da genel anlamıyla
mezhep müntesipleri bu görüşü savunmamışlardır. Hanefi mezhebi örne-
ğinden hareketle konuşacak olursak hiçbir Hanefi mezhebi mensubu,
mezhebin kurucu imaını olan Ebu Hanife'ye her meselede bağlı kalmayı
vacip görmemiş, pek çok meselede onun öğrencileri olan Ebu Yusuf ve
İmam Muhammed'in görüşlerini tercih etmişler, dahası yeni gelişen du-
rumlara bağlı olarak kurucu jmamların tümünün görüşlerini terk edebil-
mişlerdir. Nitekim İbn Abidin, Uqudu resmi'l-müftl adlı eserinde kurucu
imama muhalefetin söz konusu olduğu durumları ayrıntılı bir şekilde ve
örnekleriyle ortaya koymuştur.
Mezhep meselesi söz konusu olduğunda bir ifrat, diğeri tefrit olmak
üzere iki aş ın görüşten ve bir de bunların ortasında "itidal" olarak nitelen-
meyi hak eden orta yolcu bir görüşten söz etmek mümkündür. İfrat görüş,
yazarın da belirttiği gibi mezhebi din gibi görerek her meselede ona uy-
mayı vacip görmektir. Buna karşılık mezhepleri yok sayan, hertaraf et-
meye çalışan ve bunlara il)tisabı caiz görmeyen görüş de tefrit görüştür.
İtidal olarak nitelenmeyi hak eden görüş kanaatimizce şudur: İctihad ka-
biliyetine sahip olan bir Müslüman başkasım taklit etmeksizin kendi gö-
rüşlerini ortaya koyar. Onun için bir başka mezhebe bağlı olma durumun-
dan söz edilemez. Ancak vakıada her Müslüman ictihad kabiliyetine sahip
olamayacağından bu şekilde olan kimselerin karşılaştıkları dini mesele-
leri bilenlere sorması bir zorunluluktur. "Hep aynı bilene sormak'' dinen
Hacı YunusAPAYDIN•
Ben tebliğ ve yapılan müzakere vesilesiyle bir iki noktaya işaret etmek
istiyorum.
Değinmek istediğim konulardan birincisi, fıkıh usulünün işlevinin sa-
hih anlamı muhafaza amacıyla geriye dönük temellendirme olduğu şeklin-
deki tespitin aidiyeti meselesidir. ·
Ben yaklaşık yirmi sene önce fıkıh usulünün işleviyle ilgili olarak fıkıh
usulünün işlevininesasen "geriye dönük temellendirme" olduğu yönünde
bir tespit ve değerlendirmeyi yapıncayakadar Türkiye'deki hatta dünya-
daki din bilimciler özellikle fıkıhçı akademisyenler arasında bu konuda
dile getirilen bir sorun yoktu ve hemen herkes usulün bir hüküm istinbat
yöntemi olduğunu düşünüyordu.
Bizim bu tespitimizden sonra bazı arkadaşlar bunu tamamen isabetli
bulup benimserken, bazıları tamamen karşı çıkıp usulün bir hüküm İstin
bat yöntemi olduğu anlayışını sürdürdül er, bazıları da kısmen haklı bul-
dular. Kısmen haklı bulanlar da fıkıh usulünün geriye dönük temellen-
dirme boyutu olmakla birlikte ileriye yönelik istinbat boyutunun da bu-
lunduğunu söylediler. Kısmen haklı bulanlar arasında hangi boyutı.ı.n. daha
önemli ve öncelikli olduğu konusunda farklı yaklaşımlar ortaya çıktı. Bü-
tün bunlar bizim tespitimizin araştırmacıları hiç değilse fıkıh usulünün iş
levi üzerinde yeniden düşünmeye sevk ve teşvik ettiğini gösteriyor.
