Professional Documents
Culture Documents
KILAVUZU
M e h m e t Ö n der
KASI
Mehmet Önder
ANTİKA
VE
liSKİ lESlEKUEK
KILAVUZU
eskikitaplarım
T Ü R K İ Y E İŞ B A N K A S I K ü ltü r Y a y ın la rı
^Diyoruz jci;
zelliği, ayrıca sanat değeri olan, lenzeri az (¡ulunan taşınır eski eşyadır. Ster eski eş-
ıja antika olmayacağı cjik, her antika da müzelik eski eser değildir. Şöyle ki, mi
mari ve tarihi yapılarla anıtların dışında katan taşınır eski eserler, her şeııden önce
tir çağın, lir devrin, geçmişte tetirti tir kültürün telge niteliğindeki tarilı ve sanat
ürünüdür. Çoğu kez lir antikacının çok değer verdiği lir eşya lir müzeciıji pek ilgi
lendirmeyeceği (jil'i, lir müzenin ışıktı salonları ve vitrinlerinde yer atan kimi eserleri
tir ticaret adamıdır. Bir arkeolog, lir sanat tarihçisi g ili hareket etmemekte kendini
tıaktı tutacaktır. -Arkeolog ve sanat tarihi uzmanı ise, eserin maddi değerini düşün
meksizin lir titim anlayışı içinde, o eserin tarihe, kültüre, sanata katkısını göz önüne
almak zorundadır.
Biz, antika ve eski eser konusunu lir tütün içinde ele alarak hazırladığımız tu ki-
tala oAntika ve 8ski Eserler ^Kılavuzu dedik. cDemeye kendimizi zorlamadan, ko
nunun akışı içinde her ikisini lir arada lulduk. ^Maddelerin öztii litgilerle yazılması
mizde tutunan antika eşya ite inilti tarihimizin nıaddı kültür telgeteri ve sanat hâzi
neleri olan eserlerine, geleneksel et sanatlarımızın seçkin ürünlerine yer vermeyi daha
yaıyı da sonunda vermeyi çok isterdik. vYe var ki, amacımız sizlere reliler lir kitap
vermekti. Şimdiye kadar yapılmamış olan t öyle lir kılavuza ihtiyaç vardı. Daha son
ra ciltler halinde liiyüğünü yapmak loynuıııuzun torcu olmalıydı. Bıı düşüncelerle ça
7
ağaçlar siyaha boyanarak taklit edilmiş,
abanoz diye satılmıştır.
ADAK TAŞI (STELİ), (SUNAK),
Bir dileği gerçekleştirmek üzere Tan
rıya sunulan nesnenin bırakıldığı taş.
Sunak da denir. Figürlü, işlemeli steller,
hemen bütün arkeoloji müzelerinde gö
rülür.
ADLÎ ALTIN, Osmanlı Padişahı Afrodit Heykelciği.
Sultan Mahmud II zamanında basılan al Pişmiş topraktan.
tın sikkelerden biri. Mahmud H’nin Helenistik Devir
mahlası “Adlî” olduğu için bu sikke M.Ö. II. yy.
“Adlî” adıyla tanınmıştır. 20 ayar Adlî (İstanbul Arkeoloji
Müzesi)
altınlara Atik Adlî (Eski Adlî), 18 ayar ve
1223 Hicrî tarihlisine Cedid Adlî (Yeni
Adlî) altını denir. Altınların; tam, yarım
ve çeyrekleri vardır. Bir süre sonra top
lanarak tedavülden kaldırıldığı ve eritil-
diği için elde bulunanların değeri büyük M.Ö. V. ve IV. yüzyıllardan sonradır.
tür. Bu devir Afrodit heykelleri daha sonra
ADONİS, Yunan ve Fenike Tanrısı. ki Roma devri heykellerine örnek ol
Mitolojiye göre avlamak istediği yaban muş, kopyaları çıkarılmıştır. Roma ça
domuzu tarafından öldürülen Suriyeli ğında Afrodit heykelleri Venüs (Bak:
bu genç Tanrı, Güzellik Tanrıçası Ve Venüs) olarak adlandırılmıştır. Roma’da
nüs’ün sevgilisidir. İlkbaharda güçlenen Vatikan Müzesindeki Knidos Afroditi,
ve yazın ölen Tanrı, erkekliği ve bereke Floransa’daki Uffizi Müzesi’ndeki Medi-
ti temsil eder. Adonis heykelleri dünya ci Afroditi, Paris Louvre Müzesi’ndeki
nın çeşitli müzelerinde yer alır. Alkemenes Afroditi en tanınmış olanla
AFİŞ, Duvarlara, sehpalara asılan, rıdır. İstanbul, İzmir, Afrodisias, Antal
haber ve bilgi iletişim aracı, yazma ve ya, Efes arkeoloji müzeleri ile Türki
basılı kâğıt. îlk resimli afişin XV. yüzyıl ye’nin öteki müzelerinde çeşitli Afrodit
da Fransa’da yapıldığı, giderek yaygın heykelleri bulunmaktadır.
laştığı bilinir. Afiş bir sanat dalı olarak AĞAÇ BASKISI, Düz ağaç üzeri
gelişmiş, resim ve yazı ile çarpıcı ve et ne çizilen desenin, yazının veya figürün
kileyici olarak günümüzde çok kullanıl oyulması ve mürekkeplenerek kumaş,
maya başlanmıştır. kâğıt, deri üzerine basılması tekniği. Re
AFRODİT, Yunan mitolojisinde sim sanatında kullanıldığı gibi, kumaş
Aşk ve Güzellik Tanrıçası’dır. Giyinik, süslemeciliğinde de kullanılır (Bak: Yaz
yarı çıplak ve çıplak durumda, mermer macılık).
den, seramikten, tunçtan çeşitli heykel AĞAÇ OYMA, Süs eşyası olarak
leri yapılmıştır. İlk ve en güzel heykelleri ağacı keski ve kıl testere ile işleme.
8
Ağaç Oyma Sanatı, Selçuklulardan gü kandil, çeşm-i bülbül veya değerli eşya
nümüze kadar gelen bir Türk el sanatı ve kitaplar yer alır. Selçuklu saray ve
olarak gelişimini sürdürmüştür. Anado köşklerinde alçı kabartmalarla süslü ağ-
lu Selçukluları devrinde (özellikle 13. zıaçıkların bulunduğu Kubâd-âbâd Sara
yüzyıl ve sonrası), seçkin örnekler ver yı kazılarında meydana çıkmıştır. Os-
miştir (Bak: Ahşap işçiliği). manlı devri sivil yapılarında, medrese ve
AGBANI, Sarımtırak ipekle doku tekke odalarında alçı, çini, ahşap, mer
nan, üzeri ibrişim kıvrım dallarla süsle mer süsleme ağzıaçıklar, ocak ve şömi
nen kumaş çeşiti. Ağabâni de denir. nelerle birlikte, odalarda dekoratif un
AĞIRŞAK, Yün ve ip eğirmek için surlar olarak yer almaktadır.
iğin alt ucuna geçirilen ortası delik, yu AHAR - AHARLI KÂĞIT, Kâğıt
varlak ağırlık. İlkçağlarda taştan, sera yüzeyinin pürüzsüz, parlak olabilmesi
mikten, kemikten yapılanları, tahtadan için birtakım ilaçlarla yapılan işleme
yapılarak boyalarla süslenenleri vardır. “aharlama” denir. Ham kâğıt kullanıl
AĞIZLIK, Sigara içenlerin kullan madan önce, yüzeyi gözenekli, pürtük
dıkları içi delik, küçük çubuk. Ağızlıklar; ve pürüzlüdür. Aharlandıktan sonra bu
yasemin, koka, kiraz, gül gibi ağaç dal pürüzler kaybolur. Kolay yazmayı sağ
larından, kehribar, lületaşı, Hacıbektaş lar, mürekkebin dağılması önlenir.
taşı (ónix), mercan, boynuz ve fildişin Aharlanmış kâğıtların üzerindeki yazılar
den yapılmış, üzerleri savatlı gümüş, al birkaç kez silinse bile, yazının izi kal
tın ve değerli taşlarla süslenmiştir. Ağız maz. Kâğıdın aharlanması hat (yazı) sa
lıkların tek parça olanlarına “som ağız natında özel bir önem taşır. Ahar for
lık” parçalı olanlarına “geçme ağızlık” mülleri çok çeşitlidir. Örneğin, beyaz
denir. Ağızlıkların ağza gelen tarafına şap havanda döğüldükten sonra kaynar
imame, sigara takılan yerine başlık veya suda eritilir. Ham kâğıtlar bu eriyiğe da
etek denir. Osmanlı döneminde en iyi ha sıcakken birkaç kez daldırılıp çıkartı
ağızlıklar İstanbul’daki Hakkâklar Çarşı lır ve gölgede kurumaya bırakılır. Bu
sı ile Mercan Yokuşu’nda yapılmıştır. arada bir miktar elenmiş nişasta, ayrı
Eskişehir’in lületaşı, Sivas’ın ibrişimli bir kapta zeytinyağı kıvamında pişirilir
gül dalı, Erzurum’un kehribar, Bur- ve şaplanarak kurutulmuş kâğıtlar bu sı
sa’nın yasemin ağızlıkları meşhurdur. cak nişasta eriyiğine batırılır, çıkarılır ve
Türkiye’deki etnografya müzelerinde çamaşır gibi iplere asılarak kurutulur.
(Ankara Etnografya Müzesi, Konya Et Aharlanan kâğıtlar kuruduktan sonra,
nografya Müzesi ve Koyunoğlu Müzele “mühre” adı verilen yumurta biçiminde
ri - İsparta Müzesi gibi) ve özel koleksi cam ya da cilalı deniz kabuğu, tahtaya
yonlarda Türkişi, seçkin ağızlıklar bu iliştirilmiş, parlak yüzeyli çakmaktaşı ile
lunmaktadır. adeta ütülenir. Mühürlenmiş kâğıtlar,
AĞZIAÇIK, Saray, köşk ve konak kalemi kolayca hareket ettirir. Ayrıca
larda duvara yerleştirilen, kemerli, açık kâğıda koruyucu bir unsur sağlar.
nişlere ağzıaçık denir. Ağzıaçıklarda, AHMEDÎ, Osmanlı Padişahı Ah-
gülsuyu kaplan (gülabdan), buhurdan, med III devrinde Bursa ve Üsküdar’da
9
dokunan çatma türünde ipekli kumaş.
Ahmedî kumaşından kaftanlar ve boh
çalar yapılmıştır.
Tolonoğullarından Ahmed bin To-
lon’un (868-884) Mısır’da kendi adına
kestirdiği altın dinara da “Ahmedî” de
nir.
AHMED PAŞA (Şeker), Türk re
Selçuklu Devri Ahşap Kapı Kanatları
sim sanatının ikinci kuşak öncülerinden. (Konya Müzesi)
1841 yılında İstanbul’da doğmuş ve
1907 yılında ölmüştür. Asıl adı Ahmed işçiliği, örneklerini daha çok dinî yapı ve
Ali’dir. Paris’te iken resim sanatına me onunla ilgili konularda vermiş, Beylikler
rakı artmış, tablolarının çoğunu İstan döneminde de aynı geleneği sürdür
bul’da yapmıştır. Doğa görünümleri ve müştür. Selçuklu ahşap işçiliği, Anado
natürmortlarda başarılıdır. Tabloları, İs lu’da malzemeye uygun değişik teknik
tanbul, Ankara, İzmir devlet resim-hey- ler kullanmıştır. Malzemenin rutubete,
kel müzelerinde, Türkiye İş Bankası Re sıcağa ve soğuğa, haşereye dayanıklı
sim Koleksiyonu’nda, bazı özel müze ve olabilmesi için abanoz, ceviz, armut,
koleksiyonlarda bulunmaktadır. gürgen gibi sert ağaçlardan seçilmesine
AHŞAP (AĞAÇ) İŞÇİLİĞİ, Ağa özellikle önem verilmiştir. Selçuklu dev
cm mimaride ve eşya yapımında kulla ri ahşap kapı ve pencere kanatlarında,
nılışı insanlık tarihi ile başlar. Ağacın minber ve vaiz kürsülerinde, mezar san
yontularak ve işlenerek heykelden süs dukalarında geçme ve çatma tekniği
eşyalarına kadar biçim almasına ahşap olan “kündekâri” işçilikle birlikte, oyma
ve kabartma, kafes ve ajur teknikleri
kullanılmıştır. Ahşap üzerine boya ile
süsleme tekniği de Selçuklularda görül
mektedir. Osmanlı sanatında ahşap işçi
liği, Selçuklu ahşap işçiliğinin bir deva
mı olmakla birlikte, ahşaba başka mal
zemelerin uygulanması ile yeni ve çeşit
li süsleme kompozisyonları meydana
getirilmiştir. Kapı ve pencere kanatla
rında sandık ve çekmecelerde, taht ve
Ağaç Oyma Çekmece (Kahraman Maraş işi) kürsülerde, Kuran rahlelerinde, çeşitli
ahşap eserlerde sedef, fildişi, bağa kak
işçiliği denir. Türk sanatında ahşap işçi ma ve mozaik süslemeler, altın, gümüş
liği ayrı bir bölüm teşkil eder. Büyük ve değerli taş aplikasyonları Osmanlı
Selçuklular yolu ile Anadolu Selçuklula ahşap işçiliğini zenginleştirmiştir. Os-
rı sanatına giren ve Anadolu’da kendine manlı ahşap işçiliğinde boya ile kalemi-
özgü bir üslûp yaratan Türk ahşap şi nakış veya sırlama (lâke) tekniği de
10
ileridir. Türk ahşap sanatının çeşitli ve daha değerlidir. Eski Yunan ve Ro-
seçkin örnekleri, başta İstanbul müzele ma’da akikten, üzeri figürlü, yazılı, ar
ri olmak üzere il müzelerinde, özel eski malı ve desenli yüzük kaşları ve mühür
eser koleksiyonlarında yer alır. ler yapılmıştır. Eski Mısır’da da akikten
AKANT, Korint stili sütun başlıkları süs eşyaları görülmektedir. Avrupa’da
nı süsleyen kenger yaprağı motifi. Grek büyük parçalarından kâse, kupa, bar
ve Roma devri sütun başlıklarında görü dak, hokka, çekmece gibi eşyalar yapıl
lür. mıştır. Osmanlılarda akike çok önem
AKARSU, Tek sıra elmas veya pır verilmiş, akik tespihler, gerdanlık ve kü
lantadan, inci, platin halkalarla birbirle pelerle birlikte yüzük kaşları ve mühür
rine tutturulmuş gerdanlıklara denir. İs ler yapılmıştır. Akik üzerine âyetler ya
tanbul kuyumcuları elmas, yakut ve zılarak kolye olarak kullanıldığı gibi, bir
zümrüt karışımı akarsular da yapmışlar çok devlet adamının mühürleri de akik
dır. Altın ve gümüş telli, çizgili kumaşla ten kazınmıştır.
ra da akarsu denmiştir. Akik kâse ve fincanlar, enfiye kutu
AKÇE, İlkin, Orhan Gazi tarafından ları, çok sanatlı ve değerlidir.
1329 yılında bastırılan küçük gümüş AKRILIK, Yağlı ve suluboya karışı
para (sikke). Osmanlı tarihi boyunca çe mını andıran sentetik bir boya çeşiti. İn
şitli padişahlar tarafından bastırılan, ce, saydam ve yıkanabilir.
ağırlıkları ve ayarları zaman zaman de AKITMA, Özellikle Doğu Anadolu
ğişen akçe, Sultan Mahmud II devrinde illerinde yapılan, üzeri işlemeli geniş yü
tedavülden kaldırılarak (1820) yerine zeyli, altın bilezik. Kuyumcular, birkaç
“para-kuruş” sistemi konuldu. İlk akçe zincirle işlenen altın gerdanlığa da akıt
ler 6 kırattır. Daha sonra bu kırat düşü ma derler.
rülmüştür. ALABASTRON, İlkçağlarda (daha
AKÇE KESESİ, Akçelerin konul çok eski Yunan ve Roma’da) dar bo
duğu meşin, kumaş ve ibrişim örgü kü yunlu, kulpsuz, uzun veya armut biçi
çük kese (Bak: Para Kesesi). minde koku şişeleri. Pişmiş topraktan,
AKÇE TAHTASI, Akçe saymak mermerden, camdan yapılanları vardır.
için yapılan, ucu giderek daralan ve Dinî törenlerde ve evlerde güzel kokulu
oluk şekline giren tahta tepsi. Akçe tah sıvılar için kullanılmıştır. Arkeolojik ka
talarının fildişi, sedef, bağa ve gümüş zılarda çoğu kez mezar hediyesi olarak
kakmalarla süslü olarak yapılanları da gözyaşı şişeleri ile birlikte bulunmuştur.
vardır. Kimi akçe tahtalarında yapanın Başta İstanbul Arkeoloji Müzesi olmak
adı ve yapıldığı tarih yazılıdır. üzere, Türkiye müzeleri arkeoloji bö
AKİK, Çok sert, renkli damarları lümlerinde çeşitli devirlere ait alabast-
bulunan, kalseduan kuars türünden de ronlar sergilenmektedir.
ğerli taş. Yeşil, kırmızı, turuncu, gökma- ALACA, Çeşitli renk pamuk iplik
visi, beyaz renklerde çeşitleri vardır. lerle el tezgâhlarında dokunan bir ku
Çok eskiden beri süs eşyası olarak kul maş türü. Selçuklulardan beri Anado
lanılmıştır. Yemen Akiki denen türleri lu’nun çeşitli yörelerinde dokunduğu
11
bilinmektedir. Alacadan kadın ve erkek
giyimleri (hırka, mintan, şalvar, entari,
vs.) dikilmektedir. Pamuk-ipek karışımı
alacalara Halep veya Şam alacası denir.
Anadolu’da; Bursa, Erzincan, Denizli,
Balıkesir, Konya (Hadim), Gaziantep
(Kilis) alacaları çok tanınmıştır. Alacala
rın Beşparmak, Yollu, Çizgili, Çubuklu
gibi çeşitleri vardır. Alacahöyük kazılarında
ALACAHÖYÜK BULUNTULARI bulunmuş Gaga Ağızlı
- HÂZİNELERİ, Çorum’un Alaca İlçe- Testi. M.Ö. III. bin.
si’ne bağlı Alacahöyük Köyü’nde, 1935 (Ankara-Anadolu
Medeniyetleri Müzesi)
yılında Türk Tarih Kurumu adma Prof.
Remzi Oğuz Arık ve Dr. H. Zübeyr Ko-
daha sonraki kazılarda gaga ağızlı sera
şay tarafından başlatılan ve 1946 yılına
mik testiler, ayaklı meyve kapları, sü-
kadar süren arkeolojik kazılarda meyda
zekli çaydanlıklar, tek veya çift kulplu
na çıkarılan eserler topluluğu. Anado
vazolar, kâseler ve yüzlerce kazı bulun
lu’nun Kalkolitik Çağ özelliği gösteren
tusudur. Proto-Hitit ve Hitit devirleri
olarak (M.Ö. 2600-1200 yılları arası)
tarihlendirilen kültür katları bol eser
UPm
Alacahöyük kazılarında bulunmuş olan
Altın Taç M.Ö. III. bin
(Ankara-Anadolu Medeniyetleri Müzesi
12
vermiş ve bu eserlerden seçkin örnekler temsil eder. Tarih boyunca yaşamış bir
Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi çok milletin kendilerine özgü alemleri
ile Alacahöyük Müzesi’nde sergilenmiş vardır. Islâmiyetten önce kurulmuş eski
tir. Türk devletlerinde alemler uzun sırıkla
ALBATR, Onix’e benzeyen, yumu ra yerleştirilerek, orduda hükümdar ve
şak ve yarı saydam mermer. Eski Mı kağan çadırları önüne dikilirdi. Daha
sır’da bu taştan vazo ve kavanozlar ya sonra alemler, sancak ve bayrak direk
pılmıştır. Damarlı olanları tercih edilir. lerinde görülmeye başladı. Sancak ve
ALÇI (Eşyalar-Süslemeler), Alçı bayrakları taşıyanlara “alemdar” den
taşının hafif ateşte pişirilip öğütülmesi, mesi bu yüzdendir. Bazı tekke ve tari
sonra su ile karıştırılarak hamur haline katların da alemi vardır. Bir sırığa geçi
getirilmesi ile yapılan eser ve süsleme rilen bu alemler, dervişler tarafından
ler. Yapılarda, duvar ve tavan süsleme gezdirilirdi. Eski Türk geleneğinde çadı
lerinde, petekli pencere ve vitraylarda, rı tutan orta direğin tepesine yerleştiri
kabartma çerçeve ve mobilyalarda, hey len ve “moncuk” denen alemler, mima
kel, biblo yapımında kullanılır. Alçı, İs ride aynı geleneği yaşatmış, kubbe ve
lâm sanatında çok önemli bir süsleme
unsurudur. Gazne, Fatımî, Emevî, Ab
basî ve Büyük Selçuklu sanatında çok
sık görüldüğü gibi, Anadolu Selçuklu sa
natı mimarî yapılarında, özellikle saray
ve köşk gibi sivil yapılarda süslemeyi ta
mamlamıştır. Konya’daki Selçuklu Köş
kü ile Beyşehir Kubâb-âbad Sarayı alçı
süsleme örneklerini Konya İnceminare
ve Karatay medreseleri ile İstanbul Türk
ve İslâm Eserleri müzelerinde görmek
mümkündür. Osmanlı devri dinî ve sivil
mimarisinde de yer alan alçı daha çok
pencere ve tavan süslemeleri arasında
Tunç Alem. XVII. yy.
yer almaktadır. İstanbul Sokullu Camii
(İstanbul Türk ve İslâm
mahfeli tavanlarında, saray, köşk ve ya Eserleri Müzesi)
lı tavanlarında kabartma süslemeler ha
lindedir. Bunların üzeri kalemişi nakış
larla boyanmış ve yaldızlanmıştır.
ALEM, Türk ve İslâm mimarisinde külâhın ortasında örgüyü birleştiren bir
kubbelerin ortasına, minare külâhlarına, unsur olduğu gibi, estetik bir unsur ola
sancak ve bayrak direklerine, minber rak da kullanılmıştır. Osmanlı sanatında
kürsüsüne yerleştirilen taş ve madenden üslûplaşmış bulunan alemlerin oturduğu
tepelik. Alem; sembol, işaret, timsal an tabana küp, bilezik, onun da üzerinde
lamına gelir. Bir kavmi, bir topluluğu bulunan armut biçimindeki bölüme
13
armut, armutun üzerinde bulunan silin
dire boyun denir. Boyun, ikinci bir top
bilezikle birleştirilmiş ve üzerine asıl ale
mi teşkil eden hilâl konmuştur. Hilâl
içerisinde Allah, Besmele veya bir âyet
yazısı bulunduğu gibi, yıldız ve işaretler
de yer alır. Alemler taş veya mermer,
ahşap olduğu gibi daha çok tunç, pi
rinç, bakır, gümüş gibi madenlerden ya
pılır. Çoğu madenî alemler altın yaldız
la kaplanmıştır. Cami ve minarelerdeki
alemlerin hilâlleri kıbleye dönüktür.
Tekke kubbelerindeki alemlerde hilâl
yerine o tarikatın sembolü (Meselâ Kon
ya’da Mevlâna Türbesi’ndeki alemde
Mevlevî sikkesi) yer alır. İstanbul Süley-
maniye İmareti’nde görüldüğü gibi lâle
şeklinde alemler de vardır.
ALİŞAR HÖYÜĞÜ, Yozgat’ın 45
km. güneydoğusundaki höyük. 1927- Allom ’un bir gravürü.
1932 yılları arasında burada arkeolojik
kazılar yapılmış, höyüğün Anadolu’da sonra mimar olarak hayata atılmıştır.
önemli bir yerleşme yeri olduğu sonucu İngiltere’nin birçok şehrinde kiliseler in
na varılmıştır. Höyüğün en alt katı Kal şa eden Allom, bir ara Türkiye’ye gel
kolitik Çağ’a aittir (M.Ö. 3200-2600). miş ve İstanbul’da 45 gravür resim yap
Onun üzerinde Bakır Çağı yerleşimi gö mıştır. Bunlar arasında Üçüncü Ahmed
rülmektedir. Üçüncü kültür tabakası Çeşmesi, Sultanahmet Camii, Küçüksu,
Tunç Çağı’na ulaşmakta, bunu Hitit dö Harem en güzelleridir. 1872’de Bar-
nemi izlemektedir. Hitit döneminde nes’te ölmüştür.
(M.Ö. 2000-1500) buradaki şehir bir ALTIN, İnsanoğlunun kullandığı ilk
surla çevrilmiştir. Hititlerden sonra Geç maden olarak varlığını ve değerini her
Hitit ve Frig Çağı gelmekte ve yerleşim çağda, çağlar boyunca sürdürmüştür.
Klasik devirlere ulaşmaktadır. Alişar Bakır, gümüş alaşımları vardır. Anado
Höyüğü arkeolojik kazılarında bulunan lu’da M.Ö. VII. yüzyıllarda paranın ön
eserler, bugün Ankara’da Anadolu Me cüsü olmuştur. Yalnız para basımında
deniyetleri Müzesi’nde sergilenmekte ve değil, süslemenin her dalında altın kulla
korunmaktadır. nılmıştır. Kadın süs takılarının en değer
ALLOM (Thomas), Türkiye’de li ve en sanatlı olanları altından yapıl
çok tanınan İngiliz ressamı. 1804 yılın mıştır. Tahta, kumaş, maden ve her
da Londra’da doğmuş. Kraliyet Akade hangi bir madde üzerine altın parçaları
misinde öğrenimini tamamladıktan ve altın tel gömerek “altın kakma”
14
sanatı doğmuştur. Birçok madde altınla süslemeciliğinde önemli bir yer alan al
kaplanarak altın görünümü verilmiştir. tın varakları yapanlara “zerkûp” (altın
Ayrıca, altmsuyu, altın sırma gibi süsle döğücü) denilmiştir. Altın varak yapımı
me unsurları doğmuştur. Altının Türk özel bir ustalık ve meslek dalıdır. Altın
sanatında da yeri büyüktür. Maden üze varak yapabilmek için haddeden geçiril
rine altın kakmacılık sanatı Selçuklu ve miş altın, 4 mm. eninde kesilerek belli
Osmanlılarda yaygındır. Daha çok kitap ölçüde hazırlanmış tirşe denilen derinin
süslemeciliği (tezhip) sanatında kullanı tüysüz tarafı arasına her kata bir deri
lan altın varak işçiliği yine bu devirlerde konarak sekiz kat istif edilir. Bu istife
gelişmiştir. avadanlık denir. Avadanlık, sıcak mer
ALTIN EZME, Altın varak, porse mer üzerinde 4 kiloluk çekiçlerle dövü
len küçük bir çanakta ezilir. Birkaç lür. Dövüldükçe altın zar gibi yapraklar
damla arap zamkı ile karıştırılır. Kabın halinde incelir. İnceldikçe çekicin ağırlı
alabileceği kadar temiz su ilave edilerek ğı düşürülür. İnce altın levhalar tavşan
üzeri kapatılır ve dinlendirilir. Bir gün ayağı ile silindikten sonra, ince kâğıtla
dinlendikten sonra altın dibe çöker. ra alınır, desteler yapılır. Bu destelere
Üzerindeki kirli su atılır. Islak altın kuru “tefe” denir. Selçuklular devrinde baş
tulur. Kullanılacağı zaman, arap zamkı kent Konya’da, altın varak yapan bir
ve jelatinle karıştırılarak sürülecek yere çarşının bulunduğu bilinmektedir. Os-
uygulanır. manlı devrinde İstanbul -Beyazıt’ta altın
ALTIN KAPLAMA, Altın, kolayca varakçılar çarşısı XIX. yüzyıl ortalarına
donuklaşmadığı ve parlaklığını korudu kadar yaşamıştır. Selçuklu devrinde al
ğu için el sanatlarında ve özellikle ku tın varaklar, süslenecek esere doğrudan
yumculukta birçok metal altınla kaplan yapıştırıldığı halde, Osmanlılar bu va
mıştır. Civalı veya levha altın kaplama rakları arap zamkı içinde ezerek ve eri
lar uzun süre dayanıklılığını korur. Sa terek eserlere ince fırça ile sürmüşlerdir.
nayide altın kaplama elektrikle yapıl Sürülüp kurutulma işleminden sonra,
maktadır. üzeri zer-mühre denilen âletle parlatıl
ALTINOLUK, Kabe damındaki mıştır.
yağmur sularının akması için yaptırılan, ALTIPARMAK, Yol yol çubuklu,
üzeri altın kaplı ve yazılarla süslü oluk. her çubuğun rengi başka, altı renkli
Topkapı Sarayı Kutsal Emanetler ara Türk dokuması. Çubuklu sırma ile işle
sında bulunan “Altınoluk” meşhurdur. nenlere “altınoluk” denir. Altıparmak
Ayrıca ipek kumaş üzerine, altın sırma dokuması, pamuk, pamuk ipek karışı
ile işlenen çubuklu ve yollu kumaşlara mıdır. Daha çok Bursa ve Üsküdar’da
da altınoluk denir. dokunmuş, kadın giyimlerinde kullanıl
ALTIN VARAK, Yazı ve kitap süs mıştır.
lemesinde (tezhip), levhalarda, minyatür AMAZON, Mitolojide kadın savaş
işçiliğinde, maden ve ahşap eserlerde, çılar. Amazonlar, genellikle at üzerinde
kalemişi nakışlarda kullanılan çok ince başları kasklı, ellerinde kalkan, ok, yay,
altın plâkalardır. Türk ve Islâm sanatı baltalarla ve mızraklarla resmedilmiştir.
15
AMBER veya ANBER, Hint veya kendine özgü süslemesi, biçim ve rengi
Japon denizlerinde “Balinagiller” türün Avrupa sanatını da çok etkilemiş, sanat
den Amber (Cacalot) adlı bir balığın kur ta Ampir devrini açmıştır. Barok üslû
sağında bulunan veya dışkısından elde bunun ardından Türk sanatına da giren
edilen kokulu bir madde. Ak amber adı Ampir üslûbu, 1854 - 1874 yılları
verilen bu madde ilâç yapımında kulla arasında etkinliğini göstermiş, Türk
nıldığı ve macunlara karıldığı gibi, koku Ampir üslûbu adıyla Türk sanatında de
olarak da kullanılmış, şerbetlere, kahve ğişik ve Türk karakterli bir üslûp doğ
ye ilâve edilmiştir. Tozları balmumu ile muştur. Türk sanatında insan ve hayvan
karılarak ince çubuklar veya mumlar gibi canlı figürlerine yer verilmediği için
şeklinde şamdanlarda da yakılmış, böy- Türk Ampir üslûbunda bitkisel öğeler
lece kokusundan faydalanılmıştır. Am yer almış, bu öğelere Türk sanat zevki
ber, Osmanlı saray ve konaklarının çok ve anlayışı da katılarak yeni bir sentez
değerli bir koku maddesi olarak uzun meydana getirilmiştir. Özellikle İstan
yıllar kullanılmıştır. Ayrıca mimozaya bul’da Barok ve Ampir üslûbunun karı
benzeyen amberağacınm kabuklarının şımından doğan Dolmabahçe Sarayı,
yakılması ile elde edilen reçineye benzer Ortaköy Camii mimaride tipik örnekler
bir maddeye de siyah amber denilmiş, arasında olduğu gibi Mahmud II Türbe
bundan da kokular yapılmıştır. si, Çevri Kalfa Mektebi, Alay Köşkü
AMBER TESPİH, Amberin “lâ- Türk Ampiri’nin örnekleri olarak bilinir.
den” denilen arı salgısı ile karıştırılıp ku Türk Ampir üslûbu süsleme alanında da
rutulmasından tespih taneleri yapılmış kendini göstermiş, bu devirde yapılan
tır. Amber tespihler sürekli koku verdiği kapı ve pencere kanatları, dolap ve ta
için çok kullanılmıştır. vanlar, çeşitli mobilyalar, hatta mezar
A M P H O R İS K O S , İlkçağlarda, taşları Ampir üslûbu ve zevkiyle süslen
özellikle Grek ve Romalılarda çok kulla miştir.
nılan, tabanı sivri, iki kulplu gövdesi ANAHTAR, Kapı, sandık, çekmece
renkli çizgilerle süslü, cam koku şişesi. gibi kilitlenebilen eşyaların kilitini açabi-
Opak beyaz, mavi-lacivert, neftî zemin len, madenî âlet. İlkçağlardan günümü
üzerine zikzakla keskin çizgili bezemele ze kadar kullanılan anahtarların çeşitli
ri dikkat çekicidir. Türk müzelerinde ve boy ve biçimlerde örnekleri vardır. Al
özel koleksiyonlarda örnekleri çoktur. tın, gümüş, bronz ve demirden yapılan
AMPİR (AMPİR ÜSLÛBU), İlkçağ anahtarlar, kullanıldığı eşyalara göre ad
mimarî tarzı ve süsleme öğelerinin yo alır. Kulpları motifler, yazılar ve ge
rumlanması ile Fransa’da XIV. Louis za ometrik örgüler, ajurlu oymalarla süslü
manında başlayarak Napolyon Bona- anahtarlar, yapıldığı devrin maden işçi
part devrinde gelişen ve yaygınlaşan üs liği özelliklerini taşır. Üzeri altın, gümüş
lûp. Mimaride mobilya stilinde ve diğer kakma desenli ve yazılı anahtarlar oldu
eşyalarda kendini gösteren bu üslûbun ğu gibi, sapı ve kiliti ile sanat özelliği ta
insan ve hayvan figürleri ile bitkisel mo şıyan anahtarlar da vardır. İstanbul
tiflerin kompozesinden meydana gelen Topkapı Sarayı, Türk-îslâm Eserleri
16
Müzesi ile Ankara ve Konya, Antalya, Türkiye’de son yıllarda deniz altı batık
Akşehir ve daha başka müzelerde Sel gemi artıkları arasında çok sayıda bu
çuklu ve Osmanlı devri anahtar koleksi lunmuş ve bunlar müzelere kaldırılmış
yonları sergilenmektedir. tır. İstanbul, İzmir, Bodrum arkeoloji
ANA TANRIÇA, İlkçağ uygarlıkla müzelerinde çeşitli örnekleri sergilen
rında doğuran kadın kültü, ilk örnekleri mektedir.
ni Konya Çatalhöyük kazı buluntuları ANTİK, Eskiçağ anlamına gelmekle
arasında (M.Ö. 7000-6000) gördüğü birlikte, genellikle Grek-Roma devri
müz, oturan, doğuran seramik kadın eserlerine verilen addır. Antikite eski
helkelcikleri (Bak: Tanrıça), Ana Tanrı eserler anlamına gelir.
ça Kültü, daha sonra eski uygarlıklarda ANTİKA, Taşınır eski eser anlamı
çeşitli adlar altında devam etmiştir. na gelmekle birlikte, Türkçe’de eskilik
ve az bulunurluk değeri olan eşya anla
mına gelir. Bu eşyaların satışını yapan
lara antikacı, antika eşyaları toplayıp
koleksiyon yapanlara da antika meraklı
sı veya antiker denir.
APOLLON, Mitolojiye göre Gün ve
Aydınlık Tanrısı ve Tanrıların en güzeli.
Zeus ile Leto’nun oğlu, Tanrıça Arte-
mis’in kardeşi. Apollon birçok Tanrının
Ana Tanrıça
gücüne sahiptir. İnsanları sever, yardı
Heykelciği.
mına koşar. Sürülerin ve çobanların ko
Neolotik Çağ
M.Ö. VI. bin. ruyucusudur. Tapınaklarda şarkı söyle
Hacılar (Ankara yen ve dans edenlerden hoşlanır. Erkek
Anadolu güzelidir. Apollon, Eskiçağın helkel-
Medeniyetleri tıraşlarma sık sık konu olmuş, tapmak
Müzesi)
lar onun heykelleri ile donatılmıştır. Ati
na, Paris (Louvre), Londra (British Mu-
ANFORA (Amphora), İlkçağlarda seum), Roma, Napoli, Vatikan, Tours,
özellikle Akdeniz uygarlıklarında çok Berlin (Pergamon) müzelerinde seçkin
görülen iki kulplu, dibi sivri seramik tes heykelleri bulunduğu gibi, başta İstan
ti. Kuma, toprağa yerleştirildiği veya bul, İzmir, Antalya, Afrodisias arkeoloji
özel depolama sistemiyle korunduğu müzeleri olmak üzere, Türkiye’nin bir
için dip tarafı sivri yapılmıştır. Çoğun çok müzesinde Anadolu kaynaklı Apol
lukla dar ağızlıdır. Zeytinyağı gibi sıvı lon heykelleri vardır.
maddeler için yapılanları olduğu gibi ARABA, İnsan ve eşya taşımak için
mezar eşyaları arasında koku kapları, yapılan tekerlekli taşıt. İlkçağlarda, özel
ölü külü kabı olarak da kullanılanları likle Asya Türkistanı’nda ve Çinlilerde
vardır. Geniş karınlı olanları hububat ta hayvanların evcilleştirilmesi ve tekerle
şımak ve saklamak için kullanılmıştır. ğin icadı ile kullanılmaya başlayan araba
17
giderek yaygınlaşmış, Yakındoğu ve dikilir. Ter emicidir. Renkleri beyaz,
Anadolu’ya Akdeniz ülkeleri ile Avru kurşunî ve açık kahverengidir. Genellik
pa’ya girmiştir. İlkin öküzlerin koşuldu- le tarikat şeyhleri başlarındaki tarikat ta
ğu kağnıya benzer yük arabaları, daha cı ve Mevlevilikte destarlı sikke altına,
sonra atların koşulduğu savaş arabaları ayrıca dervişler ve derviş namzedi olan
na dönmüştür. Krallar, komutanlar süs “nev-niyâz”lar tarafından çıplak olarak
lü özel arabalar yaptırmışlardır. Anado giyilmiştir. Arakiye aynı zamanda ince
lu’da M.O. 3000 yıllarında arabaların keçe kumaş anlamına da gelir. Arakiye
kullanıldığı bilinmektedir. Giderek geli kumaşlardan potur, yelek, hırka, cübbe
şen, çeşitleri çoğalan arabalar Ortaçağ ve seccade de yapılmıştır. Esnaflıkta
larda yaygın bir kara taşıt aracıdır. Os arakiyecilik ayrı bir koldur.
manlIlarda yük ve binek arabaları kul ARKEOLOJİ, Eskibilim. Eski za
lanılmakla birlikte, süslü “Saltanat manlardan kalma mimarî yapıları, sanat
Arabaları” ancak XVIII. yüzyıldan sonra eserlerini, anıtları, eski şehir kalıntıları
kullanılmaya başlanmıştır. Koşu ara nı, ören yerlerini araştırma, bulma ve
baları denilen ve öküzle çekilen, üzeri değerlendirme bilimi. Arkeoloji bizde
örtülü dört tekerlekli binek arabaların daha çok İslâm öncesi araştırma ve ka
dan ayrı olarak sultan veya devlet ileri zı yapma faaliyetleri anlamına gelir. Bu
gelenlerinin bindikleri fayton ve landon bilimle uğraşanlara “arkeolog” denir.
lar, XIX. yüzyılda görünmeye başlamış Arkeolojik kazılar deyince ören yerleri
tır. Topkapı Sarayı Müzesi (Arabalar ve tarihî şiflerde arkeologlar tarafından
Dairesi)’nde, bunlardan seçkin örnekler yapılan bilimsel ve sistemli kazılar anla
sergilenmektedir. şılır. Arkeolojik eserler de daha çok İs
ARABESK, Bir düzen içinde birbi lâm öncesine ait toprak altından çıkarı
rine girift, uzantısı sonsuz, geometrik lan eski eserler anlamını taşır.
bezeme. Doğu sanatının başta gelen ARMA, Bir devlet, bir şehir, bir hü
taş, ahşap, maden, mozaik, çini tuğla, kümdar, bir din veya soylu bir aileyi
örgü, tezhip süslemesinde çokça yer temsil eden özel alamet. Armalar bir re
alır. İslam sanatında kullanıldığı için Ba sim olabileceği gibi, resim ve yazılarla,
tıklar buna “Arabesk” adını vermişler özel işaretlerle bir kompozisyon da ola
dir. Türkçe’de adı “Arap Yolu” veya bilir. Kumaş, ağaç, maden, taş, deri gi
“Girift”tir. Değişik ve çok örnekleri var bi malzemelere işlenir. Arma, İlkçağlar
dır. dan beri çeşitli devlet ve topluluklarda
ARAKÇIN, Üzerine sarık sarılan, kullanılmıştır. Zırhlara, kalkanlara, sofra
keçe külah veya kavuk altına giyilen tak takımlarına, mobilyalara, kale bedenle
ke (Bak: Arakiye). Gelin başına giydiri rine, paralara, cilt kapaklarına, levhala
len taç gibi gümüş başlığa da arakçın ra ve çeşitli eşyaya basma, kabartma,
denir. oyma olarak işlendiği gibi, madalyon
ARAKİYE, Başta kavuk veya fesin olarak da kullanılmıştır. Avrupa’da çok
altına giyilen külâh. Arakiye yün veya kullanılan arma, Anadolu Selçukluların
tiftikten dövülerek yapılan ince keçeden da, Anadolu Beyliklerinde ve
18
Osmanlılarda da görülmektedir. Anado sürdüren bir “sanat üslûbu’dur. Art-No-
lu Selçuklularının arması çift başlı do uveau, kelime anlamıyla “yeni sanat”
ğandır. Osmanlı armaları genellikle tuğ demektir. Ancak sanatta “herkes için,
ra olarak dikkati çekmekte, on doku her şeyde yenilik”, “belli kalıplardan sıy
zuncu yüzyıl başlarından itibaren Os- rılma ve bağımsızlık” anlamına gelmek
manlı padişahları ve kuruluşlarının özel tedir. Art-Nouveau, sanat anlayışı, sa
arma yaptıkları bilinmektedir. İkinci natı toplum yaşamında daha yaygın,
Meşrutiyet armaları çok tanınmıştır. daha pratik ve ucuza mal etmeyi amaç
ARŞIN, Türkiye’de 1931 yılma ka lar. Sanayileşmenin ve makine ürünleri
dar kullanılan uzunluk ölçüsü. Yaklaşık nin zevksiz dinamizmine karşı, doğaya
orta parmağın ucundan dirseğe kadar ve kırsal alanlara yönelik, doğayı sanat
kol boyu. Çeşitleri vardır. Çarşı arşını ta yaşama ve doğayla bütünleşme isteği
68 santim, mimar arşını 75.8 santim Art-Nouveau’yu doğurmuştur. Bu anla
uzunluğundadır. İpekli kumaşların ölçü yışla mimarlık, iç mekân düzenlemesin
münde kullanılan 65 santimlik arşına de mobilya, biçim ve süslemesiyle ken
“endaze” denir. Arşının sekizde birine dini tamamlamıştır. Mobilya süsleme
“urub veya rubu”, urubun yarısına “ke- sinde bitkisel öğelere geniş yer verilmiş,
rah” denir. Arşınlar demirden veya tah geometrik çizgiler, çiçek, dal, yapraklar,
tadan yapılır. Üzeri nakış ve yazılarla kuş, kelebek gibi göze hoş gelen figüra
süslü arşınlar vardır. tif doğa ürünlerinden bir kompozisyon
ART-DECO STİLİ, Birinci ve İkin meydana gelmiştir. Art-Nouveau, Fran
ci Dünya Savaşları arasında (1914- sa, İngiltere, Almanya, İtalya, İspanya
1939) Avrupa’da görsel sanatların ço ve Belçika gibi ülkelerde geniş yayılma
ğunda, heykel, cam ve seramik sanatın alanları bulmuş, Türkiye’ye 1900 yılın
da etkinliğini sürdüren bir sanat akımı. dan sonra Avrupa’dan ithal edilen mo
Art-Deco Stili’nin temel ilkesi sadelik ve bilya ve eşyalarla girmiştir. Daha sonra
fonksiyonelliktir. Mobilyada kübizm ve İstanbul’da üretilmeye başlayan bu eş
onun getirdiği geometrik formlar en be yalar, köşk ve yalılarda, büyük otellerin
lirgin özelliğidir. Klasik ve mitolojik ko lobi ve salonlarında en çok itibar edilen
nulardan da esinlenerek bronz, fildişi, mobilya ve eşyalar olarak yer almıştır.
ivorine (plastik fildişi) gibi malzemeler ARTEMİS, Mitolojide Bereket Tan
den yapılan heykeller yalın ve hareketli rıçası. Zeus ve Leto’nun kızı, Apol-
dir. Cam eşyalarda düz çizgiler, ge lo’nun kız kardeşi. Elinde yay ve ok ta
ometrik ve masif formlar egemendir. şır. Güzel köpekler, sevimli av ve orman
Bu dönemde Paul Daum ve R. Lalique perileri ile birlikte, ormanlarda, küçük
gibi sanatçıların tasarımları antikacıların çocukların ve hayvanların koruyucusu
aradıkları eserlerdir. Seramik sanatında dur. Anadolu’da Manisa Dağı (Spyclas)
detaya az önem verilmiş, biblolarda ay eteklerinde yaşayan güçlü Kral Tanta-
rıntılardan kaçınılmıştır. los’un kızı Niobe’yi kıskançlık nedeniy
ART-NOUVEAU, 1890 yılında do le, korkunç şekilde cezalandırır. Avcılık
ğan ve mimariden eşyaya etkinliğini ta kendisiyle boy ölçmek isteyen Tanrı
19
tavla, nalın, satranç tahtası, çekmece,
kutu gibi ahşap eserler süslenmiştir.
Arusekle bağayı birbirine karıştırma-
malıdır.
ASA, Kralların, din adamlarının, ko
mutanların ellerinde tuttukları maddî ve
mânevi güç ve egemenlik sembolü de
mir veya ağaç sopa. Ya da elde taşman,
destek veya silâh olarak kullanılan, fırla
tılan, madenden ve ağaçtan yapılan
değnek. Altm-gümüş işlemeli, fildişi,
kehribar saplı, değerli taşlarla süslü çe
şitli örnekleri vardır. Eskiçağlardan beri
bilinen âsa, müttekâ, teber, baston (bu
maddelere bakınız) adları ile de değişik
anlam ve biçimlerde kullanılmıştır.
ASKI (ASKI TOPU), Cami, mes
cit, türbe gibi benzer kubbeli mekânlar
Artemis Heykeli M.Ö. II. yy. da kubbenin ortasından sarkan zincirle
(Efes Arkeoloji Müzesi) re asılı veya zincirlerin taşıdığı kandille
re bağlı küre, kürevî, konik ve yumurta
Orion’u hedefinden hiç şaşmayan okla biçiminde süslü toplara askı denir. Askı
rı ile öldürür. Artemis aynı zamanda Ba topları, taş, seramik, çini, maden ve
kireler Tanrıçası’dır. Persliler, Koruyucu
Tanrıça olarak Artemis’i seçmişler, bü
yük boyda heykellerini, tapınaklarına
koymuşlardır. Efes kazılarında bulunan
ve bugün Efes Müzesi’nde sergilenen
Artemis heykelleri (M.Ö. II. yüzyıl) gi
yimlidir. Başında yuvarlak bir taç vardır.
Boynunda kalın bir gerdanlık, göğsünde
yumurta biçiminde üç sıra bereket sem-
bolüheteklerinde kutsal hayvan figürleri
yer alır, iki elinde iki asa, iki yanında iki
geyik bu kompozisyonu tamamlar.
Özellikle Akdeniz ülkelerindeki çeşitli
müzelerde Artemis heykelleri bulun
maktadır.
ARUSEK, Yeşil ve pembe renkte, ikinci Mahmud’un yumurta biçiminde
helezonlu bir deniz hayvanı kabuğu. Bu elmas ue inci süsleme tuğrah askısı.
kabuk sedef gibi işlenerek, kürsü, masa, (İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi)
20
ahşap malzemeden içleri boş, süslü ola
rak yapılır. Mimari yapılarda dekoratif
olarak yer aldığı gibi, sıra kandillerin
asıldığı yatay demir çubukların iki ucun
da dengeyi sağlamak için de kullanılır.
Askılar Islâm mimarisinin dekoratif un
surlarından biri olup, ilk örnekleri taba
nı sivri, kürevî-konik şeklinde pişmiş
topraktan içerisi boş olarak yapılmış,
dış yüzeyi oyma ve kabartmalarla süs
Asklepios
lenmiştir. Anadolu Selçuklularında ka
Heykeli
fes gibi mermerden oyulmuş top şeklin M.Ö. IV. yy.
de askılar yapıldığı gibi yine kafese ben (Bergama
zer top şeklinde işlemeli pirinç askılar Arkeoloji
da vardır. Bunların seçkin örnekleri Müzesi)
21
AT ALINLIĞI, Atın en hassas yeri çömlek, bazı paralar (Atina ve Korint)
olan alnını, vurucu ve kesici silahlardan üzerinde de rastlanır.
korumak için atın alnını burnuna kadar ATLAS, İpek, ipek karışımı pamuk
örten demir zırh. Bunların süslü olanla la dokunan ince kumaş. Çözgü iplikleri
rı İstanbul Askerî Müze’de görülür. Baş kumaşın yüzeyinde bulunursa buna
ka koleksiyonlarda da vardır. “çözgülü atlas”, atkı iplikleri kumaşın
yüzünde bulunursa buna da “atkılı atlas”
denir. Her iki halde de kumaş yüzeyi
düz ve parlaktır. Önceleri Hindistan’da
dokunan atlaslar, XV. yüzyıldan itibaren
Bursa ipekli kumaşları arasında yer al
mıştır. Renkleri daha çok kırmızı ve ye
şildir. Üzerine sırmadan desenler işlen
diği de olmuştur. Atlastan kaftan, şal
var, cepken gibi kadın ve erkek elbisele
ri dikildiği gibi, yorgan, perde, bohça ve
döşemelerde de kullanılır. XVI. yüzyılda
İstanbul’da atlas ticareti yaygınlaşmış,
Osmanlı Sarayı’nda hediyelik eşyalar
arasında yer almıştır. Atlas, sancak ve
bayraklarda, padişah fermanları ve cüz
keselerinde, kitap kılıflarında da kulla
nılmıştır.
ATLAS KESE, Kuran-ı Kerim, cüz
ATEŞ SİPERİ, Çocukların ateşe muhafazası için dikilen, üzeri sırma işle
düşmemeleri için, ocak ve şöminelerin meli torba. Padişahların verdikleri “atiy-
önüne perde gibi konulan işlemeli tel ye-i seniyye” denilen hediye ve bahşiş
kafes yahut katlanabilen tel örgü siper. ler de atlas keselere konmuştur.
Paravanaya benzer. Pirinçten yapılanla ATTİS, Eskiçağ Anadolu’sunda bit
rı ve çerçeveleri süslü yapılanları değer ki ilâhı. Grek ve Frig devrinde, elinde
lidir. asası, başında külâhı, kavalı ve santuru
ATHENA, Mitolojide Savaş Tanrı ile heykelleştirilmiştir. Müzelerde çeşitli
çası ’tiır. Zeus’un kızı olarak bilinir. Kal örnekleri vardır.
kanı, öldürdüğü Gorgon’un başı ile süs AVANOS ÇÖMLEKLERİ, Nevşe
lüdür. Elinde mızrağı, başında miğferi hir İli’ne bağlı Avanos ilçe merkezinde
ile Athena, şehrinin ve diğer sitelerin geleneksel el sanatı olan çanak ve çöm
koruyucusudur. Aklın ve cesaretin sim lekler. Hamuru, pişirilmesi ve biçimle
gesidir. M.Ö. V. yüzyıldan başlayarak riyle kendine özgü bir halk sanatı eseri
heykelleri ve kabartmaları yapılmıştır. olan Avanos çanak ve çömlekleri, özel
Romalıların “Minerva”sma örnek olarak fırınlarda 1050 dereceye kadar varan
Athena’nın resimlerine çanak ve ateşte pişirilmekte, aynca sırlanmaktadır.
22
Bugün Avanos’ta 100’ün üzerinde atöl camın keşfi ayna sanatını yaygın hale
ye ve 300’den fazla usta, çanak-çömlek getirmiş, gümüş plakaların parlatılması
üretmektedir. Son yıllarda Kapadokya ile aynalar yapıldığı da görülmüştür. Et-
bölgesini ziyaret eden turistler için özel rüsklerin bronz ayna kullandıkları bili
çanak çömlek pazarları oluşturulmuştur. nir. Gümüşten ve civadan “sır” denen
AVİZE, Kapalı bir mekânı ışıklan bir madde yapılarak cama sürülmesi ile
dırmak için tavana asılan, camdan, ma meydana gelen aynalar, giderek deko
denden yapılan askı. Elektriğin keşfin ratif eşya durumuna girmiş, saraylar,
den önce, avizelere mum dikilir, bezir, köşkler aynalarla süslenmiştir. Ayaklı,
zeytinyağı kandilleri, petrol lâmbaları el, duvar, konsül gibi kullanış biçimleri
yerleştirilirdi. Elektriğin keşfinden son ne göre sınıflandırılan aynalar, Türk sa
ra, avizelere ampuller konmuştur. Avi natında da önemli bir yer almaktadır.
zeler, billûr ve kristal camlardan, altın,
gümüş, pirinç, bakır, tunç, demir ve
porselenden yapılmış ve süslenmiştir.
Örnekleri çoktur. Ahşap süsleme avize
ler de görülmüştür. Antika piyasasında
avizelerin önemli bir yeri vardır.
AYAKLIK, Üzerine ayak koyarak
pabuç veya çizmenin bağlandığı kaide.
Ağaçtan, seramikten, madenden çok
süslü yapılanları vardır. Arslan, fil hey
keli biçiminde taştan veya seramikten
Mücevherli Ayna. Osmanlt -XVI. yy.
yapılan ayaklıklar, antika pazarlarında
(İstanbul - Topkapı Sarayı Müzesi)
sık sık görülür. Üstüne heykel veya va
zo yerleştirilen, silindir, dörtköşe taş ka
idelere de ayaklık denmiştir. Selçuklu sanatında sapları ve gövdeleri
AYASOFYA MADALYASI, İstan işlemeli, insan ve hayvan figürlü made
bul Ayasofya Camii’nin 1847-1849 yıl nî el aynaları, Topkapı Sarayı Müzesi’n-
ları arasında yapılan onaranına yardım de sergilenmektedir. Yine Topkapı Sa
edenlere verilen altın, gümüş ve bakır rayı Müzesı’nde Osmanlı devrine ait sa
madalya. Bir yüzünde Sultan Abdülme- rayda kullanılan altın, gümüş işleme,
cid’in tuğrası, öteki yüzünde de Ayasof değerli taşlarla süslenmiş saplı el ayna
ya’mn resmi vardır. ları ile, duvar aynaları, ayaklı konsüller
AYNA, İnsanoğlu kendini seyret bulunmaktadır.
mek için ilkin durgun sudan, daha son AYNALI YAZI, Arap yazısının kû-
ra cilâlanmış maddelerden faydalan fî, sülüs, reyhanî türleri ile simetrik bir
mıştır. M.Ö. sekiz bin yıllarında Neolitik biçimde düzenlenmiş dekoratif yazı isti
bir çağı yaşatan Konya-Çötalhöyük ka fi. Türk hattatlarının çoğu bu istifle lev
zılarında, obsidiyen taşının parlatılma- halar yazmışlardır. Aynalı yazı tam orta
sıyla aynalar bulunmuştur, ilkçağlarda da kesilmekte, sağdan ve soldan aynı
23
Gümüş Ayna
24
B
BAĞA, Deniz kaplumbağası kabuk genişliği Azerbaycan aşıklarının eskiden
larının sıcak suda yumuşatılması ile elde beri kullandıkları saz’da olduğu gibi bir
edilen tabiî desenli kısımları. Bunlardan oktava indirilecek şekilde kısıltılmıştır.
tespih taneleri, küçük tabak ve fincan BALBAL, Eski Türklerde mezarla
lar, kaşıklar, tarak, tabaka ve enfiye ku rın üzerine, bazı kurganların çevresine
tuları, çerçeveler, baston başlıkları ya dikilen, tek parça, taş anıtlar. Bunlar,
pıldığı gibi ahşap işçiliğinde sedef ve fil kaba yontulmuş insan heykellerine ben
dişi ile birlikte mozaik süsleme olarak zer. Üzerinde kabartma veya oyma yazı
kullanılır. Türk sanatında on yedinci ve işaret olanları vardır. Kimi bilginler,
yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlayan balballara “Hatıra Taşı” da demektedir.
bağa, Afrika’dan gelen kalın ve koyu si BAKARA, Fransa’da Baccarat ka
yah renkli olanları ile daha bir değer ka sabasında XVII. yüzyılda kurulan cam
zanmıştır. Topkapı Sarayı Müzesi’nde imalâthanesinde yapılan kristal işleri.
değerli taşlar ve madenlerle süslü çeşitli Bakara adı verilen kristal bardak, kâse,
bağa eserler yer almaktadır. vazo, tabak, sürahi, şamdan, avize ve
BAĞLAMA, Türk halk müziğinin daha başka eşyalar, kesimi, saydamlığı
telli, uzun saplı, şişkin gövdeli çalgısı. ve desenleri ile Avrupa’da, XIX. yüzyıl
Kökü Asya Türklüğüne dayanan ve yüz dan başlayarak Türkiye’de çok tanın
yıllardır halk müziğinin meydan sazı, mış, özellikle antika piyasasında çok tu
çöğür, kopuz, cura, tambur gibi sazları tulmuştur. 1819 yılından sonra Bacca
arasında yer alan bağlama üç tellidir. rat kristal atölyeleri, tüm dünyada şöh
Her tel çift olarak gerilir. Armut biçi retini daha çok duyurmuştur. Kristal eş
mindeki teknesi ağaç kütüğünden oyul yalarda Baccarat damgası veya S/A ru
muş, üzerine çamdan bir göğüs geçiril muzu bulunmaktadır.
miştir. Göğüsten burguya kadar sapı BAKIR-BAKIR İŞLERİ, Bakır, uy
40-45 santimdir. Sapındaki perde bağ garlığın tanıdığı ilk madenlerden biridir.
larının özelliğinden dolayı bu saza bağ Arkeolojik araştırmalar sonucu, bakırın
lama denilmiştir. M.Ö. 6000-5000 yıllarında Anadolu’da
“Bağlama düzeni” denilen düzene bilindiği anlaşılmıştır. İlkin, Güneydoğu
göre akortlanıp çalınmasıyla tambura Anadolu’da keşfedilen bakır, Neolitik
dan ayrılır. Yakın zamana kadar tambu Çağ’dan sonra Bakır Çağı adıyla yeni
rada olduğu gibi sapında bir telin bir ok bir devir açmış, bakırdan silâh, kap ka
tav ve bir tam dörtlü ses genişliği vardı. cak ve süs eşyaları yapılmıştır. Bakır
Son zamanlarda çalgının sapı, bu Çağı’nın sonuna doğru, kalay da
25
üzeri süslenir. Bu süsler, yüzyıllar bo
yunca üslûplaşmış lâle, karanfil, servi,
nar çiçeği, yaprak gibi klâsik Türk mo
tiflerinden oluşur. Bordürleri, rumî dol
gular, kıvrım dallar veya zencereklerle
süslenir. Sini, sahan, lenger ve tepsiler
de çoğu zaman altı köşeli yıldız biçimin
de “Mühr-ü Süleyman” denilen uğur
motifleri, çiçekli vazolar, hatta stilize
kuş, balık, geyik figürleri görülür. Yazı
Türk Bakır işleri (Gündağ Kayaoğlu
Koleksiyonu)
lar çoklukla, sahibinin adını ve yapıldığı
yılı gösterir. Çok süslü eski bakırlar üze
bulunmuş, bakır-kalay alaşımı ile tunç rine seçme şiirler, özlü sözler de yazıl
(bronz) elde edilmiştir. Tuncun, M.O. mıştır. Bakır üzerine sivri çelik kalemler
4000-3000 yıllarında özellikle Anado le kazınarak yapılan süslemeye kazıma
lu’da yaygın olarak kullanıldığı bilinmek veya kakma, demir zımbalar vurularak
tedir. Bu çağa “Tunç veya Bronz Çağı” yapılana oyma, asitle yapılan oymalara
denir. Bakır, kolay işlendiği ve biçimlen eritme, motiflerin kabartılmasına da ka
diği için devirler içinde pek çok eşya ba bartma işçilik denir. Bakır işçiliğimizin
kırdan yapılmış, el sanatları arasında seçkin örnekleri, etnografya müzelerin
bakır önemli bir yer almıştır. Osmanlı de ve bazı özel müze koleksiyonlarında
devrinde Türk bakır işçiliğinde büyük bir yer alır.
gelişme olmuş, bakırdan yapılan ve B AK IR ÇA Ğ I (KALKOLİTİK)
üzerleri geometrik bezemeler, rumî ve ESERLER, Tarih öncesi (Frehistorik)
bitkisel motiflerle süslenen meydan sini çağlar içinde Neolitik Çağ’dan sonra
leri, tepsiler, ibrik ve leğenler, çorba gelir Kalkolitik (Maden-Taş) Çağı. Bakır
tasları, lenger, sahan, bakraç, tencere Anadolu’da M.Ö. 2500, Avrupa’da
ve kazanlar, cezve, mangal ve daha bir M.Ö. 2100 yıllarında keşfedilmiş, bakır
çok mutfak eşyası halkın günlük haya dan kesici ve delici silâhlar, süs takıları
tında yer almıştır. Bakır eşyaların yapı yapılmıştır. Bakır Çağı seramiği de çok
lıp satıldığı bakırcı çarşıları, bakırların gelişmiştir. Başta Ankara Anadolu Me
okside olmaması için kalaylandığı kalay deniyetleri Müzesi olmak üzere çeşitli
cılar, Türkiye’nin birçok şehir ve kasa arkeoloji müzelerinde Anadolu Bakır
basında yer alır. Bakır, geleneksel işçili Çağı’na ait madenî ve seramik eserler
ği ile çeşitli adlar alır. Ağaç tokmaklarla sergilenmektedir.
döğülerek biçim alan, ek yeri tutma ya BAKRAÇ, Bakırdan yapılmış, kulp
da bakır kaynağı ile birleştirilen bakır iş lu, geniş ağızlı küçük kova. Su, ayran,
çiliğine döğme bakır, kabın' biçimine süt, pekmez gibi sıvılar için kullanılan
göre ağaç kalıplara dökülen bakır işçili bakraç, üzerine kakma desenler çizildik
ğine de dökme bakır denir. Bakır kapla ten sonra kalaylanır. Sahibinin adı ve
ra biçim verildikten sonra, bunların yapıldığı tarih yazılı olanları da vardır.
26
Bakracın büyüklerine “helke”, küçükle Tunç Çağı’na ait
rine “cingil” denir. Anadolu bakır işçili bronz balta.
(M.Ö. 3. bin)
ğinin belli örneklerinden biri olan bak
(Ankara Anadolu
raç, bugün de yapılmakta ve kullanıl Medeniyetleri
maktadır. Müzesi)
BAKÜS, Romalıların Şarap ve Sar
hoşluk Tanrısı. Eski Yunan’da adı Di-
onysos’tur. Çoğu zaman elinde kadeh
ve üzüm salkımları ile heykelleştirilmiş-
tir. Roma, Paris, Berlin, Londra müze
lerinde antik birçok heykelleri bulundu
ğu gibi; İstanbul, İzmir, Efes, Bergama,
Antalya müzelerinde de çeşitli heykelle
ri yer almaktadır.
BALON, İlkçağ Akdeniz ülkelerin
de, özellikle Grek-Roma sanatında çok
görülen, şişkin karınlı, dar, uzun ve kısa
boyunlu, ağzı yayvan cam şişe. Üflene
adlar almış, çeşitli biçimlerde yapılmış
rek yapılmıştır. İnce gövdelidir. Açık
tır. Antika piyasasında daha çok sem
mavi ve yeşil renkli, desensiz, boynu
bolik balta teberler ve süslü el baltaları
profilli ve halka dipli olanları vardır.
görülmektedir.
Boyları 10-20 cm. arasında değişir. Ge
nellikle M.Ö. V. - M.S. III. yüzyıllar ara BALYEMEZ, XVI. ve XVIII. yüzyıl
sında tarihlendirilmiştir. Türkiye’deki larda Osmanlılar tarafından kullanılan
arkeoloji müzeleri ve özel koleksiyonlar uzun menzilli top. Adını, İtalyanca “Bal-
da örnekleri çoktur. lamezzo”dan almıştır. Tunçtan dökülen
BALTA, İlkçağların tarih öncesi ve özellikle kale dövmek için kullanılan
(Prehistorik) devirlerinden beri kullanı orta çaptaki bu top için yaklaşık yüz ok
lan baltalar, demirin uygarlığa girmesiy ka bakırın eritildiği, belgelerde ifade
le önemli bir silâh olmuş, ağaç kesmek edilmektedir. İstanbul Askerî Müze’de
için kullanılan adi baltaların dışında, ay seçkin örnekleri sergilenmektedir.
rı bir önem kazanmıştır. İlk Türk devlet BALIKÇIL TÜYÜ, Balıkçıl kuşu
lerinde yakın savaş silâhı olarak kullanıl nun kuyruğundan alınan tüy. Bu tüyden
dığı gibi Osmanlı ordusunda (Baltacılar) padişah sorguçları yapıldığı gibi, Yeni
adıyla bir öncü birliği kurulmuştur. Sa çeri Ocağı’ndan bazı görevlilerin başlık
ray baltacılarının üzeri altın kakma ve larına da takılmıştır.
yazılarla bezeli baltaları vardı. Tekkeler BANKNOT, Kâğıt para. Altın ve
de de “teber” adı verilen hilâl biçiminde başka madenî para yerine geçen bank
tek ve çift kesici yüzlü, sembolik baltalar notlara “kaime” de denir. Türkiye’de ilk
görülür. Baltalar, yapıldıkları bölgelere kâğıt para, 1840 yılında 500-250-100-
ve kullanıldıkları duruma göre çeşitli 50 kuruşluk kupürler halinde
27
çıkarılmıştır. 1851’de 10 ve 20 kuruş başlar; XIX. yüzyıl başlarına kadar sü
değerinde “kaime”ler tedavüle girdi. rer. Türk sanatçıları bu üslûbu kendi
Bundan sonra çeşitli yıllarda kâğıt para zevklerine göre yorumlar. Böylece Türk
lar çıkarılarak, bunların madenî paralar Baroku, Batı Baroku’nun bazı öğeleriy
yerine kullanılması sağlanmıştır. le farklı olur. İstanbul’daki Nuruosmani-
BARATA, Çuha veya ince keçeden ye, Lâleli, Üsküdar, Selimiye, Ortaköy
yapılan ucu sivri başlık. Börk de den camileri, Selimiye Kışlası, Dolmabahçe
miştir. Osmanlı Yeniçeri Teşkilatı’nda Sarayı Türk Barok üslûbu etkisinde ya
kullanılmıştır (Bak: Börk). pılan eserlerdir.
BARDAK, Su, süt, çay, şerbet, şa BARUTLUK, İçerisine toz barut
rap gibi içilecek sıvıların konulduğu kap. doldurularak bele veya omza asılan yü
Altın, gümüş, tunç, pirinç, bakır gibi rek biçiminde kap. Barutluklar hafif ol
madenlerden, camdan, seramikten, ması için kurutulmuş su kabağından,
Hacıbektaştaşı’ndan, hatta ağaçtan, tahtadan, meşinden yapılır. Barutu akı
hindistancevizi kabuğundan yapılır. Ku- tan boru şeklinde madenî bir ağzı var
lanıldığı sıvılara göre isim aldığı gibi, bi dır. İp veya kayışla iki tarafından tuttu
çimlerine göre de ayaklı, kulplu adlarıy rulur ve asılır. Barut kabı, üzeri kabart
la da tanınır. Cam (kristal) bardaklara malarla süslendiği gibi, sırma işleme ke
“billûr” denir. Üzeri değerli taşlar, renk seler içine de yerleştirilir.
li desenlerle süslü, altın-gümüş mahfa BASKI, Bez, kumaş, deri, kâğıt
zalı bardaklar da vardır. On dokuzuncu üzerine, desenleri basma işçiliği. Ağaç
yüzyılda İtalya ve Fransa’dan ithal edi tan yapılan baskı kalıpları ile bez üzeri
len renkli cam bardaklar bu devirde çok ne desenleme (Bak: Yazmacılık) veya
tutulmuş, daha sonra Beykoz İşi bardak çelik baskı kalıpları ile cilt süsleme (Ay
rıca bak: Gravür).
lar da kullanılmaya başlanmıştır. Başta
Topkapı Sarayı Müzesi olmak üzere,
Türkiye’deki çeşitli müzelerde, özel ko
leksiyonlarda ve antikacılarda değerli ve
ilginç örnekleri görülmektedir.
BAROK, XVI. yüzyıl ortasından
XVIII. yüzyıl ortasına kadar, Avrupa’da
yaygın olan bir sanat üslûbu. Deniz ka
bukları biçiminde bezemelerden meyda
na gelen bir süsleme. Mimaride, düz
hatlar yerine eğriler, girinti ve çıkıntılar
önem kazanır. Heykelde, gerçeğe ya
kın, etkileyici ve hareketli figürler ağır
basar. Resimde ışık, renk ve hareketi
konu alan, perspektif etkiler ön plâna
geçer. Barok üslûbu, Ahmed III devrin
de Türk mimarisinde de görülmeye
28
BASTON, Elde taşman, başı süslü
deynek. Başta, Eski Mısır olmak üzere
İlkçağlarda krallık, imparatorluk sembo
lü olarak da kullanılmış olan baston,
Fransa’da XIV. Louis zamanında er
keklerin kullandığı bir süs eşyası olarak
moda olmuş, o devirden itibaren sert
ağaçlardan, altın, gümüş, bronz gibi
madenlerden, fildişinden, üzeri değerli
taşlarla süslü bastonlar yapılmıştır. Bu
tür bastonlar Türkiye’ye Tanzimat’tan
sonra girmiş, fes ve baston Osmanlı ay
dınının adeta sembolü olmuştur. İstan
Kadın Başlığı, Osmanlı (Ankara Etnografya
bul’da savatlı ve kakmalı çok süslü bas
Müzesi)
tonlar yapılmıştır.
BAŞLIK, Başa giyilen takke, külah, kullanılan süs malzemeleridir. Kadın
daha başka örtüler.. Tarihin ilk devirle başlıkları ve baş süslemeleri arasında en
rinden beri kadınlar, erkeklerden ayrı, güzelleri gelin başlıklarıdır. Anadolu ka
daha süslü ve çeşitli başlıklar giymişler
dınının özene bezene, tabiatın tüm
dir. Türk etnografya malzemeleri ara
renkleri ve çiçekleriyle süslediği bu baş
sında Anadolu kadınlarının giydikleri
lıklar, rastgele seçilmiş olmayıp, yüzyıl
başlıklar başlı başına bir konudur. Ana
lar boyu devam eden bir geleneğin ürü
dolu geleneğinde kadın başlıkları bölge
den bölgeye değiştiği gibi, aynı bölgede nüdür. Kadın başlıklarının ayrıca anlam
yaşayan kadınların yaşma, sosyal ve ları vardır. Kocası yeni ölen kadınlar fes
ekonomik durumlarına göre ayrı başlık
ları vardır. Kütahya ve dolaylarında
genç kızlar evleninceye kadar zülüf kes
mez, evlenmek istemeyen dul kadın ise
kâküllerini başörtüsünün altında saklar.
Anadolu’da kadın başlıkları iki türlüdür.
Bunlardan biri fes, arakçin, taç, hotoz,
tepelik, tas gibi hazır başlıklardır. Öteki
si doğrudan baş üzerinde, saçlarla birlik
te yapılan başlıklardır. Başa giyilen işle
meli veya düz fesler üzerine, yemeni,
krep, şal, yazma, yaşmak gibi ince ku
maşlar örtülür. Başlıklar değerli taşlar,
altın ve gümüş paralar, inciler, penez-
lerle süslenir. Çoğu başlıklar ve başörtü
lerde elişi çiçekli oyalar, en çok Edremit Yöresi kadın başlığı.
29
üzerine kara yazma sarar, yeni gelinler kaplanır. Sonra balmumu tabaka üzeri
açık, canlı renkler kullanır. Genç kızlar ne desenler çizilerek buralardaki balmu
beyaz yazma bağlar. Başlıklardaki altın mu kaldırılır ve üzerine boya dökülür.
lar genç kızın ve kadının serveti, güven Sıcak su veya benzinle yıkanarak kumaş
cesidir. Türkiye’deki etnografya müze balmumundan arıtılır, böylece boyalı
lerinde, özel koleksiyonlarda kadın baş desenler meydana çıkar. Batik sanatı
lıkları koleksiyonlarını veya seçkin ör nın aslında bitik (yazma) adıyla Asya
neklerini bulmak mümkündür. Türk sanatı kumaş işçiliğinde yer aldığı
BAŞMAK, Daha çok kadınların nı, bu sanatın Anadolu’da “yazmacılık”
giydiği, yumuşak deriden yapılmış, üze olarak ad değiştirdiğini söyleyen araştı
ri desenlerle süslü veya sırma işlemeli rıcılar vardır.
pabuç. İslâm sanatında ilk örnekleri BAYRAK, Bir milletin, bir askerî
sandal biçiminde iken giderek çeşitleri birliğin, bir kuruluşun sembolü olan,
çoğalmıştır. Ortaçağlarda Türk ve îslâm belli ölçü ve renklerde yapılan kumaş
devletleri sultanlarının giydikleri ayakka parçası. Bayraklar “gönderi” denilen bir
bılara da başmak denilmiştir. İstan direğe asılır. Gönderinin tepesinde
bul’da ayrıca bir Başmakçı esnafının bu “alem” vardır. İlkçağlardan beri, millet
lunduğunu Evliya Çelebi, Seyahatnâ- lerin, kavimlerin, orduların, hatta şehir
me’sinde yazar. lerin, bir dinin mensubu toplulukların,
BAŞPÂRE, Ney, girift gibi kamış gemilerin sembolü olarak kullanılan
tan yapılan nefesli sazların ağza alınan bayraklar, üzerlerinde temsilî işaret ve
baş kısmındaki kemik, fildişi veya boy resimler taşır, bu işaret ve resimlerle ta
nuzdan yapılan parçası. Başpârelerin nınır. Tarih boyunca kurulmuş Türk
ceviz, şimşir, abanoz gibi sert ağaçlar devletlerinin de ayrı ayrı bayrakları var
dan yapıldığı da görülmüştür. Oyma ve dır. Bunlardan 16 Türk devleti, Türkiye
kakma desenlerle süslü olanları vardır. Cumhurbaşkanlığı forsuna birer yıldız
Nargile marpuçlarmın ağza alınan baş olarak işlenmiş, bayrakları ise ayrı bir
kısımlarına da başpâre denir. salonda sergilenmiştir. Bugünkü Türk
BATAK, Küplerden su almak için bayrağının ölçü ve biçimleri, 1936 yılın
yapılan uzun saplı su bardağı. Altın, gü da çıkarılan bir kanunla tespit edilmiştir.
müş, bakırdan, hindistancevizi kabu BAYRAM TAHTI, Osmanlı sara
ğundan, ağaçtan, sukabağmdan, sera yında “muayyede” denilen bayramlaş
mik ve camdan yapılanları vardır. Kep ma törenlerinde, padişahın oturması,
çeye benzer, uzun saplı “maşraba” biçi tebrikleri kabul etmesi için, Topkapı Sa
mindedir. rayı Üçüncü Avlusu’na açılan “Bab’üs-
BATIK, Asya ülkelerinde, özellikle Saade” önündeki saçaklı sofada kurul
Malezya ve Cava’da binlerce yıldır uy muş, değerli taşlarla süslü, altın işleme
gulanan, XVII. yüzyılda HollandalIlar ta taht. Bayram Tahtı, bugün İstanbul
rafından Avrupa’ya getirilen kumaş bas Topkapı Sarayı Müzesi Hazine Daire-
kı. Kumaş, önce düz bir yere serilir. si’nde sergilenmektedir. İki kişinin ra
Üzeri ince bir balmumu tabakası ile hatça oturabileceği koltuk biçiminde
30
görülür. Bunların örnekleri Ankara Et
nografya Müzesi’nde sergilenmektedir.
BEBEK, ilkçağlardan beri, özellikle
kız çocuklarının oynaması için taştan,
pişmiş topraktan, ağaçtan ve bezden
yapılan heykelcikler. Oyuncak olarak
yapıldığı gibi, ilkçağlarda Ana Tanrıça
kültü ile ilgili olanlar da vardır. Anado
lu’da Çatalhöyük ve Hacılar Höyüğü
kazılarında, pişmiş topraktan yapılmış,
M.Ö. 6000-5000 yıllarına ait bebek
Bayram Tahtı (Istanbul Topkapı Sarayı
Müzesi)
heykelcikleri bulunmuştur. Dünyanın
hemen bütün kavimlerinde bebek kültü
yapılmış Bayram Tahtı nm üzeri altın rü vardır. Oyuncak olsun, dini inançlar
plâkalarla kaplanmış, arkalığına sarı sır la ilgili olsun bebekler, her ulusun geç
ma ve serpme güllü bir kumaş döşen mişinde önemli bir yer alır. Türkiye’de,
miştir. Tahtın üzerinde kabara biçimin birçok sanatçı, folklorik ve tarihi giysile
de 954 zeberced vardır. Bayram Tah- riyle ya da çeşitli tiplemelerle bebek
tı’nın ne zaman ve kim tarafından yap yapmakta ve sergiler açmaktadır. Turis
tırıldığı bilinmemektedir. Ancak, Top- tik hediye amaçlı bebekler de yapılmak
kapı Sarayı arşivinde bulunan 1760 ta ta ve satılmaktadır.
rihli bir belgede, hazine eşyaları arasın BEDESTEN, Kumaş, silâh, mücev
da 953 zebercedle süslü, altın kaplama her gibi değerli eşyanın alınıp satıldığı
bir “taht-ı hümâyun”un varlığından söz kapalı çarşı. Farsça “bezzazistan” (yani
edilmektedir ki, o tahtın bu taht olması bez satanların çarşısı) adından Türkçe-
gerekir. Mustafa III, Selim III, Mustafa leştirilmiştir. Türk ve İslâm ülkelerinin
IV gibi padişahların bu taht üzerinde ya büyük şehirlerinde, çoğu zaman şehrin
pılan resimleri bugün Topkapı Sarayı merkezinde değerli eşyaların satıldığı,
Portreler Galerisi’nde sergilenmektedir. bir çeşit banka ve borsa görevini de ya
Bayram Tahtı, maddî-mânevi değeri ve pan bedestenler, kubbeli, sağlam, ferah
sanatıyla, bir Türk şaheseri, millî bir ha yapılardır. Her bedesteni koruyan gö
zine olarak müze ziyaretçilerini hayran revliler vardır. On beşinci yüzyıldan iti
bırakmaktadır. baren başta İstanbul olmak üzere, Ana
BÂZUBEND, Pehlivanların kolları dolu’nun birçok şehrinde bedestenler
na taktıkları gümüş nazarlık. Üçgen bi yaptırılmış, bunlardan çoğu günümüze
çiminde, üzeri telkari veya savat süsle- kadar gelmiştir. İstanbul’da; ikisi Büyük-
meli bir gümüş kutu içerisinde muşam çarşı (Kapalıçarşı) içinde, biri de Gala-
baya sarılı dua kâğıdı vardır. Gümüş ku ta’da olmak üzere üç bedesten vardır.
tu zincir veya meşin bir kolbağma bağlı Büyükçarşı içindekilerden eskisine Eski
dır. Gümüş, hilâl biçiminde üzeri “Müh veya Küçük Bedesten, ötekine Yeni Be
rü Süleyman” motifli bâzubendler de desten denir. Yeni Bedesten 32
31
■
kubbelidir. 1914 yılında onarılmış ve halinde kesilip çuha gibi kalınca kumaş
Belediye Mezat Salonu haline getiril lara aplike edilmesi ile seccadeler, per
miştir. Eski eser niteliğinde birçok anti deler, bohçalar, yatak örtüleri yapılma
ka eşyanın da arttırmayla satıldığı San sı. Bu işçilik Edirne’de de gelişmiştir.
dal Bedesteni ’ni her eski eser meraklısi BERAT, Osmanlı Devleti’nde yük
tanır ve satışları izler. Başka şehirlerde sek derecede bir memurun atanması,
ki bedestenler ve kapalı çarşılarda da rütbe ve nişan verilmesi, bir hak ve im
antika eşya ve eski eser alım-satımı ya tiyaz tanınması için saraydan padişah
pan dükkân ve mağazalar bulunmaktadır. adına yazılan resmi belge. Beratlar diva
B ER JER KOLTUK, Fransa’da, nî yazı ile hazırlanır ve padişah tuğrası
15. Louis döneminde moda olmuş bir ile süslenir. Büyük boy kâğıtlara yazıla
koltuk türü. Berjer koltukların yüksek rak mukavva veya madenî kutulara, at
bombeli bir arkalığı vardır. Kolları ve las keselere yerleştirilen beratlar, yalnız
oturma yeri kumaşla kaplıdır. Oturma tarihî bir belge olarak değil, yazısı, tez-
hipli tuğra süslemesi yönünden de
önemli bir sanat eseridir. Müzelerde ve
eski eser koleksiyonlarında seçkin ör
nekleri vardır.
BEREKET BOYNUZU, İçerisin
den çiçek ve meyvelerin taştığı, bolluk,
bereket ve barışı temsil eden, hafifçe
kıvrık boynuz motifi. Bu motif İlkçağlar
dan beri kullanılmıştır. On dokuzuncu
yüzyıl Osmanlı Devleti armasında da bu
motif kullanılmıştır. Bereket boynuzu
Barok-Ampir sanatında da motif olarak
çok kullanılmıştır.
BERGAMA HALILARI, Ege Böl
gesi’ndeki Bergama, XVI. yüzyıldan be
ri bir halıcılık merkezi olarak bilinir. Bit
kisel motiflerle geometrik çizgilerin kay
naştığı madalyonlu ve yıldızlarla süslü
Bergama halıları, kırmızı, mavi, sarı
yerine aynı kumaştan bir minder yerleş renkleriyle ünlüdür.
tirilir. Berjer koltuklar günümüzde de BERVANİK, Malatya ve yöresinde
aranmaktadır. Genellikle çift olarak üre önlük olarak kullanılan bir çeşit pamuk
tilir. lu dokuma. Bervanik düz dokumayı de-
BENALUKA, Adını eski bir Türk senlemek için ağaç kalıplar kullanılır.
kenti olan Bosna’daki Benaluka’dan Batik ya da “yazmacılık” sanatında ol
alan bir elişi. Küçük ve renkli kumaş duğu gibi, kalıplar boyaya batınlarak
parçalarının çiçek ve benzeri motifler dokuma üzerine basılır.
32
BESMELE, Kuran’daki, “Bağışla
yan, esirgeyen Tanrı adıyla” anlamına
gelen, Arapça “Bismillâhirrahmanirra-
him”in kısaltılmışı. Rahim ve Rahman,
Tanrı adlarıdır. Kuran’da Tövbe Suresi
dışında, her surenin başına Besmele ge
tirilmiştir. Her Müslüman bir işe başla
yacağı zaman Besmele çeker, o işe Bes
mele okuyarak başlar. Bir Hadis’te
“Kim ki Besmeleyi güzel yazarsa, ona
cennet yolu açıktır” denmiştir. Bu yüz
den İslâm ve Türk hattatları bütün hü
nerlerini yazının çeşitli türlerinde Bes
mele yazarak göstermişlerdir.
Besmele’den yapılan yazı istifleri, ki
tabelerde, kitap ve sure başlıklarında,
levhalarda, taş, ahşap, çini ve madenî
yüzeylerde' yer almıştır. Kûfi, sülüs, ne
sih, reyhani, divanî, talik yazı türlerinde Leylek Resimli Besmele
çok sanatlı yazı istifleri vardır. İstan
bul’da Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’n- BEŞÎK, Bebekleri yatırmak için kul
de, Topkapı Sarayı Müzesi’nde, lanılan sallanır yatak. Beşikler ağaçtan,
demir yahut pirinçten yapılır. Üzeri bo
yanır, desenlerle süslenir. Türk beşikle
ri, ağaçtan, baş ve ayak uçları “kasnak-
lı”, üzerinde iki kasnağı birleştiren ve
“kaş” adı verilen kollu, yatak kısmı tek
il neli ve altında “silbiç”in yerleştirildiği
: oyukludur. İstanbul’da Topkapı Sarayı
Müzesi Hazine Dairesi’nde bulunan,
XVI. yüzyıla ait altın kaplamalı ve de
ğerli taşlarla süslü Şehzade Beşiği çok
ünlüdür. Ceviz ağacından yapılmış, dış
Ali Bestami’nin bir Besmelesi (1555 M.) yüzeyi altın yaldız ve sıvama gümüşle,
içi mor kadife ile kaplı bulunan bu be
Vakıflar Hat Müzesi’nde, Ankara Et şik, elmas, yakut ve zümrütlerle süslü
nografya, Konya Mevlâna müzelerinde, dür. Beşiğin baş ve ayak kasnağı üzerin
İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi’nde- deki iki topuzu ile kolu yine değerli taş
ki hat koleksiyonlarında ve koleksiyo- larla donatılmıştır. Beşik yatağı üzerin
nerlerde seçkin Besmele levhaları bu deki beyaz ipekli kumaş incilerle işlen
lunmaktadır. miş, bağırdak denilen kundak çubuklarına
33
taşlar yerleştirilmiştir. İstanbul Topkapı
Sarayı Müzesi ile Türk-lslâm Eserleri
Müzesi’nde, Ankara Etnografya Müzesi
ve daha başka müzelerde çeşitli Türk
beşikleri yer alır.
34
eşyaları. Bunlar arasında değerli maden Anadolu’nun İslâmlaşmasından sonra,
ve taşlardan yapılanlar, antika pazarla eski Türk kadınları süslenme geleneği,
rında sıkça görülür. Anadolu Selçuklu kadınlarında da de
BİLEZİK, İlkçağlardan beri kadınla vam etmiş, bu yolla Osmanlılara ulaş
rın kollarına taktıkları halka biçiminde mıştır. Türk kadınlarının süs takıları ara
süs takısı. Arkeolojik kazılarda daha çok sında bileziğin ayrı bir önemi vardır. Bi
mezar eşyaları arasında küpe ve kolye lezik, aynı zamanda kötülüklerden koru
lerle bir arada bulunduğu görülmüştür. yucu bir nazar tılsımıdır. Altın ve gümüş
ten yapılan, üzeri oyma ve kakmalarla,
değerli taşlarla süslenen bileziklerin ya
nında, daha sade tunç ve bakır bilezikler
de görülür. Renkli camlardan yapılan
süslü bilezikler de Anadolu’da kullanıl
mıştır. Burmalı, yılan başlı (dragonlu),
zincirli, kafesli, gümüş savatlı, gözenek
li, kabartmalı gibi örnekleri bugün de
kuyumcular tarafından yapılmakta, bu
gelenek sürdürülmektedir. Bileziklerin
Gümüş Bilezik (Ankara Etnografya Müzesi) ayağa takılanlarına “halhal” denir.
BİLLUR, Duru, temiz kesme cam
Genellikle altın, gümüş, bakır, tunç, de veya kristal. Bundan yapılan bardak.
mir gibi madenlerden, camdan yapıl Hattatların kâğıtları parlatmak için kul
mıştır. Seramikten ve ağaçtan yapılan landıkları yumurta biçimindeki beyzi
ları da vardır. Türkiye’de Prehistorik, cam toplara da (billur mühre) denir.
Hitit, Frig, Lidya, Urartu, Yunan, Ro BİNÇİÇEK CAM İŞİ, Çiçeğe ben
ma, Bizans devrine ait ören yerlerinde zer örgeleri olan bir çeşit mozaik cam
yapılan arkeolojik kazılarda maden ve işi. Yapımında, önce bir demet haline
camdan çok çeşitli bilezikler bulunmuş, getirilen değişik renklerdeki cam çubuk
bunlar müzelere kaldırılmıştır. lar, birbirine kaynaşana kadar ısıtılır.
35
Sonra incelinceye kadar, çekilerek uza yaygındır. İllerde kurulan müzelerin et
tılır. Soğutularak küçük plakalar halinde nografya bölümlerinde türlü renk ve de
dilimlenir. Her dilim, renkli bir çiçeğe senlerde seçkin bindallı örnekleri sergi
benzer. Sonra da vazo ve kâse yapımın lenmektedir.
da şişirilen sıcak cam üzerine uygulanır. b in iş , Osmanlılarda din bilginleri
Yeniden ısıtılır ve şişirilir. Böylece çiçek nin giydiği geniş bedenli, uzun, geniş
gibi, çok renkli bir desen elde edilir. Ve kollu cübbe. Yeniçeri subayı ve komu
nedikli cam ustaları bu teknikte, vazo tanları da biniş giymişlerdir.
lar, kâseler, tabaklar yapmışlardır. BİTPAZARI, Kullanılmış eski eşya
BİNDALLI, Kadife veya atlastan bi ların alım-satım yeri. Osmanlı devrinde
çilmiş entari, cepken, şalvar gibi kadın özellikle İstanbul’da değerli eşyaların sa
elbiseleri üzerine klaptanla serpme ve tıldığı bedestenlerin dışında, ayrıca “bit
sıvama çiçekler, kıvrım dallar işleme. pazarı” adıyla, geçici veya sürekli pazar
Bindallı ile bohçalar, keseler ve örtüler lar kurulmuştur. Bu pazarlarda eskicile
de yapılmıştır. Bindallı işleme gergefler rin sokak sokak dolaşarak topladıkları
de altın, gümüş sırmalarla kabartma ve eski eşyalar satıldığı gibi, paraya ihtiya
cı olan kişi ve aileler de kullanılmış eşya
larını getirerek pazarlamışlardır. Evliya
Çelebi’nin Seyahatname’sine göre, İs
tanbul’un en eski ve tanınmış bitpazarı,
Kapalıçarşı’da kurulmuştur. Bitpazarla-
rında çoğu zaman eski eser niteliğinde
ki antika eşyaların satışı da yapılmakta
dır. Koleksiyoner ve antika meraklıları
bitpazarlarının daimi müşterileridir.
BOĞAZKÖY (HATTUŞAŞ)
BULUNTULARI, Anadolu’da M.Ö. 2.
binde büyük bir devlet kuran Hititlerin
Bindallı (İstanbul Başşehri Hattuşaş (Boğazköy) da yapı
Sadberk Hanım
lan arkeolojik kazılarda meydana çıkarı
Müzesi)
lan ve müzelere taşman buluntular. Bo
ğazköy, Çorum İli Boğazkale Kasabası
yakınlarındadır. Boğazköy höyüğünde
Avrupalı ve Türk bilim adamları tarafın
dan yaklaşık 150 yıldan beri arkeolojik
kazılar yapılmaktadır. Kazılar sonucun
iğne işi olarak yapıldığı gibi, daha önce da şehri kuşatan surlar, tapmaklar, sa
işlenmiş desenlerin kumaş üzerine dikil ray ve yerleşim birimleri meydana çıka
mesiyle de yapılır. Üç etekli veya önü rılmıştır. Ayrıca Hitit İmparatorluk dö
yırtmaçlı, belleri kemerli, kırmızı-mor nemine ait pişmiş topraktan yazılı tab
kadife bindallılar Anadolu’da daha letler, seramikten kap kacak, rytonlar,
36
heykeller, kemik ve madeni eserler bu BONCUK, Renkli cam, taş, sedef
lunmuş ve bunlar Ankara-Anadolu Me gibi maddelerden yapılarak ipe dizilen
deniyetleri Müzesi ile Boğazköy’deki süs öğesi. İlkçağlardan beri kadınlar, süs
müzeye kaldırılmıştır. Buluntuların bü takısı olarak boyunlarına, kollarına tak
yük bir bölümü M.Ö. 1800-1200 yılla mışlardır. Boncuklardan nazarlık, para
rı olarak tarihlendirilmiştir. Boğaz kesesi, süs alınlığı örüldüğü gibi, koşum
köy’de kazılara bugün de devam edil takımları da boncuklarla süslenmiştir.
mektedir. BORAZAN, Müzik aletlerinden ne
BOĞDU , Kadınların almlanna ya fesli bakır çalgı. Osmanlı askerî bando
da boyunlarına bağladıkları ince kumaş sunda kullanıldığı gibi, bas sesiyle “uyar
tan işlemeli çevre. Çoğu kez oyalı çem ma” müziğinde de kullanılmıştır.
berler de kullanılır. Fular olarak boyna BOZDOĞAN, Başı topuzlu çomak.
sarılır. Başa, kaşların üzerinden alnı ör Osmanlı ordusunda atlı sekbanlar ve
tecek biçimde sarılan boğduların kaytan ocak subayları, bölükbaşı ve odabaşılar
ve boncuklarla süslenenleri vardır. bu çomakları taşımışlardır. Bozdoğan
BOHÇA, Kare biçiminde, dört ucu lar, çoğu zaman atların eğerlerine asıl
bir araya getirilerek bir eşyanın sarıldığı mıştır.
bez. Gördükleri hizmete göre, mendil, BOYNUZ, Hayvan boynuzunun
hamam, çamaşır, elbise, ferace, yeme ucundan delik açılarak yapılan nefesli
ni bohçası gibi adlar alır. Bohçalar atlas, çalgı. İlk ve Ortaçağlarda Avrupa’da
canfes, kemha, çatma gibi ipekli ku köylülerin haberleşme ve çağrı aracı.
maşlardan yapıldığı gibi kadife veya düz İlkçağlarda boynuzdan içki kabı yapıldı
dokuma üzerine altın ve gümüş işlemeli ğı gibi, içi meyve dolu boynuz resmi,
olarak da dikilir. Bu tür işlemeli bohça bereketin sembolü sayılmıştır. Ucu ve
lara gergef, kasnak işi denir. Bohçalar, ağzı altın, gümüş gibi madenlerle kaplı
evlenecek kızların çeyizleri arasında da çağrı boynuzlarına antikacılarda rastlan-
önemli bir yer alır. Sırmalarla birlikte ib maktadır.
rişim, pul, ayna işlemeli bohçalar vardır. BORK, Keçe külah ya da keçeden,
B OH EM CAM-KRİSTAL, Bo posttan yapılmış başlık. Orhan Gazi za
hemya, Çekoslovakya’da bir bölge manında askerin ve Yıldırım Bayezid
olup, burada çıkan kaya kristalinden ya devrinden itibaren yeniçerilerin resmî
pılan cam eşya, XVI. yüzyıldan itibaren başlığı olarak bilinen börk, beyaz keçe
çok tanınmıştır. Oldukça ağır olan Bo den yapılmıştır. Yeniçeri keçesi de de
hemya camından renkli, saydam ve ya nen bu börkler 45 santim yüksekliğin-
rı saydam, boyalı ve yaldızlı kadehler, dedir. Bundan sonrası arkaya dökülen
bardaklar, vazolar, sürahiler, her tür “yatırtma”dır. Yatırtma omuzlara düşer.
kristal eşya yapılmış, bu eşyalar özellik Börk, Osmanlılara, Orta Asya Türk
le antika piyasasında çok tutulmuştur. boylarından girmiş çok eski bir başlıktır.
Taklitleri de yapılan Bohem cam eşya, Kadınların da işlemeli ve hotozlu börk
XIX. yüzyılda Türkiye’ye ithal edilmiştir. giydikleri bilinmektedir.
37
Gümüş Buhurdan, Bizans Devri,
6. yy. (Antalya Müzesi)
BROKAR, Altm, gümüş tellerle iş ve kadın için “üstlük” veya “poşu” deni
lemeli kumaş. Bunlara simli ya da sır len başörtüsü ya da bel kuşağı olarak
malı kumaş da denir. Önce, Doğu ülke kullanılır. Son yıllarda işlemeleri kasnak
lerinde dokunmuş, daha sonra Avru yerine makine ile yapılmaktadır.
pa’da dokunarak moda olmuş bu ku BUHURDAN, Kokulu ağaç parça
maş, Osmanlı devrinde Bursa’da da do larının yakıldığı tütsü kabı. Buhurdanlar
kunmuştur. Zerbaft-Altm dokuma adın altın, gümüş, bakır, pirinç, porselen ve
daki ipek, altın, sırma karışımı kumaş seramikten yapılmıştır. Kömür ateşinin
lar, Avrupa’ya da ihraç edilmiştir. konulduğu yarım küre şeklinde bir man
B RO Ş, Kadın elbiselerinin yakasına galı, onun üzerinde de yine yarım küre
takılan süslü iğne. Önceleri elbisenin ye benzer kafes biçiminde, ajurlu kapa
açılmasını önlemek ihtiyacından doğan ğı (kubbesi) vardır. Kubbesinin üzerinde
bir çeşit toka iken, zamanla yakalara ta
kılan süslü bir iğne olmuştur. Eski Mı
sır’da, Roma’da, Etrüsklerde çok moda
olan broşlar, Ortaçağ Avrupa’sında ka
dınların vazgeçemediği bir süs takısı ha
line gelmiştir. Altın, gümüş, platin gibi
değerli madenlerden yapılarak elmas,
pırlanta, zümrüt, yakut gibi değerli taş
larla süslenen broşlar günümüzde de
kullanılmaktadır.
BULDAN BEZİ, Denizli’nin Bul
dan ilçesi nde dokunan, genellikle sarı,
beyaz renkte özgün dokuma. Beyaz
renkler pamuk, sarılar ipek işlemedir.
İşlemeleri “biz” adı verilen tığlarla, kas
naklarda yapılır. Buldan bezleri erkek Buhurdan (İstanbul-Sadberk Hanım Müzesi)
38
süslü bir alem, gövdenin oturduğu ayak
lar, kulpu veya üç zincirli askısı, ayrıca
buhurdanın konduğu buhurdan tablası
bulunur. Buhurdanlar tarihin eski devir
lerinden beri tapınaklarda, saraylarda
güzel koku yaymak için kullanılmış, sa
natlı olarak yapılmıştır. Türklerde bu
hurdanlık cami, mescit, türbe, tekke,
konak gibi yapılarda kullanılmış, çok
süslü olarak yapılmıştır.
