You are on page 1of 32

T.

C KOCAELİ ÜNİVERSİTESİ

TARİH BÖLÜMÜ

LİSANS TEZİ

YENİÇAĞIN BAŞLARINDA OSMANLI-VENEDİK


İLİŞKİLERİ

Hazırlayan: Mustafa Karabulut

Doç. Dr. Ersin Kırca

Mayıs 2023

1
İçindekiler

Giriş 3

Venediklilerle İlk İlişkiler 4

Cenevizlilerle İlk İlişkiler5

Venedik Tüccarları 7

Ticari Mallar 8

Venedik’le Savaş 10

Osmanlı’dan Venedik’e Giden Elçiler 13

Venedik Cumhuriyetinin Akdeniz’de Faaliyetleri 17

2
Giriş

Osmanlı-Venedik ilişkileri, ilk başlarda ticari ve askeri bir iş birliğine dayanan dostane tavırla

başlasa da daha sonraları Osmanlı Devleti’nin yükselişi zamanlarında ticari ve askeri bir

çatışmaya dönüşmüştür. Orta çağdan beri Akdeniz’in önde gelen bir deniz gücü olan Venedik

Cumhuriyeti, deniz ticaretiyle devletinin zenginliğini arttırmıştı. Osmanlı ise sahip olduğu

topraklarının büyüklüğü ve düzenli kara orduları sayesinde kuruluşundan beri Balkanlar’da ve

Akdeniz’de büyük devletlere karşı boy gösteriyordu. Venedik’in ve Osmanlı’nın bir gün karşı

karşıya gelmesi kaçınılmazdı. Fatih Sultan Mehmet devrinde devlet gücünü epey arttırmış,

Venedik’le yapılan savaş sonucunda galip gelmiş ve Venedik’e boyun eğdirmişti.

Osmanlıların bu hızlı yükselişi Venedik Senatosunu ve Onlar Konseyi’ni şaşırtmış, Doğu’yu

yani Osmanlı’yı anlamak için çeşitli girişimlerde bulunmuşlardı. Tarafların birbiriyle yaptığı

ticari ve askeri anlaşmalar, gelip giden elçiler, tüccarlar ve daha birçok alanda yaşanan

münasebetler aslında bir nevi Doğu’nun ve Batı’nın birbirini anlama çabasıdır. Venedik’in

sahip olduğu diplomatik kabiliyet sayesinde en sıkıntılı dönemlerde Osmanlı ile olan ilişkiler

rahatlatılmış, bu sayede en önemli iş olarak addettikleri ticaretin aksamaması sağlanmıştır.

Doğu’nun Batı’ya açılan kapısı ve ticaretin kalbinin attığı dönemin en büyük metropolü olan

İstanbul’un bu iki devlet arasında yaşanan siyasi ve ticari ilişkide başrol olduğu söylenebilir.

Bu tezde Venedik ve Osmanlı ilişkileri arasında yaşanan savaşlar, ticari misyonlar, taraflardan

gönderilen elçiler ve Akdeniz’de ki durum araştırılmıştır.

3
Venediklilerle ilk ilişkiler

Diplomasinin, kaba kuvvetten daha üstün bir yol olduğunu iyi bilen Venedikliler, Edirne’nin
fethi akabinde şehzade Murad’a tebrik için iki elçi yolladılar. Bu olay I. Murad’ın tahta
geçmesinden kısa bir süre önce gerçekleşmişti.1 Geleceğin sultanı ile yakın ilişkiler kurmak
isteyen Venedik Cumhuriyeti, iki devlet arasında yüzyıllar sürecek bir ilişkininde ilk
adımlarını atmıştı. Kuruluşundan itibaren deniz ticaretinin kalbi olan Venedik ile henüz
denizlerde pekte esamesi görünmeyen Osmanlı arasında cereyan eden görüşmeler her iki
devlet açısından da önem taşıyordu. Gaza politikası ile kısa sürede Anadolu’dan Gelibolu’ya
geçen ve Bizans İmparatorluğu gibi bir devletin Bursa, Edirne gibi büyük ticaret hacmi olan
şehirlerini zapt etmiş olan Osmanlılar, Akdeniz ticaretine yön veren Venediklilerin dikkatini
çekmişti. I. Murad’a gönderdikleri elçilerin yalnız tebrik için gitmediği, ondan ticaret
konusunda bazı haklar elde ettiği bilinmektedir.2 Her iki devlet için de ticaret hayati öneme
sahipti. Anadolu’nun batısında henüz yeni ortaya çıkan ve Bizans’ı tehdit eden, askeri ve
siyasi bir gelişme gösteren Osmanlı ile kuruluşundan bu yana deniz ticaretinin bir nevi hakimi
konumunda olan Venedikliler, gelecekte her ne kadar azılı iki düşman olacaksalar da bir o
kadar da birbirlerine muhtaçlardı. Venedik, gelişmiş gemi teknolojisi sayesinde dünyanın
önemli ticari merkezlerini iyi tanıyor ve buralardaki ticarette önemli bir pay sahibi
konumunda bulunuyordu. Osmanlılar ise Venedik’in ticaret yaptığı, artık Bizans’ın
yönetemediği büyük şehirleri ele geçirmeyi başarmış ve buralarda iyi bir idare kurmuştu ve
kendinden önceki ticareti de devam ettiriyordu. Fakat Osmanlı’nın çağdaşı devletlerde
görülmeyen bazı ticari yasaklamaları vardı ve bu zaman zaman tüccarlara sıkıntı yaratıyordu.
Öyle ki buna karşın, zamanın devletlerinden farklı bir ticari anlayışa sahip olan Osmanlılar
ithalatı serbest bırakıyor fakat ihracat üzerinde sıkı bir baskı rejimi uyguluyorlar ve hatta bazı
mallarda yasaklamalara gidiyorlardı.3 Yine de Osmanlı ülkesindeki ticaret her zaman canlıydı.
II. Mehmet devrinde, 1453’te şehrin fethi sırasında, İstanbul’un ticari hayatını korumak
amacıyla “Yeni payitahtının yeniden inşası ve imparatorluğun ekonomisi için hayati önem
taşıdığını” düşündüğü Pera’ya ayrı bir önem vermiştir.4 Bizans’tan beri Pera’da ikamet eden
Cenevizli ve Venedikli İtalyanlar, fetihten sonra da Bizans devrinde olduğu gibi Pera’da
1
Maria Pia Pedani, “Venedik”, TDV İslam Ansiklopedisi, c.43 (İstanbul: TDV Yay., 2013) s.44
2
Güner Doğan, Venediklü ile Dahi Sulh Oluna, 1. Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2017, s.21.
3
Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Sosyal ve Ekonomik Tarihi, 3.Baskı, Isparta, Fakülte Kitabevi, 2017, s.78.
4
Eric R. Dursteler, İstanbul’daki Venedikliler, çev. Taciser Ulaş Belge, 1.Baskı, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, 2012, s.214

