Professional Documents
Culture Documents
T Ü R K T A R İ H K U R U M U Y A Y I N L A R I
Tanzimat Döneminde
Anadolu Kentleri’nin
Sosyal ve Ekonomik Yapılan
T Ü R K T A R İ H K U R U M U B A S I M E V İ — A N K A R A
1 9 9 1
ISBN 975-16-0409-5
içindekiler
İçindekiler ................................................................................................................................................................................................................................................. V
B İ R İ N C İ B Ö L Ü M
Eyalet Yönetimi............................................................................................................................................................................................................... 10
Sancak Yönetimi............................................................................................................................................................................................................. 23
Voyvodalık Kurumu ................................................................................................................................................................................................ 29
A ya n lık .......................................................................................................................................................................................................................................... 33
Muhtarlık Örgütünün Kurulması .................................................................................................................................................... 38
Mahalle İmamları ...................................................................................................................................................................................................... 40
Şehir Kethüdası ............................................................................................................................................................................................................... 41
Nüfus İşleri-Kentlerin nüfusu .................................................................................................................................................................. 44
Kentlerde Onanm ve Yapım İşleri ................................................................................................................................................. 50
ULAŞIM VE HABERLEŞME......................................................................................................................................................................................... 73
KADILIK KURUMU VE YARGI.............................................................................................................................................................................. 79
Kadı ve N a ib ....................................................................................................................................................................................................................... 79
Mahkemelerin İşleyişi ve Mahkeme Görevlileri ......................................................................................................... 87
M üftü .............................................................................................................................................................................................................................................. 91
Nakibü’l-Eşraf Kaymakamı ...................................................................................................................................................................... 93
EĞİTİM VE ÖĞRETİM........................................................................................................................................................................................................ 95
İ K İ N C İ B Ö L Ü M
TAN ZİM A T ÖNCESİ ANAD O LU K E N T L E R İN İN EKONOM İK
YAPILARI
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
TAN ZİM A T D Ö NEM İND E GENEL D U R UM (1839-1876)
Siyasi Durum .................................................................................................................................................................................................................... 173
Genel Ekonomik Durum ................................................................................................................................................................................ 177
VII
Y Ö N E TİM D E YASAL D Ü Z E N L E M E LE R
D Ö R D Ü N C Ü BÖLÜM
A N A D O LU K E N T L E R İN İN E K O N O M İK YAPILARI (1840-1875)
19. yüzyıl, bütün ulusların hızlı değişme ve gelişme içine girdikleri bir
dönemdir. Bu gelişmeler yüzyılın bitiminde büyük bir savaşa yol açmıştır. Os-
manii Devleti de çağdaşı ve komşusu devletlerle bu hızlı gelişme ve değişmenin
içinde yer almış, I.Dünya Savaşı3na katılarak dağılmıştır.
Son yıllarda 17., 18. ve 19. yüzyıl Osmanlı tarihi, monoğrafık çalışmalara
yeniden konu olmaya başlamıştır. Özellikle kurum ve kuruluşlardaki çöküntüye
ilişkin önemli belge kaynaklan tanıtılmaya, aktanlmaya çalışılmaktadır. Doğal
olanı da budur. Kaynaklar bilinmeden, belgeler arşivlerden gün ışığına çıkarıl
XII
madan 300 yıl kadar süren dağılma dönemi hakkında bilimsel sonuçlara var
mak elbette mümkün değildir.
Batıkent, 1990
BİRİNCİ BÖLÜM
Çariçe II. Katerine devrinde Rus ordusu ilk kez T u n a ’yı geçerken, donan
maları da Çeşm e’ye kadar inebilmişti. U zun süren savaş sonunda imzalanan
Küçük Kaynarca Antlaşması (1774) ile Rusya’nın büyüklüğü tanınmıştı. 1778’de
yeniden başlayan Osm anlı-Rus harbi, anlaşan Avusturya ve Rusya’nın başarıla
rıyla sürmüştür. Ruslar kuzey Karadeniz kıyılarını ele geçirmişler, Avusturya ise
Tu n a’yı geçmiştir. Ancak Lehistan ayaklanması, İsveç’in Rusya’ya savaş açması
banşı kolaylaştırmıştır. Avusturya ile Z & 0™ 0 7 9 1) Rusya ile 1792 Tas Antlaşması
imzalanarak büyük toprak kaybı önlenmişti.
Osmanlı yönetimi savaşa Kırım ’ı geri almak için girmişti. Sonunda yeni
topraklar yitirmiş, ordusunun yetersizliğini, geriliğini bütün çıplaklığıyla
görmüştü. Bu yenilgiden sonra askerlik alanında yeni düzenlemeler yapma, baş
ta Padişah olmak üzere devlet adamlarınca zorunlu görülüyordu. Fransız Büyük
Devrimi’nden sonra Napolyon ordularının gösterdiği üstün başarının da etkisiyle
bu ülkeyle iyi ilişkiler kurarak, yardım ve desteği ile Avusturya ve Rusya’ya kar
şı koyma düşüncesi, Osmanlı yönetiminin dış politikasının temelini oluşturuyor
4 TA N ZİM A T DÖNEM İNDE ANADOLU
III. Selim’iıı padişah olması (6 Nisan 1789) ile İmparatorlukta yeni bir
dönem başlamıştır. Şehzadeliğinde devletin içine düştüğü durumu kavrayan ve
çözüm yolları arayan genç Padişah "...ölümden gayn her hastalığa ilaç bulmak
mümkündür” görüşünde idi. Tahta geçtikten kısa süre sonra 14 Mayıs 1789’da
TA N ZİM A T D Ö NEM İN DE ANADOLU 5
II. M ahm ut, ı826’ya kadar önemli bir yenilik girişiminde bulunamamıştır.
Bu dönemde Balkanlarda yıllardan beri süren kargaşa ve huzursuzluk Rusya ve
Avusturya’nın desteği ile ayaklanmaya dönüşmüştür. Sırp İsyanları bahanesiyle
Rusya işe karışmış, Osm anlı orduları başarı göstermeyerek 1812 Bükreş Antlaş
ması ile devlet toprak kaybına uğramıştır. Ancak bölgede huzursuzluk devam et
miştir. Öte yanda M ora’da başgösteren Yunan İsyanı kısa sürede uluslararası
nitelik kazanmış, Rusya yeniden işe karışarak Osmanlı topraklarına girmiş
tir. 1829 Edime Antlaşması ile Yunanlılara bağımsızlık öngörülmüş ve 1830’da
yüzyıllardan beri Osmanlı egemenliğinde bulunan Yunanistan bağımsız bir dev
let olmuştur. Aynı yıl Cezayir Fransa tarafından işgal edilmiştir
Görüldüğü gibi ele aldığımız dönem oldukça yoğun olaylarla doludur. Dev
let bütün gücüyle iç isyanlarla, dış müdahalelerle uğraşmak zorunda kalmıştır.
Bu arada ayakta kalabilmek için kurum ve kuruluşlarında yeni düzenlemeler
yapmak gereğini duymuş ve bunu bir dereceye ksdar başarmıştır.
Ekonomik Yapı
III. Selim, her alanda yeni düzenlemeler yaparken ticarete de eğilmişti. Dev
let adamlarının ticaret gemileri satın almalarını Öğütlemiş, yerli malı kullanılma
sını emretmişti. Bunun yanısıra 1802 yılından itibaren Akdeniz kıyı şehirlerin
den başlanarak dış ülkelerde konsolosluklar açılmaya başlandı. Müstemin tücca
ra tanınan bütün kolaylıklardan yararlanmak koşulu ile Avrupa ticaretiyle uğra
şacak Osmanlı uyruğu müslüman olmayan tüccara yeni imkânlar verildi. Bun
lar “Avrupa tüccarı” unvanıyla iş yapacaklardı. Bundan böyle müstemin tüccarlar
gibi ithalat ve ihracatta sadece % 3 gümrük ödemeleri yeterli olacaktı. Kılık kı
yafetlerine karışılmaması, dilerlerse ikişer “Hizmetkâr” kullanabilecekleri, kendile
rine ve hizmetkârlarına süresiz seyahat izni verileceği alman kararlardı. 1806 yı
lında bu kolaylıklar Hint-İran ve doğu ticaretiyle uğraşacak tüccara da tanındı.
Bu önlemlere karşın dış ticarette Osmanlı uyruğu müslüman olmayan tüccar,
İngiltere ve Rusya gibi devletlerin tüccarlarıyla Osmanlı üreticisi arasında aracı
lık yapmaktan öteye pek gidemediler. Elde ettikleri imtiyazları yerli müslüman
tüccar aleyhine kullanmaya, onlara yeni bir rakip olmaya başladılar.
mekte idi. Sayılan olumsuz etkenlere karşın, İmparatorluk konumu ve doğal ya
pısından ötürü dünyanın önde gelen tarım ve hayvancılık ülkeleri arasında yer
almaktaydı. Özellikle tahıl üretiminde başta geliyordu. Diğer tarım ürünleri,
üzüm, incir, fındık ile pamukta da önde sayılırdı. Palamut, mazı, kökboya, af
yon ihracı yasak ürünler olmakla birlikte Avrupa'ya kaçırılmakta olan ürünler
dendiler. Devrin deyimiyle 0Muhtekir ve madrabaz31 denilen kaçakçı ve stokçu
lar, ürünleri üreticiden ucuza alıyorlar, depolayarak gizli yollarla yurt dışına ka
çırıyorlardı. Bütün yasaklamalara rağmen bunun önü ahnamıyordu. Diğer taraf
ta tarımsal ham maddelerin dış pazarlara gönderiîmesinin yapılan ticaret anlaş
malarıyla kolaylaştırılması, Osmanlı sanatkârlarının sıkıntı çekmelerine yol açı
yordu.
Üretici köylünün belini büken bir etken de yol yetersizliği ve yokluğu idi.
Köylü, yiyeceğini sağlamak için ekiyordu. Satıp zengin olmak için fazla ekmeyi
düşünmüyordu. Fazla ürünü nereye hangi yolla nakledeceğini, kime kaça sata
bileceğini bilmiyordu. Sözünü ettiğimiz bu genel engeller bile Osmanlı tarımı
nın ıg.yüzyıl başlarında geri kalmasına yeterlidir.
lenmekte idi. Özellikle yeni iş yeri açmak hemen hemen mümkün değildi. Bu
tekelcilik anlayışı, çağın gereksinmeleriyle bağdaşmadığı halde geleneksel yapısı
nı sürdürmekte idi.
Eyalet Yönetimi
Kentlerin belirgin özelliklerinden birisi hiç şüphesiz aynı zamanda birer
yönetim merkezleri olmalarıdır. 19. yüzyıl Anadolu kenderinin önde gelenleri ya
eyalet ya da sancak merkezleridir. Bu yüzden Osmanlı ülke yönetiminin içinde
bulunduğu durumu saptamadan sosyo-ekonomik yapıyı belirlemek zordur.
1 Bu gelişmeler Prof.Dr.M .Akdağ tarafından ele alınmıştır. Bkz. “Genel Çizgileriyle X VII.
yüzyıl Türkiye Tarihi", D T C F T a rih A raştırm aları D ergisi, IV/6-7.
12 TAN ZİM AT DÖ N EM İN D E ANADOLU
yinde komutanı olan “Alaybeyleri” nin yetkili, devlete bağlı kimseler arasından va
lilerce seçilerek bildirilmesi istenmiştir. Atanması yapılan alaybeyleri gerekçesiz
görevlerinden alınmayacaklardı. Boş timarlarla, timar sahibi olup gereklerini
yapmayanların tımarları alınıp mukataa haline getirilerek hâzineye devredilecek
ti.
2 Prof-E.Ziya Karal, Selim IIF ü n H attı H ü m ayu n ları, N izâm -ı C ed it D e v ri, Ankara
1946, 5. ı8o> Doç. Dr. Yücel ö zkaya, “XVIII. yüzyılın Sonlarında Tim ar ve Zeametlerin Düzeni
Konusunda alınan Tedbirler ve Sonuçlan*, İ.Ü . E d eb iyat F akü ltesi T a rih D ergisi, sayı X X X II,
(Mart 1979), s.291-254.; S.J.Shaw, B etw een O ld an d N ew , T h e O ttom an E m pıre U n d er Sultan
Selim III, 1789- 1807, (1971), s.ı6 7v d .
TA N ZİM A T D Ö NEM İND E ANADOLU
II.M ahm ut döneminin ülke yönetimini iki kısımda ele almak gerekmekte
dir. Birinci kısım, III. Selim’in kendisine devrettiği eski sistemi, İkincisi ise 1836
düzenlemesinin Tanzim at’a kadar geçen sürede uygulanmasını konu edinecek
tir. Türkiye sınırları içinde kalan topraklarda 1 8 3 6 ^ kadar idari bölünmede
herhangi bir değişikliğe gidilmemiştir, Anadolu eyaleti isim olarak varlığını koru
muş, ancak kapsadığı sancaklardan bazıları zaman zaman alınarak başka yöne
Her yıl Şevval ayının başında İmparatorluk sınırlan içinde bulunan bütün
eyalet ve sancakların yöneticileri belirlenerek bir yıllık süre ile atanmalan yapıl
Ne var ki bu düzenleme sürekli değildi. Bir yıl sonra 1832 yılı görevlendiril
meleri yapıldığında Anadolu Eyaletinin sancaklarıyla birlikte (Bursa, Eskişehir,
Kastamonu, Hamid, Viranşehir, Karesi, Saruhan, Sığla) Kayseri ve Kırşehir
sancaklarının da Mansure Hazînesine devredildiğini, yöneticilerin buraca atan
dığını görüyoruz. Adana eyaleti ise geliri bir vezire yetmediğinden Mukataat
Hâzinesine bağlanmışken, Anadolu yöresi ordu başkomutanı Hüseyin Paşanın
teklifi üzerine Tarsus sancağıyla birlikte Muhassıllık olarak Niğbolu muhafızı
Sadık Paşa’ya verilmişti. Niğde Sancağı doğrudan Mansure Hâzinesine bağlana
rak mütesellimi Hâzinece atanmakta id iö. 1834 ise Karaman valisi ve Akşehir,
Beyşehir, Aksaray mutasarrıfı Ali Paşa’ya ilhak ve ihsan edilmişti. 1835’ te Kara-
hisar-ı sahib sancağı Ankara ve Çankırı Sancakları mutasarrıfı İzzet Paşa’dan
alınarak Mansure Hazinesi’ne bağlanmıştı. Anadolu Eyaletinin merkez sancağı
olan Kütahya ise muhassıllık şeklinde Hassa feriklerinden Hafız Paşa’ya veril
mişti7. Bu örnekleri çoğaltmak m üm kündür Görülüyor ki idari taksimatta bu
dönemde istikrar sözkonusu değildir. Bu durum 1836’ya kadar sürmüştür. Re
dif askerinin yeniden örgütlenmesinden ötürü eyalet ve sancaklar da yeni bir
düzene konmuştur.
Redif askeri teşkilatı kısmında sözkonusu edileceği gibi, gün geçtikçe sayısı
artan askerin gereksinmelerini karşılamak ve gereği gibi eğitim-öğretim yapm a
larını sağlamak amacı ile devrin ileri gelenleri Padişahla birlikte çözüm yolu
aramışlardır. II. M ahm ud’un doğrudan doğruya konuya yakın ilgi göstermesi
üzerine ı8365da İstanbul’da bulunan üst düzey yöneticilerle toplantılar yapıla
3 II. Mahmut döneminde yönetimle ilgili bütün yenilik ve düzenlemeler ıÖ3i’den itibaren
yayınlamaya başlanan devletin resmi gazetesi Takvim-i Vekayi’ de ilân edilmekteydi. Atanmalarla il
gili liste ve kararname Gazetenin 17.sayısında yer almıştır.
6 T ak vim -i V ek a y i, defa 52.
7 T ak vim -i V ek a y i, defa 125, 135.
ı6 TANZİM AT DÖNEM İND E ANADOLU
H ü d âven d igâr M ü şirliği adı ile; Bursa, Kocaeli, Bolu, Karesi, Eskişehir
sancakları birleştirilip Müşirliğine Asakir-i Hassa Müşiri Ahm et Fevzi Paşa atan
dı. Ayrıca, Kütahya ve Karahisar’ı sahip sancakları “Feriklik” olarak buraya bağ
landı. Hafız Paşa’nın mutasarrıflığına verildi.
Görülüyor ki 1836’ da Redif askerini daha yararlı hale getirmek amacı ile
önemli tedbirlere başvurulmuş, aşağı yukarı Kanuni Sultan Süleyman dönemin
13 Ekim 1831 (6 Cema2İyelahir 1247) tarihinden itibaren Karaman Eyaleti valiliğine atanan
valinin buyruldusu, K a ra m a n Şr.Sc- 297 /s.y’de kayıtlıdır. Mehmet İzzet Paşa’nın Ankara, Çankırı
ve Karahisar mutasarrıfı olduğunu oi’diren 15 Haziran 1834 tarihli “buyruldu*1su A nkara
Şr.Sc- 338 /belge 227’de yer almaktadır.
10 Örneğin Ankara Sancağının, heytü’l-mal, mal-ı gaib, mal-ı mefkud, yuva, kaçgun, ispençe
türü vergilerinden 1809 yılında elde edilen dört yük yirmi bir bin akçenin ikî yük altı bin altı yüz
iki akçesi Ankara Sancağı mur-.^rr.fma verilmişti. (A n kara Ş r.Sc. 208 /belge 365 ). Ayrıca bütün
valiler sozkonusu yıllarda kendiicri için aîmdâd-ı Haıenyyeu adı altında yılda iki taksitle toplanan
tir vsrgi aîulardi. Karaman valisine 1030'de “Imdâd-ı I-Iaz^/iyye” olarak 24750 kuruş Öden
mişti. Kayseri Sancağı bu tarihte Karam an’a bağlı idi ve payına 1010 kuruş düşmüştü. (K ayseri
Şr.ScVs.170).
F. 2
ı8 TAN ZİM AT D Ö N EM İN D E ANADOLU
Kural olarak bir yıllık süre için göreve atandıkları halde, iki üç ay geçme
den yerleri değiştiriliyor, ya da açığa almıyorlardı. Savaşlara katıldıklarında as
kerlerinin başarı göstermemesinden, firar etmesinden bunlar sorumlu tutuluyor
lardı. Özellikle II.M ahm ut döneminde yapılan yeniliklerin uygulanması, benim
setilmesi valilerden istenmişti. Bunlar güvenilir alt kademe yöneticisi olacak
kimseleri bulmada da zorluk çekiyorlardı. Mütesellim, voyvoda olarak yörelerin
ileri gelenlerinden kimseleri seçip atamak zorunda kalıyorlar, bunlar da diledik
leri gibi halkı yönetiyorlardı. Yapılan şikâyetlerin ardı arkası alınmayınca da
merkezi hükümet valileri sorumlu tutuyordu. Öte yanda hükümet merkezinde
de sık sık sadrazam değişikliği yapılmaktaydı. Sadrazam değiştikçe valiler de
bunlara bağlı olarak görevden alınıyor ya da yer değiştiriliyordu. Atam a bahşişi,
hediye, sarraf ücreti, merkezde bulundurmak zorunda oldukları "Kapı kethüda
sı” ücreti gibi giderleri karşılamak eyaletin kendilerine bırakılmış olan düzenli
yasal vergi gelirleriyle mümkün olmuyordu. Bu yüzden valilerin halktan kural
dışı vergiler aldıklarını, çeşitli bahanelerle halkı soyduklarını görüyoruz11.
11 Vali ve mutasarrıfların halktan bedava yem ve yiyecek aldıklarına ilişkin elimizde çok bel
ge bulunmaktadır. Örneğin Çorum mutasarrıflığına atanan Ali Paşa, Karahisar Sancağından yola
çıktığını, Ankara’ya vardığında yem ve yiyeceğinin hazır bulundurulmasını 27 Şubat ı& ^ t e zahi
recisi ile gönderdiği buyruldu ile istiyordu. (A n kara Şr.Sc. 198/belge 176). Şark seraskerliğine ve
Erzurum Eyaleti mutasarrıflığına atanan Ahmet Paşa, Bursa’dan Erzurum’a varıncaya kadar yol
boyundaki şehir halkının kendisiyle birlikte maiyetindeki 500 kişinin konaklama ve benzeri giderle
rinin karşılanması için hazırlık yapılmasını bildiriyordu (Ankara Şr. Sc. 213 /belge 171 4 Eylül
ıÖt3 tarihli buyruldu sureti).
TANZİM AT DÖN EM İNDE ANADOLU
met-i Mübaşinye” aldıklarını ayrıca yem ve yiyecek istedikleri bundan böyle bu
nun önüne geçilmesi emrediliyordu b .
Eyalet yönetiminde vali ile aynı yetkiye sahip “Mutasarrıf” denilen bir yöne
tici daha bulunmakta idi. Vezir olmuş baz* kimselere devlet çeşitli nedenlerle
valilik görevi veremeyince, bunların geçimlerini sağlamaları için tıpkı “a rp a lık la
olduğu gibi bir veya birkaç sancağın yönetimi bırakılıyordu. Bazen de başka
görevi olan vezir veya paşaya ek gelir olmak üzere birkaç sancak veriliyordu.
Böyleleri asıl görevleri başında bulunmak zorunda olduklarından, mütesellimle-
rini göndererek kendi adlarına buraları yönetirlerdi. Valilerden önemli farkları,
çoğunun mutasarrıf oldukları sancak veya sancaklardan birisini merkez seçip
orada oturmamaları idi. Örneğin, Asakir-i Mansure seraskeri olan Mehmed
Hüsrev Paşa’ya 1826’da Karahisar-ı Sahip, Ankara ve Sultanönü sancaklarının
mutasarrıflığı verilmiştLBir yıl sonra ise Anadolu Eyaleti bütünüyle mutasarrıflık
olarak kendisine tevcih ediliyordu. İstanbul'da oturan ordu başkomutanı (Ge
nelkurmay başkanı) buralara mütesellimlerini göndererek yönetmiştir21.
18 An kara Şr.Sc.
19 B ursa Şr. Sc. B 349 /s,ıo . Çiftlikte altı adet zahire ambarı, samanlık vc değirmen bulunu
yordu.
20 K a y seri Ş r.S c.2 l5 / s.i5 . M ahkeme kaydı.
21 A n kara Şr.Sc. 226 /belge 227. 1827’de ise Ankara, Kastamonu, Bolu, Viranşehir ve Çankırı
sancaklarından oluşan bölgenin mutasarrıflığı Asakir'i Mansure Seraskerliği ile birlikte O ’na yeni
den veriliyordu. (A n kara Ş r.Şc. 228 /belge 166).
22 T ak vim -i V e k a y i, defa 93 (sene 1250).
22 TANZİM A T DÖ N EM İN D E ANADOLU
Tanzim at’ın ilâm ile birlikte yönetimde yeni düzenlemeler yapıhrken va'i
unvan: tekrar kullanılmaya başlanmıştır.
Sancak Yönetimi
Anadolu şehirlerinin bütününde incelediğimiz dönemde yönetici olarak
mütesellimler bulunuyordu. Mûteseliimlik ı6.yüzyıhn ikinci yansında ortaya
çıkmış gittikçe yaygınlaşarak sancak beyi yerini almıştır. Baş /.angıçta vali veya
sancak beyieri görevleri başına gidinceye kadar geçecek sürede atandıkları
bölgeyi yönetmek üzere adamlarından birini görevlendirmişlerdir. Bunlara
mütesellim denmiştir.
17. yüzyıldan itibaren birçok Osmanh kurum anda önemli değişiklikler ya-
pilmiş, bu arada mûteseliimlik de yeni bir görünüm, kazanmıştır, özellikle
ı627?den sonra yüksek yönetim kademelerinde görev almalar: gerekenlerin sayı
lan artmış, rütbelerine uygun görev bulma zorluğu doğmuştur. Vali olmaları
gerekirken boş eyaleı bulunmamasından ötürü kendilerine görev verilmeyen bir-
ço'; bey ve paşaya bazı sancakların idari gelirleri “arpalık” olarak verilmiştir. Bu
göreve kendileri, gitmemişler, birisine havale etmişlerdir. Bazen de asıl işlerine
ek olarak ülkenin bazı sancakları da bırakılmıştır. Buralara da müteselliznler
göndermişlerdir. Mütesellimler sancağın hem malî ve hem de idari işlerine ba
kıyorlar karşılık olarak gelirin bir kısmını kendilerine ayırıyorlardı. Ya da belirli
bir parayı peşin olarak asıl mutasarrıfa ödedikten sonra sancağın gelirleri
bütünüyle kendilerine kalıyordu.
Bu cezalar verildikten sonra "cümleye muâb-i ibret olmak üzere” Takvim-i Vekayi’de yayınlan
ması uygun görülmüştü.
25 M .Çadırcı, “II.M ahm ut Döneminde Mûteseliimlik Kurum u” D T C F D ergisi, X X V I I I
(1970), s.287.
24 TA N ZİM A T D Ö N EM İN D E ANADOLU
Bir eyalet valisi veya birkaç sancağı tasarruf eden mutasarrıfın yönetimine
verilen bütün sancakları tek başına idare etmesi düşünülemezdi. Buralara müte-
sellimlerini gönderiyorlardı. Çoğu zaman kendi kapı halkından güvendikleri bi
rini bu göreve getiriyorlardı. Bazen de sancakların ileri gelenlerinden mütesellim
seçtiklerini görüyoruz. Valiler mütesellim olarak atadıklarım bir çeşit atama ka
rarnamesi diyebileceğimiz “buyruldu* ile ilgili sancağın kadısına bildirirlerdi. Bu
atama yazısı mahkemede ileri gelenlerin hazır bulundukları toplantıda okunup
ilân edildikten sonra şer’iye siciline geçirilirdi. Mütesellimler de ayrıca valinin
istemi ile göreve getirildiklerini duyuruyorlardı. Atamanın kesinlik kazanması
için Padişahın onayı gerekliydi. Bunun için valiler, arzlarla merkezden onay is
terlerdi. Bazen valilerin önerdikleri kimselerin unvanları göreve elvermeyebilirdi.
BÖylesi durumlarda Padişah uygun görürse o kimselerin rütbesini artınr, ata
masını öyle onaylardı. İncelediğimiz dönemde valilerin Önerdikleri bütün müte-
seüimlerin atanmalarının yapıldığını görmekteyiz. Ö yle anlaşılıyor ki vali her ki
mi kendisine mütesellim olarak seçiyorsa hükümet onu uygun görüyor, bu işe
müdahale etmiyordu.Merkezî bir politika güttüğü söylenen II. M ahm ut bu ko
nuda önemli bir girişimde bulunmamış, ancak valilerden ve mütesellimlerden
görevlerini iyi yapmalarını, halka zulm etmemelerini atama fermanlarında sık
sık istemekle yetinmiştir.
Mütesellimler, sancakları başkaları adına (Ya bir vali veya devlet hâzinesi
adına) yöneten birer memur durum unda idiler. Kurala göre görevlerinin süresi
bir tam yıldı. Ancak buna hemen hemen hiç uyulmamıştır. Yıllarca görevde ka
lan mütesellimlerin yamsıra birkaç ay sonra işten alınanlar da vardır. Çoğu za
man valiler görülen lüzüm üzerine mütesellimlerinin yerlerini değiştiriyorlar ya
da görevlerine son veriyorlardı. Bunun için Padişahın onayını almaları gerek
miyordu. Valilikte olduğu gibi bu kurumda da Tanzim at öncesinde istikrar
yoktu.
“Ehl-i Örf” denilen yürütücü (idareci) sınıfı içinde halkla ençok ilişkileri
olanlar mütesellimierdL Sancak sınırlan içinde bulunan ve hâzineye gelir geti
ren bütün kaynakların işletilmesi, denetimi ve en önemlisi vergilerin dağıtım ve
toplanması, güvenliğin sağlanması, gerektiğinde asker yazılması gibi halkı doğ
rudan doğruya ilgilendiren hizmetlerin yürütülmesi onlara bırakılmıştı. M ütesel
limlerin güvenilir, dürüst olmaları halkı hoşnut kıldığı gibi, çıkarcı ve zalim ol
maları da huzursuzluğa yol açıyordu. Olageldiği gibi yöneticilerin görevlerini iyi
yapmaları yasa gereği olduğundan bunlarla ilgili kayıtlar pek az ya da hiç yok
tur. Am a şikayetler mahkeme kayıtlarına geçtiklerinden, soruşturma konusu ya
pıldıklarından iyi bilinmekte, belgeler çoğalmaktadır.
Buna benzer bir olay da 1830 da Antep’te geçmiştir. M ehm et Ağa, Halep
valisi Ali Paşa tarafından buraya mütesellim olarak atanmıştır. Her nedense An-
tep halkı onun bu göreve getirilmesini istemeyerek karşı koymuştur. Vali olaya
elkoymuş, ayaklanmayı bastırarak mütesellimin göreve başlamasını sağlamıştı.
Ceza olarak yapılan masrafın şehir halkınca ödenmesi (oniki yük 750 kuruş gibi
külliyetli bir paradır bu) taahüt edilmişti31. Kastamonu Sancağında da halk
1832'de mütesellim M ehm ed Emin Ağa’ya karşı ayaklanmıştı. M ehm ed Emin
Ağa başa çıkamayacağını anlayınca Çankırı taraflarına çekilmek zorunda kal
mıştı. Bu ayaklanmanın nedeni de vergi dağıtımındaki adaletsizlik ve benzeri
uygunsuz tutumlar olarak gösterilmişti. Olayın incelenmesi için îstanbuPdan
mübaşir gönderilmiş, Mehm ed Emin Ağa suçlu görülerek görevden alınmıştı.
O da İstanbul'a giderek ayaklanma sırasında zayi ve telef olduğunu ileri
sürdüğü mallan için sancak halkından 99.860 kuruş alacağı olduğunu tesbit et
tirmişti 32.
Bursa mütesellimi Hacı İzzet Efendi de “ahali ve fukara kakkında bazı gûna
mezâlim ve teaddiyatı” anlaşıldığından azliyle yerine dirayetkâr biri olan Hacı
Mustafa A ğa’nm atanması uygun görülmüştü. Yaptığı kötülüklerin etraflıca in
celenmesi için Dahiliye Kalem i'nde görevli Naşir Efendi Bursa'ya yollanm ıştı34.
Voyvodalık Kurumu
Bildiğimiz kadarı ile başlangıçta “has” denilen gelir bölgelerinin yönetimini
sahibi adına yüklenen kimseye “voyvoda” deniliyordu. Daha sonraları “serbest ti-
marlaî\n, vali ve mutasarrıflara verilen bazı gelirlerin de voyvoda gönderilerek
yönetildiğini görmekteyiz. T im ar sisteminin giderek değişikliklere uğraması, ilti
zam ve mukataa usulünün yaygınlaşması bu kurumun gelişme ve yayılmasına
neden olmuştur. Özellikle 17.yüzyıldan itibaren hükümetin para sıkıntısı çekme
si, geliri fazla küçük bölgelerin doğrudan doğruya hâzineye bağlanarak yönetil
mesine yol açmıştır.
Hükümet merkezindeki hâzinelere bağlı yerlere ise her yıl M art ayı başında
voyvodalar atanıyordu. Bunların görev süreleri mütesellimlerinki gibi bir tam yıl
36 K a ra m a n Şr.Sc. 295 /s. 3 . Larende kazası voyvodası iken Ölen Ali A ğa ’nın yerine kardeşi
Osman’ın seçilmesini Karaman valisinden, naib ve ileri gelenler istemişlerdi. Vali, Osman Ağa’nın
voyvoda vekili olmasını 3 Kasım 1831 tarihli “buyruldu * ile uygun görüyordu.
30 TANZİM AT DÖNEM İNDE ANADOLU
oîarak belirlenmişti. Ancak çoğu zaman buna uyulmuyordu. Birkaç yıl görevde
kalanların yanısıra sık sık yer değiştirenleri de vardı3'.
Diğer yöneticiler gibi voyvodaların da halkla ilişkileri iyi değildi. Vergi topla
ma, asker yasma ve benzeri islerden ötürü halkla sık sık karşı karşıya gelen voy
vodalar olaylara neden olmakta idiler. Kendileri, çocukları ve yakınlan için
zorla para alanları olduğu gibi devlet hâzinesine ödemeleri gereken vergi ve di
ğer gelirleri zimmetlerine geçirenleri de çoktu.
Tokat voyvodası kapıcıbaşı rütbeli Lütfullah Bey’in görevi sırasında ileri ge
lenlerle işbirliği yaparak bakır tüccarlarından sekizer onar kese akçe aldığı, bu
yüzden kentte bakır alacak kimsenin kalmadığı, kalhane gelirinin azaldığı İstan
bul’a şikâyet edilmişti. Voyvodanın diğer yolsuzlukları da ayrıca bildirilmişti.
Bunun üzerine unvanı alınarak Sinop Kalesinde kalebent olunması Bozok San
cağı mutasarrıfı Cebbarzade Süleyman Bey’e emredilmişti. Ne var ki Tokat nai
bi ile ileri gelenleri voyvoda hakkındaki şikayetlerin doğru olmadığını, kendisine
iftira edildiğini, affedilmesini ya da Ç ankın’ya sürülmesini dilemişlerdi. Bu baş
vuru üzerine voyvoda serbest bırakılmıştı40.
kabul etmiş olduğunu, bundan dolayı kendisine müdahale etmeye gerek olma
dığı kanısma varmıştı44.
Milas kazasında voyvodalık yapmakta olan M ehm et Ağa, zulmettiği için sık
sık şikâyet edilmiş, hükümet Önceleri kendisine nasihat edip, bu tür tutum ve
davranışlardan vazgeçmesini istemişti. Fakat, voyvoda gittikçe halkı ezmeye ve
kendisi için çeşitli adlarla vergi toplamaya devam edince görevden alınmış yeri
ne Gümüşhane ileri gelenlerinden Kurbağazade İbrahim atanmıştı. Yeni voyvo
da görevine başladığı sırada, M ehm et Ağa etrafına topladığı 300-500 kadar ada
mı ile üzerine yürüm üş, emval ve eşyasını yağmalayarak evi ile değirmenini de
yakmış, yanında bulunan kadı, müftü, müderris gibi kimselere hakaret edip,
merkezden gönderilen mübaşiri de zincire vurmuştu. Yaptıkları yetmiyormuş gi
bi halktan bazı kimselere de zarar vermiş, kazanın 1829 yılı hazine gelirlerini
zorla tahsil etmişti. Devlete daha önceden onbin kuruş borcu olan bu asi voyvo
danın yakalanıp KayserTye sürgünü için Güm üşhane M aden Emini Yusuf ile
Kayseri naibine ferman gönderilmişti45.
Tanzim at'la birlikte bu kurum son bulmuş, voyvodalık görevi kaza m üdür
lerine devredilmiştir.
44 K a y se ri Şr.Sc. 197/s>5 .
45 K ayseri Şr.Sc. 200 /s. 177. Milâs kazası Karahisar-ı Şarkı Sancağına bağlı idi.
46 T a k vim -i V ek a y i, defa 154.
TANZİM AT DÖ N EM İN D E ANADOLU 33
Ayanlık
Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşundan yıkılışına dek geçen uzun sürede
taşra yönetiminde yerel güçlü ailelerin etkin biçimde söz sahibi oldukları bilin
mektedir. Âyân ve eşraf, hânedân mensubu, kişizade gibi adlarla resmen anılan
bu kitle genellikle %ücuh-ı memleket” (Memleketin ileri gelenleri) diye de adlan-
dırılmaktadır.Bunların içinden zaman zaman ünlü yöneticiler, valiler, kadılar ve
diğer üst düzey görevlileri çıktığı gibi, çoğunlukla yerel yönetimi ellerinde bu
lundurmuşlar, şehir ve kasabalarında hükümet görevlileri ile birlikte etkinlikleri
ni sürdürmüşlerdir.
III. Selim, padişah olduktan sonra birçok alanda yeni düzenlemeler yapar
ken, taşra yönetiminde etkin rol oynayan, halk-hükümet ilişkilerinin düzenlenip
sürdürülmesinde aracılık yapan âyânlık kurumuna da el atmıştır. Kendisinden
kısa bir süre Önce, yapılan şikayetler üzerine bu kurum kaldırılmak istenmiş,
ancak uygulamaya tümüyle konulmadan iktidar değişikliği olmuş, yeni Padişah
1790 yılında yaymladığı fermanla âyânlığı yeniden bütün İmparatorlukta ihdas
etmişti48. Buna göre ayanlar doğrudan doğruya yöre halkının seçimiyle göreve
getirilecekler, sadrazam, vali ve diğer yöneticilerin müdahaleleri olmıyacaktı.
Âyân seçilenler halktan çeşitli bahanelerle kural dışı vergi almayacaklar, hazine
gelirlerinin toplatılmasında ve benzeri hizmetlerin görülmesinde aksaklıklara
meydan vermeyeceklerdi. Bundan böyle şehir kethüdalarının görevlerini de
âyanlar yürüteceklerinden, yönetimde onlara gerek kalmayacaktı.
Başta kadı veya naip olmak üzere, müftü, müderrisler, eşraftan bazı kimse
lerin kendi aralannda uygun gördükleri birisini şehir mahkemesinde âyân seç
tiklerini görüyoruz. Bu iş yapıldıktan sonra kadının ilâmı ile seçilenin adı san
cak yöneticisine bildiriliyor onayı isteniyordu. Yöneticinin seçileni uygun görüp
onaylaması ile atama kesinleşiyordu, incelediğimiz dönemde uyulması gereken
genel kural buydu. Fakat zaman zaman bu kuralın dışına çıkıldığını görüyoruz.
Bir çok vali ve mutasarrıfın ileri gelenlere danışmadan, kendi adamlarından ve
dilediklerinden birisini âyân seçtikleri sık sık oluyordu. Daha çok olağanüstü
durumlarda ve ileri gelenlerin âyân seçiminde anlaşmamaları sonunda bu yola
başvurulmaktaydı. Örneğin Mısır seferi sırasında Konya merkez âyânlığına
1 8 3 2 ^ Elhac M ahm ut Ağa mutasarrıf tarafından atanmıştı49. Bursa’da ileri ge
lenler kimi seçecekleri üzerinde anlaşmaya yaramayınca, mutasarrıf işe karışmış,
dilediğini âyân olarak atamıştı50. N e var ki bunlar kural dışı uygulamalardır.
Âyân seçiminde böyle hareket edilmemesi için diğer padişahlar gibi IlI.Selim ve
II.M ahm ut vali ve mutasarrıflara sık sık emirler göndermişlerdir.
Âyân seçiminde bazen bütün şehir halkını temsilen mahallelerden 2-3 kişi
nin çağrılıp meydanda veya cami avlusunda toplandığını 200-300 kişinin arala
rından birisini ayan seçtiklerini de görmekteyiz. Özellikle anlaşmazlık çıkıp ileri
gelenler aralarından birini seçemedikleri zama bu yola başvuruluyordu51.
49 K o n y a Şr.Sc.72/s>96.
50 B u rsa Şr.Sc. C 29 /s.75.
51 Tosya’da halka zulm ettiği için Sadrazamın emriyle görevine son verilen Çataloğlu Musta
fa’nın yerine âyân seçilirken her mahalleden iki-üç kişi çağrılıp mahkemede kadı huzurunda İs
mail Ağa âyân seçilmişti. Bkz. Ç an kırı Şr. Sc. 2/s. 5.
TA N ZİM A T D Ö N EM İN D E ANADO LU 35
seçilmiş olan Göğüş Ağa, kürk giyip mahalleler arasında dolaşırken 150 kuruş
bahşiş dağıtmıştı. Kendisini seçtiren mutasarrıf, kadı ve adamlarına ise 3.750
kuruş “hediye” vermiş bulunuyordu. Bu giderleri 1820 yılı Recep ayı vergisine
(Salyanesine) ekleterek halktan tahsil etmişti52.
göre halktan bin-ıkibin kuruş topla ttırmıştı. Ayrıca “âyâniye” adı ile halktan para
almıştır. Yapılan başvurular sonunda Am asya’ya sürülmüştü. N e var ki Ankara
eşrafınca desteklenen M ehm et Emin’in suçsuz olduğu ileri sürülerek bağışlan
ması istenmişti54.
Tosya âyâm Çotoğlu Mustafa, halkın şikayeti üzerine mahkemeye çağrıla
rak muhasebesi yapılmış, 7.734 kuruşu haksız yere aldığı ortaya çıkm ıştı55. T o
kat voyvodalığına bağlı Tozaklı Nahiyesi ayanı T im ur’dan 100 kadar kişi şikâ
yetçi olmuş, bunun üzerine Sivas’a gidip hesap vermesi hükümetçe istenmişti.
Ancak âyân buna uymamış, Sivas’a gitmemekte direnmiştir. Tokat voyvodasına
emir gönderilmiş, Sivas’a zorla gönderilmesi sağlanmıştı56. Vali huzurunda ku
rulan mahkemede yargılandığında dört yıl içinde halktan 3617,5 kuruş fuzuli
para aldığı ortaya çıkm ıştı57. Bazı güçlü âyânlar, şikâyetlere rağmen kadı huzu
runa çıkmamakta direniyorlardı. Zora başvurulacağını anladıkları zaman etrafla
rına topladıkları adamlarıyla ayaklanıyorlardı,
Erzurum eyâletine bağlı İspir âyânı Nuhoğlu, gereksiz yere halktan para
toplamakla yetinmemiş, vermek istemeyenlere akla gelmedik işkenceler yapmıştı.
Halkın hükümete başvurması üzerine isyan etmişti. Bunun üzerine vali Galip
Paşa asi âyânın üzerine asker göndermiş, yakalayıp idam ettirmişti58. Kastam o
nu Sancağına bağlı Taşköprü âyânı Hacı Ö m er’in yapmadığı zulüm kalmadı
ğından mahkemeye çağrılmış, gelmemekte direnince Mütesellim Dede Mustafa
Ağa üzerine asker göndermiş, âyân ile birlikte üç adamı çarpışmalar sonunda
öldürülmüştü. Bu olaydan sonra Kastamonu Sancağında ayanlık mütesellim ta
rafından tamamen ortadan kaldırılmış, yerine muhtarlık kurumu getirilmiş bu
lunuyordu 59.
Bazı yerlerde ise daha ilginç olaylar geçmekte idi. Âyânlann baskılarından
bıkan halk, ayrıntılarını saptayamadığımız şartlarla onlarla anlaşıp görevlerine
son veriyorlardı. Ankara’ya bağlı Sufla kasabası ileri gelenleri mahkemeye baş
vurarak ayanları olan Ali Bey ve Halit oğlu M usa adlı kimselerden emniyetleri
nin kalmamış olduğunu ifade ile, bundan böyle adları geçenlerin âyânlık işleri
ve başka bir maslahata kanşmamaları için aralannda anlaştıklarını (akd-ı misâk
ettiklerini) açıklayarak kayda geçirmişlerdi. Anlaşmayı halk bozarsa Mütesellim
hâzinesine beşbin kuruş, âyânhk yapmaktan vazgeçen Ali Bey bozarsa ellibin
kuruş ödeyeceği kayda geçirilmişti60.
Âyânlar içinde devlete ve yöreye çok iyi hizmet görenler de vardı. Böyleleri-
ni halk ve hükümet takdir ediyor, kendilerine üst derecede unvanlar verilerek,
sancak yöneticiliğine ve benzeri büyük hizmetlere getiriliyorlardı» Gerede’de
âyânhk yaparken başarılı hizmetlerinden ötürü “kapıcıbaşı * rütbesi verilerek Bolu
Mütesellimliğine atanıyordu. Demirhisâr Kazası âyânı Ali Bey, devlete iyi hiz
met ettiğinden durum u serasker tarafından İstanbul'a bildirilmiş, bunun üzerine
kendisine kapıcıbaşılık unvanı verilmişti61. Sinop âyânı Kavizâde Hüseyin Bey,
görevini hakkıyla yaptığı gibi, gemi inşaatında da gayret ve sadakat gösterdiğin
den kendisine Dergâh-ı Ali Kapıcıbaşılık rütbesi veriliyordu62. İçel mutasarrıfı
nın damadı âyân Hacı Zeynelabidin Bey’e mütesellimin teklifi İle kapıcıbaşılık
unvanı bahşediliyordu63. Trabzon valisi Osm an Paşa’nın damadı olan Bafra
âyânı Ahm ed Bey’e de aynı gerekçelerle bu unvan veriliyordu64.
Âyânhk kurumu, Tanzim at’ın ilânından önce bazı bölgelerde kaldırılmış ol
makla birlikte65 ancak, Tanzim at sonrası düzenlemelerle tamamen ortadan silin
miştir. 1840’tan sonra yönetim görevlileri arasında halk hükümet ilişkilerinin
düzenlenmesinde artık âyânlara yer yoktur. Ancak, âyân menşeli kimseler, san
cak merkezlerinde kurulan meclislere üye olmuşlar, başka unvanlar alarak şehir
ve kasaba yönetiminde etkinliklerini uzun süre devam ettirmişlerdir.
m A n kara Şr.Sc.235/78.
6! T a k vim -i V ek a yi, defa 72 (1833).
62 Ali Bey, birkaç âyânla birlikte İstanbul’a çağrılarak 8-10 ay kadar kursa ve ta lim e tabi
tutulmuş, “Binbaşı" rütbesiyle Redif taburlarına komutan olarak atanmıştı- T a k vim -i V ek a yi, defa
92-
63 T a k v im -i V e k a y i, defa 45.
64 T a k vim -i V ek a y i, defa 122 (1835).
ö rn eğin Çirm en’de 1815-1822 yıllan arasında mutasarrıflık yapmış olan Celâlettin Paşa,
Edirne’de âyânın halka zulm etmesi üzerine “ ...Edime âyânlığınm ref ve ilga ve tahsilat ve tevziatı
alız ve kabz etmek üzere bir sandık emini nasb...” etmişti. Bunu gözönünde tutan hükümet, Bursa
âyânt Şerif Efendi’yi görevden almış, yerine hernekadar Hüseyin Hüsnü Efendi âyân seçilmişse de
Edirne’de olduğu gibi, bu hizmetin bundan böyle “Sandık Emini'he yaptırılmasını uygun görmüş
tü. Ayân’a ödenen 1750 kuruş ücretin de mütescllim’e verilmesi kararlaştırılmıştı. Bkz. Buzsa
Sr. Sc. C 32 /s. 61. Eylül 1828 tarihli Kaymakam Mektubu.
38 TAN ZİM AT DÖ N EM İN D E ANADOLU
cek ve “Defter Nazın ”na bildirilecekti. Her sancak merkezinde Nazırlar kendileri
ne bildirilen muhtarların listesini yapıp hükümet merkezindeki “Ceride Nezare
ti”he sunacaklar, muhtarlar için D arp h an ece mühürler kazılıp yollanmasını is
teyeceklerdi.
Mahalle imamları
Günüm üzde olduğu gibi 19. yüzyılda da mahalle, şehrin en küçük yönetim
birimi idi. Halkın devlete karşı olan yükümlülüklerini yerine getirmede
“H a n e lin yanısıra mahalle bir değer ölçüsü kabul edilmişti. Şehirli halkın öde
yeceği vergilerin dağıtımında ve benzeri hizmetlerin görülmesinde mahalle birim
olarak ele alınıyordu. Bilindiği gibi akraba ve birbirini yakından tanıyan kimse
lerin oluşturdukları yerleşim birimi olan mahallenin sosyal ve dinî hizmetlerinin
görülmesinde de önemli yeri vardı. Cam inin yanısıra mescit ve mahalle okulu
bu yerleşim birimlerinin birçoğunda bulunan kurumlardı.
Konum uzu oluşturan şehirlerin hemen hemen her mahallesinde bir cami
ile mescidin ve buralarda görevli imamlarla yardımcılarının bulunduğu
görülüyor. İmamlar, cemaata namaz kıldırmanın yanısıra mahalleyi ilgilendiren
bütün işlerle yakından ilgili idiler. Muhtarlık örgütü oluşturuluncaya kadar tek
başlarına, daha sonra muhtarlarla birlikte halkın bir birleriyle olan küçük anlaş
mazlıklarının çözümünden, mahallenin temizliğinden, düzeninden bunların so
rumlu tutuldukları anlaşılıyor.
İmamlar Padişahın beratı ile dinî bilgileri fazla, güvenilir ve sevilen kimse
ler arasından atanırlar, görecekleri hizmet karşılığında " Vazife* adı verilen bir
ücret alırlardı. Gündelik olarak hesaplanan bu ücret, çoğunlukla vakıflardan
sağlanmakta idi.
İmamlar, beş vakit namaz kıldırmak, Ölenler için gerekli dinî işlemleri yap
manın yanısıra, mahallelerin güvenliği, huzurun sağlanması gibi işlerle de ilgi
leniyorlardı. Özellikle evlerde sazlı-sÖzlü toplantılar yapılıp içki içilmemesi için
çaba gösterdikleri gibi, sokakların temiz tutulması için halkı uyardıklarıda
görülmektedir. Bazı şehirlerde yöneticiler ve kadılar, imamları mahallelerinin te
mizliğinden sorumlu tutmakta idiler68.
Güvenilir birer kişi olarak mahalle muhtarlarına kefil ediliyorlar, vergi dağı
tımında ve mahalleyi ilgilendiren konularda yapılan görüşmelere katılıyorlardı.
Kısacası mahalle çerçevesinde halk-hükümet ilişkilerinin sürdürülmesinde, m uh
tarlık kuruluncaya kadar . tek başlarına, daha sonra da onlarla birlikte
günümüze kadar etkinlik göstermişlerdir.
68 Osman Nuri (Ergin), M ecelle-i U m u r-ı B eled iye C.I. s.898 ve 960.
TAN ZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU 41
Şehir Kethüdası
Osmanlı Devletinin kuruluşundan beri kent merkezlerinde “Şehir Kethüdası”
unvanlı bir görevlinin bulunduğu bilinm ektedir69. 19. yüzyılın başlarında da es
kisi kadar olmasa bile devlet görevlileriyle şehir halkı arasındaki ilişkilerde şehir
kethüdalarının etkin olduklarını görüyoruz.
1802 yılında Üsküdar’dan Sivas’a gönderilen 200 kadar askerin yol boyu şe
hirlerde misafir edilmeleri için kadı ve naiplerle birlikte şehir kethüdalarına hi
taben Padişah emri çıkarılmıştı. Bu emirde şehir kethüdalarının nasıl hareket
edecekleri, günde bu askere ne kadar yiyecek ve hayvanlan için ne miktar yem
69 M .Akdağ, T ü rk iy e 'n in İktisadî v e İçtim ai T a rih i, c .l’de şehir kethüdahğı hakkında özlü
bilgiler vermektedir.
70 S.J.Shavv, Betvveen O ld and N ew , T h e O ttom an E m p ire u n d er Sultan Selim III,
s.79-80; Y u zo Nagata, M uh stn zâde M eh m ed Paşa v e  y â n lık M üessesesi, Tokyo 1976, s.27-28.
71 Y ücel Özkaya, O sm anlı İm paratorlu ğu n da  y â n lık , s.290-291.
72 Gaziantep’te 25 Haziran 1 8 2 7 ^ göreve başlamak koşulu ile Bostanizâde Abdullah Ağa şe
hir kethüdası seçilmişti. C .püzelbey, G azian tep Ş er’ i M ah kem e Sicilleri, fas. 3, s.ı 1.
73 Konya’ da şehir kethüdası yerine şehir emini denilmekte idi.
42 TA N ZİM A T DÖN EM İN D E ANADOLU
duğıı bir kayıttan anladığımıza göre, şehir kethüdası, esnaf ve mahallelere dağı
tımı yapmakla görevlendiriliyordu79. Yine aynı şehirde iki mahalle halkının ola
geldiği üzere vergilerini ödemek istedikleri halde şehir kethüdasının buna aykırı
olarak mahallelerini bir başka mahalle ile birleştirmek istediğini, bunun önüne
geçilmesini kadıdan diliyorlardı. Bunun üzerine kadı, kethüdaya hitaben bir
mürasele yazarak, halkın isteklerine uymasını bildiriyordu80. Bir başka belge,
şehir kethüdalarının şehir halkının ödemek zorunda oldukları vergilerin mahal
lelere bölüştürülmesi, kimlerin vergiden m uaf tutulacakları ve benzeri işlerle biz-
zat uğraştıklarım açıkça göstermektedir.
lerdi. Buna göre kethüdanın mal varlığı 69.200 kuruşu bulmuştu. Bu paranın
önemli bir kısmı yapılan masraflara ayrılmış, 20.636 kuruşu varislerine
bölüşülmüştü. Şehir halkına 38.777,5 kuruş borçlu olduğu da ayrıca kaydedil
mişti 87.
87 K o n y a Şr.Sc. 75 /s.57.
88 H .Cinlioğlu, O sm an lılar Z a m a n ın d a T o kat III, s.78.
89 Osmanlı İmparatorluğumda nüfus sayımlan daha çok toprak yazımı ve vergi tesbiti için ya
pılıyordu. Arşivlerimizde bu sayım ve yazımlarla ilgili defterler ve belgeler bulunmaktadır. Bunla
rın bir kısmı üzerinde inceleme ve değerlendirmeler yapılmış olmakla birlikte çoğu hakkında yeter
li bilgimiz yoktur.
TA N ZİM A T D Ö NEM İN DE ANADOLU 45
00 L ü tfi, III, s.i42-i45’te sayımla ilgili kısa bilgi verdikten sonra, hangi bölgelere kimlerin sa
yım memuru olarak atandıklarını liste şeklinde vermiş bulunuyor. İncelendiğinde görev alanların
çoğunun ilmiye sınıfında oldukları görülmektedir.
Sözünü ettiğimiz bu düzenleme ile ilgili olarak II.M ahm ut genel bir ferman
yayınlayarak her tarafa göndermiş, uygulamanın nasıl yapılacağını ayrıntılarıyla
açıklamıştı93. Ferman alınır alınmaz vali, mütesellim gibi yöneticilerle, kadı, na-
ıb ve kent ileri gelenleri toplanarak gereğini yerine getirmişlerdi. Bu kurumun
Ankara merkezinde nasıl oluşturulduğunu ele alacak, daha sonra diğer kentler
den örnekler vereceğiz.
mıleri bılâ-ıstısna işaret olunarak.. . ” deftere geçirilmesi ve bir suretininin altı ayda bir
İstanbul’a gönderilmesi em rediliyordu95.
Defter Nazırları bir eyaletin veya sancağın en büyük nüfus memurları idi
ler. K üçük yerleşim birimlerinde bunlara bağlı olarak çalışan görevlilere mukay-
yid veya jurnal memuru deniliyordu. M ukayyid ve jurnal memurları da ileri ge
lenler ve kadı tarafından seçiliyorlar, kendilerine gördükleri hizmet karşılığı aylık
ödeniyordu. Görevleri, bulundukları yerleşim birimlerindeki nüfus işlerine bak
mak olup biteni belirli aralıklarla bağlı oldukları Defter Nazırlarına aktarmaktan
ibaretti.
II. M ahm ud’ un 1830 baharında başlattığı genel nüfus sayımı, aksaklık ve
eksikliklerle bir yıl içinde İmparatorluğun büyük bir kısmında tamamlanmış,
sonuçlar peyder pey İstanbul’a gönderilmeye başlanm ıştı101. Ceride Nezaretinde
100 An kara Şr. Sc. 204 /belge 65. Bu para Ruz-ı Kasım Salyanesine eklenerek halktan vergi
olarak alınmıştı.
101 Takvim -i V ek ayi’ de Özellikle yöneticilerin yaptıkları yolsuzlukları önlemek amacıyla sayım
ların yapıldığı, ancak çoğu yerde ileri gelenlerle birlikte kimi yöneticinin buna engel olmak istedik
leri sık sık yazılmakta idi. (Örneğin defa 169). Belgeler de bunu doğrulamaktadır.
T A N Z İM A T D Ö N EM İN D E ANADOLU 49
F 4
50 TA N Z İM A T D Ö N EM İN D E ANADOLU
layında idi. Kütahya'da 16-17 bin kişi, Niğde’de toplam 6.700, Kayseri’de
26.000 insanın yaşadığı anlaşılıyordu. Görülüyor ki Edime, İzmir ve Bursa dı
şında kalan Anadolu şehirlerinin ortalama nüfusları 20-25 bin arasında değiş
mektedir.
Ankara kentine gelince, burası 1830 yılında Ayaş, Murtazaabad, Arapsun,
Büyük ve Küçük Haymana, Şorba, Çubukabad, Yabanabad kazaları ile Balâ ve
Sufla nahiyelerinden oluşan bölgenin sancak merkezi idi. Ankara’ya sayım me
muru olarak Dergâh-ı Ali Kapıcıbaşılarından meşhur Çaparzade’nin (Cebbarza-
de) kapı kethüdasının oğlu Sadık Bey merkezden gönderilmişti. Sadık Bey, Pa
dişahın ferman ve emri ile Ankara sancağında sayım yapmakla görevlendirildi
ğini, büyük küçük tek bir kimse müstesna kalmamak üzere bütün müslüman
ve hıristiyan nüfusu sayarak kayda geçirdiğini elimizde bulunan sayım defteri
nin başına yazmış bulunuyordu.
Öncelikle şehir merkezinin müslüman erkek halkını mahallelere göre saya
rak yaş ve meslekleriyle birlikte deftere geçirmiştir. Aynı şekilde müslüman ol
mayanları da saydıktan sonra, merkeze bağlı köylere geçmiş, sonra kasabaları
ele almıştır. Bu sayım sonunda Ankara kent merkezinde 1164.0 erkek nüfus ol
duğu anlaşılmıştı. Kentin toplam nüfusu ise 23.000 dolayında bulunuyordu.
Ankara merkezinde yapılan bu sayımın belirgin bir özelliği de kişilerin han
gi işlerle uğraştıklarının saptanmış olmasıdır. 1830 sayımı Ankara şehir merke
zinde oturan halkın büyük çoğunluğunun küçük esnaftan oluştuğunu göster
mektedir. Ne bir dokuma tezgâhı, ne de benzer bir üretim dalına raslanma-
maktadır. Önemli bir sof ve dericilik merkezi olduğunu bildiğimiz bu kentte
ı830*larda artık sofçuluğun izi bile kalmamıştı. Dericilik ise önemli ölçüde geri
lemişti. Eğitim ve öğretimdeki gerilik de açıkça ortaya çıkmaktadır. Günümüz
değerlerine göre yüksek öğretim çağında bulunan (15-29) 750’ye yakın kimse
için ancak dört müderris bulunuyordu. İlköğretim için de aynı durum sözkonu-
su idi. 23.000 nüfusun barındığı şehir merkezinde ancak yedi mektep hocası
bulunduğunu saptıyoruz ’03.
103 Ankara şeriye sicilleri arasında yer alan 231 nolu defter 1830 sayımında tutulan nüfus def
terinin şehirde bırakılan nüshasıdır. Burada sayımın nasıl yapıldığını açıkça ortaya koyan bu çok
önemli belgede yer alan şehir merkezi nüfusu üzerinde yaptığımız bir inceleme yayınlanmış bu
lunmaktadır. Bkz. “ 1830 Genel Sayımına Göre Ankara Şehir Merkezi Nüfusu Üzrinde Bir Araştır
ma” O sm anlı Araştırm aları I, İstanbul, 1980, s. 109-132. Bu yazıda nüfusun mahallelere dağılışı,
yaş gruplan, meslekler ayn ayn çizelge ve grafiklerle ortaya konmuş bulunmaktadır.
T A N Z İM A T D Ö N EM İN D E ANADOLU 5
zorunluğudur. işte bu doğal gereksinim, kentin fizikî yapısını belirlediği gibi, es
tetik görünümünü de ortaya çıkarmaktadır.
Osmanlı öncesinde, tarihin en eski devirlerinde kurulmaya başlamış belli
başlı Anadolu kentlerinin, büyüme ve gelişme çağlarını geride bıraktıkları bir
dönemini ele alıyoruz. Genel çöküntü, kentlerin yapısal dokusunda da başlamış
tır. Çoğu 15. ve 16. yüzyılda yapılmış cami, imaretler, han, çarşı, fırın, hamam,
boyahane gibi binalar, bakımsız onarım gerektiren şekilde ayakta kalma çaba
sında oldukları gözlenmektedir. Yüzyılın ilk yarısında ne yeni bir cami, ne de
han-hamam yapıldığına ilişkin veriler elde edilmedi. Sadece asker barındırmak
için yapılan kışlalarla ufak tefek onarım işleri, elimizdeki kaynaklara yansımıştır.
Osmanlı düzeninde devlet denetimi dışında kalmış, kendi içinde örgütlen
memiş hiçbir iş kolu yoktu. Yapım ve onarım işlerinde çalışanların hükümet
merkezinde denetimi için “Hassa Mimarları” örgütlenmesine gidilmişti104. Hassa
Mimarları Ocağı, devletin resmi yapılarını ve varlıklı kimselerin yaptırdıkları bi
naların inşaatı ile doğrudan ilgili idi. Bütün resmi ve sivil inşaatlar Baş Mimar
başı ve emrindeki mimarlar ocağınca denetleniyordu. Hükümet merkezinde
bütün mimarların kayıtlan tutuluyordu. Divân-ı Hümayun Başmuhasebe ve Ni
şan Kalemi daireleri bu hizmeti de yürütüyorlardı. Görevlendirmeler Hassa baş-
mimannın önerisi üzerine Padişah tarafından “Berat” verilerek yapılıyordu,05.
İstanbul dışında kalan büyük kent merkezlerinde onarım ve yapım işlerinde
ustalaşmış marangoz, dülger, duvarcı, sıvacı, taşçı gibi inşaat esnafının diğerleri
ne benzer bir Örgütlenmeye gittiklerini biliyoruz. Ancak, bunların şeyhleri ya da
kethüdalarını doğrudan seçmediklerini görüyoruz. Yöneticilerle kadıların önerisi
üzerine yeterli bilgi ve beceriye sahip mimarlardan birisi Padişahın onayı ile
“Mimarbaşı” olarak atanıyordu. Mimarbaşılar bir taraftan kethüdalık görevlerini
yerine getirirlerken, diğer taraftan da kentlerin yapım ve onanm işlerini denetli
yorlardı. Kent merkez kadısının izni ve mimarbaşının uygun görmesi ile ancak
yeni bir ev, işyeri veya benzer bina yapılabilirdi. Büyük onarım ve ekler için de
buna gerek vardı. Aynca müslüman olmayan topluluklara ait kilise ve benzeri
yapıların onarımı için izin alınırken, durum kentin mimarbaşısı olan kimseden
sorulur, gerekli incelemeyi yaparak sonucu raporla bildirmesi istenirdi. Bu rapor
kadının olur yazısı ile birlikte hükümet merkezine gönderilirdi. Ancak bundan
sonra onarım izni verilirdi,06.
104 Prof.Dr.Şerafettin Turan, ‘‘Osmanlı Teşkilâtında Hassa Mimarları”, T a rih A raştırm aları
Dergisi, I/ı, s. 157-200.
105 Prof.Dr.Cengiz Orhonlu, “Şehir Mimarları”, O sm an lı A raştırm aları,II (İstanbul 1981)»
ss. 1-30.
106 K a yse ri Şr.Sc. 197/54- Emir Sultan Mahallesinde Ermenilere ait Meryem Ana Kilisesi ile
Hi2ir İlyas Kilisesinin onanmına ilişkin ferman sureti.
52 TA N Z İM A T D Ö N EM İN D E ANADOLU
107 Çankırı’nın 1828 yılı altı aylık giderleri arasında M imarbaşı’ya ödenecek yıllık ücret 300
kuruş olarak gösterilmişti. Ç a n k ır ı Şr.Sc. 25 / s .i 23 .
,0H Kayseri miman Esseyit Elhac M ehmet A ğad an Pirî Mehmet Paşa vakıflarından olan
Gön Hanj içine izin almadan yapılan ekin yıktırılması isteniyordu. 4 Mayıs 1824 tarihli bu emir,
mahkemenin, mimar ve bilir kişilerin raporlarına dayanılarak verilmişti. Bkz. K a yseri Şr.Sc. 216 /
s.42. Aynı şehirde oturan birisi yeni ev yaparken komşusunun duvanna ve kapı girişine zarar ver
mişti. Mahkeme, zararın ödenmesine ve yeni yapılan duvann yıkılmasına karar vermiş, gereği için
mimar’a yazılmıştı. K a y se ri Şr.Sc. 216 / s .ı 68 .
,0? A n k ara Şr.Sc. 196 /belge 96.
1,0 C .O rh o n lu , a.g.m. s. 15.
Askerlik ve Güvenliğin Sağlanması
için giriştiği ve tarihimize “Nizâm-ı Cedîd” adı ile geçen askeri birliklerin oluştu
rulmasıdır 11\
III. Selim, Yeniçeriler dışında kalan asker ocaklarını yeniden disipline koya
rak, araç-gereç ve donanımlarını çağdaşlaştırmaya yönelik girişimleri yanısıra,
tamamen mevcutların dışında yeni bir birlik kurmayı gerekli görmüştü. Hazır
lıklar tamamlandıktan sonra 1792 baharında İstanbul’da Levent Çiftliği denen
yerde ilerde “Nizâm-ı Cedîd Ocağı” denilecek birliğin çekirdeği oluşturulmuştu.
Kısa zamanda birlik gelişmeler göstererek asker sayısı artmış, bunun üzerine
Üsküdar'da Selimiye Kışlasının yapımına gidilerek burada da birlikler kurulma
ya başlanmıştı. Yeniçerilerin tepkilerini azaltmak için bu birliklere başlangıçta
“Bostancı Tüfenkçisi Ocağı” denilmesinde yarar görülmüş, ilk talimler bu ad al
tında başlatılmıştı.
