You are on page 1of 99

BİR YAQUİ BİLGİ YOLU

Kitabın Yayımlanmasının Otuzuncu Yılı İçin Castaneda'nın Yorumları


Eski Tolteklerin bilgisine göre; evrenin her ayrıntısı bir enerji ifadesidir. Tüm
evren hem karşıt, hem de birbirini tamamlayan, canlı ve cansız enerji olarak
adlandırabilecek ikiz güçlerden oluşur.

Cansız enerjinin farkındalığı yoktur. Farkındalık, canlı enerjinin bir niteliğidir.


Canlı enerji evrende organik ve inorganik olmak üzere iki halde bulunur.
Organik bir varlığın enerji bütünlüğünü ve sınırlarını, türünün kendine özgü
yapısı belirler. İnorganik bir varlık ise, bir organik olmayan bir biçimde var
olabilen titreşimli, canlı enerji yığınları olarak tanımlanır.

Organik veya inorganik canlı enerjinin temel koşulu, evrendeki enerjiyi duyusal
verilere dönüştürmektir. Bu duyusal veriler enerjinin sınıflandırıldığı ve her
sınıflandırmaya belirli bir yanıtın verildiği bir yorumlama sistemine
dönüştürülür.

İnsan idraki, duyusal verilerin sınıflandırılarak yorumlandığı bir sistemdir ve


geçici olarak kesintiye uğratılabilir. Bu kesinti gerçekleştiğinde, insan enerjiyi
olduğu biçimiyle doğrudan algılayabilir. Enerjiyi doğrudan algılama, gözler çok
az dahil olsa da, onu gözle görme etkisine neden olur.

Enerjiyi doğrudan algılamak, insanları ışıltılı kozalar görünümünde enerji


kümeleri olarak görmeye neden olur. Bu kozaların her biri “farkındalığın
karanlık denizi” olarak adlandırılan kavranamayacak büyüklükte bir kütleye
bağlıdır. Her bir koza, kozadan daha parlak bir noktasından ışıklı liflerle
“farkındalığın karanlık denizi”ne bağlıdır ve algının gerçekleştiği bu bağlantı
noktasına “asamblaj noktası” denir. Asamblaj noktasının boyutu yaklaşık olarak
bir tenis topuna eşittir ve ışıklı lifler birleşerek bu noktadan geçerler. Asamblaj
noktasından geçen her enerji akışı duyusal verilere dönüştürülür ve bu duyusal
veriler dünya olarak yorumlanır.

Tüm evren, sürekli genişleyen ışıklı liflerden yapılmıştır. Hepsi de tek tek
liflerdir ve muazzam kütleler halinde gruplanmışlardır. Dikkati böyle bir kütleye
odaklama eylemi, niyet etme olarak adlandırılır. Özünde tüm evren bir niyet
evrenidir ve tüm varoluş niyetten kaynaklanır.

Gündelik yaşam dünyasında da insan, dünyayı yorumlarken niyeti kullanır.


Dünya algı tarafından değil, algının yorumlanmasıyla yönetilir. Örneğin,
üniversite duyularla algılayabileceğimiz bir şey değildir, çünkü ne görme, ne
işitme, ne tat alma, ne dokunma, ne koku alma duyuları bize üniversite
hakkında herhangi bir ipucu vermez. Üniversite ancak bizim niyetimizle olur ve
onu orada inşa etmek için hakkında bildiğimiz her şeyi bilinçli veya bilinçsiz bir
biçimde kullanırız.

Asamblaj noktasından geçen her enerji, insanın idrakinde yorumlanan duyusal


verilere dönüştürülür. İnsanın idrakinin homojenliği, tüm insan ırkının asamblaj
noktasının kozalarının üzerinde aynı yerde bulunmasından kaynaklanır. Bu
nokta, kozanın arka sınırında, insanın kürek kemiklerinin yüksekliğine denk
gelen bir bölgede yer alır.

Asamblaj noktası, uyku, aşırı yorgunluk, hastalık ve psikotrop madde


kullanımıyla konum değiştirebilir. Asamblaj noktası konum değiştirdiğinde,
içinden geçen enerji demeti de değişir. Bu değişim, asamblaj noktasını değişen
enerji demetini duyusal verilere dönüştürmeye ve yorumlamaya zorlayarak,
algılanacak farklı bir dünya gerçekliği sunar.

Ortaya çıkacak her dünya, gündelik hayatın olağan dünyasından farklı olmakla
birlikte, kapsayıcılığı ve içinde yaşanıp ölünebileceği itibarıyla birbirine
benzerdir. Kozanın içinde, bir insanın asamblaj noktasının yerleşebileceği ve
tamamen farklı bir dünyaya ulaşabileceği birçok kilit konum vardır. Bu
dünyalardan herhangi birine seyahat etme olasılığı herkes için mümkündür. Bir
insanın bu dünyalara ulaşmak için yapması gereken, asamblaj noktasını bu kilit
noktalardan herhangi birine doğru hareket ettirip o noktada sabitlemesidir.

Canlı enerji, Kartal tarafından sürekli olarak itilip çekilerek test edilir. Genel
olarak, evren yırtıcıdır, ancak yağmalama veya sömürü gibi bir yırtıcılık değildir
bu. Evren, canlı varlıklara verdiği farkındalığı sürekli olarak test eder.

Evren sürekli organik ve inorganik varlıklar yaratır ve baskı uygulayarak, onları,


farkındalıklarını artırmaya zorlar. İnsanın arayışının doruk noktası,
sosyalleşmenin ve sözdiziminin baskılarından arınmış bir farkındalıkla,
inorganik bir varlık olma olasılığıdır.

Bölüm 3
Bir bilgi insanı, acele ve tereddüt etmeden, yaşamının her eyleminde, dikkat,
bilinç, niyet ve irade bakımından elinden gelenin en iyisini yapmaya yönelmiş
kişidir. Herhangi bir insan, insan yaşamının dört doğal düşmanıyla mücadele
ederek, bir bilgi insanı olma yolunda ilerleyebilir.
Bir insan, yaşamı öğrenmeye başladığında, adımları, hedefleri belirsiz, amacı ve
niyeti bulanık olabilir. Öğrenmenin zorluklarını bilmediği için, gerçekleşmesi
mümkün olmayan hedefler seçebilir. Sonra öğrenme yolunda ilerlemeye
çabalarken birbiriyle çatışan düşüncelere boğulur; öğrenmek beklediği gibi
değildir ve öğrendikleri hayal ettiği gibi değildir. Öğrenmenin her adımında farklı
bir zorlukla karşılaşır ve yaşadığı belirsizlik korkusu içinde acımasızca
yükselmeye başlar.

Kişi korkusuna meydan okuyarak ve korkusuna rağmen devam ederse,


korkunun geri çekildiği bir an gelir. Kişi kendinden emin olmaya başlar ve niyeti
güçlenir. Öğrenmek korkutucu bir görev olmaktan çıkar. İnsan korkusunu
yendiğinde, korku yerini zihin berraklığına bırakır. Böylece insan yöneldiği
şeylerde öğrenme sürecini öngörebilir ve her şeyi açık ve kesin bir biçimde
kavrayabilir.

Elde edilmesi zor olan bu zihin berraklığı korkusunu giderir, ama aynı zamanda
insanı körleştirir; kendinden hiç şüphe duymamaya zorlar; ona her şeyi açıkça
gördüğü ve her şeyi yapabileceği hissini verir. Cesurdur çünkü zihni berraktır ve
berrak olduğu için hiç tereddüt etmez. Oysa bu bir hatadır. İnsan bu berraklığa
boyun eğerse bilgi yolunda tökezler. Sabırlı olması gerektiğinde acele eder,
acele etmesi gerektiğinde sabırlı davranır. Böylece, yeni şeyler öğrenemez hale
gelir.

İnsan zihin berraklığına meydan okumalı ve her eyleminde sabırlı olmalı ve


dikkatli davranmalıdır. Bu berraklığın yalnızca yöneldiği sınırlı bir alanda geçerli
olduğunu anladığında ve etrafındaki her şeye bu berraklıkla yönelmeye
başladığında ve bu farkındalık onu güçlü kılar.

Güç düşmanların en güçlüsüdür; insan kendini yenilmez hisseder. Hesaplanmış


riskler alarak başlayıp yönetir ve bir usta olduğu için de kurallar koyarak bitirir.
Bu aşamada insan yaklaşan düşmanının farkına varmaz ve savaşı kaybeder.
Düşmanı onu zalim, kaprisli bir insana dönüştürür. Güce kapılan bir insan için,
güç bir yüke dönüşür. Böyle bir insanın kendi üzerinde hakimiyeti yoktur;
gücünü ne zaman ve nasıl kullanacağını bilemez.

İnsan buna meydan okumalıdır. Fethettiğini zannettiği gücün gerçekte ona ait
olmadığını anlaması gerekir. Öğrendiği her şeyi dikkatle ele almalı, haddini
bilmeli ve kendini güce kaptırmamak için hep uyanık kalmalıdır. Kendi üzerinde
denetimi olmadan berraklık ve gücün hatalardan daha kötü olduğunu
görebilirse, her şeyi denetim altına alabileceği bir noktaya ulaşabilir. O zaman
gücünü ne zaman ve nasıl kullanacağını bilir.
İnsan, öğrenme yolculuğunun sonuna doğru düşmanlarının da sonuncusu ile
karşılaşır. Bu düşman yalnızca savaşabileceği ama asla tamamen
yenemeyeceği bir düşmandır. İnsanın artık korkularının kalmadığı, zihin
açıklığının ve gücünün denetim altında olduğu, ama yoğun bir dinlenme
arzusunun çöktüğü bir zaman gelir. Yorgunlukla vazgeçip bırakma ve dinlenme
arzusuna teslim olursa kaybedecek ve düşmanı onu çelimsiz bir yaratığa
çevirecektir. Vazgeçme arzusu, tüm berraklığını, gücünü ve bilgisini geçersiz
kılacaktır. Ama insan yorgunluğunu ve dinlenme arzusunu üzerinden atar ve son
düşmanıyla mücadelesinde kaderine yönelirse, kısa bir an için bile olsa, o
berraklık, güç ve bilgi anı, hedefine ulaşması için yeterlidir.

Bölüm 5
Yaşamdaki her yol, olabilecek tüm yollardan yalnızca biridir; bir yolun yalnızca
bir yol olduğunu unutma. Özenli bir yaşam sür; her durumda, koşulsuz bir
özgüvenle, saygılı, temkinli ve uyanık ol. Herhangi bir yol, yalnızca bir yoldur ve
bir yolu tutmak veya bırakmak senin seçimindir. Ancak bir yola devam etme
veya bir yoldan ayrılma kararı korku ve hırstan arınmış olmalıdır. Her yola
dikkatlice, ölçüp biçerek bak. Gerekli olduğunu düşündüğün kadar dene, yokla
ve sonra kendine, yalnızca kendine sor. Tüm yollar aynıdır; hiçbir yere
çıkmazlar. Nereden gelip nereye gittiklerinin bir önemi yoktur. Ama bir yolun
yüreği vardır, diğerinin yoktur. Biri seni güçlü kılar; diğeri zayıflatır. Yüreği olan
bir yola girdiğinde, onun aracılığıyla dünyayla bütünleşirsin. Yüreği olmayan bir
yolda ise yaşamın körelir, daralır ve katılaşır.
AYRI BİR GERÇEKLİK

Önsöz
İnsan kendi hakkında çok fazla düşündüğünde, kendini etrafındaki dünyaya
kapatmasına neden olan garip bir yorgunluk çöker üzerine. İnsanın kendi
hakkında çok fazla düşünmesinin nedeni kendini çok önemli hissetmesidir.
Kendini önemli hissetmek insanı kibirli yapar. Bilgi insanı olmak için, insanın
hafif ve akışkan olması gerekir; içinde hiç umutsuzluk ve kendine acıma
olmamalıdır.

Görmenin Ön Hazırlıkları
Belki bir gün, insanları başka bir tarzda görebilir ve onlarda bir şeyleri
değiştirmenin hiçbir bir yolu olmadığını anlarsın.

Her insan, diğer her şeyle karnının ortasından çıkan enerji lifleri aracılığıyla
temas halindedir.

Sıradan insan şeylere baktığında onları görmez. Yalnızca orada bir şey
olduğundan emin olmak için etrafına bakar. Görmekle ilgilenmediği için, her
baktığında şeyler ona aynı görünür. Öte yandan, görmeyi öğrendiğinde, bir şey
onu her gördüğünde farklıdır ve yine de aynıdır.

İnsan herhangi bir karar vermeden önce etraflıca ve dikkatlice düşünmeli, ama
karar verdiğinde tüm endişe ve düşüncelerinden arınmış olarak yoluna devam
etmelidir.

Bir insan, işler belirsizleştiğinde ölümünü düşünmelidir; ölüm ruhu dengeleyen


tek şeydir.

Bir bilgi insanının kendisi ve hemcinsleri hakkında yaptığı her şey aptallıktır;
çünkü hiçbir şeyin önemi yoktur. Yine de yaşamaya devam eder, çünkü iradesi
vardır. O hayatı boyunca iradesini güçlendirir ve artık hiçbir şeyin önemli
olmaması onun için önemli değildir. İradesi hayatının aptallığını idare eder.

İnsana eylemleri önemli görünür, çünkü insan eylemlerinin önemli olduğunu


düşünmeyi öğrenir. Önemli olduğunu düşünerek kendine bakar ve bu yüzden
kendini önemli hisseder. Ancak insan görmeyi öğrendiğinde, baktığı şeyleri
düşünemeyeceğini ve düşünemediğinde de her şeyin önemini yitirdiğini fark
eder.

İnsan bir kez görmeyi öğrendiğinde, her şey eşittir ve bu nedenle önemsizdir.
Birinin eylemleri diğerlerinden daha önemli değildir veya bir şey diğerinden
daha önemli değildir, bu nedenle her şey eşittir ve eşit oldukları için
önemsizdirler.

Gülmek için bakmamız gerekir, çünkü ancak şeylere baktığımızda dünyanın


komik yönlerini yakalayabiliriz. Öte yandan, gördüğümüzde her şey o kadar
eşittir ki, hiçbir şey komik değildir.

Bir bilgi insanı, eylemini düşünerek veya eylemini tamamladığında ne


düşüneceğini düşünerek değil, eylemi ile yaşar.

Bir bilgi insanı çabalar, uğraşır ve ona bakıldığında, hayatının aptallığının onun
denetiminde olması dışında, herhangi bir insan gibidir. Hiçbir şey, diğer hiçbir
şeyden daha önemli olmadığı için, bir bilgi insanı bir seçim yapar ve kendisi için
önemliymiş gibi davranarak, yaptıklarını elinden gelen en iyi biçimde yapar.
İşini bitirdiğinde ise geri çekilir ve eylemlerinin iyi mi kötü mü olduğuyla, işe
yarayıp yaramadığıyla ilgilenmez. Bir bilgi insanı olan bitene tamamen kayıtsız
kalmayı da seçebilir ve bu da onun denetimli aptallığıdır.

Sıradan bir insan yalnızdır, çünkü göremeden ölür. Hayatı boyunca sadece
yaşlanır. Zaferler peşinde koşup yalnızca yenilgiler bulduğu için tüm yıllarının
boşa gittiğini düşünür. Kazanmanın ve yenilmenin eşit olduğunu bilmeden ölüp
gider.

İnsan olarak bize düşen, öğrenmektir; insan bilgiye de savaşa gittiği gibi
gitmelidir; korkuyla, saygıyla, savaşa girildiğinin bilincinde ve koşulsuz bir
özgüvenle. İnsan yaşamında başkalarına değil, yalnızca kendisine güvenmelidir.

Zafer yok, yenilgi yok; her şey eşit ve yaşam mücadele etmeye değer. İnsan pes
etmeden, şikayet etmeden, yılmadan, gerçeğin özünü görene kadar
çabalamalıdır.

Görme İşi
Sanki tüm dünya sözlerle açıklanabilecek şeylerden oluşuyormuş gibi her şeyi
açıklamaya çalışma.
İnsan beklemesi gerektiğinde acele eder, acele etmesi gerektiğinde bekler. Çok
fazla düşünür. Bu onun zayıflığıdır. Bir savaşçı, eylemlerinin en önemsizinin bile
tüm sorumluluğunu üstlenir.

İnsan, beklediğini bilerek ve neyi beklediğini bilerek sabırla beklemelidir. Eğer


verdiği bir sözü yerine getirmesi gerekiyorsa, o zaman onu yerine getirdiğinin
farkında olmalıdır.

Bizi mutsuz eden istemektir. İsteklerimizi dert etmemeyi öğrenebilirsek, elimize


geçen en küçük şey bile gerçek bir nimete dönüşür.

Fakir olmak veya yoksun olmak sadece bir düşüncedir; nefret etmek, aç olmak
veya ıstırap çekmek de öyle. Bir savaşçı beklediğini ve ne beklediğini bilir ve
beklerken hiçbir şey istemez ve bu nedenle hayatın ona sunduğu her şeyi
arzulamadan ve sahiplenmeden kullanabilir. Yoksun kalmak, ıstırap çekmek,
insanın kendini terkettiği anlamına gelir.

Kimseden nefret etme. İnsanın hayatında geçtiği yolların hepsinin eşit olduğunu
gör. Ezenler ve ezilenler sonunda buluşurlar ve tek gerçek, yaşamın herkes için
çok kısa olduğudur.

Sıradan bir insan dünyaya ait şeyleri ancak elleriyle, gözleriyle veya
kulaklarıyla yakalayabilir, ama bir bilgi insanı onları burnu, dili ve özellikle de
iradesiyle yakalayabilir.

Dünyayı duyularımızla algıladığımızda, onun orada olduğu ve gerçek olduğu


izlenimini ediniriz. Dünyayı irademizle algıladığımızda, onun zannettiğimiz kadar
dışarıda veya zannettiğimiz kadar gerçek olmadığını biliriz.

İrade bir düşünce veya bir istek değil, bir güçtür. Görmek ise bir güç değildir;
şeyleri içinden kavramanın bir yoludur. Bir savaşçı çok güçlü bir iradeye sahip
olabilir ama yine de göremeyebilir. Bir bilgi insanı ise dünyayı duyularıyla,
görmesiyle ve iradesiyle algılar.

İrade bir fikir değildir. Ama iradenin ne olduğunu veya nasıl gerçekleşeceğini
bilmiyoruz. Bu yüzden yaptığımız her şeyi, yapabileceğimiz en iyi biçimde
yapmaya çalışmalıyız.

Bir insan görebiliyorsa, bir savaşçı gibi veya başka bir şey gibi yaşamak
zorunda değildir. Çünkü her şeyi olduğu gibi görür ve hayatını buna göre yaşar.
Ama, göremeyen bir insan tüm hayatını bir savaşçı gibi yaşamak zorundadır.
Bir insan bilgi insanı olma yoluna çıktığında, sıradan yaşamın sonsuza dek
geride kaldığını fark ettiği bir an gelir ve sıradan dünyanın araçlarının artık onu
koruyamayacağını ve hayatta kalmak istiyorsa yeni bir yaşam biçimi
benimsemesi gerektiğini anlar.

Bilginin korkutucu doğası, insana bir savaşçı olmaktan başka seçenek


bırakmaz. Güç haline gelen her bilginin merkezi gücü ölümdür. Ölüm nihai
dokunuşu sağlar ve ölümün dokunduğu her şey gerçekten güç olur.

Ölümün farkındalığı olmadan, insan sadece sıradan eylemlerde bulunan sıradan


birine dönüşür ve yaşamını güce dönüştürecek azim ve kararlılıktan yoksun
kalır. Bir savaşçı olmak, kendi ölümlülüğünün bütünüyle farkında olmayı
gerektirir.

Kendi ölümüyle ilgilenmek insanı kendine odaklanmaya zorlar ve bu da onun


gücünü tüketir. Bir savaşçı tarafsızdır; ölüm fikrini bir saplantı haline
getirmeden kayıtsız bir farkındalığa bürünür. Ölüm fikri onu bağımsız kıldığı için
de hiçbir şeyden vazgeçmesi veya mahrum kalması gerekmez. Bir savaşçı
tutkulara kapılmaz; ölümünün onu her an takip ettiğini ve ona hiçbir şeye
tutunması için zaman vermeyeceğini bildiğinden yaptıklarını arzularına
kapılmadan gerçekleştirir.

Ölümlülüğünün bilincinde olan bir insanın tek dayanağı karar verme gücüdür;
insan seçimlerinin tamamen kendi sorumluluğunda olduğunu bütünüyle
anlamalıdır. İnsanın tereddüt etmek veya pişmanlık duymak için hiç zamanı
yoktur.

Bir savaşçı, ölümünün bilinciyle, tarafsızlığıyla ve kararlarının gücüyle, hayatını


stratejik bir biçimde kurar. Ölüm ona rehberlik eder ve onu her şeye karşı
mesafeli kılar; kararlarının gücü, pişmanlık duymadan seçim yapabilmesini
sağlar ve yapmayı seçtiği her şeyi yapabileceği en iyi biçimde yapmaya çalışır.

Savaşçı acele etmeden ilerler, çünkü iradesini beklediğini bilir ve bir gün
normalde başarılması imkansız görünen bir şeyi gerçekleştirmeyi başarır ve bu
sıradışı eylemini fark etmeyebilir bile. Ama imkansız görünen eylemlerde
bulunmaya devam ettikçe bir tür gücün ortaya çıktığının farkına varır. Bilgi
yolunda ilerlerken bedeninden yayılan bir güç. İlk başta, karın bölgesinde bir
kaşıntı veya yatıştırılamayan sıcak bir nokta gibidir; sonra bir acıya, büyük bir
rahatsızlığa dönüşür. Bazen ağrı ve rahatsızlık o kadar büyüktür ki savaşçı
aylarca kasılmalar yaşar.
Kasılmalar sona erdiğinde, savaşçı şeyler hakkında garip hisler duymaya
başalar. Göbeğinin hemen altında veya hemen üstünde bir noktadan
vücudundan çıkan bir hisle istediği her şeye gerçekten dokunabildiğini fark
eder. Bu duygu iradedir.

İnsan, görmeyi öğrendikten sonra, hiçbir şey olmadan her şey olur; ortadan
kaybolur ve yine de oradadır. Bu, insanın istediği her şeyi olabileceği ve elde
edebileceği bir zamandır. Ama o hiçbir şey istemez.

Hemcinsleriyle aptallıklarının orta yerinde buluşur. Aralarındaki tek fark, gören


bir insanın kendi aptallığının farkında olması ve onu idare edebilmesi,
diğerlerinin ise bunu yapamamasıdır. Gören bir insan, artık hemcinslerine
yönelik aktif bir ilgi duymaz. Görmek, onu daha önce bildiği, tutunduğu her
şeyden bütünüyle ayırır.

Bir savaşçı her şeye karşı saygılı davranır ve mecbur kalmadıkça hiçbir şeyi
ezip geçmez. Kendini hiçbir şeye kaptırmaz ve eğer kendini bir şeye dahil
ederse, bunu ne yaptığının tamamen farkında olarak yapar. Bir savaşçı için
hayat, bir strateji alıştırmasıdır; o hayatın anlamını bulmakla ilgilenmez.

Dünya gerçekten ürkütücü şeylerle doludur ve bizler açıklanamaz ve baş


edilemez güçlerle çevrili varlıklarız. Sıradan bir insan, cehaletiyle, bu güçlerin
açıklanabileceğine veya değiştirilebileceğine inanır. Bir savaşçı ise bunları
açıklamayı veya değiştirmeyi düşünmez; bunun yerine onlara uyum sağlayarak
bu güçleri kullanmayı öğrenir.

Savaşçının ruhu, düşkünlüğe, şikayet etmeye, kazanmaya veya kaybetmeye


yönelik değildir. Bir savaşçının ruhu yalnızca mücadele etmeye yöneliktir ve her
mücadele, savaşçı için dünyadaki son savaşıdır. Bu yüzden sonuç onun için pek
önemli değildir. Bir savaşçı, dünyadaki son savaşında iradesinin
kusursuzluğuyla ruhunun özgür bir biçimde akmasına izin verir.

Bir savaşçı, dünyasını oluşturan öğeleri seçer. Seçtiği her öğe, kullanmaya
çalıştığı güçlerin saldırılarından onu koruyan bir kalkandır. Bu güçlerden biri
ona saldırdığında, onu alt edebilmek ona için huzur veren, düşüncelerini
korkularından uzaklaştıran ve onu sağlamlaştıran şeyleri seçer.

Bu güçlerle eşit derecede çevrelenmiş sıradan bir insan ise, kendini korumak
için sahip olduğu kalkanlardan habersizdir. İnsanlar her zaman yaptıkları
sıradan şeyleri yapmakla meşguller. Bu meşguliyetler sıradan insanın
kalkanlarıdır.

Dünyamız hakkında çok fazla düşünür ve bir içsel söyleşiyi aralıksız sürdürerek
durmadan konuşuruz. Aslında içsel söyleşilerimizle dünyamızı korur ve ayakta
tutarız. Kendimizle konuşmadığımızda, dünya, ne ise o olarak görünür.

Kendimizle konuşurken yollarımızı da seçeriz ve öleceğimiz güne kadar aynı


seçimleri tekrarlarız; çünkü aynı içsel söyleşiyi öleceğimiz güne kadar
defalarca tekrarlarız. Bir savaşçı bunun farkındadır ve içsel söyleşisini
durdurmaya çalışır.

Her şeyden önce, gözlerindeki yükün bir kısmını almak için kulaklarını
kullanmalısın. Doğduğumuz andan itibaren dünyayı yargılamak için gözlerimizi
kullanırız. Başkalarıyla ve kendimizle esas olarak gördüğümüz şeyler hakkında
konuşuruz. Bir savaşçı bunun farkındadır ve dünyayı dinler.

İnsan olarak yaptıklarımız bizi rahatlatır ve güvende hissetmemizi sağlar;


yaptıklarımız çok önemlidir, ancak yalnızca bir kalkan olarak. İnsan olarak
yaptığımız şeylerin yalnızca birer kalkan olduğunu asla farketmiyoruz ve bu
kalkanların hayatlarımıza hükmetmesine izin veriyoruz.

Dünya anlaşılamaz; onun sırlarını asla tamamen çözmeyeceğiz. Bu yüzden ona


olduğu gibi, aşılamaz bir gizem olarak yaklaşmalıyız. Ancak sıradan bir insan
için dünya asla bir gizem değildir ve yaşlandığında yaşayacak başka bir şeyi
kalmadığına, dünyanın kendisi için daha fazla gizemi olmadığına inanır.
Kalkanlarımız için ödemek zorunda olduğumuz bir bedeldir bu.

Bir savaşçı bunun farkındadır ve buna uygun davranır. İnsanların yaptıkları


hiçbir koşulda dünyadan daha önemli olamaz. Böylece bir savaşçı dünyayı
sonsuz bir gizem ve insanların yaptıklarını da sonsuz bir aptallık olarak ele alır.

Seslerde delikler vardır ve etrafımızdaki diğer her şeyde. Normalde insan


delikleri yakalama hızına sahip değildir ve bu nedenle hayatını korumasız bir
biçimde sürdürür. Eğer onların söylediklerini kavrayacak hıza sahip olabilsek,
dünya ve üzerindeki varlıkların hepsinin de bize söylediklerini duyabiliriz. Bu
dünyadaki tüm canlılarla uyum içinde olmalıyız. İşte bu yüzden öldürmek üzere
olduğumuz canlılarla konuşmalı ve onları incittiğimiz için özür dilemeliyiz.
IXTLAN YOLCULUĞU

Önsöz
Günlük hayatın bildiğimiz dünyası yalnızca bir tanımlamadır. Günlük hayatımızın
gerçekliği, belirli bir üyeliği paylaşan bizlerin ortaklaşa yapmayı öğrendiğimiz
bir algısal yorum akışından oluşur. Dünyayı oluşturan algısal yorumlar bir akışa
sahiptir ve bu akış kesintisiz bir biçimde işler. Bildiğimiz dünyanın gerçekliği o
kadar sorgusuz sualsiz kabul edilmiştir ki, gerçekliğimizin pek çok
betimlemeden yalnızca biri olduğu, bizim için kabul edilebilir değildir.
Bir çocukla temasa geçen herkes, dünyayı ona durmadan anlatan, tanımlayan
bir öğretmendir. Dünyayı ona tanımlandığı gibi algıladığı andan itibaren çocuk
insanlığın bir üyesidir. Dünyanın tanımını bilir ve üyeliği, bu açıklamaya uyarak
onu geçerli kılan tüm uygun algısal yorumları yapmaya muktedir olduğunda
tamamlanmış hale gelir.

Bir çocuğa yapılacak en kötü şey, onu başkalarıyla aynı fikirde olmaya
zorlamaktır. Çocuğun ruhunu inciten, ona her zaman ne yapması ve ne
yapmaması gerektiğinin söylenmesidir.

Kişisel Geçmişi Silme

Annen, baban senin hakkında her şeyi bildiklerini düşünürler ve onların senin
hakkında edindikleri fikrileri değiştirmen neredeyse imkansızdır.

Ailene, akrabalarına ve arkadaşlarına yaptığın her şeyi anlatarak kişisel


geçmişini yeniliyor ve pekiştiriyorsun. Seni tanıdıklarında, onların senin
hakkındaki düşüncelerinden kurtulamazsın. Eğer kişisel bir geçmişin yoksa,
açıklamalara da gerek yoktur; kimse senin davranışlarına kızamaz,
davranışlarından dolayı hayal kırıklığına uğramaz ve kimse seni düşünceleriyle
sıkıştıramaz.

Kişisel geçmişimizi silmek, bizi diğer insanların zincirleyen düşüncelerinden


özgür kılar. Kim olduğunu, ne yaptığını kimsenin bilmesine izin verme; kendinin
bile.

Hiçbir şey kesin veya gerçek olmayana kadar kişisel geçmişine dair her şeyi sil.
Sorun senin fazla gerçek olman; çabaların çok gerçek, ruh hallerin çok gerçek.
Yaptığın şeyleri açıklamayı bırakarak başla. Seni iyi tanıyan herkesten
davranışların aracılığıyla uzaklaş.

Yalanlar ancak kişisel bir geçmişin varsa yalandır. Her zaman nasıl yalan
söyleneceğini bilirsin. Eksik olan, bunu neden yapacağını bilmemendi. Şimdi
biliyorsun.

Kişisel Önemini Kaybetmek


Parmaklarını belirli bir pozisyona zorlayarak dayanıklılığını ve farkındalığını
artırabilirsin. Yürürken elinde bir şey taşıma; sırt veya omuz çantası kullan.
Kendi zihninde sen çok önemlisin. O kadar önemlisin ki, her şeye kızmakta
haklısın. O kadar önemlisin ki, işler istediğin gibi gitmezse çekip gitmeyi göze
alabilirsin. Bunun karakterinin bir göstergesi olduğunu düşünüyorsun. Oysa bu
zayıflık ve kendini beğenmişliktir. Kendine önemsediğinde hiçbir şeyi yapman
gerektiği gibi yapamazsın. Dünyadaki en önemli şey olduğunu hissettiğin
sürece, etrafındaki dünyayı gerçekten takdir edemezsin.

Herhangi bir canlıyla iletişim kurduğunda, ona ne söylediğinin bir önemi yoktur;
önemli olan onu beğenmen ve ona eşitin olarak davranmandır. Sonuç olarak,
diğer canlı ve sen eşitsin, ne sen ne de o, daha az veya daha çok önemli
değilsiniz. Etrafımızdaki dünya bir gizemdir ve hiçbir şey bir diğerinden daha
önemli değildir.

Ölüm Bir Danışmandır


Ölüm bizim yoldaşımızdır, her zaman solumuzda, bir kol mesafesindedir.
Sabırsız olduğunda dönüp ölümüne danış. Ölümün sana bir jest yaparsa, veya
onu bir an için görürsen veya yalnızca yoldaşının seni izlediğini hissedersen,
kendini önemseme’den arınmış olursun.

Ölüm, sahip olduğumuz tek bilge danışmandır. İşlerin ters gittiğini hissettiğinde,
dön ve ölümüne öyle olup olmadığını sor. Ölümün sana yanıldığını, onun
dokunuşu dışında hiçbir şeyin gerçekten önemli olmadığını söyleyecek; "sana
henüz dokunmadım" diyecek.

Sorumluluk Almak
Bir insan bir şeyi yapmaya karar verdiğinde sonuna kadar gitmeli ve
yaptıklarının sorumluluğunu üstlenmelidir. Ne yaparsa yapsın, önce neden
yaptığını bilmeli, sonra şüphe ve pişmanlık duymadan yoluna devam etmelidir.

Yaptığın her şey senin kararın ve senin sorumluluğun. Ölümün senin yoldaşın ve
danışmanın. Yaşamda şüpheye veya pişmanlığa yer yok. Eğer eyleminin bir
sonucu olarak ölmen gerekiyorsa ölürsün.

İnsan ölümsüz olduğunu ve ölümsüz olanın da kararlarını iptal etmeye, pişman


olmaya ve şüphelenmeye imkanı olduğunu zanneder. Hayatı boyunca şikayet
eder çünkü kararlarının sorumluluğunu gerçekten almaz. Birinin kararlarının
sorumluluğunu üstlenmesi, onlar için ölmeye hazır olduğu anlamına gelir.
Ölümün avcı olduğu bir dünyada pişmanlık ve şüphe için zaman yoktur. Yalnızca
kararlar için zaman vardır.
Kararın ne olduğu önemli değildir; hiçbir şey başka bir şeyden daha fazla veya
daha az ciddi olamaz. Ölümün avcı olduğu bir dünyada küçük veya büyük
kararlar yoktur. Kaçınılmaz ölümümüz karşısında yalnızca verdiğimiz kararlar
vardır.

Bir Avcı Olmak


Ne gördüğün önemli değildir. Önemli bir nasıl hissettiğindir. İşin kilit noktası
gözlerinle hissetmek. Sana nasıl hissedeceğini kimse söyleyemez. Bunu kendin
öğrenmelisin.

