You are on page 1of 9

KİŞİLİK (Tümüyle İnsan Olabilme Sanatı)-Leo BUSCAGLIA

Derleyen: Halit YILDIRIM 15 Mayıs 2015


ÖNSÖZ
Varoluş, üzerindeki yüceliği tümüyle denediğimizde, hiçbir parçası sezinlenmemiş
olarak kalmayacak karmaşık bir resim dokumalı duvar örtüsü gibidir. Bu anlamda hiçbir
yaşam diğerinden daha çok ya da daha az önemli veya hiçbirimiz diğer kişilerden daha çok ya
da daha az sorumlu değilizdir. Çünkü her birimiz bütünün dirimsel bir parçasıyız..
Çalışmam, utanç duymadan inşan ırkına karşı olan sevgi, saygı ve iyimserliğim ile
geleceğe karşı duyduğum umut ve heyecanı açıklamaktadır. Kitabım kendini keşfetme,
kendine saygı duyma, kişisel gelişme, değişme ve gerçekleşme yolunda olan kişiler için bir
başlama ve meydan okuma aracı olarak yazılmıştır.
Rüzgârla uçan bir tohum gibi küçük, duyarlı olması amaçlanmıştır. Olası bir
başlangıçtır. Nereye düştüğüne ve nasıl beslendiğine bağlı olarak, bu tohum ya yeşerip
gelişecek ya da ölecektir.
Loren Eiseley dünyamızı şöyle tanımlar: “Öyle bir yer ki, burada bir örümcek bile
sürekli yatıp uyumaya karşı çıkar ve bir yıldıza ağ kurmak gerekse bile bunu yapma yolunda
ölebilir.”
SUNU
Yaşam uzun bir yolculuktur ve her birimizin bu yolculuğu yapmak üzere bir tek
yaşam süresi bulunmaktadır. Bu önceden tanımlanmamış yolculukta sürekli olarak kalıp
değiştirerek, gelişerek, değişimlere uğrayarak, yorulmadan ve amansız biçimde ilerler,
kesinlikle yeniden geçemeyeceğimiz bu yolda bir daha kesinlikle yapamayacağımız
hareketleri yaparız.
Gene de hepimiz birbirine benzemeyen yolculuklarımızı yaparız.
Bugüne kadar karşılaştığım tüm insanlar aralarındaki farklılık ne olursa olsun,
başkalarına benzemez şekilde, başarılı ya da başarısız bir biçimde bu büyük yolculuğu
sürdürüyorlardı.
Hepsi evrende gerçekleşmesi kesin olan tek bir şeye, ölüme ortaktılar. İsteyerek ya da
istemeyerek her kişi kendi kişisel yolculuğunu ve yolun bitiminde karşılaşacakları nihai sonu
kabul ettirmek zorundaydı.
İnsanların her biri tüm insanlık tarihinin bir ama her birinin ayrı kendi kişisel tarihi
yazılsaydı, bunlar benzersiz birer tarihçeyi oluştururdu. Çünkü insanların her birinde ve
yaşadıkları dünyada geçmişten daha çok gelecek vardır. Onların kişilikleri her an dünyayı
oluşturur ve yeniden yaratır.
Mahatma Gandhi’nin Özgeçmişim adlı yapıtında uyardığı şeylerden kaçınmış olacağız.
Mahatma Gandhi bu yapıtında şöyle diyordu: “Olasılıkla yaşamın dördüncü evresi olan
Sannyasa’ın (Özveri) kendimizi sezinlemek ve gerçekleştirmek demek olduğu hurafesine
aşinayım. Oysa bilinir ki, bu değersiz deneyimi yaşamanın son evresine bırakanlar kendi
sezinlemeye ve gerçekleştirmeye değil,·bu dünya üzerinde yaşamanın bir yük haline geldiği
acınacak bir ikinci çocukluk çağı olan yaşlılığa ulaşırlar.”
BAŞLANGIÇ
Söze nereden başlayacaktım?
Dünya pek büyüktü.
En çok bildiğim ülkeyle, kendi ülkemle söze başlamalıydım.
Ama benim ülkem de pek büyüktü.
Kentimle başlasam daha iyi olacaktı.
Ama kentim de çok büyüktü.
1
Sokağımdan başlasam daha iyi olacaktı.
Hayır, evimden; hayır, kendi ailemden başlamalıydım.
Neyse unutun bunları. Kendimi anlatarak söze başlayacağım.
Elie Wiesel
Dünyaya gelmemizle birlikte, bize verilen en büyük ve ilk doğum günü hediyesi
yaşamdır. Çoğu kez aşağılamamıza ve değerini bilmemize karşın, bu hediye bizim en gerçek
ve değerli varlığımızdır.
