You are on page 1of 105

ATATÜRK’ÜN ANILARI - 1

Atatürk’ün Futbolla lgili Bir Anısı

Büyük Atatürk’ün futbolla ilgili bir anısını en yakın arkada larından Kılıç Ali’nin o lu olan,
devrinin ünlü futbolcusu Gündüz Kılıç Hürriyet gazetesinde yayınlanan yazısında öyle dile
getirmi . Atatürk yakın arkada ı Kılıç Ali’nin evine bir ziyaret için u radı ında, evde ba ka
kimse bulunmadı ı için Gündüz Kılıç tarafından a ırlanmı tı. Bundan sonrasını rahmetli
Gündüz Kılıç’tan nakledelim.

“Atatürk erbetini yudumlarken ‘gel öyle otur da seninle konu alım biraz’ dedi ve bana
kar ısındaki koltu u gösterdi. Oturdum, ama inanın içimin ya ları eridi. in asıl zor tarafının
bundan sonra ba layaca ını hissediyordum. Çünkü Atatürk’ün özellikle gençlere de i ik zekâ
soruları sorarak onları imtihan etmekten pek ho landı ını biliyordum. Utanma korkusu bütün
benli imi sarmı tı. Fakat çok ükür sordu u soru korktu um türden olmadı. O sıralarda milli
futbol takımımız halk evleri takımı adı altında Rusya’da 5–6 maç yapmı tı. Maçların ço unda
fena sonuçlar alınmı tı. Ya ımın pek genç olmasına ra men, ben de kadroya alınmı tım.
Ülkesinde olup biten her eyle ilgilenen Atatürk’ün Rusya yenilgileri de gözünden
kaçmamı tı. lk sorusu ‘neden yenildiniz?’ Oldu. Kem küm ederek bir eyler söylemeye
çalı tım. Atatürk pek üstelemeden ikinci sorusunu sordu. ‘Peki, bu yenilgiler seni çok üzdü
mü?’ Dedi. Son derece üzüldü ümü anlatmaya çalı ırken, bir el hareketiyle beni susturup
kendi konu tu;

‘Dünyada yenilmeyen kimse, yenilmeyen ordu, yenilmeyen takım, yenilmeyen kumandan


yoktur. Yenildikten sonra üzülmek normaldir, bu üzüntü insanın yürek gücünü yok edecek,
onu çökertecek seviyeye varmamalıdır. Yenilen hemen toparlanmalı, kendini yeneni yenmek
için olanca gücüyle, azmiyle çalı malıdır’ dedi. Sonra futbolun nasıl oynandı ını anlatmamı
istedi. Hemen kâ ıt kalem aldım, oyun sahasını çizerek o zamanki deyimiyle, ‘müdafileri,
muavinleri ve muhacimleri’ yerlerine yerle tirip onların görevlerini ve ana kurallarıyla
hedeflerini anlattım. Atatürk, ‘yahu desene bizim harp oyunları gibi, sizin i de strateji bilgisi
ve kurmay kafası ister’ diye önemser önemser ba ını salladı.”

Rahmetli Gündüz Kılıç’ın bu anısı Atatürk’ün futbol hakkındaki dü ündüklerini bize


ö retmesi bakımından de er ve önem ta ıyor.

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

1
Atatürk ve Spor

Bir gece Atatürk Ada’da Yat Kulübünde konu urken, yanındakilerden birinin sportmen
oldu unu anladı. Ona u soruyu sordu:

-“Spor nedir?” O da, sporu herkesin bildi i gibi tarif etti. Gazi dedi ki:

-“Bana daha açık ve net bir tarif bulabilir misiniz?” Belki en güzel cevabı bulabilmek için
dü ünen sportmenin ufak bir duraklaması üzerine Gazi u hatırasını anlattı:

-“Arıburnu kumandanı idim, iki tarafın ate hatları arasında elli altmı metre mesafe vardı.
Birbirine en yakın hatlar arasında dola an Türk ve ngiliz ke if erlerinden ikisi gecenin kara
yo unlu u içinde ellerindeki uzun silahları kullanamayacak kadar burun buruna temas
etmi ler. Her iki cesur ke if erleri silahlarını atmı lar do rudan do ruya birbirini bo azlamak
için ellerini kullanmak gere ini hissetmi ler.

ngiliz ke if eri yumruklarını sıkmı , boks denilen idmanı, Türk askerinin vücut ve kalbi
üzerinde tatbik etmeye ba lamı . Bu ustaca yumruk idmanını bilmeyen Türk eri kalbine
maddi olarak, vicdanına manen vurulan darbelerin tesiri altında iki elini ötekinin bo azına
uzatmı , var kuvvetiyle dü manın gırtla ını yakalamı . Dü man erinin bo azı iki demir
pençesinin mengenesinde sıkı ınca bizim er, boks darbelerinin ba langıç etkisinin
hafifledi ini biraz sonra yok oldu unu görmü .

Er, esirini sürükleyerek benim yanıma getirdi. Gece yarısından sonra idi. Evvela dü man erine
soru sordum:

-‘Ne oldu? Sen niçin buralara kadar geldin?’

-‘Spor, cevabını verdi.’ Bizimkine sordum:

-‘Nasıl oldu?’ Er, esirin verdi i ilmi cevabı anlamamı olmaktan korkarak:

-‘Bilmiyorum’ dedi.

-‘Ben birinci ilmi ve fenni de il, ikincinin cahilli inden öte edep ve terbiyesi üzerinde fazla
durmadım.’

-‘Sen sportmen misin?’

-‘Evet, çok iyi...’

-‘Bizim eri nasıl buldun?’

-‘Bilmiyorum’ dedi. Türk erine döndüm:

2
-‘ itiyor musun, senin için bilmiyor, cahildir’, dedi. Kısaca:

-‘Huzurumuza getirdim efendim’ cevabını verdi. Gazi devam etti:

-‘Ben spor nedir, diye sorulursa verece im cevap udur; ‘Spor; vatanın, milletin yüksek
de erlerine tecavüz edenleri gırtla ından yakalayıp memleket ve millete hizmet edenlerin
huzuruna getirebilmek maddi becerisi ve yürek gücüdür.’”

(Falih Rıfkı Atay’dan alınmı tır.)1

1 Kemal Arıburnu, Atatürk’ten Anılar, Türkiye Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1976, s.
158-160

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

Dalkavuklar ve Hakiki Sadakat

Bursa’da bir sofra… Ba lılıktan bahsediliyor. Sofrada bulunanlardan bazıları birbirleriyle


yarı edercesine vardıkları ba lılık derecelerini yava yava canlarını fedaya hazır olduklarına
kadar getiriyorlardı. Atatürk, bütün bunları sessiz dinledikten sonra cebinden tabancasını
çıkarıp masanın üstüne koyuyor.

-“Benim için kim kendini öldürebilir?” Diyor. Ortalıkta so uk bir sessizlik rüzgârı esiyor.
Biraz önce fedakârlık yarı ı yapanlar so uk terler dökmeye ba lıyorlar. Sonra:

-“Nöbetçi…” diyor. Bütün bunları bilmeden kapıda nöbet bekleyen er içeriye giriyor. Atatürk:

-“O lum” diyor. “Benim öl dedi im yerde ölebilir misin?”

-“Ölürüm Pa am.”

-“Al u tabancayı… aka ına daya… Arkanı dön… Ate .”

Nefesi kesilmi insanların korkunç terler döktükleri salonda bir küçük tıkırtı duyulur.
Tabancanın teti i çekilmi tir. Fakat bo tabancadan sadece bir tetik sesi çıkmı tır.

-“Efendiler, i te Türk askeri budur. Onun ba lılı ı budur.”

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

3
Türk Çocu u Beni Bekliyor

Bir gece Çankaya’da Atatürk’ün huzurlarında bulunuyorduk. O gecenin sabahı saat be , be


buçukta, hepimiz içkiliydik. Terasa çıktık, terasın biraz ötesinde, süngülü bir nöbetçi bekliyor.
Onu göstererek, bana dedi ki:

-“Bu Türk çocu unun, orada kimi bekledi ini biliyor musun?” Gayet normal olarak, dilimin
ucuna gelen ilk yanıt u oldu:

-“Kö kü…”

-“Hayır! Dedi, orada benim yatak odam var. Onun penceresi altında dola ıyor. Uykusuz,
sabaha kadar beni bekliyor.” Ve gözlerini Mehmetçikten ayırmadan, ilave etti.

-“Türkün bir büyü üne, kumandanına ba lılı ı dünya üzerinde emsalsizdir.” Bana döndü.
Gözü ya lı idi, sesi yumu amı , halinde bir hüzün vardı:

-“Türk çocu u beni bekliyor…” dedi. Vasfi Rıza Zobu’dan1 bir anı.2

1 Vasfi Ziya Zobu, (1902–1992), Tiyatro ve Sinema sanatçısı.

2 Niyazi Ahmet Bano lu, a.g.e., s. 296–297

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

Hasan Ali Yücel Anlatıyor:

Kurtulu kavramı için Atatürk'ün önünde geçen bir olayı, aziz bir hatıra olarak burada
anlatmak istiyorum:

Bir gece, Ulu Önder, sofrasındaki arkada lardan sormu tu:

-"Türk milleti, ne zaman kendini kurtulmu sayabilir?"

Hazır olanlar, birer birer dü üncelerini cevap olarak kendisine söylüyorlardı. Sonlarda sıra
bana gelmi ti:

4
-"Pa am, Türk milleti ne zaman kurtarıcı arama ihtiyacını duymayacak hale gelirse o zaman
kurtulmu olur."

eklindeki fikrimi özetlemi tim. Böyle demi tim ama, dedikten sonra da türlü yorumlara
alınabilecek böyle bir sözü söylemekten korkmu tum.

Atatürk:

-"Hepiniz, enteresan fikirler söylediniz. Fakat (beni göstererek) bu çocu un ileri attı ı,
üstünde bizi derin derin dü ündürmeye de er bir fikirdir."

Diyerek hem müsamahasının, hem geni anlayı ının unutulmaz bir yeni delilini vermi ti.

Hasan Ali Yücel

Kaynak: Hürriyet Gene Hürriyet, Hasan Ali Yücel, Ankara, 1957 cilt:2 sayfa:894-895

Hasan Ali Yücel

16 Aralık 1897’de stanbul’da do du. 26 ubat 1961’de stanbul’da ya amını yitirdi. stanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirdi. zmir ve stanbul’da edebiyat
ve felsefe ö retmenli i, maarif müfetti li i yaptı. Fransız e itim sistemini incelemek üzere
bir yıllı ına Paris’e gönderildi. 1932’de yurda dönü te Gazi E itim Enstitüsü Müdürlü ü
görevine atandı. 1933-1935 arasında Milli E itim Bakanlı ı Orta E itim Genel Müdürlü ü
yaptı. 1935’te zmir milletvekili seçildi. 1938’de Celal Bayar hükümetinde Milli E itim
Bakanlı ı’na getirildi. 1946’ya kadar Refik Saydam ve ükrü Saraco lu hükümetlerinde de
aynı görevi sürdürdü. Birinci E itim ürası’nı topladı. Ankara Fen ve Tıp fakültelerini, zmir
Yüksek Ticaret ve ktisat Okulu’nu, Balıkesir ve Edirne ö retmen okullarını e itime açtı.
Yüksek Mühendis Okulu’nun stanbul Teknik Üniversitesi’ne dönü mesini sa ladı. Köy
enstitülerini kurarak e itim ve bilimi Türk köylerine kadar ula tırdı. Dünya klasiklerinin
Türkçe’ye çevrilmesini sa ladı. 1950 seçimlerinde parlamentoya giremedi. stanbul’a yerle ti.
Ak am ve Cumhuriyet gazetelerinde makaleler yazdı. 1958’de UNESCO Türkiye Milli
Komisyonu üyeli ine atandı. 1961’de Kurucu Meclis üyesi oldu. iirlerini önce aruzla, sonra
heceyle yazdı. Asıl önemli yanı Türk kültürü ve e itimine yaptı ı unutulmaz hizmetlerdir.

Millet Sevgisi

Hasan Re it Tankut’tan bir anı:

O milletini ba rına basmı ve bütün a kını ona vermi bir babaydı. Dinlenme saatlerinin
hemen hepsini bu a kı açıklamanın ve millet sevmeye alı tırmanın tadıyla doluydu. Uyku
saatlerini de o büyük a k ile doldurdu una eminim. Henüz kendisine ‘Atatürk’ diye hitap

5
etmedi imiz, sadece ‘Gazi’ dedi imiz sıralarda bir gün yine böyle bir konu üzerindeydik. Ve
‘Gazi’ kelimesinin bu anlamdaki de erini tartmaya çalı ıyorduk; bana söz verdi:

-“Gazi Hazretleri, sizi bugünün yazarları ve airleri, edipleri kalplerinin en samimi kö esinden
kaynayıp çıkan sevgi ve takdir kelimeleri ve cümlelerle anarlar. Kimi Gazi der, kimi Kurtarıcı
der, kimi milletin en büyü ü olarak anlatır. Bunların hepsi gerçe i anlatan nitelikler olmakla
beraber, benim anladı ım Gazi Hazretlerinin tam kendisini anlatamazlar. Bence siz her fert
gibi kullanmasını istedi i ve hak bildi i bütün zevklerini, hazlarını ve tutkularını önce
vatanseverlik oda ında toplayıp süzdükten sonra uygulama alanına koyan bir insansınız.
Sizde her eyden önce millet sevgisi vardır.

Büyük adamın gözleri ya ardı. Ve gönüllerimizi, hareketlerine sonsuz olarak ba ladı ı zarif
jestini yaparak:

-‘Evet! Mustafa Kemal’in gerçek tanımı budur.’ Ve sönmez heyecanının Tanrısal bir dalgası
görkemiyle ekledi:

-‘Her eyden evvel millet ve daima millet.’”1

1 Kemal Arıburnu,Atatürk’ten Anılar, Türkiye Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1976. s.


73-74

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

Hep Beraber

18 Nisan 1935 tarihinde stanbul’da “Uluslararası kadınlar Kongresi” toplanmı tı. Kongre
üyelerinden iki gazeteci bayan, kendilerini kabul eden Atatürk’e:

-“Türk kadınlarını da asker yapacak mısınız?” Sorusunu sordular:

-“Biz erkeklerimizi bile sava felaketinden uzak bulundurmak isteyen insanlarız. Fakat sava
etmek zorunda bırakılırsak, vatan savunmasında kadınlarımız da, erkeklerimizle beraber
dövü ecektir. stiklal mücadelesi bunun en yakın örne idir.”1

1 Hilmi Yüceba , Atatürk’ten Nükteler, Fıkralar ve Hatıralar, 2. Baskı, Kültür Kitabevi,


stanbul 1973. s. 138

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

6
Hacer Nine

Türk kadını vatana hizmette, asla erke inden geri kalmamı , hatta ondan ileri olmu tur. Göz
bebe i evlatlarını vatan u runda ehit vermeyi ereflerin en yücesi kabul edip, acılarını içine
gömmesini bilmi tir. O, kimi zaman kocasını ve evlatlarını cepheye gönderip evinin
nafakasını tek ba ına çıkaran, kimi zaman cephane ta ıyan, kimi zaman yaralıların yaralarını
saran, kimi zaman da cephede bizzat sava an kahramanlık, sevgi ve efkatin temsilcisi Türk
anasıdır. A a ıdaki anının kahramanı Hacer Nine de kocasını, evlatlarını ve torunlarını ehit
vermi , ehitlerin sevgisini, Atatürk sevgisiyle özde le tiren yüce ‘Türk Kadınının’
temsilcisidir.

Hacer Nine yine bunalmı tı. çi içine sı mıyordu. Be gözlü evinin içi yine birkaç gündür
zindan kesilmi ti. Dü ündükçe yüre i yerinden kopuyordu. Yetmi ya ındaki bu kimsesizlik
ona büsbütün koymu tu. Kocasını Yemen’de kaybetmi ti. Bir o lu Balkanlarda ikisi de
çöllerde kalmı tı. Bir gelini üç torunu vardı. Gelini hastalıktan ölmü , torunlarından biri de
büyük muharebede ehit dü mü tü. Birisi 2. nönü’den dönmemi ti. En son torununu da
Sakarya’ya göndermi ti. Bir gün haber aldı ki en son delikanlısı da Duatepe’de öteki
a abeylerinin yanına göçüp gitmi ti. Çok a lamı tı. Fakat ‘Sakarya kazanıldı’ haberi gelince
a laması durmu , gülmeye ba lamı tı. Ondan sonra vakit vakit böyle bunalırdı. Saatlerce
yürüyerek ikindi zamanı Ankara’ya geldi, do ruca Büyük Millet Meclisi’nin kapısının önüne
çömeldi. Sordular:

-“Nine ne istiyorsun?”

-“Hiçbir ey.” Sonunda öyküsünü anlattı ve dedi ki:

-“ te böyle, ara sıra çok bunaldıkça buraya gelirim. O, Millet Meclisi’nden çıkarken
gözlerine bakarım. Mavi gözbebeklerinde bütün ehitlerimin gözlerini görür gibi olurum. Son
içime bir ferahlık dolar, kalkar köyüme giderim.”

te siperlerde evlat, torun gömmü Türk ninesi buna derler.