Avcı olmak, kişinin dünyayı farklı biçimlerde görebileceği anlamına gelir. Avcı
olmak için her şeyle denge içinde olmak gerekir. En iyi avcılar avlanmayı
sevmezler; yalnızca bunu iyi yaparlar.

Erişilemez Olmak
Yaşamında kasıtlı olarak erişilmez ol. Herkes saklandığını biliyorsa,
saklanmanın hiçbir anlamı yoktur. Bütün varlığınla kalabalık bir yolun
ortasındayken saklanman imkansızdır; yalnızca saklandığını hayal edersin.
Yolun ortasında olmak, yoldan geçen herkesin senin tüm geliş ve gidişlerini
izlemesi demektir.

Erişilemez olmak, etrafındaki dünyaya tutumlu bir biçimde temas etmen,


kendini ve başkalarını tüketmekten kaçınman anlamına gelir. İnsanları, özellikle
de sevdiğin insanları, geriye hiçbir şey kalmayacak hale gelene kadar sıkıp
tüketmezsin.

Bir avcı, avını tuzağına çekebileceğini bilir ve bu yüzden endişelenmez.


Endişelenmek, insanı erişilebilir hale getirir ve bir kez endişelendiğinde
çaresizlikten her şeye tutunur ve bir kez tutunmaya başlarsa, tükenmeye ve
tutunduklarını tüketmeye mahkum olur. Bir daha asla yemek bulamayacağından
endişelenen ve bulduğu tüm yiyecekleri yiyip bitirmeye çalışan bir zavallı gibi
aç ve çaresiz hisseder.

Erişilmez olmak, saklanmak veya ketum olmak anlamına gelmez. Bir avcı,
dünyasını tutumlu ve şefkatle kullanır; dünyasıyla yakından ilgilenir ama, o yine
de dünyası için erişilmezdir. Çünkü dünyasını tüketmez. Hafifçe dokunur,
ihtiyacı olduğu kadar orada kalır ve sonra neredeyse hiç iz bırakmadan oradan
uzaklaşır.

Hayatın Rutinlerini Kırmak


Bir avcı, yalnızca tuzak kurabildiği veya avının rutinlerini bildiği için değil,
kendisinin rutinleri olmadığı için yakalar avını. Peşinde olduğu hayvanlar gibi,
rutinlerle ve öngörülebilir davranışlarla sabitlenmiş değildir; özgür, akışkan ve
tahmin edilemezdir.

Dünyadaki Son Savaş


Sanki yeryüzünde kusurlu olan tek insanmış gibi, her zaman davranışlarını
açıklamak zorunda hissediyorsun. Öte yandan, davranışların için sorumluluk
almıyorsun; ölümünü bir danışman olarak kullanmıyorsun ve hepsinden öte, çok
erişilebilirsin.

Senin için dünya tuhaf, çünkü ondan ya sıkılıyorsun veya onunla çelişiyorsun.
Oysa dünya tuhaf çünkü muazzam, gizemli ve anlaşılmaz. Burada, bu harika
dünyada ve bu harika zamanda olmanın sorumluluğunu üstlenmelisin. Çevrende
olan biten her hareketi, her durumu hesaba katmalısın. Çünkü sadece kısa bir
süreliğine burada olacaksın; yeryüzünün tüm harikalarına tanık olamayacak
kadar kısa. Şu anda her ne yapıyorsan, dünyadaki son eylemin olabilir.

Eylemlerinin doğası konusunda çok dikkatli olan bazı insanlar vardır.


Mutlulukları, zamanlarının olmadığının bilinciyle hareket etmekten gelir;
eylemlerinin kendine özgü bir gücü, bir kavrayışı vardır. Eylemde bulunan kişi,
bu eylemin onun son eylemi olduğunu bildiğinde, yaptığı her şeyin dünyadaki
son eylemi olabileceğinin tam bilgisiyle onu kuşatan bir ruh hali vardır.

Pişmanlık, üzüntü veya endişe duymadan, dikkatini ölümünle arandaki


bağlantıya, vaktinin olmadığı gerçeğine odakla ve hareketlerinin buna göre
akmasına izin ver. Yaptığın her hareket, dünyadaki son mücadelendir. Eğer
öleceksen, çekingenlik için zaman yoktur; çekingenlik seni sadece
düşüncelerinde var olan bir şeye düğümler. Çekingen olmak, insan olarak
kaderini yaşamanı engeller.

Ölümün seni bekliyor ve yaptığın herhangi bir şey dünyadaki son mücadelen
olabilir. Çoğu insan, hiçbir farkındalık taşımadan eylemden eyleme geçer. Oysa
bir avcı, her eylemini değerlendirir ve kendi ölümüyle ilgili derin bir bilgiye sahip
olduğu için, her eylemi son mücadelesiymiş gibi sağduyulu bir biçimde ilerler.
Bir avcı, son mücadelesine gereken saygıyı gösterir.

Bir Savaşçının Ruh Hali


Birilerinin her zaman bize bir şeyler yaptığına inanarak üzülmenin, şikayet
etmenin ve bunu yaparken haklı hissetmenin hiçbir faydası yoktur. Her şey bir
insanı rahatsız edebilir ve üzebilir. İnsan sürekli sızlanıp şikayet eder ve
başkalarının onu kendi beklentilerine göre çekiştirmesine göz yumar. Oysa
kimsenin kimseye bir şey yaptığı yoktur. İnsanın yaşamındaki tüm
sorumluluğunu üzerine alması gerekir.

Bir savaşçının ruh hali, kendini idare etmeyi ve aynı zamanda kendini serbest
bırakmayı içerir. Savaşçı bir güç avcısıdır. Her şeyi hesaplar, ama hesapları
bittiğinde de harekete geçer. Bir savaşçıyı hiç kimse zorlayamaz; ona kendisine
veya kararlarına karşı bir şeyler yaptıramaz.

Bir savaşçı hayatta kalmaya ayarlıdır ve mümkün olan en iyi biçimde hayatta
kalır. Bir savaşçı zarar görebilir, yaralanabilir ama asla gücendirilemez. Bir
savaşçı için başkalarının davranışlarında rahatsız edici hiçbir şey yoktur.

Bir güç avcısı olarak savaşçı, dünyanın kendisine sunduğu her şeyi avlayabilir.
Bu yüzden her zaman hazırdır.

Güç Savaşı
Güç kişinin sahip olduğu bir histir. Kişiye hem emreder, hem de ona itaat eder.

Dünyayı anlamaya çalışırken kendini tüketme. Dünya bir gizemdir; sadece


baktığında orada bulduğun şeylerden çok daha fazlası vardır dünyada. İnsanın
dünyayı anlamaya çalışırken yaptığı şey, dünyayı tanıdık hale getirmeye
çalışmaktır.

Yapma-ma
Kaya, onu yapmayı bildiğin onca şeyden dolayı bir kayadır. Bir bilgi insanı,
kayanın yalnızca yaptığı için bir kaya olduğunu bilir, bu nedenle kayanın bir
kaya olmasını istemiyorsa, yapması gereken tek şey yapma-madır.

Dünya dünyadır, çünkü onu yapmakla ilgili olan şeyleri bilirsin, eğer onu neyin
yaptığını bilmesen, dünya farklı olurdu. Dünyayı durdurmak için, yapmayı
bırakmalısın.

Yapma, çakıl taşını kayadan ayırmanı sağlar, eğer yapma-mayı öğrenmek


istiyorsan, onları bağlaman gerekir. Çakıl taşının kayaya vurduğu küçük gölge
onları birbirine bağlayan öğedir.

Bir savaşçı, yapma’nın gücünü yapma-maya dönüştürerek gölgelerden her türlü


şeyi okuyabilir. Kişisel güç varsa, yapma-ma her şeyi bir güç nesnesine
dönüştürebilir.
Sıradan bir insan, şeylerin doğru veya yanlış olmasını önemser; doğru olduğunu
bildiği şeylerle belirli bir biçimde ve doğru olmadığını bildiği şeylerle farklı bir
biçimde yönelir. Bir şeylerin doğru olduğunu kabul ederse, yaptığına inanır ve
hareket eder. Ama şeylerin doğru olmadığını kabul ederse, harekete geçmez
veya yaptıklarına inanmaz. Öte yandan bir savaşçı her iki durumda da hareket
eder. Eğer şeylerin doğru olduğunu kabul ederse, yapma için harekete geçer;
doğru olmadığını kabul ederse yapma-ma için.

Yapma-ma alıştırması; yere yatıp sağ kolu dirseğe doğru bük ve avuç öne
bakana kadar elini çevir. Parmaklarını bir kapı kolu tutuyormuş gibi kıvır ve
sonra bir itme ve çekme eylemini andıran dairesel bir hareketle kolunu ileri geri
hareket ettir. Ağır bir nesne hissedene kadar, elin serbest hareketlerini
zorlayan hayali bir karşıt kuvveti itip çek. Yapma-ma egzersizi el soğumadan
yavaş yavaş yapılır. El sıcak kalırsa, onunla dünyanın çizgilerini hissedebilir.

Bizi şeylere bağlayan sonsuz sayıda çizgi vardır. Yapma-ma alıştırması elden
çıkan ve kişinin istediği yere yerleştirebileceği bir çizgiyi hissetmesini
sağlamak için yapılır. Bir bilgi insanının ürettiği en dayanıklı çizgiler vücudun
ortasından çıkar, ama bunları gözleriyle de yapabilir.

Savaşçının yolunun en zor yanı, dünyanın bir duygu olduğunu anlamaktır. Kişi
yapma-mayı uyguladığında çizgileri aracılığıya dünyayı hisseder. Yapma-ma çok
basit ama çok zordur. Mesele anlamak değil, ustalaşmaktır. Görmek, bir bilgi
insanının nihai başarısıdır ve görme, ancak kişi dünyayı yapma-mayla
durdurduğunda mümkündür.

Kayanın gölgesi kayadır ve yine de değildir. Kayanın ne olduğunu bilmek için


kayayı gözlemek yapma, gölgesini gözlemek ise yapma-madır.

Rüya görmek, rüyaların yapma-masıdır ve yapma-mada ilerledikçe, rüya


görmekte de ilerlersin. İşin kilit noktası, yaptığın şeye inanmasan bile, yapmayı
bırakmamaktır.

Güç Halkası
İnsan dünyanın bir varlığıdır. Bu dünveya onun avlanma yeridir. Bir güç avcısı
olarak savaşçı dünyanın kullanılmak için yaratıldığını bilir ve onun her bir
parçasını kullanır. Dünyadan istediğini alıp kullanmaktan çekinmez ve dünyanın
onu kullanmasına da aldırmaz ve içerlemez.

Dünyayı Durdurmak
Dünyayı durdurduğunda insanın içinde duran şey, insanların ona dünyanın nasıl
olduğunu söylediği haliyle dünyadır. İnsanlar doğduğumuz andan itibaren bize
dünyanın nasıl olduğunu söylerler ve dünyayı insanların bize söylediği gibi
görmekten başka seçeneğimiz yoktur. Önemli olan, bedeninin görebildiğini fark
etmesidir. İnsan ancak o zaman, her gün baktığı dünyanın yalnızca bir
tanımlama olduğunu farkedebilir.

Ixtlan Yolculuğu
Dünya hakkındaki fikrin her şeydir ve bu değiştiğinde, dünyanın kendisi de
senin için değişir. Böyle bir zamanda herkes için geçerli olan; sevdiği, istediği,
nefret ettiği, korktuğu her şeyin geride kalacak olmasıdır. Yine de insanın
duyguları ölmez veya değişmez. Bir bilgi insanı, ona asla ulşamayacağını
bilerek, yine de evine dönmeye çalışır.

GÜÇ HİKAYELERİ

Bilgi ile Randevu


Bizler akıl yaratıkları olduğumuz için açıklamalar peşindeyiz. Kusurumuz, bize
ve dünyamıza uyan açıklamalar aramaktır.

Savaşçının özgüveni, sıradan bir insanın özgüveni değildir. Sıradan bir insan,
ona bakanların gözünde kesinlik arar ve buna özgüven der. Özgüven, şeyleri
kesin olarak bilmeyi gerektirir. Savaşçı kendi gözünde kusursuzluğu arar ve
buna alçakgönüllülük der. Alçakgönüllülük kişinin eylemlerinde ve duygularında
kusursuz (dolaysız) olmasını gerektirir. Sıradan bir insan çevresindeki insanlara
bağlanırken, savaşçı yalnızca kendisine bağlanır.

Yaptığın her şey, olduğun her şey kişisel gücüne dayanır. Yeterince güce
sahipsen, sana söylenen tek bir cümle bile hayatının akışını değiştirmeye
yeterli olabilir. Eğer yeterli güce sahip değilsen, en muhteşem bilginin bile sana
bir faydası olmaz. Kişi herhangi bir şeyde başarılı olacaksa, başarı nazikçe
gelmelidir; eylemleri büyük bir çaba gerektirse de, stres veya takıntı
olmamalıdır.
Sadece bir anın sonsuzluk olduğunu biliyor musun? Bu, ancak o ana tutunabilir
ve onu kendi bütünselliğini kurmak için kullanabilirsen bir gerçektir. Yeterince
gücün olduğunda, bu bilgi, kendi bütünselliğini kurmanı ve sınırlarını aşmanı
mümkün kılar. Bedendir bu sınır; sen bir bedene yerleşmiş bir farkındalıksın.

Bir savaşçı, içsel söyleşisini durdururken bir görüntüyü veya düşünceyi zihninde
tutar. Bir an için kendiyle konuşmamayı becerebilirse ve sonra istediği şeyin
görüntüsüne veya düşüncesine tutunabilirse, istediği ona gelecektir. Görme,
içsel söyleşi durduğunda gerçekleşir.

Bizi temellendiren içsel söyleşidir. Dünya böyledir, çünkü kendimizle onun böyle
olduğu hakkında konuşuruz. Dünya hakkındaki fikrini değiştirmek işin kilit
noktasıdır ve bunu başarmanın tek yolu içsel söyleşiyi durdurmaktır. İçsel
söyleşiyi durdurmak dışında, gördüklerinin veya yaptıklarının hiçbiri, senin
dünya hakkındaki düşüncelerini, dünyanın senin için gerçekliğini değiştiremez.

Bir savaşçının alçakgönüllülüğü, bir dilencinin alçakgönüllülüğüyle aynı


değildir. Bir savaşçı hiç kimseye baş eğmez ve kimsenin de ona baş eğmesine
izin vermez. Dilenci ise kendinden üstün gördüğü herkese baş eğer ve
kendinden aşağı gördüğü herkesin de ona baş eğmesini ister.

Düşünmek, dünyayı düşüncelerimize uydurmaktır; biz hep dünya hakkındaki


bilgimizin bize söylediklerine tutunur ve dünyayı düşüncelerimize uygun hale
getirmenin yollarını ararız. Şeyler ancak onların gerçekliğini kabul ettikten
sonra gerçektir. Düşüncelerin ve eylemlerin çevrendeki insanların onayına bağlı
olduğunda, onların senin için çizdiği yoldan sapamazsın. Bu köleliktir; kendini
kölelikten de, efendilikten de uzak tut.

Geyikle konuştuğumu söyledim ama, bu sadece geyikle yaptığımız şey hakkında


konuşabilmem için bir yol. Geyik ve ben bir şey yaptık, ama o sırada dünyayı
fikirlerime uydurmam gerekiyordu. Hayatım boyunca konuştuğum için
alışkanlıklarım galip geldi ve geyiğe kadar yayıldı. Geyik yanıma geldiğinde ve
her ne olduysa, bunu konuşmak olarak anlamak zorunda kaldım.

Kelimeler bizi her zaman aydınlanmış hissetmeye zorlarlar, ama dünyayla


yüzleşirken bizi hep yüzüstü bırakırlar. Bu nedenle, bir bilgi insanı konuşmak
yerine eylemde bulunur ve dünyanın yeni bir tanımına ulaşır; konuşmaların
yansımalarının yerine eylemlerin yansımalarının olduğu bir tanım.
Bir savaşçı, ruhunun dengesinin bozuk olduğundan emin olarak işe başlar ve
sonra tam bir denetim ve farkındalık içinde, bu dengeyi elde etmek için elinden
gelenin en iyisini yapmaya yönelir.

İçsel söyleşi durduğunda kişinin aklında tuttuğu herhangi bir düşünce, onunla
rekabet edecek başka bir düşünce olmadığı için tam anlamıyla bir emirdir. Sen
olduğun gibisin, çünkü kendine böyle olduğunu söylüyorsun.

Çift, rüya görme yoluyla geliştirilen kişinin kendisidir ve görebilen bir kişi için
çift daha parlaktır. Bir Görücü’nün rüya görme yoluyla aynı anda iki yerde
olduğuna dair hiçbir fikri yoktur. Bir Görücü, daha sonra aynı anda iki yerde
bulunduğunu fark edebilir. Ancak bu sadece muhasebedir ve bunun eylem
halindeyken ikiliği hakkında hiçbir fikrinin olmadığı gerçeğiyle hiçbir ilgisi
yoktur.

Dünya bize doğrudan teslim olmuyor, çünkü dünyanın tanımı arada duruyor.
Dolayısıyla, biz her zaman dünyanın bir adım uzağındayız ve dünya deneyimimiz
her zaman deneyimin bir hatırasıdır. Dünyayla ilgili tüm deneyimlerimiz bir
hatırlama ise, o zaman bir Görücü’nün aynı anda iki yerde olabileceği sonucuna
varmak o kadar da tuhaf değil.

Ama onun algısı açısından durum böyle değildir, çünkü dünyayı


deneyimleyebilmek için, her insan gibi bir Görücü’nün de yaptığı eylemi, tanık
olduğu olayı hatırlaması gerekir. Farkındalığında yalnızca tek bir hatıra vardır.
Ancak Görücü’ye bakan biri için, Görücü aynı anda iki farklı yerde
bulunuyormuş gibi görünebilir. Bununla birlikte, Görücü, zamanın tanımının
yapıştırıcısı artık onu bağlamadığından, iki ayrı tek anı hatırlar.

Katılık, bedensellik hatıralardır. Bu nedenle, dünya hakkında hissettiğimiz her


şey gibi, onlar da biriktirdiğimiz hatıralardır; açıklamaların hatıraları. Katılığın,
bedenselliğin hatırası sende; tıpkı söylediklerinin, düşündüklerinin ve
hissettiklerinin hatırası gibi.

Rüya-gören ve Rüyada-görülen
Alışılmadık durumlarla karşılaştığımızda kullandığımız üç tür kötü alışkanlık
vardır; İlk olarak, neler olup bittiğini gözardı eder ve sanki hiç olmamış gibi
davranırız; bu yobazın yoludur. İkincisi, her şeyi olduğu gibi kabul eder ve neler
olduğunu biliyormuş gibi davranırız; bu dindarın yoludur. Üçüncüsü, olayı
gözardı edemediğimiz veya tüm kalbimizle kabul edemediğimiz için takıntılı ve
saplantılı hale geliriz; bu da aptalın yoludur.
Dördüncüsü ve en uygunu savaşçının yoludur. Bir savaşçı hiçbir şey olmamış
gibi davranır, çünkü hiçbir şeye inanmaz, ancak her şeyi olduğu gibi kabul eder.
Kabul etmeden kabul eder ve yok saymadan yok sayar. Asla biliyormuş gibi
veya hiçbir şey olmamış gibi davranmaz. Korkudan titriyor olsa bile, denetim
ondaymış gibi davranır.

Yaşam yolculuğu için gereken her şeye sahipsin. Gerçek deneyim insan
olmaktır ve önemli olan hayatta olmaktır. Yaşam kendi içinde yeterli, açıklayıcı
ve eksiksizdir.

Bir savaşçının teselliye ihtiyacı varsa, yalnızca bir kişi seçer ve o kişiye
sıkıntısının her detayını anlatır. Savaşçı anlaşılmayı veya yardım edilmeyi
aramaz; yalnızca konuşarak üzerindeki baskıyı hafifletmeye çalışır. Ama
savaşçı konuşmaya hevesli değilse kimseye bir şey söylemez.

Hiç kimse bir çift geliştirmez. Bu sadece onun hakkında konuşmanın bir yolu.
Bütün ışıltılı varlıkların bir çifti vardır. Bir savaşçı bunun farkında olmayı
öğrenir. Bu farkındalığın önünde engeller vardır; farkındalığa ulaşmayı eşsiz bir
meydan okuma kılan engeller.

Çift kişisel bir tercih meselesi değildir. Çift, ışıltılı varlıklar olduğumuzun
farkındalığıdır. Çift her şeyi yapabilir, ama yine de göze batmamayı ve nazik
olmayı tercih eder.

Bir savaşçı gücün elindedir ve tek özgürlüğü kusursuz (dolaysız) bir yaşamdır.
Sahte zaferler veya yenilgiler inşa etmenin bir yolu yoktur. Başarısızlık
cennetine geri çekilemezsin. Bedenin gitmene izin vermez. Ana rahmine
dönemeyen ve etrafta koşup oynayamayan bir bebeğin zavallı konumundasın.
Eski dünyanın rahmine geri dönemezsin, ancak güçle de baş edemezsin.
Şimdilik sadece gücün eylemlerine tanıklık etmen mümkün.

Bir savaşçı her zaman hazırdır. Savaşçı olmak hayatın son anına kadar sürecek
bitmeyen bir mücadeledir. Hiç kimse bir savaşçı olarak doğmaz, tıpkı hiç
kimsenin mantıklı bir varlık olarak doğmadığı gibi. Kendimizi birine veya
diğerine dönüştürürüz.

Çifti hayal etmeyi öğrendikten sonra, benlik garip bir yol ayrımına gelir ve bir an
gelir ki kişi benliği hayal edenin çift olduğunu anlar. Kendini yerde yatarken
gördüğünde bu bir hayal veya halüsinasyon değildi. Eğer kendini kaptırmamış
olsaydın, o zaman kendinin de bir rüya olduğunu, ikizinin de seni rüyasında
gördüğünü açık bir biçimde anlayabilirdin. İki rüya gördün ve ikisinde de
uyanabilirdin ama henüz bunu anlayacak gücün yoktu.

Işıltılı Varlıkların Sırrı


İrade işleyen bir birim olmadan önce bedenin mükemmel olması gerekir. Biz bir
duyguyuz ve bedenimiz dediğimiz şey, farkındalığı olan bir ışıklı lifler kümesidir.

Göbek bölgemde dayanılmaz bir his yaşadım; aynı hissi rüyamda düşerken de
yaşamıştım.

Diyagramın iki merkezi vardır; "akıl" ve "irade". "Akıl", "konuşma" adı verilen bir
nokta ile doğrudan bağlantılıdır. "Konuşma" yoluyla "akıl", dolaylı olarak diğer
üç noktayla, "duygu", "rüya görme" ve "görme" ile bağlantılıdır. Diğer merkez
olan "irade", "duygu", "rüya görme" ve "görme" ile doğrudan bağlantılıdır;
dolaylı olarak "akıl" ve "konuşma" ile bağlantılıdır.

Her birimiz dünyaya sekiz "nokta" ile geliyoruz. Bunlardan ikisi, "akıl" ve
"konuşma" herkes tarafından bilinir. "Duygu" her zaman belirsizdir ama bir
biçimde tanıdıktır. Ancak yalnızca Görücü’lerin dünyasında "rüya görme",
"görme" ve "irade" tam olarak tanınabilir. O dünyanın dış ucunda ise diğer
ikisiyle karşılaşılabilir. Sekiz nokta kişinin bütünlüğünü oluşturur. Diğer iki
nokta asla "konuşma”ya veya "akıl"a boyun eğmez. Yalnızca "irade" onlarla
başa çıkabilir. "Akıl" o noktalardan o kadar uzaktır ki, onları çözmeye çalışması
tamamen yararsızdır; "akıl"ın işlevi, sadece betimlemektir.

Kafa, "akıl"ın ve "konuşma”nın merkezidir. Göğüs kemiğinin ucu “duygu”


merkezidir. Göbeğin altındaki alan "irade" dir. "Rüya görme" kaburgaların sağ,
"görme" sol tarafındadır. Bazen bazı savaşçılarda “görme” ve “rüya görme” sağ
taraftadır.

Bizler ışıltılı varlıklarız. Biz algılayıcılarız; farkındalığız. Nesne değiliz;


katılığımız yok. Nesnelerin ve katılığın dünyası, dünyadaki varoluşumuzu uygun
hale getirmenin bir yoludur; bize destek veren bir betimlemedir. Ama biz
betimlemenin yalnızca bir betimleme olduğunu unutur ve yaşamımız boyunca
içinden çıkamadığımız bir döngüye yakalanırız.

Biz algılayıcılarız. Ama algıladığımız dünya bir yanılsamadır. Doğduğumuz andan


itibaren bize anlatılan bir betimlemeyle oluşur. Biz ışıltılı varlıklar, iki güç
halkasıyla doğarız, ama dünyayı yaratmak için yalnızca birini kullanırız.
Doğduktan sonra takılan bu halka "akıl", yoldaşı ise "konuşma"dır. İkisi
aracılığıyla dünyayı kurar ve sürdürürüz. Kullanılmayan güç halkası ise
“irade”dir.

Betimlemenin "akıl" tarafından mı yoksa "irade" tarafından mı desteklendiğini


anlamalısın. Gündelik yaşam dünyanı, kendi bütünlüğüne ulaşmak üzere yeterli
kişisel gücü biriktirmek için bir meydan okuma ve bir araç olarak kullanmanın
tek yolu budur.

İnanmak Zorunda Olmak


Kişi ancak bir savaşçı olarak bilgi yoluna dayanabilir. Bir savaşçı hiçbir şeyden
şikayet etmez veya pişmanlık duymaz. Hayatı sonsuz bir meydan okumadır ve
bir meydan okuma iyi veya kötü değildir. Sıradan bir insan ile bir savaşçı
arasındaki temel fark, bir savaşçının her şeyi bir meydan okuma olarak alması,
sıradan bir insanın ise her şeyi ya bir nimet veya bir lanet olarak almasıdır.

Savaşçıların yaptıkları ve yapmadıkları şeylerde her zaman olduğu gibi, önemli


olan tek şey kişisel güçtür. Bir savaşçı akışkan olmalı ve "akıl" dünyası veya
"irade" dünyası olsun, etrafındaki dünyayla uyumlu bir biçimde değişmelidir.

Bir savaşçı, ne zaman inanmak durumunda olsa, bunu en içteki eğiliminin bir
ifadesi olarak yapar. Bir savaşçı tüm bu olasılıkları göz önünde bulundurur ve
sonra en içsel tercihine göre inanmayı seçer. Bir savaşçı inanmaz; inanmak
zorundadır. Ölüm, inanmak zorunda olmanın vazgeçilmez bir parçasıdır. Ölümün
farkındalığı olmadan her şey sıradan ve önemsiz bir hale gelir.

"Akıl” tarafından desteklenen dünya, bir güç alametini, “hayatın daha mühim
meseleleri” ile meşgulken, bir an için denk gelip şahit olduğumuz sıradan bir
olaya dönüştürür. "İrade" tarafından desteklenen dünya ise, aynı şeyi
"görebileceğimiz" güç eylemine dönüştürür.

Tonal Adası
Her insanın doğum anında faaliyete geçen iki ayrı varlığı vardır; birine Tonal,
diğerine Nagual denir. Tonal sosyal insandır; dünyanın organizatörüdür. İşini
tanımlamanın en iyi yolu, dünyanın kaosunu düzene sokma görevinin onun
elinde olduğunu söylemektir. İnsan olarak bildiğimiz ve yaptığımız her şey
Tonal’ın eseridir. Bir sohbetten bir anlam çıkarmaya çalışan Tonal’dır; Tonal
olmadan iletişim anlamsız sesler ve görüntüler olarak kalır.

Tonal, paha biçilmez bir şeyi, varlığımızı, kozamızı koruyan bir koruyucudur. Bu
nedenle, Tonal kurnazdır ve yaptıklarını kıskanır. Bir koruyucu geniş fikirli ve
anlayışlıdır. Bir gardiyan ise kurnaz, dar görüşlü ve despotiktir. İçimizdeki
Tonal, geniş fikirli bir koruyucu olması gerekirken, dar görüşlü ve despot bir
gardiyana dönüşür.

Tonal, dünyayı yalnızca bir konuşma tarzında yaratır; aslında hiçbir şeyi
yaratamaz veya değiştiremez. Ancak yine de dünyayı yaratır, çünkü işlevi
yargılamak, değerlendirmek ve tanık olmaktır. Tonal, dünyayı anlamak için
kullandığı kuralları oluşturur ve bu kurallara göre değerlendirerek ve tanıklık
ederek dünyayı yaratır; yani hiçbir şey yaratmayan bir yaratıcıdır.

Doğduğumuz andan itibaren bir süreliğine hepimiz sadece Nagual olarak


yaşarız. Sonra gündelik yaşamda iş görebilmek son derece önemli hale gelir ve
Tonal gelişmeye başlar ve o kadar gelişir ki Nagual'ın parlaklığını
donuklaştırarak onu boğar.

Nagual, hakkında hiçbir açıklamaya sahip olmadığımız parçamızdır; kelime yok,


isim yok, duygu yok, bilgi yok.

Tamamen Tonal olduğumuz andan itibaren, sürekli olarak bize bütünlüğü


verecek başka bir parça olduğunu söyleyen eksiklik hissinden dolayı çiftler
uydurmaya başlarız. İki yanımızı hissederiz ama onları her zaman Tonal
öğeleriyle temsil ederiz; "ruh ve beden", "zihin ve madde", "iyi ve kötü". Tonal
adasındaki şeyleri eşleştirdiğimizi asla fark etmeyiz.

Tonal’ın Gün
Sahip olduğun sarsıntılarla ilgileniyorum çünkü Nagual yüzeye böyle çıkar. O
anlarda Tonal, kendi bütünlüğünün farkına varır. Her zaman bir sarsıntıyla gelir,
çünkü bu farkındalık durgunluğu bozar. Bu farkındalık, ölecek olan varlığın
bütünlüğüdür.

Ölüm anında çiftin diğer üyesi olan Nagual tamamen faaliyete geçer ve
baldırlarda, uyluklarda, sırtta, omuzlarda ve boyunda depolanan tüm farkındalık
ve bellek genişlemeye, ayrışmaya başlar; hayatın bağlayıcı gücünden yoksun
kalarak dağılır.

Benliğin bütünlüğü en önemli meseledir. Hayatın en karmaşık görevlerini yerine


getirmek için bütünlüğün küçük bir kısmı yeterlidir. Yine de öldüğümüzde,
benliğin bütünlüğüyle ölürüz. Kendi bütünlüğümüzle öleceksek, neden bu
bütünlükle yaşamayalım?
Bir insanı Tonal olarak görmek, onu yargılamaktan veya mazur görmekten
vazgeçmeyi gerektirir. Bir insanı kınamadan veya affetmeden; umutsuz veya
çaresiz olduğunu düşünmeden de değerlendirebilirsin.

Toltekler için, Fetih tüm zamanların en büyük mücadelesidir; adapte olarak


Fetih’i kullanabilenler yalnızca onlardı. Her Kızılderili'nin zamanının Tonal’ı ve
kişisel Tonal’ı silindikten sonra, Toltekler kendilerini geriye kalan tek şeye,
Nagual'a tutunmuş buldular. Mağlubiyetin dayanılmaz koşulları olmasaydı, bu
gerçekleşemezdi. Günümüz bilgi insanı, bu koşulların ürünüdür ve orada
tamamen yalnız kaldıklarından, Toltekler Nagual'ın nihai uzmanlarıdır.

Nagual deneyim, sezgi veya bilinç değildir; bu terimlerle söyleyebileceğiniz her


şey yalnızca Tonal adasındaki öğelerdir. Tonal doğumla başlar ve ölümle biter.
Nagual yalnızca etkidir. Nagual başlamaz ve bitmez; sınırı yoktur.

Tek bildiğim odaklandığım, ve sonra Nagual'ımın odaklandığım şey üzerinde


çalışmaya başladığı; etkisine tanık olabilirim ama nasıl çalıştığını bilemem.

Tonal’ı Küçültmek
Savaşçı olmak, alçakgönüllü ve uyanık olmak demektir. Bir savaşçı Tonal
adasını asla terketmez; onu kullanır. Nasıl mümkün olduğunu düşünmek yerine,
gözünün önünde gelişen her sahneyi dikkatle izle. Dikkatini yanlış yere
odaklama. Ölmeye hazırsan, beklenmedik hiçbir şey yoktur. Hiçbir şey
beklemediğinde, her şey hassas bir biçimde yerine oturur.

Bu senin dünyan; ondan vazgeçemezsin. Kendine kızmak ve hayal kırıklığına


uğramak işe yaramaz. Bu kişinin Tonal’ının bir iç savaşta olduğunu gösterir; bu
en anlamsız eylemlerden biridir.

Savaşçının yolu uyumdur; önce kararlar ve eylemler arasındaki uyum, sonra


Tonal ile Nagual arasındaki uyum. Başlangıçta, Tonal ile konuşmak gerekir.
Denetimi bırakması gereken Tonal’dır. Ama bunu samimi bir rızayla yapmalıdır.
Tonal kendini önemseme’den vazgeçmek zorundadır. Sorun şu ki, Tonal, kendini
bu saçmalıktan kurtarmak yerine tüm gücüyle bu saçmalığa tutunur. Görev,
Tonal'ı özgür ve akıcı olmaya ikna etmektir. Bir bilgi insanının her şeyden önce
ihtiyacı olan güçlü, özgür bir Tonal’dır. Tonal ne kadar güçlenirse, yaptıklarına o
kadar az sarılır ve onu küçültmek o kadar kolay olur.

