Professional Documents
Culture Documents
Tarihin Peşinde Kitap Ozeti 2
Tarihin Peşinde Kitap Ozeti 2
1- Tarihin Faydaları
19. Yy. 2. Yarısından itibaren avrupa’da tarih alanındaki akademik
çalışmalar ile devletin benimsediği milliyetçilik arasında sıkı ittifak oluştu.
Tarih, yerleşmiş düşüncelere kuşkuyla bakılmasına yol açabilir
Taakküme uğrayan gruplar açısından etkili siyasi mobilizasyon geçmişteki
ortak deneyimler konusunda bilinçlenmeye bağlıdır. Bu, siyasi radikalizme
güç sağlayabilir. (Marxism, Feminism örnekleri)
Tarihten öğrenebileceğimiz birşey var mı? Yoksa sadece otorite veya çeşitli
grupların tezlerinin bir aracı mı?
Daha önce karşılaşılanla benzer durumlarda nasıl davranılması gerekir ve
zaman akışı içerisinde hangi noktadayız, nasıl bir geleceğe uzanıyoruz
sorularının peşinde tarih öğrenilir.
Tarihi şartlar değiştiği için, benzer durumlarda yol haritası çizebilmek adına
tarihi kullanmakta sakıncalar vardır. Ama geleceği tahmin etmek,
bulunduğumuz nokta ve doğrultuyu anlamak için tarihi kullanmak daha
tutarlı olacaktır.
İlkçağdaki döngüsel tarih anlayışı rönesansta yeniden popüler oldu.
Ortaçağda, kıyamete doğru giden ilahi bir plan anlayışı mevcuttu.
Döngüsel tarih, kümülatif ilerlemeye tezattı.
Bunlara tepki, 19. Yy Almanya’sından geldi. Tarihsicilik, her çağı kendi
değerleriyle anlamlandırmayı önerdi ancak bugünü anlarken de tarihi,
akıldan öne yerleştirdi. Aydınlanmanın akılcılığına da bir tepkiydi bu. Temel
önermesi, her çağın kendi kültürü ve değerleriyle insan ruhunun bir
tezahürü olduğudur.
Tarih hayalgücünü kapsamlı kılar.
Toplum, kökleri geleneğe uzanan organik bir bütün, mirasımız olan
kurumlara hürmet etmeksizin ilkeleri uygulamak, toplumsal düzenin
dokusunu tehdit eder.
Ranke, tarihin amacı yalnızca geçmişte ne olduğunu göstermektir diyor.
Tarih, öngörülebilirlik sağlar, yorumun birden fazla yolu bulunduğunu
gösterir.
Tarih tekerrür edemez. Bu gerçek, iki durum arasındaki farklar ve koşullar
yeterince iyi incelenirse anlaşılacaktır.
Tekerrür eden değil, ardışık tarih öngörüsü, ilerleme olarak tarih anlayışının
ürünüdür.
Tarih, kesin öngörü değil, eğilimlerin gelecek projeksiyonu için zemin
sağlar.
Bilinç yükseltmeye yarayan bir görüş, eyleme yol gösterme açısından pek
işe yaramaz.
Geçmişe ilişkin mitler yaratma çabası, geçmişten birşeyler öğrenme
çabasıyla bağdaşmaz.
2- Hammadde
Özgün kaynaklar birincil kaynaklardır. Geçmişle ilgili yazılanlar ise ikincil.
Birincil kaynak bilakaydüşart daha güvenilir ve tarafsız değildir. Kesinlikten
uzak, kulaktan dolma veya manipülatif olabilir.
Yaygın olarak kullanılan iki tür kaynak sınıflandırması vardır; 1- yayınlanmış
(basılmış) 2- yayınlanmamış (el yazması)
Kaynaklar, yaratıcısına göre de ikiye ayrılır; 1- devletler tarafından üretilen
2- kurum, örgüt, bireyler tarafından üretilen
Gelecek kuşaklar yararlansın diye ortaya konan birincil kaynaklar iyi
korunmuştur, edebi nitelik arz edebilir, kronolojik olaylar silsilesi sunar.
Ancak, sadece yazarın anlatmaya değer bulduğuyla yetinir.