(Aka Gündüz’den alınmı tır.)1

1 Kenan Akçay, Atatürk’ten Fıkralar, AbeCe Yayınları, stanbul 1981 s. 51-52

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

7
Gerekeni Yapma

Bir gün sofrada uzun süren konu malar ve fikir yoklamaları sırasında, Atatürk, yanında
oturttu u eski Milli E itim Bakanı, koyu ttihatçılardan zmit Milletvekili ükrü Bey’le de
konu mu tur. Halit (Dadaylı) Bey’in1 de bulundu u bir yerde bu görü menin gidi biçimini
anlatan ükrü Bey; fırsattan yararlanmak, demokrasinin gereklerinden, Fransız büyük
devriminden ve hürriyet ve millet egemenli i prensiplerinden, bunların Fransızlar üzerinde
yaptı ı olumlu etkilerden söz ederek, örtülü olarak bizde de böyle olmasını diledi ini
söylemek istemi tir. Bunun üzerine Cumhurba kanı Atatürk’ün cevabı u olmu :

-“Sen, beni Fransız Cumhurba kanına benzetmek istiyorsun. Ben Mösyö Dumerg olmak
istemem. Millet ve memleket yönetiminde neye gerekli görülürse onu yapar ve yaptırırım.”

(Dadaylı Halit Bey’in anılardan Dr. Ziya Gö em derlemi tir.)2

1Halit Akmansü, (1884 –1953) Türk asker ve siyaset adamı. Dadaylı Halit Bey olarak da
tanınır. Kurtulu Sava ı’ndan sonra Mustafa Kemal’in iste iyle askerli i bırakıp siyasete
girdi. 1923’de TBMM 2. Dönem Kastamonu milletvekili seçildi. Ertesi yıl kurulan muhalefet
partisi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na katıldı. Hilafetin siyaseten sürdürülmesini
savundu.

2 Kemal Arıburnu, Atatürk’ten Anılar, Türkiye Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1976.s.
311

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

Atatürk Diktatör mü?

1935 yılının ilk günlerinde Amerika’nın tanınmı gazetecilerinden Gladys Baker de


Türkiye’ye gelmi ; Atatürk’le görü mü tü:

-“Size diktatör diyorlar ne dersiniz?” Atatürk gazeteciye öyle bir bakar ve yanıtlar:

-“E er ben diktatör olsaydım hanımefendi bu soruyu sorduktan sonra siz asla canlı
kalamazdınız“ diyecektir. Peki, Atatürk diktatör mü bakalım?

8
stanbul ve Ankara illerinden birisine Atatürk adının verilmesi için meclise bir kanun önergesi
veriliyor. Teklifte; ya stanbul’a Atatürk adı verilecekti ya da Ankara’ya. Atatürk, öneriyi
vereni hemen ça ırıyor ve unları söylüyor:

-“Bir ismin dillerde kalması için ehrin temellerine sı ınmasına gerek yoktur. Bakın bu ehrin
ismi stanbul ama Fatih Sultan Mehmet’i hemen hatırlıyoruz. E er ben bir ey yapabildiysem
bunu binaların tepelerine, ehrin temellerine ismimi yazarak de il milletimin kalbine yazarak
anılmak isterim” diyecek, hiçbir yere adının verilmesini kabul etmeyecektir.1

1 Niyazi Ahmet Bano lu, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, Garanti Matbaası, stanbul 1967, s.
101

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

Amerika ve Sava

21 Haziran 1935 tarihinde, Bladys Baker Atatürk’e u soruyu sorar:

“‘Sava çıktı ı takdirde Amerika tarafsızlık siyasetini koruyabilecek mi?’ Atatürk:

‘Olanak yok’ dedi. ‘E er sava çıkarsa, Amerika’nın milletler toplulu unda i gal etti i yerler
herhalde etkili olacaktır. Co rafi durumları ne olursa olsun, milletler birbirine birçok ba larla
ba lıdırlar.’ Atatürk, dünyadaki milletleri, bir apartmanda oturanlar gibi görüyordu:

‘Birle ik Amerika Cumhuriyetleri bu apartmanın en lüks dairesinde oturmaktadır. E er


apartman, oturanların bazıları tarafından ate e verilirse, di erlerinin yangının etkisinden
kurtulmasına olanak yoktur. Sava içinde aynı ey olabilir. Birle ik Amerika
Cumhuriyetlerinin bundan uzak kalması olanaksızdır.’ Atatürk u sözleri ilave etti:

‘Bundan ba ka, Amerika büyük ve kuvvetli ve dünyanın her yerinde ili i i olan bir devlet
oldu undan kendisinin siyaset ve ekonomi yönünden ikinci basamaktaki bir duruma
dü mesine hiçbir zaman izin veremez.’ ”1

1 Kemal Arıburnu, Atatürk’ten Anılar, Türkiye Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1976. s.
328

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

9
Kadın mı Önemlidir, Erkek mi?

Bir gün Atatürk sofrada, “Kadın mı Önemlidir, Erkek mi?” Sorusunu sordu. Kimi erke in
önemli oldu unu kanıtlamaya çalı tı, kimi kadınların lehine konu tu. Fakat en ciddi deliller
erke in lehine ortaya atılmı tı. Erkek her ey olabiliyordu.

Atatürk dü ündü, kendi sorusuna öyle cevap verdi:

-“Do rudur, erkek her ey olabilir. Fakat onun olamadı ı bir ey vardır ki; dünyada
eri ilebilecek en büyük kuvvet ve eref onda vardır. Efendiler, erkek her ey olabilir, yalnız
ana olamaz. Onun için kadın daima önce gelir. Bu nedenle, uygar topluluklarda erkek daima
kadına saygıda kalmı tır.”1

1 Tahsin Öztin, Mustafa Kemal’den Atatürk’e, Hür Yayınları, stanbul 1981. s. 150

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

Al Karanfil

Bir ba ka gün de Birle ik Amerika eyaletlerinden imdi hatırımda kalmamı birinden bir
adam O’na bir mektup göndermi ti. Diyordu ki:

-“Ben bölgemin en ileri gelen ‘horticulture’yüm. Sizin çok büyük adam oldu unuzu
biliyorum. Eserinize tutkunum. Hangi çiçe i en çok sevdi inizi bana yazmak lütfünde
bulunursanız onun en güzel cinsine sizin adınızı verece im.”

Gazi bana emretti:

-“Nazik ilgisinden duygulandı ımı ve gereken te ekkürü tarafımdan kendisine bildiriniz ki:
‘Ben en çok al karanfili severim’ dedi.”1

1 Hilmi Yüceba , Atatürk’ten Nükteler, Fıkralar ve Hatıralar, 2. Baskı, Kültür Kitabevi,


stanbul 1973, s. 101

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

10
Atatürk Sünnet Dü ününde

Atatürk bir yaz gecesi Acar motoru ile Bo az’da gezintiye çıkmı tı. Kanlıca önlerine geldiler.
Yalılardan birinin bahçesi renkli elektik, krepon kâ ıtları ve çiçeklerle donatılmı tı.
Anla ıldı ına göre orada büyük bir topluluk e leniyordu. Acar motorunun gürültüsünü
duydular. Kadın erkek, çoluk çocuk alkı la sevgi gösterisinde bulundular. Atatürk çok
duygulandı, yalıya yana ılmasını emretti. Bir sünnet dü ünü vardı. Bir vatanda ın mutlu bir
gününe katılmaktan do an sevinç, Atatürk’ün yüzünden açıkça okunuyordu. Sünnet olan
çocukların ve anne ile babanın gö üsleri sevinç ve övünçle doldu. Herkesin yüre ini bir ne e
kapladı. Ortalı ı bir bayram havası sardı. Atatürk ayrılaca ı sırada çocukların babasını
ça ırdı. Bir çek uzattı:

“Burada u rayaca ımızı bilmedi imiz için hazırlıksız geldik, yarın bankaya u rar, sonra
benim adıma çocuklara birer arma an alırsınız” dedi. Baba çeki saygıyla aldı:

“Atatürk’üm, alınacak hiçbir arma an sizin imzanızı ta ıyan bu çek de erinde olamaz. zin
verin, biz bunu çocuklarımızın sonsuz bir övüncü olarak saklayalım.” Bu ince dü ünü ve tok
gözlülükten son derece duygulanan Atatürk:

“Peki! Siz bu çeki saklayın; ama yarın bankaya u rayın ve çocukları benim adıma
sevindirin!” Diyerek ikinci bir çek verdi.1

1 Mehmet Ali A akay, Atatürk’ten 20 Anı, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1963. s. 10-
12

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

Nuri Conker’in Do um Günü

Atatürk arkada larıyla akala mayı severdi. Bir gün Atatürk’ün yanındayken rahmetli Nuri
Conker’e bir telgraf gelmi ti. Conker yazıyı okudu ve gülümsedi. Atatürk:

-“Hayrola iyi haber mi?”

11
-“ yi, Pa am.”

-“E söyle, biz de sevinelim.”

-“Bugün benim do um yıldönümüm de, çocuklar ‘tebrik’ ediyorlar.”

-“Yaa! Çocukların her yıl bu saygısızlı ı yaparlar mı?”

-“Nasıl saygısızlık, Pa am?”

-“Nasıl olacak! Yani her yıl bir ya daha kocadı ını yüzüne vururlar mı?!

Atatürk’ün bu son sorusu üzerine Conker sanki büyük bir gafletten uyanmı gibi ortalı a
do ru öyle söyledi:

-“Sahi yahu! Ben imdiye kadar i in farkına varmamı tım! Vay külhaniler vay!”

Gülü tüler.1

1 Mehmet Ali A akay, Atatürk’ten 20 Anı, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1963. s. 28-
29

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

Kral Edward’ın Sigarası

1936 yılında ngiltere Kralı VIII. Edward, Atatürk’ün misafiri olmu tu. ki devlet adamının,
aralarına Dı i leri Bakanımız da katılmı tı. Bir sohbet sırasında Atatürk, krala sigara takdim
etti. Dı i leri Bakanı, hemen kibriti yaktı ve “alı kanlık haline gelmi bir hareketle önce
Atatürk, sonra Krala uzattı.”

Yüce Atatürk, büyük misafirin yanında, bakanı dü tü ü zor durumdan öylece kurtarıverdi:

-“Majeste, dedi, bilirsiniz ki kibritlerin ilk yandı ı sırada zehirli bir gaz yayar. Türk
misafirperverli i, bu zehirli gazı misafirin solumasına engeldir. Biz misafirin sigarasını saf
alevle yakarız.”1

1 Hilmi Yüceba , Atatürk’ten Nükteler, Fıkralar ve Hatıralar, 2. Baskı, Kültür Kitabevi,


stanbul 1973,s. 139-140

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

12
Sıfır neye derler?

Atatürk, ülke içinde me hur inceleme gezilerine çıkmı tı. Bir gene, Kayseri’de yemek
sohbetine ba layınca, Hasan Ali Yücel’e1 sordu:

-“Bugün lisede sizin mantık kitabınızı karı tırırken ‘matematikte usul’ diye bir konu
gördüm… Demek siz matematikten de anlıyorsunuz?”

-‘Biraz Pa am…’

-‘Peki, söyleyin bana; Sıfır neye derler?’

Milli E itim müfetti i Hasan Ali Yücel, sesini yumu atarak cevap verdi:

-‘Huzurunuzda bana!’ ”2

1 Hasan Âli Yücel, (1897-1961), Ö retmen, Milli E itim Bakanı, Köy Enstitüleri'nin
kurucusu. Tetkik Cemiyeti'nin (Türk Dil Kurumu) kurulmasıyla Hasan Âli Yücel etimoloji
kolu ba kanlı ına getirildi.

2 Hilmi Yüceba , Atatürk’ten Nükteler, Fıkralar ve Hatıralar, 2. Baskı, Kültür Kitabevi,


stanbul 1973, s. 143

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

Ya amalısın

Atatürk’ün en büyük zevki, toplantılarda rastladı ı herhangi birine ani bir soru sormak ve
alaca ı cevaba göre o ahsın bilgisini takdir etmekti.

Bir cumhuriyet balosunda yaverlerden Nihat Bey’e u soruyu sordu:

“Ben ölürsem, ne yaparsın?”

13
“Ben de ölürüm Pa am…”

Atatürk aldı ı cevaptan memnun kalmamı tı. Sert bir ifadeyle unları söyledi:

“E er beni hakikaten seviyorsan, ölmemen lazım. Ya amalısın ve benim telkin etti im


ideallerin benden sonra da gerçekle mesine, ya amasına çalı malısın. Gerçek sevgi budur.”1

1 Hilmi Yüceba , Atatürk’ten Nükteler, Fıkralar ve Hatıralar, 2. Baskı, Kültür Kitabevi,


stanbul 1973., s. 140

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

ATATÜRK'ÜN DO UM GÜNÜ

1936 yılında bir gün, Cumhurba kanlı ı Umumi Kâtibi Hasan Rıza Soyak Atatürk'e bir evrak
getirmi ti. Bunda, Atatürk'ün do um gününün bildirilmesi rica ediliyordu.

Mustafa Kemal Atatürk, bunun üzerine dü ündü, fakat bu günü kendisi de tam olarak
bilmiyordu. Ancak, annesinden i itti ine göre, bir bahar mevsiminde do mu oldu unu ve o
gün için ise öyle dedi ini hatırlıyorum:

Bu bir 19 Mayıs günü niçin olmasın?

Bu resmi yazı ile ona verilmi olan cevap öyledir:

Türkiye Cumhuriyeti

Hariciye Vekâleti 10.XI.1936

Protokol Dairesi efli i

U. No.: 21081

H. No.: 174

Riyaseticumhur Umumî Kâtipli ine

ngiltere Maslahatgüzarı Mösyö Morgan, Vekâletimize müracaat ederek


Reisicumhurumuzun Yevmi velâdeti münasebetiyle ngiltere Kralı Sekizinci Edward
tarafından hususî ve samimî bir tebrik telgrafı çekilece ini söylemi ve Atatürk'ün
do um tarihinin bildirilmesini rica etmi tir.

14
Keyfiyeti arz eder ve ngiltere Büyük Elçili ince taleb edilen malûmat tensip
buyuruldu u takdirde i arına müsaadelerinizi rica eylerim.

Hariciye Vekili Y.Elçi

Ali Türkgeldi

Buna verilen cevap:

Hariciye Vekâletine 12.XI.1936

10.XI. 1936 tarihli ve protokol 21081-174 sayılı yazıya cevaptır:

Reisicumhur Atatürk'ün 19 Mayıs 1881 tarihinde do mu olduklarını arz ederim.

Umumi Kâtip

H. Rıza Soyak

Riyaseti Cumhur Evrakı: 3/7493

Kaynak: Türk Tarih Kurumu; Belleten Cilt: XLIV, Sayı: 176, Ekim 1980 (Türk Tarih
Kurumu Yayınları, Belleten Dergisi, s. 629-641)

Atatürk ve htiyar

Atatürk, Florya’dan Çekmece’ye do ru bir yaya yürüyü ünde, bir a aç altında dinlenen
ihtiyara rastladı. Adam hürmetle aya a kalktı ve Atatürk’ü selamladı. Atatürk sordu:

-“Beni tanır mısın?”

-“Tanımaz olur muyum? Evimde resmin bile var.”

Atatürk memnun olmu tu. Konu maya ba ladılar. htiyar:

15
-“Bir i ine aklım ermedi” dedi. “Cumhuriyetçili i, inkılâpçılı ı, milliyetçili i, halkçılı ı, hatta
devletçili i anlıyorum, u laikli i pek kavrayamadım. Neden her eyi birden bozdun?”
Atatürk:

-“Bunu sana bir hikâyeyle anlatayım. Amr-ibnil-As, Mısır’ı fethetti i zaman, halife Ömer’e
bir mektup yazmı ; ‘burada birçok kütüphaneler, içlerinde de bir sürü kitaplar var. Bunları
yakayım mı, yoksa bırakayım mı?” Ömer cevap vermi ; ‘Kitapları tetkik et, e er faydasız
eylerse, yak. Yok, e er faydalı eylerse, yine yak. Çünkü halk, o kitapları okudukça, onlara
uymaktan vazgeçmeyecekler, eskiyi unutmayacaklar ve bize -yani yeniye ve yenili e- daima
dü man olacaklardır!”

Hikâyeyi anlatan Atatürk, ihtiyara sordu:

-“ imdi sana laikli in ne oldu unu anlatayım mı?”

htiyar, derin bir sezgi ve sa duyu ile cevap verdi:

-“ stemez Pa am, hepsini anladım!”1

1 Hilmi Yüceba , Atatürk’ten Nükteler, Fıkralar ve Hatıralar, 2. Baskı, Kültür Kitabevi,


stanbul 1973. s. 60

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

Milletvekili Ayrıcalı ını Hiç de Be enmedim

Atatürk bir sabah Florya’dan Dolmabahçe sarayına dönüyor. Ye ilköy istasyonunun önünden
geçerken birdenbire otomobilini durduruyor ve Ba yavere:

-“Sorunuz, tren var mı?” Diye emir veriyor. O sırada tren hemen hareket etmek üzeredir. Hep
birlikte otomobilden inip trene biniyorlar. Karar ani verildi i ve uygulandı ı için trene bini
hemen hemen kimsenin dikkatini çekmiyor.

Bir müddet sonra, her eyden habersiz olan kondüktör Atatürk’ün bulundu u kompartımana
geliyor. Kafileyi görünce çekilmek istiyor. Atatürk hemen sesleniyor:

-“Görevini yap.” Yanındaki ekibi göstererek, “Bu efendilere niye bilet sormuyorsun?”