111 III. Selim döneminde yapılan yenilikler ve karşılaşılan güçlükler ayrıntılarıyla J.Shavv tara
fından ele alınmış, arşivlerimizdeki belgelerin bir kısmı ile bu konuda yapılmış araştırma ve incele
meler değerlendirilerek ortaya güvenilir bir eser çıkarılmıştır. Bkz. B etw een O ld and N cw , T h e
O ttom an E m pire U n d er Sultan Selim III, 1789-1807, Harvard University Press (1971).
112 “Levent Çiftliği Kanunnamesi* 7 Eylül I794’te yürürlüğe konmuştur. 7 Haziran 1796’ da
eklemeler yapılarak Ocak kaldırılıncaya kadar yürürlükte kalmıştır. Metni eski harflerle A.Cevdet,
Tarih -i C e v d et, V I, (1303), s.366 vd. yer almaktadır.
513 Yücel ö zkaya, “Orta Anadolu'da Nizâm-ı Cedîd’in Kuruluşu ve K ald ın lışr DTCF
Atatürkçün 100 . D oğum Y ılın a Arm ağan (1982), s.501-514.
T A N Z İM A T D Ö N EM İN D E ANADOLU 55
Öte yanda Levent Çiftliğindeki kışla ile alan, eğitim ve öğretim için yeterli
olmayınca, Üsküdar’da Selimiye Kışlasında da Nizâm-ı Cedîd Ortaları oluştu
rulmuş, özellikle Bolu ve Bursa yörelerinden sağlanan erler, burada eğitilmeye
başlanmıştır. Büyük çabalar sonunda Mayıs 1797’de İstanbul’da Nizâm-ı Cedîd
askerinin sayısı 2.534’e, birliklerde görevli memur sayısı ise 27’ye varmıştı. Eylül
1799 da asker sayısı 4 .3 17 ^ , Nisan 1800’de 6.029’a ve Haziran 1801’de ise
9.263 kişiyi bulmuştu114.
Konumuz bakımından İstanbul dışında Nizam-ı Cedîd birliklerinin oluştu
rulması önem taşımaktadır. Bunun için hükümet merkezindeki gelişmeleri kısa
ca özetlemekle yetinip, taşrada olup bitenleri ayrıntılarıyla ele alacağız. Böylece
Osmanlı şehirlerinin yönetiminde, güvenliğin sağlanmasında, yeni malî
yükümlülükte bu Ocağın kısa da olsa etkinliklerini ortaya çıkarmaya çalışacağız.
İstanbul’un yanısıra Anadolu ve Rumeli’de de Nizâm-ı Cedîd Ortalarının
kurulmasına karar verilmiş, 1802 baharında Karaman ve Alaiye valisi Abdur-
rahman Paşa’ya ve Kayseri Sancağı Mütesellimi aynı zamanda Bozok Sancağı
mutasarrıfı Cebbarzâde Süleyman Bey ile Bağdat valisi Süleyman Paşa’ya fer
manlar gönderilerek bölgelerinde İstanbul’daki gibi birlikler oluşturulması isten
miştir. Bunun üzerine hazırlıklar başlamış 1803 yılından başlanarak Anado
lu’nun birçok yöresinde Nizâm-ı Cedîd Ortalan oluşturularak eğitim ve Öğretim
başlatılmıştır. 1802-1805 yıllan arasında Kütahya, Bolu, Sivas, Çankırı, Kasta
monu, Amasya, Tokat, Konya, Niğde, Bursa, Kırşehir, Aksaray, Ankara ve da
ha başka birçok sancak merkezinde kışlalar yaptırılarak birlikler kurulmuştur.
1806 yılına gelindiğinde Nizâm-ı Cedîd askerinin toplam sayısı 22.685 kişiye
varmıştı. Bu ordunun yaklaşık olarak yarısı İstanbul'da kalanı da Anadolu V2
Rumelide bulunmakta idi. İstanbul’daki Nizâm-ı Cedîd askerinin kaynağı da
Anadolu’nun çiftçi ve aşiret halkından sağlanan gençler idi. Özellikle iş bulmak
umuduyla Başkente gelenlerle, eyaletlerden toplanarak gönderilenlere üniforma
giydirilmiş, süngülü modem tüfekler verilerek kışla ve barakalarda yatıp kalk
malarına imkân sağlanmıştı115.
İstanbul dışında oluşturulan birlikler için yeni bir yasa hazırlanarak
yürürlüğe konulmuştur. Bu kanunname gereğince sancak merkezlerinde 12
bölükten oluşacak birer “Orta” teşkil edilecektir. Bölükler 100 erden kurulacak,
altısı “Sağ koV\ altısı da “Sol kol” bölükleri diye adlandırılacaktı. Her koldan bi
rer bölük bir ay süre ile şehir merkezinde eğitim Öğretim yaparak nöbet tuta
caktı. Nöbet ve eğitim bitiminde erler izinli sayılarak işlerinin başına dönecek
ler, yerlerini başka bölükler alacaktı. BÖylece hem tarım ve ziraat engellenmeye
cek, hem de sancak merkezleri askersiz kalmayacaktı.
117 An kara Şr.Sc. 201 /belge 81. Ferman suretinde verdiğimiz bilgiler aynen yer almaktadır.
118 A n kara Ş r.Sc. 202 /Belge 12, Y .ö zk a y a , “Orta Anadolu’da Nizâm-ı Cedîd’ in Kuruluşu ve
Kaldırılışı”, A tatü rkü n 100 . D oğum Y ılın a Arm ağan s.510.
1,9 Sivas Şr.Sc. 8/S.8-9. “ Nİ2âm-ı Cedîd İçin vürud iden emr-i A li” başlıklı ferman suretinde
bu bilgiler yer almaktadır.
120 K a y se ri Şr.Sc. 2IO/S.49.
58 TA N Z İM A T D ÖN EM İN D E ANADOLU
121 Ankara'da Nizâm-ı Cedîd askerlerinin talimlerde kullanacağı mermilerin imali için öte-
denberi bu işle uğraşan esnaftan Ahmet Ağa, izin istemiş, uygun görülerek kendisine "Fi§enkçi Ba-
j ı ” (Fişenk yapan esnafın kethüdalığı) yetkisi beratla verilmişti. A n kara Şr.Sc. 201 /belge 104, ıog.
122 Sivas’ta Taşhan’da mevcut olup satılan eşya arasında Binbaşı ve Kol Ağalarının mallan
da yer alıyordu. Sivas Şr.Sc.8/s.4.6.
T A N Z İM A T D Ö N EM İN D E ANADOLU 59
Öte yanda İstanbul’da önemli gelişmeler olmuş, Nizâm-ı Cedîd taraftarı ol
mayanlar, veliaht Şehzade Mustafa ile de işbirliği yaparak IlI.Selim’i tahttan in
dirme hazırlıklarına girişmişlerdi. Ayaklanmaların uzun süre bastınlmaması Pa-
dişah’ı endişelendirmiş, Serez Âyânı İsmail Bey’in aracılığı ile asilerle anlaşma
sağlanarak Rumeli’ye geçirilen Nizâm-ı Cedîd askeri İstanbul’a geri getirtilmiş,
Abdurrahman Paşa’ya ise doğrudan doğruya Konya’ya dönmesi emredilmişti 12\
Bundan sonra hükümet merkezinde IlI.Selim etkinliğini yitirmiş, Nizâm-ı
Cedîd askerinin silâhları alınarak Levent ve Üsküdar’daki ocakianna kapatılmış
tır. Bir süre sonra İstanbul’da Boğaz Yamakları Kabakçı Mustafa önderliğinde
ayaklanarak IlI.Selim’i tahttan indirmişler, birçok yenilikle birlikte Nizâm-ı Ce
dîd teşkilatını da ortadan kaldırarak gerek İstanbul’da gerekse taşrada yeniden
Yeniçerilerle zorbalar egemen olmaya başlamışlardır m .
Bilindiği gibi Bayraktar Mustafa Paşa’nın İstanbul üzerine yürümesi, sadra
zam oluşu ve II.Mahmud’un tahta geçmesi gibi gelişmeler sonunda yeni bir
döneme geçilmiştir. Bu dönemin ilk önemli girişimleri de askerlik alanında ol
muş, Nizâm-ı Cedîd Ocağı*nm kurulmasında ve gelişmesinde önemli yararları
görülen Abdurrahman Paşa’dan yeniden talimli tüfenkçi asker toplayarak İstan
bul’a gelmesi istenmiştir. Bunun üzerine Abdurrahman Paşa istenilenleri yapa
rak Ekim ı8o8’de üçüncü defa İstanbul’a gelmiştir. aSekban-ı Cedîd* adı verilen
bağımsız yeni bir ocak kurulmuş, tıpkı Nizâm-ı Cedîd gibi kışlalarda eğitim
başlamıştı. Ocak ağalığına da Nizâm-ı Cedîd Ocağı kethüdası Süleyman Ağa
atanmıştı. Kısa sürede Sekban-ı Cedîd askerinin sayısı 4.000 çıkarılmıştır.
Ne var ki Bayraktar Mustafa Paşa’nın ölümü ile sonuçlanan yeni bir ayak
lanma sonunda Sekban-ı Cedîd teşkilatı da tarihe karışmıştır. Böylece Osmanlı
ordusunda yeni düzenlemelerin ilk evresi arkasında silinmeyecek izler bırakarak
son bulmuş, II.Mahmut, 1826 yılma kadar bir girişimde bulunmamıştır.
123 İ.Hakkı Uzunçarşılı, wNizâm-ı Cedîd Ricâlinden Kadı Abdurrahman Paşa,” B elleten,
X X X V , s.250 vd.
124 Ocağın kaldırıldığı genel emir ve fermanlarla her tarafa duyurulmuş, yapılması gerekenler
ayrıntılarıyla belirtilmişti. Ankara Sancağı yöneticilerine hitaben gönderilen ferman sureti A nkara
Şr.Sc. 208 /belge 306, 308’de yer almaktadır.
6o T A N Z İM A T D Ö N EM İN D E ANADOLU
12.000 kişilik olması düşünülen Asakir-i Mânsure 1.500'er erden ibaret ve “ Ter
tip " denilen sekiz birliğe ayrılmıştı. Her birliğin komutası binbaşı rütbesinde bir
subaya veriliyordu. Kuruluş geliştikçe değişiklikler yapılmaya başlanmış, ı828’de
yapılan düzenleme ile, “Alay", “ Tabur”, “Bölük” adlarıyla birlikler kurulmuştur.
Her alay üç taburdan kuruluyor, komutanına “Miralay” unvanı veriliyordu. Ta-
bur’u binbaşı, bölükleri ise yüzbaşılar yöneteceklerdi. Bir süre sonra alaylar
“Hassa” ve “Mansure” olmak üzere ikiye ayrıldı. Başlarına “Ferik” (Tümgeneral)
rütbesinde birer subay getirildi. 1832’de önce Hassa Ferikliği, sonra da Mansu
re Ferikliği *Müşirliğe” yükseltilerek askeri rütbeler İmparatorluğun sen zaman
larına kadar devam edecek biçimini aldı.
125 M.Çadircı, “Osmanlı Ordusunda Yeni Düzenlemeler (1792-1869),” Birin ci Askeri T a rih
Sem ineri, B ild iriler II, Ankara 1983, s.85-98.
T A N Z İM A T D Ö N EM İN D E ANADOLU 6ı
çilere emir verilmiştir. Buna göre “Redif-i Asakir-i Mansure” adı ile yeni bir ordu
nun oluşturulması gerekli görülmüştür126.
126 M .Çadırcı, “Anadolu’da Redif Askeri Teşkilâtının Kuruluşu” D T C F T a rih Araştırm aları
Dergisi, VII-XU, (1970-1974), 5.63-75., M .Kütükoğkı, “Sultan II.M ahm ud Devri Yedek Ordusu:
Redif-i Asâkir-i Mansure n İ.Ü. E d eb iyat Fakültesi T a rih E nstitüsü D ergisi, X II, s. 139 vd. Sa
yın M .Kütükoğlu, kuruluşundan itibaren Redif askerini yedek olarak ele almakta ise de,belirttiği
miz gibi 1843 düzenlemesinden sonra bu ordu yedek durumuna girmiştir.
62 T A N Z İM A T D Ö N EM İN D E ANADOLU
Her Redif taburunda bölükler için birer çavuş, bir onbaşı ve 25 topçu eri
olmak üzere toplam dört çavuş, dört onbaşı ve yüzsekiz topçu bulunuyordu.
Topçular piyade eğitimini bitirenler arasından seçiliyorlardı.
Genel çizgileriyle belirttiğimiz bu kurallar çerçevesinde, 1834-1835 yılları
arasında Anadolu’nun her yöresinde Redif taburları oluşturulmuş, sıra ile eği
tim ve Öğretim başlatılmıştır. Ancak, kuruluşun işleyişi ile ilgili sorunlar çıkmış
tır. Sancak ve kaza ileri gelenlerinin yönetimine bırakılan taburların çağdaş bi
çimde savaşa hazırlanmaları mümkün olmadığı gibi, ziraat mevsiminde talim
için yapılan çağrılar, şikâyet konusu olmaya devam etmiştir. Bunun üzerine ka
rışıklıkları önlemek ve kuruluşa işlerlik kazandırmak amacı ile uygulamalardan
edinilen tecrübeler de gözönünde tutularak yeni düzenlemelere karar verilmiştir.
Haziran 1836’dan itibaren sancak merkezlerinde yılda iki kere yapılan toplu ta
limlere bütün taburların katılması yerine, sıra île üçer ay eğitim görmeleri uy
gun görüldü. Böylece hem şehir merkezi askersiz kalmayacak hem de asker da
ha iyi eğitilecekti. Ziraat döneminde talime çağrılan taburların işleri yöre hal
kınca görülerek zarar önlenecekti.
Eğitim merkezlerinde kışlalar yaptırılacak, eğitime katılarınların bütün ihti
yaçları devletçe karşılanacaktı. Yılda iki kez eyalet merkezinde bütün taburların
katılmasıyla toplu ortak talimler olacaktı. Anadolu tarafında bu genel talimin il
ki ilkbaharda İkincisi ise güz döneminde olacaktı. Ancak İkincisi ziraat mevsimi
ne rastladığından bahar talimi ile yetinilmesi uygun görülmüştü.
127 Celâli İsyanları, Prof.Dr.Mustafa Akdağ tarafından ayrıntıları ile ele alınmıştır. Bkz. T ü rk
H alkın ın D irlik ve D ü zen lik K avg ası, Bilgi Yayınevi, Ankara 1973. Anadolu’da ıg.yüzyıhn baş
larına kadar geçen dönemin eşkıyalık ve soygunculuk gibi olaylan ise M .Çağatay U luçay’ın Saru-
handa E şk ıyalık v e H alk H areketleri, 19 .Y ü zy ıld a adlı eserinde verilmiş bulunmaktadır. Ayrı
ca genel tarih kitapları, kronik ve seyahatnamelerde de konu ile ilgili bilgiler bulunmaktadır.
64 TA N Z İM A T D Ö N EM İN D E ANADOLU
128 Bu tür fermanlardan birisinin sureti A n kara Ş r.Sc. 201 /belge 125’tc yer almaktadır.
T A N Z İM A T D Ö N EM İN D E ANADOLU
Sözünü ettiğimiz fermandan aşağı yukarı dört yıl sonra Ankara ve Çankırı
sancakları mutasarrıfı Vezir Mehmet Rüştü Paşa’nın delil eşkıyası ile ilgili buy
rultusu, üst düzey yöneticilerinin eşkıya karşısındaki tutumlarını açıkça ortaya
koymaktadır. Mutasarrıf üçyüz kadar eşkıyanın Çankınya bağlı Aynalı Köyü ile
Ankara'nın Çubuk köyünde halktan zorla eşya ve mal aldıklarının Öğrenildiğini
belirttikten sonra delilbaşısı tarafından birisinin bu işle görevlendirildiği, ırz ve
edepleriyle çekilip gitmezlerse üzerlerine hücum edilerek bulundukları köy ve
kasabalardan ihraç edilmeleri için emir verildiği yazılıydı. Mutasarrıf ayrıca hal
kı silâhlı gözüpek eşkıya ile savaşa çağırıyor, ama kendisi doğrudan doğruya
birşey yapmıyordu,32.
1826 yılında Ankara sancağında *Kadı Kıran” unvanlı bir delilbaşı etrafına
topladığı eşkıya ile Bâlâ kasabasını basmıştır. Halk karşı koymuş, çatışmada
enaz halkın on beygiri telef olmuştu. Bir kişi ölmüş, birkaç kişi de yaralanmıştı,
îkibin kuruş masraf yapılmıştı135. Kadı Kıran’la halkın başa çıkamadığını biliyo
ruz. Uzun yıllar Orta Anadolu’yu kasıp kavuran bu eski delilbaşı hakkında ni
hayet görüldüğü yerde öldürülmesi ya da yakalanarak idam edilmesi için emir
çıkmış, aynca Asakir-i Hassa mirlivalarından Namık Paşa komutasında top ve
mühimmatla birlikte bir alay süvari bir alay da piyade askerin İstanbul’dan yo
la çıkarılması kararlaştırılmıştı. Ancak bunu öğrenen Kadı Kıran, etrafına topla
dığı adamlarının bir kısmını sağa sola dağıttıktan sonra, bulunduğu Boğazlıyan
kazasından firar ederek Sivas yöresine geçmiş, Deliklitaş Derbendinden geçerek
Erzurum topraklarına girmişti. Vali Esat Paşa’nm kendisini izlemesi üzerine
Kars’a geçmiş orda da tutunamayarak Tiflis’te Rus topraklarına girmişti. Rus
generalleriyle yapılan temas sonunda adamlarıyla birlikte yakalanarak Osmanlı
makamlarına teslim edilmişti136.
Yeniçeri Ocağı kaldırıldıktan sonra137, Anadolu’ya dağılan Ocak mensuplan
çoğu yerde delillerle bırleşerek soygun yapmayı sürdürmüşler, araya Osmanlı-
Rus ve Osmanlı-Yunan savaşlarının girmesi içeride yeterli önlemlerin alınmasını
güçleştirmiştir. Ancak savaşın sona ermesiyle (1829) artık denetimleri mümkün
olmayan kapı halkı menşeli delillerle ciddi biçimde uğraşma imkânı çıkmıştı.
II.Mahmut yayınladığı genel bir fermanla bunlan resmen ortadan kaldırmış,
böylece uzun yıllardan beri halkın başına bela olan kapısız eşkıyanın da kayna
önlemek için girişilen çabalardır. Bunun için seyahat özgürlüğü çok sıkı kuralla-
ra bağlanarak denetim altında tutulmak istenmiştir. Bunun için uygulanan ku
ralların bütününe “M en'-i Mürur " (Geçişin engellenmesi) denilmekte idi. Bu uy
gulama incelediğimiz doneme özgü değildir. 17-yüzyılın ortalarından beri
yürürlükte olduğu bilinmektedir.
140 Prof.Dr.M.Aktepe, MX V II.asnn ilk yansında İstanbul’un Nüfus M es’elesine Dair Bazı V e
sikalar”, İ.Ü .E d eb iyat Fakültesi T a rih D ergisi, X I / 13 , s. 1-30.
70 T A N Z İM A T D Ö N EM İN D E ANADOLU
143 M en’i mürûr için kadı ve yöneticilere sık sık emirler gönderiliyordu. Yol izninin verilme
sinde uyulacak kurallar bu emirlerde ayrıntılarıyla açıklanıyor, rüşvetle iş yapılmaması tekrarlanı
yordu. Bir örnek için bkz. B ursa Şr.Sc.3l2/s-4.
144 K a y se ri Şr.Sc. 193/5.169.
72 T A N Z İM A T D Ö N EM İN D E ANADOLU
Öte yanda kente ticaret veya iş takibi için gelenler de kaldıkları süre için
kendilerine halktan bir kefil bulmakla yükümlü idiler. Hanlarda kalanlara, han
cılar, han işletenlere "Hancılar Kethüdası” kefil ediliyordu. Buralarda kalanların
isimleri düzenli şekilde han defterine geçiriliyor, Defter nazırı istediğinde kendi
sine gerekli bilgi veriliyordu. Böylece istendiği an şehrin bütün hanlarında kim
lerin kaldıklarını saptama olanağı bulunmuştu. Hanlardan ayrılanlar isimlerini
sildirdiklerine dair kaldıkları yerin görevlisinden pusula aldıktan sonra hancılar
kethüdasına gidip pusulalarını imzalatıyorlar, daha sonra defter nazırına başvu
rarak onun defterinden de silinip mürûr tezkerelerini alabiliyolardı.
Hanlar dışında, kahvehane, dükkân ve diğer iş yerlerinde geceleri yatıp kal'
kanlar (çırak ve işçiler) için de aynı kurallar uygulanmakta idi. Aralarına izinsiz
dışardan başka kimselerin karışması böylece önlenmek isteniyordu. Büyük şehir
merkezlerinde medrese öğrencileri için de benzeri önlemler alınmakta idi. Med
resede öğrenimini sürdürenler izinli ayrılacakları zaman müderrisleri kendilerine
kefil edildikten sonra mürûr tezkeresi alabiliyorlardı. Yeniden kaydolacak öğren
ci, öncelikle kendisine şehirli güvenilir kefil bulmak zorundaydı. Bundan sonra
kadıya başvurup ismini medrese defterine yazdınp defter nazırına gitmekle
yükümlü idi. Orada da gerekli işlemler tamamlandıktan sonra medreseye kabul
ediliyordu 145.
Kentlerde güvenliğin korunması için başvurulan bir yöntem de halktan si
lâh toplanması idi. Özellikle müslüman olmayanlar için sık sık bu işleme baş
vuruluyordu J46. Ne var ki Tanzimatın ilânı sıralarında Osmanh İmparatorluğu
ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda çağ dışı kalmıştı. Ordusunu yeni bir an
layışla çağdaş biçimde örgütlemek istemiş ancak kısa sürede gerçek anlamda
modem ve düzenli bir ordu kurulamamıştı. Çok geniş topraklan elinde bulun
durmak, milliyet isyanlarını önlemek, mümkün olmuyordu.
HS K o n y a Şr.Sc.73/s.220-22i.
14t> Tokat'ta oturan hıristiyan evlerinde yapılan aramada 105 küçük ve büyük tüfek, 154 ta-
bança, 403 bıçak ve kama, 22 kılıç ve sair silâh malzemesine el konularak Voyvoda’nın hanında
bir odaya konmuştu. Ankara’da Ağustos ıÖ22’de Ermeni ve Rumlardan 177 tabança, 146 tüfek,
104 bıçak ve kılıç toplanmıştı. A nkara Şr.Sc. 2 l 5 / 2o 6 .
Ula§ım ve Haberleşme
Kent yaşantısında önemli bir yer alan ulaşım Örgütünün sözkonusu ettiği
miz donemdeki işleyişini genel çizgileriyle ele alacak, yönetim ve sosyal yaşantı
ile İlişkisi üzerinde duracağız.
Menzilhâneleri kira ile yönetmek üzere menzilin bulunduğu her yerde vali,
kadı, mütesellim ve ileri gelenler birlikte güvenilir muktedir birisini "Kiractbaşı *
seçeceklerdi. Kiracıbaşıların başlıca görevleri, genç hayvanlar sağlayarak, ulakları
geciktirmeden gidecekleri yerlere ulaştırmaktı. Menzilhânelerde bulunan hay
vanların çoğu kamu (Memleket) malıdır. Bir kısmı ise menzilcilerindir. Kamuya
ait olanların değerleri saptanarak senet karşılığı kiracıbaşılara teslim edilecek,
gereksinme karşılanmıyorsa zamanla sağlanması yoluna gidilecekti. Ulaklara ge
reken kolaylık gösterilecek, karşılıklı anlayışla devlet işlerinin hızla yürümesi
amaç edinilecekti. Ulaklar da menzil hayvanlarını iyi kullanacaklar, zulmetme
yoluna sapmayacaklardı.
TA N Z İM A T D Ö N EM İN D E ANADOLU
İki menzil arasındaki yol, önceden saptanacak, kaç saatlik mesafa ise, mah
keme defterine geçirilecek ve saati yirmişer paradan ne tuttuğu önceden hesap
lanacaktı. Böylece, anlaşmazlık çıkması önlenecekti. Ulaklara yem ve yiyecek
sağlanmışsa, değerleri normal piyasaya göre alınacak, fazla para istenmeyecekti.
Ulaklardan “M enzil avaldi”, *Sürücü bahşişi* gibi adlarla yasa dışı bir akçe bile
alınmayacaktı.
Ulak ve tatarlar veya menzil hayvanını kullanan bir başkası, bilerek hayva
na zarar verir, ölümüne neden olursa, bedelini derhal ödemesi için yöneticiler
tarafından gerekli araştırma yapılacak, durum gerçeğe uygun biçimde İstanbul’a
bildirilecekti. Hayvanların telef olmasını Önlemek için gerekli bütün önlemler
alınacak, “bir bargire altmış vukiyeden /ö£/a^w'Â;” yüklenmeyecekti.
Altı ayda bir her menzilhanenin ne kadar masraf yaptığı hesaplanarak kira
ücretleri devlet tarafından karşılanacaktı.
Özetleyerek verdiğimiz Ferman suretinden de anlaşıldığı gibi bu düzenleme
ile “M enzilci* yerine “Kiracıbaşı39 adıyla anılan ve görevleri bakımından bir önce
kiyle aynı durumda bulunan bu görevli, bundan böyle şehir yönetiminde sık sık
karşımıza çıkacaktır. Kiracıbaşılar da şehrin ileri gelenlerince seçiliyorlardı. Mu
tasarrıf veya mütesellimin onayı alındıktan sonra seçilen kişi göreve başlardı.
Bazı kiracıbaşılar, yapmadıkları masrafları defterlere geçirirken, kimi yöneticiler
de adamlarını ücretsiz olarak menzilhâne imkânlarından yararlandırıyorlardı.
Kiracıbaşılık bir yıl süreyle sınırlandırılmıştı. Süresi biten yeniden seçilebi-
liyordu. Bu düzenleme öncesinde olduğu gibi seçilenler ölünceye kadar işi baş
kasına devretmiyorlar, uzun süre sürdürüyorlardı. Öldüklerinde yerlerine geçe
bilecek çocukları varsa görev onlara devrediliyordu. Kısacası menzil hizmeti be
lirli ailelerin tekelinde idi. Örneğin, Ankara Sancağının menzilhânesini uzun yıl
lardan beri yönetmiş olan Şeyh Mehmet Ağa, yeni düzenleme sonunda da
görevinde kalmış, uzun yıllar kiracıbaşı olarak çalışmıştı.
Kiracıbaşıların menzilcilerden en büyük farkları, ücretli bir memur olmaları
idi. Menzilciler, belli bir para karşılığında menzilhaneyi yönetmeyi üzerlerine
alıyorlar, fazla bir şey istemeyeceklerini taahhüt ediyorlardı. Halbuki, kiracıbaşı-
nın durumu böyle değildi. O aylıklı bir memurdu. Yapılan masrafların ve gelir
lerin hesabını tutmakla yükümlü idi. Gelir giderden az ise aradaki fark halk ta
rafından vergi olarak ödeniyordu. Kiracıbaşı’nın yardımcıları olarak her menzil-
hanede sürücülerle hayvan bakıcıları bulunuyordu. Bunlar da ücretle tutuluyor
lardı.
Menzilhanelerin gelir ve giderleri altı ayda bir, kadı, kiracıbaşı yöneticilerin
hazır bulundukları toplantıda tutulan kayıtlara göre gözden geçiriliyor, mahke
me defterine geçirildikten sonra bir sureti de tetkik için İstanbul’a gönderiliyor
du. II. Mahmut’un konu üzerinde önemle ve ısrarla durması yüzünden, ilk za
manlar soruna büyük özen gösterilmiş, aradan bir süre geçtikten sonra, işler yi
T A N Z İM A T D Ö N EM İN D E ANADOLU 77
147 Burada sözkonusu ettiğimiz gelişmeler, “Posta Teşkilât! Kurulmadan önce Osmanlı İmpa
ratorluğunda Menzilhâne ve Kiracıbaşıhk” başlıklı bildirimizden özetle aktarılmıştır. Bkz.
V IIl.T ü r k T a rih K on gresi (Ankara 1981), C.II, s. 135 vd.
Kadılık Kurumu ve Targı
Kadı veNaib
Kentlerin toplum yaşantısında etken oluşlarının önemli bir nedeni, yargıla
ma işlerinin buralarda yapılmakta oluşudur. Özellikle Osmanlı yargıcının (Kadı
nın) yargılama ile birlikte, yönetim, ekonomi ve sosyal yaşantının bütünüyle il
gili geniş yetkilere sahip olması, onu şehrin enönde gelen kişisi yapmaktadır.
Devrinin deyimiyle “Ehl-i şer” denilen kadı ve mahkeme görevlilerinin yerleştik
leri görev yaptıkları, mahkemenin kurulduğu yer “K aza ” 6\yç. adlandırmaktadır.
İdari bir birim olmaktan çok, yargı merkezi olan şehirlerin bütünü eyalet mer
kezi, sancak merkezi olmaları yanısıra "K o za * diye adlandırılmalarının nedeni
budun Örneğin Tanzimat öncesinde Anadolu Eyaletinin merkezi olan Kütahya
şehri, aynı zamanda adalet işlerinin görüldüğü yer olduğu için kaza diye de ni-
telendirlmekte idi. Bu durum Anadolu’nun bütün şehirleri için geçerlidir.
Tanzimat’tan sonra “K aza” sancaktan sonra gelen bir idari birim adı ol
muş, günümüze kadar bu niteliğini korumuştur. Bu durumu gÖzÖnünde tutma
lı, adli bir birim olan “K a za” ile, sonradan oluşturulan idari kazayı birbirine ka-
rıştırmamaîıyız.
lendiren güncel yaşantının ayrılmaz bir parçası olan işlerin yanısıra, hükümet
merkezinden gönderilen emir ve fermanların halka duyurulması, vergilerin dağı
tımı gibi işler de yapılmakta idi. Bunun için Osmanlı kadısının görev ve yetkile
rini, çalışma biçimini ayrıntılarıyla bilmeden şehrin sosya-ekonomik yapısını or
taya koyma olanağımız yoktur. Ne var ki, başlıbaşma incelenebilecek boyutlarda
olan bu konuyu olanaklarımız ölçüsünde ele almakla yetineceğiz.
Osmanlı ülke yönetimi iki ana Öğeye dayanmakta idi. İlki ordu, İkincisi ise
adalet kurumu idi. Ordu ile yönetim içiçe geçmiş durumda bulunuyordu. Kla
sik dönemde yönetimle yargı’yı birbirinden ayrı iki kurum olarak ele almak ol
dukça zordur. Kadının yöneticelerinin yanısıra bazı yönetim işleriyle doğrudan
doğruya ilgilendiğini biliyoruz. Ayrıca, yöneticileri denetleme yetkisine de sahip
ti. Ancak 17. ve 18. yüzyıllarda birçok kurum ve kuruluşta yer alan değişmeler
adalet örgütüne ve kadılığa da yansımış, 19. yüzyılın başlarında yargı ile yöne
tim işleri hemen hemen bütünüyle birbirinden ayrılmaya başlamıştır. Tanzimat
öncesinde Osmanlı kadısı gerçek bir "hâkim ” (yargıç) durumuna gelmiştir.
Olageldiği gibi bu dönemde de kadıların yetiştikleri kurum medreselerdi.
İstanbul’un almışından sonra hızla gelişen medreseler, ülkenin her tarafına ya
yılmış ve ilk dönemlerde işinin ehli bilgili kimselerin yetişmesinde etken olmuş
lardı. Çok geçmeden kurumda bozukluklar ve aksaklıklar ortaya çıkmış, 16.
yüzyılın ikinci yansından başlayarak kötüye gidiş iyice görülmeye başlamıştır.
Düzeltme girişimleri olmuşsa da sonuç alınamamıştır. 17. ve 18. yüzyıllarda di
ğer kuruluşlarda başlayan çöküş, medreseleri de gittikçe hızlı bir biçimde etkisi
altına alarak, etkinliğini yitirmesine yol açmıştır140.
H8 Osmanlı İlmiye Sınıfının ve kadıların içine düştükleri durum genel çizgileriyle İ.Hakkı
Uzunçarşılı tarafından ele alınmıştır. Bkz. O sm anlı D evletin d e İlm iye T eşk ilatı, T T K , Ankara
1965. Aynca Doç.Dr. Yücel Özkaya, O sm anlı İm paratorlu ğu n da  yân lık, Ankara 1977 konulu
eserinde ı8.yy sonlannda kadı ve naiplerin kanştıklan olaylar ve yaptıkları yolsuzluklarla ilgili bel
gelerin bir kısmım vermektedir (s.49-52).
TA N Z İM A T D Ö N EM İN D E ANADOLU 8ı
Padişah tahta geçtikten kısa bir süre sonra yayınladığı bu fermanın yanısıra
şeyhülislamlığa bilgili, güvenilir birisini getirmek istemiş, yaptığı ilk toplantılar
da görüşlerini beğendiği Hamidîzâde Mustafa Efendi’yi 17 Ekim 1 7 8 9 ^ bu
göreve atamıştır. Hamidizade, İstanbul’da kendinden önce şeyhülislâmlık, kadı-
askerlik yapmış bazı kimseleri arpalıklarına göndermekle işe girişmiş, ulemayı
sindirmişse de sert ve dürüst tutumu, kendisine karşı bir cephenin oluşmasına
yol açmıştı. Sadrazam Koca Yusuf Paşa’nın da işe karışması ile atandıktan bir
buçuk yıl sonra görevden alınarak Manisa’ya sürüldü. Yerine ikinci kez bu
göreve Dürrîzâde Mehmet Arif Efendi getirildi. Onun padişah’a sunduğu bilgi
ler doğrultusunda Nisan i793’te yeni bir ferman yayınlanarak ilmiye’de yapıla
cak düzenlemeler açıklanmıştı. Kadıların bilgisiz ve yetersiz oldukları, yönetici
lerle işbirliği yaparak halka zulm ettikleri, yasa dışı vergi ve harç aldıkları vur
gulandıktan sonra alınacak önlemlere yer veriliyordu. Görevini kötüye kullanan-
kadıların işlerine son verilmekle yetinilmeyip, haklarında gelineceği, arpalık sa
hipleriyle birlikte naiplerin de cezalandırılacakları, atanma ve görevlendirmeler
de daha dikkâtlı ve titiz davranılacağı, sınavsız hiçkimseye “mülazemet* verilme
yeceği, kadı atanmayacağı gibi konulara yer veriliyordu149. Ancak, ferman yayın
lamak, yasal bazı düzenlemeler yapmakla yüzyıllardan beri edinilmiş kötü alış
kanlıkların önünü almak mümkün olmuyordu. Mayıs 1795, Ocak 1798 ve niha
yet, Mayıs 1802’de ard arda çıkarılan emirlerde hemen hemen aynı konulara
yer veriliyordu. Son fermanda özetle şu konulara değinilmekteydi: Kadı ve naip
lerin görevli bulundukları yörenin ileri gelenleriyle anlaşarak, merkezden gönde
rilen yöneticelere karşı tavır takındıkları, bazı bölgelerde bunların kışkırtmaları
sonunda ayaklanmalar çıktığı görülmektedir. Bunun önüne geçmek için; kadıla
rın yönetim işlerine karışmamaları yalnız adaleti ilgilendiren konulara eğilmeleri
isteniyordu. Bu görüş doğrultusunda Sadrazam’da gerekli uyanlarda bulunmak
tan geri kalmıyordu. Ankara kadısına hitaben gönderilen sadrazam mektubun
da, yörede güvenliğin bozulmasında kaza ileri gelenleriyle kadıların anlaşarak
diledikleri gibi hizmet vermeyen âyânları, mütesellimlere danışmadan görevden
alıp yerlerine istediklerini seçtikleri belirtiliyordu. Bunun hoşnutsuzluğun artma
sına yolaçtığı, düzenin bozulduğu, giderek hükümet temsilcisi olan mütesellim
lerin *.Mahkeme muhzırları" durumuna düşürüldüğü açıklanıyordu. Olup bitenin
önünü almak ve bölgede içgüvenliği sağlamak için kadıların şer’i işler dışında,
güvenliğin sağlanması, eşkıya ve zalimlerin yakalanmaları gibi şeylere karışma
maları gerektiği önemle emrediliyordu. Bundan böyle yönetim işlerine karışan
kadılara gerekli cezalann verileceği de hatırlatılıyordu 15°.
III. Selim, ilk kez açıktan açığa yürütme ile yargı işlerini birbirinden ayır
mak istemiş, ancak yüzyıllardan beri süregelen uygulama ve alışkanlıkları yıka-
mamıştır. Diğer alanlarda da olduğu gibi kadılık kurumunda gerçekleştirmek is
tediği yenilikler, tahttan indirilmesiyle son bulmuş, yeni Padişah II.Mahmut, bir
süre işleri oluruna bırakmak zorunda kalmıştır. Ancak Ağustos ı8 i5 ’te yayınla
dığı bir “Adalet Fermanı^nda kadıların içinde bulunduğu duruma da yer vermiş,
konu yeniden gündeme getirilmiştir.
alınmakta idi. Terekenin durumuna göre üç yüz, beş yüz, bin beş yüz kuruş ka
dar ücret alındıktan sonra iki ay geçer geçmez vâsi bir töhmetle azledilip yerine
diğeri atanıyor, bu vesileyle yeniden terekeden harç alınıyordu. Her yıl yetim
malının muhasebesi yapılırken “Harc-ı muhasebe” adı altında gereğinden fazla
para alınıyordu ,53.
Dönem kadılarının yaptıkları yolsuzluklar sadece bunlar değildi. Kendi ad
larına küçük yörelere atadıkları naipleri sık sık değiştirerek yerlerine yenilerini
gönderiyorlardı. Böylece yeniden görevlendirme imiş gibi göstererek her birin
den ayrı ayrı kural dışı para alıyorlardı. Yine adaletin gözetimine bırakılan yerel
yöneticilerin seçilmelerine karışıyorlar, dilediklerini ileri gelenlere benimseterek
rüşvet karşılığında âyân, muhtar veya voyvoda olarak seçtirebiliyorlardı. Güzel-
hisar naibi Mehmet Lütfullah Efendi, halktan usulsüz olarak vergi topladığı gi
bi, para ile voyvoda tayin ettirdiği ve benzeri "daha nice uygunsuz hareketlerde bu
lunduğunum Ankara’ya sürülmüştü154.
Tokat naibi Ali Rıza Efendi, öteden beri emirlere aykırı davranışlarda bu
lunduğu, şeriatın gereklerinine uymayarak halkı yönetime karşı ayaklandırdığı
ve benzeri çirkin hareketlerde bulunduğu; müslüman, hıristiyan herkesin yakın
malarına neden olduğu gerekçeleriyle görevden alınmıştı155.
İ3) Adalet Fermanında bu konuda geniş bilgi bulunmaktadır. Bir sureti Ankara Şr.Sc. 216 /
belge ^ ı ’ dedir. A yrıcaT ak vim -ı V e k a y i, defa 93 ve i 5 i ’de konu ile ilgili bilgi verilmektedir.
154 A nkara Şr.Sc. 235 /belge 225.
155 H.Cinlioğlu, O sm an hlar Z am an ınd a T o kat, III, s.75.
136 K a y se ri Şr.Sc. I85/S.99. Kayseri ve Bozok Sancaklarının mutasarrıfı vezir Ali Paşa’nm di
vânında akdolunan Meclis-i ŞerMe Güpgüpzâde Bekir Ağa’nm kardeşi Esseyid Elhac Mustafa
Efendi ve Mehmed Ağa adlı kimselerin mülkleri olup vakfettikleri bahçenin bir kısmım Kethüda-
zâde Esseyid Ahmet A ğa’ya satıyorlar (Şubat sonu 1814). Kadı Şahzade, daha sonra bu satış tuta
nağının (Hüccet-i Şer’in) altına şu kaydı koyuyordu: “Devletlu Âli Paşa Hazretlerinin emr ve
.
cebr ve kerhîyle işbu hüccet-i şer*iye verilmiştir. Âmel ve itibâr olunmaya Cebr ve kerh hu-
.
sus-ı mezkûrde zahirdir İşbu hüccet tarafımızdan t*la olunmuş ise de Alî Paşa hazretlerinin
rey 'le cebri ve kerkiyle husus-x mezkûrde cebr ve kerh zahir ve mümayandır”.
84 TA N Z İM A T D Ö N EM İN D E ANADOLU
rak bir yeni yasa ile adalet örgütünün yöneticilerini yola getirmeye çalıştı. “7 a-
nk-i ilmîyye'ye dair Ceza Kanunnamesi” (İlmiye sınıfına ait ceza yasası) adı altında
hazırlattığı yasayı Tanzimat'ın ilânından bir yıl kadar önce yürürlüğe koydu.
Mayıs sonları 1838’de basılarak birer nüshası bütün eyaletlerle sancak merkezle
rine gönderilen bu kanun, özellikle yukanda kısaca değindiğimiz yolsuzlukların
Önünü almak için hazırlanmıştır. III. Selim döneminde yayınlanmış fermanlarda
yer alan hükümlerin bir çoğunu kapsadığı gibi, yeni ilkeler de getirmiş bulun
maktadır.
Özellikle rüşvet ile mücadele etmek üzere hazırlanmış olduğundan
hükümlerinin çoğu bu konuyla ilgilidir. Rüşvet, hatır ve gönülle kadı ve naip
atanması durumunda verilecek cezalara yer verilmiştir. Ayrıca atanmalarda
gözönünde tutulacak ilkeler, naip olmak için yapılacak sınavda uyulacak kural
lar ve benzeri konular da yasada yer almış bulunmaktadır. Bir süre sonra kanu
nun eki çıkarılmış, uygulamada karşılaşılan güçlüklerin giderilmesine çalışılmış
tır. Kanunun yürürlüğe girmesinden önce naiplik görevi almış olanların yeniden
sınava alınmamaları, haklarının saklı tutulması bu ekle sağlanmıştır157.
157 Bu kanunun eski yazı metni ile geniş bir özeti için bkz. “Tanzim at’ın ilânı sırasında Os-
manlı İmparatorluğunda Kadılık Kurum u ve 1838 tarihli Tarik-i İlmiyye’ye dair C eza Kanunnâ
mesi” adlı yazımız. D T C F T a rih A raştırm aları D ergisi, C X IV , s. 139-161.
T A N Z İM A T D Ö N EM İN D E ANADOLU
Kadıların şehir halkı ile ilişkileri oldukça fazla idi. Gerek şehir yönetiminde
görevli olanlar gerekse şehirli dediğimiz halkın sıkıştıkça ve haksızlığa uğradıkça,
başvurdukları ilk kişi adaleti yerine getirmekle görevli kılınmış olan kadılardı.
Bunun yanısıra hükümet-halk ilişkilerinde de onların önemli bir yer tutmakta
olduklarını belirtmiştik. Özellikle halkı yöneticilerle sık sık karşı karşıya getiren
ve birçok olaylara, ayaklanmalara yol açan vergilerin dağıtımı ve toplattınlma-
sında kadılara düşen görev büyüktü. Şehrin ileri gelenleriyle birlikte senede iki
defa sancakların giderlerini saptayıp mahkemede adaletli bir şekilde dağıtımını
sağlamada diğer yöneticilerle birlikte kadıları, dürüst davranmaya sevketmek
için gerekli önlemler alınmak istendiği halde olumlu sonuç alınamamıştır.
du. Bazı özel durumlar dışında “Meclis-i şer* denilen yargı kurulu burada topla
narak görevini yapıyordu.
Mahkeme binasının bakım ve onarımı ya bir vakfın gelirleriyle veya sancak
halkı tarafından ödenen vergilerle karşılanıyordu. Vergi dağıtım defterleri de
(Tevzi Defterleri) sık sık "Mahkeme iamiriyesi* adı ile geçen giderlerin olması bu
nu doğrulamaktadır. Bazı yerlerde ise bu giderler vakıflar tarafından karşılanı
yordu. Örneğin Kayseri*de bulunan “Mahkeme-i şer'iye” Nevşehir’deki Damat İb
rahim Paşa evkafına bağlı idi. Mahkeme binasının kullanılmayacak derecede
harap olduğu, sancak mutasarrıfı ve naib tarafından İstanbul’a bildirilmiş
ti.Müfettiş gönderilerek yerinde inceleme yaptırılmış, binanın onarılmasına karar
verilmişti. Vakıf yöneticisi olan ve Nevşehir’de oturan Ömer Tahir Bey’e bina
nın onanmı için emir gönderilmişti170.
178 Ankara mahkemesinde bir boşanma davası tutanağı altında “Şuhudiî’l-hal* içinde mahke
me imamı Nurettin Efendi’nin adı da bulunmaktadır.
T A N Z İM A T D Ö N EM İN D E ANADOLU
Müftü
Yönetici sınıfından olmamakla birlikte şehir yaşantısında sözü geçen saygın
kişilerden birisi de müftü idi. Bilindiği gibi müftüler, İmparatorluğun merke
zinde bulunan ve ulemânın başkanı durumunda olan Şeyhülislâmın devlet ve
hükümet merkezinde gördüğü işleri, eyalet ve sancak merkezi olan büyük kent
lerde gören kimselerdi. Yöneticilerin, kadının veya halkın çözemedikleri dinsel
bir sorunlan ortaya çıktığında, ya da sorunlanna din bakımından destek sağla
mak istediklerinde müftülere baş vururlardı. Görüşleri istenen konuda müftüler
“Fetva” verirlerdi. Osm anlı Devletinde yargıda ve fetva vermede hanefî mezhebi
180 Hanefî fıkıhına dair yazılmış başlıca kitaplar arasında: El-Muhtar fî fürî’I-hanefıyye,
Kenzü’ d-dekayık, Vikayetü'r-rivâye fî Mesaili’l-hidaye ile M ecm uau’l-bahreyn ve M ülteka’n-nehreyn
ve Muntasarü’l-Kudurî ile bunlann ilave ve haşiyeleri yer almakta idi. Bazı Osmanlı müftüleri de
vermiş oldukları fetvaları birer eser halinde ya toplamışlar veyahut toplattırmışlardır. İ.Hakkı
Uzunçarşıh, O sm anh D e v le tin in İlm iy e Teşkilâtı, s. 173.
181 ı838’de yayınlanan İlmiye Kanunnamesine bu konuda madde konulmuştu.
182 A n kara Şr.Sc. 216 ,/belge 224.
m Ekim 1831'de Kayseri Müftülüğüne atanan Hacı M ehm ed Niyazı Efendi’ye “ Der Aliyye
irsal olunan mahzarlarda temhir edecek mührün tatbikini tarafımıza tisyâra ikdâm eyleyesin” uya
rısında bulunuyordu. K a y se ri Şr.Sc. I97/s,38. Şeyhülislâm Yasinicizâde Abdülvehhab Efendi’nin
atama yazısı.
184 Ankara müftüsü yapılan şikâyetler üzerine görevden alınırken, neyle suçlandığı açıklan
mamış, sadece yerine Mehmet Efendi’nin atandığı belirtilmekte yetinilmişti. A nkara Şr.Sc.208/338.
Aynı şekilde Kayseri müftüsü M ehmet Salim Efendi de bilinen kimselerin başvurlan üzerine
görevden alınmıştı. K a yseri Şr.Sc. 197/38. Kasım E fendinin de wsui halı” görüldüğünden daha
önce görevine son verilmişti. K a y se ri Şr.Sc. I93/S.49.
T A N Z İM A T D Ö N EM İN D E ANADOLU 93
İ.Hakkı Uzunçarşıh; O sfîisn lı D evletin in İlm iye Teşkilatı, s. 161-172 de kurum hakkın
da Özet bilgiler yer almaktadır.
186 An kara Şr.Sc. 215 /belge 253.
T A N Z İM A T D ÖN EM İN D E ANADOLU
Anadolu’nun Türk-İslâm bir ülke olmaya başlaması ile birlikte eski birer
kültür merkezi olan şehirlerde, medreseler açılmaya başlanmıştır. Özellikle İs
tanbul’un alınışı ve devlet merkezi olarak seçilmesinden sonra açılan yüksek de
receli medreseler, zamanla gelişerek İmparatorluğun yönetici-aydın kitlesini ye
tiştirecek bir düzeye erişmiştir. Ne var ki, ı6.yüzyılın ikinci yarısından başlaya
rak, medrese öğretimi, kuruluş ve yükseliş devrindeki dinamikliğini yitirmeye
yönelmiştir. Çökmekte olan diğer kurumlar gibi medreseler de git gide yaşam
dan kopmuş, insanları bu dünyadan çok öbürüne hazırlama amacına yönelerek
birer hurafe merkezi haline gelmişlerdi.
III. Selim döneminde, medreselerin ıslahı için bazı girişimler olmuşsa da
ulemanın karşı koyması yüzünden olumlu sonuç alınmamıştır. Padişah, kadılık
için istediği düzenlemeleri müderrislere de uygulamak istemişti. Bunların ehli
yetli olmalarına ve sınavsız hiçbirine yetki belgesi verilmemesine Özen gösteril
mesini emr etmiştil88.
108 İ.Hakkı Uzunçarşıh, O sm an lı D evletin in İlm iye T eşk ilâtı, s.260. IlI.Selim'in şeyhülis-
lâm’a gönderdiği Hatt-ı Hümâyun Sureti.
9& TA N Z İM A T D Ö N EM İN D E ANADOLU
109 M . C evat İbn-i Şeyh Nafi> M aarîf-i U m um iye N ezarti T arih çe-i Teşkilât ve İcraatı,
D ersaadet 1338 , s.3’te bu ferman sozkonusu edildiği gibi Faik Reşit Unat'ta T ü rk iy e ’ de E ğitim
Sistem inin G elişm esine T a rih i B ir Bakış, Ankara, 1964 adlı eserinde ele alarak yorumlamakta
dır.
T A N Z İM A T D Ö N EM İN D E AN AD OLU 97
Müderrisler, şehirlerin ileri gelenleri arasında yer almakta idiler. Şehri ilgi
lendiren sorunların çözümünde, resmi olmamakla beraber, geleneksel olarak
eğitim ve öğretim dışında bunların bazı görevleri daha bulunuyordu. Bağlı bu-
lunduklan medresede ders okutmanın dışında, ulemadan olarak bunlar, gerekti
ğinde kadı ve yöneticilere yol gösterirlerdi. Vergilerin dağıtımında, diğer sosyal
hizmetlerin yapılmasında bilirkişi veya güvenilir kişi olarak müderrislere sık sık
başvurulduğunu görüyoruz. Ayrıca mahkemede, kadının çözmekte zorluk çektiği
davalar çıkarsa, onlara danışması da geleneksel olduğu kadar yasaldı. 1838 yı-
190 A n kara Şr.Sc. 223 /belge 88. Ahi Hacı M urad Mahallesinde yeni açılan Sibyan Mekte-
bi’ne Kara Haşan Efendi’mn muallim seçilmesi ve kendisine "Berat*istenmesine ilişkin kadı yazısı.
191 M en’i-Mürûr’la ilgili olarak gönderilen emir ve fermanlarda medrese öğrencilerinin uy-
mak zorunda olduklan kurallara da yer veriliyordu.
F. 7
TA N Z İM A T D Ö N EM İN D E ANADOLU
192 M.Çadırcı, “Tanzim at’ın İlânı Sırasında Kadılık Kurum u ve 1838 Tarihli Tarik-i İlmiyeye
Dair Ceza kanunnamesi”, D T C F T a rih A raştırm aları C ,X V I, s. 147.
103 A n kara Şr.Sc. 225 /belge 7.
594 Bursa Şr.Sc. 291 /s.20 . Edim e müderrislerinden Filibeli İzzet Bey’in bazı uygunsuz hare
keti cihetiyle, şeyhülislâm kendisine “Tenbihnâme* göndermiş ise de tutumunu değiştirmemiş,
Edime müşirinin görevden alınmasını fırsat bilerek “Filibe’yi maktuan deruhte etmek” istemişti.
Cezalı olduğu halde buna giriştiği için Bursa’ya sürülmesine karar verilmişti.
195 K a y se ri Şr.Sc. 205 /s.86 . Tanzim at’ın ilânından bir süre sonra yapılan bu baş vuruya geç
yanıt verilmiş, Tanzim at gereği herkesten emlâk vc gelirine göre vergi almak gerektiği hatırlatıla
rak, emlâk ve başka geliri yoksa, vergilerden muaf tutulması bildirilmişti.
T A N Z İM A T D Ö N EM İN D E ANADOLU 99
Şehirlerde ulemâ ile birlikte, ileri gelenlerin eğitim ve öğretimde etken ol
duklarını, çeşitli konularda halka yol gösterdiklerini biliyoruz. Ne var ki, bu
dönemin ulemâsı ile birlikte ileri gelenleri de bilgisizdi. Örneğin, Rumeli’de
*Cadı”nın görüldüğü, halkın dehşet içinde olduğu, kaza kadısı tarafından İstan
bul’a bildirilmiş ve bu haber gerçekmiş gibi değerlendirilerek devrin tek gazetesi
Takuim-i VeJcayi*de yayınlanmıştı. Buna benzer daha birçok gülünç ve olanaksız
dedi-kodular çıkarılmış, üstelik gerçekmiş gibi resmi gazetede yer almıştır.
İstanbul dışındaki şehirlerde yaşayan ulemânın ne türden kitaplar okudukla
rım saptamış bulunuyoruz. Ölen mazul kadı, müftü, nakibü’l-eşraf kaymakamı,
vakıf yöneticileri ile eşraftan kimselerin terekeleri yazılırken, evlerinde bulunan
kitapların adları ve değerleri de kaydedilmiştir. Bu terekelerin incelenmesi ençok
ne tür kitabın okunmakta olduğunu açıkça göstermektedir. Daha çok dinî bilgi
ler veren kitaplar, hemen hemen ileri gelenler dediğimiz kimselerin bütününde
Taşlanmaktadırt96.
196 Mushaf-ı Şerif, Feraız Mecmuası, Esma-i Hüsna, Sarf Cümlesi, Fetva-ı Ali Efendi, Mülte-
ka Tercümesi ençok raslanan kitaplardır.
197 Antep’te aynı kitabın gönderildiğini, kütüphanelere konulması, kütüphane olmayan yerler-
de ise sicile kaydedilip, mahkomede saklanması, isteyenlere Ödünç verilmesi vali tarafaından iste
niyordu. (C.Güzelbey, G a zia jte p Ş er’ i Sicilleri, Fas.3, s.53.)
T A N Z İM A T D Ö N EM İN D E AN ADOLU
nısıra ileri gelenlerden Şeyh Vafı Efendi, Hacıbayram Şeyhi, Mimarzade Behçet
Efendi, Zaim Mustafa Ağa, Dizdar Hüseyin Ağa ve diğerleri bulunuyorlardı198.
Gaziantep’e ise 130 adet Gazete gönderilmiş, abone olunması istenmişti. Bir yıl
lık abone bedelinin 125 kuruş olduğu, ilgililerden toplanarak yollanması gereki
yordu. Burada da Takvim-i Vekayi’ye ilk abone olanlar arasında müftü, kadı,
mütesellim, ve âyânın yanısıra Ali Efendizade Yakup Efendi, eski nakibü51-eşraf
Küllizade Lütfi Efendi, Seyfettinzâde Osman Ağa, Kahyazade Abdullah Ağa,
Hacı Arif Ağa bulunuyorlardıl" .
Görüldüğü gibi Tanzimat öncesinde Osmanlı İmparatorluğumda gerek
ilköğretim ve gerekse yüksek Öğretim geleneksel yapısını sürdürmektedir. Ancak,
yeterli olmaktan nitelik ve nicelik bakımından çok çok uzaktır. Anadolu'nun
Bursa gibi eski bir eğitim ve öğretim merkezi olan şehirde bile ı8305da sadece
307 talebe-i ulûm (Medrese öğrencisi) vardı200. Erkek nüfusu ıo.ooo’in üzerinde
olan Bursa'da bulunan ilkokullardan 32 adeti onanm gerektiriyordu. Kalanının
da durumu içaçıcı değildi. Bunun için 36118 kuruş gibi yüksek oranda paraya
gerek duyuluyordu201.
Tanzimat Öncesi
Anadolu Kentlerinin Ekonomik
Yapıları
Genel Ekonomik Durum
Cedid Hâzinesi * adı verilen bu kuruluşa ülkenin önemli gelir kaynaklarından bir
kısmı devredilerek kısa zamanda güçlü bir hazine olması sağlanmıştı, i Mart
1793 tarihinde kurulan bu hâzineye, toplanması diğer vergilere oranla kolay olan
“Rüsum-1 (Tütün, rakı, şarap ve kahveden alınan vergi) ile yapağı, tiftik,
kıl, pamuk, pamuk ipliği, mazı, kökboya ve palamuttan alman vergi gelirleri
zamlanarak bağlanmıştı. Ayrıca timar ve zeamet gelirlerinden de pay ayrılmış,
sahipsiz kalan timarlar doğrudan buraya devredilmiştin Böylece yeni ordunun
eğitim ve öğretim ile silâh,araç-gereçlerinin sağlanması için yeterli gelir elde
edilmiştir. Eyalet ve sancak merkezlerinde yapımına geçilen Nizâm-ı Cedid kış
laları için gereken paranın önemli bir kısmı da İrad-ı Cedit Hâzinesinden karşı
lanmıştır1.
II. Mahmut, benzer bir uygulamayı saltanatının sonuna kadar sürdürmeyi ba
şarmıştır 3.
Hükümet merkezinde sözünü ettiğimiz iki yeni kuruluş dışında Hazine-i
Amire (Devlet hâzinesi), Tersane Hâzinesi ve 1826’dan hemen sonra Asakir-i
Mansure’nin giderlerini karşılamak için kurulan “Mansure Hâzinesi" ile “Muhata-
at Hâzinesi33 mâliyede etkinlik gösteren kuruluşlardı. Redif askerinin ihtiyaçları
da bir süre buralardan karşılanmış, daha sonra Mukataat Nezareti ve hâzinesi
kaldırılarak 1 Temmuz 1834/de tam yetkili “Asakir-i Mansure-i Muhammediye Def
terdarlığı* kurulmuştur. Hazineler arasındaki anlaşmazlıkları önlemek ve devlet
gelir-giderlerini tek elden yönetmek amacı ile yapılan bu düzenlemeden sonra
Defterdarlık örgütü de kaldırılarak yerine “Maliye Nezareti* örgütlenmesine gidil
miştir.
Vergiler
İncelediğimiz Tanzimat öncesi Osmanlı düzeninde halktan çeşitli adlarla
alınan vergilerin bütününü ele almak, ayn bir çalışmayı gerektirmektedir. Ko
numuzun da sınırlarını aşmaktadır. Kent yaşantısını yakından ilgilendiren vergi
ler aynca ele alınacağından burada genel bir hatırlatma yapmakla yetineceğiz.
3 İngiltere ile 1838 Ticaret Antlaşmasının imzalanmasından sonra birçok üründen devlet te
kelinin kaldırılması sürecine girilmiş, bu arada 1839 Tem m uz’unda hububat alım satımı serbest bı
rakılmıştır. Buna bağlı olarak Zahire Nezareti ve Hâzinesi de kaldırılmıştır. Ancak çok kısa süre
sonra Kasım 1839’da bu yıla mahsus olmak koşulu ile yabancı tüccar ve ülkelere tahıl satılmaması
emri verilmişti. Bursa Ş r.S c.C . 27 /s. 17-22.
ıo6 T A N Z İM A T D Ö N EM İN D E ANADOLU
dönemde, her yıl miktarı fermanlarla saptanan bu verginin çeşidi çok fazla idi.
Şehir-köy farkı gözetilmeksizin bütün halktan alman ve belirli miktarı olmayan
bu verginin kapsamını şöyle belirtmek mümkündür: Ordunun ve İstanbul hal
kının gereksinmelerini karşılamak için duruma göre toplanan zahire veya bedeli,
sefer esnasında ordunun et ihtiyacını karşılamak için istenen koyun, sığır, deve
ya da karşılığı para, ordunun geri hizmetlerinde ya da donanmada görevlendi
rilmek üzere istenen "Kürekçi* “Kalyoncu” neferi, veya bedelleri, nihayet yılda iki
taksitle istenen “Avarız ve n ü zü r akçesi, “İmdâd-ı Hazeriye”, “İmdâd-ı seferiye” gibi
vergileri bu gruba koymak gerekmektedir.
III. Selim’in bazı vergi gelirlerine zam yaparak kurduğu yeni hâzinelere ak
tardığını belirtmiştik. Ayrıca Nizâm-ı Cedit kışlalarının inşaatında ve askerlerin
şehir merkezlerinde eğitim gördükleri sıralarda halktan yeni hizmetler istendiğini
görüyoruz. II.Mahmut da bazı yeni vergiler koymuştur. Bunların içerisinde kent
halkını daha doğrusu esnafı yakından ilgilendireni 1026’da getirilen “İktisap
Rüsumu ”dur. Kent ve kasabalarda faaliyet gösteren esnaf ve zanatkarlarla, ticare
ti yapılan, satılan bütün mallardan bölgelere göre değişen oranlarla alınmaya
başlanan bu verginin, önceki dönemlerde muhtesipler tarafından toplanan
“damga resmi \ “bac-ı pazar”, “yevmiye-i dekkâkin* gibi vergilerle isim benzerliği
bulunmaktadır. Bu tür vergiler genel olarak ihtisap vergisi diye tasnif edilmekte
idi.Artan giderleri karşılamak için konulan ve adına “İktisap Rüsumu* denilen bu
yeni verginin niteliği ve nasıl hesaplanarak alındığını ayrıca ele alacağız.
II. Mahmud’un getirdiği diğer yeni bir vergi de Redif askerlerinin giderleri
ne karşılık toplanan “İane-i Cihadiyye*dir. 1834 yılından başlanarak yılda iki tak
sitle toplanıp Mansure Hâzinesine ödenen bu vergi dışında4 ayrıca eyalet ve
sancak merkezlerinde Redif taburlarının eğitim öğretim gördükleri sırada gerek
sinmelerini karşılamak da sancak halkının sırtına yüklenmişti. Sancak giderleri
de yılda iki taksitle “Salyane” olarak halktan alınıyordu. Tevzi defterleri denilen
cetvellere dökümü yapılan giderlerin kent yaşamında önemi büyüktü.
4 M übahat S.Kütükoglu, “ Redif Askeri Giderlerini Karşılamak Üzere Alman Bir Vergi İane-i
Cihadiyye”, B irin ci Askeri T a rih Sem in eri, B ild iriler II, Ankara 1983, s. 145 vd.
TA N Z İM A T D Ö N EM İN D E ANADOLU 107
Para
Bilindiği gibi Osmanlı İmparatorluğunda Tanzimat’a kadar geçen sürede
ister küçük ister büyük işlerde olsun, altın ve gümüş gibi değerli madenlerden
yapılma halis veya az karışık bir para sistemi kullanılmıştır. Paranın değeri için
deki değerli madenin, altın veya gümüşün kendisinin değerine bağlı idi.
O dönemlerin para sistemlerinde gümüş ve altın madenlerinin kıymeti, ikisi
arasındaki orantı, her birinin bulunurluk (arz) ve aranırhk (talep) derecesi ol
dukça önem taşımakta idi. Gerek Osmanlı İmparatorluğunda ve gerekse Avru
pa’da olsun hemen hemen bütün ülkelerde çok çeşitli yerli ve yabancı paralar
bulunur, bir arada kullanılırdı.
Osmanlı düzeninde sikke, devletin darphanesinde kestiği altın veya gümüş,
bakır ya da bunların karıştırılmasıyla elde edilen yuvarlak yassı maden parçala
ndır. Sikke para birimi değildir. Osmanlı geçer para birimi uzun süre “akçe”
olarak kalmıştır. Ancak sözünü ettiğimiz dönemde değeri çok düştüğünden, kul
lanım alanı kalmamış, yerini “para” ve “kuruş 33a bırakmıştır. Bu gelişme 17 ve
18. yüzyıllarda çeşitli evrelerden geçerek ıç).yüzyılın başlarına kadar karmaşık
bir hal almıştın Osmanlılarda başlangıçtan beri günlük alış verişte kullanılan
esas sikke gümüş akçe idi. Günlük muamelelerde, eşya fiyatları akçe üzerinde
saptanırdı. Vergiler, devlet görevlilerin ücretleri akçe üzerinde hesaplanırdı.
Gümüş, aranılan bir maden olduğundan devlet, yabancı ülkelere ait gümüş sik
kelerin ülkesine girmesine kolaylık sağlarken, ihracını yasaklamıştı. Bundan
ötürü Osmanlı akçesinin yanında yabancı gümüş sikkeler de kullanılıyordu. 16.
yüzyıldan başlanarak bunların miktan ve çeşidi artmaya başladı. Venedik, Flo
ransa, Macar, Fransız, İspanyol gümüş sikkeleri tedavülde bulunan yabancı pa
ralardandı. Osmanlılar büyük yabancı gümüş sikkelere “Riyal Kuruş” demişler
dir. Giderek “Kara Kuruş” veya sadece “Kuruş” denmeye başlanmıştır. Akçe, de
ğeri düşe düşe yerini kuruşa bırakmış ve kuruş ıg.yüzyılda artık Osmanlı para
birimi olmuştur. Ancak “Akçe” “Muhasebe akçesi” olarak adını ve varlığını
sürdürmekte idi.
Altın paralar ise büyük değerleri ifade etmekte kullanılırdı. Başlangıçta altın
para ile gümüşten kesilenler arasında değer bakımından bir denge söz konusu
idi. Ancak Amerika kıtasından Avrupa’ya bol gümüş gelmeye başlayınca bu
denge ister istemez bozuldu. Altın para bulunmaz ve aranır olmaya başladı. Gerçi
Amerika kıtasının bulunmasından önce de genel olarak Avrupa’da gümüşe
oranla altın darlığı vardı. Özellikle Avrupa’nın Doğu ülkeleriyle olan ticaretinde
altın önem taşıyor ve Doğu’ya Hindistan’a akıyordu. Osmanlı İmparatorluğum
da da Avrupa’da basılan altın paralar geçerli bulunuyordu. Macar Altını, İspan
yol Riyali ve benzeri altın paralar Osmanlı altınlarıyla birlikte ticarette kullanı
lıyordu.
