Professional Documents
Culture Documents
DĠLLERĠN SINIFLANDIRILMASI
TÜRKÇENĠN DÜNYA DĠLLERĠ ARASINDAKĠ YERĠ
Dillerin DoğuĢu
“Dil nasıl doğmuştur, dünyadaki en eski dil hangisidir?” sorularına insanoğlu hâlâ kesin bir
cevap verebilmiş değildir. Bunun nedenlerinden biri, insanlık tarihinin çok uzun bir geçmişe
sahip olmasına rağmen yazının ve en eski yazılı metinlerin, insanlık tarihinin çok yeni
dönemlerinde kullanılmaya başlanması ve bulunmasıdır. Bilinen en eski yazılı metinler,
5500 yıl öncesine dayanan ve Sümerlere ait olan metinlerdir (Yakıcı vd., 2005: 15-17). Tek
bir kaynaktan ya da birkaç kaynaktan çıkmış olduğu ileri sürülen dilin doğuşuyla ilgili
kuramlar şunlardır:
1. Yansıma Kuramı
Alman bilgin Max Müller tarafından ortaya atılan bu kurama göre dil, ses çıkaran bütün varlıkların
seslerinin taklidinden doğmuştur. Doğada var olan seslerin taklidiyle insanoğlunun ilk kelimesini
oluşturduğu öne sürülmektedir. Müller, dilin seslerin taklidi sonucu ortaya çıktığına kanıt olarak her
dilde bulunan yansıma kelimeleri örnek verir.
2. Ünlem Kuramı
Bu kuram, dilin, ünlemlerden çıktığı düşüncesi üzerine kurulmuştur. İnsanların çeşitli olaylar karşısında ruh
ve bedenle ilgili duygularının etkisiyle çıkardıkları ünlem seslerinin daha sonra kelimelere dönüştüğünü
savunur. Bu kelimeler, zamanla çeşitli kavramları karşılayarak dilin ilk kelimeleri olmuştur.
3. İş Kuramı
Bu kuram, ortak çalışmaların dilin ortaya çıkışımda etkili olduğunun savunan kuramdır. İlk insanların
günlük işlere dair kazmak, kesmek, vurmak işleriyle uğraşırken çıkardığı bazı seslerden dildeki ilk
kelimeler doğduğu görüşü temel alınmıştır. Yapılan bu işlerde çıkarılan seslerin birleşmesi
sonucunda ses ya da sesler yavaş yavaş hareketleri daha sonra bu hareketler de isimleri meydana
getirdiği tezi savunulmaktadır.
4. Ruh Bilimsel Kuramı
Alman bilgin Wunt’un ruh bilim verilerinden yararlanarak ortaya attığı bu kurama göre, dilin doğuşu
sesli mimik ve jestlere bağlanır. O, başlangıçta konuşamayan çocuklarda olduğu gibi ilk insanın da
karşısındakine düşüncelerini, isteklerini anlatabilmek için bazı seslerle beraber jest ve mimiklerini
kullandığını ileri sürer. Böylelikle yapılan bir jest dili oluşturur. Kelimeler de işte bu jest dilinden
meydana gelmiştir. Kızgınlığın mimiklerle anlatılması esnasında çıkarılan seslere, değişik vücut
hareketlerinin eklenmesi buna örnek olarak gösterilebilir.
5. Güneş Dil Kuramı
1935 ve 1936 yıllarında Türk dilcileri tarafından ortaya atılan bu kuram, Türk dilinin eskiliği ve başka dillere de
kaynaklık ettiği varsayımına dayanır. Bu kurama göre dilin doğuşunda ilk etkenin güneş olduğu öne sürülmekte ve
savunulmaktadır. Dilin doğuşu, güneşin, insan varlığı üzerindeki ana fonksiyonuyla ilişkilendirilir.
“Güneşin, insan varlığı üzerindeki ana fonksiyona göre güneşin saçtığı ışık, verdiği aydınlık ve parlaklık, ateş, yükseklik,
büyüklük, güç, hareket, süreklilik gibi niteliklerden dolayı insanların kafasında güneşle ilgili birçok kavram ortaya
çıkmıştır” (Korkmaz, 1995: 779).