Yanındakiler cevap veriyor:

-“Pa am biz milletvekiliyiz. Tren bileti almayız, parasız seyahat ederiz.” Atatürk hayretle:

16
-“Bu ayrıcalı ı hiç de be enmedim” diyor. “Bu çok ayıp ve acayip bir kural. Çok güzel
halkçılık!”1

1 Hilmi Yüceba , Atatürk’ten Nükteler, Fıkralar ve Hatıralar, 2. Baskı, Kültür Kitabevi,


stanbul 1973. s. 89

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

Ben, gerekti i zaman, en büyük arma an olmak üzere Türk milletine canımı verece im:

Trabzon, 11.6.1937

Altına imzasını attı ı ka ıtlarla, mal ve mülk namına nesi varsa, milletine arma an eden
Ebedi ef, artık içi rahattır. Koltu una yaslanarak:

-"Hayatımın, hatırlayabildi im en sevinçli dakikalarını ya ıyorum," diyor ve gözlerini salonun


içinde dola tırarak, derin bir tevekkülle ilave ediyor:

-"Yıllarca evvel dü ündü üm bu i i, Trabzon'da tamamlamak mukaddermi !..."

Bu defaki Karadeniz gezisi gerçekten tarihsel bir gezi oldu ... Ve o son geceyi hatırlıyorum:
Ordu Müfetti i Kazım Orbayıla Korgeneral Muzaffer Ergüder'i, di er komutanları ve do u
illerinin hemen bütün valilerini, parti büyüklerini, Trabzon'un ileri gelenlerini sofrası etrafına
toplamı tı .. Her zamankinden fazla ne eli görünüyor ve kendine özgü nüktelerle Trabzon'da
geçirdi i günlerin heyecanını damla damla bize de tattırıyor. Valili e, belediyeye, parti
merkezine, Halkevine yaptı ı ziyaretlerden son derece memnun...

Özellikle Alay Komutanı Albay Nuri'ye verdi i askeri meselenin hemen uygulamasına
geçilmesi ve umdu u biçimde çözülmesi onu pek duygulandırmı . Bize dönerek:

-"Bugün, diyor, askerlik damarlarım yeniden depre ti..."

Sonra bir ara Özel Kalem Müdürü Süreyya'yı yanına ça ırarak u emri veriyor:

-"Bu geceki duygularımı Ba bakan smet nönü'ye ve onun güzel okuyu uyla Millet
Meclisi'ne ve bütün dünya kamuoyuna bildirmek isterim! Söyleyece im sözleri not ediniz!"

Süreyya, elinde kalem ka ıtla yakla ıyor ve Atatürk'ün do açtan söylediklerini aynen not
ediyor:

Ba bakan smet nönü Ankara,

17
"Hatırlarsınız; Türk köylüsü, Türk'ün efendisi oldu unu söyledi im za¬man ben, o efendinin
arzu ve iradesi altında yıllardan beri çalı mı bir hizmetliyim. imdi beni çok heyecana
getiren olay, Türk köylüsüne naçizane de olsa, ufak bir görev yapmı oldu umdur. Milletin
yüksek mümessiller heyeti, bunu iyi görmü ve kabul etmi lerse, benim için ne unutulmaz bir
saadet anısını bana vermi lerdir. Bundan dolayı çok yüksek ho nutlulukla millet, memleket ve
cumhuriyet hükümetine yapmaya mecbur oldu um görevlerden en basiti kar ısında
gösterilmi olan teveccühten, takdirden ne kadar duygulandı ımı anlatmaya gücüm yetmez.

Ben, gerekti i zaman, en büyük arma an olmak üzere Türk milletine canımı verece im.

Söz konusu arma an Yüksek Türk milletine benim asıl vermeyi dü ündü üm arma an
kar ısında hiç de eri yoktur."

Bu son sözleri dikte ettirirken, kendini tutamadı. Sesi çatalla maya, gözleri ya armaya
ba ladı.

Kaynak: Atatürk Yolu Dergisi, Tahsin Uzer, 1959, Sayı 2 Sayfa: 14

Bir Daha Soframda Ku Yeme i stemiyorum

Florya Deniz Kö kü’nde, sofra kurulmu , konuklar yerlerini almı lardı. O ak amın ba yeme i
bıldırcın kızartmasıydı. Çok da güzel kızartılmı ve servis yapılmı tı. Bunlar o gün kö ke
getirilen ve kesilen bıldırcınlardı. O gün Salih Bozok’un da ne esi yerindeydi,
kesilmelerinden önce bıldırcınlardan bir tanesi alıkoyup saklamı tı. Ak am yemekte, cebinde
sakladı ı bu hayvanı çıkarıp salarak Atatürk’ü ne elendirmeyi dü ünmü tü. Öyle de yaptı.
I ıklar altında kalabalıktan ürken hayvanca ızın uçacak hali yoktu, sofradaki tabakların
üzerinden seke seke birkaç adım atabilecek hali de. imdi de bıldırcın, Atatürk’ün taba ının
yanında kalmı tı.

Atatürk’ün yüz çizgileri derinle erek, ka ları çatıldı ve yüzünü kara bir hüzün bulutu kapladı.
Bıldırcını eline alarak, tüylerini ok adı ve sert bir sesle:

-“Kaldırın bu servisleri. Bir daha da soframda ku yeme i istemiyorum!”

Hizmetkârlar ko arak tabakları kaldırdılar. Do rusu, Salih Bozok, Atatürk’ün bu akadan hiç
ama hiç ho lanmayaca ını bilmeliydi. Gerçekten de, hayvanları o denli seven, Ulusal
Kurtulu Sava ı yıllarında bile Çankaya’da kaz ve tavuk besleyen, atlarının ölümüne gözya ı
döken, kurban kesilmesine dayanamayan Atatürk’ün, o bıldırcın, taba ının ucunda öylesine
çaresiz durup dururken bıldırcın eti yiyemeyece ini dü ünmeliydi.

Bozok, üstelik kim bilir kaç kez tanık olmu tu, her salı günü ö leden sonraları Ankara’da
Marmara Kö kü’nde çaylı konserler düzenlendi inde Atatürk’ün beyaz kanaryalarını
kafesinden çıkartıp salonda uçu larını zevkle izledi ini! (Akagündüz, Radyo Dergisi, 1939)1

18
1 Hilmi Yüceba , Atatürk’ten Nükteler, Fıkralar ve Hatıralar, 2. Baskı, Kültür Kitabevi,
stanbul 1973, s. 158-159

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

Bıldırcın

Atatürk’e bir gezisinde, ile’de bıldırcın hediye ettiler. Pencereleri kapattıktan sonra bıldırcını
salmalarını söyledi. Ku dönüp dola tıktan sonra O’nun önüne kondu, ok amasına da ses
çıkarmadı. Atatürk, bıldırcını kafes konularak sarayda beslenmesini istedi. Üç gün sonra
bıldırcın bir kediye yem oldu. Atatürk’e bu olayı O’nu üzmemek için, bıldırcın açık kafesten
kaçtı ı ekilde anlattılar. Atatürk bu küçük dostu unutmadı. Ömrünün sonuna kadar bıldırcın
eti yemedi.1

1 Hilmi Yüceba , Atatürk’ten Nükteler, Fıkralar ve Hatıralar, 2. Baskı, Kültür Kitabevi,


stanbul 1973, s. 60

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

ATATÜRK'ÜN B R ÇOCUKLA SÖYLE S VE ONA ARMA ANI

Atatürk, çocukları çok sever, onlara herkesten çok de er verirdi. Büyük Zafer’den sonra 16
Ekim 1922’de Bursa’da kendisini co ku ile kar ılayanlar arasında çocukları gördü ü zaman
onlara öyle seslenmi ti: “Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler hepiniz gelece in bir gülü,
yıldızı, bir mutluluk pırlantasısınız! Memleketi asıl aydınlı a bo acak sizsiniz. Kendinizin ne
kadar önemli, de erli oldu unuzu dü ünerek ona göre çalı ınız. Sizlerden çok eyler
bekliyoruz; kızlar, çocuklar!”1

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılı tarihi olan 23 Nisan 1920’nin, her yıl “Milli
Egemenlik ve Çocuk Bayramı” olarak kutlanması2 da Atatürk’ün çocuklara verdi i de erin
bir göstergesiydi. Atatürk, böylece bugünün çocuk kavramı ile gelece in yeti kin insan
kavramı arasında olumlu bir köprü de kurmu oluyordu. Bu inanç sonucu Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk, “Milletin ba rından temiz bir ku ak yeti iyor. Bu eseri
ona bırakaca ım ve gözüm arkamda kalmayacak”3 diyordu.

Atatürk’ün saf sevgi örnekleri en çok çocuklarla olan ili kilerinde göze çarpıyor, Onu
tanıyanların tümü çocukları çok sevdi i noktasında birle iyordu. Uzun süre genel

19
sekreterli ini yapmı olan Hasan Rıza Soyak da, “Onun dilinde çocuk, sevgi demekti,
sevdiklerine, hangi ya ta olursa olsun çocuk diye seslenirdi” diyerek bu sevginin derecesini
ortaya koyuyordu.4

Çocuklara kar ı büyük bir sevgi besleyen Atatürk, onlarla “sıkılmadan, yorulmadan”
ilgileniyor, ço u kez ellerine birer ka ıt kalem verdirerek ya larına göre kimine resim, kimine
hesap yaptırıyor, kimine dil bilgisi çalı tırıyor, onlarla zaman geçirmekten “büyük zevk”
alıyordu.5 Kimi çocukları evlatlık ya da manevi evlat edinmeyi, onları büyütüp yeti tirmeyi
de adeta bir tutku haline getirmi ti. Daha Birinci Dünya Sava ı yıllarında, Bitlis’te iken, 16
Kasım ve 2 Aralık 1916 tarihlerinde anı defterine Ömer ve hsan adlı çocukları yanına
aldı ını not dü mü tü.6 1929’da Yalova’da kar ıla tı ı ve okumak istedi ini ö rendi i
Sı ırtmaç Mustafa’yı7 okula göndermi ti. Mustafa, ba arılı bir e itim ya amının sonunda
subay olmu tu. E itimleri ile yakından ilgilendi i Afet ( nan) ve Sabiha (Gökçen)’yı ise Türk
kadınının erkeklerle e it haklara sahip olabilece ini, her alanda etkin görevler alabileceklerini
kanıtlayan birer simge olarak kabul etmi ti. Atatürk ayrıca Zehra, Rukiye, Nebile ve Ülkü’yü
manevi kızları olarak koruması altına almı ve yeti tirmi ti.8 Bunlar içinde Ülkü’ye
“tahminlerin üstünde bir sevgi ile ba lanmı tı.”9 Zira Ülkü, annesi Zübeyde Hanım’ın
koruması altına alıp büyüttü ü ve evlendirdi i Vasfiye Hanım’ın kızı idi ve henüz kırk günlük
iken Kö k’e getirilmi ti.10

Atatürk’ün çocuklara verdi i de er onun sofrasına da yansımı tı. nsan sevgisinin, insanlık
ülküsüne dayalı davranı ların en güzel örneklerinin sergilendi i Atatürk’ün sofrası pek çok
kez çocuk sevgisine de tanıklık etmi ti. Atatürk, sofrasında kendisine e lik eden konuklarına
hatta çevresindekilere “E ini mutlu edebilecek herkes evlenmelidir, çoluk-çocuk sahibi
olmalıdır!”11 ö üdünü veriyor, çocuklara kar ı duydu u engin sevgisini göstermek üzere
“Çocuk sevgisi insan için bir gereksinimdir. Hele ya ilerledikçe bu gereksinim kendisini daha
kuvvetli duyuruyor. Onun için de Ülkü’yü yanımdan ayırmak istemiyorum” diyordu.12

Atatürk döneminin tanınmı gazetecilerinden smail Mü tak Mayakon13, Atatürk’ün sınırsız


çocuk sevgisini sergileyen sohbetlerden birine 1938 ba larında, O’nun sofrasında tanık oldu.
Mayakon’un yayınlanmamı bu anısını14 dil ve ifade özelliklerine dokunmaksızın kendi
kaleminden sunuyoruz:

Atatürk, dün gece15 refakatlerinde ilk kadın tayyareci, Atatürk kızı Sabiha Gökçen16 oldu u
halde Park Oteli’ni ereflendirdiler. Di er birkaç arkada la beraber ben de Büyük ef’in
maiyetlerinde bulunmak bahtiyarlı ına nail olmu tum.

Türk ve ecnebi, kadın erkek yüzlerce insandan mürekkep bir güzide kalabalık otelin
lokantasını doldurmu tu. Dahiliye Vekili Bay ükrü Kaya17, Atatürk’ün te rifine kapıda
muntazır18 bunuyordu. Ulu Önder’imizin otelin salonuna girer girmez sonsuz bir sevinç
heyecanıyla herkes aya a kalktı ve co kun alkı lara karı an “Ya a!” sesleriyle bütün o halk,
Atatürk’e meserretlerini19 ve kalplerinin tahassürünü20 bildirdi.

imdi halkın gönlü gibi yüzü de ona müteveccihti21. Emniyet içinde ne e, in irah22 içinde
e lence ba lamı tı. Musikinin uh na meleriyle çiftler en büyük Türk’ün, büyükler büyü ü
Atatürk’ün huzurunda mesul ve mutmain23 dans ediyordu.

Atatürk ilk dansı kahraman kızı Sabiha Gökçen’le yaptı. Gökçen, arkasında mensup oldu u
tayyare alayının koyu lâcivert renkli üniforması ve gö sünde vatana kahramanca hizmetinin
mükâfatı olarak verilmi murassa madalyası24 vardı. Tarihin en büyük kumandanı ve Türk’ün

20
en yüce kahramanı yanında, yine onun yeti tirdi i kahraman bir Türk kızı hakikaten ulvi bir
manzara idi. bunda Türk’ün millî gurur ve erefi en beli 25 ifadesiyle okunuyordu.

Vakit geçtikçe ne e ve in irah artıyordu. Kimse yerinden kımıldamıyor, herkes kendilerine


her eyi vermi olan bu Büyük ef’i çok, daha çok, doya doya görmek ihtiyacından kendini
alamıyordu.

Sabah yakla ıyordu. Salon tenhala maya ba lamı tı. Yalnız ta kar ıda bir ufak masa etrafında
bir aile, genç bir subay, bir kadın ve bir çocuk, bir miknatısın cazibesine tutulmu gibi
tazimkâr26 bir ga y27 içinde Atatürk’e bakıyorlardı. Erkek edip ve hürmetkâr, kadın vakur ve
kibar, çocuk sakit28 ve hayran idi.

Bu nezih aile tablosu Atatürk’ün dikkatini celbetti. Bir aralık çocu u alıp getirmemi bana
emir buyurdular. Emri ifa ettim. Elinden tutup Atatürk’ün huzuruna getirdi im bu çocuk
esmer renkli, çetin bakı lı, sa lam yürüyü lü, gürbüz bir Türk yavrusu idi. Atatürk’ün elini
öptü. Atatürk ona ismini ve ya ını sordu. Adı . . . 29, ya ı yedi oldu unu söyledi. Çocuk, en
büyü ümüze cevap verirken ananevi Türk terbiyesinin tesiriyle önüne bakıyordu.

imdi Türk’ün Ata’sıyla bir Türk yavrusu konu uyorlar:

- Sen beni tanıyor musun? Ben kimim?

- Tanıyorum, Atatürk’sünüz!

- Nerden tanıyorsun?

- Resminizi görmü tüm, kızınız sizin gö sünüze çiçek takarken..

- Beni hep hatırlayacaksın, hiç unutmayacaksın de il mi?

- Hiç unutmam Atatürk!

En küçük çocu undan en ya lı ihtiyarına bütün bir milleti Ata’sına ba layan sönmez ve
sarsılmaz duygunun bir çocuk kalbinde bu ilk uyanı ı bir afak aydınlı ı kadar zengin bir
be âret30 idi.

Atatürk tekrar sordu:

- Sen büyürsen ne olacaksın?

- Tayyareci!

Bu cevaptan müstakbel bir Türk kahramanının sesini i iten Atatürk çok mütehassis oldu ve
çocu u kuca ına alarak efkat ve muhabbetle ok adı, yüzünü öptü. Biraz sonra genç subayı
ça ırdılar, ondan ismini ve askerî hüviyetini sordular. Dünyaya destanlarla dolu koskocaman
bir tarih bırakmı yüce Türk ırkına mensup olan bu dilâver delikanlı, çocu un aile vaziyeti
hakkında Atatürk’e izahat arz etti.

Bundan sonra Atatürk, çocu a hitap ederek:

21
- Çocu um, sana bir hatıra verece im, bunu saklayacaksın ve beni daima hatırlayacaksın!
dedi ve daima ta ıdıkları ve pek sevdikleri fevkalâde kıymettar bir platin saat ve kordonu ve
buna takılı platin kur un kalemini yeleklerinden çıkararak çocu un boynuna taktı.

Manzara, de il tasvir, hatta tasavvur olunamayacak kadar bediî bir yükseklikte idi. Hepimiz
heyecan içinde, sakit ve hayran bakıyorduk. Çocuk, istikbal ve ikbalin bir tılsımı gibi
boynunda duran saati mini mini eliyle bir defa ok adı ve derhal Atatürk’ün elini tutarak öptü.

Bir sual:

- Çalı acaksın, büyük adam olacaksın de il mi?

Genç ve taze bir sesle cevap:

-Evet çalı aca ım ve büyük adam olaca ım!

imdi Atatürk, selâm ve tazim vaziyetinde duran subaya emir veriyordu:

- Bu saati saklayacaksınız, çocuk büyüyünceye kadar onu itina ile muhafaza edeceksiniz;
büyüdü ü zaman bu gecenin hatırasını tazeleyerek kendisine vereceksiniz!

Genç subay, aldı ı emri tekrarladı.