Tonal belirli zamanlarda, özellikle de utandığında küçülür. Aslında Tonal’ın


özelliklerinden biri de utangaçlığıdır; Tonal'ın şaşırdığı ve utangaçlığının onu
küçülttüğü bazı durumlar vardır.
Nagual'ın zamanında sözler bir anlam ifade etmez. Nagual'ın edimlerine akılla
değil, ancak bedenle tanık olunabilir. Nagual yüzeye çıkmayı öğrendiğinde,
denetimsizce ortaya çıkarak Tonal’da büyük bir hasara neden olabilir. İnsan
kendini öyle abartılı bir biçimde kaptırabilir ki, ölebilir ve bunu umursamayabilir
veya daha kötüsü, ölmekte olduğunun farkında bile olmayabilir.

Biri diğerini destekleyene kadar Tonal nedenlerle, Nagual de eylemlerle ikna


edilmelidir. Tonal yönetir ama yine de çok savunmasızdır. Nagual neredeyse
hiçbir zaman harekete geçmez, ama geçtiğinde Tonal'ı dehşete düşürür.

Tonal ne pahasına olursa olsun korunmalıdır. Hüküm ondan alınmalı, ancak


korunan bir gözetmen olarak kalmalıdır. Tonal'a yönelik herhangi bir tehdit
onun ölümüyle sonuçlanır; eğer Tonal’ı ölürse, insan da ölür. Zayıflığı nedeniyle
Tonal kolayca yok edilebilir ve bu nedenle de Nagual yalnızca Tonal'ı
desteklemek üzere ortaya çıkarılmalıdır.

Nagual'ın Zamanında
Sana göre avantajım, Nagual'a nasıl ulaşacağımı biliyor olmam. Ama bir kez
oraya vardığımda, senden daha fazla avantajım ve bilgim yok.

Gözlerimiz Tonal tarafından eğitilmişlerdir. Bu nedenle Tonal onların üzerinde


hak iddia eder. Şaşkınlığının ve rahatsızlığının nedenlerinden biri de Tonal’ın
gözünü serbest bırakmamasıdır.

Çoğu insanın takıntısı, dünyayı Tonal'ın kurallarına göre düzenlemektir; bu


yüzden Nagual ile her karşılaştığımızda, gözlerimizi katı ve uzlaşmaz hale gelir.
Gözlerini özgür kılmak için çaba göstermelisin. Mesele, aynı pencerelerin
önünden geçebilecek başka dünyalar olduğuna Tonal'ı ikna etmektir.

Ne zaman Tonal dünyada olsan, kusursuz bir Tonal olmalısın; mantıksız


saçmalıklar için zaman yoktur. Ama ne zaman Nagual dünyasında olsan,
kusursuz bir Nagual olmalısın; mantıklı saçmalıklar için zaman yoktur. Savaşçı
için niyet, aradaki kapıdır; her iki yöne gittiğinde de arkasından tamamen
kapanır.

Savaşçı eğitiminin temel amacı, savaşçı hiçbir şeyi kabul etmeden her şeyi
kabul edebilecek kadar akıcı olana kadar Tonal’ının şaşkınlığını gidermek ve
saçmalamasını engellemektir. Bir savaşçı Nagual'a tanık olmadan önce
tamamen boş ve kusursuz (dolaysız) olmalıdır.
Tonal ne zaman başarılı olmazsa, bir şaşkınlık anı olur ve ardından kendini
ölüme açar; denetimi bırakmaktansa kendini öldürmeyi tercih eder ve bu
durumu değiştirmek için yapabileceğimiz pek bir şey de yoktur.

Ani bir korku her zaman Tonalı küçültür. Sorun, Tonal’ın kendini resimden
çekmesine izin vermemektir. Bir savaşçı için en mühim mesele, Tonal’ının ne
zaman küçülmesine izin vereceğini ve onu ne zaman durduracağını tam olarak
bilmektir. Bir savaşçı Tonal’ı küçültmek için mücadele etmeli ve Tonal
yeterince küçüldüğünde, bu küçülmeyi durdurmak için mücadeleyi tersine
çevirmelidir.

Bir savaşçı iradesini ayarlamayı ve onu istediği bir noktaya odaklamayı öğrenir.
Sanki, iradesi vücudunun ortasından gelen ve istediği herhangi bir yere
yönlendirebileceği bir ışık lifi gibidir. Bu lif Nagual'a giden yoldur ve savaşçı o
tek lif aracılığıyla Nagual'a tutunur. Bir kez tutunduktan sonra, Nagual'ın ifadesi
onun kişisel mizacına bağlıdır. Savaşçı neşeli ve komik biriyse, Nagual’ı da
neşeli ve komiktir; savaşçı ürkütücü ve kaba biriyse, Nagual’ı da ürkütücü ve
kabadır.

Nagual'ın Fısıltısı
Nagual'ın nasıl mümkün olduğunu açıklamak, Nagual'ı Tonal ile açıklamak
anlamına gelir; yalnızca imkansız değil, anlamsız bir çaba. Sözler sadece belirli
sınırlar içinde kaldığımızda bir anlam ifade eder ve bu sınırlar Nagual için
geçerli değildir.

Düzeni korumak, mükemmel bir Tonal olmak demektir ve mükemmel bir Tonal
olmak, Tonal adasında olup biten her şeyin farkında olmak demektir. Tonal'ın
gözleri Tonal'ın dünyasıyla sınırlıdır ve bu dünyada Tonal’ın kendine
açıklayamayacağı ve anlayamayacağı hiçbir şey, var değildir.

Ölümsüz bir varlığın şüpheler, şaşkınlık ve korkular için hep zamanı vardır. Bir
savaşçı hiçbir koşulda çaresiz, şaşkın veya korkmuş halde değildir. Bir
savaşçının yalnızca kusursuzluk için zamanı vardır. Kusursuzluğu onu yeniler ve
diğer her şey onun gücünü tüketir.

Kusursuzluk, yaptığın her şeyde elinden gelenin en iyisini yapmaktır.


Kusursuzluğun anahtarı, zamana sahip olup olmama duygusudur. Dünyanın tüm
zamanına sahip olduğunu hissettiğinde ve buna göre davrandığında kusursuz
olamazsın.
Nagual'ın Üç Tanığı
Yanlış bir seçim yaptığında bedenin bunu bilir, ancak doğru seçimi yaparsan
beden bunu da bilerek rahatlar ve bir seçim olduğunu hemen unutur. Bir sonraki
seçim için vücudunu yeniden yüklersin. Aynı seçimi yapmak için bedenini tekrar
kullanmak istersen, işe yaramaz.

Bir Bilgi İnsanının Stratejisi


Bilgi yolunda başarılı olmak istiyorsan, çok köklü bir değişiklik gereklidir. Bu
değişiklik bir ruh hali, tutum veya bakış açısı değişikliği değildir; bu değişim
Tonal adasının dönüşümünü gerektirir.

Son bir kavşak yoktur, hiçbir şeyin son adımı yoktur ve ışıltılı varlıklar olarak
payımıza düşenler hakkında herhangi bir gizlilik olmamalıdır. Çok az insan
dinlemeye isteklidir; daha azı da duyduklarına göre eyleme geçmeye isteklidir;
ve daha da azı, eylemlerinden faydalanmak için yeterli kişisel güce sahiptir.

En kötüsüne hazırlıklı ol, ama acele etme ve panikleme. Hiç vaktin yok, ama
yine de sonsuzlukla çevrilisin.

Bir Nagual asla çırak aramaz ve hiç kimse öğretileri istemez. Her zaman bir
çırağı işaret eden bir işaret vardır. Nagual konumunda olan bir savaşçı, bu
işareti yakalamak için uyanık olmalıdır.

Savaşçı bilgi yolunda ilerlerken sol gözü her şeyi kavrayabilir. Sol göz farklı bir
görünüme sahiptir; bazen diğerinden daha küçük, daha büyük veya bir biçimde
farklı hale gelir. Savaşçının bakışı diğer kişinin sağ gözüne takılır ve yaptığı şey
içsel söyleşiyi durdurmaktır, ardından Nagual devreye girer. Sağ göze bakış
sıradan bir bakış değildir. Savaşçı, diğerinin gözünün arkasındaki bir şeyi
yakalar; iradesiyle bir şeyi tuttuğuna dair gerçek fiziksel duyuma sahiptir.

Bizi dünya hakkında her şeyi biliyormuş gibi hissetmeye ve davranmaya


zorlayan dünya görüşümüze takılıp kalırız. Bir Nagual’ın ilk eylemi, içinde
yaşadığımız dünyanın yalnızca bir dünya betimlemesi olduğunu ortaya koymak
ve bu betimlemeye son vermektir. Görücü’ler buna içsel söyleşiyi durdurma
derler ve bunun bir çırağın öğrenmesi gereken ilk mesele olduğuna inanırlar.

Doğumdan itibaren sosyalleşerek edinilen dünya görüşünü durdurmak için


pratik bir göreve ihtiyaç vardır; doğru yürüme tarzı. Doğru yürüme tarzında kişi
parmaklarını kıvırarak dikkatini kollara yönlendirir ve sonra gözlerini
odaklamadan, ayağının ucuyla ufkun arasında bir noktaya bakarak, Tonal’ını
bilgiyle doldurur. Bu biçimde yürümek Tonal’ı doldurur ve taşırır. Tonal,
betimlediği öğelerle birebir ilişkisi olmaksızın kendi kendine konuşamaz ve
böylece kişi içsel olarak sessizleşir.

Doğru yürüme biçimiyle birlikte Nagual, çırağına inanmadan, karşılık


beklemeden, nedensizce eylemde bulunmayı öğretmelidir. Tonal dikkatini
yaratımlarına vermelidir. Dünyanın düzenini yaratan, esasen Tonal’ın dikkatidir.
Tonal, yaratımı olan dünyayı sürdürebilmek için dikkatini dünyasının düzenine
yöneltmeli ve içsel söyleşiyle dünyasını desteklemelidir.

Kişisel geçmişi silmeye yardımcı olmak için üç teknik vardır; kendini


önemseme’yi bırakmak, sorumluluk almak ve ölümü bir danışman olarak
kullanmak. Bu üç tekniğin faydalı etkileri olmadan kişisel geçmişi silmeye
çalışmak, çırağı kayıtsız, kaçamak ve kendisi veya eylemleri hakkında gereksiz
yere şüpheci olmaya yöneltebilir.

Kendine acıma, insanın yaptığı her şeye tanıklık eder. Oysa ölüm daha bilge bir
danışmandır ve tıpkı kendine acıma gibi, kişinin her eylemine tanıklık edebilir.
Bir insan, belki artık unuttuğu bir mücadeleden sonra kendine acımayı
öğrenmiştir. Ama aynı biçimde, yaklaşan sonunu hissetmeyi ve böylece ölümü
danışman olarak kullanmayı da öğrenebilir.

Kendine acımak işlevseldir; çünkü böylece kişi kendini önemli hisseder, daha
iyi koşulları hak ettiğini düşünür ve sınırsızca zamanı varmış gibi davranır.
Kendini önemseme’den vazgeçmeyi, davranışları için sorumluluk almayı ve
ölümünü, eylemlerine tanık olmak ve ona tavsiyede bulunmak için kullanmayı
ise çok külfetli bulur.

Kendine acımaktan sonsuza kadar kurtulmanın bir yolu yoktur; Tonal adasında
kesin bir yeri, karakteri ve geçmişi; tanınabilir belirgin bir çehresi vardır.
Böylece, her fırsat ortaya çıktığında, kendine acıma sahneye çıkar. Kendine
acımanın çehresini değiştirerek, Tonal adasındaki karakterini ve yerini de
değiştirebilirsin.

Kişisel geçmişi silmek ve ona eşlik eden üç teknik (kendini önemseme’yi


bırakmak, sorumluluk almak ve ölümü bir danışman olarak kullanmak), Tonal
adasının unsurlarının çehresini değiştirmek için kullanılır. Kişisel geçmişini
silerek kendine acımayı iptal edersin; kendine acımanın işe yaraması için
kendini önemli, sorumsuz ve ölümsüz hissetmelisin. Bu duygular
değiştirildiğinde, artık kendine acıman mümkün değildir.
Çehrenin değiştirilmesi daha önce önemli olan bir öğeye ikincil bir yer atanması
anlamına gelir. Kendine acıma hala Tonal adasının bir özelliği olarak kalacak,
ama hiç kullanılmadan arka planda yer alacaktır.

Kim olduğumuza veya nereden geldiğimize bakmaksızın, yalnızca akıl ile


hareket ederiz. Tonal, kendi dünya görüşü içinde olan her şeyi şu veya bu
biçimde akıl ile açıklayabilir. Nagual, bu dünya görüşünün, akıl alanının dışında
olan bir şeydir ve ona ancak irade alanında tanık olunabilir.

Görücü’ler, Nagual'ı algılamayı öğrenirler ve bunu yaparken de yeni bir görüşe


derinden dalmış olurlar. Eski Toltekler, nesiller boyunca dünya görüşlerini
genişletmek için güç bitkilerini kullanmayı öğrendiler. Güç insanıydılar, ama
bilgi insanı değildiler. Muazzam görüşlerinin sınırlarını asla aşmadılar ve
dolayısıyla benliğin bütünlüğüne hiçbir zaman ulaşamadılar.

Ancak bu iki dünya görüşünü karşılıklı olarak önüne koyarsan, gerçek dünyaya
ulaşmak için aralarında durabilirsin. Betimlemenin akıl veya irade tarafından
desteklenip desteklenmediğine bakılmaksızın, dünyanın yalnızca bir betimleme
olduğunu tam olarak anladığında benliğin bütünlüğüne ulaşırsın. Önemli olan
yeni bir betimlemeyi öğrenmek değil, benliğin bütünlüğüne varmaktır. Tonal'a
ve bedenine zarar vermeden Nagual'a ulaşmalısın.

İnsanlardan korkuyordun ve hiçbir şey istemeyerek kendini savunmayı


öğrenmiştin. Esasen, hiçbir şey istememek bir savaşçının en iyi kazanımıdır.
Ama sen aptallığınla, hiçbir şey istememeyi hiçbir şeyden hoşlanmamaya
dönüştürdün. Böylece hayatın sıkıcı ve boş bir hale geldi.

Yapman gereken tek şey, Tonal'ının Görücü’lerin dünyasına katılmaya karar


verdiğinin farkına varmasını sağlamaktır. Tonal, kararların Nagual alanında
olduğunu bilmez. Karar verdiğini düşündüğünde yaptığın tek şey, anlayışının
ötesinde bir şeyin kararının çerçevesini oluşturduğunu kabul etmek ve buna
boyun eğmektir.

Bir savaşçının hayatında gerçekten öngörülemeyen tek bir şey, bilgi ve güç
yolunda ne kadar ileri gidebileceğidir. Bir savaşçının özgürlüğü ya kusursuz
olmak veya bir ahmak gibi davranmaktır. Kusursuzluk gerçekten özgür olan tek
eylemdir ve savaşçı ruhunun alameti farikasıdır.

Rüya görmek, Nagual'ın nihai kullanımıdır. Rüya görme’ye yardımcı olan üç


teknik: yaşamın rutinlerini bozmak, güç yürüyüşü ve yapma-madır. Bu teknikler
dünyayı algılamanın yeni yollarını öğrenmek üzere pratik yapmak üzere
tasarlanmışlardır.

Tonal ve Nagual birbirine yönlendirilemezler. Tonal'dan Nagual'a veya tersine


yönlendirilen şey algımızdır.

Görücü’ler, bir algı balonun içinde olduğumuzu söylerler; doğduğumuzdan


itibaren içine yerleştirildiğimiz bu algı balonu başlangıçta açıktır, ancak sonra
kapanır ve mühürlenir. Hayatımız boyunca bu algı balonun içinde yaşarız ve
duvarlarında tanık olduğumuz şey kendi yansımamız, dünya görüşümüzdür. Bu
görüş, doğduğumuz andan itibaren bize dayatılan, benimsetilen bir
betimlemedir. Dünya görüşünü yeniden düzenlemek, algı balonunu açmadan
önce yapılması gereken bir hazırlıktır.

Çırağı benliğin bütünlüğüne götürmenin hassas manevrası, balonun hem içinden


hem de dışından çalışmayı gerektirir. İçeriden dünya görüşü yeniden düzenlenir;
buna Tonal adası denir. Olduğumuz her şey o adadadır. Tonal adası, belirli
unsurlara odaklanmak üzere eğitilmiş algımız tarafından inşa edilmiştir; bu
unsurların her biri ve hepsi birlikte dünya görüşümüzü oluşturur. Tonal adasını
temizlemek ve yeniden düzenlemek, Tonal’ın tüm öğelerini akıl tarafında
yeniden gruplamak anlamına gelir.

Toltek eğitiminin özü, çırağı dünya görüşünü balonun sağ yarısında


gruplandırmaya zorlamaktır. Rehber her zaman bu tarafa hitap eder ve bir
yandan çırağa savaşçı tarzını sunarak onu makullüğe, ağırbaşlılığa, karakter ve
beden gücüne zorlar. Öte yandan ona akıl almaz ama gerçek durumlar sunarak,
aklın ancak küçük bir alanı kapsadığını fark etmeye zorlar. Çırak bir kez aklın
yetersizliğiyle karşı karşıya kaldığında, yenilmiş aklını destekleyecek ve
savunacak ve bu amaçla sahip olduğu her şeyi aklının etrafında toplayacaktır.
Rehber, tüm dünya görüşü balonun bir yarısında gruplanana kadar onu
yönlendirerek bunu sağlar. Balonun diğer yarısı, Görücü’lerin irade dediği şeye
tahsis edilmelidir.

Mühür kırıldığında, çırak bütünlüğünün komutasına sahip olur. Algı balonunun


bir yarısı akıl/Tonal merkezi; diğer yarısı ise irade/Nagual merkezidir. Olması
gereken düzen budur; başka herhangi bir düzenleme çarpıktır, doğamıza
aykırıdır; mirasımızı geçersiz kılar ve bizi bir hiçe indirger.

Algı Balonu
Kişi Nagual'ı isteyerek kullanmadıkça; yani Nagual'daki eylemlerinden anlam
çıkarmak için Tonal'ı isteyerek kullanmadıkça, Görücü’lerin açıklamasına
ulaşmasının bir yolu yoktur.

Algımızdaki düzen, Tonalın alanıdır; sadece orada eylemlerimizin bir sırası


olabilir. Nagual'da böyle bir şey yoktur. Dolayısıyla Tonal’ın düzeni bir araçtır;
sadece en iyi araç değil, sahip olduğumuz tek araçtır.

Tonal, birleşik organizasyonun var olduğu yerdir. Yaşam gücü gerekli tüm
duyguları bir araya getirdiğinde, bir varlık Tonal’a çıkar. Tonal doğumla başlar
ve ölümle biter; yaşamın gücü bedeni terkettiğinde tüm o tekil farkındalıklar
parçalanır ve tekrar geldikleri yere, Nagual'a geri döner. Bir savaşçının
Nagual'a yolculukta yaptığı şey, ölmeye çok benzer, ancak onun tekil duygular
kümesi dağılmaz, birlikteliklerini kaybetmeden biraz genişlerler.

Nagual hakkında konuşulamaz. Tüm olası duygular, varlıklar ve benlikler onun


içindedir. Sonra yaşam tutkalı bazılarını birbirine bağlar. Yaşam tutkalı bu
duyguları birbirine bağladığında, gerçek doğasını unutan ve Tonal’ın parıltısıyla
körleşen bir varlık yaratılır.

Nagual'a atıfta bulunmanın bir yolu yoktur; yalnızca şahit olunur. Görücü’ler her
birimizin Nagual'a tanık olabileceği bir merkeze, iradeye sahip olduğumuzu
söylerler. Böylece, bir savaşçı Nagual'a girebilir ve varlığının birleşik kümesini
mümkün olan herhangi bir biçimde yeniden düzenleyebilir. Nagual'ın ifadesi
kişisel bir meseledir. Bu kümenin yeniden düzenlenmesini yönlendirmek
savaşçının kendisine kalmıştır. İnsan formu veya insan hissi insana özgü
olandır; bununla birlikte, kümenin benimseyebileceği sonsuz sayıda alternatif
biçim vardır.

Kendi bütünlüğüne sahip olan bir Görücü, varlık kümesinin parçalarını akla
gelebilecek herhangi bir biçimde yeniden birleştirmeye yönlendirebilir. Yaşamın
gücü, tüm bu birleştirme olanaklarını mümkün kılan şeydir. Yaşam gücü bir kez
tükendiğinde, aynı kümeyi yeniden bir araya getirmenin hiçbir yolu yoktur.

Algı balonu mühürlenmiştir, sıkıca kapatılmıştır ve ölüm anına kadar asla


açılmaz. Yine de Görücü’ler bunun bir olanağına sahiptirler; algı balonu ancak
kişi Nagual'a daldığında açılır.

Akıl, isimsiz bir duygu kümesi olduğu bilgisiyle savaşamaz. Bu noktada akıl,
Nagual'ın olağanüstü etkilerini kullanmanın mümkün olduğu bile kabul edebilir.
Gerçek bir sen olduğuna dair inanç, sahip olduğun her şeyi aklın etrafında
toplaman gerçeğinin bir sonucudur.

Akıl bir aşamada Nagual'ın tarif edilemez olduğunu kabul edebilir; kanıtlar onu
ikna ettiği için değil, bunu kabul etmek güvenli olduğu için. Akıl güvenli bir
zeminde olmalıdır; Tonal’ın tüm unsurları onun kendi tarafında olmalıdır.

Akıl bir asamblaj noktası konumudur; dışarıdaki bir şeyi yansıtan bir ayna. Akıl
ancak Tonalın etkilerine tanık olabilir, ama onu anlayamaz ve açıklayamaz.
İrade de, bir asamblaj noktası konumu olarak Nagual'ın etkilerine tanık olabilir.
Her iki durumda da, tanık olduğumuz şeyin ne olduğunu anlamak veya
açıklamak mümkün değildir. Tonal, her şeyi içeren tarif edilemez bir düzenin
yansımasıdır ve Nagual, her şeyi içeren tarif edilemez bir boşluğun
yansımasıdır.

Savaşçının Tercihi
Nagual ile karşılaşmada çok az savaşçı gündelik hayata geri döner. Geri
dönmek zor olduğu için değil; Nagual baştan çıkarıcı olduğu ve ona yolculuk
eden savaşçılara Tonal’ın dünyasına geri dönmek ıstırap verici geldiği için.
Kalma veya geri dönme kararı akıl tarafından değil, irade tarafından verilir.

Ödül beklemeden beklemeli ve tüm gücünü görevlerini yerine getirmeye


yöneltmelisin. Bir savaşçının omurgası alçakgönüllü ve soğukkanlı olmaktır.
Nagual'a giren bir savaşçının ruh hali hüzünlü değil, neşelidir. Neşesi, kaderini
kabul etmesinden ve önünde ne olduğunu doğru bir biçimde değerlendirmiş
olmasından gelir. Bir savaşçı alçakgönüllüdür, ruhunun kusursuz olduğundan
emindir ve gücünün tamamen farkındadır.

İnsan ancak yeryüzünü sarsılmaz bir tutkuyla severse üzüntüsünden


kurtulabilir. Bir savaşçı her zaman neşelidir, çünkü yeryüzü onu kucaklar.
Hüzün, yalnızca varlıklarına barınak sağlayan yeryüzüne sevgi duymayanlara
aittir. Yalnızca bu muhteşem varlığa duyulan sevgi, bir savaşçının ruhuna
özgürlük verebilir. Bu ders her zaman insanın kendi ölümü ve yalnızlığıyla
yüzleştiği ana bırakılır, çünkü ancak o zaman anlamlı olur.
İÇTEN GELEN ATEŞ

Önsöz
İnsanın iki tür farkındalığı vardır; sağ taraf ve sol taraf. Birincisi, günlük yaşam
için gerekli olan normal farkındalık durumudur. İkincisi, insanların gizemli yanı,
Görücü olarak işlev görmek için gereken farkındalık durumudur.

Tolteklerin "sol yan bilgeliğinin" üç yönü vardır: farkındalıkta ustalaşma, iz


sürmede ustalaşma ve niyette ustalaşma.

Görücü’ler, insanları parlak bir yumurtaya benzeyen bir enerji alanı olarak
görürler. İnsanların çoğunluğunun enerji alanları ikiye bölünmüştür. Yalnızca az
sayıda insanın dört veya bazen üç bölümü vardır. Bu insanlar ortalama bir
insandan daha dayanıklı oldukları için görmeyi öğrendikten sonra Nagual
olabilirler. Nagual olmak, görmeyi öğrenmiş daha esnek bir insan olmaktan
daha karmaşık ve kapsamlı bir şeydir; lider ve rehber olmayı gerektirir.

Yüksek farkındalık durumunda, çıraklar etraflarındaki şeylere alışılmadık bir


güç ve netlikle odaklanabilirler. Ancak, yüksek farkındalıkta, kişi çevresinin
asgari düzeyde bilincindedir, çünkü kişinin tüm konsantrasyonu, odaklandığı
ayrıntılar tarafından yakalanır. Yüksek farkındalığın bir özelliği de, normal
hatırlamaya uygun olmamasıdır. Hatırlama, ancak uzun bir iyileşme sürecinden
sonra çırağın gündelik farkındalığının bir parçası haline gelir.

Yüksek farkındalıkta, sanki daha önce kısmen körmüş de gözlerden bir perde
kalkıyormuş gibi hissedilir. Bu durumlardaki özgürlük ve neşeyi, başka hiçbir
şeyle kıyaslanamaz. Ama, bu özgürlük ve neşeyle gelen özlem ve hüzün
olmadan bütünsellik yoktur; çünkü ancak özlemin ve hüznün eşlik etmesiyle
ciddiyet ve nezaket gelebilir. Nezaketsiz bir bilgelik ise tehlikeli ve zararlıdır.

Yeni Görücü’ler
İspanyollar Meksika'ya gelmeden asırlar önce Toltek Görücü’leri vardı. Binlerce
yıla yayılan bir bilgi zincirinin son halkasıydılar. Eski maya dilinde Toltek terimi
"bilgi insanı" anlamına gelir. Yeterince sayıda uygulama günümüze kadar
değiştirilmiş bir biçimde gelebilmiştir; değiştirilmiş olarak, çünkü bu faaliyetler
eski Toltek Görücü’lerini özgürlüğe değil, onların sonlarına götürmüştür.

Toltekler bilgi yoluna ilk olarak güç bitkilerini yiyerek başladılar; meraktan,
açlıktan veya yanlışlıkla. Güç bitkileri üzerlerinde etki gösterdikten sonra,
bazıları deneyimlerini analiz etmeye başladı. İspanyol Fetihinden yüzyıllar önce,
bu bilgi insanları Meksika vadisinin kuzey ve güneyinde geniş bir coğrafi alanda
yaşadılar ve belirli bazı iş kollarına yöneldiler; şifacılık, büyücülük, hikaye
anlatıcılığı, dans, kahinlik ve aşçılık.

Bu iş kolları, onları sıradan insanlardan ayıran özel bir bilgeliği besledi.


Toltekler aynı zamanda gündelik hayatın yapısına uyan insanlardı. Örgütlü
tarikatların denetimi altında mesleklerini icra ederken yetkinlik ve nüfuz sahibi
oldular.

Bu insanlar, güç bitkileriyle yüzyıllarca uğraştıktan sonra nihayet görmeyi


öğrenmişlerdi ve en girişimci olanları da diğer insanlara nasıl göreceklerini
öğretmeye başladılar. Ama bu onlar için sonunun başlangıcı oldu. Zaman
geçtikçe Görücü’lerin sayısı arttı, ancak gördüklerine yönelik takıntıları o kadar
yoğunlaştı ki, bilgi insanı olmaktan çıktılar. Görme konusunda olağanüstü
ustalaştılar ve tanık oldukları yeni dünyalar üzerinde büyük bir denetim
kazandılar. Ama bu hiçbir işe yaramadı. Görmek, güçlerini zayıflatmış ve onları
gördüklerine takıntılı olmaya zorlamıştı.

Ancak bu kaderden kurtulan Görücü’ler de vardı; görmelerine rağmen bilgi


insanı olmaktan asla vazgeçmeyen büyük insanlar. Bazıları, görmeyi olumlu bir
biçimde kullanmaya çalıştı. Onların yönetimi altında, bazen tüm bir şehir halkı
başka dünyalara gitti ve bir daha asla geri dönmediler.

On altıncı yüzyılın sonlarında, her Nagual kendini ve Görücü’ler grubunu diğer


Görücü’lerden izole etti. Bu izolasyon bireysel soyların oluşmasını sağladı.
Nagual Juan Matus’un on dört Nagual ve yüz yirmi altı Görücü’den oluşur.

1723 yılında başlayan bir dış etki sonucu Juan Matus’un soyu köklü bir
değişime uğradı. Bu andan itibaren yeni bir başlangıç sayılır ve o zamandan beri
bu soyu yöneten sekiz Nagual, kendilerinden önceki altı Nagualdan özünde
farklı kabul edilir.

Bildiğimiz şeylerin çoğu eski Görücü’ler tarafından geliştirildi. Yeni Görücü’ler


eski Görücü’lerin hatalarını düzelttiler, ancak bildiklerimizin ve yaptıklarımızın
temelleri kadim Tolteklerin zamanında kayboldu.

Yeni Görücü’lerin en büyük başarısı, farkındalığın gizeminin açıklanmasıdır.


Tüm kazanımları, çıraklar yüksek farkındalıktayken öğretilen kavram ve
eylemlere yerleştirdiler.

Küçük Tiranlar
Kendini önemseme bizim en büyük düşmanımızdır. Başkalarının bize yaptıkları
ve yapmadıklarıyla kendimizi önemsiz ve değersiz hissederek enerjimizi
tüketiriz.

Kendini önemseme, öz değerlilikten farklıdır. Öz değerlilik, içimizde iyi olan her


şeyin özüdür. Kendini önemseme ise çürümüş her şeyin özüdür. Kendini
önemseme’den kurtulmak bir strateji gerektirir. Savaşçılar stratejik envanterler
yaparlar. Her hareketlerini ve davranışlarını listelerler. Daha sonra, enerjilerini
harcama açısından kendilerine bir avantaj sağlamak için bunlardan hangilerinin
değiştirilebileceğine karar verirler.

Savaşçıların stratejik envanterlerine göre, kendini önemseme, en fazla enerji


tüketen faaliyettir. Savaşçıların öncelikli hedefi, bilinmeyenle yüzleşmek için
öz-enerjiyi serbest bırakmaktır. Öz-enerjiyi yeniden düzenleme eylemine
kusursuzluk denir.
Bir savaşçı, kendini önemseme’den kurtulmak için iz-sürmeyi kullanmalıdır. İz-
sürme ustalığı, birbiriyle etkileşime giren altı unsurdan oluşur. Bunlardan beşi
temel içsel niteliklerdir; öz-denetim, öz-disiplin, sabır, zamanlama ve irade.
Altıncısı dış dünyayla ilgilidir ve küçük tiran olarak adlandırılır. Hiçbir şey, bir
savaşçının ruhunu, güçlü konumlardaki bencil ve kibirli insanlarla uğraşmanın
zorluğu kadar besleyemez. Savaşçılar yalnızca bu koşullar altında, bilinmeyenin
baskısına dayanacak kadar ağırbaşlılık ve dinginlik kazanabilirler.

Bizi yoran, kendini önemseme’nin öz-benliği aşındırıcı ve yıpratıcı olmasıdır.


Biraz gururu olan herhangi bir insan değersiz hissettirilerek öz-benliği
çökertilebilir.

Sabır, telaşsız ve kaygısız beklemektir; savaşçı sadelik ve neşeyle, hakkı olan


bir şeyi erteleyebilir. Savaşçının disiplini ve denetimi olduğu sürece sabır,
kişinin hak ettiğine ulaşmasını sağlar.

Kartal’ın Yayılımları
Algıladığımız dünyaya aşina olmamız, bizi, algıladığımız gibi var olan nesnelerle
çevrili olduğumuza inanmaya zorlar. Oysa gerçekte nesneler dünyası yoktur,
Kartal'ın yayılımlarının evreni vardır.

İnsan, bilinmeyen’de en iyi halindedir. Bilinmeyen olduğu varsayılan şeyin


bilinemez olduğu ortaya çıktığında ise sonuçlar felakettir. Bilinemez’e giren
Görücü’ler bitkin ve kafası karışmış hissederler. Korkunç bir baskı onları ele
geçirir. Bedenleri tonunu kaybeder, akıl yürütmeleri ve ayıklıkları kaybolur,
çünkü bilinemez’in hiçbir enerji verici etkisi yoktur. İnsanların ulaşabileceği bir
yerde değildir; bu nedenle, ihtiyatlı olarak bile girilmemelidir.

Akıl yürütme yoluyla varılan sonuçların hayatımızın gidişatını değiştirmede çok


az etkisi vardır veya hiç etkisi yoktur. Bu nedenle, güçlü kanaatlere sahip
olduğu halde, onlara zıt hareket eden sayısız insan örneği vardır; davranışlarının
tek açıklaması da hata yapmanın insani olduğu fikridir.

Dünya göründüğü gibidir, ama yine de değildir. Algımızın inandırıldığı kadar


sağlam ve gerçek değildir, ama aynı zamanda bir serap da değildir. Dünya
söylendiği gibi bir yanılsama değildir; bir yandan gerçek, diğer yandan gerçek
dışıdır. Bu yalnızca kabul edilmemeli, anlaşılmalıdır. Bizler algılayıcılarız. Ancak
algıladığımız aynı türden bir olgu değildir, çünkü ne algılayacağımızı öğreniriz.
Dışarıda bir şey duyularımızı etkiliyor; gerçek olan kısım bu. Gerçek olmayan
kısım, duyularımızın bize orada olduğunu söylediği şeydir.
Varoluş sebebimizi her sorguladığımızda cevap bir inanç meselesine dönüşür.
Eski Görücü’ler başka bir yol denediler ve inanç içermeyen bir cevap buldular.
Tehlikeleri göze alan eski Görücü’ler, tüm canlı varlıkların kaynağı olan tarif
edilemez gücü gördüler. Ona Kartal adını verdiler, çünkü dayanabildikleri birkaç
bakışta onu siyah-beyaz bir kartala benzeyen devasa bir şey olarak gördüler.

