You are on page 1of 77

ir ft s i

’UnxS:XM

alallli

c S I llİ

^;V;:ı^'-;: V:';;v


Dipyazılan: 1
İstanbul, Mart - 1987

Kapak: Hakkı Mısırlıoğlu


K O L S U Z B İR H A T T A T
ECE AYH AN
ŞA İR LE R LE F O T O Ğ R A F Ç E K T İR M E K

G en ç Şiir, içendi kendinin terzisi bir kambur’ olmak­


la gönenir. Topraklarım ızda nicedir sürgünde yaşayan
şiirin bir başkalığının bütünleyici vazgeçilm ez parçası ve-
linim etsiz oluşudur.
Şairelere ödüller verileceğini düyunca, şunları düşün- ■
'd ü m : Dem ek yasalar da yetmemişi Ölüm şairlerle toplu fo ­
toğraf çektirmek istiyor. Hoşgörünün törel ve yasal sınır-
lannı paramparça ederek aşmış bir - düşünceyi köşeli bir
büyük ayraca parenteze alacaklar. Altrlarl D aba dün, ya­
şayan şiir denince elleri' tabancalarına giden adamlar, m ü-
essesenin küçük hisseli uzak ortaklan, şairlere iki paralık
değer verm eyenler, gözlerinde tek bir şiir yaşatmayan ka­
lem efendisi kentliler oturmuşlar düşünmüşler, taşınmış­
lar açık baskılar gizli engellem eler yanında, böylesi bir
Chester taslağını sunmuşlardır.
Tarihten, kendi tarihimizden biliriz ki, kardeşlerini
, az önce boğm uş bir padişahın bile elinde uzak ye kokusuz
bir gülle yaptırdığı minyatürleri, çağdaş padişahların ise
basma dağıtılmak üzre çocuklarla çektirdikleri birçok fo­
toğrafı vardır. .Şim di, çocuklar ve güller dahi yüz yer­
m edikleri için olsa gerektir, müesses ölüm şairlerle toplu
fotoğraf çektirm ek istiyor. Bunun böyle öldüğü aydındır.
CAkşam gazetesi, 23 Eylül 1970)

7
1984 A Ç IK L A R IN D A T Ü R K 'Y A Z IN I

I - YENİ D Ü ZYA ZI

İL H A N BERK — T ürk yazınında alttan alta yürüyen ye­


ni bir düzyazı var yenilerde. Ö nce bunun iki boyutundan
sözetmek isterim: Düşünsel} şiirsel boyut.
Ö nce şunu söylemeliyim: H er iki alanda da düzyazı
dili zorluyor. D il, bu zorlanmasını İkin ci Y en i akımı sü­
resinde hem şiirde, hem de düzyazıda yaşamıştı Ama o
günden bugüne büyük değişiklikler yaşadık, bunlar da. do­
ğal olarak dile yansıdı. Ben. düşünsel alandaki düzyazı de­
ğişim ini başta kim i sorunların^ sonra da düşünlerin, kav­
ramların; son olarak da yeni sözcüklerin sonucu olarak gö­
rüyorum. Bu yüzden de bunu doğal buluyorum . T ürkiye
bir süredir kendini bulma, kendi olma; bunun sonucunda
da D oğu-Baü sörunlaçyİa hesaplaşmaya daha bir . sarıldı.
U lusallık sorunu da yeni boyutlara uzandı. Başlangıçta
sosyo-ekonomik olan bu sorun, sanata da yansıdı. Böylece
ulusallık, evrensellik kâvram lânda yeniden gündem e gel­
di. Sonra- teknolojinin çağımızdaki hızlı ve büyük gelişim i
ister istemez kendisiyle birlikte yeni düşünler getirdi. D o­
ğal olarak bütün bunlar sonunda dile yansıdı; T ürkçe ye­
ni. kavramalar, düşünler, sözcükler üretti. Düşünsel ala­
nın, biz yazın yönüne dönersek, bu sözünü ettiğim iz kav­
ramlar yazının çeşitli alanlarında, çeşitli boyutlarda görün­
dü. Örnekse, “ Göstergemilimin" Türkiye’de yazılır, konuşu­
lur, tartışılır olması o kavramların, düşünlerin, sözcüklerin
dile girmesine neden oldu. Yapısalcılık yine kendi sözlü­
ğünü taşıdı. Y ine müzikte, reisimde, genel olarak görsel sa-

8
nallarda da yeni kavramlar ortaya atıldı. Bunlar da kendi
term inolojisini taşımaktan geri kalmadı. Elbet bütün bun­
ların gelip dayandığı yer de dil oldu. Başka türlü de ola­
mazdı. D ilde yaşamadıkça varlıklarını zaten saptayamaz­
lardı.
îşte bundan çıkan bir alttan alta yürüyen düşünsel b ir •
dilden sözedilebilir diyeceğim . Göstergebilim in, yapısalcı­
lığın getirdiği yeni düzyazı Tahsin Y ü celin , Berke V ar-
dar’tn, M ehm et Rifat'ın, ayn biçim lerde Akşit Göktürk'ün,.
O ğuz D em ir alp m., .A hm et Oktay m , yine ayn biçim lerde
Ertuğrul Ö zkök, M urat B elge, H ilm i Yavuz, O ruç Aruoha,
Enis Batur'ün...- elinde yeni biçim ler aldı. Kısaca on beş
yirm i yıl önceki dille yazılm ıyor yazı artık. Düşünsel b o­
yutta dil zorlandı-, yalnız zorlanmakla kalmadı, dilin yapısı
değişti.
Sanatsal, ya da şiirsel alandaki boyuta gelince: Burda
dil yalnız zorlanmakla, değiştirilm ekle de kalmadı, yeni du­
yarlıklar, çağnşımlar, im ge biçim leri sonucu, dil yeni an­
lamlar da kazandı. Anlam ın yeni boyudan asıl şiirsel alan­
da, korkunç çarpıcılığıyla gelip vurdu. Böylece yeni b ir
okuma biçim i kuruldu. Anlam ın çizili yerleri, açık-kapalı
boyudan, yeraltı göm üderi püskürtüldü, şim diye kadar
kullanılan düzyazısal şiirin dışmda yeni bir düzyazısal ya­
zınla karşılaşmış olduk. “Bakışsız Bir Kedi Kara''yı,. " Per­
çem li Sokak!’ı, "G alile D en izi”ni bu üç kitaptaki düzyazı,
şiirleri, anlamın .yeni boyudan olarak almaliyız. Belki de
. daha ipesapa gelm ezi, anlam yok edilmesi, anlamın çarmı­
ha gerilmesi olarak da "M ıstrkcdyoniğne” girer devreye.
Bugün yazılan sanatsal düzyazıya (buna şiirsel dememiz
daha doğrudur sanırım) geçtiğim izde “A y n a y ı örnek gös-

9
sterim. Enis Batur’un bu kitabı yalnız bir resme
rarağırrrm getirmekle kalmıyor, ondan da önem li
ıtisal bir düzyazı örneği koyuyor ki, bu bence çok
im lidir. İki elle yazılan şiirsel bir dil orda enine
yetkin bir biçim de sergilenir. Şiirsel düzyazı türü-
inceleri T urgut Uyar, pek az da Edip Cansever
işti elbet; ama yazık ki orda kaldı bu, altlara inil-
ıgün şiirsel düzyazı dilinin büyük bir örneğini de
evelet, “Ö ğle Uykusundan U yanırken’’ ile vermişi-
»da daha yakından bakıldığında bence düzyazısal
'Kınar Hanım ın D enizden" ile "Ç ok Eski Adıyla-
r derim. Bütün çağdaş yazın onlara vurmuştur,
iirsel dili düzyazı şiirlerinde pek çok genç ozan
>r. Tarık G ünerseİ den, Turgay Ö zen , Esin Soy-
m et G ü reliye değin pek çok ozan bu alana el at-
te yandan, İzzet Tasar, A hm et G üntan, R eşit İm -
lufatkan M ungan bir başka boyutta S eyit N ezir,
ı ozanlar kim ileri dize düzenini koruyorlar görün-
düzyazı şiirin alttan alta giden kervanını oluşturu-

tda bir de düşünsel boyutta olup sanatsal yönde


lenem e örneği verenler var. Bunların elinde de
d dilin çağın yeni yönelişlerine kanca attıklarım
z İti, bunlar da U ygur, Birsel, T aksin.Y ücel, A h -
ay, Batur, A hm et inam dır. Alttan alta gelişen
an ben bunu anlıyorum.
i Düzyazı’ elbet asıl öyküde ve romanda kendini
r.
edebiyat nesirdir’ der ya Yahya Kem al, asıl bu
düzyazıda görünüyor işte bu. Sanırım ilk büyük
değişildik İkinci Yeni süresinde kendini belli etti. Kısa
sürdü bu. Ama bugün on beş yirmi yıl önceki düzyazıyla
yazılmıyor artık. Yeni düzyazının ilk örnekleri Sevim Bu­
rak, Bilge Karasu, Leyla Erbil, D em ir Ö zlü, Adnan Ö z-
yalçtner, Feyyaz Kayaçan da kendini gösterdi. Bugün bu
yeni düzyazı çok başka boyudarda, nerdeyse kendini, salt
dil* olarak ortaya koyan bir boyutu irdeliyor. Sanırım en
iyi örnekler de Tahsin Yücel, A d d et Ağaoğlu'nda da k en -'
dini gösteriyor. Buna O ğuz A tay’ı, Tom ris Uyar ı da katma­
lı. Füruzan ile Selim ileri ise başka bir dili ürettiler. Bü
yeni düzyazı ise, ‘sessizliğin dili’ diye anılmalı. “Yazsonu”
buna iyi bir örnektir. Tahsin Y ücel’in' "B en v e Ö tesi” de
öyle. Yenileyin okuduğum "Sevgili Arsız Ö lüm "ün d ili de
bu ‘Yeni D üzyazı’ dili içinde düşünülm eli. Ö te yandan, ye­
ni düzyazının getirdiği ‘teknik’ sorun da var. O da çok
önem li. Ç oğu bu teknik sorun, yeni düzyazıyı kuruyor da
denebilir.
Ben bu şairlerin, romancıların, öykücülerin, eleştir­
m enlerin, düşünürlerin geliştirdikleri dile: dilin ipek hali,
diyorum.
Alttan alta değişen bu yeni yazın diline, yine ‘dilin
yeni balleri’ de diyebiliriz. D il, burda birden nesnel var-
kğına kavuşarak, kendisi '‘konu’ oluyor. Buna ya da: konu
olduğumun ayırdına varıyor diyeceğim . Bu zaman da bir
araç olan varlığını böylece nesnelleştirmek, yani kendini
doğrulamak olanağı doğuyor. D il . bu yeni halini elbette
‘yazmak ölçüsüzlüğe açılmaktır’ ilkesinden kalkarak, yeni
bir biçim verme savıyla doğruluyor kendini. Bu biçim ver­
m eye de korkusuzca gidiyor, çünkü biçim in bir dış öğe de­
ğil, içeriğin kendisi olduğunu biliyor. Brecht’in dediği b i­

li
çim içeriğe aittir’, ya da ‘sanat biçim , vermektir, bir yapıta
ancak biçim sanat niteliği kazandırabilir’ diyen Fischer gibi
ölçüsüzlükten (bu disiplinden) korkmadan, onun üstüne
üstüne giderek, bu yeni biçim i, yani ‘yeni m etni’ kuruyor.
Yazanımızda ölçüsülüğün erdim ini ilk kuran kuşkusuz Sait
Faik’ûr. Abastyam k da dil savrukluğun erdem olduğunu
göstermiştir çünkü. H iç değilse dilin ilk sarsılışlhm örne­
ğidir o. Yukarıdan beri sayageldiğim adlara, Vüsat Bener,
N ezih e M eriç, D uru, Gürsel, Burak adlarını da kattığım ız-
v da yeni düz yazın adası çıkar sanırım. Ö te yandan, yeni
yazının bir de getirdiği teknik yeniliği var ki bu da onun
kurulmasında başlıca, etkendir elbet. Bu da dilin kullanış
biçim ine dayanıyor. D ilin yeni serüveni diyebiliriz buna
da. O ğuz Atay da bu daha çok dile dayanan, dilin kullanış
biçim inden çıkan bir özgünlüktür. Yeni yazının bir de
‘konu’dan gelen değişimi vardır ki N azlı Eray a, şimdi de
(değişik dil kullanışıyla) L atife T ek in ayracını açmalı bu­
nun için. Y ine dil ve teknik konusunda da yeni bir ad:
Orhan Pam uk (Sessiz Ev, 21 bölüm ).
Y en i D üz Yazın»'bağlarken de L atife T ek in i, Yaşar
Kem al m itsel-üslubunun yeni bir çıkması diye ona. bak­
mayı h iç unutm uyorum .

E C E A Y H A N — “ Düzyazı dili zorluyor” diyorsun. 1958-


59’dâ da böyle bir şey olmuştu şiirde; şiir’ düzyazıyı zor­
lamıştı. Şimdi ise ‘düzyazı’ şiiri zorluyor.
Bütüri; yazılar, evet 10-15 yıl önceki dil’le, yazılmıyor.
Yeni terimlerin, yeni sözcüklerin kullanıma girm elerinden
de öte bir. şey yar. Kısacası bu yeni düzyazının ‘yapı’sı da,
‘b ü tü n ü de başka.

12
Evet, yeni bir düzyazı’ var bugünkü T ürkçe’de. Eski
yazındaki düzyazıya da benzem iyor. Su yüzüne vurduğu
oluyor zaman zaman. K im i denizde şişmiş bir ceset gibi,
kim i de çok güzel ye dipdiri b ir kadın gibi.
Yıllar önceydi; yazın-dışı bir yazarda, Yalçın Küçük’te,
onun yazılarındaki ‘biçem ’ , (üslûp) dikkatimi çekm işti..'.
V e bir Ölçüde (yine yazın-dışı bir yazar M urat Belge n in
yazılan.)
IGariptir, ‘İletişim ci’ olununca ivme durabiliyor. Şim di
aklıma geldi: T ürkiye'de “iletişim uzm anlan” giderek ar­
tıyor; "İletişim ’ adına üniversitelerde fakülteler, fakülteler­
de kürsüler açılıyor, ama b iç anlamadığım (ya da anladı­
ğ ın ) olgu olarak da, aksine insanlar arasında ‘iletişim’ d e­
nen şey de kalkıyor hızla; yok, kalmadı şimdi. Dem ek ki
•■‘iletişim ’ kimsenin, kimseyi dinlem em esine ve kim senin
kimsenin kitaplarını, yazılarını/ okumamasına yol açabili-
yormuş, açabilirmiş. H erhalde şiirlerin okunmayışı da o
yü zd en ?)!.
Doğrudan doğruya yazın a geliyorum hem encecik v e
koşarak. Algılayışlarım çok başka btilduğum O ğuz D em ir-
alp’m (artık tam anlamıyla bir yazın adamıdır bu. O ğu z
D em ir alp i bekleyen tehlike ise, bütün ‘hariciyeciler için
geçerlidir: Yaş kemale erüıce bir antoloji güldeste derler­
ler ya da tarihteki bir adamın yaşamım Türkçeye aktarır­
lar güzel kâğıtlarda; em ehlj olunca da kendi şiir kitapla­
rını bastırırlar.) A hm et Hamdi Tanpınar (eski laiklerin
yargılarını umursamayan) yaklaşımları ve İsm et Ö zel
. kurcalayışları..’.
1981 sonlarında Ankara’dayken dikkatimi çekmişti bir
şey: O ğuz D em ird p, Enis Batar, O ruç Aruoha.. karşı ol-

13
duklannı sezdiğim düşünsel ve yazmsal ‘iktidara, yerleşik
yazarlara bozuk çalıyorlardı. Onların bu düzyazılarını da
katıyorum ben.
I983’de de Ankara’da yayınlanan "Sözcükler" seçki­
sinde bir yazısını okuduğum Yurdakul Kavas, irdelem e ba­
samağına ilk adimi atmış gözükmüştü bana. A ynı seçicide
yayınlanan İbrahim Yılm az m yazılan da..
1983. yaz aylarında da ( o özel ‘silley i yarıladığım gün­
lerde), ‘Ü ç Çiçek* seçkisinde Haydar Ergülen'in bir tanıt­
ma, sunma yazısı.. (D ergileri gecikerek görüyorum ama
gerçekten de bambaşka bir düzyazı oluşmuş (dikkat buy-
run ‘oluşuyor dem iyorum ). ‘Bu ilginç ve anlamlı gelişe
m eyeni belki biz iyi seçemiyoruz. Am a biz ‘ihtiyarlar bence
bunu da görmek zorundayız.
A yla Kutlu'm m (özellikle "Islak G ü n eş’te), Orhan
Pamuk’un, Sulhi D ölek’in, İsm et T ok g özü n , TSİazli Eray
m kitaplarında da beliriyor bu, yeni düzyazı’ . Yavaş yavaş,
ürkütmeden (çaktırmadan da denebilir, ‘alaylılar’ telaş­
lanmasın diyedir olabilir) bir şeyler oluşmuş.
Gazetelere „de yansımış sonra bu. U fu k Güldeniir,
C en giz Çandar'm, Sedat E rgin in , Yalçın P ekşerijn, M eral
Tam er'in (İşık Kansu ile Faruk B ildiricinin birkaç yazı­
sında da... İzmir’de yayınlanan ‘Yeni Asır’ gazetesinin
geçtiği başlıklarda da.. (Sözgelim i, yaşamımızın bir ‘fo ­
toroman’ olarak gittiğini ben b u gazetenin' bes-altı gün
süren (‘arkası yarın’ gibi) haberlerinden öğrenmiştim.)
Işıl Ö zgentürk’ün kitapları da bu ‘yeni düzyazının ör­
neklerinden biri değil m i? ••
Sana başka bir düzlem de bir örnek de vereyim. Bu ye­
ni ‘o lg u n u n bir nesnel karşılığını yaz sonu ben Bodrum’ ,
da yaşamıştım, M ina Urganla, birlikte.. Bir edim , fiil b ili-

14

I
yorsun T ürkçe’de, bu dil’de bölünem ez. Böyle bir şey ya­
pılmaya kalkışılsa bütün dilbilgisi öğretmenleri ayağa kal­
kar. Am a pekâlâ "vaz da geçem edim yahu” deriz sıkışınca.
Böylece bölünem ez bilinen (burada ‘vazgeçmek’) fiili orta­
dan keskin bir baltayla (yani yaşamla) bölünm üş oluyor.
Yaşamın zorlayışı her zaman müthiş bir şey! (Bodrum’da
bir lokantacı lokantasının adını “Yegide” koym uştu Ibu
kez ayrı yazılması gereken bir şey birleştirilm işti], M ina
Urgan yadırgadı bunu Ibenim "H ürriyet” gazetesi oku­
mamı yadırgadığı g ib il. Sordu 'Y eg id e’nin neden birle­
şik yazılmış olduğunu.)
Eski dünya, 'laikler, her işte, her konuda geçilecektir'
elbet. Bak bizim G ünsel K optagel ile babası Baha Bey "N er­
de o eski nörotikler” diyedir şakalaşırlarmış. Ama biliyorum
asla "N erde o eski enginarlar” demezler. Evet çok şeyin ge­
çilmesi, aşılması zorunluluğunu bilm ek durumundayız. Ben
bu yeni ürünleri bugünlerde (hem de çoğalmış olarak) sağ­
da solda görünce çok seviniyorum .
Benim hu 'topluluk’a n e gözle ve n e zihinle hâktığımt
hiliyorsun. Am a yine de şükürler .olsun diyeceğim : Bu ye­
ni düzyazıları, akıl yürütm eleri yürürlükteki değer yar­
gılarım nasıl da delip geçiyor, geçer? D oğallıkla ben her
şey yetkin, gediksiz ve tam boyutlu demiyorum bu yeni
düzyazı* için. Am a ilginçtir ki bu düzyazarlar gündeme gel­
m eden önce Ibunu kesinliklerle söyleyebilirim i; bireysel
olsun, toplumsal olsun her olayda karşımıza bir garip iç­
güdüsellikle çıkar bir " kötülük dayanışmasından; ancak
bir ‘topluluk’ ta (‘toplum’da değil) sürdürülmesi zorunlulu­
ğunu, inandığım bir 'aykırı dallık'tan; bütün düşünce ta­
rihim izin bir 'memurlar kavgası olarak geçtiğinden... bu
; bam tellerinden, bu işleyen temel niteliklerden söz ederken.