Mini mini bir ba ın üstünde dünyanın en büyük en zikudret eli bir efkat, bir sıyanet , bir
ir at kanadı gibi açılmı tı. Çocuk, madalyalı bir gazi mehabetiyle uzakla ıp giderken sofrada
hazır bulunanlardan biri:

-Bu çocukta belki müstakbel bir hava mare ali büyüyor, demi ti.

Atatürk:

-Niçin belki? Muhakkak bir hava mare ali! buyurdular.

Park Oteli salonundaki vaka alelâde bir hadise de il, Atatürk terbiyesinin millî bünyede nasıl
i leyip özlendi ini gösteren bir ders idi.

Her vakit oldu u gibi imdi de onun bir sözünü haykırayım:

Ne mutlu Türk’üm diyene!

smail Mü tak Mayakon’un anısı burada sona eriyor. Yıllar sonra böyle bir geceyi ve anıyı,
aynı heyecan ve aynı duygularla bugünün çocuklarına, yarının yeti kinlerine aktaran smail
Mü tak Mayakon’u saygı ve rahmetle anıyoruz.

1 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, Ankara: Atatürk Ara tırma Merkezi Yayınları, 2006, s.
45-46; Atatürk’ün Bütün Eserleri (1922-1923), C.14, stanbul: Kaynak Yayınları, 2004, s. 22.

2 TBMM 1924 yılında 1 Kasım 1922 gününün “Hakimiyet-i Milliye Bayramı” olarak
kutlanmasını kararla tırdı. Ardından bu gün, Çocuk Esirgeme Kurumu’nca 23 Nisan-1 Mayıs
tarihleri arasında düzenlenen Çocuk Haftası ile birle tirildi. 27 Mayıs 1935’te TBMM’de

22
Ulusal bayram günlerinin tespiti ile ilgili yasanın kabul edilmesi üzerine 22 Nisan ö leden
sonra ve 23 Nisan günün Egemenlik Bayramı olarak kutlanması kararla tırıldı ve bugün
çocuklara arma an edildi. Bkz. TBMM ZC, D, II, C. 3, s. 14-15; TBMM ZC, D. V, C. 3, s.
303; hsan Güne , Türk Parlamento Tarihi TBMM V. Dönem (1935-1939), C. 1, Ankara:
TBMM Basımevi, 2004, s. 435-436.

3 Ercüment Ekrem Talu, “Atatürk’e Ait Hatıralarımdan, Atatürk ve Çocuk”, Tasvir, 10 Kasım
1946.

4 Enver Ziya Karal, Atatürk ve Devrim Konferanslar, Makaleler (1935-1980), Ankara: TTK,
1980, s. 128.

5 Atatürk’ün Sırda ı Kılıç Ali’nin Anıları, (Derleyen: Hulûsi Turgut), stanbul: Türkiye
Bankası Kültür Yayınları, 2005, s. 577.

6 Atatürk’ün Hatıra Defteri, (Yayınlayan: ükrü Tezer), 2.b, Ankara: TTK Yayınları, 1989, s.
71 vd.

7 Sı ırtmaç Mustafa ile ilgili bir makale için bkz. Necmettin Sadık, “Sı ırtmaç Mustafa”,
Ak am, 18 Eylül 1929.

8 erafettin Turan, Mustafa Kemal Atatürk-Kendine Özgü Bir Ya am ve Ki ilik, Ankara:


Bilgi Yayınevi, 2004, s. 625-626.

9 Atatürk’ün Sırda ı Kılıç Ali’nin Anıları, s. 577.

10 .Turan, a.g.e., s. 627.

11 Abdülkadir nan, “Atatürk Devrine Ait Hatıralar”, Türk Kültürü Dergisi, Sayı: 25, Ankara,
1964, s. 62.

12 Abdülkadir nan, a.g.m., s. 62.

13 smail Mü tak Mayakon (1882-1938); Yeni ehir (Teselya)’de do du. Halep dadisi’nde
orta ve lise ö renimini tamamladı. Temmuz 1901’de Mülkiye’nin Yüksek Kısmı’ndan mezun
oldu. Memuriyetinin ardından Kısa bir süre ticaretle u ra tı. Ardından gazetecili e ba ladı.
Atatürk’ün iste i üzerine V. Dönem’de TBMM’ye Siirt Mebusu olarak katıldı. Edebiyat,
tarih, hukuk ve 1933’ten sonra da dil meseleleriyle yakından ilgilendi. Bkz. Mücellido lu Ali
Çankaya, Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler, C. III, Ankara: Mars Matbaası, 1968-1969, s.
877-879.

14 Türk Dil Kurumu Ar ivi, “Atatürk’ten Anılar, smail Mü tak Mayakon Dosyası”, Yurt çi-
Yurt Dı ı ube Müdürlü ü, Dosya No: 100; APK ube Müdürlü ü, Dosya No: 144.

15 smail Mü tak Mayakon’un yazısında tarih belirtilmemi tir. Bu tarih muhtemelen 6 ubat
1938 olacaktır. (Bkz. Atatürk’ün Nöbet Defteri-1931-1938, (Toplayan: Özel ahingiray),
Ankara: Türk nkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları: 8, TTK Basımevi, 1955, s. 700.

16 Sabiha Gökçen (21 Mart 1913-23 Mart 2001); Atatürk’ün manevi kızı. Çankaya lkokulu
ve Üsküdar Kız Koleji’nde e itim gördü. 1934’te Soyadı Kanunun çıkmasından sonra Atatürk

23
kendisine “Gökçen” soyadını verdi.1935‘de Türkku u’nun açılı töreninde yapılan planör
gösterilerinden etkilenerek havacılı a ilgi duydu. Atatürk’ün de destek vermesi ile 1935’te
Türk Hava Kurumu’nun Türk Ku u Sivil Havacılık Okulu’nda e itime ba ladı. Ankara’da
yüksek planörcülük brövelerini aldı. Eski ehir Uçu Okulu’nda 1936-1937 döneminde 11 ay
boyunca özel e itim gördü. 1937 yılında Tunceli Harekatı’na katıldı. 30 A ustos 1937’de
askeri uçu brövesi aldı. 1954 yılına kadar Türk Ku u’nda Ba ö retmenlik yaptı. Bkz. Fikret
Arıt, Havalarda lk Türk Kadınları, stanbul: Baha Matbaası, 1967, s. 25-36.

17 ükrü Kaya (9 Mart 1883-10 Ocak 1959); lk ve ortaö renimini stanköy’de yaptı.
1900’de Midilli dadisini, 1908’de Hukuk Mektebi’ni, 1912’de Paris Hukuk Fakültesi’ni
bitirdi. Çe itli memuriyetlerde bulundu. 1917’de Maliye Müfetti li i’ne atandı. 1918’de istifa
ederek zmir’de kurulan Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nde görev aldı. Malta’da dokuz ay
tutuklu kaldı. 1922’de zmir Belediye Ba kanlı ı’na seçildi. II. Dönem TBMM için 1923’te
yapılan seçimlerde Mente e (Mu la) milletvekili seçildi. Ziraat ve Dı i leri bakanlıklarının
ardından 1930-1938 yılları arasında be kez çi leri Bakanlı ı yaptı. CHP Kâtipli i’nde
bulundu. Atatürk’ün ölümünden sonra siyasal ya amdan çekildi. Bkz. Kâzım Öztürk, Türk
Parlamento Tarihi, TBMM II: Dönem (1923-1927), C. III, Ankara: TBMM Yayınları, 1995, s.
616-618.

18 Bekleyen.

19 Sevinç.

20 Özlem.

21 Yönelme.

22 Ferahlık, açıklık.

23 çi rahat.

24 Sabiha Gökçen’e Türk Hava Kurumu tarafından 28 Mayıs 1937 günü verilen iftihar
madalyası. Bkz. Sabiha Gökçen, Atatürk’ün zinde Bir Ömür Böyle Geçti, (Hazırlayan: Oktay
Verel), Türk Hava Kurumu Yayınları, 1982, s. 133-134.

25 Düzgün.

26 Saygılı.

27 Kendinden geçme, bayılma.

28 Sessiz.

29 Daktilo edilmi orijinal metinde çocu un adı bo bırakılmı tır.

30 Müjde, mu tu.

Yrd. Doç. Dr. aduman Halıcı

Kaynak: ATATÜRK ARA TIRMA MERKEZ DERG S , Sayı 63, Cilt: XXI, Kasım 2005

24
Falih Rıfkı Atay’dan Bir Anı

Bir ak am Gazi Mustafa Kemal Pa a’ya nazı geçenlerden biri:

-“Dü ünmelisiniz ki, e er ölürseniz; heykellerinizi paramparça ederler. Yaptıklarınızın hiçbiri


ayakta kalmaz. Çok ya amaya bakmalısınız.”

Ben de sofradaydım. Güldü, i te o zaman bize gönlünün sırrını açtı:

-“Unutmayınız ki, Mustafa Kemaller yirmi ya ındadır” dedi.1

1 Kemal Arıburnu, Atatürk’ten Anılar, Türkiye Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1976. s.
60-61

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

stanbul'da Savarona Yatı'nda. (01.06.1938)

Atatürk Savarona yatını gelmesini sabırsızlıkla beklemi ti. Hekimlerinin devamlı deniz
havasının sa lı ına yararlı olaca ı telkini kadar, gençli inden beri böyle uzun süreli denizde
ikamet arzuladı ını o seneleri beraber geçmi olan Ali Fuat Pa a söylerdi.

Savarona yatına ilk defa 1 Haziran 1938’de binmi ti. Yatı gezdikten sonra yanındakilere:

-“ mkanımız olsaydı da üç-be sene evvel getirtebilseydik…” dedi ini eski ba yaveri Cevat
Abbas Gürer söyler.

lk günleri sakin ve huzurlu geçmi ti, Savarona’da... Fakat daha sonraları, denizin rutubeti
sa lı ına zararlı görülmü , yine Dolmabahçe’de tedaviye devam edilmi ti.

Kaynak: Atatürk’ün Son Günleri, Cemal Kutay, 3. Baskı Ekim 2005. klim Yayıncılık.
ISBN: 975-988-847-5. Sayfa: 45

25
Dolmabahçe Sarayı, Yaz Aylarının Sonu; 1938

Dolmabahçe Sarayı'nın denize bakan odalarından biri. Duvarlarında mavi zemin üzerine irili
ufaklı yıldızlar sarı yaldızla boyanmı , ortada ceviz oymalı bir karyola (bu karyola yerine
birinci komadan sonra daha basit olan bir ba kası konmu tur) ve komidin, ayak ucunda
ezlong, onun kar ısında geni kristal aynalı dolap, odanın denize bakan panjurlu pencereleri
önünde mavili Hereke kuma ıyla kaplı, hafif koltuk ve sandalyeler, kö ede yastıklı bir sedir.
Sofaya çıkan iki kapı arasında bir tuvalet masası, üzerinde Nuri Conker'in Atatürk'e hediyesi
olan fosforlu, dört kö e büyücek bir masa saati. Bunun üzerinde yine o sıralarda kendisine
hediye edilmi bir tablo. Bu tabloda arka plânda karlı bir da , önde a açlıklı orman ve bir
düzlükte çimenli bir saha. Sofada bir radyo ve gece gündüz nöbetle e bekleyen adamlarından
biri. Yatak odasının yanındaki pembe salonda ise, daima nöbetle e bekleyen yakın
arkada larından biri veya ikisi.

Son zamanlarda oraya bir defter koydurmu tum. Her günkü sıhhî durumu kaydedildi i gibi,
Atatürk'ün yanına girenlerin, ne kadar müddet yanında kaldıkları da i aret ediliyordu. Çünkü
doktorların tavsiyesine göre çok konu maması lâzım geliyordu. Daima konu mak ve
dinlemek âdetinde olan bir insan için, bu hal çok sıkıcı oluyordu. Ben her gün gazeteleri
okuyor ve hülâsalarını kendisine söylüyordum. Bazen hikâye ve seyahatname eklinde
okudu um kitapları da anlatıyordum. Meselâ bunlardan bir kısmını anlatır ve yorulmasın diye
devamına ba ka günler devam ederdim. Hastalık günlerinde, günlük havadisler ve ayrıca
resmî malûmat kendisine verildikçe O, yeni siyasî ve askeri geli meler üzerinde dü ünce ve
görü lerini ifade eder ve istikbal için milletçe kuvvetli olmamızı dilerken, dünya sulhunun
sarsıntıda oldu una i aret ederek, endi e duyardı. Nitekim onun ölümünden bir yıl sonra
ikinci dünya harbi olmadı mı? Bu sıralarda kendisini en çok me gul eden ve üzerinde
hassasiyetle durdu u siyasî hâdise, Hatay meselesi idi. Günler geçtikçe hastalı ı
a ırla masına ve doktorların katî istirahat ekli üzerinde durmalarına ra men, O yine umumî
meselelerle me gul olmak, devlet i lerinin normal seyrini takip etmek isterdi.

Bir gün Ba bakan Celâl Bayar, kendisine ikinci be senelik iktisadî plân için, izahat vermek
üzere gelmi ti. Dr. Ne et Ömer beni bularak:

—"Atatürk biraz fazla yoruldu, yanına girseniz de, izahatın bir kısmını ba ka bir zamana
bıraktırabilseniz," diye rica etti.

Ben odaya girdi im zaman, Atatürk yata ında oturuyor, Celâl Bayar da anlatıyordu. Atatürk
bana "Otur ve sen de dinle" dedi. Bir müddet sonra, doktorun tavsiyesini yerine getirmek için
müdahale etmek istedi im zaman, sanki kar ımda hasta bir Atatürk kalmamı tı. O tamamen
memleket i lerine kafasını vermi , maddî iztırabını unutmu bir halde:

—"Biliyorum doktorlar yine istirahat tavsiye etmi lerdir", dedikten sonra daha sert olarak
"Memleketin en mühim ve esaslı i lerini konu uyoruz, bunlar beni yormuyor, bilâkis hayat
veriyor. Bunları otur da sonuna kadar sen de dinle" dedi. Bütün hastalı ına ra men
memleketin yeni inki aflarını i itmekle dahi, memnun ve müsterih olan bir devlet adamına,

26
velev doktor tavsiyesi olarak dahi, ufak bir müdahalede bulunmu olmamdan dolayı eza
duydum ve sonuna kadar ben de müstefit olarak dinledim. Atatürk, kendili inden Ba bakana
çekilmek için izin verirken, çok müsterih ve tatmin edilmi bir durumda idi. Celâl Bayar
gittikten sonra, bu meseleler üzerinde ve dünya durumu hakkında benimle uzun uzun
konu tu."

—"Dünyanın bir harbe do ru gitti i bu devirde, bizim iktisaden çok daha kuvvetli olmamız
lâzımdır" diyordu. Atatürk o gün, bütün bu devlet plânlarının tamamen yapılmı oldu unu
görür gibi, sevinç içinde idi. Nitekim, o gün Atatürk'ün tahlil etti i, gelece in siyasî ve askerî
hâdiseleri ölümünden sonraki senelerde tahakkuk etmi tir.

Kaynak: Âfet nan, Atatürk'ten Hâtıralar. Ankara, 1950

Gönlü Kalmasın,

Selim Aru* anlatıyor:

27 Ekim. Nöbetçiyim. Saraya ö leden sonra Hasan Rıza Bey geldi,

-"Hatay'dan bir haber var mı soruver" dedi. Biliyorsunuz Hatay'ı gayet yakından takip ediyor,
o haliyle.

-"Hayır, bir ey yok henüz efendim" dedi...

Ak am Atatürk'ün odasının kapısı açık. Celal Bey ayakta, Atatürk ezlonga uzanmı ,
yanındaki koltukta Salih Bozok oturuyor. Ben içeriye girdim, denizin üstünde bir vaveyla
(çı lık) koptu. Atatürk birden irkildi ve pencereye do ru gitmek istedi. Salih Bey ve Celal
Bey koluna girdiler, pencereye götürdüler. Kuleli talebeleri, bütün mektep, bir vapur
tutmu lar, Atatürk'ün Cumhuriyet Bayramını kutlamaya gelmi ler. Atatürk eliyle camı sildi,
sonra yakla arak ince sesi ile,

-"Sen ne büyük milletsin" dedi.

Tekrar ezlonga getirdiler, oturdular... Celal Bey'le çıkıyoruz, seslendi.

-"Celal Bey, geçen defa Mim Kemal Bey suyu alırken benim canım yandı, ne yapsak acaba?"
dedi. Celal Bey de,

-" zin verirseniz bu defa Mehmet Kamil Bey alsın " dedi.

-"Ya, öylemi yapalım, iyi olur" dedi. Çıkıyoruz, kapıdan yine seslendi:

-"Vazgeç, yine Mim Kemal Bey alsın, gönlü kalmasın."

27
Kendi canının acıması pahasına ba kasının kalbini acıtmamak endi esi.

* Selim Aru 1936-38 yıllarında kö kte ikinci katip olarak çalı mı , 1986 'da vefat etmi tir.

Kaynak: Atatürk'le Ya adıklarını Anlattılar, Nazmi Kal, Bilgi Yayınevi, Kasım 2001. ISBN:
975-494-949-2, Sayfa: 21-22

Atatürk'ün Karın Bo lu unda Sıvı Birikmesi Ve Ponksiyonlar:

Atatürk, karın delme suretiyle sıvı alınmasını vahim ve tehlikeli bir ameliye olarak
dü ünüyordu. Daha önceleri Dr. akir Ahmet Ediz'e sordu u suali bir ba ka gün tekrar
doktorlarına:

-"Su alma ameliyesi tehlikeli midir, acı verir mi?" diye sorar.