BURAK, Hz. Muhammed’in Mi-
raç’ta bindiği, başı insan, gövdesi at
şeklinde kanatlı yaratık. Genellikle Türk
sanatında Miraçname minyatürleri ara
Burçları Gösteren Bir Evren Haritası (İstan-
sında görülür. Mitolojide Müz’lerin bin bul-Türk ve İslâm Eserleri Müzesi, No: 1973)
diği Pegas adında kanatlı at olarak res
medilmiştir. adlandırılmıştır. Her burcu sembolize
eden bir işaret vardır. Üçer üçer ayrılan
bu burçlar, yılın mevsimlerine göre şöy
le yer alır. Yaz mevsimi, güneşin yen
geç burcuna girmesiyle başlar. Aslan ve
başak burcuyla devam eder. Güneş, ilk
baharda koç, boğa ve ikizler burcunda,
sonbaharda terazi, akrep ve yay bur
cundadır. Kışın oğlak, kova ve balık bur
cunu kapsar. Astrologlar, insanların do
ğum günlerini, doğum gününün rastla
dığı burçla belirleyerek, kişilerin kader
lerini ve geleceklerini okumaya çalış
mışlardır. Onlara göre her kişinin sahip
olduğu burç, o kişinin yaşamını yönlen
Burak dirmektedir. Bu yüzden burç sembolle
(Siyer-i Nebi, ri, süs takılarının sık sık görülen öğeleri
Chester olmuştur. Burç sembolleriyle altın, gü
Beatty)
müş kolyeler, yüzük kaşları, küpeler ya
pılmış, bu semboller çeşitli dönemlerde
BURÇ, Astronomi (gökbilim) de gü süsleme motifleri olarak kullanılmıştır.
neş sistemi on iki yıldız takımına bölün BURMA, Haddeden geçirilen, iste
müş ve bunlar koç, boğa, ikizler, yen nen kalınlıkta çekilen altın ve gümüş tel
geç, aslan, başak, terazi, akrep, yay, lerin bir mengeneye tutturulduktan son
oğlak, kova, balık burçları olarak ra kendi içi çevresinde burulması. Bu
39
tellerle yapılan bileziğe “burmak bilezik” BÜRÜMCEK, Ham ipekten doku
denir. Adana kuyumculuğu el sanatları nan ince kumaş. Daha çok iç giyim ve
arasında yaygındır. çamaşırlarda kullanılmıştır. İplikle karı
BURMALI SÜTUN, Halat gibi bu şık olarak dokunanlarına “hilâlî” denir.
rularak yapılmış taş, ahşap ve maden Bu da erkek çamaşırları ve mintanların
sütun. İstanbul-Sultanahmet Meyda- da kullanılır. En iyi bürümcekler, Bursa,
nı’nda, Bizans İmparatoru Teodosi- Denizli, İstanbul ve Şam’daki tezgâhlar
os’un diktirdiği üç yılanın birbirine da dokunmuştur.
dolaşması biçimindeki tarihi tunç sütuna BÜST, İnsan gövdesinin baş ve gö
da “Burmak Sütun” denir. ğüs kısmının heykeli. Eski Mısır, Mezo
BURSA MADALYASI, 1911 yı potamya ve Eski Anadolu heykel işçili
lında Bursa’da Türk el sanatları sergisi ğinde büstler ilk büst örnekleri sayılırlar.
ne katılan ve sergide birincilik, ikincilik Daha sonra Roma sanatında büst büyük
kazananlara verilen altın ve gümüş ma bir yaygınlık göstermiş, (İslâm ülkeleri
dalya. Madalyanın ön yüzünde Bursa dışında) her devirde yapılmıştır.
Ulu Camii’nin kabartma resmi ile 1327
tarihi, arka yüzünde hilâl, dut yaprağı
ve “Bursa Sergisi” yazısı ve madalya ka
zanan kişinin adının yazılacağı yer var
dır. Bursa Sergisi Madalyası, bazı ma
dalya koleksiyonlarında görülmektedir.
BÜFE, İçine sofra takımları, biblo
ve antika eşyaların yerleştirildiği işleme
li ahşap dolap. Son yıllarda antika eşya
satan mağaza ve dükkânlarda, antika
mobilyalar arasında eski büfelerin de
yer aldığı görülmektedir.
BÜRGÜ, Cumhuriyet dönemine
kadar Türkiye’de kadınların başlarını ve
yüzlerini örtmek, için büründükleri çar
şaf. Başlığında yalnız göz hizasında bir
açıklık vardır. Tüm vücudu topuklara
kadar örter. Arap ülkelerinden Türki
ye’ye gelen, köy ve kasabalardan daha
İmparator Tiberius Büstü (Efes Müzesi)
çok şehirlerde giyilen bu tür giyime “ih
ram, makrama” da denilmiştir.
40
CAM-TÜRK CAM İŞÇİLİĞİ, Ca- birer cam şaheseri olarak müzelerde ve
mm keşfi ve yeryüzüne dağılışı tarihi özel koleksiyonlarda yer almaktadır.
çok eskidir. Tarih öncesi Neolitik Anadolu Selçuklularında cam, mimari
Çağ’larda cama benzer maddelerden de “fil gözü” desenli alçı pencerelerde
süs eşyaları yapıldığı görülmüşse de ger kullanıldığı gibi, camdan tabak, kadeh,
çek camın M.Ö. 3000 yıllarında Mezo sürahi, kandil, şişe gibi eşyalar da yapıl
potamya ve Eski Mısır’da kullanıldığı bi mış ve bunlar süslenmiştir. Beyşehir
linmektedir. Mezopotamya’daki Tel Gölü batı sahilindeki Selçuklu devri Ku-
Ahmar’da Akad Sülâlesi’ne ait mezar badabad Sarayı kazılarında bulunan ve
larda (M.Ö. 2700-2600) cam eşyalar bugün Konya Karatay Medresesi Çini
bulunmuş, Eski Mısır’da Firavun Amen- Eserler Müzesi’nde sergilenen Sultan
hotep (M.Ö. 1551-1523) devrinde de Gıyaseddin Keyhüsrev II adı yazılı cam
renkli cam kullanılmıştır. M.Ö. 1500 tabak, bu devir cam sanatının seçkin bir
yıllarında camın Çin’de de kullanıldığı örneğidir. Osmanlılar devrinde XVI.
bilinmektedir. Camın üfleme tekniği ile yüzyıl, Türk cam sanatının altın çağıdır.
biçimlendirilmesinin Suriye keşfi oldu Aynı yüzyılda Avrupa’da cam sanatının
ğu, Sayda’da cam imalâthanelerinin bu gelişmiş olması dikkate alınırsa, Os-
lunduğu ele geçen buluntulardan anla manlı cam eserlerinin Türk zevkine gö
şılmaktadır. M.Ö. VI. yüzyıldan itibaren re Avrupa’da yapılarak ithal edildiği
Anadolu’da da camın kullanıldığını, keyfiyeti de akla gelmektedir. Ancak el
camdan koku şişeleri yapıldığını arke deki belgelere göre XVII. yüzyıl sonuna
olojik kazı buluntuları bize bildirmekte kadar Osmanlılarda, özellikle İstan
dir. Camın Roma sanatında önemli bir bul’da, bir camcı ve şişeci esnafının bu
yeri vardır. Romalıların idaresi altında, lunduğu, esnaf loncalarına bağlı olarak
Mısır’daki İskenderiye şehri, cam sana faaliyet gösterdikleri de bir gerçektir.
yiinin geliştiği bir merkez olarak tanın Bu devirde cam, şişe, sırça ve ayna ya
mıştır. İslâm sanatında cam, mimariye panlar ayrı ayrı teşkilata bağlanmışlar
de girmiş, yapılarda renkli vitraylarla dır. XVII. XVIII. yüzyıllarda İstanbul’da,
süslü pencere camı olarak kullanılmıştır. Eğrikaya ile Tekfur Sarayı arasında cam
Ayrıca sürahiler, kandiller, kadehler, ta imalathanelerinin bulunduğu bilinmek
baklar olarak yaygın bir sanat halinde tedir. Murad III devrine ait Sürnâme’de-
gelişmiş, bunlar mine ve altın yaldızlarla ki bir minyatürde cam ustalarının geçit
süslenmiştir. XIV. yüzyıl Memlûk sana töreni tasvir edilmekte, camların üfürü-
tında Musul işi mineli cam kandiller, lüşü gösterilmektedir.
41
Daha sonra Bakırköy’de de cam
imalathaneleri kurulmuş, cam için ge
rekli ince ve beyaz renkte iyi kum,
Kumboğazı’ndan sağlanmıştır. XIX.
yüzyıl başlarında Beykoz-Çubuklu sem
tinde de bir cam ve kristal atölyesi açıl
mış, burada saydam ve renkli camlar
dan (opalin) kandil, bardak, kâse, lâle-
dan, gülabdan, çeşm-i bülbül, tabak, şe
kerlik, matara gibi çeşitli eşya yapılmış
tır. Beykoz işi denilen bu eşyalar, antika
piyasasında büyük ün kazanmıştır.
1899’da Paşabahçe’de bir cam fabrika
Cam Sürahi
sı kurulmuşsa da ömrü kısa olmuş, an
cak 1934 yılında Sümerbank Paşabah-
çe Cam Fabrikaları’nın kurulup geliş korumak için resmin arkasına karton
mesiyle Türk camcılığı yurtiçinde ve dı levha konur. Resmin boyanmayan boş
şında yeniden şöhretine ulaşmıştır. luklarına gümüş ya da altın yaldız kâğıt
Anadolu’nun îslâm öncesi devirlerine lar yerleştirilir. Bazı camaltı resimlerinin
ait cam eser örnekleri Türkiye’de, başta arka fonunda desenli, işlemeli, düz ipek
arkeoloji müzeleri olmak üzere il müze kumaşların da kullanıldığı görülmüştür.
lerinde sergilenmektedir. Arkeolojik ka Ülkemizde çok eski bir tarihi olan ca-
zılardan, özellikle mezar eşyaları arasın maltı resimleri, halk resminin canlı ör
da meydana çıkan bu cam eşyaları, ba nekleri olarak dikkat çekerler. Bu resim
zı özel koleksiyonlarda da görmek lerde halk masallarına konu olan şah-
mümkündür. Osmanlı camcılığı ve Bey maran figürleri, deniz kızları, Hz.
koz işleri daha çok İstanbul Topkapı Sa- Ali’nin cenkleri, Hz. Ali’nin tabutunu
rayı’nda, Türk-lslâm Eserleri ve Ankara taşıyan deve, Kâbe ve Medine Camii,
Etnografya müzelerinde yer almaktadır. İbrikli çiçek buketleri ve vazolar yer aldı
Özel müzeler ve kişilere ait özel koleksi ğı gibi, yazı dolgulu Mevlevi ve Bektaşi
yonlarda da zengin çeşitli cam eserler başlıkları, “Amentü Gemisi, Besmele ve
bulunmaktadır. “Allah, Muhammed” yazıları, manzara
CAMALTI, Cam levhanın arka yü lar da yer alır. Türk toplumunun inanç
zeyine toz boyalar, guvaş, yağlı ve su ve duygu dünyasına hitap eden camaltı
luboya, hatta akrilik boyalarla çalışılan resimleri, genelde resim eğitimi görme
soğuk resim tekniği. Cam üzerine çalış miş halk sanatçılarının eseri olduğu için
mada önce resmin deseni ve en üstte bunlarda imza ve tarih bulunmaz. Bu
görünen detaylardan başlanır. Daha yüzden ne zaman ve kim tarafından ya
sonra çizgiler arasındaki yüzeyler, son pıldıkları bilinmez. Topkapı Sarayı Mü-
olarak da arka fonda görünen renkler zesi’ndeki 1817 tarihli Mevlevi Sikkesi
boyanır. Boyalı yüzeyi dış etkenlerden formunda yazı-resim sikkesi camaltı ile
42
Mehmed Sadık’ın 1831, Mehmet Sülüs celisi, nesih celisi diye yazı türüne
Emin’in 1839 tarihli iki yazı resmi, da göre adlandırılmıştır.
ha başka müze ve özel koleksiyonlarda CENBİYE, Demir saplı, sapı ince
görülen tarihli ve imzalı camaltı resimle gümüş tellerle sanlı, ucu fazla kıvrık
ri, halk resminin dışında, usta ve hattat Arap hançeri. Çoğunun kınları altın,
eserleri sayılır. Camaltı resimleri eski gümüş ve değerli taşlarla süslüdür.
Akdeniz ülkeleri ve Avrupa, hatta Asya CEPKEN, Gömlek üzerine giyilen
sanatında çeşitli örnekleriyle de görül uzun kollu, önü açık, kaytan veya düğ
mektedir. melerle de tutturulan kısa libas. Çoğu
CAMEDAN, Çuha ve kadifeden di kez çuhadan yapılarak önü ve sırtı sır
kilen, önde çapraz, iki sıra düğmeli ye malı veya kaytanlı motiflerle süslenir.
lek. Cepkenden farkı, ön parçalarından Kadın ve erkek giyiminde daha çok şal
birinin diğeri üzerine kapanmasıdır. Ya var üzerine giyilir. Kol yakaları geniştir.
ka, kol ve kapakları, sırma ve kaytanla
süslenmiştir.
CAMEKÂN, Camlı ve bölmeli do
lap. Evlerde ve dükkânlarda, eşya koy
mak üzere kullanılır. Ağaç, oyma, sedef
ve fildişi kakma süslü olanları vardır.
CANFES, Düz renk, ince, ipek
Türk kumaşı. Tek kat çözgü ve kat atkı
lı, aralıklı olarak münavebe ile örgü gibi
Bursa Cepkeni (Ankara Etnografya Müzesi)
dokunmuştur. Atkıları seyrek atıldığı gi
bi, aynı renkteki çözgüleri kumaşa deği
Kimi cepkenlerin kolları yırtmaçlı olup
şik bir güzellik katar. Osmanlı sarayla
omuzdan aşağı düşer. Bu tür cepkenle
rında ve zengin konaklarında çok kulla
re kartalkanadı adı verilir. Eski bir Türk
nılan ve en iyileri Bursa’da dokunan bu
giyimi olan cepkenleri yeniçeriler de
kumaştan kadın cepkenleri, şalvarları,
giymiştir. Anadolu’da bölgelere göre
yaşmakları, entarileri, erkek mintanları,
çeşitleri vardır. Bugün halk oyunlarında,
bohçalar dikilmiştir. Canfeslerin yanar kız-erkek oyuncuların çoğu cepken giy
döner ve kumrugöğsü adında iki ayrı çe- mektedir.
şiti vardır. CEYLAN KÂĞIDI, Kâğıt olarak
CETVEL, Yazma kitaplarda, sayfa kullanılan ceylan derisi. İslâm ve Türk
kenarına çekilen dikdörtgen çerçeve şe- sanatında birçok değerli kitap ceylan
riti. Cetveller çoğu durumda altın yaldız derisine yazılmıştır. İstanbul Türk ve İs
la çekilmiştir. lâm, Topkapı Sarayı, Vakıflar, Ankara
CELİ, Yazı sanatında kullanılan bir Etnografya, Konya Mevlâna müzelerin
terim. Kûfi, sülüs, nesih, talik gibi yazı de, ayrıca İstanbul Süleymaniye Kütüp
türlerinin, uzaktan kolayca okunacak bi hanesi ’nde ceylan derisi üzerine yazıl
çimde kaim ve iri harflerle yazılması. mış Kuran’lar, cüzler bulunmaktadır.
43
CİHADİYE, Savaş masraflarını
karşılamak üzere Osmanlı Padişahı
Mahmud H’nin 1223 Hicri (1810 Mila
di) yılında çıkardığı 5 kuruş (200 para)
değerindeki gümüş para. Yarım ve çey
Ceylan derisi üzerine Kûfi yazı ile bir sayfa. rekleri de vardır. Ön yüzünde süslü da
(Türk ve İslâm Eserleri Müzesi) ire, bordür ortasında, Mahmud II tuğra
sı, arka yüzünde “duribe fi Konstantini-
CEZVE, Kahve ocağında, ateş üze
ye 1223” yazısı vardır.
rinde ve mangalda kahve pişirmek için
CİLÂLI TAŞ (NEOLİTİK ÇAĞ)
kullanılan uzun saplı, silindir gövdeli
ESERLERİ, Tarih öncesi (Prehistorik)
kap. Cezveler bakırdan yapılıp kalaylan
çağlar içinde Yontma Taş ( Paleolitik)
dığı gibi, emayeli madenden, hatta alü
ve onu izleyen Orta Taş (Mezolitik) çağ
minyumdan da yapılır. Gövdesi ve sapı
dan sonra gelen tarihi çağ. İnsanlar top
süslü olanlarına antikacılarda, müze ve
rağa yerleşir. Ev-bark kurar, tarımla uğ
özel koleksiyonlarda rastlanabilir.
raşır, bazı hayvanları ehlileştirir. Madeni
CİBİNLİK, Sineklerden korunmak
için yatakların üstüne çadır gibi kurulan tanımaz, fakat taşı birbirine sürterek ci
lalar, araçlar yapar. Seramik kap kacak
ince tül örtü. Yatak ve karyolalar üzeri
ne kurulan, tavanı kalkık ve süslü kumaş bu çağın en bol eserleridir. Seramikten
cibinliklere “kubbeli cibinlik” denir. Ana Tanrıçalar, içki kapları da yapmış
Bunlar oymalı ve yaldızlı sütuncelere lardır. Bu çağ, Anadolu’da M.Ö. 7000
gerilir. Tahtların üzerindeki kubbeli ve ve 6000’lerde Konya yakınlarında Ça-
çok süslü olanlarına “baldakin” adı veri talhöyük’te ve Burdur yakınlarındaki
lir. Hacılar’da yapılan kazılarla en seçkin
CİCİM, Ensiz olarak dokunan par örneklerini vermiştir. Ankara Anadolu
çaların yan yana birleştirilmesiyle mey Medeniyetleri Müzesi’nde çoğu sergi
dana gelen kilim. Dokunan parçalar bir lenmektedir.
leştirildiği zaman desenler birbirini ta CİLBENT, Her tür resim ve kâğıtla
mamlar. Daha çok Türkmen oymakları rı koruyan, kitap kabına benzer dosya.
nın bulunduğu bölgelerde dokunur. Böl Meşinden, deri ve kumaş kaplı mukav
gelere göre renk ve desen özellikleri vadan yapılır. Üzeri cilt işçiliğinde süsle
vardır. Desenler, zemine sonradan iş nir. Lâke ve ebru cilbentler de vardır.
lenmiş hissini verir. Üzerindeki motifler CİLT-CİLT SANATI, Elle yazılan
yıldız, baklava biçiminde madalyon, veya basılan bir kitabın dağılmasını ön
keskin çizgili geometrik bezemeler ola lemek, kitabı dış etkenlerden korumak
rak dikkati çeker. Çoğunda kökboya için dışına geçirilen mukavva veya deri
kullanıldığı için solmaz. Koyu mavi, kır kapak. Tarihin ilk devirlerinde papirüs
mızı, siyah, sarı renkler daha çok kulla ve parşömene yazılan metinler silindir
nılır. Cicimler çadır kapısı örtüsü olarak biçimde sarılır, deri kumaş bir kılıf için
dokunurlarsa da son yıllarda kilim gibi de korunurken, M.S. V. ve VI. yüzyıllar
sergi eşyası olarak kullanılmaktadır. da bugünküne benzer kitaplar
uzantılar eklenmiş, arabesk süsleme
öğelerin yerini yaprak, çiçek, rûmi ve
hatayı motifler, bunlardan meydana ge
len kompozisyonlar almıştır. XVI. yüz
yıl, Osmanlı cilt sanatında şaheserlerin
yaratıldığı bir devirdir. Deri üzerine sı
cak çelik kalıplarla kabartma basılan
şemseler, ciltin dört köşesini dolduran
köşebentler, cilt süslemesini dikdörtgen
bir çerçeveye alan zencerek ve örgü
motifli cetvelleri yer yer renkli boyama
larla bezenmiştir. Ciltin kitap içine kıvrı
labilen cilt kanadı veya “miklep” adı ve
rilen uzantıları da aynı şekilde süslen
miştir. XVIII. yüzyıldan sonra yapılan ki
mi ciltlerin mukavvalarının meşin yerine
Osmanh cildi. Meşin. 18. yy. ebru kâğıt ile kaplandığı olmuştur. Yine
bu devirden sonra, cilt mukavvası üzeri
hazırlanmış ve bunlar süslü kapaklarla ne aharlı kaim kâğıtlar kaplanarak bu
ciltlenmiştir. Asya’da Çin ve Hindis kâğıtlar renkli boyalarla süslenmiş, süs
tan’da, Avrupa’da Hristiyan ülkelerde, lenen yüzeye “lâk” sürülerek lâke ciltler
özellikle kutsal kitaplar özenle ciltlenir yapılmıştır. Deri üzerine kalıpla yapılan
ve ciltleri süslenirken, İslâmiyet cilt sa köşebent ve göbek şemseleri altınla sı
natına ayrı bir teknik ve zarafet getir vanırsa bunlara “mülemma şemse” adı
miştir. Islâmiyetin ilk yıllarında parşö verilmiştir. Kimi ciltlerin üzerine renkli
men üzerine yazılan Kuran yapraklarını ipek kumaşlar da kaplanmıştır. Topkapı
bir araya getiren deri ve deri kaplı mu Sarayı Müzesi’nde pek çok kitap cilti al
kavva ciltler, ustalarının elinde bir sanat tınla, zümrüt, yakut, elmas, firuze gibi
dalı olarak gelişmiştir. XI. yüzyıl sonla değerli taşlarla süslenmiştir. Osmanlı
rında Büyük Selçuklulara geçen Türk-ls- Devleti’nde XV. yüzyıldan başlayarak
lâm Asya cilt sanatı, Selçuklular devrin bir sanat dalı olarak gelişen cilt işçiliği
de gelişmesini sürdürmüş, özellikle ara en güzel örneklerini İstanbul’da vermiş,
besk desenli ve yuvarlak şemseli, deri bu alanda Mehmed Çelebi, Hüseyin
üzerine, kabartma süslü Selçuklu ciltleri Çelebi gibi şöhretli ustalar yetişmiştir.
seçkin örnekler vermiştir. XV. yüzyıl or Şurası bir gerçektir ki, dünyanın hiçbir
talarında, Fatih Sultan Mehmed devrin ülkesinde cilt sanatı, Osmanlı devrinde
de Türk cilt sanatı ayrı bir üslûpla ken olduğu kadar ileri, zengin bir sanat dalı
dine özgü bir çığır açmıştır. Bu devirde olarak gelişememiştir. Bugün İstanbul
cilt süslemeciliğinde şemseler yuvarlak Topkapı Sarayı, Türk-lslâm Eserleri
biçimlerden oval (beyzi) biçimine dönüş müzeleri ve Süleymaniye, Üniversite
müş, iki ucuna “salbek” denen rûmi kütüphanelerinde, ayrıca Ankara
45
CÜBBE, Şam kumaşından veya be
yaz ipek-pamuk karışımı kumaştan ya
pılan, etekleri dizden aşağıda, önü yırt
maçlı, yakasız üstlük. Din ve bilim
adamları giydiği gibi Osmanlı askerî teş
kilâtında yeniçeriler de giymişlerdir. Ye
niçeri cübbelerinin arka etekleri uzun,
ön etekleri kısadır.
Sultan Murad III Divanı Cildi. 1588. CURA, Türk halk müziği çalgısı.
(İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi) Tezeme (tezkene) adı verilen mızrapla
çalınır. Bağlama grubunun en küçük
Etnografya, Konya Mevlâna müzeleri
boylu sazı olup üç çift tellidir. Gövdesi,
ile çeşitli kütüphanelerde, özel kütüpha
kütükten armut biçiminde oyulmuştur.
ne ve koleksiyonlarda cilt hâzinelerinin
seçkin örnekleri yer almaktadır. Türk
kitap cilti sanatı, Türk yazı sanatı, Türk
çini, halı, kumaş, ahşap sanatı kadar
yücelmiş, zengin bir zevkin ürünüdür.
CİRİT SOPASI, Geleneksel Türk
cirit oyununda kullanılan, 1 m. uzunlu
ğunda ağaç sopa. Cirit sopaları, kabuğu
soyulmuş hurma, kurutulmuş meşe ve
ya şimşir dalından yapılır. Üzeri cilala
narak boyalarla süslenir, sahibinin adı
yazılır.
CÖNK, Daha çok halk şairlerinin
seçme şiirlerinin derlendiği elyazması
antoloji. Cönklerin bir özelliği, boyla
rının uzun ve enlerinin dar oluşudur.
Çoğu zaman renkli kâğıtlarla düzenlenir
ve meşinle ciltlenir. Yazma kitapların
bulunduğu resmi ve özel kütüphaneler
de çeşitli örnekleri vardır. Cönklere sa
hibinin merakına göre, özel notlar, du
alar, doğum, ölüm tarihleri de yazılır.
Ç Ö Ğ Ü R, Saplı, kopuza benzeyen
beş telli ve yirmi altı perdeli saz. Germi- *v. .'.vK vr^
yanoğlu Yakup Bey tarafından icat edil
diği söylenir. XVII. yüzyılda Anadolu’da
yaygın olarak kullanılmıştır. Kimi bölge
lerde “meydan” veya “divan” sazı da
denir. Konya kadın giyiminde cepken ve şalvar.
46
Divan curası, bağlama curası ve Re, orta teller Sol, üst teller Do sesleri
tambura curası gibi adlarla anılan türle ne akortlanır.
ri vardır. En yaygın olanının boyu 70- CÜZ KESESİ, Osmanlı devrinde
75 cm. olup, alt telleri Do ya da Re ses okul çocuklarının boyunlarına astıkları,
leri akort edilenlidir. Üzerinde altta 2, içerisinde “Elifba” adı verilen alfabe ve
ortada 2 ve üstte 2 olmak üzere 6 tel
ya Kuran’m “Tebâreke”, “Amme” gibi
vardır.
cüzlerinin (fasıllarının) bulunduğu, deri
Cura, aktarımcı bir çalgıdır. Cura
den, kumaştan yapılmış, sırma işlemeli
için notalar sol açarı ile yazılır. Sesler
kese. Varlıklı aileler çocukları için özel
yazıldığından bir tam dörtlü inceden du
yulur. cüz keseleri yaptırarak, bunları altın-gü-
Cura da tambura gibi birçok biçimde müş sırmalarla süslemişlerdir. Topkapı
akortlanır, ancak en yaygın olan “bozuk Sarayı Müzesi’nde, Osmanlı şehzadele
düzeni” ya da “kara düzen” denilen rine ait, değerli taşlar ve incilerle süslü
akort biçimidir. Bu biçimde, alt teller cüz kesesi örnekleri bulunmaktadır.
47
ÇADIR, Açık havada araziye kuru ev”leri tipik çadır örnekleridir. Selçuklu
lan bez, kumaş, kaim dokuma ve deri ve Osmanlı çadırları bez, kumaş ve de
den yapma taşınabilir barınak. İlkçağlar riden yapılmıştır. Osmanlılar, ülkelere
dan beri dünyanın çeşitli ülkelerinde gö yaptıkları uzun seferlerde padişahlar
çebe veya yarı göçebe topluluklar tara için kurulan çadırlara “hünkâr çadırı”,
fından kullanıldığı gibi, yolculuk ve as “otağ-ı hümayun” komutanlara ait olan
kerî seferlerde de taşman ağırlıklar ara lara “paşa çadırı” demişlerdir. Geniş ve
sında yer almış, konaklanan yerlerde birkaç direkli olan bu çadırların iç ve dış
kurulmuştur. Çadır, Orta Asya’da Türk yüzeyleri aplike deri perdelerle ayrılmış,
kavim ve boylan tarafından çeşitli ör tabanına hasır döşenerek üzerine halılar
nekleriyle çok kullanılmıştır. Türkis serilmiştir. Bu tür çadırların en seçkin
tan’da Kırgız ve Moğolların kullandığı örnekleri İstanbul Topkapı Sarayı ve
silindir gövdeli ve üzeri kubbeli “topak Askerî Müze’de, Türkiye dışında Viya
ev”, Oğuzlar ve Uygurların “keçe na, Krakov, Budapeşte, Münih ve daha
başka Avrupa müzelerinde yer alır.
ÇAKALOZ, Kürekle çekilen küçük
savaş gemilerinde bulunan hafif top.
Bronzdan dökülen bu kısa gövdeli top
larla küçük gülleler ve çakılar, saçmalar
atılmıştır.
ÇAKMA İŞÇİLİĞİ, Ağaç yüzey ve
çeşitli madenler üzerinde açılan oyukla
ra çakılan madeni tel, levha ya da çivi
lerin yerleştirilmesi. Genellikle baston,
çerçeve, kutu çekmece, sehpa, maden
süslemeciliğinde bu işçilik görülür.
ÇAKMAKLI TABANCA VE
TÜFEK, Ağızdan doldurulan, tetiğin
çekilmesiyle çakmak taşına çarpan çeli
ğin çıkardığı kıvılcımla ateşlenen taban
ca veya tüfek. Kabzası, kundağı ve nam
lu yatağı cevizden yapılmıştır. Ağaç bö
Osmanlı çadırından detay lümlerinin üzeri, altın, gümüş tellerle ve
(İstanbul-Topkapı Müzesi) ya fildişi, sedef kakmalarla süslenenleri
48
vardır. Tetik siperi, namlu gibi demir-
çelik bölümleri de altınla kaplandığı gi
bi, gümüş savat ve altın kakma olanları,
değerli taşlarla süslenerek, dua ve usta
adı yazılanları vardır. İstanbul Topkapı
Sarayı Silâh Dairesi’nde, Askerî Mü
ze’de, XVII. yüzyıldan itibaren çeşitli
Türk çakmaklı sahte tabanca ve tüfekle
ri bulunmaktadır. Son yıllarda eski ör
neklerine benzer çakmaklı tabancalar
yapılarak piyasaya sürülmüş, bunlar an
tika ve eski eser satan dükkânlarda çok
sık görülür olmuştur.
ÇAKŞIR, Çuhadan yapılan bol ve Çanakkale Seramik Tabak
dökümlü şalvar. Çoğu zaman paçaları
mestlere bağlıdır. Kadınların giydiği ve seramik sanatının gördüğü rağbet ve
çakşırların paça ve uçkurları sırma kay üstün kalitesi karşısında sönük kalmış,
tanlarla süslenmiştir. ancak İznik çini atölyesinin kapanması
ÇALPARA, Metal, sert ağaç ve fil ile yüze çıkabilmiştir. Kırmızı, bazen bej
dişinden yapılan ve iki elin parmakları hamur ve sıraltı tekniği ile işlenen Ça
ile vurularak ses çıkaran bir çift (4 par nakkale seramikleri biçim ve süslemele
çalı) müzik aletli zil. Pirinç levhalardan ri ile dikkat çekicidir. Çanakkale çukur
daire biçiminde kesilerek yapılan ve iki tabakları 22-23 cm. çapında, kenarlı,
elle birbirine vurulan bir çift müzik aleti ortası çiçek rozeti demeti, stilize demet,
ne de “çalpara” ya da “halile” denmiş yelken, cami, köşk, tek ve çift kuş, balık
tir. Halile, Mehter ve Mevlevî müziğinde resimleri ile süslüdür. Koyu sarı, kahve
de kullanılır. rengi ve yeşil sırlı, 30-35 cm. yüksekli
ÇAN, Dış veya iç yüzüne vurulduğu ğindeki seramik küpler stilize çiçek ve
zaman ses çıkaran, tunçtan yapılma çal yaprak motiflidir. 15-20 cm. çapındaki
gı. Doğu ve Batı’da, İlkçağlardan beri çukur kâseler ise, krem veya kahveren
kullanılan çanın örnekleri çoktur. Ge gi zemin üzerine beyaz, turuncu, sarı
nellikle armut biçimindedir. İç tepeliğin benekler ve bitkisel motiflerle bezenmiş
deki halkaya asılan madenî tokmağı sal tir. Çanakkale’de ayrıca şekerlikler,
landıkça ses verir. Dışardan vurulanları ağızları kuş ve at başı şeklinde şişkin
da vardır. gövdeli testiler, şerbetlikler, kabara ro
ÇANAKKALE SERAMİĞİ (ÇİNİ zetli vazolar, çiçek saksıları, mataralar,
İŞÇİLİĞİ), Çanakkale’de, XVIII. yüzyıl şamdanlar, fincan takımları, hayvan ve
dan, XIX. yüzyıl sonlarına kadar daha insan şeklinde süs eşyaları yapılmıştır.
kaliteli çini seramik yapılmıştır. Çanak İstanbul’da Çinili Köşk ve Alay Köşkü,
kale’de seramiğin tarihçesi, XIV. yüzyı Ankara Etnografya ve Çanakkale müze
la kadar uzanmasına rağmen İznik çini lerinde, ayrıca Londra-Victoria and
49
Albert, Atina Benaki, Düsseldorf-Het- olarak yakalara, düğmelere, flamalara
jens, New York-Metropolitan müzele işlenmiştir. Tarlalarda toprağı çevirmek
rinde Çanakkale seramiğine ait müze için kullanılan çatal veya düz ağızlı kaz
lik, seçkin eserler sergilenmektedir. malara da çapa denir.
ÇANAK ÇÖMLEK, Genel olarak ÇARIK, Deriden kesilerek ayağa
pişmiş topraktan yapılan kaplar. Pişmiş göre uçları kıvrılmak suretiyle yapılan
topraktan sırlı-sırsız olarak yapılan, yay ve yine deri sicimlerle bağlanan pabuç.
van ağızlı kâse ve derin tabak biçimin Kadınlar için yumuşak deriden yapılmış
deki kaplara çanak, testi biçiminde ge süslü ve renkli olanları vardır. Mest biçi
niş karınlı ve kapaklı kaplara da çömlek minde olanlara “çedik” denir.
denir. Çanak çömlek, insanlık tarihinin ÇARH-I FELEK, Türk sanatında
uygarlığa ilk adımını attığı zaman kul bir süsleme motifi. Bir daire içerisinde,
landığı ilk eşyalardan biridir. Tarih ön merkeze bağlı, döner yaprak dilimleri.
cesi Neolitik Çağlardan itibaren yapıl Gülbezek de denilmiştir.
maya ve kullanılmaya başlanmıştır. ÇARPANA, Asya ve Anadolu gö
Anadolu’da en eski buluntu olarak çerlerinin el tezgâhlarında dokudukları,
şerit halindeki kolan veya belbağı. Çar
pana dokumaları topak evlerin gövdele
rini kuşatmada, çuvallarda, eyer ve ko
şum takımlarında, semerlerde kolan
olarak kullanılır. Anadolu’nun dar doku
maları arasında yer alan çarpanalar üç
gen veya çok köşeli ağaç direği, tahta
veya kemikten bıçağı, masura ve meki-
ki ile basit bir tezgâhta dokunur. Tek
katlı, çift yüzlü, takviyeli dokuma örnek
Pişmiş Topraktan Çömlek, leri vardır. Kilim desenleriyle süslenir.
M.Ö. VI. bin. Hacılar (Ankara-Anadolu Giyim ve baş süslemelerinde kullanılan
Medeniyetleri Müzesi) ları da vardır.
ÇARTA, Türk halk müziğinde sığ
M.Ö. sekiz bin yıllarına ulaşan Çatalhö- ve üçgen biçiminde bir gövdesi ve 14
yük (Konya yakınlarında) Neolitik Ça perde bağlı bir sapı olan telli çalgı. Üç
ğında, Hacılar (Burdur) da, perdahlı ve ya da dört teli vardır. Yalnızca Kuzeydo
geometrik desenli seramikleri sayılır. ğu Anadolu’nun bazı yörelerinde rastla
Arkeolojinin en bol ve çok bilinen bu nan çarta, günümüz halk müziğinde
luntuları çanak, çömlek gibi toprak eş pek kullanılmıyor.
yalarıdır. ÇATALHÜYÜK BULUNTULARI,
ÇAPA, Daha çok gemilerde kullanı Konya’nın 52 km, güneydoğusunda,
lan, bir zincire bağlı, deniz dibine bırakı Çumra İlçesi Küçükkoy yakınlarında bir
lan, ucunda kıvrık çengelleri olan demir hüyük olan Çatalhüyük, Anadolu’nun
alet olarak bilinir. Denizcilerin simgesi Neolitik Çağlarına ait en eski yerleşme
50
yerlerinden biridir. 1961 Mellaart tara olarak kullanılan çatma kumaşın kadife
fından yapılan ve üç yıl süren arkeolojik den farkı, zemine oranla süslemesinin
kazılarda M.Ö. 6500-5650 arası yılları kabartma oluşudur. İpekle birlikte altın
na ait çanak-çömlek ve parçaları, doğal ve gümüş tellerle dokunanları vardır.
cam (obsidien) dan yapılmış ok ve mız Klasik Osmanlı XV-XVIII. yüzyıl süsle
rak uçları, kesici aletler, cilalı taştan bal mesi olan çintemani, lâle, karanfil, nar
talar, kemik iğneler, taş havan elleri, ke ve çiçeği, kozalak, hatayî motifler çat
mikten, taştan süs takıları ve daha pek maların belli başlı desenleridir. Renkler,
çok eşya bulunarak Ankara ve Konya kırmızı, açık yeşil, sarı, mavi, siyah ve
müzelerine kaldırılmıştır. Çanak-çömlek tonları olarak görülür.
buluntuları çok ilginçtir. Bunların en ÇEDİK, Sarı meşinden yapılan kısa
yaygını, geniş ağızlı, geometrik bezeme ve bol konçlu pabuç. Daha çok mest
li, astarlı kaplardır. 1964 yılında durdu yerine giyilir. Kadınların giydiği çedikler
rulan kazılara, 1996 yılında yeniden yumuşak, içi ve dışı desenlerle süslüdür.
başlanmıştır. Buna “edik” de denir.
ÇATMA, Kadife türünde Türk ku ÇEKMECE, İçerisinde değerli eşya
maşı. XV. yüzyıl sonlarında önce Bursa ların saklandığı, kilitli, küçük sandık.
tezgâhlarında dokunmaya başlayan, Abanoz, gül ağacı, ceviz, meşe gibi sert
XVI. ve XVII. yüzyıllarda en güzel ör
neklerini veren çatmalar, Üsküdar ve
Bilecik’te de dokunmuş, Batı ülkelerine
de ihraç edilmiştir. Kaftan, cepken,
minder ve yastık yüzü, perde, döşeme
51
yapılmışlardır. XVIII. yüzyıldan itibaren taşı, çeşme kurnası ve çeşme musluğu
Edirne işi (Edirnekâri) süsleme tezhipli satışını yaparlar.
çekmeceler çok tanınmıştır. Yazı kâğıt ÇEŞM-İ BÜLBÜL, Osmanlı Padi
ları ve kalemlerin yerleştirildiği yazı çek şahı Sultan Abdülmecid, Îstanbul-Bey-
meceleri, gerdanlık, bilezik ve küpe gibi koz semtinde 1848 yılında bir cam fab
değerli eşyaların bulunduğu mücevher rikası kurdurmuş ve bu fabrikada Bey
çekmeceleri çeşitleri arasındadır. Bir koz ya da “İstanbul işi” olarak tanınan
ara Avrupa’dan gelen ve gözleri çekildi cam eşyalar yapılmıştır. Bu fabrikanın
ği zaman müzik çalan çekmeceler de yaptığı, üzeri damarlı bardak, sürahi,
Türkiye’de çok tutunmuştur. Başta İs gülâbdan, vazo, kâse, şişe gibi cam
tanbul Topkapı Sarayı Müzesi olmak eserler “çeşm-i bülbül” adıyla tanınmış
üzere, etnografya ve Türk eserleri sergi tır. Aslında “çeşm-i bülbül” “bülbül gö
leyen müzelerde, özel koleksiyonlarda, zü” anlamına gelmektedir. Bülbül gö
evlerde çok değerli çekmeceler bulun zündeki “hâre”lerden dolayı bu cam
maktadır.
kapların bu adı aldığı söylenirse de,
ÇEMBER, Anadolu’da kadınların Beykoz’un Çubuklu semtindeki “Çeşm-i
başlarına örttükleri, alınları ve boyunla Bülbül” adındaki bir çeşmeden dolayı
rına bağladıkları yemeni. Çemberler in bu adın verildiği söylentileri de vardır.
ce pamuk ve ipek dokumalardan kare Bazı kaynaklar, Sultan Selim III zama
biçiminde kesilir, kenarlarına oya ya da nında, Mehmed Dede adlı bir cam usta
boncuk işlenir. Yazma tekniğinde baskı sının Venedik’te bu sanatı öğrendiğini,
motiflerle süslü olanları da vardır. İstanbul’a dönüşünde çeşm-i bülbüller
ÇERAĞ (ÇIRAĞ), Pişmiş toprak yaparak saraya sunduğunu, onun özen
tan, emzikli, kulplu ve kulpsuz, içerisin dirmesiyle Abdülmecid zamanında Bey
de bezir, zeytinyağı, içyağı bulunan bir koz’daki fabrikanın kurulduğunu kayde
çeşit kandil. İlkçağlardan beri çeşitli bi derler. Çeşm-i bülbüller gerçekten Türk
çimlerde yapılan bu toprak kandillere, camcılığının XIX. yüzyıldaki şaheseri
Anadolu’da sıkça rastlanır. Bunların sır olarak ün yapmıştır. Saydam, ince cam
lı olanları, hatta madenden yapılanları üzerinde helezonî kıvrımlar meydana
da vardır. Işıklandırmada kullanılan çam getiren renkli çizgiler, cam eşyaya ayrı
ağaçlarına, mumlara da çerağ denir. bir güzellik vermede, eşyalar ölçülü ve
ÇEŞME-ÇEŞME TAŞI, Suyun bo göze hoş gelen biçimleriyle de bir “zara
rularla getirilerek taş, mermer, çini yü fet” kazanmaktadır. Çeşm-i bülbüllerde
zeyli bir panodan muslukla akıtılan başlıca renkler, süt mavisi, koyu kırmızı
meydan, sokak, oda çeşmeleri Türk sa ve zümrüt yeşilidir. Altınlı, yaldızlı, ka
natında ayrı bir bölüm alır. Genellikle bartma çiçeklerle süslü olanları vardır.
oda çeşmeleri mermer işçiliğinin güzel Yapıldığı yıllarda çok pahalıya satıldığı
örneklerini verir. Meydan ve sokak çeş için, Venedik’te kalın camlı, daha ucuz
meleri de işçilikleriyle sivil mimarinin bir taklitleri yapılmış ve İstanbul piyasasına
parçası sayılır. Çoğu antikacılar, çeşme sürülmüştür.
52
Gerçek Beykoz çeşm-i bülbülleri, bu bağlandığı gibi belde kuşağa da asılır.
gün İstanbul Topkapı Sarayı ve Türk-İs- Başa bağlanan çevreler de görülür. Ev
lâm Eserleri Müzesi’nde, Belediye Şehir lenecek genç kızların çeyizleri arasında,
Müzesi’nde, Ankara Etnografya Müzesi kendi eliyle işlediği çevrelerin büyük bir
ile Özel müze ve koleksiyonlarda yer önemi vardır. Çevreler aynı zamanda,
alır. Son yıllarda İstanbul Paşabahçe elişlerinin sergilendiği gelin odalarının
Cam Fabrikaları’nda da çeşm-i bülbüller en göz alıcı malzemeleri olarak dikkati
yapılmaya başlanmıştır. çeker. Altın ve gümüş sırmalar, ibrişim
ÇERÇEVE, Resim, fotoğraf, levha, ve renkli ipliklerle işlenen çevrelerdeki
ayna gibi genellikle duvarlara asılacak motifler stilize ve çok anlamlıdır. Gü
eşya ve panoların yerleştirildiği süslü ğüm, ibrik, sırma servi, çift güvercin,
muhafazalar. Ahşap oyma, alçı kabart horoz ibiği, narlı bahçe gibi .motifler çok
ma, fildişi, sedef, gümüş kakma, made kullanılmıştır.
nî süsleme çerçeveler, Ortaçağlardan
bugüne her devirde zevkin, sanatın, gü
zelliğin simgesi olmuştur. Genellikle
dinsel tabloların, ikonaların yerleştirildi
ği tapmak tipindeki kemerli çerçeveler,
bir maketi andıran detaylarla süslüdür.
Dikdörtgenden, elips ve daireye, türlü
biçimlerde yapılan çerçeveler, çoğu za
man yapıldıkları dönemin süsleme üs
lûplarıyla uyum içinde olmuştur. Çerçe
Çevre. XIX. yüzyıl. (Özel Koleksiyon)
ve yapımı, hemen her ülkede bir sanat
dalı olarak vardır. Müzeler ve antika ko
leksiyonlarında eski ve sanatlı çerçeve ÇIĞIRTMA, Üflemeli bir halk çalgı
lere çok sık rastlanır. sıdır. Aslında bir çeşit dilsiz düdüktür.
ÇEVGAN, At üstünde oynanan bir Kamıştan ya da erik, ceviz, meşe ve
çeşit cirit oyununda kullanılan ucu eğri şimşir gibi sert ağaçlardan yapılma 25-
sopa. Asya ülkelerinde özellikle Türkler 30 cm. boyunda düz bir borudur. Eski
tarafından çok eskiden beri oynanan den kartalın kanat kemiğinden yapılırdı.
çevgân oyununda, üzeri deri kaplı, akça Perde sistemi ve delik sayısı düdükteki
ağaç veya söğütten yapılmış bir de top gibi olup, yalnızca dili yoktur. Çığırtma
vardır. Çevgân sopalan şimşir, abanoz da da kromatik yarım perdeler ve ko-
gibi sert ağaçlardan yapılır ve üzeri lâke malı sesler, meyde olduğu gibi dudak,
işçilikle süslenir. üfleme ve parmak kullanma tekniğiyle
ÇEVRE, Kare biçiminde, kenarları çıkarılmaktadır.
oyalı veya işlemeli, köşeleri ibrişim ve ÇIKRIK, Yün, keten, pamuk ipliği
sırma nakışlarla süslü mendil. Elişi tül eğirmek için kullanılan ve elle çevrilen
bent veya patiskalara gergefte işlenen araç. Ağaçtan bir volan aracılığı ile elle
sırmalı çevrelerin mendil olarak kullanı döndürülen iği ve volanın oturduğu ah
lanlarına yağlık denir. Çevreler boyna şap tablası, çoğu çıkrık oymalar ve
53
boyalarla süslenir. Anadolu’da bugün ÇİFTE, Çifte sipsi, çatal kamış, çif
de kullanılmaktadır. te kaval ve çifte düdük adları da verilen
ÇİFT BAŞLI KARTAL, Birçok üflemeli bu çalgı, aslında yan yana bir
dünya ülkesiyle birlikte Türk sanatında leştirilmiş iki sipsiden başka bir şey de
da görülen kartal figürü, tek ve çift baş ğildir. Bu durumda birlikte çalınan iki
lı olarak genelde hükümranlığı, devleti, sipsi sesi duyulur. Bir ağaç parçasından
gücü, zaferi simgeler. Çift başlı olanlar yan yana oyularak yapılmış iki dilli dü
da (dişi ve erkek başlarıyla) yaşamın sü dükten oluşan çifteler de vardır. Bunla
rekliliğini, uzun ömrü ve sonsuzluğu ifa ra çifte düdük denilmektedir. Çiftede
de eder. Çift başlı kartal figürleri taşa, perde delikleri tulumda olduğu gibi eşit
madene, alçıya, çiniye, ahşaba, kuma ve paralel olabileceği gibi, bir tarafta 5,
şa, halıya resmedilmiş, “arma” olarak diğer tarafta yalnızca 3 perde deliği de
kullanılmıştır. Asya’dan Mezopotamya bulunabilir. Bu üç delik tonik, tonik altı
ve Anadolu sanatına, Bizans’a ve Avru ve tonik üstü seslerini vererek çalınacak
pa’ya uzanan geniş bir coğrafya içinde ezgiye dem (pedal) eşliği yapar.
ÇİL AKÇE, Ayarı tam, yeni basıl
mış madenî para. Aşınmamış, yıpran
mamış madenî paralar (sikkeler) daha
değerlidir.
ÇİNİ SANATI, Çini sanatının ilkin
Çin’de doğduğu, bu yüzden, Çin işi an
lamına gelen “Çini” denildiği söylenir.
Çinliler pişmiş topraktan kapları içinde
ki sıvıların sızmaması için kap pişmeden
önce “sır” denen maden oksitleri ile ci
lalamış, sonra pişirmişlerdir. Oksitler,
kap üzerinde cam gibi ince, şeffaf bir ta
baka meydana getirmiştir. Böylece As
Çift Başlı Kartal Figürü. Selçuklu. Konya
ya’dan Ortadoğu’ya kayan çini, işçiliği,
Kal’asından. (Konya Müzesi)
özellikle Sümer, Asur, Mısır ve Pers ya
pılarına “sırlı tuğla” olarak girmiş, der
bu figür, ilkçağlardan başlayarak kulla ken Orta Asya Türkleri, sırlı tuğla tekni
nılmaktadır. Anadolu Selçuklu sanatın ğini düz veya çok renkli duvar çinisi ola
da çokça görülür. Özellikle Konya Kale rak geliştirmişlerdir. Büyük Selçuklular
si figürlü taş eserlerinde Kubâd-âbad yolu ile Anadolu Selçuklu sanatına giren
Sarayı çinilerinde çift başlı kartal figürle ve Selçuklularda XII. yüzyıldan itibaren
ri “sultan” kelimesiyle birlikte resmedil mimarî eserlerin iç duvarlarını, kubbe
miştir. Uzun kulaklı olarak resmedilen- ve kemerlerini, minarelerini süsleyen çi
lerinin çift başlı doğan ya da başka bir nicilik, Anadolu’da çeşitli teknikleri ile
kuş türü olduğu üzerinde de durulmuş gelişmiş, zirveye ulaşmıştır. Anadolu
tur. Selçuklularında sırlı tuğla, çini mozaik,
54
tek renk çini, yaldızlı çini, kabartmalı çi domates kırmızısı ile birlikte beyaz, ma
ni, sıraltı-sırüstü desenli çini gibi teknik vi, firuze, lâcivert, yeşil, siyah renkler
leri ile camiler, medreseler, türbeler, sa daha çok görülür. Çok başarılı kompo
ray ve köşkler süslenmiştir. Konya’daki zisyonlarla tabii lâle, karanfil, gül, me
Selçuklu Köşkü, Beyşehir Gölü batı sa nekşe, sümbül, nar çiçeği, şakayık, ba
hilindeki Selçuklu Kubâdâbad Sara- har dalları, servi, çiçek buketleri gibi bit
yı’nda görüldüğü gibi, yıldız-haç biçi kisel motifler, rumî, hatayî ve arabesk
minde birbirine geçmeli formlarla duvar bezemeler, iri sülüs yazılar, çintemanî
çinileri yapılmış, süslemede insan ve ve çin bulutları, hatta kuş figürleri en
hayvan figürlerine, efsânevi varlıklara
bol bol yer verilmiştir. Selçuklu mimari
sinde sırlı tuğla ve çini-mozaik olarak
kûfi ve sülüs yazılar, arabesk, rumî ve
kıvrım dallarla değişik ve çeşitli kompo
zisyonlar meydana getiren duvar çini iş
çiliği, seramik olarak da evanîde kendi
ni göstermiştir. Kuş ve insan figürlü ta
baklar, firuze renk şamdan ve kandiller,
kâse, askı gibi sırlı seramikler, duvar
çinileri kadar bol örnek ve çeşitlilikle gü
nümüze kadar gelmemiş de olsa, eldeki
malzemeler bu konuda bize oldukça ye
terli bilgiler verebilmektedir. Bugün İs
tanbul Çinili Köşk’te, Konya Karatay
Medresesi’nde kurulan çini müzelerinde
Selçuklu seramik örneklerini görmek
mümkündür. Selçuklu devri çini işçiliği
İznik Çinisi. XVI. yy. (Istanbul-Topkapı
Beylikler devrinde teknik ve üslûbunu Sarayı Müzesi)
sürdürmekle birlikte sönük kalmıştır.
Osmanlıların erken devir mimarî eserle çok kullanılan desenler arasındadır.
rinde, farklı bir teknikle renkli sır işçili XVII. yüzyılın sonuna kadar, başta İs
ğiyle gelişen çinicilik, XV. yüzyıl ortala tanbul olmak üzere, Osmanlıların, üç kı
rından itibaren mimaride önemli bir taya yayılan bütün dinî ve sivil mimarisi
süsleme unsuru olmuştur. İznik’te geliş ni süsleyen İznik çinileri, XVIII. yüzyılda
meye başlayan Osmanlı çiniciliği, XVI. sönmeye başlamış, İznik çini atölyeleri
yüzyılda en yüksek seviyesine ulaşmış nin kapanmasıyla Kütahya çini atölyele
tır. Bu yüzyılda Selçuklu ve Beylikler ri devreye girmiştir. Ne var ki, Kütahya
devrinin mozaik-çini işçiliği yerine, kare çiniciliği, İznik çini sanatını kötü bir şe
ve altı köşeli formlar üzerine mavi, ma- kilde taklitten öteye gidememiştir. Kü
vi-beyaz, sıraltı, çok renkli İznik çinileri tahya’da sıraltı kırmızının yerini alan
kullanılmıştır. Bu çinilerde sıraltı kahverengi ve sarı renkler, bunun
yanında kobalt mavisi, firuze, lâcivert,
yeşil ve siyahlar soluk, kirli ve birbirine
karışmış olarak kendini gösterir. Kütah
ya’nın bu başarısızlığı üzerine Sultan
Ahmed III devrinde Sadrazam Damad
İbrahim Paşa, Türk çini sanatını canlan
dırmak üzere, 1724 yılında Eyüp’teki
Tekfur Sarayı ’nda bir çini atölyesi kur
muş, İznik’ten ustalar getirerek çini
imaline başlamışsa da, bu teşebbüs
uzun ömürlü olamamış, Patrona Halil
Ayaklanması ile Tekfur Sarayı Çini
Atölyesi kapanmıştır. Tekfur Sarayı’nda
yapılan ve örnekleri İstanbul’daki bazı
İznik Çini Tabak. XVII. yy.
yapılarda görülen çiniler, İznik çinileri
kadar başarılı olamamıştır. Bu yıllarda az da olsa kahverengi ve gri renkler kul
sırlı seramik işçiliği aynı paralelde geliş lanılmıştır. Hafif kabartmalı, parlak do
me ve gerileme dönemlerini yaşamıştır. mates kırmızısı, XVI. yüzyıl ortalarından
Osmanlı seramik sanatının en yaygın ve başlar, elli yıl devam eder. Konturlar da
dünyaca ün yapan, çeşitli dünya müze ha çok siyahtır. Lâle, karanfil, gül, süm
lerinde en bol bulunan örnekleri XVII. bül, nar çiçeği, menekşe, üzüm salkım
ları, dallar, rumî ve hatayîler, çin bulut
ları, şakayık sevilen motifler olarak gö
rülür. Çoğu seramiklerde, özellikle ta
bak içlerinde gemi, kuş, tavus kuşu, as-
lan-geyik, aslan-boğa mücadelesi, balık,
av hayvanları, tavşan resimleri vardır.
Bu seramikler, tabak, kâse, ibrik, kupa,
vazo, kandil, sürahi, şamdan, maşrapa
gibi evani olarak yer alır. XVIII-XIX.
yüzyıllarda Kütahya’da yapılmaya başla
yan seramikler, çinide olduğu gibi başa
rılı olamaz. Tabak, fincan, hokka, kâse,
ibrik, sürahi, matara, kadeh, gülabdan,
Kubâd-âbad Sarayı; çini üzerinde
Hayat Ağacı ve Kuşlar
kandil, buhurdan, kupa gibi örnekler
verir. Aynı devirde Çanakkale’de de se
ramikler yapılmaya başlanmıştır (Bak:
yüzyıl sonuna kadar İznik’te yapılan se Çanakkale Seramiği). Çiniye gelince,
ramiklerdir. Seramiklerde beyaz hamur Tekfur Sarayı denemesinden sonra, Av
kullanılmış, sıraltı tekniği uygulanmış, rupa’dan da çini getirildiği görülmüş,
kobalt mavisi, yeşil, firuze, beyaz, siyah, XIX. yüzyıl sonlarına doğru Abdülhamid
56
H’nin Yıldız Sarayı’nda kurduğu çini ve
porselen imalathanesi oldukça başarılı
olmuş, ne var ki bir süre sonra kapan
mıştır.
ÇİN PORSELENİ, Eski ve köklü
bir uygarlığa sahip Çinlilerin M.Ö. XVII.
yüzyılda pişmiş topraktan seramik yap
tıkları, M.Ö. I. yüzyıldan itibaren sera
mikleri mavi bir sırla kapladıkları bilin
mektedir. M.S. 600-900 yılları arasında
Thang Sülâlesi devrinde Çinliler porse
leni icat etmişler ve bu sanatı günümü
ze kadar sürdürmüşlerdir. Çin porse
lenleri, IX. yüzyıldan XIV. yüzyıla kadar
önce beyaz sonra gök mavisi olarak de
vam etmiş, XV. yüzyılda kırmızı renk
görünmeye başlamıştır. XVI. yüzyıldan
itibaren Çin porselen sanatında büyük
Çin Porselenleri. (İstanbul-Topkapı Sarayı
bir gelişme olmuş, çin desenleri ile süs Müzesi)
lü, çiçek ve hayvan figürlü, yeşil, esmer,
san, açık mavi, koyu mavi, mor, kırmı mavi, açık mavi ve leylak renklerle tari
zı, siyah renklerle tabaklar, kâseler, se- hî sahneler resmedilmiştir. Çin porse
lâdonlar, vazolar yapılmış, bunlar İpek lenleri inceliği ve nefaseti ile bugün de
Yoluyla İslâm ülkelerine, Avrupa’ya ih imalâtını sürdürmektedir. Son yıllarda
raç edilmiştir. Bugün Topkapı Sarayı Japon ve bazı Uzakdoğu ülkelerinin de
Porselen Dairesi’ndeki Çin porselenleri porselen piyasasına girmesi ile, bu ülke
koleksiyonunda, XIII. yüzyıldan XIX. lere ait porselenlerden çoğu Çin porse
yüzyıla kadar Çin sülâleler devrinin seç leni adı altına meraklılarına satılmakta
kin örnekleri bulunmakta, çoğu, Çin dır.
hükümdarlarının Osmanlı padişahlarına ÇİTARİ, Üç pamuk, bir ipek iplikle
hediyesi olan bu porselenler kronolojik dokunan Türk kumaşı. Sitarî de denir.
bir sıra ile sergilenmektedir. Çin porse Başta Bursa olmak üzere Anadolu do
lenleri XVII. yüzyılda porselen heykel kumaları arasında yer alan “Çitarî”den
sanatına da dönüşmüş, yine bu imalât çakşır, işlik, entari, önlük, şalvar, cep
hanenin ürünleri olan süt beyazı say ken gibi giyim eşyaları dikilmiştir.
dam çaydanlıklar, fincanlar, kadehler, ÇİNTEMANİ-ÇİN BULUTU, Çin
vazolar antika piyasasında çok tutul sanatından stilize edilerek Türk sanatına
muştur. XVIII. yüzyılda Çin porselen sa geçen bir motif. Buda’yı temsil eden bi
natında soluk pembe renkler hakim ol ri üstte, ikisi altta üç inci ve üzerinde bu
muş, daha sonra “yumurta kabuğu” de lut biçiminde, şimşeği temsil eden üst
nilen çok ince porselen eşyalar üzerine üste dalgalı iki yatay sembol. İncilerin
57
tepesindeki boğumlu kısım iki daireye örnekleri görülür. Bu yazı geliştirilerek
bölünerek büyükten küçüğe iki hilâl ve dört çivi işaretine dayanan asıl çiviyazısı
bir daire meydana getirir. Üç incinin meydana gelmiştir. Kullanılan çiviyazısı
Buda’nın üç ruhanî vasfını gösterdiği işaretleri dikey, yatay, eğik çivi ve köşe
söylenir. Orta Asya Türk sanatından çengeli olarak adlandırılır. Anadolu’da
Osmanlı sanatına giren ve XVI. yüzyıl ilk çiviyazılı tabletler, M.Ö. iki binlerde
dan itibaren halı, kumaş, çini süslemele Büyük Hitit Devleti zamanında kullanıl
rinde çok kullanılan bu motife çintema- mıştır. Hititlerin başkenti olan Hattuşaş
ni, üzerindeki şimşeklere de Çin bulutu (Boğazköy) ile Asur Devleti’nin Anado
adı verilmiştir. lu’da ticaret kolonisi merkezi Kaniş
ÇİVİYAZISI (TABLET), Eski Me (Kültepe) de yapılan kazılarda çok sayı
zopotamya’da ve Anadolu’da bazı ka- da çiviyazılı tabletler bulunmuştur. İstan
vimlerin kullandıkları yazı türü. Bu yazı bul Arkeoloji Müzesi Eski Şark Eserleri
lar çamur halindeki toprak levhalara Bölümü’nde bugün 74 bin çiviyazılı tab
let saklanmaktadır. Kültepe kazılarında
bulunan tabletler Ankara Anadolu Me
deniyetleri Müzesi’nde bulunmakta ve
üzerinde araştırmalar yapılmaktadır.
Yazıldıkları devrin siyasî, ticarî ve sosyal
hayatına ışık tutan bu belgelerden bazı
ları yine pişmiş topraktan bir zarf içeri
sine alınmıştır.
ÇİZME, Koncu dize kadar veya diz
den yukarıya çıkan deri ayakkabı. Tarih
boyunca erkek ve kadınların giydiği çiz
me, Osmanlılar devrinde dışı ve koncu
nakışlarla süslü olarak yapılmış ve bir
sanat haline gelmiştir. Çizmelerin kulla
nış amaçlarına göre çeşitli biçimleri var
dır.
ÇORAP, Ayağa geçirilen örme gi
yecek. Tarihi eski olmakla birlikte, bir
örme ve dokuma sanatı olarak gelişme
Çivi Yazısı Tablet. Hitit Devri. si, Türklerin Anadolu’ya gelişleri ile baş
(Ankara-Anadolu Medeniyetleri Müzesi) lar. Türk çorapları elde ve beş şişle örül
müştür. Örgü malzemesi olarak, yün ip
(tabletlere) ucu sivri kamış, maden ve lik ve tiftik kullanılmıştır. Anadolu’da
tahta çivilerle yazıldığı için bu adı almış bölgelere göre özelliği bulunan örme
tır. Güney Mezopotamya tabletleri ile çoraplar, sadece malzemeleri yönünden
Arkaik Sümer Devri tabletlerinde (M.Ö. değil, renkleri, motifleri ile de anlam ta
2600 - 2400) çiviyazısının en eski şır. Çoraplardaki motiflerin, muhabbet
58
teli vardır. En pes teli en üsttedir. Buna
“bam teli” denir ve ahenk tutmaya ya
rar. Uzunluğu 110 cm.’dir. Bazı bölge
lerde çöğüre “meydan sazı” veya “divan
sazı” denmiştir.
ÇORTEN, Bir camın yağmur sula
rını damdan yahut dam çevresindeki
oluklardan alarak duvar temelinden uza
ğa akıtan saçak altı oluk. Anadolu Sel
Yün Çorap. (Konya)
çukluları devri kimi yapılarında dragon
(Türkiye İş Bankası Koleksiyonu)
(ejder) başlı çörtenler görülmüştür. Os-
çengeli, ergen bıyığı, sarhoş yolu, ciğer manlı dönemi yapılarında taş işleme
deldi, İncili küpe, kurt ayağı, dizi yılan, çörtenlerin yer aldığı görülür.
kâtip çimdiği gibi adları vardır. Ayrıca ÇUBUK, Tütün içiminde kullanılan
her bölgenin geleneksel motifleri ve ve lüleye (Bak: Lületaşı) yerleştirilen
renkleri vardır. Bekârlar, nişanlılar, evli uzun ağızlık. Çubuklar, kiraz, yasemin,
ler, dullar için, kadm-erkek ayrı ve özel gül ağacından yapıldığı gibi fildişi ve pe-
çoraplar örülmüştür. Öyle ki, birini giy lesenkten de yapılanları görülmüştür.
diği çoraba bakarak onun evli mi, dul Uzunlukları 30-40 cm.’den başlar, 2-
mu, bekâr mı olduğu anlaşılır. Ankara, 2.5 metreye kadar ulaşır. Çubuğun
Bursa, Konya, Bergama, Antalya şehir ağza alman başlığına “imâme” denir.
lerindeki etnografya müzelerinde, daha İmâmeler kehribar, fildişi, kemik gibi
başka müzelerle özel koleksiyonlarda maddelerden yapılır. Çubuk gövdesi,
Anadolu çoraplarından seçme örnekler kullananın zevki ve zenginliği ölçüsünde
bulunduğu gibi, her kasaba ve köyde altın, gümüş, ibrişim ve değerli taşlarla
geleneksel çorap örme sanatı bugün de süslenir. Çubuğun son ucuna takılan tü
devam etmektedir. tün lülesi de gümüş savatlıdır. Lülenin
oturtulduğu ve külün toplandığı madenî
tablaya “takatuka” denir. Tütünün Os-
manlı ülkesine girişinden sonra, çubuk
1
yapımı bir zenaat olarak gelişmiştir. Is-
tanbul-Bahçekapı, Tahtakale, Galata ve
Tophane’de yapılan çubuklar çok meş
hurdur.
Yün Çorap (Çorum) ÇUBUKLU, Pamuk ipliği ile doku
nan bezlerde, kaim ipliklerle şerit halin
Ç Ö Ğ Ü R , Kopuza benzeyen ve te- de yukarıdan aşağıya inen belirgin süs
zene ile çalman bir çeşit saz. Türk halk leme. Anadolu dokumaları arasında çu
müziğinin sazlarından biri olan çöğürün buklu kumaş örnekleri çoktur.
Germiyonoğlu Yakup Bey tarafından ÇUHA, Çözgü ve atkısı yün iplikle
icat edildiği söylenir. Beş veya altı çift dokunan düz renkli tok kumaş. Önceleri
59
Iran, Türkistan ve Mısır’da dokunurken, kullanılan malzeme, renkler, desenler
daha sonra Avrupa tezgâhlarında da kilimlere benzer ve bölgelere göre özel
dokunmaya başlanmıştır. Osmanlılar likler taşır.
devrinde Bursa, İstanbul, Edirne, Selâ-
nik ve Şam’da çuha dokuyan atölyeler
açılmış, şehirlerde çuha tezgâhları ku
rulmuştur. Dokunuşlarına göre, çuha
nın yedi endazeliğine “yağmurluk”, altı
endazeliğine “mirîahurî”, dört endazeli-
ğine “çakşır” denmiştir. Saray, ordu
mensupları ve devlet adamları, şehirler
de varlıklı kişiler çuhadan cübbe, şalvar,
cepken, çakşır, daha sonraları setre-
pantolon, ceket, palto yaptırarak giy
mişlerdir.
ÇUVAL, Yün, pamuk, keten ipli
ğinden dokunmuş geniş torba. Anado
lu’da köylerde ve kasabalarda kilime
benzer yünden dokunan çuvallar vardır.
Bir Anadolu dokuması olan çuval, özel
likle Yörük çuvalları aynı zamanda evin
süsüdür. Çuval dokumacılığında Mersin Alaçuual Dokuma
60
D
DAĞLAMA, Ağaç yüzeyleri yaka zeytinyağı, pekmez gibi sıvı almak için
rak süsleme. Ağaçtan yapılan kaşık, yapılan ve sırlanan bu seramikler, 18.
kepçe, maşrapa, tabak, beşik, tokuç, fı yüzyılda Kütahya seramikleri arasında
çı gibi eşyaların yüzeyi perdahlanarak sıkça görülür. Daldırmalar 7-9 cm. yük-
üzerine kalemle resim ve desenler çizi sekliğindedir. Ağız çapları 9-10 cm.
lir. Sonra demir kalemlerin sivri uçları olup genellikle krem rengi hamurlu, fi
ateşle kızdırılarak, çizilen bu desenler ruze, sırlı ve sıraltı siyah dekorludur. İs
dağlanır. Türk el sanatları arasında dağ tanbul Sadberk Hanım Müzesi ile bazı
lama tekniği özellikle orman bölgelerin özel koleksiyonlarda örnekleri vardır.
de çok uygulanır. DAMASKO, İpek ve keten karışımı
DAİRE (TEF), Ağaç kasnaklı, ge bir çeşit Şam kumaşı. Dimışkî de denir.
niş yüzeyli tef. Mehter müziğinde ve Ortaçağlarda Şam tezgâhlarında doku
tekke müziğinde kullanılır. Daireyi ça narak İslâm ülkelerine, Avrupa’ya gön
lanlara “dairezen” denir. Müzik toplu derilen bu kumaş, daha sonra Venedik
luklarında ise, başokuyucu vurur ve fas ve Genova şehirlerinde taklit edilmiş,
lı idare eder. Dairelerin kasnakları sedef Avrupa’da tanınmıştır. Kumaşın beze
ve fildişi ile süslendiği gibi, bu kasnakla me ve çiçekleri kabartmadır, gümüş sır
ra altın, gümüş kakmalar da yerleştiril malı olanları da vardır. Genel olarak dö
miştir. şemelerde, sofra örtülerinde kullanıl
mıştır. Halk dilinde bu değerli kumaşla
ra “daniska” denilmiştir.
DAMGA, İşaret, nişan. Bir eşyanın
üzerine basılan mühür. İlkçağlarda piş
meden önce seramiklerin üzerine bası
larak atölyesi, sahibi ya da ait olduğu
kavim belirtilmiştir. Daha sonraları sera
mik ve porselenlere cam ve madenî
eserlere uygulanarak, fabrikası, firması,
Mevlevi müziğinde tef ve diğer enstrümanlar hatta ustası gösterilmiştir. Anadolu’da
(Konya-Mevlâna Müzesi)
yapılan arkeolojik kazılarda meydana
çıkarılmış seramikler ve tabletler üzerin
DALDIRMA, Genellikle seramik de çeşitli damgaların bulunduğu görül
ten yapılan kısa boylu, kulplu ve geniş müştür. Tarih öncesi devirlerden geçen
ağızlı maşrapa. Su küplerinden su ya da damgalar bronzdan, taştan, kemikten,
61
sert ağaçlar ve pişmiş topraktan yapılan veya balık derisi ile kaplıdır. Gövdesi de
bir çeşit dekoratif mühürdür. Eski Türk senlerle süslü olanları vardır.
boylarının kendilerine özgü damgaları DARÜLHİLAFE ALTINI, Osmanlı
vardır. Bu damgalar onların hangi boya Padişahı Sultan Mahmud II zamanında
mensup olduklarını gösterir. Bayrakla (1808-1839) basılan Darülhilafetül Ali
ra, paralara, kullandıkları eşyalara, hat ye ve Darülhilafetül Seniye adında iki al
ta mezar taşlarına bu damgaları resmet tın sikke. Halk arasında Sürre altını ola
tikleri gibi, sıcak demir damgalarıyla da rak da tanınmıştır. Koleksiyonlarda gö
hayvanlarını damgalamışlardır. rülür.
DANTEL, Renkli ipliklerden mekik, DAVUL, Binlerce yıldan beri kulla
tığ ve iğnelerle desenler verilerek örü nılan müzik aleti. Türklerde egemenlik
len seyrek örgü. Halk dilinde tentene. sembolü olan davulun ağaç bir kasnağı
Elbiseye, örtülere süs olarak eklenir. Al vardır. Daire biçimindeki iki yanma deri
tın ve gümüş süslerle örülenleri vardır. gerilmiştir. Davulların büyüklerine “kös”
Türklerde çok eskiden beri süregelen denir. Sağ elle tokmağı, sol elle ince çu
dantel işçiliği XV. yüzyıldan sonra Avru buk değneği davula vurulur. Selçuklular
pa’da yaygınlaşmış, hatta dantel kullan devrinde bakır ve tunç gövdeli, saksı bi
mak moda olmuştur. Venedik’te, Pa çiminde yere oturan tek yüzlü davullar
ris’te, Avrupa’nın en güzel dantelleri iş da kullanılmıştır. Bunun bir örneği İs
lenmiştir. Türkiye’de tığ ve iğne işi ola tanbul Türk-İslâm Eserleri Müzesi’nde-
rak iki bölüme ayrılan danteller, başta dir.
İstanbul olmak üzere Anadolu’nun bir Davullar çeşitli büyüklükte olabilirler.
çok şehir ve kasabasında örülmüş, gi Büyüğüne Kaba Davul, küçüğüne Cura
yim eşyaları, yatak, yastık, sedir örtüle Davul ya da Davulbaz denir. Güneydo
ri, perdeler dantellerle süslenmiştir. Son ğu Anadolu’da büyük davula Nağara
yıllarda makine işi danteller piyasaya denilmektedir.
sürülmüş, el işi danteller yavaş yavaş Davul, bir kasnakla, bu kasnağın her
kaybolmaya yüz tutmuştur. iki yanına gerilmiş deriden oluşur. Kas
DAPHNE, Yunun mitolojisinde su nak ceviz, çam, gökçeağaç, köknar, ıh
perisi, Şiir ve Müzik Tanrısı. Apollon’u lamur ve kavak ağaçlarından yapılabilir.
sevmiş, fâni olduğu için ondan uzaklaş Çapı, büyüklüğüne göre 50 ile 90 cm.
ması gerekmiş, ormanda kaçarken def arasında değişir. Kasnağın her iki yanı
ne ağaçı şekline girmiş. Apollon da onu na çember ve kayış aracılığıyla keçi ya
barış ve zafer sembolü ilan etmiştir. da dana derisi gerilir. Kayış, gerilme ve
Heykelleri ve resimleri müzelerde yer gevşetilme yoluyla aynı zamanda davula
alır. düzen verme işine de yarar.
DARBUKA, Türk müziğinde usul Davul, tokmak ve çıbıkla çalınır.
vurma âleti, bir çeşit dümbelek. Gövde Tokmağa, çomak, çöven, çöğen ya da
si bakır, pirinçten yapılanlara darbuka, metçik de denir. Yabanî armut ya da
pişmiş topraktan yapılanlara da dümbe yabanî gül ağacı köklerinden yapılır.
lek veya çömlek denmiştir. Ağzı, keçi Tokmak vuruşları ezginin kuvvetli
62
zamanlarını belirler. Çıbığa, zipzipi de DEFİNE ARAMA, Türkiye’de
denir. Kızılcık ya da ardıç ağacı dalın 2863 Sayılı “Kültür ve Tabiat Varlıkları
dan yapılma ince bir değnektir. Çıbığm, nı Koruma Kanunu” hükümlerine göre
ezginin hafif zamanlarında kıvrak ve se “Define Arama” bir izne bağlanmıştır.
ri hareketlerle vurulmasına çırpma, Kanun ve buna bağlı yönetmeliğine gö
uzun havaya eşlik ederken titretimlerle re, define aramak isteyenler, korunma
vurulmasına dem tutma denir. sı gerekli taşınmaz, kültür ve tabiat var
DEBBE, Ağzı dar, dibi yuvarlak lığı olarak belirtilen yerler ile tespit ve
bakraç. Çoğu zaman ağzın iki tarafına tescil edilmiş eski eserler ve mezarlıklar
asılı bir zinciri vardır. Debbe, özellikle dışında, ancak define araştırması yapa
Tokat bakırcılığında çok yapılan bir kap bilirler. Define aracıyıları, define araya
olmuştur. İçerisine pekmez, sıvı yağ, cakları yerin belli ölçüde bir harita ve
aşure, bal konduğu gibi su bakracı ola krokisini çıkarır, fotoğraflarını çeker, o
rak da kullanılmıştır. yerin sahibinden alacağı noter tasdikli,
DEBLEK, Kilden yapılma özel bi anlaşmalı izin belgesi ile birlikte bulun
çimli bir gövde ile bunun geniş ağzına duğu yerin mülkî amirine bir dilekçe ile
gerilmiş deriden oluşan bir vurmalı çal başvurur. Mülkî âmir dilekçeyi aldıktan
gıdır. Geniş ağzına döş, ağızdan sonra sonra, define aranacak yeri, en yakın
müze müdürlüğüne incelettirir. Kanu
ki geniş bölüme karın, boğaz kısmına
nun belirttiği alanlar dışında ise o kişiye
da gırtlak adı verilir. Debleke bazı yöre
“Define Arama Ruhsatı” verilir. Define
lerde dümbelek, dümbek ya da darbuka
aranırken, müzeden, İçişleri, Maliye ve
denir.
Gümrük bakanlıklarından birer temsilci
DEFİNE, Geçmiş devirlerde veya
bulundurulur. Kazılardan çıkan buluntu
yıllarda, bir yere gizlenmiş topluca para,
lar, kültür ve tabiat varlığı ise (taşınır es
“gömü” de denir. Bankaların ve ema
ki eserler gibi) bunlar müzelere teslim
net kasalarının bulunmadığı devirlerde
edilir. Gömülü para ise, geçer akçe ola
insanlar, para, altın, gümüş gibi paraya
rak değerinin yüzde 50’si define arayı
hemen çevrilebilen değerli eşyalarını,
cısına verilir. Arazi hâzineye değil de
çömlek, küp, çekmece, sandık, kasa gi özel ve tüzel kişilere aitse, değerinin
bi bir kutu içerisinde evlerinde gizler ya yüzde 40’ı arayıcıya, yüzde 10’u mülk
da başkalarının bilmediği bir yere gö sahibine ödenir. Define aramada kamu
merlerdi. Bunlardan çeşitli sebeplerle temsilcilerinin yolluk ve yevmiyeleri, zo
unutulanlar bir zaman sonra meydana runlu giderleri, define arayıcısı tarafın
çıkarılmış, rastlantı sonucu bulunan bu dan ödenir.
hâzinelere “define” adı verilmiştir. Mü DEMETER, Yunan mitolojisinde
zelerdeki para koleksiyonlarının çoğu sembolü buğday demeti olan Toprak ve
definelerden sağlanmıştır. İstanbul Ar Bereket Tanrıçası. Anadolu kaynaklı ol
keoloji, Ankara Anadolu Medeniyetleri duğu söylenir. Daima giyinik bir kadın
ve başka müzelerde definelerin meyda şeklinde heykelleri yapılmıştır. En tanın
na getirdiği “para grupları” vardır. mış heykeli Knidos’ta bulunan ve M.Ö.
63
Türkçe’de “gön” denilen deriler, gördü
ğü işlem ve kullanıldıkları eşyaya göre
teladin, tirşe, sahtiyan, güderi, akderi,
meşin gibi adlar almıştır. Anadolu Sel
çukluları ve Osmanlı sanatında dericilik
başlıbaşma bir sanat dalı olarak yüzyıllar
boyu yaşamıştır. “Debbağan” denilen
ve Ahilik teşkilâtında önemli bir yeri
olan derici esnafı, mesleklerini çırak,
kalfa ve ustalığa dayanan geleneksel bir
güzel sanat dalı olarak geliştirmişlerdir.
Dericilik, Osmanlı Türklerinde, XVI.
yüzyıl içerisinde, merkezi İstanbul ol
mak üzere, en üstün işçiliğine ulaşmış
tır. Bugün Topkapı Sarayı Müzesi’nde
sayıları binleri aşan deri eşyalar bunun
bir örneğidir. Üzerleri aplike ve altm-gü-
Bronz Demeter. (M.Ö. 4. yy.J
müş tellerle işlenmiş çedik, lapçin, ye
(İzmir Arkeoloji Müzesi) meni, mest, filar, çizme gibi pabuçlar,
sofra nihalileri, nar çiçeği, kaplan çizgi
IV. yüzyıl olarak tarihlenen mermer De si, pars beneği, tırtıllı yaprak, gül, lâle,
meter heykelidir. Bu heykel bugün karanfil motifleriyle süslenmiştir. XVII.
Londra’da British Museum’dadır. 1953 yüzyılda, deri işçiliğinde kara kalemle çi
yılı yazında Marmaris’in Bozburun ya zilmiş baskı tekniği kullanılmış, XVIII.
kınlarında sünger avcılarının bulduğu yüzyılda da deri süslemeciliğinde Avru
M.Ö. IV. yüzyıla ait bronz Demeter büs pa etkisi ile Ampir-Barok üslûbu yer al
tü, İzmir Arkeoloji Müzesi’nde sergilen maya başlamıştır. Türk cilt sanatında da
mektedir. Bu iki Demeter heykeli şahe önemli bir yeri olan dericilik, tablolarda,
serlerinden ayrı olarak pişmiş topraktan döşemelerde, perdelerde, pûşidelerde,
ve mermerden yapılanları Türkiye’de ve koşum takımlarında, silâhlarda süslene
Avrupa’daki çeşitli müzelerde yer almış rek kullanılmıştır. Türkiye’deki müzeler
tır. de Osmanlı devri deri işçiliğiyle ilgili pek
DERİ-DERİ İŞLERİ, Hayvan pos çok eser yer almaktadır.
tunun terbiye edilerek sanata uygulan DESTAR, Külâh üzerine dolanan
ması. İnsanoğlunun var olduğundan be sarık. Çoğu destarlar 5-6 santim enin
ri deri, giyimde-kuşamda, barınak, çadır de, ince bez (tülbent) den iki kat ve 1-
ve evlerde, türlü eşyalarda kullanılmış, 1.5 m. uzunluğunda dikilerek, içerisine
deri eşyalar süslenerek bunlardan sanat pamuk doldurulmuş ve biçimine göre
eserleri meydana getirilmiştir. Dünya külâh ve sikkeye sarılmıştır. Aşağıdan
nın her ülkesinde, geçmiş uygarlıkların yukarıya doğru eğik, soldan sağa sarılan
tümünde deri eşya, önemli bir yer alır. destarlara “örfi”, yumurta biçiminde
64
sarılan ve tepesine bir yuvarlak eklenen altın, gümüş kakmalarla, hatta değerli
lere “örfi mücevveze”, külahın yarısına taşlarla süslenenler de vardır. Sapların
kadar sarılanlara “cüneydi”, 5 santim da at başı, tazı başı, ejder figürlü olanla
enindeki destarın, sikkenin kenarına on rı da görülmektedir. Devrek’in gelenek
beş santim yüksekliğinde kafesli olarak sel baston işçiliği son yıllarda dünya pa
sarılanlarına da “şekerâviz kafesi” des- zarlarına da girmiş, bu pazarlarda büyük
tar denir. Destarlar, giyenlerin sosyal beğeni kazanmıştır.
durum ve mevkilerine, tarikat mensup DİADEM, Alnın üzerinde başa yer
larının mertebelerine göre şekil almıştır. leştirilen çelenk biçiminde taç. Yunan
DESTEGÜL, Mevlevî giyiminde ve Romalılarda yapraklar ve çiçeklerle
dar, düğmesiz, kollu ve önü açık yelek. süslü altın diademlere çok rastlanır. Bu
Semâzen denilen, semâ eden dervişin nun örneklerini İstanbul Arkeoloji Mü
tennûre adı verilen geniş eteğin üzerine zesi ve daha başka müzelerde görmek
giydiği destegül, çoklukla beyaz, ince mümkündür. Diademlerin değerli taşlar
kumaştan dikilmiştir. Konya Mevlâna la süslü olanları da vardır. Tümülüs ve
Müzesi’nde Sultan Veled’e ait olduğu kral mezarı kazılarında mezar hediyesi
söylenen, üzeri yazılarla donatılmış bir olarak çeşitli diademler bulunmuştur.
“destegül” bulunmaktadır. DİANA, İtalya yarımadasında dağ
lara, ormanlara, çayırlara, ırmaklara
hükmeden Roma Tanrıçası. Yunan mi
tolojisinde Artemis adını alır. Bereket
ve Av Tanrıçası olarak da saygı görmüş
tür. Roma sanatında Diana heykelleri,
başta Roma, Paris, Londra, Münih,
Dresden, Napoli olmak üzere Avru
pa’nın hemen bütün büyük şehirlerin
Destegül (Korıya-Mevlâna Müzesi) deki müzelerde, Türkiye’de; İstanbul, İz
mir, Antalya arkeoloji müzelerinde, baş
DEVREK BASTONLARI, Zongul ka müzelerde yer alır. Roma devri fresk
dak’ın Devrek îlçesi’nde kendine özgü ve mozaiklerinde, seramiklerde de Di
bir el sanatı. Daha çok kızılcık ve gür ana resimleri görülür. Diana pek çok
gen ağacı dallarının en az bir yıl kurutul Avrupalı ressamı da etkilemiş ve tablo
masından sonra yapılan Devrek baston ları yapılmıştır.
ları, tornada işlenip cilalanır. Saplarında DİBÂ, Gümüş ve altın sırma tellerle
çoğu kez dişbudak ağacı kullanılır. Sapı dokunan kumaş. İlkin, Çin’de ve Hin
boynuzdan, kemikten oyulanlar, gü distan’da dokunduğu ve İpek Yolu ile
müşle kaplanıp işlenenler, geyik, dağ Batı ülkelerine gönderildiği bilinen bu
keçisi ayağı monte edilenler vardır. Bas kumaş, Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı
tonların gövdeleri düz olabildiği gibi, se devrinde Anadolu’da da dokunmuş,
kizli, dörtlü burma şeklinde oyulanlar, Türk kumaşları arasında seçkin yer al
baklava dilimi biçiminde işlenenler, mıştır. Özellikle XVI. yüzyıldan itibaren
65
Bursa’da dokunan “güllü dibâ”lar çok heykelleri bulunmaktadır. Antalya Arke
tanınmıştır. Dibaların çiçek desenleriyle oloji Müzesi’ndeki Sarhoş Dionysos
süslü olanlarına (dibâ-ı hindî) denmiştir. mozaiki çok ünlüdür.
XVIII. yüzyıldan sonra diba, Fransa ve DİPDİK, Birbirine menteşe ile tut
Venedik’te dokunmaya başlamıştır. Bu turulmuş, açılır kapanır ahşap levha ve
tür dibalar “dibâ-i frengi” adıyla tanın ya tablo türü. Uç kanatlı olanlarına tirip-
mıştır. Dibadan daha çok kadın elbisele lik denir. Kiliselerde bütün ikonlara çok
ri (entari, cepken, şalvar, bürümcek) di rastlanır.
kilmiştir. DİRHEM, Ağırlık ölçüsü. Okka’nın
DİBEK, Taştan ve ağaçtan oyula dörtyüzde biri. Bölge ve ülkelere göre
rak içerisinde bulgur, pirinç, kahve dö- değişmekle birlikte, genel olarak 1 dir
ğülen büyük havan. Ayrıca demirden ve hem, 3.148 gramdır. Osmanlı ağırlık
ağaçtan yapılmış, ağırca bir kolu vardır. ölçüleri olarak demir, tunç ve pirinçten
Bir veya iki kişi bu kolu tutarak, dibek 400 dirhemlik okkalar, okkaların yarısı,
çukurundaki maddeyi döğer. Konaklar çeyreği yapılmış, hatta daha da küçül
da, evlerde, kahve ocaklarında, hatta tülmüştür. Bunların çoğu ortası delik,
kasabaların meydanlarında toprağa otu teker biçiminde yassı madenlerdir.
ran oyulmuş taşlara “dibektaşı” denir. Üzerleri damgalı ve süslüdür.
Dibektaşları çoğu zaman orta malı ola DİVAL, Kadife üzerine sırma ya da
rak kullanılır. gilaptanla kabartma olarak yapılan iğne
DİNAR, Adını Denarius denen eski işi. İşlenecek desenler mukavva veya
Roma parasından alan para birimi. Bu deri üzerine çizilir. Bunlar kesilerek ger
gün de birçok ülkede para birimi olarak gef veya kasnağa gerilen kadife üzerine
kullanılır. İlk fslâm dinarını Emevî Hali yerleştirilir. Sırma ve gilaptan bu kalıp
fesi Abdülmelik 695 yılında altından ları örtecek şekilde işlenir. Bindallı ka
bastırmıştır. Tarihte İslâm ülkelerinin dın elbiseleri ile birlikte, bohçalar, kese
hemen hepsinde dinar kullanılmıştır. ler, örtüler dival işi olarak bu teknikle
Selçuklu ve Osmanlılarda gümüş para süslenir. Türk elişleri arasında divalin
lara “dirhem” adı verilmiştir. yeri büyüktür.
DİONYSOS, Yunan mitolojisinde DİVAN, Bağlama ailesi çalgılarının
Şarap ve Bağ Tanrısı. Roma’da adı Ba- en büyüğüdür. Teknesi (gövdesi) 47-50
küs’tür. Trakyalı kavimlerin Tanrısı ola cm., sapı 63-66 cm. ve toplam boyu
rak bilinir. Eski Yunan vazolarında ihti 135-140 cm.’dir. Üzerinde altta 2, or
yar ve sakallı olarak resmedilmiştir. Ba tada 2 ve üstte 2 olmak üzere 6 tel var
zı sikkeler üzerinde sarmaşıklarla süslü dır. Bugün yaygın olan biçim böyle ol
ve şarap fıçıları ile çevrili portreleri var makla beraber, eski 10 ve 12 telli olan
dır. Önceleri güçlü, geyik postu giymiş ları da vardı.
olarak heykelleri yapılmış, Klâsik Çağ Divan, aktarımcı bir çalgıdır. Divan
larda sakalsız, çıplak ve alnında şerit için notalar Sol açarı ile yazıla gelmiştir.
olarak canlandırılmıştır. Türkiye’deki Bu durumda sesler yazıldığından bir se
birçok arkeoloji müzesinde Dionysos kizli ve bir tam beşli aşağıdan duyulur.
66
Divan için notalar Fa açarı ile de yazıla zamanımıza kadar ulaşan bu el sanatı,
bilirse de en doğrusu ikinci çizgideki Do devirler ve ülkelere göre, biçim, renk,
(Mezzo soprano) açarı ile yazmaktır. desen özellikleri oluşturmuştur. Türkler
Divanda alt teller Re3, orta teller çok eskiden beri dokuma sanatında us
S0I2, üst tellerinden biri D o 3, öteki tadır. Anadolu’nun Türkler tarafından
D 02 seslerine akortlanır. fethinden sonra (1071) Anadolu’ya ya
DİVÂNI, Hat sanatında bir yazı tü yılan ve bir el sanatı olarak gelişen do
rü. XVI. yüzyıldan itibaren Osmanlı Di- kumacılık bölge bölge özellikler göste
vân-ı Hümayûnu’nda kullanılmaya baş rir. Denizli’nin sırma telli pamuklu bez
landığı için bu adı almıştır. Divanî yazı leri, Adana, Sivas, Erzincan dolayların
da harfler birbirine birleştirilerek işleklik da köy ve kasabalarda kurulan el tez
kazandırılmış, harf araları harekeler, üs gâhlarında renk renk, alacalar, şitariler,
tün ve esreler, noktalarla doldurulmuş yollu, çubuklu bezler yüzyıllarca Anado
tur. Satırlar, giderek kıvrılan ve sivrilen lu insanının giyim kuşamını, örtüsü,
bir şerit gibidir. Divâni yazı ile ferman, bohçasını tamamlamıştır. Osmanlı dö
berat, hüccet, mühimme defterleri yazıl neminde 16. yy.’dan itibaren Bursa’da,
mıştır. îri harflilerine celî divânı, basit Bilecik’te, İstanbul’da ipekli kadife çat
leştirilmiş olanlarına divanî kırması den malar, sevailer, zerbaftlar dokunmuştur.
miştir. 19. yy. sonlarında sanayi dokumaları
DİVİT, Yazı takım âleti. İstenilen eski özelliklerini yitirmiştir.
yerde yazı yazabilmek için belde taşı DOLAMA, Çuhadan yapılan, önü
nan, masa üzerine konabilen madenî yırtmaçlı bir çeşit entari. İki ucu kavuş
hokka ve kalemlik. Çoğu 25 santim turularak etek gibi giyilir ve üzerine bel
uzunluğundadır. Kalemlik bölümü, içeri den bir kuşak bağlanır. Kemha kuma
sine birkaç kalemin konabileceği yassı şından dikilenleri vardır.
ve kapaklı kutu biçimindedir. Bir ucuna DOLAP, Ahşaptan, birkaç katlı,
iliştirilen hokkası, ayrıca kapaklıdır. İçe bölme ve çekmeceli eşya mobilyası. Çe
risinde mürekkebi bulunur. Pirinçten, şitleri çoktur. Ağaç oyma, fildişi, sedef,
gümüşten yapılarak üzeri oymalarla, sa bağa kakma, lâke, Edirnekâri işçilikte
vatla süslenir. Değerli taşlarla süslü süslenen dolaplar evlerde, konaklarda,
olanları da vardır. Divitlerin çoğunda, köşk ve saraylarda kullanılmıştır. Kulla
yapan ustanın adını taşıyan damgalar nışlarına göre, yüklük, gömme, dönme,
bulunur. Üsküdar’daki Divitciler Çarşı- çekme gibi adlar alır.
sı’nda yüzyıllar boyu divit yapılmış ve D ÖV EN (DÖĞEN), Harmanda
satılmıştır. Türkiye müzelerinde ve özel ekinlerin sap ve tanelerini ayırmakta
koleksiyonlarda divitlerin çeşitli örnekle kullanılan, at veya öküzlerle çektirilen,
ri görülebilir. altı çakmaktaşlı tahta kızak. Harmanda
D OK U M A , Yünden, ketenden, bir daire çizerek çektirilen dövenlerin
ipekten bükülen ipliklerin tezgâhlarda baş tarafı samana saplanmaması ve sap
dokunarak bez veya kumaş haline geti üzerinde kolayca kayması için yukarıya
rilmesi. İlkçağlardan başlayarak kalkıktır.
67
DOŞEMEALTI HALILARI, Antal
ya yöresinde Döşemealtı Köyü’nde do
kunan Yürük halıları ve kilimleri. Özgün
renkleri ve desenleri ile halı piyasasında
her zaman aranır.
DÜDÜK, Bütün Anadolu’da bilinen
ve çalınan en yaygın üflemeli çalgıdır.
Azerbaycan’da bu çalgıya tüfek denil Dümbelek (Istanbul-Topkapı Sarayı Müzesi)
68
EBRU, Bir çeşit kâğıt süslemeciliği Yüksekliği 6-7 cm. olan dikdörtgen bir
olup, XVI. yüzyıldan bu yana, Türk sa tekne içinde, “kitre” denilen nebatî
natında gelişerek özel bir sanat dalı ol madde, suda eritilerek koyuca bir sıvı
muştur. Bulutlu anlamına gelir. Ebru de haline getirilir. Ayrıca “destenzeng” de
nilen renk renk mermer damarlı, granit nilen bir tekneye kitre doldurulur ve taş
hareli, çeşitli desenli veya çiçekli kâğıt la ezilmiş çeşitli boyalar, su ve yağ ile
lar, eksiden cilt ve defterlerin iç kapak karıştırılarak fırça ile serpiştirilir. Kitreli
larını süslemek, hattatların levhalarında su koyu olduğu için, boyalar üstünde
yüzerler ve birtakım çeşitli hareler, da
marlar, desenler, çiçekler biçimlenir,
yani, suyun üstünde bir tür nonfigüratif
tablo gelişir. Bunun üzerine özel ebru
kâğıdı yavaşça konulur ve kısa bir süre
sonra yine yavaşça alınarak kurumaya
bırakılır. Renkler ve biçimler her sanat
çının kişiliğine, zevkine ve hevesine gö
re sonsuz bir değişiklik gösterir. Çeşitli
stillerde yapılan ebruların başlıca adları
şunlardır: Battal, hatip, taraklı, kumlu,
somaki, şal, fon ve çiçekli ebrular.
EDİK, Ayağa giyilen ve yumuşak
deriden dikilen kadınların giydikleri bir
çeşit mest. Sokağa çıkıldığı zaman üze
rine ayrı bir pabuç giyilir. Bundan dola
yı “iç edik" denir. Çedik tabiri buradan
gelir.
EDİRNEKÂRİ, XIV. yüzyıldan baş
layarak Edirne’de ahşap üzerine boya
ile yapılan süsleme. Kapı ve pencere
Lâleli Ebru
kanatları, sandık ve çekmeceler, tavan
lar, dolaplar, çeşitli mobilyalar, perdah
fon olarak kullanılmak üzere yapılırdı. landıktan sonra üzeri boya ile çiçek, kıv
En az dört yüz yıllık bir geçmişi olan eb rım dal, gülbezek gibi bitkisel motif ve
ruculuğun çok orijinal bir tekniği vardır. desenlerle süslenir. Bunun da üzerine
vernik sürülür. Yıllarca bozulmayan bu başlı olarak görülen bu figür, kötülükler
süsleme işçiliği kitap ciltlerine de uygu den koruyucu, sağlık, mutluluk verici bir
lanmış, lake ciltler yapılmıştır. sembol olarak kullanılmıştır. Birçok eş
ELİFİ, Pantolon biçiminde kalça ya üzerinde bu sembolü görmek müm
kısmı bol, paçaları dar erkek şalvarı. kündür.
Şalvarın ağı yere kadar uzanır. Bu tür ELMAS, Genellikle renksiz, say
şalvarı, Sultan Mahmud II devrinde as dam, ışığı aksettiren, billurlaşmış saf
kerler ve memurlar giymiştir. Kırmızı, karbon, değerli taş. Gerdanlık, yüzük,
mavi, siyah çuhadan dikilmiştir. küpe, taç ve bileziklerde kullanıldığı gibi
ELİFÎ NEMED, Mevlevî semâzen- eşyaların süslemesinde de yer almıştır.
lerinin tennüreleri üzerine kuşandıkları Elmaslar saflıkları ve büyüklükleri ölçü
keçe kemer. Ucunda uzun bir şerit var sünde değerlidir. 200 miligram ağırlı
dır; bu şerit kemere dolanır. Yaklaşık ğındaki bir elmas 1 kırat olarak kabul
birbuçuk metre uzunluğundaki elifî ne- edilmiştir. XVII. yüzyıla kadar yeryüzün
med’ler kalın yün kumaşlardan dikilmiş de elmas çıkaran tek ülke Hindistan
tir. iken, daha sonra Brezilya’da, Afrika’da
EJDER (DRAGON), Asya ve özel elmas yatakları bulunmuştur. Dünyanın
likle Çin sanatında, Türk sanatında, tanınmış elmasları arasında Kûh-ı Nûr
hatta Avrupa sanatında yer alan mitolo (ışık dağı) elması, 191 krattır. Bugün İn
jik hayvan ejder (dragon) figürü. Tabiî giltere Kraliyet Hazinesi’ndedir. Derya
ya da stilize olarak Anadolu Selçuklu sa yı Nûr (ışık denizi) adlı elmas İran Milli
natında, bu sanatın devamı olan Beylik Bankası’nda saklanmaktadır. 1853 yı
ler ve Osmanlılarda süsleme öğeleri lında Brezilya’da bulunan ve “Güney
arasında yer alır. Taşta, madende, çini Yıldızı” olarak tanınan 128 kratlık el
de, halıda yılan biçiminde, çoğu kez çift masla, Büyük Moğol Elması ünlüler ara
sındadır. Topkapı Sarayı Müzesi’ndeki
86 kratlık Kaşıkçı Elması da dünyanın
tanınmış elmasları arasında sayılır (Bak:
Kaşıkçı Elması).