Hal böyleyken bile Amerikalı yazar Hery Thoreau’nun dediği gibi, “Hiç
yaşamadan bizi ölüm noktasına götürecekmiş gibi çoğumuz yaşama pek az saygı duyarız.”
Erich Fromm bu gerçeği. “Pek çok insanın daha tam olarak doğmadan ölmeye
başladığını,” belirterek dile getirmiştir.
Çoğu insan yaşamında mutlu değildir ve mutlu olmayı beklemez. Akıl sağlığı
istatistikleri, akıl hastahaneleri ve hastahane dışında bakımı yapılan akıl hastalarının sayısında
korkutucu bir artış görülmektedir.
Yedi Amerikalıdan birinin orta yaşlılık dönemine gelmeden psikolojik tedavilerden
birine gereksinim göreceğine inanılmaktadır.
Amerika’da her yıl toplam elli bin kadın ve erkek intihar etmektedir. Ölümle
sonuçlanan her vakaya karşılık, amacına ulaşamamış sekiz ile on intihar girişimi
saptanmaktadır. Geçmişte en fazla intihar oranı 65 ve üstündeki yaş grubunda görülürdü.
Oysa intihar girişimleri şimdi korkutucu biçimde 13-19 yaş grubunda artmaktadır.
Son yirmi yıl içinde insan yaşamının incelenmesi yeni bir yöne kaymıştır. Kendilerini,
yaşamı ve insan davranışlarını gözlemeye adamış bazı bilim adamları etkin bir biçimde bu
konuyu inceliyor. Bu kişiler, duygusal gelişmenin trafiğini çıkarmaya, faklı yaşam biçimlerini
gözlemlemeye ve duygusal olayları değerlendirmeye çalışıyor, Bu bilim adamlarından;
Shultz, neşeyi; Moustakas, yalnızlığı; Tillich, cesareti; Sartre, yalıtılmışlığı; Fromm, sevgiyi,
Maslow, kendini gerçekleştirip sezinlemeyi ve Kubler-Roos, ölümü inceleyerek hepimize
yararlı olacak bilgileri aktarmaya çaba harcıyorlar.
Akıl, duyularımızla algıladığımız deneyimlerle gelişir ve kişisel dünyamız bu gibi
deneyimlerden meydana gelir. Bilinçli olarak çevrenin farkında olduğumuz sürece çevremizi
özümsemek ve yaşamlarımızı şekillendirmek işlemlerini sürdürürüz. Bu sürekli etkin bir
işlemdir. Ve zorladığımız ya da gönüllü olduğumuz veya yeni deneyimlerden
yaralanabildiğimiz noktaya değin gelişiriz.
Ana babalarımızın, arkadaş ve sevgililerimizin kendi kanılarına göre, kendi kolaylık
ve rahatlıkları için ve çoğu kez sevgi adına bizi bağlamaya ve biçimlendirmeye giriştiklerini
görürüz.
Bir takım kurumların beynimizi yıkamaya giriştikleri ve bizleri korku, utanç ve
suçluluk duygusu ile doldurduklarının da farkında oluruz. Daha sonra kendimizi savunma
amacıyla, “Çünkü ‘onlar’ bize yapmamız gerekeni yapmak için izin vermezler ki,” şeklinde
açıklama yaptığımızda bu durum şaşırtıcı olmamalıdır.
Ünlü düşünür ve oyun yazan Jean Paul Satre’ın küçük hacimli başyapıtı olan “Çıkış
Yok” kitabını, güçlü bir biçimde “Cehennem bizden gayrı kişilerdir,” diye sonuca
bağlanmasının nedeni açıktır.
Bir şey yapılmamışsa onu yapmayan bizleriz. Bir yanlış anlama varsa yanlış anlayan
da biziz. Bir duygusal acı ya da gerginlik varsa bunu yaşamayı seçen de gene bizleriz. (Korku,
neşe ya da gözyaşı dünyası pek özel ve kişiseldir ).

2
Tüm insanlığımızla yaşamayı istemeye yalnızca biz karar verebiliriz.
İşe nereden başlayacağız? Kuşkusuz şu anki durumumuzdan başlayacağız. Geçmişi bir
yana bırakacak ve şu anı kucaklayacağız. En değerli ve bizi insanlığa yaklaştıran tek
varlığımızla işe başlayacağız.