Doktorlar onu kaygılandırmamak için çok basit oldu unu, hatta bu i i kendileri de il,
asistanlarına yaptırdıklarını söylüyorlardı. Atatürk bu müdahale sırasında ba ırsakların
delinmesinden korkuyordu, bu endi e ile uzun zamandan beri dü ündü ü vasiyetini
geciktirmeden bitirmek istedi inden, 5 Eylül 1938 günü Dolmabahçe Saray'ında vasiyetini
yazdırır.

Dr. Fiessinger'in üçüncü defa stanbul'a geli inde onun onayı ile 7 Eylül 1938 günü Op.Dr.
Mim Kemal Öke tarafından ilk karın ponksiyonu (karından sıvı alma i lemi) yapılır.

Dr. Ne et Ömer rdelp karaci er yetmezli inden dolayı ponksiyonun lokal anestezi tetkik
edilmeden yapılmasını ve az miktarda sıvı bo altılmasını istiyordu.

Dr. Mim Kemal Öke Atatürk'e daha önceleri cerrahi müdahalede bulundu u için onun a rıya
duyarlılı ını bildi inden cilt altına lokal anestezi yaptıktan sonra ponksiyonu yapar.

Atatürk'ün karın bo lu undan 10,5 kilo sıvı bo altılır. Asım Arar ve Bedi ehsuvaro lu'na
göre 12 kilo, Hasan Rıza Soyak'a göre ise 12 kilodan fazla sıvı bo altılmı tır.

Sıvı bo altıldıktan sonra, Atatürk adeta birden bire zayıflamı tı. Karnına büyük bir sargı
sarılır, rahatladıktan sonra sigara ve kahve içer. Kendisine ponksiyon yapılan i neyi görmek
ister. Dr. Mim Kemal Öke kendisine daha ince bir i ne gösterir. Atatürk bunu görünce:

-"Aman bu kazma anestezisiz mi batırıldı. Bir kaç defa anestezi yapılmadan bu yapılamazdı.
Fakat bir di eri icap ederse rica ederim daha incesini intihap (seçim) edelim" der.

Kendisine geçmi olsun diyen Kılıç Ali'ye Atatürk;

-"Çıkan suyu gördün mü? Bu kadar bir su kabı insanın karnı üzerine konsa nasıl tahamül
eder? Bak ben ne haldeyim nasıl tahamül etmi im" der.

28
19 Eylül 1938 günüde Dr. Nihat Re at Belger ve Dr. Ne at Ömer rdelp'in mü terek
raporlarında Atatürk'ün çok yorgun ve halsiz oldu u ve karında assitin toplanmasının devam
etti i ve ilk ponksiyondan önceki seviyeye geldi i belirtilmi ti.

22 Eylül 1938 günü Atatürk'ten ikinci defa ponksiyonla sıvı bo altılır. Ponksiyon yine Dr.
Mim Kemal Öke tarafından lokal anestezi ile yapılır. 10 litre sıvı bo altılır.

7 Kasım 1938 Salı sabahı, doktorlardan daha fazla dayanamayaca ından sıvını derhal
alınmasını kati bir lisanla ister.

Dr. Nihat Re ad Belger'e

-"Doktor karnımdan bu suyu çekmek zamanı geldi; çünkü bu mayi benim nefesime
dokunuyor. Soluk almamı güçle tiriyor. Bunu çekip alın" der.

Doktorlar hiç de ilse 24 saat geçiktirmek için Dr. Mim Kemal Öke'nin sarayda olmadı ını, o
saatte Gülhane'de talebelerine ders vermekte oldu unu, bu i lemin ertesi güne ertelenmesini
rica ederler. Fakat Atatürk;

-" te doktor Mehmet Kamil Bey var zaten bu i i en iyi beceren de o imi , o yapsın" diye
diretir. Doktorlar hazırlık yapmak için odadan çıktıktan sonra ka larını çatar, hiddetli bir
sesle;

-"Niçin tereddüt ediyorlar... olacak olur!"

Karnını i aret ederek;

-"Bu insuportable'dır" der.

Üçüncü karın ponksiyonu aynı gün saat 12:20'de Dr. Mehmet Kamil Berk tarafından yapılır.
Atatürk karında biriken sıvının hepsinin çekilmesini ısrarla emretmektedir.

Doktorlara;

-"Kaç litre var? Sayın!" diyordu.

Dr. Nihat Re at Belger her yarım litreyi bir sayarak "on iki litre" der. Hakikatte 6 litre sıvı
bo altılmı tı.

Kaynak: Atatürk'ün Sa lı ı Hastalıkları Ve Ölümü, Dr. Eren Akçiçek, zmir Güven Kitabevi,
2005, ISBN: 975-6240-05-9. Sayfa:212-221

29
Büyük Adam Ölünce:

Sene 1938, 10 Kasım...

stanbul Üniversitesi’nde saat 9'u 5 geçenin me um haberi duyulmu ... Bir alman profesör
var, Hukuk Fakültesinde, o da duymu , a ırmı . Derse girsin mi, girmesin mi bir türlü karar
veremiyor. O sırada aklına rektöre müracaat etmek gelir. Kalkar, yanına gider. Aralarında u
konu ma geçer:

- "Efendim, mütereddidim. Acaba ne yapsam?"

- "Sizde böyle büyük bir adam ölünce ne yaparlarsa, onu yapın."

te o zaman Alman profesör kollarını iki yana sarkıtarak:

- "Bizde bu kadar büyük bir adam ölmedi ki... der."

Kaynak: Atatürk'ün Nükteleri - Fıkraları, Hatıraları, Hilmi Yüceba , stanbul, Kültür


Kitapevi, 1963. Sayfa: 39

Ate

Atatürk 1934 yılı gezilerinde Bergama’ya geldi. Kı la kapısından girince, o sırada top talimi
yapmakta olan bir subaya: “ imdi kapıdan dü man süvarisi giriyor, ne yaparsın?”

Te men toplara:

“Ni angâh bastır, ate serbest”, emrini verirken kendi de, tabancasını çekerek kapıya do ru
ko tu. Bu olaydan çok ho lanan Atatürk:

“Sizin gibi uyanık, cesur asker oldukça buraya dü man de il, ku lar bile giremez” dedi ve
subaya, bir dile i olup, olmadı ını sorarak övgüde bulundu.1

1 Hilmi Yüceba , Atatürk’ten Nükteler, Fıkralar ve Hatıralar, 2. Baskı, Kültür Kitabevi,


stanbul 1973, s. 53-54

30
Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

Beklenilmeyen Bir Yanıt

Atatürk sofrada her ak am ya önemli bir konuyu ele alarak konukları ile tartı ır, ya da sava
anılarından söz açar, gözlemlerini anlatır, çe itli yönlerden ele tirmeler yapardı.

Bir ak am, Birinci Dünya Sava ında, Dördüncü Ordu Komutanı bulunan Rahmetli Cemal
Pa a’nın yanlı tutumları üzerinde duruyor ve yurda çok pahalıya mal olan bu tutumları
üzüntü ile anlatıyordu.

Bir aralık, konu maları herkes dikkatle izlerken, Atatürk arkada lardan birinin uyuya
kalmakta oldu unu görür. Bu sofra toplantıları gecenin geç saatlerine dek sürdü ünden, ara
sıra, istemeyerek bu duruma dü en arkada lar görülürdü. Atatürk bu hali anlayı ile
kar ılamakla birlikte, uyuyanı uyarmak için adı ile seslenerek ona konu ile ilgili bir soru
yöneltirdi. Bu kez de öyle yaptı:

-“Abdülkadir, sen ne dersin?” Kendisine seslenilen, Dil Kurumu Ba uzmanlarından


Abdülkadir nan’dı.1 Hemen gözlerini açarak hiç beklenilmeyen u yanıtı verdi:

-“Ben onun büyüklü ünü bir sözünden anlamı tım.” Ortalıktaki havaya hiç uymayan bu
kar ılık herkesi a ırttı. Atatürk, alaylı, biraz da öfkeli bir ses ile:

-“Ya öyle mi?“ diye sordu. “Anlat bakalım, ne imi o söz?“ Dedi. nan, hiç tela etmeden
anlatmaya ba ladı:

-“Çarlık yıkılmı , biz de Türkistan’da bir Cumhuriyet kurmaya çalı ıyor, bir yandan da
komünistlerle u ra ıyorduk. Cemal Pa a oraya kadar gelmi , bilir bilmez i lerimize karı maya
koyulmu tu. Bir gün sabrımız ta tı, kendisine öyle dedik:

‘Anadolu’daki karde lerimiz ölüm kalım sava ında Türkiye kurtulamazsa Türkistan’ın
ba ımsızlı ı neye yarar? Siz buralara gelmek için orasını nasıl bırakabildiniz?” Cemal Pa a
bu kınayıcı çıkı ımıza kızmadı, gülümseyerek güvenli güvenli:

-“Türkiye’de Mustafa Kemal Pa a var” dedi.

te bu söz açıklayıncaya kadar, herkes endi e içindeydi. Abdülkadir nan açıklamasını


umulmadık bir ekilde ba lamı ve uyuklama suçunu Atatürk‘e ba ı latmı tı.2

1 Abdülkadir nan, (1889- ), Abdülkadir nan, Dil ve Tarih - Co rafya Fakültesinde


Profesörlük yaptı. Fakülte’de iken, Türk Dil Kurumu’nda Ba Uzman olarak da

31
çalı maktaydı. Etnografya, folklor, Türk Tarihi, Türklerin dinleri, inançları, Türk lehçeleri, ve
Türk filolojisine dair yazılmı üç yüz kadar makalesi vardır.

2 Mehmet Ali A akay, Atatürk’ten 20 Anı, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1963. s. 29-
31

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

O, bamba ka bir i tir;

Eski ran ahı Rıza Pehlevi, Türkiye'yi ziyareti esnasında Atatürk'le beraber zmir'e ve oradan
Balıkesir yoluyla Çanakkale'ye de bir gezi yapmı tı.

Görevim gere ince ben de beraberdim. O zaman, Çanakkale Bo azı'nın belirli bir bölgesi
henüz gayri askeri bir alan idi. Ve Çanakkale'ye yakın Kirazlı dolayında büyücek bir askeri
garnizon tesis ediliyordu. Garnizon binalarından birinin temel atma töreni, iki devlet
ba kanının ziyareti gününe rast getirilmi ti. Atatürk, o bölgeye gelince mevcut kıtaları ikiye
ayırarak küçük bir manevra yaptırdı. Ve ah'la beraber açık bir otomobille uygulamayı izleye
izleye temel atma töreninin yapılaca ı yere geldi. Temele bir kutu içinde iki devlet ba kanı
tarafından imza edilmi bir ka ıt konuldu.

Otomobil de Atatürk solda, -ki temel tarafı idi- konu u da sa da oturuyordu. Ve Atatürk, sol
tarafta bitmek üzere bulunan manevranın sonucunu eliyle i aret ederek ah'a açıklıyordu.
Birdenbire bir koyunun temele do ru yatırılıp bo azlanmak üzere oldu unu gördü. Kurban
kesiyorlardı.

- "Durunuz!" diye ba ırdı. Açıklamasını bitirdikten sonra ba ını sa a çevirdi ve:

- " imdi yapaca ınızı yapınız!" dedi.

ah duydu u derin a kınlı ı gizlemedi ve hafifseme bir davranı la: "Hazreti Gazi?" dedi.

Atatürk, konu unun ne demek istedi ini anlamı tı. Sözünü kesti:

- "Evet," dedi. "Ben kana bakamam. Bir tavu un dahi bo azlanmasına dayanamam."

ah yine atıldı:

- "Fakat bu kadar çok bulundu unuz sava meydanları ... " Atatürk:

- "Ha ... " dedi. "O ba ka sorun. Öyle yerlerde ölülerin üzerinden atlayarak giderim." Ve
tekrar etti:

32
- "O, bamba ka bir i tir."

Hasan Rıza Soyak

Kaynak: Yeni stanbul Gazetesi, 10.11.1952

Atatürk’ün Bir Eri Takdir Etmesi

Gazi Mustafa Kemal Pa a ile ran ahı Rıza ah Pehlevi1 Balıkesir’de merasim kıtalarını
dola ıyorlardı. Her sınıftan bir bölük tefti ediliyordu; sıra benim makineli bölü üme gelmi ti.
Daha önce askere ö retmi tik. Acemi kelimesini kullanmayacaklar, bunun yerine yeni asker
diyeceklerdi. Çünkü acemi tabiri ranlılara hakaret olurmu .

Önde ah hemen yanında Gazi, biraz arkada da ben bölü ün yanından geçme e ba ladık ve
sonunda yeni satın alınan bir kır katırının önünde durduk. Er tekmile ba ladı:

-“Adım Mehmet o lu brahim, memleketim Ayvacık, hayvanın numarası 341, ısırmaz,


tepmez, adı...” Derhal aklına geldi. Hayvan yeni oldu u için erler ona acemi ismi vermi lerdi.

Ere elimi gö süme koyarak dikkat etmesini i aret ettim. Bana do ru baktı, biraz durdu ve
cevap verdi:

-“Adı... Yüzba ıdır, komutanım..." ah farkına varmadı, yürüdü, büyük adam durdu.
Kula ıma:

-“Bu hayvanın gerçek ismi nedir?" dedi.

-“Acemi’dir, Pa am” dedim. brahim’e baktı, onu süzdü, yana ını ok adı ve emir verdi:

-“Bu çocu a bir ay izin verin. Yaverden yol harçlı ını alırsınız” dedi ve ayrıldı.2

1 Rıza ah Pehlevi, (1878–1944), 1925’ten 1941 yılına kadar ran’ın ahıydı. Kurdu u
Pehlevi rejimi Laik, Milliyetçi, Asker ruhlu ve anti-komünist bir rejimdi.

2 Niyazi Ahmet Bano lu, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, Garanti Matbaası, stanbul 1967. s.
292-293

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

33
Atatürk ve Kıbrıs

Prof. Dr. Dervi Manizade’den1 Atatürk’ten bir Kıbrıs anısı aktaralım.

Akdeniz de yapılan bir tatbikatı izleyen Atatürk etrafında bulunan subaylara:

-“Türkiye’nin yeniden i gal edildi ini ve Türk kuvvetlerinin sadece bu bölgede direndi ini
dü ünelim, ikmal yollarımız ve imkânlarımız nelerdir?” sorusunu sorar.

Subaylar birçok görü ve dü ünce ileri sürerler, Atatürk hepsini sabırla dinler, sonra elini
haritaya uzatır:

-“Arkada lar, Kıbrıs dü manın elinde bulundu u sürece, bu bölgenin ikmal yolları tıkanmı tır.
Kıbrıs’a dikkat ediniz, bu ada bizim için önemlidir” der.2

1 Mehmet Dervi Manizade, (1903- ), Ord. Prof. Dr., Tıp doktoru, milli bir mesele olan Kıbrıs
davasını Türkiye kamuoyuna ta ımı tır.

2 Tahsin Öztin, Mustafa Kemal’den Atatürk’e, stanbul 1981, s. 156–157

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

Dahi Kime Derler?

Her zaman Atatürk soru sormaz veya sınava çekmez ya! Bir gün de, sofrada, ne eli bir
zamanında Atatürk’ü sınava çektiler arkada larından biri, sordu:

“Lütfen cevap verin bakalım; dahi kime derler?” Atatürk duraksamadan ve kendisinin sınava
çekilmesini yadırgamadan, cevap verdi:

“Dahi odur ki, ileride herkesin takdir ve kabul edece i eyleri ilk ortaya koydu u vakit herkes
onlara delilik” der.1

1 Hilmi Yüceba , Atatürk’ten Nükteler, Fıkralar ve Hatıralar, 2. Baskı, Kültür Kitabevi,


stanbul 1973. s. 71

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

34
Affetmeyi Severdi

Amasya’da bulundu u sırada bir aralık Milli Mücadeleye muhalefet yolunu tutmu bulunan
eski pa alardan biri bir gün Ankara’da beni ziyaret etti. Mustafa Kemal Pa a’nın kendisini
affetmesini istiyordu. Bunun için de benim yardımımı ricaya gelmi ti. stemini Mustafa
Kemal Pa a’ya arz ettim. Önce ziyareti kabul etmek istemedi. Hatta:

-“Nasıl? O adam hala serbest mi dola ıyor?” Diye sordu.

-“Serbest dola ıyor olmalı ki, huzurunuza çıkmak cesaretini göstermi !” Dedim ve ilave
ettim:

-“Af, sizin büyüklü ünüzdür! Kendisini affetmeye mecbursunuz!”

-“Peki... Dü ünürüz!” Dedi, Fakat bu i in arkasını bırakmadım:

-“Kendisine söz verdim! Bu büyüklü ü göstereceksiniz!” o zaman:

-“Peki!, ça ırınız gelsin!..” Ve eski Pa a, ayaklarına kapanarak, ondan af dilerken, Mustafa


Kemal Pa a, güya arada hiçbir olay olmamı gibi, kendisini güler yüzle kar ılayarak,
yanındaki sandalyeye oturttu. Sigara verdi, kahve ısmarladı ve geçmi e hiç deyinmeyerek,
onunla birkaç dakika konu maktan çekinmedi.

Atatürk, büyük adamdı. Affetmesini çok severdi. Kimleri ne zaman affedece ini de bilirdi...