ELIŞLERI, El ile işlenen, dokunan,
örülen ve dikilen sanatlı eşyalar. Uçkur,
peşkir, yağlık, çevre gibi kasnakta veya
gergefte, bez ve kumaş üzerine iplik, ib
rişim, sırma ile işlenen süslemeler. Halı,
kilim, heybe, çuval, cicim, seli, bez, bü
rümcük gibi el tezgâhlarında yünden,
pamuktan, ketenden, hatta ipekten do
kunanlara dokuma işleri, tığ, şiş, mekik,
iğne gibi küçük araçlarla elde örülen ço
Ejder (Dragon) biçiminde tunç kapı tokmağı. rap, oya, kese ve dantellere örgü işleri
Cizre Ulu Cam ii’ne ait, XII. yy. denir. Elişlerinde kullanılan motiflerin
(Istanbul-Türk ve İslâm Eserleri Müzesi) kendine özgü renk ve biçimleri vardır.
70
çoğaltma sanatı her ne kadar Çin’de
çok eskiden beri uygulanmakla birlikte,
Avrupa’da, J. Gutemberg’in 1444 yılın
da Mainz’da kurduğu ilk basımevi ile ki
taplar artık matbaa yolu ile çoğaltılmış
tır. İlk matbaa Türkiye’ye İbrahim Müte
ferrika ve Çelebizade Said Efendi’nin
girişimleri ile ancak 1729 yılında gir
mişse de uzun ömürlü olmamış, matba
aların yaygınlaştığı XIX. yüzyıla kadar
kitaplar elle yazılmıştır. Böylece Türk ve
İslâm âleminde bin yıldan fazla bütün ki
taplar elle yazılmış, yazısından süsleme
sine, kâğıdından cildine kadar kitap bir
sanat dalı olarak gelişmiştir. El yazması
kitapları kopya ederek çoğaltanlara
“müstensih” denilmiştir. Bir yazma kita
bın çoğu kez yazanı, süsleyeni ve ciltle
yen! ayrıdır. Böylece üç ayrı elden çıkan
kitaplar, kuşkusuz pahalı olmuştur. Kâ
Elişi Çevre (Şarkikaraağaç)
ğıtlar, genellikle Asya’da; Hint, Çin,
Daha çok tabiattan alman bir kısmı stili Türkistan’dan, Avrupa’da, Venedik’ten
ze çiçek, servi, yaprak, dal, meyve mo getirilmiş, İstanbul’un fethinden sonra
tifleri kullanılır. Bunun yanında kuş (gü Osmanlılar Kâğıthane semtinde ilk Türk
vercin, tavus, bülbül vs.) eşya (ibrik, çeş Kâğıt Fabrikası ’m kurmuşlardır. Bugün
me, ev, mezar taşı, vazo) motif ve re İstanbul Süleymaniye, Üniversite, Beya
simleri de yer alır. Çoğu zaman gergef zıt ve semt kütüphanelerinde, Topkapı
ve kasnaklarda bez üzerine iğne ile ya Sarayı ile Türk-lslâm Eserleri Müzesi’n-
pılan elişlerine hesap işi iğne, düz iğne, de, Konya Mevlanâ Müzesi ve Konya
verev, muşabbak, susma, kesme, pe- Bölge Yazmalar Kütüphanesi’nde, An
sent, balıksırtı, civankaşı, mürver iğne, kara Milli Kütüphane ve Etnografya
ciğerdeldi, renkli sarma gibi adlarla tanı Müzesi’nde, Bursa, Manisa, Amasya,
nan teknikler kullanılır (Bak: İğneişi). Kayseri, Edirne, Kastamonu, Çorum gi
ELYAZMASI (KİTAPLAR), Elle bi illerin halk kütüphanelerinde sayıları
yazılan kitaplar. Yazının icadı ile papi beş yüz bine ulaşan Türkçe, Arapça,
rüslere, parşömenlere, kil, maden, taş Farsça elyazması kitap bulunmaktadır.
ve ağaç üzerine yazılan yazılar, kâğıdın Bu sayı Türkiye’nin dünyada gerçek bir
icadı ile yeni bir döneme girmiş, yazılı “Elyazmaları” kitap hâzinesine sahip ol
kâğıtların bir araya getirilmesi ve ciltlen duğunu gösterir. Türkiye’nin dışında
mesiyle “el yazması kitaplar” meydana Avrupa ve Amerika’daki birçok şehrin
getirilmiştir. Kâğıt üzerine baskı ile yazı büyük kütüphanelerinde (Paris’te
71
Elyazması bir kitap ve rahlesi
72
tarafından padişaha teslim edilmiştir.
Yavuz, Mekke’de muhafaza edilen bu
emanetleri alarak İstanbul’a getirmiş,
Topkapı Sarayı’ndaki Hazine Daire-
si’nde Has Oda’ya yerleştirmiştir. Bu
emanetler arasında Hz. Muhammed’in
Hırkası da bulunduğu için, dairenin adı
“Hırka-i Saadet” olmuştur. Mukaddes
emanet eşyaları arasında, Hz. Muham
med’in kılıçları, “Nâme-i Saadet” diye
bilinen bir mektubu, Peygamberin akik
mührü, Uhut Savaşı’nda kırılan dişi,
sancağ-ı şerif, Peygamberin sakalından
bir tel, Hz. Muhammed’in şair Kâab’a
hediye etti hırka-i şerif’i, ilk dört halife
Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali’ye ait
kılıçlar, Hz. Osman’ın şehit edildiği sıra
da okuduğu, ceylan derisine yazılmış Halife Hz. Osman’ın kılıcı.
Kuran, Peygamberin ayak izinin (İstanbul-Topkapı Sarayı Müzesi)
73
ENDAZE, Genellikle kumaş ölçme takılarak uzun örgülü saçlarla birlikte
ye yarayan uzunluk ölçüsü. Arşm’ın 65 bele kadar inen altın tel örgülü, değerli
cm’lik cinsi. Demirden, ağaçtan yapılır. taşlarla süslü takı. 17 ve 18. yüzyıl Os-
Nakışlı olanları vardır. Üzerinde rakam manlı saray kadınlarının arkadan tepeli
lar yazılıdır. ğe iliştirdikleri, birbirine halkalarla bağlı
ENFİYE KUTUSU, Keyif verici bir sıra altın zincirden meydana gelen
madde olarak burna çekilen enfiyenin enselikler, köylerde, köy kızlarının arka
bulunduğu kutu. XVI. yüzyıldan başlaya dan saçlarına sarkıttıkları ibrişim örgü
rak önce Fransa’da daha sonra Avrupa enseliklere benzer.
ülkelerinde yaygınlaşan enfiye çekmek, ENTARİ, Çamaşır üzerine giyilen
XVIII. yüzyılda Türkiye’ye de girmiş, geniş kollu ve önü yırtmaçlı elbise. Ka
enfiye tozunun konulduğu, cepte taşı dın dış giyimi. Süslü, ince kumaşlardan
nır, zarif kutular yapılmıştır. Avrupa’da yapılan entarilerin kol ağızları ve yaka
altın, gümüş, fildişi, abanoz, üzeri mine ları ile yırtmacın kenarları, dantellerle
ve değerli taşlarla süslü enfiye kutuları süslendiği gibi, yakadan göbek hizasına
bir sanat olarak gelişmiştir. Türkiye’de kadar ön yırtmacı, kaytan ve kumaş
de altın kaplama ve gümüş ve çeşitli düğmelerle tutturulmuş, bele ipek ku
malzemeden enfiye kutuları yapılmıştır. maş ve şaldan bir kuşak sarılmıştır. Ço
Müzelerde, özel koleksiyonlarda, antika ğu zaman kuşağın yerini süslemeli ke
mağazalarında çeşitleri görülür. merler alır. Şehirlerin dışında Anadolu
ENSELİK, Osmanlı dönemi kadın köy ve obalarında kadınlar, kendi tez
baş süslemesinde, başlığa arkadan gâhlarında dokudukları yün ve pamuklu
Entari.
Osmanlı, XIX. yy. (Ankara-
Etnografya Müzesi)
74
dokumalardan “üç etek” adı verilen üç ESER-İ İSTANBUL, İstanbul’daki
kanatlı entariler giymişlerdir. Kadın ve Balat yakınlarındaki Ayvansaray’da 18.
erkekler tarafından gece giyilen entari yy.’larda kurulmuş bir imalathanede ya
lere gecelik denir. pılan kâse, bardak, fincan, sürahi, testi
EROS, Eski Yunan mitolojisinde gibi seramik evani. Genellikle beyaz sır
Aşk Tanrısı. Tanrılarla insanlar arasında lı ve üzeri kırmızı, yeşil çiçeklerle süslü
aracılık yaptığına, yüreklerde aşk ve bu eşyaların altında “Eser-i İstanbul”
sevgi uyandırdığına inanılan Eros, elin damgası okunur. Müzelerde ve özel ko
de ok ve yay, kanatlı-kanatsız sevimli bir leksiyonlarda örnekleri vardır.
çocuk biçiminde resmedilmiş, heykelleri
yapılmıştır. Anadolu’nun Helenistik ve
Roma devri uygarlıklarında Eros’un çe
şitli heykelleri yapılmış, grup halindeki
kabartmalara konulmuştur. Başta İstan
bul, İzmir, Bergama, Antalya arkeoloji
müzeleri olmak üzere öteki müzelerde
mermer, seramik ve madenden çeşitli
Eros heykelcikleri yer alır.
75
Türkiye’de eski eser koleksiyonu yapma Müze müdürlüğü bu başvuruyu incele
ve eski eser alım satımı işleri 2863 sayı dikten sonra bir sakınca görmezse,
lı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma “Ruhsatname” düzenler. Ruhsatname
Kanunu hükümlerine göre yapılmakta alan eski eser satıcıları, 11 Ocak 1984
dır. tarih ve 18278 sayılı Resmi Gazete’de
ESKİ ESER KOLEKSİYONCU yayınlanan “Taşınır Kültür Varlığı Tica
LUĞU, Türkiye’de, Kültür ve Tabiat reti ve Bu Ticarete Ait İşyerleri ile De
Varlıklarını Koruma Kanunu gereğince poların Denetimi Hakkında Yönetme
kişiler ve tüzel kişiler taşınır eski eserler lik” hükümlerine uygun olarak eski eser
den oluşan koleksiyonlar meydana geti ticareti yapar. Ne var ki bu tür ticaret
rebilirler. Eski eser koleksiyonu yapmak hanelerde satışa çıkarılan eserler, ancak
isteyenler, bulundukları yerdeki en ya devlet müzelerine alınması gerekli gö
kın müze müdürlüğüne yazılı başvura rülmeyen, tasnif ve tescil dışı bırakılmış
rak, varsa ellerindeki eski eserlerin bir eski eserler ve eşyalardır.
listesini verirler. Ayrıca, eski eser kaçak ESKİ ESER SOYGUNU (TÜRKİ
çılığı gibi bir suçtan mahkûm olmadıkla YE’DE), On dokuzuncu yüzyılın ortala
rını belirten bir belgeyi, koleksiyonun rına doğru, Avrupa ve Amerika’nın bir
bulunacağı yerin adresini, açık kimlikle çok ülkesinde giderek artan antika ve
ri ile birlikte dilekçelerine eklerler. Bu eski eser koleksiyonu merakı, bu ülkele
başvuru ilgili müzece incelendikten son ri, eski medeniyetlerin beşiği Doğuya,
ra, uygun görülürse koleksiyon izin bel özellikle Yakındoğu’ya çekmeye başla
gesi verilir. Belgeyi alan koleksiyoncu, mıştı. Doğu ülkelerinin tarih ve kültürle
15 Mart 1984 tarih ve 18342 sayılı rini araştırmak amacıyla Avrupa üniver
Resmi Gazete’de yayınlanan “Taşınır sitelerinde kurulan (Şarkiyat-Doğu Bi
Kültür ve Tabiat Varlıkları Koleksiyon lim) kürsüleri, bu merakı gittikçe artı
culuğu ve Denetimi Hakkında Yönet rıyordu. Aslında bu kürsüler, Avru
melik” hükümlerince faaliyetini yürütür. pa’nın Doğu’ya kaymak ve Doğu’nun
ESKİ ESER TİCARETİ, Türki zengin kaynaklarından faydalanmak gi
ye’de Kültür ve Tabiat Varlıklarını Ko bi politik bir amaçla kuruluyordu» İngil
ruma Kanunu hükümlerine göre, taşınır tere, Fransa, Almanya, Avusturya gibi
eski eser ticareti yalnız Kültür Bakanlı süper devletler, müzelerini, Mısır’dan,
ğının izni ile yapılır. Bu ticareti yapmak Mezopotamya’dan, Suriye’den, Lüb
isteyenler, bulundukları yerin en yakın nan’dan, Küçük Asya dedikleri Anado
müze müdürlüğüne bir dilekçe ile başvu lu’dan taşıdıkları arkeolojik eserlerle
rur ve dilekçelerine eski eser kaçakçılığı dolduruyorlardı. Akdeniz limanlarına
gibi bir suçtan mahkûm olmadıklarını demir atan gemiler, tonlarca ağır obe
belirten bir belgeyi, Ticaret Odası’na liskleri (dikilitaşları), sarkofajları (taş la-
kayıtlı olduğuna ve taşınır kültür varlığı hitleri), heykelleri, mimarî parçaları, ki
satışını yapmak üzere ayrı bir ticaretha tabeleri ambarlarına dolduruyor, Avru
nesi bulunduğuna dair belgeleri, açık pa müzelerine boşaltıyordu. Batılı arke
kimlik ve adresleri ile birlikte eklerler. ologlar, eski harabeleri, höyükleri didik
76
Berlin-Pergamon Müzesi’nde bulunan-Zeus Tapınağı
77
Berlin-Pergamon Müzesi’nde bulunan Konya-Beyhekim Mescidi (Selçuklu) Çini Mihrabı
78
ödeyerek satın almaları, eski eser ka müzelerde bölgenin el işleri, halk sana
çakçılığını teşvik etmiştir. tına ilişkin çeşitli eşyalar, giyimi, kuşa
mı, süs takıları, altın, gümüş, bakır gibi
ESKİŞEHİR TAŞI, (Bak: Lületaşı). elle yapılmış madenî eserler, pişmiş
topraktan, ahşaptan ev eşyaları, doku
ESKİ TUNÇ (BRONZ) ÇA ĞI malar vs. sergilenir. Üstün sanat eserle
ESERLERİ, Tarih öncesi (Prehistorik) riyle etnografya eserlerini ayrı düşün
çağlar içinde bakır-kalay karışımı olan mek gerekir.
tunçla araç gereçlerin ve süs eşyalarının EVÂNÎ, Madenden, seramikten,
çokça yapıldığı dönem. Anadolu’da pişmiş topraktan, ahşaptan, camdan
M.Ö. 2500-2000 yılları arasında bu ça yapılmış, evlerde kullanılan kâse, tabak,
ğa ait, özellikle Alacahöyük’te yapılan ibrik, fincan, bardak gibi tüm kaplara
kazılarda pek çok eser bulunmuş, bun verilen ad. Âvâni de denir. Topraktan
lardan seçkin örnekler Ankara Anadolu yapılanlara “evânî-i türâbiye” denmiştir.
Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenmiş Gümüş kaplara gümüş evânî, camlara
tir. billur evânî adı verilir.
ETAJER, Ayaklı veya duvara tuttu EYER - EĞER, Binek hayvanları
rulmuş, raflı mobilya. 18. yüzyılda Av nın sırtına yerleştirilen, binicinin üzerine
rupa’da kullanımı yaygınlaştı. Fransa’da oturduğu oturak. Eyerlerin ön ve arka
restorasyon döneminde maun ağacın sındaki çıkıntıya eyer kaşı, eyeri hayva
dan çok süslü yapılanları, romantizm nın sırtına bağlayan kemere “eyer kola
devrinde Gotik üsluba göre süslenenleri nı”, eyerle birlikte kullanılan başlık, diz
moda oldu. 19. yüzyılın sonlarına doğ gin, üzengi kayışı ve üzengi, kantarma
ru Osmanlı saray ve konaklarına girdi. gibi malzemelerin tümüne “eyer takımı”
İçlerinde pelesenk, maun ve çıralı çam adı verilir. Eyerler, tarihin İlkçağların
dan beri kullanılır. Biçim ve tip yönün
tahtalarından yapılarak lâke ile süslenen
den çeşitleri çoktur. Osmanlılar devrin
etajerler bugün de antika pazarlarında
de, 16. yüzyıldan itibaren Osmanlı or
sıkça görülmektedir.
dusunda deri ve kumaş biçiminde kul
ETNOGRAFYA ESERLERİ, Ka
lanılmıştır.
vimleri maddî kültürleri açısından ince
leyen etnografi bilimi. Halkın yarattığı,
kendine özgü, tarihinden süzülüp gelen
maddî kültür varlıkları ve el sanatları.
Giyiminden kuşamına, ev ve mutfak eş
yalarından sanatını icra ederken kullan
dığı tüm malzemelere, dokuduğu halı,
kilime, çuvala, beze, kullandığı süs takı
larına kadar ne varsa bunların tümü et-
nografik eser sayılır. Türkiye’de bölge
sel arkeoloji müzelerinin yanında, et Türk eyeri, Osmanlı, XVII. yy.
nografya müzeleri de vardır. Bu (Krakou-Askeri Müze)
79
FABERGE, 19. yüzyılda Carle Fa taktıkları altın, gümüş ya da tunçtan ya
berge adlı bir Fransızm St. Peters- pılmış, birbirine bağlı süslü plakalar.
burg’ta kurduğu bir kuyumculuk firması. FANUS, Mum, kandil, petrol lam
Moskova, Londra, Paris gibi büyük şe bası gibi ışık veren aygıtların alevini rüz
hirlerde şubeleri de açılmıştır. Faberge gârdan korumak için aygıtın üzerine
firmasının yaptığı süs takıları, biblolar, yerleştirilen camdan mahfaza. Bunların
tabakalar, parfüm şişeleri, kadehler, de yuvarlak olanlarına karpuz denir. Hava
ğerli madenler ve taşlarla birer kuyum dan ve tozdan korumak için bazı eşya
culuk şaheseri olarak tanınır. Carle Fa- ve yiyeceklerin üzerine kapanan cam
berge’nin ölümünden sonra ailesi 1929 kâselere de fanus denmiştir. Hamam
yılında Paris’e taşınmış, firma da eski kubbelerindeki şişkin cam pencereler
ününü yitirmiştir. Faberge imzalı eserler de fanus adını alır.
FAYANS, Çini ve porselen hamu
antika piyasasında her zaman aranır ol
runa benzer, kilden pişirilen, üzeri sırlı,
muştur.
toprak kap veya döşeme. İtalya’da Fa-
FAĞFUR, Çin de yapılan bir çeşit
enza şehrinde, Fransa’da Fayence kasa
porselen. Kâse, kadeh, bardak, sürahi,
basında yapıldığı ve buralardan yayıldığı
çay ve şerbet takımı gibi evâninin fağfur
için bu adı almıştır. Beyaz ve donuk
olanları saraylarda, zengin konaklarında
renklerde çini hamurundan tabanı üze
çok tutulmuştur. Saydam, yarı saydam
rine, sıvı emmeyen parlak bir sır (glasu-
ve ince fağfurlara bir fiske vurulduğu za
re) çekilmiştir. Sıvı üzerine çeşitli motif
man bir süre kulağa hoş gelen sesle çın ler işlenerek süslenmiştir. Çanak, çöm
lar. “Bir dokun bin âh dinle kâse-i fağ lek gibi pek çok evani, duvar ve yer dö
furdan” masra-ı bunun için söylenmiş şemelerinde kullanılan karolar fayans
tir. Topkapı Sarayı Müzesi’nde fağfur tekniği ile yapılmıştır.
koleksiyonu ünlüdür. FENER, Çevresi saydamlaştırılmış
FAGOT, Ağaçtan birbirine eklenen deri muşamba, işkembe, balık kursağı,
boru biçiminde nefesli saz. Borusu ha yağlı kâğıt ve cam ile donatılmış, içinde
fifçe koniktir. Baş tarafına ağızlık denen ışık kaynağı bulunan aydınlatma aracı.
ve ucunda çifte kamış bulunan ince bir Fenerlerin madenî tabanında ışık kay
boru takılıdır. Daha çok batı müziğinde nağının oturduğu bir tabla vardır. Bu
kullanılır. tablada, eğer fenerde mum yanıyorsa
FALER, Göğüs gerdanlığı. Daha mumun yerleştirildiği “yüzük” adı veri
çok Romalı askerlerin göğüslerine len madenî bir çember bulunur.
Tablada, zeytinyağı, bezir, petrol gibi yazılı emirler, Selçuklular ve Memlûklu-
yanıcı ve ışık verici sıvılar bulunuyorsa larda tevkî, menşûr, İlhanlı, Timurlu,
bir haznesi, haznenin üzerinde fitilliği Akkoyunlu ve Karakoyunlularda yarlığı
vardır. Fenerin üst madenî bölümünün adını almış, ferman tabiri Osmanlılarda
ortası delik veya kafes biçiminde ajurlu başlamıştır. Fermanlar, dikdörtgen, ka
dur. Taşıyıcı kulpu, üstüne yerleştiril lın, büyük boy kâğıtlara divânî hatla ya
miştir. Deri, işkembe ve yağlı kâğıt fe zılmış, üzerine padişahın imzası demek
nerler körüklü olup, bu takdirde taban olan tuğra çekilmiştir. Bir söylentiye gö
ve üst tabla daire biçimindedir. Cam fe re tuğra, Osman Gazi’nin bir buyrultu
nerler dörtköşe, poligon tabanlı, kafese üzerine, boyayla bastığı pençesinden
benzer, yandan kapaklıdır. Fenerin tür doğmuştur. Tuğralarda padişahın adıyla
lü yapılışlarda örnekleri İlkçağlardan be babasının adı istif edilerek yazılıdır. Sağ
ri kullanılmıştır. Osmanlılarda XVI. yüz üst boşluğa, sonradan padişahların un
yıldan itibaren yaygınlaşan, özellikle kö vanları da eklenmiştir. Fermanlarda ya
rük biçimindeki deri fenerlerin taban üst zılar siyah ve renkli mürekkeplerle altın
tablaları demir, bakır, tunç, pirinç, hat yaldızla yazıldığı gibi tuğralar tezhipli,
ta gümüşten yapılmış, oymalar ve ka çok süslü çekilmiş, birçok tuğra çiçek
bartmalarla süslenmiştir. Evlerde, şenlik motifleri, desenlerle süslenmiştir. Çok
ve donanmalarda, fener alaylarında, süslü fermanlar, bir süsleme tablosu gi
hatta sokak lâmbaları olarak kullanılan bidir. İstanbul Topkapı Sarayı ve Türk-
fenerlerin çeşitli örnekleri, müzelerde, İslâm Eserleri Müzesi’nde, Süleymaniye
eski eser koleksiyonlarında ve antika Kütüphanesi’nde, Devlet Arşivi’nde,
mağazalarında görülür. Bunun dışında başka müzeler ve özel koleksiyonlarda,
gemici, arabacı feneri gibi, kullanıldığı kişilerin evlerinde seçkin ferman örnek
yere ve duruma göre ad alan fenerler de leri vardır.
vardır. FERMENE, Kolsuz, önü kavuşma
FERACE, Genellikle kadınların dış yan, her tarafı siyah kaytanlarla süslü,
giyim olarak giydikleri çarşaf. Bilginle çift astarlı çuha veya kadife erkek yele
rin, tarikat mensuplarının giydikleri ge ği. Bunun kadın ve genz kızlar için diki
niş kollu cübbelere de ferace denmiştir. lenleri de vardır. Daha çok Rumeli gi
Feraceler ilkin sof, çuha gibi kalın ve yimleri arasında yer alır.
düz kumaşlardan dikilmişken, sonraları, FES, Silindir veya kesik koni biçi
özellikle kadınlar için ince, ipek işlemeli minde kırmızı çuhadan yapılarak kalıp
feraceler yapılmıştır. Tanzimat öncesi lanmış, tepe ortasından siyah iplik püs
saray ileri gelenlerinin kürklü feraceler külü sarkan başlık. İlkin Fas’ta yapıldığı
giydiklerini tarihler yazar. Feracelerin ve giyildiği için bu adı almıştır. Bir ara
“biniş” olarak adlandırılanları geniş kol Avrupa ülkelerinde de giyilen fes, Os-
lu ve düz yakalıdır. manlı Padişahı Mahmud II devrinde res
FERMAN, Padişahın yazılı buyru mî başlık olarak kabul edilmiş, bu devir
ğu. İlk İslâm devletlerinde sultanların de Fransa ve Avusturya’da yapılan fes
şer’i hukuka uygun olarak verdikleri ler giyilmiştir. Daha sonra, İstanbul-
Haliç kıyısındaki Defterhane’de bir fes benzerken zamanla geliştirilmiş, çengel
fabrikası (Feshane) kurulmuş, burada li iğneye benzer plâkalar eklenerek süs
yapılan feslerin giyilmesi istenmiştir. lenmiştir. Demir, tunç, değerli maden
Fes giyimi, Cumhuriyet döneminde Bü lerden çeşitli örnekleri vardır. Türki
yük Atatürk’ün Şapka İnkılâbı ile (1925) ye’de yapılan arkeolojik kazı buluntuları
yasaklanmıştır. Fesler, kullanıldığı devir arasında pek çok fibula vardır. İstanbul
lere göre; Mecidiye, Aziziye, Hamidiye, Arkeoloji Müzesi ile Ankara Anadolu
biçimlerine göre; Zuha, Fino, Beyoğlu, Medeniyetleri Müzesi’nde özellikle Frig
Dal, Sıfır Numara gibi adlar almıştır. devri seçkin örnekleri sergilenmektedir.
Bazı yörelerde kadınlar da başlık olarak FİGÜR-FİGÜRİN, İnsan veya hay
fes kullanmış ve alınlıklarını, altm-gü- van heykelciği. Taştan, seramikten, ma
müş ve penezlerle süsleyerek, fes üzeri denden ve başka maddelerden yapılan
ne telli yaşmaklar örtmüşlerdir. küçük heykelcikler. İlkçağlarda bir inan
FETİŞ, Uğur getirdiğine inanılan, cın ürünü (Tanrı figürü) olarak yapıldığı
birtakım eşya ve figürinler. İlkçağlardan gibi süs eşyası olarak da kullanılmıştır.
beri insanlar, bazı hayvan kemiklerinin, Duvar resimlerinde görülen küçük canlı
dişlerinin, bazı maden, taş, tahta gibi tasvirlerine de figür denmiştir.
malzemelerden yapılmış figürinlerin, FİLDİŞİ İŞÇİLİĞİ, Fildişinin süsle
deniz kabuklarının kendilerine uğur ge meye uygulanması. Fildişi İlkçağlarda
tirdikleri inancıyla bunları üzerinde taşı Mezopotamya, Eski Mısır, Helenistik,
mışlar ve boyunlarına asmışlardır. Afri Urartu, Roma, Bizans sanatında işlene
kalı ilkel kavimlerde fetişe inanış ve fe- rek idoller, heykeller yapılmış ya da süs
tişçilik çok yaygındır. Günümüzde de bu lenecek eşyada kullanılmıştır. Dünya ve
tür inançları olanlar, boyunlarına çeşitli Türkiye arkeoloji müzelerinde fildişi işçi
kemik ve süs eşyaları asmışlar veya gö liğinin yaygın ve çeşitli örnekleri vardır.
ğüslerine iliştirmişlerdir. Burçlu takılar, Ortaçağlarda Asya (Çin, Hint ve Japon)
fetiş inancının günümüze bir uzantısıdır. sanatında fildişinden oyma ve kabartma
FİBULA, İlkçağlarda, Tunç Devri’n- şaheserler yaratılırken İslâm sanatında
den başlayarak Romalıların son zaman da fildişi; kapı, pencere kanatları, taht,
larına kadar kullanılan madenî çengelli kürsü, çekmece, rahle gibi ahşap eser
iğne veya toka. Elbisede yakayı, her süslemelerinde, ayna ve tespihlerde, ya
hangi bir parçayı tutturmak için kullanı zı takımlarında, tüfek, tabanca kabzala
lır. İlk örnekleri büyükçe bir topluiğneye rı, kılıç, hançer, bıçak saplarında, ağız
lık ve mücevher kutularında, müzik alet
lerinde, taraklarda ve çeşitli mobilyalar
da çok sayıda kullanılmıştır.
FİLATELİST, Posta pulu koleksi
yoncusu. Filatelistlerin bir araya geldik
leri birlik, dernek ve kulüpleri olduğu gi
Fibula. Frig Çağı. M.Ö. 7. yy. bi pul alışverişi ve müzayedesi yapan
(Ankara-Arıadolu Medeniyetleri Müzesi) yerleri de vardır.
82
FİLİGRAN, Bir kâğıdın dokusunda yapılmıştır. Bunlar arasında; firuze,
bulunan, ancak ışığa tutulduğu zaman mercan, zümrüt, yakut, elmas gibi de
görülebilen özel şekil, resim ve işaretler. ğerli taşlarla süslenenler olmuştur. Fin
Kâğıt üretiminde kullanılan filigranlar, o canın şekline göre küçük bir vazo ya da
kâğıdın imalathanesini gösteren bir kâse şeklinde yapılan zarflar, antika pa
marka idi. Osmanlılar devrinde İstan zarlarında çok görülen eşyalar arasında
bul’da Kâğıthane’de yapılan kâğıtların dır. Avrupalılar bu zarflardan esinlene
özel filigranları (damgaları) vardır. rek çeşitli yumurtalıklar yapmışlardır.
FİNCAN, Kahve, çay ve süt içilen,
kulplu, kulpsuz, küçük kâse kap. Sera
mikten, porselenden, camdan, bağa
dan, ağaçtan yapılır. Kahve ve çay içi
minin yaygınlaşmasından sonra, hemen
her ülkede, o ülkeye özgü fincanlar ya
pılmış, Çin’de ve Avrupa’nın bazı şehir
lerinde porselen imalâthaneleri çok çe
şitli ve sanatlı fincanlar imal ederek, ül
kelerde pazarlamışlardır. Osmanlılarda
ilk fincanlar İznik, daha sonra Kütahya
çini imalâthanelerinde yapılmış ve süs
lenmiştir. İstanbul’da Eyüp semtindeki Fincan Zarfı.
lüleciler de seramikten fincanlar yap (İstanbul-Topkapı
mışlardır. XIX. yüzyıl başlarında İstan Sarayı Müzesi)
bul’da açılan Beykoz Cam Fabrikası’n-
da opalin fincanları vardır. Buna karşın,
Avrupa porselen fabrikaları, Osmanlı
ülkeleri için özel fincanlar yaparak, bun
ları başta İstanbul olmak üzere, ülkenin FİRUZE (TÜRKUAZ), Gök mavisi,
her yerine ihraç etmişlerdir. Fincanların camgöbeğinden yeşilimsi maviye kadar
konduğu yassı tabağa “fincan tabağı” değişen renklerde değerli taş. Asya’da
denir. (Hindistan ve Nişapur) kaya kütleleri,
FİNCAN ZARFI, Kahve fincanının damarlar veya küçük parçalar halinde
eli yakmaması için bu fincanlar maden, çıkar. Değerli olanları gök mavisidir.
ahşap, akik, bağa gibi maddelerden XV. yüzyıldan itibaren Osmanlı maden,
kulplu-kulpsuz, çoğu kafes biçiminde ahşap, deri, kumaş sanatı süslemelerin
oyulmuş, ayrı muhafazalara yerleştirilir de çok görülür. Ayrıca bilezik ve yüzük
di. Bu süslemeli kaplara “fincan zarfı” lerde, küpe ve gerdanlıklarda, tespihler
denir. Altın, gümüş, pirinç, bakır gibi de kullanılmıştır. Son yıllarda sentetik
maddelerden yapılanları, oyma, kesme, ve cam taklitleri yapılarak turistik hatıra
mıhlama, telkâri, kabartma gibi kuyum eşyalarının süslemeleri arasına girmiş,
culukta çok iyi bilinen tekniklerle bunlardan süs takıları yapılmıştır.
83
FINDIK ALTINLARI, Osmanlı al FÖNİKS, Halk sanatında ölümsüz
tın sikkeleri arasında kenarları fındığa lük sembolü olarak bilinen ve “anka”
benzer süslü altın paralar. Ahmed II denen masal kuşu. Çoğu zaman başı in
devrinde bir fındık altının değeri 330 san, gövdesi kuş şeklinde (harpi) olarak
akçe idi. Mahmud I, Mustafa III, Abdül- da tasvir edilmiştir. Süslemeler arasında
hamid I, Selim III, Mustafa IV, Mahmud stilize edilen resimleri de kullanılmakta
II gibi Osmanlı sultanlarının fındık altın dır.
ları vardır. FRESK, Duvarların sıvası üzerine,
FİLİNTA, Kısa namlulu çakmaklı daha sıva yaşken yapılan bir tür sulubo
tüfek. Adını, İngilizce, çakmak denen ya resim. Boyalar sıvanın içine geçerek
“filint”ten alır. Ateşleme mekanizması kalınca bir tabaka meydana getirdiğin
na çakmaktaşı yerleştirilir. Yaylı meka den resimler uzun yıllar bozulmadan ka
nizmadaki çelik çakmaktaşma vurunca, lır. Orta Asya’da Tufan ve Koça şehirle
çıkan kıvılcımla barut ateşlenir. Filinta rinde yapılan arkeolojik kazılarda pek-
çok fresk kalıntıları bulunmuş, Türklerin
lar ateşli silâh koleksiyonlarının en
bu sanatı çok eskiden bildikleri anlaşıl
önemli parçasıdır.
mıştır. Fresk sanatı Romalılar devrinde
FLÜT, Orkestrada bir nefesli saz.
çok gelişmiş, Pompei Şehri’nde birçok
Antik devirlerde kullanıldığı, daha sonra
yapı fresklerle süslenmiştir. Anadolu’da,
Batı ülkelerinde ağaç ve maden olarak
belki de dünyanın en eski freskleri bu
geliştirildiği bilinmektedir. Boyu 60-70
lunmuştur. Konya yakınlarındaki Çatal-
santim uzunlukta olup yandan üflenir.
höyük kazılarında, M.Ö. 7000-6000
Türk müziğinde kavala benzer biçimleri
yıllarına ait fresklere rastlanmış, bunlar
kullanılmıştır.
dan bazıları Ankara Anadolu Medeni
FONOGRAF, Sesleri balmumun-
yetleri Müzesi’ne kaldırılmıştır. Osmanlı
dan plağa kaydeden ve sonra mekanik
döneminde, cami, türbe ve konaklarda
bir düzenle okuyan alet. İlk fonograf, fresk usulü süslemeler görülmekle birlik
1878 yılında Edison tarafından yapıl te, bunların çoğu kuru sıva üzerine ya
mış, sonra bütün dünyaya tanıtılmıştır. pılmış, “kalemkari” denen bezemeler
Sesi verici ilk gramofonların geniş ağız dir.
lı, büyük bir hoparlörü vardır. Fonograf FUTA, İpekli peştamal. Futa yalnız
Avrupa ve Amerika ülkelerinde antika hamamda peştamal olarak değil, önlük
cıların vazgeçemedikleri bir eşyadır. olarak da kullanılır. Anadolu dokumala
FOTİN, Ayağa giyilen ve ayak bile rı arasında pamuk ve ipek karışımı iplik
ğini örten uzunca konçlu pabuç. Kor- lerle dokunan koyu renkli ve enine çiz
donlu, düğmeli, lastikli olanları vardır. gili futalar, kadınlar tarafından önlük
Yumuşak ve renkli derilerden dikilen olarak kullanılmıştır. Hamam futalarının
kadın fotinleri, kadın giyimini tamamla çoğu beyaz, bordürleri simlidir. Ahilikte
yan kalın ve yüksek ökçeyle zarafet ve ki peştamal kuşatması törenlerinde de
ren bir pabuç olarak tanınır. futa kullanılmıştır.
84
G
G ARDROP, Giysi dolabı. Çokça yapılmıştır. Kadın süs takılarının en ba
evin yatak odasmdadır. Genellikle çek şında gelen gördanlık, tarih boyunca in
meceleri ve kapağında boy aynası bulu sanoğlunun peşini bırakmamış, İlkçağ
nur. İçerisi iki bölümlüdür. Bir bölüme lardan Ortaçağlara, Yeni ve Yakınçağ
boylu boyunca giysiler asılır. Öteki bö lara, göz alıcı süsleme ve değerli öğele
lüm raflıdır. Fransız ve İtalyan işi gard- riyle ulaşmış, günümüzde de yaygınlığı
ropların kapakları oymalarla süslenir nı, güzelliğini ve değerliliğini devam et
ken, 17. yüzyılda oymaların yerini ince tirmiştir.
kaplamalar ve marketöriler aldı. Kiraz Yakut, zümrüt, elmas, inci gerdan
ağacı kakmalı, abanoz gardroplara sa lıklar, kehribar, mine gerdanlıklar, en
raylar ve müzelerde rastlanır. basiti boncuk dizilerine kadar her devir
GELİNLİK, Gelinlerin, düğün günü de kadın süsünün tamamlayıcısı olmuş
giymeleri için özel olarak diktirilen uzun tur.
elbise. Osmanlı döneminde gelinlikler, GERGEF, Üzeri işlenecek kumaş
ipekli ağır kumaşlardan uzun etekli ola ve bezlerin gerilmesine yarayan, birbiri
rak dikilmiş, pullar, ibrişim ve altın tel ne geçmeli, diktörtgen biçimindeki ya
lerle işlenmiştir. Üstte pelerin ve arkaya tay ahşap çerçeveli ve bu çerçeveyi kö
doğru uzun bir kuyrukla tamamlanan şelerden tutan dört ayaklı tezgâh. Çer
gelinlikler de vardır. Beyaz, ince tül ku çeve ve ayaklar istenildiği zaman sökü
maşlardan dikilen gelinlikler, 20. yüzyı lebilir. Çerçeveye geçirilmiş kenar bez
lın başlarında Avrupa’dan Türkiye’ye lerine işlenecek kumaş iliştirilir ve geri
girmiştir. lir. Gergef ağaçları çoğu zaman oyma
GERDANLIK, İlkçağlardan beri ka larla, fildişi ve sedef kakmalarla süslü
dınların boyunlarına taktığı süs eşyası. olarak yapılır. Özellikle etnografya mü
Çoğunlukla değerli taş ve madenlerden zelerinde süslü ve değişik örnekleri var
yapılmıştır. Dünyanın en eski uygarlık dır.
merkezi olan Konya yakınlarındaki Ça- GEZİ, Eni bir arşın (68 santim),
talhöyük’te, M.Ö. 7000-6000 yıllarına ipek ve iplik karışımı hâreli kumaş.
ait boncuk ve taş gerdanlıklar bulun Anadolu dokumaları arasında yer alan
muştur. Gerdanlık, Eski Mısır ve Mezo geziden entari, fistan, gömlek gibi giysi
potamya’da, Anadolu uygarlıklarında ler yapılmıştır.
bir sanat dalı haline gelmiş, altın, elekt GİRİFT, Türk müziğinde ney’e ben
ron, gümüş gibi madenlerden, değerli zer nefesli bir saz. Ney’den daha küçük,
taşlardan çeşitli biçimlerde gerdanlıklar 6-4 boğumlu, 7 deliklidir. Kargı
85
kamışından yapılır. Uzunluğu 45 cm.
kadardır. Başparesi sert ağaç, kemik,
fildişi, boynuz gibi maddelerden yapıl
mıştır. Türk müziği enstrümanları ara
sında en az bulunanı girifttir.
GİTAR, u t veya lavtaya benzer altı
telli saz. Avrupa’ya Endülüs Emevileri
yolu ile Ispanya’dan girdiği, 15. yüzyıl
dan sonra Avrupa’da yaygınlaştığı ve
geliştirildiği bilinir. İlk örnekleri dört tel
lidir, sonra tel sayısı altıya çıkarılmış, tek
tellerin yerini çift teller almıştır. Avrupa
müzelerinde eski örnekleri görülür.
GOBLEN, Daha çok Fransa’da, du
varlara asılmak üzere yapılan kabartma
işlemeli, resimli halı. Bunlara tapiseri de Gordion hazine eşyaları arasında bulunan
denir. Goblen işleme tapiseriler birer Frig Kabı (M.Ö. VIII. yy.)
(Ankara-Anadolu Medeniyetleri Müzesi)
tablo niteliğinde tarihî resimlerle süslü
dür. Avrupa’nın birçok müzesinde yer
alır. Goblen işçiliği döşemelik kumaşlar madenî eserler, M.Ö. 725-720 olarak
da da kullanılmıştır. tarihlendirilmiştir. Kazanların kulplarını
G ORDİON HÂZİNESİ, Ankara tutan plakalar kanatlı siren biçiminde
Polatlı yakınlarındaki Friglerin başşehri dir. Yonca ağızlı tunç içki kapları ve tes
Gordion höyüğü ve tümüslerinde yapı tiler, İbrikli çaydanlıklar, kepçeler, ucun
lan kazılar bu devre ait pekçok eşyayı da aslan başı bulunan tunç situla (içki
bize kazandırmış, bu eşyalar Ankara kabı) ve göbekli hamam taşları, maden
Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde top işçiliğinin zarif örnekleri sayılan fibulalar
lanmıştır. Frig Kralı Midas’a ait mezar bu hâzinenin seçkin eserleri arasında
yığıntısı olduğu söylenen Gordion Bü sayılır.
yük Tümülüsü, 1961 yılında arkeolog-
larca açılmış, bu 53 m. yükseklik ve
300 m. çapındaki tepeciğin altında
ağaç kirişlerin örttüğü Kral Mezarı bu
lunmuştur. 6.20x5.15 m. genişliğindeki
mezar odasında ahşap bir yatakta kral
iskeleti, 3 büyük bronz kazan, 166 par
ça çeşitli biçim ve büyüklükte bronz
kap, 145 adet bronz fibula bulunmuş,
bu eşyalar Ankara Anadolu Medeniyet Gordion hazine eşyaları arasında bulunan
leri Müzesi’ne kaldırılmıştır. Gordion Frig Bronz Tas (M.Ö. VIII. yy.)
Kral Mezarı Hâzinesi olarak tanınan bu (Ankara-Anadolu Medeniyetleri Müzesi)
86
kitapların süslemesine kadar giren Go
tik sanatı eserleri, bugün Avrupa müze
lerini yüzlerce örneğiyle doldurmakta
dır.
G Ö K YAKUT, Açık maviden koyu
ya kadar renk tonları olan, safir türün
den değerli taş. Yeşil renklilere “doğu
zümrütü”, mor renkli olanlara da “doğu
ametisti” denir. Gerdanlık, yüzük, küpe,
bilezik gibi kadın süs takılarında daha
çok kullanılır.
Gordion’da bulunan bir Frig Kazanı. G ÖRD ES HALI-SECCADE, Ege
(M.Ö. 725) Bölgesi’ndeki Gördes’te XVI. yüzyıldan
(Ankara-Anadolu Medeniyetleri Müzesi)
itibaren dokunan halı ve seccadeler gi
GOTİK, Avrupa’da XII. yüzyıl so derek ün kazanmıştır. Gördes seccade
nundan XV. yüzyıl sonuna kadar devam leri, kıvrak konturlu mihrapları ve iki ta
eden bir sanat akımı. Daha çok mimari raflı sütunceleri ile dikkat çekicidir. Mih
de görülen bu üslûp, kemerlerin yüksel rap zemini lâcivert, mavi, kırmızı veya
mesi biçiminde kendini göstermiş, geniş yeşildir. Lâcivert ve beyaz zeminli Gör
pencereli, aydınlık, ferah yapılar, kendi des seccadeleri çok değerlidir. Altta,
ne özgü, doğaya ve gerçeğe yaklaşan üstte karşılıklı iki mihraplı Kız Gördesle-
süsleme öğeleri, bitkisel motifleriyle ay ri, kırmızı, mavi ve krem renklidir. XVI.-
rı bir karakter kazanmıştır. Uçları yuka XVII.-XVIII. yüzyıllar örnekleri müzeler
rıya doğru kıvrık yapraklarla bir demet ve koleksiyonlarda yer alır.
gibi süslenen sütun başlıkları, rozet biçi GÖZBONCUĞU, Çoğu yürek biçi
minde dairelerin ördüğü sivri kemer minde yuvarlak ve ortasında sembolik
dolguları, heykeller ve rölyeflerle süslü göz resmi bulunan mavi cam nazarlık.
taç kapılar, kuleler, hayvan başlıklı çör- Gözboncukları üzerinde beyaz-sarı cam
tenler, Gotik sanatının çarpıcı eleman hamurundan göz şekli vardır. Göz bon
larıdır. Gotik heykeller, endamlı ve cuklarının kötü ve kıskanç bakışlardan
uzunca biçimlere girer. Gövde, yüz ve koruduğu, kötülükleri uzaklaştırdığı
giyim, iddiasız ve tabiidir. Eşyalardaki inancı yaygındır. Genellikle çocukların
Gotik bezemeler, doğadaki çiçek ve omzuna dikilen gözboncukları kolyele
yapraklardan alınmadır. Gotik devri res re, askılara iliştirilir. Son yıllarda Türk el
mi, doğayı taklit, doğayı yaşatma ama sanatları arasında çeşitli biçimleri görül
cını taşır. En göz alıcı resimler, özellikle mekte, süs takısı olarak da kullanılmak
dinî yapılar ve sarayların pencerelerine tadır.
yerleştirilen vitraylarda görülür. Alçı ye G ÖZYA ŞI KABI, Gözyaşlarının
rine kurşun çerçevelere tutturulan na doldurularak mezara bırakıldığı kap. İlk
kışlı camlar, vitray panolarla bir tablo çağlarda Helenistik ve Roma devrinde
meydana getirir. Mobilyalardan, yazma ölülerin ardından ağlayanlar, gözyaşlarını
87
Böylece boyanan yüzey, kâğıda bastırı
larak gravür elde edilir. Metal üzerine
oyma (çukur) gravür ise bu işlemin tersi
dir. Düzgün yüzeyli bakır, çinko, pirinç,
kalay, çelik gibi maden levhalar üzerine
model çizilerek, çelik kalemlerle oyulur.
Bu oyma tekniği noktalama ile yapılır
sa, noktaların sıklığı ve seyrekliğine gö
re istenen koyuluklar ve açıklıklar mey
dana gelir. Gravürlerin, tahta olsun,
maden olsun çeşiti teknikleri vardır. İlk
bilinen gravürler XV. yüzyılda Avru
pa’da Ren kıyılarında ağaç baskı olarak
kullanılmış, XVI. yüzyılda metal baskıla
ra geçilmiştir. Bu yüzyıldan sonra gide
rek gelişen gravür sanatı, Avrupalı ta
nınmış birçok ressam tarafından uygu
lanmıştır. Matbaacılıkta kullanılan klişe
ile resim basma sanatının da gravürden
doğma olduğunu söyleyebiliriz. Gravür
sanatı Türkiye’ye ancak XIX. yüzyılın
sonunda girmiş, 1831 yılında ordunun
küçük cam şişelerde, seramik testicik gi
ihtiyacı olan harita ve resimli talimna
bi kaplarda toplar, ceset gömülürken
meleri basmak üzere İstanbul’da bir taş-
yanma bırakırlardı. Dipleri sivri koku şi
baskı (litografi) basım atölyesi kurulmuş
şelerine benzeyen gözyaşı şişeleri ve se
tur. Ressam Hoca Ali Rıza’nın çizgi re
ramik kaplar, Türkiye’de yapılan arke
simleri burada bir albüm halinde bastırıl
olojik kazılarda buluntular arasında çe
mış ve dağıtılmıştır. Cumhuriyet’in ilk yıl
şitli örnekleriyle yer alır. Hemen bütün larında savaş kahramanlarının çizgi re
arkeoloji müzelerinde gruplar halinde simleri, Yavuz Gemisi, halk hikâyelerine
bu şişe ve kaplar sergilenmektedir.
88
ait resimler çinko kalıplarda basılmış, el GUVAŞ, Bir çeşit tutkallı boya.
le renklendirilmiştir. Daha sonra Güzel Minyatürler ve nakışlar bu boya ile ya
Sanatlar Akademisi’nde 1937 yılında pılmıştır. Guvaş, arap zamkı ve ballı su
Fransız ressam Leopold Levy öncülü ile ezilerek hamur haline getirilen boya
ğünde bir gravür bölümü açılmış, bura nın pürüzsüz ve tutkallanmış kâğıt kar
da metal kalıplarla çukur baskı, taş bas ton ile ahşap yüzeye sürülmesidir. Gu
kı tekniği uygulanmıştır. Daha sonra vaş tekniği ile yapılan resimler, minya
ressam Sabri Berkel’in öncülüğünde bir türler, nakışlar parlak ve canlıdır.
sanat dalı olarak gelişmiştir. Akademide GÜĞÜM, Genellikle bakır, testi bi
gravür öğretimi de yapılmış, birçok çiminde, gövdesi şişkin, boynu uzun ve
Türk ressamı gravür alanında başarılı dar, ağzı genişçe, kapaklı, tek kulplu sı
çalışmalar yapmıştır. vı kabı. Bakırdan yapılanları çoğunlukla
GRİFON, Kuş başlı, aslan vücutlu kalaylıdır. Pirinç, gümüş, altın güğümler
ve kanatlı efsanevi hayvan. İlkçağlarda de vardır. Gövdeleri kabartma, kakma
Mezopotamya’da, özellikle Asur İko ve oymalarla süslenir, üzeri yazılı olan
nografisinde önemli bir yer tutar. Eski lar, civa yaldızı ile süslenenler de yapıl
Yunan, Etrüsk ve Bizans sanatında, ma mıştır. Kullanıldıkları sıvılara göre su,
den, fildişi ve kemikten heykelleri süsle süt, pekmez, boza, salep, kahve gü
melerde görülür. ğümleri gibi adlar alır. Kimi güğümlerin
GUBARI, Yazı sanatında çok küçük ağızlarında sıvının akması için oluklu dil
ve ince, çoğu zaman at kuyruğu kılının leri vardır. Gövdesi doğrudan yere otu
bir kalem ucuna geçirilerek kıl ile yazıl ranları bulunduğu gibi yuvarlak tabanı
dığı bilinen yazı türü. Gubarî yazı, çıplak bir bileziğe oturan gövdelileri de yapıl
gözle görülemeyecek kadar küçük ve in mıştır. Anadolu’nun birçok bölgesinde
ce olduğu için büyüteçle yazılmış ve yi bakırcılar, bugün de güğümler yapmak
ne büyüteçle okunmuştur. Bu yazı hü ta ve satmaktadır.
ner, ustalık ve sabır ister. Pul büyüklü GÜLÂBDAN, Gülsuyu serpmek
ğünde bir kâğıt üzerine Kuran’ın Yâsin için kullanılan dibi ve gövdesi geniş, ağ
Suresi’ni yazan ustalar görüldüğü gibi, zı dar kap. Gülâbdanlar altın, gümüş,
pirinç tanesi üzerine İhlâs Suresi’ni ya bronz vb. madenlerden yapıldığı gibi,
zanlar da görülmüştür. Gubarî yazı ile camdan, seramikten de yapılmıştır. Yu
küçük enamlar, Kuran’lar (sancak varlak tabanı içinde armudî bir gövdesi
Kuran’ları) meydana getirilmiş, bunların vardır. Gövde yukarıya doğru sivrilerek
içine konduğu altın, gümüş işlemeli za gülâbdan boğazını meydana getirir.
rif kutular (mahfazalar) yapılmıştır. Gülsuyunun akacağı tepelik, çoğu za
Gubarî yazı örnekleri İstanbul’da Top- man bir gül çiçeği biçiminde süzeklidir.
kapı Sarayı, Türk ve İslâm Eserleri, Cam ve seramikten yapılanların tepesi
Konya Mevlâna müzelerinde, İstanbul düz kesim ve küçük deliklidir. Bu süzek
Süleymaniye Kütüphanesi ile özel eski veya delikli tepelikler gövdeden ayrı bir
eser koleksiyonlarında, ecdat yadigârı parça olup, gövdeye gülsuyu doldurul
olarak kimi kişilerin elinde görülür. duktan sonra tıpa gibi yerleştirilir.
89
Kullanılacağı zaman hafifçe çırpılır ve “mevlit” törenlerinde buhurdanlarla bir
gülsuyu dökülür. Gülabdanların en eski likte, ayrıca bu törenlerin dışında ko
örnekleri Topkapı Sarayı Müzesi’ndeki nuklara gülsuyu ikramında kullanılan
altm-gümüş, üzeri kabartma ve burma gülabdanlar, Türkiye’de müzelerde,
motifleri ve değerli taşlarla süslü olan özel müze ve koleksiyonlarda, evlerde
larıdır. Yeşim taşından, zebercetten ya çeşitli örnekleriyle görülür.
pılmış, zümrüt, yakut, firuze gibi değer GÜLBEZEK, Kat kat açılmış gül bi
li taşlarla süslü gülabdanların yanında, çiminde süsleme. Mimaride tavan ve
maden üzerine mine işçiliğinde yapıl kubbe süslemeciliğinde kullanıldığı gibi
mış, süslü gülabdanlar da vardır. XVI. Türk sanatının halı, dokuma, ahşap, çi
ve XVII. yüzyıl olarak tarihlendirilen bu ni, maden, taş süslemeciliğinde çok gö
rülen bir motiftir.
GÜLLE, Kaval toplarla atılan taş ve
ya demir, küre biçiminde mermi. îlkin
XV. yüzyılda kullanılmaya başlanmıştır.
Yüz kilo ağırlığa ulaşanları vardır. Aske
rî müzelerde toplarla birlikte taş ve de
mir gülleler görüldüğü gibi bazı kaleler
de tek veya gruplar halinde sergilenmiş
tir. Yivli topların icadıyla gülle yapımı
ortadan kalkmıştır.
GÜMÜŞ ASKI-AYNA, Elips ve
daire biçimlerinde gümüşten yapılan,
dış yüzeyi kabartma desenlerle süslü du
var askıları ya da aynalar. Sapsız olan
ları dekoratif olarak kullanılır. Saplı
olanların içi aynı, sırtı gümüş işleme ve
değerli taşlarla süslü. Bunların kadın
çantaları için küçük olanları da vardır.
Gülâbdan-lznik, 16 yy. GÜMÜŞ SÜSLEME, Gümüş, ko
(Istanbul-Topkapı Sarayı Müzesi) lay işlenebilen, okside olmayan değerli
bir madendir. Beyaz renkte, parlak, yu
gülabdanlar, Hazine Dairesinin en de muşak bu maden, İlkçağlardan beri bi
ğerli eşyaları arasında yer alır. Bununla linmekte ve özellikle süs eşyalarında,
birlikte, seramikten, porselenden gülab süslemelerde kullanılmaktadır. Gümü
danların da yapıldığı görülmüştür. XIX. şün ince yapraklar haline getirilerek
yüzyıl ortalarında Beykoz’da kurulan başka bir madde üzerine kaplanması
cam fabrikasında üzeri çiçek desenleri ile tekniği çok eskidir. Bunun dışında kim
opalin gülabdanlar biçim, renk ve desen yasal eriyikleriyle gümüş kaplamalar da
leriyle, Rus, Fransız ve Bohemya örnek yapılmıştır. Doğrudan gümüş eşyalar
lerinden ayrıdır. Evlerde ve camilerde, ise, kazıma, kabartma, kakma
90
teknikleriyle süslendiği gibi, gümüş lev boğa ve geyik figürlü olanının büyütül
haların kafes gibi kesilerek (ajur) süslen müş bir kopyası, Ankara’nın Sıhhiye
mesi, gümüşün tel haline getirilerek le alanına anıt olarak dikilmiştir.
himlerle istenilen motiflerin yapılması GÜNEŞ SAATİ, Üzerinde günün
(telkârî) veya gümüş üzerine kazman saatlerini gösteren ve demir bir milden
motiflerin kükürt ve maden karışımı bir yelpaze gibi açılmış bölmeleri bulunan
madde ile doldurularak perdahlanması yatay yahut düşey taş levha. Güneşin
sonucu siyahlaşması (savatlama) teknik durumuna göre milin gölgesi levha üze
leri ile süslenir. Küpe, gerdanlık, yanak- rine düşer. Her bölme çizgisi bir saati
lık, muskalık, bilezik, halhal, kemer, to gösterir. Güneş saatinin ilkin Sümerler
ka, hotoz iğnesi, ayna gibi çeşitli süs eş tarafından kullanıldığı, M.Ö. III. yüzyılda
yaları, tepsiler, leğenler, fincan zarfları, Keldanili Rahip Berosus tarafından ge
sofra takımları, ibrikler, vazolar ve yüz liştirildiğini tarihler yazar. Romalıların
lerce eşya gümüşten yapılmış, gümüşle da kullandığı güneş saati, Anadolu’nun
süslenmiş, gümüş işçiliği bir sanat dalı Türkleştirilmesinden sonra cami, mescit
olarak gelişmiştir. Gümüş paralar, ma gibi dinî yapıların duvarlarına veya avlu
dalyonlar, gümüş yazı ve koşum takım larına yerleştirilmiştir. İstanbul’da Fatih,
ları vs. bu sanatın ne kadar yaygın oldu Beyazıd, Süleymaniye, Yeni Valide,
ğunu gösterir. Mihrimah gibi büyük camilerin hemen
GÜNEŞ KURSLARI, Çorum yakı hepsinde mermer güneş saati vardır.
nındaki Alacahöyük Kral Mezarları’nda,
1935 yılında bulunan ve güneş kültü ile
ilgili olduğu kabul edilen (M.Ö. 2400-
2000 yılları) Proto-Hititler devrine ait
güneş sembolleri. Bugün, Ankara Ana
dolu Medeniyetleri Müzesi Eski Tunç
Çağı Bölümü’nde sergilenen bu Güneş
Kursları’nın gümüş kabzalı ağaç sopala
rın ucunda taşındığı sanılmaktadır.
Tunçtan yapılan, gümüşlerle de süsle
nen Güneş Kursları yarım daire biçimin
dedir. Daireyi çeviren burmalı yuvarlak,
güneş ışınları gibi tırtıllı, oklu levhalarla
çevrilidir. Daire içinde birbirini kesen
karelerin meydana getirdiği gözenekler,
boğa, geyik ve ceylan figürleri, daire ta
banında yanlara açılan boğa boynuzları, Bronz Grifón
kurslara iliştirilmiş işlemek yuvarlak hal
kalar vardır. Son yıllarda Turizm Ba
kanlığı’nm ve Ankara şehrinin sembolü
olarak bu kurslar seçilmiş, bunlardan
91
GÜRZ, Savaşlarda vurucu olarak başlayan gürz kullanımı giderek piyade
kullanılan madenî silâh. Demir veya ve süvarilerin en etkili silâhı olarak geliş
ağaç bir sapın ucuna yerleştirilen tunç, miş, çeşitli biçimlerde yapılmıştır. Dün
pirinç, bakır, demir, çelik bir topuzu
yanın bütün askerî müzelerinde, Türki
olan gürzler, karşısındakine vurularak
ye’de İstanbul Askerî Müze ile Topkapı
onun saf dışı kalması için kullanılırdı.
Sarayı Silâh Dairesi’nde çeşitleri ve süs
Gürz topuzlarının çoğu dişli, dikenli, siv
ri çıkıntılı yapılmıştır. Ağırlıkları 10 kg. lü örnekleri görülür. Topkapı Sara
ile 50 kg. arasında değişmiştir. İlkçağ yı’nda ayrıca padişahlara ait değerli taş
larda taşların sopalara bağlanmasıyla larla süslü gürzler yer alır.
HADDE, Madenî tel çubuklardan, “çift çalpara” mehter müziğinde de
daha ince ve istenilen kalınlıkta tel elde vardır.
etmek için, kuyumculukta kullanılan si HALI, Halıyı dünya uygarlığına ilk
lindir demir. Üzerinde, genişten dara defa armağan eden Türkler olmuştur.
doğru açılan deliği vardır. Haddeden Halı, Orta Asya’da Türk topluluklarının
geçirilen ince tellerle süs takıları (telkari) yaşadıkları bölgelerde çok erken devir
yapılır. lerde ortaya çıkmış, sanat zevki, zengin
HADRİANUS HEYKELLERİ, Ro motif dünyası, komposizyon ustalığı ile
ma’nın ünlü imparatoru Hadrianus yüzyıllar boyunca büyük bir gelişme
(M.S. 76-138) adına Romalılar devrin göstererek Türklerle birlikte Ortado
de yapılan mermer ve bronz heykeller. ğu’ya, İslâm ülkelerine yayılmıştır. Bu
Antalya’da M.S. 130 yılında Antalya’yı güne kadar bilinen en eski Türk halısı,
ziyareti sırasında yapılan tak kapı meş Altay Dağları eteklerindeki Pazırık böl
hurdur. İstanbul, İzmir, Efes, Antalya gesinde, Sovyet arkeologu Rudenko ta
arkeoloji müzelerinde ve daha başka rafından 1947-1949 yılları arasında ya
müzelerde heykelleri vardır. pılan arkeolojik kazılarda bulunmuştur.
HALHAL, Ayak bileziği. Tarihin Türklerin “Kurgan” adını verdikleri bir
çok eski devirlerinden beri bazı bölge mezar odasında, ölüyü bir kefen gibi sa
lerde (özellikle Asya’da, Hindistan ve ran bu halı, M.Ö. IV. ve III. yüzyıl ola
İran’da, Arap ülkelerinde) kadınlar, rak tarihlendirilmiştir. Böylece yeryü
ayak bileklerine altın, gümüş, bakır bile zünde ilk Türk halısının zamanımızdan
zikler takmışlardır. Halhal adı verilen bu 2500 yıl önce dokunmakta ve kullanıl
madenî bilezikler tempolu ses çıkardığı makta olduğu gerçeği meydana çıkmış
için dans eden kadınlar bunu bir müzik tır. Bugün Petersburg’ta “Hermitage
aleti olarak da kullanmışlardır. Halhalla- Müzesi”nde sergilenen bu halı
ra küçük zillerin eklendiği de görülmüş 200x189 cm. boyutundadır. Santimet
tür. Halhal halkalar kol bileziğinde oldu re karesinde 36 ilmeği (düğümü) vardır.
ğu gibi süslü olarak yapılmıştır. Pazırık halısından ayrı olarak Doğu Tür
HALİLE, Müzikte “çalpara” adı ve kistan’ın Uygur, ayrıca Turfan bölgele
rilen pirinç ve bakır büyük zil. Başta rinde yapılan arkeolojik kazılarda da
Mevlevilik olmak üzere müzik icra eden M.S. III. ve VI. yüzyıllara ait Türk halı
tarikatlarda halile adıyla kullanılır. Da parçaları bulunmuş, bunlardan bir örne
ire biçiminde, ortasında parmakların ği yeni Delhi Müzesi’ne, üç örnek de
geçebileceği meşin bir kulpu bulunan, Londra-British Museum’a kaldırılmıştır.
Orta Asya Türk bölgelerinde bulunan yakınlarındaki Fustat şehri harabelerin
bu en eski halı parçaları bize, Asya’da de yapılan kazılarda da bir küme Sel
gelişen “Halı Sanatı”nın bir Türk sanatı çuklu halı parçası bulunmuş, bunların
olduğu gerçeğini ortaya koymuştur. Ha Konya’da (veya Anadolu’da) dokunarak
lıcılık Anadolu’ya XI. yüzyılın sonlarına Fustat Camii’ne gönderildiği anlaşılmış
doğru Selçuklu Türkleri ile birlikte gir tır. Bugün bu parçalar İsveç-Stockholm
miştir. Bu devirde, Selçuklu Devletinin Müzesi’ndedir. Bütün bu halıların Türk
düğümü adı verilen Gördes düğümü
tekniği ile dokunduğu anlaşılmaktadır.
Koyu kırmızı ve mavi zemin üzerine
açık mavi, sarı, yeşil renklerle dokunan
bu halılarda, baklava, yıldız, çengel mo
tifler, sekizgen geometrik desenler kul
lanılmıştır. Geniş bordürleri kûfî yazılar
la süslüdür. Selçuklulardan sonra XIV.
ve XV. yüzyıllarda halıcılık Anadolu’da
geleneksel varlığını sürdürmüş, özellikle
desenlerle stilize hayvan figürlerine (ef
sânevî kuş simurg, ejder) yer verilmiş
tir. Bu devre ait örnekler İsveç ve Doğu
Berlin (Pergamon) müzelerinde görül
mektedir. XV. yüzyıl sonlarına doğru,
Anadolu hayvan figürlü halıları yerlerini
Halı Seccade, XVII. yy. geometrik desenli halılara bırakmıştır.
(Konya Mevlâna Müzesi) XVI. yüzyılın sonuna kadar Batılı res
sam Holbein’in tablolarında resimlerine
başkenti olan Konya, Anadolu Türk ha rastladığımız, bu yüzden Holbein halıla
lıcılığının merkezi olmuş, Kayseri, Si rı dediğimiz bu halılar, lâcivert ve kırmı
vas, Aksaray gibi şehirlerde kurulan tez zı zemin üzerine, kareler içinde rpadal-
gâhlarda o devrin en güzel halıları do yonlu, bordürler kûfîden gelişen ge
kunmuştur. Selçuklu devri halılarından ometrik desenlidir.
günümüze ulaşabilenlerin sayısı çok az Bugünün Bergama halıları bu tipin
dır. Konya’da, Selçuklu Sultanı Alâad- bir devamıdır. On altıncı yüzyılda klâsik
din Keykubad I’in 1221 yılında tamam Osmanlı halılarının en parlak devri
ladığı Alâaddin Camii’nden arta kalan Uşak’ta yaşatılmıştır. Uşak halılarında;
sekiz Selçuklu halı parçası bugün İstan gülkurusu kırmızı, koyu mavi, parlak sa
bul Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde rı çok kullanılan renkler olmuştur. Ma-
bulunmaktadır. İki Selçuklu halı parçası dalyonlu Uşak halılarında ortada bir
da Konya Mevlâna Müzesi’ndedir. Bu madalyon ve madalyonun çevresinde
halı parçaları Beyşehir’deki Eşrefoğlu bitkisel desenler vardır. Yıldızlı Uşak ha
Camii’nden getirilmiştir. Kahire lılarında sıra halinde yıldız ve sekizgenler
94
dikkat çekicidir. Çintemani motifli dra yılında kurulan ve giderek gelişen Here-
gon (kuş) figürlü Uşak halıları hem daha ke halı tezgâhları, daha çok Osmanlı sa
eski, hem daha göz alıcıdır. On altıncı ray halıları üslûbunda ipekli ve simli ha
yüzyılın ikinci yarısından itibaren yeni lıları dokumuştur. Son yıllarda özel sek
bir halı tipi görülür. Buna “Saray Halı törün devreye girmesiyle Hereke halıcı
ları” diyoruz. Daha çok Bursa ve Üskü lığında önemli bir atılım olmuş, desina
dar’da yün ve ipekle dokunan bu halılar törlerin, geleneksel Anadolu halı desen
tabii yaprak ve bol çiçek dolgularla süs lerinden esinlenerek meydana getirdik
lüdür. Gümüş sırmaların da yer aldığı bu leri yeni kompozisyonlarla dış pazarlara
halı seccadelerin bordürlerinde çoğu za da girilmiştir.
man yazılar da görülür. Bugün Here-
ke’de ve başka yerlerde bu gelenek sür
dürülmektedir. On yedinci yüzyıldan
başlayarak Anadolu’da çeşitli şehirlerde
halı merkezlerinin geliştiği ve halıcılığın
yayıldığı görülmektedir. Bitkisel motif
lerle geometrik çizgilerin kaynaştığı,
madalyon ve yıldızlarla süslü Bergama
halıları, on altıncı yüzyıldan sonra ayrı
bir özellik taşır. Konya yakınlarındaki
Lâdik kasabası halıcılığın önemli bir
merkezi olmuş, Lâdik seccadelerinin
mihrap alınlıkları çiçek motifleri, mih
rap kemerleri de klâsik kandil resimleri
ile süslenmiş, bordürleri çiçeklerle dol
durulmuştur. Ege Bölgesi’nin halıcılık Kırşehir Halısı, XVIII. yy.
merkezleri olan Milâs, Gördes ve Kula, (Konya-Mevlârıa Müzesi)
on yedinci yüzyıldan itibaren seçkin ör
nekler vermeye başlamıştır. Mihrap dol Anadolu halıcılığında kullanılan bo
gusunun iki yanında şamdan motifli yalar, başlangıcında bitkilerden elde
Gördes seccadeleri, sıralar halinde çi edildiği için, bu renkler solmadan yüzyıl
çek dolgulu bordürleriyle tanınır. Kırmı larca tazeliğini korumuştur. Çoklukla
zı, sarı, mavi renkleriyle özellik taşıyan kırmızı kızılçam kabuğundan, fındık
Kula seccadeleri, üslûplaşmış desenleri yaprağından, sarı ve sarının değişik ton
ni yüzyıllarca korumuştur. İki veya üç ları katırtırnağı, sumak, sütleğen, safran
konturlu, çiçek dolgulu mihraplarıyla gibi bitkilerin çiçek, dal ve köklerinden,
ayrı bir özelliği olan Kırşehir ve Mucur kahverengi mazı, karameşe kabuğu, kö
seccadeleri, son yıllarda halıcılık piyasa kü ve ceviz yaprağından yeşil, yabanî
sında çok tutulan Taşpınar, Yahyalı, naneden, siyah, sumak ve kurumdan,
Yağcıbedir halıları Anadolu halıcılığının mavi hint bitkilerinden çıkarılmıştır. Ha
geleneksel özelliklerini taşır. 1844 lı bölgelerinde “boyalık” adı verilen ve
95
halı boyalarının elde edildiği otlaklar ya
pılmış, bu otlaklarda boya elde edilecek
bitkiler özel olarak yetiştirilmiştir. Bu
gün İstanbul’da Türk ve İslâm Eserleri,
Sultanahmet Halı Kilim, Konya’da
Mevlâna, Ankara’da Etnografya müze
lerinde, daha başka müze ve özel kolek
siyonlarda, Türkiye dışında Berlin İslâm
Eserleri, Paris-Musèe des Arts Décora
tifs, Londra Victoria And Albert Muse
um, Atina Benaki, Lizbon Gulbenkian,
Budapeşte Süsleme Sanatları, Isveç-
Stockholm, Varşova-Krakov, Viyana,
Petersburg, Kahire, New York-Metro
politan, Washington Textile müzelerin
de Türk halı sanatı örnekleri ya da ko
leksiyonları yer almaktadır.
HALI-RESİM, Türk halı sanatında
resimli halılar. Kula, Gördes, Kırşehir, Atatürk Resimli Halı
(Ankara Etnografya Müzesi)
Kayseri halılarında doğal yahut stilize
manzara resimleri (mezar taşları, kandil resimleri dokunmuştur. Türk sanatında
ve şamdanlar, çiçek buketleri) görül resimli halılar adıyla bir grup halı işçiliği
mekle birlikte 19. yüzyıl ortalarından iti önemli bir yer alır. Resimli halılara İs
baren genellikle İsparta’da dokunan ha parta, Ankara Etnografya, Konya, İs
lılara, saray, köşk, cami, türbe, arma, tanbul Türk ve İslâm Eserleri müzelerin
kâğıt para vs. gibi yapı ve eşyaların de ve özel koleksiyonlarda rastlanabilir.
HALKARİ, Yazma kitapların sayfa
kenarlarını (cetvellerini), cilt kapaklarını
ve levha yazı çevresini, altın yaldızla
süsleme sanatı. Halkâr yapılmadan ön
ce ince bir kâğıt üzerine kalıbı çizilir.
Sonra bu kalıp üzerindeki desenler iğne
ile delinir. Delikli kâğıt, süslenecek
aharlı kâğıt üzerine yerleştirilir. Üzerine
söğüt kömürü tozu gezdirilir, kömür
tozları küçük deliklerden geçer. Böylece
kalıbın işi bitmiş, kopyası alttaki kâğıda
çıkmış olur. Bundan sonra kopyası alı
nan desenler altın yaldızla süslenir. So
Osmanlı Arması Resimli Halı nunda mühre ile parlatılır. Halkâri işçi
(Ankara-Etnografya Müzesi) likle cilt kapakları, oymalar da süslenir.
96
HAMAİL, Kordan ya da zincirle HANÇER, Ucu eğri ve sivri, kabza
omuzdan bele çapraz olarak asılan mus lı, kesici silâh. İlk örnekleri, eski Mezo
ka. Hamail muskaları altın, gümüş, ve potamya’da görülür. Ur’daki kral me
ya başka madenlerden yapılan dörtgen, zarlarında M.Ö. III bin başlarına ait, al
üçgen, yürek biçiminde işlemeli kutular tın kakmalı, kabzası lâcivert taştan bir
da muhafaza edilir. Muskalar, âyetler, hançer bulunmuştur. Sümerlerin, kab
dualar yazılı, üzerinde burçlarla ilgili işa zası ile birlikte işlemeli bakır ve bronz
retler, tılsımlar bulunan kâğıtlardır. Bal- hançerleri, İran’da Persler devrine ait
mumuna batırılmış bezlere sarılır ve ha hançerler giderek Ortadoğu’da, Anado
mail kutusuna yerleştirilir. Hamaillerin lu’da, Yunan ve Roma uygarlıklarında
kötülüklerden, kötü nazarlardan, hasta yaygın bir silâh olarak kullanılmıştır. Or
lıklardan koruduğu, taşıyanlara mutluluk taçağ Avrupası’nda yakın savunma silâ
verdiği inancı, Türklerde çok eskiden hı olarak kullanılan hançer, İran, Arap
beri vardır. ve Türk silâhları arasında bir sanat dalı
HAMAM TAKIMI, Kadın ve erke olarak gelişmiş, değerli taşlarla süslü,
ğin hamama giderken bir bohçaya yer çeşitli hançerler yapılmıştır. Topkapı
leştirdiği lüzumlu eşya. Bu eşyalar şöyle- Sarayı Müzesi’ndeki “Zümrüt Hançer”
dir. Ham am Bohçası: Kadın hamam son yıllarda dünyaca tanınmıştır. Top-
ları için sırma ve ibrişimle işlenmiş kadi kapı Sarayı Hazine Dairesi’nde Osman-
fe veya atlas bohça. Özel olarak hamam lı padişahlarına ait süslü hançerler dışın
için gergeflerde işlenir. Ham am Kese da, aynı müzenin Silâhlar Bölümü’nde,
si: Bir elin içine girebileceği büyüklükte Askerî Müze’de, halk sanatına ilişkin
kıl ve ketenden dokunan kese. Peşte- olarak Ankara Etnografya Müzesi’nde,
mal veya Futa: İpek ve pamuk karışı eski eser koleksiyonlarında çeşitli han
mı ipliklerden özel olarak hamam için çer örnekleri yer almaktadır.
dokunan çubuklu önlük. Havlu: Havla
rı uzun, el ve omuz havlusu. Ham am
Tası: Altın, gümüş, pirinç ve kalaylı ba
kır, dibi alttan çukur yayvan su kabı.
Göbekli Tas: Yüzeyi ve tabanı kabart
ma, oyma süslemeli su kabı. Tarak:
Fildişi, kemik ve sert ağaçlardan yapılan
kadın saç tarağı. Ham am Nalım: Sert
ağaçlardan yapılan fildişi, sedef kakma
lı veya altın, gümüş tellerle süslü, yük
sek ayaklı özel hamam nalını. Sabun Hançerler ve kınları
Kutusu: Sabunun girebileceği ağaç ve
ya madenî kutu. Erkek hamam bohçala HARDALLIK, Yemeklerde kullanı
rı düz veya torba biçimindedir. Saray, lan hardal sosunun bulunduğu kap. Sof
köşk ve konaklar için hamam takımları ra takımı arasında yer alır. Madenden,
çok süslü yapılmıştır. porselenden, ağaçtan çok zarif bir
97
şekilde yapılır ve gövdesi süslenir. Çoğu Arşivi’nde çeşitli Avrupa ve Osmanlı
kez üst kapağının kenarından açılan haritaları vardır.
oyukta kaşığı vardır. Hardal daha çok HARP (ARP), Eskiçağlardan beri
Avrupa sosları arasında kullanıldığı için kullanılan üçgen biçiminde telli saz. Es
İngiliz, Fransız porselen ya da gümüş ki Mısır ve Mezopotamya’da, Anadolu
hardallıkları çok tanınmıştır. Türk sofra uygarlıklarında kullanılan ve Ortaçağlar
takımları arasına 19. yüzyıl ortalarından da Avrupa’da gelişerek yaygınlaşan
sonra girmiş, Kütahya, Çanakkale sera harp, gövdesi, konsolu ve pedalları ile
mikten, Beykoz’da opalin ve porselen çok süslü olarak yapılmıştır. XVIII. yüz
den hardallıklar yapılmıştır. yıl ve sonrası, Harp’m Avrupa’da altın
HARMANI, Pelerin biçiminde, vü devridir.
cudu örten, kolsuz uzun elbise. Çok es HARPİ, İnsan başlı, kuş gövdeli ef
ki devirlerden beri giyilen harmanı, eski sanevî yaratık. Çin’de, Tabgaç ve Bu
Yunanlılarda “asalet” işareti sayılmış, dist sanatında, Uygur, Karahanlı İslâm
Roma askerleri ve komutanları giymiş, sanatında, Selçuklularda süsleme ara
Ortaçağda Avrupa’nın saray elbiseleri sında yer alır. Selçuklu dönemi taş ve çi
arasına girmiştir. Büyük törenlerde kral ni tasvirlerinde harpi figürleri görülür.
lar, şövalyelere, kahramanlara kürklü Özellikle Kubâd-âbad Sarayı figürlü çini
harmaniler armağan etmişlerdir. süslemeleri arasında çokça harpi figürü
HARE, Kumaş, kâğıt, ahşap, demir görülmektedir. Harpilerin insanlara iyi
gibi maddelerin üstüne süs olarak veri lik ve mutluluk getiren melekler olduğu
len dalgalı çizgiler. Kumaş üzerindeki inancı yaygındır. Devlet kuşu demek
hareler, yollu çelik veya ahşap yollu si olan ve devleti simgeleyen “Hûma” da
lindirlerden geçirilerek yapılır. İpek ve bu anlayışın başka bir varyantıdır.
pamuk dokuma bazı kumaş
lara çekilen hareler, Türk ku
maş sanatında çok eskiden
beri kullanılmakta idi. Bu tür
dokumalara hareli denmiştir.
HARİTA, Matbaanın ica
dından sonra Avrupa’da bası
lan, baskıdan sonra boyanan
eski haritalar da bugün antika
piyasasında alınıp satılmakta,
çerçevelenerek duvarlara asıl
maktadır. Bu tür haritaların
genellikle altında, basıldığı
yer ve yıl yazılıdır. Tarihleri
eskidikçe değerleri artır. An
kara’da Harita Genel Müdür
lüğü Harita Müzesi ve Eski bir Osmanlı haritası
98
HASIR ÖRGÜ, İnce saz gövdesi ve Yıldönümü (1975), Atatürk’ün Doğu-
çavdar saplarından elle örülen işler. Ha mu’nun 100. Yıldönümü (1981), Dün
sır örgü sanatı ilkçağlarda Mezopotam ya Konut Yılı (1987) hatıra madalyonla
ya, Eski Mısır ve Anadolu’da, Asya ül rı bunların akla gelen örnekleridir.
kelerinde, daha sonra Avrupa’da bir el
sanatı olarak gelişmiş, hasırdan kilim bi
çiminde yer döşemeleri, duvar ve tavan
kaplamaları örüldüğü gibi, sepet, çanta,
zembil, sofra örtüsü gibi eşyalar yapıl
mıştır. Son yıllarda mobilyaya da giren
hasır örgüler boyanarak süslenmiş, çe
şitli örgü teknikleri kullanılarak eşyalara
ayrı bir güzellik verilmiştir. Hasır, koru
yucu olarak halıların altına serildiği gibi,
cam ve seramik eşyaların dışına da ge
çirilmiştir. Anadolu’da birçok bölgede
hasır örgü işleri bir el sanatı olarak de Atatürk Hatıra Madalyonu
vam etmektedir.
HATAYI, Yaprak, filiz ve çiçeklerin HATT-I HÜMAYUN, Genellikle
birbirine dolaşmasından meydana gelen padişahların el yazısı ile emirleri. Fer
bitkisel stilize bir motif. Türk sanatı süs manların üzerindeki tuğrada padişahın
lemelerinde rumî motif kadar yaygın ol “mucibince amel ola” el yazılarıyla
mamakla birlikte çok kullanılmıştır. emirleri de hatt-ı hüyamun sayılır.
Özellikle çini desenlerinde hatayî çok HAT SANATI (İSLÂM-TÜRK),
sık görülür. Islâmiyetin doğuşu yıllarında, Arapların
HATIRA M ADALYONLARI, kullandıkları yazı basit ve ilkeldir. Bu ya
Önemli bir olayı sürekli hatırlamak ya zı “nabatî” adlı bir yazı türünden doğ
da bu olaylar ve kişilere ait yuvarlak, ra muş, sonra “makılî” adını almıştır. Ma-
kamlı, yıldönümlerini kutlamak üzere kılî yazı düzgün ve köşeli, iri harflerle
madenden yapılan madalyalar. Sultan yazılarak “kûfî” yazı türü doğmuş, Kü
Mahmud I zamanında çıkarılan altın Re fe” şehrinden taşarak öteki Islâm şehir
fahiye Madalyonu, bizde ilki sayılır. Da lerine dağılan ve giderek gelişen bu ya
ha sonra Sultan Abdülmecid, Abdülaziz, zı ile başta Kuran nüshaları olmak üze
Abdülhamid II, Mehmed Reşad devirle re her türlü metinler yazılmıştır. X. yüz
rinde de çeşitli nedenlerle hatıra madal yılda, asıl adı Muhammed olan ve Bas
yonları çıkanlmıştır. Türkiye Cumhuri ra’da doğan hattat Ibn-i Mûkle, kûfi ya
yeti döneminde de çok sayıda hatıra zıdan, iri ve yuvarlak harfli “sülüs” yazı
madalyonu basılmıştır. D.Y. Sivas Lo yı icat etmiş, bu yazı küçültülerek “ne
komotif ve Vagon Atölyesi Açılışı sih” yazı meydana gelmiştir. XI. yüzyıl
(1933), Malazgirt Zaferi’nin 900. Yıldö da Bağdatlı İbn-i Bevvâb, sülüs ve nesih
nümü (1971), Şapka inkılâbı 50. yazıdan “reyhâni” ve “muhakkak”
99
ıv.<’^v ■' •>
W3jj
adında iki yazı çeşitini İslâm hat sanatı diğer dinî kitaplar, cami kitabeleri ve
na kazandırmıştır. XIII. yüzyılda, Türk süs yazıları günümüze kadar, “şaheser
asıllı Yakut Al-Mus’tâsımî, nesih yazıyı ler” olarak ulaşmıştır. Şeyh Hamdul
kendi üslûbuna göre geliştirerek hat sa lah’ın üslûbunu, oğlu ve öğrencisi Hat
natında şaheserler yaratmış, belli bir dü tat Mustafa Dede sürdürmüş, derken
zeye ulaştırmıştır. Hattatlar XV. yüzyıl XVI. yüzyılda “Karahisari” olarak tanı
ortalarına kadar Yakut’u örnek alırlar nan Hattat Ahmed Şemseddin, 'Sülüs,
ken XV. yüzyılın ikinci yarısında Amas- Reyhanî ve Muhakkak yazıyı geliştire
yalı Şeyh Hamdullah, “Aklâm-ı Sitte” rek, kendine özgü bir yazı türü doğur
denilen ve “sülüs, nesih, muhakkak, muştur. Tanınmış hattatlardan Haşan
reyhani, tevkii, rık’a” yazı türlerinden Çelebi, Muhyiddin Halife, Derviş Meh-
yeni bir yazı türü meydana getirmiştir. med Çelebi, Derviş Ali onun yolundan
Osmanlı Padişahı Beyazıd Il’nin de yazı giden ve üslûbunu devam ettiren yazı
hocası olan Şeyh Hamdullah ile birlikte, ustalarıdır. XVII. yüzyılda Hattat Hafız
artık Arap yazısı, Türk sanatının bir da Osman’la birlikte Türk hat sanatı zirve
lı olmuş, bundan böyle en güzel yazılar dedir. Hattat Suyolcuzade Mustafa
Türk hattatlarının elinden çıkmıştır. Efendi’nin öğrencisi olan Hafız Osman,
Şeyh Hamdullah’ın yazdığı Kuran ve Nesih yazıyı geliştirmiş, Sultan Ahmed
100
III ve Sultan Mustafa N’nin yazı hocalığı cüzü ve enam, kıt’a ve murakkalar, kita
nı yapmış, kırk yıl durmadan yazmıştır. beler yazmıştır. İstanbul’daki Bayezid,
1689 yılında İstanbul’da öldüğü zaman Firuzağa, Davut Paşa camilerinin kita
öğrencileri uzun yıllar onu örnek almış beleri onundur. Oğlu Mustafa Dede, da
lardır. Yazı türlerinin ölçülü olarak bü madı Şükrullah Halife onun yetiştirdiği
yütülmesi ile “celi” biçimler yaratılırken, değerli hattatlardandır. 1520 yılında İs
XVII. yüzyılda Ünyeli İsmail ve kardeşi tanbul’da ölmüştür. Şeyh Hamdullah’ın
Mustafa Rakım, bu arada talik yazı yazdığı Kuranlar, cüzler, kıt’alar İstan
türünde Mehmed Esat Yesarî ve oğlu bul Topkapı Sarayı, Türk ve İslâm Eser
Yesarîzade Mustafa İzzet, XIX. yüzyılda leri Müzesi, Vakıflar Yazı Müzesi, Süley-
Mahmud Celâleddin, Kazasker Mustafa maniye Kütüphanesi, bazı müzeler ve
İzzet, Şevkî, Samî gibi hattatlar sanatla kütüphanelerde, özel koleksiyonlarda
yer alır.
rının ünlüleri arasında tanınmışlardır.
Derviş Ali:
Hat sanatı yüzyılımızda İsmail Hakkı,
17. yüzyıl Osmanlı hattatlarından.
Hamid Aytaç, Necmettin Okyay, Halim
İstanbulludur. Hattat Şeyh Hamdul
Özyazıcı, Emin Barın gibi Türk hattatla
lah’ın ekolünden, onun tavrında kırktan
rının kalemleriyle, geleneğini ve ustalı
fazla Kuran, pek çok en’am, kıt’a, mu-
ğını sürdürmüştür (Yazının, divanî, siya-
rakka ve levha yazmıştır. Yüzlerce öğ
kat, talik gibi öteki örnekleri için mad
renci yetiştirmiş ve 1673 yılında ölmüş
delerine bakınız).
tür.
Ahm ed Şem seddin
Tanınmış Türk Hattatlarından Karahisarî:
Bazıları Şunlardır: Doğum tarihi kesin olarak bilinme
mekle birlikte, XV. yüzyılın ortalarında
Şeyh Hamdullah: Afyon’da doğduğu sanılmaktadır. Kara
Türk yazı sanatının en büyük üstadı hisarî diye tanınmış olması da onun Af
sayılan Şeyh Hamdullah, 1429 yılında yonlu olduğunu gösterir. Genç yaşında
Amasya’da doğmuş, öğrenimi sırasında İstanbul’a gelerek devrin tanınmış yazı
yazı dersleri almıştır. Fatih’in oğlu Sul üstadlarından ders ve icazet almış, Ak-
tan Bayezid II Amasya’da vali iken, lâm-ı Sitte (sülüs, nesih, muhakkak, rey-
Şeyh Hamdullah, Şehzade Bayezid’e hanî, tevkii, rık’a) denilen altı cins yazı
yazı hocalığı yapmış, onun paşidah ola yı, kendine özgü bir üslûpla geliştirmiş
rak İstanbul’a gelmesiyle, Şeyh Ham tir. 1556 yılında İstanbul’da, doksanına
dullah da İstanbul’a gelmiş, sarayın yazı yaklaşmışken ölen Hattat Karahisarî
hocası olmuştur. Hattat Yakut-el-Mus- Ahmed Şemseddin, hayatı boyunca pek
ta’sımî’nin yazı üslûbunu ve “Aklâm-ı çok Kuran, en’am, levha, kitabe yaz
Sitte” denilen altı tür yazıyı (sülüs, ne mış, Haşan Çelebi, Derviş Mehmed Çe
sih, muhakkak, reyhanı, tevkii, rık’a) lebi, Muhiddin Halife gibi, kendi üslûbu
geliştiren, bu yazılarda kendine özgü bir nu devam ettiren hattatlar yetiştirmiştir.
üslûp yaratan Şeyh Hamdullah, ömrü İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi, Türk
boyunca 47 Kuran, pek çok Kuran ve İslâm Eserleri Müzesi ve
101
Süleymaniye Kütüphanesi’nde, başka sanat hayatında elliye yakın öğrenci ye
müze ve kütüphanelerde Karahisarî tiştirmiştir. Ömrü boyunca 25 Kuran-ı
hattıyla Kuran ve levhalar, meşk mec Kerim, sayıları bilinmeyen pek çok
muaları bulunmaktadır. en’am, Delâil-ül hayrat, murakka, kıt’a
yazan, meşkleri elden ele dolaşan Hafız
Osman kendisinden sonra yetişenlere
örnek olmuştur. 1698 yılında öldüğü
zaman, ardında ölümsüz bir isim, üstün
bir sanat üslûbu ve şaheserler bırakmış
tır. Hafız Osman’ın İstanbul Topkapı
Sarayı, Türk ve Islâm Eserleri Müzesi,
daha başka müzelerde, başta Süleyma
niye Kütüphanesi olmak üzere kütüpha
nelerde, özel koleksiyon ve kişilerde
eserleri vardır. 1686 yılında yazarak
Ahmed Karahisari Yazısı
devrin padişahına sunduğu tezhipli bir
(Türk ve İslâm Eserleri Müzesi)
Hasarı Çelebi:
16. yüzyılın tanınmış Türk hattatla
rından. Hattat Ahmed Karahisarî’nin
evlatlığı ve öğrencisidir. İstanbul’daki
Süleymaniye Camii celî yazıları ile Edir
ne’deki Selimiye Camii yazıları önün
dür. Sultan Selim H’nin takdirini kazan
mış, 1594 yılından sonra ölmüştür.
Hafız Osman:
1642 yılında İstanbul’da doğmuş,
küçük yaşında Kuran’ı hıfzederek Köp
rülü Fazıl Mustafa Paşa’nm himayesin
de, önce devrin hat üstadı Derviş
Ali’den yazı dersleri almış, daha sonra
hattat Suyolcuzade Mustafa’nın dersle
rine devam etmiştir. 1659 yılında “ak-
lâm-ı sitte” denilen sülüs, nesih, muhak Hafız Osman’ın yazısı ile bir
kak, reyhanî, tevkiî, rık’a yazı türlerin Kuran sayfası
den icazet (diploma) alan Hafız Osman,
kendine özgü kıvrak, ölçülü yazı üslûbu Kuran-ı Kerim’i bulunmaktadır. Bu nüs
ile ün yapmıştır. Hafız Osman, Sultan ha, Diyanet işleri Başkanlığı’nca 1961
Ahmed III ve Sultan Mustafa Il’nin de yılında fotoğrafı ve Türkçe anlamı ile
yazı hocalığını yapmış, kırk yıl süren yayınlanmıştır.
102
Mehmed Şevki: Sarayı, İstanbul Türk ve İslâm Eserleri
19. yüzyıl Osmanlı hattatlarından. Müzesi, Vakıflar Yazı Sanatı Müzesi,
1829 yılında Kastamonu’da doğmuş, Süleymaniye Kütüphanesi, resmi ve
dayısı Hattat Mehmed Hulusi tarafın özel müzelerde, özel koleksiyonlarda
dan İstanbul’a getirilmiş ve yetiştirilmiş bulunmaktadır.
tir. Yesarîzade M. İzzet:
14 yaşında sülüs-nesih yazıdan ica Talik yazı üstadı Hattat Yesarî M.
zet (diploma) almış, giderek sanatını Esad’ın oğludur. Yesarîzade Mustafa İz
ilerletmiş, “Şevki Efendi” üslûbunu kur zet 1770 yılma doğru İstanbul’da doğ
muştur. Pek çok Kuran, en’am, ve lev muş, babasından yazı dersleri alarak o
ha yazmıştır. Sultan Abdülhamid Il’nin da talik yazıda devrinin en büyük üstadı
oğullarının yazı hocası iken 1887 yılın olmuştur. Devlet hizmetinde müderris
da ölmüştür. Hattat Şevki’nin yazılarına lik, kadılık, kadıaskerlik görevlerinde de
müzelerde ve koleksiyonlarda sık sık bulunan Yesarîzade, 1849 yılında İstan
rastlanır. bul’da ölmüştür. Yazıları, İstanbul Top-
Mahmud Celâleddin: kapı Sarayı, Türk ve İslâm Eserleri, Va
18. yüzyılın ikinci yarısında Dağıskıflar Hat Sanatı, Belediye müzelerinde,
tan’da doğmuş, İstanbul’a gelerek za başta Konya Mevlâna Müzesi olmak
manın yazı ustalarından ders almış, da üzere öteki müzelerde ve koleksiyonlar
ha çok kendi kendini yetiştirmiştir. Sü da yer alır.
lüs-nesih yazılarda üstat olan Mahmud Sami:
Celâleddin, kıt’a, murakka, hilye, mus- 1838 yılında İstanbul’da doğmuştur.
haf, dua kitapları ve levha halinde pek Öğrenimini tamamlarken devrin hat
çok eser vermiş, 1829 yılında İstan hocalarından özel dersler almış, bir süre
bul’da ölmüştür. Yazıları, İstanbul’da Maliye Kalemi’nde memur olarak çalış
Topkapı Sarayı, Türk ve Islâm Eserleri mıştır. Daha sonra Divân-ı Hümâyûn
Müzesi, Vakıflar Hat Sanatı Müzesi, Sü-
leymaniye Kütüphanesi’nde, başka mü
zelerde, özel koleksiyonlarda bulunmak
tadır.
Mehmed Yesari:
Türk talik yazısının büyük üstadı Ye-
sarî Mehmed Esad, 18. yüzyılın birinci
yarısında İstanbul’da doğmuş, devrin
ünlü hattatlarından yazı dersleri alarak
kendi kendisini yetiştirmiştir. Talik yazı
yı geliştirerek kendisine özgü bir üslûp
yaratan Yesarî, bir ara sarayda yazı ho
calığı da yapmış, pek çok levha, murak
ka, kitabe yazmıştır. 1798 yılında İstan
Hattat Sam i’nin bir levhası
bul’da ölen Yesarî’nin yazıları, Topkapı
103
Nâmenüvisliği ve Nişan Kalemi Hulefa- kalıplarının çoğu da Türk ve İslâm Eser
lığı’nda görev almış, burada mümeyyiz leri Müzesi’nde korunmaktadır.
iken, İkinci Meşrutiyet’in ilanından son Hulusi:
ra (1908) emekliye ayrılmıştır. 1912 yı Tanınmış Türk hattatlarından.
lında İstanbul’da ölmüştür. Hattat Meh- 1869’da İstanbul’da doğdu. Kendi ken
med Sami Efendi, sülüs, talik yazıların dini yetiştirerek sülüs yazıyı Hattat Muh-
celisinde, ayrıca rık’a yazısında devrinin sinzade Ataullah Bey’den, talik yazıyı
kendine özgü bir üslûbu olan gerçek bir Hattat Haşan Hüsnü Efendi’den, daha
hat üstadıdır. İstanbul Topkapı Sarayı, sonra Hattat Sami’den öğrendi. Bir sü
Türk ve İslâm Eserleri Müzesi, Vakıflar re Darüşşafaka’da, ayrıca Hattat Oku-
Yazı Sanatı Müzesi, Süleymaniye Kü lu’nda öğretmenlik yaptı. 1928 yılında
tüphanesi, Ankara Etnografya ve Kon İstanbul Türbeler Memurluğu’na atandı.
ya Mevlâna müzelerinde, daha başka 1940 yılında öldü. Sultan Selim ve Sul
müzeler ve özel koleksiyonlarda levha tan Ahmed camilerinde yazılan, müze
ları bulunmaktadır. ler ve koleksiyonlarda levhaları vardır.
Mustafa Rakım: Kâmil Akdik:
1757 yılında Ünye’de doğmuş, aile Son devirlerde yetişen tanınmış
si ile birlikte küçük yaşında İstanbul’a Türk hattatlarından. 1861 yılında
gelerek yerleşmiştir. Dinî öğrenimini İstanbul’da doğmuştur. Hattat Sami
sürdürdüğü sırada, Hattat İsmail Zühdi Efendi’den sülüs ve nesih yazılarını
Efendi’den yazı dersleri almıştır. 12 ya meşketmiş ve ondan icazetname almış
şındayken hat icazetnamesi (diploması) tır. 1914 yılında hat hocalığı yaparken,
alan Mustafa Rakım, sarayda tuğrakeş 1918 yılında Galatasaray Lisesi hat öğ
(tuğra ressamı) olarak görev almış, daha retmenliğine atanmış, 1922 yılında
sonra Sultan Mahmud H’ye sülüs hoca emekli olmuştur. 1936 yılında Güzel
lığı yapmıştır. Bir ara İzmir Kadılığı’nda Sanatlar Akademisi’nde tekrar yazı ho
da bulunan Mustafa Rakım, 1823 yılın calığına getirilmiş, ölümüne kadar
da Anadolu Kadıaskeri olmuş, bu gö (1941), pek çok levha ve kitabe yazmış
revde iken 1826 yılında İstanbul’da öl tır.
müştür. Başta sülüs olmak üzere celî ya İsmail Hakkı Altunbezer:
zıların üstadı olan Mustafa Rakım, pek 1869’da İstanbul’da doğmuş, Sana-
çok kıt’a ve levha yazmıştır. Fatih’deki yi-i Nefise Mektebi’nde okumuştur. Bir
Nakşıdil Türbesi’nin iç ve dış yazıları çok okulda ve Güzel Sanatlar Akademi
onun olduğu gibi, Tophane’deki Nusre- si’nde hat (yazı) süsleme öğretmenliği
tiye Camii içindeki Amme kuşağı da yapmış ve öğrenciler yetiştirmiştir. Seli
onundur. Levhaları; Topkapı Sarayı, miye, Edirnekapı, Zeynep Sultan, Abdi
Türk ve İslâm Eserleri Müzesi, Süleyma Subaşı ve Ağa camilerindeki yazılar
niye Kütüphanesi, Vakıflar Hat Müze onundur. Birçok levhaları ve özellikle
si’nde ve bazı müzelerde, özel koleksi tuğraları değerlidir. 1946 yılında İstan
yonlarda bulunduğu gibi yazı bul’da ölmüştür.