15
meramımı anlatamadığımı biliyordum . Am a şimdi öyle de­
ğ il. İyice beliren bu yeni düzyazarlardan sonra bu içinde
bulunduğum uz ‘topluluk’un h iç değilse yakınımızdaki ger­
dek yüzü biraz, yerine oturtulabiliyor. (Ben yalnızken), ön­
celeri bunlar- yalnızca soyut bir biçim de ilginç ve yalnızca
yazınsal açıdan bir şeylermiş gibi görülüyordu. .
(Evet, tvarsa! bütün düşünce tarihimiz bir ‘memurlar
kavgası' olarak gelm iştir. Şerif M ardin’in -bir tek sosyal
.bilimci oduf ben ce, bu topraklarda- "Jön Türklerin Siyasi
Fikirleri” kitabını okurken bu gerçeği, bir k ez daha gör­
m üştüm .)
Bugün 1984'te bile, yazarların çok büyük bir çoğun*
îu ğ u yapılan toplumsal ağır eleştirileri herhangi bir ya­
zınsal (belediyelik) eleştiriler olarak ele alır. Şiirle yaşa­
m ın iç içeliği, ikisinin de. birbirlerine taşıdıkları, birlikte
Tcülhanda küller içinde, "bir göm lek içinde uyudukları”
düşünülm ez:
Alttan vuran bu ‘yen i düzyazının ip uçlan, ya da fi­
lizleri nasıl görm ezlikten gelinebilir anlamıyorum. Y en i
/anlatı denen şey de budur işte. A cele yok. Bugüne dek
İkinci Y eni’den (hem dar, hçm geniş anlamıyla İkinci Ye-
ni'den) bir şairin öldüğünü duymadım ben (Tarihim izde
"bir de İttihatçıların çok uzun yaşadıklan bilinir). Kimi in­
sanlara tebelleş olmak, kimi bamteUerini başlara kakmak
iyidir. Ağaçkakan gibi, 'insiankakanl

II. TANZİMAT ŞİİRİ?

İL H A N BERK — 1839-1912 evresini, yazınım ızın, özellik­


le de şürin,-yenilik evresi diye almamız gerekir. Koça bir

.16
imparatorluk şiiri, el değiştiriyor, yeni urbalar giymek is­
tiyor, içini de değiştirmek istiyor. Teokratik monarşiden,
laik demokrasiye, ümmetten, ulusallığa geçmek istiyor.
Böyle köklü düşün sorunlarının söz konusu olduğu evre­
lerde yazının kendini hem en devreye sokması kolay olmaz.
Şinasi’yi, Ziya Paşayı, N am ık Kemal'i düşünürsek yazın­
da tek konuyla uğraşmadıklarını görürüz. Bütün yeni ya­
zının örneklerini vermek istiyorlarmış gibi bir telaş için­
dedirler. Şiire ise şöyle bir dokunup geçmişlerdir. Asıl so­
runları 'hürriyettir. Bir eylem adamlığı. 1912 ye değin
yalnız T ev fik Fikret, M ehm et A kif, Cenap Sahabettin şii­
re kendilerini vermişlerdi. Buna karşı ilk ikisi içiv. şiir yine
de bir araçtır. Ben bütün bu çağın içinde şair olarak A h-
âiilhak H amit’i görürüm. Eski yazmla arayı asıl o açmış,
asıl o yeni şiiri kurcalamıştır. B en çoğun birkaç şiiri, dize­
siyle de hastacı ediveririm bir şairi. Ham it’de böyle beyit­
ler, dizeler, onca yapmacıklık içinde, vardır. Kısaca, bu
dediğin evre içinde H am il vardır, derim ben. Ben 1912’yi
değil 1909u alırım şiirin asıl başlangıç tarihi olarak, A h­
m et Haşim gelmiş ve şöyle demiştir:

A nnem le karanltk geceler bazı çıkardık


Boşlukta denizler gibi yokluk v e karanlık.
Bizim çağdaş şiirimiz (Batı dememek için) kuşkusuz
A hm et Haşim le başlıyor. Şi’ri Kamer ile G öl Saatleri 1909-
1911'de (O Belde şiiri de b u evrede) yazılıyor. Türk şiiri
de işte asıl bu evrede devreye giriyor. 1912’de de Yahya
Kem al Avrupa?dan dönüyor. A hm et Haşim her . yönüyle
(Yahya Kem al’in yanında) daha çağdaştır. H iç kuşkusuz
bizim yeni şiirimiz A hm et Haşim’le başlıyor. Ahm et Hah
şim şiirimizde bir 'm ucizedir hem .

17
ECE A Y H A N — 1912’den önce, (tarihi tersinden okur
gibi geri geri sayıyoruz) şiir yok bu kentlerde, bu. dillerde
hiç. N asıl 'düşünce’ de yoksa.
Yazın tarihçilerine, eleştirmenlere göre; 1839 ile 1912
arasında şiir vardır, olabilir. Belki ben de 'kendinden men-:
kul’ bir şair olabilirim ama şunu söylem eden geçem eyece­
ğim : ‘D oğruyu’ söylemiyorlar, söylem em iş, olurlar böyle
yapmakla; sonra dikkatli de değiller. Deşm ek akıllarına
gelm ez m i hiç?.. Öğretm enler, T ebliğler D ergisi’nin kor­
kunç Ve mutlak sultası altındadırlar.
A hm et Hasım , bir ‘ebru sanatçısı olsaydı (ki bana gö­
re öyledir) işim iz daha kolay olurdu belki. Ş iiri, meramla­
rı başka şeyler olanlar kullanmazlar tarihte yalnızca. D uy­
gulu ve de sözgelim i ‘ellerinden hoşnut olmayan insanlar
da kullanabilir. Şiir yazarak kendilerini arkadaşlarına, k ıs
arkadaşlarına beğendirm eye çalışmak herhalde yaşamın bir
boyutudur ama bizim konum uz burada .bunlar değil, olma­
m alıdır da. -
Sen Cenap Şahabettinio. âdını da saymışsın (ki A hm et
Haşım ondan etkilenmiştir önceleri, gençliğinde); C enap
Sahabettin yeni mecazlar çevirerek getirmişti Fransa’dan
Fransızca, onların mecazlar olduğunu bilm eden. (Bir söz­
cüğün anlamım bilm ek başka bir şey, o sözcüğü 'yaşamak’
başka bir şey, h eöı de çok başka bir şeydir. Bizde sözcük
' düştüğü yeri yakar! Yakmalıdır da!) ;
Bu. dilde, 70-80 yıl boyunca şiir yoktur derken (tarih-
. te böyle kesintiler ve boşluklar olur: D oğu d a daha çok
oluyor böyle şeyler); ister istemez hem toplumsal parça­
lara, avadanlıklara ve hem karmaşık ‘bütün’e bakarak dü­
şünüyorum bçn.

18
Ben "Tarih’le ‘Şiir’, en azından, birbiriyle bakışımlı­
dır” derken bunu gelişi güzel ve sade suya tirit bir ilginçlik
olsun diyedir söylem iyordum . Biliyorsun ve biliyorum , Yah­
ya Kem al'den önce ‘tarih’le ilgilenen bir şair yok, olmamış
bu ‘dil’de. 'D üşünce’ ile bile ilgilenm iyorlar ki ‘tarih’le
ilgilensinler '(A ydınların, yazarların -ben kendi yaşayışım­
da da gördüm bunu- bütün işleri güçleri bir tepkedir, ref­
leks).
A hm et H aşim deki 'melâl’, o sözcüğün ebrulan çağ-
nştırması senin ilgini çekmiş olabilir. Bence, 'renk' bu de­
ğildir. N e y s e ... ‘Tanzim at’! 1839! (Yine de ‘bu’ şiire baş­
langıç Tanzim at’tadır.) D evlet ve toplum ikiliğinin kıpır­
danmaya, devinm eye başladığı tarihlerdir bunlar.
Aşağı yukan 1912’lere dek süren bir M inakyan biçe-
m ini şiirde herkes görmüştür sanıyorum. Bu dil’de, uzun
bir aradan sonra, şiir gerçekten 1.912’de başlar.

III - T O P L U M V E ŞİİR

ECE A Y H A N — H er zaman ve her ülkede toplum sorun-


lanna birinci elden (ve kestirmeden) eğilen yazarların ay­
rıcalığı olur. Bu göze alınm alıdır başta (İnsan toplum la-
rmda bir sorunun 'nereden geldiği önem li olmuştur. 'Na­
sıl, bekleyecektir sabırla, son günü.) Tarihte de bir uzun
sürecin değil birkaç yılın nabzım tutanların adlan gün­
demde olur; ne var bunda? Sözgelim i Suphi Tashan, Suat
Taşer, Fethi Giray, Ö m er Faruk T o p ra k ... bu yüzyıl
Türkçesinin büyük şiirleridir!.. Biz kendi işim ize bakacağız;
o ilginç karmaşık ve yürüyen sürecin arkasında bir belâlı
gibi gitmek zorundayız.

19
İL H A N BERK — Ben toplum cu şiir, toplum cu olmayan
şiir diye şiire kaftanlar biçm eyi anlamıyorum. Şiir yapısı
gereği ayrımlara gelm ez, karşıdır ona. N e demektir top­
lum cu şiir'? Şiirin kendi dışında böyle bir şey var mıdır?
D ünya şiirinde bizdeki gibi böyle bir ayrım yoktur. D ün­
yada toplum sorunlarına ağırkk veren ozanlar vardır. Ama
buna hiçbir zaman- bir ayrıcalık olarak bakılmaz. .Ozanın
dünya karşısında aldığı kendi kişisel tavrıdır bu. Bu yüzden
büyük diye bakılm az ona.
O zan olmak, olmamak sorunu söz konusudur. N e N a ­
m ık Kem al, n e Ziya Paşa, n e de T ev fik Fikret şiirlerinde
toplum sorunlarına önem verdiler diye, onlara büyük ozan
gpzüyle bakmak kimsenin akima gelmemiştir. Onlara say­
gım ız güzel işlerinden ötürüdür. H iç değilse bu benim için
böyledır. T oplum cu olmaları şiirlerine hiçbir şey katma­
mıştır.. Ö te yandan toplum sorunlarının da bunda bir ka­
bahati olmamıştır. Bizde herkes N azım H ikm et olm ak is­
tiyor. N eden duvarcı, marangoz, kunduracı olmuyorlar?
Sovyederde on tane değil, bir tane M ayakovski vardır. A l­
manya’da ön tane değil, bir tane Brechi, Yunanistan’da on
tane değil, bir tane Ritsos, Fransa’da on tane değil bir tane
Eluard, Ispanya’da bir tane Lorca vardır. .Y ine M ayakovski,
Brecht, Eluard, Lorca, Ritsos gibi, b büyüklükte, ama baş­
ka başka damarlarda her ülkede, en az onlar kadar büyük
ozanlar yardır. Elbet bizim için de öyle; N azım gibi, ama
başka deltaların, en az onun kadar, büyük ozanları vardır.
H em dünyada küçük konuların da; nice n ice büyük ozan­
ları Yok. m ü? K endi küçük yaşamını yazan Kavafis, MaL-
larme, Ü ngaretti, M ontale n e güne duruyor. Ya gerekti­
ğinde silahım eline alıp dağa çıkan, sonra da küçük sulara
eğilip onun şiirini yazan R en e Char gibi, Pavese, Y esenin

20
gibi ozanları ne yapacağız? Siyasayı şiirin kanına ters dü­
şen, ters orantı diye bakmalarına ne diyeceğiz? Onlara dev­
rim ci gözüyle bakmayacak m ıyız?
Bakarsak onlara toplum cu oldukları için m i çağdaş,
devrim ci diyeceğiz, yoksa şiirlerinin koyduğu yapıdan, ol­
gudan ötürü m ü? H angisi? .
Ya dünyam ızın kendi küçük köşelerinde sessiz, sakin
dünya güzeli ipeklerini dokuyan o yüzlerce ozanı? Bir tek­
keye yazılmaktır ozanlık. A dını silmek, bir keşiş gibi dün­
yamızı dinlem ek, ona yine o adsızlık, sıradanlık içinde kat­
kıda bulunmaktır. H em artık ozanlığın beves edilecek bir
yanının da olm adığı açıktır: Bir kazanç getirm ez-o. Ü n ise
çok, ama pek çok sabır isten H em şunu da söyleyeyim :
Kimse bizden ozan olm am ızı istemiyor. Y ine şunu da söy­
leyeyim : Ben (Dağlarca beni burda bağışlasın) Oktay Ri~
fat’m 'T e le fo n , M elih C evdet'in ‘A n t, C em al Süreya’nın
‘ ‘Onlar İçin M inibüs Şarkisini, bütün toplum cu şiir adı­
na, bunların hepsine, ama hepsine yeğlerim .

E C E A Y H A N — Bizler belki başlangıçta ve bir anlamda


“ Ç ocuk v e A llah" kitabından çıkm ış olabiliriz; Yahya Ke­
m a le karşı gelerek ve (ama) ona bağlanarak. (Şim di be?
nim burada söylediğim bir tek tüm cedir değil m i? Yazın
tarihçileri, eleştirmenleri bunu da kısaltırlar, keserler ma­
kasla; “nezih” ve “m uhtasar1 kılmak için.)

IV - M Ü S L Ü M A N Y A D A ‘S Ü N N Î’?

İL H A N BERK — M üslüm an şairler konusunda ben he­


men şunu belirtmek isterim: “ Hisar", “ T ürk Edebiyatı"

21
dergisi şairlerinden söz etmiyorum. Benim sözünü ettiğim
şairler Sezai Karakoç, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayaztt, A rif
A y gibi şairlerdir. Burada İsm et Ö zel için de ayrı bir. ayraç
açmalı m ı, açmamalı m ı bilm iyorum . Açm am ız gerekirse,
onu tek başina düşünmek gerekir. Bu şairler beni baştan
beri hep ilgilendirm iştir. Sezai Karakoç zaten ilgim i hiç
yitirm ediğim şairlerdendir. “ Hızırla Kırk Saat”, “K örfez",
“ Sesler” , “L eyla ile M ecn u n ”, “A yinler” elim in altından
h iç düşmediler. İsm et Ö zel şiirimizin o ‘korkunç çocuk’la-
nndandır. Benim için hep de öyle kalmıştır. Cahit Zarif-
oğlurm n şiiriyle karşılaştığımda tekniği, dili kullanışı beni
şaşırtmıştır:
A şk delice kımıldamak yatağından
■ Süleym an oğlu H acı İzzet evlere
Bir sepet incir gibi dağıldı
E vlere Süleym an oğlu H acı İzzet,
“Y edi G üzel A dam ’m bu dizeleri unutulur gibi değil.
Erdem Bayazıt’m “S ebebey” de öyle ürperten bir şiir, onun
şiiri de. Bunlara A rif A y'ı da katarsak, bu şairlerin şiirimi­
zin gerçekten büyük bir deltasını oluşturduğunu söylemek
için kâhinlik gerekmez derim. Bunların büyük bir erdemi
de, yalnızlıklarından h iç yalanmadan, şiirim izin o duru
suyunu, salt daha değişik ırmaklara tutmak, için bir der­
viş alçakgönüllülüğüyle çalışmalarıdır.

