You are on page 1of 11

Peki ama insanla hayvan arasmdaki bu özden kaynaklanan fark nedir?

Bu
sorunun en yalın, en genel ve en popüler cevabı bilinç'tir, duyusal ayırt etme
gücünün, dış nesneleri aşikâr özelliklere göre algılamanın ve kendince
değerlendirmenin, yani böyle bir bilincin hayvanlarda olmadığım söylemek
mümkün değildir.
Dar, kesin anlamda bilinç, sadece bir özün kendi cinsini, varlığını kendi
nesnesi* yaptığı yerdedir.
Hayvanın nesnesi birey olarak kendisidir -bu yüzden benlik duygusuna
sahiptir- ama cins olarak değil; bu nedenle onda adını bilmekten alan bilinç
noksandır.
Bilinç neredeyse bilim için yetenek oradadır. Bilim cinsler bilincidir. Yaşamda
bireylerle, bilimde cinslerle ilişki içinde oluruz. Ama sadece cinsini, varlığının
kendi nesnesi yapan bir öz** öteki şeyleri ya da özleri esas doğalarma göre
nesne haline getirebilir
Nesne (Aim. Gegenstand, Objekt): Öznenin dışında bulunan ve onun
bilmesine konu olan.
Bu yüzden hayvanın sadece tek, insanın iki yaşamı vardır: Hayvanda iç yaşam
dış yaşamla birdir; insanın bir iç ve bir dış yaşamı vardır.
İnsanın iç yaşamı kendi cinsiyle, kendi özüyle ilişki içindeki yaşamdır.
İnsan düşünür, yani evirir (konversiert), kendisiyle konuşur.
Hayvan kendi dışmda başka bir birey olmaksızın bir cins-işlevini yerine
getiremez; oysa insan başka biri olmaksızın cinsin düşünme, konuşma işlevini
-zira düşünme ve konuşma dnsin gerçek işlevleridir- yerine getirebilir. İnsan
kendidir, aynı zamanda Ben ve Sen'dir; o kendini başkasının yerine koyabilir,
yalnız bireyselliği değil cinsi, özü kendi nesnesi olduğu içindir bu.

Ancak din sonsuzluk bilincidir; demek ki din, insanın kendi, hem de sonlu,
sınırlı olmayan, tersine sonsuz özüne ilişkin bilincinden farklıdır ve başka
türlü de olamaz. Gerçekten sonlu bir öz, sonsuz bir özün bilinci hakkında en
ufak bir fikre sahip değildir, zira özün engelleri bilincin de engelleridir

Yaşamı ve özü belirli bir bitki türüyle sınırlı tırtılın bilinci bu sınırlı alanın
dışına çıkamaz; o gerçi bu bitkiyi öteki bitkilerden ayırt eder ama daha
fazlasım bilmez. Bu tür sınırlı ama sınırlılığı nedeniyle yamimayan, güvenli bir
bilince bu yüzden bilinç değil, içgüdü diyoruz. Dar, kesin ya da esas anlamda
bilinç ile sonsuzluk bilinci birbirinden ayrılmaz; sınırlı bilinç, bilinç
değildir;hilincin doğası her şeyi kapsar, sonsuzdur. Sonsuzluk bilinci, bilincin
sonsuzluğuna ilişkin bilinçten başka bir şey değildir. Ya da: Sonsuzluk
bilincinde, kendi özünün sonsuzluğu bilincin nesnesidir
Bu yüzden her gezegen kendi güneşinde kendi özünün yansısını bulur. İnsan
bu yüzden nesne üzerinde kendmin bilincine varır:
Nesne bilinci insanın özbilind'dir.
Nesneden hareketle insanı tanırsın; nesnede insanın özü sana görünür: Nesne
insanın açk, belirgin özüdür, onun hakiki, nesnel Ben'idir.
Ve bu durum yalnız manevi değil, duyusal nesneler için de geçerlidir.
İnsana en uzak nesneler de olsalar, onun nesneleri olduklan sürece ve
oldukları için insani özün görünen yüzleridir.
Ay da, Güneş de, yıldızlar da insana, kendini bil, gnothi seauton, diye
seslenirler.
İnsanın onları görmesi ve nasıl görüyorsa öyle görmesi kendi özünün bir
kanıtıdır. Hayvan yaşam için zorunlu ışık tarafından, insan ise en uzaktaki
yıldızın zayıf ışığı tarafından da etkilenir.
Sadece insan saf, anlaksal,* çıkarsız bir sevinç ve heyecan duyar; sadece
insan, gözüyle teorik şenlikler kutlar. Gökyüzündeki yıldızların, yeryüzüyle ve
onun ihtiyaçlarıyla ortak yarn olmayan yararsız ve zararsız ışığına bakan göz
bu ışıkta kendi özünü, kendi başlangıcını görür. Gözün doğası gökseldir. Bu
yüzden insan yeryüzünün üzerinde sadece gözle yücelir; bu yüzden teori
gökyüzüne bakışla birlikte başlar. ilk filozoflar birer astronomdu. Gökyüzü
insana belirlenimini, onun sırf davranmak değil, bakmak için de belirlendiğini
anımsatır.