104
Hamid Aytaç: Basit bir havan, tanelerin ezildiği çukur
1891 yılında Diyarbakır’da doğdu. bir kap, ezici olarak kullanılan ağır bir
1908’de İstanbul’a geldi. Bir süre Sana- sap (el) tan ibarettir. Bunun taştan yapı
yi-i Nefise Mektebi’nde öğrenim gördü. lan büyüklerine “dibek” denir. Anado
Daha sonra serbest çalışmaya başladı. lu’da Prehistorik çağlarda, Hitit ve
İstanbul’daki Reşid Efendi Hanı’ndaki Urartu, daha sonraki Klâsik devirlerde
yazıhanesinde hattatlığın her türünde sert taşlardan yapılan havanlar bulun
eserler verdi. Basımevlerine çinko klişe muştur. Anadolu Selçuklularında bakır
başlıklar hazırladı. 1984 yılında öldü. İs dan, tunçtan dökme havanların kullanıl
tanbul’da Şişli, Hacı Küçük, Moda, Fın dığı müzelerimizdeki örneklerden anla
dıklı, Eyüp Sultan, Kartal, Pendik, Sö şılmaktadır. Bunlar, köşeli ve yuvarlak
ğütlü Çeşme camilerinde yazıları vardır. gövdeli, ağızları yaygın, gövdelerinde
Konya Mevlâna Türbesi Yeşil Kubbe yıldız biçiminde kabartma rozetler, ma
sindeki çini “Ayet’ül-Kürsi” kuşağını o dalyonlar, hatta yazılar bulunan ağır
yazmıştır. Levhaları, müzelerde ve ko kaplardır. Bazıları kulpludur. Havan eli
leksiyonlarda görülür. de aynı maddedendir. Kabzası yuvarlak
Halim Özyazıcu ve boğumlu, tokmağı giderek kalınlaşır
1898 yılında İstanbul’da doğdu. ve yayvanlaşır. Osmanlı devri havanları
1914 yılında “Medrese’t’ül-Hatta- büyük bir çeşitlilik gösterir. Köylerde,
teyn’den icazet (diploma) aldı. Sülüs, kasabalarda ağaç havanlar daha çok
nesih yazıyı Hattat Haşan Rıza’dan, ta kullanılmıştır. İlaç yapımında kullanılan
lik yazıyı Hattat Hulusi Efendi’den, diva havanlar, mermerden hatta yeşim gibi
nî ve celî divanî’yi Hattat Ferid Bey’den değerli taşlardan yapılmışlardır. Son yıl
öğrendi. Divan-ı Hümayun kaleminde, larda vazo biçiminde pirinç döküm,
Askerî Matbaa’da çalıştı. 1924 yılında ayaklı el havanları ile ağaç oyma havan
serbest çalışmaya başladı. 1946’da Gü lar çok yaygınlaşmıştır. İstanbul Topka-
zel Sanatlar Akademisi’ne öğretmen pı Sarayı, Türk ve İslâm Eserleri, Anka
olarak atandı. 1964 yılında trafik kaza ra Etnografya müzeleri ile daha başka
sı sonucu öldü. İstanbul’da Ağa, Şişli, müze ve eski eser koleksiyonlarında
Sultan Selim, Bali Paşa, Azap Kapı, So- seçkin Türk havanları bulunmaktadır.
kullu, İzmir’de Alsancak, Ankara’da HAYDARI, Eskiden, genellikle der
Hacı Bayram ve Maltepe camilerinde vişlerin mintan üzerine giydiği, yelek bi
yazıları vardır. Birçok levhaları özel ko çiminde, kolsuz ve yakasız hırka. Yalnız
leksiyonlarda ve bazı müzelerdedir. erkeklerin giydiği haydarînin adını, Hz.
HAVAN, İçerisinde herhangi bir Ali’nin salta biçimindeki üst giyiminden
maddenin dövülüp ufalandığı kap. Taş aldığı söylenir. Bektaşî haydarîlerinin
tan, madenden, ağaçtan yapılmıştır. etekleri daha uzundur.
Neolitik Çağ’dan itibaren insanlar, darı, HAYAT AĞACI, Ölümsüzlüğün
buğday, arpa gibi yiyecekleri, taneleri simgesi olarak Türk süsleme sanatında
ezmek, öğütmek için havanlar, öğütme doğal veya stilize edilmiş motif. Kökü,
taşları (el değirmenleri) icat etmişlerdir. arzın derinliklerinde gövdesiyle arşı
105
HELKE, Tabanı düz, silindir biçi
minde, genişçe, kulplu su kabı. Döğme
ve çekme bakırdan yapılarak üzerine
kazıma tekniği ile desenler çizilir. Çoğu
kalaylıdır. Anadolu bakır işçiliğinde hel
ke yapımı bugün de devam etmektedir.
HEREKE HALILARI, Hereke halı
atölyelerinde dokunan ve son yıllarda
çok tanınan Türk halısı. Hereke Halı
Fabrikası ilkin, 1844 yılında Sultan Ab-
dülmecid’in emriyle Hereke’de kurul
Selçuklu Kabâd-âbad Sarayı çinilerinde
muştur. 1875 yılma kadar yalnız Os-
Hayat Ağacı ve Kuşlar
manlı sarayı için “saray halıları örneğin
kucaklayan hayat ağacının motifi İslâm- de” halı ve seccadeler dokunmuş, daha
Türk sanatında çini, ahşap, taş, halı, ki sonra bu halılar piyasaya da verilmiştir.
lim, kumaşlarda çok görülür. Çoğu za İlk kurulduğu yıllarda çözgü, atkı ve il
man Selçuklu sanatında sağında solun mikleri yün ipliğinden halılar dokun
da kuş, ejder figürü ile birliktedir. Sel muş, daha sonra çözgü ve atkısı pa
çuklu Sarayı Kubâd-âbad çinileri süsle muk, ilmesi yün olan daha ince kalite
melerinde zengin örnekleri görülür.
HECE TAHTASI, Anadolu’da
Türk-İslâm devri mezarlarının baş ve
ayaklarına veya sadece başlarına dikilen
mezar taşı biçimindeki işlemeli tahtalar.
Mezar tahtası, kabir tahtası, baş tahtası,
sünü de denir. Antalya, Burdur, Bolu ve
Muğla gibi ormanlık bölgelerdeki or
man köyü ve kasabası mezarlıklarında
çok sık görülür. Hece tahtası, mezarta-
şına benzetilerek kalın tahtalardan yapı
lır. İki yanı, çoğu zaman kertiklidir. Er
kek mezarlarında başlıklar, kavuk, fes
biçimindedir. Kadın mezarlarına dikilen
lerin başlıkları oyma süslüdür. Tahtala
rın üzerine, ölünün adı-sanı, öldüğü ta
rih, “ruhuna fatiha” yazılıdır. Nakışları
çizilir. Yunus Emre’nin: (Başına dikeler
hece/Ne gündüz bilem ne gece) beytin halılarla, bütün malzemesi ipek ve simli
den de anlaşıldığına göre, Selçuklu dev yüksek kalite halılar imal edilmiştir. He
rinden beri Anadolu’da kullanıldığı anla reke halı seccadelerinde mihrap kemeri
şılmaktadır. ve kemer hizasındaki kenar suları
106
üzerine ayetler yazıldığı görülmekle bir gösterileri başarı ile sona erdikten son
likte, belli bir karakter taşımayan çiçekli ra Herakles güçlü bir Tanrı olarak kişili
kompozisyonlar yer almaktadır. Bugün ğini bulur. Birçok kabartmada (özellikle
Sümerbank’a bağlı bulunan Hereke Ha lahitlerde) Herakles’in bu 12 işini tasvir
lı Fabrikasının dışında, yüz kadar özel eden başarılı sahneler vardır. Heykelle
firma yirmi bine ulaşan tezgâhla Hereke rinde ve resimlerinde çoğu kez elinde
ve çevresinde halı dokutturmakta, hatta lobutu (sopası), omzunda öldürdüğü as
Anadolu’daki birçok tezgâhta Hereke ti lanın postu ve atletik vücudu ile canlan-
pi halılar dokunarak ihraç edilmektedir. dırılmıştır. M.Ö. IV. yüzyıldan başlaya
Hereke halılarının kenar motifleri arası rak Roma devrinin sonuna kadar çeşitli
na “Hereke” yazısı konması, bir adet heykelleri, kabartmaları ve resimleri ya
haline gelmiştir. pılmıştır. İstanbul, İzmir, Antalya, Efes,
HERA, Yunan mitolojisinde kadın Bergama, Afyon, Konya arkeoloji mü
ları koruyan ve onların evlenmelerini zelerinde örnekleri yer alır.
sağlayan Tanrıça. îlk örneklerinde; ba HERMES, Yunan mitolojisinde Ko
şında peçe, daha sonrakilerde diadem ruyucu ve Haberci Tanrı. M.Ö. IV. yüz
olarak tasvir edilmiştir. En eski örneği yıldan itibaren sakallı, harmanili, elinde
Sisam Adası’nda bulunandır. Bugün Pa kutsal asa tutan Tanrı olarak heykelleş-
ris (Louvre) Müzesi’ndedir. İstanbul, İz tirilmiş ve resmedilmiştir. En ünlüleri
mir arkeoloji müzelerinde daha geç de Paris-Louvre ve Napoli Müzesi örnekle
vir örnekleri vardır. ridir. Türkiye arkeoloji müzelerinde de
HERAKLES, Yunan mitolojisinde heykel olarak örnekleri bulunmaktadır.
Kuvvet Tanrısı. Romalılar Herkül adını HESTİA, Mitolojide Aile Ocağı
vermişlerdir. Daha beşikteyken elleriyle Tanrıçası. Romalılar “Vesta” demişler
iki yılanı parçalayan Herakles, giderek dir. Yaşlı, uzun elbiseli, elinde meş’ale
olaylara karıştı. Gücünün ispatlanması olarak resimlendirilmiştir.
için Tiryns kralı kendisine 12 iş verdi. HEYKEL, Taş, maden, ağaç, kil,
Bunlar Nemea aslanını, Hydra yılanını alçı gibi maddelerden yapılan, canlıları
öldürmekle başlar, 12 iş çeşitli güç yansıtan ya da soyut ifadelerle biçimle
nen, üç boyutlu sanat eseri. Genellikle
canlılarda tam boy olarak yapılır. Yalnız
baş ve omuzları biçimleyen heykele büst
denir. Birden fazla canlıyı ortaya koyan
kompozisyonlara heykel grubu adı veri
lir. İlk heykelcilik eserlerinde maddenin
boyandığı görülmüştür. İlkçağlardan be
ri, çeşitli uygarlıklarda görülen heykel,
önce bütünüyle dinî amaçla düşünül
müş, heykel deyince Tanrı ve Tanrıça
Herakles Lâhdi Roma, III. yy. akla gelmiş, daha sonra, kralların, dev
(Konya-Arkeoloji Müzesi) let ileri gelenlerinin de heykelleri
107
Dinlenen Asker
Heykeli, Roma.
II. yy. (Efes Müzesi)
108
kemikten, fildişinden yapılmıştır. Divit,
mürekkebin ve kalemin muhafaza kutu
sudur. Kâğıt makasını da bu takıma ila
ve etmek ve hepsini madenî veya por
selen bir tepside toplamak suretiyle
hokka takımı olmuştur. Hokka takımla
rı Türk ustalarının eseri olmakla birlikte,
XIX. yüzyılda Avrupa’dan getirilen por
selen hokka takımları da görülmüştür.
HORUS, Eski Mısır’da Güneş Tan
rısı. Çeşitli görüntülerde renkli resimle
ri, kabartmaları ve heykelleri yapılmış
tır. Başı doğan, gövdesi insan, resim ve
heykellerinin en seçkin örnekleri Kahire
ve Paris (Louvre) müzelerinde sergilen
mektedir.
HOTOZ, Kadınların süs olarak baş
Hi/ye larına giydikleri renkli başlık. Eski Türk-
lerde hotoza benzer çeşitli başlıklar bu
tarihinin karanlıklarını aydınlatmış, bi lunmakla birlikte, hotoz, Osmanlı saray
lim dünyasına büyük katkıda bulunmuş ve şehir kadınlarında XVI. yüzyıldan
tur. Ona göre hiyeroglif, “karmaşık bir sonra biçimlenmiş ve yaygınlaşmıştır.
sistemdir, aynı cümlede, aynı kelimede Kâkül ve perçemlerin dışında, saçın bir
hem figüratif, hem sembolik, hem de külâh içinde toplanması, külâhm ya da
fonetiktir”. Hiyeroglif yazılı taş kitabe fesin oyalı tüller, elmas iğneler, renkli
ler, freskler, papiruslar Avrupa ve Ame tüyler (tavus tuşu kuyruğundan) ile süs
rika’nın büyük müzelerinde, Mısır’da lenmesi hotozu meydana getirdiği gibi,
yer alır. ön kısmı yüksek, arkası açık çember gi
HOKKA TAKIMI, Kamış kalemle bi saçları toplayan hotozlar da vardır.
yazı yazmak için kullanılan hokka, rıh Biçimlerine göre saraylı, sorguçlu, çim
dan, kalemtıraş, kalem, makta, makas, dik, dudu (tuti), burnu gibi-adlar alan ho
divit, tepsi gibi araç gereçlerin tümü. tozlar, geceleri baştan çıkarılır, dikkatle
Mürekkebin bulunduğu ağzı kapaklı saklanır. Klâsik Osmanlı hotozları, XIX.
hokkalar, silindir, yuvarlak, küçük bir yüzyıl sonlarına doğru önemini yitirmiş
kâse biçiminde altın, gümüş, pirinç gibi ve saç biçimlerinde Avrupai hotozlar
madenlerden, kilden, porselenden yapı yapılarak iğne, toka, tarak gibi takılar
lır. Yazıyı kurutmak için kül serpilen rıh başı süsler olmuştur.
dan, tuzluğa benzer. Kamış kalem ucu HUMBARA, îçi boş, futbol topu gi
nu açmak üzere kullanılan özel bıçakla bi demir gülle. İçerisine barut, kurşun,
ra kalemtıraş denir. Kamış kalemin ucu demir parçaları konarak bir fitille ateşle
na şekil veren makta adlı tablalar, nir ve düşman üzerine fırlatılır. Parça
109
tesiri vardır. Havan toplarıyla atılanları devrini içine alır. Kitabın hattatı Bosnalı
da vardır. Askerî müzelerde görüldüğü Sinan’dır. Süslemeleri (tezhibi) ayrıca
gibi, çoğu zaman kale savunması topla yapılmış, minyatürlerinden büyük bir
rıyla birlikte görülebilir. Birçok müze kısmı Nakkaş Osman tarafından tasvir
mizde örnekleri vardır. edilmiştir. İki cildin tamamı 514 sayfa
HÜNERNÂME, İstanbul Topkapı dır. Hünernâme’nin ilk cildinde, kalın
Sarayı Müzesi’nde bulunan iki ciltlik ipek kâğıda yapılmış 45 minyatür var
minyatürler albümü. Hünernâme, aslın dır. Bunlardan 19’u Nakkaş Osman’ın
da Seyyid Lokman adlı bir tarihçi tara eseridir. Diğerlerini Nakkaş Ali Çelebi,
fından 1579-1584 yılları arasında yazı Mehmed, Nakkaş Veli Can gibi sanatçı
larak Osmanlı Padişahı Murad IH’e su lar yapmıştır. İkinci ciltte Kanunî ile ilgi
nulan iki ciltlik bir “Şehnâme”dir. ilk cil li 65 minyatür yer almaktadır. Kanu
dinde, Osmanlı Devleti’nin kurucusu ninin seferleri, av eğlenceleri büyük bir
Osman Gazi’den Yavuz Sultan Selim’e başarı ile resimlendirilmiş, özellikle Bi
rinci Viyana Kuşatması, Mohaç Seferi
tüm ayrıntıları ile tasvir edilmiştir. Tek
nüsha olan ve başka bir örneği bulun
mayan Hünernâme, 1912 yılında Mü
nih Fuarı’nda, daha sonra yurtdışmda
sergilenmiş, minyatürler renkli olarak
yayınlanmıştır. Türk minyatür sanatının
şaheseri olarak bütün dünyaca bilin
mektedir.
HÜNKÂR İSKELESİ MADAL
YASI, Mısır Valisi Mehmed Ali Pa-
şa’nın Osmanlı Devleti’ne isyanı üzeri
ne Sultan Mahmud II ile Rus Çarı Niko-
la arasında, 14 Mayıs 1833 günü İstan
bul Hünkâr İskelesi’nde kabul'- edilen
antlaşma dolayısı ile çıkarılan altın ve
gümüş madalya. On yüzünde defne da
lı, ortasında Sultan Mahmud Il’nin tuğ
Hünernâme den bir sayfa. rası, altta 1249 Hicri tarihi, arka yüzün
(İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi) de yine defne dalı, sola dönük hilâl ve
sekiz köşeli yıldız, altta 1833 Milâdî ta
kadar Osmanlı padişahlarının tahta otu rihi görülür. Altınları, 15.90 gr., gü
ruşları, seferleri, eğlenceleri, devrinde müşleri 12.35 gr.’dır. İstanbul Arkeolo
geçen önemli tarihî olaylar anlatılır. ji Müzesi Sikke Kabinesi ve özel kolek
İkinci cilt, Kanunî Sultan Süleyman’ı ve siyonlarda bulunur. Sayıları çok azdır.
110
I
İBRİK, Daha çok İslâm ülkelerinde
aptes almak ve el yıkamak için kullanı
lan kulplu, ülüklü su kabı. Madenden,
seramikten yapıldığı gibi camdan olan
ları, Anadolu’da orman bölgelerinde
ağaçtan oyulanları da vardır. İlkçağlarda
tapınaklarda kokulu sıvılar serpmek için
kullanılan ibrikler yapılmış, Ortaçağlar
da Avrupa’da el yıkamak için daha çok
seramik ibrikler kullanılmıştır. Kendine
özgü formları ve süslemeleri ile Türk ib
rikleri hemen her evde kullanılan eşya
lar arasındadır. Şişkince gövdeli, uzun
ve zarif boyunlu, ağzı kapaklı ve ülüklü
(emzikli) Türk ibrikleri genellikle bakır
dan yapılmıştır. Saray ve konaklarda al
tın ve gümüşten yapılarak değerli taşlar
ve motiflerle süslü, leğençeli ibrikler gerçek bir sanat eseridir. Leğençeleri-
nin kapakları ibriğin oturacağı biçimde
yapılmıştır. Madenî ibriklerin yanında
porselenden yapılmış, bitki motifleriyle
süslü şerbet ibrikleri, yayvan ağızlı pi
rinç veya bakır kahve ibrikleri bilinen ib
rik çeşitleridir. Yıldız cam ve porselenle
ri arasında küçük, fakat zarif opalin ve
porselen ibrikler antika piyasasında çok
tutulmaktadır.
İDARE LÂMBASI, Tenekeden,
seramikten yapılan ve çoğu kez fenerle
re yerleştirilen ilkel lâmba veya kandil.
Gövdesi üzerinde giderek daralan, pa
muk fitilli kapağı vardır. İçerisinde bezir
veya petrol bulunur. Fitili yakılarak ışık
elde edilir.
111
İDOL, Tarih öncesi ve tarihî çağlar
da Tanrılara adak olarak sunulan taş ve
topraktan, bazen kemikten yapılmış sti
lize heykelcik. Ana Tanrıça ve bereketi
temsil edenler iri kalçalı ve göğüslüdür. Seramik Idol. M.Ö. 4 bin.
Seçkin örnekleri Anadolu’da Kültepe ve (Afyon Müzesi)
Beycesultan kazılarında bulunmuş, An
kara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde
sergilenmiştir.
112
elmas, yakut, zümrüt gibi değerli taşlar Hıristiyanlığın yayıldığı her yerde, özel
ve incilerle de donatılmıştır. Anadolu’da likle Rusya’da gelişen ikona sanatının
örnekleri îlkağlarda başlar. sayısız örnekleri müzeler, kiliseler ve es
İĞNEDAN, Terzilerin, bilezik gibi ki eser koleksiyonları ile antikacılarda
kollarına taktıkları bombeli kumaş. Ev görülür.
lerde üzeri bombeli, kumaş kaplı, made İHRAM (EHRAM), Erzurum, Bay
nî ya da ahşap süsleme iğnedanlıklar da burt ve Ş. Urfa yörelerinde dokunan pa
kullanılmıştır. Üzerine toplu ya da dikiş muk ve yün karışımı bir dokuma türü.
iğnesi saplanır. Buradan alınarak kolay Kadınların akarlı giyimi olarak kullanı
ca kullanılır. lan ve çarşafa benzeyen ihram, el tez
İĞNE İŞLERİ, Peşkir, uçkur, ku gâhlarında dokunur ve üzerine çeşitli
motifler işlenir.
şak, çevre, yağlık, mendil, yastık yüzü
İLAÇ KUTUSU, Çantada, cepte
gibi elişlerine kasnak, gergef ve iğne ile
kolayca taşınabilen ve içerisine kompri
yapılan süsleme tekniği. Elişlerinde iğne
me haplar konan işlemeli küçük kutu.
tekniği, bir yüzlü ve iki yüzlü diye ikiye
Altın, gümüş, pirinç gibi madenlerden,
ayrılır. Bir yüzlü iğne tekniğinde kuma
fildişinden, bağadan, deniz kabukların
şın altı ile yüzü arasındaki işlemede fark
dan, şimşir, abanoz gibi sert ağaçlardan
lılık vardır. Kadife üzerine sırma ile işle
yapılan bu küçük zarif kutular, mineler
nen motiflerde, motifler ancak kabart
le, değerli taşlarla süslenir. Madenî oy
ma olarak kumaşın yüzünde görülür, al
ma, kakma, kabartma tekniği ile yapı
tında görülmez. İki yüzlü motiflerle süs
lanları, telkari işçilikte süslenenleri var
lüdür. Bu tür süslemeye hesap işi denir. dır.
Hesap iğne işi, düz, verev, muşabbak, İNCİ-SÜSLEME/SÜS TAKISI,
susma, kesme, pesent, balıksırtı, civan İstiridye ve midye türünden deniz hay
kaşı, mürver, sarma, ciğerdeldi gibi vanında oluşan, yuvarlak ve parlak ta
isimler alır. Anadolu elişlerinde iğne ne. Önce Hindistan ve Japonya’da, Or
süslemelerin bölgelere göre özellikleri taçağlarda da Avrupa ülkelerinde süsle
vardır. meye girmiş ve süs takısı olarak kullanıl
İKON-İKONA, Tapılan resim ve mıştır. Osmanlı sanatında XV. yüzyıl
heykel (put) anlamına gelmekle birlikte, dan başlayarak yaygınlaşan inci süsle
çoğunlukla Hıristiyanlıkta İsa, Meryem me, zenginliğin, gösterişin âdeta sem
ve azizleri temsil eden dinî resimler ola bolü olmuştur. Kaftanlar, minderler, ör
rak tanınmıştır. İkonlar, Bizans sanatın tüler, giyim eşyaları incilerle süslendiği
da çam veya ıhlamur tahtalar üzerine gibi, ağaç ve madenî eserlere süsleme
renkli boyalarla yapılmaya başlanmış, öğesi olarak uygulanmış, ayrıca küpe,
bunlar kileselere ve evlere asılmıştır. bilezik, gerdanlık, hotoz, iğne, tarak gi
Resim yapılmadan önce, tahta üzeri bi süs takılarında yer almıştır. Doğu ve
tutkallı alçı ile astarlanır. Üzerine yapı Arap sanatı süslemesinde ve takılarında
lacak resim çizildikten sonra vermiyon da çok görülen inci, son yıllarda özellik
ve yumurta akı ile karıştırılmış boyalar le Japonya’da yapay olarak üretilmeye
la renklendirilir ve vernikle parlatılır. başlanmış, ayrıca taklit (imitasyon)
113
inciler yapılmıştır. Hakikî inciler yu olarak basılmıştır. 15. yüzyılda Alman
varlaklıkları ve ağırlıklarına göre değer ya’daki Ulm, Nürnberg ve Augusburg’ta
lendirilmiştir. İstanbul Topkapı Sarayı basılan iskambiller, daha sonra başta
Hazine Dairesi’nde değerli taşlarla bir Fransa ve İtalya olmak üzere Avru
likte inci ile süslenmiş çeşitli eşyalar, bu pa’nın çeşitli ülkelerinde özel matba
arada inci süs takıları yer almaktadır. alarda basılmış, sosyetenin ve halkın
İPEK BASKI (SERİGRAFİ), Bir vazgeçemediği bir oyun ve kumar aracı
kasnağa gerilen ince dokulu bezin yüze olmuştur. Paris, Londra, Viyana, Nürn
yi çizilerek resme göre, boya gelecek kı berg müze ve kütüphanelerinde, ayrıca
sımları açık bırakılır, boya gelmeyecek Washington’daki “National Gallery of
yerleri yağlıboya ile kapatılır. Sonra, Art”da çok değerli iskambil koleksiyon
kasnak içine boya konur. Bu teknikle ları vardır. Pul koleksiyonları gibi iskam
yapılan baskılara ipek baskı denir. bil koleksiyonları yapanlar da vardır ve
İRTİFA TAHTASI, Astronomide bunlar Avrupa’da zaman zaman yapılan
güneşin durumu ve yıldız ilminde, gemi müzayedelere katılırlar.
cilikte, yer takviminde, saat tayininde İSKENDER LÂHDİ, İstanbul Ar
kullanılan ahşap alet. Üzeri lâke işçilikte keoloji Müzesi’nde sergilenen ve “İs
geometrik ölçüm ve sayılar, yazılar, işa kender Lâhdi” olarak dünyaca tanınan
retlerle donatılmıştır. Çoğu 1/4 daire üçgen alınlıklı, çatı kapaklı mermer lâ-
biçimindedir. Müzeler ve eski eser ko hit. Türk müzeciliğinin kurucularından
leksiyonlarında çok süslü örneklerine ilk Türk Müze (Müze-i Hümayun)
rastlanır. Müdürü Osman Hamdi Bey tarafından,
İSKAMBİL, Bir yüzünde birtakım 1887 yılında Sayda arkeolojik kazıların
işaretler ve resimler bulunan, arka yüz da bulunmuş, başka lâhitler ve buluntu
leri tek bir renk ve desenden oluşan larla birlikte İstanbul’a getirilmiştir. İs
deste oyun kâğıdı. Genelde 52 kartlık tanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki “Ağlayan
desteleri vardır. Her destede 13 karttan Kadınlar Lâhdi” de bunlar arasındadır.
meydana gelen kırmızı ve siyah renkli İskender Lâhdi’nin yüksekliği 2.12 m.,
takımlar vardır. Bu takımlara maça uzunluğu 3.18 m., genişliği 1.67
(pik), kupa (kör), karo ve sinek (trefl) de m.’dir. Lâhdin iki uzun cephesinde, İs
nir. Yine her takımda üç ayrı resim (pa kender’in Perslerle yaptığı savaşlarla il
paz, kız ve vale) ve üzerinde de l ’den gili rölyefler bulunduğu için lâhit “İsken
10’a kadar sayılı yazılar bulunan on işa der Lâhdi” adını almıştır. Her ne kadar
ret vardır. Ekstra bir kart olan (joker)de lâhit, M.Ö. IV. yüzyıl başları olarak ta-
genellikle şeytan ya da palyaço figürü rihlendirilmekte ise de, gerçekte Make
yer alır. İskambil oyunu Asya kaynaklı donya Kralı Büyük İskender’in kendisi
olmakla birlikte, 15. yüzyıldan itibaren ne ait mezar lâhdi olduğuna dair üzerin
Avrupa’da görülmeye başlanmıştır. Ön de bir kayıt yoktur. Bilindiği gibi İsken
celeri fal bakmak için kullanılırken gide der, M.Ö. 333 yılında Babil şehrinde öl
rek oyun kâğıdına dönüşmüştür. İlk müş, cesedi İskenderiye şehrine getirile
oyun kâğıtları tahta kalıplarla renkli rek orada gömülmüştür.
114
İSKENDER BAŞI, İstanbul Arke İSTİF, Hat sanatında harflerin este
oloji Müzesi’nde, M.Ö. III. yüzyıl olarak tik ve ölçülü bir biçimde birikimi. Türk
tarihlendirilen mermer İskender büstü. hat sanatında başarılı istif kompozis
Makedonya Kralı Büyük İskender’in, Li- yonları ile kitabeler, panolar, levhalar
zipos, Pirgoteles gibi heykeltıraşları ta yazan, düzenlemeler yapan pek çok
rafından sağlığında büst ve heykelleri hattat yetişmiştir. XIX. yüzyıl hattatla
yapılmışsa da bunların hiçbiri günümü rından Mustafa Rakım, son devirlerde
ze ulaşamamış, ancak o devirde ve son Hattat Sami, istifin en güzel örneklerini
radan yapılan başarılı kopyaları ele geç vermişlerdir.
miştir. Arkeoloji Müzesi’ndeki bu büst, İSTİKLÂL MADALYASI, Milli
Kurtuluş Savaşı’nm başarı ile sonuçlan
masından sonra Türkiye Büyük Millet
Meclisi üyelerine ve savaşta yararlık
gösterenlere verilen madalya. 35x40
mm. çapında, oval biçimli ve pirinç dö
küm. Ön yüzünde Ankara şehri, ilk
TBMM binası ve güneş ışınları resmi,
23 Nisan 1336 (1920) tarihi, orak-tır-
pan, meşe dalları, altta kağnısı ile köylü
kadın resimleri, kompozisyonu tamam
lamaktadır. Arka yüzünde, Türkiye hari
tası, ay-yıldız ve ışınlar ile 1 Teşrinisani
1338 (1 Kasım 1922) tarihi görülür.
Milletvekillerine verilen madalya şeritle
ri yeşil, cephede bulunanların kırmızı,
cephe gerisinde çalışanların beyaz, cep
İskender Başı
hede görev alan milletvekillerinin yarı
(İstanbul-
Arkeoloji Müzesi)
kırmızı, yarı yeşildir.
115
İŞLEME, Bir bez veya kumaş üzeri çini ve seramik merkezi olmuştur. Os-
ne, iğneye geçirilmiş renkli iplik, ibrişim manlı çini sanatının en yaygın ve dün
ve sırmalarla düz ya da kabartma süsle yaca ün yapan grubu, XVI. yüzyıl ortası
me sanatı. İşlemeler bez, kadife, ipek
kumaş, atlas, keten, çuha, deri gibi mal
zemelere uygulanır. Sık dokumalar üze
rine yapılan işlemelerde iğnenin batıp
çıktığı iki delik arasındaki ipliğe iğne at
kısı denir. Türk işlemelerine, işleme bi
çimi ve iğnesine göre, örme, müşeb-
bek, gözeme, kesme, sarma, sıra, balık
sırtı, mürver, suzeni, kasnak, benaluka,
sırma vs. gibi adlar verilmiştir. Elbise,
yorgan, yastık, bohça, havlu, yağlık,
peşkir, çevre, uçkur, mendil gibi eşyala
ra göz alıcı işlemeler uygulanmıştır.
İZNİK ÇİNİ-SERAMİK, Selçuklu
larm Anadolu’da başlattıkları mozaik
duvar çinileri sırlı tek renk seramik sa
natı. Beylikler devrini aşarken, XV. İznik Duvar Çinisi Pano, XVI. yy.
(İstanbul-Topkapı Sarayı Müzesi)
116
anlaşılmıştır. XVI. ve XVII. yüzyıl İznik
çinileriyle başta İstanbul Topkapı Sa
rayı ile bu yüzyılda yapılan camiler,
mescitler, türbeler, köşkler, hamam
lar, çeşmeler süslen
miştir. Bu yüzyıllar
da İznik seramiği
de, duvar çinileri gi
bi büyük bir gelişme
göstermiş, beyaz sera
mik hamuru üzerinde
astar ve sıraltı tekniği kul
lanılmıştır. Çinide olduğu
gibi renk olarak kobalt mavi
si, yeşil, firuze, beyaz, siyah, az
pembe, kahverengi, gri, doma
tes kırmızısı kullanılmıştır. Çoğu
zaman konturlar siyahtır. Motifler,
hemen hemen çini motiflerinin aynı
dır. Buna ek olarak seramik tabaklar
da kalyon, yelkenli resimleri, kuş, ta
vus, aslan, geyik, boğa, tavşan, balık
figürleri görülür. Kenarlı, kenarsız ta
baklar, kâseler, kupalar, sürahiler, va
zolar, XVI. ve XVII. yüzyıl İznik sera
miğinde ayrı bir güzellik ve değer ka
zanmıştır. İznik duvar çinileri insitü
İznik Çini İbrik XVI. yy.
olarak bugün mimarî yapılarda göz
(Londra-British Museum)
alıcı varlığını sürdürürken, İznik sera
boyutunda kare çinilerin meydana getir mikleri İstanbul Topkapı Sarayı, Çinili
diği bu duvar süslemesi, mihraplarda, Köşk, Türk ve İslâm Eserleri Müzesi, İs
kemer dolgularında, kapı ve pencere tanbul Şehir Müzesi ile Avrupa ve Ame
alınlıklarında, ocaklarda ayrı formlarla rika müzelerinde (Bu konuda bakınız:
yan yana dizilir. XVI. yüzyılda “Şam işi” Mehmet Önder, Yurtdışı Müzelerinde
olarak adlandırılan bir grup pastel renk Türk Eserleri, Ankara 1983) ayrıca eski
li çinilerin de İznik’te yapıldığı eser koleksiyonlarında bulunmaktadır.
117
K
KÂBE ÖRTÜSÜ, Mekke’de kutsal tümünde çeşitli kadehlerin kullanıldığı
Kâbe’yi örten ve her yıl yenilenen işle bilinmektedir. Çorum yakınlarındaki
meli ve yazılı örtü. Süregelen geleneğe Alacahöyük’te kral mezarlarında yapı
göre, Kabe’nin genellikle siyah kumaş lan kazılarda (M.Ö. III. binlere ait Hatti-
tan yapılan örtüsü her yıl değiştirilir ve ler devri) yüksek ayaklı kadehler bulun
eski örtü Beni Şeybe denilen Kabe gö muştur. Hemen her devirde altın-gü-
revlileri tarafından düzgün biçimlerde müş, değerli taşlarla süslü, kabartma de
kesilerek armağan edilirdi. Osmanlı dö sen ve resimli kadehlerle birlikte, mer
neminde Kabe örtüleri Mısır’da veya İs can, yeşim gibi taşlardan da kadehler
tanbul’da özel olarak dokunur, “sürre yapılmıştır. Altın yaldızlı, boya desenli
alayı” denen özel bir kervanla Mekke’ye cam kadehler daha çok Doğu ülkelerin
gönderilerek Hac zamanı Kabe’ye örtü de kullanılmıştır.
lürdü. Örtü üzerinde tekrarlanan “Keli-
me-i Şehadet” yazılıdır. Ayrıca Kâbe’yi
kuşatan ve “hizam” adı verilen altın iş
leme ve Kuran sûreleri yazılı bir şerit
vardır. Birçok müzede ve koleksiyonda
Kâbe örtüsü parçalarına rastlanır.
KABİNET, Daha çok İtalya’da ve
Fransa’da yapılan, 19. yüzyıl başlarında
da Türkiye’ye giren dolap biçiminde,
ayaklı, süslü mobilya. Çok değerli takı
ların konduğu gözleri ve çekmeceleri
vardır. Lâke işçilikte, gül ağacından ya
pılmış süslü kabinetlere saray ve konak
larda, müzelerde rastlanır. Antika ma
ğazalarında Fransız, İtalyan, İspanyol,
Alman yapımı kabinetler bulmak müm
kündür. Kadeh. Erken Bizans
KADEH, İçki içmek için kullanılan; (Istanbul-Arkeoloji Müzesi)
118
Etrafı âyetler yazılı bu bir çift nalın res
mini kâğıt ve çini levhalar halinde duva
ra asma geleneği, Müslüman Türkler
arasında yaygındır. Nazarlık olarak kul
lanılmıştır.
KADİFE, Atkı ve çözgü ipliklerinin
halı gibi, yüzeyde hav bırakmasıyla tez
gâhlarda dokunan kalın kumaş. İlkçağ
larda dokunduğu bilinen, Ortaçağlarda
(XIII. yüzyıldan itibaren) İtalya’da, Vene
dik ve Cenova’da dokunan kadife, aslın
da bir Asya kumaşıdır. Çin’den İpek
Yolu’yla Avrupa’ya geçtiği sanılmakta
dır. XV. yüzyıldan itibaren önce Bursa,
XVI. ve XVII. yüzyıldan itibaren İstanbul
(Üsküdar), Bilecik ve Aydos’ta dokunan
Osmanlı ipek kadifeleri, desenli ve de
sensiz olarak ün yapmış, kadifeden; kaf
tan, cepken, şalvar, entari dikildiği gibi
Osmanlı Padişahı Sultan Bayezıd II Kaftanı.
döşemelik olarak da kullanılmış, bohça, (Istanbul-Topkapı Sarayı Müzesi)
kese, yastık, kitap kılıfı, terlik, başlık gi
bi eşyalar yapılmıştır. Kabartma desenli motiflerle süslü, çok değerli kaftanlar
altın, gümüş telli, klâsik Osmanlı motif sergilenmektedir. Bazı kaftanlar ayrıca
leriyle süslü kadifelerin en tanınmış taşlar ve incilerle süslenmiştir.
olanları çatmalardır. (Bk: Çatma). KAFES, Genellikle süs kuşları ve
KAFTAN, Kadife (çatma-kemhâ) hayvanlar için telden veya ince tahta çu
gibi kaim kumaşlardan dikilen uzun etek buklardan örülen yuvarlak veya köşeli
ve genellikle kısa kollu, önü yırtmaçlı, muhafazalar. Selçuklu devrine ait, içeri
kaytanlarla tutturulan üst giyim. İran ve sine kandil konan tunç ve pirinçten oy
Arap ülkelerinde de kullanılan kaftan, malı kafesler de yapılmıştır. Bunlardan
Osmanlı sarayı ve çevresinin başta ge iki örneği Konya Mevlâna Müzesi’nde-
len giyimidir. Devlete önemli hizmeti dir. Osmanlı devrinde de madenî kuş ve
geçenlere kaftan armağan etmek bir kandil kafesleri yapılmıştır.
gelenek haline gelmiştir. Kaftan, askerî KAĞNI, İki tekerlekli öküz arabası.
teşkilâta da girmiş, yeniçeriler, entarile Eski kağnılarda dingil, tek parça ağaç
rinin üstüne giydikleri kaftanlarının uç tan biçilen tekerlekleri ile dönerdi. Yir
larını, ayaklarına dolaşmasın diye belle minci yüzyıl başlarında demir dingil sa
rine sokmuşlardır. Kaftanların en süslü bitleşti. Tekerlekler döner oldu. Kağ
ve değerli olanları padişah kaftanlarıdır. nının üzerine yerleştirilen çatmalı ağaç
Bugün, Topkapı Sarayı’nda Osmanlı tan çift gövdeye “kanat” ön tarafına ta
padişahları ve şehzadelerine ait, iri kılan çatal eksenin baş tarafına takılan,
119
öküzlerin koşulduğu ağaç aygıta “bo İzmir’de kurulan imalathane de Bey-
yunduruk”, boyunduruğu alttan üstten koz’dakinin akıbetine uğrayarak 1850
bağlayan ağaç sopalara “zelve” denir. yılında kapanmak zorunda kalmıştır.
Türkiye’de bazı etnografya müzelerinde Batı kâğıtları ışığa tutulursa fligranları ve
kağnılar sergilenmiştir. firma işaretleri görülür. Bu işaretler üç
KÂĞIT, Bitki liflerinden elde edilen hilal, ay yıldız, tac, kartal ve aslan gibi
kâğıtın ilk kez Çinliler tarafından yapıl simgelerdir. Batı kâğıtlarının dokusun
dığı ve kullanıldığı bilinmektedir. da, düzenli aralıklarla boyuna ve enine
Çin’den İpek Yolu ile 7. yüzyılda Orta çizgiler bulunur. Bunlar kâğıt hamu
Asya ve İran’a gelir. Daha sonra Islami- runun süzüldüğü eleğin tel izleridir. Do
yetle birlikte Semerkant, Buhara, Bağ ğu kâğıtlarında bu çizgilere rastlanmaz.
dat, Şam ve Mısır’da kâğıt üretimi yapı Cumhuriyet döneminde İzmit Kâğıt
lır. Bu yolla Kuzey Afrika İslâm Ülkele- Fabrikası ile Türk kâğıtçılığı günümüze
ri’ne, Ispanya’da kurulan Endülüs İslâm ulaşmıştır.
Devleti’ne geçer, buradan Avrupa’ya KÂĞIT MAKASI, Kitap, cilt ve ya
yayılır. Türk kâğıdı yapımı, Anadolu’da zı sanatında, kâğıtları kesmek için kulla
Selçuklulardan sonra, Osmanlılar dev nılan makas. Ucu sivri, uzun, madenî iki
rinde, İstanbul’da kurulan kâğıthaneler- bıçağı bulunan kâğıt makaslarının, par
de gelişir. 16. yüzyılda Osmanlılarda makların geçtiği iki delikli sapı oyma ve
kullanılan kâğıtlar (Semerkandi, Devle- altın kakmalarla süslü yapılanları vardır.
tabadi, Dımışki (Şam), Hatayi, Adilşahi, Kafes oyma motiflerle saplarına estetik
Hindi, Tebrizi gibi) yapıldıkları yerlere bir biçim verilenleri, sapının üzeri altın
göre adlar alır. Ağaç liflerinden yapılan ve gümüş kakmalarla süslenenleri görü
kâğıtlara “Haşebi”, ipekten yapılanlara lür.
“Hariri” denir. Hindistan’daki Devleta-
bad, Ahmedabad ve Haydarabad şehir
lerinde ipekten üretilen iyi kaliteli kâğıt
lara “Abadi” adı verilir.
Osmanlı döneminde XVIII. yüzyılın
ilk çeyreğinde III. Ahmet döneminde
Kâğıthane semtinde kâğıt imalatı yapıl
dığı tahmin edilmektedir. Kesin olarak
bilinen ilk kâğıt imalatının 1743 tarihin
de Yalova’da yapılmış olduğudur.
XVIII. yüzyılın sonlarına doğru III. Kâğıt Makasları
(İstanbul-Topkapı Sarayı Müzesi)
Selim döneminde yine Kâğıthane’de,
daha sonra da Beykoz’da kâğıt imalatı
tekrar yapılmak istenmiş, fakat kalitenin KÂĞIT OYMA, Kâğıt üzerinde bu
istenen düzeyde olmaması ve maliyetin lunan bir şekli, motifi veya yazıyı özel
yüksek olması nedeniyle 1832 yılında bir keski ile bulunduğu yerden çıkarta
fabrika kapatılmıştır. 1846 yılında rak başka bir yüzeye yapıştırma sanatı.
120
Katı da denir. XVI. yüzyıldan başlayarak çıkarılmaya başlandı. Bu paralar senet
günümüze kadar gelen bu süsleme, gibi elle yazıldığı için taklit edilebilirdi.
Türk kitap süsleri içinde geniş bir uygu 1842 yılında baskılar yenilendi ve kü
lama alanı bulmuştur. Genellikle çiçekli çültüldü. 1851 yılında bunlara 10 ve 20
oymalar, birçok yazma eserin sayfaları kuruşluk kâğıt paralar ilâve edildi. Halk
arasında yer alır. kâğıt paraya alışmakla birlikte, dışarda
KÂĞIT PARA (TÜRK), Osmanlı yapılan taklitlerinin önüne geçilemiyor,
larda ilk kâğıt para 1840 yılında “Ka- paranın değeri giderek düşüyordu. Bu
ime-i Mutebere-i Nakdiye” adıyla, 50, nu önlemek için, 1863 yılında tümüyle
100, 250, 500 kuruş değerinde tedavülden kaldırıldı. Kâğıt para
Serie 8 326033
•''^.rTTVv
Cumhuriyet Devri ilk kâğıt para, 5 lira. Ön ve arka yüzü. Tedavülü (1927-1942)
121
basımında ikinci deneme 1876-1879 harflerle basılan Türkiye Cumhuriye-
yılları arasında yapıldı. Ne var ki Os- ti’nin 2. Emisyon Banknotları’nm 5-10-
manlı Devleti’ni dış ve iç gaileler rahat 50-100 liralıkları, 1939 yılında da 2,5-
bırakmamış, Osmanlı-Rus savaşları dev 500-1000 liralık kupürleri, Atatürk re
let mâliyesini sarstığı için kâğıt paranın simli olarak tedavüle girmiş, daha sonra
değeri hızla düşmüştü. Halk altın liraya da bu kupürler bazı değişikliklerle 1940
itibar ediyor, kâğıt paraya güvenemi- yılında 500-1000, 1942’de 1-10-50-
yordu. Bu yüzden 1879 yılında bütün 100 liralık olarak İnönü resimleriyle ba
kâğıt paralar toplanarak imha edildi. sılmıştır. 1944’ten 1952’ye kadar bası
Osmanlı Devleti’nin 1911’de İtalya, lan bütün kâğıt paraların üzerinde İnö
1912’de Balkan, 1914’te de Birinci nü’nün, 1952’den günümüze kadar
Dünya Savaşı’na girmesiyle para sıkıntı olanların üzerinde de Atatürk’ün resmi
sı artmıştı. Kâğıt para basımına ihtiyaç bulunmaktadır.
vardı. Osmanlı Duyûn-i Umumiye’siyle KAHVE DEĞİRMENİ, Kavrulmuş
bir anlaşma yapıldı, karşılığı Berlin ve çekirdek kahveyi toz halinde öğüten
Viyana bankalarına altın olarak yatırıldı. çarklı alet. Kahve içimi yaygınlaştıktan
1915 yılında üçüncü defa kâğıt para çı sonra, pişirilmiş çekirdek kahve, önce
karıldı. Bu kupürler, “Osmanlı Devleti leri, taş, ağaç ve maden dibek ve havan
Evrak-ı Nakdiyesi” adıyla 5-20-25-50 larda tokmakla dövülerek un haline ge
kuruş ve 1-2,5-5-10-20-25-50-100- tirilmiş, daha sonra elle çevrilen, çarklı
500-1000 lira değerindeydi. Cumhuri kahve değirmenleri yapılmıştır. Kahve
değirmenlerinin örnekleri çok olmakla
yet dönemine bu paralarla girildi. 1926
birlikte, Türkiye’de kahve içiminin yay
yılında tedavülde bulunan Osmanlı kâğıt
gınlaştığı XVI. yüzyıldan itibaren 3 tip
paralarının kaldırılmasına karar verildi.
Bununla ilgili 701 sayılı kanun yürürlü
ğe girdikten sonra, yeni para basımı
için teşebbüslere geçildi. Ressam Ali
Sami Bey 1-5-10-50-100-500-1000 li
ralık yedi ayrı renkle kâğıt para kompo
zisyonları çizdi. Bu liralar Londra’da Kahve Değirmeni
Thomas de la Rue Matbaası’nda basıla Osmanlı. XVIII. yy.
rak, 1927 yılı Aralık ayında piyasaya (Istanbul-Türk ve
İslâm Eserleri
sürüldü. Para kompozisyonları üzerin
Müzesi)
deki yazılar eski harflerle yazılmış, de
ğerleri eski yazıyla ve Fransızcası da be
lirtilerek hazırlanmıştı. Harf İnkılâbı ya
pılmış olmakla birlikte kâğıt liralar 1937
yılında yeni kompozisyonlar ve yeni
harflerle basılan paralara kadar kullanıl
mış, geçerlilikleri 1949 yılına kadar sür
müştü. 1937-1938 yıllarında yeni
122
değirmen kullanılmıştır. İlki, yatay bir yapılan silindir pirinç gövdeli ve demir
tahta üzerine yeleştirilen ve küp şeklin çarklı el değirmenleridir. Bunun hazne
de madenî bir kutu içerisinde dönen si altta, kovan biçimindedir. Daha çok
çarklı değirmenlerdir. Bu değirmenlerin İstanbul’da Uzunçarşı’da yapılmıştır. El
üzerinde çekirdek kahvenin konduğu değirmenleri örnekleri İstanbul Türk ve
yayvan ağızlı, ortası açık, demir veya İslâm Eserleri, İstanbul Belediye, Anka
bakır bir çanak vardır. Çarkın mihveri ra Etnografya, Konya Koyunoğlu müze
bu çanağın üzerindedir. Mihvere çarkı leri ile başka müzelerde, eski eser kolek
çeviren bir kol bağlanmıştır. Çanağın al siyonlarında bulunmaktadır. Son yıllar
tında dişlileri ile kahveyi ezen, öğüten da pirinç gövdeli olanları antika ve eski
çarklar yer almaktadır. Öğütülen kahve, eser dükkânlarında satılmaktadır.
tabandaki “hazne” de birikmektedir. KAHVE TAKIMI, Kahvenin pişiril
XVIII. yüzyılda poligon veya yuvarlak el mesinde kullanılan araçların tümü. Bir
değirmenleri yapılmaya başlanmıştır. Türk kahvesi içebilmek için aşağıda sı
Bu değirmenler, döğme demirden çark ralanan şu araçlar kullanılmıştır. Kahve
lı, ahşap gövdeli, kapaklıdır. Silindirik pişirmek için odanın bir köşesinde kuru
ahşap gövdenin üst tarafı, demir çem lan ocağa “kahve ocağı”, kahve suyu
berli yarım bir kapakla kapatılmıştır. nun kaynatıldığı uzun saplı madeni
Kapağın ortasında top denilen değir testiye “kahve güğümü”, saplı madenî
men milinin geçtiği bir delik bulunmak kaba “cezve”, ham kahve çekirdeğinin
tadır. Bu tür değirmenlerde ahşap ve ateş üzerinde kavrulmasında kullanılan
madenî bölümleri oyma ve kabartmalar ve bir eksen etrafında dönen madenî
la süslüdür. Çoğu değirmenlere seçme kutuya “kahve dolabı”, uzun saplı tava
beyitler, güzel sözler ve yapıldığı tarih ya “kahve tavası”, kavrulan kahve çekir
yazılmıştır. Üçüncü tür değirmenler, değinin soğutulduğu tahta tepsiye “kah
XIX. yüzyılda yaygınlaşan, bugün de ve tablası”, çekirdeklerin öğütüldüğü
123
mekanik alete “kahve değirmeni, çeki
len kahvenin doldurulduğu ahşap veya
porselen kaba “kahve kutusu”, kahve
nin pişerken karıştırıldığı küçük kaşığa
“kahve kaşığı”, pişen kahvenin dökül
düğü küçük kâseye “fincan”, fincanların
dizildiği düz tepsiye “kehve tepsisi”,
kahvelerde üç madenî bağla kahvenin
ikram edildiği tepsiye “kahve askısı” de
nir. Kahve cezvesi ve fincanlarını yıka
mak için de özel kaplar kullanılmıştır.
Bazı yörelerde pişirilen kahveler bir ka
ba doldurularak konukların önüne ko
nan fincanlara boşaltılırken, kahve ik
ram edenlerin kollarına örttükleri sırma
işlemeli ve pullarla süslü örtü ve peşkir
lere “kahve stili” denir.
KAKMA, Taş, ahşap, maden üze
Atatürk'ün Kalpaklı Baş Resmi
rinde açılan çukur ve oymalara, değerli
(Ayetullah Sümer)
taş, altın, gümüş, sedef, fildişi, kemik gi
bi malzemelerin yerleştirilmesiyle yapı Kalem adı verilen ince fırçalarla bir yü
lan süsleme. Kullanılan süsleme malze zeyi boyama. Bu işi yapan nakkaşlara
mesine göre ad alır. Gümüş kakma, se kalemkâr da denir. Kalemişinin çeşitli
def veya fildişi kakma gibi. teknikleri vardır. Duvar sıvası yaş iken
KALEM (KAMIŞ), Siyah, sert göv yapılan boyama tekniğine fresk denir.
deli kamıştan kesilen, ucu mürekkebi Motifleri daha belirgin göstermek üzere
alacak ve kâğıda yazacak biçimde işle alçı kabartmaların boyanması tekniğine
nen kalem. Eski uygarlıklarda papirüs de malakâri denir.Taş, mermer, ahşap
ve deri üzerine kartal ve kaz tüyü (tele üzerinde yapılan boyalı süslemeler de
ği) nün açılarak mürekkebe batırılması vardır. Ahşap üzerine tuval veya ince
ile yazı yazılırken, Doğu’da kamış kalem bir bez gerilerek üzerinin süslenmesi de
yapılmış, İslâm ülkelerinde en işlek, en ayrı bir kalemişi tekniğidir. Kalemişi
ince ve zarif yazılar kamış kalemlerle ya süslemenin daha parlak ve kalıcı olabil
zılmıştır. Avrupa’da XVII. yüzyıl sonları mesi için üzerine lâke sürüldüğü de bi
na kadar kuştüyü ile ilkel biçimde yazı linmektedir. Madenî eşyaların üzerine
yazma geleneği sürdürülürken, Osman- çelik kalemle süs yapan veya yazı ya
lı Türkleri kamış kalemlerini bugünün zanlara kalemkâr, işlerine de kalemkâri
en modern mürekkepli kalemler düzeyi denilmiştir. Türk sanatında kalemişi tek
ne çıkarmışlardır. nikle süslenmiş tavanlar çok tanınmıştır.
KALEMİŞİ, Genellikle mimaride iç KALEM TAKIMI, Kamışı, kalem
dekoru tamamlayan süsleme türü. haline getirmek için kullanılan
“kalemtıraş” adlı küçük bıçak, kamış ka manda derisi, söğüt dalı, urgan örgü gi
lemin ucunu açmak ve yazmak için kul bi, kılıç, mızrak işlemeyen, sert, elastikî
lanılan “makta”, kalemlerin muhafaza maddelerden yapılmıştır. Demir kalkan
edildiği “kalemdan” kalem takımını lara “hacefe”, örülü saz üzerine deri ge
meydana getirir. rilene “deraka” veya “matrak” denmiş
KALEMDAN, Hattatların kamış tir. Yelep denilen yuvarlak çelik kalkan
kalemlerini koyduğu kalem kutusu. lar da vardır. Osmanlıların XVI. yüzyılda
Mıkleme veya kubur da denir. Uzun bir seferlerde ve geçit törenlerinde kullan
dikdörtgen biçiminde, altın, gümüş, dıkları, deri üzerine söğüt dallarının he-
bronz, ağaç ve mukavvadan yapılan ka- lezoni örülmesiyle yapılmış, üzeri ibri
lemdanlar, ustalarının elinde çok süslü şim örgü çiçeklerle süslü hafif ve sağlam
olarak yapılmıştır. Altın ve gümüş olan tören kalkanları ünlüdür. Bu kalkanların
ları değerli taşlarla süslenmiştir. Üzeri ortasında yuvarlak çelikten şişkince bir
lake işçilikte motiflerle süslü olanları, zırhı, iç yüzü ortasında “tutmaç” deni
kapağına seçme beyitler yazılanları çok len, kulpu bulunmaktadır. Bu devirde
ünlüdür. Kalemdanların içi genellikle “şabite” denilen balık derisinden yapıl
kadife ve çuha kaplıdır. mış kalkanlar da kullanılmıştır. Padişah
KALEMTIRAŞ, Kamış kalemleri ve yüksek rütbeli kumandanların altın-
yontmak için kullanılan küçük bıçak. gümüş kakmalı, hatta değerli taşlarla
Sapları ağaç, mercan, akik, pelesenk, süslü kalkanlar kullandıkları görülmüş
kemik, fildişi gibi maddelerden yapıl tür. İstanbul Topkapı Sarayı Silâhlar
mış, çelikten keskin bıçakları altın, gü Bölümü ile Askerî Müze’de bir silâh ol
müş kakma yazılar ve motiflerle süslen maktan öte, başlıbaşma bir sanat eseri
miştir. olan çeşitli kalkanlar bulunmaktadır.
KALKAN, Savaşçının vücudunu
koruduğu savunma silâhı. Kalkanlar,
manda, öküz, gergedan, fil derisinden,
jütten (ipten), ağaçtan, söğüt dalların
dan yapılmıştır. Genellikle yuvarlak,
oval ve dikdörtgen biçimdedir. İç tara
fında kalkanı elle ve kolla tutmak için
kabzası, asmak için de kayışı vardır.
Göbeği hafif çıkıntılıdır. Eski savaşçılar
düşmanın kılıç, ok ve mızraklarına karşı
kendilerini korumak için sol ellerindeki
kalkanı siper yapar, sağ elleri ile de si Kaloş
lâhlarını kullanırlardı. İlkçağlarda savaş
çıyı bütünüyle koruyacak boy kalkanları KALOŞ, Yumuşak deriden dikilen
vardı. Türklerde kalkan İlkçağlardan ve sırmalarla süslenen ökçeli kadın
beri vardır. Türk kalkanları genellikle pabuçu. Kısa boğazlı, mest gibi giyilen
yuvarlak ve bombeli, demir, bakır, leri de vardır.
125
KALPAK, Kuzu, samur, tilki derisi, Selçuklu taş kabartmaları arasında da
ayrıca kürk yapımına elverişli hayvan kanatlı melek figürleri vardır.
postlarından yapılan kürklü başlık. Çe KANAVİÇE, Gözenekli bir kumaş
şitli milletler değişik biçimlerde kalpak üzerine işlenen elişi. İşlenecek kumaş,
giymişlerdir. Cumhuriyet’ten önce ve gergef veya kasnağa yerleştirilir. Sonra
Millî Mücadele yıllarında Türkiye’de fes üzerine gözenekli (kanavalı) bez gerilir.
yerine kuzu postu kalpak giymek yay İbrişim, koka ipliği, iğne ile kanavanın
gınlaşmıştır. Şapka İnkılâbı’ndan sonra iplikleri arasından çaprazlama geçirilir,
kalpak kaldırılmıştır. sarılmak suretiyle işlenir. Bu tür işleme
KAMA, İki tarafı keskin, enli, ucu lerin yüzeyi düz ise buna “düz kanavi-
sivri bıçak. Ağaç, kemik, boynuz ve ma çe”, kabartmalı olanlarına da “kabart
denden kabzası vardır. Deri kaplı ağaç malı kanaviçe” denir. Kanaviçe ile yas
kında taşınır ve kuşağa sokulur. Gürcü, tık yüzü, yağlık, yatak çarşafı ve benze
Çerkeş ve Kafkas kamaları ünlüdür. Gü ri örtüler işlenir.
KANDİL, Pişmiş topraktan, ma
müş işleme kabzalı, altın ve gümüş bile
denden, camdan, seramikten yapılan
zikli kınları olanları vardır. Eski Mısır,
ışık kaynağı. İlkçağlarda tarih öncesi de
Yunan-Roma, Ceneviz, Venedik, Ja
virlerden tarihi devirlere, Ortaçağlardan
pon kamaları olduğu gibi Türklerin de
petrolün ve elektriğin ışık kaynağı ola
kama yaptıkları ve taşıdıkları bilinmek
rak kullanılmasına kadar kandil hemen
tedir. Ankara Etnografya Müzesi Kesici
bütün uygarlıklarda kullanılmış, her uy
Silâhlar Bölümü’nde Anadolu işi kama
garlıkta kandil, kendine özgü biçimler
lardan bir koleksiyon yer almaktadır.
almıştır. Anadolu’nun tarih öncesi de
Konya Etnografya, Bursa Türk-İslâm
virlerine ait höyüklerde yapılan arkeolo
Eserleri müzelerinde de seçkin örnekle
jik kazıların buluntuları arasında pişmiş
ri görülür.
topraktan yapılmış kandillerin varlığı,
KAMÇI, Sert ağaçtan, abanoz, ki kandili uygarlığın bir simgesi haline ge
raz dalından bir sap ile ucunda deri ip, tirmiştir. Anadolu’nun Helenistik, Hitit,
şerit bulunan değnek. Binicilerin, araba Frig, Lidya, Urartu gibi tarihi devirlerin
sürücülerinin kullandıkları kamçıların de, daha sonra Anadolu’yu bütünüyle
sapları deri, kadife, çuha kaplı olanları içine alan Romalılar ve Bizanslılar za
bulunduğu gibi altın, gümüş kaplama manında, içerisine zeytinyağı konarak
olanları da vardır. Gümüş savatlı ve de bir fitille tutuşturulan el kandilleri genel
ri şeritli Çerkeş kamçıları ile, deri örgü likle pişmiş topraktan, bronzdan yapıl
saplı ve püsküllü Tura kamçıları ünlü mışlardır. Yuvarlak veya oval biçimlerde
dür. yapılan bu kandillerin basık gövdeleri
KANATLI MELEK, Başında taç üzerinde yakıtın konulacağı geniş bir
bulunan kanatlı insan figürü. İslam sa delik vardır. Delikten hazneye yağ dol
natı ikonografyasında melek olarak tas durulur. Hazne, gövdenin ucundaki de
vir edilmiştir. Türk ve İslam minyatürle likli oluk veya emzik denen uzantıya yağ
rinde görüldüğü gibi, Konya Kal’ası gönderir. Emzik ucuna yerleştirilen ve
126
hazneye uzanarak yağ çeken fitil bulu Selçuklular devrinde yapılan kayık biçi
nur. Kandillerin öteki ucunda kulpu var minde, firuze renk sırlı, seramik el kan
dır. Gövde kimi kandillerde kapaklıdır. dilleri ve yine bu kandillerin bileşimin
Bazen geniş gövdeli kandillerin hazne den oluşan çok emzikli seramik kandil
sine iki, üç, dört daha fazla emzikler ek örnekleri, bugün Konya’da Karatay Çi
lenerek kandilin çok ışık vermesi sağ ni Eserleri Müzesi ve İstanbul Türk-îs-
lanmıştır. Kandillerin üzerindeki kabart lâm Eserleri Müzesi’nde görülebilir.
ma süslemeler kullanılışlarına göre de Bu devirde üç bağlı kafes şeklinde,
ğişmektedir. Mitolojik konular, erotik bronzdan, ajurlu cami kandillerinin var
sahneler, geometrik bezemeler, dinî re lığı da bilinmektedir. XIV. yüzyılda
simler süs öğeleri olarak kullanılmıştır. Memlûklular devrinde Musul’da ve
Evlerde, tapmaklarda özel kandil nişleri Şam’da yapılan Suriye işi mineli cam
ve askılarına yerleştirilir, istenirse elde kandiller, İslâm ülkelerinin birçok cami,
taşınabilir. Kiliselerde kullanılan bronz mescit ve türbesini süslemiştir. Yuvarlak
bir taban üzerine oturan şişkin gövdeli,
gövdesi bir vazo gibi daralarak yaygınla
şan Memlûk cam kandilleri formu, XV.
yüzyıl sonralarından başlayarak XVIII.
yüzyıla kadar İznik’te çini seramik ola
rak yapılmaya başlamıştır. Bu üç bağlı
klasik cami kandillerinden örnekler bu
gün İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi,
Türk ve İslâm Eserleri Müzesi, Batı Ber
lin Islâm Sanatları Müzesi, Paris Louv
Seramik Kandil.
İznik. XVI. yy. re, Londra Victoria and Albert, New
(Istanbul-Topkapı York Metropolitan müzeleri ve daha
Sarayı Müzesi) başka müzelerde yer almaktadır. Kâse
biçiminde camdan yapılarak madenî bir
çembere oturtulan ve üç bağla bir askı
ya asılan kandil tipleri, giderek içerisine
mum dikilen kandilli avizelere dönüş
müştür. XIX. yüzyıl ortalarında İstan
bul’da kurulan Beykoz Cam ve Yıldız
Bizans kandilleri haç biçiminde yapıldı Porselen Fabrikaları, çeşmi-bülbül, bil
ğı ve süslendiği gibi, dinî resimlerle de lur cam kandilleriyle ün yapmışsa da
donatılmıştır. XI. yüzyıldan sonra Ana petrolle aydınlanmanın, ayrıca çok
dolu’da Selçuklu Devleti’nin kurulması mumlu avize sanatının yaygınlaşması ile
ve Anadolu’nun Türkleşmesiyle, Asya klasik Türk kandil işçiliği dekoratif ol
Türklerinin el sanatları, Anadolu’ya öz maktan ileri gidememiştir.
gü biçimlerde gelişmiş ve özellikle çini KANDİL KÜLAHI, Yanan kandil
sanatı büyük aşamalara ulaşmıştır. leri söndürmek için kullanılan uzun saplı
127
madeni külah. Konik biçiminde olup te kantarı, kefesiz çengelli kantar gibi ör
pesi baston sapı gibi eğik sopaya iliştiri nekler vermiştir. Türkiye müzelerinde
lir. Sönen kandillerin isi külah içinde Roma, Bizans kantarlarıyla birlikte,
toplanır. Sonra bu is mürekkep yapı Türk-îslâm devri kantarlarının çeşitli ör
mında kullanılır. nekleri yer almaktadır.
KANDİLLİ YAZMASI, İstanbul KAN TAŞI, Akik türünde, kırmızı
Boğaziçi Anadolu yakasındaki Kandil- damarlı, koyu yeşil taş. Daha çok yüzük
li’de yapılan, Kandilliye özgü bez üzeri ve mühür yapımında kullanılır. Kan dur
ne bir tür kalem işi. Bu işçilikte süslene durucu özelliği olduğuna inanılmıştır.
cek bez, gergefe geçirilir. Üzerine yapı KANTHAROS, İlkçağlarda, özel
lacak desen, kâğıttan kopya edilir. Son likle Hitit, Frig, Yunan ve Romalılarda,
ra bu desenler istenilen renklerde boya pişmiş topraktan veya madenden yapı
nır. Bu tekniğe “kalem işi” denir. Son lan içki kabı. Kantharoslar, genellikle
raları desenler ağaç baskı kalıplar ile insan başı figürlü veya yonca ağızlıdır.
bez üzerine çıkarılmıştır. Topkapı Sara Gövdesinde, 2-3 başın yer aldığı görü
yı Müzesi’ndeki XVII. ve XVIII. yüzyılla lür. Şarap Tanrısı Baküs’ün başı ve atri-
ra ait yemeni, yağlık, bohça, yorganyü- butu olanları iki kulplu, kulpsuz, bitki ve
zü gibi yazmalar Kandillide yapılmıştır. geometrik desenlerle süslü yapılanları
KANEPE, Sırtlığı ve iki yanında vardır.
kolları bulunan, iki, üç kişinin oturabile
ceği uzunca koltuk veya sandalye. Tür
kiye’de kanepe koltuk kullanımı ancak Kantar Topu
17. yüzyıl sonlarında başlamıştır. Daha Bizans Devri.
önce bu görevi, saray ve konaklarda
üzerine minderlerin serildiği sedirler
görmekte idi.
KANTAR, Madenden ağırlık ölçü
aleti. Genellikle 60-70 santim uzunlu
ğunda madenî kolun bir ucunda, tartıla
cak maddenin konduğu üç zincirli “ke
fe” asılıdır. Kolun üzerinde ileri-geri gi
den bir bilezik vardır. Bileziğe kantar to
pu takılır. Kol üzerinde ağırlık ölçüsünü
gösteren kertikler bulunur. Kantarı bü
tünüyle bir çengel tutar. Kantar topu ile KANUN, Dikdörtgen yamuk biçi
kefe dengelendiği zaman ölçü tamam minde telli saz. İlkçağlara kadar uzanan
lanmış olur. Bu tür kantarlara kol kan bu sazın primitif örnekleri, Eski Yunan
tarı denir. İlk ve gelişmiş örnekleri Ro ve Eski Mısır sazları arasında görülür.
ma ve BizanslIlarda görülür. Çoğunluk Sümer ve Hititlerde de kullanıldığı söy
la kantar topları insan başlıdır. Giderek lenir. Doğu müziğinde kullanılan
gelişen kantarlar, el kantarı, baskül “Çeng” ile kanun arasında benzerlik
128
Kanun (İstanbul-Topkapı Sarayı Müzesi)
129
L
kaşıkçı esnafına satarlarmış. Konya’da reçine ve daha başka maddelerin oluş
bu yüzden “Kaşıkçı Molla” sözü yaygın turduğu sır adı verilen sıvıya daldırılarak
dır. Konya’da tahta kaşık sanatı Kara- çıkarılır, üç-beş gün güneşte kurutulur.
man-oğulları ve Osmanlılar devrinde de Sır, saydam bir maddedir. Sır; nakışla
devam etmiş, ayrıca Kastamonu, Tokat rın ve kaşığın sıcaktan, sıvılardan bozul
gibi illerde de kaşıkçılık bir meslek dalı masını önler, ömrünü uzatır. Tahta ka
olarak yaygınlaşmıştır. Kaşıklar, fırın şık işçiliğinin yanı sıra, daha çok saray
lanmış sert ağaç dallarından yontulduk ve konaklarda kullanılan, bağa, fildişi
tan sonra, perdahlanır. Kaşık kepçesi kaşıklar da yapılmış, bunların sapları al-
nin oyulması, kulpunun ortalanması bir tm-gümüşle, hatta değerli taşlarla süs
beceri işidir. Perdahlanan kaşıklar, bir lenmiştir. Madenî kaşık, Avrupa’da ya
süre sıcak depolarda bekletildikten son pılmış ve XIX. yüzyılda Osmanlı sofra
ra, ağzı ve kulpu renkli motiflerle takımlarında görülmeye başlanmıştır.
Porselen kaşıkların çoğu Çin, Japon
malıdır. Bugün Topkapı Sarayı, Türk-İs-
lâm Eserleri ve etnografya müzelerinde
Türk işi süslemeli kaşık örnekleri bulun
duğu gibi, evlerde ve eski eser koleksi
yonlarında da çeşitli kaşıklar görülmek
tedir.
KAŞIK (ÇALGI), Şimşir ağacından
yapılmış, yemek kaşığı biçimindeki vur
malı halk çalgısıdır. Bunu daha çok
oyuncular kullanır. Karşılıklı olarak her
iki elin avuçları arasına yerleştirilerek
çatınabileceği gibi, bir elde tutulup öteki
ele ve dize vurularak da çalınabilir.
Yine şimşir ağacından yapılmış dört
parçadan oluşan şakşak ya da çalpa-
ra adı verilen çalgı da aynı tüı'dendir.
Bu da elde tutulup dize ya da öteki elin
avucu içine vurularak çalınır.
Tahta Kaşıklar. Konya. XIX. yy.
(Konya Etnografya Müzesi)
KAŞIKÇI ELMASI, Topkapı Sara
yı Hazine Dairesi’nde sergilenen, kaşık
süslenir. Bu motifler gülbezekler, çiçek biçiminde, 86 kratlık ünlü elmas. Araş
buketleri, madalyon ve armalar olarak tırmalara göre Kaşıkçı Elması, ilkin,
seçilir. Çoğu zaman kaşık sapı üzerine, 1774 yılında Pigot adlı bir Fransız suba
seçme beyitler, mâniler, özlü sözler, âfi- yı tarafından Hindistan’ın Madras Mih
yet dilekleri yazılır; çoğu kez yapıldığı racesinden satın alınmıştır. O yıllarda
tarih kaydedilir. Süsleme işi tamamlan Fransa’da bulunan Tepedenli Ali Paşa,
dıktan sonra kurutulur. Daha sonra, bu elması 150 bin altın sayarak satın
130
almış, böylelikle elmas onun hâzinesine ayrıca yüzeyi oymalarla süslenmiş, mo
girmiş, İstanbul’a getirilmiştir. Ali Pa- tifleri ve yazıları bu teknikle kabartılmış-
şa’nm Sultan Mahmud II zamanında tır. Anadolu Selçuklu sanatında bunun
ayaklanması ve öldürülmesiyle, Kaşıkçı ilk örnekleri, Konya Inceminare Taş ve
Elması Osmanlı Hâzinesi’nin malı ol Ahşap Eserleri Müzesi’nde bulunan
muştur. Kaşıkçı Elması’mn çevresinde Beyhekim Mescidi kapı kanadı (XIII.
ayrıca 2 sıra 49 pırlanta vardır. Dünya yüzyıl), İstanbul Türk ve İslâm Eserleri
nın en büyük, en değerli 10 elması ara Müzesi’nde yer alan Konya Sadreddin
sında yer alan Kaşıkçı Elması, büyüklü Konevi Camii kapısı (1274) ayrıca An
ğü, saf ve temiz işçiliği, zarif tıraşı ya kara Etnografya Müzesi’nde Kayseri
nında tarihî değeriyle de ün kazanmış Ulu Camii, Ankara Alâadin Camii, Öğ
tır. le Camii, Hoca Paşa Camii (v.d.) kapı
ları (XIII. yüzyıl) olarak bilinmektedir.
XV. yüzyıl Beylikler ve ilk Osmanlı dev
ri kapı kanatları için Ankara Etnografya
Müzesi’nde Seyyitgazi Seyid Battal Ga
zi Külliyesi, Ankara Hacı Bayram Camii
ve Türbesi kapıları, Merzifon Çelebi
Sultan Medresesi kapısı, Ordu Eskipa
zar Camii kapısı, Konya Inceminare
Taş ve Ahşap Eserler Müzesi’ndeki
Hasbey Dar’ülhuffazı kapısı örnek ola
rak verilebilir. Bunun dışında Osmanlı
devrinde fildişi ve sedef işçilikle de süs
lenen oyma kapı örnekleri, başta İstan
Kaşıkçı Elması bul müzeleri olmak üzere diğer müzeler
(Istanbul-Topkapı Sarayı Müzesi)
de de yer almaktadır.
KAPI TOKMAKLARI, Daha çok
KAPI KANATLARI, Mimarî yapı ahşap kapı kanatları üzerine, bir elin ye
ların girişinde yer alan kapılar ve kapı tişebileceği yükseklikte yerleştirilmiş
kanatları genellikle ahşaptan ve bir sa madenî bir levha ve bunun üzerinde
nat eseri niteliğinde yapılmış, bazıları inip kalktıkça levhaya vurabilen yine
müzelerde yer almıştır. Anadolu Selçuk madenî bir tokmak. Alttaki madenî lev
lu mimarisinde, yapının bütünü içerisin haya “yatak” veya “ayna” denir. Tok
de ve onun bir parçası olarak düşünülen mağa “halka” dendiği de olmuştur.
kapılar, devrin ahşap işçiliğinin özellik Anadolu Türk sosyal hayatında evlerin,
lerini taşıması yönünden ayrı bir değer avluların, namaz saatleri dışında cami
taşımaktadır. Çoğu arabesk düzende ve mescitlerin kapıları daima kapalı bu
geçme (kündekârî) işçilikte yapılan ve lundurulur. Kapı kilitli olmasa dahi, içe
ayrı ayrı hazırlanan parçaların birbirine risinde oturan veya bulunandan izin
geçmesiyle bütünlenen bu kapılar, (destûr) almadan buralara girilmez. Bu
131
sebeple ev sahibine, bina bekçisine, ca ayrıca kendinden motifli ve süslüdür.
mi, mescit, dergâh, tekke kayyum (hiz Türk kapı tokmağı örnekleri müzelerde
metli) ve bevvabcı (kapıcı)sma haber görülebildiği gibi, bu tokmaklardan ko
vermek için kapısı çalınır. Selçuklu, leksiyon yapanlar da vardır.
Beylikler ve Osmanlı devri yapılarının KARAGÖZ FİGÜRLERİ, Gele
kapısına bu amaçla, çok süslü kapı tok neksel Türk gölge oyununda kişileri
makları konmuştur. Cizre Ulu Camii’ne temsil eden saydam deriden kesilmiş ve
boyanmış resimler. Yüzyıllar boyu “ha
yal oyunu” olarak adlandırılan Karagöz
oyunu, kendine özgü oyuncu tipleri ile
Türk tiyatro sanatının öncülüğünü yap
mıştır. Yaklaşık yirmi santim boyunda
figürler, kurutularak saydam hale getiril
miş deve derisinden, mukavva kalıpları
na göre bölümler halinde kesilerek ya
pılır. Figürlerin elleri, ayakları, başı,
mafsallarından birer iplik düğümle bağ
lanır, gövdeye yerleştirilir. Başa ve elle
Kapı Tokmakları (Diyarbakır) re birer değnek tutturulur. Karagöz’ü
oynatacak usta değnekleri eline alır,
ait, XII. yüzyıl, Selçuklu devri ve çift ej oyuna göre figürlere hareket verir. Fi
der (dragon) figürlü bronz bir kapı tok gürlerin gerisinde bir ışık kaynağı,
mağı, bugün Batı Berlin İslâm Eserleri önünde de gerilmiş beyaz tül perde var
Müzesi’nde sergilenmektedir. Bunun bir dır. Böylece figürlerin renkli gölgesi
eşi İstanbul Türk ve İslâm Eserleri Mü- perde üzerine düşer. Perde önündeki
zesi’ndedir. Anadolu Selçukluları ve seyirci de oyuncunun hareket ettirmesi,
Beylikler devri sivil ve dinî mimarî yapı değişik sesler vererek konuşması ile bu
larına ait kapı kanatları üzerinde, figür gölgeleri sinema perdesi gibi seyreder.
lü, figürsüz, işçiliğinin çeşitli örnekleri Karagöz figürleri, gölgesi ile canlandırı
sayılabilen kapı tokmakları görülür. Ka lan kişilere göre Karagöz, Hacivât, Be-
pı tokmağı sanatı, Osmanlılarda da de beruhî, Bekri, Arap, Laz, Yahudi,
vam etmiştir. Bugün de henüz kaybol Frenk, Zenne (kadın), Tiryaki, Sarhoş
mamış, yıkılmamış eski evlerin kapıla gibi adlar alır. Her figür bu kişilerin gi
rında demir, tunç, pirinç, bakır, çok süs yim biçimine göre kesilerek boyanmış
lü kapı tokmakları görülmektedir. Kapı tır. Karagöz oyunlarının çeşitlerine gö
tokmaklarının oymaları, oyma ve ka re, Karagöz figürleri koleksiyonu Anka
bartma işçilikle rozet, elips biçiminde ra Millî Kütüphane Arşivi’nde, Bursa
kapı yüzeyine yayılırken tokmağın vura Müzesi’nde, bazı etnografya müzeleri
cağı kabarası şişkince yapılmıştır. Tok ile özel koleksiyonlarda yer almaktadır.
mak halkası, topuzlu, yuvarlak, el biçi KARGI, Ucu sivri demirli, sert
minde veya kantarlı olabilir. Tokmak ağaçtan, sapı uzun silâh, “mızrak” da
132
denir. İlkçağlardan beri yakın döğüşme fotoğraflarını içeren basılı kartlar. Çok
silâhı olarak kullanılan kargıların ucun eski yıllarda basılanlarına, bunların al
daki demir, bazen yassı ve kesici olarak bümlerine antika dükkanlarında rastla
yapılır, bazılarında çatal iki sivri demir nır. Kartpostallardan koleksiyon yapan
vardır. Çatallardan biri geriye kıvrıktık. lar da vardır. Dünyanın ünlü müzeleri ve
Bazılarında sivri, süngüye benzer uç bu kütüphanelerinde de kartpostal bölüm
lunduğu gibi, teber’e benzer kesici ve leri vardır.
yırtıcı uçlar da yer alır. Silâh müzelerin KARYOLA, Üzerine şilte ve yatak
de çeşitleri görülmektedir. serilen dört ayaklı, yüksekçe mobilya.
KARLIK, Dışı hasır örgüsüyle kap Kerevet de denir. Ağaçtan veya maden
lı, içinde kar veya buz koymak için böl den yapılır. Karyola, kullanıldığı devrin
mesi bulunan, geniş karınlı soğutucu şi mobilya stili ve üslûbuna göre değişik
şe. Dış kaplaması gümüş, bronz örgülü biçimlerde yapılmış ve süslenmiştir. (Bk:
olanları vardır. Bir kapağı, zincire bağlı Mobilya).
bir lülesi bulunur. KASE, Pişmiş topraktan, sırlı sera
mik veya porselenden, camdan, pirinç
ve kalaylı bakırdan, emayeden yapılan,
geniş ağızlı, derince çanak. Kâseler da
ha çok sofralarda, çorba, hoşaf, yoğurt
gibi bol sulu yemekler için kullanılmıştır.
Yuvarlak, ayaklı ve ayaksız olanları var
dır. XVI. yüzyıldan itibaren İznik’te, da
ha sonra (XVIII. yüzyıl) Kütahya’da ya
pılan çini kâseler ünlüdür. XIX. yüzyıl
ortalarında Beykoz cam ve Yıldız porse
lenleri arasında da desenli kâseler yapıl
mıştır. Topkapı Sarayı Müzesi’nde süs
lü, fağfur kâselerle birlikte, İznik kâsele
ri ve başka kâse örnekleri yer almakta
dır.
133
oktav ve bir büyük üçlü ses genişliğine
sahip olan kavalda, kromatik yarım per
deler var olmakla birlikte komalı sesle
rin çıkarılması ustalık ister.
KAVUK, Başa giyilen ve yukarıya
doğru daralan keçe başlık. Çevresine
sarık sarılır. Biçimine, rengine, giyenle
rin sosyal durumuna göre adları vardır.
Yüksek rütbeli memurların giydiği kavu
ğa “Hora-sanî”, vezirlerin giydiği yük
Kâse, İznik. XVII. yy.
sek kavuklara “kallavî” divân üyeleri ve
(Istanbul-Çinili Köşk Müzesi) bilginlerin giydiği kavuğa “mücevveze”
denir. Uzun, tepesi düz, yanda dilimleri
KASNAK İŞİ, İç içe geçmiş ahşap olan ve ilkin Yavuz Sultan Selim tarafın
bir çember (kasnak) üzerine gerilmiş bez dan giyilene “Selimî”, saray ağalarının
veya kumaşa ibrişim, sırma gibi iplikler
ve iğne ile desen işleme. Bu işçiliğe sû-
zenî-iğne işi de denir. Topkapı Sara-
yı’nın Elişleri Bölümü’nde XVI. yüzyıl
kasnak işleri görülür. Türkistan’da, Kı
rım’da, Anadolu’da yaygın, hemen her
evde ve kadınların eliyle kasnak işleri ile
yorgan yüzleri, bohçalar, yağlık, mendil
ve kuşaklar, seccadeler, örtüler yapıl
mıştır. Kasnak işlerinin kendine özgü
bitkisel motifleri vardır. Kasnak işi, Av
rupa aristokrasisinde de bir ara yaygın
laşmış, kadınlar için zevkli bir uğraşı ol
muştur.
KASTANYET, Daha çok İspanyol
müziğinde kullanılan ve sert ağaçtan ya
pılan bir çift vurma çalgısı. Kastanyet
parmaklara takılır ve avuç içinde birbiri
ne vurularak ses çıkartılır. İstiridye ka
buğu biçiminde yapılanları yaygındır. Sultan Selim lll’ün kavuklu bir minyatürü.
KAVAL, Üstte 7, altta 1. perde de (Istanbul-Topkapı Sarayı Müzesi)
liği bulunan içi boş bir borudur. Dilli ve
dilsiz olmak üzere iki çeşiti vardır. Erik, törenlerde giydikleri, küre biçimindeki
şimşir ya da meşe gibi sert ağaçlardan kavuklara da “örfî” adı verilmiştir. Tari
yapılır. Türkiye’nin hemen her yöresin kat şeyhlerinin giydikleri, her tarikata
de yaygın olarak kullanılmaktadır. İki göre biçim alan başlıklara “taç” adı
134
verilir. Aslında kavuklar, etrafına sarılan kayıklara “Hünkâr Kayığı” denir. İstan
ve “destar” adı verilen sarıklardan bi bul Deniz Müzesi’nde Osmanlı devri ka
çimlenmektedir. Topkapı Sarayı Müze yıklarından örnekler segilenmektedir.
si’nde Osmanlı sultanlarının giydikleri KAYTAN ÖRGÜ, Sağlam iplikler
değerli taşlar ve sorguçlarla süslü kavuk den örülen bir çeşit kordon. Kaftan,
lardan örnekler dışında, türbelerde san cepken, hırka ve entarilere çeşitli de
dukalar üzerine yerleştirilen kavuklar, senler verilerek uygulandığı gibi döşeme
ölünün hayattaki durumu, ulaştığı ma ve perde kenarlarına da süs olarak yer
kam ve unvana göre mezar taşında bi leştirilir. Türk giyim-kuşammda kaytan
çimlenen kavuk örnekleri, Türk kavuk örgülere “fermene” denir. İstanbul’da
sanatı konusunda yeteri kadar bilgi ver ayrıca “Fermeneciler Çarşısı”nm bulun
mektedir. duğu, burada kaytan örgülerinin çeşitle
KAVUKLUK, Kavukların konuldu ri ve püsküllülerinin yapıldığı bilinmek
ğu sehpa. Çoğu evler ve konaklarda, tedir.
duvara asılı, ağaç oyma, fildişi ve sedef KAZAN, Yemek pişirilen, su kayna
lerle süslü kavukluklar bulunduğu gibi, tılan büyük madenî kap. Mutfak eşyala
kürsü biçiminde de kavukluklar vardır. rının en büyüğü. Bakırdan, bronzdan
XVIII. yüzyılda Edirne’de ahşap süsle yapılır. Anadolu’da Gordion Büyük Tü-
me, yüksek boylu sehpalara benzer ka mülüsü mezar eşyaları arasında bulunan
vukluklar yapılmış ve Edirnekârî olarak Frig devrine ait boğa başları ile süslü
tanınmıştır. Duvara asılan raf veya oda bronz kazanlar, bugün Ankara Anadolu
nın bir köşesine yerleştirilen sehpa biçi Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenmek
mindeki kavukluklar, aynı zamanda ev tedir. Hacıbektaş Dergâhı’nın meşhur
lerin ve odaların en önemli dekoratif eş kara kazanı Hacıbektaş Müzesi’ndedir.
yası ve mobilyası olarak düşünülmüştür. Yeniçeri Ocağı’nın ayaklanma sırasında
KAYIK, Denizde insan ve eşya taşı ikide bir kaldırılan tarihî kazanı, bugün
masında kullanılan iki başı sivri uzunca mevcut değilse de Topkapı Sarayı mut
tekne. Kürek ve yelkenle hareketi sağ fak bölümünde, Türk ve İslâm Eserleri
lanır. Kayığın ilkçağlardan beri denizci Müzesi’nde, Konya Mevlâna Müzesi
kavimlerce kullanıldığı bilinmektedir. mutfağında ve Ankara Etnografya Mü
Türk kayık literatüründe kullanışlarına zesi’nde büyük boy kazanlar yer almak
göre adlar almıştır. Yolcu taşıyan “Piya tadır.
de Kayıkları”, kürek çekenlerin adedine KEÇE İŞLERİ, Yün ve tiftiğin dö-
göre bir çifte, iki çifte, üç çifte gibi adla ğülmesi ve sıkıştırılması ile yapılan kaba
tanınır. Eşya ve yiyecek taşıyan kayıkla kumaş. Eskiden beri Asya’da, daha çok
ra “Pazar Kayığı”, odun taşıyan büyük göçebe Türklerce bilinen keçe sanatı,
lerine “Odun Kayığı”, devlet büyükleri Selçuklular yolu ile Anadolu’ya girmiş
nin bindiği süslü kayıklara “Saltanat Ka ve bir zenaat olarak gelişmiştir. Göçebe
yığı”, padişah ve şehzadeleri için yapı Türklerin çadır ve topak evlerine örtü
lan üzeri gölgelikli (köşklü), ağaç oyma ve sergi olarak kullanılan keçeden ayrı
ve yaldızlarla süslenmiş görkemli ca çarık ve çizme, soğuktan korunmak
için kepenek, başlık olarak külah, binek halinde sedef gibi ahşap eserlere de uy
ve koşum hayvanları için eğer ve semer gulandığı görülmüştür. Linyit kömürü
yapılmıştır. Selçuklulardan beri Anado cinsinden kara kehribar adlı bir taş, süs
lu’da kimi hamamların bir bölümü “ke- takılarında kullanılmıştır. Buna Erzurum
çelik” olarak ayrılmıştır. Konya’da Sel Oltu Taşı da denir.
çuklu devri Sahip-Ata Hamamı’nda KELEP, İki veya daha ,çok inci dizi
böyle bir keçelik vardır. Burada yün, yı sinin burularak kolye haline getirilmesi.
kandıktan sonra taş zemine istenilen Bu tür kolyelerin göğüste düğümlenen
boyut ve belirli bir kalınlıkta serilerek yerlerine ayrıca bir inci püskülü ya da
taş silindirlerle sıkıştırılır. Daha sonra sı madalyon yerleştirilir.
kıştırılan bu sergi boru şeklinde dürüle KEMAN, Telli ve yaylı müzik aleti.
rek ayakta yuvarlana yuvarlana tepilir. Gövdesi ve sapı genellikle çam ağacın
Üzerine sık sık sıcak su serpilir. Bu iş dan yapılmıştır. Gövde üzerindeki ka
lem birkaç gün sürer. Buna tepme keçe pakta (f.f) biçiminde delikleri vardır. Av
denir. Keçelere desenleri, dövülmeden rupa’da Ortaçağlardan itibaren geliştiri
önce renkli yünlerle yapıldığı gibi döğül- len ve Batı müziğinde (orkestra ve solo)
dükten sonra boya ile de yapılır. Sergi en önemli bir enstrüman olarak yer
veya seccade olarak yapılan keçelerde
alan keman, Türklerde “sinekemanı”
kilim motiflerine benzer geometrik de
olarak tanınmış, giderek Avrupa örnek
senler daha çok yer alır. Seccadeler
lerine benzemiştir. Kemanın en değerli
mihraplı ve çiçek motiflidir. Anadolu’da
si Avrupa’da XVIII. yüzyıl sonlarından
Konya ve Bursa keçeciliği geleneksel el
itibaren yer alan Fransız “stradivarius”
sanatı olarak son yıllara kadar devam
yapımlarıdır. Bu tür kemanlar, müzis
etmiştir. Özellikle Bursa keçe seccadele
yenler ve antikacılar arasında ün yap
ri ünlüdür. İnce, yumuşak Bursa secca
mıştır.
de keçelerinin sırma ve ibrişimle süsle
KEMANE, Göğsü derili bir gövde
nenleri de vardır. Yeniçerilerin başları
ve bir saptan oluşan çalgıdır. Gövde es
na giydikleri, arkaya devrik üsküfleri ke
çeden dikilmiş, ayrıca yeniçeriler kaba kiden sukabağı ya da hindistancevizin-
keçelere kılıç vurarak savaş talimleri den yapılırdı. Günümüzde dut, ceviz ya
yapmışlardır. da erik ağacından yapılmaktadır. Halk
KEHRİBAR, Yarı saydam, sarıdan tarafından yapılanlarının daha küçük
kırmızıya kadar renkleri olan reçine fo boyda olmasına karşılık, halk çalgıları
su. En iyileri Baltık Denizi’ne kıyısı bu topluluğunda çalınan çeşitleri daha bü
lunan ülkelerde, linyit tabakaları arasın yük boydadır. Bu çalgının Türkler tara
da çıkarılır. Birmanya’da, Hint Denizi fından çok eskiden beri “Iklığ” adıyla
ülkelerinde de çıkar. Kehribar özel kullanıldığı ve Selçuklu Türklerince
çarklarda işlendikten sonra, gerdanlık, Anadolu’ya getirildiği bilinmektedir. Ke
bilezik, yüzük, küpe gibi süs takılarında, manenin Azerbaycan Türklerince daha
sigara ve nargile ağızlıklarında, tespih da geliştirilmiş biçimine “K am ança”
yapımında kullanılır. İnce levhalar denilmektedir. Hazar ötesi Türkleri bu
136
biçimdeki çalgıya “Gıjek” adını vermek
tedir.
Kemanenin 3 ya da 4 tek teli vardır.
Teller D o4, Sol 4 Re5, Sol5, seslerine
akortlanır.
Kemane için notalar Sol açarı ile
Gümüş Kemer (Samsun Müzesi)
yazılır. Sesler yazıldığında bir tam dört
lü yukarıdan duyulur. örgü, yün dokuma, meşin ve metal ke
KEMENÇE, Keman biçiminde telli merler taktıklarını, Uygur giyiminde bu
saz. Karadut, limon, ceviz, pelesenk gi nun yaygın olduğunu tarîhî kaynaklar
bi ağaçlardan yapılan, şişkince ve yayık dan, bu arada Kaşgarlı Mahmud’un
gövdesinin üzeri düz müzik aleti. Göğsü “Divân-ı Lügat’üt Türk” adlı eserinden
selvi ağacından yapılırsa yumuşak, çam öğreniyoruz. Anadolu Selçukluları devri
dan yapılırsa gür ve tok bir ses çıkarır. minyatürlerinde (mesela; Topkapı Sara
Göğüs üzerindeki delikler sesi dışarı ve yı Müzesi’nde bulunan Selçuklu Varka
rir. 15 santim uzunluğundaki kısa sapı ve Gülşah adlı hikâye kitabının minya
üzerinde tel sayısına göre burguları (ku türlerinde), ayrıca Selçuklu devri Kubâd-
lakları) fildişi, kemik, abanoz veya sert
ağaçlardan yapılır. Kemençenin alt yü
zü ile gövdenin iç yüzü arasında “can di
reği” adı verilen bir tahta bulunur. Tel
leri gümüş sarılı bağırsak veya krome
çeliktendir. 60 santim boyundaki yayı,
abanoz veya gül ağacından yapılır. As
ya Türkleri ile Anadolu’ya geçmiş, Ana
dolu’da bölgelere göre özellik kazanmış
tır. Doğu Karadeniz Bölgesi’nde kullanı
lan ve halk oyunlarına eşlik eden ke-
mençelerde gövde düz, sesi tizdir. Orta
çağ Avrupa halk yaylı çalgıları arasında
da kemençeye benzer telli ve yaylı saz
lar bulunur.
KEMER, Kumaş, deri ve metalden
yapılan ve bele dolanan kuşak. Ön ta
rafta iki ucu bir tokayla bağlanır. İlk
çağlardan beri bilinmektedir. Eski Mısır, Kemerli bir giyim
137
dokunanlara “müzehhep kemha”, gü
müşlülerine “simli kemha” denir. Kem
ha çeşitli ülkelerde dokunduğu gibi İs
tanbul ve Bursa’da dokunanları çok ün
lüdür. Avrupa’dan getirilenlere “kem-
ha-i frengi” denmiştir. Desenlerine ve
renklerine göre, dürenk (iki renk), yek-
renk (tek renk) kemha, “nakışlı ve çiçek
li kemha” gibi adlar alır.
Kemer Tokası KEPÇE, Sofra takımları arasında,
yemek karıştırma ve~dağıtmada kullanı
lan ağaçtan veya madenden yapılma
uzun saplı büyük kaşık. Sıcağa dayanık
lı sert ağaçlardan tek parça olarak oyu
lanlarına tahta kepçe denir. Demir veya
bakırdan yapılanların sapları çoğu za
man oyma ve kazımalarla süslüdür. Mü
zelerin mutfak eşyaları bölümünde seç
olarak 3 bölümdür: a) Örgü veya kumaş
kin ve değişik örneklerle yer alır.
kemerler. Bu kemerler yün veya pamuk
KEPENEK, Daha çok çobanların
ipliğinden, ipekten elle örülür. Ayrıca
soğuktan korunmak için giydiği, keçe
kalın kumaşlardan yapılanlarına “ku
den yapma, dikişsiz, kolsuz, önü yırt
şak” denir, b) Madenî kemerler. Altın,
maçlı, uzun etekli üstlük. Kepeneklerin
gümüş, pirinç, bakır gibi levha haline
göğsü üzerine renkli yünlerden kaba de
getirilmiş madenlerden, bir bütün veya
senler işlenir. Çoğu beyazdır. Gök, si
parça parça yapılarak birbirine bağlan
yah, gri yünlerden yapılanları da vardır.
tılı yapılan kemerler. Altın kakma, ka
KEREVET, Ağaçtan yapılan, üzeri
bartma, gümüş savatlı, değerli taşlarla ne şilte ve minder serilerek oturulan,
süslü, kafesi oymalı, ajurlu olanları var yatılan karyola, seki veya sedir. Çok sı
dır. İnce tellere şekiller verilmesiyle cak olan Asya ve Arap ülkelerinde daha
meydana gelen “telkârî” işçilikte kemer yaygındır. Kerevetlerin ağaç oyma, fildi
ler de bu gruba girer, c) Meşin kemer şi ve sedef kakma, çok süslü olanları gö
ler: Çeşitli hayvan derilerinden yapılan rülmüştür. Evlerde taştan veya kerpiç
kemerler, dağlama işçiliğiyle süslendiği dolgularla yüksekçe yapılan sedire ben
gibi, değerli taşlarla da süslenir. Türk zer kerevetlere “mastaba” denmiştir.
kemer örnekleri müzelerde sergilendiği KESE, Para, saat, mühür, tütün gi
gibi giyim-kuşamlarda kullanıldığı haliy bi çeşitli eşyaların içinde korunduğu, ör
le görmek mümkündür. me ibrişimden, boncuktan, deriden ve
KEMHA, İpekle dokunan, yüzeyi kumaştan yapılma, ağzı büzmeli, küçük
hafif tüylü, kalınca kumaş. Elbiselik ve torba. Keseler, kullanılan eşyaya göre
döşemelik olarak kullanılır. Altınla isim alır. Para kesesi, mühür kesesi gibi.