TÜMÜYLE İNSAN OLMAYA DOĞRU GELİŞMENN
AŞAMALARI
Tümüyle insan –olmaya doğru gelişmenin iyi tanımlanmış ve oldukça tutarlı beş
aşamayı içerdiği görülmektedir. Bu aşamalar doğa yönünden hiyerarşiye uyarlar. Yani, her
aşama diğerinin gelişini tanımlanmış bir sırayla izler. Buna karşın, her bir aşama kendi içinde
özerk, ayrı bir bütün ve bir önceki aşamadan bağımsızdır. Her aşamanın eksiksiz
gerçekleştirilip sezinlenme olasılığı vardır; ancak kişi bir sonraki aşamaya geçmeden· bir
önceki aşamayı tümüyle gerçekleştirmek ve sezinlemek zorunda değildir.
Diğer bir deyişle; her aşama sürekli gelişme için kendi doğal programlamasına
sahiptir. Yaşam süresi içinde belli bir gelişme düzeyine eriştiğimizde bizi daha sonraki
aşamaya sevk edecek olan aydınlanmaları, deneyimleri ve uyanışları yaşamaya başlarız.
Gözlerimizi kısarak bakarsak, yaşam biz doğumdan ölüme değin pürüzsüz götüren bir
işlemler dizisi gibi görünür. Oysa daha yakından gözlemlersek görünüşte pürüzsüz olan bu
içeriğin ne pürüzsüz, ne de sürekli olduğunu; tersine, faklı ve çoğu kez sert etkili dönemlerle,
travmalarla ve kesintilerle dolu olduğu görürüz. Yaşamımızın başlangıcında kesinlikle
başkalarına bağımlı ve meraklıyızdır. Çocukluk boyunca çevremizi saran bize göre esrarlı
yeni ve kocaman bir dünyanın harikalarını inceleme ve keşfetme girişimlerimizde
beceriksizce tökezler, çoğu kez düşer dururuz. Gençlik çağında ya bir başka kişinin kopyası
olmak için uğraşır ya da kişiliğimizi keşfedip böylece kişisel hedeflerimizi düzenleme
yolunda savaşım veririz.
Sonunda yaşlılık çağına, yaşam sona ermeden önce sezinlenecek olan son aşamaya
varmış oluruz.
Böylece tümüyle insan olarak gelişmenin ana aşamaları şu sırayla karşımıza çıkar:
Bebeklik; Çocukluk; Gençlik; Olgunluk (Yetişkinlik); (Teklifsizlik) İçten Dostluklar Kurma
ve Yaşlılık dönemleri.
Eric H. Linneberg, Bilim dergisindeki makalesinde olayı şöyle betimler: Olgunlaşma
aşamalardan oluşan bir süreç olarak tanımlanabilir. Her bir aşamada gelişen organizma bazı
özel girişleri kabul etmeye muktedirdir. Organizma bu girişleri kendisini yeni bir aşamaya
sokacak şekilde geliştirerek önce bölümlere ayırır ve sonra yeniden birleştirerek bir bütün
haline getirir. Yeni aşama organizmayı yeni ve farklı tipteki girişlere karşı duyarlı kılar. Bu
aşamanın kabulüyle organizma, daha sonraki aşama için değişime uğramış ve farklı girişleri
benimsemek için yol açmıştır.
Olgunlaşmanın her aşaması kararsızdır. Her aşama belirli yönlere doğru değişmek
üzere eğilimlidir, ancak çevreden etkilenecek bir dürtüye gereksinim gösterir.
Maslow, yaşamın tüm aşamaları boyunca, büyük bir gücün insanları kişilikte birliğe
tam bir tam bir insan olmaya doğru ittiğini bulmuştur.

GENÇLİK DÖNEMİ
Gençlik aşamasının en dirimsel acınacak özeliği ise, benliğin sezinlenmesiyle birlikte
kişinin yetişkinler ve toplum tarafından hor görülmesi bu nedenle aklının karışması
durumudur.

3
Gençlikte kendimizi sürgün edilmiş, çevreye yabancılaştırılmış ve kalmış olarak
duyumsarız. Yaşamımızdaki diğer kişiler davranışlarımızı, tutarsızlıklarımızı,
küstahlıklarımızı, güvenliklerimizi ve bir anda yapıverdiğimiz yargılamaları anlayamazlar.
OLGUNLUK (YETİŞKİNLİK) DÖNEMİ
Sözcük köküne baktığımızda olgun olma, tümüyle büyümüş ve gelişmiş olma,
büyümenin tamamlanmış durumuna karşılık gelir, ama geçirip geride bıraktığımız çocukluk
ve gençlik aşamalarının tersine, olgunluğumuz her zaman gelişecek. Yaşamımızın tüm
gelecek zamanlarında varlığının derecesi ve niteliğiyle tanımlanacaktır.
Olgunluk sevgi ya da bilgi kavramlarına benzer. Sevgi ve bilgiyi kazanmanın sonu
yoktur. Her ikisini de yalnızca yaşamak (ya da denemek) için güçlü bir isteğimiz bulunur.