E C E A Y H A N — “M üslüm an şairler”e , . ‘S ü n n i: şairler”


dersek böyle bir kullanım daha yerinde olur. O nların 'yal-
nızlıklarından yakınmadıkları” doğru du r... ‘Sünnilik’i
ben ‘çoğunluk! anlamına alınm , buna karşın ve yine de
‘yalnız’ y e ‘ıssız’ oluşları benim hep dikkatimi çekmişti. O n­

22
lar halk içinde çokluktalar, ‘yazın içinde ise azınlıktalar
nedense. ‘Sünni şiir’ alanında olup bitenlerden kimsenin
pek haberi.olm uyor. Bu gidişle olacağı da yok. H em 'on­
lar’, hem ‘laikler’ çok başka boyudarla bir ‘toplum içinde .
•yaşadığımızı neden görmüyorlar bilm iyorum .
Geçm işte geçmiş bir toplumsal olgudan söz etmek is­
tiyorum sana. ‘M eczuplar zaman zaman olaylar yaratmış­
tır Cum huriyet’in ilk günlerinde ve çok kelle yitirmişler­
dir Bursa’da, M enem en’de, şurada b u rada... Ama gerek
şiirde, gerek düzyazıda gündem e getirilemediler. ‘Çoğun-,
luk! CSünniler anlamına getirilsin, ‘laikler anlamına ge­
tirilsin) bir büyük yanlışlık işliyor gibi geliyor bana; hem
de derin. Bir tek m onografi çalışması görmedim bugüne
dek toplum bilim sel alanda da.
Sezai Karakoç da, C ahit Zarifoğlu da, İsm et Ö zel d e ...
sıkı şair olabilirler. îş burada değil yalnız. Ü çü de 1984’de
olamıyorlar bir türlü (zamanımıza en yaklaşanı İsm et Ö zel
ben ce); dikkatti olarak bakılmamasının kabahatinin yansı
kimsede değil: yazın dünyasmda 'laikler' egemendir çün­
kü. O yüzden gündem e gelem ezlef, gelemiyorlar. Geçm iş
ola artık. Kendilerinin bir bandikaplan da var (kalan yan
kabahattir, bu); iş inatlaşmaya vardırılınca bu garip ve de­
ğişen toplum un uzântılannı (belki kırgınlıkla) göremiyor­
lar, şeçemiyorlar.

İL H A N BERK — 1984’ün eşiğinde Cum huriyet şiiri için


ne diyorsunr1 Sen T ürk şiirinin geleneği içinde ters,bir şa­
irsin. Kendinden öncekilerle, dahası çağdaşlannla bu ay-
kınhk sürüyor. O nun için senin bugünkü şiire bakışını is­
tiyorum . \

23
E C E A Y H A N — Bizim şiir geleneğim iz içinde ters bir şair
olup olm adığım ı ben bilem em . Ama uzundur dışlaştırıldı­
ğını, dışanda tutulduğum olgusu doğru galiba. Ö zellikle
yazın tarihçilerinin ve eleştirmenlerinin yayınladıklarımı
olum suzladıklannı biliyorum . Bir ölçüde de haklan var;
savunma mekanizmasıdır. Sonra bir ‘şiir’i bir yere oturta-
mamanın bir sıkıntısı olur. Belki bir 'aykırılık' vardır var
olmasına. Kimse bu uzun süren aynlığm nedenleri üzerine
eğilm iyor. (Beni yadırgatan şairlerin de buna katılmalan
oldu). ı

1983’te, benim için iki önem li kitap okudum ‘^Türkçe’-


de şiirde. A k if K urtulurun Yalan Şiirleri’ ile izzet Yasar
in 'Ö lü Kitap’i.

İhtiyarlardan ise beni titreten bir şiir pek olm adı. Am a


İlhan Berk> T urgut Uyar iyiydi. İvm eler yukarı çıkıyor
herhalde.

izzet Yasar ile A kif Kurtuluş'nn şiirlerinin orsaların­


da bir yerlerde (ama aynı düzlem de değil) gördüğüm Hay­
dar Ergülen in (özgün olacak bir şair1bence) 'Sırat Şiirlen
iyiydi, ama sonra sonra biraz bulanıklaştı. Y ine açılacaktır
sanıyorum.

Turgay Ö zen in dipyazılan da önem liydi benim , için


(bir tek o yanılsamayı kaldırırsak); M ehm et Taner'in şiirf
de ilginç, Ahdülkadir Budak!m da, bir anlamda Erol Çan­
kaya'nın da (ama nedense biraz düzyazı şiirler yazıyor o.)

Yineleyeceğim ; benden söylemesi; kimse kim seyi ye-


özellikle kendini aldatmasın. H er zaman 'iki' şiir odağı var­
dır, olacaktır bu dil’de; eğilim de denebilir buna. Şim dilere

24
Haydar Ergiden, A k if Kurtuluş, İzzet Yasar ve İskender
Savaşır düşmüşse ne yapalım yani.

(Cum huriyet, 14, 15, 16 N isan .1984)

G Ö ST E R İ — Eleştirm enler kitabı sevdirm ede işlevlerini


yerine getirebiliyorlar mt?

E C E A Y H A N — Kaymlmiş bu İstanbul kentine gelince


de sorular sordum, soruyorum: Sözgelim i, “ Bir ‘entellek-
tüel’iniz bulunur m u şu kadar m ilyonluk toplulukta?” vs.

Bu kez bana bir soru. Soruluyor, ama kimsenin de ak­


lına .'eleştirmenlerin yalnızlığı’ gelm iyor, hele üzüntüleri
hiç. O nlar da insan değil m i? A cı çekm ezler m i? ... Peki,
işleyen b u ‘yürürlükleri bir yana bırâkalun şimdi. İşleti­
len yürürlük*.
. Sözgelim i, eleştirmen Fethi N aci:
îdris Küçükömer’in Y eni G ündem dergisinin 1 T em ­
m uz 1984 sayısındaki T ü rk iye’de Sol (,) Liberal O labilir
' M i?’ (“ -..y ö k su l evlerde milyonlarca çocuğun sinirli, hır-
çın,* problem li yetiştiği bir ülkedeyiz. Ben geleceğe o ev­
lerde» de bakmaya çalışıyorum. Siz bakm ıyor m usunuz?
V e Yakup Kadri üstadın Södom y e G öm ore'tini tekrar oku­
maya gidiyorum .", yâzısı ile; \

Şerif M ardin’in T oplum ve Bilim dergisinin Kış 1984-


.Aydınlar sayısındaki ‘Aydınlar Konuşunda Ü lgener ve B ir
İzah Penem esi’ (“D aem oriun kabul edilm ediği, m askelen­
diği ve y a ln ız ‘k ö tü ’ ile bir tutulduğu uygarlıklarda, edebi­
yat ve. sanat yüzeysel kalmaya mahkûmdur.. Bizde ortaya

25
gerçek trajedi çıkacağına, Abdülhak H am it’in melodram­
ları çıkmıştır. Çağdaş T ürk edebiyatının bir tür fakirliği­
nin de gizi buradadır.’’);

için de; “iki eliniz kanda da olsa, okuyun” diyebilseydi,


bence iyi olurdu.

Ç ünkü çok şey; yansı tarihçi, yansı iktisatçı, yansı


toplum bilim ci., (şair) araştırmacılarla birlikte oluşturulu­
yor, oluşturulur.

; H em bunda utanılacak ne var?- Sıfırdan başlamak,


içerden ve içten okumak işte buralardan geçer, geçiyor.
İşlev'& gelince; ‘işlev ancak insan toplum lannda ge­
çerli, bir şeydir, bence.

■{‘G österi’ dergisi, Kasım 1984)


V T U R G U T U ^A R

Şu otuz yıl içinde, Türkçede, şiirden ve şiirde sıkıla­


rak (Ilhan Berk de 'sıkıldığı için şiirler yazdığını söyler;
gülerek) tek başına kalmayı göze almış iki-üç şairden biri­
dir (belki de en önem lisi) olarak düşünmek istiyorum T u r­
gut U yarı. Bu kişisel bir göze alma da olsa, herhalde 'böy­
le* bir ortamda, böyle bir özellik korkunç güzel bir şey.
T eh lik eli şairler ile ‘uslu şairler’ arasındâ bir yerde

27
duruyor U yar. (Şim dilik ne idüğü belirsiz denebilir) bu
iki kavramın birer yanılsama (yaman bir yanılsama) oldu­
ğunu sezerek m i işliyor, bilem em . Ama onun pirinçten bir
sarkaçta otuz yıldır sallandığını biliyorum . Ya da adıkann-
cada döndüğünü.
1984 M artında, İzmir’de, Alsancak’ta, A hm et N ecdet
Sözer’in evinde, ressam ve şim di ölü olan H akla T oru n -
oğlu’yla birlikteyiz bir gece yarisı (Sahiden 00.30). ‘Lebi­
derya’ T urgut U yar’m ‘Kırlardan Geliyorlar’ şiirini okuyo­
ruz ‘Büyük Saat’ kitabından. Okurken, üçüm üz adetâ kol-
kolaydık. (Ben bu şiire ‘Sümbülteber’ adını takmıştım)..
Derken konu 'arabesk şiirce, Attila Ilhan’a geldi, geldi
ve renkler değişti. “ Bana pes ettirilemez’* diyordum “ ne var
bir şairin şarkı sözü yazan olmasında ya da arabesk şiir yaz-,
masında? Benim ki yalnızca bir saptama!” - İzm ir’den İs­
tanbul’a geçince; Yaşar Kemal’e ‘romanın İbrahim T atlı-
ses’i’ dendiğini duyacaktım. H er sanatçının başka sanat­
larda bir karşılığı var, en azından ‘karşılaştırmalı iktisat’
gerektirir b öyle düşünm eyi. İşte insan zihninin bir tür çalış­
ması.
İçim izde, düzyazıya (Selçuklularda, Osm anlılarda...
h iç olmayan düzyazı) en yakın oturan şair odur işte, (‘o’yu
ben ekledim .) “ O mısra işlevini yitirdi” sözünü, E dip C an-
sever yerine, T urgut Uyar söylem eliydi bence ve yakışırdı
da. Cem al Süreya, -karıştırdım eski dergileri,- T urgut U yar
için geçmişte “ düzyazıdan korkmaz” demiş.
Anadolu adlı bu gezegende, de hiçbir ‘um ut’ olmadı­
ğını (ya da ‘um ut olduğunu m u?) söyleyen (iki kez!) bir
'insan-insariâıt Uyar.

('Günümüzde Kitaplar dergisi, Ocak 1985)

28
İL K A D IM L A R

1951. İstanbul (“ Pes İstanbul olmasa n e yapardık!” di­


yor İlhan Berk) Beyoğlu postanesine gider ve bellibâşlı ya­
zın, edebiyat dergi ve gazetelerini ‘bit’ •Alm an’m , ‘bir baş­
ka* Alm an’m ve birkaç Anglö-Sakson'un (yazayım; ato-
, nallik’in, on iki ton m üziği’nin, ‘bagateller’in, ‘mariyetofon’
ün, A lban Berg’in, A rnold Schönberg’in . . . Giacometti-
n in , mobiTlerin de) etkisindeki kimi çok uzun, kimi orta
uzunlukta şiirlerimi, durmadan, gönderirdim.- Usanmıyor­
dum Ve zarflar dolusu. Yalnız mahalle ve lise arkadaşlarım
(sözgelim i; Am erikalı e.e. cümmings, P ound, E lio t... çe­
virileri yapan ve öyküler de yazan Aslan Ebiri ve V ehip A n -
kan, Enis Ankan, Ö nder Baykal) vardı benim . Bu otuz-
otu z beş şiirden birkaçı yayınlandı I954’den sonra (4 par­
ça da öykü, evet). İlgi çekm ediler.
1956 Yaz dinlencesi, tatili , için benim başkentim îs-
tanbul’a inm iştim Siyasaldan. Ankara’da basılan, haftalık
''Pazar Postası gazetesinebir şiir gönderdim ; temmuz orta­
landır. Baktım çıktı hem en (‘îbraniceden Çizm ek., yanıl­
mıyorsam). Sevindim . ‘Pazar Postası’na şiirlerimi gönder­
m eyi sürdürdüm. Orada her on beş günde bir şiirlerim çık-

29
maya başladı. Bu kesintisizlik 6 aydan fazla sürdü. (İlban
Berk, sorarmış M uzaffer Erdost’a “Kimdir b u ?” diyedir,
o da “İstanbuİdan gönderiliyor” karşılığını verirmiş.) (M u­
zaffer Erdost, ‘İkinci Yeni’ ıstılahım , terimini sık sık kul­
lanmaya başlamıştır.)
Üniversitenin açılışı dolayısıyla kasımda İstanbuldan
Ankara’ya dönmüştüm. Pazar Postasına da uğradım. Ga­
zeteyi yöneten M uzaffer Erdost yayınlıyormuş o şiirleri..-.
Yani diyeceğim sürekli olarak şiirleri yayınlama başlangıcı
1956 temmuzudur: denebilir denebilirse. .
25 yaşındaydım. Şiirin ve ‘trajedi’nin ancak 'insan top­
lum lunnda geçerli bir şey olabileceğini; ana niteliği çok
yavaş değişmek olan bir 'topluluk’ içinde yaşadığımı; ‘dü­
şünce’ serüveninin bile ‘memurlar dalaşının yalın bir tü­
revi olduğunu; “ adamın dedikleri ya doğruysa?” diyedir
düşünmeksizin, ve alelacele bir 'kötülük dayanışmasını gi­
rilebileceğini. ben nerden bilebilirdim o günlerde. Y alnız
bu coğrafyada derin bir ‘toplumsal çatlak! olduğunu belli
belirsiz seziyordum o kadar.
İşte bu 1956 şiirleri, .—‘İkinci Yeni’ çerçevesi de var­
dı,— biraz ilg i' çekti diyebileceğim ; ama olum suz olarak.
İlk . elde Edip Cansever’in Attila İlhan’m, H alis A can ’nırt
(Asııiı Bezirci), Baylancı ‘status quö’cular’ın, ‘arabeksçileri
in tepki duyduklarını anımsarım anımsıyorum. O lur böyle
şeyler. Olacaktır da. (Bugün 1985’de bile ‘Pazar Postası’
m yazından saymıyanlar var. Yazın sözlüklerinde, tarihle­
rinde de adı geçm iyor, yok.)
Bence ‘herm6tique şiir’ ^ ürkçeye ‘sıkı şiir' diyedir ak­
tarılmalıdır. .. H epsi bu.

(‘Poetika’ dergisi, Şubat 1985}

30
R A B İA B A Y R A K T A R

D E N İZ D E ŞARK I

Ben hep böyleyim işte köpüklü dalgalar


Şiir yazmak için gelip size bakarım
Güzelhğinizden iyiliğinizden bahsederim
Rüyalarıma da. girersiniz benim

Ama bana hiçbir parçanız, bir gün


«G üzel kız m erhaba» bile dem ediniz
G ünler günü sahilinizde duran bu kızın
Hatırını bir defa olsun sormadınız

Sizin akimız m ı var sanki


Köpük köpük kendinizi taşlara vuruyorsunuz
İnsan kardeşlerim sizi sevdikçe
Siz neden öyle kuduruyorsunuz

Bakın ben niçin geldim bana baksanız ya


Ben balıkçı değilim balıklarınızı çalmam
Ben. gem ici'değilim sizi çiğneyip geçmem
Ben yüzücü değilim kollarımla sizi döğmem
Ben fırtına değilim sizi sallayıp üzmem
Ben iyi kalpli şair bir kızım
Yirmi beş yıldır sizin dostunuzum.
‘Tanzim at’ bir de neyi getirmiştir herkes bilir. ‘İnti­
har’ sözcüğünü. Bu esefler imparatorluğundaki sözcükler­
de, Vankulu Lûgatı’nda filan Taslanmıyor hiç. Ferman
birazcık da. bireyi ilân etmiş gibidir ilk kez. Yani ne de­
mek? Osmanlılarda Tanzim at’tan önce intihar olayı yok
m u? Var ama &dı ve biçim i değişik. K endilerini suçlu du­
yan uluslar kendilerini savaşa atarlar.. K endi, gözlerinde
yeniden saygınlık kazanmak için. Yani toplu intihar (mass
suicide).
İskandinav körfezlerinde de kim i m evsim ler binlerle
farenin birarada denize adayıp boğulduklarını okumuştum .
bir yerde.
H ep belirtilm iştir; ilkel topluluklarda öldürm e, uygar
toplumlarda intihar, olgusu. Am a Tanzim at’tan sonra halk
az da olsa intihar etmeye başlamıştır diyebiliriz. Yalnız di­
renen sanatçılar olmuştur. Binlerden.' birinin intiharına Va-
kaayi-i Zaptiye’de Taslanmıyor. Korkunç kerte sağlam na-
turalı adamlar miı? hepsi? Bir iç dram yolduğu m u? 'Ö y­
le insanlar vardır ki koşullar n e olursa olsun hiçbir vakit
intihar etm ezler görüşünü m ü doğruluyorlar. Ekleyelim ki,
tasavvuftaki çile çekmek ‘yan intiharla örtüşür bir ucun­
dan. Belki de bizim kiler ölüm güdülerini kafayı ya dâ ba­
sur acılan çekm ekle, çitlenbikten düşm eklerle gerçekleşti­
riyorlardı.
Rabia Bayraktar (1 9 2 9 -1 9 5 5 ) öğrenci, amatör bir
ozan. Daha önem lisi bir birey o. Ege’nin çeşidi dergile­
rinde gözükmüş bir zamanlar. ‘Şairler Yaprağı’ dergisinde
de şiir yayımlamış. îlkel bir şiiri var elim de, ama bir ço­
cuğun ürperişidir: > ,

('Şiir Sanatt dergisi, Aralık 1966)