138
Keselerin ibrişim ve iğne ile örülmüş yazısı oyulan kâğıdın altına başka renk
olanlarına “iğne keseleri”, pamuk ipliği, te bir kâğıt yerleştirmek tekniği ile yapı
sırma ve tığ ile örülenlerine “tığ kesele lan kesme yazılarla levhalar yapılmıştır.
ri”, kaim ip ve şişle örülenlerine de “şiş Bu tür yazılar müzelerin hat koleksi
keseleri” denir. Kadife, atlas, çuha gibi yonları arasında görülebilir.
kumaşlardan biçilerek dikilen keselere KEŞKÜL, Dervişlerin omuzlarına
“Dival keseler”, ayrıca sırma kordonlar astıkları hindistancevizi kabuğundan,
la yapılanlara da “Fermene işi keseler” sert ağaçlardan veya madenden yapılan
denmiştir. Dival keselerin bir veya iki kayık biçiminde kap. Dervişler 20-30
yüzü sırma, tırtıl, pul, inci va taşlarla cm. uzunluğundaki keşkülü, yiyecek
süslenir. Örme keselerde, ayrı renk ip toplama için kullanmışlardır, iki sivri
liklerle çiçek, dal, gül gibi motifler, kuş ucuna ince bir zincir bağlıdır. Çoğunun
figürleri, zikzaklar işlenir. Keselerin üzeri motiflerle, yazılarla süslüdür. Et
ağızlarını büzmeye yarayan kaytanın iki nografya müzelerinin tekke eşyaları
ucunda birer püskül ya da saçak vardır. arasında çeşitli örnekleriyle yer alır.
Bir ipliğe dizilen renkli, küçük boncuk KIBLENÜMA, Kıbleyi (Kâbe yö
larla örülen ve boncuk renklerine göre nünü) gösteren bir çeşit pusula. İslâm
motiflenen ajurlu keselere de sık sık ülkelerinde cami ve mescit yaparken,
rastlanır. Keseler Türk elişi sanatının il mihrabın konacağı yön, çoğu zaman
gi çekici malzemeleri arasında önemli kıblenüma ile belirlenir. Aynı zamanda
bir yer alır. Örnekleri etnografya müze seyahat eden Müslümanlar, kıblenüma
lerinde, özel koleksiyonlarda vardır. ile yönünü tayin eder, bu yönde nama
za dururlar. Kıblenümalar değerli taşlar
la süslü olarak da yapılır. Abanoz, fildi
şi, altın ve gümüşleri vardır.
KILIÇ, Bele asılarak taşınan, kabza
lı ve siperli (balçaklı) genellikle çelikten
kesici silâh. Madenin, özellikle demirin
keşfinden sonra, hemen bütün kavim-
lerce yapılmış ve kullanılmıştır. Kılıcın
elle tutulan bir kabzası vardır. Kabza ile
Kese
(Türkiye İş Bankası
kılıç sırtının arasındaki kılıç siperi, karşı
Koleksiyonu) dan gelen darbelerde eli koruyacak ve
darbelerin yönünü değiştirecek biçimde
yapılmıştır. Kılıç gövdesi (namlusu) bir
KESME YAZI, Eski Türk hattatları yüzü veya iki yüzü keskin, hafif eğri ve
nın kâğıdı kesip oymak suretiyle yazdık ya düz, ucu sivri, bazen olukludur. Kılıç
ları yazılara “kesme” veya “mukatta” namlusu, kabza siperine kadar madenî
yazı denir. Bir kâğıt üzerindeki yazıyı veya ahşap bir kına sokularak korunur.
kalemtıraşla kesip çıkararak başka renk Kının kabza siperine yakın bölümünde
li bir kâğıt üzerine yapıştırmak veya ki halka ve bağlarla kılıç bele asılır.
139
Uzun veya kısa, hafif ya da ağır, eğri ve aydınlatılır. Mevlevilerin de 18 budaklı
ya düz, çift ve tek ağızlı gibi çeşitli ör şamdanları vardır.
nekleri vardır. Her kavim kendine göre KISTI, Anadolu’da kadınların bo
bir kılıç kullanmıştır. Kralların, sultanla yunlarına taktıkları bir çeşit gerdanlık.
rın, emirlerin, yüksek dereceli komutan Genellikle şerit ve kumaş üzerine dikile
ların, devlet adamlarının kılıçları bir sa rek dizilen, ejder başlı, yassı ve yuvar
nat eseri niteliğinde süslü yapılmıştır. lak, bazen telkârî gümüş plâkalardan
oluşur. Bu plâkalara küçük halkalarla
sallantılar tutturulur. Sallantıların ucuna
Kılıç, Kın ue Kabzası. mercan veya boncukların bağlandığı,
Osmanlı XVII. yy. ortasında telkârî rozet ve onun da ucun
(Ingolstadt Askeri Müzesi) da armut biçiminde sallantının yer aldı
ğı görülür. Kıstı, iki ucundaki kaytan ve
ya süslemeli zincirle boyna bağlanır. İs
tanbul Türk ve İslâm Eserleri Müzesi ile
Ankara Etnografya Müzesi’nde, başka
müzeler ve koleksiyonlarda örnekleri
bulunmaktadır.
KİBELE (KYBELE), Anadolu’nun
eski uygarlıklarında (Friglerde) Ana
Tanrıça (Tanrıların anası). Ayrıca, yük
Tunç, kemik, boynuz, fildişi, altın, gü sek tepelerde, ıssız yerlerde, dağlar ve
müşten kartal, ejder, aslan başı kabzalar ormanlarda koruyucu bir Tabiat Tanrı
vardır. Osmanlı padişahlarının kılıçları, çası. Kibele kültü, Yunan ve Roma kül
devrin ünlü kılıç ustaları tarafından ya türünü de etkilemiş, çeşitli adlarda yay
pılmış ve süslenmiştir. Kabzalar çoğun gınlaşmıştır. Ankara Anadolu Medeni
lukla sedef kaplama ve altın süslemedir. yetleri Müzesi, İstanbul ve İzmir arke
Kılıç namluları içe doğru eğik, iyi su ve oloji müzeleri ve öteki müzelerde, Avru
rilmiş çelikten, oldukça hafif yapılmış, pa’nın çeşitli müzelerinde değişik figür
üzerine altın kakma yazılar yazılmıştır. lerle Kybele heykelleri yer alır.
Kınları değerli taşlarla süslüdür. İstanbul KİLİM, Çözgü ipi argaç, renkli yüz
Topkapı Sarayı Silâh Koleksiyonu ile ipi arışla, iki iplik sistemine göre, el tez
Askerî Müze’de, çeşitli devirlere ait tari gâhlarında dokunan düğümsüz, düz
hî kılıçlar sergilendiği gibi başka müze yaygı. Kilimin Türk sanatına Selçuklular
lerde, eski eser koleksiyonlarında da sa yolu ile Asya Türkistan’ından geldiği,
natlı kılıç örnekleri görülür. göçebe Türkmen ve Yürükler tarafın
KIRKBUDAK, Bektaşî tekkelerin dan bir el sanatı olarak geliştirildiği bi
de erenler meydanına konan kırk kollu linmektedir. Bugün elimizdeki en eski
bronz şamdan. Her yıl Muharrem ayı örnekler, XV. yüzyıla kadar ulaşmakta
nın onunda ve Nevruz gecelerinde kırk dır. Konya Mevlâna Müzesi’ndeki ma
mum yakılarak erenler meydanı dalyon çiçek dolgulu, mavi-beyaz ve
140
lâcivert renkli kilim parçası (XV. yüzyıl hayvan figürleri ve sembolik motifler
sonu), Divriği Ulu Camii ile Kütahya Hi- kullanılmıştır. Bölgelere göre kilimlerde
sarbeyoğlu Camii’nde bulunan karanfil ki motiflerin değişik adları vardır. Haya
motifli kilimler (XVI.-XVII. yüzyıllar) bu tın sürekliliğini temsil eden hayat ağacı,
örneklerin en eskileridir. Daha önceki gücün ve egemenliğin ifadesi stilize çift
devirlere ait kilimler zaman içinde eski başlı kartal, sağlık ve mutluluk işareti yı
yerek kaybolmuşlardır. Türk müzeleri lan, kötülüklerden koruyucu ejder, bo
ve özel koleksiyonlardaki kilimlerin ta yun ve obanın ongunu olan stilize hay
mamı XVII. yüzyıldan sonradır. XIX. van figürleri kilim motifleri arasında yer
alır.
KİLİT, Kapı, dolap, sandık, çekme
ce gibi eşyaları kapamaya ve istenildiği
zaman anahtarı ile açmaya yarayan ma
denî veya ahşap mekanizma. Kale kapı
sı kilitlerinden küçük bir çekmece veya
kutuya kadar çeşitli boyda ve biçimde
örnekleri vardır. Kapı kanadı veya ka
pağa yuva açılarak yerleştirilen kilitlere
gömme kilit, kapıların arkasındaki kilit
mekanizmasındaki kilit dilinin elle sürü
lenlerine sürme kilit, doğrudan iki ka
pak ve kanattaki halkaları birbirine bağ
layan kilitlere asma kilit, kiliti ancak kul
lananın bildiği kilite gizli kilit denir. Ana
Kilim (Özel Koleksiyon)
dolu’da İlkçağlardan beri kullanılan kilit
ler önce sürme olarak yapılmış, daha
yüzyıl sonuna kadar (1880), Anado sonra madenî asma kilitler kullanılmış
lu’da dokunan bütün kilimlerin ipleri bit tır. Selçuklu ve Osmanlılarda gömme ve
kisel boyalarla renklendirilmiştir. asma kilitler bir sanat haline gelmiş, ki
1880’den sonra Türkiye’ye anilin boya lit mekanizmasının bulunduğu hazne
ların girmesiyle, kilim renklerinde bitki (gövde), altın, gümüş kakma yazı ve
sel boya kullanımı azalmıştır. Kilimler, motiflerle süslenmiştir. Topkapı Sarayı
mihraplı ve mihrapsız olarak iki grupta Müzesi ile Türk ve İslâm Eserleri Müze
toplanabilir. Mihraplı kilimler birkaç kat si’nde Türk asma kilitlerinin seçkin ör
ve iç içe mihraplı da olabilir. Bunlar da nekleri bulunmaktadır. Müzelerdeki ma
ha çok cami sergileri ve seccade olarak denî eserler arasında, anahtarları ile bir
dokunmuştur. Mihrapsız kilimler değişik likte, Anadolu kilit işçiliğinin seçkin ör
kompozisyonlar içinde, renkleri ve de nekleri yer alır.
senleri ile bölge bölge ayrılır. Kilimlerde KİRKİT, Halı dokurken düğüm ve
bitkisel, geometrik, boylara ait damga atkıyı sıkıştırmada kullanılan saplı el ta
lar, dinî inançlara bağlı motifler, stilize rağı. Genellikle demirden yapılırsa da
141
şimşir, ceviz gibi sert ağaçlardan yapı sonunda Avrupa’da orkestralara giren
lanları da vardır. klarnet, XIX. yüzyıl sonlarında Türk
KİRMAN, Yün, tiftik, kıl eğirmeye müziğine de girmiş, hatta zurna gibi da
ve sarmaya yarayan ağaç çatmalı iğ. vula da eşlik etmiştir.
15-20 santim boyunda, 3-4 santim KOKU KABI- KOKU ŞİŞELERİ,
eninde ağaç iki levha haç şeklinde birbi İnsanlar, İlkçağlardan beri güzel kokula
rine geçtikten sonra ortasındaki deliğe rı sevmiş, kendilerinin de güzel kokma
iğ, dikey olarak geçirilir. İğin üzerinden sı için, bitki ve çiçek özlerinden, meyve
geçen iplik bir elde tutularak kirmanın ve köklerinden veya hayvani maddeler
yatay kanatları hızla elle çevrilir. Böyle- den (amber, misk gibi) elde ettikleri gü
ce dönen iğ, ipliğin önündeki yün toma zel kokuları sürünmüşlerdir. Katı ve sıvı
rını bükerek sarar. İplik uzadıkça kir kokulu maddelerin toplandığı kaplara
man gövdesini yumak olarak doldurur. koku kabı, koku şişesi denir. İlkçağlarda
Bir el sanatı olan kirman, bugün Ana koku kapları genellikle seramikten ve
dolu köylerinde çokça kullanılır. camdan yapıldığı halde, daha sonraları
KİTABE, Cami, mescit, medrese, ağaçtan, madenden, fildişinden, porse
kale, türbe, kervansaray, han, hamam lenden koku kaplarının yapıldığı, kapla
gibi bir mimarî yapının kapısı üzerine rın süslendiği bilinir. Koku şişelerine ge
veya uygun bir yerine yerleştirilen, üze lince, bunlar İlkçağlarda (Anadolu’da
ri kabartma yazılı taş levha. Kitabelerde, Yunan, Roma, Bizans devirlerinde) ge
genellikle yapının kim tarafından hangi nellikle serbest üfleme cam şişeler ola
tarihte yaptırıldığı, mensur veya man rak yaygındır. Bu devir koku şişeleri, 6-
zum ifadelerle belirtilir, çoğunlukla mer 15 santim boyunda renkli seramik, oval
merdir. Pek çok kitabeler tarih ve hat veya konik gövdeli, boyunları çoğunluk
sanatı yönünden büyük değer taşır. la profillidir. Dibi iğ şeklinde bol renkli
Çerçeveleri desenli olanları, yazıları yal ve ebru desenli olanları görülür. Aynı bi
dızla süslenenleri vardır. İstanbul Top- çimlerde pişmiş topraktan koku şişeleri
kapı Sarayı, Türk ve İslâm Eserleri ve de vardır. Türk sanatında koku kapları
vakıf müzeleri ile Anadolu’daki çeşitli ve koku şişeleri camdan, seramikten ve^
müzelerde, mimarî yapılardan alınma ya altın, gümüş gibi değerli madenler
veya arta kalan kitabelerle ayrı seksi den yapılarak süslenmiş, XIX. yüzyıl
yonlar düzenlenmiştir. Beykoz cam işleri arasında opalin koku
KLARNET, Nefesli müzik aleti. Bo şişeleri çok tanınmıştır. Beykoz’da, fıçı,
ru biçiminde, üzeri deliklidir. Ucunda, kuş şeklinde koku şişeleri yapılmıştır.
üfleyenin nefesini titreşimlerle ses hali Türkiye’de arkeoloji müzelerinin çoğun
ne getiren bir dil vardır. Son ucuna, se da, Prehistorik devirlerde Bizans döne
si dağıtan huni biçiminde bir aygıt yer mine kadar koku kapları ve ve şişeleri
leştirilmiştir. Gövdesinin yumuşak me nin bol örnekleri yer almaktadır. Os-
kanizması dolayısıyla sesi tiz ve güçlü- manlı devrine ait koku kabı ve şişeleri,
dür. Metal mekanizma, altın kaplama, başta Topkapı Sarayı Müzesi olmak
gümüş, nikel olanları vardır. XVII. yüzyıl üzere, İstanbul müzelerinde ve daha
142
başka müzelerde, özel koleksiyonlarda dükleri, baronları büyük paralar harca
görülmektedir. yarak, özellikle tanınmış ressamların
KOLAN, Yün ipinden, 6-10 cm. tablolarından, geçmiş devir sanat eser
eninde, üzeri desenli şerit bağ. El tez lerinden büyük koleksiyonlar yaparak
gâhlarında, çarpanada dokunan kolan saraylarını süslemişlerdir. Türklerde ko
lar koşum takımlarında, çuvallarda, top leksiyon merakı, özellikle Osmanlı dev
rak evlerin çatmasında kullanılır. Doku rinin yükseliş dönemlerinde başlamış,
nurken, renkli iplerle kilime benzer bi sanat eserlerine hayran olan Fatih Sul
çimde desenlerle süslenir. tan Mehmed, daha sonra Yavuz Sultan
K O LÇA K , Kolların kirlenmesini Selim ve Kanunî Sultan Süleyman çeşit
önlemek üzere bilekten dirseğe kadar li koleksiyonlar yapmışlardır. Bugün
kola geçirilen ve kumaştan dikilen kol Topkapı Sarayı’nda yer alan Çin porse
luk. Ayrıca savaşlarda kola takılan ma lenleri koleksiyonunun Kanunî’nin bu
denî zırha da kolçak denir. Kadınların merakının eseri olduğu söylenir. Son
kollarına taktıkları kolçakların bilek kıs devir Osmanlı padişahlarının da çeşitli
mı büzgülü, dirsek kısmı püskül bağlıdır. türlerde koleksiyon yapma meraklarının
Ayrı kumaştan dikilerek giyime renk ve bulunduğu bilinir. İlk Türk müzesi de
güzellik katar. Tophane-i Amire Müşiri Ahmet Fethi
KOLEKSÎYON-KOLEKSİYON- Paşa’nm 1846 yılında eski silâhları top
CULUK, Bilgi, zevk ve merakla, aynı layarak İstanbul’da Aya İrini Kilise
türden eşyaların derlenerek bir araya sinde depolama ve sergilemesiyle baş
getirilmesine “koleksiyon” bu işi yapan lamıştır. Bugün de pek çok eski eser
lara da “koleksiyoncu” denir. Eski eser meraklısı, belirli konu ve türlerde kolek
koleksiyonu denince geçmiş devirlere siyonlar meydana getirmektedir. Şunu
veya geçmişin bir dönemine ait, bu dö da kabul etmek lâzım gelir ki, bu fayda
nemde yaşamış insanların kültür ve sa lı, amatörce zevk olmasaydı, birçok es
nat eserlerinin, yahut bu eserlerden bir ki eser kaybolup gidecek, müzeler bir
türünün derlenerek bir araya getirildiği, çok sanat eserinden mahrum olacaktı.
tasnif edildiği eser grubu anlaşılır. He Türkiye’deki tanınmış eski eser koleksi
men her eşyanın koleksiyonu yapılırsa yoncuları bir ömür boyu titizlikle derle
da, biz burada eski eser nitelikli koleksi dikleri eserlerini müzelere mal etmişler
yonlardan söz etmekteyiz. İnsanoğlu dir. Kimi koleksiyoncular da biriktirdik
nun koleksiyon merakı, aynı veya ben leri eserleriyle özel müzeler kurmuşlar
zer cinsten eşyaları toplama özentisi, dır. İstanbul’da Sadberk Hanım, Kenan
İlkçağlardan beri vardır. Roma’nın zen Özbel, Sakıp Sabancı, Konya’da Koyu-
gin aileleri, Ortaçağın Avrupa burjuvazi noğlu Müzesi bunlar arasındadır.
si sanat eserlerinden koleksiyon yapma K O M O D (KOMODİN), Genellikle
merakından kendilerini alamamışlardır. yatak odalarına yerleştirilen ayaklı çek
Rönesansla birlikte başlayan eskiye dö mece. 18. yüzyıl Avrupa (özellikle Fran
nüş, eski eserlere karşı derin hayranlık sa) mobilyaları arasında çok moda olan
ve merak uyandırmış, Avrupa kralları, komodinler, maun kaplama, aplike
143
bronzlarla süslü olarak yapılmıştır. 16. halı merkezlerinden biri olarak tanın
Louis Stili komodlara antika mağazala mış, bunun yanında, Konya’ya 8 km.
rında, müzelerde çok rastlanır. kuzeyde Sille, onun az ötesinde Başara
KONSOL, Üzerine; ayna, vazo, ve Keçi Muhsine köylerinde dokunan
heykel, saksı, saat gibi eşyalar konabi- halılar geleneksel Konya halıcılığını gü
len, duvara dayalı, çekmeceli yüksek nümüze kadar yaşatmışlardır. Ayrıca
dolap. XVIII. yüzyıl Avrupa mobilyası Karaman’da Kızıllar, Çumra’da Kavak
arasında ahşap konsollar kullanmak ve Saray köylerinde, Karapınar ve Ak
moda olmuştur. Konsol kullanma mo şehir ilçe merkezlerinde bölgesel halıcı
dası, XIX. yüzyıl sonlarına doğru Türki lık çok ileri gitmiştir. Obruk kasabası ki
ye’ye girmiş, ahşap üzerine alçı kabart limleri (Bak: Obruk Kilimleri) çok tanın
ma ve yaldızlarla süslü konsollar saray mıştır. Konya’da halıcılığı özendirmek
ve konaklarda kullanılmıştır.
KONYA HALILARI, Konya’da ha
lıcılığın tarihi Anadolu Selçukluları ile
başlar. Dünya medeniyetine Türklerin rfvS1i
bir armağanı olan halı, ilk örneklerini, yâr«3!
M.Ö. IV-III. yüzyıllarda Orta Asya Türk
bölgesi olan Altay eteklerindeki Pazı-
Ub.w|
rık’ta verdikten sonra, Türklerin elinde |
gelişmiş, Büyük Selçuklular yolu ile L-İ»[.-IjjSV
■V-V.-/“-•
Anadolu’ya gelmiş, Anadolu Selçuklula
rı devrinde başşehir Konya, Selçuklu
halıcılığının merkezi olmuştur. Selçuklu **> = ££■ .
IÎÎ jJ Î .Ip L » 1
144
boynuzdan yapılmış üflemeli boru. Fildi K Ö K BOYA, Çeşitli bitkilerin kök,
şinden süslemeli olarak yapılanları da gövde, yaprak, çiçek ve meyvelerinden
vardır. Genellikle boğa boynuzundan elde edilen ve halı, kilim, kumaş doku
yapılan kornolar üflendiği zaman tiz bir macılığında kullanılan boya. Uzun yıllar
ses verir, bu ses çok uzaklardan duyu solmayan, güneş, sıcak, soğuk ve rutu
lur. Kornoların gümüş, pirinç gibi ma betten etkilenmeyen, yıkandığında renk
deni çemberlerle süslenenlerine antika vermeyen bu boyalar, Anadolu dokuma
cılarda rastlanır. işçiliğinde çok kullanılmış ve tercih edil
KOSTA CAMI, İsveç’te Kosta cam miştir. Çoğu “boyalık” denen tarlalarda
fabriklarında üretilen sürahi, bardak, özel yetiştirilen bu bitkilerden kaynatıla
kandil, kadeh gibi cam eşyalar. 18. yüz rak sağlanan bu boyalar, elde edildiği
yılda Bohemya’dan İsveç’e göç eden bölgelere göre değişiklik gösterir. Genel
cam ustalarının kurduğu bu fabrikalar, olarak, kızılçam kabuğu ve fındık yapra
gerek biçim, gerekse kendine özgü üfle ğından kırmızı, katırtırnağı, susam, süt-
me ve kesme teknikleriyle günümüze leğen ve safrandan sarı, mazı, karame-
kadar şöhretini sürdürmüşlerdir. şe kökü, ceviz yaprağı ve meyvelerin
K O ŞA NAĞARA, Ağızları deri den kahverengi, yabanî naneden yeşil,
kaplı, birbirine bağlı farklı büyüklükte iki
çömlekten oluşan bir çalgıdır. Gövde
kilden olabileceği gibi ceviz ya da dut
ağacından da olabilir. Gövdenin yük
sekliği yaklaşık 30 cm’dir. Küçük göv
denin çapı 11-14 cm. büyüğün ise 24-
28 cm’dir. Gövdenin yüzüne keçi derisi
gerilir. Koşa nağara 35 cm. uzunluğun
da çubuklarla çalınır. Gövdeler farklı
çaplarda oldukları için küçük olandan
daha tiz ve yüksek ses çıkar.
KOŞUM TAKIMI, Koşum takımı,
genellikle araba, kağnı, saban, pulluk,
kızak gibi araçlara koşulan hayvanlar
için gerekli malzemeler anlamına gel Hint bitkisi kökünden mavi, sumaktan
mekle birlikte, bir binek atının üzerinde siyah boya elde edilmiştir. Her bölge,
bulunan gem, üzengi, kuskun, eğer, gö yılların verdiği deneyimlere göre bitki
ğüslük, cebire, dizgin gibi deriden, süslü lerden boya çıkarmıştır.
olarak yapılan malzemenin adıdır. Sa KÖRÜK , Ateşe hava gönderen, de
raçlık gibi bir meslek dalının elinde Türk riden yapılan alet. Kullanıldığı işe göre
koşum takımları bir sanat olarak geliş örnekleri değişiktir. En yaygını, iki tah
miş, deri üzerine madenî süsler yerleşti ta arasında katlanmış deri olanıdır. Ar
rilmiştir. kasına açılır-kapanır bir hava deliği,
145
ucunda havayı ateşe üfleyen madenî Yunan ve Roma sanatında çeşitli örnek
borusu vardır. Evlerde ocak, mangal ve leri yapılmış, bunlardan bazıları günü
sobalar için kullanılan el körükleri, kap müze kadar gelmiştir. İstanbul, İzmir,
lumbağa biçiminde yapılmış ve ahşap Bodrum arkeoloji müzelerinde ve daha
gövdesi oyma ve kabartmalarla süslen 'başka müzelerde örnekleri görülür.
miştir. KRİSTAL, Çok temiz ve saydam,
K Ö S, Savaşlarda, geçit alanlarında, vurulduğu zaman kendine özgü ses çı
deve, at, katır ve araba üzerinde taşı karan, bileşiminde kurşun, gümüş ve
nan, yere konabilen tek yüzlü büyük da potasyum slikat bulunan cam. Kristal
vul. Mehter müziğinde kullanılan kösle işi, Bohemya’da, İsveç’te, Hollanda’da
rin, gövdeleri bakırdan, konik biçiminde Çek Cumhuriyeti’nde çok ileridir. Kris
yapılarak üzerine deri çekilmiştir. Yüze tal eşya, camda olduğu gibi, toplama,
yi deve ve manda derisindendir. Çift üfleme ve kalıplama metotlarından bi
olarak kullanılır. Ağaçtan, topuzlu iki riyle biçim alır. Elde edilen parça, çelik
tokmakla vurulur. Tokmak sapı ve kab çarklarla yontulur, pürüzleri alınır, son
zası deri ve kumaş kaplıdır. İstanbul As ra ağaç veya mantar taşlama taşında
kerî Müze’de ve başka müzelerde tarihî parlatılır. Veya kum ve zımpara taşıyla
kösler yer alır. oyulur. Kristalden vazolar, çanaklar,
KÖSELE, Sığır ve manda ham de tepsiler, şamdanlar, avizeler, kadehler,
rilerinin atölyelerde işlenmesi ile elde bardaklar v.s. yapılır.
edilen sert ve doğal renkte deri. Sabun KUBÂD-ÂBÂD ÇİNİLERİ, Ana
lu, kayışlı, kromlu gibi çeşitleri vardır. dolu Selçuklu Devleti’nin ünlü sultanı
Köseleden çanta, kemer, cüzdan, bile Alâaddin Keykubad (1219-1237) devle
zik, kolye gibi kadın süs takıları, silâh kı tin başşehri Konya’daki köşkünden son
lıfı, cilt kapağı, çeşitli ev aksesuarları ra, Beyşehir Gölü’nün batı sahilinde,
(yastık, pano, kalemlik, fotoğraf çerçe doğa güzellikleriyle bezeli, Hoyran (Göl-
vesi) yapılır. kaya) Köyü yakınında kendisi ve veziri
KÖSTEK, Eskiden bele bağlanan için yazlık iki saray yaptırmış, bu saray
kuşak ve meşin silâhlıklara, son yıllarda lara “Kubâd-âbâd” adı verilmiştir. Bir
da yelek düğmelerine bağlanan, ucunda çok tarihi olayın geçtiği Kubâd-âbâd sa
saat, anahtar asılı altın ve gümüş zincir. rayları Selçuklu Devleti’nin çöküşünden
Kösteğe, başka takılar da iliştirilerek gö sonra terk edilmiş, saray yıkılmaya yüz
rüntüsü zenginleştirilir. Kılıcın bele bağ tutmuş, harabe haline gelmiş, hatta adı
landığı kordona da köstek denir. ve yeri dahi unutulmuştur. Saray yerin
KRATER, Eski çağlarda genellikle de, önce 1949 yılında Zeki Oral, daha
pişmiş topraktan yapılan, geniş ağızlı ve sonra 1965 yılında Mehmet Önder baş
iki kulplu kap. Bronz ve gümüşten yapı kanlığındaki heyetler tarafından kazılar
lanları da vardır. Üzeri boyama ve ka yapılmış, Sultan Sarayı’nın iç duvarları
bartma desenlerle süslenir. Kraterler, su nı süsleyen bir kısmı “insitü” durumun
ile karıştırılmış şarap kabı olarak kulla da çiniler bulunmuş, bu çinilerden bir
nılmıştır. Eski Ege uygarlıklarında, bölümü Konya Karatay Medresesi Çini
Eserler Müzesi’nde sergilenmiştir. Türk figürler çizilmiş, ayrıca beyitler ve seç
Sanat Tarihi’nde “Kubâd-âbâd çinileri” me sözler yazılı levhalar, çiçek ve kıvrım
adıyla tanınan bu çinilerin en önemi dal desenleri, bej, mavi, siyah, lâcivert,
özelliği, sekiz köşeli yıldız ve kare biçi sarı, pembe, firuze renklerle zengin bir
minde çini levhalar üzerine, o güne ka süsleme, kaynağı Orta Asya Türk sana
dar ancak Konya Selçuklu Köşkü çini tı ve kültürü olan bir mitoloji dünyası
buluntularında görülen insan ve hayvan meydana gelmiştir. Selçuklu sanatı fi
gürlü plâstiğine ve sanat anlayışına bü
yük katkıları olan Kubâd-âbâd çinileri,
Türk sanatı şaheserleri arasında yer alır.
KUBUR, İçerisine, kalem, kalemtı
raş, makta, kâğıt makası gibi yazı takımı
konan işlemeli kutulara “kubur” adı ve
rildiği gibi, savaşlarda kullanılan okların
sırtta ve belde taşman torbalarına da ku
bur denir. Ok kuburları tahtadan, meşin
kaplı, süslü torbalardır. Topkapı Sarayı
Müzesi’nde üzeri sırma işleme kubur ör
nekleri bulunmaktadır.
KUDUM, Mevlevî ve mehter müzi
ğinde kullanılan bir çift usûl vurma aleti.
Kubâd-âbâd Sarayı Çinileri Yarım küre şeklindeki bakır gövdesi
üzerine deri gerilmiş ve kös biçimi veril
resimlerinin yapılması, değişik ve zen miştir. Gövde ayrıca deri kaplıdır. Üze
gin kompozisyonlarla meydana çıkışı ol rindeki deriye değnekle vurularak tem
muştur. Firuze renkli dikdörtgen düz çi po tutulur. Kudüm çalanlara “kudüm-
ni levhaların bordür olarak kullanıldığı zen” adı verilir. Son yıllarda, klâsik Türk
geniş duvar panolarında, yıldız biçimli müzik aletleri arasında da kullanılmakta
çinilerin yan yana dizilişlerinde, firuze dır.
zemin üzerine siyah rumî motiflerle süs KÛFÎ YAZI, Küfe şehrinde geliştiği
lü haç’a benzer çiniler bağlantı olarak için “kûfi” adını alan Arap yazı çeşiti.
kullanılmıştır. Çini levhalar üzerine sıral- Arap yazısı, Sina’da yaşayan nabati ya
tı, sırüstü, lüster tekniği ile çoğu bağdaş zısından doğmuş, ilkin kûfi yazısı olarak
kurmuş durumda elinde kadeh, nar, ba gelişmiştir. İslâmiyetin ilk yıllarında par
lık tutan insan figürleri, harpi, simurg, şömen ve ağaç levhalara, kitabe olarak
sfenks gibi, mitolojik varlıklar, dragon taş plakalara, dik, kaim ve köşeli harf
(ejder)lar, bazılarının üzerinde “El-Sulta- lerle yazılan kûfi, daha sonra yatık harf
nî” yazılı çift başlı kartal veya doğanlar, lerle yazılan bir türü meydana çıkarmış
hayat ağacının sağ ve solunda yer alan tır. X. yüzyıla kadar yazılan Kûran-ı Ke
çift kuşlar, av köpekleri, balık, tavus, rim ve îslâmi metinler, önceleri noktasız
ayı, eşek, at, keçi, tavşan ve başka sonra noktalı olarak kûfiyle yazılmış,
147
KUKA, Tespih, ağızlık gibi eşyaları
yapmakta kullanılan hindistancevizi
ağacı kökü. Ayrıca “narçıl” ağacı kö
Kûfi Yazı ile künden de tespih, fincan, kâse yapıl
Besmele 1273 M.
mış, bunlara da kuka denilmiştir. Ger
(Ayasofya
Kütüphanesi)
çek kuka tespihler, elle oğuşturulunca
hafif bir koku verir.
KULA (HALI-SECCADE), Manisa
İli’he bağlı bir ilçe merkezi olan Kula,
XVI. yüzyıldan itibaren Anadolu’da ge
niş ölçüde yayılmaya başlayan Türk klâ
sik seccadelerinden birinin merkezi ol
muştur. Bu bölgede dokunan Gördes
seccadelerinin yanında Kula seccadeleri
ayrı bir özellik kazanmıştır. XVII. yüzyıl
da olgunluk dönemini yaşayan Kula
seccadelerinde üçgen biçiminde düz ve
ya basamaklı mihrap nişi daha sadedir.
Nişin üzerinde dikdörtgen bir kitabelik
görülür. Bordürler çeşitli ince şeritlerle
daha sonra yuvarlak harfle sülüs yazıya doldurulmuştur. Bunların sayısı 10’a ka
yerini bırakmışsa da kitabelerde, kitap dar çıkar. Sarı, mavi, kırmızı rengin çok
başlıklarında, levhalarda her zaman kul kullanıldığı Kula seccadelerinde mihrap
lanılmıştır. Süsleme arasında yer alan iki taraflıdır. Ortası birbiri üzerine bindi
kûfî dik çizgili harflerinin uçları ve harf rilmiş iri çiçek motifleriyle doldurulmuş
araları sitilize veya natürel çiçeklerle tur. Özellikle XVII. yüzyıl Kula seccade
doldurularak “çiçekli kûfi” meydana ge lerinden seçkin örneklere müzelerdeki
tirilmiş, harflerin uçları örgülü olarak halı koleksiyonları arasında geniş yer
süslenen ve boşlukları örgülerle doldu verilmiştir.
rulan kûfilere de “örgülü kûfi” denmiş KULAK TIKACI, İlkçağlarda kimi
tir. XII. ve XIII.yüzyıllarda Anadolu Sel ölülerin mezara konulduğu sırada kula
çuklu mimarisi taş ve çini süslemecili ğına sokulan, konik biçimli altın veya
ğinde bu tür kûfî çeşitini görmek müm gümüş tıkaç. Arkeolojik kazılarda
kündür. Türk hattatlarının kûfi yazı ile mezarlarda bulunan altın kulak tıkaçla
levhaları vardır. rından örnekler, İstanbul Arkeoloji Mü
KUH-I NUR, İngiliz kraliyet tacında zesi ve Ankara Anadolu Medeniyetleri
yer alan ünlü elmas. “Işık Dağı” anla Müzesi’nde sergilenmektedir.
mındadır. İlkin, Moğol hanlarına ait KUMAŞ (TÜRK KUMAŞLARI),
olan elmas, daha sonra Lahore hanları Dokuma sanatının Türklerde çok eski
nın eline geçmiş, buradan İngiltere’ye den beri var olduğu bilinmektedir. Orta
girmiştir. Ağırlığı 279 kırattır. Asya’da yapılan arkeolojik kazılarda bu
148
bir kumaşın çok tanındığını, Feridun
Bey Münşeatı’ndan okuyoruz. Anadolu
Selçuklularından XIV. ve XV. yüzyıllar
da Beylikler devrine ulaşan Türk kumaş
sanatı, XVI. yüzyılda büyük bir gelişme
göstermiş, Bursa, Üsküdar ve Bilecik’te
ipek ve ipek-pamuk ipliği karışımı çok
değerli kumaş ve kadifeler dokunmaya
başlanmıştır. Atlas, çatma, kemha, di
Çatma
Bursa
ba, kutni, canfes, seraser, serenk, sevaî,
Kumaşı zerbaft gibi adlar alan ve altmış çeşite
17. yy. ulaşan bu kumaşlarda ipek, pamuk, al
tın ve gümüş sırmalar kullanıldığı gibi,
arada Baykal Gölü kenarındaki Urga bazılarının desenleri de kabartma olarak
yakınlarında ve Noin Ula’daki eski yer dokunmuştur. Kumaşlar üzerinde tabiî
leşim bölgelerinde açılan höyüklerde, olarak lâle, karanfil, nar meyvesi ve çi
Asya Hunlarına ait (M.Ö. 100-M.S. çeği, servi, şebboy, sümbül çiçeği, koza
100) üzeri hayvan mücadele sahneleri lak, hatayî yaprak ve rumî örgüler, stili
ve süvari tasvirli ipek kumaş parçaları ze çintemani (çin bulutları) ve benek
bulunmuştur. Eski Türklerde kumaşların motifleri, göz alıcı bir düzenleme ile yer
yün ve pamuk ipliklerinden el tezgâhla
rında dokunduğunu, ipekli kumaşların
daha çok Çin’den getirildiğini Kaşgarlı
Mahmud “Divan-ı Lügat’üt-Türk” (C: I,
s. 348) adlı eserinde kaydetmektedir.
XI. yüzyılda Büyük Selçuklular devrinde
dokunmuş bir Türk ipeklisi bugün
Londra’daki Victoria and Albert Muse-
um’da bulunmaktadır. Yine Lyon’daki
Musées des Tıssus’da, kenarında Alâad-
din Keykubad’ın adı yazılı stilize aslan
motifleriyle süslü Anadolu Selçukluları
devrine ait bir kumaş parçası, ayrıca Al
Çatma kadife. Bursa. 17. yy.
manya’da Siegburg şehri kilisesi hazine
(Istanbul-Topkapı Sarayı Müzesi)
dairesinde çift başlı kartal motifli bir Sel
çuklu kumaşı yer almaktadır. Konya
Mevlâna Müzesi’nde Mevlâna’ya ait almıştır. Osmanlı sarayının himayesi ve
cübbe, hırka, entari gibi giyim eşyaları gözetiminde dokunan, Avrupa’ya dahi
nın Selçuklu devri Anadolu kumaşları ve ihraç edilen yüksek düzeydeki bu ku
dokumalarından biçildiği bir gerçektir. maşlardan ayrı olarak, Anadolu tezgâh
O devirde “dibay-ı rûmi” adında ipekli larında alaca, şal, sof, gezi, çuha, aba
149
gibi bezler ve dokumalar imâl edilmiştir. KUPA, Genellikle geniş ağızlı,
XVII. yüzyılda Türk kumaş işçiliği gelişe ayaklı, kadehe benzer içki kabı. Pişmiş
rek devam etmiş, XVIII. yüzyılda durak topraktan, altın ve gümüşten, porselen
lama dönemine girmiştir. XVIII. yüzyılın den, camdan yapılanları vardır. İlkçağ
ikinci yarısından sonra, Üsküdar’da, lardan beri çeşitli uygarlıklarda çok süs
Ayazma Camii civarında, Sultan Selim lü örnekleri görülür. Kralların, devlet
IH’ün emriyle yeni kumaş tezgâhları
açılmış, bu tezgâhlarda dokunan çözgü
ve atkısı ipek, boyuna yollu (çubuklu),
küçük çiçeklerle süslü, Selimî adlı iki ku
maş çok dokunmuştur. Altın ve gümüş
klaptanlarm da kullanıldığı bu kumaşlar,
XIX. yüzyıl ortalarına kadar devam et
miştir. 1843 yılında Hereke’de kurulan
ve ipekli kumaş dokuyan Kumaş Fabri- Kupa. 16. yy.
150
üzerinde dışa taşkın mahfaza kısmından alıcı tezhiplerle donatılır. Ayrıca,
oluşur. Gövde yüzeyi ve kapağı, sedef, Kuran’da durulacak veya secde edilecek
bağa, fildişi, altm-gümüş kakma, ahşap âyetlerin hizasına konulan ve her 3-4
oymalarla süslenmiş, kubbeli kapağı sayfada tekrarlanan, tezhipli, yuvarlak
üzerine âyetler yazılmıştır. XVI. yüzyıl motiflere “gül” denir. Bunlar vakıf, sec
dan itibaren cami ve mescitlerde, saray de, hizip, sûre ve cüz gülü olarak adlan
ve köşklerde görülmeye başlayan Kuran dırılır. Kuran’daki âyetleri ayırmak, du
mahfazaları birer sanat şaheseri niteli rakları belirlemek için yine yuvarlak ve
ğindedir. En güzel örnekleri İstanbul tezhipli küçük güller görülür. Bunlara da
Topkapı Sarayı, Türk ve Islâm Eserleri, “nokta” denir. Noktalar motif olarak
Ankara Etnografya müzelerinde sergi zengin bir çeşitlilik gösterir.
lenmektedir. KURAN YAZMALARI, İslâm dini
KURAN GÜLLERİ, İslâm tezhip, nin kutsal kitabı Kuran, Peygamber Hz.
yazı, cilt sanatının en seçkin örnekleri el Muhammed’e vahiy olarak indikten
yazması Kuran-ı Kerimlerde görülür. sonra, hafızların ezberindeki Kuran sû
Kuran’m baş sayfaları olan Fatiha ve releri, Halife Ebubekir zamanında hiçbir
Bakara sûrelerinin karşılıklı olarak yer kelimesi, hatta harfi değişmeden yazıya
aldığı “serlevha” sayfaları, sûre başları, dökülmüş, Halife Osman zamanında da
en sonda “zahriye” denen kitabesi göz bu 114 sûre, bir araya getirilerek ilk
151
Kuran, kitap halinde topluca meydana öğeler olarak görülür. Çanağı pürüzsüz
gelmiştir. Hz. Osman zamanında cey ve perdahlı olan kurnaların dış yüzeyle
lan derisi üzerine küfi hatla yazılan bü ri oyma ve kabartma işlemelidir. Os-
yük boydaki ilk Kuran nüshalarından bi manlı dönemi saray ve konaklarındaki
ri bugün Topkapı Sarayı Emânet-i Mu hamam ve oda çeşmelerinin kurnaları
kaddese Dairesi’nde bulunmaktadır. ls- birer sanat eseri olacak nitelikte süslü
lâmiyetin doğuşundan XIX. yüzyıl son dür.
larında başlayan baskılı nüshalarına ka KUŞAK, Kadın ve erkek giyiminde
dar, bütün Kuran’lar hattatlar tarafın bele bağlanan dokuma kumaş veya ör
dan elle yazılmıştır. En iyi cins aharlı kâ gü. Beli sıkmak, soğuktan korumak,
ğıtlara büyük bir titizlikle yazılan Kuran belde taşınan bazı araç ve gereçleri sak
sayfaları, “müzehhip” adı verilen sanat- lamak ve giyimi zenginleştirmek için
kârlarca altın yaldız ve desenlerle süs kullanılır. Erkek giyiminde kuşaklar iç
lenmiş, bundan sonra “mücellit”ler, Ku- ve dış kuşak olmak üzere iki türlüdür. İç
ran’ı ciltleyerek, cilt motifleriyle süsle kuşak elbisenin içine, belden başlayarak
mişlerdir. Hemen bütün Kuranlarda, göğüs altına kadar sarılan enli pamuk
Kuran’ın baştan iki sayfası ‘Fatihâ ve veya yün dokumadır. Dış kuşaklar, bele
Bakara sûresi başı) tezhiplidir. Sanatkâr ve elbisenin üzerine sarılır. Bu kuşaklar
bütün hünerini bu iki sayfada göstermiş çeşitli renklerde pamuklu, yünlü, ipekli
tir. Bundan sonra, sûre başlıkları ayrı kumaşlardan dokunur. Desenli, nakış iş
ayrı süslenmiş, âyet arasına gülbezekler, lemeli, düz olanları vardır. Beli sıkı ve
sayfa kenarlarındaki cetvelden sonraki dik tutan bu kuşaklara, çoğu zaman bı
boşluklara çiçekli madalyonlar, dolgular çak, kama, hançer, tabanca gibi silâh
yerleştirilmiştir. Padişahlar ve devlet lar, para, çakmak, tütün keseleri, ağız
adamları adına veya büyük camiler için lıklar, saat ve köstekleri yerleştirilir. Ge
vakıf olarak yazılan Kuran’lar, başlıbaşı- nellikle saçak ve püskülleri, kuşaktan
na birer sanat şaheseridir. Yazıldığı dev aşağıya sarkar. Trablus şal kuşaklar bir
rin yazı, tezhip, cilt özelliklerini taşır. ara çok yaygınlaşmıştır. Kadın kuşakla
Çoğu Kuranların sonunda hattatların rı, şalvar ve entari üzerine bağlanıc. Şal
adı ve yazıldığı tarihi belirten ifadeler varı bele bağlayan ve büzen kuşağa uç
(ketebe kaydı) bulunur. Bugün Türkiye kur, önlük, bağlarına dolama denir.
müzelerinde ve kütüphanelerinde tanın Cepkenin altından şalvar üzerinde kal
mış hattatların el yazıları ile tezhipli yüz çaya dökülen ipek veya şal kuşaklar ka
lerce Kuran nüshası bulunmaktadır. Ay dın giyimine ayrı bir güzellik verir. Ka
rıca evlerde ecdât yâdigârı, sanat değe dın kuşakları belden başka baş süsleme
ri yüksek Kuran’lar da bulunmaktadır. lerinde de kullanılır. Baş süsü kuşaklar
KURNA, Hamam ve çeşmelerde ensiz, fesin alt kenarını saran dolama
musluk altında bulunan ve su biriktir lardır. Dokurcan denilen, çoğu püskül
mek için kullanılan mermer taş tekne. lü, iki ucu arkaya sarkan çeşitleri vardır.
Anadolu’nun İlkçağlarından beri, kurna Baş kuşakları, üzerindeki motiflere göre
lar, su ve çeşme mimarisini bütünleyen adlandırılır.
KUTNİ, Pamuk ve ipek karışımı ip
liklerle dokunan bir kumaş çeşiti. Elbise
ve döşemelerde kullanılır. Çoğunlukla
fes renginde ve sarı çubukludur. Os-
manlılar devrinde Bursa ve İstanbul’da
dokunduğu gibi Hindistan’dan ve Avru
pa’dan getirilenleri de vardır.
KÜLAH, Eskiden erkeklerin giydiği
keçeden yapılan başlık. Giyenlere ve bi
çimlerine göre çeşitli adlar alır. Silindir
biçiminde yapılan Mevlevî külâhlanna
“sikke” denir. Sivri ve yassı olanları,
üzerine sarık (destar) sarılanları vardır.
Kündekâri ahşap kapı detayı
KÜLEK, Anadolu’da ormanlık böl
gelerde kullanılan ve içerisine süt, yo KÜLTEPE (KANİŞ) BULUNTU
ğurt, bal, yağ konan ağaç kova. Gerdel LARI, Kayseri’nin 20 km. kuzeydoğu
de denir. sunda, Karahüyük Köyü’nün güneyin
KUL KABI, İlkçağlarda ölülerin ya
deki Kültepe Hüyüğü’nde, 1894 yılın
kılarak küllerinin muhafaza edildiği, taş
dan beri yapılan arkeolojik kazılarda
tan oyma veya pişmiş topraktan yapıl
meydana çıkarılan pişmiş topraktan
ma, kapaklı kutu. Çoğu küçük bir lahit
tabletler, mühür baskıları, seramik kap
biçimindedir. Arkeoloji müzelerinde ör
lar, heykelcikler. Anadolu’da M.Ö.
nekleri görülür.
2700-2600 yıllarında başlayan Erken
KÜNDEKÂRİ, Özel olarak doğran
mış küçük ve düzgün tahta parçalarının Bronz Çağı’ndan Geç Roma Çağı’na
birbirine geçmesiyle yapılan minber, kadar iskân edilen bu hüyük, özellikle
kürsü, dolap, kapı ve pencere kanatları Asur Ticaret Kolonileri Çağı’nda Kaniş
gibi ahşap eşyada kullanılan işçilik. Karumu olarak tanınmış, bölgenin baş
Kündekâri işçilikte yapılan eşya, ge şehri olmuştur. Kazılarda bulunan çivi
ometrik ve arabesk süslemelere daha yazılı tabletler, Kaniş’in geçmişi ve eko
yatkındır. Türk ahşap sanatında çok nomik faaliyeti hakkında çok zengin bil
kullanılmıştır. giler vermiş, buluntuların büyük bir
153
bölümü Ankara Anadolu Medeniyetleri
Müzesi’ne getirilmiştir. Kültepe’deki ve
Kayseri’deki arkeoloji müzesinde de bu
luntu eserlerden bazıları sergilenmekte
dir.
KUP, Pişmiş topraktan yapılan ge
niş karınlı ve dibi sivri kap. Ağzı geniş
çe ve kapaklıdır. Sıvı maddelerle birlikte
buğday, darı, un gibi maddeler için de
kullanılır. Eskiçağ kazılarında içerisine
bir insanın rahatça sığabileceği büyük
küpler bulunmuş, küplerin gövde ve ka
Bir çift gümüş küpe.
pakları, damga mühürleri, geometrik
(Ankara-Etnografya Müzesi)
desenler ve kabartma yılan resimleriyle
süslenmiştir. Arkeoloji müzelerinde çe Prehistorik devirlerde ipe dizili boncuk
şitli örnekleri yer alır. ve renkli taşlarla çeşitli biçimlerde küpe
ler yapılmıştır, ilkçağlar ve klâsik devir
lerin grifon, aslan, ejder başlı halka kü
pelerinden başlayarak günümüze kadar
gelen küpeler, Anadolu’da altın ve gü
müş telkârî işçilikte ve daha başka bi
çimlerde yapılarak kullanılmaktadır.
KÜRK, Tüylü hayvan postundan
yapılan üst giyim. Eski çağlardan beri
her ülkede, her zaman kullanılmıştır.
Osmanlı Devletinde XVII. yüzyılda baş
ta padişah olmak üzere devlet adamları
nın ve halkın çok rağbet ettiği yaygın bir
giyim olmuş, İstanbul’da ayrıca Kürkçü
ler Çarşısı kurulmuştur. O devrin sa
mur, misk, vaşak, zerdeva, sansar, sin
cap, tavşan, kuzu vs. kürkleri ün yap
mıştır.
KÜRSÜ, Camilerde vaiz ve hatibin
Küp
cemaata vaaz ettiği, ahşaptan yapılan
yüksekçe yer. Selçuklu ve Osmanlı dev
KÜPE, Genellikle kadınların kulak ri kürsüleri abanoz, ceviz gibi sert ağaç
larına taktığı çeşitli biçim ve maddeler lardan, kafesli ve kündekâri işçilikle ya
den yapılan süs takısı. Tarih boyunca pılmıştır. Kafes ve ajurları arabesk süsle-
küpe, her ülkede kullanılmış, kadınların melidir. Mermerden yapılanları da var
vazgeçemedikleri bir süs öğesi olmuştur. dır.
154
KÜTAHYA ÇİNİLERİ - SERA kullanılmıştır. Fırça darbeleriyle, mavi,
MİKLERİ, Anadolu Selçukluları dev kırmızı, sarı, yeşil, eflâtun, lâcivert renk
rinde (XVIII. yüzyılda) büyük bir gelişme lerle çiçekler, stilize yapraklar, sarma
gösteren Selçuklu çini sanatı kesme, şıklar, damlalar, hatta kuş, balık, insan
mozaik, kare, altıgen ve sekiz köşeli yıl figürleri eşyayı süslemiş, konturlar si
dız biçimli çinilerin meydana getirdiği yahla çekilmiştir. Sadece renk ve desen
panolarla mimariyi süslerken, tabak, ça leriyle değil, formları île de değişik bir
nak, kandil gibi Selçuklu seramiği de fi zarafet gösteren Kütahya seramiği,
ruze rengin hakim olduğu sıraltı tekniği XIX. yüzyıl başlarına kadar devam etmiş
ile varlığını sürdürmüştür. XV. yüzyıldan ve bundan sonra yerini Çanakkale sera
itibaren gelişen, XVI. ve XVII. yüzyıllar mik işçiliğine bırakmıştır. İstanbul’da Çi
da sanatının zirvesine ulaşan İznik çini nili Köşk, Türk ve İslâm Eserleri, Sad-
Kütahya çinileri
işçiliği ve seramik sanatı, XVIII. yüzyılda berk Hanım, ayrıca Konya ve Kütahya
yerini Kütahya çini fırınlarına bırakmış müzelerinde ve özel koleksiyonlarda ör
tır. Genellikle fincan, hokka, kâse, ibrik, nekleri bulunan Kütahya seramikleri,
sürahi, matara, kadeh, kupa, gülabdan, Londra’da Victoria and Albert Musé
kandil, buhurdanlık, tabak gibi evanî ile um, Atina’da Benaki, Hamburg’da
tanınan Kütahya seramiklerinde sert Kunstgewerbe, Doğu ve Batı Berlin’de
beyaz hamur ve sıraltı tekniği Staatliche Museen, Paris’te Musée des
155
Kütahya işi resimli çini tabaklar. 18. yy.
156
LADİK (HALI - SECCADE), Konya Mevlâna müzelerinde ve başka
Konya yakınlarındaki Lâdik (Halıcı) Ka müzelerde, özel koleksiyonlarda seçkin
sabası, XVI. yüzyıl sonundan itibaren örnekleri ile yer aldığı gibi, Türkiye dı
Türk klâsik halı seccadelerinden “Lâ şında Türk halıları sergileyen müzeler
dik” üslûbunun merkezi olarak ün yap koleksiyonları arasında da görülür.
mıştır. XVII. yüzyılda verimli dönemini LAHİT, Eskiçağlarda ölüleri koy
mak için pişmiş topraktan, ağaçtan,
taştan yapılan sanduka. Prehistorik de
virlerde ölülerin toprak içinde taş ve
tuğlalarla örülü mezarlara konduğu, ce
sedin yakılarak küllerinin pişmiş toprak
tan çömlek ve küplerde saklandığı ya da
cesedin tabut şeklinde pişmiş toprak lâ-
hitlerde mufahaza edildiği bilinir. Eski
157
taştan oyulmuştur. Lykia lâhitleri, bu tü
rün ilk örnekleri sayılır. Üzerinde çatı ve
teras kubbe biçiminde kapağı, yanların
da ev cephesini andıran kapı ve pence
re kabartmaları vardır. Helenistik devir
lâhitleri “Hareon” tipi denilen, üçgen
çatılı kapaklı lâhitler olup, bunun en
seçkin örneği İstanbul Arkeoloji Müze-
si’nde yer alan Sayda’dan getirilmiş Lâke Cilt Kabı
“Ağlayan Kadınlar” lâhitidir. Kline lâhit
leri, daha çok ölünün odasındaki yemek
masası ve yatağı durumundadır. Bu lâ-
görünmekte, bozulmamaktadır. Edir
hitlere Frigya, Lydia devrinde rastlanır.
ne’de ahşap üzerine yapılan boya süsle
Roma devri Anadolu’sunda Pamphilia
me lâk’la “Edirnekârî” süsleme işleri
ve Sidemara tipinde iki lâhit türü çok
meydana gelmiştir. Türk cilt sanatında
gelişmiştir. Pamphilia tipi lâhitlerin ka
lâke ciltler, deri süsleme ciltlerden daha
pakları tapınak çatısı biçiminde, üçgen
parlak ve göz alıcıdır.
alınlıklıdır. Lâhit gövdesi ölüye ait ka
LAL, Yakuta benzer, kırmızı, say
bartma figürler ve girlandlarla süslüdür. dam değerli bir taş. En değerlisi Bedah-
Sidemara (Konya Ereğlisi yakınlarında şan dağlarından çıkarılır. Süs takılarında
Anbarlı Köyü) tipi lâhitlerin kapağı ya kullanılır.
tak biçimindedir. Üzerinde ölünün, var LALE, Asya kaynaklı olan lâle, Sel
sa eşinin uzanmış kabartması, gövde çuklularla birlikte Anadolu’ya gelmiş ve
sinde yine ölüye ait sahneler, Tanrı fi Anadolu’da yetiştirilen ve çok sevilen
gürleri, tapınak resimleri, madalyon ka bir çiçek olmuştur. XIII. yüzyıldan
bartmalar vardır. Türkiye’de, başta İs
tanbul Arkeoloji Müzesi olmak üzere,
İzmir, Bergama, Efes, Antalya, Konya,
Manisa, Bursa, Adana müzelerinde,
başka il müzelerinde çeşitli devir ve ör
neklerde çoğunlukla mermer lâhitler yer
almaktadır.
LÂKE İŞÇİLİK, Ahşabın, kâğıdın,
derinin üzerine, “lâk” denilen ve bir çe
şit reçineden yapılan saydam maddele
rin sürülmesi. Cilt sanatında lâke işçiliği,
önemli bir sanat dalını oluşturmuştur.
Cilt kâğıdı veya derisi boya ile süslendik
ten sonra üzeri lâk sıvısı (vernik) ile cilâ-
lanmakta, böylece saydam cilanın altın
da renkler ve motifler daha parlak Ebru’da Lâle Motifi
158
itibaren lâle motifi Türk sanatında gö da yapılmıştır. Ayaklı, sürgülü, aynalı,
rülmeye başlamış, XV. yüzyıldan sonra siperli gibi çok değişik örnekleri bulu
çinilerde, kumaşlarda, derilerde, elişle- nan petrol lâmbalarına “gaz lâmbasi’da
rinde çok kullanılmıştır. Lâle, Osmanlı denilmiştir.
sanatında süslemeye girerken, 1718- LANDO veya LANDON, Üzeri
1730 yılları arasında İstanbul’da lâle ye açık veya kapalı bir çeşit körüklü araba,
tiştirmek moda olmuş, bu döneme “Lâ geniş fayton. Tek ya da çift atın koşul-
le Devri” denmiştir. XVI. yüzyılda İstan duğu landolar, altın, gümüş kaplama
bul’dan Hollanda’ya götürülen lâle, Av aksesuarla donatılarak süslenmiştir.
rupa’da da sevilmiş, türleri çoğaltılmış
tır.
LÂLEDAN (LALELİK), Lâle koy
maya mahsus uzun ve geniş ağızlı, hafif
şişkin gövdeli, süslü, gülâbdana benzer
uzun boyunlu kap. Altın ve gümüşten,
seramikten, porselen ve camdan yapı
lan 12-18 cm. boyundaki lâledanlara,
tek veya buket halinde lâle yerleştirilir.
XIX. yüzyılın Beykoz lâledanları çok ta
nınmıştır.
Landon
LÂMBA, ilkçağlardan itibaren kulla
nılan ve içerisindeki yağın bir fitille ya
kılması ile ışık sağlanan aydınlatma ara LÂPÇİN, Kaytanla bağlanan, yu
cı, kandil dışında, petrollü ışık kaynağı. muşak deriden, kulaklı, ökçesiz, düz
mest. Genellikle kadınların giydiği lâp-
XIX. yüzyılda petrolün sanayiye girmesi
çinler, renkli derilerden, üzerleri kabart
üzerine, madenden, camdan, porselen
ma ve boyalarla süslü yapılmış, daha
den çeşitli biçimlerde lâmbalar yapılmış
çok evlerde giyilmiştir.
ve kullanılmıştır. Petrol lâmbalarının,
petrolün doldurulduğu bir haznesi var
dır. Haznedeki pamuk örgü fitil, ileri-
geri hareket ettirilir. Haznenin ve me
kanizmanın üzerinde saydam cam (şi
şe), yanan fitilin ışığını çevreye yayar.
Petrol lâmbalarının dışında, havagazı ve
elektrik lâmbaları da vardır. XIX. yüzyıl
ortalarına doğru Avrupa’dan Türkiye’ye
giren ve bu yüzyılın sonu ile XX. yüzyıl
başlarında yaygınlaşan petrol lâmbaları,
daha çok Avrupa kaynaklıdır. İstanbul
Lapçin. XVIII. yy.
Beykoz Şişe ve Cam Fabrikalarında (Istanbul-Topkapı Sarayı Müzesi)
camdan ve porselenden petrol lâmbaları
159
LÂPİS, Gök mavisi renginde değer denir. İbrik leğenlerinin altın, gümüş,
li taş. Asya’da rastlanan ve kübik biçim pirinç,bakır gibi madenlerden, porselen
de billurlaşan bu taş, takıları ve vazoları hatta camdan yapılanları vardır.
süslemekte, hatta mozaiklerde kullanıl LEKYTHOS, Helenistik devirde
maktadır. Sodalit grubundadır. seramikten yapılan, vazo biçiminde,
LAVTA, Türk müziğinde bir çeşit ayaklı koku kabı. Konik veya silindirik
telli saz. Lavtanın, sekiz-dokuz dilimli gövdesi, uzun boynu, tek kulpu vardır.
gövdesi yalancı çınar ağacından, kapağı Gövdesi, genellikle siyah renk mitolojik
köknardan yapılır. Sapının yüzeyi, ka sahnelerle süslüdür. M.Ö. VI-1II. yüzyıl
paktan itibaren uzar. Genişliği tel sayısı lara ait Lekythos’lar üzerinde cenaze tö
na göredir. Tiz telin dışındaki öteki tel renleri resmi bulunanlara da rastlanır.
ler ikişerli olarak düzenlenmiştir. İlkçağ Türkiye ve Avrupa arkeoloji müzelerin
larda, Sümer, Mısır, Anadolu ve Roma de örnekleri görülür.
müzik aletleri arasında örnekleri görü LENGER, Genellikle kalaylı bakır
len lavta, Türk müziğinde de kemençe- dan yapılan, kenarları yatık ve yayvan,
lere eşlik eden bir saz olarak kullanılmış geniş yemek sahanı. İç yüzey ortasında
tır. altı köşeli yıldız (Mühr-ü Süleyman) veya
LEĞEN, Madenden ve seramikten geometrik desenli madalyonlar bulunur.
Yatık kenar yüzeyi yine madalyonlarla
yapılan geniş ağızlı, yayvan su kabı. Kü
süslüdür. Sahibinin adı ve yapılış tarihi
çüklerine “leğençe” denir. Kullanıldığı
genelde kenar yüzeyine yazılır.
yere göre adlar alır. İçinde çamaşır yıka
LESİT, Eski Yunan sanatında görü
nan bakırdan büyük leğenlere “çamaşır
len, uzun, dar boğazlı, boynunun bir ta
rafında kulpu olan seramik, küçük testi.
Gövdesi üzerine resimler yapılmıştır.
Lesitler, genellikle parfüm kapları ola
rak kullanılmıştır.
LEVHA (YAZI), Üzerinde hat sa
natının seçkin örnekleri yazılı, duvarlara
asılmak için yapılan tablo. Hattat, iri
harflerle yazısını karton, tahta, kâğıt
üzerine yazdıktan sonra, yazıyı süsler.
Bazen ebru kâğıtlarla bu süs tamamlanır.
160
Bakır lenger. XIX. yy.
(Gündağ Kayaoğlu Koleksiyonu)
161
Yazarken kalemin ucuna parça parça
takılmaya başlayınca değiştirilmesi ge
rekir.
LİTOGRAFİ (TAŞ BASKI), Bası
lacak yazı ve şekilleri düzgün yüzeyli bir
taş levha üzerine çizmek, sonra su ile
yağlı maddeler arasındaki uyuşmazlık
tan yararlanarak, bunları kâğıda bas
mak sanatı. Yazı ve şekiller üzerine sü
rülen mürekkep ile boş kalan yerlere sü
rülen su, taşın gözeneklerine girer ve
burada yerleşir. Sürülen mürekkep uç
masın diye asit ve arap zamkı karışımı
bir maddeyle silindirden geçirilir. Türki
Levni’nin bir minyatürü ye’de de litografi tekniği ile çoğaltılmış
hareket kıv. aklığı, özellikle resme kattı kitaplar, baskı resimler yapılmıştır.
ğı derinlik dikkat çekmektedir. LİYAKAT MADALYASI, Osman
LİHYE-İ SAADET, Hazreti Pey lı Padişahı Abdülhamid Il’nin emriyle,
gamber’in sakalından kesilmiş birkaç kı devlete bağlı, savaşlarda yiğitlik göste
lın bulunduğu şişe. Sakal-ı Şerif de de renlere verilmek üzere, 1890 yılında
nir. Birçok camide kırk bohçaya sarılı bastırılan madalya. Bir yüzünde “sada
olarak muhafaza edilir ve Kadir Gecesi kat ve şecaat arzedenlere mahsus liya
bu bohçalar açılarak ziyaret edilir. Lih- kat madalyası” yazısı ve 1308 hicrî tari
ye-i Saadet’lerin bulunduğu kutu ve çek hi vardır. Altın ve gümüş olarak çıkarıl
meceler çok süslü yapılmıştır. Topkapı mıştır.
Sarayı Kutsal Emanetler Dairesi’nde, LOBUT, Sert ağaçtan, 60-80 cm
Konya Mevlâna Müzesi’nde bulunan uzunluğunda,saptan ucuna doğru gide
Lihye-i Saadet’lerin altın kutuları değer rek kalınlaşan sopa. Ucuna demir hal
li taşlarla süslüdür. kalar takılarak topuz gibi kullanılır. Ya
LİR, Eskiçağlarda kullanılan telli da kolları güçlendiren spor aleti olarak
müzik âleti. Lir gövdesi, ağaç veya kap sağa-sola savrulur. Konya Müzesinde
lumbağa kabuğundan yapılmıştır. Mito Sultan Cem’e ait olduğu söylenen, ucu
lojik bir saz olarak bilinir. demir halkalarla ağırlaştırılmış bir çift lo
LİKA, Kamış kalemlerin fazla mü but yer almaktadır. İstanbul-Askeri Mü-
rekkep almasını, kamışın ucunun hok ze’de ve daha başka müzelerde lobutla
kanın içine çarparak bozulmasını ve ra rastlanmıştır.
hokka veya divitin devrilmesi halinde LOUİS (XIII. XIV. XV. XVI.)
mürekkebin dökülmesini önlemek için ÜSLÛPLARI, Fransa Kralı Louis
hokkanın içerisine konulan ham ipek XVI.’ya kadar (XVI. yüzyıl sonu XVIII.
lifleridir. Dayanıklı olduğu için ham ipek yüzyıl sonu), yaklaşık iki yüz yıllık bir dö
kullanılır. Ömrü 2-3 yıl kadardır. nemde her kralın devrine özgü, hemen
162
bütün Avrupa’yı etkileyen sanat üslûp öğelerdir. Mobilyalar yüksek, çok yal
ları. Mimariden mobilyaya kadar, biçim dızlı, oymalı ve görkemlidir. Koltuklar
ve bezemelerde kendini gösteren bu üs ağır, pahalı kumaşlarla kaplanmış, yün
lûp farkları, birbirinden kesin çizgilerle ve ipek saçaklarla süslenmiştir. Karyola
ayrılmaz. Biri diğerini, değişik zevkler lar dört direkli köşk biçimindedir. Louis
ve sanat anlayışları ile yaratır. Louis XII XV devri daha çok Barok’a dönük bir
devrinde Gotik üslûbun gelişmesi ile be üslûbu yaşatmıştır. Süslemede kıvrık
zemelerde kullanılan bitkisel motifler yapraklı kenger motifleri arasında, mü
daha bir sadeliğe dönüşmüş, geometrik zik aletleri, meşaleler, çiçek demetleri,
bir karakter kazanmıştır. Bu devirde in deniz kabukları, okluklar, güvercinler
san ve hayvan figürleri, kıvrım dallar ve görülür. Mobilyalar , maden, bağa ve
renkli taşlarla, lakeler ve yaldızlı bronz
larla donatılarak ayrı bir biçim verilmiş
tir. Bundan sonra başlayan Louis XVI
üslûbu ise, bir önceki üslûbu daha zen
ginleştirerek süslemeye, yemiş salkımla
rı, buğday başakları, dizi boncuklar, lir,
ok, yay, kurdele fiyongu vs. gibi eşya
resimleri girmiştir. Mobilyalar tahta mo
zaik, genellikle benekli maon, çatmalar
oymalı ve yaldızlıdır. Louis üslûpları, de
virleri aşarak, yıllar yılı Avrupa süsleme
lerine, özellikle mobilya işçiliğine örnek
olmuş ve tanınmıştır.
LÜLE-LÜLECİLİK, Tütün içenlerin
XVI. Louis Stili Kâseleri çubukları ucuna yerleştirdikleri hokka.
Lüle, lüleci çamuru denilen kırmızı
çiçeklerle iç içedir. Louis XIII devrinde renkte, süzülmüş ve dinlendirilmiş ça
bezemeler arasında girlandlara, çiçek murdan, el ile dönen çarkta (tornada)
buketleri, elma, armut gibi natürel ye yapılır. Üzeri kendi renginde sıvı astar
mişlere, kenger (akant) yapraklarına larla sıvanır. Yapanın mührü ya da tuğ
çok rastlanır. Çocuk ve melek resimleri, ra basılır. Kurutulduktan sonra, üzeri
içi meyve dolu kıvrık bereket boynuzu, boya ile nakışlanır ve fırınlanır. Fırında
kulplu vazolar süslemeye girmiş, mobil pişen lülenin üzeri tekrar astarlanır, çu
yalarda, sütunceler, atkılar gibi mimarî ha parçalan ile ovularak parlatılır. İste
öğelere geniş yer verilmiştir. Onu izle nirse altın varaklarla bezenerek hafif
yen Louis XIV devri üslûbunda süsleme ateşte tekrar fırınlanır. Lülenin içerisine
daha iddialıdır. Güneş Kralı Louis XIV’ü tütün basılarak ateşlenir. Emziğine uzun
simgeleyen güneş, güçlülüğün sembolü çubuk geçirilerek dumanı çekilir. Lüleci
kask resimleri, meşe yaprakları, defne lik sanatı, XVI. yüzyıldan itibaren tütü
ve zeytin dalları bezemede sık görülen nün Türkiye’ye girmesi ile başlamış,
163
son yıllara kadar devam etmiştir. İstan
bul’da, Tophane’de lüleci atölyelerinin
bulunduğu semte Lüleciler Çarşısı den
diği ve burada 60 atölyenin faaliyet gös
terdiği bilinir. Uzun yıllar Tophane lüle
leri her yerde aranır olmuştur. Kırklare-
li-Lüleburgaz ilçesinde de vaktiyle lüle
yapıldığı söylenir. Topkapı Sarayı Mü
zesi Porselen ve Cam Eserler Bölü-
mü’nde, İstanbul Belediye (Şehir) Müze-
si’nde, Ankara ve Konya etnografya
müzeleri ile başka müzelerde, İstanbul
Sadberk Hanım Müzesi Kocabaş Kolek-
siyonu’nda süslü lüle örnekleri yer alır.
Eskişehir lületaşından yapılmış pipo
Son yıllarda lületaşından da lüle yapıl
(Eskişehir-Lületaşı Müzesi)
mıştır.
LÜLETAŞI, Beyaz renkte, işlemesi işlendiği gibi son yıllarda figürlü veya
kolay, hafif, gözenekli bir taş türü. Eski budaklı pipo, bilezik, küpe, kolye, ağız
şehir yakınlarındaki Kemikli, Sepetçi,
lık gibi eşyalar yapılarak oyma ve kak
Sansıva, Karahüyük, Yarmalar yöresin
deki ocaklardan çıkarıldığı için “Eskişe malarla süslenmiş, bunlar hediyelik eş
hir Taşı” da denir. Lületaşından lüle yalar arasına girmiştir.
164
MADALYA, Savaşlarda yararlık (1854), Nişan-ı İftihar(1858), Tahlis-i
gösterenlere, yarışma ve sergilerde de Can (1859), Tahsin-i Hüner ve Marifet
rece alanlara verilen, önemli bir olay ve (1859), Zaptiye Çavuşları (1860) ma
ya bir yıldönümü dolayısıyla, yahut ünlü dalyaları çıkarılmıştır. Bundan sonra
bir kişi adına bastırılan madenî nişan. Sultan Abdülaziz devrinde şu madalya
Avrupa devletlerinde olduğu gibi, İslâm lar çıkarılmıştır: Karadağ (1862), Os-
devletlerinde ve Türklerde de madalya manlı Sergisi (1862), Şişhaneli Tüfek
basmak ve gerekenlere vermek gelene (1862), Keskin Nişancılar (1862), Zira
ği vardır. Anadolu Selçukluları devrinde at (1862), Kolera (1856), Londra Seya
Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev H’nin dev hati (1867), Girit (1868) madalyaları.
lete üstün hizmeti geçenlere verilmek Sultan Abdülhamid devrinde basılıp çı
üzere 1245 yılında, 134 gr. ağırlığında karılan madalyalar şunlardır: Plevne
ki altından bir madalya (Atiye Dinarı) (1877), Tarz-ı Atik İmtiyaz (1878),
bastırdığı bilinir. Osmanlılarda ilk ma
dalya “Ferahî” adıyla, altın olarak 1730
yılında basıldı. Daha sonra, 1754 yılın
da, altın “Sikke-i Cedid”, 1831 yılında
altın ve gümüş “Vak’a-i Hayriye”, 1824
yılında altın “Hilâl-i Osmaniye”, 1831
yılında altın, gümüş ve bakır “tşkodra”,
1838’de altın ve gümüş “Hünkâr İske
lesi”, 1839’da altın ve gümüş “iftihar”
madalyaları basıldı. Bundan sonra Os-
manlı Padişahları altın, gümüş, bakır,
bronz, nikel olarak çok sayıda madalya
bastırıp çıkardılar. Bunların adları ve çı
karıldığı yıllar şöyledir: Abdülmecid dev Tarz-ı Cedid İmtiyaz (1882), İftihar
rinde İftihar (1840), Berrüyetüş-Şam (1884), Alman Mülâkatı (1889), Girit
(1840), Yemeni (1846), Ayasofya Ta (1890), Liyakat (1890), Yemen (1892),
miri (1848), Bosna (1849), Tanzimat-ı Ziraat ve Sanat (1892), Hereket-i Arz
Hayriye (1850), İftihar (1853), Sinop (1894), Anadolu Nuseybin (1895), Yu
Deniz Muharebesi (1853), Silistre nan Muharebesi (1896), Şehid Aileleri
(1854), Kırım (1854), Düveli Selâse İt ne İane (1897), Maarif (1899), Hicaz
tifakı (1854), Tuna (1854), Kars Demiryolu (1900), Kanuni Esasi
(1908). Sultan Mehmed Reşat Devri Göktürkler maden sanatını millî bir sa
Madalyaları şunlardır: Bursa Sergisi nat saymış, Türklerin İslâmiyeti kabul
(1909), Darülfünun (1909), Belediye ederek İslâm-Türk devletleri kurmaları
(1909), Osmanlı İttihat Mektepleri ile kendi sanatlarını İslâmî inançlar için
(1910), Abide-i Hürriyet (1911), Hami- de devam ettirmişlerdir. Büyük Selçuk
diye Kruvazörü (1912), İane-i Harbiye lular yolu ile Anadolu’ya -giren İslâm-
(1913), Kahire Seyahati (1913), Do Türk maden sanatı, Anadolu Selçuklu
nanma (1914), Hilâl-i Ahmer (1914), ları devrinde, Konya ve Artuklu Bölgesi
Harp (1914), Alman Mülakatı (1917), olmak üzere iki merkezde gelişmiştir.
Avusturya Mülakatı (1918), Çanakkale Bu merkezlerde yapılan kandil, tepsi,
Ziraat (1918) madalyaları. Millî Müca- havan, şamdan, mangal, ayna, kapı
dele’den sonra T.B.M.M. hükümetinin tokmakları, mutfak eşyaları gibi Selçuk
verdiği ilk madalya, “İstiklâl Madalyası” lu maden eserleri, bugün İstanbul Türk
olmuştur (1922). İstanbul Arkeoloji Mü ve İslâm Eserleri, Topkapı Sarayı, Kon
zesi Nümizmatik Salonu’nda bu madal ya Mevlâna, Ankara Etnografya müze
ya ve nişanları toplu halde görmek lerinde ve özel koleksiyonlarda görül
mümkündür. mektedir. Döğme, dökme, tornada çek
MADALYON, Üzerinde genellikle me ve madenî plâkaları birbirine perçin
resim, yazı ve sembolik işaretler bulu leme gibi tekniklerle yapılan eserler, ye
nan altın, gümüş veya başka bir maden tenekli ustalar eliyle ayrıca süslenmiştir.
den süs takısı. Bir zincirle boyna asılır. Bu süslemelerde kazıma ve oyma, ka
Bazıları yuvarlak ve kalp şeklinde kutu bartma, başka bir madenî kakma, kafes
olup içerisinde resim ve fotoğraf bulu gibi ajurlama ve kesme, savatlama, tel-
nur. Madalyaların büyüklerine de ma kârî gibi teknikler kullanılmıştır. Osman-
dalyon denir. Bazı yıldönümleri ve top lı devri maden sanatı daha geniş alanla
lantılar için hatıra madalyonları da basıl rı içine almıştır. Her ne kadar gelenek
mıştır. Türkiye’de son yıllarda madalya sel yapım ve süsleme teknikleri bu de
vermek ve madalyon bastırmak yerine virde de devam etmişse de maden sana
“hatıra plâketleri” verme usulü yaygın tının uygulandığı alanlar çoğalmış,.silâh
hale gelmiştir. tan süs takılarına, mutfak eşyalarından
MADEN SANATI (TÜRK), Made şebeke ve parmaklıklara kadar, maden,
nin (altın, gümüş, bakır, kalay ve demir) her yerde ustalıkla kullanılmıştır. Ku
keşfedildiği, bu madenlerden silâh, süs yumculuk, demircilik, bakırcılık, döküm
eşyaları, kap kaçağın yapılmaya başlan cülük gibi madenle ilgili meslek dalları
dığı İlkçağlarda, özellikle Eski Mezopo Osmanlılar devrinde yaygınlaşmış, bu
tamya, Mısır, Suriye ve Anadolu’da, atölyelerde maden sanatının şaheserleri
“Maden İşçiliği” adıyla yeni bir sanat yaratılmıştır.
doğmuş, giderek gelişen bu sanat, yer- MAHFAZA, İçerisine değerli eşya
yüzündeki bütün uygarlıklarda varlığını nın konduğu, çoğu kez, konan eşyaya
sürdürmüştür. Orta Asya’yı yurt edinen göre biçim alan kutu, çekmece vs. Türk
eski Türk kavimleri, bu arada Hunlar, sanatında yazma kitap, mücevher,
166
kalem, silâh gibi eşyaların konduğu kesmek için kullanılan mum makasları
mahfazalar vardır. Telkârî gümüşten ve nın gövdesine ayrıca bir hazne (kutu)
ya tahta oymalı, sedef, altın, gümüş eklenmiştir. Kesilen fitil uçları bu hazne
kakmalı mücevher kutuları, işlemeli de de toplanmaktadır. Hazneleri kuş figür
riden silah kılıfları, ağaç işlemeli kalem lü olanları da vardır.
kutuları, gümüş ve pirinçten süslemeli MAKET, Yapılacak bir binanın, bir
hamayil mahfazaları, çekmeceye ben heykelin, hatta bir resmin, bir süsleme
zer, ağaç üzerinde kakmalı Kuran, cüz nin, tiyatro ve operada kurulacak sah
mahfazaları,boyna takılan, omza iliştiri nenin önceden hazırlanan modeli veya
len süslü muskalıklar, daha birçok ör taslağı. Mimarî yapıların çoğu zaman
nekleriyle her yerde karşımıza çıkar. küçültülmüş ölçeklerle üç boyutlu ma
MAHFE, İçerisinde bir veya iki kişi ketleri yapılır. Bunlar genellikle, eserler
nin oturabileceği, deve veya fil gibi hay yapıldıktan sonra da saklanmışlardır.
vanların sırtına konan kafes. Kafesin Bazı mimarî eserlerin, sonradan küçük
üzeri değerli kumaşlarla örtülür, önünde boyutlarda maketlerinin yapıldığı da gö
de bir perde bulunur. Karşılıklı iki kişi rülmüştür. İstanbul Türk ve İslâm Eser
nin oturacağı, omuzlarda taşınan mah leri Müzesi’nde Sultanahmed Camii’nin
feler de vardır. Tahtırevanlar da bir tür fildişinden, Yeni Cami’nin mukavva
mahfedir. dan, Konya Mevlâna Müzesinde, İstan
MAKAS, Kâğıt, kumaş, bez ve lev bul Süleymaniye Camii’nin tahtadan
ha halindeki yumuşak maddeleri kes yapılma başarılı maketleri bulunmakta
meye yarayan madenî alet. Bunlardan dır. Topkapı Sarayı’ndaki Kudüs-Omer
kâğıt ve mum makasları süslü olarak ya Camii’nin sedef maketi de bunlar ara
pılmıştır. Uçları sivri, ince, uzun kâğıt sındadır. Kâbe’nin de çeşitli maketleri
yapılmıştır. Avrupa’da tanınmış mimarî
eserlerin maketleriyle maket müzeleri
kurulmuştur. Mimariye uygulanan süsle
me ve yazıların önceden hazırlanan ka
lıpları da maketler arasında sayılabilir.
MAKRAMA, Genel olarak pamuk,
yün ve ketenden Anadolu’da el tezgâh
larında dokunan bir çeşit peşkir. Gev
şek dokumalı ve su emici nitelikteki
makramalar, 45x50 cm. veya 60x120
cm. boyutunda dokunur. El havlusu ola
rak kullanıldığı gibi, Doğu ve Güneydo
ğu Anadolu’da kadınların başlarını örtü
makasların açılıp kapanan iki sapı oy olarak süsler. Makramaların iki ucunda
malı ve ajurlu süslendiği gibi, gövdesi 10-16 cm. enindeki birbirine yanaşmış
üzerine altın, gümüş kakma yazılar ya sular üzerinde renkli kilim motifleri bu
zılmıştır. Şamdan mumlarının fitillerini lunur. Bu motifler, dokunduğu bölgelere
167
göre ergenbıyığı, kucağıkuzulu, eliböğ- En basiti pişmiş topraktan yapılan ayak
ründe, çaprak gibi adlar alır. Her iki ucu lı kâse biçimindeki örnekleridir. Geliş
da saçaklıdır. miş olanları tunç ve pirinçten, demir
MAKTA, Kamış kalemleri yontmak levhalardan yapılmıştır. Genellikle man
ve ucunu açmak için kullanılan âlet. galların altında, mangalın oturduğu bir
Maktalar fildişi, kemik, sedef ve sert “tabla” vardır. İçerisine ateşin konuldu
ağaçtan yapılır. 15 cm. uzunluğunda ğu “mangal göbekleri” ayaklarına otu
düz, şerit levha biçimindedir. Üzerinde, rur. Mangal göbeği yuvarlak veya köşe
yontulacak kalemin kaymaması için çı lidir. Göbek gövdesi ve ayakları kafesli
kıntılı bir yatağı vardır. Çok süslü yapı oymalar, döküm kabartmalarla süslü
lan maktalar, müzeler ve koleksiyonlar dür. Odanın veya salonun ortasına yer
da, yazı takımları arasında yer alır. leştirilen büyük “meydan mangalla-
MANDOLİN, Gövdesi düz, üzerin ri’nın üzerinde, “tepelik” denilen, kub
de dört çift teli bulunan telli saz. Büyük beye benzer, kafesli bir bölüm bulunur.
leri ve lavtaya benzeyenlerine “mandó İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi’nde al-
le” denir. Mondolin, mandoleye göre tm-gümüş işleme çok süslü “saray man
bir oktav tiz ses verir. Daha çok Batı galları” yer alır. Osmanlı devri İstan
müziğinde telli sazlar arasında kullanılır. bul’unda Süleymaniye semtinde yapılan
Gövdesi şişkin, değişik ağaç, sedef ve pirinç ve döğme bakır mangallar bir za
fildişi kakma ile süslenenleri vardır. manlar çok tanınmıştır. İstanbul Türk ve
MANGAL, Odaları ısıtmak için içe İslâm Eserleri, İstanbul Şehir, Ankara
risine kömür ve odun ateşi konan kap. Etnografya müzeleri ve başka müzelerde
168
Selçuklu ve Osmanlı devri mangal ör inanılır. Roma’da çeşitli Mars heykelleri
nekleri bulunduğu gibi, Anadolu’da eski yapılmıştır. İtalya, Fransa, İspanya mü
örneklerine benzer mangal yapımı bu zelerinde değişik Mars heykelleri yer
gün de devam etmektedir. alır.
MANGIR, Osmanlılarda bakır para. MASA, Ayaklar üzerine yerleştiril
İlk mangır Sultan Murad I zamanında miş bir tabladan meydana gelen mobil
kesilmiştir. 24 mangır 1 akçe karşılığın- ya. Kullanıldığı iş ve yerlere göre ad alır.
dadır. Sultan Süleyman II zamanında 1 Yemek, yazı, montaj, oyun masaları gi
okka bakırdan 800 mangır kestirildiği bi. İlkçağlardan beri taştan, mermer
bilinir. Buna göre 1 dirhem bakır 2 den, madenden, ağaçtan, camdan, çe
mangır etmektedir. şitli biçimlerde masalar yapılmış ve kul
MANLAVLIK (ALTIN TAKISI), lanılmıştır. Ortaçağlarda Avrupa sana
Asya ve Anadolu’da yaşayan Türkmen tında ahşap işleme masalar, mobilya iş
ve Yürük kadınlarının başlarına giydikle çiliği ve üslûbunun ayrılmaz bir parçası
ri takkenin alna gelen kenarına şerit ha olmuştur. XVII. yüzyıldan itibaren İtal
linde iliştirilen ve kulaklara kadar uza ya, Fransa ve İngiltere’de mobilya sana
nan madenî süs takısı. Genellikle işle tı ile birlikte masa, başlıbaşına bir sanat
meli gümüş plakalardan yapılır ve alt haline gelmiştir. Ayaklar giderek ma
kenarlarına yine gümüş püsküller sırala denden, alçı kabartmalar ve yaldızlarla
nır. Bu püsküllerin, yürüdükçe tatlı bir süslenmiş, tablada, renkli mermerler,
ses çıkaran çıngıraklı olanlan da vardır. ağaç kakmalar yer almıştır. Türk sosyal
Bu takılara kelebek de denir. hayatında sandalye veya koltuğa otur
MANUSA DOKUMALARI, Ma mak yerine sedirlere ve minderlere bağ
latya, Arapkir ve çevresinde, özel tez daş kurmak geleneği yaygın olduğu
gâhlarda dokunan bir tür kumaş. İpek, için, masa pek kullanılmamış, Türk-sa-
pamuk ve yün ipliklerle dokunur. Yas ray ve köşklerine, konaklarına masa,
tık, yorgan yüzü, çarşaf, sofra takımı, ancak XVIII. yüzyıldan sonra, Avrupa
şalvar, başörtüsü, önlük olarak kullanı ile başlayan sıkı ilişkilerle girmiş, XIX.
lır. Renkleri ve desenlerine göre jakarlı, yüzyılda Avrupa işi masalar Türkiye’de
yollu, çiçekli, çubuklu, bademli gibi ad görülmüştür.
ları vardır. Düz dokumalara, tahta kalıp MASK-MASKE, Mask, genellikle
larla “yazma” tekniği ile desenler basıl insan yüzünden alçı ile alınmış kalıp an
dığı görülmüştür. lamına gelir. Bu kalıptan, istenirse o ki
MARKİZ YÜZÜK, Elips biçiminde, şinin büstü yapılır. Maske ise yüze takı
iki ucu sivri, üzeri değerli taşlarla doldu lan, surat biçimleri veya gözleri açık yüz
rulmuş yüzük. 18. yüzyılda Fransa’da örtüleridir. Eski Yunan ve Roma sana
moda idi. tında oyuncuların yüzlerine trajik ve ko
MARS, Romalıların ilkbahar ve ta mik maskeler taktıkları bilinir. Bu yüz
rım ilâhı. Baharın ilk ayı Mart, adını bu den tiyatro amblemleri mask veya mas
ilâhtan almıştır. Romalıların ceddi olan kelerden seçilmiştir. Ortaçağlarda alın
Romulus’un Mars’ın oğlu olduğuna dan burun hizasına kadar göz boşlukları
169
bulunan yarım maskelerle “maskeli ba üzerine giyilen bir çeşit uzun entari. Ge
lolar” düzenlenmiştir. Bu gelenek bir nellikle Arap ülkelerinde erkek giyimi
çok yerde günümüzde de sürmektedir. olarak tanınmıştır. Osmanlı devrinde
Maskeler, mukavvadan, bezden, deri kadınların da “yeldirme” gibi maşlah gi
den, madenî levhalardan, ilkel Afrika ve yerek sokağa çıktıkları bilinmektedir.
Amerika yerlilerinde genellikle ağaç ve MAŞRAPA, Kulplu su kabı. Maşra
kabuğundan yapılmıştır. Klâsik devir ti pa çok eski devirlerden beri su ve içki
yatrolarında, duvarlara taş oyma mas kabı olarak kullanılmaktadır. Bakır, gü
kelerin yerleştirildiği görülmüştür. müş, altın, ağaç, emaye ve seramikten
MASKOT TAKILAR, Uğur getir yapılmıştır. Kullanılışına göre, su, şa
diğine inanılan hayvanların figürini ya rap, süt, salep, şerbet maşrapaları gibi
da uğurlu sayılan nesnelerin biçimlendi adlar alır.Yapıldığı maddenin türüne gö
rilmiş takıları. Bunlar kolye ve bilezikle re, üzeri oymalar, kakmalar ve renkli
re, saat kösteklerine, küpelere takıldığı boyalarla süslenir. Gürgen, ardıç, çam,
gibi cep ve cüzdanlarda da taşınır. şimşir, abanoz gibi ağaçlardan oyulan
MAŞA, Ocak ve sobada ateş karış maşrapaların genellikle gövdesi yakıla
tırmaya, mangaldan ateş almaya yara rak süslenmiştir. Çeşme ve sebillerin
yan çift dilli madenî kıskaç. Demirden, kurnalarına zincirle bağlı kalaylı bakır
pirinçten süslü olarak yapılır. Ocak ön maşrapalar, ağız kısmında suyun akma
lerinde, mangal kulpu ve tablasında yer sı için kuş ağzı biçiminde çıkıntısı bulu
alır. Ayrıca, şekerlikten şeker almak için nan gagalı maşrapalar, çeşitleri arasın
şekerlik maşaları, pasta ve tatlılar için da sayılır.
pasta maşaları altın, gümüş, pirinçten
çok süslü yapılanları vardır.
M A’ŞALLAH, Anlamı “Allah’ın is
tediği şey” dir. Güzel bir şey karşısında
nazar değmemesi için sıkça söylenen bu
kelime, Arap harfli çeşitli yazı kompo
zisyonlarıyla, levhalarda, süs takıların
da, nazarlıklarda, hemen hemen süsle
menin her yerinde fırsat düştükçe kulla
nılmıştır.
Sivil mimaride evlerin duvarlarında
kalemişi süsleme, alçı ve taş kabartma
olarak cephelerde kullanıldığı gibi, altın,
gümüş kolyelere, yeşim, akik yüzüklere Seramik Maşrapa, İznik İşi. Osmanlı XVII. yy.
de işlenmiştir. Türk halk sanatının çok (İstanbul-Çinili Köşk Müzesi)
170
su veya içki doldurularak belde taşınır. MEÇ, Ucu sivri, ensiz, düz kılıç. Kı
İlkçağlardan beri kullanılan matara, bel sa ve uzun olmak üzere iki çeşittir. Os-
de kolay taşınabilmesi için yassıca yapıl manlı kesici silâhları arasında yer alan
mış, dış yüzeyi deri veya kumaşla kap meçlerin kısa olanları, subay ve polisler
lanmıştır. XIII. yüzyıldan itibaren Kü tarafından genellikle törenlerde bele ası
tahya çini atölyelerinde, firuze zemin lı olarak kullanılmıştır.
üzerine siyah, kırmızı, sarı, mor desenli MEDUSA, Mitolojide Gorgon deni
çini mataralar yapılmıştır. Çanakkale len üç kız kardeşten biri. Saçları yılan
seramikleri arasında da değişik biçimler larla örgülü, korkunç bir yüzü bulunan
de mataralar görülür. İki kulplu olan bu Medusa başı, kötülükleri uzaklaştıran
mataralar, bir bağla omza asılır. nazarlık olarak taş ve madenî eserlerde
MECİDİYE, Osmanlı Padişahı Sul yer almıştır.
tan Abdülmecid’in para ayarlarının dü
zenlemesi fermanı ile çıkarılan altın ve
gümüş sikkeler. 1844 yılında İstanbul
Darphanesi’nde 500, 100, 50 kuruşluk
altın, 20, 10 ve 5 kuruşluk gümüş me
cidiye basılarak tedavül edildi. Ayrıca
1848 yılında 250 kuruşluk altın mecidi
ye çıkarıldı. Mecidiyelerin bir yüzünde,
Medusa Başı
171
yılında İstanbul’da ölmüştür. Yazıları İs mendillerde kullanılan malzeme el tez
tanbul Süleymaniye Kütüphanesi’nde, gâhlarında dokunmuş olan ketendir.
Türk ve İslâm Eserleri, Vakıflar Hat Sa Mendilin işlenmesinde kullanılan ipek
natı müzelerinde, daha başka müzeler ve renkli keten iplikler ince veya kalın
ve özel koleksiyonlarda görülür. bükülmüş, çoğu kez işlemede altın ve
MEİSSEN PORSELEN, Doğu Al gümüş kullanılmıştır. Mendilin her iki
manya’da Dresden’e bağlı Meissen şeh yüzü de kullanıldığı için, işlemede iki
ri atölyelerinde yapılan ünlü porselen yüzlü “hesap işi” tekniği tercih edilmiş
ler. 1710 yılında Saksonya Kraliyet tir. Bunun yanında “balıksırtı”, “sar
Porselen Fabrikası adı ile kurulan bu ma”, “telkırma” gibi işleme teknikleri
atölyede yapılan porselenler kısa sürede nin de kullanıldığı görülmektedir. Men
Avrupa’nın her ülkesinde tanınmıştır. dili çerçeveleyen 5 santim enindeki bor-
düre sekiz köşeli yıldız, yarım haç, ro
XVIII. yüzyıl sonlarından itibaren Türki
zet, zikzak yollar, baklava motifleri iş
ye’ye ihraç edilen bu porselenler Türki
lenmiş, bunların arası, çiçek, yaprak,
ye antika eşya piyasasında yerini almış
pars beneği ile doldurulmuştur. Topka-
tır. Özellikle çay ve sofra takımları, va
pı Sarayı’nda XVII. yüzyıl olarak tarih-
zolar, enfiye kutuları, beyaz hamurlu,
lendirilen mendiller, kullanılışlarına gö
ince gövdeli ve manzara resimlidir. Me-
re, burun ve ter mendili, yas (matem)
issen’de yapılan renkli boyalarla süslü fi
mendili, enfiye mendili ve merasim
gürlü biblolar dünyanın her yerinde ta
mendili olarak adlandırılmıştır. Bunlar
nınır. Meissen porselenlerinin amblemi
arasında merasim mendillerinin işlemeli
mavi renkte çapraz iki kılıçtır. 1934 yı bordürleri çok geniştir. Zemini altın tel
lından sonra kılıç üzerine çekilen yatay le “muşabbak” tekniğinde nakışlarla
çizgi birinci, iki çizgi ikinci, üç çizgi doldurulmuştur. Saray mendillerinin dı
üçüncü kalite olduğunu göstermektedir. şında, şehir, kasaba ve köylerde mendil
Türkiye’de özel koleksiyonlarda ve anti yerine daha çok çevre, yağlık gibi süsle-
ka piyasasında meissen porselen örnek meli el bezleri kullanılmıştır.
lerine rastlanmaktadır. MENZİL TAŞI, Ok atış eğitimleri
MENDİL, El kurulamak ve ter sil ve yarışmalarının yapıldığı alanlara (ok
mek için cepte taşınan işlemeli bez. Or meydanı) dikilen kitabeli sütun. Ayakta
ta Asya Türklerinde “Ulatu” adıyla kul şı denilen belli bir yerden, okçuların ya
lanılan mendil, Selçuklu ve OsmanlIlar rışma ile attıkları okların rekor uzaklıkta
da bir sembol ve süs olarak kullanıldığı düştüğü yere taştan (mermerden) bir sü
gibi, kadın ve erkeklerin vazgeçemeye tun dikilmiştir. Sütun üzerine rekor kı
ceği bir ihtiyaç eşyası olarak da yaygın ran okçunun adı ve yarışma tarihi yazıl
laşmıştır. Osmanlılarda mendilin madde mış, ayrıca sütun gövdesi ve başlığı oy
ve tekniği üzerinde en doğru bilgiyi an ma ve kabartma taş işçiliği ile süslen
cak XVI. yüzyıldan itibaren ve özellikle miştir. İstanbul Ok Meydaninda bu
Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan amaçla dikilmiş menzil taşları görülür.
şehzade ve sultan mendillerinden öğre MERCAN, Sıcak denizlerin kayalık
nebiliyoruz. Bu yüzyıla ait olan larında yaşayan bir hayvanın kalker
172
iskeleti, bundan yapılan kırmızı renk süs ve törenlerde giyildiği için kumaşa
taşı. İlkçağlardan beri bilinen mercan, “meydanı” adı verilmiştir.
kolye, bilezik, küpe yapımında, ayrıca MEYDAN SİNİSİ, Düğünlerde, tö
maden,ağaç, deri süslemeciliğinde kul renlerde kullanılan, çevresinde en az on
lanılmış, değerli taşlar arasında yer al iki kişinin yemek yediği, yuvarlak, tahta
mıştır. Osmanlı devri İstanbul’unda veya bakır kalaylı sofra. Döğme bakır
Mercancılar Yokuşu, mercan işleyen dan yapılan meydan sinilerinin göbe
atölyelerin bulunduğu yer olarak bilinir. ğinde genellikle gülbezek veya Mühr-ü
Mercandan gerdanlık, tespih, kutu, ka Süleyman (altı köşeli yıldız), çevresinde
lemtıraş sapı, kahve fincanı ve kaşığı ki bordürlerinde de çiçek ve badem mo
yapılmış, koşum takımı ve çantalara iş tifleri ile zencerek kazılıdır. Kenarının
lenmiştir. bir köşesinde sahibinin adı, eğer vakıfsa
MERTEBANÎ, Yeşil sırlı, porselen, vakıf kaydı ve tarihi yazılı olanları var
büyük tabak. Genellikle Çin’den ithal dır. Meydan sinileri 30-35 cm. yüksek
edilen mertebanîlerin üzerinde kabart liğinde, arkalıksız bir iskemleye oturtu
ma dragonlar ve çin motifleri görülür. lur. İstenirse üzerine deri veya muşam
Seledon da denir. badan “somat” adı verilen bir örtü ko
MEŞK, Hat sanatında, bu sanatı nur. (Bak: Somat).