Bize farkındalık bahşeden Kartal'dır. Kartal, canlıları yaşasınlar ve onlara


verdiği farkındalığı yaşamla zenginleştirsinler diye yaratır. Canlı varlıklar ölüm
anında farkındalıkları serbest kalıp dağıldığında, bu zenginleştirilmiş
farkındalığı yutan da Kartal'dır.

Tüm hissedebilen varlıkların varoluş nedeni farkındalığı arttırmaktır. Eski


Görücü’lerin varoluş nedeninin farkındalığı artırmak olduğunu söylemeleri bir
inanç veya çıkarım meselesi değildir. Duyarlı varlıkların farkındalığının ölüm
anında uçup gittiğini ve tüketilmek üzere Kartal’ın ağzına doğru ışık saçan bir
pamuk topağı gibi süzüldüğünü gördüler. Bu Görücü’ler için duyarlı varlıkların
yalnızca Kartal'ın gıdası olan farkındalığı zenginleştirmek için yaşadıklarının
kanıtıydı.

Kartal, Görücü’ler için yerçekimi ve zaman kadar gerçektir; ve bir o kadar da


soyut ve anlaşılmazdır. Kartal'ın yayılımlarının gerçekte ne olduğunu
kelimelerle tarif etmenin bir yolu yoktur. Bir Görücü onlara tanık olmalıdır.
Onlar bir mevcudiyet, neredeyse bir çeşit kütle, göz kamaştırıcı bir his yaratan
bir baskı. Kişi, Kartal'ın kendisini yalnızca bir anlığına yakalayabileceği gibi,
onları da yalnızca bir anlığına yakalayabilir.

Kartal ile ilgili görsel hiçbir şey yoktur; bir Görücü’nün tüm bedeni Kartal'ı
hisseder. Hepimizin içinde, tüm bedenimizle ona tanık olmamızı sağlayacak bir
şey vardır. Kartal'ı görebilmek için insanın kendi temel algısal bileşenlerine
dönmesi yeterlidir; çünkü insan, Kartal'ın yayılımlarından oluşur. İşleri karışık
hale getiren insanın farkındalığıdır. Yayılımların kendilerini olduğu gibi kabul
etmesi gerektiği anda, insanın farkındalığı yorumlamaya zorlanır. Sonuç, Kartal
ve Kartal'ın yayılımlarının bir vizyonudur. Ama aslında bir Kartal ve Kartal'ın
yayılımları yoktur. Orada olan, yorumlanarak kavranamayacak bir şeydir.

Sefil Görücü’lerin tuhaf bir özelliği, dünyanın harikalarını unutmaya istekli


olmalarıdır. Görebildikleri gerçeği karşısında şaşkına dönerler ve bunu
sağlayanın kendi dehaları olduğuna inanırlar. Görenin ne gördüğünden daha
önemli olan, gördüğüyle ne yaptığıdır.
Bir mıknatısın talaşları çekmesi gibi, bilincimizi de çeken bir güç vardır. Ölme
anında, tüm varlığımız o muazzam gücün çekimi altında parçalanır.

Yeni Görücü’ler muazzam zorluklarla bilinmeyen’i haritalamaya ve onu


bilinemez’den ayırmaya çalıştıktan sonra, her şeyin Kartal'ın yayılımlarından
oluştuğunu anladılar. Bu yayılımların yalnızca küçük bir kısmı insan
farkındalığının menzilindedir ve bu küçük kısım günlük hayatımızın kısıtlamaları
ile daha da küçük bir kesire indirgenmiştir. Kartal'ın yayılımlarının o çok küçük
kısmı bilinen’dir; insan bilincinin olası erişebileceği küçük kısım ise
bilinmeyen’dir ve geri kalanı hesaplanamaz kısım ise bilinemez’dir.

Tüm canlılar, Kartal'ın ne olduğunu bilmeden yayılımlarını kullanmak


zorundadırlar. Organizmalar bu yayılımların belirli bir titreşim aralığını
kavramak için inşa edilmiştir ve her türün belirli bir titreşim aralığı vardır.
Yayılımlar organizmalar üzerinde büyük bir baskı uygular ve bu baskı yoluyla
organizmalar algılanabilir dünyalarını inşa ederler.

Bir Görücü için insanlar ışıltılı varlıklardır. Parlaklığımız, yumurtamsı kozamızla


kaplanan Kartal yayılımlarından oluşur. Bu örtülü bir miktar yayılım, bizi insan
yapan şeydir. Algılamak, kozamızın içindeki yayılımları dışarıdakilerle
eşleştirmektir.

Farkındalığın Parıltısı
Algı bir hizalanma durumudur; kozanın içindeki yayılımlar, onlara uyan
dışarıdakilerle aynı hizaya gelir. Dışarıdaki yayılımlar, içerdeki yayılımları
bastırır ve hareket etmelerini engeller; böylece varlık farkındalıkta sabitlenir.
Bu baskı, her canlının sahip olduğu farkındalık derecesini belirler.

Yeni bir hizalanma gerçekleşirken bir şey her şeyi açıklar; bu ne olduğunu
açıklayan bir sestir. Eğer o ses yoksa, yapılan şey görme değildir. Görme’nin
sesi yalnızca insanlara aittir; çünkü konuşmak yalnızca insanın yaptığı bir
şeydir. Görme’nin sesi anlaşılmaz bir şeydir; sanki biri arp çalıyormuş gibi,
Kartal'ın yayılımlarında dolaşan farkındalığın parıltısıdır.

Farkındalık, sabitleyici yayılımların içimizde olan yayılımlarla birleşmesine izin


vermektir. Bunun içerideki tüm yayılımları kapsamasını sağlayabilirsek,
gerçekte olduğumuz şey oluruz; akıcı ve sonsuz. Farkındalığın derecesi, varlığın
yayılımların baskısını taşıma kapasitesine bağlıdır.
Farkındalık, gebe kalma anından itibaren gelişir. Cinsel enerji son derece
önemli bir şeydir ve büyük bir dikkatle idare edilmesi ve kullanılması gerekir; bu
ahlakla ilgili değildir; enerjiyi korumak ve yeniden düzenleyebilmekle ilgilidir.

Cinsel enerjinin yaşam yaratmak için kullanılması Kartal'ın emridir. Kartal,


cinsel enerji yoluyla farkındalık verir. Bir cinsel ilişki gerçekleştiğinde,
yayılımlar oluşan yeni varlığa farkındalık kazandırmak için harekete geçerler.

Sahip olduğumuz tek gerçek enerji, yaşam veren cinsel enerjidir. Görme’yi
sağlayacak yeterli enerjiye sahip olmak için, cinsel enerjide tutumlu olmak
gerekir. Seksin hayat veren gücünü pervasızca harcamak ve çocuk sahibi
olmamak bir hatadır, ama aynı zamanda çocuk sahibi olmanın farkındalığın
parıltısını azalttığını bilmemek de bir hatadır.

Çocuk sahibi olunduğunda, ebeveynlerin farkındalık parıltısı azalır ve çocuğunki


artar. Bazı aşırı duyarlı, kırılgan ebeveynlerde, farkındalık parıltısı neredeyse
yok olur. Çocuklar farkındalıklarını artırdıkça, ebeveynlerin kozasında, parıltının
alındığı yerde büyük bir karanlık nokta oluşur. Bazen bu noktalar vücudun
kendisinde bile görülebilir.

Birinci Dikkat
İnsanların büyümesinde belirli bir zamanda, kozalarının içindeki yayılımların bir
bandı çok parlak hale gelir; insanlar deneyim biriktirdikçe, parlamaya başlar.
Bazı durumlarda, bu yayılım bandının parıltısı o kadar artar ki dışarıdan gelen
yayılımlarla birleşir.

Farkındalık olgunlaşmanın hammaddesi, dikkat ise olgunlaşmanın son


ürünüdür. Dikkat, canlı olma süreci boyunca farkındalığın kullanılması ve
arttırılmasıdır. Dikkat, insanın en büyük başarısıdır. Ham hayvan
farkındalığından insanoğlunun tüm gamını kapsayana kadar gelişmiştir.

İnsan olanakları, kişi olarak seçebildiğimiz her şeydir. İnsan olanaklarının bir
örneği, insan vücudunun nesneler arasında bir nesne olduğuna inanma
seçimimizdir. İnsan olanaklarının bir diğer örneği, Görücü’lerin insanı parlak bir
yumurta gibi görmedeki başarısıdır. Bir nesne olarak beden bilineni, parlak bir
yumurta olarak beden bilinmeyeni ele alır.

Yalnızca insanlar için olan üç tür dikkat vardır. Ama bunlar sadece dikkat
türleri değil, daha çok kazanım seviyeleridir ve her biri kendi içinde
tamamlanmış bağımsız bir alandır.
Birinci dikkat, deneyim süreci boyunca, günlük dünyayı tüm sayısız yönleriyle
içeren karmaşık ve kırılgan bir yetiye dönüşen bir tür hayvan bilincidir; kişinin
düşünebildiği her şey birinci dikkatin bir parçasıdır. Birinci dikkat, sıradan
insanlar olarak olduğumuz her şeydir.

Birinci dikkat, kozanın yüzeyine sabitlenmiş bir parıltıdır. İkinci dikkat ise
farkındalık parıltısının daha karmaşık ve özelleşmiş halidir. Bilinmeyenle
alakalıdır. İnsan kozası içinde kullanılmayan yayılımların kullanılmasıyla ortaya
çıkar.

Kişinin bir rüya gördüğünün farkında olması ikinci dikkatin habercisidir. Bu


konsantrasyon, günlük dünyayla başa çıkmak için gereken bilinçle aynı
kategoride olmayan bir bilinç biçimidir.

En büyük zorluk, ikinci dikkate girişin son derece kolay ve cazibesinin


neredeyse karşı konulamaz olmasıdır. Eski Görücü’ler, uzmanlıklarını kendi
farkındalık parıltılarına uyguladılar ve onları akıl almaz sınırlara genişlettiler.
Kozalarının içindeki tüm yayılımları teker teker aydınlatmayı hedeflediler.
Başardılar, ancak her seferinde bir grubu aydınlatma başarısı, ikinci dikkat
bataklığına hapsolmalarına neden oldu.

Üçüncü dikkat, farkındalığın parıltısı içten gelen bir ateşe dönüştüğünde elde
edilir; insan kozasındaki tüm yayılımları tutuşturan bir parıltıdır. İnsanoğlunun
en büyük başarısı, yutulmak üzere Kartal'ın ağzına yuvarlanan bedensiz bir
farkındalık olmadan, yaşam gücünü korurken üçüncü dikkate ulaşmaktır.

Farkındalık, dışarıdaki yayılımların kozanın içinde sıkışıp kalan yayılımlar


üzerinde uyguladığı kalıcı baskıyla başlar. Bu baskı, bilincin ilk eylemini üretir;
kozayı kırmak ve ölüp kaynağa dönmek için savaşan kapana kısılmış
yayılımların hareketini durdurur. Gerçek şu ki, tüm yayılımlar kaynağa dönmek
için mücadele ediyor. Ölümü durduran şey farkındalıktır.

Bir Görücü bir yandan sistemli, rasyonel ve ciddiyet timsali olmalı ve diğer
yandan da tamamen özgür ve varoluşun gizemlerine açık olmak için tüm bu
niteliklerden uzak durmalıdır.

İnsan kozasının içindeki yayılımların farkına varabilir. Dış yayılımlardan gelen


baskı büyük ölçüde içerideki yayılımları sabitlediği anda, birinci dikkat kendini
izlemeye başlar. Bu, Görücü’lerin envanter çıkarma dediği süreçtir. İnsan bir
envanter yapmayı seçemez veya yapmayı reddedemez. Envanter yapmak
Kartal'ın emridir. İradeye tâbi olan, emrin yerine getirilme şeklidir.
Birinci dikkatin envanteri söz konusu olduğunda, Görücü’ler itaatsizlik
edemeyecekleri için bunu yaparlar. Ama bir kez yaptıktan sonra da kaldırıp
çöpe atarlar. Kartal, envanterimize tapmamızı emretmez; yalnızca envanteri
yapmamızı emreder.

Akıl, yayılımlardan gelen sabit basınca nadiren yanıt veren, alışılmadık


derecede homojen donuk bir parıltıdır; ışıltılı kozayı daha sert ama daha kırılgan
hale getiren bir parıltı.

Tüm canlıların farkındalığı, etkileşimde bulunabilmeleri için bir dereceye kadar


kendini yansıtma özelliğine sahiptir. Ama insanın birinci dikkatinden başka
hiçbiri böylesine bir kendini kaptırma derecesine sahip değildir. Yayılımların
dürtüsünü genel olarak görmezden gelen “akıl insanı”nın aksine, “dürtü insanı”
her dürtüyü kullanır ve kozasının içinde hapsolmuş yayılımları harekete
geçirmek için her birini dönüştürür.

"Akıl insanı" daha uzun yaşamaya mahkumdur, çünkü yayılımların dürtüsünü


göz ardı ederek kozasının içindeki doğal uyarıyı susturur. "Dürtü insanı" ise
yayılımların dürtüsünü kullanarak daha fazla uyarılma yaratır ve kendi ömrünü
kısaltır.

Birinci dikkat bilinmeyende çok iyi çalışır; onu engellerek. Bunu o kadar
şiddetle yapar ki, birinci dikkat için bilinmeyen yoktur.

İnorganik Varlıklar
Birinci dikkat, insanların sahip olduğu tüm farkındalık parıltısını tüketir ve
geriye pek bir şey kalmaz. Savaşçılar, bilinmeyene girmek zorunda oldukları
için enerjilerini biriktirmek zorundadırlar. Gereksiz alışkanlıkların ortadan
kaldırılması, farkındalığı öz-yansımadan uzaklaştırır ve ona başka bir şeye
odaklanma özgürlüğü verir.

Görücü’ler için canlı olmak, farkında olmak demektir. Bilinmeyen daima


mevcuttur, ancak normal farkındalığımızın olasılığının dışındadır. Bilinmeyen,
sıradan bir insanın gereksiz kısmıdır. Gereksizdir, çünkü sıradan bir insanın onu
kavramak için yeterli enerjisi yoktur.

Tüm organik canlılar, yayılımları çevreleyen bir kozaya sahiptir. Ama varlıkları
kozaya benzemeyen başka canlılar da vardır. Üreme ve metabolizma dışında
farkındalığın yayılımlarına ve canlı yaşamının duygusal özellikleri gibi bazı
özelliklere sahiptirler.
İnorganik varlıklar insanlara kendilerini her zaman gösterirler; yalnızca
Görücü’lere değil, sıradan insanlara da. Sorun, mevcut tüm enerjinin birinci
dikkat tarafından tüketilmesidir. İnsanın envanteri yalnızca hepsini almakla
kalmaz, aynı zamanda kozayı esnek olmayan hale getirecek kadar sertleştirir.
Bu şartlar altında inorganik varlıklarla etkileşim mümkün değildir.

Savaşçıların hayatında, sebepsiz hüzün son derece olağandır. Bilinenin sınırları


ne zaman kırılsa, insan nihai varış noktasını algılar. Kozanın dışındaki
sonsuzluğa bir bakış, envanterimizin rahatlığını bozmak için yeterlidir. Ortaya
çıkan melankoli bazen o kadar yoğundur ki ölüme neden olabilir. Melankoliden
kurtulmanın en iyi yolu onunla dalga geçmektir. Sonsuzluktan daha yalnız bir
şey yoktur ve bizim için insan olmaktan daha rahat hiçbir şey yoktur. Bu bir
çelişkidir; bir insan nasıl olur da "insanlık bağlarını" sürdürürken "sonsuzluğun
mutlak yalnızlığı"na memnuniyetle ve amaçlı olarak dalmaya cesaret edebilir?
İnsan bir hiçtir, ama sonsuzluğun yalnızlığıyla yüzleşebilmesini sağlayan da tam
olarak budur.

İnorganik varlıklar saldırgan değildir; sadece farklı bir enerjileri var. Daha çok
elektrik akımı gibidirler. Organik varlıklar daha çok ısı dalgaları gibidir.
İnorganik varlıklar duygulara çekilir. Onları en çok çeken şey hayvan
korkusudur; içlerindeki yayılımlar hayvan korkusuyla toplanır.

Asamblaj Noktası
Nesnel bir dünya yoktur, yalnızca Kartal'ın yayılımları olarak adlandırılan bir
enerji alanları evreni vardır. İnsanlar Kartal'ın yayılımlarından yapılmıştır ve
özünde ışıltılı enerji kozalarıdır; her birimiz bu yayılımların küçük bir kısmını
çevreleyen bir kozaya sarılmış durumdayız. Farkındalık, kozalarımızın dışındaki
yayılımların kozalarımızdakilere uyguladığı sürekli baskı ile sağlanır.

Algı gerçekleşir çünkü her birimizde, hizalanma için iç ve dış yayılımları seçen
asamblaj noktası adı verilen bir yapı vardır. Dünya olarak algıladığımız belirli
hizalanma, kozamız üzerinde yer alan asamblaj noktasının ürünüdür.

Birinci dikkatimizin algıladığımız dünyayı odak haline getirmesi için, insan


farkındalığının bulunduğu dar yayılımlar kuşağından seçilen belirli yayılımları
vurgulaması gerekir. Göz ardı edilen yayılımlar hala erişimimizdedir, ancak
bizim için "bilinmeyen" olarak uykuda kalır.

Yeni Görücü’ler vurgulanan yayılımları "sağ-yan farkındalığı", "Tonal", "bu


dünya", "bilinen", "ilk dikkat" olarak adlandırırlar. Sıradan bir insan buna
"gerçeklik", "akılcılık", "sağduyu" der. Vurgulanan yayılımlar, "insanın
farkındalık şeridinin" büyük bir bölümünü oluşturur, ancak "insan kozası" içinde
bulunan toplam yayılım spektrumunun çok küçük bir parçasını oluşturur.

"İnsanın farkındalık şeridi" içindeki göz ardı edilen yayılımlar, bilinmeyene bir
tür giriş olarak düşünülür. Görücü’ler onlara "sol-yan farkındalığı", "Nagual",
"öteki dünya", "bilinmeyen", "ikinci dikkat" derler.

Asamblaj noktası fiziksel bedende değil, ışıltılı kozadadır. Nagual, o noktayı


yoğun parlaklığıyla tanımlar ve vurmak yerine iter. İtme kuvveti ışıltılı kabukta
bir göçük oluşturur ve sağ kürek kemiğinde, akciğerlerdeki tüm havayı dışarı
atan bir darbe gibi hissedilir.

Kendi yansımasıyla sertleşen parlak bir koza, çoğunlukla Nagual'ın darbesinden


hiç etkilenmez. Bazı durumlarda "insan kozası" çok esnektir ve en küçük darbe,
küçük bir girintiden toplam kozanın üçte biri boyutuna kadar değişen boyutta
çanak benzeri bir göçük oluşturur. Bazı durumlarda da kozanın genişliği veya
uzunluğu boyunca uzanan bir yarık oluşturarak kozayı kendi üzerine kıvrılmış
gibi gösterir. Bazı kozalar çukurlaştıktan sonra anında eski şekline geri döner.
Bazıları saatlerce hatta günlerce çökük kalabilir, ancak kendi kendilerine eski
biçimlerine geri dönerler. Bir kısmı da parlak kozayı eski haline getirmek için
Nagual'dan başka bir darbe gerektiren geçirimsiz bir göçük alırlar. Az sayıdaki
koza da bir kez darbe aldıklarında oluşan değişimi asla kaybetmez. Bir
Nagual’dan ne kadar darbe alırlarsa alsınlar asla eski biçimlerine geri
dönemezler.

Göçük, farkındalık parıltısının yerini alıp birinci dikkat üzerinde hareket ederek
kozanın içindeki yayılımları bastırır ve kozanın içindeki yayılımlarını
değiştirerek, farkındalık parıltısının, normalde birinci dikkatin erişemeyeceği
yayılımlara ulaşmasını sağlar.

Normalde farkındalığın parıltısı, tüm canlı varlıkların kozasının yüzeyinde


görülür. Ancak insan dikkatini geliştirdikten sonra farkındalığın ışıltısı derinlik
kazanır ve kozanın yüzeyinden içindeki yayılımlara yönelir. Yüksek farkındalık
hali, sadece kozanın içinde daha derinlere inen bir parıltı olarak değil, aynı
zamanda kozanın yüzeyinde daha yoğun bir parıltı olarak görülür.

Tüm kozada bir akkor patlaması olarak görülen tam bir farkındalık halinin
ürettiği parıltı o kadar büyük bir ışık patlamasıdır ki, kabuğun sınırları dağılır ve
iç yayılımlar tam bir farkındalık içinde dış yayılımlarla kaynaşarak sonsuzluğa
süzülürler.
Seçtiğin gibi yaşarsın. Envanterini gözden geçirerek ve arkadaşlarının
envanterleriyle karşılaştırarak aklını harekete geçirirsin. Bu manevralar,
kendini ve kaderini incelemek için sana çok az zaman bırakır. Tüm bunlardan
vazgeçmek zorundasın. Tek bildiğin küçük bir kasabanın ölü sakinliği olsaydı,
er veya geç madalyonun diğer yüzünü araman gerekirdi.

Her canlının vurgulayacağı yayılımları seçmek için bir asamblaj noktası vardır.
Görücü’ler, odaklandıkları herhangi bir varlığın asamblaj noktasının seçtiği
yayılımları izleyerek, onun dünya algısını görebilirler.

Bütün canlıların kozası üzerinde asamblaj noktasının bulunduğu yer kalıcı


olmayıp alışkanlıkla kurulmuştur. Nagual'ın darbesi asamblaj noktasını hareket
ettirebilir ve yerini değiştirebilir. Daha önemli olan, bu noktanın içeriden
hareket ettirilebileceğinin anlaşılmasıdır. Bu değişimi başarmak için, insan,
algıladığı dünyanın, asamblaj noktasının kozasındaki belirli bir noktada sabit
halde bulunmasının bir sonucu olduğunun farkına varmalıdır.

İnsanın asamblaj noktası kozanın belirli bir alanında Kartal’ın hükmüyle belirir.
Ama kesin nokta alışkanlıkla, tekrarlanan eylemlerle belirlenir. Önce oraya
yerleştirilebileceğini öğreniriz, sonra onun orada olmasını emrederiz. Emrimiz
Kartal'ın emri olur ve asamblaj noktası o yere sabitlenir.

İnsanlar asamblaj noktaları katılığını kaybettiğinde, eğer savaşçı değillerse,


akıllarını kaybettiklerini hissederler. Savaşçıysalar, akıllarını kaybettiklerini
bilirler, ama sabırla beklerler. Sağlıklı ve aklı başında olmak, asamblaj
noktasının bulunduğu yerde hareketsiz olması demektir.

Asamblaj noktaları değişen insanlar için iki seçenek vardır. Biri, değişimlerinin
onları tanık olmaya zorladığı tuhaf dünyalara tepki vermek; diğeri ise asamblaj
noktasının her zaman aynı eski konumuna döneceğini bilerek kayıtsız ve
dokunulmamış kalmaktır.

Asamblaj noktası eski konumuna geri dönmeyen insanlar kaybolur. Ya asamblaj


noktaları dünyayı bildiğimiz şekliyle bir araya getiremedikleri için tedavi
edilemez bir biçimde delirirler, veya bilinmeyene doğru hareket etmeye
başlayan Görücü’ler haline gelirler. İnsanın başına hangisinin geleceğini
belirleyen şey kusursuzluktur. Kusursuz savaşçılar dokunulmaz kalırlar;
ürkütücü ve dehşetli dünyaları görebilir ve bir sonraki an çevresindekilerle
şakalaşıp gülebilirler.
Aklını kaybettiysen, fazla bir şey kaybetmiş sayılmazsın. Çünkü zihin, insan
envanterinin
öz-yansımasından başka bir şey değildir. Öz-yansımanı kaybedersen, ama
temellerini kaybetmezsen, aslında onu koruduğundan daha güçlü bir hayat
yaşarsın.

Yeni Görücü’lerin iddiasına göre, büyümemiz sırasında, farkındalık parıltısı


insanın yayılım bandına odaklandığında ve bunlardan bazılarını vurgulamak için
seçtiğinde, bir döngüye girer. Belirli yayılımları ne kadar çok vurgularsa,
asamblaj noktası o kadar istikrarlı olur. Bu, emrimizin Kartal'ın emri haline
geldiğini söylemekle eşdeğerdir. Farkındalığımız birinci dikkate dönüştüğünde,
komut o kadar güçlüdür ki asamblaj noktasının yerini değiştirmek gerçek bir
başarıdır.

Asamblaj noktası, hareket ettiği her yerde yayılımları bir araya toplayan parlak
bir mıknatıs gibidir; yalnızca belirli yayılım kümelerini algılamamızı sağlamakla
kalmaz, aynı zamanda diğer yayılımları da gözardı etmemizi sağlar. Bilinmeyen,
birinci dikkat tarafından gözardı edilen yayılımlardır. Ama bilinemez olan,
asamblaj noktamızın hiçbir şeyi kümeleme imkanının olmadığı bir yayılımlardır.

Gizem bizim dışımızda; içimizde yalnızca kozayı kırmaya çalışan yayılımlar var.
Gizem, algıladığımız şeylerde değil, algılamamızı sağlayan şeydedir.

Asamblaj Noktasının Konumu


Savaşçılar kendilerini tam farkındalığa hazırlarlar ve tam farkındalık ancak hiç
kendini önemseme kalmadığında gelir. Hiçbir şey olmadıklarında her şey
olurlar.

Görücü’lerin yaptığı her şeyin kilit noktası içsel söyleşiyi durdurmaktır. İçsel
söyleşi, asamblaj noktasını konumunda sabit tutan şeydir. Bir irade ile yeni bir
niyet, yeni bir komut belirlerdiğinde senin emrin Kartal'ın emri olur. İçsel
söyleşi başladığı biçimde sona erer; bir irade eylemiyle.

Yetişkinler tarafından kendimizle konuşmaya zorlanırız. Kendimizle konuşmayı


öğrendikçe, iradeyle de başa çıkmayı öğreniriz. Kendimize kendimizle
konuşmamızı emrederiz. Kendimizle konuşmayı bırakmanın yolu aynı yöntemi
kullanmaktır; buna niyet etmeliyiz.

Bebeklerin sabit bir asamblaj noktaları yoktur. Yayılımları büyük bir kargaşa
halindedir ve asamblaj noktaları insan kuşağının her yerine kayarak, onlara,
sonra tamamen göz ardı edecekleri yayılımlara odaklanma imkanı verir.
Çocuklar büyüdükçe, etraflarındaki yetişkinler giderek karmaşıklaşan bir içsel
söyleşi yoluyla onların asamblaj noktalarını istikrarlı olmaya zorlarlar.

İçsel söyleşi, asamblaj noktasının konumunu sürekli olarak güçlendiren bir


süreçtir, çünkü bu konum özünde sabit değildir ve sürekli pekiştirmeye ihtiyaç
duyar. Aynı şey diğer tüm organizmalara olur. Her yeni doğan, türünün yaptığını
yapmaya ikna edilir.

Savaşçılar içsel söyleşilerini durdurarak içsel sessizliğe ulaştıklarında,


asamblaj noktalarını hapseden şey, güç yürüyüşünün sesidir. Adımların ritmi,
içsel sessizlik yoluyla bağlantısı kesilmiş kozanın içindeki yayılımların
hizalanma gücünü yakalar. Bu kuvvet kendisini hemen insan bandın kenarlarına
asar. Sağ taraf fiziksel aktivite, şiddet, şehvet vs ile ilgilidir. Sol taraf ise
maneviyat, din, tanrı vs ile ilgilidir. İnsanlık durumunu tam olarak görebilmek
için asamblaj noktasını insan bandının her iki tarafına da hareket ettirmek
gerekir.

İnsan olma algımız o kadar gerçektir ki, asamblaj noktalarımıza bulundukları


yerde olmalarını emrederek onları inşa ettiğimizi unuturuz. Yalnızca bizim için
gerçek olduklarını unuturuz, çünkü onları gerçek olarak algılamak bizim
emrimizdir. Hizalanmaları gözden geçirme gücümüz var, ama kendimizi kendi
emirlerimizden koruma gücümüz yok.

Aşağı Geçiş
Kendini önemseme’ye harcanan enerjinin tasarrufunun bir sonucu olarak,
kişinin günlük yaşam dünyasındaki rahat ama sınırlayıcı ve sıkıcı konumu
bozulur. Depresyon, konumu kaybetmenin üzüntüsünden değil, yeni bir konum
aramak zorunda kalmanın verdiği sıkıntıdan kaynaklanır. Tahliye bildirimi büyük
bir depresyon, yaşama arzusunun kaybı şeklinde gelir.

Asamblaj noktasının normal konumu, kişiyi başkalarını tehditkar ve çoğu zaman


ürkütücü varlıklar olarak görmeye zorlayabilir. Konum değiştiğinde, kişi
cüretkar bir hale gelebilir ve onu normalde kaosa ve korkuya sürükleyecek
durumlarla başa çıkabilir.

Asamblaj noktasının konumu, içsel söyleşi tarafından korunur ve oldukça


dayanıksız bir konumdur. Bu yüzden özellikle içsel söyleşileri tekrarlayan,
çeşitlilikten ve derinlikten yoksun olan insanlar akıllarını kolayca
kaybedebilirler. Daha dayanıklı olanlar, içsel söyleşileri esnek, akıcı, çeşitli ve
kapsamlı olan insanlardır.
Büyük Yayılım Kümeleri
Yeryüzünde kırk sekiz tür organizasyon/yapı/küme vardır. Organik yaşam
bunlardan biridir. İnorganik farkındalık üreten yedi küme vardır. Farkındalık
içermeyen kırk küme vardır; bunlar sadece organizasyon üreten kümelerdir.
Büyük kümeler ağaçlar gibidir. Hepsi meyve verir; yayılımlarla dolu kozalar
üretirler; yine de bu ağaçlardan sadece sekizi yenilebilir meyveler, yani
farkındalık üretir. Yedisi ekşi ama yine de yenilebilir meyveler verir ve bir tanesi
en sulu, en tatlı meyveye sahiptir.

Asamblaj noktamızın normal algımız için bir araya getirdiği dünya iki banttan
oluşur; biri organik grup, diğeri ise yalnızca yapısı olan ama farkındalığı
olmayan bir grup. Diğer kırk altı büyük grup, algıladığımız olağan dünyanın bir
parçası değildir.

Kartal'ın farkındalık bahşetme yolu, sekiz büyük kümeden geçen üç dev yayılım
demeti aracılığıyladır. Demetler bir renk tonu olarak hissedilir. Bir demet bej-
pembe hissi verir, diğeri şeftali rengi hissi verir ve üçüncü demet kehribar rengi
hissi verir.

İz-sürme, Niyet ve Rüya Görme Pozisyonu


Görücü’ler, amaçlarını yok edebilecek, bulandırabilecek ve zayıflatabilecek
büyük düşmanlarla karşı karşıyadır; tembellik ve kendini önemseme.

Savaşçılar, alışılmadık biçimlerde davrandıklarında, kozalarının içindeki


kullanılmayan yayılımlar parlamaya başlar ve asamblaj noktalarının konumu
çok hafif bir biçimde değişir.

Asamblaj noktasının rüyalarda hareket ettiği yere rüya-görme konumu denir.


Eski Görücü’ler rüya-görme konumlarını sabitlemede o kadar uzmanlaştılar ki,
asamblaj noktaları o konumdayken uyanabiliyorlardı.

Rüya-görme’de, asamblaj noktasının hareketini yönlendirmenin hiçbir yolu


yoktur; bu değişimi dikte eden tek şey, rüya-görücü’nün içsel gücünün
seviyesidir. İçsel güç, bir dinginlik duygusu, neredeyse kayıtsızlık, inceleme ve
anlama için doğal ve derin bir eğilim anlamına gelir.

Rüya-gören beden, asamblaj noktasının hareketiyle bu dünyadaki veya insanın


erişebildiği yedi dünyadaki herhangi bir yere taşınan bir enerji dalgasıdır. Rüya-
gören bedene ulaşmanın yolu günlük hayatımızda kusursuz olmaktan geçer.
İhtiyacımız olan şey ayık olmaktır ve bunu bize kimse veremez veya almamıza
yardım edemez.
İnsani durumumuz, asamblaj noktamızın konumunu çevremizdeki insanların
kullandığı yayılımlara otomatik olarak odaklamamıza neden olur. Bunu hem
sıradan algımızda sağ tarafta, hem de birlikte rüya görürken sol tarafta yaparız.

Nagual Julian
Nagual Julian cömert ve büyüleyici bir insandı. Çevresindeki herkesle her
zaman derinden ve içtenlikle ilgilenirdi. Nazikti ve sahip olduğu her şeyi ihtiyacı
olan veya hoşlandığı insanlarla paylaşırdı. Herkes tarafından sevilirdi, çünkü
usta bir iz sürücü olarak onlara gerçek duygularını yansıtırdı; hiçbirine değer
vermezdi. Nagual Julian kimseyi umursamazdı; bu yüzden de insanlara
gerçekten ve içtenlikle yardım edebilirdi.

Başkalarına yardım edenler sadece onları umursamayanlardır; iz-sürücüler


böyle söylerler. Başkalarını önemseyen insanlar, aslında kendilerini önemserler
ve itibar talep ederler.

Hakkında duydukların yüzünden Nagual Julian hakkında hissettiklerini, onun


evinde yıllarca yaşamış olan benim onun hakkında neler hissettiklerimle
karşılaştır. Onu yargıladım, ondan korktum ve onu kıskandım. Ayrıca onu
seviyordum, ama kıskançlığım sevgimden daha büyüktü. Onun rahatlığını,
istediği zaman genç veya yaşlı olabilme becerisini, yeteneğini ve hepsinden
önemlisi etrafındaki insanlar üzerindeki etkisini kıskandım. Büyüleyici
sohbetlerle insanların ilgisini çektiğini görmek beni çıldırttı; her zaman
söyleyecek bir şeyi vardı.