32
N İG Â R B İN T -İ O S M A N

Bu dildeki yazında, atmık sözcükler içersinden kimi


kadınlar arada sırada deniz yüzüne çıkıvermişlerdir. JSH-
gâr bint-i Osman (1862-1918) da, bu biçim siz geleneğin
eli kalem ve mürekkep gören Osm anlı kadmlanndan biri,
önem lisi; 20 defterlik anılan (günlük), bir oyunu (dram),
şiirleri, m ektuplan ve düzyâzılanyla, denebilir ki bir ön­
cü ld ü r, t u Üryan Kalb. M ibri Hatun, Fitnat Hanım , Ley­
lâ Bülbül H anım , M akbule Leman Hanım , Leylâ Saz Ha­
nım divan lannda ya da ‘Hanımlar# Mahsus G azetenin
yapraklarmda küflenirken; N igâr Hanım Hayatının H i­
kâyesiyle (1959) Boğaziçi’nden esiyor (Rumelihisarı, Ka­
yalar G öm ütlüğü.)
. Hanımlara Mahsus G azeteden, bir okur mektubu:
«E y hemşireler! şimdiye kadar herbirim iz bir yol tuta­
rak, böyle cahil ve herşeyden gafil olarak yaşamaktan ne
faide gördük. Şü gazete bize esaslı vaiz ve nasihatler edi­
yor. Eğer yazdığı şeyler akılca, terbiyece, ahlâkça fena ol­
saydı devletim iz şimdiye kadar çoktan m enederdi. Zevcim
efendinin ifadesine göre erkekler de bu gazeteyi okumakta
(sevgili haremlerimiz istediğim iz terbiyeye nail olur da biz
•de onlarla iftihar ederiz) demekte im işler.»
Hayatımın H ikâyesinden:
«8.11.1917: H er gece, Prensin (Şehzade Abdülm e-
cit E fendi) kıymetli tabloları arasında, piyano, çifte ke­
man, çifte alto, iki viyolonselden ibaret musiki heyetini
dinliyerek - ki sanatkârları Prens ile refikası ve nöbetle altı
kalfadan müteşekkildir - ruhani bir. coşkunluk içinde va­

33
kit geçirdim . Bazan ben de çaldım , oküdum. H anım efen­
dinin Hemşiresiyle TalHa Ağa da güzel sesleriyle ahen-
ge katıldılar. D ört gün ve dört gece bu suretle geçti. Per­
hiz yemekleri de nefisti.»
«1.12.1917: Yemekten sonra hamur yuğurdum , ku­
rabiye ve baton-sale yapıp fırına gönderdim Çayla misa­
firlerim e ne ikram edeceğim i bilm iyorum . En âdi bisküvi,
alamıyacağım. kadar pahalı. Bulgur K iralıyla emsali, er­
zak haznelerini eski fiyatla doldurdukları sırada' bizim gi­
b i kimsesizler neyle besleneceğim izi bilm iyoruz. Ö yle bir •
mahrumiyet devresi yaşıyorum .ki ancak sokağa çıkarsam
insan yüzü görüyorum . Salıdan başka günler kim secikler
kapım ı açmıyor. (K im seler açmaz bugün bâb-t ikametgâ­
hım ı} dediğim zaman ne kadar çocukm uşum .. Hakikatte
o şim di vaki. T abiî değil m i?... N e kimseyi ağırlamak, n e
de eğlendirm ek ihtimalim var. Artık okuyattuyaçak kadar
da üzğüniim .»
N igâr H anım bir sokak adı olmuştur şimdi. Şair. N i-
gâr Sokağı..

(Şiir Sanatı dergisi, Kasım 1966)


B İR K E N T İN D ÎP Y A ZIL A R I

^ M A L U M A T T A N A S IM BEY

Tedavülden kaldırıldığını bir türlü farketmeyen eleş­


tirmen arkadaş! N asıl oluyor şu. işler? Anlatsana dinleye­
lim ? H em halkın önünde duruyor eleştirmenler, hem ken­
dilerine ateş edilince eğiliyorlar! Sonra da halka dönüp,
hak aziz okuyucu m illeti sana ne hakareder, ne ağır lâf­
lar ediyor, diyebiliyorlar.
N eden böyle rahneler açıyorsun dergilerde? Ekmeğin
boyunu aşan parayı kazanmak uğruna. varlıklı dosdar işi
antolojiler düzenleyenlerin, yemeklerini yediklerinin ede­
biyat tarihini yazanların hallerini yazmak yerine. Beşerdir
şaşar m ı?
Bir kere sizin halk sözcüğünden m uradınız, tedavisi
olmayan bir karıştırma sonucu, emlâk sahipleridir •ya. îl­
kin şunu açıldıyayım, daha önem lidir. K endi adıyla ça-

35
lışan kadınlan ve onlann müsamerelere çıkarılmayan ço­
cuklarını incitm ek değildir amacım asla. Sözü edilen isim
tamlamasıyla, giyim lerinden bayramoğlu sımışlarına ka­
dar, çağımızın en genelgeçer yasalarından biri olan şu sı­
n ıf değiştirmek yollu eleştirmenler takımının bin manto­
lu bir adına işaret etmek istemiştim ben sadece. İltifat et­
mişim. Dakik bir nitelendirm edir bu, bir saptamadır.
Yoksa, nesnel koşullar yüzünden, beni okumayan ya
da okuyamayan, devraldığı yalnızlığını doğu mezraalanna
dağıtan bir posta dağıtıcına, haftalardır gençlerin ve göz
esnaflarının beklediği komşu kasabadaki futbol m açının
hakem taraf tuttuğu için kan gövdeyi götürmüş sonuçları­
nı tâ içerlerde kör bir dekovil hattında çalışan arkadaşına
m anipleyle ileten ıssız bir güney dem iryolcuya, hattâ an­
laşılmamış bir m uhasebeciye böyle bir sözü söylem eye di­
lim ve aklım varır m ı benim ? Yazılarına niye numara koy­
muyorsun? .
İnşan kısmisi, kırkından sonra hele, hayat deneyleri­
ni şöyle bir ters yüz edip için e bir bakmalı değil m i eleş­
tirmen arkadaş! Sandıklan, yüklükleri açıp, ne var ne yok
n e kalmış diye.
U zun söz ve beyyine külfeti size, eleştirmenlere dü­
şer. Toplum sal koşullar üzre şiirle toplum arasında öylesi
aşksiz bir bakışım, simetri bizim görüşümüz ve alışkanlı­
ğım ız değildir! Bu olgunun varlığından hangi sonuç çı­
kar? hem en söyle? var elde bir: Asım Bey arkadaşımızın
diktanın en iyi eleştirmeni olduğu! Darılmaca yok, kuyu
senin huyundur.
(Yeni Edebiyat dergisi, Kasım 1970)

^Malûmat* bir Osmanlı dergisidir.

36
ECE A Y H A N SO RD U , FÜ R Ü ZA N
CEVAP VERDİ

E C E A Y H A N — Yıl 1971. Kalabalıklar karşısına çıktı


.« Parasız Yatılı.» B öyleee bir.yazarsın artık Füruzan. Ba-.
kalıtn şimdi ne yapacaksın?

F Ü R U 2 A N — N e yapacağim, aralıksız çalışıyorum, ya­


zıyoru m ... Bir de-havuzlarda çalışanların eline geçse diye

37
düşünüyorum Parasız Yatılı. Yer m inderleriyle çevrili oda­
lara g irse ... Aşağılarda gaz lambalarının şişelerini bezle
siliyorlardır. Bayram günlerini çok severler. Ben şimdi da­
ha da seviyorum. H er yanı ikinci mevki olan vapurlarda
kızararak gülümseyen gencecik gelinlerin bayram konuk­
lukları, artık yanlarına oturduğumda tedirgin olmayacak­
lar.
E C E A Y H A N — E lbette, bayatın orta ikisinden ayrılan
insanlar, çok sevecekler Earasız Y atılıyı. İstanbul'da v e
bütün kentlerde bunun bir ardamı, bir nedeni olmalıdır.
F Ü R Ü Z A N — Parasız Yatılı, almayı değil vermeyi içeri­
yor. Sofaların loşluklarında, arka bahçelere bakan odalar­
da çapaklı uykular uyuyan çocuklar var. Bu çocuklara al­
mayı öğretmiyorlar. H erşeyde olduğu gibi, örneğin, para­
sız yatıldık bir lütuf olarak sunuluyor onlara. Ancak ka­
zananlar yaşayabilir diye. Yarışta binlerin arasında yüzde
olm ak azımsanacak şey m i?.. Sanırım seveceklerdir Para­
sız Yatılı yı, sınavlara girenler ve dönenler. D önm enin,
yanda kalmanın, aynlm anm onurunu yenileyeceklerdir...
Bayram yerleri ellerinden tutulup' götürülm eyen çocuk­
larla dolu. Yaşlan ne olürsa olsun kendileri giderler. Bir
türlü bitm ez üşütm elerinin sümüklerini yalayarak. N e gü­
zeldirler. Baloncular da bayram yerlerinin gediklileri.
Apartmanların bile girişinde kunduralarını çıkaranlar. Ç e­
şidi işlerde çalışanlar. Yani «h er işi yaparız» diyenler. T ür­
kiye’nin hem en bütün kenderindeki görünüşler b u n la r...
çünkü biz kazanamadık. Birinci sınıfta, hangi mesleği se­
çeceksiniz konulu ödevde doktor, m ühendis, subay, tay­
yareci diye yazmıştık, Biz kazanamadık. Şim di kazanmayı
da öğreniyorlar becerikli ve sabırlı eller.

38
E C E A Y H A N — « K itle partisi şairler»den olmayışın
önem lidir.
F Ü R U Z A N — Bir açıklama getiriyorsun bana. Sınıfına
sırtını dönm ek kimin haddine?
E C E A Y H A N — Parasız Yatılıda altını çizdiğim bir ol­
g u r insan kendi sınıfındakilerle e l ele.
F Ü R U Z A N — Kim i uzun işler içiiı akraba ziyaretine gi­
dilir, İzm it’ten biraz öte bir yerlere işte. Anadolu ekspre­
sinin en yalan istasyonlarında inen yolcular, onlardır. Böy­
le, bir yerlere giderlerken,/odalarının pencerelerinde dizili
ıtırları, kolay çiçekleri komşularına emanettir. Sularlar,
unutmazlar da hiç. Kim i çaresizliğin, kimi yetersiz beslen­
m enin getirdiği sinir çöküntüleri kavgalara yol açar. Ama
bayramlar gelir, barışılır. Kaba kartondan şeker kutularıy­
la ..varılır iyi geçim e. Y eni kavgalar yeni kenetlenmeler ge­
tirir. Boşalmış yağ tenekelerini ,çiçeklerle bezerler.
E C E A Y H A N — ilkokula takunyayla başlayan çocuklar
da seni unutmayacaklar Füruzan.
F Ü R U Z A N — Bu benim için en büyük övünç olur. Bit,
Sirke m uayenelerinin :vazgeçilm ez erleri, hâlâ arka sıra­
larda oturuyorlar, ilk kaydolanlardan oldukları için numa­
raları da küçüktür. H ep geç. kalmaktan korkarlar. Dişleri
n e de Çabuk çürür.
E C E A Y H A N — O n ik i bölündük (kikâyelik) bir filim
« Parasız Yatılım. Parçalar birleşince,■ örneğin bir kenti, bir
çağı, i i r konsol aynasını bütünlüyoflar.
F Ü R U Z A N — Konsol aynası olanlar tabii! Cevizden, oy­
m alı, beş çekm eceli, san pirinç Çekeceldi, kesme cam ay­
nalı. Bir yanlışlıkla aşağı kayarlar.: Tutunm asını bilenler
hâlâ m obilya yeniliyorlar. Bugünlerde. İtalya’dan, sedir

39
ağacından mobilyalar getiriyorlar... Filim , Yavuz sinema­
sından beri seyrediliyor. Boyanmamış bir çinko yüzeyle
kaplıydı. H ep güçlüyü haklı sanırdık. Bütün film ler öy­
leydi. Kovboylar yine büyük şapkalar giyiyorlar.
E C E A Y H A N — Am a bak, kentliler, yukarlarda yaşayan-r
lor sevm eyebilirler Parasız Y atılıyı. Sınıf değiştirenler, düz
hainler yani. Çocukluklarına v e yen i çocuklara cayır ca-
yir ihanet edenler.
F U R U Z A N — Yukarlarda yaşayanlar m ı? N e yapalım sev­
mesinler. Bu doğruyu konur. İnsan yüreğinin atarbğma
basıp, uzun süre, istedikleri kadar ayakta kalamayacaklar.
S ınıf değiştirmenin iki yüzlü eğitim inden geçip de Pa­
rasız Y atılıyı sevmek, işte bu olamaz.^ Çıktıklan kattaki-
ler kadavradır yahu, adamakıllı yozlaşmışlardır. Ama tabii
burunlarına esetik ameliyat yaptırıyorlar, ilk aldıkları üc­
retle, kokuyu duymamak iç in ... « C ihan G ü zeli»nin asılı
olduğu kahvelerde oturanlar, alanlarda halay çekenler, son
nüfus sayımında sayılanlar yeter bize.
E C E A Y H A N — Sonra nasil oluyor bu, bir ölümün, yer
almadığı hikâye yok gibi Parasız Y atılıda?
F Ü R U Z A N — O nlar ilânsız ölülerdir. Ö nem lidirler. Arka­
larında az bir para bile bırakmazlar. Vasıfsız işçidirler.
Ö lüm leri evin ekm eğini zora sokmuştur. Durm adan anı­
lırlar. Evin kadını «beni bırakıp nereye gitti» diye baş­
sağlığı kabul etmez. Bir yerde işe girmesi gerekir. Çürük
kadın değildirler. Ö lüm ler unutulm az. Ü ç kuşak öteye ka­
dar anlatılır durur. Çocukların daha küçücükken anlatıla­
cak ölüleri olur.
E C E A Y H A N — Biliyorsun, İstanbul, bir suyla ü çe b ö­
lünm üş bir kenttir. Eyüp, Galata, Üsküdar. Parasız Ya­

40
tılı hangi kesim lerde yaşadı, sen hangi kesim lerde yaşa­
dın?
F Ü R U Z A N — İç denizde. H ani delikanlı bir padişah in­
san gücünü zekâya katarak en inanmış işçilerin çektiği kal­
yonlarını indirmişti ya, Bizans'ın uykusu şaşkınlık olup
kalmıştı. İşte orada. Tarihi fırınların kabank ekmek yap­
tıkları, yazlığa gidilm eyen yerde. G üzelim kederli kârgir
evlerin, odaların olduğu yerde.. 1 Parasız Y atılının coğ­
rafyası, •atlası çok geniş, bir semte, bir mahalleye sığmı­
yor. Türkiye’nin bütün kasabalarında, radyolardan eğitim
bakanlığının güz öncesi bildirileri dinlenir. Anneler er­
kek çocuklarına,, ilk hazırlık olarak, eski paltolardan ceket
yaparlar. B ilirsin,. erkek ceketi terzi esnafının bile en
zor dikişidir. Am a o kadınlan kim ve ne yıldırabilir?
İntihar bilm ezler bile. Beş numara bir gaz lambası,
yakılır ve çalışılır. Kızlar ise, okumak için, kendete daha-,
yakın yerlerde doğmuş olm ak zorundadırlar. Yoksa o şans-
lan bile yitmiştir. Bilm edikleri dikişlere sıvanırlar sonunda. '
Şımarmayı zaten bilm ezler. H epsi çok ciddi küçük kadın­
lardır.
. E C E A Y H A N — Çağ zalim, biz zalimiz, bir 'Parasız Ya­
tılı» değil ama, nasıl oluyor bu?
F Ü R U Z A N — Zalim lik korkunun kardeşidir. İyi besle­
nen insanlarda gelişir. Parasız Y atılı nm bir ilişiği ilgisi
yok zulüm le elbette, az beslenmiştir.
E C E A Y H A N — «M uhaciriz, biçareyiz, ama n e bahtı ka­
reyiz,» kantosunu bilir m isin? İlk kanto.
ı FÜ RU ZAN — M eşrutiyette de eğleniyormuş İstanbul.
Bütün çağlarda eğlenm işdr ya. Balkanlardan gelip bunu

41
söylem ek acı tabii. İlginçtir. Şanolarda bir acıyı, bir yenil­
giyi hızlı bir m üzikle eşleştirmek. Aynı dönem in marşları
da ilginçtir herhalde. Bir acele kahramanlıkların marşları.

E C E A Y H A N — Parastz Yatıli kitabında, « Haraç,» «Edir-


nenin K öprüleri,» «S u Ustası M iraç,» « Yaz G eld i,» « Pa­
rasız Yatılı» hikâyeleri bir bütünü dikebilir.

F Ü R U Z A N — Parasız Yatılı’da herşey, herkes el ele. H i­


kâyeler de el ele. Bir bütün oluşturmaları ondan işte.

E C E A Y H A N — Bana öyle geliyor ki, okumuşlar kesimi


yadırgayacak Parasız Y atılıyı. N iy e tedirgin etin.acaba bu
adamları?

F Ü R U Z A N — Tedirgin olurlar m ı dersin? T edirginlik


böler bir şeyi; yeniden iliklem ek güçtür. Okum uşluğun
bir takım töreleri olacaktır.:.

E C E A Y H A N — Bari biz ölüm ün arkasından konuşmaya­


lım.

F U R U Z A N — Ara ve arka cam ilerinin imamları, boca­


lan yoksuldur. Oysa Şişli cam isinin, Kadıköy Osmanağa’ "
nm kiler epey dünyalıklı. H er sınıf kendi sanma şerefine
.yaraşır törenler düzenler!! Evet, biz ölüm ün arkasmdan
değil, yüzüne karşı konuşalım derim ben de.

E C E A Y H A N — Parasız Y atılıdan sonra, b ir tığ değiş­


tirm esi söz konusu m u?