öğrenmek isteyenlerin eksizleri. Karton MEZAR KÜPLERİ, İlkçağlarda
kâğıtlara yazılan bu eksizler, genellikle Anadolu arkeolojisinde çok sık rastla
körük biçiminde bir araya getirilir. Buna nan, içerisinde insan iskeletlerinin bu
“meşk mecmuası” denir. Meşk mecmu lunduğu seramik küpler. Genellikle Pre-
asında tanınmış hattatların yazıları ve historik devirlerde ölüler daha önce ha
yazılarından kopyalar da bulunur. Yazı zırlanmış, 1-1.5 m. yüksekliğinde geniş
lar, ebru ve tezhiple de süslenir. Birçok ağızlı küplere, dizleri karınlarına çekik
müze ve koleksiyonda bulunan “yazı olarak (hoker) durumda yerleştirilir ve
meşkleri” yazı türlerini gösteren bir al kapakla örtüldükten sonra sıvanır. Bu
büm niteliğindedir. Meşk mecmuaların durumda, küpün ağzı yukarı gelmek
da bir ya da birkaç hattatın yazısı bulu üzere toprağa gümülür. Çoğu mezar
nur. küplerinin üzerinde kulplar, kabaralar,
METELİK, Az gümüşle karışık ba geometrik bezemeler vardır. Mezar
kır, eski para. Bir ara, altın paranın yüz küplerine Arkeoloji müzelerinde çok sık
de biri olarak kabul edilmiştir. OsmanlI rastlanır.
larda kuruşun dörtte birine (on para) MEZAR TAŞI, Türk geleneklerine
metelik denmiştir. göre, mezarlıkta toprağa gömülen ölü
MEYDANİ, Kırmızı ve mor çubuklu nün mezarının baş ve ayak ucuna diki
(çizgili) ipek kumaş. Şam’da ve Hindis len veya mezarı üzerine sanduka şeklin
tan’da dokunanları çok tanınmıştır. Gü de yerleştirilen taş. Mezar taşları ölünün
neydoğu Anadolu el tezgâhlarında da kimliğini bildirdiği gibi devrinin taş süs
meydanı dokunmuştur. Bu kumaşla di leme sanatına örnek birer eski eserdir.
kilen erkek elbiseleri, özellikle bayram Osmanlı devri erkek mezar taşları,
173
görülür. Bazı mezar taşlarında ölü as
kerse kılıç, kâtipse divit resimleri, Oğuz
boylarına ait mezar taşlarında boy dam
galan, hatta Akkoyunlu, Karakoyunlu
devri mezar taşlarında koyun heykelleri
görülür. Ahlat’taki Selçuklu devri me
zarlığı, devrin mezar taşı işçiliğini göste
ren bir açık hava müzesi olarak düzen
lendiği gibi, Türkiye’deki müzelerin ço
Ahlat Mezar Taşlan (Ahlat Mezarlığı) ğunda, çevreden derlenen mezar taşları
ile İslâmî mezar taşları bölümü açılmış
ayrıca başlıkları yönünden incelenmeye
tır. Konya’da ayrıca mezar taşları müze
değer niteliktedir. Ölünün hayattaki
si vardır.
mevkiine göre giydiği külâh veya kavuk
MIHLAMA, Değerli taşları maden
şekli, mezar taşının başlığına işlenmiştir.
üzerine yerleştirme sanatı. Kaşlı mıhla
Bu yüzden Osmanlı devri mezarlıkları
mada taş, genellikle yüzük üzerine yer
bir “serpuş” müzesi gibidir. Üzerindeki
leştirilir. Taşı çeviren maden yukarıya
yazılar da hat sanatı yönünden ayrı bir
doğru kıvrılarak taşı kavrar. Dolgulu
değer taşımaktadır. Anadolu Selçuklula
rı devrinde de mezar taşları, mezar üze mıhlamada, taş, maden üzerine açılan
rine yerleştirilen sanduka (lahit) veya yuvaya yerleştirilir. Tırnaklı ve ajurlu
baş ve ayak ucuna dikilen dikey taş kita mıhlamada taş, taşın oturduğu yuvada
beler olarak iki tipte yapılmıştır. Sandu maden, tırnak ve kafes şeklinde işlene
ka mezar taşları kademeli veya yarım si rek taş çevresini kuşatır. Tırnaklar taşın
lindir şeklindedir. Kademeli veya yarım üzerine kıvrılarak düşmemesini sağlar.
silindir gövdeye, ölünün kimliği, öldüğü Mıhlama tekniği genellikle yüzükte, bile
tarih, âyetler ve dualar yazılmıştır. Yazı zik ve kolyelerde kullanılır.
lar genellikle sülüs türündedir. Selçuklu MIZRAK, Bir sopaya geçirilen sivri
devri baş ve ayak mezar taşları kemerli demir. Bunların elle atılmayıp saplamak
dir. Taş yüzeyleri yazılar ve genellikle için kullanılanlarına 'kargı” denir, jlçağ-
rumî bezemelerle, zencereklerle, hatta lardan beri silâh oıarak kullanılan mız
kandil resimleriyle doldurulmuştur. Os- rakların ucundaki konik veya köşeli siv
manlı devri mezar taşları, türbelerde ve ri demire “temren” adı verilir. Saplan
açıkta bulunan sanduka mezar taşları dı sert ağaçlardan yapılmıştır.Silâh müze
şında, baş ve ayak taşları Selçuklu gele lerinde ve silâh koleksiyonlarında çeşitli
neğini sürdürmekle birlikte, erkek me mızraklar yer alır.
zar taşlarına serpûş ilâve edilmiştir. Ka MİĞFER. Savaşlarda başa giyilen
dın mezarlarındaki baş taşında serpûş çelik zırh. Başa uygun bir biçimde yapı
yerine, çiçekli dolgular kullanılmıştır. lan miğferlerin ağız düzeyinde nefes
Osmanlı devri mezar taşlarında servi ve alıp vermek için kafesli kapaklan burun
hurma motifleri, kıvrım dallar, çiçek bu çıkıntıları, göz hizası boşlukları gerekti
ketleri, gülbezekler, madalyonlar çok ğinde kullanılmak üzere, alın üzerinden
174
yüze indirilen peçeleri, kulakları örten MİHRAP, Cami ve mescitlerde, na-
sallantıları, boyun ve enseyi örten tel ör mazgâhlarda imamın cemaat önünde
gü omuzlukları vardır. Genellikle kubbe namaza durduğu, kıbleyi gösteren ve
biçiminde sivri tepelidir. Türk miğferle kıble duvarının tam ortasında yer alan
rinde, kullananların rütbesine göre, alın oyukça, süslü bölüm. İslâm’ın ilk devir
üzerinden tepeye kadar yükselen bir de lerinde kıble, bir tahta veya taşla işaret
sorguç bulunur. Avrupa müzelerinde lenirken, VIII. yüzyılda ilk mihraplar gö
çeşitli örnekleri bulunan miğferler ara rülmeye başlamıştır. Giderek mihraplar
sında Türk miğferlerinin ayrı ve değişik cami ve mescitlerin en süslü mimarî un
bir yeri vardır. Konik biçiminde giderek surlarından biri olmuştur. Mihraplar ge
sivrilen Türk miğferleri kullananların nellikle kıble duvarı oyularak bir niş ha
rütbesine göre altın, gümüş kakmalar line getirilmiş, niş; taş, ağaç, alçı ve çini
ve değerli taşlarla süslenmiştir. Özellikle
Osmanlı padişahlarına ait miğferler,baş
lı başına bir sanat eseridir. Bu miğferle
rin üzeri altın veya gümüş yazılar ve
motiflerle, firuze, yakut, zümrüt gibi de
ğerli taşlarla süslenmiştir. Altın işlemeli
ve telli kuş tüylü sorguçları ile göz alıcı
bir görüntü verir. İstanbul Topkapı Sa
rayı Müzesi’nde bu tür padişah miğfer
leri sergilenmektedir. Topkapı Müzesi
Silâh Dairesi’nde, Askerî Müze’de çok
sayıda Türk miğferi örneği yer alır.
175
cami, mescit ve medreselerinde görül
mekle birlikte, bunlar arasında yerinden
sökülerek müzelere kaldırılanlar da var
dır. Konya’daki XIII. yüzyıl Beyhekim
Mescidi’nin çini mozaik mihrabı, bugün
Doğu Berlin Pergamon Müzesi İslâmî
Eserler Bölümü’nde sergilenmektedir.
Selçuklu çini mozaik mihrapları işçiliği,
Beylikler devrinde de devam etmiştir.
Bugün İstanbul Çinili Köşk Müzesi’nde
yer alan XIV. yüzyıl Karamanoğulları
devrine ait çini-mozaik mihrap, bu gele
neğin seçkin bir örneğidir. XIV. yüzyıl
da Anadolu’da ahşap oyma ve künde-
kârî işçilikte mihraplar da yapılmıştır. Mıklep
Ürgüp’e bağlı Damsa Köyü’nde, 1350
yılma doğru yaptırılan Taşkın Paşa Ca- ün yapmıştır. Milâs seccadelerinde ze
mii’ne ait ahşap işlemeli mihrap, Anka min genellikle şeftali kırmızısı, bordür
ra Etnografya Müzesi’ne kaldırılmış ve ler, sarı-yeşildir. Beyaz ve erguvanî ile
bu müzede korunmaya alınmıştır. Os- birlikte lâcivert renkler de görülür. Bor
manlı mihrapları genellikle mermer işçi dürler parlak sarı desenlerle dolguludur.
liğinde yaptırılmıştır. XVI. yüzyılda Mi Mihrap alınlığı çoğu kez, üst kısmında
mar Sinan’la başlayan ve zirvesine ula baklava şeklini alır. En güzel örneklerini
şan Osmanlı klâsik mimarisinde geniş XVII. ve XVIII. yüzyıllarda gördüğümüz
almlıklı ve stalaktitli mermer veya taş Milâs seccadeleri,bugün Sultanahmet
mihraplar, gerçek birer sanat eseri ola Halı - Kilim Müzesi ile Ankara
rak günümüze kadar gelmişlerdir. Os-
manlı devrinde İznik ve Kütahya çinileri
ile yapılan klâsik mihraplar da vardır.
MIKLEP, Meşin veya karton cilt üst
kapağının kitap boyunca içe kıvrılabilen
uzantısı. Kitabı okurken bırakıldığı yeri
kolayca bulmak için içe kıvrılır. Mıklep
ler, ciltler gibi aynı malzemeyle yapılır
ve süslenir.
MİLÂS HALISI VE SECCADE
LERİ, Ege Bölgesi’nde Muğla İli’ne
bağlı Milâs tarihî ilçesi, XVII. yüzyıldan
itibaren Anadolu’nun tanınan halı mer
kezlerinden biri olmuş, burada dokunan
seccadeler “Milâs seccadeleri” olarak Milâs Halısı
Etnografya Müzesi’nde, başka müzeler taraflı korkuluklu minber merdiveni,
de yer almaktadır. kubbe veya pramit külahlı kürsüye ula
MİNBER, Camilerde mihrapların şır. Kubbe üzerinde “alem” bulunur.
sağma yerleştirilen, imam veya hatibin Anadolu Selçuklu devri minberlerinin
hutbe okuduğu merdivenli, yüksek kür en eskisi ve şaheseri, Konya-Alâadddin
sü. İslâmiyetin ilk yıllarında Hazret-i Camii’nde bulunan 1155 M. tarihli ah
Muhammed’in bir kaide üzerine çıkarak şap minberdir. Öteki Selçuklu camile
rinde de buna benzer minberler vardır.
Bazı Selçuklu ahşap minberleri, korun
mak üzere yerlerinden alınarak müzele
re kaldırılmıştır. Ankara Etnografya Mü
zesi’nde yer alan, başta Siirt Ulu Camii
ve Damsa Köyü Taşkınpaşa Camii ah
şap minberleri olmak üzere diğer min
berler bunlar arasındadır. Osmanlılarda
ahşap minberlerin yerini daha çok mer
mer işleme taş minberler almıştır. Bu
minberler Osmanlı devri taş işçiliğinin
en göz alıcı örnekleri arasında sayılır.
Özellikle Bursa, Edirne ve İstanbul’daki
camilerde görülen taş oyma ve kabart
ma, ajurlu mermer minberler en seçkin
Kahraman Maraş Ulu Camii ahşap minberi olanlarıdır. Mimar Sinan’la başlayan,
onunla zirveye ulaşan Osmanlı Klâsik
Müslümanlara hitap etmesi ile ilk min Devir Mimarisi’nde camilerdeki tac ka
ber doğmuş, İslâmiyet yayılıp büyük ca pı, mihrap, minber, mahfel, kürsüler taş
miler yapıldıkça minberler giderek geliş işleme sanatında hünerlerini göstermek
miştir. Bugün en güzel örnekleri Ana isteyen ustaların eserleri olarak anıtlaş
dolu Selçukluları devrinde yapılan ve mışlardır. Osmanlılarm son devirlerinde
hâlâ ulu camilerde bulunan, kündekâri mermer minberler eski üslûbunu sür
işçilikteki ahşap minberlerdir. Abanoz, dürmekle birlikte, daha sade, hatta yal
ceviz, gürgen gibi sert ağaçlardan, çivi- dız boyalarla süslü Barok, Ampir heves
siz birbirine geçme parçalarla yapılan lere kaymış, düz ve basit ahşapları ya
bu minberler, aynı zamanda Selçuklu pılmıştır.
ahşap sanatının günümüze kadar gelen MİNE, Cam hamuru ve çeşitli ma
en seçkin örnekleridir. Arabesk düzen den oksitleri ile maden üzerine renkli,
içerisinde 5-6-8 köşeli, poligon ve yıldız yarı saydam cam kaplama, emaye de
ahşap parçaların üzeri oyma rumîlerle denir. Mineyi meydana getiren madde
süslenmiş, ayrıca minber alınlığına kor ve oksitler toz haline getirildikten sonra,
kuluk, bordürlerine ve dikdörtgen pano süslenecek olan ve daha önce desenle
lara, âyetler, kitabeler yazılmıştır. İki re göre, oyulan, çizilen, çukurlaşan
177
yuvalara yerleştirilir. Toz halindeki mine arkeolojik kazılarda milâttan önce yazı
ya fırında pişirilir, yahut mineci lâmbası lan minyatürlü elyazması kitap kalıntıla
denilen ve kızgın alev püskürten kaynak rı bulunmuştur. Sasanilerin III. yüzyıl
makineleri ile maden üzerinde eritilir. başlarında yaşadığı anlaşılan Mani adlı
Eriyen mine, madenin oyuğunu doldu minyatür ressamının kurduğu minyatür
rur ve kaynar. Soğuduktan sonra üze ekolü, yüzyıllarca Asya sanatını etkile
rinde cama benzer, desene uygun düz miş, İslâm öncesi Türk minyatürü, Ma
veya kabartma, renkli bir yüzey meyda ni minyatürleri üslûbunda varlığını sür
na getirir. Mine işçiliği Avrupa sanatın dürmüştür. İslâm dini ve kültürünün
da uygulandığı gibi Türk sanatı maden Türkler arasında yayılmasından sonra,
işçiliğinde de çok eskiden beri bilinmek İslâmiyetin canlı resmini, daha doğrusu
tedir. Selçuklu ve Osmanlı sanatında ilâh (put) resmini yasaklamasına rağ
mine ile süslenmiş tabaklar, fincanlar, men, Müslüman Türk sanatçıları, min
madalyonlar, kandiller, kâseler, kutular yatür yapmaktan kendilerini alamamış,
vardır. özellikle yazdıkları veya Batı’dan tercü
me ettikleri tıp, coğrafya, astronomi,
geometri, biyoloji, zooloji gibi İlmî eser
lere, olayları tarif amacıyla minyatürler
yapmış, bazı halk hikâyelerine minya
türler çizmişlerdir. Uygur Türklerinde
minyatür sanatı gelişerek yayılmış, Türk
minyatürcülüğü Büyük Selçuklular yolu
ile Anadolu Selçuklularına girmiştir. Bü
yük Selçuklular ve ondan sonraki devir
Mineli Kâse. Osmanlı, XVIII. yy. lerde Bağdat ve Herat, minyatür sanatı
(Konya Koyunoğlu Müzesi)
nın iki önemli merkezi olmuştur. Ana
dolu Selçukluları devrinde “Nakkaşan-ı
MİNYATÜR (TÜRK), Kâğıt, par Rûm” olarak tanınan minyatür ustaları
şömen, tahta üzerine renkli boyalarla arasında Aynüddevle, Bedreddin Yavaş,
küçük boyutlu resim yapma sanatı. Min Bedreddin Tebrizî adları bilinmekle bir
yatür, genel olarak yazma kitaplara ya likte, bunların eserleri ne yazık ki günü
pılan canlı resimler anlamında tanın müze ulaşamamıştır. Bu devirde bazı
mıştır. İlkçağların Eski Mısır, Yunan ve halk hikâyelerine minyatür sahneler ya
Roma sanatında minyatürün varlığı bili pılmıştır. Bunlardan biri,bugün Topkapı
nir. Ortaçağ Avrupa sanatında minya- Sarayı Hazine Kütüphanesi’nde bulu
türlenen kitapların sayısı çoktur. Do- nan “Varka ve Gülşah” mesnevisidir.
ğu’da Çin, Hint, Türk, İran ve Arap ül Şair Ayyukî’nin Gazneli Sultan Mah-
kelerinde minyatür sanatı, İlkçağlardan mud adına yazdığı bu hikâye, XIII. yüz
beri bilinmektedir. Orta Asya’da, özel yılda yeniden yazılarak içerisine 71 adet
likle Turfan, Kuça, Kızıl gibi Türk şehir minyatür yapılmıştır. Timuroğulları dev
leri ören yerlerinde son yıllarda yapılan rinde, XV. yüzyılda Heratlı Behzad’m
178
elinde yeni bir üslûpla gelişen minyatür yazılan “Hünername” adlı 2 ciltlik eser,
sanatı, Osmanlı minyatür sanatını da et Nakkaş Osman tarafından minyatürler
kilemiştir. Fatih Sultan Mehmed’den le süslenmiştir. (Bak: Hünername). Sul
başlayarak sarayda bir “Nakkaşhane” tan Murad III’ün oğlu Mehmed IH’ün
kurulmuştur. Fatih’in Nakkaşbaşısı Si sünnet düğünü eğlencelerini konu edi
nan Bey, sanatını ilerletmek için İtal nen “Sûrnâme” adlı eserin minyatürleri
ya’ya gönderilmiş, dönüşünde Batı etki ni de Nakkaş Osman yapmıştır. XVI.
sini de taşıyan minyatürler çizmiştir. Gül yüzyılın sonlarına doğru Seyid Lok-
man’ın yazdığı Murad III Şehnamesi’nin
ikinci cildi Nakkaş Mirza Ali tarafından
resimlendirilmiştir. XVII. yüzyılda Türk
minyatürü bir önceki yüzyılın devamı ol
makla birlikte, daha ileri değildir. Bu de
virde Nakkaş Haşan Paşa Eğri Fetihnâ-
mesi’ni minyatürlemiş, Nakkaş Kalen
der, Nakşî Ahmed gibi minyatür ustala
rı yetişmiştir. XVIII. yüzyılda Sultan Ah
med IH’ün Nakkaşbaşısı Levnî (buna
bak), Lâle Devri eğlencelerini, Veh
bî’nin Sûrnâme adlı eserinde, minyatür
lerle yaşatmıştır. XIX. yüzyılda artık klâ
sik minyatür sanatı Batı etkisinde port
Nizami’nin minyatürlerle süslü Iskendername
adlı eseri. (Edvin Binney Koleksiyonu) re ressamlığına doğru yönelmiş, giderek
eski önemini ve ustalığını yitirmiştir.
Koklayan Fatih minyatürü onundur. MISTAR, Yazı sanatında satırları,
Bugün Topkapı Sarayı’nda bulunan Fa satır içerisindeki harfler topluluğunun
tih Albümü’ndeki “siyah kalem” minya dizilişini belirleyen basit bir alet. Yazma
türleri, onun zamanında Mehmed adlı eserlerde sayfanın satır düzeni kamış
bir nakkaş tarafından yapılmıştır. Os- kalemin nokta boyuna göre hesaplan
manlı minyatür sanatı, XVI. yüzyıl baş dıktan sonra, bir mukavva üzerine çiz
larında Yavuz Sultan Selim’in İran Sefe giyle adeta kalıbı çıkarılır. Satır başı ve
rinden sonra Tebriz’den getirttiği nak sonu iğne ile delinir. Bu delikler arasına
kaşlarla yeni bir döneme girmiş, Kanu ince bir iplik gerilir. Sonra bu mukavva
nî devrinde, sarayda Türk ve İran nak kalıba aharlı kağıt yerleştirilir. İpliklerin
kaşları adı altında iki sanat grubu mey izi kâğıda çıkar. Hattat, bu çizgi üzerine
dana gelmiştir. Bu devirde Türk nakka yazar.
şı Nigârî, Türk minyatürüne yeni boyut MOBİLYA, Oturulan yerlerin do
lar ve derinlik getirmiş, Topkapı Sarayı natılmasında kullanılan eşyalar. İlkçağ
Müzesi’nde bulunan minyatürlerinde larda, Eski Mısır, Mezopotamya devlet
özellikle portre ressamı olarak dikkati leri, Yunan ve Roma’da masalar, san
çekmiştir. (Bak: Nigârî). Yine bu devirde dalyeler, yataklar ve daha pek çok
179
möble kullanıldığını, bunların süslendiği bulunan ünlü tablosu. Ressam bu
ni görüyoruz. Ortaçağ ülkelerinde ev, tabloyu, 1503-1506 yıllarında yapmış
köşk, saray gibi binalar daha gelişmiş ve Fransa’ya götürmüştür. Tablo, Fran
mobilyalarla döşenmiştir. Rönesans’ta sa Kralı François I tarafından satın alın
masalar, iskemleler, dolaplar, yatak ta mıştır.
kımları, konsol ve aynalar bir sanat ha M OSER CAMLARI, Dünya cam
linde gelişti.Çağlar boyunca mimarî üs sanatının önemli merkezlerinden biri
lûplara göre mobilyalar da biçim aldı. olan Bohemya bölgesindeki Karlsbad
Süslemeler Klasik, Ampir, Barok, Ro şehrinde, cam ustası Ludwig Moser’in,
koko üslûplara göre değişti. Fransa’da
16. yüzyıldan 18. yüzyıl sonuna kadar
yaklaşık iki yüz yıllık dönemde Louis
XIII’ten Louis XVI’ya kadar her krala
göre değişen sanat üslûplarına göre
mobilya stilleri de değişti ve bütün Avru
pa’yı etkiledi. Türk sanatında mobilya
işlemeli ve sedef, fildişi kakmalarla süs
lü dolaplar, kürsüler, sehpalar, sedirler,
kapılar, pencereler, iskemleler olarak
görülür. 19. yüzyıldan itibaren Osmanlı
saray ve konaklarında Avrupa stili mo
bilyalar kullanılmaya başlandı.
MONNA LİSA (JOKOND), İtal
yan ressam ve heykeltıraş Leonardo da
Vinci’nin Paris Louvre Müzesi’nde
180
“Moser” damgasını taşıdığı gibi bazıları
na da “Moser, Karlsbad-Czechoslava-
kia” damgası vurulmuştur. Türkiye’de
antika pazarlarında zaman zaman Mo
ser camlarına rastlanmaktadır.
MOZAİK, Çeşitli renklerde küçük
taşların (çakılların), pişmiş topraktan yu
varlak veya kare parçaların, süslemeye
göre kesilmiş çinilerin, üzeri sırlı, yaldız
lı, özel hazırlanmış küp şeklinde taş ve
ya seramiğin, camların yan yana getiri
lerek, tabanında alçı veya özel harçla
tutturulan, duvara, döşemeye yerleştiri
len desenli, resimli pano. Mimarideki
Roma Mozaiki (Antakya Müzesi)
bu tür süsleme, İlkçağlardan itibaren gö
rülmeye başlamıştır. Mezopotamya’da, üzerindeki Narlıkuyu Mozaik Müzesi,
M.Ö. 4000 sonunda, başları renkli, kil bulundukları yerdeki mozaik döşemeleri
çivilerin duvarlara gömülmesi ile siyah, olduğu gibi koruyan müzelerdir. Narlı-
beyaz ve kırmızı desenli mozaikler yap kuyu’daki Roma Hamaminın taban dö
tıkları bilinir. Anadolu’daki Ege ve Yu şemesi olan Üç Çıplak Güzel (Hera,
nan sanatında M.Ö. IV. yüzyıldan itiba Athena ve Afrodit) mozaiki ünlüdür.
ren renkli taşlar ve seramiklerle mozaik MUCUR SECCADE, Kırşehir’in
ler yapılmış, bu işçilik Roma devrinde Mucur îlçesi’ndeki tezgâhlarda dokunan
yaygın hale gelmiştir. Türkiye müzele çift ve tek mihraplı yün seccade. Geniş
rinde görülen mozaikler Roma ve Bi çiçek bordürlü ve genellikle düz kırmızı,
zans dönemlerinden kalmadır. Hatay mavi mihrap dolguludur. XVII. ve XVIII.
bölgesindeki arkeolojik kazılarda bulu yüzyıl örnekleri halı müzeleri ve koleksi
nan Roma devri mozaikleri ile Antakya yonlarında görülür.
Müzesi’nde, dünyanın sayılı mozaik mü MUHAKKAK, Yazı sanatı türü.
zelerinden biri kurulmuştur. Ayrıca, İs Muhakkak yazı, ilkin XI. yüzyılda Bağ
tanbul’da Sultanahmet Camii’nin doğu datlı Hattat İbn-i Bevvap tarafından icat
sunda kurulan Arasta Mozaik Müzesi’n- edilmiş ve yazılmıştır. Dik ve yuvarlak
de M.S. IV. ve V. yüzyıllara ait Bizans harflerle yazılan muhakkak yazı ile Ku-
mozaikleri sergilenmektedir. İstan ran’lar, levhalar yazılmış, daha sonra
bul’daki Kariye, Ayasofya müzeleri, Türk hattatları elinde gelişerek, yeni ya
kendi devirlerinin en seçkin Bizans mo zı türleri meydana getirilmiştir.
zaikleri ile süslüdür. Bunun dışında Tür MUM MAKASI, Mumların uzayan
kiye müzelerinde, bölge kazılarından fitillerini kesmeye yarayan pirinç veya
meydana çıkarılan mozaik eserler yer demir, hatta gümüşten makas. Öteki
almaktadır. Adana yakınlarındaki Misis makaslardan farkı, kesilen yağlı fitilin
Mozaik Müzesi ile Silifke-Anamur yolu yere düşmemesi, makas üzerinde
181
kalması için kesimin birleştiği yerde ay yatık bir üçgen biçimindeki göz olarak
nı maddeden çanağı bulunmasıdır. Çok sembolize edilmiştir. Muska mahfazala
süslü yapılanları vardır. rı altın ve gümüşten de yapılmıştır. Üze
MUMYA, Ölülerin, toprağa veril ri değerli taşlar ve boncuklarla süslü
meden ve çürümeden kalmaları için bir olanları vardır. Bebek ve çocukların
takım ilaçlarla korunması. Bu işlem, da üzerinde muska bulundurma geleneği
ha çok, çok Tanrılı dinlerde yapılmıştır. Anadolu’da bugün de yaşamaktadır.
İlk örneklerine Eski Mısır uygarlığında MUSLUK, Çeşme, şadırvan ve kur
rastlanır. Mısırlılar, ölülerinin öteki dün nalarda borudan gelen suyu, istenildiği
yada dirileceklerine, ruhlarının tekrar zaman kesmeye ve açmaya yarayan
bedenlerine döneceklerine inandıkları madenî tıkaç. Musluklar türlü biçimler
için bedenlerini her türlü etkenden ko de, kullanıldığı çeşme ve şadırvanın du
rumayı düşünmüşler, “mumya” adı veri rumuna göre süslü olarak yapılmıştır.
len ilaçlar ve ilaçlı bezlerle ölüyü sarıp Gümüşten, tunçtan, pirinçten burmalı,
sarmalayıp, taş veya ahşap lâhitlere ejder ve aslan başlı olanları vardır. Mus
yerleştirmişlerdir. Bu teknik Eski Mı lukların, çeşmeye ve şadırvana oturduk
sır’da yaygındır. Mumya geleneği Islâm- ları madalyonlu yüzeye “musluk aynası”
dan önce eski Türklerde de vardır. Is- denir. Musluk aynaları kabartma ve oy
lâmdan sonra da bazı yerlerde devam ma taş veya madendendir. Süslü mus
etmiştir. lukların yer aldığı koleksiyonlar görüldü
MURAKKA, Hattatların, ayrı ayrı ğü gibi, kimi müzelerde örnekleri de
kâğıtlara yazarak körük gibi bir ciltte sergilenmektedir.
topladıkları yazı albümü. Meşk Mecmu MUŞAMBA FENER, Elde taşınan,
ası da denir. Murakka albümleri çeşitli muşambadan yapılmış, silindir biçimin
yazı türlerini içine alır. Çoğu tanınmış de körüklü fener. Bez kurutucu bir yağ
hattatların eseridir. la kaplanır, su ve hava geçirmez, şeffaf
MUSKA, Kötü gözlerden (nazar bir duruma getirilir, böylece hazırlanan
değmeden) ve hastalıklardan koruyucu muşamba, yuvarlak kesilen iki madenî
olduğuna inanılan, üstte taşınır dua. taban ve tavana geçirilerek körüklü fe
Muska duaları, ince, uzun bir kâğıda ya ner yapılır. Tabanda mumluk vardır.
zıldıktan sonra, bu kâğıt üçgen biçimin Tavanın ortası deliktir. Kulpu buraya
de bükülür. Balmumuna batırılmış tül iliştirilir. Muşamba fenerlerin gövdesi ve
bent bez muşambalara yine üçgen biçi tablaları süslü yapılır. Müzelerde ve an
minde sarılır. Dışına meşin veya kalın tikacılarda çeşitli örnekleri vardır.
kumaştan bir mahfaza dikilir. Bir kay MÜCEVHER KUTUSU, Elmas,
tanla boyna asıldığı gibi, omza, takkeye, inci, zümrüt, yakut, zebercet, firuze, lâl,
ceket, ve cepken içine de iliştirilir. Çok akik gibi değerli taşların ve bunlardan
eski bir inanış olan muskaların biçimi, yapılan yüzük, küpe, gerdanlık, bilezik
yine bir nazarlık olan üçgen biçimindeki gibi takıların tümüne mücevher, mücev
göz tılsımından doğmuştur. İslâm önce herlerin saklandığı süslü mahfazalara
sinde nazarlıklar, ortasında nokta olan mücevher kutusu veya çekmecesi denir.
182
Mücevher kutusu ve çekmeceleri altın, veya “mühre tahtası” denilen bir altlık
gümüş ve başka madenlerden, ağaçtan, kullanılır. Mührenin kâğıt, üzerinde kay
mukavvadan yapılır. Genellikle iç ve dış ganlığını sağlamak için önceleri kâğıt ve
yüzeyleri kadife kaplamadır. İçi kadife mühre, insanın kafasına veya yağlı cildi
kaplama,dışı maden ve ağaç işçiliğinde ne sürülürdü. Daha sonra kafaya veya
süslemeli olanları vardır. Bazı mücevher yağlı deriye sürülmüş bez parçası kâğıt
çekmecelerinin dış yüzeyleri altın-gü- üzerinde gezdirilerek kayganlık sağlan
müş üzeri değerli taşlarla süslüdür. Top- dı. XIX. yüzyıldan itibaren ise kuru sa
kapı Sarayı Hazine Dairesi’nde mücev buna sürülmüş çuha parçalan kâğıt üze
her örnekleriyle birlikte, değerli taş ve rinde dolaştırılarak kayganlık sağlanır
madenlerle bezeli çeşitli mücevher çek olmuştur. Mührelenerek düz ve parlak
meceleri sergilendiği gibi, Avrupa mü hale gelen kâğıtlar üst üste dizilir ve üze
zelerinin biju salonlarında gösterişli mü rine ağırlık konularak bir yıl bekletildik
cevher kutuları ve çekmeceleri yer alır. ten sonra kullanılır.
MÜCEVVEZE, Silindir biçiminde, Altın Mühreleri (Zer Mühre),
ağzı tepesine göre daha dar, başa giyi Altın ile yazılmış yazıları ve altın ile ya
len bir kavuk. Tepesi kırmızı. Tülbent pılmış süsleme ve bezemeleri parlatmak
beyaz destan (sarığı) vardır. Osmanlı ve düzeltmek için kullanılan mühreler-
devri başlıklarındandır. dir.Baş kısmı (kâğıt ile temas eden kı
MÜHRE, Aharlı kâğıda yazı yazar sım) genellikle akikten, Süleymaniye ta
ken, kâğıdı parlatmak için kullanılan yu şından, yeşimden veya Yemen taşından
murta biçiminde cam ya da cilâlı deniz yapılır. 10-15 cm. uzunluğunda olan
kabuğu. sap kısmı ise boynuz, fildişi, maden ve
Çakm ak Mühre, Üst tarafında el ya ağaçlardan yapılır. Baş ve sap gümüş
ile tutulabilecek şekilde kolu olan, kâğıt ve benzerleri gibi madenlerle birleştirilir.
yüzeyine gelen kısmı daha geniş ve or MÜHÜR, Genellikle, üzerinde sahi
tasına yüzeyi düz çakmaktaşı yerleştiril binin adı yazılı, madenden yapılma, im
miş, ağaçtan yapılmış bir mühre türü za yerine kullanılan ve mürekkebe batı-
dür. rılarak kâğıt üzerine basılan damga. İlk
Cam Mühre, Avuç içine girecek çağlarda pişmiş topraktan kap kacak ve
büyüklükte ve yumurta formunda, billur tablet çamuru üzerine basılan ve sahibi
camdan içi boş veya dolu olarak yapılan ni, onun kendine özgü işaretini göste
mühredir. Kâğıda gelen yüzeyi kâğıdın ren damga veya silindir mühürler yapıl
daha iyi parlaması için matlaştırılmıştır. mıştır. Tahtadan, taştan, seramikten,
Deniz Kabuğu, Cam veya çakmak madenden yapılan bu tür mühürlere
mührenin bulunmadığı durumlarda da Türkiye müzelerinde çokça rastlanır.
ha küçük yüzeyleri mührelemek için Mühürcülük sanatı, Türklerde, özellikle
kullanılan büyük deniz böceklerinin sert Osmanlı devrinde çok gelişmiş, padi
kabuğudur. şahlar, devlet adamları, tanınmış kişiler
Kâğıdın düzgün mührelenmesi için altın, gümüş, bronz gibi madenlerden,
ıhlamur ağacından yapılan ve “pesterk” akik, necef, kantaşı gibi taşlardan
183
mühürler kazdırmışlardır. Mühürcülük alınır. İsin sertliği ve yağının giderilebil
başlı başına bir sanat dalı olarak geliş mesi için, kâğıda sarılan is, ekmek ha
miş, parmakta taşman yüzük kaşı, cep murunun içine konularak fırında pişiri
te kese içinde bulundurulan oval, yuvar lir. Böylece kâğıt yağı emer ve is mü
lak ve köşeli damga mühürler yapılmış rekkep yapımında kullanılacak hale ge
tır. Mühürler üzerine sahibinin adı, un lir. Bezir mürekkebinin ikinci temel mal
vanı, hatta seçkin sözler, tarih yazılmış zemesi Arabi denilen Arap zamkıdır.
tır. Yazıları ve süslemeleriyle de mühür Soğuk suda eritilen Arap zamkı daha
ler birer sanat eseridir. Topkapı Sarayı sonra süzülerek bal kıvamına getirilir.
Müzesi’ndeki mühür koleksiyonu Os- Bezir isi ile karıştırılır, içerisine mazı,
manlı devri mühür sanatının seçkin ör nar kabuğu ve bakır sülfat konur ve şer
neği olmakla birlikte, tarihî belge olarak bet kıvamında kaynatılır. Katılaşan eri
da önem taşır. Türkiye’nin çoğu müze yik kuruduktan sonra havanda dövülür.
sinde, özel koleksiyonlarda çeşitli mü Toz mürekkep elde edilir. Kullanılacağı
hürler yer alır. zaman su ile karıştırılır.
MÜHR-Ü SÜLEYMAN, Altı köşeli MÜTTEKA, Baş tarafı kavisli, kısa
yıldız motifi. Türk sanatında, kötülükleri koltuk değneği, dayanak. Yaşlıların
uzaklaştıran, uğur getirdiğine inanılan minderde otururken koltuk altlarına
bir motif olarak çok kullanılmıştır. Üç
gen motifi gözü sembolize ettiği, bunun
da nazarlık olduğu inancı, iki gözün ya
ni üçgenin üst üste gelerek Mühr-ü Sü
leyman’ı meydana getirdiği söylenir. Bir
söylentiye göre altı köşeli yıldız Süley
man Peygamber’in tılsımlı mührüdür.
Yüzük olarak parmağında taşımış, bu
mührü üzerinde bulundurduğu sürece,
her canlıya hükmedebilmiştir. Mühr-ü
Süleyman, özellikle Anadolu bakır süs
lemeciliğinde çok kullanılmaktadır.
MÜREKKEP, Kamış kalemlerle ya
zılan kitaplar, levhalar, fermanlar, be
ratlar gibi kâğıda yazılan metinlerde kul
lanılan “lâl, surh, siyah, zırnık, altın”
boyalar. Mürekkebin asıl maddesi bezir-
yağmdan elde edilen “is”tir. İsin elde
edilmesi için, beziryağı toprak bir kaba
konur, bu kap içi sacla kaplı ikinci bir
tekneye yerleştirilir. Fitille yakılan bezi
rin isi, içi su dolu teknenin altında top
lanır. Bu is, kuş tüyü ile kâğıt üzerine Mütteka (Konya-Mevlâna Müzesi)
184
dayadıkları müttekalar abanoz, pele MÜZELER (TÜRKİYE), Geçmiş
senk, ödağacı gibi sert ağaçlardan yapıl dönemlerin belge niteliğindeki taşınır
mış ve gövdeleri sedef, fildişi kakmalar, kültür ve sanat eserlerini araştıran, der
altm-gümüş bileziklerle süslenmiştir. leyen, koruyan, bu eserlerden koleksi
Tunç ve demirden yapılan müttekalar yonlar meydana getirerek depolayan
da vardır. veya sergileyen resmî veya özel bilim ve
MÜZAYEDE, Arttırma anlamında sanat kuruluşlarına müze adı verilmiştir.
dır. Antika eşya ve taşınır eski eserlerin Avrupa’da XVI. yüzyıldan başlayarak
belli bir günde, toplu halde müşterileri
modern anlamda müzeler kurulmuş,
ne pazarlanması. Müzayedeyi düzenle
XIX. yüzyıl içinde Doğu kültür eserleri
yen satıcı firma veya kuruluş, sahibi ol
ne büyük bir ilgi başlamış, Mezopotam
duğu ya da satılmak üzere getirilen eş
ya, Eski Mısır, Suriye, Lübnan, Anado
yaları, önce ekspertize ederek tahmini
lu Uygarlıklarına ait taşınır bütün eski
değerlerini tayin eder. Hatta müzayede
ye çıkarılacak eşyaları, müşterilerine eserler, Avrupa müzelerini doldurmuş
sergiler. Gerekirse kataloğunu yayınlar. tur. Türkiye’de ise ilk müze, XIX. yüzyı
Müzayede yerini, gününü, saatini belir lın ortalarına doğru kurulmuştur. O za
leyerek ilan eder. Müzayede günü, eş mana kadar Osmanlı sanatının eski eser
yalar müzeyedeye katılanlara gösterile niteliğinde, fakat daha çok maddî değer
rek, tahmini fiyatından açık arttırmaya taşıyan eşyaları Enderun Hazinesi’nde
açılır. En çok kim arttırırsa eşya o kişiye korunmuştur. Tophane-i Amire Müşiri
satılmış olur. Ahmed Fethi Paşa, 1846 yılında, eski
185
silâhlan toplayarak İstanbul’da Aya İrini Evkaf-ı İslâmiye Müzesi adıyla Türk ve
(Sainte İrene) Kilisesi’nde Mecmua-i Es- İslâm Eserleri Müzesi kurulmuş, ayrıca
liha-i Atika ve Mecmua-i Âsar-ı Atika Anadolu’nun büyük şehirlerinde Müze-i
adıyla ilk müzeyi kurmuştur. Arkeolojik Hümâyûn Şubeleri açılmıştır. Cumhuri-
eserlerin derlenmesiyle müze kurulması yet’in ilanından sonra, Türk müzecili
girişimi daha sonradır. Ali Paşa’nm sad ğinde heyecanlı bir dönem başlamıştır.
razamlığı yıllarında Galatasaray Lisesi 1942 yılında Topkapı Sarayı’nın mev
öğretmenlerinden Mr. Goold Müze-i cut eşyası ile birlikte ziyarete açılması
Hümâyûn Müdürlüğü’ne getirilerek, kararlaştırılmış, 1934 yılında Ayasofya
Osmanlı sınırları içerisindeki taşınabilir, Camii müze haline getirilmiştir. Anka
önemli eski eserleri İstanbul’da toplat ra’da Etnografya Müzesi 1928 yılında
maya başlamıştır. 1876 yılında Müze açılırken, aynı yıl Konya Mevlâna Der
Müdürlüğü’ne M.Dethier atanmış, Çini gâhı müzeye dönüştürülmüş, Bursa,
li Köşk Arkeoloji Müzesi, Aya irini de Adana, Manisa, İzmir, Kayseri, Afyon,
Askerî Müze olmuştur. 1881 yılında Antalya, Bergama, Edirne ve daha baş
M.Dethier’in ölümüyle yerine ilk Türk ka şehirlerde yeni müzeler kurulmuştur.
müzecisi, ressam Osman Hamdi Bey, Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde yapılan
müze müdürü olarak atanmış, Türk mü arkeolojik kazılar, müzeleri eser yönün
zeciliği onunla yeni bir döneme girmiş den beslerken, etnografik eserlerin de
tir. Osman Hamdi Bey, bir taraftan Adı derlenmesi ve müzelerde toplanması,
yaman yakınlarındaki Nemrut Dağı’nda müzelere ayrı bir değer kazandırmıştır.
ve Sayda’da arkeolojik kazılar yapar Bugün Türkiye’de arkeoloji, tarih, sanat
ken, diğer taraftan İstanbul’da Arkeolo tarihi ve etnografya, Türk Kurtuluş Sa
ji Müzesi’nin temelini atmış, 1891 yılın vaşı ve Atatürk müzeleri, müze evler ve
da bu müzeyi ziyarete açmıştır. Mezo anıt müzeler olmak üzere 137 müze zi
potamya, Suriye, Filistin ve Anadolu yarete açık durumdadır. Bütün bu mü
kaynaklı arkeolojik eserlerin depolandı zelerde iki milyona yakın eski eser en
ğı ve sergilendiği bu müze giderek ek bi vanter edilmiştir. Son yıllarda kişiler ve
nalarla büyümüştür. Osman Hamdi belediyeler tarafından da özel eski eser
Bey, 1910 yılında ölünce yerine karde müzeleri açılmış, eski eser koleksiyon
şi Halil Ethem (Eldem) atanmıştır. 1914 culuğuna devletin denetiminde yeni bir
yılında Süleymaniye İmarethanesi’nde yön verilmiştir.
N
NADİRŞAH TAHTI, İstanbul Top- adlandırılmış, daha sonra, bulunan bel
kapı Sarıyinda, Şah İsmail Tahtı olarak gelerin verdiği bilgilere göre tahtın, Na
da bilinen Keykâvus Tahtı. Nadirşah dirşah tarafından hediye edildiği anlaşıl
Tahtı, 1747 yılında İran Hükümdarı mıştır. Bugün Topkapı Sarayı Hazine
Nadirşah tarafından Osmanlı Sultanı Dairesi’nde sergilenen Nadirşah Tahtı,
Mahmud I’e hediye olarak gönderilmiş dünya müzelerinde yer alan hükümdar
tir. Taht, aslında Hint hükümdarlarına tahtlarının en değerli ve sanatlı olanıdır.
ait Keykâvus Tahtı adıyla tanınmış olup, NAGRA, Uygur Türkleri arasında
Nadirşah tarafından Hint Seferi’nde el “neara” adı verilen bu çalgı, memleketi
de edilmiştir. Dört ayaklı, yüksek bir mizde tasavvuf ve mehter musikisinde
masa biçimindeki tahtın tüm yüzeyi al kullanılan “kudüm”e benzer.
tınla kaplanmış, üzerine kırmızı, yeşil Uygur Türkleri arasında kullanılan
neara ile yurdumuzda kullahılan nağra
arasında birtakım farklılıklar bulunmak
tadır. Anadolu’da kullanılan nağra bir
çeşit davul tipinde olup, ondan\ızunlu-
ğu ile ayrılır. Koltuk arasına konacak el
ile, iki ayak arasına konularak çubukla
da çalınır. Anadolu’daki bu çalgı, tespit
lerimize göre Kars, Ağrı ve Artvin yöre
lerinde kullanılmaktadır.
Uygur Türkleri arasında kullanılan
nağra ise, yan yana getirilmiş iki küp
Nadirşah Tahtı şeklindeki ağaç darbukadan meydana
(Istarıbul-Topkapı Sarayı Müzesi) gelmektedir. Bunların biri, diğerinden
biraz daha küçüktür. Üzeri deri ile kaplı
mine sıvanarak, yakut, zümrüt ve inci olup deriler kasnakla tutturulmuştur.
lerle süslenmiştir. Tahtın ön yüzeyinde Büyük olan nağranın derisi daha kalın
ayakların konacağı değerli taşlarla süs dır. Böylece daha gür ve pes sesler elde
lü, alçak bir iskemlesi, üzerinde de sır edilmektedir. Soğuk havalarda özelliğini
ma ve inci işleme minderi vardır. Hint kaybeden deriler sık sık ısıtılmak duru
sanatının bir şaheseri olan taht, Topka- mundadır. Çalmada ise kalemden biraz
pı Sarayı Müzesi’nin ziyarete açıldığı yıl daha kalın iki çubuk kullanılmaktadır.
larda, Şah İsmail Tahtı olarak Çubukların uçları bez bağlıdır.
187
Vurmalı çalgılar grubu içinde yer
alan nağranın Uygur Türkleri arasında
farklı şekillerde adlandırıldığı da olmak >* }
tadır. Nağraya Hoten ve Yarkent’te g fjik , (>
' ® *
“nağır yağaç”, Kaşgar’da ise “nağrıçak” A
da denilmektedir. i* f
NAKKARE, Mehter müziği aletleri !â! '
4
arasında yer alan ve değnekle vurulurak
çalınan, kudüme benzer küçük davul.
Genellikle birbirine bağlı olarak çift kul Sedefli Nalın
lanılır.
NAKIŞ, Bir kumaş üzerine renkli çeşitli nalınlar yapılmıştır. İstanbul’da
iplikler, sim ve sırma kullanılarak el ve nalıncı esnafının bulunduğu bir çarşı ku
ya makine ile yapılan işleme. Özellikle rulmuş, nalın süslemeciliği bir sanat da
kadife, canfes, atlas, tafta gibi kumaşlar lı olarak gelişmiştir. Nalınların sade işçi
üzerine mukavva kalıp kullanılarak işle likte olanlarına “takunya” denmiştir.
nen nakışlara “dival nakış” denir. Bina NARGÎLE, Tömbeki tütünün du
manı sudan geçirilerek marpuç denen
ların duvar, tavan gibi yerlerine yağlı ve
bir hortumla içilmesini (çekilmesini) sağ
ya suluboyalarla yapılan süslemeye de
layan araç. Tütün içmenin özellikle As
“nakış” adı verilir. Bu süslemeyi yapan
ya’da, sonra Türkiye’de yaygınlaşma
lara “nakkaş” adı verilmiştir. Altın su-
sından sonra nargileler yapılmış, nargi
yuyla yapılan süslemelere “nakş-ı zer-
le tiryakilerinin sayısı giderek artmıştır.
kâr” denir.
Nargile, genellikle üç bölümdür. İlk bö
NAKKAŞ, Nakış yapan sanatçı.
lüm, nargilenin üzerinde tütünün yerleş
Tezhipli ve minyatürlü eserlerle birlikte,
tirildiği ve kömür ateşiyle tutuşturulduğu
ahşabı, çiniyi, taşı ve her türlü malze
lülesidir. Lüle, çömlekçi çamurundan
meyi süsleyen usta. Saraylarda Nakkaş-
hane adı verilen süsleme atölyelerindeki
baş ustaya da Nakkaşbaşı, Nakkaşağası
denir.
NALIN, Genellikle hamam ve ban
yoda giyilen yüksekçe tahta ayakkabı.
Nalınlar, şimşir, abanoz, gürgen gibi
sert ağaçlardan tek parça oyulmuştur.
Tablası yassı, tabanı ve ökçesi yüksek
tir. Ayak parmaklarını kavrayan meşin
bir tasması vardır. Tasması sırma, kadi
fe, ayna parçaları ve inci ile süslenenle
ri vardır. Tablası gümüş ve altın tellerle
işlemeli, sedef, fildişi ve kemik kakmalı, Nargile. Osmanh, XIX. yy.
mercan, firuze ve boncuklarla süslü (Ankara Etnografya Müzesi)
188
pişirilen gümüş, pirinç, bakır oyma çevresine altın, gümüş, bronz bilezikler
mahfazalı bir kaptır. Lüle, bir gövdeye geçirilmiştir. Üstte altı, altta bir deliği
yerleştirilmiştir. Nargile gövdesi çoğun vardır. Üflenecek ağız kısmında “başpa-
lukla boynu dar, camdan, seramikten, re”si bulunur. Başpare, abanoz, boy
madenden yapılan süslü bir sürahi biçi nuz, kemik veya fildişinden yapılmşıtır.
mindedir. Gövdeye su doldurulur. Lüle Uzunlukları ve çıkardığı seslere göre
tabanından inen bir boru, tütünün du “şah, mansur, bolâhenk, mâbeyn, girift,
manını suya göndererek yıkanmasını nısfiye, müstahzen, kız neyi” gibi adlar
sağlar. Üçüncü bölüm marpuçtur. Nar alır. Müzelerde çeşitli örnekleri yer al
gile marpucu gövdenin üst kısmına bağ mıştır. Bunlar arasında Konya Mevlâna
lı, üzeri kumaş, deri kaplı bir hortum Müzesi’nde ney çeşitlerini içine alan bir
dur. Ucunda imame denilen, genellikle koleksiyon bulunmaktadır.
kehribardan bir ağızlığı vardır. Nargile NAZARLIK, Kötü gözlerden ve kö
tiryakisi ağızlıktan dumanı çekerken, su tü güçlerden korunmak inancıyla, in
da fokurdayan kabarcıklar meydana ge sanlara, hayvanlara ve eşyaya takılan
lir. Cam kristal gövdeli, çok süslü nargi bir çeşit tılsım veya muska. Ortasında
leler yapılmıştır. XIX. yüzyılda Beykoz sarı benekli gözboncuğu bulunan göz-
işi nargileler çok tutunmuştur. boncuk dizisi, bazı evlerin saçak altları
NARÇIL, Hindistan cevizi kozalağı. na asılan kuru hayvan kafaları, at nalı,
Bunlar kurutularak delinmiş, bu taneler
le tespih yapılmıştır. Narçil tespihler
kullanıldıkça rengi beyazdan sarıya dö
nüşür. Tespih koleksiyonlarında, değer
li tespihler arasında yer alır.
NATÜRMORT, Ölü doğa anlamı
na gelir. Hareketsiz ve canlı olmayan
şeylerin resmine verilen ad. Cansız bir
manzara, bir demek çiçek ve eşyaların
resmi için genelde söylenir.
NAY (NEY), Kamıştan yapılan ve
üflenerek çalman bir çeşit nefesli saz.
Eskiçağlarda Sümerlerden beri kullanıl
dığı, Asya nefesli sazlan arasında, özel
likle Türkler arasında yaygın olduğu bi
linir. Mevlâna Celâleddin, büyük eseri Cam Nazarlıklar
189
yazılan, mavi boncuklarla süslü nal ve Mukle’den yüzyıl sonra îbn-i Bevvab ad
altın-gümüş saplı kurt dişleri, hurma çe lı bir Abbasî hattatı bu yazıyı geliştirmiş
kirdeği, küçük çörekotu keseleri yine tir. XIII. yüzyılda hattat Yakut-el Musta-
nazarlık malzemeleridir. Nazarlık gele sımî’nin kaleminde son aşamasını bul
neği, İlkçağlardan günümüze kadar in muş, Yakut’un yazıları, kendisinden
sanoğlunun inançları arasında yer al sonra gelen Türk ve İslâm hattatlarına
makta devam etmiştir. örnek olmuştur. Nitekim Sultan Baye-
NECEFTAŞI, Billurlaşmış bir ku zid II dönemi hattatlarından Şeyh
vars türü. Irak’ta Necef’te çıkarıldığı için Hamdullah, Yakut’un geliştirdiği nesih
bu adı almıştır. Neceftaşı, süslemede, yazıya önemli yenilikler getirmiştir.
özellikle mühür ve tespihlerde kullanılır. (Bak: Şeyh Hamdullah). Ayrıca hattat
NEF, Altından ve gümüşten yapı Hafız Osman’la nesih yazı ayrı bir gü
lan, gemiye benzer, ayaklı kutsal kap. zellik kazanmıştır. (Bak: Hafız Osman).
Genellikle Ortaçağlarda, Avrupa’da kral Nesih yazı ile Kuranlar, divânlar, dua
ve prenslere girdikleri şehir halkı tara kitapları, hilyeler yazılmıştır.
fından armağan edilmiştir. Yemek ma NESTALİK, Nesih ile tâlik yazının
salarında baharat kabı olarak da kulla karışımından meydana gelen bir yazı tü
nılmıştır. Nef, ayrıca, camilerde bölüm rü. XV. yüzyıldan itibaren önce İran,
leri ayıran “sahm”lara da denir. daha sonra Türk hattatları tarafından
NEFERTİTİ, Mısır kraliçesi. Fira yazılmaya başlanmıştır. Nesih yazının
vun Amenofis IV un karısı. Tel-el-Ama- güzelliği ile tâlik yazının işlekliğinin bir
ma’da bulunan ve bugün Doğu Berlin araya getirilmesinden doğan nestalik
Müzesi nde sergilenen çok renkli büstü yazı, manzum hikâye kitapları ve divân
ile ünlüdür. Bu büstün pek çok kopyala larda, mektuplarda kullanılmıştır.
rı yapılmıştır. Ayrıca, Kahire Müzesi’n- NETSUKE, Kutsal sayılan hayvan
deki pembe kuvarsitten yapılan büstü figürlerinin küçük heykelcikleri ile yapı
de çok tanınmıştır. lan, Japon sanatına özgü maskotlar.
NEFİR, Geyik, öküz, koç boynuzla Fildişinden, ağaçtan, değerli madenler
rından yapılan ve üflendiği zaman ses den yapılan netsukeler, koleksiyoncu ve
çıkaran boru. Mehter müziği âletleri antika meraklıları tarafından sık sık
arasında yer aldığı gibi, savaşta hücum aranmakta, bunlardan koleksiyonlar ya
ve alarm borusu olarak da kullanılmıştır. pılmaktadır.
Bazı tarikat dervişleri, kuşaklarında ve NEVERS FAYANSLARI, Orta
boyunlarında nefir taşımışlardır. Nefirle Fransa’da bir şehir olan Nevers’te yapı
re sûr da denilmiştir. lan tanınmış fayanslar. XVI. yüzyılın so
NESİH, Hat sanatında bir yazı türü. nunda Nevers Dükü Louis de Gonza-
X. yüzyıl başlarında Ibn-i Mukle adlı bir gue, İtalya’dan seramik sanatçıları getir
Abbasî hattatı tarafından Bağdat’ta ya terek atölyeler kurdu. Giderek açık sarı
zılmış ve kûfî yazı yerine geçmiştir. Ne ve mavi fayansları dünyaca tanındı. Fa
sih yazı, kûfînin sert köşelerinin yuvar yanslar, mitolojik sahneler, deniz Tanrı-
lak yazılmasıyla ortaya çıkmıştır. İbn-i lan, yunus balıkları ve kuğularla süslüdür.
190
1660’tan sonra Nevers fayanslarında olmuştur. Roma sanatında Nike’nin piş
Çin ve Japon etkileri görülür. miş topraktan, taştan ve madenden ya
NİGÂRÎ (NAKKAŞ), Osmanlı dev pılmış, sayısız kanatlı heykeli vardır. Ni
ri (XVI. yüzyıl) saray nakkaşlarından. ke’nin ayrıca paralar üzerinde basılmış
1492 yılında İstanbul’da doğan Nigâ- kabartmaları da görülmüştür. Türki
rî’nin asıl adı Haydar Reis’tir. Mesleği ye’deki arkeoloji müzelerinde Nike’nin
denizci olduğu halde, merakı ve yete çeşitli heykelleri yer alır.
nekleri ile Kanunî Sultan Süleyman za NİSAN TASI, İslâm inançlarına gö
manında Saray Nakkaşhanesi’ne gir re şifâlı ve mübarek sayılan Nisan yağ
miş, bir portre ressamı olarak dikkat murlarının toplandığı, yağmur yağarken
çekmiştir. Onun Topkapı Sarayı Müze dam üzerine konan işlemeli tas. Nisan
si’nde bulanan Kanunî Sultan Süley tasları genellikle bakır, bronz ve pirinç
man, Yavuz Sultan Selim ve Barbaros ten yapılır. Ağızları geniş ve yayvandır.
Hayreddin Paşa portreleri çok başarılı Dış yüzeyine oyma ve kazıma tekniği ile
dır. 1572 yılında İstanbul’da ölmüştür. dualar yazılır, desenler çizilir. Konya
NİHÂLI, Sofrada, sahan, tabak, Mevlâna Müzesi’ndeki büyük boyda,
tencere gibi sıcak kapların altına konan bronz üzerine altın-gümüş kakma, de
kumaş veya meşin altlık. Kumaş ve me senli ve figürlü, dört ayrı parçadan yapı
şin üzerine altın-gümüş sırma işlemeli lan Nisan tası ünlüdür. Aslında bu tas,
nihalîler, daha çok saray ve konaklarda İlhanlı Sultanı Ebu Said Bahadır Han ta
kullanılmıştır. rafından 1333 yılında Mevlâna Türbe-
NIKE, Zafer Tanrıçası. Baştanrı Ze- si’ne armağan edilmiştir. Musul’da yapı
us’un kanatlı kadın habercisi ve Athe- lan, ayaklı ve şişkin gövdeli bu tasın ka
na’nın arkadaşı. Nike, Tanrıların arma pağı üzerinde bir de horoz figürü vardır.
ğanı olarak zaferin daima müjdecisi Üzerinde, minyatür saray sahneleri, şiir
ler yazılı bu tas, Mevlâna Dergâhı avlu
suna çıkarılmış, toplanan yağmur suları
na, Mevlâna’nm sarığının ucu batırılmış,
duası yapılmış, su “şifa niyetine” ziya
retçilere ikram edilmiştir. Nisan tası, bu
gün Mevlâna Müzesi’nin şaheserleri
arasında yer almaktadır.
NİŞAN, Altın, gümüş ve başka ma
denlerden yapılan ve değerli taşlarla,
minelerle süslenen madalya. Genellikle
göğsün sol tarafına takılır ya da bir kor
donla boyna asılır. Her nişanın bir de
“berat”ı vardır.Berat’ta nişanın kime,
ne için verildiği ve derecesi yazılıdır.
Nike Heykelciği. M.Ö. II. yy. Sultan Abdülmecid’den başlayarak Os-
(Aydın Müzesi) manlı padişahları, devlete hizmeti
191
geçenlere derece derece nişanlar ver NÜMİZMATİK, Madenî para bili
mişlerdir. Çoğu değerli madenlerden mi. Bu bilim uzmanlarına da “nümiz-
yapılmış ve taşlarla süslenmiş olduğu mat” denir. Eski ve tarihî paraların de
için pek çok nişan zamanla eritilmiş, virlerinin, kimler tarafından bastırıldığı
taşları satılmış, bu yüzden günümüze nın araştırılması, okunması, sınıflandırıl
çok azı kalmıştır. İstanbul Arkeoloji Mü
ması, bunlardan koleksiyon yapılması
zeleri’ndeki Osmanlı Nişanları Koleksi
ve değerlendirilmesi ayrı bir bilim dalı
yonu oldukça zengindir. Özel koleksi
dır. Eskiler madenî paraya “sikke”, sik
yonlarda da nişanlar görülmektedir.
keler topluluğuna da “meskûkat” derler
NİŞANTAŞI, Ok atmada rekor kı
ranların anısına dikilen yazılı ve süsle- di. Türkiye’de en zengin madenî para
meli taş. Çoğu kez okun düştüğü yere koleksiyonu İstanbul Arkeoloji Müzesi
dikilmiştir. İstanbul'daki Nişantaşı sem Sikke Seksiyonu’nda bulunmaktadır.
ti, Osmanlı döneminde okçuların talim Bu seksiyonda paralar, İslam öncesi ve
yeri olarak bilinir. Pek çok nişantaşı bu İslâmî devirler olmak üzere iki grupta
semte dikilmiştir. toplanmıştır.
192
OBELİKS (DİKİLİTAŞ), Eski Mı kilimler. Geniş zikzak motifleri ve çap
sır, Mezopotamya, Anadolu, Yunanis raz geometrik desenlerin yer aldığı Ob
tan ve Roma’da dikine yerleştirilmiş, ruk kilimlerinin XVIII. ve XIX. yüzyıl ör
tek parçalı taştan yüksek anıt. Dikilitaş neklerinden bir koleksiyon, Konya’da
ların genellikle üzerinde kitabe (yazıt) Koyunoğlu Müzesi’nde sergilenmekte
bulunur. Başlıksızdır. Mısır’da Orta İm dir. Obruk’ta bugün kilim dokuma işçili
paratorluk devrinde, tapmakların çift ği canlandırılmayı beklemektedir.
kuleli tapmaklarına çifter çifter dikilen OBSİDİYEN, Cama benzeyen, ko
granit, tek parça dikilitaşlar hiyeroglif yu renkli volkan kayası. Çakmaktaşı da
yazılıdır. Mısır dikilitaşlarının çoğu Ro denir. Madenin keşfinden önce obsidi-
malılar devrinde Roma’ya taşınmıştır. yen kaya kütleleri parçalanarak bunlar
Roma’daki Circo Massimo, Vatikan, dan bıçak, kama gibi kesici aletler, ok
Caracalla, Campus, Martus, Augustus ve mızrak uçları, baltalar yapılmıştır.
mezarı dikilitaşları Mısır’daki Heliopolis Neolitik devirlerde çok kullanılan obsidi-
tapmağı ile başka tapmaklardan söküle yen âletler, madenin keşfine kadar in
rek Roma’ya getirilmiştir. Paris’teki sanlık tarihinin en önemli silâhı olmuş
Concorde Meydanindaki dikilitaş veya tur. Türkiye’de, hatta yeryüzünde Ne
obeliks, Mısır-Luksor’daki Amon Tapı- olitik devrin (Cilâlıtaş devri) en eski yer
nağı’ndan, Londra’daki Thimes rıhtı leşim yeri olan Çatalhöyük kazılarında
mındaki obeliks ile New York’taki Cent obsidiyenden yapılan çok çeşitli âletler
ral Park’taki obeliks, Mısır Heliopolis meydana çıkarılmıştır. Bunlar arasında
Tapmağı’ndan alınmadır. İstanbul Sul bugün Ankara Anadolu Medeniyetleri
tanahmet Meydanindaki Theodosius Müzesi’nde sergilenen “obsidiyen ayna”
Dikilitaşı, yine Heliopolis’ten Bizans İm belki de insanoğlunun yaptığı ilk ayna
paratoru Theodosius’un emriyle İstan olarak tarihe geçecektir.
bul’a getirilmiş, üzerinde imparatorun OK, Yayla fırlatılan, demir ucu sivri,
ve ailesinin kabartma resimleri bulunan ağaç çubuktan silâh. Ok, İlkçağların
mermer bir kaideye oturtulmuştur. Bu Prehistorik devirlerinden itibaren kulla
radaki taş örgü ikinci dikilitaş ise Bizans nılmıştır. Madenin keşfinden önce, ok
devri eseridir. Colosium Sütunu olarak çubuklarının ucuna obsidiyen (çakmak-
da tanınır. taş) den ok uçları (temren) bağlanmıştır.
OBRUK KİLİM, Konya bölgesin Özellikle Orta Asya, Mezopotamya,
de, Obruk kasabasında el tezgâhlarında Anadolu, Mısır, Suriye kültürünü kapsa
dokunan, rengi ve deseni kendine özgü yan geniş yerleşme merkezlerinden en
193
eski örnekleri bulunmuştur. Ok çubukla OKKA, Eski bir ağırlık ölçüsü biri
rı genellikle ince söğüt dalı, dişbudak gi mi. Bir okka dört yüz dirhem (1283
bi hafif ağaçlardan, kamışlardan kesil gr.)dir. Okkanın pirinçten, tunçtan, de
miştir. Ucuna yerleştirilen madeni tem mirden yapılmış, üzeri ayar mühürlü
ren, bazen iki yüzü keskin, yassı, bazen 1,1/2, 1/4 okkalık birimleri, ayrıca yu
yuvarlak ve sivridir. Temrenlerin delikli, varlak, ortası delik, pul şeklinde daha
oluklu, çatallı olanları vardır. Çubuğun, küçük birimleri müzeler ve tartı aletleri
yayın gergin ipine yerleştirilen tabanı koleksiyonlarında görülür.
kertiklidir. Ok gövdelerine, okun hız al OKLAVA, Ortası hafif şişkin, iki
ması ve hedefe düzgün ulaşması için ucuna doğru giderek incelen ve hamur
açmakta kullanılan değnek. Genellikle
şimşir, dişbudak, kavak ağacı dalların
dan kesilir. Üzeri zımparalanarak parla
tılır. Cilâlı olanları, boya ile süslenenleri,
tornadan geçirilerek iki ucuna oyma
kertik açılanları vardır. Türk mutfağının
en eski etnografik malzemeleri arasın
dadır.
OLTU TAŞI, Türkiye’de Erzurum-
Oltu İlçesi Dutludağı’ndan çıkarılan bir
çeşit siyah kehribar. Oluşumu bakımın
Okluk ve oklar. Osmanlı XVIII. yy.
dan fosilleşmiş reçine veya bir kömür
(Frankfurt-El Sanatları Müzesi)
türüdür. Oltutaşı, genellikle Erzurum’da
bulunan atölyelerde işlenerek, bu taştan
kuş tüyleri de eklendiği görülmüştür. başta tespih olmak üzere, yüzük, ger
Oka, Orta Asya’da yaşayan Türk ka- danlık, sigara ağızlığı, yaka iğnesi, kü
vimleri arasında, İlkçağlardan beri ayrı pe, bilezik gibi eşyalar yapılmaktadır.
bir kutsallık verilmiştir. Oğuz boyları es Bugün Erzurum’da otuza yakın işyeri ol-
ki geleneğe uyarak “Üçok” ve “Bozok” tutaşı işlemektedir.
adıyla iki kola ayrılmıştır. Büyük Selçuk OLUK-SİMA (ÇÖRTEN), Genel
lu Devleti Sultanı Tuğrul Bey’in parala likle çatılarda yağmur sularının akması
rında yayla birlikte ok resmi bulunduğu na yarayan, üzeri açık boru. Taştan ya
gibi, bu sembol Büyük Selçuklu Devle- pılanlarına “sima” veya “çörten” denir.
ti’nin bayrağında da yer almıştır, ayrıca Selçuklu ve Osmanlı devri mimari yapı
ok hukukî sembol olarak da kullanılmış larında ejder, aslan başlı çörtenler gö
tır. Ok, Osmanlı ordusunda da uzun za rülmüştür.
manlar silâh olarak yer almış, İstan ONİKS, Bir akik çeşiti. Bu taşın tür
bul’da Ok meydaninda okçuluk talimle leri çoktur. Türkiye’de Kadıköy, Hacı
ri ve yarışmaları yapılmıştır. İstanbul As bektaş, Kaymaktaşı, Alaca, Somaki,
kerî Müze’de, Topkapı Sarayı Silâh Da Balgamtaşı, Cezayir mermeri gibi adlar
iresi’nde seçkin Türk oklarından örnek la bilinen taşlar bu türe girerler. Açık sa
ler yer alır. rı, yeşilimsi, damarlı, beyaz, yarısaydam
194
renklerde olanları vardır. Oniks’den günümüze kadar, hemen hemen biçimi
masalar, sehpalar, çekmeceler, vazolar, değişmeden gelmiştir. Etnografya mü
şamdanlar, kupalar, fincanlar, mühre- zeleri tarım âletleri bölümünde görülür.
ler, kutular, satrançlar vs. yapılmıştır. O RG , Genellikle kilise müziğinde
Altın ve yaldızlı gümüşle süslenenleri yer alan nefesli ve klavyeli çalgı. İlk org
vardır. ların M.S. III. yüzyılda İskenderiye’de su
OPALİN, Maddesi silis, cama ben basıncı ile yapılan orglar olduğu, daha
zer opalden yapılan yarısaydam kupa, sonra hava basıncı orgların kullanıldığı
vazo, abajur, gülabdan, ibrik vs. eşyalar. bilinir. IX. ve X. yüzyıllarda kilise müzi
XV. ve XVI. yüzyıllarda Venedik’te, ği arasına o zaman “organon” adı veri
XVII. ve XVIII. yüzyıllarda Almanya’da len orglar girmiştir. Org giderek geliş
ve Fransa’da opalin eşyalar ün kazan miş ve XVIII. yüzyılda Batı müziğinin en
mıştır. Türkiye’de de XIX.yüzyıl ortala önemli âleti olmuştur. Mekanik düzeni
rından başlayarak Beykoz Cam ve Por içerisinde, 16 ayak üzerinde kurulu, 10-
selen Fabrikası’nda üzeri desenli çeşitli 16 boru takımı bulunan, 50 klavyeli
renklerde opalinden eşyalar yapılmıştır. orglar en gelişmiş olanlarıdır.
Topkapı ve Dolmabahçe saraylarında, ORPHEUS, Mitolojide Trakya ef
bazı müze ve özel koleksiyonlarda opa sanelerinin müzisyen lirik şairi. Müziği
lin eşyalar görülmektedir. ile bütün yaratıkları büyülemiştir. M.Ö.
V. yüzyıldan itibaren vazo resimlerinde
yer almış, daha sonra Avrupa’nın klâsik
ressamlarına sık sık konu olmuştur.
OSTOTEK, Taştan veya pişmiş
topraktan yapılan ve içine bir ölünün
kemikleri ya da yakılmış külü konan ka
palı sandık, yahut küçük boy lahit. Kül
kutusu da denir. Genellikle kapakları
çatı biçimindedir. Gövde yüzeyi gir-
landlar, bitki desenleri ve geometrik
motiflerle süslü, figürlü ve yazılı olanları
195
vardır. Türkiye arkeoloji müzelerinde gelişti. Türkiye’de ilk otomobil yapımı,
Helenistik ve Roma devrine ait çeşitli 1966 yılında Koç Holding’e bağlı Oto-
örnekleri yer alır. san Otomobil Sanayii’nin ürettiği (Ana-
OTAĞ, Ortadirek çevresine açılan dol) ile başladı. Avrupa ve Amerika’da
yüksek, etekli, geniş ve süslü çadır. Di ki pek çok teknik müzede eski otomo
reğin tepesinden konik veya pramidal biller sergilenmektedir.
biçimde kumaş külahı, külah eteğinden OYA, İpek, ibrişim, renkli iplikten
yere sarkan silindir veya köşeli gövdesi, tığ, mekik, iğne ve firkete ile işlenen in
kalın kumaşlardan dikilmiştir. Kumaş ce örgü. İşlendiği malzemeye göre iğne,
üzeri işlemeli deri veya sırma glâptan tığ, firkete, mekik oyası gibi adlar alır.
tellerle süslenmiştir. Padişahlara ait İşlemede çiçek, yaprak motifleri tabii
olanlarına “otağ-ı hümâyûn” denir. veya stilize olarak kullanılır. Yemeni,
Bunlar, kırmızı atlas üzerine işlemeli bü çevre, çember, mendil kenarlarına,
yük çadırlardır. Padişahlar sefere çıktığı
zaman konak yerlerinde kurulur, çevre
sine tuğlar dikilirdi. Otağ-ı hümayûnlar
çoğu kez birbirinden geçilen ve geçişle
ri perde ile ayrılan birkaç bölümden
oluşmuştur. Bir konakta otağ kurulduğu
zaman, ikinci konakta başka bir otağ
hazırlanmış böylece padişah bekletilme-
miştir. Sadrazamların, devlet ileri gelen
lerinin de gösterişli otağları vardır. Top-
kapı Sarayı Müzesi’nde çeşitli otağ ve
otağ-ı hümayûnlar bulunduğu gibi, Bu Oya (Taciser Onuk Koleksiyonu)
dapeşte, Münih, Viyana, Krakov ve
başka Avrupa müzelerinde de Osmanlı gömleğin yaka ve kollarına, hotozlara
seferlerinden arta kalan otağlar görül ve kadın başlıklarına da oya dikildiği gö
mektedir. (Bak: Çadır). rülmüştür. Oyaların tekniklerine göre
O TO M O BİL, Petrolle hareket koza, mum, boncuk dokuma gibi adları
eden dört tekerlekli binek aracı. Araba. vardır. Oya işçiliği Anadolu kadın giyi
Başlangıçta, Fransa’da 1771 yılında bu mine renk ve güzellik katan çok zarif bir
harla çalışan üç tekerleklisi yapıldı. süs öğesidir. Türkiye’de özellikle etnog
1883 yılında Fransa’da benzinle çalı rafya ve halk sanatını temsil eden müze
şan, patlamalı motorla donatılmış ilk lerde, koleksiyonlarda seçkin oya ör
otomobil icat edildi. Daha sonra hızla nekleri vardır. Kütahya ve Konya et
gelişti. 1903 yılında Paris-Madrid ara nografya müzelerindeki oya koleksiyon
sında, saatte ortalama 100 km. hıza ları dikkat çeker.
ulaşan otomobiller yapıldı. Bu tarihten OYMA YAZI, Kâğıttan, fildişinden,
itibaren Fransa, İngiltere, Almanya, sedeften, ağaçtan ve madenden oyula
Amerika gibi ülkelerde otomobil sanayii rak yazılan levha ve yazı panoları. Bu
196
tür yazılarda yazı kalıbı oyularak madde yumcu, kunduracı, tenekeci gibi maden
üzerine çıkarılır. Kâğıt oymalarda ma işçiliği dallarında ayrı örsler kullanılır.
kasla, sert maddelerde ince (kıl) testere ÖNLÜK, Anadolu’nun çeşitli yöre
lerle kalıba göre kesilir veya oyulur. Ya lerinde kadınların kemerden öne sarkıt
zı oyulduktan veya kesildikten sonra de tıkları, bir çeşit koruyucu. Özel yer tez
ğişik renkte bir kâğıt kumaş ya da baş gâhlarında yün ve pamuk ipliklerle do
ka bir zemine yapıştırılarak çerçevele kunur. Enleri dar olarak dokunduğu için
nir. Bu tür yazılar, hat koleksiyonları iki boy dokunduktan sonra dikişle bir
arasında sık sık görülür. Son yıllarda ba leştirilir. Bel kısmına yün kuşak veya ko
zı meraklılar, altın kaplama, gümüş lev lan geçirilir. Bunların uçları püsküllüdür.
halardan, tahtadan, sedef, fildişi, plâstik Genellikle kilim desenli ve çok renkli
gibi maddelerden yazılar oymuşlardır. önlükler Anadolu Türkmen kadınlarının
ÖREKE, Yün, pamuk, keten iğirir- vazgeçemediği bir giyimdir. Önlüklerin,
ken kullanılan bir ucu çatal değnek. Do aynı şekilde dokunan üç parçalıları “ar
ğumlarda kullanılan ahşap örekeye de kalıklar” da vardır. Arkalıkların etek uç
iskemle denmiştir. ları genellikle saçaklıdır. Karadeniz böl
Ö R S , Üzerinde maden dövülen, çe gesi kadın önlükleri, peştemal olarak
lik yüzeyli madenî kütle. Demirci, ku yörenin el tezgâhlannda dokunur.
197
PABUÇ, Deri ayakkabı. Mest ve yapılan çok süslü pandantiflere dönüş
lapçinle giyildiği olmuştur. Bu durumda müştür. Pandandif, hemen her çağda
genellikle pabucun rengi, mest rengine ve her ülkede önemini yitirmeyen bir
uygun olarak seçilmiştir. Osmanlılarda, süs takısı olarak kullanılmıştır. (Bak:
XVI. yüzyıldan itibaren kadın pabuçları Gerdanlık).
kırmızı atlas, sırma işlemelerle süslen PALAZ, Çözgüsü kıldan veya yün
meye başlanmıştır. Sarı, kırmızı, mor, ipliğinden, kilime benzer bir çeşit Ana
renkli yumuşak deriden, üzeri desenli, dolu dokuması. Palazda, uzunluğuna
ökçeli ve ökçesiz kadın pabuçları yapıl renkli çubuklar (şeritler) dokumanın baş
dığı gibi yeniçeriler de sarı ve kırmızı lıca süsüdür. Sergi olarak kullanılır.
pabuçlar giymişlerdir. PALMET, Palmiye yaprağına ben
zer bitkisel motif. İlkçağlardan beri, ge
PALA, Ağzı enli, hafif öne eğik, or
nellikle mimari süslemede görülür. Türk
tasına doğru genişleyen, ucu sivri, kalın,
sanatında iki rûmî motifin simetrik ola
kısa, ağır kılıç. Genellikle sipahiler kul
rak birleşmelerine de palmet denir.
lanmıştır. Palaların kabzası, altın işleme
PAPİRÜS, Eski Mısır’da aynı adla
li, kınları gümüşten olanları vardır. Enli
kâğıdı yapılan bitki. Papirüs deyince ak
yüzeyi altın kakma yazılarla süslü yapı
la hemen Eski Mısırlıların kullandığı kâ
lanları görülmüştür. İstanbul Askerî Mü-
ğıt gelir. Son yıllarda Mısır’da bu kâğıt
ze’de ve Topkapı Sarayı Silâh Daire
la turistik hatıra eşyaları yapılmakta, pa
sinde Osmanlı devri palalarının örnek
pirüs üzerine Mısır hiyeroglifleri yazıla
leri yer almaktadır. rak ve yaldızlı resimler yapılarak satıl
PAN, Yunan mitolojisinde çobanla maktadır.
rın Tanrısı. Boynuzları, eğri burnu, kuy PARA, Bir devlet tarafından tedü-
ruğu ve teke ayaklarıyla heykelleri ve vüle çıkarılmış, üzerinde kimin tarafın
kabartmaları yapılmıştır. Mağaralarda dan çıkarıldığı belirtilen, kabartma yazı
ve kırlarda dolaşır, sürüleri korur, kendi lı ve resimli, belli değerde, genellikle
icat ettiği flütünü çalardı. Türk ve dünya yassı, yuvarlak madenî baskı. İlkin Ana
arkeoloji müzelerinde taş heykel ve ka dolu’da Lidyalılar tarafından basıldığı ve
bartmaları, seramik vazolar üzerinde kullanıldığı söylenir. Ondan önce Eski
tasvirleri görülür. Mısır, Mezopotamya ve Akdeniz ülkele
PANDANTİF, Boyna takılan mü ri ile birlikte Asya, Avrupa ülkeleri uy
cevher süs takısı, gerdanlık, llçağlarda garlıklarında para birimi yerine, ağırlık
boncuk, kemik, diş pandantifler giderek ları değişen ve alışverişte tartılan altın,
altın, gümüş ve değerli taşlardan gümüş, elektron, bakır, kurşun, kalay,
198
Asya’da Türklerin, ilkin komşu ülkelerle
yaptıkları alışverişlerde “çek veya kır-
tas” adı verilen bir çeşit kâğıt parayı kul
landıkları söylenirse de “yastık” adı veri
len altın ve gümüş külçelerin para yeri
ne tedavül edildiği, Islâmi dönemde
“dirhem” üzerinden altın, gümüş, bakır,
paraların basıldığı bilinir. Selçuklularda
ki “akçe” birimi Osmanlı paralarının
esasını teşkil etmiş, ilk Osmanlı akçesi
Gümüş Para
Orhan Gazi tarafından kestirilmiştir.
Anadolu Selçukluları. 13. yy.
Ayarlarına göre sık sık değişen, her pa
demir gibi madenler bir malın karşılığı dişah devrinde yenilenen, son devirler
olarak ödenmiş ya da malın takası yapıl de de lira, kuruş, para gibi birimlerle ad
mıştır. Birim ve değer olarak madenî landırılan Osmanlı madenî paraları bü
para basımı yaygınlaştıktan sonra, altın, yük bir çeşitlilik gösterir. XIX. yüzyılda
elektron, gümüş ve bakır, para basımın kâğıt para sistemi uygulanır. (Bak: Kâğıt
da en çok kullanılan madenler olmuş,
her devletin veya krallığın hatta her
kralın ve şehrin ayrı ayrı paraları olmuş
tur. Helenistik devirlerde Ege ve adala
rında, Yunanistan’da para, farklı ma
den ve ağırlıklarla hızla yayılmış, paralar
ve birimleri çeşitli adlar almıştır. Hele
nistik devirde “drahmi” para birimini
temsil ederken, Güney İtalya ve Sicil
ya’da bu birim “nomos veya litra”, As
ya’da “şekel” adıyla tanınmıştır.
Bununla birlikte para, çoğunlukla
parayı çıkaran kral ve imparator adla Gümüş Para. Sasani Devri, M.Ö. 241
(Berlin-Islâm Sanatları Müzesi)
rıyla tanınmış, Roma İmparatorluğu sü
resince belli ağırlıktaki altın, para biri
mine esas alınmış, bunun karşılığı, gü para) Böylelikle Cumhuriyet dönemine
müş ve bronz paralar basılmıştır. Bu sis girilir. Türkiye’nin İslâm öncesi Anado
tem Bizans împaratorluğu’nda da be lu ve İslâmî devirlerine ait en zengin pa
nimsenmiştir. Ortaçağ ve Yakınçağ Av ra koleksiyonu, İstanbul Arkeoloji Mü
rupa paralarında ölçü yine de altın ol zesi Sikkeler Bölümü (Nümizmatik Ka-
makla birlikte, paranın sürekliliğini sağ bine)ndedir. Anadolu’da ilk basılan Lid-
lamak üzere, belirli kalıplarda basılmış, ya paraları, Helenistik, Roma ve Bizans
ancak tarihler, harfler, semboller ve te devirleri altın, elektron, gümüş, bronz,
davül damgaları değiştirilmiştir. Orta bakır sikkeleri, bu bölümde, devirlerine
199
göre ayrılmış, gruplandırılmış, ayrı ayrı
koleksiyonları yapılmıştır. İslâmî devir
sikkeleri Emevî, Abbasî, Kuzey Afrika
İslâm devletleri, Asya İslâm devletleri,
Selçuklular, Anadolu Beylikleri, Os-
manlılar olmak üzere gruplara ayrılmış,
her grup kendi içerisinde koleksiyonlar
meydana getirmiştir. Bu bölümde ayrı
ca İslâm devri mühürleri, Osmanlı devri
nişan ve madalyaları, “Evrak-ı Nakdiye”
adı verilen son devir Osmanlı kâğıt pa
raları, Türkiye Cumhuriyeti kâğıt ve
madenî paraları da koleksiyonlar halin
de yer almaktadır. Ankara, İzmir, Ber
Sedef işlemeli ahşap paravan
gama, Antalya, Konya, Manisa, Bursa
arkeoloji müzeleri ile daha başka müze
için kullanıldığı gibi, geniş salonları
lerde büyüklü-küçüklü, çoğu Anadolu
oturma, yemek bölümleri olarak ayır
kaynaklı madenî para koleksiyonları
mıştır. Sedef ve fildişi kakma, ebru kâ
vardır. İstanbul Arkeoloji Müzeleri Sik
ğıt kaplama Türk paravanları vardır.
keleri Katalogu yayınlandığı gibi, para
PARŞÖMEN, Üzerine yazı yaz
lar üzerine genelde çeşitli kataloglar ha
mak, resim ve harita yapmak ve buna
zırlanmış ve yayınlanmıştır.
benzer işlerde kullanılmak üzere özel
PARAVAN, Menteşelerle birbirine
hazırlanmış deri. İlkin Bergama Kralı
bağlı, birkaç parçadan meydana gelen,
Eumenes II (M.Ö. 197-159) zamanında
taşınır, açılır, kapanır, perdeye benzer
Bergama’da yapılmış ve Pergamena adı
pano. Odalarda bölümleri ayırmak, bir
verilmiştir. Koyun, keçi, ceylan derisin
köşeyi kapatmak için kullanılır. Yüksek
liği adam boyunu geçmez. İki, üç, dört den yapılan parşömen, daha sonra bü
kanatlıları vardır. Paravanlar genellikle tün kavimlerce kullanılmıştır. Rorpalılar
oda döşemelerinin üslûbunda yapılmış ve Bizanslılar devrinde parşömene ya
lardır. Kanat çevreleri ahşap, oyma süs- zılmış kitaplar hazırlanmış, İslâmiyetin
lemeli olduğu gibi, kanatlarına ahşap ilk devirlerinde de, ceylan derisi üzeri
üzerine kumaş gerilenleri, kâğıt kapla ne ilk Kuranlar yazılmıştır. Kâğıdın yay
ma olanları, tablo gibi resimlendirilenle- gınlaşması üzerine, parşömen önemini
ri görülür. Bu alanda Japon paravanla yitirmiş, kullanma alanı dekoratif bazı
rı çok tanınmıştır. Türk paravanları ge uygulamalarda kalmıştır.
nellikle ahşap kafesli (şebekeli)dir. Oy PATERA, Kepçe biçiminde saplı,
ma çerçeveli, altın yaldızlarla süslü kafes derinliği az, tabana oturan, ayaksız içki
paravanlar, saray ve konaklarda yapılan kabı. Mezopotamya, Eski Mısır, Anado
toplantılarda, mevlit ve düğün törenle lu, Yunan ve Roma uygarlıklarında altın
rinde, kadınları erkeklerden ayırmak gümüş, bronz pateralar yapılmış,
200
bunların gövdeleri kabartma resim ve PENCERE KANATLARI (AH
madalyonlarla süslenmiştir. Kulplu ya ŞAP), Bir mimarî yapının bütünü için
da kulpsuz olan pateralar, kralların, ra de yer alan, istenildiği zaman menteşe
hiplerin amblemi durumunda, resmî ve lerinden çıkarılabilen ahşap pencere ka
dinî törenlerde Tanrılar adına içki iç natları. Genellikle Türk ve İslâm sana
mek, yere şarap dökmek için kullanıl tında, kapı, minber, mihrap, tavan, kür
mıştır. Hıristiyanlığın ilk devirlerinde de sü, sanduka, taht gibi ahşap işçiliği tü
altın ayaklı cam veya som altından pa ründe, devrinin üslûbunu temsil eden
teralar yapıldığı bilinir. İstanbul, İzmir sanat eserleri sayılır. Çoğu, devirler
arkeoloji müzelerinde ve daha başka içinde yıpranan, çürüyen ahşap pence
müzelerde Roma-Bizans devri paterala- relerden günümüze ulaşabilenleri, ya
rı bulunmaktadır. yerlerinde korunmuş veya önemlileri
PAZARCI MAŞASI, Mevlevilikte, müzelere kaldırılmıştır. Anadolu Selçuk
pazara alışveriş için çıkan pazarcı dede luları devri mimarî eserlerinden arta ka
nin belinde taşıdığı iki dilli sembolük de lan veya yapılardan sökülen, müzelerde
mir maşa. Ucu kargıya benzer. Sap kıs sergilenen ahşap pencere kanatları ara
mı işlemelidir. Üzeri dua yazılı olanları sında, İstanbul Türk ve İslâm Eserleri
vardır. Konya Mevlâna Müzesi mutfak Müzesi’ndeki Konya-Sadreddin Konevî
eşyaları arasında bir örneği sergilen Camii’ne (1274 M.), yine aynı müzede
mektedir. Karaman-İbrahim Bey İmareti’ne ait
PEGASOS, Mitolojide kanatlı at. (XV. yüzyıl), ayrıca Konya-İnceminare
Perseus Medüza’yı öldürmüş, onun ka Selçuklu Taş ve Ahşap Eserleri Müze
nından Pegasos doğmuş, Perseus’un atı si’nde bulunan Konya-Beyhekim Ca
olmuştur. İlah Zeus’un da atı olan Pega mii’ne (XIII. yüzyıl sonları), Beyşehir-Eş-
sos, daha sonraları gökyüzüne gönderi refoğulları Camii ile (XIII. yüzyıl sonu),
lerek orada burç olmuştur. Resimleri Ermenek Sipas Camii’ne ait (XIV. yüz
taşlara, madenlere kabartma olarak yıl) ahşap pencere kanatları sayılabilir.
konduğu gibi gökyüzü sembolü olarak Bunun dışında Türkiye’de başka müze
da süslemeler ve amblemlerde yer al lerde, Berlin Pergamon Müzesi İslâm
mıştır. Eserleri Bölümü’nde de Selçuklular ve
PELESENK, Kahverengi, mor, es Beylikler dönemine ait ahşap pencere
mer, vişneçürüğü renginde ağır, sert, kanatları görülebilir. Selçuklu ve onu iz
ahşap kaplamacılığında kullanılan ağaç leyen Beylikler devri ahşap pencere ka
türü. Brezilya ve Honduras’ta yetişen iki natları, Selçuklu ağaç işçiliğinde genel
çeşiti vardır. Pelesenk XVIII. yüzyıldan likle sert ağaçlardan geçme (kündekârî)
beri mobilya kaplama işçiliğinde, fırça, ve oyma tekniğinde yapılmış, arabesk
bıçak sapı, tezhip yapımında çok kulla ve rumî desenlerle, stilize yaprak ve çi
nılmış ve tutulmuştur. Bazı bitkilerden çek motiflerinin doldurduğu madalyon-'
elde edilen reçine türüne de pelesenk lar ve çerçeveli yazı şeritleri ile süslen
denmiştir. miştir. Bütünüyle pencere kanadını,
201
rumî bezeme bir kenar suyu çevirmek PENES, Sarı ve gümüş rengi tene
tedir. Osmanlı devri pencere kanatlan keden para şeklinde kesilen süs takıları.
her ne kadar arabesk düzen içinde süs İki yüzü kabartma desenlerle süslüdür.
leme geleneğini, hatta tekniğini sürdür PERDE, Pencerelerde, madenî ve
mekte ise de XVI. yüzyıldan itibaren tahta kornişlere takılan işlemeli tül ve
süslemeye, sedef, fildişi, bağa, kemik kalın kumaştan perde kanatları. Türk
kakmalar eklenmiş, hatta XVIII. yüzyıl hareminde pencereler daha çok ahşap
ve sonrasında pencere kanatları Edirne- kafeslerle perdelenmiş, perde işçiliği bu
kârî kalem işi ile (çok renkli ve çiçekli) yüzden Avrupa kadar gelişememiştir.
süslenmiştir. Osmanlı devri fildişi, sedef XIX. yüzyıldan itibaren ev ve konaklar
kakma pencere kanatları, özellikle İs Batı usulü ile perdelenmiş, bu moda gi
tanbul’da cami, saray, köşk gibi yapılar derek yaygınlaşmıştır. Perde kanatları
da yerlerinde görülmekle birlikte, müze çatma kadife, atlas gibi değerli kumaş
lerde bulunanları da vardır. lardan yapılırken iğne, tığ işleri ile ince
PENÇE-İ AL-İ ABA, Türk Halk tül perdeler de örülmüştür.
resminde, duvarlara asılan açık bir el PEŞKİR, Pamuk ve keten ipliğin
(pençe) in resmedildiği levha. Üzerinde den özel olarak dokunan el ve diz hav
(Hz. Muhammed, Hz. Ali, Fatıma, Ha lusu. 50 cm. eninde, 70-80 cm. boyun
dadır. Bazen de yer sofrasının çevresini
şan, Hüseyin) adlan yazılıdır. Bunlar,
dolanacak kadar 2-2,5 m. uzunluğunda
(Al-i Aba) yani Hz. Muhammed’in abası
olur. İki ucu işlemeli ve saçaklıdır. İşle
meleri sırma, renkli ibrişim ve ipliklerle
gergeflerde yapılır. Topkapı Sarayı’nda
örnekleri bulunan “saray peşkirleri” da
ha çok süslüdür. Peşkir, el yıkandıktan,
aptes aldıktan sonra eli yüzü kurulamak
için kullanıldığı gibi, yer sofrasına bağ
daş kurup oturduktan sonra, sofrada
toplu veya tek tek peçete olarak da kul
lanılır. Etnografya müzelerinde ve elişle-
ri koleksiyonlarında çeşitli peşkirler gö
rülür.
PEŞTEMAL, Hamamda örtünmek
ve kurulanmak için el tezgâhlarında özel
olarak dokunan pamuk, pamuk ipliği-
Perıçe-i Ali Aba ipek karışık dokuma. Renkli, çubuk
(Topkapı Sarayı Müzesi, 1703 Falname’den) lu,sırma ibrişim işlemeli olanları vardır.
Anadolu’da bazı bölgelerde kadınların
altında toplanan ve (Ehl-i Beyt) olarak önlük olarak kullandıkları veya başlarına
bilinen Peyamberler ailesini simgeler. örttükleri dokumalara da peştemal de
Bir elin beş parmağı bunun ifadesidir. nir. Loncalara bağlı eski esnaf
202
kuruluşlarının çıraklıktan kalfalığa ve us
talığa geçenler için yaptıkları törenlerde
adaylara peştemal bağlanır. Buna “peş-
temal kuşatmak” töreni adı verilir.
PİPO, İçerisine tütün konularak bir
ağızlıkla (çubukla) dumanı çekilen küçük
kap. Taştan, ağaçtan, madenden yapı
lır. Tütünün ortaya çıkışından çok önce
leri de kullanıldığı bilinmekte ise de asıl
varlığı tütünle birlikte başlamıştır. Avru
pa ve Amerika’da çok sanatlı, değerli Piri Reis Haritası
203
Avrupa’da XIV. yüzyılda klavye eklene stil. Antikacılıkta daha çok masa, san
rek vurma tel sistemi oluşturulmuş, ilk dalye ve dolaplarda, biblolarda hareket
piyano, önce İtalya’da daha sonra Fran liliğe yer veren bir tekniğin biçimlemesi
sa’da yapılmıştır. XVIII. yüzyılda Alman olarak görülür.
ustaların ve müzisyenlerinin geliştirdiği PORSELEN, Genellikle beyaz, ince
piyano, zamanla mobilyası ile bir sanat hamurdan, üzeri renksiz ve saydam sır
eseri haline getirilmiştir. Avrupa ve la kaplanmış, inceldikçe yarısaydamla-
Amerika müzelerinin “Müzik Aletleri” şan ve yüksek ateşte pişirilen camsı se
bölümünde pek çok çeşitleri görülür. ramik. Porselen ilkin M.S. VI. yüzyılda
Türkiye’ye, XIX. yüzyıl sonlarında giren Çin’de icat edilmiş, Toug Hanedanı
piyano, Avrupa kaynaklıdır. devrinde (618-907) gelişerek yaygınlaş
PLATİN, Beyaz renk, altın, gümüş mış, Soung ve Yûen devirlerinde (960-
gibi değerli bir maden. Kuyumculukta, 1368) en olgun dönemlerini yaşamıştır.
yüzde on bakır alaşımı olarak kullanıl Çin’den, Japonya’ya, Kore’ye geçen
mıştır. Asya’da Ural Dağlarindan, porselen işçiliği, XVI. ve XVII. yüzyıllar
ABD’de ve Güney Afrika’da çıkarılan da Avrupa’da denenmeye başlamış, an
platin, süs takıları arasında yer aldığı gi cak XVIII. yüzyıl başlarında gerçek
bi teknolojide de kullanılmaktadır. ürünlerini verebilmiştir. Almanya’nın
POM PADOUR ÜSLÛBU, Fransız eski Saksonya Eyaleti Meissen şehrinde
Kralı Louis XI’in gözdesi Pompadour 1713 yılında kurulan porselen fabrika
adına, mobilya sanatında kullanılan bir larını, sırasıyla, 1718’de Viyana, 1738
204
yılında Fransa’da Sevres, Almanya’da ile yapılan resimdir. Eski Mısır sanatın
1750’de Höchst, 1753’te Nymhesburg da gerçekçi bir portre yapma anlayışı
şehirlerinde kurulan fabrikalar izlemiş vardır. Helenistik sanatta portre, hey
tir. Bu devirde ve bundan sonra İsveç, kelde olduğu gibi idealizme yöneliktir.
Hollanda, Belçika, İsviçre, Portekiz, İn Roma sanatında natüralist bir anlayışa
giltere, İtalya, ve Rusya gibi ülkelerde önem verilmişse de portre sanatı Röne
belli başlı porselen fabrikaları kurulmuş, sans’la birlikte gelişmeye başlamış, çok
porselen evanî,halkın günlük hayatına başarılı portre sanatçıları yetişmiştir.
girmiştir. Türkiye’ye porselen sanayii POSEİDON , Mitolojide Denizler
ancak XIX. yüzyılın ortalarına doğru gi Tanrısı. İnanışlara göre, Titanların ye
rebilmiştir. (Bak: Yıldız Porselen). nilgisinden sonra, Zeus ve Hedes Tanrı-
PORSELEN BERLİN, Antika pi
yasasında çok aranan bir porselen türü.
XVIII. yüzyılda Berlin’de kurulan bir
porselen fabrikası 1763’te Prusya İm
paratoru Büyük Friedrich tarafından sa
tın alınmış ve bundan sonra fabrikanın
ürünleri bütün dünyaca tanınmıştır.
Berlin porselenleri K.P.M. yani Koenig-
liche Porzelen Manufactur damgasını
taşır. Avrupa müzelerinin çoğunda ko Poseidon Heykeli,
Roma. III. yy.
leksiyonları vardır.