Hatırat, yazıldığı tarihten çok sonra yayınlanır, yazıldığı dönemde
anlatılması basiretsizlik sayılabilecek yada sır sayılabilecek hususlar içerir
ve bu yönüyle otobiyografiden farklıdır, daha zevklidir. Otobiyografi,
tahrifat sayılabilecek bir seçicilik arzeder.
Yaratıcı edebiyat, bazen önemli bir kaynaktır.
Gazeteler, tüketilmeye yönelik bilgi sunar, hükümetlerin ifşaya hazır
olduğu, gazetecilerin ağzu sıkı kaynaklardan öğrenebildiği, editörlerin
okurları memnun edeceğine inandığı kadarını.
Ranke’nin deyimiyle “işlerin gerçekten nasıl gittiğini” göstermek isteyen
tarihçi, basılı sözün ötesine geçmek zorundadır ve zaten modern tarihteki
en büyük ilerlemerin kayıtların yani mektup tutanak günlük gibi gizli
belgeler üzerindeki araştırmalara dayanmasının sebebi budur.
İlki İngiltede’de 1155’te kayıt altına alınmaya başlanan devlet gelirlerine
ilişkin kayıtlat dönemi anlamak açısnıdan önemlidir. Kabine ve parlamento
kayıtları, tutanakları, bakanlık yazışmaları ve tebliğler de önemli diğer
devlet kaynaklarındadır.
Devlet kayıtlarının resmi karakterini taşıyan diğer iki türk kayıt ise kilise
kayıtları ve yerel yönetimlere ait kayıtlardır.
Geride en çok kanıt bırakan faaliyetler, örgütlü faaliyetler olmuştur,
özellikle ömrü kadroları işgal eden bireylerin ömrünü alan kurumların
gerçekleştirdiği faaliyetler. Zira yazılı tarihin büyük bölümünde okuryazar
kimseler büyük ihtimalle en çok mesleki ya da resmi görevi esnasında
kalemi eline almıştır.
Yine de bunlar haricinde önemli miktarda özel yazışma hüviyetinde yazılı
kaynak mevcuttur ve bunlar geçmişte insanların ailevi hayatları, toplumsal
ilişkileri açısından muazzam bir bilgi ihtiva etmektedir.
Özel mektuplar ve şahit olunan olayları kayıt altına almaktan farklı olarak
bunlara ilişkin öznel tepkileri de içeren günlükler de gizli kalmış pek çok
siyasi kararı açıklama gücüne sahip olabilir. Resmi yazışmalardaki
ihtiyatlılık burada yoktur.
Devlet kayıtları, bir hafızaya sahip olmak isteyen ve öngörülerinde
kesinliğe ulaşmak isteyen kurumlar açısından hayatiydi. Devletin ve
hukukun sürekliliği önemliydi. Buna karşın özel kaynakların günümüze
ulaşması daha dolaylı ve şans eseridir. Bu kaynakların basılması, onların
korunması açısından en etkili yol oldu.
En güvenilir sayılan devlet kaynakları bile bazen doğal afet sebebiyle
kazaran, bazen siyasi nedenlerle kasıtlı olarak ortadan kaldırılmıştır.
Tarihçilerin ilgi alanları sosyal ve ekonomik konuları kapsayacak şekilde
genişledikçe, yerel kayıtların korunup düzenlenmesine özel bir önem
verildi.
3- Kaynak Kullanımı
İşi, geçmişten günümüze kalanlarla geçmişe dair yorum yapmak olan
tarihçinin bunca kaynak bolluğu arasında uzmanlaşması güçtür ve ancak
çok uzak ve hakkında az belge bulunan dönemler söz konusu olduğunda
geçerlidir.
Özgün araştırmanın doğrultusunu belirleyen iki ana ilke vardır. 1-
kaynakların içeriği araştırmanın niteliğini belirlemesine olanak tanıdığından
ötürü, araştırmaya değer kaynaklar ayıklanmalıdır. (kaynak yönelimli
yaklaşım) 2- muteber olan ikincil kaynaklar okunarak özgül bir sorun
formüle edilir ve birincil kaynaklara yönelinir, sonuca varılabilecek noktaya
doğru dolaysız bir yolla ilerlenir. (sorun yönelimli yaklaşım)
Kaynak bolluğu içinde ayıklama yapılması gerekliliği, hayati önem taşıyan
belgelerin es geçilmesi tehlikesini beraberinde getirir.