F Ü R U Z A N — Gerekirse tığ değişir. İşlenecek işin yapısı


gereğince. Ö rneğin, öfkeyi iri delikli ve diretici örmek gi­
b i ...
(T eni Edebiyat’ dergisi, M ayıs 1971)

42
M E H M E T SİY A H K A L E M V E “T E H L İK E L İ Ş İİR "

T U R G A Y Ö Z E N — bugün, yeni şiire tek tip giysi giydi­


rilm ek isteniyör. dikkatli bakıldığında bunun böyle olma­
dığı anlaşılsa bile, şiirin ‘babaları neden öznel zamanla­
rıyla değerlendirmek istiyorlar yeni şiiri, ‘kalıp ve biçim ’
karıştırılıyor sürekli birbirine, genç şairler, babalarının
okullarına devamsızlık yapmadan derslerini iyi bellem ek
m i . zorundalar, yoksa, sözü aykırılığına kavuşturmak için
okulu kırmalılar mı. onların nodam alannı beklem eden
-belki şiir intiharlara neden olacak- sınavlarım yalnız ta­
rihe m i verm eliler., babayı bildikten sonra onu terketmek
gerekmez m i artık, sürüklenen ve sürükleyen bu topluma
herşeyiyle tersten bakarak.
E C E A Y H A N — Anladığım kadarıyla; gerilere gitmiş, çe­
kilmiş v e 'içtihat kapılarım kapatmış’ eski şairleri düşünü­
yorsun. Onların çoğunlukla birlikte oluşturdukları dipsiz
bir 'toplumsal 'uçurum üzerinde bağdaş kurarak ve de ken-

43
di 'öznel zamanlarıyla bu çağdaş şiiri (sözgelim i ‘Sıla Şiir’-
verisiz değerlendirm e çabalarını bence boş karşılamak ge­
rekiyor. Biz bunlara bakmayalım. H em neden böyle baş-
belası ve üstelik 'tehlikeli şairler’i okusunlar ki? (T ürk şii­
rinin büyük harfli bir ‘müstahkem m evk iliydi Dağlarca.
Ç akıra dek. 1946.
"M em nunuz cihandan ve hüküm etten’’ . -
Am a 1946’dâıi önce şiirin M ehm et Siyah Kalem edir
bence.)
31-32 yıldan bu. yana (.‘İkinci Yeni* Akım ı denirmiş
seçkilerde, yazın kitaplarında) Ankara ve İstanbul’da ku­
rulmuş şiirlerin bir baba özelliği de öncüllerden, önceki­
lerden başka bir '‘biçim ’ anlayışlarına girmesiydi; girmesi­
dir. Bu bir, (Bugünlerde. Türkçeyi olağanüstü bir yetkin­
likle yazan "Cemal Şiireya’nın M . Sanat D ergisindeki gün­
celerinde altını çizdiği gibi, yitmiş- eskiler hep ‘biçim ’ ile
k ahp’ı birbirine kanştum ışlaıdır, hatta zamanımızda açı­
ğa çtkan belirli bir kurnazlıkla *biçim’i ‘kalıp’a indirge­
mekten de kaçınmazlar kaçınmamışlardır.) İkincisi; hak
ya da hakkını aramak konusunda da onlardan ayn düşü­
y oru z.-Ü ç; biz 'toplum sal m ertlik’ üzerinde de direnerek
duruyoruz. Yani ki; yaşayan bu çağdaş şiirin bîr dolu baş­
ka başka boyudan var, ‘şiirin içersinden ve içerden bir
perspektif* ve ‘şiirin. ö z g ü l.perspektifi’ .. Sonra sözcükle­
rin, (hecelerin bile) kokulan, tadlan, renkleri vardır.
Şana bir şey söyliyeceğim . Gerçeklikte, “baba’lar, ‘ba­
ba’ kavramı sonunda öldürülm ek içindir de. (Ben bugün
I9 8 5 ’de kursaydım şöyle kurardım o direyi:
"Babalar babalıktan sessizce çekilm esini bilm elidir .

44
Bilmem meramımı anlatabiliyor m uyıım ? Şiirimin hiç
bir zaman iktidara geçm esini istem iyorum istem em b en .
T U R G A Y Ö Z E N — sahici sözün, yaşamın kıyısından d o ­
laşanların, sözlük anlamlarıyla şiir yazanların yerine, a cı-'
nın ortasından, yüzeyinden değil derininden geçen şair­
lerde olması tüm ‘iktidarları korkutur m u. genç şair çoğu
şeyin ayrımına varmıştır artık, şiirin , babalan da üvey de
olsa oğullan kabul etmemişler m idir onlan, nesillerini sür­
dürebilm ek için; yine çözüm süz bir baba oğul ilişkisi işte,
tarihi sorgulamak gerekir belki yeniden burada, çünkü, ta­
rih biraz da. baba oğul savaşı değil inidir?
ECE AYH AN 'A cın ın tam göbeğinde diyorum ben
buna; geçen ve derinden geçiyorlar. (Başka bir düzlem de
•ide ‘ağtr sille’ demiştim. -"Ç en tik ’ler, ‘stigma’lar. içindedir
yüzüm , yüreğim v e göm leğim i” Evet, ateş, düştüğü yeri
yakar ve acı da paylaşılmaz.) .
'Ç ilen in , ‘çilelerin , A nadolu’daki, İstanbul’daki, Bod­
rum’daki, yeni İstanbul’daki (ne tarihsel ne güncel) kök­
leri kurcalanmadı gibi geliyor bana; .kurcalanmıyor.
İşte b u 'durak'ta. kendi adıma konuşuyorum yalnız*
Benliğim i, nefsimi- ‘haklar t v e ‘haklarımı ararken yalnız
bırakılmakla dövdüm biraz diyeceğim . D iyebilirim değil
m i? (V e h iç unutm uyorum ; 1981 yılında Ankara’da M eh­
met Taner bana“ bir kez ide şenitı haklan olşun" demişti.)
‘Baba-oğul ilişkisi herhalde çözüm süz şimdi. (“ H er
toplumsal bunalımda bir baba’ arayışı olur” diyordu Idris
Küçüköm er.) Am a çökertm ek için de üzerine gidilm elidir
bir kördüğümün ya da bir karabasanın. (Ben ‘dava’mm *di-
varia kalmasını istemiyorum istem em .)
Şunu da söyliyeyim . îster küçük harfli, ister büyük

45
harfli olsun, isterse italik; tarihi bir ‘baba-oğul savaşımına
indirgersek onu oluşturan öbür boyutları göremeyiz. İş,
hele hu süreçte ‘babanın yerine geçm ek değildir. (Ben,
‘düşüncem in de ‘yukarıya gelm esini istem iyorum istem em
hiç hir zam an.)
‘D urak'ı toplumsallığa aktarıyorum. N ahit S im Örik,
‘Abdülham it Düşerken’ romanında İttihatçıların dertleri­
nin gerçekte (artı-üründen daha fazla pay üleşmek uğru-?
na, evet) suların başında memurluklar yakalamanın, taş
konaklar edinm enin ancak ve ancak iktidar olmakla ve ol­
maktan geçebileceğini de bilm eden vurgulamıştır. Ben şim­
di merak ediyorum ; acaba Kemal Bekir bü romandan uyar­
ladığı 'Düşüş’ adlı oyununda belirli bir ‘kötülük’ün ar­
kasından gelen 'yeni kötülük'ü görmüş m üdür? Yoksa T a ­
lat Paşa’nm Türkiye’den Alınanlara kaçarken Cağaloğlün-
da konağında karısına söylediği “ İttihatçılar ağlamazlar!”
hüngürdem esini m i sergiliyor?
T U R G A Y Ö Z E N — bugünkü şiirin takım adaları var m ı.
yüzeyini kaybetm e tehlikesi söz konusu m u dip yazılan
uğruna bir şairin, vurgun yiyebilir m i h iç beklem ediği bir
anda, bunun için m i pek tarihle- ilgilenilm em iş geçmişte,
şair kaybolm ayı göze alabilir m i gerçek uğruna, yüzünün
parçalanması ojıu korkutur mu. yüzü var m ıdır şairin, su­
ya, aynaya, okuyucuya bir yansıması var mıdır, bugün genç
şairler arasında yüzünün parçalanmasını göze alanlar var
mı.
E C E A Y H A N — N e yapalım? ‘Arabesk. Şiir de olacak.
'Tarikat Şiiri’ de, ‘ötekiler’ d e ... Bence Türkçenin nabzı­
nın vurduğu ‘sıkı’ şiirlere bakılması yerinde olur: Ilhan
Berk, Cem al Süreya.. gibi. Benden söylem esidir derim .

46
G ençler arasında ‘gerçeklik’in, şiirin arkasında ‘par-
çalanma’yı, paralanm ayı göze alabilecekler çıkar herhal­
de. Sözgelim i, İsmet Ö zel ‘batınîlik’de ileri gidiyor...

Geçmişte; şimdi ‘b ilim e gitmiş bir İskender Savaşır


vardı; izzet ve ikballe çekilen bir Yasar; şiir adına inek sa­
tan Adnan ö z e r ...

Şimdilerde ise; 17 yaşmda bir Zahit Eren var; Sam i


Baydar; aynalara bakan Ertuğrul Başer; ruhsallığı. ağır ba­
san Reşit Imrahor; Yunus K oray...

T U R G A Y Ö Z E N — şiirin babalarında son yıllarda b ir


duraklama, devri söz konusu m u. şair tarihi şiirde mi bu­
lur, yoksa bulup şiiri onun üzerine m i kurar, düşüncede
ve şiirde gerçek tarihi topluma yaklaştıran çok az şair var.
türkiye'de genellikle şiirden ayn olarak düşünce neden
yol almaz, yaşama'yansımaz, genç şair bunu başarabilecek
mi.

E C E A Y H A N — T)üşünce’ tarihimiz ‘şiir tarihimize çok


şey borçlu olabilir. Am a şim diler ‘düşünce’de sözgelimi, bir.
Asaf Savaş Akat, bir Şerif M ardin, b ir Yalçın Küçük, b ir
Ertuğrul Ö zkök.. var. -Buna da sizden yazmasıdır deyin..

T U R G A Y Ö Z E N — cum huriyet’ teki bir yazıda, sizin ku­


şağın başlangıçta ve bir anlamda “çocuk ve allah” tan çıkmış,
olabileceğini yazmıştınız; biz aynı şeyi "yort savul” için,,
genç şairler adına söyleyebilir m iyiz, neden, genç şair ay­
kırılığını “yort savuP’da bulmuştur, devlet, tarih, acı o-
güne kadar hep ıskalandığı için m i. bugün genç şiiri ıska­
lamadan okuyorlar m ı şiirin babalan^ ya da birbirlerinin1
kitaplarını tam anlamıyla okumuşlar m ı.

47
E C E A Y H A N — 'Kaydırma (Bir sinema terimi; Türkiye’
■de ilk kez H aliç’te bir kayıkta uygulanm ış). Cum huriyet
günlerinin eski (ve yeni) şiirinde bile insanın insanların
■çektikleri es geçilmiştir geçiliyor, nedeni bilinir bir nedenle.
Ben şair bireye ‘öl ve ol’ demiyorum ama herhalde bu ka­
darı da olmaz! ‘D üşünceyi didik didik eden’ 1982’deki
M ansur da sonunda bir ‘insan,’ ‘İstanbullu bir insan de­
ğil m iydi? '

T U R G A Y Ö Z E N — şiirin yaşama şansı rastlantı sonucu


m u artık, kör bir toplumda içeri kıvrılmış bir beyinle in­
sanlar ne düşünebilir, yaşam yeniden kurulabilir m i, sanki
verim li bir toprak bulmuşçasına, yoksa uykuya m ı dönm e­
li, tüm anlamlan ve anlamaları bir yana bırakarak, karan­
lığa mı lavnlm alı ters dönerek, şair kuyu diplerinden kur­
tulabilecek m i.

E C E A Y H A N — G eçen 1984 kasımında, yazın eleştir­


m enlerinin ‘işlev i ya da ‘işlevlerdi konusunda ne ve ne­
ler düşündüğüm ü sormuşlardı bana. Beiıim bildiğim 'iş­
le v ' (olabiliyorsa) ancak 'insan toplam larıyla ilgili ve in-
-sansal bir kavramdır dem iştim ; özellikle de ‘ilerleyen şiir
taşlarım yerlerine oturtmakta ‘büyük’ yanlışlıklar işleyen
R a u f M utluay'ı, Asım B ezirciyi ve onlardan grado olarak
daha ‘yukarlarda bulunan benzerlerini amaçlayarak. Şim­
di burada da aynı karşıhğıml söyliyeceğim söylüyorum.
'Gerek genel tarihçilerin, gerekse yazın tarihçilerinin kimi
30-35 yıllık süreçlerde dahi akıllarına felsefese! kuşkunun
ufak bir gölgesi düşmez düşmüyor nedense; Ben bu 'ortak
suç' olgusunun da alfanı çizeceğim çiziyorum işte.

(‘Beyaz dergisi, M art 1985)

•48
İL H A N BERK İL E E C E A Y H A N
İK İN C İ Y E N İ A K IM IN I A N L A T IY O R

G Ü L İN T O K A T — II. Y eni’ye yönelik saldırıları, “ dil” ,


“ anlam” , “sözdizim i” kavramlarının II. Yeni içinde düşü­
nülen kimi şairlerce açık uçlu bırakılmasına, ayrıca süreç
içinde bu konuda tutarlı bir kuramsal söylem oluşturula-
mamasına da bağlanabileceği görüşündeyim. Bir kez daha
“ diT’in anlamsal ve kullanım sa! boyudanna değinir misi­
niz?
İL H A N BERK — Beri dilin ilkel halini, yalnız ta lin i se­
verim. Bozulmamış, yalnız dili severim. Bütün girişimler­
de bozulm adan çıkan, yine kendi olan, o ham kalan dili.
Kullanılm ış dil benim coğrafyam ın dışındadır, kendime
sokmam onu. Bu yüzden kıyıdaki yalnız dillerledir işiın.
(D ilim i öyle yoğururum , ö y le ‘ kurarım. Kurulmuş dilden

N 49
şiire bir yarar sağlanamaz.) Ülküsel, siyasal, söylevsel dil­
ler, şiir dışı dillerdir.
N e denli iyi kullanılırsa kullandsm , hem en düzyazı­
nın alanın: kayarlar. Bu da bizim şiirimizde bol bol var­
dır. Ben ona kapalıyım (Bugün bu şiit, yani söze dayalı
şiir, ‘arabesk’ kollarda atıyor)..
Şiir dili kızoğlan kız bir dildir, şiirin kokusu yalnız
onda vardır; -Şair aldığı bu ham, yalnız dili, bunca yalınlı­
ğına karşın çoğullaştırır. Bu çoğulluk yalnız, ama yalnız
onun kullandığı. Dahası, şair bulduğu bu dili, her şiir için,
o şiirin gereği kişileştirir, ona özgü kılar. Y ine İkinci Yeni
sorununa gelirsek, bu şiir ayraçlarla yürümüştür. Ayraç­
ların şiirde kullanılışı ise yenidir. Yenidir çünkü dünya
sınanmaya tutulmuştur: Ayraca alınmıştır. H er şey yeni­
den adlandınlıyordür.
E C E A Y H A N — Buradaki paranteze ben ’epokhe diyo­
rum. Husserl’in ‘epokhe’sil Yani aile, soy, sop, mahalle
arkadaşları, okullar, sevdalar ‘parantez’e almıyor. Bü pa-
. rantez aradan çıkarılırsa kalan şey M utlak B en d ir. Kendi
yüzünü dtşlaşürip, kendi karşına koymak gibi.
G Ü L İN T O K A T — Erdoşt’un ‘Bir şey anlatmayan şiir’ ya
da ‘şiiri şiir yapan yalnızca söylenişidir’ benzer! yargıla­
rından başlayarak, bugüne dek hem ‘toplum cu,’ hem de
‘gerçekçi’ olan eleştirmen ve şairlerimizçe ne anlattığı an­
laşılamayan bü şiirde ‘öykünün yeri nedir"?
İL H A N BERK — İkinci Yeni öyküyü silmiştir. İlle bir öy­
küden söz etmek gerekiyorsa, gizli bir öyküyü diplerde du-
- yurur, birakır. Zaten İkinci Y eni’nin bence en büyük özel­
liği, göstermekten, anlatmaktan öte ‘duyurma’ olmasıdır. Bi­
rinci Y eni, Biliyorsunuz,- söze dayanan bir şiirdi, öyküyü
de başa alıp yürüyordu. İkinci Y en in in karşılığı buradan
geliyor. İkinci Yeni anlatmaz, duyurur.
E C E A Y H A N — Anlaşılması biraz zor da olsa, ‘şiirin bir
perspektifi’ denm esi yerinde olur bence. Bizden önceki bü­
tün Cum huriyet Ş iirin de bir betim lem e vardır. Betimleme
ise şiirin bir dolu boyutundan yalnızca biri. Yansı Birinci
Yeni, öteki yansı İkinci Y eni olan şairler gittikleri her yere
bir fotoğraf makinesi götürürlerdi. E, gümüş bromür! ışığı
görünce alır..
İL H A N BERK — Düşünüyorum da İkinci Yeni falan di­
yoruz ya, İkinci Y en in in asıl papazı sensin.
E C E A Y H A N — Manastırdaki aynk otlannı yolan yoksul
bir kişiye sorarlar: «D ünyaya b ir daha gelsen n e olmak is­
terdin?» Karşılık; «Y ine aynk odan yolm ak!»
İL H A N .B E R K — Ben sana İkinci Y en in in papazı diyor­
sam şiir serüvenini, başladığın gibi sürdürdüğün için di­
yorum. Buna elbet C em al Süreya’yı da katmak gerek. O
da az çok değişm eden sürdürmüştür başladığı şiiri. A ynca
Sezai Karakoç, n e denli değişirse değişsin, K örfezin kalın­
tılarını taşıyor hâlâ, Bana gelince, ben de U yar ve Canse-
ver gibi (çünkü Arz-ı H al’i var Uyar’ın, Cansever’in D irlik
D üzenlik’i, benim de G ünaydın Yeryüzü), ikinci Yeni an­
layışı içinde başlamadım.şiire. Benim İkinci Yeni şiirim St.
Aritoine’m G üverdnleri’dir. 1953’de yazıldı, Yenilik der-,
gisinde çıktı. Bu şiirle, •söze dayalı Şiiri (Günaydın Yer­
yüzü Türkiye Şarkısı, Köroğlu ki 1954’de noktalanır bun­
lar) sürdürürken, gerimdeki köprüleri birden; yıkıp, yeni
bir dille ilişki kurmuş oldum . Bu şiire bir gün İkinci Yeni
. denileceğini ise elbette bilm iyordum . Yazılagelen şüre bir
karşı çıkıştı benim kisi.