(Konya-Arkeoloji
PORTRE, İnsan resmi. Portre yal
Müzesi)
nız baş, göğüs ve dize kadar olduğu gi
bi ayrıca boy ve aile, grup portreleri de
vardır. Portre, boya, grafik ya da desen
lan dünyayı bölüşürlerken Poseidon’un
payına denizler düşmüştür. Denizcilerin
ve balıkçıların yardımcısıdır. Elinde üç
dişli zıpkın ve yanı başında yunus balığı
bulunan heykelleri yapılmıştır. M.Ö. \/I.
yüzyıldan kalma Atina Poseidon’u bili
nen en eski bronz heykelidir. Yunan ve
Roma devri heykelleri, Atina, Roma,
Madrid, Vatikan, Napoli, Paris müzele
ri ile Avrupa’nın başka müzelerinde,
Türkiye’nin belli başlı arkeoloji müzele
rinde yer alır. Poseidon’un paralar ve
seramikler üzerinde de resimleri vardır.
PONÇUK, Genellikle deve hamu-
Fatih’in Bellini tarafından yapılan portresi dunun ya da at eğerinin iki tarafından
205
sarkan boncuklarla süslü, renkli yün ip Türkiye’de pul koleksiyoncularını bir
liklerinden örülmüş püskül. Bunların ko araya getirerek, onlara pul hakkında bil
lan gibi dokunanları da görülmüştür. gi veren, yayın yapan, pul sağlayan, za
Türkmen ve Yürük el sanatları arasında man zaman pul müzayedeleri açan ku
ponçukların çok çeşitleri vardır. ruluşlar vardır Pul,antika ve eski eser
POSTA PULU, Mektup, paket, ga koleksiyonculuğu ile eşdeğerde tutul
zete, dergi gibi posta ile gönderilen eş maktadır.
yaların üzerine yapıştırılan basılı kâğıt.
Bugünkü biçim ve anlamıyla ilkin 1840
yılında İngiltere’de, daha sonraki yıllar
da Avrupa ve dünya ülkelerinde uygu
lanmaya başlanmıştır. Türkiye’de ilk
olarak pul, üzerinde “Devlet-i Aliyye-i
Osmaniye” yazısı ile tuğra bulunan ince
kâğıtlar biçiminde iken 1865 yılında bi
çimi değiştirilmiş, tuğra yerine ayyıldız
konmuş, ayrıca pulun üzerine “Posta-i
Devlet-i Osmaniye” ibaresi yazılmıştır.
1876 yılında yapılan değişikliklerle bu
yazı ay’m ortasına yerleştirilmiş, yıldız
kaldırılmıştır. 1892’de çıkarılan pulların
kenarı Türk motifleriyle süslenmiştir. POST MODERN SANAT, Her
1898 yılında altı köşeli pul basılmış, gün yeni bir dünya kuruluyor. Her yeni,
İkinci Meşrutiyet’in ilanı ile (1908) özel bir gün sonra eskiye dönüşüyor. Mo
“Hatıra-i Meşrutiyet” pulu yayınlanmış dern eskidikçe yeni bir dünya kültürü,
tır. 1920’de kurulan Türkiye Büyük yeni bir estetik kültür biçimi oluşuyor.
Millet Meclisi Hükümeti tarafından, da Buna “post modern” deniliyor. Bir yan
ha önce Avrupa’da bastırılan Osmanlı da kendini mutlak ve estetik değer ölçü
pulları sürsaj edilerek kullanılmış, ayrıca sü olarak tanımlayan klasik modern, öte
1922 yılında, İtalya’da, üzerinde “Lâ yanda dogmatiğe yer vermeyen, klasik
îlâhe İllallah” yazılı pullar bastırılmıştır. modernin geleneklerini hiçe sayan, öz
1924 yılında Lozan Antlaşması dola gür düşüncenin biçimlendirdiği post
yısıyla üzerinde Atatürk’ün resmi ve modern. Ya da toplumun yeni bir este
“Hatıra-i Sulh” yazılı Türkiye Cumhuri tik değer arama çabası. Bu anlayışla
yeti pulları çıkarılmıştır. Cumhuriyet dö meydana getirilen ve özgür biçimlerden
neminde Türk pulculuğu, baskısı, resim oluşan eşya, resim, heykel, tiyatro, mü
ve bezemeleriyle en ileri ülkeler düzeyi zik. Post modern dünün, hatta bugünün
ne ulaşmış, hatta dünyada ilk kabartma değil, yarının antikası ve sanatıdır.
pul, 1968 yılında PTT idaresi tarafın POŞU, İpek-pamuk karışımı iplik
dan Ankara’da Ajans-Türk Basımevi’n- lerle dokunan bir çeşit yollu kumaştan
de bastırılarak yayınlanmıştır. Bugün dikilen ve omza atılarak üçgen ucu
206
arkaya sarkıtılan saçaklı bürümcek. Po silâhlardan korunabilmek için vücuda
şu, Güneydoğu Anadolu’da başa da sa giyilen zırhlara denir. (Bak: Zırh).
rılır. Daha çok erkekler kullanır. PUŞİDE, Türbelerde, mezar sandu
PUDRİYER, îç kapağında aynası kaları üzerine serilen işlemeli ve yazılı
ve pudra sürmek için yumuşak ponpo örtü. Her hac döneminde yenilenen
nu olan ve içerisinde taş pudra bulunan, Kâbe örtüsüne de puşide dendiği ol
çantada taşınabilir küçük kutu. Makyaj
muştur. Üzeri nakışlı ve yazılı namazlık
malzemeleri arasında vazgeçilmez bir
dokumalarına da puşide denir. Mezar
yeri olan pudriyerlerin, altın, gümüş ve
örtüsü puşideler, ipekli kumaşlardan di
bağadan yapılanları, kapakları değerli
kildiği gibi, deri ve kaim kumaş üzerine
taştan veya mine ile süslenenleri antika
eşyalar arasında görülür. En değerlileri altın-gümüş sırmalarla işlemeli puşideler
16. Louis stilinde Fransız pudriyerleri de vardır. Konya Mevlâna Türbesi’nde,
dir. Mevlâna’nın sandukasını örten altın sır
PUŞAT, Silâh takımı anlamına gel ma işlemeli ve yazılı puşide bunlar ara
mekle birlikte, daha çok kesici ve delici sındadır.
207
RAHLE, Tek parça tahtadan, açılır olmalıdır. Ağaç kütük olarak alınacak ve
kapanır biçimde, üzerinde Kuran, mev biçtirilecek olursa merkeze ve çevreye
lit, diğer dinî kitapların okunduğu iki yakın olanlar rahle için alınmamalıdır.
ayaklı çatal kürsü. Rahlenin yüksekliği, Ağaçlar, abanoz, ceviz, meşe, alıç,
önünde diz çökülüp, üzerine kanacak gürgün gibi sert ağaçlardan seçilmelidir.
Kuran’m rahatça okunabileceği ölçüde, Türkiye müzelerindeki en eski rahleler
katlandığı zaman 1 m.ye kadar uzunluk Anadolu Selçukluları devrine ait (XIII.
tadır. Eni, boyunun ortalama üçte biri yüzyıl) cevizden, üzeri kafesli oyma, ka
dir. Geçme dişlerinin açıldığı yerleri de bartma motif ve yazılarla süslü olanları
boyunun üçte birine yaklaşır. Rahleler, dır. Bunlardan ikisi Konya Mevlâna Mü-
genellikle abanoz, ceviz, meşe gibi sert zesi’nde, biri İstanbul Türk ve İslâm
ağaçlardan “dik biçme” olarak kesilmiş
ve işlenmiştir. İslâm sanatının ağaç oy
macılığı ve ağaç üzerine sedef, fildişi,
kemik, bağa, altın, gümüş kakmacılığı
nın en seçkin örneklerini veren rahleler
İslâmiyetin doğuş ve yayılışından he
men sonra yapılarak çoğu cami ve mes
citlere armağan edilmiş, medrese ve
türbelerde, evlerde Kuran okumak için
kullanılmıştır.
Rahle-Selçuklu, XIII. yy.
Rahle yapımında ağaç en önemli (Konya Mevlâna Müzesi)
unsurdur. Kuru olması, budaksız olma A
sı, elyafın çok sık ve aralarının damarsız Eserleri Müzesinde, dördüncüsü de Do
olması, rahle yapılacak ağacı seçerken ğu Berlin (Pergamon Müzesi) İslâm
dikkat edilecek en önemli hususlardır. Eserleri Müzesi’ndedir. Beylikler ve Os
Ağaç, rahle için biçildikten sonra çalış manlIlar devrine ait rahleler, İstanbul
mamak (eğilip bükülmemeli) dır. Kale Topkapı Sarayı, Türk ve İslâm Eserleri,
me (ıskarpele) dayanmak, sert olmak, Antara Etnografya, Konya-Mevlâna ve
çekiç veya tokmakla vurulunca kalem Etnografya müzeleri, Bursa, Niğde, Ma
gömülüp gitmemelidir. Kalem nereye nisa ve başka müzelerde, İstanbul’da ve
vurulursa orada iz yapmalı, civarda Anadolu’nun pekçok camisinde, evler
kalkma, atma ve yarılma olmamalıdır. de, özel koleksiyonlarda görülür. Yalnız
Ağaç ele alınınca hissedilir bir ağırlığı Topkapı Sarayinda (14), Türk ve İslâm
yazıyı, diğer yazı türleri ile birleştirerek
yeni üslûplar meydana getirmişlerdir.
RESİM SANATI (TÜRK), Canlı
resim yapmanın günah sayıldığı ve hoş
karşılanmadığı İslâm sanatında, resim
yerine süsleme sanatı gelişirken, birçok
süsleme ustası, resim yapma isteği ve
Rahle-Selçuklu, XIII. yy.
coşkularını minyatür alanında sürdür
(İstanbul-Türk ve Islâm Eserleri Müzesi)
müşlerdir. İslâmiyetten önce Orta Asya
Eserleri Müzesinde (71), Ankara Et Türkleri’nde var olan minyatür sanatı,
nografya Müzesi’nde (9), Konya Mevlâ- İslâmlıkla birlikte dinî amaç taşımayan
na Müzesi’nde (7) seçkin rahle bulun “tarif ve tasvirlerle” devam etmiş, Ana
maktadır. dolu’ya Selçuklularla birlikte gelmiştir.
REBAB, Çok eskiden beri Türkis Anadolu Selçuklularında bir ara (XIII.
tan, Iran, Hindistan, daha sonra Arap yüzyıl) kitap minyatürcülüğünden taşa
ülkelerinde kullanılan telli saz. Genellik rak taş ve çini süslemeciliğinde kendini
le yarım küre şeklindeki gövdesi hindis gösteren resim, Konya Kalesi bedenle
tancevizi kabuğundan, ağaçtan yapıl rinde taş kabartma, Kubad-âbâd Sarayı
mış, üzerine ince bir deri gerilmiştir. duvar çinilerinde boyama olarak zengin
Ağaç saplıdır. Gövdesinin altında yere bir repertuvar meydana getirmiştir. Os-
oturan demir bir çubuk vardır. Çeşitleri manlı devrinde minyatür geleneği, Os
ne göre iki, üç, beş tellidir. Yayla çalı man, Nigârî, Matrakçı Nasuh, Haşan
nır. Yedi ayrı türü bulunan, yaysız, elle Paşa, Levnî gibi sanatçıların elinde zir
de çalmabilen rebabm Doğu ülkeleri veye ulaşmış, böylece Türk resim sana
arasında önemli bir yeri vardır. Anado tı, minyatürlerle “klâsik” devrini yaşa
lu Selçukluları devrinde ney-rebab- ku mıştır. Bu arada, Avrupaî anlamda re
düm üçlüsü saz takımının çok rağbet sim sanatını seven Fatih Sultan Meh-
gördüğünü, Mevlâna Celâleddin’in eser med gibi padişahlar da gelip geçmiş,
lerinden ve Mevlevî kaynaklarından öğ XIX. yüzyılın sonlarına doğru Sultan
reniyoruz. Rebab üzerine Mevlâna’nın Abdülaziz, kendisinin heykelini yaptıra
pek çok şiiri vardır. Klâsik Türk Müziği cak kadar bu alanda ilgisini göstermiş,
enstrümanları arasında da rebaba yer Dolmabahçe Sarayı’na Avrupalı birçok
verilmiştir. tanınmış ressamın tablolarını astırmıştır.
REYHANÎ, İslâm ve Türk sanatında Batılı anlamda resmin, resim meraklıla
bir yazı çeşitidir.İlkin, XI. yüzyılda Bağ rını etkilediği böyle bir devirde “Türk
datlı hattat îbn-i Bevvab tarafından kûfî Primitifleri” denilen İbrahim ve Tevfik
ve sülüs yazıdan türetilmiş ve yazılmış paşalar, Servili Ahmed Emin, Salih,
tır. Reyhanî, dik, ölçülü, okunması ko Molla Aşkî, Süleyman Seyyid, H. Zekâî
lay bir yazı çeşiti olduğundan Kuran
Paşa, Şeker Ahmed Paşa, Osman
nüshaları ve dinî eserler bu yazı ile yazıl
Hamdi hatta Hoca Ali Rıza gibi ressam
mış, daha sonra Türk hattatları bu
lar tabiata dönük, yağlıboya tabloları ile
209
modern Türk resim sanatının öncüleri
olmuşlardır. Bu arada Osman Hamdi
Bey’in çabası sonucu İstanbul’da açılan
“Sanayi-i Nefise Mektebi” ile Türk res
mi atılımcı bir döneme girmiş, Avru
pa’da resim öğrenimi gören Türk res
samları Türk resmini primitiflikten kur
tararak Batılı bir görüşle yorumlamışlar
dır. Ressam Halil Paşa’nm ardından
Çallı İbrahim, Feyhaman Duran, Nazmi
Ziya, Avni Lifij, Hikmet Onat, Ruhi
Arel, Namık İsmail, Veliaht Abdülmecid
Efendi ve bunları hemen izleyen Sami
Yetik, Şevket Dağ, Ali Sami Boyar,
Osman H am di’nin “Mimozalı Kadın’’ tablosu
Mihri Müşfik, Ömer Adil, Vecih Bere-
(Istanbul-Resim ve Heykel Müzesi)
ketoğlu ve daha başkaları ile Türk resmi
Cumhuriyet dönemine girmiş ve bu dö miş, Paris Güzel Sanatlar Okulu (Ecole
nemde kişiliğini bulmuştur. Tanınmış des beauxArts)na devam etmiştir. Pa
ressamlarımızdan kimilerini kısaca tanı ris’te bulunduğu on iki yıl içinde resimle
talım. Bu ressamların tümü, aramızdan birlikte arkeoloji öğrenimi de yapmış,
ayrılmıştır. Türkiye’ye dönüşünde Bağdat’ta vali
olan Mithat Paşa’ran yaranda Yabancı
İşler Müdürü, daha sonra Kadıköy ve
Beyoğlu Belediye Reisi, 1876’da ilk
meclise milletvekili, derken 1881 yılın
da Müze-i Hümayûn’un ilk Türk müze
müdürü olmuştur. 1882’de İstanbul Gü
zel Sanatlar Okulu (Sanayi-i Nefise) mü
dürlüğünü de üstlenen Osman Hamdi
Bey, Osmanlı sınırları içinde çeşitli yer
lerde arkeolojik kazılar yapmış, Eski
Eserler Nizamnamesi’ni yeni bir görüşle
Abdülmecit Efendi’nin bir tablosu: hazırlamış, İstanbul’da o devir için mo
Saraylı Kadın dern müze binası olan Arkeoloji Müzesi
(Istanbul-Resim ve Heykel Müzesi binasını yaptırarak 1891 yılında ziyare
te açmıştır. Batı estetiğinde Türk resmi
Osman Hamdi ( 1 8 4 2 -1 9 1 0 ) : ne öncülük eden, tablolarıyla da ün ya
Sadrazam Ethem Paşa’nm oğlu olup pan ressam, müzeci, arkeolog, bilim
1842 yılında İstanbul’da doğmuştur. adamı ve idareci Osman Hamdi, Türk
On sekiz yaşındayken hukuk öğrenimi kültür ve sanatına sayısız hizmetler ve
için gittiği Paris’te kendisini sanata ver- rerek 1910 yılında İstanbul’da
210
ölmüştür. Osman Hamdi Bey’in tablola desenlerinde ezbere sayılamayacak not
rı, İstanbul, Ankara, İzmir devlet resim lar yakalamıştır. Yağlıboya ve guvaşla-
ve heykel müzelerinde, özel resim ko rında, eski İstanbul ev ve sokaklarının
leksiyonlarında yer alır. lokal atmosferi yer yer görülürse de, ça
Halil Paşa ( 1 8 5 7 -1 9 3 9 ) : lışmalarında çoğunlukla romantik, kart
1857’de İstanbul’da doğdu. Kara postal bir sevimlilik vardır.
Kuvvetleri Mühendis Mektebi’ni bitirdik Nazmi Ziya ( 1 8 8 1 - 1 9 3 7 ) :
ten sonra resim öğrenimi için Paris’e İstanbul Sanayi-i Nefise Okulu’nu bi
gönderildi. 1905 yılında yurda dönünce tirdikten sonra Paris’e giderek Julien
önce Müze Müdür Yardımcısı, sonra Akademisi’nde öğretim gördü. Yurda
Güzel Sanatlar Akademisi Müdürlü- döndükten sonra Güzel Sanatlar Aka
ğü’ne atandı. 1908 yılında emekli oldu demisi’nde müdürlük ve öğretmenlik
ve 1939 yılında da öldü. Hayatı resim yaptı. Sergilere katıldı. Türkiye’de, Mo-
yapmakla geçti. Tabloları resim müzele net, Cezanne gibi ressamların geliştirdi
rinde ve özel koleksiyonlardadır. ği “izlenimcilik” ekolünün temsilcisi ol
Hüseyin Zekai Paşa du. Resimleri, devlet resim ve heykel
( 18 6 0 -19 16 ) : müzelerinde, özel koleksiyonlarda yer
1860 yılında doğmuş, Harp Okulu alır.
öğrencisi iken resim yapmaya başlamış, Namık İsmail ( 18 9 0 -19 3 5 ) :
giderek yeteneklerini geliştirmiştir. Res 1890 yılında İstanbul’da doğmuş, ilk
mî görevleri arasında Askerî İnşaat Ko ve ortaöğrenimini İstanbul’da tamamla
misyonu Başkanlığı, Askerî Müze Ko dıktan sonra, resim öğrenimi için 1912
misyonu Üyeliği, Tugay Komutanı iken yılında Paris’e gönderilmiştir. 1914 yılı
emekli olduktan sonra (1908), Millî Eği na kadar Paris’te çeşitli atölyelerde çalı
tim Bakanlığı Güzel Sanatlar Encümeni şan Namık İsmail, I. Dünya Savaşı’nm
Üyeliği gibi sanata dönük görevler al başlaması ve bu savaşa Türkiye’nin ka
mıştır. Doğaya bağlı, resimde derinlik tılması üzerine İstanbul’a dönmüş, ye
arayan usta bir sanatçıdır. 1916 yılında dek subay olarak Kafkas Cephesi’ne
İstanbul’da ölmüştür. Tabloları İstanbul, gönderilmiş, savaş sonrası, 1917 yılın
Ankara, İzmir devlet resim-heykel mü da Berlin ve Viyana’da resim çalışmala
zelerinde ve özel koleksiyonlarda görül rını sürdürmüştür. Tekrar yurda dönen
mektedir. Namık İsmail, İstanbul’da sergiler aç
Ali Rıza (Hoca) (18 6 4 -19 3 0 ): mış, öğretmenlik yapmış, 1928 yılında
Harbiye çıkışlıdır. Bu okulun resim- Güzel Sanatlar Akademisi Müdürlü-
hanesinde yetişmiştir. Öğretmen olarak ğü’ne getirilmiş, bu görevde iken 1935
yetiştirdiği öğrencileri üzerinde büyük yılında İstanbul’da vefat etmiştir. Namık
etki yapmış ve bir “Hoca Ali Rıza Oku İsmail, resimde daima yenilik arayan,
lu” yaratmıştır. Hoca, askeri okullarda değişik bir tekniğin sahibidir. Bir yan
47 yıl görev yapmış ve birçok subayımı dan realist figürlere, bir yandan da izle
zın resim alanına gönül vermesinde et nimci peyzaj ve natürmorta ağırlık ver
kili olmuştur. Genel olarak portre miştir. Resimleri, İstanbul, Ankara,
211
İzmir devlet resim-heykel müzelerinde, müzelerinde, galerilerde ve koleksiyon
Ankara Millî Kütüphane Koleksiyonu ile larda görülür.
özel koleksiyonlarda görülmektedir. Sam i Yetik ( 1 8 7 8 -1 9 4 5 ) :
Avni Lifij ( 18 8 6 -19 2 7 ) : 1878 yılında İstanbul’da doğdu.
1886’da Samsun’da doğdu. Sana- Harp Okulu çıkışlı asker ressamlarımız-
yi-i Nefise’de okurken ressam Osman dandır. Meşrutiyet’ten hemen sonra Pa
Hamdi’nin yardımı ile Paris’e gönderil ris’e gitti. 1912 yılında Balkan Sava-
di. Ecole dés Beaux-Arts’da çalışmaları şı’nda tutsak oldu. Berlin ve Viyana’da
nı sürdürdü. Türkiye’ye dönüşünde İb düzenlenen Savaş Resimleri Sergisi’ne
rahim Çallı, Feyhaman Duran, Nazmi katıldı. Özellikle peyzajları ile dikkatleri
Ziya, Namık İsmail, Hikmet Onat gibi topladı. İstanbul ve Ankara’daki resim-
çağdaş ressamlarla birlikte Türk resmi heykel müzelerinde, özel koleksiyonlar
ne yeni bir görüş ve aşama getirdi. da eserleri yer alır.
1927 yılında öldü. Eserleri; İstanbul, Mahmut Cüda (19 0 4 -19 8 8 ):
Ankara, İzmir devlet resim ve heykel 1904’te İstanbul’da doğdu. Sanayi-i
müzelerinde, bazı özel koleksiyonlarda Nefise Mektebi’ni bitirdikten sonra
bulunmaktadır. 1925 yılında Paris’e gönderildi. 1928
İbrahim Çallı (18 8 2 -19 6 0 ): yılında dönerek resim öğretmenliği yap
1882’de Çal’da doğan ve 1960 yı tı. Resimlerinin en büyük özelliği, detay
lında İstanbul’da ölen İbrahim Çallı, res cı ve modelci bir çalışma biçiminde ya
sam Şeker Ahmet Paşa’nın desteğiyle pılmış olmalarıdır. Daha çok natürmort
İstanbul Sanayi-i Nefise Okulu’nda re yaptı, peyzajları da vardır. 1988’de öl
sim öğrenimi yapmış, 1910 yılında öğ dü.
renimini Paris’te sürdürmüştür. Dört yıl Ayetullah Süm er
sonra İstanbul’a dönerek Sanayi-i Nefi- ( 19 0 5 -1 9 7 7 ) :
se’ye öğretmen olan İbrahim Çallı, 1905’te İzmir’de doğdu. 1925-
Türk resim sanatında kendinden önce 1928 yılları arasında Marsilya’da ticaret
kilerden sıyrılmış, serbest fırça ve canlı, öğrenimi gördüğü yıllarda resim çalış
parlak renkleri ile yeni bir çığır açmıştır. maları yapmış, daha sonra Paris’te
Onun, peyzaj, natürmort, portre, kom P.Baudovin Atölyesi’nde çalışmıştır.
pozisyon türündeki resimleri, İstanbul, Yurda dönüşte Devlet Güzel Sanatlar
Ankara, İzmir devlet resim ve heykel Akademisi’nde uzun yıllar öğretim üye
müzelerinde, özel koleksiyonlarda yer liği yapmıştır. İçte ve dışta birçok karma
alır. sergiye katılan, ayrıca pek çok kişisel
Hikmet Onat ( 1 8 8 2 -1 9 7 7 ) : sergi açan Sümer’in başta, Resim ve
1882 yılında İstanbul’da doğmuş, Heykel Müzesi olmak üzere pek çok
Bahriye Mektebi’nden teğmen çıktıktan özel koleksiyonda eserleri vardır.
sonra, resim tahsil etmek üzere Paris’e Şevket Dağ ( 1 8 7 5 -1 9 4 4 ) :
gitmiştir. İstanbul Peyzaj Ressamları Sanayi-i Nefise Mektebi’ni bitirdi
Grubu’ndadır. 1977 yılında İstanbul’da (1897). Galatasaray ve İstanbul Öğret
ölmüştür. Tabloları; resim - heykel men Okulları’nda öğretmenlik yaptı. V
212
ve VII. dönemlerde Konya ve Siirt mil Çalışmalarını sürdürürken 1987 yılında
letvekili oldu. Ev, cami, avlu ve eski çar öldü. Malik Aksel’in resimleri daha çok
şı içlerini resmetti. Türk çinileri ile süslü yöresel yaşantıya dönüktür. Halk resmi
duvarların yarattığı yerel havaya yoğun alanında da ilgi çekici araştırmalar yap
ışık sütunlarının zıtlığını eklemeyi bilmiş mıştır.
tir. Eserleri, bina içlerini konu edindi Turgut Zaim (19 0 6 -19 7 4 ):
ğinden, sağlam bir perspektif bilgisi ile 1906 yılında doğdu. 1930 yılında
çizilmiştir. Osmanlı Ressamlar Cemiye Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitirdi.
tinin kurucularındandır. Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar
Feyham an Duran ( 18 8 6 - Birliği ile D Grubu sergilerine katıldı.
19 7 0 ): Ankara’da Devlet Tiyatroları dekoratö
1886 yılında İstanbul’da doğdu. Pa rü olarak emekliliğine kadar çalıştı. Re
ris’te resim öğrenimi gördü. 1918’de simlerinde folklorik giyim öğeleri ağırlık
İstanbul’a dönerek Güzel Sanatlar Aka kazanır. Devlet resim-heykel müzelerin
demisinde görev aldı. Portreleriyle bir de ve çeşitli koleksiyonlarda resimleri
likte peyzajları ile tanınır. 1970 yılında vardır. 1974 yılında ölmüştür.
İstanbul’da öldü. Şefik Bursah ( 19 0 3 -19 9 0 ):
1903 yılında Bursa’da doğdu. Öğre
nimini Güzel Sanatlar Akademisi’nde
yaptı. Avrupa’nın önemli sanat merkez
lerinde çalıştı. Yurda döndükten sonra
İzmir, İstanbul, Konya liselerinde resim
öğretmenliği yaptı. Güzel Sanatlar Aka
demisi öğretim üyeliğinden emekli oldu.
1990 yılında Ankara’da öldü. Bir pey
zaj ressamı olarak ün yaptı. Resimleri
müzelerde ve koleksiyonlarda yer alır.
Hamit Görele ( 19 0 3 -19 8 0 ),
1903’te İstanbul’da doğdu. Akade
mideki öğrenim yıllarının ardından Pa
ris’te resim öğrenimi aldı. Müstakil Res
Feyhaman Duran-Mavi Şalvarlı Kız samlar Grubu’nun çağdaşlarındandır.
(Türkiye İş Bankası Koleksiyonu)
Resimleri müzeler ve özel koleksiyon
larda yer alır.
Malik Aksel ( 19 0 3 -19 8 7 ) : E şref Üren ( 18 9 7 -19 8 4 ) :
1903 yılında doğdu. 1928 yılında 1897’de İstanbul’da doğdu. Liseyi
öğrenim görmek üzere Berlin Güzel Sa bitirdikten sonra Sanayi-i Nefise Mek-
natlar Akademisi’ne gönderildi. 1932 teb-i Ali’ye girdi. 1928 yılında Paris’e
yılında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü giderek André L’hote ve Othon Griesz
Resim-İş Bölümü’nün kuruluşunda gö atölyelerine devam etti. 1938-1939 yıl
rev aldı. 1968’de emekli oldu. larında da yine bu atölyelerde çalıştı.
213
Uzun yıllar liselerde resim öğretmenliği Fransa’da eğitim gördükten sonra resim
yaptı. D Grubu ressamlarındandır. Yurt- çalışmalarını sürdürdü. 1952 yılında Pa
içinde ve dışında pek çok sergilere katıl ris’e yerleşti. Pek çok kitabı resimlendir
mış, ödüller almıştır. Onun eserlerinde di.
doğa tutkusu hemen göze çarpar. Dev Fikret Mualla (19 0 4 -19 6 9 ):
let Resim ve Heykel müzelerinde, Milli Almanya ve Fransa’da resim öğreni
Kütüphane Koleksiyonu’nda, daha bir mi gördü. Bir süre Galatasaray Lisesi’n-
çok koleksiyonda resimleri vardır. de resim öğretmenliği yaptı. Daha son
Zeki Faik İzer (19 0 6 -19 8 8 ): ra Paris’e yerleşerek bohem hayatı ya
1906’da İstanbul’da doğdu. Galata şadı. Mme. Angles adlı bir Fransız kadı
saray Lisesi’nden sonra Sanayi-i Nefise nın Reillane adlı kasabadaki evinde re
Mektebi’ne girdi. 1928’de Paris’e gön sim ve gravür çalışmalarını sürdürdü. Fi
derildi. Orada Uygulamalı Güzel Sanat güratif resimlerinde kendine özgü üslû
lar Yüksek Okulu’nda öğrenim gördü. buyla tanındı. 1969’da öldü. Eserleri
Prof. Maret’in atölyesinde, seramik ve Fransa’da birçok koleksiyonda, Türki
freskler üzerinde çalıştı. 1932 yılma ka ye’de resim heykel müzeleri ve özel ko
dar L’hote Atölyesi’ne devam etti. Yur leksiyonlardadır.
da döndükten sonra, Ankara Gazi Eği Bedri Rahmi Eyüboğlu ( 1 9 1 1 -
tim Enstitüsüne resim öğretmeni ola 19 7 5):
rak atandı. 1934-1936 yılları arasında Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitirdi.
tekrar Paris’tedir. 1937 yılında Güzel Paris’te André L’hote Atölyesi’nde ça
Sanatlar Akademisi’ne öğretmen olarak lıştı. Türkiye’ye döndükten sonra aka
geri döndü. Buradan emekli olduktan demide öğretmen oldu. D Grubu’na ka
sonra 1971’de Fransa’ya yerleşti. 14 tıldı. Türk kilim,yazma ve elişlerinden
yıl Fransa’da kaldı. 1988’de öldü. Pek esinlenerek bunları resimlerinde kullan
çok ödülün sahibi İzer, giderek soyut dı. 1958’de Brüksel Dünya Fuarı’nda
resmin çok renkli dünyasında özgün Türk Pavyonu’na yaptığı mozaik pano
tablolar yapar. Resimleri birçok müze çok tanındı. Aynı yıl Sao Paolo Bienna-
ve koleksiyondadır. li’nde altın madalya aldı. Paris’te Nato
Nurullah Berk (19 0 6 -19 8 2 ): Binası, Bonn’da Türk Büyükelçiliği pa
D Grubu ressamlarından. 1948 yı noları onun eseridir.
lından başlayarak ürettiği resimlerde ge Vecihi Bereketoğlu (18 9 5-
leneksel süsleme sanatımızdan derin 19 7 3):
çizgiler görülür. 1965 yılından sonra, Hukuk öğrenimi yapmıştır. Resme
yeni bir arayışa girer ve tuvallerini salt ilgisi onu Halil Paşa’dan ders almaya
bulutlar sarar. Resimleri kadar sanat ya sürüklemiş, 1922-1923’te Paris’te Juli-
zıları, sanatla ilgili kitapları da çok tanın an Akademisi’ne devam etmiştir.İstan-
mıştır. Eserleri müzelerde ve koleksi bul’da Kurbağalıdere peyzajları yanın
yonlarda çokça görülür. da, özellikle Ankara bozkırlarına hayat
Abidin Dino ( 1 9 1 3 - 1 9 9 3 ) , veren kavaklı vadilerin şirini gösteren,
1913 yılında İstanbul’da doğdu. D kendine özgü Sisley vari peyzajlar yap
Grubu ressamlarından. Rusya’da ve mıştır.
214
Refik Epikman ( 19 0 2 -19 7 4 ) : RESİM-YAZI, Yazı ile resim yap
Sanayi-i Nefise yi bitirdi (1925). Ay ma sanatı. Özellikle Türk hattatları,
nı yıl Paris’e gönderildi. Julian Akade canlı resmi yapmanın günah sayıldığı
misi’nde öğrenimini sürdürdü. Yurda bir ortamda, yazı istifleriyle leylek, kuş,
döndükten sonra, bir süre Güzel Sanat aslan, neyzen, insan başı gibi canlı re
lar Akademisi’nde asistanlık yaptı. Son simleri yapmaktan kendilerini alama
ra Gazi Eğitim Enstitüsü’nün Resim Bö- mış, bunlar hoşgörüyle karşılanmışlar
lümü’nde, kuruluşundan itibaren emek dır. Bu alanda “Leylek Dede” olarak ta
liliğine değin çalıştı (1932-1966). nınan bir Mevlevî dervişinin, Besmele
Konstrüktivist bir anlayışla figüratif bir
resmi 1960 yıllarına değin sürdürdü. Bu
tarihten sonra ise, konstrüktivist bir ge-
ometrizmin soyut anlatımına yöneldi.
Yazar olarak da hizmetleri olmuştur, iki
kez Devlet Resim Ödülü almıştır.
Ş e re f Akdik ( 19 0 2 -19 7 2 ) :
Hattat Kamil Akdik’in oğludur. Sa
nayi-i Nefise Mektebi’ni bitirdikten son
ra, Paris’te öğrenimine devam etmiştir
(1924-1928). Julian Akademisi’nde
akademisi bir ressam olan Paul-Albert
Laurens’in atölyesinde öğrenimini bitir
dikten sonra, liselerde ve İstanbul Güzel
Sanatlar Akademisi’nde öğretmenlik A. Süheyl Ünver’in bir Resim Yazı çalışması
yapmıştır. Akdik, büyük boyutlu devrim
kompozisyonları, natürmortlar ve ço
ile başlayan bir yazı istifi ile yaptığı ley
ğunlukla deniz kıyısı peyzajları yaptı.
lek resmi ile Mevlâna’nm neyzeni Ham-
Güzel Sanatlar Birliği üyelerindendir. za Dede’yi canlandıran, üzerinde
İbrahim Safi ( 18 9 8 -19 8 3 ): “Kutb-ı nây-ı Ya Hazret-i Hamza Dede”
Moskova Güzel Sanatlar Akademi yazılı neyzen resmi çok tanınmıştır.
si’nde resim öğrenimi gördü. 1917 İhti Bektaşilerin karşılıklı iki “Ali” yazısı ile
lali sırasında Türkiye’ye gelerek İstan bir Bektaşî dedesi başı, ayrıca aslan res
bul’a yerleşti. Burada Güzel Sanatlar mettikleri bilinir. Yine yazı istifleri ile ca
Akademisi’ni de bitirdi. Genellikle, İs mi, kayık, Bektaşî tacı, Mevlevî sikkesi
tanbul’u, Boğaziçi’ni ömrü boyunca şiir gibi bina ve eşya resimleri de yapılmış
sel bir biçimde görüntüledi. Çalışmala tır. Bunların örnekleri çoktur.
rında Çallı kuşağının renklerini kullandı. REŞAD ALTIN, Sultan Beşinci
İstanbul ve Ankara resim-heykel müze Mehmed olarak tanınan Osmanlı Padi
lerinde, özel koleksiyonlarda tabloları şahı Mehmed Reşad (1909-1918) za
vardır. Aranan bir ressamdır. manında basılan altın lira. Bunun
215
beşliğine “beşibiryerde” denir. Beşibir
yerdenin yarımı da vardır. Ayrıca altın •» 'r f r
liranın yarımı ve çeyreği basılmıştır. Da
ha çok ziynet olarak kullanılan reşad al
tınları, bugün de sarraflarda geçer akçe
dir. İlkin 1327 H. (1909) yılında İstan
bul, Edirne, Bursa, Kosova, Manastır,
Selanik’te basılmıştır. Daha sonra sü
rekli İstanbul (Konstantiniyye) baskıları
yapılmıştır.
RIHDAN, Mürekkeple kâğıt üzeri
ne yazılan yazıyı kurutmak için dökülen Riton. Tunç Çağı, M.Ö. XVIII. yy.
ve “rıh” denen özel kum ve kül karışımı (Ankara-Anadolu Medeniyetleri Müzesi)
nın bulunduğu delikli kutu. Rıhdan, ge
nellikle camdan, altın, gümüş, bronz gi gümüş gibi madenlerden yapılan riton
bi madenlerden, porselenden yapılan, lar da görülmüştür. Sasaniler devrinin
silindir biçiminde bir hokkadır. Üzerin (M.S. III.-VII. yüzyıllar arası) koç ve cey
de süzgeçli kapağı vardır. Yazı takımını lan başlı altın ritonları en güzel örnekle
tamamlayan rıhdanlar süslü yapılmışlar ri sayılır. Ankara Anadolu Medeniyetle
dır. ri Müzesi’nde Kültepe kazısı ritonları
RIK ’A, Hat sanatında bir yazı çeşi- dikkat çekicidir.
tidir. XVIII. yüzyıl sonlarında gelişmeye R O K O K O ÜSLÛBU (Eşya ve
başlamış, resmî yazışmalarda ve mek Mobilya), Rokoko üslûbu, XVIII. yüzyı
tuplarda çok kullanılmıştır. İşlek, bitiş lın ortalarına doğru, Barok üslûbundan
meyen harflerin birleştirilmesiyle hızlı sonra Fransız saraylarında doğan bir iç
yazılabilen çeşitine “rık’a kırması” de mimarlık ve mobilya stilidir. 1730 yılın
nir. da ilk örneklerini vermiş, Avrupa’ya ya
RİTON (RYTON), Hayvan başlı yılarak yüzyılın sonuna kadar etkisini
veya gövdeli içki kabı. İlkçağlarda genel sürdürmüştür. Rokoko, Barok üslûbuna
likle pişmiş topraktan yapılmıştır. Boğa, benzemekle birlikte, en önemli özelliği
aslan, dağkeçisi, kartal, tavşan ve daha eşyada simetrinin bozulması, asimetrik
başka hayvan başları biçiminde ritonlar, oluşudur. Barok süslemede çok kullanı
içerisine içki doldurularak dinî törenler lan akant yaprakları, deniz kabuğu mo
de Tanrılara şarap saçmakta, şerefleri tifleri ve insan figürleri, Rokokoda yer
ne içmekte kullanılmıştır. Anadolu’da almakla birlikte, daha ince, zarif ve
Asur kolonilerinde (Kaniş-Kültepe), Hi- abartmalı değildir. Ağır, karmaşık ve
titler ve Geç Hitit devirlerinde (Hatu- gösterişli mobilya kütlesi yerine, sadelik
şaş-Boğazköy ve Aslantepe) ayrıca He ve zarafetin yer aldığı Rokoko mobilya
lenistik ve Roma devirlerinde çeşitli larda, lâke yüzeyler ya da yüzeylere yer
hayvan başlı, gövdeli ritonlar Türkiye leştirilen çiçekli porselen plâkalar çok
arkeoloji müzelerinde yer alır. Altın, tutulmuştur. Bu üslûbun belirgin bir
216
özelliği de porselen eşya yapımında çi bronzdan küçük boyutlarda, haç biçi
çeklerle süslü kompozisyonlara geniş minde yapılarak üzerlerine aziz resimle
yer verilmesidir. Bazı yapıların duvarları ri çizilen ve boyunda dinî sembol olarak
dahi porselen kaplandığı gibi, çiçek de taşman takılara da röliker denmiştir.
metli oyma, kafesli porselen eşyalar de Başta İstanbul Arkeoloji Müzesi olmak
koratif olarak çok kullanılmıştır. Simet üzere Türkiye’deki pek çok müzede Bi
riden uzak, rahat bir görünüm veren zans devri rölikerleri yer almaktadır.
Rokoko, insan boyutlarının mobilyada R Ö P R O D Ü K S İY O N (Repro
yansımasıyla da bir özellik kazanmıştır. düksiyon): Bir sanat eserini aslına sa
XIX. yüzyıl başlarında Rokoko üslûbu, dık kalınarak taklidini yapma ya da ço
ğaltma. Resim sanatında, bir resmi bas
Avrupa’da yavaş yavaş etkinliğini yitirir
kı makineleri ile kopyalama. Müzelik
ken, Türkiye’de görülmeye başlamış,
eserlerin de röprodüksiyonu, o eserin
ancak Türk Rokokosu adıyla, Türk zev
kalıpları alınarak yapılır, aynen ya da
kine uygun biçimde değişmelerle uygu
büyültülür, küçültülür.
lanmıştır. Bu üslûpta, saraylar, köşkler,
RUBU TAHTASI, Eskiden beri
sebil ve çeşmeler yapılırken, odalar
astronomi çalışmalarında kullanılan,
Türk Rokokosu’yla döşenmiş, çeşitli
üzeri lâke süsleme tahtadan çeyrek da
mobilya ve eşyalar bu üslûbun süsleme ire ve merkezinde dönebilen çubuğu.
öğeleriyle bezenmiştir. İstanbul’da Dol- Tahtanın her iki yüzünde sinüs, kosinüs
mabahçe, Beylerbeyi, Yıldız Sarayı ve bölümleri, münhaniler, rakamlar, yazı
mobilyalarında Türk Rokokosu örnek lar vardır. Türk ve İslâm bilimleri arasın
leri görülmektedir. da astronomiye büyük önem verilmiş ve
ROLİKER, Hıristiyan azizlerden birçok alet yapılmıştır. Rubu tahtası da
kalan kutsal eşyaların korunduğu lahit bunlar arasındadır. Çok süslü ve tarihî
biçiminde mermer, maden, ahşap san değer taşıyanları müzelere kaldırılmıştır.
dukalar. Kilise biçiminde yapılmış röli- İstanbul Türk ve İslâm Eserleri, Topka-
kerler de vardır. Ayrıca gümüş ve pı Sarayı, Ankara Etnografya, Konya
Mevlâna müzelerinde örnekleri görüle
bilir.
RUMİ, Türk sanatında bir motif adı.
Rumî, “Anadolu’ya ait” anlamına gelir.
Anadolu Selçukluları devri süslemecili
ğinde en çok görülen bu motifin “zo-
omorfolojik” bir anlam taşıdığı hayvan
(kuş) figürlerinin stilize edilerek soyut bir
biçimde motifleştirildiği söylenir. Rumî
ve kıvrımları, genel olarak taş, ağaç, çi
ni, halı, kumaş, maden,kitap süslemeci
liğinde görülür. Selçuklu sanatında Bey
likler devrine, Osmanlı dönemine bazı
217
değişikliklerle geçmiş, bordür süsleme denmiştir. Çiftesi 4,80 gr., tekleri 2.40
ciliğinde daha çok yer almıştır. gr.dır. Ön yüzünde, ortada tuğra, çevre
RUMÎ ALTIN, Osmanlı Padişahı sinde “Sultan’ül berreyn ve hakan’ül
Sultan Mahmud II (1808-1839) devrin bahreyn es-sultan ibn’es-sultan” yazılı
de basılan iki çeşit altın. İlki “Rûmî
dır. Arka yüzünde, ortada “duribe fi
Atik” adıyla tanınan 4,80 gr. ağırlığın
Konstantiniyye 1223”, çevresinde “Es-
daki altın sikke. 1808’de basılmış,
1821 yılma kadar kullanılmıştır. Bu altı Sultan Mahmud Han İbn-üs-sultan Ab-
nın yarımı ve çeyreği vardır. İkincisi, dülhamid Han dame mülkehû” yazılıdır.
1817 yılında, “Rûmî Cedid” adıyla ba Müzelerde ve özel sikke koleksiyonla
sılmıştır. Halk arasında “Mahmudiye” rında değerli altın sikkelerden sayılır.
218
SAAT, Günün 1/24’üne eşit za gibi Mevlevî sanatçılar vardır. Bunlar
man birimini ölçen alet. Güneş sistemi arasında Ahmed Eflakî Dede ve oğlu
ne göre, ilk saatin Eskiçağlarda Mezo Hüseyin Hakî’nin Mevlevî külâhı for
potamya, Mısır, Suriye, daha sonra He munda yaptığı saatler bugün Topkapı
lenistik ve Roma medeniyetlerinde ön ve Dolmabahçe saraylarında yer almak
ce güneş saati (buna bak), daha sonra tadır. Sultan Abdülmecid, Sultan Abdü-
kum ve su saati olarak kullanıldığını bili laziz ve Abdülhamid II devirlerinde
yoruz. İslâmiyet, günün belli kesimlerin Mehmed Şükrü, Mustafa Refik, Süley
de günde beş vakit namazı farz kıldığı man Leziz gibi Türk ustalarının, üzerle
için, İslâm bilginleri mekanik saat yapı rinde kendi imzaları bulunan çeşitli
mında fazla zaman kaybetmemiş, Ab formlarda çarklı saatleri Topkapı Sarayı
basî Halifesi Harun ur-Reşid devrinde Saat Dairesi’ni süslemektedir. Saat Da-
(807) ilk çalar saat kullanılmıştır. Ancak iresi’nde Türk saatlerinden ayrı olarak
XII. yüzyıldan sonra Avrupa’da meka Avrupa’nın tanınmış saat firmaları ve
nik saat yapımı görülmeye başlamış, XI- ustalarına ait pek çok duvar ve masa sa
II. yüzyıl sonlarında zemberekli saatler atleriyle, altın, gümüş, değerli taşlarla
yapılmıştır. XV. ve XVI. yüzyıllarda süslü cep saatleri de bulunmaktadır.
Nürnberg bir saatçilik merkezi olmuş, SABUNLUK, Eski Türk hamamla
1657 yılında HollandalI astronom ve fi rında hamam takımları arasında yer
zikçi C. Huygens, saatlere sarkacı uygu alan, hamam sabununun konduğu ma
lamış, 1709 yılında da ilk taşlı saatler, denî mahfaza. Genellikle pirinç ve
cep saatleri yapımı başlamıştır. Avru
pa’nın saat tekniği karşısında Osmanlı
saat ustaları hiç de geri kalmamış, XVII.
yüzyılda İstanbul’da ilk çarklı saatler ya
pılmıştır. Bugün Topkapı Sarayı Müze
si’ndeki örneklerine göre, XVII. yüzyıl
da Şahiz ve Bulugat adında iki usta eliy
le yapılmış iskelet saatler ayrı form ve
değişik teknik özelliklere sahiptir. Sul
tan Mahmud II (1808-1839) dönemin
de yaşamış saat ustaları arasında Esse-
yid-El-Hac Dürrî, Ahmed Gülşenî, Ah-
med Eflâkî Dede ve oğlu Hüseyin Hâkî Bakır Sabunluk
219
bakırdan, kapaklı tas biçiminde yapıl genellikle gizlice yapılan yardıma “sada
mış, kapağının üzerine elle taşınabilme ka” denir. Şehirlerde sokakların bazı
si için aynı malzemeden bir kulp yerleş köşelerine, 100-125 cm. yüksekliğinde,
tirilmiştir. Gövde ve kapak kazıma veya silindir biçiminde, üzeri oyuk taşlar yer
oyma motiflerle süslüdür. İstanbul işi pi leştirilmiştir. Bu taşlara “sadaka taşı”
rinç sabunluklar, elips veya daire taban adı verilir. İsteyen varlıklı kişiler, çoğu
lıdır. zaman akşamdan sonra bu taşın oyuğu
SADAK, Okların konduğu torba na bir miktar para bırakır. Fakir ve
veya kutu. Bir kayışla omza asılır ve ta muhtaç olanlar, sabaha karşı kimse gör
şınır. İnce tahtadan yapılarak üzeri me meden bu paradan ihtiyaçları ölçüsünde
şin veya kumaş kaplanmış Türk sadak
alır, kalanını bırakır. Böylece sadaka ve
ları meşhurdur. Topkapı Sarayı Müze-
ren de, alan da toplumdan gizlenmiş
si’nde meşin üzerine sırma ve inci ile iş
olur. Sadaka taşları, Türk toplumunun
lenmiş, değerli taşlarla süslü örnekleri
yardımlaşmaya dayalı, eşsiz bir örneği
dir.
SAF SECCADELERİ, Cami ve
mescitler için özel dokunmuş, üzerinde
sıra halinde mihraplar bulunan ve mih
raba paralel serilen uzun seccade. Ca
mide saf teşkil ederek namaza duran ce
maatin hem saf düzenini koruması,
hem de herkesin seccade üzerindeki
mihrapta namaza durması için yan ya
na mihraplar sıralanmış olarak dokuttu
rulan bu seccadeler üzerinde genellikle
5,7,9 mihrap resmi vardır.
SAFİR, Saydam, açık maviden ko
Sadaka Taşı yuya renkleri değişen değerli bir taş çe-
■(Istanbul-Imrahor’dadır. şiti. Gökyakut da denir. Birmanya, Sey
lân, Keşmir ve Brezilya’da çeşitli türleri
vardır. Ayrıca tahta kutu biçiminde ya
pılanların yüzeyleri sedef ve fildişi kak bulunur. Safir; gerdanlık, yüzük, küpe,
ma ile süslenmiş, boya ile nakışlanmış bilezik gibi süs takılarında kullanıldığı gi
olanları da görülmüştür. Bunlara “tir- bi, eşyaların süslenmesinde de yer alır.
dan” da denilmiştir. Atların terkisine SAHAN, Yatak kenarlı, derinliği az,
bağlanan ve göğsün sol tarafına asılan ayrıca kapağı bulunan madenî yemek
sadaklar “tirkeş” adını almıştır. Sadakla tabağı. Anadolu’da daha çok bakırdan
ra oklarla birlikte yay da yerleştirilir ve yapılır ve kalaylanır. Kenarları oyma,
ya yaylar sağ omuzda taşınır. dış yüzeyi kapağı ile birlikte kazıma tek
SADAKA TAŞI, İslâmî Türk gele niği ile süslü olanları vardır. Kapağı ha
neklerine göre, fakir ve muhtaç olanlara fif kubbelidir. Saray ve konaklarda
220
r
kullanılanları altın, gümüş ve porselen Alâaddin Keykubad l’e ait olduğu söyle
den yapılmıştır. nen bir çift lobut bunlar arasındadır.
SAİNT-LOUİS CAMLARI, Fran SAM UR KÜRK, Kuzey Avru
sa’nm Munzthal bölgesindeki St. Louis pa’dan Kamçatka’ya kadar yaygın, san
kasabasında 16. yüzyılda kurulan Saint- sar türünden samurun derisinden yapı
Louis cam firmasının kristal cam ürün lan kürk. XVII. yüzyıl Osmanlılar devrin
leri. Antika dünyasında çok tanınan ve de, Osmanlı padişahı ve saray ileri ge
aranan Saint-Louis kristal camları “St. lenleri bu kürkten yapılma kaftanları gi
Louis Munzthal d’Artengal, Arsale” gibi yerek, tarihte bir “Samur devri” açıla
imzaları ile bilinir. Bu ürünler, vazo, cak kadar ileri gitmişlerdir. O devirde
bardak, kadeh, kâse, meyvelik, tuzluk, samur kürk giymek moda olmuştur.
şamdan gibi ürünler olup üzerleri asitli SANCAK, Bir milletin veya askerî
oyma ve yontu tekniği ile çiçek, meyve, bir birliğin onurunu temsil eden ve üze
hayvan, manzara desenlidir. rinde resim, sembol ve yazılar bulunan
SAKIZLIK; 10-15 cm. yüksekliğin bayrak. İslâmiyetten önce Türk kavim-
de ayaklı, vazoya benzer, geniş ağızlı ve lerinin çeşitli semboller taşıyan sancak
kapaklı sakız kabı. Porselenden, mineli ları bulunduğu gibi, İslâmiyetle birlikte
bakırdan, gümüşten yapılanları vardır. Türkler bu geleneklerini yine sürdür
İçerisinde sakız bulunur ve konuklara ik müşlerdir. Gaznelilerin siyah renkli san
ram edilir. 19. yüzyılın başlarında kulla caklarının üzerinde genellikle aslan, ay
nılmış ve yüzyılın sonuna kadar devam ve hûma kuşu resimlerinin bulunduğu
etmiştir. bilinmektedir. Selçuklularda da resmî
SAKSI, Bahçe ve salon çiçekleri renk siyah olmakla birlikte üzerinde ok
yetiştirilmek üzere kullanılan, pişmiş ve yay işaretlerinin bulunduğu söylenir.
topraktan yapılmış, içine toprak doldu Malazgirt Savaşı’nda, Büyük Selçuklu
rulan kap. Çiniden, porselenden, ayak- Sultanı Alpaslan, üzerinde “Kelime-i
lı-ayaksız süslü olarak yapılanları vardır. Şehadet” yazılı sancak kullanmıştır.
SAKSONYA PORSELENİ, (Bak: Anadolu Selçuklularında “Sancağ-ı Sal
Meissen Porselenleri) tanat” denilen devlet sancağı siyah ol
SALIK, Topuza benzer, saplı ucun makla birlikte askerî birliklerin kırmızı,
daki yuvarlak demir ağırlığa zincirlerle sarı renklerde ayrı ayrı sancakları var
gülleler bağlanmış silâh. Zincire bağlı dır. Çoğu kez bu sancakların üzerinde
demir gülleleri ile düşman üzerine saldı çift başlı kartal, ejder (dragon) figürleri
rırken ağır bir darbe indirilmiş olur. yer almıştır. Osmanlıların ilk devirlerin
Topkapı Sarayı Silâh Dairesi’nde ve As de siyah, beyaz, sarı, kırmızı sancaklar
kerî Müze’de örnekleri vardır. Ayrıca, kullanılmış, sancak beylerine bir sancak
şimşir ağacından tokmakların başına ve tuğ, beylerbeyine bir sancak, iki tuğ
halka ağırlıklar eklenmek suretiyle savaş verilmiştir. Beylerbeyi ve vezir rütbesi
talimleri ve güç deneyimleri yapılan bir ni taşıyan paşaların kırmızı sancakları
çeşit spor aletine de “lobut” denir. Kon üzerinde “zülfikâr” resmi vardı. Ayrıca
ya Müzesi’nde Selçuklu Sultanı sancakların üzerine Kelime-i Tevhid,
221
Fetih Suresi yazılmış, yıldızlarla süslen Sandığın, İlkçağlardan beri kullanıldığı,
miştir. Sultan Selim III devrine kadar dış yüzeyinin süslendiği bilinir. Anado
sancaklarda hilâl, yıldız, zülfikâr motifle lu’da en güzel sandıklar, ceviz,servi,
ri kullanılmıştır. Selim IIFün yaptığı as gürgen gibi sert ağaçlardan yapılan “çe
kerî düzenleme ile kalyon sancaklarının yiz” sandıklarıdır. Evlenecek genç kızın
rengi kırmızı olmuş ve hilâl ile birlikte elişlerinin ve eşyasının bulunduğu bu
sekiz köşeli yıldız yer almıştır. Mahmud sandıkların dış yüzü renkli madenî lev
II devrinde ordu sancağı, üzerinde Keli- halar, çivi başları ve aynalarla süslenir.
me-i Şehadet veya Fetih Suresi bulunan Sedef, fildişi kakmalı, altın, gümüş işle
siyah sancak olarak belirlendi. Abdül- meli, üzeri sırmalı kumaşlarla, derilerle
mecid devrinde al renk sancak üzerine kaplı “saray ve konak” sandıkları da
hilâl ve beş köşeli yıldız bulunan san vardır.
caklar kullanılmıştır. Cumhuriyet döne SANDUKA, Türbelerde mezarlar
minde Türk bayrağı ve ordu sancakları
üzerine yerleştirilen taştan, ağaçtan ya
ayrı ayrı belirlenmiştir.
pılma, lâhite benzer sandık. Sandukala
SANCAK KURANI, Sancakların
rın lâhitlerden farkı, içerisinde ölünün
alemine veya sancak direğinin tepesine
cesedinin bulunmayışı, sadece mezarı
asılan küçük Kuran. Sancak Kuranları,
üzerine konuşudur. Islâmiyette genellik
3-4 cm. boyundaki, 4 veya 6 köşeli
le ölüler doğrudan toprağa verilmiş,
aharlı kâğıtlara gubarî hat ile kalem
mezarı üzerine, baş veya ayak ucuna
ucunda at kuyruğundan alınmış sert kıl
mezar taşı yerleştirilmiştir. Sultanlar,
veya çok ince kamış kalemlerle yazılır,
devlet ileri gelenleri, din ve tarikat ulula
tezhibi yapılır ve altın, gümüş işlemeli
rı için türbe yaptırma geleneği yaygınla
kutulara yerleştirilir. Yazılışı büyük
emek ve göz nuru olan bu küçük boy şınca, türbenin zeminindeki mezar
Kuran’lar başlı başına bir sanat eseridir. odasına (mahzenine) tabutla yerleştiri
En seçkin örnekleri Topkapı Sarayı, len veya toprağa gömülen cesedin tam
Türk ve İslâm Eserleri Müzesi ile Konya üzerine, yani zemin yüzeyine içi boş, taş
Mevlâna Müzesi’nde, başka müzelerde ve ahşap sandukalar konmuş, çoğu kez
görülür. sandukaların üzerine işleme yazılı, de
SANDALYE, Dört ayak üzerinde, senli örtüler (pûşideler) örtülmüştür. Sel
arkalıklı, kolsuz, ağaç iskemle. İlkçağlar çuklu devrinin ahşap oyma sandukaları,
dan beri çeşitli örnekleri ile görülürken, devrinin ağaç işçiliğinin şaheser örnek
Avrupa’da Rönesans’la birlikte mobilya leridir. Bu devirde çini sandukalar da
nın ayrılmaz bir parçası olmuş, mobilya başlı başına sanat eseridir. Osmanlı tür
üslûplarına göre biçimler alarak süslen belerindeki sandukalar genellikle mer
miştir. Ağaç, bambu, hasır örgü, demir merden, bazıları da tahtadan veya çini
sandalyeler vardır. dendir. Erkek ölülere ait sandukaların
SANDIK, İçerisine çeşitli eşyaların baş tarafında ölünün kavuğu vardır. İs
yerleştirildiği, genellikle tahtadan yapı tanbul Türk ve İslâm Eserleri Müzesi ile
lan, kapaklı büyük kutu veya mahfaza. Ankara Etnografya Müzesi’nde
222
Selçuklu dönemi ahşap sanduka örnek Mihrabın dairevî kemeri altında genel
leri yer alır. likle “Allahüekber” yazılıdır. Sim ve
SANTUR, Kanuna benzer, tok ipek karıştırılarak dokunan saray halıla
makla vurularak çalman telli saz. Önce rı geleneği, XIX. yüzyıl sonlarında He-
leri ibrişim tellerine çubuklarla vurularak reke halıcılığına örnek olmuştur. Bu
çalınırken, daha sonra madenî teller günkü Hereke tipi halılar, saray halıları
kullanılmıştır. Çok eski bir Türk sazı nın bir devamıdır.
olup, Anadolu’dan Avrupa’ya geçmiş, SARIK, Başa giyilen kavuk, sikke,
simbal, timpano, salterio gibi adlar al külâh, börk, fes ve başka serpuşlar üze
mıştır. rine sarılan tülbent, ağbanî, şal gibi ku
SARAY HALILARI, Türk halı sa maş ve bezler. “Destar” da denir. Sarık,
natında, genellikle saray için dokunan, sarılış biçimlerine göre, burma, silme,
ayrı üslûpta bir halı grubu. XVI. yüzyıl dardağan, dolama, örfî, şekeraviz, kafe-
başlarında Yavuz Sultan Selim İran Se sî gibi adlar alır. Padişah, vezir ve devlet
feri dönüşü (1514), Tebriz’den halı us ileri gelenleri, içerisi pamuk doldurul
taları getirterek, bu ustalarla İstanbul’da muş beyaz tülbentten, durumlarına göre
Osmanlı sarayının gözetiminde halı do sarık sarmışlardır. Tarikat şeyhleri ve
kuma tezgâhları kurdurmuştur. Bu tez mensuplarının külâh ve sarıklarına
gâhlarda dokunan halılara “Osmanlı “tac” denmiş, bunlar yeşil, kırmızı, si
Saray Halıları” denmiştir. Son yıllara yah, beyaz renklerde yapılmıştır. Her
kadar, dokunan saray halılarında saray tarikatın ayrı sarık sarma biçimi vardır.
nakkaşlarının çizdiği değişik bitki ve çi Halk ve asker, başlarına ağbanî, tül
çek kompozisyonları, yumuşak kemer bent, şal, poşu sarmıştır. Sarığın aşağı
ler yer almakta, üst ve yan yarım bor- ya doğru sarkık ve omuz üzerine düşen
dürleri ayet ve yazılarla doldurulmaktadır. ucuna “taylaşan” denir.
SARKA, Sırmalı, kadife cepken.
Önü, göğse kadar dikdörtgen biçiminde
açık, şalvar üzerine giyilir. Konya’nın
Sille kadın giyimleri arasında daha çok
görülmüştür.
223
parçalamak için kullanılır. Ağaçları par İstanbul, İzmir, Bergama, Antalya arke
çalamak, dalları kesmek için de kullanı oloji müzeleri ile daha başka müzelerde
lır. de Anadolu kaynaklı olarak yer almak
SATRANÇ TAKIMI, Karşılıklı iki tadır.
kişinin oynadığı satrançm altmış dört SAVATLAMA, Madenî eserlerin
kareye bölünmüş tablası ve değişik de üzerine açılan yuvalara, kükürt ve ma
ğer ve şekillerde on altı taşı vardır. VII. den karışımı, siyah renkteki savat (niel-
yüzyılda Hindistan’da keşfedilen, daha lo) doldurularak maden yüzeyinde siyah
sonra İran’a, Arap ülkelerine, IX. yüz renk ve desen yapma tekniği. Savat,
yılda da Araplann aracılığı ile Avru belirli oranlarda kükürt, gümüş ve bakır
pa’ya geçen satranç oyunu, XVI. yüzyıl veya kükürt, gümüş ve kurşunun karıştı
dan itibaren her tarafta yaygınlaşmış, rılması ve ateşte eritilmesi ile hazırlanır.
ağaçtan, fildişinden, seramikten, altın Türk ve İslâm maden sanatında savatla
ve gümüş gibi madenlerden,değerli taş ma çok sık görülür. Özellikle gümüş
lar ve renkli mermerlerden çeşitli sat eserlerde desen ve yazıların çoğu savat
ranç takımları yapılmıştır. Şah, vezir, lama tekniği ile yapılmıştır.
kale, fil, at , piyon gibi adlar alan sat SAZ, Genellikle, Türk müziğinde
ranç taşlarının çok süslü yapılanları ev telli aletlere verilen ad olmakla birlikte,
lerde, ayrıca Avrupa müzelerinde görü kestane ve dut ağacından yekpare oyu
lür. Türkiye’de Topkapı Sarayı Müze- larak yapılan “bağlama”nm büyüğüne
si’nde, özel koleksiyonlarda da sanatlı saz, bunun üçer üçer dizilmiş on iki tel
satranç takımları bulunmaktadır. lisine “meydan sazı” denir. Gövde boş
SATSUMA, Japonya’nın Satsuma luğu çam tahtası ile kapatılmıştır. Sapı
bölgesinde yapılan yaldızlı porselen. gürgendir. Altı, sekiz tellidir. Sapı ve
gövdesi, ceviz, sedef, kemik işlemeli
XV. yüzyıldan beri yapılagelmekte olan
olanları vardır. Kiraz ağacı kabuğundan
Satsuma fayans ve porselenleri, Japon
yapılan “tezene” ile çalınır.
ların en güzel porseleni olarak bilinir.
Satsuma vazolar, buhurdanlıklar, hey
kelcikler, fincan ve kutular, bitkisel ve
geometrik desenler ve resimlerle çok
renkli, bol yaldızlı olarak süslenmiştir.
Son yıllarda satsumalarda çiçek ve kuş
resimleri daha çok yer almaktadır.
SATYR, Mitolojide küçük boynuz
lu, keçi ayaklı, kuyruklu olarak tasvir
edilen Kır Tanrısı. Kır perilerinin erkek
kardeşi sayılır. Helenistik ve Roma dev
ri sanatında, çeşitli biçim ve görünüşler
de heykelleri ve resimleri yapılmıştır.
Avrupa’daki büyük arkeoloji müzelerin
de Satyr heykelleri bulunduğu gibi,
224
SCH RAN Z (JO SE PH ), Alman XVII. ve XVIII. yüzyıllarda da sedef süs
asıllı tanınmış ressam. 1794’te doğdu. lemeye geniş yer verilmiş, Dalgıç Ah-
Ailesi ile birlikte Malta’ya gelip yerleşti. med Ağa, mimar ve sedefkâr Mehmed
Ressam olan babasından litograf sanatı Ağa gibi meşhur sedef ustaları yetişmiş
nı öğrendi. 1830 yılından sonra İstan tir. XVII. yüzyılda Evliye Çelebi, yalnız
bul’a gelerek İstanbul Boğazı’nın, kasır, İstanbul’da 100 sedef atölyesi ve 500
köşk, saray, cami gibi eski eserlerin li kadar sedef ustasının sanatlarını yürüt
tograf ve karakalem resimlerini yaptı. tüklerinden söz etmektedir. XIX. yüzyıl
1849 yılma kadar İstanbul’da oturan da Osmanlı sedef işçiliği gerilerken,
ressam, 1866 yılma doğru Malta’da öl yüzyılın sonlarında Abdülhamid II, Yıl
dü. Eserlerinden bazıları İstanbul’da dız Sarayı’nda bir “sedefhane” kur
Topkapı Sarayı Müzesi resim koleksiyo muş,burada kendisi de sedefli eşyalar
nunda, Londra-Victoria and Albert Mu-
seum’da yer alır. Baskılı resimleri kitap
larda yayınlanmıştır.
SEDEF İŞLERİ, Daha çok sıcak
denizlerde bulunan istridye türünden
deniz kabuğunun ahşap süslemeye uy
gulanması. Deniz kabuklarının biçim-
lendirilmesiyle süs takısı olarak kullanılı
şı ilkçağın en eski uygarlıklarında görül
mekle birlikte, sedefin eşyada süs öğesi Sedef işleme çekmece
olarak uygulanılışı çok sonradır. Her ne
kadar bazı kaynaklar Sümer sanatında yapmıştır. 1912 yılında Sedefkâr Vasıf,
sedefin tıraş edilerek ahşaba uygulandı Beşiktaş’ta işlettiği sedef atölyesinde,
ğını, Uzakdoğu ve Güney Asya’da (Hint bu güzel sanatı bir süre devam ettirmiş,
sanatında) sedef süslemelere rastlandı hatta onun öncülüğü ile 1939 yılında İs
ğını bildirirlerse de, sedefi en yaygın, en tanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademi
gelişmiş şekliyle Türk-Osmanlı sanatın sinde bir “sedefçilik bölümü” açılmışsa
da görmek mümkündür. Osmanlı sana da onun ölümüyle bu bölüm kapanmış-
tında ilk örneklerini XV. yüzyıl sonları tır.Tarihî Türk sedef işçiliği bugün bazı
na doğru görüyoruz. Edirne’deki tek meraklıların elinde yine de başarılı ör
kubbeli Bayezid II Camii’nin kapı kanat nekler vermektedir. Sedefin ahşaba uy
larında görülen sedef işçiliği, XVI. yüz gulanmasında en yaygın teknik gömme
yılda olgunluk devresine girmiş, kapı, (kakma) dir. Sert ağaçlardan seçilen
pencere ve dolap kanatları, kürsü, çek süslenecek yüzeye, motifler çizildikten
mece, Kuran mahfazası, rahle, masa, sonra bu motifler oyulmakta, boşlukla
koltuk, kanepe gibi mobilyalar, silâh ra, sedeften kesilen aynı motifler sıcak
kabzası, nalın, körük, tütün tabakası, tutkalla yerleştirilerek yüzeyi düzgünleş-
kahve takımı vs. tüm ahşap eşya sede tirilmektedir. Kaplama tekniğinde ise,
fin çokça uygulandığı eserler olmuştur. ağacın üzerine başka bir ahşap yüzey
225
yapıştırılmakta, üzerine motifler çizile
rek oyulmakta, bu oyuklara ince tıraş
edilen sedef plâkalar yerleştirilmektedir.
Macunlama tekniği bir çeşit sedef mo
zaiktir. Oyulan yüzeye sedef parçaları
yerleştirilir, aralarındaki boşluklar, ağaç
tozu ve tutkaldan yapılan macunla dol
durulur. Donduktan sonra yüzey zımpa
ralanır. Bütün bu teknikler daha çok İs
tanbul’da uygulandığı için bu tür sedef
işçiliğine “Eser-i İstanbul” denir. Bir de
Şam İşi sedef işçiliği vardır. Bu işçilikte,
Seccade (Kemal Milaslı Koleksiyonu)
beyaz sedefin bir yüzü işlenerek motifle
rin çevresi ince kurşun, kalay tellerle yapılmıştır. Çeşitli renklerdeki kumaş
donatılır. Viyana’da renkli sedeflerle parçalarının motiflere göre kesilerek ku
mobilyaların süslenerek Osmanlı Devle maş üzerine dikildiği aplike saccadelere
tine de pazarlandığı olmuştur. Doğru “Banaluka” da denmiştir. Atlas üzerine
dan sedef üzerine yapılan resim ve çizi ibrişim ve sırma işlemeli seccadeler de
len motiflerden eşyalar da vardır. Buna vardır. Bunların seçkin örnekleri İstan
Kudüs İşi denir. Türkiye’de; başta İstan bul Divan Edebiyatı ve Konya müzele
bul Topkapı Sarayı, Türk-îslâm Eserleri, rinde sergilenmektedir.
Ankara’da Etnografya, Bursa’da Türk- SEFERTASI, Genellikle yolculuk
Islâm Eserleri müzeleri olmak üzere he sırasında kullanılan üst üste dizili yemek
men her müzede, özel müzelerde, eski tası. Bakırdan, alüminyumdan, emaye
eser koleksiyonlarında, evlerde sedef iş çinkodan yapılan bu tasların bağlantıla
çiliğinin çeşitli örnekleri görülebilir. rını bir kulp sağlar. Kaşık yerleştirecek
SECCADE (HALI-KUMAŞ), Na yeri vardır. En eski örnekleri, yüz-yüz el
maz kılarken secde yerine serilen halı li yıllıktır.
ve işlemeli kumaşlar. Seccadeler halı SEHPA, Üzerine tepsi, vazcf, çay,
veya kilimin küçük boyutlusudur. Do kahve fincanları, şerbetlik konabilen üç,
kunduğu yerin üslûbuna göre kenar su dört, altı ayaklı mobilya. Genellikle altı
larının çevirdiği bir mihrabı vardır. Mih köşelidir. Abanoz, ceviz, şimşir gibi sert
rapta asılı kandil veya şamdan motifi ağaçlardan yapılır. Sedef, fildişi, kemik
olanları (Kula, Milas), boş bırakılanları kakma olanları, altın ve gümüş tellerle
(Gördes), çiçek dolgulu olanları (Kırşe süslenenleri vardır. Yüzeyi ve yan göv
hir) vardır. Mihrap kemerinin üst alınlı deleri oyma desenlerle süslenen, üzeri
ğındaki panoya gül, başak desenleri ne çiçekli seramik tabla yerleştirilen ör
yerleştirilen Ladik seccadeleri çok tanı nekleri de görülür.
nır. Çuha, atlas gibi kumaşlara aplike ya SELADON, Gri-maviden yeşile ka
da kasnakta (suzeni) işlenen namaz sec dar tonları değişen bir Çin seramiği.
cadeleri, daha çok evler ve saraylar için M.S. IX. ve X. yüzyıllarda gelişmiş
226
ciltleri, tezhipleri ve minyatürleri ile bi
rer sanat eseri olan yazma Selimname-
ler yer alır.
SELSEBİL, Cennet çeşmesi de
mektir. Genellikle saray, köşk, konak,
yalı bahçelerine, yemek ve oturma sa
lonlarına yerleştirilen süs ve ses çeşme
si. Selsebilin mermer işleme oymalı yü
zeyi üzerine 5,7,9 yalak yerleştirilmiştir.
Sehpa En üst alınlığın ortasında bulunan mus
luktan önündeki yalağına akan su, altta
ki diğer yalaklara taksim edilir, sonunda
örnekleri ile tanınan seladonlar, XI. ve en altta yine tek bir yalakta toplanır.
XII. yüzyıllarda Sung devrinde zeytin ye Yalaklar mermer oyma kabartma çiçek
şili renkleriyle ün yapmış, daha sonraki desenleriyle süslüdür. Selsebiller bulun
yüzyıllarda Çin’den Avrupa’ya ihraç duğu yerde su sesi verdikleri için ses ve
edilmiştir. Japonya’da, Kore’de, Si- süs çeşmeleri sayılır.
yam’da hatta Avrupa’da taklitleri yapıl SEMAVER, Çay suyu ısıtmaya ve
mıştır.
demlik kaynatmaya yarayan ayaklı, ka
SELİMİYE, İpekle dokunan Türk
vanoz biçiminde kap. Semaverler, ge
kumaşı türü. XVIII. yüzyıl ikinci yarısın
nellikle bakır, pirinç gibi madenlerden
dan sonra, Üsküdar’da, Selimiye Kışlası
yapılmıştır. Ortasından baca geçer; ba
civarındaki tezgâhlarda dokunduğu için
canın altında kömür ateşinin konduğu
bu adı almıştır. Selimiye, çözgüsü ve at
ocağı vardır. Ocağın ve bacanın dışı su
kısı ipekten olup, genellikle uzunluğuna
haznesi ile çevrilidir. Haznenin altındaki
yollu, küçük çiçeklidir. Çiçek desenle
musluktan sıcak su alınır. Demlik, ge
rinde, gerektikçe gümüş teller kullanıl
mıştır. nellikle baca üzerinde duran küçük bir
SELİMNAMELER, Osmanlı Sulta çaydanlıktır. Çay ve kahve ocaklarında
nı Yavuz Sultan Selim’in (1512-1520) daha büyük semaverler bulunur. Sema
seferlerine katılan yazarların düzenle verlerin gümüşle kaplananları, kabart
dikleri, padişahı öven, onun kahraman ma ve kazımalarla süslü olanları vardır.
lıklarını dile getiren seferleri ve bu sefer SEPET, Saz, kamış veya ince söğüt
lerde geçen olayları anlatan,manzum ve dallarından örülen, genellikle yiyecek ve
mensur yazma eserler. Bunlar arasında, eşya taşımak için kullanılan saplı veya
îshak Çelebi, Keşfi, Idrisi, Kemal Paşa sapsız kap. Madeni tellerle dekoratif
zade, Celâlzade Mustafa Çelebi, Muhyi, olarak örülen küçük sepetçikler de var
Şükrü-i Bitlisi, Sucudi v.b. gibi yazarla dır. Bunlar yemişlik, şekerlik olarak kul
rın Selimnameleri en tanınmış olanları lanılır.
dır. İstanbul Topkapı Sarayı Hazine SERAMİK, Pişmiş topraktan, sırlı,
Dairesi’nde, Süleymaniye Kütüphane sırsız, boyalı, düz kap kacak, figürin,
sinde ve daha başka kütüphanelerde heykel, her türlü eşya ve evanî. Seramik
227
yapımının tarihi Neolitik Çağlara kadar
uzanır. Anadolu’dan en eski Neolitik
Çağ yerleşim merkezleri olan Çatalhö-
yük ve Hacılar arkeolojik kazılarında,
düz, perdahlı, boya ile geometrik beze
meli seramik kaplar, Tanrıça heykelleri,
süs eşyaları bulunmuştur. Anadolu Pre-
historyasmm en verimli malzemeleri,
türlü biçimler ve kendine özgü süsleme
leriyle seramik buluntular olmuştur.
Bunlar bugün müzeleri doldurmaktadır.
228
yapar. Bu yüzyılın sonunda Yıldız Şemseddin’e ait olduğu söylenen, üze
porselen işçiliği Türk seramiğinde Ba- rinde “Kelime-i Tevhid” yazılı, üç te-
tı’ya dönük bir hamle olur. Günümüz rekli serpûş tipik bir örnektir.
Türk seramiği sanata dönük, arayıcı ve SERVİ, Genellikle Osmanlı sanatı
yaratıcı bir güçle gelenekselliğini sürdür taş, çini, halı, kumaş, kitap süslemecili
me çabası içindedir. ğinde kullanılan ağaç motifi. Tepesi rüz
SERASER, Altın alaşımlı, gümüş gârdan hafif sağa eğilmiş olarak Os-
telli Türk kumaşı. XVI.-XVIII. yüzyıllar manlı mezar taşlarında çok kullanılan
arasında Bursa ve İstanbul tezgâhların servi ve hurma dalları motifine ayrıca
da dokunan seraserin çözgüsü ipektir. mistik bir ifade verilmiş, cennet ağaçla
Bu değerli kumaş, entari ve kaftanlarda, rı olarak tanınmıştır. Servi tabiî ve stili
bohça ve döşemelerde kullanılmıştır. ze edilmiş biçimleriyle çinide, kumaşta,
SERENK, Üç renkli anlamına ge klâsik Osmanlı motifleri olan lâle, ka
len ipekli bir kumaş türü. Bursa el tez ranfil, sümbül ve kıvrım dallar arasında
gâhlarında çözgüsü genellikle sarı ipek sık sık kullanılmıştır.
olan bu kumaşta desenler, altın, gümüş SEV Al, Osmanlı devrinde Bursa ve
tel yerine renkli ipeklerle dokunmuştur. Üsküdar’da dokunan ipekli bir kumaş
çeşiti. İpek ve pamuk karışımı dokuma
ya altın, gümüş teller de eklenir ve bu
çeşit kumaşa “telli sevaî” denir. Entari,
kuşak, cepken, şalvar gibi giyimlerde,
çubuk desenli, altın ve gümüş telli seva-
îler kullanılmıştır.
SEVR (SEVRES) PORSELENLE
Rİ, Fransa’nın Sevres şehrindeki por
selen fabrikası ürünleri. Fabrika, Fransa
Kralı XV. Louis’nin himayesinde, 1738
yılında ilkin Vincennes Şatosu’nda ku
rulmuş, daha sonra 1753 yılında Sev-
res’de faaliyete geçmiştir. Yumuşak ha
murdan pişirilen porselenleri fildişi ren
gindedir. Çok çeşitli parlak renklerle de
Serenk kumaş. (Osmanlı XVII. yy.j kore edilmiştir. Süslemede altın varak
lar, yapıştırma olarak kullanılmıştır. Sert
SERPÛŞ, Başa giyilen külâh. Ser hamurlu porselenleri süt beyazı renkte
puşun belli bir biçimi yoktur. Her devir dir. Süslemesi ve yaldızları fırça ile sürü
de kavuk, külâh, arakiye, üsküfü, kala lerek pişirilmiştir. Her ikisinde de porse
fat, dardağan gibi adlar almıştır. Her ta lenlerin formları kalıptan çıkarılmıştır.
rikatın kendine özgü serpuşu vardır. Üzerinde kabartma çiçekler, kır manza
Mevlevîlerin serpûşuna sikke denir. raları, bulutlar üzerinde uçan Eros figür
Konya Mevlâna Müzesi’nde Tebrizli leri, kurdele bantlar, balık pulu, keklik
229
gözü gibi süslemeler görülür. 1793 yılı parçaların, duvar çinilerinin süslemele
na kadar, yumuşak hamurlu porselenle rinde maden oksitlerinden elde edilen
re çapraz iki (L) harfi marka olarak iş sırlar kullanılır. Örneğin kobalt oksitten
lenmiş, sert hamurlu porselenlere, bu mavi, bakır veya krom oksitten yeşil,
marka üzerine bir tac resmi eklenmiştir. demir ve manganez oksitten kahveren
Fransız İhtilâli’nde Sevres Porselen Fab gi sır elde edilir. Çömlekçilikte kullanı
rikası tahrip edildiği için önceki kalitede lan saydam sır, kurşun sülfür veya sülü
porselen yapılmamış, ancak taklit edil ğen ile kil karışımından meydana gelir.
miştir. Sevres porselenlerinin XVIII. Pişmemiş veya yarı pişmiş seramik bo
yüzyıla ait ürünleri, bugün dünyanın çe yandıktan sonra üzeri sırla kaplanır ve
şitli müzelerinde, koleksiyonlarında yer pişirilirse, buna sıraltı denir. Sırlanmış
almaktadır. İstanbul Topkapı Sara seramiğe, çiniye (sırça) da denir. Kon
yı’nda da Sevres porselenleriyle olduk ya’daki Sırçalı Medrese, 1242 yılında
ça zengin bir koleksiyon bulunmaktadır. yaptırılmış olan çinilerle süslü bir Sel
SFENKS, Başı insan, gövdesi hay çuklu yapısıdır. İstanbul’daki Fatih devri
van biçiminde efsanevî varlık. Mısır sa eseri olan Çinili Köşk’ün adı da Sırça-
natından Asya, hatta Avrupa sanatına köşk’tür.
giren bu varlığın resimleri Türk sanatın SIRMA, Haddeden geçirilmiş altın,
da, özellikle Selçuklularda kullanılmıştır. gümüş ince teller. İpek ipliklere sarılmış
Kubâd-âbad Sarayı çini süslemelerinde olanlara kılaptan denir. Sırma ile kumaş
çeşitli sfenks resimleri görülür. ve meşin üzerine işlemeler yapılır. Sır
malı kaftan, sırmalı eğer gibi.
SIRT KAŞAĞISI, Elin ulaşamadığı
sırtı kaşımak üzere tahtadan, fildişin
den, kemikten yapılan uzun saplı, kaşık
veya kepçeye benzer, yüzeyi pütürlü
alet. Sırtı kaşıyacak olan bölümü el şek
linde olanları vardır. 30-40 cm. uzunlu
ğundaki sırt kaşağılarının sedef ve gü
müşle süslenenleri görülür.
230
izni ile giyilir. Tarikat şeyhleri ve Mevlâ-
na’nm soyundan gelenler sikkenin başa
giyilen yerine iki parmak üzerine yeşil
şeritten bir sarık sarmışlardır. Buna
“destarlı sikke” denir.
Silsilenâme
(Dublin-Chester
Beatty Lib.)
231
SİPSİ, 17-18 cm. boyunda kesilmiş SİTİL, Altında gözenekli mangal
su kamışı parçası ile buna takılan 3-5 bulunan, içerisinde su kaynatılan ve
cm. uzunluğundaki cukcuk ya da sipsi kahve pişirilen, zincir askılı kahve takı
denilen parçadan oluşan ilkel üflemeli mı ve güğümü. Buhur yakmak için de
bir halk çalgısıdır. Adını, ağzına takılan kullanılmıştır. Osmanlı saray ve konak
parçadan almaktadır. Önde 5, arkada 1 larında, konuklara ikram edilecek kah
perde deliği vardır. Sipside tınıyı ve en- ve, genellikle sitille ve herkesin gözü
tonasyonu sağlamak, ses genişliğini art önünde fincanlara doldurularak veril
tırmak nefes ve parmak kullanma tekni miştir. Kahve sitilleri gümüş, bakır, pi
ğine dayanır. rinçten yapılmış, oyma ve kabartmalar
SİREN, Mitolojide, başı kadın, göv la süslenmiştir. Berberlerin kullandıkla
desi kuş biçiminde resmedilen efsanevi rı, bir zincire bağlı, içerisinde sıcak su
yaratık. Lir veya flüt çalarken resmedi- bulunan, bir sırık üzerinde hareket eder
lenleri de vardır. Büyüleyici sesleri ile güğümlere de, tıraş olanın boğazı altına
gemicileri kayalıklara çekerek, onlara yerleştirilen leğencesi ile birlikte “berber
felaket getiren cinler olarak da sayılmış sitili” dendiğini burada ifade etmek ge
tır. İlçağlara ait kabartmalarda ve vazo rekir. Kahve sitilleri bugün, Güney ve
larda resimleri görülür. Heykelleri de Güneydoğu Anadolu’da kahvehane ve
yapılmıştır. Sirenler, daha sonra gövde evlerde kullanılmaktadır.
si balık, başı kız olarak da resmedilmiş SİYAKAT, Hat sanatında bir yazı
ve gemicilerin dostu olarak gösterilmiş çeşiti. Genellikle malî işlerle ilgili defter
tir. Türk halk sanatında buna (Denizkızı) ler ve belgelerin yazımında kullanılan si-
denmiştir. yakat, okunması güç, şifreye benzer,
SİSTRUM, Dinsel törenlerde çalı kalıplaşmış bir yazıdır. Abbasiler devrin
nan zilli çalgı. Bir sopanın ucuna geçiri den beri kullanıldığı söylenir. OsmanlI
len, genellikle tunçtan yapılmış madeni larda, Fatih’in evkaf kâtibi Hüsamî Ru
plaketlere zincirle takılı figürin ve ziller. mî ile yeni bir üslûp kazanmış, XVI. yüz
Dini törenlerde rahipler sallayarak yılda Tacizade Cafer Çelebinin kale
ahenkli sesler çıkarırlar. Eski Mısır sana minde en gelişmiş şeklini bulmuştur.
tında ve Anadolu Tunç Çağinda örnek 1878 yılına kadar tapu kayıtları siyakat-
leri vardır. En tanınmış sistrumlardan la tutulmuş, siyakat yazan ve okuyanlar
biri ilk Tunç Çağı’na ait (M.Ö. 3000) giderek azalmıştır.
Horoztepe Sistrumu olarak Ankara
Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde ser
gilenmektedir.
SİTAR, Genellikle Hindistan, Pa
kistan gibi bazı Asya ülkelerinde kullanı
lan telli saz. Tahtadan veya sukabağm-
dan yapılan gövdesi, giderek daralan
sapı ile gitara benzer. Üç ve daha fazla
telli olanları vardır. Parmak vuruşlarıyla
Kahue sitili
çalınır.
232
SİYER-İ NEBİ, Hz. Muhammed’in Ondan önce odalar, duvara yerleştirilen
doğumundan başlayarak yaşamını, pey ocaklar, kömür mangalları, köy ve ka
gamberliğini, savaşlarını, mucizelerini sabalarda tandırlarla ısıtılmıştır. Soba
konu alan manzum ve mensur, çoğu lar, sacdan, demirden, çini porselen
minyatürlü yazma eserler. En tanınmış, den, emayeden yapılmıştır. En büyük
minyatürlü Siyer-i Nebi’ler, Istanbul- ve değerlileri saray, konak ve köşklerde
Topkapı Sarayı Müzesi Hazine Daire- yer alan çini sobalarıdır. Bunlar genel
si’nde (Env. 1221), Istanbul-Türk ve İs likle Avusturya, Fransa, İtalya ve Rus
lâm Eserleri Müzesi’nde (Env: 1974) ya’dan getirilmiştir. En seçkin örnekleri
dir. Bunun dışında Nevv-York Public başta Dolmabahçe Sarayı olmak üzere
Library ve Dublin-Chester Beatty Lib- öteki saray ve köşklerde, tarihî yalı ve
rary’de de minyatürlü Siyer-i Nebi nüs konaklarda yer alır.
haları bulunmaktadır. Siyer-i Nebilerde SOF, Ankara keçisinin yumuşak tif
Hz. Muhammed resmedilirken yüzü be tiğinin yıkanıp eğrilerek iplik haline ge
yaz bir peçe ile örtülmüş olarak gösteril tirilmesi ile Ankara ve çevresindeki el
miş ve başı bir nur halesi ile çevrilmiştir. tezgâhlarında dokunan yünlü kumaş.
Ankara ve yöresine özgü bir sanat dalı
olan sof dokmacılığı, bu bölgede Sel
çuklularla birlikte başlamış, sof, Selçuk
lu ve Osmanlı saraylarında çok tutunan,
devlet ileri gelenlerine ve konuklara ar
mağan edilen bir kumaş olmuştur. Arşiv
belgelerinin bize verdiği bilgilere göre,
Osmanlılar devrinde Ankara ve Beypa
zarı’nda binlerce sof tezgâhı kurulmuş,
XVI. ve XVII. yüzyıllarda Ankara’da do
kunan sof kumaşları Avrupalı tüccarlar
eliyle Avrapa’ya da ihraç edilmiştir. An
Siyer-i Nebi’den kara’da sof için tiftiği yıkayarak eğiren,
(İstanbul-Türk ve İslâm Eserleri Müzesi, 1974 iplikleri boyahanelerde boyayan, tez
gâhta dokuyan, dokunan sofları yıkaya
SK YPH OS, Pişmiş topraktan ya rak cendereden geçiren dört esnaf te
pılmış, sırlı, içki kabı. Helenistik ve Ro şekkülü kurulmuş, esnaf loncaları ile sof
ma devri sanatında çeşitli örnekleri var sanatı güvence altına alınmıştır. Softan;
dır. İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki erkek ve kadın elbiseleri (kaftan, şalvar,
“Skyphos”lar, Türkiye’deki örnekleri cepken, entari) bel kuşakları, perdeler,
arasındadır. yatak örtüleri, döşemeler, seccadeler
SOBA, Bir odaya yerleştirilen ve yapılmıştır.
içerisinde yanan ateşle odayı ısıtan por SOMAT, Mevlevî ve Bektaşî tek
tatif ocak. Soba, Türkiye’de Tanzi kelerinde meşinden, kalın kumaştan
mat’tan sonra kullanılmaya başlamıştır. yapılan yer sofrası. Genellikle daire
233
biçimindedir. Çevresinde halkalar dizili arasında pırlanta, elmas, zümrüt, yakut,
dir. Halkalara geçirilen ince zincir, sof seylantaşı, inciler yer alır. Yukarı uç kıs
ra kaldırıldığı zaman büzülür. Böylece mında tüy koymaya mahsus yeri vardır.
torba haline gelen somat, matbahta SULUBOYA, Arap zamkı, toz bo
(mutfakta) bir kancaya asılır. Somatların ya, gliserin, kitre, nöbetşekeri karışı
daire şeklinde olmayan, uzun dikdört mından yapılan resim boyası. Su ile su
gen olanlarına Mevlevîlikte “elifî somat” landırılarak yumuşak fırça ile özel resim
denir. Somatm çevresine bağdaş kuran kâğıdına yapılan resme “Suluboya Re
dervişler, edep ve erkânla lokma eder sim” denir. Saydam ve temiz görünüşlü,
ler (yemek yerler). renklerdeki tazelik, akıcılığın verdiği es
SORGUÇ, Genellikle Islâm ülkeleri tetik, bu tekniğin başta gelen özellikleri
hükümdarlarının başlıklarına takılan kuş dir. Fırçası, ısıtılınca ucu sivri biçim alan
tüyü (balıkçıl kuşu tüyü) ve değerli taşlar yumuşak samurdandır. Türk ressamları
la süslü takı. Osmanlı padişahları, başa arasında Hoca Ali Rıza, Celâl Esat Ar-
rı gösteren devlet adamları ve komutan seven, Malik Aksel, Numan Pura, Ferit
lara da sorguç hediye etmişlerdir. Sor Apa, Nüzhet Islimyeli, Hamza inanç gi
guçların ortasında genellikle iri bir ya bi sanatçılar özellikle suluboya resimleri
kut, zümrüt, elmas, firuze yerleştirilir, ile tanınır.
çevresi diğer taşlarla süslenir. İstanbul SUMAK, Anadolu’da bir çeşit Yü
Topkapı Sarayı Müzesi’nde Osmanlı rük örtü veya sergi dokuması. Sumak
padişahları, şehzadeleri ve ileri gelenle dokunurken ilk sırada argaçlar renkli ip
rine ait çok değerli sorguçlar bulunmak liklerle atılır. İkinci sırada sağa ve sola
tadır. Bunlar arasında altın veya gümüş birer argaç atlayarak dokuma işi sürdü
üzerine altın çiçek, dal, yaprak şekilleri rülür.
SUNAK, Tapınaklarda, üzerinde
kurban kesmek, günlük yakmak ve dinî
tören yapmak için kullanılan yüksekçe
taş masa. Bir Tanrıya adanan taş işleme
adak stellerine de sunak denmiştit;.
SUZENI, İğne ve tığla kumaş üzeri
ne işleme. Bir çeşit kasnak işi. İğne ve
tığla kasnağın altındaki iplikler başpar
mak yardımı ile üstten çekilir. İşleme
motifin sınırı içinde bir zincir halinde
sürdürülür. Suzeni işçilikle yorgan yüzle
ri, bohçalar, entari ve cepkenler, yaygı
lar, kumaş seccadeler işlenmiştir.
SÜLÜS, Hat sanatında bir yazı çe-
şiti. Sülüs, köşeli ve dik harfli kûfî yazı
Sorguç nın ölçülü olarak yuvarlak ve yumuşak
(İstanbul-Topkapı Sarayı Müzesi) harflere dönüşmesiyle, X. yüzyıl
234
Abbasiler devrinde Ibn-i Mukle adında belirleyen taş veya mermer mezartaşla-
bir Hattat tarafından yazılmaya başlan rına “mezar steli” denir. Bu stellerin
mış, XI. yüzyıl Bağdatlı Hattat îbn-i üzerinde ölünün veya o mezarda gömü
Bevvab eliyle geliştirilmiştir. Sülüs yazı lü ailenin kimliği yazılı olduğu gibi, ölü
nın bir sanat olarak son gelişmesi Türk veya ailesinin portreleri, cenaze ziyafe
hattatlarının yaratıcı hünerleri ile olmuş, ti, cenaze alayı, ev sahneleri vs. kabart
Şeyh Hamdullah, Karahisarî Ahmed ma olarak tasvir edilmiştir. Mezar stelle-
Şemseddin, Hafız Osman, Derviş Ali, ri üçgen alınlıklı olabileceği gibi düz,
Mehmed Şefik, Sultan Mahmud II, Sa dikdörtgen biçiminde olanları da vardır.
mi, Şevki gibi tanınmış hattatlar, Hamid Bazı mezar stellerinin üzerinde, bir ka
Aytaç, Halim Özyazıcı, Tuğrakeş İsmail dına ait ise iğ, kirman, tarak, erkeğe
Hakkı Altınbezer gibi son dönem Türk
hattatları sülüs yazı ve bu yazının celi
sinde (irisinde) şaheserler meydana ge
tirmişlerdir.
SÜRAHİ, İçerisine su, şerbet, içki
konabilen camdan, seramikten ve por
selenden yapılan şişkin gövdeli, dar bo
ğazlı, kulplu-kulpsuz kap. Genellikle
ayaksız, tabanı düzdür. Tabandan ge
nişleyerek ölçülü bir biçimde şişkinleşen
gövdesi, yavaş yavaş daralarak uzun bo
ğazını meydana getirir. Kristal sürahiler
kesme ve tıraşlama işçiliği ile süslendiği
gibi, ince renkli cam sürahiler de vardır.
Çini, seramik ve porselen sürahiler, çi Stel. M.Ö. 6. yy.
çekli motiflerle süslenmiştir. Sofralar (Milet Müzesi)
için, içerisine zeytinyağı, sirke konan
küçük cam sürahiler de yapılmıştır. aitse kılıç, tolga vs. gibi sembolik resim
STATER, İlkçağlarda Lidya, Pers ler, kuş ve hayvan figürleri de görülür.
ve MakedonyalIlar tarafından kullanılan Adak stelleri, genellikle mezar stellerine
altın para. Staterler çok değerli olduğu benzer. Bu steller bir Tanrıya adanmış,
için, altın paralara ölçü olmuş, 20-28 onu yücelten ve ondan yardım istenen
drahmilik altın paralara da stater den taş sunaklardır. Genellikle akroter alm-
miştir. lıklıdır. Üzerinde kabartma Tanrı, tapı
STEL, Yere dikili taş anlamına gel nak resmi, dinî tören tasvirleri, kurban
mekle birlikte, genellikle Helenistik ve sahneleri olanlar vardır. Hangi Tanrıya,
Roma devri mezar taşları va adak taşla kim tarafından adandığı yazılıdır. Başta
rına verilen addır. Nekropollerde ölüle İstanbul, İzmir, Antalya, Bergama, Bur
rin gömüldüğü mezarlıklarda, lâhitler- sa, Adana, Konya arkeoloji müzeleri ol
den ayrı olarak, ölülerin kimliklerini mak üzere Türkiye’deki müzelerin
235
hemen tamamında, genellikle bu müze SÜLEYMANNAMELER, Osmanlı
lerin avlularında değişik biçimlerde me Padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın
zar ve adak steli yer alır. Arkeoloji mü (1520-1566) seferlerini, fetihlerini,
zelerinin sayıca en çok eserleri arasın devrindeki önemli tarihi olayları konu
dadır. edinen, manzum ve mensur yazma
STRADİVARİUS KEMAN, Ital eserler. Süleymannamelerin hemen ta
yan Antonia Stradivarius (1644-1737) mamı, Kanuni devrinde yaşayan ve
tarafından özel olarak yapılan keman onunla birlikte seferlere katılan yazarlar
lar. Sesi ve kalitesiyle ün yapan bu ke
tarafından düzenlenmiştir. Bunlar ara
manların bugün dünyada 400 adedi bu
sında; Mahremi, Haki, Karaçelebizade
lunduğu söyleniyor. Bu kemanların en
Abdülaziz, Tebrizli Şahi, Eyyubi, Celal-
tanınmışları Paris Konservatuvarı Çalgı
zade Mustafa gibi yazarların eserleri en
lar Müzesi’nde sergilenmektedir. Başka
çok tanınmıştır. Süleymanname yazma
müzelerde, özel koleksiyonlarda ve ta
ları, tezhipleri ve minyatürleri ile birer
nınmış virtüözlerde de bulunmaktadır.
Pek çok taklidi yapılmış olan Stradivari- sanat eseridir.
uslarm gerçeğini ancak uzmanlar ayırt SÜPÜRGE, Süpürge otundan örü
edebilir. len ev süpürgeleri, çoğu kez örmeler,
STRIGIL, Romalılarca kullanılan ve kumaşlar ve aynalarla süslenir.
demir, bronz, gümüş, boynuz, kemikten SÜRMEDAN, Gözlere çekilen sür
yapılan, orağa benzer kazıyıcı alet. Bu menin konulduğu madenî ve ağaç kü
nunla hamamda ve jimnastikten sonra çük şişe. Altın, gümüş, bronz, pirinç gi
deri temizlenir. Arkeoloji müzeleri’nde bi madenlerden yapılanları ayaklı, vazo
çeşitli örnekleri vardır. biçimindedir. Ağzında göze sürmeyi
236
papirüs, palmiye biçimli sütun başlıkla
rı, Helenistik, Roma devrinden Bizans’a
ulaşan klâsik devrin korent, iyon, gotik
düzenindeki çok yaygın sütun başlıkları,
ayrı bir üslûpta gelişen İslâm ve Türk
mimarisindeki sütun başlıkları ile Os-
manlı mimarisinin üslûplaşmış, baklava
biçimli ve mukarnaslı sütun başlıkları,
ayrıca incelemeye değer konulardır.