(Yahya Galip)1

1 Niyazi Ahmet Bano lu, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, stanbul 1967, s. 114–115

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

35
Hürriyet

Bir gün Atatürk sofrada bulunanlara u soruyu sordu:

-“ nsanın en kutsal duygusu nedir?” Sofrada bulunanlardan kimi namustan, kimi ereften,
kimi vatan duygusundan söz ettiler. Bazıları a kı ileri sürdü. Atatürk:

-“Bunların hepsi do rudur ve hepsi aynı yola çıkar. Bu duyguların kökenine do ru inerseniz
hepsi bir noktaya varır. Bu noktada ‘Hürriyet’ duygusu vardır. Milletin ula tı ı seviye ne
kadar yüksek olursa ‘Hürriyet’ duygusu da o kadar önemli olur. Onun içindir ki; Türk
milletinin ‘Hürriyet’ine kimse dokunamamı tır.”1

1 Tahsin Öztin, Mustafa Kemal’den Atatürk’e, Hür Yayınları, stanbul 1981., s. 150-151

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

Aynı Zamanda Kadınlar Asker de Olacak

Atatürk Ankara Kız Lisesini ziyarete gidiyordu. Sınıflara girilip çıkılacaktı. Kapılardan
birinin önünde durdu. çeride ne ders oldu unu sordu. Müdür yurt bilgisi dersi oldu unu
söyledi. Atatürk:

-“Girebilir miyiz?” Diye sordu. Müdürün verdi i olumlu cevap üzerine usulca kapıyı vurdu.
Sınıfa girdi. Biraz ders dinledi. Sonra ö retmene:

-“ zin verir misiniz, ben bir soru sorayım?” Dedi.

Atatürk’ün sordu u soru üzerine, sırayla birçok zeki kız soruya cevap aradılar. Atatürk
kimisini be eniyor kimisini onaylamıyordu. Fakat kimsenin de hatırını kırmamaya gayret
etti i belli oluyordu. Büyük Atatürk’ü tanıyanlar, gene büyük bir devrimin öncesinde
oldu umuzu hissetmekte gecikmiyorlardı.

Nihayet verilen çe itli cevapları büyük Atatürk kendisi toparladı ve bir cümle içinde ifade etti:

-“Vatanda ın en büyük hakkı seçim ve en büyük vazifesi de askerliktir.” Bu sözler tebe irle
tahtaya yazıldı. Ondan sonra Atatürk u soruyu sordu:

36
-“Milletvekili olmak ister misiniz?” Bu beklenilmeyen sorunun altından bir heyecan havası
do du. Herkes hararetli hararetli konu maya ba ladı. Genç kızlar büyük Atatürk’ü adeta biran
önce bu kararı vermeye sürüklemek istiyorlardı. O da gördü ü ilgiden memnun kalıyordu.
Nihayet Atatürk:

-“Dünyada kadınlar seçmek ve seçilmek hakkını kazanmak için çok mücadele etmi lerdir. Biz
size hiç mücadele etmeden bu hakkı veremezdik. Fakat bütün Türk tarihi boyunca analarınız
bu mücadeleyi yapmı lardır. Siz de onların hakkı olan seçmek ve seçilmek hakkına
ereceksiniz. Fakat biraz önce söylediklerimi hatırlamanız gerekir. Milletvekili seçer ve
milletvekili olursunuz, fakat aynı zaman da asker de olacaksınız.”

Sınıfı dolduran genç kızlar hep bir a ızdan:

“Oluruz” diye ba rı tılar. Herkes yeni bir devrimin tarihi gününü ya adı ını anlamı tı. Kısa
zaman içinde kadınların seçme ve seçilme hakkını kabul eden kanun kabul edildi. Kız
okullarına da askerlik dersi kondu.1

1 Münir Hayri Egeli, Atatürk’ten Bilinmeyen Hatıralar, Ahmet Halit Ya aro lu Kitapçılık,
Ankara 1959.s. 57-58

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

Atatürk’ün Çocukları

Bir çocuk sahibi olamamak hep bir sızıydı yüre inde. Bu acısını hiç gizlenmeyecekti de. Bir
baloda Asaf lbay, on altı ya ındaki kızını Atatürk’le tanı tırdı ında yine nasıl da açı a
vurmu tu bu acısını:

-“Asaf ile bir mahallenin çocu uyuz. Belki aynı ya tayız da. Demek ben de vaktiyle evlenmi
olsaydım, on altı ya ında bir çocu um olacaktı!” Gözleri ya armı tı. Ama Asaf lbay’ın e i
atılacaktı hemen:

-“Pa am, bütün millet sizin çocuklarınızdır.”

-“Do ru, i te ben de bununla avunuyorum...” Ya amının bir gerçe i de bu olacaktı hep;
ba kalarının çocuklarını sevmek, ok amak, kendi çocu uymu çasına ba rına basmak...
Böylece avutacaktı kendini.

-“Belki benim çocu um olmadı ında bir gizli neden vardır. Çok sevdi im bir tayımın
ölümünden o kadar duygulanmı tım ki, günlerce acısını unutamadım, yemek yiyemedim. Ya
çocu umu kaybetmi olsaydım, ne olurdum bilemem...”

Kendi çocu u olmaması kar ısında, “olsaydı ama onu kaybetseydim bu acıya dayanamazdım,
iyi ki olmadı” diyecek kadar çocuk sevgisi ile dopdoluydu. Bu duygular içinde, gitti i her

37
yerde gördü ü, kar ıla tı ı çocukları sevecek, kollayıp gözetecek, olanakları bulunmayanları
alıp okutacak, çevresinden, evinden çocukları hiç eksik etmeyecekti.1

1 Kemal Arıburnu, Atatürk’ten Anılar, Türkiye Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1976, s.
86

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

TE BEN M NESL M BUNLAR...

Atatürk 12 Nisan 1934 ak amı, zmir’de zmir Palas Salonlarında Hakimiyeti Milliye Okulu
fakir çocukları menfaatine verilen baloyu erefledirirler.*

Ö rencilerden Ali isminde bir çocuk ortaya gelir, fakat heyecandan bocalar, konu amaz
derken küçük Ali co ar kendinden geçer. Kollarını ona do ru uzatarak içten gelen bir sesle:

-“Senin ismini andıkça, senin resmine baktıkça, seni kar ımda görünce damarlarımda bir
eyler kaynadı ını duyuyorum... ah! Seni doya doya öpmek istiyorum!” diye haykırır o zaman
O da kollarını açar.

-“Öyle ise gel öp” der.

Ali ko ar, boynuna atılır. Di er çocuklar dururlar mı?

“Bizde bizde” diye ba rı arak ko tular. Kuca ına atıldılar. Öptüler, öptüler. Heyecandan,
sevinçten herkes a lar. Yaverler, Pa alar, Vali hatta kendiside...

Evet. Yaptı ı harplerin heyecanı, kazandı ı zaferlerin sevinci belki onu a latmamı tır. Fakat
bir avuç Türk yavrusunun içten gelen ço kunlu u onu sarsmı , heyecanlandırmı tı. Gözlerine
dolan ya ları zapetmek için dudaklarını ısırdı. Sonra heyecandan, titreyen bir sesle
yanındakilere dönerek:

-“ te benim neslim, bunlar ! Bunlarla biz akranız” der.

Kaynak: *Yeni Asır Gazetesi 13 Nisan 1934, Cumhuriyet 13 Nisan 1934. Celal Bayar,
Atatürk’ten Hatıralar. Sayfa: 91-92

38
Matematik terimi

Gazi, artık en büyük önemi terim komisyonlarına veriyordu. Bu komisyonlar ellerinden


geldi i kadar cep kılavuzundan, taramalardan, derlemelerden, Divandan... Ve ba ka
kaynaklardan araç alıp a ılacak ölçüde çok terim uyduruyorlardı.

Gazi bu çalı ma biçimini durduracak hiçbir emir vermedi. Ancak ak amları, konu arak,
komisyonlara sa lam prensipler a ılamaya bakıyordu:

Do u ( slam-Arap) kültürünün terimleri atılacak! Batı terimlerinin Türkçe kar ılıkları


aranacak.

Bulunacak Türkçe kar ılık Batı teriminin kavramını anlatabilmelidir. Kar ılık, terimin
kavramını anlatmıyorsa alınmayacak.

Batı terimi Türk foneti ine uygun imla (ortografi) ile millile tirilip alınacak; bu terim artık
Türkçe sayılarak ortaokul ve lise ö retiminde kullanılacak.

Gazi bütün komisyonların hazırladı ı uzun listeleri gözden geçiremezdi; buna vakti yoktu.
Yalnız riyaziye (matematik) komisyonunun terimlerini kendi kontrolü altına almı , birer birer
tartı masını yaptırarak alınacak terimleri, Türk imlasıyla tespite çalı mı tı.

lk terim riyaziye kelimesi idi. Komisyonun listesinde bu terime bir kar ılık bulunmamı tı.
Tartı ma ba ladı:

Gazi: "Riyaziye nerden gelir, anlamı nedir?"

Komisyon Ba kanı: "Efendim, riyazat'tan gelir, sofuların sıkı perhizi demektir."

Gazi: "Bunun Batı terimi nedir?"

Komisyon Ba kanı: "Fransızcası mathematique, ngilizcesi mathematics, Almancası


mathematik'tir, efendim."

Gazi: "Anlamı nedir?"

Komisyon ba kanı: "Sayılabilen, ölçülebilen eylerin sayılması, ölçülmesi yollarını ara tıran
birimler demektir."

Gazi: "Burada sofuların, perhizlerin i i yoktur. Bu terimin Türkçesi matematik'tir, efendim."

Terim, böyle bir tartı madan sonra, matematik olarak alınmı tır.

Kaynak: Ahmet Cevat Emre, ki Neslin Tarihi, sayfa:339-340

39
"G DEMEZS N Z!"

Öyle bir mizaç durulmaya gelmez. çi dalgalanmalıdır. Birçoklarını dinlendiren sessizlik ve


biteviyelik, onu ya amakta oldu undan üphe ettirir. Bakı larının mavisi uçar, dudaklarının
gerginli i çözülür, sesine bir yorgunluk çöker. Bu sırada a ır bir tehlike haberi bile, onun için
evk kayna ıdır. Pırıl pırıl bakar, bir yenilmez irade çizgisi dudaklarını yeniden gerer, sesi
bütün ne esine kavu ur. Birçoklarını ölüm kalım kaygısına dü üren tehlike haberini, onun
yanında, yeni sevinçlerin müjdesi sanırsınız.

Atatürk'ün yine bir bezginlik gününde idi. Kı ın hemen hemen ortasındayız. ehrin içi dı ı
kara gömülmü tür. Devletin "umur-ı-cariyesi" (günlük i ler) tabii akı ında. Sabah dokuz
buçuk ta i , ak am be buçukta ev. Bu "Harcıalem" (herkesce bilinen) bir hayat, bir mekik
tezgahı. Yalnız o i siz.

Bize döndü:

- Çocuklar, bir iki günlük e ya alınız. Bir dola maya çıkalım, dedi.

Nereye gidecegimiz belli de ildi. Fakat yaverine verdi i emirlere göre bir kara yolculu u
yapacaktık. O vakitler Ankara yakınlarına bile güç gidip geliyorduk. Ta rada ise yol, köylü
arabasının çamura saplanmamak için istemiyerek çıktı ı bir ta lı geçitten ibaret. Ka nı devri.
Hani Sivas Valisi bir ose yapar, iki tekerlekli arabayı da hemen yasak eder, köylüler;

- Aman vali bey, ka nımızı yasak etme, biz senin yolundan gitmeyiz, diye yalvarırlar.

Yahut güney vilayetlerden birinde bir vali istasyonla kasaba arasında bir yol açmı .
Ankara'dan bakanlar veya milletvekilleri gelince kurdelasını çözer, onlar gidince kullanılıp
bozulmaması için yeniden ba larmı . te o zamanlardayız.

Bala'ya belki varabildik. Fakat daha öteye? Bakanlardan biri:

- Gidemezsiniz! dedi.

Nasıl? Gidemez miydi? Birden bezginli i üstünden gitti. Demek gidemezdi. Demek
Ankara'nın beyaz hapsi içinde eli aya ı ba lı idi:

- Siz vekilsiniz. Zati buradan ayrılamazsınız. Biz gideriz, dedi.

Evden birer çanta ile geldik. Arkada larından giyimini pek sa lam bulmadıklarına
gardrobundan birer palto hediye etti. Yola çıktık.

Ru en E ref'le ben bir arabada idim. Bala'ya vardı ımız vakit gece yarısını geçmi ti. Yaver
jandarma komutanını uyandırmaya gitti. Adamca ız yarı çıplak pencereden bakmı .

40
- Atatürk geldi, çıkıp da bir yer hazırlatsanız...

Deyince gülmü . Atatürk'ün bu kara kı gecesinde Balada ne i i var? Olsa olsa bunlar birkaç
yolcudur. Kendini giyindirip soka a çıkarmak ve yer aratmak için böyle bir bahane
bulmu lar. Penceresini, perdesini indirir, tekrar yatmaya gider. Komutanı inandırmak için bir
hayli güçlük çekmi ler.

Vekilin dedi i do ru idi. Buradan ileriye gidemezdik. Geri dönmeliydik. Sabaha kar ı
Ankara'ya, evlerimize kavu urduk.

Yaver geldi:

- Yola devam ediyoruz, dedi.

- Nereye gidece iz?

- Atatürk'ü takip edeceksiniz.

Kır ehir istikametine do rulduk. Yan bozuk ose bir müddet öyle böyle gitti. Geceyi atlattık.

Atatürk arasıra arabasını durdurarak kervanın tamam olup olmadıgına bakıyordu. Ne esi ve
hiç yıpranmayan gençli i üstünde idi. Bir aralık ose durakladı. Dümdüz bir kar fakat batak
olmasından üphelendiren bir çözülmü lü ü var. Atatürk'ün arabası a ır oldugundan bizim
hafif araba ile denememiz lazım geldi. Biraz ilerledik, ve iyiden iyiye saplandık.

Atatürk arabası ile yan sırta do ru bir kıvrılı yaptı, ham topra ın çamurunu uyandırmadan
bata ın öbür tarafına geçti. Öteki arabalar da pe inden gittiler. Ru en E refle ben, bir de
oförümüz saplandı ımız yerde kaldık.

Ta uzakta köye benzer bir karartının önünde bizim için yedek bir araba bırakıldı ını
görüyorduk. Oraya kadar yaya gitmekten ba ka çare yoktu. Bazan ayak bileklerimize kadar
batarak, çamur içinde bir hayli yürüdükten sonra, birkaç muhafız askerin bulundugu
kamyonete kadar gittik.

Ben oförün yanına geçtim. Ru en E ref arabanın içine ba da oturdu. Altı e ya ile dolu idi:

- Ne var bu örtünün altında? diye sordu. Askerler:

- El bombası efendim, dediler.

Do rusu pek korkulu bir emniyet içinde idik.

Bir hayli gecikmi tik. Ak am ve hemen arkasından gece bastı. Hava tipiye çevirdi. oför:

- Önümü görmüyorum, diyordu.

Ru en soldan, ben sa dan tekerlek izlerine bakarak, oföre;

- Aman biraz bana dogru...

41
Diyor, göz yordamı ile pek yava yol alıyorduk. Ya ı gittikçe arttı ı için izler kayboluyordu.
Durmadan camları silerek, gece vakti, bir hende e yuvarlanmamaya çalı ıyorduk.

Bu bir i kence idi. Kaç saat sürdü, bilmiyorum. kide bir:

- Gidemezsiniz! sözünü hatırlayıp vekil arkada ımızı hayırla anıyorduk! Bir aralık ilk
rastladı ımız bir evde kalmayı bile dü ündüm. Fakat Atatürk'ü merakta bırakırdık. Çilemizi
ister istemez dolduracaktır.

Nihayet sis pus içinde Kır ehir'in soluk ı ıkları göründü. Atatürk valinin evine inmi ve a ır
arabası tam kona ın e i inde çamura saplanmı . Bu da tuhaf bir eydi.

Dumanlı lamba aydınlı ında Atatürk'ü güler, konu ur bulduk:

- Sizi merak ettim. uraya buraya haber yolladık. Bir cevap da alamadık. Karnımız aç... Haydi
do ru sofraya... dedi.

Bilhassa O ne eli idi. Herkes yanındakine soruyordu:

- Yarın ne yapaca ız?

Çiçekda ını a arak ilk demiryolu istasyonunda hazırlanan treni bulacakmı ız. Fakat acaba yol
nasıldı?

- Daha berbatmı ... diyorlardı.

Erken yattık. Bizi bir büyükçe eve götürdüler. Saç soba ile birdenbire hamam gibi ısınan,
sonra yine birdenbire dam gibi so uyan bir odanın yatak serili kerevetleri üzerine birkaç
arkada büzüldük.

Ertesi sabah Atatürk kervan tertibini kendi üstüne aldı. Kar pek fazla idi. Yol belli de ildi.
Onun için önce hafif bir Ford gidecek, arkasında jandarma yüklü bir kamyon bulunacaktı.
Ford arabasının vazifesi bize iz açmaktı. Ara sıra yoldan çıkıp kara gömüldü mü,
jandarmaların yardımıyle tekrar yolun üstüne konacaktı.

Köylülerin kar üstünde yalnız baca uçları görünüyordu. ehrin bir hayli uza ına kadar bizi
u urlayan vali, bir yerde arabasından indi, ve Atatürk'ü selamladı. Bembeyaz, uçsuz bucaksız
kar üstünde simsiyah bir tören esvabı ile kapkara bir silindir apka bırakıp yolumuza gittik.

Çiçekda ını nasıl olup da a abildi imizi bilmiyorum. Kalın bir kar yı ını, sa yanımız
alabildigine uçurum, vakit gece... Çok defa "varmak" hayalini kaybediyorduk. Ölüm bir karı
yanımızda idi. Dimdik çıkıyorduk. Bu kader midir, nedir, ona teslim olmaktı. Bu bir tevekkül
hali idi.