Duygu yalnızca duygulu-olan tarafından, yani kendisi, kendi özü tarafından


belirlenir. İrade ve akılda da durum böyledir. Bu yüzden hangi nesnenin
bilincine varırsak varalım aynı z manda hep kendi özümüzün bilincine varırız;
kendimizi gerçekleştirmeden başka hiçbir şeyi gerçekleştiremeyiz. İstemek,
duyumsamak, düşünmek, varlıklar, gerçeklikler -bütün bunlar birer yetkinlik
olduğu için akJla aklı, duyguyla duyguyu, irade/Jle iradeyi sınırlı, sonlu, fani,
geçici bir güç olarak duyumsamamız ve algılamamız mümkün değildir. Yani
sonluluk geçicilikle aynı şeydir; sonluluk geçicilik için sadece bir
euphemizm'dir.* Sonluluk metaâzik, teorik ifadedir, geçicilik patolojik, pratik
ifadedir. Anlık için sonlu olan şey jiirek için geçiddİT. Ancak bizim, iradenin,
duygunun, aklın bilincine sonlu güçler olarak varmamız mümkün değildir,
çünkü her yetkinlik, her güç ve varlık kendisinin doğrudan doğruya
gerçekleştirilmesi ve güçlendirilmesidir. Yetkinlikler olarak duyumsamadan
sevmek, istemek, düşünmek mümkün değildir, sonsuz bir sevinç duymadan
insanın seven, isteyen, düşünen bir öz olduğu algılanamaz. Bilinç bir özün
kendi-kendinin-nesnesi- olması'dır; bu yüzden özel bir şey, kendi bilincinde
olan özden farklı bir şey değildir. Aksi takdirde o nasıl kendinin bilincinde
olabilirdi? Bu nedenle bir yetkinliğin bir yetkin-olmayan olarak kendi bilincine
varması mümkün değildir, duyguyu smırh duyumsamak, düşünmeyi sınırlı
düşünmek mümkün değildir. Bilinç, kendini gerçekleştirmek, kendini
olumlamak, kendini sevmektir, kendi yetkinliğinden sevinç duymaktır. Bilinç
yetkin bir özün karakteristik belirtisidir; bilinç sadece doygun, yetkin bir
özdedir. İnsanın kendini beğenmişliği bile bu hakikati doğrular. İnsan aynaya
bakar; endamından hoşnut kalır. Bu hoşnutluk endamının yetkinliğinden,
güzelliğinden çıkan zorunlu, iradedışı bir sonuçtur. Güzel endam kendi içinde
doygundur, zorunlu olarak kendinden hoşlanır, kendini zorunlu olarak
kendinde yansıtır. İnsan sadece kendi bireysel endamıyla cilveleştiği zaman
bu, kendini beğenmişliktir ama insani endama hayran kalırsa değildir ve ona
hayran kalmalıdır; insani endam daha güzel, daha yüce bir endam
*tasarlayamaz.* Ancak her öz kendini, kendi varlığını sever ve sevmelidir de.
Varlık bir servettir. Bacon şöyle der: "Varlığa layık olan her şey bilime de
layıktır." Varolan her şeyin değeri vardır, o ayırmaya (Distinktion) ilişkin bir
özdür; bu yüzden kendini olumlar, devam ettirir. Ama kendini olumlamanın
en yüce biçimi, kendisi bir ödül olan bu biçim, bir yetkinlik, bir mutluluk, bir
servet olan bilinçtir. Euphemizm: Aşırı süslü üslup, (Çev. n.)
Ne kadar uzağı görürsen özün de o kadar ileriye uzanır ve de tam tersi.