4
kalmaya devam etmiş, geniş ticaret ağlarını buradan yönetmişlerdi. Özellikle Venedikliler, 14.
yüzyıldan beri Osmanlı İmparatorluğunda ticaret yapan “milletler” içerisinde birinci sırayı
işgal etmekteydiler.5 Osmanlı ülkesindeki Venedikli tüccarların ve her Venedik vatandaşının
sorumlusu balyos idi. Fethin akabinde iki taraf arasında imzalanan anlaşmada Venedik’ten
atanan balyosun geniş hakları vardı. Türk-Venedik antlaşmalarında önemli bir yer tutan bu
metin içinde balyosun statüsü şöyle belirlendi: Venedik Cumhuriyeti istediği şekilde
İstanbul’a balyos ile ailesini gönderebilir balyosun burada Venediklileri yönetme, başkanlık
etme ve yargılama hakkı vardır.6

Cenevizlilerle ilk ilişkiler


Osmanlı Devleti’nin erken zamanlarında ticari ve siyasi ilişki içerisinde olduğu bir diğer
İtalyan şehir devleti ise Ceneviz’di. Cenevizliler Ortaçağdan beri tıpkı rakibi oldukları
Venedikliler gibi deniz ticareti yapmaktaydılar ve Anadolu limanlarında onlardan daha
etkindiler. Devletin kuruluş safhasında, Osmanlı hanedanı ve onların taraftarları, sık sık
Cenevizliler ve diğer Avrupalı ticaret şehir devletleriyle karşı karşıya gelmiştir. Cenevizlilerle
ilk ilişkilerin Sultan Orhan devrinde başladığı tahmin edilir. Venediklilerin 1350’de Marco
Ruzzini, 1351’de de Niccolo Pisani komutasında gönderdiği donanmalarla Galata’yı
kuşatması ve ardından Bizans imparatoru Kantakuzenos ile ittifak yapmaları Cenevizlileri
1352’de Orhan Gazi ile anlaşmaya zorladı. Anlaşmaya göre Cenevizliler Osmanlılara yıllık
vergi ödeyecek, Osmanlılar da Galatalılara yiyecekle birlikte bir miktar asker gönderecekti.
Cenevizli Amiral Paganino Doria, Orhan Gazi’nin gönderdiği yardımlar sayesinde Venedik-
Bizans ittifakını bozarak Venediklileri çekilmek, Bizans’ı da yeni bir anlaşma yapmak
zorunda bırakmıştı. Bu ittifak Osmanlılara bu iki İtalyan şehir devletinin arasındaki rekabetten
yararlanarak Galata ile hem ticari, hem siyasi, hem de askeri ilişki kurma olanağı sağlıyordu.7
Bizans’ın son yıllarında Cenevizliler, Bizans Devleti’nin otorite zayıflığından da yararlanarak
çeşitli yöntemlerle devlet adamlarını kendi tarafına çekiyor ve ticari alanda menfaatine uygun
kararlar alınmasını sağlıyordu. Fatih’in, İstanbul’u ele geçirmesi ve Osmanlı Devleti’nin
merkez otoritesini şehir üzerinde sağlamasından sonra Cenevizliler için durum farklılaştı.

5
Robert Mantran, 17. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul, çev. Mehmet Ali Kılıçbay-Enver Özcan, 1. Baskı, Ankara,
Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1990, s.124
6
Mahmut H. Şakiroğlu, “Balyos”, TDV İslam Ansiklopedisi, c.5, (İstanbul: TDV yay., 1992) s.43-47
7
acikerisim.sakarya.edu.tr, “Osmanlı Galatası” erişim: 02/05/2023,
https://acikerisim.sakarya.edu.tr/bitstream/handle/20.500.12619/77453/T05755.pdf?
sequence=1&isAllowed=y

5
Ticari alanda Cenevizlilerin karşısında rakip olarak Venedikliler geliyordu. Bu rekabeti iyi
bilen Fatih, İstanbul’un fethi akabinde Galata zımmilerine bir ahidname vererek geçmişten
beri aynı şekilde Cenevizlilerin ticaret yapmasına müsaade etmişti. Bu karar, ticarette rekabeti
arttıracak ve Osmanlı’nın eline bir koz geçmesini sağlayacaktı. Deniz ticaretinde Venedik
kadar etkili olan Cenevizlilerin yalnızca İstanbul’da bir kolonisi yoktu, İstanbul'un fethinden
önce de Karadeniz'deki ticarette önemli bir rol oynamışlardı. Cenevizlilerin Kuzey
Karadeniz’de, Kırım ve Azak sahillerinde bulunan ticaret müstemlekeleri de bulunmakta idi;
bilhassa Kefe şehir ve limanı Ceneviz ticaretinin ambarı mesabesinde olup Cenevizliler burayı
1266 senesinde Altınordu Hanlığından almışlardı.8 Osmanlı, buraları da zapt etmiş ve
Cenevizlilerin ticari gücüne büyük bir darbe vurmuştu. İstanbul kuşatması esnasında Fatih
Sultan Mehmet, Cenevizlilerin gücünü kırmak ve onları kendi otoritesi altında yönlendirmek
için birtakım girişimlerde bulundu. Sultanın ilk hamlesi, Cenevizlilerin elindeki Galata
Kulesi'ni ele geçirmek oldu. Galata Kulesi, Cenevizlilerin İstanbul'daki en önemli savunma
noktasıydı. Böylece Cenevizliler sultanla işbirliği yapmak zorunda kaldı. İstanbul'un fethi,
Cenevizlilerin deniz ticareti üzerindeki etkisini kısmen sona erdirdi ve Osmanlı’nın
Akdeniz'de ve Karadeniz’de güçlenmesine yol açtı. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u
fethederek yalnızca Osmanlı Devleti’nin yıllardır başına dert olan bir sorunu çözmekle
kalmamış, gelecekte gösterdiği faaliyetleriyle beraber devlet algısı ve zihniyetini de
değiştirmeye doğru bir adım atmıştı. İstanbul’un fethiyle, asırlardır şehrin kalbinde bir
yerleşim alanı bulunduran ve buradan deniz ticaretine yön veren Cenevizlilerinde Bizans’la
beraber etkisiz kılınması, Cenevizlilerin ellerinde bulundurdukları ticari güce müdahale
edilmesi lazımdı. Bundan dolayı Cenevizlilerin Karadeniz kolonileri kontrol altına alındı.
İstanbul’da ise devlet Cenevizli ve Venedikli tüccarlara çeşitli imtiyazlar tanıdı. Fetihten
sonra harabeye dönen şehrin yeniden ihyası için özellikle İtalyan şehir cumhuriyetlerinden
gelen tüccarlara ticaret için kolaylık sağlandı. Ticari gemilerin Osmanlı limanlarına girip
çıkması, Cenevizli ve Venedikli tebaa ve özellikle tüccarların kendi kanunlarına göre
yargılanması, konut sahibi olmaları gibi ayrıcalıklarla fetihten sonra zor durumda olan şehrin
şenlenmesi için atılan ilk adımlardan oldu. Cenevizliler, İstanbul'un fethinden sonra
Karadeniz'deki ticarette etkisini yitirdi ve deniz ticareti üzerindeki hakimiyetini neredeyse
kaybetti.