Bir iradenin ayrılınmaz, kopulmaz cazibesine tutulmu sürükleniyorduk. O kaderden de


kuvvetli idi. Atatürk gidecekti. Gitmeli idi.

Sonra aynı zorlukla, ayni tehlike ile indik. Ve düzlükte, direksiyonları bo anmı dizgine
çeviren bir kaygan batak topraga dü tük. Büyük bir hızla sa a veya sola fırlıyarak, sanki bir
pençeden kurtulmaya çalı ıyorduk.

42
Nihayet bütün pencerelerinin ı ıkları ile tren göründü. Isınmı tı. Sofrası kurulmu tu. Bu, iki
ray üstünde bir medeniyet parçası idi. Atatürk gidebilmi , götürebilmi ti. Sanki bütün Kuva-yı
Milliye destanının bir senaryo denemesini yapmı tık.

evki, canlılı ı, gençli i ile arabasından indi:

- Tehlikeli amma, ho bir yolculuk yaptık, dedi.

- Atatürk, dedim, arabalar saplanıp kalsaydı ne yapardık?

Gözleri parlayarak:

- Ne mi yapardık? Atla, ka nı ile yolumuzu tamamlardık, vasıtamızı icat ederdik, dedi.

Mesele sık sık imkansızlık hali ba layan güçlüklerde de il, karar vermekte ve iradeyi
kaybetmemekte idi.

Çok defa, yalnız kendine güvenirdi.

Kaynak: Falih Rıfkı Atay, Mustafa Kemal'in Mütareke Defteri, Pozitif Yayınları, Kasım
2008. ISBN: 978-975-6461. Sayfa:47-52

Harf devriminin büyük günleri:

Talihim o gece bana kendisiyle yan yana bulunmak mutlulu unu vermi ... Bir devrimden bir
devrime geçen, bir ulusal sava ı de il birkaç ulusal sava ı birden ba arıp kazanan Büyük
ef’e, bu kadar büyük davalardan yorgunluk duyabilece ine ili kin kaygımı duyuruyorum:

-“Yapmamıza imkan hasıl olan i leri yapmazsak tarih bizi kınar”, buyurdular.

HAKKI TARIK US

Kaynak: Atatürk’ten Anılar, Kemal Arıburnu, nkılap Kitapevi 1998. ISBN: 975-10-1392-5.
Sayfa: 300, (Hakkı Tarık Us, O’nun çin Yazılanlar, Söylenenler, 1939. Sayfa:377)

43
Çıktık Kalın Kabloyla:

Cumhuriyet'in 10. Yıl kutlamaları için dosta dü mana görkemli bir tören hazırlı ına giri ilir.
Dünyanın pek çok ülkesinden konuk, tabii ki Sovyetler Birli i'nden de davetli ça rılır. Ruslar,
Kurtulu Sava ı'na destek verdikleri Türkiye'nin bu önemli gününe iki bakan gönderirler.

Bu arada Sergei Yutkeviç adlı bir yönetmen de Türkiye'ye davet edilmi tir. Yutkeviç'in
görevi, yolculu u ve etkinlikleri filme almak, bu tarihi olayı belgelemektir...

Ankara'ya gelen Yutkeviç, hazırlık yapmak için otelinden ayrılıp törenin yapılaca ı
hipodroma gider. Di er meslekta larına ayrılan yere kamerasını kuran Yutkeviç,
konu maların yapılaca ı kürsüye kablo çekerken utanır. Rus kameramanın sıkıntısı
kablosundan dolayıdır! Öyle ya, di er kameramanların kablosu serçe parma ı
kalınlı ındayken, Yutkeviç'inki neredeyse bir insan bilegi kadardır.

Cumhuriyetin 10. Yıl törenlerinde, 10. Yıl Nutku'nu okurken. (29 Ekim 1933)

Ertesi gün, Cumhuriyetin 10. yıl co kusuyla dolu olan binlerce insan hipodromdaki yerini
almı , Atatürk ve davetlilerin gelmesini beklemektedir. Gazi, bir otomobille girer hipodroma.
Merdivenleri çıkar, toplulukla tokala maya ba lar ve kürsüye geçip konu maya ba lar. Bu
sırada Yutkeviç kamerasını çalı tırır, kayıttadır. Ama birden, etrafındaki meslekta larından
feryat figan sesler yükselmeye ba lar. Yutkeviç, gözünü kameranın vizöründen ayıramadı ı
için de ne olup bitti ini anlayamaz. Bir ara gözünü vizörden ayırır ve di er kameramanların
neden tela landı ını anlar.

44
Ankara Hipodromu'na Genel Kurmay Ba kanı Mare al Fevzi Çakmak'la giri yaparken.
(29 Ekim 1933)

Atatürk'ü hipodroma getiren otomobil kamera kablolarının üstünden geçmi , hepsini


koparmı tır. Ortada bilek kalınlı ında bir tek sa lam kablo vardır, o da Yurkeviç'in
kablosudur.

te biz, o tek sa lam kablo sayesinde 10. Yıl Mar ı fonundaki görüntü ve Ata'nın
konu masını hala izler dururuz.

Kaynak: Türkiye'nin Hatıra Defteri, 1923'ten Günümüze, Nebil Özgentürk, Deniz Kültür
Yayınları No: 25. ISBN: 978-975-710490-2. Sayfa: 43

Türkiye Cumhuriyeti'nin Onuncu Yıl Kutlamaları

“Türk milleti! Ebediyete akıp giden her on senede bu büyük millet bayramını, daha büyük
ereflerle, saadetlere huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim. Ne Mutlu Türküm
Diyene...”1

Türkiye’de Cumhuriyet’in ilanından itibaren geçen on yıl Cumhuriyet tarihimizin en önemli


ve kritik dönemi idi. Bu dönem, Türkiye’de, Atatürk önderli inde bir yenile me ve Türk
ulusuna yeni bir kimlik kazandırmak çabasının yo unla tı ı bir süreç olmu tur. Öte yandan
içerde, sava ın kötü etkileri silinmeye çalı ırken, bir yandan da rejim kar ıtı ki ilere kar ı
mücadele verilmi tir. Dı arda ise, kendi gücüyle varlı ını sürdürebilen saygın bir devlet
olarak tanınabilmek için büyük bir çaba gösterilmi tir. Bu çabalar genç Cumhuriyet’in gücünü

45
zorlamı , fakat, birlik ve beraberlikle kenetlenmi bir ulusun ba aramayaca ı bir ey
olmadı ını göstermi tir. Bu ba arıda en önemli etkenlerden biri ise, ulu önder Atatürk’ün
Türk ulusuna doydu u sonsuz güven ve yılmadan sürdürdü ü inkılap hareketleridir.

Bununla beraber, bazı çevrelerde Cumhuriyet’in ilk on yılı, yeni rejimin devam edip
etmeyece i sorusunun gündemde oldu u bir dönemdi. Türkiye’de Cumhuriyet’in sürekli
olmayaca ı ku kusu bazı yabancı devlet adamlarının dü üncelerinde canlılı ını korumakta
idi. Nitekim smet Pa a, Lozan Konferansı ile ilgili anılarında bu konuda unları söylemi tir;

“Güçlü ü hatırlamak için size söylüyorum. Orada (Lozan Konferansı’nda) bir ak am, ngiliz
delegesi Lord Curzon, yanında Amerika delegesi varken bana öyle dedi;

- Aylardan beri müzakere ediyoruz. Arzu ettiklerimizin hiç birini alamıyoruz. Vermiyorsunuz,
anlayı göstermiyorsunuz. Memnun de iliz sizden. Ama, ne reddederseniz cebimize atıyoruz.
Cebimizde saklıyoruz.

- Memleketiniz haraptır. Yarın geleceksiniz. Bunları tamir ettirmek için, kalkınmak için
yardım isteyeceksiniz. O zaman, bu cebimize koyduklarından her birini birer birer çıkarıp size
verece im...

Ben cevap verdim:

- Çok emekle bu neticeye varmı ızdır. artlarımız Milletimize göre haklıdır. Bunları alalım.
Siz imdi verin.. Sonra gelirsek, istedi inizi yapı...” 2

Yenile me çabalarının yo unla tı ı ilk on yılın sonuna kadar genç Cumhuriyet’in devamlılı ı
konusunda var olan ku kunun da ıldı ı söylenemez. Bu nedenle, Atatürk Türkiye’sinde,
Cumhuriyet’in ve devletin varlı ını sonsuza kadar sürdürebilmesi, güçlü temellere
oturtulmasını gerekli kılmı tır. Bu temeller öyle sa lam atılmalıdır ki bir daha eskiye dönü
mümkün olmasın ve bütün ku kular da ılabilsin.

Gerçekten, 1923’de devralınan, uzun süren sava lar nedeniyle harap olmu , kaynakları
kurtulmu , nüfusu azalmı yokluklar içindeki Türkiye ile 1933’de hukuk ve e itim sistemini,
teknolojisini, sanayisini, tarımını ve ticaretini de i tiren ve geli tiren Türkiye arasında büyük
fark vardı. Cumhuriyet’in ilanı ile ba layan ve birbiri arkasından getirilen yeniliklerin Türk
devlet ve toplum düzeninde on yıl sonunda bu önemli de i ikli i yaratması, uygulayıcıların
kararlılı ının yanısıra, Türk toplumu tarafından benimsenip sahip çıkmasıyla mümkün
olabilmi tir. Bu geli meler Cumhuriyet ve inkılaplarla getirilen yeni düzenin sürekli olaca ı
dü üncesine kuvvet kazandırmı tır.

Buna ra men Atatürk’e göre bu yapılanlar asla yeterli de ildi. Onuncu Yıl Nutku’nda
“Yurdumuzu dünyanın en mamur ve medeni milletler seviyesine çıkaraca ı” sözleriyle Türk
inkılabının ça da la maya yönelik hedefini gösteriyordu. Onuncu Yıl Mar ı’nda da nüfusun
On yılda on be milyona varması ve ülkenin dört bir yanının demir a larla örülmesi övünerek
anlatılıyordu.

Yo un çabalarla geçen ve bir varolu mücadelesinin verildi i bu kritik dönemin sonunda


“Cumhuriyet’in Onuncu Yılı” görülmemi güzellikte ve co kulu kutlanması ona çok farklı ve
özel bir anlam kazandırmı tır.

46
A- KUTLAMA HAZIRLIKLARI

Cumhuriyet’in onuncu yılı kutlamalarının benzersiz bir ekilde gerçekle mesi ve duyulan
gururun herkesçe payla ılmasının ancak devletin bütün hazırlıkları üzerine alması ile mümkün
olaca ı dü ünülmü ve konu devlet düzeyinde ele alınmı tır. Bu nedenle hükümetin
çalı malarını eksiksiz yürütebilmesi için 11 Haziran 1933 tarihinde “Cumhuriyet’in lanının
Onuncu Yıl Dönümü Kutlama Kanunu”3 adı altında bir kanun çıkarılmı tır. Çalı malar
ilerledikçe bunu di er kanun ve kararnameler izlemi tir. Kutlama i ini çıkardı ı kanun ve
kararnamelerle yürütmesi, Devletin Cumhuriyet’in onuncu yıl kutlamalarına verdi i önemin
en büyük kanıtı olmu tur.

Onuncu yıl kutlamalarının ülke genelinde, köylere, varıncaya kadar kutlanması


hedeflenmi tir. Bu amaçla i i merkezde yürütecek olan ba bakanlı a ba lı olmak üzere
C.H.F’sı Umumi Katibi Kütahya Milletvekili Recep (Peker) Bey’in ba kanlı ında, C.H.F’sı
Umumi katibi Erzurum Milletvekili Nafi Atuf ile Milli Müdafaa, Dahiliye ve Maarif Vekilleri
Müste arlarından olu an “Kutlama Yüksek Komisyonu”4 kurulmu ve 15 Temmuz 1933
tarihinde ilk toplantısını yapmı tır. Ayrıca, Kutlama Yüksek Komisyonu’na ba lı olmak üzere
il ve ilçelerde de “Komite” ve “Heyetler”5 olu turularak çalı malar sürdürülmü tür. Bütün bu
çalı malar için 1933 mali yılı bütçesinden 50000 TL. gibi önemli bir miktarda kaynak
ayrılmı tır. Yapılan harcamalarda merkezde Ankara Vilayet Komitesi, illerde ve kazalarda l
ve Kaza Komiteleri yetkili kılınmı tır.6

B - KUTLAMA TÖREN VE ETK NL KLER

Cumhuriyet’in ilk on yıldaki geli imin getirdi i güzelliklerin ve mutlulu un heyecanını


herkese duyuracak bir ekilde ve de erde olması için, kutlamaların çok sesli hareketli, renkli
ve anlamlı olması için gösterilen çabalar ona farklı özellik vermekte idi.

Cumhuriyet’in Onuncu Yıl Dönümü için ba layan çalı malar çerçevesinde, kısa sürede ve
eldeki olanaklarla, çok özel ve anlamlı bir biçimde kutlanması amacıyla çe itli etkinlikler
düzenlenmi tir. 1930’lu yıllar Türk nkılabı’nın toplumun tabanına benimsetme çalı malarına
hız verildi i yıllar olmu tur. Bunun doru a “ula tı ı Cumhuriyet’in Onuncu yılında sergilerle,
konferanslarla halk kürsüleri ve afi lerle halkın Cumhuriyet’in de erlerini ve nkıbalın
getirdiklerini anlaması hedefi a ırlık kazanmı tır.

Bu amaçla 19 Ekim 1933 tarihli ve 2319 sayılı ek bir yasa ile, Yüksek Komisyon’un davetlisi
olarak gelen 200 konu un Devlet Demiryollarından ücretsiz seyahat etmelerine olanak
tanınmı tır. Ayrıca, stanbul’da bastırılmı olup “ nkılap” ve “Ba ımsızlık”ı anlatan ve
a ırlı ı on tona kadar yayınların Devlet Demiryolları tarafından Ankara’ya ücretsiz olarak
ta ınması için karar alınmı tır.7

Cumhuriyet’in Onuncu yılı kutlamaları bazı özellikleriyle de bir örnek olma özelli ini
ta ımı tır. En önemli özelliklerinden biri, bu bayramın üç gün, ve gündüz tören ve enliklerle
kutlanmasıdır.

Ayrıca, O yıla kadar Cumhuriyet Bayramları merkezlerde kutlanırkan Onuncu Yıl kutlamaları
köyleri de içine aldı ından bütün yurdu saran co ku ve heyecan dalgası yaratmı tır. Öncelikle
hazırlanan “Köy Kutlama Programı” çerçevesinde üç gün boyunca köylerde konferans
verilmi ve tiyatro gösterileri düzenlenmi tir. Kutlama Yüksek Komisyonu tarafından
hazırlanan ve “Köylülere Konferans” adını ta ıyan kitapçıklar köylere da ıtılmı tır.8

47
Cumhuriyet’in Onuncu Yıl kutlamaları çerçevesinde 29 Ekim 1933 tarihinden itibaren Yurt
adında köylüye yönelik gazete çıkarılmaya ba landı. Yurt gazetesinin ilk sayısı CHF dare
Heyeti’ne ve bölgelerindeki her köye iki er tane olmak üzere parasız olarak köylere
da ıtılmı tır.

Bayram süresince, köylerde ya ayan ve Köy Komitesi’nce seçilen köylü vatanda lar, kentde
konuk edilip a ırlanmı lardır. Bunlardan bazıları törenlerde katılımcı olarak yer almı lardır.
Örne in Ankara’da 600 yaya ve 1000 atlı olmak üzere 1600 köylünün konuk edilmesi için
Ankara’daki bütün ilkokullar 17 Ekim 1933 tarihinden itibaren 20 gün süreyle tatil
edilmi tir.9 Bu durumun o zamana kadar varlı ını koruyan köylü-kentli arasındaki uçurumu
kapatmaya yönelik bir davranı oldu u gibi, Cumhuruyet’in onlara verdi i “efendi”li in
sözde kalmadı ını göstermekte idi.

