Professional Documents
Culture Documents
’UnxS:XM
alallli
c S I llİ
^;V;:ı^'-;: V:';;v
■
Dipyazılan: 1
İstanbul, Mart - 1987
7
1984 A Ç IK L A R IN D A T Ü R K 'Y A Z IN I
I - YENİ D Ü ZYA ZI
8
nallarda da yeni kavramlar ortaya atıldı. Bunlar da kendi
term inolojisini taşımaktan geri kalmadı. Elbet bütün bun
ların gelip dayandığı yer de dil oldu. Başka türlü de ola
mazdı. D ilde yaşamadıkça varlıklarını zaten saptayamaz
lardı.
îşte bundan çıkan bir alttan alta yürüyen düşünsel b ir •
dilden sözedilebilir diyeceğim . Göstergebilim in, yapısalcı
lığın getirdiği yeni düzyazı Tahsin Y ü celin , Berke V ar-
dar’tn, M ehm et Rifat'ın, ayn biçim lerde Akşit Göktürk'ün,.
O ğuz D em ir alp m., .A hm et Oktay m , yine ayn biçim lerde
Ertuğrul Ö zkök, M urat B elge, H ilm i Yavuz, O ruç Aruoha,
Enis Batur'ün...- elinde yeni biçim ler aldı. Kısaca on beş
yirm i yıl önceki dille yazılm ıyor yazı artık. Düşünsel b o
yutta dil zorlandı-, yalnız zorlanmakla kalmadı, dilin yapısı
değişti.
Sanatsal, ya da şiirsel alandaki boyuta gelince: Burda
dil yalnız zorlanmakla, değiştirilm ekle de kalmadı, yeni du
yarlıklar, çağnşımlar, im ge biçim leri sonucu, dil yeni an
lamlar da kazandı. Anlam ın yeni boyudan asıl şiirsel alan
da, korkunç çarpıcılığıyla gelip vurdu. Böylece yeni b ir
okuma biçim i kuruldu. Anlam ın çizili yerleri, açık-kapalı
boyudan, yeraltı göm üderi püskürtüldü, şim diye kadar
kullanılan düzyazısal şiirin dışmda yeni bir düzyazısal ya
zınla karşılaşmış olduk. “Bakışsız Bir Kedi Kara''yı,. " Per
çem li Sokak!’ı, "G alile D en izi”ni bu üç kitaptaki düzyazı,
şiirleri, anlamın .yeni boyudan olarak almaliyız. Belki de
. daha ipesapa gelm ezi, anlam yok edilmesi, anlamın çarmı
ha gerilmesi olarak da "M ıstrkcdyoniğne” girer devreye.
Bugün yazılan sanatsal düzyazıya (buna şiirsel dememiz
daha doğrudur sanırım) geçtiğim izde “A y n a y ı örnek gös-
9
sterim. Enis Batur’un bu kitabı yalnız bir resme
rarağırrrm getirmekle kalmıyor, ondan da önem li
ıtisal bir düzyazı örneği koyuyor ki, bu bence çok
im lidir. İki elle yazılan şiirsel bir dil orda enine
yetkin bir biçim de sergilenir. Şiirsel düzyazı türü-
inceleri T urgut Uyar, pek az da Edip Cansever
işti elbet; ama yazık ki orda kaldı bu, altlara inil-
ıgün şiirsel düzyazı dilinin büyük bir örneğini de
evelet, “Ö ğle Uykusundan U yanırken’’ ile vermişi-
»da daha yakından bakıldığında bence düzyazısal
'Kınar Hanım ın D enizden" ile "Ç ok Eski Adıyla-
r derim. Bütün çağdaş yazın onlara vurmuştur,
iirsel dili düzyazı şiirlerinde pek çok genç ozan
>r. Tarık G ünerseİ den, Turgay Ö zen , Esin Soy-
m et G ü reliye değin pek çok ozan bu alana el at-
te yandan, İzzet Tasar, A hm et G üntan, R eşit İm -
lufatkan M ungan bir başka boyutta S eyit N ezir,
ı ozanlar kim ileri dize düzenini koruyorlar görün-
düzyazı şiirin alttan alta giden kervanını oluşturu-
li
çim içeriğe aittir’, ya da ‘sanat biçim , vermektir, bir yapıta
ancak biçim sanat niteliği kazandırabilir’ diyen Fischer gibi
ölçüsüzlükten (bu disiplinden) korkmadan, onun üstüne
üstüne giderek, bu yeni biçim i, yani ‘yeni m etni’ kuruyor.
Yazanımızda ölçüsülüğün erdim ini ilk kuran kuşkusuz Sait
Faik’ûr. Abastyam k da dil savrukluğun erdem olduğunu
göstermiştir çünkü. H iç değilse dilin ilk sarsılışlhm örne
ğidir o. Yukarıdan beri sayageldiğim adlara, Vüsat Bener,
N ezih e M eriç, D uru, Gürsel, Burak adlarını da kattığım ız-
v da yeni düz yazın adası çıkar sanırım. Ö te yandan, yeni
yazının bir de getirdiği teknik yeniliği var ki bu da onun
kurulmasında başlıca, etkendir elbet. Bu da dilin kullanış
biçim ine dayanıyor. D ilin yeni serüveni diyebiliriz buna
da. O ğuz Atay da bu daha çok dile dayanan, dilin kullanış
biçim inden çıkan bir özgünlüktür. Yeni yazının bir de
‘konu’dan gelen değişimi vardır ki N azlı Eray a, şimdi de
(değişik dil kullanışıyla) L atife T ek in ayracını açmalı bu
nun için. Y ine dil ve teknik konusunda da yeni bir ad:
Orhan Pam uk (Sessiz Ev, 21 bölüm ).
Y en i D üz Yazın»'bağlarken de L atife T ek in i, Yaşar
Kem al m itsel-üslubunun yeni bir çıkması diye ona. bak
mayı h iç unutm uyorum .
12
Evet, yeni bir düzyazı’ var bugünkü T ürkçe’de. Eski
yazındaki düzyazıya da benzem iyor. Su yüzüne vurduğu
oluyor zaman zaman. K im i denizde şişmiş bir ceset gibi,
kim i de çok güzel ye dipdiri b ir kadın gibi.
Yıllar önceydi; yazın-dışı bir yazarda, Yalçın Küçük’te,
onun yazılarındaki ‘biçem ’ , (üslûp) dikkatimi çekm işti..'.
V e bir Ölçüde (yine yazın-dışı bir yazar M urat Belge n in
yazılan.)
IGariptir, ‘İletişim ci’ olununca ivme durabiliyor. Şim di
aklıma geldi: T ürkiye'de “iletişim uzm anlan” giderek ar
tıyor; "İletişim ’ adına üniversitelerde fakülteler, fakülteler
de kürsüler açılıyor, ama b iç anlamadığım (ya da anladı
ğ ın ) olgu olarak da, aksine insanlar arasında ‘iletişim’ d e
nen şey de kalkıyor hızla; yok, kalmadı şimdi. Dem ek ki
•■‘iletişim ’ kimsenin, kimseyi dinlem em esine ve kim senin
kimsenin kitaplarını, yazılarını/ okumamasına yol açabili-
yormuş, açabilirmiş. H erhalde şiirlerin okunmayışı da o
yü zd en ?)!.
Doğrudan doğruya yazın a geliyorum hem encecik v e
koşarak. Algılayışlarım çok başka btilduğum O ğuz D em ir-
alp’m (artık tam anlamıyla bir yazın adamıdır bu. O ğu z
D em ir alp i bekleyen tehlike ise, bütün ‘hariciyeciler için
geçerlidir: Yaş kemale erüıce bir antoloji güldeste derler
ler ya da tarihteki bir adamın yaşamım Türkçeye aktarır
lar güzel kâğıtlarda; em ehlj olunca da kendi şiir kitapla
rını bastırırlar.) A hm et Hamdi Tanpınar (eski laiklerin
yargılarını umursamayan) yaklaşımları ve İsm et Ö zel
. kurcalayışları..’.
1981 sonlarında Ankara’dayken dikkatimi çekmişti bir
şey: O ğuz D em ird p, Enis Batar, O ruç Aruoha.. karşı ol-
13
duklannı sezdiğim düşünsel ve yazmsal ‘iktidara, yerleşik
yazarlara bozuk çalıyorlardı. Onların bu düzyazılarını da
katıyorum ben.
I983’de de Ankara’da yayınlanan "Sözcükler" seçki
sinde bir yazısını okuduğum Yurdakul Kavas, irdelem e ba
samağına ilk adimi atmış gözükmüştü bana. A ynı seçicide
yayınlanan İbrahim Yılm az m yazılan da..
1983. yaz aylarında da ( o özel ‘silley i yarıladığım gün
lerde), ‘Ü ç Çiçek* seçkisinde Haydar Ergülen'in bir tanıt
ma, sunma yazısı.. (D ergileri gecikerek görüyorum ama
gerçekten de bambaşka bir düzyazı oluşmuş (dikkat buy-
run ‘oluşuyor dem iyorum ). ‘Bu ilginç ve anlamlı gelişe
m eyeni belki biz iyi seçemiyoruz. Am a biz ‘ihtiyarlar bence
bunu da görmek zorundayız.
A yla Kutlu'm m (özellikle "Islak G ü n eş’te), Orhan
Pamuk’un, Sulhi D ölek’in, İsm et T ok g özü n , TSİazli Eray
m kitaplarında da beliriyor bu, yeni düzyazı’ . Yavaş yavaş,
ürkütmeden (çaktırmadan da denebilir, ‘alaylılar’ telaş
lanmasın diyedir olabilir) bir şeyler oluşmuş.
Gazetelere „de yansımış sonra bu. U fu k Güldeniir,
C en giz Çandar'm, Sedat E rgin in , Yalçın P ekşerijn, M eral
Tam er'in (İşık Kansu ile Faruk B ildiricinin birkaç yazı
sında da... İzmir’de yayınlanan ‘Yeni Asır’ gazetesinin
geçtiği başlıklarda da.. (Sözgelim i, yaşamımızın bir ‘fo
toroman’ olarak gittiğini ben b u gazetenin' bes-altı gün
süren (‘arkası yarın’ gibi) haberlerinden öğrenmiştim.)
Işıl Ö zgentürk’ün kitapları da bu ‘yeni düzyazının ör
neklerinden biri değil m i? ••
Sana başka bir düzlem de bir örnek de vereyim. Bu ye
ni ‘o lg u n u n bir nesnel karşılığını yaz sonu ben Bodrum’ ,
da yaşamıştım, M ina Urganla, birlikte.. Bir edim , fiil b ili-
14
I
yorsun T ürkçe’de, bu dil’de bölünem ez. Böyle bir şey ya
pılmaya kalkışılsa bütün dilbilgisi öğretmenleri ayağa kal
kar. Am a pekâlâ "vaz da geçem edim yahu” deriz sıkışınca.
Böylece bölünem ez bilinen (burada ‘vazgeçmek’) fiili orta
dan keskin bir baltayla (yani yaşamla) bölünm üş oluyor.
Yaşamın zorlayışı her zaman müthiş bir şey! (Bodrum’da
bir lokantacı lokantasının adını “Yegide” koym uştu Ibu
kez ayrı yazılması gereken bir şey birleştirilm işti], M ina
Urgan yadırgadı bunu Ibenim "H ürriyet” gazetesi oku
mamı yadırgadığı g ib il. Sordu 'Y eg id e’nin neden birle
şik yazılmış olduğunu.)
Eski dünya, 'laikler, her işte, her konuda geçilecektir'
elbet. Bak bizim G ünsel K optagel ile babası Baha Bey "N er
de o eski nörotikler” diyedir şakalaşırlarmış. Ama biliyorum
asla "N erde o eski enginarlar” demezler. Evet çok şeyin ge
çilmesi, aşılması zorunluluğunu bilm ek durumundayız. Ben
bu yeni ürünleri bugünlerde (hem de çoğalmış olarak) sağ
da solda görünce çok seviniyorum .
Benim hu 'topluluk’a n e gözle ve n e zihinle hâktığımt
hiliyorsun. Am a yine de şükürler .olsun diyeceğim : Bu ye
ni düzyazıları, akıl yürütm eleri yürürlükteki değer yar
gılarım nasıl da delip geçiyor, geçer? D oğallıkla ben her
şey yetkin, gediksiz ve tam boyutlu demiyorum bu yeni
düzyazı* için. Am a ilginçtir ki bu düzyazarlar gündeme gel
m eden önce Ibunu kesinliklerle söyleyebilirim i; bireysel
olsun, toplumsal olsun her olayda karşımıza bir garip iç
güdüsellikle çıkar bir " kötülük dayanışmasından; ancak
bir ‘topluluk’ ta (‘toplum’da değil) sürdürülmesi zorunlulu
ğunu, inandığım bir 'aykırı dallık'tan; bütün düşünce ta
rihim izin bir 'memurlar kavgası olarak geçtiğinden... bu
; bam tellerinden, bu işleyen temel niteliklerden söz ederken.
15
meramımı anlatamadığımı biliyordum . Am a şimdi öyle de
ğ il. İyice beliren bu yeni düzyazarlardan sonra bu içinde
bulunduğum uz ‘topluluk’un h iç değilse yakınımızdaki ger
dek yüzü biraz, yerine oturtulabiliyor. (Ben yalnızken), ön
celeri bunlar- yalnızca soyut bir biçim de ilginç ve yalnızca
yazınsal açıdan bir şeylermiş gibi görülüyordu. .
(Evet, tvarsa! bütün düşünce tarihimiz bir ‘memurlar
kavgası' olarak gelm iştir. Şerif M ardin’in -bir tek sosyal
.bilimci oduf ben ce, bu topraklarda- "Jön Türklerin Siyasi
Fikirleri” kitabını okurken bu gerçeği, bir k ez daha gör
m üştüm .)
Bugün 1984'te bile, yazarların çok büyük bir çoğun*
îu ğ u yapılan toplumsal ağır eleştirileri herhangi bir ya
zınsal (belediyelik) eleştiriler olarak ele alır. Şiirle yaşa
m ın iç içeliği, ikisinin de. birbirlerine taşıdıkları, birlikte
Tcülhanda küller içinde, "bir göm lek içinde uyudukları”
düşünülm ez:
Alttan vuran bu ‘yen i düzyazının ip uçlan, ya da fi
lizleri nasıl görm ezlikten gelinebilir anlamıyorum. Y en i
/anlatı denen şey de budur işte. A cele yok. Bugüne dek
İkinci Y eni’den (hem dar, hçm geniş anlamıyla İkinci Ye-
ni'den) bir şairin öldüğünü duymadım ben (Tarihim izde
"bir de İttihatçıların çok uzun yaşadıklan bilinir). Kimi in
sanlara tebelleş olmak, kimi bamteUerini başlara kakmak
iyidir. Ağaçkakan gibi, 'insiankakanl
.16
imparatorluk şiiri, el değiştiriyor, yeni urbalar giymek is
tiyor, içini de değiştirmek istiyor. Teokratik monarşiden,
laik demokrasiye, ümmetten, ulusallığa geçmek istiyor.
Böyle köklü düşün sorunlarının söz konusu olduğu evre
lerde yazının kendini hem en devreye sokması kolay olmaz.
Şinasi’yi, Ziya Paşayı, N am ık Kemal'i düşünürsek yazın
da tek konuyla uğraşmadıklarını görürüz. Bütün yeni ya
zının örneklerini vermek istiyorlarmış gibi bir telaş için
dedirler. Şiire ise şöyle bir dokunup geçmişlerdir. Asıl so
runları 'hürriyettir. Bir eylem adamlığı. 1912 ye değin
yalnız T ev fik Fikret, M ehm et A kif, Cenap Sahabettin şii
re kendilerini vermişlerdi. Buna karşı ilk ikisi içiv. şiir yine
de bir araçtır. Ben bütün bu çağın içinde şair olarak A h-
âiilhak H amit’i görürüm. Eski yazmla arayı asıl o açmış,
asıl o yeni şiiri kurcalamıştır. B en çoğun birkaç şiiri, dize
siyle de hastacı ediveririm bir şairi. Ham it’de böyle beyit
ler, dizeler, onca yapmacıklık içinde, vardır. Kısaca, bu
dediğin evre içinde H am il vardır, derim ben. Ben 1912’yi
değil 1909u alırım şiirin asıl başlangıç tarihi olarak, A h
m et Haşim gelmiş ve şöyle demiştir:
17
ECE A Y H A N — 1912’den önce, (tarihi tersinden okur
gibi geri geri sayıyoruz) şiir yok bu kentlerde, bu. dillerde
hiç. N asıl 'düşünce’ de yoksa.
Yazın tarihçilerine, eleştirmenlere göre; 1839 ile 1912
arasında şiir vardır, olabilir. Belki ben de 'kendinden men-:
kul’ bir şair olabilirim ama şunu söylem eden geçem eyece
ğim : ‘D oğruyu’ söylemiyorlar, söylem em iş, olurlar böyle
yapmakla; sonra dikkatli de değiller. Deşm ek akıllarına
gelm ez m i hiç?.. Öğretm enler, T ebliğler D ergisi’nin kor
kunç Ve mutlak sultası altındadırlar.
A hm et Hasım , bir ‘ebru sanatçısı olsaydı (ki bana gö
re öyledir) işim iz daha kolay olurdu belki. Ş iiri, meramla
rı başka şeyler olanlar kullanmazlar tarihte yalnızca. D uy
gulu ve de sözgelim i ‘ellerinden hoşnut olmayan insanlar
da kullanabilir. Şiir yazarak kendilerini arkadaşlarına, k ıs
arkadaşlarına beğendirm eye çalışmak herhalde yaşamın bir
boyutudur ama bizim konum uz burada .bunlar değil, olma
m alıdır da. -
Sen Cenap Şahabettinio. âdını da saymışsın (ki A hm et
Haşım ondan etkilenmiştir önceleri, gençliğinde); C enap
Sahabettin yeni mecazlar çevirerek getirmişti Fransa’dan
Fransızca, onların mecazlar olduğunu bilm eden. (Bir söz
cüğün anlamım bilm ek başka bir şey, o sözcüğü 'yaşamak’
başka bir şey, h eöı de çok başka bir şeydir. Bizde sözcük
' düştüğü yeri yakar! Yakmalıdır da!) ;
Bu. dilde, 70-80 yıl boyunca şiir yoktur derken (tarih-
. te böyle kesintiler ve boşluklar olur: D oğu d a daha çok
oluyor böyle şeyler); ister istemez hem toplumsal parça
lara, avadanlıklara ve hem karmaşık ‘bütün’e bakarak dü
şünüyorum bçn.
18
Ben "Tarih’le ‘Şiir’, en azından, birbiriyle bakışımlı
dır” derken bunu gelişi güzel ve sade suya tirit bir ilginçlik
olsun diyedir söylem iyordum . Biliyorsun ve biliyorum , Yah
ya Kem al'den önce ‘tarih’le ilgilenen bir şair yok, olmamış
bu ‘dil’de. 'D üşünce’ ile bile ilgilenm iyorlar ki ‘tarih’le
ilgilensinler '(A ydınların, yazarların -ben kendi yaşayışım
da da gördüm bunu- bütün işleri güçleri bir tepkedir, ref
leks).
A hm et H aşim deki 'melâl’, o sözcüğün ebrulan çağ-
nştırması senin ilgini çekmiş olabilir. Bence, 'renk' bu de
ğildir. N e y s e ... ‘Tanzim at’! 1839! (Yine de ‘bu’ şiire baş
langıç Tanzim at’tadır.) D evlet ve toplum ikiliğinin kıpır
danmaya, devinm eye başladığı tarihlerdir bunlar.
Aşağı yukan 1912’lere dek süren bir M inakyan biçe-
m ini şiirde herkes görmüştür sanıyorum. Bu dil’de, uzun
bir aradan sonra, şiir gerçekten 1.912’de başlar.
III - T O P L U M V E ŞİİR
19
İL H A N BERK — Ben toplum cu şiir, toplum cu olmayan
şiir diye şiire kaftanlar biçm eyi anlamıyorum. Şiir yapısı
gereği ayrımlara gelm ez, karşıdır ona. N e demektir top
lum cu şiir'? Şiirin kendi dışında böyle bir şey var mıdır?
D ünya şiirinde bizdeki gibi böyle bir ayrım yoktur. D ün
yada toplum sorunlarına ağırkk veren ozanlar vardır. Ama
buna hiçbir zaman- bir ayrıcalık olarak bakılmaz. .Ozanın
dünya karşısında aldığı kendi kişisel tavrıdır bu. Bu yüzden
büyük diye bakılm az ona.
O zan olmak, olmamak sorunu söz konusudur. N e N a
m ık Kem al, n e Ziya Paşa, n e de T ev fik Fikret şiirlerinde
toplum sorunlarına önem verdiler diye, onlara büyük ozan
gpzüyle bakmak kimsenin akima gelmemiştir. Onlara say
gım ız güzel işlerinden ötürüdür. H iç değilse bu benim için
böyledır. T oplum cu olmaları şiirlerine hiçbir şey katma
mıştır.. Ö te yandan toplum sorunlarının da bunda bir ka
bahati olmamıştır. Bizde herkes N azım H ikm et olm ak is
tiyor. N eden duvarcı, marangoz, kunduracı olmuyorlar?
Sovyederde on tane değil, bir tane M ayakovski vardır. A l
manya’da ön tane değil, bir tane Brechi, Yunanistan’da on
tane değil, bir tane Ritsos, Fransa’da on tane değil bir tane
Eluard, Ispanya’da bir tane Lorca vardır. .Y ine M ayakovski,
Brecht, Eluard, Lorca, Ritsos gibi, b büyüklükte, ama baş
ka başka damarlarda her ülkede, en az onlar kadar büyük
ozanlar yardır. Elbet bizim için de öyle; N azım gibi, ama
başka deltaların, en az onun kadar, büyük ozanları vardır.
H em dünyada küçük konuların da; nice n ice büyük ozan
ları Yok. m ü? K endi küçük yaşamını yazan Kavafis, MaL-
larme, Ü ngaretti, M ontale n e güne duruyor. Ya gerekti
ğinde silahım eline alıp dağa çıkan, sonra da küçük sulara
eğilip onun şiirini yazan R en e Char gibi, Pavese, Y esenin
20
gibi ozanları ne yapacağız? Siyasayı şiirin kanına ters dü
şen, ters orantı diye bakmalarına ne diyeceğiz? Onlara dev
rim ci gözüyle bakmayacak m ıyız?
Bakarsak onlara toplum cu oldukları için m i çağdaş,
devrim ci diyeceğiz, yoksa şiirlerinin koyduğu yapıdan, ol
gudan ötürü m ü? H angisi? .
Ya dünyam ızın kendi küçük köşelerinde sessiz, sakin
dünya güzeli ipeklerini dokuyan o yüzlerce ozanı? Bir tek
keye yazılmaktır ozanlık. A dını silmek, bir keşiş gibi dün
yamızı dinlem ek, ona yine o adsızlık, sıradanlık içinde kat
kıda bulunmaktır. H em artık ozanlığın beves edilecek bir
yanının da olm adığı açıktır: Bir kazanç getirm ez-o. Ü n ise
çok, ama pek çok sabır isten H em şunu da söyleyeyim :
Kimse bizden ozan olm am ızı istemiyor. Y ine şunu da söy
leyeyim : Ben (Dağlarca beni burda bağışlasın) Oktay Ri~
fat’m 'T e le fo n , M elih C evdet'in ‘A n t, C em al Süreya’nın
‘ ‘Onlar İçin M inibüs Şarkisini, bütün toplum cu şiir adı
na, bunların hepsine, ama hepsine yeğlerim .
IV - M Ü S L Ü M A N Y A D A ‘S Ü N N Î’?
21
dergisi şairlerinden söz etmiyorum. Benim sözünü ettiğim
şairler Sezai Karakoç, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayaztt, A rif
A y gibi şairlerdir. Burada İsm et Ö zel için de ayrı bir. ayraç
açmalı m ı, açmamalı m ı bilm iyorum . Açm am ız gerekirse,
onu tek başina düşünmek gerekir. Bu şairler beni baştan
beri hep ilgilendirm iştir. Sezai Karakoç zaten ilgim i hiç
yitirm ediğim şairlerdendir. “ Hızırla Kırk Saat”, “K örfez",
“ Sesler” , “L eyla ile M ecn u n ”, “A yinler” elim in altından
h iç düşmediler. İsm et Ö zel şiirimizin o ‘korkunç çocuk’la-
nndandır. Benim için hep de öyle kalmıştır. Cahit Zarif-
oğlurm n şiiriyle karşılaştığımda tekniği, dili kullanışı beni
şaşırtmıştır:
A şk delice kımıldamak yatağından
■ Süleym an oğlu H acı İzzet evlere
Bir sepet incir gibi dağıldı
E vlere Süleym an oğlu H acı İzzet,
“Y edi G üzel A dam ’m bu dizeleri unutulur gibi değil.
Erdem Bayazıt’m “S ebebey” de öyle ürperten bir şiir, onun
şiiri de. Bunlara A rif A y'ı da katarsak, bu şairlerin şiirimi
zin gerçekten büyük bir deltasını oluşturduğunu söylemek
için kâhinlik gerekmez derim. Bunların büyük bir erdemi
de, yalnızlıklarından h iç yalanmadan, şiirim izin o duru
suyunu, salt daha değişik ırmaklara tutmak, için bir der
viş alçakgönüllülüğüyle çalışmalarıdır.
22
lar halk içinde çokluktalar, ‘yazın içinde ise azınlıktalar
nedense. ‘Sünni şiir’ alanında olup bitenlerden kimsenin
pek haberi.olm uyor. Bu gidişle olacağı da yok. H em 'on
lar’, hem ‘laikler’ çok başka boyudarla bir ‘toplum içinde .
•yaşadığımızı neden görmüyorlar bilm iyorum .
Geçm işte geçmiş bir toplumsal olgudan söz etmek is
tiyorum sana. ‘M eczuplar zaman zaman olaylar yaratmış
tır Cum huriyet’in ilk günlerinde ve çok kelle yitirmişler
dir Bursa’da, M enem en’de, şurada b u rada... Ama gerek
şiirde, gerek düzyazıda gündem e getirilemediler. ‘Çoğun-,
luk! CSünniler anlamına getirilsin, ‘laikler anlamına ge
tirilsin) bir büyük yanlışlık işliyor gibi geliyor bana; hem
de derin. Bir tek m onografi çalışması görmedim bugüne
dek toplum bilim sel alanda da.
Sezai Karakoç da, C ahit Zarifoğlu da, İsm et Ö zel d e ...
sıkı şair olabilirler. îş burada değil yalnız. Ü çü de 1984’de
olamıyorlar bir türlü (zamanımıza en yaklaşanı İsm et Ö zel
ben ce); dikkatti olarak bakılmamasının kabahatinin yansı
kimsede değil: yazın dünyasmda 'laikler' egemendir çün
kü. O yüzden gündem e gelem ezlef, gelemiyorlar. Geçm iş
ola artık. Kendilerinin bir bandikaplan da var (kalan yan
kabahattir, bu); iş inatlaşmaya vardırılınca bu garip ve de
ğişen toplum un uzântılannı (belki kırgınlıkla) göremiyor
lar, şeçemiyorlar.
23
E C E A Y H A N — Bizim şiir geleneğim iz içinde ters bir şair
olup olm adığım ı ben bilem em . Ama uzundur dışlaştırıldı
ğını, dışanda tutulduğum olgusu doğru galiba. Ö zellikle
yazın tarihçilerinin ve eleştirmenlerinin yayınladıklarımı
olum suzladıklannı biliyorum . Bir ölçüde de haklan var;
savunma mekanizmasıdır. Sonra bir ‘şiir’i bir yere oturta-
mamanın bir sıkıntısı olur. Belki bir 'aykırılık' vardır var
olmasına. Kimse bu uzun süren aynlığm nedenleri üzerine
eğilm iyor. (Beni yadırgatan şairlerin de buna katılmalan
oldu). ı
24
Haydar Ergiden, A k if Kurtuluş, İzzet Yasar ve İskender
Savaşır düşmüşse ne yapalım yani.
25
gerçek trajedi çıkacağına, Abdülhak H am it’in melodram
ları çıkmıştır. Çağdaş T ürk edebiyatının bir tür fakirliği
nin de gizi buradadır.’’);
27
duruyor U yar. (Şim dilik ne idüğü belirsiz denebilir) bu
iki kavramın birer yanılsama (yaman bir yanılsama) oldu
ğunu sezerek m i işliyor, bilem em . Ama onun pirinçten bir
sarkaçta otuz yıldır sallandığını biliyorum . Ya da adıkann-
cada döndüğünü.
1984 M artında, İzmir’de, Alsancak’ta, A hm et N ecdet
Sözer’in evinde, ressam ve şim di ölü olan H akla T oru n -
oğlu’yla birlikteyiz bir gece yarisı (Sahiden 00.30). ‘Lebi
derya’ T urgut U yar’m ‘Kırlardan Geliyorlar’ şiirini okuyo
ruz ‘Büyük Saat’ kitabından. Okurken, üçüm üz adetâ kol-
kolaydık. (Ben bu şiire ‘Sümbülteber’ adını takmıştım)..
Derken konu 'arabesk şiirce, Attila Ilhan’a geldi, geldi
ve renkler değişti. “ Bana pes ettirilemez’* diyordum “ ne var
bir şairin şarkı sözü yazan olmasında ya da arabesk şiir yaz-,
masında? Benim ki yalnızca bir saptama!” - İzm ir’den İs
tanbul’a geçince; Yaşar Kemal’e ‘romanın İbrahim T atlı-
ses’i’ dendiğini duyacaktım. H er sanatçının başka sanat
larda bir karşılığı var, en azından ‘karşılaştırmalı iktisat’
gerektirir b öyle düşünm eyi. İşte insan zihninin bir tür çalış
ması.
İçim izde, düzyazıya (Selçuklularda, Osm anlılarda...
h iç olmayan düzyazı) en yakın oturan şair odur işte, (‘o’yu
ben ekledim .) “ O mısra işlevini yitirdi” sözünü, E dip C an-
sever yerine, T urgut Uyar söylem eliydi bence ve yakışırdı
da. Cem al Süreya, -karıştırdım eski dergileri,- T urgut U yar
için geçmişte “ düzyazıdan korkmaz” demiş.
Anadolu adlı bu gezegende, de hiçbir ‘um ut’ olmadı
ğını (ya da ‘um ut olduğunu m u?) söyleyen (iki kez!) bir
'insan-insariâıt Uyar.
28
İL K A D IM L A R
29
maya başladı. Bu kesintisizlik 6 aydan fazla sürdü. (İlban
Berk, sorarmış M uzaffer Erdost’a “Kimdir b u ?” diyedir,
o da “İstanbuİdan gönderiliyor” karşılığını verirmiş.) (M u
zaffer Erdost, ‘İkinci Yeni’ ıstılahım , terimini sık sık kul
lanmaya başlamıştır.)
Üniversitenin açılışı dolayısıyla kasımda İstanbuldan
Ankara’ya dönmüştüm. Pazar Postasına da uğradım. Ga
zeteyi yöneten M uzaffer Erdost yayınlıyormuş o şiirleri..-.
Yani diyeceğim sürekli olarak şiirleri yayınlama başlangıcı
1956 temmuzudur: denebilir denebilirse. .
25 yaşındaydım. Şiirin ve ‘trajedi’nin ancak 'insan top
lum lunnda geçerli bir şey olabileceğini; ana niteliği çok
yavaş değişmek olan bir 'topluluk’ içinde yaşadığımı; ‘dü
şünce’ serüveninin bile ‘memurlar dalaşının yalın bir tü
revi olduğunu; “ adamın dedikleri ya doğruysa?” diyedir
düşünmeksizin, ve alelacele bir 'kötülük dayanışmasını gi
rilebileceğini. ben nerden bilebilirdim o günlerde. Y alnız
bu coğrafyada derin bir ‘toplumsal çatlak! olduğunu belli
belirsiz seziyordum o kadar.
İşte bu 1956 şiirleri, .—‘İkinci Yeni’ çerçevesi de var
dı,— biraz ilg i' çekti diyebileceğim ; ama olum suz olarak.
İlk . elde Edip Cansever’in Attila İlhan’m, H alis A can ’nırt
(Asııiı Bezirci), Baylancı ‘status quö’cular’ın, ‘arabeksçileri
in tepki duyduklarını anımsarım anımsıyorum. O lur böyle
şeyler. Olacaktır da. (Bugün 1985’de bile ‘Pazar Postası’
m yazından saymıyanlar var. Yazın sözlüklerinde, tarihle
rinde de adı geçm iyor, yok.)
Bence ‘herm6tique şiir’ ^ ürkçeye ‘sıkı şiir' diyedir ak
tarılmalıdır. .. H epsi bu.
30
R A B İA B A Y R A K T A R
D E N İZ D E ŞARK I
32
N İG Â R B İN T -İ O S M A N
33
kit geçirdim . Bazan ben de çaldım , oküdum. H anım efen
dinin Hemşiresiyle TalHa Ağa da güzel sesleriyle ahen-
ge katıldılar. D ört gün ve dört gece bu suretle geçti. Per
hiz yemekleri de nefisti.»
«1.12.1917: Yemekten sonra hamur yuğurdum , ku
rabiye ve baton-sale yapıp fırına gönderdim Çayla misa
firlerim e ne ikram edeceğim i bilm iyorum . En âdi bisküvi,
alamıyacağım. kadar pahalı. Bulgur K iralıyla emsali, er
zak haznelerini eski fiyatla doldurdukları sırada' bizim gi
b i kimsesizler neyle besleneceğim izi bilm iyoruz. Ö yle bir •
mahrumiyet devresi yaşıyorum .ki ancak sokağa çıkarsam
insan yüzü görüyorum . Salıdan başka günler kim secikler
kapım ı açmıyor. (K im seler açmaz bugün bâb-t ikametgâ
hım ı} dediğim zaman ne kadar çocukm uşum .. Hakikatte
o şim di vaki. T abiî değil m i?... N e kimseyi ağırlamak, n e
de eğlendirm ek ihtimalim var. Artık okuyattuyaçak kadar
da üzğüniim .»
N igâr H anım bir sokak adı olmuştur şimdi. Şair. N i-
gâr Sokağı..
^ M A L U M A T T A N A S IM BEY
35
lışan kadınlan ve onlann müsamerelere çıkarılmayan ço
cuklarını incitm ek değildir amacım asla. Sözü edilen isim
tamlamasıyla, giyim lerinden bayramoğlu sımışlarına ka
dar, çağımızın en genelgeçer yasalarından biri olan şu sı
n ıf değiştirmek yollu eleştirmenler takımının bin manto
lu bir adına işaret etmek istemiştim ben sadece. İltifat et
mişim. Dakik bir nitelendirm edir bu, bir saptamadır.
Yoksa, nesnel koşullar yüzünden, beni okumayan ya
da okuyamayan, devraldığı yalnızlığını doğu mezraalanna
dağıtan bir posta dağıtıcına, haftalardır gençlerin ve göz
esnaflarının beklediği komşu kasabadaki futbol m açının
hakem taraf tuttuğu için kan gövdeyi götürmüş sonuçları
nı tâ içerlerde kör bir dekovil hattında çalışan arkadaşına
m anipleyle ileten ıssız bir güney dem iryolcuya, hattâ an
laşılmamış bir m uhasebeciye böyle bir sözü söylem eye di
lim ve aklım varır m ı benim ? Yazılarına niye numara koy
muyorsun? .
İnşan kısmisi, kırkından sonra hele, hayat deneyleri
ni şöyle bir ters yüz edip için e bir bakmalı değil m i eleş
tirmen arkadaş! Sandıklan, yüklükleri açıp, ne var ne yok
n e kalmış diye.
U zun söz ve beyyine külfeti size, eleştirmenlere dü
şer. Toplum sal koşullar üzre şiirle toplum arasında öylesi
aşksiz bir bakışım, simetri bizim görüşümüz ve alışkanlı
ğım ız değildir! Bu olgunun varlığından hangi sonuç çı
kar? hem en söyle? var elde bir: Asım Bey arkadaşımızın
diktanın en iyi eleştirmeni olduğu! Darılmaca yok, kuyu
senin huyundur.
(Yeni Edebiyat dergisi, Kasım 1970)
36
ECE A Y H A N SO RD U , FÜ R Ü ZA N
CEVAP VERDİ
37
düşünüyorum Parasız Yatılı. Yer m inderleriyle çevrili oda
lara g irse ... Aşağılarda gaz lambalarının şişelerini bezle
siliyorlardır. Bayram günlerini çok severler. Ben şimdi da
ha da seviyorum. H er yanı ikinci mevki olan vapurlarda
kızararak gülümseyen gencecik gelinlerin bayram konuk
lukları, artık yanlarına oturduğumda tedirgin olmayacak
lar.
E C E A Y H A N — E lbette, bayatın orta ikisinden ayrılan
insanlar, çok sevecekler Earasız Y atılıyı. İstanbul'da v e
bütün kentlerde bunun bir ardamı, bir nedeni olmalıdır.
F Ü R Ü Z A N — Parasız Yatılı, almayı değil vermeyi içeri
yor. Sofaların loşluklarında, arka bahçelere bakan odalar
da çapaklı uykular uyuyan çocuklar var. Bu çocuklara al
mayı öğretmiyorlar. H erşeyde olduğu gibi, örneğin, para
sız yatıldık bir lütuf olarak sunuluyor onlara. Ancak ka
zananlar yaşayabilir diye. Yarışta binlerin arasında yüzde
olm ak azımsanacak şey m i?.. Sanırım seveceklerdir Para
sız Yatılı yı, sınavlara girenler ve dönenler. D önm enin,
yanda kalmanın, aynlm anm onurunu yenileyeceklerdir...
Bayram yerleri ellerinden tutulup' götürülm eyen çocuk
larla dolu. Yaşlan ne olürsa olsun kendileri giderler. Bir
türlü bitm ez üşütm elerinin sümüklerini yalayarak. N e gü
zeldirler. Baloncular da bayram yerlerinin gediklileri.
Apartmanların bile girişinde kunduralarını çıkaranlar. Ç e
şidi işlerde çalışanlar. Yani «h er işi yaparız» diyenler. T ür
kiye’nin hem en bütün kenderindeki görünüşler b u n la r...
çünkü biz kazanamadık. Birinci sınıfta, hangi mesleği se
çeceksiniz konulu ödevde doktor, m ühendis, subay, tay
yareci diye yazmıştık, Biz kazanamadık. Şim di kazanmayı
da öğreniyorlar becerikli ve sabırlı eller.
38
E C E A Y H A N — « K itle partisi şairler»den olmayışın
önem lidir.
F Ü R U Z A N — Bir açıklama getiriyorsun bana. Sınıfına
sırtını dönm ek kimin haddine?
E C E A Y H A N — Parasız Yatılıda altını çizdiğim bir ol
g u r insan kendi sınıfındakilerle e l ele.
F Ü R U Z A N — Kim i uzun işler içiiı akraba ziyaretine gi
dilir, İzm it’ten biraz öte bir yerlere işte. Anadolu ekspre
sinin en yalan istasyonlarında inen yolcular, onlardır. Böy
le, bir yerlere giderlerken,/odalarının pencerelerinde dizili
ıtırları, kolay çiçekleri komşularına emanettir. Sularlar,
unutmazlar da hiç. Kim i çaresizliğin, kimi yetersiz beslen
m enin getirdiği sinir çöküntüleri kavgalara yol açar. Ama
bayramlar gelir, barışılır. Kaba kartondan şeker kutularıy
la ..varılır iyi geçim e. Y eni kavgalar yeni kenetlenmeler ge
tirir. Boşalmış yağ tenekelerini ,çiçeklerle bezerler.
E C E A Y H A N — ilkokula takunyayla başlayan çocuklar
da seni unutmayacaklar Füruzan.
F Ü R U Z A N — Bu benim için en büyük övünç olur. Bit,
Sirke m uayenelerinin :vazgeçilm ez erleri, hâlâ arka sıra
larda oturuyorlar, ilk kaydolanlardan oldukları için numa
raları da küçüktür. H ep geç. kalmaktan korkarlar. Dişleri
n e de Çabuk çürür.
E C E A Y H A N — O n ik i bölündük (kikâyelik) bir filim
« Parasız Yatılım. Parçalar birleşince,■ örneğin bir kenti, bir
çağı, i i r konsol aynasını bütünlüyoflar.
F Ü R U Z A N — Konsol aynası olanlar tabii! Cevizden, oy
m alı, beş çekm eceli, san pirinç Çekeceldi, kesme cam ay
nalı. Bir yanlışlıkla aşağı kayarlar.: Tutunm asını bilenler
hâlâ m obilya yeniliyorlar. Bugünlerde. İtalya’dan, sedir
39
ağacından mobilyalar getiriyorlar... Filim , Yavuz sinema
sından beri seyrediliyor. Boyanmamış bir çinko yüzeyle
kaplıydı. H ep güçlüyü haklı sanırdık. Bütün film ler öy
leydi. Kovboylar yine büyük şapkalar giyiyorlar.
E C E A Y H A N — Am a bak, kentliler, yukarlarda yaşayan-r
lor sevm eyebilirler Parasız Y atılıyı. Sınıf değiştirenler, düz
hainler yani. Çocukluklarına v e yen i çocuklara cayır ca-
yir ihanet edenler.
F U R U Z A N — Yukarlarda yaşayanlar m ı? N e yapalım sev
mesinler. Bu doğruyu konur. İnsan yüreğinin atarbğma
basıp, uzun süre, istedikleri kadar ayakta kalamayacaklar.
S ınıf değiştirmenin iki yüzlü eğitim inden geçip de Pa
rasız Y atılıyı sevmek, işte bu olamaz.^ Çıktıklan kattaki-
ler kadavradır yahu, adamakıllı yozlaşmışlardır. Ama tabii
burunlarına esetik ameliyat yaptırıyorlar, ilk aldıkları üc
retle, kokuyu duymamak iç in ... « C ihan G ü zeli»nin asılı
olduğu kahvelerde oturanlar, alanlarda halay çekenler, son
nüfus sayımında sayılanlar yeter bize.
E C E A Y H A N — Sonra nasil oluyor bu, bir ölümün, yer
almadığı hikâye yok gibi Parasız Y atılıda?
F Ü R U Z A N — O nlar ilânsız ölülerdir. Ö nem lidirler. Arka
larında az bir para bile bırakmazlar. Vasıfsız işçidirler.
Ö lüm leri evin ekm eğini zora sokmuştur. Durm adan anı
lırlar. Evin kadını «beni bırakıp nereye gitti» diye baş
sağlığı kabul etmez. Bir yerde işe girmesi gerekir. Çürük
kadın değildirler. Ö lüm ler unutulm az. Ü ç kuşak öteye ka
dar anlatılır durur. Çocukların daha küçücükken anlatıla
cak ölüleri olur.
E C E A Y H A N — Biliyorsun, İstanbul, bir suyla ü çe b ö
lünm üş bir kenttir. Eyüp, Galata, Üsküdar. Parasız Ya
40
tılı hangi kesim lerde yaşadı, sen hangi kesim lerde yaşa
dın?
F Ü R U Z A N — İç denizde. H ani delikanlı bir padişah in
san gücünü zekâya katarak en inanmış işçilerin çektiği kal
yonlarını indirmişti ya, Bizans'ın uykusu şaşkınlık olup
kalmıştı. İşte orada. Tarihi fırınların kabank ekmek yap
tıkları, yazlığa gidilm eyen yerde. G üzelim kederli kârgir
evlerin, odaların olduğu yerde.. 1 Parasız Y atılının coğ
rafyası, •atlası çok geniş, bir semte, bir mahalleye sığmı
yor. Türkiye’nin bütün kasabalarında, radyolardan eğitim
bakanlığının güz öncesi bildirileri dinlenir. Anneler er
kek çocuklarına,, ilk hazırlık olarak, eski paltolardan ceket
yaparlar. B ilirsin,. erkek ceketi terzi esnafının bile en
zor dikişidir. Am a o kadınlan kim ve ne yıldırabilir?
İntihar bilm ezler bile. Beş numara bir gaz lambası,
yakılır ve çalışılır. Kızlar ise, okumak için, kendete daha-,
yakın yerlerde doğmuş olm ak zorundadırlar. Yoksa o şans-
lan bile yitmiştir. Bilm edikleri dikişlere sıvanırlar sonunda. '
Şımarmayı zaten bilm ezler. H epsi çok ciddi küçük kadın
lardır.
. E C E A Y H A N — Çağ zalim, biz zalimiz, bir 'Parasız Ya
tılı» değil ama, nasıl oluyor bu?
F Ü R U Z A N — Zalim lik korkunun kardeşidir. İyi besle
nen insanlarda gelişir. Parasız Y atılı nm bir ilişiği ilgisi
yok zulüm le elbette, az beslenmiştir.
E C E A Y H A N — «M uhaciriz, biçareyiz, ama n e bahtı ka
reyiz,» kantosunu bilir m isin? İlk kanto.
ı FÜ RU ZAN — M eşrutiyette de eğleniyormuş İstanbul.
Bütün çağlarda eğlenm işdr ya. Balkanlardan gelip bunu
41
söylem ek acı tabii. İlginçtir. Şanolarda bir acıyı, bir yenil
giyi hızlı bir m üzikle eşleştirmek. Aynı dönem in marşları
da ilginçtir herhalde. Bir acele kahramanlıkların marşları.
42
M E H M E T SİY A H K A L E M V E “T E H L İK E L İ Ş İİR "
43
di 'öznel zamanlarıyla bu çağdaş şiiri (sözgelim i ‘Sıla Şiir’-
verisiz değerlendirm e çabalarını bence boş karşılamak ge
rekiyor. Biz bunlara bakmayalım. H em neden böyle baş-
belası ve üstelik 'tehlikeli şairler’i okusunlar ki? (T ürk şii
rinin büyük harfli bir ‘müstahkem m evk iliydi Dağlarca.
Ç akıra dek. 1946.
"M em nunuz cihandan ve hüküm etten’’ . -
Am a 1946’dâıi önce şiirin M ehm et Siyah Kalem edir
bence.)
31-32 yıldan bu. yana (.‘İkinci Yeni* Akım ı denirmiş
seçkilerde, yazın kitaplarında) Ankara ve İstanbul’da ku
rulmuş şiirlerin bir baba özelliği de öncüllerden, önceki
lerden başka bir '‘biçim ’ anlayışlarına girmesiydi; girmesi
dir. Bu bir, (Bugünlerde. Türkçeyi olağanüstü bir yetkin
likle yazan "Cemal Şiireya’nın M . Sanat D ergisindeki gün
celerinde altını çizdiği gibi, yitmiş- eskiler hep ‘biçim ’ ile
k ahp’ı birbirine kanştum ışlaıdır, hatta zamanımızda açı
ğa çtkan belirli bir kurnazlıkla *biçim’i ‘kalıp’a indirge
mekten de kaçınmazlar kaçınmamışlardır.) İkincisi; hak
ya da hakkını aramak konusunda da onlardan ayn düşü
y oru z.-Ü ç; biz 'toplum sal m ertlik’ üzerinde de direnerek
duruyoruz. Yani ki; yaşayan bu çağdaş şiirin bîr dolu baş
ka başka boyudan var, ‘şiirin içersinden ve içerden bir
perspektif* ve ‘şiirin. ö z g ü l.perspektifi’ .. Sonra sözcükle
rin, (hecelerin bile) kokulan, tadlan, renkleri vardır.
Şana bir şey söyliyeceğim . Gerçeklikte, “baba’lar, ‘ba
ba’ kavramı sonunda öldürülm ek içindir de. (Ben bugün
I9 8 5 ’de kursaydım şöyle kurardım o direyi:
"Babalar babalıktan sessizce çekilm esini bilm elidir .
44
Bilmem meramımı anlatabiliyor m uyıım ? Şiirimin hiç
bir zaman iktidara geçm esini istem iyorum istem em b en .
T U R G A Y Ö Z E N — sahici sözün, yaşamın kıyısından d o
laşanların, sözlük anlamlarıyla şiir yazanların yerine, a cı-'
nın ortasından, yüzeyinden değil derininden geçen şair
lerde olması tüm ‘iktidarları korkutur m u. genç şair çoğu
şeyin ayrımına varmıştır artık, şiirin , babalan da üvey de
olsa oğullan kabul etmemişler m idir onlan, nesillerini sür
dürebilm ek için; yine çözüm süz bir baba oğul ilişkisi işte,
tarihi sorgulamak gerekir belki yeniden burada, çünkü, ta
rih biraz da. baba oğul savaşı değil inidir?
ECE AYH AN 'A cın ın tam göbeğinde diyorum ben
buna; geçen ve derinden geçiyorlar. (Başka bir düzlem de
•ide ‘ağtr sille’ demiştim. -"Ç en tik ’ler, ‘stigma’lar. içindedir
yüzüm , yüreğim v e göm leğim i” Evet, ateş, düştüğü yeri
yakar ve acı da paylaşılmaz.) .
'Ç ilen in , ‘çilelerin , A nadolu’daki, İstanbul’daki, Bod
rum’daki, yeni İstanbul’daki (ne tarihsel ne güncel) kök
leri kurcalanmadı gibi geliyor bana; .kurcalanmıyor.
İşte b u 'durak'ta. kendi adıma konuşuyorum yalnız*
Benliğim i, nefsimi- ‘haklar t v e ‘haklarımı ararken yalnız
bırakılmakla dövdüm biraz diyeceğim . D iyebilirim değil
m i? (V e h iç unutm uyorum ; 1981 yılında Ankara’da M eh
met Taner bana“ bir kez ide şenitı haklan olşun" demişti.)
‘Baba-oğul ilişkisi herhalde çözüm süz şimdi. (“ H er
toplumsal bunalımda bir baba’ arayışı olur” diyordu Idris
Küçüköm er.) Am a çökertm ek için de üzerine gidilm elidir
bir kördüğümün ya da bir karabasanın. (Ben ‘dava’mm *di-
varia kalmasını istemiyorum istem em .)
Şunu da söyliyeyim . îster küçük harfli, ister büyük
45
harfli olsun, isterse italik; tarihi bir ‘baba-oğul savaşımına
indirgersek onu oluşturan öbür boyutları göremeyiz. İş,
hele hu süreçte ‘babanın yerine geçm ek değildir. (Ben,
‘düşüncem in de ‘yukarıya gelm esini istem iyorum istem em
hiç hir zam an.)
‘D urak'ı toplumsallığa aktarıyorum. N ahit S im Örik,
‘Abdülham it Düşerken’ romanında İttihatçıların dertleri
nin gerçekte (artı-üründen daha fazla pay üleşmek uğru-?
na, evet) suların başında memurluklar yakalamanın, taş
konaklar edinm enin ancak ve ancak iktidar olmakla ve ol
maktan geçebileceğini de bilm eden vurgulamıştır. Ben şim
di merak ediyorum ; acaba Kemal Bekir bü romandan uyar
ladığı 'Düşüş’ adlı oyununda belirli bir ‘kötülük’ün ar
kasından gelen 'yeni kötülük'ü görmüş m üdür? Yoksa T a
lat Paşa’nm Türkiye’den Alınanlara kaçarken Cağaloğlün-
da konağında karısına söylediği “ İttihatçılar ağlamazlar!”
hüngürdem esini m i sergiliyor?
T U R G A Y Ö Z E N — bugünkü şiirin takım adaları var m ı.
yüzeyini kaybetm e tehlikesi söz konusu m u dip yazılan
uğruna bir şairin, vurgun yiyebilir m i h iç beklem ediği bir
anda, bunun için m i pek tarihle- ilgilenilm em iş geçmişte,
şair kaybolm ayı göze alabilir m i gerçek uğruna, yüzünün
parçalanması ojıu korkutur mu. yüzü var m ıdır şairin, su
ya, aynaya, okuyucuya bir yansıması var mıdır, bugün genç
şairler arasında yüzünün parçalanmasını göze alanlar var
mı.
E C E A Y H A N — N e yapalım? ‘Arabesk. Şiir de olacak.
'Tarikat Şiiri’ de, ‘ötekiler’ d e ... Bence Türkçenin nabzı
nın vurduğu ‘sıkı’ şiirlere bakılması yerinde olur: Ilhan
Berk, Cem al Süreya.. gibi. Benden söylem esidir derim .
46
G ençler arasında ‘gerçeklik’in, şiirin arkasında ‘par-
çalanma’yı, paralanm ayı göze alabilecekler çıkar herhal
de. Sözgelim i, İsmet Ö zel ‘batınîlik’de ileri gidiyor...
47
E C E A Y H A N — 'Kaydırma (Bir sinema terimi; Türkiye’
■de ilk kez H aliç’te bir kayıkta uygulanm ış). Cum huriyet
günlerinin eski (ve yeni) şiirinde bile insanın insanların
■çektikleri es geçilmiştir geçiliyor, nedeni bilinir bir nedenle.
Ben şair bireye ‘öl ve ol’ demiyorum ama herhalde bu ka
darı da olmaz! ‘D üşünceyi didik didik eden’ 1982’deki
M ansur da sonunda bir ‘insan,’ ‘İstanbullu bir insan de
ğil m iydi? '
•48
İL H A N BERK İL E E C E A Y H A N
İK İN C İ Y E N İ A K IM IN I A N L A T IY O R
N 49
şiire bir yarar sağlanamaz.) Ülküsel, siyasal, söylevsel dil
ler, şiir dışı dillerdir.
N e denli iyi kullanılırsa kullandsm , hem en düzyazı
nın alanın: kayarlar. Bu da bizim şiirimizde bol bol var
dır. Ben ona kapalıyım (Bugün bu şiit, yani söze dayalı
şiir, ‘arabesk’ kollarda atıyor)..
Şiir dili kızoğlan kız bir dildir, şiirin kokusu yalnız
onda vardır; -Şair aldığı bu ham, yalnız dili, bunca yalınlı
ğına karşın çoğullaştırır. Bu çoğulluk yalnız, ama yalnız
onun kullandığı. Dahası, şair bulduğu bu dili, her şiir için,
o şiirin gereği kişileştirir, ona özgü kılar. Y ine İkinci Yeni
sorununa gelirsek, bu şiir ayraçlarla yürümüştür. Ayraç
ların şiirde kullanılışı ise yenidir. Yenidir çünkü dünya
sınanmaya tutulmuştur: Ayraca alınmıştır. H er şey yeni
den adlandınlıyordür.
E C E A Y H A N — Buradaki paranteze ben ’epokhe diyo
rum. Husserl’in ‘epokhe’sil Yani aile, soy, sop, mahalle
arkadaşları, okullar, sevdalar ‘parantez’e almıyor. Bü pa-
. rantez aradan çıkarılırsa kalan şey M utlak B en d ir. Kendi
yüzünü dtşlaşürip, kendi karşına koymak gibi.
G Ü L İN T O K A T — Erdoşt’un ‘Bir şey anlatmayan şiir’ ya
da ‘şiiri şiir yapan yalnızca söylenişidir’ benzer! yargıla
rından başlayarak, bugüne dek hem ‘toplum cu,’ hem de
‘gerçekçi’ olan eleştirmen ve şairlerimizçe ne anlattığı an
laşılamayan bü şiirde ‘öykünün yeri nedir"?
İL H A N BERK — İkinci Yeni öyküyü silmiştir. İlle bir öy
küden söz etmek gerekiyorsa, gizli bir öyküyü diplerde du-
- yurur, birakır. Zaten İkinci Y eni’nin bence en büyük özel
liği, göstermekten, anlatmaktan öte ‘duyurma’ olmasıdır. Bi
rinci Y eni, Biliyorsunuz,- söze dayanan bir şiirdi, öyküyü
de başa alıp yürüyordu. İkinci Y en in in karşılığı buradan
geliyor. İkinci Yeni anlatmaz, duyurur.
E C E A Y H A N — Anlaşılması biraz zor da olsa, ‘şiirin bir
perspektifi’ denm esi yerinde olur bence. Bizden önceki bü
tün Cum huriyet Ş iirin de bir betim lem e vardır. Betimleme
ise şiirin bir dolu boyutundan yalnızca biri. Yansı Birinci
Yeni, öteki yansı İkinci Y eni olan şairler gittikleri her yere
bir fotoğraf makinesi götürürlerdi. E, gümüş bromür! ışığı
görünce alır..
İL H A N BERK — Düşünüyorum da İkinci Yeni falan di
yoruz ya, İkinci Y en in in asıl papazı sensin.
E C E A Y H A N — Manastırdaki aynk otlannı yolan yoksul
bir kişiye sorarlar: «D ünyaya b ir daha gelsen n e olmak is
terdin?» Karşılık; «Y ine aynk odan yolm ak!»
İL H A N .B E R K — Ben sana İkinci Y en in in papazı diyor
sam şiir serüvenini, başladığın gibi sürdürdüğün için di
yorum. Buna elbet C em al Süreya’yı da katmak gerek. O
da az çok değişm eden sürdürmüştür başladığı şiiri. A ynca
Sezai Karakoç, n e denli değişirse değişsin, K örfezin kalın
tılarını taşıyor hâlâ, Bana gelince, ben de U yar ve Canse-
ver gibi (çünkü Arz-ı H al’i var Uyar’ın, Cansever’in D irlik
D üzenlik’i, benim de G ünaydın Yeryüzü), ikinci Yeni an
layışı içinde başlamadım.şiire. Benim İkinci Yeni şiirim St.
Aritoine’m G üverdnleri’dir. 1953’de yazıldı, Yenilik der-,
gisinde çıktı. Bu şiirle, •söze dayalı Şiiri (Günaydın Yer
yüzü Türkiye Şarkısı, Köroğlu ki 1954’de noktalanır bun
lar) sürdürürken, gerimdeki köprüleri birden; yıkıp, yeni
bir dille ilişki kurmuş oldum . Bu şiire bir gün İkinci Yeni
. denileceğini ise elbette bilm iyordum . Yazılagelen şüre bir
karşı çıkıştı benim kisi.
51
G Ü L İN T O K A T — Yeni bir dil gereğinin kapılarını açan
neydi size? îçerde ve dışardaki etki alanlarından söz eder
inisiniz?
İL H A N BER K — Benim için şiirin yapısında böyle bir
cephe değiştirmenin gerekçesi, I. Y en in in artık işlevini bi
tirdiği,. N âzım ’la gelen şiirin de (Ki ikisi de söze dayalı şiir
dir) öm rünü tamamladığı düşüncesidir* diyebilirim . Ortada
II. Y eni akımıyla ilgili hiçbir belirti yoktur henüz. Boğazı
ma kadar söze dayanan şiirle gidip geldiğim bu evrede,
Saint A ntoine’nin G üvercinleri benim kurtuluşum oldu.
Y edi bölüm lük uzun bir şiirdir. H em en arkasından yine
uzun bir şiir olan Sait Faik’i yayınladım. Pâblo Picasso,
İvi Stanali, Arma Virum que C ano da onlan izledi. Bütün
bu şiirler sonradan' G alile D eniz’inde toplandı. G alile D e
n izin in dış kökenlerinde Mallarm£, Rim baud, Artaud,
cum m ings vardın İç etkiler için, Ahm et Haşim ’in ve D i
van şiirinin de sözünü, etm eliyim . Ben bu kaynakçaya ‘dû-
yuran şiirin kaynakçası’ diyorum. 195 3’de benim önüm de
II. Y eni’nin bir örneği yoktu.. Benim örneğim Saint A n-
toine’nin G üvercinleri oldu. Benim tohumum o. 1955’ler-
de, 1956’larda Cem al Süreya, Uyar, Cansever, Karakoç
da kendi örneklerini koydu. Kısaca herkes kendi örneğini
(habersiz) koydu.
G Ü L İN T O K A T : — Sözünü ettiğiniz şairlerin, sözünü
ettiğiniz şiirlerinden başlayarak bugüne dek olan şiir se
rüvenlerinde II. Yeninin ilkeleri açısından tutarlı bir sü
rekliliğin görülm üyör olmasını neye bağlıyorsunuz?
İL H A N BERK — Başlangıcı düşünürsek, biz hep değiştik,
T urgut da, Edip de. Oysa E ce II. Yeni’nin asıl ilkelerini
hep koruya körûya bugüne geldi; Sanıyorum 1956'da Pa
52
zar Postasında “Bir Elişi Tanrısına A ğıt” şiirini görmüştüm.
Erdost’a sordum, gönderenin kim olduğunu bilmiyordu.
Şimdi, bu şiirle başlayan serüven "E n Eski A dıyladır’da da
Sürüyor derim ben. Toptan tutarlılık ise ancak başlardaydı.
H em biz ayrı ayrı şairleriz.
E C E A Y H A N — '“Verilm iş 01an” dan kuşkuya düşmediler
gibi geliyor bana pek. Oysa derin ve büyük bir çatlak, bi
zim bu 46 m ilyonluk "topluluk” ta, Anadolu’yu baştan ba
şa geçiyor. Yerbilim ci, jeolog arkadaşlara sorarsanız, “hayır
yanikyorsun, böyle uzun bir fay yok” derler, hem de doğru
dan doğruya kendilerinin oluşturduğu "toplum sal çatlak”
üzerinde otururken. Uzatmayayım, yani sözgelim i Kumka-
p ı folkloruyla filan açıklanacak gibi değil şiirdeki sarsıntı.
İL H A N BERK — Ben artık körküyorum yazmaktan.
E C E A Y H A N — Eğer İlhan korkuyorsa uçurtma yüzün
den. Uçurtma kocamandır, kuyruğu var. H içbir şiir bütün
bir uçurtma olamaz. Kuyruklar, eklentiler gerek. İlhanın
korkusu bu .olabilir. Bu yalnızca “şiir toplum u”nda böyle,
taşı önce şiir toplumuna atmak, ilk boğuşmanı onlarla yap
mak zorundasın. ■
İL H A N B E R K — Türkiye “ şiir toplum u” öyle m ı? G ül
dürme.
E C E A Y H A N — Biraz genişledi ama.
İL H A N BERK — A sıl felaket o dediğin şiir toplümündari
geliyor! Taşın yerini iyi seçmek gerek!
E C E -A Y H A N — H apı sevmeden de yutturursun. Ama se
verek yutturmak başka. Aşk bir tuzak. Sen ölünce âdını
kim i okullara koyacaklar.
İL H A N BERK — Bana sokaklar yeter.
E C E A Y H A N — M ahalle de olabilir. Paşatarlası'yok o
zaman tabii.
53
İL H A N BERK — . . . çıkmaz sokaklar.
E C E A Y H A N — Çıkm az sokaklar bana layık, kör sokaklar
hatta.
İL H A N BER K — Yazma korkusuna gelince, yaptığının ar
tık en güzelini bulduğunu düşünen bir sandık ustasının,
İkincisini yapmaktan duyduğu korku bu benim korkum.
Bu korkunun bir başka kolunu da şöyle açıklayabilirim.
Ben çok uzun süre E ce gibi yalnız yaşadım.
E G E A Y H A N — G eceleri hariç.
İL H A N BERK — “ Kendi K endinin Sürgünü” diye M il
liyet Sanat’ta bir yazımda bunu belirtmiştim de, beş altı
yıl önce çıktı. Şimdi bu yalnızlığım ın dağıldığını gördükçe
—benim için bir çoğalma var galiba— .bu_ yazıyı yaratan
yalnızhğa özlem duyduğum u söylem eliyim . Bir arkadaşı
nım , kitaplarımın yayınlanmaya, belki de okunmaya baş
lanması karşısında, o yazıyı bana hatırlatması, sık sık ak-
bm a gelir. Korkunun bir kolu da buradan geliyor. O kun-
’ maya başlamada .yalnızbğın dağılma tehlikesi vardır. Şair
yalnızdır. Bir kıyı adambğıdır- şaire giden. Asıl ‘iktidar’
odur. Korkunun üçüncü boyutu da, yeni yeni şiir yazma
ya başlıyormüşum gibi bir duyguya kapılmadır. H er yeni
şiirde benim elim ayağım dolaşır hem . Şim dilerdeyse ben •
daha da ağır basıyor. A cem ilik gibi ustalık- da elim i ko
lum u bağlıyor. Korkuyu böyle dört koldan yaşıyorum. Böy
le gidip geliyorum bu dünyada.
G Ü L İN T O K A T — İlhan Berk’in papazlık dediği, değiş-,,
m eyen keşişçe tavrın nedeni nedir?
EGE A Y H A N — Bir kere şöyle bir zorluk var. 1931 do
ğum luyum , ancak 1956'da yayınlayabildim . Ortaokuldan
beri yazıyorum ama, kuralları bilm iyordum . 1956'ya dek
54
pulu yapıştırıp gönderiyordum . Oktay Akbal Vatan Gazete-
si’nin sanat danışmanlığını yaptığı yıllan anlatan, —eski
•günleri hatırlıyorum— bir yazısında “ Ece’den 90-100 dize-
lik şiirlerin olduğu, kaim zarflı mektuplar gelirdi. Okuyu
cuyu, şaşırtmamak için yayınlansın diye veremezdim” diye
yazdı. Erdal O z de Türk D ili dergisinde yayınlanmayan
30 şu kadar şiirimi bulm uş.
Kısaca 1956 sonlarına kadar ortalıkta yokum , hey an
lamda yokum. İlk kez Pazar Postası dergisinde 1956 T em -
-nmz’undan sonra her 15 günde bir yayınlandı bir şiir, ilk i
“ Ibranicgden Çizm ek” olabilir. İlhan Erdost'a sormuş;
"“Kim b u :1” M uzaffer de “İstanbul'dan biri; gönderiyor”
«demiş. 1956’da birdenbire devreye girişim öncekilerin ya
yınlanmamış olması yüzünden. Roland Barthes “ Garip
•olay” der. “ Fransa’daki yazarlar karşı oldukları yapının di
lin i kullanıyorlar.” Bana duyulan olum suz tepkinin bir’ n e
deni de bu herhalde.
<3Ü LİN T O K A T — Yıllar önce M illiyet Sanat dergisi
n in "şiirim izde gençler” konulu sayısında izzet Yasar I I ..
Y en i içindeki yerinizi “gerçek bir epistem olojik kopuş kim
liğ iy le konumlamıştı. Konuşma boyunca Ilhan Berk de
neredeyse II. Yeni dem enin E ce Ayhan demek olduğunu
savundu. H er iki görüşte ortak olduğu sezilen aykırılığı
n ızı nasıl düşünebiliriz?
ECE A Y H A N — Bir kere ben marjinal bir adamım. Ilhan
da bir yazısında “lanetli şair” diyor. Bence marjinallik
•önemli. Ben edebiyat tarihi diye birşey bilm iyorum aslında.
Uydurmadır. Okuldayken Reşat N uri G üntekin'in “M is-
Tcinler Tekkesi” romanına değin yalnızca genlerin meslek
leri de taşıdığını öğrenmiştik. Cevdet Kudret’in H ikâye Ve
. 55
Roman A n tolojisin de “M iskinler Tekkesi,” bölüm ünü oku
duğumda, romandan alman “Temaşalık” parçası şaşırttı
beni. Böyle bir yetkinliğe çok az rastladım bir düzyazıda.
Rom anı okudum. Güntekin’in en güzel romanı. Am a gün
dem de yok. Bunun gibi bir sürü örnek var edebiyat tarihin
de. Beni edebiyat tarihlerine almamaları yerinde. T op lu
çekilmiş fotoğrafları sevmiyorum» düşüncem in iktidarda ol
masını istemem.
G Ü L İN T O K A T — Şiirin, düşüncenin dinamik sürekli
liğini her zaman ve bütünüyle yakalayabileceğinden kuş
kuluyum . Bir şüri bitirip yazdana bakınca pişm anlık duy
duğunuz oldu m u?
E C E A Y H A N — Bir kez “ U t” şiirinde. “Tanzim at ferma
nında unutulm uş hacivat” dizesinde, unutulanın Karagöz
olması gerektiğini düşünmüştüm, sonradan. Yine de Ha
civat ve Karagöz ayrımının bir ağız dalaşı olmaktan öte
fazla bir önem i yok.
İL H Â N BERK — Benim sonradan “keşke şöyle olsaydı”
diye bir düşüncem olmadı. Şiiri yırta yırta, yırtlaklarıma d a :
bağlı kala kala —yani şiirin kendi egem enliğine— gittiği ye
ri izledim ben. Şiir kendi serüvenini —bu elbette önceden
tasarlanmış bir serüven değil— kendinin yarata yarata sür
dürdüğü bir serüvendir bu. K endi düğüm ünü kendi atar-
Şiirin hayatına ‘m üdahale edilm ez.
T Ü L İN T O K A T — Şiirin kendi egem enliği?
İL H A N BERK — Bir şiir kendi serüvenleriyle, kendi ya
şamlarıyla gelip vurur. Rene Char “bir m udu vakittir şiirin
gelm e vakti” der. İşte hu vakit geldiği zaman o kendi ba
şına ilerler, ben orrun kendine özgü bu serüvenini kabul
lenirim . Ona bağlanırım.
56
G Ü L İN T O K A T — “Esin” e inanıyor musunuz, yani?
İL H A N BERK — Ö yle m utlu bir vakte inanıyorum. Am a
b iı her zaman böyle değildir. Ben şairliği bir uğraş olarak
da düşünen bir adamım. D enizin durgun vaktini bir süre
seyredip onu bulandırma yolları aram ak... Uğraş işte bura
da başlar.
G Ü L İN T O K A T — Yanılmıyorsam "Şiirin G izli T ari-
hi”nde sabahların şiire uygun olm adığını yazmıştınız. Y ine
de sabahlan çalışmanızı nasıl açıklıyorsunuz?
İL H A N BERK — Sabahın uygunsuzluğu usun canlılığı-
yüzüiidendir. Sabahlan sevmemem önce buradan geliyor.
Ama usu yıkma işi sabahın içinde olm az demiyorum. H em
ben genel olarak bir şiire sabah başlamam. Başlanmış bir
şiiri sürdürürüm.
G Ü L İN T O K A T — U sun canlı olduğu saatleri şiire düş
man görm e eğilim ini taşıyorsunuz. Bütünüyle rasyonel v e
epistem olojik bir temele oturduğunu düşündüğüm E ce Ay
han şiirine bağlılığınız nereden geliyor öyleyse?
İL H A N BERK — Ece Ayhan kapalı bir şairdir ama, bu
anahtarsız olduğunu göstermez. Z or dediğiniz bu anahtar
olsa gerek. Bazı şairler anahtarı okurun eline hem en ver-,
m ek ister. E ce bu konuda kıskançtır. O nun yoğurt yiyişi...
Kısaca bir yöntem sorunu.
G Ü L İN T O K A T : B u tutumda okurunu kendi seçme is
teği, başka bir deyişle şiirini güvendiği ellere 'bırakmak
isteği var gibi—
İL H A N BERK — Ö yle olduğu açık. Ama galiba sadece
yazmak önem li, okur çünkü hep arkadan gelir. Eleştirmen
de. İkisi de beni ilgilendirm ez. Kimseye beni eleştirmek
hakkını vennem ben. Yazmak, bir o önem lidir.
57
E C E A Y H A N — Okur önden de, yandan da, arkadan da
gelm iyor bence. Okur yok. Okur silinmişti II. Yeni dö
nem inde, şimdi bilm iyorum . Okurun şiir algılama değer
yargılarına karşıyım, bu konuda akıl yürütm elerine de.
O kur akbabaydı, akbabadır hâlâ. Yine de bir şiir yazarken
h ep om uzum un üzerinden bakan birilerini duymuşumdur.
B ir şiirimde (M ısrâyim ) ona “ sinıruğ” dedim .
İL H A N BERK — M arquez gazetecilik yaptığı sıralarda
■
“Yaprak Fırtması’ na' da başlamıştır. Bir otel odasında bu
ilk romanına çalışır.
H enüz bir yazar olarak yoktur M arquez. Bir haftalık
otel borcunu da ödeyememiştir. O telden atılmamak için
‘Yaprak Fırtması'nın müsvettelerinin rehin bırakılması öne- „
risini kabullenen otel katibi* M arquez ünlenince de ‘Yüz
Y ıllık Yalnızlık'i imzaya getirir. Böyle bir saygın toplum
dan yoksunuz biz. Bbşlukta yazıyoruz. :
E C E A Y H A N — Yani ‘teşrih' masasında dikiş makinesi
v e şemsiye! (Lautreamont). U ç ayn mekânda gereken üç
ayrı eşya!
İL H A N BERK — "N erd e'ölm ek istersin?" diye bir soru
y u ilk kez ikin ci Yeni sordu örneğin.
E G E A Y H A N — İkinci Yeni Akım ı daha birçok başka so
ruyu da akla getirdi. Bence epey soru işareti vardır; birçok
»dizenin de sonunda. Kafamızdaki, gönlüm üzdeki şiirlere
-geçmiştir.
İL H A N B E R K — Erotizm sorusunu da sormuştur.'.
E C E A Y H A N — Bir İlhan, bir de Cem al’de erotizm çok
ağırlık taşıyor. Uslanmaz iki çocuk bunlar. Daha doğrusu
iki yeniyetm e.
İL H A N BERK — Yine İkinci Y eni’den sonra kadınlar saç-
58
larm ı çözdüler’.. Am a, hâlâ vücutlarına bakmaya korku
yorlar. Vücutlarını hâlâ cehennem olarak düşünüyorlar.
EG E A Y H A N — İkinci Y eni Akım ı herşeye kuşkuyla ba
kar, bakıyor.
İL H A N BERK — İlk .‘sivil’ şiiri de İkinci Yeni yazmıştı.
Sonra çocuklar yine ilk kez İkinci Y eni’de gülmüştür. Yurt
taşlık dersini de ilk o zaman astılar.
G Ü L İN T O K A T — A z önceki soruna dönerek; “İkinci
,Yeni anlamı umursamadı” biçim indeki yargılara bir ölçü
de neden olduğunu düşündüğüm İkinci Yeni içindeki ki
m i şairlerin ‘anlam’ karşısındaki farklı tutumunu değerlen
direrek, anlam değiştirim inin, sözdizim i değiştirilmesiyle il
gisine değinir m isiniz?
İL H A N BERK — Benim deformasyondan anladığım ,şim
diye dek yazılan. şiirde dili başa alıp bütün boyudarında
gitmektir. D ilin bütün boyudannı dünyayla, insanlarla,
eşyalarla yıkamaktır. D ilin b ir çılgınlığım yaşamak! Aslın
da E ce şiirinde dilin tepetaklaklığı deform asyonu öne al
mak değildir. Anlam la ilişkisi, sonucu çarpıktır o. Bana hü
cum edilirken dili bozduğum hep söylenmiştir. D oğrudur
da.
Beri yıktığım bir yılanlıdan çıkıp gelm ek istedim. H em
b en -II. Yerii’yi yazılagelen dili banma olarak anlıyorum.
Anlam deform asyonu “ Perçem li Sokak” ta da. vardır. Ama
l i : Y eni yi işaretlemezse, bu yüzden işaredemez,
E C E A Y H A N —.“T elgraf tellerinde gemi leşleri". Burada
anlam değiştirimi bile yok. ik i dem ir tüccan telefonla ko
nuşmuş olsaydı iyiydi.
İL H A N B E R K .’— Bence dil bozulm uyor burada. Bozulan
görüntü, biraz da anlam. Ben burada yalnız büyüdüm . A n
59
lam anlayışımı bir belirginliğe getirdiğimi söyleyemem bâlâ.
Eşyayı adıyla çağırmayı yeni yeni öğreniyorum ..
E C E A Y H A N — İlhan konuşurken aklımda hep bir dize
vardı: “ Rastıkları kaşlı h iç” . Sözdizim i değişm edikçe anlam
değiştirim inin de olmayacağına bir örnek.
G Ü L İN T O K A T — Benzer bir sözdizim i O ktay Rifat’ta
da var. “baktım elim de denize nar şerbeti”
E C E A Y H A N — 1957 O cak’mda Pazar Postasının ilk
•İkinci Y eni Akım ı soruşturmasında “patlatmak için bayram
larda çocuklara alınan balonlara'benzettiğim “ Perçem li So
kak” (1956)’dan bu yana ilgim i çekmeyen bir şair , idi o.
Ri£at. Ama 1970’li yıllarda yazdıklarıyla padişahların
içine girdi ve kendini söyledi. “M ısır D önüşü” , “ Fatih
ve Elma” , “ 1503 Deprem i” , “ Fâtih ve Zam an” ... gibi
(“ Hürrem Sultana Gazel” bir yana) hepsini sevdim. Fa
tih ve Zam an’da “ ararım delice” der. Sözünü ettiğiniz yeni
sözdizim ine de b u yıllarda el attı, anlam değiştirim ine de...
G Ü L ÎN T O K A T — Bir ara “ anlam şairin kam ında kala
bilir, sorum luluk şairindir” demiştiniz. Anlam ın nerede
kaldığını nasıl saptıyorsunuz?
E C E A Y H A N — Bir şiir yazarken önce o şiirin düşüncesi
olur. K ım ıldadığını duyunca bitmiştir şiir. N okta koyarsın.
Bazen noktadan sonra bir tedirginlik kalır, anlam karında
kalmıştır. Oysa ‘şiirin kam ında’ kalmalı. Şiirin böğrüne
geçm eyen anlamın Sorumluluğu şairde! Sözgelim i bu yazı
da bile böyle bir tehlike var. Yom m a açık ye değinilip ge
çilen. konular yüzünden kendim izi olabildiğine bütünüyle
ortaya: koyabilecek okuyucuya ulaşabilecek m iyiz acaba?
G Ü L İN T O K A T — Anlam dan söz etmişken II. Yeni
nin "anlam ” karşısındaki tutum unu irdeleyebilir m iyiz?”
60
İL H A N BERK — Varlığı tedirgin eder beni. Varsa üstünü
hep çizerek bakarım ona. Silmek için de uğraşırım. Varlığı
n ı iyice aldara attığım zaman rahat ederim. Yolunu kaybet
miş bir çocuktur anlam benim için. Y olunu bulmasını ise
istemek aklımdan geçm ez. Am a durmadan arasın isterim,
önüne gelen sokaklara girsin çıksın isterim. Birden yolunu
buluverirse de: “ yok burası değil” dem eli. Anlam çıkarsa
rastlantısal çıkm alı, başım göstermeli som a alttaki yerine
çekilm eli. En eski m ezarlığından çok sıkıldıkça çıkm alı.
Bilincin uyuduğu, felç olduğu, onm az , hâle düştüğü za
man göstermeli yüzünü. K endi adıma böyle diyorum. T o p
tan yanıtlar bana göre değil.
G Ü L İN T O K A T — Şiirden başlayarak diğer sanatlarda
da II. Y eni’ııin etki alanlarına değinebilir m iyiz?
E C E A Y H A N — II. Y eni bir kadın, kapıdan baktı gitti bir
kıpı (an), otuz yıldır bir'türlü karar verem ediler; güzel pliy
d i, çok m u güzeldi,, dünya güzeli m iydi? II. Yeni akımı
düz yazıyı da etkiledi. (Orhan D uru), ama tersi de oldu za
man zaman (Vüs’at O . Bener). İkisi de burada kalmayıp
yukarı çıktılar. Vüs’at O . Beher bence önem li yazar.
IL H A N BERK — Ben II. Y en in in etki alanını M ehm et
H . D oğan ye Turgay G önenç’in antolojisini karıştırdığımda
görüyorum ki; Oktay Rifat, M .G . A nday ve N ecatigil de
h u antolojiye alınmışlar.
EG E A Y H A N — Başka temel sorunlarda da yanıhyor ve
yanıltıyor.
IL H A N BERK — Oktay Rifat’m “Perçem li Sokak’ım ben
çok. ayrı düşünürüm. Daha çök gerçeküstücü bir anlayışın
kitabidir o. '
6!
E C E A Y H A N — Evet II. Yeni’de işi yok!
63
E C E A Y H A N — İşe, ‘tarihle (yani "bugünle) ve tarih
ten (yani "bugünden) başlamak iyi. Haziran 1985.
Bir şey söyleyeyim size; ben her 'dön em eçle, önce,
bir başına bırakılırım. Şimdi özel yaşamı burada dışarı ko
yalım , dışarda. 1954’den b u yanâki ‘düşünce’ ve şiir’ se
rüveni de böyle gitti, gidiyor, gidecek. Yaklaşık 31-82 ‘in
san yıla’! (İçinde yaşadığımız bu "örgütlenmiş sorumsuz
luktu alabildiğine yadırgarım, yadırgayacağım. “ Benim da
vam dîvana kalsın” dem iyorum ; ‘dünya iyi ki vaktim i alı
yorf diyorum , alsın!)
N e diyorduk?.. Evet, 50 m ilyonluk bu coğrafyada ha
zır avrat ve hazır, at bulup ‘yen i oturuvarçm lar, ne hikmet
se, ‘vurucu ve gerçek tarih’ ne söz! ‘tarihle de pek ilgilen
mezler.
(Şim di ‘genetik’ de eklendi buna. Aslıhan T olu n ’un
[laik] anlayışı ile Hüseyin H atem i’nin [‘çoğunluktan’ an
lamında] 'izanı kesinlikle gerçek bîr "yürüyen çelişki’ de
ğildir, adetâ danışıklılık! İkisi de "yukarda"dıx çünkü. —Ama
çeviri d e olsa yaklaşımları sağlıklı olan Aslıhan T olu n ’u
ilerde dikkatle izlem em iz gerekiyor.1Başka bir bağlamda
‘anayasa genetiki" üzerinde duran L ütfi D uran’ı da. Buna
Idris. Küçüköm er’i de, Asaf Savaş A kat’ı da, Türker A l-
kan’ı da, Yalçın Küçük’ü de, Şerif M ardini de, Emin D e
ğ e ri de, A ziz N esiu’i- de, A li Sirmen’i ide., katabiliriz.
‘Yeni oturuvaran’lann da mal- ve meta üretim i dışında, iş
leri güçleri hurafelerledir. (Galatasaray’ı bitirenler, [Yalçın
Küçük’ün deyişiyle] birdenbire, İnan Kıraç’m başkanlı
ğında ve G ül Baba maşalıyla okullarının kuruluşunun 500.
yılını törenlerle kutlayıverdiler! Bir uzak geçmişte de Fuat
Köprülü Osm anlı devletinin bir imparatorluğa dönüşmesi
64.
n i —bir anlamda— ‘uhrevî’ nedenlere bağlıyordu! H üseyin
Hatem i gibi, M elih Cevdet de İsviçreli Eric von D ânikerii
bilim adamıymış gibi gösterebiliyordu! T ürk aydınlarının
(ben ancak ‘okumuşlar diyebiliyorum ) herhangi bir biçim
d e ütopyası olmuş ya da varmış gibi M ina Urgan da bir
ütopya kitabı derleyebiliyordu... Bitmedi, bitmez de.)
Velhasıl, adı geçen bu ‘yen i laikler’ insanın öldüğü
zaman çürüyüp dağılacağı (çoktan geçilmesi gereken) ol
gusunun duraklar m da durulmasını hem kendileri,
hem başkaları için yeterli bulurlar, bulacaklardır da!
Onlara göre; ‘topluhık’um uzun algı ortalamasının (ve ken
d i algı ortalam alarının' da) bu aşamâsmda, değil 'sıkı
tarih, ‘sıkı şiir’ bile olmasın! Çarpım cetvelinin nesi var?
Şiirde ve düşüncede logaritma olmasın! Y eni (tehlikeli)
■veriler aranmasın! V e en önem lisi; şiirde ve düşüncede ke
sinlikle sıçranmasın! (M em et Fuat).
G eçenlerde D oğan ö zle m ’in ‘Tarih Felsefesi’ derleme
sini okumuştum; doğallıkla ‘Türkiye bölüm ü' orada yoktu.
‘Tarih’e biraz yaklaştığı söylenegelen Yahya Kemal'in.
b ü ilginç konum u üzre benim öteden beri kuşkularım
vardı. G eldik 1959’a. Ü ç adlı bir hoca eski Park O tel söy
leşilerinde bulunm uş ve ‘D evlet Şairinin ağzından duy
duklarını yazmıştı (canım yazı! canım Gütenberg Galak
sisi!) Kitaptan Yahya Kemal’in Osmanlı tarihinin gerçek
bam telleriyle ilgilenm ediği ve tarih yerine fanteziler kur
duğu, tarihsel fıkralar anlattığı ortaya çıkıyordu Herhan
gi bir geleceğe açılan (tehlikeli ya da tehlikesiz) ‘görü n ge,
‘işletilen yürürlük’, özel bir perspektif yok. (O nun ken
disi de, şiiri de ‘laik’tir evet.)
‘Ç ok Esiri Âdıyladır da, V II. ‘m eclislik’ olan ‘D eniz
65
Kıyısında Bir Otağ bir gün okunursa oradaki ‘sepici Ke
m al’in Yahya Kemal olduğu bulunabilir. (X X .deki ‘Y elek-
li T evfik ’in de T evfik Fikret oluşu gibi. İşbu ‘m eclislik’
T ürkiye’de bir ütopya kavramının bile olm adığı, olama
yacağı üzerine kurulmuştur.) A vnî, elbette 1481'de kok
m adı, kokamazdı da! (Ç ünkü 'yukardakiler', ‘iktidardaki
ler’, yani padişahlar’ kokmazlar özellikle! tarihte h iç kok
mazlar! Hakareti de ederse ancak onlar başkalarına edebi
lirlermiş!) D ericilik, sepicilik o karasaban im paratorluğu
nun belli başlı uzhıklanndandır! O ‘boğanın (Fatih Sul
tan M ehm ed, Bellini’nin bir resminde, yandan ve çok ka
lın boyunlu göründüğü için öyle dedim ) bağırsakları çı
karılmış ve içi tuzlanmış. (1970. Ankara. T ürk Tarih Ku
rum u kongresinde okunmuş bir ‘bildiri’ .) Yani bir tür ‘ tah
nit’, ‘mumyalama’ .
Bir şair, şairse, ‘tarih’in işleyen (ve işletilen) M ekik’in i
de bilm esi gerekir sanırım. Bereket, Yahya Kemal fante
zilerini pek şiire taşımamış. (B ugün;de kimi ameliyatlarda
iplik olarak kullanılmak üzere dışarıya. [yen i padişahların
da] ince bağırsakları(nı) göndeririz/ (H erhalde biliyorsu
nuz, şimdi mutfak eşyalarına da, manifaktüre de ‘ağır sa
nayi ürünleri’ deniyor! diyorlar!)
Bir şiirin, ^hele ‘stkt şiirin ('su geçirm ez' anlânu da
varmış' ‘herm£tique’in; M ehm et Günsür söyledi) tarihten
çıkmasını önerm iyorum , hayır, bütün bütüne hayır! Ama
diyorum ki, tarihi bilin de, şiiri kurarken bilm ezlikten ge
lin; ‘te'cahül-i ârifâne’ , (Şiirde herhangi bir noktalı vir
gül bile küçümsenmemeli, hele yerini bulmuşsa!)
. Ben okullarda okurken de (Karagümrük’ te 19. İlkokul
da [H ırka-i Şerif] okumuştum.) M üfredat program ında
66
'büyütülm üş’ ('blow u p ) adamlan ve takvimleri bellem ek
durumunda değildim . ‘D üz-taıiL’ te, her bir şey, tah
tada, sırasıyla ve sırayla, h iç kurgu yapmadan ve k ro n o
lojik olarak anlatılacaktır! hocalar böyle isterlerdi. Şim di
herhalde tahtaya falan kalkmış değilim ve sözgelimi şu
soruyu ben size soruyorum:
Osmanlı aşireti, (özellikle) küçük baş hayvanlarını
• (debbağlığm , sepiciliğin çok eski olduğu anlaşılıyor, anla
şılır) D om aniç yaylasına çıkardıkları günlerden, bir im
paratorluğa nasıl varabilmişlerdir?
' İzin verirseniz sorunun karşılığını da ben vermek is
terim:
'D üşünce’ ve ‘şiir’ .. gibi ihsana ve insan, toplumlanna
ilişkin her şey çoktan tasını tarağını, dengini toplayıp Ba
tıya kaymıştı, (Akdeniz bırakılmış ve 'inşan-insan- Okya--
nuslara açıhyordür) D oğu n u n dâ (ve 'büyük kaçgun’un
da Anadolu’da izleri silinmemiştir daha: Selçuklular ve
: M oğollar ya da M oğollar ve Selçuklular!) kendini korama
ve savunma içgüdüsüyle bir ''toparlanma imparatorluğu
■ ya da bir 'imparatorlukta toparlanma' kurması gerekiyor
du, gerekmiyor muyduk biraz da gönülsüz bırakılmış top
raklar üzerinde. — Am a B a tıy a ' gidenlerin, kayanlann
kesinlikle herhangi bir biçim de gözü arkada kalmamıştır:
: “ Ben kemiklerin bekçisiyim ” diyenler bir yana, (D oğanın
\ eytişimi ile tarihin eytişimi elbet farklıdır ama her ikisi
’ de herhangi bir 'boşluk’a, ‘boş bırakılm aya izin vermezler.
Bir boşluk’ hem en doldurülur! —ben bu olguyu kendi
yaşamımda iki kez yaşadım !^ O zamanki özel koşullan,
sonradan görülen düşleri ('gölgesi dünyayı tutan çınar ve
; 'karha giren ay’) Edebali’nin hayır duası, çeyitli Baba’Iann,,
67
nefesleri, bu arada G eyikli Babanın da, ‘Bâciyân-ı Rûm ’un
desteği! Rum Tekfurlarından kız almak__ (v.s. gibi) yeni
oturuvaranlar’ çok iyi anlatmışlardır, ben yeniden anlatma
yayım.
Bizimkiler yine sinirleniyorlar. “ Batı neden bizi uy
garlıktan saym ıyor?" diyedir. N e var bunda? ‘D üşünce’
B atıya kayarken bir şey bırakılmamıştı ki. (Kalan birkaç'
parça resmi de —‘resim kırmak’tâ da gecikiliyor— bem Sofu
ve bem San [‘Sarışın Osmanlı tarihçileri’ herhalde bura
dan kaynaklanıyor] Beyazıt yaktırdı. ‘Ç oğunluk’, Ortodoks
luk,’ sertlik’ , adına babasının getirdiği ressamları k o v d u .);
(1968’de bir gün Sezer Tansuğ bana, II. Beyazıt b u işleri
işlediği için “ eline sağlık!’’ dem işti.) H er gün yeni bir şey
öğreniyoruz; iktidardayken de iktidar kapılırmış, kapılabi
lirmiş demek!
“Yeni ötunıyaran’lar ya d a .‘yeni laikler’ (işte bu nok
tada birleşebilirler ve ,gerekirse, sağ sol olur, sol da sağ! O s-;
m anii, özüne İstanbul’u ayırarak (kayırarak). İstanbul’a
yepyeni b ir ‘şiiri, yepyeni bir ‘düşünce’ getirmiştir derler!
(F. Köprülü de çırpınıp durmuştur* Osmanlı kurum lannın
Bizans’tan alınm adığını kanıtlamak için!)
‘A z bilinen ayrıntılara gelince. Böyle bir şey yok ta
rihte. ‘T evhid-i T edrisatı gözeten T alim K urulunun okul
larında tarih hocaları tarihin belkem iklerine, eksenlerine
“ayrıntılardır, oralardan sormayacağız” diyorlarsa, ben ne
yapayım.
E N V E R E R C A N — Söz T ârih’ten açılmışken; siz, O s-
m anlı toplum yapısını ve bu yapının günüm üzdeki uzan
tılarını da eleştiriyorsunuz şiirlerinizde. Sizi böyle bir he
saplaşmaya götüren etkenler neler?
68
E C E A Y H A N — Spain adlı t ir Büyükelçi şunu der: “ Si
zin bin yıllık çizginiz çizilm iştir” (‘Yazar U fuk G ülde
n d im küçücük yasanımda en büyük olay bence budur.)
'T a rih le hesaplaşmak, gibi gençirisi bir düşüncem yok.
Sonra ben bir tarihçi de değilim . H erkesin, okuduğu el ki
taplarını okuyorum , o kadar. ‘Tarihle hesaplaşmak’ koşuk
la yazan ‘büyük seslere özgüdür! (Bakın C an Yücel için
kullanılabilir bu, valla içtenlikle söylüyorum !)
E N V E R E R C A N — G erek, sizinle yapılan konuşmalarda,
gerekse düzyazılarınızda toplum lunuzda bir kültür çarpık
lığından, hatta kültürsüzlükten söz ediyorsunuz. Bunu bi
raz daha somudasakV
E C E A Y H A N — ‘Kültür’ . sözcüğünü ben hiçbir zaman
k ü fle r, halk oyunları, arpa ekimi, kapkacak, v.s. olarak
anlamadım. Yazılarda sözünü ettiğim şey de herhalde bir
çöm leğin yumru yu m ru 'olu şu değildi ve değildir. Ens
titülerin ve (Turizm , Tarım , Sanayi... gibi) Bakanlıkların
uzluk alanlarına girmem; gerçekten bilm ediğim konulardır
bunlar.
M übeccel Kıray karasabanın b u topraklarda üç bin
yıldır kullanıldığını söyler, H ititlerden bu yana. (M akine
yi yapan’ bir toplum ’un değişm eleriyle, nedense kullanan’
bir topluluk’un değişm elerini . nerdeyse özdeş tutuyor!)
Kağnıyı da ekleyeceğim ben buna (gıcırtılar Aşağı M ahal-
le’den başlayarak duyulurdu, II. D ünya Savaşı yazlan, ço
cukluk, Yalova köyü).
Bir gün Kızıltoprak’ta konuşuyorduk. Cem al Süreyâ
baiıâ uzatma işaretinin (*•) (yani harfin üzerindeki şapka
lım ) bir ‘uygarlık göstergesi’ olduğunu söylemişti. Bilirsin,
•‘okumuşlar’ bile ‘-sel’, ‘-sal,’ ekli sözlüklerde bocalarlar.
69
E N V E R E R C A N — Kınar Hanım ın D enizleriyle D evlet
ve Tabiat okurla iletişim kurdu. K ullandığınız birçok sözr
cüğün ve deyim in (yine de) bilinm em esine karşın kurdu.
Bunun ,nedeni, bence bu iki kitabıtn, özellikle de D evlet
ve Tabiat’m ‘yaşamakta olan’ı şiirleştirmesinden, şiirlerin
temaları yönünden geniş bir tabana oturmasından, şiir ge
leneğim ize yatkın, dilin işlek ve açık, çağrışım yükünü ko
rumakla birlikte anlam katmanlanhın bir mimariye yedi-
rilm iş’ olmasından kaynaklanıyor. Bu yüzden şiirinizin
(aralarındaki sıkı ilişkilere karşın) iki koldan yürüdüğüne
inanıyorum . Kınar Hanım ın Denizleri ve D evlet ve T a
biat, bir kol; diğer dört kitabiniz ayrı bir kol. ikin ci kolda
sözünü ettiğim özelliklerin tam tersini görüyorum. Böyle
bir yaklaşıma sizin diyeceğiniz nedir? '
70
karşılaşıyoruz. Oysa siz düşüncenizin ve şiirinizin "yukan”
gelm esini istemiyorsunuz. N eden?
EG E A Y H A N — ‘Herkes’, şu ya da bu biçim de, derece
derece iktidardadır. Benim yaşadiğıınca ve gördüğümce. ve
duyduğum ca m asanın bir yanıyla, öbür yanı arasında, ke
sinlikle bir ayrım yoktur. Ben işte bu ‘masa’ya oturmuyo
rum o kadar. Oturmayacağım.
(Ben çok küçük ve belirli bir 'düşünce’liin ilk basa--
m aklanndâyım daba. V e bildiğim ce; tarihteki herhangi
bir insan düşüncesi de, hele bu ‘düşünce’ kurulu hoşgörü
nün sınırlarını yokluyorsa, üzerinde h iç durulmadan ‘ay
kırı dallık’la (heterodoxie) suçlanıp dıştalanryorsa bir şey
leri dingildetm eden, seyirmeler yaratmadan ilerleyem e-
miştir. İlerlem ez. Olanaksızdır bu! Ben akla gelebilecek
her türlü belayı göze alıyorum ; hepim iz biraz ve çünkü
kara kam uyuz, ‘ilerdeki’; ‘müstakbel’. Am a yine de her-
la n g i bir uzak ve yanlış iki alınganlığa yöl açmaması için
bu masa’ meselesini, kimi nesnel karşılıklarıyla birlikte,
anlatayım peki.) '' -
Eskiden devlet kadarında ‘saltanatın yücehği’ mitosu
varmış. (‘Yer’ aynı kalıyor, ‘zaman’ değişiyor.) Bugünkü
‘tasanm’larmda da ‘yücelik’le aynı şey dem ek olan ‘do
kunulm azlık imgesi’ yaratılıyor matematik gereği. ‘M asa
yla tam tamına bugünü anlatıyoruni ben. Ama örnekleri
tem elden, geçmişten vereceğim .
Şerif M ardin’in ' M erkez-Çeyre İlişkileri’ni okuyo-
;Tiım. H alil İnalcık’tan alıntılamış; ‘M erkez’dekiler taşra-
' da toprak edinince ‘Çevre’sel tutuma kayarlar, ö z e r Ozan-
[•kaya; öğrencilerin yüzde 50’si, köylülerin ise yüzde 64 ile
68’i genel, oy i'erm e hakkının sürmesi, gerektiği kanısın-
dadırlar... Şerif M ardin’in, kendisi; hüküm et partisini
(1912-13, İttihat ve Terâkki) tutan eşrafın sayısı muha
lefete katılarak kendilerini kazançtan yoksun bırakan eş
raftan daha kabarıktır... Bir Fransız insanbilim cisi; iki
Türkiye var, biri ‘hüküm et Türkiyesi’, öteki ‘kırsal gele
nekli T ürkiye’. (O yüzden ben Yaşar Kemal’e “rom anın
İbrahim T atlıses'i" d iyoru m )... ' .
A saf Savaş Akat da M urat B elgeyle söyleşi yapar
ken “ bizim takımın o zâman (1970 öncesi) ‘hükümet’e.
geleceğini sandığımız için sivil toplum un kurumlan olan
özel üniversitelere karşıydık” diyor.
E N V E R E R C A N — Peki Cum huriyet sonrası T ürk şii
rinin gelişimi ve 70’İi yıllardan sonraki şiirimiz hakkın-
daki düşünceniz nedir?
ECE Â Y H A N — Çağdaş Türkçenin şiiri, bana göre, 1955'
ten sonra başlıyor. Ö nceki prövalan ‘J.P. Sousa’ çok iyi an
latır, yani bir ‘Marş Kralı’.
Benim öznel seçmelerim, şiiri meslek olarak ele alan
lar olacaktır elbet! N âzım Hikm et, Sait Faik,. 1946’ya dek
Dağlarca, Cem al Süreya, Diranas, Ilhan Berk, Sezai K a-
rak oç... (V e Can Yücel’in bir tek şiiri, ‘Hayatta Ben En.
Ç ok Babamı Sevdim’ !).'
“ K A R A L T I"
74
jin a l” bir şiir derken içerik olarak da koyduğu şeyin böy
le bir "m arjin ariiği var benim için. İki önem li nokta
bunlar.
76
İÇ İN D E K İL E R
TURGUT U YAR 27
İLK ADIMLAR 29
RABİA BAYRAKTAR 31
BR KENTİN DİPYAZILARI
. MALUM ATTAN ASIM BEY 35
‘“ KARALTI” 73
Bu kitap
1987 yılının Mart ayında
İstanbul1da Kent Basımevi’nce
gerçekleştirilmiştir.