Ben hiç böyle olamadım ve kendimi hep yetersiz, dışlanmış hissettim. Asamblaj
noktasının konumu, nasıl davrandığımızı ve nasıl hissettiğimizi belirler. O
zamanki en büyük kusurum, bu prensibi anlayamamamdı; henüz yeterince olgun
değildim. Kendime önem vererek yaşıyordum, çünkü asamblaj noktam o
konumdaydı. O noktayı hareket ettirmenin yolunun yeni alışkanlıklar edinmek
ve onu hareket ettirmeyi istemek olduğunu henüz öğrenmemiştim. Bunu
yapabildiğimde, Nagual Julian gibi emsalsiz savaşçıları tarafsız bir biçimde
takdir etmenin tek yolunun kendini önemseme’yi tamamen terketmek olduğunu
fark ettim.

Yeryüzü’nün Desteği
Yeryüzünün, Kartal'ın yayılımlarını hapseden parlak bir kozası vardır. Yeryüzü,
bizimle aynı güçlere tabi olan duyarlı devasa bir varlıktır ve savaşçılara
muazzam bir destek verebilir; bu, savaşçıların kozalarının içindeki yayılımlar,
yeryüzünün kozası içindeki uygun yayılımlarla hizalandığında, yeryüzünün
farkındalığından gelen bir destektir.

Yeryüzü, organik ve inorganik tüm canlı varlıklarda mevcut olan tüm yayılımlara
sahiptir. Bir hizalanma gerçekleştiğinde, hisseden varlıklar bu hizalamayı
kendilerine özgü bir biçimde kullanarak kendi dünyalarını algılarlar. Savaşçılar
bu hizalamayı ya herkes gibi algılamak için veya başka dünyalara girmek için
destek olarak kullanabilirler.

İnsanın asamblaj noktası belirli bir sınırın ötesine geçtiğinde, sonuçlar her
insan için her zaman aynıdır. Onu hareket ettirme teknikleri olabildiğince farklı
olsa da sonuçlar her zaman aynıdır; asamblaj noktası, yeryüzünden gelen
desteğin yardımıyla başka bir dünyayı gerçekleştirir. İnsan için zorluk içsel
söyleşidedir; yeryüzünün desteği yalnızca tam bir sessizlik durumundayken
kullanılabilir.

Bizler algılayıcılarız; algılıyoruz çünkü insan kozası içindeki bazı yayılımlar


dışarıdaki bazı yayılımlarla aynı hizaya geliyor. Hizalama geçittir ve yeryüzünün
desteği onun anahtarıdır.

Asamblaj noktası bir dünya oluşturduğunda, o dünya bütündür. Dünyanın


farkındalığı bize yayılımları hizalamamız için bir destek verebilir ve bu yeni
hizalanmanın gücü olağan dünyamızı yok eder. Eski Görücü’ler ne zaman yeni
bir hizalanma gerçekleşse, ya cehenneme indiklerine veya cennete
yükseldiklerine inanıyorlardı. Yeni bir hizalanma bize başka bir dünya
algılamamızı sağladığında, olağan dünyamızın kaybolduğunu asla fark
etmediler.

Yuvarlanma Kuvveti
Hizalanma ya asamblaj noktasının kaymasına yardımcı olur veya onu alışılmış
konumuna sabitlenmiş halde tutar. Hizalamanın asamblaj noktasını sabit tutan
yönü "irade" ve onu hareket ettiren yön "niyet"tir. Kişisel olmayan hizalanma
kuvveti "irade", kişiselleştirilmiş kuvvet "niyet"e dönüşür.

Değişikliği gerçekleştirmek aslında çok kolaydır. Kolay olmayan, kendimizi


bunun mümkün olduğuna ikna etmektir. Dünyamızın güvenlik kilidi; ikna
olmalıyız ama bunu istemiyoruz.

Bir insanin kozasını görebilmek için, ona arkadan bakmak gerekir. İnsanlara yüz
yüze bakmak işe yaramaz çünkü insan kozasının ön tarafı, yayılımların
kendisinden kaynaklanan bir gücün saldırısına karşı bizi hayat boyu koruyan bir
kalkana sahiptir.

Rüya görme konumunda beden hareket kabiliyetini kaybetder; kişi kendini bir
odanın ortasında duran ve bir pencereden sokağa bakan biri gibi hisseder.
Kaslarını gevşet, içsel söyleşini durdur ve asamblaj noktasının içsel sessizlikle
hareket etmesine izin ver. Beden uykudadır, ancak akıl meydana gelen her
şeyin tamamen farkındadır. Uyanıkmış gibi duyabilir ve izleyebilir, ancak
bedenin hareketleri oldukça kısıtlıdır.

Yuvarlanma kuvveti, Kartal'ın yayılımlarından gelen bir kuvvettir. Hayatımızın


her anında bize çarpan bu kuvvet öldürücüdür. Sıradan yaşamlarımızda bundan
habersiziz çünkü koruyucu kalkanlarımız var. Tüm farkındalığımızı meşgul
ederek tüketen ilgilerimiz var; sürekli, durumumuz ve sahip olduklarımız için
endişeleniyoruz.

Bu kalkanlar yuvarlanan kuvveti uzak tutmazlar; sadece doğrudan görmemizi


engellerler. Bu biçimde bizi onun bize çarptığını görme korkusuyla incinmekten
korurlar. Kalkanlar bizim için büyük bir yardım ve büyük bir engeldir. Bizi
sakinleştirirler ve aynı zamanda bizi kandırırlar. Bize sahte bir güvenlik duygusu
verirler.

Yuvarlanma kuvveti esasen zararlı değildir. Yeni Görücü’ler kendimizi ona


açmamızı tavsiye ederler. Kendini yuvarlanma kuvvetine açmak için, asamblaj
noktasının hareket ettirilmesi gerekir. Hareket kasıtlı olduğunda tehlikesi
yoktur. Tehlikeli olan, yorgunluk, duygusal çöküş, hastalık, korku veya
sarhoşluk gibi nedenlerle asamblaj noktasının istem dışı kaymasıdır.

İnsanın aralığı bedeninde değil, kozasında, göbeği hizasındadır. Aralık bir göçük
gibidir. Yuvarlanma kuvvetinin bize çarptığı ve kozayı çatlattığı yer orasıdır.
Asamblaj noktası istem dışı kaydığında, yuvarlanma kuvveti kozayı çatlatır.

Asamblaj noktasının kayması küçükse, çatlak da küçüktür ve koza kendini


hemen onarır. Bu durumlarda insanlar benzer bir deneyim yaşarlar; gözler
kapalıyken bile görülen renk lekeleri ve yamuk biçimler. Asamblaj noktasının
kayması büyükse, çatlak da büyüktür ve kozanın kendini onarması zaman alır;
güç bitkileri kullanan savaşçılarda veya uyuşturucu kullanan insanlarda olduğu
gibi. Bu durumlarda kişi uyuşmuş ve üşümüş hisseder, konuşmakta ve
düşünmekte güçlük çeker. Travma veya ağır bir hastalığın etkileri nedeniyle
asamblaj noktasının büyük ölçüde kaydığı durumlarda, yuvarlanma kuvveti koza
boyunca bir çatlak oluşturur; koza çökerek kendi üzerine kıvrılır ve kişi ölür.
Her canlının bir aralığı vardır; aralığı olmasaydı ölmezdi. Boşluklar boyut ve
konfigürasyon bakımından farklıdır. Bir insanın aralığı, yumruk büyüklüğünde
kase benzeri bir çöküntüdür. Diğer organik canlıların aralıkları da insanınkine
çok benzer; daha güçlü veya daha zayıf. Ancak inorganik varlıkların aralığı bir
saç teli kalınlığında ince bir yarıktır ve bu da onları bizden sonsuz derecede
daha dayanıklı kılar.

Yeni Görücü’ler, geleneklerini yeniden uyarlarken, eski Görücü’lerin yuvarlanma


kuvveti hakkındaki bilgilerinin eksiksiz olduğunu farkettiler; eski Görücü’ler,
aynı gücün iki farklı yönü olduğu görmüşlerdi; dalgalanan yön ve dönen yön.
Dalgalanan yön yıkım ve ölüm getirir. Dönen yön ise, yaşamı ve farkındalığı
sürdüren şeydir. Eski Görücü’ler, yalnızca dalgalanan yönle uğraşmayı
seçmişlerdi; saplantıları nedeniyle yuvarlanma kuvvetinin dalgalanan yönü
tarafından yakalandılar.

Gruplar halinde bakan yeni Görücü’ler de yuvarlanma kuvvetinin dalgalanan ve


dönen yönleri arasındaki ayrımı gördüler. Yeni Görücü’ler, insanın bir kozası
olduğu sürece ölümsüz olmanın hiçbir yolu olmadığını anlamışlardı. Böylece
kozalarını yuvarlanma kuvvetinin dönen yönüne açarak kozalarındaki tüm
yayılımları tutuşturdular ve sonuç onlar için bütünsel özgürlük oldu.

Aslında, yuvarlanma kuvvetinin dönen yönünde daireler yoktur, sadece rüya-


gören Görücü’lere halka hissi veren dairesel bir kuvvet vardır ve farklı boyutları
da yoktur.

Yeni Görücü’ler, yuvarlanma kuvvetinin canlı varlıklar üzerindeki etkisinin çok


hassas bir dengede durduğunu keşfettiler. Kişi, dalgalanan kuvvetinin dönen
kuvvetten daha sert çarptığını hissederse, bu dengesinin bozulduğu anlamına
gelir; dalgalanan kuvvet aralığını kırıp onu öldürene kadar çarpmaya devam
eder.

Ölüme Meydan Okuyanlar


Yalnızca organik varlıkların kaseye benzeyen bir aralığı vardır. Boyutu, şekli ve
kırılganlığı, onu yuvarlanan kuvvetin saldırıları altında kozanın çatlamasını ve
çökmesini hızlandırmak için ideal konfigürasyon haline getirir. İnorganik
varlıklar ise dar bir aralığa sahip olduklarından, kozaları yuvarlanma kuvvetinin
saldırılarını neredeyse sonsuza kadar engelleyebilir.

Açgözlülüğünden dolayı bilinmeyene adım atar mıydın? Açgözlülük yalnızca


sıradan günlük işlerin dünyasında işe yarar. Bilinmeyene ait o ürkütücü
yalnızlığa girmek için insanın açgözlülükten daha büyük bir şeye sahip olması
gerekir; yaşama karşı derin bir sevgi, merak ve cesaret.

Asamblaj noktan hareket ettiğinde, teknik olarak uykudasın demektir. Normal


bir farkındalık halindeki insanlar seni gördüğünde; onlara biraz sersemlemiş,
hatta sarhoş gibi görünürsün. Normal uyku sırasında, asamblaj noktasının
kayması, insanın bandının her iki kenarı boyunca uzanır. Bu tür kaymalar her
zaman uykuyla bağlantılıdır. Uygulamanın neden olduğu kaymalar, bir insanın
bandının orta bölümü boyunca meydana gelir ve uyku ile birleşmez, ancak rüya-
görücü uykudadır.

Yeni Görücü’ler, asamblaj noktalarını insan kuşağının orta bölümü boyunca


tutarlar. Geçiş, yüksek farkındalığa geçiş gibi yüzeysel ise, rüya-görücü, korku
ve şüphe gibi duygulara karşı hafif bir kırılganlık dışında, neredeyse herkes
gibidir. Ancak belirli bir derinlikte, orta bölüm boyunca hareket eden rüya-
görücü bir ışık damlası haline gelir. Bir ışık damlası, yeni Görücü’lerin rüya-
gören bedenidir.

Yeni Görücü’lere göre, bir ışık damlası olarak rüya-gören beden, kişisel olmadığı
için daha elverişlidir. Eski Görücü’lerin yoğun bir biçimde insanlaşmış rüya-
gören bedenleri, onları eşit derecede insanlaşmış cevaplar aramaya itti.

Sıradan bir insandan ayırt edilemeyen başka bir ölüme meydan okuyan vardı.
Bunu, "aralığını" istediği zaman açıp kapatabilmesiyle başarıyordu. Nagual
Sebastian'ın 1723'te karşılaştığı bu kadim Görücü, ölüme meydan okuyandır.
Enerjinin ödünç alınması sırasında gerçekleşen şey, kadim Görücü’nün
Nagual'ın kozası içindeki yayılımları canlandırmak için Nagual'ın asamblaj
noktasını hareket ettirmesidir. Uzun süre uykuda kaldıktan sonra aniden
hizalanan bu yayılımların ürettiği büyük miktardaki enerjiyi kullanır.

İçimizdeki uyku halindeki yayılımlarda hapsedilmiş olan enerji muazzam


miktardadır. Gündelik yaşam dünyasında algılama ve eylemde bulunma ile ilgili
enerji, insanın kozasında bulunan yayılımların yaklaşık onda birinin
hizalanmasının bir ürünüdür.

Ölüm anında olan şey, tüm bu enerjinin bir anda serbest bırakılmasıdır. O anda
tüm canlıların kozalarıda akıl almaz miktarda bir güç açığa çıkar. Ölüm anında
aralığı açan yuvarlanma kuvveti değildir; bu kuvvet asla kozanın içine giremez,
sadece çökmesini sağlar. Kozayı yarıp taşıran şey, ömür boyu uykuda kaldıktan
sonra aniden hizalanan tüm yayılımların gücüdür. Böylesine büyük miktarda bir
enerji için açılan aralıktan dışarıya yayılmaktan başka bir yol yoktur.
İnsan Kalıbı
Asamblaj noktanı tek başına hareket ettirmeli ve başka bir yayılım grubunu
hizalamalısın. Bunu yapmadığında, öğrendiğin her şey sözde kalır ve eylem
olmadan sözler hiçbir işe yaramaz.

Asamblaj noktası alışılmış konumundan uzaklaşıp belirli bir derinliğe


ulaştığında, yayılımları hizalama kapasitesini anlık olarak bozarak bir engeli
aşar. Bu aşma anı üç biçimde deneyimlenebilir; algısal bir boşluk anı olarak;
tüm bedenle gergin bir kağıt perdeyi delme eylemi olarak; bir sis duvarı olarak.

Herbirimiz belirli bir konumda sabitlenmiş birer asamblaj noktasıyız.


Düşmanımız ve aynı zamanda dostumuz, içsel söyleşimiz, envanterimizdir. İçsel
söyleşini durdur; envanterini yap ve sonra at. Yeni Görücü’ler kusursuz
envanterler yapar ve sonra onları kaldırıp atarlar. Envanter olmadan asamblaj
noktası serbest kalır.

Envanterimizin en sağlam yönü tanrı fikridir. Bu yön, asamblaj noktasını mevcut


konumuna bağlayan güçlü bir yapıştırıcı gibidir. İnsan kalıbı, organik yaşamın
büyük kuşağındaki büyük bir yayılım kümesidir ve insanın, Kartal'ın
yayılımlarının herhangi bir tehlike olmaksızın doğrudan görebileceği kısmıdır.

Yeni Görücü’ler, sabırsızlık, umutsuzluk, öfke veya üzüntü ortaya çıktığında


basit bir hareket önerirler; gözlerini herhangi bir yönde yuvarlamak. Gözlerin
hareketi, asamblaj noktasının anlık olarak kaymasını sağlar ve bu hareket kişiyi
rahatlatır.

Kusursuz bir varoluş hali, rasyonel varsayımlardan ve rasyonel korkulardan


arınmış olmaktır.

İnsanın kalıbı bir yaratıcı değildir; düşünebildiğimiz ve düşünemediğimiz her


insani niteliğinin kalıbıdır. Kalıp bizim Tanrımızdır, ama bizi yoktan ve kendi
suretinde yarattığı için değil; onun bir ürünü olduğumuz için. İnsan kalıbı bize
yardım edemez, yanlışlarımızı cezalandıramaz veya bizi ödüllendiremez. Kalıp,
bir grup ışıklı lifi bir araya getirip kılıflayan bir araçtır.

İnsan kalıbını görmenin iki yolu vardır; insan formu veya ışık damlası olarak. Bu,
asamblaj noktasının kayma yönüne bağlıdır. Kayma yanal ise insan, orta
bölümdeyse ışık damlası olarak görülür. İnsan kalıbının konumu, "rüya-gören
beden" ve "algı bariyeri" konumuna çok yakındır. Yeni Görücü’lerin insan
kalıbının görülmesini ve anlaşılmasını önermesinin nedeni budur.
Rüya-Gören Bedenin Yolculuğu
Bir dünya, ancak asamblaj noktası o dünyanın var olduğu konumdayken vardır.
Asamblaj noktasının konumu değiştiğinde önceki dünya kadar gerçek bir başka
dünya belirir.

Rasyonellik asamblaj noktasının belirli bir konumda hizalanmasının sonucudur.


Hiçbir rasyonel varsayım, rüya-görme eylemlerine müdahale etmemelidir.
Asamblaj noktası ancak güçlü duyguların, kararlı niyetin veya derin ilginin
rehberliğiyle rüya-görme konumunda sabit kalabilir.

Algı Engelini Aşmak


Bir hizalanmayı iptal edebilecek tek kuvvet başka bir hizalanmadır. Asamblaj
noktası için yeni bir konum belirleyip onu orada sabit tutmaya niyet ederek,
başka bir dünya kurabilirsin. Asamblaj noktasının konumunu değiştirerek başka
dünyalar kurmanın tehlikesi, o dünyaların da bizim dünyamız kadar sahiplenici
olmasıdır. Asamblaj noktasının konumunu değiştirenler hiç tanıdık olmayan bir
yalnızlık içinde mahsur kalma riskini taşırlar.

Son Söz
Olağan dünyada ölmek ile bilinmeyen dünyalarda ölmek arasında hiçbir fark
yoktur. Kendilerinden öncekilerin yalnızca ölümlerinin yerini değiştirdiğini
anlayan yeni Görücü’ler, başkalarına hükmetme mücadelesinin yararsızlığını,
başka dünyaları bir araya getirmenin yararsızlığını ve hepsinden fazla kendini
beğenmişliğin yararsızlığını tamamen anladılar.

Yeni Görücü’lerin en önemli kararlarından biri, asamblaj noktalarını yüksek


farkındalık dışında herhangi bir konuma yerleştirmemektir. Bu konumdayken
çözüm, ölecek alternatif bir dünya seçmek değil, tam farkındalığı seçmektir.
Asamblaj noktası, sürekli olarak bilinmeyenin sınırlarına kaydırıldığında ve
sonra tekrar bilinenin sınırındaki konumuna geri getirildiğinde, kozanın içindeki
tüm yayılımları hizalamak üzere serbest kalır.
SESSİZLİĞİN GÜCÜ

Önsöz
Kitaplarım, Meksikalı bir Nagual olan don Juan Matus'un Tolteklerin dünyasını
anlamama yardım etmek için kullandığı bir öğretim yönteminin gerçek bir
anlatımıdır.

Tanıtım
İnsanlar, zamanın modalitesi için kullanmak üzere sınırlı miktarda enerji ile
doğarlar. Zamanın modalitesi, algı için kullanılan enerji alanları demetidir.
Zamanın modalitesi mevcut tüm enerjimizi tüketerek, diğer enerji alanları
kullanmak için bize hiçbir şey bırakmaz.

Büyücülük, sıradan algının ulaşamadığı şeyleri algılama yeteneğidir. Bilgi


yolunda olan kişinin yaptığı, varlığında saklı olan güce ve ona ulaşabileceğine
inanmaktır. Bu güce ulaştığında, mevcut olan ama erişilemeyen başka dünyaları
algılamaya başlar ve kelimeleri kullanmak zorunda kalmadan bilir.

Evrende niyet denilen tarif edilemez bir güç vardır ve evrende var olan her şey
bir hatla niyete bağlıdır. Görücü’ler, bu hattı günlük yaşamın sıradan
kaygılarından temizlemek için uğraşırlar. Büyücülük, kişinin niyet’le olan
bağlantı hattını temizleme yöntemi olarak tanımlanabilir.

Görücü’lerler, bu işin zorluklarıyla başedebilmek için talimatlarını iki kategoriye


ayırırlar. Biri, günlük yaşamdaki farkındalık durumu için; diğeri ise sessiz
bilginin yüksek farkındalık durumu için.

Nagual, olağanüstü enerjiye sahip dört bölmeli ışıltılı bir kozası olan bir
rehberdir. Nagual, yoldaşlarının niyetle olan bağlantısının farkındalığını
sağlamaktan sorumludur. Nagual'ın enerjisi, barışı, uyumu ve bilgiyi doğrudan
niyetten çekmesine ve onları yoldaşlarına iletmesine izin verir.

Don Juan bana, büyücülüğün öncülleri hakkında bir kitap yazma görevi verdi;
"Sen yazar değilsin, bu yüzden deneyimlerini yaşıyormuş gibi yeniden
canlandırmalı ve sonra metni rüyanda görmelisin. Bu edebi bir egzersiz
olmamalı.” Onun öğretisini bu biçimde yazdım.

Nagual’ın öğretisinde, iki bölüm vardır; olağan farkındalık için "sağ-yan


öğretileri", ve yüksek farkındalık için "sol-yan öğretileri". Bu iki bölüm,
Nagual'ın çıraklarını üç alanda eğitmesini sağlar;. Farkındalık Ustalığı; algının
doğasını anlamak içindir. İz-sürme Sanatı; algının değişimleri ve denetimi
üzerinedir. Niyet Ustalığı; insan olma halinin ötesine yönelen düşünce ve
eylemleri içerir.

Don Juan'ın "iz-sürme sanatı" ve "niyet ustalığı", "farkındalık ustalığı" üzerine


dokuz maddelik açıklamasına bağlıdır;

1. Evren, ışıltlı liflerden oluşan sonsuz bir enerji alanları yığınıdır.

2. Kartal'ın yayılımları olarak adlandırılan bu enerji alanları, tek ve büyük bir


kaynaktan yayılır.

3. İnsanlar da aynı ışıltılı enerji liflerinden oluşur. Kartal'ın yayılımları, insan


bedeni büyüklüğünde, yanlara doğru uzatılmış kollarıyla ışıltılı bir koza gibi
görünen kapalı bir yığılma oluşturur.

4. Bu kozanın içindeki enerji alanlarının yalnızca küçük bir grubu, kozanın


yüzeyinde bulunan yoğun bir parlaklık noktası olarak görünür.

5. Algı, parlaklık noktasını çevreleyen küçük gruptaki enerji alanları, kozanın


dışındaki özdeş enerji alanlarını aydınlatmak için ışıklarını uzattığında meydana
gelir. Parlaklık noktası "asamblaj noktası" olarak adlandırılır.

6. Asamblaj noktası, kozanın yüzeyindeki olağan konumundan, yüzeydeki veya


iç kısımdaki başka bir konuma hareket ettirilebilir. Asamblaj noktası yeni bir
konuma geçtiğinde yeni enerji alanlarını aydınlatarak onları algılanabilir hale
getirir.

7. Asamblaj noktası başka bir yere kaydığında, farklı bir dünyayı normalde
algıladığımız dünya gibi nesnel ve olgusal olarak algılarız.
8. Niyet, algılamamızı sağlayan güçtür; niyetin baskı ve müdahalesinin bir
sonucu olarak algılarız.

9. Görücü’lerin amacı, insan için mevcut olan tüm algı olanaklarını


deneyimlemek üzere "tam farkındalık" durumuna ulaşmaktır. Bu farkındalık
durumu ölüme bir alternatiftir.

Farkındalıkta ustalaşmak üzere, Nagual çıraklarına asamblaj noktasını hareket


ettirmek için gerekli yöntemleri öğretir. Bunu başarmak için eski Görücü’ler
tarafından tasarlanan iki sistem vardır; Rüya görme; rüyaların denetimi, ve İz-
sürme; davranışların denetimi.

Ruhun Tezahürleri
Sıradan bir insan geçmişi incelediğinde, bu çoğunlukla kişisel geçmişidir ve
bunu davranışlarına gerekçeler bulmak veya kendine bir model oluşturmak için
kendini geçmişle karşılaştırarak yapar. Görücü’ler ise, niyeti incelemek üzere
bir referans noktası almak için geçmişlerine başvururlar.

Sıradan insana göre eğitmek, kalıpları kullanmak demektir. Görücü’ye göre ise
eğitmek, çırak için dünyayı değiştirebilen, yeniden düzenleyen ve onu olduğu
gibi tutan evrensel gücü; niyeti çağırmaktır. Niyeti bilmenin tek yolu, niyet ile
tüm canlı varlıklar arasında varolan bağlantı aracılığıyla onu doğrudan
bilmektir. Görücü’ler niyet’e; tarif edilemez, ruh, soyut, Nagual derler.

Nagual'ın Kusursuzluğu
Bir Görücü bir alameti yorumladığında, onu nasıl bildiğine dair hiçbir fikri
olmadan onun tam anlamını bilir. Bu, niyet ile bağlantı hattının gücüne ve
dolaysızlığına bağlıdır.

Herkesin sezgi olarak bildiği şey, niyet ile olan bağın harekete geçmesidir.
Görücü’ler için alamet okumak olağandır; hatalar ancak kişisel duygular araya
girip, Görücü’lerin niyetle bağlantı hattını gölgelediğinde olur. Aksi takdirde
bilgileri tamamen doğru ve işlevseldir.

Ruh, herkese aynı yoğunluk ve tutarlılıkla kendini gösterir, ancak yalnızca


Görücü’ler ve Naguallar bu alametlere uyum sağlar.

Ölüm sol omzun hemen arkasında siyah bir noktadır. Görücüler, bir kişinin ne
zaman ölmeye yakın olduğunu bilirler; çünkü, ölüm yaklaştığında, hareket eden
bir gölge haline gelen karanlık nokta, ait olduğu kişinin tam boyutuna ve
biçimine dönüşür.

Ruhun Ortaya Çıkışı


Zihinsel denge, asamblaj noktasının alışılmış bir noktada sabitlenmesinden
ibarettir. Eğer rüya görme bu doğal hareketi idare etmek için kullanılıyorsa ve
rüya görmek için cinsel enerjiye ihtiyaç duyuluyorsa, cinsel enerji rüya yerine
seks için kullanıldığında, asamblaj noktası düzensizce hareket ettiği için kişi
zihinsel dengesini kaybeder.

Savaşçılar, kendilerine acımadıkları için şefkat duyamazlar. Kendine acımanın


itici gücü olmadan, şefkat imkansızdır. Bir savaşçı için her şey kendisiyle
başlar ve kendisiyle biter. Soyutla olan teması, kendini önemseme’nin
üstesinden gelmesini sağlar ve benliği soyut ve kişiliksiz hale gelir.

Bir zamanlar tüm insanlık soyut’a yakındı; sonra bir şey bizi soyut’tan
uzaklaştırdı. Soyut’a geri dönmenin zorluğu, kelimeler ve hatta düşünceler
olmadan bilmeyi yok saymaktan kaynaklanır.

Bir Görücü için ruh soyuttur, çünkü onu kelimeler ve düşünceler olmadan bilir.
Soyuttur, çünkü ruhun ne olduğunu kavrayamaz. Yine de onu anlamak için
hiçbir imkanı ve isteği olmadan, ruhu idare eder; onu tanır, çağırır ve
eylemleriyle ifade eder.

Nagual'ın Ayartılması
Bir Nagual'ın çıraklarını kendi iradesine veya kendi hesaplarına göre seçmesi
mümkün değildir. Ama ruh irade’sini işaretlerle ima ettiğinde, Nagual onu
sağlamak için hiçbir çabadan kaçınamaz.

Çırak, ruhla olan bağlantı hattını temizlemeye ve canlandırmaya çalışan kişidir.


Hat yeniden canlandığında çıraklık sona erer. Ancak hat canlanana dek çırağın
bir amaca ihtiyacı vardır. Çırak, amacı Nagual'ın sağlamasına izin vermelidir ve
bunun için de bireyselliğinden vazgeçmesi gerekir.

Gönüllüler kendi amaçlarına sahiptirler, bu da onların bireyselliklerinden


vazgeçmelerini zorlaştırır. Görücü’lerin dünyası, gönüllünün kendi amacına
aykırı fikir ve eylemler talep ettiğinde gönüllü değişmeyi reddedecektir.

Ölüm, doğum anından itibaren niyet edilmiş olduğu için vardır. Ölümü niyet
etmek, aslında toplam farkındalığı niyet etmektir.
Hayat boyu vasat meşguliyetlerimizin ötesine geçmek için fırsatımız olmaz,
çünkü gündelik yaşamın baskısı gücümüzü tamamen tüketir. Ancak hayatımız
sona ererken meşguliyetlerimiz farklı bir karakter kazanmaya başlar. Gündelik
yaşamın sisinin ötesini görmeye başlarız. Ne yazık ki, bu uyanış, yaşlanıp
gücümüz kalmadığında gelir. Bu noktada, bize kalan tek şey içimize işleyen bir
ıstırap, tarif edilemez bir şeye duyulan özlem ve onu kaçırmış olmanın ham
öfkesidir.

Ruhla Bağlantının Tozunu Almak


Algı, insanın olduğu veya yaptığı her şeyin dayanak noktasıdır ve bu algı,
asamblaj noktasının hareketiyle yönetilir. Asamblaj nokta konum
değiştirdiğinde algılanan dünveya değişir.

Asamblaj noktasını tam olarak nereye yerleştireceğini bilen Görücü, istediği her
şeye dönüşebilir. Bir Görücü karga olduğunda, bu kesinlikle büyük bir başarıdır.
Ama asamblaj noktasında çok büyük bir kaymayı gerektirir. Bununla birlikte,
asambaj noktasını şişman veya yaşlı bir insan konumuna getirmek küçük bir
değişimi, yani insan doğası hakkında çok kapsamlı ve ayrıntılılı bir bilgiyi
gerektirir.

Bazı erkekler için kadın kıyafetleri giymek yüksek farkındalığın kapısıdır. Bu tür
araçlar, asamblaj noktasını zorlamaktan daha etkilidir, ancak düzenlenmesi çok
zordur.

İz sürmeyi öğrenmenin dört adımı vardır; acımasızlık, kurnazlık, sabır ve tatlılık.


Acımasızlık, sertlik değildir; kurnazlık, gaddarlık değildir; sabır, ihmal değildir;
tatlılık aptallık değildir.

İz-sürme’nin Dört Ruh Hali


İnsan, sonsuzluğa ulaşmak için yeterli koşullara sahiptir. Hiçbir şeye ihtiyaç
duymamak insanın erdemidir ve kusursuz (dolaysız) olmak tek aracıdır.

İyi veya kötü niyetli eylemler kişisel kazançlar adına gerçekleştirilir. Ancak
Görücü’lerin, kişisel kazançlarla ilgileri yoktur. Bir insan kızdığında veya hayal
kırıklığına uğratıldığında, intikam almak için kötü niyetli davranışlarda
bulunabilir. Oysa Görücü’lerin eylemleri kusursuzluk tarafından yönetildiği için,
onlar kimseye kızamazlar veya kimse tarafından hayal kırıklığına
uğratılamazlar.

Görücü’ler için iz-sürme, yaptıkları her şeyin üzerine inşa edildiği temeldir.
Sonra niyet etmeyi öğrenmek gerekir ve ancak o zaman asamblaj noktası irade
ile hareket ettirilebilir. İz sürmenin ilk ilkesi, bir savaşçının kendi izini
sürmesidir; acımasızca, kurnazca, sabırla ve kibar bir biçimde.

Günlük yaşamdaki insan davranışı rutinlerden oluşur. Rutinden uzaklaşan


herhangi bir davranış, kişide sıradışı bir etkiye neden olabilir. Sıradışı davranış
sürekli olarak uygulanırsa, sonunda asamblaj noktasını hareket etmeye zorlar.
Asamblaj noktası ne kadar derine hareket ederse, kişinin bilgisi ve onu
açıklayacak hiçbir kelimeye sahip olmadığı duygusu o kadar büyük olur.

Ruhu Görmek
Yaptığımız, düşündüğümüz, söylediğimiz ve hissettiğimiz her şey asamblaj
noktasının konumuna bağlıdır. Asamblaj noktası yer değiştirdiğinde algı
zincirlerinin sırrı anlaşılır; zincirler bizi kendi yansımamıza hapseder ve böylece
bizi bilinmeyenin saldırılarına karşı korurlar. Zincirlerimiz bir kez kırıldığında,
artık gündelik dünyanın endişelerine bağlı kalamayız. Hâlâ gündelik
dünyadayızdır, ama artık oraya ait değilizdir. Ait olmak için insanlığın
endişelerini paylaşmalıyız, ancak zincirler olmadan bunu yapamayız.

Evrende incelemeye, açıklamaya meydan okuyan enerji alanları da vardır.


Sıradan ışık liflerine benzerler, ancak Kartal'ın yayılımlarına kıyasla solgun
görünürler. Normal algı, niyet, kozamızın içindeki ışıklı liflerin bir kısmını
aydınlattığında ve kozamızın dışında sonsuzluğa uzanan benzer ışıklı liflerine
bağladığında oluşur. Görme, niyetin farklı bir enerji alanı kümesini
aydınlatmasıyla meydana gelir. Işıltılı kozanın içinde yeterli miktarda enerji
alanı aydınlandığında, bir Görücü enerji alanlarını olduğu gibi görebilir.

Hayatımızın yoğunluğu, bitmek bilmeyen ilgilerimiz, endişelerimiz, umutlarımız,


hayal kırıklıklarımız ve korkularımız her zaman ön plandadır ve bu yüzden, diğer
her şeyle bağlantılı olduğumuzun farkında değilizdir. Cennetten kovulma fikri
muhtemelen sessiz bilgiyi kaybetmenin bir alegorisidir.

Niyet herhangi bir biçimde kullanılabilecek ve yönetilebilecek bir şey değildir;


yine de, kişi onu kullanabilir ve yönetebilir. Bu çelişki, büyücülüğün özüdür.
Büyücülük, niyet bilgimizi yeniden yapılandırma ve onu kullanma girişimidir.