Hayvanın gözü ve özü ihtiyacından öteye uzanmaz. Özün ne kadar ileriye
uzanırsa sınırsız benlik duygun da o kadar ileriye uzanır, o kadar tann
olursun.Madde alemindeyken çok azımız sorumluluktan kurtulma çabasıyla
başkalarının üzerine nasıl gerekiıiz yükler yüklediğimizi fark ederiz. Ancak,
gözlerimiz açıldıktan sonra, işin içinden sıyrılmaya çalışıp, kendi
sorumluluklarımızı ve yüklerimizi başkalarının üzerine ne kadar çok
yüklemeye çalışırsak, o kadar büyük yüklerin bizim üzerimize yüklendiğini
idrak ederiz. Birinci kattaki odaya dönerken, Şefimiz, "Bir arzu ifade edilir
edilmez gerçekleşebilir mi?" diye sordu. Evsahibemiz, "Eğer arzu doğru
biçimde ortaya konulmuşsa gerçekleşecektir" dedi ve sözlerine devam
ederek, arzunun bir dua biçimi olduğunu, onun İsa'nın da geçmişte kullandığı
doğru dua biçimi olduğunu, onun dualarının daima yanıtlanmış olduğunu;
daima yanıtlanan bir duanın doğru dua olması gerektiğini, dolayısıyla bilimsel
olması gerektiğini ve, eğer bilimselse, değişmez yasaya göre olması
gerektiğini söyledi. Sonra o, konuşmasını sürdürerek şöyle dedi: "Bu yasa,
'Bildiğinizde, duanız yerine getirilir,' ve 'Her neyi arzu edi25 yorsanız, dua
ettiğinizde, onu alacağınızı bildiğinizde, ona sahip olacaksınız,' sözleriyle ifade
edilmiştir. Eğer biz, olumlu bir biçimde, her neyi istemişsek onun zaten bizim
olduğunu bilirsek, yasaya uygun olarak iş görmüş oluruz. Eğer arzu
gerçekleşmişse, o zaman yasanın yerine getirildiğini de biliriz. Eğer arzu
gerçekleşmemişse, o zaman yanlış bir biçimde istediğimizi bilmeliyiz. Burada
hatanın Tann'da değil, bizde olduğunu bilmeliyiz Arzunuzu. ifade ederken
olumlu sözcükler kullanın. Arzu ettiğiniz mükemmel durumdan başka bir şeyi
ifade etmeyin. Sonra ruhunuza sadece ve sadece o mükemmel tohum fikri
ekin. Hastalığınızın iyileşmesini değil, mükemmel sağlığı tezahür ettirmeyi;
uyumsuzluktan, sefaletten ve sınırlamalardan kurtulmayı değil, uyumu ifade
etmeyi ve bolluğu yaratmayı isteyin. Tüm o olumsuz durumları eski bir giysiyi
çıkarıp atar gibi fırlatıp atın. Onlar eski ve artık size. küçük gelen, aşıp geride
bırakmanız gereken şeylerdir; onları sevinçle çıkarıp atabilirsiniz. Onlara
dönüp bakmayın bile. Onlar hiçbir şeydir -hiçbir şey
Şimdi düşünceniz ve vizyonunuz tek merkezi atomda, Tanrı' da sabitlenmiş
olarak, arzunuzu onun üzerine damgalayana dek o atomu tutun. O zaman o
atomun titreşimini o buza dönüşene dek düşüreceksiniz. Sonra o atomun
çevresindeki tüm atomlar hızla sizin arzunuza itaat edeceklerdir. Onların da
titreşimi düşecektir ve en sonunda onlar da merkezi parçacığa
yapışacaklardır, ve siz böylece bir anda istediğiniz buza sahip olacaksınız.
Bunun için çevrenizde bir su olması da gerekmez. Sizin sadece o ideale
ihtiyacınız vardır."