Yapılan araştırmalara göre bütün dillerdeki ilkel kökenler Sümerceden doğmuştur. “Sümerce ile uğraşan bazı bilginler
Türkçe, Macarca gibi Ural-Altay dilleriyle bu dil arasında ilgi kurmuşlardır. Yapılan son çalışmalardan birinde Osman
Nedim Tuna, Türkçe ile Sümercede 168 kelimenin ortak olduğunu tespit etmiştir” (Ercilasun, 2004: 35). Türkçe ve
Sümerce arasındaki zikredilen ilişkiyi gösteren birkaç örnek şunlardır:
SÜMERCE TÜRKÇE
ud (zaman) öd (zaman)
Kur’an-ı Kerim’de de konuyla ilgili şu ayetler mevcuttur: “Ona beyanı (iç duyguların ifadesini) ilham etti.”
(Rahman/4), “Allah, Âdem’e bütün isimleri öğretti.” (Bakara/31), “Allah, Âdem’e, Ey Âdem, eşyanın isimlerini
meleklere haber ver, buyurdu.” (Bakara 33) Tevrat’ta ise “Ve Rab Allah, her kır hayvanını ve göklerin her
kuşunu topraktan yaptı ve onlara ne ad koyacağını görmek için Adam’a getirdi ve Adam her birinin adını ne
koydu ise canlı yaratıkların adı o oldu.” (Ahd-i Atik, Bab 2/19-20) “Ve Adam, eşine Havva adını verdi.”
(Tekvin, Bab 3/20) cümleleri geçmektedir. Son olarak İncil’de geçen “Söz/kelam başlangıçta var idi ve
kelam/söz Allah nezdinde idi.” (İncil Yuhanna’ya göre Bab 1/1)” ifadeleri bahsi geçen konuyla ilgilidir.
Dillerin Sınıflandırılması
Günümüzde yeryüzünde konuşulan ve yazılan diller, yapı ve köken bakımından olmak üzere iki
grupta incelenir. Yapı bakımından diller, tek heceli, eklemeli ve çekimli diller olmak üzere üç gruba
ayrılır. Köken bakımdan diller ise Hint-Avrupa, Hami-Sami, Bantu, Çin-Tibet, Ural-Altay ve Kafkas dil
ailesi olmak üzere karşımıza çıkmaktadır.
Yapı Bakımından Diller
“Yapı bakımından dillerin tasnifinde yaygın olarak kullanılan sınıflandırma dil bilimci August von
Schlegel’e aittir” (Vural vd., 2012: 24). Bu sınıflandırma, kelimelerin üstlendiği anlam öğerelerinin
sayısına ve bu öğelerin görünüşüne aittir. Bu sınıflandırmada yapı bakımından diller; tek heceli,
eklemeli ve çekimli diller olarak sınıflandırılmıştır.
Dillerin Sınıflandırılması
Kısmen tek heceden oluşan bu dillerde son ek yoktur. Ayrıca bu diller çekime girmezler. Tek heceli
dillerde son ekler (endings) yoktur ve kelimeler çekimlenmez. Çok kuvvetli bir tonal sistem vardır ve
kelimelerdeki tonlama anlam ayırt edici özelliğe sahiptir. Tonlama dışında kelime birleşmeleriyle de
yeni kelimeler yapılır (Ercilasun, 2013: 20). Çin-Tibet dil ailesi ve Bantu dil ailesine mensup diller tek
heceli diller grubunda yer alan dillerdir. Bunlar, “Çince, Tibetçe, Himalaya ve Afrika dillerinin bir
kısmı bu tür dillerdendir” ( Vural vd., 2012: 24).
Eklemeli Diller
Bağlantılı veya bitiştiren diller olarak da isimlendirilen eklemeli dillerde tek veya çok heceli kelime
kökleriyle ekler mevcuttur. Yeni kelimelerin kelime köklerinden türetilmesi veya kelimelerin geçici
durumları yapılırken kelime köklerine ekler getirilmesi bu dillerin temel özelliğidir. Bu grubun içerisinde
Türkçenin yanı sıra Moğolca, Macarca, Fince, Japonca, Korece gibi Ural-Altay dil ailesine mensup diller
vardır.
Çekimli Diller
Bükümlü diller olarak da isimlendirilen bu dil grubunda da kelime kökleriyle ekler vardır. Eklemeli
dillerle bu yönden benzerlik gösteren çekimli dillerde yeni kelimeler türetilirken ya da çekimlenirken
kelime kökünde değişiklik meydana gelir. Çekimli diller veya bir diğer adı ile bükümlü diller grubunda
yer alan Arapçanın yanı sıra İngilizce, Almanca, Farsça ve Rusça da vardır.