Fıkıh usulünün işlevine ilişkin olarakyaptığım tespitin isabetli·olup ol-
madığı konusunu bir tarafa bırakarak şunu söyleyeyim. "Fıkıh usulünün
geriye dönük temellendirme boyutu var ama ..." diyenler, hatta bu cümle
içerisine bana yönelik eleştiri gizleyenler yine benim tespitimden hareket
etmiş oluyorlar. Bu arkadaşlar belki o tespiti revize ediyorlar, eksiklerini
giderip geliştiriyorlar bu ayrı bir konu; ama nihayetinde bütün bunlar bi-
zim yaptığımız tespit üzerinden yapılıyor. Affımza ve anlayışınıza sığına
rak bu noktayı burada belirtme ihtiyacı duydum. Lütfen bu başka şekilde
yorumlanmasın; ben·hem etik ve estetik açıdan hem akademik açıdan dik- · ·
kat edilmesi gerekli bir noktaya dikkat çekmeye çalışıyorum.
Benim fıkıh usulünün işleviyle ilgili olarak söylediğim şey esas itiba-
riyle şuydu: Fıkıh usulünün temel işlevi sahih anlamın muhafazasıdır. Sa-
hih anlamın muhafazası da ilki geriye dönük temellendirme, ikincisi ile-
riye yönelik denetleme olmak üzere iki şekilde gerçekleşir. Bakınız de-
ğerli dostlar! Temel metin dediğimiz Kur'an-ı Kerim, -nas diyelim isterse-
niz,- nihai tahlilde bir hitaptır, bir peygamber üzerinden bir topluma ya-
pılmış bir hitap. Bu hitabın bir dili vardır ve bu dil Arap dilidir. Şimdi bu
hitabın yetkili açıklayıcısı olan Peygamber tarafından bu hitabı gönderen
Şari Tealanın m uradına uygun olarak onu yansıtacak şekilde anlaşılmış ve
uygulanmış olduğunu kabu.l etmek durumundayız. Eğer .bu hitabın Hz.
Peygamber tarafından aniaşılıp uygulandığını, hayata geçirildiğini kabul
etmezsek bu kitabı her değişen zaman ve zemin içerisinde her türlü yeni-
den anlamanın malzemesi haline getiririz. Ve sahih anlam dediğimiz şey
ortadan kalkar. Fıkıh usulünün işlevinin sahih anlamın muhafazasına yö-
nelik olquğunu öne sürerken zihnimin gerisinde yatan temel endişe ·
buydu. Temel görev sahih anlamın korunması ve tahrifin önlenmesidir.
Tarihsel tecrübede bu görev fıkıh usulü yoluyla yerine getirilmiştir. Bu iti-
barla belki artık fıkıh usulünü sadece fıkha özgülemekten bile vazgeçmek
ve onu gerek inanç gerek ahlak gerekse fıkıh/hukuk alanında herkesin bir
ayağının üzerinde olması gereken bir zemin olarak kurgulamak gerekiyor.