Olgun kişiler üretken olma ve bu üretkenliklerini başkalarına verme yolunda içten
isteklere sahiptirler.
Otto Rank’ın deyişiyle bir “sanatçı” gibi yaşarlar.
Birlikte yaşamakta oldukları kişilerle bütünüyle fikir birliği halinde bulunmasalar da,
içinde yaşadıkları dünya ve topluma özen gösterir, saygı duyar ve değer verirler.
Şu halde temelde, tümüyle olgun insanlar sürekli gelişme halindedir çünkü
gelişmenin bir amaç değil, daha çok bir işlem olduğunu; olgunluğun
temelinde yaratıcı ve sorumluluk yüklü seçenekler yattığını sezinlerler.
Olgun kişinin temel yeteneği, başkalarıyla “koşulsuz” olarak derin, içten ve anlam
dolu ilişkiler kurabilmesindedir. Böyle kişiler sevecen, sevgi dolu ve cinselliğe karşılık veren,
toplum içinde yaşamayı seven, arkadaşları olan ve toplum içinde yaşama duygusuna sahip
insanlardır. Üretkendirler, kendilerini işlerine adarlar. Kendilerini ve başkalarını olduğu
kadar, içinde yaşadıkları toplumu da geliştirmek için değişikliklere kucak açarlar.
TEKLİFSİZ (İÇTEN) DOSTLUKLAR KURMA DÖNEMİ
Buda’lar ve İsa’lar tamam olarak doğmuşlardır.
Onlar n e sevgiyi arar ne de sevgi verirler; çünkü sevginin ta kendisidirler.
Ama tekrar tekrar doğan bizler sevginin anlamını keşfetmeli,
bir çiçeğin güzellik içinde yaşadığı gibi sevgiyi yaşamayı öğrenmeliyiz.
Henri Miller
Çoğu birey için insanlardan yalıtılmış olmak korkutucudur. İnsanlarla birlikte olma ve
ilişkilerimizi destekleme yolunda güçlü bir gereksinim duyarız.
Çoğu birey, yalnız kalmak karşı seçenek olacağı için ne pahasına olursa olsun teklifsiz
(içten) dostluklar kurmayı seçer. Temelde teklifsiz ve sürekli arkadaşlıklarla bir başkasının
benzersiz dünyasına tanıştırılırken aynı zamanda kendi dünyamızın da onurlu bir yansımasını
elde edebiliriz. İşte bu nedenle rastgele arkadaşları sevebilmek çok kolay, bir sevgiliyi
sevebilmek çok zordur. Rastgele bir arkadaşa yapacağımız yatırım bir sevgiliye oranla çok
daha az açıklayıcı ve istek doludur, ama aynı zamanda uzun süreçte gelişmemize doğru bir
adımdır, ama bunun karşılığı da bir sevgiliye oranla çok daha az ödüllendirici olur.
Çoğu kez olgunluğumuzun en iyi göstergesinin, gelişen, anlam dolu ve uzun ömürlü
ilişkiler kurma yeteneğimizde olduğu söylenir. Erich Fromm’un dediği gibi, “Olgun insan
kendini ve köklerini yalnızca, dünya ile yaratıcı ilişkiler kurmada, tüm insanlar ve doğa ile
kendini çekmiş gibi duyumsamada bulur.”

YAŞLILIK DÖNEMİ
Yaşamın öğleden sonrasının da kendine göre bir önemi olmalı ve bu dönem yalnızca
yaşamın sabahının acınacak bir eki olarak kalmamalıdır. Carl Jung

4
Tüm yaşamımızı harcayarak yaptığımız savaşımda kazandığımız pek çok şey yaşlılıkla
birlikte elimizden gidiyor ve seçeneğimiz olmadan yalnızlık, kimsesizlik ve çaresizliğe
mahkûm oluyoruz. Büyük bir utanç hissi duymadan yaşlanmamıza izin verilmiyor.
Sürekli yaşımızı saklamamız, kırışıklıklarımızı örtmemiz ve saçlarımızı boyamamız
telkin ediliyor. Başkalarına yük olmayalım diye, yaşlılar için özel topluluklar oluşturuluyor ve
burada bize benzeyen diğer kişiler arasında rahatlık ve huzuru bulacağımız söyleniyor.
Ancak, yaşlı kişi de hâlâ insandır ve izin verilirse normal bir insan gibi davranacaktır.
Gerçekte, geçen yıllar, yaşlı kişilere, gelişme yolunda yardımcı olmuştur.
Kendi farkında oluşumuzdan daha çok yaşlılığımız başkaları tarafından bizim
üzerimize yansıtılan bir sorundur.
