You are on page 1of 273

a n t ik a Ve

KILAVUZU

M e h m e t Ö n der

KASI
Mehmet Önder

ANTİKA
VE
liSKİ lESlEKUEK
KILAVUZU
eskikitaplarım

T Ü R K İ Y E İŞ B A N K A S I K ü ltü r Y a y ın la rı
^Diyoruz jci;

ntim, viçimi, malzemesi ve işçiliği ite özettiği ve aü~

zelliği, ayrıca sanat değeri olan, lenzeri az (¡ulunan taşınır eski eşyadır. Ster eski eş-

ıja antika olmayacağı cjik, her antika da müzelik eski eser değildir. Şöyle ki, mi­

mari ve tarihi yapılarla anıtların dışında katan taşınır eski eserler, her şeııden önce

tir çağın, lir devrin, geçmişte tetirti tir kültürün telge niteliğindeki tarilı ve sanat

ürünüdür. Çoğu kez lir antikacının çok değer verdiği lir eşya lir müzeciıji pek ilgi­

lendirmeyeceği (jil'i, lir müzenin ışıktı salonları ve vitrinlerinde yer atan kimi eserleri

de antikacı umursamaualilir. eAslında lu yöriiş ve anlayış farkını hoş görmek lâzıın.

e, Intikacı ne de otsa müşterinin merakı ve tutkusu doğrultusunda eşyayı değerlendiren

tir ticaret adamıdır. Bir arkeolog, lir sanat tarihçisi g ili hareket etmemekte kendini

tıaktı tutacaktır. -Arkeolog ve sanat tarihi uzmanı ise, eserin maddi değerini düşün­

meksizin lir titim anlayışı içinde, o eserin tarihe, kültüre, sanata katkısını göz önüne
almak zorundadır.

Biz, antika ve eski eser konusunu lir tütün içinde ele alarak hazırladığımız tu ki-

tala oAntika ve 8ski Eserler ^Kılavuzu dedik. cDemeye kendimizi zorlamadan, ko­
nunun akışı içinde her ikisini lir arada lulduk. ^Maddelerin öztii litgilerle yazılması­

na ve eserlerin genel çizgileriyle tanıtılmasına önem verdik. Bunıı yaparken de ülke­

mizde tutunan antika eşya ite inilti tarihimizin nıaddı kültür telgeteri ve sanat hâzi­

neleri olan eserlerine, geleneksel et sanatlarımızın seçkin ürünlerine yer vermeyi daha

faydalı gördük. Üoııular üzerinde ayrıntılı ve genişçe durmayı, o konudaki lilliyograj-

yaıyı da sonunda vermeyi çok isterdik. vYe var ki, amacımız sizlere reliler lir kitap

vermekti. Şimdiye kadar yapılmamış olan t öyle lir kılavuza ihtiyaç vardı. Daha son­

ra ciltler halinde liiyüğünü yapmak loynuıııuzun torcu olmalıydı. Bıı düşüncelerle ça­

tışmalarımızı yönlendirdik ve taskıya geçtik. Beğeninizi kazanalilirsek ne muttu.

¿fylefımet SffiD S'R


ÂBÂ, Yünden dövülerek yapılan, üçüncü sıra yüzleri, dördüncü sıra binle­
ince keçeye benzer, kalın ve kaba ku­ ri... gösterir. Doğu ülkelerinde bugün
maş. Bunlara şayak da denir. Cübbe, de kullanılan bu hesap aracına Çinliler
hırka, potur, terlik yapımında kullanılır. (Suvanpan) derler. Romalılar, doğu ül­
Soğuğu geçirmez; iklimi sert dağlık böl­ kelerinde görmüş ve Avrupa’ya taşımış­
gelerde giyildiği gibi, bazı tarikat derviş­ lardır. Bugün İran, Afganistan, Pakistan
leri tarafından da kullanılmıştır. gibi ülkelerde yaygın olarak kullanıl­
ABADI, Yazma kitaplar ve levha­ maktadır. Türkiye’de Doğu Anadolu’da
larda kullanılan sarımtırak renkte pürüz­ abak kullanan esnafa rastlanır. Abakla-
süz ipek kâğıt. Hindistan’da, “Devlet - rın çerçevesi ağaç oyma, taneleri renkli
âbad” şehrinde yapıldığı için “Abadi” ve süslü olanları değerlidir. Kimi eski
adıyla tanınmıştır. Aynı kâğıt Türkis­ eser koleksiyonlarında görülür.
tan’da, Buhara’da yapılmış, Osmanlı ül­ ABANI, Üzeri kasnak işi, sarı, tu­
kesine bu şehirlerden getirilmiştir. Avru­ runcu ipekle işlenen bej renk ince doku­
pa’da bu kâğıdın taklitleri yapılmış ve ma. İstanbul ve Bursa tezgâhlarında do­
“Frenk Abadisi” adını almıştır. Hattat­ kunduğu gibi, Halep’ten, Bağdat’tan ve
lar, en güzel eserlerini “Âbadi” kâğıt Hindistan’dan getirilenleri de vardır.
üzerine yazmışlardır. Abânîler daha çok sarık, kuşak, bohça,
ABAJUR, Işığı kırmak ve yumuşat­ yorgan yüzü olarak kullanılmıştır. Os­
mak için lâmbalara uygulanan renkli ve­ manlIlarda halk, ûlemâ sınıfından ayrıl­
ya buzlu cam, kumaş, kâğıt, deri, ma­ mak için, feslerinin üzerine, âbânî sarık
den ve porselen gibi süslü örtüler. XVII. sarmışlardır.
yüzyılda Avrupa’da yaygınlaşmış, XIX. ABANOZ, Sıcak iklimlerde yetişen
yüzyılda Osmanlı saray, köşk ve konak­ siyah renkte, sert ağaç. Hindistan’da
larında kullanılmaya başlanmıştır. Türk­ yetişenleri daha değerli. XIII. yüzyıldan
çe’de “göz siperi” de denir. beri Türk ve İslâm sanatının en değerli
ABAK (ABAKÜS), Matematikte ahşap eserleri (minber, Kuran rahlesi,
dört işlem (toplama, çıkarma, çarpma, taht, kapı ve pencere kanatları, çekme­
bölme) yapılan ve İlkçağlardan beri kul­ ce, ayna muhafazası, şamdan altı, seh­
lanılan hesap aracı. En yaygın olanı dik­ pa, konsol, yazı takımı, satranç tahtası,
dörtgen bir ahşap çerçeveye paralel nalın, enfiye kutusu, tespih vs.) abanoz­
olarak yerleştirilen on tel ve bu tellere dan yapılmış, bazıları fildişi, sedef, gü­
dizilmiş, ceviz büyüklüğünde on ağaç ta­ müş kakmalarla işlenmiştir. Abanoz çok
ne. İlk sıra birleri, ikinci sıra onları, değerli bir ağaç olduğu için, bazı sert

7
ağaçlar siyaha boyanarak taklit edilmiş,
abanoz diye satılmıştır.
ADAK TAŞI (STELİ), (SUNAK),
Bir dileği gerçekleştirmek üzere Tan­
rıya sunulan nesnenin bırakıldığı taş.
Sunak da denir. Figürlü, işlemeli steller,
hemen bütün arkeoloji müzelerinde gö­
rülür.
ADLÎ ALTIN, Osmanlı Padişahı Afrodit Heykelciği.
Sultan Mahmud II zamanında basılan al­ Pişmiş topraktan.
tın sikkelerden biri. Mahmud H’nin Helenistik Devir
mahlası “Adlî” olduğu için bu sikke M.Ö. II. yy.
“Adlî” adıyla tanınmıştır. 20 ayar Adlî (İstanbul Arkeoloji
Müzesi)
altınlara Atik Adlî (Eski Adlî), 18 ayar ve
1223 Hicrî tarihlisine Cedid Adlî (Yeni
Adlî) altını denir. Altınların; tam, yarım
ve çeyrekleri vardır. Bir süre sonra top­
lanarak tedavülden kaldırıldığı ve eritil-
diği için elde bulunanların değeri büyük­ M.Ö. V. ve IV. yüzyıllardan sonradır.
tür. Bu devir Afrodit heykelleri daha sonra­
ADONİS, Yunan ve Fenike Tanrısı. ki Roma devri heykellerine örnek ol­
Mitolojiye göre avlamak istediği yaban muş, kopyaları çıkarılmıştır. Roma ça­
domuzu tarafından öldürülen Suriyeli ğında Afrodit heykelleri Venüs (Bak:
bu genç Tanrı, Güzellik Tanrıçası Ve­ Venüs) olarak adlandırılmıştır. Roma’da
nüs’ün sevgilisidir. İlkbaharda güçlenen Vatikan Müzesindeki Knidos Afroditi,
ve yazın ölen Tanrı, erkekliği ve bereke­ Floransa’daki Uffizi Müzesi’ndeki Medi-
ti temsil eder. Adonis heykelleri dünya­ ci Afroditi, Paris Louvre Müzesi’ndeki
nın çeşitli müzelerinde yer alır. Alkemenes Afroditi en tanınmış olanla­
AFİŞ, Duvarlara, sehpalara asılan, rıdır. İstanbul, İzmir, Afrodisias, Antal­
haber ve bilgi iletişim aracı, yazma ve ya, Efes arkeoloji müzeleri ile Türki­
basılı kâğıt. îlk resimli afişin XV. yüzyıl­ ye’nin öteki müzelerinde çeşitli Afrodit
da Fransa’da yapıldığı, giderek yaygın­ heykelleri bulunmaktadır.
laştığı bilinir. Afiş bir sanat dalı olarak AĞAÇ BASKISI, Düz ağaç üzeri­
gelişmiş, resim ve yazı ile çarpıcı ve et­ ne çizilen desenin, yazının veya figürün
kileyici olarak günümüzde çok kullanıl­ oyulması ve mürekkeplenerek kumaş,
maya başlanmıştır. kâğıt, deri üzerine basılması tekniği. Re­
AFRODİT, Yunan mitolojisinde sim sanatında kullanıldığı gibi, kumaş
Aşk ve Güzellik Tanrıçası’dır. Giyinik, süslemeciliğinde de kullanılır (Bak: Yaz­
yarı çıplak ve çıplak durumda, mermer­ macılık).
den, seramikten, tunçtan çeşitli heykel­ AĞAÇ OYMA, Süs eşyası olarak
leri yapılmıştır. İlk ve en güzel heykelleri ağacı keski ve kıl testere ile işleme.

8
Ağaç Oyma Sanatı, Selçuklulardan gü­ kandil, çeşm-i bülbül veya değerli eşya
nümüze kadar gelen bir Türk el sanatı ve kitaplar yer alır. Selçuklu saray ve
olarak gelişimini sürdürmüştür. Anado­ köşklerinde alçı kabartmalarla süslü ağ-
lu Selçukluları devrinde (özellikle 13. zıaçıkların bulunduğu Kubâd-âbâd Sara­
yüzyıl ve sonrası), seçkin örnekler ver­ yı kazılarında meydana çıkmıştır. Os-
miştir (Bak: Ahşap işçiliği). manlı devri sivil yapılarında, medrese ve
AGBANI, Sarımtırak ipekle doku­ tekke odalarında alçı, çini, ahşap, mer­
nan, üzeri ibrişim kıvrım dallarla süsle­ mer süsleme ağzıaçıklar, ocak ve şömi­
nen kumaş çeşiti. Ağabâni de denir. nelerle birlikte, odalarda dekoratif un­
AĞIRŞAK, Yün ve ip eğirmek için surlar olarak yer almaktadır.
iğin alt ucuna geçirilen ortası delik, yu­ AHAR - AHARLI KÂĞIT, Kâğıt
varlak ağırlık. İlkçağlarda taştan, sera­ yüzeyinin pürüzsüz, parlak olabilmesi
mikten, kemikten yapılanları, tahtadan için birtakım ilaçlarla yapılan işleme
yapılarak boyalarla süslenenleri vardır. “aharlama” denir. Ham kâğıt kullanıl­
AĞIZLIK, Sigara içenlerin kullan­ madan önce, yüzeyi gözenekli, pürtük
dıkları içi delik, küçük çubuk. Ağızlıklar; ve pürüzlüdür. Aharlandıktan sonra bu
yasemin, koka, kiraz, gül gibi ağaç dal­ pürüzler kaybolur. Kolay yazmayı sağ­
larından, kehribar, lületaşı, Hacıbektaş lar, mürekkebin dağılması önlenir.
taşı (ónix), mercan, boynuz ve fildişin­ Aharlanmış kâğıtların üzerindeki yazılar
den yapılmış, üzerleri savatlı gümüş, al­ birkaç kez silinse bile, yazının izi kal­
tın ve değerli taşlarla süslenmiştir. Ağız­ maz. Kâğıdın aharlanması hat (yazı) sa­
lıkların tek parça olanlarına “som ağız­ natında özel bir önem taşır. Ahar for­
lık” parçalı olanlarına “geçme ağızlık” mülleri çok çeşitlidir. Örneğin, beyaz
denir. Ağızlıkların ağza gelen tarafına şap havanda döğüldükten sonra kaynar
imame, sigara takılan yerine başlık veya suda eritilir. Ham kâğıtlar bu eriyiğe da­
etek denir. Osmanlı döneminde en iyi ha sıcakken birkaç kez daldırılıp çıkartı­
ağızlıklar İstanbul’daki Hakkâklar Çarşı­ lır ve gölgede kurumaya bırakılır. Bu
sı ile Mercan Yokuşu’nda yapılmıştır. arada bir miktar elenmiş nişasta, ayrı
Eskişehir’in lületaşı, Sivas’ın ibrişimli bir kapta zeytinyağı kıvamında pişirilir
gül dalı, Erzurum’un kehribar, Bur- ve şaplanarak kurutulmuş kâğıtlar bu sı­
sa’nın yasemin ağızlıkları meşhurdur. cak nişasta eriyiğine batırılır, çıkarılır ve
Türkiye’deki etnografya müzelerinde çamaşır gibi iplere asılarak kurutulur.
(Ankara Etnografya Müzesi, Konya Et­ Aharlanan kâğıtlar kuruduktan sonra,
nografya Müzesi ve Koyunoğlu Müzele­ “mühre” adı verilen yumurta biçiminde
ri - İsparta Müzesi gibi) ve özel koleksi­ cam ya da cilalı deniz kabuğu, tahtaya
yonlarda Türkişi, seçkin ağızlıklar bu­ iliştirilmiş, parlak yüzeyli çakmaktaşı ile
lunmaktadır. adeta ütülenir. Mühürlenmiş kâğıtlar,
AĞZIAÇIK, Saray, köşk ve konak­ kalemi kolayca hareket ettirir. Ayrıca
larda duvara yerleştirilen, kemerli, açık kâğıda koruyucu bir unsur sağlar.
nişlere ağzıaçık denir. Ağzıaçıklarda, AHMEDÎ, Osmanlı Padişahı Ah-
gülsuyu kaplan (gülabdan), buhurdan, med III devrinde Bursa ve Üsküdar’da

9
dokunan çatma türünde ipekli kumaş.
Ahmedî kumaşından kaftanlar ve boh­
çalar yapılmıştır.
Tolonoğullarından Ahmed bin To-
lon’un (868-884) Mısır’da kendi adına
kestirdiği altın dinara da “Ahmedî” de­
nir.
AHMED PAŞA (Şeker), Türk re
Selçuklu Devri Ahşap Kapı Kanatları
sim sanatının ikinci kuşak öncülerinden. (Konya Müzesi)
1841 yılında İstanbul’da doğmuş ve
1907 yılında ölmüştür. Asıl adı Ahmed işçiliği, örneklerini daha çok dinî yapı ve
Ali’dir. Paris’te iken resim sanatına me­ onunla ilgili konularda vermiş, Beylikler
rakı artmış, tablolarının çoğunu İstan­ döneminde de aynı geleneği sürdür­
bul’da yapmıştır. Doğa görünümleri ve müştür. Selçuklu ahşap işçiliği, Anado­
natürmortlarda başarılıdır. Tabloları, İs­ lu’da malzemeye uygun değişik teknik­
tanbul, Ankara, İzmir devlet resim-hey- ler kullanmıştır. Malzemenin rutubete,
kel müzelerinde, Türkiye İş Bankası Re­ sıcağa ve soğuğa, haşereye dayanıklı
sim Koleksiyonu’nda, bazı özel müze ve olabilmesi için abanoz, ceviz, armut,
koleksiyonlarda bulunmaktadır. gürgen gibi sert ağaçlardan seçilmesine
AHŞAP (AĞAÇ) İŞÇİLİĞİ, Ağa özellikle önem verilmiştir. Selçuklu dev­
cm mimaride ve eşya yapımında kulla­ ri ahşap kapı ve pencere kanatlarında,
nılışı insanlık tarihi ile başlar. Ağacın minber ve vaiz kürsülerinde, mezar san­
yontularak ve işlenerek heykelden süs dukalarında geçme ve çatma tekniği
eşyalarına kadar biçim almasına ahşap olan “kündekâri” işçilikle birlikte, oyma
ve kabartma, kafes ve ajur teknikleri
kullanılmıştır. Ahşap üzerine boya ile
süsleme tekniği de Selçuklularda görül­
mektedir. Osmanlı sanatında ahşap işçi­
liği, Selçuklu ahşap işçiliğinin bir deva­
mı olmakla birlikte, ahşaba başka mal­
zemelerin uygulanması ile yeni ve çeşit­
li süsleme kompozisyonları meydana
getirilmiştir. Kapı ve pencere kanatla­
rında sandık ve çekmecelerde, taht ve
Ağaç Oyma Çekmece (Kahraman Maraş işi) kürsülerde, Kuran rahlelerinde, çeşitli
ahşap eserlerde sedef, fildişi, bağa kak­
işçiliği denir. Türk sanatında ahşap işçi­ ma ve mozaik süslemeler, altın, gümüş
liği ayrı bir bölüm teşkil eder. Büyük ve değerli taş aplikasyonları Osmanlı
Selçuklular yolu ile Anadolu Selçuklula­ ahşap işçiliğini zenginleştirmiştir. Os-
rı sanatına giren ve Anadolu’da kendine manlı ahşap işçiliğinde boya ile kalemi-
özgü bir üslûp yaratan Türk ahşap şi nakış veya sırlama (lâke) tekniği de

10
ileridir. Türk ahşap sanatının çeşitli ve daha değerlidir. Eski Yunan ve Ro-
seçkin örnekleri, başta İstanbul müzele­ ma’da akikten, üzeri figürlü, yazılı, ar­
ri olmak üzere il müzelerinde, özel eski malı ve desenli yüzük kaşları ve mühür­
eser koleksiyonlarında yer alır. ler yapılmıştır. Eski Mısır’da da akikten
AKANT, Korint stili sütun başlıkları­ süs eşyaları görülmektedir. Avrupa’da
nı süsleyen kenger yaprağı motifi. Grek büyük parçalarından kâse, kupa, bar­
ve Roma devri sütun başlıklarında görü­ dak, hokka, çekmece gibi eşyalar yapıl­
lür. mıştır. Osmanlılarda akike çok önem
AKARSU, Tek sıra elmas veya pır­ verilmiş, akik tespihler, gerdanlık ve kü­
lantadan, inci, platin halkalarla birbirle­ pelerle birlikte yüzük kaşları ve mühür­
rine tutturulmuş gerdanlıklara denir. İs­ ler yapılmıştır. Akik üzerine âyetler ya­
tanbul kuyumcuları elmas, yakut ve zılarak kolye olarak kullanıldığı gibi, bir­
zümrüt karışımı akarsular da yapmışlar­ çok devlet adamının mühürleri de akik­
dır. Altın ve gümüş telli, çizgili kumaşla­ ten kazınmıştır.
ra da akarsu denmiştir. Akik kâse ve fincanlar, enfiye kutu­
AKÇE, İlkin, Orhan Gazi tarafından ları, çok sanatlı ve değerlidir.
1329 yılında bastırılan küçük gümüş AKRILIK, Yağlı ve suluboya karışı­
para (sikke). Osmanlı tarihi boyunca çe­ mını andıran sentetik bir boya çeşiti. İn­
şitli padişahlar tarafından bastırılan, ce, saydam ve yıkanabilir.
ağırlıkları ve ayarları zaman zaman de­ AKITMA, Özellikle Doğu Anadolu
ğişen akçe, Sultan Mahmud II devrinde illerinde yapılan, üzeri işlemeli geniş yü­
tedavülden kaldırılarak (1820) yerine zeyli, altın bilezik. Kuyumcular, birkaç
“para-kuruş” sistemi konuldu. İlk akçe­ zincirle işlenen altın gerdanlığa da akıt­
ler 6 kırattır. Daha sonra bu kırat düşü­ ma derler.
rülmüştür. ALABASTRON, İlkçağlarda (daha
AKÇE KESESİ, Akçelerin konul­ çok eski Yunan ve Roma’da) dar bo­
duğu meşin, kumaş ve ibrişim örgü kü­ yunlu, kulpsuz, uzun veya armut biçi­
çük kese (Bak: Para Kesesi). minde koku şişeleri. Pişmiş topraktan,
AKÇE TAHTASI, Akçe saymak mermerden, camdan yapılanları vardır.
için yapılan, ucu giderek daralan ve Dinî törenlerde ve evlerde güzel kokulu
oluk şekline giren tahta tepsi. Akçe tah­ sıvılar için kullanılmıştır. Arkeolojik ka­
talarının fildişi, sedef, bağa ve gümüş zılarda çoğu kez mezar hediyesi olarak
kakmalarla süslü olarak yapılanları da gözyaşı şişeleri ile birlikte bulunmuştur.
vardır. Kimi akçe tahtalarında yapanın Başta İstanbul Arkeoloji Müzesi olmak
adı ve yapıldığı tarih yazılıdır. üzere, Türkiye müzeleri arkeoloji bö­
AKİK, Çok sert, renkli damarları lümlerinde çeşitli devirlere ait alabast-
bulunan, kalseduan kuars türünden de­ ronlar sergilenmektedir.
ğerli taş. Yeşil, kırmızı, turuncu, gökma- ALACA, Çeşitli renk pamuk iplik­
visi, beyaz renklerde çeşitleri vardır. lerle el tezgâhlarında dokunan bir ku­
Çok eskiden beri süs eşyası olarak kul­ maş türü. Selçuklulardan beri Anado­
lanılmıştır. Yemen Akiki denen türleri lu’nun çeşitli yörelerinde dokunduğu

11
bilinmektedir. Alacadan kadın ve erkek
giyimleri (hırka, mintan, şalvar, entari,
vs.) dikilmektedir. Pamuk-ipek karışımı
alacalara Halep veya Şam alacası denir.
Anadolu’da; Bursa, Erzincan, Denizli,
Balıkesir, Konya (Hadim), Gaziantep
(Kilis) alacaları çok tanınmıştır. Alacala­
rın Beşparmak, Yollu, Çizgili, Çubuklu
gibi çeşitleri vardır. Alacahöyük kazılarında
ALACAHÖYÜK BULUNTULARI bulunmuş Gaga Ağızlı
- HÂZİNELERİ, Çorum’un Alaca İlçe- Testi. M.Ö. III. bin.
si’ne bağlı Alacahöyük Köyü’nde, 1935 (Ankara-Anadolu
Medeniyetleri Müzesi)
yılında Türk Tarih Kurumu adma Prof.
Remzi Oğuz Arık ve Dr. H. Zübeyr Ko-
daha sonraki kazılarda gaga ağızlı sera­
şay tarafından başlatılan ve 1946 yılına
mik testiler, ayaklı meyve kapları, sü-
kadar süren arkeolojik kazılarda meyda­
zekli çaydanlıklar, tek veya çift kulplu
na çıkarılan eserler topluluğu. Anado­
vazolar, kâseler ve yüzlerce kazı bulun­
lu’nun Kalkolitik Çağ özelliği gösteren
tusudur. Proto-Hitit ve Hitit devirleri
olarak (M.Ö. 2600-1200 yılları arası)
tarihlendirilen kültür katları bol eser

UPm
Alacahöyük kazılarında bulunmuş olan
Altın Taç M.Ö. III. bin
(Ankara-Anadolu Medeniyetleri Müzesi

M.Ö. 3200-2600 yıllarına ait yapı ka­


lıntılarının meydana çıkarıldığı bu ilk
Türk kazısında, aynı yıl mezar odalarına
rastlanmış, burada Alacahöyük Hâzine­
leri diye tanınan zengin mezar eşyaları
bulunmuştur. Bunlar altın taç, altın saç
iğneleri, altın kılıç kabzası, gaga ağızlı
altın ibrik, altın kupa, süs eşyaları ve
gerdanlıklar, ayrıca tunçtan güneş kurs­ (Ankara-Anadolu
ları, alemler, geyik, boğa heykelleri, Medeniyetleri Müzesi)

12
vermiş ve bu eserlerden seçkin örnekler temsil eder. Tarih boyunca yaşamış bir­
Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi çok milletin kendilerine özgü alemleri
ile Alacahöyük Müzesi’nde sergilenmiş­ vardır. Islâmiyetten önce kurulmuş eski
tir. Türk devletlerinde alemler uzun sırıkla­
ALBATR, Onix’e benzeyen, yumu­ ra yerleştirilerek, orduda hükümdar ve
şak ve yarı saydam mermer. Eski Mı­ kağan çadırları önüne dikilirdi. Daha
sır’da bu taştan vazo ve kavanozlar ya­ sonra alemler, sancak ve bayrak direk­
pılmıştır. Damarlı olanları tercih edilir. lerinde görülmeye başladı. Sancak ve
ALÇI (Eşyalar-Süslemeler), Alçı bayrakları taşıyanlara “alemdar” den­
taşının hafif ateşte pişirilip öğütülmesi, mesi bu yüzdendir. Bazı tekke ve tari­
sonra su ile karıştırılarak hamur haline katların da alemi vardır. Bir sırığa geçi­
getirilmesi ile yapılan eser ve süsleme­ rilen bu alemler, dervişler tarafından
ler. Yapılarda, duvar ve tavan süsleme­ gezdirilirdi. Eski Türk geleneğinde çadı­
lerinde, petekli pencere ve vitraylarda, rı tutan orta direğin tepesine yerleştiri­
kabartma çerçeve ve mobilyalarda, hey­ len ve “moncuk” denen alemler, mima­
kel, biblo yapımında kullanılır. Alçı, İs­ ride aynı geleneği yaşatmış, kubbe ve
lâm sanatında çok önemli bir süsleme
unsurudur. Gazne, Fatımî, Emevî, Ab­
basî ve Büyük Selçuklu sanatında çok
sık görüldüğü gibi, Anadolu Selçuklu sa­
natı mimarî yapılarında, özellikle saray
ve köşk gibi sivil yapılarda süslemeyi ta­
mamlamıştır. Konya’daki Selçuklu Köş­
kü ile Beyşehir Kubâb-âbad Sarayı alçı
süsleme örneklerini Konya İnceminare
ve Karatay medreseleri ile İstanbul Türk
ve İslâm Eserleri müzelerinde görmek
mümkündür. Osmanlı devri dinî ve sivil
mimarisinde de yer alan alçı daha çok
pencere ve tavan süslemeleri arasında
Tunç Alem. XVII. yy.
yer almaktadır. İstanbul Sokullu Camii
(İstanbul Türk ve İslâm
mahfeli tavanlarında, saray, köşk ve ya­ Eserleri Müzesi)
lı tavanlarında kabartma süslemeler ha­
lindedir. Bunların üzeri kalemişi nakış­
larla boyanmış ve yaldızlanmıştır.
ALEM, Türk ve İslâm mimarisinde külâhın ortasında örgüyü birleştiren bir
kubbelerin ortasına, minare külâhlarına, unsur olduğu gibi, estetik bir unsur ola­
sancak ve bayrak direklerine, minber rak da kullanılmıştır. Osmanlı sanatında
kürsüsüne yerleştirilen taş ve madenden üslûplaşmış bulunan alemlerin oturduğu
tepelik. Alem; sembol, işaret, timsal an­ tabana küp, bilezik, onun da üzerinde
lamına gelir. Bir kavmi, bir topluluğu bulunan armut biçimindeki bölüme

13
armut, armutun üzerinde bulunan silin­
dire boyun denir. Boyun, ikinci bir top
bilezikle birleştirilmiş ve üzerine asıl ale­
mi teşkil eden hilâl konmuştur. Hilâl
içerisinde Allah, Besmele veya bir âyet
yazısı bulunduğu gibi, yıldız ve işaretler
de yer alır. Alemler taş veya mermer,
ahşap olduğu gibi daha çok tunç, pi­
rinç, bakır, gümüş gibi madenlerden ya­
pılır. Çoğu madenî alemler altın yaldız­
la kaplanmıştır. Cami ve minarelerdeki
alemlerin hilâlleri kıbleye dönüktür.
Tekke kubbelerindeki alemlerde hilâl
yerine o tarikatın sembolü (Meselâ Kon­
ya’da Mevlâna Türbesi’ndeki alemde
Mevlevî sikkesi) yer alır. İstanbul Süley-
maniye İmareti’nde görüldüğü gibi lâle
şeklinde alemler de vardır.
ALİŞAR HÖYÜĞÜ, Yozgat’ın 45
km. güneydoğusundaki höyük. 1927- Allom ’un bir gravürü.
1932 yılları arasında burada arkeolojik
kazılar yapılmış, höyüğün Anadolu’da sonra mimar olarak hayata atılmıştır.
önemli bir yerleşme yeri olduğu sonucu­ İngiltere’nin birçok şehrinde kiliseler in­
na varılmıştır. Höyüğün en alt katı Kal­ şa eden Allom, bir ara Türkiye’ye gel­
kolitik Çağ’a aittir (M.Ö. 3200-2600). miş ve İstanbul’da 45 gravür resim yap­
Onun üzerinde Bakır Çağı yerleşimi gö­ mıştır. Bunlar arasında Üçüncü Ahmed
rülmektedir. Üçüncü kültür tabakası Çeşmesi, Sultanahmet Camii, Küçüksu,
Tunç Çağı’na ulaşmakta, bunu Hitit dö­ Harem en güzelleridir. 1872’de Bar-
nemi izlemektedir. Hitit döneminde nes’te ölmüştür.
(M.Ö. 2000-1500) buradaki şehir bir ALTIN, İnsanoğlunun kullandığı ilk
surla çevrilmiştir. Hititlerden sonra Geç maden olarak varlığını ve değerini her
Hitit ve Frig Çağı gelmekte ve yerleşim çağda, çağlar boyunca sürdürmüştür.
Klasik devirlere ulaşmaktadır. Alişar Bakır, gümüş alaşımları vardır. Anado­
Höyüğü arkeolojik kazılarında bulunan lu’da M.Ö. VII. yüzyıllarda paranın ön­
eserler, bugün Ankara’da Anadolu Me­ cüsü olmuştur. Yalnız para basımında
deniyetleri Müzesi’nde sergilenmekte ve değil, süslemenin her dalında altın kulla­
korunmaktadır. nılmıştır. Kadın süs takılarının en değer­
ALLOM (Thomas), Türkiye’de li ve en sanatlı olanları altından yapıl­
çok tanınan İngiliz ressamı. 1804 yılın­ mıştır. Tahta, kumaş, maden ve her­
da Londra’da doğmuş. Kraliyet Akade­ hangi bir madde üzerine altın parçaları
misinde öğrenimini tamamladıktan ve altın tel gömerek “altın kakma”

14
sanatı doğmuştur. Birçok madde altınla süslemeciliğinde önemli bir yer alan al­
kaplanarak altın görünümü verilmiştir. tın varakları yapanlara “zerkûp” (altın
Ayrıca, altmsuyu, altın sırma gibi süsle­ döğücü) denilmiştir. Altın varak yapımı
me unsurları doğmuştur. Altının Türk özel bir ustalık ve meslek dalıdır. Altın
sanatında da yeri büyüktür. Maden üze­ varak yapabilmek için haddeden geçiril­
rine altın kakmacılık sanatı Selçuklu ve miş altın, 4 mm. eninde kesilerek belli
Osmanlılarda yaygındır. Daha çok kitap ölçüde hazırlanmış tirşe denilen derinin
süslemeciliği (tezhip) sanatında kullanı­ tüysüz tarafı arasına her kata bir deri
lan altın varak işçiliği yine bu devirlerde konarak sekiz kat istif edilir. Bu istife
gelişmiştir. avadanlık denir. Avadanlık, sıcak mer­
ALTIN EZME, Altın varak, porse­ mer üzerinde 4 kiloluk çekiçlerle dövü­
len küçük bir çanakta ezilir. Birkaç lür. Dövüldükçe altın zar gibi yapraklar
damla arap zamkı ile karıştırılır. Kabın halinde incelir. İnceldikçe çekicin ağırlı­
alabileceği kadar temiz su ilave edilerek ğı düşürülür. İnce altın levhalar tavşan
üzeri kapatılır ve dinlendirilir. Bir gün ayağı ile silindikten sonra, ince kâğıtla­
dinlendikten sonra altın dibe çöker. ra alınır, desteler yapılır. Bu destelere
Üzerindeki kirli su atılır. Islak altın kuru­ “tefe” denir. Selçuklular devrinde baş­
tulur. Kullanılacağı zaman, arap zamkı kent Konya’da, altın varak yapan bir
ve jelatinle karıştırılarak sürülecek yere çarşının bulunduğu bilinmektedir. Os-
uygulanır. manlı devrinde İstanbul -Beyazıt’ta altın
ALTIN KAPLAMA, Altın, kolayca varakçılar çarşısı XIX. yüzyıl ortalarına
donuklaşmadığı ve parlaklığını korudu­ kadar yaşamıştır. Selçuklu devrinde al­
ğu için el sanatlarında ve özellikle ku­ tın varaklar, süslenecek esere doğrudan
yumculukta birçok metal altınla kaplan­ yapıştırıldığı halde, Osmanlılar bu va­
mıştır. Civalı veya levha altın kaplama­ rakları arap zamkı içinde ezerek ve eri­
lar uzun süre dayanıklılığını korur. Sa­ terek eserlere ince fırça ile sürmüşlerdir.
nayide altın kaplama elektrikle yapıl­ Sürülüp kurutulma işleminden sonra,
maktadır. üzeri zer-mühre denilen âletle parlatıl­
ALTINOLUK, Kabe damındaki mıştır.
yağmur sularının akması için yaptırılan, ALTIPARMAK, Yol yol çubuklu,
üzeri altın kaplı ve yazılarla süslü oluk. her çubuğun rengi başka, altı renkli
Topkapı Sarayı Kutsal Emanetler ara­ Türk dokuması. Çubuklu sırma ile işle­
sında bulunan “Altınoluk” meşhurdur. nenlere “altınoluk” denir. Altıparmak
Ayrıca ipek kumaş üzerine, altın sırma dokuması, pamuk, pamuk ipek karışı­
ile işlenen çubuklu ve yollu kumaşlara mıdır. Daha çok Bursa ve Üsküdar’da
da altınoluk denir. dokunmuş, kadın giyimlerinde kullanıl­
ALTIN VARAK, Yazı ve kitap süs­ mıştır.
lemesinde (tezhip), levhalarda, minyatür AMAZON, Mitolojide kadın savaş­
işçiliğinde, maden ve ahşap eserlerde, çılar. Amazonlar, genellikle at üzerinde
kalemişi nakışlarda kullanılan çok ince başları kasklı, ellerinde kalkan, ok, yay,
altın plâkalardır. Türk ve Islâm sanatı baltalarla ve mızraklarla resmedilmiştir.

15
AMBER veya ANBER, Hint veya kendine özgü süslemesi, biçim ve rengi
Japon denizlerinde “Balinagiller” türün­ Avrupa sanatını da çok etkilemiş, sanat­
den Amber (Cacalot) adlı bir balığın kur­ ta Ampir devrini açmıştır. Barok üslû­
sağında bulunan veya dışkısından elde bunun ardından Türk sanatına da giren
edilen kokulu bir madde. Ak amber adı Ampir üslûbu, 1854 - 1874 yılları
verilen bu madde ilâç yapımında kulla­ arasında etkinliğini göstermiş, Türk
nıldığı ve macunlara karıldığı gibi, koku Ampir üslûbu adıyla Türk sanatında de­
olarak da kullanılmış, şerbetlere, kahve­ ğişik ve Türk karakterli bir üslûp doğ­
ye ilâve edilmiştir. Tozları balmumu ile muştur. Türk sanatında insan ve hayvan
karılarak ince çubuklar veya mumlar gibi canlı figürlerine yer verilmediği için
şeklinde şamdanlarda da yakılmış, böy- Türk Ampir üslûbunda bitkisel öğeler
lece kokusundan faydalanılmıştır. Am­ yer almış, bu öğelere Türk sanat zevki
ber, Osmanlı saray ve konaklarının çok ve anlayışı da katılarak yeni bir sentez
değerli bir koku maddesi olarak uzun meydana getirilmiştir. Özellikle İstan­
yıllar kullanılmıştır. Ayrıca mimozaya bul’da Barok ve Ampir üslûbunun karı­
benzeyen amberağacınm kabuklarının şımından doğan Dolmabahçe Sarayı,
yakılması ile elde edilen reçineye benzer Ortaköy Camii mimaride tipik örnekler
bir maddeye de siyah amber denilmiş, arasında olduğu gibi Mahmud II Türbe­
bundan da kokular yapılmıştır. si, Çevri Kalfa Mektebi, Alay Köşkü
AMBER TESPİH, Amberin “lâ- Türk Ampiri’nin örnekleri olarak bilinir.
den” denilen arı salgısı ile karıştırılıp ku­ Türk Ampir üslûbu süsleme alanında da
rutulmasından tespih taneleri yapılmış­ kendini göstermiş, bu devirde yapılan
tır. Amber tespihler sürekli koku verdiği kapı ve pencere kanatları, dolap ve ta­
için çok kullanılmıştır. vanlar, çeşitli mobilyalar, hatta mezar
A M P H O R İS K O S , İlkçağlarda, taşları Ampir üslûbu ve zevkiyle süslen­
özellikle Grek ve Romalılarda çok kulla­ miştir.
nılan, tabanı sivri, iki kulplu gövdesi ANAHTAR, Kapı, sandık, çekmece
renkli çizgilerle süslü, cam koku şişesi. gibi kilitlenebilen eşyaların kilitini açabi-
Opak beyaz, mavi-lacivert, neftî zemin len, madenî âlet. İlkçağlardan günümü­
üzerine zikzakla keskin çizgili bezemele­ ze kadar kullanılan anahtarların çeşitli
ri dikkat çekicidir. Türk müzelerinde ve boy ve biçimlerde örnekleri vardır. Al­
özel koleksiyonlarda örnekleri çoktur. tın, gümüş, bronz ve demirden yapılan
AMPİR (AMPİR ÜSLÛBU), İlkçağ anahtarlar, kullanıldığı eşyalara göre ad
mimarî tarzı ve süsleme öğelerinin yo­ alır. Kulpları motifler, yazılar ve ge­
rumlanması ile Fransa’da XIV. Louis za­ ometrik örgüler, ajurlu oymalarla süslü
manında başlayarak Napolyon Bona- anahtarlar, yapıldığı devrin maden işçi­
part devrinde gelişen ve yaygınlaşan üs­ liği özelliklerini taşır. Üzeri altın, gümüş
lûp. Mimaride mobilya stilinde ve diğer kakma desenli ve yazılı anahtarlar oldu­
eşyalarda kendini gösteren bu üslûbun ğu gibi, sapı ve kiliti ile sanat özelliği ta­
insan ve hayvan figürleri ile bitkisel mo­ şıyan anahtarlar da vardır. İstanbul
tiflerin kompozesinden meydana gelen Topkapı Sarayı, Türk-îslâm Eserleri

16
Müzesi ile Ankara ve Konya, Antalya, Türkiye’de son yıllarda deniz altı batık
Akşehir ve daha başka müzelerde Sel­ gemi artıkları arasında çok sayıda bu­
çuklu ve Osmanlı devri anahtar koleksi­ lunmuş ve bunlar müzelere kaldırılmış­
yonları sergilenmektedir. tır. İstanbul, İzmir, Bodrum arkeoloji
ANA TANRIÇA, İlkçağ uygarlıkla­ müzelerinde çeşitli örnekleri sergilen­
rında doğuran kadın kültü, ilk örnekleri­ mektedir.
ni Konya Çatalhöyük kazı buluntuları ANTİK, Eskiçağ anlamına gelmekle
arasında (M.Ö. 7000-6000) gördüğü­ birlikte, genellikle Grek-Roma devri
müz, oturan, doğuran seramik kadın eserlerine verilen addır. Antikite eski
helkelcikleri (Bak: Tanrıça), Ana Tanrı­ eserler anlamına gelir.
ça Kültü, daha sonra eski uygarlıklarda ANTİKA, Taşınır eski eser anlamı­
çeşitli adlar altında devam etmiştir. na gelmekle birlikte, Türkçe’de eskilik
ve az bulunurluk değeri olan eşya anla­
mına gelir. Bu eşyaların satışını yapan­
lara antikacı, antika eşyaları toplayıp
koleksiyon yapanlara da antika meraklı­
sı veya antiker denir.
APOLLON, Mitolojiye göre Gün ve
Aydınlık Tanrısı ve Tanrıların en güzeli.
Zeus ile Leto’nun oğlu, Tanrıça Arte-
mis’in kardeşi. Apollon birçok Tanrının
Ana Tanrıça
gücüne sahiptir. İnsanları sever, yardı­
Heykelciği.
mına koşar. Sürülerin ve çobanların ko­
Neolotik Çağ
M.Ö. VI. bin. ruyucusudur. Tapınaklarda şarkı söyle­
Hacılar (Ankara yen ve dans edenlerden hoşlanır. Erkek
Anadolu güzelidir. Apollon, Eskiçağın helkel-
Medeniyetleri tıraşlarma sık sık konu olmuş, tapmak­
Müzesi)
lar onun heykelleri ile donatılmıştır. Ati­
na, Paris (Louvre), Londra (British Mu-
ANFORA (Amphora), İlkçağlarda seum), Roma, Napoli, Vatikan, Tours,
özellikle Akdeniz uygarlıklarında çok Berlin (Pergamon) müzelerinde seçkin
görülen iki kulplu, dibi sivri seramik tes­ heykelleri bulunduğu gibi, başta İstan­
ti. Kuma, toprağa yerleştirildiği veya bul, İzmir, Antalya, Afrodisias arkeoloji
özel depolama sistemiyle korunduğu müzeleri olmak üzere, Türkiye’nin bir­
için dip tarafı sivri yapılmıştır. Çoğun­ çok müzesinde Anadolu kaynaklı Apol­
lukla dar ağızlıdır. Zeytinyağı gibi sıvı lon heykelleri vardır.
maddeler için yapılanları olduğu gibi ARABA, İnsan ve eşya taşımak için
mezar eşyaları arasında koku kapları, yapılan tekerlekli taşıt. İlkçağlarda, özel­
ölü külü kabı olarak da kullanılanları likle Asya Türkistanı’nda ve Çinlilerde
vardır. Geniş karınlı olanları hububat ta­ hayvanların evcilleştirilmesi ve tekerle­
şımak ve saklamak için kullanılmıştır. ğin icadı ile kullanılmaya başlayan araba

17
giderek yaygınlaşmış, Yakındoğu ve dikilir. Ter emicidir. Renkleri beyaz,
Anadolu’ya Akdeniz ülkeleri ile Avru­ kurşunî ve açık kahverengidir. Genellik­
pa’ya girmiştir. İlkin öküzlerin koşuldu- le tarikat şeyhleri başlarındaki tarikat ta­
ğu kağnıya benzer yük arabaları, daha cı ve Mevlevilikte destarlı sikke altına,
sonra atların koşulduğu savaş arabaları­ ayrıca dervişler ve derviş namzedi olan
na dönmüştür. Krallar, komutanlar süs­ “nev-niyâz”lar tarafından çıplak olarak
lü özel arabalar yaptırmışlardır. Anado­ giyilmiştir. Arakiye aynı zamanda ince
lu’da M.O. 3000 yıllarında arabaların keçe kumaş anlamına da gelir. Arakiye
kullanıldığı bilinmektedir. Giderek geli­ kumaşlardan potur, yelek, hırka, cübbe
şen, çeşitleri çoğalan arabalar Ortaçağ­ ve seccade de yapılmıştır. Esnaflıkta
larda yaygın bir kara taşıt aracıdır. Os­ arakiyecilik ayrı bir koldur.
manlIlarda yük ve binek arabaları kul­ ARKEOLOJİ, Eskibilim. Eski za­
lanılmakla birlikte, süslü “Saltanat manlardan kalma mimarî yapıları, sanat
Arabaları” ancak XVIII. yüzyıldan sonra eserlerini, anıtları, eski şehir kalıntıları­
kullanılmaya başlanmıştır. Koşu ara­ nı, ören yerlerini araştırma, bulma ve
baları denilen ve öküzle çekilen, üzeri değerlendirme bilimi. Arkeoloji bizde
örtülü dört tekerlekli binek arabaların­ daha çok İslâm öncesi araştırma ve ka­
dan ayrı olarak sultan veya devlet ileri zı yapma faaliyetleri anlamına gelir. Bu
gelenlerinin bindikleri fayton ve landon­ bilimle uğraşanlara “arkeolog” denir.
lar, XIX. yüzyılda görünmeye başlamış­ Arkeolojik kazılar deyince ören yerleri
tır. Topkapı Sarayı Müzesi (Arabalar ve tarihî şiflerde arkeologlar tarafından
Dairesi)’nde, bunlardan seçkin örnekler yapılan bilimsel ve sistemli kazılar anla­
sergilenmektedir. şılır. Arkeolojik eserler de daha çok İs­
ARABESK, Bir düzen içinde birbi­ lâm öncesine ait toprak altından çıkarı­
rine girift, uzantısı sonsuz, geometrik lan eski eserler anlamını taşır.
bezeme. Doğu sanatının başta gelen ARMA, Bir devlet, bir şehir, bir hü­
taş, ahşap, maden, mozaik, çini tuğla, kümdar, bir din veya soylu bir aileyi
örgü, tezhip süslemesinde çokça yer temsil eden özel alamet. Armalar bir re­
alır. İslam sanatında kullanıldığı için Ba­ sim olabileceği gibi, resim ve yazılarla,
tıklar buna “Arabesk” adını vermişler­ özel işaretlerle bir kompozisyon da ola­
dir. Türkçe’de adı “Arap Yolu” veya bilir. Kumaş, ağaç, maden, taş, deri gi­
“Girift”tir. Değişik ve çok örnekleri var­ bi malzemelere işlenir. Arma, İlkçağlar­
dır. dan beri çeşitli devlet ve topluluklarda
ARAKÇIN, Üzerine sarık sarılan, kullanılmıştır. Zırhlara, kalkanlara, sofra
keçe külah veya kavuk altına giyilen tak­ takımlarına, mobilyalara, kale bedenle­
ke (Bak: Arakiye). Gelin başına giydiri­ rine, paralara, cilt kapaklarına, levhala­
len taç gibi gümüş başlığa da arakçın ra ve çeşitli eşyaya basma, kabartma,
denir. oyma olarak işlendiği gibi, madalyon
ARAKİYE, Başta kavuk veya fesin olarak da kullanılmıştır. Avrupa’da çok
altına giyilen külâh. Arakiye yün veya kullanılan arma, Anadolu Selçukluların­
tiftikten dövülerek yapılan ince keçeden da, Anadolu Beyliklerinde ve

18
Osmanlılarda da görülmektedir. Anado­ sürdüren bir “sanat üslûbu’dur. Art-No-
lu Selçuklularının arması çift başlı do­ uveau, kelime anlamıyla “yeni sanat”
ğandır. Osmanlı armaları genellikle tuğ­ demektir. Ancak sanatta “herkes için,
ra olarak dikkati çekmekte, on doku­ her şeyde yenilik”, “belli kalıplardan sıy­
zuncu yüzyıl başlarından itibaren Os- rılma ve bağımsızlık” anlamına gelmek­
manlı padişahları ve kuruluşlarının özel tedir. Art-Nouveau, sanat anlayışı, sa­
arma yaptıkları bilinmektedir. İkinci natı toplum yaşamında daha yaygın,
Meşrutiyet armaları çok tanınmıştır. daha pratik ve ucuza mal etmeyi amaç­
ARŞIN, Türkiye’de 1931 yılma ka­ lar. Sanayileşmenin ve makine ürünleri­
dar kullanılan uzunluk ölçüsü. Yaklaşık nin zevksiz dinamizmine karşı, doğaya
orta parmağın ucundan dirseğe kadar ve kırsal alanlara yönelik, doğayı sanat­
kol boyu. Çeşitleri vardır. Çarşı arşını ta yaşama ve doğayla bütünleşme isteği
68 santim, mimar arşını 75.8 santim Art-Nouveau’yu doğurmuştur. Bu anla­
uzunluğundadır. İpekli kumaşların ölçü­ yışla mimarlık, iç mekân düzenlemesin­
münde kullanılan 65 santimlik arşına de mobilya, biçim ve süslemesiyle ken­
“endaze” denir. Arşının sekizde birine dini tamamlamıştır. Mobilya süsleme­
“urub veya rubu”, urubun yarısına “ke- sinde bitkisel öğelere geniş yer verilmiş,
rah” denir. Arşınlar demirden veya tah­ geometrik çizgiler, çiçek, dal, yapraklar,
tadan yapılır. Üzeri nakış ve yazılarla kuş, kelebek gibi göze hoş gelen figüra­
süslü arşınlar vardır. tif doğa ürünlerinden bir kompozisyon
ART-DECO STİLİ, Birinci ve İkin­ meydana gelmiştir. Art-Nouveau, Fran­
ci Dünya Savaşları arasında (1914- sa, İngiltere, Almanya, İtalya, İspanya
1939) Avrupa’da görsel sanatların ço­ ve Belçika gibi ülkelerde geniş yayılma
ğunda, heykel, cam ve seramik sanatın­ alanları bulmuş, Türkiye’ye 1900 yılın­
da etkinliğini sürdüren bir sanat akımı. dan sonra Avrupa’dan ithal edilen mo­
Art-Deco Stili’nin temel ilkesi sadelik ve bilya ve eşyalarla girmiştir. Daha sonra
fonksiyonelliktir. Mobilyada kübizm ve İstanbul’da üretilmeye başlayan bu eş­
onun getirdiği geometrik formlar en be­ yalar, köşk ve yalılarda, büyük otellerin
lirgin özelliğidir. Klasik ve mitolojik ko­ lobi ve salonlarında en çok itibar edilen
nulardan da esinlenerek bronz, fildişi, mobilya ve eşyalar olarak yer almıştır.
ivorine (plastik fildişi) gibi malzemeler­ ARTEMİS, Mitolojide Bereket Tan­
den yapılan heykeller yalın ve hareketli­ rıçası. Zeus ve Leto’nun kızı, Apol-
dir. Cam eşyalarda düz çizgiler, ge­ lo’nun kız kardeşi. Elinde yay ve ok ta­
ometrik ve masif formlar egemendir. şır. Güzel köpekler, sevimli av ve orman
Bu dönemde Paul Daum ve R. Lalique perileri ile birlikte, ormanlarda, küçük
gibi sanatçıların tasarımları antikacıların çocukların ve hayvanların koruyucusu­
aradıkları eserlerdir. Seramik sanatında dur. Anadolu’da Manisa Dağı (Spyclas)
detaya az önem verilmiş, biblolarda ay­ eteklerinde yaşayan güçlü Kral Tanta-
rıntılardan kaçınılmıştır. los’un kızı Niobe’yi kıskançlık nedeniy­
ART-NOUVEAU, 1890 yılında do­ le, korkunç şekilde cezalandırır. Avcılık­
ğan ve mimariden eşyaya etkinliğini ta kendisiyle boy ölçmek isteyen Tanrı

19
tavla, nalın, satranç tahtası, çekmece,
kutu gibi ahşap eserler süslenmiştir.
Arusekle bağayı birbirine karıştırma-
malıdır.
ASA, Kralların, din adamlarının, ko­
mutanların ellerinde tuttukları maddî ve
mânevi güç ve egemenlik sembolü de­
mir veya ağaç sopa. Ya da elde taşman,
destek veya silâh olarak kullanılan, fırla­
tılan, madenden ve ağaçtan yapılan
değnek. Altm-gümüş işlemeli, fildişi,
kehribar saplı, değerli taşlarla süslü çe­
şitli örnekleri vardır. Eskiçağlardan beri
bilinen âsa, müttekâ, teber, baston (bu
maddelere bakınız) adları ile de değişik
anlam ve biçimlerde kullanılmıştır.
ASKI (ASKI TOPU), Cami, mes­
cit, türbe gibi benzer kubbeli mekânlar­
Artemis Heykeli M.Ö. II. yy. da kubbenin ortasından sarkan zincirle­
(Efes Arkeoloji Müzesi) re asılı veya zincirlerin taşıdığı kandille­
re bağlı küre, kürevî, konik ve yumurta
Orion’u hedefinden hiç şaşmayan okla­ biçiminde süslü toplara askı denir. Askı
rı ile öldürür. Artemis aynı zamanda Ba­ topları, taş, seramik, çini, maden ve
kireler Tanrıçası’dır. Persliler, Koruyucu
Tanrıça olarak Artemis’i seçmişler, bü­
yük boyda heykellerini, tapınaklarına
koymuşlardır. Efes kazılarında bulunan
ve bugün Efes Müzesi’nde sergilenen
Artemis heykelleri (M.Ö. II. yüzyıl) gi­
yimlidir. Başında yuvarlak bir taç vardır.
Boynunda kalın bir gerdanlık, göğsünde
yumurta biçiminde üç sıra bereket sem-
bolüheteklerinde kutsal hayvan figürleri
yer alır, iki elinde iki asa, iki yanında iki
geyik bu kompozisyonu tamamlar.
Özellikle Akdeniz ülkelerindeki çeşitli
müzelerde Artemis heykelleri bulun­
maktadır.
ARUSEK, Yeşil ve pembe renkte, ikinci Mahmud’un yumurta biçiminde
helezonlu bir deniz hayvanı kabuğu. Bu elmas ue inci süsleme tuğrah askısı.
kabuk sedef gibi işlenerek, kürsü, masa, (İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi)

20
ahşap malzemeden içleri boş, süslü ola­
rak yapılır. Mimari yapılarda dekoratif
olarak yer aldığı gibi, sıra kandillerin
asıldığı yatay demir çubukların iki ucun­
da dengeyi sağlamak için de kullanılır.
Askılar Islâm mimarisinin dekoratif un­
surlarından biri olup, ilk örnekleri taba­
nı sivri, kürevî-konik şeklinde pişmiş
topraktan içerisi boş olarak yapılmış,
dış yüzeyi oyma ve kabartmalarla süs­
Asklepios
lenmiştir. Anadolu Selçuklularında ka­
Heykeli
fes gibi mermerden oyulmuş top şeklin­ M.Ö. IV. yy.
de askılar yapıldığı gibi yine kafese ben­ (Bergama
zer top şeklinde işlemeli pirinç askılar Arkeoloji
da vardır. Bunların seçkin örnekleri Müzesi)

Konya Mevlâna Müzesi’nde görülmek­


tedir. Osmanlı devrinde, top biçiminde
Kütahya yapısı çini askılar, cami, mescit Helenistik Devir askosları arkeoloji mü­
ve türbelerde kullanılmıştır. Devekuşu zelerinde ve özel koleksiyonlarda yer
yumurtasının içerisi boşaltıldıktan son­ alır.
ra, altın, gümüş, pirinç çemberlere sarı­ ASLAN, ilkçağlardan beri dünyanın
larak askı şeklinde kullanılan örnekleri birçok ülkesinde heykel ve kabartmala­
çoktur. Cami ve türbelerde, hatta saray rı, resmi yapılan figür. Güç ve kuvvet
ve köşklerde kullanılan bu tür askıların sembolü olarak çeşitli biçimlerde kulla­
değerli taşlarla süslü olanları, tabanına nılmıştır. Türk ve İslâm sanatlarında da
inci püskül eklenenleri vardır. aslanın yeri ve önemi vardır.
İstanbul Topkapı Sarayı, Türk ve Is­ ASLAN AĞZI, Bahçe ve meydan
lâm Eserleri Müzesi’nde bu askı topla­ çeşmelerinde aslan başı şeklinde taş ve­
rından örnekler bulunmaktadır. Askıla­ ya madenden yapılmış musluklar. Çoğu
rın camilerde sesi yansıttığı da söylen­ kez bu başlar stilizedir.
mektedir. AŞK YOLU, ilkçağlardan beri, süs­
ASKLEFİOS, Mitolojiye göre, Sağ­ lemecilikte kullanılan ve Türk sanatına
lık Tanrısı. Yılan, horoz ve kupa gibi da giren bir motif. Dik köşeli çizgilerin
sembollerle birlikte heykelleştirilmiştir. içe ve dışa bükülmesinden oluşur (Fr.
M.Ö. IV. yüzyıldan sonra yapılan hey­ Méandre).
kelleri, Türkiye ve dünya müzelerinde AŞURELİK, Osmanlılarda, özellikle
yer alır. Muharrem ayında pişirilen ve ikram edi­
A SKOS, Gövdesi şişkince, geniş len sulu aşurenin konduğu kaplar. XIX.
ağızlı ve kulplu, ilkçağlar içki kabı. Sera­ yüzyılda sürahi biçiminde porselenden
mikten ya da bronzdan yapılanları var­ yapılan süslü aşurelikler çok tanınmıştır.
dır. Genellikle, M.Ö. 5 ve 4. yüzyıl Sevres porseleni aşurelikler ünlüdür.

21
AT ALINLIĞI, Atın en hassas yeri çömlek, bazı paralar (Atina ve Korint)
olan alnını, vurucu ve kesici silahlardan üzerinde de rastlanır.
korumak için atın alnını burnuna kadar ATLAS, İpek, ipek karışımı pamuk­
örten demir zırh. Bunların süslü olanla­ la dokunan ince kumaş. Çözgü iplikleri
rı İstanbul Askerî Müze’de görülür. Baş­ kumaşın yüzeyinde bulunursa buna
ka koleksiyonlarda da vardır. “çözgülü atlas”, atkı iplikleri kumaşın
yüzünde bulunursa buna da “atkılı atlas”
denir. Her iki halde de kumaş yüzeyi
düz ve parlaktır. Önceleri Hindistan’da
dokunan atlaslar, XV. yüzyıldan itibaren
Bursa ipekli kumaşları arasında yer al­
mıştır. Renkleri daha çok kırmızı ve ye­
şildir. Üzerine sırmadan desenler işlen­
diği de olmuştur. Atlastan kaftan, şal­
var, cepken gibi kadın ve erkek elbisele­
ri dikildiği gibi, yorgan, perde, bohça ve
döşemelerde de kullanılır. XVI. yüzyılda
İstanbul’da atlas ticareti yaygınlaşmış,
Osmanlı Sarayı’nda hediyelik eşyalar
arasında yer almıştır. Atlas, sancak ve
bayraklarda, padişah fermanları ve cüz
keselerinde, kitap kılıflarında da kulla­
nılmıştır.
ATLAS KESE, Kuran-ı Kerim, cüz
ATEŞ SİPERİ, Çocukların ateşe muhafazası için dikilen, üzeri sırma işle­
düşmemeleri için, ocak ve şöminelerin meli torba. Padişahların verdikleri “atiy-
önüne perde gibi konulan işlemeli tel ye-i seniyye” denilen hediye ve bahşiş­
kafes yahut katlanabilen tel örgü siper. ler de atlas keselere konmuştur.
Paravanaya benzer. Pirinçten yapılanla­ ATTİS, Eskiçağ Anadolu’sunda bit­
rı ve çerçeveleri süslü yapılanları değer­ ki ilâhı. Grek ve Frig devrinde, elinde
lidir. asası, başında külâhı, kavalı ve santuru
ATHENA, Mitolojide Savaş Tanrı­ ile heykelleştirilmiştir. Müzelerde çeşitli
çası ’tiır. Zeus’un kızı olarak bilinir. Kal­ örnekleri vardır.
kanı, öldürdüğü Gorgon’un başı ile süs­ AVANOS ÇÖMLEKLERİ, Nevşe
lüdür. Elinde mızrağı, başında miğferi hir İli’ne bağlı Avanos ilçe merkezinde
ile Athena, şehrinin ve diğer sitelerin geleneksel el sanatı olan çanak ve çöm­
koruyucusudur. Aklın ve cesaretin sim­ lekler. Hamuru, pişirilmesi ve biçimle­
gesidir. M.Ö. V. yüzyıldan başlayarak riyle kendine özgü bir halk sanatı eseri
heykelleri ve kabartmaları yapılmıştır. olan Avanos çanak ve çömlekleri, özel
Romalıların “Minerva”sma örnek olarak fırınlarda 1050 dereceye kadar varan
Athena’nın resimlerine çanak ve ateşte pişirilmekte, aynca sırlanmaktadır.

22
Bugün Avanos’ta 100’ün üzerinde atöl­ camın keşfi ayna sanatını yaygın hale
ye ve 300’den fazla usta, çanak-çömlek getirmiş, gümüş plakaların parlatılması
üretmektedir. Son yıllarda Kapadokya ile aynalar yapıldığı da görülmüştür. Et-
bölgesini ziyaret eden turistler için özel rüsklerin bronz ayna kullandıkları bili­
çanak çömlek pazarları oluşturulmuştur. nir. Gümüşten ve civadan “sır” denen
AVİZE, Kapalı bir mekânı ışıklan­ bir madde yapılarak cama sürülmesi ile
dırmak için tavana asılan, camdan, ma­ meydana gelen aynalar, giderek deko­
denden yapılan askı. Elektriğin keşfin­ ratif eşya durumuna girmiş, saraylar,
den önce, avizelere mum dikilir, bezir, köşkler aynalarla süslenmiştir. Ayaklı,
zeytinyağı kandilleri, petrol lâmbaları el, duvar, konsül gibi kullanış biçimleri­
yerleştirilirdi. Elektriğin keşfinden son­ ne göre sınıflandırılan aynalar, Türk sa­
ra, avizelere ampuller konmuştur. Avi­ natında da önemli bir yer almaktadır.
zeler, billûr ve kristal camlardan, altın,
gümüş, pirinç, bakır, tunç, demir ve
porselenden yapılmış ve süslenmiştir.
Örnekleri çoktur. Ahşap süsleme avize­
ler de görülmüştür. Antika piyasasında
avizelerin önemli bir yeri vardır.
AYAKLIK, Üzerine ayak koyarak
pabuç veya çizmenin bağlandığı kaide.
Ağaçtan, seramikten, madenden çok
süslü yapılanları vardır. Arslan, fil hey­
keli biçiminde taştan veya seramikten
Mücevherli Ayna. Osmanlt -XVI. yy.
yapılan ayaklıklar, antika pazarlarında
(İstanbul - Topkapı Sarayı Müzesi)
sık sık görülür. Üstüne heykel veya va­
zo yerleştirilen, silindir, dörtköşe taş ka­
idelere de ayaklık denmiştir. Selçuklu sanatında sapları ve gövdeleri
AYASOFYA MADALYASI, İstan işlemeli, insan ve hayvan figürlü made­
bul Ayasofya Camii’nin 1847-1849 yıl­ nî el aynaları, Topkapı Sarayı Müzesi’n-
ları arasında yapılan onaranına yardım de sergilenmektedir. Yine Topkapı Sa­
edenlere verilen altın, gümüş ve bakır rayı Müzesı’nde Osmanlı devrine ait sa­
madalya. Bir yüzünde Sultan Abdülme- rayda kullanılan altın, gümüş işleme,
cid’in tuğrası, öteki yüzünde de Ayasof­ değerli taşlarla süslenmiş saplı el ayna­
ya’mn resmi vardır. ları ile, duvar aynaları, ayaklı konsüller
AYNA, İnsanoğlu kendini seyret­ bulunmaktadır.
mek için ilkin durgun sudan, daha son­ AYNALI YAZI, Arap yazısının kû-
ra cilâlanmış maddelerden faydalan­ fî, sülüs, reyhanî türleri ile simetrik bir
mıştır. M.Ö. sekiz bin yıllarında Neolitik biçimde düzenlenmiş dekoratif yazı isti­
bir çağı yaşatan Konya-Çötalhöyük ka­ fi. Türk hattatlarının çoğu bu istifle lev­
zılarında, obsidiyen taşının parlatılma- halar yazmışlardır. Aynalı yazı tam orta­
sıyla aynalar bulunmuştur, ilkçağlarda da kesilmekte, sağdan ve soldan aynı

23
Gümüş Ayna

gelerek resimler yaptı. Topkapı Sarayı


Müzesi’nde imzasını taşıyan pek çok
padişah resimleri vardır. Dolmabahçe
Aynalı Yazı. (Emin Barın) Sarayı’nda da bazı tabloları yer alır.
Türk antika piyasasında tabloları çok
ibare ile okunmaktadır. Bu tür yazıya değerlidir.
“müsenna” da denilir. AZNAVUR, Gümüş işçiliğinde bir
AYVAZOVSKİ (İvan Konstanti- süsleme tekniği. XIX. yüzyıl ortalarında
noviç), Tanınmış Rus ressamı. 1817 İstanbul’da kuyumcu Aznavur ustanın
yılında Feodosya’da doğdu. Rusya’da ilk olarak uyguladığı bu teknikle, gümüş
güzel sanatlar eğitimi gördükten sonra, üzerine ufak menevişler halinde hareli
bir süre Roma ve Paris’te kaldı. süslemeler yapılmıştır. Gümüş avadan­
1844’te Petersburg’a dönerek Rus do­ lıklar, tabaka ve gümüş kutuları, bilezik
nanmasının ressamı oldu. Sultan gibi süs takıları Aznavur işçiliği ile ayrı
Abdülaziz’in daveti üzerine İstanbul’a bir güzellik kazanmıştır.

24
B
BAĞA, Deniz kaplumbağası kabuk­ genişliği Azerbaycan aşıklarının eskiden
larının sıcak suda yumuşatılması ile elde beri kullandıkları saz’da olduğu gibi bir
edilen tabiî desenli kısımları. Bunlardan oktava indirilecek şekilde kısıltılmıştır.
tespih taneleri, küçük tabak ve fincan­ BALBAL, Eski Türklerde mezarla­
lar, kaşıklar, tarak, tabaka ve enfiye ku­ rın üzerine, bazı kurganların çevresine
tuları, çerçeveler, baston başlıkları ya­ dikilen, tek parça, taş anıtlar. Bunlar,
pıldığı gibi ahşap işçiliğinde sedef ve fil­ kaba yontulmuş insan heykellerine ben­
dişi ile birlikte mozaik süsleme olarak zer. Üzerinde kabartma veya oyma yazı
kullanılır. Türk sanatında on yedinci ve işaret olanları vardır. Kimi bilginler,
yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlayan balballara “Hatıra Taşı” da demektedir.
bağa, Afrika’dan gelen kalın ve koyu si­ BAKARA, Fransa’da Baccarat ka­
yah renkli olanları ile daha bir değer ka­ sabasında XVII. yüzyılda kurulan cam
zanmıştır. Topkapı Sarayı Müzesi’nde imalâthanesinde yapılan kristal işleri.
değerli taşlar ve madenlerle süslü çeşitli Bakara adı verilen kristal bardak, kâse,
bağa eserler yer almaktadır. vazo, tabak, sürahi, şamdan, avize ve
BAĞLAMA, Türk halk müziğinin daha başka eşyalar, kesimi, saydamlığı
telli, uzun saplı, şişkin gövdeli çalgısı. ve desenleri ile Avrupa’da, XIX. yüzyıl­
Kökü Asya Türklüğüne dayanan ve yüz­ dan başlayarak Türkiye’de çok tanın­
yıllardır halk müziğinin meydan sazı, mış, özellikle antika piyasasında çok tu­
çöğür, kopuz, cura, tambur gibi sazları tulmuştur. 1819 yılından sonra Bacca­
arasında yer alan bağlama üç tellidir. rat kristal atölyeleri, tüm dünyada şöh­
Her tel çift olarak gerilir. Armut biçi­ retini daha çok duyurmuştur. Kristal eş­
mindeki teknesi ağaç kütüğünden oyul­ yalarda Baccarat damgası veya S/A ru­
muş, üzerine çamdan bir göğüs geçiril­ muzu bulunmaktadır.
miştir. Göğüsten burguya kadar sapı BAKIR-BAKIR İŞLERİ, Bakır, uy
40-45 santimdir. Sapındaki perde bağ­ garlığın tanıdığı ilk madenlerden biridir.
larının özelliğinden dolayı bu saza bağ­ Arkeolojik araştırmalar sonucu, bakırın
lama denilmiştir. M.Ö. 6000-5000 yıllarında Anadolu’da
“Bağlama düzeni” denilen düzene bilindiği anlaşılmıştır. İlkin, Güneydoğu
göre akortlanıp çalınmasıyla tambura­ Anadolu’da keşfedilen bakır, Neolitik
dan ayrılır. Yakın zamana kadar tambu­ Çağ’dan sonra Bakır Çağı adıyla yeni
rada olduğu gibi sapında bir telin bir ok­ bir devir açmış, bakırdan silâh, kap ka­
tav ve bir tam dörtlü ses genişliği vardı. cak ve süs eşyaları yapılmıştır. Bakır
Son zamanlarda çalgının sapı, bu Çağı’nın sonuna doğru, kalay da

25
üzeri süslenir. Bu süsler, yüzyıllar bo­
yunca üslûplaşmış lâle, karanfil, servi,
nar çiçeği, yaprak gibi klâsik Türk mo­
tiflerinden oluşur. Bordürleri, rumî dol­
gular, kıvrım dallar veya zencereklerle
süslenir. Sini, sahan, lenger ve tepsiler­
de çoğu zaman altı köşeli yıldız biçimin­
de “Mühr-ü Süleyman” denilen uğur
motifleri, çiçekli vazolar, hatta stilize
kuş, balık, geyik figürleri görülür. Yazı­
Türk Bakır işleri (Gündağ Kayaoğlu
Koleksiyonu)
lar çoklukla, sahibinin adını ve yapıldığı
yılı gösterir. Çok süslü eski bakırlar üze­
bulunmuş, bakır-kalay alaşımı ile tunç rine seçme şiirler, özlü sözler de yazıl­
(bronz) elde edilmiştir. Tuncun, M.O. mıştır. Bakır üzerine sivri çelik kalemler­
4000-3000 yıllarında özellikle Anado­ le kazınarak yapılan süslemeye kazıma
lu’da yaygın olarak kullanıldığı bilinmek­ veya kakma, demir zımbalar vurularak
tedir. Bu çağa “Tunç veya Bronz Çağı” yapılana oyma, asitle yapılan oymalara
denir. Bakır, kolay işlendiği ve biçimlen­ eritme, motiflerin kabartılmasına da ka­
diği için devirler içinde pek çok eşya ba­ bartma işçilik denir. Bakır işçiliğimizin
kırdan yapılmış, el sanatları arasında seçkin örnekleri, etnografya müzelerin­
bakır önemli bir yer almıştır. Osmanlı de ve bazı özel müze koleksiyonlarında
devrinde Türk bakır işçiliğinde büyük bir yer alır.
gelişme olmuş, bakırdan yapılan ve B AK IR ÇA Ğ I (KALKOLİTİK)
üzerleri geometrik bezemeler, rumî ve ESERLER, Tarih öncesi (Frehistorik)
bitkisel motiflerle süslenen meydan sini­ çağlar içinde Neolitik Çağ’dan sonra
leri, tepsiler, ibrik ve leğenler, çorba gelir Kalkolitik (Maden-Taş) Çağı. Bakır
tasları, lenger, sahan, bakraç, tencere Anadolu’da M.Ö. 2500, Avrupa’da
ve kazanlar, cezve, mangal ve daha bir­ M.Ö. 2100 yıllarında keşfedilmiş, bakır­
çok mutfak eşyası halkın günlük haya­ dan kesici ve delici silâhlar, süs takıları
tında yer almıştır. Bakır eşyaların yapı­ yapılmıştır. Bakır Çağı seramiği de çok
lıp satıldığı bakırcı çarşıları, bakırların gelişmiştir. Başta Ankara Anadolu Me­
okside olmaması için kalaylandığı kalay­ deniyetleri Müzesi olmak üzere çeşitli
cılar, Türkiye’nin birçok şehir ve kasa­ arkeoloji müzelerinde Anadolu Bakır
basında yer alır. Bakır, geleneksel işçili­ Çağı’na ait madenî ve seramik eserler
ği ile çeşitli adlar alır. Ağaç tokmaklarla sergilenmektedir.
döğülerek biçim alan, ek yeri tutma ya BAKRAÇ, Bakırdan yapılmış, kulp­
da bakır kaynağı ile birleştirilen bakır iş­ lu, geniş ağızlı küçük kova. Su, ayran,
çiliğine döğme bakır, kabın' biçimine süt, pekmez gibi sıvılar için kullanılan
göre ağaç kalıplara dökülen bakır işçili­ bakraç, üzerine kakma desenler çizildik­
ğine de dökme bakır denir. Bakır kapla­ ten sonra kalaylanır. Sahibinin adı ve
ra biçim verildikten sonra, bunların yapıldığı tarih yazılı olanları da vardır.

26
Bakracın büyüklerine “helke”, küçükle­ Tunç Çağı’na ait
rine “cingil” denir. Anadolu bakır işçili­ bronz balta.
(M.Ö. 3. bin)
ğinin belli örneklerinden biri olan bak­
(Ankara Anadolu
raç, bugün de yapılmakta ve kullanıl­ Medeniyetleri
maktadır. Müzesi)
BAKÜS, Romalıların Şarap ve Sar­
hoşluk Tanrısı. Eski Yunan’da adı Di-
onysos’tur. Çoğu zaman elinde kadeh
ve üzüm salkımları ile heykelleştirilmiş-
tir. Roma, Paris, Berlin, Londra müze­
lerinde antik birçok heykelleri bulundu­
ğu gibi; İstanbul, İzmir, Efes, Bergama,
Antalya müzelerinde de çeşitli heykelle­
ri yer almaktadır.
BALON, İlkçağ Akdeniz ülkelerin­
de, özellikle Grek-Roma sanatında çok
görülen, şişkin karınlı, dar, uzun ve kısa
boyunlu, ağzı yayvan cam şişe. Üflene­
adlar almış, çeşitli biçimlerde yapılmış­
rek yapılmıştır. İnce gövdelidir. Açık
tır. Antika piyasasında daha çok sem­
mavi ve yeşil renkli, desensiz, boynu
bolik balta teberler ve süslü el baltaları
profilli ve halka dipli olanları vardır.
görülmektedir.
Boyları 10-20 cm. arasında değişir. Ge­
nellikle M.Ö. V. - M.S. III. yüzyıllar ara­ BALYEMEZ, XVI. ve XVIII. yüzyıl­
sında tarihlendirilmiştir. Türkiye’deki larda Osmanlılar tarafından kullanılan
arkeoloji müzeleri ve özel koleksiyonlar­ uzun menzilli top. Adını, İtalyanca “Bal-
da örnekleri çoktur. lamezzo”dan almıştır. Tunçtan dökülen
BALTA, İlkçağların tarih öncesi ve özellikle kale dövmek için kullanılan
(Prehistorik) devirlerinden beri kullanı­ orta çaptaki bu top için yaklaşık yüz ok­
lan baltalar, demirin uygarlığa girmesiy­ ka bakırın eritildiği, belgelerde ifade
le önemli bir silâh olmuş, ağaç kesmek edilmektedir. İstanbul Askerî Müze’de
için kullanılan adi baltaların dışında, ay­ seçkin örnekleri sergilenmektedir.
rı bir önem kazanmıştır. İlk Türk devlet­ BALIKÇIL TÜYÜ, Balıkçıl kuşu­
lerinde yakın savaş silâhı olarak kullanıl­ nun kuyruğundan alınan tüy. Bu tüyden
dığı gibi Osmanlı ordusunda (Baltacılar) padişah sorguçları yapıldığı gibi, Yeni­
adıyla bir öncü birliği kurulmuştur. Sa­ çeri Ocağı’ndan bazı görevlilerin başlık­
ray baltacılarının üzeri altın kakma ve larına da takılmıştır.
yazılarla bezeli baltaları vardı. Tekkeler­ BANKNOT, Kâğıt para. Altın ve
de de “teber” adı verilen hilâl biçiminde başka madenî para yerine geçen bank­
tek ve çift kesici yüzlü, sembolik baltalar notlara “kaime” de denir. Türkiye’de ilk
görülür. Baltalar, yapıldıkları bölgelere kâğıt para, 1840 yılında 500-250-100-
ve kullanıldıkları duruma göre çeşitli 50 kuruşluk kupürler halinde

27
çıkarılmıştır. 1851’de 10 ve 20 kuruş başlar; XIX. yüzyıl başlarına kadar sü­
değerinde “kaime”ler tedavüle girdi. rer. Türk sanatçıları bu üslûbu kendi
Bundan sonra çeşitli yıllarda kâğıt para­ zevklerine göre yorumlar. Böylece Türk
lar çıkarılarak, bunların madenî paralar Baroku, Batı Baroku’nun bazı öğeleriy­
yerine kullanılması sağlanmıştır. le farklı olur. İstanbul’daki Nuruosmani-
BARATA, Çuha veya ince keçeden ye, Lâleli, Üsküdar, Selimiye, Ortaköy
yapılan ucu sivri başlık. Börk de den­ camileri, Selimiye Kışlası, Dolmabahçe
miştir. Osmanlı Yeniçeri Teşkilatı’nda Sarayı Türk Barok üslûbu etkisinde ya­
kullanılmıştır (Bak: Börk). pılan eserlerdir.
BARDAK, Su, süt, çay, şerbet, şa­ BARUTLUK, İçerisine toz barut
rap gibi içilecek sıvıların konulduğu kap. doldurularak bele veya omza asılan yü­
Altın, gümüş, tunç, pirinç, bakır gibi rek biçiminde kap. Barutluklar hafif ol­
madenlerden, camdan, seramikten, ması için kurutulmuş su kabağından,
Hacıbektaştaşı’ndan, hatta ağaçtan, tahtadan, meşinden yapılır. Barutu akı­
hindistancevizi kabuğundan yapılır. Ku- tan boru şeklinde madenî bir ağzı var­
lanıldığı sıvılara göre isim aldığı gibi, bi­ dır. İp veya kayışla iki tarafından tuttu­
çimlerine göre de ayaklı, kulplu adlarıy­ rulur ve asılır. Barut kabı, üzeri kabart­
la da tanınır. Cam (kristal) bardaklara malarla süslendiği gibi, sırma işleme ke­
“billûr” denir. Üzeri değerli taşlar, renk­ seler içine de yerleştirilir.
li desenlerle süslü, altın-gümüş mahfa­ BASKI, Bez, kumaş, deri, kâğıt
zalı bardaklar da vardır. On dokuzuncu üzerine, desenleri basma işçiliği. Ağaç­
yüzyılda İtalya ve Fransa’dan ithal edi­ tan yapılan baskı kalıpları ile bez üzeri­
len renkli cam bardaklar bu devirde çok ne desenleme (Bak: Yazmacılık) veya
tutulmuş, daha sonra Beykoz İşi bardak­ çelik baskı kalıpları ile cilt süsleme (Ay­
rıca bak: Gravür).
lar da kullanılmaya başlanmıştır. Başta
Topkapı Sarayı Müzesi olmak üzere,
Türkiye’deki çeşitli müzelerde, özel ko­
leksiyonlarda ve antikacılarda değerli ve
ilginç örnekleri görülmektedir.
BAROK, XVI. yüzyıl ortasından
XVIII. yüzyıl ortasına kadar, Avrupa’da
yaygın olan bir sanat üslûbu. Deniz ka­
bukları biçiminde bezemelerden meyda­
na gelen bir süsleme. Mimaride, düz
hatlar yerine eğriler, girinti ve çıkıntılar
önem kazanır. Heykelde, gerçeğe ya­
kın, etkileyici ve hareketli figürler ağır
basar. Resimde ışık, renk ve hareketi
konu alan, perspektif etkiler ön plâna
geçer. Barok üslûbu, Ahmed III devrin­
de Türk mimarisinde de görülmeye

28
BASTON, Elde taşman, başı süslü
deynek. Başta, Eski Mısır olmak üzere
İlkçağlarda krallık, imparatorluk sembo­
lü olarak da kullanılmış olan baston,
Fransa’da XIV. Louis zamanında er­
keklerin kullandığı bir süs eşyası olarak
moda olmuş, o devirden itibaren sert
ağaçlardan, altın, gümüş, bronz gibi
madenlerden, fildişinden, üzeri değerli
taşlarla süslü bastonlar yapılmıştır. Bu
tür bastonlar Türkiye’ye Tanzimat’tan
sonra girmiş, fes ve baston Osmanlı ay­
dınının adeta sembolü olmuştur. İstan­
Kadın Başlığı, Osmanlı (Ankara Etnografya
bul’da savatlı ve kakmalı çok süslü bas­
Müzesi)
tonlar yapılmıştır.
BAŞLIK, Başa giyilen takke, külah, kullanılan süs malzemeleridir. Kadın
daha başka örtüler.. Tarihin ilk devirle­ başlıkları ve baş süslemeleri arasında en
rinden beri kadınlar, erkeklerden ayrı, güzelleri gelin başlıklarıdır. Anadolu ka­
daha süslü ve çeşitli başlıklar giymişler­
dınının özene bezene, tabiatın tüm
dir. Türk etnografya malzemeleri ara­
renkleri ve çiçekleriyle süslediği bu baş­
sında Anadolu kadınlarının giydikleri
lıklar, rastgele seçilmiş olmayıp, yüzyıl­
başlıklar başlı başına bir konudur. Ana­
lar boyu devam eden bir geleneğin ürü­
dolu geleneğinde kadın başlıkları bölge­
den bölgeye değiştiği gibi, aynı bölgede nüdür. Kadın başlıklarının ayrıca anlam­
yaşayan kadınların yaşma, sosyal ve ları vardır. Kocası yeni ölen kadınlar fes
ekonomik durumlarına göre ayrı başlık­
ları vardır. Kütahya ve dolaylarında
genç kızlar evleninceye kadar zülüf kes­
mez, evlenmek istemeyen dul kadın ise
kâküllerini başörtüsünün altında saklar.
Anadolu’da kadın başlıkları iki türlüdür.
Bunlardan biri fes, arakçin, taç, hotoz,
tepelik, tas gibi hazır başlıklardır. Öteki­
si doğrudan baş üzerinde, saçlarla birlik­
te yapılan başlıklardır. Başa giyilen işle­
meli veya düz fesler üzerine, yemeni,
krep, şal, yazma, yaşmak gibi ince ku­
maşlar örtülür. Başlıklar değerli taşlar,
altın ve gümüş paralar, inciler, penez-
lerle süslenir. Çoğu başlıklar ve başörtü­
lerde elişi çiçekli oyalar, en çok Edremit Yöresi kadın başlığı.

29
üzerine kara yazma sarar, yeni gelinler kaplanır. Sonra balmumu tabaka üzeri­
açık, canlı renkler kullanır. Genç kızlar ne desenler çizilerek buralardaki balmu­
beyaz yazma bağlar. Başlıklardaki altın­ mu kaldırılır ve üzerine boya dökülür.
lar genç kızın ve kadının serveti, güven­ Sıcak su veya benzinle yıkanarak kumaş
cesidir. Türkiye’deki etnografya müze­ balmumundan arıtılır, böylece boyalı
lerinde, özel koleksiyonlarda kadın baş­ desenler meydana çıkar. Batik sanatı­
lıkları koleksiyonlarını veya seçkin ör­ nın aslında bitik (yazma) adıyla Asya
neklerini bulmak mümkündür. Türk sanatı kumaş işçiliğinde yer aldığı­
BAŞMAK, Daha çok kadınların nı, bu sanatın Anadolu’da “yazmacılık”
giydiği, yumuşak deriden yapılmış, üze­ olarak ad değiştirdiğini söyleyen araştı­
ri desenlerle süslü veya sırma işlemeli rıcılar vardır.
pabuç. İslâm sanatında ilk örnekleri BAYRAK, Bir milletin, bir askerî
sandal biçiminde iken giderek çeşitleri birliğin, bir kuruluşun sembolü olan,
çoğalmıştır. Ortaçağlarda Türk ve îslâm belli ölçü ve renklerde yapılan kumaş
devletleri sultanlarının giydikleri ayakka­ parçası. Bayraklar “gönderi” denilen bir
bılara da başmak denilmiştir. İstan­ direğe asılır. Gönderinin tepesinde
bul’da ayrıca bir Başmakçı esnafının bu­ “alem” vardır. İlkçağlardan beri, millet­
lunduğunu Evliya Çelebi, Seyahatnâ- lerin, kavimlerin, orduların, hatta şehir­
me’sinde yazar. lerin, bir dinin mensubu toplulukların,
BAŞPÂRE, Ney, girift gibi kamış­ gemilerin sembolü olarak kullanılan
tan yapılan nefesli sazların ağza alınan bayraklar, üzerlerinde temsilî işaret ve
baş kısmındaki kemik, fildişi veya boy­ resimler taşır, bu işaret ve resimlerle ta­
nuzdan yapılan parçası. Başpârelerin nınır. Tarih boyunca kurulmuş Türk
ceviz, şimşir, abanoz gibi sert ağaçlar­ devletlerinin de ayrı ayrı bayrakları var­
dan yapıldığı da görülmüştür. Oyma ve dır. Bunlardan 16 Türk devleti, Türkiye
kakma desenlerle süslü olanları vardır. Cumhurbaşkanlığı forsuna birer yıldız
Nargile marpuçlarmın ağza alınan baş olarak işlenmiş, bayrakları ise ayrı bir
kısımlarına da başpâre denir. salonda sergilenmiştir. Bugünkü Türk
BATAK, Küplerden su almak için bayrağının ölçü ve biçimleri, 1936 yılın­
yapılan uzun saplı su bardağı. Altın, gü­ da çıkarılan bir kanunla tespit edilmiştir.
müş, bakırdan, hindistancevizi kabu­ BAYRAM TAHTI, Osmanlı sara­
ğundan, ağaçtan, sukabağmdan, sera­ yında “muayyede” denilen bayramlaş­
mik ve camdan yapılanları vardır. Kep­ ma törenlerinde, padişahın oturması,
çeye benzer, uzun saplı “maşraba” biçi­ tebrikleri kabul etmesi için, Topkapı Sa­
mindedir. rayı Üçüncü Avlusu’na açılan “Bab’üs-
BATIK, Asya ülkelerinde, özellikle Saade” önündeki saçaklı sofada kurul­
Malezya ve Cava’da binlerce yıldır uy­ muş, değerli taşlarla süslü, altın işleme
gulanan, XVII. yüzyılda HollandalIlar ta­ taht. Bayram Tahtı, bugün İstanbul
rafından Avrupa’ya getirilen kumaş bas­ Topkapı Sarayı Müzesi Hazine Daire-
kı. Kumaş, önce düz bir yere serilir. si’nde sergilenmektedir. İki kişinin ra­
Üzeri ince bir balmumu tabakası ile hatça oturabileceği koltuk biçiminde

30
görülür. Bunların örnekleri Ankara Et­
nografya Müzesi’nde sergilenmektedir.
BEBEK, ilkçağlardan beri, özellikle
kız çocuklarının oynaması için taştan,
pişmiş topraktan, ağaçtan ve bezden
yapılan heykelcikler. Oyuncak olarak
yapıldığı gibi, ilkçağlarda Ana Tanrıça
kültü ile ilgili olanlar da vardır. Anado­
lu’da Çatalhöyük ve Hacılar Höyüğü
kazılarında, pişmiş topraktan yapılmış,
M.Ö. 6000-5000 yıllarına ait bebek
Bayram Tahtı (Istanbul Topkapı Sarayı
Müzesi)
heykelcikleri bulunmuştur. Dünyanın
hemen bütün kavimlerinde bebek kültü­
yapılmış Bayram Tahtı nm üzeri altın rü vardır. Oyuncak olsun, dini inançlar­
plâkalarla kaplanmış, arkalığına sarı sır­ la ilgili olsun bebekler, her ulusun geç­
ma ve serpme güllü bir kumaş döşen­ mişinde önemli bir yer alır. Türkiye’de,
miştir. Tahtın üzerinde kabara biçimin­ birçok sanatçı, folklorik ve tarihi giysile­
de 954 zeberced vardır. Bayram Tah- riyle ya da çeşitli tiplemelerle bebek
tı’nın ne zaman ve kim tarafından yap­ yapmakta ve sergiler açmaktadır. Turis­
tırıldığı bilinmemektedir. Ancak, Top- tik hediye amaçlı bebekler de yapılmak­
kapı Sarayı arşivinde bulunan 1760 ta­ ta ve satılmaktadır.
rihli bir belgede, hazine eşyaları arasın­ BEDESTEN, Kumaş, silâh, mücev­
da 953 zebercedle süslü, altın kaplama her gibi değerli eşyanın alınıp satıldığı
bir “taht-ı hümâyun”un varlığından söz kapalı çarşı. Farsça “bezzazistan” (yani
edilmektedir ki, o tahtın bu taht olması bez satanların çarşısı) adından Türkçe-
gerekir. Mustafa III, Selim III, Mustafa leştirilmiştir. Türk ve İslâm ülkelerinin
IV gibi padişahların bu taht üzerinde ya­ büyük şehirlerinde, çoğu zaman şehrin
pılan resimleri bugün Topkapı Sarayı merkezinde değerli eşyaların satıldığı,
Portreler Galerisi’nde sergilenmektedir. bir çeşit banka ve borsa görevini de ya­
Bayram Tahtı, maddî-mânevi değeri ve pan bedestenler, kubbeli, sağlam, ferah
sanatıyla, bir Türk şaheseri, millî bir ha­ yapılardır. Her bedesteni koruyan gö­
zine olarak müze ziyaretçilerini hayran revliler vardır. On beşinci yüzyıldan iti­
bırakmaktadır. baren başta İstanbul olmak üzere, Ana­
BÂZUBEND, Pehlivanların kolları­ dolu’nun birçok şehrinde bedestenler
na taktıkları gümüş nazarlık. Üçgen bi­ yaptırılmış, bunlardan çoğu günümüze
çiminde, üzeri telkari veya savat süsle- kadar gelmiştir. İstanbul’da; ikisi Büyük-
meli bir gümüş kutu içerisinde muşam­ çarşı (Kapalıçarşı) içinde, biri de Gala-
baya sarılı dua kâğıdı vardır. Gümüş ku­ ta’da olmak üzere üç bedesten vardır.
tu zincir veya meşin bir kolbağma bağlı­ Büyükçarşı içindekilerden eskisine Eski
dır. Gümüş, hilâl biçiminde üzeri “Müh­ veya Küçük Bedesten, ötekine Yeni Be­
rü Süleyman” motifli bâzubendler de desten denir. Yeni Bedesten 32

31

kubbelidir. 1914 yılında onarılmış ve halinde kesilip çuha gibi kalınca kumaş­
Belediye Mezat Salonu haline getiril­ lara aplike edilmesi ile seccadeler, per­
miştir. Eski eser niteliğinde birçok anti­ deler, bohçalar, yatak örtüleri yapılma­
ka eşyanın da arttırmayla satıldığı San­ sı. Bu işçilik Edirne’de de gelişmiştir.
dal Bedesteni ’ni her eski eser meraklısi BERAT, Osmanlı Devleti’nde yük­
tanır ve satışları izler. Başka şehirlerde­ sek derecede bir memurun atanması,
ki bedestenler ve kapalı çarşılarda da rütbe ve nişan verilmesi, bir hak ve im­
antika eşya ve eski eser alım-satımı ya­ tiyaz tanınması için saraydan padişah
pan dükkân ve mağazalar bulunmaktadır. adına yazılan resmi belge. Beratlar diva­
B ER JER KOLTUK, Fransa’da, nî yazı ile hazırlanır ve padişah tuğrası
15. Louis döneminde moda olmuş bir ile süslenir. Büyük boy kâğıtlara yazıla­
koltuk türü. Berjer koltukların yüksek rak mukavva veya madenî kutulara, at­
bombeli bir arkalığı vardır. Kolları ve las keselere yerleştirilen beratlar, yalnız
oturma yeri kumaşla kaplıdır. Oturma tarihî bir belge olarak değil, yazısı, tez-
hipli tuğra süslemesi yönünden de
önemli bir sanat eseridir. Müzelerde ve
eski eser koleksiyonlarında seçkin ör­
nekleri vardır.
BEREKET BOYNUZU, İçerisin
den çiçek ve meyvelerin taştığı, bolluk,
bereket ve barışı temsil eden, hafifçe
kıvrık boynuz motifi. Bu motif İlkçağlar­
dan beri kullanılmıştır. On dokuzuncu
yüzyıl Osmanlı Devleti armasında da bu
motif kullanılmıştır. Bereket boynuzu
Barok-Ampir sanatında da motif olarak
çok kullanılmıştır.
BERGAMA HALILARI, Ege Böl
gesi’ndeki Bergama, XVI. yüzyıldan be­
ri bir halıcılık merkezi olarak bilinir. Bit­
kisel motiflerle geometrik çizgilerin kay­
naştığı madalyonlu ve yıldızlarla süslü
Bergama halıları, kırmızı, mavi, sarı
yerine aynı kumaştan bir minder yerleş­ renkleriyle ünlüdür.
tirilir. Berjer koltuklar günümüzde de BERVANİK, Malatya ve yöresinde
aranmaktadır. Genellikle çift olarak üre­ önlük olarak kullanılan bir çeşit pamuk­
tilir. lu dokuma. Bervanik düz dokumayı de-
BENALUKA, Adını eski bir Türk senlemek için ağaç kalıplar kullanılır.
kenti olan Bosna’daki Benaluka’dan Batik ya da “yazmacılık” sanatında ol­
alan bir elişi. Küçük ve renkli kumaş duğu gibi, kalıplar boyaya batınlarak
parçalarının çiçek ve benzeri motifler dokuma üzerine basılır.

32
BESMELE, Kuran’daki, “Bağışla­
yan, esirgeyen Tanrı adıyla” anlamına
gelen, Arapça “Bismillâhirrahmanirra-
him”in kısaltılmışı. Rahim ve Rahman,
Tanrı adlarıdır. Kuran’da Tövbe Suresi
dışında, her surenin başına Besmele ge­
tirilmiştir. Her Müslüman bir işe başla­
yacağı zaman Besmele çeker, o işe Bes­
mele okuyarak başlar. Bir Hadis’te
“Kim ki Besmeleyi güzel yazarsa, ona
cennet yolu açıktır” denmiştir. Bu yüz­
den İslâm ve Türk hattatları bütün hü­
nerlerini yazının çeşitli türlerinde Bes­
mele yazarak göstermişlerdir.
Besmele’den yapılan yazı istifleri, ki­
tabelerde, kitap ve sure başlıklarında,
levhalarda, taş, ahşap, çini ve madenî
yüzeylerde' yer almıştır. Kûfi, sülüs, ne­
sih, reyhani, divanî, talik yazı türlerinde Leylek Resimli Besmele
çok sanatlı yazı istifleri vardır. İstan­
bul’da Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’n- BEŞÎK, Bebekleri yatırmak için kul­
de, Topkapı Sarayı Müzesi’nde, lanılan sallanır yatak. Beşikler ağaçtan,
demir yahut pirinçten yapılır. Üzeri bo­
yanır, desenlerle süslenir. Türk beşikle­
ri, ağaçtan, baş ve ayak uçları “kasnak-
lı”, üzerinde iki kasnağı birleştiren ve
“kaş” adı verilen kollu, yatak kısmı tek­
il neli ve altında “silbiç”in yerleştirildiği
: oyukludur. İstanbul’da Topkapı Sarayı
Müzesi Hazine Dairesi’nde bulunan,
XVI. yüzyıla ait altın kaplamalı ve de­
ğerli taşlarla süslü Şehzade Beşiği çok
ünlüdür. Ceviz ağacından yapılmış, dış
Ali Bestami’nin bir Besmelesi (1555 M.) yüzeyi altın yaldız ve sıvama gümüşle,
içi mor kadife ile kaplı bulunan bu be­
Vakıflar Hat Müzesi’nde, Ankara Et­ şik, elmas, yakut ve zümrütlerle süslü­
nografya, Konya Mevlâna müzelerinde, dür. Beşiğin baş ve ayak kasnağı üzerin­
İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi’nde- deki iki topuzu ile kolu yine değerli taş­
ki hat koleksiyonlarında ve koleksiyo- larla donatılmıştır. Beşik yatağı üzerin­
nerlerde seçkin Besmele levhaları bu­ deki beyaz ipekli kumaş incilerle işlen­
lunmaktadır. miş, bağırdak denilen kundak çubuklarına

33
taşlar yerleştirilmiştir. İstanbul Topkapı
Sarayı Müzesi ile Türk-lslâm Eserleri
Müzesi’nde, Ankara Etnografya Müzesi
ve daha başka müzelerde çeşitli Türk
beşikleri yer alır.

Beykoz Şekerlik (Fual Bayramoğlu


Koleksiyonu)

geleneksel Türk cam işçiliğini Avrupa,


özellikle Venedik cam işçiliği tekniğin­
den de faydalanarak geliştirmiş ve Bey­
koz’da bir imalâthane kurmuştur. Sara­
yın desteğindeki bu imalâthanede, say­
dam ve süt renginde (opalin) cam eşya­
lar yapılmıştır. Bunlar arasında billur su
bardakları, sürahiler, kâseler, koku şişe­
leri, gülabdan, lâledan ve çeşm-i bülbül­
ler, çiçeklik ve şekerlikler, ibrikler, ta­
baklar, vazolar, şerbetlikler çok ünlüdür.
Antika piyasasında Beykoz işi olarak bi­
linen bu cam eserler aynı zamanda altın
Beşik yaldız ve boya kullanılarak çiçek desen­
leri ile süslenmiş, opalin gülabdanlar
BEŞİBİRLİK (BEŞİBİRYERDE), kuş figürleri biçiminde de yapılmıştır.
Beş altın liradan meydana gelen, kadın­ Beykoz çeşm-i bülbülleri başta olmak
ların boyunlarına taktıkları süs altını. üzere Beykoz cam işi örneklerini müze­
Sultan Abdülaziz, Abdülhamid, Meh- lerimizde ve özel koleksiyonlarda gör­
med Reşad ve Cumhuriyet devri baskı­ mek mümkündür.
ları vardır. BEZEME, Sanat eserlerinin yüzeyi­
BEŞLİK, Osmanlı Padişahı Süley­ ni desen ve motiflerle süsleme. Bezeme
man II zamanında tedavül eden altın sanatı İlkçağlardan günümüze kadar çe­
sikke. Mahmud II devrinde de çıkarıl­ şitli evreler geçirmiş, mimaride, duvar
mıştır (Bak: Cihadiye). yüzeylerinde, her türlü eserde yer almış­
BEYKOZ CAM İŞİ, Osmanlı cam tır. Stilize gül motifleriyle süslemeye gül
sanatında, Selim IH’le başlayan ve ilkin bezek adı verilmiştir.
Beykoz’da kurulan atölyenin cam ima­ BİBLO, Masa, etajer, raf üzerine
latı. Osmanlı Padişahı Selim III devrinde konulan küçük boyutlarda heykeller, se­
Mehmed Dede adlı bir Mevlevî dervişi ramikler, maden, taş, ahşap süs

34
eşyaları. Bunlar arasında değerli maden Anadolu’nun İslâmlaşmasından sonra,
ve taşlardan yapılanlar, antika pazarla­ eski Türk kadınları süslenme geleneği,
rında sıkça görülür. Anadolu Selçuklu kadınlarında da de­
BİLEZİK, İlkçağlardan beri kadınla­ vam etmiş, bu yolla Osmanlılara ulaş­
rın kollarına taktıkları halka biçiminde mıştır. Türk kadınlarının süs takıları ara­
süs takısı. Arkeolojik kazılarda daha çok sında bileziğin ayrı bir önemi vardır. Bi­
mezar eşyaları arasında küpe ve kolye­ lezik, aynı zamanda kötülüklerden koru­
lerle bir arada bulunduğu görülmüştür. yucu bir nazar tılsımıdır. Altın ve gümüş­
ten yapılan, üzeri oyma ve kakmalarla,
değerli taşlarla süslenen bileziklerin ya­
nında, daha sade tunç ve bakır bilezikler
de görülür. Renkli camlardan yapılan
süslü bilezikler de Anadolu’da kullanıl­
mıştır. Burmalı, yılan başlı (dragonlu),
zincirli, kafesli, gümüş savatlı, gözenek­
li, kabartmalı gibi örnekleri bugün de
kuyumcular tarafından yapılmakta, bu
gelenek sürdürülmektedir. Bileziklerin
Gümüş Bilezik (Ankara Etnografya Müzesi) ayağa takılanlarına “halhal” denir.
BİLLUR, Duru, temiz kesme cam
Genellikle altın, gümüş, bakır, tunç, de­ veya kristal. Bundan yapılan bardak.
mir gibi madenlerden, camdan yapıl­ Hattatların kâğıtları parlatmak için kul­
mıştır. Seramikten ve ağaçtan yapılan­ landıkları yumurta biçimindeki beyzi
ları da vardır. Türkiye’de Prehistorik, cam toplara da (billur mühre) denir.
Hitit, Frig, Lidya, Urartu, Yunan, Ro­ BİNÇİÇEK CAM İŞİ, Çiçeğe ben­
ma, Bizans devrine ait ören yerlerinde zer örgeleri olan bir çeşit mozaik cam
yapılan arkeolojik kazılarda maden ve işi. Yapımında, önce bir demet haline
camdan çok çeşitli bilezikler bulunmuş, getirilen değişik renklerdeki cam çubuk­
bunlar müzelere kaldırılmıştır. lar, birbirine kaynaşana kadar ısıtılır.

35
Sonra incelinceye kadar, çekilerek uza­ yaygındır. İllerde kurulan müzelerin et­
tılır. Soğutularak küçük plakalar halinde nografya bölümlerinde türlü renk ve de­
dilimlenir. Her dilim, renkli bir çiçeğe senlerde seçkin bindallı örnekleri sergi­
benzer. Sonra da vazo ve kâse yapımın­ lenmektedir.
da şişirilen sıcak cam üzerine uygulanır. b in iş , Osmanlılarda din bilginleri­
Yeniden ısıtılır ve şişirilir. Böylece çiçek nin giydiği geniş bedenli, uzun, geniş
gibi, çok renkli bir desen elde edilir. Ve­ kollu cübbe. Yeniçeri subayı ve komu­
nedikli cam ustaları bu teknikte, vazo­ tanları da biniş giymişlerdir.
lar, kâseler, tabaklar yapmışlardır. BİTPAZARI, Kullanılmış eski eşya­
BİNDALLI, Kadife veya atlastan bi­ ların alım-satım yeri. Osmanlı devrinde
çilmiş entari, cepken, şalvar gibi kadın özellikle İstanbul’da değerli eşyaların sa­
elbiseleri üzerine klaptanla serpme ve tıldığı bedestenlerin dışında, ayrıca “bit­
sıvama çiçekler, kıvrım dallar işleme. pazarı” adıyla, geçici veya sürekli pazar­
Bindallı ile bohçalar, keseler ve örtüler lar kurulmuştur. Bu pazarlarda eskicile­
de yapılmıştır. Bindallı işleme gergefler­ rin sokak sokak dolaşarak topladıkları
de altın, gümüş sırmalarla kabartma ve eski eşyalar satıldığı gibi, paraya ihtiya­
cı olan kişi ve aileler de kullanılmış eşya­
larını getirerek pazarlamışlardır. Evliya
Çelebi’nin Seyahatname’sine göre, İs­
tanbul’un en eski ve tanınmış bitpazarı,
Kapalıçarşı’da kurulmuştur. Bitpazarla-
rında çoğu zaman eski eser niteliğinde­
ki antika eşyaların satışı da yapılmakta­
dır. Koleksiyoner ve antika meraklıları
bitpazarlarının daimi müşterileridir.
BOĞAZKÖY (HATTUŞAŞ)
BULUNTULARI, Anadolu’da M.Ö. 2.
binde büyük bir devlet kuran Hititlerin
Bindallı (İstanbul Başşehri Hattuşaş (Boğazköy) da yapı­
Sadberk Hanım
lan arkeolojik kazılarda meydana çıkarı­
Müzesi)
lan ve müzelere taşman buluntular. Bo­
ğazköy, Çorum İli Boğazkale Kasabası
yakınlarındadır. Boğazköy höyüğünde
Avrupalı ve Türk bilim adamları tarafın­
dan yaklaşık 150 yıldan beri arkeolojik
kazılar yapılmaktadır. Kazılar sonucun­
iğne işi olarak yapıldığı gibi, daha önce da şehri kuşatan surlar, tapmaklar, sa­
işlenmiş desenlerin kumaş üzerine dikil­ ray ve yerleşim birimleri meydana çıka­
mesiyle de yapılır. Üç etekli veya önü rılmıştır. Ayrıca Hitit İmparatorluk dö­
yırtmaçlı, belleri kemerli, kırmızı-mor nemine ait pişmiş topraktan yazılı tab­
kadife bindallılar Anadolu’da daha letler, seramikten kap kacak, rytonlar,

36
heykeller, kemik ve madeni eserler bu­ BONCUK, Renkli cam, taş, sedef
lunmuş ve bunlar Ankara-Anadolu Me­ gibi maddelerden yapılarak ipe dizilen
deniyetleri Müzesi ile Boğazköy’deki süs öğesi. İlkçağlardan beri kadınlar, süs
müzeye kaldırılmıştır. Buluntuların bü­ takısı olarak boyunlarına, kollarına tak­
yük bir bölümü M.Ö. 1800-1200 yılla­ mışlardır. Boncuklardan nazarlık, para
rı olarak tarihlendirilmiştir. Boğaz­ kesesi, süs alınlığı örüldüğü gibi, koşum
köy’de kazılara bugün de devam edil­ takımları da boncuklarla süslenmiştir.
mektedir. BORAZAN, Müzik aletlerinden ne­
BOĞDU , Kadınların almlanna ya fesli bakır çalgı. Osmanlı askerî bando­
da boyunlarına bağladıkları ince kumaş­ sunda kullanıldığı gibi, bas sesiyle “uyar­
tan işlemeli çevre. Çoğu kez oyalı çem­ ma” müziğinde de kullanılmıştır.
berler de kullanılır. Fular olarak boyna BOZDOĞAN, Başı topuzlu çomak.
sarılır. Başa, kaşların üzerinden alnı ör­ Osmanlı ordusunda atlı sekbanlar ve
tecek biçimde sarılan boğduların kaytan ocak subayları, bölükbaşı ve odabaşılar
ve boncuklarla süslenenleri vardır. bu çomakları taşımışlardır. Bozdoğan­
BOHÇA, Kare biçiminde, dört ucu lar, çoğu zaman atların eğerlerine asıl­
bir araya getirilerek bir eşyanın sarıldığı mıştır.
bez. Gördükleri hizmete göre, mendil, BOYNUZ, Hayvan boynuzunun
hamam, çamaşır, elbise, ferace, yeme­ ucundan delik açılarak yapılan nefesli
ni bohçası gibi adlar alır. Bohçalar atlas, çalgı. İlk ve Ortaçağlarda Avrupa’da
canfes, kemha, çatma gibi ipekli ku­ köylülerin haberleşme ve çağrı aracı.
maşlardan yapıldığı gibi kadife veya düz İlkçağlarda boynuzdan içki kabı yapıldı­
dokuma üzerine altın ve gümüş işlemeli ğı gibi, içi meyve dolu boynuz resmi,
olarak da dikilir. Bu tür işlemeli bohça­ bereketin sembolü sayılmıştır. Ucu ve
lara gergef, kasnak işi denir. Bohçalar, ağzı altın, gümüş gibi madenlerle kaplı
evlenecek kızların çeyizleri arasında da çağrı boynuzlarına antikacılarda rastlan-
önemli bir yer alır. Sırmalarla birlikte ib­ maktadır.
rişim, pul, ayna işlemeli bohçalar vardır. BORK, Keçe külah ya da keçeden,
B OH EM CAM-KRİSTAL, Bo posttan yapılmış başlık. Orhan Gazi za­
hemya, Çekoslovakya’da bir bölge manında askerin ve Yıldırım Bayezid
olup, burada çıkan kaya kristalinden ya­ devrinden itibaren yeniçerilerin resmî
pılan cam eşya, XVI. yüzyıldan itibaren başlığı olarak bilinen börk, beyaz keçe­
çok tanınmıştır. Oldukça ağır olan Bo­ den yapılmıştır. Yeniçeri keçesi de de­
hemya camından renkli, saydam ve ya­ nen bu börkler 45 santim yüksekliğin-
rı saydam, boyalı ve yaldızlı kadehler, dedir. Bundan sonrası arkaya dökülen
bardaklar, vazolar, sürahiler, her tür “yatırtma”dır. Yatırtma omuzlara düşer.
kristal eşya yapılmış, bu eşyalar özellik­ Börk, Osmanlılara, Orta Asya Türk
le antika piyasasında çok tutulmuştur. boylarından girmiş çok eski bir başlıktır.
Taklitleri de yapılan Bohem cam eşya, Kadınların da işlemeli ve hotozlu börk
XIX. yüzyılda Türkiye’ye ithal edilmiştir. giydikleri bilinmektedir.

37
Gümüş Buhurdan, Bizans Devri,
6. yy. (Antalya Müzesi)

BROKAR, Altm, gümüş tellerle iş­ ve kadın için “üstlük” veya “poşu” deni­
lemeli kumaş. Bunlara simli ya da sır­ len başörtüsü ya da bel kuşağı olarak
malı kumaş da denir. Önce, Doğu ülke­ kullanılır. Son yıllarda işlemeleri kasnak
lerinde dokunmuş, daha sonra Avru­ yerine makine ile yapılmaktadır.
pa’da dokunarak moda olmuş bu ku­ BUHURDAN, Kokulu ağaç parça­
maş, Osmanlı devrinde Bursa’da da do­ larının yakıldığı tütsü kabı. Buhurdanlar
kunmuştur. Zerbaft-Altm dokuma adın­ altın, gümüş, bakır, pirinç, porselen ve
daki ipek, altın, sırma karışımı kumaş­ seramikten yapılmıştır. Kömür ateşinin
lar, Avrupa’ya da ihraç edilmiştir. konulduğu yarım küre şeklinde bir man­
B RO Ş, Kadın elbiselerinin yakasına galı, onun üzerinde de yine yarım küre­
takılan süslü iğne. Önceleri elbisenin ye benzer kafes biçiminde, ajurlu kapa­
açılmasını önlemek ihtiyacından doğan ğı (kubbesi) vardır. Kubbesinin üzerinde
bir çeşit toka iken, zamanla yakalara ta­
kılan süslü bir iğne olmuştur. Eski Mı­
sır’da, Roma’da, Etrüsklerde çok moda
olan broşlar, Ortaçağ Avrupa’sında ka­
dınların vazgeçemediği bir süs takısı ha­
line gelmiştir. Altın, gümüş, platin gibi
değerli madenlerden yapılarak elmas,
pırlanta, zümrüt, yakut gibi değerli taş­
larla süslenen broşlar günümüzde de
kullanılmaktadır.
BULDAN BEZİ, Denizli’nin Bul­
dan ilçesi nde dokunan, genellikle sarı,
beyaz renkte özgün dokuma. Beyaz
renkler pamuk, sarılar ipek işlemedir.
İşlemeleri “biz” adı verilen tığlarla, kas­
naklarda yapılır. Buldan bezleri erkek Buhurdan (İstanbul-Sadberk Hanım Müzesi)

38
süslü bir alem, gövdenin oturduğu ayak­
lar, kulpu veya üç zincirli askısı, ayrıca
buhurdanın konduğu buhurdan tablası
bulunur. Buhurdanlar tarihin eski devir­
lerinden beri tapınaklarda, saraylarda
güzel koku yaymak için kullanılmış, sa­
natlı olarak yapılmıştır. Türklerde bu­
hurdanlık cami, mescit, türbe, tekke,
konak gibi yapılarda kullanılmış, çok
süslü olarak yapılmıştır.
BURAK, Hz. Muhammed’in Mi-
raç’ta bindiği, başı insan, gövdesi at
şeklinde kanatlı yaratık. Genellikle Türk
sanatında Miraçname minyatürleri ara­
Burçları Gösteren Bir Evren Haritası (İstan-
sında görülür. Mitolojide Müz’lerin bin­ bul-Türk ve İslâm Eserleri Müzesi, No: 1973)
diği Pegas adında kanatlı at olarak res­
medilmiştir. adlandırılmıştır. Her burcu sembolize
eden bir işaret vardır. Üçer üçer ayrılan
bu burçlar, yılın mevsimlerine göre şöy­
le yer alır. Yaz mevsimi, güneşin yen­
geç burcuna girmesiyle başlar. Aslan ve
başak burcuyla devam eder. Güneş, ilk­
baharda koç, boğa ve ikizler burcunda,
sonbaharda terazi, akrep ve yay bur­
cundadır. Kışın oğlak, kova ve balık bur­
cunu kapsar. Astrologlar, insanların do­
ğum günlerini, doğum gününün rastla­
dığı burçla belirleyerek, kişilerin kader­
lerini ve geleceklerini okumaya çalış­
mışlardır. Onlara göre her kişinin sahip
olduğu burç, o kişinin yaşamını yönlen­
Burak dirmektedir. Bu yüzden burç sembolle­
(Siyer-i Nebi, ri, süs takılarının sık sık görülen öğeleri
Chester olmuştur. Burç sembolleriyle altın, gü­
Beatty)
müş kolyeler, yüzük kaşları, küpeler ya­
pılmış, bu semboller çeşitli dönemlerde
BURÇ, Astronomi (gökbilim) de gü­ süsleme motifleri olarak kullanılmıştır.
neş sistemi on iki yıldız takımına bölün­ BURMA, Haddeden geçirilen, iste­
müş ve bunlar koç, boğa, ikizler, yen­ nen kalınlıkta çekilen altın ve gümüş tel­
geç, aslan, başak, terazi, akrep, yay, lerin bir mengeneye tutturulduktan son­
oğlak, kova, balık burçları olarak ra kendi içi çevresinde burulması. Bu

39
tellerle yapılan bileziğe “burmak bilezik” BÜRÜMCEK, Ham ipekten doku­
denir. Adana kuyumculuğu el sanatları nan ince kumaş. Daha çok iç giyim ve
arasında yaygındır. çamaşırlarda kullanılmıştır. İplikle karı­
BURMALI SÜTUN, Halat gibi bu­ şık olarak dokunanlarına “hilâlî” denir.
rularak yapılmış taş, ahşap ve maden Bu da erkek çamaşırları ve mintanların­
sütun. İstanbul-Sultanahmet Meyda- da kullanılır. En iyi bürümcekler, Bursa,
nı’nda, Bizans İmparatoru Teodosi- Denizli, İstanbul ve Şam’daki tezgâhlar­
os’un diktirdiği üç yılanın birbirine da dokunmuştur.
dolaşması biçimindeki tarihi tunç sütuna BÜST, İnsan gövdesinin baş ve gö­
da “Burmak Sütun” denir. ğüs kısmının heykeli. Eski Mısır, Mezo­
BURSA MADALYASI, 1911 yı­ potamya ve Eski Anadolu heykel işçili­
lında Bursa’da Türk el sanatları sergisi­ ğinde büstler ilk büst örnekleri sayılırlar.
ne katılan ve sergide birincilik, ikincilik Daha sonra Roma sanatında büst büyük
kazananlara verilen altın ve gümüş ma­ bir yaygınlık göstermiş, (İslâm ülkeleri
dalya. Madalyanın ön yüzünde Bursa dışında) her devirde yapılmıştır.
Ulu Camii’nin kabartma resmi ile 1327
tarihi, arka yüzünde hilâl, dut yaprağı
ve “Bursa Sergisi” yazısı ve madalya ka­
zanan kişinin adının yazılacağı yer var­
dır. Bursa Sergisi Madalyası, bazı ma­
dalya koleksiyonlarında görülmektedir.
BÜFE, İçine sofra takımları, biblo
ve antika eşyaların yerleştirildiği işleme­
li ahşap dolap. Son yıllarda antika eşya
satan mağaza ve dükkânlarda, antika
mobilyalar arasında eski büfelerin de
yer aldığı görülmektedir.
BÜRGÜ, Cumhuriyet dönemine
kadar Türkiye’de kadınların başlarını ve
yüzlerini örtmek, için büründükleri çar­
şaf. Başlığında yalnız göz hizasında bir
açıklık vardır. Tüm vücudu topuklara
kadar örter. Arap ülkelerinden Türki­
ye’ye gelen, köy ve kasabalardan daha
İmparator Tiberius Büstü (Efes Müzesi)
çok şehirlerde giyilen bu tür giyime “ih­
ram, makrama” da denilmiştir.

40
CAM-TÜRK CAM İŞÇİLİĞİ, Ca- birer cam şaheseri olarak müzelerde ve
mm keşfi ve yeryüzüne dağılışı tarihi özel koleksiyonlarda yer almaktadır.
çok eskidir. Tarih öncesi Neolitik Anadolu Selçuklularında cam, mimari­
Çağ’larda cama benzer maddelerden de “fil gözü” desenli alçı pencerelerde
süs eşyaları yapıldığı görülmüşse de ger­ kullanıldığı gibi, camdan tabak, kadeh,
çek camın M.Ö. 3000 yıllarında Mezo­ sürahi, kandil, şişe gibi eşyalar da yapıl­
potamya ve Eski Mısır’da kullanıldığı bi­ mış ve bunlar süslenmiştir. Beyşehir
linmektedir. Mezopotamya’daki Tel Gölü batı sahilindeki Selçuklu devri Ku-
Ahmar’da Akad Sülâlesi’ne ait mezar­ badabad Sarayı kazılarında bulunan ve
larda (M.Ö. 2700-2600) cam eşyalar bugün Konya Karatay Medresesi Çini
bulunmuş, Eski Mısır’da Firavun Amen- Eserler Müzesi’nde sergilenen Sultan
hotep (M.Ö. 1551-1523) devrinde de Gıyaseddin Keyhüsrev II adı yazılı cam
renkli cam kullanılmıştır. M.Ö. 1500 tabak, bu devir cam sanatının seçkin bir
yıllarında camın Çin’de de kullanıldığı örneğidir. Osmanlılar devrinde XVI.
bilinmektedir. Camın üfleme tekniği ile yüzyıl, Türk cam sanatının altın çağıdır.
biçimlendirilmesinin Suriye keşfi oldu­ Aynı yüzyılda Avrupa’da cam sanatının
ğu, Sayda’da cam imalâthanelerinin bu­ gelişmiş olması dikkate alınırsa, Os-
lunduğu ele geçen buluntulardan anla­ manlı cam eserlerinin Türk zevkine gö­
şılmaktadır. M.Ö. VI. yüzyıldan itibaren re Avrupa’da yapılarak ithal edildiği
Anadolu’da da camın kullanıldığını, keyfiyeti de akla gelmektedir. Ancak el­
camdan koku şişeleri yapıldığını arke­ deki belgelere göre XVII. yüzyıl sonuna
olojik kazı buluntuları bize bildirmekte­ kadar Osmanlılarda, özellikle İstan­
dir. Camın Roma sanatında önemli bir bul’da, bir camcı ve şişeci esnafının bu­
yeri vardır. Romalıların idaresi altında, lunduğu, esnaf loncalarına bağlı olarak
Mısır’daki İskenderiye şehri, cam sana­ faaliyet gösterdikleri de bir gerçektir.
yiinin geliştiği bir merkez olarak tanın­ Bu devirde cam, şişe, sırça ve ayna ya­
mıştır. İslâm sanatında cam, mimariye panlar ayrı ayrı teşkilata bağlanmışlar­
de girmiş, yapılarda renkli vitraylarla dır. XVII. XVIII. yüzyıllarda İstanbul’da,
süslü pencere camı olarak kullanılmıştır. Eğrikaya ile Tekfur Sarayı arasında cam
Ayrıca sürahiler, kandiller, kadehler, ta­ imalathanelerinin bulunduğu bilinmek­
baklar olarak yaygın bir sanat halinde tedir. Murad III devrine ait Sürnâme’de-
gelişmiş, bunlar mine ve altın yaldızlarla ki bir minyatürde cam ustalarının geçit
süslenmiştir. XIV. yüzyıl Memlûk sana­ töreni tasvir edilmekte, camların üfürü-
tında Musul işi mineli cam kandiller, lüşü gösterilmektedir.

41
Daha sonra Bakırköy’de de cam
imalathaneleri kurulmuş, cam için ge­
rekli ince ve beyaz renkte iyi kum,
Kumboğazı’ndan sağlanmıştır. XIX.
yüzyıl başlarında Beykoz-Çubuklu sem­
tinde de bir cam ve kristal atölyesi açıl­
mış, burada saydam ve renkli camlar­
dan (opalin) kandil, bardak, kâse, lâle-
dan, gülabdan, çeşm-i bülbül, tabak, şe­
kerlik, matara gibi çeşitli eşya yapılmış­
tır. Beykoz işi denilen bu eşyalar, antika
piyasasında büyük ün kazanmıştır.
1899’da Paşabahçe’de bir cam fabrika­
Cam Sürahi
sı kurulmuşsa da ömrü kısa olmuş, an­
cak 1934 yılında Sümerbank Paşabah-
çe Cam Fabrikaları’nın kurulup geliş­ korumak için resmin arkasına karton
mesiyle Türk camcılığı yurtiçinde ve dı­ levha konur. Resmin boyanmayan boş­
şında yeniden şöhretine ulaşmıştır. luklarına gümüş ya da altın yaldız kâğıt­
Anadolu’nun îslâm öncesi devirlerine lar yerleştirilir. Bazı camaltı resimlerinin
ait cam eser örnekleri Türkiye’de, başta arka fonunda desenli, işlemeli, düz ipek
arkeoloji müzeleri olmak üzere il müze­ kumaşların da kullanıldığı görülmüştür.
lerinde sergilenmektedir. Arkeolojik ka­ Ülkemizde çok eski bir tarihi olan ca-
zılardan, özellikle mezar eşyaları arasın­ maltı resimleri, halk resminin canlı ör­
da meydana çıkan bu cam eşyaları, ba­ nekleri olarak dikkat çekerler. Bu resim­
zı özel koleksiyonlarda da görmek lerde halk masallarına konu olan şah-
mümkündür. Osmanlı camcılığı ve Bey­ maran figürleri, deniz kızları, Hz.
koz işleri daha çok İstanbul Topkapı Sa- Ali’nin cenkleri, Hz. Ali’nin tabutunu
rayı’nda, Türk-lslâm Eserleri ve Ankara taşıyan deve, Kâbe ve Medine Camii,
Etnografya müzelerinde yer almaktadır. İbrikli çiçek buketleri ve vazolar yer aldı­
Özel müzeler ve kişilere ait özel koleksi­ ğı gibi, yazı dolgulu Mevlevi ve Bektaşi
yonlarda da zengin çeşitli cam eserler başlıkları, “Amentü Gemisi, Besmele ve
bulunmaktadır. “Allah, Muhammed” yazıları, manzara­
CAMALTI, Cam levhanın arka yü­ lar da yer alır. Türk toplumunun inanç
zeyine toz boyalar, guvaş, yağlı ve su­ ve duygu dünyasına hitap eden camaltı
luboya, hatta akrilik boyalarla çalışılan resimleri, genelde resim eğitimi görme­
soğuk resim tekniği. Cam üzerine çalış­ miş halk sanatçılarının eseri olduğu için
mada önce resmin deseni ve en üstte bunlarda imza ve tarih bulunmaz. Bu
görünen detaylardan başlanır. Daha yüzden ne zaman ve kim tarafından ya­
sonra çizgiler arasındaki yüzeyler, son pıldıkları bilinmez. Topkapı Sarayı Mü-
olarak da arka fonda görünen renkler zesi’ndeki 1817 tarihli Mevlevi Sikkesi
boyanır. Boyalı yüzeyi dış etkenlerden formunda yazı-resim sikkesi camaltı ile

42
Mehmed Sadık’ın 1831, Mehmet Sülüs celisi, nesih celisi diye yazı türüne
Emin’in 1839 tarihli iki yazı resmi, da­ göre adlandırılmıştır.
ha başka müze ve özel koleksiyonlarda CENBİYE, Demir saplı, sapı ince
görülen tarihli ve imzalı camaltı resimle­ gümüş tellerle sanlı, ucu fazla kıvrık
ri, halk resminin dışında, usta ve hattat Arap hançeri. Çoğunun kınları altın,
eserleri sayılır. Camaltı resimleri eski gümüş ve değerli taşlarla süslüdür.
Akdeniz ülkeleri ve Avrupa, hatta Asya CEPKEN, Gömlek üzerine giyilen
sanatında çeşitli örnekleriyle de görül­ uzun kollu, önü açık, kaytan veya düğ­
mektedir. melerle de tutturulan kısa libas. Çoğu
CAMEDAN, Çuha ve kadifeden di­ kez çuhadan yapılarak önü ve sırtı sır­
kilen, önde çapraz, iki sıra düğmeli ye­ malı veya kaytanlı motiflerle süslenir.
lek. Cepkenden farkı, ön parçalarından Kadın ve erkek giyiminde daha çok şal­
birinin diğeri üzerine kapanmasıdır. Ya­ var üzerine giyilir. Kol yakaları geniştir.
ka, kol ve kapakları, sırma ve kaytanla
süslenmiştir.
CAMEKÂN, Camlı ve bölmeli do­
lap. Evlerde ve dükkânlarda, eşya koy­
mak üzere kullanılır. Ağaç, oyma, sedef
ve fildişi kakma süslü olanları vardır.
CANFES, Düz renk, ince, ipek
Türk kumaşı. Tek kat çözgü ve kat atkı­
lı, aralıklı olarak münavebe ile örgü gibi
Bursa Cepkeni (Ankara Etnografya Müzesi)
dokunmuştur. Atkıları seyrek atıldığı gi­
bi, aynı renkteki çözgüleri kumaşa deği­
Kimi cepkenlerin kolları yırtmaçlı olup
şik bir güzellik katar. Osmanlı sarayla­
omuzdan aşağı düşer. Bu tür cepkenle­
rında ve zengin konaklarında çok kulla­
re kartalkanadı adı verilir. Eski bir Türk
nılan ve en iyileri Bursa’da dokunan bu
giyimi olan cepkenleri yeniçeriler de
kumaştan kadın cepkenleri, şalvarları,
giymiştir. Anadolu’da bölgelere göre
yaşmakları, entarileri, erkek mintanları,
çeşitleri vardır. Bugün halk oyunlarında,
bohçalar dikilmiştir. Canfeslerin yanar­ kız-erkek oyuncuların çoğu cepken giy­
döner ve kumrugöğsü adında iki ayrı çe- mektedir.
şiti vardır. CEYLAN KÂĞIDI, Kâğıt olarak
CETVEL, Yazma kitaplarda, sayfa kullanılan ceylan derisi. İslâm ve Türk
kenarına çekilen dikdörtgen çerçeve şe- sanatında birçok değerli kitap ceylan
riti. Cetveller çoğu durumda altın yaldız­ derisine yazılmıştır. İstanbul Türk ve İs­
la çekilmiştir. lâm, Topkapı Sarayı, Vakıflar, Ankara
CELİ, Yazı sanatında kullanılan bir Etnografya, Konya Mevlâna müzelerin­
terim. Kûfi, sülüs, nesih, talik gibi yazı de, ayrıca İstanbul Süleymaniye Kütüp­
türlerinin, uzaktan kolayca okunacak bi­ hanesi ’nde ceylan derisi üzerine yazıl­
çimde kaim ve iri harflerle yazılması. mış Kuran’lar, cüzler bulunmaktadır.

43
CİHADİYE, Savaş masraflarını
karşılamak üzere Osmanlı Padişahı
Mahmud H’nin 1223 Hicri (1810 Mila­
di) yılında çıkardığı 5 kuruş (200 para)
değerindeki gümüş para. Yarım ve çey­
Ceylan derisi üzerine Kûfi yazı ile bir sayfa. rekleri de vardır. Ön yüzünde süslü da­
(Türk ve İslâm Eserleri Müzesi) ire, bordür ortasında, Mahmud II tuğra­
sı, arka yüzünde “duribe fi Konstantini-
CEZVE, Kahve ocağında, ateş üze­
ye 1223” yazısı vardır.
rinde ve mangalda kahve pişirmek için
CİLÂLI TAŞ (NEOLİTİK ÇAĞ)
kullanılan uzun saplı, silindir gövdeli
ESERLERİ, Tarih öncesi (Prehistorik)
kap. Cezveler bakırdan yapılıp kalaylan­
çağlar içinde Yontma Taş ( Paleolitik)
dığı gibi, emayeli madenden, hatta alü­
ve onu izleyen Orta Taş (Mezolitik) çağ­
minyumdan da yapılır. Gövdesi ve sapı
dan sonra gelen tarihi çağ. İnsanlar top­
süslü olanlarına antikacılarda, müze ve
rağa yerleşir. Ev-bark kurar, tarımla uğ­
özel koleksiyonlarda rastlanabilir.
raşır, bazı hayvanları ehlileştirir. Madeni
CİBİNLİK, Sineklerden korunmak
için yatakların üstüne çadır gibi kurulan tanımaz, fakat taşı birbirine sürterek ci­
lalar, araçlar yapar. Seramik kap kacak
ince tül örtü. Yatak ve karyolalar üzeri­
ne kurulan, tavanı kalkık ve süslü kumaş bu çağın en bol eserleridir. Seramikten
cibinliklere “kubbeli cibinlik” denir. Ana Tanrıçalar, içki kapları da yapmış­
Bunlar oymalı ve yaldızlı sütuncelere lardır. Bu çağ, Anadolu’da M.Ö. 7000
gerilir. Tahtların üzerindeki kubbeli ve ve 6000’lerde Konya yakınlarında Ça-
çok süslü olanlarına “baldakin” adı veri­ talhöyük’te ve Burdur yakınlarındaki
lir. Hacılar’da yapılan kazılarla en seçkin
CİCİM, Ensiz olarak dokunan par­ örneklerini vermiştir. Ankara Anadolu
çaların yan yana birleştirilmesiyle mey­ Medeniyetleri Müzesi’nde çoğu sergi­
dana gelen kilim. Dokunan parçalar bir­ lenmektedir.
leştirildiği zaman desenler birbirini ta­ CİLBENT, Her tür resim ve kâğıtla­
mamlar. Daha çok Türkmen oymakları­ rı koruyan, kitap kabına benzer dosya.
nın bulunduğu bölgelerde dokunur. Böl­ Meşinden, deri ve kumaş kaplı mukav­
gelere göre renk ve desen özellikleri vadan yapılır. Üzeri cilt işçiliğinde süsle­
vardır. Desenler, zemine sonradan iş­ nir. Lâke ve ebru cilbentler de vardır.
lenmiş hissini verir. Üzerindeki motifler CİLT-CİLT SANATI, Elle yazılan
yıldız, baklava biçiminde madalyon, veya basılan bir kitabın dağılmasını ön­
keskin çizgili geometrik bezemeler ola­ lemek, kitabı dış etkenlerden korumak
rak dikkati çeker. Çoğunda kökboya için dışına geçirilen mukavva veya deri
kullanıldığı için solmaz. Koyu mavi, kır­ kapak. Tarihin ilk devirlerinde papirüs
mızı, siyah, sarı renkler daha çok kulla­ ve parşömene yazılan metinler silindir
nılır. Cicimler çadır kapısı örtüsü olarak biçimde sarılır, deri kumaş bir kılıf için­
dokunurlarsa da son yıllarda kilim gibi de korunurken, M.S. V. ve VI. yüzyıllar­
sergi eşyası olarak kullanılmaktadır. da bugünküne benzer kitaplar
uzantılar eklenmiş, arabesk süsleme
öğelerin yerini yaprak, çiçek, rûmi ve
hatayı motifler, bunlardan meydana ge­
len kompozisyonlar almıştır. XVI. yüz­
yıl, Osmanlı cilt sanatında şaheserlerin
yaratıldığı bir devirdir. Deri üzerine sı­
cak çelik kalıplarla kabartma basılan
şemseler, ciltin dört köşesini dolduran
köşebentler, cilt süslemesini dikdörtgen
bir çerçeveye alan zencerek ve örgü
motifli cetvelleri yer yer renkli boyama­
larla bezenmiştir. Ciltin kitap içine kıvrı­
labilen cilt kanadı veya “miklep” adı ve­
rilen uzantıları da aynı şekilde süslen­
miştir. XVIII. yüzyıldan sonra yapılan ki­
mi ciltlerin mukavvalarının meşin yerine
Osmanh cildi. Meşin. 18. yy. ebru kâğıt ile kaplandığı olmuştur. Yine
bu devirden sonra, cilt mukavvası üzeri­
hazırlanmış ve bunlar süslü kapaklarla ne aharlı kaim kâğıtlar kaplanarak bu
ciltlenmiştir. Asya’da Çin ve Hindis­ kâğıtlar renkli boyalarla süslenmiş, süs­
tan’da, Avrupa’da Hristiyan ülkelerde, lenen yüzeye “lâk” sürülerek lâke ciltler
özellikle kutsal kitaplar özenle ciltlenir yapılmıştır. Deri üzerine kalıpla yapılan
ve ciltleri süslenirken, İslâmiyet cilt sa­ köşebent ve göbek şemseleri altınla sı­
natına ayrı bir teknik ve zarafet getir­ vanırsa bunlara “mülemma şemse” adı
miştir. Islâmiyetin ilk yıllarında parşö­ verilmiştir. Kimi ciltlerin üzerine renkli
men üzerine yazılan Kuran yapraklarını ipek kumaşlar da kaplanmıştır. Topkapı
bir araya getiren deri ve deri kaplı mu­ Sarayı Müzesi’nde pek çok kitap cilti al­
kavva ciltler, ustalarının elinde bir sanat tınla, zümrüt, yakut, elmas, firuze gibi
dalı olarak gelişmiştir. XI. yüzyıl sonla­ değerli taşlarla süslenmiştir. Osmanlı
rında Büyük Selçuklulara geçen Türk-ls- Devleti’nde XV. yüzyıldan başlayarak
lâm Asya cilt sanatı, Selçuklular devrin­ bir sanat dalı olarak gelişen cilt işçiliği
de gelişmesini sürdürmüş, özellikle ara­ en güzel örneklerini İstanbul’da vermiş,
besk desenli ve yuvarlak şemseli, deri bu alanda Mehmed Çelebi, Hüseyin
üzerine, kabartma süslü Selçuklu ciltleri Çelebi gibi şöhretli ustalar yetişmiştir.
seçkin örnekler vermiştir. XV. yüzyıl or­ Şurası bir gerçektir ki, dünyanın hiçbir
talarında, Fatih Sultan Mehmed devrin­ ülkesinde cilt sanatı, Osmanlı devrinde
de Türk cilt sanatı ayrı bir üslûpla ken­ olduğu kadar ileri, zengin bir sanat dalı
dine özgü bir çığır açmıştır. Bu devirde olarak gelişememiştir. Bugün İstanbul
cilt süslemeciliğinde şemseler yuvarlak Topkapı Sarayı, Türk-lslâm Eserleri
biçimlerden oval (beyzi) biçimine dönüş­ müzeleri ve Süleymaniye, Üniversite
müş, iki ucuna “salbek” denen rûmi kütüphanelerinde, ayrıca Ankara

45
CÜBBE, Şam kumaşından veya be­
yaz ipek-pamuk karışımı kumaştan ya­
pılan, etekleri dizden aşağıda, önü yırt­
maçlı, yakasız üstlük. Din ve bilim
adamları giydiği gibi Osmanlı askerî teş­
kilâtında yeniçeriler de giymişlerdir. Ye­
niçeri cübbelerinin arka etekleri uzun,
ön etekleri kısadır.
Sultan Murad III Divanı Cildi. 1588. CURA, Türk halk müziği çalgısı.
(İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi) Tezeme (tezkene) adı verilen mızrapla
çalınır. Bağlama grubunun en küçük
Etnografya, Konya Mevlâna müzeleri
boylu sazı olup üç çift tellidir. Gövdesi,
ile çeşitli kütüphanelerde, özel kütüpha­
kütükten armut biçiminde oyulmuştur.
ne ve koleksiyonlarda cilt hâzinelerinin
seçkin örnekleri yer almaktadır. Türk
kitap cilti sanatı, Türk yazı sanatı, Türk
çini, halı, kumaş, ahşap sanatı kadar
yücelmiş, zengin bir zevkin ürünüdür.
CİRİT SOPASI, Geleneksel Türk
cirit oyununda kullanılan, 1 m. uzunlu­
ğunda ağaç sopa. Cirit sopaları, kabuğu
soyulmuş hurma, kurutulmuş meşe ve­
ya şimşir dalından yapılır. Üzeri cilala­
narak boyalarla süslenir, sahibinin adı
yazılır.
CÖNK, Daha çok halk şairlerinin
seçme şiirlerinin derlendiği elyazması
antoloji. Cönklerin bir özelliği, boyla­
rının uzun ve enlerinin dar oluşudur.
Çoğu zaman renkli kâğıtlarla düzenlenir
ve meşinle ciltlenir. Yazma kitapların
bulunduğu resmi ve özel kütüphaneler­
de çeşitli örnekleri vardır. Cönklere sa­
hibinin merakına göre, özel notlar, du­
alar, doğum, ölüm tarihleri de yazılır.
Ç Ö Ğ Ü R, Saplı, kopuza benzeyen
beş telli ve yirmi altı perdeli saz. Germi- *v. .'.vK vr^
yanoğlu Yakup Bey tarafından icat edil­
diği söylenir. XVII. yüzyılda Anadolu’da
yaygın olarak kullanılmıştır. Kimi bölge­
lerde “meydan” veya “divan” sazı da
denir. Konya kadın giyiminde cepken ve şalvar.

46
Divan curası, bağlama curası ve Re, orta teller Sol, üst teller Do sesleri­
tambura curası gibi adlarla anılan türle­ ne akortlanır.
ri vardır. En yaygın olanının boyu 70- CÜZ KESESİ, Osmanlı devrinde
75 cm. olup, alt telleri Do ya da Re ses­ okul çocuklarının boyunlarına astıkları,
leri akort edilenlidir. Üzerinde altta 2, içerisinde “Elifba” adı verilen alfabe ve­
ortada 2 ve üstte 2 olmak üzere 6 tel
ya Kuran’m “Tebâreke”, “Amme” gibi
vardır.
cüzlerinin (fasıllarının) bulunduğu, deri­
Cura, aktarımcı bir çalgıdır. Cura
den, kumaştan yapılmış, sırma işlemeli
için notalar sol açarı ile yazılır. Sesler
kese. Varlıklı aileler çocukları için özel
yazıldığından bir tam dörtlü inceden du­
yulur. cüz keseleri yaptırarak, bunları altın-gü-
Cura da tambura gibi birçok biçimde müş sırmalarla süslemişlerdir. Topkapı
akortlanır, ancak en yaygın olan “bozuk Sarayı Müzesi’nde, Osmanlı şehzadele­
düzeni” ya da “kara düzen” denilen rine ait, değerli taşlar ve incilerle süslü
akort biçimidir. Bu biçimde, alt teller cüz kesesi örnekleri bulunmaktadır.

47
ÇADIR, Açık havada araziye kuru­ ev”leri tipik çadır örnekleridir. Selçuklu
lan bez, kumaş, kaim dokuma ve deri­ ve Osmanlı çadırları bez, kumaş ve de­
den yapma taşınabilir barınak. İlkçağlar­ riden yapılmıştır. Osmanlılar, ülkelere
dan beri dünyanın çeşitli ülkelerinde gö­ yaptıkları uzun seferlerde padişahlar
çebe veya yarı göçebe topluluklar tara­ için kurulan çadırlara “hünkâr çadırı”,
fından kullanıldığı gibi, yolculuk ve as­ “otağ-ı hümayun” komutanlara ait olan­
kerî seferlerde de taşman ağırlıklar ara­ lara “paşa çadırı” demişlerdir. Geniş ve
sında yer almış, konaklanan yerlerde birkaç direkli olan bu çadırların iç ve dış
kurulmuştur. Çadır, Orta Asya’da Türk yüzeyleri aplike deri perdelerle ayrılmış,
kavim ve boylan tarafından çeşitli ör­ tabanına hasır döşenerek üzerine halılar
nekleriyle çok kullanılmıştır. Türkis­ serilmiştir. Bu tür çadırların en seçkin
tan’da Kırgız ve Moğolların kullandığı örnekleri İstanbul Topkapı Sarayı ve
silindir gövdeli ve üzeri kubbeli “topak Askerî Müze’de, Türkiye dışında Viya­
ev”, Oğuzlar ve Uygurların “keçe na, Krakov, Budapeşte, Münih ve daha
başka Avrupa müzelerinde yer alır.
ÇAKALOZ, Kürekle çekilen küçük
savaş gemilerinde bulunan hafif top.
Bronzdan dökülen bu kısa gövdeli top­
larla küçük gülleler ve çakılar, saçmalar
atılmıştır.
ÇAKMA İŞÇİLİĞİ, Ağaç yüzey ve
çeşitli madenler üzerinde açılan oyukla­
ra çakılan madeni tel, levha ya da çivi­
lerin yerleştirilmesi. Genellikle baston,
çerçeve, kutu çekmece, sehpa, maden
süslemeciliğinde bu işçilik görülür.
ÇAKMAKLI TABANCA VE
TÜFEK, Ağızdan doldurulan, tetiğin
çekilmesiyle çakmak taşına çarpan çeli­
ğin çıkardığı kıvılcımla ateşlenen taban­
ca veya tüfek. Kabzası, kundağı ve nam­
lu yatağı cevizden yapılmıştır. Ağaç bö­
Osmanlı çadırından detay lümlerinin üzeri, altın, gümüş tellerle ve­
(İstanbul-Topkapı Müzesi) ya fildişi, sedef kakmalarla süslenenleri

48
vardır. Tetik siperi, namlu gibi demir-
çelik bölümleri de altınla kaplandığı gi­
bi, gümüş savat ve altın kakma olanları,
değerli taşlarla süslenerek, dua ve usta
adı yazılanları vardır. İstanbul Topkapı
Sarayı Silâh Dairesi’nde, Askerî Mü­
ze’de, XVII. yüzyıldan itibaren çeşitli
Türk çakmaklı sahte tabanca ve tüfekle­
ri bulunmaktadır. Son yıllarda eski ör­
neklerine benzer çakmaklı tabancalar
yapılarak piyasaya sürülmüş, bunlar an­
tika ve eski eser satan dükkânlarda çok
sık görülür olmuştur.
ÇAKŞIR, Çuhadan yapılan bol ve Çanakkale Seramik Tabak
dökümlü şalvar. Çoğu zaman paçaları
mestlere bağlıdır. Kadınların giydiği ve seramik sanatının gördüğü rağbet ve
çakşırların paça ve uçkurları sırma kay­ üstün kalitesi karşısında sönük kalmış,
tanlarla süslenmiştir. ancak İznik çini atölyesinin kapanması
ÇALPARA, Metal, sert ağaç ve fil­ ile yüze çıkabilmiştir. Kırmızı, bazen bej
dişinden yapılan ve iki elin parmakları hamur ve sıraltı tekniği ile işlenen Ça­
ile vurularak ses çıkaran bir çift (4 par­ nakkale seramikleri biçim ve süslemele­
çalı) müzik aletli zil. Pirinç levhalardan ri ile dikkat çekicidir. Çanakkale çukur
daire biçiminde kesilerek yapılan ve iki tabakları 22-23 cm. çapında, kenarlı,
elle birbirine vurulan bir çift müzik aleti­ ortası çiçek rozeti demeti, stilize demet,
ne de “çalpara” ya da “halile” denmiş­ yelken, cami, köşk, tek ve çift kuş, balık
tir. Halile, Mehter ve Mevlevî müziğinde resimleri ile süslüdür. Koyu sarı, kahve­
de kullanılır. rengi ve yeşil sırlı, 30-35 cm. yüksekli­
ÇAN, Dış veya iç yüzüne vurulduğu ğindeki seramik küpler stilize çiçek ve
zaman ses çıkaran, tunçtan yapılma çal­ yaprak motiflidir. 15-20 cm. çapındaki
gı. Doğu ve Batı’da, İlkçağlardan beri çukur kâseler ise, krem veya kahveren­
kullanılan çanın örnekleri çoktur. Ge­ gi zemin üzerine beyaz, turuncu, sarı
nellikle armut biçimindedir. İç tepeliğin­ benekler ve bitkisel motiflerle bezenmiş­
deki halkaya asılan madenî tokmağı sal­ tir. Çanakkale’de ayrıca şekerlikler,
landıkça ses verir. Dışardan vurulanları ağızları kuş ve at başı şeklinde şişkin
da vardır. gövdeli testiler, şerbetlikler, kabara ro­
ÇANAKKALE SERAMİĞİ (ÇİNİ zetli vazolar, çiçek saksıları, mataralar,
İŞÇİLİĞİ), Çanakkale’de, XVIII. yüzyıl­ şamdanlar, fincan takımları, hayvan ve
dan, XIX. yüzyıl sonlarına kadar daha insan şeklinde süs eşyaları yapılmıştır.
kaliteli çini seramik yapılmıştır. Çanak­ İstanbul’da Çinili Köşk ve Alay Köşkü,
kale’de seramiğin tarihçesi, XIV. yüzyı­ Ankara Etnografya ve Çanakkale müze­
la kadar uzanmasına rağmen İznik çini lerinde, ayrıca Londra-Victoria and

49
Albert, Atina Benaki, Düsseldorf-Het- olarak yakalara, düğmelere, flamalara
jens, New York-Metropolitan müzele­ işlenmiştir. Tarlalarda toprağı çevirmek
rinde Çanakkale seramiğine ait müze­ için kullanılan çatal veya düz ağızlı kaz­
lik, seçkin eserler sergilenmektedir. malara da çapa denir.
ÇANAK ÇÖMLEK, Genel olarak ÇARIK, Deriden kesilerek ayağa
pişmiş topraktan yapılan kaplar. Pişmiş göre uçları kıvrılmak suretiyle yapılan
topraktan sırlı-sırsız olarak yapılan, yay­ ve yine deri sicimlerle bağlanan pabuç.
van ağızlı kâse ve derin tabak biçimin­ Kadınlar için yumuşak deriden yapılmış
deki kaplara çanak, testi biçiminde ge­ süslü ve renkli olanları vardır. Mest biçi­
niş karınlı ve kapaklı kaplara da çömlek minde olanlara “çedik” denir.
denir. Çanak çömlek, insanlık tarihinin ÇARH-I FELEK, Türk sanatında
uygarlığa ilk adımını attığı zaman kul­ bir süsleme motifi. Bir daire içerisinde,
landığı ilk eşyalardan biridir. Tarih ön­ merkeze bağlı, döner yaprak dilimleri.
cesi Neolitik Çağlardan itibaren yapıl­ Gülbezek de denilmiştir.
maya ve kullanılmaya başlanmıştır. ÇARPANA, Asya ve Anadolu gö­
Anadolu’da en eski buluntu olarak çerlerinin el tezgâhlarında dokudukları,
şerit halindeki kolan veya belbağı. Çar­
pana dokumaları topak evlerin gövdele­
rini kuşatmada, çuvallarda, eyer ve ko­
şum takımlarında, semerlerde kolan
olarak kullanılır. Anadolu’nun dar doku­
maları arasında yer alan çarpanalar üç­
gen veya çok köşeli ağaç direği, tahta
veya kemikten bıçağı, masura ve meki-
ki ile basit bir tezgâhta dokunur. Tek
katlı, çift yüzlü, takviyeli dokuma örnek­
Pişmiş Topraktan Çömlek, leri vardır. Kilim desenleriyle süslenir.
M.Ö. VI. bin. Hacılar (Ankara-Anadolu Giyim ve baş süslemelerinde kullanılan­
Medeniyetleri Müzesi) ları da vardır.
ÇARTA, Türk halk müziğinde sığ
M.Ö. sekiz bin yıllarına ulaşan Çatalhö- ve üçgen biçiminde bir gövdesi ve 14
yük (Konya yakınlarında) Neolitik Ça­ perde bağlı bir sapı olan telli çalgı. Üç
ğında, Hacılar (Burdur) da, perdahlı ve ya da dört teli vardır. Yalnızca Kuzeydo­
geometrik desenli seramikleri sayılır. ğu Anadolu’nun bazı yörelerinde rastla­
Arkeolojinin en bol ve çok bilinen bu­ nan çarta, günümüz halk müziğinde
luntuları çanak, çömlek gibi toprak eş­ pek kullanılmıyor.
yalarıdır. ÇATALHÜYÜK BULUNTULARI,
ÇAPA, Daha çok gemilerde kullanı­ Konya’nın 52 km, güneydoğusunda,
lan, bir zincire bağlı, deniz dibine bırakı­ Çumra İlçesi Küçükkoy yakınlarında bir
lan, ucunda kıvrık çengelleri olan demir hüyük olan Çatalhüyük, Anadolu’nun
alet olarak bilinir. Denizcilerin simgesi Neolitik Çağlarına ait en eski yerleşme

50
yerlerinden biridir. 1961 Mellaart tara­ olarak kullanılan çatma kumaşın kadife­
fından yapılan ve üç yıl süren arkeolojik den farkı, zemine oranla süslemesinin
kazılarda M.Ö. 6500-5650 arası yılları­ kabartma oluşudur. İpekle birlikte altın
na ait çanak-çömlek ve parçaları, doğal ve gümüş tellerle dokunanları vardır.
cam (obsidien) dan yapılmış ok ve mız­ Klasik Osmanlı XV-XVIII. yüzyıl süsle­
rak uçları, kesici aletler, cilalı taştan bal­ mesi olan çintemani, lâle, karanfil, nar
talar, kemik iğneler, taş havan elleri, ke­ ve çiçeği, kozalak, hatayî motifler çat­
mikten, taştan süs takıları ve daha pek maların belli başlı desenleridir. Renkler,
çok eşya bulunarak Ankara ve Konya kırmızı, açık yeşil, sarı, mavi, siyah ve
müzelerine kaldırılmıştır. Çanak-çömlek tonları olarak görülür.
buluntuları çok ilginçtir. Bunların en ÇEDİK, Sarı meşinden yapılan kısa
yaygını, geniş ağızlı, geometrik bezeme­ ve bol konçlu pabuç. Daha çok mest
li, astarlı kaplardır. 1964 yılında durdu­ yerine giyilir. Kadınların giydiği çedikler
rulan kazılara, 1996 yılında yeniden yumuşak, içi ve dışı desenlerle süslüdür.
başlanmıştır. Buna “edik” de denir.
ÇATMA, Kadife türünde Türk ku­ ÇEKMECE, İçerisinde değerli eşya­
maşı. XV. yüzyıl sonlarında önce Bursa ların saklandığı, kilitli, küçük sandık.
tezgâhlarında dokunmaya başlayan, Abanoz, gül ağacı, ceviz, meşe gibi sert
XVI. ve XVII. yüzyıllarda en güzel ör­
neklerini veren çatmalar, Üsküdar ve
Bilecik’te de dokunmuş, Batı ülkelerine
de ihraç edilmiştir. Kaftan, cepken,
minder ve yastık yüzü, perde, döşeme

Çekmece. Osmanlı, XVI. yy.


(Istanbul-Türk ve İslâm Eserleri Müzesi)

ağaçlardan yapılarak, üzeri fildişi, sedef,


bağa, altın ve gümüş kakmalarla süsle­
nir. Doğrudan kendi ağacı ile oyularak
süslenenleri de vardır. İçerisi çoğu za­
man kadife veya ipek kumaşla kaplanır.
Çatma Kadife Kaftan. Kanuni Sultan Lâke işi nakışlı çekmeceler, XVI.-XVII.
Süleyman’a aittir. (Topkapı Sarayı Müzesi) yüzyıllarda birer sanat şaheseri olarak

51
yapılmışlardır. XVIII. yüzyıldan itibaren taşı, çeşme kurnası ve çeşme musluğu
Edirne işi (Edirnekâri) süsleme tezhipli satışını yaparlar.
çekmeceler çok tanınmıştır. Yazı kâğıt­ ÇEŞM-İ BÜLBÜL, Osmanlı Padi­
ları ve kalemlerin yerleştirildiği yazı çek­ şahı Sultan Abdülmecid, Îstanbul-Bey-
meceleri, gerdanlık, bilezik ve küpe gibi koz semtinde 1848 yılında bir cam fab­
değerli eşyaların bulunduğu mücevher rikası kurdurmuş ve bu fabrikada Bey­
çekmeceleri çeşitleri arasındadır. Bir koz ya da “İstanbul işi” olarak tanınan
ara Avrupa’dan gelen ve gözleri çekildi­ cam eşyalar yapılmıştır. Bu fabrikanın
ği zaman müzik çalan çekmeceler de yaptığı, üzeri damarlı bardak, sürahi,
Türkiye’de çok tutunmuştur. Başta İs­ gülâbdan, vazo, kâse, şişe gibi cam
tanbul Topkapı Sarayı Müzesi olmak eserler “çeşm-i bülbül” adıyla tanınmış­
üzere, etnografya ve Türk eserleri sergi­ tır. Aslında “çeşm-i bülbül” “bülbül gö­
leyen müzelerde, özel koleksiyonlarda, zü” anlamına gelmektedir. Bülbül gö­
evlerde çok değerli çekmeceler bulun­ zündeki “hâre”lerden dolayı bu cam
maktadır.
kapların bu adı aldığı söylenirse de,
ÇEMBER, Anadolu’da kadınların Beykoz’un Çubuklu semtindeki “Çeşm-i
başlarına örttükleri, alınları ve boyunla­ Bülbül” adındaki bir çeşmeden dolayı
rına bağladıkları yemeni. Çemberler in­ bu adın verildiği söylentileri de vardır.
ce pamuk ve ipek dokumalardan kare Bazı kaynaklar, Sultan Selim III zama­
biçiminde kesilir, kenarlarına oya ya da nında, Mehmed Dede adlı bir cam usta­
boncuk işlenir. Yazma tekniğinde baskı sının Venedik’te bu sanatı öğrendiğini,
motiflerle süslü olanları da vardır. İstanbul’a dönüşünde çeşm-i bülbüller
ÇERAĞ (ÇIRAĞ), Pişmiş toprak­ yaparak saraya sunduğunu, onun özen­
tan, emzikli, kulplu ve kulpsuz, içerisin­ dirmesiyle Abdülmecid zamanında Bey­
de bezir, zeytinyağı, içyağı bulunan bir koz’daki fabrikanın kurulduğunu kayde­
çeşit kandil. İlkçağlardan beri çeşitli bi­ derler. Çeşm-i bülbüller gerçekten Türk
çimlerde yapılan bu toprak kandillere, camcılığının XIX. yüzyıldaki şaheseri
Anadolu’da sıkça rastlanır. Bunların sır­ olarak ün yapmıştır. Saydam, ince cam
lı olanları, hatta madenden yapılanları üzerinde helezonî kıvrımlar meydana
da vardır. Işıklandırmada kullanılan çam getiren renkli çizgiler, cam eşyaya ayrı
ağaçlarına, mumlara da çerağ denir. bir güzellik vermede, eşyalar ölçülü ve
ÇEŞME-ÇEŞME TAŞI, Suyun bo­ göze hoş gelen biçimleriyle de bir “zara­
rularla getirilerek taş, mermer, çini yü­ fet” kazanmaktadır. Çeşm-i bülbüllerde
zeyli bir panodan muslukla akıtılan başlıca renkler, süt mavisi, koyu kırmızı
meydan, sokak, oda çeşmeleri Türk sa­ ve zümrüt yeşilidir. Altınlı, yaldızlı, ka­
natında ayrı bir bölüm alır. Genellikle bartma çiçeklerle süslü olanları vardır.
oda çeşmeleri mermer işçiliğinin güzel Yapıldığı yıllarda çok pahalıya satıldığı
örneklerini verir. Meydan ve sokak çeş­ için, Venedik’te kalın camlı, daha ucuz
meleri de işçilikleriyle sivil mimarinin bir taklitleri yapılmış ve İstanbul piyasasına
parçası sayılır. Çoğu antikacılar, çeşme sürülmüştür.

52
Gerçek Beykoz çeşm-i bülbülleri, bu­ bağlandığı gibi belde kuşağa da asılır.
gün İstanbul Topkapı Sarayı ve Türk-İs- Başa bağlanan çevreler de görülür. Ev­
lâm Eserleri Müzesi’nde, Belediye Şehir lenecek genç kızların çeyizleri arasında,
Müzesi’nde, Ankara Etnografya Müzesi kendi eliyle işlediği çevrelerin büyük bir
ile Özel müze ve koleksiyonlarda yer önemi vardır. Çevreler aynı zamanda,
alır. Son yıllarda İstanbul Paşabahçe elişlerinin sergilendiği gelin odalarının
Cam Fabrikaları’nda da çeşm-i bülbüller en göz alıcı malzemeleri olarak dikkati
yapılmaya başlanmıştır. çeker. Altın ve gümüş sırmalar, ibrişim
ÇERÇEVE, Resim, fotoğraf, levha, ve renkli ipliklerle işlenen çevrelerdeki
ayna gibi genellikle duvarlara asılacak motifler stilize ve çok anlamlıdır. Gü­
eşya ve panoların yerleştirildiği süslü ğüm, ibrik, sırma servi, çift güvercin,
muhafazalar. Ahşap oyma, alçı kabart­ horoz ibiği, narlı bahçe gibi .motifler çok
ma, fildişi, sedef, gümüş kakma, made­ kullanılmıştır.
nî süsleme çerçeveler, Ortaçağlardan
bugüne her devirde zevkin, sanatın, gü­
zelliğin simgesi olmuştur. Genellikle
dinsel tabloların, ikonaların yerleştirildi­
ği tapmak tipindeki kemerli çerçeveler,
bir maketi andıran detaylarla süslüdür.
Dikdörtgenden, elips ve daireye, türlü
biçimlerde yapılan çerçeveler, çoğu za­
man yapıldıkları dönemin süsleme üs­
lûplarıyla uyum içinde olmuştur. Çerçe­
Çevre. XIX. yüzyıl. (Özel Koleksiyon)
ve yapımı, hemen her ülkede bir sanat
dalı olarak vardır. Müzeler ve antika ko­
leksiyonlarında eski ve sanatlı çerçeve­ ÇIĞIRTMA, Üflemeli bir halk çalgı­
lere çok sık rastlanır. sıdır. Aslında bir çeşit dilsiz düdüktür.
ÇEVGAN, At üstünde oynanan bir Kamıştan ya da erik, ceviz, meşe ve
çeşit cirit oyununda kullanılan ucu eğri şimşir gibi sert ağaçlardan yapılma 25-
sopa. Asya ülkelerinde özellikle Türkler 30 cm. boyunda düz bir borudur. Eski­
tarafından çok eskiden beri oynanan den kartalın kanat kemiğinden yapılırdı.
çevgân oyununda, üzeri deri kaplı, akça Perde sistemi ve delik sayısı düdükteki
ağaç veya söğütten yapılmış bir de top gibi olup, yalnızca dili yoktur. Çığırtma­
vardır. Çevgân sopalan şimşir, abanoz da da kromatik yarım perdeler ve ko-
gibi sert ağaçlardan yapılır ve üzeri lâke malı sesler, meyde olduğu gibi dudak,
işçilikle süslenir. üfleme ve parmak kullanma tekniğiyle
ÇEVRE, Kare biçiminde, kenarları çıkarılmaktadır.
oyalı veya işlemeli, köşeleri ibrişim ve ÇIKRIK, Yün, keten, pamuk ipliği
sırma nakışlarla süslü mendil. Elişi tül­ eğirmek için kullanılan ve elle çevrilen
bent veya patiskalara gergefte işlenen araç. Ağaçtan bir volan aracılığı ile elle
sırmalı çevrelerin mendil olarak kullanı­ döndürülen iği ve volanın oturduğu ah­
lanlarına yağlık denir. Çevreler boyna şap tablası, çoğu çıkrık oymalar ve

53
boyalarla süslenir. Anadolu’da bugün ÇİFTE, Çifte sipsi, çatal kamış, çif­
de kullanılmaktadır. te kaval ve çifte düdük adları da verilen
ÇİFT BAŞLI KARTAL, Birçok üflemeli bu çalgı, aslında yan yana bir­
dünya ülkesiyle birlikte Türk sanatında leştirilmiş iki sipsiden başka bir şey de­
da görülen kartal figürü, tek ve çift baş­ ğildir. Bu durumda birlikte çalınan iki
lı olarak genelde hükümranlığı, devleti, sipsi sesi duyulur. Bir ağaç parçasından
gücü, zaferi simgeler. Çift başlı olanlar­ yan yana oyularak yapılmış iki dilli dü­
da (dişi ve erkek başlarıyla) yaşamın sü­ dükten oluşan çifteler de vardır. Bunla­
rekliliğini, uzun ömrü ve sonsuzluğu ifa­ ra çifte düdük denilmektedir. Çiftede
de eder. Çift başlı kartal figürleri taşa, perde delikleri tulumda olduğu gibi eşit
madene, alçıya, çiniye, ahşaba, kuma­ ve paralel olabileceği gibi, bir tarafta 5,
şa, halıya resmedilmiş, “arma” olarak diğer tarafta yalnızca 3 perde deliği de
kullanılmıştır. Asya’dan Mezopotamya bulunabilir. Bu üç delik tonik, tonik altı
ve Anadolu sanatına, Bizans’a ve Avru­ ve tonik üstü seslerini vererek çalınacak
pa’ya uzanan geniş bir coğrafya içinde ezgiye dem (pedal) eşliği yapar.
ÇİL AKÇE, Ayarı tam, yeni basıl­
mış madenî para. Aşınmamış, yıpran­
mamış madenî paralar (sikkeler) daha
değerlidir.
ÇİNİ SANATI, Çini sanatının ilkin
Çin’de doğduğu, bu yüzden, Çin işi an­
lamına gelen “Çini” denildiği söylenir.
Çinliler pişmiş topraktan kapları içinde­
ki sıvıların sızmaması için kap pişmeden
önce “sır” denen maden oksitleri ile ci­
lalamış, sonra pişirmişlerdir. Oksitler,
kap üzerinde cam gibi ince, şeffaf bir ta­
baka meydana getirmiştir. Böylece As­
Çift Başlı Kartal Figürü. Selçuklu. Konya
ya’dan Ortadoğu’ya kayan çini, işçiliği,
Kal’asından. (Konya Müzesi)
özellikle Sümer, Asur, Mısır ve Pers ya­
pılarına “sırlı tuğla” olarak girmiş, der­
bu figür, ilkçağlardan başlayarak kulla­ ken Orta Asya Türkleri, sırlı tuğla tekni­
nılmaktadır. Anadolu Selçuklu sanatın­ ğini düz veya çok renkli duvar çinisi ola­
da çokça görülür. Özellikle Konya Kale­ rak geliştirmişlerdir. Büyük Selçuklular
si figürlü taş eserlerinde Kubâd-âbad yolu ile Anadolu Selçuklu sanatına giren
Sarayı çinilerinde çift başlı kartal figürle­ ve Selçuklularda XII. yüzyıldan itibaren
ri “sultan” kelimesiyle birlikte resmedil­ mimarî eserlerin iç duvarlarını, kubbe
miştir. Uzun kulaklı olarak resmedilen- ve kemerlerini, minarelerini süsleyen çi­
lerinin çift başlı doğan ya da başka bir nicilik, Anadolu’da çeşitli teknikleri ile
kuş türü olduğu üzerinde de durulmuş­ gelişmiş, zirveye ulaşmıştır. Anadolu
tur. Selçuklularında sırlı tuğla, çini mozaik,

54
tek renk çini, yaldızlı çini, kabartmalı çi­ domates kırmızısı ile birlikte beyaz, ma­
ni, sıraltı-sırüstü desenli çini gibi teknik­ vi, firuze, lâcivert, yeşil, siyah renkler
leri ile camiler, medreseler, türbeler, sa­ daha çok görülür. Çok başarılı kompo­
ray ve köşkler süslenmiştir. Konya’daki zisyonlarla tabii lâle, karanfil, gül, me­
Selçuklu Köşkü, Beyşehir Gölü batı sa­ nekşe, sümbül, nar çiçeği, şakayık, ba­
hilindeki Selçuklu Kubâdâbad Sara- har dalları, servi, çiçek buketleri gibi bit­
yı’nda görüldüğü gibi, yıldız-haç biçi­ kisel motifler, rumî, hatayî ve arabesk
minde birbirine geçmeli formlarla duvar bezemeler, iri sülüs yazılar, çintemanî
çinileri yapılmış, süslemede insan ve ve çin bulutları, hatta kuş figürleri en
hayvan figürlerine, efsânevi varlıklara
bol bol yer verilmiştir. Selçuklu mimari­
sinde sırlı tuğla ve çini-mozaik olarak
kûfi ve sülüs yazılar, arabesk, rumî ve
kıvrım dallarla değişik ve çeşitli kompo­
zisyonlar meydana getiren duvar çini iş­
çiliği, seramik olarak da evanîde kendi­
ni göstermiştir. Kuş ve insan figürlü ta­
baklar, firuze renk şamdan ve kandiller,
kâse, askı gibi sırlı seramikler, duvar
çinileri kadar bol örnek ve çeşitlilikle gü­
nümüze kadar gelmemiş de olsa, eldeki
malzemeler bu konuda bize oldukça ye­
terli bilgiler verebilmektedir. Bugün İs­
tanbul Çinili Köşk’te, Konya Karatay
Medresesi’nde kurulan çini müzelerinde
Selçuklu seramik örneklerini görmek
mümkündür. Selçuklu devri çini işçiliği
İznik Çinisi. XVI. yy. (Istanbul-Topkapı
Beylikler devrinde teknik ve üslûbunu Sarayı Müzesi)
sürdürmekle birlikte sönük kalmıştır.
Osmanlıların erken devir mimarî eserle­ çok kullanılan desenler arasındadır.
rinde, farklı bir teknikle renkli sır işçili­ XVII. yüzyılın sonuna kadar, başta İs­
ğiyle gelişen çinicilik, XV. yüzyıl ortala­ tanbul olmak üzere, Osmanlıların, üç kı­
rından itibaren mimaride önemli bir taya yayılan bütün dinî ve sivil mimarisi­
süsleme unsuru olmuştur. İznik’te geliş­ ni süsleyen İznik çinileri, XVIII. yüzyılda
meye başlayan Osmanlı çiniciliği, XVI. sönmeye başlamış, İznik çini atölyeleri­
yüzyılda en yüksek seviyesine ulaşmış­ nin kapanmasıyla Kütahya çini atölyele­
tır. Bu yüzyılda Selçuklu ve Beylikler ri devreye girmiştir. Ne var ki, Kütahya
devrinin mozaik-çini işçiliği yerine, kare çiniciliği, İznik çini sanatını kötü bir şe­
ve altı köşeli formlar üzerine mavi, ma- kilde taklitten öteye gidememiştir. Kü­
vi-beyaz, sıraltı, çok renkli İznik çinileri tahya’da sıraltı kırmızının yerini alan
kullanılmıştır. Bu çinilerde sıraltı kahverengi ve sarı renkler, bunun
yanında kobalt mavisi, firuze, lâcivert,
yeşil ve siyahlar soluk, kirli ve birbirine
karışmış olarak kendini gösterir. Kütah­
ya’nın bu başarısızlığı üzerine Sultan
Ahmed III devrinde Sadrazam Damad
İbrahim Paşa, Türk çini sanatını canlan­
dırmak üzere, 1724 yılında Eyüp’teki
Tekfur Sarayı ’nda bir çini atölyesi kur­
muş, İznik’ten ustalar getirerek çini
imaline başlamışsa da, bu teşebbüs
uzun ömürlü olamamış, Patrona Halil
Ayaklanması ile Tekfur Sarayı Çini
Atölyesi kapanmıştır. Tekfur Sarayı’nda
yapılan ve örnekleri İstanbul’daki bazı
İznik Çini Tabak. XVII. yy.
yapılarda görülen çiniler, İznik çinileri
kadar başarılı olamamıştır. Bu yıllarda az da olsa kahverengi ve gri renkler kul­
sırlı seramik işçiliği aynı paralelde geliş­ lanılmıştır. Hafif kabartmalı, parlak do­
me ve gerileme dönemlerini yaşamıştır. mates kırmızısı, XVI. yüzyıl ortalarından
Osmanlı seramik sanatının en yaygın ve başlar, elli yıl devam eder. Konturlar da­
dünyaca ün yapan, çeşitli dünya müze­ ha çok siyahtır. Lâle, karanfil, gül, süm­
lerinde en bol bulunan örnekleri XVII. bül, nar çiçeği, menekşe, üzüm salkım­
ları, dallar, rumî ve hatayîler, çin bulut­
ları, şakayık sevilen motifler olarak gö­
rülür. Çoğu seramiklerde, özellikle ta­
bak içlerinde gemi, kuş, tavus kuşu, as-
lan-geyik, aslan-boğa mücadelesi, balık,
av hayvanları, tavşan resimleri vardır.
Bu seramikler, tabak, kâse, ibrik, kupa,
vazo, kandil, sürahi, şamdan, maşrapa
gibi evani olarak yer alır. XVIII-XIX.
yüzyıllarda Kütahya’da yapılmaya başla­
yan seramikler, çinide olduğu gibi başa­
rılı olamaz. Tabak, fincan, hokka, kâse,
ibrik, sürahi, matara, kadeh, gülabdan,
Kubâd-âbad Sarayı; çini üzerinde
Hayat Ağacı ve Kuşlar
kandil, buhurdan, kupa gibi örnekler
verir. Aynı devirde Çanakkale’de de se­
ramikler yapılmaya başlanmıştır (Bak:
yüzyıl sonuna kadar İznik’te yapılan se­ Çanakkale Seramiği). Çiniye gelince,
ramiklerdir. Seramiklerde beyaz hamur Tekfur Sarayı denemesinden sonra, Av­
kullanılmış, sıraltı tekniği uygulanmış, rupa’dan da çini getirildiği görülmüş,
kobalt mavisi, yeşil, firuze, beyaz, siyah, XIX. yüzyıl sonlarına doğru Abdülhamid

56
H’nin Yıldız Sarayı’nda kurduğu çini ve
porselen imalathanesi oldukça başarılı
olmuş, ne var ki bir süre sonra kapan­
mıştır.
ÇİN PORSELENİ, Eski ve köklü
bir uygarlığa sahip Çinlilerin M.Ö. XVII.
yüzyılda pişmiş topraktan seramik yap­
tıkları, M.Ö. I. yüzyıldan itibaren sera­
mikleri mavi bir sırla kapladıkları bilin­
mektedir. M.S. 600-900 yılları arasında
Thang Sülâlesi devrinde Çinliler porse­
leni icat etmişler ve bu sanatı günümü­
ze kadar sürdürmüşlerdir. Çin porse­
lenleri, IX. yüzyıldan XIV. yüzyıla kadar
önce beyaz sonra gök mavisi olarak de­
vam etmiş, XV. yüzyılda kırmızı renk
görünmeye başlamıştır. XVI. yüzyıldan
itibaren Çin porselen sanatında büyük
Çin Porselenleri. (İstanbul-Topkapı Sarayı
bir gelişme olmuş, çin desenleri ile süs­ Müzesi)
lü, çiçek ve hayvan figürlü, yeşil, esmer,
san, açık mavi, koyu mavi, mor, kırmı­ mavi, açık mavi ve leylak renklerle tari­
zı, siyah renklerle tabaklar, kâseler, se- hî sahneler resmedilmiştir. Çin porse­
lâdonlar, vazolar yapılmış, bunlar İpek lenleri inceliği ve nefaseti ile bugün de
Yoluyla İslâm ülkelerine, Avrupa’ya ih­ imalâtını sürdürmektedir. Son yıllarda
raç edilmiştir. Bugün Topkapı Sarayı Japon ve bazı Uzakdoğu ülkelerinin de
Porselen Dairesi’ndeki Çin porselenleri porselen piyasasına girmesi ile, bu ülke­
koleksiyonunda, XIII. yüzyıldan XIX. lere ait porselenlerden çoğu Çin porse­
yüzyıla kadar Çin sülâleler devrinin seç­ leni adı altına meraklılarına satılmakta­
kin örnekleri bulunmakta, çoğu, Çin dır.
hükümdarlarının Osmanlı padişahlarına ÇİTARİ, Üç pamuk, bir ipek iplikle
hediyesi olan bu porselenler kronolojik dokunan Türk kumaşı. Sitarî de denir.
bir sıra ile sergilenmektedir. Çin porse­ Başta Bursa olmak üzere Anadolu do­
lenleri XVII. yüzyılda porselen heykel kumaları arasında yer alan “Çitarî”den
sanatına da dönüşmüş, yine bu imalât­ çakşır, işlik, entari, önlük, şalvar, cep­
hanenin ürünleri olan süt beyazı say­ ken gibi giyim eşyaları dikilmiştir.
dam çaydanlıklar, fincanlar, kadehler, ÇİNTEMANİ-ÇİN BULUTU, Çin
vazolar antika piyasasında çok tutul­ sanatından stilize edilerek Türk sanatına
muştur. XVIII. yüzyılda Çin porselen sa­ geçen bir motif. Buda’yı temsil eden bi­
natında soluk pembe renkler hakim ol­ ri üstte, ikisi altta üç inci ve üzerinde bu­
muş, daha sonra “yumurta kabuğu” de­ lut biçiminde, şimşeği temsil eden üst
nilen çok ince porselen eşyalar üzerine üste dalgalı iki yatay sembol. İncilerin

57
tepesindeki boğumlu kısım iki daireye örnekleri görülür. Bu yazı geliştirilerek
bölünerek büyükten küçüğe iki hilâl ve dört çivi işaretine dayanan asıl çiviyazısı
bir daire meydana getirir. Üç incinin meydana gelmiştir. Kullanılan çiviyazısı
Buda’nın üç ruhanî vasfını gösterdiği işaretleri dikey, yatay, eğik çivi ve köşe
söylenir. Orta Asya Türk sanatından çengeli olarak adlandırılır. Anadolu’da
Osmanlı sanatına giren ve XVI. yüzyıl­ ilk çiviyazılı tabletler, M.Ö. iki binlerde
dan itibaren halı, kumaş, çini süslemele­ Büyük Hitit Devleti zamanında kullanıl­
rinde çok kullanılan bu motife çintema- mıştır. Hititlerin başkenti olan Hattuşaş
ni, üzerindeki şimşeklere de Çin bulutu (Boğazköy) ile Asur Devleti’nin Anado­
adı verilmiştir. lu’da ticaret kolonisi merkezi Kaniş
ÇİVİYAZISI (TABLET), Eski Me (Kültepe) de yapılan kazılarda çok sayı­
zopotamya’da ve Anadolu’da bazı ka- da çiviyazılı tabletler bulunmuştur. İstan­
vimlerin kullandıkları yazı türü. Bu yazı­ bul Arkeoloji Müzesi Eski Şark Eserleri
lar çamur halindeki toprak levhalara Bölümü’nde bugün 74 bin çiviyazılı tab­
let saklanmaktadır. Kültepe kazılarında
bulunan tabletler Ankara Anadolu Me­
deniyetleri Müzesi’nde bulunmakta ve
üzerinde araştırmalar yapılmaktadır.
Yazıldıkları devrin siyasî, ticarî ve sosyal
hayatına ışık tutan bu belgelerden bazı­
ları yine pişmiş topraktan bir zarf içeri­
sine alınmıştır.
ÇİZME, Koncu dize kadar veya diz­
den yukarıya çıkan deri ayakkabı. Tarih
boyunca erkek ve kadınların giydiği çiz­
me, Osmanlılar devrinde dışı ve koncu
nakışlarla süslü olarak yapılmış ve bir
sanat haline gelmiştir. Çizmelerin kulla­
nış amaçlarına göre çeşitli biçimleri var­
dır.
ÇORAP, Ayağa geçirilen örme gi­
yecek. Tarihi eski olmakla birlikte, bir
örme ve dokuma sanatı olarak gelişme­
Çivi Yazısı Tablet. Hitit Devri. si, Türklerin Anadolu’ya gelişleri ile baş­
(Ankara-Anadolu Medeniyetleri Müzesi) lar. Türk çorapları elde ve beş şişle örül­
müştür. Örgü malzemesi olarak, yün ip­
(tabletlere) ucu sivri kamış, maden ve lik ve tiftik kullanılmıştır. Anadolu’da
tahta çivilerle yazıldığı için bu adı almış­ bölgelere göre özelliği bulunan örme
tır. Güney Mezopotamya tabletleri ile çoraplar, sadece malzemeleri yönünden
Arkaik Sümer Devri tabletlerinde (M.Ö. değil, renkleri, motifleri ile de anlam ta­
2600 - 2400) çiviyazısının en eski şır. Çoraplardaki motiflerin, muhabbet

58
teli vardır. En pes teli en üsttedir. Buna
“bam teli” denir ve ahenk tutmaya ya­
rar. Uzunluğu 110 cm.’dir. Bazı bölge­
lerde çöğüre “meydan sazı” veya “divan
sazı” denmiştir.
ÇORTEN, Bir camın yağmur sula­
rını damdan yahut dam çevresindeki
oluklardan alarak duvar temelinden uza­
ğa akıtan saçak altı oluk. Anadolu Sel­
Yün Çorap. (Konya)
çukluları devri kimi yapılarında dragon
(Türkiye İş Bankası Koleksiyonu)
(ejder) başlı çörtenler görülmüştür. Os-
çengeli, ergen bıyığı, sarhoş yolu, ciğer manlı dönemi yapılarında taş işleme
deldi, İncili küpe, kurt ayağı, dizi yılan, çörtenlerin yer aldığı görülür.
kâtip çimdiği gibi adları vardır. Ayrıca ÇUBUK, Tütün içiminde kullanılan
her bölgenin geleneksel motifleri ve ve lüleye (Bak: Lületaşı) yerleştirilen
renkleri vardır. Bekârlar, nişanlılar, evli­ uzun ağızlık. Çubuklar, kiraz, yasemin,
ler, dullar için, kadm-erkek ayrı ve özel gül ağacından yapıldığı gibi fildişi ve pe-
çoraplar örülmüştür. Öyle ki, birini giy­ lesenkten de yapılanları görülmüştür.
diği çoraba bakarak onun evli mi, dul Uzunlukları 30-40 cm.’den başlar, 2-
mu, bekâr mı olduğu anlaşılır. Ankara, 2.5 metreye kadar ulaşır. Çubuğun
Bursa, Konya, Bergama, Antalya şehir­ ağza alman başlığına “imâme” denir.
lerindeki etnografya müzelerinde, daha İmâmeler kehribar, fildişi, kemik gibi
başka müzelerle özel koleksiyonlarda maddelerden yapılır. Çubuk gövdesi,
Anadolu çoraplarından seçme örnekler kullananın zevki ve zenginliği ölçüsünde
bulunduğu gibi, her kasaba ve köyde altın, gümüş, ibrişim ve değerli taşlarla
geleneksel çorap örme sanatı bugün de süslenir. Çubuğun son ucuna takılan tü­
devam etmektedir. tün lülesi de gümüş savatlıdır. Lülenin
oturtulduğu ve külün toplandığı madenî
tablaya “takatuka” denir. Tütünün Os-
manlı ülkesine girişinden sonra, çubuk
1
yapımı bir zenaat olarak gelişmiştir. Is-
tanbul-Bahçekapı, Tahtakale, Galata ve
Tophane’de yapılan çubuklar çok meş­
hurdur.
Yün Çorap (Çorum) ÇUBUKLU, Pamuk ipliği ile doku­
nan bezlerde, kaim ipliklerle şerit halin­
Ç Ö Ğ Ü R , Kopuza benzeyen ve te- de yukarıdan aşağıya inen belirgin süs­
zene ile çalman bir çeşit saz. Türk halk leme. Anadolu dokumaları arasında çu­
müziğinin sazlarından biri olan çöğürün buklu kumaş örnekleri çoktur.
Germiyonoğlu Yakup Bey tarafından ÇUHA, Çözgü ve atkısı yün iplikle
icat edildiği söylenir. Beş veya altı çift dokunan düz renkli tok kumaş. Önceleri

59
Iran, Türkistan ve Mısır’da dokunurken, kullanılan malzeme, renkler, desenler
daha sonra Avrupa tezgâhlarında da kilimlere benzer ve bölgelere göre özel­
dokunmaya başlanmıştır. Osmanlılar likler taşır.
devrinde Bursa, İstanbul, Edirne, Selâ-
nik ve Şam’da çuha dokuyan atölyeler
açılmış, şehirlerde çuha tezgâhları ku­
rulmuştur. Dokunuşlarına göre, çuha­
nın yedi endazeliğine “yağmurluk”, altı
endazeliğine “mirîahurî”, dört endazeli-
ğine “çakşır” denmiştir. Saray, ordu
mensupları ve devlet adamları, şehirler­
de varlıklı kişiler çuhadan cübbe, şalvar,
cepken, çakşır, daha sonraları setre-
pantolon, ceket, palto yaptırarak giy­
mişlerdir.
ÇUVAL, Yün, pamuk, keten ipli­
ğinden dokunmuş geniş torba. Anado­
lu’da köylerde ve kasabalarda kilime
benzer yünden dokunan çuvallar vardır.
Bir Anadolu dokuması olan çuval, özel­
likle Yörük çuvalları aynı zamanda evin
süsüdür. Çuval dokumacılığında Mersin Alaçuual Dokuma

60
D
DAĞLAMA, Ağaç yüzeyleri yaka­ zeytinyağı, pekmez gibi sıvı almak için
rak süsleme. Ağaçtan yapılan kaşık, yapılan ve sırlanan bu seramikler, 18.
kepçe, maşrapa, tabak, beşik, tokuç, fı­ yüzyılda Kütahya seramikleri arasında
çı gibi eşyaların yüzeyi perdahlanarak sıkça görülür. Daldırmalar 7-9 cm. yük-
üzerine kalemle resim ve desenler çizi­ sekliğindedir. Ağız çapları 9-10 cm.
lir. Sonra demir kalemlerin sivri uçları olup genellikle krem rengi hamurlu, fi­
ateşle kızdırılarak, çizilen bu desenler ruze, sırlı ve sıraltı siyah dekorludur. İs­
dağlanır. Türk el sanatları arasında dağ­ tanbul Sadberk Hanım Müzesi ile bazı
lama tekniği özellikle orman bölgelerin­ özel koleksiyonlarda örnekleri vardır.
de çok uygulanır. DAMASKO, İpek ve keten karışımı
DAİRE (TEF), Ağaç kasnaklı, ge­ bir çeşit Şam kumaşı. Dimışkî de denir.
niş yüzeyli tef. Mehter müziğinde ve Ortaçağlarda Şam tezgâhlarında doku­
tekke müziğinde kullanılır. Daireyi ça­ narak İslâm ülkelerine, Avrupa’ya gön­
lanlara “dairezen” denir. Müzik toplu­ derilen bu kumaş, daha sonra Venedik
luklarında ise, başokuyucu vurur ve fas­ ve Genova şehirlerinde taklit edilmiş,
lı idare eder. Dairelerin kasnakları sedef Avrupa’da tanınmıştır. Kumaşın beze­
ve fildişi ile süslendiği gibi, bu kasnakla­ me ve çiçekleri kabartmadır, gümüş sır­
ra altın, gümüş kakmalar da yerleştiril­ malı olanları da vardır. Genel olarak dö­
miştir. şemelerde, sofra örtülerinde kullanıl­
mıştır. Halk dilinde bu değerli kumaşla­
ra “daniska” denilmiştir.
DAMGA, İşaret, nişan. Bir eşyanın
üzerine basılan mühür. İlkçağlarda piş­
meden önce seramiklerin üzerine bası­
larak atölyesi, sahibi ya da ait olduğu
kavim belirtilmiştir. Daha sonraları sera­
mik ve porselenlere cam ve madenî
eserlere uygulanarak, fabrikası, firması,
Mevlevi müziğinde tef ve diğer enstrümanlar hatta ustası gösterilmiştir. Anadolu’da
(Konya-Mevlâna Müzesi)
yapılan arkeolojik kazılarda meydana
çıkarılmış seramikler ve tabletler üzerin­
DALDIRMA, Genellikle seramik­ de çeşitli damgaların bulunduğu görül­
ten yapılan kısa boylu, kulplu ve geniş müştür. Tarih öncesi devirlerden geçen
ağızlı maşrapa. Su küplerinden su ya da damgalar bronzdan, taştan, kemikten,

61
sert ağaçlar ve pişmiş topraktan yapılan veya balık derisi ile kaplıdır. Gövdesi de­
bir çeşit dekoratif mühürdür. Eski Türk senlerle süslü olanları vardır.
boylarının kendilerine özgü damgaları DARÜLHİLAFE ALTINI, Osmanlı
vardır. Bu damgalar onların hangi boya Padişahı Sultan Mahmud II zamanında
mensup olduklarını gösterir. Bayrakla­ (1808-1839) basılan Darülhilafetül Ali­
ra, paralara, kullandıkları eşyalara, hat­ ye ve Darülhilafetül Seniye adında iki al­
ta mezar taşlarına bu damgaları resmet­ tın sikke. Halk arasında Sürre altını ola­
tikleri gibi, sıcak demir damgalarıyla da rak da tanınmıştır. Koleksiyonlarda gö­
hayvanlarını damgalamışlardır. rülür.
DANTEL, Renkli ipliklerden mekik, DAVUL, Binlerce yıldan beri kulla­
tığ ve iğnelerle desenler verilerek örü­ nılan müzik aleti. Türklerde egemenlik
len seyrek örgü. Halk dilinde tentene. sembolü olan davulun ağaç bir kasnağı
Elbiseye, örtülere süs olarak eklenir. Al­ vardır. Daire biçimindeki iki yanma deri
tın ve gümüş süslerle örülenleri vardır. gerilmiştir. Davulların büyüklerine “kös”
Türklerde çok eskiden beri süregelen denir. Sağ elle tokmağı, sol elle ince çu­
dantel işçiliği XV. yüzyıldan sonra Avru­ buk değneği davula vurulur. Selçuklular
pa’da yaygınlaşmış, hatta dantel kullan­ devrinde bakır ve tunç gövdeli, saksı bi­
mak moda olmuştur. Venedik’te, Pa­ çiminde yere oturan tek yüzlü davullar
ris’te, Avrupa’nın en güzel dantelleri iş­ da kullanılmıştır. Bunun bir örneği İs­
lenmiştir. Türkiye’de tığ ve iğne işi ola­ tanbul Türk-İslâm Eserleri Müzesi’nde-
rak iki bölüme ayrılan danteller, başta dir.
İstanbul olmak üzere Anadolu’nun bir­ Davullar çeşitli büyüklükte olabilirler.
çok şehir ve kasabasında örülmüş, gi­ Büyüğüne Kaba Davul, küçüğüne Cura
yim eşyaları, yatak, yastık, sedir örtüle­ Davul ya da Davulbaz denir. Güneydo­
ri, perdeler dantellerle süslenmiştir. Son ğu Anadolu’da büyük davula Nağara
yıllarda makine işi danteller piyasaya denilmektedir.
sürülmüş, el işi danteller yavaş yavaş Davul, bir kasnakla, bu kasnağın her
kaybolmaya yüz tutmuştur. iki yanına gerilmiş deriden oluşur. Kas­
DAPHNE, Yunun mitolojisinde su nak ceviz, çam, gökçeağaç, köknar, ıh­
perisi, Şiir ve Müzik Tanrısı. Apollon’u lamur ve kavak ağaçlarından yapılabilir.
sevmiş, fâni olduğu için ondan uzaklaş­ Çapı, büyüklüğüne göre 50 ile 90 cm.
ması gerekmiş, ormanda kaçarken def­ arasında değişir. Kasnağın her iki yanı­
ne ağaçı şekline girmiş. Apollon da onu na çember ve kayış aracılığıyla keçi ya
barış ve zafer sembolü ilan etmiştir. da dana derisi gerilir. Kayış, gerilme ve
Heykelleri ve resimleri müzelerde yer gevşetilme yoluyla aynı zamanda davula
alır. düzen verme işine de yarar.
DARBUKA, Türk müziğinde usul Davul, tokmak ve çıbıkla çalınır.
vurma âleti, bir çeşit dümbelek. Gövde­ Tokmağa, çomak, çöven, çöğen ya da
si bakır, pirinçten yapılanlara darbuka, metçik de denir. Yabanî armut ya da
pişmiş topraktan yapılanlara da dümbe­ yabanî gül ağacı köklerinden yapılır.
lek veya çömlek denmiştir. Ağzı, keçi Tokmak vuruşları ezginin kuvvetli

62
zamanlarını belirler. Çıbığa, zipzipi de DEFİNE ARAMA, Türkiye’de
denir. Kızılcık ya da ardıç ağacı dalın­ 2863 Sayılı “Kültür ve Tabiat Varlıkları­
dan yapılma ince bir değnektir. Çıbığm, nı Koruma Kanunu” hükümlerine göre
ezginin hafif zamanlarında kıvrak ve se­ “Define Arama” bir izne bağlanmıştır.
ri hareketlerle vurulmasına çırpma, Kanun ve buna bağlı yönetmeliğine gö­
uzun havaya eşlik ederken titretimlerle re, define aramak isteyenler, korunma­
vurulmasına dem tutma denir. sı gerekli taşınmaz, kültür ve tabiat var­
DEBBE, Ağzı dar, dibi yuvarlak lığı olarak belirtilen yerler ile tespit ve
bakraç. Çoğu zaman ağzın iki tarafına tescil edilmiş eski eserler ve mezarlıklar
asılı bir zinciri vardır. Debbe, özellikle dışında, ancak define araştırması yapa­
Tokat bakırcılığında çok yapılan bir kap bilirler. Define aracıyıları, define araya­
olmuştur. İçerisine pekmez, sıvı yağ, cakları yerin belli ölçüde bir harita ve
aşure, bal konduğu gibi su bakracı ola­ krokisini çıkarır, fotoğraflarını çeker, o
rak da kullanılmıştır. yerin sahibinden alacağı noter tasdikli,
DEBLEK, Kilden yapılma özel bi­ anlaşmalı izin belgesi ile birlikte bulun­
çimli bir gövde ile bunun geniş ağzına duğu yerin mülkî amirine bir dilekçe ile
gerilmiş deriden oluşan bir vurmalı çal­ başvurur. Mülkî âmir dilekçeyi aldıktan
gıdır. Geniş ağzına döş, ağızdan sonra­ sonra, define aranacak yeri, en yakın
müze müdürlüğüne incelettirir. Kanu­
ki geniş bölüme karın, boğaz kısmına
nun belirttiği alanlar dışında ise o kişiye
da gırtlak adı verilir. Debleke bazı yöre­
“Define Arama Ruhsatı” verilir. Define
lerde dümbelek, dümbek ya da darbuka
aranırken, müzeden, İçişleri, Maliye ve
denir.
Gümrük bakanlıklarından birer temsilci
DEFİNE, Geçmiş devirlerde veya
bulundurulur. Kazılardan çıkan buluntu­
yıllarda, bir yere gizlenmiş topluca para,
lar, kültür ve tabiat varlığı ise (taşınır es­
“gömü” de denir. Bankaların ve ema­
ki eserler gibi) bunlar müzelere teslim
net kasalarının bulunmadığı devirlerde
edilir. Gömülü para ise, geçer akçe ola­
insanlar, para, altın, gümüş gibi paraya
rak değerinin yüzde 50’si define arayı­
hemen çevrilebilen değerli eşyalarını,
cısına verilir. Arazi hâzineye değil de
çömlek, küp, çekmece, sandık, kasa gi­ özel ve tüzel kişilere aitse, değerinin
bi bir kutu içerisinde evlerinde gizler ya yüzde 40’ı arayıcıya, yüzde 10’u mülk
da başkalarının bilmediği bir yere gö­ sahibine ödenir. Define aramada kamu
merlerdi. Bunlardan çeşitli sebeplerle temsilcilerinin yolluk ve yevmiyeleri, zo­
unutulanlar bir zaman sonra meydana runlu giderleri, define arayıcısı tarafın­
çıkarılmış, rastlantı sonucu bulunan bu dan ödenir.
hâzinelere “define” adı verilmiştir. Mü­ DEMETER, Yunan mitolojisinde
zelerdeki para koleksiyonlarının çoğu sembolü buğday demeti olan Toprak ve
definelerden sağlanmıştır. İstanbul Ar­ Bereket Tanrıçası. Anadolu kaynaklı ol­
keoloji, Ankara Anadolu Medeniyetleri duğu söylenir. Daima giyinik bir kadın
ve başka müzelerde definelerin meyda­ şeklinde heykelleri yapılmıştır. En tanın­
na getirdiği “para grupları” vardır. mış heykeli Knidos’ta bulunan ve M.Ö.

63
Türkçe’de “gön” denilen deriler, gördü­
ğü işlem ve kullanıldıkları eşyaya göre
teladin, tirşe, sahtiyan, güderi, akderi,
meşin gibi adlar almıştır. Anadolu Sel­
çukluları ve Osmanlı sanatında dericilik
başlıbaşma bir sanat dalı olarak yüzyıllar
boyu yaşamıştır. “Debbağan” denilen
ve Ahilik teşkilâtında önemli bir yeri
olan derici esnafı, mesleklerini çırak,
kalfa ve ustalığa dayanan geleneksel bir
güzel sanat dalı olarak geliştirmişlerdir.
Dericilik, Osmanlı Türklerinde, XVI.
yüzyıl içerisinde, merkezi İstanbul ol­
mak üzere, en üstün işçiliğine ulaşmış­
tır. Bugün Topkapı Sarayı Müzesi’nde
sayıları binleri aşan deri eşyalar bunun
bir örneğidir. Üzerleri aplike ve altm-gü-
Bronz Demeter. (M.Ö. 4. yy.J
müş tellerle işlenmiş çedik, lapçin, ye­
(İzmir Arkeoloji Müzesi) meni, mest, filar, çizme gibi pabuçlar,
sofra nihalileri, nar çiçeği, kaplan çizgi­
IV. yüzyıl olarak tarihlenen mermer De­ si, pars beneği, tırtıllı yaprak, gül, lâle,
meter heykelidir. Bu heykel bugün karanfil motifleriyle süslenmiştir. XVII.
Londra’da British Museum’dadır. 1953 yüzyılda, deri işçiliğinde kara kalemle çi­
yılı yazında Marmaris’in Bozburun ya­ zilmiş baskı tekniği kullanılmış, XVIII.
kınlarında sünger avcılarının bulduğu yüzyılda da deri süslemeciliğinde Avru­
M.Ö. IV. yüzyıla ait bronz Demeter büs­ pa etkisi ile Ampir-Barok üslûbu yer al­
tü, İzmir Arkeoloji Müzesi’nde sergilen­ maya başlamıştır. Türk cilt sanatında da
mektedir. Bu iki Demeter heykeli şahe­ önemli bir yeri olan dericilik, tablolarda,
serlerinden ayrı olarak pişmiş topraktan döşemelerde, perdelerde, pûşidelerde,
ve mermerden yapılanları Türkiye’de ve koşum takımlarında, silâhlarda süslene­
Avrupa’daki çeşitli müzelerde yer almış­ rek kullanılmıştır. Türkiye’deki müzeler­
tır. de Osmanlı devri deri işçiliğiyle ilgili pek
DERİ-DERİ İŞLERİ, Hayvan pos­ çok eser yer almaktadır.
tunun terbiye edilerek sanata uygulan­ DESTAR, Külâh üzerine dolanan
ması. İnsanoğlunun var olduğundan be­ sarık. Çoğu destarlar 5-6 santim enin­
ri deri, giyimde-kuşamda, barınak, çadır de, ince bez (tülbent) den iki kat ve 1-
ve evlerde, türlü eşyalarda kullanılmış, 1.5 m. uzunluğunda dikilerek, içerisine
deri eşyalar süslenerek bunlardan sanat pamuk doldurulmuş ve biçimine göre
eserleri meydana getirilmiştir. Dünya­ külâh ve sikkeye sarılmıştır. Aşağıdan
nın her ülkesinde, geçmiş uygarlıkların yukarıya doğru eğik, soldan sağa sarılan
tümünde deri eşya, önemli bir yer alır. destarlara “örfi”, yumurta biçiminde

64
sarılan ve tepesine bir yuvarlak eklenen­ altın, gümüş kakmalarla, hatta değerli
lere “örfi mücevveze”, külahın yarısına taşlarla süslenenler de vardır. Sapların­
kadar sarılanlara “cüneydi”, 5 santim da at başı, tazı başı, ejder figürlü olanla­
enindeki destarın, sikkenin kenarına on rı da görülmektedir. Devrek’in gelenek­
beş santim yüksekliğinde kafesli olarak sel baston işçiliği son yıllarda dünya pa­
sarılanlarına da “şekerâviz kafesi” des- zarlarına da girmiş, bu pazarlarda büyük
tar denir. Destarlar, giyenlerin sosyal beğeni kazanmıştır.
durum ve mevkilerine, tarikat mensup­ DİADEM, Alnın üzerinde başa yer­
larının mertebelerine göre şekil almıştır. leştirilen çelenk biçiminde taç. Yunan
DESTEGÜL, Mevlevî giyiminde ve Romalılarda yapraklar ve çiçeklerle
dar, düğmesiz, kollu ve önü açık yelek. süslü altın diademlere çok rastlanır. Bu­
Semâzen denilen, semâ eden dervişin nun örneklerini İstanbul Arkeoloji Mü­
tennûre adı verilen geniş eteğin üzerine zesi ve daha başka müzelerde görmek
giydiği destegül, çoklukla beyaz, ince mümkündür. Diademlerin değerli taşlar­
kumaştan dikilmiştir. Konya Mevlâna la süslü olanları da vardır. Tümülüs ve
Müzesi’nde Sultan Veled’e ait olduğu kral mezarı kazılarında mezar hediyesi
söylenen, üzeri yazılarla donatılmış bir olarak çeşitli diademler bulunmuştur.
“destegül” bulunmaktadır. DİANA, İtalya yarımadasında dağ­
lara, ormanlara, çayırlara, ırmaklara
hükmeden Roma Tanrıçası. Yunan mi­
tolojisinde Artemis adını alır. Bereket
ve Av Tanrıçası olarak da saygı görmüş­
tür. Roma sanatında Diana heykelleri,
başta Roma, Paris, Londra, Münih,
Dresden, Napoli olmak üzere Avru­
pa’nın hemen bütün büyük şehirlerin­
Destegül (Korıya-Mevlâna Müzesi) deki müzelerde, Türkiye’de; İstanbul, İz­
mir, Antalya arkeoloji müzelerinde, baş­
DEVREK BASTONLARI, Zongul ka müzelerde yer alır. Roma devri fresk
dak’ın Devrek îlçesi’nde kendine özgü ve mozaiklerinde, seramiklerde de Di­
bir el sanatı. Daha çok kızılcık ve gür­ ana resimleri görülür. Diana pek çok
gen ağacı dallarının en az bir yıl kurutul­ Avrupalı ressamı da etkilemiş ve tablo­
masından sonra yapılan Devrek baston­ ları yapılmıştır.
ları, tornada işlenip cilalanır. Saplarında DİBÂ, Gümüş ve altın sırma tellerle
çoğu kez dişbudak ağacı kullanılır. Sapı dokunan kumaş. İlkin, Çin’de ve Hin­
boynuzdan, kemikten oyulanlar, gü­ distan’da dokunduğu ve İpek Yolu ile
müşle kaplanıp işlenenler, geyik, dağ Batı ülkelerine gönderildiği bilinen bu
keçisi ayağı monte edilenler vardır. Bas­ kumaş, Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı
tonların gövdeleri düz olabildiği gibi, se­ devrinde Anadolu’da da dokunmuş,
kizli, dörtlü burma şeklinde oyulanlar, Türk kumaşları arasında seçkin yer al­
baklava dilimi biçiminde işlenenler, mıştır. Özellikle XVI. yüzyıldan itibaren

65
Bursa’da dokunan “güllü dibâ”lar çok heykelleri bulunmaktadır. Antalya Arke­
tanınmıştır. Dibaların çiçek desenleriyle oloji Müzesi’ndeki Sarhoş Dionysos
süslü olanlarına (dibâ-ı hindî) denmiştir. mozaiki çok ünlüdür.
XVIII. yüzyıldan sonra diba, Fransa ve DİPDİK, Birbirine menteşe ile tut­
Venedik’te dokunmaya başlamıştır. Bu turulmuş, açılır kapanır ahşap levha ve­
tür dibalar “dibâ-i frengi” adıyla tanın­ ya tablo türü. Uç kanatlı olanlarına tirip-
mıştır. Dibadan daha çok kadın elbisele­ lik denir. Kiliselerde bütün ikonlara çok
ri (entari, cepken, şalvar, bürümcek) di­ rastlanır.
kilmiştir. DİRHEM, Ağırlık ölçüsü. Okka’nın
DİBEK, Taştan ve ağaçtan oyula­ dörtyüzde biri. Bölge ve ülkelere göre
rak içerisinde bulgur, pirinç, kahve dö- değişmekle birlikte, genel olarak 1 dir­
ğülen büyük havan. Ayrıca demirden ve hem, 3.148 gramdır. Osmanlı ağırlık
ağaçtan yapılmış, ağırca bir kolu vardır. ölçüleri olarak demir, tunç ve pirinçten
Bir veya iki kişi bu kolu tutarak, dibek 400 dirhemlik okkalar, okkaların yarısı,
çukurundaki maddeyi döğer. Konaklar­ çeyreği yapılmış, hatta daha da küçül­
da, evlerde, kahve ocaklarında, hatta tülmüştür. Bunların çoğu ortası delik,
kasabaların meydanlarında toprağa otu­ teker biçiminde yassı madenlerdir.
ran oyulmuş taşlara “dibektaşı” denir. Üzerleri damgalı ve süslüdür.
Dibektaşları çoğu zaman orta malı ola­ DİVAL, Kadife üzerine sırma ya da
rak kullanılır. gilaptanla kabartma olarak yapılan iğne
DİNAR, Adını Denarius denen eski işi. İşlenecek desenler mukavva veya
Roma parasından alan para birimi. Bu­ deri üzerine çizilir. Bunlar kesilerek ger­
gün de birçok ülkede para birimi olarak gef veya kasnağa gerilen kadife üzerine
kullanılır. İlk fslâm dinarını Emevî Hali­ yerleştirilir. Sırma ve gilaptan bu kalıp­
fesi Abdülmelik 695 yılında altından ları örtecek şekilde işlenir. Bindallı ka­
bastırmıştır. Tarihte İslâm ülkelerinin dın elbiseleri ile birlikte, bohçalar, kese­
hemen hepsinde dinar kullanılmıştır. ler, örtüler dival işi olarak bu teknikle
Selçuklu ve Osmanlılarda gümüş para­ süslenir. Türk elişleri arasında divalin
lara “dirhem” adı verilmiştir. yeri büyüktür.
DİONYSOS, Yunan mitolojisinde DİVAN, Bağlama ailesi çalgılarının
Şarap ve Bağ Tanrısı. Roma’da adı Ba- en büyüğüdür. Teknesi (gövdesi) 47-50
küs’tür. Trakyalı kavimlerin Tanrısı ola­ cm., sapı 63-66 cm. ve toplam boyu
rak bilinir. Eski Yunan vazolarında ihti­ 135-140 cm.’dir. Üzerinde altta 2, or­
yar ve sakallı olarak resmedilmiştir. Ba­ tada 2 ve üstte 2 olmak üzere 6 tel var­
zı sikkeler üzerinde sarmaşıklarla süslü dır. Bugün yaygın olan biçim böyle ol­
ve şarap fıçıları ile çevrili portreleri var­ makla beraber, eski 10 ve 12 telli olan­
dır. Önceleri güçlü, geyik postu giymiş ları da vardı.
olarak heykelleri yapılmış, Klâsik Çağ­ Divan, aktarımcı bir çalgıdır. Divan
larda sakalsız, çıplak ve alnında şerit için notalar Sol açarı ile yazıla gelmiştir.
olarak canlandırılmıştır. Türkiye’deki Bu durumda sesler yazıldığından bir se­
birçok arkeoloji müzesinde Dionysos kizli ve bir tam beşli aşağıdan duyulur.

66
Divan için notalar Fa açarı ile de yazıla­ zamanımıza kadar ulaşan bu el sanatı,
bilirse de en doğrusu ikinci çizgideki Do devirler ve ülkelere göre, biçim, renk,
(Mezzo soprano) açarı ile yazmaktır. desen özellikleri oluşturmuştur. Türkler
Divanda alt teller Re3, orta teller çok eskiden beri dokuma sanatında us­
S0I2, üst tellerinden biri D o 3, öteki tadır. Anadolu’nun Türkler tarafından
D 02 seslerine akortlanır. fethinden sonra (1071) Anadolu’ya ya­
DİVÂNI, Hat sanatında bir yazı tü­ yılan ve bir el sanatı olarak gelişen do­
rü. XVI. yüzyıldan itibaren Osmanlı Di- kumacılık bölge bölge özellikler göste­
vân-ı Hümayûnu’nda kullanılmaya baş­ rir. Denizli’nin sırma telli pamuklu bez­
landığı için bu adı almıştır. Divanî yazı­ leri, Adana, Sivas, Erzincan dolayların­
da harfler birbirine birleştirilerek işleklik da köy ve kasabalarda kurulan el tez­
kazandırılmış, harf araları harekeler, üs­ gâhlarında renk renk, alacalar, şitariler,
tün ve esreler, noktalarla doldurulmuş­ yollu, çubuklu bezler yüzyıllarca Anado­
tur. Satırlar, giderek kıvrılan ve sivrilen lu insanının giyim kuşamını, örtüsü,
bir şerit gibidir. Divâni yazı ile ferman, bohçasını tamamlamıştır. Osmanlı dö­
berat, hüccet, mühimme defterleri yazıl­ neminde 16. yy.’dan itibaren Bursa’da,
mıştır. îri harflilerine celî divânı, basit­ Bilecik’te, İstanbul’da ipekli kadife çat­
leştirilmiş olanlarına divanî kırması den­ malar, sevailer, zerbaftlar dokunmuştur.
miştir. 19. yy. sonlarında sanayi dokumaları
DİVİT, Yazı takım âleti. İstenilen eski özelliklerini yitirmiştir.
yerde yazı yazabilmek için belde taşı­ DOLAMA, Çuhadan yapılan, önü
nan, masa üzerine konabilen madenî yırtmaçlı bir çeşit entari. İki ucu kavuş­
hokka ve kalemlik. Çoğu 25 santim turularak etek gibi giyilir ve üzerine bel­
uzunluğundadır. Kalemlik bölümü, içeri­ den bir kuşak bağlanır. Kemha kuma­
sine birkaç kalemin konabileceği yassı şından dikilenleri vardır.
ve kapaklı kutu biçimindedir. Bir ucuna DOLAP, Ahşaptan, birkaç katlı,
iliştirilen hokkası, ayrıca kapaklıdır. İçe­ bölme ve çekmeceli eşya mobilyası. Çe­
risinde mürekkebi bulunur. Pirinçten, şitleri çoktur. Ağaç oyma, fildişi, sedef,
gümüşten yapılarak üzeri oymalarla, sa­ bağa kakma, lâke, Edirnekâri işçilikte
vatla süslenir. Değerli taşlarla süslü süslenen dolaplar evlerde, konaklarda,
olanları da vardır. Divitlerin çoğunda, köşk ve saraylarda kullanılmıştır. Kulla­
yapan ustanın adını taşıyan damgalar nışlarına göre, yüklük, gömme, dönme,
bulunur. Üsküdar’daki Divitciler Çarşı- çekme gibi adlar alır.
sı’nda yüzyıllar boyu divit yapılmış ve D ÖV EN (DÖĞEN), Harmanda
satılmıştır. Türkiye müzelerinde ve özel ekinlerin sap ve tanelerini ayırmakta
koleksiyonlarda divitlerin çeşitli örnekle­ kullanılan, at veya öküzlerle çektirilen,
ri görülebilir. altı çakmaktaşlı tahta kızak. Harmanda
D OK U M A , Yünden, ketenden, bir daire çizerek çektirilen dövenlerin
ipekten bükülen ipliklerin tezgâhlarda baş tarafı samana saplanmaması ve sap
dokunarak bez veya kumaş haline geti­ üzerinde kolayca kayması için yukarıya
rilmesi. İlkçağlardan başlayarak kalkıktır.

67
DOŞEMEALTI HALILARI, Antal­
ya yöresinde Döşemealtı Köyü’nde do­
kunan Yürük halıları ve kilimleri. Özgün
renkleri ve desenleri ile halı piyasasında
her zaman aranır.
DÜDÜK, Bütün Anadolu’da bilinen
ve çalınan en yaygın üflemeli çalgıdır.
Azerbaycan’da bu çalgıya tüfek denil­ Dümbelek (Istanbul-Topkapı Sarayı Müzesi)

mektedir. Perde sistemi mey gibidir.


da denir. Bir çömleğin dibi çıkarılıp üze­
Önde yedi, arkada 1 perde deliği vardır.
rine deri gerilerek yapılmıştır. Anado­
Kromatik yarım perdeleri ve komalı ses­
lu’nun bazı bölgelerinde “küp” adı veri­
leri çıkarmak ustalık ister. Bir oktav ve
len, gövdesi boya nakışlarla süslü olan­
bir tam beşli ses genişliğine sahiptir.
ları vardır.
Düdükte kromatik yarım perdeler ve
DÜNYA SERVİS ARABASI, Kü­
komalı sesler meydeki gibi dudak, üfle­
re biçiminde dünya haritalı, genellikle
me ve parmak kullanma tekniğiyle çıka­ ağaç, ortasından ikiye ayrılabilen ve kü­
rılmaktadır. çük bir arabaya yerleştirilen dekoratif
DUGME, Kadın ve erkek giyimin­ servis aracı. Antika piyasasının çok ta­
de, elbise üzerine dikilen süs veya bağ­ nınan bu eşyasının yüzeyinde genellikle
layıcı takı. Hemen her çağda çeşitleri çok eski dünya haritaları resimlidir. İçi,
görülür. Anadolu’da Gordion kazıların­ dışı lake ya da baskı işçilikte ve alt bölü­
da M. Ö. VIII.-VII. yüzyıllara ait Frig, ay­ me içki şişeleri konanları çoğu evlerde
nı yüzyılda, Altıntepe Kazıları’nda bulu­ görülür.
nan Urartu devri düğmeleri, bombeli, DÜRBÜN, Uzak gören anlamında,
altm-gümüş kabartma süslüdür. Ankara uzaktaki bir görüntüyü yaklaştıran optik
Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde ser­ alet. İcat edildiği zamandan beri çeşitle­
gilenen bu düğmelerden ayrı olarak mü­ ri çoğaltılmıştır. İstanbul Askerî ve De­
ze ve koleksiyonlarda, kemik, fildişi, se­ niz Müzesi’nde geçmeli, boru şeklinde
def, inci ve değerli taşlarla süslü düğme­ veya çift optikli, çeşitli örnekleri bulun­
ler görülür. maktadır. Genellikle, antika mağazala­
DÜMBELEK, Türk müziğinde usul rında eski tip dürbünlerin bulunduğu ve
vurma aleti olan dümbeleğe, darbuka meraklılarına satıldığı görülmüştür.

68
EBRU, Bir çeşit kâğıt süslemeciliği Yüksekliği 6-7 cm. olan dikdörtgen bir
olup, XVI. yüzyıldan bu yana, Türk sa­ tekne içinde, “kitre” denilen nebatî
natında gelişerek özel bir sanat dalı ol­ madde, suda eritilerek koyuca bir sıvı
muştur. Bulutlu anlamına gelir. Ebru de­ haline getirilir. Ayrıca “destenzeng” de­
nilen renk renk mermer damarlı, granit nilen bir tekneye kitre doldurulur ve taş­
hareli, çeşitli desenli veya çiçekli kâğıt­ la ezilmiş çeşitli boyalar, su ve yağ ile
lar, eksiden cilt ve defterlerin iç kapak­ karıştırılarak fırça ile serpiştirilir. Kitreli
larını süslemek, hattatların levhalarında su koyu olduğu için, boyalar üstünde
yüzerler ve birtakım çeşitli hareler, da­
marlar, desenler, çiçekler biçimlenir,
yani, suyun üstünde bir tür nonfigüratif
tablo gelişir. Bunun üzerine özel ebru
kâğıdı yavaşça konulur ve kısa bir süre
sonra yine yavaşça alınarak kurumaya
bırakılır. Renkler ve biçimler her sanat­
çının kişiliğine, zevkine ve hevesine gö­
re sonsuz bir değişiklik gösterir. Çeşitli
stillerde yapılan ebruların başlıca adları
şunlardır: Battal, hatip, taraklı, kumlu,
somaki, şal, fon ve çiçekli ebrular.
EDİK, Ayağa giyilen ve yumuşak
deriden dikilen kadınların giydikleri bir
çeşit mest. Sokağa çıkıldığı zaman üze­
rine ayrı bir pabuç giyilir. Bundan dola­
yı “iç edik" denir. Çedik tabiri buradan
gelir.
EDİRNEKÂRİ, XIV. yüzyıldan baş­
layarak Edirne’de ahşap üzerine boya
ile yapılan süsleme. Kapı ve pencere
Lâleli Ebru
kanatları, sandık ve çekmeceler, tavan­
lar, dolaplar, çeşitli mobilyalar, perdah­
fon olarak kullanılmak üzere yapılırdı. landıktan sonra üzeri boya ile çiçek, kıv­
En az dört yüz yıllık bir geçmişi olan eb­ rım dal, gülbezek gibi bitkisel motif ve
ruculuğun çok orijinal bir tekniği vardır. desenlerle süslenir. Bunun da üzerine
vernik sürülür. Yıllarca bozulmayan bu başlı olarak görülen bu figür, kötülükler­
süsleme işçiliği kitap ciltlerine de uygu­ den koruyucu, sağlık, mutluluk verici bir
lanmış, lake ciltler yapılmıştır. sembol olarak kullanılmıştır. Birçok eş­
ELİFİ, Pantolon biçiminde kalça ya üzerinde bu sembolü görmek müm­
kısmı bol, paçaları dar erkek şalvarı. kündür.
Şalvarın ağı yere kadar uzanır. Bu tür ELMAS, Genellikle renksiz, say­
şalvarı, Sultan Mahmud II devrinde as­ dam, ışığı aksettiren, billurlaşmış saf
kerler ve memurlar giymiştir. Kırmızı, karbon, değerli taş. Gerdanlık, yüzük,
mavi, siyah çuhadan dikilmiştir. küpe, taç ve bileziklerde kullanıldığı gibi
ELİFÎ NEMED, Mevlevî semâzen- eşyaların süslemesinde de yer almıştır.
lerinin tennüreleri üzerine kuşandıkları Elmaslar saflıkları ve büyüklükleri ölçü­
keçe kemer. Ucunda uzun bir şerit var­ sünde değerlidir. 200 miligram ağırlı­
dır; bu şerit kemere dolanır. Yaklaşık ğındaki bir elmas 1 kırat olarak kabul
birbuçuk metre uzunluğundaki elifî ne- edilmiştir. XVII. yüzyıla kadar yeryüzün­
med’ler kalın yün kumaşlardan dikilmiş­ de elmas çıkaran tek ülke Hindistan
tir. iken, daha sonra Brezilya’da, Afrika’da
EJDER (DRAGON), Asya ve özel­ elmas yatakları bulunmuştur. Dünyanın
likle Çin sanatında, Türk sanatında, tanınmış elmasları arasında Kûh-ı Nûr
hatta Avrupa sanatında yer alan mitolo­ (ışık dağı) elması, 191 krattır. Bugün İn­
jik hayvan ejder (dragon) figürü. Tabiî giltere Kraliyet Hazinesi’ndedir. Derya­
ya da stilize olarak Anadolu Selçuklu sa­ yı Nûr (ışık denizi) adlı elmas İran Milli
natında, bu sanatın devamı olan Beylik­ Bankası’nda saklanmaktadır. 1853 yı­
ler ve Osmanlılarda süsleme öğeleri lında Brezilya’da bulunan ve “Güney
arasında yer alır. Taşta, madende, çini­ Yıldızı” olarak tanınan 128 kratlık el­
de, halıda yılan biçiminde, çoğu kez çift masla, Büyük Moğol Elması ünlüler ara­
sındadır. Topkapı Sarayı Müzesi’ndeki
86 kratlık Kaşıkçı Elması da dünyanın
tanınmış elmasları arasında sayılır (Bak:
Kaşıkçı Elması).
ELIŞLERI, El ile işlenen, dokunan,
örülen ve dikilen sanatlı eşyalar. Uçkur,
peşkir, yağlık, çevre gibi kasnakta veya
gergefte, bez ve kumaş üzerine iplik, ib­
rişim, sırma ile işlenen süslemeler. Halı,
kilim, heybe, çuval, cicim, seli, bez, bü­
rümcük gibi el tezgâhlarında yünden,
pamuktan, ketenden, hatta ipekten do­
kunanlara dokuma işleri, tığ, şiş, mekik,
iğne gibi küçük araçlarla elde örülen ço­
Ejder (Dragon) biçiminde tunç kapı tokmağı. rap, oya, kese ve dantellere örgü işleri
Cizre Ulu Cam ii’ne ait, XII. yy. denir. Elişlerinde kullanılan motiflerin
(Istanbul-Türk ve İslâm Eserleri Müzesi) kendine özgü renk ve biçimleri vardır.

70
çoğaltma sanatı her ne kadar Çin’de
çok eskiden beri uygulanmakla birlikte,
Avrupa’da, J. Gutemberg’in 1444 yılın­
da Mainz’da kurduğu ilk basımevi ile ki­
taplar artık matbaa yolu ile çoğaltılmış­
tır. İlk matbaa Türkiye’ye İbrahim Müte­
ferrika ve Çelebizade Said Efendi’nin
girişimleri ile ancak 1729 yılında gir­
mişse de uzun ömürlü olmamış, matba­
aların yaygınlaştığı XIX. yüzyıla kadar
kitaplar elle yazılmıştır. Böylece Türk ve
İslâm âleminde bin yıldan fazla bütün ki­
taplar elle yazılmış, yazısından süsleme­
sine, kâğıdından cildine kadar kitap bir
sanat dalı olarak gelişmiştir. El yazması
kitapları kopya ederek çoğaltanlara
“müstensih” denilmiştir. Bir yazma kita­
bın çoğu kez yazanı, süsleyeni ve ciltle­
yen! ayrıdır. Böylece üç ayrı elden çıkan
kitaplar, kuşkusuz pahalı olmuştur. Kâ­
Elişi Çevre (Şarkikaraağaç)
ğıtlar, genellikle Asya’da; Hint, Çin,
Daha çok tabiattan alman bir kısmı stili­ Türkistan’dan, Avrupa’da, Venedik’ten
ze çiçek, servi, yaprak, dal, meyve mo­ getirilmiş, İstanbul’un fethinden sonra
tifleri kullanılır. Bunun yanında kuş (gü­ Osmanlılar Kâğıthane semtinde ilk Türk
vercin, tavus, bülbül vs.) eşya (ibrik, çeş­ Kâğıt Fabrikası ’m kurmuşlardır. Bugün
me, ev, mezar taşı, vazo) motif ve re­ İstanbul Süleymaniye, Üniversite, Beya­
simleri de yer alır. Çoğu zaman gergef zıt ve semt kütüphanelerinde, Topkapı
ve kasnaklarda bez üzerine iğne ile ya­ Sarayı ile Türk-lslâm Eserleri Müzesi’n-
pılan elişlerine hesap işi iğne, düz iğne, de, Konya Mevlanâ Müzesi ve Konya
verev, muşabbak, susma, kesme, pe- Bölge Yazmalar Kütüphanesi’nde, An­
sent, balıksırtı, civankaşı, mürver iğne, kara Milli Kütüphane ve Etnografya
ciğerdeldi, renkli sarma gibi adlarla tanı­ Müzesi’nde, Bursa, Manisa, Amasya,
nan teknikler kullanılır (Bak: İğneişi). Kayseri, Edirne, Kastamonu, Çorum gi­
ELYAZMASI (KİTAPLAR), Elle bi illerin halk kütüphanelerinde sayıları
yazılan kitaplar. Yazının icadı ile papi­ beş yüz bine ulaşan Türkçe, Arapça,
rüslere, parşömenlere, kil, maden, taş Farsça elyazması kitap bulunmaktadır.
ve ağaç üzerine yazılan yazılar, kâğıdın Bu sayı Türkiye’nin dünyada gerçek bir
icadı ile yeni bir döneme girmiş, yazılı “Elyazmaları” kitap hâzinesine sahip ol­
kâğıtların bir araya getirilmesi ve ciltlen­ duğunu gösterir. Türkiye’nin dışında
mesiyle “el yazması kitaplar” meydana Avrupa ve Amerika’daki birçok şehrin
getirilmiştir. Kâğıt üzerine baskı ile yazı büyük kütüphanelerinde (Paris’te

71
Elyazması bir kitap ve rahlesi

Bibliothèque Nationale, Londra’da Bri­


tish Library, Roma’da Biblioteca Vati­
cana, Viyana’da Orientalischen Akade­
mie, B. Berlin ve Münih’te Staatsbibli­
othek, Oxford’da Bodleian Library, Ka-
hire’de Hidiviyye gibi...) binlerce Türk­
çe veya Türkler tarafından yazılmış el­
yazması kitap vardır. Bunun dışında ki­
şilerin özel kütüphanelerinde ve özel
koleksiyonlarda da elyazması kitapların
sayısı az değildir.
EMANET İ MUKADDESE, Top
kapı Sarayı Müzesinde muhafaza ve
teşhir edilen Hz. Peygamber’imize ait
eşyalar. Emanet-i Mukaddese (Kutsal
Emanetler) adıyla bilinen bu eşyalar,
Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethinden
Elyazması Kuran. Osmanlı, 1546 Miladi. ve kendisine halifelik unvanı verildikten
(Istanbul-Topkapı Sarayı Müzesi) sonra, Mekke Şerifi Ebu Berekât

72
tarafından padişaha teslim edilmiştir.
Yavuz, Mekke’de muhafaza edilen bu
emanetleri alarak İstanbul’a getirmiş,
Topkapı Sarayı’ndaki Hazine Daire-
si’nde Has Oda’ya yerleştirmiştir. Bu
emanetler arasında Hz. Muhammed’in
Hırkası da bulunduğu için, dairenin adı
“Hırka-i Saadet” olmuştur. Mukaddes
emanet eşyaları arasında, Hz. Muham­
med’in kılıçları, “Nâme-i Saadet” diye
bilinen bir mektubu, Peygamberin akik
mührü, Uhut Savaşı’nda kırılan dişi,
sancağ-ı şerif, Peygamberin sakalından
bir tel, Hz. Muhammed’in şair Kâab’a
hediye etti hırka-i şerif’i, ilk dört halife
Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali’ye ait
kılıçlar, Hz. Osman’ın şehit edildiği sıra­
da okuduğu, ceylan derisine yazılmış Halife Hz. Osman’ın kılıcı.
Kuran, Peygamberin ayak izinin (İstanbul-Topkapı Sarayı Müzesi)

belirlendiği somaki mermer, Kabe’nin


kiliti ve anahtarları, örtüsünden iki par­
ça, altın kaplama Kabe oluğu, Har-
cer’ülesved muhafazası, altın ve değerli
taşlarla süslü askılar, kandiller, sakal-ı
şeref kutuları, seccadeler, örtüler yer al­
maktadır. Dünyanın en değerli hâzinesi
olan bu emanetlerin konduğu sandıklar,
çekmeceler, bohçalar birer sanat şahe­
seridir. Osmanlı Devleti’nin sanat gücü
ve zenginliği Hırka-i Saadet Dairesi’nde
kendini gösterir.
ENAM, Kuran’ın “Enam Suresi”ni
içine alan elyazması, tezhipli küçük ki­
tap. Hemen her evde bulundurulan
Enamlar tanınmış hattatlar tarafından
yazılır, altın bezemelerle süslenir ve cilt­
lenerek okunurdu. Enam taşımak bir
gelenekti, çok küçük boyda yazılanları
ve süslenenleri, işlemeli altm-gümüş ku­
Emanet-i Mukaddese Hırka-i Şerif Sandukası tularda muhafaza edilir ve cepte taşınır­
(Istanbul-Topkapı Sarayı Müzesi) dı.

73
ENDAZE, Genellikle kumaş ölçme­ takılarak uzun örgülü saçlarla birlikte
ye yarayan uzunluk ölçüsü. Arşm’ın 65 bele kadar inen altın tel örgülü, değerli
cm’lik cinsi. Demirden, ağaçtan yapılır. taşlarla süslü takı. 17 ve 18. yüzyıl Os-
Nakışlı olanları vardır. Üzerinde rakam­ manlı saray kadınlarının arkadan tepeli­
lar yazılıdır. ğe iliştirdikleri, birbirine halkalarla bağlı
ENFİYE KUTUSU, Keyif verici bir sıra altın zincirden meydana gelen
madde olarak burna çekilen enfiyenin enselikler, köylerde, köy kızlarının arka­
bulunduğu kutu. XVI. yüzyıldan başlaya­ dan saçlarına sarkıttıkları ibrişim örgü
rak önce Fransa’da daha sonra Avrupa enseliklere benzer.
ülkelerinde yaygınlaşan enfiye çekmek, ENTARİ, Çamaşır üzerine giyilen
XVIII. yüzyılda Türkiye’ye de girmiş, geniş kollu ve önü yırtmaçlı elbise. Ka­
enfiye tozunun konulduğu, cepte taşı­ dın dış giyimi. Süslü, ince kumaşlardan
nır, zarif kutular yapılmıştır. Avrupa’da yapılan entarilerin kol ağızları ve yaka­
altın, gümüş, fildişi, abanoz, üzeri mine ları ile yırtmacın kenarları, dantellerle
ve değerli taşlarla süslü enfiye kutuları süslendiği gibi, yakadan göbek hizasına
bir sanat olarak gelişmiştir. Türkiye’de kadar ön yırtmacı, kaytan ve kumaş
de altın kaplama ve gümüş ve çeşitli düğmelerle tutturulmuş, bele ipek ku­
malzemeden enfiye kutuları yapılmıştır. maş ve şaldan bir kuşak sarılmıştır. Ço­
Müzelerde, özel koleksiyonlarda, antika ğu zaman kuşağın yerini süslemeli ke­
mağazalarında çeşitleri görülür. merler alır. Şehirlerin dışında Anadolu
ENSELİK, Osmanlı dönemi kadın köy ve obalarında kadınlar, kendi tez­
baş süslemesinde, başlığa arkadan gâhlarında dokudukları yün ve pamuklu

Entari.
Osmanlı, XIX. yy. (Ankara-
Etnografya Müzesi)

74
dokumalardan “üç etek” adı verilen üç ESER-İ İSTANBUL, İstanbul’daki
kanatlı entariler giymişlerdir. Kadın ve Balat yakınlarındaki Ayvansaray’da 18.
erkekler tarafından gece giyilen entari­ yy.’larda kurulmuş bir imalathanede ya­
lere gecelik denir. pılan kâse, bardak, fincan, sürahi, testi
EROS, Eski Yunan mitolojisinde gibi seramik evani. Genellikle beyaz sır­
Aşk Tanrısı. Tanrılarla insanlar arasında lı ve üzeri kırmızı, yeşil çiçeklerle süslü
aracılık yaptığına, yüreklerde aşk ve bu eşyaların altında “Eser-i İstanbul”
sevgi uyandırdığına inanılan Eros, elin­ damgası okunur. Müzelerde ve özel ko­
de ok ve yay, kanatlı-kanatsız sevimli bir leksiyonlarda örnekleri vardır.
çocuk biçiminde resmedilmiş, heykelleri
yapılmıştır. Anadolu’nun Helenistik ve
Roma devri uygarlıklarında Eros’un çe­
şitli heykelleri yapılmış, grup halindeki
kabartmalara konulmuştur. Başta İstan­
bul, İzmir, Bergama, Antalya arkeoloji
müzeleri olmak üzere öteki müzelerde
mermer, seramik ve madenden çeşitli
Eros heykelcikleri yer alır.

Eser-i İstanbul bir kâse

ESKİ ESER, Tarih öncesi ve tarihî


devirlere ait kültür, ilim, sanat ve dinle
ilgili, yer üstünde, yer ve su altında bu­
lunan taşınır ve taşınmaz kültür varlıkla­
rı. Taşınmaz eski eserler, tarihî yapıla­
rın tümüdür. Taşınır eski eserler ise in­
san elinin dokunduğu, insan aklı ve hü­
neri ile meydana getirilen ve estetik de­
ğeri olan, geçmiş devirlere ait eşya,
araç ve gereçlerdir. Bütün bu eşyalar,
toplumların, kavimlerin ortaklaşa zevki
ve hüneri içinde yaratılmış, belli bir ihti­
yacı karşılamak ve bir amaçta kullanıl­
mak üzere yapılmış, sanat değeri olan
eserlerdir. Bu eserler bir araya getirile­
rek müzeler kurulmuş, koleksiyon yapıl­
mıştır. Eski eserler, müzelerce derlendi­
Eros Başı (Efes Müzesi)
ği, satın alındığı gibi koleksiyonerler ta­
rafından da toplanır, satın alınır.

75
Türkiye’de eski eser koleksiyonu yapma Müze müdürlüğü bu başvuruyu incele­
ve eski eser alım satımı işleri 2863 sayı­ dikten sonra bir sakınca görmezse,
lı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma “Ruhsatname” düzenler. Ruhsatname
Kanunu hükümlerine göre yapılmakta­ alan eski eser satıcıları, 11 Ocak 1984
dır. tarih ve 18278 sayılı Resmi Gazete’de
ESKİ ESER KOLEKSİYONCU­ yayınlanan “Taşınır Kültür Varlığı Tica­
LUĞU, Türkiye’de, Kültür ve Tabiat reti ve Bu Ticarete Ait İşyerleri ile De­
Varlıklarını Koruma Kanunu gereğince poların Denetimi Hakkında Yönetme­
kişiler ve tüzel kişiler taşınır eski eserler­ lik” hükümlerine uygun olarak eski eser
den oluşan koleksiyonlar meydana geti­ ticareti yapar. Ne var ki bu tür ticaret­
rebilirler. Eski eser koleksiyonu yapmak hanelerde satışa çıkarılan eserler, ancak
isteyenler, bulundukları yerdeki en ya­ devlet müzelerine alınması gerekli gö­
kın müze müdürlüğüne yazılı başvura­ rülmeyen, tasnif ve tescil dışı bırakılmış
rak, varsa ellerindeki eski eserlerin bir eski eserler ve eşyalardır.
listesini verirler. Ayrıca, eski eser kaçak­ ESKİ ESER SOYGUNU (TÜRKİ­
çılığı gibi bir suçtan mahkûm olmadıkla­ YE’DE), On dokuzuncu yüzyılın ortala­
rını belirten bir belgeyi, koleksiyonun rına doğru, Avrupa ve Amerika’nın bir­
bulunacağı yerin adresini, açık kimlikle­ çok ülkesinde giderek artan antika ve
ri ile birlikte dilekçelerine eklerler. Bu eski eser koleksiyonu merakı, bu ülkele­
başvuru ilgili müzece incelendikten son­ ri, eski medeniyetlerin beşiği Doğuya,
ra, uygun görülürse koleksiyon izin bel­ özellikle Yakındoğu’ya çekmeye başla­
gesi verilir. Belgeyi alan koleksiyoncu, mıştı. Doğu ülkelerinin tarih ve kültürle­
15 Mart 1984 tarih ve 18342 sayılı rini araştırmak amacıyla Avrupa üniver­
Resmi Gazete’de yayınlanan “Taşınır sitelerinde kurulan (Şarkiyat-Doğu Bi­
Kültür ve Tabiat Varlıkları Koleksiyon­ lim) kürsüleri, bu merakı gittikçe artı­
culuğu ve Denetimi Hakkında Yönet­ rıyordu. Aslında bu kürsüler, Avru­
melik” hükümlerince faaliyetini yürütür. pa’nın Doğu’ya kaymak ve Doğu’nun
ESKİ ESER TİCARETİ, Türki zengin kaynaklarından faydalanmak gi­
ye’de Kültür ve Tabiat Varlıklarını Ko­ bi politik bir amaçla kuruluyordu» İngil­
ruma Kanunu hükümlerine göre, taşınır tere, Fransa, Almanya, Avusturya gibi
eski eser ticareti yalnız Kültür Bakanlı­ süper devletler, müzelerini, Mısır’dan,
ğının izni ile yapılır. Bu ticareti yapmak Mezopotamya’dan, Suriye’den, Lüb­
isteyenler, bulundukları yerin en yakın nan’dan, Küçük Asya dedikleri Anado­
müze müdürlüğüne bir dilekçe ile başvu­ lu’dan taşıdıkları arkeolojik eserlerle
rur ve dilekçelerine eski eser kaçakçılığı dolduruyorlardı. Akdeniz limanlarına
gibi bir suçtan mahkûm olmadıklarını demir atan gemiler, tonlarca ağır obe­
belirten bir belgeyi, Ticaret Odası’na liskleri (dikilitaşları), sarkofajları (taş la-
kayıtlı olduğuna ve taşınır kültür varlığı hitleri), heykelleri, mimarî parçaları, ki­
satışını yapmak üzere ayrı bir ticaretha­ tabeleri ambarlarına dolduruyor, Avru­
nesi bulunduğuna dair belgeleri, açık pa müzelerine boşaltıyordu. Batılı arke­
kimlik ve adresleri ile birlikte eklerler. ologlar, eski harabeleri, höyükleri didik

76
Berlin-Pergamon Müzesi’nde bulunan-Zeus Tapınağı

didik ediyor, ne bulurlarsa götürüyor­ döneminde Türkiye’den kaçırılan bin­


lardı. lerce eski eser sergilenmektedir.
Bu cümleden olarak, M.O. 352 yı­ Cumhuriyet dönemi ile birlikte,
lında ölen Karya Kralı Mausolos adına, Anadolu uygarlıklarını korumak ve bi­
karısı Artemisia tarafından Bodrum’da limsel yöntemlerle açığa çıkarmak üze­
yaptırılan ünlü Anıt-Mezar (Mausole- re çalışmalara başlanmıştır. Ulu Önder
um)ın kalıntıları 1844 yılında Lond­ ATATÜRK’ün direktifleri ile, Ahlatlı-
ra’daki British Museum’a taşınmıştır. bel’de, Alacahöyük’te, Türk bilim ku­
Bergama’da, Bergama Kralı Eumenes rumlan tarafından arkeolojik kazılar ya­
II. tarafından M.Ö. 197/159 yılları ara­ pılmıştır. Bu yönde araştırma yapmak
sında yaptırılan Zeus Tapmağı (Altar) da isteyen yabancı bilim kurumlarma ve bi­
1872 yılında yerinden sökülerek Ber­ lim adamlarına hiçbir ayırım yapılmaksı­
lin’e götürülmüş, bugün Berlin’de bulu­ zın her türlü kolaylık sağlanmış, çıkarı­
nan Pergamon Müzesi’nde yerini almış­ lan eserler ise birbiri ardına açılan mü­
tır. 1870 yılında Heinrich Schliemann zelerde insanlığın hizmetine sunulmuş­
adlı bir Alman’ın Truva’da bulduğu (Pri- tur.
amos Hâzineleri) ise önce Atina’ya son­ Ancak, müzelerin ve özel koleksi­
ra da Berlin’e kaçırılmış, dünyanın en yoncuların Anadolu kökenli eserlere
büyük eski eser hırsızlığı olarak tarihe olan tutkusu eski eser kaçakçılığının ön­
geçmiştir. Bugün Avrupa ve Ameri­ lenmesini engelleyememiş, bu kuruluş­
ka’nın birçok müzesinde, Osmanlı ların kaçak eserleri büyük paralar

77
Berlin-Pergamon Müzesi’nde bulunan Konya-Beyhekim Mescidi (Selçuklu) Çini Mihrabı

78
ödeyerek satın almaları, eski eser ka­ müzelerde bölgenin el işleri, halk sana­
çakçılığını teşvik etmiştir. tına ilişkin çeşitli eşyalar, giyimi, kuşa­
mı, süs takıları, altın, gümüş, bakır gibi
ESKİŞEHİR TAŞI, (Bak: Lületaşı). elle yapılmış madenî eserler, pişmiş
topraktan, ahşaptan ev eşyaları, doku­
ESKİ TUNÇ (BRONZ) ÇA ĞI malar vs. sergilenir. Üstün sanat eserle­
ESERLERİ, Tarih öncesi (Prehistorik) riyle etnografya eserlerini ayrı düşün­
çağlar içinde bakır-kalay karışımı olan mek gerekir.
tunçla araç gereçlerin ve süs eşyalarının EVÂNÎ, Madenden, seramikten,
çokça yapıldığı dönem. Anadolu’da pişmiş topraktan, ahşaptan, camdan
M.Ö. 2500-2000 yılları arasında bu ça­ yapılmış, evlerde kullanılan kâse, tabak,
ğa ait, özellikle Alacahöyük’te yapılan ibrik, fincan, bardak gibi tüm kaplara
kazılarda pek çok eser bulunmuş, bun­ verilen ad. Âvâni de denir. Topraktan
lardan seçkin örnekler Ankara Anadolu yapılanlara “evânî-i türâbiye” denmiştir.
Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenmiş­ Gümüş kaplara gümüş evânî, camlara
tir. billur evânî adı verilir.
ETAJER, Ayaklı veya duvara tuttu­ EYER - EĞER, Binek hayvanları­
rulmuş, raflı mobilya. 18. yüzyılda Av­ nın sırtına yerleştirilen, binicinin üzerine
rupa’da kullanımı yaygınlaştı. Fransa’da oturduğu oturak. Eyerlerin ön ve arka­
restorasyon döneminde maun ağacın­ sındaki çıkıntıya eyer kaşı, eyeri hayva­
dan çok süslü yapılanları, romantizm nın sırtına bağlayan kemere “eyer kola­
devrinde Gotik üsluba göre süslenenleri nı”, eyerle birlikte kullanılan başlık, diz­
moda oldu. 19. yüzyılın sonlarına doğ­ gin, üzengi kayışı ve üzengi, kantarma
ru Osmanlı saray ve konaklarına girdi. gibi malzemelerin tümüne “eyer takımı”
İçlerinde pelesenk, maun ve çıralı çam adı verilir. Eyerler, tarihin İlkçağların­
dan beri kullanılır. Biçim ve tip yönün­
tahtalarından yapılarak lâke ile süslenen
den çeşitleri çoktur. Osmanlılar devrin­
etajerler bugün de antika pazarlarında
de, 16. yüzyıldan itibaren Osmanlı or­
sıkça görülmektedir.
dusunda deri ve kumaş biçiminde kul­
ETNOGRAFYA ESERLERİ, Ka
lanılmıştır.
vimleri maddî kültürleri açısından ince­
leyen etnografi bilimi. Halkın yarattığı,
kendine özgü, tarihinden süzülüp gelen
maddî kültür varlıkları ve el sanatları.
Giyiminden kuşamına, ev ve mutfak eş­
yalarından sanatını icra ederken kullan­
dığı tüm malzemelere, dokuduğu halı,
kilime, çuvala, beze, kullandığı süs takı­
larına kadar ne varsa bunların tümü et-
nografik eser sayılır. Türkiye’de bölge­
sel arkeoloji müzelerinin yanında, et­ Türk eyeri, Osmanlı, XVII. yy.
nografya müzeleri de vardır. Bu (Krakou-Askeri Müze)

79
FABERGE, 19. yüzyılda Carle Fa­ taktıkları altın, gümüş ya da tunçtan ya­
berge adlı bir Fransızm St. Peters- pılmış, birbirine bağlı süslü plakalar.
burg’ta kurduğu bir kuyumculuk firması. FANUS, Mum, kandil, petrol lam­
Moskova, Londra, Paris gibi büyük şe­ bası gibi ışık veren aygıtların alevini rüz­
hirlerde şubeleri de açılmıştır. Faberge gârdan korumak için aygıtın üzerine
firmasının yaptığı süs takıları, biblolar, yerleştirilen camdan mahfaza. Bunların
tabakalar, parfüm şişeleri, kadehler, de­ yuvarlak olanlarına karpuz denir. Hava­
ğerli madenler ve taşlarla birer kuyum­ dan ve tozdan korumak için bazı eşya
culuk şaheseri olarak tanınır. Carle Fa- ve yiyeceklerin üzerine kapanan cam
berge’nin ölümünden sonra ailesi 1929 kâselere de fanus denmiştir. Hamam
yılında Paris’e taşınmış, firma da eski kubbelerindeki şişkin cam pencereler
ününü yitirmiştir. Faberge imzalı eserler de fanus adını alır.
FAYANS, Çini ve porselen hamu­
antika piyasasında her zaman aranır ol­
runa benzer, kilden pişirilen, üzeri sırlı,
muştur.
toprak kap veya döşeme. İtalya’da Fa-
FAĞFUR, Çin de yapılan bir çeşit
enza şehrinde, Fransa’da Fayence kasa­
porselen. Kâse, kadeh, bardak, sürahi,
basında yapıldığı ve buralardan yayıldığı
çay ve şerbet takımı gibi evâninin fağfur
için bu adı almıştır. Beyaz ve donuk
olanları saraylarda, zengin konaklarında
renklerde çini hamurundan tabanı üze­
çok tutulmuştur. Saydam, yarı saydam
rine, sıvı emmeyen parlak bir sır (glasu-
ve ince fağfurlara bir fiske vurulduğu za­
re) çekilmiştir. Sıvı üzerine çeşitli motif­
man bir süre kulağa hoş gelen sesle çın­ ler işlenerek süslenmiştir. Çanak, çöm­
lar. “Bir dokun bin âh dinle kâse-i fağ­ lek gibi pek çok evani, duvar ve yer dö­
furdan” masra-ı bunun için söylenmiş­ şemelerinde kullanılan karolar fayans
tir. Topkapı Sarayı Müzesi’nde fağfur tekniği ile yapılmıştır.
koleksiyonu ünlüdür. FENER, Çevresi saydamlaştırılmış
FAGOT, Ağaçtan birbirine eklenen deri muşamba, işkembe, balık kursağı,
boru biçiminde nefesli saz. Borusu ha­ yağlı kâğıt ve cam ile donatılmış, içinde
fifçe koniktir. Baş tarafına ağızlık denen ışık kaynağı bulunan aydınlatma aracı.
ve ucunda çifte kamış bulunan ince bir Fenerlerin madenî tabanında ışık kay­
boru takılıdır. Daha çok batı müziğinde nağının oturduğu bir tabla vardır. Bu
kullanılır. tablada, eğer fenerde mum yanıyorsa
FALER, Göğüs gerdanlığı. Daha mumun yerleştirildiği “yüzük” adı veri­
çok Romalı askerlerin göğüslerine len madenî bir çember bulunur.
Tablada, zeytinyağı, bezir, petrol gibi yazılı emirler, Selçuklular ve Memlûklu-
yanıcı ve ışık verici sıvılar bulunuyorsa larda tevkî, menşûr, İlhanlı, Timurlu,
bir haznesi, haznenin üzerinde fitilliği Akkoyunlu ve Karakoyunlularda yarlığı
vardır. Fenerin üst madenî bölümünün adını almış, ferman tabiri Osmanlılarda
ortası delik veya kafes biçiminde ajurlu­ başlamıştır. Fermanlar, dikdörtgen, ka­
dur. Taşıyıcı kulpu, üstüne yerleştiril­ lın, büyük boy kâğıtlara divânî hatla ya­
miştir. Deri, işkembe ve yağlı kâğıt fe­ zılmış, üzerine padişahın imzası demek
nerler körüklü olup, bu takdirde taban olan tuğra çekilmiştir. Bir söylentiye gö­
ve üst tabla daire biçimindedir. Cam fe­ re tuğra, Osman Gazi’nin bir buyrultu
nerler dörtköşe, poligon tabanlı, kafese üzerine, boyayla bastığı pençesinden
benzer, yandan kapaklıdır. Fenerin tür­ doğmuştur. Tuğralarda padişahın adıyla
lü yapılışlarda örnekleri İlkçağlardan be­ babasının adı istif edilerek yazılıdır. Sağ
ri kullanılmıştır. Osmanlılarda XVI. yüz­ üst boşluğa, sonradan padişahların un­
yıldan itibaren yaygınlaşan, özellikle kö­ vanları da eklenmiştir. Fermanlarda ya­
rük biçimindeki deri fenerlerin taban üst zılar siyah ve renkli mürekkeplerle altın
tablaları demir, bakır, tunç, pirinç, hat­ yaldızla yazıldığı gibi tuğralar tezhipli,
ta gümüşten yapılmış, oymalar ve ka­ çok süslü çekilmiş, birçok tuğra çiçek
bartmalarla süslenmiştir. Evlerde, şenlik motifleri, desenlerle süslenmiştir. Çok
ve donanmalarda, fener alaylarında, süslü fermanlar, bir süsleme tablosu gi­
hatta sokak lâmbaları olarak kullanılan bidir. İstanbul Topkapı Sarayı ve Türk-
fenerlerin çeşitli örnekleri, müzelerde, İslâm Eserleri Müzesi’nde, Süleymaniye
eski eser koleksiyonlarında ve antika Kütüphanesi’nde, Devlet Arşivi’nde,
mağazalarında görülür. Bunun dışında başka müzeler ve özel koleksiyonlarda,
gemici, arabacı feneri gibi, kullanıldığı kişilerin evlerinde seçkin ferman örnek­
yere ve duruma göre ad alan fenerler de leri vardır.
vardır. FERMENE, Kolsuz, önü kavuşma­
FERACE, Genellikle kadınların dış yan, her tarafı siyah kaytanlarla süslü,
giyim olarak giydikleri çarşaf. Bilginle­ çift astarlı çuha veya kadife erkek yele­
rin, tarikat mensuplarının giydikleri ge­ ği. Bunun kadın ve genz kızlar için diki­
niş kollu cübbelere de ferace denmiştir. lenleri de vardır. Daha çok Rumeli gi­
Feraceler ilkin sof, çuha gibi kalın ve yimleri arasında yer alır.
düz kumaşlardan dikilmişken, sonraları, FES, Silindir veya kesik koni biçi­
özellikle kadınlar için ince, ipek işlemeli minde kırmızı çuhadan yapılarak kalıp­
feraceler yapılmıştır. Tanzimat öncesi lanmış, tepe ortasından siyah iplik püs­
saray ileri gelenlerinin kürklü feraceler külü sarkan başlık. İlkin Fas’ta yapıldığı
giydiklerini tarihler yazar. Feracelerin ve giyildiği için bu adı almıştır. Bir ara
“biniş” olarak adlandırılanları geniş kol­ Avrupa ülkelerinde de giyilen fes, Os-
lu ve düz yakalıdır. manlı Padişahı Mahmud II devrinde res­
FERMAN, Padişahın yazılı buyru­ mî başlık olarak kabul edilmiş, bu devir­
ğu. İlk İslâm devletlerinde sultanların de Fransa ve Avusturya’da yapılan fes­
şer’i hukuka uygun olarak verdikleri ler giyilmiştir. Daha sonra, İstanbul-
Haliç kıyısındaki Defterhane’de bir fes benzerken zamanla geliştirilmiş, çengel­
fabrikası (Feshane) kurulmuş, burada li iğneye benzer plâkalar eklenerek süs­
yapılan feslerin giyilmesi istenmiştir. lenmiştir. Demir, tunç, değerli maden­
Fes giyimi, Cumhuriyet döneminde Bü­ lerden çeşitli örnekleri vardır. Türki­
yük Atatürk’ün Şapka İnkılâbı ile (1925) ye’de yapılan arkeolojik kazı buluntuları
yasaklanmıştır. Fesler, kullanıldığı devir­ arasında pek çok fibula vardır. İstanbul
lere göre; Mecidiye, Aziziye, Hamidiye, Arkeoloji Müzesi ile Ankara Anadolu
biçimlerine göre; Zuha, Fino, Beyoğlu, Medeniyetleri Müzesi’nde özellikle Frig
Dal, Sıfır Numara gibi adlar almıştır. devri seçkin örnekleri sergilenmektedir.
Bazı yörelerde kadınlar da başlık olarak FİGÜR-FİGÜRİN, İnsan veya hay­
fes kullanmış ve alınlıklarını, altm-gü- van heykelciği. Taştan, seramikten, ma­
müş ve penezlerle süsleyerek, fes üzeri­ denden ve başka maddelerden yapılan
ne telli yaşmaklar örtmüşlerdir. küçük heykelcikler. İlkçağlarda bir inan­
FETİŞ, Uğur getirdiğine inanılan, cın ürünü (Tanrı figürü) olarak yapıldığı
birtakım eşya ve figürinler. İlkçağlardan gibi süs eşyası olarak da kullanılmıştır.
beri insanlar, bazı hayvan kemiklerinin, Duvar resimlerinde görülen küçük canlı
dişlerinin, bazı maden, taş, tahta gibi tasvirlerine de figür denmiştir.
malzemelerden yapılmış figürinlerin, FİLDİŞİ İŞÇİLİĞİ, Fildişinin süsle­
deniz kabuklarının kendilerine uğur ge­ meye uygulanması. Fildişi İlkçağlarda
tirdikleri inancıyla bunları üzerinde taşı­ Mezopotamya, Eski Mısır, Helenistik,
mışlar ve boyunlarına asmışlardır. Afri­ Urartu, Roma, Bizans sanatında işlene­
kalı ilkel kavimlerde fetişe inanış ve fe- rek idoller, heykeller yapılmış ya da süs­
tişçilik çok yaygındır. Günümüzde de bu lenecek eşyada kullanılmıştır. Dünya ve
tür inançları olanlar, boyunlarına çeşitli Türkiye arkeoloji müzelerinde fildişi işçi­
kemik ve süs eşyaları asmışlar veya gö­ liğinin yaygın ve çeşitli örnekleri vardır.
ğüslerine iliştirmişlerdir. Burçlu takılar, Ortaçağlarda Asya (Çin, Hint ve Japon)
fetiş inancının günümüze bir uzantısıdır. sanatında fildişinden oyma ve kabartma
FİBULA, İlkçağlarda, Tunç Devri’n- şaheserler yaratılırken İslâm sanatında
den başlayarak Romalıların son zaman­ da fildişi; kapı, pencere kanatları, taht,
larına kadar kullanılan madenî çengelli kürsü, çekmece, rahle gibi ahşap eser
iğne veya toka. Elbisede yakayı, her­ süslemelerinde, ayna ve tespihlerde, ya­
hangi bir parçayı tutturmak için kullanı­ zı takımlarında, tüfek, tabanca kabzala­
lır. İlk örnekleri büyükçe bir topluiğneye rı, kılıç, hançer, bıçak saplarında, ağız­
lık ve mücevher kutularında, müzik alet­
lerinde, taraklarda ve çeşitli mobilyalar­
da çok sayıda kullanılmıştır.
FİLATELİST, Posta pulu koleksi­
yoncusu. Filatelistlerin bir araya geldik­
leri birlik, dernek ve kulüpleri olduğu gi­
Fibula. Frig Çağı. M.Ö. 7. yy. bi pul alışverişi ve müzayedesi yapan
(Ankara-Arıadolu Medeniyetleri Müzesi) yerleri de vardır.

82
FİLİGRAN, Bir kâğıdın dokusunda yapılmıştır. Bunlar arasında; firuze,
bulunan, ancak ışığa tutulduğu zaman mercan, zümrüt, yakut, elmas gibi de­
görülebilen özel şekil, resim ve işaretler. ğerli taşlarla süslenenler olmuştur. Fin­
Kâğıt üretiminde kullanılan filigranlar, o canın şekline göre küçük bir vazo ya da
kâğıdın imalathanesini gösteren bir kâse şeklinde yapılan zarflar, antika pa­
marka idi. Osmanlılar devrinde İstan­ zarlarında çok görülen eşyalar arasında­
bul’da Kâğıthane’de yapılan kâğıtların dır. Avrupalılar bu zarflardan esinlene­
özel filigranları (damgaları) vardır. rek çeşitli yumurtalıklar yapmışlardır.
FİNCAN, Kahve, çay ve süt içilen,
kulplu, kulpsuz, küçük kâse kap. Sera­
mikten, porselenden, camdan, bağa­
dan, ağaçtan yapılır. Kahve ve çay içi­
minin yaygınlaşmasından sonra, hemen
her ülkede, o ülkeye özgü fincanlar ya­
pılmış, Çin’de ve Avrupa’nın bazı şehir­
lerinde porselen imalâthaneleri çok çe­
şitli ve sanatlı fincanlar imal ederek, ül­
kelerde pazarlamışlardır. Osmanlılarda
ilk fincanlar İznik, daha sonra Kütahya
çini imalâthanelerinde yapılmış ve süs­
lenmiştir. İstanbul’da Eyüp semtindeki Fincan Zarfı.
lüleciler de seramikten fincanlar yap­ (İstanbul-Topkapı
mışlardır. XIX. yüzyıl başlarında İstan­ Sarayı Müzesi)
bul’da açılan Beykoz Cam Fabrikası’n-
da opalin fincanları vardır. Buna karşın,
Avrupa porselen fabrikaları, Osmanlı
ülkeleri için özel fincanlar yaparak, bun­
ları başta İstanbul olmak üzere, ülkenin FİRUZE (TÜRKUAZ), Gök mavisi,
her yerine ihraç etmişlerdir. Fincanların camgöbeğinden yeşilimsi maviye kadar
konduğu yassı tabağa “fincan tabağı” değişen renklerde değerli taş. Asya’da
denir. (Hindistan ve Nişapur) kaya kütleleri,
FİNCAN ZARFI, Kahve fincanının damarlar veya küçük parçalar halinde
eli yakmaması için bu fincanlar maden, çıkar. Değerli olanları gök mavisidir.
ahşap, akik, bağa gibi maddelerden XV. yüzyıldan itibaren Osmanlı maden,
kulplu-kulpsuz, çoğu kafes biçiminde ahşap, deri, kumaş sanatı süslemelerin­
oyulmuş, ayrı muhafazalara yerleştirilir­ de çok görülür. Ayrıca bilezik ve yüzük­
di. Bu süslemeli kaplara “fincan zarfı” lerde, küpe ve gerdanlıklarda, tespihler­
denir. Altın, gümüş, pirinç, bakır gibi de kullanılmıştır. Son yıllarda sentetik
maddelerden yapılanları, oyma, kesme, ve cam taklitleri yapılarak turistik hatıra
mıhlama, telkâri, kabartma gibi kuyum­ eşyalarının süslemeleri arasına girmiş,
culukta çok iyi bilinen tekniklerle bunlardan süs takıları yapılmıştır.

83
FINDIK ALTINLARI, Osmanlı al FÖNİKS, Halk sanatında ölümsüz­
tın sikkeleri arasında kenarları fındığa lük sembolü olarak bilinen ve “anka”
benzer süslü altın paralar. Ahmed II denen masal kuşu. Çoğu zaman başı in­
devrinde bir fındık altının değeri 330 san, gövdesi kuş şeklinde (harpi) olarak
akçe idi. Mahmud I, Mustafa III, Abdül- da tasvir edilmiştir. Süslemeler arasında
hamid I, Selim III, Mustafa IV, Mahmud stilize edilen resimleri de kullanılmakta­
II gibi Osmanlı sultanlarının fındık altın­ dır.
ları vardır. FRESK, Duvarların sıvası üzerine,
FİLİNTA, Kısa namlulu çakmaklı daha sıva yaşken yapılan bir tür sulubo­
tüfek. Adını, İngilizce, çakmak denen ya resim. Boyalar sıvanın içine geçerek
“filint”ten alır. Ateşleme mekanizması­ kalınca bir tabaka meydana getirdiğin­
na çakmaktaşı yerleştirilir. Yaylı meka­ den resimler uzun yıllar bozulmadan ka­
nizmadaki çelik çakmaktaşma vurunca, lır. Orta Asya’da Tufan ve Koça şehirle­
çıkan kıvılcımla barut ateşlenir. Filinta­ rinde yapılan arkeolojik kazılarda pek-
çok fresk kalıntıları bulunmuş, Türklerin
lar ateşli silâh koleksiyonlarının en
bu sanatı çok eskiden bildikleri anlaşıl­
önemli parçasıdır.
mıştır. Fresk sanatı Romalılar devrinde
FLÜT, Orkestrada bir nefesli saz.
çok gelişmiş, Pompei Şehri’nde birçok
Antik devirlerde kullanıldığı, daha sonra
yapı fresklerle süslenmiştir. Anadolu’da,
Batı ülkelerinde ağaç ve maden olarak
belki de dünyanın en eski freskleri bu­
geliştirildiği bilinmektedir. Boyu 60-70
lunmuştur. Konya yakınlarındaki Çatal-
santim uzunlukta olup yandan üflenir.
höyük kazılarında, M.Ö. 7000-6000
Türk müziğinde kavala benzer biçimleri
yıllarına ait fresklere rastlanmış, bunlar­
kullanılmıştır.
dan bazıları Ankara Anadolu Medeni­
FONOGRAF, Sesleri balmumun-
yetleri Müzesi’ne kaldırılmıştır. Osmanlı
dan plağa kaydeden ve sonra mekanik
döneminde, cami, türbe ve konaklarda
bir düzenle okuyan alet. İlk fonograf, fresk usulü süslemeler görülmekle birlik­
1878 yılında Edison tarafından yapıl­ te, bunların çoğu kuru sıva üzerine ya­
mış, sonra bütün dünyaya tanıtılmıştır. pılmış, “kalemkari” denen bezemeler­
Sesi verici ilk gramofonların geniş ağız­ dir.
lı, büyük bir hoparlörü vardır. Fonograf FUTA, İpekli peştamal. Futa yalnız
Avrupa ve Amerika ülkelerinde antika­ hamamda peştamal olarak değil, önlük
cıların vazgeçemedikleri bir eşyadır. olarak da kullanılır. Anadolu dokumala­
FOTİN, Ayağa giyilen ve ayak bile­ rı arasında pamuk ve ipek karışımı iplik­
ğini örten uzunca konçlu pabuç. Kor- lerle dokunan koyu renkli ve enine çiz­
donlu, düğmeli, lastikli olanları vardır. gili futalar, kadınlar tarafından önlük
Yumuşak ve renkli derilerden dikilen olarak kullanılmıştır. Hamam futalarının
kadın fotinleri, kadın giyimini tamamla­ çoğu beyaz, bordürleri simlidir. Ahilikte­
yan kalın ve yüksek ökçeyle zarafet ve­ ki peştamal kuşatması törenlerinde de
ren bir pabuç olarak tanınır. futa kullanılmıştır.

84
G
G ARDROP, Giysi dolabı. Çokça yapılmıştır. Kadın süs takılarının en ba­
evin yatak odasmdadır. Genellikle çek­ şında gelen gördanlık, tarih boyunca in­
meceleri ve kapağında boy aynası bulu­ sanoğlunun peşini bırakmamış, İlkçağ­
nur. İçerisi iki bölümlüdür. Bir bölüme lardan Ortaçağlara, Yeni ve Yakınçağ­
boylu boyunca giysiler asılır. Öteki bö­ lara, göz alıcı süsleme ve değerli öğele­
lüm raflıdır. Fransız ve İtalyan işi gard- riyle ulaşmış, günümüzde de yaygınlığı­
ropların kapakları oymalarla süslenir­ nı, güzelliğini ve değerliliğini devam et­
ken, 17. yüzyılda oymaların yerini ince tirmiştir.
kaplamalar ve marketöriler aldı. Kiraz Yakut, zümrüt, elmas, inci gerdan­
ağacı kakmalı, abanoz gardroplara sa­ lıklar, kehribar, mine gerdanlıklar, en
raylar ve müzelerde rastlanır. basiti boncuk dizilerine kadar her devir­
GELİNLİK, Gelinlerin, düğün günü de kadın süsünün tamamlayıcısı olmuş­
giymeleri için özel olarak diktirilen uzun tur.
elbise. Osmanlı döneminde gelinlikler, GERGEF, Üzeri işlenecek kumaş
ipekli ağır kumaşlardan uzun etekli ola­ ve bezlerin gerilmesine yarayan, birbiri­
rak dikilmiş, pullar, ibrişim ve altın tel­ ne geçmeli, diktörtgen biçimindeki ya­
lerle işlenmiştir. Üstte pelerin ve arkaya tay ahşap çerçeveli ve bu çerçeveyi kö­
doğru uzun bir kuyrukla tamamlanan şelerden tutan dört ayaklı tezgâh. Çer­
gelinlikler de vardır. Beyaz, ince tül ku­ çeve ve ayaklar istenildiği zaman sökü­
maşlardan dikilen gelinlikler, 20. yüzyı­ lebilir. Çerçeveye geçirilmiş kenar bez­
lın başlarında Avrupa’dan Türkiye’ye lerine işlenecek kumaş iliştirilir ve geri­
girmiştir. lir. Gergef ağaçları çoğu zaman oyma­
GERDANLIK, İlkçağlardan beri ka­ larla, fildişi ve sedef kakmalarla süslü
dınların boyunlarına taktığı süs eşyası. olarak yapılır. Özellikle etnografya mü­
Çoğunlukla değerli taş ve madenlerden zelerinde süslü ve değişik örnekleri var­
yapılmıştır. Dünyanın en eski uygarlık dır.
merkezi olan Konya yakınlarındaki Ça- GEZİ, Eni bir arşın (68 santim),
talhöyük’te, M.Ö. 7000-6000 yıllarına ipek ve iplik karışımı hâreli kumaş.
ait boncuk ve taş gerdanlıklar bulun­ Anadolu dokumaları arasında yer alan
muştur. Gerdanlık, Eski Mısır ve Mezo­ geziden entari, fistan, gömlek gibi giysi­
potamya’da, Anadolu uygarlıklarında ler yapılmıştır.
bir sanat dalı haline gelmiş, altın, elekt­ GİRİFT, Türk müziğinde ney’e ben­
ron, gümüş gibi madenlerden, değerli zer nefesli bir saz. Ney’den daha küçük,
taşlardan çeşitli biçimlerde gerdanlıklar 6-4 boğumlu, 7 deliklidir. Kargı

85
kamışından yapılır. Uzunluğu 45 cm.
kadardır. Başparesi sert ağaç, kemik,
fildişi, boynuz gibi maddelerden yapıl­
mıştır. Türk müziği enstrümanları ara­
sında en az bulunanı girifttir.
GİTAR, u t veya lavtaya benzer altı
telli saz. Avrupa’ya Endülüs Emevileri
yolu ile Ispanya’dan girdiği, 15. yüzyıl­
dan sonra Avrupa’da yaygınlaştığı ve
geliştirildiği bilinir. İlk örnekleri dört tel­
lidir, sonra tel sayısı altıya çıkarılmış, tek
tellerin yerini çift teller almıştır. Avrupa
müzelerinde eski örnekleri görülür.
GOBLEN, Daha çok Fransa’da, du­
varlara asılmak üzere yapılan kabartma
işlemeli, resimli halı. Bunlara tapiseri de Gordion hazine eşyaları arasında bulunan
denir. Goblen işleme tapiseriler birer Frig Kabı (M.Ö. VIII. yy.)
(Ankara-Anadolu Medeniyetleri Müzesi)
tablo niteliğinde tarihî resimlerle süslü­
dür. Avrupa’nın birçok müzesinde yer
alır. Goblen işçiliği döşemelik kumaşlar­ madenî eserler, M.Ö. 725-720 olarak
da da kullanılmıştır. tarihlendirilmiştir. Kazanların kulplarını
G ORDİON HÂZİNESİ, Ankara tutan plakalar kanatlı siren biçiminde­
Polatlı yakınlarındaki Friglerin başşehri dir. Yonca ağızlı tunç içki kapları ve tes­
Gordion höyüğü ve tümüslerinde yapı­ tiler, İbrikli çaydanlıklar, kepçeler, ucun­
lan kazılar bu devre ait pekçok eşyayı da aslan başı bulunan tunç situla (içki
bize kazandırmış, bu eşyalar Ankara kabı) ve göbekli hamam taşları, maden
Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde top­ işçiliğinin zarif örnekleri sayılan fibulalar
lanmıştır. Frig Kralı Midas’a ait mezar bu hâzinenin seçkin eserleri arasında
yığıntısı olduğu söylenen Gordion Bü­ sayılır.
yük Tümülüsü, 1961 yılında arkeolog-
larca açılmış, bu 53 m. yükseklik ve
300 m. çapındaki tepeciğin altında
ağaç kirişlerin örttüğü Kral Mezarı bu­
lunmuştur. 6.20x5.15 m. genişliğindeki
mezar odasında ahşap bir yatakta kral
iskeleti, 3 büyük bronz kazan, 166 par­
ça çeşitli biçim ve büyüklükte bronz
kap, 145 adet bronz fibula bulunmuş,
bu eşyalar Ankara Anadolu Medeniyet­ Gordion hazine eşyaları arasında bulunan
leri Müzesi’ne kaldırılmıştır. Gordion Frig Bronz Tas (M.Ö. VIII. yy.)
Kral Mezarı Hâzinesi olarak tanınan bu (Ankara-Anadolu Medeniyetleri Müzesi)

86
kitapların süslemesine kadar giren Go­
tik sanatı eserleri, bugün Avrupa müze­
lerini yüzlerce örneğiyle doldurmakta­
dır.
G Ö K YAKUT, Açık maviden koyu­
ya kadar renk tonları olan, safir türün­
den değerli taş. Yeşil renklilere “doğu
zümrütü”, mor renkli olanlara da “doğu
ametisti” denir. Gerdanlık, yüzük, küpe,
bilezik gibi kadın süs takılarında daha
çok kullanılır.
Gordion’da bulunan bir Frig Kazanı. G ÖRD ES HALI-SECCADE, Ege
(M.Ö. 725) Bölgesi’ndeki Gördes’te XVI. yüzyıldan
(Ankara-Anadolu Medeniyetleri Müzesi)
itibaren dokunan halı ve seccadeler gi­
GOTİK, Avrupa’da XII. yüzyıl so­ derek ün kazanmıştır. Gördes seccade­
nundan XV. yüzyıl sonuna kadar devam leri, kıvrak konturlu mihrapları ve iki ta­
eden bir sanat akımı. Daha çok mimari­ raflı sütunceleri ile dikkat çekicidir. Mih­
de görülen bu üslûp, kemerlerin yüksel­ rap zemini lâcivert, mavi, kırmızı veya
mesi biçiminde kendini göstermiş, geniş yeşildir. Lâcivert ve beyaz zeminli Gör­
pencereli, aydınlık, ferah yapılar, kendi­ des seccadeleri çok değerlidir. Altta,
ne özgü, doğaya ve gerçeğe yaklaşan üstte karşılıklı iki mihraplı Kız Gördesle-
süsleme öğeleri, bitkisel motifleriyle ay­ ri, kırmızı, mavi ve krem renklidir. XVI.-
rı bir karakter kazanmıştır. Uçları yuka­ XVII.-XVIII. yüzyıllar örnekleri müzeler
rıya doğru kıvrık yapraklarla bir demet ve koleksiyonlarda yer alır.
gibi süslenen sütun başlıkları, rozet biçi­ GÖZBONCUĞU, Çoğu yürek biçi­
minde dairelerin ördüğü sivri kemer minde yuvarlak ve ortasında sembolik
dolguları, heykeller ve rölyeflerle süslü göz resmi bulunan mavi cam nazarlık.
taç kapılar, kuleler, hayvan başlıklı çör- Gözboncukları üzerinde beyaz-sarı cam
tenler, Gotik sanatının çarpıcı eleman­ hamurundan göz şekli vardır. Göz bon­
larıdır. Gotik heykeller, endamlı ve cuklarının kötü ve kıskanç bakışlardan
uzunca biçimlere girer. Gövde, yüz ve koruduğu, kötülükleri uzaklaştırdığı
giyim, iddiasız ve tabiidir. Eşyalardaki inancı yaygındır. Genellikle çocukların
Gotik bezemeler, doğadaki çiçek ve omzuna dikilen gözboncukları kolyele­
yapraklardan alınmadır. Gotik devri res­ re, askılara iliştirilir. Son yıllarda Türk el
mi, doğayı taklit, doğayı yaşatma ama­ sanatları arasında çeşitli biçimleri görül­
cını taşır. En göz alıcı resimler, özellikle mekte, süs takısı olarak da kullanılmak­
dinî yapılar ve sarayların pencerelerine tadır.
yerleştirilen vitraylarda görülür. Alçı ye­ G ÖZYA ŞI KABI, Gözyaşlarının
rine kurşun çerçevelere tutturulan na­ doldurularak mezara bırakıldığı kap. İlk­
kışlı camlar, vitray panolarla bir tablo çağlarda Helenistik ve Roma devrinde
meydana getirir. Mobilyalardan, yazma ölülerin ardından ağlayanlar, gözyaşlarını

87
Böylece boyanan yüzey, kâğıda bastırı­
larak gravür elde edilir. Metal üzerine
oyma (çukur) gravür ise bu işlemin tersi­
dir. Düzgün yüzeyli bakır, çinko, pirinç,
kalay, çelik gibi maden levhalar üzerine
model çizilerek, çelik kalemlerle oyulur.
Bu oyma tekniği noktalama ile yapılır­
sa, noktaların sıklığı ve seyrekliğine gö­
re istenen koyuluklar ve açıklıklar mey­
dana gelir. Gravürlerin, tahta olsun,
maden olsun çeşiti teknikleri vardır. İlk
bilinen gravürler XV. yüzyılda Avru­
pa’da Ren kıyılarında ağaç baskı olarak
kullanılmış, XVI. yüzyılda metal baskıla­
ra geçilmiştir. Bu yüzyıldan sonra gide­
rek gelişen gravür sanatı, Avrupalı ta­
nınmış birçok ressam tarafından uygu­
lanmıştır. Matbaacılıkta kullanılan klişe
ile resim basma sanatının da gravürden
doğma olduğunu söyleyebiliriz. Gravür
sanatı Türkiye’ye ancak XIX. yüzyılın
sonunda girmiş, 1831 yılında ordunun
küçük cam şişelerde, seramik testicik gi­
ihtiyacı olan harita ve resimli talimna­
bi kaplarda toplar, ceset gömülürken
meleri basmak üzere İstanbul’da bir taş-
yanma bırakırlardı. Dipleri sivri koku şi­
baskı (litografi) basım atölyesi kurulmuş­
şelerine benzeyen gözyaşı şişeleri ve se­
tur. Ressam Hoca Ali Rıza’nın çizgi re­
ramik kaplar, Türkiye’de yapılan arke­
simleri burada bir albüm halinde bastırıl­
olojik kazılarda buluntular arasında çe­
mış ve dağıtılmıştır. Cumhuriyet’in ilk yıl­
şitli örnekleriyle yer alır. Hemen bütün larında savaş kahramanlarının çizgi re­
arkeoloji müzelerinde gruplar halinde simleri, Yavuz Gemisi, halk hikâyelerine
bu şişe ve kaplar sergilenmektedir.

GRAMOFON, (Bak: Fonograf).

GRAVÜR (BASKI-RESİM), Tah


ta üzeri kabartılarak veya metal üzeri
oyularak resim ve desenlerin yapılması
ile elde edilen baskı. Tahta üzerine ka­
bartma gravürde, sanatçı sert bir tahta
üzerine çizeceği resmi ya da deseni ters
olarak işler, daha sonra bunları değişik Grauür-İstanbul Sultan Süleyman Türbesi
uçlu kazı kalemleri kullanarak kabartır. (W.H. Barletti’in eseri)

88
ait resimler çinko kalıplarda basılmış, el­ GUVAŞ, Bir çeşit tutkallı boya.
le renklendirilmiştir. Daha sonra Güzel Minyatürler ve nakışlar bu boya ile ya­
Sanatlar Akademisi’nde 1937 yılında pılmıştır. Guvaş, arap zamkı ve ballı su
Fransız ressam Leopold Levy öncülü­ ile ezilerek hamur haline getirilen boya­
ğünde bir gravür bölümü açılmış, bura­ nın pürüzsüz ve tutkallanmış kâğıt kar­
da metal kalıplarla çukur baskı, taş bas­ ton ile ahşap yüzeye sürülmesidir. Gu­
kı tekniği uygulanmıştır. Daha sonra vaş tekniği ile yapılan resimler, minya­
ressam Sabri Berkel’in öncülüğünde bir türler, nakışlar parlak ve canlıdır.
sanat dalı olarak gelişmiştir. Akademide GÜĞÜM, Genellikle bakır, testi bi­
gravür öğretimi de yapılmış, birçok çiminde, gövdesi şişkin, boynu uzun ve
Türk ressamı gravür alanında başarılı dar, ağzı genişçe, kapaklı, tek kulplu sı­
çalışmalar yapmıştır. vı kabı. Bakırdan yapılanları çoğunlukla
GRİFON, Kuş başlı, aslan vücutlu kalaylıdır. Pirinç, gümüş, altın güğümler
ve kanatlı efsanevi hayvan. İlkçağlarda de vardır. Gövdeleri kabartma, kakma
Mezopotamya’da, özellikle Asur İko­ ve oymalarla süslenir, üzeri yazılı olan­
nografisinde önemli bir yer tutar. Eski lar, civa yaldızı ile süslenenler de yapıl­
Yunan, Etrüsk ve Bizans sanatında, ma­ mıştır. Kullanıldıkları sıvılara göre su,
den, fildişi ve kemikten heykelleri süsle­ süt, pekmez, boza, salep, kahve gü­
melerde görülür. ğümleri gibi adlar alır. Kimi güğümlerin
GUBARI, Yazı sanatında çok küçük ağızlarında sıvının akması için oluklu dil­
ve ince, çoğu zaman at kuyruğu kılının leri vardır. Gövdesi doğrudan yere otu­
bir kalem ucuna geçirilerek kıl ile yazıl­ ranları bulunduğu gibi yuvarlak tabanı
dığı bilinen yazı türü. Gubarî yazı, çıplak bir bileziğe oturan gövdelileri de yapıl­
gözle görülemeyecek kadar küçük ve in­ mıştır. Anadolu’nun birçok bölgesinde
ce olduğu için büyüteçle yazılmış ve yi­ bakırcılar, bugün de güğümler yapmak­
ne büyüteçle okunmuştur. Bu yazı hü­ ta ve satmaktadır.
ner, ustalık ve sabır ister. Pul büyüklü­ GÜLÂBDAN, Gülsuyu serpmek
ğünde bir kâğıt üzerine Kuran’ın Yâsin için kullanılan dibi ve gövdesi geniş, ağ­
Suresi’ni yazan ustalar görüldüğü gibi, zı dar kap. Gülâbdanlar altın, gümüş,
pirinç tanesi üzerine İhlâs Suresi’ni ya­ bronz vb. madenlerden yapıldığı gibi,
zanlar da görülmüştür. Gubarî yazı ile camdan, seramikten de yapılmıştır. Yu­
küçük enamlar, Kuran’lar (sancak varlak tabanı içinde armudî bir gövdesi
Kuran’ları) meydana getirilmiş, bunların vardır. Gövde yukarıya doğru sivrilerek
içine konduğu altın, gümüş işlemeli za­ gülâbdan boğazını meydana getirir.
rif kutular (mahfazalar) yapılmıştır. Gülsuyunun akacağı tepelik, çoğu za­
Gubarî yazı örnekleri İstanbul’da Top- man bir gül çiçeği biçiminde süzeklidir.
kapı Sarayı, Türk ve İslâm Eserleri, Cam ve seramikten yapılanların tepesi
Konya Mevlâna müzelerinde, İstanbul düz kesim ve küçük deliklidir. Bu süzek
Süleymaniye Kütüphanesi ile özel eski veya delikli tepelikler gövdeden ayrı bir
eser koleksiyonlarında, ecdat yadigârı parça olup, gövdeye gülsuyu doldurul­
olarak kimi kişilerin elinde görülür. duktan sonra tıpa gibi yerleştirilir.

89
Kullanılacağı zaman hafifçe çırpılır ve “mevlit” törenlerinde buhurdanlarla bir­
gülsuyu dökülür. Gülabdanların en eski likte, ayrıca bu törenlerin dışında ko­
örnekleri Topkapı Sarayı Müzesi’ndeki nuklara gülsuyu ikramında kullanılan
altm-gümüş, üzeri kabartma ve burma gülabdanlar, Türkiye’de müzelerde,
motifleri ve değerli taşlarla süslü olan­ özel müze ve koleksiyonlarda, evlerde
larıdır. Yeşim taşından, zebercetten ya­ çeşitli örnekleriyle görülür.
pılmış, zümrüt, yakut, firuze gibi değer­ GÜLBEZEK, Kat kat açılmış gül bi­
li taşlarla süslü gülabdanların yanında, çiminde süsleme. Mimaride tavan ve
maden üzerine mine işçiliğinde yapıl­ kubbe süslemeciliğinde kullanıldığı gibi
mış, süslü gülabdanlar da vardır. XVI. Türk sanatının halı, dokuma, ahşap, çi­
ve XVII. yüzyıl olarak tarihlendirilen bu ni, maden, taş süslemeciliğinde çok gö­
rülen bir motiftir.
GÜLLE, Kaval toplarla atılan taş ve­
ya demir, küre biçiminde mermi. îlkin
XV. yüzyılda kullanılmaya başlanmıştır.
Yüz kilo ağırlığa ulaşanları vardır. Aske­
rî müzelerde toplarla birlikte taş ve de­
mir gülleler görüldüğü gibi bazı kaleler­
de tek veya gruplar halinde sergilenmiş­
tir. Yivli topların icadıyla gülle yapımı
ortadan kalkmıştır.
GÜMÜŞ ASKI-AYNA, Elips ve
daire biçimlerinde gümüşten yapılan,
dış yüzeyi kabartma desenlerle süslü du­
var askıları ya da aynalar. Sapsız olan­
ları dekoratif olarak kullanılır. Saplı
olanların içi aynı, sırtı gümüş işleme ve
değerli taşlarla süslü. Bunların kadın
çantaları için küçük olanları da vardır.
Gülâbdan-lznik, 16 yy. GÜMÜŞ SÜSLEME, Gümüş, ko­
(Istanbul-Topkapı Sarayı Müzesi) lay işlenebilen, okside olmayan değerli
bir madendir. Beyaz renkte, parlak, yu­
gülabdanlar, Hazine Dairesinin en de­ muşak bu maden, İlkçağlardan beri bi­
ğerli eşyaları arasında yer alır. Bununla linmekte ve özellikle süs eşyalarında,
birlikte, seramikten, porselenden gülab­ süslemelerde kullanılmaktadır. Gümü­
danların da yapıldığı görülmüştür. XIX. şün ince yapraklar haline getirilerek
yüzyıl ortalarında Beykoz’da kurulan başka bir madde üzerine kaplanması
cam fabrikasında üzeri çiçek desenleri ile tekniği çok eskidir. Bunun dışında kim­
opalin gülabdanlar biçim, renk ve desen­ yasal eriyikleriyle gümüş kaplamalar da
leriyle, Rus, Fransız ve Bohemya örnek­ yapılmıştır. Doğrudan gümüş eşyalar
lerinden ayrıdır. Evlerde ve camilerde, ise, kazıma, kabartma, kakma

90
teknikleriyle süslendiği gibi, gümüş lev­ boğa ve geyik figürlü olanının büyütül­
haların kafes gibi kesilerek (ajur) süslen­ müş bir kopyası, Ankara’nın Sıhhiye
mesi, gümüşün tel haline getirilerek le­ alanına anıt olarak dikilmiştir.
himlerle istenilen motiflerin yapılması GÜNEŞ SAATİ, Üzerinde günün
(telkârî) veya gümüş üzerine kazman saatlerini gösteren ve demir bir milden
motiflerin kükürt ve maden karışımı bir yelpaze gibi açılmış bölmeleri bulunan
madde ile doldurularak perdahlanması yatay yahut düşey taş levha. Güneşin
sonucu siyahlaşması (savatlama) teknik­ durumuna göre milin gölgesi levha üze­
leri ile süslenir. Küpe, gerdanlık, yanak- rine düşer. Her bölme çizgisi bir saati
lık, muskalık, bilezik, halhal, kemer, to­ gösterir. Güneş saatinin ilkin Sümerler
ka, hotoz iğnesi, ayna gibi çeşitli süs eş­ tarafından kullanıldığı, M.Ö. III. yüzyılda
yaları, tepsiler, leğenler, fincan zarfları, Keldanili Rahip Berosus tarafından ge­
sofra takımları, ibrikler, vazolar ve yüz­ liştirildiğini tarihler yazar. Romalıların
lerce eşya gümüşten yapılmış, gümüşle da kullandığı güneş saati, Anadolu’nun
süslenmiş, gümüş işçiliği bir sanat dalı Türkleştirilmesinden sonra cami, mescit
olarak gelişmiştir. Gümüş paralar, ma­ gibi dinî yapıların duvarlarına veya avlu­
dalyonlar, gümüş yazı ve koşum takım­ larına yerleştirilmiştir. İstanbul’da Fatih,
ları vs. bu sanatın ne kadar yaygın oldu­ Beyazıd, Süleymaniye, Yeni Valide,
ğunu gösterir. Mihrimah gibi büyük camilerin hemen
GÜNEŞ KURSLARI, Çorum yakı­ hepsinde mermer güneş saati vardır.
nındaki Alacahöyük Kral Mezarları’nda,
1935 yılında bulunan ve güneş kültü ile
ilgili olduğu kabul edilen (M.Ö. 2400-
2000 yılları) Proto-Hititler devrine ait
güneş sembolleri. Bugün, Ankara Ana­
dolu Medeniyetleri Müzesi Eski Tunç
Çağı Bölümü’nde sergilenen bu Güneş
Kursları’nın gümüş kabzalı ağaç sopala­
rın ucunda taşındığı sanılmaktadır.
Tunçtan yapılan, gümüşlerle de süsle­
nen Güneş Kursları yarım daire biçimin­
dedir. Daireyi çeviren burmalı yuvarlak,
güneş ışınları gibi tırtıllı, oklu levhalarla
çevrilidir. Daire içinde birbirini kesen
karelerin meydana getirdiği gözenekler,
boğa, geyik ve ceylan figürleri, daire ta­
banında yanlara açılan boğa boynuzları, Bronz Grifón
kurslara iliştirilmiş işlemek yuvarlak hal­
kalar vardır. Son yıllarda Turizm Ba­
kanlığı’nm ve Ankara şehrinin sembolü
olarak bu kurslar seçilmiş, bunlardan

91
GÜRZ, Savaşlarda vurucu olarak başlayan gürz kullanımı giderek piyade
kullanılan madenî silâh. Demir veya ve süvarilerin en etkili silâhı olarak geliş­
ağaç bir sapın ucuna yerleştirilen tunç, miş, çeşitli biçimlerde yapılmıştır. Dün­
pirinç, bakır, demir, çelik bir topuzu
yanın bütün askerî müzelerinde, Türki­
olan gürzler, karşısındakine vurularak
ye’de İstanbul Askerî Müze ile Topkapı
onun saf dışı kalması için kullanılırdı.
Sarayı Silâh Dairesi’nde çeşitleri ve süs­
Gürz topuzlarının çoğu dişli, dikenli, siv­
ri çıkıntılı yapılmıştır. Ağırlıkları 10 kg. lü örnekleri görülür. Topkapı Sara­
ile 50 kg. arasında değişmiştir. İlkçağ­ yı’nda ayrıca padişahlara ait değerli taş­
larda taşların sopalara bağlanmasıyla larla süslü gürzler yer alır.
HADDE, Madenî tel çubuklardan, “çift çalpara” mehter müziğinde de
daha ince ve istenilen kalınlıkta tel elde vardır.
etmek için, kuyumculukta kullanılan si­ HALI, Halıyı dünya uygarlığına ilk
lindir demir. Üzerinde, genişten dara defa armağan eden Türkler olmuştur.
doğru açılan deliği vardır. Haddeden Halı, Orta Asya’da Türk topluluklarının
geçirilen ince tellerle süs takıları (telkari) yaşadıkları bölgelerde çok erken devir­
yapılır. lerde ortaya çıkmış, sanat zevki, zengin
HADRİANUS HEYKELLERİ, Ro motif dünyası, komposizyon ustalığı ile
ma’nın ünlü imparatoru Hadrianus yüzyıllar boyunca büyük bir gelişme
(M.S. 76-138) adına Romalılar devrin­ göstererek Türklerle birlikte Ortado­
de yapılan mermer ve bronz heykeller. ğu’ya, İslâm ülkelerine yayılmıştır. Bu­
Antalya’da M.S. 130 yılında Antalya’yı güne kadar bilinen en eski Türk halısı,
ziyareti sırasında yapılan tak kapı meş­ Altay Dağları eteklerindeki Pazırık böl­
hurdur. İstanbul, İzmir, Efes, Antalya gesinde, Sovyet arkeologu Rudenko ta­
arkeoloji müzelerinde ve daha başka rafından 1947-1949 yılları arasında ya­
müzelerde heykelleri vardır. pılan arkeolojik kazılarda bulunmuştur.
HALHAL, Ayak bileziği. Tarihin Türklerin “Kurgan” adını verdikleri bir
çok eski devirlerinden beri bazı bölge­ mezar odasında, ölüyü bir kefen gibi sa­
lerde (özellikle Asya’da, Hindistan ve ran bu halı, M.Ö. IV. ve III. yüzyıl ola­
İran’da, Arap ülkelerinde) kadınlar, rak tarihlendirilmiştir. Böylece yeryü­
ayak bileklerine altın, gümüş, bakır bile­ zünde ilk Türk halısının zamanımızdan
zikler takmışlardır. Halhal adı verilen bu 2500 yıl önce dokunmakta ve kullanıl­
madenî bilezikler tempolu ses çıkardığı makta olduğu gerçeği meydana çıkmış­
için dans eden kadınlar bunu bir müzik tır. Bugün Petersburg’ta “Hermitage
aleti olarak da kullanmışlardır. Halhalla- Müzesi”nde sergilenen bu halı
ra küçük zillerin eklendiği de görülmüş­ 200x189 cm. boyutundadır. Santimet­
tür. Halhal halkalar kol bileziğinde oldu­ re karesinde 36 ilmeği (düğümü) vardır.
ğu gibi süslü olarak yapılmıştır. Pazırık halısından ayrı olarak Doğu Tür­
HALİLE, Müzikte “çalpara” adı ve­ kistan’ın Uygur, ayrıca Turfan bölgele­
rilen pirinç ve bakır büyük zil. Başta rinde yapılan arkeolojik kazılarda da
Mevlevilik olmak üzere müzik icra eden M.S. III. ve VI. yüzyıllara ait Türk halı
tarikatlarda halile adıyla kullanılır. Da­ parçaları bulunmuş, bunlardan bir örne­
ire biçiminde, ortasında parmakların ği yeni Delhi Müzesi’ne, üç örnek de
geçebileceği meşin bir kulpu bulunan, Londra-British Museum’a kaldırılmıştır.
Orta Asya Türk bölgelerinde bulunan yakınlarındaki Fustat şehri harabelerin­
bu en eski halı parçaları bize, Asya’da de yapılan kazılarda da bir küme Sel­
gelişen “Halı Sanatı”nın bir Türk sanatı çuklu halı parçası bulunmuş, bunların
olduğu gerçeğini ortaya koymuştur. Ha­ Konya’da (veya Anadolu’da) dokunarak
lıcılık Anadolu’ya XI. yüzyılın sonlarına Fustat Camii’ne gönderildiği anlaşılmış­
doğru Selçuklu Türkleri ile birlikte gir­ tır. Bugün bu parçalar İsveç-Stockholm
miştir. Bu devirde, Selçuklu Devletinin Müzesi’ndedir. Bütün bu halıların Türk
düğümü adı verilen Gördes düğümü
tekniği ile dokunduğu anlaşılmaktadır.
Koyu kırmızı ve mavi zemin üzerine
açık mavi, sarı, yeşil renklerle dokunan
bu halılarda, baklava, yıldız, çengel mo­
tifler, sekizgen geometrik desenler kul­
lanılmıştır. Geniş bordürleri kûfî yazılar­
la süslüdür. Selçuklulardan sonra XIV.
ve XV. yüzyıllarda halıcılık Anadolu’da
geleneksel varlığını sürdürmüş, özellikle
desenlerle stilize hayvan figürlerine (ef­
sânevî kuş simurg, ejder) yer verilmiş­
tir. Bu devre ait örnekler İsveç ve Doğu
Berlin (Pergamon) müzelerinde görül­
mektedir. XV. yüzyıl sonlarına doğru,
Anadolu hayvan figürlü halıları yerlerini
Halı Seccade, XVII. yy. geometrik desenli halılara bırakmıştır.
(Konya Mevlâna Müzesi) XVI. yüzyılın sonuna kadar Batılı res­
sam Holbein’in tablolarında resimlerine
başkenti olan Konya, Anadolu Türk ha­ rastladığımız, bu yüzden Holbein halıla­
lıcılığının merkezi olmuş, Kayseri, Si­ rı dediğimiz bu halılar, lâcivert ve kırmı­
vas, Aksaray gibi şehirlerde kurulan tez­ zı zemin üzerine, kareler içinde rpadal-
gâhlarda o devrin en güzel halıları do­ yonlu, bordürler kûfîden gelişen ge­
kunmuştur. Selçuklu devri halılarından ometrik desenlidir.
günümüze ulaşabilenlerin sayısı çok az­ Bugünün Bergama halıları bu tipin
dır. Konya’da, Selçuklu Sultanı Alâad- bir devamıdır. On altıncı yüzyılda klâsik
din Keykubad I’in 1221 yılında tamam­ Osmanlı halılarının en parlak devri
ladığı Alâaddin Camii’nden arta kalan Uşak’ta yaşatılmıştır. Uşak halılarında;
sekiz Selçuklu halı parçası bugün İstan­ gülkurusu kırmızı, koyu mavi, parlak sa­
bul Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde rı çok kullanılan renkler olmuştur. Ma-
bulunmaktadır. İki Selçuklu halı parçası dalyonlu Uşak halılarında ortada bir
da Konya Mevlâna Müzesi’ndedir. Bu madalyon ve madalyonun çevresinde
halı parçaları Beyşehir’deki Eşrefoğlu bitkisel desenler vardır. Yıldızlı Uşak ha­
Camii’nden getirilmiştir. Kahire lılarında sıra halinde yıldız ve sekizgenler

94
dikkat çekicidir. Çintemani motifli dra­ yılında kurulan ve giderek gelişen Here-
gon (kuş) figürlü Uşak halıları hem daha ke halı tezgâhları, daha çok Osmanlı sa­
eski, hem daha göz alıcıdır. On altıncı ray halıları üslûbunda ipekli ve simli ha­
yüzyılın ikinci yarısından itibaren yeni lıları dokumuştur. Son yıllarda özel sek­
bir halı tipi görülür. Buna “Saray Halı­ törün devreye girmesiyle Hereke halıcı­
ları” diyoruz. Daha çok Bursa ve Üskü­ lığında önemli bir atılım olmuş, desina­
dar’da yün ve ipekle dokunan bu halılar törlerin, geleneksel Anadolu halı desen­
tabii yaprak ve bol çiçek dolgularla süs­ lerinden esinlenerek meydana getirdik­
lüdür. Gümüş sırmaların da yer aldığı bu leri yeni kompozisyonlarla dış pazarlara
halı seccadelerin bordürlerinde çoğu za­ da girilmiştir.
man yazılar da görülür. Bugün Here-
ke’de ve başka yerlerde bu gelenek sür­
dürülmektedir. On yedinci yüzyıldan
başlayarak Anadolu’da çeşitli şehirlerde
halı merkezlerinin geliştiği ve halıcılığın
yayıldığı görülmektedir. Bitkisel motif­
lerle geometrik çizgilerin kaynaştığı,
madalyon ve yıldızlarla süslü Bergama
halıları, on altıncı yüzyıldan sonra ayrı
bir özellik taşır. Konya yakınlarındaki
Lâdik kasabası halıcılığın önemli bir
merkezi olmuş, Lâdik seccadelerinin
mihrap alınlıkları çiçek motifleri, mih­
rap kemerleri de klâsik kandil resimleri
ile süslenmiş, bordürleri çiçeklerle dol­
durulmuştur. Ege Bölgesi’nin halıcılık Kırşehir Halısı, XVIII. yy.
merkezleri olan Milâs, Gördes ve Kula, (Konya-Mevlârıa Müzesi)
on yedinci yüzyıldan itibaren seçkin ör­
nekler vermeye başlamıştır. Mihrap dol­ Anadolu halıcılığında kullanılan bo­
gusunun iki yanında şamdan motifli yalar, başlangıcında bitkilerden elde
Gördes seccadeleri, sıralar halinde çi­ edildiği için, bu renkler solmadan yüzyıl­
çek dolgulu bordürleriyle tanınır. Kırmı­ larca tazeliğini korumuştur. Çoklukla
zı, sarı, mavi renkleriyle özellik taşıyan kırmızı kızılçam kabuğundan, fındık
Kula seccadeleri, üslûplaşmış desenleri­ yaprağından, sarı ve sarının değişik ton­
ni yüzyıllarca korumuştur. İki veya üç ları katırtırnağı, sumak, sütleğen, safran
konturlu, çiçek dolgulu mihraplarıyla gibi bitkilerin çiçek, dal ve köklerinden,
ayrı bir özelliği olan Kırşehir ve Mucur kahverengi mazı, karameşe kabuğu, kö­
seccadeleri, son yıllarda halıcılık piyasa­ kü ve ceviz yaprağından yeşil, yabanî
sında çok tutulan Taşpınar, Yahyalı, naneden, siyah, sumak ve kurumdan,
Yağcıbedir halıları Anadolu halıcılığının mavi hint bitkilerinden çıkarılmıştır. Ha­
geleneksel özelliklerini taşır. 1844 lı bölgelerinde “boyalık” adı verilen ve

95
halı boyalarının elde edildiği otlaklar ya­
pılmış, bu otlaklarda boya elde edilecek
bitkiler özel olarak yetiştirilmiştir. Bu­
gün İstanbul’da Türk ve İslâm Eserleri,
Sultanahmet Halı Kilim, Konya’da
Mevlâna, Ankara’da Etnografya müze­
lerinde, daha başka müze ve özel kolek­
siyonlarda, Türkiye dışında Berlin İslâm
Eserleri, Paris-Musèe des Arts Décora­
tifs, Londra Victoria And Albert Muse­
um, Atina Benaki, Lizbon Gulbenkian,
Budapeşte Süsleme Sanatları, Isveç-
Stockholm, Varşova-Krakov, Viyana,
Petersburg, Kahire, New York-Metro­
politan, Washington Textile müzelerin­
de Türk halı sanatı örnekleri ya da ko­
leksiyonları yer almaktadır.
HALI-RESİM, Türk halı sanatında
resimli halılar. Kula, Gördes, Kırşehir, Atatürk Resimli Halı
(Ankara Etnografya Müzesi)
Kayseri halılarında doğal yahut stilize
manzara resimleri (mezar taşları, kandil resimleri dokunmuştur. Türk sanatında
ve şamdanlar, çiçek buketleri) görül­ resimli halılar adıyla bir grup halı işçiliği
mekle birlikte 19. yüzyıl ortalarından iti­ önemli bir yer alır. Resimli halılara İs­
baren genellikle İsparta’da dokunan ha­ parta, Ankara Etnografya, Konya, İs­
lılara, saray, köşk, cami, türbe, arma, tanbul Türk ve İslâm Eserleri müzelerin­
kâğıt para vs. gibi yapı ve eşyaların de ve özel koleksiyonlarda rastlanabilir.
HALKARİ, Yazma kitapların sayfa
kenarlarını (cetvellerini), cilt kapaklarını
ve levha yazı çevresini, altın yaldızla
süsleme sanatı. Halkâr yapılmadan ön­
ce ince bir kâğıt üzerine kalıbı çizilir.
Sonra bu kalıp üzerindeki desenler iğne
ile delinir. Delikli kâğıt, süslenecek
aharlı kâğıt üzerine yerleştirilir. Üzerine
söğüt kömürü tozu gezdirilir, kömür
tozları küçük deliklerden geçer. Böylece
kalıbın işi bitmiş, kopyası alttaki kâğıda
çıkmış olur. Bundan sonra kopyası alı­
nan desenler altın yaldızla süslenir. So­
Osmanlı Arması Resimli Halı nunda mühre ile parlatılır. Halkâri işçi­
(Ankara-Etnografya Müzesi) likle cilt kapakları, oymalar da süslenir.

96
HAMAİL, Kordan ya da zincirle HANÇER, Ucu eğri ve sivri, kabza­
omuzdan bele çapraz olarak asılan mus­ lı, kesici silâh. İlk örnekleri, eski Mezo­
ka. Hamail muskaları altın, gümüş, ve­ potamya’da görülür. Ur’daki kral me­
ya başka madenlerden yapılan dörtgen, zarlarında M.Ö. III bin başlarına ait, al­
üçgen, yürek biçiminde işlemeli kutular­ tın kakmalı, kabzası lâcivert taştan bir
da muhafaza edilir. Muskalar, âyetler, hançer bulunmuştur. Sümerlerin, kab­
dualar yazılı, üzerinde burçlarla ilgili işa­ zası ile birlikte işlemeli bakır ve bronz
retler, tılsımlar bulunan kâğıtlardır. Bal- hançerleri, İran’da Persler devrine ait
mumuna batırılmış bezlere sarılır ve ha­ hançerler giderek Ortadoğu’da, Anado­
mail kutusuna yerleştirilir. Hamaillerin lu’da, Yunan ve Roma uygarlıklarında
kötülüklerden, kötü nazarlardan, hasta­ yaygın bir silâh olarak kullanılmıştır. Or­
lıklardan koruduğu, taşıyanlara mutluluk taçağ Avrupası’nda yakın savunma silâ­
verdiği inancı, Türklerde çok eskiden hı olarak kullanılan hançer, İran, Arap
beri vardır. ve Türk silâhları arasında bir sanat dalı
HAMAM TAKIMI, Kadın ve erke­ olarak gelişmiş, değerli taşlarla süslü,
ğin hamama giderken bir bohçaya yer­ çeşitli hançerler yapılmıştır. Topkapı
leştirdiği lüzumlu eşya. Bu eşyalar şöyle- Sarayı Müzesi’ndeki “Zümrüt Hançer”
dir. Ham am Bohçası: Kadın hamam­ son yıllarda dünyaca tanınmıştır. Top-
ları için sırma ve ibrişimle işlenmiş kadi­ kapı Sarayı Hazine Dairesi’nde Osman-
fe veya atlas bohça. Özel olarak hamam lı padişahlarına ait süslü hançerler dışın­
için gergeflerde işlenir. Ham am Kese­ da, aynı müzenin Silâhlar Bölümü’nde,
si: Bir elin içine girebileceği büyüklükte Askerî Müze’de, halk sanatına ilişkin
kıl ve ketenden dokunan kese. Peşte- olarak Ankara Etnografya Müzesi’nde,
mal veya Futa: İpek ve pamuk karışı­ eski eser koleksiyonlarında çeşitli han­
mı ipliklerden özel olarak hamam için çer örnekleri yer almaktadır.
dokunan çubuklu önlük. Havlu: Havla­
rı uzun, el ve omuz havlusu. Ham am
Tası: Altın, gümüş, pirinç ve kalaylı ba­
kır, dibi alttan çukur yayvan su kabı.
Göbekli Tas: Yüzeyi ve tabanı kabart­
ma, oyma süslemeli su kabı. Tarak:
Fildişi, kemik ve sert ağaçlardan yapılan
kadın saç tarağı. Ham am Nalım: Sert
ağaçlardan yapılan fildişi, sedef kakma­
lı veya altın, gümüş tellerle süslü, yük­
sek ayaklı özel hamam nalını. Sabun Hançerler ve kınları
Kutusu: Sabunun girebileceği ağaç ve­
ya madenî kutu. Erkek hamam bohçala­ HARDALLIK, Yemeklerde kullanı­
rı düz veya torba biçimindedir. Saray, lan hardal sosunun bulunduğu kap. Sof­
köşk ve konaklar için hamam takımları ra takımı arasında yer alır. Madenden,
çok süslü yapılmıştır. porselenden, ağaçtan çok zarif bir

97
şekilde yapılır ve gövdesi süslenir. Çoğu Arşivi’nde çeşitli Avrupa ve Osmanlı
kez üst kapağının kenarından açılan haritaları vardır.
oyukta kaşığı vardır. Hardal daha çok HARP (ARP), Eskiçağlardan beri
Avrupa sosları arasında kullanıldığı için kullanılan üçgen biçiminde telli saz. Es­
İngiliz, Fransız porselen ya da gümüş ki Mısır ve Mezopotamya’da, Anadolu
hardallıkları çok tanınmıştır. Türk sofra uygarlıklarında kullanılan ve Ortaçağlar­
takımları arasına 19. yüzyıl ortalarından da Avrupa’da gelişerek yaygınlaşan
sonra girmiş, Kütahya, Çanakkale sera­ harp, gövdesi, konsolu ve pedalları ile
mikten, Beykoz’da opalin ve porselen­ çok süslü olarak yapılmıştır. XVIII. yüz­
den hardallıklar yapılmıştır. yıl ve sonrası, Harp’m Avrupa’da altın
HARMANI, Pelerin biçiminde, vü­ devridir.
cudu örten, kolsuz uzun elbise. Çok es­ HARPİ, İnsan başlı, kuş gövdeli ef­
ki devirlerden beri giyilen harmanı, eski sanevî yaratık. Çin’de, Tabgaç ve Bu­
Yunanlılarda “asalet” işareti sayılmış, dist sanatında, Uygur, Karahanlı İslâm
Roma askerleri ve komutanları giymiş, sanatında, Selçuklularda süsleme ara­
Ortaçağda Avrupa’nın saray elbiseleri sında yer alır. Selçuklu dönemi taş ve çi­
arasına girmiştir. Büyük törenlerde kral­ ni tasvirlerinde harpi figürleri görülür.
lar, şövalyelere, kahramanlara kürklü Özellikle Kubâd-âbad Sarayı figürlü çini
harmaniler armağan etmişlerdir. süslemeleri arasında çokça harpi figürü
HARE, Kumaş, kâğıt, ahşap, demir görülmektedir. Harpilerin insanlara iyi­
gibi maddelerin üstüne süs olarak veri­ lik ve mutluluk getiren melekler olduğu
len dalgalı çizgiler. Kumaş üzerindeki inancı yaygındır. Devlet kuşu demek
hareler, yollu çelik veya ahşap yollu si­ olan ve devleti simgeleyen “Hûma” da
lindirlerden geçirilerek yapılır. İpek ve bu anlayışın başka bir varyantıdır.
pamuk dokuma bazı kumaş­
lara çekilen hareler, Türk ku­
maş sanatında çok eskiden
beri kullanılmakta idi. Bu tür
dokumalara hareli denmiştir.
HARİTA, Matbaanın ica­
dından sonra Avrupa’da bası­
lan, baskıdan sonra boyanan
eski haritalar da bugün antika
piyasasında alınıp satılmakta,
çerçevelenerek duvarlara asıl­
maktadır. Bu tür haritaların
genellikle altında, basıldığı
yer ve yıl yazılıdır. Tarihleri
eskidikçe değerleri artır. An­
kara’da Harita Genel Müdür­
lüğü Harita Müzesi ve Eski bir Osmanlı haritası

98
HASIR ÖRGÜ, İnce saz gövdesi ve Yıldönümü (1975), Atatürk’ün Doğu-
çavdar saplarından elle örülen işler. Ha­ mu’nun 100. Yıldönümü (1981), Dün­
sır örgü sanatı ilkçağlarda Mezopotam­ ya Konut Yılı (1987) hatıra madalyonla­
ya, Eski Mısır ve Anadolu’da, Asya ül­ rı bunların akla gelen örnekleridir.
kelerinde, daha sonra Avrupa’da bir el
sanatı olarak gelişmiş, hasırdan kilim bi­
çiminde yer döşemeleri, duvar ve tavan
kaplamaları örüldüğü gibi, sepet, çanta,
zembil, sofra örtüsü gibi eşyalar yapıl­
mıştır. Son yıllarda mobilyaya da giren
hasır örgüler boyanarak süslenmiş, çe­
şitli örgü teknikleri kullanılarak eşyalara
ayrı bir güzellik verilmiştir. Hasır, koru­
yucu olarak halıların altına serildiği gibi,
cam ve seramik eşyaların dışına da ge­
çirilmiştir. Anadolu’da birçok bölgede
hasır örgü işleri bir el sanatı olarak de­ Atatürk Hatıra Madalyonu

vam etmektedir.
HATAYI, Yaprak, filiz ve çiçeklerin HATT-I HÜMAYUN, Genellikle
birbirine dolaşmasından meydana gelen padişahların el yazısı ile emirleri. Fer­
bitkisel stilize bir motif. Türk sanatı süs­ manların üzerindeki tuğrada padişahın
lemelerinde rumî motif kadar yaygın ol­ “mucibince amel ola” el yazılarıyla
mamakla birlikte çok kullanılmıştır. emirleri de hatt-ı hüyamun sayılır.
Özellikle çini desenlerinde hatayî çok HAT SANATI (İSLÂM-TÜRK),
sık görülür. Islâmiyetin doğuşu yıllarında, Arapların
HATIRA M ADALYONLARI, kullandıkları yazı basit ve ilkeldir. Bu ya­
Önemli bir olayı sürekli hatırlamak ya zı “nabatî” adlı bir yazı türünden doğ­
da bu olaylar ve kişilere ait yuvarlak, ra­ muş, sonra “makılî” adını almıştır. Ma-
kamlı, yıldönümlerini kutlamak üzere kılî yazı düzgün ve köşeli, iri harflerle
madenden yapılan madalyalar. Sultan yazılarak “kûfî” yazı türü doğmuş, Kü­
Mahmud I zamanında çıkarılan altın Re­ fe” şehrinden taşarak öteki Islâm şehir­
fahiye Madalyonu, bizde ilki sayılır. Da­ lerine dağılan ve giderek gelişen bu ya­
ha sonra Sultan Abdülmecid, Abdülaziz, zı ile başta Kuran nüshaları olmak üze­
Abdülhamid II, Mehmed Reşad devirle­ re her türlü metinler yazılmıştır. X. yüz­
rinde de çeşitli nedenlerle hatıra madal­ yılda, asıl adı Muhammed olan ve Bas­
yonları çıkanlmıştır. Türkiye Cumhuri­ ra’da doğan hattat Ibn-i Mûkle, kûfi ya­
yeti döneminde de çok sayıda hatıra zıdan, iri ve yuvarlak harfli “sülüs” yazı­
madalyonu basılmıştır. D.Y. Sivas Lo­ yı icat etmiş, bu yazı küçültülerek “ne­
komotif ve Vagon Atölyesi Açılışı sih” yazı meydana gelmiştir. XI. yüzyıl­
(1933), Malazgirt Zaferi’nin 900. Yıldö­ da Bağdatlı İbn-i Bevvâb, sülüs ve nesih
nümü (1971), Şapka inkılâbı 50. yazıdan “reyhâni” ve “muhakkak”

99
ıv.<’^v ■' •>
W3jj

Şeyh Hamdullah’ın el yazısı ile 1493 tarihli bir Kurarı


(İstanbul-Türk ve İslâm Eserleri Müzesi

adında iki yazı çeşitini İslâm hat sanatı­ diğer dinî kitaplar, cami kitabeleri ve
na kazandırmıştır. XIII. yüzyılda, Türk süs yazıları günümüze kadar, “şaheser­
asıllı Yakut Al-Mus’tâsımî, nesih yazıyı ler” olarak ulaşmıştır. Şeyh Hamdul­
kendi üslûbuna göre geliştirerek hat sa­ lah’ın üslûbunu, oğlu ve öğrencisi Hat­
natında şaheserler yaratmış, belli bir dü­ tat Mustafa Dede sürdürmüş, derken
zeye ulaştırmıştır. Hattatlar XV. yüzyıl XVI. yüzyılda “Karahisari” olarak tanı­
ortalarına kadar Yakut’u örnek alırlar­ nan Hattat Ahmed Şemseddin, 'Sülüs,
ken XV. yüzyılın ikinci yarısında Amas- Reyhanî ve Muhakkak yazıyı geliştire­
yalı Şeyh Hamdullah, “Aklâm-ı Sitte” rek, kendine özgü bir yazı türü doğur­
denilen ve “sülüs, nesih, muhakkak, muştur. Tanınmış hattatlardan Haşan
reyhani, tevkii, rık’a” yazı türlerinden Çelebi, Muhyiddin Halife, Derviş Meh-
yeni bir yazı türü meydana getirmiştir. med Çelebi, Derviş Ali onun yolundan
Osmanlı Padişahı Beyazıd Il’nin de yazı giden ve üslûbunu devam ettiren yazı
hocası olan Şeyh Hamdullah ile birlikte, ustalarıdır. XVII. yüzyılda Hattat Hafız
artık Arap yazısı, Türk sanatının bir da­ Osman’la birlikte Türk hat sanatı zirve­
lı olmuş, bundan böyle en güzel yazılar dedir. Hattat Suyolcuzade Mustafa
Türk hattatlarının elinden çıkmıştır. Efendi’nin öğrencisi olan Hafız Osman,
Şeyh Hamdullah’ın yazdığı Kuran ve Nesih yazıyı geliştirmiş, Sultan Ahmed

100
III ve Sultan Mustafa N’nin yazı hocalığı­ cüzü ve enam, kıt’a ve murakkalar, kita­
nı yapmış, kırk yıl durmadan yazmıştır. beler yazmıştır. İstanbul’daki Bayezid,
1689 yılında İstanbul’da öldüğü zaman Firuzağa, Davut Paşa camilerinin kita­
öğrencileri uzun yıllar onu örnek almış­ beleri onundur. Oğlu Mustafa Dede, da­
lardır. Yazı türlerinin ölçülü olarak bü­ madı Şükrullah Halife onun yetiştirdiği
yütülmesi ile “celi” biçimler yaratılırken, değerli hattatlardandır. 1520 yılında İs­
XVII. yüzyılda Ünyeli İsmail ve kardeşi tanbul’da ölmüştür. Şeyh Hamdullah’ın
Mustafa Rakım, bu arada talik yazı yazdığı Kuranlar, cüzler, kıt’alar İstan­
türünde Mehmed Esat Yesarî ve oğlu bul Topkapı Sarayı, Türk ve İslâm Eser­
Yesarîzade Mustafa İzzet, XIX. yüzyılda leri Müzesi, Vakıflar Yazı Müzesi, Süley-
Mahmud Celâleddin, Kazasker Mustafa maniye Kütüphanesi, bazı müzeler ve
İzzet, Şevkî, Samî gibi hattatlar sanatla­ kütüphanelerde, özel koleksiyonlarda
yer alır.
rının ünlüleri arasında tanınmışlardır.
Derviş Ali:
Hat sanatı yüzyılımızda İsmail Hakkı,
17. yüzyıl Osmanlı hattatlarından.
Hamid Aytaç, Necmettin Okyay, Halim
İstanbulludur. Hattat Şeyh Hamdul­
Özyazıcı, Emin Barın gibi Türk hattatla­
lah’ın ekolünden, onun tavrında kırktan
rının kalemleriyle, geleneğini ve ustalı­
fazla Kuran, pek çok en’am, kıt’a, mu-
ğını sürdürmüştür (Yazının, divanî, siya-
rakka ve levha yazmıştır. Yüzlerce öğ­
kat, talik gibi öteki örnekleri için mad­
renci yetiştirmiş ve 1673 yılında ölmüş­
delerine bakınız).
tür.
Ahm ed Şem seddin
Tanınmış Türk Hattatlarından Karahisarî:
Bazıları Şunlardır: Doğum tarihi kesin olarak bilinme­
mekle birlikte, XV. yüzyılın ortalarında
Şeyh Hamdullah: Afyon’da doğduğu sanılmaktadır. Kara­
Türk yazı sanatının en büyük üstadı hisarî diye tanınmış olması da onun Af­
sayılan Şeyh Hamdullah, 1429 yılında yonlu olduğunu gösterir. Genç yaşında
Amasya’da doğmuş, öğrenimi sırasında İstanbul’a gelerek devrin tanınmış yazı
yazı dersleri almıştır. Fatih’in oğlu Sul­ üstadlarından ders ve icazet almış, Ak-
tan Bayezid II Amasya’da vali iken, lâm-ı Sitte (sülüs, nesih, muhakkak, rey-
Şeyh Hamdullah, Şehzade Bayezid’e hanî, tevkii, rık’a) denilen altı cins yazı­
yazı hocalığı yapmış, onun paşidah ola­ yı, kendine özgü bir üslûpla geliştirmiş­
rak İstanbul’a gelmesiyle, Şeyh Ham­ tir. 1556 yılında İstanbul’da, doksanına
dullah da İstanbul’a gelmiş, sarayın yazı yaklaşmışken ölen Hattat Karahisarî
hocası olmuştur. Hattat Yakut-el-Mus- Ahmed Şemseddin, hayatı boyunca pek
ta’sımî’nin yazı üslûbunu ve “Aklâm-ı çok Kuran, en’am, levha, kitabe yaz­
Sitte” denilen altı tür yazıyı (sülüs, ne­ mış, Haşan Çelebi, Derviş Mehmed Çe­
sih, muhakkak, reyhanı, tevkii, rık’a) lebi, Muhiddin Halife gibi, kendi üslûbu­
geliştiren, bu yazılarda kendine özgü bir nu devam ettiren hattatlar yetiştirmiştir.
üslûp yaratan Şeyh Hamdullah, ömrü İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi, Türk
boyunca 47 Kuran, pek çok Kuran ve İslâm Eserleri Müzesi ve

101
Süleymaniye Kütüphanesi’nde, başka sanat hayatında elliye yakın öğrenci ye­
müze ve kütüphanelerde Karahisarî tiştirmiştir. Ömrü boyunca 25 Kuran-ı
hattıyla Kuran ve levhalar, meşk mec­ Kerim, sayıları bilinmeyen pek çok
muaları bulunmaktadır. en’am, Delâil-ül hayrat, murakka, kıt’a
yazan, meşkleri elden ele dolaşan Hafız
Osman kendisinden sonra yetişenlere
örnek olmuştur. 1698 yılında öldüğü
zaman, ardında ölümsüz bir isim, üstün
bir sanat üslûbu ve şaheserler bırakmış­
tır. Hafız Osman’ın İstanbul Topkapı
Sarayı, Türk ve Islâm Eserleri Müzesi,
daha başka müzelerde, başta Süleyma­
niye Kütüphanesi olmak üzere kütüpha­
nelerde, özel koleksiyon ve kişilerde
eserleri vardır. 1686 yılında yazarak
Ahmed Karahisari Yazısı
devrin padişahına sunduğu tezhipli bir
(Türk ve İslâm Eserleri Müzesi)

Hasarı Çelebi:
16. yüzyılın tanınmış Türk hattatla­
rından. Hattat Ahmed Karahisarî’nin
evlatlığı ve öğrencisidir. İstanbul’daki
Süleymaniye Camii celî yazıları ile Edir­
ne’deki Selimiye Camii yazıları önün­
dür. Sultan Selim H’nin takdirini kazan­
mış, 1594 yılından sonra ölmüştür.
Hafız Osman:
1642 yılında İstanbul’da doğmuş,
küçük yaşında Kuran’ı hıfzederek Köp­
rülü Fazıl Mustafa Paşa’nm himayesin­
de, önce devrin hat üstadı Derviş
Ali’den yazı dersleri almış, daha sonra
hattat Suyolcuzade Mustafa’nın dersle­
rine devam etmiştir. 1659 yılında “ak-
lâm-ı sitte” denilen sülüs, nesih, muhak­ Hafız Osman’ın yazısı ile bir
kak, reyhanî, tevkiî, rık’a yazı türlerin­ Kuran sayfası
den icazet (diploma) alan Hafız Osman,
kendine özgü kıvrak, ölçülü yazı üslûbu Kuran-ı Kerim’i bulunmaktadır. Bu nüs­
ile ün yapmıştır. Hafız Osman, Sultan ha, Diyanet işleri Başkanlığı’nca 1961
Ahmed III ve Sultan Mustafa Il’nin de yılında fotoğrafı ve Türkçe anlamı ile
yazı hocalığını yapmış, kırk yıl süren yayınlanmıştır.

102
Mehmed Şevki: Sarayı, İstanbul Türk ve İslâm Eserleri
19. yüzyıl Osmanlı hattatlarından. Müzesi, Vakıflar Yazı Sanatı Müzesi,
1829 yılında Kastamonu’da doğmuş, Süleymaniye Kütüphanesi, resmi ve
dayısı Hattat Mehmed Hulusi tarafın­ özel müzelerde, özel koleksiyonlarda
dan İstanbul’a getirilmiş ve yetiştirilmiş­ bulunmaktadır.
tir. Yesarîzade M. İzzet:
14 yaşında sülüs-nesih yazıdan ica­ Talik yazı üstadı Hattat Yesarî M.
zet (diploma) almış, giderek sanatını Esad’ın oğludur. Yesarîzade Mustafa İz­
ilerletmiş, “Şevki Efendi” üslûbunu kur­ zet 1770 yılma doğru İstanbul’da doğ­
muştur. Pek çok Kuran, en’am, ve lev­ muş, babasından yazı dersleri alarak o
ha yazmıştır. Sultan Abdülhamid Il’nin da talik yazıda devrinin en büyük üstadı
oğullarının yazı hocası iken 1887 yılın­ olmuştur. Devlet hizmetinde müderris­
da ölmüştür. Hattat Şevki’nin yazılarına lik, kadılık, kadıaskerlik görevlerinde de
müzelerde ve koleksiyonlarda sık sık bulunan Yesarîzade, 1849 yılında İstan­
rastlanır. bul’da ölmüştür. Yazıları, İstanbul Top-
Mahmud Celâleddin: kapı Sarayı, Türk ve İslâm Eserleri, Va­
18. yüzyılın ikinci yarısında Dağıs­kıflar Hat Sanatı, Belediye müzelerinde,
tan’da doğmuş, İstanbul’a gelerek za­ başta Konya Mevlâna Müzesi olmak
manın yazı ustalarından ders almış, da­ üzere öteki müzelerde ve koleksiyonlar­
ha çok kendi kendini yetiştirmiştir. Sü­ da yer alır.
lüs-nesih yazılarda üstat olan Mahmud Sami:
Celâleddin, kıt’a, murakka, hilye, mus- 1838 yılında İstanbul’da doğmuştur.
haf, dua kitapları ve levha halinde pek Öğrenimini tamamlarken devrin hat
çok eser vermiş, 1829 yılında İstan­ hocalarından özel dersler almış, bir süre
bul’da ölmüştür. Yazıları, İstanbul’da Maliye Kalemi’nde memur olarak çalış­
Topkapı Sarayı, Türk ve Islâm Eserleri mıştır. Daha sonra Divân-ı Hümâyûn
Müzesi, Vakıflar Hat Sanatı Müzesi, Sü-
leymaniye Kütüphanesi’nde, başka mü­
zelerde, özel koleksiyonlarda bulunmak­
tadır.
Mehmed Yesari:
Türk talik yazısının büyük üstadı Ye-
sarî Mehmed Esad, 18. yüzyılın birinci
yarısında İstanbul’da doğmuş, devrin
ünlü hattatlarından yazı dersleri alarak
kendi kendisini yetiştirmiştir. Talik yazı­
yı geliştirerek kendisine özgü bir üslûp
yaratan Yesarî, bir ara sarayda yazı ho­
calığı da yapmış, pek çok levha, murak­
ka, kitabe yazmıştır. 1798 yılında İstan­
Hattat Sam i’nin bir levhası
bul’da ölen Yesarî’nin yazıları, Topkapı

103
Nâmenüvisliği ve Nişan Kalemi Hulefa- kalıplarının çoğu da Türk ve İslâm Eser­
lığı’nda görev almış, burada mümeyyiz leri Müzesi’nde korunmaktadır.
iken, İkinci Meşrutiyet’in ilanından son­ Hulusi:
ra (1908) emekliye ayrılmıştır. 1912 yı­ Tanınmış Türk hattatlarından.
lında İstanbul’da ölmüştür. Hattat Meh- 1869’da İstanbul’da doğdu. Kendi ken­
med Sami Efendi, sülüs, talik yazıların dini yetiştirerek sülüs yazıyı Hattat Muh-
celisinde, ayrıca rık’a yazısında devrinin sinzade Ataullah Bey’den, talik yazıyı
kendine özgü bir üslûbu olan gerçek bir Hattat Haşan Hüsnü Efendi’den, daha
hat üstadıdır. İstanbul Topkapı Sarayı, sonra Hattat Sami’den öğrendi. Bir sü­
Türk ve İslâm Eserleri Müzesi, Vakıflar re Darüşşafaka’da, ayrıca Hattat Oku-
Yazı Sanatı Müzesi, Süleymaniye Kü­ lu’nda öğretmenlik yaptı. 1928 yılında
tüphanesi, Ankara Etnografya ve Kon­ İstanbul Türbeler Memurluğu’na atandı.
ya Mevlâna müzelerinde, daha başka 1940 yılında öldü. Sultan Selim ve Sul­
müzeler ve özel koleksiyonlarda levha­ tan Ahmed camilerinde yazılan, müze­
ları bulunmaktadır. ler ve koleksiyonlarda levhaları vardır.
Mustafa Rakım: Kâmil Akdik:
1757 yılında Ünye’de doğmuş, aile­ Son devirlerde yetişen tanınmış
si ile birlikte küçük yaşında İstanbul’a Türk hattatlarından. 1861 yılında
gelerek yerleşmiştir. Dinî öğrenimini İstanbul’da doğmuştur. Hattat Sami
sürdürdüğü sırada, Hattat İsmail Zühdi Efendi’den sülüs ve nesih yazılarını
Efendi’den yazı dersleri almıştır. 12 ya­ meşketmiş ve ondan icazetname almış­
şındayken hat icazetnamesi (diploması) tır. 1914 yılında hat hocalığı yaparken,
alan Mustafa Rakım, sarayda tuğrakeş 1918 yılında Galatasaray Lisesi hat öğ­
(tuğra ressamı) olarak görev almış, daha retmenliğine atanmış, 1922 yılında
sonra Sultan Mahmud H’ye sülüs hoca­ emekli olmuştur. 1936 yılında Güzel
lığı yapmıştır. Bir ara İzmir Kadılığı’nda Sanatlar Akademisi’nde tekrar yazı ho­
da bulunan Mustafa Rakım, 1823 yılın­ calığına getirilmiş, ölümüne kadar
da Anadolu Kadıaskeri olmuş, bu gö­ (1941), pek çok levha ve kitabe yazmış­
revde iken 1826 yılında İstanbul’da öl­ tır.
müştür. Başta sülüs olmak üzere celî ya­ İsmail Hakkı Altunbezer:
zıların üstadı olan Mustafa Rakım, pek 1869’da İstanbul’da doğmuş, Sana-
çok kıt’a ve levha yazmıştır. Fatih’deki yi-i Nefise Mektebi’nde okumuştur. Bir­
Nakşıdil Türbesi’nin iç ve dış yazıları çok okulda ve Güzel Sanatlar Akademi­
onun olduğu gibi, Tophane’deki Nusre- si’nde hat (yazı) süsleme öğretmenliği
tiye Camii içindeki Amme kuşağı da yapmış ve öğrenciler yetiştirmiştir. Seli­
onundur. Levhaları; Topkapı Sarayı, miye, Edirnekapı, Zeynep Sultan, Abdi
Türk ve İslâm Eserleri Müzesi, Süleyma­ Subaşı ve Ağa camilerindeki yazılar
niye Kütüphanesi, Vakıflar Hat Müze­ onundur. Birçok levhaları ve özellikle
si’nde ve bazı müzelerde, özel koleksi­ tuğraları değerlidir. 1946 yılında İstan­
yonlarda bulunduğu gibi yazı bul’da ölmüştür.

104
Hamid Aytaç: Basit bir havan, tanelerin ezildiği çukur
1891 yılında Diyarbakır’da doğdu. bir kap, ezici olarak kullanılan ağır bir
1908’de İstanbul’a geldi. Bir süre Sana- sap (el) tan ibarettir. Bunun taştan yapı­
yi-i Nefise Mektebi’nde öğrenim gördü. lan büyüklerine “dibek” denir. Anado­
Daha sonra serbest çalışmaya başladı. lu’da Prehistorik çağlarda, Hitit ve
İstanbul’daki Reşid Efendi Hanı’ndaki Urartu, daha sonraki Klâsik devirlerde
yazıhanesinde hattatlığın her türünde sert taşlardan yapılan havanlar bulun­
eserler verdi. Basımevlerine çinko klişe muştur. Anadolu Selçuklularında bakır­
başlıklar hazırladı. 1984 yılında öldü. İs­ dan, tunçtan dökme havanların kullanıl­
tanbul’da Şişli, Hacı Küçük, Moda, Fın­ dığı müzelerimizdeki örneklerden anla­
dıklı, Eyüp Sultan, Kartal, Pendik, Sö­ şılmaktadır. Bunlar, köşeli ve yuvarlak
ğütlü Çeşme camilerinde yazıları vardır. gövdeli, ağızları yaygın, gövdelerinde
Konya Mevlâna Türbesi Yeşil Kubbe­ yıldız biçiminde kabartma rozetler, ma­
sindeki çini “Ayet’ül-Kürsi” kuşağını o dalyonlar, hatta yazılar bulunan ağır
yazmıştır. Levhaları, müzelerde ve ko­ kaplardır. Bazıları kulpludur. Havan eli
leksiyonlarda görülür. de aynı maddedendir. Kabzası yuvarlak
Halim Özyazıcu ve boğumlu, tokmağı giderek kalınlaşır
1898 yılında İstanbul’da doğdu. ve yayvanlaşır. Osmanlı devri havanları
1914 yılında “Medrese’t’ül-Hatta- büyük bir çeşitlilik gösterir. Köylerde,
teyn’den icazet (diploma) aldı. Sülüs, kasabalarda ağaç havanlar daha çok
nesih yazıyı Hattat Haşan Rıza’dan, ta­ kullanılmıştır. İlaç yapımında kullanılan
lik yazıyı Hattat Hulusi Efendi’den, diva­ havanlar, mermerden hatta yeşim gibi
nî ve celî divanî’yi Hattat Ferid Bey’den değerli taşlardan yapılmışlardır. Son yıl­
öğrendi. Divan-ı Hümayun kaleminde, larda vazo biçiminde pirinç döküm,
Askerî Matbaa’da çalıştı. 1924 yılında ayaklı el havanları ile ağaç oyma havan­
serbest çalışmaya başladı. 1946’da Gü­ lar çok yaygınlaşmıştır. İstanbul Topka-
zel Sanatlar Akademisi’ne öğretmen pı Sarayı, Türk ve İslâm Eserleri, Anka­
olarak atandı. 1964 yılında trafik kaza­ ra Etnografya müzeleri ile daha başka
sı sonucu öldü. İstanbul’da Ağa, Şişli, müze ve eski eser koleksiyonlarında
Sultan Selim, Bali Paşa, Azap Kapı, So- seçkin Türk havanları bulunmaktadır.
kullu, İzmir’de Alsancak, Ankara’da HAYDARI, Eskiden, genellikle der­
Hacı Bayram ve Maltepe camilerinde vişlerin mintan üzerine giydiği, yelek bi­
yazıları vardır. Birçok levhaları özel ko­ çiminde, kolsuz ve yakasız hırka. Yalnız
leksiyonlarda ve bazı müzelerdedir. erkeklerin giydiği haydarînin adını, Hz.
HAVAN, İçerisinde herhangi bir Ali’nin salta biçimindeki üst giyiminden
maddenin dövülüp ufalandığı kap. Taş­ aldığı söylenir. Bektaşî haydarîlerinin
tan, madenden, ağaçtan yapılmıştır. etekleri daha uzundur.
Neolitik Çağ’dan itibaren insanlar, darı, HAYAT AĞACI, Ölümsüzlüğün
buğday, arpa gibi yiyecekleri, taneleri simgesi olarak Türk süsleme sanatında
ezmek, öğütmek için havanlar, öğütme doğal veya stilize edilmiş motif. Kökü,
taşları (el değirmenleri) icat etmişlerdir. arzın derinliklerinde gövdesiyle arşı

105
HELKE, Tabanı düz, silindir biçi­
minde, genişçe, kulplu su kabı. Döğme
ve çekme bakırdan yapılarak üzerine
kazıma tekniği ile desenler çizilir. Çoğu
kalaylıdır. Anadolu bakır işçiliğinde hel­
ke yapımı bugün de devam etmektedir.
HEREKE HALILARI, Hereke halı
atölyelerinde dokunan ve son yıllarda
çok tanınan Türk halısı. Hereke Halı
Fabrikası ilkin, 1844 yılında Sultan Ab-
dülmecid’in emriyle Hereke’de kurul­
Selçuklu Kabâd-âbad Sarayı çinilerinde
muştur. 1875 yılma kadar yalnız Os-
Hayat Ağacı ve Kuşlar
manlı sarayı için “saray halıları örneğin­
kucaklayan hayat ağacının motifi İslâm- de” halı ve seccadeler dokunmuş, daha
Türk sanatında çini, ahşap, taş, halı, ki­ sonra bu halılar piyasaya da verilmiştir.
lim, kumaşlarda çok görülür. Çoğu za­ İlk kurulduğu yıllarda çözgü, atkı ve il­
man Selçuklu sanatında sağında solun­ mikleri yün ipliğinden halılar dokun­
da kuş, ejder figürü ile birliktedir. Sel­ muş, daha sonra çözgü ve atkısı pa­
çuklu Sarayı Kubâd-âbad çinileri süsle­ muk, ilmesi yün olan daha ince kalite
melerinde zengin örnekleri görülür.
HECE TAHTASI, Anadolu’da
Türk-İslâm devri mezarlarının baş ve
ayaklarına veya sadece başlarına dikilen
mezar taşı biçimindeki işlemeli tahtalar.
Mezar tahtası, kabir tahtası, baş tahtası,
sünü de denir. Antalya, Burdur, Bolu ve
Muğla gibi ormanlık bölgelerdeki or­
man köyü ve kasabası mezarlıklarında
çok sık görülür. Hece tahtası, mezarta-
şına benzetilerek kalın tahtalardan yapı­
lır. İki yanı, çoğu zaman kertiklidir. Er­
kek mezarlarında başlıklar, kavuk, fes
biçimindedir. Kadın mezarlarına dikilen­
lerin başlıkları oyma süslüdür. Tahtala­
rın üzerine, ölünün adı-sanı, öldüğü ta­
rih, “ruhuna fatiha” yazılıdır. Nakışları
çizilir. Yunus Emre’nin: (Başına dikeler
hece/Ne gündüz bilem ne gece) beytin­ halılarla, bütün malzemesi ipek ve simli
den de anlaşıldığına göre, Selçuklu dev­ yüksek kalite halılar imal edilmiştir. He­
rinden beri Anadolu’da kullanıldığı anla­ reke halı seccadelerinde mihrap kemeri
şılmaktadır. ve kemer hizasındaki kenar suları

106
üzerine ayetler yazıldığı görülmekle bir­ gösterileri başarı ile sona erdikten son­
likte, belli bir karakter taşımayan çiçekli ra Herakles güçlü bir Tanrı olarak kişili­
kompozisyonlar yer almaktadır. Bugün ğini bulur. Birçok kabartmada (özellikle
Sümerbank’a bağlı bulunan Hereke Ha­ lahitlerde) Herakles’in bu 12 işini tasvir
lı Fabrikasının dışında, yüz kadar özel eden başarılı sahneler vardır. Heykelle­
firma yirmi bine ulaşan tezgâhla Hereke rinde ve resimlerinde çoğu kez elinde
ve çevresinde halı dokutturmakta, hatta lobutu (sopası), omzunda öldürdüğü as­
Anadolu’daki birçok tezgâhta Hereke ti­ lanın postu ve atletik vücudu ile canlan-
pi halılar dokunarak ihraç edilmektedir. dırılmıştır. M.Ö. IV. yüzyıldan başlaya­
Hereke halılarının kenar motifleri arası­ rak Roma devrinin sonuna kadar çeşitli
na “Hereke” yazısı konması, bir adet heykelleri, kabartmaları ve resimleri ya­
haline gelmiştir. pılmıştır. İstanbul, İzmir, Antalya, Efes,
HERA, Yunan mitolojisinde kadın­ Bergama, Afyon, Konya arkeoloji mü­
ları koruyan ve onların evlenmelerini zelerinde örnekleri yer alır.
sağlayan Tanrıça. îlk örneklerinde; ba­ HERMES, Yunan mitolojisinde Ko­
şında peçe, daha sonrakilerde diadem ruyucu ve Haberci Tanrı. M.Ö. IV. yüz­
olarak tasvir edilmiştir. En eski örneği yıldan itibaren sakallı, harmanili, elinde
Sisam Adası’nda bulunandır. Bugün Pa­ kutsal asa tutan Tanrı olarak heykelleş-
ris (Louvre) Müzesi’ndedir. İstanbul, İz­ tirilmiş ve resmedilmiştir. En ünlüleri
mir arkeoloji müzelerinde daha geç de­ Paris-Louvre ve Napoli Müzesi örnekle­
vir örnekleri vardır. ridir. Türkiye arkeoloji müzelerinde de
HERAKLES, Yunan mitolojisinde heykel olarak örnekleri bulunmaktadır.
Kuvvet Tanrısı. Romalılar Herkül adını HESTİA, Mitolojide Aile Ocağı
vermişlerdir. Daha beşikteyken elleriyle Tanrıçası. Romalılar “Vesta” demişler­
iki yılanı parçalayan Herakles, giderek dir. Yaşlı, uzun elbiseli, elinde meş’ale
olaylara karıştı. Gücünün ispatlanması olarak resimlendirilmiştir.
için Tiryns kralı kendisine 12 iş verdi. HEYKEL, Taş, maden, ağaç, kil,
Bunlar Nemea aslanını, Hydra yılanını alçı gibi maddelerden yapılan, canlıları
öldürmekle başlar, 12 iş çeşitli güç yansıtan ya da soyut ifadelerle biçimle­
nen, üç boyutlu sanat eseri. Genellikle
canlılarda tam boy olarak yapılır. Yalnız
baş ve omuzları biçimleyen heykele büst
denir. Birden fazla canlıyı ortaya koyan
kompozisyonlara heykel grubu adı veri­
lir. İlk heykelcilik eserlerinde maddenin
boyandığı görülmüştür. İlkçağlardan be­
ri, çeşitli uygarlıklarda görülen heykel,
önce bütünüyle dinî amaçla düşünül­
müş, heykel deyince Tanrı ve Tanrıça
Herakles Lâhdi Roma, III. yy. akla gelmiş, daha sonra, kralların, dev­
(Konya-Arkeoloji Müzesi) let ileri gelenlerinin de heykelleri

107
Dinlenen Asker
Heykeli, Roma.
II. yy. (Efes Müzesi)

yapılmıştır. Heykel, mimariden ayrı bir hırkaları Konya Mevlâna Müzesi’nde


bütün olarak yapılmışsa da yapının bün­ saklanmaktadır.
yesinde ona uyan ve mimariyi tamamla­ HİL’AT, Sultanlar tarafından vezir­
yan bir öğe olarak da ele alınmıştır. İs­ lere ve başarılı devlet adamlarına giydi­
lâm sanatında heykel yoktur. Dinî amaç rilen bir çeşit kaftan. Hil’at, giydirilecek
taşımayan resim (minyatür gibi) vardır. kişinin durumuna göre değişir. Vezirle­
Küçük heykellere heykelcik denir. re giydirilen hil’atlar samur kürklüdür.
HEYBE, Genellikle köylerde binek HİLYE, Hazreti Peygamber’in eş­
hayvanı üzerine atılan veya omzun iki kalini, yüksek vasıflarını anlatan ve üze­
yanından sarkıtılan iki gözlü torba. Hey­ rinde “Allah, Muhammed” yazıları ile
beler özel olarak kilim ve halı tezgâhla­ ilk dört halifenin adları bulunan yazı lev­
rında dokunduğu gibi, kıldan da örül­ hası. Sülüs, nesih yazı türü ile çok süslü
müş, meşinden yapılmıştır. Bir ip veya yapılan bu levhalar, hemen her evde
kordonla boyna asılan, elde taşman tek bulundurulmuş, resim gibi duvarlara
gözlü heybeler de vardır. Halı-kilim hey­ asılmıştır. Tanınmış hattatların el yazıla­
beler, kendine özgü desenleri ile doku­ rı ile hilyeler, müzelerde, yazı koleksi­
nur. yonları arasında yer alır.
HIRKA, Uzun kollu, yakasız, önü HİYEROGLİF, Eski Mısırlıların,
yırtmaçlı, cepkene benzer üst giyim. İçi M.Ö. IV binden M.S. IV. yüzyıla kadar
pamuklu, kalın kumaştan dikilenleri da­ kullandıkları yazı. Hiyeroglif, kelimele­
ha çok tarikat mensupları giymişlerdir. rin figür ve işaretlerle belirtilmesidir. Ta­
Mevlâna Celâleddin’in giydiği, Anadolu nınmış bilgin Champillion, 1822 yılında
alacasından dokunmuş pamuklu bu yazıların okunuşunu çözerek Mısır

108
kemikten, fildişinden yapılmıştır. Divit,
mürekkebin ve kalemin muhafaza kutu­
sudur. Kâğıt makasını da bu takıma ila­
ve etmek ve hepsini madenî veya por­
selen bir tepside toplamak suretiyle
hokka takımı olmuştur. Hokka takımla­
rı Türk ustalarının eseri olmakla birlikte,
XIX. yüzyılda Avrupa’dan getirilen por­
selen hokka takımları da görülmüştür.
HORUS, Eski Mısır’da Güneş Tan­
rısı. Çeşitli görüntülerde renkli resimle­
ri, kabartmaları ve heykelleri yapılmış­
tır. Başı doğan, gövdesi insan, resim ve
heykellerinin en seçkin örnekleri Kahire
ve Paris (Louvre) müzelerinde sergilen­
mektedir.
HOTOZ, Kadınların süs olarak baş­
Hi/ye larına giydikleri renkli başlık. Eski Türk-
lerde hotoza benzer çeşitli başlıklar bu­
tarihinin karanlıklarını aydınlatmış, bi­ lunmakla birlikte, hotoz, Osmanlı saray
lim dünyasına büyük katkıda bulunmuş­ ve şehir kadınlarında XVI. yüzyıldan
tur. Ona göre hiyeroglif, “karmaşık bir sonra biçimlenmiş ve yaygınlaşmıştır.
sistemdir, aynı cümlede, aynı kelimede Kâkül ve perçemlerin dışında, saçın bir
hem figüratif, hem sembolik, hem de külâh içinde toplanması, külâhm ya da
fonetiktir”. Hiyeroglif yazılı taş kitabe­ fesin oyalı tüller, elmas iğneler, renkli
ler, freskler, papiruslar Avrupa ve Ame­ tüyler (tavus tuşu kuyruğundan) ile süs­
rika’nın büyük müzelerinde, Mısır’da lenmesi hotozu meydana getirdiği gibi,
yer alır. ön kısmı yüksek, arkası açık çember gi­
HOKKA TAKIMI, Kamış kalemle bi saçları toplayan hotozlar da vardır.
yazı yazmak için kullanılan hokka, rıh­ Biçimlerine göre saraylı, sorguçlu, çim­
dan, kalemtıraş, kalem, makta, makas, dik, dudu (tuti), burnu gibi-adlar alan ho­
divit, tepsi gibi araç gereçlerin tümü. tozlar, geceleri baştan çıkarılır, dikkatle
Mürekkebin bulunduğu ağzı kapaklı saklanır. Klâsik Osmanlı hotozları, XIX.
hokkalar, silindir, yuvarlak, küçük bir yüzyıl sonlarına doğru önemini yitirmiş
kâse biçiminde altın, gümüş, pirinç gibi ve saç biçimlerinde Avrupai hotozlar
madenlerden, kilden, porselenden yapı­ yapılarak iğne, toka, tarak gibi takılar
lır. Yazıyı kurutmak için kül serpilen rıh­ başı süsler olmuştur.
dan, tuzluğa benzer. Kamış kalem ucu­ HUMBARA, îçi boş, futbol topu gi­
nu açmak üzere kullanılan özel bıçakla­ bi demir gülle. İçerisine barut, kurşun,
ra kalemtıraş denir. Kamış kalemin ucu­ demir parçaları konarak bir fitille ateşle­
na şekil veren makta adlı tablalar, nir ve düşman üzerine fırlatılır. Parça

109
tesiri vardır. Havan toplarıyla atılanları devrini içine alır. Kitabın hattatı Bosnalı
da vardır. Askerî müzelerde görüldüğü Sinan’dır. Süslemeleri (tezhibi) ayrıca
gibi, çoğu zaman kale savunması topla­ yapılmış, minyatürlerinden büyük bir
rıyla birlikte görülebilir. Birçok müze­ kısmı Nakkaş Osman tarafından tasvir
mizde örnekleri vardır. edilmiştir. İki cildin tamamı 514 sayfa­
HÜNERNÂME, İstanbul Topkapı dır. Hünernâme’nin ilk cildinde, kalın
Sarayı Müzesi’nde bulunan iki ciltlik ipek kâğıda yapılmış 45 minyatür var­
minyatürler albümü. Hünernâme, aslın­ dır. Bunlardan 19’u Nakkaş Osman’ın
da Seyyid Lokman adlı bir tarihçi tara­ eseridir. Diğerlerini Nakkaş Ali Çelebi,
fından 1579-1584 yılları arasında yazı­ Mehmed, Nakkaş Veli Can gibi sanatçı­
larak Osmanlı Padişahı Murad IH’e su­ lar yapmıştır. İkinci ciltte Kanunî ile ilgi­
nulan iki ciltlik bir “Şehnâme”dir. ilk cil­ li 65 minyatür yer almaktadır. Kanu­
dinde, Osmanlı Devleti’nin kurucusu ninin seferleri, av eğlenceleri büyük bir
Osman Gazi’den Yavuz Sultan Selim’e başarı ile resimlendirilmiş, özellikle Bi­
rinci Viyana Kuşatması, Mohaç Seferi
tüm ayrıntıları ile tasvir edilmiştir. Tek
nüsha olan ve başka bir örneği bulun­
mayan Hünernâme, 1912 yılında Mü­
nih Fuarı’nda, daha sonra yurtdışmda
sergilenmiş, minyatürler renkli olarak
yayınlanmıştır. Türk minyatür sanatının
şaheseri olarak bütün dünyaca bilin­
mektedir.
HÜNKÂR İSKELESİ MADAL­
YASI, Mısır Valisi Mehmed Ali Pa-
şa’nın Osmanlı Devleti’ne isyanı üzeri­
ne Sultan Mahmud II ile Rus Çarı Niko-
la arasında, 14 Mayıs 1833 günü İstan­
bul Hünkâr İskelesi’nde kabul'- edilen
antlaşma dolayısı ile çıkarılan altın ve
gümüş madalya. On yüzünde defne da­
lı, ortasında Sultan Mahmud Il’nin tuğ­
Hünernâme den bir sayfa. rası, altta 1249 Hicri tarihi, arka yüzün­
(İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi) de yine defne dalı, sola dönük hilâl ve
sekiz köşeli yıldız, altta 1833 Milâdî ta­
kadar Osmanlı padişahlarının tahta otu­ rihi görülür. Altınları, 15.90 gr., gü­
ruşları, seferleri, eğlenceleri, devrinde müşleri 12.35 gr.’dır. İstanbul Arkeolo­
geçen önemli tarihî olaylar anlatılır. ji Müzesi Sikke Kabinesi ve özel kolek­
İkinci cilt, Kanunî Sultan Süleyman’ı ve siyonlarda bulunur. Sayıları çok azdır.

110
I
İBRİK, Daha çok İslâm ülkelerinde
aptes almak ve el yıkamak için kullanı­
lan kulplu, ülüklü su kabı. Madenden,
seramikten yapıldığı gibi camdan olan­
ları, Anadolu’da orman bölgelerinde
ağaçtan oyulanları da vardır. İlkçağlarda
tapınaklarda kokulu sıvılar serpmek için
kullanılan ibrikler yapılmış, Ortaçağlar­
da Avrupa’da el yıkamak için daha çok
seramik ibrikler kullanılmıştır. Kendine
özgü formları ve süslemeleri ile Türk ib­
rikleri hemen her evde kullanılan eşya­
lar arasındadır. Şişkince gövdeli, uzun
ve zarif boyunlu, ağzı kapaklı ve ülüklü
(emzikli) Türk ibrikleri genellikle bakır­
dan yapılmıştır. Saray ve konaklarda al­
tın ve gümüşten yapılarak değerli taşlar
ve motiflerle süslü, leğençeli ibrikler gerçek bir sanat eseridir. Leğençeleri-
nin kapakları ibriğin oturacağı biçimde
yapılmıştır. Madenî ibriklerin yanında
porselenden yapılmış, bitki motifleriyle
süslü şerbet ibrikleri, yayvan ağızlı pi­
rinç veya bakır kahve ibrikleri bilinen ib­
rik çeşitleridir. Yıldız cam ve porselenle­
ri arasında küçük, fakat zarif opalin ve
porselen ibrikler antika piyasasında çok
tutulmaktadır.
İDARE LÂMBASI, Tenekeden,
seramikten yapılan ve çoğu kez fenerle­
re yerleştirilen ilkel lâmba veya kandil.
Gövdesi üzerinde giderek daralan, pa­
muk fitilli kapağı vardır. İçerisinde bezir
veya petrol bulunur. Fitili yakılarak ışık
elde edilir.

111
İDOL, Tarih öncesi ve tarihî çağlar­
da Tanrılara adak olarak sunulan taş ve
topraktan, bazen kemikten yapılmış sti­
lize heykelcik. Ana Tanrıça ve bereketi
temsil edenler iri kalçalı ve göğüslüdür. Seramik Idol. M.Ö. 4 bin.
Seçkin örnekleri Anadolu’da Kültepe ve (Afyon Müzesi)
Beycesultan kazılarında bulunmuş, An­
kara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde
sergilenmiştir.

verdiğinden örnekleri azdır. Bunun dı­


şında Abdülhamid II tarafından 1885
yılında altın ve gümüş İMTÎYAZ MA­
DALYASI, 1887 yılında da İMTİYAZ
NİŞANI çıkarılmış ve devlete hizmet
edenlere verilmiştir. Örnekleri İstanbul
Arkeoloji Müzesi Madalyalar Bölü-
mü’nde bulunmaktadır.
Mermer ldol. Kültepe. M.Ö. III. bin IG, Yün ve pamuğu çevirip bükerek
(Kayseri-Arkeoloji Müzesi) iplik yapmaya yarayan 20-25 cm.
uzunluğunda, ortası şişkince ağaç (şim­
İFTİHAR MADALYASI, Sultan şir) çubuk. Düzenli dönebilmesi için alt
Abdülhamid H’nin emriyle padişaha, ucuna yuvarlak, tahtadan, seramikten
devlet ve millete hizmeti geçmiş olanla­ yapma (ağırşak) geçirilir. Boyalarla süs­
ra verilmek üzere 1886 yılında basılan lü iğler halk sanatının bilinen eserleridir.
altın ve gümüş madalya. On yüzünde İĞNE, Aslında dikiş dikmek ve iş iş­
tuğra ve Osmanlı arması, arka yüzünde lemek için kullanılan ucu sivri, baş tara­
defne dalı ve madalya verilen kişinin fı delikli madenî çubuk olarak tanımla­
adı. Altını 30 mm. çapında, 27.8 gr., nırsa da biz iğneyi genelde süs takısı
gümüşü aynı büyüklükte 830 ayardır. olarak, saça, başlıklara, elbiselere iliştiri­
Madalyaya hak kazananların ölümün­ len, altın, gümüş, platin çubuklar olarak
den sonra madalyaları hükümete geri düşünmekteyiz. Bu tür süs iğneleri

112
elmas, yakut, zümrüt gibi değerli taşlar Hıristiyanlığın yayıldığı her yerde, özel­
ve incilerle de donatılmıştır. Anadolu’da likle Rusya’da gelişen ikona sanatının
örnekleri îlkağlarda başlar. sayısız örnekleri müzeler, kiliseler ve es­
İĞNEDAN, Terzilerin, bilezik gibi ki eser koleksiyonları ile antikacılarda
kollarına taktıkları bombeli kumaş. Ev­ görülür.
lerde üzeri bombeli, kumaş kaplı, made­ İHRAM (EHRAM), Erzurum, Bay­
nî ya da ahşap süsleme iğnedanlıklar da burt ve Ş. Urfa yörelerinde dokunan pa­
kullanılmıştır. Üzerine toplu ya da dikiş muk ve yün karışımı bir dokuma türü.
iğnesi saplanır. Buradan alınarak kolay­ Kadınların akarlı giyimi olarak kullanı­
ca kullanılır. lan ve çarşafa benzeyen ihram, el tez­
İĞNE İŞLERİ, Peşkir, uçkur, ku­ gâhlarında dokunur ve üzerine çeşitli
motifler işlenir.
şak, çevre, yağlık, mendil, yastık yüzü
İLAÇ KUTUSU, Çantada, cepte
gibi elişlerine kasnak, gergef ve iğne ile
kolayca taşınabilen ve içerisine kompri­
yapılan süsleme tekniği. Elişlerinde iğne
me haplar konan işlemeli küçük kutu.
tekniği, bir yüzlü ve iki yüzlü diye ikiye
Altın, gümüş, pirinç gibi madenlerden,
ayrılır. Bir yüzlü iğne tekniğinde kuma­
fildişinden, bağadan, deniz kabukların­
şın altı ile yüzü arasındaki işlemede fark­
dan, şimşir, abanoz gibi sert ağaçlardan
lılık vardır. Kadife üzerine sırma ile işle­
yapılan bu küçük zarif kutular, mineler­
nen motiflerde, motifler ancak kabart­
le, değerli taşlarla süslenir. Madenî oy­
ma olarak kumaşın yüzünde görülür, al­
ma, kakma, kabartma tekniği ile yapı­
tında görülmez. İki yüzlü motiflerle süs­
lanları, telkari işçilikte süslenenleri var­
lüdür. Bu tür süslemeye hesap işi denir. dır.
Hesap iğne işi, düz, verev, muşabbak, İNCİ-SÜSLEME/SÜS TAKISI,
susma, kesme, pesent, balıksırtı, civan­ İstiridye ve midye türünden deniz hay­
kaşı, mürver, sarma, ciğerdeldi gibi vanında oluşan, yuvarlak ve parlak ta­
isimler alır. Anadolu elişlerinde iğne ne. Önce Hindistan ve Japonya’da, Or­
süslemelerin bölgelere göre özellikleri taçağlarda da Avrupa ülkelerinde süsle­
vardır. meye girmiş ve süs takısı olarak kullanıl­
İKON-İKONA, Tapılan resim ve mıştır. Osmanlı sanatında XV. yüzyıl­
heykel (put) anlamına gelmekle birlikte, dan başlayarak yaygınlaşan inci süsle­
çoğunlukla Hıristiyanlıkta İsa, Meryem me, zenginliğin, gösterişin âdeta sem­
ve azizleri temsil eden dinî resimler ola­ bolü olmuştur. Kaftanlar, minderler, ör­
rak tanınmıştır. İkonlar, Bizans sanatın­ tüler, giyim eşyaları incilerle süslendiği
da çam veya ıhlamur tahtalar üzerine gibi, ağaç ve madenî eserlere süsleme
renkli boyalarla yapılmaya başlanmış, öğesi olarak uygulanmış, ayrıca küpe,
bunlar kileselere ve evlere asılmıştır. bilezik, gerdanlık, hotoz, iğne, tarak gi­
Resim yapılmadan önce, tahta üzeri bi süs takılarında yer almıştır. Doğu ve
tutkallı alçı ile astarlanır. Üzerine yapı­ Arap sanatı süslemesinde ve takılarında
lacak resim çizildikten sonra vermiyon da çok görülen inci, son yıllarda özellik­
ve yumurta akı ile karıştırılmış boyalar­ le Japonya’da yapay olarak üretilmeye
la renklendirilir ve vernikle parlatılır. başlanmış, ayrıca taklit (imitasyon)

113
inciler yapılmıştır. Hakikî inciler yu­ olarak basılmıştır. 15. yüzyılda Alman­
varlaklıkları ve ağırlıklarına göre değer­ ya’daki Ulm, Nürnberg ve Augusburg’ta
lendirilmiştir. İstanbul Topkapı Sarayı basılan iskambiller, daha sonra başta
Hazine Dairesi’nde değerli taşlarla bir­ Fransa ve İtalya olmak üzere Avru­
likte inci ile süslenmiş çeşitli eşyalar, bu pa’nın çeşitli ülkelerinde özel matba­
arada inci süs takıları yer almaktadır. alarda basılmış, sosyetenin ve halkın
İPEK BASKI (SERİGRAFİ), Bir vazgeçemediği bir oyun ve kumar aracı
kasnağa gerilen ince dokulu bezin yüze­ olmuştur. Paris, Londra, Viyana, Nürn­
yi çizilerek resme göre, boya gelecek kı­ berg müze ve kütüphanelerinde, ayrıca
sımları açık bırakılır, boya gelmeyecek Washington’daki “National Gallery of
yerleri yağlıboya ile kapatılır. Sonra, Art”da çok değerli iskambil koleksiyon­
kasnak içine boya konur. Bu teknikle ları vardır. Pul koleksiyonları gibi iskam­
yapılan baskılara ipek baskı denir. bil koleksiyonları yapanlar da vardır ve
İRTİFA TAHTASI, Astronomide bunlar Avrupa’da zaman zaman yapılan
güneşin durumu ve yıldız ilminde, gemi­ müzayedelere katılırlar.
cilikte, yer takviminde, saat tayininde İSKENDER LÂHDİ, İstanbul Ar­
kullanılan ahşap alet. Üzeri lâke işçilikte keoloji Müzesi’nde sergilenen ve “İs­
geometrik ölçüm ve sayılar, yazılar, işa­ kender Lâhdi” olarak dünyaca tanınan
retlerle donatılmıştır. Çoğu 1/4 daire üçgen alınlıklı, çatı kapaklı mermer lâ-
biçimindedir. Müzeler ve eski eser ko­ hit. Türk müzeciliğinin kurucularından
leksiyonlarında çok süslü örneklerine ilk Türk Müze (Müze-i Hümayun)
rastlanır. Müdürü Osman Hamdi Bey tarafından,
İSKAMBİL, Bir yüzünde birtakım 1887 yılında Sayda arkeolojik kazıların­
işaretler ve resimler bulunan, arka yüz­ da bulunmuş, başka lâhitler ve buluntu­
leri tek bir renk ve desenden oluşan larla birlikte İstanbul’a getirilmiştir. İs­
deste oyun kâğıdı. Genelde 52 kartlık tanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki “Ağlayan
desteleri vardır. Her destede 13 karttan Kadınlar Lâhdi” de bunlar arasındadır.
meydana gelen kırmızı ve siyah renkli İskender Lâhdi’nin yüksekliği 2.12 m.,
takımlar vardır. Bu takımlara maça uzunluğu 3.18 m., genişliği 1.67
(pik), kupa (kör), karo ve sinek (trefl) de­ m.’dir. Lâhdin iki uzun cephesinde, İs­
nir. Yine her takımda üç ayrı resim (pa­ kender’in Perslerle yaptığı savaşlarla il­
paz, kız ve vale) ve üzerinde de l ’den gili rölyefler bulunduğu için lâhit “İsken­
10’a kadar sayılı yazılar bulunan on işa­ der Lâhdi” adını almıştır. Her ne kadar
ret vardır. Ekstra bir kart olan (joker)de lâhit, M.Ö. IV. yüzyıl başları olarak ta-
genellikle şeytan ya da palyaço figürü rihlendirilmekte ise de, gerçekte Make­
yer alır. İskambil oyunu Asya kaynaklı donya Kralı Büyük İskender’in kendisi­
olmakla birlikte, 15. yüzyıldan itibaren ne ait mezar lâhdi olduğuna dair üzerin­
Avrupa’da görülmeye başlanmıştır. Ön­ de bir kayıt yoktur. Bilindiği gibi İsken­
celeri fal bakmak için kullanılırken gide­ der, M.Ö. 333 yılında Babil şehrinde öl­
rek oyun kâğıdına dönüşmüştür. İlk müş, cesedi İskenderiye şehrine getirile­
oyun kâğıtları tahta kalıplarla renkli rek orada gömülmüştür.

114
İSKENDER BAŞI, İstanbul Arke­ İSTİF, Hat sanatında harflerin este­
oloji Müzesi’nde, M.Ö. III. yüzyıl olarak tik ve ölçülü bir biçimde birikimi. Türk
tarihlendirilen mermer İskender büstü. hat sanatında başarılı istif kompozis­
Makedonya Kralı Büyük İskender’in, Li- yonları ile kitabeler, panolar, levhalar
zipos, Pirgoteles gibi heykeltıraşları ta­ yazan, düzenlemeler yapan pek çok
rafından sağlığında büst ve heykelleri hattat yetişmiştir. XIX. yüzyıl hattatla­
yapılmışsa da bunların hiçbiri günümü­ rından Mustafa Rakım, son devirlerde
ze ulaşamamış, ancak o devirde ve son­ Hattat Sami, istifin en güzel örneklerini
radan yapılan başarılı kopyaları ele geç­ vermişlerdir.
miştir. Arkeoloji Müzesi’ndeki bu büst, İSTİKLÂL MADALYASI, Milli
Kurtuluş Savaşı’nm başarı ile sonuçlan­
masından sonra Türkiye Büyük Millet
Meclisi üyelerine ve savaşta yararlık
gösterenlere verilen madalya. 35x40
mm. çapında, oval biçimli ve pirinç dö­
küm. Ön yüzünde Ankara şehri, ilk
TBMM binası ve güneş ışınları resmi,
23 Nisan 1336 (1920) tarihi, orak-tır-
pan, meşe dalları, altta kağnısı ile köylü
kadın resimleri, kompozisyonu tamam­
lamaktadır. Arka yüzünde, Türkiye hari­
tası, ay-yıldız ve ışınlar ile 1 Teşrinisani
1338 (1 Kasım 1922) tarihi görülür.
Milletvekillerine verilen madalya şeritle­
ri yeşil, cephede bulunanların kırmızı,
cephe gerisinde çalışanların beyaz, cep­
İskender Başı
hede görev alan milletvekillerinin yarı
(İstanbul-
Arkeoloji Müzesi)
kırmızı, yarı yeşildir.

en eski, gerçeğe uygun kopyalardan bi­


ridir. 42 santim yüksekliğindeki bu baş,
Bergama kazılarında bulunmuş ve Paris
Louvre Müzesi’ndeki örneğinden daha
başarılı olduğu için dünyaca ün yapmış­
tır.
İSKENDER TAŞI, Ural Dağla­
rı ’ndan çıkarılan zümrüt yeşili, boz ya
da sarımtırak renkte kristal. Süs takıla­
rında kullanılır. Gün ışığında yeşil, mum
ışığında kırmızı renk verir. istiklal Madalyası

115
İŞLEME, Bir bez veya kumaş üzeri­ çini ve seramik merkezi olmuştur. Os-
ne, iğneye geçirilmiş renkli iplik, ibrişim manlı çini sanatının en yaygın ve dün­
ve sırmalarla düz ya da kabartma süsle­ yaca ün yapan grubu, XVI. yüzyıl ortası
me sanatı. İşlemeler bez, kadife, ipek
kumaş, atlas, keten, çuha, deri gibi mal­
zemelere uygulanır. Sık dokumalar üze­
rine yapılan işlemelerde iğnenin batıp
çıktığı iki delik arasındaki ipliğe iğne at­
kısı denir. Türk işlemelerine, işleme bi­
çimi ve iğnesine göre, örme, müşeb-
bek, gözeme, kesme, sarma, sıra, balık
sırtı, mürver, suzeni, kasnak, benaluka,
sırma vs. gibi adlar verilmiştir. Elbise,
yorgan, yastık, bohça, havlu, yağlık,
peşkir, çevre, uçkur, mendil gibi eşyala­
ra göz alıcı işlemeler uygulanmıştır.
İZNİK ÇİNİ-SERAMİK, Selçuklu
larm Anadolu’da başlattıkları mozaik
duvar çinileri sırlı tek renk seramik sa­
natı. Beylikler devrini aşarken, XV. İznik Duvar Çinisi Pano, XVI. yy.
(İstanbul-Topkapı Sarayı Müzesi)

ve XVII. yüzyıl İznik sıraltı çinileri ol­


muştur. Bu devir çinilerinde görülen ha­
fif kabartmalı domates kırmızısı, İznik’e
özgü bir renk olarak tanınmıştır. Bunun
yanı sıra beyaz, mavi, firuze, lâcivert,
yeşil, siyah ve sarı renkler kullanılmıştır.
Çoğu zaman beyaz, lâcivert, bazen de
siyah konturlar, renklerin birbirine ka­
rışmamasını sağlamaktadır. Çiniler üze­
rinde çok başarılı kompozisyonlarla, lâ­
le, karanfil, gül goncası, gül, menekşe,
sümbül, nar çiçeği, şakayık, bahar dalla­
İznik Çini Tabak XVII. yy.
(Paris-Louvre Müzesi)
rı, servi, çiçek buketleri görülür. Bu çi­
çek ve renk dünyasında vazolar, kandil­
yüzyılda tek renk sırlı ve yaldızlı, yüzyı­ ler, arabesk örgüler, çintemaniler, ma­
lın sonlarına doğru mavi-beyaz çiniler dalyonlar, hayvan figürleri ve kuşlar da
olarak değişik örneklerle gelişmiş, XVI. yer alır. Çoğu zaman süsleme bir yazı
yüzyıldan başlayarak XVIII. yüzyıl sonla­ levhası örneğinde iri sülüs yazılarla ta­
rına kadar İznik, Osmanlı Devleti’nin mamlanır. Genellikle 29 x 24 cm.

116
anlaşılmıştır. XVI. ve XVII. yüzyıl İznik
çinileriyle başta İstanbul Topkapı Sa­
rayı ile bu yüzyılda yapılan camiler,
mescitler, türbeler, köşkler, hamam­
lar, çeşmeler süslen­
miştir. Bu yüzyıllar­
da İznik seramiği
de, duvar çinileri gi­
bi büyük bir gelişme
göstermiş, beyaz sera­
mik hamuru üzerinde
astar ve sıraltı tekniği kul­
lanılmıştır. Çinide olduğu
gibi renk olarak kobalt mavi­
si, yeşil, firuze, beyaz, siyah, az
pembe, kahverengi, gri, doma­
tes kırmızısı kullanılmıştır. Çoğu
zaman konturlar siyahtır. Motifler,
hemen hemen çini motiflerinin aynı­
dır. Buna ek olarak seramik tabaklar­
da kalyon, yelkenli resimleri, kuş, ta­
vus, aslan, geyik, boğa, tavşan, balık
figürleri görülür. Kenarlı, kenarsız ta­
baklar, kâseler, kupalar, sürahiler, va­
zolar, XVI. ve XVII. yüzyıl İznik sera­
miğinde ayrı bir güzellik ve değer ka­
zanmıştır. İznik duvar çinileri insitü
İznik Çini İbrik XVI. yy.
olarak bugün mimarî yapılarda göz
(Londra-British Museum)
alıcı varlığını sürdürürken, İznik sera­
boyutunda kare çinilerin meydana getir­ mikleri İstanbul Topkapı Sarayı, Çinili
diği bu duvar süslemesi, mihraplarda, Köşk, Türk ve İslâm Eserleri Müzesi, İs­
kemer dolgularında, kapı ve pencere tanbul Şehir Müzesi ile Avrupa ve Ame­
alınlıklarında, ocaklarda ayrı formlarla rika müzelerinde (Bu konuda bakınız:
yan yana dizilir. XVI. yüzyılda “Şam işi” Mehmet Önder, Yurtdışı Müzelerinde
olarak adlandırılan bir grup pastel renk­ Türk Eserleri, Ankara 1983) ayrıca eski
li çinilerin de İznik’te yapıldığı eser koleksiyonlarında bulunmaktadır.

117
K
KÂBE ÖRTÜSÜ, Mekke’de kutsal tümünde çeşitli kadehlerin kullanıldığı
Kâbe’yi örten ve her yıl yenilenen işle­ bilinmektedir. Çorum yakınlarındaki
meli ve yazılı örtü. Süregelen geleneğe Alacahöyük’te kral mezarlarında yapı­
göre, Kabe’nin genellikle siyah kumaş­ lan kazılarda (M.Ö. III. binlere ait Hatti-
tan yapılan örtüsü her yıl değiştirilir ve ler devri) yüksek ayaklı kadehler bulun­
eski örtü Beni Şeybe denilen Kabe gö­ muştur. Hemen her devirde altın-gü-
revlileri tarafından düzgün biçimlerde müş, değerli taşlarla süslü, kabartma de­
kesilerek armağan edilirdi. Osmanlı dö­ sen ve resimli kadehlerle birlikte, mer­
neminde Kabe örtüleri Mısır’da veya İs­ can, yeşim gibi taşlardan da kadehler
tanbul’da özel olarak dokunur, “sürre yapılmıştır. Altın yaldızlı, boya desenli
alayı” denen özel bir kervanla Mekke’ye cam kadehler daha çok Doğu ülkelerin­
gönderilerek Hac zamanı Kabe’ye örtü­ de kullanılmıştır.
lürdü. Örtü üzerinde tekrarlanan “Keli-
me-i Şehadet” yazılıdır. Ayrıca Kâbe’yi
kuşatan ve “hizam” adı verilen altın iş­
leme ve Kuran sûreleri yazılı bir şerit
vardır. Birçok müzede ve koleksiyonda
Kâbe örtüsü parçalarına rastlanır.
KABİNET, Daha çok İtalya’da ve
Fransa’da yapılan, 19. yüzyıl başlarında
da Türkiye’ye giren dolap biçiminde,
ayaklı, süslü mobilya. Çok değerli takı­
ların konduğu gözleri ve çekmeceleri
vardır. Lâke işçilikte, gül ağacından ya­
pılmış süslü kabinetlere saray ve konak­
larda, müzelerde rastlanır. Antika ma­
ğazalarında Fransız, İtalyan, İspanyol,
Alman yapımı kabinetler bulmak müm­
kündür. Kadeh. Erken Bizans
KADEH, İçki içmek için kullanılan; (Istanbul-Arkeoloji Müzesi)

seramikten, altın, gümüş, bronz, bakır


gibi madenlerden, camdan yapılan KADEM-İ ŞERİF, Hz. Muham-
ayaklı küçük bardak. İlkçağlardan beri med’in ayağına giydiği pabucun veya
Doğu ve Batı kavimlerinin hemen nalının resmi. Nalm-ı Şerif de denir.

118
Etrafı âyetler yazılı bu bir çift nalın res­
mini kâğıt ve çini levhalar halinde duva­
ra asma geleneği, Müslüman Türkler
arasında yaygındır. Nazarlık olarak kul­
lanılmıştır.
KADİFE, Atkı ve çözgü ipliklerinin
halı gibi, yüzeyde hav bırakmasıyla tez­
gâhlarda dokunan kalın kumaş. İlkçağ­
larda dokunduğu bilinen, Ortaçağlarda
(XIII. yüzyıldan itibaren) İtalya’da, Vene­
dik ve Cenova’da dokunan kadife, aslın­
da bir Asya kumaşıdır. Çin’den İpek
Yolu’yla Avrupa’ya geçtiği sanılmakta­
dır. XV. yüzyıldan itibaren önce Bursa,
XVI. ve XVII. yüzyıldan itibaren İstanbul
(Üsküdar), Bilecik ve Aydos’ta dokunan
Osmanlı ipek kadifeleri, desenli ve de­
sensiz olarak ün yapmış, kadifeden; kaf­
tan, cepken, şalvar, entari dikildiği gibi
Osmanlı Padişahı Sultan Bayezıd II Kaftanı.
döşemelik olarak da kullanılmış, bohça, (Istanbul-Topkapı Sarayı Müzesi)
kese, yastık, kitap kılıfı, terlik, başlık gi­
bi eşyalar yapılmıştır. Kabartma desenli motiflerle süslü, çok değerli kaftanlar
altın, gümüş telli, klâsik Osmanlı motif­ sergilenmektedir. Bazı kaftanlar ayrıca
leriyle süslü kadifelerin en tanınmış taşlar ve incilerle süslenmiştir.
olanları çatmalardır. (Bk: Çatma). KAFES, Genellikle süs kuşları ve
KAFTAN, Kadife (çatma-kemhâ) hayvanlar için telden veya ince tahta çu­
gibi kaim kumaşlardan dikilen uzun etek buklardan örülen yuvarlak veya köşeli
ve genellikle kısa kollu, önü yırtmaçlı, muhafazalar. Selçuklu devrine ait, içeri­
kaytanlarla tutturulan üst giyim. İran ve sine kandil konan tunç ve pirinçten oy­
Arap ülkelerinde de kullanılan kaftan, malı kafesler de yapılmıştır. Bunlardan
Osmanlı sarayı ve çevresinin başta ge­ iki örneği Konya Mevlâna Müzesi’nde-
len giyimidir. Devlete önemli hizmeti dir. Osmanlı devrinde de madenî kuş ve
geçenlere kaftan armağan etmek bir kandil kafesleri yapılmıştır.
gelenek haline gelmiştir. Kaftan, askerî KAĞNI, İki tekerlekli öküz arabası.
teşkilâta da girmiş, yeniçeriler, entarile­ Eski kağnılarda dingil, tek parça ağaç­
rinin üstüne giydikleri kaftanlarının uç­ tan biçilen tekerlekleri ile dönerdi. Yir­
larını, ayaklarına dolaşmasın diye belle­ minci yüzyıl başlarında demir dingil sa­
rine sokmuşlardır. Kaftanların en süslü bitleşti. Tekerlekler döner oldu. Kağ­
ve değerli olanları padişah kaftanlarıdır. nının üzerine yerleştirilen çatmalı ağaç­
Bugün, Topkapı Sarayı’nda Osmanlı tan çift gövdeye “kanat” ön tarafına ta­
padişahları ve şehzadelerine ait, iri kılan çatal eksenin baş tarafına takılan,

119
öküzlerin koşulduğu ağaç aygıta “bo­ İzmir’de kurulan imalathane de Bey-
yunduruk”, boyunduruğu alttan üstten koz’dakinin akıbetine uğrayarak 1850
bağlayan ağaç sopalara “zelve” denir. yılında kapanmak zorunda kalmıştır.
Türkiye’de bazı etnografya müzelerinde Batı kâğıtları ışığa tutulursa fligranları ve
kağnılar sergilenmiştir. firma işaretleri görülür. Bu işaretler üç
KÂĞIT, Bitki liflerinden elde edilen hilal, ay yıldız, tac, kartal ve aslan gibi
kâğıtın ilk kez Çinliler tarafından yapıl­ simgelerdir. Batı kâğıtlarının dokusun­
dığı ve kullanıldığı bilinmektedir. da, düzenli aralıklarla boyuna ve enine
Çin’den İpek Yolu ile 7. yüzyılda Orta çizgiler bulunur. Bunlar kâğıt hamu­
Asya ve İran’a gelir. Daha sonra Islami- runun süzüldüğü eleğin tel izleridir. Do­
yetle birlikte Semerkant, Buhara, Bağ­ ğu kâğıtlarında bu çizgilere rastlanmaz.
dat, Şam ve Mısır’da kâğıt üretimi yapı­ Cumhuriyet döneminde İzmit Kâğıt
lır. Bu yolla Kuzey Afrika İslâm Ülkele- Fabrikası ile Türk kâğıtçılığı günümüze
ri’ne, Ispanya’da kurulan Endülüs İslâm ulaşmıştır.
Devleti’ne geçer, buradan Avrupa’ya KÂĞIT MAKASI, Kitap, cilt ve ya­
yayılır. Türk kâğıdı yapımı, Anadolu’da zı sanatında, kâğıtları kesmek için kulla­
Selçuklulardan sonra, Osmanlılar dev­ nılan makas. Ucu sivri, uzun, madenî iki
rinde, İstanbul’da kurulan kâğıthaneler- bıçağı bulunan kâğıt makaslarının, par­
de gelişir. 16. yüzyılda Osmanlılarda makların geçtiği iki delikli sapı oyma ve
kullanılan kâğıtlar (Semerkandi, Devle- altın kakmalarla süslü yapılanları vardır.
tabadi, Dımışki (Şam), Hatayi, Adilşahi, Kafes oyma motiflerle saplarına estetik
Hindi, Tebrizi gibi) yapıldıkları yerlere bir biçim verilenleri, sapının üzeri altın
göre adlar alır. Ağaç liflerinden yapılan ve gümüş kakmalarla süslenenleri görü­
kâğıtlara “Haşebi”, ipekten yapılanlara lür.
“Hariri” denir. Hindistan’daki Devleta-
bad, Ahmedabad ve Haydarabad şehir­
lerinde ipekten üretilen iyi kaliteli kâğıt­
lara “Abadi” adı verilir.
Osmanlı döneminde XVIII. yüzyılın
ilk çeyreğinde III. Ahmet döneminde
Kâğıthane semtinde kâğıt imalatı yapıl­
dığı tahmin edilmektedir. Kesin olarak
bilinen ilk kâğıt imalatının 1743 tarihin­
de Yalova’da yapılmış olduğudur.
XVIII. yüzyılın sonlarına doğru III. Kâğıt Makasları
(İstanbul-Topkapı Sarayı Müzesi)
Selim döneminde yine Kâğıthane’de,
daha sonra da Beykoz’da kâğıt imalatı
tekrar yapılmak istenmiş, fakat kalitenin KÂĞIT OYMA, Kâğıt üzerinde bu­
istenen düzeyde olmaması ve maliyetin lunan bir şekli, motifi veya yazıyı özel
yüksek olması nedeniyle 1832 yılında bir keski ile bulunduğu yerden çıkarta­
fabrika kapatılmıştır. 1846 yılında rak başka bir yüzeye yapıştırma sanatı.

120
Katı da denir. XVI. yüzyıldan başlayarak çıkarılmaya başlandı. Bu paralar senet
günümüze kadar gelen bu süsleme, gibi elle yazıldığı için taklit edilebilirdi.
Türk kitap süsleri içinde geniş bir uygu­ 1842 yılında baskılar yenilendi ve kü­
lama alanı bulmuştur. Genellikle çiçekli çültüldü. 1851 yılında bunlara 10 ve 20
oymalar, birçok yazma eserin sayfaları kuruşluk kâğıt paralar ilâve edildi. Halk
arasında yer alır. kâğıt paraya alışmakla birlikte, dışarda
KÂĞIT PARA (TÜRK), Osmanlı yapılan taklitlerinin önüne geçilemiyor,
larda ilk kâğıt para 1840 yılında “Ka- paranın değeri giderek düşüyordu. Bu­
ime-i Mutebere-i Nakdiye” adıyla, 50, nu önlemek için, 1863 yılında tümüyle
100, 250, 500 kuruş değerinde tedavülden kaldırıldı. Kâğıt para

Serie 8 326033

•''^.rTTVv

Cumhuriyet Devri ilk kâğıt para, 5 lira. Ön ve arka yüzü. Tedavülü (1927-1942)

121
basımında ikinci deneme 1876-1879 harflerle basılan Türkiye Cumhuriye-
yılları arasında yapıldı. Ne var ki Os- ti’nin 2. Emisyon Banknotları’nm 5-10-
manlı Devleti’ni dış ve iç gaileler rahat 50-100 liralıkları, 1939 yılında da 2,5-
bırakmamış, Osmanlı-Rus savaşları dev­ 500-1000 liralık kupürleri, Atatürk re­
let mâliyesini sarstığı için kâğıt paranın simli olarak tedavüle girmiş, daha sonra
değeri hızla düşmüştü. Halk altın liraya da bu kupürler bazı değişikliklerle 1940
itibar ediyor, kâğıt paraya güvenemi- yılında 500-1000, 1942’de 1-10-50-
yordu. Bu yüzden 1879 yılında bütün 100 liralık olarak İnönü resimleriyle ba­
kâğıt paralar toplanarak imha edildi. sılmıştır. 1944’ten 1952’ye kadar bası­
Osmanlı Devleti’nin 1911’de İtalya, lan bütün kâğıt paraların üzerinde İnö­
1912’de Balkan, 1914’te de Birinci nü’nün, 1952’den günümüze kadar
Dünya Savaşı’na girmesiyle para sıkıntı­ olanların üzerinde de Atatürk’ün resmi
sı artmıştı. Kâğıt para basımına ihtiyaç bulunmaktadır.
vardı. Osmanlı Duyûn-i Umumiye’siyle KAHVE DEĞİRMENİ, Kavrulmuş
bir anlaşma yapıldı, karşılığı Berlin ve çekirdek kahveyi toz halinde öğüten
Viyana bankalarına altın olarak yatırıldı. çarklı alet. Kahve içimi yaygınlaştıktan
1915 yılında üçüncü defa kâğıt para çı­ sonra, pişirilmiş çekirdek kahve, önce­
karıldı. Bu kupürler, “Osmanlı Devleti leri, taş, ağaç ve maden dibek ve havan­
Evrak-ı Nakdiyesi” adıyla 5-20-25-50 larda tokmakla dövülerek un haline ge­
kuruş ve 1-2,5-5-10-20-25-50-100- tirilmiş, daha sonra elle çevrilen, çarklı
500-1000 lira değerindeydi. Cumhuri­ kahve değirmenleri yapılmıştır. Kahve
değirmenlerinin örnekleri çok olmakla
yet dönemine bu paralarla girildi. 1926
birlikte, Türkiye’de kahve içiminin yay­
yılında tedavülde bulunan Osmanlı kâğıt
gınlaştığı XVI. yüzyıldan itibaren 3 tip
paralarının kaldırılmasına karar verildi.
Bununla ilgili 701 sayılı kanun yürürlü­
ğe girdikten sonra, yeni para basımı
için teşebbüslere geçildi. Ressam Ali
Sami Bey 1-5-10-50-100-500-1000 li­
ralık yedi ayrı renkle kâğıt para kompo­
zisyonları çizdi. Bu liralar Londra’da Kahve Değirmeni
Thomas de la Rue Matbaası’nda basıla­ Osmanlı. XVIII. yy.
rak, 1927 yılı Aralık ayında piyasaya (Istanbul-Türk ve
İslâm Eserleri
sürüldü. Para kompozisyonları üzerin­
Müzesi)
deki yazılar eski harflerle yazılmış, de­
ğerleri eski yazıyla ve Fransızcası da be­
lirtilerek hazırlanmıştı. Harf İnkılâbı ya­
pılmış olmakla birlikte kâğıt liralar 1937
yılında yeni kompozisyonlar ve yeni
harflerle basılan paralara kadar kullanıl­
mış, geçerlilikleri 1949 yılına kadar sür­
müştü. 1937-1938 yıllarında yeni

122
değirmen kullanılmıştır. İlki, yatay bir yapılan silindir pirinç gövdeli ve demir
tahta üzerine yeleştirilen ve küp şeklin­ çarklı el değirmenleridir. Bunun hazne­
de madenî bir kutu içerisinde dönen si altta, kovan biçimindedir. Daha çok
çarklı değirmenlerdir. Bu değirmenlerin İstanbul’da Uzunçarşı’da yapılmıştır. El
üzerinde çekirdek kahvenin konduğu değirmenleri örnekleri İstanbul Türk ve
yayvan ağızlı, ortası açık, demir veya İslâm Eserleri, İstanbul Belediye, Anka­
bakır bir çanak vardır. Çarkın mihveri ra Etnografya, Konya Koyunoğlu müze­
bu çanağın üzerindedir. Mihvere çarkı leri ile başka müzelerde, eski eser kolek­
çeviren bir kol bağlanmıştır. Çanağın al­ siyonlarında bulunmaktadır. Son yıllar­
tında dişlileri ile kahveyi ezen, öğüten da pirinç gövdeli olanları antika ve eski
çarklar yer almaktadır. Öğütülen kahve, eser dükkânlarında satılmaktadır.
tabandaki “hazne” de birikmektedir. KAHVE TAKIMI, Kahvenin pişiril­
XVIII. yüzyılda poligon veya yuvarlak el mesinde kullanılan araçların tümü. Bir
değirmenleri yapılmaya başlanmıştır. Türk kahvesi içebilmek için aşağıda sı­
Bu değirmenler, döğme demirden çark­ ralanan şu araçlar kullanılmıştır. Kahve
lı, ahşap gövdeli, kapaklıdır. Silindirik pişirmek için odanın bir köşesinde kuru­
ahşap gövdenin üst tarafı, demir çem­ lan ocağa “kahve ocağı”, kahve suyu­
berli yarım bir kapakla kapatılmıştır. nun kaynatıldığı uzun saplı madeni

Kapağın ortasında top denilen değir­ testiye “kahve güğümü”, saplı madenî
men milinin geçtiği bir delik bulunmak­ kaba “cezve”, ham kahve çekirdeğinin
tadır. Bu tür değirmenlerde ahşap ve ateş üzerinde kavrulmasında kullanılan
madenî bölümleri oyma ve kabartmalar­ ve bir eksen etrafında dönen madenî
la süslüdür. Çoğu değirmenlere seçme kutuya “kahve dolabı”, uzun saplı tava­
beyitler, güzel sözler ve yapıldığı tarih ya “kahve tavası”, kavrulan kahve çekir­
yazılmıştır. Üçüncü tür değirmenler, değinin soğutulduğu tahta tepsiye “kah­
XIX. yüzyılda yaygınlaşan, bugün de ve tablası”, çekirdeklerin öğütüldüğü

123
mekanik alete “kahve değirmeni, çeki­
len kahvenin doldurulduğu ahşap veya
porselen kaba “kahve kutusu”, kahve­
nin pişerken karıştırıldığı küçük kaşığa
“kahve kaşığı”, pişen kahvenin dökül­
düğü küçük kâseye “fincan”, fincanların
dizildiği düz tepsiye “kehve tepsisi”,
kahvelerde üç madenî bağla kahvenin
ikram edildiği tepsiye “kahve askısı” de­
nir. Kahve cezvesi ve fincanlarını yıka­
mak için de özel kaplar kullanılmıştır.
Bazı yörelerde pişirilen kahveler bir ka­
ba doldurularak konukların önüne ko­
nan fincanlara boşaltılırken, kahve ik­
ram edenlerin kollarına örttükleri sırma
işlemeli ve pullarla süslü örtü ve peşkir­
lere “kahve stili” denir.
KAKMA, Taş, ahşap, maden üze­
Atatürk'ün Kalpaklı Baş Resmi
rinde açılan çukur ve oymalara, değerli
(Ayetullah Sümer)
taş, altın, gümüş, sedef, fildişi, kemik gi­
bi malzemelerin yerleştirilmesiyle yapı­ Kalem adı verilen ince fırçalarla bir yü­
lan süsleme. Kullanılan süsleme malze­ zeyi boyama. Bu işi yapan nakkaşlara
mesine göre ad alır. Gümüş kakma, se­ kalemkâr da denir. Kalemişinin çeşitli
def veya fildişi kakma gibi. teknikleri vardır. Duvar sıvası yaş iken
KALEM (KAMIŞ), Siyah, sert göv­ yapılan boyama tekniğine fresk denir.
deli kamıştan kesilen, ucu mürekkebi Motifleri daha belirgin göstermek üzere
alacak ve kâğıda yazacak biçimde işle­ alçı kabartmaların boyanması tekniğine
nen kalem. Eski uygarlıklarda papirüs de malakâri denir.Taş, mermer, ahşap
ve deri üzerine kartal ve kaz tüyü (tele­ üzerinde yapılan boyalı süslemeler de
ği) nün açılarak mürekkebe batırılması vardır. Ahşap üzerine tuval veya ince
ile yazı yazılırken, Doğu’da kamış kalem bir bez gerilerek üzerinin süslenmesi de
yapılmış, İslâm ülkelerinde en işlek, en ayrı bir kalemişi tekniğidir. Kalemişi
ince ve zarif yazılar kamış kalemlerle ya­ süslemenin daha parlak ve kalıcı olabil­
zılmıştır. Avrupa’da XVII. yüzyıl sonları­ mesi için üzerine lâke sürüldüğü de bi­
na kadar kuştüyü ile ilkel biçimde yazı linmektedir. Madenî eşyaların üzerine
yazma geleneği sürdürülürken, Osman- çelik kalemle süs yapan veya yazı ya­
lı Türkleri kamış kalemlerini bugünün zanlara kalemkâr, işlerine de kalemkâri
en modern mürekkepli kalemler düzeyi­ denilmiştir. Türk sanatında kalemişi tek­
ne çıkarmışlardır. nikle süslenmiş tavanlar çok tanınmıştır.
KALEMİŞİ, Genellikle mimaride iç KALEM TAKIMI, Kamışı, kalem
dekoru tamamlayan süsleme türü. haline getirmek için kullanılan
“kalemtıraş” adlı küçük bıçak, kamış ka­ manda derisi, söğüt dalı, urgan örgü gi­
lemin ucunu açmak ve yazmak için kul­ bi, kılıç, mızrak işlemeyen, sert, elastikî
lanılan “makta”, kalemlerin muhafaza maddelerden yapılmıştır. Demir kalkan­
edildiği “kalemdan” kalem takımını lara “hacefe”, örülü saz üzerine deri ge­
meydana getirir. rilene “deraka” veya “matrak” denmiş­
KALEMDAN, Hattatların kamış tir. Yelep denilen yuvarlak çelik kalkan­
kalemlerini koyduğu kalem kutusu. lar da vardır. Osmanlıların XVI. yüzyılda
Mıkleme veya kubur da denir. Uzun bir seferlerde ve geçit törenlerinde kullan­
dikdörtgen biçiminde, altın, gümüş, dıkları, deri üzerine söğüt dallarının he-
bronz, ağaç ve mukavvadan yapılan ka- lezoni örülmesiyle yapılmış, üzeri ibri­
lemdanlar, ustalarının elinde çok süslü şim örgü çiçeklerle süslü hafif ve sağlam
olarak yapılmıştır. Altın ve gümüş olan­ tören kalkanları ünlüdür. Bu kalkanların
ları değerli taşlarla süslenmiştir. Üzeri ortasında yuvarlak çelikten şişkince bir
lake işçilikte motiflerle süslü olanları, zırhı, iç yüzü ortasında “tutmaç” deni­
kapağına seçme beyitler yazılanları çok len, kulpu bulunmaktadır. Bu devirde
ünlüdür. Kalemdanların içi genellikle “şabite” denilen balık derisinden yapıl­
kadife ve çuha kaplıdır. mış kalkanlar da kullanılmıştır. Padişah
KALEMTIRAŞ, Kamış kalemleri ve yüksek rütbeli kumandanların altın-
yontmak için kullanılan küçük bıçak. gümüş kakmalı, hatta değerli taşlarla
Sapları ağaç, mercan, akik, pelesenk, süslü kalkanlar kullandıkları görülmüş­
kemik, fildişi gibi maddelerden yapıl­ tür. İstanbul Topkapı Sarayı Silâhlar
mış, çelikten keskin bıçakları altın, gü­ Bölümü ile Askerî Müze’de bir silâh ol­
müş kakma yazılar ve motiflerle süslen­ maktan öte, başlıbaşma bir sanat eseri
miştir. olan çeşitli kalkanlar bulunmaktadır.
KALKAN, Savaşçının vücudunu
koruduğu savunma silâhı. Kalkanlar,
manda, öküz, gergedan, fil derisinden,
jütten (ipten), ağaçtan, söğüt dalların­
dan yapılmıştır. Genellikle yuvarlak,
oval ve dikdörtgen biçimdedir. İç tara­
fında kalkanı elle ve kolla tutmak için
kabzası, asmak için de kayışı vardır.
Göbeği hafif çıkıntılıdır. Eski savaşçılar
düşmanın kılıç, ok ve mızraklarına karşı
kendilerini korumak için sol ellerindeki
kalkanı siper yapar, sağ elleri ile de si­ Kaloş
lâhlarını kullanırlardı. İlkçağlarda savaş­
çıyı bütünüyle koruyacak boy kalkanları KALOŞ, Yumuşak deriden dikilen
vardı. Türklerde kalkan İlkçağlardan ve sırmalarla süslenen ökçeli kadın
beri vardır. Türk kalkanları genellikle pabuçu. Kısa boğazlı, mest gibi giyilen­
yuvarlak ve bombeli, demir, bakır, leri de vardır.

125
KALPAK, Kuzu, samur, tilki derisi, Selçuklu taş kabartmaları arasında da
ayrıca kürk yapımına elverişli hayvan kanatlı melek figürleri vardır.
postlarından yapılan kürklü başlık. Çe­ KANAVİÇE, Gözenekli bir kumaş
şitli milletler değişik biçimlerde kalpak üzerine işlenen elişi. İşlenecek kumaş,
giymişlerdir. Cumhuriyet’ten önce ve gergef veya kasnağa yerleştirilir. Sonra
Millî Mücadele yıllarında Türkiye’de fes üzerine gözenekli (kanavalı) bez gerilir.
yerine kuzu postu kalpak giymek yay­ İbrişim, koka ipliği, iğne ile kanavanın
gınlaşmıştır. Şapka İnkılâbı’ndan sonra iplikleri arasından çaprazlama geçirilir,
kalpak kaldırılmıştır. sarılmak suretiyle işlenir. Bu tür işleme­
KAMA, İki tarafı keskin, enli, ucu lerin yüzeyi düz ise buna “düz kanavi-
sivri bıçak. Ağaç, kemik, boynuz ve ma­ çe”, kabartmalı olanlarına da “kabart­
denden kabzası vardır. Deri kaplı ağaç malı kanaviçe” denir. Kanaviçe ile yas­
kında taşınır ve kuşağa sokulur. Gürcü, tık yüzü, yağlık, yatak çarşafı ve benze­
Çerkeş ve Kafkas kamaları ünlüdür. Gü­ ri örtüler işlenir.
KANDİL, Pişmiş topraktan, ma­
müş işleme kabzalı, altın ve gümüş bile­
denden, camdan, seramikten yapılan
zikli kınları olanları vardır. Eski Mısır,
ışık kaynağı. İlkçağlarda tarih öncesi de­
Yunan-Roma, Ceneviz, Venedik, Ja­
virlerden tarihi devirlere, Ortaçağlardan
pon kamaları olduğu gibi Türklerin de
petrolün ve elektriğin ışık kaynağı ola­
kama yaptıkları ve taşıdıkları bilinmek­
rak kullanılmasına kadar kandil hemen
tedir. Ankara Etnografya Müzesi Kesici
bütün uygarlıklarda kullanılmış, her uy­
Silâhlar Bölümü’nde Anadolu işi kama­
garlıkta kandil, kendine özgü biçimler
lardan bir koleksiyon yer almaktadır.
almıştır. Anadolu’nun tarih öncesi de­
Konya Etnografya, Bursa Türk-İslâm
virlerine ait höyüklerde yapılan arkeolo­
Eserleri müzelerinde de seçkin örnekle­
jik kazıların buluntuları arasında pişmiş
ri görülür.
topraktan yapılmış kandillerin varlığı,
KAMÇI, Sert ağaçtan, abanoz, ki­ kandili uygarlığın bir simgesi haline ge­
raz dalından bir sap ile ucunda deri ip, tirmiştir. Anadolu’nun Helenistik, Hitit,
şerit bulunan değnek. Binicilerin, araba Frig, Lidya, Urartu gibi tarihi devirlerin­
sürücülerinin kullandıkları kamçıların de, daha sonra Anadolu’yu bütünüyle
sapları deri, kadife, çuha kaplı olanları içine alan Romalılar ve Bizanslılar za­
bulunduğu gibi altın, gümüş kaplama manında, içerisine zeytinyağı konarak
olanları da vardır. Gümüş savatlı ve de­ bir fitille tutuşturulan el kandilleri genel­
ri şeritli Çerkeş kamçıları ile, deri örgü likle pişmiş topraktan, bronzdan yapıl­
saplı ve püsküllü Tura kamçıları ünlü­ mışlardır. Yuvarlak veya oval biçimlerde
dür. yapılan bu kandillerin basık gövdeleri
KANATLI MELEK, Başında taç üzerinde yakıtın konulacağı geniş bir
bulunan kanatlı insan figürü. İslam sa­ delik vardır. Delikten hazneye yağ dol­
natı ikonografyasında melek olarak tas­ durulur. Hazne, gövdenin ucundaki de­
vir edilmiştir. Türk ve İslam minyatürle­ likli oluk veya emzik denen uzantıya yağ
rinde görüldüğü gibi, Konya Kal’ası gönderir. Emzik ucuna yerleştirilen ve

126
hazneye uzanarak yağ çeken fitil bulu­ Selçuklular devrinde yapılan kayık biçi­
nur. Kandillerin öteki ucunda kulpu var­ minde, firuze renk sırlı, seramik el kan­
dır. Gövde kimi kandillerde kapaklıdır. dilleri ve yine bu kandillerin bileşimin­
Bazen geniş gövdeli kandillerin hazne­ den oluşan çok emzikli seramik kandil
sine iki, üç, dört daha fazla emzikler ek­ örnekleri, bugün Konya’da Karatay Çi­
lenerek kandilin çok ışık vermesi sağ­ ni Eserleri Müzesi ve İstanbul Türk-îs-
lanmıştır. Kandillerin üzerindeki kabart­ lâm Eserleri Müzesi’nde görülebilir.
ma süslemeler kullanılışlarına göre de­ Bu devirde üç bağlı kafes şeklinde,
ğişmektedir. Mitolojik konular, erotik bronzdan, ajurlu cami kandillerinin var­
sahneler, geometrik bezemeler, dinî re­ lığı da bilinmektedir. XIV. yüzyılda
simler süs öğeleri olarak kullanılmıştır. Memlûklular devrinde Musul’da ve
Evlerde, tapmaklarda özel kandil nişleri Şam’da yapılan Suriye işi mineli cam
ve askılarına yerleştirilir, istenirse elde kandiller, İslâm ülkelerinin birçok cami,
taşınabilir. Kiliselerde kullanılan bronz mescit ve türbesini süslemiştir. Yuvarlak
bir taban üzerine oturan şişkin gövdeli,
gövdesi bir vazo gibi daralarak yaygınla­
şan Memlûk cam kandilleri formu, XV.
yüzyıl sonralarından başlayarak XVIII.
yüzyıla kadar İznik’te çini seramik ola­
rak yapılmaya başlamıştır. Bu üç bağlı
klasik cami kandillerinden örnekler bu­
gün İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi,
Türk ve İslâm Eserleri Müzesi, Batı Ber­
lin Islâm Sanatları Müzesi, Paris Louv­
Seramik Kandil.
İznik. XVI. yy. re, Londra Victoria and Albert, New
(Istanbul-Topkapı York Metropolitan müzeleri ve daha
Sarayı Müzesi) başka müzelerde yer almaktadır. Kâse
biçiminde camdan yapılarak madenî bir
çembere oturtulan ve üç bağla bir askı­
ya asılan kandil tipleri, giderek içerisine
mum dikilen kandilli avizelere dönüş­
müştür. XIX. yüzyıl ortalarında İstan­
bul’da kurulan Beykoz Cam ve Yıldız
Bizans kandilleri haç biçiminde yapıldı­ Porselen Fabrikaları, çeşmi-bülbül, bil­
ğı ve süslendiği gibi, dinî resimlerle de lur cam kandilleriyle ün yapmışsa da
donatılmıştır. XI. yüzyıldan sonra Ana­ petrolle aydınlanmanın, ayrıca çok
dolu’da Selçuklu Devleti’nin kurulması mumlu avize sanatının yaygınlaşması ile
ve Anadolu’nun Türkleşmesiyle, Asya klasik Türk kandil işçiliği dekoratif ol­
Türklerinin el sanatları, Anadolu’ya öz­ maktan ileri gidememiştir.
gü biçimlerde gelişmiş ve özellikle çini KANDİL KÜLAHI, Yanan kandil­
sanatı büyük aşamalara ulaşmıştır. leri söndürmek için kullanılan uzun saplı

127
madeni külah. Konik biçiminde olup te­ kantarı, kefesiz çengelli kantar gibi ör­
pesi baston sapı gibi eğik sopaya iliştiri­ nekler vermiştir. Türkiye müzelerinde
lir. Sönen kandillerin isi külah içinde Roma, Bizans kantarlarıyla birlikte,
toplanır. Sonra bu is mürekkep yapı­ Türk-îslâm devri kantarlarının çeşitli ör­
mında kullanılır. nekleri yer almaktadır.
KANDİLLİ YAZMASI, İstanbul KAN TAŞI, Akik türünde, kırmızı
Boğaziçi Anadolu yakasındaki Kandil- damarlı, koyu yeşil taş. Daha çok yüzük
li’de yapılan, Kandilliye özgü bez üzeri­ ve mühür yapımında kullanılır. Kan dur­
ne bir tür kalem işi. Bu işçilikte süslene­ durucu özelliği olduğuna inanılmıştır.
cek bez, gergefe geçirilir. Üzerine yapı­ KANTHAROS, İlkçağlarda, özel­
lacak desen, kâğıttan kopya edilir. Son­ likle Hitit, Frig, Yunan ve Romalılarda,
ra bu desenler istenilen renklerde boya­ pişmiş topraktan veya madenden yapı­
nır. Bu tekniğe “kalem işi” denir. Son­ lan içki kabı. Kantharoslar, genellikle
raları desenler ağaç baskı kalıplar ile insan başı figürlü veya yonca ağızlıdır.
bez üzerine çıkarılmıştır. Topkapı Sara­ Gövdesinde, 2-3 başın yer aldığı görü­
yı Müzesi’ndeki XVII. ve XVIII. yüzyılla­ lür. Şarap Tanrısı Baküs’ün başı ve atri-
ra ait yemeni, yağlık, bohça, yorganyü- butu olanları iki kulplu, kulpsuz, bitki ve
zü gibi yazmalar Kandillide yapılmıştır. geometrik desenlerle süslü yapılanları
KANEPE, Sırtlığı ve iki yanında vardır.
kolları bulunan, iki, üç kişinin oturabile­
ceği uzunca koltuk veya sandalye. Tür­
kiye’de kanepe koltuk kullanımı ancak Kantar Topu
17. yüzyıl sonlarında başlamıştır. Daha Bizans Devri.
önce bu görevi, saray ve konaklarda
üzerine minderlerin serildiği sedirler
görmekte idi.
KANTAR, Madenden ağırlık ölçü
aleti. Genellikle 60-70 santim uzunlu­
ğunda madenî kolun bir ucunda, tartıla­
cak maddenin konduğu üç zincirli “ke­
fe” asılıdır. Kolun üzerinde ileri-geri gi­
den bir bilezik vardır. Bileziğe kantar to­
pu takılır. Kol üzerinde ağırlık ölçüsünü
gösteren kertikler bulunur. Kantarı bü­
tünüyle bir çengel tutar. Kantar topu ile KANUN, Dikdörtgen yamuk biçi­
kefe dengelendiği zaman ölçü tamam­ minde telli saz. İlkçağlara kadar uzanan
lanmış olur. Bu tür kantarlara kol kan­ bu sazın primitif örnekleri, Eski Yunan
tarı denir. İlk ve gelişmiş örnekleri Ro­ ve Eski Mısır sazları arasında görülür.
ma ve BizanslIlarda görülür. Çoğunluk­ Sümer ve Hititlerde de kullanıldığı söy­
la kantar topları insan başlıdır. Giderek lenir. Doğu müziğinde kullanılan
gelişen kantarlar, el kantarı, baskül “Çeng” ile kanun arasında benzerlik

128
Kanun (İstanbul-Topkapı Sarayı Müzesi)

vardır. Ortaçağlarda özellikle Araplar Avşar kabilelerinden oluşmaktadır. Bu


tarafından geliştirilen kanun, Türk mü­ kabileler hayvancılıkla geçimlerini temin
ziğinde de yer almıştır. Kanun tablaları edip, hayvanların deri ve kıllarından ça­
ahşap işlemeli olduğu gibi metalleri de dır, kilim, halı, sili ve elbiseler yaparak
altın yaldız, gümüş kaplamalarla süslen­ kendi ihtiyaçlarını sağlamışlardır.
miştir. O tarihlerde anilin boya (kimyevî)
KAŞBASTI, Kadınların kaşları üze­ bulunmadığından ağaç, yaprak ve kök­
rinde almlarına bağladıkları çatgı. Bu­ lerden, bitkilerden, böceklerden elde et­
nun İlkçağlarda örnekleri diadem (buna tikleri boyalarla dokumalarını renklen-
bak.) dir. Kaşbastılar genellikle ince ke­ dirmişlerdir.
ten ve ipekten 3-4 santim eninde bir şe­ O günden bugüne kadar, gerek ken­
rit olarak dokunur. Dokumada altm-gü- di ihtiyaçlarını, gerekse gelir elde etmek
müş sırmalar kullanıldığı gibi, renkli ip­ için sanatlarını sürdürmüşlerdir.
liklerle çiçek desenleri, yıldız madalyon­ KAŞIK, Ağaç, maden, deniz kabu­
lar da işlenir. Anadolu’da kadınların süs ğu,boynuz, bağa, fildişi ve porselenden
takısı olarak almlarına bağladıkları kaş­ yapılan sofra aracı. İlkçağlardan başla­
bastıların çoğuna altm-gümüş paralar, yarak çeşitli uygarlıklarda, bu arada
gümüşlü pullar, saçaklar da eklenir. Saç Anadolu’da Ege, Hitit, Frig, Lidya, Ro­
örgüsü biçiminde, inci ve pullarla süslü ma ve Bizans sanatında çeşitli malze­
kaşbastılar da vardır. Topkapı Sarayı meden yapılmış kaşıklar, kazı buluntula­
Müzesi’nde XVI. ve XVII.yüzyıllara ait rı arasında görülmektedir. Ağaçtan ka­
kaşbastılar, en eski örnekler sayılır. şık yontma sanatının Selçuklular yolu ile
KARATEPE KİLİMLERİ, Karate Doğu’dan geldiği, Konya ve çevresinde
pe Köyü, Adana îli’ne 115 km., Kadir­ bir el sanatı olarak geliştiği, kaşıkçı es­
li Kazası’na 40 km., Osmaniye’ye 30 nafının birleşerek Konya’da bir “Kaşıkçı
km. mesafede bir orman içi köyüdür. Çarşısı” kurduğu bilinmektedir. Söylen­
1973 yılında kurulan Karatepe Kilim diğine göre, Konya medreselerinde öğ­
Kooperatifi, geleneksel desenleri can­ renimlerini sürdüren mollalar (öğrenci­
landırarak üretimine halen devam et­ ler), geçimlerini sağlamak üzere, boş za­
mektedir. manlarında, şimşir, gürgen, armut gibi
Karatepe Köyü 12. yüzyılda Orta sert ağaçlardan kaşık yontarak, bunları
Asya’dan göç eden Yörük, Türkmen ve cilalanmak ve nakışlanmak üzere

129

L
kaşıkçı esnafına satarlarmış. Konya’da reçine ve daha başka maddelerin oluş­
bu yüzden “Kaşıkçı Molla” sözü yaygın­ turduğu sır adı verilen sıvıya daldırılarak
dır. Konya’da tahta kaşık sanatı Kara- çıkarılır, üç-beş gün güneşte kurutulur.
man-oğulları ve Osmanlılar devrinde de Sır, saydam bir maddedir. Sır; nakışla­
devam etmiş, ayrıca Kastamonu, Tokat rın ve kaşığın sıcaktan, sıvılardan bozul­
gibi illerde de kaşıkçılık bir meslek dalı masını önler, ömrünü uzatır. Tahta ka­
olarak yaygınlaşmıştır. Kaşıklar, fırın­ şık işçiliğinin yanı sıra, daha çok saray
lanmış sert ağaç dallarından yontulduk­ ve konaklarda kullanılan, bağa, fildişi
tan sonra, perdahlanır. Kaşık kepçesi­ kaşıklar da yapılmış, bunların sapları al-
nin oyulması, kulpunun ortalanması bir tm-gümüşle, hatta değerli taşlarla süs­
beceri işidir. Perdahlanan kaşıklar, bir lenmiştir. Madenî kaşık, Avrupa’da ya­
süre sıcak depolarda bekletildikten son­ pılmış ve XIX. yüzyılda Osmanlı sofra
ra, ağzı ve kulpu renkli motiflerle takımlarında görülmeye başlanmıştır.
Porselen kaşıkların çoğu Çin, Japon
malıdır. Bugün Topkapı Sarayı, Türk-İs-
lâm Eserleri ve etnografya müzelerinde
Türk işi süslemeli kaşık örnekleri bulun­
duğu gibi, evlerde ve eski eser koleksi­
yonlarında da çeşitli kaşıklar görülmek­
tedir.
KAŞIK (ÇALGI), Şimşir ağacından
yapılmış, yemek kaşığı biçimindeki vur­
malı halk çalgısıdır. Bunu daha çok
oyuncular kullanır. Karşılıklı olarak her
iki elin avuçları arasına yerleştirilerek
çatınabileceği gibi, bir elde tutulup öteki
ele ve dize vurularak da çalınabilir.
Yine şimşir ağacından yapılmış dört
parçadan oluşan şakşak ya da çalpa-
ra adı verilen çalgı da aynı tüı'dendir.
Bu da elde tutulup dize ya da öteki elin
avucu içine vurularak çalınır.
Tahta Kaşıklar. Konya. XIX. yy.
(Konya Etnografya Müzesi)
KAŞIKÇI ELMASI, Topkapı Sara­
yı Hazine Dairesi’nde sergilenen, kaşık
süslenir. Bu motifler gülbezekler, çiçek biçiminde, 86 kratlık ünlü elmas. Araş­
buketleri, madalyon ve armalar olarak tırmalara göre Kaşıkçı Elması, ilkin,
seçilir. Çoğu zaman kaşık sapı üzerine, 1774 yılında Pigot adlı bir Fransız suba­
seçme beyitler, mâniler, özlü sözler, âfi- yı tarafından Hindistan’ın Madras Mih­
yet dilekleri yazılır; çoğu kez yapıldığı racesinden satın alınmıştır. O yıllarda
tarih kaydedilir. Süsleme işi tamamlan­ Fransa’da bulunan Tepedenli Ali Paşa,
dıktan sonra kurutulur. Daha sonra, bu elması 150 bin altın sayarak satın

130
almış, böylelikle elmas onun hâzinesine ayrıca yüzeyi oymalarla süslenmiş, mo­
girmiş, İstanbul’a getirilmiştir. Ali Pa- tifleri ve yazıları bu teknikle kabartılmış-
şa’nm Sultan Mahmud II zamanında tır. Anadolu Selçuklu sanatında bunun
ayaklanması ve öldürülmesiyle, Kaşıkçı ilk örnekleri, Konya Inceminare Taş ve
Elması Osmanlı Hâzinesi’nin malı ol­ Ahşap Eserleri Müzesi’nde bulunan
muştur. Kaşıkçı Elması’mn çevresinde Beyhekim Mescidi kapı kanadı (XIII.
ayrıca 2 sıra 49 pırlanta vardır. Dünya­ yüzyıl), İstanbul Türk ve İslâm Eserleri
nın en büyük, en değerli 10 elması ara­ Müzesi’nde yer alan Konya Sadreddin
sında yer alan Kaşıkçı Elması, büyüklü­ Konevi Camii kapısı (1274) ayrıca An­
ğü, saf ve temiz işçiliği, zarif tıraşı ya­ kara Etnografya Müzesi’nde Kayseri
nında tarihî değeriyle de ün kazanmış­ Ulu Camii, Ankara Alâadin Camii, Öğ­
tır. le Camii, Hoca Paşa Camii (v.d.) kapı­
ları (XIII. yüzyıl) olarak bilinmektedir.
XV. yüzyıl Beylikler ve ilk Osmanlı dev­
ri kapı kanatları için Ankara Etnografya
Müzesi’nde Seyyitgazi Seyid Battal Ga­
zi Külliyesi, Ankara Hacı Bayram Camii
ve Türbesi kapıları, Merzifon Çelebi
Sultan Medresesi kapısı, Ordu Eskipa­
zar Camii kapısı, Konya Inceminare
Taş ve Ahşap Eserler Müzesi’ndeki
Hasbey Dar’ülhuffazı kapısı örnek ola­
rak verilebilir. Bunun dışında Osmanlı
devrinde fildişi ve sedef işçilikle de süs­
lenen oyma kapı örnekleri, başta İstan­
Kaşıkçı Elması bul müzeleri olmak üzere diğer müzeler­
(Istanbul-Topkapı Sarayı Müzesi)
de de yer almaktadır.
KAPI TOKMAKLARI, Daha çok
KAPI KANATLARI, Mimarî yapı­ ahşap kapı kanatları üzerine, bir elin ye­
ların girişinde yer alan kapılar ve kapı tişebileceği yükseklikte yerleştirilmiş
kanatları genellikle ahşaptan ve bir sa­ madenî bir levha ve bunun üzerinde
nat eseri niteliğinde yapılmış, bazıları inip kalktıkça levhaya vurabilen yine
müzelerde yer almıştır. Anadolu Selçuk­ madenî bir tokmak. Alttaki madenî lev­
lu mimarisinde, yapının bütünü içerisin­ haya “yatak” veya “ayna” denir. Tok­
de ve onun bir parçası olarak düşünülen mağa “halka” dendiği de olmuştur.
kapılar, devrin ahşap işçiliğinin özellik­ Anadolu Türk sosyal hayatında evlerin,
lerini taşıması yönünden ayrı bir değer avluların, namaz saatleri dışında cami
taşımaktadır. Çoğu arabesk düzende ve mescitlerin kapıları daima kapalı bu­
geçme (kündekârî) işçilikte yapılan ve lundurulur. Kapı kilitli olmasa dahi, içe­
ayrı ayrı hazırlanan parçaların birbirine risinde oturan veya bulunandan izin
geçmesiyle bütünlenen bu kapılar, (destûr) almadan buralara girilmez. Bu

131
sebeple ev sahibine, bina bekçisine, ca­ ayrıca kendinden motifli ve süslüdür.
mi, mescit, dergâh, tekke kayyum (hiz­ Türk kapı tokmağı örnekleri müzelerde
metli) ve bevvabcı (kapıcı)sma haber görülebildiği gibi, bu tokmaklardan ko­
vermek için kapısı çalınır. Selçuklu, leksiyon yapanlar da vardır.
Beylikler ve Osmanlı devri yapılarının KARAGÖZ FİGÜRLERİ, Gele
kapısına bu amaçla, çok süslü kapı tok­ neksel Türk gölge oyununda kişileri
makları konmuştur. Cizre Ulu Camii’ne temsil eden saydam deriden kesilmiş ve
boyanmış resimler. Yüzyıllar boyu “ha­
yal oyunu” olarak adlandırılan Karagöz
oyunu, kendine özgü oyuncu tipleri ile
Türk tiyatro sanatının öncülüğünü yap­
mıştır. Yaklaşık yirmi santim boyunda
figürler, kurutularak saydam hale getiril­
miş deve derisinden, mukavva kalıpları­
na göre bölümler halinde kesilerek ya­
pılır. Figürlerin elleri, ayakları, başı,
mafsallarından birer iplik düğümle bağ­
lanır, gövdeye yerleştirilir. Başa ve elle­
Kapı Tokmakları (Diyarbakır) re birer değnek tutturulur. Karagöz’ü
oynatacak usta değnekleri eline alır,
ait, XII. yüzyıl, Selçuklu devri ve çift ej­ oyuna göre figürlere hareket verir. Fi­
der (dragon) figürlü bronz bir kapı tok­ gürlerin gerisinde bir ışık kaynağı,
mağı, bugün Batı Berlin İslâm Eserleri önünde de gerilmiş beyaz tül perde var­
Müzesi’nde sergilenmektedir. Bunun bir dır. Böylece figürlerin renkli gölgesi
eşi İstanbul Türk ve İslâm Eserleri Mü- perde üzerine düşer. Perde önündeki
zesi’ndedir. Anadolu Selçukluları ve seyirci de oyuncunun hareket ettirmesi,
Beylikler devri sivil ve dinî mimarî yapı­ değişik sesler vererek konuşması ile bu
larına ait kapı kanatları üzerinde, figür­ gölgeleri sinema perdesi gibi seyreder.
lü, figürsüz, işçiliğinin çeşitli örnekleri Karagöz figürleri, gölgesi ile canlandırı­
sayılabilen kapı tokmakları görülür. Ka­ lan kişilere göre Karagöz, Hacivât, Be-
pı tokmağı sanatı, Osmanlılarda da de­ beruhî, Bekri, Arap, Laz, Yahudi,
vam etmiştir. Bugün de henüz kaybol­ Frenk, Zenne (kadın), Tiryaki, Sarhoş
mamış, yıkılmamış eski evlerin kapıla­ gibi adlar alır. Her figür bu kişilerin gi­
rında demir, tunç, pirinç, bakır, çok süs­ yim biçimine göre kesilerek boyanmış­
lü kapı tokmakları görülmektedir. Kapı tır. Karagöz oyunlarının çeşitlerine gö­
tokmaklarının oymaları, oyma ve ka­ re, Karagöz figürleri koleksiyonu Anka­
bartma işçilikle rozet, elips biçiminde ra Millî Kütüphane Arşivi’nde, Bursa
kapı yüzeyine yayılırken tokmağın vura­ Müzesi’nde, bazı etnografya müzeleri
cağı kabarası şişkince yapılmıştır. Tok­ ile özel koleksiyonlarda yer almaktadır.
mak halkası, topuzlu, yuvarlak, el biçi­ KARGI, Ucu sivri demirli, sert
minde veya kantarlı olabilir. Tokmak ağaçtan, sapı uzun silâh, “mızrak” da

132
denir. İlkçağlardan beri yakın döğüşme fotoğraflarını içeren basılı kartlar. Çok
silâhı olarak kullanılan kargıların ucun­ eski yıllarda basılanlarına, bunların al­
daki demir, bazen yassı ve kesici olarak bümlerine antika dükkanlarında rastla­
yapılır, bazılarında çatal iki sivri demir nır. Kartpostallardan koleksiyon yapan­
vardır. Çatallardan biri geriye kıvrıktık. lar da vardır. Dünyanın ünlü müzeleri ve
Bazılarında sivri, süngüye benzer uç bu­ kütüphanelerinde de kartpostal bölüm­
lunduğu gibi, teber’e benzer kesici ve leri vardır.
yırtıcı uçlar da yer alır. Silâh müzelerin­ KARYOLA, Üzerine şilte ve yatak
de çeşitleri görülmektedir. serilen dört ayaklı, yüksekçe mobilya.
KARLIK, Dışı hasır örgüsüyle kap­ Kerevet de denir. Ağaçtan veya maden­
lı, içinde kar veya buz koymak için böl­ den yapılır. Karyola, kullanıldığı devrin
mesi bulunan, geniş karınlı soğutucu şi­ mobilya stili ve üslûbuna göre değişik
şe. Dış kaplaması gümüş, bronz örgülü biçimlerde yapılmış ve süslenmiştir. (Bk:
olanları vardır. Bir kapağı, zincire bağlı Mobilya).
bir lülesi bulunur. KASE, Pişmiş topraktan, sırlı sera­
mik veya porselenden, camdan, pirinç
ve kalaylı bakırdan, emayeden yapılan,
geniş ağızlı, derince çanak. Kâseler da­
ha çok sofralarda, çorba, hoşaf, yoğurt
gibi bol sulu yemekler için kullanılmıştır.
Yuvarlak, ayaklı ve ayaksız olanları var­
dır. XVI. yüzyıldan itibaren İznik’te, da­
ha sonra (XVIII. yüzyıl) Kütahya’da ya­
pılan çini kâseler ünlüdür. XIX. yüzyıl
ortalarında Beykoz cam ve Yıldız porse­
lenleri arasında da desenli kâseler yapıl­
mıştır. Topkapı Sarayı Müzesi’nde süs­
lü, fağfur kâselerle birlikte, İznik kâsele­
ri ve başka kâse örnekleri yer almakta­
dır.

Gümüş Örgü Karlık. (Özel Koleksiyon)

KAROSA, Atlarla çekilen, dört te­


kerlekli, kapalı binek arabası. XVIII. ve
XIX. yüzyıllarda Avrupa’da çok moda
olmuş, otomobilin icat edilmesiyle orta­
dan kalkmıştır.
KARTPOSTAL, Posta ile gönderil­
Seramik Kâse. 14. yy.
mek üzere şehirlerin, ünlü yapıların, ül­ (Berlin-lslâm Eserleri Müzesi)
kelerin ya da müzelerdeki eserlerin

133
oktav ve bir büyük üçlü ses genişliğine
sahip olan kavalda, kromatik yarım per­
deler var olmakla birlikte komalı sesle­
rin çıkarılması ustalık ister.
KAVUK, Başa giyilen ve yukarıya
doğru daralan keçe başlık. Çevresine
sarık sarılır. Biçimine, rengine, giyenle­
rin sosyal durumuna göre adları vardır.
Yüksek rütbeli memurların giydiği kavu­
ğa “Hora-sanî”, vezirlerin giydiği yük­
Kâse, İznik. XVII. yy.
sek kavuklara “kallavî” divân üyeleri ve
(Istanbul-Çinili Köşk Müzesi) bilginlerin giydiği kavuğa “mücevveze”
denir. Uzun, tepesi düz, yanda dilimleri
KASNAK İŞİ, İç içe geçmiş ahşap olan ve ilkin Yavuz Sultan Selim tarafın­
bir çember (kasnak) üzerine gerilmiş bez dan giyilene “Selimî”, saray ağalarının
veya kumaşa ibrişim, sırma gibi iplikler
ve iğne ile desen işleme. Bu işçiliğe sû-
zenî-iğne işi de denir. Topkapı Sara-
yı’nın Elişleri Bölümü’nde XVI. yüzyıl
kasnak işleri görülür. Türkistan’da, Kı­
rım’da, Anadolu’da yaygın, hemen her
evde ve kadınların eliyle kasnak işleri ile
yorgan yüzleri, bohçalar, yağlık, mendil
ve kuşaklar, seccadeler, örtüler yapıl­
mıştır. Kasnak işlerinin kendine özgü
bitkisel motifleri vardır. Kasnak işi, Av­
rupa aristokrasisinde de bir ara yaygın­
laşmış, kadınlar için zevkli bir uğraşı ol­
muştur.
KASTANYET, Daha çok İspanyol
müziğinde kullanılan ve sert ağaçtan ya­
pılan bir çift vurma çalgısı. Kastanyet
parmaklara takılır ve avuç içinde birbiri­
ne vurularak ses çıkartılır. İstiridye ka­
buğu biçiminde yapılanları yaygındır. Sultan Selim lll’ün kavuklu bir minyatürü.
KAVAL, Üstte 7, altta 1. perde de­ (Istanbul-Topkapı Sarayı Müzesi)
liği bulunan içi boş bir borudur. Dilli ve
dilsiz olmak üzere iki çeşiti vardır. Erik, törenlerde giydikleri, küre biçimindeki
şimşir ya da meşe gibi sert ağaçlardan kavuklara da “örfî” adı verilmiştir. Tari­
yapılır. Türkiye’nin hemen her yöresin­ kat şeyhlerinin giydikleri, her tarikata
de yaygın olarak kullanılmaktadır. İki göre biçim alan başlıklara “taç” adı

134
verilir. Aslında kavuklar, etrafına sarılan kayıklara “Hünkâr Kayığı” denir. İstan­
ve “destar” adı verilen sarıklardan bi­ bul Deniz Müzesi’nde Osmanlı devri ka­
çimlenmektedir. Topkapı Sarayı Müze­ yıklarından örnekler segilenmektedir.
si’nde Osmanlı sultanlarının giydikleri KAYTAN ÖRGÜ, Sağlam iplikler­
değerli taşlar ve sorguçlarla süslü kavuk­ den örülen bir çeşit kordon. Kaftan,
lardan örnekler dışında, türbelerde san­ cepken, hırka ve entarilere çeşitli de­
dukalar üzerine yerleştirilen kavuklar, senler verilerek uygulandığı gibi döşeme
ölünün hayattaki durumu, ulaştığı ma­ ve perde kenarlarına da süs olarak yer­
kam ve unvana göre mezar taşında bi­ leştirilir. Türk giyim-kuşammda kaytan
çimlenen kavuk örnekleri, Türk kavuk örgülere “fermene” denir. İstanbul’da
sanatı konusunda yeteri kadar bilgi ver­ ayrıca “Fermeneciler Çarşısı”nm bulun­
mektedir. duğu, burada kaytan örgülerinin çeşitle­
KAVUKLUK, Kavukların konuldu­ ri ve püsküllülerinin yapıldığı bilinmek­
ğu sehpa. Çoğu evler ve konaklarda, tedir.
duvara asılı, ağaç oyma, fildişi ve sedef­ KAZAN, Yemek pişirilen, su kayna­
lerle süslü kavukluklar bulunduğu gibi, tılan büyük madenî kap. Mutfak eşyala­
kürsü biçiminde de kavukluklar vardır. rının en büyüğü. Bakırdan, bronzdan
XVIII. yüzyılda Edirne’de ahşap süsle­ yapılır. Anadolu’da Gordion Büyük Tü-
me, yüksek boylu sehpalara benzer ka­ mülüsü mezar eşyaları arasında bulunan
vukluklar yapılmış ve Edirnekârî olarak Frig devrine ait boğa başları ile süslü
tanınmıştır. Duvara asılan raf veya oda­ bronz kazanlar, bugün Ankara Anadolu
nın bir köşesine yerleştirilen sehpa biçi­ Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenmek­
mindeki kavukluklar, aynı zamanda ev­ tedir. Hacıbektaş Dergâhı’nın meşhur
lerin ve odaların en önemli dekoratif eş­ kara kazanı Hacıbektaş Müzesi’ndedir.
yası ve mobilyası olarak düşünülmüştür. Yeniçeri Ocağı’nın ayaklanma sırasında
KAYIK, Denizde insan ve eşya taşı­ ikide bir kaldırılan tarihî kazanı, bugün
masında kullanılan iki başı sivri uzunca mevcut değilse de Topkapı Sarayı mut­
tekne. Kürek ve yelkenle hareketi sağ­ fak bölümünde, Türk ve İslâm Eserleri
lanır. Kayığın ilkçağlardan beri denizci Müzesi’nde, Konya Mevlâna Müzesi
kavimlerce kullanıldığı bilinmektedir. mutfağında ve Ankara Etnografya Mü­
Türk kayık literatüründe kullanışlarına zesi’nde büyük boy kazanlar yer almak­
göre adlar almıştır. Yolcu taşıyan “Piya­ tadır.
de Kayıkları”, kürek çekenlerin adedine KEÇE İŞLERİ, Yün ve tiftiğin dö-
göre bir çifte, iki çifte, üç çifte gibi adla ğülmesi ve sıkıştırılması ile yapılan kaba
tanınır. Eşya ve yiyecek taşıyan kayıkla­ kumaş. Eskiden beri Asya’da, daha çok
ra “Pazar Kayığı”, odun taşıyan büyük­ göçebe Türklerce bilinen keçe sanatı,
lerine “Odun Kayığı”, devlet büyükleri­ Selçuklular yolu ile Anadolu’ya girmiş
nin bindiği süslü kayıklara “Saltanat Ka­ ve bir zenaat olarak gelişmiştir. Göçebe
yığı”, padişah ve şehzadeleri için yapı­ Türklerin çadır ve topak evlerine örtü
lan üzeri gölgelikli (köşklü), ağaç oyma ve sergi olarak kullanılan keçeden ayrı­
ve yaldızlarla süslenmiş görkemli ca çarık ve çizme, soğuktan korunmak
için kepenek, başlık olarak külah, binek halinde sedef gibi ahşap eserlere de uy­
ve koşum hayvanları için eğer ve semer gulandığı görülmüştür. Linyit kömürü
yapılmıştır. Selçuklulardan beri Anado­ cinsinden kara kehribar adlı bir taş, süs
lu’da kimi hamamların bir bölümü “ke- takılarında kullanılmıştır. Buna Erzurum
çelik” olarak ayrılmıştır. Konya’da Sel­ Oltu Taşı da denir.
çuklu devri Sahip-Ata Hamamı’nda KELEP, İki veya daha ,çok inci dizi­
böyle bir keçelik vardır. Burada yün, yı­ sinin burularak kolye haline getirilmesi.
kandıktan sonra taş zemine istenilen Bu tür kolyelerin göğüste düğümlenen
boyut ve belirli bir kalınlıkta serilerek yerlerine ayrıca bir inci püskülü ya da
taş silindirlerle sıkıştırılır. Daha sonra sı­ madalyon yerleştirilir.
kıştırılan bu sergi boru şeklinde dürüle­ KEMAN, Telli ve yaylı müzik aleti.
rek ayakta yuvarlana yuvarlana tepilir. Gövdesi ve sapı genellikle çam ağacın­
Üzerine sık sık sıcak su serpilir. Bu iş­ dan yapılmıştır. Gövde üzerindeki ka­
lem birkaç gün sürer. Buna tepme keçe pakta (f.f) biçiminde delikleri vardır. Av­
denir. Keçelere desenleri, dövülmeden rupa’da Ortaçağlardan itibaren geliştiri­
önce renkli yünlerle yapıldığı gibi döğül- len ve Batı müziğinde (orkestra ve solo)
dükten sonra boya ile de yapılır. Sergi en önemli bir enstrüman olarak yer
veya seccade olarak yapılan keçelerde
alan keman, Türklerde “sinekemanı”
kilim motiflerine benzer geometrik de­
olarak tanınmış, giderek Avrupa örnek­
senler daha çok yer alır. Seccadeler
lerine benzemiştir. Kemanın en değerli­
mihraplı ve çiçek motiflidir. Anadolu’da
si Avrupa’da XVIII. yüzyıl sonlarından
Konya ve Bursa keçeciliği geleneksel el
itibaren yer alan Fransız “stradivarius”
sanatı olarak son yıllara kadar devam
yapımlarıdır. Bu tür kemanlar, müzis­
etmiştir. Özellikle Bursa keçe seccadele­
yenler ve antikacılar arasında ün yap­
ri ünlüdür. İnce, yumuşak Bursa secca­
mıştır.
de keçelerinin sırma ve ibrişimle süsle­
KEMANE, Göğsü derili bir gövde
nenleri de vardır. Yeniçerilerin başları­
ve bir saptan oluşan çalgıdır. Gövde es­
na giydikleri, arkaya devrik üsküfleri ke­
çeden dikilmiş, ayrıca yeniçeriler kaba kiden sukabağı ya da hindistancevizin-
keçelere kılıç vurarak savaş talimleri den yapılırdı. Günümüzde dut, ceviz ya
yapmışlardır. da erik ağacından yapılmaktadır. Halk
KEHRİBAR, Yarı saydam, sarıdan tarafından yapılanlarının daha küçük
kırmızıya kadar renkleri olan reçine fo­ boyda olmasına karşılık, halk çalgıları
su. En iyileri Baltık Denizi’ne kıyısı bu­ topluluğunda çalınan çeşitleri daha bü­
lunan ülkelerde, linyit tabakaları arasın­ yük boydadır. Bu çalgının Türkler tara­
da çıkarılır. Birmanya’da, Hint Denizi fından çok eskiden beri “Iklığ” adıyla
ülkelerinde de çıkar. Kehribar özel kullanıldığı ve Selçuklu Türklerince
çarklarda işlendikten sonra, gerdanlık, Anadolu’ya getirildiği bilinmektedir. Ke­
bilezik, yüzük, küpe gibi süs takılarında, manenin Azerbaycan Türklerince daha
sigara ve nargile ağızlıklarında, tespih da geliştirilmiş biçimine “K am ança”
yapımında kullanılır. İnce levhalar denilmektedir. Hazar ötesi Türkleri bu

136
biçimdeki çalgıya “Gıjek” adını vermek­
tedir.
Kemanenin 3 ya da 4 tek teli vardır.
Teller D o4, Sol 4 Re5, Sol5, seslerine
akortlanır.
Kemane için notalar Sol açarı ile
Gümüş Kemer (Samsun Müzesi)
yazılır. Sesler yazıldığında bir tam dört­
lü yukarıdan duyulur. örgü, yün dokuma, meşin ve metal ke­
KEMENÇE, Keman biçiminde telli merler taktıklarını, Uygur giyiminde bu­
saz. Karadut, limon, ceviz, pelesenk gi­ nun yaygın olduğunu tarîhî kaynaklar­
bi ağaçlardan yapılan, şişkince ve yayık dan, bu arada Kaşgarlı Mahmud’un
gövdesinin üzeri düz müzik aleti. Göğsü “Divân-ı Lügat’üt Türk” adlı eserinden
selvi ağacından yapılırsa yumuşak, çam­ öğreniyoruz. Anadolu Selçukluları devri
dan yapılırsa gür ve tok bir ses çıkarır. minyatürlerinde (mesela; Topkapı Sara­
Göğüs üzerindeki delikler sesi dışarı ve­ yı Müzesi’nde bulunan Selçuklu Varka
rir. 15 santim uzunluğundaki kısa sapı ve Gülşah adlı hikâye kitabının minya­
üzerinde tel sayısına göre burguları (ku­ türlerinde), ayrıca Selçuklu devri Kubâd-
lakları) fildişi, kemik, abanoz veya sert
ağaçlardan yapılır. Kemençenin alt yü­
zü ile gövdenin iç yüzü arasında “can di­
reği” adı verilen bir tahta bulunur. Tel­
leri gümüş sarılı bağırsak veya krome
çeliktendir. 60 santim boyundaki yayı,
abanoz veya gül ağacından yapılır. As­
ya Türkleri ile Anadolu’ya geçmiş, Ana­
dolu’da bölgelere göre özellik kazanmış­
tır. Doğu Karadeniz Bölgesi’nde kullanı­
lan ve halk oyunlarına eşlik eden ke-
mençelerde gövde düz, sesi tizdir. Orta­
çağ Avrupa halk yaylı çalgıları arasında
da kemençeye benzer telli ve yaylı saz­
lar bulunur.
KEMER, Kumaş, deri ve metalden
yapılan ve bele dolanan kuşak. Ön ta­
rafta iki ucu bir tokayla bağlanır. İlk­
çağlardan beri bilinmektedir. Eski Mısır, Kemerli bir giyim

Yunan, Roma, Bizans kadın ve erkekle­


ri, bellerine çeşitli kemerler takmışlar, âbâd Sarayı çini figürlerinde kemerin
bunu aynı zamanda süs eşyası olarak kullanıldığını görüyoruz. Osmanlı dev­
kullanmışlardır. Orta Asya Türk sana­ rinde her sınıf halkın kullandığı kemer­
tında da erkek ve kadınların bellerine ip ler, yapıldığı malzemelere göre genel

137
dokunanlara “müzehhep kemha”, gü­
müşlülerine “simli kemha” denir. Kem­
ha çeşitli ülkelerde dokunduğu gibi İs­
tanbul ve Bursa’da dokunanları çok ün­
lüdür. Avrupa’dan getirilenlere “kem-
ha-i frengi” denmiştir. Desenlerine ve
renklerine göre, dürenk (iki renk), yek-
renk (tek renk) kemha, “nakışlı ve çiçek­
li kemha” gibi adlar alır.
Kemer Tokası KEPÇE, Sofra takımları arasında,
yemek karıştırma ve~dağıtmada kullanı­
lan ağaçtan veya madenden yapılma
uzun saplı büyük kaşık. Sıcağa dayanık­
lı sert ağaçlardan tek parça olarak oyu­
lanlarına tahta kepçe denir. Demir veya
bakırdan yapılanların sapları çoğu za­
man oyma ve kazımalarla süslüdür. Mü­
zelerin mutfak eşyaları bölümünde seç­
olarak 3 bölümdür: a) Örgü veya kumaş
kin ve değişik örneklerle yer alır.
kemerler. Bu kemerler yün veya pamuk
KEPENEK, Daha çok çobanların
ipliğinden, ipekten elle örülür. Ayrıca
soğuktan korunmak için giydiği, keçe­
kalın kumaşlardan yapılanlarına “ku­
den yapma, dikişsiz, kolsuz, önü yırt­
şak” denir, b) Madenî kemerler. Altın,
maçlı, uzun etekli üstlük. Kepeneklerin
gümüş, pirinç, bakır gibi levha haline
göğsü üzerine renkli yünlerden kaba de­
getirilmiş madenlerden, bir bütün veya
senler işlenir. Çoğu beyazdır. Gök, si­
parça parça yapılarak birbirine bağlan­
yah, gri yünlerden yapılanları da vardır.
tılı yapılan kemerler. Altın kakma, ka­
KEREVET, Ağaçtan yapılan, üzeri­
bartma, gümüş savatlı, değerli taşlarla ne şilte ve minder serilerek oturulan,
süslü, kafesi oymalı, ajurlu olanları var­ yatılan karyola, seki veya sedir. Çok sı­
dır. İnce tellere şekiller verilmesiyle cak olan Asya ve Arap ülkelerinde daha
meydana gelen “telkârî” işçilikte kemer­ yaygındır. Kerevetlerin ağaç oyma, fildi­
ler de bu gruba girer, c) Meşin kemer­ şi ve sedef kakma, çok süslü olanları gö­
ler: Çeşitli hayvan derilerinden yapılan rülmüştür. Evlerde taştan veya kerpiç
kemerler, dağlama işçiliğiyle süslendiği dolgularla yüksekçe yapılan sedire ben­
gibi, değerli taşlarla da süslenir. Türk zer kerevetlere “mastaba” denmiştir.
kemer örnekleri müzelerde sergilendiği KESE, Para, saat, mühür, tütün gi­
gibi giyim-kuşamlarda kullanıldığı haliy­ bi çeşitli eşyaların içinde korunduğu, ör­
le görmek mümkündür. me ibrişimden, boncuktan, deriden ve
KEMHA, İpekle dokunan, yüzeyi kumaştan yapılma, ağzı büzmeli, küçük
hafif tüylü, kalınca kumaş. Elbiselik ve torba. Keseler, kullanılan eşyaya göre
döşemelik olarak kullanılır. Altınla isim alır. Para kesesi, mühür kesesi gibi.

138
Keselerin ibrişim ve iğne ile örülmüş yazısı oyulan kâğıdın altına başka renk­
olanlarına “iğne keseleri”, pamuk ipliği, te bir kâğıt yerleştirmek tekniği ile yapı­
sırma ve tığ ile örülenlerine “tığ kesele­ lan kesme yazılarla levhalar yapılmıştır.
ri”, kaim ip ve şişle örülenlerine de “şiş Bu tür yazılar müzelerin hat koleksi­
keseleri” denir. Kadife, atlas, çuha gibi yonları arasında görülebilir.
kumaşlardan biçilerek dikilen keselere KEŞKÜL, Dervişlerin omuzlarına
“Dival keseler”, ayrıca sırma kordonlar­ astıkları hindistancevizi kabuğundan,
la yapılanlara da “Fermene işi keseler” sert ağaçlardan veya madenden yapılan
denmiştir. Dival keselerin bir veya iki kayık biçiminde kap. Dervişler 20-30
yüzü sırma, tırtıl, pul, inci va taşlarla cm. uzunluğundaki keşkülü, yiyecek
süslenir. Örme keselerde, ayrı renk ip­ toplama için kullanmışlardır, iki sivri
liklerle çiçek, dal, gül gibi motifler, kuş ucuna ince bir zincir bağlıdır. Çoğunun
figürleri, zikzaklar işlenir. Keselerin üzeri motiflerle, yazılarla süslüdür. Et­
ağızlarını büzmeye yarayan kaytanın iki nografya müzelerinin tekke eşyaları
ucunda birer püskül ya da saçak vardır. arasında çeşitli örnekleriyle yer alır.
Bir ipliğe dizilen renkli, küçük boncuk­ KIBLENÜMA, Kıbleyi (Kâbe yö­
larla örülen ve boncuk renklerine göre nünü) gösteren bir çeşit pusula. İslâm
motiflenen ajurlu keselere de sık sık ülkelerinde cami ve mescit yaparken,
rastlanır. Keseler Türk elişi sanatının il­ mihrabın konacağı yön, çoğu zaman
gi çekici malzemeleri arasında önemli kıblenüma ile belirlenir. Aynı zamanda
bir yer alır. Örnekleri etnografya müze­ seyahat eden Müslümanlar, kıblenüma
lerinde, özel koleksiyonlarda vardır. ile yönünü tayin eder, bu yönde nama­
za dururlar. Kıblenümalar değerli taşlar­
la süslü olarak da yapılır. Abanoz, fildi­
şi, altın ve gümüşleri vardır.
KILIÇ, Bele asılarak taşınan, kabza­
lı ve siperli (balçaklı) genellikle çelikten
kesici silâh. Madenin, özellikle demirin
keşfinden sonra, hemen bütün kavim-
lerce yapılmış ve kullanılmıştır. Kılıcın
elle tutulan bir kabzası vardır. Kabza ile
Kese
(Türkiye İş Bankası
kılıç sırtının arasındaki kılıç siperi, karşı­
Koleksiyonu) dan gelen darbelerde eli koruyacak ve
darbelerin yönünü değiştirecek biçimde
yapılmıştır. Kılıç gövdesi (namlusu) bir
KESME YAZI, Eski Türk hattatları­ yüzü veya iki yüzü keskin, hafif eğri ve­
nın kâğıdı kesip oymak suretiyle yazdık­ ya düz, ucu sivri, bazen olukludur. Kılıç
ları yazılara “kesme” veya “mukatta” namlusu, kabza siperine kadar madenî
yazı denir. Bir kâğıt üzerindeki yazıyı veya ahşap bir kına sokularak korunur.
kalemtıraşla kesip çıkararak başka renk­ Kının kabza siperine yakın bölümünde­
li bir kâğıt üzerine yapıştırmak veya ki halka ve bağlarla kılıç bele asılır.

139
Uzun veya kısa, hafif ya da ağır, eğri ve­ aydınlatılır. Mevlevilerin de 18 budaklı
ya düz, çift ve tek ağızlı gibi çeşitli ör­ şamdanları vardır.
nekleri vardır. Her kavim kendine göre KISTI, Anadolu’da kadınların bo­
bir kılıç kullanmıştır. Kralların, sultanla­ yunlarına taktıkları bir çeşit gerdanlık.
rın, emirlerin, yüksek dereceli komutan­ Genellikle şerit ve kumaş üzerine dikile­
ların, devlet adamlarının kılıçları bir sa­ rek dizilen, ejder başlı, yassı ve yuvar­
nat eseri niteliğinde süslü yapılmıştır. lak, bazen telkârî gümüş plâkalardan
oluşur. Bu plâkalara küçük halkalarla
sallantılar tutturulur. Sallantıların ucuna
Kılıç, Kın ue Kabzası. mercan veya boncukların bağlandığı,
Osmanlı XVII. yy. ortasında telkârî rozet ve onun da ucun­
(Ingolstadt Askeri Müzesi) da armut biçiminde sallantının yer aldı­
ğı görülür. Kıstı, iki ucundaki kaytan ve­
ya süslemeli zincirle boyna bağlanır. İs­
tanbul Türk ve İslâm Eserleri Müzesi ile
Ankara Etnografya Müzesi’nde, başka
müzeler ve koleksiyonlarda örnekleri
bulunmaktadır.
KİBELE (KYBELE), Anadolu’nun
eski uygarlıklarında (Friglerde) Ana
Tanrıça (Tanrıların anası). Ayrıca, yük­
Tunç, kemik, boynuz, fildişi, altın, gü­ sek tepelerde, ıssız yerlerde, dağlar ve
müşten kartal, ejder, aslan başı kabzalar ormanlarda koruyucu bir Tabiat Tanrı­
vardır. Osmanlı padişahlarının kılıçları, çası. Kibele kültü, Yunan ve Roma kül­
devrin ünlü kılıç ustaları tarafından ya­ türünü de etkilemiş, çeşitli adlarda yay­
pılmış ve süslenmiştir. Kabzalar çoğun­ gınlaşmıştır. Ankara Anadolu Medeni­
lukla sedef kaplama ve altın süslemedir. yetleri Müzesi, İstanbul ve İzmir arke­
Kılıç namluları içe doğru eğik, iyi su ve­ oloji müzeleri ve öteki müzelerde, Avru­
rilmiş çelikten, oldukça hafif yapılmış, pa’nın çeşitli müzelerinde değişik figür­
üzerine altın kakma yazılar yazılmıştır. lerle Kybele heykelleri yer alır.
Kınları değerli taşlarla süslüdür. İstanbul KİLİM, Çözgü ipi argaç, renkli yüz
Topkapı Sarayı Silâh Koleksiyonu ile ipi arışla, iki iplik sistemine göre, el tez­
Askerî Müze’de, çeşitli devirlere ait tari­ gâhlarında dokunan düğümsüz, düz
hî kılıçlar sergilendiği gibi başka müze­ yaygı. Kilimin Türk sanatına Selçuklular
lerde, eski eser koleksiyonlarında da sa­ yolu ile Asya Türkistan’ından geldiği,
natlı kılıç örnekleri görülür. göçebe Türkmen ve Yürükler tarafın­
KIRKBUDAK, Bektaşî tekkelerin­ dan bir el sanatı olarak geliştirildiği bi­
de erenler meydanına konan kırk kollu linmektedir. Bugün elimizdeki en eski
bronz şamdan. Her yıl Muharrem ayı­ örnekler, XV. yüzyıla kadar ulaşmakta­
nın onunda ve Nevruz gecelerinde kırk dır. Konya Mevlâna Müzesi’ndeki ma­
mum yakılarak erenler meydanı dalyon çiçek dolgulu, mavi-beyaz ve

140
lâcivert renkli kilim parçası (XV. yüzyıl hayvan figürleri ve sembolik motifler
sonu), Divriği Ulu Camii ile Kütahya Hi- kullanılmıştır. Bölgelere göre kilimlerde­
sarbeyoğlu Camii’nde bulunan karanfil ki motiflerin değişik adları vardır. Haya­
motifli kilimler (XVI.-XVII. yüzyıllar) bu tın sürekliliğini temsil eden hayat ağacı,
örneklerin en eskileridir. Daha önceki gücün ve egemenliğin ifadesi stilize çift
devirlere ait kilimler zaman içinde eski­ başlı kartal, sağlık ve mutluluk işareti yı­
yerek kaybolmuşlardır. Türk müzeleri lan, kötülüklerden koruyucu ejder, bo­
ve özel koleksiyonlardaki kilimlerin ta­ yun ve obanın ongunu olan stilize hay­
mamı XVII. yüzyıldan sonradır. XIX. van figürleri kilim motifleri arasında yer
alır.
KİLİT, Kapı, dolap, sandık, çekme­
ce gibi eşyaları kapamaya ve istenildiği
zaman anahtarı ile açmaya yarayan ma­
denî veya ahşap mekanizma. Kale kapı­
sı kilitlerinden küçük bir çekmece veya
kutuya kadar çeşitli boyda ve biçimde
örnekleri vardır. Kapı kanadı veya ka­
pağa yuva açılarak yerleştirilen kilitlere
gömme kilit, kapıların arkasındaki kilit
mekanizmasındaki kilit dilinin elle sürü­
lenlerine sürme kilit, doğrudan iki ka­
pak ve kanattaki halkaları birbirine bağ­
layan kilitlere asma kilit, kiliti ancak kul­
lananın bildiği kilite gizli kilit denir. Ana­
Kilim (Özel Koleksiyon)
dolu’da İlkçağlardan beri kullanılan kilit­
ler önce sürme olarak yapılmış, daha
yüzyıl sonuna kadar (1880), Anado­ sonra madenî asma kilitler kullanılmış­
lu’da dokunan bütün kilimlerin ipleri bit­ tır. Selçuklu ve Osmanlılarda gömme ve
kisel boyalarla renklendirilmiştir. asma kilitler bir sanat haline gelmiş, ki­
1880’den sonra Türkiye’ye anilin boya­ lit mekanizmasının bulunduğu hazne
ların girmesiyle, kilim renklerinde bitki­ (gövde), altın, gümüş kakma yazı ve
sel boya kullanımı azalmıştır. Kilimler, motiflerle süslenmiştir. Topkapı Sarayı
mihraplı ve mihrapsız olarak iki grupta Müzesi ile Türk ve İslâm Eserleri Müze­
toplanabilir. Mihraplı kilimler birkaç kat si’nde Türk asma kilitlerinin seçkin ör­
ve iç içe mihraplı da olabilir. Bunlar da­ nekleri bulunmaktadır. Müzelerdeki ma­
ha çok cami sergileri ve seccade olarak denî eserler arasında, anahtarları ile bir­
dokunmuştur. Mihrapsız kilimler değişik likte, Anadolu kilit işçiliğinin seçkin ör­
kompozisyonlar içinde, renkleri ve de­ nekleri yer alır.
senleri ile bölge bölge ayrılır. Kilimlerde KİRKİT, Halı dokurken düğüm ve
bitkisel, geometrik, boylara ait damga­ atkıyı sıkıştırmada kullanılan saplı el ta­
lar, dinî inançlara bağlı motifler, stilize rağı. Genellikle demirden yapılırsa da

141
şimşir, ceviz gibi sert ağaçlardan yapı­ sonunda Avrupa’da orkestralara giren
lanları da vardır. klarnet, XIX. yüzyıl sonlarında Türk
KİRMAN, Yün, tiftik, kıl eğirmeye müziğine de girmiş, hatta zurna gibi da­
ve sarmaya yarayan ağaç çatmalı iğ. vula da eşlik etmiştir.
15-20 santim boyunda, 3-4 santim KOKU KABI- KOKU ŞİŞELERİ,
eninde ağaç iki levha haç şeklinde birbi­ İnsanlar, İlkçağlardan beri güzel kokula­
rine geçtikten sonra ortasındaki deliğe rı sevmiş, kendilerinin de güzel kokma­
iğ, dikey olarak geçirilir. İğin üzerinden sı için, bitki ve çiçek özlerinden, meyve
geçen iplik bir elde tutularak kirmanın ve köklerinden veya hayvani maddeler­
yatay kanatları hızla elle çevrilir. Böyle- den (amber, misk gibi) elde ettikleri gü­
ce dönen iğ, ipliğin önündeki yün toma­ zel kokuları sürünmüşlerdir. Katı ve sıvı
rını bükerek sarar. İplik uzadıkça kir­ kokulu maddelerin toplandığı kaplara
man gövdesini yumak olarak doldurur. koku kabı, koku şişesi denir. İlkçağlarda
Bir el sanatı olan kirman, bugün Ana­ koku kapları genellikle seramikten ve
dolu köylerinde çokça kullanılır. camdan yapıldığı halde, daha sonraları
KİTABE, Cami, mescit, medrese, ağaçtan, madenden, fildişinden, porse­
kale, türbe, kervansaray, han, hamam lenden koku kaplarının yapıldığı, kapla­
gibi bir mimarî yapının kapısı üzerine rın süslendiği bilinir. Koku şişelerine ge­
veya uygun bir yerine yerleştirilen, üze­ lince, bunlar İlkçağlarda (Anadolu’da
ri kabartma yazılı taş levha. Kitabelerde, Yunan, Roma, Bizans devirlerinde) ge­
genellikle yapının kim tarafından hangi nellikle serbest üfleme cam şişeler ola­
tarihte yaptırıldığı, mensur veya man­ rak yaygındır. Bu devir koku şişeleri, 6-
zum ifadelerle belirtilir, çoğunlukla mer­ 15 santim boyunda renkli seramik, oval
merdir. Pek çok kitabeler tarih ve hat veya konik gövdeli, boyunları çoğunluk­
sanatı yönünden büyük değer taşır. la profillidir. Dibi iğ şeklinde bol renkli
Çerçeveleri desenli olanları, yazıları yal­ ve ebru desenli olanları görülür. Aynı bi­
dızla süslenenleri vardır. İstanbul Top- çimlerde pişmiş topraktan koku şişeleri
kapı Sarayı, Türk ve İslâm Eserleri ve de vardır. Türk sanatında koku kapları
vakıf müzeleri ile Anadolu’daki çeşitli ve koku şişeleri camdan, seramikten ve^
müzelerde, mimarî yapılardan alınma ya altın, gümüş gibi değerli madenler­
veya arta kalan kitabelerle ayrı seksi­ den yapılarak süslenmiş, XIX. yüzyıl
yonlar düzenlenmiştir. Beykoz cam işleri arasında opalin koku
KLARNET, Nefesli müzik aleti. Bo­ şişeleri çok tanınmıştır. Beykoz’da, fıçı,
ru biçiminde, üzeri deliklidir. Ucunda, kuş şeklinde koku şişeleri yapılmıştır.
üfleyenin nefesini titreşimlerle ses hali­ Türkiye’de arkeoloji müzelerinin çoğun­
ne getiren bir dil vardır. Son ucuna, se­ da, Prehistorik devirlerde Bizans döne­
si dağıtan huni biçiminde bir aygıt yer­ mine kadar koku kapları ve ve şişeleri­
leştirilmiştir. Gövdesinin yumuşak me­ nin bol örnekleri yer almaktadır. Os-
kanizması dolayısıyla sesi tiz ve güçlü- manlı devrine ait koku kabı ve şişeleri,
dür. Metal mekanizma, altın kaplama, başta Topkapı Sarayı Müzesi olmak
gümüş, nikel olanları vardır. XVII. yüzyıl üzere, İstanbul müzelerinde ve daha

142
başka müzelerde, özel koleksiyonlarda dükleri, baronları büyük paralar harca­
görülmektedir. yarak, özellikle tanınmış ressamların
KOLAN, Yün ipinden, 6-10 cm. tablolarından, geçmiş devir sanat eser­
eninde, üzeri desenli şerit bağ. El tez­ lerinden büyük koleksiyonlar yaparak
gâhlarında, çarpanada dokunan kolan­ saraylarını süslemişlerdir. Türklerde ko­
lar koşum takımlarında, çuvallarda, top­ leksiyon merakı, özellikle Osmanlı dev­
rak evlerin çatmasında kullanılır. Doku­ rinin yükseliş dönemlerinde başlamış,
nurken, renkli iplerle kilime benzer bi­ sanat eserlerine hayran olan Fatih Sul­
çimde desenlerle süslenir. tan Mehmed, daha sonra Yavuz Sultan
K O LÇA K , Kolların kirlenmesini Selim ve Kanunî Sultan Süleyman çeşit­
önlemek üzere bilekten dirseğe kadar li koleksiyonlar yapmışlardır. Bugün
kola geçirilen ve kumaştan dikilen kol­ Topkapı Sarayı’nda yer alan Çin porse­
luk. Ayrıca savaşlarda kola takılan ma­ lenleri koleksiyonunun Kanunî’nin bu
denî zırha da kolçak denir. Kadınların merakının eseri olduğu söylenir. Son
kollarına taktıkları kolçakların bilek kıs­ devir Osmanlı padişahlarının da çeşitli
mı büzgülü, dirsek kısmı püskül bağlıdır. türlerde koleksiyon yapma meraklarının
Ayrı kumaştan dikilerek giyime renk ve bulunduğu bilinir. İlk Türk müzesi de
güzellik katar. Tophane-i Amire Müşiri Ahmet Fethi
KOLEKSÎYON-KOLEKSİYON- Paşa’nm 1846 yılında eski silâhları top­
CULUK, Bilgi, zevk ve merakla, aynı layarak İstanbul’da Aya İrini Kilise­
türden eşyaların derlenerek bir araya sinde depolama ve sergilemesiyle baş­
getirilmesine “koleksiyon” bu işi yapan­ lamıştır. Bugün de pek çok eski eser
lara da “koleksiyoncu” denir. Eski eser meraklısı, belirli konu ve türlerde kolek­
koleksiyonu denince geçmiş devirlere siyonlar meydana getirmektedir. Şunu
veya geçmişin bir dönemine ait, bu dö­ da kabul etmek lâzım gelir ki, bu fayda­
nemde yaşamış insanların kültür ve sa­ lı, amatörce zevk olmasaydı, birçok es­
nat eserlerinin, yahut bu eserlerden bir ki eser kaybolup gidecek, müzeler bir­
türünün derlenerek bir araya getirildiği, çok sanat eserinden mahrum olacaktı.
tasnif edildiği eser grubu anlaşılır. He­ Türkiye’deki tanınmış eski eser koleksi­
men her eşyanın koleksiyonu yapılırsa yoncuları bir ömür boyu titizlikle derle­
da, biz burada eski eser nitelikli koleksi­ dikleri eserlerini müzelere mal etmişler­
yonlardan söz etmekteyiz. İnsanoğlu­ dir. Kimi koleksiyoncular da biriktirdik­
nun koleksiyon merakı, aynı veya ben­ leri eserleriyle özel müzeler kurmuşlar­
zer cinsten eşyaları toplama özentisi, dır. İstanbul’da Sadberk Hanım, Kenan
İlkçağlardan beri vardır. Roma’nın zen­ Özbel, Sakıp Sabancı, Konya’da Koyu-
gin aileleri, Ortaçağın Avrupa burjuvazi­ noğlu Müzesi bunlar arasındadır.
si sanat eserlerinden koleksiyon yapma K O M O D (KOMODİN), Genellikle
merakından kendilerini alamamışlardır. yatak odalarına yerleştirilen ayaklı çek­
Rönesansla birlikte başlayan eskiye dö­ mece. 18. yüzyıl Avrupa (özellikle Fran­
nüş, eski eserlere karşı derin hayranlık sa) mobilyaları arasında çok moda olan
ve merak uyandırmış, Avrupa kralları, komodinler, maun kaplama, aplike

143
bronzlarla süslü olarak yapılmıştır. 16. halı merkezlerinden biri olarak tanın­
Louis Stili komodlara antika mağazala­ mış, bunun yanında, Konya’ya 8 km.
rında, müzelerde çok rastlanır. kuzeyde Sille, onun az ötesinde Başara
KONSOL, Üzerine; ayna, vazo, ve Keçi Muhsine köylerinde dokunan
heykel, saksı, saat gibi eşyalar konabi- halılar geleneksel Konya halıcılığını gü­
len, duvara dayalı, çekmeceli yüksek nümüze kadar yaşatmışlardır. Ayrıca
dolap. XVIII. yüzyıl Avrupa mobilyası Karaman’da Kızıllar, Çumra’da Kavak
arasında ahşap konsollar kullanmak ve Saray köylerinde, Karapınar ve Ak­
moda olmuştur. Konsol kullanma mo­ şehir ilçe merkezlerinde bölgesel halıcı­
dası, XIX. yüzyıl sonlarına doğru Türki­ lık çok ileri gitmiştir. Obruk kasabası ki­
ye’ye girmiş, ahşap üzerine alçı kabart­ limleri (Bak: Obruk Kilimleri) çok tanın­
ma ve yaldızlarla süslü konsollar saray mıştır. Konya’da halıcılığı özendirmek
ve konaklarda kullanılmıştır.
KONYA HALILARI, Konya’da ha­
lıcılığın tarihi Anadolu Selçukluları ile
başlar. Dünya medeniyetine Türklerin rfvS1i
bir armağanı olan halı, ilk örneklerini, yâr«3!
M.Ö. IV-III. yüzyıllarda Orta Asya Türk
bölgesi olan Altay eteklerindeki Pazı-
Ub.w|
rık’ta verdikten sonra, Türklerin elinde |
gelişmiş, Büyük Selçuklular yolu ile L-İ»[.-IjjSV
■V-V.-/“-•
Anadolu’ya gelmiş, Anadolu Selçuklula­
rı devrinde başşehir Konya, Selçuklu
halıcılığının merkezi olmuştur. Selçuklu­ **> = ££■ .
IÎÎ jJ Î .Ip L » 1

lar devrinde Konya’da bulunan halılar­


dan günümüze ulaşabilenleri çok azdır.
Konya Mevlâna Müzesi ile İstanbul Türk Konya Gazetesi şeklinde dokunmuş bir Konya
ve İslâm Eserleri Müzesi’nde, ayrıca İs­ Halısı (1901) (Konya Mevlâna Müzesi)
veç Stockholm Müzesi’nde sergilenen
bu halılar Türk (Gördes) düğümlüdür. amacıyla 1901 yılında Anadolu’nun ilk
Halı uzmanları düğümlü halıların Sel­ halı-kilim sergisi açılmış, Konya halıcılı­
çuklular devrinde, ilkin Konya’da do­ ğı devlet desteği ile tanıtılmış, halıcılara
kunduğunu, buradan Anadolu’ya yayıl­ ödüller verilmiştir. Bu sergi ile ilgili “Ga­
dığını ifade ederler. Selçuklulardan son­ zete Halı” bugün Konya-Mevlâna Müze­
ra, XIV. ve XV. yüzyıllarda Anadolu’da si’nde sergilenmektedir.
dokunan stilize hayvan figürlü (efsanevî KORNET, Üç pistonu bulunan ne­
ejder, simurg gibi) halıların genellikle fesli çalgı, borazan. Bakırdan ya da pi­
Konya tezgâhlarında dokunduğu rinçten yapılan boruları ses genişlikleri­
kanaati yaygındır. XVI. ve XVII. ne göre iç içe hareketlidir.
yüzyıllarda Konya’nın 30 km. kuzeyin­ KORN O, ilkçağlardan beri kullanı­
deki Lâdik, Osmanlı devrinin bellibaşlı lan ve özellikle çağrı aleti olarak bilinen,

144
boynuzdan yapılmış üflemeli boru. Fildi­ K Ö K BOYA, Çeşitli bitkilerin kök,
şinden süslemeli olarak yapılanları da gövde, yaprak, çiçek ve meyvelerinden
vardır. Genellikle boğa boynuzundan elde edilen ve halı, kilim, kumaş doku­
yapılan kornolar üflendiği zaman tiz bir macılığında kullanılan boya. Uzun yıllar
ses verir, bu ses çok uzaklardan duyu­ solmayan, güneş, sıcak, soğuk ve rutu­
lur. Kornoların gümüş, pirinç gibi ma­ betten etkilenmeyen, yıkandığında renk
deni çemberlerle süslenenlerine antika­ vermeyen bu boyalar, Anadolu dokuma
cılarda rastlanır. işçiliğinde çok kullanılmış ve tercih edil­
KOSTA CAMI, İsveç’te Kosta cam miştir. Çoğu “boyalık” denen tarlalarda
fabriklarında üretilen sürahi, bardak, özel yetiştirilen bu bitkilerden kaynatıla­
kandil, kadeh gibi cam eşyalar. 18. yüz­ rak sağlanan bu boyalar, elde edildiği
yılda Bohemya’dan İsveç’e göç eden bölgelere göre değişiklik gösterir. Genel
cam ustalarının kurduğu bu fabrikalar, olarak, kızılçam kabuğu ve fındık yapra­
gerek biçim, gerekse kendine özgü üfle­ ğından kırmızı, katırtırnağı, susam, süt-
me ve kesme teknikleriyle günümüze leğen ve safrandan sarı, mazı, karame-
kadar şöhretini sürdürmüşlerdir. şe kökü, ceviz yaprağı ve meyvelerin­
K O ŞA NAĞARA, Ağızları deri den kahverengi, yabanî naneden yeşil,
kaplı, birbirine bağlı farklı büyüklükte iki
çömlekten oluşan bir çalgıdır. Gövde
kilden olabileceği gibi ceviz ya da dut
ağacından da olabilir. Gövdenin yük­
sekliği yaklaşık 30 cm’dir. Küçük göv­
denin çapı 11-14 cm. büyüğün ise 24-
28 cm’dir. Gövdenin yüzüne keçi derisi
gerilir. Koşa nağara 35 cm. uzunluğun­
da çubuklarla çalınır. Gövdeler farklı
çaplarda oldukları için küçük olandan
daha tiz ve yüksek ses çıkar.
KOŞUM TAKIMI, Koşum takımı,
genellikle araba, kağnı, saban, pulluk,
kızak gibi araçlara koşulan hayvanlar
için gerekli malzemeler anlamına gel­ Hint bitkisi kökünden mavi, sumaktan
mekle birlikte, bir binek atının üzerinde siyah boya elde edilmiştir. Her bölge,
bulunan gem, üzengi, kuskun, eğer, gö­ yılların verdiği deneyimlere göre bitki­
ğüslük, cebire, dizgin gibi deriden, süslü lerden boya çıkarmıştır.
olarak yapılan malzemenin adıdır. Sa­ KÖRÜK , Ateşe hava gönderen, de­
raçlık gibi bir meslek dalının elinde Türk riden yapılan alet. Kullanıldığı işe göre
koşum takımları bir sanat olarak geliş­ örnekleri değişiktir. En yaygını, iki tah­
miş, deri üzerine madenî süsler yerleşti­ ta arasında katlanmış deri olanıdır. Ar­
rilmiştir. kasına açılır-kapanır bir hava deliği,

145
ucunda havayı ateşe üfleyen madenî Yunan ve Roma sanatında çeşitli örnek­
borusu vardır. Evlerde ocak, mangal ve leri yapılmış, bunlardan bazıları günü­
sobalar için kullanılan el körükleri, kap­ müze kadar gelmiştir. İstanbul, İzmir,
lumbağa biçiminde yapılmış ve ahşap Bodrum arkeoloji müzelerinde ve daha
gövdesi oyma ve kabartmalarla süslen­ 'başka müzelerde örnekleri görülür.
miştir. KRİSTAL, Çok temiz ve saydam,
K Ö S, Savaşlarda, geçit alanlarında, vurulduğu zaman kendine özgü ses çı­
deve, at, katır ve araba üzerinde taşı­ karan, bileşiminde kurşun, gümüş ve
nan, yere konabilen tek yüzlü büyük da­ potasyum slikat bulunan cam. Kristal
vul. Mehter müziğinde kullanılan kösle­ işi, Bohemya’da, İsveç’te, Hollanda’da
rin, gövdeleri bakırdan, konik biçiminde Çek Cumhuriyeti’nde çok ileridir. Kris­
yapılarak üzerine deri çekilmiştir. Yüze­ tal eşya, camda olduğu gibi, toplama,
yi deve ve manda derisindendir. Çift üfleme ve kalıplama metotlarından bi­
olarak kullanılır. Ağaçtan, topuzlu iki riyle biçim alır. Elde edilen parça, çelik
tokmakla vurulur. Tokmak sapı ve kab­ çarklarla yontulur, pürüzleri alınır, son­
zası deri ve kumaş kaplıdır. İstanbul As­ ra ağaç veya mantar taşlama taşında
kerî Müze’de ve başka müzelerde tarihî parlatılır. Veya kum ve zımpara taşıyla
kösler yer alır. oyulur. Kristalden vazolar, çanaklar,
KÖSELE, Sığır ve manda ham de­ tepsiler, şamdanlar, avizeler, kadehler,
rilerinin atölyelerde işlenmesi ile elde bardaklar v.s. yapılır.
edilen sert ve doğal renkte deri. Sabun­ KUBÂD-ÂBÂD ÇİNİLERİ, Ana
lu, kayışlı, kromlu gibi çeşitleri vardır. dolu Selçuklu Devleti’nin ünlü sultanı
Köseleden çanta, kemer, cüzdan, bile­ Alâaddin Keykubad (1219-1237) devle­
zik, kolye gibi kadın süs takıları, silâh kı­ tin başşehri Konya’daki köşkünden son­
lıfı, cilt kapağı, çeşitli ev aksesuarları ra, Beyşehir Gölü’nün batı sahilinde,
(yastık, pano, kalemlik, fotoğraf çerçe­ doğa güzellikleriyle bezeli, Hoyran (Göl-
vesi) yapılır. kaya) Köyü yakınında kendisi ve veziri
KÖSTEK, Eskiden bele bağlanan için yazlık iki saray yaptırmış, bu saray­
kuşak ve meşin silâhlıklara, son yıllarda lara “Kubâd-âbâd” adı verilmiştir. Bir­
da yelek düğmelerine bağlanan, ucunda çok tarihi olayın geçtiği Kubâd-âbâd sa­
saat, anahtar asılı altın ve gümüş zincir. rayları Selçuklu Devleti’nin çöküşünden
Kösteğe, başka takılar da iliştirilerek gö­ sonra terk edilmiş, saray yıkılmaya yüz
rüntüsü zenginleştirilir. Kılıcın bele bağ­ tutmuş, harabe haline gelmiş, hatta adı
landığı kordona da köstek denir. ve yeri dahi unutulmuştur. Saray yerin­
KRATER, Eski çağlarda genellikle de, önce 1949 yılında Zeki Oral, daha
pişmiş topraktan yapılan, geniş ağızlı ve sonra 1965 yılında Mehmet Önder baş­
iki kulplu kap. Bronz ve gümüşten yapı­ kanlığındaki heyetler tarafından kazılar
lanları da vardır. Üzeri boyama ve ka­ yapılmış, Sultan Sarayı’nın iç duvarları­
bartma desenlerle süslenir. Kraterler, su nı süsleyen bir kısmı “insitü” durumun­
ile karıştırılmış şarap kabı olarak kulla­ da çiniler bulunmuş, bu çinilerden bir
nılmıştır. Eski Ege uygarlıklarında, bölümü Konya Karatay Medresesi Çini
Eserler Müzesi’nde sergilenmiştir. Türk figürler çizilmiş, ayrıca beyitler ve seç­
Sanat Tarihi’nde “Kubâd-âbâd çinileri” me sözler yazılı levhalar, çiçek ve kıvrım
adıyla tanınan bu çinilerin en önemi dal desenleri, bej, mavi, siyah, lâcivert,
özelliği, sekiz köşeli yıldız ve kare biçi­ sarı, pembe, firuze renklerle zengin bir
minde çini levhalar üzerine, o güne ka­ süsleme, kaynağı Orta Asya Türk sana­
dar ancak Konya Selçuklu Köşkü çini tı ve kültürü olan bir mitoloji dünyası
buluntularında görülen insan ve hayvan meydana gelmiştir. Selçuklu sanatı fi­
gürlü plâstiğine ve sanat anlayışına bü­
yük katkıları olan Kubâd-âbâd çinileri,
Türk sanatı şaheserleri arasında yer alır.
KUBUR, İçerisine, kalem, kalemtı­
raş, makta, kâğıt makası gibi yazı takımı
konan işlemeli kutulara “kubur” adı ve­
rildiği gibi, savaşlarda kullanılan okların
sırtta ve belde taşman torbalarına da ku­
bur denir. Ok kuburları tahtadan, meşin
kaplı, süslü torbalardır. Topkapı Sarayı
Müzesi’nde üzeri sırma işleme kubur ör­
nekleri bulunmaktadır.
KUDUM, Mevlevî ve mehter müzi­
ğinde kullanılan bir çift usûl vurma aleti.
Kubâd-âbâd Sarayı Çinileri Yarım küre şeklindeki bakır gövdesi
üzerine deri gerilmiş ve kös biçimi veril­
resimlerinin yapılması, değişik ve zen­ miştir. Gövde ayrıca deri kaplıdır. Üze­
gin kompozisyonlarla meydana çıkışı ol­ rindeki deriye değnekle vurularak tem­
muştur. Firuze renkli dikdörtgen düz çi­ po tutulur. Kudüm çalanlara “kudüm-
ni levhaların bordür olarak kullanıldığı zen” adı verilir. Son yıllarda, klâsik Türk
geniş duvar panolarında, yıldız biçimli müzik aletleri arasında da kullanılmakta­
çinilerin yan yana dizilişlerinde, firuze dır.
zemin üzerine siyah rumî motiflerle süs­ KÛFÎ YAZI, Küfe şehrinde geliştiği
lü haç’a benzer çiniler bağlantı olarak için “kûfi” adını alan Arap yazı çeşiti.
kullanılmıştır. Çini levhalar üzerine sıral- Arap yazısı, Sina’da yaşayan nabati ya­
tı, sırüstü, lüster tekniği ile çoğu bağdaş zısından doğmuş, ilkin kûfi yazısı olarak
kurmuş durumda elinde kadeh, nar, ba­ gelişmiştir. İslâmiyetin ilk yıllarında par­
lık tutan insan figürleri, harpi, simurg, şömen ve ağaç levhalara, kitabe olarak
sfenks gibi, mitolojik varlıklar, dragon taş plakalara, dik, kaim ve köşeli harf­
(ejder)lar, bazılarının üzerinde “El-Sulta- lerle yazılan kûfi, daha sonra yatık harf­
nî” yazılı çift başlı kartal veya doğanlar, lerle yazılan bir türü meydana çıkarmış­
hayat ağacının sağ ve solunda yer alan tır. X. yüzyıla kadar yazılan Kûran-ı Ke­
çift kuşlar, av köpekleri, balık, tavus, rim ve îslâmi metinler, önceleri noktasız
ayı, eşek, at, keçi, tavşan ve başka sonra noktalı olarak kûfiyle yazılmış,

147
KUKA, Tespih, ağızlık gibi eşyaları
yapmakta kullanılan hindistancevizi
ağacı kökü. Ayrıca “narçıl” ağacı kö­
Kûfi Yazı ile künden de tespih, fincan, kâse yapıl­
Besmele 1273 M.
mış, bunlara da kuka denilmiştir. Ger­
(Ayasofya
Kütüphanesi)
çek kuka tespihler, elle oğuşturulunca
hafif bir koku verir.
KULA (HALI-SECCADE), Manisa
İli’he bağlı bir ilçe merkezi olan Kula,
XVI. yüzyıldan itibaren Anadolu’da ge­
niş ölçüde yayılmaya başlayan Türk klâ­
sik seccadelerinden birinin merkezi ol­
muştur. Bu bölgede dokunan Gördes
seccadelerinin yanında Kula seccadeleri
ayrı bir özellik kazanmıştır. XVII. yüzyıl­
da olgunluk dönemini yaşayan Kula
seccadelerinde üçgen biçiminde düz ve­
ya basamaklı mihrap nişi daha sadedir.
Nişin üzerinde dikdörtgen bir kitabelik
görülür. Bordürler çeşitli ince şeritlerle
daha sonra yuvarlak harfle sülüs yazıya doldurulmuştur. Bunların sayısı 10’a ka­
yerini bırakmışsa da kitabelerde, kitap dar çıkar. Sarı, mavi, kırmızı rengin çok
başlıklarında, levhalarda her zaman kul­ kullanıldığı Kula seccadelerinde mihrap
lanılmıştır. Süsleme arasında yer alan iki taraflıdır. Ortası birbiri üzerine bindi­
kûfî dik çizgili harflerinin uçları ve harf rilmiş iri çiçek motifleriyle doldurulmuş­
araları sitilize veya natürel çiçeklerle tur. Özellikle XVII. yüzyıl Kula seccade­
doldurularak “çiçekli kûfi” meydana ge­ lerinden seçkin örneklere müzelerdeki
tirilmiş, harflerin uçları örgülü olarak halı koleksiyonları arasında geniş yer
süslenen ve boşlukları örgülerle doldu­ verilmiştir.
rulan kûfilere de “örgülü kûfi” denmiş­ KULAK TIKACI, İlkçağlarda kimi
tir. XII. ve XIII.yüzyıllarda Anadolu Sel­ ölülerin mezara konulduğu sırada kula­
çuklu mimarisi taş ve çini süslemecili­ ğına sokulan, konik biçimli altın veya
ğinde bu tür kûfî çeşitini görmek müm­ gümüş tıkaç. Arkeolojik kazılarda
kündür. Türk hattatlarının kûfi yazı ile mezarlarda bulunan altın kulak tıkaçla­
levhaları vardır. rından örnekler, İstanbul Arkeoloji Mü­
KUH-I NUR, İngiliz kraliyet tacında zesi ve Ankara Anadolu Medeniyetleri
yer alan ünlü elmas. “Işık Dağı” anla­ Müzesi’nde sergilenmektedir.
mındadır. İlkin, Moğol hanlarına ait KUMAŞ (TÜRK KUMAŞLARI),
olan elmas, daha sonra Lahore hanları­ Dokuma sanatının Türklerde çok eski­
nın eline geçmiş, buradan İngiltere’ye den beri var olduğu bilinmektedir. Orta
girmiştir. Ağırlığı 279 kırattır. Asya’da yapılan arkeolojik kazılarda bu

148
bir kumaşın çok tanındığını, Feridun
Bey Münşeatı’ndan okuyoruz. Anadolu
Selçuklularından XIV. ve XV. yüzyıllar­
da Beylikler devrine ulaşan Türk kumaş
sanatı, XVI. yüzyılda büyük bir gelişme
göstermiş, Bursa, Üsküdar ve Bilecik’te
ipek ve ipek-pamuk ipliği karışımı çok
değerli kumaş ve kadifeler dokunmaya
başlanmıştır. Atlas, çatma, kemha, di­
Çatma
Bursa
ba, kutni, canfes, seraser, serenk, sevaî,
Kumaşı zerbaft gibi adlar alan ve altmış çeşite
17. yy. ulaşan bu kumaşlarda ipek, pamuk, al­
tın ve gümüş sırmalar kullanıldığı gibi,
arada Baykal Gölü kenarındaki Urga bazılarının desenleri de kabartma olarak
yakınlarında ve Noin Ula’daki eski yer­ dokunmuştur. Kumaşlar üzerinde tabiî
leşim bölgelerinde açılan höyüklerde, olarak lâle, karanfil, nar meyvesi ve çi­
Asya Hunlarına ait (M.Ö. 100-M.S. çeği, servi, şebboy, sümbül çiçeği, koza­
100) üzeri hayvan mücadele sahneleri lak, hatayî yaprak ve rumî örgüler, stili­
ve süvari tasvirli ipek kumaş parçaları ze çintemani (çin bulutları) ve benek
bulunmuştur. Eski Türklerde kumaşların motifleri, göz alıcı bir düzenleme ile yer
yün ve pamuk ipliklerinden el tezgâhla­
rında dokunduğunu, ipekli kumaşların
daha çok Çin’den getirildiğini Kaşgarlı
Mahmud “Divan-ı Lügat’üt-Türk” (C: I,
s. 348) adlı eserinde kaydetmektedir.
XI. yüzyılda Büyük Selçuklular devrinde
dokunmuş bir Türk ipeklisi bugün
Londra’daki Victoria and Albert Muse-
um’da bulunmaktadır. Yine Lyon’daki
Musées des Tıssus’da, kenarında Alâad-
din Keykubad’ın adı yazılı stilize aslan
motifleriyle süslü Anadolu Selçukluları
devrine ait bir kumaş parçası, ayrıca Al­
Çatma kadife. Bursa. 17. yy.
manya’da Siegburg şehri kilisesi hazine
(Istanbul-Topkapı Sarayı Müzesi)
dairesinde çift başlı kartal motifli bir Sel­
çuklu kumaşı yer almaktadır. Konya
Mevlâna Müzesi’nde Mevlâna’ya ait almıştır. Osmanlı sarayının himayesi ve
cübbe, hırka, entari gibi giyim eşyaları­ gözetiminde dokunan, Avrupa’ya dahi
nın Selçuklu devri Anadolu kumaşları ve ihraç edilen yüksek düzeydeki bu ku­
dokumalarından biçildiği bir gerçektir. maşlardan ayrı olarak, Anadolu tezgâh­
O devirde “dibay-ı rûmi” adında ipekli larında alaca, şal, sof, gezi, çuha, aba

149
gibi bezler ve dokumalar imâl edilmiştir. KUPA, Genellikle geniş ağızlı,
XVII. yüzyılda Türk kumaş işçiliği gelişe­ ayaklı, kadehe benzer içki kabı. Pişmiş
rek devam etmiş, XVIII. yüzyılda durak­ topraktan, altın ve gümüşten, porselen­
lama dönemine girmiştir. XVIII. yüzyılın den, camdan yapılanları vardır. İlkçağ­
ikinci yarısından sonra, Üsküdar’da, lardan beri çeşitli uygarlıklarda çok süs­
Ayazma Camii civarında, Sultan Selim lü örnekleri görülür. Kralların, devlet
IH’ün emriyle yeni kumaş tezgâhları
açılmış, bu tezgâhlarda dokunan çözgü
ve atkısı ipek, boyuna yollu (çubuklu),
küçük çiçeklerle süslü, Selimî adlı iki ku­
maş çok dokunmuştur. Altın ve gümüş
klaptanlarm da kullanıldığı bu kumaşlar,
XIX. yüzyıl ortalarına kadar devam et­
miştir. 1843 yılında Hereke’de kurulan
ve ipekli kumaş dokuyan Kumaş Fabri- Kupa. 16. yy.

kası’na 1849 yılında bir “kemha daire­


si” eklenmiş, Hereke Kumaş Fabrikası,
Cumhuriyet devrine kadar varlığını (ba­ adamlarının kullandıkları kupalar, boya­
zı duraklamalarla) sürdürmüştür. Os- larla, kabartma resim ve desenlerle, de­
manlı devri Türk kumaşlarından örnek­ ğerli taşlarla süslenmiştir. Bazı kupalara
ler, bugün İstanbul, Topkapı Sarayı ve boğa, ejder, kartal figürleri işlenmiştir.
Türk ve dünya müzelerinde çeşitli devir­
Türk İslâm Eserleri Müzesi ile Mevlâna
lerden kalma kupalar yer alır.
Müzesi’nde, Türkiye dışında, Londra’da
KURAN MAHFAZASI, Kuran ve
(Victoria and Albert Muséum), Atina’da
cüzlerini muhafaza etmek için yapılan
(Benaki Muséum), Paris’te (Musée des
işlemeli çekmece. Çoğu Kuran mahfa­
Arts Décoratifs), Lizbon’da (Gulbeniki-
zaları poligon gövdeli ve kubbe kapaklı­
an Museu), Petesburg’ta (Hermitage
dır. Gövdesi, kemerli ve yüksek ayaklı,
Muséum), New York’ta (Metropolitan
Muséum of Art) daha başka müzelerde,
Türkiye’deki özel müze ve koleksiyon­
larda, hatta evlerde bulunmaktadır.
KUM SAATİ, Dar bir boğazla birbi­
rine bağlanmış iki cam kaptan meydana
gelen ve yukarıdaki kapta bulunan ku­
mun belli bir süre içinde aşağıya akma­
sı yoluyla zamanı ölçmeye yarayan alet. Kurarı Cüzü
Mekanik saatlerin keşfinden önce kulla­ Mahfazası.
nılmıştır. Dikey duran cam gövdeler, Osmanlı 17. yy.
altta ve üstte ahşap ve maden birer plâ­ (İstanbul-Türk ve
İslâm Eserleri
kaya yerleştirilmiştir. Müzelerde süslü
Müzesi)
örneklerine rastlanır.

150
üzerinde dışa taşkın mahfaza kısmından alıcı tezhiplerle donatılır. Ayrıca,
oluşur. Gövde yüzeyi ve kapağı, sedef, Kuran’da durulacak veya secde edilecek
bağa, fildişi, altm-gümüş kakma, ahşap âyetlerin hizasına konulan ve her 3-4
oymalarla süslenmiş, kubbeli kapağı sayfada tekrarlanan, tezhipli, yuvarlak
üzerine âyetler yazılmıştır. XVI. yüzyıl­ motiflere “gül” denir. Bunlar vakıf, sec­
dan itibaren cami ve mescitlerde, saray de, hizip, sûre ve cüz gülü olarak adlan­
ve köşklerde görülmeye başlayan Kuran dırılır. Kuran’daki âyetleri ayırmak, du­
mahfazaları birer sanat şaheseri niteli­ rakları belirlemek için yine yuvarlak ve
ğindedir. En güzel örnekleri İstanbul tezhipli küçük güller görülür. Bunlara da
Topkapı Sarayı, Türk ve Islâm Eserleri, “nokta” denir. Noktalar motif olarak
Ankara Etnografya müzelerinde sergi­ zengin bir çeşitlilik gösterir.
lenmektedir. KURAN YAZMALARI, İslâm dini­
KURAN GÜLLERİ, İslâm tezhip, nin kutsal kitabı Kuran, Peygamber Hz.
yazı, cilt sanatının en seçkin örnekleri el Muhammed’e vahiy olarak indikten
yazması Kuran-ı Kerimlerde görülür. sonra, hafızların ezberindeki Kuran sû­
Kuran’m baş sayfaları olan Fatiha ve releri, Halife Ebubekir zamanında hiçbir
Bakara sûrelerinin karşılıklı olarak yer kelimesi, hatta harfi değişmeden yazıya
aldığı “serlevha” sayfaları, sûre başları, dökülmüş, Halife Osman zamanında da
en sonda “zahriye” denen kitabesi göz bu 114 sûre, bir araya getirilerek ilk

Tezhipli Kuran Sayfası. Osmanlı, XVI. yy. (Hannover-Kestner Müzesi)

151
Kuran, kitap halinde topluca meydana öğeler olarak görülür. Çanağı pürüzsüz
gelmiştir. Hz. Osman zamanında cey­ ve perdahlı olan kurnaların dış yüzeyle­
lan derisi üzerine küfi hatla yazılan bü­ ri oyma ve kabartma işlemelidir. Os-
yük boydaki ilk Kuran nüshalarından bi­ manlı dönemi saray ve konaklarındaki
ri bugün Topkapı Sarayı Emânet-i Mu­ hamam ve oda çeşmelerinin kurnaları
kaddese Dairesi’nde bulunmaktadır. ls- birer sanat eseri olacak nitelikte süslü­
lâmiyetin doğuşundan XIX. yüzyıl son­ dür.
larında başlayan baskılı nüshalarına ka­ KUŞAK, Kadın ve erkek giyiminde
dar, bütün Kuran’lar hattatlar tarafın­ bele bağlanan dokuma kumaş veya ör­
dan elle yazılmıştır. En iyi cins aharlı kâ­ gü. Beli sıkmak, soğuktan korumak,
ğıtlara büyük bir titizlikle yazılan Kuran belde taşınan bazı araç ve gereçleri sak­
sayfaları, “müzehhip” adı verilen sanat- lamak ve giyimi zenginleştirmek için
kârlarca altın yaldız ve desenlerle süs­ kullanılır. Erkek giyiminde kuşaklar iç
lenmiş, bundan sonra “mücellit”ler, Ku- ve dış kuşak olmak üzere iki türlüdür. İç
ran’ı ciltleyerek, cilt motifleriyle süsle­ kuşak elbisenin içine, belden başlayarak
mişlerdir. Hemen bütün Kuranlarda, göğüs altına kadar sarılan enli pamuk
Kuran’ın baştan iki sayfası ‘Fatihâ ve veya yün dokumadır. Dış kuşaklar, bele
Bakara sûresi başı) tezhiplidir. Sanatkâr ve elbisenin üzerine sarılır. Bu kuşaklar
bütün hünerini bu iki sayfada göstermiş­ çeşitli renklerde pamuklu, yünlü, ipekli
tir. Bundan sonra, sûre başlıkları ayrı kumaşlardan dokunur. Desenli, nakış iş­
ayrı süslenmiş, âyet arasına gülbezekler, lemeli, düz olanları vardır. Beli sıkı ve
sayfa kenarlarındaki cetvelden sonraki dik tutan bu kuşaklara, çoğu zaman bı­
boşluklara çiçekli madalyonlar, dolgular çak, kama, hançer, tabanca gibi silâh­
yerleştirilmiştir. Padişahlar ve devlet lar, para, çakmak, tütün keseleri, ağız­
adamları adına veya büyük camiler için lıklar, saat ve köstekleri yerleştirilir. Ge­
vakıf olarak yazılan Kuran’lar, başlıbaşı- nellikle saçak ve püskülleri, kuşaktan
na birer sanat şaheseridir. Yazıldığı dev­ aşağıya sarkar. Trablus şal kuşaklar bir
rin yazı, tezhip, cilt özelliklerini taşır. ara çok yaygınlaşmıştır. Kadın kuşakla­
Çoğu Kuranların sonunda hattatların rı, şalvar ve entari üzerine bağlanıc. Şal­
adı ve yazıldığı tarihi belirten ifadeler varı bele bağlayan ve büzen kuşağa uç­
(ketebe kaydı) bulunur. Bugün Türkiye kur, önlük, bağlarına dolama denir.
müzelerinde ve kütüphanelerinde tanın­ Cepkenin altından şalvar üzerinde kal­
mış hattatların el yazıları ile tezhipli yüz­ çaya dökülen ipek veya şal kuşaklar ka­
lerce Kuran nüshası bulunmaktadır. Ay­ dın giyimine ayrı bir güzellik verir. Ka­
rıca evlerde ecdât yâdigârı, sanat değe­ dın kuşakları belden başka baş süsleme­
ri yüksek Kuran’lar da bulunmaktadır. lerinde de kullanılır. Baş süsü kuşaklar
KURNA, Hamam ve çeşmelerde ensiz, fesin alt kenarını saran dolama­
musluk altında bulunan ve su biriktir­ lardır. Dokurcan denilen, çoğu püskül­
mek için kullanılan mermer taş tekne. lü, iki ucu arkaya sarkan çeşitleri vardır.
Anadolu’nun İlkçağlarından beri, kurna­ Baş kuşakları, üzerindeki motiflere göre
lar, su ve çeşme mimarisini bütünleyen adlandırılır.
KUTNİ, Pamuk ve ipek karışımı ip­
liklerle dokunan bir kumaş çeşiti. Elbise
ve döşemelerde kullanılır. Çoğunlukla
fes renginde ve sarı çubukludur. Os-
manlılar devrinde Bursa ve İstanbul’da
dokunduğu gibi Hindistan’dan ve Avru­
pa’dan getirilenleri de vardır.
KÜLAH, Eskiden erkeklerin giydiği
keçeden yapılan başlık. Giyenlere ve bi­
çimlerine göre çeşitli adlar alır. Silindir
biçiminde yapılan Mevlevî külâhlanna
“sikke” denir. Sivri ve yassı olanları,
üzerine sarık (destar) sarılanları vardır.
Kündekâri ahşap kapı detayı
KÜLEK, Anadolu’da ormanlık böl­
gelerde kullanılan ve içerisine süt, yo­ KÜLTEPE (KANİŞ) BULUNTU­
ğurt, bal, yağ konan ağaç kova. Gerdel LARI, Kayseri’nin 20 km. kuzeydoğu­
de denir. sunda, Karahüyük Köyü’nün güneyin­
KUL KABI, İlkçağlarda ölülerin ya­
deki Kültepe Hüyüğü’nde, 1894 yılın­
kılarak küllerinin muhafaza edildiği, taş­
dan beri yapılan arkeolojik kazılarda
tan oyma veya pişmiş topraktan yapıl­
meydana çıkarılan pişmiş topraktan
ma, kapaklı kutu. Çoğu küçük bir lahit
tabletler, mühür baskıları, seramik kap­
biçimindedir. Arkeoloji müzelerinde ör­
lar, heykelcikler. Anadolu’da M.Ö.
nekleri görülür.
2700-2600 yıllarında başlayan Erken
KÜNDEKÂRİ, Özel olarak doğran­
mış küçük ve düzgün tahta parçalarının Bronz Çağı’ndan Geç Roma Çağı’na
birbirine geçmesiyle yapılan minber, kadar iskân edilen bu hüyük, özellikle
kürsü, dolap, kapı ve pencere kanatları Asur Ticaret Kolonileri Çağı’nda Kaniş
gibi ahşap eşyada kullanılan işçilik. Karumu olarak tanınmış, bölgenin baş­
Kündekâri işçilikte yapılan eşya, ge­ şehri olmuştur. Kazılarda bulunan çivi
ometrik ve arabesk süslemelere daha yazılı tabletler, Kaniş’in geçmişi ve eko­
yatkındır. Türk ahşap sanatında çok nomik faaliyeti hakkında çok zengin bil­
kullanılmıştır. giler vermiş, buluntuların büyük bir

Kiiltepe’de bulunmuş çarık biçimli


(Kayseri

153
bölümü Ankara Anadolu Medeniyetleri
Müzesi’ne getirilmiştir. Kültepe’deki ve
Kayseri’deki arkeoloji müzesinde de bu­
luntu eserlerden bazıları sergilenmekte­
dir.
KUP, Pişmiş topraktan yapılan ge­
niş karınlı ve dibi sivri kap. Ağzı geniş­
çe ve kapaklıdır. Sıvı maddelerle birlikte
buğday, darı, un gibi maddeler için de
kullanılır. Eskiçağ kazılarında içerisine
bir insanın rahatça sığabileceği büyük
küpler bulunmuş, küplerin gövde ve ka­
Bir çift gümüş küpe.
pakları, damga mühürleri, geometrik
(Ankara-Etnografya Müzesi)
desenler ve kabartma yılan resimleriyle
süslenmiştir. Arkeoloji müzelerinde çe­ Prehistorik devirlerde ipe dizili boncuk
şitli örnekleri yer alır. ve renkli taşlarla çeşitli biçimlerde küpe­
ler yapılmıştır, ilkçağlar ve klâsik devir­
lerin grifon, aslan, ejder başlı halka kü­
pelerinden başlayarak günümüze kadar
gelen küpeler, Anadolu’da altın ve gü­
müş telkârî işçilikte ve daha başka bi­
çimlerde yapılarak kullanılmaktadır.
KÜRK, Tüylü hayvan postundan
yapılan üst giyim. Eski çağlardan beri
her ülkede, her zaman kullanılmıştır.
Osmanlı Devletinde XVII. yüzyılda baş­
ta padişah olmak üzere devlet adamları­
nın ve halkın çok rağbet ettiği yaygın bir
giyim olmuş, İstanbul’da ayrıca Kürkçü­
ler Çarşısı kurulmuştur. O devrin sa­
mur, misk, vaşak, zerdeva, sansar, sin­
cap, tavşan, kuzu vs. kürkleri ün yap­
mıştır.
KÜRSÜ, Camilerde vaiz ve hatibin
Küp
cemaata vaaz ettiği, ahşaptan yapılan
yüksekçe yer. Selçuklu ve Osmanlı dev­
KÜPE, Genellikle kadınların kulak­ ri kürsüleri abanoz, ceviz gibi sert ağaç­
larına taktığı çeşitli biçim ve maddeler­ lardan, kafesli ve kündekâri işçilikle ya­
den yapılan süs takısı. Tarih boyunca pılmıştır. Kafes ve ajurları arabesk süsle-
küpe, her ülkede kullanılmış, kadınların melidir. Mermerden yapılanları da var­
vazgeçemedikleri bir süs öğesi olmuştur. dır.

154
KÜTAHYA ÇİNİLERİ - SERA­ kullanılmıştır. Fırça darbeleriyle, mavi,
MİKLERİ, Anadolu Selçukluları dev­ kırmızı, sarı, yeşil, eflâtun, lâcivert renk­
rinde (XVIII. yüzyılda) büyük bir gelişme lerle çiçekler, stilize yapraklar, sarma­
gösteren Selçuklu çini sanatı kesme, şıklar, damlalar, hatta kuş, balık, insan
mozaik, kare, altıgen ve sekiz köşeli yıl­ figürleri eşyayı süslemiş, konturlar si­
dız biçimli çinilerin meydana getirdiği yahla çekilmiştir. Sadece renk ve desen­
panolarla mimariyi süslerken, tabak, ça­ leriyle değil, formları île de değişik bir
nak, kandil gibi Selçuklu seramiği de fi­ zarafet gösteren Kütahya seramiği,
ruze rengin hakim olduğu sıraltı tekniği XIX. yüzyıl başlarına kadar devam etmiş
ile varlığını sürdürmüştür. XV. yüzyıldan ve bundan sonra yerini Çanakkale sera­
itibaren gelişen, XVI. ve XVII. yüzyıllar­ mik işçiliğine bırakmıştır. İstanbul’da Çi­
da sanatının zirvesine ulaşan İznik çini nili Köşk, Türk ve İslâm Eserleri, Sad-

Kütahya çinileri

işçiliği ve seramik sanatı, XVIII. yüzyılda berk Hanım, ayrıca Konya ve Kütahya
yerini Kütahya çini fırınlarına bırakmış­ müzelerinde ve özel koleksiyonlarda ör­
tır. Genellikle fincan, hokka, kâse, ibrik, nekleri bulunan Kütahya seramikleri,
sürahi, matara, kadeh, kupa, gülabdan, Londra’da Victoria and Albert Musé­
kandil, buhurdanlık, tabak gibi evanî ile um, Atina’da Benaki, Hamburg’da
tanınan Kütahya seramiklerinde sert Kunstgewerbe, Doğu ve Batı Berlin’de
beyaz hamur ve sıraltı tekniği Staatliche Museen, Paris’te Musée des

155
Kütahya işi resimli çini tabaklar. 18. yy.

Art Décoratifs, Louvre, New York’ta Seramikten veya değerli madenlerden


Metropolitan, Washington’da Freer Ga- yapılan kylikslerin dış yüzeyi insan figür­
lery ve daha başta ülkeler müzelerinde lü sahneler, geometrik ve bitkisel motif­
seçkin örnekleriyle yer alır. Bugün Kü­ lerle süslendiği gibi, iç yüzeyinde ve or­
tahya’daki eski çini atölyeleri yenilene­ tasında bezemeler vardır. Uzun ve kısa
rek ileri bir teknik ve süsleme anlayışı ayaklı olanları görülür. Özellikle beyaz
içinde gelişme dönemindedir. fon üzerine siyah ve kırmızı figürlü
KYLİKS, Eski Yunan ve Ege sana­ kyliks seramikleri, müzelerin en değerli
tında hafifçe kıvrık, yatay, kulplu kupa. eşyaları arasında yerini alır.

156
LADİK (HALI - SECCADE), Konya Mevlâna müzelerinde ve başka
Konya yakınlarındaki Lâdik (Halıcı) Ka­ müzelerde, özel koleksiyonlarda seçkin
sabası, XVI. yüzyıl sonundan itibaren örnekleri ile yer aldığı gibi, Türkiye dı­
Türk klâsik halı seccadelerinden “Lâ­ şında Türk halıları sergileyen müzeler
dik” üslûbunun merkezi olarak ün yap­ koleksiyonları arasında da görülür.
mıştır. XVII. yüzyılda verimli dönemini LAHİT, Eskiçağlarda ölüleri koy­
mak için pişmiş topraktan, ağaçtan,
taştan yapılan sanduka. Prehistorik de­
virlerde ölülerin toprak içinde taş ve
tuğlalarla örülü mezarlara konduğu, ce­
sedin yakılarak küllerinin pişmiş toprak­
tan çömlek ve küplerde saklandığı ya da
cesedin tabut şeklinde pişmiş toprak lâ-
hitlerde mufahaza edildiği bilinir. Eski

Lâdik Seccade. XVII. yy.


(Konya-Mevlâna Müzesi)

yaşayan Lâdik seccadeleri, yumuşak


yün ipliği ve kökboyası, parlak renkleri
ile dikkat çekicidir. En önemli özelliği,
mihrabının alt ve üst panosu üzerinde
yan yana sıralanan uzun saplı, lâle, çi­
çek, başak motifleridir. Mihrap bir veya Lâhit. Roma Devri (Side Müzesi)
üç nişlidir. Üç nişli olanlarda, ortadaki
niş daha geniş ve yüksektir. Nişler, de­ Mısır’ın pişmiş toprak, ağaç, taş lâhitle-
koratif sütuncelere dayanır. Geç devir ri, ölülerin mumyalanarak konduğu, ka­
Lâdik seccadelerinde merdivenli mihrap paklı, çok süslü sandukalar biçiminde­
nişi de görülür. Genellikle mihrap zemi­ dir. Bu sandukaların üst kapağına, ölü­
ni kırmızıdır. Koyu mavi bordürler, sarı, nün gövdesi ve başı kabartma olarak iş­
mor, yeşil renk motiflerle süslüdür. Lâ­ lenmiş, ayrıca boyalarla süslenmiş-
dik seccadeleri, İstanbul Türk ve İslâm tir.Anadolu’nun ilk uygarlıklarında lâhit-
Eserleri, Sultanahmet Halı ve Kilim, ler birer oda veya küçük ev biçiminde

157
taştan oyulmuştur. Lykia lâhitleri, bu tü­
rün ilk örnekleri sayılır. Üzerinde çatı ve
teras kubbe biçiminde kapağı, yanların­
da ev cephesini andıran kapı ve pence­
re kabartmaları vardır. Helenistik devir
lâhitleri “Hareon” tipi denilen, üçgen
çatılı kapaklı lâhitler olup, bunun en
seçkin örneği İstanbul Arkeoloji Müze-
si’nde yer alan Sayda’dan getirilmiş Lâke Cilt Kabı
“Ağlayan Kadınlar” lâhitidir. Kline lâhit­
leri, daha çok ölünün odasındaki yemek
masası ve yatağı durumundadır. Bu lâ-
görünmekte, bozulmamaktadır. Edir­
hitlere Frigya, Lydia devrinde rastlanır.
ne’de ahşap üzerine yapılan boya süsle­
Roma devri Anadolu’sunda Pamphilia
me lâk’la “Edirnekârî” süsleme işleri
ve Sidemara tipinde iki lâhit türü çok
meydana gelmiştir. Türk cilt sanatında
gelişmiştir. Pamphilia tipi lâhitlerin ka­
lâke ciltler, deri süsleme ciltlerden daha
pakları tapınak çatısı biçiminde, üçgen
parlak ve göz alıcıdır.
alınlıklıdır. Lâhit gövdesi ölüye ait ka­
LAL, Yakuta benzer, kırmızı, say­
bartma figürler ve girlandlarla süslüdür. dam değerli bir taş. En değerlisi Bedah-
Sidemara (Konya Ereğlisi yakınlarında şan dağlarından çıkarılır. Süs takılarında
Anbarlı Köyü) tipi lâhitlerin kapağı ya­ kullanılır.
tak biçimindedir. Üzerinde ölünün, var­ LALE, Asya kaynaklı olan lâle, Sel­
sa eşinin uzanmış kabartması, gövde­ çuklularla birlikte Anadolu’ya gelmiş ve
sinde yine ölüye ait sahneler, Tanrı fi­ Anadolu’da yetiştirilen ve çok sevilen
gürleri, tapınak resimleri, madalyon ka­ bir çiçek olmuştur. XIII. yüzyıldan
bartmalar vardır. Türkiye’de, başta İs­
tanbul Arkeoloji Müzesi olmak üzere,
İzmir, Bergama, Efes, Antalya, Konya,
Manisa, Bursa, Adana müzelerinde,
başka il müzelerinde çeşitli devir ve ör­
neklerde çoğunlukla mermer lâhitler yer
almaktadır.
LÂKE İŞÇİLİK, Ahşabın, kâğıdın,
derinin üzerine, “lâk” denilen ve bir çe­
şit reçineden yapılan saydam maddele­
rin sürülmesi. Cilt sanatında lâke işçiliği,
önemli bir sanat dalını oluşturmuştur.
Cilt kâğıdı veya derisi boya ile süslendik­
ten sonra üzeri lâk sıvısı (vernik) ile cilâ-
lanmakta, böylece saydam cilanın altın­
da renkler ve motifler daha parlak Ebru’da Lâle Motifi

158
itibaren lâle motifi Türk sanatında gö­ da yapılmıştır. Ayaklı, sürgülü, aynalı,
rülmeye başlamış, XV. yüzyıldan sonra siperli gibi çok değişik örnekleri bulu­
çinilerde, kumaşlarda, derilerde, elişle- nan petrol lâmbalarına “gaz lâmbasi’da
rinde çok kullanılmıştır. Lâle, Osmanlı denilmiştir.
sanatında süslemeye girerken, 1718- LANDO veya LANDON, Üzeri
1730 yılları arasında İstanbul’da lâle ye­ açık veya kapalı bir çeşit körüklü araba,
tiştirmek moda olmuş, bu döneme “Lâ­ geniş fayton. Tek ya da çift atın koşul-
le Devri” denmiştir. XVI. yüzyılda İstan­ duğu landolar, altın, gümüş kaplama
bul’dan Hollanda’ya götürülen lâle, Av­ aksesuarla donatılarak süslenmiştir.
rupa’da da sevilmiş, türleri çoğaltılmış­
tır.
LÂLEDAN (LALELİK), Lâle koy­
maya mahsus uzun ve geniş ağızlı, hafif
şişkin gövdeli, süslü, gülâbdana benzer
uzun boyunlu kap. Altın ve gümüşten,
seramikten, porselen ve camdan yapı­
lan 12-18 cm. boyundaki lâledanlara,
tek veya buket halinde lâle yerleştirilir.
XIX. yüzyılın Beykoz lâledanları çok ta­
nınmıştır.
Landon
LÂMBA, ilkçağlardan itibaren kulla­
nılan ve içerisindeki yağın bir fitille ya­
kılması ile ışık sağlanan aydınlatma ara­ LÂPÇİN, Kaytanla bağlanan, yu­
cı, kandil dışında, petrollü ışık kaynağı. muşak deriden, kulaklı, ökçesiz, düz
mest. Genellikle kadınların giydiği lâp-
XIX. yüzyılda petrolün sanayiye girmesi
çinler, renkli derilerden, üzerleri kabart­
üzerine, madenden, camdan, porselen­
ma ve boyalarla süslü yapılmış, daha
den çeşitli biçimlerde lâmbalar yapılmış
çok evlerde giyilmiştir.
ve kullanılmıştır. Petrol lâmbalarının,
petrolün doldurulduğu bir haznesi var­
dır. Haznedeki pamuk örgü fitil, ileri-
geri hareket ettirilir. Haznenin ve me­
kanizmanın üzerinde saydam cam (şi­
şe), yanan fitilin ışığını çevreye yayar.
Petrol lâmbalarının dışında, havagazı ve
elektrik lâmbaları da vardır. XIX. yüzyıl
ortalarına doğru Avrupa’dan Türkiye’ye
giren ve bu yüzyılın sonu ile XX. yüzyıl
başlarında yaygınlaşan petrol lâmbaları,
daha çok Avrupa kaynaklıdır. İstanbul
Lapçin. XVIII. yy.
Beykoz Şişe ve Cam Fabrikalarında (Istanbul-Topkapı Sarayı Müzesi)
camdan ve porselenden petrol lâmbaları

159
LÂPİS, Gök mavisi renginde değer­ denir. İbrik leğenlerinin altın, gümüş,
li taş. Asya’da rastlanan ve kübik biçim­ pirinç,bakır gibi madenlerden, porselen
de billurlaşan bu taş, takıları ve vazoları hatta camdan yapılanları vardır.
süslemekte, hatta mozaiklerde kullanıl­ LEKYTHOS, Helenistik devirde
maktadır. Sodalit grubundadır. seramikten yapılan, vazo biçiminde,
LAVTA, Türk müziğinde bir çeşit ayaklı koku kabı. Konik veya silindirik
telli saz. Lavtanın, sekiz-dokuz dilimli gövdesi, uzun boynu, tek kulpu vardır.
gövdesi yalancı çınar ağacından, kapağı Gövdesi, genellikle siyah renk mitolojik
köknardan yapılır. Sapının yüzeyi, ka­ sahnelerle süslüdür. M.Ö. VI-1II. yüzyıl­
paktan itibaren uzar. Genişliği tel sayısı­ lara ait Lekythos’lar üzerinde cenaze tö­
na göredir. Tiz telin dışındaki öteki tel­ renleri resmi bulunanlara da rastlanır.
ler ikişerli olarak düzenlenmiştir. İlkçağ­ Türkiye ve Avrupa arkeoloji müzelerin­
larda, Sümer, Mısır, Anadolu ve Roma de örnekleri görülür.
müzik aletleri arasında örnekleri görü­ LENGER, Genellikle kalaylı bakır­
len lavta, Türk müziğinde de kemençe- dan yapılan, kenarları yatık ve yayvan,
lere eşlik eden bir saz olarak kullanılmış­ geniş yemek sahanı. İç yüzey ortasında
tır. altı köşeli yıldız (Mühr-ü Süleyman) veya
LEĞEN, Madenden ve seramikten geometrik desenli madalyonlar bulunur.
Yatık kenar yüzeyi yine madalyonlarla
yapılan geniş ağızlı, yayvan su kabı. Kü­
süslüdür. Sahibinin adı ve yapılış tarihi
çüklerine “leğençe” denir. Kullanıldığı
genelde kenar yüzeyine yazılır.
yere göre adlar alır. İçinde çamaşır yıka­
LESİT, Eski Yunan sanatında görü­
nan bakırdan büyük leğenlere “çamaşır
len, uzun, dar boğazlı, boynunun bir ta­
rafında kulpu olan seramik, küçük testi.
Gövdesi üzerine resimler yapılmıştır.
Lesitler, genellikle parfüm kapları ola­
rak kullanılmıştır.
LEVHA (YAZI), Üzerinde hat sa­
natının seçkin örnekleri yazılı, duvarlara
asılmak için yapılan tablo. Hattat, iri
harflerle yazısını karton, tahta, kâğıt
üzerine yazdıktan sonra, yazıyı süsler.
Bazen ebru kâğıtlarla bu süs tamamlanır.

leğeni”, berberlerin tıraşta kullandıkları,


çene altına tutulan, bir tarafı kesik leğe­
ne “berber leğeni”, üzerine ibrik konan
ve el yıkanırken ibrik suyunun aktığı,
kafes kapaklı leğene “ibrik leğeni” Yazı leuha (Konya-Mevlâna Müzesi)

160
Bakır lenger. XIX. yy.
(Gündağ Kayaoğlu Koleksiyonu)

Daha sonra bu yazıyı yaldızlı çerçeve olarak adlandırılan minyatürcülükle uğ­


içine alır. Levhalarda genellikle hattat raşmış, Sultan Ahmed III zamanında sa­
adı ve yazıldığı tarih belirlenir. Müzeler­ rayın Nakkaşbaşılığma getirilmiştir. Bu
de, cami ve mescitlerde, eski eser ko­ devirde (Lâle Devri) Levnî, Ahmed
leksiyonları ve evlerde, saray ve köşk­ IH’ün şehzadeleri için düzenlediği sün­
lerde tanınmış hattatların el yazıları ile net düğünü gösterilerini minyatüre dö­
çok süslü levhalar görülür. kerek Vehbî’nin “Sûrnâme” adlı eserine
LEVNÎ (MİNYATÜRLERİ), Türk 137 minyatür çizmiştir. Topkapı Sara-
minyatür sanatçısı, XVII. yüzyılın ikinci yı’nda bulunan bu minyatürlerden ayrı
yarısında Edirne’de doğmuştur. Asıl adı olarak Levnî’nin yine burada yer alan
Abdülcelil Çelebi’dir. Genç yaşında İs­ bir de “Padişahlar Albümü” vardır. Lev­
tanbul’a gelmiş, Topkapı Sarayı Nakış- nî, minyatürlerinde o güne dek bilinen
hanesi’ne girmiştir. Nakışhane’de bir belli kuralların dışına çıkarak bu sanat
yandan kitap başlıklarını, cilt kapakları­ dalında kendine özgü bir çığır açmıştır.
nı süslerken, öte yandan “tasvir sanatı” Seçtiği konulardaki renk ahengi,

161
Yazarken kalemin ucuna parça parça
takılmaya başlayınca değiştirilmesi ge­
rekir.
LİTOGRAFİ (TAŞ BASKI), Bası
lacak yazı ve şekilleri düzgün yüzeyli bir
taş levha üzerine çizmek, sonra su ile
yağlı maddeler arasındaki uyuşmazlık­
tan yararlanarak, bunları kâğıda bas­
mak sanatı. Yazı ve şekiller üzerine sü­
rülen mürekkep ile boş kalan yerlere sü­
rülen su, taşın gözeneklerine girer ve
burada yerleşir. Sürülen mürekkep uç­
masın diye asit ve arap zamkı karışımı
bir maddeyle silindirden geçirilir. Türki­
Levni’nin bir minyatürü ye’de de litografi tekniği ile çoğaltılmış
hareket kıv. aklığı, özellikle resme kattı­ kitaplar, baskı resimler yapılmıştır.
ğı derinlik dikkat çekmektedir. LİYAKAT MADALYASI, Osman
LİHYE-İ SAADET, Hazreti Pey lı Padişahı Abdülhamid Il’nin emriyle,
gamber’in sakalından kesilmiş birkaç kı­ devlete bağlı, savaşlarda yiğitlik göste­
lın bulunduğu şişe. Sakal-ı Şerif de de­ renlere verilmek üzere, 1890 yılında
nir. Birçok camide kırk bohçaya sarılı bastırılan madalya. Bir yüzünde “sada­
olarak muhafaza edilir ve Kadir Gecesi kat ve şecaat arzedenlere mahsus liya­
bu bohçalar açılarak ziyaret edilir. Lih- kat madalyası” yazısı ve 1308 hicrî tari­
ye-i Saadet’lerin bulunduğu kutu ve çek­ hi vardır. Altın ve gümüş olarak çıkarıl­
meceler çok süslü yapılmıştır. Topkapı mıştır.
Sarayı Kutsal Emanetler Dairesi’nde, LOBUT, Sert ağaçtan, 60-80 cm
Konya Mevlâna Müzesi’nde bulunan uzunluğunda,saptan ucuna doğru gide­
Lihye-i Saadet’lerin altın kutuları değer­ rek kalınlaşan sopa. Ucuna demir hal­
li taşlarla süslüdür. kalar takılarak topuz gibi kullanılır. Ya
LİR, Eskiçağlarda kullanılan telli da kolları güçlendiren spor aleti olarak
müzik âleti. Lir gövdesi, ağaç veya kap­ sağa-sola savrulur. Konya Müzesinde
lumbağa kabuğundan yapılmıştır. Mito­ Sultan Cem’e ait olduğu söylenen, ucu
lojik bir saz olarak bilinir. demir halkalarla ağırlaştırılmış bir çift lo­
LİKA, Kamış kalemlerin fazla mü­ but yer almaktadır. İstanbul-Askeri Mü-
rekkep almasını, kamışın ucunun hok­ ze’de ve daha başka müzelerde lobutla­
kanın içine çarparak bozulmasını ve ra rastlanmıştır.
hokka veya divitin devrilmesi halinde LOUİS (XIII. XIV. XV. XVI.)
mürekkebin dökülmesini önlemek için ÜSLÛPLARI, Fransa Kralı Louis
hokkanın içerisine konulan ham ipek XVI.’ya kadar (XVI. yüzyıl sonu XVIII.
lifleridir. Dayanıklı olduğu için ham ipek yüzyıl sonu), yaklaşık iki yüz yıllık bir dö­
kullanılır. Ömrü 2-3 yıl kadardır. nemde her kralın devrine özgü, hemen

162
bütün Avrupa’yı etkileyen sanat üslûp­ öğelerdir. Mobilyalar yüksek, çok yal­
ları. Mimariden mobilyaya kadar, biçim dızlı, oymalı ve görkemlidir. Koltuklar
ve bezemelerde kendini gösteren bu üs­ ağır, pahalı kumaşlarla kaplanmış, yün
lûp farkları, birbirinden kesin çizgilerle ve ipek saçaklarla süslenmiştir. Karyola­
ayrılmaz. Biri diğerini, değişik zevkler lar dört direkli köşk biçimindedir. Louis
ve sanat anlayışları ile yaratır. Louis XII XV devri daha çok Barok’a dönük bir
devrinde Gotik üslûbun gelişmesi ile be­ üslûbu yaşatmıştır. Süslemede kıvrık
zemelerde kullanılan bitkisel motifler yapraklı kenger motifleri arasında, mü­
daha bir sadeliğe dönüşmüş, geometrik zik aletleri, meşaleler, çiçek demetleri,
bir karakter kazanmıştır. Bu devirde in­ deniz kabukları, okluklar, güvercinler
san ve hayvan figürleri, kıvrım dallar ve görülür. Mobilyalar , maden, bağa ve
renkli taşlarla, lakeler ve yaldızlı bronz­
larla donatılarak ayrı bir biçim verilmiş­
tir. Bundan sonra başlayan Louis XVI
üslûbu ise, bir önceki üslûbu daha zen­
ginleştirerek süslemeye, yemiş salkımla­
rı, buğday başakları, dizi boncuklar, lir,
ok, yay, kurdele fiyongu vs. gibi eşya
resimleri girmiştir. Mobilyalar tahta mo­
zaik, genellikle benekli maon, çatmalar
oymalı ve yaldızlıdır. Louis üslûpları, de­
virleri aşarak, yıllar yılı Avrupa süsleme­
lerine, özellikle mobilya işçiliğine örnek
olmuş ve tanınmıştır.
LÜLE-LÜLECİLİK, Tütün içenlerin
XVI. Louis Stili Kâseleri çubukları ucuna yerleştirdikleri hokka.
Lüle, lüleci çamuru denilen kırmızı
çiçeklerle iç içedir. Louis XIII devrinde renkte, süzülmüş ve dinlendirilmiş ça­
bezemeler arasında girlandlara, çiçek murdan, el ile dönen çarkta (tornada)
buketleri, elma, armut gibi natürel ye­ yapılır. Üzeri kendi renginde sıvı astar­
mişlere, kenger (akant) yapraklarına larla sıvanır. Yapanın mührü ya da tuğ­
çok rastlanır. Çocuk ve melek resimleri, ra basılır. Kurutulduktan sonra, üzeri
içi meyve dolu kıvrık bereket boynuzu, boya ile nakışlanır ve fırınlanır. Fırında
kulplu vazolar süslemeye girmiş, mobil­ pişen lülenin üzeri tekrar astarlanır, çu­
yalarda, sütunceler, atkılar gibi mimarî ha parçalan ile ovularak parlatılır. İste­
öğelere geniş yer verilmiştir. Onu izle­ nirse altın varaklarla bezenerek hafif
yen Louis XIV devri üslûbunda süsleme ateşte tekrar fırınlanır. Lülenin içerisine
daha iddialıdır. Güneş Kralı Louis XIV’ü tütün basılarak ateşlenir. Emziğine uzun
simgeleyen güneş, güçlülüğün sembolü çubuk geçirilerek dumanı çekilir. Lüleci­
kask resimleri, meşe yaprakları, defne lik sanatı, XVI. yüzyıldan itibaren tütü­
ve zeytin dalları bezemede sık görülen nün Türkiye’ye girmesi ile başlamış,

163
son yıllara kadar devam etmiştir. İstan­
bul’da, Tophane’de lüleci atölyelerinin
bulunduğu semte Lüleciler Çarşısı den­
diği ve burada 60 atölyenin faaliyet gös­
terdiği bilinir. Uzun yıllar Tophane lüle­
leri her yerde aranır olmuştur. Kırklare-
li-Lüleburgaz ilçesinde de vaktiyle lüle
yapıldığı söylenir. Topkapı Sarayı Mü­
zesi Porselen ve Cam Eserler Bölü-
mü’nde, İstanbul Belediye (Şehir) Müze-
si’nde, Ankara ve Konya etnografya
müzeleri ile başka müzelerde, İstanbul
Sadberk Hanım Müzesi Kocabaş Kolek-
siyonu’nda süslü lüle örnekleri yer alır.
Eskişehir lületaşından yapılmış pipo
Son yıllarda lületaşından da lüle yapıl­
(Eskişehir-Lületaşı Müzesi)
mıştır.
LÜLETAŞI, Beyaz renkte, işlemesi işlendiği gibi son yıllarda figürlü veya
kolay, hafif, gözenekli bir taş türü. Eski­ budaklı pipo, bilezik, küpe, kolye, ağız­
şehir yakınlarındaki Kemikli, Sepetçi,
lık gibi eşyalar yapılarak oyma ve kak­
Sansıva, Karahüyük, Yarmalar yöresin­
deki ocaklardan çıkarıldığı için “Eskişe­ malarla süslenmiş, bunlar hediyelik eş­
hir Taşı” da denir. Lületaşından lüle yalar arasına girmiştir.

164
MADALYA, Savaşlarda yararlık (1854), Nişan-ı İftihar(1858), Tahlis-i
gösterenlere, yarışma ve sergilerde de­ Can (1859), Tahsin-i Hüner ve Marifet
rece alanlara verilen, önemli bir olay ve­ (1859), Zaptiye Çavuşları (1860) ma­
ya bir yıldönümü dolayısıyla, yahut ünlü dalyaları çıkarılmıştır. Bundan sonra
bir kişi adına bastırılan madenî nişan. Sultan Abdülaziz devrinde şu madalya­
Avrupa devletlerinde olduğu gibi, İslâm lar çıkarılmıştır: Karadağ (1862), Os-
devletlerinde ve Türklerde de madalya manlı Sergisi (1862), Şişhaneli Tüfek
basmak ve gerekenlere vermek gelene­ (1862), Keskin Nişancılar (1862), Zira­
ği vardır. Anadolu Selçukluları devrinde at (1862), Kolera (1856), Londra Seya­
Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev H’nin dev­ hati (1867), Girit (1868) madalyaları.
lete üstün hizmeti geçenlere verilmek Sultan Abdülhamid devrinde basılıp çı­
üzere 1245 yılında, 134 gr. ağırlığında­ karılan madalyalar şunlardır: Plevne
ki altından bir madalya (Atiye Dinarı) (1877), Tarz-ı Atik İmtiyaz (1878),
bastırdığı bilinir. Osmanlılarda ilk ma­
dalya “Ferahî” adıyla, altın olarak 1730
yılında basıldı. Daha sonra, 1754 yılın­
da, altın “Sikke-i Cedid”, 1831 yılında
altın ve gümüş “Vak’a-i Hayriye”, 1824
yılında altın “Hilâl-i Osmaniye”, 1831
yılında altın, gümüş ve bakır “tşkodra”,
1838’de altın ve gümüş “Hünkâr İske­
lesi”, 1839’da altın ve gümüş “iftihar”
madalyaları basıldı. Bundan sonra Os-
manlı Padişahları altın, gümüş, bakır,
bronz, nikel olarak çok sayıda madalya
bastırıp çıkardılar. Bunların adları ve çı­
karıldığı yıllar şöyledir: Abdülmecid dev­ Tarz-ı Cedid İmtiyaz (1882), İftihar
rinde İftihar (1840), Berrüyetüş-Şam (1884), Alman Mülâkatı (1889), Girit
(1840), Yemeni (1846), Ayasofya Ta­ (1890), Liyakat (1890), Yemen (1892),
miri (1848), Bosna (1849), Tanzimat-ı Ziraat ve Sanat (1892), Hereket-i Arz
Hayriye (1850), İftihar (1853), Sinop (1894), Anadolu Nuseybin (1895), Yu­
Deniz Muharebesi (1853), Silistre nan Muharebesi (1896), Şehid Aileleri­
(1854), Kırım (1854), Düveli Selâse İt­ ne İane (1897), Maarif (1899), Hicaz
tifakı (1854), Tuna (1854), Kars Demiryolu (1900), Kanuni Esasi
(1908). Sultan Mehmed Reşat Devri Göktürkler maden sanatını millî bir sa­
Madalyaları şunlardır: Bursa Sergisi nat saymış, Türklerin İslâmiyeti kabul
(1909), Darülfünun (1909), Belediye ederek İslâm-Türk devletleri kurmaları
(1909), Osmanlı İttihat Mektepleri ile kendi sanatlarını İslâmî inançlar için­
(1910), Abide-i Hürriyet (1911), Hami- de devam ettirmişlerdir. Büyük Selçuk­
diye Kruvazörü (1912), İane-i Harbiye lular yolu ile Anadolu’ya -giren İslâm-
(1913), Kahire Seyahati (1913), Do­ Türk maden sanatı, Anadolu Selçuklu­
nanma (1914), Hilâl-i Ahmer (1914), ları devrinde, Konya ve Artuklu Bölgesi
Harp (1914), Alman Mülakatı (1917), olmak üzere iki merkezde gelişmiştir.
Avusturya Mülakatı (1918), Çanakkale Bu merkezlerde yapılan kandil, tepsi,
Ziraat (1918) madalyaları. Millî Müca- havan, şamdan, mangal, ayna, kapı
dele’den sonra T.B.M.M. hükümetinin tokmakları, mutfak eşyaları gibi Selçuk­
verdiği ilk madalya, “İstiklâl Madalyası” lu maden eserleri, bugün İstanbul Türk
olmuştur (1922). İstanbul Arkeoloji Mü­ ve İslâm Eserleri, Topkapı Sarayı, Kon­
zesi Nümizmatik Salonu’nda bu madal­ ya Mevlâna, Ankara Etnografya müze­
ya ve nişanları toplu halde görmek lerinde ve özel koleksiyonlarda görül­
mümkündür. mektedir. Döğme, dökme, tornada çek­
MADALYON, Üzerinde genellikle me ve madenî plâkaları birbirine perçin­
resim, yazı ve sembolik işaretler bulu­ leme gibi tekniklerle yapılan eserler, ye­
nan altın, gümüş veya başka bir maden­ tenekli ustalar eliyle ayrıca süslenmiştir.
den süs takısı. Bir zincirle boyna asılır. Bu süslemelerde kazıma ve oyma, ka­
Bazıları yuvarlak ve kalp şeklinde kutu bartma, başka bir madenî kakma, kafes
olup içerisinde resim ve fotoğraf bulu­ gibi ajurlama ve kesme, savatlama, tel-
nur. Madalyaların büyüklerine de ma­ kârî gibi teknikler kullanılmıştır. Osman-
dalyon denir. Bazı yıldönümleri ve top­ lı devri maden sanatı daha geniş alanla­
lantılar için hatıra madalyonları da basıl­ rı içine almıştır. Her ne kadar gelenek­
mıştır. Türkiye’de son yıllarda madalya sel yapım ve süsleme teknikleri bu de­
vermek ve madalyon bastırmak yerine virde de devam etmişse de maden sana­
“hatıra plâketleri” verme usulü yaygın tının uygulandığı alanlar çoğalmış,.silâh­
hale gelmiştir. tan süs takılarına, mutfak eşyalarından
MADEN SANATI (TÜRK), Made şebeke ve parmaklıklara kadar, maden,
nin (altın, gümüş, bakır, kalay ve demir) her yerde ustalıkla kullanılmıştır. Ku­
keşfedildiği, bu madenlerden silâh, süs yumculuk, demircilik, bakırcılık, döküm­
eşyaları, kap kaçağın yapılmaya başlan­ cülük gibi madenle ilgili meslek dalları
dığı İlkçağlarda, özellikle Eski Mezopo­ Osmanlılar devrinde yaygınlaşmış, bu
tamya, Mısır, Suriye ve Anadolu’da, atölyelerde maden sanatının şaheserleri
“Maden İşçiliği” adıyla yeni bir sanat yaratılmıştır.
doğmuş, giderek gelişen bu sanat, yer- MAHFAZA, İçerisine değerli eşya­
yüzündeki bütün uygarlıklarda varlığını nın konduğu, çoğu kez, konan eşyaya
sürdürmüştür. Orta Asya’yı yurt edinen göre biçim alan kutu, çekmece vs. Türk
eski Türk kavimleri, bu arada Hunlar, sanatında yazma kitap, mücevher,

166
kalem, silâh gibi eşyaların konduğu kesmek için kullanılan mum makasları­
mahfazalar vardır. Telkârî gümüşten ve­ nın gövdesine ayrıca bir hazne (kutu)
ya tahta oymalı, sedef, altın, gümüş eklenmiştir. Kesilen fitil uçları bu hazne­
kakmalı mücevher kutuları, işlemeli de­ de toplanmaktadır. Hazneleri kuş figür­
riden silah kılıfları, ağaç işlemeli kalem lü olanları da vardır.
kutuları, gümüş ve pirinçten süslemeli MAKET, Yapılacak bir binanın, bir
hamayil mahfazaları, çekmeceye ben­ heykelin, hatta bir resmin, bir süsleme­
zer, ağaç üzerinde kakmalı Kuran, cüz nin, tiyatro ve operada kurulacak sah­
mahfazaları,boyna takılan, omza iliştiri­ nenin önceden hazırlanan modeli veya
len süslü muskalıklar, daha birçok ör­ taslağı. Mimarî yapıların çoğu zaman
nekleriyle her yerde karşımıza çıkar. küçültülmüş ölçeklerle üç boyutlu ma­
MAHFE, İçerisinde bir veya iki kişi­ ketleri yapılır. Bunlar genellikle, eserler
nin oturabileceği, deve veya fil gibi hay­ yapıldıktan sonra da saklanmışlardır.
vanların sırtına konan kafes. Kafesin Bazı mimarî eserlerin, sonradan küçük
üzeri değerli kumaşlarla örtülür, önünde boyutlarda maketlerinin yapıldığı da gö­
de bir perde bulunur. Karşılıklı iki kişi­ rülmüştür. İstanbul Türk ve İslâm Eser­
nin oturacağı, omuzlarda taşınan mah­ leri Müzesi’nde Sultanahmed Camii’nin
feler de vardır. Tahtırevanlar da bir tür fildişinden, Yeni Cami’nin mukavva­
mahfedir. dan, Konya Mevlâna Müzesinde, İstan­
MAKAS, Kâğıt, kumaş, bez ve lev­ bul Süleymaniye Camii’nin tahtadan
ha halindeki yumuşak maddeleri kes­ yapılma başarılı maketleri bulunmakta­
meye yarayan madenî alet. Bunlardan dır. Topkapı Sarayı’ndaki Kudüs-Omer
kâğıt ve mum makasları süslü olarak ya­ Camii’nin sedef maketi de bunlar ara­
pılmıştır. Uçları sivri, ince, uzun kâğıt sındadır. Kâbe’nin de çeşitli maketleri
yapılmıştır. Avrupa’da tanınmış mimarî
eserlerin maketleriyle maket müzeleri
kurulmuştur. Mimariye uygulanan süsle­
me ve yazıların önceden hazırlanan ka­
lıpları da maketler arasında sayılabilir.
MAKRAMA, Genel olarak pamuk,
yün ve ketenden Anadolu’da el tezgâh­
larında dokunan bir çeşit peşkir. Gev­
şek dokumalı ve su emici nitelikteki
makramalar, 45x50 cm. veya 60x120
cm. boyutunda dokunur. El havlusu ola­
rak kullanıldığı gibi, Doğu ve Güneydo­
ğu Anadolu’da kadınların başlarını örtü
makasların açılıp kapanan iki sapı oy­ olarak süsler. Makramaların iki ucunda
malı ve ajurlu süslendiği gibi, gövdesi 10-16 cm. enindeki birbirine yanaşmış
üzerine altın, gümüş kakma yazılar ya­ sular üzerinde renkli kilim motifleri bu­
zılmıştır. Şamdan mumlarının fitillerini lunur. Bu motifler, dokunduğu bölgelere

167
göre ergenbıyığı, kucağıkuzulu, eliböğ- En basiti pişmiş topraktan yapılan ayak­
ründe, çaprak gibi adlar alır. Her iki ucu lı kâse biçimindeki örnekleridir. Geliş­
da saçaklıdır. miş olanları tunç ve pirinçten, demir
MAKTA, Kamış kalemleri yontmak levhalardan yapılmıştır. Genellikle man­
ve ucunu açmak için kullanılan âlet. galların altında, mangalın oturduğu bir
Maktalar fildişi, kemik, sedef ve sert “tabla” vardır. İçerisine ateşin konuldu­
ağaçtan yapılır. 15 cm. uzunluğunda ğu “mangal göbekleri” ayaklarına otu­
düz, şerit levha biçimindedir. Üzerinde, rur. Mangal göbeği yuvarlak veya köşe­
yontulacak kalemin kaymaması için çı­ lidir. Göbek gövdesi ve ayakları kafesli
kıntılı bir yatağı vardır. Çok süslü yapı­ oymalar, döküm kabartmalarla süslü­
lan maktalar, müzeler ve koleksiyonlar­ dür. Odanın veya salonun ortasına yer­
da, yazı takımları arasında yer alır. leştirilen büyük “meydan mangalla-
MANDOLİN, Gövdesi düz, üzerin­ ri’nın üzerinde, “tepelik” denilen, kub­
de dört çift teli bulunan telli saz. Büyük­ beye benzer, kafesli bir bölüm bulunur.
leri ve lavtaya benzeyenlerine “mandó­ İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi’nde al-
le” denir. Mondolin, mandoleye göre tm-gümüş işleme çok süslü “saray man­
bir oktav tiz ses verir. Daha çok Batı galları” yer alır. Osmanlı devri İstan­
müziğinde telli sazlar arasında kullanılır. bul’unda Süleymaniye semtinde yapılan
Gövdesi şişkin, değişik ağaç, sedef ve pirinç ve döğme bakır mangallar bir za­
fildişi kakma ile süslenenleri vardır. manlar çok tanınmıştır. İstanbul Türk ve
MANGAL, Odaları ısıtmak için içe­ İslâm Eserleri, İstanbul Şehir, Ankara
risine kömür ve odun ateşi konan kap. Etnografya müzeleri ve başka müzelerde

Sofada Mangal (Istanbul-Sadberk Hanım Müzesi)

168
Selçuklu ve Osmanlı devri mangal ör­ inanılır. Roma’da çeşitli Mars heykelleri
nekleri bulunduğu gibi, Anadolu’da eski yapılmıştır. İtalya, Fransa, İspanya mü­
örneklerine benzer mangal yapımı bu­ zelerinde değişik Mars heykelleri yer
gün de devam etmektedir. alır.
MANGIR, Osmanlılarda bakır para. MASA, Ayaklar üzerine yerleştiril­
İlk mangır Sultan Murad I zamanında miş bir tabladan meydana gelen mobil­
kesilmiştir. 24 mangır 1 akçe karşılığın- ya. Kullanıldığı iş ve yerlere göre ad alır.
dadır. Sultan Süleyman II zamanında 1 Yemek, yazı, montaj, oyun masaları gi­
okka bakırdan 800 mangır kestirildiği bi. İlkçağlardan beri taştan, mermer­
bilinir. Buna göre 1 dirhem bakır 2 den, madenden, ağaçtan, camdan, çe­
mangır etmektedir. şitli biçimlerde masalar yapılmış ve kul­
MANLAVLIK (ALTIN TAKISI), lanılmıştır. Ortaçağlarda Avrupa sana­
Asya ve Anadolu’da yaşayan Türkmen tında ahşap işleme masalar, mobilya iş­
ve Yürük kadınlarının başlarına giydikle­ çiliği ve üslûbunun ayrılmaz bir parçası
ri takkenin alna gelen kenarına şerit ha­ olmuştur. XVII. yüzyıldan itibaren İtal­
linde iliştirilen ve kulaklara kadar uza­ ya, Fransa ve İngiltere’de mobilya sana­
nan madenî süs takısı. Genellikle işle­ tı ile birlikte masa, başlıbaşına bir sanat
meli gümüş plakalardan yapılır ve alt haline gelmiştir. Ayaklar giderek ma­
kenarlarına yine gümüş püsküller sırala­ denden, alçı kabartmalar ve yaldızlarla
nır. Bu püsküllerin, yürüdükçe tatlı bir süslenmiş, tablada, renkli mermerler,
ses çıkaran çıngıraklı olanlan da vardır. ağaç kakmalar yer almıştır. Türk sosyal
Bu takılara kelebek de denir. hayatında sandalye veya koltuğa otur­
MANUSA DOKUMALARI, Ma mak yerine sedirlere ve minderlere bağ­
latya, Arapkir ve çevresinde, özel tez­ daş kurmak geleneği yaygın olduğu
gâhlarda dokunan bir tür kumaş. İpek, için, masa pek kullanılmamış, Türk-sa-
pamuk ve yün ipliklerle dokunur. Yas­ ray ve köşklerine, konaklarına masa,
tık, yorgan yüzü, çarşaf, sofra takımı, ancak XVIII. yüzyıldan sonra, Avrupa
şalvar, başörtüsü, önlük olarak kullanı­ ile başlayan sıkı ilişkilerle girmiş, XIX.
lır. Renkleri ve desenlerine göre jakarlı, yüzyılda Avrupa işi masalar Türkiye’de
yollu, çiçekli, çubuklu, bademli gibi ad­ görülmüştür.
ları vardır. Düz dokumalara, tahta kalıp­ MASK-MASKE, Mask, genellikle
larla “yazma” tekniği ile desenler basıl­ insan yüzünden alçı ile alınmış kalıp an­
dığı görülmüştür. lamına gelir. Bu kalıptan, istenirse o ki­
MARKİZ YÜZÜK, Elips biçiminde, şinin büstü yapılır. Maske ise yüze takı­
iki ucu sivri, üzeri değerli taşlarla doldu­ lan, surat biçimleri veya gözleri açık yüz
rulmuş yüzük. 18. yüzyılda Fransa’da örtüleridir. Eski Yunan ve Roma sana­
moda idi. tında oyuncuların yüzlerine trajik ve ko­
MARS, Romalıların ilkbahar ve ta­ mik maskeler taktıkları bilinir. Bu yüz­
rım ilâhı. Baharın ilk ayı Mart, adını bu den tiyatro amblemleri mask veya mas­
ilâhtan almıştır. Romalıların ceddi olan kelerden seçilmiştir. Ortaçağlarda alın­
Romulus’un Mars’ın oğlu olduğuna dan burun hizasına kadar göz boşlukları

169
bulunan yarım maskelerle “maskeli ba­ üzerine giyilen bir çeşit uzun entari. Ge­
lolar” düzenlenmiştir. Bu gelenek bir­ nellikle Arap ülkelerinde erkek giyimi
çok yerde günümüzde de sürmektedir. olarak tanınmıştır. Osmanlı devrinde
Maskeler, mukavvadan, bezden, deri­ kadınların da “yeldirme” gibi maşlah gi­
den, madenî levhalardan, ilkel Afrika ve yerek sokağa çıktıkları bilinmektedir.
Amerika yerlilerinde genellikle ağaç ve MAŞRAPA, Kulplu su kabı. Maşra­
kabuğundan yapılmıştır. Klâsik devir ti­ pa çok eski devirlerden beri su ve içki
yatrolarında, duvarlara taş oyma mas­ kabı olarak kullanılmaktadır. Bakır, gü­
kelerin yerleştirildiği görülmüştür. müş, altın, ağaç, emaye ve seramikten
MASKOT TAKILAR, Uğur getir yapılmıştır. Kullanılışına göre, su, şa­
diğine inanılan hayvanların figürini ya rap, süt, salep, şerbet maşrapaları gibi
da uğurlu sayılan nesnelerin biçimlendi­ adlar alır.Yapıldığı maddenin türüne gö­
rilmiş takıları. Bunlar kolye ve bilezikle­ re, üzeri oymalar, kakmalar ve renkli
re, saat kösteklerine, küpelere takıldığı boyalarla süslenir. Gürgen, ardıç, çam,
gibi cep ve cüzdanlarda da taşınır. şimşir, abanoz gibi ağaçlardan oyulan
MAŞA, Ocak ve sobada ateş karış­ maşrapaların genellikle gövdesi yakıla­
tırmaya, mangaldan ateş almaya yara­ rak süslenmiştir. Çeşme ve sebillerin
yan çift dilli madenî kıskaç. Demirden, kurnalarına zincirle bağlı kalaylı bakır
pirinçten süslü olarak yapılır. Ocak ön­ maşrapalar, ağız kısmında suyun akma­
lerinde, mangal kulpu ve tablasında yer sı için kuş ağzı biçiminde çıkıntısı bulu­
alır. Ayrıca, şekerlikten şeker almak için nan gagalı maşrapalar, çeşitleri arasın­
şekerlik maşaları, pasta ve tatlılar için da sayılır.
pasta maşaları altın, gümüş, pirinçten
çok süslü yapılanları vardır.
M A’ŞALLAH, Anlamı “Allah’ın is­
tediği şey” dir. Güzel bir şey karşısında
nazar değmemesi için sıkça söylenen bu
kelime, Arap harfli çeşitli yazı kompo­
zisyonlarıyla, levhalarda, süs takıların­
da, nazarlıklarda, hemen hemen süsle­
menin her yerinde fırsat düştükçe kulla­
nılmıştır.
Sivil mimaride evlerin duvarlarında
kalemişi süsleme, alçı ve taş kabartma
olarak cephelerde kullanıldığı gibi, altın,
gümüş kolyelere, yeşim, akik yüzüklere Seramik Maşrapa, İznik İşi. Osmanlı XVII. yy.
de işlenmiştir. Türk halk sanatının çok (İstanbul-Çinili Köşk Müzesi)

sık görülen yazı istiflerinden biri olarak


tanınır. MATARA, Deriden, madenden, se­
MAŞLAH, Saf yün, ipek karışımı ramikten yapılan su kabı. Genellikle
pamuklu kumaşlardan dikilen ve elbise yolculuk sırasında, seferlerde içerisine

170
su veya içki doldurularak belde taşınır. MEÇ, Ucu sivri, ensiz, düz kılıç. Kı­
İlkçağlardan beri kullanılan matara, bel­ sa ve uzun olmak üzere iki çeşittir. Os-
de kolay taşınabilmesi için yassıca yapıl­ manlı kesici silâhları arasında yer alan
mış, dış yüzeyi deri veya kumaşla kap­ meçlerin kısa olanları, subay ve polisler
lanmıştır. XIII. yüzyıldan itibaren Kü­ tarafından genellikle törenlerde bele ası­
tahya çini atölyelerinde, firuze zemin lı olarak kullanılmıştır.
üzerine siyah, kırmızı, sarı, mor desenli MEDUSA, Mitolojide Gorgon deni­
çini mataralar yapılmıştır. Çanakkale len üç kız kardeşten biri. Saçları yılan­
seramikleri arasında da değişik biçimler­ larla örgülü, korkunç bir yüzü bulunan
de mataralar görülür. İki kulplu olan bu Medusa başı, kötülükleri uzaklaştıran
mataralar, bir bağla omza asılır. nazarlık olarak taş ve madenî eserlerde
MECİDİYE, Osmanlı Padişahı Sul­ yer almıştır.
tan Abdülmecid’in para ayarlarının dü­
zenlemesi fermanı ile çıkarılan altın ve
gümüş sikkeler. 1844 yılında İstanbul
Darphanesi’nde 500, 100, 50 kuruşluk
altın, 20, 10 ve 5 kuruşluk gümüş me­
cidiye basılarak tedavül edildi. Ayrıca
1848 yılında 250 kuruşluk altın mecidi­
ye çıkarıldı. Mecidiyelerin bir yüzünde,

Medusa Başı

MEHMED ŞEVKİ (HATTAT),


Tanınmış Türk hattatlarından. 1829 yı­
lında Kastamonu’da doğmuş, ailesi ile
birlikte küçük yaşında İstanbul’a gelmiş­
Mecidiye Nişanı tir. Öğrenimini sürdürürken dayısı Hat­
tat Hulusi Efendi’den yazı dersleri almış,
12 ayyıldızm çevirdiği tuğra ve Abdül­ devrinin usta hattatları arasına girmiştir.
mecid’in tahta çıkışının kaçıncı yılında Kuran, hilye, levha, dua kitapları olarak
paranın basıldığını gösteren tarih, öteki pek çok eser veren, askerî okullarda hat
yüzünde İstanbul’da basıldığını gösteren hocalığı yapan Mehmed Şevki Efendi,
ibare ile tahta çıkış tarihi olan 1255 H. bir ara Sultan Abdülhamid H’nin şehza­
(1839 M) rakamı yazılıdır. delerine de yazı dersleri vermiştir. 1887

171
yılında İstanbul’da ölmüştür. Yazıları İs­ mendillerde kullanılan malzeme el tez­
tanbul Süleymaniye Kütüphanesi’nde, gâhlarında dokunmuş olan ketendir.
Türk ve İslâm Eserleri, Vakıflar Hat Sa­ Mendilin işlenmesinde kullanılan ipek
natı müzelerinde, daha başka müzeler ve renkli keten iplikler ince veya kalın
ve özel koleksiyonlarda görülür. bükülmüş, çoğu kez işlemede altın ve
MEİSSEN PORSELEN, Doğu Al gümüş kullanılmıştır. Mendilin her iki
manya’da Dresden’e bağlı Meissen şeh­ yüzü de kullanıldığı için, işlemede iki
ri atölyelerinde yapılan ünlü porselen­ yüzlü “hesap işi” tekniği tercih edilmiş­
ler. 1710 yılında Saksonya Kraliyet tir. Bunun yanında “balıksırtı”, “sar­
Porselen Fabrikası adı ile kurulan bu ma”, “telkırma” gibi işleme teknikleri­
atölyede yapılan porselenler kısa sürede nin de kullanıldığı görülmektedir. Men­
Avrupa’nın her ülkesinde tanınmıştır. dili çerçeveleyen 5 santim enindeki bor-
düre sekiz köşeli yıldız, yarım haç, ro­
XVIII. yüzyıl sonlarından itibaren Türki­
zet, zikzak yollar, baklava motifleri iş­
ye’ye ihraç edilen bu porselenler Türki­
lenmiş, bunların arası, çiçek, yaprak,
ye antika eşya piyasasında yerini almış­
pars beneği ile doldurulmuştur. Topka-
tır. Özellikle çay ve sofra takımları, va­
pı Sarayı’nda XVII. yüzyıl olarak tarih-
zolar, enfiye kutuları, beyaz hamurlu,
lendirilen mendiller, kullanılışlarına gö­
ince gövdeli ve manzara resimlidir. Me-
re, burun ve ter mendili, yas (matem)
issen’de yapılan renkli boyalarla süslü fi­
mendili, enfiye mendili ve merasim
gürlü biblolar dünyanın her yerinde ta­
mendili olarak adlandırılmıştır. Bunlar
nınır. Meissen porselenlerinin amblemi
arasında merasim mendillerinin işlemeli
mavi renkte çapraz iki kılıçtır. 1934 yı­ bordürleri çok geniştir. Zemini altın tel­
lından sonra kılıç üzerine çekilen yatay le “muşabbak” tekniğinde nakışlarla
çizgi birinci, iki çizgi ikinci, üç çizgi doldurulmuştur. Saray mendillerinin dı­
üçüncü kalite olduğunu göstermektedir. şında, şehir, kasaba ve köylerde mendil
Türkiye’de özel koleksiyonlarda ve anti­ yerine daha çok çevre, yağlık gibi süsle-
ka piyasasında meissen porselen örnek­ meli el bezleri kullanılmıştır.
lerine rastlanmaktadır. MENZİL TAŞI, Ok atış eğitimleri
MENDİL, El kurulamak ve ter sil­ ve yarışmalarının yapıldığı alanlara (ok
mek için cepte taşınan işlemeli bez. Or­ meydanı) dikilen kitabeli sütun. Ayakta­
ta Asya Türklerinde “Ulatu” adıyla kul­ şı denilen belli bir yerden, okçuların ya­
lanılan mendil, Selçuklu ve OsmanlIlar­ rışma ile attıkları okların rekor uzaklıkta
da bir sembol ve süs olarak kullanıldığı düştüğü yere taştan (mermerden) bir sü­
gibi, kadın ve erkeklerin vazgeçemeye­ tun dikilmiştir. Sütun üzerine rekor kı­
ceği bir ihtiyaç eşyası olarak da yaygın­ ran okçunun adı ve yarışma tarihi yazıl­
laşmıştır. Osmanlılarda mendilin madde mış, ayrıca sütun gövdesi ve başlığı oy­
ve tekniği üzerinde en doğru bilgiyi an­ ma ve kabartma taş işçiliği ile süslen­
cak XVI. yüzyıldan itibaren ve özellikle miştir. İstanbul Ok Meydaninda bu
Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan amaçla dikilmiş menzil taşları görülür.
şehzade ve sultan mendillerinden öğre­ MERCAN, Sıcak denizlerin kayalık­
nebiliyoruz. Bu yüzyıla ait olan larında yaşayan bir hayvanın kalker

172
iskeleti, bundan yapılan kırmızı renk süs ve törenlerde giyildiği için kumaşa
taşı. İlkçağlardan beri bilinen mercan, “meydanı” adı verilmiştir.
kolye, bilezik, küpe yapımında, ayrıca MEYDAN SİNİSİ, Düğünlerde, tö­
maden,ağaç, deri süslemeciliğinde kul­ renlerde kullanılan, çevresinde en az on
lanılmış, değerli taşlar arasında yer al­ iki kişinin yemek yediği, yuvarlak, tahta
mıştır. Osmanlı devri İstanbul’unda veya bakır kalaylı sofra. Döğme bakır­
Mercancılar Yokuşu, mercan işleyen dan yapılan meydan sinilerinin göbe­
atölyelerin bulunduğu yer olarak bilinir. ğinde genellikle gülbezek veya Mühr-ü
Mercandan gerdanlık, tespih, kutu, ka­ Süleyman (altı köşeli yıldız), çevresinde­
lemtıraş sapı, kahve fincanı ve kaşığı ki bordürlerinde de çiçek ve badem mo­
yapılmış, koşum takımı ve çantalara iş­ tifleri ile zencerek kazılıdır. Kenarının
lenmiştir. bir köşesinde sahibinin adı, eğer vakıfsa
MERTEBANÎ, Yeşil sırlı, porselen, vakıf kaydı ve tarihi yazılı olanları var­
büyük tabak. Genellikle Çin’den ithal dır. Meydan sinileri 30-35 cm. yüksek­
edilen mertebanîlerin üzerinde kabart­ liğinde, arkalıksız bir iskemleye oturtu­
ma dragonlar ve çin motifleri görülür. lur. İstenirse üzerine deri veya muşam­
Seledon da denir. badan “somat” adı verilen bir örtü ko­
MEŞK, Hat sanatında, bu sanatı nur. (Bak: Somat).
öğrenmek isteyenlerin eksizleri. Karton MEZAR KÜPLERİ, İlkçağlarda
kâğıtlara yazılan bu eksizler, genellikle Anadolu arkeolojisinde çok sık rastla­
körük biçiminde bir araya getirilir. Buna nan, içerisinde insan iskeletlerinin bu­
“meşk mecmuası” denir. Meşk mecmu­ lunduğu seramik küpler. Genellikle Pre-
asında tanınmış hattatların yazıları ve historik devirlerde ölüler daha önce ha­
yazılarından kopyalar da bulunur. Yazı­ zırlanmış, 1-1.5 m. yüksekliğinde geniş
lar, ebru ve tezhiple de süslenir. Birçok ağızlı küplere, dizleri karınlarına çekik
müze ve koleksiyonda bulunan “yazı olarak (hoker) durumda yerleştirilir ve
meşkleri” yazı türlerini gösteren bir al­ kapakla örtüldükten sonra sıvanır. Bu
büm niteliğindedir. Meşk mecmuaların­ durumda, küpün ağzı yukarı gelmek
da bir ya da birkaç hattatın yazısı bulu­ üzere toprağa gümülür. Çoğu mezar
nur. küplerinin üzerinde kulplar, kabaralar,
METELİK, Az gümüşle karışık ba­ geometrik bezemeler vardır. Mezar
kır, eski para. Bir ara, altın paranın yüz­ küplerine Arkeoloji müzelerinde çok sık
de biri olarak kabul edilmiştir. OsmanlI­ rastlanır.
larda kuruşun dörtte birine (on para) MEZAR TAŞI, Türk geleneklerine
metelik denmiştir. göre, mezarlıkta toprağa gömülen ölü­
MEYDANİ, Kırmızı ve mor çubuklu nün mezarının baş ve ayak ucuna diki­
(çizgili) ipek kumaş. Şam’da ve Hindis­ len veya mezarı üzerine sanduka şeklin­
tan’da dokunanları çok tanınmıştır. Gü­ de yerleştirilen taş. Mezar taşları ölünün
neydoğu Anadolu el tezgâhlarında da kimliğini bildirdiği gibi devrinin taş süs­
meydanı dokunmuştur. Bu kumaşla di­ leme sanatına örnek birer eski eserdir.
kilen erkek elbiseleri, özellikle bayram Osmanlı devri erkek mezar taşları,

173
görülür. Bazı mezar taşlarında ölü as­
kerse kılıç, kâtipse divit resimleri, Oğuz
boylarına ait mezar taşlarında boy dam­
galan, hatta Akkoyunlu, Karakoyunlu
devri mezar taşlarında koyun heykelleri
görülür. Ahlat’taki Selçuklu devri me­
zarlığı, devrin mezar taşı işçiliğini göste­
ren bir açık hava müzesi olarak düzen­
lendiği gibi, Türkiye’deki müzelerin ço­
Ahlat Mezar Taşlan (Ahlat Mezarlığı) ğunda, çevreden derlenen mezar taşları
ile İslâmî mezar taşları bölümü açılmış­
ayrıca başlıkları yönünden incelenmeye
tır. Konya’da ayrıca mezar taşları müze­
değer niteliktedir. Ölünün hayattaki
si vardır.
mevkiine göre giydiği külâh veya kavuk
MIHLAMA, Değerli taşları maden
şekli, mezar taşının başlığına işlenmiştir.
üzerine yerleştirme sanatı. Kaşlı mıhla­
Bu yüzden Osmanlı devri mezarlıkları
mada taş, genellikle yüzük üzerine yer­
bir “serpuş” müzesi gibidir. Üzerindeki
leştirilir. Taşı çeviren maden yukarıya
yazılar da hat sanatı yönünden ayrı bir
doğru kıvrılarak taşı kavrar. Dolgulu
değer taşımaktadır. Anadolu Selçuklula­
rı devrinde de mezar taşları, mezar üze­ mıhlamada, taş, maden üzerine açılan
rine yerleştirilen sanduka (lahit) veya yuvaya yerleştirilir. Tırnaklı ve ajurlu
baş ve ayak ucuna dikilen dikey taş kita­ mıhlamada taş, taşın oturduğu yuvada
beler olarak iki tipte yapılmıştır. Sandu­ maden, tırnak ve kafes şeklinde işlene­
ka mezar taşları kademeli veya yarım si­ rek taş çevresini kuşatır. Tırnaklar taşın
lindir şeklindedir. Kademeli veya yarım üzerine kıvrılarak düşmemesini sağlar.
silindir gövdeye, ölünün kimliği, öldüğü Mıhlama tekniği genellikle yüzükte, bile­
tarih, âyetler ve dualar yazılmıştır. Yazı­ zik ve kolyelerde kullanılır.
lar genellikle sülüs türündedir. Selçuklu MIZRAK, Bir sopaya geçirilen sivri
devri baş ve ayak mezar taşları kemerli­ demir. Bunların elle atılmayıp saplamak
dir. Taş yüzeyleri yazılar ve genellikle için kullanılanlarına 'kargı” denir, jlçağ-
rumî bezemelerle, zencereklerle, hatta lardan beri silâh oıarak kullanılan mız­
kandil resimleriyle doldurulmuştur. Os- rakların ucundaki konik veya köşeli siv­
manlı devri mezar taşları, türbelerde ve ri demire “temren” adı verilir. Saplan
açıkta bulunan sanduka mezar taşları dı­ sert ağaçlardan yapılmıştır.Silâh müze­
şında, baş ve ayak taşları Selçuklu gele­ lerinde ve silâh koleksiyonlarında çeşitli
neğini sürdürmekle birlikte, erkek me­ mızraklar yer alır.
zar taşlarına serpûş ilâve edilmiştir. Ka­ MİĞFER. Savaşlarda başa giyilen
dın mezarlarındaki baş taşında serpûş çelik zırh. Başa uygun bir biçimde yapı­
yerine, çiçekli dolgular kullanılmıştır. lan miğferlerin ağız düzeyinde nefes
Osmanlı devri mezar taşlarında servi ve alıp vermek için kafesli kapaklan burun
hurma motifleri, kıvrım dallar, çiçek bu­ çıkıntıları, göz hizası boşlukları gerekti­
ketleri, gülbezekler, madalyonlar çok ğinde kullanılmak üzere, alın üzerinden

174
yüze indirilen peçeleri, kulakları örten MİHRAP, Cami ve mescitlerde, na-
sallantıları, boyun ve enseyi örten tel ör­ mazgâhlarda imamın cemaat önünde
gü omuzlukları vardır. Genellikle kubbe namaza durduğu, kıbleyi gösteren ve
biçiminde sivri tepelidir. Türk miğferle­ kıble duvarının tam ortasında yer alan
rinde, kullananların rütbesine göre, alın oyukça, süslü bölüm. İslâm’ın ilk devir­
üzerinden tepeye kadar yükselen bir de lerinde kıble, bir tahta veya taşla işaret­
sorguç bulunur. Avrupa müzelerinde lenirken, VIII. yüzyılda ilk mihraplar gö­
çeşitli örnekleri bulunan miğferler ara­ rülmeye başlamıştır. Giderek mihraplar
sında Türk miğferlerinin ayrı ve değişik cami ve mescitlerin en süslü mimarî un­
bir yeri vardır. Konik biçiminde giderek surlarından biri olmuştur. Mihraplar ge­
sivrilen Türk miğferleri kullananların nellikle kıble duvarı oyularak bir niş ha­
rütbesine göre altın, gümüş kakmalar line getirilmiş, niş; taş, ağaç, alçı ve çini
ve değerli taşlarla süslenmiştir. Özellikle
Osmanlı padişahlarına ait miğferler,baş­
lı başına bir sanat eseridir. Bu miğferle­
rin üzeri altın veya gümüş yazılar ve
motiflerle, firuze, yakut, zümrüt gibi de­
ğerli taşlarla süslenmiştir. Altın işlemeli
ve telli kuş tüylü sorguçları ile göz alıcı
bir görüntü verir. İstanbul Topkapı Sa­
rayı Müzesi’nde bu tür padişah miğfer­
leri sergilenmektedir. Topkapı Müzesi
Silâh Dairesi’nde, Askerî Müze’de çok
sayıda Türk miğferi örneği yer alır.

Taşkın Paşa Camii Ahşap İşleme Mihrabı


(Ankara-Etnografya Müzesi)

süslemelerle doldurulmuştur. Anadolu


Selçukluları devri cami ve mescit mima­
risinde mihraplar genellikle çini mozaik
olarak yapılmıştır. Mihrap nişi dikdört­
gen bir çerçeve içine alınmış, çerçeveyi
meydana getiren bordürler mozaik de­
seni ve yazılarla süslenmiştir. Nişin üze­
rindeki kemer, genellikle stalâktit dolgu­
ludur. Nişin sağı ve solu, çoğu zaman
mihrap alınlığı, yazı ve desenlerle süslü-
Miğfer. Osmanlı, XVI. yy. dür. Selçuklu çini mozaik mihraplan,
(İstanbul-Topkapı Sarayı Müzesi) bugün Anadolu’yu süsleyen Selçuklu

175
cami, mescit ve medreselerinde görül­
mekle birlikte, bunlar arasında yerinden
sökülerek müzelere kaldırılanlar da var­
dır. Konya’daki XIII. yüzyıl Beyhekim
Mescidi’nin çini mozaik mihrabı, bugün
Doğu Berlin Pergamon Müzesi İslâmî
Eserler Bölümü’nde sergilenmektedir.
Selçuklu çini mozaik mihrapları işçiliği,
Beylikler devrinde de devam etmiştir.
Bugün İstanbul Çinili Köşk Müzesi’nde
yer alan XIV. yüzyıl Karamanoğulları
devrine ait çini-mozaik mihrap, bu gele­
neğin seçkin bir örneğidir. XIV. yüzyıl­
da Anadolu’da ahşap oyma ve künde-
kârî işçilikte mihraplar da yapılmıştır. Mıklep
Ürgüp’e bağlı Damsa Köyü’nde, 1350
yılma doğru yaptırılan Taşkın Paşa Ca- ün yapmıştır. Milâs seccadelerinde ze­
mii’ne ait ahşap işlemeli mihrap, Anka­ min genellikle şeftali kırmızısı, bordür­
ra Etnografya Müzesi’ne kaldırılmış ve ler, sarı-yeşildir. Beyaz ve erguvanî ile
bu müzede korunmaya alınmıştır. Os- birlikte lâcivert renkler de görülür. Bor­
manlı mihrapları genellikle mermer işçi­ dürler parlak sarı desenlerle dolguludur.
liğinde yaptırılmıştır. XVI. yüzyılda Mi­ Mihrap alınlığı çoğu kez, üst kısmında
mar Sinan’la başlayan ve zirvesine ula­ baklava şeklini alır. En güzel örneklerini
şan Osmanlı klâsik mimarisinde geniş XVII. ve XVIII. yüzyıllarda gördüğümüz
almlıklı ve stalaktitli mermer veya taş Milâs seccadeleri,bugün Sultanahmet
mihraplar, gerçek birer sanat eseri ola­ Halı - Kilim Müzesi ile Ankara
rak günümüze kadar gelmişlerdir. Os-
manlı devrinde İznik ve Kütahya çinileri
ile yapılan klâsik mihraplar da vardır.
MIKLEP, Meşin veya karton cilt üst
kapağının kitap boyunca içe kıvrılabilen
uzantısı. Kitabı okurken bırakıldığı yeri
kolayca bulmak için içe kıvrılır. Mıklep­
ler, ciltler gibi aynı malzemeyle yapılır
ve süslenir.
MİLÂS HALISI VE SECCADE­
LERİ, Ege Bölgesi’nde Muğla İli’ne
bağlı Milâs tarihî ilçesi, XVII. yüzyıldan
itibaren Anadolu’nun tanınan halı mer­
kezlerinden biri olmuş, burada dokunan
seccadeler “Milâs seccadeleri” olarak Milâs Halısı
Etnografya Müzesi’nde, başka müzeler­ taraflı korkuluklu minber merdiveni,
de yer almaktadır. kubbe veya pramit külahlı kürsüye ula­
MİNBER, Camilerde mihrapların şır. Kubbe üzerinde “alem” bulunur.
sağma yerleştirilen, imam veya hatibin Anadolu Selçuklu devri minberlerinin
hutbe okuduğu merdivenli, yüksek kür­ en eskisi ve şaheseri, Konya-Alâadddin
sü. İslâmiyetin ilk yıllarında Hazret-i Camii’nde bulunan 1155 M. tarihli ah­
Muhammed’in bir kaide üzerine çıkarak şap minberdir. Öteki Selçuklu camile­
rinde de buna benzer minberler vardır.
Bazı Selçuklu ahşap minberleri, korun­
mak üzere yerlerinden alınarak müzele­
re kaldırılmıştır. Ankara Etnografya Mü­
zesi’nde yer alan, başta Siirt Ulu Camii
ve Damsa Köyü Taşkınpaşa Camii ah­
şap minberleri olmak üzere diğer min­
berler bunlar arasındadır. Osmanlılarda
ahşap minberlerin yerini daha çok mer­
mer işleme taş minberler almıştır. Bu
minberler Osmanlı devri taş işçiliğinin
en göz alıcı örnekleri arasında sayılır.
Özellikle Bursa, Edirne ve İstanbul’daki
camilerde görülen taş oyma ve kabart­
ma, ajurlu mermer minberler en seçkin
Kahraman Maraş Ulu Camii ahşap minberi olanlarıdır. Mimar Sinan’la başlayan,
onunla zirveye ulaşan Osmanlı Klâsik
Müslümanlara hitap etmesi ile ilk min­ Devir Mimarisi’nde camilerdeki tac ka­
ber doğmuş, İslâmiyet yayılıp büyük ca­ pı, mihrap, minber, mahfel, kürsüler taş
miler yapıldıkça minberler giderek geliş­ işleme sanatında hünerlerini göstermek
miştir. Bugün en güzel örnekleri Ana­ isteyen ustaların eserleri olarak anıtlaş­
dolu Selçukluları devrinde yapılan ve mışlardır. Osmanlılarm son devirlerinde
hâlâ ulu camilerde bulunan, kündekâri mermer minberler eski üslûbunu sür­
işçilikteki ahşap minberlerdir. Abanoz, dürmekle birlikte, daha sade, hatta yal­
ceviz, gürgen gibi sert ağaçlardan, çivi- dız boyalarla süslü Barok, Ampir heves­
siz birbirine geçme parçalarla yapılan lere kaymış, düz ve basit ahşapları ya­
bu minberler, aynı zamanda Selçuklu pılmıştır.
ahşap sanatının günümüze kadar gelen MİNE, Cam hamuru ve çeşitli ma­
en seçkin örnekleridir. Arabesk düzen den oksitleri ile maden üzerine renkli,
içerisinde 5-6-8 köşeli, poligon ve yıldız yarı saydam cam kaplama, emaye de
ahşap parçaların üzeri oyma rumîlerle denir. Mineyi meydana getiren madde
süslenmiş, ayrıca minber alınlığına kor­ ve oksitler toz haline getirildikten sonra,
kuluk, bordürlerine ve dikdörtgen pano­ süslenecek olan ve daha önce desenle­
lara, âyetler, kitabeler yazılmıştır. İki re göre, oyulan, çizilen, çukurlaşan

177
yuvalara yerleştirilir. Toz halindeki mine arkeolojik kazılarda milâttan önce yazı­
ya fırında pişirilir, yahut mineci lâmbası lan minyatürlü elyazması kitap kalıntıla­
denilen ve kızgın alev püskürten kaynak rı bulunmuştur. Sasanilerin III. yüzyıl
makineleri ile maden üzerinde eritilir. başlarında yaşadığı anlaşılan Mani adlı
Eriyen mine, madenin oyuğunu doldu­ minyatür ressamının kurduğu minyatür
rur ve kaynar. Soğuduktan sonra üze­ ekolü, yüzyıllarca Asya sanatını etkile­
rinde cama benzer, desene uygun düz miş, İslâm öncesi Türk minyatürü, Ma­
veya kabartma, renkli bir yüzey meyda­ ni minyatürleri üslûbunda varlığını sür­
na getirir. Mine işçiliği Avrupa sanatın­ dürmüştür. İslâm dini ve kültürünün
da uygulandığı gibi Türk sanatı maden Türkler arasında yayılmasından sonra,
işçiliğinde de çok eskiden beri bilinmek­ İslâmiyetin canlı resmini, daha doğrusu
tedir. Selçuklu ve Osmanlı sanatında ilâh (put) resmini yasaklamasına rağ­
mine ile süslenmiş tabaklar, fincanlar, men, Müslüman Türk sanatçıları, min­
madalyonlar, kandiller, kâseler, kutular yatür yapmaktan kendilerini alamamış,
vardır. özellikle yazdıkları veya Batı’dan tercü­
me ettikleri tıp, coğrafya, astronomi,
geometri, biyoloji, zooloji gibi İlmî eser­
lere, olayları tarif amacıyla minyatürler
yapmış, bazı halk hikâyelerine minya­
türler çizmişlerdir. Uygur Türklerinde
minyatür sanatı gelişerek yayılmış, Türk
minyatürcülüğü Büyük Selçuklular yolu
ile Anadolu Selçuklularına girmiştir. Bü­
yük Selçuklular ve ondan sonraki devir­
Mineli Kâse. Osmanlı, XVIII. yy. lerde Bağdat ve Herat, minyatür sanatı­
(Konya Koyunoğlu Müzesi)
nın iki önemli merkezi olmuştur. Ana­
dolu Selçukluları devrinde “Nakkaşan-ı
MİNYATÜR (TÜRK), Kâğıt, par Rûm” olarak tanınan minyatür ustaları
şömen, tahta üzerine renkli boyalarla arasında Aynüddevle, Bedreddin Yavaş,
küçük boyutlu resim yapma sanatı. Min­ Bedreddin Tebrizî adları bilinmekle bir­
yatür, genel olarak yazma kitaplara ya­ likte, bunların eserleri ne yazık ki günü­
pılan canlı resimler anlamında tanın­ müze ulaşamamıştır. Bu devirde bazı
mıştır. İlkçağların Eski Mısır, Yunan ve halk hikâyelerine minyatür sahneler ya­
Roma sanatında minyatürün varlığı bili­ pılmıştır. Bunlardan biri,bugün Topkapı
nir. Ortaçağ Avrupa sanatında minya- Sarayı Hazine Kütüphanesi’nde bulu­
türlenen kitapların sayısı çoktur. Do- nan “Varka ve Gülşah” mesnevisidir.
ğu’da Çin, Hint, Türk, İran ve Arap ül­ Şair Ayyukî’nin Gazneli Sultan Mah-
kelerinde minyatür sanatı, İlkçağlardan mud adına yazdığı bu hikâye, XIII. yüz­
beri bilinmektedir. Orta Asya’da, özel­ yılda yeniden yazılarak içerisine 71 adet
likle Turfan, Kuça, Kızıl gibi Türk şehir­ minyatür yapılmıştır. Timuroğulları dev­
leri ören yerlerinde son yıllarda yapılan rinde, XV. yüzyılda Heratlı Behzad’m

178
elinde yeni bir üslûpla gelişen minyatür yazılan “Hünername” adlı 2 ciltlik eser,
sanatı, Osmanlı minyatür sanatını da et­ Nakkaş Osman tarafından minyatürler­
kilemiştir. Fatih Sultan Mehmed’den le süslenmiştir. (Bak: Hünername). Sul­
başlayarak sarayda bir “Nakkaşhane” tan Murad III’ün oğlu Mehmed IH’ün
kurulmuştur. Fatih’in Nakkaşbaşısı Si­ sünnet düğünü eğlencelerini konu edi­
nan Bey, sanatını ilerletmek için İtal­ nen “Sûrnâme” adlı eserin minyatürleri­
ya’ya gönderilmiş, dönüşünde Batı etki­ ni de Nakkaş Osman yapmıştır. XVI.
sini de taşıyan minyatürler çizmiştir. Gül yüzyılın sonlarına doğru Seyid Lok-
man’ın yazdığı Murad III Şehnamesi’nin
ikinci cildi Nakkaş Mirza Ali tarafından
resimlendirilmiştir. XVII. yüzyılda Türk
minyatürü bir önceki yüzyılın devamı ol­
makla birlikte, daha ileri değildir. Bu de­
virde Nakkaş Haşan Paşa Eğri Fetihnâ-
mesi’ni minyatürlemiş, Nakkaş Kalen­
der, Nakşî Ahmed gibi minyatür ustala­
rı yetişmiştir. XVIII. yüzyılda Sultan Ah­
med IH’ün Nakkaşbaşısı Levnî (buna
bak), Lâle Devri eğlencelerini, Veh­
bî’nin Sûrnâme adlı eserinde, minyatür­
lerle yaşatmıştır. XIX. yüzyılda artık klâ­
sik minyatür sanatı Batı etkisinde port­
Nizami’nin minyatürlerle süslü Iskendername
adlı eseri. (Edvin Binney Koleksiyonu) re ressamlığına doğru yönelmiş, giderek
eski önemini ve ustalığını yitirmiştir.
Koklayan Fatih minyatürü onundur. MISTAR, Yazı sanatında satırları,
Bugün Topkapı Sarayı’nda bulunan Fa­ satır içerisindeki harfler topluluğunun
tih Albümü’ndeki “siyah kalem” minya­ dizilişini belirleyen basit bir alet. Yazma
türleri, onun zamanında Mehmed adlı eserlerde sayfanın satır düzeni kamış
bir nakkaş tarafından yapılmıştır. Os- kalemin nokta boyuna göre hesaplan­
manlı minyatür sanatı, XVI. yüzyıl baş­ dıktan sonra, bir mukavva üzerine çiz­
larında Yavuz Sultan Selim’in İran Sefe­ giyle adeta kalıbı çıkarılır. Satır başı ve
rinden sonra Tebriz’den getirttiği nak­ sonu iğne ile delinir. Bu delikler arasına
kaşlarla yeni bir döneme girmiş, Kanu­ ince bir iplik gerilir. Sonra bu mukavva
nî devrinde, sarayda Türk ve İran nak­ kalıba aharlı kağıt yerleştirilir. İpliklerin
kaşları adı altında iki sanat grubu mey­ izi kâğıda çıkar. Hattat, bu çizgi üzerine
dana gelmiştir. Bu devirde Türk nakka­ yazar.
şı Nigârî, Türk minyatürüne yeni boyut­ MOBİLYA, Oturulan yerlerin do­
lar ve derinlik getirmiş, Topkapı Sarayı natılmasında kullanılan eşyalar. İlkçağ­
Müzesi’nde bulunan minyatürlerinde larda, Eski Mısır, Mezopotamya devlet­
özellikle portre ressamı olarak dikkati leri, Yunan ve Roma’da masalar, san­
çekmiştir. (Bak: Nigârî). Yine bu devirde dalyeler, yataklar ve daha pek çok

179
möble kullanıldığını, bunların süslendiği­ bulunan ünlü tablosu. Ressam bu
ni görüyoruz. Ortaçağ ülkelerinde ev, tabloyu, 1503-1506 yıllarında yapmış
köşk, saray gibi binalar daha gelişmiş ve Fransa’ya götürmüştür. Tablo, Fran­
mobilyalarla döşenmiştir. Rönesans’ta sa Kralı François I tarafından satın alın­
masalar, iskemleler, dolaplar, yatak ta­ mıştır.
kımları, konsol ve aynalar bir sanat ha­ M OSER CAMLARI, Dünya cam
linde gelişti.Çağlar boyunca mimarî üs­ sanatının önemli merkezlerinden biri
lûplara göre mobilyalar da biçim aldı. olan Bohemya bölgesindeki Karlsbad
Süslemeler Klasik, Ampir, Barok, Ro­ şehrinde, cam ustası Ludwig Moser’in,
koko üslûplara göre değişti. Fransa’da
16. yüzyıldan 18. yüzyıl sonuna kadar
yaklaşık iki yüz yıllık dönemde Louis
XIII’ten Louis XVI’ya kadar her krala
göre değişen sanat üslûplarına göre
mobilya stilleri de değişti ve bütün Avru­
pa’yı etkiledi. Türk sanatında mobilya
işlemeli ve sedef, fildişi kakmalarla süs­
lü dolaplar, kürsüler, sehpalar, sedirler,
kapılar, pencereler, iskemleler olarak
görülür. 19. yüzyıldan itibaren Osmanlı
saray ve konaklarında Avrupa stili mo­
bilyalar kullanılmaya başlandı.
MONNA LİSA (JOKOND), İtal­
yan ressam ve heykeltıraş Leonardo da
Vinci’nin Paris Louvre Müzesi’nde

1920 tarihli kayık biçimli bir


Moser cam kadehi

1855 yılından sonra kendine özgü tek­


niğiyle ürettiği ünlü cam eşya. Gravür
süslemeli ya da kesme tekniğiyle Moser
camları Avrupa sarayları ve konakları­
nın aranan antikaları arasına girmiştir.
Moser’in Karlsbad’da 1893 yılında kur­
duğu cam fabrikası, 1938 yılma kadar
faaliyet göstermiştir. Fabrika 2. Dünya
Savaşı yıllarında tahrip olmuş, savaştan
sonra Çekler Moser geleneğini sürdür­
meye çalışmışlardır. Moser’in gravürlü
Morina Lisa (Paris Louvre Müzesi) ve kesme cam eşyaları genellikle

180
“Moser” damgasını taşıdığı gibi bazıları­
na da “Moser, Karlsbad-Czechoslava-
kia” damgası vurulmuştur. Türkiye’de
antika pazarlarında zaman zaman Mo­
ser camlarına rastlanmaktadır.
MOZAİK, Çeşitli renklerde küçük
taşların (çakılların), pişmiş topraktan yu­
varlak veya kare parçaların, süslemeye
göre kesilmiş çinilerin, üzeri sırlı, yaldız­
lı, özel hazırlanmış küp şeklinde taş ve­
ya seramiğin, camların yan yana getiri­
lerek, tabanında alçı veya özel harçla
tutturulan, duvara, döşemeye yerleştiri­
len desenli, resimli pano. Mimarideki
Roma Mozaiki (Antakya Müzesi)
bu tür süsleme, İlkçağlardan itibaren gö­
rülmeye başlamıştır. Mezopotamya’da, üzerindeki Narlıkuyu Mozaik Müzesi,
M.Ö. 4000 sonunda, başları renkli, kil bulundukları yerdeki mozaik döşemeleri
çivilerin duvarlara gömülmesi ile siyah, olduğu gibi koruyan müzelerdir. Narlı-
beyaz ve kırmızı desenli mozaikler yap­ kuyu’daki Roma Hamaminın taban dö­
tıkları bilinir. Anadolu’daki Ege ve Yu­ şemesi olan Üç Çıplak Güzel (Hera,
nan sanatında M.Ö. IV. yüzyıldan itiba­ Athena ve Afrodit) mozaiki ünlüdür.
ren renkli taşlar ve seramiklerle mozaik­ MUCUR SECCADE, Kırşehir’in
ler yapılmış, bu işçilik Roma devrinde Mucur îlçesi’ndeki tezgâhlarda dokunan
yaygın hale gelmiştir. Türkiye müzele­ çift ve tek mihraplı yün seccade. Geniş
rinde görülen mozaikler Roma ve Bi­ çiçek bordürlü ve genellikle düz kırmızı,
zans dönemlerinden kalmadır. Hatay mavi mihrap dolguludur. XVII. ve XVIII.
bölgesindeki arkeolojik kazılarda bulu­ yüzyıl örnekleri halı müzeleri ve koleksi­
nan Roma devri mozaikleri ile Antakya yonlarında görülür.
Müzesi’nde, dünyanın sayılı mozaik mü­ MUHAKKAK, Yazı sanatı türü.
zelerinden biri kurulmuştur. Ayrıca, İs­ Muhakkak yazı, ilkin XI. yüzyılda Bağ­
tanbul’da Sultanahmet Camii’nin doğu­ datlı Hattat İbn-i Bevvap tarafından icat
sunda kurulan Arasta Mozaik Müzesi’n- edilmiş ve yazılmıştır. Dik ve yuvarlak
de M.S. IV. ve V. yüzyıllara ait Bizans harflerle yazılan muhakkak yazı ile Ku-
mozaikleri sergilenmektedir. İstan­ ran’lar, levhalar yazılmış, daha sonra
bul’daki Kariye, Ayasofya müzeleri, Türk hattatları elinde gelişerek, yeni ya­
kendi devirlerinin en seçkin Bizans mo­ zı türleri meydana getirilmiştir.
zaikleri ile süslüdür. Bunun dışında Tür­ MUM MAKASI, Mumların uzayan
kiye müzelerinde, bölge kazılarından fitillerini kesmeye yarayan pirinç veya
meydana çıkarılan mozaik eserler yer demir, hatta gümüşten makas. Öteki
almaktadır. Adana yakınlarındaki Misis makaslardan farkı, kesilen yağlı fitilin
Mozaik Müzesi ile Silifke-Anamur yolu yere düşmemesi, makas üzerinde

181
kalması için kesimin birleştiği yerde ay­ yatık bir üçgen biçimindeki göz olarak
nı maddeden çanağı bulunmasıdır. Çok sembolize edilmiştir. Muska mahfazala­
süslü yapılanları vardır. rı altın ve gümüşten de yapılmıştır. Üze­
MUMYA, Ölülerin, toprağa veril­ ri değerli taşlar ve boncuklarla süslü
meden ve çürümeden kalmaları için bir­ olanları vardır. Bebek ve çocukların
takım ilaçlarla korunması. Bu işlem, da­ üzerinde muska bulundurma geleneği
ha çok, çok Tanrılı dinlerde yapılmıştır. Anadolu’da bugün de yaşamaktadır.
İlk örneklerine Eski Mısır uygarlığında MUSLUK, Çeşme, şadırvan ve kur­
rastlanır. Mısırlılar, ölülerinin öteki dün­ nalarda borudan gelen suyu, istenildiği
yada dirileceklerine, ruhlarının tekrar zaman kesmeye ve açmaya yarayan
bedenlerine döneceklerine inandıkları madenî tıkaç. Musluklar türlü biçimler­
için bedenlerini her türlü etkenden ko­ de, kullanıldığı çeşme ve şadırvanın du­
rumayı düşünmüşler, “mumya” adı veri­ rumuna göre süslü olarak yapılmıştır.
len ilaçlar ve ilaçlı bezlerle ölüyü sarıp Gümüşten, tunçtan, pirinçten burmalı,
sarmalayıp, taş veya ahşap lâhitlere ejder ve aslan başlı olanları vardır. Mus­
yerleştirmişlerdir. Bu teknik Eski Mı­ lukların, çeşmeye ve şadırvana oturduk­
sır’da yaygındır. Mumya geleneği Islâm- ları madalyonlu yüzeye “musluk aynası”
dan önce eski Türklerde de vardır. Is- denir. Musluk aynaları kabartma ve oy­
lâmdan sonra da bazı yerlerde devam ma taş veya madendendir. Süslü mus­
etmiştir. lukların yer aldığı koleksiyonlar görüldü­
MURAKKA, Hattatların, ayrı ayrı ğü gibi, kimi müzelerde örnekleri de
kâğıtlara yazarak körük gibi bir ciltte sergilenmektedir.
topladıkları yazı albümü. Meşk Mecmu­ MUŞAMBA FENER, Elde taşınan,
ası da denir. Murakka albümleri çeşitli muşambadan yapılmış, silindir biçimin­
yazı türlerini içine alır. Çoğu tanınmış de körüklü fener. Bez kurutucu bir yağ­
hattatların eseridir. la kaplanır, su ve hava geçirmez, şeffaf
MUSKA, Kötü gözlerden (nazar bir duruma getirilir, böylece hazırlanan
değmeden) ve hastalıklardan koruyucu muşamba, yuvarlak kesilen iki madenî
olduğuna inanılan, üstte taşınır dua. taban ve tavana geçirilerek körüklü fe­
Muska duaları, ince, uzun bir kâğıda ya­ ner yapılır. Tabanda mumluk vardır.
zıldıktan sonra, bu kâğıt üçgen biçimin­ Tavanın ortası deliktir. Kulpu buraya
de bükülür. Balmumuna batırılmış tül­ iliştirilir. Muşamba fenerlerin gövdesi ve
bent bez muşambalara yine üçgen biçi­ tablaları süslü yapılır. Müzelerde ve an­
minde sarılır. Dışına meşin veya kalın tikacılarda çeşitli örnekleri vardır.
kumaştan bir mahfaza dikilir. Bir kay­ MÜCEVHER KUTUSU, Elmas,
tanla boyna asıldığı gibi, omza, takkeye, inci, zümrüt, yakut, zebercet, firuze, lâl,
ceket, ve cepken içine de iliştirilir. Çok akik gibi değerli taşların ve bunlardan
eski bir inanış olan muskaların biçimi, yapılan yüzük, küpe, gerdanlık, bilezik
yine bir nazarlık olan üçgen biçimindeki gibi takıların tümüne mücevher, mücev­
göz tılsımından doğmuştur. İslâm önce­ herlerin saklandığı süslü mahfazalara
sinde nazarlıklar, ortasında nokta olan mücevher kutusu veya çekmecesi denir.

182
Mücevher kutusu ve çekmeceleri altın, veya “mühre tahtası” denilen bir altlık
gümüş ve başka madenlerden, ağaçtan, kullanılır. Mührenin kâğıt, üzerinde kay­
mukavvadan yapılır. Genellikle iç ve dış ganlığını sağlamak için önceleri kâğıt ve
yüzeyleri kadife kaplamadır. İçi kadife mühre, insanın kafasına veya yağlı cildi­
kaplama,dışı maden ve ağaç işçiliğinde ne sürülürdü. Daha sonra kafaya veya
süslemeli olanları vardır. Bazı mücevher yağlı deriye sürülmüş bez parçası kâğıt
çekmecelerinin dış yüzeyleri altın-gü- üzerinde gezdirilerek kayganlık sağlan­
müş üzeri değerli taşlarla süslüdür. Top- dı. XIX. yüzyıldan itibaren ise kuru sa­
kapı Sarayı Hazine Dairesi’nde mücev­ buna sürülmüş çuha parçalan kâğıt üze­
her örnekleriyle birlikte, değerli taş ve rinde dolaştırılarak kayganlık sağlanır
madenlerle bezeli çeşitli mücevher çek­ olmuştur. Mührelenerek düz ve parlak
meceleri sergilendiği gibi, Avrupa mü­ hale gelen kâğıtlar üst üste dizilir ve üze­
zelerinin biju salonlarında gösterişli mü­ rine ağırlık konularak bir yıl bekletildik­
cevher kutuları ve çekmeceleri yer alır. ten sonra kullanılır.
MÜCEVVEZE, Silindir biçiminde, Altın Mühreleri (Zer Mühre),
ağzı tepesine göre daha dar, başa giyi­ Altın ile yazılmış yazıları ve altın ile ya­
len bir kavuk. Tepesi kırmızı. Tülbent pılmış süsleme ve bezemeleri parlatmak
beyaz destan (sarığı) vardır. Osmanlı ve düzeltmek için kullanılan mühreler-
devri başlıklarındandır. dir.Baş kısmı (kâğıt ile temas eden kı­
MÜHRE, Aharlı kâğıda yazı yazar­ sım) genellikle akikten, Süleymaniye ta­
ken, kâğıdı parlatmak için kullanılan yu­ şından, yeşimden veya Yemen taşından
murta biçiminde cam ya da cilâlı deniz yapılır. 10-15 cm. uzunluğunda olan
kabuğu. sap kısmı ise boynuz, fildişi, maden ve­
Çakm ak Mühre, Üst tarafında el ya ağaçlardan yapılır. Baş ve sap gümüş
ile tutulabilecek şekilde kolu olan, kâğıt ve benzerleri gibi madenlerle birleştirilir.
yüzeyine gelen kısmı daha geniş ve or­ MÜHÜR, Genellikle, üzerinde sahi­
tasına yüzeyi düz çakmaktaşı yerleştiril­ binin adı yazılı, madenden yapılma, im­
miş, ağaçtan yapılmış bir mühre türü­ za yerine kullanılan ve mürekkebe batı-
dür. rılarak kâğıt üzerine basılan damga. İlk­
Cam Mühre, Avuç içine girecek çağlarda pişmiş topraktan kap kacak ve
büyüklükte ve yumurta formunda, billur tablet çamuru üzerine basılan ve sahibi­
camdan içi boş veya dolu olarak yapılan ni, onun kendine özgü işaretini göste­
mühredir. Kâğıda gelen yüzeyi kâğıdın ren damga veya silindir mühürler yapıl­
daha iyi parlaması için matlaştırılmıştır. mıştır. Tahtadan, taştan, seramikten,
Deniz Kabuğu, Cam veya çakmak madenden yapılan bu tür mühürlere
mührenin bulunmadığı durumlarda da­ Türkiye müzelerinde çokça rastlanır.
ha küçük yüzeyleri mührelemek için Mühürcülük sanatı, Türklerde, özellikle
kullanılan büyük deniz böceklerinin sert Osmanlı devrinde çok gelişmiş, padi­
kabuğudur. şahlar, devlet adamları, tanınmış kişiler
Kâğıdın düzgün mührelenmesi için altın, gümüş, bronz gibi madenlerden,
ıhlamur ağacından yapılan ve “pesterk” akik, necef, kantaşı gibi taşlardan

183
mühürler kazdırmışlardır. Mühürcülük alınır. İsin sertliği ve yağının giderilebil­
başlı başına bir sanat dalı olarak geliş­ mesi için, kâğıda sarılan is, ekmek ha­
miş, parmakta taşman yüzük kaşı, cep­ murunun içine konularak fırında pişiri­
te kese içinde bulundurulan oval, yuvar­ lir. Böylece kâğıt yağı emer ve is mü­
lak ve köşeli damga mühürler yapılmış­ rekkep yapımında kullanılacak hale ge­
tır. Mühürler üzerine sahibinin adı, un­ lir. Bezir mürekkebinin ikinci temel mal­
vanı, hatta seçkin sözler, tarih yazılmış­ zemesi Arabi denilen Arap zamkıdır.
tır. Yazıları ve süslemeleriyle de mühür­ Soğuk suda eritilen Arap zamkı daha
ler birer sanat eseridir. Topkapı Sarayı sonra süzülerek bal kıvamına getirilir.
Müzesi’ndeki mühür koleksiyonu Os- Bezir isi ile karıştırılır, içerisine mazı,
manlı devri mühür sanatının seçkin ör­ nar kabuğu ve bakır sülfat konur ve şer­
neği olmakla birlikte, tarihî belge olarak bet kıvamında kaynatılır. Katılaşan eri­
da önem taşır. Türkiye’nin çoğu müze­ yik kuruduktan sonra havanda dövülür.
sinde, özel koleksiyonlarda çeşitli mü­ Toz mürekkep elde edilir. Kullanılacağı
hürler yer alır. zaman su ile karıştırılır.
MÜHR-Ü SÜLEYMAN, Altı köşeli MÜTTEKA, Baş tarafı kavisli, kısa
yıldız motifi. Türk sanatında, kötülükleri koltuk değneği, dayanak. Yaşlıların
uzaklaştıran, uğur getirdiğine inanılan minderde otururken koltuk altlarına
bir motif olarak çok kullanılmıştır. Üç­
gen motifi gözü sembolize ettiği, bunun
da nazarlık olduğu inancı, iki gözün ya­
ni üçgenin üst üste gelerek Mühr-ü Sü­
leyman’ı meydana getirdiği söylenir. Bir
söylentiye göre altı köşeli yıldız Süley­
man Peygamber’in tılsımlı mührüdür.
Yüzük olarak parmağında taşımış, bu
mührü üzerinde bulundurduğu sürece,
her canlıya hükmedebilmiştir. Mühr-ü
Süleyman, özellikle Anadolu bakır süs­
lemeciliğinde çok kullanılmaktadır.
MÜREKKEP, Kamış kalemlerle ya­
zılan kitaplar, levhalar, fermanlar, be­
ratlar gibi kâğıda yazılan metinlerde kul­
lanılan “lâl, surh, siyah, zırnık, altın”
boyalar. Mürekkebin asıl maddesi bezir-
yağmdan elde edilen “is”tir. İsin elde
edilmesi için, beziryağı toprak bir kaba
konur, bu kap içi sacla kaplı ikinci bir
tekneye yerleştirilir. Fitille yakılan bezi­
rin isi, içi su dolu teknenin altında top­
lanır. Bu is, kuş tüyü ile kâğıt üzerine Mütteka (Konya-Mevlâna Müzesi)

184
dayadıkları müttekalar abanoz, pele­ MÜZELER (TÜRKİYE), Geçmiş
senk, ödağacı gibi sert ağaçlardan yapıl­ dönemlerin belge niteliğindeki taşınır
mış ve gövdeleri sedef, fildişi kakmalar, kültür ve sanat eserlerini araştıran, der­
altm-gümüş bileziklerle süslenmiştir. leyen, koruyan, bu eserlerden koleksi­
Tunç ve demirden yapılan müttekalar yonlar meydana getirerek depolayan
da vardır. veya sergileyen resmî veya özel bilim ve
MÜZAYEDE, Arttırma anlamında­ sanat kuruluşlarına müze adı verilmiştir.
dır. Antika eşya ve taşınır eski eserlerin Avrupa’da XVI. yüzyıldan başlayarak
belli bir günde, toplu halde müşterileri­
modern anlamda müzeler kurulmuş,
ne pazarlanması. Müzayedeyi düzenle­
XIX. yüzyıl içinde Doğu kültür eserleri­
yen satıcı firma veya kuruluş, sahibi ol­
ne büyük bir ilgi başlamış, Mezopotam­
duğu ya da satılmak üzere getirilen eş­
ya, Eski Mısır, Suriye, Lübnan, Anado­
yaları, önce ekspertize ederek tahmini
lu Uygarlıklarına ait taşınır bütün eski
değerlerini tayin eder. Hatta müzayede­
ye çıkarılacak eşyaları, müşterilerine eserler, Avrupa müzelerini doldurmuş­
sergiler. Gerekirse kataloğunu yayınlar. tur. Türkiye’de ise ilk müze, XIX. yüzyı­
Müzayede yerini, gününü, saatini belir­ lın ortalarına doğru kurulmuştur. O za­
leyerek ilan eder. Müzayede günü, eş­ mana kadar Osmanlı sanatının eski eser
yalar müzeyedeye katılanlara gösterile­ niteliğinde, fakat daha çok maddî değer
rek, tahmini fiyatından açık arttırmaya taşıyan eşyaları Enderun Hazinesi’nde
açılır. En çok kim arttırırsa eşya o kişiye korunmuştur. Tophane-i Amire Müşiri
satılmış olur. Ahmed Fethi Paşa, 1846 yılında, eski

Ankara-Anadolu Medeniyetleri Müzesi

185
silâhlan toplayarak İstanbul’da Aya İrini Evkaf-ı İslâmiye Müzesi adıyla Türk ve
(Sainte İrene) Kilisesi’nde Mecmua-i Es- İslâm Eserleri Müzesi kurulmuş, ayrıca
liha-i Atika ve Mecmua-i Âsar-ı Atika Anadolu’nun büyük şehirlerinde Müze-i
adıyla ilk müzeyi kurmuştur. Arkeolojik Hümâyûn Şubeleri açılmıştır. Cumhuri-
eserlerin derlenmesiyle müze kurulması yet’in ilanından sonra, Türk müzecili­
girişimi daha sonradır. Ali Paşa’nm sad­ ğinde heyecanlı bir dönem başlamıştır.
razamlığı yıllarında Galatasaray Lisesi 1942 yılında Topkapı Sarayı’nın mev­
öğretmenlerinden Mr. Goold Müze-i cut eşyası ile birlikte ziyarete açılması
Hümâyûn Müdürlüğü’ne getirilerek, kararlaştırılmış, 1934 yılında Ayasofya
Osmanlı sınırları içerisindeki taşınabilir, Camii müze haline getirilmiştir. Anka­
önemli eski eserleri İstanbul’da toplat­ ra’da Etnografya Müzesi 1928 yılında
maya başlamıştır. 1876 yılında Müze açılırken, aynı yıl Konya Mevlâna Der­
Müdürlüğü’ne M.Dethier atanmış, Çini­ gâhı müzeye dönüştürülmüş, Bursa,
li Köşk Arkeoloji Müzesi, Aya irini de Adana, Manisa, İzmir, Kayseri, Afyon,
Askerî Müze olmuştur. 1881 yılında Antalya, Bergama, Edirne ve daha baş­
M.Dethier’in ölümüyle yerine ilk Türk ka şehirlerde yeni müzeler kurulmuştur.
müzecisi, ressam Osman Hamdi Bey, Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde yapılan
müze müdürü olarak atanmış, Türk mü­ arkeolojik kazılar, müzeleri eser yönün­
zeciliği onunla yeni bir döneme girmiş­ den beslerken, etnografik eserlerin de
tir. Osman Hamdi Bey, bir taraftan Adı­ derlenmesi ve müzelerde toplanması,
yaman yakınlarındaki Nemrut Dağı’nda müzelere ayrı bir değer kazandırmıştır.
ve Sayda’da arkeolojik kazılar yapar­ Bugün Türkiye’de arkeoloji, tarih, sanat
ken, diğer taraftan İstanbul’da Arkeolo­ tarihi ve etnografya, Türk Kurtuluş Sa­
ji Müzesi’nin temelini atmış, 1891 yılın­ vaşı ve Atatürk müzeleri, müze evler ve
da bu müzeyi ziyarete açmıştır. Mezo­ anıt müzeler olmak üzere 137 müze zi­
potamya, Suriye, Filistin ve Anadolu yarete açık durumdadır. Bütün bu mü­
kaynaklı arkeolojik eserlerin depolandı­ zelerde iki milyona yakın eski eser en­
ğı ve sergilendiği bu müze giderek ek bi­ vanter edilmiştir. Son yıllarda kişiler ve
nalarla büyümüştür. Osman Hamdi belediyeler tarafından da özel eski eser
Bey, 1910 yılında ölünce yerine karde­ müzeleri açılmış, eski eser koleksiyon­
şi Halil Ethem (Eldem) atanmıştır. 1914 culuğuna devletin denetiminde yeni bir
yılında Süleymaniye İmarethanesi’nde yön verilmiştir.
N
NADİRŞAH TAHTI, İstanbul Top- adlandırılmış, daha sonra, bulunan bel­
kapı Sarıyinda, Şah İsmail Tahtı olarak gelerin verdiği bilgilere göre tahtın, Na­
da bilinen Keykâvus Tahtı. Nadirşah dirşah tarafından hediye edildiği anlaşıl­
Tahtı, 1747 yılında İran Hükümdarı mıştır. Bugün Topkapı Sarayı Hazine
Nadirşah tarafından Osmanlı Sultanı Dairesi’nde sergilenen Nadirşah Tahtı,
Mahmud I’e hediye olarak gönderilmiş­ dünya müzelerinde yer alan hükümdar
tir. Taht, aslında Hint hükümdarlarına tahtlarının en değerli ve sanatlı olanıdır.
ait Keykâvus Tahtı adıyla tanınmış olup, NAGRA, Uygur Türkleri arasında
Nadirşah tarafından Hint Seferi’nde el­ “neara” adı verilen bu çalgı, memleketi­
de edilmiştir. Dört ayaklı, yüksek bir mizde tasavvuf ve mehter musikisinde
masa biçimindeki tahtın tüm yüzeyi al­ kullanılan “kudüm”e benzer.
tınla kaplanmış, üzerine kırmızı, yeşil Uygur Türkleri arasında kullanılan
neara ile yurdumuzda kullahılan nağra
arasında birtakım farklılıklar bulunmak­
tadır. Anadolu’da kullanılan nağra bir
çeşit davul tipinde olup, ondan\ızunlu-
ğu ile ayrılır. Koltuk arasına konacak el
ile, iki ayak arasına konularak çubukla
da çalınır. Anadolu’daki bu çalgı, tespit­
lerimize göre Kars, Ağrı ve Artvin yöre­
lerinde kullanılmaktadır.
Uygur Türkleri arasında kullanılan
nağra ise, yan yana getirilmiş iki küp
Nadirşah Tahtı şeklindeki ağaç darbukadan meydana
(Istarıbul-Topkapı Sarayı Müzesi) gelmektedir. Bunların biri, diğerinden
biraz daha küçüktür. Üzeri deri ile kaplı
mine sıvanarak, yakut, zümrüt ve inci­ olup deriler kasnakla tutturulmuştur.
lerle süslenmiştir. Tahtın ön yüzeyinde Büyük olan nağranın derisi daha kalın­
ayakların konacağı değerli taşlarla süs­ dır. Böylece daha gür ve pes sesler elde
lü, alçak bir iskemlesi, üzerinde de sır­ edilmektedir. Soğuk havalarda özelliğini
ma ve inci işleme minderi vardır. Hint kaybeden deriler sık sık ısıtılmak duru­
sanatının bir şaheseri olan taht, Topka- mundadır. Çalmada ise kalemden biraz
pı Sarayı Müzesi’nin ziyarete açıldığı yıl­ daha kalın iki çubuk kullanılmaktadır.
larda, Şah İsmail Tahtı olarak Çubukların uçları bez bağlıdır.

187
Vurmalı çalgılar grubu içinde yer
alan nağranın Uygur Türkleri arasında
farklı şekillerde adlandırıldığı da olmak­ >* }
tadır. Nağraya Hoten ve Yarkent’te g fjik , (>
' ® *
“nağır yağaç”, Kaşgar’da ise “nağrıçak” A
da denilmektedir. i* f
NAKKARE, Mehter müziği aletleri !â! '
4
arasında yer alan ve değnekle vurulurak
çalınan, kudüme benzer küçük davul.
Genellikle birbirine bağlı olarak çift kul­ Sedefli Nalın
lanılır.
NAKIŞ, Bir kumaş üzerine renkli çeşitli nalınlar yapılmıştır. İstanbul’da
iplikler, sim ve sırma kullanılarak el ve­ nalıncı esnafının bulunduğu bir çarşı ku­
ya makine ile yapılan işleme. Özellikle rulmuş, nalın süslemeciliği bir sanat da­
kadife, canfes, atlas, tafta gibi kumaşlar lı olarak gelişmiştir. Nalınların sade işçi­
üzerine mukavva kalıp kullanılarak işle­ likte olanlarına “takunya” denmiştir.
nen nakışlara “dival nakış” denir. Bina­ NARGÎLE, Tömbeki tütünün du­
manı sudan geçirilerek marpuç denen
ların duvar, tavan gibi yerlerine yağlı ve­
bir hortumla içilmesini (çekilmesini) sağ­
ya suluboyalarla yapılan süslemeye de
layan araç. Tütün içmenin özellikle As­
“nakış” adı verilir. Bu süslemeyi yapan­
ya’da, sonra Türkiye’de yaygınlaşma­
lara “nakkaş” adı verilmiştir. Altın su-
sından sonra nargileler yapılmış, nargi­
yuyla yapılan süslemelere “nakş-ı zer-
le tiryakilerinin sayısı giderek artmıştır.
kâr” denir.
Nargile, genellikle üç bölümdür. İlk bö­
NAKKAŞ, Nakış yapan sanatçı.
lüm, nargilenin üzerinde tütünün yerleş­
Tezhipli ve minyatürlü eserlerle birlikte,
tirildiği ve kömür ateşiyle tutuşturulduğu
ahşabı, çiniyi, taşı ve her türlü malze­
lülesidir. Lüle, çömlekçi çamurundan
meyi süsleyen usta. Saraylarda Nakkaş-
hane adı verilen süsleme atölyelerindeki
baş ustaya da Nakkaşbaşı, Nakkaşağası
denir.
NALIN, Genellikle hamam ve ban­
yoda giyilen yüksekçe tahta ayakkabı.
Nalınlar, şimşir, abanoz, gürgen gibi
sert ağaçlardan tek parça oyulmuştur.
Tablası yassı, tabanı ve ökçesi yüksek­
tir. Ayak parmaklarını kavrayan meşin
bir tasması vardır. Tasması sırma, kadi­
fe, ayna parçaları ve inci ile süslenenle­
ri vardır. Tablası gümüş ve altın tellerle
işlemeli, sedef, fildişi ve kemik kakmalı, Nargile. Osmanh, XIX. yy.
mercan, firuze ve boncuklarla süslü (Ankara Etnografya Müzesi)

188
pişirilen gümüş, pirinç, bakır oyma çevresine altın, gümüş, bronz bilezikler
mahfazalı bir kaptır. Lüle, bir gövdeye geçirilmiştir. Üstte altı, altta bir deliği
yerleştirilmiştir. Nargile gövdesi çoğun­ vardır. Üflenecek ağız kısmında “başpa-
lukla boynu dar, camdan, seramikten, re”si bulunur. Başpare, abanoz, boy­
madenden yapılan süslü bir sürahi biçi­ nuz, kemik veya fildişinden yapılmşıtır.
mindedir. Gövdeye su doldurulur. Lüle Uzunlukları ve çıkardığı seslere göre
tabanından inen bir boru, tütünün du­ “şah, mansur, bolâhenk, mâbeyn, girift,
manını suya göndererek yıkanmasını nısfiye, müstahzen, kız neyi” gibi adlar
sağlar. Üçüncü bölüm marpuçtur. Nar­ alır. Müzelerde çeşitli örnekleri yer al­
gile marpucu gövdenin üst kısmına bağ­ mıştır. Bunlar arasında Konya Mevlâna
lı, üzeri kumaş, deri kaplı bir hortum­ Müzesi’nde ney çeşitlerini içine alan bir
dur. Ucunda imame denilen, genellikle koleksiyon bulunmaktadır.
kehribardan bir ağızlığı vardır. Nargile NAZARLIK, Kötü gözlerden ve kö­
tiryakisi ağızlıktan dumanı çekerken, su­ tü güçlerden korunmak inancıyla, in­
da fokurdayan kabarcıklar meydana ge­ sanlara, hayvanlara ve eşyaya takılan
lir. Cam kristal gövdeli, çok süslü nargi­ bir çeşit tılsım veya muska. Ortasında
leler yapılmıştır. XIX. yüzyılda Beykoz sarı benekli gözboncuğu bulunan göz-
işi nargileler çok tutunmuştur. boncuk dizisi, bazı evlerin saçak altları­
NARÇIL, Hindistan cevizi kozalağı. na asılan kuru hayvan kafaları, at nalı,
Bunlar kurutularak delinmiş, bu taneler­
le tespih yapılmıştır. Narçil tespihler
kullanıldıkça rengi beyazdan sarıya dö­
nüşür. Tespih koleksiyonlarında, değer­
li tespihler arasında yer alır.
NATÜRMORT, Ölü doğa anlamı­
na gelir. Hareketsiz ve canlı olmayan
şeylerin resmine verilen ad. Cansız bir
manzara, bir demek çiçek ve eşyaların
resmi için genelde söylenir.
NAY (NEY), Kamıştan yapılan ve
üflenerek çalman bir çeşit nefesli saz.
Eskiçağlarda Sümerlerden beri kullanıl­
dığı, Asya nefesli sazlan arasında, özel­
likle Türkler arasında yaygın olduğu bi­
linir. Mevlâna Celâleddin, büyük eseri Cam Nazarlıklar

Mesneviye “Dinle bu neyi” diye başla­


mış, ney, Mevlevî müziğinin baş sazı, sarımsak ve çocuk pabucu salkımları,
âdeta sembolü olmuştur. Ney, Mısır’da kablumbağa kabuğu, yüzerlik askıları vs.
ve Suriye’de en iyileri bulunan kargı ka­ nazarlığın malzemeleri arasındadır. Ge­
mışından dokuz boğumlu olarak kesil­ nellikle çocukların omuzlarına iğnele­
miştir. Boğumlarının çatlamaması için nen armut biçimindeki “Mâşallah”

189
yazılan, mavi boncuklarla süslü nal ve Mukle’den yüzyıl sonra îbn-i Bevvab ad­
altın-gümüş saplı kurt dişleri, hurma çe­ lı bir Abbasî hattatı bu yazıyı geliştirmiş­
kirdeği, küçük çörekotu keseleri yine tir. XIII. yüzyılda hattat Yakut-el Musta-
nazarlık malzemeleridir. Nazarlık gele­ sımî’nin kaleminde son aşamasını bul­
neği, İlkçağlardan günümüze kadar in­ muş, Yakut’un yazıları, kendisinden
sanoğlunun inançları arasında yer al­ sonra gelen Türk ve İslâm hattatlarına
makta devam etmiştir. örnek olmuştur. Nitekim Sultan Baye-
NECEFTAŞI, Billurlaşmış bir ku­ zid II dönemi hattatlarından Şeyh
vars türü. Irak’ta Necef’te çıkarıldığı için Hamdullah, Yakut’un geliştirdiği nesih
bu adı almıştır. Neceftaşı, süslemede, yazıya önemli yenilikler getirmiştir.
özellikle mühür ve tespihlerde kullanılır. (Bak: Şeyh Hamdullah). Ayrıca hattat
NEF, Altından ve gümüşten yapı­ Hafız Osman’la nesih yazı ayrı bir gü­
lan, gemiye benzer, ayaklı kutsal kap. zellik kazanmıştır. (Bak: Hafız Osman).
Genellikle Ortaçağlarda, Avrupa’da kral Nesih yazı ile Kuranlar, divânlar, dua
ve prenslere girdikleri şehir halkı tara­ kitapları, hilyeler yazılmıştır.
fından armağan edilmiştir. Yemek ma­ NESTALİK, Nesih ile tâlik yazının
salarında baharat kabı olarak da kulla­ karışımından meydana gelen bir yazı tü­
nılmıştır. Nef, ayrıca, camilerde bölüm­ rü. XV. yüzyıldan itibaren önce İran,
leri ayıran “sahm”lara da denir. daha sonra Türk hattatları tarafından
NEFERTİTİ, Mısır kraliçesi. Fira­ yazılmaya başlanmıştır. Nesih yazının
vun Amenofis IV un karısı. Tel-el-Ama- güzelliği ile tâlik yazının işlekliğinin bir
ma’da bulunan ve bugün Doğu Berlin araya getirilmesinden doğan nestalik
Müzesi nde sergilenen çok renkli büstü yazı, manzum hikâye kitapları ve divân­
ile ünlüdür. Bu büstün pek çok kopyala­ larda, mektuplarda kullanılmıştır.
rı yapılmıştır. Ayrıca, Kahire Müzesi’n- NETSUKE, Kutsal sayılan hayvan
deki pembe kuvarsitten yapılan büstü figürlerinin küçük heykelcikleri ile yapı­
de çok tanınmıştır. lan, Japon sanatına özgü maskotlar.
NEFİR, Geyik, öküz, koç boynuzla­ Fildişinden, ağaçtan, değerli madenler­
rından yapılan ve üflendiği zaman ses den yapılan netsukeler, koleksiyoncu ve
çıkaran boru. Mehter müziği âletleri antika meraklıları tarafından sık sık
arasında yer aldığı gibi, savaşta hücum aranmakta, bunlardan koleksiyonlar ya­
ve alarm borusu olarak da kullanılmıştır. pılmaktadır.
Bazı tarikat dervişleri, kuşaklarında ve NEVERS FAYANSLARI, Orta
boyunlarında nefir taşımışlardır. Nefirle­ Fransa’da bir şehir olan Nevers’te yapı­
re sûr da denilmiştir. lan tanınmış fayanslar. XVI. yüzyılın so­
NESİH, Hat sanatında bir yazı türü. nunda Nevers Dükü Louis de Gonza-
X. yüzyıl başlarında Ibn-i Mukle adlı bir gue, İtalya’dan seramik sanatçıları getir­
Abbasî hattatı tarafından Bağdat’ta ya­ terek atölyeler kurdu. Giderek açık sarı
zılmış ve kûfî yazı yerine geçmiştir. Ne­ ve mavi fayansları dünyaca tanındı. Fa­
sih yazı, kûfînin sert köşelerinin yuvar­ yanslar, mitolojik sahneler, deniz Tanrı-
lak yazılmasıyla ortaya çıkmıştır. İbn-i lan, yunus balıkları ve kuğularla süslüdür.

190
1660’tan sonra Nevers fayanslarında olmuştur. Roma sanatında Nike’nin piş­
Çin ve Japon etkileri görülür. miş topraktan, taştan ve madenden ya­
NİGÂRÎ (NAKKAŞ), Osmanlı dev­ pılmış, sayısız kanatlı heykeli vardır. Ni­
ri (XVI. yüzyıl) saray nakkaşlarından. ke’nin ayrıca paralar üzerinde basılmış
1492 yılında İstanbul’da doğan Nigâ- kabartmaları da görülmüştür. Türki­
rî’nin asıl adı Haydar Reis’tir. Mesleği ye’deki arkeoloji müzelerinde Nike’nin
denizci olduğu halde, merakı ve yete­ çeşitli heykelleri yer alır.
nekleri ile Kanunî Sultan Süleyman za­ NİSAN TASI, İslâm inançlarına gö­
manında Saray Nakkaşhanesi’ne gir­ re şifâlı ve mübarek sayılan Nisan yağ­
miş, bir portre ressamı olarak dikkat murlarının toplandığı, yağmur yağarken
çekmiştir. Onun Topkapı Sarayı Müze­ dam üzerine konan işlemeli tas. Nisan
si’nde bulanan Kanunî Sultan Süley­ tasları genellikle bakır, bronz ve pirinç­
man, Yavuz Sultan Selim ve Barbaros ten yapılır. Ağızları geniş ve yayvandır.
Hayreddin Paşa portreleri çok başarılı­ Dış yüzeyine oyma ve kazıma tekniği ile
dır. 1572 yılında İstanbul’da ölmüştür. dualar yazılır, desenler çizilir. Konya
NİHÂLI, Sofrada, sahan, tabak, Mevlâna Müzesi’ndeki büyük boyda,
tencere gibi sıcak kapların altına konan bronz üzerine altın-gümüş kakma, de­
kumaş veya meşin altlık. Kumaş ve me­ senli ve figürlü, dört ayrı parçadan yapı­
şin üzerine altın-gümüş sırma işlemeli lan Nisan tası ünlüdür. Aslında bu tas,
nihalîler, daha çok saray ve konaklarda İlhanlı Sultanı Ebu Said Bahadır Han ta­
kullanılmıştır. rafından 1333 yılında Mevlâna Türbe-
NIKE, Zafer Tanrıçası. Baştanrı Ze- si’ne armağan edilmiştir. Musul’da yapı­
us’un kanatlı kadın habercisi ve Athe- lan, ayaklı ve şişkin gövdeli bu tasın ka­
na’nın arkadaşı. Nike, Tanrıların arma­ pağı üzerinde bir de horoz figürü vardır.
ğanı olarak zaferin daima müjdecisi Üzerinde, minyatür saray sahneleri, şiir­
ler yazılı bu tas, Mevlâna Dergâhı avlu­
suna çıkarılmış, toplanan yağmur suları­
na, Mevlâna’nm sarığının ucu batırılmış,
duası yapılmış, su “şifa niyetine” ziya­
retçilere ikram edilmiştir. Nisan tası, bu­
gün Mevlâna Müzesi’nin şaheserleri
arasında yer almaktadır.
NİŞAN, Altın, gümüş ve başka ma­
denlerden yapılan ve değerli taşlarla,
minelerle süslenen madalya. Genellikle
göğsün sol tarafına takılır ya da bir kor­
donla boyna asılır. Her nişanın bir de
“berat”ı vardır.Berat’ta nişanın kime,
ne için verildiği ve derecesi yazılıdır.
Nike Heykelciği. M.Ö. II. yy. Sultan Abdülmecid’den başlayarak Os-
(Aydın Müzesi) manlı padişahları, devlete hizmeti

191
geçenlere derece derece nişanlar ver­ NÜMİZMATİK, Madenî para bili­
mişlerdir. Çoğu değerli madenlerden mi. Bu bilim uzmanlarına da “nümiz-
yapılmış ve taşlarla süslenmiş olduğu mat” denir. Eski ve tarihî paraların de­
için pek çok nişan zamanla eritilmiş, virlerinin, kimler tarafından bastırıldığı­
taşları satılmış, bu yüzden günümüze nın araştırılması, okunması, sınıflandırıl­
çok azı kalmıştır. İstanbul Arkeoloji Mü­
ması, bunlardan koleksiyon yapılması
zeleri’ndeki Osmanlı Nişanları Koleksi­
ve değerlendirilmesi ayrı bir bilim dalı­
yonu oldukça zengindir. Özel koleksi­
dır. Eskiler madenî paraya “sikke”, sik­
yonlarda da nişanlar görülmektedir.
keler topluluğuna da “meskûkat” derler­
NİŞANTAŞI, Ok atmada rekor kı­
ranların anısına dikilen yazılı ve süsle- di. Türkiye’de en zengin madenî para
meli taş. Çoğu kez okun düştüğü yere koleksiyonu İstanbul Arkeoloji Müzesi
dikilmiştir. İstanbul'daki Nişantaşı sem­ Sikke Seksiyonu’nda bulunmaktadır.
ti, Osmanlı döneminde okçuların talim Bu seksiyonda paralar, İslam öncesi ve
yeri olarak bilinir. Pek çok nişantaşı bu İslâmî devirler olmak üzere iki grupta
semte dikilmiştir. toplanmıştır.

192
OBELİKS (DİKİLİTAŞ), Eski Mı­ kilimler. Geniş zikzak motifleri ve çap­
sır, Mezopotamya, Anadolu, Yunanis­ raz geometrik desenlerin yer aldığı Ob­
tan ve Roma’da dikine yerleştirilmiş, ruk kilimlerinin XVIII. ve XIX. yüzyıl ör­
tek parçalı taştan yüksek anıt. Dikilitaş­ neklerinden bir koleksiyon, Konya’da
ların genellikle üzerinde kitabe (yazıt) Koyunoğlu Müzesi’nde sergilenmekte­
bulunur. Başlıksızdır. Mısır’da Orta İm­ dir. Obruk’ta bugün kilim dokuma işçili­
paratorluk devrinde, tapmakların çift ği canlandırılmayı beklemektedir.
kuleli tapmaklarına çifter çifter dikilen OBSİDİYEN, Cama benzeyen, ko­
granit, tek parça dikilitaşlar hiyeroglif yu renkli volkan kayası. Çakmaktaşı da
yazılıdır. Mısır dikilitaşlarının çoğu Ro­ denir. Madenin keşfinden önce obsidi-
malılar devrinde Roma’ya taşınmıştır. yen kaya kütleleri parçalanarak bunlar­
Roma’daki Circo Massimo, Vatikan, dan bıçak, kama gibi kesici aletler, ok
Caracalla, Campus, Martus, Augustus ve mızrak uçları, baltalar yapılmıştır.
mezarı dikilitaşları Mısır’daki Heliopolis Neolitik devirlerde çok kullanılan obsidi-
tapmağı ile başka tapmaklardan söküle­ yen âletler, madenin keşfine kadar in­
rek Roma’ya getirilmiştir. Paris’teki sanlık tarihinin en önemli silâhı olmuş­
Concorde Meydanindaki dikilitaş veya tur. Türkiye’de, hatta yeryüzünde Ne­
obeliks, Mısır-Luksor’daki Amon Tapı- olitik devrin (Cilâlıtaş devri) en eski yer­
nağı’ndan, Londra’daki Thimes rıhtı­ leşim yeri olan Çatalhöyük kazılarında
mındaki obeliks ile New York’taki Cent­ obsidiyenden yapılan çok çeşitli âletler
ral Park’taki obeliks, Mısır Heliopolis meydana çıkarılmıştır. Bunlar arasında
Tapmağı’ndan alınmadır. İstanbul Sul­ bugün Ankara Anadolu Medeniyetleri
tanahmet Meydanindaki Theodosius Müzesi’nde sergilenen “obsidiyen ayna”
Dikilitaşı, yine Heliopolis’ten Bizans İm­ belki de insanoğlunun yaptığı ilk ayna
paratoru Theodosius’un emriyle İstan­ olarak tarihe geçecektir.
bul’a getirilmiş, üzerinde imparatorun OK, Yayla fırlatılan, demir ucu sivri,
ve ailesinin kabartma resimleri bulunan ağaç çubuktan silâh. Ok, İlkçağların
mermer bir kaideye oturtulmuştur. Bu­ Prehistorik devirlerinden itibaren kulla­
radaki taş örgü ikinci dikilitaş ise Bizans nılmıştır. Madenin keşfinden önce, ok
devri eseridir. Colosium Sütunu olarak çubuklarının ucuna obsidiyen (çakmak-
da tanınır. taş) den ok uçları (temren) bağlanmıştır.
OBRUK KİLİM, Konya bölgesin­ Özellikle Orta Asya, Mezopotamya,
de, Obruk kasabasında el tezgâhlarında Anadolu, Mısır, Suriye kültürünü kapsa­
dokunan, rengi ve deseni kendine özgü yan geniş yerleşme merkezlerinden en

193
eski örnekleri bulunmuştur. Ok çubukla­ OKKA, Eski bir ağırlık ölçüsü biri­
rı genellikle ince söğüt dalı, dişbudak gi­ mi. Bir okka dört yüz dirhem (1283
bi hafif ağaçlardan, kamışlardan kesil­ gr.)dir. Okkanın pirinçten, tunçtan, de­
miştir. Ucuna yerleştirilen madeni tem­ mirden yapılmış, üzeri ayar mühürlü
ren, bazen iki yüzü keskin, yassı, bazen 1,1/2, 1/4 okkalık birimleri, ayrıca yu­
yuvarlak ve sivridir. Temrenlerin delikli, varlak, ortası delik, pul şeklinde daha
oluklu, çatallı olanları vardır. Çubuğun, küçük birimleri müzeler ve tartı aletleri
yayın gergin ipine yerleştirilen tabanı koleksiyonlarında görülür.
kertiklidir. Ok gövdelerine, okun hız al­ OKLAVA, Ortası hafif şişkin, iki
ması ve hedefe düzgün ulaşması için ucuna doğru giderek incelen ve hamur
açmakta kullanılan değnek. Genellikle
şimşir, dişbudak, kavak ağacı dalların­
dan kesilir. Üzeri zımparalanarak parla­
tılır. Cilâlı olanları, boya ile süslenenleri,
tornadan geçirilerek iki ucuna oyma
kertik açılanları vardır. Türk mutfağının
en eski etnografik malzemeleri arasın­
dadır.
OLTU TAŞI, Türkiye’de Erzurum-
Oltu İlçesi Dutludağı’ndan çıkarılan bir
çeşit siyah kehribar. Oluşumu bakımın­
Okluk ve oklar. Osmanlı XVIII. yy.
dan fosilleşmiş reçine veya bir kömür
(Frankfurt-El Sanatları Müzesi)
türüdür. Oltutaşı, genellikle Erzurum’da
bulunan atölyelerde işlenerek, bu taştan
kuş tüyleri de eklendiği görülmüştür. başta tespih olmak üzere, yüzük, ger­
Oka, Orta Asya’da yaşayan Türk ka- danlık, sigara ağızlığı, yaka iğnesi, kü­
vimleri arasında, İlkçağlardan beri ayrı pe, bilezik gibi eşyalar yapılmaktadır.
bir kutsallık verilmiştir. Oğuz boyları es­ Bugün Erzurum’da otuza yakın işyeri ol-
ki geleneğe uyarak “Üçok” ve “Bozok” tutaşı işlemektedir.
adıyla iki kola ayrılmıştır. Büyük Selçuk­ OLUK-SİMA (ÇÖRTEN), Genel
lu Devleti Sultanı Tuğrul Bey’in parala­ likle çatılarda yağmur sularının akması­
rında yayla birlikte ok resmi bulunduğu na yarayan, üzeri açık boru. Taştan ya­
gibi, bu sembol Büyük Selçuklu Devle- pılanlarına “sima” veya “çörten” denir.
ti’nin bayrağında da yer almıştır, ayrıca Selçuklu ve Osmanlı devri mimari yapı­
ok hukukî sembol olarak da kullanılmış­ larında ejder, aslan başlı çörtenler gö­
tır. Ok, Osmanlı ordusunda da uzun za­ rülmüştür.
manlar silâh olarak yer almış, İstan­ ONİKS, Bir akik çeşiti. Bu taşın tür­
bul’da Ok meydaninda okçuluk talimle­ leri çoktur. Türkiye’de Kadıköy, Hacı­
ri ve yarışmaları yapılmıştır. İstanbul As­ bektaş, Kaymaktaşı, Alaca, Somaki,
kerî Müze’de, Topkapı Sarayı Silâh Da­ Balgamtaşı, Cezayir mermeri gibi adlar­
iresi’nde seçkin Türk oklarından örnek­ la bilinen taşlar bu türe girerler. Açık sa­
ler yer alır. rı, yeşilimsi, damarlı, beyaz, yarısaydam

194
renklerde olanları vardır. Oniks’den günümüze kadar, hemen hemen biçimi
masalar, sehpalar, çekmeceler, vazolar, değişmeden gelmiştir. Etnografya mü­
şamdanlar, kupalar, fincanlar, mühre- zeleri tarım âletleri bölümünde görülür.
ler, kutular, satrançlar vs. yapılmıştır. O RG , Genellikle kilise müziğinde
Altın ve yaldızlı gümüşle süslenenleri yer alan nefesli ve klavyeli çalgı. İlk org­
vardır. ların M.S. III. yüzyılda İskenderiye’de su
OPALİN, Maddesi silis, cama ben­ basıncı ile yapılan orglar olduğu, daha
zer opalden yapılan yarısaydam kupa, sonra hava basıncı orgların kullanıldığı
vazo, abajur, gülabdan, ibrik vs. eşyalar. bilinir. IX. ve X. yüzyıllarda kilise müzi­
XV. ve XVI. yüzyıllarda Venedik’te, ği arasına o zaman “organon” adı veri­
XVII. ve XVIII. yüzyıllarda Almanya’da len orglar girmiştir. Org giderek geliş­
ve Fransa’da opalin eşyalar ün kazan­ miş ve XVIII. yüzyılda Batı müziğinin en
mıştır. Türkiye’de de XIX.yüzyıl ortala­ önemli âleti olmuştur. Mekanik düzeni
rından başlayarak Beykoz Cam ve Por­ içerisinde, 16 ayak üzerinde kurulu, 10-
selen Fabrikası’nda üzeri desenli çeşitli 16 boru takımı bulunan, 50 klavyeli
renklerde opalinden eşyalar yapılmıştır. orglar en gelişmiş olanlarıdır.
Topkapı ve Dolmabahçe saraylarında, ORPHEUS, Mitolojide Trakya ef­
bazı müze ve özel koleksiyonlarda opa­ sanelerinin müzisyen lirik şairi. Müziği
lin eşyalar görülmektedir. ile bütün yaratıkları büyülemiştir. M.Ö.
V. yüzyıldan itibaren vazo resimlerinde
yer almış, daha sonra Avrupa’nın klâsik
ressamlarına sık sık konu olmuştur.
OSTOTEK, Taştan veya pişmiş
topraktan yapılan ve içine bir ölünün
kemikleri ya da yakılmış külü konan ka­
palı sandık, yahut küçük boy lahit. Kül
kutusu da denir. Genellikle kapakları
çatı biçimindedir. Gövde yüzeyi gir-
landlar, bitki desenleri ve geometrik
motiflerle süslü, figürlü ve yazılı olanları

Opalin Gülâbdan ve ibrik.


(Fuat Bayramoğlu Koleksiyonu)

ORAK, Yarım çember biçiminde, iç


yüzü keskin, ahşap saplı, madenî ekin
biçme âleti. Orak, İlkçağlardan itibaren
tarımla uğraşan kavimlerde kullanılmış, Ostotek-Roma, II. yy. (Afyon Müzesi)

195
vardır. Türkiye arkeoloji müzelerinde gelişti. Türkiye’de ilk otomobil yapımı,
Helenistik ve Roma devrine ait çeşitli 1966 yılında Koç Holding’e bağlı Oto-
örnekleri yer alır. san Otomobil Sanayii’nin ürettiği (Ana-
OTAĞ, Ortadirek çevresine açılan dol) ile başladı. Avrupa ve Amerika’da­
yüksek, etekli, geniş ve süslü çadır. Di­ ki pek çok teknik müzede eski otomo­
reğin tepesinden konik veya pramidal biller sergilenmektedir.
biçimde kumaş külahı, külah eteğinden OYA, İpek, ibrişim, renkli iplikten
yere sarkan silindir veya köşeli gövdesi, tığ, mekik, iğne ve firkete ile işlenen in­
kalın kumaşlardan dikilmiştir. Kumaş ce örgü. İşlendiği malzemeye göre iğne,
üzeri işlemeli deri veya sırma glâptan tığ, firkete, mekik oyası gibi adlar alır.
tellerle süslenmiştir. Padişahlara ait İşlemede çiçek, yaprak motifleri tabii
olanlarına “otağ-ı hümâyûn” denir. veya stilize olarak kullanılır. Yemeni,
Bunlar, kırmızı atlas üzerine işlemeli bü­ çevre, çember, mendil kenarlarına,
yük çadırlardır. Padişahlar sefere çıktığı
zaman konak yerlerinde kurulur, çevre­
sine tuğlar dikilirdi. Otağ-ı hümayûnlar
çoğu kez birbirinden geçilen ve geçişle­
ri perde ile ayrılan birkaç bölümden
oluşmuştur. Bir konakta otağ kurulduğu
zaman, ikinci konakta başka bir otağ
hazırlanmış böylece padişah bekletilme-
miştir. Sadrazamların, devlet ileri gelen­
lerinin de gösterişli otağları vardır. Top-
kapı Sarayı Müzesi’nde çeşitli otağ ve
otağ-ı hümayûnlar bulunduğu gibi, Bu­ Oya (Taciser Onuk Koleksiyonu)
dapeşte, Münih, Viyana, Krakov ve
başka Avrupa müzelerinde de Osmanlı gömleğin yaka ve kollarına, hotozlara
seferlerinden arta kalan otağlar görül­ ve kadın başlıklarına da oya dikildiği gö­
mektedir. (Bak: Çadır). rülmüştür. Oyaların tekniklerine göre
O TO M O BİL, Petrolle hareket koza, mum, boncuk dokuma gibi adları
eden dört tekerlekli binek aracı. Araba. vardır. Oya işçiliği Anadolu kadın giyi­
Başlangıçta, Fransa’da 1771 yılında bu­ mine renk ve güzellik katan çok zarif bir
harla çalışan üç tekerleklisi yapıldı. süs öğesidir. Türkiye’de özellikle etnog­
1883 yılında Fransa’da benzinle çalı­ rafya ve halk sanatını temsil eden müze­
şan, patlamalı motorla donatılmış ilk lerde, koleksiyonlarda seçkin oya ör­
otomobil icat edildi. Daha sonra hızla nekleri vardır. Kütahya ve Konya et­
gelişti. 1903 yılında Paris-Madrid ara­ nografya müzelerindeki oya koleksiyon­
sında, saatte ortalama 100 km. hıza ları dikkat çeker.
ulaşan otomobiller yapıldı. Bu tarihten OYMA YAZI, Kâğıttan, fildişinden,
itibaren Fransa, İngiltere, Almanya, sedeften, ağaçtan ve madenden oyula­
Amerika gibi ülkelerde otomobil sanayii rak yazılan levha ve yazı panoları. Bu

196
tür yazılarda yazı kalıbı oyularak madde yumcu, kunduracı, tenekeci gibi maden
üzerine çıkarılır. Kâğıt oymalarda ma­ işçiliği dallarında ayrı örsler kullanılır.
kasla, sert maddelerde ince (kıl) testere­ ÖNLÜK, Anadolu’nun çeşitli yöre­
lerle kalıba göre kesilir veya oyulur. Ya­ lerinde kadınların kemerden öne sarkıt­
zı oyulduktan veya kesildikten sonra de­ tıkları, bir çeşit koruyucu. Özel yer tez­
ğişik renkte bir kâğıt kumaş ya da baş­ gâhlarında yün ve pamuk ipliklerle do­
ka bir zemine yapıştırılarak çerçevele­ kunur. Enleri dar olarak dokunduğu için
nir. Bu tür yazılar, hat koleksiyonları iki boy dokunduktan sonra dikişle bir­
arasında sık sık görülür. Son yıllarda ba­ leştirilir. Bel kısmına yün kuşak veya ko­
zı meraklılar, altın kaplama, gümüş lev­ lan geçirilir. Bunların uçları püsküllüdür.
halardan, tahtadan, sedef, fildişi, plâstik Genellikle kilim desenli ve çok renkli
gibi maddelerden yazılar oymuşlardır. önlükler Anadolu Türkmen kadınlarının
ÖREKE, Yün, pamuk, keten iğirir- vazgeçemediği bir giyimdir. Önlüklerin,
ken kullanılan bir ucu çatal değnek. Do­ aynı şekilde dokunan üç parçalıları “ar­
ğumlarda kullanılan ahşap örekeye de kalıklar” da vardır. Arkalıkların etek uç­
iskemle denmiştir. ları genellikle saçaklıdır. Karadeniz böl­
Ö R S , Üzerinde maden dövülen, çe­ gesi kadın önlükleri, peştemal olarak
lik yüzeyli madenî kütle. Demirci, ku­ yörenin el tezgâhlannda dokunur.

197
PABUÇ, Deri ayakkabı. Mest ve yapılan çok süslü pandantiflere dönüş­
lapçinle giyildiği olmuştur. Bu durumda müştür. Pandandif, hemen her çağda
genellikle pabucun rengi, mest rengine ve her ülkede önemini yitirmeyen bir
uygun olarak seçilmiştir. Osmanlılarda, süs takısı olarak kullanılmıştır. (Bak:
XVI. yüzyıldan itibaren kadın pabuçları Gerdanlık).
kırmızı atlas, sırma işlemelerle süslen­ PALAZ, Çözgüsü kıldan veya yün
meye başlanmıştır. Sarı, kırmızı, mor, ipliğinden, kilime benzer bir çeşit Ana­
renkli yumuşak deriden, üzeri desenli, dolu dokuması. Palazda, uzunluğuna
ökçeli ve ökçesiz kadın pabuçları yapıl­ renkli çubuklar (şeritler) dokumanın baş­
dığı gibi yeniçeriler de sarı ve kırmızı lıca süsüdür. Sergi olarak kullanılır.
pabuçlar giymişlerdir. PALMET, Palmiye yaprağına ben­
zer bitkisel motif. İlkçağlardan beri, ge­
PALA, Ağzı enli, hafif öne eğik, or­
nellikle mimari süslemede görülür. Türk
tasına doğru genişleyen, ucu sivri, kalın,
sanatında iki rûmî motifin simetrik ola­
kısa, ağır kılıç. Genellikle sipahiler kul­
rak birleşmelerine de palmet denir.
lanmıştır. Palaların kabzası, altın işleme­
PAPİRÜS, Eski Mısır’da aynı adla
li, kınları gümüşten olanları vardır. Enli
kâğıdı yapılan bitki. Papirüs deyince ak­
yüzeyi altın kakma yazılarla süslü yapı­
la hemen Eski Mısırlıların kullandığı kâ­
lanları görülmüştür. İstanbul Askerî Mü-
ğıt gelir. Son yıllarda Mısır’da bu kâğıt­
ze’de ve Topkapı Sarayı Silâh Daire­
la turistik hatıra eşyaları yapılmakta, pa­
sinde Osmanlı devri palalarının örnek­
pirüs üzerine Mısır hiyeroglifleri yazıla­
leri yer almaktadır. rak ve yaldızlı resimler yapılarak satıl­
PAN, Yunan mitolojisinde çobanla­ maktadır.
rın Tanrısı. Boynuzları, eğri burnu, kuy­ PARA, Bir devlet tarafından tedü-
ruğu ve teke ayaklarıyla heykelleri ve vüle çıkarılmış, üzerinde kimin tarafın­
kabartmaları yapılmıştır. Mağaralarda dan çıkarıldığı belirtilen, kabartma yazı­
ve kırlarda dolaşır, sürüleri korur, kendi lı ve resimli, belli değerde, genellikle
icat ettiği flütünü çalardı. Türk ve dünya yassı, yuvarlak madenî baskı. İlkin Ana­
arkeoloji müzelerinde taş heykel ve ka­ dolu’da Lidyalılar tarafından basıldığı ve
bartmaları, seramik vazolar üzerinde kullanıldığı söylenir. Ondan önce Eski
tasvirleri görülür. Mısır, Mezopotamya ve Akdeniz ülkele­
PANDANTİF, Boyna takılan mü­ ri ile birlikte Asya, Avrupa ülkeleri uy­
cevher süs takısı, gerdanlık, llçağlarda garlıklarında para birimi yerine, ağırlık­
boncuk, kemik, diş pandantifler giderek ları değişen ve alışverişte tartılan altın,
altın, gümüş ve değerli taşlardan gümüş, elektron, bakır, kurşun, kalay,

198
Asya’da Türklerin, ilkin komşu ülkelerle
yaptıkları alışverişlerde “çek veya kır-
tas” adı verilen bir çeşit kâğıt parayı kul­
landıkları söylenirse de “yastık” adı veri­
len altın ve gümüş külçelerin para yeri­
ne tedavül edildiği, Islâmi dönemde
“dirhem” üzerinden altın, gümüş, bakır,
paraların basıldığı bilinir. Selçuklularda­
ki “akçe” birimi Osmanlı paralarının
esasını teşkil etmiş, ilk Osmanlı akçesi
Gümüş Para
Orhan Gazi tarafından kestirilmiştir.
Anadolu Selçukluları. 13. yy.
Ayarlarına göre sık sık değişen, her pa­
demir gibi madenler bir malın karşılığı dişah devrinde yenilenen, son devirler­
olarak ödenmiş ya da malın takası yapıl­ de de lira, kuruş, para gibi birimlerle ad­
mıştır. Birim ve değer olarak madenî landırılan Osmanlı madenî paraları bü­
para basımı yaygınlaştıktan sonra, altın, yük bir çeşitlilik gösterir. XIX. yüzyılda
elektron, gümüş ve bakır, para basımın­ kâğıt para sistemi uygulanır. (Bak: Kâğıt
da en çok kullanılan madenler olmuş,
her devletin veya krallığın hatta her
kralın ve şehrin ayrı ayrı paraları olmuş­
tur. Helenistik devirlerde Ege ve adala­
rında, Yunanistan’da para, farklı ma­
den ve ağırlıklarla hızla yayılmış, paralar
ve birimleri çeşitli adlar almıştır. Hele­
nistik devirde “drahmi” para birimini
temsil ederken, Güney İtalya ve Sicil­
ya’da bu birim “nomos veya litra”, As­
ya’da “şekel” adıyla tanınmıştır.
Bununla birlikte para, çoğunlukla
parayı çıkaran kral ve imparator adla­ Gümüş Para. Sasani Devri, M.Ö. 241
(Berlin-Islâm Sanatları Müzesi)
rıyla tanınmış, Roma İmparatorluğu sü­
resince belli ağırlıktaki altın, para biri­
mine esas alınmış, bunun karşılığı, gü­ para) Böylelikle Cumhuriyet dönemine
müş ve bronz paralar basılmıştır. Bu sis­ girilir. Türkiye’nin İslâm öncesi Anado­
tem Bizans împaratorluğu’nda da be­ lu ve İslâmî devirlerine ait en zengin pa­
nimsenmiştir. Ortaçağ ve Yakınçağ Av­ ra koleksiyonu, İstanbul Arkeoloji Mü­
rupa paralarında ölçü yine de altın ol­ zesi Sikkeler Bölümü (Nümizmatik Ka-
makla birlikte, paranın sürekliliğini sağ­ bine)ndedir. Anadolu’da ilk basılan Lid-
lamak üzere, belirli kalıplarda basılmış, ya paraları, Helenistik, Roma ve Bizans
ancak tarihler, harfler, semboller ve te­ devirleri altın, elektron, gümüş, bronz,
davül damgaları değiştirilmiştir. Orta bakır sikkeleri, bu bölümde, devirlerine

199
göre ayrılmış, gruplandırılmış, ayrı ayrı
koleksiyonları yapılmıştır. İslâmî devir
sikkeleri Emevî, Abbasî, Kuzey Afrika
İslâm devletleri, Asya İslâm devletleri,
Selçuklular, Anadolu Beylikleri, Os-
manlılar olmak üzere gruplara ayrılmış,
her grup kendi içerisinde koleksiyonlar
meydana getirmiştir. Bu bölümde ayrı­
ca İslâm devri mühürleri, Osmanlı devri
nişan ve madalyaları, “Evrak-ı Nakdiye”
adı verilen son devir Osmanlı kâğıt pa­
raları, Türkiye Cumhuriyeti kâğıt ve
madenî paraları da koleksiyonlar halin­
de yer almaktadır. Ankara, İzmir, Ber­
Sedef işlemeli ahşap paravan
gama, Antalya, Konya, Manisa, Bursa
arkeoloji müzeleri ile daha başka müze­
için kullanıldığı gibi, geniş salonları
lerde büyüklü-küçüklü, çoğu Anadolu
oturma, yemek bölümleri olarak ayır­
kaynaklı madenî para koleksiyonları
mıştır. Sedef ve fildişi kakma, ebru kâ­
vardır. İstanbul Arkeoloji Müzeleri Sik­
ğıt kaplama Türk paravanları vardır.
keleri Katalogu yayınlandığı gibi, para­
PARŞÖMEN, Üzerine yazı yaz­
lar üzerine genelde çeşitli kataloglar ha­
mak, resim ve harita yapmak ve buna
zırlanmış ve yayınlanmıştır.
benzer işlerde kullanılmak üzere özel
PARAVAN, Menteşelerle birbirine
hazırlanmış deri. İlkin Bergama Kralı
bağlı, birkaç parçadan meydana gelen,
Eumenes II (M.Ö. 197-159) zamanında
taşınır, açılır, kapanır, perdeye benzer
Bergama’da yapılmış ve Pergamena adı
pano. Odalarda bölümleri ayırmak, bir
verilmiştir. Koyun, keçi, ceylan derisin­
köşeyi kapatmak için kullanılır. Yüksek­
liği adam boyunu geçmez. İki, üç, dört den yapılan parşömen, daha sonra bü­
kanatlıları vardır. Paravanlar genellikle tün kavimlerce kullanılmıştır. Rorpalılar
oda döşemelerinin üslûbunda yapılmış­ ve Bizanslılar devrinde parşömene ya­
lardır. Kanat çevreleri ahşap, oyma süs- zılmış kitaplar hazırlanmış, İslâmiyetin
lemeli olduğu gibi, kanatlarına ahşap ilk devirlerinde de, ceylan derisi üzeri­
üzerine kumaş gerilenleri, kâğıt kapla­ ne ilk Kuranlar yazılmıştır. Kâğıdın yay­
ma olanları, tablo gibi resimlendirilenle- gınlaşması üzerine, parşömen önemini
ri görülür. Bu alanda Japon paravanla­ yitirmiş, kullanma alanı dekoratif bazı
rı çok tanınmıştır. Türk paravanları ge­ uygulamalarda kalmıştır.
nellikle ahşap kafesli (şebekeli)dir. Oy­ PATERA, Kepçe biçiminde saplı,
ma çerçeveli, altın yaldızlarla süslü kafes derinliği az, tabana oturan, ayaksız içki
paravanlar, saray ve konaklarda yapılan kabı. Mezopotamya, Eski Mısır, Anado­
toplantılarda, mevlit ve düğün törenle­ lu, Yunan ve Roma uygarlıklarında altın
rinde, kadınları erkeklerden ayırmak gümüş, bronz pateralar yapılmış,

200
bunların gövdeleri kabartma resim ve PENCERE KANATLARI (AH­
madalyonlarla süslenmiştir. Kulplu ya ŞAP), Bir mimarî yapının bütünü için­
da kulpsuz olan pateralar, kralların, ra­ de yer alan, istenildiği zaman menteşe­
hiplerin amblemi durumunda, resmî ve lerinden çıkarılabilen ahşap pencere ka­
dinî törenlerde Tanrılar adına içki iç­ natları. Genellikle Türk ve İslâm sana­
mek, yere şarap dökmek için kullanıl­ tında, kapı, minber, mihrap, tavan, kür­
mıştır. Hıristiyanlığın ilk devirlerinde de sü, sanduka, taht gibi ahşap işçiliği tü­
altın ayaklı cam veya som altından pa­ ründe, devrinin üslûbunu temsil eden
teralar yapıldığı bilinir. İstanbul, İzmir sanat eserleri sayılır. Çoğu, devirler
arkeoloji müzelerinde ve daha başka içinde yıpranan, çürüyen ahşap pence­
müzelerde Roma-Bizans devri paterala- relerden günümüze ulaşabilenleri, ya
rı bulunmaktadır. yerlerinde korunmuş veya önemlileri
PAZARCI MAŞASI, Mevlevilikte, müzelere kaldırılmıştır. Anadolu Selçuk­
pazara alışveriş için çıkan pazarcı dede­ luları devri mimarî eserlerinden arta ka­
nin belinde taşıdığı iki dilli sembolük de­ lan veya yapılardan sökülen, müzelerde
mir maşa. Ucu kargıya benzer. Sap kıs­ sergilenen ahşap pencere kanatları ara­
mı işlemelidir. Üzeri dua yazılı olanları sında, İstanbul Türk ve İslâm Eserleri
vardır. Konya Mevlâna Müzesi mutfak Müzesi’ndeki Konya-Sadreddin Konevî
eşyaları arasında bir örneği sergilen­ Camii’ne (1274 M.), yine aynı müzede
mektedir. Karaman-İbrahim Bey İmareti’ne ait
PEGASOS, Mitolojide kanatlı at. (XV. yüzyıl), ayrıca Konya-İnceminare
Perseus Medüza’yı öldürmüş, onun ka­ Selçuklu Taş ve Ahşap Eserleri Müze­
nından Pegasos doğmuş, Perseus’un atı si’nde bulunan Konya-Beyhekim Ca­
olmuştur. İlah Zeus’un da atı olan Pega­ mii’ne (XIII. yüzyıl sonları), Beyşehir-Eş-
sos, daha sonraları gökyüzüne gönderi­ refoğulları Camii ile (XIII. yüzyıl sonu),
lerek orada burç olmuştur. Resimleri Ermenek Sipas Camii’ne ait (XIV. yüz­
taşlara, madenlere kabartma olarak yıl) ahşap pencere kanatları sayılabilir.
konduğu gibi gökyüzü sembolü olarak Bunun dışında Türkiye’de başka müze­
da süslemeler ve amblemlerde yer al­ lerde, Berlin Pergamon Müzesi İslâm
mıştır. Eserleri Bölümü’nde de Selçuklular ve
PELESENK, Kahverengi, mor, es­ Beylikler dönemine ait ahşap pencere
mer, vişneçürüğü renginde ağır, sert, kanatları görülebilir. Selçuklu ve onu iz­
ahşap kaplamacılığında kullanılan ağaç leyen Beylikler devri ahşap pencere ka­
türü. Brezilya ve Honduras’ta yetişen iki natları, Selçuklu ağaç işçiliğinde genel­
çeşiti vardır. Pelesenk XVIII. yüzyıldan likle sert ağaçlardan geçme (kündekârî)
beri mobilya kaplama işçiliğinde, fırça, ve oyma tekniğinde yapılmış, arabesk
bıçak sapı, tezhip yapımında çok kulla­ ve rumî desenlerle, stilize yaprak ve çi­
nılmış ve tutulmuştur. Bazı bitkilerden çek motiflerinin doldurduğu madalyon-'
elde edilen reçine türüne de pelesenk lar ve çerçeveli yazı şeritleri ile süslen­
denmiştir. miştir. Bütünüyle pencere kanadını,

201
rumî bezeme bir kenar suyu çevirmek­ PENES, Sarı ve gümüş rengi tene­
tedir. Osmanlı devri pencere kanatlan keden para şeklinde kesilen süs takıları.
her ne kadar arabesk düzen içinde süs­ İki yüzü kabartma desenlerle süslüdür.
leme geleneğini, hatta tekniğini sürdür­ PERDE, Pencerelerde, madenî ve
mekte ise de XVI. yüzyıldan itibaren tahta kornişlere takılan işlemeli tül ve
süslemeye, sedef, fildişi, bağa, kemik kalın kumaştan perde kanatları. Türk
kakmalar eklenmiş, hatta XVIII. yüzyıl hareminde pencereler daha çok ahşap
ve sonrasında pencere kanatları Edirne- kafeslerle perdelenmiş, perde işçiliği bu
kârî kalem işi ile (çok renkli ve çiçekli) yüzden Avrupa kadar gelişememiştir.
süslenmiştir. Osmanlı devri fildişi, sedef XIX. yüzyıldan itibaren ev ve konaklar
kakma pencere kanatları, özellikle İs­ Batı usulü ile perdelenmiş, bu moda gi­
tanbul’da cami, saray, köşk gibi yapılar­ derek yaygınlaşmıştır. Perde kanatları
da yerlerinde görülmekle birlikte, müze­ çatma kadife, atlas gibi değerli kumaş­
lerde bulunanları da vardır. lardan yapılırken iğne, tığ işleri ile ince
PENÇE-İ AL-İ ABA, Türk Halk tül perdeler de örülmüştür.
resminde, duvarlara asılan açık bir el PEŞKİR, Pamuk ve keten ipliğin­
(pençe) in resmedildiği levha. Üzerinde den özel olarak dokunan el ve diz hav­
(Hz. Muhammed, Hz. Ali, Fatıma, Ha­ lusu. 50 cm. eninde, 70-80 cm. boyun­
dadır. Bazen de yer sofrasının çevresini
şan, Hüseyin) adlan yazılıdır. Bunlar,
dolanacak kadar 2-2,5 m. uzunluğunda
(Al-i Aba) yani Hz. Muhammed’in abası
olur. İki ucu işlemeli ve saçaklıdır. İşle­
meleri sırma, renkli ibrişim ve ipliklerle
gergeflerde yapılır. Topkapı Sarayı’nda
örnekleri bulunan “saray peşkirleri” da­
ha çok süslüdür. Peşkir, el yıkandıktan,
aptes aldıktan sonra eli yüzü kurulamak
için kullanıldığı gibi, yer sofrasına bağ­
daş kurup oturduktan sonra, sofrada
toplu veya tek tek peçete olarak da kul­
lanılır. Etnografya müzelerinde ve elişle-
ri koleksiyonlarında çeşitli peşkirler gö­
rülür.
PEŞTEMAL, Hamamda örtünmek
ve kurulanmak için el tezgâhlarında özel
olarak dokunan pamuk, pamuk ipliği-
Perıçe-i Ali Aba ipek karışık dokuma. Renkli, çubuk­
(Topkapı Sarayı Müzesi, 1703 Falname’den) lu,sırma ibrişim işlemeli olanları vardır.
Anadolu’da bazı bölgelerde kadınların
altında toplanan ve (Ehl-i Beyt) olarak önlük olarak kullandıkları veya başlarına
bilinen Peyamberler ailesini simgeler. örttükleri dokumalara da peştemal de­
Bir elin beş parmağı bunun ifadesidir. nir. Loncalara bağlı eski esnaf

202
kuruluşlarının çıraklıktan kalfalığa ve us­
talığa geçenler için yaptıkları törenlerde
adaylara peştemal bağlanır. Buna “peş-
temal kuşatmak” töreni adı verilir.
PİPO, İçerisine tütün konularak bir
ağızlıkla (çubukla) dumanı çekilen küçük
kap. Taştan, ağaçtan, madenden yapı­
lır. Tütünün ortaya çıkışından çok önce­
leri de kullanıldığı bilinmekte ise de asıl
varlığı tütünle birlikte başlamıştır. Avru­
pa ve Amerika’da çok sanatlı, değerli Piri Reis Haritası

taşlarla süslü çeşitli örnekleri vardır.


Harita üzerinde yapılan araştırmalar so­
Türkiye’de lüle olarak adlandırılmış, piş­
nucu, bu haritanın Kristof Kolomb’un
miş topraktan ve taştan yapılarak süs­
Amerika haritasından daha farklı ve
lenmiş, çok kere ağızlığına kehribar yer­
doğru bilgiler verdiği anlaşılmıştır. Piri
leştirilmiştir. Eskişehir yakınlarında top­
Reis, bu harita için 20 kadar haritadan
rak altından çıkarılan, işlemesi kolay, faydalandığını, bunlar arasında Kristof
beyaz bir taştan, figürlü ve süslemeli Kolomb’un ve Portekiz gemicilerinin
çok çeşitli pipolar yapılmaktadır. haritalarının da bulunduğunu notlarında
PİRİ REİS İN HARİTASI, Büyük belirtmektedir. Piri Reis haritası, Türkçe
Türk denizcisi Piri Reis tarafından 1513 ve yabancı dillerde açıklamaları ile ya­
yılında ceylan derisi üzerine çizilen ve yınlanmış ve bilim dünyasına tanıtılmış­
bugün Topkapı Sarayı Müzesi arşivinde tır.
bulunan, dünyaca tanınmış haritalar. PLAK, Sesleri kaydetmek için ter-
1470 yılına doğru Gelibolu’da doğan moplastik maddeden yapılmış dairesel
Piri Reis (Ölümü: 1554), dayısı tanın­ levha. Fonograflarda kullanılan silindir
mış denizci Kemal Reis’in yanında ye­ biçimindeki ilk plaklardan sonra, 1888
tişmiş, deniz seferlerine katılmış, Os- yılında dairesel plaklar yapıldı ve gra­
manlı donanmasında amiralliğe kadar mofonlarda çalınmaya başlandı. Taş
yükselmiştir. Kendi çizdiği haritalarla plak adı verilen bu eski plaklar, 1900’lü
süslü “Kitab-ı Bahriye” adlı önemli bir yılların başlarında Türkiye’ye de girdi.
eseri de bulunan Piri Reis’in, ayrıca iki Sahibinin Sesi firması Türkçe, taş plak­
haritası bugün elimizdedir. Haritalardan lar üretti. Eski Türkçe taş plaklar Türki­
büyüğü 90X65 cm. boyutunda olup ye’de Ankara ve İstanbul konservatu-
renkli kalemlerle çizilmiş ve açıklamala­ varları diskoteklerinde, Ankara Milli Kü-
rı yapılmıştır. Amerika’nın ilk keşfedildi­ tüphane’de, bazı özel koleksiyonlarda
ği yıllarda, Batı Avrupa ve Afrika ile yer alır.
Doğu Amerika sahillerini gösteren bu PİYANO, Telleri vurma ile ses ve­
harita, 1929 yılında Topkapı Sarayı ar­ ren klavyeli müzik aleti. Lir, sitare, arp­
şivinde bulunmuş, verdiği bilgiler bütün tan meydana gelen timpanon gibi telle­
dünyada geniş yankılar uyandırmıştır. ri çırparak çalman müzik aletlerine,

203
Avrupa’da XIV. yüzyılda klavye eklene­ stil. Antikacılıkta daha çok masa, san­
rek vurma tel sistemi oluşturulmuş, ilk dalye ve dolaplarda, biblolarda hareket­
piyano, önce İtalya’da daha sonra Fran­ liliğe yer veren bir tekniğin biçimlemesi
sa’da yapılmıştır. XVIII. yüzyılda Alman olarak görülür.
ustaların ve müzisyenlerinin geliştirdiği PORSELEN, Genellikle beyaz, ince
piyano, zamanla mobilyası ile bir sanat hamurdan, üzeri renksiz ve saydam sır­
eseri haline getirilmiştir. Avrupa ve la kaplanmış, inceldikçe yarısaydamla-
Amerika müzelerinin “Müzik Aletleri” şan ve yüksek ateşte pişirilen camsı se­
bölümünde pek çok çeşitleri görülür. ramik. Porselen ilkin M.S. VI. yüzyılda
Türkiye’ye, XIX. yüzyıl sonlarında giren Çin’de icat edilmiş, Toug Hanedanı
piyano, Avrupa kaynaklıdır. devrinde (618-907) gelişerek yaygınlaş­
PLATİN, Beyaz renk, altın, gümüş mış, Soung ve Yûen devirlerinde (960-
gibi değerli bir maden. Kuyumculukta, 1368) en olgun dönemlerini yaşamıştır.
yüzde on bakır alaşımı olarak kullanıl­ Çin’den, Japonya’ya, Kore’ye geçen
mıştır. Asya’da Ural Dağlarindan, porselen işçiliği, XVI. ve XVII. yüzyıllar­
ABD’de ve Güney Afrika’da çıkarılan da Avrupa’da denenmeye başlamış, an­
platin, süs takıları arasında yer aldığı gi­ cak XVIII. yüzyıl başlarında gerçek
bi teknolojide de kullanılmaktadır. ürünlerini verebilmiştir. Almanya’nın
POM PADOUR ÜSLÛBU, Fransız eski Saksonya Eyaleti Meissen şehrinde
Kralı Louis XI’in gözdesi Pompadour 1713 yılında kurulan porselen fabrika­
adına, mobilya sanatında kullanılan bir larını, sırasıyla, 1718’de Viyana, 1738

Yıldız Porselenleri (Fuat Bayramoğlu Koleksiyonu)

204
yılında Fransa’da Sevres, Almanya’da ile yapılan resimdir. Eski Mısır sanatın­
1750’de Höchst, 1753’te Nymhesburg da gerçekçi bir portre yapma anlayışı
şehirlerinde kurulan fabrikalar izlemiş­ vardır. Helenistik sanatta portre, hey­
tir. Bu devirde ve bundan sonra İsveç, kelde olduğu gibi idealizme yöneliktir.
Hollanda, Belçika, İsviçre, Portekiz, İn­ Roma sanatında natüralist bir anlayışa
giltere, İtalya, ve Rusya gibi ülkelerde önem verilmişse de portre sanatı Röne­
belli başlı porselen fabrikaları kurulmuş, sans’la birlikte gelişmeye başlamış, çok
porselen evanî,halkın günlük hayatına başarılı portre sanatçıları yetişmiştir.
girmiştir. Türkiye’ye porselen sanayii POSEİDON , Mitolojide Denizler
ancak XIX. yüzyılın ortalarına doğru gi­ Tanrısı. İnanışlara göre, Titanların ye­
rebilmiştir. (Bak: Yıldız Porselen). nilgisinden sonra, Zeus ve Hedes Tanrı-
PORSELEN BERLİN, Antika pi­
yasasında çok aranan bir porselen türü.
XVIII. yüzyılda Berlin’de kurulan bir
porselen fabrikası 1763’te Prusya İm­
paratoru Büyük Friedrich tarafından sa­
tın alınmış ve bundan sonra fabrikanın
ürünleri bütün dünyaca tanınmıştır.
Berlin porselenleri K.P.M. yani Koenig-
liche Porzelen Manufactur damgasını
taşır. Avrupa müzelerinin çoğunda ko­ Poseidon Heykeli,
Roma. III. yy.
leksiyonları vardır.
(Konya-Arkeoloji
PORTRE, İnsan resmi. Portre yal­
Müzesi)
nız baş, göğüs ve dize kadar olduğu gi­
bi ayrıca boy ve aile, grup portreleri de
vardır. Portre, boya, grafik ya da desen
lan dünyayı bölüşürlerken Poseidon’un
payına denizler düşmüştür. Denizcilerin
ve balıkçıların yardımcısıdır. Elinde üç
dişli zıpkın ve yanı başında yunus balığı
bulunan heykelleri yapılmıştır. M.Ö. \/I.
yüzyıldan kalma Atina Poseidon’u bili­
nen en eski bronz heykelidir. Yunan ve
Roma devri heykelleri, Atina, Roma,
Madrid, Vatikan, Napoli, Paris müzele­
ri ile Avrupa’nın başka müzelerinde,
Türkiye’nin belli başlı arkeoloji müzele­
rinde yer alır. Poseidon’un paralar ve
seramikler üzerinde de resimleri vardır.
PONÇUK, Genellikle deve hamu-
Fatih’in Bellini tarafından yapılan portresi dunun ya da at eğerinin iki tarafından

205
sarkan boncuklarla süslü, renkli yün ip­ Türkiye’de pul koleksiyoncularını bir
liklerinden örülmüş püskül. Bunların ko­ araya getirerek, onlara pul hakkında bil­
lan gibi dokunanları da görülmüştür. gi veren, yayın yapan, pul sağlayan, za­
Türkmen ve Yürük el sanatları arasında man zaman pul müzayedeleri açan ku­
ponçukların çok çeşitleri vardır. ruluşlar vardır Pul,antika ve eski eser
POSTA PULU, Mektup, paket, ga­ koleksiyonculuğu ile eşdeğerde tutul­
zete, dergi gibi posta ile gönderilen eş­ maktadır.
yaların üzerine yapıştırılan basılı kâğıt.
Bugünkü biçim ve anlamıyla ilkin 1840
yılında İngiltere’de, daha sonraki yıllar­
da Avrupa ve dünya ülkelerinde uygu­
lanmaya başlanmıştır. Türkiye’de ilk
olarak pul, üzerinde “Devlet-i Aliyye-i
Osmaniye” yazısı ile tuğra bulunan ince
kâğıtlar biçiminde iken 1865 yılında bi­
çimi değiştirilmiş, tuğra yerine ayyıldız
konmuş, ayrıca pulun üzerine “Posta-i
Devlet-i Osmaniye” ibaresi yazılmıştır.
1876 yılında yapılan değişikliklerle bu
yazı ay’m ortasına yerleştirilmiş, yıldız
kaldırılmıştır. 1892’de çıkarılan pulların
kenarı Türk motifleriyle süslenmiştir. POST MODERN SANAT, Her
1898 yılında altı köşeli pul basılmış, gün yeni bir dünya kuruluyor. Her yeni,
İkinci Meşrutiyet’in ilanı ile (1908) özel bir gün sonra eskiye dönüşüyor. Mo­
“Hatıra-i Meşrutiyet” pulu yayınlanmış­ dern eskidikçe yeni bir dünya kültürü,
tır. 1920’de kurulan Türkiye Büyük yeni bir estetik kültür biçimi oluşuyor.
Millet Meclisi Hükümeti tarafından, da­ Buna “post modern” deniliyor. Bir yan­
ha önce Avrupa’da bastırılan Osmanlı da kendini mutlak ve estetik değer ölçü­
pulları sürsaj edilerek kullanılmış, ayrıca sü olarak tanımlayan klasik modern, öte
1922 yılında, İtalya’da, üzerinde “Lâ yanda dogmatiğe yer vermeyen, klasik
îlâhe İllallah” yazılı pullar bastırılmıştır. modernin geleneklerini hiçe sayan, öz­
1924 yılında Lozan Antlaşması dola­ gür düşüncenin biçimlendirdiği post
yısıyla üzerinde Atatürk’ün resmi ve modern. Ya da toplumun yeni bir este­
“Hatıra-i Sulh” yazılı Türkiye Cumhuri­ tik değer arama çabası. Bu anlayışla
yeti pulları çıkarılmıştır. Cumhuriyet dö­ meydana getirilen ve özgür biçimlerden
neminde Türk pulculuğu, baskısı, resim oluşan eşya, resim, heykel, tiyatro, mü­
ve bezemeleriyle en ileri ülkeler düzeyi­ zik. Post modern dünün, hatta bugünün
ne ulaşmış, hatta dünyada ilk kabartma değil, yarının antikası ve sanatıdır.
pul, 1968 yılında PTT idaresi tarafın­ POŞU, İpek-pamuk karışımı iplik­
dan Ankara’da Ajans-Türk Basımevi’n- lerle dokunan bir çeşit yollu kumaştan
de bastırılarak yayınlanmıştır. Bugün dikilen ve omza atılarak üçgen ucu

206
arkaya sarkıtılan saçaklı bürümcek. Po­ silâhlardan korunabilmek için vücuda
şu, Güneydoğu Anadolu’da başa da sa­ giyilen zırhlara denir. (Bak: Zırh).
rılır. Daha çok erkekler kullanır. PUŞİDE, Türbelerde, mezar sandu­
PUDRİYER, îç kapağında aynası kaları üzerine serilen işlemeli ve yazılı
ve pudra sürmek için yumuşak ponpo­ örtü. Her hac döneminde yenilenen
nu olan ve içerisinde taş pudra bulunan, Kâbe örtüsüne de puşide dendiği ol­
çantada taşınabilir küçük kutu. Makyaj
muştur. Üzeri nakışlı ve yazılı namazlık
malzemeleri arasında vazgeçilmez bir
dokumalarına da puşide denir. Mezar
yeri olan pudriyerlerin, altın, gümüş ve
örtüsü puşideler, ipekli kumaşlardan di­
bağadan yapılanları, kapakları değerli
kildiği gibi, deri ve kaim kumaş üzerine
taştan veya mine ile süslenenleri antika
eşyalar arasında görülür. En değerlileri altın-gümüş sırmalarla işlemeli puşideler
16. Louis stilinde Fransız pudriyerleri­ de vardır. Konya Mevlâna Türbesi’nde,
dir. Mevlâna’nın sandukasını örten altın sır­
PUŞAT, Silâh takımı anlamına gel­ ma işlemeli ve yazılı puşide bunlar ara­
mekle birlikte, daha çok kesici ve delici sındadır.

207
RAHLE, Tek parça tahtadan, açılır olmalıdır. Ağaç kütük olarak alınacak ve
kapanır biçimde, üzerinde Kuran, mev­ biçtirilecek olursa merkeze ve çevreye
lit, diğer dinî kitapların okunduğu iki yakın olanlar rahle için alınmamalıdır.
ayaklı çatal kürsü. Rahlenin yüksekliği, Ağaçlar, abanoz, ceviz, meşe, alıç,
önünde diz çökülüp, üzerine kanacak gürgün gibi sert ağaçlardan seçilmelidir.
Kuran’m rahatça okunabileceği ölçüde, Türkiye müzelerindeki en eski rahleler
katlandığı zaman 1 m.ye kadar uzunluk­ Anadolu Selçukluları devrine ait (XIII.
tadır. Eni, boyunun ortalama üçte biri­ yüzyıl) cevizden, üzeri kafesli oyma, ka­
dir. Geçme dişlerinin açıldığı yerleri de bartma motif ve yazılarla süslü olanları­
boyunun üçte birine yaklaşır. Rahleler, dır. Bunlardan ikisi Konya Mevlâna Mü-
genellikle abanoz, ceviz, meşe gibi sert zesi’nde, biri İstanbul Türk ve İslâm
ağaçlardan “dik biçme” olarak kesilmiş
ve işlenmiştir. İslâm sanatının ağaç oy­
macılığı ve ağaç üzerine sedef, fildişi,
kemik, bağa, altın, gümüş kakmacılığı­
nın en seçkin örneklerini veren rahleler
İslâmiyetin doğuş ve yayılışından he­
men sonra yapılarak çoğu cami ve mes­
citlere armağan edilmiş, medrese ve
türbelerde, evlerde Kuran okumak için
kullanılmıştır.
Rahle-Selçuklu, XIII. yy.
Rahle yapımında ağaç en önemli (Konya Mevlâna Müzesi)
unsurdur. Kuru olması, budaksız olma­ A
sı, elyafın çok sık ve aralarının damarsız Eserleri Müzesinde, dördüncüsü de Do­
olması, rahle yapılacak ağacı seçerken ğu Berlin (Pergamon Müzesi) İslâm
dikkat edilecek en önemli hususlardır. Eserleri Müzesi’ndedir. Beylikler ve Os­
Ağaç, rahle için biçildikten sonra çalış­ manlIlar devrine ait rahleler, İstanbul
mamak (eğilip bükülmemeli) dır. Kale­ Topkapı Sarayı, Türk ve İslâm Eserleri,
me (ıskarpele) dayanmak, sert olmak, Antara Etnografya, Konya-Mevlâna ve
çekiç veya tokmakla vurulunca kalem Etnografya müzeleri, Bursa, Niğde, Ma­
gömülüp gitmemelidir. Kalem nereye nisa ve başka müzelerde, İstanbul’da ve
vurulursa orada iz yapmalı, civarda Anadolu’nun pekçok camisinde, evler­
kalkma, atma ve yarılma olmamalıdır. de, özel koleksiyonlarda görülür. Yalnız
Ağaç ele alınınca hissedilir bir ağırlığı Topkapı Sarayinda (14), Türk ve İslâm
yazıyı, diğer yazı türleri ile birleştirerek
yeni üslûplar meydana getirmişlerdir.
RESİM SANATI (TÜRK), Canlı
resim yapmanın günah sayıldığı ve hoş
karşılanmadığı İslâm sanatında, resim
yerine süsleme sanatı gelişirken, birçok
süsleme ustası, resim yapma isteği ve
Rahle-Selçuklu, XIII. yy.
coşkularını minyatür alanında sürdür­
(İstanbul-Türk ve Islâm Eserleri Müzesi)
müşlerdir. İslâmiyetten önce Orta Asya
Eserleri Müzesinde (71), Ankara Et­ Türkleri’nde var olan minyatür sanatı,
nografya Müzesi’nde (9), Konya Mevlâ- İslâmlıkla birlikte dinî amaç taşımayan
na Müzesi’nde (7) seçkin rahle bulun­ “tarif ve tasvirlerle” devam etmiş, Ana­
maktadır. dolu’ya Selçuklularla birlikte gelmiştir.
REBAB, Çok eskiden beri Türkis­ Anadolu Selçuklularında bir ara (XIII.
tan, Iran, Hindistan, daha sonra Arap yüzyıl) kitap minyatürcülüğünden taşa­
ülkelerinde kullanılan telli saz. Genellik­ rak taş ve çini süslemeciliğinde kendini
le yarım küre şeklindeki gövdesi hindis­ gösteren resim, Konya Kalesi bedenle­
tancevizi kabuğundan, ağaçtan yapıl­ rinde taş kabartma, Kubad-âbâd Sarayı
mış, üzerine ince bir deri gerilmiştir. duvar çinilerinde boyama olarak zengin
Ağaç saplıdır. Gövdesinin altında yere bir repertuvar meydana getirmiştir. Os-
oturan demir bir çubuk vardır. Çeşitleri­ manlı devrinde minyatür geleneği, Os­
ne göre iki, üç, beş tellidir. Yayla çalı­ man, Nigârî, Matrakçı Nasuh, Haşan
nır. Yedi ayrı türü bulunan, yaysız, elle Paşa, Levnî gibi sanatçıların elinde zir­
de çalmabilen rebabm Doğu ülkeleri veye ulaşmış, böylece Türk resim sana­
arasında önemli bir yeri vardır. Anado­ tı, minyatürlerle “klâsik” devrini yaşa­
lu Selçukluları devrinde ney-rebab- ku­ mıştır. Bu arada, Avrupaî anlamda re­
düm üçlüsü saz takımının çok rağbet sim sanatını seven Fatih Sultan Meh-
gördüğünü, Mevlâna Celâleddin’in eser­ med gibi padişahlar da gelip geçmiş,
lerinden ve Mevlevî kaynaklarından öğ­ XIX. yüzyılın sonlarına doğru Sultan
reniyoruz. Rebab üzerine Mevlâna’nın Abdülaziz, kendisinin heykelini yaptıra­
pek çok şiiri vardır. Klâsik Türk Müziği cak kadar bu alanda ilgisini göstermiş,
enstrümanları arasında da rebaba yer Dolmabahçe Sarayı’na Avrupalı birçok
verilmiştir. tanınmış ressamın tablolarını astırmıştır.
REYHANÎ, İslâm ve Türk sanatında Batılı anlamda resmin, resim meraklıla­
bir yazı çeşitidir.İlkin, XI. yüzyılda Bağ­ rını etkilediği böyle bir devirde “Türk
datlı hattat îbn-i Bevvab tarafından kûfî Primitifleri” denilen İbrahim ve Tevfik
ve sülüs yazıdan türetilmiş ve yazılmış­ paşalar, Servili Ahmed Emin, Salih,
tır. Reyhanî, dik, ölçülü, okunması ko­ Molla Aşkî, Süleyman Seyyid, H. Zekâî
lay bir yazı çeşiti olduğundan Kuran
Paşa, Şeker Ahmed Paşa, Osman
nüshaları ve dinî eserler bu yazı ile yazıl­
Hamdi hatta Hoca Ali Rıza gibi ressam­
mış, daha sonra Türk hattatları bu
lar tabiata dönük, yağlıboya tabloları ile

209
modern Türk resim sanatının öncüleri
olmuşlardır. Bu arada Osman Hamdi
Bey’in çabası sonucu İstanbul’da açılan
“Sanayi-i Nefise Mektebi” ile Türk res­
mi atılımcı bir döneme girmiş, Avru­
pa’da resim öğrenimi gören Türk res­
samları Türk resmini primitiflikten kur­
tararak Batılı bir görüşle yorumlamışlar­
dır. Ressam Halil Paşa’nm ardından
Çallı İbrahim, Feyhaman Duran, Nazmi
Ziya, Avni Lifij, Hikmet Onat, Ruhi
Arel, Namık İsmail, Veliaht Abdülmecid
Efendi ve bunları hemen izleyen Sami
Yetik, Şevket Dağ, Ali Sami Boyar,
Osman H am di’nin “Mimozalı Kadın’’ tablosu
Mihri Müşfik, Ömer Adil, Vecih Bere-
(Istanbul-Resim ve Heykel Müzesi)
ketoğlu ve daha başkaları ile Türk resmi
Cumhuriyet dönemine girmiş ve bu dö­ miş, Paris Güzel Sanatlar Okulu (Ecole
nemde kişiliğini bulmuştur. Tanınmış des beauxArts)na devam etmiştir. Pa­
ressamlarımızdan kimilerini kısaca tanı­ ris’te bulunduğu on iki yıl içinde resimle
talım. Bu ressamların tümü, aramızdan birlikte arkeoloji öğrenimi de yapmış,
ayrılmıştır. Türkiye’ye dönüşünde Bağdat’ta vali
olan Mithat Paşa’ran yaranda Yabancı
İşler Müdürü, daha sonra Kadıköy ve
Beyoğlu Belediye Reisi, 1876’da ilk
meclise milletvekili, derken 1881 yılın­
da Müze-i Hümayûn’un ilk Türk müze
müdürü olmuştur. 1882’de İstanbul Gü­
zel Sanatlar Okulu (Sanayi-i Nefise) mü­
dürlüğünü de üstlenen Osman Hamdi
Bey, Osmanlı sınırları içinde çeşitli yer­
lerde arkeolojik kazılar yapmış, Eski
Eserler Nizamnamesi’ni yeni bir görüşle
Abdülmecit Efendi’nin bir tablosu: hazırlamış, İstanbul’da o devir için mo­
Saraylı Kadın dern müze binası olan Arkeoloji Müzesi
(Istanbul-Resim ve Heykel Müzesi binasını yaptırarak 1891 yılında ziyare­
te açmıştır. Batı estetiğinde Türk resmi­
Osman Hamdi ( 1 8 4 2 -1 9 1 0 ) : ne öncülük eden, tablolarıyla da ün ya­
Sadrazam Ethem Paşa’nm oğlu olup pan ressam, müzeci, arkeolog, bilim
1842 yılında İstanbul’da doğmuştur. adamı ve idareci Osman Hamdi, Türk
On sekiz yaşındayken hukuk öğrenimi kültür ve sanatına sayısız hizmetler ve­
için gittiği Paris’te kendisini sanata ver- rerek 1910 yılında İstanbul’da

210
ölmüştür. Osman Hamdi Bey’in tablola­ desenlerinde ezbere sayılamayacak not­
rı, İstanbul, Ankara, İzmir devlet resim lar yakalamıştır. Yağlıboya ve guvaşla-
ve heykel müzelerinde, özel resim ko­ rında, eski İstanbul ev ve sokaklarının
leksiyonlarında yer alır. lokal atmosferi yer yer görülürse de, ça­
Halil Paşa ( 1 8 5 7 -1 9 3 9 ) : lışmalarında çoğunlukla romantik, kart­
1857’de İstanbul’da doğdu. Kara postal bir sevimlilik vardır.
Kuvvetleri Mühendis Mektebi’ni bitirdik­ Nazmi Ziya ( 1 8 8 1 - 1 9 3 7 ) :
ten sonra resim öğrenimi için Paris’e İstanbul Sanayi-i Nefise Okulu’nu bi­
gönderildi. 1905 yılında yurda dönünce tirdikten sonra Paris’e giderek Julien
önce Müze Müdür Yardımcısı, sonra Akademisi’nde öğretim gördü. Yurda
Güzel Sanatlar Akademisi Müdürlü- döndükten sonra Güzel Sanatlar Aka­
ğü’ne atandı. 1908 yılında emekli oldu demisi’nde müdürlük ve öğretmenlik
ve 1939 yılında da öldü. Hayatı resim yaptı. Sergilere katıldı. Türkiye’de, Mo-
yapmakla geçti. Tabloları resim müzele­ net, Cezanne gibi ressamların geliştirdi­
rinde ve özel koleksiyonlardadır. ği “izlenimcilik” ekolünün temsilcisi ol­
Hüseyin Zekai Paşa du. Resimleri, devlet resim ve heykel
( 18 6 0 -19 16 ) : müzelerinde, özel koleksiyonlarda yer
1860 yılında doğmuş, Harp Okulu alır.
öğrencisi iken resim yapmaya başlamış, Namık İsmail ( 18 9 0 -19 3 5 ) :
giderek yeteneklerini geliştirmiştir. Res­ 1890 yılında İstanbul’da doğmuş, ilk
mî görevleri arasında Askerî İnşaat Ko­ ve ortaöğrenimini İstanbul’da tamamla­
misyonu Başkanlığı, Askerî Müze Ko­ dıktan sonra, resim öğrenimi için 1912
misyonu Üyeliği, Tugay Komutanı iken yılında Paris’e gönderilmiştir. 1914 yılı­
emekli olduktan sonra (1908), Millî Eği­ na kadar Paris’te çeşitli atölyelerde çalı­
tim Bakanlığı Güzel Sanatlar Encümeni şan Namık İsmail, I. Dünya Savaşı’nm
Üyeliği gibi sanata dönük görevler al­ başlaması ve bu savaşa Türkiye’nin ka­
mıştır. Doğaya bağlı, resimde derinlik tılması üzerine İstanbul’a dönmüş, ye­
arayan usta bir sanatçıdır. 1916 yılında dek subay olarak Kafkas Cephesi’ne
İstanbul’da ölmüştür. Tabloları İstanbul, gönderilmiş, savaş sonrası, 1917 yılın­
Ankara, İzmir devlet resim-heykel mü­ da Berlin ve Viyana’da resim çalışmala­
zelerinde ve özel koleksiyonlarda görül­ rını sürdürmüştür. Tekrar yurda dönen
mektedir. Namık İsmail, İstanbul’da sergiler aç­
Ali Rıza (Hoca) (18 6 4 -19 3 0 ): mış, öğretmenlik yapmış, 1928 yılında
Harbiye çıkışlıdır. Bu okulun resim- Güzel Sanatlar Akademisi Müdürlü-
hanesinde yetişmiştir. Öğretmen olarak ğü’ne getirilmiş, bu görevde iken 1935
yetiştirdiği öğrencileri üzerinde büyük yılında İstanbul’da vefat etmiştir. Namık
etki yapmış ve bir “Hoca Ali Rıza Oku­ İsmail, resimde daima yenilik arayan,
lu” yaratmıştır. Hoca, askeri okullarda değişik bir tekniğin sahibidir. Bir yan­
47 yıl görev yapmış ve birçok subayımı­ dan realist figürlere, bir yandan da izle­
zın resim alanına gönül vermesinde et­ nimci peyzaj ve natürmorta ağırlık ver­
kili olmuştur. Genel olarak portre miştir. Resimleri, İstanbul, Ankara,

211
İzmir devlet resim-heykel müzelerinde, müzelerinde, galerilerde ve koleksiyon­
Ankara Millî Kütüphane Koleksiyonu ile larda görülür.
özel koleksiyonlarda görülmektedir. Sam i Yetik ( 1 8 7 8 -1 9 4 5 ) :
Avni Lifij ( 18 8 6 -19 2 7 ) : 1878 yılında İstanbul’da doğdu.
1886’da Samsun’da doğdu. Sana- Harp Okulu çıkışlı asker ressamlarımız-
yi-i Nefise’de okurken ressam Osman dandır. Meşrutiyet’ten hemen sonra Pa­
Hamdi’nin yardımı ile Paris’e gönderil­ ris’e gitti. 1912 yılında Balkan Sava-
di. Ecole dés Beaux-Arts’da çalışmaları­ şı’nda tutsak oldu. Berlin ve Viyana’da
nı sürdürdü. Türkiye’ye dönüşünde İb­ düzenlenen Savaş Resimleri Sergisi’ne
rahim Çallı, Feyhaman Duran, Nazmi katıldı. Özellikle peyzajları ile dikkatleri
Ziya, Namık İsmail, Hikmet Onat gibi topladı. İstanbul ve Ankara’daki resim-
çağdaş ressamlarla birlikte Türk resmi­ heykel müzelerinde, özel koleksiyonlar­
ne yeni bir görüş ve aşama getirdi. da eserleri yer alır.
1927 yılında öldü. Eserleri; İstanbul, Mahmut Cüda (19 0 4 -19 8 8 ):
Ankara, İzmir devlet resim ve heykel 1904’te İstanbul’da doğdu. Sanayi-i
müzelerinde, bazı özel koleksiyonlarda Nefise Mektebi’ni bitirdikten sonra
bulunmaktadır. 1925 yılında Paris’e gönderildi. 1928
İbrahim Çallı (18 8 2 -19 6 0 ): yılında dönerek resim öğretmenliği yap­
1882’de Çal’da doğan ve 1960 yı­ tı. Resimlerinin en büyük özelliği, detay­
lında İstanbul’da ölen İbrahim Çallı, res­ cı ve modelci bir çalışma biçiminde ya­
sam Şeker Ahmet Paşa’nın desteğiyle pılmış olmalarıdır. Daha çok natürmort
İstanbul Sanayi-i Nefise Okulu’nda re­ yaptı, peyzajları da vardır. 1988’de öl­
sim öğrenimi yapmış, 1910 yılında öğ­ dü.
renimini Paris’te sürdürmüştür. Dört yıl Ayetullah Süm er
sonra İstanbul’a dönerek Sanayi-i Nefi- ( 19 0 5 -1 9 7 7 ) :
se’ye öğretmen olan İbrahim Çallı, 1905’te İzmir’de doğdu. 1925-
Türk resim sanatında kendinden önce­ 1928 yılları arasında Marsilya’da ticaret
kilerden sıyrılmış, serbest fırça ve canlı, öğrenimi gördüğü yıllarda resim çalış­
parlak renkleri ile yeni bir çığır açmıştır. maları yapmış, daha sonra Paris’te
Onun, peyzaj, natürmort, portre, kom­ P.Baudovin Atölyesi’nde çalışmıştır.
pozisyon türündeki resimleri, İstanbul, Yurda dönüşte Devlet Güzel Sanatlar
Ankara, İzmir devlet resim ve heykel Akademisi’nde uzun yıllar öğretim üye­
müzelerinde, özel koleksiyonlarda yer liği yapmıştır. İçte ve dışta birçok karma
alır. sergiye katılan, ayrıca pek çok kişisel
Hikmet Onat ( 1 8 8 2 -1 9 7 7 ) : sergi açan Sümer’in başta, Resim ve
1882 yılında İstanbul’da doğmuş, Heykel Müzesi olmak üzere pek çok
Bahriye Mektebi’nden teğmen çıktıktan özel koleksiyonda eserleri vardır.
sonra, resim tahsil etmek üzere Paris’e Şevket Dağ ( 1 8 7 5 -1 9 4 4 ) :
gitmiştir. İstanbul Peyzaj Ressamları Sanayi-i Nefise Mektebi’ni bitirdi
Grubu’ndadır. 1977 yılında İstanbul’da (1897). Galatasaray ve İstanbul Öğret­
ölmüştür. Tabloları; resim - heykel men Okulları’nda öğretmenlik yaptı. V

212
ve VII. dönemlerde Konya ve Siirt mil­ Çalışmalarını sürdürürken 1987 yılında
letvekili oldu. Ev, cami, avlu ve eski çar­ öldü. Malik Aksel’in resimleri daha çok
şı içlerini resmetti. Türk çinileri ile süslü yöresel yaşantıya dönüktür. Halk resmi
duvarların yarattığı yerel havaya yoğun alanında da ilgi çekici araştırmalar yap­
ışık sütunlarının zıtlığını eklemeyi bilmiş­ mıştır.
tir. Eserleri, bina içlerini konu edindi­ Turgut Zaim (19 0 6 -19 7 4 ):
ğinden, sağlam bir perspektif bilgisi ile 1906 yılında doğdu. 1930 yılında
çizilmiştir. Osmanlı Ressamlar Cemiye­ Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitirdi.
tinin kurucularındandır. Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar
Feyham an Duran ( 18 8 6 - Birliği ile D Grubu sergilerine katıldı.
19 7 0 ): Ankara’da Devlet Tiyatroları dekoratö­
1886 yılında İstanbul’da doğdu. Pa­ rü olarak emekliliğine kadar çalıştı. Re­
ris’te resim öğrenimi gördü. 1918’de simlerinde folklorik giyim öğeleri ağırlık
İstanbul’a dönerek Güzel Sanatlar Aka­ kazanır. Devlet resim-heykel müzelerin­
demisinde görev aldı. Portreleriyle bir­ de ve çeşitli koleksiyonlarda resimleri
likte peyzajları ile tanınır. 1970 yılında vardır. 1974 yılında ölmüştür.
İstanbul’da öldü. Şefik Bursah ( 19 0 3 -19 9 0 ):
1903 yılında Bursa’da doğdu. Öğre­
nimini Güzel Sanatlar Akademisi’nde
yaptı. Avrupa’nın önemli sanat merkez­
lerinde çalıştı. Yurda döndükten sonra
İzmir, İstanbul, Konya liselerinde resim
öğretmenliği yaptı. Güzel Sanatlar Aka­
demisi öğretim üyeliğinden emekli oldu.
1990 yılında Ankara’da öldü. Bir pey­
zaj ressamı olarak ün yaptı. Resimleri
müzelerde ve koleksiyonlarda yer alır.
Hamit Görele ( 19 0 3 -19 8 0 ),
1903’te İstanbul’da doğdu. Akade­
mideki öğrenim yıllarının ardından Pa­
ris’te resim öğrenimi aldı. Müstakil Res­
Feyhaman Duran-Mavi Şalvarlı Kız samlar Grubu’nun çağdaşlarındandır.
(Türkiye İş Bankası Koleksiyonu)
Resimleri müzeler ve özel koleksiyon­
larda yer alır.
Malik Aksel ( 19 0 3 -19 8 7 ) : E şref Üren ( 18 9 7 -19 8 4 ) :
1903 yılında doğdu. 1928 yılında 1897’de İstanbul’da doğdu. Liseyi
öğrenim görmek üzere Berlin Güzel Sa­ bitirdikten sonra Sanayi-i Nefise Mek-
natlar Akademisi’ne gönderildi. 1932 teb-i Ali’ye girdi. 1928 yılında Paris’e
yılında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü giderek André L’hote ve Othon Griesz
Resim-İş Bölümü’nün kuruluşunda gö­ atölyelerine devam etti. 1938-1939 yıl­
rev aldı. 1968’de emekli oldu. larında da yine bu atölyelerde çalıştı.

213
Uzun yıllar liselerde resim öğretmenliği Fransa’da eğitim gördükten sonra resim
yaptı. D Grubu ressamlarındandır. Yurt- çalışmalarını sürdürdü. 1952 yılında Pa­
içinde ve dışında pek çok sergilere katıl­ ris’e yerleşti. Pek çok kitabı resimlendir­
mış, ödüller almıştır. Onun eserlerinde di.
doğa tutkusu hemen göze çarpar. Dev­ Fikret Mualla (19 0 4 -19 6 9 ):
let Resim ve Heykel müzelerinde, Milli Almanya ve Fransa’da resim öğreni­
Kütüphane Koleksiyonu’nda, daha bir­ mi gördü. Bir süre Galatasaray Lisesi’n-
çok koleksiyonda resimleri vardır. de resim öğretmenliği yaptı. Daha son­
Zeki Faik İzer (19 0 6 -19 8 8 ): ra Paris’e yerleşerek bohem hayatı ya­
1906’da İstanbul’da doğdu. Galata­ şadı. Mme. Angles adlı bir Fransız kadı­
saray Lisesi’nden sonra Sanayi-i Nefise nın Reillane adlı kasabadaki evinde re­
Mektebi’ne girdi. 1928’de Paris’e gön­ sim ve gravür çalışmalarını sürdürdü. Fi­
derildi. Orada Uygulamalı Güzel Sanat­ güratif resimlerinde kendine özgü üslû­
lar Yüksek Okulu’nda öğrenim gördü. buyla tanındı. 1969’da öldü. Eserleri
Prof. Maret’in atölyesinde, seramik ve Fransa’da birçok koleksiyonda, Türki­
freskler üzerinde çalıştı. 1932 yılma ka­ ye’de resim heykel müzeleri ve özel ko­
dar L’hote Atölyesi’ne devam etti. Yur­ leksiyonlardadır.
da döndükten sonra, Ankara Gazi Eği­ Bedri Rahmi Eyüboğlu ( 1 9 1 1 -
tim Enstitüsüne resim öğretmeni ola­ 19 7 5):
rak atandı. 1934-1936 yılları arasında Güzel Sanatlar Akademisi’ni bitirdi.
tekrar Paris’tedir. 1937 yılında Güzel Paris’te André L’hote Atölyesi’nde ça­
Sanatlar Akademisi’ne öğretmen olarak lıştı. Türkiye’ye döndükten sonra aka­
geri döndü. Buradan emekli olduktan demide öğretmen oldu. D Grubu’na ka­
sonra 1971’de Fransa’ya yerleşti. 14 tıldı. Türk kilim,yazma ve elişlerinden
yıl Fransa’da kaldı. 1988’de öldü. Pek esinlenerek bunları resimlerinde kullan­
çok ödülün sahibi İzer, giderek soyut dı. 1958’de Brüksel Dünya Fuarı’nda
resmin çok renkli dünyasında özgün Türk Pavyonu’na yaptığı mozaik pano
tablolar yapar. Resimleri birçok müze çok tanındı. Aynı yıl Sao Paolo Bienna-
ve koleksiyondadır. li’nde altın madalya aldı. Paris’te Nato
Nurullah Berk (19 0 6 -19 8 2 ): Binası, Bonn’da Türk Büyükelçiliği pa­
D Grubu ressamlarından. 1948 yı­ noları onun eseridir.
lından başlayarak ürettiği resimlerde ge­ Vecihi Bereketoğlu (18 9 5-
leneksel süsleme sanatımızdan derin 19 7 3):
çizgiler görülür. 1965 yılından sonra, Hukuk öğrenimi yapmıştır. Resme
yeni bir arayışa girer ve tuvallerini salt ilgisi onu Halil Paşa’dan ders almaya
bulutlar sarar. Resimleri kadar sanat ya­ sürüklemiş, 1922-1923’te Paris’te Juli-
zıları, sanatla ilgili kitapları da çok tanın­ an Akademisi’ne devam etmiştir.İstan-
mıştır. Eserleri müzelerde ve koleksi­ bul’da Kurbağalıdere peyzajları yanın­
yonlarda çokça görülür. da, özellikle Ankara bozkırlarına hayat
Abidin Dino ( 1 9 1 3 - 1 9 9 3 ) , veren kavaklı vadilerin şirini gösteren,
1913 yılında İstanbul’da doğdu. D kendine özgü Sisley vari peyzajlar yap­
Grubu ressamlarından. Rusya’da ve mıştır.

214
Refik Epikman ( 19 0 2 -19 7 4 ) : RESİM-YAZI, Yazı ile resim yap­
Sanayi-i Nefise yi bitirdi (1925). Ay­ ma sanatı. Özellikle Türk hattatları,
nı yıl Paris’e gönderildi. Julian Akade­ canlı resmi yapmanın günah sayıldığı
misi’nde öğrenimini sürdürdü. Yurda bir ortamda, yazı istifleriyle leylek, kuş,
döndükten sonra, bir süre Güzel Sanat­ aslan, neyzen, insan başı gibi canlı re­
lar Akademisi’nde asistanlık yaptı. Son­ simleri yapmaktan kendilerini alama­
ra Gazi Eğitim Enstitüsü’nün Resim Bö- mış, bunlar hoşgörüyle karşılanmışlar­
lümü’nde, kuruluşundan itibaren emek­ dır. Bu alanda “Leylek Dede” olarak ta­
liliğine değin çalıştı (1932-1966). nınan bir Mevlevî dervişinin, Besmele
Konstrüktivist bir anlayışla figüratif bir
resmi 1960 yıllarına değin sürdürdü. Bu
tarihten sonra ise, konstrüktivist bir ge-
ometrizmin soyut anlatımına yöneldi.
Yazar olarak da hizmetleri olmuştur, iki
kez Devlet Resim Ödülü almıştır.
Ş e re f Akdik ( 19 0 2 -19 7 2 ) :
Hattat Kamil Akdik’in oğludur. Sa­
nayi-i Nefise Mektebi’ni bitirdikten son­
ra, Paris’te öğrenimine devam etmiştir
(1924-1928). Julian Akademisi’nde
akademisi bir ressam olan Paul-Albert
Laurens’in atölyesinde öğrenimini bitir­
dikten sonra, liselerde ve İstanbul Güzel
Sanatlar Akademisi’nde öğretmenlik A. Süheyl Ünver’in bir Resim Yazı çalışması
yapmıştır. Akdik, büyük boyutlu devrim
kompozisyonları, natürmortlar ve ço­
ile başlayan bir yazı istifi ile yaptığı ley­
ğunlukla deniz kıyısı peyzajları yaptı.
lek resmi ile Mevlâna’nm neyzeni Ham-
Güzel Sanatlar Birliği üyelerindendir. za Dede’yi canlandıran, üzerinde
İbrahim Safi ( 18 9 8 -19 8 3 ): “Kutb-ı nây-ı Ya Hazret-i Hamza Dede”
Moskova Güzel Sanatlar Akademi­ yazılı neyzen resmi çok tanınmıştır.
si’nde resim öğrenimi gördü. 1917 İhti­ Bektaşilerin karşılıklı iki “Ali” yazısı ile
lali sırasında Türkiye’ye gelerek İstan­ bir Bektaşî dedesi başı, ayrıca aslan res­
bul’a yerleşti. Burada Güzel Sanatlar mettikleri bilinir. Yine yazı istifleri ile ca­
Akademisi’ni de bitirdi. Genellikle, İs­ mi, kayık, Bektaşî tacı, Mevlevî sikkesi
tanbul’u, Boğaziçi’ni ömrü boyunca şiir­ gibi bina ve eşya resimleri de yapılmış­
sel bir biçimde görüntüledi. Çalışmala­ tır. Bunların örnekleri çoktur.
rında Çallı kuşağının renklerini kullandı. REŞAD ALTIN, Sultan Beşinci
İstanbul ve Ankara resim-heykel müze­ Mehmed olarak tanınan Osmanlı Padi­
lerinde, özel koleksiyonlarda tabloları şahı Mehmed Reşad (1909-1918) za­
vardır. Aranan bir ressamdır. manında basılan altın lira. Bunun

215
beşliğine “beşibiryerde” denir. Beşibir­
yerdenin yarımı da vardır. Ayrıca altın •» 'r f r
liranın yarımı ve çeyreği basılmıştır. Da­
ha çok ziynet olarak kullanılan reşad al­
tınları, bugün de sarraflarda geçer akçe­
dir. İlkin 1327 H. (1909) yılında İstan­
bul, Edirne, Bursa, Kosova, Manastır,
Selanik’te basılmıştır. Daha sonra sü­
rekli İstanbul (Konstantiniyye) baskıları
yapılmıştır.
RIHDAN, Mürekkeple kâğıt üzeri­
ne yazılan yazıyı kurutmak için dökülen Riton. Tunç Çağı, M.Ö. XVIII. yy.
ve “rıh” denen özel kum ve kül karışımı­ (Ankara-Anadolu Medeniyetleri Müzesi)
nın bulunduğu delikli kutu. Rıhdan, ge­
nellikle camdan, altın, gümüş, bronz gi­ gümüş gibi madenlerden yapılan riton­
bi madenlerden, porselenden yapılan, lar da görülmüştür. Sasaniler devrinin
silindir biçiminde bir hokkadır. Üzerin­ (M.S. III.-VII. yüzyıllar arası) koç ve cey­
de süzgeçli kapağı vardır. Yazı takımını lan başlı altın ritonları en güzel örnekle­
tamamlayan rıhdanlar süslü yapılmışlar­ ri sayılır. Ankara Anadolu Medeniyetle­
dır. ri Müzesi’nde Kültepe kazısı ritonları
RIK ’A, Hat sanatında bir yazı çeşi- dikkat çekicidir.
tidir. XVIII. yüzyıl sonlarında gelişmeye R O K O K O ÜSLÛBU (Eşya ve
başlamış, resmî yazışmalarda ve mek­ Mobilya), Rokoko üslûbu, XVIII. yüzyı­
tuplarda çok kullanılmıştır. İşlek, bitiş­ lın ortalarına doğru, Barok üslûbundan
meyen harflerin birleştirilmesiyle hızlı sonra Fransız saraylarında doğan bir iç
yazılabilen çeşitine “rık’a kırması” de­ mimarlık ve mobilya stilidir. 1730 yılın­
nir. da ilk örneklerini vermiş, Avrupa’ya ya­
RİTON (RYTON), Hayvan başlı yılarak yüzyılın sonuna kadar etkisini
veya gövdeli içki kabı. İlkçağlarda genel­ sürdürmüştür. Rokoko, Barok üslûbuna
likle pişmiş topraktan yapılmıştır. Boğa, benzemekle birlikte, en önemli özelliği
aslan, dağkeçisi, kartal, tavşan ve daha eşyada simetrinin bozulması, asimetrik
başka hayvan başları biçiminde ritonlar, oluşudur. Barok süslemede çok kullanı­
içerisine içki doldurularak dinî törenler­ lan akant yaprakları, deniz kabuğu mo­
de Tanrılara şarap saçmakta, şerefleri­ tifleri ve insan figürleri, Rokokoda yer
ne içmekte kullanılmıştır. Anadolu’da almakla birlikte, daha ince, zarif ve
Asur kolonilerinde (Kaniş-Kültepe), Hi- abartmalı değildir. Ağır, karmaşık ve
titler ve Geç Hitit devirlerinde (Hatu- gösterişli mobilya kütlesi yerine, sadelik
şaş-Boğazköy ve Aslantepe) ayrıca He­ ve zarafetin yer aldığı Rokoko mobilya­
lenistik ve Roma devirlerinde çeşitli larda, lâke yüzeyler ya da yüzeylere yer­
hayvan başlı, gövdeli ritonlar Türkiye leştirilen çiçekli porselen plâkalar çok
arkeoloji müzelerinde yer alır. Altın, tutulmuştur. Bu üslûbun belirgin bir

216
özelliği de porselen eşya yapımında çi­ bronzdan küçük boyutlarda, haç biçi­
çeklerle süslü kompozisyonlara geniş minde yapılarak üzerlerine aziz resimle­
yer verilmesidir. Bazı yapıların duvarları ri çizilen ve boyunda dinî sembol olarak
dahi porselen kaplandığı gibi, çiçek de­ taşman takılara da röliker denmiştir.
metli oyma, kafesli porselen eşyalar de­ Başta İstanbul Arkeoloji Müzesi olmak
koratif olarak çok kullanılmıştır. Simet­ üzere Türkiye’deki pek çok müzede Bi­
riden uzak, rahat bir görünüm veren zans devri rölikerleri yer almaktadır.
Rokoko, insan boyutlarının mobilyada R Ö P R O D Ü K S İY O N (Repro­
yansımasıyla da bir özellik kazanmıştır. düksiyon): Bir sanat eserini aslına sa­
XIX. yüzyıl başlarında Rokoko üslûbu, dık kalınarak taklidini yapma ya da ço­
ğaltma. Resim sanatında, bir resmi bas­
Avrupa’da yavaş yavaş etkinliğini yitirir­
kı makineleri ile kopyalama. Müzelik
ken, Türkiye’de görülmeye başlamış,
eserlerin de röprodüksiyonu, o eserin
ancak Türk Rokokosu adıyla, Türk zev­
kalıpları alınarak yapılır, aynen ya da
kine uygun biçimde değişmelerle uygu­
büyültülür, küçültülür.
lanmıştır. Bu üslûpta, saraylar, köşkler,
RUBU TAHTASI, Eskiden beri
sebil ve çeşmeler yapılırken, odalar
astronomi çalışmalarında kullanılan,
Türk Rokokosu’yla döşenmiş, çeşitli
üzeri lâke süsleme tahtadan çeyrek da­
mobilya ve eşyalar bu üslûbun süsleme ire ve merkezinde dönebilen çubuğu.
öğeleriyle bezenmiştir. İstanbul’da Dol- Tahtanın her iki yüzünde sinüs, kosinüs
mabahçe, Beylerbeyi, Yıldız Sarayı ve bölümleri, münhaniler, rakamlar, yazı­
mobilyalarında Türk Rokokosu örnek­ lar vardır. Türk ve İslâm bilimleri arasın­
leri görülmektedir. da astronomiye büyük önem verilmiş ve
ROLİKER, Hıristiyan azizlerden birçok alet yapılmıştır. Rubu tahtası da
kalan kutsal eşyaların korunduğu lahit bunlar arasındadır. Çok süslü ve tarihî
biçiminde mermer, maden, ahşap san­ değer taşıyanları müzelere kaldırılmıştır.
dukalar. Kilise biçiminde yapılmış röli- İstanbul Türk ve İslâm Eserleri, Topka-
kerler de vardır. Ayrıca gümüş ve pı Sarayı, Ankara Etnografya, Konya
Mevlâna müzelerinde örnekleri görüle­
bilir.
RUMİ, Türk sanatında bir motif adı.
Rumî, “Anadolu’ya ait” anlamına gelir.
Anadolu Selçukluları devri süslemecili­
ğinde en çok görülen bu motifin “zo-
omorfolojik” bir anlam taşıdığı hayvan
(kuş) figürlerinin stilize edilerek soyut bir
biçimde motifleştirildiği söylenir. Rumî
ve kıvrımları, genel olarak taş, ağaç, çi­
ni, halı, kumaş, maden,kitap süslemeci­
liğinde görülür. Selçuklu sanatında Bey­
likler devrine, Osmanlı dönemine bazı

217
değişikliklerle geçmiş, bordür süsleme­ denmiştir. Çiftesi 4,80 gr., tekleri 2.40
ciliğinde daha çok yer almıştır. gr.dır. Ön yüzünde, ortada tuğra, çevre­
RUMÎ ALTIN, Osmanlı Padişahı sinde “Sultan’ül berreyn ve hakan’ül
Sultan Mahmud II (1808-1839) devrin­ bahreyn es-sultan ibn’es-sultan” yazılı­
de basılan iki çeşit altın. İlki “Rûmî
dır. Arka yüzünde, ortada “duribe fi
Atik” adıyla tanınan 4,80 gr. ağırlığın­
Konstantiniyye 1223”, çevresinde “Es-
daki altın sikke. 1808’de basılmış,
1821 yılma kadar kullanılmıştır. Bu altı­ Sultan Mahmud Han İbn-üs-sultan Ab-
nın yarımı ve çeyreği vardır. İkincisi, dülhamid Han dame mülkehû” yazılıdır.
1817 yılında, “Rûmî Cedid” adıyla ba­ Müzelerde ve özel sikke koleksiyonla­
sılmıştır. Halk arasında “Mahmudiye” rında değerli altın sikkelerden sayılır.

218
SAAT, Günün 1/24’üne eşit za­ gibi Mevlevî sanatçılar vardır. Bunlar
man birimini ölçen alet. Güneş sistemi­ arasında Ahmed Eflakî Dede ve oğlu
ne göre, ilk saatin Eskiçağlarda Mezo­ Hüseyin Hakî’nin Mevlevî külâhı for­
potamya, Mısır, Suriye, daha sonra He­ munda yaptığı saatler bugün Topkapı
lenistik ve Roma medeniyetlerinde ön­ ve Dolmabahçe saraylarında yer almak­
ce güneş saati (buna bak), daha sonra tadır. Sultan Abdülmecid, Sultan Abdü-
kum ve su saati olarak kullanıldığını bili­ laziz ve Abdülhamid II devirlerinde
yoruz. İslâmiyet, günün belli kesimlerin­ Mehmed Şükrü, Mustafa Refik, Süley­
de günde beş vakit namazı farz kıldığı man Leziz gibi Türk ustalarının, üzerle­
için, İslâm bilginleri mekanik saat yapı­ rinde kendi imzaları bulunan çeşitli
mında fazla zaman kaybetmemiş, Ab­ formlarda çarklı saatleri Topkapı Sarayı
basî Halifesi Harun ur-Reşid devrinde Saat Dairesi’ni süslemektedir. Saat Da-
(807) ilk çalar saat kullanılmıştır. Ancak iresi’nde Türk saatlerinden ayrı olarak
XII. yüzyıldan sonra Avrupa’da meka­ Avrupa’nın tanınmış saat firmaları ve
nik saat yapımı görülmeye başlamış, XI- ustalarına ait pek çok duvar ve masa sa­
II. yüzyıl sonlarında zemberekli saatler atleriyle, altın, gümüş, değerli taşlarla
yapılmıştır. XV. ve XVI. yüzyıllarda süslü cep saatleri de bulunmaktadır.
Nürnberg bir saatçilik merkezi olmuş, SABUNLUK, Eski Türk hamamla­
1657 yılında HollandalI astronom ve fi­ rında hamam takımları arasında yer
zikçi C. Huygens, saatlere sarkacı uygu­ alan, hamam sabununun konduğu ma­
lamış, 1709 yılında da ilk taşlı saatler, denî mahfaza. Genellikle pirinç ve
cep saatleri yapımı başlamıştır. Avru­
pa’nın saat tekniği karşısında Osmanlı
saat ustaları hiç de geri kalmamış, XVII.
yüzyılda İstanbul’da ilk çarklı saatler ya­
pılmıştır. Bugün Topkapı Sarayı Müze­
si’ndeki örneklerine göre, XVII. yüzyıl­
da Şahiz ve Bulugat adında iki usta eliy­
le yapılmış iskelet saatler ayrı form ve
değişik teknik özelliklere sahiptir. Sul­
tan Mahmud II (1808-1839) dönemin­
de yaşamış saat ustaları arasında Esse-
yid-El-Hac Dürrî, Ahmed Gülşenî, Ah-
med Eflâkî Dede ve oğlu Hüseyin Hâkî Bakır Sabunluk

219
bakırdan, kapaklı tas biçiminde yapıl­ genellikle gizlice yapılan yardıma “sada­
mış, kapağının üzerine elle taşınabilme­ ka” denir. Şehirlerde sokakların bazı
si için aynı malzemeden bir kulp yerleş­ köşelerine, 100-125 cm. yüksekliğinde,
tirilmiştir. Gövde ve kapak kazıma veya silindir biçiminde, üzeri oyuk taşlar yer­
oyma motiflerle süslüdür. İstanbul işi pi­ leştirilmiştir. Bu taşlara “sadaka taşı”
rinç sabunluklar, elips veya daire taban­ adı verilir. İsteyen varlıklı kişiler, çoğu
lıdır. zaman akşamdan sonra bu taşın oyuğu­
SADAK, Okların konduğu torba na bir miktar para bırakır. Fakir ve
veya kutu. Bir kayışla omza asılır ve ta­ muhtaç olanlar, sabaha karşı kimse gör­
şınır. İnce tahtadan yapılarak üzeri me­ meden bu paradan ihtiyaçları ölçüsünde
şin veya kumaş kaplanmış Türk sadak­
alır, kalanını bırakır. Böylece sadaka ve­
ları meşhurdur. Topkapı Sarayı Müze-
ren de, alan da toplumdan gizlenmiş
si’nde meşin üzerine sırma ve inci ile iş­
olur. Sadaka taşları, Türk toplumunun
lenmiş, değerli taşlarla süslü örnekleri
yardımlaşmaya dayalı, eşsiz bir örneği­
dir.
SAF SECCADELERİ, Cami ve
mescitler için özel dokunmuş, üzerinde
sıra halinde mihraplar bulunan ve mih­
raba paralel serilen uzun seccade. Ca­
mide saf teşkil ederek namaza duran ce­
maatin hem saf düzenini koruması,
hem de herkesin seccade üzerindeki
mihrapta namaza durması için yan ya­
na mihraplar sıralanmış olarak dokuttu­
rulan bu seccadeler üzerinde genellikle
5,7,9 mihrap resmi vardır.
SAFİR, Saydam, açık maviden ko­
Sadaka Taşı yuya renkleri değişen değerli bir taş çe-
■(Istanbul-Imrahor’dadır. şiti. Gökyakut da denir. Birmanya, Sey­
lân, Keşmir ve Brezilya’da çeşitli türleri
vardır. Ayrıca tahta kutu biçiminde ya­
pılanların yüzeyleri sedef ve fildişi kak­ bulunur. Safir; gerdanlık, yüzük, küpe,
ma ile süslenmiş, boya ile nakışlanmış bilezik gibi süs takılarında kullanıldığı gi­
olanları da görülmüştür. Bunlara “tir- bi, eşyaların süslenmesinde de yer alır.
dan” da denilmiştir. Atların terkisine SAHAN, Yatak kenarlı, derinliği az,
bağlanan ve göğsün sol tarafına asılan ayrıca kapağı bulunan madenî yemek
sadaklar “tirkeş” adını almıştır. Sadakla­ tabağı. Anadolu’da daha çok bakırdan
ra oklarla birlikte yay da yerleştirilir ve­ yapılır ve kalaylanır. Kenarları oyma,
ya yaylar sağ omuzda taşınır. dış yüzeyi kapağı ile birlikte kazıma tek­
SADAKA TAŞI, İslâmî Türk gele­ niği ile süslü olanları vardır. Kapağı ha­
neklerine göre, fakir ve muhtaç olanlara fif kubbelidir. Saray ve konaklarda

220
r

kullanılanları altın, gümüş ve porselen­ Alâaddin Keykubad l’e ait olduğu söyle­
den yapılmıştır. nen bir çift lobut bunlar arasındadır.
SAİNT-LOUİS CAMLARI, Fran SAM UR KÜRK, Kuzey Avru­
sa’nm Munzthal bölgesindeki St. Louis pa’dan Kamçatka’ya kadar yaygın, san­
kasabasında 16. yüzyılda kurulan Saint- sar türünden samurun derisinden yapı­
Louis cam firmasının kristal cam ürün­ lan kürk. XVII. yüzyıl Osmanlılar devrin­
leri. Antika dünyasında çok tanınan ve de, Osmanlı padişahı ve saray ileri ge­
aranan Saint-Louis kristal camları “St. lenleri bu kürkten yapılma kaftanları gi­
Louis Munzthal d’Artengal, Arsale” gibi yerek, tarihte bir “Samur devri” açıla­
imzaları ile bilinir. Bu ürünler, vazo, cak kadar ileri gitmişlerdir. O devirde
bardak, kadeh, kâse, meyvelik, tuzluk, samur kürk giymek moda olmuştur.
şamdan gibi ürünler olup üzerleri asitli SANCAK, Bir milletin veya askerî
oyma ve yontu tekniği ile çiçek, meyve, bir birliğin onurunu temsil eden ve üze­
hayvan, manzara desenlidir. rinde resim, sembol ve yazılar bulunan
SAKIZLIK; 10-15 cm. yüksekliğin­ bayrak. İslâmiyetten önce Türk kavim-
de ayaklı, vazoya benzer, geniş ağızlı ve lerinin çeşitli semboller taşıyan sancak­
kapaklı sakız kabı. Porselenden, mineli ları bulunduğu gibi, İslâmiyetle birlikte
bakırdan, gümüşten yapılanları vardır. Türkler bu geleneklerini yine sürdür­
İçerisinde sakız bulunur ve konuklara ik­ müşlerdir. Gaznelilerin siyah renkli san­
ram edilir. 19. yüzyılın başlarında kulla­ caklarının üzerinde genellikle aslan, ay
nılmış ve yüzyılın sonuna kadar devam ve hûma kuşu resimlerinin bulunduğu
etmiştir. bilinmektedir. Selçuklularda da resmî
SAKSI, Bahçe ve salon çiçekleri renk siyah olmakla birlikte üzerinde ok
yetiştirilmek üzere kullanılan, pişmiş ve yay işaretlerinin bulunduğu söylenir.
topraktan yapılmış, içine toprak doldu­ Malazgirt Savaşı’nda, Büyük Selçuklu
rulan kap. Çiniden, porselenden, ayak- Sultanı Alpaslan, üzerinde “Kelime-i
lı-ayaksız süslü olarak yapılanları vardır. Şehadet” yazılı sancak kullanmıştır.
SAKSONYA PORSELENİ, (Bak: Anadolu Selçuklularında “Sancağ-ı Sal­
Meissen Porselenleri) tanat” denilen devlet sancağı siyah ol­
SALIK, Topuza benzer, saplı ucun­ makla birlikte askerî birliklerin kırmızı,
daki yuvarlak demir ağırlığa zincirlerle sarı renklerde ayrı ayrı sancakları var­
gülleler bağlanmış silâh. Zincire bağlı dır. Çoğu kez bu sancakların üzerinde
demir gülleleri ile düşman üzerine saldı­ çift başlı kartal, ejder (dragon) figürleri
rırken ağır bir darbe indirilmiş olur. yer almıştır. Osmanlıların ilk devirlerin­
Topkapı Sarayı Silâh Dairesi’nde ve As­ de siyah, beyaz, sarı, kırmızı sancaklar
kerî Müze’de örnekleri vardır. Ayrıca, kullanılmış, sancak beylerine bir sancak
şimşir ağacından tokmakların başına ve tuğ, beylerbeyine bir sancak, iki tuğ
halka ağırlıklar eklenmek suretiyle savaş verilmiştir. Beylerbeyi ve vezir rütbesi­
talimleri ve güç deneyimleri yapılan bir ni taşıyan paşaların kırmızı sancakları
çeşit spor aletine de “lobut” denir. Kon­ üzerinde “zülfikâr” resmi vardı. Ayrıca
ya Müzesi’nde Selçuklu Sultanı sancakların üzerine Kelime-i Tevhid,

221
Fetih Suresi yazılmış, yıldızlarla süslen­ Sandığın, İlkçağlardan beri kullanıldığı,
miştir. Sultan Selim III devrine kadar dış yüzeyinin süslendiği bilinir. Anado­
sancaklarda hilâl, yıldız, zülfikâr motifle­ lu’da en güzel sandıklar, ceviz,servi,
ri kullanılmıştır. Selim IIFün yaptığı as­ gürgen gibi sert ağaçlardan yapılan “çe­
kerî düzenleme ile kalyon sancaklarının yiz” sandıklarıdır. Evlenecek genç kızın
rengi kırmızı olmuş ve hilâl ile birlikte elişlerinin ve eşyasının bulunduğu bu
sekiz köşeli yıldız yer almıştır. Mahmud sandıkların dış yüzü renkli madenî lev­
II devrinde ordu sancağı, üzerinde Keli- halar, çivi başları ve aynalarla süslenir.
me-i Şehadet veya Fetih Suresi bulunan Sedef, fildişi kakmalı, altın, gümüş işle­
siyah sancak olarak belirlendi. Abdül- meli, üzeri sırmalı kumaşlarla, derilerle
mecid devrinde al renk sancak üzerine kaplı “saray ve konak” sandıkları da
hilâl ve beş köşeli yıldız bulunan san­ vardır.
caklar kullanılmıştır. Cumhuriyet döne­ SANDUKA, Türbelerde mezarlar
minde Türk bayrağı ve ordu sancakları
üzerine yerleştirilen taştan, ağaçtan ya­
ayrı ayrı belirlenmiştir.
pılma, lâhite benzer sandık. Sandukala­
SANCAK KURANI, Sancakların
rın lâhitlerden farkı, içerisinde ölünün
alemine veya sancak direğinin tepesine
cesedinin bulunmayışı, sadece mezarı
asılan küçük Kuran. Sancak Kuranları,
üzerine konuşudur. Islâmiyette genellik­
3-4 cm. boyundaki, 4 veya 6 köşeli
le ölüler doğrudan toprağa verilmiş,
aharlı kâğıtlara gubarî hat ile kalem
mezarı üzerine, baş veya ayak ucuna
ucunda at kuyruğundan alınmış sert kıl
mezar taşı yerleştirilmiştir. Sultanlar,
veya çok ince kamış kalemlerle yazılır,
devlet ileri gelenleri, din ve tarikat ulula­
tezhibi yapılır ve altın, gümüş işlemeli
rı için türbe yaptırma geleneği yaygınla­
kutulara yerleştirilir. Yazılışı büyük
emek ve göz nuru olan bu küçük boy şınca, türbenin zeminindeki mezar
Kuran’lar başlı başına bir sanat eseridir. odasına (mahzenine) tabutla yerleştiri­
En seçkin örnekleri Topkapı Sarayı, len veya toprağa gömülen cesedin tam
Türk ve İslâm Eserleri Müzesi ile Konya üzerine, yani zemin yüzeyine içi boş, taş
Mevlâna Müzesi’nde, başka müzelerde ve ahşap sandukalar konmuş, çoğu kez
görülür. sandukaların üzerine işleme yazılı, de­
SANDALYE, Dört ayak üzerinde, senli örtüler (pûşideler) örtülmüştür. Sel­
arkalıklı, kolsuz, ağaç iskemle. İlkçağlar­ çuklu devrinin ahşap oyma sandukaları,
dan beri çeşitli örnekleri ile görülürken, devrinin ağaç işçiliğinin şaheser örnek­
Avrupa’da Rönesans’la birlikte mobilya­ leridir. Bu devirde çini sandukalar da
nın ayrılmaz bir parçası olmuş, mobilya başlı başına sanat eseridir. Osmanlı tür­
üslûplarına göre biçimler alarak süslen­ belerindeki sandukalar genellikle mer­
miştir. Ağaç, bambu, hasır örgü, demir merden, bazıları da tahtadan veya çini­
sandalyeler vardır. dendir. Erkek ölülere ait sandukaların
SANDIK, İçerisine çeşitli eşyaların baş tarafında ölünün kavuğu vardır. İs­
yerleştirildiği, genellikle tahtadan yapı­ tanbul Türk ve İslâm Eserleri Müzesi ile
lan, kapaklı büyük kutu veya mahfaza. Ankara Etnografya Müzesi’nde

222
Selçuklu dönemi ahşap sanduka örnek­ Mihrabın dairevî kemeri altında genel­
leri yer alır. likle “Allahüekber” yazılıdır. Sim ve
SANTUR, Kanuna benzer, tok­ ipek karıştırılarak dokunan saray halıla­
makla vurularak çalman telli saz. Önce­ rı geleneği, XIX. yüzyıl sonlarında He-
leri ibrişim tellerine çubuklarla vurularak reke halıcılığına örnek olmuştur. Bu­
çalınırken, daha sonra madenî teller günkü Hereke tipi halılar, saray halıları­
kullanılmıştır. Çok eski bir Türk sazı nın bir devamıdır.
olup, Anadolu’dan Avrupa’ya geçmiş, SARIK, Başa giyilen kavuk, sikke,
simbal, timpano, salterio gibi adlar al­ külâh, börk, fes ve başka serpuşlar üze­
mıştır. rine sarılan tülbent, ağbanî, şal gibi ku­
SARAY HALILARI, Türk halı sa maş ve bezler. “Destar” da denir. Sarık,
natında, genellikle saray için dokunan, sarılış biçimlerine göre, burma, silme,
ayrı üslûpta bir halı grubu. XVI. yüzyıl dardağan, dolama, örfî, şekeraviz, kafe-
başlarında Yavuz Sultan Selim İran Se­ sî gibi adlar alır. Padişah, vezir ve devlet
feri dönüşü (1514), Tebriz’den halı us­ ileri gelenleri, içerisi pamuk doldurul­
taları getirterek, bu ustalarla İstanbul’da muş beyaz tülbentten, durumlarına göre
Osmanlı sarayının gözetiminde halı do­ sarık sarmışlardır. Tarikat şeyhleri ve
kuma tezgâhları kurdurmuştur. Bu tez­ mensuplarının külâh ve sarıklarına
gâhlarda dokunan halılara “Osmanlı “tac” denmiş, bunlar yeşil, kırmızı, si­
Saray Halıları” denmiştir. Son yıllara yah, beyaz renklerde yapılmıştır. Her
kadar, dokunan saray halılarında saray tarikatın ayrı sarık sarma biçimi vardır.
nakkaşlarının çizdiği değişik bitki ve çi­ Halk ve asker, başlarına ağbanî, tül­
çek kompozisyonları, yumuşak kemer­ bent, şal, poşu sarmıştır. Sarığın aşağı­
ler yer almakta, üst ve yan yarım bor- ya doğru sarkık ve omuz üzerine düşen
dürleri ayet ve yazılarla doldurulmaktadır. ucuna “taylaşan” denir.
SARKA, Sırmalı, kadife cepken.
Önü, göğse kadar dikdörtgen biçiminde
açık, şalvar üzerine giyilir. Konya’nın
Sille kadın giyimleri arasında daha çok
görülmüştür.

SARKOFAJ, (Bak.- LÂHİT)

SATEN, İpek, pamuk ve yün iplik­


lerle dokunan, çoğu zaman parlak yü­
zeyli bir çeşit dokuma. Erkek elbisele­
rinde astar olarak kullanılan türleri de
vardır. Çapraz dokunmuş parlak yüzey­
li olanlarına Türk sateni denir.
Saray Halısı. Osmanlı, XVIII. yy. SATIR, Kısa saplı ve geniş ağızlı ke­
(İstanbul-Türk ve Islâm Eserleri Müzesi) sici alet. Kasaplıkta, gövdeyi ayırmak ve

223
parçalamak için kullanılır. Ağaçları par­ İstanbul, İzmir, Bergama, Antalya arke­
çalamak, dalları kesmek için de kullanı­ oloji müzeleri ile daha başka müzelerde
lır. de Anadolu kaynaklı olarak yer almak­
SATRANÇ TAKIMI, Karşılıklı iki tadır.
kişinin oynadığı satrançm altmış dört SAVATLAMA, Madenî eserlerin
kareye bölünmüş tablası ve değişik de­ üzerine açılan yuvalara, kükürt ve ma­
ğer ve şekillerde on altı taşı vardır. VII. den karışımı, siyah renkteki savat (niel-
yüzyılda Hindistan’da keşfedilen, daha lo) doldurularak maden yüzeyinde siyah
sonra İran’a, Arap ülkelerine, IX. yüz­ renk ve desen yapma tekniği. Savat,
yılda da Araplann aracılığı ile Avru­ belirli oranlarda kükürt, gümüş ve bakır
pa’ya geçen satranç oyunu, XVI. yüzyıl­ veya kükürt, gümüş ve kurşunun karıştı­
dan itibaren her tarafta yaygınlaşmış, rılması ve ateşte eritilmesi ile hazırlanır.
ağaçtan, fildişinden, seramikten, altın Türk ve İslâm maden sanatında savatla­
ve gümüş gibi madenlerden,değerli taş­ ma çok sık görülür. Özellikle gümüş
lar ve renkli mermerlerden çeşitli sat­ eserlerde desen ve yazıların çoğu savat­
ranç takımları yapılmıştır. Şah, vezir, lama tekniği ile yapılmıştır.
kale, fil, at , piyon gibi adlar alan sat­ SAZ, Genellikle, Türk müziğinde
ranç taşlarının çok süslü yapılanları ev­ telli aletlere verilen ad olmakla birlikte,
lerde, ayrıca Avrupa müzelerinde görü­ kestane ve dut ağacından yekpare oyu­
lür. Türkiye’de Topkapı Sarayı Müze- larak yapılan “bağlama”nm büyüğüne
si’nde, özel koleksiyonlarda da sanatlı saz, bunun üçer üçer dizilmiş on iki tel­
satranç takımları bulunmaktadır. lisine “meydan sazı” denir. Gövde boş­
SATSUMA, Japonya’nın Satsuma luğu çam tahtası ile kapatılmıştır. Sapı
bölgesinde yapılan yaldızlı porselen. gürgendir. Altı, sekiz tellidir. Sapı ve
gövdesi, ceviz, sedef, kemik işlemeli
XV. yüzyıldan beri yapılagelmekte olan
olanları vardır. Kiraz ağacı kabuğundan
Satsuma fayans ve porselenleri, Japon­
yapılan “tezene” ile çalınır.
ların en güzel porseleni olarak bilinir.
Satsuma vazolar, buhurdanlıklar, hey­
kelcikler, fincan ve kutular, bitkisel ve
geometrik desenler ve resimlerle çok
renkli, bol yaldızlı olarak süslenmiştir.
Son yıllarda satsumalarda çiçek ve kuş
resimleri daha çok yer almaktadır.
SATYR, Mitolojide küçük boynuz­
lu, keçi ayaklı, kuyruklu olarak tasvir
edilen Kır Tanrısı. Kır perilerinin erkek
kardeşi sayılır. Helenistik ve Roma dev­
ri sanatında, çeşitli biçim ve görünüşler­
de heykelleri ve resimleri yapılmıştır.
Avrupa’daki büyük arkeoloji müzelerin­
de Satyr heykelleri bulunduğu gibi,

224
SCH RAN Z (JO SE PH ), Alman XVII. ve XVIII. yüzyıllarda da sedef süs­
asıllı tanınmış ressam. 1794’te doğdu. lemeye geniş yer verilmiş, Dalgıç Ah-
Ailesi ile birlikte Malta’ya gelip yerleşti. med Ağa, mimar ve sedefkâr Mehmed
Ressam olan babasından litograf sanatı­ Ağa gibi meşhur sedef ustaları yetişmiş­
nı öğrendi. 1830 yılından sonra İstan­ tir. XVII. yüzyılda Evliye Çelebi, yalnız
bul’a gelerek İstanbul Boğazı’nın, kasır, İstanbul’da 100 sedef atölyesi ve 500
köşk, saray, cami gibi eski eserlerin li­ kadar sedef ustasının sanatlarını yürüt­
tograf ve karakalem resimlerini yaptı. tüklerinden söz etmektedir. XIX. yüzyıl­
1849 yılma kadar İstanbul’da oturan da Osmanlı sedef işçiliği gerilerken,
ressam, 1866 yılma doğru Malta’da öl­ yüzyılın sonlarında Abdülhamid II, Yıl­
dü. Eserlerinden bazıları İstanbul’da dız Sarayı’nda bir “sedefhane” kur­
Topkapı Sarayı Müzesi resim koleksiyo­ muş,burada kendisi de sedefli eşyalar
nunda, Londra-Victoria and Albert Mu-
seum’da yer alır. Baskılı resimleri kitap­
larda yayınlanmıştır.
SEDEF İŞLERİ, Daha çok sıcak
denizlerde bulunan istridye türünden
deniz kabuğunun ahşap süslemeye uy­
gulanması. Deniz kabuklarının biçim-
lendirilmesiyle süs takısı olarak kullanılı­
şı ilkçağın en eski uygarlıklarında görül­
mekle birlikte, sedefin eşyada süs öğesi Sedef işleme çekmece
olarak uygulanılışı çok sonradır. Her ne
kadar bazı kaynaklar Sümer sanatında yapmıştır. 1912 yılında Sedefkâr Vasıf,
sedefin tıraş edilerek ahşaba uygulandı­ Beşiktaş’ta işlettiği sedef atölyesinde,
ğını, Uzakdoğu ve Güney Asya’da (Hint bu güzel sanatı bir süre devam ettirmiş,
sanatında) sedef süslemelere rastlandı­ hatta onun öncülüğü ile 1939 yılında İs­
ğını bildirirlerse de, sedefi en yaygın, en tanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademi­
gelişmiş şekliyle Türk-Osmanlı sanatın­ sinde bir “sedefçilik bölümü” açılmışsa
da görmek mümkündür. Osmanlı sana­ da onun ölümüyle bu bölüm kapanmış-
tında ilk örneklerini XV. yüzyıl sonları­ tır.Tarihî Türk sedef işçiliği bugün bazı
na doğru görüyoruz. Edirne’deki tek meraklıların elinde yine de başarılı ör­
kubbeli Bayezid II Camii’nin kapı kanat­ nekler vermektedir. Sedefin ahşaba uy­
larında görülen sedef işçiliği, XVI. yüz­ gulanmasında en yaygın teknik gömme
yılda olgunluk devresine girmiş, kapı, (kakma) dir. Sert ağaçlardan seçilen
pencere ve dolap kanatları, kürsü, çek­ süslenecek yüzeye, motifler çizildikten
mece, Kuran mahfazası, rahle, masa, sonra bu motifler oyulmakta, boşlukla­
koltuk, kanepe gibi mobilyalar, silâh ra, sedeften kesilen aynı motifler sıcak
kabzası, nalın, körük, tütün tabakası, tutkalla yerleştirilerek yüzeyi düzgünleş-
kahve takımı vs. tüm ahşap eşya sede­ tirilmektedir. Kaplama tekniğinde ise,
fin çokça uygulandığı eserler olmuştur. ağacın üzerine başka bir ahşap yüzey

225
yapıştırılmakta, üzerine motifler çizile­
rek oyulmakta, bu oyuklara ince tıraş
edilen sedef plâkalar yerleştirilmektedir.
Macunlama tekniği bir çeşit sedef mo­
zaiktir. Oyulan yüzeye sedef parçaları
yerleştirilir, aralarındaki boşluklar, ağaç
tozu ve tutkaldan yapılan macunla dol­
durulur. Donduktan sonra yüzey zımpa­
ralanır. Bütün bu teknikler daha çok İs­
tanbul’da uygulandığı için bu tür sedef
işçiliğine “Eser-i İstanbul” denir. Bir de
Şam İşi sedef işçiliği vardır. Bu işçilikte,
Seccade (Kemal Milaslı Koleksiyonu)
beyaz sedefin bir yüzü işlenerek motifle­
rin çevresi ince kurşun, kalay tellerle yapılmıştır. Çeşitli renklerdeki kumaş
donatılır. Viyana’da renkli sedeflerle parçalarının motiflere göre kesilerek ku­
mobilyaların süslenerek Osmanlı Devle­ maş üzerine dikildiği aplike saccadelere
tine de pazarlandığı olmuştur. Doğru­ “Banaluka” da denmiştir. Atlas üzerine
dan sedef üzerine yapılan resim ve çizi­ ibrişim ve sırma işlemeli seccadeler de
len motiflerden eşyalar da vardır. Buna vardır. Bunların seçkin örnekleri İstan­
Kudüs İşi denir. Türkiye’de; başta İstan­ bul Divan Edebiyatı ve Konya müzele­
bul Topkapı Sarayı, Türk-îslâm Eserleri, rinde sergilenmektedir.
Ankara’da Etnografya, Bursa’da Türk- SEFERTASI, Genellikle yolculuk
Islâm Eserleri müzeleri olmak üzere he­ sırasında kullanılan üst üste dizili yemek
men her müzede, özel müzelerde, eski tası. Bakırdan, alüminyumdan, emaye
eser koleksiyonlarında, evlerde sedef iş­ çinkodan yapılan bu tasların bağlantıla­
çiliğinin çeşitli örnekleri görülebilir. rını bir kulp sağlar. Kaşık yerleştirecek
SECCADE (HALI-KUMAŞ), Na yeri vardır. En eski örnekleri, yüz-yüz el­
maz kılarken secde yerine serilen halı li yıllıktır.
ve işlemeli kumaşlar. Seccadeler halı SEHPA, Üzerine tepsi, vazcf, çay,
veya kilimin küçük boyutlusudur. Do­ kahve fincanları, şerbetlik konabilen üç,
kunduğu yerin üslûbuna göre kenar su­ dört, altı ayaklı mobilya. Genellikle altı
larının çevirdiği bir mihrabı vardır. Mih­ köşelidir. Abanoz, ceviz, şimşir gibi sert
rapta asılı kandil veya şamdan motifi ağaçlardan yapılır. Sedef, fildişi, kemik
olanları (Kula, Milas), boş bırakılanları kakma olanları, altın ve gümüş tellerle
(Gördes), çiçek dolgulu olanları (Kırşe­ süslenenleri vardır. Yüzeyi ve yan göv­
hir) vardır. Mihrap kemerinin üst alınlı­ deleri oyma desenlerle süslenen, üzeri­
ğındaki panoya gül, başak desenleri ne çiçekli seramik tabla yerleştirilen ör­
yerleştirilen Ladik seccadeleri çok tanı­ nekleri de görülür.
nır. Çuha, atlas gibi kumaşlara aplike ya SELADON, Gri-maviden yeşile ka­
da kasnakta (suzeni) işlenen namaz sec­ dar tonları değişen bir Çin seramiği.
cadeleri, daha çok evler ve saraylar için M.S. IX. ve X. yüzyıllarda gelişmiş

226
ciltleri, tezhipleri ve minyatürleri ile bi­
rer sanat eseri olan yazma Selimname-
ler yer alır.
SELSEBİL, Cennet çeşmesi de­
mektir. Genellikle saray, köşk, konak,
yalı bahçelerine, yemek ve oturma sa­
lonlarına yerleştirilen süs ve ses çeşme­
si. Selsebilin mermer işleme oymalı yü­
zeyi üzerine 5,7,9 yalak yerleştirilmiştir.
Sehpa En üst alınlığın ortasında bulunan mus­
luktan önündeki yalağına akan su, altta­
ki diğer yalaklara taksim edilir, sonunda
örnekleri ile tanınan seladonlar, XI. ve en altta yine tek bir yalakta toplanır.
XII. yüzyıllarda Sung devrinde zeytin ye­ Yalaklar mermer oyma kabartma çiçek
şili renkleriyle ün yapmış, daha sonraki desenleriyle süslüdür. Selsebiller bulun­
yüzyıllarda Çin’den Avrupa’ya ihraç duğu yerde su sesi verdikleri için ses ve
edilmiştir. Japonya’da, Kore’de, Si- süs çeşmeleri sayılır.
yam’da hatta Avrupa’da taklitleri yapıl­ SEMAVER, Çay suyu ısıtmaya ve
mıştır.
demlik kaynatmaya yarayan ayaklı, ka­
SELİMİYE, İpekle dokunan Türk
vanoz biçiminde kap. Semaverler, ge­
kumaşı türü. XVIII. yüzyıl ikinci yarısın­
nellikle bakır, pirinç gibi madenlerden
dan sonra, Üsküdar’da, Selimiye Kışlası
yapılmıştır. Ortasından baca geçer; ba­
civarındaki tezgâhlarda dokunduğu için
canın altında kömür ateşinin konduğu
bu adı almıştır. Selimiye, çözgüsü ve at­
ocağı vardır. Ocağın ve bacanın dışı su
kısı ipekten olup, genellikle uzunluğuna
haznesi ile çevrilidir. Haznenin altındaki
yollu, küçük çiçeklidir. Çiçek desenle­
musluktan sıcak su alınır. Demlik, ge­
rinde, gerektikçe gümüş teller kullanıl­
mıştır. nellikle baca üzerinde duran küçük bir
SELİMNAMELER, Osmanlı Sulta­ çaydanlıktır. Çay ve kahve ocaklarında
nı Yavuz Sultan Selim’in (1512-1520) daha büyük semaverler bulunur. Sema­
seferlerine katılan yazarların düzenle­ verlerin gümüşle kaplananları, kabart­
dikleri, padişahı öven, onun kahraman­ ma ve kazımalarla süslü olanları vardır.
lıklarını dile getiren seferleri ve bu sefer­ SEPET, Saz, kamış veya ince söğüt
lerde geçen olayları anlatan,manzum ve dallarından örülen, genellikle yiyecek ve
mensur yazma eserler. Bunlar arasında, eşya taşımak için kullanılan saplı veya
îshak Çelebi, Keşfi, Idrisi, Kemal Paşa­ sapsız kap. Madeni tellerle dekoratif
zade, Celâlzade Mustafa Çelebi, Muhyi, olarak örülen küçük sepetçikler de var­
Şükrü-i Bitlisi, Sucudi v.b. gibi yazarla­ dır. Bunlar yemişlik, şekerlik olarak kul­
rın Selimnameleri en tanınmış olanları­ lanılır.
dır. İstanbul Topkapı Sarayı Hazine SERAMİK, Pişmiş topraktan, sırlı,
Dairesi’nde, Süleymaniye Kütüphane­ sırsız, boyalı, düz kap kacak, figürin,
sinde ve daha başka kütüphanelerde heykel, her türlü eşya ve evanî. Seramik

227
yapımının tarihi Neolitik Çağlara kadar
uzanır. Anadolu’dan en eski Neolitik
Çağ yerleşim merkezleri olan Çatalhö-
yük ve Hacılar arkeolojik kazılarında,
düz, perdahlı, boya ile geometrik beze­
meli seramik kaplar, Tanrıça heykelleri,
süs eşyaları bulunmuştur. Anadolu Pre-
historyasmm en verimli malzemeleri,
türlü biçimler ve kendine özgü süsleme­
leriyle seramik buluntular olmuştur.
Bunlar bugün müzeleri doldurmaktadır.

Emzikli seramik kap. M.Ö. II. bin.


(Ankara-Anadolu Medeniyetleri Müzesi)

dönemi başlatır. Bu çok renkli dönem


Beylikler devrini aşarak Osmanlı sera­
mik sanatını geliştirir. XVI. yüzyılın baş­
larından itibaren İznik çini atölyeleri, se­
ramik türünde şaheserler yaratır. XVIII.
yüzyıl Kütahya seramik atölyelerinin yü­
ze gelmesiyle kendini gösterir. XIX.
yüzyılda Çanakkale, seramikleriyle ün

Anadolu ilkçağları seramik kap


(Ankara-Anadolu Medeniyetleri Müzesi)

Anadolu Prehistorik devirlerinin ardın­


dan gelen Protohitit ve Hititler, Asur
kolonileri, Frigler, Urartular, Lidyalılar,
Helenistik ve Roma devirleri, BizanslI­
lar, kısacası Anadolu Selçukluları döne­
mine kadar, Anadolu seramik işçiliği
önceki sonrasını yaratıcı biçimde etkile­
yerek zengin varyantlar ve örnekleriyle
yaşamıştır. Selçukluların Anadolu’ya
getirdiği yepyeni bir teknik olan duvar
çinisi ve çini-mozaik sanatı, bununla Seraser kumaş, Osmanlı, XVI. yy.
birlikte sırlı seramik işçiliği yeni bir (Istanbul-Topkapı Sarayı Müzesi)

228
yapar. Bu yüzyılın sonunda Yıldız Şemseddin’e ait olduğu söylenen, üze­
porselen işçiliği Türk seramiğinde Ba- rinde “Kelime-i Tevhid” yazılı, üç te-
tı’ya dönük bir hamle olur. Günümüz rekli serpûş tipik bir örnektir.
Türk seramiği sanata dönük, arayıcı ve SERVİ, Genellikle Osmanlı sanatı
yaratıcı bir güçle gelenekselliğini sürdür­ taş, çini, halı, kumaş, kitap süslemecili­
me çabası içindedir. ğinde kullanılan ağaç motifi. Tepesi rüz­
SERASER, Altın alaşımlı, gümüş gârdan hafif sağa eğilmiş olarak Os-
telli Türk kumaşı. XVI.-XVIII. yüzyıllar manlı mezar taşlarında çok kullanılan
arasında Bursa ve İstanbul tezgâhların­ servi ve hurma dalları motifine ayrıca
da dokunan seraserin çözgüsü ipektir. mistik bir ifade verilmiş, cennet ağaçla­
Bu değerli kumaş, entari ve kaftanlarda, rı olarak tanınmıştır. Servi tabiî ve stili­
bohça ve döşemelerde kullanılmıştır. ze edilmiş biçimleriyle çinide, kumaşta,
SERENK, Üç renkli anlamına ge­ klâsik Osmanlı motifleri olan lâle, ka­
len ipekli bir kumaş türü. Bursa el tez­ ranfil, sümbül ve kıvrım dallar arasında
gâhlarında çözgüsü genellikle sarı ipek sık sık kullanılmıştır.
olan bu kumaşta desenler, altın, gümüş SEV Al, Osmanlı devrinde Bursa ve
tel yerine renkli ipeklerle dokunmuştur. Üsküdar’da dokunan ipekli bir kumaş
çeşiti. İpek ve pamuk karışımı dokuma­
ya altın, gümüş teller de eklenir ve bu
çeşit kumaşa “telli sevaî” denir. Entari,
kuşak, cepken, şalvar gibi giyimlerde,
çubuk desenli, altın ve gümüş telli seva-
îler kullanılmıştır.
SEVR (SEVRES) PORSELENLE­
Rİ, Fransa’nın Sevres şehrindeki por­
selen fabrikası ürünleri. Fabrika, Fransa
Kralı XV. Louis’nin himayesinde, 1738
yılında ilkin Vincennes Şatosu’nda ku­
rulmuş, daha sonra 1753 yılında Sev-
res’de faaliyete geçmiştir. Yumuşak ha­
murdan pişirilen porselenleri fildişi ren­
gindedir. Çok çeşitli parlak renklerle de­
Serenk kumaş. (Osmanlı XVII. yy.j kore edilmiştir. Süslemede altın varak­
lar, yapıştırma olarak kullanılmıştır. Sert
SERPÛŞ, Başa giyilen külâh. Ser­ hamurlu porselenleri süt beyazı renkte­
puşun belli bir biçimi yoktur. Her devir­ dir. Süslemesi ve yaldızları fırça ile sürü­
de kavuk, külâh, arakiye, üsküfü, kala­ lerek pişirilmiştir. Her ikisinde de porse­
fat, dardağan gibi adlar almıştır. Her ta­ lenlerin formları kalıptan çıkarılmıştır.
rikatın kendine özgü serpuşu vardır. Üzerinde kabartma çiçekler, kır manza­
Mevlevîlerin serpûşuna sikke denir. raları, bulutlar üzerinde uçan Eros figür­
Konya Mevlâna Müzesi’nde Tebrizli leri, kurdele bantlar, balık pulu, keklik

229
gözü gibi süslemeler görülür. 1793 yılı­ parçaların, duvar çinilerinin süslemele­
na kadar, yumuşak hamurlu porselenle­ rinde maden oksitlerinden elde edilen
re çapraz iki (L) harfi marka olarak iş­ sırlar kullanılır. Örneğin kobalt oksitten
lenmiş, sert hamurlu porselenlere, bu mavi, bakır veya krom oksitten yeşil,
marka üzerine bir tac resmi eklenmiştir. demir ve manganez oksitten kahveren­
Fransız İhtilâli’nde Sevres Porselen Fab­ gi sır elde edilir. Çömlekçilikte kullanı­
rikası tahrip edildiği için önceki kalitede lan saydam sır, kurşun sülfür veya sülü­
porselen yapılmamış, ancak taklit edil­ ğen ile kil karışımından meydana gelir.
miştir. Sevres porselenlerinin XVIII. Pişmemiş veya yarı pişmiş seramik bo­
yüzyıla ait ürünleri, bugün dünyanın çe­ yandıktan sonra üzeri sırla kaplanır ve
şitli müzelerinde, koleksiyonlarında yer pişirilirse, buna sıraltı denir. Sırlanmış
almaktadır. İstanbul Topkapı Sara­ seramiğe, çiniye (sırça) da denir. Kon­
yı’nda da Sevres porselenleriyle olduk­ ya’daki Sırçalı Medrese, 1242 yılında
ça zengin bir koleksiyon bulunmaktadır. yaptırılmış olan çinilerle süslü bir Sel­
SFENKS, Başı insan, gövdesi hay­ çuklu yapısıdır. İstanbul’daki Fatih devri
van biçiminde efsanevî varlık. Mısır sa­ eseri olan Çinili Köşk’ün adı da Sırça-
natından Asya, hatta Avrupa sanatına köşk’tür.
giren bu varlığın resimleri Türk sanatın­ SIRMA, Haddeden geçirilmiş altın,
da, özellikle Selçuklularda kullanılmıştır. gümüş ince teller. İpek ipliklere sarılmış
Kubâd-âbad Sarayı çini süslemelerinde olanlara kılaptan denir. Sırma ile kumaş
çeşitli sfenks resimleri görülür. ve meşin üzerine işlemeler yapılır. Sır­
malı kaftan, sırmalı eğer gibi.
SIRT KAŞAĞISI, Elin ulaşamadığı
sırtı kaşımak üzere tahtadan, fildişin­
den, kemikten yapılan uzun saplı, kaşık
veya kepçeye benzer, yüzeyi pütürlü
alet. Sırtı kaşıyacak olan bölümü el şek­
linde olanları vardır. 30-40 cm. uzunlu­
ğundaki sırt kaşağılarının sedef ve gü­
müşle süslenenleri görülür.

SİKKE, (Bak “PARA”).


Kubâd-âbad Sarayı, Sfenks
(Konya-Çini Eserler Müzesi)
SİKKE, Mevlevî külâhı. Mevlevî ta­
SIR-SIRÇA, Bazı maddelere par­ rikatına bağlı dervişlerin başlarına giydi­
laklık vermek, bunları dış etkilerden ko­ ği sikkeler, deve tüyü renginde, yün ve­
rumak için maddelerin üzerine sürülen ya tiftik keçelerden özel kalıplarla yapı­
saydam veya cam vernikler. Tahta ka­ lır. Sikkeler 25-30 cm. yüksekliğinde ve
şıkların üzerine sürülen saydam reçine silindir biçimindedir. Başa geçirilen kıs­
eriyiklerine, aynaların arkasına sürülen mı hafif genişler. Sikkeyi herkes giye­
gümüş oksitlere de sır denir. Seramik mez, ancak şeyhin tekbirlemesi ve özel

230
izni ile giyilir. Tarikat şeyhleri ve Mevlâ-
na’nm soyundan gelenler sikkenin başa
giyilen yerine iki parmak üzerine yeşil
şeritten bir sarık sarmışlardır. Buna
“destarlı sikke” denir.

Silsilenâme
(Dublin-Chester
Beatty Lib.)

SİM SIRMA, Gümüş sırma iplik.


Genellikle ipek veya renkli pamuk ipliği
üzerine ince gümüş teller sarılarak sır­
malar elde edilir. Bu sırmalar gergef ve
kasnak işlerinde, dokumalarda kullanı­
lır. Sim sırma ile cepkenler, entariler,
puşideler, keseler, deriler vs. de işlen­
Sikke (Mevlevi Külâhı) miştir.
(Konya-Mevlâna Müzesi)
SİMURG, Halk arasında “Zümrü-
dü-anka” denilen efsânevî kuşun resmi.
SİLÂHLIK, Bele bağlanan, kat kat Türk süslemesine tabiî ve stilize olarak
meşinden, enli kuşak veya kemer. Si­ girmiştir. Özellikle Selçuklu devri Ku-
lâhlıkta kama, hançer, bıçak gibi kesici bâd-âbad Sarayı çini süslemeleri arasın­
aletler, tabanca, ayrıca ağızlık, tütün, da insan başlı, kuş gövdeli simurglar
para ve mühür kesesi, tütün tabakası, (harpiler) görülür.
tespih, çevre veya yağlık, saat ve köste­ SİNİ, Çevresinde bağdaş kuran in­
ği, daha başka eşyalar meşin katlarına sanların, üzerinde yemek yediği bakır,
yerleştirilir. pirinç, ahşap, yuvarlak tepsi. 1 ve 1,5
SİLSİLENAME, Genellikle Hz. m. çapında olanları vardır. Döğme veya
Adem’den başlayarak döneminin son torna bakırdan yapılanlarının üzerinde
Osmanlı padişahına kadar, peygamber­ kazıma tekniği ile zencerekler, ibrik ve
lerin Osmanlı sultanlarının portrelerini badem motifleri, madalyonlar, Mühr-ü
içeren soy ağacı kitaplarıdır. Kişiler bi­ Süleyman damgaları görülür. Ağaçtan
rer madalyon içinde tasvir edilmişlerdir. yapılan ve çevresinde en az on, on beş
Madalyonun çevresine o kişi hakkında kişinin yemek yediği büyük sinilere “dü­
bilgiler yazılmıştır. En tanınmış silsilena­ ğün sinisi” denir. Bu çeşit siniler, bazen
meler Dublin-Chester Beatty Library ile bir köyün, bir kasabanın orta malı da
Topkapı Sarayı nüshaları olarak bilinir. olabilir.

231
SİPSİ, 17-18 cm. boyunda kesilmiş SİTİL, Altında gözenekli mangal
su kamışı parçası ile buna takılan 3-5 bulunan, içerisinde su kaynatılan ve
cm. uzunluğundaki cukcuk ya da sipsi kahve pişirilen, zincir askılı kahve takı­
denilen parçadan oluşan ilkel üflemeli mı ve güğümü. Buhur yakmak için de
bir halk çalgısıdır. Adını, ağzına takılan kullanılmıştır. Osmanlı saray ve konak­
parçadan almaktadır. Önde 5, arkada 1 larında, konuklara ikram edilecek kah­
perde deliği vardır. Sipside tınıyı ve en- ve, genellikle sitille ve herkesin gözü
tonasyonu sağlamak, ses genişliğini art­ önünde fincanlara doldurularak veril­
tırmak nefes ve parmak kullanma tekni­ miştir. Kahve sitilleri gümüş, bakır, pi­
ğine dayanır. rinçten yapılmış, oyma ve kabartmalar­
SİREN, Mitolojide, başı kadın, göv­ la süslenmiştir. Berberlerin kullandıkla­
desi kuş biçiminde resmedilen efsanevi rı, bir zincire bağlı, içerisinde sıcak su
yaratık. Lir veya flüt çalarken resmedi- bulunan, bir sırık üzerinde hareket eder
lenleri de vardır. Büyüleyici sesleri ile güğümlere de, tıraş olanın boğazı altına
gemicileri kayalıklara çekerek, onlara yerleştirilen leğencesi ile birlikte “berber
felaket getiren cinler olarak da sayılmış­ sitili” dendiğini burada ifade etmek ge­
tır. İlçağlara ait kabartmalarda ve vazo­ rekir. Kahve sitilleri bugün, Güney ve
larda resimleri görülür. Heykelleri de Güneydoğu Anadolu’da kahvehane ve
yapılmıştır. Sirenler, daha sonra gövde­ evlerde kullanılmaktadır.
si balık, başı kız olarak da resmedilmiş SİYAKAT, Hat sanatında bir yazı
ve gemicilerin dostu olarak gösterilmiş­ çeşiti. Genellikle malî işlerle ilgili defter­
tir. Türk halk sanatında buna (Denizkızı) ler ve belgelerin yazımında kullanılan si-
denmiştir. yakat, okunması güç, şifreye benzer,
SİSTRUM, Dinsel törenlerde çalı­ kalıplaşmış bir yazıdır. Abbasiler devrin­
nan zilli çalgı. Bir sopanın ucuna geçiri­ den beri kullanıldığı söylenir. OsmanlI­
len, genellikle tunçtan yapılmış madeni larda, Fatih’in evkaf kâtibi Hüsamî Ru­
plaketlere zincirle takılı figürin ve ziller. mî ile yeni bir üslûp kazanmış, XVI. yüz­
Dini törenlerde rahipler sallayarak yılda Tacizade Cafer Çelebinin kale­
ahenkli sesler çıkarırlar. Eski Mısır sana­ minde en gelişmiş şeklini bulmuştur.
tında ve Anadolu Tunç Çağinda örnek­ 1878 yılına kadar tapu kayıtları siyakat-
leri vardır. En tanınmış sistrumlardan la tutulmuş, siyakat yazan ve okuyanlar
biri ilk Tunç Çağı’na ait (M.Ö. 3000) giderek azalmıştır.
Horoztepe Sistrumu olarak Ankara
Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde ser­
gilenmektedir.
SİTAR, Genellikle Hindistan, Pa­
kistan gibi bazı Asya ülkelerinde kullanı­
lan telli saz. Tahtadan veya sukabağm-
dan yapılan gövdesi, giderek daralan
sapı ile gitara benzer. Üç ve daha fazla
telli olanları vardır. Parmak vuruşlarıyla
Kahue sitili
çalınır.

232
SİYER-İ NEBİ, Hz. Muhammed’in Ondan önce odalar, duvara yerleştirilen
doğumundan başlayarak yaşamını, pey­ ocaklar, kömür mangalları, köy ve ka­
gamberliğini, savaşlarını, mucizelerini sabalarda tandırlarla ısıtılmıştır. Soba­
konu alan manzum ve mensur, çoğu lar, sacdan, demirden, çini porselen­
minyatürlü yazma eserler. En tanınmış, den, emayeden yapılmıştır. En büyük
minyatürlü Siyer-i Nebi’ler, Istanbul- ve değerlileri saray, konak ve köşklerde
Topkapı Sarayı Müzesi Hazine Daire- yer alan çini sobalarıdır. Bunlar genel­
si’nde (Env. 1221), Istanbul-Türk ve İs­ likle Avusturya, Fransa, İtalya ve Rus­
lâm Eserleri Müzesi’nde (Env: 1974) ya’dan getirilmiştir. En seçkin örnekleri
dir. Bunun dışında Nevv-York Public başta Dolmabahçe Sarayı olmak üzere
Library ve Dublin-Chester Beatty Lib- öteki saray ve köşklerde, tarihî yalı ve
rary’de de minyatürlü Siyer-i Nebi nüs­ konaklarda yer alır.
haları bulunmaktadır. Siyer-i Nebilerde SOF, Ankara keçisinin yumuşak tif­
Hz. Muhammed resmedilirken yüzü be­ tiğinin yıkanıp eğrilerek iplik haline ge­
yaz bir peçe ile örtülmüş olarak gösteril­ tirilmesi ile Ankara ve çevresindeki el
miş ve başı bir nur halesi ile çevrilmiştir. tezgâhlarında dokunan yünlü kumaş.
Ankara ve yöresine özgü bir sanat dalı
olan sof dokmacılığı, bu bölgede Sel­
çuklularla birlikte başlamış, sof, Selçuk­
lu ve Osmanlı saraylarında çok tutunan,
devlet ileri gelenlerine ve konuklara ar­
mağan edilen bir kumaş olmuştur. Arşiv
belgelerinin bize verdiği bilgilere göre,
Osmanlılar devrinde Ankara ve Beypa­
zarı’nda binlerce sof tezgâhı kurulmuş,
XVI. ve XVII. yüzyıllarda Ankara’da do­
kunan sof kumaşları Avrupalı tüccarlar
eliyle Avrapa’ya da ihraç edilmiştir. An­
Siyer-i Nebi’den kara’da sof için tiftiği yıkayarak eğiren,
(İstanbul-Türk ve İslâm Eserleri Müzesi, 1974 iplikleri boyahanelerde boyayan, tez­
gâhta dokuyan, dokunan sofları yıkaya­
SK YPH OS, Pişmiş topraktan ya­ rak cendereden geçiren dört esnaf te­
pılmış, sırlı, içki kabı. Helenistik ve Ro­ şekkülü kurulmuş, esnaf loncaları ile sof
ma devri sanatında çeşitli örnekleri var­ sanatı güvence altına alınmıştır. Softan;
dır. İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki erkek ve kadın elbiseleri (kaftan, şalvar,
“Skyphos”lar, Türkiye’deki örnekleri cepken, entari) bel kuşakları, perdeler,
arasındadır. yatak örtüleri, döşemeler, seccadeler
SOBA, Bir odaya yerleştirilen ve yapılmıştır.
içerisinde yanan ateşle odayı ısıtan por­ SOMAT, Mevlevî ve Bektaşî tek­
tatif ocak. Soba, Türkiye’de Tanzi­ kelerinde meşinden, kalın kumaştan
mat’tan sonra kullanılmaya başlamıştır. yapılan yer sofrası. Genellikle daire

233
biçimindedir. Çevresinde halkalar dizili­ arasında pırlanta, elmas, zümrüt, yakut,
dir. Halkalara geçirilen ince zincir, sof­ seylantaşı, inciler yer alır. Yukarı uç kıs­
ra kaldırıldığı zaman büzülür. Böylece mında tüy koymaya mahsus yeri vardır.
torba haline gelen somat, matbahta SULUBOYA, Arap zamkı, toz bo­
(mutfakta) bir kancaya asılır. Somatların ya, gliserin, kitre, nöbetşekeri karışı­
daire şeklinde olmayan, uzun dikdört­ mından yapılan resim boyası. Su ile su­
gen olanlarına Mevlevîlikte “elifî somat” landırılarak yumuşak fırça ile özel resim
denir. Somatm çevresine bağdaş kuran kâğıdına yapılan resme “Suluboya Re­
dervişler, edep ve erkânla lokma eder­ sim” denir. Saydam ve temiz görünüşlü,
ler (yemek yerler). renklerdeki tazelik, akıcılığın verdiği es­
SORGUÇ, Genellikle Islâm ülkeleri tetik, bu tekniğin başta gelen özellikleri­
hükümdarlarının başlıklarına takılan kuş dir. Fırçası, ısıtılınca ucu sivri biçim alan
tüyü (balıkçıl kuşu tüyü) ve değerli taşlar­ yumuşak samurdandır. Türk ressamları
la süslü takı. Osmanlı padişahları, başa­ arasında Hoca Ali Rıza, Celâl Esat Ar-
rı gösteren devlet adamları ve komutan­ seven, Malik Aksel, Numan Pura, Ferit
lara da sorguç hediye etmişlerdir. Sor­ Apa, Nüzhet Islimyeli, Hamza inanç gi­
guçların ortasında genellikle iri bir ya­ bi sanatçılar özellikle suluboya resimleri
kut, zümrüt, elmas, firuze yerleştirilir, ile tanınır.
çevresi diğer taşlarla süslenir. İstanbul SUMAK, Anadolu’da bir çeşit Yü­
Topkapı Sarayı Müzesi’nde Osmanlı rük örtü veya sergi dokuması. Sumak
padişahları, şehzadeleri ve ileri gelenle­ dokunurken ilk sırada argaçlar renkli ip­
rine ait çok değerli sorguçlar bulunmak­ liklerle atılır. İkinci sırada sağa ve sola
tadır. Bunlar arasında altın veya gümüş birer argaç atlayarak dokuma işi sürdü­
üzerine altın çiçek, dal, yaprak şekilleri rülür.
SUNAK, Tapınaklarda, üzerinde
kurban kesmek, günlük yakmak ve dinî
tören yapmak için kullanılan yüksekçe
taş masa. Bir Tanrıya adanan taş işleme
adak stellerine de sunak denmiştit;.
SUZENI, İğne ve tığla kumaş üzeri­
ne işleme. Bir çeşit kasnak işi. İğne ve
tığla kasnağın altındaki iplikler başpar­
mak yardımı ile üstten çekilir. İşleme
motifin sınırı içinde bir zincir halinde
sürdürülür. Suzeni işçilikle yorgan yüzle­
ri, bohçalar, entari ve cepkenler, yaygı­
lar, kumaş seccadeler işlenmiştir.
SÜLÜS, Hat sanatında bir yazı çe-
şiti. Sülüs, köşeli ve dik harfli kûfî yazı­
Sorguç nın ölçülü olarak yuvarlak ve yumuşak
(İstanbul-Topkapı Sarayı Müzesi) harflere dönüşmesiyle, X. yüzyıl

234
Abbasiler devrinde Ibn-i Mukle adında belirleyen taş veya mermer mezartaşla-
bir Hattat tarafından yazılmaya başlan­ rına “mezar steli” denir. Bu stellerin
mış, XI. yüzyıl Bağdatlı Hattat îbn-i üzerinde ölünün veya o mezarda gömü­
Bevvab eliyle geliştirilmiştir. Sülüs yazı­ lü ailenin kimliği yazılı olduğu gibi, ölü
nın bir sanat olarak son gelişmesi Türk veya ailesinin portreleri, cenaze ziyafe­
hattatlarının yaratıcı hünerleri ile olmuş, ti, cenaze alayı, ev sahneleri vs. kabart­
Şeyh Hamdullah, Karahisarî Ahmed ma olarak tasvir edilmiştir. Mezar stelle-
Şemseddin, Hafız Osman, Derviş Ali, ri üçgen alınlıklı olabileceği gibi düz,
Mehmed Şefik, Sultan Mahmud II, Sa­ dikdörtgen biçiminde olanları da vardır.
mi, Şevki gibi tanınmış hattatlar, Hamid Bazı mezar stellerinin üzerinde, bir ka­
Aytaç, Halim Özyazıcı, Tuğrakeş İsmail dına ait ise iğ, kirman, tarak, erkeğe
Hakkı Altınbezer gibi son dönem Türk
hattatları sülüs yazı ve bu yazının celi­
sinde (irisinde) şaheserler meydana ge­
tirmişlerdir.
SÜRAHİ, İçerisine su, şerbet, içki
konabilen camdan, seramikten ve por­
selenden yapılan şişkin gövdeli, dar bo­
ğazlı, kulplu-kulpsuz kap. Genellikle
ayaksız, tabanı düzdür. Tabandan ge­
nişleyerek ölçülü bir biçimde şişkinleşen
gövdesi, yavaş yavaş daralarak uzun bo­
ğazını meydana getirir. Kristal sürahiler
kesme ve tıraşlama işçiliği ile süslendiği
gibi, ince renkli cam sürahiler de vardır.
Çini, seramik ve porselen sürahiler, çi­ Stel. M.Ö. 6. yy.
çekli motiflerle süslenmiştir. Sofralar (Milet Müzesi)
için, içerisine zeytinyağı, sirke konan
küçük cam sürahiler de yapılmıştır. aitse kılıç, tolga vs. gibi sembolik resim­
STATER, İlkçağlarda Lidya, Pers ler, kuş ve hayvan figürleri de görülür.
ve MakedonyalIlar tarafından kullanılan Adak stelleri, genellikle mezar stellerine
altın para. Staterler çok değerli olduğu benzer. Bu steller bir Tanrıya adanmış,
için, altın paralara ölçü olmuş, 20-28 onu yücelten ve ondan yardım istenen
drahmilik altın paralara da stater den­ taş sunaklardır. Genellikle akroter alm-
miştir. lıklıdır. Üzerinde kabartma Tanrı, tapı­
STEL, Yere dikili taş anlamına gel­ nak resmi, dinî tören tasvirleri, kurban
mekle birlikte, genellikle Helenistik ve sahneleri olanlar vardır. Hangi Tanrıya,
Roma devri mezar taşları va adak taşla­ kim tarafından adandığı yazılıdır. Başta
rına verilen addır. Nekropollerde ölüle­ İstanbul, İzmir, Antalya, Bergama, Bur­
rin gömüldüğü mezarlıklarda, lâhitler- sa, Adana, Konya arkeoloji müzeleri ol­
den ayrı olarak, ölülerin kimliklerini mak üzere Türkiye’deki müzelerin

235
hemen tamamında, genellikle bu müze­ SÜLEYMANNAMELER, Osmanlı
lerin avlularında değişik biçimlerde me­ Padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın
zar ve adak steli yer alır. Arkeoloji mü­ (1520-1566) seferlerini, fetihlerini,
zelerinin sayıca en çok eserleri arasın­ devrindeki önemli tarihi olayları konu
dadır. edinen, manzum ve mensur yazma
STRADİVARİUS KEMAN, Ital­ eserler. Süleymannamelerin hemen ta­
yan Antonia Stradivarius (1644-1737) mamı, Kanuni devrinde yaşayan ve
tarafından özel olarak yapılan keman­ onunla birlikte seferlere katılan yazarlar
lar. Sesi ve kalitesiyle ün yapan bu ke­
tarafından düzenlenmiştir. Bunlar ara­
manların bugün dünyada 400 adedi bu­
sında; Mahremi, Haki, Karaçelebizade
lunduğu söyleniyor. Bu kemanların en
Abdülaziz, Tebrizli Şahi, Eyyubi, Celal-
tanınmışları Paris Konservatuvarı Çalgı­
zade Mustafa gibi yazarların eserleri en
lar Müzesi’nde sergilenmektedir. Başka
çok tanınmıştır. Süleymanname yazma­
müzelerde, özel koleksiyonlarda ve ta­
ları, tezhipleri ve minyatürleri ile birer
nınmış virtüözlerde de bulunmaktadır.
Pek çok taklidi yapılmış olan Stradivari- sanat eseridir.
uslarm gerçeğini ancak uzmanlar ayırt SÜPÜRGE, Süpürge otundan örü­
edebilir. len ev süpürgeleri, çoğu kez örmeler,
STRIGIL, Romalılarca kullanılan ve kumaşlar ve aynalarla süslenir.
demir, bronz, gümüş, boynuz, kemikten SÜRMEDAN, Gözlere çekilen sür­
yapılan, orağa benzer kazıyıcı alet. Bu­ menin konulduğu madenî ve ağaç kü­
nunla hamamda ve jimnastikten sonra çük şişe. Altın, gümüş, bronz, pirinç gi­
deri temizlenir. Arkeoloji müzeleri’nde bi madenlerden yapılanları ayaklı, vazo
çeşitli örnekleri vardır. biçimindedir. Ağzında göze sürmeyi

Niksar süpürgeleri (D. Saygılı)

236
papirüs, palmiye biçimli sütun başlıkla­
rı, Helenistik, Roma devrinden Bizans’a
ulaşan klâsik devrin korent, iyon, gotik
düzenindeki çok yaygın sütun başlıkları,
ayrı bir üslûpta gelişen İslâm ve Türk
mimarisindeki sütun başlıkları ile Os-
manlı mimarisinin üslûplaşmış, baklava
biçimli ve mukarnaslı sütun başlıkları,
ayrıca incelemeye değer konulardır.
Türkiye arkeoloji müzelerinde mimarî
eserlerden arta kalan çeşitli sütun baş­
lıkları sergilenmektedir.

çekmeye yarayan çubuğu vardır. Ağzını


bu saplı çubuk örter. Ağaç sürmedanlar
ince, uzun şişelere benzer. Genellikle
süslü yapılır.
SÜTUN BAŞLIKLARI, Mimaride
kemer ve çatıları tutan taş direklerin
üzerinde, gövdeden taşan süslemeli taş
başlıklar. İlkçağlardan başlayarak bütün
mimarî tarihi boyunca, bulunduğu mi­
marinin üslûbuna göre biçimlenmiş ve
süslenmişlerdir. Mısır mimarisinde ge­ Bizans Deuri’ne ait bir sütun başlığı
nellikle çan, lotus çiçeği ve açılmış (Istanbul-Arkeoloji Müzesi)

237
ŞAL, Atkısı ve çözgüsü yün el doku­ ŞAHİDE, Üzeri yazılı ve desenli,
ması. İpek ve pamuk iplikle dokunanla­ ölünün baş ve ayak ucuna dikilmiş me­
rı da vardır. Genellikle dokunduğu yerin zar taşı. Mermer işlemeli şahideler ger­
adını alır. Eskiden, daha çok Hindis­ çek birer sanat eseridirler.
tan’da, bugünkü Pakistan’ın Lahore ŞALAKI, Şala benzeyen, yünlü ku­
şehrinde, Keşmir’de, İran’da, Kûşan ve maş çeşiti. Üzeri desenli şalakı kumaş­
Kirman şehirlerinde, Türkistan’ın lardan yorgan yüzü yapılmış, şalvar, hır­
ka dikilerek giyilmiştir. Şalakînin Çerke-
ziye ve Buhurlu gibi türleri vardır.
ŞALVAR, Genellikle bol ağlı, uç­
kurla bele bağlanan üst don. Şalvar, çok
eskiden beri İslâm ülkelerinde kadın ve
erkekler tarafından giyilmiş, çeşitli bi­
çimlerde dikilmiştir. Kadın şalvarları ka­
dife, canfes, atlas, sevayî gibi renkli ve
süslü kumaşlardan, erkek şalvarları da­
ha sade, düz kumaşlardan yapılır.