Fıkıh usulünün işlevi sahih anlamın korunmasına özgülenince, onun
anlamanın usulü değil, anlamı muhafazanın usulü olduğu söylenince, do-
ğal olarak akıllara "O zaman fukaha hayat olaylarını nasıl çözdüler?" so-
rusu geliyor. Bu soruya ise biz "ekol sistematiği" ile cevap verdik
Bu bağlamda hepimiz için geçerli olan bir noktaya daha işaret etmeden
geçemeyeceğim. Bazı şeyleri anlamamız ve ez beri erimizden vazgeçmemiz
zaman alabiliyor. Bu bir ölçüde normal bir durum aslında. On sene kadar
oluyor ilk defa büyük bir toplantıda Kızılcahamam'da şifahen ictihad ve
ifta ayrımı üzerinde durmuştum. Diyanet İşleri Başkanlığının, özellikle o
· zamanki başkan sayın Görmez'in talimatıyla fetva usulü hazırlatma pro-
jesi kapsamında Din İşleri Yüksek Kurulu üyelerinin bir kısmının katılı
mıyla yapılan toplantıda da bu çalışmanın ictihad-fetva ayrımı gözetilerek
yapılmasının isabetli olacağını dile getirmiştim. Bir meslektaşımız -bu ay-
rımın mahiyetini o vakit anlamamış olmasından mıdır, başka bir sebepten
midir bilinmez- her iki toplantıda da katılımcıların huzurunda bu ayrımın
yanlış olduğunu, böyle bir ayrım yapılamayacağını, ictihad ve fetvanın
aynı şey olduğunu ısrarla dile getirmiş, fakat her ne hikmetse daha sonra
yazdığı kitaba bu ayrımı sessizce iliştirmişti. Bugün buradaki toplantıda
başta kabul etmeyip eleştirdiği bir görüşü sonradan kitabında neden
kendi görüşüymüş gibi zikrettiği hususu dile getirilince de "Baktığınız
yere göre değişir." mealinde bir cevap vermiştir. Cevabın kendisi de çok
su götürür ama ben sadece keşke bu cevabı benim yaptığım ayrıma karşı
58 MODERN ÇAGDA FIKHIN ANLAM ve İŞLEVİ
lan müzakerelerde aslında ictihad ile fetvanın teoride aynı şeyler oldu-
ğunu savunmuş, sonra yazdığım Fetva Us.ulü ve Adabı kitabında da başlan
gıçta böyle olduğunu fakat sonraları fetvanın ictihaddan farklı bir eylem
haline geldiğini söylemiştim.
Bunu söyleyerek daha önce durduğum yerden başka bir yere gelmiş
veya doğruyu bulmuş değilim. İctihad ve fetvanın aynı şey mi yoksa birbi-
rinden ayrı şeyler mi olduğu, meseleye nereden baktığımza göre değişebi
lecek bir konudur. Fotoğrafı nereden ve hangi perspektiften çektiğinize
göre buna farklı cevaplar verebilirsiniz. Bilindiği üzere ictihad, müctehi-
din bir arneli meselenin hülanü haklanda bütün gücünü sarf ederek ulaş
tığı zandır. Fetva ise ulaştığı bu zannı önündeki somut olaya uygulaması
dır. Sahabe ve selef zamanında, fıkhın kurucu imamlarının ve nesillerinin
yaşadığı dönemlerde bu ikisi aynı niteliğe sahipti. Müfti zaten müctehiddi;
müctehid de aynı zamanda müftl idi. Bir diğer ifadeyle ictihad bir hüküm
istinbatı iken ifta -yine kurucu dönemler itibariyle- önce hüküm istinbatı
sonra bu hükmün soru sorana i'lam ve ihbarı yani bildirilmesidir.
İfta ile ictihad arasındaki bu çok yakın ilişki sebebiyle ilk dönemlerde
müftinin aynı zamanda müctehid olduğu/olması gerektiği üzerinde ıs
rarla durulmuştur. Dolayısıyla fetva ile ictihad da aynı şeydi. Hatta bir
adım ötede fetvanın ictihaddan (ictihadın fetvadan değil) daha fazla nite-
lik gerektiren bir ilmi faaliyet olduğunu söyleyenler bile olmuştur. Çünkü
iftada, ictihad yeterliliklerine ilave olarak somut olayın ayrıntılarıyla kav-
ranmpsı; nas, icma veya ictihadla belirlenmiş hükmün bu olaya uygunlu-
ğunun kesinleştirilmesi, müsteftinin ve toplumun tanınması, hakim olan
örf, telakki ve adetlerin bilinmesi de gereklidir.