Umut, gelecek zamanın gerçek bir parçasıdır. Ve yaşlılık çağında bile kişi umudu
seçebilir. Burada umut, ölümsüzlük ya da yenilenecek bir gençliği elde etmek istemek değil;
ama kişinin kendi benliğinin kaynağını bulmak için sürekli araştırma yapabileceği yolunda bir
umut olmalıdır.
Ölüm, yaş denilen kavrama yabancı değildir. Çünkü gerçek anlamda yaşamın her bir
aşaması tamamlandığında oluşan bir dizi ölüşlerden meydana gelmektedir.
Montaigne bu gerçeği şöyle ifade etmiştir: “Ölüm, ölüşlerin sona erdiği andır.”
Gerçekten, ölüm yalın biçimde ödünç alınmış zamanın tükenmesidir. Ama bu da yaşlanma ile
ilgili yeni bir anlayış değildir. Çünkü hiçbir aşamada kişi için yeterli zaman olmamıştır.
Ölüm, basit bir şekilde yaşama son veren bir olay değildir; ama
Elizabeth Kubler-Ross’un belirttiği gibi, gelişmenin son aşamasıdır.
Yaşamın anlamı, geriye dönüp çocukluktan yaşlılık çağına
uzanan halatın liflerine bakarak bulunamaz. Yaşam, basit biçimde doğup
büyüyüp olgunlaşmanın çok ötesinde bir şeydir. Eğer yaşamın anlamı keşfedilecekse bu
alanın yaşamın her aşamasının doğasında var olduğunu her günümüzün her dakikasını
yaşamak için savaşırken göreceğiz.
TÜMÜYLE İŞLEVSEL BİR KİŞİ OLARAK GELİŞME
Yaşamı öğreten okul ve öğretmenlerden yoksunuz. Bu konuda aradığımız yanıtları
bulmak için resmi eğitime bakarsak çoğu kez bize yargılamasız bilgiler ile anlamsız
gerçeklerin öğretilmiş olduğunu görürüz. Yanıtları dinden beklersek, benimsemeye hazırlıksız
olduğumuz bir yığın inancı kabul etmek zorunda kalırız. Bunlara uymadığımızda çoğu kez
kendimizi yetersiz ve bağımlıymış gibi duyumsarız. Yaşamı yaşayarak kendi başımıza
öğrenmeyi istediğimizde ise, hazırlıklı olmadığımız bir yığın kirli oyunla dolu olduğunu görür
ve bunlardan pek azını yara almadan atlatabiliriz.
Yaşamı dopdolu yaşamak için en yönlendirici etken, ölümden onurlu biçimde haberli
olmak ve ölümü kabul etmektir. Ölüm bize günlerin, saatlerin ya da yılların sayısının önemli
olmadığını, bundan daha fazla harcanan zamanın önemli olduğunu söyler.
Her gün yeni bir gündür. Her an taptaze bir anıdır. Eğer biz ona önem vermeyi
seçmezsek, zamanın kendi başına hiçbir anlamı kalmaz.
Zaman görecelidir. Bizimdir. Bize karşılıksız olarak; ama hiçbir zaman
biriktirilmemek üzere –akıllıca ya da, aptalca bu bize kalmış- harcayalım diye verilmiştir.
Geçen zaman gitmiş yok olmuştur. Ve çırpınışlar onu geri getiremez.
Ölüm uzun süreçte bize hiçbir şeyin bizim olmadığını öğretir. Bizler sürekli bir
tutkunluk ya da sahip olma durumunu istesek de gerçekte bunu yapamayız. Eşyalar bize
karşın, eskiyecek ya da kırılacaktır.

5
İnsanlar zamanı gelince ne denli yüksek sesle karşı çıkarsak çıkalım yanımızdan
ayrılacaklardır. Ne kadar engel koyarsak koyalım karıncalar küpümüzü ele geçireceklerdir.
Ölüm, yaşamın, en büyük öğretmenidir. Yalnızca cahiller ölümden korkar. Akıllı
insanlar ise, ölümü içten bir arkadaş ve incelikli bir öğretmen olarak benimser. Tümüyle etkin
ve işlevsel bir kişi olmak için, ölümü yaşam boyu arkadaşımız olarak edinmeliyiz.
Hür İradenin Rolü:
Bizler, kendimizi başkalarında bulamayız. Başkaları için yaşayamayız ya da kendimizi
doğrulamak için onları kullanamayız. Başkalarının bizim olmamızı istediği şey olamayız.
Çünkü onlar bizi yalnızca olabildiğimiz şeyden çekip bir başkası yapmak isteyecektir.
En kötü ile karşılaşmak üzere öyle koşullandırılmışız ki; neşe, eğlence ve sevgiyi
yaşadığımızda yolun köşesinde bizi dehşetin beklemekte olduğunu düşünürüz.