Yüksek farkındalıkta bile kişi kendini değersiz hissedebilir. Nihai terk ile karşı
karşıya kaldığında, kaderinin ne olduğunun bir önemi olmadığını hatırla.

Düşüncenin Taklası
Yaklaşan ve kaçınılmaz ölümün bilgisi insanı uyanık tutar. Sıradan insanın en
büyük hatası, kendini ölümsüzlük duygusuna kaptırmasıdır. Ölümü düşünmezse
ondan korunabileceğini sanır.

İnsan pasiftir. Hareket ederse, bu yalnızca ölümün baskısını hissettiğinde olur.


Ölüm, eylemlerimizin ve duygularımızın hızını belirler. Açık bir ölüm içgörüsü
olmadan düzen, itidal, güzellik olmaz; insanın, yaşama dair hiçbir güvence
olmadığını anlaması gerekir. Bu görü insana, sabırlı olmasına rağmen harekete
geçme ve aptal olmadan uysal olma cesareti verir.

Asamblaj Noktasını Hareket Ettirmek


Yeniden çağırmak, hatırlamakla aynı şey değildir. Hatırlama, günlük düşünme
tarzı tarafından belirlenirken, yeniden çağırma asamblaj noktasının hareketi
tarafından belirlenir. Görücü’ler hayatlarının özetine önce düşünerek, sonra
hayatlarının en önemli eylemlerini hatırlayarak başlarlar. Olay hakkında
düşündükten sonra olayı yeniden çağırırlar. Bunu yaptıklarında, asamblaj
noktaları olayın gerçekleştiği noktaya doğru kayar.

Görücü’lerin gözlerin parlaklığına ve bakışlara bu kadar önem vermelerinin


nedeni, gözlerin doğrudan niyetle bağlantılı olmasıdır. Çelişkili gerçek, gözlerin
günlük yaşam dünyasına yalnızca yüzeysel olarak bağlı olduğudur; onların daha
derin bağlantıları soyutladır.

Görücü’lerin sıradan insanlara göre tek avantajı, enerjilerini biriktirmiş


olmalarıdır; bu, niyetle daha temiz bir bağlantı hattı anlamına gelir. Bu aynı
zamanda, asamblaj noktalarını hareket ettirmek için gözlerinin parlaklığını
kullanıp irade ile yeniden toplanabilecekleri anlamına gelir.

Senin için yaptığım her şeyi karşılıksız olarak yaptım. Bunun için bana bir
ödeme yapmak zorunda değilsin. Sana karşı kusursuz oldum. Seninle olan
kusursuzluğum bir yatırım değildi. Bunu, kendime bakamayacak kadar güçsüz
hale geldiğimde benimle ilgilenmen için yapmadım. Ama, birlikteliğimizden
paha biçilmez değerde bir şey alıyorum.

Seninle olan eylemlerimde sabır ve tutarlılığın kusursuz bir örneği oldum. Ama
bunu başarmak için daha önce hiç savaşmadığım kadar savaştım. Seninle vakit
geçirebilmek için kendimi her gün dönüştürmek zorunda kaldım ve kendimi en
ıstıraplı çabalarla dizginledim. Savurgan, inatçı, asabi ve kibirlisin. Huysuz,
hantal ve nankörsün. Kendine düşkünlüğünün sınırı yok. Destekleyecek hiçbir
kanıtın olmamasına rağmen, kendin hakkında yüce fikirlerin var.
Savaşçıların nedenleri çok basittir, ancak incelikleri karmaşıktır. Bir savaşçıya
kusursuz olması için gerçek bir şans verilmesi ender bir fırsattır.
Ortaklığımızdan elde ettiğim şey benim için paha biçilmez değerde. Bu nedenle
de sana borçluyum.

Tüm canlıların gözleri, özellikle de niyete odaklanmışsa, bir başkasının


asamblaj noktasını hareket ettirebilir. İnsanlar çoğunlukla yiyecek, seks ve
barınak gibi gündelik beklentiler için dünyaya odaklanırlar. Görücü’ler niyete
odaklandıklarında, dünyanın gündelik meseleleriyle ilgilenmezler.

Acımanın Olmadığı Yer


İnsanın içinde iki kısım vardır. İlk kısım eski, rahat, kayıtsız ve diğer her şeyle
bağlantılıdır. Bu insanın umursamaz kısmıdır; hiçbir beklentisi olmadan her
şeyden zevk alır. Diğer kısım hafif, yeni, heyecanlı, sinirli ve hızlıdır. Kendini
önemser çünkü güvensizdir ve hiçbir şeyden zevk almaz, çünkü bağlanma
kapasitesinden yoksundur. Yüzeyde, yalnız ve savunmasızdır.

Sessiz bilgi, hepimizde olan bir şeydir; niyet’tir, ruh’tur, soyut’tur. İnsanın
hatası, onu günlük hayatı bildiği biçimde bilmek istemesidir. İnsan, akıl dünyası
için sessiz bilgiden vazgeçmiştir; akıl dünyasına ne kadar çok bağlanırsa, niyet
o kadar geçici hale gelir.

Asamblaj noktasının herhangi bir hareketi ölmek gibidir. İçimizdeki her şeyin
bağlantısı kesilir, sonra çok daha büyük bir güçle kaynağa yeniden bağlanır. Bu
enerji taşması ölümcül bir kaygı olarak hissedilir. Bu olduğunda hiçbir şey
yapma, yalnızca bekle. Bu enerji taşması bir süre sonra geçer. Tehlikeli olan,
sana ne olduğunu bilmemektir. Bildikten sonra, tehlike yoktur.

Bireysel benlik duygusu güçlendikçe, insan sessiz bilgiyle olan doğal


bağlantısını yitirmiştir. Modern insan, bu gelişmenin mirasçısı olarak, kendini
her şeyin kaynağından uzaklaştırılmış bulur ve yapabileceği tek şey, bu
umutsuzluğunu şiddetli kendini yok etme eylemleriyle ifade etmektir.

İnsanın umutsuzluğunun nedeni, içinde kalan bir parça sessiz bilgidir. Bu iki
şeye neden olur; insana her şeyin kaynağıyla olan kadim bağlantısına dair bir
fikir verir ve bu bağlantı olmadan, barış, başarı ve tatmin imkanı olmadığını
hissettirir.

Bir savaşçı için savaş, bireysel veya toplu, önyargılı ve çıkarcı şiddet eylemleri
anlamına gelmez. Savaş, bir savaşçı için insanı kendi öz-gücünden yoksun
bırakan bireysel benliğe karşı verilen mücadeledir.
Asamblaj noktasının mevcut insanlık konumu, modern insanı öldürmeye meyilli
bir bencil, tamamen kendi imajıyla ilgili bir varlık yapan şeydir. Her şeyin
kaynağına geri dönme umudunu yitiren insan, teselliyi kendi benliğinde arar ve
asamblaj noktasını kendi imgesini sürdürecek konuma sabitler. Asamblaj
noktasının mevcut ve alışılagelmiş konumundan herhangi bir hareketi, insanı
kendi öz-yansıma’sından ve kendini önemseme’sinden uzaklaştırır.

Kendini önemseme, insanın öz-imge’si tarafından üretilen bir güçtür. Bu kuvvet,


kişinin asamblaj noktasını insanlığın şu anda bulunduğu yerde sabit tutar. Bu
nedenle Görücü’nün yolu kendini önemseme’yi yok etmektir. Görücü’ler kendini
önemseme’nin maskesini düşürdüler ve bunun kendine acıma olduğunu
anladılar.

Kendine acıma gerçek düşmandır ve insanın sefaletinin kaynağıdır. Kendine


acıma olmadan, kendini önemseme mümkün değildir. Kendini önemseme’nin bu
görünüşte bağımsız doğası, ona sahte bir değer duygusu verir.

Asamblaj noktasının alışılmış konumu olmadan, öz-imge sürdürülemez. İnsan,


öz-imge’sine odaklanmayınca, öz-şefkat’i ve bununla birlikte kendini
önemseme’yi kaybeder. Kendini önemseme, yalnızca kılık değiştirmiş kendine
acımadır ve acımasızlık, kendine acıma veya kendini önemseme’nin karşıtıdır.
Acımasızlık, aklı başında olmaktır.

Öz-Yansıma’nın Aynasını Kırmak


Yalnızca pozitif enerji seviyesi olan bir yerde dinlenebiliriz. Bize enerji verdiğini
düşündüğünüz zararlı bir enerji akışının olduğu bir bölgeden geçerken
gerginleşir ve acele ederiz. Bize enerji veren doğru yer, kendimizi yorgun
hissettiğimiz yerdir.

Her insanın kendi öz-yansıma’sına farklı derecelerde bağlılığı vardır ve bu


bağlılık bir ihtiyaç olarak hissedilir. Aracılar ancak niyet’in farkındalığına
ulaşmaya ve öz-yansıma’nın aynasını kırmaya yardımcı olabilirler. Tek somut
gerçek yardım, öz-yansıma’ya yapılan saldırıdır.

Kimseye ihtiyacı olmayan Görücü’ler ve sıradan insanlar da vardır. Barışı,


uyumu, kahkahayı, bilgiyi doğrudan ruh’tan alırlar.

Kendini önemseme, asamblaj noktasını sabit tutan güçtür. Kendini önemseme


bırakıldığında, ihtiyaç duyduğu enerji birikir. Biriken bu enerji asamblaj
noktasının hareketini mümkün kılar. Asamblaj noktası hareket ettiğinde öz-
yansıma’dan uzaklaşır ve bu da ruhla doğrudan bir bağlantı hattı sağlar. İnsanı
ruhtan ayıran şey öz-yansıma’dır.

Eğitimin, öğretimin, rehberlerin, ustaların peşindeyiz. Kimseye ihtiyacımız


olmadığı söylendiğinde, buna inanmıyoruz. Yardıma ihtiyacımız varsa, bu
yöntemlerde değil vurgudadır.

Bilgi yolunda izlenecek bir yöntem veya basamaklar yoktur. Önemli olan tek şey
asamblaj noktasının hareketidir ve bunu hiçbir yöntem sağlayamaz. Çelişki gibi
görünen bu durum, aynı madalyonun iki yüzüdür. Nagual, öz-yansıma aynasını
kırmayı destekleyerek asamblaj noktasını harekete geçmeye ikna eder;
Nagual'ın yapabildiği tek şey budur. Gerçek hareket ettirici ruhtur, soyuttur;
algılanamayan, hissedilemeyen ama yine de var olan.

Öz-yansıma’mızın dünyası çok dayanıksızdır ve altta yatan düzen birkaç anahtar


fikir tarafından bir arada tutulur. Bu fikirler başarısız olduğunda, düzen işlemez
hale gelir.

Gerçek ve katı olduğumuz fikri zihnimizdedir ve dünyamızı ayakta tutan şey,


değişmez olduğumuza dair kesinlik fikrimizdir. Davranışlarımızın ve
fikirlerimizin değişebileceğini kabul edebiliriz, ancak fiziksel yapımızı
değiştirebilecek kadar esnek olduğumuz fikri, öz-yansıma’mızın altında yatan
düzenin bir parçası değildir.

Dünyayı durdurmak, dünyanın zihnimizdeki olağan akışını durdurmak amacıyla,


günlük davranışın dokusuna uyumsuz bir öğe sokmaktan ibarettir. Uyumsuz
unsur "yapma-ma”dır.

Bir insanı kendi alanında uzman yapan şey, belirli bir envanterin tüm
ayrıntılarını bilmektir ve envanterinin temel düzeniyle çelişmiyorsa, her insan
envanterine yeni öğeler eklemeye açıktır. Sıradan bir insan envanteri başarısız
olduğunda envanterini günceller ve genişletir. Ancak yeni öğeler envanterine
aykırı olursa, kişinin zihni çöker. Görücü’ler, öz-yansıma’nın aynasını kırmaya
çalıştıklarında buna güvenirler.

Asamblaj noktasının hareket etmesine yardımcı olan şey acımasızlıktır.


Acımasızlık, niyetin bir düzeyidir. Gözler niyeti çağırır. Gözlerdeki ışıltının
yönettiği acımasızlık, asamblaj noktasının hareketine hükmeder. Nagual bunu
kendisinin veya başkalarının asamblaj noktasının hareketini sağlamak veya iz-
sürmek için kullanır.
Süreklilik hayatımızda o kadar önemlidir ki bozulduğunda anında onarılır.
Asamblaj noktası kendine-acıma’nın olmadığı yere ulaştığında, süreklilik asla
aynı olmaz.

Soğuk bir öfkenin üzerine geldiğini hissettiğin anda, onu maskelemelisin; Bu


konuda şaka yapabilirsin, makul görünmeye çalışabilirsin veya ilgini çekmiş
gibi davranabilirsin. Bunlar üç Nagual maskesidir.

Üçüncü Nokta
Sessiz bilgi, asamblaj noktasının bir konumudur; çağlar önce insanın normal
konumuydu, ancak belirlenemeyen nedenlerle, insanlığın asamblaj noktası bu
konumdan uzaklaştı.

Çoğu insanın asamblaj noktası, tam olarak akıl’ın bulunduğu yere değil, onun
yakın çevresindedir. Aynı şey sessiz bilgi için de geçerlidir. Asamblaj noktasının
bir konumu olan "acımanın olmadığı yer", sessiz bilginin öncüsüdür ve asamblaj
noktasının "merakın yeri" olarak adlandırılan bir başka konumu da aklın
öncüsüdür.

Bir Görücü için insanlar, sayısız, statik, ancak canlı enerji alanlarından oluşan
küresel ışıltılı kütlelerdir. Görücü’ler, asamblaj noktalarını ışıltılı kozalarındaki
herhangi bir yere taşıyabilirler. Bu hareket, tamamen farklı bir evren algısına
geçişle sonuçlanır. Asamblaj noktalarını kozalarının tamamı boyunca hareket
ettirdiklerindeyse bu hareketin yarattığı kuvvet o kadar yoğun olur ki,
kozalarındaki tüm kütleyi anında tüketir.

İnsan duyguları, sıcak veya soğuk hava akımları gibidir ve kolaylıkla vahşi bir
hayvan tarafından tespit edilebilir. Bir hayvan, insanda bulunan her türlü
duyguyu okuyabilir. İnsanın duyguları sıradışı olduğunda, hayvan bunu bir
boşluk olarak algılar.

Bir anlık yoğun bir coşku, asamblaj noktasını hareket ettirmek ve kültürel
uzlaşımları bozmak için yeterli olabilir, aynı zamanda bir korku, hastalık, öfke
veya keder anı da bunu yapabilir. Ama ne zaman asamblaj noktasını hareket
ettirme şansımız olsa korkarız. Geçmişimiz devreye girer ve asamblaj noktasını
alışıldık konumuna taşıyarak, sürüye güvenli dönüşümüzü sağlar.

Bir Görücü’nün yeterli enerjisi varsa, veya yeterli enerjisi yoksa ama bu bir ölüm
kalım meselesi olduğu için değişmesi gerekiyorsa, asamblaj noktası akıl ve
sessiz bilgi arasında gidip gelebilir.
Bana, vahşi hayvanın saldırısına gücenip gücenmediğimi sordu. Ona, gücenmiş
hissetmemin saçma olduğunu söyledim. O da bana, çevremdeki insanların
saldırıları konusunda da aynı biçimde hissetmem gerektiğini söyledi. Kendimi
korumalıydım veya yollarından çekilmeliydim, ama haksızlığa uğramış
hissetmeden.

Kişisel benlik fikrinin hiçbir değeri yoktur. İnsanın, kendini ve duygularını ön


plana koymadan soyutlaması gerekir. Soyutlamak, soyut düşünmek değildir;
onun farkında olarak kendini ruh’a açmak demektir.

Duygularını niyete dönüştürebilirsin. Görücü’ler, ruhla olan bağlantılarının


sıradan insanlardan daha çok farkındadır ve onu yönlendirmeye çalışırlar. Niyet
ile bağlantı evrensel bir özelliktir.

İki Tek Yönlü Köprü


Akılcılığımız öz-yansıma’mız olduğundan, ne tür kişiler olduğumuza bağlı olarak
öz-yansıma’mızın ötesindeki herhangi bir şey bizi ya ürkütür veya cezbeder;
veya hem ürkütür, hem de cezbeder

Gündelik hayatın dünyasına tutunmuştum. Her şey bana bırakmamı söyledi ama
yapamadım. Aklıma güveniyordum, ama bunu yapmak için makul bir nedenim
yoktu. Günlük hayatın karmaşası beni sürükledi ve ben de herkes gibi
davranmaya devam ettim.

Hiçbirimiz hiçbir şeyi çözmüyoruz. Ruh bizim için ya çözer veya çözmez. Önemli
olan yalnızca kusursuzluktur. Kusursuzluk, enerjinin verimli ve dolaysız biçimde
kullanılmasıdır. Tutumluluğu, düşünceliliği, sadeliği ve hepsinden önemlisi, öz-
yansıma’nın silinmesini gerektirir.

Ruha komuta etmek, asamblaj noktasının hareketine komuta etmek demektir


ve büyük miktarda enerji gerektirir. Enerjiyi depolayan tek şey kusursuzluktur.
Asamblaj noktasını hareket ettirmek veya kişinin sürekliliğini bozmak gerçek
zorluk değildir. Asıl zorluk enerjiye sahip olmaktır.

Nehirde sürüklenirken ve pes etmemek için elimden geleni yaparken, garip bir
ruh haline girdim. Kusurumu biliyordum. Çok öfkeli bir insandım ve bastırdığım
öfke, etrafımdaki herkesten nefret etmeme neden oluyordu. Ama nehirden
nefret edemiyor, ona karşı sabırsız davranamıyor veya ona sinirlenemiyordum.
Nehire karşı yapabildiğim tek şey onun akışını takip etmekti.
Sessiz bilginin konumuna üçüncü nokta denir çünkü ona ulaşmak için ikinci
noktayı, acımanın olmadığı yeri geçmek gerekir. Asamblaj noktası çift olmak
için yeterli akışkanlığı kazandığında, bu da hem aklın hem de sessiz bilginin
yerinde olmayı, dönüşümlü veya aynı anda sağlar.

İnsanoğlu tarihinin çok uzun bir bölümünü sessiz bilgi konumunda geçirdi ve bu
da ona duyduğumuz büyük özlemi açıklıyor. Yalnızca saf bir akıl örneği olan
insan, asamblaj noktasını kolayca hareket ettirebilir ve saf bir sessiz bilgi
örneğine dönüşebilir. Bu iki pozisyonda bulunanların her biri diğer pozisyonu
açıkça görebilir; akıl çağı bu biçimde başlamıştır.

"Sessiz bilgi" ile "Akıl" arasındaki tek yönlü köprü “Merek”tır; insanın,
bildiklerinin kaynağına duyduğu merak. "Akıl" ile "Sessiz Bilgi"ye arasındaki tek
yönlü köprü ise "Farkındalık"tır; “Akıl”ın uçsuz bucaksız adalar denizinde
yalnızca bir ada olduğunun farkındalığı.

Ruh, yalnızca konuşan kişi jestlerle konuştuğunda dinler. Jest, işaretler veya
vücut hareketleri anlamına gelmez; yansızlık, cömertlik ve bir tür mizah anlayışı
demektir.

Görünüşleri Niyet Etmek


Asamblaj noktası bir algı birimi yaratır ve bilgi orada deneyim olarak depolanır.
Sonra, asamblaj noktası bilginin depolandığı o yere geri getirildiğinde, tüm
deneyim yeniden yaşanır; hatırlamak için, dönmek istenen konuma niyet etmek
yeterlidir.

Görücü’ler için, acımasızlık, kurnazlık, sabır ve nezaket dört farklı zihin


çerçevesi, dört farklı yoğunluk derecesidir. Bu dört ruh hali birbirine bağlıdır ve
asamblaj noktasının konumlarıdır.

İz sürme sanatının temel aracı denetimli aptallıktır. Denetimli aptallık,


denetimli aldatma sanatı veya kendini tamamen eyleme adamış gibi davranma
sanatıdır. Denetimli aptallık bir aldatmaca değildir; her şeyin ayrılmaz bir
parçası olarak davranırken her şeyden ayrı durmanın incelikli bir yoludur.

Denetimli aptallık uygulayan iz-sürücüler insan ırkını kişilik bakımından üç


sınıfa ayırırlar.

Birinci sınıftaki insanlar mükemmel yardımcılar ve yoldaşlardır. Çok akışkan


kişilikleri vardır ama akışkanlıkları besleyici değildir. Bununla birlikte, ilgili,
becerikli, esprili, iyi huylu ve narindirler. Başka bir deyişle, bulunabilecek en iyi
insanlardır, ancak büyük bir kusurları vardır; tek başlarına iş yapamazlar. Her
zaman onları yönlendirecek birine ihtiyaç duyarlar. Yönlendirmeyle, bu yön ne
kadar zorlu veya düşmanca olursa olsun, muazzamdırlar.

İkinci sınıftaki insanlar hiç hoş değildirler. Kibirli, kıskanç ve benmerkezcidirler.


Yalnızca kendileri hakkında konuşurlar ve genellikle insanların kendi
standartlarına uymasını isterler. Rahat olmasalar da her zaman inisiyatif alırlar.
Her durumda tamamen gergin olurlar ve asla gevşeyemezler. Güvensizdirler ve
hiçbir şeyden memnun olmazlar; ne kadar güvensiz olurlarsa o kadar kötücül
olurlar. İz-sürücüler onlara osuruktan insanlar derler.

Üçüncü kategorideki insanlar ne iyi ne de kötüdürler. Kimseye hizmet etmezler,


kendilerini kimseye empoze etmezler. Kendileri hakkında yalnızca hayallerden
ve kuruntulardan oluşan yüce fikirlere sahiptirler. Keşfedilmeyi beklerler. Her
zaman yerine getirmeyi çok arzuladıkları, ama yeterli kaynaklara sahip
olmadıkları için askıda kalmış büyük bir potansiyele sahip oldukları
yanılsamasını yaratmakta üstün bir yeteneğe sahiptirler.

Sorunumuz kendimizi çok ciddiye almamız. Benlik imajımız hangi sınıfa girerse
girsin, sorun kendimizi önemsiyor olmamızdır. Ama kendimizi önemsemiyorsak,
hangi kategoriye girdiğimizin hiçbir önemi yoktur. Ben her zaman bir osuruk
olacağım, sen de. Ama sen hala kendini ciddiye alıyorken, ben kendimi ciddiye
almayan bir osuruğum.

Bir öğretmene ihtiyaç duymamızın tek nedeni bizi acımasızca zorlamasıdır.


Çünkü doğal tepkimiz, durup ne kadar yol kat ettiğimiz için kendimizi tebrik
etmektir.

Kendini önemseme bin başlı bir canavardır. Kişi onunla yüzleşebilir ve onu üç
yoldan biriyle yok edebilir. İlk yol, her bir kafayı teker teker kesmektir; ikincisi,
kendini önemseme’yi aç bırakarak yok eden, acımanın olmadığı yere
ulaşmaktır; ve üçüncüsü, bin başlı canavarın bir anda yok edilmesinin bedelini
kişinin sembolik ölümüyle ödemektir.

Bölünmüş algıyı yaşadım ve hiç değişmedim; eskisinden daha akıllı veya ayık
değilim. Öyle bir şey yok. Sana ne olduğunu bir düşün. Sürekliliğini defalarca
bozmakla kalmadım, onu paramparça ettim ve şu haline bak; hala el değmemiş
gibi görünüyorsun. Bu, niyetin başarısıdır.
Ruh, kişinin hangi yöne gideceğini belirler ve onu takip etmek de kişinin
görevidir. Eğer bilgi sadece ima edilirse, ilgilenen kişi bu bilgiyi talep ve takip
etmenin yollarını bulacaktır.

Tanrı adına yakıp yıkıyoruz ve öldürüyoruz. Bu gezegene ve gezegendeki


yaşama telafi edilemeyecek zararlar veriyoruz. Kendi kendimizi yokediyoruz.
Sonra tanrı bize buyuruyor; uslu çocuklar olmalıyız, yoksa bizi cezalandıracak.
Tanrı bizi yüzyıllardır tehdit ediyor ve bu hiçbir şeyi değiştirmiyor. Evet,
insanlığın karanlık bir tarafı vardır, ama bu karanlık taraf bencilliğimiz,
tembelliğimiz, kıskançlığımız veya açgözlülüğümüz değildir; karanlık tarafımız,
tüm bunlara sebep olan cehaletimiz ve aptallığımızdır.

İnsan farkındalığı devasa bir perili ev gibidir. Gündelik hayatın farkındalığı bu


evin odalarından sadece biridir. Bu odaya doğum denilen bir kapıdan girer ve
ölüm denilen bir kapıdan çıkarız. Evin diğer kısımlarından habersiz bir biçimde,
bu odada mahsur kalarak ömrümüzü tüketiriz.

Görücü’ler başka bir kapıyı kullanarak bu odadan çıkabilirler. Ancak asıl başarı,
odadan çıkınca bu devasa, perili evin diğer bölümlerinde kaybolmak yerine, evi
tamamen terk etmeyi seçmektir. Çünkü, saplantılarımız bilinmeyenin gizemli ve
dehşetli labirentlerinde kaybolmamıza neden olur.

İz-sürme bir sanattır ve bir sanatla ilgili en önemli şey, onun icrasıdır. Asamblaj
noktasını hareket ettirmek her şeydir, ancak bu hareket ölçülü ve denetimli
yapılamıyorsa, hareket ettirmemek daha iyidir. Öyleyse kusursuz ol ve öz-
yansıma’nın ötesine geç; o zaman sessiz bilgiye ulaşırsın.
ZAMAN’IN ÇARKI

Özetleme, kişinin hayatını anlaması ve değiştirmesi için yapılır, eleştirmek veya


kusur bulmak için değil.

İdrak, herhangi bir sözdiziminin yetkin kullanımıyla oluşan algı, deneyim, hafıza
gibi yaşantılarımız aracılığıyla benlik bilincimizi oluşturan öğelerin toplamıdır.
Çevremizdeki dünya, idrak tarafından tanımlanır ve bu değiştirilemez değildir.
İdrak’ın yapısını ve işleyişini yetiştirilme tarzı belirler; bu bir eğitim, uygulama
ve kullanım meselesidir.

İnsan, düşünülemez bir güç tarafından düşünülmüş bir düşüncenin bir parçası
olarak, bu düşüncenin küçük bir yüzdesini elinde tutar. Zaman ve mekan
insanın ayrılmaz bir parçasıdır.

Zaman, sonsuz uzunluk ve genişlikte oluklara sahip bir tünel gibidir. Her oluk
sonsuzdur ve sonsuz sayıda oluk vardır. Tüm canlılar yalnızca tek bir oluğa
bakmaya zorlanırlar. Tek bir oluğa bakmak, onun tarafından yakalanmak, o
oluğu yaşamak demektir.

Bir savaşçının nihai amacı, yoğun bir disiplinle dikkatini zamanın çarkına
odaklamaktır. Zaman çarkını döndürmeyi başaran bir savaşçı, herhangi bir
oluğa bakabilir ve oradan ne isterlerse onu çıkarabilir. Bu oluklardan birine
bakmanın büyüleyici gücünden kurtulan bir savaşçı, zamana her iki yönde de
bakabilir; ondan uzaklaşırken veya ona doğru yaklaşırken. Zaman, dikkatin
özüdür.

Herhangi bir alışkanlığın işlemesi için tüm parçalarına ihtiyacı vardır. Bazı
parçalar eksikse alışkanlık çözülür. Varlığımızın özü algılama eylemidir ve
varlığımızın büyüsü de farkındalık eylemidir. Algı ve farkındalık tek, işlevsel,
ayrılmaz bir birimdir.
İnsanlar kendilerine ne yapmaları gerektiğinin söylenmesini severler, ama
kendilerine söyleneni yapmamayı daha çok severler. Bu yüzden de yapması
gerekenleri söyleyenlerden nefret ederler.

Hayatta herhangi bir mücadeleye girmeye karar vermeden önce şunu hatırla;
hayatındaki her mücadele, hayatın için verdiğin mücadeledir. Mücadeleni
vereceğin ortamın, durumun ne olduğunun tam olarak farkında olmadan asla
mücadeleye girişme. Bir savaşçı, her zaman ve her yerde son mücadelesini
vermeye hazır olmalıdır.

Savunacak hiçbir şeyim yok, çünkü hiçbir şeye tutunmuyorum.


Hiçbir fikrin sahibi değilim, böylece her şeyi görebiliyorum.
Kendimi biliyorum, böylece hiçbir şeyden korkmuyorum.
Dikkatimi deneyimleyene değil, deneyime odaklıyorum.

RÜYA GÖRME SANATI

Yazarın Notu
Eşsiz ve mutlak olduğuna inandığımız dünyamız, soğan katmanları gibi
sıralanmış ardışık dünyalardan yalnızca biridir. Yalnızca kendi dünyamızı
algılamaya şartlanmış olsak da, dünyamız kadar gerçek ve benzersiz olan diğer
alemlere girme olanağına sahibiz. Ama, diğer alemleri algılayabilmek için
yeterli enerjiye sahip olmamız gerekir. Bu alemlerin varlıkları süreklidir ve
farkındalığımızdan bağımsızdır, ancak erişilemezlikleri tamamen algısal bir
koşullanmanın sonucudur. Bu koşullanma nedeniyle, günlük yaşam dünyasının
olası tek dünya olduğuna inanırız.

Rüya görme yalnızca deneyimlenebilir. Rüya görme, sıradan rüyalar görmek


veya hayal kurmak değildir. Rüya görme yoluyla, kesinlikle
tanımlayabileceğimiz diğer dünyaları algılayabiliriz, ancak onları algılamamızı
sağlayan şeyi tanımlayamayız. Yine de rüya görme’nin diğer alemleri nasıl
açtığını hissedebiliriz.
Antik Çağ Toltekleri
Antik çağın Toltekleri, bugün büyücülük olarak adlandırdığımız, bildiğimiz ve
yaptığımız her şeyi ilk keşfeden ve yapanlardır. En önemli kazanımları, var olan
her şeyin özünü algılamaktı; saf enerji. Bu kavrayış büyücülüğün temel
önermesidir. Toltekler, uzun süren bir eğitimden sonra, "görme" adını verdikleri,
evrende akış halinde olan enerji’yi algılama yetisine kavuşurlar.

Algının toplumsal temeli, dünyanın somut ve fiziksel kesinliğidir. Toplumsal


temeldir çünkü dünyayı şimdiki gibi algılamak için herkesin sürekli ve tutarlı bir
çaba göstermesi gerekir; ortak bir düzende yaşayabilmek için, algıyı ortak bir
kalıba sokmak zorundayız. Bu kalıp, algılayabileceklerimizin kapsamını daraltır
ve bizi, algımızı yerleştirdiğimiz kalıbın var olan tek gerçeklik olduğuna
inandırır. Oysa var olan her şey enerjidir ve algımızın toplumsal temeli de bu
olmalıdır.

Evren, her yönden sonsuzluğa uzanan ve kendilerinin bilincinde olan ışıklı


liflerden ibarettir. İnsanlar ışıltılı kozalar olarak görünür. Görücü’ler bir insan
gördüklerinde, sanki sürüklenen bir kökü varmış gibi, hareket ettikçe, dünyanın
enerjisinde derin bir oluk oluşturan ışıltılı bir koza olarak görürler. Bu koza
insan vücudundan daha büyüktür. Üzerinde, yoğun parlaklıkta bir nokta bulunur
ve arkada kürek kemiği hizasında, bir kol boyu uzakta bir yerdedir. Bu parlak
nokta asamblaj noktasıdır ve onun parıltısı yaşamın ve bilincin işaretidir.
Farkındalık ve algı birlikte hareket eder ve asamblaj noktasının konumuna
bağlıdır.

Görücü’lerin gördükleri konusunda yanılmalarına imkan yoktur, ancak


gördüklerinden vardıkları sonuçlar yanlış olabilir. Görücü’ler için yalnızca
gördüklerini betimleme düzeyinde kalmaları daha güvenli olur, ancak sonuca
varma ve açıklama isteği, yalnızca kendilerine yönelik bile olsa,
direnemeyecekleri kadar çoktur.

Asamblaj noktasının yer değiştirmesi iki türlüdür. Biri, kozanın yüzeyindeki veya
içindeki herhangi bir konuma yer değiştirmedir; bu yer değiştirme asamblaj
noktasının kayması olarak adlandırılır. Diğeri, kozanın dışındaki bir konuma yer
değiştirmedir; bu yer değiştirme asamblaj noktasının hareketi olarak
adlandırılır.

Asamblaj noktasının kaymaları, koza içindeki yer değiştirmeler olduğu için,


bunların yarattığı dünyalar, ne kadar tuhaf, harika ve inanılmaz olursa olsun,
insanın etki alanı içindeki dünyalardır. Asamblaj noktasının hareketleri, kozanın
dışındaki konumlara yer değiştirmeler olduğundan, insanın etki alanının
ötesindeki enerji lifleriyle etkileşime girerler. Bu tür lifleri algılamak, içinde
insani ölçütlerden ve olağan dünya algımızdan eser bulunmayan tasavvur
edilemez dünyalar algılamamıza neden olur.

Asamblaj noktasını hareket ettirmek zor değildir. Zorluk, zihnimizde bulunan ve


bizi bağlayan algı engelini aşmaktır. Engeli aşmak için ihtiyacımız olan şey
enerjidir. Enerjimiz olduğunda, her şey kendiliğinden gerçekleşir. Enerji
biriktirmek için kendini önemseme’den vazgeçmeliyiz.

Enerjiye sahip olmak zordur. En zor kısmı da, kendini bunun yapılabileceğine
ikna etmektir. Bilgi yolunda, insanın her şeyi kendi tecrübesiyle edinmesi
gerekir. Bilgi yolunun ilkeleri ezberlemek değil, uygulamak içindir.