Sikke çıkarmak, bunların gerçek ve farzedilmiş değerlerini saptamak, devlet
elinde ve denetimde idi. Fiyatlardaki dalgalanmalar, çeşitli iç ve dış etkenler,
ıo8 TA N Z İM A T D Ö N EM İN D E ANADOLU
bütün ülkelerde olduğu gibi Osmanlılarda da paranın değer yitirmesine yol aç
makta idi. Bu yüzden günümüz deyimiyle hükümetler devalüasyon yapmak zo
runda kalırlardı. Osmanlı döneminde yapılan bu ayarlamaya “Sikke tashihi” de
niliyordu. Piyasa fiyatları ile altın ve gümüş sikkelerin darphanede konan değer
leri arasında boşluk ortaya çıkınca, Standard sikkelerdeki değerli maden miktarı
yavaş yavaş azaltılmıştır. Buna zamanında “ Tağşiş” deniliyordu. Hükümetlerin
yanısıra bazı kişilerin kullanılmakta olan sikkeleri aşındırarak, kırparak, tırtıkla
yarak bir kısım altın ve gümüşünü çaldıkları 16.yüzyıldan İtibaren görülmekte
dir. Padişahlar da, sikkelerin ağırlığını düşürmeksizin yapımında yer alan kıy
metli maden oranlarının değiştirerek değerini düşürüyorlardı. Ayrıca sikkelere
dokunmadan, onların ölçeği olarak kullanılan muhasebe sikkesine daha yüksek
itibarî bir değer verildiği de olurdu. Böylece fıat artışlarıyla mücadele edilmek
isteniyordu. Bu girişimler, değeri değiştirilmemeş sağlam (Sağ) altın ve gümüş
paranın kıymet kazanmasına yol açıyordu.
III. Selim döneminde devlet hâzinesi para bulmada çok büyük güçlüklerle
karşılaşmıştı. Borç para alma girişimleri olumlu sonuç vermeyince, klâsik
yöntemlere başvuruldu. Başta İstanbul'da oturan devlet ileri gelenleriyle zengin
leri olmak üzere bütün halktan ellerinde bulundurdukları altın ve gümüş eşyayı
hâzineye satmaları bir fermanla istedi. Toplanan altın ve gümüşten düşük ayarlı
sikke kesilerek piyasaya sürüldü. Ancak, bu umulan yararı sağlamadığı gibi
büyük fiyat artışlarına da yol açtı.
Para değerindeki düzensizlik ve dalgalanmalarla fiyat artışları, II.Mahmut
döneminde de olanca hızı ile sürdü. Devr alınan bütçe açığını kapatmak için
para değerini düşürmek uygulanmasına devam edildi. Padişah, 31 yıl süren sal
tanatı boyunca altın para çeşidini 35, gümüş olanlarını da 37 kez değiştirdi, Os-
manii kuruşunun rayici veya İngiliz sterlini karşılığı 1814’de 23 iken 1839’da
104/e düştü5. Altın sikkenin gümüş ve bakır olanlara karşı değeri de durmaksı
zın arttı.
Bu dönemde yeniden piyasa sürülen ve eskiden beri piyasada bulunan altın
sikkelerdeki fiyat artışı ile bozuk sikke bulmada çekilen zorlukları belgelere yan
sıyan olaylardan yararlanarak kısaca belirtirsek devletin içine düştüğü çıkmazı
daha iyi görmüş olacağız. IL Mahmut devrinde değişik ayar ve değerde basılan
altın sikkelerin başlıcaları, 1808-1824’de Cedit Rumî veya Yazılı Mahmudiye,
Atik (Eski) Rumî ayarında Sûrre Altını, Adli Altın, Cedid Adli Altın, 1829’da
Hayriye Altını ile Mahmudiye adlarıyla anılan altın sikkelerdir6. Kendisinden
önce piyasada bulunan ve kullanılmaya devam edilen başlıca altın sikkeler ise
Yaldız Altını, Macar Altım, Fındık Altını, Mısır Altını ve Riyal-ı Frengi denilen
yabancı altınlar idi7.Bunların yarım ve çeyrekleri de dolaşımda bulunuyordu.
Yaldız denilen altının resmi değeri ı8i0Jda ıo kuruş iken, ıÖ23’te 15 kuruş 10
paraya, 1832*de 36 kuruş 15 paraya ve ıÖ33’te ise 45 kuruşa kadar çıkmıştı.
Macar Altını 1810 yılında İstanbul’da 9,5 kuruş iken 1832’de 36 kuruş 15 para
ya, ı833’te ise 45 kuruşa yükselmişti. Daha eski olan Fındık Altını ise 17 9 8 ^
7 kuruş, 1810’da 9 kuru., 1823’te 10 kuruş ve 18 3 2 ^ 28 kuruştan işlem
görmekte idi. Aynı orandaki artışlar İstanbul Zer-Mahbubu denilen sikkede de
izlenmektedir. 1798’de 5 kuruş, ı8 ıo’da 6,5,1823’te 8 ve 1833^ ise 33,5 kuruşa
kadar değer kazanmıştı8. Mısır Altını denilen sikkenin kuruş karşısındaki değer
artışı ise şöyle idi: 1798’de 4 kuruş, ı8 ıo ’da 5.5, 1833’te 7, 18 3 2 ^ 24,5 ve
1833’te 28,5 kuruş.
8 Bu bilgiler, Ankara, Bursa, Sivas, Konya Şr.Sicilleri ile Takvim-i Vekayi'nin çeşitli sayıların
dan derlenmiştir.
9 II.Mahmut dönemi altın ve gümüş sikkeleri için bkz.Cüneyt Ölçer, Sultan II.Mahmut Z a
manında Darp Edilen Osmanlı Madeni Paralan İstanbul 1970.
I IO TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
işbirliği yaparak, yasa dışı yollara saparak para ticareti yapanları derhal yakala
yıp cezalandıracaklar, isim ve şöhretlerini de hükümete bildireceklerdi ,0.
Anadolu’da bozuk para bulma dönemin en önemli diğer bir sorunu idi. II.
M ahmut akılcı bir yaklaşımla bu gereksinmeyi gidermek için düşük değerli çe
şidi sikkeler piyasaya sürdürmüşse de başarılı olamamış, sıkıntı yer yer büyük
haksız kazançlara yol açacak boyutlara ulaşmıştı. Çok aranan çeyrek altınlardan
gerektiği kadar darpetmek devrin teknik imkânları ile mümkün olmuyordu, pa
dişahın deyimi ile halkın sıkıntı çekmemesi için zarar ve ziyan a bakılm a-
y ıb ihtidasından şim diye d ek m ah iye y ü ze lli ik iy ü zd en ziyâd e r u b ’iy y e
kat* ve d arb v e neşr olunm uşken y in e çarşu ve b azâ rd a aransa b ir dane
ru b ’ iy y e b ulu n m ayarak erb ab -ı ihtikâr b u ru b ’iy y e m addesini k en d ü lere
b ir n evi’ kâr ittih a ziy le” her taraftan gizlice veya açıktan açığa çeyrek altınları
toplayarak üç kuruştan alıp vermeyi alışkanlık haline getirmişlerdi. Bu yüzden
İstanbul’da bile sıkıntı başgöstermişti. Önlem olarak 1824 Haziranından itiba
ren, oniki kuruşa satılmakta olan Adlî Altını’nın yarımı, altı kuruş olduğu goz
önünde tutularak, Adlî Çeyreği’nin piyasaya çıkarılması ve üç kuruştan işlem
görmesi kararlaştırılıyordu. Ayrıca 60 para rayici olan “Altmışlık^in da yarımı
basılarak, otuz para değerle piyasaya verilecekti. Bu sikke diye isimlen
diriliyordu11.
10 A nkara Şr.Sc. 209 /belge 98, Altın hususuna dair Emr-i Alişan sureti.
11 A nkara Şr.Sc. 223 /belge 157.
12 Tak vim -i V ek ayi, Defa 81. Bu düzenleme ile, İstanbul’da Yaldız ve M acar altınlarının
herbiri 45 kuruşa, Atik Rumî altını 60, Cedîd Rumî 50, Fındık ve İstanbul tam’ı ve rub’iyesı
(Çeyregi)nin her dirhemi 33 kuruş, Mısır altını çeşitlerinin dirhemi 28 kuruş, Atik Sultan M ah
mut ve Sultan Mustafa altınları ile “Seferiye" denilen altınm dirhemi 38 kuruş, Atik Adlî’nin 17
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
Ticaret
19/yüzyılın başlarında Batı dediğimiz Avrupa ülkeleriyle Amerika, sanayi ve
ticarette yaptıkları yeni atılımlar sonucu büyük gelişmeler göstermişlerdi.
Sömürgeciliğin yanısıra ucuz ham madde bulma girişimleri bu yüzyıl boyunca
hız kazanmış, dünya’nın siyasî haritası yeniden iktisadi çıkarlara göre şekillendi
rilmek istenmiştir. Bu yarışta geri kalmış olan ülkelerin bir kısmı bağım
sızlıklarını tamamen yitirerek birer sömürge olmuşlardın Diğerleri ise ekonomik
özgürlüklerini büyük ölçülerde kaybederek, kapitalizmin gerekleri doğrultusunda
varlıklarını sürdürmeye çalışmışlardır.
III. Selim ülke yönetimini ele aldıktan sonra, başta askerlik olmak üzere bir
çok alanda yenilik girişimlerinde bulundu. Ekonomiyi içine girdiği çıkmazdan
kurtarmak, hazine açığını kapatmak için de bir dizi önlem alındı. Halkı ve İs
tanbul ileri gelenleriyle devlet adamlarını yerli malı kullanmaya teşvik ederken
kendisini örnek gösterdi. Devlet adamlarından servet sahibi olanlarının gemi
alarak ticarete atılmalarını önerdi. M al ve can güvenliğinin korunması için alı
nan önlemler, ilk bakışta önemsenecek sonuçlar doğurmamakla beraber, yöne
tim kademesinin en üst düzeyinde bulunanlann ekonomiye önem verme gereği
ni kavramaları bakımından, bunlar üzerinde durulmaya değer atılımlardır.
kuruş 10 para, Cedîd Adlî’nin beheri 15, Hayriye’nin 20, Direkli Riyal ile Kuşlu Riyal’in her biri
20 kuruştan alınıp satılacaktı.Taşra için ise birer kuruş daha düşük fiyatla sayılan altınlar işlem
görecekti.
112 TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU
14 A.g.e. s. 37-38.
15 A.g.e.,s.42.
F. 8
ıı4 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
16 Bu konu, Osman Nuri (Ergin) tarafından ele alınmış, kısaca işlenmiştir (Mecelle-i Umur-ı
Belediye, l,s.68o). Daha sonra M .S.Kütükoğlu başka vesileyle de olsa Avrupa Tüccan Hakkında
bilinenleri birkaç belge ile destekleyerek aktarmıştır. A.İhsan Bağış, şimdilik bu konuda en son ve
geniş bilgileri vermiş bulunmaktadır.
17 Şer'iye sicillerinde ancak 1829’ dan itibaren Hayriye tüccan ile ilgili ferman ve kayıt suret
leri görülmektedir. Bkz.M .Çadırcı, ‘‘ II.Mahmut Döneminde (1808-1839) Avrupa ve Hayriye
Tüccarları*, T ü rk iy e lin Sosyal ve Ekonomik Tarihi (1071-1920), B irinci U luslararası T ü r k i
y e ’ nin Sosyal ve Ekonom ik T a rih i K on gresi T eb liğ leri, Ankara 1980, s.237-241.
TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU
ile imzalanan 1838 Ticaret Antlaşmasından sonra gümrük vergisi % 5*e çıkarıl
mış, bunlar için başka bir yükümlülük getirilmemişti, Hayriye ve Avrupa
tüccarları, ihracına izin verilen ürünleri doğrudan doğruya halktan alma imka
nına sahiptirler. Ancak, bunu çoğu yerde gerçekleştiremiyorlardı. Tefeci ve
madrabaz denilen aracı bir grup, merkezin bütün uyarı ve yasaklamalarına kar
şın, halktan ucuza aldıkları palamut, mazı, balmumu, kuru üzüm, incir gibi ih
raç mallarını Avrupa ve Hayriye Tüccarına devrederek, halkın eline ürününün
gerçek değerinin geçmesini engelliyorlardı.
II. Mahmut, bunun önüne geçmek için bir dizi önlem almışsa da etkili ola
madığı sık sık verdiği emir ve çıkardığı fermanlardan anlaşılmaktadır. Özellikle
zeytinyağı, mum, yapağı, tiftik, Ankara ipliği, kökboya, mazı, kuru incir ve
üzümün ihracını denetim altına almak için büyük çaba gösterilmiştir. Bu
ürünlerin ihraç edildiği İzmir şehrine İhtisap Nazın olarak atanan kişiye geniş
yetkiler verilmişti. İzmir İhtisap Nazırınının “İzin tezkeresini alabilen tüccarın
doğrudan doğruya A nadolu’nun çeşitli yörelerinde üreticiden bu ürünleri satın
almaları öngörülmüştü. Ancak yöneticilerden bazıları devrin deyimi ile "Muhte
kir ve madrabazlarız işbirliği yapıp onlardan rüşvet alarak, halkın mallarını tez
kereli tüccara satmasını engellemektedirler. Bu ise hem üreticiyi zarara sokmak
ta hem de tüccarın ödediği "Kantariye” vergisinin alınmamasına dolayısı ile hâzi
nenin zararına yol açmaktaydı. Bunun önlenmesi için Haziran ı83o’da yeniden
genel bir ferman çıkarılmış, bir sureti de Hüdavendiğar sancağı mütesellimi ile
kadı, naip ve ilgililere gönderilmişti. Diğer bir emirle de Bursa ve yöresinde el
de edilen zahirenin kesinlikle yabancı tüccara satılmaması, ürün fazlasının İs
tanbul'a gönderilmesi isteniyordu. İstanbul’da dericilikte kullanılan palamudun
da yurt dışına satılması bu dönemde yasaktı. Buna rağmen bazı kimselerin pa
lamudun elde edildiği yerlere giderek satın aldıkları ve dışanya sattıklarını deb-
bağlar şikâyet etm işlerdi18. Palam udun rayiç fiyatla İstanbul'a gönderilmesi de
falarca istenmiş, sonuç alınmayınca da birisi bu işle görevlendirilerek emrine ye
terli eleman verilmiş, bütün ülkede palamut ahmını gerçekleştirerek İstanbul’a
göndermesi uygun görülmüştü 19.
20 Lütfi, Tarih-i Lütfı, C .IV s.67. Ayn ca Y u rt A nsiklopedisi, İsparta ve Konya maddelerin
de afyon üretimi ile ilgili bilgiler verilmektedir.
21 K a y seri, Şr.Sc. 73 /s. 18 (Mayıs 1833 tarihli buyruldu kaydı).
22 M .S.Kütükoğlu, Osmanlı İngiliz İktisadî Münasebetleri I, s.78 vd.
Kentlerde Ekonomik Faaliyetlerin Denetimi
zinde bulunan hâzinelere bağlanmış bazen de bir başka gidere karşılık tutul
muştur. II. M ahmut, Iil. Selim’in başladığı yeniliklerden birisini sürdürerek
eyalet ve sancak merkezlerindeki bütün iltizâm mukataaİannı vali veya mutasar
rıflara yönettirmiştir. İhtisap mukataası gelirleri çoğu yerde mutasarrıf veya vali
lere bırakılmış onlar da iltizâmla bu işi yaptırmışlardır24.
24 Örneğin, Ankara ihtisap ve kapan-ı meyve mukataası, Ankara ve Çankın sancakları muta
sarrıfı vezir M ehm et Nurullah Paşa tarafından 1825 yılında Çubukçu Ali Ağa adh birisine iltizâma
veriliyordu. Konuya ilişkin buyrultuda “...Ankara sancağı dahilinde vaki mukalaatdan nefs-i Ankara ih-
tisab ve kapan-ı meyve mukataasının işbu ikiyüzkırkbir senesi Muharremii’l-harâmı ihtidasından senesi hita
mına dek bir sene-i kâmile iltizâmına talib ve ra’g ıb olan ..... " Ali Ağa’ya verildiği, onun da kabul etti
ği, bedelini zamanında ödeyeceğini sarrafı ile birlikte senet vererek taahüt ettiği kaydına yer veri
liyordu. A n kara Şr.Sc.223/ı62.
*5 İstanbul’ da İhtisap Ağalığının kuruluşu ve nasıl çalışacağı Osman Nuri tarafından ayrıntı
larıyla ele alınmış, hazırlanan nizamname metni de aynen yayınlanmıştır. Bkz. Mecelle-i Umur-ı
Belediye 1,5.338-354.
TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU
Ihtisab Ağalığı Nizam nam esi5nin diğer maddeleri, İhtisap Ağası ile neferle
rin görevlerine ayrılmıştır. İlk ve önemli olarak, her şeyden önce namaz kılma
yanla^ oruç tutmayanlar ve yalancı şahitlik yapanlara gerekli şer5i cezanın İhti
sap Ağası marifetiyle verilmesi kaydı yer alıyordu. Daha sonra esnafı denetle
mekle görevli olduğu, bunun nasıl yapılacağı açıklanıyor, terazi, kantar, arşun,
endaze ve benzeri ölçü aletlerinin kontrolü, hamamlarda müslüman-hıristiyan
ayrımının sağlanması, suçlu görülenlerin İhtisap Ağası Hapsi’ne atılması,
sürgüne gönderilmeleri ve benzeri cezalann yerine getirilmesi İhtisap Ağasına
bırakılıyordu. Taşradan İstanbul'a göçü önlemek ve şehrin güvenliğini sağlamak
için men-i mürur nizâmına dikkat edip, gereken önlemleri aldırmak, mimar ağa
ile birlikte şehrin imarına bakmak da onun görevleri arasında yer alıyordu.
26 Bu fermanın birer sureti A n kara Şr.Sc. 228 /123 ve Sivas Şr.Sc.lS/s.aoM c yer almaktadır.
27 Ankara Şr.Sc.228/82. Ankara şehir merkezindeki esnafın ödeyeceği ihtisap vergisi 2 Ekim
1827 günü yapılan toplantıda belirlenmişti. Bursa’da, Tokat ve Sivas’ta da aynı işlemin yapıldığını
belirlemiş bulunuyoruz. B u rsa Şr.Sc.C22/s.28; H .Cinlioğlu, Osmanlılar Zamanında Tokat 3,
s.146-147.
122 TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU
günde 4 paradan toplam 160 para ihtisap vergisi verecekti. Bursa’da aynı sayı
daki esnafın herbiri için günde 6 para ihtisap vergisi düşm üştü28. Tokat’ta ise
7 dabakhane saptanmış, herbirinin ıo para ödemesi uygun görülm üştü29. Bur
sa’ da 29 bakkalın herbiri günde 18 para, Ankarada’ki 46 bakkalın herbiri 5 pa
ra, Tokat’taki 29 bakkaldan herbiri ise 4 para ödeyecekti. Görülüyor ki bu ver
ginin belirli bir oranı yoktu. Şehir yönetici ve ileri gelenleriyle esnaf kethüdaları
miktan belirliyorlardı30.
İhtisap nazırlarının Önde gelen görevleri, esnafın Ödemeyi kabul ettiği vergi
leri zamanında toplayıp haziiıeye göndermekti. Bunun yanısıra pazar, ve çarşı
larda satılan eşya ve yiyecek maddelerinin kontrol edilerek istenilen nitelikte ve
kalitede olup olmadığının saptanması, belirlenen narhın uygulanıp uygulanma
dığını da denetlerlerdi. Başka yerlerden tüccarın getirdiği emtianın gümrük ver
gisinin ödenip ödenmediğini de bunlar denetlerlerdi. Örneğin, İzmir’den Anka
ra’ya gümrüğü ödenmeden gizlice bir mal getirilmişse, İhtisap Nazın,
gümrüğünü almadan satışına ve devredilmesine asla izin vermezdi. Ancak, al
dıkları gümrük, kendilerine ait olmayıp malın çıktığı şehre gönderilmekte idi.
Y a da kaydını tutup kadıya onaylatarak doğrudan doğruya İstanbul’a gönder
mesi gerekiyordu.
Esnaf, kethüdasını seçtikten sonra, kadı ile birlikte ihtisap nazırına da bildi
riyor ondan “İhtisap tezkeresi” alarak karşılığında bir miktar para ödüyordu.
Bölgelerin Özelliklerine göre İhtisap Nazırlarına başka görevler de verilmekte idi.
İzmir İhtisap Nazırı, Anadolu’da üretilen bütün afyonu devlet adına üreticiden
satın almakla görevlendirilmişti. Halktan ürettikleri afyonu muhtekirlere kaptır
madan doğrudan götürüp ona satmaları veya görevlendirdiği memurlara teslim
etmeleri istenmişti. İzmir kenti bu dönemde çok önemli bir ihracat limanı idi.
Bu yüzden kentin ihtisap nazırlığı önemli bir görev olup, büyük hizmetleri
görülmüş kimselere veriliyordu. Kastam onu’da muhtarlık örgütünü kuran ve
yöreyi çok iyi yöneten mütesellim Dede Mustafa, M irahor unvanıyla 1 8 3 6 ^ İz
mir İhtisap Nazırlığı’na atanmıştı. Dede Mustafa aynı zamanda sancağın müte-
sellimliği de üstlenmişti31. 1828 Şubatından 1832 Mart ayma kadar Ankara,
Ayaş ve İstanos ihtisap işlerine bakan Hacı Velieddin’in görevine son verilmiş,
kaldığı konakta bulunan eşyaların sayımı yapılmıştı. Yerine başkası atanacağına
İzmir ve birkaç yerin ihtisabı gibi bu iş de mütesellime verilmişti32.
28 B u rsa Şr.Sc. C 22 /s.28, Bursa esnafı ve ödeyeceği ihtisap vergisi belirlenerek sicile geçiril
miştir.
29 Tokat esnafı ile bu esnaftan alınacak ihtisap rüsumunu belirleyen bu belge, H.Cinlioğlu,
OsmanlıIar Zamanında Tokat, 3,8 .14 6-147^ yayımlanmıştır.
30 A n kara Şr.Sc.215/295. Ankara ihtisap memuru Velieddin Rüştü, Ankara İhtisabı muka-
taasmdan Ağustos, Eylül, Ekim aylanna ait 2810 kuruş gelir elde edildiğini, İstanbul’a defteriyle
birlikte bildirmişti. Gider ise 450 kuruştu.
31 T a k vim -i V ek a y i defa 137; B ursa Şr.Sc. 025 /120.
32 A n kara Şr.Sc.234/ı65 ve 170.
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU 123
II. M ahm ut yeni ordunun araç gereç ve diğer giderlerine karşılık bulmak
amacı ile koyduğu en önemli bir vergi olan ihtidap rüsumu, halk tarafından hiç
te iyi karşılanmamıştır. Özellikle hükümetin denetiminde olmayan bölgelerde
bu bahane ile ayaklanmalar başgöstermiştir. Bu ayaklanmaların en önemlisi
Şam’da baş göstermiş, esnaf dükkanlarını kapatarak sokaklara dökülmüştü. Bu
vergiyi ödemeyeceklerini vali Rauf Paşa’ya bildirmişlerdi. Vali, durumu
hükümete iletmiş, vergi ödemek zorunda oldukları, gerekli önlemleri alması için
valiye emir verilmişti. Şam ’da çıkan büyük isyanın bir nedeni de bu mesele ol
muştur.
Esnaf Örgütlen
Bilindiği gibi Ortaçağ kentlerinde çalışmalarını sürdüren her esnaf dalı ken
di aralarında sıkı kurallara bağlı “Lörcaz’lara ayrılmış bulunuyordu. Bu uygula
ma ve gelenek, Osmanlı İmparatorluğunda ıg.yüzyılda varlığını korumakta idi.
Ne var ki Avrupa’da Yeniçağın başından beri büyük gelişmeler olmuş, 1830’dan
sonra artık “Lonca ” sistemi tarihe karışmaya başlamıştı. Osmanlı dönemi T ürki
ye’sinde bu yönden de çağ dışı kalışın başlıca nedeni sanayi devrimini gerçek
leştirmemiş olması idi. Geleneksel üretim biçimi değişmedikçe, onun gerektirdi
ği örgütlenme elbette değişmezdi.
Her esnaf grubunun genel olarak birer kethüdaları bulunuyordu. Bazı du
rumlarda kethüdalık görevi “Ber veçh-i iştirak* iki veya daha fazla kişiye de veri
lebilirdi. Kayseri’ae bakkal esnafının Pazarbaşı’sı olan Hacı M ahm ut’un ölümü
üzerine, yerine iki oğlu, İsmail ile M ehm et birlikte pazarbaşı seçilmişlerdi34.
Sancak merkezi olan kentlerde 1826’dan sonra ihtisap nazırlıkları kurulunca,
kadılar, esnaf kethüdası seçilenlerin adlarını ayrıca onlara bildirerek, ihtisap tez
keresi verilmesini isterlerdi. Böylece kentin bütün esnaf ve temsilcileri, ihtisap
görevlisinin tuttuğu Özel deftere kaydedilir, gerektiğinde ilgililere adlan hemen
verilirdi. Böylece esnafın denetim altında tutulması kolaylaştırılmak istenmişti.
33 Kethüda seçimine ilişkin belgeler için bkz. An kara Şr,Sc. 208 /'278;228/97; K a yse ri
Şr.Sc. 198/s-5 i; K aram an Şr.S c. 297/s. 7; B ursa Şr.Sc. 225 /s-4 i. G a zian tep 'te Hallaç esnafı şeyhi
seçilenlere “Sofa Parası" adı ile bir para ödendiği gibi, yemek ziyafeti de çekiliyordu. 1837 yılında
esnaf birbiriyle anlaşarak, sofa parası ödememeyi, ziyafetle yetinmeyi kararlaştırmıştı. C.Güzelbey,
G azian tep Şer*i S icilleri, 5,s. i 12.
54 K a y se ri Şr.Sc. 198/5.51.
^ Bursa’da kutnucu ve sandalcı esnafı, kethüdalanndan hoşnut olmadıklarından azlini İs
temişler, istek yerinde görülerek gereken yapılmıştı. B ursa Ş r.S c. 225 /s.4 i. Kayseri’de müslüman
ve zimmi papuççu esnafın kethüdalığını yapmakta olan Dikicibaşı İlbaşı Süleyman ile Yiğitbaşı
Ö m er Usta’nın görevden alınarak yerlerine papuççu ustalarından Halil İbrahim’in “Dikûibaşı”,
Halilbeşeoğîu Mustafa’nın da “Yiğitbaşı * olması için berat istenmiş, gereği yerine getirilmişti . K a y
seri Şr.Sc»208 /s. 34.
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU 25
Kentin günlük yaşantısında en önemli hizmeti veren esnafın başında bak
kallar gelmekte idi. Bunların kethüdaları “Pazarbaşı” diye adlandırılıyordu. Pazar-
başı’nın görevleri, tüccar tarafından şehre getirilen ve bakkalların sattıkları yiye
cek ve ihtiyaç maddelerinin uygun fiyatlarla satın alınıp bakallara bölüştürülme
si; bulunmasında güçlük çekilen malların karaborsaya düşmeden esnafa veril
mesi idi. A yn ca bakkallık yapanların güvenilir birer kefil göstermelerinin sağlan
ması; izinsiz ve usulsüz yeniden dükkan açılmaması; iflâs eden olursa, tüccara
ve başkalarına olan borçlarının ödenmesinin temini de onların ilgilendikleri hiz
metlerdi.
Görev gereği geçerken kente uğrayıp, konaklanmaları sağlanan devlet me
murlarına veya askerlere bakkal esnafının vereceği eşya ve yiyeceklerin hazırlatı
lıp günü gününe kayıtlara geçilerek şehir kethüdasına teslim edilmesi de görev
leri idi. Şehir kethüdalarının, kendi gelirlerinden bakkallara ödedikleri paraların
altı ayda bir vergi dağıtım defterlerine işlenerek halktan toplanması kuraldı. Bu
nun için vergi dökümü yapılırken pazarbaşı mutlaka hazır bulunur, yapılandan
fazla harcama gösterilmemesine dikkat ederdi36.
An kara Ş r.Sc. 236 / 108. Ankara’da Pazarbaşı’nın yaptığı işlere ilişkin bilgi bulunmaktadır.
Aynca Osman Nuri, Mecelle-i Umur-ı Belediye, î.s.ıo ^ te bu konuda geniş bilgi vermektedir.
37 A n kara Şr.Şr.Sc.215/343; K a y se ri Şr.Sc. 196/s.8 . A n kara Şr.Sc.224/97.
38 A n kara Şr.Sc.208/278; K a ra m a n Şr.Sc. 297 /s.34-
126 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
Mark
Kentlerde yöneticileri, halk ve esnafı yakından ilgilendiren en önemli sorun
ların başında günlük gereksinmelerin karşılanması idi. Devrin ulaşım zorlukları,
uzun süren savaşlar, büyük doğal olaylar (Kıtlık, deprem, su baskını gibi) arada
sırada kent halkını güç durumda bırakır, onları bazen açlıkla karşı karşıya geti
rirdi. Özellikle temel ihtiyaç maddelerinin uygun fiyatlarla sağlanması yöneti
min başlıca amaçlarından birisini oluşturmuştur. İstanbul için hayati önem taşı
yan bu sorunun taşra kentlerinde de zaman zaman büyük boyutlara ulaştığı
gözlenmektedir.
Her ürün ve malın fiyatı ayrı ayrı belirlenirken, niteliği kalitesi de göz
önünde tutulur ona göre değer biçilirdi. Narh konduktan sonra, esnafın uyup
uymadığı sıkı biçimde denetlenmekte idi. İhtisap memurları, esnaf kethüdaları
ve kadılar, ayrı ayrı ya da birlikte kontrol yapabilirlerdi. Yöneticiler de isterlerse
hem narh belirleme toplantılarına katılabilirler, hem de denetleme yapabilirler
di.
Narh, yalnız içecek, yiyecek ve giyecek için değil, akla gelebilecek bütün
hizmetler için söz konusu idi. Şehir içi ulaşımla yakın kaza ve kasabalara gidiş-
dönüşler de narha tabi idi. Örneğin Bursa’dan M udanya’ya yük atı kirası 150
39 Mustafa Öztürk, “ O rta A n a d o lu ’ da Fiatlar 1785- 1860 ” adlı doktora tezinde sicillere geç
miş narh listelerinden yararlanarak, fiyat hareketlerini izlemiştir. Prof.Dr.Ş.Turan yönetiminde ya
pılan bu çalışma, sözkonusu dönemin fiyat artışlarını belgelerle etraflıca ortaya çıkarmış bulun
maktadır.
TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU 127
para, Gem lik’e 230 para, İnegöl’e ise 270 para olarak belirlenmişti- Gaziantep’te
hamalların Hububat Pazan’ndan şehrin muhtelif semtlerine taşıdıkları her kile
başına alacakları ücretle birlikte merkeplerine ençok ne kadar yük vurabilecekle
ri de narh kurulunca saptanıyordu40.
Fiyatların belirlenmesinde ürünün çok veya az oluşu, başta gelen etken ol
makla birlikte, tüketim, kalite ve benzeri etkenlerin de rol oynadığı bir gerçekti.
Özellikle bolluk yıllarında tahıl ve tahıla dayalı ürünlerin fiyatlarında para değe
rinin düşmesine rağmen hükümetin isteğiyle ucuzluk yapılıyordu. Başta İstan
bul olmak üzere bu uygulam aya Anadolu şehirlerinde de gidildiği anlaşılmakta
dır. Örneğin 1823 yılında buğday bolluğu göz önünde tutularak ekmek fiyatla
rında ve undan yapılan diğer yiyeceklerde fiyat düşürülmüştü. Bursa’daki uygu
lama 1824 G üz Dönemi narhlarına yansıtılmıştı. Buna göre 60 dirhem ekmek
75 dirheme çıkarılmış, iki paralık fiyat sabit tutulmuştu. Francala 40 dirhemden
50'ye, simit 32 dirhemden 40’a çıkartılarak fiyatında değişiklik yapılmamıştı.
Kadayıfın 22 paraya satılan bir kıyyesi 18 paraya düşürülmüş, has unun bir
kıyyesi ise 20 paradan 16 paraya indirilmişti. Narh verilen diğer maddeler ara
sında zeytinyağı ve sabun Fiyatlarında dörder para, nohutta ise iki para ucuzluk
yapılmıştı. Kentte I kıyye koyun eti 36 para’dan, keçi eti 34, Öküz eti 18 para
dan satılacaktı. Sade yağın kıyyesi 130 paraya, zeytinyağın 74 paraya, Mısır pi
rinci 38 paraya, sabun 78 paraya, peynir ise 80 paraya satılacaktı. Bir kıyye bal
70, pastırma 80, nohut, fasulya, bulgur, mercimek ve siyah üzüm ün kıyyesi
20’şer paraya, taze peynir 48, m um 106, nişasta 55, kırmızı üzüm 25,fındık 30,
tuz 4, pekmez 20, sirke 8, incir 36, balm um u 320, çekilmiş kahvenin 25 dirhe
mi 16 paraya verilecekti. Bir kıyye kaymak 100, yoğurt 8, Süt 10, ıspanak 1, pı
rasa 2, soğan 7, taze soğan 3, tahin 70, tahin helvası 70, zeytin 20, bezir, 80 pa
radan satılacaktı. Demirin kıyyesi 40, çivinin 78, bir giyimlik bargir nalı 115,
merkep 55, katır ise 85 para olarak saptanıyordu. Bursa’dan M udanya’ya bargir
kirası 150, Kurşunlu’ya 134, Gem liğe 230, Yenişehir’e 270, İnegöl’e 270, Atra-
nos’a 430, Kirmasti’ye 470, M ihaliç’e ise 400 para olarak belirlenmiş bulunu
yordu. Bursa bu dönemde fiyatların oldukça yüksek olduğu bir yerleşim merkezi
idi. Diğer şehirlerde verilen narhlara bakıldığında bu durum ortaya çıkmakta
dır. Örneğin 1824 yılında Ankara’da koyun ve keçi etin kıyyesi 18, sığır etinin
12, kuzunun ise 22 para idi. Sade yağ ve sabun 68, zeytin yağı 64 paradan satı
lıyordu. Zeytin ise Bursa’dan çok fazla fiyata 48 paraya gidiyordu. K onya’da
koyun etinin kıyyesi 24, inek etinin 18 paradan satıldığını görüyoruz. Bursa’da
1824’te kıyyesi 20 para olan un, Sivas’ta 1825 yılında 9 paraya veriliyordu. Bur-
sa’da 130 paraya giden sade yağ ise 94 para narhla satılıyordu 41.
40 Bursa Şr.Sc.B 334 /s.68. 1824 yılı kış dönemi narh listesi.
41 Ankara ve Sivas’a ait veriler M .Ö ztürk’ ün sözü edilen çalışmasından alınmıştır.
128 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
günü kış donemi narhını belirlemek üzere esnaf kethüdaları, ileri gelenler ve ka
dı mahkemede toplanmışlar ve narhı saptamışlardı42. Buna göre i kıyye nân-ı
has (has ekmek), 7 para, 1 kıyye nân-ı aziz (Günlük ekmek) 6 para, 1 nigü (200
dirhem) lehm-ı ganem (Koyan eti) 13 para, aynı miktardaki lehm-i bakar (Sığır
eti) 13 paradan satılacaktı. 1 batman kuyruk 12 para, 1 nigü revgan-ı sade (Sa
de yağ), 80 para, aynı miktardaki don yağı 52, gümeç aseli 50, asel-i revak
(süzme bal) 46, Karaman balı 40, pirinç 68, siyah üzüm 14, kara bekmez 14,
balbaş Zile bekmezi 24, Nazilli inciri 18, ufak incir, 12 paradan satılacaktı. K a
raman helvasının nigüsü 34 para, tahin 36 para, peynir 16 para, pastırma 40
para, zeytinyağı 130 para, mum 45 para (kahve ve sabun piyasada bulunm adı
ğı için narh verilmemiş) olarak belirlenmişti. 1 giyim at nah 10 para, tek nal üç
para, 1 giyim katır nalı ro para ve merkep nalı ise 7 para olacaktı.
Ankara’da “Marifet-i şer' ve Ankara Sancağı mütesellimi ve iktisap nazın a tıf etli
Mustafa Ağa Hazretleri marifeti ve cümle ittifakı ile esnafa verilen narh defterime göre
7 Mayıs 1832’de fiyatlar şöyle id i43.
Bütün ürünler için 1 kıyye ağırlık birimi olarak kabul edilmiş ve kıymetler
de para olarak saptanmıştır. Nan-ı aziz 5, has nan 7,5; mum r6o, haşhaş yağı
106, revgan-ı zeyt (Zeytinyağı) 140, Petek balı 76, sumak 72, eski peynir 24, oğ
ma peynir (Taze peynir olmalı) 20, bekmez 20, sabun 150, z.eytinin 72 para olan
fiyatına 8 para zam ile 80, soğan 4, sarımsak 48, tahin helvası 72, tahta helvası
60, şişe helvası 57, siyah üzüm 24, T ire üzümü (narh verilmemiş), İncir 48 pa
radan satılacaktı. Katır nalı 126, at nalı 150, merkep nalı ise 68 para olarak be
lirleniyordu.
E snaf-ı kasaban: Lehm-i ganem, 1 kıyye 36 para, lehm-ı bakar 36, kuyruk
80, içyağ 60.
E snaf-ı k ad ayıfçiyan : İnce kadayıf (fiyat verilmemiş), kaba kadayıf (fiyat
belirlenmemiş).
E snaf-ı nalbant: At nalı 1 giyim 120 para, katır nalı 1 giyim 110 para,
merkep nalı 1 giyim 60 para.
Bakkalân: İncir ve kızıl üzüm 1 kıyye 44 para, kara üzüm 1 kıyye 32, kuş
üzümü 1 kıyye 40, Aladağ bekmezi 1 kıyye 32, şehir bekmezi 1 kıyye 40,
böğürlice 1 kıyye 24, soğan ı kıyye 12, sarımsak 1 kıyye 32.bulgur 1 kıyye 25, n o
hut 1 kıyye 12, mercimek 1 kıyye 16, yum urta 1 adet 3 para.
İp likçi esnafı: K aba iplik 1 kıyye 240 para, asel 1 kıyye 220,
E snaf-1 sabuncu: İzmir sabunu 1 kıyye 300 para, Aydın sabunu 1 kıyye
260 para, kına 1, 200, kahve 440 para.
Esnaf-ı d em irciler: Ekser 1 kıyye 130, biri birlik ıoo, 88 para, ikisi birlik
100, 40 para, üçü birlik 100,25 para, mıh 100, 18 para, saç r kıyye 200 para.
(Ekser: nal anlamındadır)
E snaf-ı zeytu n ciyân : Gelm eye mevkuf, zeytin yağı hakeza. (Geldiğinde ve
rileceği belirtilmiş).
T u z d y â n : 1 kıyye 4 para.
Esnafa narh verilirken “Narhiyye” adı altında bir vergi alınmakta idi. Ancak
bu yaygın bir uygulam a değildi, özellik le Konya kent merkezindeki esnaftan
bu verginin her narh tesbitinden hemen sonra düzenli olarak alındığını sapta
mış bulunuyoruz. İki örnek vermekle yetinelim. 1825 yılı Aralığında esnaftan
“Karakış narhiyyesi* adı altında 1008 kuruş alınmıştı. Bunun 500 kuruşu mahke
meye (Kadıya), 208 kuruşu mahkeme başkatibi ile mukayyide, 100 kuruşu kadı
nın kethüdasına (Vekil-i harc’a) kalanı da ihtisap görevlisine verilmişti. 10 Aralık
ı8355te ise Konya esnafı 1145 kuruş “Narkiyye” ödemişti. Bu paranın esnaf ara
sındaki dağılımı şöyle idi. Duhancılar (Tütüncüler) 140 kuruş, Helvacılar 130
kuruş, Bezirciler 120, Bakkallar 80, ipekçiler 65, leblebiciler 50, habbazlar 50,
sabuncularla kasaplar 45’er, ketenciler 40,yağcılarla balcılardan 30, hallaç, pas
tırmacı, kendirci, muytab, mıhçılardan 2o’şer kuruş alınmıştı. Nalbantlardan 25,
F. 9
130 TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU
zeytinci, çömlekçi, kuruboyacı esnafından I5’er kuruş, sığır kasapları ile saç de
mircilerinden 13’er kazzazlarla tuzculardan ıo'ar, boğaçacılardan ise 18 kuruş
alınmıştı. Narhiyye olarak altı ayda bir esnaf tarafından ödenen bu paranın 572
kuruşu kadıya, 280 kuruşu mahkeme görevlilerine (Başkâtip, mukayyid, muhzır-
başı ve vekil-i harc’a) aralarında eşit olarak bölüşmek üzere ayrılmış, kalan 293
kuruş ise ihtisap payına düşm üştü43.
ihtisap Rüsumu
Kent merkezlerinde, panayır ve pazar yerlerinde satılan mallardan çeşitli
adlarla alman vergilerin bütününe genel olarak “İhtisap rüsumu” deniliyordu.
Damga, ölçü ve tartılardan alınan vergilerle, dükkan yevmiyesi, pazar bacı gibi
adlarla toplanan vergiler bu gruba giriyordu. Muhtesip denilen görevli, bu ver
gileri kentten kente değişen oranlarla toplamakta idi, i ^yüzyılın başlarında bi
rer yıllık süre ile bu vergilerin herbiri ayrı ayrı mültezimlere iltizama veriliyor
du. İltizâmlar genellikle yöneticilere bırakılmıştı. Vali veya mutasarrıflar, yöne
limlerindeki kent ve kasabaların ihtisap mukataalarım iltizama vermekle
yükümlü kılınmışlardı. O n lar birer aBuyruldu” ile ihtisap mukataasıns kimlere
verdiklerini kadıya bildiriyorlar, gerekenin yapılmasını istiyorlardı. Kadılar da
buyrultuları sicile kaydettirip, mültezimlere ilâmla gerekenin yapılmasını duyu
ruyorlardı.
Diğer kentlerde de benzeri uygulamalar vardı. 1826 yılına kadar ihtisap iş
leri bu şekilde idare edilmiştir. ı826'da İstanbul'da İhtisap Ağalığı kurulduktan
hemen sonra yeni bir düzenleme yapılmış, geleneksel ihtisap vergileri dışında
“İhtisap rüsumu” adı ile bir vergi konmuştur. Asakir-i Mansure-i M uham m ediye
giderlerine karşılık olarak getirilen bu yeni vergiyi, damga resmi, kapan resmi
ve benzeri ihtisaplık vergilerle karıştırmamak gerekir.
Bursa’da tütün satan 44 esnaf grubundan 42’si İslâm, 2’si reaya, 83 attar-
dan (Güzel koku, iğne iplik ve saire satanlar) 4’ü Yahudi idi. Buna karşılık 98
doğramacıdan sadece ıo ’u müslümandı. M üslüm an doğramacıların her birinin
iş yerinden günde dört para ihtisap vergisi alınacaktı. Diğerleri ise beşer para
ödeyeceklerdi. Yine sayılan 22’yi bulan bakırcılardan müslüman olan beşi 4'er,
reaya ise 6’şar para vereceklerdi. Öte yanda ipek işleyen 38 Yahudi ve 33
müslüman işyerinden ayrım yapılmaksızın herbirinden 4’er para alınması uygun
görülüyordu. Ankara’da hanların herbirine ayn ayrı vergi konulmasına karşın,
Bursa’da âlâ (iyi), evsat (orta), edna (az gelirli) olmak üzere üç gruba ayrılarak
herbir gruba değişen oranlarda vergi yükü getirilmişti. Verdiğimiz birkaç örnek
ten de anlaşıldığı gibi uygulama her tarafta aynı anda başlatılmış olmasına kar
şın, eşgüdüm düşünülememiş, ayrıntılarda bundan ötürü farklılıklar ortaya çık
mıştır.
Bursa esnafı günde 22052 para (551 kuruş) ihtisap rüsumu öderken, Anka-
rada’kiler 11234 para (280 kuruş), Tokat’takiler ise 4524 para (113 kuruş) vergi
vereceklerdi.
Sivas’ta ise 55 esnaf grubu saptanmış, ayrıca pazara getirilip satılan emtia
ile hayvanlardan alınacak ihtisap vergisi de kaydedilmiştir. Bu kentimizde 99
terzi, 81 hafTaf ve dikici 59 tütüncü, 46 kahveci bulunmakta idi. Kent esnafının
günlük ödeyeceği ihtisap rüsumu 2558 parayı bulmakta idi.
Herbirinin günde
Esnaf Grubu Adeti ödeyeceği vergi (para) Toplam (para)
Abacı 26 10 260
Aba dikici 30 5 3° °
Aşçı ve kelleci 3 1 3
Attar ve Barutçu 43 3 129
Bakırcı H 2 28
Bakkal 29 4 116
Balmumcu 1 2 2
Basmacı 39 10 390
Berber 40 2 80
Bezzaz 42 3 126
Börekçi ve simitçi 11 3 33
Çarıkçı 28 1 28
Çıkrıkçı ve düdükçü H I *4
134 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
Herbirinin günde
Esnaf Grubu Adeti ödeyeceği vergi (para) Toplam (para)
Çubukçu 7 1 7
Çulha ve kassarcılar 38 2 76
DÖkmeci 7 I 7
Elvan boyacı 8 3 24
Eskici 40 I 40
Göncü 4 I 4
Habbaz 10 3 30
HafTaf ve Dikici III 2 222
Hallaç 40 2 80
Hamamcı 16 4 64
Tüccar hanı 5 30 150
Orta Han 2 20 40
Yükçü Hanı 8 10 80
İpek boyacısı 6 2 12
İpek bükücü kârhanesi 6 6 6
Kadayıfcı 6 1 6
Döğülmüş kahve satan 5 ] 5
Kahvehane 33 4 132
Kalaycı H 2 28
Kasap 5 4 29
Kazancı 55 12 660
Kazzaz ve ipekçi 07 2 174
Kebapçı 10 2 20
Keresteci 3 3 9
Kiremitçi 6 3 18
Kirişçi 5 2 10
Kömür 1 (araba) 8 8
Kömür 1 (yük) 5 5
Kundakçı ve Kılınçcı 10 1 10
Kuyum cu ve Saatçi 17 2 34
Kürkçü ve Kalpakçı 12 1 12
Manav 17 2 34
M izan d a ipekçisi 16 4 64
Mum hane r 5
M'îîtûf ve maziman 33 9. 66
:*:/î DdHl. •uo 2 40
NaJçac?. 6 2 12
Odun ve O m ca i (araba) 4 4
Odun ve Om ca i (yük) 1 1
Oturakcı 50 2 100
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU 135
Herbirinin günde
Esnaf Grubu Adeti ödeyeceği vergi (para)Toplam (para)
Pamukçu ve Çorapçı 20 2 40
Peştemalcı 28 3 84
Saraç 12 I 12
Semerci, Palancı, Keçeci 41 I 41
Setenci 22 2 44
Şerbethane 7 10 70
Tabakhane 7 10 70
Tahmishane 1 2 2
Tamirci ve Kilitci 41 2 82
Terzi 50 2 100
Tuzcu, Kürekçi, Doğramacı 15 2 30
Tütüncü 48 2 96
Urgancı 24 2 48
Yılda 15-20 gün şişe yapılan şişe kârhanesi’nden günde ıo ’ar para alına
caktır. (Çalıştığı sürece). Ayrıca celep katırının geçişinden 20 para, pazarda satı
lan camuştan 20, kuzu-oğlaktan 1, sirkenin 1 yükünden 3 para İhtisap Vergisi
ödenecekti. M üslüm an olmayanların şarap yapm ak için satın aldıkları üzümün
bir yükü için 12 para, evlenme kağıtları için sosyal seviyelerine göre 30-20-10
para ödemeleri gerekiyordu. Kentte eski elbise satanlann beşi üst derecede
“A la ”, grubunda gösterilmişlerdi. Bunların herbiri günde altı para, orta “Evsat”
olanlar üç ve yirmi bir kişiden oluşan üçüncü grup “Edna” günde birer para ih
tisap vereceklerdi 50.
Abacılar 16 8 128
Araba imalcılan 3 5 15
Arpacı 22 6 132
Aşçılar 4 4 16
Attar-İslâm 76 6 456
* Yahudi 4 7 28
” İspenciyar 1 7 7
* Simsar 2 2 4
Bakırcı-İslâm 5 4 20
” -Reaya n 6 102
Bakkal 29 18 522
Barutçu 8 2 16
Basmacı 27 6 162
Kebir Bat (Bit) Pazarı esnafı : 27 6 162
İslâm 3 4 12
Reaya *4 8 112
Atik Bat Pazarı esn afı:
İslâm 44 2 88
Reaya 37 3 III
Beledîci tezgahı 95 2 190
Berber - İslâm 69 3 207
” - Reaya >9 4 76
Bezzaz - İslâm 3* 6 186
” - Reaya 74 8 592
" - îpiikçi 6 8 48
Bıçakçı 30 3 90
Elvan boyacı - Yahudi 3 3 9
Cedid Boyacı 15 5 75
Elvan Boyacı 3 7 21
Börekçi 18 10 180
Bükücü 5° 2 100
Camcı 4 2 8
Çağılcı (Tekerlek mili yapan) 2 2000 4000
Çıkrıkçı 16 2 32
Çilingir 34 8 772
Çölmekçi 2 7 *4
Çubukçu 9 2 18
Çuhacı - Atik 10 10 100
* - Cedid 19 14 266
Demirci 21 2 42
Dikici - İslâm 101 2 202
” - Reaya 39 3 117
Bedesten Dolapları 33 4 *52
Dülger - Usta 223 7 1561
“ - Hambaracı (?) 122 3 366
Değirmenci 78 2 *56
Destici 6 8 48
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU 137
Kasap 16 12 182
Koltuk kasabı 2 5 10
Kazancı 7 2 14
Kazzaz (İpek işleyenler)
” - İslâm 33 4 132
” - Yahudi 33 4
Kebeci 4 4 16
Keresteci 23 4 92
Kiracı (At kiraya verenler) 50 2 100
Kiremithane 2 0 00
Kiremit O cağı (Kârhanesi) 7 0 00
Kirişçi 3 3 9
Kolacı (?) 19 2 38
Kumaşçı - İslâm 5 6 35
” - Reaya 52 8 416
" - Koltuk - İslâm 5 2 10
* " Reaya 8 3 24
Kundakçı (Tüfek kundağı yapan) 3 3 9
Kurşuncu 2 3 6
Kuyumcu 56 3 168
Kuyum cu deli âlı (Münadi) 4 2 8
Külahci *3 3 39
Kürkçü 21 3 63
Leblebici 12 3 36
Muhallebici 5 5 25
M um cu 3 18 74
M uytab (Kıl dokuyucu) 12 2 24
Münadiyân-ı Harir-i Bedesten i7 2 34
Sof 5 1 5
Nakkaş 3 4 12
Nalband 4 5 20
Nalbur 3 5 15
Nalçacı 2 3 6
Nalıncı 5 12 60
Peştemalcı tezgahı 78 3 234
Saatçi 9 3 27
Sahhaf 38 2 76
Sahtiyan taciri 3 4 12
Sandalcı tezgahı 471 2 942
Sandıkçı 1 2 2
TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU i 39
Herbirinin günde
Esnaf Grubu Adeti ödeyeceği vergi (para)Toplam (para)
Sarrac 21 2 42
Sebzeci 75 10 750
* Küfeci II 3 33
Semerci 12 3 36
Semer ağaçcıst 9 2 18
Sepetçi 14 1 r4
Sıvacı 10 7 70
Simitçi dükkani 36 10 360
Susam yağcı 8 *5 120
Siyah sofcu “Sof-ı siyah”
- Islâm 26 4 IO4
- Reaya 1 5 5
- Koltuk 7 2 14
Şerbetçi 16 50 800
Tabancı 7 2 14
Tahmisci (Kahve öğütücü ve satıcı) 10 2 20
Takyeci 9 1 9
Taşçı 5 4 8
Tuzcu 7 5 *5
Tüccar (Handa kalan)
- İslâm 16 10 160
- Reaya 19 *5 285
Urgancı 32 4 128
Uncu 19 7 133
Yağlıkçı 2 8 16
Yaym acı 37 2 74
Kuru Yemişçi 5 6 35
Yorgancı 9 3 27
Herbirinin Günde
Esnafın adı Adeti ödeyeceği vergi (Para) Toplar
Abacı 7 5 35
Attar 58 5 290
Bakırcı 12 8 96
52 A nkara Şr.Sc. 220/82. Bu belge daha önce K alit Ongan tarafından "Ankaranın Eski Es
nafını Açıklayan Bir Vesika” adı ile T ü rk E tn ografya D ergisi Sayı II, s.56-6ı’de yayınlanmıştır.
Liste, sicildeki aslı ile karşılaştırılıp, alfabetik sıraya konmuştur.
14-0 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
Herbirinin Günde
Esnafın adı Adeti ödeyeceği vergi (Para) Toplam
Bakkal 46 5 230
Balıkçı ve Zeytinci 14 4 56
Berber 56 2 112
Bez Boyacı 42 5 210
Bezirci 3 5 15
Bezzaz 193 6 1158
Bostancı 91 4 393
Börekçi 14 5 70
Çankçı 4 1 4
Çıkrıkçı 8 2 16
Çilingir 7 3 21
Çubukçu 237 2 54
Çulhacı 19 2 38
Debbağ 40 4 160
Değirmenci 12 10 120
Dellal (Tellâl) 21 2 42
Derzi (Terzi) 187 3 561
Destici 7 6 42
Dikici 7 6 42
Dökmeci 3 4 12
Dühancı 76 5 380
Dülger 72 4 288
Ekmekçi 14 8 112
Enfıyeci 1 3 3
Gazzaz (Kazzaz) 12 7 84
Göncü 9 4 36
Haffaf 39 5 *95
Hallaç 11 2 22
Haşan Paşa Hamamı 12 12
Karacabey Hamamı 12 12
Şengül Hamamı 6 6
Hamal 28 2 56
Abacılar Hanı Kervansarayı 3 3
Ağazade Hanı 3 3
Allemkallem Hanı 2 2
Hacı böcek Hanı Kervansarayı 3 3
Kalecik Hanı 3 3
Kapan Hanı Kervansarayı 6 6
Karaman Hanı Kervansarayı 3 3
Keçeciler Hanı 2 2
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU 141
Herbirinin Günde
Esnafın adı Adeti ödeyeceği vergi (Para) Toplam
Kederzâde Hanı 4 4
Musİi Paşaoğlu Hanı 3 3
Nalband İbrahim Ağa Ham 2 2
Pirinç Ham 4 4
San Kadıoğlu Ham Kervarsarayı 4 4
Sulu Han 4 4
Tahtakal’a Ham 2 2
Tahtacı Hanı 2 2
Hasırcı 3 3 3
Helvacı 18 4 72
Hınacı 4 2 8
İğci 13 1 13
Kahvehane 1 4 64
Kalaycı 40 4 160
Kalpakçı 6 4 24
Kassab *3 12 *56
Kazılcı II 2 22
Keçeci 25 3 75
Kılıççı 8 3 24
Kireççi 2 5 10
Kirişçi 5 4 20
Kurşuncu 1 5 5
Kuyum cu 63 5 252
Kürkçü 18 3 54
Leblebici 11 5 55
Mağaza (Kurşunlu Han içinde) 22 10 220
M um cu 5 5 25
Muytab II 5 55
N a’lbend 44 3 132
O da (Çengel Handa) 26 8 208
O da (Urgancılar Hanında) 30 10 300
O da (Zağferan Hanında) 37 6 222
Palascı 22 1 22
Pastırmacı 18 3 54
Pirinçci 4 2 8
Saçakcı 4 4 16
Sarrac 21 4 84
Sebzeci 30 1 30
Semerci 30 4 120
Sıvacı H 4 56
142 TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU
Herbirinin günde
Esnaf Grubu Adeti ödeyeceği vergi (para)Toplam (para)
Herbirinin Günde
Esnafın adı Adeti ödeyeceği vergi (Para) Toplam (Para)
Arpacı 9 2 18
Attar 27 3 8l
Bakkal 39 4 156
Balmumcu 1 2 2
Basmacı 6 2 12
Berber 25 3 75
Bezzaz 52 3 156
Bıçakçı 4 2 8
Çamaşırcı 1 1 I
Çanakçı 3 2 6
Çıkrıkçı 8 I 8
Çilingir 12 2 24
Çorapçı ve Lüleci 43 I 43
Çörekçi 7 5 35
Çubukçu 23 I 23
Debbağhane 2 10 20
Demirci 20 2 40
Duhancı 59 2 118
Eskici 16 I 16
53 Sivas Şer.Sic. 15/s.66. Belge, Ö m er Dem irerin İL M ahmut Döneminde Sivas’ta Esnaf
Teşkilâtı vc Üretim-Tüketim İlişkileri, Kültür Bakanlığı, Ankara, 1989 adlı eserinin 185. sayfasında
yer alan fotokopiden alınıp düzenlenmiştir. KMedine-i Sivas’a uaz‘ olunan İhtisab Rüsumuna dair medi-
ne-i mtzbûre tarafından vürüd edüp Divân-ı Hümâyun Kalemine kayd olunan defterin mahalline gönderilen
müsahhah suretidir ”
TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU ]43
Herbirinin günde
Esnaf Grubu Adeti ödeyeceği vergi (para)Toplam (para)
Değirmen (A syab):
” âlâ 20 xo 200
” evsat 32 6 192
” ednâ 30 3 90
Gazzaz 21 1 21
Göncü 5 1 5
Habbaz 4 5 20
HafFaf ve dikici 81 2 162
Hancı 4 20 80
Hamamcı 9 5 45
Hurdacı 5 1 5
Kahvehane 46 3 138
Kalaycı 22 2 44
Kassab 3 5 15
Kavukcu 3 1 3
K ebabcı 4 t 4
Kelleci 2 i 2
Kılıççı 8 2 16
Kilitçi 1 1 1
Kirişçi 1 1 1
Kuyum cu 41 3 123
Külekçi 1 1 1
Kürkçü 10 1 10
M um hane 1 10 10
M uy tâb 12 2 24
Nalband 21 2 42
Nalçacı 5 2 ro
Nalıncı 5 1 5
Penbeci 28 2 56
Sarıkçı 7 2 14
Sarrac 21 r 21
Sebzeci 9 : 9
Seme? d t
Sipah E a? r:-'-s ■:
Şekerci r ri :■
Tam irci 3 j;
Terzi 09 2 198
Tuzcu 12 2 24
Tüfekçi 6 2 12
2558
144 TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU
Ayrıca pazarda satılan atın beherinden 25, katırın beherinden 20, merkep
ten ıo, kara sığır ineğinden ıo, sığır öküzünden 12, koyundan 3, keçiden 2, ku
zu ve oğlaktan ı> hmta’nm kilesinden 12, şairin kilesinden 6, fiğ’den 6, Sivas’a
gidip gelen develerin herbirinden 4 para alınacaktı. Şark canibinden Arabis
tan’a giden mor koyunun herbirinden 6 para, reayamnm şarap ve rakı yapmak
için aldığı yaş üzümün beher hamulesinden 2 para ihtisap rüsümü alınacaktı.
Reayanın gerdek kağıdı almak isteyenlerin âlâ grubundakilerinden 30, evsat
olanlarından 20, ednâlardan ise lo ’ar para alınacaktı.
1827 yomdan başlanarak uygulama alanına konulan yeni ihtisap vergisi, es
naftan bu adla alınan ve günlük olarak her esnaf grubu için miktarı ayrı ayrı
belirlenen bir vergiden ibaret değildi. Tüccarın getirip kentte perakendecilere
devrettiği mallardan satış bedeli üzerinden kuruştan bir para Asakir-i Mansure
giderleri için alınmaya başlanmıştı. Damga vergisi ödendikten sonra sermayesi
ne yasal (şer’i) kâr eklenerek satılan her çeşit maldan kuruş başına birer para
alınması İhtisap Nizamnamesinin gereklerindendi. Bursa’da buna titizlikle uyul-
duğunu görüyoruz54. Yöresine göre pazar yerlerinde satılmakta olan buğday,
arpa ve benzeri hububattan h e r, kilesinden büyük ve küçük baş hayvanlardan
değerlerine göre ayrıca bir miktar ihtisap vergisi almıyordu. Kömür ve odunun
her arabasından, diğer eşya ve çrzaktan da uygun görülen oranlara bu vergi alı
nacaktı55. Tanzimat’ın ilânından sonra da bir süre daha alınan ihtisap vergisi
birçok yakınmalara, yolsuzluklara neden olmuş, Şam’da çıkan isyanın nedenle
rinden birisinin de bu verginin doğurduğu tepki olduğu kayıtlara geçmiştir56.
İane-i Cihadiye
II. M ahm ut döneminde konulan bir vergi de “İane-i CikadiyenâİT. Redif as
keri teşkilatının kurulmasından (1834) hemen sonra bu askerin giderlerini karşı
lamak amacıyla getirilmiştir. Kent-kasaba-köy ayrımı yapılmaksızın Redif teşki
lâtının bulunduğu her yöreden nüfus ve gelirlerine göre belirlenerek toplanan
bu vergiyi kentiler de yılda iki taksitle altı ayda bir ödemekte idiler. Verginin
belirlenmesinde halkın ödeme gücünün gözönünde tutulması esas alınmış, an
cak bu gücün hangi kıstaslara göre belirleneceği açıklanmamıştı. Yönetici, kadı,
esnaf kethüdaları ve ileri gelenler, sancaklarından istenen toplam iane-i cihadi-
ye’yi kent, kasaba ve köy halkına bölüştürmüşlerdir. Her Redif taburu için enaz
250.000 kuruş olarak istenen bu paranın iki taksitle altı ayda bir toplanıp Hâzi
neye teslim edilmesi gerekliydi. Örneğin Ankara Sancağı payına Ayaş kazası ha-
^ Bursa Şr.Sc. B 303 / 18. Damga vergisi ödendikten sonra, sermayesine şer’i kâr eklenerek
satılan her çeşit maldan kuruştan bir para Asakir-i Mansure giderleri için alınması, İhtisap Nizam
namesinin gereği idi.
55 Sivas Şr.Sc. 15/ 28. Şubat ortalan 1828 tarihli ferman sureti.
56 Lütfi Tarihi, C.VIII.s. 96.
TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU •45
riç, 1835 yılında 175.500 kuruş düşmüştü. Ayaş’tan aynca 50.000 kuruş isteni
yordu. Buna karşılık Karahisar-ı Sahip (Afyonkarahisar) Sancağından ise 75 ku
ruş alınacaktı. M utasam f İzzet M ehm et Paşa, Ankara’dan istenenin çok, Kara-
hisar’dan ise az olduğunu merkeze bildirmiş, ayarlama yapılmasını dilemişti.
Bunun üzerine Ankara payından 33505, Ayaş’ınkinden ise 26495 kuruş indirilip
Karahisar’a eklenmesi uygun görülm üştü57. 14 kazadan oluşan Sığla Sanca-
ğı’nın İzmir, Karaburun ve Seferhisar kazaları dışında kalanlarına 125.000 kuruş
iane-i cihadiye düşmüştü.
57 M .Kütükoğlu, “ Redif Askeri Giderlerini Karşılamak üzere Alınan Bir Vergi” İnane-i Ciha-
diyye, B irin ci A skeri T a rih Sem ineri, B ild iriler, II, (Ankara 1983), s. 145 vd.
58 Agm.s. 157-162.
R 10
146 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
mübaşirin üç günlük harcı 15,5 kuruş ve vilâyet halkınca bilinen 147 kuruş
masrafı eklendiğinde 6083 kuruşu bulmakta idi. Bu paradan kent merkezi ile
Kasaba nahiyesinde mevcut 375,5 haneye düşen pay, hane başına 16 kuruş 24
akçe id i59.
1807 yılına ait *Avarız E m ininde Ankara sancağında 1274 avanz hanesi bu
lunduğunu, Mevkufat Defteri suretine göre 76943 akçe “Bedel-i avanz” ödenmesi
gerektiği belirtiliyordu. Her haneye toplam 550 akçe düşmekte id i60. 1809 Y^ın~
da da hane sayısı ile istenen avanz ve nüzül akçesinde değişiklik yoktu61. Bu ta
rihte Ankara merkezindeki avanz hanesinin sayısı 274 olarak belirlenmişti. Ha
ne başına 12 kuruş 24 akçe vergi düşüyordu. 1829’a kadar aşağı yukan durum
aynı kalmıştır. Bu yıl, istenen vergide de büyük değişiklik görülmüyordu °2.
1839 y*hna gelindiğinde aBedel-i avanz ve nüzül ”a bir misli zam yapılmış,
Ankara ve Kasaba nahiyesinde mevcut 520,5 hanenin avarız ve nüzülü 11741
kuruşa çıkarılmıştı. Buna 100 kuruş mübarişiye, 325 kuruş halkça bilinen gider
leri eklendiğinde toplam 12166 kuruşu buluyordu. Kent merkezi ile Kasaba
nahiyesindeki 375,5 haneye 32’şer kuruş para düşmekte id i63.
Görüldüğü gibi 1809’da her hane r2 kuruş 24 akçe öderken yapılan zamla
32 kuruş 16 para vermek zorunda kalmıştı. Bu durum söz konusu ettiğimiz
Anadolu’nun bütün kentleri için geçerlidir. U zun süre geleneksel biçimiyle artı-
nlmadan alman avarız ve nüzül vergisine Tanzim at’ın ilânından az önce yüzde
yüzü aşan bir zam yapılmıştı.
İmdâd-ı Hazeriye
ıg.yüzyılın ilk yansında kent-köy ayrımı yapılmaksızın düzenli olarak her
yıl iki eşit taksitle halktan toplanan bir vergi de “îmdâd-ı Hazeriye" idi. Valilerin
savaş olmayan yıllardaki giderlerinin bir kısmını karşılamak için ayrılan bu ver
gi türü, incelediğimiz dönemden çok önceleri konmuş, gerek görüldükçe alın
mışken, zamanla sürekli ve düzenli biçimde alınmaya başlanmıştır. Halkın en-
çok yakındığı, belirlenip toplanmasında kural dışı uygulamaların yapıldığı vergi
lerin başında “İmdâd-ı Hazeriye” gelmekte idi.
mübaşiriye” adı ile çok fazla para aldıkları, halktan bedelsiz yem ve yiyecek iste
diklerini belgeler açıkça ortaya koymaktadır. Sözgelimi 250 kuruşluk “Hisse-i
Hazeriye33^ olan bir kazadan 500 kuruş ve daha fazla hizmet-i mübaşiriye adı al
tında para almakta ayrıca bedava yem ve yiyecek istemekte idiler64.
Bu vergi eyalet valileri için eyalete dahil sancaklardan Padişahın emri ile
her yıl altı ayda bir (Muharrem ve Recep aylarında) iki taksitle alınıyordu. Ba
zen üç taksitle alındığı da olurdu. Gerek görüldüğünde valilere verilmez, doğru
dan doğruya merkezdeki hazineler adına da toplatılabilirdi. Özellikle sancak ve
ya eyalet yönetimi, doğrudan doğruya hâzinelere devredildiğinde bu yola başvu
rulmaktaydı. Örneğin, M ukataat Hazînesine bağlanan Hüdavendigar Sancağın
dan bu vergi, hazine adına 1828 yılında üç taksitle alınıyordu. Toplam ı 7500
kuruş olarak belirlenmişti65.
Karam an valisi Abdullah Paşa’ nm 1816 yılına ait “İmdâd-ı Hazeriye*sinin ilk
taksitinde Kayseri payına 750 kuruş düşüyordu60. 1831 yılında ise bu eyaletten
tmdâd-ı Hazeriye olarak 24750 kuruş isteniyordu. İlk taksidi olageldiği gibi M u
harrem ayında ödenecekti. Kadı, şehir kethüdası, esnaf temsilcileri ve ileri ge
lenler toplanarak dağıtımı yaptıklarında Kayseri ve İncesu kazasının payına ilk
taksitte 101 o kuruş düşm üştü67.
Imdâd-ı Seferiye
Seferberlik ilân edilip, valilerden sefere katılmaları istendiğinde, yapacakları
olağanüstü giderleri karşılamak için “İmdâd-ı Seferiye” adı verilen vergi istenir ve
alınırdı. Bu uygulama da yeni değildi. Uzun süreden beri başvurulan bir
yöntem olup, dağıtım ve toplanmasında Imdad-ı Hazeriye için uygulanan kural
lar geçerli idi. Ancak, savaş yıllarında alınmakta ve miktarı da duruma göre
hükümet merkezinde saptanmakta idi.
Eyalet veya sancak merkezi olan kentlerde yöneticilere ödenen İmdad-ı Ha-
zeriye, İmdad-ı Seferiye, hükümet merkezinden herhangi bir görevle gelip kent
te kalan ya da geçip giden mübaşir, ulak gibi kamu görevlileri için yapılan har
camalar, ayaklanmaları bastırmak, eşkıyayı kovmak ve güvenliği sağlamak ama
cıyla yöneticilerin yapmak zorunda kaldıkları olağanüstü masraflar, kamuya ait
onarım ve yapım işleri için ödenen paralarla, ulaşım ve haberleşme giderleri, ki
mi görevlilere verilen ücretler, altı ayda bir hesaplanarak belirli kurallar çerçeve
sinde kent merkezi ve çevresindeki kasaba ile köylerden vergi olarak toplanmak
ta idi. Şehir kethüdası, âyân, mütesellim, esnaf demekleri temsilcileri, ileri gelen
birkaç kişi ile kadı ve mahkeme görevlileri bir araya gelerek, yılda iki kere altı
ayda bir bu tür giderleri kayda geçiriyorlardı. Şer’iye siciline giderin nereye
kimler tarafından yapıldığı ve ne kadar olduğu ayn ayrı yazılarak toplanıyordu.
68 K o n y a Şr.Sc. 74/s.i04
TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU
Genel gider toplamına “Harc-ı imza”, “Kalemıye” “Kâğıt bedeli” gibi giderler de
eklendikten sonra, kent merkezindeki halka, esnaf gruplarına ve kasabalarla
köylere bölüştürülüyordu. Bu tutanağın bir sureti incelenerek onaylanmak üzere
İstanbul’a gönderilmekte idi. O nay alındıktan sonra gereken yapılıyordu. Bu iş
lemin bütünü döneminde “ Tevzi Deften ” bazen de “Salyane Defteri" diye adlan
dırılmakta idi. Vergi dağıtma anlamına kullanılan bu terim, günümüzdeki anla
mıyla ayn bir defteri ifade etmemektedir. Mahkeme kayıtlannın ve her türlü ya
zışmanın yazıldığı şer’iye sicilleri, bu iş için de kullanılmıştır.
Menzilci Şeyh M ehm ed’e yılda ödenen 60.000 kuruştan bu taksitte verilecek
4500 Kuruş : Menzilci Şeyh Mehmed’e yılda ödenen 60.000 kuruştan taksidi
»
200 : Bu vergileri toplamakla görevli Mütesellim Ö m er Ağa’ya
1041 Kuruş : Şehir konakçısının gelip giden görevliler için yaptığı mas
raflar
Nisan ı809’da (Ruz-ı Hızırda) yapılan altı aylık gider saptanmasında 95087
kuruş tahakkuk ettirilmişti. Her haneye 236 kuruş vergi düşüyordu71.
76821 Kuruş toplam gider olup Ankara payına 51214 kuruş, B a lâ ca 17072
ve Sufla’ya ise 8535 kuruş düşmüş bulunuyordu. Kent payına düşen 51214 ku
ruş Ankara’da mevcut 206 haneye bölüştürülüp, her mahalledeki hane sayısı ve
ödeyecekleri miktar ayrı ayrı belirlenerek deftere geçirilmiş bulunmaktadır 73.
Görüldüğü gibi 1802’de her haneye altı ay için 151 kuruş, ı8og’da 236 ku
ruş ve 1826’da ise yaklaşık 350 kuruş vergi düşüyordu. Bu artışın gelir düzeyin
de bir düzelme sözkonusu olmadan gerçekleştiği gozönünde tutulmalıdır. Ayrıca
yeni konan ihtisap rüsumu ve diğer vergiler de hesaba katıldığında artışın hiçte
az olmadığı ortaya çıkmaktadır.
21 Nisan 1799 tarihinden 21 Nisan 1800 tarihine kadar geçen bir yıllık
sürede yapılan masraflar 141770 kuruş 17 parayı bulmuştu. Köylerin payı çıka
rıldıktan sonra kalan 113276 kuruş şehir merkezinde mevcut esnafa
bölüştürülmüştü. Kasaplara 5643 kuruş, bakkallara 7656, hallaçlara 1480, ber
berlere 3367, çuhacılara 9113, bezcilere ise 6337 kuruş düştüğü görülüyor. N al
çacılar 4272, saraçlar 2445, semerciler 1270, mumcular 1316 kuruş ödeyecekler
di. Diğer esnafın verecekleri miktar da belirlenmişti75.
73 “ Şehir hissesi m ebâlig-i m ezk û r 51214 kuruş, A n kara m ah allatın m ik ıyü z altı h an e
sine taksim olu n d uk da, b e h e r haneye isabet eden ik iyü zk ırk d o ku z kuruşun m ahallat h a
n eleri d efterid ir ki zikr o lu n u r” denilerek mahalle adlan altına hane sayısı ve ödeyecekleri vergi
yazılıyordu.
74 A n kara Şr.Sc. 229/26?
75 Bursa Şr.Sc.B 275 /s.89-go.
TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU ‘
53
1821 Nisanında vilâyet giderleri toplam 49246 kuruştu. Kadı için buna
1231 kuruş “Resm-i ^ " e k le n m iş ti. Mayıs gideri 32891, Haziranın 23483, T em
muzun ise 40357 kuruş olarak kayda geçirilmişti. Ağustos ayında 27305, Aralık
ta 66542, Ocak 1822’de 23014, Şubatta 23413 ve M art ayında 150864 kuruş gi
der sicile kaydedilmiş bulunuyordu. Böylece 1821-1822 dönemi yıllık sancak gi
deri 582772 kuruşu buluyordu78.
Bursa’da vergi ödeyen bütün esnafın kethüdaları ile kent ileri gelenleri
Meclis-i şer’de (mahkemede) hazır bulunarak, halâ âyân olan Abdullah A ğa’nın
1821 Nisanı başından 1822 Ocağı sonuna kadar geçen 10 aylık sürede 378095
kuruş 30 parayı kendi cebinden harcadığını, gider yerleri ve yapılan harcamala
rın herkes tarafından kabul edildiğini kayda geçirmişlerdi. Padişahın emri ve
Hüdavendigar, Kocaeli sancaktan mutasarrıfı ve Bahr-i Siyah Boğazı muhafızı
İbrahim Paşa’nın da onayı ile bu para, esnaf ve köylere bölüştürülüyordu, bu
toplantıda durumu izlemek ve tanıklık yapmak üzere hazır bulunanların (Şu-
hudü’l-hâl) arasında Nakibüleşraf kaymakamı, müderrislerden iki kişi, eski Şile
ayanı ve Kite âyânı da vardı79.
“Kırk altı senesi Şevval güneşinden gayetine kadar umur-ı vilayet için vaki’ olan
mesârifat-ı sahihe defteridir ki ber vech-i âti beyân olunur”
Örnek olarak ele aldığımız kentlerden biri olan Kayseri’de ise giderler, altı
ayda bir saptanarak kayda geçiriliyor ve vergi olarak almıyordu. 1813 Ağusto
sundan 1814 Ocağı sonuna kadar geçen altı ayda toplam 311173 kuruş masraf
yapılmıştı. Bunun içinde Kayseri’de valilere ayrılan Sarayın içinde yapılan ha
remlik ve selamlık hamamın su yollarına sarfedilen para ile Konya valisinin
ttImdad-ı Hazeriye” taksidi, Kayseri mutasarrıfı Ali Paşa’nın asker ve mübaşir gi
derleri de bulunuyordu. 311173 kuruşun 77793 kuruşu kent merkezindeki
müslümanlardan> 77793 kuruşu müslüman olmayanlardan alınacaktı. Köyler
payına 155586 kuruş düşmüştü. Bu paraya köy kethüdası için 1000 kuruş daha
eklenmişti. Köy katibi için 200 kuruş, mutasarrıfın yaylakiyesi 1000 kuruşla bir-
likte toplam 157786 kuruşu bulmakta id i82. Kayserimde 1814 Şubatından Kası
mına kadar geçen dokuz ayda ise 229625 kuruş gider olmuştu. Bu paranın
114812,5 kuruşu köylere, kentteki müslümanlarla müslüman olmayanlara ise
aralarında eşit bölmek koşulu ile 57406 kuruş düşmüştü. Köylüler aynca “Yay-
lafdye* 1000, “Kethüdaca. 1000 ve katibe 250 kuruş vereceklerdi83.
Aynı yılın Kasımından 1815 Mayısına kadar geçen sürede 186723 kuruş gi
der tesbit edilmişti. Bunun 93361,5 kuruşu köylere, kalanı ise 46680,5’er kuruş
luk iki pay halinde şehirdeki müslümanlarla reayadan alınacaktı84. Bu tevzi5e
menzilcinin altı ayda sürdüğü 391 bargirin ücreti olan 6500 kuruştan bakaya
kalan 2590 kuruşa 2400 kuruş zam yapılarak eklenmişti. Mayıs 1816'da Aralık
ı8 ı6 ’ya kadar ise 164492 kuruş harcama olmuş, köylerin payı çıkarıldıktan son
ra kent halkına 82246 kuruş düşmüştü.
“1246 senesi ruz-ı kızınndan ruz-ı kasıma kadar altı ay zarfında Devlet-i Âliyye
tarafından me’muren mürur ve ubur eden mübaşirlerin hizmetleri ve Konya ve Kayseriyye
mutasarrıflan taksitleri ve sair zîrde tahrir olunduğu üzere medine-i Kayseriyye ’nin vuku
bulan kâfe-i mesarifai-ı beldesi, hâlâ Kayseriyye Sancağı mutasamfı atıfetlu Esseyid
Hayrı Osman Paşa Hazretlerinin inzimâm-ı rey ve marifetleri ve bil-cümle âyân-ı mem
leket ve vücuh-ı ahalli ve muhtarân-ı mahallat ve kura ma’rifetiyle yekân yekân hesâb ve
defter müfredatına tatbik olunarak tahrir ve tanzim ve tevzii tahsiline ruhsat-ı Seniyye
istidasiyle ber-mantuk-ı irade-i Âliyye der-i devlet-medâr’a arz ve takdim olunan salyane
defteridir ki ber vech-i âti zikr ve beyan olunur. ” (7 Cemaziyelahir 1246-23 Kasım 1830)
14290
Kayseri’nin 1832 yılının altı ayında saptanan giderleri ise toplam 27458 ku
ruşu buluyordu86. 1838 tarihine gelindiğinde altı aylık dönemde 172270 kuruş
harcama yapılmıştı87. Bu paranın 37500 kuruşu "İane-i Cihadiye” 1374 kuruşu
“Hazeriye" taksi di, 15000 kuruşu ise valinin maaşına ayrılmıştı.
85 K a y s er i Şr.Sc. I97/S.39.
s<s Kayseri Şr.Sc. 193/ 1 4
87 K a y s e r i Şr.Sc. 202/S.55.
88 Sivas Şr.Sc. I6A .15.
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
Eyalet merkezi olan Diyarbakır’da altı ayda bir saptanan giderler, kent
merkezindeki esnaf ile, kaza ve nahiyelere bölüştürülmekte idi. Harcamalar, Si-
vas’takinden farklı değildi. “İane-i m enzilmasarifat-ı vilâyet cümle marifeti ve mari
fetli şer ile muhasebe olunarak* deftere geçiriliyordu. 1824 yılı Nisan-Ağustos döne
minde 170931 kuruş gider kayda geçirilmişti. Eyaletin kapsadığı bütün kaza ve
nahiyelerle esnafa bölüştürüldüğünde esnaf payına 24000 kuruş düşüyordu. K a
lan kısmı büyüklüklerine göre kazalar verecekti. Buna göre Silvan 6400 kuruş,
Hazro 6400, Beşiri 6300, Garzan 5655, Hani 5208 kuruş ödeyecekti. Lice payına
5540, Hilvan’a ise 2750 kuruş düşmüştü. Diğer kazalar ise 950-2000 kuruş ara
sında değişen miktarda ödeme yapacaklardı89.
ruş, Tozanlı nahiyesine 90656, Kum anat’a 60438 ve Kâfım iye ise 30218 kuruş
vergi düşm üştü90.
Çankırı’da 1823 Eylülünde yapılan vergi dağıtımında toplam 178937 kuruş
gider saptanmıştı. Bu paranın önemli bir kısmı yöneticilere verilen ikramiye,
hizmet-i mübaşiriye, menzil ianesi gibi giderlerden oluşuyordu91. Bu kentin
1828 güz dönemi salyane gideri ise 199000 kuruşu buluyordu92.
1843 Kuruş Valiye ödenecek ilk taksit ile mübaşir, tezkere harcı ve sar
rafa Ödenen
2222 ” 1818 yılı güzünde ödenecek ağnam bedeliyesi (Koyun başı
na beşer paradan)
1000 ” Karapınar menziline verilecek “İmdâd-ı m enzilen ilk tak-
sidi
22000 ” Larende halkının vilâyet işleri için Konya ileri gelenlerin
den aldıkları borçlar karşılığı olarak*
20000 * Karaman Valisi Mehm et Celaleddin Paşa’nın Sivas’tan
Konya’ya gelene dek yaptığı masrafın karşılığı
47065
5465 Kuruş Bazı işler için cümle marifetiyle yapılan harcamalar
24614,5 * Mayıs ayından bu yana valinin gelip gitmesi sırasında ya
pılan masraflar
2450 1813 yılından kalan Ağnam bedeli ve giderleri
7000 ” M enzil için Menzilciye verilen
1648 ” Devlet görevlileriyle vali için yapılan harcamalar için
88242,5
7500 Bundan sonra şehir emini eli ile belde işlerinde kullanıl
mak üzere bu dağıtıma eklenen para
9375 Vilâyet işleriyle vali için yapılan harcama karşılığı
1682 Sarraf Artin Bâzergânm cümle marifetiyle vilâyet işleri için
harcadığı para
106799,5
Yılda iki taksitle vergi olarak halktan toplanan bu paranın en Önemli bir
ksımı da sancak masraflarına ayrılmakta idi. Bunun içinde şehirde ortak olarak
yapılan harcamalarla, kent merkezinde görevli kimselere ödenen ücretler başta
gelmektedir. Şehir kethüdası, defter nazırı, mukayyid, jurnal katip ve memurla
rı, sandık emini, tahsildarlar, mahkeme görevlileri, güvenliği korumakla görevli
askerler, menzil giderleri bu bölümde yer almaktadır.
Verginin kayda geçirilip genel giderin ortaya çıkmasından hemen sonra da
ğıtımı yapılıyor, ancak toplanamıyordu. Altı aylık gider defterinin bir kopyası
İstanbul'a gönderiliyor, merkezde bu işle görevlendirilmiş dairede ilgililerce in
celemeden geçiriliyordu. Uygun görülürse padişahın onayına sunuluyor, bir ya
zı ile iade edilerek toplanmasına izin veriliyordu. Bu denetlemede amaç, yolsuz
lukları ve halkın yasa dışı vergi ödemesini önlemekti. Defterler kontrol edilirken,
gereksiz veya haddinden fazla görülen masraflar tenzil ediliyordu. Ancak, bu
önlem istenilen sonucu vermemiş, yöneticilerle kadılara hitaben gönderilen emir
ve fermanlarda sık sık tevzi defterlerine gereksiz eklemeler yapılmaması uyarısın
da bulunulmuştur. Aynca, “Aralık tevzii* denilerek arada sırada gider gösterilip
halktan vergi olarak alınmaması için de uyan yapıldığını görüyoruz.
'K M .Çağatay Uluçay, Manisa’da Eşkıyalık ve Halk Hareketleri (tg. yy) s.50-54.
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU 165
Kent’ten kente azçok farklılık gösteren yollarla bu para temin edilmekte idi.
Bursa’da şehir âyânı kendi cebinden giderlerin önemli bir kısmını karşılıyor, za
manı geldikçe faizi ile birlikte tevzi defterine ekleterek geri alıyordu. Larende’de
tüccar ve esnaftan faiz ile borç alınıyordu. Sivas’ta "Bedesten kethüdası” gerekli
p an yı faizle veriyordu. Ankara ve Kayseri’de esnaf ve hizmet verenler veresiye iş
yapıyorlar, vergi dağıtımından sonra alacaklarına kavuşuyorlardı. Borç olarak
alınan paralar için genelde altı ay için ona onbir hesabı ile faiz ödeniyordu. Y a
ni her on kuruş için bir kuruş faiz veriliyordu. Bazen bu üç kuruşa kadar çıkı
yordu. Saraflardan da bu harcamalar için faizle para sağlandığı olurdu.
Alman bir kararla her sancak merkezinde “Memleket Sandığı” adı verilen bir
sandık kurulmuş, "Sandık emini39 adı ile bir yönetici seçilerek görevlendirilmiş
Böylece kent yönetiminde ilk kez yeni bir kuruluş ve görevli karşımıza çıkmak
tadır. Yöntemimiz gereği bir örnekle kurumun nasıl oluşturulduğunu belirtme
ye çalışalım.
Ankara sancağında bir “Sandık emini” seçilmesini isteyen Anadolu valisi ve
zir Hüsrev M ehmet Paşa’nm buyruldusu, bize sandık emininin seçilmesi; g ö r ü
leri ve memleket sandıkları hakkında oldukça ilginç bilgiler aktarmaktadır. Buy
ruldu d a n açıkça anlaşılıyor ki. sandık eminleri sancak merkezi olan şehiriz--:1e
93 III.Selim, 1792 yılında yayınladığı genel bir fermanla Tevzi Defterlerinin kontrol içiv.. U-
tanbul’a gönderilmesi kuralını koymuş ve uygulama başlamıştı. Ancak, buns
görülüyor. Nitekim iki yıl sonra i794'de Anadolu yöresine gönderdiği fermanda âyân i; :;, ge
lenlerin, defterleri. zamanında göndermedikleri, kendileri için fazla para ekledikleri bekrt'ity v -:;.
Bkz.M .Çağatay Uluçay, age.s.54.
166 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
kadı ve ileri gelen1er, “Marifet-i şer3 ve cümle marifetiyle” seçilmekte idiler. Becerik
li, kudretli ve devlet hizmetinde denenmiş olmak seçime katılmak için yeterli
görülüyordu. Görevleri ise; Umur-ı sancak ve mesarifat-ı memleket ve sairenin rüyet
ve tesviyesi için ” gerekli harcamaları yapm ak üzere önceden para sağlayıp "Mem
leket Sandığı”na koymak, gerektiğinde giderleri buradan karşılamaktan ibaretti96.
96 Ankara Şr.Sc.228/149
97 B u rsa Şr.Sc. B 303 /s. 4 i 1.
90 K a y se ri Şr-Sc. 197/ s.39; B ursa Şr.Sc. C 224 / s .ı :.
99 B u rsa Şr.Sc. B 303 /s. 4 iı .
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU 167
Tevzi defterlerinin yılda iki kez hazırlanıp bir suretinin sicile geçirilmesi, di
ğerinin ise incelemek ve onaylamak üzere İstanbul’a gönderilmesi kuralı,
II.M ahm ut döneminde uygulamaya konulan bir yenilik değildi. III.Selim zama
nında da bu uygulamanın yapıldığını biliyoruz. Şimdilik 1792 yılında bu uygu
lamayı IlI.Selim ’in başlattığını söylemekle yetiniyoruz. O ’nun konuya ilişkin bir
fermanında kadı, mütesellim ve ayanın yeni usule aykırı hareket ettikleri, halk
tan fazla para aldıklan duyulur, şikâyet edilir ve tahkikatla doğruluğu anlaşılır
sa, buna sebep olanlara ağır cezalar verileceği özellikle belirtiliyordu. Bu uyarıya
karşın, birçok yerde âyân ve diğer yöneticiler, kendileri için vergi defterlerine
fazla paralar eklemekten geri kalmamışlardır. Üstelik defterleri onaya da zama
nında göndermemişlerdir. 1794 yılında Anadolu’nun sağ koluna gönderilen
ikinci bir fermanla tevzi defterlerinin zamanında gönderilmesi kuralına uyulm a
dığı gibi, "...âyân ve vücuh-ı memleketin biraz vakitten beri Vtiyâd etmiş oldukları ha
baset ve melanetlerinden* ötürü her kazanın ileri gelenlerin gereğinden fazla gider
leri, tevzi defterlerine ekleyerek fukaradan toplamaya cesaret etmekte oldukları
açıklanıyor, böylelerinin en ağır biçimde cezalandırılacaktan tekrarlanıyordu m .
Salyânesi 76821 kuruş olarak belirlenmişti. Bunun 15400 kuruşu mutasarrıfa ik
ramiye, 593 kuruşu mutasarrıfın adamlarına bargir kirası, 400 kuruşu kadının
kethüda ve hizmetçilerine, 100 kuruşu B aşkâtibi, 350 kuruşu katiplere, 200 ku
ruşu muhzırbaşına ve 13400 kuruşu ise kadının kendisine iane olarak konmuş
tu. 76821 kuruşluk toplam vergi giderinin 30343 kuruşu yasa dışı olarak deftere
konmuş bulunuyordu104. Sivas'ın 1836 yılı altı aylık tevzi defterinde ise, vali
müteveffa Reşit Paşa’ya “Cümle marifeti ile takdim kılınmış olan hediye baha ve sai
re "den kent payına 1825 kuruş düştüğünü öğreniyoruz. A yn ca yük hayvanı ki
rası ile tatar giderleri olarak 4941 kuruş konm uştu105. Kayseri sancağının 1830
yılı altı aylık giderleri içinde, olageldiği gibi valinin “idare-i daireleri içün cümle
marifetiyle iane ve ikramiye olarak* 75000 kuruş, kethüdasına, hazinedarı ile divân
kâtiplerine 4500 kuruş, olmak üzere toplam 79500 kuruş fazla para yer almış
bulunmakta id il06.
II. Mahmut, Tanzim atın ilânından aşağı yukarı bir yıl kadar önce (8 Ağus
tos 18 3 8 ^ ) Anadolu ve Rum eli’ye gönderdiği genel bir fermanla, yapılan
bütün uyanlara ve alınan Önlemlere karşın, vergi konusunda halkın büyük bir
huzursuzluk içinde olduğunu, Rumeli yöresine yaptığı gezi sırasında bizzat sap
tadığını, köklü önlemler alınmaksızın halkı huzura kavuşturma olanağının kal
mamış bulunduğunu açıklıyordu. Fermanda, yapılacak işler ve alınacak Önlem
ler de sıralanmıştı. Buna göre, vergi dağıtım defterlerine konulan yasa dışı para
lardan ötürü halkın zarara girmemesi için, öncelikle herkesin sahip olduğu em
lâk ve hayvanlar saptanarak değer biçilecek, eskiden beri süregelen hanelerle,
gerçek durum belirlenecekti. Bundan böyle devlet giderlerini karşılamak amacı
ile m uaf olanlarla olmayanlar bir tutulacak; İslâm, reaya, yöneticiler, ileri gelen
ler ve hatta vali ve mutasarrıflarla üst düzey devlet görevlileri, diğer memurlarla
kadılann, gelirlerine göre binde hesabı ile verecekleri vergi belirlenerek, ellerine
yazılı bir senet verilecekti. Belirlenen miktar, yine taksitle alınacak, bunun dışın-
m A n k ara Şr.Sc.224/217
105 Sivas Şr.Sc. 19/36.
106 Kayseri Şr.Sc.l 97 /s.s 6.
170 TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU
da her ne adla olursa olsun hiç kimseden bir para bile istenmeyecekti. Ayrıca
angarya, temelli olarak kaldırılacak, ileri gelenler için de halk imece yolu ile ça
lıştırılmayacaktı. Bu yeni usûl, ilk önce Hüdavendigâr ve Gelibolu sancaklarında
uygulamaya konulacaktı. Bunun için de bir ön önlem olarak buralarda ihtisap
rüsumu tamamen kaldırılıyordu. Müsadere her nekadar 1826’dan beri resmen
kaldırılmışsa da bazı durumlarda bu kurala uyulmamıştı. Bundan böyle müsa
derenin kesinlikle kaldırılmış olduğu da açıklanmakta id i107.
Ne var ki II. M ahm ut’un iyi niyetle giriştiği bu ıslahat, büyük tepkilerle
karşılaştı. Kısa sürede uygulam adan vazgeçildi. Gerekçe olarak sayım işinin
1838 Martına kadar bitirilemeyeceği gösterilmişti. Uygulam anın gelecek yıl baş
latılmasının nMeclis-i  /ı”ce uygun görüldüğü de belirtiliyordu. Bu vesile ile
Tanzim at’ın ilânından önce, “ Tanzimat-ı haynyye” tabirinin kullanıldığını da
görüyoruz ,08.Böylece ilk kez II.M ahm ut döneminin son yılında ilkeleri saptanan
ve öncelikle iki bölgede uygulama alanına konulmak istenen vergi reformu, so
nuçsuz kalmış oluyordu. Tanzim at’ın ilânından hemen sonra ufak bazı değişik
liklerle buna benzer bir düzenleme yapılmak istenmiş, bir yılı aşkın uygulam a
dan sonra vazgeçilerek yine eski usule dönülmüştür. Görüldüğü gibi Tanzim at
öncesi yönetimi, halkı ve kentliyi ilgilendiren en büyük sorun vergilerin sapta
nıp, dağıtılması ve toplanmasıdır. Klâsik yöntemlere dayalı kurallarla yüzyıl) r-
dan beri süregelen alışkanlıklar, hızla değişen iç ve dış koşullar, bu dönemde
vergi meselesini, çözümü zor bir mesele olarak heran gündemde tutmuştur. Üst
düzey yönetimin (Merkezî hükümetin) iyi niyeüi girişimleri ve çabalan olumlu
sonuç vermemekle birlikte, yüzyılın başlarına oranla, devletin gelir kaynaklarını
daha rasyonel yöntemlerle belirlemede ve ödeme gücünü göz önünde tutarak-
vergilendirmede önemli adımlar atılmıştır, imparatorlukta çağdaşlaşma bu alan
da da başlatılmış denilebilir.
107 R.Kaynar, Mustafa Reşit Paşa ve Tanzimat (Ankara 1954), 5.115-119, A.Vefik, Tekâlif Ka-
vaidi, I, s. 123-139; Lütfı, V. s. 122-123; T ak vim -i V ek a y i, defa 169.
108 T a k vim -i V ek ayi, defa 117.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Bilindiği gibi Tanzimat dönemi 3 Kasım 1839’da Mustafa Reşit Paşa tara
fından Gülhane Parkanda okunarak ilân edilen “Gülhane Hatt-ı Hümayun3*\ı ile
başlatılmaktadır. Gerçekte, süreklilik gösteren insanlık tarihini, sonradan bazı
kıstaslara göre devirlere ayırmanın en belirgin yaran, araştırma ve incelemeler
de, öğrenimde kolaylık sağlamasıdır. Yeni bir dönemin ya da yepyeni bir düze
nin başlangıç tarihini saptamada uyulan genel kurallar, Osmanlı tarihi için de
geçerli olmuş, saltanat değişikliği, anayasa ilânı gibi gelişmeler belirleyici olmuş
tur. Aslında II.Mahmudtun başlattığı yenilikler dizisinin devamından başka bir
şey olmayan Tanzimat devri, I. Meşrutiyetin ilân edildiği 1876 yılına kadar
sürmektedir.
ler. Avusturya ise tarafsız kaldı. Osmanlı hükümetiyle anlaşarak Rusların boşalt
tıkları Eflâk ve Buğdan’ı geçici olarak işgal etti.
çağ’dan kalma yasa, tüzük ve geleneklerden kurtularak sözü geçen ilkeler doğ
rultusunda yeniden örgütlenmekte idiler. Özellikle 1830 ihtilâllerinden sonra
Avrupa devletlerinin çoğunda meşrutiyet ve milliyet ayaklanmalan görüldü. Bu
ayaklanmalar sonunda milliyetçi fikirler hızla gelişti. Peyba Krallığı parçalandı ve
Belçika ile Hollanda millî devletleri kuruldu. İtalya ve Almanya’da millî birlikle
rinin kurulması yolunda güçlü adımlar atıldı. Bazı hükümdarlar, tahtlarını ko
rumak için anayasalarında değişiklikler yaparak halka siyasi haklar vermek zo
runda kaldılar. 1848 ihtilâlleriyle öncelikle Fransa'da olmak üzere, milliyet ve
millî egemenlik fikirleri güçlenmeye başladı. Bu sıralarda XVIII.yüzyılın sonun
da İngiltere’de başlamış olan endüstri devrimi, Avrupa’nın diğer ülkelerinde de
hızla gelişti. Bütün bu olup bitenler, Osmanlı İmparatorluğu üzerinde yıkıcı et
kiler yapmakta idi. Milliyet duygusu ve ilkeleri en çok hıristiyan tebaa arasında
gelişti. İmparatorluktan ayrılma istekleri gün geçtikçe arttı ve yaygınlaştı.
Öte yanda iç isyanlar ekonomik hayatı olumsuz yönde etkilemekte idi. Dev
let, ardı arkası kesilmeyen ayaklanmaları bastırmak için büyük malî fedekârlık-
lar yapıyordu. Ayaklanma bölgelerinde halk ezilmiş, ekonomik gücünü büyük
Ölçüde yitirmiştir. Ayaklanmalar sonunda Sırbistan ve Mısır muhtariyet kazana
rak ekonomik yapının sarsılmasında etkili olduğu gibi, Mora’da bağımsız bir
Yunanistan’ın kuruluşu da çöküntüyü geniş ölçüde etkilemiştir. Dış ticaretin
önemli bir kısmını ellerinde tutan Rumlar, Yunanistan’ın bağımsızlık elde etme
siyle İmparatorluktan ayrılmışlar, Doğu Akdeniz’de yeni bir ekonomik güç oluş
turmaya başlamışlardı. Bu da Osmanh İmparatorluğu’nun zararına olan bir
önemli gelişme idi.
XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren gittikçe artan bir hızla sürdürülen bu
düzenlemeler özellikle askerlik alanında yeni gereksinmeler doğurdu. IlI.Selim
Nizam-ı Cedît Ordusu’nun ihtiyaçları için silâh ve kumaş satın almak gereğini
duymuştu. II .Mahmut döneminde memur ve askerler için kabul edilen yeni kı
yafetlerle tepeden tırnağa kadar, fes, ayakkabı ve setre pantolonluk kumaşlar dı
şalımla sağlanmaya başlandı.
Sözünü edeceğimiz Abdülmecit devrinde bunlara yenileri eklendi. Avru
pa’nın lüks yaşamı, kopya edilmeye başlandı. Saraylar, köşkler yaptırıldı. Avru
pa’dan faytonlar, mobilya takımları, süs eşyası satın alındı. Ordu’daki çağdaşlaş
manın gereği olan ağır silâhlarla birlikte yeniden oluşturulmaya çalışılan de
niz gücü, ticaret filosu için de vapurlar alındı. Ne var ki bu sıralarda Avrupa’da
uygulanmakta olan ekonomik prensipler ve teknik alınmadı. Osmanlı devleti gi
derek sanayi devrimini tamamlamış büyük devletlerin iyi bir müşterisi olma yo
luna girdi. Yalnız belirli hammaddeleri satmakla yetiniyor, buna karşılık işlen
miş maddeleri satın alıyordu. Sonuçta zaten güçlükle ayakta kalmakta olan iç
sanayi çöktü. Ticaret dengesi bozuldu. Bütçe açığı arttı ve giderek kapanmaz ol
duğundan, Kınm Savaşı öncesinde AvrupalIlardan borç para almak mecburiyeti
ortaya çıktı.
Ticaret yolları üzerinde bulunmanın olanaklarından yaralanmış bulunan
Osmanlı İmparatorluğu, Güney Afrika deniz yolunun keşfedilmesiyle kara tica
reti ve yolları için tehlike çanları çaldı. XVII. yüzyıldan sonra ipek ve baharat
ile diğer doğu ürünleri deniz ticaret yolları ile Batıya taşınmaya başlandı. Bu
olay, Şam, Halep, Bağdat, Diyarbakır, Bursa gibi kumaş sanayii gelişmiş kentle
rin de önemlerini yitirmelerine neden oldu. Ticaret ve sanayideki çöküntü etki
lerini ziraatte de göstermeye başladı. Osmanlı İmparatorluğumun lehine olan ih
racat farkı azalmaya yüz tuttu. ıg.yüzyılın ilk yarısından itibaren buharlı gemile
rin yapılmasıyla ticaret yollarının kısalması, kervanlarla ve Osmanlı toprakların
dan geçerek yapılan Asya-Avrupa ticaretine son darbeyi indirdi. Bundan böyle
Osmanlı devleti ticaret bakımından Avrupa ile Asya arasında, atıl bir duruma
düştü.
Endüstri devriminin etkilerinden kurtulmak için başvurulabilecek etkin
önlemlerden birisi de endüstri bir yandan korunurken öte yanda Avrupa
yöntem ve teknikleriyle modernleştirilebilirdi. Ne var ki buna da olanak yoktu.
16. yüzyıldan beri bazı Avrupa devletlerine kapitülasyonlar adı altında kolaylık
lar tanınmıştı. Bunların ticaretle ilgili olanlarında 1838 Osmanlı-İngiliz Ticaret
Antlaşması ile yapılan yeni düzenlemelere kadar ancak %3 gümrük alınabiliyor
du. Bunu tek taraflı olarak değiştirmek yönetimin elinde değildi. Düşük oranda
ki gümrük ödendikten sonra Osmanlı topraklarına giren yabancı mallar, iç pi
yasada rahatlıkla satılıyor, bir yerden diğerine aktarılıyordu. Buna karşın, yerli
mallar iç gümrüklerden ötürü bu kolaylığa sahip bulunmuyordu. Bir kentten
diğerine aktarılan kimi ürünlerden alınan iç gümrükler, % 12’den %50’ye kadar
değişebilen ve çeşitli adlarla alman vergilere bağlanmıştı.
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU i 79
Hükümet Örgütü
II. Mahmut’un giriştiği yenilikler dizisinin devamından başka bir şey olma
yan Tanzimat dönemi, bilindiği gibi 3 Kasım 1 8 3 9 ^ ilân edilen Gülhâne
Hatt-ı Hümâyunu ile başlatılmaktadır. Gerçekte süreklilik gösteren insanlık tari
hini sonradan bazı kıstaslara göre devirlere ayırmanın yaran, araştırma ve ince
lemelerde, öğrenimde kolaylık sağlamakdır. Yeni bir dönemin ya da yepyeni bir
düzenin kesinkes başladığı tarih şudur demek bizi yanılgılara düşürebilin Aynı
durum Osmanh tarihinin devirlere ayrılmasında da söz konusudur. Geleneksel
olarak 1839-1876 donemi tarihimizde “ Tanzimat Devri" olarak adlandırılmış, bu
devir de tekrar ikiye ayrılarak incelemelere konu edilmiştir. İlk dönem, “Gülhâne
Hatt-ı Hümâyunu Dönemi* 1839-1856 yıllarını; ikinci dönem ise “Islâhat Fermam
Donemi” 1856-1876 yıllannı kapsamaktadır.
1 Abdüimecit 18 4 5^ kara yolu ile SiIİstre’yc, aynı yıl Girit’e gitti. Limni, Rodos, Marmaris,
Bodrum, İstankÖy, Kuşadası ve Sakız’ ı gördükten sonra İstanbul’a döndü. Seyahati 24 gün
sürmüştü. Bkn. Enver Ziya Karal, Osmanh Tarihi VI, (Ankara 1954), s. 102-103.
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU 183
verdiği bir baloya katılması gibi olaylar, onun Avrupa hükümdarları gibi hare
ket etmek eğiliminde olduğunu göstermektedir2.
4 Aralık 18 3 5 ^ memurlar arasında girecekleri sınıf ve alacakları maaş yönünde uyum sağla
mak amacı ile yeni bir düzenleme yapıldı. Buna göre bütün memurlar dört sınıfa aynldı. Her sı
nıfta ayrıca kendi arasında derecelendirildi. Ortaya çıkan yeni durumu şöylece belirtmek yerinde
olacaktır:
Bu liste, Takvim-i Vekayi, defa 121 de verilen bilgilerin ışığı altında hazırlanmıştır.
5 A.Lütfı, Tarih-i Lütfi, IV, (Matbaa-i Amire 1292), s. 108. Abdülm ecit devrinde hükümeti
duşUiran başl a kuruluşlar hakkında geniş bilgi vermek başlı başına bir araştırmayı gerektirmek
tedir. Genel bir fikir vermek için dönemin başlıca bakanlıklarım sıralıyoruz. Evkaf Nezareti. Hazi-
ne-i Hassa Nezareti, Hariciye Nezareti, M aliye Nezareti, Ticaret ve Ziraat Nezareti, M aarif Neza
reti.
TANZİMAT DÖNEM İNDE ANADOLU
7 Meclis-i V âlâ’nm kuruluş tarihi ile ilgili değişik görüşler olmakla birlikte, gerek Takvim-i
Vckayi defa 163'te gerek Lütfı, V,s. ıc ö -ıc ö ’de kenu ile ilgili olarak verilen bilgiler, verdiğimiz tari
hi doğrulamaktadır. Meclisin kuruluş tarihi aynı kaynaklara dayanılarak S.J.Shaw tarafından da
belirttiğimiz şekilde tesbit edilmiştir.Ayrıca Meclis-i Vâlâ*nın 1837 yılında kurulduğuna ilişkin
görüşler de eleştirilmiştir. Bkz. “The Central Legislative Councils in the nineteenth century Otto-
man Reform Moument before 1876^. ÎJM ES, Voi.I, (1970, pp. 54-55- Bu makale I.Meşrutiyet:’in
ilâmndan önce> yani Tanzim at dönemi merkez meclisleri üzerinde yapılmış derli toplu bir araştır
madır.
* T ak vin ı-i Y e k a y ı, defa 163, A.Rasim, İstibdattan Hakimiyet-i Milliyeye, 1, (İstanbul 1923).
s. '242 -24.3.
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU 187
ten sonra, geleneksel yeni yıl kutlamalarını, kendisine ayrılan odada kabul etti.
Hemen sonra Meclis yılın ilk toplantısını yaptı. Bu toplantı Hariciye Nazın Re
şit Paşa tarafından okunan Padişah nutku ile açılmıştı. Meclis çalışmaları bitin
ce Padişah, tekrar gelerek alınan kararlar hakkında bilgi almış, kendisine nutku
na karşılık meclisin teşekkür yazısı sunulmuştu9.
Tanzimât-ı hayriye’nin hâmi-i hakikisi olarak resmen adlandırılan bu mecli
sin üyeleri doğrudan Padişah tarafından bir yıllık süre için yeni yılın başlangıcı
kabul edilmiş olan Muharrem ayı başında atanırlardı. Ancak başta meclis baş
kanı olmak üzere üyelerin görevde kalmalannı güvenceye bağlayan bir kural
yoktu. Padişah dilediği an hiçbir gerekçe göstermeksizin başkan ve üyeleri de
ğiştirebilirdi. Dönemin diğer görevlileri içinde geçerli olan bu durum, işlerin ak
samasına yol açıyordu. Meclis başkanlığındaki istikrarsızlıkla ilgili vereceğimiz
bir kaç örnek, durumu daha iyi aydınlatacaktır.
27 Şubat ı84i’de Meclis reisliği görevinden Hasip Paşa alınıp yerine eski
maliye nazın Saib Paşa atanırken, gerekçe olarak, Hasip Paşa’nın Tanzimat’ın
gerektirdiği niteliklere sahip olmaması gösterilmişti. Saib Paşa’nın ise Tanzi
mat’ın öngördüğü bilgilere sahip ve yetenekli olduğu belirtilmişti10. Aynı yılın
Temmuzunda Meclisin daha verimli çalışmasını sağlamak amacı ile üye sayısı
on olarak sınırlandırıldı. Bütün üyelere ı.derecenin 2.sınıfı rütbeleri verildi. Bu
düzenleme yapılırken üyelerin bir kısmı başka görevlere atanarak yerlerine yeni
leri getirildi. İkisi emekliye ayrıldı11. Meclis başkanlığı yine Saib Bey’e verildi.
Ancak o bu görevde uzun süre kalamadı. Atanmasında gösterilen gerekçenin
tam tersi bir gerekçe ile alınarak yerine Arif Paşa getirildi. Kısa bir süre sonra
Arif Paşa’nın yerine eski sadrazamlardan Rauf Paşa atandıt2.
Rauf Paşa’nın da bu görevde uzun süre kalmadığını görüyoruz. Mustafa
Reşit Paşa’ya karşı duran grubun adamı olarak bilinen Halil Rıfat Paşa, Meclis
başkanlığına getirildi ve 1845 yılına kadar bu görevde kalabildi13. 1845’te Mec-
lis-i Vâlâ başkanlığına Süleyman Paşa getirildi. O ’nun zamanında eyaletlerden
ikişer kişi temsilci olarak İstanbul’a çağınidılar. Meclis-i Vâlâ’da bunlarla Tanzi
mat’ın uygulanması üzerine görüşmeler yapılmıştı14. Süleyman Paşa’nın yerine
9 Abdülmecit bu nutkunda Tanzim at’ın başarı ile uygulanmakta olduğunu, Meclis-i Vâlâ ça
lışmalarından hoşnut bulunduğunu belirtmişti. Bununla ilgili hatt-ı hümâyun ve verilen cevap,
Lütfı, VI,s. 92-96'da yer almaktadır. Ayrıca, A.Rasim, age. s. 246-250.
10 Hatt-ı Hümâyun sureti, T ak vim -i V ek a y i defa 219’da yayınlanmıştır.
11 Bu değişiklik sonunda Meclîs başkan ve üyeleri şöyle belirlenmişti: Reis Saib Paşa (Eski
Maliye Nazın), Üyeler; Eminbeyzâde Abdülkadir Bey (Eski ka2asker ve meclis üyesi), İsmetbeyza-
de Arif Hikmet Bey\ Tahir Selâmı Bey* Ali Raif Efendi, Saki Bey> Muhtar Bey, Hacı Edhem
Efendi, Nuri Efendi (eski Paris elçisi), Osman Bey (eski Masarifaı Nazırı), aynca, meclis evrak
müdürlüğüne Hac: Hüseyin Efendi,!.kâtipliğe Tevfik Bey, II.kâtipliğe ise Mehmed Muhsin Efendi
atanmışlardır. Ekz. T a k vim -i V ek a yi, defa 229.
12 BAV, M ühisam e 255 , s. 1.
S J . Shaw-E.Kurat Saavv, Kistory of the Ofctoman Ernpirc, lî, s. 69.
u İstanbul'a çağ;nian eyalet temsilcileri hakkında II.Bölümde “ Uygulamayı DenutUme” kısmın
da bilgi verilecektir.
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
1845 Temmuzunda Sadık Rifat Paşa getirildi. Rifat Paşa 28 Şubat 1847’de Ma
liye Nazırı olunca eski sadrazam Sarım Paşada Meclis başkanlığına atandı15.
Reşit Paşa’nm sadrazamlıktan azli ve yerine yeniden Sanm Paşa'nın atanması
üzerine boşalan başkanlığa Halil Paşa 29 Nisan 1848’de getirildi16. Ancak, Sa
rım Paşa iki ay kadar sadrazamlık yaptıktan sonra azledildi ve 12 Ağustos
1348’de yeniden M.Reşit Paşa sadrazam oldu. Bu vesileyle yapılan değişiklikle
Refet Paşa Meclis başkanı oldul7.
Meclis başkanlığında görülen bu istikrarsızlık üyeler içinde aynen söz konu
su idi. Üst düzeyde görev yapmış kimseler üyeliğe atandıktan sonra yapılan
herhangi bir değişiklik zincirleme etki yapmakta, meclis üyesi iken, nazırlığa ya
da başka görevlere atananların yerlerine yenileri getirilmekte idi. Bu durum
sürekli bir çalışmayı gerektiren işlerin aksamasında büyük etkendi.
Tanzimat’ın ilânı ile birlikte hemen her önemli sorunun çözümlenmesi için
ayrı meclisler oluşturulmuş, bu meclislerin aldıkları kararlarla önerileri, Meciis-i
Vâlâ’nın onayından geçtikten sonra yürürlüğe konmuştur. Meclis-i Vâlâ’nm di
ğerlerinden farkı, bir üst kuruluş oluşu ve çağdaş Batı ülkelerinde görülen mec
lislere şekil bakımından da olsa benzemesi idi. Tanzimat döneminin ilk devre
sinde yapılan bütün yenilikler bu meclisin kararlanna dayandığından, tümünü
burada belirtme olanağımız yoktur. Sırası geldikçe konumuzu ilgilendiren karar
ları ele alınacaktır. Şunu hemen belirtmeliyiz ki bu kuruluşun en önde gelen
görevi, kanun ve tüzük hazırlamaktı. Söz konusu dönemde çıkarılan tüzük ve
yönetmeliklerin sayısı göz önünde tutulduğunda, bu alanda meclisin büyük bir
başarı gösterdiğini görürüz. Aynca, Ceza Kanunu, Askerlik, Arazi Kanunu,
Eyalet Meclisleri Nizâmnâmesi gibi toplum yaşamında çok önemli değişiklikler
getiren yasa ve tüzükler de bu dönemde ha2irlanıp yürürlüğe konmuştu.
21 Özellikle adam Öldürme, hazine gelirlerini zimmete geçirme gibi davalarda kararların ke
sinlik kazanması için bir defa da Meclis-i Vâlâ’da görüşülmesi gerekirdi.
22 O cak Hüdâvendigâr sancağı ferikliğine getirilen îsmet Paşa’ya hitaben gönderilen
fermanda iik uygulamanın nasıl yapılacağı açıklanmaktaydı. B ursa Ş.S. 27 , s. 20.
Ankara eyaleti müşir- Akif Paşa’ya gönderilen fermanda da iltizam usulünün kaldırıldığı, ver
gilerin muhassıllar israfından toplatılıp hâzineye gönderileceği, eyalet merkezlerinde meclisler oluş
turulacağı hakkında geniş açıklamalar yapıldıktan sonra, gerekenlerin yerine getirilmesi emredili
yordu, Ekz. A nkara Ş.S. 244 . beige 50. Yine Kocaeli Müşiri Mehmed Akif Paşa ile Hüdavendi-
gâr Ssp.Cf«ğı feriği fcsmcî Paşa ve muhsssıi Kâni Bey’e ve kadılara gönderilen bir başka fermanla da
Tanzimat’ ın ilkeleri ve alınması gereken önlemler tekrarlanıyordu. H.İnalcık, bu belgeyi eski harf-
terle aynen B ebeler, X X Y i n , s. 660-67 r’de yayınlanmıştır. Belgenin aslı, Bursa Ş.S.C 27/540, s.
9.1 iz bulunmaktadır.
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
23 Zilkade sonu 1255 (Ocak sonlan 1840) tarihli ferman sureti. K a yseri Ş.S. 202 , s. 79.
24 Ankara Meclîsi (Büyük Meclis), 21 Muharrem 1256 (24 M art 1840) günü toplanarak, An-
karaya bağlı kazalara düşen vergi miktarını tesbit etmişti. A n kara Ş.S. 247 , belge 13.
25 A nkara Ş.S. 243 , belge 73.
26 A nkara Ş.S. 247 , belge 28, Bozok feriği Osman Paşa’ya gönderilen Evahir-i Rebiyülâhir
1256 (Haziran başlan 1840) tarihli fermanla Sadullah Paşa gelene kadar, kaymakam (Vekil) olarak
eyalet işlerini yürütmesi emrediliyordu.
27 Eyalet Meclislerinin çalışmaları ele alınırken Davut Paşa olayına tekrar dönülecektir.
192 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
(Haziran 1845), bölgede sık sık isyan çıkaran kimselerin bu tür davranışlarından
vazgeçtikleri ve halkın yeni yönetim biçiminden hoşnut olduğu İsmail Paşa tara
fından hükümete bildirilmişti. Durum Abdülmecit’e iletilince çok memnun ol
muş, vali ve defterdarı taltif etmişti33.
Ancak, bir süre sonra İsmail Paşa’mn “ittihâz eylediği usul ve meslek efkâr-ı
adîle-i âliye "ye” uymadığı gerekçesiyle görevden alınarak, yerine Bolu mutasarrıfı
İzzet Paşa’nın atandığını görüyoruz. Aynca, Harput kazası ile Maden-i Hümâ
yûn kazalan da Diyarbakır eyaletinden ayn olarak mutasamilıkla yönetimi uy
gun görülmüştü. Diyarbakır defterdan da uygunsuzluğundan ötürü görevden
alınarak, yerine bölgenin durumunu bildiği belirtilen Meclis-i Ziraat memurla-
nndan İsmet Bey getirildi34.
F. 73
194 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
Ne var ki, uygulamanın bir süre ertelenmesi eyalete bağlı Van bölgesinde
ayaklanmaları önleyememiştir. Daha başka gerekçelerle Hakkâri yöresinde isyan
etmiş olan Bedirhan Bey’in akrabalarından bazıları, Van’da ayaklanarak Tanzi
mat’ın vergi alanında öngördüğü yeniliklerin bölgede uygulamaya konulmasını
bir süre daha engellemişlerdir. Öte yandan yine bu eyaletin sınırlarına alınan
Çıldır sancağında da yurtluk ve ocaklık sorunu ancak 18 4 8 ^ bazı yeni önlem
ler alınarak kısmen çözümlenebilmişti39.
Tanzimat’ın uygulanmasında en büyük tepki hiç şüphesiz Cizre ve Hakkâri
yöresinden gelmiş, yılların biriktirdiği sorunlar, Diyarbakır Eyaleti’nde yeni
yönetimin yürürlüğe konmasından bir süre sonra, bölgede hükümete karşı
büyük bir isyan çıkmıştı. Ayaklanmanın önderliğini yapan Bedirhan Bey’in ye
nik düşerek esir alınmasından hemen sonra bölgede Tanzimat uygulama alanı
na konmuş ve oluşturulan yeni eyalete *Kürdistan" adı resmen verilmişti. Bedir
han Bey isyanı, bu dönemde hem imparatorluğun içinde ve hem de dışında
büyük yankılar uyandırmış, bastırılmasından sonra Abdülmecit’e Meclis-i Vâlâ
tarafından “Kürdistan Fatihi33 unvanı verilerek olayın önemi vurgulanmak isten
mişti.
Başhbaşına bir araştırma konusu olacak kadar belge bırakan olayın ortaya
çıkışı, geçirdiği safhalar ve sonucu hakkında fazla bilgi vermeden, genel çizgile
riyle yönetimi ilgilendiren yönleri üzerinde durmakla yetineceğiz40.
Tanzimat’tan Önce bölgede mütesellimlik yapan ve yüzyıllar boyu bölgeyi
yönetmiş bulunan bir aileden gelen Bedirhan Bey, Redif askeri teşkilâtının ku
rulması ile birlikte Redif miralayı olmuştu. Diyarbakır’da Tanzimat’ın uygulan
ması üzerine, yönetiminde bulunan Cizre ve Midyat’ın bu eyalete bağlanmasına
karşı çıkan Musul valisiyle ötedenberi anlaşmazlıkları bulunan Bedirhan Bey
arasındaki ilişkilerinin iyice bozulduğunu görüyoruz.
Musul valisi Mehmed Paşa, Cizre, Midyat ve çevresinin kendi eyaletine
bağlanmasını istemekte, bölge halkı ise Bedirhan Bey’in Önderliğinde Diyarba
kır’a bağlı kalmayı uygun bulmaktaydı. Ancak Mehmed Paşa’nın ağır baskısı
sonunda Cizre kazası 1842 yılında Musul eyaletine bağlanmıştı. Bedirhan Bey,
bunu kabul etmeyerek, valinin askerle kazasına girmesini önlemek için hazırlık
lara girişmiştir. Öte yandan konu ile ilgili olarak, Diyarbakır valisi, Musul valisi
ve Bedirhan Bey’le hükümet merkezi arasında karşılıklı yazışma ve suçlamalar
sürdürülmüş, Meclis-i Vâlâ, soruna eğilmişse de olumlu sonuç alınamamıştı.
39 Yurtluk ve ocaklık üzere toprak tasarruf edenlerden bir kısmına maaş bağlanması, bazıları
nın da kazalara “müdür* olarak atanmaları işlemine başlanmıştı. Erzurum valisi ile Anadolu ordu
su müşirine gönderilen sadrazamlık yazısında konu hakkında geniş bilgi yer almakta olup, aynca
vergiler için de Önemli açıklamalar yapılmakta idi. A yn iyat, 411 , s. 14-16.
40 Konu ile ilgili belgelerin önemli bir kısmı Nazmi Sevgen tarafından yayınlanmıştır. Verdi
ğimiz bilgiler bu belgelere dayanmaktadır. Bkz. N. Sevgen, “Kürtler", B elgelerle T ü r k T a rih i
D ergisi, (Menteş Kitabevi, İstanbul 1968) sayı, 11-18. Aynca BVA. A yn iya t 609 nolu defter, doğ
rudan doğruya Bedirhan Bey isyanı ile ilgili belgeleri kapsamaktadır.
TANZİMAT DÖNEM İNDE ANADOLU 195
Anadolu Ordusu müşiri Osman Paşa, Abdülmecit’in emri ile yeteri derece
de top ve mühimmat alarak Cizre üzerine yürümüş, kısa süren çarpışmalar so
nunda, Bedirhan Bey iki oğlu ve arkadaşlarıyla birlikte teslim olarak İstanbul’a
gönderilmiş, Padişah’ın huzuruna kabul edildikten sonra 1847 Temmuzunda
Girit’e sürülmüştü41.
Bedirhan Bey isyanının bastırılmasından kısa bir süre sonra bölgede yeni
den bir idari düzenlemeye gidilmiştir. Diyarbakır Eyaleti; Van, Muş, Hakkâri
Sancaklanyle Cizre, Bohtan ve Mardin kazalarından oluşan "Kürdistan Eyaleti”he
çevrildi. Musul valisi Esat Paşa, o yörelerde görevde bulunmuş olduğu göz
önünde tutularak bu yeni ve oldukça\geniş eyaletin valiliğine atandı. Musul’a
ise Belgrat muhafızı Vecihi Paşa vali oldu ve burası da Tanzimat’ın uygulandığı
bir eyalet haline getirildi.
Kürdistan Eyaleti yeniden fethedilmiş bir bölge gibi kabul edilerek, atana
cak memurların güvenilir ve bilgili kimseler olmasına özen gösterildi. Erzurum
defterdarı Tevfık Efendi’nin rütbesi yülseltilerek Kürdistan Eyaleti defterdarlığı
na atandı, ilk iş olarak, İran sınırında güvenliğin sağlanması için gerekli önlem
ler alındı. Erzurum-Van karayolunun onanm ve bakımı için gerekli ödenek ve
izin çıkarıldı42.
41 T a k vim -i V e k a y i, defa 343, 345 ve 3 5 i’dc olayların gelişmesiyle ilgili bilgilerle, konuyu
kapsayan bir hatM Hümayun yer almaktadır.
42 T ak vim -i V ek a y i, defa 360. (5 M uharrem 1264-13 Aralık 1847 tarihli nüsha). İran sını
rında güvenliği sağlamak için gerekli görülen önlemler alınırken, ilk iş olarak Erzurum-Van kara
yolunun onanm ve bakımı için Ödenek ve izin çıkarılmıştı. Bkz. A y n iya t, 409 , s. 153-154-
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
Alman bütün önlemlere karşın, bölgede hükümet otoritesi uzun yıiıar sağ
lanamamış ve Tanzimat buralarda fiilen uygulama alanına konulamamıştır.
Çok geniş bir alanı kapsar biçimde oluşturulan Kürdistan Eyaleti, kısa süre
sonra bazı değişikliklere uğradı. Hakkari sancağı 1849 Aralığında eyalet haline
getirilerek, yeni yönetim biçiminin buralarda uygulanmasına çalışıldı43*
İran’la Türkiye arasında konar göçer olan aşiretlerin yöreyi yayla olarak
kullanmaları büyük bir problemdi. Bu sorun Hakkâri ve Kürdistan valileriyle
Anadolu Ordusunu uzun yıllar uğraşiırmıştır46.Anadolu Ordusu’nun bölgeden
çekilmesiyle birlikte aşiretler yeniden uygunsuz olaylara karışmaya başlamışlar
dı. Bu tür davranışları önlemenin bir yolu da yöneticilerin olay çıkaran gruplar
hakkında bilgi, sahibi olmamalarında görülerek, Şubat 1854’d e Zahc Kayma
kamlığı iptal edildi. Cizre, Zaho ve Mardin bir kaymakamlık olarak birleştirildi.
Görev, onfcin kuruş ayiıkia Muş kaymakamı Osman Paşa’ya verildi. Mardin
kaymakama Şerif Ağa ise altı bin kuruş maaşla Muş’a atandı47.
Alınan bütün önlemlere karşın, bölgede can ve mal güvenliği uzun süre sağ
lanamadı. Yörenin sosyo-ekonomik yapısı, devrin yönetim anlayfşı ve daha baş
ka nedenlerle Tanzimat’ın öngördüğü düzen, buralarda gerçekleştirilemedi.
Türkiye'de Tanzimat'ın uygulanmasında geç kalınan bir eyalet de Trab
zon’du. Gerçi, 1841 yılında burada uygulama yapılmak istenmiş ve sayım için
merkezden görevli gönderilmişti48. Ancak yörede bulunan kişizade ve hanedan
mensubu ailelerle diğer bazı kimseler “...ötedenberu vergi vermemeğe alışmış ohncia-
rıyls o rn.ahj.lsls,re vergi tarh \ uyamıyacağından, kalanlarının on oniki gruba ayn tarak..."
vergi ödemeye yükümlü tutulmaları eyalet valisi ve sayım memurunca istenmiş
ti. Bunun üzerine* bölge halkının henüz Tanzimat’ın yararlarım kavramadı#:,
uygulamanın ilerdeki bir tarihe bırakılması Meclis-i Vâlâ’ca kararlaştırılıyor ve
onay alınarak kesinleşiyordu49.
Görülüyor ki yıllar yılı edindikleri alışkanlıklarını bırakmak istemeyen âyâ-ı
ve cşrâfm direnmesi karşısında Trabzon’da uygulama erteleniyordu. Ancaic ara
dan altı yıl geçtikten sonra M an 1847’de tekrar bu eyalette Tanzimat* ni
yû ûriüğe konulmasına başlanmıştır. Meclis-i Vâlâ karanndan sonra Sadrazam
eyalet valisi İsmail Paşa’ya yeni uygulamayı yapması için emir göndermiş, bu
nun okunarak halka duyurulması ile uygulama başlamıştır50.
Ne var ki; Van, Erzurum, Diyarbakır, Çıldır yörelerinde olduğu gibi burada
da yurtluk ve ocaklık sahipleriyle bazı timar erbabı, yeni uygulamaya karşı çık
tılar. 1848 yılında bunlann henüz yeni usule uymadıklarını görmekteyiz, 184C
yûı boyunca merkezden gönderilen emirlerde validen zora baş vurmayarak ko
nuşma ve inandırma yöntemi ile timar sahiplerinin emekliye ayrılmalarının sağ
lanması; yurtluk-ocakhk işinin ise ileride çözümlenmesi istenmekteydi5'.
Tanzimat’ın ilânından sonra geçen on yıllık dönem uygulamanın bütün
Türkiye’de yapılmasına yetmişti. Devrin ulaşım zorlukları yanısıra, İmparatorlu
ğun karşılaştığı iç ve dış sorunlar, ekonomik güçlükler göz önünde tutulduğun
da bu sürenin pek de uzun olmadığını söyleyebiliriz. Şunu da hemen belirtme
liyiz ki, uygulama şeklen gerçekleştirilmiştir. Tanzimat’ın ön gördüğü vergi ada
leti, can ve mal güvenliği İmparatorluğun yıkılışına dek gün geçtikçe büyüyerek
süren sorunlar olagelmişlerdir.
4İ T ak vim -i V ek ayi, defa 216. 1841 yılı başlarında Meclis-i Vâlâ karan ve Padişah’ın uygun
görmesi üzerine eski Galata muhassılı Azmi Efendi, ueshab-ı cerzebe ve dirayetten olarak bu hususa ehl
ve erbâbgörünmüş olduğundan*Trabzon eyaleti sayım ve yazım işleriyle görevlendirilmişti.
A y n iy a t, 373 , s. 145. 14 Nisan 1841 tarihli sadrazamlık yazısı.
50 Takvim -i Vekayi, defa 333.
51 A yn iya t, 409 , s. 116.
198 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
12 Kasım 1850’de Meclis-i Vâlâ, teftiş sorununu üçüncü kez ele aldı.
Müfettişlerin teftişi ne şekilde yapacaklanna dair bir tâlimatnâme hazırlandı.
Buna göre, Anadolu ve Rumelide ki bütün vali, kaymakam ve kaza müdürleri
denetlenecekler, başarılı görülenler taltif edilecekti. Kusurlu olanların adları
merkeze bildirilecek, haklarında gerekli işlemler yapılacaktı. Bütün yöneticilere
birer nüshası gönderilen teftiş tâlımatnamesinde müfettişlerin Tanzimat’a aykırı
davranışları önlemeleri, özellikle hazine gelirlerinin zamanında toplanıp gönde
rilmesinin sağlanması, memurların ticaret yapmamaları ve devlet malını kullan
mamaları gibi hususlar yer almış bulunuyordu.
Bu üçüncü teftiş girişiminde Anadolu'ya eski Filibe valisi îsmet Paşa, Ru-
meliye ise eski Tırhala mutasarrıfı Sami Paşa görevli olarak gönderildiler. îsmet
Paşa ile birlikte olay yazarı tarihçi Lütfi de Anadolu teftişine katılmıştı. Denetle
me iki buçuk yıl kadar sürdü. Görevliler, gittikleri yerlerde gördükleri aksaklık
ları her posta ile hükümete raporlarla bildirdiler56.
Anadolu teftişiyle görevli İsmet Paşa'nın öneri ve başvurusu üzerine 4 Ara
lık 1851’de sadrazamın emriyle teftiş memurlarının kaza kaza dolaşmalarına son
52 A yn iya t, 372 , s. 2. Rumeli ve Anadolu umur-ı teftişine me’mur efendilere hitaben gönde
rilen yazıdan» Anadolu bölgesini teftişle Arif Efendi’nin görevlendirildiği anlaşılıyor.
53 T a k vim -i V c k a y i, defa 245. Aynca, H. İnalcık, Tanzim at’ın uygulanması, B elleten,
XX VIII, s. 687-690.
54 T ak vim -i V ek a y i, defa 245.
55 T a k vim -i V ek a y i, defa 246.
Lütfi, Rıfat Paşa ile îzzet M ehm ed Paşa'nın teftişle görevlendirilmelerini, onların İstanbul’dan
uzaklaştırılmak istenmeleri şeklinde yorumlandığını belirtmektedir. Nitekim sadrazamlık makamın
daki değişiklikten sonra, teftişle görevlendirilenlere yol harçlığı verilmiş olmasına rağmen, kış diye
vazgeçilmesi, söylentileri doğrular görünmektedir. Bkz. Tarih-i Lütfi, VII, s. 42-43.