Kişiler yaşamlarının sorumluluğunu ya toplum, aile, dost ve sevgili gibi dış güçlere
bırakır ya da en acı sorumlulukları bile, kendilerini tam olarak oluşturmak için var olduğu
düşüncesini benimseyerek onlarla kendileri yüzleşirler.
Bağımlı Olmanın Rolü:
Hiçbir insan kendi başına bir ada değildir.
Her insan anakaranın bir parçasıdır. John Donne
Felsefeciler bizleri, hepimizi bir tek yaşam akışı içindeymişiz ve burada hareket
etmekteymiş gibi anlatırlar. Hepimiz bir kökenden çıkmışızdır, ama kendimiz köken
değilizdir.
Bizler hepimiz tekil kişiyiz, ama aynı zamanda evrensel bir bütünüz de. Bunların her
ikisi de aynı derece önemlidir. Bizler taşralı beniçinci (egosantrik) ve kısıtlı olarak
doğmuşuzdur. Büyüyüp geliştikçe daha evrensel bir kişi durumuna geliriz. Sonunda, en
insanca zıtlaşmaların (çelişkilerin) taşralılığımızla; kendi küçük sorunlarımızla, kendi egoistçe
çıkarlarımızla ve kendi çelişkilerimizle uğraşmamızdan ortaya çıktığının farkına varırız.
Güne başlarken ki ruhsal durumumuz o gün ilişkide bulunduğumuz tüm kişileri
etkileyebilir. Bir nehir yatağı içinde akar. Bizler de de kendimizi, birlikte hareket etmekten ve
karşı karşıya geldiklerimizi etkilemekten alıkoyamayız. Yolculuğun birlikte gerçekleştirilmesi
bazen buna uymayan bir tek kişi tarafından bile tehlikeye sokulabilir.
Amacın, Kuşkunun ve Güvensizliğin Rolü:
Pek çoğumuz kendimizi yararsız ve değersiz olarak görür; kesinlikle dünyaya bir şey
sunamayacağımızı düşünürüz. Lider olmak yerine izleyici olmayı seçeriz. Benliğimizi ifade
ederek kendimizin yerinde bulunmak ve yenilikler oluşturmak yürekliliğine sahip olmak
yerine konformist1 haline geliriz. Bu yolla biz kendimizi yitiririz ve dünya da bizi yitirme
durumunu yaşamış olur.
Her eylemimiz bizi tanımlar. Bizim kim ve ne olduğumuzu gerçekten yansıtan
duyumsayıp söylediklerimizden çok, yaptığımız eylemlerdir. Her bir eylemimiz amacımızı
yansıtan bir ifademizdir.

Kuşkunun ve Güvensizliğin Rolü:


Belirsizlik öğesi, yaşamın tuzu ve biberidir bir bakıma. Eğer yarını dakikası
dakikasına tam olarak kestirsek yaşam ne denli farklı olurdu. Dünyamız ne sıkıcı bir yer halini
1
Konformist: Töre ve geleneklere karşı çıkmayıp aynen uyan kişidir.
6
alırdı. Ne denli kısa sürede ilgilerimizi yitirir, düş görmeyi bırakır ve sıkılmaya başlardık.
Oysa yaşam böyle değildir. Her zaman sorunlarla doludur.
Her şey devamlı değişim içindedir. Bunu bildiğimiz halde, çoğumuz kuşkuları alt
edebilmek için profesyonel plancılar olmaya büyük çaba harcarız. Aylar ve yılları amansızca
programlar; gelecekten emin olmayı garantilemek isteriz.
Kuşkusuz plan yapmanın bazı zevkli yanları ve hatta bunun gerekli olduğu durumlar
vardır ama Burns’ün dediği gibi: “Fare ve insanlar takımının ortaya koyduğu en iyi planlar
çoğu kez çirkindir; bizi acılar ve yas içinde bırakır. Neşe ve zevk getireceklerini vaat ettikleri
halde …”
Olaylar pek ender olarak planlandığı şekilde gerçekleşir. Gerçekleşmemiş düşler
çekilen gereksiz acıların temel nedenidir.
Duyduğumuz kuşku ve güvensizlik, bizi, çoğu kez kendi dışımızdaki dünyayı
tanımaya ve araştırmaya iter. Servet yapar, güçlülük merdivenlerini çılgınca tırmanır, prestij
sağlayıcı unvanları toplar, bütün bunları bilinmeyene duyulan korkuyu alt etmek ve biraz
güven kazanmak için yaparız. Gizliden gizliye güce büyük bir hayranlık duyarız: paraya, üne
ya da güce sahip olursak korku ve kuşkularımızın yok olup gideceğine inandırılmışızdır. Oysa
daha çok zenginlik sahibi olunca, üne kavuşunca ya da iyice güçlenince bir şeyin
değişmediğini görerek yıkıma uğrarız.