Köken Bakımından Diller
Dünyanın en büyük dil ailesine sahip “Hint-Avrupa” dil Hami-Sami olmak üzere ikiye ayrılan bu dil ailesi, Orta
ailesi yüzlerce lehçe ve dili içerisinde barındırmaktadır. Doğu ve Kuzey Afrika’ya yayılmış farklı topluluklar
Asya ve Avrupa olmak üzere ikiye ayrılır. Asya kolunda tarafından konuşulan 250 dilden oluşmaktadır.
Hintçe, Farsça; Avrupa kolunda ise Almanca, Rusça,
“Arapça, İbranice, Amhara (Habeşçe), Hausa (Çad
İngilizce gibi diller bulunmaktadır.
dili), Berberi ve ölmüş olan Kıptice, Akadca ve Aramca
Bu dil ailesinin iki alt grubu vardır. Bunlar, Fin-Ugor denir. Türkçe, Moğolca, Mancu-Tunguzca, Korece ve
ve Samoyet’tir. Samoyet alt kollarında farklı dallar Japonca bu dil ailesini oluşturan dillerdir. “Japoncanın
ile Samoyetçe, Fin-Ugor alt kolunda ise Batı ve Altay dilleri ile olan akrabalığı daha kesin bir sonuca
Doğu Finceyi içine alan Fince, Estonca, Lapça, ulaşmamıştır fakat Korecenin Altay dilleri ile olan
Macarca ve Ugorca yer almaktadır (Vural vd., akrabalığı kesindir. Altay dil ailesinde Moğolca ile
2012: 28).
Türkçenin Dünya Dilleri Arasındaki Yeri
Türkçe, dil ailelerinden Ural-Altay dilleri grubunda yer almaktadır. Ural-Altay dil grubunun Altay
kolunu teşkil eden Altay dil ailesi içerisinde Türkçe, Moğolca, Mançu-Tunguzca, Japonca ve Korece’yi
barındırmaktadır. Yapılan araştırmalara göre Japonca’nın Altay dilleri ile olan akrabalığı kesin bir
sonuca ulaşmamıştır ama Korece’nin Altay dilleri ile olan akrabalığı kesindir.
Altay dil ailesinin kolları arasında akrabalığı oluşturan önemli ortak özellikler söz konusudur ve bu
durum Altay Dilleri Teorisi olarak adlandırılmıştır. Yani Altay dilleri teorisi; Türk, Moğol, Tunguz, Kore ve
Japon dillerinin ortak bir kökten çıktığını ve bunların akraba olduğunu kabul etmektedir. İlk zamanlarda
sadece Türk, Moğol ve Tunguz dillerinin akrabalığı üzerinde durulurken 20. yüzyılın ortalarında ve ikinci
yarısında Korece ve Japonca da bunlara dâhil edilmiştir (Vural vd., 2012: 29).
Altay dilleri teorisinin başlangıcı, 18. asrın başlarına kadar gider. Teorinin henüz modern bir bilim
disiplini hâline gelmeden önceki ilk çalışmalarda Altay dilleri Ural dilleriyle ve hatta birçok farklı dille
birlikte ele alınmış ancak 19. asrın sonlarından itibaren genellikle Altay dilleriyle sınırlandırılmıştır
(Ercilasun, 2004: 17). “Altay dilleri alanında çalışmalarda bulunan en önemli isimler arasında, Fin
bilgini Gustaf John Ramstedt, Alman kökenli Nicholas Poppe ve Finlandiyalı Pentti Aalto vardır” (Vural
Altay dil ailesindeki dillerde kelime kök ve gövdeler sabit olmakla birlikte türetme yeni eklerle
yapılır. Bu sebeple bu grup içerisinde yer alan dillerde zengin bir ek sistemi vardır.
• Kelime cinsiyeti yani eril-dişil ayrımı Altay dil ailesindeki dillerde yoktur.
• Bu dil ailesinde bulunan diller arasında ortak ekler bulunmaktadır. Bu özellik Moğolca ile Türkçe
Bu dil ailesinde bulunan diller arasındaki bir başka ortak özellik ise ünlü uyumudur.