Ardından, evsahibemiz yine konuşmaya başladı: "Biz düşünce titreşimlerini


atmosfere fırlatabiliriz, bunlar geçmiŞ olayların düşünce titreşimleriyle
birleşir ve bizim titreşimlerimiz bu geçmiş düşüncelerin titreşimlerini toplayıp
belli bir noktada bir araya getirebilir. O zaman siz tıpkı yaşandıkları zamanki
gibi yeniden üretilmiş olan o sahneleri görebilirsiniz. Bu size olağanüstü bir
şey gibi görünebilir ama, çok geçmeden, sizin insanlarınız gördüğünüz bu
görüntülere benzer görüntüler üretiyor olacaklar. Aradaki tek fark şu ki, onlar
fotoğrafik ve mekanik olacaklar, oysa bizimki her ikisi de değildir.

Öyleyse, bu sizin düşündüğünüz gibi maddesel bir evren değildir. Sadece siz
onu öyle tanımlarsınız. O ruhtan (spirit) ortaya çıkmıştır ve ruhsaldır. Bu
düzenli, gerçek, temel bir şeydir. Eğer düzenliyse, bilimseldir de; eğer
bilimselse, zekidir de, o zeki yaşamla birleşmiş yaşamdır. Zeka ile birleşmiş ve
onun tarafindan yol gösterilen yaşam irade haline gelir ve, iradeyle, o insanın
yeteneği ve işi haline gelir. Ruh (Spirit) esas, titreşen, yaratan güçtür; ve siz
sadece onu kabul ederek ya da onun var olduğunu bilerek o titreşime girip
onun gücünü kullanabilirsiniz; sonra onun ortaya çıkmasına izin verirsiniz, ve
onun tümü sizin emrinizde olur. Sizin için o içinizde bulunan, daima-güçlü ve
sürekli bir yaşam kaynağı olur. ·
Tanrı, dışınızda bulunan, sizin onu içinize getireceğiniz ve sonra dünyaya
sunacağınız bir varlık değildir. Tanrı, kendi düşünce eyleminizle üretip
canlandırabileceğiniz o güçtür. Bu gücün sizin içinizde ve tüm çevrenizde
olduğu doğrudur, ama siz onu düşünüp onun var olduğunu bilene dek o
hareketsiz kalır. Ancak siz onun var olduğunu bildiğinizde, o sınırsız bir
biçimde sizin içinizden akar. Brianna Beach

Rizom (felsefe)

Rizom ya da köksap, Gilles Deleuze ve Félix Guattari tarafından geliştirilen,


özdeşlik, birlik, ikili karşıtlık, hiyerarşi ve durağanlıkla karakterize olan “ağaç
biçimli” klasik batı felsefesine alternatif olarak ortaya konulan oluşa, çokluğa,
farklılığa, harekete ve yatay yayılmaya dayalı bir düşünce modelini ifade eder.
Rizomatik düşünce ile ağaç biçimli düşünce arasındaki fark, anlamını botanik
kavramları olan ağaç ile rizom arasındaki görünüş farklılığında bulur. Ağacın
bir başlangıç noktası (kökü) ve nihai bir varış noktası olmasına karşı, rizomun
belirli bir başlangıç noktası ve sonul bir varış noktası yoktur. Bütün bağlantı
noktaları belirli bir kökten çıkan ve dolayısıyla köke referansla
anlamlandırılabilen ağacın aksine, rizomun bağlantı noktaları bir araya
gelerek üst bir bağlantı oluşturmadan, çatallaşmalar ve kırılmalarla ilerler,
dolayısıyla rizomun yayılımı belirli bir köke geri götürülemez. Ağaç önceden
verili belirli bir güzergâhtan ilerler ve sırasıyla kök, gövde ve yapraklardan
geçerek gelişimini tamamlar, rizomun ise belirli bir güzergâhı yoktur, o
kendisine yeni yollar bularak ilerler. Bu çerçevede ağaç bir “evrimle”[1] rizom
ise “oluşla” karakterize olur. Rizomun “oluşu bir ağaçtan ya da bir kökten çok
farklıdır, ilerleyen noktalar ya da kurduğu bir düzen yoktur.”[2]