Dünyayı uzlaştığımız ortak kavramlarla, enerjisel bütünlük, tutarlılık ve


süreklilik içinde algılarız. Yetiştirilme sürecimizde bu koşulları toplumsal olarak
ediniriz ve bunlar öylesine doğal karşılanır ki, diğer dünyaları algılama
olasılığını farketmeyiz. Hangi dünyada olursa olsun, bütünsel, tutarlı ve sürekli
bir dünya algısı, o dünyaya uygun bir enerji yapısı gerektirir.

İnsanın enerjik şekli, dünyadaki her insanın küresel bir yapıda olması anlamında
benzerliğe sahiptir. İnsanın enerjisinin kendisini bir arada tutması, onun bir
bütünlüğe sahip olduğunun kanıtıdır. Yeni bir bütünlük, benzerlik ve sürekliliğin
bir örneği, eski Tolteklerin bir çizgi haline geldiğindeki enerjik şeklidir: her biri
tek tip bir çizgi haline gelir ve bütünsel bir biçimde bir çizgi olarak kalırlar. Bu
çizgi düzeyindeki bütünlük, benzerlik ve süreklilik Görücü’lerin farklı bir dünyayı
ortaklaşa algılamasına izin verir.

Asamblaj noktasını yeni konuma sabitlemenin sonucu, tıpkı günlük dünyanın


dikkati gibi, her şeyi kapsayan bir faaliyet alanıdır. Görücü’lerin asamblaj
noktası için iki yeri vardır. İlk dikkat, günlük dünyamızın farkındalığı veya
asamblaj noktasının alışılmış konumuna sabitlenmesidir. İkinci dikkat, diğer
dünyaların farkındalığı veya asamblaj noktasının sayısız alışılmadık konumların
her birine sabitlenmesidir.

Asamblaj noktasının uyku sırasında çok kolay bir biçimde yer değiştirdiğini
keşfetmek, kadim Toltekleri farklı bilinç durumları üretebilen bitkileri yemek,
kendilerini açlık, yorgunluk, stres gibi zorlayıcı durumlara maruz bırakmak ve
rüyaları idare etmek gibi, asamblaj noktasının yer değiştirmesine yönelik
teknikler geliştirmeye yöneltti.

Rüya görme sanatının beş koşulu vardır;


1. Yalnızca doğrudan asamblaj noktasından geçen ışık lifleri, tutarlı bir algı
oluşturabilir.

2. Asamblaj noktası başka bir konuma kaydırıldığında, yer değiştirme ne kadar


küçük olursa olsun, bu noktadan farklı ışık lifleri geçmeye başlar ve kişiyi farklı
ama sabit ve tutarlı bir algıya zorlar.

3. Sıradan rüyalar sırasında, asamblaj noktası kendiliğinden, kozanın yüzeyinde


veya içinde başka bir konuma yer değiştirebilir.

4. Asamblaj noktası, kozanın dışındaki konumlarda yer alan enerji liflerine


doğru hareket ettirilebilir.

5. Disiplin yoluyla, sıradan rüyalarda asamblaj noktasının sistematik bir biçimde


yer değiştirmesini geliştirmek ve gerçekleştirmek mümkündür.

Rüya Görme’nin Birinci Eşiği


Bir rüyayı kurmak, rüyanın başka bir şeye kaymasına izin vermemek demektir.
Bu denetim, günlük hayatımızdaki herhangi bir durum üzerinde sahip olduğumuz
denetimden farklı değildir.

Çok basit bir şey yaparak başla; rüyanda ellerine bak. Rüya görme, ciddiyet ve
dürüstlükle, ama neşeyle ve endişesiz bir öz-güvenle gerçekleştirilmelidir.
Egzersizin amacı belirli bir şey bulmak değil, "rüya" dikkatini çekmektir.
Evrenin enerji akışında girişler ve çıkışlar vardır ve rüya-görme durumunda,
engeller olarak deneyimlenen yedi eşik vardır.

Birinci eşik, derin uykudan önce belirli bir duyumun farkına vararak geçmen
gereken bir eşiktir. Gözlerini açmana izin vermeyen ağırlık gibi bir his.
Karanlığın ve ağırlığın içinde, uykuya daldığının farkına vardığın anda o kapıya
ulaşırsın. İzlenecek adımlar yoktur. Sadece uykuya daldığının farkında olmaya
niyet et.

Kişi enerji bedeni için niyet ederse, enerji bedeni onu zihinden tamamen farklı
biçimde anlar. Enerji bedenine ulaşmak için enerjiye ihtiyacın var.

Rüya görme’nin birinci eşiği, enerji bedeninin uykuya dalmakta olduğunun


farkına varmasını sağlamaktır. Zihnini uykuya dalmanın farkına varması için
zorlamaya çalışmak işe yaramaz. Enerji bedeninin bunu yapmasına izin vermek
gerekir. Niyet etmek, istemeden istemek, yapmadan yapmak gibidir. Daha önce
hiç rüya-görme’miş olmana rağmen kendini bir rüya-görücü olduğuna ikna etme
eylemi ve ikna olma eylemidir.

Niyet etmek basittir ve aynı zamanda karmaşıktır. Hayal gücü, disiplin ve amaç
gerektirir. Niyet etmek, bir rüya-görücü olduğuna dair tartışılmaz bir bedensel
biliş anlamına gelir. Bedeninin tüm hücreleriyle bir rüya-görücü olduğunu
hissedersin.

Bir rüya-görücüden rüyasında belirli bir eşyayı bulmasını istemek bir


şaşırtmacadır. Asıl mesele, kişinin uykuya dalmakta olduğunun farkına
varmasıdır. Bu, kişinin kendine uykuya daldığının farkında olmasını
emretmesiyle değil, rüyada baktığı şeyi görmeye devam etmesiyle mümkün
olur.

Rüya-görme bilinç ve dikkat gerektiren bir meseledir. Rüya-görme bir uyanış


sürecidir; bir farkındalık idaresi çalışmasıdır. Rüya-görme dikkati sistematik
olarak çalıştırılmalıdır.

Rüya-görme dikkati ile ikinci dikkat arasındaki fark; ikinci dikkat bir okyanus
gibidir ve rüya-görme dikkati ona akan bir nehir gibidir. İkinci dikkat, dünyamız
gibi bütün dünyaların farkında olma durumudur, rüya-görme dikkati ise rüyaların
öğelerinin farkında olma durumudur.

Öncelikle, başlangıç noktası olarak seçtiğin herhangi bir şeye bakışını


odaklamalısın. Ardından bakışını diğer öğelere çevirip, onlara kısa bakışlarla
bakmalı ve bakışlarını olabildiğince çok şeye odaklamalısın. Yalnızca kısaca
bakarsan görüntüler kaymaz.

Birinci eşiğe ulaştığında, aynı zamanda enerji bedenine de ulaşırsın. Enerji


bedeni fiziksel bedenin saf enerjiden oluşan bir konfigürasyonudur. Aradaki
fark, enerji bedeni saf enerjiden oluştuğu için fiziksel bedenin olanaklarını aşan
eylemler gerçekleştirebilir.

Rüya yoluyla, enerji bedeni’ni algılayabilen bir birim olana kadar


yoğunlaştırabilirsin. Enerji bedeninin algısı, günlük dünyayı normal algılama
şeklinden etkilense de, bağımsız bir algıdır ve kendi alanı vardır.

Enerji bedeni, enerji ile enerji açısından ilgilenir. Rüya-görme’de enerjiyi ele
almanın üç yolu vardır: enerjiyi akarken algılayabiliriz, enerjiyi bilinmeyen’e
doğru ilerlemek için kullanabilir veya dünyayı normal olarak algıladığımız gibi
algılayabiliriz.
Enerji bedeni, enerjiyi doğrudan bir ışık, bir tür titreşimli akım veya bir
düzensizlik olarak görür. Hatta doğrudan bir sarsıntı olarak da hissedebilir.

Hepimizin belirli bir miktarda temel enerjisi vardır. Bu miktar, sahip olduğumuz
tüm enerjidir ve hepsini dünyayı algılamak ve onunla başetmek için kullanırız.
Mevcut enerjimiz zaten olağan dünyamızla meşgul olduğundan, rüya-görme için
enerjimiz kalmaz.

Bulabildiğimiz her yerden rüya-görme için enerji toplamak zorundayız.


Görücü’lerin yolu, hayatlarında gereksiz gördükleri her şeyi keserek enerjilerini
toplamaktır.

Yaşama’nın iki yolu vardır; ilki, taleplerine boyun eğerek veya bu taleplerle
mücadele ederek yaşam’ın kendisine teslim olmak; diğeri, yaşamını kendi niyet
ve iradesiyle biçimlendirmektir.

Yaşamını biçimlendirmek, yaşama bilincini biçimlendirmektir. Farkındalığı


biçimlendirerek, enerji bedenimize ulaşmak ve sürdürmek için yeterli enerjiyi
toplayabilir ve yaşam’ımızın yönünü ve sonuçlarını biçimlendirebiliriz.

Görücü’lerin yolu’nu yalnızca düşünme; bu yol’un kavramlarını uygulanabilir bir


yaşam biçimine dönüştür. Hayatımızda yeni olan her şey, yerleşik hale gelene
dek tekrarlanmalıdır.

Bir amaç verildiğinde rüya-görme dikkati devreye girer. Onun devreye girmesi
bir süreç, bir dizi eylem veya bir sonuca götüren işlemler değildir. Bir uyanış;
uyuyan bir şey işlevsel hale gelmesidir.

Rüya Görme’nin İkinci Eşiği


Rüya-görme dikkatimizin ortaya çıkması için herhangi bir dış kaynağa
bağlanamayız. Bu yüzden, rüya-görme dikkatimizi toplumsallık hapishanesinden
kurtarmak için mevcut enerjimizi yeniden düzenlemeliyiz.

Görücü’ler için enerjiyi yeniden düzenlemenin en iyi yolu kendini önemseme’yi


bırakmaktır. Bu, Görücü’lerin yaptığı her şey için vazgeçilmezdir. Kendini
önemseme insanlığın en büyük düşmanıdır.

Enerjinin çoğu, kendini önemseme’yi desteklemek için harcanır; sevilmeye,


onaylanmaya, takdir edilmeye dair bitmeyen bir endişe duyarız. Kendini
önemseme’den kurtulabilirsek, ikinci dikkate girmek için yeterli enerjiyi
sağlayabiliriz.

Bir rüyadan başka bir rüyaya uyandığında rüya görmenin ikinci eşiğine ulaşırsın.
İstediğin kadar veya görebildiğin kadar çok rüya görebilirsin, ancak yeterli
denetimi sağlamalısın.

Bir enerji meselesi olan hayat ve bilinç, yalnızca organizmalara özgü değildir.
Yeryüzünde organik ve inorganik olmak üzere iki tür bilinçli varlık vardır.
Biçimleri ve parlaklık dereceleri bakımından birbirlerinden farklıdırlar. İnorganik
varlıklar uzun ve muma benzer ancak opaktır, oysa organik varlıklar yuvarlaktır
ve çok daha parlaktır. Organik varlıkların yaşamı ve bilinci, aceleciliklerinden
dolayı kısa ömürlüdür, oysa inorganik varlıkların yaşamları daha uzun ve
bilinçleri daha derindir.

Rüya-görme, rüyalarda asamblaj noktasının ulaştığı yeni konumu sürdürmektir.


Bu hareket, inorganik varlıkların dikkatini çeken bir enerji yükü yaratır. Bu balık
tutmak gibidir; rüya-görücü’ler, rüya görmenin ilk iki eşiğini geçerek, bu
varlıklara yem koyar ve onları ortaya çıkmaya zorlar.

İnorganik varlıklar haşerelerden bile daha beter olabilirler. Korku sayesinde bizi
kolayca ele geçirebilirler ve bu korku tüm hayatımıza yerleşebilir. Korkuyla
başa çıkmak için başına buyruk biri olmalısın. Kendini organik veya inorganik
hiçbir varlığın insafına bırakmamalısın.

İnorganik varlıklar, yüksek bilinçleri ile rüya-görücü’leri çekerler ve onları tarif


edilemez dünyalara kolayca taşıyabilirler. Ama onların arasında gerçek
dostluklar değil, ancak çıkarcı ve tüketici bağımlılık ilişkileri bulabilirsin. Son
derece dikkatli ol.

Su etkili inorganik varlıklar aşırılıklara eğilimlidirler. Ateş etkili inorganik


varlıklar ise ciddi, denetimli ve gösterişlidirler.

Asamblaj Noktasının Sabitlenmesi


İnorganik varlıklar insanlar kadar gerçektir ve onların dünyası da tıpkı bizim
dünyamız gibi asamblaj noktasının belirli bir konumunda bulunur.

Rüya-görme’nin birinci veya ikinci eşiğini geçtikten sonra, rüya-görücü bir enerji
eşiğine ulaşır ve bir şeyler görmeye veya tekil bir ses duymaya başlar. Rüya-
görücü’lere bir şeyler anlatarak yardım ettiğini iddia eden yabancı bir enerjinin
sesidir bu.
Ses kişisel olmayan bir güçtür, ancak onu bir kişi olarak algılarız çünkü bunun
birinin sesi olması gerektiğini düşünürüz. Sesi görürüz veya işitiriz çünkü
asamblaj noktalarımızı belirli bir yeni konumda sabit tutarız; bu sabitlenme ne
kadar yoğun olursa, elçinin sesine ilişkin deneyimimiz o kadar yoğun olur. Bir
erkek onu çıplak bir kadın olarak bile görebilir ve hissedebilir. Bu kuvvet
kendini bedenleme yeteneğine sahiptir; tüm bunlar asamblaj noktasının
sabitliğine bağlıdır.

Elçinin sesi öğüt veremez. Sadece neyin ne olduğunu söyler ve biz de


çıkarımları kendimiz yaparız. Elçinin sesinin ifadeleri doğrudur, ancak yalnızca
bir şeyler açıklıyor gibi görünüyor. Oysa elçinin sesinin yaptığı, bildiğimiz ama
farkına varamadıklarımızı veya anlayamadıklarımızı bizim için daha anlaşılır ve
kullanışlı hale getirmekten ibarettir. Elçinin sesi, inorganik varlıklar aleminden
gelen bir güçtür.

Tüm inorganik varlıklar alemi her zaman öğretmeye hazırdır. Ama onların
öğrencisi olmanın bedeli çok yüksektir. Bedeli bizim hayatımız, enerjimiz,
onlara olan bağlılığımızdır. Başka bir deyişle, özgürlüğümüzdür.

Yöntemleri, temel benliğimizi ihtiyacımız olan şeyin ölçüsü olarak almak ve


sonra bize buna göre eğitmektir. Bu çok tehlikeli eğitim yöntemidir; eğer biri
tüm korkularınız, açgözlülük ve kıskançlıklarınızla temel benliğinizi bir ölçüt
olarak alır ve sizi bu varlık durumunu destekleyecek biçimde eğitirse, sonuç ne
olabilir?

Rüya-görme dikkati, enerji bedeni, ikinci dikkat, inorganik varlıklar, elçinin sesi;
hepsi de tutarlı bir bütünlük kazanmanın ve asamblaj noktasını bir dizi farklı
rüya-görme konumuna sabitlemenin yan ürünleridir.

Rüya-görme’deki herhangi bir öğeye odaklanarak asamblaj noktasını


sabitleyebiliriz; bu uygulamalarla kişinin bütünlüklü olma ve yeni enerjisel
biçimini koruma kapasitesini artar. Algımızın netliğiyle bütünlüğümüzü ve
tutarlılığımızı koruyabiliriz; rüya-görme ne kadar net olursa, bütünlüğümüz ve
tutarlılığımız da o kadar sağlam olur.

Akıl, yalnızca asamblaj noktasının alışılmış konumunun bir yan ürünüdür;


bilmek, tutarlılık, mantıklılık yalnızca asamblaj noktasının alışılmış bir yerde
sabitlenmesinin bir sonucudur. Asamblaj noktası ne kadar katı ve durağansa,
öz-güven’imiz o kadar fazla, dünyayı bilme, öngörebilme duygumuz da o kadar
güçlü olur. Rüya-görme’nin bize sağladığı, içinde bulunduğumuz herhangi bir
dünyayı bilme duygumuzu silerek, bize başka dünyalara girme akışkanlığını
vermektir.

Hem insanlık hem de Görücü’ler, asamblaj noktasının gücüne esir


düşerler.İnsanlık, asamblaj noktasının var olduğunu bilmemekle, bulunduğu
konumun yan ürünlerini nihai ve tartışılmaz şeyler olarak kabul etmek zorunda
kalıyor. Görücü’ler ise, asamblaj noktası hakkında her şeyi bilmelerine rağmen,
onu manipüle etmenin sağlayacağı kişisel çıkarların cazibesine kapılıyorlar.

Çocukların asamblaj noktaları sürekli titreşerek hareket eder ve kolaylıkla yer


değiştirir. Asamblaj noktasının alışılmış konumu doğuştan değil, alışkanlıktan
kaynaklanır. İnsanlığın en büyük başarısı, asamblaj noktasını kitle halinde tek
bir konuma kilitlemesidir. Asamblaj noktası herhangi bir yerde sabitlendiğinde,
o noktada gerçekleşen algı da yorumlanabilir hale gelir. İnsan algısı homojendir
çünkü tüm insan ırkının asamblaj noktaları neredeyse aynı bölgede
sabitlenmiştir.

Asamblaj noktasının yeni konumunda sabit kalmasını sağlamak, onun yerini


değiştirmekten daha önemlidir. Asamblaj noktası durağan hale gelmiyorsa,
tutarlı ve bütünsel olarak algılamamız mümkün olmaz. O zaman ilişkisiz
görüntülerin bir kaleydoskopunu deneyimliyor oluruz. Eski Tolteklerin, rüya-
görme’ye verdikleri kadar iz-sürme’ye de önem vermelerinin nedeni budur.

Bütünlük, asamblaj noktasının konumunun, kişiyi algısal ve fiziksel olarak


dönüştürmesine izin verir. Kişi, tüm envanterine sahip olduğu herhangi bir
varlığa dönüşebilir. Bir envanter, herhangi bir varlığın bütünlüğü’nde yer alan
algının tüm ayrıntılarıdır.

Sıradan bir insan kendi arzu ve korkularıyla biçimlenen kişisel bir gerçekliği
hayal eder. Görücü’ler ise algılarını belirlenmiş ve tasarlanmış amaçlarla
yönlendirirler.

İnorganik Varlıkların Dünyası


Eski Toltekler, inorganik varlıkların dünyasını, karanlık bir boşlukta yüzen
gözeneklerle dolu bir mağara olarak tasvir ettiler. Eski Toltekler bu devasa
yapıya “yarı gölgenin labirenti” adını verdiler. İnorganik varlıklar, hücreler gibi
birbirine bağlı içi boş çubuklar gibi görünüyorlardı.

İnorganik varlıklar kimseyi kendileriyle kalmaya zorlayamaz. Onların


dünyasında yaşamak gönüllü bir iştir; arzularımıza hitap ederek, bizi şımartarak
herhangi birimizi hapsedebilirler. İnorganik varlıklar bizi benzersiz ve güçlü
olduğumuz duygusunu vererek kandırırlar.

Farkındalık özünde büyümeye mecburdur ve gelişmesinin tek yolu mücadeye


maruz kalmasıdır. Görücü’lerin farkındalığı, rüya-görme ile büyür ve büyüdüğü
anda inorganik varlıklar, onu farkedip davet ederler.

Evren belirgin bir biçimde dişidir ve dişiliğin bir uzantısı olan erkeklik ise
nadirdir, bu nedenle inorganik varlıklar için cazibesi çok yüksektir. Rüya-
görücü’ler daima tetikte olmalıdır, çünkü o yırtıcı evrene geçtikleri anda av
olurlar. Dikkat et ve kimsenin senin yerine karar vermesine izin verme.
İnorganik varlıkların dünyasına ancak gerektiğinde git.

Asamblaj noktasının bir yerde sabitlenmesiyle belirli bir biçim ve konumda


tutulan enerjiyiz; asamblaj noktası yer değiştirdiğinde enerjinin şekli ve konumu
da buna göre değişir. İnorganik varlıkların tek yapması gereken, bir kişinin
asamblaj noktasını doğru yere yerleştirmektir ve sonra o kişi, ayakkabıdan
şapkaya ne varsa, hepsiyle birlikte bir anda uçar gider.

Gölgelerin Dünyası
İnorganik varlıkların farkındalığı mükemmeldir. Onlara kıyasla biz çocuk
sayılırız; kıskanacakları kadar çok enerjiye sahip çocuklar.

Rüya görmenin yolları tuzaklarla doludur. Görücü’ler, kendilerine sunulan hiçbir


şeyi belirli bir noktanın ötesinde kabul etmemelidir. Buradaki zorluk, o
dünyadan yalnızca gerekli olanı almaktır, daha fazlasını değil. Neyin gerekli
olduğunu bilmek Görücü’lerin ustalığıdır, ama yalnızca gerekli olanı almak
onların en büyük başarısıdır. Görücü’lerin yolundaki her şey bir ölüm kalım
meselesidir, ama rüya-görme sözkonusu olduğunda mesele yüz kat daha
ciddidir.

Rüya Görmenin Üçüncü Eşiği


Mexico City'deki Ulusal Antropoloji ve Tarih Müzesi'ndeki bazı arkeolojik
parçalar, antik çağların insanları tarafından bırakılan ve kitap okur gibi
okunabilecek amaçlı bir kayıtlardır. Buradaki parçalar, asamblaj noktasının
kaymasını sağlamak için tasarlanmıştır. Bakışını bunlardan birine sabitle,
zihnini sustur ve asamblaj noktasının değişip değişmediğine dikkat et.

Hayatın özeti, ne kadar iyi yapılmış olursa olsun bitmez. Sıradan insanların
rüyalarında irade sahibi olmamalarının nedeni, asla özetleme yapmamaları ve
hayatlarının, hatıralar, umutlar, korkular gibi ağır yüklü duygularla dolu
olmalarıdır. Özetleme, ağır ve bağlayıcı duygulardan özgürleştirir. Eğer insanı
durduran bir şey varsa, içinde hala tam olarak çözümlenmemiş bir şey vardır.

Özetleme, kişinin yaşam deneyimlerini mümkün olan her ayrıntıyı hatırlayarak


yeniden yaşamasından oluşur. Özetleme, bir rüya-görücü’nün enerjiyi yeniden
tanımlamasında ve yeniden konuşlandırmasında temel faktördür; içimizde
hapsolmuş enerjiyi serbest bırakır ve bu özgürleşmiş enerji olmadan rüya
görmek mümkün değildir. Özetleme ve rüya görme el ele gider.

Özetleme, doğal, ritmik bir nefesle birleştirilir. Baş sağdan sola yavaşça
hareket ederken uzun soluklar verilir; ve baş soldan sağa doğru hareket
ederken uzun soluklar alınır. Bu, başı bir yandan diğer yana hareket ettirme
eylemi olayın havalandırılmasıdır. Zihin olayı incelerken, vücut zihnin
odaklandığı her şeyi havalandırır. Asamblaj noktası, geçmişteki eylem ve
duyguları gözden geçirmenin etkisi altında; şimdiki yer ile olay yaşanırken
bulunduğu yer arasında gidip gelir.

Kusursuz olmak, kararlarını desteklemek için hayatını ortaya koymak ve


ardından bu kararları gerçekleştirmek için elinden gelenin en iyisini yapmak
demektir. Hiçbir şeye karar vermediğinde, hayatın sadece boş bir oyuna
dönüşür.

Rüya-görücü’nün enerji bedeni tamamlanmışsa, günlük dünyada bir nesneye her


baktığında enerji görür. Rüyalarda, bir nesnenin enerjisini görürse, gerçek bir
dünyada olduğunu bilir. Bir nesnenin enerjisini göremiyorsa, gerçek dünyada
değil, sıradan bir rüyadadır.

Enerji bedeni, inorganik varlıkların aleminin öğelerini cızırdayan enerji olarak


algılar. Dünyamızın öğelerini ise cızırtı değil titreşim olarak algılar.

İz-sürücünün izini sürmek


İnorganik varlıklar dişilerin peşine düşmezler; sadece erkeklerin peşinden
giderler. İnorganik varlıklar dişidir ve tüm evren de büyük ölçüde dişidir.

Başka bir dünyaya yolculuk yapmak için farkındalığı bir araç olarak kullanmak,
herhangi bir tekniği uygulamanın sonucu değil, niyet etmenin ve yeterli enerjiye
sahip olmanın doğal sonucudur.

Kiracı
Erkeklik ve dişilik nihai durumlar değil, asamblaj noktasını konumlandırmaya
yönelik belirli bir eylemin sonucudur ve bu eylem, doğal olarak, bir irade ve
eğitim meselesidir. Asamblaj noktasının en parlak kısmı dişilerde dışa,
erkeklerde içe dönüktür.

SİHİRLİ GEÇİŞLER

Giriş
Kültür ve sosyal çevre, yerleşik davranış kalıplarını sürdürebilmek için kişinin
içsel enerjisinin büyük kısmını tüketir. Diğer algı alemlerine girmek için,
bedenin esnek olması gerekir. Bilinmeyene yolculuk, cesur ancak pervasız
olmayan bir tutum gerektirir. Bunun için, insan son derece ayık, dikkatli,
becerikli ve mükemmel bir fiziksel kondisyonda olmalıdır.

Görmek, insan vücudunun enerjiyi bir akım, rüzgar benzeri bir titreşim olarak
algılayabildiği yüksek bir farkındalık halidir. Evrende akış halindeki enerjiyi
görmek, insana özgü yorumlama sisteminin bir duraklamasının ürünüdür.

Don Juan’ın asıl amacı kendi bilgisini öğretmek değil, soyunu sürdürmekti.
Diğer üç öğrencisi ve ben, bu sürekliliği sağlamak için bizzat ruh tarafından
seçilmiştik. Bu nedenle, Toltek mirası ve kendi soyu hakkında bildiği her şeyi
bana öğretmek için muazzam bir çaba sarf etti.

Bir görücü ruhun işaretlerini farkedip takdir edebilecek kadar ustalıklı olmalıdır.
Bilgisini kime vereceğini seçemez, ruhun ona sunduğu her şeyi kabul etmek
zorundadır.

Hareketler Hakkında
Sihirli geçişler fiziksel egzersizler değildir. Optimal bir varoluş durumuna
ulaşma girişimi olarak, gücü çağırmanın bir yoludur ve uygulayıcıyı sosyalleşme
maskesini düşürmeye yönlendirir.

Uygulayıcının dikkatini sihirli geçişlerin belirli bir yönüne odaklaması çok


önemlidir. Ama bu odaklanma hafif ve neşeli olmalı, takıntı ve gerginlikten uzak
olmalıdır. Büyülü geçişleri uygularken, uygulayıcının bedeni her şeyin bir akım,
bir akış olduğunu anlar.

Dünyada yaptığımız her şeyi, amaç olarak bir arada olan şeylerin benzerliği ile
tanır ve tanımlarız. Örneğin çatal, hemen akla kaşık, bıçak, masa örtüsü,
peçete, tabak, bardak ve fincan tabağı, bir kadeh şarap, ziyafet, doğum günü,
fiesta ve benzeri şeyleri getirir. Amaca göre dizilmiş bu türden şeyleri
kullanarak gerçekliği inşa ederiz ve yaptığımız her şeyde böyle diziler
mevcuttur. Tüm bu bağlantı dizileri, şeylerin değişmez ve sürekli olduğu fikrini
destekler.

Günlük eylemlerin baskısı vücuda zarar verir. İnsan günlük hayatın stresine
yenik düşüp endişelenerek enerjiyi canlılık merkezlerinden uzaklaştırır. Bu
enerji kozanın çevresinde kalın bir kabuk benzeri tortu oluşturma noktasına
kadar toplanır. Sihirli geçişler, kozada biriken enerjiyi harekete geçirir ve onu
fiziksel bedenin kendisine geri döndürür.

Bu canlılık merkezleri vücudun sağ tarafında, karaciğer ve safra kesesi


bölgesinde göğüs kafesinin hemen kenarında; vücudun sol tarafında, yine göğüs
kafesinin kenarında, pankreas ve dalak bölgesinde; sırtta, diğer iki merkezin
hemen arkasında, böbreklerin çevresinde ve hemen üstlerinde, böbrek üstü
bezleri bölgesinde; boyun tabanında iman tahtasının ucuyla köprücük kemikleri
arasındaki bölgede; ve kadınlarda rahim ve yumurtalıklar çevresinde yer alır.

Sihirli bir geçiş yaptığımızda, varlıklarımızın temel yapılarını değiştiririz.


Normalde kabuklanmış olan enerji açığa çıkar ve vücudun canlılık girdaplarına
girmeye başlar.

Enerji alanları olarak insanlar titreşimsel bir güçle bir arada tutulur. Görücü’ler,
disiplinleri sayesinde, bu bağlayıcı gücün tamamen bilincinde olduklarında
onunla baş edebilir, irade ve niyetlerini bu güce odaklayarak fiziksel kütlelerini
eritebilirler.

Ancak kütleleri bir kez çözüldüğünde, hareket etme kapasiteleri de ortadan


kalkar. Yalnızca katılamayacakları olaylara tanık olma seçeneğiyle kalırlar. Bu
titreşim kuvveti konusunda somut ve faydacı olmak mümkün değildir. Kişinin bu
gücü etkili bir biçimde kullanabildiği tek zaman, bu dünyadan ayrılma zamanını
seçerek içten gelen ateşle yandığı zamandır.

Sihirli geçişler, uygulamaların soyut görünümü akılda tutularak, yalnız başına


gerçekleştirmelidir. Sihirli geçişlerin gerçekleştirilmesi, mutlaka belirli bir alan
veya önceden ayarlanmış bir zaman gerektirmez. Ancak hareketler keskin hava
akımlarından uzakta yapılmalıdır. Her hava akımı, atmosferdeki sıcaklığın
yükselmesi veya düşmesinden kaynaklanmaz ve bazı hava akımları bilinçli
enerji alanlarından kaynaklanır. Sihirli geçişleri gündelik dünyanın
endişelerinden uzak tutun. Uygulama dikkat dağıtıcı dış unsurlardan
yalıtılmalıdır.

İnsan davranışlarının tümü dil tarafından yönetilir, insanlar sözdizimsel


komutlara, dilde yerleşik olan kalıplara yanıt verir; "sorun değil, çocuk
oyuncağı, endişelenme zamanı, daha iyisini yapabilirsin, bununla yaşayabilirim,
hallederiz, her şey yoluna girecek". Görücü’ler, sözdizimsel komutlardan
türetilen davranışlardan kaçınmayı temel bir kural olarak önerirler.

Niyeti hazırlamak
Tüm insanlık dünyası, insan duyularının minimal bir rol oynadığı bir yorum
repertuarından oluşur. Başka bir deyişle, evrenin tamamından gelen enerji
akışına yalnızca görsel duyu dokunur ve bunu yalnızca üstünkörü bir biçimde
yapar.

İnsanlar evrendeki saf enerji akışını alıp duyusal verilere dönüştürürler ve


bunları insan formu olarak adlandırılan bir yorumlama sistemine göre
yorumlarlar. İnsanoğlunun algısal etkinliğinin çoğunluğu yorumlamadır ve insan,
yalnızca yorumlama sistemini tetikleyecek kadar veriyi kullanmaya yönelen bir
organizma türüdür. "Bildiğimiz” ağaç bir algıdan çok bir yorumdur. İnsanın bir
ağacın varlığını tespit edebilmesi için, ona o ağaç hakkında hemen hemen
hiçbir şey söylemeyen, üstünkörü bir bakış yeterlidir. Gerisi niyetin çağrısı veya
ağacın niyeti diyebileceğimiz bir olgudur; yani insanoğlunun ağaç dediği belirli
bir olguya ilişkin duyusal verilerin yorumlanmasıdır.

Bunun en güzel örneği Beyaz Saray'dır. Beyaz Saray, tüm çabalarımızı,


umutlarımızı ve korkularımızı besleyen günümüz dünyasının gücünün
simgesidir; uygar dünyanın merkezidir. Bu, niyet etme alanında gerçekleşir.
Duyusal girdimiz açısından, bir bina olarak Beyaz Saray, Beyaz Saray
kavramının zenginliğine, kapsamına, derinliğine sahip değildir. Duyusal verilerin
girişi açısından, Beyaz Saray, dünyamızdaki her şey gibi, yalnızca görsel
duyularımızla yüzeysel olarak kavranır; dokunma, koku alma, işitsel ve tat alma
duyularımız hiçbir biçimde devreye girmez. Beyaz Saray binasına ilişkin duyusal
verilerden yapılabilecek yorumların hiçbir anlamı yoktur.

Beyaz Saray nerededir? Kesinlikle bizim algımızda hatta düşüncelerimizde bile


değildir; onunla bağlantılı her şeyle beslendiği niyet etme alanındadır. Bu
biçimde toplam bir niyet evreni yaratmak insanoğlunun sihridir.

Niyet etme, doğrudan duyusal algı tarafından boş bırakılan alanları doldurma
veya amaçlanmış bir bütünlüğe yönelik olarak gözlenebilir olguları
zenginleştirme eylemidir. Evreneki daimi bir kuvvet olarak niyet, niyet edenin
çağrısına, cevap verecek kadar kendisinin farkında olan bir kuvvettir.

Rahim Serisi
İnsan özünde bir algılayıcıdır; insan bedeninin bütünlüğü bir algı aracıdır. Dişi,
rahim aracılığıyla evrendeki saf enerjiyi erkeğe göre daha kolay görebilir.
Erkeklik organı ise, insanı bükülmez niyet ve konsantrasyon gibi hünerleri
sergilemeye sevk eden bir tür sıçrama tahtası gibidir.

Kararlar Merkezi
İnsan vücudunda karar vermek için bir nokta vardır; önde boyun kökünde,
köprücük kemiklerinin birleştiği yerde. Bu merkez, süptil olan belirli bir enerji
türünü depolar. Bu özel enerji, insan yaşamının çok erken dönemlerinde bu
merkezden dışarı itilir ve böylece insanları belki de diğer merkezlerin toplam
enerjisinden daha önemli bir şeyden mahrum bırakır; karar verme kapasitesi.