Türkiye arkeoloji müzelerinde mimarî
eserlerden arta kalan çeşitli sütun baş
lıkları sergilenmektedir.
237
ŞAL, Atkısı ve çözgüsü yün el doku ŞAHİDE, Üzeri yazılı ve desenli,
ması. İpek ve pamuk iplikle dokunanla ölünün baş ve ayak ucuna dikilmiş me
rı da vardır. Genellikle dokunduğu yerin zar taşı. Mermer işlemeli şahideler ger
adını alır. Eskiden, daha çok Hindis çek birer sanat eseridirler.
tan’da, bugünkü Pakistan’ın Lahore ŞALAKI, Şala benzeyen, yünlü ku
şehrinde, Keşmir’de, İran’da, Kûşan ve maş çeşiti. Üzeri desenli şalakı kumaş
Kirman şehirlerinde, Türkistan’ın lardan yorgan yüzü yapılmış, şalvar, hır
ka dikilerek giyilmiştir. Şalakînin Çerke-
ziye ve Buhurlu gibi türleri vardır.
ŞALVAR, Genellikle bol ağlı, uç
kurla bele bağlanan üst don. Şalvar, çok
eskiden beri İslâm ülkelerinde kadın ve
erkekler tarafından giyilmiş, çeşitli bi
çimlerde dikilmiştir. Kadın şalvarları ka
dife, canfes, atlas, sevayî gibi renkli ve
süslü kumaşlardan, erkek şalvarları da
ha sade, düz kumaşlardan yapılır.
Gürün şalı
238
Anadolu’da bölgelere göre paçalı, paça kalın mumlar dikilen mihrap şamdanla
sız, yarı açık apışlı, dökümlü örnekleri rı meşhurdur. Saray ve konaklar için al
vardır. tın ve gümüşten çok budaklı şamdanlar
ŞAMDAN, Üzerine mum dikilen yapılmış, bunlar kakmalar ve değerli
aydınlatma aracı. Şamdan genellikle al taşlarla süslenmiştir. Mevlevî dergâhla
tın, gümüş, pirinç, tunç, bakır gibi ma rındaki 18, Bektaşî tekkelerindeki 40
denlerden, camdan, seramik ve porse budaklı şamdanlar tanınmıştır. İstanbul
lenden, ağaçtan yapılır. Yukarıdan aşa Topkapı Sarayı, Türk ve İslâm Eserleri,
ğı hokka, çanak, bilezik, top, armut, Ankara Etnografya, Konya Mevlâna
küp, tabla gibi bölümlere ayrılır. Çoğun müzeleri ile Türkiye’deki diğer müzeler
lukla bu bölmeler birbirine geçmedir. de, cami, mescit ve türbelerde, özel mü
İlkçağlardan beri kullanılan şamdanlar, ze ve koleksiyonlarda çok çeşitli, sanat
İslâm sanatı maden işçiliğinin en süslü lı şamdanlar görülür. Şamdan işçiliği,
örnekleri olmuştur. Özellikle kısa boylu, Türk sanatının en zengin örnekleri bulu
silindirik bir küp üzerinde bir boyun ve nan bir bölümüdür.
çanaktan ibaret Mümlûklu şamdanları, ŞAMDANÎYE (ŞAMDAN KÜR
tunç üzerine, altın, gümüş kakmalarla SÜSÜ), Şamdanların yüksekte durması
için altlarına konulan, çoğu altı köşeli
sehpaya benzer ahşap kaideler. Ağaç
oyma, kakma, fildişi, kemik, sedef süs-
lemeli olanları vardır. En güzelleri, İs
tanbul Türk ve Islâm, Şehir, Topkapı,
Konya Mevlâna müzelerinde görülür.
Ş A RK Ö Y KİLİMLERİ, Balkanlar
da, Osmanlı Türklerinin Şarköy (şimdiki
adı Pirot) kasabasında dokudukları, in
celikleri ve desenleriyle farklı bir doku
ma özellikli kilimler. Seccade ve taban
halısı boyutlarında dokunan bu kilimler
de topak ev (çadır), hayat ağacı, ibrik,
kuş, ağaç motiflerine çok sık rastlanır.
Daha çok 19.yüzyıl ve 20. yüzyıl başla
Gümüş kakmalı şamdan. Beylikler, XIV. yy. rında dokunmuş olan bu kilimler, Türk-
(Istanbul-Türk ve İslâm Eserleri Müzesi)
lerin buradan ayrılması ile dokunmaz ol
muştur.
süslenmiştir. Süslemeler arasında av ŞEBEKE, Geometrik bezemelerle
sahneleri, saray hayatı, hayvan, kuş fi kafes örgü. Türk mimarisinde evlerde
gürleri, yazılar görülür. Osmanlı döne pencerelere, merdiven korkuluklarına,
minde cami ve mescitler için özel şam şömine önlerine, camilerde hünkâr ve
danlar yapılmıştır. Bunlar arasında tunç kadın mahfillerine, maksurelere, mina
ve bakır gövdeli, üzerine insan boyunda re şerefelerine, minberlere, türbelerde
239
sanduka çevresine yerleştirilen şebeke şemselere “mülevven”, cilt üzerine altın
ler taş, ağaç ve madenden yapılmıştır. yaldızla basılan şemselere “mülemma”,
Pencere ve merdiven korkulukları şebe kafes gibi oyularak ciltlere yerleştirilen
keleri ağaç örgülüdür. İstanbul’da Eyüp şemselere “müşebbek”, cilt üzerine ka
Sultan, Konya’da Mevlâna Türbesi’nde lıpla kabartma olarak basılanlarına “so
gümüş şebekeler bulunduğu gibi, genel ğuk şemse”, elips biçiminde şemsenin
likle camilerde minber, kürsü, şerefe şe iki ucunun stilize lâle motifi ile uzantılı
bekeleri taş oymadır. Geometrik motif süslemesine “salbekli şemse” denir.
lerin, arabesklerin, XIX. yüzyıldan itiba Şemse motifleri çinilere, kumaş üzeri
ren de Barok süslemeleri ve poliponla- ne, kapı, pencere gibi ahşap eşyalara
rm yer aldığı şebekeler, mimarî süsle da işlenir.
menin çeşitlilik ve zenginliği ile önemli ŞEMSİYE, Güneşten, yağmurdan
bir dalıdır. koruyucu, saplı eşya. Kadın şemsiyeleri
ŞEKERLİK, Konuklara şeker ikra ince kumaşlardan yapılmış ve dantel iş
mında kullanılan özel tabak. Altın, gü lemelerle süslenmiştir. Sapları altın, gü
müş, bronz gibi madenlerden yayvan, müş kakmalı ve değerli taşlarla süslü
ajurlu, sepetli yapıldığı gibi, camdan, olanları vardır. Türkiye’ye Batılılaşma
porselenden yapılanları da vardır. Üzeri hareketleriyle birlikte girmiş, XIX. yüzyıl
kapaklı, tombak biçiminde olanları da ortaları ve sonlarında moda olmuştur.
ha yaygındır. Gümüş zarflı cam şeker ŞERBETLİK, Konuklara şerbet ik
likler de yapılmıştır. ram edilen kap. Bir tepsi üzerinde şer
bet doldurulmuş madenî, cam ve porse
len sürahi ile aynı malzemeden kulpsuz
bardaklarına “şerbet takımı” denir.
Camdan, üzeri çiçek motifi boyalarla
süslü Beykoz şerbetlikleri çok tanınmış
tır.
ŞEŞPER, Yuvarlak başı altı dilimli
topuz. Demir veya ağaç sapı üzerindeki
çelik topu dilimlere ayrılmış ve silâh ola
rak kullanılmıştır. İstanbul Topkapı Sa
rayı Silâh Dairesi ve Askeri Müze’de
Cam şekerlik süslemeli çeşitli örnekleri sergilenmiştir.
ŞEZLONG, Üzerine oturulup uza
nabilecek, ağaç iskelete gerilmiş kumaş
ŞEMSE, Güneş anlamına gelen, tan yapılan koltuk, uzun sandalye.
yuvarlak veya elips biçiminde süs moti ŞİFA TASI, Yayvan, göbekli, iç yü
fi. Daha çok cilt kapaklarında, kitap tez zeyi yazılı ve tılsımlı, şifa suyu içilen tas.
hiplerinde kullanılır. Cildin mukavvası Şifa tasları, tunç, pirinç, bakır ve gü
oyularak içerisine kabartma olarak otur müşten yapılmıştır. 14-19 cm. çapında,
tulan şemselere “gömme”, cilt kabın 4-5 cm. yüksekliğindedir. İçerisine su
dan başka renkte olan kabartma akıtılırken etrafa sıçramaması için
240
ŞİP, Çok ince, gümüş tellerle işlen
miş, bir çeşit ipekli kumaş. Bursa, İstan
bul el tezgâhlarında dokunmuştur. Şip-
ten giyim eşyası, bohça, yastık örtüsü
vb. yapılmıştır. Konya ve Bursa Türk-ls-
lâm eserleri müzelerinde ve başka mü
zelerde örnekleri vardır.
ŞİRAZE, Bir kitabı cilde bağlayan
dikiş ipliklerine tutturulan ibrişim örme
şerit. Türk cilt sanatında kitabı ve cildini
süsleyen malzemelerden biri.
ŞİŞHANELİ TÜFEK, Namlusunda
altı yiv bulunan tüfek. Altı yivli şişhane
topları da yapılmıştır. 1862 yılında Os-
manlı ordusu için üç bin adet “Şişhane-
li Tüfek” yaptırılmış ve bu sebeple Sul
tan Abdülaziz adına altm-gümüş iki ma
dalya da çıkarılmıştır. Bu madalyalara
“Şişhaneli Tüfek Madalyası” denir.
Gümüş şerbetlik ve kepçeler
ŞİTARI, İpek ve pamukla dokunan
ince kumaş. Üzeri çubuklu olanlarına
hamam tası gibi göbekli yapılmıştır. Bir yollu şitarî denir.
çok şifa tasının göbek yerinde, küçük, ŞÖMİNE, Oda ve salonda, içerisin
ikinci bir tas daha perçinlidir. Bu ikinci de odun,kömür yakılan, önü açık ocak.
tasın kenarlarına, üzerinde Besmele ve Türk mimarisinde, genellikle duvara
ya tılsım işaretleri kazılı kırk kurşun ve açılan nişlere tuğla, mermer, alçı ve çi
ya pirinç levhacık iliştirilmiştir.Tasın iç niden yapılmıştır. XVII. yüzyıldan itiba
yüzeyine âyet ve dualar yazılmış, hasta ren saray, köşk, yalı, konak ve evlerde
lıktan korunma ve kötü nazarlara karşı yer alan konik biçimli çini şömineler,
koyan tılsım ve işaretler konmuştur. XIX. yüzyıl sonlarında dört köşe mer
Türk Tıp Folkloru’nda önemli bir yer mer şöminelere dönüşmüştür. Günü
alan bu taslara bazı bölgelerde “Tıhtap” müzde şömineler salonlarda dekoratif
denmiştir. İçerisine konan şifalı sular olarak yer almaktadır.
içildiği gibi, hastalığına göre bu tasla ŞÜKÛFE, Çiçek anlamına gelmek
kırk kez banyo alınmaktadır. Etnograf le birlikte, Kuran ve yazma kitapların
ya müzelerinde örnekleri görülür. baş taraflarına yapılan çiçekli süslemeye
ş i l e b e z i, İstanbul’un ilçelerinden de “şükûfe” denir. Şükûfe, altınla sıvan
Şile’de, el tezgâhlarında dokunan bir mış kâğıt üzerine üstübeçle de yapılır.
çeşit pamuklu bez. Kendine özgü kıv ŞÜKÛFEDAN, İçerisine çiçek ko
rımlı dokunuşu ve yollu desenleri ile şi nulan çini, cam, porselen, gümüş,
le bezinden gömlek, elbise, peçete, bluz bronz vazo. Genellikle ince boyunlu sü
yapılır. rahi biçimindedir.
241
T
TABAK, Kenarları yayvan, ortası tabakalarının altın, gümüş süsleme
az çukur, yemek kabı. Saray ve konak olanları vardır.
lar için altın, gümüş tabaklar yapılmıştır. TABANCA, Genellikle ahşap bir
Osmanlı sanatında İznik ve Kütahya çi kabza ve yatağa yerleştirilmiş demir bir
ni atölyelerinde yapılan seramik tabak namlusu ve ateşleme mekanizması bu
lar çok tanınmıştır. İznik tabakları klâsik lunan silâh. Kabza ve ahşap bölümleri
Osmanlı motifleri (servi, karanfil, lâle, sedef, fildişi, altın, gümüş kakma, çak
nar, sümbül, kavrım dallar) ile süslen maklı veya kapsüllü, ağızdan dolma es
miştir. Ayrıca kuşlu, gemi resimli tabak ki Türk tabancaları bugün de antika pi
lar da vardır. Avrupa ve Amerika’daki yasasında çok yaygın ve eski örnekleri
birçok müzede İznik tabakları (XVI. ve ne göre yapılmaktadır. Askerî müzeler
XVII. yy) yer alır. de ve müzelerin silâh koleksiyonları ara
sında sanatlı, eski tabancalardan çeşitli
örnekler yer alır.
TABLET, Milâttan Önce IV. bin ile
Milât arasında Mezopotamya’da (Sü
mer, Asur ve Babillilerde) üzerine çivi
yazısı yazılarak pişirilmiş, yassı kil levha.
Anadolu’da Hititlere ait de yazılı tablet
ler bulunmuştur. Özlü çamur (kil) hazır
landıktan sonra, üzerine ağaç çivi veya
kamış batırılarak yazılmış, daha sonra
bu yazılı levhalar güneşte kurutulmuş
veya özel fırınlarda pişirilmiştir. XIX.
yüzyılda çivi yazısının okunmasıyla tab
Seramik tabak. İznik XVII. yy. letler, tarihî belgeler olarak değer ka
(Istanbul-Çinili Köşk Müzesi) zanmış, birçok tarihî olay aydınlanmış
tır. Tabletler üzerinde siyasî, İktisadî, di
TABAKA, Tütün veya sigara kutu nî, hukukî, edebî metinler, matematik,
su. Altın, gümüş, pafon tabakalar oy astronomi ile ilgili bilgiler yazılıdır. Boy
ma, kazıma, kabartma desenlerle süslü ları 3-30 cm. arasındadır. Bazı tabletle
dür. Özellikle gümüşleri savatlı yapılır. rin dışında ayrıca üzeri yazılı mahfaza
Tahta olanları, altın, gümüş, sedef, fildi (zarf) vardır. Anadolu’da Hititlerin baş
şi, kemik kakmalı, bağa, mika sigara kenti Hatuşaş (Boğazköy) ve Asur
242
krallıklarında, taç, bir sembol olarak çe
şitli biçimleri ile varlığını sürdürmüştür.
Bugün birçok ülkenin müzelerinde, ha
zine dairelerinde çok değerli tarihî taç
lar yer almaktadır. İslâm ve Türk devlet
lerinde sultanlar, madenî taçlardan da
ha çok, değerli taşlar ve tuğralarla süslü
destarlı kavuklar giymişlerdir. Türk sa
natında, taç, ayrıca tarikat başlarına ve
rilen ad olarak da bilinmektedir.
243
İran’da XI. yüzyıldan sonra yazılmaya
başlamış, Timurlular devrinde çok kulla
nılmış, XV. yüzyılın başlarında İran’da
Tebrizli Ali adında bir hattatın kalemin
de üslûplaşarak gelişmiştir. İranlı Hattat
İmad’ül Hüseynî, talik yazının en güzel
örneklerini vermiştir. Osmanlılarda, ta
lik yazının yaygın olarak kullanılışı
XVIII. yüzyılda başlamıştır. Hattat Kâ-
Osmanlı Tahtı tipzade Mehmed Refî, daha sonra Meh-
(Istanbul-Topkapı Sarayı Müzesi)
med Esad Yesarî ve oğlu Yesarîzade
Mustafa İzzet, Türk talikinin en gözde
tahtları arasındadır. Ankara Etnografya
üstatları arasındadır. Talik yazı ile divân
Müzesi’ndeki Selçuklu Tahtı, ağaç işçili
lar, manzum eserler, levhalar, hilyeler
ğinin en güzel örneklerindendir.
yazılmıştır. Tâlikin nesih yazı ile birleşti
TAHT-I REVAN, İnsan omzunda
rilmesinden “nestâlik” adlı bir yazı çeşi-
taşınan veya at, katır, deveye yüklene
ti doğmuştur. (Bak: Nestâlik).
rek götürülen portatif, üzeri örtülü taht.
TAMBUR, Yay ve mızrapla çalı
Perslerde, Eski Yunan ve Roma’da in
nan, uzun saplı telli saz. Tambur 1.35
sanların “kölelerin” omzunda taşıdığı ve
cm. boyunda, yarım küre şeklinde göv
özellikle asil kadınların bindiği taht-ı re
deli, yüzü ince tahtadan bir kapakla ör
vanlar meşhurdur. Osmanlıların son za
manlarında, sûrre alayı törenlerinde, tülü dört çift, çelik ve pirinç telli olup,
sûrre emirinin bindiği taht-ı revan bir son yıllarda Türk müzisyenler tarafın
gelenek olarak korunmuştur. dan geliştirilmiştir.
TAKATUKA, Tütün içilen çubuğun TAMBURA, Bağlama ailesinin en
külünün silkildiği, yayvan kül tablası. yaygın çalgısıdır. Teknesi 38-40 cm.,
Takatuka ağaçtan yapılarak üzeri gü sapı 50-52 ve toplam boyu 110-115
müşle kaplanmıştır. Odanın tam ortası cm’dir. Üzerinde altta 3, ortada 2 (ba
na konan takatukalara çubuğun lülesi zen de 3) ve üstte 3 olmak üzere 8 tel
oturtulur, tütün yandıkça külü dökülür vardır.
dü. Seramikten yapılmış süslü takatuka Tambura aktarımcı bir çalgıdır.
lar da vardır. Tambura için notalar Sol açarı ile yazı-
TAKKE, İnce kumaştan yapılan ve lagelmiştir. Bu durumda şeşler yazıldı
külahın altına giyilen başlık. Takke, ku ğından bir tam beşli aşağıdan duyulur.
maşlardan dikildiği gibi el örgü olarak Tambura çalınacak ezginin tonalite
da yapılır, desenlerle süslenir. Kadınla sine göre değişik biçimlerde akortlanır.
rın da süs olarak başlarına süslü takke En yaygın akort biçimi “kara düzen”
ler giydiği görülmüştür. ya da “bozuk düzen” denilen ana bi
TÂLIK, Hat sanatında bir yazı çeşi- çimdir. Bu biçimle alt tellerden ikisi
tidir. Tevkiî, rık,’a, nesih yazı çeşitlerin Re 4 biri Re3, orta tellerin ikisi de
den meydana gelen talik yazı, ilkin Sol 3 (biri sırma tel ise); üst tellerden
244
ikisi D o4, biri D o 3 seslerine akortlanır. Tar için notalar Do (Mezza soprano)
Tamburanın bundan başka misket dü açarı ile yazılır. Sesler yazıldığı gibi du
zeni, bağlam a düzeni, müstezat yulur. Tarın 11 teli vardır. Ezgiyi çalma
düzeni, abdal düzen gibi adlarla anı ya yarayan teller altta 2 ağ sim, ortada
lan akortları vardır. 2 sarı sim, 2 gök sim olmak üzere 6 ta
TAMBURA NAĞARA, Çapı 35 nedir. Bunlardan sonra yukarıya doğru
40 cm. olan bir çeşit küçük davuldur. “zenk simler” denilen s.adece dem tut
Koltuk altına ya da zaman zaman iki diz maya yarayan teller gelir. Alttaki iki tel
arasına yerleştirilerek çalınır. Nağarada D o 4 sesine, ortadaki iki tel Sol 3 sesine,
oldukça zengin ritim ve tınılar elde edi üstteki iki telden biri D o4, öteki D o 3
lebilir. El ile nağara yüzünün ortasına seslerine akortlanır.
vurmaya orta vuruş, kenarına vurma TARAK, Saç ve sakalları taramak
ya yan vuruş, parça çırparak kenara ve saç takısı olarak kullanmak üzere
ağaçtan, kemikten, fildişinden, maden-'
yapılan vuruşlara çırtma, elin bütünüy
den yapılan dişi alet. İlkçağlarda kemik
le yapılan vuruşlara şapalag, iki elle
ten yapılanların saçları taramakta, uzun
peş peşe yapılan seri vuruşlara tremo-
dişli ve kavisli, geometrik desenlerle
lo denmektedir.
süslü, bronzdan yapılanların saç topuzu
TANAGRA HEYKELCİKLERİ,
nu tutturmakta kullanıldığı sanılmakta
İlkçağlarda, özellikle pişmiş topraktan
dır. Helenistik ve Roma devirlerinde
yapılan kadın ve çocuk figürleri. M.Ö.
şimşirden, kemikten, fildişinden yapıl
300’den sonra bol miktarda yapılan ve
mış tarakların kullanıldığı kazı buluntula
çoğu Helenistik devirlere ait olan bu
rından anlaşılmaktadır. Bizans sanatın
heykelcikler, Yunanistan’daki Tanagra
da süslü taraklar önemli bir yer alır.
Köyü Atölyeleri’nde yapılmış, daha
Türk sanatında tarak ince ve kalın dişli
sonra Anadolu’ya yayılmıştır. Elbisele
olarak, kadınlarda saçları taramak, saç
riyle, boyalı olarak yapılan heykelcikler, kıvırmak, hotoz bağlamak ve saçları
mezar buluntuları arasında yer alır. toplamak için her devirde en süslü ör
TAR, Kuzeydoğu Anadolu ile Azer nekleriyle kullanılmıştır. Osmanlı dev
baycan’da çalman tezeneli çalgılardır. rinde altın, gümüş ve değerli taşlarla
İki çanaklı ve göğsü sığır yüreği zarı ile süslü saray tarakları, ayrıca berber, ha
kaplı bir tekne ile bir saptan oluşur. Sa mam ve gelin tarak türleri bu alanda
pın sonunda aşıklık bulunur. Tüm uzun zengin çeşitler meydana getirir.
luğu 80-95 cm’dir. TAŞBASKI, Litografi de denir.
Tar, Azerbaycan’da aktarımcı bir Düz yüzeyli taş (mermer) üzerine yağlı
çalgı özelliğindedir. Alt tel orkestra eşli kalem veya yağlı suluboya ile yapılan re
ğinde ikisi Sİ3 solo çalgı ve mugam eş sim ve yazıların asitle işlem görmesin
liğinde Sibemol 3, Si 3 ve D o4, mugam den sonra üzerine konan kâğıtların si
operalarında ise La 3 seslerine akortla- lindirden geçirilmesi ile yapılan baskı.
nır. Türkiye’de ise yalnızca D o 4 akordu Halk resimlerinden çoğu bu teknikle ba
kullanılmaktadır. sılmış, sonradan boyanmıştır.
245
T
Tavla
246
oluşan bir çalgıdır. En iyi tefler ceviz
O
ağacından ve keçi derisinden yapılanlar
dır.
Tef bir elde tutularak çalınır. Tefi tu
tan elin parmakları ile yapılan vuruşlar,
ezginin hafif zamanını belirler. Bu vu
ruşlara çırpma denir. Öteki el kuvvetli
zamanlarda tefin ortasına, hafif zaman
larda tefin kenarına vurur.
Kasnağın üzerinde ziller bulunan tef
çeşitine zilli tef denir. Doğu Anado
lu’da 10 zamanlı karma usul ile çeşitli
Telkari süs takıları
usullerin üçerli şekillerinde tef özel bir
biçimde çalınır ki, buna sallama de çıkan bu tür süslemeli eserlerden anla
nir. Oldukça ustalık isteyen bu çalış biçi şılmaktadır. ilkçağlarda altın ve gümüş
mi, ezgiye başka bir güzellik katar. levhaların tel tel şeritler halinde kesile
Zilsiz tefin büyüklerine Anadolu’da rek bunların taş veya tunç bir yüzeyde
daire, Azerbaycan’da kaval denmek yuvarlak teller yapıldığı, daha sonra tel
tedir. Bunlarda kasnak içi çemberinde yapımı için “delikten çekme” tekniği
bir sıra zincir bulunur. kullanıldığı bilinmektedir. Çeşitli kalın
TEKKE EŞYALARI, Mevlevî, Bek lıkta tel çeken telkârî ustası, bunları spi
taşî, Rifaî gibi tarikatlara ait dergâh ve ral veya yapacağı desene göre bükmek
tekkelerde kullanılan eşya. Bektaşî der te, birbirine lehimlemektedir. Bunun
vişlerinin taşıdığı keşkül, teber, nefir, yanında, çeşitli biçimlerde hazırlanmış
teslim taşı, Mevlevî dervişlerinin kullan altın ve gümüş taneciklerinin yan yana
dığı pazarcı maşası, müttekâ, topuz, Ri- lehimlenmesi ile elde edilen süslemeye
faîlere ait şiş, zincir, tarikat taçları (baş “granül tekniği” denir. Telkârî işçilikte
lıkları), giyim eşyaları (hırka, cübbe, ten süs takıları, fincan zarfları, tepsiler, te
nure, haydari, destegül vs.) müzik alet pelikler, kemer ve tokaları vs. gibi eşya
leri (ney, kudüm, halile, tef (daire), re- lar yapılmıştır.
bab vs.) tekke mutfağında kullanılan ka
zan, somat, kepçe, lenger, tas vs. âyin
lerde zikir tespihi, post, tümü birden
tekke eşyası olarak adlandırılır.
TELKARİ, Altın veya gümüş telleri
eğip bükerek desenler yapma ve bu de
senleri birbirine ya da bir zemine kay
nakla tutturma tekniği. Telkârî süsleme
işçiliğinin M.Ö. üçüncü binden itibaren
Mezopotamya’da ve Mısır’da, M.Ö.
2500 yılından sonra da Anadolu’da uy
gulandığı, arkeolojik kazılarda meydana Telkari gümüş toka ve yüzükler
247
TEMREN, Mızrak ve okların ucuna bağlıdır. Alnın ortasına gelen bölümde
geçirilen delici ve kesici, sivri demir. De ki üç sıra zincir sallantı, armudî bir plâ
mir parmaklıkların uçlarına takılan sivri kaya tutturulmuştur. Plâkanın ortası ye
süslemelere de temren denir. Temren şil, mavi cam boncuklu, kenarı bölümlü
lerin gövdeleri konik, köşeli ve oluklu tel çevrilidir. Plâkanın altından sarkan
olduğu gibi geriye doğru çıkıptılı uzantı zincirler üzerinde de yine paralar asılı
ları da vardır. dır. Bazı tepeliklerin tası, bombeli telkâ-
TENNURE, Mevlevî giyiminde se rî işçilikte yapılmıştır. Zincirlerde paraya
ma eden dervişin (semazen) giydiği benzer penesler asılıdır. İstanbul Türk
uzun, geniş etek. Genellikle beyaz bez ve İslâm Eserleri Müzesi’nde, daha baş
den dikilir ve etek uçlarına, dönerken ka müzelerin etnografya bölümlerinde,
açılmayı sağlamak üzere kaim, beyaz eski eser koleksiyonlarında çeşitli ör
bezden zırh geçirilir. Tennure omuzlar nekleriyle tepelikler görülür.
dan yelek gibi tutturularak giyilir ve be TEPSİ, Maden, cam, emaye ve
le kalın bir kuşak (Eliflâmed) sarılır. ağaçtan yapılan, bardak, fincan, tabak
TENTENE, Aslı “dantela”. Halk di vb. eşyaların taşındığı kenarlı, kenarsız
linde “tentene” olarak söylenmiştir. tabla. Kulplu, kulpsuz olanları vardır.
(Bak: Dantela) Tepsiler genellikle yapıldığı malzemeye
TEPELİK, Anadolu’da kadınların göre süslenir.
başlarına giydiği süslü başlık. Genellikle,
ortası bombeli, yuvarlak bir tacı vardır.
Göbeğine kırmızı bir cam taşı yerleştiril
miştir. Tacın üzeri kıvrım dal, rozet ve
yaprak motifleri ile süslüdür. Genellikle
süslemede savat tekniği kullanılır. Tepe
liğin çevresinden sıra zincirler sarkar.
Zincirlere gümüş ve nikel paralar
248
mimari anıtlarıyla süslüdür. Bugün anti tespihlerle birlikte kristal, Beykoz bon
ka piyasasında görülmektedir. cuğu gibi cam tespihlerin de yapıldığı
TERAZİ, Ağırlık ölçü aleti. İlk ör görülür. Tespihlerin otuz üçlük bölümle
nekleri, yatay bir eksenin iki ucuna üç rini ayıran ayrı parçaya “nişâne” iki ucu
bağla tutturulmuş kefelerden yapılmış birleştiren ve genellikle çok süslü yapı
tır. Eksen ve kefeler ağaçtan yapıldığı lan parçaya da “imâme” denir. Altın,
gibi madenden de yapılmıştır. Anado gümüş ve ibrişim püsküllü imâmeler,
lu’da ağaç kefeli basit teraziler çok yay imâmelerin ucuna takılan değerli taşlar
gındır. XIX. yüzyıldan itibaren mekanik dizili veya altın, gümüş tel örgülü saçak
teraziler kullanılmıştır. lar, tespihe ayrı bir güzellik verir. En iyi
TERRA-KOTA, Arkeolojide “piş tespihler, Osmanlılar devrinde İstan
miş toprak” anlamına gelen İtalyanca bul’da yapılmış, İstanbul’da yüzlerce
bir terim. Çamurdan yapılarak sırlan tespih atölyesi açılmıştır. Tespiherin
madan fırında pişirilen heykel, vazo, çok ufak tanelilerine “zenne” yani kadın
kap kaçağa terrakota denir. tespihi denir. Bir de, genellikle ceviz ve
TESPİH, Bir ipe dizili, çeşitli mad ıhlamur ağacından yapılan, iri taneli en
delerden yapılan belirli sayıda taneler. büyüğü 999’luk “zikir tespihleri” vardır.
Tespih, aslında bir ibadet eşyasıdır. Bunlar tekke tespihleri olup “zikir”
Tespihin doksan dokuz tanesi, Allah’ın âyinleri sırasında, bir daire çevresine
“Esma’ülhüsna” denilen doksan dokuz oturan dervişler tarafından elden ele çe
adının sayılmasıdır. Namaz sonunda, ilk kilen tespihlerdir. Tespih, Türkiye ve Is
otuz üç tanesi ile “süphanallah”, ikinci lâm ülkelerinde çoğunlukla 33’lükleri
otuz üç ile “Elhamdülillah”, son otuz üç cepte taşınan ve elde bulundurulan bir
tane ile “Allahüekber” sözleri tekrarla “alışkanlık” olarak yaygınlaşmıştır. Kâ-
nır. Bundan sonra okunan dua ile yüz be’yi ziyaret eden hacıların eşe-dosta en
sayısı tamamlanmış olur. Islâmda ibade büyük hedeyileri tespihtir. Türkiye’deki
tin bir gereği olan tespih, otuz üçlük ve birçok müzede, büyüklü-küçüklü tespih
doksan dokuzluk dizileri ile, aynı za koleksiyonları bulunduğu gibi, pek çok
manda bir sanat dalı olarak gelişmiş, tespih meraklısı, çok değerli tespih ko
tespih yapan tezgâhlar açılmıştır. Tes- leksiyonları meydana getirmişlerdir.
hip yapımında zümrüt, yakut, lâpis, fi TESLİM TAŞI, Bektaşî babalarının
ruze, akik, yeşim, yıldıztaşı, necef, kan- boyunlarına veya kemerlerine taktıkları
taşı, şah, maksuttaşı gibi değerli taşlar, on iki köşeli Hacı Bektaş taşı. On iki kö
sedef, inci, mercan gibi deniz ürünleri şe, Bektaşîlikte on iki imamı temsil
kullanılmış, ayrıca fildişi, deve dişi ve eder. Teslim, tarikat ilkelerine bağlılık
kemiği; bağa, keçi, manda, geyik, ger anlamına gelir. Kimi Bektaşîlerin kulak
gedan boynuzu tespihler yapılmıştır. larına taktıkları madenî küpeye de “tes
Kehribar, oltutaşı, lületaşından yapılan lim halkası” denir.
tespihler de vardır. Abanoz, zeytin çe TESTİ, Kulplu, geniş gövdeli ve dar
kirdeği, gül ve sandal ağacı, demirhindi, boğazlı, pişmiş topraktan su kabı. Tez
sakızağacı, kuka gibi ağaç kökenli gâh veya çömlekçi çarkından çekilen
249
testilerin sırla süslenenleri de vardır. İlk
çağlardan beri çeşitli örneklerde yapıl
mış ve kullanılmıştır.
TEVKİÎ, Hat sanatında bir yazı tü
rü. Nesih yazıya benzer, rahat ve dü
zenli bir üslûpla yazılan tevkiî, Türk hat
tatlarının elinde gelişmiş, başka yazı tür
leri ile birleştirilerek yeni üslûplar yara
tılmıştır. Hattat Şeyh Hamdullah bunun
en güzel örneğini vermiştir.
TEZGÂH, Halı, kilim, bez ve kuma
şın dokunduğu ağaç çatkı. Genellikle
şimşir, ceviz gibi sert ağaçlardan yapıl
mıştır. Aralarında ağaç oyma, sedef, Tezhipli Bir Kuran sayfası
250
Tirşeler üzerine yazı yazıldığı gibi kitap motiflerle de süslü tılsımlı gömleklerden
cildi üzerine de geçirilir. örnekler, İstanbul Topkapı Sarayı Mü
zesi ve Vakıflar Yazı Sanatı Müzesi’nde
bulunduğu gibi, ilginç bir örnek de Kon
ya Mevlâna Müzesi’nde “Sultan Veled’e
ait destegül” adıyla sergilenmektedir.
TIRAŞ ÖNLÜĞÜ, Tıraş olurken
başa geçirilip omuzlardan göğüs üzeri
ne dökülen örtü. Başın geçmesi için or
tası oyuk, ve önü yırtmaçlıdır. İstanbul
Topkapı Sarayı Müzesi’nde, Atina Be-
naki Müzesi’nde ve daha başka müze
lerde Osmanlı dönemi, işlemeli tıraş ön
lükleri yer alır.
Tirkeş ve oklar
251
kemer tokası bulunmuştur. Bundan da
Türk kavimlerinin kemer ve tokaya bü
yük önem verdikleri anlaşılmaktadır.
Özellikle Hunlar, altın, gümüş gibi ma
denlerden çok süslü tokalar kullanmış
lardır. Avarların, İskitlerin harpi, grifon,
sfenks gibi mitolojik hayvanlarla süslü
tokaları ünlüdür. Türkler, giyim kuşam
larında sosyal ve ekonomik durumları
na, özel zevklerine göre kemer ve toka
lar takmışlardır. Bu tokalar altın, gü
müş, bronz, bakır gibi madenlerden,
maden işçiliğinin bütün hünerleri kulla
nılarak yapılmış, üzerleri mercan, akik,
firuze gibi taşlarla süslenmiştir. Elips,
Tıraş önlüğü. yuvarlak, yaprak biçimindeki toka ayna
(tstanbul-Topkapı Sarayı Müzesi) ları genellikle gümüş savatlı ya da telka
ri süslemelerle Anadolu kadın giyimine
Romalıların kayış kemerlerde dilli ve ayrı bir güzellik vermiştir. Türk kemer
madalyonlu tokalar kullandıkları bilinir. tokalarının örnekleri müzelerde sergi
Ortaçağ Avrupa’sında kemer ve tokalar lendiği gibi, özel koleksiyonlarda da pek
kadın ve erkeklerin süs eşyası olarak çe çok örneği yer alır.
şitli örnekleriyle dikkat çekicidir. Orta TOKUÇ (TOKAÇ), Çamaşırı su
Asya’da, Turfan’da, Altaylar’da yapılan içinde döğerek temizlemeye yarayan
arkeolojik kazılarda pek çok madenî kulplu, yassı tahta. Anadolu halk sanatı
ağaç işçiliği arasında kulpları oyma ve
dağlamalarla süslü tokuçlar görülür.
TOLGA, Eski Türk komutanları ve
askerlerinin başlarına giydiği demir baş
lık, daha sonra tolga (miğfer) adını al
mıştır. Altın ve gümüş kakma yazılar ve
desenlerle de süslenen tolgalar tavulga,
tobulga adları ile Orta Asya Türk kavim-
leri tarafından savaşlarda kullanılmıştır.
TOMBAK, Bakır ve çinko alaşımın
dan yapılan ve üzerine altın yaldız çeki
len şişkin kapaklı sahan, tabak veya le-
ğençe. Altın kaplamalı bakır mutfak eş
yasına da tombak dendiği gibi, son yıl
Toka ve kemer larda kapakları kabartma çiçeklerle süs
(tstanbul-Türk ve İslâm Eserleri Müzesi) lü, kubbeli porselen tabak ve kâseye de
252
tombak adı verilmiştir. Asıl tombaklar, gövde ve üzerindeki yuvarlak bir kubbe
altın yaldızlı, kapakları şişkin ve bol çi yi kafes gibi örer. Bir kapı yeri bırakıla
çekli madenî sofra takımlarıdır. rak üzeri keçe veya dokumalarla örtü
lür. Topak evler, mimaride kubbeli veya
kümbetli yapıların örnekleri sayılır. İs
tanbul Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’n
de, Ankara Etnografya Müzesi’nde ve
daha başka müzelerde örnekleri vardır.
TOPAZ, Kahverengi-sarı renkte,
sert, değerli taş. Kavrularak pembe ren
ge dönüştürülen Brezilya topazına “ya
nık topaz” denir. İskoçya, Saksonya ve
Bohemya’da çıkan türleri vardır. Ger
danlık, tespih, yüzük kaşlarında, made
Tombak sahan. Osmanlı XVIII. yy.
nî eser süslemelerinde, baston başlıkları
(Istanbul-Topkapı Sarayı Müzesi
ve ağızlıklarda topaz kullanıldığı görül
müştür.
TOP, Barut gücüyle gülle, şarapnel TOPUZ, Ucu top biçiminde demir
ve mermi atan ateşli silâh. Osmanlı or den, vurucu silâh. Bir sopa ve zincire
dusundaki ilk top, Yıldırım Bayezid ta bağlı topuzlar olduğu gibi, ağaç veya de
rafından 1389 yılında Kosova Savaşı’n- mir bir sapın ucuna oturtulmuş çelik to
da kullanılmış, Fatih’in İstanbul’u fethi puzlar da vardır. Genellikle topları sivri,
günlerinde ağır Osmanlı topları, İstan dikenli ve olukludur. Osmanlı padişahla
bul surlarını döğmüştür. XVI. yüzyılda rına ait, değerli taşlarla süslü topuz ör
daha çok gelişen Türk topçuluğu, Ka nekleri Topkapı Sarayı Müzesi’nde ser
nunî’nin seferlerinde en önemli silâh gilenmektedir.
olarak yer almıştır. Taş veya demirden, TÖREN KALKANLARI, Osmanlı
küre şeklinde gülleler atan bu topların ordusunda geçit törenleri ve bayramlar
çoğu İstanbul’da Tophane’de dökül da yeniçeri ve sipahilerin kollarına taka
müştür. Zamanla toplar yivli yapılmış, rak padişah ve sadrazamın önünden
kara barut yerine dumansız barut kulla geçtikleri, çiçeklerle süslü kalkanlar. Tö
nılmış, çeşitleri çoğaltılmıştır. İstanbul ren kalkanları, yuvarlak kesilmiş deri ve
Askerî Müzesi ile Deniz Müzesi’nde, ya sert tahta üzerine, helezonî olarak
Topkapı Sarayı dış avlusunda ve daha söğüt dalları örülmüştür. Ortasındaki
başka müzelerde Türk dökümü toplar bombeli demir göbeği, altın kakma ve
yer alır. yıldız kabartmalarla süslüdür. Söğüt dal
TOPAK EV, Asya’da göçebe Türk ları ince ipek iplikle sarılmış ve üzeri, ib
kavimlerinin çok eskiden beri kullandık rişim iğne işi lâle, karanfil, gül, sümbül
ları, “yurt” adı da verilen bir çeşit yuvar motifleriyle işlenmiştir. XVI. yüzyılda
lak çadır. Bir direğe çatılı ağaç çıta veya Kanunî Sultan Süleyman’ın sefer ordu
dallar, daire plan içinde silindir bir sunda tören kalkanı taşıyan askerler,
253
TUBA, Kalın ses çıkaran, geniş ko
nik borulu ve pistonlu, nefesli bakır çal
gı. Genellikle askeri bandolarda kullanı
lır. Orkestra tubaları, ses bakımından ül
kelere göre farklıdır.
TUG, Makam, rütbe ve iktidarı tem
sil eden ve bir gönder (sırık) üzerine ta
kılan, at kılından yapılmış alem. As
ya’da ilk Türk devletlerinde genellikle
Tibet öküzünün kuyruk kıllarından bir
topa tutturulmuş, püskül şeklinde yapı
lırken sonraları at kuyruğu kılları kulla
Osmanlı Tören Kalkanı. XVI. yy. nılmıştır. Tepede kılları tutan topun gü
(Istanbul-Topkapı Sarayı Müzesi) neşi, kılların da ışınları temsil ettiği söy
lenir. Tuğ terimi, Uygurlarda kullanıl
Avrupalıları bir hayli şaşırtmış, “Türkler maya başlamış, Moğol hanları ve komu
düşmanlarını çiçekli kalkanlarla karşılı tanları çadırları önüne tuğlar dikmişler
yor” denmiştir. İstanbul Topkapı Sarayı dir. Tuğ, aynı zamanda bağımsızlığın bir
ve Askerî Müze’de bu çeşit tören kal sembolü sayılmıştır. Osmanlı Devle-
kanlarından örnekler sergilenmektedir. ti’nin kurucusu Osman Gaziye, Selçuk
TRUVA HÂZİNELERİ, İlkçağlar lu sultanı tarafından bağımsızlık sembo
da, Çanakkale’ye yakın Hisarlıktepe’de lü olarak davul, tuğ ve sancak gönderil
kurulan antik şehir Truva harabelerin diği bilinir. Osmanlılarda padişahların
de, 1870 yılında, Alman araştırıcısı He- yedi veya dokuz, sadrazamın beş, seras
inrich Schliemann tarafından kazılar ya kerin dört, vezirlerin üç, beylerbeyleri
pılmaya başlanmış, bu kazılarda Schli- nin iki, sancakbeylerinin bir tuğu vardır.
emann’ın Truva Kralı Priamos un gizli Bu tuğlar, sefere çıkıldığı zaman çadırla
hâzinesi adını verdiği, altın-gümüş ku rının önüne dikilmiştir. Geçit törenleri
palar, hançer ve kalkanlar, saç iğneleri, ve mehter takımı gösterilerinde de .tuğ
fibulalar, gerdanlıklar, küpeler gibi çeşit lar yer almıştır.
li süs takıları bulunmuştur. Gizlice Ati TUĞRA, Osmanlı sultanlarının im
na’ya kaçıran bu hazine, daha sonra za yerine kullandıkları özel işareti. Tuğ
ra; ferman, berat, mektup gibi resmî
Berlin’e götürülmüş, bir süre Charlet-
belgelere “tuğrakeş” denilen kâtipler ta
tenburg Sarayı’nda sergilendikten son
rafından çekilmiş ya da paralar üzerine
ra, Berlin İmparator Müzesi’nde (Perga-
basılmıştır. Tuğrada belirlenmiş bir şekil
mon Müzesi) yer almıştır. İkinci Dünya vardır. Bu şeklin içine sultanın kendi
Savaşı sonunda Berlin’in bu kesiminin adı ile birlikte babasının adı ustalıkla is
Rusların elinde kalmasıyla, hazine, Rus- tif edilmiş ve etrafı altınla, renkli çiçek
lar tarafından Moskova’ya taşınarak motifleri ile süslenmiştir. Oğuz Han’ın
Puşkin Müzesi’ne verilmiştir. Bugünler nişanından veya Orhan Gazi’nin pen
de Türkiye’ye iadesi söz konusudur. çesinden çıktığı ifade edilen tuğralara,
254
Sultan Murad H’den sonra “El-muzaffer TUNÇ ÇAĞI, Tarih öncesi uygar
dâima” ibaresi eklenmiş, Mahmud II lıklarında Kalkolitik Çağ’dan sonraki za
tuğrasına “Adlî”, Abdülhamid II tuğrası man dilimi. Bu çağ ülkelere göre deği
na “Gazi”, Mehmed V tuğrasına “Re- şir. Anadolu’da M.Ö. 3500 - 1000
şad” unvanları eklenmiştir. Kanunî Sul
tan Süleyman’dan bu yana süslü olarak
çekilen tuğraların en güzel örneklerini
İstanbul Başbakanlık Devlet Arşivi’nde,
Topkapı Sarayı, Türk ve İslâm Eserleri
müzelerinde, Süleymaniye Kütüphane
sinde, başka müze ve özel koleksiyon
larda, arşivlerde görmek mümkündür.
Tunç Çağı
Tanrı Heykelciği.
(Amasya Müzesi)
255
çakmaklı tüfekler, daha sonra mekaniz TÜLÜ, Yünden ve tiftikten el tez
masında yapılan bir değişiklikle iğneli ve gâhlarında dokunan uzun havlı (tüylü)
kapsüllü olarak gelişmiş, ucuna süngü halı. Tülülerde uzun bırakılan havlar kır
takılmasıyla kesici ve dürtücü silâh ola kılmadan bırakıldığı için post gibi yumu
rak da kullanılmıştır. İstanbul Topkapı şaktır. Örtü ve döşemelerde kullanılır.
Sarayı Müzesi Silâh Dairesi ve Askerî TÜTSÜLÜK, Dinî bayram ve mev
Müze’deki örneklerine göre Türk tüfek litlerde kullanılan ve içerisinde güzel ko
leri yalnız silâh olarak değil, aynı za kular yakılan kap. Yarım küre şeklinde
manda birer sanat eseri niteliğinde ya ki tütsü kapları, buhurdan gibi üç zincir
pılmıştır. Kabzaları ve dipçiği fildişi, se le asılır ve taşınır. Ayaklı tütsüler de var
def kakma altın-gümüşlerle süslü tüfek dır. Gümüş, bronz, pirinç gibi maden
ler gerçek birer sanat eseridirler. Türk lerden işlemeli ve kapakları kafes bi
tüfekleri genellikle İstanbul’da Cibali, çiminde delik tütsüler, genellikle İstan
Zeytinburnu ve Tophane’deki “tüfekha- bul’da yapılmıştır.
ne”lerde imal edilmiştir. TYKHE, Mitolojide iyi veya kötü
TÜLBENT, Çok ince pamuklu do Kader Tanrıçası. M.Ö. V. yüzyıldan iti
kuma. Tülbentten başörtüsü, yemeni, baren adına pek çok tapmak yapılmış
yazma ve sarık (destar) yapılır. Osmanlı tır. Ayrıca, bereket boynuzu ve dümen
saray teşkilâtında padişahların sarıkları le temsil edilen Tykhe heykellerine Tür
nı saran, çamaşırlarını hazırlayan “tül kiye’deki arkeoloji müzelerinde rastla
bent ağalan” vardır. nır.
256
UÇKUR, Şalvar ve iç donunun büz Usturlapların altına teğet olan iç çem
güsü içinden geçen bel bağı. 10-15 cm. ber üzerinde 12 burcun adı yazılıdır. Bu
eninde beyaz bez uçkurların iki ucu kı burçlar şöyledir: 1-Hamel (Koç), 2- Sevr
laptan ve ibrişimle işlenir. Örme uçkur (Boğa), 3- Cevza (İkizler), 4- Seretan
ların uçlarına püskül bağlanır. İşlemeli (Yengeç), 5- Esed (Aslan), 6- Sümbüle
veya püsküllü uçlar, genellikle şalvarın (Başak), 7- Mizân (Terazi), 8- Akrep, 9-
bağlantı yerinden dışarı sarkar. Kavis (Yay), 10- Cedî (Oğlak), 11- Delv
UD, Kısa saplı, alt çift telli, şişkin (Kova), 12- Hût (Balık). Türkiye’deki
gövdeli telli saz. Çok eski bir Doğu sazı başka müzelerde de çeşitli usturlaplar
dır. Udun ilk önce Araplar tarafından yer alır.
kullanıldığı, büyük Türk bilgini Fara- UŞAK HALILARI, Selçuklularla
bî’nin bu sazı geliştirdiği söylenir. Klâsik birlikte Anadolu’ya gelen, Konya, Kara
Türk Müziği’nin baş sazları arasında yer man, Aksaray gibi şehirlerde yaygınla
alan udun fildişi, deve kemiği, sedef ve şan Türk halı sanatı, geleneksel doku
renkli ağaç kakmalarla süslenenleri var macılığını Selçuklulardan sonra Beylik
dır. ler devrinde de sürdürmüş, bu gelenek
USTURLAP, Gökteki yıldızları, Gü yeni kompozisyonların da eklenmesiyle,
neş’i, Ay’ı gözlemek ve ufuk üzerindeki XV. yüzyıl erken Osmanlı halılarının ya
yüksekliği ölçmek için kullanılan astro ratıcısı olmuştur. Bu devirde Ege Bölge
nomi aleti. İlkin Britanyalı Hipparkhos sindeki Uşak ve çevresi, Osmanlı halı
(M.Ö. 190-25) tarafından icat edildiği cılığının merkezi durumuna geçmiştir.
söylenir. Deniz ve gök usturlapları ol Erken Osmanlı halılarında rastladığımız
mak üzere iki çeşiti vardır. Türk bilim geometrik şema, yerini Uşak halılarında
adamları, gök bilimlerinde çok ileri git madalyonlara ve zemindeki bitkisel mo
miş ve çeşitli usturlaplar yapmışlardır. tiflere bırakmış, hayvan figürleri, Uşak
Bugün, İstanbul Türk ve İslâm Eserleri halılarının bir tipi olan “kuşlu halılar” da
Müzesi’nde, ikisi Selçuklu devrine (XIII. kendini göstermiştir. XVI. yüzyılın orta
yüzyıl), dördü Osmanlılara (XVI-XVIII. larına doğru, madalyonlu Uşak halıları
yüzyıllar) ait olmak üzere altı usturlap Avrupa pazarlarına da ihraç edildiğin
bulunmaktadır. Bu usturlaplar pirinç den bu halılar Batı ressamlarının tablo
döküm içerisinde dört yuvarlak levha larında da yer almış, Ressam Holbein’in
halindedir. Levhaların alt yüzeylerine tablolarında çok görüldüğü için, Batida
geometrik bölgüler, yazı ve rakamlar (Holbein tipi Türk halıları) olarak da ta
yazılmıştır. Bütünü bir vidaya bağlıdır. nınmıştır. Madalyonlu Uşak halılarında,
257
madalyonlar, orta eksen üzerinde yer Yurtdışı Müzelerinde Türk Eserleri, adlı
alır. Çoğunlukla yuvarlaktır. Bazılarında 1983’te yayınlanmış kitabına bakınız).
bu madalyonlar boyuna, bazen de enine İstanbul Sultanahmed Halı ve Kilim,
oval şekil alır. Madalyonlar rumî motif Ankara Etnografya müzelerinde de top
lerle doldurulmuştur. Madalyonların uç lu olarak Uşak halısı örnekleri görülebi
ları salbeklerle sonuçlanır. lir. ;
ÜÇETEK, Önü açık, yanları yırt
maçlı kadın elbisesi. Kutnî, alaca gibi
dokumalardan dikildiği gibi, kadife üze
rine sırma işlemeli üçetek bindallılar da
vardır.
ÜNVER A. SÜHEYL (Ord. Prof.
Dr.), (1897-1986) Tanınmış bilgin, sa
nat ve kültür adamı, araştırıcı, hoca. İs
tanbul Tıbbiyesi’nden mezun olduktan
sonra deontoloji dalında uzmanlaştı. 2
yıl Paris’te eğitimini tamamladı. Yurda
döndükten sonra İstanbul Tıp Fakülte-
Uşak Halısı. Osmanlı, XVIII. yy. si’nde doçent, prof, ord., olarak görev
(Istanbul-Türk ve İslâm Eserleri Müzesi) yaptı. Bu görevinin dışında Türk resmi,
Türk süsleme sanatlarında araştırmaları
Çevresinde bazen çintemaniler, yap ve hocalığı ile tanındı. Öğrenciler yetiş
rak, çiçek ve kıvrım dallar vardır. Açık tirdi. Kitaplar, risaleler, makale ve ince
kırmızı ve maviler ana renklerdir. Bor- lemelerinin sayısı iki bini aşar. Çok zen
dürlerde, tabiî renk beyaz kullanılmış, gin arşivi Türk Tarih Kurumu ve Cer
sarı, yer yer kompozisyonu süslemiştir. rahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi Ensti-
Uşak halılarının ikinci grubu “yıldız” tüsü’nde ve kızı Gülbün Mesara’dadır.
olanlarıdır. Sekiz köşeli yıldız grupları ÜSKÜDARÎ ALİ, Tanınmış Türk
bir sıra içerisinde yüzeye dağılır. Zemin tezhip sanatçısı. XVIII. yüzyılda yaşa
kırmızı ise yıldızlar mavidir. Bu tür halı mış, geleneksel Türk tezhip sanatı ve ki
lar, XVII. yüzyılın sonuna kadar üslûbu tap süslemeciliğinde yeni bir dönem
nu korumuştur. Kuşlu ve çimtemani başlatmıştır. Usküdarî Ali, klâsik süsle
dolgulu, bordürleri Çin bulutları ve stili meciliğe bağlılığı yanında, Lâle Dev-
ze dragon motifli Uşak halıları bir başka ri’niıı üslûbu olan natüralist çiçekleri de
grubu oluşturur. Bu tür Uşak halıları kullanmıştır. Çoğu zaman klâsik bir mo
çok büyük boyutlarda İstanbul Türk ve tif içerisine tek çiçek veya bir buket yer
İslâm Eserleri, Konya Mevlâna ve New leştirmiş, çevresini hatayî, penç, hele
York Metropolitan müzelerinde seçkin zon kıvrım ve dallarla bezemiştir. Kitap
örnekleriyle görülür. Uşak halısı örnek süslemeciliğinin yanında yazı çekmece
leri, dünyadaki elliye yakın müzede yer leri, kalemdanlar da süslemiştir. Onun
alır. (Bu konuda, Mehmet Önder’in Topkapı Sarayı, Türk ve İslâm Eserleri
258
Müzesi ve Ekrem Hakkı Ayverdi Kolek basamak. Kayışlarla eğere tutturulan
siyonunda seçkin eserleri vardır. üzengiler, biniş takımının (eğer, gem,
ÜSKÜF, Genellikle yeniçerilerin kolan, dizgin) süslü parçalarından biri
giydiği, börke benzer keçe külah. Başa dir. Topkapı Sarayı’nda padişahlara
giyilen kısmı, dört parmak eninde sırma mahsus, altm-gümüş üzengiler bulun
işlemelidir. Üsküfün tepesi geriye sar maktadır.
kar. Üsküfü yeniçerilerle birlikte subaşı ÜZERLİK, Genellikle Anadolu köy
lar, padişahın yanında bulunan solaklar,
evlerinde asılı, bir tür nazarlık. Üzerliko-
yeniçeri ağası ve başçavuşlar da giymiş
tu bitkisinin yuvarlak, boncuk gibi to
tir. On yüzüne, rütbelere göre, balıkçıl
humları, yaş iken ipliklere dizilir. Sonra
ve turna telekleri takılır. Mehter takı
bu diziler ağaç çubuk ya da kamış ekse
mında görevlilerin çoğu üsküf giyer.
ÜSKÜRE, Ağız kısmı yayvan, bakır ne geçirilerek örülür. Üçgen örgülerin
tas. Dış yüzeyi kazıma desenlerle süslü altı saçak olarak bırakılır. Örgülere bon
kalaylı üskürelere “düğün tası” da denir. cuk, ayna parçaları, renkli kurdeleler
ÜZENGİ, Eğerin iki yanında asılı, eklenir. Duvarlara asılır. Üzerliğin asılı
hayvana binerken ayakla üzerine bulunduğu yeri kötü nazarlardan koru
basılan, tabanı düz, üzeri kulplu demir duğu inancı, çok eskiden beri vardır.
VAKFİYE, Yapılan vakfın şartlarını Anadolu Tanrıçalarından Kibele’ye
gösteren vakıf senedi. Arşivler ve müze kadar uzanan elibelinde motifi aşk, kıs
lerde, hatta kişilerin ellerinde bulunan met ve mutluluğu anlatır.
vakfiyeler, genellikle Osmanlı devrine Sevinç, sevgi, bereket ve üremeyi
aittir. Vakfiyeler tomar halinde sarılı ka simgeleyen çift kuşlar, kutsallık, bere
im kâğıtlara, çoğunlukla divânî yazı ile ket, bolluk ve kahramanlık simgeleyen
yazılmıştır. Tarihî belge değeri olmakla koç boynuzu, kurtların saldırılarından
birlikte, yazısı tuğra ve süslemeleri yö korunma inancıyla kullanılan kurt izi
nünden sanat değerleri de vardır. (kurtağzı) motifleri, Van Jirki kilimlerin
de çok görülür.
Van ve Hakkâri’de görülen bu kilim
ler evliliği simgelerken, malı ve canı ko
ruduğuna inanılan Fatma Ana Eli moti
finin madolyon gibi kullanıldığı bilinir.
Nazardan korunmak için kullanılan
kem göz motifi ile sonsuzluğu simgele
yen çengel motifleri de Van kilimlerinde
sıkça görülür.
Bordo, beyaz-lâcivert ve kahverengi
renklerin hakim olduğu Jirki kilimlerin
Hürrem Sultan adına düzenlenen
de bugün farklı renk tonları da kullanıl
1540 tarihli bir Vakfiye
maktadır.
(İstanbul-Türk ve İslâm Eserleri Müzesi)
VAV, Hattatların yazıda ustalıklarını
göstermek için (vav) harfleriyle düzenle
VAN KİLİMLERİ, Van’da köklü bir dikleri yazı istifi. Levhalara yazıldığı gibi
geçmişi olan kilim sanatı Kaşaran Her- cami duvarlarına da çekilmiştir.
kisuvar ve Jirki aşiretlerinin kilimleri ile VAZO, Genellikle içerisine çiçek
ünlüdür. yerleştirilen çeşitli biçim ve büyüklükte
Türk halı ve kilim sanatındaki zengin ki süslü kap. İlkçağların tarih öncesi de
kaynaklı motif ve desenlerin tarihsel bir virlerinden bu yana taştan, pişmiş top
geçmişi vardır. Düz dokuma yaygılar raktan hemen her yerde ve her kültürde
dan kilim, günümüze eski inançları, di yapılmış ve süslenmiştir. Anadolu İlkçağ
lekleri, yaşanan mutluluk ve acıları mo medeniyetlerinde pişmiş topraktan üze
tifler ile yansıtmaktadır. ri boya desenleriyle süslü, içerisine
260
mobilyanın yanında yer almıştır. Türki
ye’de XIX. yüzyılda Beykoz camları ve
daha sonraki yıldız porselenleri arası
nda da sanat değeri üstün vazolar görül
mektedir.
VEFK, Pirinç, demir gibi madenler
den muska ve nazarlık. Vefklerin üze
rinde dualar, tılsım işaretleri kazılıdır.
Üç, altı köşeli, el şeklinde, yuvarlak mü
hür gibi olanları kâğıt üzerine basılarak
muska yapılır.
VENÜS, Roma mitolojisinde Aşk
ve Güzellik Tanrıçası. Romalı sanatçılar
Bir Vav istifi Afrodit’i örnek alarak çeşitli heykellerini
yapmışlardır. Rönesans’la birlikte Avru-
kutsal su doldurulan âyin vazoları, Hele
palı heykeltıraş ve ressamlar, klâsik Ro
nistik ve Roma devirlerinin pişmiş top
ma Venüs’lerini örnek alarak yeni eser
rak, taş ve madenden yapılan figürlü va
ler meydana getirmişlerdir. Avrupa mü
zoları Türkiye’deki arkeoloji müzelerin zelerinde çeşitli Venüs heykelleri vardır.
de çeşitli örnekleriyle zengin koleksi Bunlar arasında Paris’teki Louvre Mü-
yonlar meydana getirir. Osmanlı sana zesi’nde yer alan Milo Venüs’ü çok ta
tında XVI. yüzyıldan itibaren İznik, daha nınmıştır. Türkiye müzelerinde de mer
sonra Kütahya’da yapılan çini vazolar mer, pişmiş toprak ve madenden Ve
müzeler ve koleksiyonlarda örnekleriyle nüs heykelleri görülür.
yer alır. Çin, Japon ve Kore porselenle
ri arasında vazo işleri, başlı başına bir
sanat dalı olarak gelişmiştir. Ortaçağ
Avrupa sanatında seramik, cam ve ma
denî vazolar dekoratif olarak
261
VİTRAY, Renkli cam parçalarının de vitray petek cam ve alçı pencereler
kurşun ve alçı bölmelerle birleştirilme olarak görülür.
siyle yapılan pencere. Vitray, Batı’da VİTRİN, Camlı eşya dolabı. Mobil
İlkçağlarda bilinmekle birlikte Hıristi ya arasında veya mobilya üslûbunda yer
yanlığın yayılması ile özellikle kiliselerde alır. Ampir, Barok, Rokoko, Art-noue-
yer almış, Ortaçağda Batı’da bir sanat adx üslûbunda vitrinler genellikle Avru
dalı olarak gelişmiştir. Türk mimarisin pa kaynaklıdır. Türk sanatında “came-
kân” olarak adlandırılan vitrinler, daha
sade ve gösterişsizdir.
VİYOLONSEL, Keman türünden
dört telli saz. XV. yüzyıldan XVIII. yüz
yıla kadar kullanılan viyoladan sonra vi
yolonsel daha yaygınlaşmıştır. Yere da
yanan ve bacaklar arasında, yayla çalı
nan viyolonselin sanatlı yapılanları, Av
mâââm rupa müzelerinin müzik aletleri bölü
Istanbul-Sultanahmet Camii Vitrayları münde görülür.
262
Y
YABA, Harman savurmada kullanı YAĞLIK, Büyük mendil çevre. Ge
lan çift ya da 3-5 dişli çatala benzer, nellikle gergef ve kasnaklarda bir veya
tahtadan yapılan yassı tarım aracı. Eski iki köşesi ipek sırma ile işlenmiştir. Yağ
Türkçe’de tane anlamına gelen yuva lıklar el mendili olarak kullanıldığı gibi,
dan gelir. Uzun sapı ağaçtandır. peçete ve el sileceği olarak da kullanıl
YAĞCIBEDİR HALILARI, Berga mıştır.
ma yakınlarındaki Yağcıbedir Kasaba- YAHYALI HALILARI, Kayseri ye
sı’nda dokunan, saf yün ve kökboya ha bağlı Yahyalı’da geleneksel halı doku
lılar. Yağcıbedir’de XVII. yüzyıldan beri macılığının simetrik, altıgen göbekli ve
halı dokuma geleneği devam etmekte, çift mihraplı halıları. Çiçek dolgulu bor-
dürleri ve yine çiçek dolgulu mihrap ke
halılarda kırmızı ve mavi renkler daha
meri, üçgen köşeleriyle kitap cildine
çok kullanılmaktadır. Yan yana bordür-
benzer Yahyalı halılarında genellikle kır
lerin (kenar sularının) çerçevelediği dik
mızı, mavi, sarı, lâcivert renkler kullanıl
dörtgen zemin, simetrik çiçek desenleri,
maktadır.
stilize püskül, kuş ve hayat ağacı motif
YAKUT, Kırmızı, pembe, erguvan
leriyle dolguludur.
renginde değerli taş. En değerlileri “Do
ğu Yakutu” adıyla Birmanya’da, Ti
bet’te ve Hindistan’da bulunur. Koyu
kırmızı renkte, elmas gibi çok sert olan
bu yakutlar kadın süs takılarında, ma
den, ahşap, deri süslemeciliğinde, erkek
ve kadın yüzük kaşlarında kullanılır.
Pembe Bohemya yakutu, Brezilya ve
Sibirya yakutu, sarı renkli gümüş yaku
tu gibi türleri vardır.
YAKUT EL-MUSTA’SİMÎ (HAT
TAT), Abbasî devrinin tanınmış hattatı.
Son Abbasî Halifesi Musta’simî’nin kö
leleri arasında iken hat sanatındaki ba
şarısı ile dikkati çekmiş ve azat edilmiş
tir. Hattat Yakut el-Musta’simî sülüs ve
Yağcıbedir Halısı. nesih yazı çeşitine kendine özgü bir üs
(Kemal Milaslı Koleksiyonu) lûp kazandırarak bu yazılarla pek çok
263
Kuran yazmıştır. Hattatların kutbu sayı örtü. İçerisine yastığın yerleştirildiği tor
lan Yakut, daha sonra Türk hattatlarına ba biçiminde dikilenlerine “yastık kılıfı”
da örnek olmuştur. 1238 yılında Bağ denir. Yastık yüzleri kullanıldığı yere gö
dat’ta ölmüştür. Yakut’un İstanbul Top- re, altın, gümüş kılaptan ve ibrişim iplik
kapı Sarayı, Türk ve İslâm Eserleri Mü lerle işlenir.
zesi, Konya Mevlâna Müzesi ve daha YAŞMAK, Kadınların başlarına ört
başka müzelerde, yazma eser kütüpha tükleri ince örtü. Kenarlan oya ve pul
nelerinde, özel koleksiyonlarda yazdığı larla süslü yaşmaklar feracenin üzerin
Kuran’lar vardır. den omuzlara sarkıtıldığı gibi, boyna da
YANAK DÖVEN, Anadolu kadın sarılmıştır.
takılarında başlığa (tepeliğe) bağlı, ya YATAĞAN, Uzun, iki yanı keskin,
naklar üzerine sarkan penes, zincirli kabzasından ucuna doğru hafif bir kavis
boncuklarla süslü askı. Genellikle “tel- çizen kılıç. Genellikle Osmanlı ordusun
kârî” işçilikte yapılır. Baş hareket ettik da yeniçerilerin kullandığı bir silâh ol
çe yanaklara vuruşlar yapar. muştur. Silâh müzeleri ve koleksiyonlar
YAPRAK YAZI, Genellikle dut ve da, kabzaları ve kınları gümüş savatlı,
asma yaprağının üzerine yazılan bir tür altın-gümüş kakmalı yatağanlar görülür.
yazı. Yaprağın derisi ve ayrıca damarla YAY, ,İki ucu arasına ip gerilmiş, ok
rı bırakılarak, yazıya göre derisinin so atmaya yarayan, ağaç veya madenî
yulması ile meydana gelir. İki cam ara alet. Yay okla birlikte insanlığın en eski
sında bulunan yaprak yazılar saydam bir silâhı olmuştur. Tarih boyunca bütün
görüntü verirler. Başta Türk ve İslâm kavimler kullanmıştır. Türklerde okla
Eserleri ve Konya Mevlâna Müzesi ol birlikte yayın da ayrı bir önemi vardır.
mak üzere müzeler ve koleksiyonlarda Osmanlılarda en sağlam ve kullanışlı
örnekleri görülür. yaylar kızılcık ve akağaçlardan yapılmış
tır. Yayın gergin ipine kiriş, ortasında
okun yerleştiği kemik ve boynuzdan ya
pılan yatağına yüksük denir.
YAYGI, Yatak ve herhangi'bir eş
yanın üzerine serilen örtü. İpek, keten,
Yaprak
pamuk gibi dokumalardan, zemini altın
yazılar
tel sırma ve gümüş kılaptanlar veya ibri
şim ipliklerle işlemeli olanları vardır.
Kullanıldıkları yere göre divân, yastık,
yatak yaygıları gibi adlar alır. Bu tür iş
lemelere “nihâlî” de denir.
264
çekmece. Ahşap üzerine sedef ve fildişi olarak yapılmış, kalemişi ya da lâke süs
kakma süslemeli olanları bulunduğu gi lü olanları da görülmüştür.
bi, ahşap üzerine boya ile kalemişi ya YAZMA KİTAPLAR, (Bak: Elyaz
da lake tekniği ile süslenenleri vardır. ması Kitaplar)
Çekmecenin içi çoğu kez kadife veya YAZI-RESİM, Türk hat (yazı) sana
çuha kaplıdır. Yerleştirilecek eşyalara tında dekoratif anlayışla düzenlenen re
göre gözleri bulunur. simli yazı istifleri. Türk sanatında canlı
YAZIHANE, Yazı yazmak için özel resim yapmanın yasak olmasına karşın
olarak yapılan konsol biçiminde bir mo kimi hattatlar insan, insan başı, aslan,
bilya türü. Önünde bir yazı tablası, tab kuş biçiminde yazı istifleri düzenlemiş
lanın altında kâğıt, zarf ve yazı takımı lerdir. Cami, yelkenli, kayık, sikke
çekmeceleri vardır. Yazıhanenin duvara (Mevlevî külâhı) biçiminde de yazı istifle
yaslanan üst bölümünde yine çekmece ri vardır. Bu tür yazılar, genellikle levha
ler yer alır. Yazıhaneler, dönemlerinin halinde duvarlara asılmışlardır.
mobilya üslûplarına göre, diğer mobil YAZI TAKIMI, Bir hattat için ge
yalarla uyum içinde yapılmışlardır. Tür rekli bütün araçları içinde toplayan yazı
kiye’de XIX. yüzyıl başlarında saray ve takımlarının esasını; çeşitli renkteki
Yazı takımı
265
madenlerden, seramik veya yarı kıy YAZMA-YAZMACILIK, Pamuklu
metli taşlardan yapılmış örnekleri var bezler üzerine elle yapılan veya ahşap
dır. kalıplarla basılan renkli süsleme. Kumaş
Yazı takımlarının içinde bulunması üzerine renkli boyalarla süsleme tekniği
gereken diğer araçlar; kalem, kalemtı nin tarihi, İlkçağlara kadar uzamakla
raş, makta, makas ve mührelerdir. birlikte, yazma sanatı, Anadolu’da ken
Kalemler, özellikle kamıştan yapılır. dine özgü bir teknik ve desen üslûbu
Büyük yazılar için ise tahtadan yapılmış içinde gelişmiş, başta Tokat olmak üze
özel kalemler kullanılır. Sergide birçok re, Kastamonu, Zile, Diyarbakır, Amas
örneği görülen kalemtıraşlar ise, çeşitli ra gibi şehir ve kasabalarda, ayrıca İs
cinsteki kamışların uçlarını istenilen bi tanbul’da (Kandilli) geleneksel bir el sa
çime sokmak için kullanılan bir cins bı natı olarak gelişmiştir. Bez üzerine elle
çaktır. Sap kısımları fildişi, mercan, se çizilen desenlerin fırça ile renklendiril-
def, çeşitli cinste ağaç veya üzeri altın mesine “kalem işi yazma” denir. Bu tür
yaldız dekorlu madenden yapılmıştır. yazmalar daha çok Kandilli ve Üskü
Değişik şekilde süslenen bu aletlerin,
dar’da yapılmıştır. Çok zor ve zaman
kalemi açacak olan çelik kısmında, ya
alan kalemişi yazmacılığın dışında “bası
pan ustanın adını okumak mümkündür.
lı yazmalar” daha yaygın hale gelmiştir.
Kalemtıraşların bıçak kısımlarının altın
Bu tür yazma sanatında ağaç basma ka
veya gümüş kakma tezyinatlı olanları da
lıplar kullanılmaktadır. Düzgün yüzeyli,
vardır.
sert ağaç levhalar üzerine damga vurur
Yazı araçları arasında önemli bir yer
gibi uygulanmıştır. Beyaz bez üzerine
tutan maktaların çoğu fildişinden yapıl
değişik renkte uygulanan baskı çeşitine
mıştır ve bunlar ince bir işçilik gösterir
“elvan”, kalıpla basılan tek renk desen
ler. Sedef ve madenden yapılmış olanla
lerin ayrıca fırça ile boyanmasına “ka-
rı da vardır. Üzerlerinde açılan kamış
lıp-kalem”, tek tip siyah baskıya “kara
kalemin uçlarının kesildiği (düzeltildiği)
bu araçlar, genellikle 10-20 cm. uzun kalem” adı verilmiştir. Bir de, bez üzeri
lukta, 2-3 cm. enindedirler, uçlarında ne renkli baskılar yapıldıktan sonra, de
da kalemin ucunun kesilmesi için oyuk senlerin üzeri balmumu ile kapatılıp be
lar vardır. Kâğıt makasları ise, tabaka zin istenilen renkte boyaya batırılması
halindeki kâğıtların istenilen ebatta kesi- ile yapılan yazmalar vardır ki, buna
lebilmesi için her yazı takımında bulun “daldırma yazma” denilmektedir. Bu
ması gereken araçlardandır. Kâğıt ma teknikte desenlerin dışında kalan beyaz
kaslarının ağız kısımları uzun ve iç kı yüzeyler de renklendirilmiş olmaktadır.
sımları kâğıdı çabuk kavraması için Yazma işçiliği ile yastık ve yorgan yüzle
oyuk olarak özel şekilde yapılmışlardır. ri, seccade, bohça, başörtüsü, önlük,
Yazı sanatına verilen önem, bu makas yemeni, peşkir, mendil, yağlık, sofra al
ların da özel bir itina ile hazırlandıkları tı, çember, yaşmak gibi süslü kumaşlar
nı göstermektedir. Çoğu altın kakma yapılmıştır. Yazmalar üzerinde, çiçek,
süslemelidir. Tutacak kısımlarına ise çe yaprak ve meyve motifleri, gülbezekler,
şitli formların verildiği görülür. madalyonlar görülür. Yazmacılık bugün
266
Tokat’ta bazı şehir ve kasabalarda, az YILDIZ PORSELENLERİ, Os
da olsa sürdürülmektedir. manii Padişahı Sultan Abdülmecid,
YELDİRME, Osmanlı dönemi şehir 1845 yılında İstanbul’da bir porselen
kadınları giyiminde yer alan, önden be imalâthanesi kurmuşsa da, bu imalâtha
le kadar düğmeli, ince kumaşlardan di ne verimli olmamış, Sultan Abdülhamid
kilen bir üst giyim. Eşarbı andıran işle II (1876-1909) Yıldız Sarayı bünyesin
meli, baş üzerine örtülüp, çene altında de, 1894 yılında bir porselen fabrikası
düğümlenen, bele kadar sarkan hafif kurmuş, bu fabrikada yapılan porselen
dokumalara da yeldirme denmiştir. ler “Yıldız Porselenleri” olarak tanın
YELPAZE, Özellikle kadınların se mıştır. Hüseyin Zekaî Paşa, Mustafa
rinlemek için kullandıkları katlanabilir Vasfi Paşa, Osman Nuri Paşa gibi asker
alet. İlk ve Ortaçağlarda tavuskuşu tüy
lerinden, parşömenlerden süslü yelpa
zeler yapıldığı bilinir. XVI. yüzyıldan iti
baren Avrupa’da, kenarı dantelli kâğıt
yelpazeler kullanılmaya başlanmıştır.
Sapları altın, gümüş ve değerli taşlarla
süslü yelpazeler yapıldığı gibi, fildişi se
def oymalı, devekuşu tüylü, ipek örgülü
yelpazeler de yapılmış, bunlar motifler
le süslenmiştir. Çin ve Japon yelpazele
ri de çok tanınmıştır.
YEŞİM, Açık yeşil ve pembe renkli
işlenebilir, değerli taş. İlkçağlardan beri
süs takılarında, heykelcilik, küçük kap
lar yapımında kullanılmıştır. Yeşim taşı
nın bazı hastalıkları ve kötü ruhları ressamların, ayrıca ressam Hoca Ali Rı
uzaklaştırdığı inancı ile, birçok kavim za, ressam Halit Naci, hatta İtalyan res
yeşime ayrıca bir kutsallık vermiş, ye sam Fausto Zonaro’nun desinatör ola
şimden hayvan figürlü nazarlıklar yap rak görev aldığı Yıldız Porselen Fabrika
mışlardır. Türk sanatında yeşim, süs ta sı kapanmcaya kadar (1909), vazo, çay
kılarında, eşya süslemeciliğinde tespih ve kahve takımı, tepsi, yemek takımı,
lerde, hokka, fincan, kâse yapımında gülâbdan, yazı takımı, sürahi gibi pek
kullanılmıştır. çok evanî üretmiştir. Natürel çiçek de
YEMENİ, Anadolu’da kadınların senleri ve İstanbul manzaraları ile süslü
başlarına bağladıkları çiçek desenli tül çok renkli ve yaldızlı porselenler üzerin
bent. Eskiden Yemen’de yapıldığı için de, amblem olarak “ay-yıldız” görül
“Yemenî” adını almıştır. Desenleri yaz mektedir. Bazı porselenlerin üzerinde
maya benzer biçimde ağaç kalıplarla desinatörün de adı yazılır. İstanbul Top-
basılmıştır. Genellikle kenarları çiçek kapı Sarayı Müzesi’nde, başta Dolma-
oyaları ile süslenir. bahçe olmak üzere öteki saray ve
267
köşklerde, İstanbul Üniversitesi Kütüp fildişinden yapılanları vardır. Yüzeyi gi-
hanesinde, İstanbul Belediyesi Müzesi rintili-çıkıntılı taşlarla süslü, altın-gümüş
ve özel müzelerde, özel koleksiyonlarda yüksükler müzeler ve koleksiyonlarda
yıldız porselenlerinden örnekler yer alır. yer alır.
YILDIZTAŞI, Işık altında parlayan, YÜ RÜ K KİLİMLERİ, Anado
kırmızımsı sarı renkte kuvars çeşiti. Yıl- lu’nun çeşitli bölgelerinde yaylak ve kış
dıztaşmdan tespih ve ağızlıklar yapıldığı laklarda oba kuran, koriar-göçer (göçe
gibi, kuyumculukta süslemede de kulla be) veya yerleşik Oğuz Boyları’ndan
nılmıştır. Türkmen Oymakları’nın dokuduğu, böl
YONTMA TAŞ ÇAĞI (PALEOLİ- ge özellikli kilimler. Yürükler Avşar, Ba
TÎK ÇAĞ) ESERLERİ, Tarih öncesi yat, Kayı, Kınık, Bayındır, Beydili, Çep-
(Frehistorik) çağlar içinde en eskisi ve ni, Dodurga, Yazır, Karaevli, Karkm,
en uzun sürenidir. Bu çağın insanı ma Yüreğir vb. gibi boy adları ile tanınır.
deni tanımamış, bütün araçlarını taştan, Genellikle hayvancılıkla, orman bölgele
ağaçtan, kemikten yapmıştır. Mağara rinde tahtacılıkla geçinen Yürükler el
larda, taş kovuklarında toplu olarak ya tezgâhlarında kilimler, halı, çuval, hey
şayan bu çağın insanları avcılıkla geçin be, bez dokuyarak kendi ihtiyaçlarını gi
derdikleri gibi satışını yaparak yan gelir
mektedir. Av hayvanlarını kolayca ya
kalayabilmek veya tehlikelerinden ko
runmak için bir çeşit sihir olarak mağa
ralara resimlerini çizmişlerdir. Bu çağ,
Alt, Orta, Üst Paleolitik olmak üzere
üçe ayrılır. Bu çağ Anadolu’da en az iki-
yüzbin öncesinden başlamaktadır. Bu
çağın en seçkin eserleri Antalya yakın
larındaki Karain Mağarası’nda bulun
muştur. İstanbul, Antalya arkeoloji mü
Yürük Kilim
zelerinde, Ankara Anadolu Medeniyet
leri Müzesi’nde seçkin örnekleri sergi de sağlamışlardır. Yürük kilimleri'bitki
lenmektedir. sel boyaları, çarpıcı renkleri, bölgelere
YORGAN YÜZÜ, Pamuk ve yün özgü sert çizgili, hareketli desenleri ve
yorganın dış yüzeyine geçirilen işlemeli sık dokunuşları ile ün yapmıştır. Bunlar
yüz. Atlas, canfes, jarse gibi ince ku dan Adana (Karatepe, İçel, Mut, Silif
maşlar gergeflerde ibrişim ve sırma ip ke), Doğu ve Batı Anadolu Yürükle-
liklerle işlenir. Yorgan yüzleri, elişi sa ri’nin dokuduğu kilimler, halı-kilim piya
natında önemli bir yer tutar. Etnografya sasında en çok tutunanlar arasındadır.
müzelerinde örneklerine rastlanır. YÜSRÜ, Siyah renkli bir ağaç türü.
YÜKSÜK, Dikiş dikenlerin, parma Yüsrü ağacının kökü tornalarda yuvar
ğını iğneden korumak için parmak ucu lak taneler haline getirilerek tespih ya
na taktıkları mahfaza. İlkçağlardan beri pımında kullanılır. Yüsrü tespihler par
kullanılır. Bronzdan, kemikten, laklığı ile tanınır.
268
YUZUK, Parmağa takılan madenî devrinde değerli taşlardan yapılan yü
halka. Yüzük halkası üzerinde genellikle zük kaşları üzerinde, Tanrı, Tanrıça fi
değerli taşların oturduğu “kaş” denilen gürleri, yazılar görülür. Türklerde yüzük
bir çıkıntı vardır. İlkçağlardan beri altın, kaşları mühür olarak da kullanılmıştır.
gümüş, bronz, bakır, demir gibi maden Doğrudan taşların oyulması ile yapılan
lerden yüzükler kullanılmıştır. Roma yüzükler de vardır.
269
ZAR, Tavla ve daha başka oyunlar ZEMZEM İBRİĞİ, Hacca gidenle
da kullanılan kemik, fildişi, plastikten rin zemzem suyu doldurdukları, madenî
yapılmış, altı yüzlü, her yüzünde birden süslü küçük ibrik. İstanbul işi olanları, al
altıya kadar nokta bulunan küçük küp. tın ve gümüş plakalarla süslüdür.
Zarın ilk önce, Truvahlar tarafından bu ZEMZEMLİK, Kabe’yi ziyaret eden
lunduğu, Odysseia’da Oidipus’un sarayı hacıların, hac dönüşü getirdikleri zem
önünde, Truvalı komutanların zar ata zem suyunun ikram edildiği yüksük şek
rak vakit geçirdikleri ifade edilir. Orta lindeki küçük, madenî, cam veya porse
çağlarda zar sert ağaçlardan, mermer len fincanlar ile tepsisi. Zemzemlikler,
ve kemikten yapılır ve oynanırdı. Avru yapıldığı maddenin cinsine göre çok
pa’da kumar oyunlarının başlıca aracı süslüdür. Altın, gümüş zemzemlikler de
dır. Doğu ülkelerinde oynanan tavla vardır.
oyununun da başlıca aracı olmuştur.
Çok süslü yapılanlarına, altınla noktala
nanlarına antika pazarlarında rastlanır.
ZAYİÇE, Astrolojide, yıldızların be
lirli bir zamandaki yerlerini ve durumla
rını gösteren çizelge. Müneccimlerin
(yıldız ilmiyle uğraşanların) ve falcıların
düzenledikleri zayiçelerle, uğurlu gün
ler, zaferler, felaketler, hastalıklar, birta
kım harf, rakam ve işaretlerle belirlenir.
Zayiçesini isteyen kişi ona göre hareket
eder. Geometrik çizgiler, cetveller harf Tombak Zemzemlik
ler ve rakamlarla donatılmış, levha şek
linde tezhipli zayiçeler düzenlenmiştir. ZENBUREK, Orduda genellikle de
Bunların antika ve sanatsal değeri olan ve sırtında taşman küçük top. Osmanlı
larına bazı eski eser koleksiyonlarında silâhları arasında hayvan sırtında taşma-
rastlanılır. bilirliği olduğu için çok kullanılmıştır. İs
ZEBERCET, Sarımtırak yeşil renk tanbul Askerî Müze’de örnekleri vardır.
te billurlaşmış değerli taş. Ham zümrüt. ZENCEREK, Genellikle kaytan ör
Süs takılarında, tespih ve mühür yapı tüsü biçiminde' kenar suyu (bordür) mo
mında çok kullanılır. tifidir. Selçuklu taş, ağaç, maden, kitap
süslemeciliğinde çeşitli örnekleriyle yer ihtişamlı Zeus tipi, birçok kabartmada,
almış, Beylikler ve Osmanlı devrinde de fresk ve boya resimlerde de görülür. Av
çok kullanılmıştır. Zincir motifi de denir. rupa, ABD ve Türkiye arkeoloji müzele
Cilt sanatında, tezhipte, süslenmiş pa rinde Zeus heykelleri ve kabartmaları
noların kapak ve sayfaların çerçevesini yer alır.
meydana getirir. ZEVRAKÇE, Küçük kayık veya
ZERBAFT, Altın tellerle dokunan sandal. Saraylar için çok süslü yapılır.
bir Türk kumaşı. Bursa ve İstanbul tez Gövdesi oymalarla, içerisi kumaş ve sır
gâhlarında dokunan zerbaftın çözgüsü malarla süslenir. Padişahların bindikleri
ipek, atkı ve desenleri altın veya altın zevrakçelere “zevrak-ı Hümayun” de
karışımı gümüş sırmalıdır. Çok değerli nir. Îstanbul-Deniz Müzesi’nde örnekle
olduğu için ancak Osmanlı saray ve ko ri vardır.
naklarında, kadınların cepken ve entari ZIBBA, Mavi atlas üzerine sim ve
gibi dış giyimlerinde kullanılmıştır. pul işlemeli, kenarları saçaklı üçgen ku
ZERDUZ, Sırma ve altın, gümüş gi- şak. Konya-Sille kadın giyiminde entari
lâpdanlarla işlenen kumaş. Sırma işle üzerine bele sarılır. Zıbbanın bir köşesi
yenlere de “zerdûzan” adı verilir. kalçanın yarısından yana ve aşağıya sar
ZEREFŞAN, Altın saçan demektir. kar. Zıbba kuşak üzerine gümüş kemer
Kitap ve cilt süsleme sanatında altın be bağlanır.
zeme. Tezhip sanatında toz yahut yap ZIRH, Savaşlarda, ok, mızrak, kılıç
rak altını motif ve cetvellere uygulama, darbelerinden korunmak için giyinilen,
serpme altın veya yaldız da denir. demir ve tel levhalarından yapılmış
ZERENDÜST, Tezhip ve minyatür gömlek, miğfer, kolçak, dizlik, boyun,
pabuç ve kalkan takımı. İlkçağlarda ya
yapılacak kâğıtlara, sıvama olarak altın
pılmaya başlayan zırh, giderek savaşçı
sürme. Nakış, bunun üzerine yapılır.
bütün kavimlerde yaygınlaşmış, Ortaça
ZERVARAK, Kimi yazma eserler
ğın en önemli korunma silâhı olmuştur.
de, kâğıtların üzerine çok ince “altın
Beden hareketlerini kolaylaştırmak için
serpme” yapılmış olduğu görülür. Zer-
varak yapmak için, bir fincanın içine bi
raz altın tozu dökülür ve birkaç tane no
hut konur. Sonra ağzına bir tülbent ge
rilir. Altın serpme yapılacak kâğıdın üs
tüne ince bir zamk sürüldükten sonra,
fincan kâğıdın üzerinde sallanır. Tülben-
tin deliklerinden dökülen altın zerreler
kâğıda yapışır. Zengin bir görünüm
meydana gelir. Osmanlı Sultanı
Murat IV. Zırhı
ZEUS, Mitolojide Tanrıların başı.
XVII. yy.
Evrene ve dünyaya hükmettiğine inanı (Istanbul-Topkapı
lır. Adına çeşitli yerlerde tapmaklar yap Sarayı Müzesi)
tırılmış, heykelleri dikilmiştir. Sakallı ve
271
zırhlar birbirine teller, hareketli geçme hatlar çizilmesi, kesişen çizgiler arasına
ler halinde bağlanmış, birçok zırh, zincir yaldız benekler konulması ile meydana
örgüler olarak yapılmıştır. Ortaçağ şö gelen süsleme. 19. yüzyılda çok kullanı
valyeleri kendileri ile birlikte çoğu za lan bu cilt süslemesi, çoğu kez cildin bü
man atlarına da zırhlar geçirmişlerdir. tün yüzeyini kaplar. Kimi ciltlerde altın
Özellikle Avrupa müzelerinde saray ve yerine boya kullanılmıştır.
şato galerilerinde çok çeşitli zırhlar ser ZIPKIN, Delici ve yırtıcı bir çeşit
gilenmiştir. İstanbul Askerî Müze ve mızrak. Sapı genellikle ağaç. 150-200
Topkapı Sarayı Silâh Dairesi’nde de cm. uzunluktaki sapın ucundaki sivri de
Türk zırhlarından seçkin örnekler yer mir (temren)in sapla birleştiği yerde yu
alır. karı aşağı sivri kancaları vardır. İstanbul
ZIPKA, Karadeniz Bölgesi’nde hal Askerî Müze’de ve bazı silah koleksi
kın giydiği dar paçalı potur. İç donu yonlarında görülür.
üzerine giyilir ve kalçaya sıkıca yapışır. ZİLLİ MAŞA, İki ya da üç kollu ma
Körüklü ağı bacaklara serbestlik sağlar. şaya benzeyen vurmalı bir halk çalgısı
Zıpka genellikle şayak adlı dokumadan dır. Kolların ucunda karşılıklı pirinç zil
dikilir. ler bulunur. Zilli maşa bir elle tutulup,
ZIRNIK, Deri işçiliğinde ve levha öteki elin baş parmağı ile diğer parmak
süslemesinde kullanılan toprak boya. ları arasında vurularak çalınır. Zilli ma
Aslı arsenik sülfür olan zırnık, arap şanın kara demirden sap kısmı zencinin
zamkı ile karıştırılarak sürülür. Zehirli kara boynuna, iki sarı zil ise göze ben-
dir. zetildiğinden, Çankırı taraflarında Ahi
ZİKİR TESPİHİ, Zikir, Allah adı sohbetlerinde zilli maşaya Arap da de
nın tekrarlanmasıdır. Bazı İslâmî tarikat nilmiştir.
larda (Mevlevîlik, Kadirilik, Rufailik v.b.) ZİLİ (SİLİ), Anadolu’da el tezgâhla
topluca Allah adı, yüksek sesle tekrar rında dokunan cicime benzer sergi. Ge
edilir. Buna “zikir âyini” denir. Bu âyin niş yüzeyli motifleri ve parlak renkleri
lerde, bir daire şeklinde ortaya konan, ile zili, Orta ve Güneydoğu Anadolu’da
999 iri taneli tespih “zikir tespihi” ola genç kızların çeyiz eşyası arasında yer
rak adlandırılır. Tespihin çevresinde da alır.
ire şeklinde toplanan dervişler, tespihin ZONARO FAUSTO (RESSAM),
her tanesinde “Allah” diyerek, elden ele Tanınmış İtalyan ressam. 1854 yılında
birbirlerine taneleri devrederler. Padova’nın Masi kasabasında doğmuş,
ZİL, Genellikle tunç ve pirinçten ya Roma Güzel Sanatlar Akademisi’ni bi
pılan vurmalı çalgı. Daire şeklinde iki tirdikten sonra, Venedik, Roma ve Pa
küçük levha olan ziller parmaklara geçi ris’te sergiler açmıştır. 1891 yılında İs
rilerek birbirine vurulduğu gibi çalpara tanbul’a gelmiş, Boğaziçi tabloları ve
denilen büyükleri ortasındaki kayışla el Ertuğrul Gemisi tablosuyla sarayın dik
lere geçirilerek çalınır. katini çekmiş ve Abdülhamid H’nin sa
ZILBAHAR, Deri cildin üzerine ez ray ressamlığına getirilmiştir. Zonaro,
me altınla fırça kullanarak geometrik Türk kahramanlıklarını yansıtan
272
Fatih’in İstanbul’a girişi, Preveze Zaferi, ZÜLFİKÂR, Islâmın ilk dördüncü
Osmanlı-Yunan Harbi gibi meşhur tab halifesi Hz. Ali’ye izafe edilen ucu çatal
lolarının yanında, Boğaziçi’nin güzellik kılıç. Taberi tarihine göre, Uhut Savaşı
lerini, İstanbul’un tarihî semtlerini, mi sırasında Hz. Ali’nin kılıcı kırılınca
marî eserlerini toplum yaşamındaki Hz.Muhammed ona ucu çatal bir kılıç
önemli olayları, saray hayatını konu verir. Hz. Ali bu kılıçla yiğitçe çarpışır.
alan tablolar yapmıştır 1911 yılında Hz. Muhammed: “Lâ fetâ illâ Ali ve lâ
Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp’ta Ital- seyfe illâ Zülfikâr” der. Anlamı şöyledir:
yanlara karşı açtığı savaş sırasında, Tür “Ali’den daha yiğit kişi ve Zülfikâr’dan
kiye’deki İtalyan asıllı ressamlarla birlik daha keskin kılıç yoktur”. Zamanla İs
te Zonaro da yurtdışma çıkarılmış, lâm ordularında efsaneleşen zülfikâr,
1929 yılında San Remo’da ölmüştür. Osmanlılarda ordu sancağına simge ol
Zonaro’nun Türkiye ile ilgili üçyüze ya muş, gücü ve zaferi temsil etmiştir. İs
kın tablosu olduğu sanılmaktadır. Top- tanbul Askerî Müze’de zülfikâr sergilen
kapı Sarayı yıldız porselenleri arasında diği gibi, genellikle İran’da zülfikâr kılıç
Zonaro’nun yaptığı resimlerle süslü lar yapılmakta ve satılmaktadır. Kon
porselenler, Dolmabahçe Sarayı’nda ya’da Koyunoğlu Şehir Müzesi’nde de
tabloları, özel koleksiyonlarda pek çok bir zülfikâr vardır.
resmi bulunmaktadır. Türkiye’de bulun ZÜMRÜT, Yeşil renkte saydam ve
duğu yıllarda bazı resimlerine eski harf varı saydam değerli taş. Renksiz, sarı
lerle imzasını atmıştır. renkte zümrüt çeşitlerine “beril” denir.
ZURNA, En eski üflemeli halk çalgı İlkçağlardan beri tanınan, süslemede ve
sıdır. Gövde ve sipsi olmak üzere iki süs takılarında kullanılan zümrütün insa
parçadan oluşmaktadır. Erik ağacından na uğur getirdiğine inanılmaktadır. Do
yapılan gövdenin ayrıca bir de şimşir ğu zümrütü denilen yeşil zümrüt, elmas
den yapılma başlık bölümü vardır. Ana tan sonra en sert mineraldir.
dolu’da kullanılan zurnaların boyları ZÜMRÜTLÜ HANÇER, İstanbul
yaklaşık 25 cm.ile 60 cm. arasında de Topkapı Sarayı Müzesi’nde sergilenen
ğişir. Ön tarafta 7, arka tarafta 1 perde dünyaca ünlü hançer. Iran Hükümdarı
deliği vardır. Ayrıca zurnanın geniş ağzı Nadir Şah’ın 1747 yılında Osmanlı Pa
(kalak) üzerinde şeytan deliği denen de dişahı Sultan Mahmud’a hediye olarak
likler vardır ki zurnacı bu delikleri bal gönderdiği ünlü Keykâvus Tahtı (Nadir
mumu ile tıkama ya da açma yoluyla Şah Tahtı)’na karşılık iri zümrütlerle bir
seslerin düzenini sağlar. hançer yaptırılmış, bir elçilik heyetiyle
Sipsi,sesi çıkarmaya yarayan bir ka aynı yıl Nadir Şah’a gönderilmiştir. Ne
mış parçasıdır. 5-6 cm. uzunluğundaki var ki, heyet yarı yolda Nadir Şah’ın öl
madenî ince bir borucuğa eklenerek, dürüldüğünü öğrenmiş, hançer ve baş
ağızlık denen dairesel bir parçayla birlik ka hediyelerle birlikte İstanbul’a geri
te başlığa takılır. Zurnanın ses genişliği dönmüştür. Bugün Topkapı Sarayı Ha
bir oktav olmasına karşılık, usta sanatçı zine Dairesi’nde yer alan hançer, 35
lar bu genişliği daha da artırabilirler. cm. boyundadır. Kabzanın bir yüzünde
273
sandal ve öd ağacından yapılmış, köşk
gibi bir yuvası vardır. O kadar büyüktür
ki uçtuğu zaman hava kararır. Gök gü
rültüsü gibi sesler çıkarır. Çok parlak
tüyleri vardır. İnsanların gözlerini ka
maştırır. Renkli kuyruğu çok uzundur.
Sallandığı za'man rüzgâr estirir. Şehna
me başta olmak üzere birçok minyatür
de resmi görülür. Masal kitaplarında da
resmedilmiştir.
iri ve temiz üç zümrüt, tepesinde ayrıca
zümrütten bir kapağı vardır. Kapağın
altında küçük bir saat görülür. Hançerin
kabzası, altından yapılan kını sıvama
mine ve elmaslarla donatılmıştır. Kının
son ucuna, ayrıca yuvarlak bir zümrüt
eklenmiştir. 1963 yılında Amerikalıların
çevirdiği “Topkapı” filmine konu olan
bu hançer, bütün dünyada ün yapmış,
taklit modelleri turistik hatıra eşyaları
arasında yer almıştır.
ZÜMRÜT-İ ANKA, Simurg da de
nen bir masal kuşu. Halk masallarında
çaresizlere yardıma koşan ve onu sırtına
alarak Kaf Dağı’ndan aşıran bir iyilik
meleği. Islâm inancına göre, Kaf Da- Zümrüt-i Anka (Şehname’den)
ğı’nda oturur. Dağın tepesinde, abanoz, (Istanbul-Topkapı Sarayı Müzesi, H. 1480)
274
Bu kitabın yazan, uzu n yıllar M üze M üdürü,
Eski Eserler ve M üzeler Genel M üdürü.
K ültür Müsteşarı olarak devlete hizm et vermiş
bir sanat tarihçisidir. D aha çok, Türkiye'deki
antika piyasasına, Türkiye m üzelerindeki
eski eserlere d ö n ü k bir
kılavuza gereksinme ~
oiduğunu görmüş,
bu kitabı hazırlamıştır. Ü M k.
Bine yakın m addenin
aldığı bu kılavuz,
Türkiye İş Bankası'm n
bir kültür hizmeti olarak
O T M 1120460: