You are on page 1of 4

TANRI SORUNU: FELSEFE TARİHİNDE TANRI KANITLAMASI DİNİ DENEYİM

AÇISINDAN GERÇEKÇİ Mİ?

Fethullah YENİGÜN1

Felsefe tarihine bütünüyle göz atmaya kalksak Tanrı kavramının oldukça önemli bir
kısmı oluşturduğunu görürüz. Peki, nedir Tanrı? Gerçek varlık olarak kabul edilen, her şeyi
bir arada tutan, her şeyi temellendiren, her şeyi kendisinden çıkaran varlık nedir? Bu soruya
felsefe tarihinde ve insanlık tarihi boyunca çeşitli cevaplar verilmiştir (Jaspers, 2010; 71). İlk
Çağ filozofları döneminde arkhe olarak karşımıza çıkan Tanrı düşüncesi, sonraki dönemlerde
farklı bir şekilde ortaya çıkmıştır. Thales’te su, Anaksimandros’ta apeiron, Anaksimanes’te
hava olarak öne çıkmıştır. Pythagoras döneminde Tanrı anlayışı temel ilke olarak ortaya
çıkmış ve sayı temel ilke olarak kabul edilmiştir. Arkasından belirsizlik, madde, atomlar, ruh
gibi şeylerin Tanrı yerine geçebileceği veya temel bileşen olarak ortaya çıktığını ifade
edebiliriz. Bir türlü tanımlanamayan Tanrı; Oluş, Demiurgos, Daimonion vb. isimlerle
anılmıştır. Dolayısıyla Tanrı anlayışı felsefede sürekli canlı bir şekilde işlenmiş ve felsefenin
önemli bir bölümünü teşkil etmiştir. Ancak Tanrı’nın varlığı sorunu felsefe tarihinde
isimlendirmenin ötesine geçmiştir. İnsanların inandıkları Tanrı’yı rasyonel kılma çabaları
Tanrı Kanıtlamasına sebep olmuştur. Dolayısıyla Aziz Anselmus ile başlayan Tanrı
Kanıtlaması geleneği farklı filozoflar tarafından da denenmiştir.

Tanrı veya temel varlık fikri ya da inancının felsefe tarihinde kapsadığı yerin önemi
kadar, Tanrı’nın varlığını “ispat etmek” de, felsefenin önemli sorunu olmuştur. Yaşadığımızı
evreni var eden, aynı zamanda düzenli bir şekilde asırlardır aynı sistem ve nizam ile idare
eden varlığın olup olmadığı sürekli tartışılagelmiştir. Dolayısıyla bu çalışmamızda Tanrının
varlığına yönelik ne tür deliller öne sürülmüştür? Bu delillerin gerçekliğe uygunluğu ne
derecedir? Rasyonel bir yaklaşım olarak kabul edilebilir mi? Bu soruları tartışacağız. Bununla
beraber dini deneyimlerin Tanrı kanıtlamasına yaklaşımı nedir? Bu sorunun da cevabını
vermeye çalışacağız.

Felsefe tarihinde Tanrının varlığına yönelik üç tür delil ön plana çıkar. Kozmolojik,
teleolojik ve ontolojik delil olarak bu kanıtlamaları sıralayabiliriz. Ancak bu delillerin dini
deneyimi tam olarak yansıttığını kabul edemeyiz (İkbal, 2018; 43). Zira bu kanıtlamalarda

1
Mardin Artuklu Üniversitesi Felsefe Anabilim Dalı Yüksek Lisans Öğrencisi,
fethullahyenigun@gmail.com
Mantık ilminin yolları kullanılmıştır. Ayrıca matematiksel kesinliği veya mantığın kurallarını
metafizik meselelerde kullanılamayacağını buna bağlı olarak kesin sonuçlara da ulaşmanın
mümkün olmadığını ifade edebiliriz.

Kozmolojik delil evrenin sonlu olduğuna inanır. Bu delile göre evren sebep ve
sonuçlarla birbirine bağlıdır. Ancak en nihayetinde temel bir sebebe dayanmak durumundadır
sebepler silsilesi. Zira akıl sonu gelmez bir sebepler silsilesini tasavvur edemez (İkbal, 2018;
43). Tanrı kanıtlamasına yönelik bir diğer delilimiz teleolojik delildir. Ereksel nedenselliğe
dayanan bu kanıt, nasıl ki bir saatin üretici varsa evrenin de nihayetinde dayanmak zorunda
olduğu bir fail nedene ihtiyacı vardır. Bu fail neden en sonunda Tanrıya dayanır. Bu kanıtta
sebebin niteliğini aramak için oluşum veya varlık alanı detaylıca incelenir. Bu açıdan doğada
bulunan uyuma bakınca sonsuz akıl, bilgi ve güce sahip bir varlığın mevcut olduğu sonucuna
ulaşırız (İkbal, 2018; 44). Bununla beraber Tanrı kanıtlamalarının sonuncusu ontolojik
delildir. Birçok düşünür etkileyen bu delil Aziz Anselmus tarafından ortaya konulmuştur. Bu
delile göre bir özelliğin, bir şeyin yapısında veya kavramında var olduğunu söylemek, söz
konusu özelliğin o şeyde bulunduğunu teyit etmekten başka ne anlama gelir? Zihnimizde
mükemmel bir varlık fikri vardır. Bu fikrin kaynağı muhakkak o mükemmel varlığın varlığı
ile mümkündür. Dolayısıyla mükemmel varlık olan Tanrı vardır (İkbal, 2018;45). Bu deliller
tanrının varlığını kanıtı olmaktan çok işaretidir.

Tanrının varlığına dair kozmolojik delili ele alacak olursak bu delilin kendi içinde
çelişik olduğunu ifade edebiliriz. Bu delili Muhammed İkbal İslam’da Dini Düşüncenin
Yeniden Yapılandırılması eserinde şu şekilde eleştirmektedir. Sonlu bir oluşumun sebebi de
sonlu olur veya en fazla sonlu sebeplerin sonsuz bir dizisi olabilir. Bu diziyi bir noktada
bitirmek ve dizinin bir öğesini ilk sebep derecesine yükseltmek nedensellik kavramını ortadan
kaldırır. Ayrıca kendi sebebine sınır koyan sonuç, sebebini sınırlı bir şey durumuna indirgedi
anlamına gelir. Dolayısıyla sonluyu olumsuzlayarak ispat edilen sonsuz, gerçek olmayan bir
sonsuzdur ki; ne kendini ne de sonsuzun muhalifi olarak sonluyu izah edebilir (İkbal, 2018;
44). Teleolojik delile bakınca burada bir yaratıcı kanıtlamasından çok bir tasarımcı fikrini
ortaya koyar. Bir başka açıdan bakınca, bu tasarımcıyı bu malzemelerin yaratıcısı olarak
kabul edecek olursak; önce cansız şeyler yaratıp daha sonra cansız varlık alanını bu
düzensizliğin üstesinden gelinecek bir duruma getirmesi akla uygun bir düşünce olarak kabul
edilmeyecektir (İkbal, 2018; 44). Ontolojik delile bakacak olursak; bir şeyin zihinde var
olması nesnel varlığına işaret etmez. Zira iki varlık alanının bir biri ile bağlantılı olması bu
delile gerek bırakmayacaktır. Zihinsel varlık alanı ile duyusal varlık alanı arasında bağlantı
bulunmamasından kaynaklı bu deliller ortaya çıkmıştır. Bu kapsamda varlık alanlarındaki
bağlantı Tanrının kanıtlamasını ortadan kaldırırdı.

Bu anlamda tanrı kanıtlamalarını tanrının varlığının delili olarak görmekten çok,


tanrının varlığının işareti olarak kabul etmek daha sağlıklı bir değerlendirme olacaktır. Tanrı
bilgisini temellendirme girişiminde tek başına ampirik gerekçelerin de yeterli olmadığı açıktır.
Çünkü ampirik test ve kavrayış düzeyimizi ne kadar geliştirirsek geliştirelim, son anlamda
Tanrı, bütün bilişimizi aşmaktadır. Bu da, O’nun ‘aşkın’ oluşunun gereğidir (Büyük, 2013;
115). Dolayısıyla kanıtlamaların farklı varlık alanları arasında kesin bir bağlantı kurmadığını,
belki bir işaret olarak kabul edilebileceğini ifade edebiliriz.

Sonuç olarak, Tanrı felsefe tarihi boyunca insanlar açısından felsefenin en önemli
sorunlarından biri olarak kabul edilmektedir. Öyle ki kimi filozoflara göre felsefe yapmak
Tanrı’yı aramak demektir. Bizce de felsefe Tanrı’nın varlığına karşı başlamış bir düşünme
geleneğidir. Bundan ötürü felsefe tarihinde Tanrı Kanıtlaması adında bir gelenek ortaya
çıkmıştır. Ancak bu kanıtlama girişimlerinin, matematiksel kesinlik ve mantık ilminin
yöntemlerinden ötürü bir önerme olarak doğru kabul edilebileceğini kabul edebiliriz. Ancak
farklı varlık alanları arasında kesin bir bağlantı kurduğunu kabul edemeyiz. Ayrıca aşkın olan
Tanrı’nın aşkınsal özelliği duyusal alan içerisinde kanıtlanabilmesini imkânsız kılmaktadır.
Zira Tanrı biliş alanının aşan bir varlıktır. Bu açıdan Tanrının varlığının kabul edilebileceğini
ancak hiçbir şekilde ispat edilemeyeceğini söyleyebiliriz.
KAYNAKÇA

1- Celal BÜYÜK; ‘’Tanrı İnancının Rasyonelliği ve Kanıt İhtiyacı’’, Atatürk Üniversitesi


İlahiyat Fakültesi Dergisi, 40. Sayı, Erzurum, 2013.
2- Karl Jaspers; Felsefe Nedir?, Çev. İsmet Zeki Eyuboğlu, Say Yayınları, 2010, İstanbul.
3- Muhammed İkbal; İslam’da Dini Düşüncenin Yeniden Yapılandırılması, Çev. Celal
Soydan, Hece Yayınları, Kasım 2018, İstanbul.

You might also like