Tinselliğin Rolü:
İşlevlerini tümüyle yapan kişiler derin bir tinsellik (Ruhanilik) duygusuna sahiptirler.
Yaşam bize pek az açıklama yapar. Yaşamın gerçek anlamı, yaşamın kökeni ya da
ölümden sonraki yaşam hakkında kesin bilgilerimiz yoktur. Bu durumda bizler ya inancı
benimser ya da yokluğu (anlamsızlığı) seçeriz. Her ikisi de bizi gizemle (esrarla) uğraştırır.
Ya da her şeyin bir önem taşıdığına veya hiçbir şeyin önemli olmadığına inanmayı seçeriz ki
bunlar, temelde aynı şeylerdir. Her ikisi de akıl oyunlarını işin içine sokacaktır, çünkü ikisinin
de tanımlayıcı kanıtları bulunmamaktadır.
Tinsellik, inanç ve gizem yaşamın her yönünde vardır.
Denizlerde oluşan gelgitleri saniyesi saniyesine önceden kestirebiliriz. Kuşların ve
balinaların göçlerini tarihleriyle saptayabiliriz. İnsan olarak Ay’ın yüzeyinde yürüyebiliriz.
Ama bunlar denizlerin görkemliliğini, kuşların büyüsünü ve gezegenlerin güzelliğini azaltır
mı?
Bir tohumu ektiğimizde bundan çiçeğin çıkması, bir bilgiyi paylaştığımızda bir başka
kişinin de bu bilginin sahibi olması, birisine gülümsediğimizde onun da bize gülümsemesi
beni sürekli tinsel deneyim içinde yaşatıyor.
Biz dikkat etsek de etmesek de çiçekler açıyor, bizler tadına bakıp yesek de yemesek
de her yiyeceğin farklı tadı var. Bizler görmek için sabahları erken kalkmasak da her gün
görkemli renkleriyle güneş doğuyor.
Biz bu deneyimi yaşamamak için uykuda olsak ya da varlıklarını yadsısak bile
herkesin ve her şeyin tinselliği bulunuyor. Tinsellik bir farkında oluş ve neyin ne olduğuna
karşı açık oluşla ortaya konulmuş durumda.
Acı Duymanın Rolü:
Gerçek anlamda duyduğumuz acıdan doğrudan doğruya biz sorumluyuzdur. Biz ya
insanlık koşullarından ötürü acı çeker ve bu acıdan sorumlu tuttuklarımızı, dostlarımızı,
ailemizi, toplumu ve hatta Tanrı’yı kınarız.
Ya da acı çektiğimizi kabullenir ve onu geçirmek için kişisel ve yapıcı davranışlarda
bulunuruz. Burada bir seçenek acıyı oluşturmayı sürdürecek, diğeri ise ona çözüm
getirecektir.

7
Yunan ozanı Nikos Kazancakis’in yüreklilikte önerdiği gibi: “Fırçalarımız ve
boyalarımız var. Cennet’i boyayalım ve içine girelim.” Ya da istersek kendimiz için bir
Cehennem oluşturabiliriz.
Ama eğer Cehennemi seçersek bunun bizim kendi seçimimiz olduğunu kabul etmeli
ve bu nedenle de artık dostlarımızı, ailemizi, toplumu ve Tanrı’yı kınamamalıyız. Eğer biz
kendimiz acı çekmeyi seçmezsek hiç kimse ve hiçbir şey bizi depresyona sokamaz ve bize acı
çektiremez.
Çoğu kişi acı çekme fikrinden nefret eder ve acıyı varoluşun tümüyle olumsuz bir
yönü olarak görür. Böyle kişiler her ne şekilde olursa olsun acı çekmekten kaçınmaya
çalışırlar. Bazıları mutsuzluk içinde gerçeğin acı dolu yönlerinden tümüyle kaçmak için
psikozları (akıl hastalıklarını) seçeceklerdir.
Gerçekte, eminim ki, insanın sürekli gelişmesi, bazı rahatsızlık kaynakları ve çekilen
acının varlığına olumlu olarak bağlıdır. Acı, değişiklik istemini gerçekleştiren pek insanca bir
yoldur.
Acı duyma bir gerçektir ve: böyle kişiler acının kendilerine ait olduğunu bilir. Bunu
öğrenip bilinci de artık çekilen acıyı hoş görmeye ve onun her zaman var olacağını kabul
etmeye ve önlemini almaya başlar.
Teklifsizlik ve Sevginin Rolü:
Sevgimizin derinliği çoğu kez kendimizi başkalarıyla paylaşma isteğimizin derecesiyle
ölçülür.