Ağacın görüntüsünün, hiyerarşik bir örgütlenme ve yapılar arasında statik bir


ilişki modeline, rizomun görüntüsünün ise yatay bir örgütlenme ve hareketli
bir ilişki modeline gönderimde bulunması, rizom kavramının
politikleştirilebileceğinin işaretidir. Rizom, tekilliklerin yeni bağlantılar
kurmak yoluyla çoğullaştığı, çokluğun temsil ve özdeşlik yoluyla belirli bir
birliğe dönüşmediği, hareketli bir zemindeki yatay ve çoğul bağlantıların
ifadesi olan bir siyaset modeline işaret eder. Rizom “birleştirdikleri ağlar için
hiçbir hiyerarşik düzene sahip olmaması”[3] nedeniyle, meta,
sermaye, nüfus gibi akışları kontrol altına alarak hareketleri sınırlandıran ve
bu akışları hiyerarşik bir modele göre örgütleyen devlet gibi ağaç biçimli
örgütlere karşı bir mücadele zemini sunar.

“Ağaç modelinin Batı gerçekliği ve Batı düşüncesine, botanikten biyolojiye,


gnoseoloji,  teoloji,  ontoloji  ve  felsefe  tamamına”[4] egemen olduğunu
belirten Deleuze ve Guattari, rizom kavramı aracılığıyla özdeşliği, birliği ve
hiyerarşik düşünce/siyaset örgütlenmesini yapıbozuma uğratan ve farklılık,
çokluk ve yatay ilişkilerle karakterize olan yeni bir düşünce ve siyaset modeli
geliştirirler.

Kökenin reddi olarak rizom[değiştir | kaynağı değiştir]

Ağaç biçimli düşüncenin en temel özelliklerinden bir tanesi de, belirli bir
temeli/kökeni referans alan açıklama biçiminde görülür. Köken referanslı
açıklama biçimi, farklılığı temsil aracılığıyla özdeşliğe dönüştürme
eğilimindedir. Ağaç bütün bağlantı noktaları bir önceki bağlantı noktasına geri
götürülebilecek bir gelişim seyri izler ve bütün bağlantı noktaları bir kökende
toplanır. Dolayısıyla her bağlantı bir önceki bağlantıyı, köken ise bütün
bağlantıları temsil eder. “Heterojen halde hareket eden, farklılaşan birimlerin
birinden bir diğerine sıçrayan”[5] bir seyir izleyen rizomun ise, bağlantı
noktaları başka bağlantı noktaları tarafından sürekli kesintiye uğrayarak
çatallaşır ve bu nedenle rizom geriye doğru götürülemeyecek bir “oluş”un
ifadesidir. Bu özelliğinden ötürü rizom, temsile ve özdeşliğe karşı bir direnç
göstererek sürekli yersizyurtsuzlaşır ve böylece kodlama sistemlerinden
kaçan bir hareket tarzı izler

Köken referanslı açıklama biçimi, bütün bir süreci kökenin gelişim seyrinden
hareketle anlamlandırmaya çalışarak, şeyleri kendi farklılığı ve tekilliği
içerisinde ele almak yerine kökenin izdüşümü olarak telakki eder. Özdeşliğin
egemenliği altındaki böyle bir düşünce, kökende temsil edilemeyecek bir
gelişim seyri izleyen olguları ise, olması gereken modelden bir tür “sapma”
olarak görür ve farkı pejoratif anlamda tanımlar. “Böyle bir köken aramak,
‘önceden olmuş olanı’, kendine tamamen uygun bir imgenin ‘aynı’sını
bulmaya çalışmaktır; bu, meydana gelebilecek beklenmedik olguların
tümünü, tüm hileleri ve gerçeği peçeleyen her şeyi arızi olarak kabul
etmektir.”[6] Rizomatik düşünce ise, retrospektif bir şekilde olguları bir
temele götürmeye ve böylece farkı ‘bir’in egemenliğinde totalleştirmeye
çalışan yaklaşımları yapıbozuma uğratarak, farkı ön plana çıkarır ve düşünceyi
temsil sisteminden kurtarmaya çalışır. “Asıl önemlisi, rizom ya da çoğulluğun
asla aşırı kodlanmaya izin vermemesidir, çizgilerinin ya da çizgilerine bağlı
sayı çoğulluklarının üstünde destekleyici bir boyut yoktur.”[7]