8
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 12. Baskı, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 2019, II. Cilt, s.128

6
Venedik Tüccarları
Venedik Cumhuriyeti, ticaretle uğraşan her yurttaşının haklarını gözetiyor, onları diğer
devletlerin baskılarından, korsan yağmalarından veya denizde ya da karada başlarına
gelebilecek her türlü kayıptan ve beladan muhafaza etmeye çalışıyordu. Ticaret için
ülkesinden ayrılan sıradan bir Venedikli tüccar yurttaş bile, cumhuriyetin ve balyosun
koruması altındaydı. Özellikle İstanbul’da, II. Mehmet devrinden itibaren, işlerin yerinde ve
bir an önce halledilmesi için sürekli bir elçi bulunduran Venedikliler, buraya ayrı bir önem
veriyordu. Bizans’ın son yıllarında eski itibarını kaybeden şehir fetihten sonra gelişmeye
başlamıştı ve sultanın kapısı şehre gelen her türlü millete ve ticarete açıktı. Sultanın şehri
ihyasını fırsat bilen Venedikli ve diğer İtalyan şehir cumhuriyetlerinden gelen tüccarlar
sayesinde yeni başkent şenlenmeye başlamıştı. Bunun yanında sultan da devletinin yüksek
menfaatlerini göz önünde bulundurarak şehirde bulunan Cenevizlilere kendinden önce
gösterilen ticaret hakkını tasdik etti. II. Mehmet İstanbul’u fethettiğinde, Galata zimmilerine
verilen ahidnamenin maddelerinden biri aynen şöyledir; “Ve Ceneviz bazirganları deryadan
ve kurudan rençberlik edüp geleler ve gideler. Gümrüklerin adet üzere vereler. Anlara
kimesne te’addi etmeye.”9 Sultan tüccarların rahatça ticaret yapabilmeleri için serbestlik
tanıyordu. Bu serbestlikten faydalanan tacirlerde İstanbul’a ticaret için rahatça girip
çıkabiliyordu. Fakat işler her zaman istenildiği gibi gitmeyebiliyordu ve bu kadar büyük bir
pazarda pay sahibi olanlar arasında zaman zaman kavga çıkıyordu. Elbette her tüccar kendi
malının pazarda daha fazla yer almasını ve satılmasını ister. Bu kadar fazla tüccarın şehirde
olması kendi aralarında anlaşmazlığa düşülmesine sevk ediyordu. Bunun birinci sebebi her bir
tüccarın ticari kendi ticari çıkarını ön plana koymasıydı. Neticede bu da taraf devletler için
sıkıntı yaratıyordu. Kurallara uyulduğu sürece tüccarlar için bir sıkıntı yoktu fakat
anlaşmazlık çıktığında durum farklı bir hal alıyordu. Venedikli tüccarlar için sıkıntının
halledilmesi diğer milletlere nazaran daha kolaydı. İstanbul’da bulunan Venedik balyosu,
Venedik Senatosu tarafından geniş yetkilerle donatılmıştı. Aralarındaki anlaşmazlığı
çözemediklerinde burada bulunan balyosa başvuruyorlar, anlaşmazlığın çözülmesi için
yardım istiyorlardı. Elçinin baş edemediği olağanüstü bir durumda, senato ve Onlar Konseyi10
ile kurulan hızlı bir iletişim ile durumun üstesinden geliniyordu. Cumhuriyetin herhangi bir
vatandaşının bile balyosa başvurma hakkı vardı. İstanbul’da bulunan balyos, gönderdiği
relazione (rapor) ile merkezi durumdan haberdar ediyor ve gelen cevapla işleri yoluna
9
Ertuğrul Acartürk, Ramazan Kılıç, “Osmanlı Devleti’nde Kapitülasyonların İktisadi ve Siyasi Perspektiften
Analizi”, H.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt 29, Sayı 2, (2011), s. 1-21
10
“Consiglio dei Dieci” Venedik Devletinin güvenliğinden sorumlu yetkili bir kurul.

7
koyuyordu. Neredeyse Akdeniz’in her şehrinde ticaret yapabilen ve bu sayede ticari
merkezlerde tüccarı bulunan Cumhuriyetin bunlarla yalnızca ticaret yaptığı söylenemez.
Venedik’in, Akdeniz’i kateden ya da Akdeniz’in doğusundaki topraklar gibi stratejik

8
önemdeki ticaret merkezlerinde bulunan Venedikli tüccarlardan meydana gelen amatör
istihbarat toplayıcıları vardı.11 Venedik’in bu amatör casuslara ihtiyacı vardı çünkü ana karayı
oluşturan topraklar daha çok deniz üzerinde bulunuyordu. Repubblica di Venezia (Venedik
Cumhuriyeti) bir deniz ülkesiydi. Kendisi de topraklarını Stato da Mar ve Terraferma olarak
ikiye ayırmıştı. Sahip olduğu adaları korumanın zorluğunu bilen devlet, yüzyıllardır
diplomasi, istihbarat ve son raddede savaş ile devletinin varlığını sürdürmeyi başarmıştı.