51
G Ü L İN T O K A T — Yeni bir dil gereğinin kapılarını açan
neydi size? îçerde ve dışardaki etki alanlarından söz eder
inisiniz?
İL H A N BER K — Benim için şiirin yapısında böyle bir
cephe değiştirmenin gerekçesi, I. Y en in in artık işlevini bi­
tirdiği,. N âzım ’la gelen şiirin de (Ki ikisi de söze dayalı şiir­
dir) öm rünü tamamladığı düşüncesidir* diyebilirim . Ortada
II. Y eni akımıyla ilgili hiçbir belirti yoktur henüz. Boğazı­
ma kadar söze dayanan şiirle gidip geldiğim bu evrede,
Saint A ntoine’nin G üvercinleri benim kurtuluşum oldu.
Y edi bölüm lük uzun bir şiirdir. H em en arkasından yine
uzun bir şiir olan Sait Faik’i yayınladım. Pâblo Picasso,
İvi Stanali, Arma Virum que C ano da onlan izledi. Bütün
bu şiirler sonradan' G alile D eniz’inde toplandı. G alile D e­
n izin in dış kökenlerinde Mallarm£, Rim baud, Artaud,
cum m ings vardın İç etkiler için, Ahm et Haşim ’in ve D i­
van şiirinin de sözünü, etm eliyim . Ben bu kaynakçaya ‘dû-
yuran şiirin kaynakçası’ diyorum. 195 3’de benim önüm de
II. Y eni’nin bir örneği yoktu.. Benim örneğim Saint A n-
toine’nin G üvercinleri oldu. Benim tohumum o. 1955’ler-
de, 1956’larda Cem al Süreya, Uyar, Cansever, Karakoç
da kendi örneklerini koydu. Kısaca herkes kendi örneğini
(habersiz) koydu.
G Ü L İN T O K A T : — Sözünü ettiğiniz şairlerin, sözünü
ettiğiniz şiirlerinden başlayarak bugüne dek olan şiir se­
rüvenlerinde II. Yeninin ilkeleri açısından tutarlı bir sü­
rekliliğin görülm üyör olmasını neye bağlıyorsunuz?
İL H A N BERK — Başlangıcı düşünürsek, biz hep değiştik,
T urgut da, Edip de. Oysa E ce II. Yeni’nin asıl ilkelerini
hep koruya körûya bugüne geldi; Sanıyorum 1956'da Pa­

52
zar Postasında “Bir Elişi Tanrısına A ğıt” şiirini görmüştüm.
Erdost’a sordum, gönderenin kim olduğunu bilmiyordu.
Şimdi, bu şiirle başlayan serüven "E n Eski A dıyladır’da da
Sürüyor derim ben. Toptan tutarlılık ise ancak başlardaydı.
H em biz ayrı ayrı şairleriz.
E C E A Y H A N — '“Verilm iş 01an” dan kuşkuya düşmediler
gibi geliyor bana pek. Oysa derin ve büyük bir çatlak, bi­
zim bu 46 m ilyonluk "topluluk” ta, Anadolu’yu baştan ba­
şa geçiyor. Yerbilim ci, jeolog arkadaşlara sorarsanız, “hayır
yanikyorsun, böyle uzun bir fay yok” derler, hem de doğru­
dan doğruya kendilerinin oluşturduğu "toplum sal çatlak”
üzerinde otururken. Uzatmayayım, yani sözgelim i Kumka-
p ı folkloruyla filan açıklanacak gibi değil şiirdeki sarsıntı.
İL H A N BERK — Ben artık körküyorum yazmaktan.
E C E A Y H A N — Eğer İlhan korkuyorsa uçurtma yüzün­
den. Uçurtma kocamandır, kuyruğu var. H içbir şiir bütün
bir uçurtma olamaz. Kuyruklar, eklentiler gerek. İlhanın
korkusu bu .olabilir. Bu yalnızca “şiir toplum u”nda böyle,
taşı önce şiir toplumuna atmak, ilk boğuşmanı onlarla yap­
mak zorundasın. ■
İL H A N B E R K — Türkiye “ şiir toplum u” öyle m ı? G ül­
dürme.
E C E A Y H A N — Biraz genişledi ama.
İL H A N BERK — A sıl felaket o dediğin şiir toplümündari
geliyor! Taşın yerini iyi seçmek gerek!
E C E -A Y H A N — H apı sevmeden de yutturursun. Ama se­
verek yutturmak başka. Aşk bir tuzak. Sen ölünce âdını
kim i okullara koyacaklar.
İL H A N BERK — Bana sokaklar yeter.
E C E A Y H A N — M ahalle de olabilir. Paşatarlası'yok o
zaman tabii.

53
İL H A N BERK — . . . çıkmaz sokaklar.
E C E A Y H A N — Çıkm az sokaklar bana layık, kör sokaklar
hatta.
İL H A N BER K — Yazma korkusuna gelince, yaptığının ar­
tık en güzelini bulduğunu düşünen bir sandık ustasının,
İkincisini yapmaktan duyduğu korku bu benim korkum.
Bu korkunun bir başka kolunu da şöyle açıklayabilirim.
Ben çok uzun süre E ce gibi yalnız yaşadım.
E G E A Y H A N — G eceleri hariç.
İL H A N BERK — “ Kendi K endinin Sürgünü” diye M il­
liyet Sanat’ta bir yazımda bunu belirtmiştim de, beş altı
yıl önce çıktı. Şimdi bu yalnızlığım ın dağıldığını gördükçe
—benim için bir çoğalma var galiba— .bu_ yazıyı yaratan
yalnızhğa özlem duyduğum u söylem eliyim . Bir arkadaşı­
nım , kitaplarımın yayınlanmaya, belki de okunmaya baş­
lanması karşısında, o yazıyı bana hatırlatması, sık sık ak-
bm a gelir. Korkunun bir kolu da buradan geliyor. O kun-
’ maya başlamada .yalnızbğın dağılma tehlikesi vardır. Şair
yalnızdır. Bir kıyı adambğıdır- şaire giden. Asıl ‘iktidar’
odur. Korkunun üçüncü boyutu da, yeni yeni şiir yazma­
ya başlıyormüşum gibi bir duyguya kapılmadır. H er yeni
şiirde benim elim ayağım dolaşır hem . Şim dilerdeyse ben •
daha da ağır basıyor. A cem ilik gibi ustalık- da elim i ko­
lum u bağlıyor. Korkuyu böyle dört koldan yaşıyorum. Böy­
le gidip geliyorum bu dünyada.
G Ü L İN T O K A T — İlhan Berk’in papazlık dediği, değiş-,,
m eyen keşişçe tavrın nedeni nedir?
EGE A Y H A N — Bir kere şöyle bir zorluk var. 1931 do­
ğum luyum , ancak 1956'da yayınlayabildim . Ortaokuldan
beri yazıyorum ama, kuralları bilm iyordum . 1956'ya dek

54
pulu yapıştırıp gönderiyordum . Oktay Akbal Vatan Gazete-
si’nin sanat danışmanlığını yaptığı yıllan anlatan, —eski
•günleri hatırlıyorum— bir yazısında “ Ece’den 90-100 dize-
lik şiirlerin olduğu, kaim zarflı mektuplar gelirdi. Okuyu­
cuyu, şaşırtmamak için yayınlansın diye veremezdim” diye
yazdı. Erdal O z de Türk D ili dergisinde yayınlanmayan
30 şu kadar şiirimi bulm uş.
Kısaca 1956 sonlarına kadar ortalıkta yokum , hey an­
lamda yokum. İlk kez Pazar Postası dergisinde 1956 T em -
-nmz’undan sonra her 15 günde bir yayınlandı bir şiir, ilk i
“ Ibranicgden Çizm ek” olabilir. İlhan Erdost'a sormuş;
"“Kim b u :1” M uzaffer de “İstanbul'dan biri; gönderiyor”
«demiş. 1956’da birdenbire devreye girişim öncekilerin ya­
yınlanmamış olması yüzünden. Roland Barthes “ Garip
•olay” der. “ Fransa’daki yazarlar karşı oldukları yapının di­
lin i kullanıyorlar.” Bana duyulan olum suz tepkinin bir’ n e­
deni de bu herhalde.
<3Ü LİN T O K A T — Yıllar önce M illiyet Sanat dergisi­
n in "şiirim izde gençler” konulu sayısında izzet Yasar I I ..
Y en i içindeki yerinizi “gerçek bir epistem olojik kopuş kim­
liğ iy le konumlamıştı. Konuşma boyunca Ilhan Berk de
neredeyse II. Yeni dem enin E ce Ayhan demek olduğunu
savundu. H er iki görüşte ortak olduğu sezilen aykırılığı­
n ızı nasıl düşünebiliriz?
ECE A Y H A N — Bir kere ben marjinal bir adamım. Ilhan
da bir yazısında “lanetli şair” diyor. Bence marjinallik
•önemli. Ben edebiyat tarihi diye birşey bilm iyorum aslında.
Uydurmadır. Okuldayken Reşat N uri G üntekin'in “M is-
Tcinler Tekkesi” romanına değin yalnızca genlerin meslek­
leri de taşıdığını öğrenmiştik. Cevdet Kudret’in H ikâye Ve

. 55
Roman A n tolojisin de “M iskinler Tekkesi,” bölüm ünü oku­
duğumda, romandan alman “Temaşalık” parçası şaşırttı
beni. Böyle bir yetkinliğe çok az rastladım bir düzyazıda.
Rom anı okudum. Güntekin’in en güzel romanı. Am a gün­
dem de yok. Bunun gibi bir sürü örnek var edebiyat tarihin­
de. Beni edebiyat tarihlerine almamaları yerinde. T op lu
çekilmiş fotoğrafları sevmiyorum» düşüncem in iktidarda ol­
masını istemem.
G Ü L İN T O K A T — Şiirin, düşüncenin dinamik sürekli­
liğini her zaman ve bütünüyle yakalayabileceğinden kuş­
kuluyum . Bir şüri bitirip yazdana bakınca pişm anlık duy­
duğunuz oldu m u?
E C E A Y H A N — Bir kez “ U t” şiirinde. “Tanzim at ferma­
nında unutulm uş hacivat” dizesinde, unutulanın Karagöz
olması gerektiğini düşünmüştüm, sonradan. Yine de Ha­
civat ve Karagöz ayrımının bir ağız dalaşı olmaktan öte
fazla bir önem i yok.
İL H Â N BERK — Benim sonradan “keşke şöyle olsaydı”
diye bir düşüncem olmadı. Şiiri yırta yırta, yırtlaklarıma d a :
bağlı kala kala —yani şiirin kendi egem enliğine— gittiği ye­
ri izledim ben. Şiir kendi serüvenini —bu elbette önceden
tasarlanmış bir serüven değil— kendinin yarata yarata sür­
dürdüğü bir serüvendir bu. K endi düğüm ünü kendi atar-
Şiirin hayatına ‘m üdahale edilm ez.
T Ü L İN T O K A T — Şiirin kendi egem enliği?
İL H A N BERK — Bir şiir kendi serüvenleriyle, kendi ya­
şamlarıyla gelip vurur. Rene Char “bir m udu vakittir şiirin
gelm e vakti” der. İşte hu vakit geldiği zaman o kendi ba­
şına ilerler, ben orrun kendine özgü bu serüvenini kabul­
lenirim . Ona bağlanırım.

56
G Ü L İN T O K A T — “Esin” e inanıyor musunuz, yani?
İL H A N BERK — Ö yle m utlu bir vakte inanıyorum. Am a
b iı her zaman böyle değildir. Ben şairliği bir uğraş olarak
da düşünen bir adamım. D enizin durgun vaktini bir süre
seyredip onu bulandırma yolları aram ak... Uğraş işte bura­
da başlar.
G Ü L İN T O K A T — Yanılmıyorsam "Şiirin G izli T ari-
hi”nde sabahların şiire uygun olm adığını yazmıştınız. Y ine
de sabahlan çalışmanızı nasıl açıklıyorsunuz?
İL H A N BERK — Sabahın uygunsuzluğu usun canlılığı-
yüzüiidendir. Sabahlan sevmemem önce buradan geliyor.
Ama usu yıkma işi sabahın içinde olm az demiyorum. H em
ben genel olarak bir şiire sabah başlamam. Başlanmış bir
şiiri sürdürürüm.
G Ü L İN T O K A T — U sun canlı olduğu saatleri şiire düş­
man görm e eğilim ini taşıyorsunuz. Bütünüyle rasyonel v e
epistem olojik bir temele oturduğunu düşündüğüm E ce Ay­
han şiirine bağlılığınız nereden geliyor öyleyse?
İL H A N BERK — Ece Ayhan kapalı bir şairdir ama, bu
anahtarsız olduğunu göstermez. Z or dediğiniz bu anahtar
olsa gerek. Bazı şairler anahtarı okurun eline hem en ver-,
m ek ister. E ce bu konuda kıskançtır. O nun yoğurt yiyişi...
Kısaca bir yöntem sorunu.
G Ü L İN T O K A T : B u tutumda okurunu kendi seçme is­
teği, başka bir deyişle şiirini güvendiği ellere 'bırakmak
isteği var gibi—
İL H A N BERK — Ö yle olduğu açık. Ama galiba sadece
yazmak önem li, okur çünkü hep arkadan gelir. Eleştirmen
de. İkisi de beni ilgilendirm ez. Kimseye beni eleştirmek
hakkını vennem ben. Yazmak, bir o önem lidir.

57
E C E A Y H A N — Okur önden de, yandan da, arkadan da
gelm iyor bence. Okur yok. Okur silinmişti II. Yeni dö­
nem inde, şimdi bilm iyorum . Okurun şiir algılama değer
yargılarına karşıyım, bu konuda akıl yürütm elerine de.
O kur akbabaydı, akbabadır hâlâ. Yine de bir şiir yazarken
h ep om uzum un üzerinden bakan birilerini duymuşumdur.
B ir şiirimde (M ısrâyim ) ona “ sinıruğ” dedim .
İL H A N BERK — M arquez gazetecilik yaptığı sıralarda

“Yaprak Fırtması’ na' da başlamıştır. Bir otel odasında bu
ilk romanına çalışır.
H enüz bir yazar olarak yoktur M arquez. Bir haftalık
otel borcunu da ödeyememiştir. O telden atılmamak için
‘Yaprak Fırtması'nın müsvettelerinin rehin bırakılması öne- „
risini kabullenen otel katibi* M arquez ünlenince de ‘Yüz
Y ıllık Yalnızlık'i imzaya getirir. Böyle bir saygın toplum­
dan yoksunuz biz. Bbşlukta yazıyoruz. :
E C E A Y H A N — Yani ‘teşrih' masasında dikiş makinesi
v e şemsiye! (Lautreamont). U ç ayn mekânda gereken üç
ayrı eşya!
İL H A N BERK — "N erd e'ölm ek istersin?" diye bir soru­
y u ilk kez ikin ci Yeni sordu örneğin.
E G E A Y H A N — İkinci Yeni Akım ı daha birçok başka so­
ruyu da akla getirdi. Bence epey soru işareti vardır; birçok
»dizenin de sonunda. Kafamızdaki, gönlüm üzdeki şiirlere
-geçmiştir.
İL H A N B E R K — Erotizm sorusunu da sormuştur.'.
E C E A Y H A N — Bir İlhan, bir de Cem al’de erotizm çok
ağırlık taşıyor. Uslanmaz iki çocuk bunlar. Daha doğrusu
iki yeniyetm e.
İL H A N BERK — Yine İkinci Y eni’den sonra kadınlar saç-

58
larm ı çözdüler’.. Am a, hâlâ vücutlarına bakmaya korku­
yorlar. Vücutlarını hâlâ cehennem olarak düşünüyorlar.
EG E A Y H A N — İkinci Y eni Akım ı herşeye kuşkuyla ba­
kar, bakıyor.
İL H A N BERK — İlk .‘sivil’ şiiri de İkinci Yeni yazmıştı.
Sonra çocuklar yine ilk kez İkinci Y eni’de gülmüştür. Yurt­
taşlık dersini de ilk o zaman astılar.
G Ü L İN T O K A T — A z önceki soruna dönerek; “İkinci
,Yeni anlamı umursamadı” biçim indeki yargılara bir ölçü­
de neden olduğunu düşündüğüm İkinci Yeni içindeki ki­
m i şairlerin ‘anlam’ karşısındaki farklı tutumunu değerlen­
direrek, anlam değiştirim inin, sözdizim i değiştirilmesiyle il­
gisine değinir m isiniz?
İL H A N BERK — Benim deformasyondan anladığım ,şim­
diye dek yazılan. şiirde dili başa alıp bütün boyudarında
gitmektir. D ilin bütün boyudannı dünyayla, insanlarla,
eşyalarla yıkamaktır. D ilin b ir çılgınlığım yaşamak! Aslın­
da E ce şiirinde dilin tepetaklaklığı deform asyonu öne al­
mak değildir. Anlam la ilişkisi, sonucu çarpıktır o. Bana hü­
cum edilirken dili bozduğum hep söylenmiştir. D oğrudur
da.
Beri yıktığım bir yılanlıdan çıkıp gelm ek istedim. H em
b en -II. Yerii’yi yazılagelen dili banma olarak anlıyorum.
Anlam deform asyonu “ Perçem li Sokak” ta da. vardır. Ama­
l i : Y eni yi işaretlemezse, bu yüzden işaredemez,
E C E A Y H A N —.“T elgraf tellerinde gemi leşleri". Burada
anlam değiştirimi bile yok. ik i dem ir tüccan telefonla ko­
nuşmuş olsaydı iyiydi.
İL H A N B E R K .’— Bence dil bozulm uyor burada. Bozulan
görüntü, biraz da anlam. Ben burada yalnız büyüdüm . A n­

59
lam anlayışımı bir belirginliğe getirdiğimi söyleyemem bâlâ.
Eşyayı adıyla çağırmayı yeni yeni öğreniyorum ..
E C E A Y H A N — İlhan konuşurken aklımda hep bir dize
vardı: “ Rastıkları kaşlı h iç” . Sözdizim i değişm edikçe anlam
değiştirim inin de olmayacağına bir örnek.
G Ü L İN T O K A T — Benzer bir sözdizim i O ktay Rifat’ta
da var. “baktım elim de denize nar şerbeti”
E C E A Y H A N — 1957 O cak’mda Pazar Postasının ilk
•İkinci Y eni Akım ı soruşturmasında “patlatmak için bayram­
larda çocuklara alınan balonlara'benzettiğim “ Perçem li So­
kak” (1956)’dan bu yana ilgim i çekmeyen bir şair , idi o.
Ri£at. Ama 1970’li yıllarda yazdıklarıyla padişahların
içine girdi ve kendini söyledi. “M ısır D önüşü” , “ Fatih
ve Elma” , “ 1503 Deprem i” , “ Fâtih ve Zam an” ... gibi
(“ Hürrem Sultana Gazel” bir yana) hepsini sevdim. Fa­
tih ve Zam an’da “ ararım delice” der. Sözünü ettiğiniz yeni
sözdizim ine de b u yıllarda el attı, anlam değiştirim ine de...
G Ü L ÎN T O K A T — Bir ara “ anlam şairin kam ında kala­
bilir, sorum luluk şairindir” demiştiniz. Anlam ın nerede
kaldığını nasıl saptıyorsunuz?
E C E A Y H A N — Bir şiir yazarken önce o şiirin düşüncesi
olur. K ım ıldadığını duyunca bitmiştir şiir. N okta koyarsın.
Bazen noktadan sonra bir tedirginlik kalır, anlam karında
kalmıştır. Oysa ‘şiirin kam ında’ kalmalı. Şiirin böğrüne
geçm eyen anlamın Sorumluluğu şairde! Sözgelim i bu yazı­
da bile böyle bir tehlike var. Yom m a açık ye değinilip ge­
çilen. konular yüzünden kendim izi olabildiğine bütünüyle
ortaya: koyabilecek okuyucuya ulaşabilecek m iyiz acaba?
G Ü L İN T O K A T — Anlam dan söz etmişken II. Yeni­
nin "anlam ” karşısındaki tutum unu irdeleyebilir m iyiz?”