Fakat müstakil ictihad faaliyetinin neredeyse sona erdiği ve mezheple-
rin istikrar bulup ibadet ve muamelatın artık belli bir mezhep disiplini
içinde çözümlenip yaşandığı beş ve altıncı yüzyıldan itibaren ictihad ile
ifta, birbirinden ayrı ilmi faaliyetler olarak görülmeye başlanmıştır. Bu
yüzyıllardan itibaren ifta, mezhepteki hükmün aktanını yani sorusu olan
kişiye (müsteftiye) mezhebin istikrar bulmuş görüşünü nakletme işi ola-
rak anlaşılır olmuştur. · ·
Dolayısıyla meseleye nereden ve hangi zaman diliminden baktığımza
göre; fotoğrafı hangi perspektiften çektiğinize göre değişik yorumlar ya-
pabilirsiniz. Yoksa bendeniz, önce ietihad ile fetvanın ayn ı şeyler olduğunu
söyleyip daha sonra "aslında bunlar birbirinden ayrı şeylermiş" diyerek
başkasının ta başta söylediği "doğru"yu bulmuş değilim.
FIKIH USULÜNE DAİR MODERN TARTIŞMALAR 61
yaptığını düşünmemiz lazım. Debusi Hanefi bir usulcü, hatta Hanefi usu-
lünün kurucularından birisi olduğunu bildiğimiz önemli bir zat. Demek ki
bu büyük alimler mezhebe intisapla mezhep taassubunu birbirinden ayı
rabiliyorlar. Yeri geldiğinde toplumun ihtiyacını gördükleri zaman bir
mezhebe bağlı kalmayıp başka bir mezhebin usulünü de kimi zaman ter-
cih ederek hareket edebiliyorlar. Bu tercih ve ictihad işlemi sadece füru ile
alakah bir şey değildir; usulle de alakal ıdır. Tabii olarak usul ve füru iç içe
geçiyor; mecburen birinden diğerine intikal ediliyor. Dolayısıyla mezhep
içinde kalıp ictihad eden alimlerimiz olduğu gibi mezhep dışına çıkan
alimlerimiz de olmuştur.
Mesela İmam-ı Azam'ın talebelerinden İmaİn Ebu Yusuf, İmam Muham-
med ve onlardan sonra gelen Tahavi ve Kerhi gibi ilk asırlardaki fakihlerin
pek çok meselede mezhep dışına çıktıklarını, kimi zaman usul konusun-
daki farklı düşünceleri, kimi zaman da füru konusundaki farklı çıkarımlan
sebebiyle bunu yaptıklarını tesbit edebiliriz. Bu konuda daha detaylı çalış
malar yapılabilir. Furu ile usul birbirine hizmet eden, aynı ilmin iki dalı
olmaları hasebiyle birbiriyle irtibatlıdır. O yüzden de ictihad derken iki-
sini de kasdediyorum. Yani hem füru hem de usulde ictihadın mümkün ol-
duğunu, ehil olan alimierin bu tür tercihlerde bulunabileceğini söylüyo-
rum.
Belli bir dönemde fıkha taklit ruhunun hakim olduğu ve mezhep taas-
subunun yaygın olduğu da bir gerçek Bunu inkar ederek bir yere varama-
yız. Bunu da görmemiz lazım. Furu-i fıkıh kitaplarında bir mezhepten
başka bir mezhebe geçene tazir cezası verileceği, başka bir mezhebin
mensubunun arkasında namazın caiz olmayıp fasit olacağı gibi görüşlerle
Müslümanlar arasına tefrikarun girdiği, hatta bazen birbirini öldürecek
derecede çatışmaların olduğu maalesef tarihimizde bilinen şeyler. Benim
kastettiğim, eleştirdiğim şeyler bunlar. Kısacası, naslarda.n ve bir mezhe-
bin temelinde yatan delillerden kopuk bir fıkıhla bir yere varacağımızı ke-
sinlikle düşünmüyorum. Mezhebin temeline inmemiz lazım. Mezhebin te-
melini, naslarla olan irtibatını her daim sağlamamız ve canlı tutm;ımız la-
zım. Ancak bu anlayışla fıkhın asıl kaynaklarından koparılmadan ve bozul-
madan yenilenebileceğini ve her asrın problemlerine çözüm üretebilece-
ğini düşünüyorum. Hürmetlerimi arz ediyorum.