11
Ioanna Iordanou, Venedik Gizli Servisi, çev. Fatih Yücel, 2.Baskı, İstanbul, Kronik Kitabevi, 2022, s.274

9
Ticari Mallar

10
Resim 1: Venedik’te Bir Müslüman Alim Heykeli

11
Osmanlı ülkesi, I. Selim ve oğlu I. Süleyman’ın fetihleri ve neredeyse mükemmel derecede
sayılacak idareleri ile birlikte uluslararası ticaretin merkezi konumuna yükselmişti. Özellikle,
Akdeniz’e kıyısı olan devletlere tanınan ticari imtiyazlarla başkent İstanbul tüm milletlerden
tüccarların durak yeri olmuştu. Yalnız payitaht değil, Edirne ve Bursa gibi büyük şehirlerde
Venedikli tüccarların uğrak noktalarıydı. İstanbul’un fethine kadar Osmanlı’ya başkentlik
yapmış olan Edirne, sadece idari değil ticaret hacmi olarak da hatırı sayılır bir paya sahipti.
Giderek büyük bir ticaret merkezine dönüşen şehirde bedesten, han, dükkan, pazar yeri gibi
ticaret yerlerinin sayısı çoğalmıştı. Öyle ki mahallelerin bazıları da büyük tüccarların,
bezirganların adlarıyla anılır olmuştu. Örneğin XVI. yüzyılın başlarında bezirgan Turud
(Turgut) ve Bali adlarında iki mahalle varlığını sürdürüyordu.12 Terraferma’dan gelen
tüccarlar, Venedikli zanaatkarların işlediği benzersiz cam mamüllerini Osmanlı pazarlarında
satıyorlardı. Güzel işlemeli ve üst sınıfa hitap eden bu ürünleri daha çok eşraf ve devlet
adamları satın alıyordu. Yine tercih edilen mallardan biri de yüksek kalitedeki kumaşlardı.
Özellikle Osmanlı sarayı Venedik’te satılan değerli kumaşlarla ilgileniyor; bunun sonucunda
Rialto Pazarı’ndaki kumaşların fiyatı, Osmanlı elçisinin geliş haberinden sonra hızla
yükseliyordu.13 Devlet-i Aliyye tarafından gönderilen elçiler yalnızca diplomatik bir misyonla
değil, hukuki ve ticari vazifeler yüklenerek gidiyorlardı. Kimi zaman bir sınır beyinin
himayesinde bulunan ve Venedik tarafına kaçtığı bilinen kölesi, savaşlarda esir alınan bir
Osmanlı bürokratının tanıdığı ya da padişahın veya üst düzey devlet adamlarının istekleri
sıralanıyordu. Elçi de başarabilirse yanında götürdüğü malların satışını yapıyordu. O taraftan
gelirken de yanında getirdiği ürünleri payitahtta satıyordu. Tabi bunlar bir elçi için küçük
çaplı işlerdi ve önemli olan Venedik tüccarlarının en çok ithal ettiği ürünler arasında buğday,
arpa, pamuk pirinç ve mısır vardı. Osmanlı ülkesinden ihraç edilen bu malların başında gelen
hububatın, özellikle de buğdayın stratejik bir madde kabul edildiğini ve ancak özel izinle dış
ülkelere satılabildiğini bir kez daha belirtmeliyiz.14 Osmanlı’nın uyguladığı iaşecilik anlayışı
halkın refahını ön plana çıkardığından ve her kesimin uygun fiyatlı ve ulaşılabilir olduğundan
tercih ettiği buğdayın ve hububatın ihracı kimi zaman yasaklanıyordu. Buna rağmen askeri
sınıftan bir takım kul taifesi bu yasağı delmeyi göze alarak Venedik tüccarlarıyla iş birliği
yapıyordu. İtalyanların çok büyük ihtiyacı olan buğdayı daha Bizans döneminden başlayarak
Balkan ülkeleri ile Karadeniz kuzeyinden ve Anadolu’dan sağlamak zorunda bulunmaları,
satıcı devletlere bunun siyasal bir koz olarak değerlendirmesi olanağını vermişti.15

12
Şerafettin Turan, Türkiye-İtalya ilişkileri, c.1, 1. Baskı, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 2020, s.605
13
Maria Pia Pedani, Osmanlı Padişahının Adına, çev. Elis Yıldırım, 1. Baskı, Ankara, TTK Basımevi, 2011, s.146
14
Turan, a.g.e, s.594-595
15
Turan, a.g.e, s.595