Kolumuza giren insan yarın ve hatta bir saat sonra aynı kişi olarak kalmayacaktır.
Sevgi durup geriye bakmakla gelişmez ve artmaz. Sevgi her zaman şu bulunduğumuz anın
içinde yaşanmalıdır.
Sevgide geçerli tek beklenti, sevdiklerimizin kendileri olarak ve bizim de kendimiz
olarak kalmamızdır. Bir görev ya da yüklenim olarak verilen sevgi en büyük hakarettir ve bu
nedenle de gerçekte sevgi değildir.
Gerçek sevgi ve teklifsizlik en iyi içten geldiği gibi davranmakla gelişir ve neşe,
güzellik ile kahkahanın pek bol alarak yaşanması fırsatını verir.
Tüm olumlu yönleriyle sevginin olumlu göstergeleri yani özen gösterme, verme,
paylaşma, doğrulama, benimseme, teslim olma ve baş eğme aşırı düzeylerde yer alır.
Cinsellik, kişinin gerçek sevgisinin ifadesi olarak insanca bileşmenin en ileri düzeyidir.
Sevgi ve teklifsizlikte sömürüye yer yoktur. Eski ama doğru bir deyiş bulunmaktadır,
“Eşyaları kullan, insanları sev” derler. Oysa ne denli çoğu bireyin sevgi adına
bunun tam tersini yaptıklarını; ana babaların çocukları, kocaların karılarını, eğitimcilerin
öğrencilerini, siyasal partilerin halkı kullanmalarına korkutucu biçimde şahit oluruz. Böyle
kişiler başkalarının yaşamım kendi çıkar ve oluşumları için kullanmaktadır.
Bir ilişki içinde sömürü bulunursa ne denli çağdaşlaştırırsak çağdaşlaştıralım, bu ilişki
sevgi dolu bir ilişki olamaz. İnsanda mükemmel sevgiyi bulmak güçtür.
SONUÇ
Kişilik bir hediye değil, devredilmez bir haktır. Bizler bu dünya üzerinde ve bu
evrende haklarla dolu bir yerde yaşıyoruz. Başkalarına devrettiğimiz yeterince çok şey var.
Parçalara bölünmekten yorgun ve bıkkınız.
İsteğimiz, yeniden bir bütün haline getirilmektir. Cesaret ve umutların kırılması
durumundan çok uzaklardayız. Her birimizin içinde dünyayı yeniden oluşturmak üzere gerekli
yüreklilik bulunuyor. Kişisel yüklenimlerimizi yerine getirmek için yalnızca yaşamda olmak
değil, yaşamımızı dolu olarak geçirmek gerektiğini de biliyoruz. Yaşamlarımız yalnızca bizim
8
oluşturduğumuz özgün belgelerdir. Yaşamlarımızı ya biz oluşturacağız ya da var
olmayacaklardır.
Bireysel güç her birimizin içinde yatmaktadır. Ne zaman istersek onu çekip, ortaya
çıkartmak bize kalmıştır. Bu güç kesinlikle ölmez. Biz yaşama gelinceye kadar hareketsizdir.
Gizemli değildir. Bizler tümüyle onun farkında olup hevesle kullandığımız sürece gün be gün
açığa çıkar.
Ünlü yazar Ernest Hemingway şöyle demiştir, “insanoğlu yenilmek için yaratılmıştır.
İnsanlar yıkıma uğratılabilir ama yenilmezler.”
Kişiliğiniz gerçektir. Sizin en değerli malınızdır. Kişilik bilinir, tanınır, yaşanır ve
duyumsanır. Onun yitişinden kimse sizden çok üzüntü duymaz. Kişiliğiniz yaşadığı sürece hiç
durmaksızın gelişir, ilerler ve değişir. Yaratılışı bir mucizedir ve vücuda geldiği anda o, siz’
sinizdir. Daha sonra kişiliğiniz yolunu sürdürür.
On üçüncü yüzyılda yaşayan ve şaşırtıcı derecede anlayışlı bir kişi olan Hıristiyan
düşünürü Meister Eckart şöyle demişti, “İçindeki ortaya çıkacaksa kabuk
kırılıp yarılmalıdır. Çünkü çekirdeğin özünde ne olduğunu öğrenmek
istiyorsanız kabuğu kırıp yarmanız gerekir.”
Ben, bu kitapta yaptığım çalışmayla kabuğu kırmaya girişmiş bulunuyorum.

KAYNAKÇA
KİŞİLİK (Tümüyle İnsan Olabilme Sanatı)-Leo BUSCAGLIA
(Personhood-The Art of Being Fully Human)
Çeviri: Nejat Ebcioğlu
İnkılap Yayınevi (152 Sayfa)

You might also like