Bu iki ilke biri diğerini dışlayacak şekilde benimsenmez ve ikisi arasındaki
bir denge üzerine tarih çalışması oturtulur.
Sorun yönelimli yaklaşımda araştırmaların büyük bölümü yeni kaynak
keşfinden ziyade varolan birincil kaynakların yeniden yorumlanıp
ilişkilendirilmesiyle meydana gelir.
Kaynak mayınlama: küçük bir kaynak kümesine tek hedef gözetilerek
yaklaşılması sonucu bulguların bağlamından kopup yanlış yorumlanması.
Sorunlara cevap sunacağına inanılan kaynaklar araştırmayı bambaşka bir
doğrultuda, uzak bir noktaya götürebilir, araştırmacı başlangıçtaki
hedefinde değişiklik yapmaya hazır olmalıdır. Olmazsa, belgenin
potansiyeli kullanılamaz ve belge beklentilere uygun yorumlanma
tehlikesine maruz kalır.
Birincil kaynaklar sorunlara anında cevap veren açık birer kaynak
olmayabilir. Büyük bir dikkat ve hassas incelemeler sonucu, destekleyici
bilgiler bularak ve kuşkucu bir zekaya kaynak doğru
değerlendirilebilecektir.
Kaynakları eleştirebilmek, ilkin 17. Yy bilgin Jean Mabillion tarafından ancak
yalnızca kilise kaynaklarına yönelik gerçekleştirildi. Modern kaynak eleştrisi
Ranke tarafından formüllendirilebildi.
Belgenin hakikatini araştırmak, dışsal eleştri olarak da bilinir.
Belgenin kaynağına inebilmek adına onu üreten kişi ve kuruma kadar izinin
sürülebilmesi gerekir. Aksi halde sonradan üretilmiş olma ihtimali vardır.
Belgenin içeriğinin bilinen olgulara uyup uymadığı da kontrol edilmelidir.
Belgenin şekli de doğruluğu için incelenmelidir. Yazı stili, dil ve üslubun
dönemine uyması gerekir. Biçime ilişkin ayrıntıların teknik incelemesine
“diplomatik” adı verilir.
Belgenin malzemesinin teknik uzmanlarca test edilmesi de önemli bir diğer
unsurdur.
İçsel eleştri, yani belgenin içeriğinin yorumlanması belgenin hakikatini
araştırmada bir diğer aşamadır.
Burada tarihçinin dile hakim olması ötesinde kelimelerin bağlamını bilmesi
de gerekmektedir.
Kelimelerin bazıları da tarih içerisinde kullanımdan kalkarken, kimilerinin
anlamını değiştirmesi incelenmede göz önüne alınması gereken bir başka
konudur.
Belgenin güvenilirliği tüm teknik uzmanlıkları aşar, tarihsel bağlamı bilmeyi
ve insan tabiatını kavrayabilmeyi gerektirir. Burada tarihçi kendi benliğine
döner.
Yazarın niyet ve önyargıları kaynağın güvenilirliğini etkilemektedir.
Kaynağın taraflı olması onu çöpe atmayı gerektirmez, bu taraflılık dahi
önemli bir tarihsel gerçeklik içerir.
Devlet kayıtları incelemesinde iki önemli açı vardır; 1- bu kayıtları üreten
kurumların evrimi ve siyasi yapı içerisindeki yeri 2- politikaların ne şekilde
formüle edilip uygulandığı. Bu bağlamda kayıtların kendileri araştırmaya
konu olan sürecin birer parçasıdır.
Belgeler bağlı bulundukları dizi içerisinde bütün olarak incelenirse
bağlamından kopma ve yanlış yorumlama ihtimalleri azalır.
Tarihsel araştırmanın, kaynağı saptamaktan ve sonuçları ondan
çıkarmaktan ibaret olmadığı açık, çünkü kaynaklar şu ya da bu şekilde
yanlış veya eksik, ya da önyargı ile çıkar kaygısıyla yazılmış. Bu sebeple
prosedür, çok çeşitli kaynaklardan mümkün olduğunca çok belge toplamayı
içeriyor.