12
Venedik’le Savaş
Osmanlı Devleti ve Venedikliler arasında yaşanan savaşlar, iki devletin bir nevi denizlere
hakim olma mücadelesi üzerinedir. Osmanlılar devletin kuruluşundan, Fatih’in bir deniz gücü
meydana getirmesine kadar pekte güçlü olmayan kadırga cinsi gemilerden ibaret bir
donanmaya sahipti. Akdeniz’in hakimi konumunda olan Venediklilere karşı bu tarz zayıf bir
donanmanın etkili olamayacağı gayet açıktı. Devletin denizlerdeki zafiyetinin farkında olan
Fatih, İstanbul’un fethinden sonra yeni bir tersane inşa ettirdi. Akdeniz, Ege ve Karadeniz’de
asırlardır ticaret yapan ve deniz muharebeleri alanında bir hayli tecrübeli olan İtalyan şehir
cumhuriyetlerine karşı (ki bunların başında Venedik geliyordu), ancak kurulacak olan yeni bir
donanma ile baş edilebilinirdi. Denizlerdeki rakiplerine nazaran derme çatma denilebilecek
bir tersane inşa ettiren Osmanlı, kısa zamanda iyi işler çıkarmayı başardı. Bu başarıların
ardından Venedik Cumhuriyeti kendisine bir ittifak aramaya başladı. Türklerin adalardaki
muvaffakiyeti, Mora’daki Venedik kolonilerine tecavüzleri, Papa’nın da teşvikiyle nihayet bu
cumhuriyeti İskender’le ittifaka sevk etti ve 1463’te iki taraf arasında tecavüzi bir ittifak
aktolundu.16 Osmanlı’nın Balkanlar’da hızlı bir şekilde yükselişi ve Fatih’in batı siyaseti
Venedik’in ve diğer Batılı devletleri bir telaşa sürüklemişti. Venedikliler, aynı sene Macarlar
ile de bir ittifak anlaşması imzaladı fakat muahede gizli tutuldu ve yalnız Papa haberdar
edildi.17 Venedik senatosu 1463 yılında Osmanlılara karşı harp ilan etti. Arnavutlar ve
Macarlar ile iş birliği içerisinde olan cumhuriyet ilk taarruzunu Mora üzerine yaptı. Osmanlı
tarafında verilen karar üzerine padişah arkadan gelmek üzere pek önem verilen Mora’ya acele
veziriazam Mahmut Paşa gönderildi. Venedikliler otuz beş kadırga ve on iki büyük gemi ile
Mora’ya gelerek bir taraftan Korint şehrinde Ömer Bey’i muhasara ederken diğer taraftan da
Rumlarla Arnavutların ısrarları üzerine işgal etmiş oldukları Korint berzahında fena halde
bozularak kaçmışlardı. Bundan sonra Mora’daki asi şehirlerde itaat altına alındı. Mora’da
muvaffak olamayarak kaçan Venedik kuvvetleri ve donanması Kalamataya çekildiyse de
orada da Türklerden ehemmiyetlice bir sille yedi; bunlardan alınan esirler Gelibolu’ya
yollandı.18 Sonuç olarak bu savaştan Venedik büyük kayıplarla çıktı ve 1467’de Osmanlı’ya
sulh teklifinde bulundu. İmroz ve Limni adalarını kendilerine isteyen Venedik
Cumhuriyeti’ne Osmanlı padişahı cevap olarak “benimle sulh yapmak isterseniz gidiniz daha
iyi düşününüz” sözleriyle cevapladı. Bu ret cevabı üzerine Venedikliler kendi lehlerine bir
netice elde etmek için Mora’da şiddetli taarruza geçtiler ve kırk kadar gemi ve iki bin kişilik
16
Uzunçarşılı, a.g.e, s.111
17
Uzunçarşılı, a.g.e, s.112
18
Uzunçarşılı, a.g.e, s.114

13
kuvvetle saldırdılar fakat az bir kuvvetle düşmanı pusuya düşüren Turahan Bey oğlu Ömer
Bey bu kuvvetleri bozdu; birçok esir alınıp bir kısmı İstanbul’a yollandı; bir hayli Venedik
kuvveti de denizde boğuldu.19

Venedikliler, yalnızca Osmanlı’nın adalarına hücum ediyor, anakaraya yaklaşmaya cüret


edemiyorlardı. Çağdaşlarına göre düzenli ve disiplinli bir kara ordusuna ve ihtiyaçlarını
karşılayabilen
asgari bir
donanmaya sahip
olan Osmanlı
Devleti, Sultan II.
Mehmet
hükümdarlığında
Akdeniz’de,
asırlardır
denizcilik ile
uğraşan Venedik
Cumhuriyetine
karşı direnebiliyor
ve karşı saldırıya Resim 2: İstanbul'da bulunan Venedik Balyosu Sarayı

geçebiliyordu.
Buna mukabil Venedik ise ittifak olmadan kendi başına harp ilanı dahi yapamıyordu.
Müttefiki İskender Bey ölmüş, Papalık ise eskisi kadar yardım yapamıyordu. Durumun
farkında olan Osmanlı, Vendik Senatosuna bir sulh teklifinde bulundu, cumhuriyet bu
teklifi derhal kabul etti ve Tomas Malipiyeri adındaki murahhas acele İstanbul’a
gönderildi.20 Osmanlı bu murahhastan Venedik’in teslim etmek istediği toprakların
yanında on bin duka altın vergi vermesini istedi. Fakat buna yetkisi olmayan adam, izin
alarak konuyu görüşmek için Venedik’e geri döndü. Bu sırada Fatih, son Arnavutluk
seferindeydi. Muharebe uzadığından padişah İstanbul’a geri dönmüştü ve dönüşünden
yaklaşık altı ay sonra İşkodra teslim oldu. Venedik murahhası İşkodra ve havalisini 1479

19
Uzunçarşılı, a.g.e, s.115
20
Uzunçarşılı, a.g.e, s.122

14
tarihli bir ahidname ile Osmanlılara terk etti ve bu anlaşmayı Venedik sulhu takip etti.21
Barış anlaşmasında Venediklilerin İstanbul’da sürekli bir elçi bulundurmak istekleri kabul
edildi ve bu tarihten itibaren Venedik balyosları İstanbul’da ikamet etmeye başladı.

Osmanlı’dan Venedik’e giden elçiler

21
Uzunçarşılı, a.g.e, s.124

15
Osmanlı-Venedik ilişkileri, en
kritik dönemlerde bile
diplomatlar aracılığıyla
devam etmiştir. Venedik
Cumhuriyeti kuruluşundan
geçen yüzyıllardan sonra
diplomasiyi incelikleriyle
beraber kavramış ve etkin
biçimde uygulamış ve
uygulamaya devam
ediyordu.Venedikliler bu
diplomasi geleneğiyle düşman
devletlere karşı türlü oyunlar
oynuyor ve beklediği sonuçları
alıyordu. Osmanlılar, bundan
dolayı Venediklileri kavm-i
hilekar olarak adlandırmıştı.
Öyle ki Osmanlı’nın da
diplomasi alanında Venedik’ten
öğreneceği çok şey vardı.
Fatih’le yapılan barış
anlaşmasından beri İstanbul’da Resim 3: Venedik elçisi XVIII. Yüzyıl

sürekli bir elçi bulunduran


Venedikliler taraf devletler arasında gerçekleşen ticari ve siyasi olayları bu sayede hızlı
bir şekilde yürütüyordu. Osmanlı tarafında ise durum başkaydı. Devletin gayrimüslim
tebaasından olan Rum ve Ermeniler’den yabancı lisan bilenler arasından seçilen
asistanlarla birlikte yollanan Divan-ı Hümayun memurları elçilik görevi ifa ediyordu.
Bunların yanı sıra II. Mehmet devrinden itibaren kullanılan resmi tercümanlar da
bulunmaktaydı.22 Genellikle basit bir rütbede bulunan kişiler Venedik tarafına yollanıyor
ve bunlardan görevlerini en iyi şekilde yapması isteniyordu. Oysa yabancı bir lisan
bilmeyen bu görevliler yanlarına verilen gayrimüslim tebaadan kimselere muhtaçtı. Bazen
de ele geçirilen esirler arasından tercümanlık yapılması isteniyor ve gönderilen elçilerin
yanına bir nevi asistan olarak veriliyordu. Giden elçilerin bir başka sorunu ise nasıl bir
22
Pedani, a.g.e, s.35