60
İL H A N BERK — Varlığı tedirgin eder beni. Varsa üstünü
hep çizerek bakarım ona. Silmek için de uğraşırım. Varlığı­
n ı iyice aldara attığım zaman rahat ederim. Yolunu kaybet­
miş bir çocuktur anlam benim için. Y olunu bulmasını ise
istemek aklımdan geçm ez. Am a durmadan arasın isterim,
önüne gelen sokaklara girsin çıksın isterim. Birden yolunu
buluverirse de: “ yok burası değil” dem eli. Anlam çıkarsa
rastlantısal çıkm alı, başım göstermeli som a alttaki yerine
çekilm eli. En eski m ezarlığından çok sıkıldıkça çıkm alı.
Bilincin uyuduğu, felç olduğu, onm az , hâle düştüğü za­
man göstermeli yüzünü. K endi adıma böyle diyorum. T o p ­
tan yanıtlar bana göre değil.
G Ü L İN T O K A T — Şiirden başlayarak diğer sanatlarda
da II. Y eni’ııin etki alanlarına değinebilir m iyiz?
E C E A Y H A N — II. Y eni bir kadın, kapıdan baktı gitti bir
kıpı (an), otuz yıldır bir'türlü karar verem ediler; güzel pliy­
d i, çok m u güzeldi,, dünya güzeli m iydi? II. Yeni akımı
düz yazıyı da etkiledi. (Orhan D uru), ama tersi de oldu za­
man zaman (Vüs’at O . Bener). İkisi de burada kalmayıp
yukarı çıktılar. Vüs’at O . Beher bence önem li yazar.
IL H A N BERK — Ben II. Y en in in etki alanını M ehm et
H . D oğan ye Turgay G önenç’in antolojisini karıştırdığımda
görüyorum ki; Oktay Rifat, M .G . A nday ve N ecatigil de
h u antolojiye alınmışlar.
EG E A Y H A N — Başka temel sorunlarda da yanıhyor ve
yanıltıyor.
IL H A N BERK — Oktay Rifat’m “Perçem li Sokak’ım ben
çok. ayrı düşünürüm. Daha çök gerçeküstücü bir anlayışın
kitabidir o. '

6!
E C E A Y H A N — Evet II. Yeni’de işi yok!

İL H A N BERK — II. Yeni ile bir akrabalığı varsa, olsa


olsa çok uzaktandır. Anlam konusundadır derim. Bir baş­
ka boyut yakınlığında.

E C E A Y H A N — Belki ilerde evlilik yoluyla olabilir.

İL H A N BERK — A ntolojiye Anday’ın Odysseus’undan ör­


nekler alınmış. Bu kitaptaki dil gerçekten II. Y eni’yi yakın­
dan izleyen bir dildir. N ecatigil’e gelince, “ Arada” ,' “ Yaz
D önem i” kitaplarında II. Y eni etkisi açıktır. Şunu da söy­
lem ek gerekiyor, bir akım çıkınca yaşayan ozanlar dışında
kalamazlar. N itekim I. Yeni sırasında Taracna ona sokulma
gereği duydu, Draiıas yalnızlığı seçti ve öyle kaldı.

0G österi'’, Şubat 1985)


"B E N K O L S U Z B İR H A T T A T IM , A M A Y İN E D E
Ç İZM E Y E Ç A L IŞ IR IM ”

E N V E R E R C A N — Şiirinizin odak noktasını 'tarih' oluş­


turuyor. Am a şiirinizi kurarken öyle “ayağa kalkınca gö­
rülebilecek” tarih değil de tarihin az bilinen ayrıntılarını
yeğliyorsunuz. Söze bunun nedeni Ve genel olarak ‘tarih'le
olan ilişkiyle başlayalım.

63
E C E A Y H A N — İşe, ‘tarihle (yani "bugünle) ve tarih­
ten (yani "bugünden) başlamak iyi. Haziran 1985.
Bir şey söyleyeyim size; ben her 'dön em eçle, önce,
bir başına bırakılırım. Şimdi özel yaşamı burada dışarı ko­
yalım , dışarda. 1954’den b u yanâki ‘düşünce’ ve şiir’ se­
rüveni de böyle gitti, gidiyor, gidecek. Yaklaşık 31-82 ‘in­
san yıla’! (İçinde yaşadığımız bu "örgütlenmiş sorumsuz­
luktu alabildiğine yadırgarım, yadırgayacağım. “ Benim da­
vam dîvana kalsın” dem iyorum ; ‘dünya iyi ki vaktim i alı­
yorf diyorum , alsın!)
N e diyorduk?.. Evet, 50 m ilyonluk bu coğrafyada ha­
zır avrat ve hazır, at bulup ‘yen i oturuvarçm lar, ne hikmet­
se, ‘vurucu ve gerçek tarih’ ne söz! ‘tarihle de pek ilgilen­
mezler.
(Şim di ‘genetik’ de eklendi buna. Aslıhan T olu n ’un
[laik] anlayışı ile Hüseyin H atem i’nin [‘çoğunluktan’ an­
lamında] 'izanı kesinlikle gerçek bîr "yürüyen çelişki’ de­
ğildir, adetâ danışıklılık! İkisi de "yukarda"dıx çünkü. —Ama
çeviri d e olsa yaklaşımları sağlıklı olan Aslıhan T olu n ’u
ilerde dikkatle izlem em iz gerekiyor.1Başka bir bağlamda
‘anayasa genetiki" üzerinde duran L ütfi D uran’ı da. Buna
Idris. Küçüköm er’i de, Asaf Savaş A kat’ı da, Türker A l-
kan’ı da, Yalçın Küçük’ü de, Şerif M ardini de, Emin D e­
ğ e ri de, A ziz N esiu’i- de, A li Sirmen’i ide., katabiliriz.
‘Yeni oturuvaran’lann da mal- ve meta üretim i dışında, iş­
leri güçleri hurafelerledir. (Galatasaray’ı bitirenler, [Yalçın
Küçük’ün deyişiyle] birdenbire, İnan Kıraç’m başkanlı­
ğında ve G ül Baba maşalıyla okullarının kuruluşunun 500.
yılını törenlerle kutlayıverdiler! Bir uzak geçmişte de Fuat
Köprülü Osm anlı devletinin bir imparatorluğa dönüşmesi­

64.
n i —bir anlamda— ‘uhrevî’ nedenlere bağlıyordu! H üseyin
Hatem i gibi, M elih Cevdet de İsviçreli Eric von D ânikerii
bilim adamıymış gibi gösterebiliyordu! T ürk aydınlarının
(ben ancak ‘okumuşlar diyebiliyorum ) herhangi bir biçim ­
d e ütopyası olmuş ya da varmış gibi M ina Urgan da bir
ütopya kitabı derleyebiliyordu... Bitmedi, bitmez de.)
Velhasıl, adı geçen bu ‘yen i laikler’ insanın öldüğü
zaman çürüyüp dağılacağı (çoktan geçilmesi gereken) ol­
gusunun duraklar m da durulmasını hem kendileri,
hem başkaları için yeterli bulurlar, bulacaklardır da!
Onlara göre; ‘topluhık’um uzun algı ortalamasının (ve ken­
d i algı ortalam alarının' da) bu aşamâsmda, değil 'sıkı
tarih, ‘sıkı şiir’ bile olmasın! Çarpım cetvelinin nesi var?
Şiirde ve düşüncede logaritma olmasın! Y eni (tehlikeli)
■veriler aranmasın! V e en önem lisi; şiirde ve düşüncede ke­
sinlikle sıçranmasın! (M em et Fuat).
G eçenlerde D oğan ö zle m ’in ‘Tarih Felsefesi’ derleme­
sini okumuştum; doğallıkla ‘Türkiye bölüm ü' orada yoktu.
‘Tarih’e biraz yaklaştığı söylenegelen Yahya Kemal'in.
b ü ilginç konum u üzre benim öteden beri kuşkularım
vardı. G eldik 1959’a. Ü ç adlı bir hoca eski Park O tel söy­
leşilerinde bulunm uş ve ‘D evlet Şairinin ağzından duy­
duklarını yazmıştı (canım yazı! canım Gütenberg Galak­
sisi!) Kitaptan Yahya Kemal’in Osmanlı tarihinin gerçek
bam telleriyle ilgilenm ediği ve tarih yerine fanteziler kur­
duğu, tarihsel fıkralar anlattığı ortaya çıkıyordu Herhan­
gi bir geleceğe açılan (tehlikeli ya da tehlikesiz) ‘görü n ge,
‘işletilen yürürlük’, özel bir perspektif yok. (O nun ken­
disi de, şiiri de ‘laik’tir evet.)
‘Ç ok Esiri Âdıyladır da, V II. ‘m eclislik’ olan ‘D eniz

65
Kıyısında Bir Otağ bir gün okunursa oradaki ‘sepici Ke­
m al’in Yahya Kemal olduğu bulunabilir. (X X .deki ‘Y elek-
li T evfik ’in de T evfik Fikret oluşu gibi. İşbu ‘m eclislik’
T ürkiye’de bir ütopya kavramının bile olm adığı, olama­
yacağı üzerine kurulmuştur.) A vnî, elbette 1481'de kok­
m adı, kokamazdı da! (Ç ünkü 'yukardakiler', ‘iktidardaki­
ler’, yani padişahlar’ kokmazlar özellikle! tarihte h iç kok­
mazlar! Hakareti de ederse ancak onlar başkalarına edebi­
lirlermiş!) D ericilik, sepicilik o karasaban im paratorluğu­
nun belli başlı uzhıklanndandır! O ‘boğanın (Fatih Sul­
tan M ehm ed, Bellini’nin bir resminde, yandan ve çok ka­
lın boyunlu göründüğü için öyle dedim ) bağırsakları çı­
karılmış ve içi tuzlanmış. (1970. Ankara. T ürk Tarih Ku­
rum u kongresinde okunmuş bir ‘bildiri’ .) Yani bir tür ‘ tah­
nit’, ‘mumyalama’ .
Bir şair, şairse, ‘tarih’in işleyen (ve işletilen) M ekik’in i
de bilm esi gerekir sanırım. Bereket, Yahya Kemal fante­
zilerini pek şiire taşımamış. (B ugün;de kimi ameliyatlarda
iplik olarak kullanılmak üzere dışarıya. [yen i padişahların
da] ince bağırsakları(nı) göndeririz/ (H erhalde biliyorsu­
nuz, şimdi mutfak eşyalarına da, manifaktüre de ‘ağır sa­
nayi ürünleri’ deniyor! diyorlar!)
Bir şiirin, ^hele ‘stkt şiirin ('su geçirm ez' anlânu da
varmış' ‘herm£tique’in; M ehm et Günsür söyledi) tarihten
çıkmasını önerm iyorum , hayır, bütün bütüne hayır! Ama
diyorum ki, tarihi bilin de, şiiri kurarken bilm ezlikten ge­
lin; ‘te'cahül-i ârifâne’ , (Şiirde herhangi bir noktalı vir­
gül bile küçümsenmemeli, hele yerini bulmuşsa!)
. Ben okullarda okurken de (Karagümrük’ te 19. İlkokul­
da [H ırka-i Şerif] okumuştum.) M üfredat program ında

66
'büyütülm üş’ ('blow u p ) adamlan ve takvimleri bellem ek
durumunda değildim . ‘D üz-taıiL’ te, her bir şey, tah­
tada, sırasıyla ve sırayla, h iç kurgu yapmadan ve k ro n o
lojik olarak anlatılacaktır! hocalar böyle isterlerdi. Şim di
herhalde tahtaya falan kalkmış değilim ve sözgelimi şu
soruyu ben size soruyorum:
Osmanlı aşireti, (özellikle) küçük baş hayvanlarını
• (debbağlığm , sepiciliğin çok eski olduğu anlaşılıyor, anla­
şılır) D om aniç yaylasına çıkardıkları günlerden, bir im­
paratorluğa nasıl varabilmişlerdir?
' İzin verirseniz sorunun karşılığını da ben vermek is­
terim:
'D üşünce’ ve ‘şiir’ .. gibi ihsana ve insan, toplumlanna
ilişkin her şey çoktan tasını tarağını, dengini toplayıp Ba­
tıya kaymıştı, (Akdeniz bırakılmış ve 'inşan-insan- Okya--
nuslara açıhyordür) D oğu n u n dâ (ve 'büyük kaçgun’un
da Anadolu’da izleri silinmemiştir daha: Selçuklular ve
: M oğollar ya da M oğollar ve Selçuklular!) kendini korama
ve savunma içgüdüsüyle bir ''toparlanma imparatorluğu
■ ya da bir 'imparatorlukta toparlanma' kurması gerekiyor­
du, gerekmiyor muyduk biraz da gönülsüz bırakılmış top­
raklar üzerinde. — Am a B a tıy a ' gidenlerin, kayanlann
kesinlikle herhangi bir biçim de gözü arkada kalmamıştır:
: “ Ben kemiklerin bekçisiyim ” diyenler bir yana, (D oğanın
\ eytişimi ile tarihin eytişimi elbet farklıdır ama her ikisi
’ de herhangi bir 'boşluk’a, ‘boş bırakılm aya izin vermezler.
Bir boşluk’ hem en doldurülur! —ben bu olguyu kendi
yaşamımda iki kez yaşadım !^ O zamanki özel koşullan,
sonradan görülen düşleri ('gölgesi dünyayı tutan çınar ve
; 'karha giren ay’) Edebali’nin hayır duası, çeyitli Baba’Iann,,

67
nefesleri, bu arada G eyikli Babanın da, ‘Bâciyân-ı Rûm ’un
desteği! Rum Tekfurlarından kız almak__ (v.s. gibi) yeni
oturuvaranlar’ çok iyi anlatmışlardır, ben yeniden anlatma­
yayım.
Bizimkiler yine sinirleniyorlar. “ Batı neden bizi uy­
garlıktan saym ıyor?" diyedir. N e var bunda? ‘D üşünce’
B atıya kayarken bir şey bırakılmamıştı ki. (Kalan birkaç'
parça resmi de —‘resim kırmak’tâ da gecikiliyor— bem Sofu
ve bem San [‘Sarışın Osmanlı tarihçileri’ herhalde bura­
dan kaynaklanıyor] Beyazıt yaktırdı. ‘Ç oğunluk’, Ortodoks­
luk,’ sertlik’ , adına babasının getirdiği ressamları k o v d u .);
(1968’de bir gün Sezer Tansuğ bana, II. Beyazıt b u işleri
işlediği için “ eline sağlık!’’ dem işti.) H er gün yeni bir şey
öğreniyoruz; iktidardayken de iktidar kapılırmış, kapılabi­
lirmiş demek!
“Yeni ötunıyaran’lar ya d a .‘yeni laikler’ (işte bu nok­
tada birleşebilirler ve ,gerekirse, sağ sol olur, sol da sağ! O s-;
m anii, özüne İstanbul’u ayırarak (kayırarak). İstanbul’a
yepyeni b ir ‘şiiri, yepyeni bir ‘düşünce’ getirmiştir derler!
(F. Köprülü de çırpınıp durmuştur* Osmanlı kurum lannın
Bizans’tan alınm adığını kanıtlamak için!)
‘A z bilinen ayrıntılara gelince. Böyle bir şey yok ta­
rihte. ‘T evhid-i T edrisatı gözeten T alim K urulunun okul­
larında tarih hocaları tarihin belkem iklerine, eksenlerine
“ayrıntılardır, oralardan sormayacağız” diyorlarsa, ben ne
yapayım.
E N V E R E R C A N — Söz T ârih’ten açılmışken; siz, O s-
m anlı toplum yapısını ve bu yapının günüm üzdeki uzan­
tılarını da eleştiriyorsunuz şiirlerinizde. Sizi böyle bir he­
saplaşmaya götüren etkenler neler?