Rizomatik düşüncenin kodlama ve temsil sisteminden kaçan ve sürekli yeni


bağıntılar kurarak ilerleyen yapısı, yeni olana açıklıkla karakterize olur. Bu
çerçevede rizomatik düşünce, kavramları yerleşik göstergeler sisteminden
kurtarır ve onları farklı bağlantılar kurmaya hazır hale getirir. Kurulan bu
bağlantılar, tıpkı rizomun ilerleyişinde olduğu gibi kırılmalar, ayrılmalar ve
tekrar birleşmeler yoluyla gerçekleşeceği için, kavramlar yeniden bir kod
sistemine hapsolmaktan kurtularak özgürleşirler. Rizomatik düşünce, bu
karakterinden ötürü yerleşik göstergelere karşı bir tür göçebe düşünce olarak
ortaya çıkar.

Rizomatik düşüncenin belirli bir temele/köke dayanan ağaç biçimli


düşünceleri yapıbozuma uğratma girişiminin en somut örneklerinden biri,
Deleuze ve Guattari’nin psikanalize yönelik eleştirilerinde bulunabilir. Ağaç
biçimli düşüncenin tipik bir örneği olan psikanaliz belirli bir temelden
hareketle, insani varoluşun farklı veçhelerini Oedipus'u referans alarak
anlamlandırmaya ve psikolojik olguları retrospektif biçimde Oedipus’a
götürerek, aile aracılığıyla kökende temsil etmeye çalışır. Deleuze ve Guattari
ise şizoanaliz aracılığıyla, Oedipus’ta temsil edilerek aşkınlaştırılan arzuyu
temsil ve kodlama sisteminden kurtararak, arzunun toplumsal üretimini açığa
çıkarmaya çalışırlar.
Hafıza ve yaratıcılık[değiştir | kaynağı değiştir]

Rizomatik düşünce ile ağaç biçimli düşünce arasındaki temel ayrım


noktalarından birisi de, kısa dönemli hafıza ile uzun dönemli hafıza arasındaki
farktan neşet eder. Ayrıca bu ayrım, rizomatik düşüncenin yaratıcı karakterini
gözler önüne serer. Kısa dönemli hafızayla uzun dönemli hafıza arasındaki
ayrım niceliksel bir farka referansla kurulmaz, “kısa dönem hafıza  bir köksap
ya da kroki,  uzun dönem hafıza  ise ağaçsı ve merkezidir.”[8] Uzun dönemli
hafıza bir kökene doğru geri gider ve olguları belirli bir totaliteyle (aile, ırk,
toplum vs) ilişkiye sokarak anlamlandırmaya çalışır. Bu çerçevede uzun
dönemli hafızayla karakterize olan ağaç biçimli düşünce, eskinin/olmuş olanın
tespitiyle sınırlı ve kopyalama mantığının tasallutu altındadır. Harita ise çoklu
girişlere, çıkışlara, bağlanabilir, ters çevrilebilir hatlara sahiptir. Kopya
başladığı yere dönme eğiliminde olması hasebiyle kendi kendine gönderimde
bulunurken, harita yeni olana ve dışarıyla ilişki kurmaya açıktır. “Başladığı
yere dönen kopyanın aksine haritanın birden fazla giriş noktası vardır.”[9]