16
tutumla karşılaşacağını bilmemesiydi. Venedikliler kimi zaman samimi ve iyi niyetli
davranışlar sergiliyor, kimi zaman ise Osmanlı elçisi uzunca bir süre bekletilip karşısında
devlet görevlisi bile bulamıyordu. Görevlilerden bazıları, kendilerine verilen paraya ve
sunulan hediyelere karşın, Venediklilerin tutumundan hoşnut değildi. 1576 ve 1580
yıllarında Venedik’e gelmiş olan Hasan adlı bir elçi kuşkusuz haksız sayılmazdı. Kenti
kasıp kavuran vebadan ötürü başka yer bulunamadığından günlerce Alla Corona adlı
meyhanede konaklamak zorunda kalmıştı.23 Venediklilerin salgın hastalık zamanlarında
uyguladığı karantina yasaklamaları, her ne olursa olsun Venedik’e gelen her milletten
kişiler için geçerliydi. Çünkü şehrin bir salgın hastalığa yakalanması durumunda şehir
sakinleri bilinçsizce
oturdukları yerden
kaçıyor ve hastalığı
başka yerlere taşıyordu. Bu durumda anakaradan uzakta bulunan Venedik toprakları da
etkilenebilirdi.

23
Pedani, a.g.e, s.27

17
Osmanlı elçilerinin misyonları gayet basitti. Devletin verdiği görevi yerine getirecek,
sultanın emrini veya isteğini karşı tarafa bildirecek, kendi için her hangi bir eylemde veya
istekte bulunmayacaktı. Fakat Osmanlı elçileri Venedik tarafından verilen hediyelere ve
dükalara oldukça düşkündü.
Yaptıları yolculuk genelde
herkes için maddi kazanç
anlamına gelirken, bazıları için
geçici de olsa Hristiyan ülke
topraklarına, hatta doğduğu
topraklara dönüş anlamına
geliyordu.24 Venedikli devlet
görevlileri, gelen elçileri her
türlü özelliklerine göre
sınıflandırıyordu. Dış
görünüşleri hakkında kimisine
“kara, çirkin görünüşlü”
kimisine ise “çok yakışıklı,
uzun boylu, iri yapılı, beyaz
tenli ve güzel yüzlü” diyordu.
Sadece dış görünüş değil,
elçilerin huyları ve tavırları
hakkında da yorum yapılıyordu.
Bazı kişilerden “temkinli”,
Resim 5: Venedik'te Bir Osmanlı Elçisi
“bilge”, “alçak gönüllü”, ya da “ölçülü”, “itibarlı”, ya da “işinin ehli” olarak söz
edilmiştir. Bazıları hakkında ise “mantıksız”, “saygısız”, “yetkin olmayan” gibi tanımlar
kullanılıyordu.25 Osmanlı’dan giden elçiler çoğunlukla kendileri için maddi çıkar
peşindeydi. Hediye almayı adet edinen görevliler, diplomatik görgü kurallarını aşacak
saygısızlıklar da yapıyordu. Örneğin, 1516 yılında Mehmet adlı bir elçi, paşaya sadece
altın göstermek istediğini söyleyerek kendisine verilen on gümüş keseyi reddetmiştir.26
Venedik Senatosu tarafından verilen hediyeleri az bulan elçiler, dönerken yanlarında
götürdükleri ticari malları İstanbul’da satıyor böylece ek gelir sağlıyorlardı. Sonuçta;

24
Pedani, a.g.e, s.29
25
Pedani, a.g.e, s.29
26
Pedani, a.g.e, s.77

18
Osmanlı elçileri diplomatik misyonlarının yanı sıra kendi çıkarlarını da gözeterek hareket
ediyor, böylece iki işi bir arada halletmiş oluyordu.

19
Resim 6: Osmanlı Devleti Tercümanı

20
Venedik Cumhuriyeti’nin Akdeniz’de Faaliyetleri

Venedikliler geçmişten gelen köklü deniz uğraşları ve bu sayede gelişen denizcilik


kabiliyetleri sayesinde dünyanın çeşitli ticari merkezlerinde ve önemli liman şehirlerinde
faaliyetlerini gösterdiler. Denizlerde uzun yolculuk yapmak için geliştirdikleri gemi
teknolojisinin yanında deniz muharebeleri için de farklı gemiler inşa ettiler. Batı ve Doğu
arasında bir köprü konumunda olan Venedik ülkesi, iyi bir idare ve geniş ticaret ağı sayesinde
halkının refahını uzunca bir müddet yüksek seviyede tutmuştur. Ancak XVI. yüzyılın
ortalarından XVII. yüzyılın sonlarına doğru Akdeniz’de Osmanlı donanmasının güçlenmesi
ve korsanların burada bir nevi cirit atmaları neticesinde Venedik’in deniz gücü zayıflamaya
başladı. Korsanlara karşı ticaret gemilerinin silahları ve asker sayısı arttırıldı. Fakat yine de
korsanlar bu gemileri yağmalamaktan vazgeçmediler. Denizlerdeki dar geçitleri tutarak ticaret
gemilerine korku salıyorlar, onlardan yüksek derecede haraç talep ederek neredeyse bir
geminin tüm kazancını alıp gidiyorlardı. Venedik Senatosu bunlara karşı sürekli korumacı
kanunlar çıkarıyor ve yağma olaylarına karşı engel olamaya çalışıyordu. Hatta Senato, 1606-
10 yıllarına doğu İstanbul, Suriye ve İskenderiye seferlerinin güvenliğini sağlamak üzere
ticaret gemilerini konvoy halinde seyir-ü sefere mecbur tutmayı denedi. Fakat Venedik
gemileri bütün bu zorlamalara katlanabilecek güçte değildi. Bir yandan «Ticaret gemileri»
(galees de mercato) inhisarı sürekli olarak ihlal edilmekte, diğer yandan top teçhizat ve
levazım ile askerlerin ticaret ve iaşesi bakımlarından silahlanma pahalıya mal olmakta, hatta
ne askerler ne de tayfalar savaşa istekli görünmeyip kendilerine daha iyi muamele edileceği
ümidiyle teslim olmayı tercih etmektedirler.27 1538 tarihinde Osmanlı’nın birleşik haçlı
kuvvetlerine karşı kazandığı Preveze Deniz Muharebesi sonrası Venedikliler Akdeniz’de
yalnızca kendilerinin olmadığını anladılar. Osmanlıların donanmalarına kattığı, eskiden
korsanlık yapan tecrübeli deniz komutanları sayesinde denizlerdeki üstülüğü artmıştı.
Venedikliler, İnebahtı Deniz Muharebesine kadar olan sürede Akdeniz’de Osmanlı’nın üstün
gücünü tanımak zorunda kalmıştır.