56 T a k vim -i V ek a yi, defa 437.
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU i9 9
İlk başta yıllar yılı hükümeti uğraştıran vergi meselesi yer almaktaydı. Ver
gilerin çokluğu, toplanmasındaki yolsuzluklar ve haksız uygulamalardan hemen
hemen bütün eyalet temsilcileri şikâyetçi idiler. Üzerinde durulan diğer konu
ise, yol, köprü yapımı ile içme suyu gibi sorunlardı. Bu istekler, Meclis-i
Vâlâ’ca iyice dinlenmiş, sonunda 12 Mayıs 1845 günü yapılan toplantıya İstan
bul'a çağrılanların tümü alınarak, Meclis başkanı Süleyman Paşa tarafından
kendilerine, yapılanlar ve yapılacaklar uzun uzadıya anlatılmıştı. Padişahın da ha
zır bulunduğu bu toplantıda Süleyman Paşa, özetle şunları vurgulamıştı:
Sizierin buraya çağrılmanızın nedeni, hemşerilerinizin sorunlarına çözüm
arayarak, huzur ve refah içinde yaşamalarını sağlamak için gerekenlerin bilinme
si idi. Ayrıca Padişah’m amacını hepinize açıklamak ve düşüncelerinizi de
öğrenmek istiyorduk. En önde gelen isteğinizin, vergilerin yeniden hesaplanarak
daha adilâne bir şekilde dağıtılıp toplanması olduğı anlaşıldı. Bunun gerçekleşti
rilmesi ise ancak, halkın gerçek durumunun bilinmesine bağlıdır. Gerçi Tanzi
mat’ın ilk yıllarında muhassıllar vasıtasiyle her ne kadar bu yapılmak istenmiş
se de, kayıtların yetersizliği ve daha başka nedenlerle başarı elde edilemedi. Bu
defa özel olarak memur görevlendirme yerine, her yörenin vali ve defterdarının
gerekli inceleme ve mal-mülk yazımı işini gerçekleştirmeleri uygun görüldü. Ay
nca, oluşturulacak “İmar Meclisten" vasıtasiyle yapılacak araştırma sonucu nereye
ne kadar şeyin gerektiği anlaşılacak ve sonra gereken yapılacaktır.
Bazılarınız vergilerin ürün alındıktan sonra toplanmasını istediniz. Bu istek
yerinde görüldü. Yol ve köprü yapımı ile su yollarının onanmı Padişahımızın
da isteği olduğundan, gerekenlerin yapılması, Meclis-i îmariye’ye havale olun
du.
Hükümet, devlet görevlileri ve sizlerle el ele vererek, çok çalışarak, bu işle
rin başarılmasını sağlayacaktır. Memleketinize vardığınızda alman kararları ileri
gelenlere, halka anlatın. Salı günü son toplantıyı yaptıktan sonra gideceksiniz.
Meclis-i İmâriye memurları da yola çıkacaklar. Hepinize teşekkür ederim59.
12 Mayıs ı845’te yapılan bu toplantıdan sonra 18 Mayıs 1845 tarihinde
Meclis-i Vâlâ üyeleriyle eyalet temsilcileri son kez bir araya geldiler. Vedalaşma
toplantısı niteliğinde olan bu görüşmeden sonra dönüş masrafları hâzinece
ödenerek, temsilcilerin geri dönmelerine izin verildi. İmar meclisleri üyeleri de
onlarla yola çıktılar60.
Her eyaletten halkın sorunlarını dile getirmek üzere merkeze çağrılanların
kimler olduklarını ve ne gibi önerilerde bulunduklarını etraflıca ele almak ayrı
bir çalışmayı gerektirmektedir. Verdiğimiz sınırlı bilgiler gösteriyor ki, temsilcile
59 Konuşmanın bir sureti T a k vim -i V ek a y i, defa 287’de yayınlanmıştır. T.M üm taz Yam an,
bu konuşmanın bir kısmını Reşit Paşa’nın kapanış nutku diye yayınlanmıştır ki doğru değildir.
Bkz. Osmanlı İmparatorluğu M ülki İdaresinde Avrupalılaşma Hakkında Bir Kalem Tecrübesi, (İs
tanbul 194.0)» s. 3, not 1.
A0 T ak vim -i V ek a y ı, defa 287. Bu toplantıdan sonra ileri gelenler (Eyalet temsilcileri), M ec
lis-i Vâlâ aracılığı ile Padişah’a “teşekkümâm*u sunmuşlar ve karşılığını almışlardı. Özetlenen
düşüncelerin tckran ve karşılıklı iltifatlarla dolu bu yazışmalar, Tak vim -i V ek a yi, defa 288’de yer
almıştır.
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU 201
61 Kurulan imar meclisleri ve üyelerinin adlan T a k vim -i V ek a yi, defa 207’de yayınlanmıştır.
Aynı liste, Lütfî, VIII, s. ıö ’da da yer almaktadır. Ancak, burada iki üye, kâtip olarak gösteriliyor.
62 A y n iy a t, 392 , s. 80-81. Bütün valilere gönderilen 23 Mayıs 1845 tarihli sadraam lık yazı
sında, oluşturulan imar meclisleri hakkında bilgi veriliyordu. Meclis üyelerinin ücret aldıkları, bu
yüzden giderlerini kendi keselerinden karşılayacakları hatırlatılıyordu.
202 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
63 Lütfi, Süleyman Paşa’ nın Meclis-i Vâlâ başkanlığından alınmasından sonra, hükümette yer
alan değişiklik nedeniyle imar meclislerinin gerekli ilgiyi görmediğini belirtmektedir. Yapılan mas
rafların işe yaramayıp boşa gittiğini, onanm ve yapım işlerinin de sürüncemede kaldığını vurgula
maktadır. Bkz. Lütfi, VIII, s. 17.
İmar meclisleri daha çok onanm ve yapım ile ilgili sorunlara eğilmişlerdi. Gönderdikleri ra
porlar, genellikle, hamam, çeşme, yol ve su yolu tamirine ilişkindi, örn eğin , Ankaravî Şeyh mer
hum Şeyhülislâm vakfından Ankara’da bulunan hamam ve çeşmeler su yollarının zamanla bozul
muş olduğunu, İstanbul’a çağnlan vücuh ve kocabaşılar, Meclis-i V âlâ’ya bildirmişlerdi. Bu husu
sun araştınîması, Ankara İmar Meclisi memurlanna havale edilmiş, onlar da gönderdikleri rapor
da, tamirin gerekli olduğunu belirtmişlerdi. Bunun üzerine Evkaf-ı Hümâyun Nazın ile Ankara
mutasarrıfına, gerekli onanmın yapılması emredilmişti. A y n iy a t, 383 , s. 58-59.
64 T a k vim -i V ekayiM e de imar meclislerinin çalışmalan ile ilgili bilgilere raslıyoruz. Ö rne
ğin, gazetenin defa 295’inde (Aralık başlan î 845)> Tanzim at’ın uygunlandığı bölgelere gönderilen
MMeclis-i imariye” memurlannca yollanan raporlann peyder pey İstanbul’a ulaşarak, Meclis-i
Vâlâ’da görüşüldüğü, gerekenlerin yapılmakta olduğu haberi yer almaktaydı. Çoğu yerlerde köprü,
yol ve kaldmm yapılması istendiği, Meclis-i Vâlâ’da hazırlanan program çerçevesinde, Adana, Niş,
Üsküb, Bursa, Konya, Ankara ve Kangın (Çankın) sancaklannda elliden fazla onanm gerektiren
köprü ve benzeri yerin ayn ayn hesaplan yapılarak, giderlerinin saptandığı belirtiliyordu. Eyalet
valilerine gönderilen yazılarda gereken paranın “bölge hasılatından” karşılanması, vakıflara bağlı
yerler için yapılacak masraflann da kurumlannca karşılanmasının uygun görüldüğü açıklanıyordu.
Yönetimde Yasal Düzenlemeler
65 Fazla bilgi için bk2. M .Çadırcı, Tanzim at’a Girerken Türkiye’de Şehir İdaresi, s. 171-173-
204 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
Kanun tekniği bakımından oldukça ilkel bir biçimde kaleme alınmış oldu
ğu belirtilen06 Ceza Kanunnâmesi ile ilk kez Islâm hukukunun dağınık ve ye
tersiz hükümlerinden sıyrılarak yeni bir düzenleme yapılmıştır. Kanunda müsa
dere ve örfî siyaset cezalarının kaldırıldığı belirtildikten sonra rüşvet konusuna
geçilmektedir. Rüşvetin yasaklandığı tekrar edildikten sonra en küçük rütbeli
memurlardan en yükseklerine kadar herhangi birisinin rüşvet aldığı tespit edilir
se cezalandırılacakları belirtilmektedir. Ancak, küçük hediye ve bahşişler rüşvet
sayılmamaktadır. Aynca, memurlann görevlerini dürüst olarak yapmaları, devlet
sırlarını açıklamamaları, hazine gelirlerini vaktinde kusursuz toplamaları, iltimâ-
sa engel olmaları gibi hükümler de yer almakta idi67. Kanunun zeylinde hangi
hediyelerin rüşvet sayılacaklan hangilerinin sayılmayacağına ait ölçüler ve kural
lar belirtilmişti68.
Bir giriş, 13 fasıl ve toplam 41 madde ile sonuçtan oluşan “Ceza Kanunnâ
mesi” 14 Temmuz 1851 yılına kadar yürürlükte kaldı69.
66 R.Kaynar, Mustafa Reşit Paşa ve Tanzimat, s. 295-301'de kanun metni yeni harflerle ya
yınlanmıştır. Aynca A.M umcu, kanunu kısaca tanıttıktan sonra, rüşvetle ilgili hükümleri üzerinde
durmuştur. Bkz. Osmanlı Devleti’nde Rüşvet, (Özellikle Adlî Rüşvet), Ankara 1969, s. 275-276.
67 Kaynar, age. s. 300.
68 Hıfzı Veldet, “ Kanunlaştırma Hareketleri ve Tanzim at", T a n zim at I. (M aarif Vekaleti İs
tanbul 1940), s.171.
69 1 Ra 1256 (3 Mayıs 1840) tarihli Ceza Kanunnâmesinin yeni harflerle tam metni Kaynar
tarafından adı geçen eserde yayınlanmıştır, (s. 303-312). Alıntılar bu metindendir.
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU 205
muhasebelerinin yapılacağı, bunların hazine için satın aldıkları malların işe ya
ramaz olduğu anlaşıldığında kendilerine ödetileceği, gider ve gelir için senet ve
makbuz hazırlamalarının gerektiği, memur, ulema ve vükelânın her türlü dav
ranışlarından Meclis-i Ahkâm-ı Adliyye’ce çıkartılmış ve çıkartılacak kanun ve
tüzüklere göre sorumlu tutulacakları kaydedilmişti.
71 Bu üç ayn kanunun hukuk açısından değerlendirilmesi henüz yapılmış değildir. Bazı genel
gözlemler için bkz. Tahir Taner, “Tanzimat Devrinde Ceza H ukuku”, T an zim at I, s. 221-232.
72 Konumuzun sınırlan dışında kalan bu kanun için bkz. T.Taner, aynı makale, s. 230-231.
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU 207
süre devam edecek, her alanda Tanzimat’la birlikte başlayan “ikilik” hukuk ala
nında da uzun süre varlığını hissettirecektir.
Bir yanda şeriat dışı mahkemelerin kurularak yargılama yapması, öte yanda
eyalet merkezlerinde oluşturulan meclislerin ayrı bir yargı organı gibi çalışması,
İstanbul’da Meclis-i Vâlâ’nın aynı zamanda bir yüksek mahkeme gibi faaliyet
göstermesi, dönemin en belirgin özellikleridir. Çıkarılan kanunlarda Tanzimat’ın
bir gereği olarak can, mal, namus korunurluğunun ön plana alınmasının yanısı-
ra, yöneticilerin eski alışkanlıklarını sürdürmelerini önlemek için yeni kükümler
getirilmiş olması da doğaldır.
Teni 'Yönetim Kurumlan
Muhassıllık
Güihâne Hatt-ı Hümayunu’nun öngördüğü yeniliklerden öncelikle uygula
maya konulan ve kısa bir süre sonra başarı elde edilmediği gerekçesiyle kaldırı
lan kurum mu.ıassıliıkîir. Hatta üzerinde önenüe durulan sorunlardan birisi il
tizâm usulü id:.. Bu konu Meclisli Vâlâ’da ivedilikle ele alınmış, vergilerden hal
kın yıllardan beri şikâyetçi olduğu, yürürlükteki sistemin devlete de yarar sağla
madığı göz Ölünde tutularak, hazine gelirlerinin iltizâmla mültezimlere verilme
sinden vazgeç me kararı alınmıştın
Karar gereğince vergi reformu yapılıyordu. Buna göre, vergiye esas olacak
emlâk ve ndfusun yazımı yapılacak, çeşitli adlarla alman vergiler yerine, herkes
gücüne göre belirli ölçüde bir tek vergi ödeyecekti. Ancak sayım işinin uzun
süre alacağı gözönünde tutularak, hâzinenin gelirden yoksun kalmasını önlemek
üzere geçici olarak halktan peşin bir vergi alınması, daha sonra asıl vergiler be
lirlendiğinde, alman fazla ise iadesi azsa tamamlatılması öngörüldü. Karar gere
ğince her türlü gelir, doğrudan doğruya merkezî hazine adma toplanacak ve gi
derler de buradan karşılanacaktı73.
73 A l’ nacak önlemleri topluca değerlendiren Zilkade sonlan 1255, O cak sonlan 1840 tarihli
fermanın bir sureti yeni harflerle R.Kaynar tarafından Mustafa Reşit Paşa ve Tanzimat adlı eserin
226-234 sayfalarında yayınlanmıştır. Aynca Kocaeli müşiri M ehmed Akif, Hüdavendigâr sancağı
feriği İsmet Paşa ile muhassıl Kani Bey ve kadılara gönderilen bu ferman, Bursa Ş.S. C 27 / 54 Û, s.
21-23’ te yer almakta olup, H.İnalcık tarafından eski harflerle aynen B elleten X X V I I I, s. 660-
671 ’de yayınlanmış bulunmaktadır.
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU 209
74 Tanzimat ilkelerinin öncelikle uygulandığı bir eyalet olan Ankara'ya Mustafa Efendi mu-
hassıl olarak atanmıştı. Yanm a mal katibi ile emlâk kâtibi verilmişti. Onun muhassıl olarak görev
lendirildiğine ilişkin ferman sureti, A n kara Şr. Sc. 243 , belge go’da yer almaktadır. (Ferman eve-
U-i Zilkade 1255-Ocak başı 1840 tarihini taşımaktadır).
75 25 O cak 1840 tarihli bu talimatnamenin yeni harflerle tam metni R.Kaynar tarafından
age. 237-245 sayfalarında yayınlanmıştır. Eski harflerle ise» A.Vefık, Tekâlif Kavaidi, 2.kısım, (Der-
saadet, 1330), s. 7-12’de verilmiş bulunmaktadır.
F. U
210 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
76 örn eğin , İslimiye muhassıh iken, çuha fabrikası müdürlüğüne atanan Mustafa Bey hak
kında bura halkı şikâyette bulunmuştu. O nun kendilerinden af edilmiş vergiyi aldığım, aynca
meclis üyeliklerine kendi adamlarını seçtirdiğini dile getirmişlerdi. Konunun Edirne meclisinde ye
niden gözden geçirilmesi Meclis-i Vâlâ’ca uygun görülmüştü. Bkz. A yn iya t, 373 , s. 24. Edime
kaymakamına yazılan 14 M art 1842 tarihli sadrazamlık yazısı.
Tanzimat’ın uygulanması ile birlikte Ankara’ya gönderilen muhassılın, Ankara’da yerleşik
Rum, Katolik ve Ermenilere fazla vergi yazdığı için Patriklerince şikâyet edilmişti. İddiaya göre
vergileri yüzde yirmibeş artmıştı. Meclis-i Vâlâ sorunu görüştükten sonra, Tanzim at Öncesi vergi
defterleriyle muhassılm yeniden yazdığı defterlerin karşılaştırılarak, gerçeğin açığa çıkarılmasını An
kara müşir ve defterdarından istemişti. A y n iy a t, 376 , s. 71.
77 Devrin M aliye Nazın, bütün çabalarına karşın, bir yıllık uygulama sonunda hâzinenin ne
kadar kâr ve zarar ettiğini saptamak şöyle dursun, hasılatın ne olduğunu bile ortaya çıkaramadığı
nı açıklamıştı. Bkz. M .Nuri, Netayücü’l-vukuat, 5.fasıl, s. 102.
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU 211
Muhassıllık Meclisleri
Vergi ve diğer hazine gelirlerinin toplanması görevi mültezimlerden alınıp
muhassıllara verilirken mültezimlere yardımcı olan âyânm fonksiyonunu üstle
necek bir kuruluşun gerekliliği de anlaşılmış ve hazırlanan nizamnameye konu
lan ikinci madde ile muhassıl atanan yerlerde birer meclis oluşturulması karar
laştırılmıştı. Buna göre Tanzimat gereği görevlendirilen muhassıllar, yanlarına
verilecek emlâk ve nüfus kâtibi ile birlikte varacakları yerlerde öncelikle birer
meclis oluşturacaklardı.Muhassıl, iki kâtip, hâkim, müftü, asker zabiti ile vücuh-ı
memleketten (yöre ileri gelenlerinden) dirayetkâr ve iyi halli dört kişi ki top
lam on üye bu meclisi oluşturacaktı. Bölgede müslüman olmayan halk bulunu
yorsa onları temsilen metropolit ve kocabaşlarından iki kişi de bu meclise üye
olacaktı.
115 Daha önce sözünü ettiğimiz bu talimatnameye, sekiz maddelik bir “zeyl” eklenmiştir. Bir
süre sonra ikinci bir zeyl ile beş madde daha ilâve edilmiştir. Bu ekler, A, Vefik, Tekâlif Kavaidi,
2.kısım, s. 26-38’de yayınlanmıştır.
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU 213
iken, bir yıllık uygulamanın vergi gelirlerinde azalmalara yol açtığı, giderlerin
ise git gide arttığı, bunun bir nedeninin de üç beş kişinin yapacağı hizmetin on
on beş kişi tarafından görülmekte olması, küçük kasabalarda oluşturulan meclis
üyelerine maaş verilmesi olduğu belirtiliyor, bu nedenle kuruluş kaldırılıyordu.
Ancak, sancak merkezindeki meclisle ilişkileri sürdürmek amacı ile 200-750 ku
ruş arasında değişebilecek bir maaşla birer kimsenin görevlendirilmesi uygun
görülüyordu86.
86 A yn iyat, 373 , s. 4. Gurre-i Şaban 1257 (17 Eylül 1841) tarihli Meclis-i Vâlâ karan.
87 Bursa’da böyle bir sorun ortaya çıkmıştı. Bkn. R.Kaynar, Tanzim at ve Mustafa Reşit Paşa,
s. 246-248.
88 Sandık eminliği ilk kez II.Mahmur tarafından ı826’da kurulmaya başlanmıştı. Doktora te
zimizde kurumun kuruluşu ve görevleri hakkında belgelere dayalı bilgiler verilmiştir. Bkz, s. 230.
214 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
90 Seçimlerin ne şekilde yapıldığına ilişkin bilgiler için bkz. Î.Ortaylı, Tanzim at’tan Sonra
Mahalli İdareler, s. 20.
91 Ayniyat, 373, s. 5.
92 A yn iya t, 373 , s. 19-20.
2l6 TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU
gibi kendilerinden fazla vergi alındığına tanık olmuştur. Bu nedenle, gerek eya
let ve sancak merkezlerinde oluşturulan meclislere ve gerekse doğrudan Meclis-i
Vâlâ’ya sayısız şikâyetler yapılmıştır.
Denizli’de Meclis üyeliği yapmakta olan Abdibeyzâde Emin Ağa ile Süley
man Ağa’nın adları da kanunsuz olaylara kanştığı ve isyanlara neden olduklan
için sürgün edilmişlerdi98. Yine Çankırı Meclisine başkanlık yaptığı sıralarda
taraftarlarını kazalara müdür seçtirip atayan Şeyhoğlu Hacı Said Efendi’nin ayrı
ca müdür ve muhtarlarla işbirliği yaparak, zimmetine para geçirdiğini görüyo
ruz99.
Eyalet Meclisleri
Eyalet merkezlerinde oluşturulan Büyük Meclisler, 1849 yılına kadar bu ad
la çalışmalarını sürdürmüşlerdi. Ancak daha önce belirttiğimiz gibi gerek Mec-
islerin kuruluş biçiminden ve gerekse görevlerinden ötürü ortaya bir dizi sorun
çıkmıştı. Bunları çözümlemek için arada bir çıkarılan yeni kurallar sonucunda
yönetimin elinde bu kuruluşla ilgili bir yönetmelik kalmamış gibiydi. Bu durum
uygulamada birliği zedelediği gibi ortaya yeni yeni güçlükler de çıkarıyordu.
Öte yanda valilerin görev ve yetkilerinde yapılan değişikliklerle yönetimde isteni
len başarı elde edilememiş, halkın mal ve can güvenliği sağlanamamıştı. On yı
la yakın süreden beri uygulanmakta olan Tanzimat, istenilenleri verememişti.
Vergi toplanmasında eskisi gibi yolsuzluklar devam etmekteydi, işte bu neden
lerle ülke yönetiminde yeniden bir düzenlemeye gidildiğini görüyoruz.
Meclis-i Vâlâ tarafından hazırlandıktan sonra Abdülmecit’in onayı alınarak
1 Ocak 1849 tarihinde yürürlüğe konulan ve “Bu defa sâye-i şevketvâye-i cenâb-ı
mülk-dârvden tertîb ve teşhîl olunmuş olan eyâlet meclislerine verilecek ta’limât-ı seniyye-
dir” başlığını taşıyan yönetmelikle; eyalet merkezlerinde birer “Eyalet Meclisi”
kurulması, vali, defterdar, kaymakam ve kaza müdürlerinin görevlerinin yeniden
belirlenmesi yapılıyordu.
Bir giriş, dokuz fasıl oluşturan ve 68 madde şeklinde düzenlenmiş bulunan
bu yönetmelik, ı864’de yayınlanan (<Vilâyet Nizamnamesi*he dek yürürlükte kal
mıştır. Girişte, Tanzimat’ın amacı belirtildikten sonra, uygulamada başarıyı sağ
lamak için Edime Eyaletinden başlanarak ülke yönetiminin yeni baştan düzen
lendiği açıklanıyordu103.
102 Meclis üyelerinin karıştıkları diğer olaylar, kaymakamlık ve kaza müdrülüğü anlatılırken
ele alınacaktır.
103 Yayınlandıktan hemen sonra bütün eyalet valilerine birer nüshası gönderilmiş olan bu ta*
limatnamenin (yönetmelik demek daha doğru olacak) bir sureti Konya Mevlâna M üzesi’nde 3081
noda yazma olarak bulunmaktadır. Son madde olan 68. madde bitimine konan 19.Ş.1265 (10
Tem m uz 1849) tarihi, yönetmeliğin Konya’ya varış tarihi olmalıdır.
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU 219
Başbakanlık Arşivi, Divân~ı Hümâyun kısmında “Gülhâne Hatt-ı Hümâyunu vc onu takiben
neşrolunan nizamname ve talimatnameler” adı He Ö2.noda kayıtlı taş basma kitabın, 56-81 sayfala
rında bu talimatname de bulunmaktadır. Ancak, burada herhangi bir tarih verilmemiştir. İlk kez
varlığını saptadığımız Eyalet Meclisleri Talimatnamesi, en son yapılan incelemelerde söz konusu
edilmemiştir. Örneğin, İ.Ortaylı, Tanzim at’tan sonra mahalli idareleri anlatırken,
muhassıllık meclislerine ayırdığı I.Bölümde yalnız, bu meclislerin kuruluş biçimi üzerinde dur
makla yetinerek, daha sonraki gelişmeler hakkında bilgi vermemiş ve böyle bir talimatnameyi de
söz konusu yapmamıştır (Bkz. onun “Tanzimat'tan Sonra Mahalli İdareler adlı kitabının ilk
bölümüne). Ayrıca, Moshe M aoz da Ottoman Reform İn Syria and Palestine (1840-1861), Oxford
1968, adlı eserinin meclislere ayırdığı yedinci bölümünde, 1849 Eyalet Meclisleri Talimatnamesi
hakkında herhangibir açıklama yapmamaktadır.
104 T a k vim -i V ek a yin in 29 Safer 1265-29 O cak 1849 tarihli 399 defasında, bu haber yer al
mış olduğuna göre, Talimatnamenin de O cak ayı içinde yayınlanmış olması gerekmektedir. Bun
dan ötürü biz, doğru bir yaklaşımla O cak 1849 tarihini yayın tarihi olarak vermiş bulunuyoruz.
Edime dışında kalan eyaletlerde de kısa bir süre içinde Eyalet meclisleri çalışmaya başlamıştır.
105 Konya’da Meclisin kendisine ayrılan odada toplantı yaptığına dair bir kayıt, bu şehre ait
81 nolu şeriyye sicilinin 85. sayfasında yer almaktadır.
220 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
106 Ankara Eyalet Meclisi, esnafın 1850 kışında uygulayacaktan narhı saptamış bulunuyordu.
Bkz. A n kara Şr.Sc. 259 , belge 88.
222 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
Devlete ait yapılarla, köprü gibi kamuyu ilgilendiren diğer eserlerin onanmı
için meclis, 2000 kuruşa kadar masraf yapmaya yetkili olup, gerektiğinde 4000
kuruşa kadar harcama yapılabilecekti. Ancak, onanmın niteliği ve hesaplan Ma
liye Nezaretine bildirilecekti.
107 1856’ dan sonraki gelişmeler ve çıkarılan yeni yönetmelikler, İ.Ortaylı tarafından ayrıntılı
biçimde sözünü ettiğimiz eserde incelenmiştir. Aynı konularda S.J. Shavv-E.K.Shavv, History of
The Ottoman Empire, Vol. 2,5.83 vd.da bilgi vermişlerdir.
,oa İ.Ortaylı, age s. 48 vd.
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU 225
“Eyalet valisi bulunan zâtın vazife-i mukavvelleri* başlığı altında madde numa
rası verilmeyerek paragraflar halinde valilerin görevlerini belirleyen ve Eyalet
Meclisleri Talimatnamesi eki niteliğinde bulunan yönetmelikte onların yapacak
ları işler saptanmıştı110.
F .15
226 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
Defterdarlık
Bilindiği gibi Osmanlı İmparatorluğunda maliye teşkilâtı “Defterdarlık” adını
taşımakta idi. Şıkk-ı Evvel Defterdarı denilen başdefterdann yönetiminde bulunan
bu kuruluş çeşitli kalemleri kapsıyordu. Öte yanda timar teşkilâtı olan her eya
lette de birer Timar Defterdarlığı bulunuyordu. XVI. yüzyılın sonlarına doğru
Karaman, Erzurum, Sivas, Diyarbakır, Şam gibi büyük merkezlerde “Kenar Def
terdarlıklarıveya “Hazine Defterdarlıktan" denilen müstakil defterdarlıklar kurul
muştu.
III. Selim, Nizâm-ı Cedît Askeri’nin giderlerini karşılamak amacı ile kurdu
ğu “İrad-ı Cedid H azinesizi n işlerine bakmak üzere merkezde yeni bir defterdar
lık daha kurmuş ise de bu kuruluş uzun ömürlü olamamıştı. Nizâm-ı Cedît
Ocağı ile birlikte kaldırılmıştı. Ancak, II. Mahmut, Yeniçeri Ocağı’nı kaldırdık
tan sonra maliye örgütünde de yeniden düzenlemeler yapmıştır. Önceleri “Ma
sarifat Nezareti” ve "Mukataat Nezareti* diye iki nezaret meydana getirmiş,
1835*te ise Masarifat Nezaretini kaldırılarak “Hazine-i Âmire ve Mansure Defterdar
lıktanım kurmuştu. Nihayet yine onun döneminde İmparatorluğun merkezî teş
kilâtı Avrupa’da olduğu gibi bakanlıklara ayrılırken, defterdarlıkların yerine geç
mek üzere 28 Şubat 18 3 8 ^ “Maliye Nezareti* oluşturulmuştu n2.
111 186ı'den sonra özellikle Mithat Paşa’mn önderliğinde Osmanlı ülke yönetimi Fransız sis-
temi gözönünde tutularak yeni baştan düzenlenmiştir.
112 Ş.Turan, “ 1863 Y^1 Etrafında Osmanlı İmparatorluğu’nun Malî, İktisadî ve Ticarî Duru
mu", Y ü z Y ıllık T eşk ilâtlı Z ira i K r e d i (T C Ziraat Bankası yayını, Ankara 1964), s. 37
Q?8 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
Örneğin, Sivas Eyaleti defterdarı iken, Sivas anbarmda bulunan hazine za
hiresini açık artırmaya koydurtmadan 30 kuruştan satın alıp, ekmekçi esnafına
40 kuruştan satan Said Bey, bu nedenle görevden alınmıştı. Yapılan sorgusunda
onun aynca kanunların öngörmediği şekilde esnaftan para aldığı da ortaya çık
mıştı. Defterdarın Mal Sandığından da zimmetine para geçirdiği, sarrafı olan
Kirkor’un da bunu bildiği halde ihbar etmediği, ayrıca Merzifon müftüsü ile
Amasya kaymakamının da ona senetsiz haylice para verdikleri, Meclis-i Vâlâ5da
yapılan sorgusu sırasında ortaya çıkmıştı113.
Buna göre; vergi, aşar ve diğer hazine gelirlerinin neler olduğu ve nereler
den alınacağını gösterir defterler hazırlanıp valiye verilecektir. Vergilerin nereler
den zamanında, nerelerden gecikme ile alındığı, defterdar tarafından hem mec
lise ve hemde valiye bildirilecekti. Herhangi bir gecikme ya da kusur görülürse
defterdar sorumlu olacaktı.
Bazı nedenlerle koy ve kasabalardan zamanında hazine alacağı toplanamaz
sa, durum meclise sunulacak, alınacak karara göre hareket edilecekti.
1B A y n iy a t, 401 , s. 38. Sivas mutasarrıfına gönderilen Meclis-i Vâlâ karan örneğinde, Said
Bey’in hâzineye devretmediği devlet gelirinin kendisinden alınması öngörülüyordu.
114 A y n iy a t, 411 , s. 58.
115 A y n iyat 400 , s. 31-32.
Uû T a k vim -i V ek a yi, defa 234.
117 T a k vim -i V ek a y i, defa 315. Bu karar Aralık ı846’ da alınmıştı.
118 Gülhane hattı Hümayunu ve onu takiben neşrolunan.... BAV, s. 77‘ 79‘
230 TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU
Bunun üzerine 8 Kasım 1859 yılında alman bir kararla defterdarlık ve mal
müdürlükleri kaldırılmıştır. Vilâyet ve sancakların maliye işlerinden doğrudan
doğruya yine valiler ve sancak yöneticileri sorumlu tutulmaya başlanmıştır. An
cak, hizmetin görülmesi için eyalet merkezlerine birer muhasebeci atanmış, yan
larına yeteri sayıda katiplerin verilmesi istenmişti. Bu uygulama 1864 Vilâyet
Nizamnamesinin yürürlüğe girmesine kadar sürmüş, sözkonusu nizamname ile
defterdarlık örgütü yeniden oluşturulmuştur.
■Sandık Eminliği
II. Mahmut Yeniçeri Ocağını kaldırdıktan hemen sonra ülke yönetiminde
bazı yenilikler yapmış, bu arada her sancak merkezinde “Memleket Sandığı” adı
altında oluşturduğu kuruluş vasıtasiyle giderlerin tek elden karşılanmasını sağ
lanmıştı. Bu sandığın yönetimine getirilen ve “Sandık Emini* denilen kimse,
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU 231
sancak merkezinde oturan ileri gelenler tarafından seçilmekte idi. Yaptığı hiz
met karşılığında kendisine vergilerden ücret ödeniyordu119.
Tanzimat ilân edildikten sonra bu kurum aynen varlığını korudu. Ancak,
bütün memurlara maaş bağlanması ve bu maaşın eyalet vergilerinden ödenmesi
usulünün yürürlüğe girmesi sandık eminliğinin hem görevlerini artırdı hem de
önemini. Özellikle Memleket Meclislerinin (Büyük Meclislerin) bütün gelir ve
giderleri denetlemeye başlaması sonunda ortaya çıkan yeni durum, kuruluşun
işleyişinde yeni düzenlemeler yapmak zorunluluğunu doğurdu. Sandık Eminleri
doğrudan meclisler tarafından üyeleri arasından seçilmeye başlandı. BÖylece de
netim kolaylaştinldı.
Sözünü ettiğimiz dönemde sandık eminlerinin başlıca görevleri şunlardı.
Toplanan bütün hazine gelirleri ona teslim ediliyordu. Mal Sandığında bu pa
ralan saklıyor, gerektiğinde harcamalar buradan karşılanıyordu. Eyalet sınırlan
içinde görev yapan bütün memurlarla, askerlere maaşları burdan Ödeniyordu.
Artan para ise hâzineye gönderiliyordu.
119 Sandık Eminliğinin bütün Türkiye’de kurulması 1826-18128 yıllan arasına raslar.
120 A yn iyat, s. 89-91. Saruhan, Aydın, Konya, Sivas, Bolu, Biga, İzmir, Kayseri, Kütahya,
Kocaeli, Amasya, Divriği, vali, mutasamf, defterdar, muhassıl ve mal müdürlerine gönderilen 6
Cemaziyelahir 1262 (2 Mayıs 1846) tarihli sadrazamlık yazısında, M aliye Nezaretinin teklifini uy
gun bulan Meclis-i Vâlâ’nın karan gereğince, Sandık Eminliğinin kaldınldığı açıklanıyordu. A y n
ca, kumpanya sarraflarının sandık işlerini ne şekilde yapacaklan da aynntıh belirtiliyordu.
121 A yn iyat, 399 , s. 90.
TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU
Diğer Görevliler
Vakıf işlerine bakmak üzere de gerekli görülen yerlere birer görevli, mer
kezden atanmış bulunuyordu.
Tanzimat’ın getirdiği yönetimin biçimi gereğince, eyalet merkezinde görev
almış bulunan memurlarla bunlara ödenen aylıklar hakkında bir Fikir edinme
miz için, Ankara Eyaleti merkezinde Mart 1264 (1848) de ödenen maaşları
gösterir belgeyi aynen vermekte yarar görüyoruz. Belge, Ankara’ya ait 258 nolu
şer’iyye sicilinde 130 no ile kayıtlı bulunmaktadır125.
“Bizatihi idare olunan Ankara ve mülhakatı kazalarının iş bu ikiyüz altmış dört se
nesi mâh-ı Mart güneşinden gayetine kadar bir mâh zarfında bâ senedât kdfe-ı me}mûrine
virilân maaş ve mahiye vesaire ve mesarif-i müteferrikanın mikdanm mübeyyin defterdir:
Kuruş
1850
Kuruş
Kuruş
1845
-245 (Bu kadarı düşürülerek alınması uygun görülmüştür.) Bu aydan sonra her
1600 üç kaza Kirahane müdürünün maaşları 400 kuruş üzerinden ödenmiştir.
Kırtasiye gideri olarak 500 kuruş gösterilmiş, ayrıca zaptiye ve vergi topla
mada görevli süvari ve piyade askerlere ödenen toplam 12893 kuruş eklenmişti.
Yüzbaşıya 350, katibe 250, mülâzim’e 150, 20 süvari’ye 1400, 109 sade nefere
ise 6540 kuruş ayrılmış, tayinat bedeli olarak da 4208 kuruş eklenmişti128. Der
sim sancağına bağlı kazaların giderleri de dahil olmak üzere bir ayda ödenen
42527 kuruş 8 parayı bulmuştu. Dersim livası kaymakamı ve katibi ile meclis
üyeleri tutanağın altını imzalayarak, merkeze sunmuşlardı. Ödenmesi uygun
görülmüş, onaylanmıştı.
terli asker yoksa durum valiye bildirilecek, eyalet meclisinin alacağı karar doğ
rultusunda hareket edilecekti.
Bu tür suçlardan yakalanların yargılanmaları, mutlaka büyük mecliste yapı
lacağından, sancak meclisinin yalnızca suçluları tutuklayıp, şahit ve belgeleriyle
birlikte valiye iletmesi gerekli idi. Öldürme ve yol kesme gibi suçlar dışında ka
lanlar, sancak meclisinde görüşülüp kararlaştırılacak, vali ve büyük meclisin
onayı alındıktan sonra uygulamaya konulacaktı.
dan Meclis-i Vâlâ’ya şikâyet edilmişti. Halk, Hurşit Bey’in görevinden alınarak
yerine bu aileden olmayan birinin atanmasını özellikle istemekte idi. Meclis-i
Vâlâ, reayadan bazı kimselerin ifadelerine baş vurduktan sonra; kaymakamın
bağlı kazaların güvenliğine bakan görevlilerin yılda iki üç defa değiştirildiği, her
yeni atananın halktan vergi topladığı anlaşılmıştı. Ancak, yörede çok etkin olan
Hurşit Bey hakkında bir karar veremeyen Meclis, onun bu tür olaylara karışıp
karışmadığının yeniden araştırılmasını Erzurum valisinden sormaya karar ver
mişti 130.
Sinop’ta kaymakamlık yapmakta olan Hüseyin Bey’le halk arasında kereste
taşıması ve vergi meselesinden ötürü anlaşmazlık çıkmıştı. İleri gelenlerin başvu
ru ve istekleri yerinde görülerek, kaymakam görevden alınmış, başvuruyu ya-
panlann önerdikleri yörenin hanedanından İbrahim Bey’in kaymakamlığa getiril
mesi uygun görülmüştü. Ancak, yeni kaymakam bölge halkınca iskeleye taşın
ması gerekli görülen keresteyi otuzbir gün içinde taşıttıracak ve 1844 yılı vergile
rini zamanında toplamayı önceden kabul etmiş sayılacaktı131.
Van'da da benzeri nedenlerle olaylar çıkmış, şehrin ileri gelenleri toplana
rak aralarından Mustafa Bey’i kaymakam seçmişlerdi. Onay için hükümete baş
vurulmuştu. Ancak, kurallara uygun düşmeyen bu seçim, yerinde görülmeyerek,
Van’a İstanbul’da subaylık yapmakta olan îshakpaşazadelerden Tayfur Bey’in
kaymakam olarak atanması kararlaştırılmıştı. Onun olayların önlenmesinde etki
li olacağı eski Erzurum defterdan tarafından Meclis-i Vâla’ya bildirilmişti. An
cak, atamanın gerçekleşmesi için Tayfur Bey’in askerlikten ayrılması gerekiyor
d u 132.
kazası müdürü Yusuf Efendi’yi de alıp yerine başka birisini ataması, halkın şikâ
yetine neden olmuştu. Bu tür davranışlardan vazgeçip, kaymakamlığının bağİı
olduğu Kastamonu valisinin ve hükümetin onayını almaksızın müdür "azl ve
»önletmemesi kendisine ihtar edilmiştiI35.
Sivas eyaletine bağlı Divriği sancağında kaymakamlık yapmakta olan Derviş
Ağa, yeteneksizliği nedeniyle azledilerek yerine kaymakamlık maaşı olan 2500
kuruşla Sami Efendi atanmıştı,36.
Bayburd kaymakamı Behlül ise bir süreden beri Eleşgird kazasında meclise
dilediklerini üye seçtirip, *ceraim” ve benzeri adlarla kuralsız olarak halktan pa
ra alıp zulmettiği, Toprakkala’deki konağında oturup, kaymakamlık işlerini oğ
lu Mehmed Bey’e gördürdüğü, akrabalarını kazalara müdür yaptığı, kendisi her
ne kadar iyi ise de atadığı kimselerin halka zulüm yaptıkları Bayburd meclisinin
bazı üyeleri tarafından şikâyet konusu yapılmıştı. Meclis-i Vâlâ, oğlu ve akraba
larının Erzurum’a çağrılarak halkla yüzleştirilip, gerçeğin ortaya çıkarılmasına
karar vermişti,37.
Niğde kaymakamı Zeki Efendi de kötü idaresinden, hediye alarak yolsuz
luklar yapmasından ötürü görevden alınarak, yerine Bereketli Maden Müdürü
Ali Seyyid Efendi’nin atanması Konya valisi ve Anadolu’ya müfettiş olarak
gönderilmiş bulunan İsmet Paşa taraflarından Meclis-i Vâlâ’ya bildirilmişti. Adı
geçenin Konya Eyalet Meclisinde yargılandıktan sonra İstanbul’a gönderilmesi
istenmişti138.
Gümüşhane kaymakamı Tevfık Bey ise rüşvet aldığından ötürü görevinden
alınarak, Trabzon Eyalet Meclisinde yargılanması, yerine altıbin kuruş maaşla
Yalova kazası eski müdürü Tahir Ağa’nın atanması uygun görülmüştü139.
Tanzimat’ın ilânından önce Viranşehir’de âyânlık yapmış olan ve daha son
ra Ankara kaymakamlığına getirilen Mustafa Efendi’nin, âyân iken hazine malı
nı zimmetine geçirdiği, yeni görevinde de aynı alışkanlıklarını sürdürerek top
lam, altmışbir bin yediyüz doksanüç kuruş zimmeti çıktığı, bunun bir kısmı
nın ödendiği, ancak hâlâ külliyetli miktarda hâzineye borçlu olduğu ortaya çık
mıştı 14°.
135 A yn iyat, 411, s. 63. Sinop kaymakamına gönderilen 3 Ağustos 1848 tarihli yazı.
136 A yn iyat, 411 , s. 54. Sivas valisiyle Maliye Nazırına yazılan 14 Tem m uz 1848 tarihli sad
razamlık yazısı.
137 A yn iy a t, 413 , s. 74. Erzurum valisine gönderilen, 7 Haziran 1849 tarihli sadrazamlık ya
zısı.
138 A y n iy a t, 423 . i. 167. Konya valisi ve Anadolu müfettişine gönderilen 27 Aralık 1850 ta
rihli sadrazamlık yaz’„ı.
139 A yn iya t, 425 , s. 23. Trabzon valisiyle Maliye Nezaretine yazılan 5 Nisan 1852 tarihli ya
zı.
140 A yn iyat, 431 , s. 99-100. Kastamonu valisine gönderilen 18 Kasım 1852 tarihli sadrazam
lık yazısı.
240 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
141 A yn iya t, 427 , s. 121. Konya valisiyle Maliye Nezaretine yazılan 24 Ekim 1852 tarihli
sadrazamlık yazısı.
142 A y n iy a t, 424 , s, 147.
143 Klâsik Osmanlı düzeninde “kaza”nın niteliği için bkz. M .Akdağ, Türkiyenin İktisadî ve
İçtimaî Tarihi, II, (Ankara 1971), s. 70-74.
TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU 241
Kaza müdürlerinin yöre ileri gelenlerince seçilmeleri her ne kadar genel ku
ral olarak benimsenmişse de, uygulamada başka tür müdür atanmaları ile de
karşılaşıyoruz. Çoğu yerde sancak kaymakamları, akrabaları olan kimseleri bu
göreve getiriyorlardı. Gerçi buna halk tepki göstermekte idi. Ama, sonuç değiş
in emekteydi. Aynca, yörede bu görevi yapabilecek nitelikte kimse bulunamazsa
ya da halk doğrudan hükümetin kazalanna müdür atamasını dilerse, merkez
den atama yapılabilirdi,45.
Valiler gerektiğinde kaza müdürlerinin görevlerine son verebilirlerdi. Ancak,
durumu gerekçeli olarak hükümete en kısa zamanda bildirmek zorunda idiler.
Özellikle zimmetlerine hazine geliri geçiren ve Tanzimat’ın kesinlikle yasakladığı
adlarla halktan fazla vergi toplayanların en kısa süre içinde görevden alınmaları
gerekiyordu. Böyleleri, neden oldukları hazine zararı ile zimmetlerine geçirdikle
ri parayı ödemekle yükümlü bulunuyorlardı. Müdür değişikliği olduğunda, yeri
ne “vekiP getiriliyor, sonra halkın da uygun gördüğü birisi seçimle müdürlüğe
atanıyordu.
Diğer seçimlerde rastlandığı gibi, müdür seçiminde de halkın iki gruba ay
rıldığını görmekteyiz. Ağır basan tarafın seçimleri kazandığı ya da seçilmiş ola
nın görevine son verildiği sık sık görülen olaylardandı. Ancak, halkın müdür azl
ve nasb işlerine karışmasının doğru olmadığı gerekçesiyle, böylesi durumlarda
hükümetin doğrudan işe kanşarak, müdür atadığına tanık oluyoruz. Örneğin,
Konya’ya bağlı Bozkır kazası müdürü Hacı Haşan Ağa’nın müdürlük görevinde
kalmasını istemeyen bir grup, onun alınarak yerine 1200 kuruş aylıkla “hariçten"
birinin getirilmesini istemişlerdi. Verilen cevapta, bu tür işlere karışmamaları
hatırlatıldıktan sonra, müdürün değiştirilerek yerine Hulusi Paşa soyundan
Hurşit Ağa’nın atandığını görüyoruz146.
M5 Kütahya’ya bağh Uşak kazısı müdürü, işleri yürütemediği ve halkın kendisinden hoşnut
olmadığı gerekçesiyle görevinden alınarak, yerine kaza vergisine ilâve edilmek şartı ile, aylık 1500
kuruşla Osman Ağa’mn atanması uygun görülmüştü. A yn iya t, 4.0 7 , s. 97. Maliye Nazınna yazı
lan 11 Ağustos 1847 tarihli sadrazamlık yazı. Daha sonra bu tür atamalarla ilgili olarak Eyalet
Meclisleri Talimatnamesine hüküm konmuştu (Madde 65.)
146 A y n iy a t, 407 , s. 128.
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU 243
Her malî yılın başında kaza müdürleri, sancak merkezine çağırılırlardı. Bu
rada kaymakam başkanlığında oluşan mecliste onlann yıllık muhasebeleri yapı
lırdı. Hazırlanan muhasebe defterleri, kaymakamlar tarafından defterdarlara
gönderilir, gerekli işlemler yapıldıktan sonra eyalet meclislerine sunulurdu. Eya
let meclisleri bu hesapları yeni baştan incelerler, Özellikle halk üzerinde vergi
kalıp kalmadığına bakarlardı. Kaza müdürlerinin hesaplarında eksiklik ya da
yanlışlık görülürse, muhasebe defterleri imzalanmayarak, soruşturma açılırdı148.
Ankara’ya bağlı Yabanabad kazası müdürü Mustafa, 1842 yılı vergi geri ka
lanından topladıklarını zimmetine geçirip, hâzineye teslim etmediği gerekçesiyle
halk tarafından şikâyet edilmişti. Bunun üzerine, müdür, kaza ileri gelenleri ve
muhtarlar Ankara Eyalet Meclisine çağnlarak yargılanmışlardı. Yapılan hesaplar
sonunda müdürün, 1842 yılı vergisinden bir yük otuzsekizbin ellidokuz kuruşu
zamanında teslim etmediği anlaşılmıştı. Meclis onun görevden alınarak, zimme
tine geçirdiği parayı hâzineye iade etmesini kararlaştırmıştı. Kural gereği, karar,
!$45 yjlında Bozok Eyaleti valisi Musa Safeti, Kastamonu valisi Hamdi,
Amasya ve Çorum sancakları mutasarrıfı Ömer Paşa’larla, Ankara ve Kangın
kaymakamlarına ve buralar kaza müdürlerine gönderilen bir fermanda özetle,
1045’ten itibaren izinli olarak memleketlerine giden askerler geri çağrılmışlarsa
da kaza müdürlerinin bu konuda gerekli ciddi önlemleri alamadıkları gibi, bazı
müdürlerle meclis üyelerinin ve muhtarların askerleri kendi özel işlerinde kulla
narak öteye beriye yolladıkları belirtiliyordu. Ayrıca, müdürlerin tahrir memur
larına yardımcı olmadıkları, yanlarına asker vermedikleri, izinli gönderilen, as
kerlerden bile sebepsiz yere para aldıklarının anlaşıldığı bu tür olayların mutla
ka önlenmesi emrediliyordu155.
Ereğli kazasında müdür iken kardeşi ile birlikte inşa ettikleri kalyon işi ile
ilgili olarak sundukları defterde, işçi yevmiyeleriyle kereste ve benzeri konularda
fahiş fıatlar gösteren İsmail Ağa’dan kalyonun satm alınması ve olayın soruştu
rulması için kaptan Paşa’ya emir verilmiştil36.
1842^1845 yılları içinde müdürlerin neden oldukları olaylardan bir kısmını
aktardık. Onların vergileri zamanında hâzineye göndermeyerek, zimmetlerine
geçirmeleri ve kişisel servet gibi kullanmalarının önüne geçmek için sık sık sad
razam tarafından valilerin dikkatleri çekilmekte idi. Ancak, geleneksel yollarla
yapılan bu tür uyanlar istenilen sonucu vermekten uzak kalıyordu. Nitekim
1845 yılına ait olup *bet vech-i maktu " müdürlerin deruhte ettikleri verginin Tan-
zimafın uygulandığı yörelerden toplanarak hâzineye gönderilmediği, Maliye
Nezareti’nce Meclis-i Vaİâ’ya bildirilmişti. Bunun üzerine sadrazam, 5 Mayıs
1845’te bütün valilere gönderdiği yazıda, müdürlerin hazine gelirlerini en kısa
sürede teslim etmeleri, bunu gerçekieştiremeyeıılerin mallarının meclislerce satı
larak, zimmetlerine geçirdikleri vergilerin geri alınması isteniyordul57. Ancak, bu
uyarıya rağmen durumun değişmediğini olaylar göstermektedir.
Çorum kazası müdürü iken, işine son verilen ve muhasebesi yapılan Meh
med Ağa’mn köy ve aşiretler öşürü ile diğer hazine gelirlerinden toplam dört yük
otuz dokuz bin kuruşu zimmetine geçirdiği, bunun seksenyedi bin kuruşunun
masraflara gittiği, kalanının kendisinden alınarak, süresiz sürgün edilmesi karar
laştırılmıştı ,58«
22 Şubat ı846’da Konya Vaîisi’ne gönderilen sadrazamlık yazısında,
Gölhisar-ı Hamid kazası müdürü, Danabaşoğlu Ahmed Ağa, kaza masrafları ve
diğer giderler adı altında kırkikibin beşyüz, Afşar kazası müdürünün sekizbin,
Eğridir müdürünün oniki bin, Keçiborlu müdürünün ise üçbinbeşyüz kuruş
parayı kendileri için topladıklarının anlaşıldığı, Gölhisar müftüsünün bu tür
şeylerin padişah buyruğuna aykırı olduğunu belirtmesi karşısında müdür Ah-
med Ağa’nın onu istifaya zorladığı, bu yüzden müftünün İsparta’ya kaçtığı an
latılıyordu I59.
Karahisar sancağına bağlı Sandıklı kazası müdürü Ali Ağa, altmışbeş bin
yediyüz seksen yedi buçuk kuruşu hazine gelirinden, kırkikibin yüzseksen buçuk
kuruşu ise halktan zorla alınmak üzere toplam bir yük sekiz yüz doksan yedi bin
kuruş parayı zimmetine geçirdiği için yargılanmıştım .
Kandıra kazası müdürü, yapılan şikâyetler üzerine İstanbul’a çağrılarak
Meclis-i Vâlâ’da yargılanmış, suçlu görülerek, hakkında gerekenlerin yapılması,
aynca ondan yana yanlış bilgiler veren üç meclis üyesinin de diğerlerine örnek
olmak üzere ikişer ay süre ile Sinop’a sürgünleri kararlaştınlmıştı161.
Kırşehir kazası müdürü Mehmed Ağa, halka zulümederek zimmetine para
geçirdiği gerekçesiyle, görevden alınarak, yerine Divriği hanedanından Ahmed
Bey’in bin kuruş maaş ile atanması uygun görülmüştü162.
A yn iya t, 399 , s. 63. Konya valisine yazılan 22 Şubat 1846 tarihli sadrazamlık yazısı.
160 A yn iyat, 401 , s. 9. Hüdavendigâr müşirine yazılan 20 Ekim 1846 tarihli yazı. Ali A ğa’nm
hâzineyle halka olan borcunu ödemesi kararlaştınlmıştı.
161 Takvim -i Vekayi, defa 374.
A yn iyat, 410 , s. 14.
102
A y n ıy a , 412 , s. 49-50.
163
A yn iya t, 409 , s. 130.
164
A y n iya t, 411 , s. 95.
165
m A yn iya t, 411 , s. 114.
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU 247
167 A y m y a t, 414, s. 114. Harput valisine gönderilen 27 Haziran 1849 tarihli sadrazamlık yazısı.
108 Ayniyat, 414 , s. 74.
169 Abdüim ecit bu seyahatinin amacını şöyle belirtmişti: “Vedia-i İlâhiye olan bunca ibaddul-
laha edna derece bile teaddi vukuuna şefkat-ı şahanemiz kail olmak ihtimali olmadığından mema-
lik-i devlet-i aliyyemizden bazılarını görüp ahval-ı hakikiyelerini bizzat anlamak ve badehu sair
mahallerin halini dahi anlardan oldukça istidlal ile ona göre cümlenin refah ve asayişini biavnihı
laâJâikmâî etmek niyet-i hayriyesiyle bu defa... Rumeli canibine seyahal-ı seniyyemiz tasmim kılın
mıştır” Bkz. Karal, Osmanh Tarihi, VI, s. 102-103.
170 Ayniyat, 414 , s. 73-74.
248 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
ra geçiren Mehmed Ağa’nın görevden alındığı, ancak ayrıca iki yüz onaltıbin
iki yüz kuruşu da vergi olarak fazladan topladığı, bunun onyedibin beş yüz ku
ruşunun nereye harcandığını belirtmediği, kaza işlerine harcadığını söylediği sek-
seniki bin kuruş/a vergi toplayanlara verdiğini ileri sürdüğü yirmi beş bin kuruş
ve müfredatı açıklanmayan seksen iki bin kuruşun gerçekten kaza işlerine kulla
nıldığı anlaşılır ve halk da kabul ederse, kalanının kendisinden tahsil edilmesi
emrediliyordu17\
Seferhisar kazası müdürü ile meclis üyeleri ve müdür kâtibinin vergi alacağı
ile ilgili sahte defter ve mazbata tanzim ve takdim ettikleri için görevlerinden
alınarak, müdürün Sivas'a sürülmesi istenmişti172. Aynı şekilde Kayseri sancağı
na bağlı încesu kazası müdür, naib, müftü ve meclis üyelerinin uygunsuz tu
tumlarından ötürü görevlerinden alındıklarını görüyoruz173.
Kırşehir kazası müdürü Nâşir Bey de hazine gelirinden zimmetine elli dört
bin kuruş geçirdiği için azledilmişti l74.
17 Mayıs 1854 tarihli bir diğer yazı ile de Bozok sancağına bağlı Sorgun
kazası müdürü Ahmed Ağa, belirtilen suçlara benzer suç işlediği için görevin
den alınmıştı. Yerine sekiz yüz kuruş aylıkla bir başkası atanmıştı175,
1842 yılından başlayarak Vilayet Nizamnamesinin ilânı tarihine kadar ge
çen sürede nerelerde ne şekilde suç işlendiğini açıkça göz önüne sermek amacı
ile, müdürlerin adlarını vererek sebep oldukları olayları belirtmeyi uygun bul
duk. Böylece hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak bir biçimde Tanzimat’ın yöneti
min bu en alt basamağında gerçekleştirmek istediği halktan yana yeniliğin ne
den başarıya ulaşamadığını da sanırım kanıtladık.
Görüldüğü gibi, kaza müdürlerinin başta gelen görevleri, vergilerin toplan
ması idi. Bu yüzden onları birer yönetici olarak değil de kaza merkezlerinde de
vamlı oturan birer tahsildar olarak nitelemek mümkündür. Bunun yanısıra naib
ve kazanın ileri gelen kimseleri ile birlikte oluşturdukları bir küçük kurul vasıta-
siyle yönetimi ilgilendiren işlerle de müdürlerin ilgilendiklerini belirtmek gerekir.
Tanzimat öncesi voyvodaların ve çoğu yerde ve ayanların yaptıkları hizmetler,
Tanzimat’la birlikte kaza müdürlerine devredilmiştir. Onlar kazalarına bağlı koy
muhtarları ve imamların da yardımları ile bölgenin hâzineye doğrudan Ödemek
le yükümlü olduğu şer5i vergileri toplama işini uzun bir süre yapagelmişlerdir.
Tanzimat’ın ilânından 1864 y^ına kadar geçen sürede ülke yonedminde ya
pılan değişiklikleri ve bu değişikliklerin kent yaşantısına yansımasını belgelere
dayanarak ortaya koymaya çalıştık. Bu genel yapının işleyişini, ortaya çıkan so
runları, sanırım yeterince belirtmiş olduk. Bu kısımda I. Meşrutiyet’in ilânına
kadar geçen sürede esasa dokunulmaksızın yapılan düzenlemeleri genel çizgile
riyle vereceğiz.
Tanzimat’ın öngördüğü yeniliklerin bütün imparatorlukta yürürlüğe kon
ması ve istenilen başarının sağlanamaması, çeşitli tepkilere neden olmuştu. O s-
manii aydınlan, çıkarları zedelenenler, müslüman ve müslüman olmayan toplu
luklar, yenilikleri kendi açılarından yeterli bulmuyorlardı. Avrupa Büyük Devlet
leri ise, "Doğu Sorunu"nu gündemlerinden çıkarmıyorlar, çeşitli bahanelerle,
özellikle düzenlemelerin yürürlüğe konulmadığını ileri sürerek, hükümet işlerine
karışmaktan geri kalmıyorlardı. Kırım Savaşinın bitiminde yayınlanan "Islahat
Ferm anlım hazırlanışmda bu devletlerin büyük etkisi olmuştu. Müslüman olma
yan Osmanh uyruğu topluluklara tanınan haklan yetersiz görüyorlardı. Halbu
ki Fermanda yer alan ilkeler, Osmanlı yönetiminin öteden beri gerçekleştirmek
istediği şeylerdi. Can, mal, ırz ve namus güvenliğinin sağlanması, karma mah
kemelerin kurulması ve gayrı müslimlerin mahkemelerde şahitlik yapabilmeleri,
kanun önünde eşitlik, mezhep ve eğitim özgürlüğü, vergilerde ayınm yapılma
ması gibi konular, Tanzimat'tan beri uygulanmak istenen ana ilkelerdi. Ne var
ki Avrupa büyük devletleri, yapılanları yeterli görmüyorlardı. Özellikle
müslüman olmayanların vilâyet, sancak ve kaza meclislerinde yeterince temsil
250 TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU
176 Islahat Fermanı’nın hazırlanışı vc kapsamı çeşitli vesilelerle sık sık ele alınmıştır. Son iyi
bir değerlendirme için bkz. Roderic H.Davison; Reform in the Ottoman Empire, 1856-1876, Prin-
ceton University Press, 1963, pp. 52-80.
177 M . Tayyip Gökbilgin; Mı84o’ tan 1861’e kadar Cebel-i Lübnan Meselesi ve Dürziler” , B e l
leten, X (1946), s. 641-703.
TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU
,7d Ali Haydar Mithat; Mithat Paşa, Hayat-ı Siyasisi, 1,Kitap, İstanbul, 1325, s. 16 vd.; İlber
Ortaylı; Tanzim at’tan Sonra Mahalli İdareler (1840-1878), Ankara 1974, s. 42-48.
179 1864, 1867 ve ı87i*de yapılan düzenlemeler çıkarılan yönetmelik, tüzük ve talimatnameler
o devirde kitap halinde bastırılmış bulunmaktadır. A ynca D ü stu r’ un ilk cildinde de bu belgeler
yer almaktadır. Verdiğimiz bilgiler çok iyi bilinen bu basılı kaynaklardan alınmıştır.
25 * TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU
çıkarılan yeni tüzük ve yönetmeliklere uygun biçime konulmuş, 1867 yılına ge
lindiğinde uygulama tamamlanmıştır. Nizamname hükümlerine uygun olarak
İmparatorluk, vilâyet, sancak, kaza ve köy olmak üzere İdarî birimlere ayırılıyor-
du. Bu düzenleme Öncekinden farklı değildi. Ancak, yöneticilerin unvan ve
atanmalarında bazı değişiklikler yapılmıştı. Eyalet adı vilayet olmuş, vali yöneti
ci olarak durumunu ve unvanını korumuştu. Sancak yerine liva denilmekle bir
likte iki ad eş anlamda kullanılmış, kaymakam yerine yönetici olarak bu düzey-
de “Mutasarrıf* görevlendirilmiştir. Kaza birimi 1842'deki statüsünü korumakla
birlikte, seçimle göreve getirilen “kaza müdürü" yerine hükümetçe atanan “kay
makam” iş başına geçmiştir. Böylece en Önemli değişiklik kaza yönetiminde ya
pılmıştır. Köy idaresinde ise önemli bir yenilik görülmemektedir.
nuyordu. Kaza idare meclisi ise yönetim, yargı ve maliye işlerinde yöneticilere
yardımcı olmakta, gerekli kararları alıp uygulamaya koymakta idi.
Bu yönetmelikle ilk kez idari bir birim olarak getirilen nahiye örgütlenmesi,
kaza sınırları içindeki köy ve çiftliklerin yakınlıkları ve ilişkileri göz önünde tutu
larak düzenlenmişti. Beşyüz kişiden fazla nüfusu olan köy ve çiftliklerin nahiye
oluşturmaları mümkündü. Kazaların idare meclisleri, nahiyelerin merkez ve sı
nırlarını belirleyerek Liva idare meclislerine sunacak, uygun görüldükten sonra
vilâyet umum meclisine bildirilecekti. Oraca onaylandıktan sonra padişahın bil
gisine sunularak gerekli izin alınacaktı.
Nahiye müdürü, bağlı köyler ihtiyar heyeti üyelerinden en çok dörder kişi
nin katılmasıyla oluşturulacak “Nahiye M eclisime danışarak yönetim işlerini yeri
ne getirecekti. Özellikle yasa ve yönetmeliklerin, emir ve fermanların bölge hal
kına duyurulması, ölüm, doğum, arazi anlaşmazlıkları ile ilgili olarak muhtarlar
tarafından kendisine ulaştırılan bilgi ve şikâyetleri, kaza kaymakamlarına ileterek
gerekli işlemlerin yapılmasını sağlamak başlıca görevleri arasında yer almakta
idi. Muhtar ve ihtiyar heyetleri ile ilgili yakınmalar ve şikâyetleri de araştırarak
kaymakama iletirlerdi. Kısacası nahiye müdürleri, hükümet ile halk arasında es
ki dönemde ayanların yaptıkları aracılık işini yüklenmiş bulunuyorlardı.
dar, mektupçu, müfettiş-i hükkâm-ı şer’iye (Şer'i işler müfettişi), umur-ı ecne-
biyye müdürü idi. Vali başkan olarak görev alıyordu. Meclisin seçimle görevlen
dirilen dört üyesinden ikisi müslüman, ikisi ise müslüman olmayan toplulukları
temsil ediyorlardı. Görülüyor ki; hükümet görevlileri ile seçilerek katılanlarm sa
yıları denkti. Ancak vali başkan olarak hükümeti temsil eden en üst düzeyde
yetkili olup mecliste denge unsuru veya kararların alınmasında etkin olan tek
kişi durumunda idi. Onun katılacağı tarafın dilediğini benimsetmesi işten değil
di,
1864 ve 1869 düzenlemesiyle bu şekilde oluşturulan vilâyet idare meclisleri
nin yapısında ufak tefek değişiklikler 1871 Ocağm’da yapılmıştır. 29 Şevval 1287
(22 Ocak 1971) tarihli “İdare-i Umumiye-i Vilâyet Nizâmnâmesi” daha, önceden be
lirlenen ve uygulanan kurallan yeniden kısımlara ayırarak ve önemli bir değişiklik
yapmadan yayınlayarak yürürlüğe koymuştur. Bu nizamnamede her kurum ve
kuruluşun görevleri ayrıntılarıyla verilmiş bulunmaktadır. 76-89. maddeler;
“Meclis-i İdare-i Vilâyet'm" yapısını düzenleyerek, görevlerini belirlemiştir. Buna
göre; nizamiye mahkemelerinin kuruluşu tamamlandığından “Müfettiş-i
Hükkâm-ı Şer’iye3*ye gerek kalmamışa. Onun yerini “Merkez N aibi* almıştı. Doğal
olarak idare meclisinin de üyesi oluyordu. Bunun dışında meclisin kuruluşunda
bir değişiklik söz konusu değildi.
Vilâyet idare meclislerinin görevlerine gelince; Nizamnameye göre bu
görevler iki kısımdan ibaretti. İlki, vilâyetin genel yönetimi ile ilgili olanlardı.
İkincisi ise özel idareyi ilgilendiriyordu. Genel işlerin görüşülmesi, karara bağ
lanması, Vilâyet Umum Meclislerine bırakılıyordu. İdare meclislerinin görevleri
ise şöyle saptanıyordu (Nizamname, 76-89. maddeler).