Bir insan, bazıları iğne deliği gibi çok küçük olan binlerce enerji girdabından
oluşan bir kümedir. Enerji bu girdaplardan serbestçe akar veya sıkışıp kalır.
Bununla birlikte altı ana merkez vardır. Bu merkezlerde enerji asla sıkışıp
kalmaz, ancak bazen enerji o kadar azdır ki merkez zorlukla döner.

Canlılık merkezleri vücudun altı bölgesinde bulunur. Önem bakımından; ilki


karaciğer ve safra kesesi alanındadır; ikincisi pankreas ve dalak alanında;
üçüncüsü böbrekler ve adrenaller alanında; dördüncüsü vücudun ön kısmında
boyunda; beşincisi rahmin çevresinde; altıncısı başın üstündedir. Kadınlara
özgü beşinci merkez, doğal bir filtre görevi görür ve akışkanlık sağlar.

Altıncı merkez tam olarak insana ait değildir; bir istilacı tarafından ele
geçirilmiştir. Bu merkezdeki enerji girdabı, diğer merkezlerin enerjisi gibi
dalgalanmayan, bir ileri geri harekete sahiptir. Kendi zihnini alt edebilenlerde,
bu merkez de tam olarak diğerleri gibi dalgalanır.
Bir enerji alanları topluluğu olarak insan, içine hiçbir enerjinin giremediği ve
hiçbir enerjinin kaçamadığı mühürlü bir birimdir. Bazen deneyimlediğimiz enerji
kaybı hissi, enerjinin canlılık merkezlerinden uzaklaşmasının bir sonucudur.
Herhangi bir enerji kazanma hissi, daha önce bu merkezlerden dağılmış olan
enerjinin yerine geri yerleştirilmesinden kaynaklanmaktadır.

Özetleme
Tüm evrende Kartal veya “farkındalığın karanlık denizi” olarak adlandırılan bir
enerji alanları yığını vardır. Kartal, virüslerden insanlara tüm canlılara
farkındalık kazandıran bir güçtür. Yeni doğmuş bir varlığa farkındalık verir ve bu
varlığın, gücün geri dönmesini talep edeceği ana kadar yaşam deneyimleri
aracılığıyla bu farkındalığı geliştirmesini sağlar. Tüm canlılar, öldüklerinde
kendilerine verilen farkındalığı iade etmeye zorlanırlar.

Özetlemek, Kartal’a aradığını vermek demektir; yaşam deneyimleri. Özetleme


yoluyla, kişi, yaşam deneyimlerini yaşam gücünden ayırabilecek denetimi
kazanabilir. Kartal, insanların yaşamlarını değil, yaşam deneyimlerini ister.
İnsandaki disiplin eksikliği, bunları ayırmasını engeller ve insan yalnızca yaşam
deneyimlerini vermek yerine, yaşam gücünü de birlikte vermek zorunda kalır.

İnsanın farkındalığı evrim için bir ortamdır. Ölüm anında Görücü’ler ölüm
tarafından yok edilmezler, bilinci olan ama organizması olmayan varlıklara
dönüşürler. Bilinci evrimleşmiş bir insan, özel bir türden parlak, ışıldayan,
yuvarlak inorganik bir varlıktır. İnorganik bir varlığa dönüşmek bir evrimdir ve
milyonlarca yıl sürecek, ama bir gün geri verilmesi gereken bir farkındalığı
kazanmak demektir.

İkiz dünyamızın inorganik varlıkları, bizim her zaman organik varlıklar


olduğumuz gibi, başından beri inorganik olmuştur. Onlar, bilinci tıpkı bizimki
gibi gelişebilen varlıklardır.

Özetlemek, geçmiş deneyimi yeniden yaşamak için olay meydana gelirken


sahip olduğu konuma dönmek için hafıza kuvvetiyle asamblaj noktasını yeniden
yerleştirmek demektir. Özetlemede önceki konumdan şimdiki konuma ileri geri
hareket etme eylemi, alışılmış farkındalıktan farklı olasılıklara dayanmak için
gerekli akışkanlığı verir.

Özetleme, tanıdığın her kişiyi ve onların yer aldığı her deneyimi hatırlayarak
yapılır. Hayatta tanıştığın tüm kişilerin yazılı bir listesini yap. Şimdiki zamandan
ilk yaşam deneyimimin zamanına kadar zamanda geriye giden listedeki ilk kişiyi
al ve hafızada, listedeki ilk kişiyle son etkileşimi kur.

Özetlemenin gizemi, nefes alma ve nefes verme eyleminde yatar. Nefes almak
yaşamı sürdüren bir işlev olduğu için, kişi yaşam deneyimlerinin bütünsel
farkındalığını Kartal’a bu yolla ulaştırabilir.

Yakın zamanda yaşanmış olayları hatırlamak, zamanda daha uzak olayları da


aynı netlik ve dolaysızlıkla hatırlamaya zemin hazırlar. Deneyimleri bu biçimde
hatırlamak, onları yeniden yaşamak, canlılık merkezlerimizden dağılmış enerjiyi
geri döndürebilecek bir itici güç sağlar.

Özetleme, kişiyi sosyalleşmenin dile getirilmeyen ve fark edilmeyen


taleplerinden kurtararak onun farkındalığını artırabilecek en etkili araçtır.

Rüya görme
Bir sanat pratiğiyle ilgili tüm soruların yanıtları, entelektüel sorgulamada değil,
pratiğin kendisindedir. Olasılıklar hakkında konuşmak için, hangi dili
konuşursak konuşalım, dilin sözdizimini kullanmak zorundayız ve her sözdizimi
ifade olanaklarını sınırlar. Herhangi bir dilin sözdizimi, algısal olasılıklara
yalnızca atıfta bulunabilir.

İnsanoğlunun gündelik farkındalığı, gündelik yaşam dünyasının unsurlarına


verilen dikkattir. İnsanlar, kendilerini çevreleyen her şeye üstünkörü ama
sürekli bir bakışla bakarlar; çevrelerindeki unsurları incelemekten çok,
farkındalıklarının belirli bir yönü ile bu unsurların varlığını inşa ederler.

Rüya görme, asamblaj noktasını kasıtlı olarak alışılmış konumundan çıkarmaya


yarar. İz-sürme sanatı, onun yeni pozisyonda sabit kalmasını sağlamaya yarar.

Eski Toltekler, insan kozasını haritaladıklarında, kozada bizimki kadar gerçek


dünyaların yerleri olan yaklaşık altı yüz nokta keşfettiler. Eğer asamblaj noktası
bu yerlerden herhangi birine bağlanırsa, sonuç, uygulayıcının yeni ama bütünsel
bir dünyaya girişi olur.

Asamblaj noktası, yalnızca algının bir araya getirildiği merkez değil, aynı
zamanda duyusal verilerin yorumlanmasının gerçekleştirildiği merkezdir.
Konumu değiştiğinde, yeni enerji alanları akışını günlük yaşam dünyasını
yorumladığı biçimde yorumlar.
Modern insan kullanım kılavuzlarıyla, pratiklerle ve yöntemlerle iş görmeye
alışmıştır. Oysa, Görücü’ler için prosedürler ve ritüeller yalnızca niyet ve
irade’ye odaklanma araçlardır.

İçsel Sessizlik
Her insan, enerjiyi evrende akarken görmektedir. Bununla birlikte, yalnızca bir
Görücü bunun kasıtlı olarak bilincindedir. Gördüğün bir şeyin bilincine varmak
büyük miktarda enerji, enerji elde etmek de disiplin gerektirir. Disiplin ve
enerjinin ürünü olarak içsel sessizlik, kasıtlı bilinci mümkün kılar.

Fiziksel beden, herhangi bir anlam ifade eden tek varlıktır ve beden-zihin
dualizmi diye bir şey yoktur. Fiziksel beden, hem bedeni, hem de zihni içerir ve
fiziksel bedeni dengelemek için, içsel sessizlik yoluyla ulaşılan başka bir enerji
konfigürasyonu vardır; enerji bedeni.

Sol Beden ile Sağ Bedenin Ayrılması


İnsan vücudu enerji olarak algılandığında iki parçadan değil, iki farklı enerji
türünden oluşur; evrendeki her şeyin ikili yapısını yansıtan, yan yana bir arada
var olan iki karşıt ve aynı zamanda tamamlayıcı güçler.

Sol bedenden yansıyan enerji dalgaları alevler gibidir ve her zaman


kaynaklandıkları yüzeye diktirler. Sağ bedenin enerjisi ise hafifçe öne arkaya
eğilen bir tankın içindeki su gibi hareket eder. İçinde dalgalanma yoktur, ancak
sürekli bir sallanma hareketi vardır. Bununla birlikte, daha derin bir seviyede,
spiraller şeklinde döner.

Sol bedenin katkısı, canlılık merkezlerini daha esnek hale getirir. Sağ bedenin
enerjisi spiraller yerine dalgalanarak hareket edebilseydi, canlılık merkezlerine
farklı yapıda bir enerji girebilirdi.

İnsanların kendilerinden sıkılma duygusu, sağ bedenin baskınlığından


kaynaklanmaktadır. Evrensel anlamda insanın yapması gereken, can
sıkıntısından kurtulmanın yollarını bulmaktır. Ama yaptığı şey zaman
öldürmenin yollarını aramaktır. Daha da kötüsü, insanların şiddet tepkileri bu
dengesiz dağılımdan kaynaklanmaktadır. Çaresizlik, insan vücudunda şidddet
ve öfke yüklü enerji akımları oluşturur. Şiddet, insanlar için zaman öldürmenin
bir yoludur.

Farkındalık, insanın evrim için sahip olduğu tek yoldur. Ancak evrenin yırtıcı
doğasıyla bağlantılı yabancı bir güç, farkındalığımızı ele geçirerek evrimleşme
olasılığımızı kesintiye uğrattı. İnsanlar, sağ beden enerjisinin karakteristiği olan
edilgenliği onlara dayatan bir yırtıcı gücün eline düştüler.

Sol bedene yönelik hareketler, doğumdan itibaren muhalefetsiz yönetmeye


alışmış olan sağ bedene baskı yapar. Sağ beden muhalefetle karşılaştığı anda
öfkeyle ısınır. Tüm kaslar faaliyette değil, farkındalıkta çalıştırılmalıdır. Bedenin
hareketleri yapmayan yarısı başı da kapsamalıdır. Yüzün ve başın yarısının bu
hareketsizliğini elde etmek çok zordur, ancak pratikle başarılabilir.

Erkeklik Serisi
Kendinden hiçbir enerjiyi boşaltamazsın, çünkü enerji kozanın sınırlarını asla
terk etmez. Yani gerçekte yaptığın şey, kozadaki kabuklaşmaya bir enerji
sarsıntısı vermektir.

Enerjik olarak insan, portakal gibi kalın bir kabuğu olan ışık saçan bir küre
gibidir; bu kabuk bazı insanlarda yaşlı bir ağacın kabuğu gibi daha da sert ve
kalın hale gelmiştir.

Belirli Sihirli Geçişlerle Birlikte Kullanılan Aygıtlar


Tendon enerjisi, boyundan göğüse, kollara ve omurgaya kadar derin kaslar
boyunca hareket eden bir enerji akımına dönüşür. Göğüs kafesinin kenarından
kasıklara kadar üst ve alt karın bölgesini keser ve oradan ayak parmaklarına
gider. Kolların tendonlarını ve sırt kaslarını aşırı yormaktan kaçınmak için
bedenini yalnızca ölçülü olarak çalıştır. Bir tendon merkezine yerleşen enerji,
önce titreşim yoluyla akışkan hale getirilmeli ve daha sonra akmaya devam
edebilmesi için preslenmelidir. Sıkışan enerji, üzerine önce basınç uygulanırsa
daha da etkisiz hale gelir.
SONSUZLUĞUN AKTİF YANI

Giriş
Hayatındaki her olay senin için aynı derecede bir öneme sahip değildir. Ancak,
bazı olaylar senin için bir şeyleri değiştirmiş ve yolunu aydınlatmış veya
karartmıştır.

Her birimizin iki aklı vardır. Biri tamamen bizimdir ve bize her zaman düzen,
doğruluk, amaç getiren zayıf bir ses gibidir; diğeriyse bize çatışma, şüphe ve
umutsuzluk getirir. Biri, tüm yaşam deneyimlerimizin ürünü olan, mağlup
edildiği ve karanlığa itildiği için nadiren konuşan kendi zihnimizdir. Diğeri, her
gün yaptığımız her şey için kullandığımız zihin, yabancı bir yerleştirmedir.

İki zihnin çatışmasını çözmek, niyet etme meselesidir. Görücü’ler, niyet


kelimesini yüksek ve net bir biçimde dile getirerek niyeti çağırırlar. Tek başına
otur ve bırak düşünceler, anılar ve fikirler serbestçe gelsin. Bırak içinden gelen
ses konuşsun ve sana neyi seçeceğini söylesin.

Kendini çok fazla açıklama; her açıklamada gizli bir özür vardır. Kendini
açıklarken, seni dinleyen kişinin söylediklerini anlama nezaketine sahip
olmasını umarak, kusurların için özür diliyorsun.

Bu dünyadaki her insan, kendi veya başkaları hakkında ne düşünürse düşünsün,


ne yaparsa yapsın, eylemlerinin sonucu her zaman aynıdır; bir aynanın
karşısındaki anlamsız hareketler.

Juan Matus Kimdir?


Yalnızca bir Nagual, yoldaşlarının kaderinden sorumlu olacak kadar enerjiye
sahiptir. Nagual, erkek veya kadın olabilir. Genel olarak eski Toltekler
zamanında Nagual’lar kadındı. Dişiliklerinin ürünü olan doğal pragmatizmleri,
onları içinden zorlukla çıkabildikleri pratiklik çukurlarına düşürdü. Daha sonra,
erkekler yönetimi devraldı ve kuramsallıkları onları içinden hala zorlukla
çıkmaya çalıştıkları ahmaklık çukurlarına düşürdü.

Yaklaşık iki yüz yıl önce yaşamış olan Nagual Lujan'dan beri, bir erkek ve bir
kadın Nagual tarafından paylaşılan ortak bir düzen vardır. Nagual erkek ayıklık
ve Nagual kadın yenilik getirir.

Her insanın enerjiyi doğrudan görme imkanı olsa da, ancak çok azı bunu
gerçekleştirebilecek kadar enerjiyi biraraya getirebilir. Farkındalık enerjidir ve
enerji akıştır. İnsan, bağlayıcı ve titreşimli bir kuvvet tarafından bir arada
tutulan bir enerji alanları topluluğudur.

Kaçınılmaz Randevu
Ben her zaman ne yaptığıma, ne söylediğime çok dikkat ederim; hiç zamanım
olmadığını bilir ve buna göre hareket ederim. Sen ise yeterince zamanın
olduğuna inanır ve buna göre hareket edersin. Yaptığım ve söylediğim her şey
benim denetimimde, oysa senin değil.

Hızlı sonuç istiyorsun; bir iksir alacaksın ve her şey yoluna girecek. Görücü’ler
hiç vakitleri olmadığı bilinciyle kendilerini tam olarak önlerinde olana verirler.
Senin kargaşan, bu bilince sahip olmamandan kaynaklanıyor.

Bir bilgi insanının hüznü soyuttur; açgözlülükten, yoksunluktan veya kendini


beğenmişlikten değil, sonsuzluktan kaynaklanır.
Kırılma Noktası
İçsel sessizlik, düşüncelerin iptal edildiği ve kişinin günlük farkındalık
seviyesinden başka bir seviyeden işlev görebildiği bir varlık halidir. İçsel
sessizlik, içsel söyleşinin askıya alınması anlamına gelir ve algının duyulara
bağlı olmadığı bir durumdur. Sonuç, dünyayı durdurmaktır. İçsel sessizlik,
yargının askıya alınmasına yol açar; idrak, kullanım ve tekrar yoluyla dünyanın
yapısını belirleyen güç olmaktan çıkar.

Yavaş değilsin, ama öyleymiş gibi davranıyorsun. Kendinden eminsin, ama


güvensizmiş gibi davranıyorsun. Çekingen değilsin, ama yine de bir şeyleri
kaybetme korkusuyla hareket ediyorsun. Yaptığın her şey tek bir noktaya işaret
ediyor; tanıdığın ve seni tanıyan çevreden uzaklaşmalısın. Arkadaşların referans
noktalarındır ve bu nedenle de gitmek zorundadırlar. Görücü’lerin yalnızca bir
referans noktası vardır; sonsuzluk.

Bir Görücü ölmek için yalıtılmış bir yer kullanır. Bu, fiziksel olarak değil, kişisel
olarak ölmelisin. Kişiliğin bedenle çok az ilgisi vardır. Kişiliğin senin zihnindir
ve zihnin de sana ait değildir. Hayatında hiç tam olarak yalnız kalmadın; ölene
kadar bir odada tek başına kalmalısın. Kalkan olarak arkadaşlarının eşliğini
kullanmayı arzulamadığın gün, kişiliğin ölmüş demektir.

Bilişselliğin Ölçüleri
Bir insana uzaktan hayran olmak, mitolojik bir varlık yaratmanın en emin
yoludur. Ona yaklaş, konuş ve nasıl bir insan olduğunu gör. Onu sorgula.
Yaptıklarını ölecek bir varlık olduğunun bilinciyle yapıyorsa, yaptıkları ne kadar
tuhaf görünürse görünsün, önceden tasarlanmıştır ve nihaidir. Diğer türlü hiçbir
değeri yoktur.

Dünyamızı ve içinde ne yaptığımızı yönetmenin tek yolu, ölüm yolundaki


varlıklar olduğumuzu tamamen kabul etmektir. Bu temel kabul olmadan,
yaşamlarımız, yaptıklarımız ve içinde yaşadığımız dünya yönetilemez.

İnsan daima, çocuksu bir kibirle, sanki hiç ölmeyecekmiş gibi davranır. Ama
kibirle gelen ölümsüz olma duygusundan daha da zararlı olan ise, bu sınırsız
evreni zihnimizle kavrayabileceğimiz duygusudur.

Görücü’ler, ne kadar küçük veya önemsiz görünürse görünsün her türlü faaliyeti
bir savaş alanı olarak görürler. Bu savaş alanında Görücü’ler ellerinden gelenin
en iyisini yaparlar. Bu gibi durumlarda rahat olmanın yolu, rakiple açıkça
yüzleşmekten geçer.
Çekingen ruhlar, etkileşimden o kadar uzaktırlar ki, etkileşime girseler bile,
gerçekte ne olup bittiğini algılamadan, sadece kendi psikolojik durumlarına
göre neler olup bittiğine karar verirler. Etkileşimin bir parçası olmadan
etkileşime girerler.

Seninle halat çekme yarışına giren rakibinin gözlerinin içine bak. O zaman onun
da senin gibi bir insan olduğunu anlayacaksın. Ne söylerse söylesin, ne yaparsa
yapsın, tıpkı senin gibidir

Bizler öllümsüz değiliz, ama öyleymiş gibi davranırız. Birey olarak bizi
mahveden ve günün birinde tür olarak da mahvedecek olan, bu kusurumuzdur.
Bir görücü’nün avantajı, ölümlü bir varlık olduğunu bilmesi ve bu bilgiden hiç
sapmamasıdır.

Teşekkür Etmek
Görücü’ler pragmatisttir. Duygusallığa, nostaljiye ve melankoliye bulaşmazlar.
Görücü’ler için yalnızca mücadele vardır ve bu sonu olmayan bir mücadeledir.

Kendine verdiğin önem seni mahveder. Kendine önem vermiyorsan, sadece


hislerin var demektir. Kendine söylediğin "bana şöyle söyledi, bana böyle
davrandı" gibi ifadeleri hafızandan sil ve duygularının seviyesinde kal. Bu kadar
kendini beğenmiş olmasaydın, geriye elinde ne kalırdı?

Haberci
Bir şeyi içeri sokmak için, onu koyacak bir boşluk olması gerekir. Eğer
tamamen gündelik hayatın öğeleriyle doluysan, yeni hiçbir şeye yer yoktur.

Özetleme, tanıdığın ve seni bir biçimde etkileyen tüm insanları içerir. Bugünden
geriye doğru, tanıdığın her kişi hakkında hatırlayabildiğin her şeyi biraraya
getir. Pratik yaptıkça ne yaptığını daha iyi kavrayacaksın. Özetleme hayatının
tüm çöplerini karıştırır ve onları yüzeye çıkarır.

Organizmalarda duyu dediğimiz şey, farkındalık dereceleridir. Çevremizdeki


dünyayı şimdi gördüğümüz gibi görmek, insanlığın yorumlama sisteminin bir
sonucudur. Var olan her organizma, çevresinde işlev görmesini sağlayan bir
yorumlama sistemine sahip olmak zorundadır.

Ölüm anında, Kartal, asamblaj noktası aracılığıyla, canlıların farkındalığını


emer. Ayrıca Kartal, hayatlarının özetini yapmış varlıklarla karşılaştığında bir an
tereddüt eder. Bazıları bunu o kadar derinlemesine yapar ki, Kartal,
farkındalıklarını yaşam deneyimleri şeklinde alır, ancak yaşam güçlerine
dokunmaz. Kartal, yaşam gücümüzü değil, yalnızca yaşam deneyimlerimizi
ister.

Hayatlarımızı özetlerken, tüm kalıntılar yüzeye çıkar. Tutarsızlıklarımızın,


tekrarlarımızın farkında olsak da, içimizdeki bir şey özetlemeye karşı muazzam
bir direnç gösterir. Yol ancak bir karışıklıktan sonra, ayrıntılarıyla temellerimizi
sarsan bir olayın hafızamızda belirmesiyle açılır. Bu bizi olayı yaşadığımız ana
sürükler. Görücü’ler bu olaya haberci derler, çünkü o andan itibaren açtığımız
her olay yalnızca hatırlanmakla kalmaz, yeniden yaşanır. Özetlemek yalnızca
hikaye anlatmak değil, olayların altında yatan dokuyu görmektir.

Yürümek her zaman anıları hızlandıran bir şeydir. Yaşadığımız her şeyi
bacakların arkasında bir duyum olarak saklarız. Bacakların arkası, insanın
kişisel tarihinin deposudur.

Ufuktaki Enerji Etkileşimi


Anıların akıldan çıkmayan hatırası ancak gerçek zihinden gelebilir. Hepimizin
kullandığı yabancı akıl, ucuz bir modeldir; ekonomik ve herkese uyan tek beden.

Seni dilin bildiğin dünyasından uzaklaştıracak bir güçle yüzleşmek üzere


kendini hazırla. Zayıf noktan, her zaman yöneten olma isteğindir; yalnızca
sorumlu olmayı değil, herhangi bir durumun da hep senin denetiminde olmasını
istiyorsun. Bir şey denetimin sende olmasını engelleyecek. Sana geldiğini
hissettiğin şeylerle yüzleşmek için ayıklığa, akıcılığa ve yalnızlığa ihtiyacın var.

Yaptığın her şey bir farkındalık eylemi olmalı; beklentilerden, başarısızlık


korkularından, başarı umutlarından arınmış bir farkındalık eylemi. Yaptığın her
şey, kendini sonsuzluğun dürtülerine açtığın doğaçlama bir eylem olmalı.
Gerçek zihninin hızı ayarlamasına izin ver. Sessiz ol ve ne olursa olsun korkma,
endişelenme.

Farkındalığın Karanlık Denizi’ne Yolculuklar


Farkındalığın karanlık denizi gerekli olan her şeyi bizim için sağlar. Görücü’lerin
sanatı, Kartal’ın her işaretini farketmek ve izlemektir. Bunun için cesaret, güç
ve her şeyden önce ayıklık gerekir. Bu üçü bir araya geldiğinde ortaya çıkan şey
zarafettir.

İnorganik Farkındalık
Zaman ve mekan açısından karşılaştığın durumlarla ilgili zorluk, yalnızca
kullanımındaki uzay ve zaman içeriğinin farkında olmandır.
Yaşamın farkında olmak olduğunu düşünürsek, inorganik varlıkların da yaşamı
vardır. Hayat, farkındalığın yoğunluğu, keskinliği ve süresi ile ölçülecekse, onlar
bizden daha canlıdır.

Sıradan bir insan için ölüm, organizmasının ve farkındalığının sona ermesi


demektir. İnorganik varlıklar için de ölüm aynı anlama gelir. Ölüm, Kartal’a
çekilme eylemidi; yaşam deneyimleriyle yüklenmiş bireysel farkındalık,
sınırlarını aşar ve Kartal’a doğru akar.

İnsanın tüm ruh hallerini ve eylemlerini yöneten, bedeninin farklı bölümlerinin


mevcut koşullarıdır; işlevsiz hale gelen parçalar bedenin geri kalanın da
dengesini bozar. Örneğin bir insan yediklerinden dolayı hastalandığında,
midenin durumu tüm bedeni etkiler. Ölüm, parçaların tekil etkilerini kaldırıp
farkındalığı tek bir bütünde birleştirir.

Görücü’ler için ölüm, enerjilerinin her bir parçasını dahil eden bir birleştirme
eylemidir; birleştirme gerçekleştiğinde ortada ceset yoktur. Bedenleri bir bütün
olarak farkındalık yüklü enerjiye dönüşür. Organizmanın koyduğu sınırlar,
ölümün yıktığı sınırlardır.

Kaynaklarımızı kısıtlayan, özünde bir yorumlama sistemi olan idrakimizdir.


Yorumlama sistemimiz, neyin ne olduğunu bize söyler ve bu yorumlama
sistemini tüm hayatımız boyunca kullandığımız için, onun ilkelerine aykırı
davranmayı aklımızdan bile geçirmeyiz.

İnorganik varlıkların enerjisi bizi iter ve bu itmeyi ruh halimize göre yorumlarız.
Ne kadar az yorum yaparsak, o kadar iyi durumda oluruz. Bir hayaletin tuhaf
görüntüsüyle karşılaştığında, duruşunu sağlamca sabitle ve kararlı bir tavırla
ona bak. Eğer inorganik bir varlıksa, yorumun ölü yapraklar gibi dökülür. Hiçbir
şey olmuyorsa, bu yalnızca zihninin bir sapmasıdır ve zihnin sana ait değildir.

Net Görüş
Ne kadar iyi bir okuyucu olduğunun ve kaç tane kitap okuyabildiğinin hiçbir
önemi yoktur. Önemli olan, okumak istemediğini okuma disiplinine sahip
olmandır. Okula gitme alıştırmasının özü, neyi kabul ettiğinde değil, neyi
reddettiğindedir.

Görücü’ler hiçbir şeyden şikayet etmezler. Sonsuzluğun onlara verdiği her şeyi
bir meydan okuma olarak kabul ederler. Bir meydan okuma kişisel değildir; bir
lanet veya nimet olarak alınamaz.
Hatalı olan çevrendeki insanlar değil; çünkü onların çoğunun kendini önemseme
bataklığından çıkış imkanı yok. Hatalı olan sensin, çünkü sen bu imkana
sahipsin. Ama yine de onları yargılamakta tereddüt etmiyorsun; oysa herhangi
bir ahmak da bunu kolaylıkla yapabilir. Onları yargıladığında, yalnızca onların en
kötü yanlarını öne çıkarmış olursun. Senin mücadelen insanları oldukları gibi
kabul etmek olmalı; insanları rahat bırak.

Günlük yaşamın inişleri ve çıkışları vardır. Kazanırsın, kaybedersin ve ne zaman


kazanıp ne zaman kaybettiğini de çoğunlukla ayırt edemezsin. Bu, öz-
yansıma’nın hükmü altında yaşamak için ödenen bedeldir. Bir pislik olduğun için
kendini suçlu hissetme, ama öz-yansıma’nın hükmüne son vermek için elinden
geleni yap.

Tüm hayatım boyunca, kimsenin yardımı olmadan enerjiyi evrende akarken


algıladığımın kesinlikle farkındaydım. Böyle bir farkındalık beni çok etkiledi.
Saklanmak istedim. Kendimi çıplak bulduğum ve ne yapacağımı bilmediğim bir
rüya gibiydi bu. Çıplaklıktan da daha fazlasını hissettim; kendimi savunmasız,
zayıf ve kırılgan hissettim.

İnsan formunu kaybetmek, insanın yetersizliklerinin ortadan kalktığı bir zamana


işaret eder; sanki üzerimize çöken bir sisin yavaş yavaş dağılması gibi. Ancak
hiçbir koşulda bunun kesin bir başarı olduğuna inanma. Görücü’lerin dünyası,
bir hedefe ulaştıktan sonra sonsuza kadar bir kazanan olarak kaldığın olağan
yaşam dünyasına benzemez. Görücü’lerin dünyasında, bir hedefe ulaşmak, asla
bitmeyecek olan mücadeleni sürdürmek için en etkili araçları edindiğin
anlamına gelir.

Çamur Gölgeler
Fiziksel beden ve enerji bedeni, dengelenmiş tek enerji konfigürasyonudur; bu
ikisi arasındaki düalizmden başka bir düalizm yoktur. Beden ve zihin arasındaki
ikiliğin herhangi bir enerjisel temeli yoktur.

Disiplin yoluyla herkes enerji bedenini katı bir varlık olarak fiziksel bedeninin
tam bir kopyası haline getirebilir. Görücü’lerin öteki veya çift kavramı buradan
gelir. Aynı disiplin süreçleri aracılığıyla, herkes katı fiziksel bedenini, enerji
bedeninin mükemmel bir kopyası olacak biçimde insan gözüyle görülemeyen bir
enerji kütlesi olarak biçimlendirebilir.

Biz mahkumuz; bu enerjik bir gerçektir. İnorganik yırtıcılar, onlara gıda


olduğumuz için denetimi ele geçirdiler ve bizi acımasızca sömürmekteler. Bizim
tavuk kümeslerinde tavuk yetiştirdiğimiz gibi, bu yırtıcılar da bizi yiyecekleri
olarak yetiştiriyorlar.

Yırtıcılar bize inanç sistemlerimizi, iyi ve kötü hakkındaki fikirlerimizi, sosyal


adetlerimizi verdiler. Umutlarımızı, beklentilerimizi, başarı veya başarısızlık
hayallerimizi kuran onlar. Bize açgözlülük ve korkaklık verdiler. Bizi kayıtsız,
sıradan ve bencil yapan yırtıcıların zihnidir.

Bizi itaatkar, uysal ve zayıf tutmak için, yırtıcılar muazzam bir manevraya
giriştiler; strateji olarak muazzam, ama maruz kalanların bakış açısından
korkunç bir manevra. Yırtıcılar bize zihinlerini verdiler. Yırtıcıların zihni
şatafatlı, çelişkili, asık suratlı ve her an keşfedilme korkusuyla doludur. Hiç
açlık çekmemiş olsan bile (her an manevrasının ortaya çıkacağından ve
yiyeceğinden olacağından korkan yırtıcının kaygısından başka bir şey olmayan)
yiyecek kaygın var.

Bebekler, enerji kozalarının üzeri parlayan bir tabaka ile kaplanmış, ışık saçan
enerji topları gibidirler. Bu parlayan farkındalık tabakası yırtıcıların tükettiği
şeydir ve bir insan yetişkinliğe ulaştığında, o parlayan farkındalık katmanından
geriye kalan tek şey dar bir saçaktır. Bu saçak, insanlığın ancak zar zor
yaşamaya devam etmesine izin verir.

Bu dar farkındalık alanı, insanın yakalandığı öz-yansıma’nın merkezidir.


Yırtıcılar, öz-yansıma’mız ile oynayarak, acımasız bir biçimde tükettikleri
farkındalık parıltıları yaratırlar. Bize farkındalığın parıltılarını yükseltmeye
zorlayan gerçek olmayan problemler verirler ve sahte endişelerimizin enerjik
parıltısıyla beslenmek için bizi hayatta tutarlar.

İnorganik bir varlık olan bu yırtıcı, diğer inorganik varlıklar gibi bizim için
tamamen görünmez değildir. Çocukken onu görürüz ama korktuğumuz için
düşünmek istemeyiz. Bazı çocuklar bu gerçeğe odaklanmak konusunda ısrar
edebilirler ama etraflarındakiler onları bundan vazgeçirir.

İnsanlık için tek kurtuluş disiplindir. Gerçek disiplin, beklentilerimizde yer


almayan olasılıklarla dinginlikle, soğukkanlılıkla yüzleşme kapasitesidir.
Disiplin, sonsuzlukla yılmadan yüzleşme sanatıdır.

Çözüm, yırtıcıların zihnine disiplin yüklemektir. Eğer biri yırtıcıların zihnini içsel
bir sessizlikle zorlarsa, yırtıcı kaçar ve bu manevra da uygulayana zihnin
yabancı kökeninin kanıtını verir. Yırtıcı geri gelir ama eskisi kadar güçlü olarak
değil ve kalıcı olarak gideceği güne kadar böyle sürer. Bu, gerçekten kendi
başına kaldığın hüzünlü bir gündür. Sana ne yapman gerektiğini söyleyecek,
alışık olduğun ahmaklıkları dikte edecek yabancı kökenli bir zihin artık yoktur.

Bu, bir görücü’nün hayatındaki en zor gündür, çünkü ömür boyu süren bir
tahakküm sonrasında bize ait olan gerçek zihin, utangaç, güvensiz ve kurnaz
hale gelmiştir. Görücü’lerin gerçek savaşı bu andan itibaren başlar. Bir benliğe
sahip olmamak, bizi faaliyetten, etkileşimden ve düşünmekten uzaklaştırıyor.

Yırtıcılar evrenin önemli bir parçasıdır ve gerçekte oldukları gibi, amansız


meydan okuyucular olarak kabul edilmelidirler.

Uçuruma Atlama
Bir bilgi insanının bel kemiği alçakgönüllülük ve verimliliktir; beklentisizce
eyleme geçmek ve karşılaştığı her durumla baş edebilmek için elinden gelenin
en iyisini yapmak.

You might also like