Bu yolla kaynaklardaki yanlışlar, belirsizlikler ve tahrifler saptanabilir ve
tarihçinin çıkarsamaları saptanabilir. İşte bu sebeple çok kaynağa hakim
olmak tarihçi açısından mühimdir.
Resmi kayıtlar idari kaygıları barındırdığından, ve metnin kendisinin bu
siyasi baskıyı hissettirmeme ihtimali yüksek olduğundan, biyografi ve
mektuplar da önem kazanmaktadır.
Tarihçi, kaynak yazıcıların anlık kaygılarını geçmek istiyorsa satır aralarını
okumayı bilmelidir, bunun için 2 yol vardır; 1- belgenin içeriğini
araştırmaya yön veren bir faktr olarak görmektense açık biçimde
tanımlanmış sorularla araştırmaya başlamalıdır. Varlığından haberdar
olunmayan kanıtlar böylece bulunabilir. Bunu yapanlar siyaset
tarihçilerinden ziyade, sosyal ve kültürel tarihle ilgilenen modern
tarihçilerdir. 2- bilinen dönemden başlayıp evre evre geriye doğru inceleme
yöntemidir. Geriye dönük yöntem diye de bilinir.
Bu yeni yöntemler yöntemden ziyade zihinsel bir tutumdur. Britanyalı
tarihçilerin tecrübe diye adlandırdıkları da budur.
Kuşkucuların ilke diye birşey yoktur tutumu bir mistifikasyondan ibarettir.
6- Tarih yazıcılığı
Bir düşünce okuluna göre tarih yazıcılığı tek başına hiçbir önem taşımaz.
Tek tarih eğitimi orijinal birincil kaynaklar ya da onların kopyalarıdır derler.
Bu yaklaşım sorun yönelimli değil kaynak yönelimli araştırmacılara cazip
gelir.
Tarih yazıcılığında üç temel edebi teknik; betimleme, anlatı, çözümleme
çeşitli şekillerde bir araya getirilebilir. Bu, geçmişi yeniden yaratma arzusu
ile onu yorumlama ihtiyacı arasındaki gerilimin sonucudur. Anlatı ile
betimleme birincisine, çözümleme ikincisine imkan sağlar.
Bunları başarabilen tarihçiler aynı zamanda sanatçıdır ve sayıları çok azdır.
History kelimesi, story yani hikaye kelimesinden türemiştir, bu da tarihte
anlatının önemine işaret eder.
Tarihte neden sorusu sorulduğunda kişisel ve içsel nedenler haricinde
dışsal faktörlere etkileyicidir. Zihinsel bakış, milli dini kimlik vs gibi faktörler
bu dış faktörler olabilir.
Olayların zaman içinde doğru sıralanması aralarındaki ilişkinin doğru
aktarılması anlamına gelmez. Yani geçmişte işlerin gerçekten nasıl gittiğini
göstermek gayesinin ötesine geçmek için yorumlama ve nedenselleştirme
gerekecektir.
B’nin A’dan sonra gelmiş olması A’nın B’ye neden olduğu anlamına gelmez.
Neden-sonuç ilişkileir kronolojiyi aşmayı gerektirecekir.
Tarihsel olayların neden envanterini genişletmen onu doğru açıklama ve
anlamayı da etkiler.
Saplantıya dönüşen birincil kaynakları atlamama çabası entelektüel bir at
gözlüğüne dönebilir. Arşivlerin tozu düşünceleri boğabilir.
Büyük incelemeler, geniş kitlelere karşı bir sorumlulukur.
Tarihçiye lazım olan bir beceri, akademik disiplinden kopmadan genel
okuyucuya hitap edebilmektir.
Cephe ile arka plan, olaylar ile yapı arasındaki ilişkinin anlaşılması tarihsel
süreci anlamak için önemlidir.
Tarih farklı düzlem ve kademeler arasında akar der Braudel, çizgisel
değildir. Bu düzlemler; kısa dönem (bireysel), orta dönem (ekonomik ve
toplumsal) ile uzun dönemdir (maddi hayat, zihinsel durum ve doğal
ortamın etkisi).
Tarihçiler kayıtlarda hep bir boşlukla karşılaşırlar ve bunu ancak hisleriyle,
düşgücüyle doldurabilirler.