Yönetimle ilgili olan görevler: Hükümetin gerek gördüğü her türlü satın al
malarla, mukavelelerin yapılması, kuralların çerçevesinde öşür ve diğer vergilerin
iltizama verilmesi, devlet ormanlarının müzayedesi, orman ve maden işleriyle,
kamuya ait binaların korunması, ve bakımı, güvenliğin sağlanması, zaptiye askeri
nin yönetilmesi, olağanüstü durumlarda istenecek düzenli askerin gereksinmele
rinin karşılanması, gelir ve giderlerin denetlenmesi, menkul ve gayrı menkul
devlet gelir kaynaklarının idare ve korunması, belediye meclislerinin aldıkları
kararların incelenmesi, livalar arasında yol yapımı, vilayet sınırlan içinde, ziraat
ve ticaretin diğer kamu yararına işlerin gelişdrilmesi, kaza ve köylerin, kurulma
sı, birleştirilmesi, bağlantılannın düzenlenmesi, genel sağlığın korunması, ıslah
hane, hastahane tesisi, panayır ve pazar yerleriyle kabristan alanlarının saptan
ması, hiç kimseye ait olmayan yerlerin kamu yaranna değerlendirilmesi gibi iş
lerle, valinin yönetimle ilgili havale ettiği bütün konuları incelemek, müzakere
etmek, tutanaklarını vilâyete sunmakla yükümlü tutulmakta idi (77«madde).
Ayrıca liva idare meclislerinin görüşüp havale ettikleri işlere de bakılacaktı.
Vilayet idare meclislerinin ikinci önemli görevleri yargılama idi. Devlet me-
murlannın suç işleyenleri, kural gereği burada yargılanacaklardı. Özellikle hazi
256 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
sin doğal üyeleridirler. Halk tarafından seçilen ikisi müslüman, ikisi müslüman
olmayan dört üye kuruluşu tamamlamaktadır.
Liva idare meclislerinin oluşturulmasında çeşitli toplulukların temsil edil
meleri bakımından vilâyet idare meclislerine göre bazı farklılıklar göze çarpmak
tadır. Özellikle Anadolu ve Arabistan’da müslüman olmayan nüfusun dağınık
yerleşmesi, Rumeli’ye oranla azınlıkta kalması, birçok kentte meclislerde bir üye
ile temsil edilmelerine ya da hiç edilmemelerine yol açmıştır.
Bu meclis, bulunduğu kazanın, mektep, hapishane, hastahane gibi kurum-
ların yapım, bakım, onarım işleri yanısıra, kazaları birbirine bağlayan yolların
yapımı, onarımı işlerine de bakmaktadır. Tıpkı vilâyet idare meclisi gibi kendi
alanındaki mali işlerle de uğraşmaktadır. Vergilerin dağıtılıp toplatılması, iltiza
ma verilmesi, hazine gelir kaynaklarının korunması görevleri arasında yer al
maktadır. Nahiye meclislerinin bir üst kuruluşu olarak, kendisine oraca gönde
rilen belgelerin incelenmesi, kararların gözden geçirilmesi işini yapmaktadır.
Vergi anlaşmazlıkları, memurların idari işlerden dolayı işledikleri suçlar ve ben
zeri konularda yargılama yetkisine sahiptir.
Liva meclislerinde eşraf, gerek kendi arasında, gerekse hükümetin görevlen
dirdiği devlet memurlarıyla çatışma halindedir. Bu düzeyde eşraf daha güçsüz
ve nüfuz gruplan daha küçük olduğundan, rekabet ve mücadele şiddetli olmak
ta idi. Devlet görevlilerine karşı direniş daha çok vergi ödemede ortaya çıkmak
ta, bazen de yeniliklere tepki şeklinde kendini göstermektedir. Ziya Paşa’nın
Amasya mutasarrıflığı sırasında çıkan olaylar, bu konuda bilinen en iyi örneği
oluşturmaktadır. Bayındırlık çalışmaları için koyduğu vergi ve bedeni hizmet
yükümlülüğü yüzünden halkın, fakir birkaç köylünün hakkını korumaya çalıştı
ğı için de eşrafın tepkisi ile karşılaşmıştı. Meclis üyelerinden Zile müftüsü
Lütfullah Efendi ve Yörük Ağası Hacı Haşan, halkın bir kısmını ayaklandmp,
Bâb-ı Âliye Paşa’nın zülmünden şikâyet ettirmişlerdir. Olaylar üzerine Ziya Pa
şa görevinden alınmıştı180. Liva meclislerinin merkezin denetiminden daha uzak
olması, memurların yerli ileri gelen üyelerle ya çatışıp elenmelerine, ya da ister
istemez onlarla anlaşmalarına yol açmakta idi.
180 Kenan Akyüz; Ziya Paşa’nın Amasya Mutasarrıflığı Sırasındaki Olaylar, B elgeler T, A n
kara 1964.
260 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
Umumi meclisler, sözü edilen konularda karar verip uygulama yetkisine sa
hip değildi. Üyeler, görüş ve düşüncelerini açıklarlar, çoğunlukla alman karar
lar, kayıtlara geçirildikten sonra hükümete iletilirdi. Ülkenin her tarafından
merkeze ulaşan istekler, ilgili komisyon ve bakanlıklara iletilir, bayındırlıkla ilgili
olanlarına öncelik verilerek, *‘Dâr-ı Şura*da görüşme konusu yapılırdı. İstekler
den yerinde görülenlerin gerçekleştirilmesi için mali destekle birlikte proje ve
teknik yardım da gönderilerek uygulamaya konulurdu.
Vilayet Umumi Meclisi’nin toplantısı herkese açık değildi. Gizlilik genel ku
raldı. Yaptırım yetkisi olmadığı gibi,ÖzeI bir bütçesi de yoktu. Alman kararların
ve önerilerin İstanbul’a iletilmesi için bazen meclis üyelerinden bir kaçı görev
lendirilir, gidiş yollukları vilâyet gelirlerinden sağlanırdı. Dönüş için kendilerine
hazine tarafından yolluk ve yevmiye Ödenirdi. Meclislerin tüzel kişiliği yoktu.
Daha sonraları kurulacak il özel idarelerinin sahip oldukları olanakların
tümünden yoksundu.
181 Başvekalet Arşivi, A y n iy a t D efterleri No: 817/ s. 56-57. Aydın vilâyetine sadrazamlıktan
yazılan Ağustos 1868 (25.C.1285) tarihli yazı sureti.
264 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
182 A yn iyat D efteri 807 /s. 66. Konya vilayetine 25 Ekim 1869 (19 Recep 1286) da gönderi
len yazı sureti.
266 TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU
m A y n iy a t, 805/s. 26-27.
184 A yn iya t, 910 /s. 43,44. 47-49.
TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU 267
İhtisas Komisyonları
Vilâyet merkezlerinde sözünü ettiğimiz bu kuruluşlann dışında birçok Özel
ihtisas komisyonlan kurulmuş, mahkemelerde de halk tarafından seçilen kimse
ler görev almışlardır. Tıpkı, hükümet merkezinde olduğu gibi, bayındırlık, eği
tim Öğretim, ziraat ve ticaret, askerlik, maliye alanlarında ayrı ayrı oluşturulan
küçük meclisler kendi alanlarında çalışmalar yapmışlardır. Asıl yerel hizmet or
ganları olan bu komisyonlarda seçilen üyelerin çokluğu, halkın yönetime katıl
ması şeklinde değerlendirilebilir.
Ticaret Meclisleri
Vilayet ve liva merkezlerinde kurulan bu meclisler, ticarî davalara bakıyor
lardı. Vilâyet ticaret meclisi ,bir başkan ve yeteri kadar üyeden oluşuyordu.
Dönemin ticaret anlayışına uygun olarak, bu meclisler yörenin tüccarlarından
ve esnaf temsilcilerinden kuruluyordu. Bu kurul, Ticaret Nezareti’ne bağlı idi.
Üyelik için uygun görülenlerin atanmaları Ticaret Nezaretinin onayı ile kesinle
şiyordu. Bir başkan, iki daimi üye ve dört geçici üyeden ibaretti. 1868 yılında
İmparatorluğun 64 yerleşim merkezinde Ticaret Meclislerinin faaliyette oldukla
rı anlaşılmaktadır.
Vilâyet erkânı: Vali, merkez naibi, defterdar, mektubî, zabtiye alay beyi.
hesap emini, bölük ağası, muavini, süvari jurnal emini ile piyade jurnal eminin
den oluşan “Alay Meclisi” ve, alay beyi dışında sözünü ettiğimiz görevlilerden
kurulan “ Tabur Meclisi” bulunuyordu.
Trabzon vilâyetindeki görevlilere gelince; Vali, "Divan-ı T em yizi Vilâyet Rei
si ” defterdar, merkez naibi, mektubî ve zaptiye alay beyi “erkân-ı vilâyet” olarak
kayda geçirilmişlerdi. “Divan-ı temyiz-i vilayetim beş üyesinden üçü müslüman,
ikisi hıristiyan idi. Ayrıca reisliğini merkez naibinin yaptığı “Meclis-i temyiz-i hu
kuklun iki üyesi müslüman, ikisi gayrımüslümdü. Bir de başkâtip bulunuyordu.
Liva düzeyindeki diğer bütün kentlerde ufak tefek farklılıklarla aynı kurum
ve kuruluşların bulunduğu, salname kayıtlarından anlaşılmaktadır. Örneğin,
Kastamonu vilayetine bağlı diğer bir liva merkezi olan Çankırı’da Bolu’dan
272 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
farklı olarak, bir ticaret mahkemesi bulunuyordu. Diğer kurumların tümü aynı
ad ve niteliği taşıyordu. Bundan ötürü, diğer kentlerden örnekler vermekte ya
rar görmüyoruz,
156 İstanbul’da '‘Şehremaneti” ve Belediye Meclislerinin kurulması, sonraki gelişmeler İlber Ortaylı
tarafından ayrıntılarıyla ele alınmış bulunmaktadır. Bkz. Tanzim at’tan sonra Mahalli İdareler, s.
115 vd. Aynca, Osman Nuri (Ergin) Mecelle-i Umur-î Belediye, C.Fde belgelere dayalı önemli bil
giler vermektedir.
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU 275
Vali veya mutasarrıfın görevlendireceği bir başkan (Reis) ile altı üyeden
oluşacak belediye meclisi bu görevleri yerine getirecekti. Başkan hükümet me
murları arasından atanacak, bu görevi fahri olarak yapacaktı. Belediye meclisi
nin alacağı kararlan uygulamak ve meclise başkanlık etmekle yükümlü tutul
muştu. Kendisine yardımcı olarak bir muavin veriliyordu. Ayrıca, kent merke
zindeki mühendis ve hükümet tabibi, meclisin müşavir üyeleri idiler. Belediye
276 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
meclisi üyeliğine seçilmek için aranan şartlar diğer kurulların üyelerinkiyle ben
zerdi. “0 yerin muteberamndan olmak” şarttı. 1871 tarihli Vilâyet Nizamnamesi, se
çim şartlarını daha ayrıntılı biçimde belirlemekdir, Üyelerin seçilmelerinde uy
gulanan yöntem, Vilâyet, Liva ve Kaza İdare meclisleri üyelerinin seçilmelerine
de uygulanan yönteme benzemektedir. 30 yaşını geçmemiş, Türkçe okur-yazar
olmak ve vilayet ile liva merkezlerinde yılda enaz 500 kuruş, kaza merkezlerinde
ise 150 kuruş vergi vermiş olmak, üyelik için aranılan şartlardır.
Her nahiye merkezinde bir Sulh Mahkemesi (İhtiyar Meclisi) basit anlaşmaz
lıkları, 40 kuruşu geçmeyen davalan görüşecekti. Kaza merkezlerinde Dava Mecli
si (Meclis-i Deâvi), sancak merkezi olan kentlerde “Hukuk ve Cinayet Temyiz Mec
lisi” (Meclis-i Temyiz ve Hukuk), vilâyetlerde ise büyük bir “Hukuk ve Cinayet
Temyiz Meclisi” kuruluyordu. Kazalarda dâva meclisleri, hâkimin (kadının) baş
kanlığında altı üyeden oluşuyordu. Üyelerden üçü müslüman üçü müslüman
olmayan kimseler arasından seçimle belirleniyordu. Sancak (Liva) merkezlerin
deki cinayet ve hukuk temyiz meclisleri ise hâkimin başkanlığında yedi kişiden
kuruluyordu. Altı üye müslüman ve olmayanları temsilen seçilerek atanıyor,
hükümet ayrıca hukuktan anlayan bir kişiyi bu kurulda görevlendiriyordu.
makta idi. Kadılık mesleği dışında İmparatorlukta hâkim yetiştiren bir kurumun
bulunmayış] bunun başlıca nedeni idi.
Mahkemelerin geri kalan üyeleri, halk tarafından iki yıl için seçilirlerdi.
Üyelerin yansı müslüman, yansı müslüman olmayan kesimdendi. Gerek Tanzi
mat Fermanı gerekse Islâhat Fermanı, hıristiyan ve müslümanlar arasında hu
kuk eşitliği ilkesini getirmiş, Avrupa devletlerinin baskıları da bu uygulamayı
adeta mecburiyet haline getirmişti.
Mahkeme kararlarının Türkçe olarak yazılması ilkesi benimsenmiş, ayrıca
halk çoğunluğunun kullandığı dillere tercüme edilmesi uygun görülmüştü.
Hâkimler, geçerli bir nedenleri olmaksızın görev yerlerinden ayrılmayacak
lardı. Mülki amir ve memurlar, mahkemelerin çalışma biçimleri ve aldıklan ka
rarlara hiçbir şekilde karışmayacaklar, böylece yargı, yönetimden tamamen ba
ğımsız olarak çalışma imkânına kavuşmuş olacaktı.
Şeıiat Mahkemeleri: Tanzimatın ilânından sonra şer’i mahkemeler varlıklannı
aynen sürdürmekle birlikte, görev ve yetki alanlan oldukça sınırlandırılmıştır.
Bu mahkemeler, evlenme, boşanma, miras ve benzeri konulan, şeriatın
öngördüğü biçimde çözümlemekle yetineceklerdi. Naib (hâkim) başkanlığında,
başkâtip ve muhzırlardan oluşan yapısını koruyordu.
Tanzimat arefesinde, naiblerin durumu yeniden ele alınmış, bir ceza yasası
ile suç işlemeleri önlenmek istenmişti. 5 Nisan 1855 tarihinde ilân edilen yeni
“Nüvvâb Nizamnamesi” ile, naiblerin atanma, görev ve yetkileri aynntıianyıa be
lirlendi. Buna göre, İmparatorluk sınırları içindeki şer’i mahkemeler beş sınıfa
aynlıyor, rütbe, ehliyet ve haysiyetlerine göre, buralarda hizmet yapacak naibler
de sınıflandırılıyorlardı. Her grup, kendine aynlan kazalarda görev süresini ta
mamladıktan sonra, sınavla ancak bir üst dereceye geçebilecekti.
Öte yanda ilk kez hâkimlik ayrı bir ihtisas alanı olarak değerlendirilmeye
başlanmıştı. Bu anlayışın doğal sonucu olarak, 1854 yılında İstanbul’da kadı ye
tiştirmek amacı ile “Muallimhane-i Nüvvab* adı altında bir okul açılmış, iki yıl
eğitimden sonra ilk mezununu vermişti. Nizâmiye mahkemelerinin artan hakim
ihtiyacını karşılamak üzere ıSög’da Hukuk Mektebi açılıncaya kadar, bu kurum
hem nizamiye ve hem de şer’i mahkemeler için hâkim yetiştiren tek kuruluş
olarak kalmıştır.
Yapılan düzenlemelerle, naipliğe geçmek isteyenlere, İstanbul mahkemelerin
den birine devam edip, hakiminden devam süresi ve yeteneği konusunda bir
belge almak, bundan sonra, Şeyhülislâm ve ulemadan kimselerin katıldıklan
kurullarda sınava girerek naibliğe hak kazanmak mecburiyeti getirilmiştir. Sına
vın şekli, başarı dereceleri ve başarısız olanlann yapabilecekleri işler, ayrıntılany-
la belirlenmiş bulunuyordu.
Anadolu’daki kentlerin vilâyet merkezi olanları yapılan cüzenleme ile birin
ci sınıf naiplik olarak gruplandınlmıştı. Kaymakamlıklar (daha sonra mutasar
TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU 283
rıflıklar) ikinci sınıf, büyükçe kazalar ise üçüncü sınıf naiplik merkezleri olmuş
lardı. Naipler, belirttiğimiz gibi hem nizamiye ve hem de şeriat mahkemelerin
de başkan olarak görev yapıyorlar, ayrıca kent merkezlerinde oluşturulan mec
lislere doğal üye olarak katılıyorlardı. Ne var ki Tanzimat öncesi etkinliklerini
ve en önde gelen saygın kişiler olma özelliklerini yitirmişlerdi. İleri gelenler ara
sında, kentin yönetim işlerine hemen hemen hiç karışamayan gerçek bir yargıç
(Hâkim) olmaktan öte etkinlikleri kalmamıştı. Birer devlet memuru olarak kabul
edildiklerinden, suç işlediklerinde eyalet meclislerinde yargılanmaları hükme
bağlanmıştı.
Şer’i mahkemelerde elde edilecek gelirin % 20’si kâtip ve muhzırlara veril
mek üzere naib tarafından İdare Meclislerine verilecek, orada bölüştürülecekti.
Alacakları harçlar, ilâm ve hüccet bedelleri de yeniden ayrıntılarıyla belirlenmiş
bulunuyordu.
Yargı alanında yapılan bu düzenlemelere paralel olarak, bazı yasal çalış
maların yapıldığı da bilinmektedir. Özellikle Mecelle’nin hazırlanması bu
dönemde gerçekleştirilmiş önemli bir atıhmdı. Cevdet Paşa’nın başkanlığında
kurulan bir komisyon, yaklaşık on yıl süren bir çalışma sonunda fıkıh ilminin
dünya işleriyle ilgili hükümlerini bir araya topladı. Bir giriş ve onaltı k'taptan
oluşan bu ilk kanun külliyesi 1078 yf.lmda tamamlandı. Tam aniarnı ih bir me
deni kanun olmamakla birlikle, dağınık bulunan birçok kuralın bir araya geti
rilmesi, özellikle nizamiye mahkemeleri için çok yararlı oldu. Mecelle aslında da
ha çok bu mahkemelerin ihtiyaçları gözönünde tutularak hazırlandı. Ancak,
Şer’iye mahkemelerinde de uygulanması istendi.
Mecellenin Türkçe yazılmış olması da önemli idi. Bu tarihe kadar hükme
esas olarak kabul edilen fıkıh kuralları arapça yazılmıştı. Türkçe’nin hukuk dili
olarak gelişmesinde Cevdet Paşa başkanlığındaki kurulun çalışmalarıyla yeni bir
aşamaya gelinmiş oldu.
Eğitim ve Öğretim - Basın
Rüşdiyelerin açılması
Tanzimat öncesinde eğitim ve öğretim alanında çağdaşlaşma girişimlerinin
Anadolu kentlerindeki kurumlara yansımadığını görüyoruz. Mektep ve medrese
dışında açılan yeni okulların tümü İstanbul’da bulundukları gibi, mezunlan da
yine orada görevlendirilmişlerdir. Daha doğrusu, Mühendishane-i Berr-i Hümâ
yun, Mühendishane-i Bahr-i Hümâyun ve askeri Tıphane, İmparatorluğun as
kerlik alanında gerek duyduğu elemanları yetiştirmek amacı ile açılmışlardı.
Verdikleri hizmetler çok sınırlı kaldığından, ülke genelinde ve Anadolu’da etkin
likleri sozkonusu değildi.
II. Mahmut döneminin son yıllarından başlanarak, diğer kurum ve kuru
luşlarda yapılan yenilikler, eğitim ve öğretim alanında da kendini göstermekte
dir. 1838 yılında ülkenin ziraat, bayındırlık, sanayi, sanat ve her türlü fenniyle
ilgilenmek üzere “Meclis-i Umur-ı N afia” (Bayındırlık İşleri Meclisi) oluşturuldu.
Eğitim, yararlı işlerden sayıldığından buraya bağlandı189. Bu meclis, 18 3 9 ^
eğitim alanında yapılması düşünülen yenilikleri kapsayan bir “lâyiha” (rapor)
yayınladı. Burada eğitimin yararlarına değiniliyor, ülkenin kalkınmasında, in-
sanlann varlıklı ve mutlu yaşamalarında önemli bir öğe olduğu vurgulanıyordu.
Çocukların mutlaka okula gönderilmelerinin sağlanması, bilgili öğretmenlerce
sınıf usulüne göre ders görmeleri öneriliyordu. Aynca bağımsız bir “Maarif teşki
latı "kurulması teklif ediliyordu 19°.
' 89 M. Cevat, Maarif-i Um umiye Nezareti Tarihçe-i Teşkilâtı ve İcraatı, İstanbul, 1338, s. 21.
ıw Haşan Ali Koçer, Türkiye’ de M odem Eğitimin Doğuşu ve Gelişimi, 1773-1923, Ankara
1974, s. 41. A ynca Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul 1973» s. 161.
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU 285
Tasanya göre eğitim sistemi ilk, orta ve yüksek olmak üzere düşünülüyor,
her derecedeki okulların, belirlenecek kurallara göre öğretim yapması
öngörülüyordu. Bu öneriler, Meclis-i Vâlâ’da benimsenmiş, bir mazbata ile
Abdülmecit’e sunulmuştur. Padişahın onayı üzerine 17 Temmuz 1846’da *Mec
lis-i Maarif-i Umumiye* kurulmuştur. Nafıa Nezareti bünyesinde oluşturulan bu
kurul, ülkenin bütün eğitim ve öğretim işlerini görüşüp gerekli kararları almak
la yetkili idi. Alacağı kararların uygulanması için ayrı bir örgütlenme gerekli
görüldüğünden, 8 Kasım 1846’da *Mekâtib-i Umumiye Nezareti” kuruldu. Görevi,
sibyan mekteplerinin ıslahı ve rüşdiye mekteplerinin çoğaltılması olarak belirlen
mişti. Bu sıralarda tamamen ulemanın denetiminde olan sibyan mekteplerinde
önemli bir düzenleme yapmak mümkün değildi. Rüşdiyelerin çoğaltılması ise
İstanbul ve merkeze yakın büyük kentlerden başlanarak 1847 yılından itibaren
gerçekleştirilmeye başlandı.
Rüşdiyeler dört sınıflı idiler. 1868’dan sonra beşinci sınıf eklenmiş, ancak
uygulama olanağı bulunamadığından kısa süre sonra bundan vazgeçilmişti,
Arapça sarf ve nahiv, imlâ, Türkçe okuma-yazma; Farsça, Kur’an okuma, Os-
manlı, İslâm ve Dünya tarihleri, hesap ve coğrafya okutulan başlıca dersler idi.
1867 yılında Kavaid-i Osmanî, hendese ve münşeat-ı Türkı gibi dersler de prog
rama alınmıştır.
Yeni okulların açılması ile birlikte kent merkezlerinde bina yapımı, öğret
men bulma ve benzeri eğitim sorunları gündeme gelmişti. Yasal düzenlemeler,
hükümet merkezinde alınan önlemlerin yanısıra kent merkezlerinde de öğretim
le ilgilenmek üzere özel kurullar oluşturulmaya başlandı. Özellikle 1864 düzen
lemesinden sonra Vilâyet merkezlerinde “'Maarif Meclisleri” kurulmuş ve birer
0Maarif Müdürü” görevlendirilmeye başlanmıştır. Maarif meclisleri genellikle
müftü, hükümet tabibi ve hacı-hoca olan üyelerden oluşuyordu. İdare Meclisle
ri, Rüşdiye, kütüphane ve benzeri eğitim-Öğretim kurumlannın açılması ile ilgili
kararlar alıp hükümete sunmakla da görevli idiler Öneriler yerinde görülürse,
onaylanarak gerçekleştirilmesine izin verilmekte idi. Örneğin, Ankara vilâyeti
merkezinde bir rüşdiye mektebinin açılması için °Meclis-i İdare-i Vilâyet1\n isteği
görüşüldüğünde, kentteki sibyan mektepleri ve vakıf binalardan rüşdiye olmaya
elverişli mahal olmadığı, Ankara kazalarından toplanan kurban derilerinden
sağlanan para ile yapımına başlanan fakat tamamlanamayan “Muvakkithane” ile
kütüphane binası inşaatının mektep olmaya elverişli olduğu, tamamlanması için
32107 kuruşa ihtiyaç duyulduğu anlaşılmıştı. Bu parayı kıtlıktan ötürü halktan
“İane” olarak almak mümkün görülmüyor, wMemleket Sandığı”hdan sağlanması
için izin isteniyordu. Bu istek Meclis-i Vâlâ tarafından yerinde görülmüş, gerekli
onay ve izin verilmiştim .
Her köy ve mahallede bir sibyan; 500 evli kasabalarda rüşdiye; 1000 haneli
olanlarında idadi, vilâyet merkezlerinde sultani, İstanbul’da kız ve erkek muallim
mektepleri ve bir darülfünun, ayrıca uygun yerlerde kız rüşdiyeleri açılması ön
görülüyordu. Sibyan ve rüşdiyeler müslüman, müslüman olmayanlar için ayrı,
kızlar için ayn, diğerleri ise karma olacaktı. Bütün okullarda Osmanlı uyruğu
diplomalı öğretmenler ders verecekler, terfılerinde “liyakat ve kıdem’’ esas alına
caktı.
Devlet bütçesinden ayrılan ödenek, her türlü bağışlar, tahsis edilen vakıf ge
lirleri ve öğrencilerden alınacak harçlarla Öğretim giderleri karşılanacaktı. Bu
paralar “Maarif Sandıklan *nda toplanıp harcama buraca yapılacaktı (192-
198.maddeler). Muallim-i evvei’e 800, muallim-i sani’ye 500, Mubassır’a (gözet
men) 250, okul hademesine 150 kuruş aylık ödenecekti. İlköğretimin bina, araç-
gereç giderleriyle öğretmen aylıkları, halktan toplanacak iane ile karşılanacaktı.
TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU 289
F. 19
290 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
tipi ile karşılaşmış, onlardan yeni şeyler öğrenmeye başlamıştır. Gerçi, Maarif
Meclislerinde ve okullarda medrese çıkışlı hocalar ve müderrisler çoğunlukta
bulunuyorlardı. Ancak, onlar da kendilerine çeki düzen vermek zorunda kalmış
lar, bildiklerince plânsız programsız ders vermek yerine, merkezden bildirilen
kurallar çerçevesinde hareket etmek gereğini duymuşlardı.
Nizamnamenin öngördüğü kuralların tümü Anadolu rüşdiyelerinde elbette
uygulanamıyordu. Yeterli öğretmen, araç-gereç bulmakta güçlük çekiliyordu.
Çoğu kent merkezinde rüşdiye olacak nitelikte bina bile bulunamıyordu. Yeni
lerinin yapımı ise mali zorluklardan ötürü kolay olmuyordu. Gerçi, bakanlık
her tarafta uygulanmak üzere bir “Rüşdiye binası plânı” hazırlatmış, ilgili yerle
re göndermiş, hükümet bütçesine bunun için az da olsa ödenek koymuştu. Ne
var ki iyi niyete dayalı bu girişimler çoğu yerde kâğıt üzerinde kalmakta idi.
Rüştiyeler konusunu Kastamonu vilayetinden vereceğimiz örneklerle burada
kapatıyoruz. 1878 yılına gelindiğinde Kastamonu merkezinde iki rüştiyenin bu
lunduğunu görüyoruz. Erkek rüştiyesinde bir başöğretmen, iki öğretmen, bir
yazı hocası ve kapıcı görev yapmakta idi. Henüz Öğretmen okulu çıkışlı bir
öğretmen burada bulunmuyordu. Başöğretmen müderris Ali Behçet Efendi idi.
Kadılardan Mehmet Enis Efendi ikinci ve Hafız Mehmed Rüştü Efendi ise
rüşdiyenin üçüncü öğretmeni idi. Öğrenci sayısı 136 olarak belirlenmişti.
Islahhanelerin Açılması
Öğretim alanında bu dönemde atılan ikinci önemli adım “Islâhhane”lerin
açılmaya başlanmasıdır. Mithat Paşa’nın Tuna Vilâyetinde vali bulunduğu yıl
larda gerçekleştirdiği bu kurum, 1868 yılından itibaren İstanbul’da ve daha son
raları Anadolu kentlerinde ve bütün İmparatorlukta faaliyete geçmiştir. “Mekteb-i
Sanayi" diye de adlandırılan bu okullarda öğrencilere bölgenin gereksinmelerine
Bastn-Yayın
Tanzimat dönemi eğitim-Öğretiminin belirgin bir özelliği de eğitimin
yaygınlaştırılmasında en önemli bir etken olan yayım faaliyetlerinin giderek yay
gınlaşması olayıdır. Matbaanın Türkiye’ye girişinden ı86o’lı yıllara kadar geçen
dönemde İstanbul dışında etkinliği olmayan kitap, gazete ve mecmua çıkarma
olayı, ilk kez Abdülâziz döneminde önemli derecede artmıştır. 1864 vilâyet düzen
lemesi ile birlikte, her vilâyet merkezinde bir matbaanın kurulması direktifinin
verilmesi ve uygulamaya konulması Türkiye’de basılı eserler alanında yeni bir
donemin başlangıcı olmuştur.
İlgili kısımda belirtildiği gibi, vilâyetin bütün resmi ve resmi olmayan yazı
larından baş sorumlu “ Vilâyet mektupçusu" idi. Bu nedenle, gazetelerde yer alan
yazıların çoğu mektupçular tarafından kaleme almıyordu. Ancak, matbaa mec
lislerinin oluşturularak, bir çeşit yazı işleri kurulu gibi faaliyet gösterdiklerini de
biliyoruz. Gazetelerde yer alan ya2ilar çoğunlukla imzasızdı. Yasa, yönetmelik,
verilen ödüller» atanma emirleri, başarılan işler, başlıca konulan oluşturmakta
idi. Az da olsa, inceleme, araştırma ve tarihle ilgili yazılara da yer veriliyordu.
İstanbul gazetelerinde çıkan haber ve makeleler de bazen aynen yayınlanmakta
idi.
Vilâyet Yıllıkları
Tanzimat’ın ilânından sonra İmparatorlukta ilk kez 1847 yılından başlana
rak yılda bir kez resmi devlet yıllığı (Salname-i Devlet-i Aliye-yi Osmaniye) çı
karılmaya başlanmıştır. Mustafa Reşit Paşa’nın teşviki ile tarihçi Hayrullah
Efendi, Ahmet Vefık Efendi ve Ahmet Cevdet Paşamın müşterek çalışmaları so
nunda, ilk sayısı 1847 yılında çıkarılan devlet yıllığı; her yıl giderek kapsamı ge
nişleyen, daha düzenli ve kullanışlı şekle getirilerek yayınını imparatorluğun yı
kılışına kadar sürdürmüştür. Hükümet merkezinde başlatılan bu girişim, 1869
yılına gelindiğinde vilâyet merkezlerine de kaydırılmıştır.
203 Cîv.-rek devlet vc gerekse vilâyet salnameleri çeşitli araştırma ve incelemelerde ba^urulan
ilk bilgi kayna1.:lan olmuşlardır. Ancak, bu kaynakları başlıca arattırma konusu yapan, inceleyen,
irdeleyip birbirlt-iyle karşılaştıran bir araştırma henüz yapılmış değildir. Haşan D um anın İstanbul
küt'üpîiûnderiiiüe bulunan yıılıkian katalog şekiuıde bazı açıkiamainrla sunması, bu alanda yapıla
cak çalışmalara j^ık tutacak niteliktedir. Bkz. H.Duman, O to m a n Year Books (Salname and Nev-
sal), İstanbul 1982.
Haberleşme ve Ulaşım
Tanzimat’ın ilânı ile birlikte konu yeniden gündeme alınmıştır. 1840 yılı
baharında özel bir kurul oluşturularak haberleşme alanında yapılacak düzenle
meler saptanmış, Avrupa'da bu alanda uygulanan yöntemleri bilen Mustafa Sa
mi Efendi, Posta Müdürü olarak görevlendirilmişti (4 Temmuz 1840). Ticaret Ne
zaretine bağlı olarak çalışmalarını sürdürmüş, 23 Ekim 18 4 0 ^ hazırlıklar ta-
i •. .“.mlanarak “Posta Nezareti” kurulmuştur. Nezaret kısa sürede çalışma alanını
genişletmiş, devlete ait haberleşme evrakı ile halkın mektup ve diğer posta mad
delerini taşıtmaya başlamıştı.
TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU 295
İstanbul dışında ilk defa Edirne'ye 1840 yılında posta müdürü atanmış
tır205, Daha sonra Anadolu’da öncelikle Ankara, Kayseri, Adana, Erzurum ve
Trabzonda 1841-1842 yıllarında posta müdürleri göreve başlamışlar, giderek
bütün eyalet merkezlerinde örgüt kurulmuştur. Ancak, büyük merkezler dışında
haberleşme uzun süre eski yöntemlerle yürütülmekte idi. 1845 yılına gelindiğin
de İstanbul hariç, İmparatorlukta ancak 34 posta müdürü görev yapıyordu.
Bunlardan 21’i Anadolu tarafında çalışıyordu.
Posta müdürlerine başlangıçta 400-750 kuruş arasında, kentin büyüklüğüne
göre aylık ödeniyordu. Ayrıca eyalet merkezine bağlı kazalarda birer posta me
muru görevlendirilmişti. Bunlara da aylık veriliyordu206.
Nesimi Yazıcı, “Tanzimat Devri Osmanlı Posta Teşkilâtı”, İletişim (A.İ.T.İ.A. Gazetecilik
ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu Yayın Organı), 1981/2, s. 17-52.
205 Silivri-Çorlu-Lüleburgaz’da posta şubeleri açılmış ve ilk posta İstanbul’dan 20 Ekim 1840
günü Edirne’ye doğru törenle yola çıkarılmıştı. T a k v im -i V ek a y i defa 210.
206 Örneğin Ankara vilâyet merkezinde görevli posta müdürü Küçük Hacı Mustafa’ya iane
olarak 1848 yılında ayda 400 kuruş ücret ödeniyordu. Ayaş kazasında menzil sistemi yürürlükte
idi. Kirahane müdürüne burada 400 kuruş veriliyordu. Beypazarı ve Nallıhan’da da durum aynı
idi. A nkara Şr.Sc. 258/belge 1.
296 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
saat başına birer para ücret ödenmesi ilke olarak benimsenmişti. Buna göre ha
zırlanan cetveller, postahanelere asılıyor, ayrıca halka ilân ediliyordu.
Posta teşkilatının kuruluşundan 1868 yılına kadar geçen sürede ortaya çı
kan sorunlar ve ülke yönetiminde yapılan düzenlemeler göz önünde tutularak
yeni bir örgüdenmeye gidildi. Haziran ı868’den başlanarak, posta yönetimini il
gilendiren konuları görüşmek üzere nezaret ilgililerinden bir meclis kurulması
uygun görüldü. Çalışmalar sonunda taşra teşkilâtı on bir daireye ayrıldı. Her
daireye bir merkez müdürü,yanına bir kâtip ve mukayyid verilmesi düşünüldü.
Bu dairelere bağlı postahanelerin müdürleri, idare meclislerince seçilecek, kefa
lete bağlanarak nezaretin onayı ile göreve başlayacaklardı. Rumeli ve Anado
lu’da ikişer, İstanbul ve Arabistan'da ise birer uPosta müfettişi” görevlendirilerek,
denetim yaptırılmaya başlandı.
Telgrafhanelerin Açılması
Haberleşme alanında bu dönemde atılan en büyük adım hiç şüphesiz tel
grafın Osmanlı ülkesinde de haberleşme aracı olarak kullanılmasıdır.Bilindiği
gibi telgraf 1832 yılında bulunmuş, ıÖ43’ten itibaren haberleşme aracı olarak
Amerika ve Avrupa’da kullanılmaya başlanmıştı. Bu yeni araçla Osmanlı yöne
ticileri Kırım Savaşı vesilesiyle karşılaşmışlardı. İstanbul-Rumeli ve Kırım arasın
da muhabereyi sağlamak için İngilizler öncelikle İstanbul-Varna, sonra Varna-
Kırım sahilleri arasında kablo dÖşemişlerdi. Fransızlar da Vama-Şumnu-Ruscuk
ve Bükreş üzerinden Avusturya hududuna kadar bir hat uzatmayı başarmışlar
dı. Böylece, İstanbul, Varna yoluyla hem Kırım ve hem de Avrupa’yla telgraf
aracılığında haberleşme olanağına kavuşmuştu. Bu sıralarda 13 Ağustos 1855’te
Edime İstanbul ve Edime-Şumnu ordu merkezi arasında da telgraf hattı döşen
mişti. İlk telgraf muhabereleri Fransızca olarak Lâtin harfleriyle yapılıyordu.
1861’den sonra Türkçe yapılmaya başlandı.
Her alanda olduğu gibi telgrafla haberleşme işi de bir nizamname ile ayrın
tılarıyla kurallara bağlanmıştı. İlk telgrafhanelerin açılmasından kısa bir süre
sonra 24 Ekim 1859’da yayınlanarak yürürlüğe konan “ Telgraf Nizamnamesin
devletin resmî haberleşmesinin ücretsiz olduğunu, ticarî haberleşmelere devlet
haberleşmelerinden sonra ilk sıranın verileceği, halkın haberleşme hürriyetine
belirli kıstaslar çerçevesinde sahip olduğu gibi hükümlere yer veriliyordu.
Müdür, yardımcı, muhabere memuru ve diğer görevlilerin uyacakları kurallar,
Karayolu Ulaşımı
Tanzimat öncesinde devletin ulaşım politikası, geleneksel yöntemlerin dışına
çıkılmadan, olanın korunmasından ibaretti. Mevcut yollar ulaşıma elverişli de
ğildi. Yılın belirli dönemleri dışında birçok bölgenin birbiriyle ve hükümet mer
kezi ile ilişkisi kesiliyordu. Bu durum, yönetim, ekonomi ve sosyal yaşantıyı
olumsuz yönden etkiliyordu. Öte yanda Avrupa devletleri daha ıö.yüzyıldan be
ri kara yollarını yeniden onarıp genişlettikten başka, demir yolu yapımına geç
mişlerdi. Deniz ulaşımında ise gerçek bir devrim olmuştu. Buharlı gemiler kul
lanılmaya başlanmıştı.
Osmanlı yöneticileri, yüzyılın başında Avrupa’ya gönderdikleri elçilerden al-
dıklan raporlardan ulaşım alanındaki gelişmeleri öğrenmeye, olup bitene ilgi
duymaya yönelmişlerdi. Avrupayı gezip görmüş kimi devlet ileri gelenlerinin ya-
msıra, Osmanlı aydınlan da ulaşımın kolaylaştırılmasının sayısız yarar sağlaya
cağını kavramış görünüyorlardı. Nitekim, II.Mahmut, devlet olanaklarıyla posta
örgütünü kurmaya girişirken,ilk iş olarak Üsküdar’dan İzmit’e kadar bir posta
yolu yaptırmıştı. Edime-İstanbul yolunun düzenlenmesine de girişilmişti.
Abdülmecit, “İmar Meclisleri”m oluştururken, yol sorunu üzerinde önemle dur
muş, 1848 de Karadeniz'i Anadolu üzerinden Arabistan’a bağlamak amacı ile
Trabzon-Bağdat arasında şose yaptırılmasını gündeme getirmişti. Bunun için
Nafıa Nazın (Bayındırlık Bakanı) İsmail Paşa, beraberinde kalabalık bir uzman
lar heyeti ile Trabzon’a gönderilmişti. Paşa, gerekli incelemeleri yaparak İstan
bul’a döndü. Ne var ki yolun yapımının çok paraya çıkacağı, şimdilik gerçekleş
tirilemeyeceği anlaşıldığından, uygulamaya geçİlemedi. Bir süre sonra Gem
lik’ten Bursa’ya giden yolun yapımına başlandı. Ayrılan para, görevlilerce har
candığından inşaat durduruldu. Hesapların incelenmesi ve soruşturma yıllan al
dı. Kısacası, Abdülmecit döneminde Anadolu’da yol yapımının gerekli olduğu
hükümet tarafından benimsenmekle birlikte uygulamada başan sağlanamadı.
1864 vilâyet düzenlemesiyle birlikte yol yapımı öncekine oranla daha bilinç
li ve düzenli olarak ele alındı. Özellikle Mithat Paşa’nın Tuna Vilâyeti’nde bu
alanda sağladığı başanlar üzerine, diğer valilerden de kendi vilâyetleri sınırlan
Demiryolları.
Bilindiği gibi dünyada ilk demiryolu 1825’lerde İngiltere’de döşenmişti. Bir
süre sonra ilk lokomotif raylar üzerinde hareket etmeye başlıyordu. Fransa’da
1832’de, Almanya’da 1835’te ilk trenler yolcu taşımaya koyuluyorlardı. Avrupa-
da bu yeni ulaşım aracı hızla yayılırken, 1830’larda r2g kilometre olan demir
yolu uzunluğu 1850’lerde 23.400 kilometreyi bulmuştu.
215 31 maddeden oluşan Nizam name’de ayrıntılara yer verilmekte idi. Bkz. D üstur, I.cilt, s.
522- 53° -
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU 301
2,6 Türkiye'de demiryolu yapımı ve gelişmesi çeşitli araştırma ve incelemelere konu olmuştur.
Bunlardan bazılan şunlardır: Yakup ICarkar; Railway Development in the Ottoman Empire, 1856-
1914, Nevv York, 1972; Ahmet Onur, Türkiye Demiryolları Tarihi, İstanbul 1953; Sadi Borak,
“Demiryollarının Tarihi*» H ayat T a rih M ecm uası, sayı 10 (1969; Earle, E.M ead; Bağdat Demir
yolu Savaşı, Milliyet yayını, İstanbul 1972.
302 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
Deniz Ulaşımı
Tanzimat Öncesinde IILSelim, deniz ulaşımının önemini kavramış, olanak
lar elverdiğince Osmanlı donanmasını ve tersaneyi yenilemeye çalışmıştı. İstan
bul’da oturan zengin devlet adamlarını, gemi satın alarak ulaşım ve ticarette
kullanmalarını önermişti. II.Mahmut, aynı girişimleri sürdürmüş, döneminde
Avrupa ülkelerinde buharlı gemilerin sefere konulması üzerine, 1827’de bir bu
harlı gemi satın alınarak, deniz filosuna katılmıştı. Bundan sonra da daha çok
askerî amaçlarla buharlı gemi satın alındığını biliyoruz.
Tanzimat’la birlikte Osmanlı tersanelerinde buharlı gemilerin tekneleri ya
pılmaya başlandı. Makineler ise İngiltere’den getirtiliyordu. Ne var ki, ticaret
alanında buharlı gemilerden yeterince yararlanamamakta idi. Avrupa’da ise bu
gemiler, hem askeri ve hem de ticarî alanda kullanılmakta idiler. Gelişmeleri
yakından izleyen Osmanlı hükümeti, 1844’te Gemlik, İzmit, Bandırma ve Tekir
dağ gibi İstanbul’un zahire iskeleleri olan yerlere tersaneye bağlı “Mesir-i Bahrî"
adlı vapuru eşya ve yolcu taşımacılığı için ayırdı. Aynı sıralarda Boğaziçi’ni İs
tanbul’a bağlamak üzere “Eser-i Haytr* adlı vapur tahsis edildi. ıÖ505de aynı
hatta ikinci bir vapur daha sefere kondu. Rağbet görmesi üzerine İstanbul’da
“Şirkel-i Hayriye” adı altında bir vapur işletme kumpanyası kuruldu. İleri gelen
devlet adamları ve üst düzey yöneticileri şirkete ortak oldular. Hisse senetleri kı
sa sürede satıldı. Böylece III. Selim’in devlet ileri gelenlerini vapur almaya zor
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU 303
217 Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, İstanbul 1970, s. 191; Ali İhsan Gençer, ‘'İstan
bul Tersanesinde Açılan İlk Tıp Mektebi” , LÜ. T a rih D ergisi, X X X I (Mart 1977) s. 302*338.
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU 305
218 A.Süheyl Ünver, “Osmanlı Tababeti ve Tanzim at Hakkında Yeni Notlar” T a n zim at I,
İstanbul 1940, s. 933*957*
2>i> Takvim-i Vekayi’de hastalığın görüldüğü yerler ve yayılması ile ilgili haberler sık sık yer
almakta idi. Avrupa ülkelerinde karantina uygulamaları hakkında da özet bilgiler verilerek kamuo
yu yaratılmak isteniyordu.
220 Karantina kurulması için yapılan toplantılar, alınan kararlar ve uygulamalarla ilgili belge
lerin birer sureli “K a ra n tin a D efterî* diye adlandırılan iki defterde bir araya toplanmıştır. Başba
kanlık Arşivinde 69 ve 70 numarada kayıtlı bu defterlerin ilki 23 Nisan 1838-Ocak 1841 yıllarını
kapsamaktadır. Verdiğimiz bilgiler bu defterdeki kayıtlardan derlenmiştir. 70 nolu Karantina Def
teri ise Tanzim at’ın ilk yıllarındaki uygulamaları kapsamakta olup 1841-1852 dönemini içermekte
dir. Anadolu’da karantina uygulamalarına ilişkin bilgiler ise yine aynı arşivdeki “ A.ıa<iûla
D efteri” 2 ve 3 noda bulunmaktadır.
F. 20
306 TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU
Karadeniz Boğazı’nda bir karantina binası inşa edilmesi için keşif yaptırıla
rak uygun yerin belirlenmesi, bölgede salgın hastalık olup olmadığının Kaptan
paşa’dan sorulması, Bina Eminliğine getirilen Tavaslı Osman Ağa’nın bu inşaa
tı üstlenmesi de Karantina Meclisin’ce uygun görülerek Padişah’a arz edilmişti
(i8 Nisan 1838). Onay alınarak Bab-ı Ali’ye yazılmış, görevlendirilecek tabib ve
memurlara ödenecek aylıkların yöre halkınca karşılanması uygun görülmüştü.
Rumeli tarafından geleceklerin kontrolü için Büyük Çekmece’de ve ayrıca diğer
girişlerde karantina kurulması, Anadolu’dan gelecekler için de aynı önlemlerin
alınması, hanlarda, bekar odalarında ölenlerin Karantina Meclisinde muayene
ettirilip gömme ruhsatı alındıktan sonra işlemlerin yapılması da kararlaştırılmış
tı. Rumeli ve Anadolu’nun uygun yerlerinde birer karantina binası yapımı için
gönderilen memurların dönmelerine kadar gerekli mali hazırlıkların yapılması
da Dâr-ı Şûra-yı Askeri ve Meclis-i Ahkâm-ı Adliye’de görüşülüp karara bağla
nan konulardı (15 Mayıs 1838).
Bu gelişmeler olurken Karantina Meclisi üyelerinden Abdülhak Molla
Efendi5nin önerisi üzerine bundan böyle resmi yazışmalarda ve görüşmelerde
Karantina yerine “ Usul-t Tahaffuz”, karantina olan mekânlara da “ Tahaffuzhane*
denmesi uygun görülmüştü. İşlerin çokluğu göz önünde tutularak, Karantina
Meclisi yerine iki yeni kurul oluşturulması da karara bağlanmıştı. Padişahın
onayı alındıktan sonra r<Meclis-i Tahaffuz-ı U la” ve “Meclis-i Sâni* adlarıyla iki
yeni sağlık kurulu oluşturuldu (20 Mayıs 1838). Meclis-i Tahaffuz-ı Ulanın baş
kanlığına Abdulhak Molla Efendi getirildi. Her ne kadar arpalıkları var idiyse
de yeni görevinin gerektireceği giderleri karşılamak üzere, kendisine 7500 kuruş
aylık verilmesi uygun görüldü. Sağlık işleriyle birlikte tıp ve temizlik işlerine ne
zaret edecekti. Meclis üyeliklerine, Esat Efendi ile eski Aydın kaymakamı Na
mık Paşa atandılar. Biri şer’ı işlerle temizlik ve karantina işlerine bakacak; diğe
ri de güvenlik ve askerlik işlerinden sorumlu olacaktı. Alay eminliğinden emekli
Haşan Bey ise müsteşarlığa getirildi. Tercüman olarak 2000 kuruş aylıkla bir
zımmî atandı222. Meclis, haftada üç gün toplanacak, gerektiğinde daha sık top
lanarak gündemindeki konulan görüşüp karara bağlayacaktı.
Meclis-i Tahaffuz-ı Sâni ise bir başkatip, bir jurnal kâtibi, gelen evrakın
kayda geçirmekle görevli iki mukayyid, yabancı dil bilen bir tercümandan olu
şuyordu. Veba illetini halka anlatmak üzere Fransa Devleti tarafından görevlen
dirilip İzmir’e gönderilen, oradan da İstanbul’a geçmiş olan Dr.Mösyö Bulard
(Polar), padişah’ın Fransız elçiliğinden ricası üzerine 2500 kuruş aylıkla tabib
olarak bu mecliste görev almıştı. Bu kurul, her gün toplanacak, özellikle dış ba
sında hastalıklarla ilgili olarak çıkan yazılan tercüme ettirecek, alınan hastalık
ihbarlarını değerlendirecekti.
Bu düzenlemelerin yanısıra karantinahanelerde ve kent girişlerinde güvenli
ği sağlamak için Asakir-i Mansure çavuşlarından ve subaylarından 36 kişi görev
223A y n ıy a t, s. 23-24.
224 Eyalet merkezlerine 1000 kuruş aylıkla ve tam yetki ile birer doktor gönderilmiş, karanti
na uygulaması bunların denetiminde yürütülmüştür. Müşirlerden (Valilerden) doktorların görevle
rini yapıp yapmadıklarının izlenmesi ve sonucun bildirilmesi isteniyordu. Başvekâlet Arşivi,
M üh im m e D efteri No 254/s. 10
225 M üh im m e, 254/s. ı87-ı88’de bu tüzüğün bir sureti yer almış bulunuyor.
TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU 309
230 Bu toplantıda alman birçok karar, koruyucu sağlık uygulamalarını hızlandırdı. Karantina
işlemlerinin çağdaşlaştırılmasında ve yeni önlemler alınmasında katkısı oldu. Her yıl Hac mevsi
minde Hicaz’a bir sağlık ekibi gönderilmesi karan da bu konferansta alındı.
TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU '
0
0
0
0
0
Kayseri 1000 (700) 750
Bolu ÎOOO (500) 75°
Erdek 1000 (500) 75°
Kütahya 1500 (600) 1000
Rodos 1500 (1000) 1000
İstanköy 1000 (500) 800
Ankara 1500 (1000) 1000
Samsun 1250 (750) 1000
Edime 1500 (1000) 1000
Selanik 1250 (1000) 1000
Manastır 1500 (1000) 1000
Rusçuk -1250 1000
Varna ÎOOO [000
Köstence 1000 (700) 800
Kavala 1250 (1000) 800
İslimiye 1250 1000
Filibe 1250 800
Vidin 1250 1000
Siîistre 1250 1000
Şumrıu î 250 (600) 1000
Niş 1150 850
Siroz 1250 1000
Maliye Bakanlığı ile Hekimbaşı’na verilen bir talimatta ise Anadolu, Rume
li ve Arabistan orduları merkez ve bölgelerindeki hastanelerde bulunan tabib ve
cerrahların hastaneler civannda muayenehane açarak haftada iki gün halkı ve
erleri sağlık kontrolünden geçirmeleri isteniyor, bu iş için ücret alınmaması öne
riliyordu232.
Nisan 1849’da ülkedeki tabiblere verilen “ Talimat-ı Tıbbiyye” bu tarihe ka
dar uygulamada edinilen deneyimler ışığında uyulması gerekli kuralları bir ara
ya getirmekte idi. Bu talimatta özetle üzerinde durulan konular şöyle belirlen
mekte idi:
Kent merkezlerinde görevli tabiblerin, her kim hastalanırsa tabibi çağırdı
ğında gidip tedavi etmesi, eğer hasta kendisi gelirse bekletilmeksizin muayene
edilip ilacının verilmesi. İstekleriyle alınmakta olan ücretleri vereceklerden alıp,
fakirlerden almaması, fakirlerden ücret aldıkları belirlenirse devletçe ödenen
ücretlerinin kesileceği ifade ediliyordu.
Kent civarındaki köy kasaba ve nahiyelerdeki hastalara da bakmakla
yükümlü olan doktor, eğer buralara hasta bakmak üzere gitmişse yol ücreti ala
bilecekti. Yoksulların ödeyecekleri yol gideri ise kaza meclisince (Maliyesince)
karşılanacaktı. Tabibin, ileri gelenler ve memurlarla anlaşarak yoksullara angar
ya olarak baştan savma bakmaması, bunu yaparsa cezalandırılacağı, özel mua
yenehane açmak isteyen hekimlerin kaza meclisinden ve merkez tabibinden
izin almalan, bunlara Ödenecek ücretin kaza meclisince belirlenmesi, her tabi
bin üç ayda bir baktığı hastalardan ölenleri, iyileşenleri ve görülen hastalık çe
şitlerini kapsayan defterleri İstanbul’a “Makam-ı Riyaset-i Etıbbaca, sunmaları,
kurşun veya başka şeyle yaralananları zabtiyeye haber vermeden tedavi etmeme
leri, her tabibin görevli olduğu bölgede hastalık yapan lağım, bataklık gibi yer
leri zararsız hale getirmeye çalışması, salgın hastalık görüldüğünde derhal ilgili
lere haber vermesi, önlem olarak merkeze bildirmesi, kentin temizlik işlerini de
netlemesi, ameliyat edeceği hastanın kendisinden ya da akrabalarından izin al
ması gibi günümüzde de geçerli kuralları kapsamakta idi233.
Tanzimat döneminde sözünü ettiğimiz bu önlemlerin yanısıra sağlıkla ilgili
bir dizi başka düzenlemeninde yapıldığını biliyoruz. Özellikle koruyucu sağlık
uygulamaları alanında atılan adımlar, karantina uygulaması, ülkeyi dışardan ge
lebilecek bulaşıcı ve salgın hastalıklara karşı korumakta etkili OİülUŞtu. Avru
pa'da salgın hastalıklara karşı ortak ve tek tip önlemler almak amacıyla topla
nan uluslararası sağlık konferanslarından birinin İstanbuPdâ yapılması da yöfı£-
ticilerin sağlık sorununa verdikleri önemi kanıtlayan bir gelişme niteliğini taşı
makta idi234.
232 A y m yat, 407 , s. 188.
233 Talimat-ı T ıbbıye’nin bir sureti K a y se ri Ş er’ iy e Sicili D efter 207, s. 48’de yer almakta
dır.
Nuran Yıldırım, “Tanzim at’tan Cum huriyete Koruyucu Sağlık Uygulam aları”, Tan zû n at-
tan C u m h u riyete T ü rk iy e A n siklopedisi, C . 5, s. 1320-1338- Bu makalede genel çizgileriyle sağ
lık sorunu ele alınmış olup, seçilmiş bibliyografya da verilmiş bulunmaktadır.
Askerlik Alanında Tapılan Düzenlemeler
Güvenliğin Korunması
— —
Nizamiye Askeri
ıg.yüzyılın başından itibaren askerlik alanında öncekilere oranla Önemli ye
niliklerin yapıldığını biliyoruz. Özellikle II.Mahmut döneminde Yeniçeri Oca-
ğı’nm ıösö’da kaldırılmasından sonra, bu alanda yapılan yeniliklerle Osmanlı
ordusu çağdaşı ordular örnek alınarak yeni baştan düzenlenmişti235.
Tanzimat döneminin ilk evresinde her alanda olduğu gibi askeri kurum ve
kuruluşlarda da başlatılmış olan düzenlemeler sürdürüldü. Gülhane Hatt-ı
Hümayunumda konu üzerinde durulmuş şu görüşlere yer verilmişti: Askerlik
meselesi dahi önemlidir. Memleketi korumak için asker vermek ahalinin boynu
nun borcudur. Fakat şimdiye kadar bölgelerin nüfus miktarı göz önünde tutul
mayarak, kiminden fa2İa, kiminden noksan asker istenmekte idi. Bu hem
düzensizliğe, hem de tanm ve ticaretin zarar görmesine neden oluyordu. Asker
olanların ömürlerinin sonuna kadar bu hizmette bırakılmaları, kendilerini ümit
sizliğe düşürmekte, soy sop sahibi olmaları önlenmekte idi. Bundan ötürü şim
diden sonra her bölgeden gerektiği zaman istenecek askerin daha iyi bir usulle
alınmasını ve dört-beş yıl süre ile hizmet etmelerini sağlayacak bir yöntem bu
lunması gerekiyordu.
235 Türk Silâhlı Kuvvetler Tarihi, C.5, (1753-1908) Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı, A n
kara (1984), s. 189-201.
314 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
Bu orduların her biri yalnız adını taşıdığı bölgeyi korumakla görevli değildi.
Örneğin Rum eli’de bulunan Şum nu} İstanbul (Dersaadet) ordusunun faaliyet
alanına dahil edilmişti. Bunun gibi ufak tefek bölge dışı alanlarda da görev ya
pıyorlardı. Hassa ordusu, aynı zamanda Serasker (Harbiye N azın karşılığı) bu
lunan paşanın komutasında idi. Diğerleri müşirler komutasına verilmişti. Birinci
ve üçüncü ordular yirmişer alaydan kurulmuştu. Alayların yedisi piyade, yedisi
talia, beşi süvari ve biri de topçu alayı idi. İkinci, dördüncü ve beşinci ordular
da onyedişer alay bulunuyordu. Bunlardan altısı piyade, altısı talia, dördü süva
ri, biri de topçu alayı idi.
Piyade alayları üçer taburlu, süvari alayları altışar bölüklü, topçu alayları
ise on ikişer bataryalı idi. Piyade taburları bölüklere, bölükler de mangalara
bölünmüştü. Topçu alayları on ikişer bataryadan kurulmuştu. Ü çü koşulu idi.
Bir alayda 66’sı sahra ve altısı dağ obüsü olmak üzere toplam 72 top vardı. O r
du birliklerine dahil sözkonusu altı topçu alayından başka, üçü Karadeniz Bo
ğazı’nın korunmasında, birisi yedekte dört müstakil topçu alayı daha bulunuyor*
du. Ordu birlikleri arasında gösterilmeyen iki müstakil istihkâm alayı da mev
cuttu 239.
1844 yılından başlanarak uygulanan yeni askerlik biçiminde süre beş yıl
olarak saptanmıştı. Bu süre sonunda terhis olanlar yedi yıl Redif sınıfında hiz
met göreceklerdi-. Her yılın mart ayı başında ordular mevcudunun beşte biri
terhis edilerek, yerlerine ad çekme ile yenileri alınacaktı. Bundan böyle subayla
rın üzerlerine sivil görev almamaları şart koşulmuştu. Bu değişikliklerle birlikte
"Asakir-i Mamure” veya “Muntazama” adı yerine Osmanlı ordusu “Asakir-i N iza
miye” diye anılacaktı. Her ordu merkezinde birer meclis oluşturulacak, sorunla
rın buralarda tartışılıp daha sonra "Dâr-ı Şura-yı Askerimde görüşülerek uygula
maya geçilmesi yöntemi benimsendi.
Öte yandan, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından 1844 yılına kadar geçen
sürede asker almada uygulanan yöntem oldukça sert ve kaba idi. Hükümet, ge
reksinme duydukça Padişahın emriyle valilerden bölgelerinden asker toplatılıp
gönderilmesini isterdi. Bu iş için görevlendirilen memurlar, gittikleri yerin ileri
gelenleriyle birlikte istenilen sayıdaki erleri, halk arasından zorla seçerlerdi. Be
kâr veya evli ayırımı düşünülmeden, gençler yakalanıp bir suçlu imiş gibi elleri
kelepçeleniyor ve en yakın kasabaya gönderiliyordu. Burada, diğer bölgelerden
gelecek olanları beklerken, bakımsız bir şekilde hapis hayatı yaşıyor gibi idiler.
Birliklerine katılmaları için gittikleri yollarda çok sıkıntı çekiyorlardı. Eşit hakla
ra dayanmayan, kayırmalara elverişli olan bu yöntem, hoşnutsuzlukların gün
geçtikçe artmasına neden oluyordu.
Asker almada görülen bu düzensizlik ne ücretli askerlik sistemine ne de as
kerliğin bir vatan borcu olarak görüldüğü sisteme uyuyordu. Gülhane Hattı'nm
ön gördüğü eşitlik^ kimseye zulüm ve baskı yapılmaması, herkesin hak ve vazi
fesini önceden bilmesi gibi ilkelerin asker almada da yürürlüğe konması zorun
lu hale gelmişti. Nitekim, 1843^ or(^u yeniden düzenlenirken bu konuya da
değinilmişti. Ad çekme ile asker alınacağı belirtilmişti. Ancak bunun ayrıntıları
saptanmamış, çalışmalar devam etmişti. 1846 yılında konu “Dar-ı Şura-yı Aske
rîmde yeniden ele alındı. Bir yasa tasarısı hazırlanarak, Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı
Adliye’ye sunuldu. Mecliste yapılan görüşmeler sonunda kesin şeklini alan yasa,
Padişah’m onayından sonra yayınlanarak yürürlüğe kondu 24°.
Kanunname, giriş, beş fasıl, altmış üç bent ile bir hâtimeden (sonuç) oluş
maktadır. Osmanlı müslüman halkının askerlik çağına gelmiş olanlarının her yıl
belirli merkezlerde “Kura meclisleri* önünde yapılacak belirlemelere göre, isimle
rine asker olmak isabet edenlerin, uyacakları kuralları belirlemektedir. Kimlerin
hangi koşullarla muaf tutulacakları, bedel ödemenin şartlan, firar ve gönüllü as
ker yazılma gibi konularda ayrıntılara yer verilmişti241. Bu düzenleme 1869 yılı-
2AQ ı846}da basılan bu kanunun geniş bir özeti ve değerlendirilmesi için “Osmanlı İmparator
luğunda Asker Almada Kura Usulüne Geçilmesi- 1846 Tarihli Askerlik Kanunu”, A skeri T a rih
Bülteni, Şubat 1985, sayı 18 de yer alan makalemize bakılabilir.
241 Kanunnamenin ikinci faslı, 14-27. bentleri bu konuya ayrılmıştı. İlmiye, kalemiye ve
mülkiye hizmetinde bulunanlar, müftüler, hakim ve naibler, dergâh sahipleri, şeyhler askerlikten
muaf idiler. Medrese öğrencileri derslerinde başarılı olurlarsa m uaf tutulacaklardı.
3*6 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
na kadar yürürlükte kaldı. Hüseyin Avni Paşa, serasker olduktan sonra, orduda
bazı değişiklikler yaptırdı. Askerlik süresi 20 yaşından kırk yaşına kadar 20 yıl
olarak belirlendi. Bu sürenin altı yılı “Nızamiye” devresi, altı yılı “Redif” hizmeti
ve sekiz yılı ise "Mustahfız* devresi olarak yerine getirilecekti. Altı yıllık nizami
ye süresinin dört yılı orduda iki yılı ihtiyatta geçecekti. Bu sırada asker almada
da bazı değişiklikler yapıldı. Ancak, eksiklikler ve aksaklıklar devam edince,
1886 yılında “Ahz-ı Asker Kanunname-ı Hümâyun*u çıkarıldı.
özellikle asker almanın ad çekme usulü ile yapılması ve bunun için her
kaza merkezinde bir “Kura Meclisi* oluşturulması üzerinde durulmaya değer bir
yenilikti. Kaza merkezinde güvenliği sağlamakla yükümlü subayın başkanlığın
da, hâkim, müftü, ordu merkezince görevlendirilen kura subayı, kâtip ve ileri
gelen bilginlerden oluşan meclise bir üye de seçilerek giriyordu. Görevi, askerlik
çağına gelmiş olanları, asker istendiğinde çağırıp, ad çektirmek ve kendilerine
kura isabet edenleri askere göndermekti. Böylece yıllardan beri yakınma konusu
olan rüşvet, hatır ve gönüle bakılarak, kimileri korunurken kimilerine de haksız
lık yapılan başlıca konulardan birisi kesin bir çözüme bağlanmış oldu.
Redif Kuvvetlen
1843 düzenlemesi ile Redif kuvvetleri ordunun yedek gücü şekline getirildi.
Askerlik hizmetini bitirdikten sonra terhis edilerek, memleketlerine gönderilen
erler, yedi yıl süre ile redif askeri olarak hizmet vereceklerdi.Bu kuruluş, her or
dunun sahip olduğu birliklere karşılık, yedek birlik bulundurulması kuralına
göre düzenlendi. Teşkilâtın küçük subay ve subaylardan oluşan bir eğitim kad
rosu bulunuyordu. Yılda bir defa bağlı oldukları askerî birliklerin bulundukları
yerlere gelerek askerî eğitim görmek zorunda idiler.
Tanzimat yönetimi, bunun için 1844 yılma dek eski yöntemlerle yetindi.
Ancak istenilen olumlu sonuç elde edilmediği gibi, yeniliklere karşı da ayaklan
malar başladı. Yöneticiler, bu tür olayları önlemek için nizamiye ve redif askeri
dışında yeni bir askeri gücün gerekli olduğunu kavradılar. Kaldı ki, Avrupa
ülkelerinde de iç güvenlik ayrı bir askeri örgütle korunuyordu.
243 A yn iya t, 387/s. 33-40 yer alan sadrazamlık yazısında ayrıntılara yer verilmektedir. Asa
kir-i Mansure örgütü kurulduktan sonra, Rumeli ve Anadolu’da 5200 kadar timarlı sipahininin ge
lirleriyle birlikte süvari olarak yeni orduya katıldıkları, ortaya çıkan bazı güçlükler yüzünden bazı
larının tımarlarının ellerinden alınarak, aylıklı süvari sınıfına geçirildikleri, ancak emekli olmak iste
yenlerin gelirlerinden bir bölümünün hâzineye vermek zorunda kaldıkları bilinmektedir. Bu ilk gi
rişim geniş kapsamlı olmamıştır. Bu yüzden II.M ahmut döneminde timar sisteminin kaldırıldığını
ileri sürmek gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Bu iş ancak belirttiğimiz tarihte yavaş yavaş gerçekleş
tirilmiştir.