Kısa dönemli hafıza ile uzun dönemli hafıza arasındaki farkın gösterdiği üzere,
rizomun temel özelliklerinden birisi de onun yeni olana, dışarıya açıklığıdır.
Rizomun çeşitlenerek, genişleyerek, yeni yollar bularak ilerlemesi, onun
yaratıcı gücünü gözler önüne serer. Bu çerçevede rizomatik düşünceyle,
Deleuze ve Guattari’nin yaratıcılıkla karakterize olan felsefe anlayışı arasında
bir paralellik söz konusudur. Deleuze ve Guattari’ye göre “ her zaman yeni
kavramlar yaratmak; felsefenin amacı budur.”[10]

Uzun dönemli hafıza, geçmiş değerlerin ve değerlendirme tarzlarının


tasalluttu altında bulunduğu için, olguları ‘olmuş olanın’ perspektifinden
anlamlandırmaya ve benzerliklerin izini sürerek, yeniyi eskinin farklı bir
varyasyonu olarak telakki etmeye eğilimlidir. Uzun dönemli hafızanın
perspektifinden çokluk, ‘bir’in ve özdeşlik mantığının egemenliğinden
türetilir, dolayısıyla bu çokluk kopya üretimiyle karakterize olan sahte bir
çokluktur. Kısa dönemli hafıza ise, ‘unutabilme’ yeteneği sayesinde olguları
kendi özgünlüğü içerisinde kavrayabilen; onları bir kökene götürmek yerine
yeni bağlantılara sokan, böylece farkı ve çokluğu üretebilen yaratıcı bir
düşüncede ifadesini bulur. “Kısa dönemli hafıza için unutmak işlemin bir
parçasıdır.”[11]

Yeni değerler ve değerlendirme ilkeleri yaratamayarak, hayatı mevcut yerleşik


değerler çerçevesinde değerlendiren tepkisel bir düşünce, hayatının
farklılığını ve oluşunu kavramak konusunda acziyete düşer. Geçmişe doğru iz
sürerek, ‘farkı’ genel soyutlamalar yoluyla ‘kopya’ya dönüştürme eğilimindeki
uzun dönemli hafızada ifadesi bulan ağaç biçimli düşünce, düşünceyi de
hayatın bir kopyası olarak ele alarak düşüncenin yaratıcı gücünü yadsır.
Rizomatik düşünce ise, hayata içkin güçleri bir araya getirerek onlar arasında
yeni bağlantılar kurar ve “düşünceyi sonsuz potansiyeline”[12] genişletir. Bu
çerçevede Deleuze ve Guattari’nin yaratıcı bir edim olarak tanımladıkları
felsefenin yaratıcılığı da bir tercihten ziyade, zorunluluktan neşet eder.
Hayatın dönüşen ve farklılığı sürekli üreten gücü, uzun dönemli hafızanın
perspektifinden kurtulmayı ve yeni düşünüş tarzları yaratmayı, yaşamla
düşünce arasındaki birlikteliği sağlamayı gerektirir. “Bir yaratıcı haz uğruna
çalışan biri değildir. Mutlaka ihtiyaç duyduğu için yaratır.”[13]
Kavramlar algılanamaz ise kavramların tanığı kimdir
eidoslar ile monadlar benzermidir