27
Aymard, M. (2015). XVI. Yüzyılın Sonunda Akdeniz'de Korsanlık ve Venedik. İstanbul Üniversitesi İktisat
Fakültesi Mecmuası, 23 (1-2), https://dergipark.org.tr/tr/pub/iuifm/issue/881/9777

21
Resim 7: Amiral Andrea Doria'ya ait bir gravür

22
Payitaht İstanbul, Galata, Eyüp ve Üsküdar’ı kapsayan İstanbul, Akdeniz, Yakındoğu ve
Avrupa’nın her yanından insanları kendine çeken çok yönlü, muazzam bir metropoldü.
Sultanların payitahtının güzelliği ve ihtişamı bu çekimin bir parçasıydı, ama en çekici yanı,
vaat ettiği fırsatların bolluğuydu. Gerçek büyüklüğü ne olursa olsun, İstanbul’un bir eşi daha
yoktu: Akdeniz’in, Avrupa’nın veya Yakındoğu’nun en büyük kentiydi. Bu şekilde görüldüğü
zaman İstanbul, “her biri diğerinden farklı hayatlar yaşayan, kapalı ve bileşik toplumlar
dizisinden oluşan” “Şark şehri” modeline uyar.28 İstanbul’un bu denli karmaşık yapısının
yanında her toplumdan insanın hür ve güvenli yaşaması, İtalyanların deyimiyle şehri “numero
uno” yapıyordu. Venedikliler de Asya’nın son durağı olan ve Doğu’dan gelen malların
Avrupa’ya açılan kapısı olan İstanbul’un bu göz kamaştıran zengin ticari fırsatlarını iyi
biliyordu. Fakat bu kapıya ulaşmak için uzun bir deniz yolculuğu yapmak gerekliydi. Bu
yüzdendir ki Akdeniz’de bulunan adalar daima önem arz ediyordu. Venediklilerin ellerinde
bulundurdukları Akdeniz adaları onlar için İstanbul’a giden sağlam birer limandı. Osmanlıların
savaş zamanındaki saldırılarına karşı adalardan elde edilen besin maddeleri ve savaş
levazımatı işlerini kolaylaştırıyordu. Özellikle stratejik bir öneme sahip olan Sakız Adası,
Venediklilerin gözdesi durumundaydı. Önceleri Bizans’ın hakimiyetinde bulunan ada daha
sonra Cenevizlilerin eline geçti. Cenevizliler burayı koruyamamak kaygısıyla kendi
aralarından, Cenovalı bir tüccara adanın idaresini bıraktı. Zayıf durumda olan Cenova
hükümeti, armatör Simone Vignosi ile anlaşıp Ceneviz toprağı olarak kabul edilen Sakız’da
Maona (Mahona/Mahonesi) adıyla anılan şirketin tasarruf hakkını tanıdı. 29 Önce Anadolu’da
bulunan beyliklere ödedikleri vergiler daha sonra Osmanlı idaresine verilen vergilerle ayakta
kalmayı başaran ada, 1566 yılında Osmanlıların eline geçti. Hac yolu üzerinde bulunması,
buradaki idarenin zayıflaması, halkın hoşnutsuzluğu, zaman zaman korsan yatağı haline
gelmesi, bilhassa Malta şövalyelerine Osmanlı donanması hakkında bilgi verildiğinin
öğrenilmesi, verginin düzenli biçimde ödenmemesi gibi sebeplerle Sakız adası Kaptanıderya
Piyâle Paşa tarafından çatışma olmaksızın zaptedildi. Cenevizliler İstanbul’a gönderildi (24
Ramazan 973 / 14 Nisan 1566). Bu fetihle Sakız’da 220 yıl süren Maona hakimiyeti son buldu.
Piyâle Paşa’nın arzı üzerine müstakil bir sancak haline getirilip Kaptanpaşa eyaletine
bağlandı, sancak beyliğine de 50.000 akçe bedelle Kırşehir Beyi Gazanfer Bey gönderildi. Aynı
zamanda adaya bir kadı, imam, hatip ve müezzin tayin edildi. Reayanın mahkemedeki

28
Dursteler, a.g.e, s.229-230
29
Ali Fuat Örenç, “Sakız Adası”, TDV İslam Ansiklopedisi, c.5, (İstanbul: TDV Yay., 2009) s.6-10

23
muamelelerinin kolaylaştırılması için Sakız tercümanlığı vazifesi ihdas edildi. Fethin ardından
Sakız’ın tahriri yapıldı. Bunun sonuçlarını yansıtan iki defterden 973 (1566) tarihli ilkinde
adanın sekiz nahiye, otuz bir mahalle, elli iki karye ve elli sekiz manastırdaki Ortodoks Rum ve
Katolik Latinlerin (Frenk) gayri menkulleri sayıldı. 974’teki (1567) ikincisinde hane ve cizye
miktarı belirlendi.30

Resim 8: Piri Reis'in Kitab-ı Bahriyye'sinde Sakız Adasını Gösteren Harita- TDV İslam
Ansiklopedisi'nden Alınmıştır.