244 A y n iya t, 387/s. 38-39.
245 Zaptiye Müşirliğinin kuruluşu için bkz. Osman Nuri, Mecelle-i Umur-i Belediye, I» (İs
tanbul 1922), s. 934-935. Aynca, Lütfi, VIII, s. 88.
320 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
ları koruma, posta tatarlarının güvenliğini sağlama başlıca görevleri idi. Zaptiye
erlerinin eski alışkanlıklardan ötürü, vali, kaymakam gibi yöneticilerin özel işle
rinde çalıştırılmaları kesinlikle yasaktı. Ancak, buna pek uyulmadığı yapılan şi
kâyetlerden ve kayıtlardan anlaşılmaktadır.
Her bölge ihtiyaç duyduğu zaptiye erini, yöresinden sağladığından gerekti-
ğinde, ailelerinin işlerini görmek için bunlara izin veriliyordu. Evinden uzak bir
yerde hizmet yapanlara yılda bir ay izin veriliyor, gerek görüldüğünde süre on
gün daha uzatılıyordu. Emekliye ayrılan zaptiye neferine, timar gelirinin yarısı,
eşkıya ile çatışmada yaralanıp iş göremez derecede sakat kalanlara üçte ikisi ve
rilecekti. Öldüklerinde küçük çocukları varsa timar gelirinin dörtte biri onlara
bırakılacaktı. Emekli olmak ya da sakatlıktan ötürü iş yapamaz durumda olup
olmadıkları düzenli ordu doktorundan alınacak raporla saptanıyor ona göre iş
lem yapılıyordu.
imparatorluk düzeyinde zaptiye teşkilâtının çalışmaya başlaması ile birlikte,
eskiye oranla yol güvenliği kısmen sağlanmış, özellikle posta tatarlarının hizmet
lerini yerine getirmelerinde ilerlemeler olmuştu. Ancak, yıllardan beri bozulmuş
olan düzeni, kısa sürede polisiye önlemlerle y ■ sağlamak kolay değildi. Bu
kuruluşa karşın, yol kesme, hırsızlık, verg: '* ' "• gibi olaylar sürmüştür.
Üstelik Örgütle ilgili yeni sorunlar da ortaya ç Zaptiye neferi olanların
çoğu, yörenin sivrilmiş, derebeyleşme eğiliminde olan ailelerin çocukları idiler.
Timar toprakları uzun süreden beri hiçbir hizmet yapmadan bunların ellerine
geçmişti. Bunlar, eski alışkanlıklarım devam ettirmişlerdir. Özellikle gördükleri
işler karşılığında maaş aldıkları halde, halktan yasa dışı yollarla para almaktan
geri kalmamışlardır. Daha kuruluş iyice yerleşmeden başlayan bu olumsuz dav
ranışların çokluğu nedeniyle sorun, Mecîis-i Vâlâ’da görüşülmüş, bütün yöneti
cilere duyuru yapılarak, zaptiye görevlilerinin Tanzimat’a aykırı olarak, halktan,
sarraf kumpanyalarından ve tüccardan para almalarının önlenmesi istenmişti246.
Edremit kazası müdürüne gönderilen 12 Mayıs 1846 tarihli yazıda, burada
görevli zaptiyelerin köy halkından ücretsiz yem ve yiyecek aldıklarının, Hüdâ-
vendigar Eyaleti İmar Meclisi görevlilerince hükümete duyruldu ğu belirtilerek,
bunun önlenmesi, aksi takdirde kendisinin de sorumlu tutulacağı hatırlatılıyor
du247. Başka yörelerde de bu tür olayların geçtiğini görüyoruz. Özellikle kaza
müdürleri, kaymakamlar ve valilerin zaptiye erlerini kendi kişisel işlerinde kul
landıkları, ayrıca yakınlarını zaptiye diye göstererek iş gördürmeden aylık öde
dikleri anlaşılmaktadır.
Zaptiye örgütü ile ilgili diğer bir sorun da ülkenin neresinde ne kadar ti-
marlı bulunduğunun ve gelirlerinin ne kadar olduğuna ilişkin devlet elinde ye
terli bilginin bulunmayışından kaynaklanıyordu. Yeniden sayım yapılarak ger
F. 21
322 TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU
250 O sıralarda birçok yönetmelik kitap halinde bir arada basılarak ilgililere gönderilmiştir.
Bunlardan birisi elimizde bulunmaktadır. Sözkonusu yönetmelik, kitabın 260-266. sayfalarında yer
almaktadır.
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU 323
2S1 A n k ara V ilayetin e ait 1290 tarihli salnam ede bu bilgiler yer aîm aktadjr.
232 K a sta m o n u V ilâyeti Salnam esi (1877)
Sosyal Yaşantı
nin sayısı artacağına gün geçtikçe azalmakta idi. Bir taraftan sürekli savaşlar, iç
isyanlar ve eşkıyalık, ekonomik yaşamı sarsarken, diğer taraftan Avrupa mallan
yavaş yavaş Osmanlı piyasasına egemen olmaya başlıyordu. Bu gelişmeler, esna
fı olumsuz yönde etkilemiş, Ankara, Bursa, Sivas, Tokat gibi kentlerde işyerleri
nin sayısı, yıldan yıla azalmaya başlamıştı. Büyük servet sahipleri, ticaretle uğra
şan, üretim yapan kimseler arasından değil, daha çok yöneticiler, mültezimler
ve âyânlar arasından çıkıyordu. Aynca tefecilik yaparak servet edinen ve kendi
lerine resmen "Madrabaz” denilenlerin sayılan da günden güne artıyordu.
Hükümet, bunlarla mücadeleyi sık sık emirler ve fermanlar yayınlatarak
sürdürmeye çabalıyordu.
Devletin ilk resmi gazetesi olan Takvim-i Vekayi, 1831 yılında yayım lanm a
ya başladıktan sonra., kentlerin yöneticileriyle ileri gelenlerine gönderilmeye baş
landı. Bunlar, hükümet tarafından gazeteye abone edildiler. Boylcce olup bite
nin öğrenilmesinde a2 da olsa bir gelişme sağlandı. Resmi haberler daha sağlık
lı şekilde bütün Anadolu kentlerine ulaşmaya başladı. Sancak merkezi ote.n A n
kara’da kimlerin Takvim-i Vekayi*e abone edildiklerini saptamış bulunuyorum.
imam, muhtar ve ileri gelen birkaç kişi konuyu araştırır, gerekli görürlerse gizli
baskınlarla suçluları suçüstü yakalarlardı. Bu yolla ele geçirilen deliller ve suçlu
lar mahkemeye yollanır, gerekli soruşturmadan sonra cezalandırılırlardı.
İzinsiz, ticarete yönelik yiyecek, içecek üretmek, sahte kına, kahve ve benze
ri şeyler yaparak halka satmaya çalışmak, baskınlarla ortaya çıkarıldığında suç-
lulara ağır cezalar verilir, genellikle sürgün edilirlerdi.
Osmanlı kentlerinde başta Rum, Ermeni ve Yahudiler olmak üzere,
müslüman olmayan topluluklar da yaşamakta idiler. Kent yönetiminde Tanzi
mat’ın ilânına kadar bunlara resmen bir görev verilmemekle birlikte yöneticile
rin çoğuna özellikle rum ve yahudilerin sarraflık yaptıkları bilinmektedir. Ayrı
ca, mültezimlik yapanların sayısı da az değildi.
Osmanlı düzeninde kendi cemaatleri içinde müslüman halktan ayrı olarak
örgütlenmiş, dini liderleri vasıtasıyla da yönetimle ilişkilerini sürdüre gelmişler
dir. Bu durum incelediğimiz döneme özgü değildir. Yüzyıllardan beri süre ge
len bir olgu olduğu için üzerinde fazlaca durmaya gerek görmüyoruz. Bilindiği
gibi bunlar, bağlı oldukları kilise veya havralarda serbestçe ibadet edebiliyorlar,
bazı ufak tefek kısıtlamalar dışında, bütün sosyal haklardan yararlanıyorlardı.
Kiliselerinde ibadetin yanısıra evlenme, boşanma, miras ve benzeri meselelerini
din adamlanyla çözebiliyorlardı. Buralarda eğitim ve öğretim yapma olanağına da
sahip idiler. Rahip ve papazlar, gayn müslimlerin hem dinî ve hem de idari li
derleri durumunda olup,hükümetle cemaatler arasında ayrıca aracılık yapıyor
lardı. Yani onlann âyân ve eşrafları idiler.
Dinî liderler dışında, müslümanların âyân ve muhtarına karşılık onlann da
“Kocabaşımın vardı. Seçimle bu göreve getiriliyorlardı. Mahalle ve köylerde
muhtarlık örgütü kurulunca, onlar da aynen muhtar seçiminde uyulan kurallar
doğrultusunda yeniden her mahalleye birer kocabaşı seçmişlerdir. Kocabaşıların
görevleri, muhtarlannki ile benzerdir. Mahallelerinde doğan, ölen, göç eden ve
ya gelip yerleşenleri günü gününe kayıtlara geçirip defter nazırlanna bildirmekle
yükümlü tutulmuşlardı. Başka yere gitmek isteyenlere mürur pusulası alabilme
leri için muhtarlar gibi mühürlü pusula vermişler, vergilerin, özellikle ıÖ34’ten
sonra cizyenin toplatılmasında görevlilere yardımcı olmuşlardır257.
Müslüman olmayan halkın müslümanlardan belirgin farkları vergi ödemede
görülmektedir. Cizye dışında çeşitli adlarla alman vergilerin yer yer bunlardan
daha fazla istendiği olurdu. Örneğin Bursa’da aynı işi yapan müslüman esnaf
tan daha az ihtisap rüsümu isteniyordu. Kayseri’de ise müslüman nüfus fazla
olmasına karşın, vergiler eşit olarak bölüştürülüyordu. Diğer kentlerde de ufak
tefek farklılıklar göze çarpmaktadır.
Cizye’ye gelince, devleti çok uğraştıran bu verginin konuluşu, geçirdiği evre
ler, konumuzun sınırlarını aşmaktadır. An'cak, II.Mahmut döneminde bu vergi
257 An kara Şr.Sc. 247 /12.; Başvekâlet Arşivi, H att-ı H ü m a yu n Fihristi, No: 19258 C.
TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU 329
1830 yılında genel nüfus sayımı yapılırken, müslüman olmayan halkın cizye
Ödeme yükümlülüğü açısından hangi gruba girdiği de yeniden belirlenmiştir
Sayım sonuçları, İmparatorluğun büyük kısmında ancak 1833 yılında alınabil
miş, elde edilen verilere göre cizye’nin toplanmasında yeni bir düzenleme yapıl
mıştır. Bu tarihe kadar bölgesine göre iki sancak veya iiç-beş ya da on kazanın
cizyesi bir "Takım ” sayılarak “Kalem kalem” birisine ihale ediliyor, onlar da tek
rar başkalarına iltizama veriyorlardı. Cizye toplamakla görevli mültezimler, mer
kezden aldıkları evrakı kazalara götürüyorlar, mahkemede açtırıp sayısını ve
hangi grupta kaç kişinin bulunduğunu kayda geçiriyorlardı. Bundan sonra ver
ginin toplanmasına geçiliyordu. Şikâyet ve suistimallerin önünü almak amacı
ile, 1834 ma^ yandan başlanarak yeni bir usul uygulamaya konuldu. Cizye’nin
de diğer vergiler gibi o bölgenin yöneticilerince toplatılıp hâzineye gönderilmesi
uygun görüldü. Böylece, mütesellimler, voyvodalar, yönetimlerinde bulunan yer
lerin cizyelerini toplattırıp hâzineye göndermeye başladılar. Yolsuzlukları önle
mek için önlemler alındı* Nüfus sayımı yapılan yerlerde, nüfus defterlerindeki
kayıtlara, say*mı tamamlanmamış yerlerde ise, eski kayıtlara göre çıkarılmış ciz
ye kâğıtları bohçası (Cizye evrakı bohçası) ya mahkemede ya da “Cümle ittifakı
ile ” belirlenen bir yerde, kadı, mütesellim, voyvoda yahut bunlar tarafından
görevlendirilen “E hl-i İslâm'dan* bir güvenilir memur ile papaz veya kocabaşı-
lardan bir kaçının huzurunda açılacaktı. Âlâ, evsat, ednâ kaç kişi ise, sicile kayd
edilecekti. Bundan sonra verginin alınmasına başlanacaktı. Eskiden *Kolcu 39de
nilen tahsildarlar, mahalle mahalle dolaşarak cizye toplarken, 1834’de yapılan
değişiklikle, yukarıda sözü edilen komisyon, haftanın belirli günlerinde kararlaştı
rılan yerde toplanacak, cizye ödeyecek olanlar takım takım gelip bu komisyo
nun huzurunda vergilerini vereceklerdi. Bu iş yapılırken cizye evrakı komisyon
da bulunanlar tarafından ayrı ayrı imzalanacaktı259.
Bu uygulama ile yolsuzluklar ve şikâyetler önlenmek istenmişse de, olumlu
sonuç alınmadan Tanzimat’ın ilânına kadar uygulama sürdürülmüştür.
2SS K a y seri Şr.Sc. 194/ s.52. Bu fermanda aynca, rahip, patrik, keşiş ve çocuklarla eli iş tu
tamayanlardan cizye alınmaması gerektiği hatırlatılıyordu.
259 T a k vim -i V e k a y i, defa 8o’de bu konuda ayrıntılı bilgi yer almaktadır.
330 TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU
200 A n kara Şr.Sc. 223 /14. Müslüman ustalardan elii kadan ile zimmîlerden yirmi beşi,
Meclis-i Şer’e (Kadıya) gelerek, olageldiği üzere sözkonusu kurala uygun iş yapacaklarını bir kere
daha sicile geçirtmişlerdi.
261 Örneğin, Ankara’ da bulunan Rum ve Ermenilerden toplanan .177 adet piştov (tabanca),
146 tüfek, 103 bıçak ve kılıç, kale dizdanna teslim ediliyordu. A n kara Şr.Sc. 215/206. Diğer kent
lerde de silâh toplatıldığına ilişkin belgeler elimizde bulunmaktadır.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Anadolu Kentlerinin
Ekonomik Yapılan (1840-1875)
Genel Ekonomik Durum
1 19. yüzyıl Osmanlı ekonomisi genel çizgileriyle çeşitli araştırma ve incelemelere konu ol
muştur. Ancak, ayrıntılara inilmemiş, arşiv malzemesinden yeterince yararlanılamamıştır. Bu konu
da başlıca yayınlar ve geniş bibliyografya için bkz. C.Issavvi, The Economic History of Turkey,
1800-1914, (Publications of the Çenter for M iddle East Studies, No 013) 1980.
TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU 335
Para Konusu
Tanzimat döneminin düzenlemelerinde, maliye ve ekonomiye yeni gereksin
meler doğrultusunda el atılırken, yüzyıllardan beri devleti uğraştıran para soru
nu, gündemin ilk maddesini oluşturmuştu. II.Mahmut döneminde bu alanda
yapılan yenilikler, beklenilen olumlu sonucu vermemişti. Para bulmak için baş
vurulan ve etkinliği kalmayan yöntemlerin dışına çıkmak gerekiyordu. Bunun
için, 1839 yılı sonlarında “Kaime-i nakdiyye-i mutebere” (Para yerine geçen kağıt)
336 TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU
adı altında faiz getiren borç senetleri veya hazine bonosu türünde piyasaya yeni
bir para çıkarıldı. Elle yazılıp, mühürlenerek taklitlerinden korunmak istenen
bu bonoların, faiz nisbeti % 8, süresi sekiz yıldı. 160.000 lira değerinde piyasaya
sürülmüştü.
Kaime, iç piyasada geçerli idi. Dış ödemeler, madeni paralar esası üzerin
den, poliçeler vasıtasıyla yapılıyordu. Piyasada çok çeşitli ve ayan bozuk paralar
dolaşımda idi. Bu dış ödemelerde tüccarın kayıplarına yol açıyordu. Yeni bir
ayarlama gerekli idi. Nitekim 23 Temmuz 1843 tarihli (25 Cemaziyelahir 1259
tarih ve 256 sayılı Takvim-i Vekâyi’de yer alan Beyanname) “Beyanname* ile, pi
yasada bulunan bütün altın para çeşitlerinin değeri poliçe değeri üzerinde ku
ruş ve para olarak belirlenmiş, bütün sikkelerin bu değer üzerinden Darpha
nece satın alınacağı ilân edilmişti. Yeniden beyaz ve sarı olmak üzere iki çeşit
sikke kesimine gidileceği, bunun için gerekli aletlerin Avrupadan getirtilerek
Darphane’ye konulduğu, “Birkaç aya kadar ahun ve beyaz akçe olmak üzere halisü’l-
ayar sikke-i hümâyun kat* ve darbına mübaşeret o lu n a c a ğ ı aynca açıklanıyordu. Da
ha sonra 5 Ocak 1844 tarihinde Takvim-i Vekayi’de yayınlanan *Usulü Cedide
Üzere Tashih-iAyar” kararnamesi ile de para sistemi, kuruş sistemine dayandınl-
dı. 100 kuruş bir altın karşılığı olarak kabul edildi. Para basma hakkı yalnız İs
tanbul Darphanesine verildi. Mecidiye altınına s00 kuruş değer izafe edildiği
için altın ayan binde 816,66 (eski mikyasa göre 22 krat), gümüş paralar için de
binde 830 olarak benimsendi.
“Altın ile gümüş arasındaki oranı 1:15,36 olarak saptayan çifte madenli bir
para sistemi getiren 1844 reformu” başarılı olamadı. Bir süre sonra bir altın 120
gümüş kuruşa yükseldi. Yurt dışında bastırılan gümüş paralar, altın toplamak
için içeriye sokuldu. Eski düşük ayarlı, kırpık paralar da uzun süre dolaşımda
kaldı. Tedavülde bulunan beşlik,onluk, yirmilik yeni gümüş sikkeler, kısa süre
de taklid edildi. Bozuk para sıkıntısının önü bir türlü alınamadı. 1846 yılında
beş ve bir paralık bakır ufaklık basılması kararı alındı4.
Öte yanda kağıt para beklenilen yararı sağlamadığı için, 1847 yılından iti
baren tedavülden kaldırılması yollan arandı. Ancak, karşılık bulmada zorluk çe
kildi. Başta saray olmak üzere, üst düzey devlet görevlilerinden, tüccar ve emlâk
sahiplerinden bu iş için “iane” toplama yoluna gidildi. Bu yolla 150.000.000 ku
ruş sağlandı. Bu para ile bir yandan kaime itfa edilirken, öte yanda taklitleri
çoğalmış olanların 1852 yılında yenilenmesi sağlandı5. 1854’te Kınm Savaşının
çıkışı, kaime sorununun çözümünü güçleştirmekle kalmadı piyasaya “Ordu kai
mesi” adı altında yeni bir kâğıt para çıkarmayı zorunlu kıldı. Ordu kaimesi de
kısa sürede % 30 değer yitirdi.
Kırım Savaşından sonra Osmanh yönetimi dış borçlarla durumu geçici ola
rak düzeltme yoluna gitti. 18 5 8 ^ alınan borç para ile kağıt paranın bir kısmı
piyasadan çekildi. 1862, yılında İngiltere'den sağlanan mali destekle yeniden pi
yasadan kaime çekildi6.
1876 yılma kadar gerek kağıt para gerekse, altın ve gümüş paralar yapılan
düzenlemelere karşın istikrara kavuşturulamadı. Osmanlı parası, dış paralar kar
şısında değer kaybetmeye devam etti.
Bankaların Kuruluşu
Tanzim at döneminde para ve kredi alanında yapılan önemli değişiklik, sar
raflardan bankalara geçişin gerçekleştirilmeye başlanmasıdır. Yönetim ve ekono
mi, ticaret alanında yapıian düzenlemeler, çağdaşlaşma istek ve zorunluluğu Av
rupa ülkelerinde olduğu gibi Osmanh İmparatoriuğu’nda da bankacılığı zorunlu
kılıyordu. Nitekim, İstanbul’da ilk Banka 1847 yılında kuruldu. “Bankı Dersaa-
det* (Bank de Constantinople) Galatada faaliyet gösteren, borç para veren ve
kambiyo işlerini yapan Th. Balîazzi tarafından hükümetin izniyle kurulmuştu.
Belirli bir sermayesi olmamakla birlikte, kurucularının ticari itibarından ötürü,
poliçeleri kabul görüyordu, Kırım Savaşı öncesinde irças etmiş. Osm anlı hâzine
sini 600.000 liralık zarara sokmuştur. Bu banka> Osmanh parasının sterline kar
F .22
338 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
Bir kaza veya sancak merkezinde sandığın kurulabilmesi için enaz 200 lira
sermayenin toplanmış olması gerekiyordu. Kaza sandığı ancak, bağlı köylere
kredi verebiliyordu. Üç aydan az bir yıldan çok olmamak koşulu ile ayda % 1
faizle isteyen kişiye ençok 20 lira borç veriliyordu. Sandık, bir sandık emini
(Ücretli) ve seçilen dört üyeden oluşan bir kurul tarafından idare ediliyordu.
Ücretli bir kâtip kullanılmasına izin verilmişti. Sandıkların hesaplan her yıl Ka
sım ayında kapatılıyor, elde edilen kâr, okul, kaldırım, çeşme köprü yapılması
gibi bayındırlık işlerinde kullanılıyordu. Vilâyet salnamelerinde, vilâyet merkezi,
bağlı sancak ve kazalarda kurulan sandıkların sermayelerine ilişkin rakamlara
yer verilmiştir. Bunların incelenmesi ile, sandıkların mal varlıkları hakkında ay-
nntılı bilgi edinme olanağı mevcuttur8.
Memleket sandıklarının oluşturulmasıyla ilk kez, tarımsal kredi işlerinin
düzenlenmesine el atılmış, böyle bir gereksinmeyi devlet yönetmeliklerle düzen
lemeye koymak gereğini duymuştur. Ne var ki bu kurum, modem bir banka
olmaktan çok, klâsik Osmanlı düzenindeki "Orta sandıkları” (Esnaf yardımlaşma
sandıklan), "Avarız sandıklan ” geleneğinin tarım koşullarına uygulanan biçimidir
denilebilir.
Mithat Paşa, Tuna valiliğinden İstanbul’a döndükten sonra, ı 868’de' 7 r/an-
bul Emniyet Sandığı” ad\ ile burada yeni bir kurum oluşturdu. Bu kurum, İstan
bul'da sayılan artan bankalar gibi, varolan bir sermayeye dayanmıyordu. Her
sınıf halkın küçük birikimlerini bir araya getirecek ve yine aynı grubun kredi
gereksinmelerine cevap verecekti. Bunun için hazırlanan talinatname padişahın
onayına sunulmuş ve ilk “Emniyet Sandığı” 6 Haziran 1868’de İstanbul’da faali
yete geçmiştir.
Emniyet Sandığı, vadesiz tasarruflara % 9 faiz ödüyor ve % 12 faizle Ödünç
veriyordu. Süre üç aydaa bir yıla kadardı. Borç almak için Osmanlı uyruğu
güvenilir iki kefil göstermek gerekiyordu. Ya da borcun 1,5 katı rehin verilecek
ti. Sandık, rehin karşılığı borç vermenin yamsıra poliçe işini de üzerine alıyor
du. O sıralarda İstanbul’da çalışıp memleketlerine para göndermek isteyenler,
poliçe işi ile uğraşan sarraflara yüksek ücretler ödemek zorunda kalıyorlardı.
Çoğu yerde poliçe bedeli ailelerine para olarak ödenmiyor, yerine mal satılıyor
du. Bu soruna çözüm bulmak amacı ile Emniyet Sandığı Talimatnamesi’ne
hüküm konularak, vilâyet ya da sancaklardaki mal sandıkları üzerine poliçe çe
kebilme yetkisi verilmişti.
İstanbul’daki sandığın başanlı çalışması üzerine, 1872 yılında vilâyet mer
kezlerinde de emniyet sandıklan açılmaya başlanmıştır. Emniyet sandıklan, bir
yandan halka biriktirme alışkanlığı kazandıracak tasarruf bankaları fonksiyonu
nu yüklenirlerken, öte yanda halkın tüketim kredisi gereksinmelerini karşılıyor
lardı. Bu yönleriyle de dönemin bankalarından aynlmakta idiler9.
$ Memleket sandıklan için bkz. Y ü z y ıllık T e şk ilâ tlı Z irai K r e d i, s. 101 vd.
* Cavide Işıksal, “Emniyet Sandığının Kuruluşu” B elgelerle T ü rk T a rih î D ergisi, XI/65
(Şubat 1973).
340 TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU
ı86o’dan sonra bir taraftan başlatılmış olan sayım sürdürülürken öte yanda
“An cemaaten tevzi olunan vergi” sistemi yürürlükte bulunuyordu. Sayımı biten
yerlerde yeni usule göre vergilendirme ve alma yöntemi uygulanırken, diğer
yörelerde eski kurallar yürürlükte bulunuyordu. 1864/te bu karışıklığa son ver
mek amacı ile yeniden bir talimatname kaleme alındı. Buna göre, livalar, kaza
lara, kazalar, mahalle ve köylere birer “ Vergi mazbatası ” gönderecekler, yıllık ver
ginin miktarını marttan başlamak üzere on eşit taksitle ödemeleri için çizelge
şeklinde kendilerine vereceklerdi. Mahalle veya köy ihtiyar meclisi ve vergi öde
me yükümlülüğü olanlar bir yerde toplanıp, bu çizelgede aylara göre belirlenen
vergiyi herkesin durumuna göre aralarında bölüşecekler, iki nüsha halinde def
tere geçirip, hazır bulunanlara imzalattıktan sonra birini kazaya gönderecekler
di.
Bu talimatnamenin hemen arkasından 1865 yılında vergi ve diğer gelirlerin
toplanmasına ilişkin “ Umur-ı Maliye Nizamnamesi" ile Tahsildarlar Hakkında N i
zamname* yayımlanarak yürürlüğe kondu)0.
10 Tanzim at'la birlikte vergilendirmede yapılan düzenlem eler topluca Abdurrahman Vefik ta
rafından “Tekâlif Kavaidi” adlı eserin 2.kısmında ayrıntılarıyla ve belgeleriyle ortaya konulmuştur.
Verdiğimiz bilgiler bu kaynağa dayanmakla birlikte.derlediğimiz belgeler ve bu konuda en son ça
lışma diyebileceğimiz S.Shavv’ın, “Nineteenth century Ottoman tax reform”, T h e International
J ou rn al o f M id d le East Studies, (1970) s. 427-459 adlı makalesinden de yararlanarak hazırlan
mıştır.
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
Tanzimat'ın ilânından 1858 yılma dek geçen sürede yukarıda özetle verdiği
miz vergilendirme biçimi istenilen sonucu vermediğinden, hükümet merkezinde
“Tahrir-i Emlak Nezareti” kurulmuş ve ülke çapında gelir kaynaklarının belirle-
nerek vergilendirilmesi işi yeni baştan ele alınmıştır.
İane-i askeriye adı ile alınan vergi için de koçanlı senetler verilecekti. Ayrıca
kent merkezleriyle civarlarında inşa olunacak emlâk ve ebniye (binalar), bu ko
misyon tarafından incelenerek yapım bedeli tahmin edilip kayıtlara geçirilecekti.
Belirlenen değerin binde dördü vergi olarak alınacaktı. Sağlayacağı gelirin de
yüzde dördü vergiye gidecekti. Yeniden yapımdan ötürü değer artışı olursa ver
ginin de artacağı, bu artığın mal sandığına teslim edilmesi, değer azalması olur
sa, eski değerini kazanana kadar, verginin de az alınması ilkesi getirilmişti.
yelevvel 1277) tarihli yeni bir “ Tahrir-i nüfus ve emlâka dair nizamname” yayınla
narak y ü rü rlü ğ e konmuş, bu yönetmelik uzun süre yürürlükte kalmıştır,2.
27 Kasım 1860 tarihli “ Tahrir-i Nüfus ve Emlak 'a dair Nizâmnâmea İmpara
torlukta nüfus, mal ve mülk sayımının nasıl yapılacağını ve vergilendirmede
g ö zö n ü n d e tutulacak ilkeleri en ince ayrıntılarıyla saptıyordu. Bu işle görevlen
dirilen memurların, izleyecekleri yöntem, uyacakları başlıca kurallar bir bir sa
yılm ıştır. Bu nizamnamenin belirgin bir özelliği de kasaba ve köy muhtarlarının
gü ven ilir kimseler olmadıklarını, bundan ötürü sayım memurlarınca görevlerin
den alınıp yerlerine uygun kimselerin atanmaları hükmünü getirmesidir.
Dördüncü bendde güvenilir, muteber kimselerin muhtar olmak istemedik
leri, bu yüzden yeteneksiz, beceriksiz, güvenilmez insanların muhtar oldukları,
halbuki, “bu işte bulunacak memurların hali, devlete ve ahaliye emniyet verecek surette
bulunması her şeyden ehhem ve mukaddem bulunduğundan muharrirlerin birinci vazifeleri
vardıktan mahallin muhtarlarını hemen azl edib, yeniden yerlerine ehl-i ırz ve Vtimade
şayan muteberân-ı ahaliden muhtar intihab etmekdir" deniliyordu. Bu seçimi eyalet
lerde vali,mal memurları, kadı ve ulemadan, ya da güvenilir diğer kimselerden
iki kişinin, sancaklarda mutasarrıf veya kaymakam, mal memuru, müftü, naib,
ulemadan veya tüccar ve esnaf yöneticilerinden, bir veya iki kişi; kazada ise
müdür ve müftü, halkın ileri gelenlerinden iki kişi vasıtası ile gerçekleştirecekler
di (Beşinci bend),
İkinci iş olarak, mahalle, yol, sokak isimlerine göre her binaya numara veri
lerek defterlere geçirileceği, sayımın bu kayıtlara göre yapılacağı belirtiliyor, da
ha sonra, herkesten durumuna göre servet ve gelirinin önce kendisinden sorul
ması, daha sonra doğruluğuna kanaat getirilmezse, durumu bilen güvenilir kim
selerin bilgisine başvurulması, kesin kanaat edindikten sonra deftere geçirilmesi,
aynca eski vergilerinin de yazılması öngörülüyordu.
Emlâk sayımında Önce, hane, han, dükkan ve emsali emlâk ile, çiftlik, de
ğirmen, fabrika ve diğer yerler, boş arsa, bağ ve bahçelerin arazinin yeri ve de
ğeri gözonünde tutularak gerçek değerleriyle kayda geçirilecekti. Daha sonra yıl
lık olarak getirdiği gelir belirlenecekti.
nen bedelinin yüzde onunun vergi olarak alınması uygun görülmüştür. Buna
göre Anadolu vilayetlerinin bir kısmında yıllık hasılat 30 kuruş, bir kısmında 20
kuruş, bir kısmında ise 15 kuruş kabul edilmiş, vergi de böylece, koyun veya
keçi başına üç kuruşla birbuçuk kuruş arasında saptanmıştır. 18 5 7 ^ belirlenen
bu vergiye 1871’de bazı vilayetlerde 40, bazılarında ise 20 para zam yapılmıştır.
22 Mayıs 1845’te hazine adma bir dizi damgalı resmi kağıt bastırarak, şer’i
mahkemeler dışında, bütün işlemlerde değişik değerdeki bu kağıtların kullanıl
ması zorunluluğu getirilmiştir. “Damgalı varaka-i sahiha " denilen bu kağıtlar kul
lanım amacına göre değerlendirilmişti. Mukavele, kefalet ve benzeri senetlerle
dilekçe kağıtları, bir kuruşa, satılacaktı. Dilekçe kağıtlarının ikinci türü (Battal
denilen) 30 para idi.
Devrin ulaşım imkanları ile ülkenin her tarafına yeterli miktarda damgalı
resmi kağıt gönderip satışa sunmak, ortaya büyük güçlükler çıkarmış, birçok
yerde kağıt kıtlığı ve karaborsa başgöstermiştir. Bunun üzerine 15 Ocak 18 5 2 ^
bir kararname yayınlanarak, taşrada kuruşta bir para bayi payı ile bu kağıtların
348 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
sattmlmasına imkan tanındı. Böylece ticaretle uğraşanlar için yeni bir gelir ka
pısı açılırken, ülke genelinde resmi kağıt bulma sıkıntısı da son buldu. Hazine
de önemli bir yeni gelir kaynağına kavuşmuş oldu. Edinilen deneyimin ışığında
2 Eylül ıööı'de “Resm-i Damga N izam nam esi yayınlanarak önemli düzenlemeler
yapıldı- Buna göre, damgalı dokümanın kullanımı amaç gözönünde tutularak
dört gruba bolündü. İlk grupta borçlanma, şirket, mukavele ve taahhütlerle alı
nıp verilen her türlü borç ve makbuzlar, poliçe senetleri yer alıyordu. Mahkeme
ve idare meclislerin verdikleri her çeşit doküman bu gruba giriyordu. Hâzineye,
vezne ve mal sandıklarına, genel olarak hükümet ve mal memurlarına verilecek
taahhüt, makbuz ve senetler ikinci grubu; şer’i mahkemelerin verecekleri her çe
şit hüccetler, ilâmlar ve kassam defterleri ile diğer şer’i senetler üçüncü grubu;
ticaret meclisleriyle diğer meclislerden kişiler arasındaki anlaşmazlıklardan ötürü
verilen ilam ve mazbatalar ise son grubu oluşturuyordu.
Yirmi paradan başlayarak her bin kuruştan bir kuruş hesabıyla artan oran
da iki milyon beşyüz bin kuruşa kadar olmak üzere nizamiye mahkemeleri için
48 ve ikiyüz elli bin kuruşa kadar olmak üzere şer’i mahkemeler için ise 28 çe
şit “ Varaka-i sahiha” (geçerli resmi kağıt) hazırlandı.Şirketler, hisse senetleri, poli
çe gibi ticaret dokümanı hazırlanmadan ve hazırlandıktan sonra üzerindeki pa
raya göre damga idaresine götürülüp vergisinin ödenmesi ve damgalanması ge
rekiyordu.
Bu nizamnamenin öngördüğü düzenleme ve uygulamayı gerçekleştirmek
üzere, Maliye Hazinesi’nde “Evrak-1 Sahiha M üdüriyeti (Damga Müdüriyeti)
oluşturuldu. Bir muhasebe kalemi, veznedar, damgahane memuru ile birlikte
hükümet merkezinde bu iş yürütülecekti. Ayrıca bir kağıt fabrikası inşasına baş
lanmıştı. Bayilere yüzde on kâr verilerek her yerde kağıtların kolaylıkla bulun
ması için gerekli Önlemler alınmaya başlanmıştır. Bu düzenleme onbir yıl
yürürlükte kalmıştır. 2 Aralık ı873’te yeni bir düzenlemeye gidilmiş, “Rüsumat
E m a n eti maliye bakanlığı dışında organize edilerek, vergilerin toplanması bura
ya bırakılmıştır. Oldukça ayrıntılı bir tarife hazırlanarak bütün resmi belgeler
den alınacak damga vergisi ayrı ayrı belirlenmiş, diğer vergilerin saptanıp alın
masında da yenilikler yapılmıştır. Kıymetli resmi kağıdın yanısıra “Damga pulu”
kullanılmaya başlanmıştır13.
Sanayi
Tanzimat döneminde sanayi ve ticaret alanlarında önceki devirlere oranla
önemli gelişmeler görülmekle birlikte, karşılaşılan iç ve dış güçlüklerden ötürü,
Avrupa ülkeleriyle bu alanda rekabet etmek, onlann düzeyine çıkabilmek söz
konusu bile olmamıştır. 1838-1840 yılları arasında İngiltere ve diğer Avrupa
devletleriyle imzalanan ticaret antlaşmalarından hemen sonra yabancı tüccarlar,
Anadolu'nun kıyı ticaret kentlerine gelip yerleşmeye başladılar. Dış ticaret artış
gösterdi. Sanayileşme girişimleri oldu. Bununla birlikte ortaya yeni sorunlar çık
maya başladı.
Bu dönemde devlet eli ile bir endüstri oluşturulması için bazı girişimler ol
du. Özellikle yeniden örgütlendirilen ordunun gerek duyduğu araç-gereç ve si
lahların üretimi için eskiden kalma bu amaçlı kuruluşlara el atıldı. III.Selim ve
II. Mahmut devirlerinde silah fabrikaları, yeni ihtiyaçlara cevap verecek şekilde
düzenlemeye başlandığı gibi yenileri de eklendi. Ne var ki bu kuruluşların
bütünü İstanbul ve civarında toplanmış bulunuyordu. Tophane ve Zeytınbur-
nunda silah fabrikaları, Bakırköy barut fabrikası, Karaağaç tapa fabrikası,
Hendek ve Biga’daki hızar fabrikaları devlete bağlı başlıca önemli kuruluşlar
arasında yer almakta idi. Anadolu’da ise, Konya ve Kayseri’deki güherçile kal
haneleri ile Tokat kalhanesi hatın sayılır tesislerdi.
nazın bu yeni kuruluşu gezmişler, top imalını çok beğenerek ilgilileri kutlamış
lardı î5.
İstanbul dolaylarında üretim yapan bu fabrikaların yanısıra ilk kez çeşitli
Anadolu kentlerinde de benzer kurum ve kuruluşların devlet eli ve desteği ile
faaliyete geçtiklerini görüyoruz. Tanzimatın ilânından kısa bir süre sonra,
güherçile elde edilen yörelerde birer fabrika yapılması kararlaştırılmıştı. Muhas-
sıllar ve memleket meclisleri bu konuda gerekeni yerine getireceklerdi. Güherçi-
leci esnafın elinde bulunan kazanlar satın alınacak, kendileri de kurulacak fabri
kalarda usta ve işçi olarak çalıştırılacaklardı.Devlet, Baruthane vasıtası ile gerek
görülecek malzeme ile barutçu ve ustabaşı sağlamayı üstlenmekte idi. Nitekim
Kayseri’nin uygun bir yerinde Fabrika açılması için zımmi olan ustalar aylıklı
olarak görevlendirilmişlerdi. Kente vardıklarında sancak meclisi aracılığı ile uy
gun bir yer belirlenmesi, ücretlerinin muhassıllık hâzinesinden verilmesi, fabri
ka için gerekecek masraflann ise maliye tarafından karşılanacağı ilgililere bildiri
liyordu. Aynı şekilde Tokat kalhanesinin genişletilerek üretimin artırılması için
önlemler alınmakta id i16.
İzmir’de 1844 yılında yapımına başlanan kağıt fabrikası, 1847’de üretime
geçmiş bulunuyordu. “Eser~i cedit” adı verilen kağıtlar, kaliteli ve kullanışlı olup,
Anadolu’nun kağıt gereksinimini karşılamaya yönelikti. Daha sonralan ihraç
edilmeye başlanmıştı. Bursa’da ilkel yöntemlerle üretim yapan ipek fabrikaları
da bu dönemde geliştirilmiş, yenileri çağdaş tekniklere uygun biçimde yapılma
ya başlanmıştı. Devlet fabrikalarının yanısıra kişilere ait gıda, deri, tahta, tekstil,
kağıt ve matbaalarla, toprak sanayii de bu donemde gelişme göstermeye başla
mıştı. Kuruluşlan 1880 öncesine ait bu kurumlann 17 si ham ipek, 17 matbaa
cılık ve 15’i gıda sanayiinde daha ziyade şekercilikle uğraşmakta id i17.
Özellikle ipekçilik alanında bu sıralarda önemli gelişmeler görülmektedir.
Bursa’da yeni usullerle çalışan ilk ipek fabrikaları 1844’de faaliyete geçmiş,gide
rek yaygınlaşmıştır. 1856 yılına gelindiğinde Türkiye’deki ipek fabrikalarının sa
yısı 85’e çıkmış bulunuyordu. Buna paralel olarak ipekçilik İzmit, Bilecik,
15 Tak vim -i V ek a yi, defa 395 (4 Muharrem 1265-30 Kasım 1847). Abdülmecit daha önce
1046’da Hereke kumaş fabrikasını gezmiş, tesis ve aletleri çok beğenmişti. T a k vim -i V ek a yi, defa
308.
16 K ayseri Ş e r’ iye Sicili, 204 /s. 87. Sivas Eyaleti feriği Said Paşa, Bozok sancağı feriği O s
man Paşa, Sivas defterdarı ile naib, müftü ve memleket meclisi üyeleriyle ilgililere hitaben gönde
rilen ferman suretinde (Temmuz 1841 tarihli) Rumeli ve Anadolu’nun bazı yörelerinde güherçile
çıkarılıp kalhanelerde işlenerek barut elde edildiği,Tanzimat gereği bu işte çalışanlara bundan
böyle ücret vcrileceği açıklandıktan sonra, yeni güherçile fabrikalarının yaptırılacağı belirtiliyordu.
Kayseri’nin uygun bir yerinde de güherçile fabrikası açılması için hepsi zımmi olan ustalar görev
lendirildiği, kente vardıklarında memleket meclisince uygun bir yer belirlenerek, inşaata geçilmesi
usta aylıklarının muhassıllık hâzinesinden, fabrika için gerekli paranın mâliyece karşılanacağı açık-
lanmakta idi.
17 Vedat Eldem, Osmanlı İmparatorluğumun İktisadi Şartlan Hakkında Bir Tetkik, Ankara
1970, s. 121.
352 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
16 Basma fabrikasının gerek duyduğu kaliteli pamuğun yetiştirilmesi için örnek olarak İstan
bul baruthanesi civarındaki “Ayapapa Çiftliği” denilen yer ile devlete ait “ Uzunköprü Çayın ve
Dem irkapr arazilerinin birleştirilip deneme niteliğinde pamuk ektirilmesi önerisi Meclis-i Vâlâ ve
Padişah tarafından onaylanmıştı. T ak vim -i V ek a y i, defa 318.
TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU 353
dığı kolaylıklardan da yararlanan Batı ürünü sanayi malları, Kırım Savaşı son
rasında Osmanlı pazarlarını doldurmaya başladı. Zor şartlarla çalışmalarını
sürdüren sözünü ettiğimiz fabrikalar, 1870^ yıllara gelindiğinde bir kaçı dışında
kapanmış bulunuyorlardı. Böylece Tanzimat’ın fabrikalaşma yönünde giriştiği
Önemli bir atılım da sonuçsuz kalmış oluyordu19.
Ticaret
III.Selim ve Il.îviabmut un ticaret alanında başlattıkları yem atilımlar, Tan
zimat döneminde de sürdürülmüştür, Osmanlı uyruğu yerli tüccarı korumaya
yönelik önlemlerin yanısıra, Avrupa ülkeleriyle yapılan ticaret anlaşmalarına,
ülke yararına konulan hükümlerle de olabildiğince devlet yararı gözetilmek is
tenmişti. Ne var ki iyi niyete dayalı bu girişimler, belirli bir hükümet politikası
na ve programına dayalı değildi. Mustafa Reşit Paşa ve arkadaşları, iç ticaretin
geliştirilmesi için bir devlet programının düzenlenmesinden yana idiler. Ancak,
bunun için hükümette istikrara, bilgi ve sermayeye gerek vardı. Kaldı ki iç tica
ret dış ticaretle sıkı sıkıya ilgiliydi. Tanzimat’ın ilânından kısa bir süre önce, İn
giltere ile yapılan ticaret antlaşmasını diğerleri izlemiş, 1841 yılı sonlarına gelin
diğinde Avrupa’nın başlıca ülkelerine aynı kolaylıklar tanınmıştı.
19 Sanayileşme girişiminin ayn bir değerlendirilmesi için bkz. Edvvard C.Clark, “T he Otto-
man Indüstrial Revolution”, Intern ation al Jo u rn a l o f M iddİe East Studies, 5 (1974), 65-76.
F 23
354 TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU
20 İngiltere ile yapılan 1838 Ticaret Antlaşmasının ayrıntıları için bkz. V.d.Puryear, İntemati-
onal Economics and Diplomacy in the Near East, Stanford, Califom ia (1935)- Aynca M .Kütükoğ-
lu, Osmanlı-İngiliz İktisadi Münasebetleri, I-II, Ankara, 1974, İstanbul 1976.
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU 355
gözönünde tutularak ona göre vergi alınması uygun görüldü. ı8 7 i’den başlaya
rak ülke içinde kara nakliyatından alınmakta olan yüzde sekiz vergi kaldırıldı.
Sadece sahiller arasındaki nakillerde bir süre daha bu vergi alındı. 1875’te Os~
manii hükümeti, ithalat vergisini yüzde yirmiye çıkarmak istediyse de Avrupa
ülkelerince bu istek reddedildi.
Bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nun ticari ilişkilerde bulunduğu Avru
pa ülkeleri arasında İngiltere ve Fransa başta geliyordu. İngiltere ile ticaret,
ıg.yüzyılın ilk yarısından itibaren büyük gelişme gösterdi. Bunun başlıca neden
leri arasında, 1838 ticaret antlaşmasının sağladığı kolaylıklar, İngiiiz-Rus ilişkile
rinin bozulması, daha doğrusu İngilterelin Rusya'dan satın aldığı ürünleri, Os
m a n lI İmparatorluğumdan daha elverişli şartlarla sağlayabileceğinin anlaşılması,
Mehmet Ali Paşa’nm Mısır’da gerçekleştirdiği reformlarla yeni bir güç olarak
ortaya çıkıp, Fransa’dan destek görmesi gibi gelişmeleri sayabiliriz.
Bu dönemde İngiltere’ye ihraç edilen ürünlerin başında, afyon, buğday,
ipek, tütün, meşe palamudu ve yün gelmekte idi. Ayrıca üzüm, incir ve tiftik de
ihraç ürünlerindendi. Buna karşılık İngiltere’den pamuklu mamuller, bükülü
pamuk ipliği, yünlü dokumalar, hırdavat demir ve kömür alınıyordu. Ayrı
ca İngiliz müstemlekelerinden kahve, biber, çay gibi ürünler ithal edilmekte idi.
İthalat 1840’da 1.387.416, 1856’da 3,202,558, 1860’da ise 5,505,492 sterlin tuta
rında idi. İhracata gelince, 1831’de 888,648,1839’da 1*430,224, 18 4 8 ^ 3,116,565
ve 1860’da ise 5,639,898 sterline varmış bulunuyordu. Bu artışın nedenleri ara
sında sözünü ettiğimiz gelişmeler dışında İngilizlerin Osmanlı büyük ticaret
kentlerinde kredi kurumlan açmalanmn yanısıra, Londra, Liverpol gibi Önemli
limanlarla îzmir, İstanbul ve Beyrut gibi Osmanlı limanları arasında buharlı ge
milerin işlemeye başlamasını da belirtmek gerekir. Öte yanda İngiltere’nin İran
la yaptığı ticaretin transit yolu, Osmanlı ülkesinden geçmekte idi21.
Osmanlı İmparatorluğu ile sıkı ticari ilişkileri olan bir devlet de Fransa idi.
Bu ülkeye ham ipek, hububat, yağlı maddeler, yün, pamuk, tütün yaprağı, af
yon, ceviz ve benzeri ürünler satılıyor, karşılığında, pamuklu ve yünlü kumaşlar,
işlenmiş deriler, kâğıt, cam, mobilya, züccaciye gibi şeyler almıyordu. Hububat
ve pamuk satılan malların başında gelmekte idi. Özellikle tarımda modernleşme
çabalarında Fransız uzman ve teknisyenlerinden yararlanılıyor, pamuk ekiminde
bu uzmanların önerileri doğrultusunda büyük artış sağlanıyordu. İpekçilik ala
nında da yeni yöntemler Fransa’dan öğreniliyordu.
Osmanlı-Avusturya ve Osmanlı-Rus dcari ilişkileri, bu donemde önemli bir
gelişme göstermemiştir. Rusyadan tereyağı, iç yağ, havyar, katran, yelken bezi,
demir ve kürk alınıyor karşılığında zeytin yağı, sabun, pamuk ipliği, dokunmuş
kumaş, kuru yemiş satılıyordu. Ayrıca canlı hayvan, özellikle koyun ihracatı da
söz konusu idi. Avusturya, kendi mallarından başka orta ve kuzey Avrupa ülke
21 M .Kütükoğlu, Age, C.II (1838-1856) İst. 1976, s. 113-114, ayrıca tablo 7-8.
356 TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU
dışarıya çıkarabileceklerdi. Bunun için yüzde sekiz bir çıkış gümrüğü Ödemeleri
yeterli idi. Bu oran her yıl, yüzde bir düşürülerek yedi yıl sonunda çıkış
gümrüğü yüzde bire düşürülecek bu rakam sabit kalacaktı. İthal edilecek her
türlü ticaret eşyasından yüzde sekiz gümrük vergisi alınacak, Osmanlı İmpara
torluğumdan transit olarak geçirilecek eşyadan yüzde iki transit resmi alınacaktı.
Bu miktar sekiz yıl sonunda yüzde bire indirilecekti. Boğazlardan ticari eşya ile
geçecek gemilerden vergi alınmayacaktı. Boylece, 1838 ticaret anlaşmasıyla ihraç
edilen mallardan alınmakta olan yüzde onikilik iskele ve gümrük vergisi başlan
gıçta yüzde sekiz ve sekiz yıl sonra da yüzde bire düşürülüyor, ithalat vergile
rinde de benzer bir düzenleme yapılıyordu. Yabancı tüccarlar bundan böyle
Osmanlı tüccarı gibi iç ticaretle uğraşma imkanına, ham maddeyi kolaylıkla Av-
rupaya ihraç edip, mamul madde haline getirtip, Osmanlı pazarında satma ola
nağına iyice kavuşuyorlardı. Kendi ülkelerinde böylesine kolay ve kârlı bir tica
ret yapmaları mümkün değildi. Bu durum karşısında bilgisiz, teşkilâtsız ve ko
rumasız, Osmanlı tüccarına ve esnafına iş kalmıyordu.
Osmanlı ticaretini olumsuz yönden etkileyen bir gelişme de ticaret yolları
nın değişmeye başlaması idi. 1869’da Süveyş Kanalının açılması, önceleri Os
m a n lI ticareti için olumlu görülmüşse de kanaldan İtalyan ve Fransız limanları
nın daha çok yararlandıkları ortaya çıktı. Kanal açılmadan önce Doğu-Batı ara
sındaki tican mallann aktarılmasında İskenderun’la Suriye limanlarından yarar
lanılıyordu. Kanalın açılmasıyla bu mallar karaya çıkarılmadan Süveyş’ten geçi
rilmeye başlandı. Suriye ticaret merkezlerinin yanısıra Anadolu'nun güney-do-
ğusu da bu gelişmeden zarar gördü. Bu sıralarda Anadolu’nun kuzey-doğusun-
da da önemli bir değişiklik görülmeye başlandı. Abdülaziz dönemine kadar Av
rupa ile İran arasındaki ticaret yolu, Trabzon ve Erzurum üzerinden İran’a ula
şan transit yol idi. Bu yoldan İran’a ve Avrupaya aktarılan mallar arasında
ipek, pamuk, keten, susam, afyon, tütün, güherçile, kükürt, bakır ve demir gibi
deniz yolu taşımacılığından zarar görmeyen mallar yer almakta idi. Önemli bir
ticaret yolu olmasına karşın, Trabzon-Erzurum transit yolu ilkel bir kervan ula
şımına elverişli idi. Yapım ve onarım girişimleri sonuçsuz kalmıştı. Halbuki
Rusya, Avrupa-İran ticaret mallarını Kafkasya üzerinden aktarmak için bu sıra
larda yeni Önlemler alıyordu. Tiflis’ten Karadeniz sahiline bir demiryolu yaptır
dığı gibi, düzgün şoseler de hizmete sokmuştu. Ayrıca ticaret merkezleri arasın
da telgraf hatları çektirmiş, ticaret eşyasının Kafkasya limanları arasında taşın
ması için vapur kumpanyaları kurmuştu. Eşyanın ihraç iskelelerinde parasız ola
rak saklanması için depolar yaptırıyordu. Bu gelişmelere karşı Osmanlı Devleti
nin kervan ve hanlarla rekabet etmesine imkân kalmamıştı. 1870’e gelindiğinde
İran’a aktarılmak üzere Avrupa’dan Trabzon’a gelen mallann değeri, iki yıl
öncesine göre on birmilyon frank azalma gösteriyordu. Bu durum üzerine bazı
Avrupa devletleri, Trabzon’daki konsolosluklarını, vekilliğe indirerek, Poti ve
Tiflis’te konsolosluklar kurmuşlardı.
İmparatorluğun iç pazarları arasındaki diğer yolların durumu da iyi değildi.
Demiryolu yapımına henüz başlanmıştı. Karayollannın, bakjm onarım ve yeni
358 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
den inşası için girişilen çabalar yetersiz kalmış, ürün fazlasının iskelelere, ihracat
limanlarına aktarılması büyük bir sorun olmakta devam etmiştir.
Avrupa’da açılan sergiler örnek alınarak düzenlenen ilk genel sergi, beş ay
kadar açık kalmış, yerli ve yabancı çok kimse tarafından gezilmiştir. İstanbul,
bu vesileyle yoğun bir ticâri ve turistik faaliyete sahne olmuş, İmparatorluğun
çeşitli yörelerinden getirtilen yaklaşık on bin kalem ürün ilk kez bir arada halka
ve ilgililere gösterilmiştir. Sergiye katılan ve sergiye gelen iş adamları, esnaf ve
sanatkarlar, birbirleriyle tanıştıkları gibi, kendi alanlarında başka yörelerde yapı
lan işleri görme olanağını da bulmuşlardır24.
balar, çökmekte olan yerli sanayi dallarının canlandırılmasında tek başına etkili
olamamış, Osmanlı yönetiminin iyi niyetli girişimleri, diğer alanlarda olduğu gi
bi, ticaret, sanayi ve tarımda da çağın gereklerine cevap vermekten uzak kalmış
tır.
Genel ekonomik yapıyı ortaya koymak amacıyla yaptığımız bu kısa açıkla
malardan sonra, konumuzu oluşturan Anadolu kentlerinin ekonomik yapıları
ve ticari etkinlikleri üzerinde duracağız. Öncelikle, lö.yüzyılın sonlarıyla Tanzi
mat]’m ilânına kadar geçen süredeki yapılarını değiştirebilen, gelişme gösteren
kentleri ele alacağız. Görüleceği gibi bunların sayıları fazla olmadığı gibi göster
dikleri gelişme de ancak diğer kentlere oranla bir anlam taşımaktadır. Büyük
bir gelişme ve değişme 1075’e kadar henüz söz konusu değildir.
Bu dönemde Türkiye’nin dış ticareti, beş Önemli liman kenti aracılığı ile
gerçekleştiriliyordu. İstanbul olageldiği gibi en büyük dışalım limanı idi. Trab
zon, Rusya ve İran’a gönderilen malların transit merkezi durumunda bulunu-
yordu. Beyrut, daha çok ihracata dönük bir görünümde idi. Selânik ve İzmir,
hem dışalım ve hem de dışsatımda önde gelen iki ticaret merkezi idi.
1830 genel nüfus sayımı sonuçlarına göre toplam erkek nüfusu 21.837 ola
rak saptanmıştır. Çevre köylerinde ise 9300 müslüman erkek barınıyordu. Erkek
sayısı kadar da kadın olduğu gerçeğinden hareketle, 1830larda kentte yaklaşık
olarak 45.000 kişinin yaşadığını söyleyebiliriz. Çeşitli kaynaklarda kent nüfusuna
ilişkin verilen 150.000, 187.000, 125.000 gibi sayılar abartmalı olup gerçeği ifade
etmekten uzaktır. Nitekim ancak ı885’e gelindiğinde, hızlı nüfus artışıyla bu sa
yı 154.093 kişiye ulaşmıştır26.
Kentleşme süreci, yüz yılın ikinci yansından sonra hızlandı. Özellikle de
miryolları ile Menderes ve Gediz ovalanna bağlanması kentin, iki bin yıllık ge
leneksel sınırlarını aşarak kıyı boyunca genişlemesine yol açtı. 1867-1875 yılları
arasında yapımı tamamlanan nhtım, gelişmede önemli etki yaptı. “Kordon” di
ye adlandırılan ve Napoli taşlan ile döşenen bu rıhtım, kentin en önemli
bölümü oldu. Hükümet konağından başlayarak, Pasaport’a kadar uzanan kesi
minde büyük dükkanlar, ticarethaneler, oteller ve lokantalar açıldı. Anado
lu’nun çeşitli bölgelerinden ve adalar1dan başlayan göçlerle, kent, kuzeye doğru
da büyümeye başladı.
19. yüzyıl boyunca kentin çevresiyle birlikte gelişen sanayi dalı halı doku
macılığı oldu. Ev içi ek gelir sağlamaya yönelik bu işe 1860’h yıllarda tüccarlar
el atmaya başladılar. Köylülere gerekli malzemeyi verip, sipariş üzerine hah do-
kutturmaya giriştiler. Yüzyılın ikinci yarşından sonra İngilizler, Batı Anado
lu’daki halıcılığı tekellerine geçirmeye başladılar. ı88o’e gelindiğinde halı iplikle
rinin eğirilmesinden dışsatıma dek tüm üretim sürecini merkezleri İzmir’de bulu-
2f> İncelediğimiz dönem kentlerinin nüfusları hakkında çeşitli kaynaklarda verilen bilgiler,
Yurt Ansiklopedisinde birarada değerlendirilmeden, verilmiş bulunmaktadır. İzmir’le ilgili sayılar
yine “İzmir” maddesinde yer almış bulunmaktadır.
362 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
nan altı büyük ticarethane ele geçirmişti. Bu ticarethaneler geniş bir iplik eğir
me, iplik boyama ve aracı ağı kurmuştu.
Öte yanda kentte pamuk işleme sanayii de 1860'dan sonra gelişme göster
di. 1863 yılında J.B.Gout ve J.Alurich adlı iki İngiliz tüccar yeni bir teknoloji
için çalışmaya başladılar. Kısa süre sonunda çağdaş çırçır fabrikaları İzmir-Ba~
yındır ve Tire’de faaliyete geçtiler. İzmir’de ı847*den beri çalışan ve “Şark Kâğıt-
hanesi” adını taşıyan kâğıt fabrikası, büyük gelişme gösterdi. Önceleri bütün İm
paratorluğa, daha sonra Doğu ülkelerine ihracat yapmaya başladı. Ne var ki bu
hızlı gelişme uzun ömürlü olamadı. Fabrika 1863 yılında kapandı.
Kentin ekonomisinde önemli yer alan ve su gücü ile çalışan un değirmenle
ri, 1850'den sonra yerlerini buhar gücü ile çalışan çağdaş değirmenlere bırak-
maya başladı. Bunların çoğu İngiliz sermayesi, tekniği ve malzemesiyle kurul
muşlardı 27.
19. yüzyılın başlarında İzmir, İmparatorluğun ticaret merkezi olmaya
yönelmişti. Dışa sattığı başlıca ürünler tarıma dayananlardı. Palamut ve kök bo
ya ön sırayı alıyordu. Pamuk ipliği, kuru incir ve üzüm, arpa, ham ipek, sünger
ve halı, dışsatımı yapılan başlıca maddeler idi. Bu malların büyük bir
bölümünü İngiltere’ye gönderliyordu. Avrupalı müste’min tüccarın yanısıra Er
meni, Rum ve Yahudi beratlı tüccar, kente yerleşmişlerdi. Fransız İhtilali, Yunan
isyanı ve Mehmet Ali Paşa ayaklanması, kentin ticaretini olumsuz yönde etkile
mekle birlikte, 1838 Ticaret Antlaşmasından sonra yeniden canlanma olmuş,
ı84o’dan sonra ise önceki dönemin iki katına çıkmıştır. Örneğin, 1 8 3 9 ^ 91 ge
mi 15.000 ton yükle İngiltere’ye giderken, 1845^ gemi sayısı 196’ya ve taşıdık
ları yük ise 35000 tona ulaşmıştı. Bu yıllar arasında İngilterelin Türkiye ile
olan ticaretinde kullanılan gemilerin yüzde altmışdördü ve toplam tonajın yüzde
ellidörtü İzmir ile İngiliz limanlan arasında sefer yapıyorlardı. Fransa’ya yapı
lan ihracatta da önemli gelişmeler görülmekte idi28.
27 Orhan Kurmuş, Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi (Ankara 1982) Şevket Pamuk, Osmanlı
Ekonomisi ve Dünya Kapitalizmi; M übeccel Belik Kırây, Örgütleşemeyen Kent İzmir’de İş Hayatı
nın Yapısı ve Yerleşim Düzeni, Ankara 1972; Yurt Ansiklopedisi, İzmir maddesi.
28 O .Kurm uş, age, Ek 1 ve 2, s. 34-36.
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU 3%
üçüncü şirketin de adı “Küçük Asya Pamuk Şirketindir. Bu- şirket 8 Eylül 1863’te
100.000 sterlin sermaye ile faaliyete geçmişti. Kuruluşundan kısa bir süre sonra
10.000 pay senedinden 200 tanesini İzmir’de satmıştı. Aynca kentte pamuk üre-
ticileri için pratik kurslar düzenlemiş, özellikle Amerika tohumundan yetiştirilen
pamuğun nasıl bakılacağını öğretmeyi amaçlamıştı.
Sözünü ettiğimiz bu çabaların yanısıra alman daha başka önlemlerle Batı
Anadolu bölgesinde pamuk üretiminde önemli artış sağlandı. Şöyle ki 1862 yı
lında pamuk ekilen alan, ı8 6 ı’e göre dört kat artış gösterdi. Aydın yöresinde
1862’de 18.000 dönüm üzerinde pamuk üretilirken bu alan 1863’te 70.000
dönüme çıktı. Aynı yıl İzmir bölgesinde toplam pamuk üretiminde 45.000 balya
temiz pamuk olduğu sanılıyordu29. Pamuk üretimi daha çok Aydın demiryolu-
nun geçtiği yerlerde veya yola yakın bölgelerde görülüyordu.
29 Kurmuş, s. 66-68.
Aynı yer.
31 Yurt Ansiklopedisi, İzmir Maddesi
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU 365
sinde İngiliz tüccarlar söz sahibi olma çabalarını sürdürdüler ve Ticaret Mahke
mesinin üç üyesinden birisini aralarından seçme ayrıcalığını elde ettiler.
“İzmir’in Avrupa’ya denizaltı telgraf kablosuyla ve İmparatorluğun diğer
köşelerine telli telgraf ile bağlanması, Ticaret Mahkemesinin genişletilmesi ve
yeni ticaret mahkemelerinin açılması, kentin ticarî çıkarlarını savunmayı kendi
ne bayrak ettiğini belirten günlük Smyma M ail gazetesinin yayına başlaması, Li-
verpool rıhtımının küçük ölçekte bir kopyası olduğu ileri sürülen İzmir rıhtımı
nın yapılması, Batı Anadolu bölgesinde kapitalist gelişmenin örnekleri olarak
gösterilebilir” 32.
52 Aynı yer.
33 A.Üner Turgay, 1829 Edime Antlaşması’ndan sonra Trabzon’da nüfusun göçlerle hızla art
maya başladığını, özellikle Kınm Savaşanın kentin demografik yapısında değişikliğe yol açtığı be
lirtmektedir. Kent limanının Osmanlı ordusu ve Doğu Anadolu vilâyetlerinin beslenme merkezi ol
duğunu, ticari faaliyetlerin arttığını, bunun sonucu olarak komşu kent ve köylerden Trabzon’a
göçün başladığını 1855-56 yıllarında yiyecek sıkıntısı çekildiğini vurgulamaktadır. Bu gelişmeler sonunda
1856 yılı sonlannda nüfusun 70.000 kişiye çıktığını ileri sürmektedir. Savaşın sona ermesiyle de
1860'da 55.700^ 1870’lerde ise 3413 ı ’e kadar gerilediğini belirtmektedir. Görüldüğü gibi burada
verilen sayılarla bizim saptadıklarımız birbirine uymamaktadır. A.Ü ner Turgay’ın dayandığı elçilik
raporlarıyla, kimi seyyahlann gözlemlerinde gerçek payı olmakla birlikte, donemin koşullan, genel
nüfus artışı ve göçler gözönünde tutulduğunda, verilen sayıların abanılmış olduğu anlaşılmaktadır.
Bk2. A.Ü ner Turgay, “Trade and Mercatiansts in Ninteenth-Century Trabzon: Elements of Ethnıc
Confıct”, Christians and Jevvs in the Ottoman Empire (Edited by Benjamİn Brende and Bernard
Lewis), Vol I 1982, pp 302; 334.
366 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
Coğrafi konumu, kenti, Karadeniz kıyılarının önemli bir limanı olma olana
ğına kavuşturmuştu. Yüzyıllardan beri yerli halk, sandal, kayık ve gemi yapımı
ile geçimini sağlıyordu. Özellikle müslüman olmayan halkın en önemli gelir
kaynağı bu işti. Trabzon’un ıg.yüzyılda ticarette etkinlik gösterdiğini görüyoruz.
Güney bölge ürünlerinin Karadeniz kıyılarına ve İstanbul’a buradan ulaştırılma
sının yanında, İran transit ticaretinin de merkezi durumunda idi. Yüzyılın baş
larına kadar, Halep, Şam, Bağdat ve Hindistan’a bağlantılı olarak buradan ken
evir dışsatımı yapılmaktaydı. Ayrıca İstanbul ve Rusya’ya şarap, tütün ve fındık
bu bölgeden gönderiliyordu. Malatya, Erzurum ve Bitlis’e keten bezi, İstanbul’a
ipek ve pamuklu kumaş, keten bezi, yemiş, zeytinyağı, tütün, mum ve ibrişim
Trabzon’dan gönderiliyordu.