68
E C E A Y H A N — Spain adlı t ir Büyükelçi şunu der: “ Si­
zin bin yıllık çizginiz çizilm iştir” (‘Yazar U fuk G ülde­
n d im küçücük yasanımda en büyük olay bence budur.)
'T a rih le hesaplaşmak, gibi gençirisi bir düşüncem yok.
Sonra ben bir tarihçi de değilim . H erkesin, okuduğu el ki­
taplarını okuyorum , o kadar. ‘Tarihle hesaplaşmak’ koşuk­
la yazan ‘büyük seslere özgüdür! (Bakın C an Yücel için
kullanılabilir bu, valla içtenlikle söylüyorum !)
E N V E R E R C A N — G erek, sizinle yapılan konuşmalarda,
gerekse düzyazılarınızda toplum lunuzda bir kültür çarpık­
lığından, hatta kültürsüzlükten söz ediyorsunuz. Bunu bi­
raz daha somudasakV
E C E A Y H A N — ‘Kültür’ . sözcüğünü ben hiçbir zaman
k ü fle r, halk oyunları, arpa ekimi, kapkacak, v.s. olarak
anlamadım. Yazılarda sözünü ettiğim şey de herhalde bir
çöm leğin yumru yu m ru 'olu şu değildi ve değildir. Ens­
titülerin ve (Turizm , Tarım , Sanayi... gibi) Bakanlıkların
uzluk alanlarına girmem; gerçekten bilm ediğim konulardır
bunlar.
M übeccel Kıray karasabanın b u topraklarda üç bin
yıldır kullanıldığını söyler, H ititlerden bu yana. (M akine­
yi yapan’ bir toplum ’un değişm eleriyle, nedense kullanan’
bir topluluk’un değişm elerini . nerdeyse özdeş tutuyor!)
Kağnıyı da ekleyeceğim ben buna (gıcırtılar Aşağı M ahal-
le’den başlayarak duyulurdu, II. D ünya Savaşı yazlan, ço­
cukluk, Yalova köyü).
Bir gün Kızıltoprak’ta konuşuyorduk. Cem al Süreyâ
baiıâ uzatma işaretinin (*•) (yani harfin üzerindeki şapka­
lım ) bir ‘uygarlık göstergesi’ olduğunu söylemişti. Bilirsin,
•‘okumuşlar’ bile ‘-sel’, ‘-sal,’ ekli sözlüklerde bocalarlar.

69
E N V E R E R C A N — Kınar Hanım ın D enizleriyle D evlet
ve Tabiat okurla iletişim kurdu. K ullandığınız birçok sözr
cüğün ve deyim in (yine de) bilinm em esine karşın kurdu.
Bunun ,nedeni, bence bu iki kitabıtn, özellikle de D evlet
ve Tabiat’m ‘yaşamakta olan’ı şiirleştirmesinden, şiirlerin
temaları yönünden geniş bir tabana oturmasından, şiir ge­
leneğim ize yatkın, dilin işlek ve açık, çağrışım yükünü ko­
rumakla birlikte anlam katmanlanhın bir mimariye yedi-
rilm iş’ olmasından kaynaklanıyor. Bu yüzden şiirinizin
(aralarındaki sıkı ilişkilere karşın) iki koldan yürüdüğüne
inanıyorum . Kınar Hanım ın Denizleri ve D evlet ve T a­
biat, bir kol; diğer dört kitabiniz ayrı bir kol. ikin ci kolda
sözünü ettiğim özelliklerin tam tersini görüyorum. Böyle
bir yaklaşıma sizin diyeceğiniz nedir? '

- E C E A Y H A N : — Bence, ‘sıkı’ kitaplarım ‘Bakışsız Bir Ke­


di Kara’ ile ‘Ç ok Eski Adıyladır’ . Benim meramım başka.
' Siz ‘D evlet ve Tabiat’ adlı o orman kitabını ölçüt olarak
almayın. D üşünün ki ben, sözgelim i kolsuz b it hattatım,
kolsuzum ama yine de çizm eye çalışıyorum.

E N V E R E R C A N — Bir de şiirinizdeki insan öğesine de­


ğinm ek istiyorum. Şiirlerinizde, genel de toplum dışına
itilm iş, dışta bırakılmış insanlar yeE alıyor.
N eden insanın ve yaşamın negatif görüntülerini yeğ­
liyorsunuz?
E C E A Y H A N — ‘N egatif gerçeklikler demişti Sezai Ka-
rakoç 1958’de. Sonra bir fotoğrafın arabı ‘rötuş’suzdur.
insanın .şiirde ve tarihte kendine çeki düzen vermesini
doğru bulm uyorum bulmam ben.
E N V E R E R C A N — Şiirlerinizde m uhalif bir kim likle

70
karşılaşıyoruz. Oysa siz düşüncenizin ve şiirinizin "yukan”
gelm esini istemiyorsunuz. N eden?
EG E A Y H A N — ‘Herkes’, şu ya da bu biçim de, derece
derece iktidardadır. Benim yaşadiğıınca ve gördüğümce. ve
duyduğum ca m asanın bir yanıyla, öbür yanı arasında, ke­
sinlikle bir ayrım yoktur. Ben işte bu ‘masa’ya oturmuyo­
rum o kadar. Oturmayacağım.
(Ben çok küçük ve belirli bir 'düşünce’liin ilk basa--
m aklanndâyım daba. V e bildiğim ce; tarihteki herhangi
bir insan düşüncesi de, hele bu ‘düşünce’ kurulu hoşgörü­
nün sınırlarını yokluyorsa, üzerinde h iç durulmadan ‘ay­
kırı dallık’la (heterodoxie) suçlanıp dıştalanryorsa bir şey­
leri dingildetm eden, seyirmeler yaratmadan ilerleyem e-
miştir. İlerlem ez. Olanaksızdır bu! Ben akla gelebilecek
her türlü belayı göze alıyorum ; hepim iz biraz ve çünkü
kara kam uyuz, ‘ilerdeki’; ‘müstakbel’. Am a yine de her-
la n g i bir uzak ve yanlış iki alınganlığa yöl açmaması için
bu masa’ meselesini, kimi nesnel karşılıklarıyla birlikte,
anlatayım peki.) '' -
Eskiden devlet kadarında ‘saltanatın yücehği’ mitosu
varmış. (‘Yer’ aynı kalıyor, ‘zaman’ değişiyor.) Bugünkü
‘tasanm’larmda da ‘yücelik’le aynı şey dem ek olan ‘do­
kunulm azlık imgesi’ yaratılıyor matematik gereği. ‘M asa­
yla tam tamına bugünü anlatıyoruni ben. Ama örnekleri
tem elden, geçmişten vereceğim .
Şerif M ardin’in ' M erkez-Çeyre İlişkileri’ni okuyo-
;Tiım. H alil İnalcık’tan alıntılamış; ‘M erkez’dekiler taşra-
' da toprak edinince ‘Çevre’sel tutuma kayarlar, ö z e r Ozan-
[•kaya; öğrencilerin yüzde 50’si, köylülerin ise yüzde 64 ile
68’i genel, oy i'erm e hakkının sürmesi, gerektiği kanısın-
dadırlar... Şerif M ardin’in, kendisi; hüküm et partisini
(1912-13, İttihat ve Terâkki) tutan eşrafın sayısı muha­
lefete katılarak kendilerini kazançtan yoksun bırakan eş­
raftan daha kabarıktır... Bir Fransız insanbilim cisi; iki
Türkiye var, biri ‘hüküm et Türkiyesi’, öteki ‘kırsal gele­
nekli T ürkiye’. (O yüzden ben Yaşar Kemal’e “rom anın
İbrahim T atlıses'i" d iyoru m )... ' .
A saf Savaş Akat da M urat B elgeyle söyleşi yapar­
ken “ bizim takımın o zâman (1970 öncesi) ‘hükümet’e.
geleceğini sandığımız için sivil toplum un kurumlan olan
özel üniversitelere karşıydık” diyor.
E N V E R E R C A N — Peki Cum huriyet sonrası T ürk şii­
rinin gelişimi ve 70’İi yıllardan sonraki şiirimiz hakkın-
daki düşünceniz nedir?
ECE Â Y H A N — Çağdaş Türkçenin şiiri, bana göre, 1955'
ten sonra başlıyor. Ö nceki prövalan ‘J.P. Sousa’ çok iyi an­
latır, yani bir ‘Marş Kralı’.
Benim öznel seçmelerim, şiiri meslek olarak ele alan­
lar olacaktır elbet! N âzım Hikm et, Sait Faik,. 1946’ya dek
Dağlarca, Cem al Süreya, Diranas, Ilhan Berk, Sezai K a-
rak oç... (V e Can Yücel’in bir tek şiiri, ‘Hayatta Ben En.
Ç ok Babamı Sevdim’ !).'
“ K A R A L T I"

E C E A Y H A N — Turgay Ö zen ‘Karaltı şiirlerinde özel


sözlükler kullanmış m ı? (Lexikon)'
İL H A N BERK — Karaltının benim için tek büyük söz­
lüğü: “çocuk” .

A H M E T SO Y SA L — Ç ocuk her yerde karşımıza çıkı­


yor.

İL H A N BERK — E ce Ayhan ne düşünüyor acaba? Be­


nim ortaya attığım bu temaya yaklaşır mısın?
E C E A Y H A N — B en ‘küçük çocuk’ diye yaklaşıyorum.
A H M E T SO Y SA L — Ç ocuk derken - cinsellikten ayrıl­
mıyor çocuk. H em en yan yana.

İL H A N BERK — Baithus’ün Çocuklar kitabını kurmuş


gibi geliyor bana. Yani masum çocuklar, biraz çekingen
çocuklar. .Am a protestosu olan çocuklar.
ECE A Y H A N — Am a ‘defterler’ de var. Bak ne diyor:
“ İçi zenci dolu defter.” -
İL H A N BERK — Ş iirle 11. sayfadan başlayan bölüm , 54.
sayfaya kadar sürüyor. Bu bölüm , bence kitapta en önem ­
li bölüm . N için önem li olduğunu ilerde anlatacağım. Bu
kitapta, sizce bir bölüm aynmı var mı?
E C E A Y H A N — Var. Kesin var.
A H M E T SO Y SA L - Var.
E C E A Y H A N — Ben dizeli olan bölüm ü, altıyla başla­
yan bölüm ü ayrı aldım. O nu ayrı sanıyorum.

A H M E T SO Y SA L — Ayrı parçalılık türleri söz konusu


kitapta. Birinci bölüm de de parçalılık var. Am a o dalıa
kurulm uş, ve aslında yine de d a h a ... n e d iyeb ilirim ...
tekil, ya da tek yanlı, ya da kanal izlenim ini veren bir par­
ta ld ık . .. Orta bölüm de daha özgür bir . okuma geliyor as­
lında, birincisindeki başdönmesi etkisi burda yok.
İL H A N BERK — .Ben bütüiı kitabı düşündüğüm zaman
dedim ki çocuk, büyük tema’sı. Ç ocuk dediğim zaman,
cinselliği yanında değd, içinde görüyorum. Kitap, müthiş
cinsel bir kitap. Büyük tema o. ‘Karaltıda şöyle bir şair
tanıyoruz: yasaklan, çocuğun gözüyle gören, ve çocuğu
yasaklardan; baskdardan, bir çeşit kurtuluş, bir -çeşit kar­
şı duruş, T ir çeşit ayaklanma durumuna getirmek isti­
yor.

E C E A Y H A N — Turgay Ö zen ‘Ç ile’yi de biliyor. (Pas-


sion.)
■ ■ v
İL H A N BERK — Yani, ben çocuk sözcüğünü kullandı­
ğım zaman, cinselliği bütün kitap boyunca gördüğüm ü
söylem ek istiyorum. Ö lüm tema’sma gelince, sanıyorum o .
kadar bir ağırlığı yok.'.Ç ocukla cinsellik büyük ağırlık ku­
ruyor kitapta. Bu aynı zamanda çağdaş bir yaklaşım olu­
yor. Yine içerik olarak da “m arjinal” bir şiir dedim , ‘ mar­

74
jin a l” bir şiir derken içerik olarak da koyduğu şeyin böy­
le bir "m arjin ariiği var benim için. İki önem li nokta
bunlar.

E C E A Y H A N — A ynı zamanda "handikaph" demeyi de


içeriyorsun tabi.

A H M E T SO Y SA L — . . . Bir de Ece A yhan’ın söylediği


“ çile” . . . İşte o renk v a r... kitabın re n g i... adının da be­
lirttiği: Karaltı . . . Bütün bunlar ölüm ile birlikte sanı­
rım . Kurumlar v a r.'D ev let var, Tarih var ...B ö y le ,bir
bakış açısı da var. Ç ocukla cinsellik arasındaki bağ, dolay­
sız bir bağ değil, burada; araya birtakım şeyler giriyor, bir
ayrım söz konusu burada aynı anda. H em çocuk cinsel­
lik içinde, cinsellikten çocuğa bakılıyor, çocuktan cinselli­
ğe bakılıyor. A ynı anda, acı veren başka bir durum var,,
bir yâpı var, ve ondan da hep söz ediliyor; buna kimi za­
man ölüm diyebiliriz, kim i zaihan D evlet diyebiliriz, O kul
diyebiliriz. K i büiılar da sanırım diğer temalar kadar önem­
li bir yer tutuyor.

E C E A Y H A N — Bu da. bir Tarih anlayışı, bir şey demi­


yorum. ö z e l, adlar yok da o dikkatimi çekti. N e kişi, -ne ya­
p ı, ne kilise, ne cam i, ne kent. H angi kentte geçtiğini aşa­
ğı yukarı anlıyorsun.

İL H A N BERK — Uçta olmaktan ne demek istiyorsun?

E C E A Y H A N — Sen söyledin ya “marjinal” . Çem berin


en ucunda. İktisat kuramı. Rant kuramım bilirsin R i-
cardo’nun. Kasaba dairenin ortasında. Kasabaya en yakın
yerlerde buğday ekiliyor. U zak yerlerde de ekiliyor, uçta... ‘
"m arjinal” ...ta rla n ın sahibi, vâr. Uzalctakinin nakliye
masrafları çok oluyor. .
75
A H M E T SO Y SA L — Bir anlamda en uçta, bir anlamda
en içerde g ib i... Yolcsa böyle şeyler yazılmazdı.
E C E A Y H A N — Piyasadaki buğday fiyatlarını belirleyen
en uzaktaki buğday tarlasıdır. D üşünce de ö y le d ir... şiir,
de öyledir. Am a bunalım olduğunda ilk giden bunlar olur.
"M arjinalca "handikap” lı deyişim o işte.
A H M E T SO Y SA L — Bir de bunalım varken böyle şey­
ler yazabilm ek v a r ...
E C E A Y H A N — G öze alınır birçok şey.
IL H A N BER K — Ben yine kitaba dönerek, onun üzerin­
de durmak istiyorum. Eçe. en çok son bölüm ün kendisini
ilgilendirdiğini söylemişti. Ben son bölüm e geldiğim za­
man T u rgayın şim diye kadar kullandığı biçim lerin dı­
şında, onlara karşıt olarak koyduğu biçim e baktığım za­
man, yine şim diye kadar sürdürdüğü söylem in bu yeni bir
biçim i olm uş, yani yine bugün yazılan şiirin dışına çıkm ış
burada da diyorum .

A H M E T SO Y SA L — Başdönmesi yaratıyor m u, ne der­


siniz? Yani patalojik bir duruma sokuyor sanki okuru da.
Fiziksel bir değişmeye uğruyor, uğrayabilir okur burdakı
izlerde. O zaman sadece zihnine hitabetm iyor... Zibiıiden
gelm eyen bir güç, zaten zihne hitabetm iyor bıırda.
İL H A N BERK — Akim ipuçlarını boyuna koparıyor bu
bölüm de. Belki böyle anlatabilirim. Şiirde, tabi, akıl ka­
dar bok bir şey yok.
E C E A Y H A N — Bazen de gerekli ama sofu n da. D üğüm
atmak zorundasın. Ben hatırlıyorum, İlhan 1982’de “ bana'
n e?” demiştin, “ umurumda değil” filan.
.('B eyaz, dergisi, kasım 1985)

76
İÇ İN D E K İL E R

ŞAİRLERLE FOTOĞRAF ÇEKTİRMEK 7

.1984 AÇIKLARINDA TÜRK YAZIN I


I — YENİ DÜ ZYAZI 8
H — TANZİM AT ŞİİRİ , 16
■ra — TOPLUM VE ŞİİR 19
IV — MÜSLÜMAN Y A D A ‘SÜNNİ*? 21

TURGUT U YAR 27

İLK ADIMLAR 29

RABİA BAYRAKTAR 31

NÎGÂR BİNT-İ OSM AN • ' 33

BR KENTİN DİPYAZILARI
. MALUM ATTAN ASIM BEY 35

.ECE AYHAN SORDU, FÜRUZAN


CEVAP VERDİ 37

MEHMET SİYAH KALEM VE


“TEHLİKELİ ŞİİR’* 43

İLH AN BERK İLE ECE AYH AN


İKİNCİ YENİ AKIM INI ANLATIYOR 49
I , . -

“ BEN KOLSUZ BİR HATTATIM , A M A


YİNE DE ÇİZMEYE ÇALIŞIRIM’’ 63

‘“ KARALTI” 73
Bu kitap
1987 yılının Mart ayında
İstanbul1da Kent Basımevi’nce
gerçekleştirilmiştir.

Dizgi: H üseyin Tuncer


•Tertip: Ruhi A laca
Baskı: A hm et Lâle
“Demek yasalar da yetmemiş,
ölüm şairlerle toplu fotoğraf
çektirmek istiyor. Hoşgörünün
törel ve yasal sınırlarını param­
parça ederek aşmış bir düşün­
ceyi köşeli bir büyük ayraca
alacaklar. Alırlar!”

You might also like