Gürün şalı

Horasan bölgesinde, Libya’nın Trablus


şehrinde, Suriye’nin Şam ve Halep şe­
hirlerinde, Türkiye’de Bursa ve Sivas’ın
Gürün İlçesi’nde en namlı şallar dokun­
muş ve bu şallar kendine özgü desenle­
riyle, yumuşaklık ve çarpıcı renkleriyle
ün yapmışlardır. Bugün Gürün’de, bu
geleneksel sanatı sürdüren tezgâhlar
vardır. Şaldan kuşaklar, entariler, boh­
çalar, perdeler, minderler, örtüler yapıl­
mış, kadın başlıklarında kullanılmıştır.
Son yıllarda kadınların omuzlarını ört­ Bir şalvar giyimi. (Konya Sille Şalvarı)
tükleri atkıya da şal denilmiştir. (Ülkü Açar)

238
Anadolu’da bölgelere göre paçalı, paça­ kalın mumlar dikilen mihrap şamdanla­
sız, yarı açık apışlı, dökümlü örnekleri rı meşhurdur. Saray ve konaklar için al­
vardır. tın ve gümüşten çok budaklı şamdanlar
ŞAMDAN, Üzerine mum dikilen yapılmış, bunlar kakmalar ve değerli
aydınlatma aracı. Şamdan genellikle al­ taşlarla süslenmiştir. Mevlevî dergâhla­
tın, gümüş, pirinç, tunç, bakır gibi ma­ rındaki 18, Bektaşî tekkelerindeki 40
denlerden, camdan, seramik ve porse­ budaklı şamdanlar tanınmıştır. İstanbul
lenden, ağaçtan yapılır. Yukarıdan aşa­ Topkapı Sarayı, Türk ve İslâm Eserleri,
ğı hokka, çanak, bilezik, top, armut, Ankara Etnografya, Konya Mevlâna
küp, tabla gibi bölümlere ayrılır. Çoğun­ müzeleri ile Türkiye’deki diğer müzeler­
lukla bu bölmeler birbirine geçmedir. de, cami, mescit ve türbelerde, özel mü­
İlkçağlardan beri kullanılan şamdanlar, ze ve koleksiyonlarda çok çeşitli, sanat­
İslâm sanatı maden işçiliğinin en süslü lı şamdanlar görülür. Şamdan işçiliği,
örnekleri olmuştur. Özellikle kısa boylu, Türk sanatının en zengin örnekleri bulu­
silindirik bir küp üzerinde bir boyun ve nan bir bölümüdür.
çanaktan ibaret Mümlûklu şamdanları, ŞAMDANÎYE (ŞAMDAN KÜR­
tunç üzerine, altın, gümüş kakmalarla SÜSÜ), Şamdanların yüksekte durması
için altlarına konulan, çoğu altı köşeli
sehpaya benzer ahşap kaideler. Ağaç
oyma, kakma, fildişi, kemik, sedef süs-
lemeli olanları vardır. En güzelleri, İs­
tanbul Türk ve Islâm, Şehir, Topkapı,
Konya Mevlâna müzelerinde görülür.
Ş A RK Ö Y KİLİMLERİ, Balkanlar
da, Osmanlı Türklerinin Şarköy (şimdiki
adı Pirot) kasabasında dokudukları, in­
celikleri ve desenleriyle farklı bir doku­
ma özellikli kilimler. Seccade ve taban
halısı boyutlarında dokunan bu kilimler­
de topak ev (çadır), hayat ağacı, ibrik,
kuş, ağaç motiflerine çok sık rastlanır.
Daha çok 19.yüzyıl ve 20. yüzyıl başla­
Gümüş kakmalı şamdan. Beylikler, XIV. yy. rında dokunmuş olan bu kilimler, Türk-
(Istanbul-Türk ve İslâm Eserleri Müzesi)
lerin buradan ayrılması ile dokunmaz ol­
muştur.
süslenmiştir. Süslemeler arasında av ŞEBEKE, Geometrik bezemelerle
sahneleri, saray hayatı, hayvan, kuş fi­ kafes örgü. Türk mimarisinde evlerde
gürleri, yazılar görülür. Osmanlı döne­ pencerelere, merdiven korkuluklarına,
minde cami ve mescitler için özel şam­ şömine önlerine, camilerde hünkâr ve
danlar yapılmıştır. Bunlar arasında tunç kadın mahfillerine, maksurelere, mina­
ve bakır gövdeli, üzerine insan boyunda re şerefelerine, minberlere, türbelerde

239
sanduka çevresine yerleştirilen şebeke­ şemselere “mülevven”, cilt üzerine altın
ler taş, ağaç ve madenden yapılmıştır. yaldızla basılan şemselere “mülemma”,
Pencere ve merdiven korkulukları şebe­ kafes gibi oyularak ciltlere yerleştirilen
keleri ağaç örgülüdür. İstanbul’da Eyüp şemselere “müşebbek”, cilt üzerine ka­
Sultan, Konya’da Mevlâna Türbesi’nde lıpla kabartma olarak basılanlarına “so­
gümüş şebekeler bulunduğu gibi, genel­ ğuk şemse”, elips biçiminde şemsenin
likle camilerde minber, kürsü, şerefe şe­ iki ucunun stilize lâle motifi ile uzantılı
bekeleri taş oymadır. Geometrik motif­ süslemesine “salbekli şemse” denir.
lerin, arabesklerin, XIX. yüzyıldan itiba­ Şemse motifleri çinilere, kumaş üzeri­
ren de Barok süslemeleri ve poliponla- ne, kapı, pencere gibi ahşap eşyalara
rm yer aldığı şebekeler, mimarî süsle­ da işlenir.
menin çeşitlilik ve zenginliği ile önemli ŞEMSİYE, Güneşten, yağmurdan
bir dalıdır. koruyucu, saplı eşya. Kadın şemsiyeleri
ŞEKERLİK, Konuklara şeker ikra­ ince kumaşlardan yapılmış ve dantel iş­
mında kullanılan özel tabak. Altın, gü­ lemelerle süslenmiştir. Sapları altın, gü­
müş, bronz gibi madenlerden yayvan, müş kakmalı ve değerli taşlarla süslü
ajurlu, sepetli yapıldığı gibi, camdan, olanları vardır. Türkiye’ye Batılılaşma
porselenden yapılanları da vardır. Üzeri hareketleriyle birlikte girmiş, XIX. yüzyıl
kapaklı, tombak biçiminde olanları da­ ortaları ve sonlarında moda olmuştur.
ha yaygındır. Gümüş zarflı cam şeker­ ŞERBETLİK, Konuklara şerbet ik­
likler de yapılmıştır. ram edilen kap. Bir tepsi üzerinde şer­
bet doldurulmuş madenî, cam ve porse­
len sürahi ile aynı malzemeden kulpsuz
bardaklarına “şerbet takımı” denir.
Camdan, üzeri çiçek motifi boyalarla
süslü Beykoz şerbetlikleri çok tanınmış­
tır.
ŞEŞPER, Yuvarlak başı altı dilimli
topuz. Demir veya ağaç sapı üzerindeki
çelik topu dilimlere ayrılmış ve silâh ola­
rak kullanılmıştır. İstanbul Topkapı Sa­
rayı Silâh Dairesi ve Askeri Müze’de
Cam şekerlik süslemeli çeşitli örnekleri sergilenmiştir.
ŞEZLONG, Üzerine oturulup uza­
nabilecek, ağaç iskelete gerilmiş kumaş­
ŞEMSE, Güneş anlamına gelen, tan yapılan koltuk, uzun sandalye.
yuvarlak veya elips biçiminde süs moti­ ŞİFA TASI, Yayvan, göbekli, iç yü­
fi. Daha çok cilt kapaklarında, kitap tez­ zeyi yazılı ve tılsımlı, şifa suyu içilen tas.
hiplerinde kullanılır. Cildin mukavvası Şifa tasları, tunç, pirinç, bakır ve gü­
oyularak içerisine kabartma olarak otur­ müşten yapılmıştır. 14-19 cm. çapında,
tulan şemselere “gömme”, cilt kabın­ 4-5 cm. yüksekliğindedir. İçerisine su
dan başka renkte olan kabartma akıtılırken etrafa sıçramaması için

240
ŞİP, Çok ince, gümüş tellerle işlen­
miş, bir çeşit ipekli kumaş. Bursa, İstan­
bul el tezgâhlarında dokunmuştur. Şip-
ten giyim eşyası, bohça, yastık örtüsü
vb. yapılmıştır. Konya ve Bursa Türk-ls-
lâm eserleri müzelerinde ve başka mü­
zelerde örnekleri vardır.
ŞİRAZE, Bir kitabı cilde bağlayan
dikiş ipliklerine tutturulan ibrişim örme
şerit. Türk cilt sanatında kitabı ve cildini
süsleyen malzemelerden biri.
ŞİŞHANELİ TÜFEK, Namlusunda
altı yiv bulunan tüfek. Altı yivli şişhane
topları da yapılmıştır. 1862 yılında Os-
manlı ordusu için üç bin adet “Şişhane-
li Tüfek” yaptırılmış ve bu sebeple Sul­
tan Abdülaziz adına altm-gümüş iki ma­
dalya da çıkarılmıştır. Bu madalyalara
“Şişhaneli Tüfek Madalyası” denir.
Gümüş şerbetlik ve kepçeler
ŞİTARI, İpek ve pamukla dokunan
ince kumaş. Üzeri çubuklu olanlarına
hamam tası gibi göbekli yapılmıştır. Bir­ yollu şitarî denir.
çok şifa tasının göbek yerinde, küçük, ŞÖMİNE, Oda ve salonda, içerisin­
ikinci bir tas daha perçinlidir. Bu ikinci de odun,kömür yakılan, önü açık ocak.
tasın kenarlarına, üzerinde Besmele ve­ Türk mimarisinde, genellikle duvara
ya tılsım işaretleri kazılı kırk kurşun ve­ açılan nişlere tuğla, mermer, alçı ve çi­
ya pirinç levhacık iliştirilmiştir.Tasın iç niden yapılmıştır. XVII. yüzyıldan itiba­
yüzeyine âyet ve dualar yazılmış, hasta­ ren saray, köşk, yalı, konak ve evlerde
lıktan korunma ve kötü nazarlara karşı yer alan konik biçimli çini şömineler,
koyan tılsım ve işaretler konmuştur. XIX. yüzyıl sonlarında dört köşe mer­
Türk Tıp Folkloru’nda önemli bir yer mer şöminelere dönüşmüştür. Günü­
alan bu taslara bazı bölgelerde “Tıhtap” müzde şömineler salonlarda dekoratif
denmiştir. İçerisine konan şifalı sular olarak yer almaktadır.
içildiği gibi, hastalığına göre bu tasla ŞÜKÛFE, Çiçek anlamına gelmek­
kırk kez banyo alınmaktadır. Etnograf­ le birlikte, Kuran ve yazma kitapların
ya müzelerinde örnekleri görülür. baş taraflarına yapılan çiçekli süslemeye
ş i l e b e z i, İstanbul’un ilçelerinden de “şükûfe” denir. Şükûfe, altınla sıvan­
Şile’de, el tezgâhlarında dokunan bir mış kâğıt üzerine üstübeçle de yapılır.
çeşit pamuklu bez. Kendine özgü kıv­ ŞÜKÛFEDAN, İçerisine çiçek ko­
rımlı dokunuşu ve yollu desenleri ile şi­ nulan çini, cam, porselen, gümüş,
le bezinden gömlek, elbise, peçete, bluz bronz vazo. Genellikle ince boyunlu sü­
yapılır. rahi biçimindedir.

241
T
TABAK, Kenarları yayvan, ortası tabakalarının altın, gümüş süsleme
az çukur, yemek kabı. Saray ve konak­ olanları vardır.
lar için altın, gümüş tabaklar yapılmıştır. TABANCA, Genellikle ahşap bir
Osmanlı sanatında İznik ve Kütahya çi­ kabza ve yatağa yerleştirilmiş demir bir
ni atölyelerinde yapılan seramik tabak­ namlusu ve ateşleme mekanizması bu­
lar çok tanınmıştır. İznik tabakları klâsik lunan silâh. Kabza ve ahşap bölümleri
Osmanlı motifleri (servi, karanfil, lâle, sedef, fildişi, altın, gümüş kakma, çak­
nar, sümbül, kavrım dallar) ile süslen­ maklı veya kapsüllü, ağızdan dolma es­
miştir. Ayrıca kuşlu, gemi resimli tabak­ ki Türk tabancaları bugün de antika pi­
lar da vardır. Avrupa ve Amerika’daki yasasında çok yaygın ve eski örnekleri­
birçok müzede İznik tabakları (XVI. ve ne göre yapılmaktadır. Askerî müzeler­
XVII. yy) yer alır. de ve müzelerin silâh koleksiyonları ara­
sında sanatlı, eski tabancalardan çeşitli
örnekler yer alır.
TABLET, Milâttan Önce IV. bin ile
Milât arasında Mezopotamya’da (Sü­
mer, Asur ve Babillilerde) üzerine çivi
yazısı yazılarak pişirilmiş, yassı kil levha.
Anadolu’da Hititlere ait de yazılı tablet­
ler bulunmuştur. Özlü çamur (kil) hazır­
landıktan sonra, üzerine ağaç çivi veya
kamış batırılarak yazılmış, daha sonra
bu yazılı levhalar güneşte kurutulmuş
veya özel fırınlarda pişirilmiştir. XIX.
yüzyılda çivi yazısının okunmasıyla tab­
Seramik tabak. İznik XVII. yy. letler, tarihî belgeler olarak değer ka­
(Istanbul-Çinili Köşk Müzesi) zanmış, birçok tarihî olay aydınlanmış­
tır. Tabletler üzerinde siyasî, İktisadî, di­
TABAKA, Tütün veya sigara kutu­ nî, hukukî, edebî metinler, matematik,
su. Altın, gümüş, pafon tabakalar oy­ astronomi ile ilgili bilgiler yazılıdır. Boy­
ma, kazıma, kabartma desenlerle süslü­ ları 3-30 cm. arasındadır. Bazı tabletle­
dür. Özellikle gümüşleri savatlı yapılır. rin dışında ayrıca üzeri yazılı mahfaza
Tahta olanları, altın, gümüş, sedef, fildi­ (zarf) vardır. Anadolu’da Hititlerin baş­
şi, kemik kakmalı, bağa, mika sigara kenti Hatuşaş (Boğazköy) ve Asur

242
krallıklarında, taç, bir sembol olarak çe­
şitli biçimleri ile varlığını sürdürmüştür.
Bugün birçok ülkenin müzelerinde, ha­
zine dairelerinde çok değerli tarihî taç­
lar yer almaktadır. İslâm ve Türk devlet­
lerinde sultanlar, madenî taçlardan da­
ha çok, değerli taşlar ve tuğralarla süslü
destarlı kavuklar giymişlerdir. Türk sa­
natında, taç, ayrıca tarikat başlarına ve­
rilen ad olarak da bilinmektedir.

Çivi yazılı tablet ve zarf.


(Ankara-Anadolu Medeniyetleri Müzesi)

ticaret kolonilerinin merkezi Kaniş (Kül-


tepe) kazılarında bulunan tabletler An­
kara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’n-
de, ayrıca İstanbul Arkeoloji Müzesi Es­
ki Şark Eserleri Bölümü’nde korunmak­
tadır. Bu müzede 74 bin tablet vardır.
Hatuşaş’ta bulunan Hitit İmparatorluk
dönemine ait (M.Ö. 13. yüzyıl), çivi ya­ Avusturya İmparatoru II. Rudolf’un Tacı
zılı ünlü “Kadeş Antlaşması” tableti, İs­ (Viyana-Sanat Tarihi Müzesi)
tanbul Arkeoloji Müzesi’ndedir.
TABLO, Duvar, pano ve sehpalara TAHT, Hükümdarların oturduğu
asılan resim levhası. Muşamba, bez, de­ süslü koltuk. Taht, çok eski devirlerden
ri, kanaviçe gibi tuvallere veya tahtalara beri hükümdarlık alâmeti olmuş, tahta
yapılan resimler çerçeveli veya çerçeve­ oturmak, hükümdar olmak anlamına
siz asılıdır. Genellikle tablo deyince akla gelmiştir. Tahtlar, ağaçlardan yapılmış,
çerçevelenmiş resim gelmektedir. üzeri altınla kaplandığı gibi değerli taş­
TAÇ, Kral, kraliçe ve hükümdarla­ larla da süslenmiştir. Topkapı Sara-
rın asalet, hükümdarlık sembolü olarak yı’nda Osmanlı sultanlarının kullandığı
başlarına giydiği, değerli taşlarla süslü çok değerli tahtlar sergilenmektedir.
madenî başlık. Taç, İlkçağlardan beri Bunlar arasında altın kaplamalı, fildişi,
hükümdarların başındadır. Eski Mısır ve sedef kakmalı, elmas, yakut, zümrüt gi­
Mezopotamya’da, Anadolu’da, Yunan bi taşlarla süslü tahtlar gerçek şaheser­
ve Roma’da, Bizans’ta, Ortaçağ Avru­ lerdir. Ayrıca, Topkapı Sarayı’ndaki
pa krallarında hatta, Yeni ve Yakınçağ Nadirşah Tahtı, dünyanın en değerli

243
İran’da XI. yüzyıldan sonra yazılmaya
başlamış, Timurlular devrinde çok kulla­
nılmış, XV. yüzyılın başlarında İran’da
Tebrizli Ali adında bir hattatın kalemin­
de üslûplaşarak gelişmiştir. İranlı Hattat
İmad’ül Hüseynî, talik yazının en güzel
örneklerini vermiştir. Osmanlılarda, ta­
lik yazının yaygın olarak kullanılışı
XVIII. yüzyılda başlamıştır. Hattat Kâ-
Osmanlı Tahtı tipzade Mehmed Refî, daha sonra Meh-
(Istanbul-Topkapı Sarayı Müzesi)
med Esad Yesarî ve oğlu Yesarîzade
Mustafa İzzet, Türk talikinin en gözde
tahtları arasındadır. Ankara Etnografya
üstatları arasındadır. Talik yazı ile divân­
Müzesi’ndeki Selçuklu Tahtı, ağaç işçili­
lar, manzum eserler, levhalar, hilyeler
ğinin en güzel örneklerindendir.
yazılmıştır. Tâlikin nesih yazı ile birleşti­
TAHT-I REVAN, İnsan omzunda
rilmesinden “nestâlik” adlı bir yazı çeşi-
taşınan veya at, katır, deveye yüklene­
ti doğmuştur. (Bak: Nestâlik).
rek götürülen portatif, üzeri örtülü taht.
TAMBUR, Yay ve mızrapla çalı­
Perslerde, Eski Yunan ve Roma’da in­
nan, uzun saplı telli saz. Tambur 1.35
sanların “kölelerin” omzunda taşıdığı ve
cm. boyunda, yarım küre şeklinde göv­
özellikle asil kadınların bindiği taht-ı re­
deli, yüzü ince tahtadan bir kapakla ör­
vanlar meşhurdur. Osmanlıların son za­
manlarında, sûrre alayı törenlerinde, tülü dört çift, çelik ve pirinç telli olup,
sûrre emirinin bindiği taht-ı revan bir son yıllarda Türk müzisyenler tarafın­
gelenek olarak korunmuştur. dan geliştirilmiştir.
TAKATUKA, Tütün içilen çubuğun TAMBURA, Bağlama ailesinin en
külünün silkildiği, yayvan kül tablası. yaygın çalgısıdır. Teknesi 38-40 cm.,
Takatuka ağaçtan yapılarak üzeri gü­ sapı 50-52 ve toplam boyu 110-115
müşle kaplanmıştır. Odanın tam ortası­ cm’dir. Üzerinde altta 3, ortada 2 (ba­
na konan takatukalara çubuğun lülesi zen de 3) ve üstte 3 olmak üzere 8 tel
oturtulur, tütün yandıkça külü dökülür­ vardır.
dü. Seramikten yapılmış süslü takatuka­ Tambura aktarımcı bir çalgıdır.
lar da vardır. Tambura için notalar Sol açarı ile yazı-
TAKKE, İnce kumaştan yapılan ve lagelmiştir. Bu durumda şeşler yazıldı­
külahın altına giyilen başlık. Takke, ku­ ğından bir tam beşli aşağıdan duyulur.
maşlardan dikildiği gibi el örgü olarak Tambura çalınacak ezginin tonalite­
da yapılır, desenlerle süslenir. Kadınla­ sine göre değişik biçimlerde akortlanır.
rın da süs olarak başlarına süslü takke­ En yaygın akort biçimi “kara düzen”
ler giydiği görülmüştür. ya da “bozuk düzen” denilen ana bi­
TÂLIK, Hat sanatında bir yazı çeşi- çimdir. Bu biçimle alt tellerden ikisi
tidir. Tevkiî, rık,’a, nesih yazı çeşitlerin­ Re 4 biri Re3, orta tellerin ikisi de
den meydana gelen talik yazı, ilkin Sol 3 (biri sırma tel ise); üst tellerden

244
ikisi D o4, biri D o 3 seslerine akortlanır. Tar için notalar Do (Mezza soprano)
Tamburanın bundan başka misket dü­ açarı ile yazılır. Sesler yazıldığı gibi du­
zeni, bağlam a düzeni, müstezat yulur. Tarın 11 teli vardır. Ezgiyi çalma­
düzeni, abdal düzen gibi adlarla anı­ ya yarayan teller altta 2 ağ sim, ortada
lan akortları vardır. 2 sarı sim, 2 gök sim olmak üzere 6 ta­
TAMBURA NAĞARA, Çapı 35 nedir. Bunlardan sonra yukarıya doğru
40 cm. olan bir çeşit küçük davuldur. “zenk simler” denilen s.adece dem tut­
Koltuk altına ya da zaman zaman iki diz maya yarayan teller gelir. Alttaki iki tel
arasına yerleştirilerek çalınır. Nağarada D o 4 sesine, ortadaki iki tel Sol 3 sesine,
oldukça zengin ritim ve tınılar elde edi­ üstteki iki telden biri D o4, öteki D o 3
lebilir. El ile nağara yüzünün ortasına seslerine akortlanır.
vurmaya orta vuruş, kenarına vurma­ TARAK, Saç ve sakalları taramak
ya yan vuruş, parça çırparak kenara ve saç takısı olarak kullanmak üzere
ağaçtan, kemikten, fildişinden, maden-'
yapılan vuruşlara çırtma, elin bütünüy­
den yapılan dişi alet. İlkçağlarda kemik­
le yapılan vuruşlara şapalag, iki elle
ten yapılanların saçları taramakta, uzun
peş peşe yapılan seri vuruşlara tremo-
dişli ve kavisli, geometrik desenlerle
lo denmektedir.
süslü, bronzdan yapılanların saç topuzu­
TANAGRA HEYKELCİKLERİ,
nu tutturmakta kullanıldığı sanılmakta­
İlkçağlarda, özellikle pişmiş topraktan
dır. Helenistik ve Roma devirlerinde
yapılan kadın ve çocuk figürleri. M.Ö.
şimşirden, kemikten, fildişinden yapıl­
300’den sonra bol miktarda yapılan ve
mış tarakların kullanıldığı kazı buluntula­
çoğu Helenistik devirlere ait olan bu
rından anlaşılmaktadır. Bizans sanatın­
heykelcikler, Yunanistan’daki Tanagra
da süslü taraklar önemli bir yer alır.
Köyü Atölyeleri’nde yapılmış, daha
Türk sanatında tarak ince ve kalın dişli
sonra Anadolu’ya yayılmıştır. Elbisele­
olarak, kadınlarda saçları taramak, saç
riyle, boyalı olarak yapılan heykelcikler, kıvırmak, hotoz bağlamak ve saçları
mezar buluntuları arasında yer alır. toplamak için her devirde en süslü ör­
TAR, Kuzeydoğu Anadolu ile Azer­ nekleriyle kullanılmıştır. Osmanlı dev­
baycan’da çalman tezeneli çalgılardır. rinde altın, gümüş ve değerli taşlarla
İki çanaklı ve göğsü sığır yüreği zarı ile süslü saray tarakları, ayrıca berber, ha­
kaplı bir tekne ile bir saptan oluşur. Sa­ mam ve gelin tarak türleri bu alanda
pın sonunda aşıklık bulunur. Tüm uzun­ zengin çeşitler meydana getirir.
luğu 80-95 cm’dir. TAŞBASKI, Litografi de denir.
Tar, Azerbaycan’da aktarımcı bir Düz yüzeyli taş (mermer) üzerine yağlı
çalgı özelliğindedir. Alt tel orkestra eşli­ kalem veya yağlı suluboya ile yapılan re­
ğinde ikisi Sİ3 solo çalgı ve mugam eş­ sim ve yazıların asitle işlem görmesin­
liğinde Sibemol 3, Si 3 ve D o4, mugam den sonra üzerine konan kâğıtların si­
operalarında ise La 3 seslerine akortla- lindirden geçirilmesi ile yapılan baskı.
nır. Türkiye’de ise yalnızca D o 4 akordu Halk resimlerinden çoğu bu teknikle ba­
kullanılmaktadır. sılmış, sonradan boyanmıştır.

245
T

TAŞPINAR HALISI, Taşpınar, tç tavan göbekleriyle birlikte eski yapılar­


Anadolu Bölgesi’nde, Niğde-Aksaray’a dan sökülerek müzelere kaldırılmış, bir­
bağlı bir kasabadır. Halıcılığı ile ün yap­ çokları da yerinde korunmaya alınmış­
mıştır. Malzemesi tümüyle yün olan tır. İstanbul Türk ve Islâm Eserleri, An­
Taşpınar halılarının başlıca rengi kırmı­ kara Etnografya müzeleri başta olmak
zı ve mavidir. Bunun yanında kirli be­ üzere Türkiye’de pek çokmüzede tavan
yaz, uçuk yeşil, kahverengi ve siyah ve göbekleri bulunmaktadır.
renkler de yardımcı olarak kullanılır. TAVLA, Doğu ülkelerinde zarla oy­
Renkler kökboyalardan yapıldığı için nanan bir oyun. îlkin İran’da oynanmış,
solmaz. Halılar Gördes düğümü denilen daha sonra Orta ve Yakındoğu’da yay­
Türk düğümü tekniği ile dokunur. Bor- gınlaşmıştır. Ağaç tablası sedef, bağa,
dürleri ile köşeler, çiçek, gülbezek ve fildişi, altın, gümüş tel kakmalı, pulları
öteki bitkisel motiflerle süslüdür. Gö­ kemik, fildişi, abanoz olanları vardır.
bekteki oval madalyonları yine çiçek
dolguludur. Taşpınar seccadeleri mih­
raplı ve kandillidir.

Tavla

TEBER, Baltaya benzer bir çeşit si­


lâh. Demir veya ağaç bir sapın ucuna
geçirilen bir tarafı yarım hilâl biçiminde
keskin, diğer tarafı mızrak ucu gibi sivri
veya iki tarafı da genişliğini yarım hilâl
biçiminde kesici demirden yapılmıştır.
Taşpınar Halısı Teberleri, Osmanlı sarayında saray bal­
(Kemal Milaslı Koleksiyonu) tacıları ve padişahın yanında bulunan
peykler taşıdığı gibi, bazı tarikat derviş­
TAVAN GÖBEĞİ, Kapalı bir me­ leri, özellikle Bektaşîler, keşkülle birlikte
kânı örten düz, yatay yüzey. Genellikle taşırlardı. Saraçlann deri kesmek için
Türk yapısı ev tavanları ahşaptır. Ta­ kullandıkları ağzı hilâle benzer el bıçağı­
vanlar tahta çubuklarla süslendiği gibi, na da teber denmiştir.
kalemişi nakışlarla da süslenir. Özellikle TEF, 30-35 cm. çapında ve 4-6
bu süslemeler tam ortasında yoğunlaşır. cm. genişliğinde bir kasnak ile bu kas­
Buna tavan göbeği denir. Birçok nağın bir tarafına gerilmiş deriden

246
oluşan bir çalgıdır. En iyi tefler ceviz
O
ağacından ve keçi derisinden yapılanlar­
dır.
Tef bir elde tutularak çalınır. Tefi tu­
tan elin parmakları ile yapılan vuruşlar,
ezginin hafif zamanını belirler. Bu vu­
ruşlara çırpma denir. Öteki el kuvvetli
zamanlarda tefin ortasına, hafif zaman­
larda tefin kenarına vurur.
Kasnağın üzerinde ziller bulunan tef
çeşitine zilli tef denir. Doğu Anado­
lu’da 10 zamanlı karma usul ile çeşitli
Telkari süs takıları
usullerin üçerli şekillerinde tef özel bir
biçimde çalınır ki, buna sallama de­ çıkan bu tür süslemeli eserlerden anla­
nir. Oldukça ustalık isteyen bu çalış biçi­ şılmaktadır. ilkçağlarda altın ve gümüş
mi, ezgiye başka bir güzellik katar. levhaların tel tel şeritler halinde kesile­
Zilsiz tefin büyüklerine Anadolu’da rek bunların taş veya tunç bir yüzeyde
daire, Azerbaycan’da kaval denmek­ yuvarlak teller yapıldığı, daha sonra tel
tedir. Bunlarda kasnak içi çemberinde yapımı için “delikten çekme” tekniği
bir sıra zincir bulunur. kullanıldığı bilinmektedir. Çeşitli kalın­
TEKKE EŞYALARI, Mevlevî, Bek­ lıkta tel çeken telkârî ustası, bunları spi­
taşî, Rifaî gibi tarikatlara ait dergâh ve ral veya yapacağı desene göre bükmek­
tekkelerde kullanılan eşya. Bektaşî der­ te, birbirine lehimlemektedir. Bunun
vişlerinin taşıdığı keşkül, teber, nefir, yanında, çeşitli biçimlerde hazırlanmış
teslim taşı, Mevlevî dervişlerinin kullan­ altın ve gümüş taneciklerinin yan yana
dığı pazarcı maşası, müttekâ, topuz, Ri- lehimlenmesi ile elde edilen süslemeye
faîlere ait şiş, zincir, tarikat taçları (baş­ “granül tekniği” denir. Telkârî işçilikte
lıkları), giyim eşyaları (hırka, cübbe, ten­ süs takıları, fincan zarfları, tepsiler, te­
nure, haydari, destegül vs.) müzik alet­ pelikler, kemer ve tokaları vs. gibi eşya­
leri (ney, kudüm, halile, tef (daire), re- lar yapılmıştır.
bab vs.) tekke mutfağında kullanılan ka­
zan, somat, kepçe, lenger, tas vs. âyin­
lerde zikir tespihi, post, tümü birden
tekke eşyası olarak adlandırılır.
TELKARİ, Altın veya gümüş telleri
eğip bükerek desenler yapma ve bu de­
senleri birbirine ya da bir zemine kay­
nakla tutturma tekniği. Telkârî süsleme
işçiliğinin M.Ö. üçüncü binden itibaren
Mezopotamya’da ve Mısır’da, M.Ö.
2500 yılından sonra da Anadolu’da uy­
gulandığı, arkeolojik kazılarda meydana Telkari gümüş toka ve yüzükler

247
TEMREN, Mızrak ve okların ucuna bağlıdır. Alnın ortasına gelen bölümde­
geçirilen delici ve kesici, sivri demir. De­ ki üç sıra zincir sallantı, armudî bir plâ­
mir parmaklıkların uçlarına takılan sivri kaya tutturulmuştur. Plâkanın ortası ye­
süslemelere de temren denir. Temren­ şil, mavi cam boncuklu, kenarı bölümlü
lerin gövdeleri konik, köşeli ve oluklu tel çevrilidir. Plâkanın altından sarkan
olduğu gibi geriye doğru çıkıptılı uzantı­ zincirler üzerinde de yine paralar asılı­
ları da vardır. dır. Bazı tepeliklerin tası, bombeli telkâ-
TENNURE, Mevlevî giyiminde se­ rî işçilikte yapılmıştır. Zincirlerde paraya
ma eden dervişin (semazen) giydiği benzer penesler asılıdır. İstanbul Türk
uzun, geniş etek. Genellikle beyaz bez­ ve İslâm Eserleri Müzesi’nde, daha baş­
den dikilir ve etek uçlarına, dönerken ka müzelerin etnografya bölümlerinde,
açılmayı sağlamak üzere kaim, beyaz eski eser koleksiyonlarında çeşitli ör­
bezden zırh geçirilir. Tennure omuzlar­ nekleriyle tepelikler görülür.
dan yelek gibi tutturularak giyilir ve be­ TEPSİ, Maden, cam, emaye ve
le kalın bir kuşak (Eliflâmed) sarılır. ağaçtan yapılan, bardak, fincan, tabak
TENTENE, Aslı “dantela”. Halk di­ vb. eşyaların taşındığı kenarlı, kenarsız
linde “tentene” olarak söylenmiştir. tabla. Kulplu, kulpsuz olanları vardır.
(Bak: Dantela) Tepsiler genellikle yapıldığı malzemeye
TEPELİK, Anadolu’da kadınların göre süslenir.
başlarına giydiği süslü başlık. Genellikle,
ortası bombeli, yuvarlak bir tacı vardır.
Göbeğine kırmızı bir cam taşı yerleştiril­
miştir. Tacın üzeri kıvrım dal, rozet ve
yaprak motifleri ile süslüdür. Genellikle
süslemede savat tekniği kullanılır. Tepe­
liğin çevresinden sıra zincirler sarkar.
Zincirlere gümüş ve nikel paralar

Altın tepsi ue sürahisi


(Viyana-Sanat Tarihi Müzesi)

TEPSİ (MANZARALI), Üzerine


renkli resim ve manzaralar yapılan te­
neke tepsiler. 18. yüzyılda Avrupa’da
yaygınlaşan bu tür tepsiler, 19. yüzyıl
ortalarında Osmanlılar’a da ihraç edil­
miş veya Avrupa’ya sipariş edilmiştir.
Türkiye’de âdeta modalaşan ve hemen
her evde bulunan bu kahve, şerbet tep­
Tepelik (Ankara-Etnografya Müzesi) sileri genellikle İstanbul manzaraları ve

248
mimari anıtlarıyla süslüdür. Bugün anti­ tespihlerle birlikte kristal, Beykoz bon­
ka piyasasında görülmektedir. cuğu gibi cam tespihlerin de yapıldığı
TERAZİ, Ağırlık ölçü aleti. İlk ör­ görülür. Tespihlerin otuz üçlük bölümle­
nekleri, yatay bir eksenin iki ucuna üç rini ayıran ayrı parçaya “nişâne” iki ucu
bağla tutturulmuş kefelerden yapılmış­ birleştiren ve genellikle çok süslü yapı­
tır. Eksen ve kefeler ağaçtan yapıldığı lan parçaya da “imâme” denir. Altın,
gibi madenden de yapılmıştır. Anado­ gümüş ve ibrişim püsküllü imâmeler,
lu’da ağaç kefeli basit teraziler çok yay­ imâmelerin ucuna takılan değerli taşlar
gındır. XIX. yüzyıldan itibaren mekanik dizili veya altın, gümüş tel örgülü saçak­
teraziler kullanılmıştır. lar, tespihe ayrı bir güzellik verir. En iyi
TERRA-KOTA, Arkeolojide “piş­ tespihler, Osmanlılar devrinde İstan­
miş toprak” anlamına gelen İtalyanca bul’da yapılmış, İstanbul’da yüzlerce
bir terim. Çamurdan yapılarak sırlan­ tespih atölyesi açılmıştır. Tespiherin
madan fırında pişirilen heykel, vazo, çok ufak tanelilerine “zenne” yani kadın
kap kaçağa terrakota denir. tespihi denir. Bir de, genellikle ceviz ve
TESPİH, Bir ipe dizili, çeşitli mad­ ıhlamur ağacından yapılan, iri taneli en
delerden yapılan belirli sayıda taneler. büyüğü 999’luk “zikir tespihleri” vardır.
Tespih, aslında bir ibadet eşyasıdır. Bunlar tekke tespihleri olup “zikir”
Tespihin doksan dokuz tanesi, Allah’ın âyinleri sırasında, bir daire çevresine
“Esma’ülhüsna” denilen doksan dokuz oturan dervişler tarafından elden ele çe­
adının sayılmasıdır. Namaz sonunda, ilk kilen tespihlerdir. Tespih, Türkiye ve Is­
otuz üç tanesi ile “süphanallah”, ikinci lâm ülkelerinde çoğunlukla 33’lükleri
otuz üç ile “Elhamdülillah”, son otuz üç cepte taşınan ve elde bulundurulan bir
tane ile “Allahüekber” sözleri tekrarla­ “alışkanlık” olarak yaygınlaşmıştır. Kâ-
nır. Bundan sonra okunan dua ile yüz be’yi ziyaret eden hacıların eşe-dosta en
sayısı tamamlanmış olur. Islâmda ibade­ büyük hedeyileri tespihtir. Türkiye’deki
tin bir gereği olan tespih, otuz üçlük ve birçok müzede, büyüklü-küçüklü tespih
doksan dokuzluk dizileri ile, aynı za­ koleksiyonları bulunduğu gibi, pek çok
manda bir sanat dalı olarak gelişmiş, tespih meraklısı, çok değerli tespih ko­
tespih yapan tezgâhlar açılmıştır. Tes- leksiyonları meydana getirmişlerdir.
hip yapımında zümrüt, yakut, lâpis, fi­ TESLİM TAŞI, Bektaşî babalarının
ruze, akik, yeşim, yıldıztaşı, necef, kan- boyunlarına veya kemerlerine taktıkları
taşı, şah, maksuttaşı gibi değerli taşlar, on iki köşeli Hacı Bektaş taşı. On iki kö­
sedef, inci, mercan gibi deniz ürünleri şe, Bektaşîlikte on iki imamı temsil
kullanılmış, ayrıca fildişi, deve dişi ve eder. Teslim, tarikat ilkelerine bağlılık
kemiği; bağa, keçi, manda, geyik, ger­ anlamına gelir. Kimi Bektaşîlerin kulak­
gedan boynuzu tespihler yapılmıştır. larına taktıkları madenî küpeye de “tes­
Kehribar, oltutaşı, lületaşından yapılan lim halkası” denir.
tespihler de vardır. Abanoz, zeytin çe­ TESTİ, Kulplu, geniş gövdeli ve dar
kirdeği, gül ve sandal ağacı, demirhindi, boğazlı, pişmiş topraktan su kabı. Tez­
sakızağacı, kuka gibi ağaç kökenli gâh veya çömlekçi çarkından çekilen

249
testilerin sırla süslenenleri de vardır. İlk­
çağlardan beri çeşitli örneklerde yapıl­
mış ve kullanılmıştır.
TEVKİÎ, Hat sanatında bir yazı tü­
rü. Nesih yazıya benzer, rahat ve dü­
zenli bir üslûpla yazılan tevkiî, Türk hat­
tatlarının elinde gelişmiş, başka yazı tür­
leri ile birleştirilerek yeni üslûplar yara­
tılmıştır. Hattat Şeyh Hamdullah bunun
en güzel örneğini vermiştir.
TEZGÂH, Halı, kilim, bez ve kuma­
şın dokunduğu ağaç çatkı. Genellikle
şimşir, ceviz gibi sert ağaçlardan yapıl­
mıştır. Aralarında ağaç oyma, sedef, Tezhipli Bir Kuran sayfası

kemik kakmalarla süslü olanları vardır.


sanat dalı olarak süregelen tezhip sana­
TEZHİP, Genellikle el yazması ki­
tı, XIX. yüzyıl başlarından itibaren yeni
tapları, yazı levhaları, murakkaları altın­
bir döneme girmiş, tezhip ustaları, klâ­
la süsleme. Tezhiplenecek kâğıt yüzeye
sik üslûbun dışında, barok kıvrımlar, na-
motif kalıpları çıkarıldıktan sonra, bu
türel çiçekler ve çok renklilikle yeni bir
yüzeylere özel bir ustalıkla, çok ince al­
üslûbun yaratıcısı olmuşlardır. Bugün
tın varaklar yapıştırıldığı gibi, altın yaldız
Türkiye’de, Türk ve İslâm eserlerinin
mürekkep halinde fırça ile çekilir. Tez-
sergilendiği her müzede, yazma eserler
hiplenen sayfalar ayrıca boyalarla süsle­
bulunduran kütüphanelerde Türk tezhi­
nir. Türklerde tezhip sanatı, Türklerin
binin yüzlerce, binlerce örneği yer al­
Islâmiyeti kabulünden sonra bir meslek
dalı olarak gelişmiş, Uygur sanatından maktadır.
Büyük Selçuklulara, bu yolla Anadolu TIRKEŞ, Meşinden yapılan ve sırt­
Selçuklularına geçmiştir. Anadolu Sel­ ta taşman ok torbası. Tirkeşlerin üzeri
çukluları devri XIII. yüzyılında Konya’da altın ve gümüş sırmalarla süslü olanları
şaheser tezhip örnekleri verilmiştir. Bu­ vardır. Bu çeşit tirkeşlerin en güzel ör­
gün Konya Mevlârîa Müzesi’nde bulu­ nekleri Topkapı Sarayı’nda sergilen­
nan 1278 tarihli en eski Mesnevi nüs­ mektedir. Süvarilerin (sipahilerin) tirkeş-
hasının tezhipli sayfaları, bu sanatın leri eğerlerine bağlıdır.
Selçuklularda ne kadar ileri gittiğini gös­
termeye yetmektedir. Selçuklulardan TIHTAB, (Bkz: Şifa Tası)
Beyliklere, buradan Osmanlı sanatına
geçen ve XVI. yüzyılda Osmanlı sana­ TİRŞE, Deriden yapılan ince parşö­
tında üslûplaşan Türk tezhibi, özellikle men. Dana, koyun, keçi,ceylan derisi­
Kuran yazmalarında şaheser örnekleri nin özel atölyelerde ince ve yumuşak,
vermiştir. Osmanlı sarayında ve devletin gök yeşili, beyaz, sarı, kırmızı renklerde
himayesi altında başlıbaşma bir güzel kâğıt haline getirilmesiyle elde edilir.

250
Tirşeler üzerine yazı yazıldığı gibi kitap motiflerle de süslü tılsımlı gömleklerden
cildi üzerine de geçirilir. örnekler, İstanbul Topkapı Sarayı Mü­
zesi ve Vakıflar Yazı Sanatı Müzesi’nde
bulunduğu gibi, ilginç bir örnek de Kon­
ya Mevlâna Müzesi’nde “Sultan Veled’e
ait destegül” adıyla sergilenmektedir.
TIRAŞ ÖNLÜĞÜ, Tıraş olurken
başa geçirilip omuzlardan göğüs üzeri­
ne dökülen örtü. Başın geçmesi için or­
tası oyuk, ve önü yırtmaçlıdır. İstanbul
Topkapı Sarayı Müzesi’nde, Atina Be-
naki Müzesi’nde ve daha başka müze­
lerde Osmanlı dönemi, işlemeli tıraş ön­
lükleri yer alır.

Tirkeş ve oklar

TILSIM, Hastalıklardan, kötü na­


zarlardan korunmak, hayatta başarılı ol­
mak, sevdiğine kavuşmak, şirin görün­
mek, çocuk istemek gibi insanoğlunun
bitmek tükenmek bilmeyen istekleri için
yapılan dualı, çoğu el şeklinde pirinç ve­
ya bakır levhalar. Bunların 6 köşeli
“Mühr-ü Süleyman” şeklinde olanları da
vardır. Mühür gibi kâğıtlara, bezlere ba­
sılır. İsteyen bunları üzerinde taşır. Dört
köşe olanlarında şifreli harfler, gizli işa­ Tıraş önlüğü. Osmanlı, XIX. yy.
retler vardır. Yılan, çıyan resimli olanla­ (Istanbul-Topkapı Sarayı Müzesi)
rı da görülmüştür.
TILSIMLI GÖMLEK, Genellikle TOKA, Kemerlerin ön bağlantı uç­
savaşlarda zırh altına giyilen ya da bazı larında kemeri bağlayan, genellikle ma­
hastalara şifâ bulması için giydirilen, kı­ denî halka veya plâka. İlçağların Ana­
sa kollu, önü yırtmaçlı, yakasız gömlek. dolu’sunda, Doğu Anadolu’da zengin
Beyaz bezden dokunmuş, üzerine Ku­ bir kültüre sahip Urartuların altın, gü­
ran âyetleri, dualar, cefr ve vefkler (tıl­ müş, bronz, kabartma figür ve desenler­
sım işaretleri) yazılmıştır. Ayrıca madal­ le süslü kemer ve tokaları, Adana, Van
yonlar, geometrik desenler, rumî ve daha başka müzelerde yer alır.

251
kemer tokası bulunmuştur. Bundan da
Türk kavimlerinin kemer ve tokaya bü­
yük önem verdikleri anlaşılmaktadır.
Özellikle Hunlar, altın, gümüş gibi ma­
denlerden çok süslü tokalar kullanmış­
lardır. Avarların, İskitlerin harpi, grifon,
sfenks gibi mitolojik hayvanlarla süslü
tokaları ünlüdür. Türkler, giyim kuşam­
larında sosyal ve ekonomik durumları­
na, özel zevklerine göre kemer ve toka­
lar takmışlardır. Bu tokalar altın, gü­
müş, bronz, bakır gibi madenlerden,
maden işçiliğinin bütün hünerleri kulla­
nılarak yapılmış, üzerleri mercan, akik,
firuze gibi taşlarla süslenmiştir. Elips,
Tıraş önlüğü. yuvarlak, yaprak biçimindeki toka ayna­
(tstanbul-Topkapı Sarayı Müzesi) ları genellikle gümüş savatlı ya da telka­
ri süslemelerle Anadolu kadın giyimine
Romalıların kayış kemerlerde dilli ve ayrı bir güzellik vermiştir. Türk kemer
madalyonlu tokalar kullandıkları bilinir. tokalarının örnekleri müzelerde sergi­
Ortaçağ Avrupa’sında kemer ve tokalar lendiği gibi, özel koleksiyonlarda da pek
kadın ve erkeklerin süs eşyası olarak çe­ çok örneği yer alır.
şitli örnekleriyle dikkat çekicidir. Orta TOKUÇ (TOKAÇ), Çamaşırı su
Asya’da, Turfan’da, Altaylar’da yapılan içinde döğerek temizlemeye yarayan
arkeolojik kazılarda pek çok madenî kulplu, yassı tahta. Anadolu halk sanatı
ağaç işçiliği arasında kulpları oyma ve
dağlamalarla süslü tokuçlar görülür.
TOLGA, Eski Türk komutanları ve
askerlerinin başlarına giydiği demir baş­
lık, daha sonra tolga (miğfer) adını al­
mıştır. Altın ve gümüş kakma yazılar ve
desenlerle de süslenen tolgalar tavulga,
tobulga adları ile Orta Asya Türk kavim-
leri tarafından savaşlarda kullanılmıştır.
TOMBAK, Bakır ve çinko alaşımın­
dan yapılan ve üzerine altın yaldız çeki­
len şişkin kapaklı sahan, tabak veya le-
ğençe. Altın kaplamalı bakır mutfak eş­
yasına da tombak dendiği gibi, son yıl­
Toka ve kemer larda kapakları kabartma çiçeklerle süs­
(tstanbul-Türk ve İslâm Eserleri Müzesi) lü, kubbeli porselen tabak ve kâseye de

252
tombak adı verilmiştir. Asıl tombaklar, gövde ve üzerindeki yuvarlak bir kubbe­
altın yaldızlı, kapakları şişkin ve bol çi­ yi kafes gibi örer. Bir kapı yeri bırakıla­
çekli madenî sofra takımlarıdır. rak üzeri keçe veya dokumalarla örtü­
lür. Topak evler, mimaride kubbeli veya
kümbetli yapıların örnekleri sayılır. İs­
tanbul Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’n­
de, Ankara Etnografya Müzesi’nde ve
daha başka müzelerde örnekleri vardır.
TOPAZ, Kahverengi-sarı renkte,
sert, değerli taş. Kavrularak pembe ren­
ge dönüştürülen Brezilya topazına “ya­
nık topaz” denir. İskoçya, Saksonya ve
Bohemya’da çıkan türleri vardır. Ger­
danlık, tespih, yüzük kaşlarında, made­
Tombak sahan. Osmanlı XVIII. yy.
nî eser süslemelerinde, baston başlıkları
(Istanbul-Topkapı Sarayı Müzesi
ve ağızlıklarda topaz kullanıldığı görül­
müştür.
TOP, Barut gücüyle gülle, şarapnel TOPUZ, Ucu top biçiminde demir­
ve mermi atan ateşli silâh. Osmanlı or­ den, vurucu silâh. Bir sopa ve zincire
dusundaki ilk top, Yıldırım Bayezid ta­ bağlı topuzlar olduğu gibi, ağaç veya de­
rafından 1389 yılında Kosova Savaşı’n- mir bir sapın ucuna oturtulmuş çelik to­
da kullanılmış, Fatih’in İstanbul’u fethi puzlar da vardır. Genellikle topları sivri,
günlerinde ağır Osmanlı topları, İstan­ dikenli ve olukludur. Osmanlı padişahla­
bul surlarını döğmüştür. XVI. yüzyılda rına ait, değerli taşlarla süslü topuz ör­
daha çok gelişen Türk topçuluğu, Ka­ nekleri Topkapı Sarayı Müzesi’nde ser­
nunî’nin seferlerinde en önemli silâh gilenmektedir.
olarak yer almıştır. Taş veya demirden, TÖREN KALKANLARI, Osmanlı
küre şeklinde gülleler atan bu topların ordusunda geçit törenleri ve bayramlar­
çoğu İstanbul’da Tophane’de dökül­ da yeniçeri ve sipahilerin kollarına taka­
müştür. Zamanla toplar yivli yapılmış, rak padişah ve sadrazamın önünden
kara barut yerine dumansız barut kulla­ geçtikleri, çiçeklerle süslü kalkanlar. Tö­
nılmış, çeşitleri çoğaltılmıştır. İstanbul ren kalkanları, yuvarlak kesilmiş deri ve­
Askerî Müzesi ile Deniz Müzesi’nde, ya sert tahta üzerine, helezonî olarak
Topkapı Sarayı dış avlusunda ve daha söğüt dalları örülmüştür. Ortasındaki
başka müzelerde Türk dökümü toplar bombeli demir göbeği, altın kakma ve
yer alır. yıldız kabartmalarla süslüdür. Söğüt dal­
TOPAK EV, Asya’da göçebe Türk ları ince ipek iplikle sarılmış ve üzeri, ib­
kavimlerinin çok eskiden beri kullandık­ rişim iğne işi lâle, karanfil, gül, sümbül
ları, “yurt” adı da verilen bir çeşit yuvar­ motifleriyle işlenmiştir. XVI. yüzyılda
lak çadır. Bir direğe çatılı ağaç çıta veya Kanunî Sultan Süleyman’ın sefer ordu­
dallar, daire plan içinde silindir bir sunda tören kalkanı taşıyan askerler,

253
TUBA, Kalın ses çıkaran, geniş ko­
nik borulu ve pistonlu, nefesli bakır çal­
gı. Genellikle askeri bandolarda kullanı­
lır. Orkestra tubaları, ses bakımından ül­
kelere göre farklıdır.
TUG, Makam, rütbe ve iktidarı tem­
sil eden ve bir gönder (sırık) üzerine ta­
kılan, at kılından yapılmış alem. As­
ya’da ilk Türk devletlerinde genellikle
Tibet öküzünün kuyruk kıllarından bir
topa tutturulmuş, püskül şeklinde yapı­
lırken sonraları at kuyruğu kılları kulla­
Osmanlı Tören Kalkanı. XVI. yy. nılmıştır. Tepede kılları tutan topun gü­
(Istanbul-Topkapı Sarayı Müzesi) neşi, kılların da ışınları temsil ettiği söy­
lenir. Tuğ terimi, Uygurlarda kullanıl­
Avrupalıları bir hayli şaşırtmış, “Türkler maya başlamış, Moğol hanları ve komu­
düşmanlarını çiçekli kalkanlarla karşılı­ tanları çadırları önüne tuğlar dikmişler­
yor” denmiştir. İstanbul Topkapı Sarayı dir. Tuğ, aynı zamanda bağımsızlığın bir
ve Askerî Müze’de bu çeşit tören kal­ sembolü sayılmıştır. Osmanlı Devle-
kanlarından örnekler sergilenmektedir. ti’nin kurucusu Osman Gaziye, Selçuk­
TRUVA HÂZİNELERİ, İlkçağlar­ lu sultanı tarafından bağımsızlık sembo­
da, Çanakkale’ye yakın Hisarlıktepe’de lü olarak davul, tuğ ve sancak gönderil­
kurulan antik şehir Truva harabelerin­ diği bilinir. Osmanlılarda padişahların
de, 1870 yılında, Alman araştırıcısı He- yedi veya dokuz, sadrazamın beş, seras­
inrich Schliemann tarafından kazılar ya­ kerin dört, vezirlerin üç, beylerbeyleri­
pılmaya başlanmış, bu kazılarda Schli- nin iki, sancakbeylerinin bir tuğu vardır.
emann’ın Truva Kralı Priamos un gizli Bu tuğlar, sefere çıkıldığı zaman çadırla­
hâzinesi adını verdiği, altın-gümüş ku­ rının önüne dikilmiştir. Geçit törenleri
palar, hançer ve kalkanlar, saç iğneleri, ve mehter takımı gösterilerinde de .tuğ­
fibulalar, gerdanlıklar, küpeler gibi çeşit­ lar yer almıştır.
li süs takıları bulunmuştur. Gizlice Ati­ TUĞRA, Osmanlı sultanlarının im­
na’ya kaçıran bu hazine, daha sonra za yerine kullandıkları özel işareti. Tuğ­
ra; ferman, berat, mektup gibi resmî
Berlin’e götürülmüş, bir süre Charlet-
belgelere “tuğrakeş” denilen kâtipler ta­
tenburg Sarayı’nda sergilendikten son­
rafından çekilmiş ya da paralar üzerine
ra, Berlin İmparator Müzesi’nde (Perga-
basılmıştır. Tuğrada belirlenmiş bir şekil
mon Müzesi) yer almıştır. İkinci Dünya vardır. Bu şeklin içine sultanın kendi
Savaşı sonunda Berlin’in bu kesiminin adı ile birlikte babasının adı ustalıkla is­
Rusların elinde kalmasıyla, hazine, Rus- tif edilmiş ve etrafı altınla, renkli çiçek
lar tarafından Moskova’ya taşınarak motifleri ile süslenmiştir. Oğuz Han’ın
Puşkin Müzesi’ne verilmiştir. Bugünler­ nişanından veya Orhan Gazi’nin pen­
de Türkiye’ye iadesi söz konusudur. çesinden çıktığı ifade edilen tuğralara,

254
Sultan Murad H’den sonra “El-muzaffer TUNÇ ÇAĞI, Tarih öncesi uygar­
dâima” ibaresi eklenmiş, Mahmud II lıklarında Kalkolitik Çağ’dan sonraki za­
tuğrasına “Adlî”, Abdülhamid II tuğrası­ man dilimi. Bu çağ ülkelere göre deği­
na “Gazi”, Mehmed V tuğrasına “Re- şir. Anadolu’da M.Ö. 3500 - 1000
şad” unvanları eklenmiştir. Kanunî Sul­
tan Süleyman’dan bu yana süslü olarak
çekilen tuğraların en güzel örneklerini
İstanbul Başbakanlık Devlet Arşivi’nde,
Topkapı Sarayı, Türk ve İslâm Eserleri
müzelerinde, Süleymaniye Kütüphane­
sinde, başka müze ve özel koleksiyon­
larda, arşivlerde görmek mümkündür.

Tunç Çağı
Tanrı Heykelciği.
(Amasya Müzesi)

yıllarına rastlar. İlk, Orta ve Geç Tunç


Çağı olarak üç evreye ayrılır. Anado­
lu’da çeşitli arkeolojik kazılarda Tunç
Çağı’na ait bol miktarda eser bulunmuş­
tur.
TUZLUK, İçerisine tuz konarak sof­
rada bulundurulan küçük kap. İlkçağlar­
Kanuni Sultan Süleyman Tuğrası.
dan beri çeşitli biçimlerde, taştan, ma­
(Istanbul-Topkapı Sarayı Müzesi)
denden, camdan, ahşaptan, bağadan,
seramikten yapılan bu sofra aracı, çoğu
TULUM, Doğu ve Kuzeydoğu Ana­ zaman tek, bazen de biberlik ve hardal-
dolu bölgelerinde çalman tulum, delin­ lıkla birlikte küçük tepsisinde yer alır.
meden ve bozulmadan çıkarılmış bir TUVAL, Yağlıboya resim yapılan
koç tulumu ile bunun kol bölümlerine astarlanmış keten bezi. Pamuklu bez­
takılmış nav ve ağızlık tan oluşma üf­ den olanı da vardır. Resim yapılacağı
lemeli bir halk çalgısı. Nav’ın biçimi bi­ zaman şaseye gerilir. Hazır tuvalleri re­
raz ayrı olmakla birlikte yapı olarak çif­ sim malzemeleri satan yerlerde bulunur.
te sipsiyle aynıdır. Sesi gürdür. Hakimi­ TÜFEK (TÜFENG), Ağaç bir kun­
yeti zordur. Bazı tulumcular parmak bo­ dak üzerine yerleştirilen çelik namlulu
ğumlarını ustaca kullanarak kesik kesik ateşli silâh. XVI. yüzyılın ilk yarısında
de olsa basit iki sesli ezgiler yaratabil­ keşfedilmiştir. İlkin barut ve çakmak­
mektedirler. taşından çıkan kıvılcımla ateşlenen

255
çakmaklı tüfekler, daha sonra mekaniz­ TÜLÜ, Yünden ve tiftikten el tez­
masında yapılan bir değişiklikle iğneli ve gâhlarında dokunan uzun havlı (tüylü)
kapsüllü olarak gelişmiş, ucuna süngü halı. Tülülerde uzun bırakılan havlar kır­
takılmasıyla kesici ve dürtücü silâh ola­ kılmadan bırakıldığı için post gibi yumu­
rak da kullanılmıştır. İstanbul Topkapı şaktır. Örtü ve döşemelerde kullanılır.
Sarayı Müzesi Silâh Dairesi ve Askerî TÜTSÜLÜK, Dinî bayram ve mev­
Müze’deki örneklerine göre Türk tüfek­ litlerde kullanılan ve içerisinde güzel ko­
leri yalnız silâh olarak değil, aynı za­ kular yakılan kap. Yarım küre şeklinde­
manda birer sanat eseri niteliğinde ya­ ki tütsü kapları, buhurdan gibi üç zincir­
pılmıştır. Kabzaları ve dipçiği fildişi, se­ le asılır ve taşınır. Ayaklı tütsüler de var­
def kakma altın-gümüşlerle süslü tüfek­ dır. Gümüş, bronz, pirinç gibi maden­
ler gerçek birer sanat eseridirler. Türk lerden işlemeli ve kapakları kafes bi­
tüfekleri genellikle İstanbul’da Cibali, çiminde delik tütsüler, genellikle İstan­
Zeytinburnu ve Tophane’deki “tüfekha- bul’da yapılmıştır.
ne”lerde imal edilmiştir. TYKHE, Mitolojide iyi veya kötü
TÜLBENT, Çok ince pamuklu do­ Kader Tanrıçası. M.Ö. V. yüzyıldan iti­
kuma. Tülbentten başörtüsü, yemeni, baren adına pek çok tapmak yapılmış­
yazma ve sarık (destar) yapılır. Osmanlı tır. Ayrıca, bereket boynuzu ve dümen­
saray teşkilâtında padişahların sarıkları­ le temsil edilen Tykhe heykellerine Tür­
nı saran, çamaşırlarını hazırlayan “tül­ kiye’deki arkeoloji müzelerinde rastla­
bent ağalan” vardır. nır.

256
UÇKUR, Şalvar ve iç donunun büz­ Usturlapların altına teğet olan iç çem­
güsü içinden geçen bel bağı. 10-15 cm. ber üzerinde 12 burcun adı yazılıdır. Bu
eninde beyaz bez uçkurların iki ucu kı­ burçlar şöyledir: 1-Hamel (Koç), 2- Sevr
laptan ve ibrişimle işlenir. Örme uçkur­ (Boğa), 3- Cevza (İkizler), 4- Seretan
ların uçlarına püskül bağlanır. İşlemeli (Yengeç), 5- Esed (Aslan), 6- Sümbüle
veya püsküllü uçlar, genellikle şalvarın (Başak), 7- Mizân (Terazi), 8- Akrep, 9-
bağlantı yerinden dışarı sarkar. Kavis (Yay), 10- Cedî (Oğlak), 11- Delv
UD, Kısa saplı, alt çift telli, şişkin (Kova), 12- Hût (Balık). Türkiye’deki
gövdeli telli saz. Çok eski bir Doğu sazı­ başka müzelerde de çeşitli usturlaplar
dır. Udun ilk önce Araplar tarafından yer alır.
kullanıldığı, büyük Türk bilgini Fara- UŞAK HALILARI, Selçuklularla
bî’nin bu sazı geliştirdiği söylenir. Klâsik birlikte Anadolu’ya gelen, Konya, Kara­
Türk Müziği’nin baş sazları arasında yer man, Aksaray gibi şehirlerde yaygınla­
alan udun fildişi, deve kemiği, sedef ve şan Türk halı sanatı, geleneksel doku­
renkli ağaç kakmalarla süslenenleri var­ macılığını Selçuklulardan sonra Beylik­
dır. ler devrinde de sürdürmüş, bu gelenek
USTURLAP, Gökteki yıldızları, Gü­ yeni kompozisyonların da eklenmesiyle,
neş’i, Ay’ı gözlemek ve ufuk üzerindeki XV. yüzyıl erken Osmanlı halılarının ya­
yüksekliği ölçmek için kullanılan astro­ ratıcısı olmuştur. Bu devirde Ege Bölge­
nomi aleti. İlkin Britanyalı Hipparkhos sindeki Uşak ve çevresi, Osmanlı halı­
(M.Ö. 190-25) tarafından icat edildiği cılığının merkezi durumuna geçmiştir.
söylenir. Deniz ve gök usturlapları ol­ Erken Osmanlı halılarında rastladığımız
mak üzere iki çeşiti vardır. Türk bilim geometrik şema, yerini Uşak halılarında
adamları, gök bilimlerinde çok ileri git­ madalyonlara ve zemindeki bitkisel mo­
miş ve çeşitli usturlaplar yapmışlardır. tiflere bırakmış, hayvan figürleri, Uşak
Bugün, İstanbul Türk ve İslâm Eserleri halılarının bir tipi olan “kuşlu halılar” da
Müzesi’nde, ikisi Selçuklu devrine (XIII. kendini göstermiştir. XVI. yüzyılın orta­
yüzyıl), dördü Osmanlılara (XVI-XVIII. larına doğru, madalyonlu Uşak halıları
yüzyıllar) ait olmak üzere altı usturlap Avrupa pazarlarına da ihraç edildiğin­
bulunmaktadır. Bu usturlaplar pirinç den bu halılar Batı ressamlarının tablo­
döküm içerisinde dört yuvarlak levha larında da yer almış, Ressam Holbein’in
halindedir. Levhaların alt yüzeylerine tablolarında çok görüldüğü için, Batida
geometrik bölgüler, yazı ve rakamlar (Holbein tipi Türk halıları) olarak da ta­
yazılmıştır. Bütünü bir vidaya bağlıdır. nınmıştır. Madalyonlu Uşak halılarında,

257
madalyonlar, orta eksen üzerinde yer Yurtdışı Müzelerinde Türk Eserleri, adlı
alır. Çoğunlukla yuvarlaktır. Bazılarında 1983’te yayınlanmış kitabına bakınız).
bu madalyonlar boyuna, bazen de enine İstanbul Sultanahmed Halı ve Kilim,
oval şekil alır. Madalyonlar rumî motif­ Ankara Etnografya müzelerinde de top­
lerle doldurulmuştur. Madalyonların uç­ lu olarak Uşak halısı örnekleri görülebi­
ları salbeklerle sonuçlanır. lir. ;
ÜÇETEK, Önü açık, yanları yırt­
maçlı kadın elbisesi. Kutnî, alaca gibi
dokumalardan dikildiği gibi, kadife üze­
rine sırma işlemeli üçetek bindallılar da
vardır.
ÜNVER A. SÜHEYL (Ord. Prof.
Dr.), (1897-1986) Tanınmış bilgin, sa­
nat ve kültür adamı, araştırıcı, hoca. İs­
tanbul Tıbbiyesi’nden mezun olduktan
sonra deontoloji dalında uzmanlaştı. 2
yıl Paris’te eğitimini tamamladı. Yurda
döndükten sonra İstanbul Tıp Fakülte-
Uşak Halısı. Osmanlı, XVIII. yy. si’nde doçent, prof, ord., olarak görev
(Istanbul-Türk ve İslâm Eserleri Müzesi) yaptı. Bu görevinin dışında Türk resmi,
Türk süsleme sanatlarında araştırmaları
Çevresinde bazen çintemaniler, yap­ ve hocalığı ile tanındı. Öğrenciler yetiş­
rak, çiçek ve kıvrım dallar vardır. Açık tirdi. Kitaplar, risaleler, makale ve ince­
kırmızı ve maviler ana renklerdir. Bor- lemelerinin sayısı iki bini aşar. Çok zen­
dürlerde, tabiî renk beyaz kullanılmış, gin arşivi Türk Tarih Kurumu ve Cer­
sarı, yer yer kompozisyonu süslemiştir. rahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi Ensti-
Uşak halılarının ikinci grubu “yıldız” tüsü’nde ve kızı Gülbün Mesara’dadır.
olanlarıdır. Sekiz köşeli yıldız grupları ÜSKÜDARÎ ALİ, Tanınmış Türk
bir sıra içerisinde yüzeye dağılır. Zemin tezhip sanatçısı. XVIII. yüzyılda yaşa­
kırmızı ise yıldızlar mavidir. Bu tür halı­ mış, geleneksel Türk tezhip sanatı ve ki­
lar, XVII. yüzyılın sonuna kadar üslûbu­ tap süslemeciliğinde yeni bir dönem
nu korumuştur. Kuşlu ve çimtemani başlatmıştır. Usküdarî Ali, klâsik süsle­
dolgulu, bordürleri Çin bulutları ve stili­ meciliğe bağlılığı yanında, Lâle Dev-
ze dragon motifli Uşak halıları bir başka ri’niıı üslûbu olan natüralist çiçekleri de
grubu oluşturur. Bu tür Uşak halıları kullanmıştır. Çoğu zaman klâsik bir mo­
çok büyük boyutlarda İstanbul Türk ve tif içerisine tek çiçek veya bir buket yer­
İslâm Eserleri, Konya Mevlâna ve New leştirmiş, çevresini hatayî, penç, hele­
York Metropolitan müzelerinde seçkin zon kıvrım ve dallarla bezemiştir. Kitap
örnekleriyle görülür. Uşak halısı örnek­ süslemeciliğinin yanında yazı çekmece­
leri, dünyadaki elliye yakın müzede yer leri, kalemdanlar da süslemiştir. Onun
alır. (Bu konuda, Mehmet Önder’in Topkapı Sarayı, Türk ve İslâm Eserleri

258
Müzesi ve Ekrem Hakkı Ayverdi Kolek­ basamak. Kayışlarla eğere tutturulan
siyonunda seçkin eserleri vardır. üzengiler, biniş takımının (eğer, gem,
ÜSKÜF, Genellikle yeniçerilerin kolan, dizgin) süslü parçalarından biri­
giydiği, börke benzer keçe külah. Başa dir. Topkapı Sarayı’nda padişahlara
giyilen kısmı, dört parmak eninde sırma mahsus, altm-gümüş üzengiler bulun­
işlemelidir. Üsküfün tepesi geriye sar­ maktadır.
kar. Üsküfü yeniçerilerle birlikte subaşı­ ÜZERLİK, Genellikle Anadolu köy
lar, padişahın yanında bulunan solaklar,
evlerinde asılı, bir tür nazarlık. Üzerliko-
yeniçeri ağası ve başçavuşlar da giymiş­
tu bitkisinin yuvarlak, boncuk gibi to­
tir. On yüzüne, rütbelere göre, balıkçıl
humları, yaş iken ipliklere dizilir. Sonra
ve turna telekleri takılır. Mehter takı­
bu diziler ağaç çubuk ya da kamış ekse­
mında görevlilerin çoğu üsküf giyer.
ÜSKÜRE, Ağız kısmı yayvan, bakır ne geçirilerek örülür. Üçgen örgülerin
tas. Dış yüzeyi kazıma desenlerle süslü altı saçak olarak bırakılır. Örgülere bon­
kalaylı üskürelere “düğün tası” da denir. cuk, ayna parçaları, renkli kurdeleler
ÜZENGİ, Eğerin iki yanında asılı, eklenir. Duvarlara asılır. Üzerliğin asılı
hayvana binerken ayakla üzerine bulunduğu yeri kötü nazarlardan koru­
basılan, tabanı düz, üzeri kulplu demir duğu inancı, çok eskiden beri vardır.
VAKFİYE, Yapılan vakfın şartlarını Anadolu Tanrıçalarından Kibele’ye
gösteren vakıf senedi. Arşivler ve müze­ kadar uzanan elibelinde motifi aşk, kıs­
lerde, hatta kişilerin ellerinde bulunan met ve mutluluğu anlatır.
vakfiyeler, genellikle Osmanlı devrine Sevinç, sevgi, bereket ve üremeyi
aittir. Vakfiyeler tomar halinde sarılı ka­ simgeleyen çift kuşlar, kutsallık, bere­
im kâğıtlara, çoğunlukla divânî yazı ile ket, bolluk ve kahramanlık simgeleyen
yazılmıştır. Tarihî belge değeri olmakla koç boynuzu, kurtların saldırılarından
birlikte, yazısı tuğra ve süslemeleri yö­ korunma inancıyla kullanılan kurt izi
nünden sanat değerleri de vardır. (kurtağzı) motifleri, Van Jirki kilimlerin­
de çok görülür.
Van ve Hakkâri’de görülen bu kilim­
ler evliliği simgelerken, malı ve canı ko­
ruduğuna inanılan Fatma Ana Eli moti­
finin madolyon gibi kullanıldığı bilinir.
Nazardan korunmak için kullanılan
kem göz motifi ile sonsuzluğu simgele­
yen çengel motifleri de Van kilimlerinde
sıkça görülür.
Bordo, beyaz-lâcivert ve kahverengi
renklerin hakim olduğu Jirki kilimlerin­
Hürrem Sultan adına düzenlenen
de bugün farklı renk tonları da kullanıl­
1540 tarihli bir Vakfiye
maktadır.
(İstanbul-Türk ve İslâm Eserleri Müzesi)
VAV, Hattatların yazıda ustalıklarını
göstermek için (vav) harfleriyle düzenle­
VAN KİLİMLERİ, Van’da köklü bir dikleri yazı istifi. Levhalara yazıldığı gibi
geçmişi olan kilim sanatı Kaşaran Her- cami duvarlarına da çekilmiştir.
kisuvar ve Jirki aşiretlerinin kilimleri ile VAZO, Genellikle içerisine çiçek
ünlüdür. yerleştirilen çeşitli biçim ve büyüklükte­
Türk halı ve kilim sanatındaki zengin ki süslü kap. İlkçağların tarih öncesi de­
kaynaklı motif ve desenlerin tarihsel bir virlerinden bu yana taştan, pişmiş top­
geçmişi vardır. Düz dokuma yaygılar­ raktan hemen her yerde ve her kültürde
dan kilim, günümüze eski inançları, di­ yapılmış ve süslenmiştir. Anadolu İlkçağ
lekleri, yaşanan mutluluk ve acıları mo­ medeniyetlerinde pişmiş topraktan üze­
tifler ile yansıtmaktadır. ri boya desenleriyle süslü, içerisine

260
mobilyanın yanında yer almıştır. Türki­
ye’de XIX. yüzyılda Beykoz camları ve
daha sonraki yıldız porselenleri arası­
nda da sanat değeri üstün vazolar görül­
mektedir.
VEFK, Pirinç, demir gibi madenler­
den muska ve nazarlık. Vefklerin üze­
rinde dualar, tılsım işaretleri kazılıdır.
Üç, altı köşeli, el şeklinde, yuvarlak mü­
hür gibi olanları kâğıt üzerine basılarak
muska yapılır.
VENÜS, Roma mitolojisinde Aşk
ve Güzellik Tanrıçası. Romalı sanatçılar
Bir Vav istifi Afrodit’i örnek alarak çeşitli heykellerini
yapmışlardır. Rönesans’la birlikte Avru-
kutsal su doldurulan âyin vazoları, Hele­
palı heykeltıraş ve ressamlar, klâsik Ro­
nistik ve Roma devirlerinin pişmiş top­
ma Venüs’lerini örnek alarak yeni eser­
rak, taş ve madenden yapılan figürlü va­
ler meydana getirmişlerdir. Avrupa mü­
zoları Türkiye’deki arkeoloji müzelerin­ zelerinde çeşitli Venüs heykelleri vardır.
de çeşitli örnekleriyle zengin koleksi­ Bunlar arasında Paris’teki Louvre Mü-
yonlar meydana getirir. Osmanlı sana­ zesi’nde yer alan Milo Venüs’ü çok ta­
tında XVI. yüzyıldan itibaren İznik, daha nınmıştır. Türkiye müzelerinde de mer­
sonra Kütahya’da yapılan çini vazolar mer, pişmiş toprak ve madenden Ve­
müzeler ve koleksiyonlarda örnekleriyle nüs heykelleri görülür.
yer alır. Çin, Japon ve Kore porselenle­
ri arasında vazo işleri, başlı başına bir
sanat dalı olarak gelişmiştir. Ortaçağ
Avrupa sanatında seramik, cam ve ma­
denî vazolar dekoratif olarak

Fayans Vazo. XVIII. yy.


(Hamburg Elsanatları
Müzesi)

Milo Venüsü. M.Ö. II. yy.


(Paris Louvre Müzesi)

261
VİTRAY, Renkli cam parçalarının de vitray petek cam ve alçı pencereler
kurşun ve alçı bölmelerle birleştirilme­ olarak görülür.
siyle yapılan pencere. Vitray, Batı’da VİTRİN, Camlı eşya dolabı. Mobil­
İlkçağlarda bilinmekle birlikte Hıristi­ ya arasında veya mobilya üslûbunda yer
yanlığın yayılması ile özellikle kiliselerde alır. Ampir, Barok, Rokoko, Art-noue-
yer almış, Ortaçağda Batı’da bir sanat adx üslûbunda vitrinler genellikle Avru­
dalı olarak gelişmiştir. Türk mimarisin­ pa kaynaklıdır. Türk sanatında “came-
kân” olarak adlandırılan vitrinler, daha
sade ve gösterişsizdir.
VİYOLONSEL, Keman türünden
dört telli saz. XV. yüzyıldan XVIII. yüz­
yıla kadar kullanılan viyoladan sonra vi­
yolonsel daha yaygınlaşmıştır. Yere da­
yanan ve bacaklar arasında, yayla çalı­
nan viyolonselin sanatlı yapılanları, Av­
mâââm rupa müzelerinin müzik aletleri bölü­
Istanbul-Sultanahmet Camii Vitrayları münde görülür.

262
Y
YABA, Harman savurmada kullanı­ YAĞLIK, Büyük mendil çevre. Ge­
lan çift ya da 3-5 dişli çatala benzer, nellikle gergef ve kasnaklarda bir veya
tahtadan yapılan yassı tarım aracı. Eski iki köşesi ipek sırma ile işlenmiştir. Yağ­
Türkçe’de tane anlamına gelen yuva­ lıklar el mendili olarak kullanıldığı gibi,
dan gelir. Uzun sapı ağaçtandır. peçete ve el sileceği olarak da kullanıl­
YAĞCIBEDİR HALILARI, Berga mıştır.
ma yakınlarındaki Yağcıbedir Kasaba- YAHYALI HALILARI, Kayseri ye
sı’nda dokunan, saf yün ve kökboya ha­ bağlı Yahyalı’da geleneksel halı doku­
lılar. Yağcıbedir’de XVII. yüzyıldan beri macılığının simetrik, altıgen göbekli ve
halı dokuma geleneği devam etmekte, çift mihraplı halıları. Çiçek dolgulu bor-
dürleri ve yine çiçek dolgulu mihrap ke­
halılarda kırmızı ve mavi renkler daha
meri, üçgen köşeleriyle kitap cildine
çok kullanılmaktadır. Yan yana bordür-
benzer Yahyalı halılarında genellikle kır­
lerin (kenar sularının) çerçevelediği dik­
mızı, mavi, sarı, lâcivert renkler kullanıl­
dörtgen zemin, simetrik çiçek desenleri,
maktadır.
stilize püskül, kuş ve hayat ağacı motif­
YAKUT, Kırmızı, pembe, erguvan
leriyle dolguludur.
renginde değerli taş. En değerlileri “Do­
ğu Yakutu” adıyla Birmanya’da, Ti­
bet’te ve Hindistan’da bulunur. Koyu
kırmızı renkte, elmas gibi çok sert olan
bu yakutlar kadın süs takılarında, ma­
den, ahşap, deri süslemeciliğinde, erkek
ve kadın yüzük kaşlarında kullanılır.
Pembe Bohemya yakutu, Brezilya ve
Sibirya yakutu, sarı renkli gümüş yaku­
tu gibi türleri vardır.
YAKUT EL-MUSTA’SİMÎ (HAT­
TAT), Abbasî devrinin tanınmış hattatı.
Son Abbasî Halifesi Musta’simî’nin kö­
leleri arasında iken hat sanatındaki ba­
şarısı ile dikkati çekmiş ve azat edilmiş­
tir. Hattat Yakut el-Musta’simî sülüs ve
Yağcıbedir Halısı. nesih yazı çeşitine kendine özgü bir üs­
(Kemal Milaslı Koleksiyonu) lûp kazandırarak bu yazılarla pek çok

263
Kuran yazmıştır. Hattatların kutbu sayı­ örtü. İçerisine yastığın yerleştirildiği tor­
lan Yakut, daha sonra Türk hattatlarına ba biçiminde dikilenlerine “yastık kılıfı”
da örnek olmuştur. 1238 yılında Bağ­ denir. Yastık yüzleri kullanıldığı yere gö­
dat’ta ölmüştür. Yakut’un İstanbul Top- re, altın, gümüş kılaptan ve ibrişim iplik­
kapı Sarayı, Türk ve İslâm Eserleri Mü­ lerle işlenir.
zesi, Konya Mevlâna Müzesi ve daha YAŞMAK, Kadınların başlarına ört­
başka müzelerde, yazma eser kütüpha­ tükleri ince örtü. Kenarlan oya ve pul­
nelerinde, özel koleksiyonlarda yazdığı larla süslü yaşmaklar feracenin üzerin­
Kuran’lar vardır. den omuzlara sarkıtıldığı gibi, boyna da
YANAK DÖVEN, Anadolu kadın sarılmıştır.
takılarında başlığa (tepeliğe) bağlı, ya­ YATAĞAN, Uzun, iki yanı keskin,
naklar üzerine sarkan penes, zincirli kabzasından ucuna doğru hafif bir kavis
boncuklarla süslü askı. Genellikle “tel- çizen kılıç. Genellikle Osmanlı ordusun­
kârî” işçilikte yapılır. Baş hareket ettik­ da yeniçerilerin kullandığı bir silâh ol­
çe yanaklara vuruşlar yapar. muştur. Silâh müzeleri ve koleksiyonlar­
YAPRAK YAZI, Genellikle dut ve da, kabzaları ve kınları gümüş savatlı,
asma yaprağının üzerine yazılan bir tür altın-gümüş kakmalı yatağanlar görülür.
yazı. Yaprağın derisi ve ayrıca damarla­ YAY, ,İki ucu arasına ip gerilmiş, ok
rı bırakılarak, yazıya göre derisinin so­ atmaya yarayan, ağaç veya madenî
yulması ile meydana gelir. İki cam ara­ alet. Yay okla birlikte insanlığın en eski
sında bulunan yaprak yazılar saydam bir silâhı olmuştur. Tarih boyunca bütün
görüntü verirler. Başta Türk ve İslâm kavimler kullanmıştır. Türklerde okla
Eserleri ve Konya Mevlâna Müzesi ol­ birlikte yayın da ayrı bir önemi vardır.
mak üzere müzeler ve koleksiyonlarda Osmanlılarda en sağlam ve kullanışlı
örnekleri görülür. yaylar kızılcık ve akağaçlardan yapılmış­
tır. Yayın gergin ipine kiriş, ortasında
okun yerleştiği kemik ve boynuzdan ya­
pılan yatağına yüksük denir.
YAYGI, Yatak ve herhangi'bir eş­
yanın üzerine serilen örtü. İpek, keten,
Yaprak
pamuk gibi dokumalardan, zemini altın
yazılar
tel sırma ve gümüş kılaptanlar veya ibri­
şim ipliklerle işlemeli olanları vardır.
Kullanıldıkları yere göre divân, yastık,
yatak yaygıları gibi adlar alır. Bu tür iş­
lemelere “nihâlî” de denir.

YAZI, (Bak: Hat Sanatı)

YASTIK YÜZÜ, Divan ve yatak YAZI ÇEKMECESİ, Yazı takımı­


yastıklarının yüzlerine geçirilen işlemeli nın içinde bulunduğu işlemeli küçük

264
çekmece. Ahşap üzerine sedef ve fildişi olarak yapılmış, kalemişi ya da lâke süs­
kakma süslemeli olanları bulunduğu gi­ lü olanları da görülmüştür.
bi, ahşap üzerine boya ile kalemişi ya YAZMA KİTAPLAR, (Bak: Elyaz­
da lake tekniği ile süslenenleri vardır. ması Kitaplar)
Çekmecenin içi çoğu kez kadife veya YAZI-RESİM, Türk hat (yazı) sana­
çuha kaplıdır. Yerleştirilecek eşyalara tında dekoratif anlayışla düzenlenen re­
göre gözleri bulunur. simli yazı istifleri. Türk sanatında canlı
YAZIHANE, Yazı yazmak için özel resim yapmanın yasak olmasına karşın
olarak yapılan konsol biçiminde bir mo­ kimi hattatlar insan, insan başı, aslan,
bilya türü. Önünde bir yazı tablası, tab­ kuş biçiminde yazı istifleri düzenlemiş­
lanın altında kâğıt, zarf ve yazı takımı lerdir. Cami, yelkenli, kayık, sikke
çekmeceleri vardır. Yazıhanenin duvara (Mevlevî külâhı) biçiminde de yazı istifle­
yaslanan üst bölümünde yine çekmece­ ri vardır. Bu tür yazılar, genellikle levha
ler yer alır. Yazıhaneler, dönemlerinin halinde duvarlara asılmışlardır.
mobilya üslûplarına göre, diğer mobil­ YAZI TAKIMI, Bir hattat için ge­
yalarla uyum içinde yapılmışlardır. Tür­ rekli bütün araçları içinde toplayan yazı
kiye’de XIX. yüzyıl başlarında saray ve takımlarının esasını; çeşitli renkteki

Yazı takımı

konaklara yazıhane kullanımı girmiş, mürekkepler için hokkalar, rıhdan,


çoğu Avrupa’dan ithal edilmiştir. Türki­ süngerlik ve mürekkebi sulandırmak
ye’de yapılan yazıhaneler genellikle sert için ufak bir su ibriği ile bunların için­
ağaçlardan sedef ve fildişi kakmalı de taşındığı tepsi teşkil eder. Çeşitli

265
madenlerden, seramik veya yarı kıy­ YAZMA-YAZMACILIK, Pamuklu
metli taşlardan yapılmış örnekleri var­ bezler üzerine elle yapılan veya ahşap
dır. kalıplarla basılan renkli süsleme. Kumaş
Yazı takımlarının içinde bulunması üzerine renkli boyalarla süsleme tekniği­
gereken diğer araçlar; kalem, kalemtı­ nin tarihi, İlkçağlara kadar uzamakla
raş, makta, makas ve mührelerdir. birlikte, yazma sanatı, Anadolu’da ken­
Kalemler, özellikle kamıştan yapılır. dine özgü bir teknik ve desen üslûbu
Büyük yazılar için ise tahtadan yapılmış içinde gelişmiş, başta Tokat olmak üze­
özel kalemler kullanılır. Sergide birçok re, Kastamonu, Zile, Diyarbakır, Amas­
örneği görülen kalemtıraşlar ise, çeşitli ra gibi şehir ve kasabalarda, ayrıca İs­
cinsteki kamışların uçlarını istenilen bi­ tanbul’da (Kandilli) geleneksel bir el sa­
çime sokmak için kullanılan bir cins bı­ natı olarak gelişmiştir. Bez üzerine elle
çaktır. Sap kısımları fildişi, mercan, se­ çizilen desenlerin fırça ile renklendiril-
def, çeşitli cinste ağaç veya üzeri altın mesine “kalem işi yazma” denir. Bu tür
yaldız dekorlu madenden yapılmıştır. yazmalar daha çok Kandilli ve Üskü­
Değişik şekilde süslenen bu aletlerin,
dar’da yapılmıştır. Çok zor ve zaman
kalemi açacak olan çelik kısmında, ya­
alan kalemişi yazmacılığın dışında “bası­
pan ustanın adını okumak mümkündür.
lı yazmalar” daha yaygın hale gelmiştir.
Kalemtıraşların bıçak kısımlarının altın
Bu tür yazma sanatında ağaç basma ka­
veya gümüş kakma tezyinatlı olanları da
lıplar kullanılmaktadır. Düzgün yüzeyli,
vardır.
sert ağaç levhalar üzerine damga vurur
Yazı araçları arasında önemli bir yer
gibi uygulanmıştır. Beyaz bez üzerine
tutan maktaların çoğu fildişinden yapıl­
değişik renkte uygulanan baskı çeşitine
mıştır ve bunlar ince bir işçilik gösterir­
“elvan”, kalıpla basılan tek renk desen­
ler. Sedef ve madenden yapılmış olanla­
lerin ayrıca fırça ile boyanmasına “ka-
rı da vardır. Üzerlerinde açılan kamış
lıp-kalem”, tek tip siyah baskıya “kara
kalemin uçlarının kesildiği (düzeltildiği)
bu araçlar, genellikle 10-20 cm. uzun­ kalem” adı verilmiştir. Bir de, bez üzeri­
lukta, 2-3 cm. enindedirler, uçlarında ne renkli baskılar yapıldıktan sonra, de­
da kalemin ucunun kesilmesi için oyuk­ senlerin üzeri balmumu ile kapatılıp be­
lar vardır. Kâğıt makasları ise, tabaka zin istenilen renkte boyaya batırılması
halindeki kâğıtların istenilen ebatta kesi- ile yapılan yazmalar vardır ki, buna
lebilmesi için her yazı takımında bulun­ “daldırma yazma” denilmektedir. Bu
ması gereken araçlardandır. Kâğıt ma­ teknikte desenlerin dışında kalan beyaz
kaslarının ağız kısımları uzun ve iç kı­ yüzeyler de renklendirilmiş olmaktadır.
sımları kâğıdı çabuk kavraması için Yazma işçiliği ile yastık ve yorgan yüzle­
oyuk olarak özel şekilde yapılmışlardır. ri, seccade, bohça, başörtüsü, önlük,
Yazı sanatına verilen önem, bu makas­ yemeni, peşkir, mendil, yağlık, sofra al­
ların da özel bir itina ile hazırlandıkları­ tı, çember, yaşmak gibi süslü kumaşlar
nı göstermektedir. Çoğu altın kakma yapılmıştır. Yazmalar üzerinde, çiçek,
süslemelidir. Tutacak kısımlarına ise çe­ yaprak ve meyve motifleri, gülbezekler,
şitli formların verildiği görülür. madalyonlar görülür. Yazmacılık bugün

266
Tokat’ta bazı şehir ve kasabalarda, az YILDIZ PORSELENLERİ, Os
da olsa sürdürülmektedir. manii Padişahı Sultan Abdülmecid,
YELDİRME, Osmanlı dönemi şehir 1845 yılında İstanbul’da bir porselen
kadınları giyiminde yer alan, önden be­ imalâthanesi kurmuşsa da, bu imalâtha­
le kadar düğmeli, ince kumaşlardan di­ ne verimli olmamış, Sultan Abdülhamid
kilen bir üst giyim. Eşarbı andıran işle­ II (1876-1909) Yıldız Sarayı bünyesin­
meli, baş üzerine örtülüp, çene altında de, 1894 yılında bir porselen fabrikası
düğümlenen, bele kadar sarkan hafif kurmuş, bu fabrikada yapılan porselen­
dokumalara da yeldirme denmiştir. ler “Yıldız Porselenleri” olarak tanın­
YELPAZE, Özellikle kadınların se­ mıştır. Hüseyin Zekaî Paşa, Mustafa
rinlemek için kullandıkları katlanabilir Vasfi Paşa, Osman Nuri Paşa gibi asker
alet. İlk ve Ortaçağlarda tavuskuşu tüy­
lerinden, parşömenlerden süslü yelpa­
zeler yapıldığı bilinir. XVI. yüzyıldan iti­
baren Avrupa’da, kenarı dantelli kâğıt
yelpazeler kullanılmaya başlanmıştır.
Sapları altın, gümüş ve değerli taşlarla
süslü yelpazeler yapıldığı gibi, fildişi se­
def oymalı, devekuşu tüylü, ipek örgülü
yelpazeler de yapılmış, bunlar motifler­
le süslenmiştir. Çin ve Japon yelpazele­
ri de çok tanınmıştır.
YEŞİM, Açık yeşil ve pembe renkli
işlenebilir, değerli taş. İlkçağlardan beri
süs takılarında, heykelcilik, küçük kap­
lar yapımında kullanılmıştır. Yeşim taşı­
nın bazı hastalıkları ve kötü ruhları ressamların, ayrıca ressam Hoca Ali Rı­
uzaklaştırdığı inancı ile, birçok kavim za, ressam Halit Naci, hatta İtalyan res­
yeşime ayrıca bir kutsallık vermiş, ye­ sam Fausto Zonaro’nun desinatör ola­
şimden hayvan figürlü nazarlıklar yap­ rak görev aldığı Yıldız Porselen Fabrika­
mışlardır. Türk sanatında yeşim, süs ta­ sı kapanmcaya kadar (1909), vazo, çay
kılarında, eşya süslemeciliğinde tespih­ ve kahve takımı, tepsi, yemek takımı,
lerde, hokka, fincan, kâse yapımında gülâbdan, yazı takımı, sürahi gibi pek
kullanılmıştır. çok evanî üretmiştir. Natürel çiçek de­
YEMENİ, Anadolu’da kadınların senleri ve İstanbul manzaraları ile süslü
başlarına bağladıkları çiçek desenli tül­ çok renkli ve yaldızlı porselenler üzerin­
bent. Eskiden Yemen’de yapıldığı için de, amblem olarak “ay-yıldız” görül­
“Yemenî” adını almıştır. Desenleri yaz­ mektedir. Bazı porselenlerin üzerinde
maya benzer biçimde ağaç kalıplarla desinatörün de adı yazılır. İstanbul Top-
basılmıştır. Genellikle kenarları çiçek kapı Sarayı Müzesi’nde, başta Dolma-
oyaları ile süslenir. bahçe olmak üzere öteki saray ve

267
köşklerde, İstanbul Üniversitesi Kütüp­ fildişinden yapılanları vardır. Yüzeyi gi-
hanesinde, İstanbul Belediyesi Müzesi rintili-çıkıntılı taşlarla süslü, altın-gümüş
ve özel müzelerde, özel koleksiyonlarda yüksükler müzeler ve koleksiyonlarda
yıldız porselenlerinden örnekler yer alır. yer alır.
YILDIZTAŞI, Işık altında parlayan, YÜ RÜ K KİLİMLERİ, Anado
kırmızımsı sarı renkte kuvars çeşiti. Yıl- lu’nun çeşitli bölgelerinde yaylak ve kış­
dıztaşmdan tespih ve ağızlıklar yapıldığı laklarda oba kuran, koriar-göçer (göçe­
gibi, kuyumculukta süslemede de kulla­ be) veya yerleşik Oğuz Boyları’ndan
nılmıştır. Türkmen Oymakları’nın dokuduğu, böl­
YONTMA TAŞ ÇAĞI (PALEOLİ- ge özellikli kilimler. Yürükler Avşar, Ba­
TÎK ÇAĞ) ESERLERİ, Tarih öncesi yat, Kayı, Kınık, Bayındır, Beydili, Çep-
(Frehistorik) çağlar içinde en eskisi ve ni, Dodurga, Yazır, Karaevli, Karkm,
en uzun sürenidir. Bu çağın insanı ma­ Yüreğir vb. gibi boy adları ile tanınır.
deni tanımamış, bütün araçlarını taştan, Genellikle hayvancılıkla, orman bölgele­
ağaçtan, kemikten yapmıştır. Mağara­ rinde tahtacılıkla geçinen Yürükler el
larda, taş kovuklarında toplu olarak ya­ tezgâhlarında kilimler, halı, çuval, hey­
şayan bu çağın insanları avcılıkla geçin­ be, bez dokuyarak kendi ihtiyaçlarını gi­
derdikleri gibi satışını yaparak yan gelir
mektedir. Av hayvanlarını kolayca ya­
kalayabilmek veya tehlikelerinden ko­
runmak için bir çeşit sihir olarak mağa­
ralara resimlerini çizmişlerdir. Bu çağ,
Alt, Orta, Üst Paleolitik olmak üzere
üçe ayrılır. Bu çağ Anadolu’da en az iki-
yüzbin öncesinden başlamaktadır. Bu
çağın en seçkin eserleri Antalya yakın­
larındaki Karain Mağarası’nda bulun­
muştur. İstanbul, Antalya arkeoloji mü­
Yürük Kilim
zelerinde, Ankara Anadolu Medeniyet­
leri Müzesi’nde seçkin örnekleri sergi­ de sağlamışlardır. Yürük kilimleri'bitki­
lenmektedir. sel boyaları, çarpıcı renkleri, bölgelere
YORGAN YÜZÜ, Pamuk ve yün özgü sert çizgili, hareketli desenleri ve
yorganın dış yüzeyine geçirilen işlemeli sık dokunuşları ile ün yapmıştır. Bunlar­
yüz. Atlas, canfes, jarse gibi ince ku­ dan Adana (Karatepe, İçel, Mut, Silif­
maşlar gergeflerde ibrişim ve sırma ip­ ke), Doğu ve Batı Anadolu Yürükle-
liklerle işlenir. Yorgan yüzleri, elişi sa­ ri’nin dokuduğu kilimler, halı-kilim piya­
natında önemli bir yer tutar. Etnografya sasında en çok tutunanlar arasındadır.
müzelerinde örneklerine rastlanır. YÜSRÜ, Siyah renkli bir ağaç türü.
YÜKSÜK, Dikiş dikenlerin, parma­ Yüsrü ağacının kökü tornalarda yuvar­
ğını iğneden korumak için parmak ucu­ lak taneler haline getirilerek tespih ya­
na taktıkları mahfaza. İlkçağlardan beri pımında kullanılır. Yüsrü tespihler par­
kullanılır. Bronzdan, kemikten, laklığı ile tanınır.

268
YUZUK, Parmağa takılan madenî devrinde değerli taşlardan yapılan yü­
halka. Yüzük halkası üzerinde genellikle zük kaşları üzerinde, Tanrı, Tanrıça fi­
değerli taşların oturduğu “kaş” denilen gürleri, yazılar görülür. Türklerde yüzük
bir çıkıntı vardır. İlkçağlardan beri altın, kaşları mühür olarak da kullanılmıştır.
gümüş, bronz, bakır, demir gibi maden­ Doğrudan taşların oyulması ile yapılan
lerden yüzükler kullanılmıştır. Roma yüzükler de vardır.

269
ZAR, Tavla ve daha başka oyunlar­ ZEMZEM İBRİĞİ, Hacca gidenle­
da kullanılan kemik, fildişi, plastikten rin zemzem suyu doldurdukları, madenî
yapılmış, altı yüzlü, her yüzünde birden süslü küçük ibrik. İstanbul işi olanları, al­
altıya kadar nokta bulunan küçük küp. tın ve gümüş plakalarla süslüdür.
Zarın ilk önce, Truvahlar tarafından bu­ ZEMZEMLİK, Kabe’yi ziyaret eden
lunduğu, Odysseia’da Oidipus’un sarayı hacıların, hac dönüşü getirdikleri zem­
önünde, Truvalı komutanların zar ata­ zem suyunun ikram edildiği yüksük şek­
rak vakit geçirdikleri ifade edilir. Orta­ lindeki küçük, madenî, cam veya porse­
çağlarda zar sert ağaçlardan, mermer len fincanlar ile tepsisi. Zemzemlikler,
ve kemikten yapılır ve oynanırdı. Avru­ yapıldığı maddenin cinsine göre çok
pa’da kumar oyunlarının başlıca aracı­ süslüdür. Altın, gümüş zemzemlikler de
dır. Doğu ülkelerinde oynanan tavla vardır.
oyununun da başlıca aracı olmuştur.
Çok süslü yapılanlarına, altınla noktala­
nanlarına antika pazarlarında rastlanır.
ZAYİÇE, Astrolojide, yıldızların be­
lirli bir zamandaki yerlerini ve durumla­
rını gösteren çizelge. Müneccimlerin
(yıldız ilmiyle uğraşanların) ve falcıların
düzenledikleri zayiçelerle, uğurlu gün­
ler, zaferler, felaketler, hastalıklar, birta­
kım harf, rakam ve işaretlerle belirlenir.
Zayiçesini isteyen kişi ona göre hareket
eder. Geometrik çizgiler, cetveller harf­ Tombak Zemzemlik
ler ve rakamlarla donatılmış, levha şek­
linde tezhipli zayiçeler düzenlenmiştir. ZENBUREK, Orduda genellikle de­
Bunların antika ve sanatsal değeri olan­ ve sırtında taşman küçük top. Osmanlı
larına bazı eski eser koleksiyonlarında silâhları arasında hayvan sırtında taşma-
rastlanılır. bilirliği olduğu için çok kullanılmıştır. İs­
ZEBERCET, Sarımtırak yeşil renk­ tanbul Askerî Müze’de örnekleri vardır.
te billurlaşmış değerli taş. Ham zümrüt. ZENCEREK, Genellikle kaytan ör­
Süs takılarında, tespih ve mühür yapı­ tüsü biçiminde' kenar suyu (bordür) mo­
mında çok kullanılır. tifidir. Selçuklu taş, ağaç, maden, kitap
süslemeciliğinde çeşitli örnekleriyle yer ihtişamlı Zeus tipi, birçok kabartmada,
almış, Beylikler ve Osmanlı devrinde de fresk ve boya resimlerde de görülür. Av­
çok kullanılmıştır. Zincir motifi de denir. rupa, ABD ve Türkiye arkeoloji müzele­
Cilt sanatında, tezhipte, süslenmiş pa­ rinde Zeus heykelleri ve kabartmaları
noların kapak ve sayfaların çerçevesini yer alır.
meydana getirir. ZEVRAKÇE, Küçük kayık veya
ZERBAFT, Altın tellerle dokunan sandal. Saraylar için çok süslü yapılır.
bir Türk kumaşı. Bursa ve İstanbul tez­ Gövdesi oymalarla, içerisi kumaş ve sır­
gâhlarında dokunan zerbaftın çözgüsü malarla süslenir. Padişahların bindikleri
ipek, atkı ve desenleri altın veya altın zevrakçelere “zevrak-ı Hümayun” de­
karışımı gümüş sırmalıdır. Çok değerli nir. Îstanbul-Deniz Müzesi’nde örnekle­
olduğu için ancak Osmanlı saray ve ko­ ri vardır.
naklarında, kadınların cepken ve entari ZIBBA, Mavi atlas üzerine sim ve
gibi dış giyimlerinde kullanılmıştır. pul işlemeli, kenarları saçaklı üçgen ku­
ZERDUZ, Sırma ve altın, gümüş gi- şak. Konya-Sille kadın giyiminde entari
lâpdanlarla işlenen kumaş. Sırma işle­ üzerine bele sarılır. Zıbbanın bir köşesi
yenlere de “zerdûzan” adı verilir. kalçanın yarısından yana ve aşağıya sar­
ZEREFŞAN, Altın saçan demektir. kar. Zıbba kuşak üzerine gümüş kemer
Kitap ve cilt süsleme sanatında altın be­ bağlanır.
zeme. Tezhip sanatında toz yahut yap­ ZIRH, Savaşlarda, ok, mızrak, kılıç
rak altını motif ve cetvellere uygulama, darbelerinden korunmak için giyinilen,
serpme altın veya yaldız da denir. demir ve tel levhalarından yapılmış
ZERENDÜST, Tezhip ve minyatür gömlek, miğfer, kolçak, dizlik, boyun,
pabuç ve kalkan takımı. İlkçağlarda ya­
yapılacak kâğıtlara, sıvama olarak altın
pılmaya başlayan zırh, giderek savaşçı
sürme. Nakış, bunun üzerine yapılır.
bütün kavimlerde yaygınlaşmış, Ortaça­
ZERVARAK, Kimi yazma eserler­
ğın en önemli korunma silâhı olmuştur.
de, kâğıtların üzerine çok ince “altın
Beden hareketlerini kolaylaştırmak için
serpme” yapılmış olduğu görülür. Zer-
varak yapmak için, bir fincanın içine bi­
raz altın tozu dökülür ve birkaç tane no­
hut konur. Sonra ağzına bir tülbent ge­
rilir. Altın serpme yapılacak kâğıdın üs­
tüne ince bir zamk sürüldükten sonra,
fincan kâğıdın üzerinde sallanır. Tülben-
tin deliklerinden dökülen altın zerreler
kâğıda yapışır. Zengin bir görünüm
meydana gelir. Osmanlı Sultanı
Murat IV. Zırhı
ZEUS, Mitolojide Tanrıların başı.
XVII. yy.
Evrene ve dünyaya hükmettiğine inanı­ (Istanbul-Topkapı
lır. Adına çeşitli yerlerde tapmaklar yap­ Sarayı Müzesi)
tırılmış, heykelleri dikilmiştir. Sakallı ve

271
zırhlar birbirine teller, hareketli geçme­ hatlar çizilmesi, kesişen çizgiler arasına
ler halinde bağlanmış, birçok zırh, zincir yaldız benekler konulması ile meydana
örgüler olarak yapılmıştır. Ortaçağ şö­ gelen süsleme. 19. yüzyılda çok kullanı­
valyeleri kendileri ile birlikte çoğu za­ lan bu cilt süslemesi, çoğu kez cildin bü­
man atlarına da zırhlar geçirmişlerdir. tün yüzeyini kaplar. Kimi ciltlerde altın
Özellikle Avrupa müzelerinde saray ve yerine boya kullanılmıştır.
şato galerilerinde çok çeşitli zırhlar ser­ ZIPKIN, Delici ve yırtıcı bir çeşit
gilenmiştir. İstanbul Askerî Müze ve mızrak. Sapı genellikle ağaç. 150-200
Topkapı Sarayı Silâh Dairesi’nde de cm. uzunluktaki sapın ucundaki sivri de­
Türk zırhlarından seçkin örnekler yer mir (temren)in sapla birleştiği yerde yu­
alır. karı aşağı sivri kancaları vardır. İstanbul
ZIPKA, Karadeniz Bölgesi’nde hal­ Askerî Müze’de ve bazı silah koleksi­
kın giydiği dar paçalı potur. İç donu yonlarında görülür.
üzerine giyilir ve kalçaya sıkıca yapışır. ZİLLİ MAŞA, İki ya da üç kollu ma­
Körüklü ağı bacaklara serbestlik sağlar. şaya benzeyen vurmalı bir halk çalgısı­
Zıpka genellikle şayak adlı dokumadan dır. Kolların ucunda karşılıklı pirinç zil­
dikilir. ler bulunur. Zilli maşa bir elle tutulup,
ZIRNIK, Deri işçiliğinde ve levha öteki elin baş parmağı ile diğer parmak­
süslemesinde kullanılan toprak boya. ları arasında vurularak çalınır. Zilli ma­
Aslı arsenik sülfür olan zırnık, arap şanın kara demirden sap kısmı zencinin
zamkı ile karıştırılarak sürülür. Zehirli­ kara boynuna, iki sarı zil ise göze ben-
dir. zetildiğinden, Çankırı taraflarında Ahi
ZİKİR TESPİHİ, Zikir, Allah adı­ sohbetlerinde zilli maşaya Arap da de­
nın tekrarlanmasıdır. Bazı İslâmî tarikat­ nilmiştir.
larda (Mevlevîlik, Kadirilik, Rufailik v.b.) ZİLİ (SİLİ), Anadolu’da el tezgâhla­
topluca Allah adı, yüksek sesle tekrar rında dokunan cicime benzer sergi. Ge­
edilir. Buna “zikir âyini” denir. Bu âyin­ niş yüzeyli motifleri ve parlak renkleri
lerde, bir daire şeklinde ortaya konan, ile zili, Orta ve Güneydoğu Anadolu’da
999 iri taneli tespih “zikir tespihi” ola­ genç kızların çeyiz eşyası arasında yer
rak adlandırılır. Tespihin çevresinde da­ alır.
ire şeklinde toplanan dervişler, tespihin ZONARO FAUSTO (RESSAM),
her tanesinde “Allah” diyerek, elden ele Tanınmış İtalyan ressam. 1854 yılında
birbirlerine taneleri devrederler. Padova’nın Masi kasabasında doğmuş,
ZİL, Genellikle tunç ve pirinçten ya­ Roma Güzel Sanatlar Akademisi’ni bi­
pılan vurmalı çalgı. Daire şeklinde iki tirdikten sonra, Venedik, Roma ve Pa­
küçük levha olan ziller parmaklara geçi­ ris’te sergiler açmıştır. 1891 yılında İs­
rilerek birbirine vurulduğu gibi çalpara tanbul’a gelmiş, Boğaziçi tabloları ve
denilen büyükleri ortasındaki kayışla el­ Ertuğrul Gemisi tablosuyla sarayın dik­
lere geçirilerek çalınır. katini çekmiş ve Abdülhamid H’nin sa­
ZILBAHAR, Deri cildin üzerine ez­ ray ressamlığına getirilmiştir. Zonaro,
me altınla fırça kullanarak geometrik Türk kahramanlıklarını yansıtan

272
Fatih’in İstanbul’a girişi, Preveze Zaferi, ZÜLFİKÂR, Islâmın ilk dördüncü
Osmanlı-Yunan Harbi gibi meşhur tab­ halifesi Hz. Ali’ye izafe edilen ucu çatal
lolarının yanında, Boğaziçi’nin güzellik­ kılıç. Taberi tarihine göre, Uhut Savaşı
lerini, İstanbul’un tarihî semtlerini, mi­ sırasında Hz. Ali’nin kılıcı kırılınca
marî eserlerini toplum yaşamındaki Hz.Muhammed ona ucu çatal bir kılıç
önemli olayları, saray hayatını konu verir. Hz. Ali bu kılıçla yiğitçe çarpışır.
alan tablolar yapmıştır 1911 yılında Hz. Muhammed: “Lâ fetâ illâ Ali ve lâ
Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp’ta Ital- seyfe illâ Zülfikâr” der. Anlamı şöyledir:
yanlara karşı açtığı savaş sırasında, Tür­ “Ali’den daha yiğit kişi ve Zülfikâr’dan
kiye’deki İtalyan asıllı ressamlarla birlik­ daha keskin kılıç yoktur”. Zamanla İs­
te Zonaro da yurtdışma çıkarılmış, lâm ordularında efsaneleşen zülfikâr,
1929 yılında San Remo’da ölmüştür. Osmanlılarda ordu sancağına simge ol­
Zonaro’nun Türkiye ile ilgili üçyüze ya­ muş, gücü ve zaferi temsil etmiştir. İs­
kın tablosu olduğu sanılmaktadır. Top- tanbul Askerî Müze’de zülfikâr sergilen­
kapı Sarayı yıldız porselenleri arasında diği gibi, genellikle İran’da zülfikâr kılıç­
Zonaro’nun yaptığı resimlerle süslü lar yapılmakta ve satılmaktadır. Kon­
porselenler, Dolmabahçe Sarayı’nda ya’da Koyunoğlu Şehir Müzesi’nde de
tabloları, özel koleksiyonlarda pek çok bir zülfikâr vardır.
resmi bulunmaktadır. Türkiye’de bulun­ ZÜMRÜT, Yeşil renkte saydam ve
duğu yıllarda bazı resimlerine eski harf­ varı saydam değerli taş. Renksiz, sarı
lerle imzasını atmıştır. renkte zümrüt çeşitlerine “beril” denir.
ZURNA, En eski üflemeli halk çalgı­ İlkçağlardan beri tanınan, süslemede ve
sıdır. Gövde ve sipsi olmak üzere iki süs takılarında kullanılan zümrütün insa­
parçadan oluşmaktadır. Erik ağacından na uğur getirdiğine inanılmaktadır. Do­
yapılan gövdenin ayrıca bir de şimşir­ ğu zümrütü denilen yeşil zümrüt, elmas­
den yapılma başlık bölümü vardır. Ana­ tan sonra en sert mineraldir.
dolu’da kullanılan zurnaların boyları ZÜMRÜTLÜ HANÇER, İstanbul
yaklaşık 25 cm.ile 60 cm. arasında de­ Topkapı Sarayı Müzesi’nde sergilenen
ğişir. Ön tarafta 7, arka tarafta 1 perde dünyaca ünlü hançer. Iran Hükümdarı
deliği vardır. Ayrıca zurnanın geniş ağzı Nadir Şah’ın 1747 yılında Osmanlı Pa­
(kalak) üzerinde şeytan deliği denen de­ dişahı Sultan Mahmud’a hediye olarak
likler vardır ki zurnacı bu delikleri bal­ gönderdiği ünlü Keykâvus Tahtı (Nadir
mumu ile tıkama ya da açma yoluyla Şah Tahtı)’na karşılık iri zümrütlerle bir
seslerin düzenini sağlar. hançer yaptırılmış, bir elçilik heyetiyle
Sipsi,sesi çıkarmaya yarayan bir ka­ aynı yıl Nadir Şah’a gönderilmiştir. Ne
mış parçasıdır. 5-6 cm. uzunluğundaki var ki, heyet yarı yolda Nadir Şah’ın öl­
madenî ince bir borucuğa eklenerek, dürüldüğünü öğrenmiş, hançer ve baş­
ağızlık denen dairesel bir parçayla birlik­ ka hediyelerle birlikte İstanbul’a geri
te başlığa takılır. Zurnanın ses genişliği dönmüştür. Bugün Topkapı Sarayı Ha­
bir oktav olmasına karşılık, usta sanatçı­ zine Dairesi’nde yer alan hançer, 35
lar bu genişliği daha da artırabilirler. cm. boyundadır. Kabzanın bir yüzünde

273
sandal ve öd ağacından yapılmış, köşk
gibi bir yuvası vardır. O kadar büyüktür
ki uçtuğu zaman hava kararır. Gök gü­
rültüsü gibi sesler çıkarır. Çok parlak
tüyleri vardır. İnsanların gözlerini ka­
maştırır. Renkli kuyruğu çok uzundur.
Sallandığı za'man rüzgâr estirir. Şehna­
me başta olmak üzere birçok minyatür­
de resmi görülür. Masal kitaplarında da
resmedilmiştir.
iri ve temiz üç zümrüt, tepesinde ayrıca
zümrütten bir kapağı vardır. Kapağın
altında küçük bir saat görülür. Hançerin
kabzası, altından yapılan kını sıvama
mine ve elmaslarla donatılmıştır. Kının
son ucuna, ayrıca yuvarlak bir zümrüt
eklenmiştir. 1963 yılında Amerikalıların
çevirdiği “Topkapı” filmine konu olan
bu hançer, bütün dünyada ün yapmış,
taklit modelleri turistik hatıra eşyaları
arasında yer almıştır.
ZÜMRÜT-İ ANKA, Simurg da de­
nen bir masal kuşu. Halk masallarında
çaresizlere yardıma koşan ve onu sırtına
alarak Kaf Dağı’ndan aşıran bir iyilik
meleği. Islâm inancına göre, Kaf Da- Zümrüt-i Anka (Şehname’den)
ğı’nda oturur. Dağın tepesinde, abanoz, (Istanbul-Topkapı Sarayı Müzesi, H. 1480)

274
Bu kitabın yazan, uzu n yıllar M üze M üdürü,
Eski Eserler ve M üzeler Genel M üdürü.
K ültür Müsteşarı olarak devlete hizm et vermiş
bir sanat tarihçisidir. D aha çok, Türkiye'deki
antika piyasasına, Türkiye m üzelerindeki
eski eserlere d ö n ü k bir
kılavuza gereksinme ~
oiduğunu görmüş,
bu kitabı hazırlamıştır. Ü M k.
Bine yakın m addenin
aldığı bu kılavuz,
Türkiye İş Bankası'm n
bir kültür hizmeti olarak

O T M 1120460:

You might also like