Trabzon limanından yapılan dışsatımın önemli bir kısmını İran transit tica
reti oluşturuyordu. Kentin kara yolu ile Erzurum üzerinden İran’a bağlanması
için çalışmalar bu dönemde başlamış, ancak uzan süre bu gerçekleştirilememiş
tir. Trabzon-Erzurum-İran yolunda ticaret mallan, at, deve, öküz ve eşek ile ta
şınıyordu. İran’a, ipek, tütün, kuru üzüm ve halı satılıyor, karşılığında pamuklu
dokuma, çay, şeker, cam ve madeni eşya almıyordu. Yılda ortalama 300.000
sterlinlik alım-satım gerçekleştiriliyordu34.
sterlin dolayında idi. 1870 yılında dışalım 500.000 sterlini geçmişti. Dışarıya sa
tılan malların değeri ise 200.000 sterlini aşmış bulunuyordu36.
36 A .Ü ner Turgay’ın belirlemelerine göre Trabzon limanından yapılan dışsatım vc dış alım
şöyle idi: (Sterlin olarak)
Dışsatım
2,536>300
Dışalım
Derviş Paşa, 1866’da böigeyi denetim altına almayı başardı. Aşiret liderleri
ne unvanlar verilerek, Anadolu’nun içlerine gönderildiler. Bundan sonra Çuku^
rova’da yeni bir yönetim düzenlenmesi yapıldı. Adana 1867 yılında vilâyet mer
kezi oldu. Konya’ya bağlı İçel Sancağı buraya bağlandı. Yörede beş yıl kalan
Fırka-ı İslâhiye, Hassa, İslahiye, İzziye gibi yeni kazalar kurdurdu. Buralarda
resmi binalar ve kışlalar yapıldı. Nüfus sayımı yapılarak, askerlik ve vergilendir*
me işleri, elde edilen verilere göre yeniden düzenlendi37.
Ingiltere’nin Amerika iç savaşından ötürü Osmanlı topraklarında pamuk
ekimine Önem vermeye başlamasıyla birlikte Çukurova bölgesi bu alanda öne
çıkmaya başladı. Hükümetin de pamuk ekimini özendirmesi üzerine bölgede
pamuk ekimi hızla gelişmeye başladı. Bunun doğal sonucu olarak 1864’te ük
pamuk işleme (Çırçır) fabrikası Fransızlar tarafından Adana’da üretime açıldı,
1865’te Ingilizler ikinci fabrikayı kurdular. Mersin ve Tarsus’ta da çırçır fabrika
ları açıldı. Böylece bölge yavaş yavaş dünya pazarlarına açılmaya ve sanayileş
meye başladı. Özellikle yüzyılın sonlarına doğru bu gelişme oldukça hızlandı.
Tanmda makineleşme ve çağdaşlaşmada Çukurova, İmparatorluğun önde gelen
bölgelerinden birisi oldu.
1840’larda Tarsus’tan yapılan dış alım 40.000 sterlin, dışsatım ise 60.000
sterlin dolayında idi. 1870’e gelindiğinde Mersin limanından yapılan dışalım on
kat artış göstermişti.Dışa satılan mallarda da yüzde yedi civarında artış gözleni
yordu. 1873-1877 yıllan arasında Adana’nm ortalama yıllık ihracatı 562,000
sterlin, ithalatı ise 517.000 sterlin olarak belirleniyor. Aynı dönemde İzmir’in
dışsatımı 4,329.000 sterlin; dışalımı ise 3,687.000 sterlin idi. Trabzon’a ilişkin ra
kamlar, Adana’ya yakındı38.
Bursa Ekonomisi
Tanzimat döneminde Anadolu’nun en büyük kentlerinden, olan, İzmir ve
Edirne’den sonra nüfus bakımından üçüncü sırada yer alan Bursa; genel
görünüşü ile eski bir şehir olma özelliğini koruyordu. Geçmişe ve alışkanlıkları
na sıkıca sarılan kentte geleceğe yönelik önemli bir atılım görülmüyordu. Hüda
vendigâr Vilâyetinin merkezi olan Bursa’ya, 1864 düzenlemesinden sonra mer
kez sancağı dışında. Karesi Sancağı (Merkezi Balıkesir), Kocaeli Sancağı (Mer
kezi İzmit), Karahisar-i Sahip (Afyon Karahisar) ve Kütahya Sancağı bağlanmış
tı. Eski Anadolu eyaletinin önemli bir kesimi, bu vilâyetin sınırları içinde kal
mıştı. Bu bakımdan Anadolu vilâyetleri içinde de en büyüklerinden, verimli
topraklara sahip olanlarındandı. Hükümet merkezine yakınlığı, güvenliğin ko
runmasını kolaylaştırıyor, sürgüne gönderilen üst düzey yöneticiler için başlıca
gezde kentlerden birini oluşturuyordu.
27 SPzrks-i İslâhiye için Bkz. Cevdet Paşa, Tezâkir, 21-39 (Yayınlayan Cavid Baysun) Ank.
1963* s. 136.
C.Issawi, The Economik Hist. 130-132.
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU 369
1860lı yıllara gelindiğinde kentte iki sanayi bölgesi ve bunların dışında ayn
bir ticaret merkezi oluşmuştu. İki sanayi bölgesinden daha büyük ve yoğun ola
nı Cilimboz Deresi kenarında diğeri de Gökdere civarında yer alıyordu. Bu
bölgede üretim, daha çok el tezgahlarında yapılan küçük ölçekli dokumacılık ve
ipekçilik gibi faaliyetleri kapsıyordu. Daha eski dönemlerden beri süregelen bu
kuruluşların yapısında önemli bir değişiklik görülmüyordu. Cilimboz Deresi
bölgesi ise daha ayrışmış bir yapı sergiliyordu. Bu bölgede ı86o’larda fabrika
başına 300’e yakın işçi çalıştığı, toplam işçi sayısının 7.000-8.000 dolayında bu
lunduğu vurgulanmaktadır. Bunun kent nüfusunun yaklaşık yüzde onunu oluş
turduğunu belirtelim. Çalışanların büyük bölümü, müslüman olmayan kadın iş
çilerdi39.
cins kozalann elde edilerek bunlann yeni yöntemlerle çekilmesi ve kaliteli ipek
ler elde edilmesi, üretimimizi olumsuz yönde etkilemeye başlamıştı*
40 Fahri Dalsar, Türk Sanayi ve Ticaret Tarihinde Bursa’da İpekçilik, İstanbul 1960. s. 410-
4 *3 *
TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU 371
ARŞİV MALZEMESİ
Başvekâlet Arşivi:
Anadolu Jurnal Defteri, No: i , 2.
Ayniyat Defterleri Serisi
Defter No: 370, 372, 373, 375, 376, 378, 381, 383, 384, 387, 388, 392, 399, 400,
401, 404, 407, 409, 410, 411, 412, 413, 414, 415, 418, 423, 424, 425, 427,
43î, 432, 433, 609, 805, 807, 817, 910,
Miihimme Defterleri: 254, 255.
Hath-ı Hümâyun Fihristi: 19258
Cevdet Maliye .*9377, 9878*
Karantina Defterleri, No: 69, 70.
Diyarbakır Müzesi :
Diyarbakır Şer 'iye Sicilleri Defter No: 366, 367.
Takvim-i Vekayi, I. Tertip, Defa: 45, 52, 70, 71, 72, 73, 76, 80, 81, 89, 92,
93, 117, 121, 122, 125, I35, I37, 15i, I54, I55, 163, 165, 165, 169, 189,
201, 207, 210, 213, 214, 2l6, 2l8, 219, 229, 238, 239, 245, 246, 264, 28i,
287, 288, 289, 29i, 293, 295, 297, 308, 318, 319, 333, 343, 345, 35i, 360,
361, 3^9>374, 375»3^7, 395»399. 437>779-
Gülhâne Hatt-ı Hümâyunu ve Onu Takiben Neşrolunan nizamname ve Tali
matnameler, Divân-ı Hümayun No 82 (matbu).
I973-
--------------, Türkiye’ nin İktisâdi ve İçtimai Tarihi, II, Ankara 1971
--------------, “Genel Çizgileriyle XVIII. yüzyıl Türkiye Tarihi”, D T C F Tarih
Araştırmaları Dergisi, IV/6-7,
A k te p e , M ü n İr, "XVIII. asrın İlk Yarısında İstanbul’un Nüfus Mes’elesine Da
ir Bazı Vesikalar”, İ. Ü. Edebiyat Fakültesi T arih Dergisi, IX / 13.
A k y ü z , K en a n , Ziya Paşa’ nm Amasya M utasarrıflığı Sırasındaki O laylar
(Belgeler) I, Ankara 1964.
A k tü r e , S e vg İ, “ 19. Yüzyılda ve 20. Yüzyıl Başında Çorum”, (Hitit Festival
Komitesi), Çorum Tarihi, s. 123-168.
A l î H a y d a r M i t h a t , Mithat Paşa, Hayat-ı Siyasisi, I, İstanbul 1325.
A r jk a n , Z e k î, “Tanzimat ve Meşrutiyet Döneminde İzm ir Basını”, T anzi
mat’tan Cum huriyete Türkiye Ansiklopedisi, C. I.
B ağiş, A l î İhsan , Osmanlı Ticaretinde G ayri M üslim ler-Kapitülasyonlar-
Beratlı Tüccarlar, Avrupa ve H ayriye Tüccarları (1750-1839), Ankara
1983-
“Ayanlık Müessesesinin Düzeni Hakkında Belgeler” TTK ,
B a y k a l, B e k ir S itk i,
Belgeler 1/2, Ankara 1865.
B e rk es, N iy a z i, Tü rkiye’ de Çağdaşlaşma, İstanbul 1973*
376 TANZİMAT DÖNEMİNDE ANADOLU
I974‘
-------------- , “Osmanlı İmparatorluğunda Sanayileşme Anlayışına Bir Örnek, Is-
lâh-ı Sanayi Komisyonu Olayı” O D TÜ Gelişme Dergisi, Türkiye İktisat
Tarihi Ö zel Sayısı 1978.
Türkiye Dem iryolları Tarihi, İstanbul 1953.
O n u r , A h m e t,
C ü n eyt Ö lç e r , Sultan D. M ahmut Zamanında Darp Edilen Osmanlı M a
deni Paraları, İstanbul 1970.
Ö n d e r , M eh m e t, Konya M atbuat Tarihi
TANZİM AT DÖNEMİNDE ANADOLU 379
—A—
A. Süheyl Ünver, 305 Acem oğlu, 12
A. Üner Turgay, 365, 367 Adalar, 274, 275, 239
Aba Fabrikası, 350 Adalet Bakanlığı, 280
A bacı, 133, 135, 139, 140 Adalet Emri, 19
A bdal Ağa (Haydaranlı Aşiretinden), 196 Adalet Fermanı, 82, 90
A bdi Bey (Maden Emini), 65 Adana, 12, 13, 1 5 ,4 9,15 8 ,2 0 2, 264,286, 292, 293,
A bdullah Ağa (Boatanizâde), 41 295, 308, 309, 340, 359, 367, 368
Abdullah Ağa (Kahyazâde). 100, 153, 154 Adli Altın, (II. Mahmut döneminde çıkarılan al
A bdullah Besim Efendi, 26 tın), 108, 110
Abdullah Efendi (Eski Nakib), 326
Adli Çeyreği, (Adli denilen altının dörtte biri), 110
Abdullah Kadir Bey (Eminbeyzade, Kazasker),
Adliye Nezâreti, 281
186, 187
Adnan Adıvar (1882-1955, Hekim, siyaset ve bilim
Abdullah Paşa (Karaman Valisi), 147
adamı), 304
Abdullah Refet Bey, 219
A frika, 251, 289
Abdulvahab Efendi, (Yasincîzâde Esseyid, şeyh)
85, 92 Afşar Kazası, 157, 245
Afyonkarahisar (Karahisar-ı sahip), 14, 49, 316,
Abdurahman Vefik; (Soyadı Sayın, 1857-1956), 119,
317, 370
170, 209, 214, 233, 342, 343
Abdülaziz (1830-1876), Tanzimat Dönemi Osmanlı Âgâh Efendi (Anadolu Ordusu Defterdarı), 219
padişahlarından olup, 1861-1876 arasında sal Ağalık Tayinatı, (Derbende bekleyen süvariye ve
tanatta kaldı. 249, 291, 301, 302, 303, 349, rilen ek gelir), 158
350, 356, 357 Ağazade Hanı (Ankara’da), 140
Abdülaziz Efendi, (1848’de Ankara Eyaleti mal kâ Ağnam Rüsumu, 162, 349
tibi), 233 Ahi Baba, (Esnaf kethüdası, Debbağlar Şeyhi), 123
Abdülhak Efendi, 306 Ahi Hacı Murad Mahallesi (Ankara’da), 97
A bdülhak M olla (Karantina M eclisi Üyesi), 307 Ahmet (Şahinzade Hacı), 115
ALdülhalim Galip Efendi, (Ankara Eyaleti defter
Ahmet Cevdet Paşa, (1822-1895, 19 yy. Osmanlı
darı), 233
devlet adamı, tarihçi, hukukçu, Mecelle Ko
Abdülhamit I. (Osmanh padişahı, 1725'te doğdu,
misyonu başkanı), 54, 236, 280, 283, 293,
1774*te tahta çıktı, 1789’da Öldü) 41, 113 305, 367, 368
Abdülkâdir Ağa (Kiracıbaşı), 155
Ahmet Cezzâr Paşa, (?-1804; Akka M uhafızı), 58
Abdülkâdir Bey, 30
Ahmet Efendi (Bursa Sandık Emini), 154, 166
Abdülkâdir Bey (Anadolu Kazaskeri), 85
Ahmet Efendi (Katip), 233
Abdüimecit (1823-1861, saltanatı, 1839-1861), 173,
Ahmet Fevzi Paşa (Asâkir-i Hassa Müşiri), 16
174, 175, 175,179, 182,183, 184, 186, 189,
Ahmet IH ., (1673-1736; padişah oluşu, 1703-1730),
193,194, 195, 218, 241, 247, 285, 299, 307,
112
314, 314, 326, 350, 352
Abdülselâm (Asâkir-i Mansûre’den kaçan), 158 Ahmet Ağa (Ayvalıdere Kazası m üdürü), 58, 246
Abdülvahab Efendi, (Kazazzâde), 326 Ahmet Ağa (Sorgun Kazası Müdürü), 248
Abidin. Paşa, 300 Ahmet A kif Bey (EskiTezkire-i Sani görevlisi), 186
Acem, 114 Ahmet Bey (Ayvacık Voyvadası), 30, 31, 217
Acemi Talimi, (Taşradaki Nizâm-ı Cedit birlikle Ahmet Bey (Trabzon valisi Osman Paşa’ nın dama
rinin, her gün sabah-akşam yaptıkları eği dı), 37
tim), 56 Ahmet Fevzi Paşa (Hassa müşiri), 78
382 DİZİN
Ankara Eyaleti, 191, 192, 216, 232, 233 Aşar Komisyonu, 270
Ankara Eyaleti İmar Meclisi, 201 Aşar Müfettişi, 269
Ankara Eyaleti Meclisi, 191, 216, 217, 221, 243 Aşıkoğlu Köprüsü, (Akşehirde), 264
Ankara Gazetesi, 292 Aşiret, 8, 253, 264, 367, 368
Ankara Hazeriyesi, 150 Ateşli Talimler, (Nizâm-ı Cedit Ortalarının onbeş
Ankara Kadısı, 57 günde b ir yaptıkları atışlı eğitim), 56
Ankara Menzilhanesi, 77 Atik Rûm î Altını, 108, 110
Ankara Müşirliği, 192 Atranos (Bursa Menzilhanesi’nin kollarından bi
Ankara Sancağı, 21, 26, 27, 31, 34, 56, 59, 120, ri), 77, 127
128, 132, 144, 146, 150, 191 Anar, 133, 135, 139, 142
Ankara Şcr’ iyc Sicili, 18, 21, 26, 27, 28, 30, 31, Avânz Akçesi, 105, 106, 163
35, 36, 37, 42, 43, 46, 47, 48, 50, 81, 82, 83, Avarız Emini, 146
85, 86, 87, 88, 91, 9 2 ,9 3 , 117,120, 121, 122, Avarız Hanesi, 145
124, 125, 1 2 8 ,1 4 6 ,1 5 0 ,1 5 2 , 166, 185,190, A vânz ve Nüzul Vergisi, 145
209, 216, 221, 232, 233, 295, 297, 328, 330 Avdo Suceska, 33
Ankara Valisi, 247
Avrupa, 4, 6, 7, 8, 9, 60, 107, 111, 112, 113, 114,
Ankara Vilayeti, 292, 323
116, 123, 174, 175, 178, 179, 180, 183, 184,
Antalya (Teke), 12, 14, 24, 49, 263, 286, 308, 310
227, 250, 251, 257, 273, 274, 278, 280, 282,
Antep, 28, 29, 30, 84, 93, 94, 99
288, 294, 299, 300, 301, 302, 303, 304, 305,
Araba İmalı, 135
310, 312, 317, 325, 333, 335, 336, 337, 338,
Arabistan, 251, 259, 296, 299, 312, 318
340, 348, 3 50,352, 353, 354, 355, 357, 358,
Arabistan Ordu-yu Hümayun Dairesi, (1843’ tcki
362, 365, 370
düzenlemede Arabistan bölgesi ordusuna ve
Avrupa Devletleri, 118, 249, 330
rilen ad), 314
Avrupa Tüccarı, 7, 112, 114, 115, 116, 117
Aralık Tevzii, (Yılda iki kez alınması öngörülen ver
Avrupalı, 7, 304, 335
giler dışında arada alınan vergi), 164, 168,
Avusturya, 3 ,4 , 5, 5 3,103,104, 111, 112,174, 175,
169
177, 250, 297, 303, 333, 354, 355, 356
Arap, 4, 289, 292 Avusturya Şark Bankası, 340
Arapça, 99, 258, 287, 326 Ayakkabıcıhk, 335
Arapsun, 50, 326 Âyân, 8, 12, 17, 20, 22, 25, 29, 34, 35, 37, 39, 41,
Arazi Kanunu, (1858’de çıkarılan kanun);, 189 53, 58, 59, 61, 66, 87, 91, 99, 100, 126, 148,
Arazi Vergisi, 343, 346 152, 154, 164, 165, 166, 167, 212, 214, 216,
Arhavi, 264 239, 241, 258, 324, 326
A rif Ağa (Hacı), 100 Âyâniye, 33, 35, 36, 98
A rif Hikmet Bey (İsmet beyzade, Meclis-i Vâlâ üye Ayapapa Çiftliği, 352
si), 187 Ayaş (Ankara Menzilhauesi’ nin b ir kolu), 29, 30,
A rif Paşa (Meclis-i Vâlâ Başkanı), 187, 188 50, 77, 99, 122, 144, 145, 233, 286, 295
Arpacı, 135, 142 Ayazmand, 30
Arpalık, 11, 23, 85, 86 Ay bastı, 365
Arûs resmi, 105 Aydm, 14, 16, 190, 231, 258, 262, 263, 286, 292,
Artin (Sandık Sarrafı Tüccar), 162, 232, 233 297, 298, 300, 301, 308, 309, 314, 352, 358,
Asâkir-i Hassa, 67 361, 363, 364, 370
Asakir-i Mansûre-i Muhammediye, 14, 17, 21, 22, Aydın (Gazete), 292
5 9,6 0, 6 1,105,120, 148 ,15 5 ,1 5 8,16 0 , 160, Aydın Müşirliği, 192
183, 307, 315 Aydın Vilayeti Salnamesi, 293
Asâkir-i Nizâmiyc, 315 Aydıncık, 30
Asker Zabiti, 212 Aydos Müdürü, 247
Askerî, 43 Aynalı Köyü (Çankırı’ya Bağlı), 66
Askeri Tıp Okulu, 60 Ayniyat Defteri, (Başvekâlet Arşivi), 193,195,196,
Askerlik Kanunu (1846 Tarihli), 315 197, 199, 201, 202, 210, 213, 215, 217, 229,
Asya, 178, 251, 304 231,238, 239, 2 4 2 ,2 4 8 ,2 6 3 , 266, 287 ,29 2 ,
Aşar, 193, 228, 229, 241, 247, 341 297, 314, 318, 319, 326
Aşar İdaresi, 271 Ayvacık Voyvodalığı, 31
384 DİZİN
Bağdat, 55, 157, 178,192, 257, 266, 269, 296, 298, Behram Ağa, 30
299, 301, 366 Bebram Paşa, 266
Bahr-ı Siyah Boğazı (Karadeniz Boğazı), 154 Bekir Ağa (Güpgüpzade), 83
Bahşiş, 82 Bekir Sıtkı Baykal, 33
Bakırcı, 133, 136, 139 Bektaşi, 67
Bakırköy, 349 Belçika, 176, 354
Bakkal, 42, 129, 133, 136, 140, 142, 152, 154 Beledici Tessgâhı, 136
Balçık, 360 Belediye, 222, 236, 249, 264, 266, 271, 273
Balıkçı, 140 Belediye Dairesi M eclisi, 271, 276
Balıkesir, 14, 15, 33, 49, 286, 310, 314, 314 Belediye Kalemi, 271
Balkanlar, 3, 4, 5, 58, 257, 358 Belediye Kanunu, 278
Belediye M eclisleri, 255, 258, 274, 277, 278, 364
Balmumcu, 133, 142
Balta Limanı Anlaşması ( 1849), 174 Belediye M eclisleri Talimatı, (Vilayatta Belediye
Bandırma, 302, 370 M eclislerinin Suret-i Tertibi ve Memurları
Bank'i Dersaadet (Bank de Constantinople), 337 nın Vezaif-i Umumiyesi), 275
Bank-ı Osmani (Ottoman Bank), 275, 338, 340 Belediye örgütü, 277
Bankacılık, 364 Belediye Reisi, 269
Banker Baron Hırsclı (Av ustur yalı), 301 Belediye Tanzimat Vergisi, 277
Bargir Kirası, 169 Belgrat, 195, 301
Baron de Tott, 4 Benjamin Brende, 365
Barutçu, 133, 136, 351 Bennak, 105
Baruthane, 31, 350, 351, 352 Berat, 51, 84, 90, 94, 97, 98,112,113, 114, 121, 124
Baruthane Emini, 155 Beratlı Tercüman, 112, 113
Basın, 284, 291, 292 Beratlı Tüccar, 7
Basmacı, 133, 142, 154 Berber, 133, 136, 140, 142, 152
Basmahane, 350 Bergama, 29, 246, 311
Basra, 269 Bernard, K .A . (Doktor), 305
Başdefterdar, 227 Bernard, Lewis, 108, 365
Başıbozuk, 318 Besni Kazası, 36
Başkâtip, 90, 130, 151, 169, 256, 270, 271 Beşlik, 110, 337
Başlık, 327 Beyanname, 336
Başınimarbaşı, 51, 52 Beyaz Akçe, 336
Başvekâlet, 184, 287, 328 Beyazıd, 286
DİZİN 385
Beykoz, 350 121, 122, 123, 126, 127, 132, 133, 135, 152,
Beylerbeyi, 10, 367 153, 154, 164, 165, 166, 178, 191, 202, 257,
Beyoğlu, 274 258, 265, 286, 301, 302, 308, 310, 314, 316,
Beypazarı, 31, 233, 286, 295 325, 328, 343, 343, 344, 350, 351, 352, 358,
Beyrut, 175, 250, 355, 361 359, 369, 370
Beyşehir, 14, 15, 16, 20, 24, 117 Bursa Defterdarı, 229
Beytü’ l-Mal, 17 Bursa Şeriye Sicili, 20, 21, 34, 35, 35, 43, 47, 85,
Bez Boyacı, 140 117, 121, 122, 124, 127, 144, 147, 152, 153,
Bez Fabrikası, 350 154, 155, 166, 190, 208
Bezaz, 133, 136, 140, 142, 154 Bursa Yeni§ehri, 30, 286
Bezciler, 152 Buyruldu, 17, 24, 29, 35, 66, 90, 131
Bezirci esnafı, 129 Buyruldu Harcı, 226
Bezistan, 119 Bükreş, 297
Bibby Line Şirketi (İngiliz), 362 Bükücü, 136
B ıçakçı, 136, 142 Bülent Varlık, 292
Bidayet Mahkemeleri, 270 Büyük A li Bey, 4
Biga, 14, 286, 314, 349 Büyük Çekmece, 307, 314
B ilecik, 12, 351, 370 Büyük Meclis, 191, 216, 218, 223, 225, 228, 231,
B ilecik Muhassdhğı, 210 237, 254
Bina Emini, 306, 307 Büyük Talimler, (Yılda bir defa eyalet m erkezle
Binbaşı, 56, 58, 60, 184 rinde yapılan atışlı eğitim), 56
Bingazi, 269
Birecik, 301 — C—
Bitlis, 237, 366
Bodrum , 310, 360 C.Güzclbcy, 41, 94, 99, 124
Boğaz Yamakları, 59 C.İ6sawi, 334, 336, 368
B oğaziçi, 70, 274, 302 Cadı, 99
Boğazlar Anlaşması (1841), 174 Cahit Yalçın Bilim, 285, 286, 289
Boğazlıyan, 67, 265 Camcı, 136
Boğdau, 112, 174 Cami, 40, 263
Bohtan Kazası, 195 Canik, 365
Bolu, 14,19, 5 5 ,1 92 ,1 9 3 , 210, 231, 269, 270, 271, Cano (Yezidi Reisi), 196
286, 290, 311, 314, 317, 323 Cariye, 65, 327
Bor, 158 Cavide Işıksal, 327
Bornova, 369 Cebbarzâde, 21, 217
Bosna, 192, 250, 251, 286, 298 Cebehâne Hamaliyesi, 153
Bostancı, 140 Cebehâne Muhafazı, 155
Bostancı Tüfekçisi Ocağı, 54 Cebel-i Lübnan, 175, 250, 251
Bostancıbaşı Köprüsü, 70 Cedit Adli Altın, 108, 111
Boyabad, 27, 238 Cedit Rûmi Altını, 108, 110
Bozkır Kazası, 117, 242 Celali İsyanları, 29, 63
Bozok Sancağı, 15,16, 21, 31, 55, 71, 83,1 56 ,1 9 1 , Celalettin Paşa (Maraş Valisi), 37, 66, 238
245, 248, 311, 351, 358 Cemaat Mahkemeleri, 281
Bölük, 60, 62 Cemşitoğlu, 12
Bölük Ağası, 271 Cengiz Orhonlu, 51, 52
B örekçi, 133, 136, 140 Ceraim, 239
Buca, 369 Cercioğlu Küp Ahmed (Niğde Şehir Kethüdası); 44
Buğasici, 154 Ceride Nezâreti, (II. M ahm urun 1830 Nüfus Sa
Buğdan, 175 yımım değerlendirmek ve nüfus işleriyle il
Bulgarca, 257, 258 gilenmek üzere oluşturduğu bakanlık), 39,
Bulgaristan, 250 45, 46, 47, 48, 145
Burdur, 286» 298 Ceride-i Havadis, (Gazete, 1840-1864 yılları ara
Bursa, 9 ,1 4 ,1 6 ,1 8 , 21, 24, 26, 32, 34, 41, 47, 49, sında yayınlandı), 363
50, 55,71, 77,85, 9 8 ,1 0 0 ,1 0 5 ,1 0 8 ,1 0 9 , 117, Cerime, 26, 226, 238, 246
F. 25
386 DİZİN
fus müdürü), 39, 45, 46, 47, 48, 71, 72, 93, Dış Ticaret, 6, 349
97, 232, 324 Dikici, 133, 136, 140, 143, 330
Defter-i Hakanı Kalemi, 271 Dikimhane, 350
Defter-i Hakanı Memuru, 252, 269, 270, 271 Dilâver Paşa, (Müşir), 210
Defter-i Hakanı Müdürü, 252 Direkli Riyal, 111
Defterdar, 192,193, 212, 220, 221, 222, 225, 226, Dirhem, 110, 128
227, 228, 229, 230, 231, 232, 238, 243, 252, Divân Kâtibi, 159, 169
254, 270, 271, 344, 210 Divân Pöstekisi, 327
Defterdarlık (İrâd-ı Cedit Hâzinesi Defterdarlığı), Divân-ı Ahkâm -ı Adliye, 189, 280
54 Divan-ı Harb, 22, 319
Deftcrli Tüccar, 114 Divân-ı Hümâyun, 5, 185, 219
Değirmen (Asyab), 143 Divân-ı Hümâyun Başmuhasebe Kalemi, 51
Değirm enci, 136, 140 Divândı Hümâyun Beylikçisi, 114, 115, 116
Değirmenkapı, 305 Divân-ı Hümâyun Ilacegânı, 184
Deliklitaş, 67 Divân-ı Hümâyun Nişân Kalemi, 51
Delil, 64, 66 Divân-ı Temyiz, 260, 268, 271
Delil Eşkıyası, 66 Divriği, 231, 239, 246
Delil Örgütü, 68 Diyarbakır, 9, 13, 15, 19, 28, 41, 84, 161, 164,178,
Delil Taifesi, 67 191, 192, 193, 193, 194, 195, 227, 235, 267,
Delilbaşı, 64, 66 286, 292, 293, 296, 298, 301, 317, 359
Dellâl (Tellal), 140 Diyarbakır (Gazete), 292
Demir Fabrikası, 350 Diyarbakır Eyâleti İmar Meclisi, 201
Dem irci Esnafı Şirketi, 349 Diyarbakır Şeriye Sicili, 161
Dem irci Kazası, 309 Dizdar, 100
Dem irci, Demirci Esnafı, 129, 136, 142, 160 Doğramacı, 137
Demirkapı, 352 Doğu Anadolu, 12, 253
Dcm irlibel, 265 Doğu Sorunu, 249
Demirtaş Derbendi, 155 Dokuma, 9
Demiryolu, 357 Dokumacı, 291
Deniz Ticareti, 280 Domaniç, 29, 30
Denizli, 217 Dökm eci, 134, 140
Departmente Sistemi, 251 Dökm eci Esnafı Şirketi, 349
Derbent, 67 Dühancı Esnafı, 129, 137, 140, 142
Derbent Süvarisi, 158 Dutluk, 32
Derbentçi, 70 Dülger, 136, 140, 344
Derebeyi, 12, 13, 17, 53, 217 Dürrizâde Abdullah Efendi, 85
Derebeyleşme, 4, 8, 12 Dürzi, 174
Dergâh-ı Ali Kapıcıbaşı, 26, 50 Dürziler, 250
Deri, 350 Dü9tur, 300
Dersaadet (İstanbul), 96, 314 Düyun-u Umumiye, 180
Dersaadet Belediye Kanunu, 275 Düyun-u Umumiye İdaresi, 370, 371
Dersaadet Ordu-yı Hümâyun Dairesi, 314
Dersim Livası, 235, 236 — E—
Derviş Ağa, 239
Derviş Bey (Tırnova eski voyvodası), 306 E.Ziya Karal, 12, 49, 100, 183
Derviş Efendi, 163 Ebubekir Paşa, 19
Derviş Paşa, (IV. Ordu Müşiri), 367, 368 E bubckir Ratib Efendi, 104
Derzi (Terzi), 140 Eda Tezkereleri, 343
Destgahçı, 270 Edincik, 32
Dcstici, 136, 140 Edirne, 9, 37, 49, 50, 58, 78, 98, 192, 219, 257,
Develi, 265 258, 286, 292, 293, 294, 295, 297, 299, 300,
Devriye, 158, 238 301, 308, 311, 314, 317, 359, 360, 368
Devriye Ücreti, 77 Edirne (Gazete), 292
388 DİZİN
Evkaf Muhasebecisi, 269, 270, 271 Fransız, 227, 297, 349, 357, 368
Evkaf Müdürü, 252 Fransız Büyük Devrim i, 3
Evkaf Nezâreti, 184 Fransız Ceza Kanunu, 206
Evkâf-ı Hümâyun, 32 Fransız İhtilâli, 6, 175, 362
Evrâk-ı Sahiha Müdürüyeti (Damga Müdüriyeti), Fransız im paratoru, 182
348 Fransız Postaları Kumpanyası, 303
Evrak Odası, 270, 271 Fünûn-ı Telgrâfiye Mektebi, 299
Eyalet, 10, 11, 12, 14, 15, 17, 18, 19, 20, 22, 23, Fuat Paşa (Dışişleri Bakanı), 175, 224, 250
2 4 ,4 1 ,4 5 ,4 8 ,5 6 ,6 0 ,6 2 , 71, 75, 77,9 9,10 3 , Futâcı, 137
106, 111, 120, 121, 191, 192, 194, 195, 210,
212, 213, 218, 225, 227, 228, 230, 231, 232, - G -
233, 234, 236, 252, 254, 280, 295, 308, 311,
338, 341, 345, 359 Galata, 70, 274, 275, 307, 310, 337
Eyalet Askerleri, 11 Galatasaray, 305
Eyalet Meclisi, 215, 218, 219, 220, 222, 224, 225, Galip Paşa (Sivas Valisi), 19, 36
229, 234, 235, 236, 237, 243, 280, 340 Gardiyan, 232
Eyalet Meclisleri Nizamnamesi (1849), 189, 219, Garnizon, 11
222, 223, 225, 226, 230, 242, 243, 251, 321 Garzan, 161
Eyalet temsilcisi, 199 Gazete, 291
Eyalet Valileri, 61, 103 Gaziantep, 41, 99, 100, 124, 127
Eyü^, 308 Gaziantep Ş er'i Mahkeme Sicilleri, 28, 41, 124
Ezel K. Sha w, 224 Gazzaz (Kazzaz), 140, 143
Gebze, 314
— F — Geçici İmar M eclisleri, 201
Fabrika, 349 Geçiliköy, 265
Facire, 153 G elibolu, 170, 202, 303
Fahişe (Avratları), 157 Gem lik, 77, 127, 296, 302, 303, 370
Fahri Dalsar, 370 Genelkurmay Başkanı, 186
Faik Reşit Unat, 96 Gerede, 37
Fatsa, 366 Geyve, 30, 286
Ferik (Tümgeneral), 16, 60, 184, 191 Giresun, 29
Ferman, 17, 19, 24, 26, 32, 33, 34, 38, 41, 45, 46, Girit, 195, 251, 298
4 7 ,4 9 ,6 4 ,6 5 ,6 7 , 70, 73, 74, 77, 91,97,105, Göğüş Ağa, 35
108, 114, 121, 163, 220, 253, 308 G ölcük, 267
Ferman H arcı, 161 Gölhisar-ı Hamit Kazası, 245
Fermeneci, 137 Gön Hanı, 52
Fesçi, 137 G öncü, 134, 140, 143
Feshane Fabrikası, 350 Gönye, 365
F ıçıcı, 137 Görele, 365
Fıkıh İlmi, 283 Göynük Voyvodası, 30
Fındık Altını, 108 Gözübüyükzâdeler, 98
Fındık Rub’ iyesi, 110 Güherçile, 157, 158, 161, 351
Fındık Tamı, 110 Gülhane Hatt-ı Hümâyunu, 173,175,181,182,183,
Fırat, 303 186, 190, 210, 219, 229, 237, 313, 315, 316
Fırka-ı İslâhiye, 367, 368 Gülhane Parkı, 173
Filibe, 16, 84, 98, 198, 311 Gülnar Çamı, 297
Fişenkçibaşı, 58 Gümrük, 7, 352
Flemenk, 354 Gümüş Akçe, 107
Floransa, 107 Gümüş Para, 107, 336, 337
Foça, 360 Gümüş Sikke, 108, 109
Fransa, 4 ,5 ,6 , 5 3 ,6 9,10 3 ,1 0 7, 174,175,177,179, Gümüşhane, 32, 365
250,251, 287, 288, 300, 305, 307, 333, 354, Gümüşhane Maden Emini, 32
355, 356, 369, 370 Güney A frika, 178
390 DİZİN
H affaf, 133, 134, 140, 143 Haşan Paşa (Ankara Eyalet Mutasarrıfı), 233
Hafız Efendi (Bostancı Şeyhi Mehmet), 91 Haşan Paşa (Gazi, Kaptan-ı Derya), 4
Hafız Paşa (Çerkez Zaptiye Müşiri), 319 Haşan Paşa Hamamı, 140
Hafız Paşa (Hassa Feriği), 15 Hasırcı, 141
Hafız Paşa (Sivas Eyaleti Müşiri), 160 Hasib Paşa (Eski Meclis-i Vâlâ Reisi), 187, 198
Hafik Nahiyesi, 47, 161 Hasib Paşa (Vali), 192
Haham, 308 Hassa, 368
Hakkari, 194, 195, 196 Hassa Feriği, 15
Hakkı Paşa, 151 Hassa Mimarları, 51, 57
Halep, 28, 264, 298, 358, 366 Hassa Mimarları Ocağı, 51, 52
H alıcılık, 335 Hassa Müşiri, 314
Halil Ağa (Kol Ağası), 22 Hassa Ordu-yu Hümâyun Dairesi, 314
Halil Efendi, 88 Hassa Ferikliği, 60
Halil Hilmi Efendi, 290 Hatt-ı Hümâyun, 47, 95, 110, 241, 328
Halil İbrahim (Dikicibaşı), 124 Haşan Duman, 293
Halil İnalcık, 190, 208, 217 Havlucu, 137, 154
Halil Paşa (Meclis-i Vâlâ Başkanı), 188 Havsa, 58
Haydar Han (Haydaranlı Aşireti Reisi), 196
Halil Refet Paşa, 187
Haydaranh Aşireti, 196
Halilzâde Konağı, 153
Haydarpaşa, 301
Halitoğlu Musa, 36
Haymana (Büyük), 50
Hallaç, 129, 134, 137, 140, 152, 154
Haymana (Küçük), 50
Hamal, 70
Haymana Voyvodası, 30, 326
Hamamcı, 134, 137, 143
Hayriye Altını (ILMahmut döneminde çıkarılan
Hamdi (Kastamonu Valisi), 245
altın), 108
Hamid, 14, 15, 16, 264, 314
Hamid Kaymakamı. 238 Hayriye Tüccarı, 7, 111, 112, 114, 115, 116
Han, 345 Hayriye Tüccarı Berâtı, 115
Han Defteri, 72 Hayrullah Efendi (Tarihçi), 293
Hancı-Hancıbaşı, 160, 165 Haytabaşı, 158
Hancılar Kethüdası, 72 Hazeriye, 19, 159. 161
DİZİN 391
128, 147, 156, 159, 166, 312, 325, 327, 328, Kilisccik Köyü, 264
329, 351 Kira usulü, 75
Kaza, 46, 47, 62, 64, 66, 71, 78, 85, 223, 225, 232, Kiracıbaşı, 74, 75, 76, 77, 151, 157, 164, 295, 324
236, 237, 252, 253, 254, 255, 260, 262, 266, Kiracıbaşılık, 78, 235
267, 281, 283, 295, 339, 340, 341, 359, 365 Kirahane, 213, 295
Kaza İdare Meclisi, 252, 253, 259, 260, 261, 276 Kirahane M üdürü, 234, 235, 295
Kaza Kadısı, 99 K ireççi, 141
Kaza Meclisi, 312, 342 Kiremit Kârhânesi, 138
Kaza Müdürü, 193, 212, 218, 220, 222, 223, 225, Kirem itçi, 134
230, 2 3 7 ,2 3 8 ,2 3 9 ,2 4 0 ,2 4 2 , 2 4 3 ,2 4 8 , 252, K irişçi, 134, 138, 143
340 Kirmastı, 30, 77, 127
Kaza Sandığı, 339 Kirmaşlı Aşireti, 47
Kaza Tefrik Meclisi, 261 Kite, 154
Kaza Yönetimi, 240 Kocabaşı, 46, 199, 212, 328, 342
Kazancı, 134, 138 Kocaeli (Kocaeli Sancağı), 15, 16, 24, 26, 154, 190,
Kazasker, 43, 84, 85, 185 191, 192, 210, 231, 368
K azılcı, 141 Kolacı, 138
Kazzaz (İpek işliyen esnafa verilen ad), 134, 138 Kolağaları, 58
Kebapçı, 134, 143 K olcu, 329
Kebeci, 138 Kolgezme, 86
K eçeci, 141 Koloğfanlart, 120
K cçeciler Hanı, 140 Konak Nazırı, 161
K eçiborlu, 245 Konsolos, 193
Kederzâde Hanı, 141 Konsolosluk, 6, 7, 195
Kelleci, 143 Kontrato Kaydiye Ücreti, 277
Kemâli, 286 Konya, 16, 20, 34, 41, 49, 55, 59, 85, 8 9,109, 117,
Kemal Bey, 217 118, 123, 127, 128, 129, 156, 157, 190, 202,
Kenan Akyüz, 259 218, 231, 238, 2 39 ,24 2 , 244, 2 63 ,26 4 , 265,
Kenar Defterdarlıkları, 227 2 86 ,28 9 , 2 9 2 ,2 9 3 ,2 9 6 ,2 9 7 , 2 9 8 ,30 0 , 308,
Kendirciler, 129 311, 314, 317, 349, 359, 360, 368
Kepsut, 29, 30 Konya Eyâlet M cclisi, 239, 244
Keresteci, 134, 138 Konya Eyâleti İmar Meclisî, 201
Keskin, 67, 265 Konya Gazetesi, 292
Keskinzade Hüseyin Ağa, 30 Konya Mesârifi, 238
Kethüda, 38, 87,123, 124,125, 154,156,169, 191, Konya Mevlâna Müzesi, 218
344 Konya Müşirliği, 192
Kethüda Yeri, 11 Konya Şeriye Sicili, 44, 89, 128, 130, 148
Kethüdabey Çuhadarı, 153 Konya Valisi, 157, 245, 246
Kethüdaiye, 163, 168 Konya Vilâyeti, 291, 298
Kethüdalık, 58 K orucu, 68
Kethüdazâde Esseyid Ahmet Ağa, 83 Kozluca-ı Tuzla Voyvodalığı, 30
Kıbrıs, 310 Kömür, 234
K ılıççı, 134, 141, 143 Kömürcüler, 65
Kırım , 3, 297 Köstence, 301, 311
Karım Savaşı, 179, 182, 224, 249, 273, 297, 301, Köy İhtiyar Heyeti, 253, 338
337, 349, 352, 353, 365 Köy İhtiyar Meclisi, 261, 342
Kırkkilise, 247 Köy Muhtarı, 261, 345
Kırşehir (Kırşehir Sancağı), 1 4 ,1 5 ,1 6 , 20, 24, 55, K redi ve Komisyon Bankası, 340
246, 286, 323 Kudüs, 174
Kırşehir Kazası, 247 Kumanat, 162
Kıçlâkiye, 158 Kumanat Nahiyesi (Çöreği Büyük Çiftliği), 65
Kız Başlığı, 210 Kumaşçı, 138
Kızanlık Kazası (Edirne’de), 16, 244 Kumaşçı Esnafı Şirketi, 349
396 DİZİN
Maliye ve Evkaf Nezareti, 274 Meclis-i Âli-i Tanzimat, 170, 185, 189, 273, 279
Malta, 303 Meclis-i Cinayet, 268, 281
Mamuretü’ I Aziz (Elâzığ), 267 Meclis-i Dâr-ı Şûra, 306
Manastır, 311, 317 Meclis-i Ziraat, 193
Manav, 70, 134 M ecmua, 291
Manisa, 12,14, 29, 41, 42, 81,164, 263, 286, 309, Medrese, 72, 95, 96, 97, 98, 9 9,2 63 , 284, 287, 289,
359 290
Mansure, 60 Medrese Defteri, 72
398 DİZİN
Medrese Öğrencileri, 72, 315 Mehmet Muhsin Efendi, (Meclis-i Vâlâ 2. Katibi),
Mehmed Bey (Tahir Ömerzâde), 154 187
Mehmet (Emirağa-zâde), 47 Mehmet Nafi Efendi, 85
Mehmet (Gardiyan), 233 Mehmet Niyazi Efendi, (Hacı, Kayseri müftüsü), 92
Mehmet (Müderris), 290 Mehmet Nuri Efendi, 88
Mehmet (Pazarbaşı, K ayserinin), 124 Mehmet Nurullah Efendi, 85
Mehmet (Scyyid, Başkatip-zâde), 47 Mehmet Nurullah Paşa, (Anka-Çankırı Sancakla
Mehmet Ağa (Çorum Kazası M üdürü), 245 rı mutasarrıfı), 21, 120, 150
Mehmet Ağa (Esseyid El-Hac), 52 Mehmet Önder, 292
Mehmet Ağa (Hacı), 89, 189 Mehmet Paşa, (Eski Bolu, Yeni Trablusgarb Mü
Mehmet Ağa (Kıbrıs Muhassılı), 306 şiri), 192
Mehmet Ağa (Kırşehir M üdürü), 248 Mehmet Paşa, (Kıbrıslı), 250
Mehmet Ağa (Meclis Üyesi), 238 Mehmet Paşa, (Mirliva, Hüdavendigar-Bolu Eya
Mehmet Ağa (Milas Voyvodası), 28, 30, 32 letleri İmar Meclisi başkanı), 194, 201
Mehmet Ağa (Mültezim), 145, 155 Mehmet Paşa, (Muhzinzâde), 33
Mehmet Ağa (Nevşehir M üdürü), 244, 246 Mehmet Paşa, (Musul Valisi), 194
Mehmet Ağa, Şeyh (Ankara S ancağinm Menzil- Mehmet Paşa, (Silistre Valisi), 14
hânesi yöneticilerinden), 76, 83 Mehmet Paşa, (Tokat Valisi), 19
Mehmet A kif Paşa (Kocaeli Müşiri), 190, 208 Mehmet Raşit Efendi, 98
Mehmet Ali Ağa (Kethüda), 26 Mehmet Rüştü Efendi, (Hafız), 290
Mehmet Ali Paşa (Kaptan-ı Derya), 202, 355 Mehmet Rüştü Paşa, (Ankara ve Çankırı Sancak
Mehmet Ali Paşa (Mısır Valisi), 5, 14, 174, 179 ları mutasarrıfı), 66
Mehmet Ali Paşa Ayaklanması, 103 Mehmet Said E fendi, (Esseyid, müderris, naip) ,
Mehmet A rif (Hacı, Şehir kethüdası), 42 85
Mehmet A rif Efendi (Dürrizâde), 81, 183 Mehmet Sait Efendi, (Şeyh, Ankara müftüsü), 92
Mehmet Behçet Efendi (Mal katibi), 233 Mehmet Selâmt Efendi, 30
Mehmet Bey (Kaymakam), 235, 239 Mehmet Selim Efendi, (Kayseri müftüsü), 92
Mehmet Bey (Şeyhzâde H adifı), 28 Mehmet Scydullah Efendi, (Rumeli kazaskeri), 85
Mehmet Celâlettin Ağa (Kereste N azın, Kapıcı, 30 Mehmet Seyid Efendi, 45
Mehmet Celâlettin Paşa (Konya Valisi), 162 Mehmet Talib, 98
Mehmet Efendi, 22 Mekâtib-i Rüştiye Nezâreti, 285
Mehmet Efendi (Ankaravi), 92 Mckke-i Mükerreme Payesi, 219
Mehmet Efendi (Hacı), 270 Mekteb-i Maarif-Î Adli, 285
Mehmet Efendi (Eski Ankara Defterdarı), 211 Mekteb-i Sanayi, 290, 291, 349
Mehmet Efendi, (Konya'ya Bağlı Hadım Kazası Mekteb-i Sibyan, 96
M üdürü), 244 Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane, 311
Mehmet Efendi, (Tabur katibi), 22 Mektep, 100, 257, 259, 284, 287, 288, 289, 294
Mehmet Efendi, (Yusufzade, Hacı), 30 Mektephâne, 96
Mehmet Emin, 36 Mektûbî, 270, 271
Mehmet Emin, (Müderriszâde), 35 Mektubî Kalemi, 270
Mehmet Emin Ağa, (Eskişehir Muhassılı, Kapıcı- Mektupçu, 252> 254- 255, 260
başı), 210 Memleket M eclisi, 215, 218, 231, 254, 351
Mehmet Emin Efendi, (Tahrirat Başkâtibi), 235 Memleket Sandığı, 165, 166, 230, 287, 338, 339
Mehmet Emin R auf Paşa, (Eski Sadrazam, Ordu Memleket Tahriri, 44
Kaymakamı), 14, 183 Men-i Mürûr, 38, 69, 70, 71, 97, 115, 121
Mehmet Enis Efendi, 290 Menafi Sandıkları, 265, 266, 270, 271, 338
Mehmet Hulusî Efendî, (Nüfus N azın), 235 Menteşe, 12, 14, 16, 22, 244, 306, 314
Mehmet Hüsrev Paşa, 21, 148 Menzil, 73, 76, 77, 149, 162
Mehmet İzzet Bey, (Rikâbzâde, Alaşehir Muhas- Menzil Avaidi, 76
sılı), 210 Menzil Bedeli, 157
Mehmet İzzet Paşa, 17 Menzil idaresi, 74
Mehmet Lütfullaiı Efendi, (Güzeihisar naibi), 83 Menzilci, 74, 76, 162, 164, 214
Mehmet Muhsin Efendi, (Kapı kethüdası), 186 Menzilci İkramiyesi, 74
DİZİN 399
Menzilhane, 73, 74, 75, 76, 77, 78, 234, 235, 294, Muocclat Müdürü, 344, 345
296 Muallim, 96
Meram Bağlan, 264 Muallim Mektepleri, 288
Merkez Hakimî, 260 Muallim-i Evvel, 288, 289
Merkez Hâzinesi, 4 Muallim-i Sâni, 288, 289
Merkez Müdürü, 296 Muallime (Riyaziye Arabi vc Farsi muallimeai), 290
Merkez Naibi, 270, 271, 296 Muallimhâne, 96
Mersin, 264, 300, 368 Mubassır (Gözetmen), 288
Meryem Ana Kilisesi, 51 Mudanya, 29, 77, 126, 127, 301, 302T 369, 370
M erzifon, 266, 286 Muğla, 14
Mesarifat-ı Sahiha D efleri, 154 Muhabir, 291
Mcscid, 40 Muhacir İskân Şubesi, 271
Mesir^i Bahrî, (Vapur adı), 302 Muhacir Komisyonu, 270
Mesrur Ağa, (H acı deniz muhassılı), 211 M uhallebici, 138
Mesut Ağa, 26, 30, 56, 57 Muharebe Memuru, 298
Meşrutiyet L (1876), 173, 186, 249, 261, 275, 278, Muhasebe, 26
371 Muhasebe Akçesi, 107
Meşrutiyet, II. (1908), 268, 275, 346 Muhasebe Defteri, 235, 243, 271
Meşveret Meclisi (Danışma Kurulu), 104 Muhasebe Kalemi, 348
Mevkûfat Defteri, 145, 146 Muhasebe Kayıtları, 278
Mevleviyet, 84, 85 Muhasebe M üdürü, 258, 260, 270
Mıhçılar, 129 Muhasebe Sandıkları, 288
Mısır, 4, 5, 6, 25, 34, 58, 103, 174, 177, 338, 355, Muhasebe Sikkeleri, 108
367 M uhasebeci, 245, 252, 260, 270, 271
Mısır Altını, 108, 109, 110 Muhasip, 220, 288
Mısır Ayaklanması, 35 Muhaasıl, 22,161, 191,192, 208, 210, 212, 213, 214,
Mısır Fermanı (1840), 367 215, 217, 228, 231
M idilli, 303, 310, 360 Muhassıl-ı Emvâl, 25, 209, 340
Midilli Adası, 352 Muhassılhk, 15, 22, 210, 228, 236, 241, 340, 341,
Midyat, 194 351
Mihaliç (Bursa Menzilhanesinin kollarından), 77, Muhassılhk M eclisi, 208, 209, 212, 214, 215, 218,
127 254
M ihr-î M üeccel, 326, 327 Muhsin Efendi (Hazine-i Evrak M üdürü Meclis-i,
Milas, 12, 246 Vâlâ üyesi), 188
Mimar, 100 Muhtar (Muhtarlık), 14, 38, 68, 71, 87, 115, 210,
Mimar Ağa, 121 217, 223, 242, 243, 253, 324, 327, 344, 346
Mimar Başı, 51, 52 Muhtar Bey (Meclia-i Vâlâ Üyesi), 187
Mimar Çavuşu, 159 Muhtar Efendi (Hariciye Katibi), 2İ9
Mimariye Rüsuma, 344, 346 Muhtekir ve Madrabaz, 8, 117
M ir-î Miran Memiş Paşa, 153 Muhtesip, 106, 120, 126, 347
Mirahor, 122 Muhtesiplik, 119
Miralay, 60, 184, 194 Muhzır, 43, 154, 159, 163, 283
Mirliva, 67, 184, 191 Muhzırbaşı, 43, 8 9 ,9 0,13 0 ,1 3 1, 151, 159, 163, 169
Miskin Tekkesi, 264 Muhzırlık, 89
Mithat Paşa, Alımct Şefik, (1822-1884, Tanzimat Mukataa, 17, 18, 23, 24, 52, 106, 119, 132, 195
dönemi yenilikçi valisi, sadrazam), 224, 227, Mukataat Hâzinesi, 15, 30, 89, 90, 105, 120
250, 251, 257, 290, 291, 299, 300, 338, 339 Mukataat Nezareti, 105, 227
Mizan Resmi, 119 Mukayyid, 13, 45, 46, 47, 48, 129, 130, 151, 159,
Mora, 5, 155, 177 161, 171, 232, 233, 234, 296
Moshe Maoz, 219 Mumcu, 138, 141
Mösyö Bulard (Polar), 307 Mumhane, 134, 143, 366
Mu’ tâb Esnafı, 129, 138 Murtazaabad, 50, 99, 234, 326
Muaccele, 326, 327 Musa Safcti (Bozok Eyaleti Valisi), 245
400 DİZİN
F. 26
402 DİZİN
Peykâr, 263 Reşat Kaynar, 170, 192, 204, 208, 209, 213
Pınarbaşı, 155 Reşit Efendi (Mühendis), 210
Pirinç Hanı, 141 Revandız Beyi, 160
Pirot Kasabası, 338 Rıfat Önaoy, 358, 359
Piyade Alayı, 60 Rıfat Paşa (Yazı Öğretmeni), 289
Piyade Eğitimi, 62 Rıza Paşa (Hassa Müşiri), 314
Piyade Jurnal Emim, 271 Risale, 96, 97
Piyade Tugayı, 60 Rize, 12
Piyade Ulak, 75 R obert W ilkin, 363
Piyade Zaptiye Neferi, 318 R odop Dağları, 58
Poliçe, 213, 247 Rodos, 311
Posta Arabası, 296 Ruhsatiye Tezkeresi, 344, 346
Posta Başmüdürü, 270 Ruhsatiye Defteri, 344, 346
Posta Çantası, 297 Rum, 45, 49, 72,112,113, 177, 210, 213, 297, 306,
Posta Memuru, 232, 266, 270, 294, 295, 299 316, 328, 330, 356, 362, 363, 369
Posta Müfettişi, 296 Rum M etropolidi, 257
Posta Nezareti, 294, 295, 296 Rumca, 257, 292, 311
Posta Tatarları, 232, 297 Rum eli, 38, 45, 49, 53, 54, 55, 59, 62, 64, 69, 70,
Posta Teşkilâtı, 234, 293, 294, 296 74, 75, 77, 85, 99, 104, 110, 120, 169, 197,
Posta Yolu, 265 198, 250, 259, 289, 296, 297, 307, 310, 312,
Posta-Telgraf İdaresi, 298 351
Postahane, 295, 296, 297 Rumeli Ordu-yu Hümayun Dairesi, 314
Postnişin, 92 Rus, 6, 67, 69, 112, 147, 303, 340, 355, 362
Prusya, 60, 250, 356 Rus Ordusu, 3
Rusçuk, 297, 311
Rusya, 3, 4, 5, 6, 7, 7, 9, 53, 103, 104, 112, 113,
- R-
174, 175, 177, 237, 250, 333, 333, 354, 356,
357, 360, 366
R.H.Davisson, 189
Rüsûm-ı Örfiyye (Tekâlif-i Örfiye), 105
Rasih Efendi, 240
RÜ8Ûm-ı Şeriyye, 105
Ra git (Hacı), 290
Rüsûm-ı Zecriye (Tütün,rakı,şarap ve kahveden,
Raşit Ağa (Samsun karantina Müdürü), 309
alman vergi), 54, 103
Raşit Efendi (Denizli Muhassılı), 210
Rüstem Ağa (Voyvoda), 162, 163
Raşit Efendi (Mal Başkâtibi), 235, 240
Rüstem Efendi (Nüfus Nazırı), 235
R auf Paşa (Sadrazam), 14, 123, 187
Rüsumât Emini, 348, 354
Reaya, 46, 49, 105, 113, 169, 237, 238, 252
Rüsumât Mem urları, 270
R edif, 14, 62, 63, 68, 194, 315, 316, 317
Rüsumât Müdürlüğü, 271
R ed if Askeri, 15, 16, 105, 106, 144, 317
Rüştiye, 96, 285, 286, 287, 288, 289, 290
R edif Askeri Teşkilatı, 22, 61
Rüştü Paşa (Sadrazam), 250
R ed if Hissesi, 161
Rüştü Paşa (Suriye Valisi), 300
R ed if Müşirliği (Aydın), 16
Rüşvet, 226
R ed if M üşirlikleri, 63
R ed if Nizamnamesi, 61
R ed if Paşa (Meclis Başkanı), 188 — S —
R edif Taburları, 16, 61, 62, 106
Redif-i Mansure Ankara Müşirliği, 16 S. J. Shaw, 12, 33, 41, 54, 55, 183, 186, 187, 189,
Redif-i Mansure Hâzinesi, 62 224, 342, 348
Redif-i Mansure Konya Müşirliği, 16 Saatçi, 138
Reisü’ l-küttap, 98 Saçakcı, 141
Resm-i Adî, 154 Sadaret Kethüdalığı, 184
Resm-i Ağnam, 105 Sadık Ağa (Haytabaşı), 158
Resm-i çift, 105 Sadık Bey (Çapanzadc, Kapı Kethüdasının oğlu),
Resm-i Damga Nizamnamesi, 348 50 ~
Resulayn, 267 Sadık Paşa (Niğbolu Muhafızı), 15
404 DİZİN
Sadık Rifat Paşa (Meclis-i Vâlâ Başkam, Maliye 237, 240, 241, 252, 254, 261, 264, 267, 269,
nazırı), 188 280, 281,290, 298, 338, 339, 340, 341, 345,
Sadi Borak, 301 351, 359
Sadr-i Rumeli, 184 Sancak Beyi, 10, 23, 24
Sadrazam, 17, 18, 21, 22, 26, 34, 52, 74, 77, 81, Sancak Kaymakamı, 242
84, 86, 9 9 ,1 5 5 ,1 8 3 ,1 8 4 ,1 8 5 , 193,194,197, Sancak Meclisi, 236, 237, 280
231, 238, 239, 245, 265, 266, 297, 318, 350 Sancak Yolu, 300
Sadrettin Bey (Zaptiye Mektupçusu), 219 Sancakdar, 158
Sadullah Paşa (Diyarbakır Müşiri), 191, 216 Sandalcı Tezgahı, 138
Saffet Paşa (Maarif Nazırı), 288 Sandık Akçesi, 231
Safranbolu (Viranşehir) Sancağı, 16 Sandık Emini, 37,152, 158,159, 165,166, 213,221,
Sağ Kol, 55 2 30 ,23 0 , 231, 270,271, 2 7 6 ,2 8 8 , 324, 339,
Sahhaf, 138 341, 342
Sahtiyan Taciri, 138 Sandık M uhzırları, 166
Saib Paşa (Maliye Nazırı, Meclis-i Vâlâ Başkanı), Sandık Sarrafları, 232, 235
187 Sandıkçı, 138
Said Bey, 160 Sandıklı Kazası, 246
Said Bey (Meclis-i Vâlâ Üyesi), 187, 187 Sandıklı Kürk, 327
Said Efendi (Şeyhoğlu Hacı), 217 Saraç, 21, 135, 139, 141, 143
Said Paşa (Aydın Valisi), 210 Saraç Esnafı Şirketi, 349
Said Paşa (Sivas Eyaleti Feriği), 351 Saralamyo (Zimmi, Sandık Emini), 235
Sakız, 310, 360 Saray Bekçileri, 153
Salih Ağa, 30 Saraybosna, 250
Salib Ağa (Şehir Kethüdası), 43 Sarayburnu, 306
Salih Bey (Maarif Nazırı), 306 Saraycık, 30
Salih Bey (Vezir, Defterdarî, Gümrükçü), 210 Sarf ve Nahiv, 287
Salih Efendi, 155 Sarı Kadıoğlu Hanı Kervansarayı, 141
Salih Efendi (Tahrirat Kâtibi), 233 Sarıkçı, 143
Salnâme (Ankara Vilâyeti), 286 Sarım Pa§a, 188
Salnâme (1879 tarihli), 265, 269, 271 Sarıoğlan, 267
Salnâme-i Devlet-i Aliye-yi Osmaniye, 286, 293, Sarraf, 162, 165, 166, 229, 296
294 Saruhan, 14, 15, 42, 63, 231, 310
Salyane, 27, 35, 48, 106, 151, 154, 163, 167, 169 Saruhan Suğla Sancağı, 16
Salyane Defteri, 12, 148, 149 Sebzeci, 139, 141, 143
Salyane M uhzırları, 90, 151 Seccâdeci, 21
Saman Gediği Derbendi, 158 Sefa Parası, 124
Samantı Suyu, 266 Seferhisar Voyvodalığı, 30, 145, 248, 265, 286
Sami Efendi, 239 Seferiye, 19, 110
Samsun, 12,12, 286, 286, 301, 301, 309, 309, 311, Sekbân-ı Cedit, 59
311, 359, 359 Sekbânbaşı, 153
Sanatkar, 335, 346, 359, 359, 370 Sekban, 154
Sanayi (Dokuma), 350 Selanik, 84, 192, 298, 301, 303, 311, 358, 361
Sanayi (Pamuklu), 352 Selahattin Efendi, 326
Sanayi (Yünlü), 352 Selim III. (1761-1808, Osmanlı sultanı yönetim dö
368
Trabzon Eyaleti, 197, 239, 271 Ücret-i Kassamiye, 82
Trabzon Gazetesi, 292 Ürgüp, 298
Trakya, 13 Üsküb, 202
Tugay, 60 Üsküdar, 41, 54, 55, 56, 58, 59, 70, 78, 308
Tuğcu ve Konakçı Avarızı, 153 Üsküdar Ocağı, 56, 150
Tuna, 3, 174, 258, 298, 303
Tuna Vilayeti, 251, 257, 266, 290, 291, 299, 338, - V -
339
Tuna Vilayeti Nizâmnâmesi (1864), 22 V.d.Puryear, 354
Turgutlu, 301 V. P, Mutafacieva, 33
Turhal, 246, 266 Vakfiye, 96, 98
Turuk Nizâmnâmesi, 300 Vakıf, 88, 89, 92, 97, 98, 233, 257, 287, 288, 334
Tuzcu, 129, 135, 143 Vakıfkebir, 365
Tuzcuoğlu, 12 Vali, 8, 11, 12, 15, 17, 18, 19, 21, 22, 23, 24, 25,
Tüccar, 7, 123, 139, 166, 273, 343, 346, 353, 354, 28, 29, 30, 33, 36, 38, 41, 46, 63, 64, 66, 67,
359 68, 75, 89, 91, 92, 106, 120, 123, 153, 159,
Tüfenkçi, 25, 142, 143 1 6 2 ,1 6 6 ,1 6 9 , 193, 194, 195, 218, 223, 225,
Tüfenkçi Başlığı, 65 226, 227, 228, 230, 231, 237, 238, 239, 242,
Tüfenkçi Odabaşısı, 65 2 54 ,25 5 , 2 5 6 ,2 6 0 , 261,265, 2 6 7 ,2 6 8 ,2 7 0 ,
Türkçe, 258, 282, 283, 287, 288, 291, 292, 297, 311 275, 291,. 297, 300, 318, 324, 338, 344, 345
Türkiye, 13,15, 24, 95,9 6,11 7 ,1 2 3,18 2 ,1 9 7 , 214, Vali Hazinedarı, 199
216, 231, 240, 291, 301, 303, 312, 351, 354, Vali Kethüdası, 159
358, 360, 361, 362, 363, 369, 370 Vali Muavini, 252
Türkiye Milli Bankası, 340 Van, 1 3 ,1 5 ,1 9 ,1 9 3 ,1 9 4 ,1 9 6 , 238, 286, 310, 319,
Türkmen Aşireti, 16 346
Tütüncü, 133, 135 Van Sancağı, 16, 195
Tüzük, 256, 258, 300 Varna, 250, 297, 311, 360
Vecihi Paşa (Bosna Valisi), 192
Vedat Eldem, 351
- U- Vekil-i Hare, 130, 242
Velieddin (Hacı), 122
Ulak, 75, 76, 232, 294 Velieddin Efendi (Kadı), 163
Ulema, 11, 64, 93, 97, 98, 99, 219, 282, 289, 345 Venedik, 107
Uluborlu, 264 Veraset Hücceti H arcı, 82
Uluslararası Sağlık Konferansı, 310, 312 Vergi, 97, 212, 213, 220, 227, 228, 229, 231, 236,
Umman Denizi, 303 238, 256, 259, 262, 265, 343, 344, 345, 346,
Umur-ı Ecnebiye Müdürü, 352, 355 347
Umur-ı Maliye Nezâreti, 184 Vergi Defteri, 12
Umur-ı Maliye Nizâmnâmesi, 342 Vergi Mazbatası, 342
Umur-ı Mülkiye Nezâreti, 184 Vezir, 12, 17, 21, 66, 192
Uncu, 139 Vezne Sandığı, 348
Unkapanı, 350 Veznedar, 348
Urgancı, 135, 139 Vidin, 311
Urgancılar Hanı, 141 Vilâyet, 7 0,126,154,161, 224, 230, 252, 254, 255,
Urla, 263. 257, 258, 260, 261, 262, 267, 268, 269, 271,
Usta, 9 281, 287, 288, 289, 290, 291, 292, 293, 298,
Ustabaşı, 125, 351 311, 339, 344, 359, 365, 368
DİZİN 409
ÛÖ02382