30
Örenç, a.g.m, s.6-10

24
31

31
Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi (BOA), TS .MA. e., Tarih: H-12-01-1168

25
Rikab-ı hümayun-u şehriyariye Francesco Loradano nam Venedik dojundan gelen namenin
tercümesidir. Fi 12 Muharrem 1168

Anadolu ve Rumeli şehinşahı ve Arab ve Acem ve Mağrib ve Mısr-ı Kahire ve sair nice
memalikin sahibi ve maliki şevketlü kudretlü azametlü padişah daim-üz zafer sultan Mahmud
Han hazretlerinin pişgah-ı hümayun şehriyarilerine 29 Ekim 1754

Francesco Loradano, bi lütfillahi Teala, Venedik ve ana tabi yerlerin dojuyuz taraf-ı
dailerinden sıhhat-ı kamile ve şan ve şevket-i daimelerinin davat-ı layıkası takdminden sonra
hulisane arz ve ilam olunurki devlet haliyye ebediyyül istimrar le idi ile cumhurumuz daileri
beyanında cari olan müsalah-i müebbede ve musafat-ı ve muvalat-ı sabite maktezası üzere
bundan akdem nice umur mühimmemizde istihdam olunub rüşd-i istidadı malum ve
mücerrebimiz olan beylerimizden riayetlü Antonio Donado nam daileri ber vech mutad der
saltanat-ı seniyyelerinde baylosluk rütbesiyle ikamet eylemek üzere tayin ve irsal ve muma
ileyh dailerinin işbu memuriyet mehamımızın rüyet ve temşiyininde dahi sıdk ve huluss ile sai
ve ihtimamı vücuhla memul melhuzumuz ve olub devlet-i aliyyeleriyle cumhurumuz daileri
beyninde sabit ve üstvar olan musafat ve muvalatin hıfz ve müraatına sarf-ı makdur ve devam
ve kıyam-ı şan ve şevketleri davatine ihlas-ı derunumuz zirve-i alada olduğu ilada olduğu
muma ileyhin takririnden malum adalet-i mersum-u padişahaneleri buyruldukda ikametine
karimane müsaide müdde-i meksinin tarafımızdan arz ve ifade edeceği bil cümle ömrü
hususlarda kendi kelamımız gibi gece itimad-ı külli-i padişahaneleri mebzul ve bi- diri
buyrulması rica ve iltimas olunur. Baki serir-i saltanat masir-i hüsrevanelerinde tul-i ömür
ömr-ü devlet-i şevket ber karar olmaları daim ve ber karar olmaları dergah-ı hazret-i hakdan
mercu ve mütemennadır.

Miladi hazreti İsanın bin yedi yüz elli dört senesinde mah-ı martın yirmi birinci gününde
venedik şehrimizde tahrir olunmuşdur.

26
Resim 9: İnebahtı Deniz Muharebesi – Andrea Michieli

Resim 10: İnebahtı Deniz Muharebesi – Andrea Michieli - Storica National Geographic

27
28
Vendiklüler ile sulh olunan altun üç yüz bin sikke ibtida dokuz yüz kırk yedi şevvalin on
birinde yüz bin sikke altun hazineye alınmış bugün de içeriye teslim olunduğu bulunmadı bu
tarihlerden sonra ruznamelerden tekrar aranmak üzeredir

İçerüye teslim olunan altun

Dokuz yüz kırk sekiz zilhiccesinin yirmi üçünde elli bin sikke

Dokuz yüz elli bir saferin altısında yetmiş beş bin sikke

Dokuz yüz elli bir zilhiccesinin on dokuzunda yirmi beş bin sikke

Dokuz yüz elli iki cemaziyel ahirin on beşinde on sekiz bin sikke

Dokuz yüz elli iki ramazanın on dokuzunda otuz iki bin sikke

29
Venedik Cumhuriyeti’nden Yıllara Göre Alınan Vergi Miktarı

Yıl Alınan Vergi

948 50.000 Sikke

951 75.000 Sikke

951 25.000 Sikke

952 18.000 Sikke

952 32.000 Sikke

Toplam 200.000 Sikke

30
Sonuç

Osmanlı Devleti, Fatih Sultan Mehmet devrinde tam anlamıyla kaidelerin ve teamüllerin yerli

yerine oturduğu bir devlet haline gelmişti. Fatih, bürokrasinin nasıl işleyeceğinden ticarette ne

yapılacağına kadar bir kanunname vaz etmiş ve kendinden sonra gelen sultanların bu

kanunlara uymasını istemişti. Devletin baş düşmanlarından biri olan Venedik Cumhuriyeti,

onun zamanında yapılan savaşla yenilgiye uğratılmış ve vergiye bağlanmıştı. Osmanlı-

Venedik ilişkileri, diğer Batılı devletlere nazaran bir seviye yukarıda olmuştur. Savaş

zamanlarında bile sultanın ve dojun yasaklamalarına rağmen ticaret devam etmiş, tüccarlar ve

savaştan yararlanan üst düzey askerler bu yasakları delenlerin başında gelmiştir. Bunun

yanında Osmanlı belgelerinde Venediklilere dair bir aşağılama ve küçük görme tavrı vardır.

Devlet-i Aliyye’nin kendi haricinde her devlete bu tarzla baktığını düşünürsek Venedikliler de

bundan nasibini almıştı. Gücünün farkında olan Venedik Cumhuriyeti Osmanlı’ya gereken

saygıyı gösterdiği ve Osmanlı’nın belirlediği şartlara uyduğu sürece dilediği şekilde ticaret

yapabiliyor ve Osmanlı Devleti’nin askeri gücü tarafından himaye ediliyordu. Sonuç olarak

bu iki devlet Akdeniz’de birbirine muhtaç olduğundan elinde sonunda bir şekilde anlaşıyor ve

aralarındaki meseleleri sulh ile hallediyorlardı.

31
Kaynakça

Doğan, Güner (2017). Venediklü ile Dahi Sulh Oluna. İstanbul: İletişim Yayınları

Ünal, Mehmet Ali (2017). Osmanlı Sosyal ve Ekonomik Tarihi. Isparta: Fakülte Kitabevi

Dursteler, Eric (2012). İstanbul’daki Venedikliler. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür

Yayınları

Mantran, Robert (1990). 17. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul. Ankara: Türk Tarih Kurumu

Basımevi

Uzunçarşılı, İsmail Hakkı (2019). Osmanlı Tarihi. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi

Iordanau, Ioanna (2022). Venedik Gizli Servisi. İstanbul: Kronik Kitap

Turan, Şerafettin (2020). Türkiye-İtalya İlişkileri. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi

M, Aymard (2015). XVI. Yüzyılda Akdeniz’de Korsanlık ve Venedik,

https://dergipark.org.tr/tr/pub/iuifm/issue/881/9777

acikerisim.sakarya.edu.tr, “Osmanlı Galata’sı” erişim: 02/05/2023,

https://acikerisim.sakarya.edu.tr/bitstream/handle/20.500.12619/77453/T05755.pdf?

sequence=1&isAllowed=y

Pedani, Maria Pia (2013). “Venedik” TDV İslam Ansiklopedisi,

https://islamansiklopedisi.org.tr/venedik

32

You might also like