KP04217874959
O zaman anlıyorum ki, bu ev coğrafi bir konum değil, Tanrı ile bağlantının ta
kendisi. Bu, her zaman sahip olduğum ama erken çocukluk yıllarımdan beri
unutmuş olduğum bağlantı. Bütün deneyimi sözcüklere dökmek oldukça zor,
çünkü onu zihinsel düzlemde yaşamıyorum. Gerçekte, nefes seansı sırasında
aklıma gelen düşüncelerin hiçbiri, aktarılabilir geleneksel düşüncelerden
değil. Tam aksine, değişim daha önce hiç ziyaret etmemiş olduğum bir
seviyede gerçekleşiyor. Transformal Nefes 'te yaptığımız ilk şey, insanlara
nasıl tam olarak ve derinden nefes alınacağını öğretmektir. Onların kendi
kısıtlı nefes alma kalıplarını keşfetmelerine ve sonra yeniden eğitmelerine
yardımcı oluyoruz. Bir saat uzunluğundaki adanmış seanslarda uygulanan
Transformal Nefes, insanın kendisinin sorumlu olduğu bir şifa yöntemidir,
düşük titreşimli hastalık yükünü ve kısıtlı hücresel hafızayı temizlemek için
nefes ile yaratılan yüksek titreşimli enerjiyi kullanır.
Ruhsallık, şifa ve duanın gücü üzerine sayısız çalışmaları olan yazar Larry
Dossey, buna "mekansız zihin" adını veriyor. İmanla dua ettiğimiz veya
onaylayıcı ifadeler söylediğimiz zaman, kendi düşüncelerimizin akışını bilinçli
olarak yeniden yönlendiriyoruz. Bu, sırasıyla evrensel zihni ve böylece tüm
bireysel zihinleri etkiliyor
bütünlüğe özbilinç demiştiniz ki bu özgürlük olarakmı kendisini ortaya koyar
bu ise
bir ...birlik ve bütünlük kavramlarını kullanırken özbilinç bütünlüktedir
dediniz..... dışsallıkta tin doyurulamaz ve kendisini bütünleyemez
sadece içsellikte kendisini bütünleyebilir dediğimizde bu kendisini özgürlük
olarakmı ortaya koyar
yani özbilinç özgürlükmüdür

yani adalet... adl esması olarakmı mı ortaya koyar

Her Yerde Hazır ve Nazır Olan olduğumuzu görmek için -Eyüb'e o vizyonda
gösterilen- o bilinç 'merdivenini' tırmanmamız gerekir. Eyüb'ün vizyonunda,
ona yerden yükselip göğe erişen bir merdiven gösterilmişti. O, Tanrı'nın
meleklerinin o me
rdivenden inip çıktıklarını -yani, Tanrı'nın fikirlerinin Ruh' tan forma
indiklerini ve tekrar yükseldiklerini- görmüştü

Tanrı-zihni ile temasa geçerek Tanrı-zihni ile düşünebilir; ve kendimizi,


olduğumuzu sandığımız gibi değil, gerçekte olduğumuz gibi bilebiliriz
Biz doğru düşünce yoluyla Tanrı-zihni ile temasa geçer ve böylece doğru bir
ifade meydana getiririz; oysa geçmişte belki, doğru-olmayan düşünceyle
doğru-olmayan bir ifade meydana getirmiştik. Ama, form ister kusursuz ister
kusurlu olsun, formun Varlığı kusursuz Tanrı-gücü, özü ve zekasıdır. Bizim
değiştirmek istediğimiz şey form'un Varlığı değil, Varlığın üstlenmiş olduğu
form'dur. Bu, zihnin yenilenmesiyle, ya da kusurlu kavramdan kusursuz
kavrama, insanın düşüncesinden Tanrı'nın düşüncesine doğru bir değişimle
yapılmalıdır. O halde, Tanrı'yı bulmak, O'nunla temas kurmak, O'nunla Bir
olmak ve O'nu ortaya çıkarıp ifade etmek son derece önemlidir. Kişisel zihnin
dinginleşip sessizleşmesi eşit derecede önemlidir, ki böylece Tanrı-zihni tüm
ihtişamıyla bilinci aydınlatabilir. O bunu yaptığında, o zaman biz 'doğruluk -
doğru kullanım- güneşinin, kanatlarında şifa ile nasıl yükseleceğini'
anlayacağız. Tanrı'nın zihni, bilinci -güneş ışığının karanlık bir odayı
doldurduğu gibi- doldurur. Evrensel Zihnin kişisel zihne akışı, dışarıdaki
havanın enginliğinin uzun zamandır kapalı kalmış, kirli havayla dolu bir
bölmeye girişi gibidir.
Varlığın deneyimlesimi yoksa varoluşun deneyimlenmesimi
1....özgürlüğü hak diye tanımlarken burada ortaya çıkan zorunluluk gerçeklik
olarak olgusallıkmıdır
2....toplumsal belirlenim bizde ikinci bir doğa meydana getirip ardından da
bu doğanın yarattığı ilk doğaya benzer yeni bir olumsallık meydana
getirmezmi

You might also like