Bu arada köylü konukların yanı sıra, yabancı konuklar da Ankara’ya gelmi lerdir. Bunlar
arasında önemli bir yeri olan Sovyet Heyet’inde Heyet ba kanı Sovyet Harbiye Komiseri
Voroli of, Kızılordu Süvari Umumi Müfetti i Budiyyeni, Muarif Komiser Muavini
Krijanisvki ile çe itli üst düzey yöneticileri ve gazeteciler olmak üzere 26 Ekim’de
yurdumuza gelmi lerdi. Ayrıca, Ankara’da yapılacak, tören sırasında bayram uçu larına
katılmak üzere Rus Hükümeti adına ordumuza hediye edilen uçakları getiren Bir Sovyet
Heyeti de yurdumuza gelmi lerdir.10

Rus Heyeti dı ında yurdumuza gelen yabancı konuklar arasında yer alan Bulfar Heyeti de
Maarif Nazırı M. Boyaciyef ve General Markof ba kanlı ında Onuncu yıl kutlamalarına
katılmak üzere 27 Ekim 1933 günü Ankara’ya gelmi tir. 11

Bu sırada Balkanlarda kurulması dü ünülen pakt için Türkiye’nin iyi ili kiler kurmaya özen
gösterdi i Yunanistan’da, Yunan Hükümeti’ni temsilen Hava Kuvvetleri Kumandanı General
Adamidis ba kanlı ında bir heyeti Ankara’ya göndermi tir. 12

Aynı tarihlerde CHF’nin dolayısıyla da Cumhuriyet yönetiminin resmi yayın organı olan
Hakimiyeti Milliye gazetesi köylere daha ucuza satılmaya ba lanmı tır. Posta kutusu bulunan
köylere gönderilecek Hakimiyeti Milliye’nin yıllık abone bedeli 17 liradan 9 liraya
indirilmi tir (%47.1) 13

Cumhuriyet’in 10.yılı kutlama programı çerçevesinde 20000 civarındaki köye CHF tarafından
Türk bayra ı ve Altı oklu CHF bayra ı gönderilmi tir.14

Bunların dı ında hazırlık çalı maları arasında yayın etkinliklerinin de önemli bir yeri vardır.
Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte Türk devlet ve toplum hayatında ba layan geli menin ilk on
yılda aldı ı yolu anlatabilmek için, Kutlama Yüksek Komisyonu tarafından “Rehber Kitap”
hazırlanmı ve bütün yurttaki kurum ve kurulu lara da ıtılmı tır15 Toplam sayfa sayısı 2155
olan Rehber Kitap içinde ayrıca, 2 harita ve 46 grafik yer almı tır. Komisyon bu kitabın Yurt
dı ında, Türkiye hakkında en do ru bilgiyi edinmek için ba vuru kitabı olarak
de erlendirilece ini dü ünerek kitaptan Fransızca özetler çıkararak Anadolu Ajansı
aracılı ıyla dünya basınına göndermi tir.16

Bayram süresince, meydanları ve duvarları süslemek üzere Yüksek komisyon tarafından


hazırlanan 25 resimli ve yazılı afi serisinin her birinden 8 bin adet Ankara’da bastırıldıktan
sonra bütün yurda da ıtımı yapılmı tır.17 Kutlama Yüksek Komisyonu, ülkenin bütün fikir ve
sanat çevrelerini göreve ça ırarak, inkılabın yüksek anlamını ve ilk on yıldaki atılımları

48
anlatacak söylev, piyes ve iirlerin yazılmasını istemi tir. Bu amaçla yazılan bütün
eserlerindende posta ücreti alınmamı tır.18

Cumhuriyet’in Onuncu yıl dönemine özgü olmak üzere, topçu kıtası bulunan yerlerde ve
donanmanın belirli gemilerinden Cumhuriyet’in Büyük Millet Meclisi’ne kabul edildi i 29
Ekim günü saat 20.30 da 101 adet top artı ı yapılmı tır.

Onuncu Yıl Kutlamalarında, ilgi çeken di er bir özellik de, bayram süresince evlerin,
sokakların, binaların, caddelerin ve meydanların bayraklarla, afi lerle ve taklarla süslenmesi
ve geceleri evler ile binaların ampullerle veya fenerlerle aydınlatılmı olmasıdır.

lginç bir özelliklede, bu bayramda yurdun her yanında bayram törenlerinin yapıldı ı bütün
meydanlara “Cumhuriyet’in Meydanı” adını verilmesidir. Ayrıca, “Toprak Alma Töreni” adı
altında yapılan anlamlı bir törenle de meydanlardan alınan toprakların birlik ve beraberlerin
bir sembolü olarak Ankara’ya gönderilmesidir.19

Bu bayramda, ehirlerin önemli meydanlarında “Halk kürsüleri”nin kurulması dikkat


çekicidir. Bu kürsülerde ismini daha önce il Kutlama komisyonu’na yazdıran ki iler
Cumhuriyet ve nkılap konularında konferanslar vermi lerdir. 20

Cumhuriyet’in Onuncu Yıl Dönümü Kutlaması nedeniyle stanbul Üniversitesinde


Cumhuriyet ve nkılaplarımız konulu halka açık konferanslar verilmi tir. Halkın
Konferanslara ilgisini çekebilmek için günlük gazetelere verilen ilanlarla duyum yapılmı tır.
Öte yandan, Cumhuriyet’in Onuncu Yılı, Üniversite’de inkılaplara yönelik çalı maların
ba ladı ı yıl olması nedeniyle özel bir öneme sahiptir. Çünkü, 1933 yılında yapılan Üniversite
reformu içinde 21 Haziran 1933 yılında stanbul Üniversite’sinde bir “ nkılap Enstitüsü”nün
kuruldu u ve nkılabımızın ekonomik,sosyal ve hukuki temellerinin ö renciye ders olarak
okutulmak üzere çalı malara ba landı ı yıldır. Bu nedenle, Üniversite’de ba layan Onuncu yıl
ile ilgili konferanslar bu alanda bir ön çalı ma olmu tur.

Kutlama Yüksek Komisyonu yabancı ülkelerdeki radyo gazeteler gibi yayın organlarından
yararlanarak yeni Türkiye’yi bütün dünyaya anlatabilmek amacıyla giri imlerde bulunmu tur.
Bu giri imlerin sonunda bazı yabancı dergiler ola anüstü ekler çıkarmı lardır. Ayrıca, ba ta
Bükre olmak üzere, Va ington, Pe te, Var ova, Stocholm, Londra, Kahire, Bern, Lahey
radyolarında özel programlar düzenlenmi tir.21

Sonuç; Bütün bu hazırlıkların sonunda Türkiye, Cumhuriyet’in Onuncu Yıl dönümünü çok
anlamlı ve co kulu kutlanmı tır.Pek çok özellikleri üzerinde toplayan “Onuncu Yıl”
kendisinden sonra gelen kutlamalara örnek te kil etmi tir. Onuncu Yıl Kutlamaların en
önemli yönü Cumhuriyet’in kendini tanıtabilmek fırsatını iyi de erlendirebilmi olmasıdır.
Bayramın ilk gününden itibaren Türk halkı Cumhuriyet Bayramı’nı gerek katılımcı gerek
izleyici olarak içten gelen bir sevinç ve gururla kutlarken Cumhuriyet’e olan inancını ve
güvenini göstermi tir.

49
KAYNAKÇA

Afyon li Kutlama Komitesi Ba kanlı ı, Büyük Cumhuriyet Bayramı Programı, Do an


Matbaası, Afyon 1993.

Atay, Falih Rıfkı, Çankaya, Kral Matbaası, stanbul 1984, Ate Toktamı , “Lozan’ın
Dü ündürdükleri” stanbul 1989

Bilmek ve Bilememek , Yaylacık Matbaası, stanbul 1989 Cumhuriyet Halk Fırkası, stanbul
Vilayet dare Heyetinden Alınan Bilgilerin Fotokopisi

Cumhuriyetin Onuncu Yılı çin iirler Destanlar, Hakimiyeti Milliye Matbaası Ankara 1933,

Enver Behnan, Cumhuriyetin Onuncu Yıl Dönümü Ankara’da Nasıl Kutlandı, Hakimiyeti
Milliye Matbaası, Ankara 1934,

Kutlama Yüksek Komisyonu, Onuncu Cumhuriyet Bayramında Köylüle re Konferans (yer ve


tarih yok)

Kutlama Yüksek Komisyonu, Onuncu Yıl Rehberi , Hakimiyeti Milliye Matbaası, Ankara
1933

Milliyet Gazetesi 50 Yıllık Ya antımız, C.I. stanbul 1975.

Hüseyin Cahit “Türkiye Cumhuriyetinin Onuncu Yıl Dönümü”, Ça da Dü ünce I ı ında


Atatürk, Eczacıba ı Vakfı Yayınları.

Uyar, Hakkı-Çetin, Türkan, “Yurt Gazetesi”, stanbul 1983. Toplumsal Tarih Sayı; 1 (1 Ocak
1994), s. 51-57

Suphi Nuri, “Cumhuriyetin kinci On Yılı,” Varlık Mecmuası, No. 8 (29 Te rinievvel 1933)

Süreli Yayınlar ve Gazeteler

Ak am Gazetesi

Cumhuriyet Gazetesi

Fikir Hareketleri Mecmuası

Hakimiyeti Milliye Gazetesi

Ülkü Halkevleri Mecmuası Resmi Gazete

Arlık Dergisi

1 Atatürk’ün 29 Ekin 1933 günü okudu u Onuncu Yıl Nutku’nun tıpkı basımı için bkz.
Atatürk Ara tırma Merkezi Dergisi, Cilt I., Sayı : 2 Mart 1985 , s. 507-509.

50
2 Toktamı Ate , “Lozan’ın Dü ündürdükleri”, Bilmek ve Bilmemek, Yaylacık Matbaası,
stanbul 1989, s. 151

3 Resmi Gazete 26 Haziran 1933, Sayı 2437, s. 1

4 Resmi Gazete 15 Temmuz 1933, Sayı 2452, s.1

5 Hakamiyeti Milliye Gazetesi 16 Temmuz 1933, Sayı 4306, s.1

6 Resmi Gazete 16 Te rinievvel 1933, sayı 2530, s.1

7 Resmi Gazete 23 Te rinievvel 1933, sayı 2536.

8 Yüksek Kutlama Komisyonu, Köylülere Konferans (1933), s. 1-5

9 Enver Behnan, Cumhuriyetin Onuncu Yıl Dönümü Ankara’da Nasıl Kutlandı Hakimiyet-i
Milliye Matbaası, Ankara 1934, s.7.

10 Hakimiyeti Milliye Gazetesi 24 Birimci Te rin 1933. Sayı 4396. s.l. 11Cumhuriyet
Gazetesi 28 Te rinievvel 1933. Sayı 3405, s. 1.

12 Milliyet Gazetesi 30 Te rinievvel 1933. Sayı 2773. s.1

13 Hakkı Uyar-Türkan Celin “Yurt Gazetesi” Toplumsal Tarih Sayı 1 (Ocak 1994). s. 51-57

14 Resmi Gazete 22 Te rinievvel 1933, Sayı 2535.

15 Bkz. Kutlama Yüksek Komisyonu Onuncu Yıl Rehberi 1923-1933 Ankara, 1933,
Makimiyeti Milliye Matbaası.

16 Milliyet Gazetesi 20 Te rini Evvel 1933, Sayı 2764, s. 5.

17 Hakimiyeti Milliye Gazetesi 23 Ekim 1933, SAyı 4405, s.4.

18 Miliyet Gazetesi Te rinievvel 1933, Sayı 2751, s.3

19 Cumhuriyet Gazetesi 22 Te rinievvel 1933, Sayı 3399, s. 6

20 Cumhuriyet Gazetesi, 22 Te rinievvel 1933, Sayı 3399. s. 5.

21 Milliyet Gazetesi 20 Te rinievvel 1933, Sayı 2764. s. 5.

Dr. Nezahat Demirhan *

* Yıldız Teknik Üniversitesi Atatürk lkeleri ve nkılap Tarihi Ö retim Üyesi

Kaynak: ATATÜRK ARA TIRMA MERKEZ DERG S , Sayı 37, Cilt: XIII, Mart 1997

51
Siz Halkın Dedi ini Yapınız

Sofracıba ı brahim Erguvan’ın bir ba ka anı:

“Atatürk sadece sofrasına davet etti i ki ilerle de il, bizim gibi hizmetindekilerle bile tartı ır,
danı ırdı!” dedikten sonra anısını öyle anlatır:

“Bir gece yine sofrayı hazırlamı tım. O sırada CHP Genel sekreteri olan Recep Peker ile
Maliye Bakanlı ı’ndan birkaç yüksek memurun geldikleri haber verildi Atatürk’e.

Atatürk Recep Peker’i görünce:

-‘Hayrola Recep?’ Dedi. Recep Bey ve arkada larının o gece sofraya davetli olmadıkları
Atatürk’ün bu hayrola lafından belliydi. Recep Bey:

-‘Bir sorunumuz var, Pa a Hazretleri’ diye söze ba ladı. Bütçede açık varmı , ekme e bir
kuru zam yapıp açı ı bu suretle kapamak istiyorlarmı . Gazi önce:

-‘Ben milletin ekme iyle oynamak istemem. Ba ka bir gelir kayna ı bulunuz’ dedi. Sonra da
hemen arkasında duran bana dönerek:

-‘Hem bakalım, bir de halka soralım. O ne der bu i e?’ Dedi. Ben:

-‘Pa am, halkımız karnını ekmekle doyurur. Ekme e bir kuru zam yapılırsa, bu zam sadece
fakir halkın sırtına yüklenmi olur. Ama ayet unun çuvalına bir lira zam yapılırsa, o zaman
zam zengine de fakire de aynı oranda yansır. Çünkü zengini, ekme e gelen zam belki az
etkiler, ama onlar yiyecekleri börekle, baklavayla hatta bisküvi ve pastayla zamma katılmı
olurlar’ deyince Gazi’nin yüzü güldü ve Recep Peker’e:

-‘Siz halkın dedi ini yapınız’ diye emir verdi. Ve sofraya do ru yürüdü.”1

1 Hikmet Bil, Atatürk’ün Sofrasında, Uncu yayınları, stanbul 1981, s. 26–27

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

52
ATATÜRK VE ADALET

Halk egemenli ine dayalı demokratik hukuk devletini, ki i egemenli ine ve keyfiyete
dayanan devlet yönetimlerinden ayıran ve ona üstün kılan en önemli özelli i, yasalar
kar ısında herkesi e it kabul etmesi ve kimseye ayrıcalık tanımamasıdır. Demokratik hukuk
devleti sadece insanlara yasalar önünde e itlik tanımaz aynı zamanda insan yeteneklerinin
geli iminin önündeki engelleri de kaldırarak toplumsal geli imin önünü açar. Dünyanın en
geli mi ülkelerinin demokratik geri kalmı larının ise antidemokratik yönetimlere sahip
olması bu gerçe in göstergesidir.

Türk halkının dü ünce, ya am ve ekonomik olarak hiç de hak etmedi i hâlde ça da dünyanın
gerisinde kalmasının en temel nedeni geçmi te keyfî yönetimle idare edilmi olmasıdır. O
nedenle Atatürk, insanın e itli ini, saygınlı ını ve geli mesini esas alan bir adalet sisteminin
temellerini atmı tır. Herkesin hukuka saygı göstermesi gerekti ini, kendisi dâhil hiç kimsenin
yasaların üzerinde i lem görme ayrıcalı ına sahip olmadı ını defalarca dile getirmi ve
ya amı boyunca bu hususun takipçisi olmu tur.

A a ıdaki anekdot, onun bu anlayı ını do rulayan güzel bir örnektir:

Atatürk bir Balıkesir seyahatinde, kendisine Millî Mücadele’de yakın hizmetler etmi bir
ahsın ba vurusuyla kar ıla tı. Adam bir olayda haksız olarak mahkûm oldu unu söyleyerek
ikâyetçi oldu.

Atatürk:

“Haklısın, meseleyi ben de biliyorum.” dedikten sonra refakatinde bulunan genç bir adliye
müfetti ini ça ırdı. Konuyu anlattı ve kararın düzeltilmesini istedi. Müfetti hikâyeyi
dinledikten sonra:

“Efendimiz” dedi. “Karar bütün adlî makamlardan geçtikten sonra verilmi . Hükmün
infazından ba ka yapılacak yasal yol yoktur.” demi .

Atatürk:

“Ama ben inanıyorum ki bu uygulama haksızdır. Çünkü ben i in gerçe ini biliyorum.” der.

Genç adliye müfetti i ısrar eder: “Efendimizin bu beyanı kanun kar ısında bir de i iklik
yapamaz. Adalet bakanının da bir ey yapmasına imkân yoktur.” der.

Ortada so uk bir hava eser.

Atatürk gayet sakin sorar: “Peki bir adlî hata olursa?”

Müfetti :

53
“Yeni bir delil ile mahkemenin tekrarı istenebilir.” der.

Atatürk ma dur zata döner:

“Beni ahit göster. Onda yeni deliller var diye iddia et. Ben mahkemeye gelir ahitlik ederim.”
der.

Kaynak: Hüseyin Yıldırım, Atatürk’ü Anlamak, Ankara, 1998, Sayfa: 54

Atatürk’ün Yargıç Kararına Saygısı

Ölümünden iki yıl önce Atatürk’ün canına kıymak için kurulan bir tertip meydana
çıkarılmı tı. Hem bu suikastı düzenlemekle suçlanan ki i ‘Milli Mücadele’den beri Atatürk’ün
yolunda çalı mı , sevgi ve güvenini kazanmı , birçok iyiliklerini de görmü biri idi.

Haber yurtta a kınlık ve tiksinme yaratmı tı. Herkes bunu konu uyor, ‘nasıl olur, nasıl olur!’
Diyor, bir türlü herhangi bir nedene ba layamıyordu.

Sanık yakalandı, adalete teslim edildi. Fakat Atatürk, olaydan haberi yokmu gibi, bu konuda
ne dü ündü ünü açıklamak için a zını açmadı, adalet son sözünü söyleyinceye kadar sustu.
Atatürk’ün bu suskunlu u çe itli yorumlara u ramı tı, kimi ‘bu üzüntülü olayı anmak
istemiyor’, kimi de ‘bunun do ru oldu una inanmıyor’ diye dü ündü.

Sanı a yükletilen suç yargı yerinde ispat edilemedi i için adam aklandı.

te, yargıç kararını bu yolda verdikten sonradır ki Atatürk bu konuda a zını ilk ve son kez
olarak açtı ve yalnız unu dedi:

-“Suça giri ilmi tir, ancak yargıç buna kanacak ölçüde kanıt bulmu de ildir.”1

1 Mehmet Ali A akay, Atatürk’ten 20 Anı, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1963. s. 32-
33

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

54
Mıstık Sa Olsun

Atatürk, gençli inde Harbiye’de bir koltuk meyhanesine u rar, her zaman aynı masaya
otururmu . Meyhane sahibi, babacan, akacı bir adammı . Mustafa Kemal bazen, “Barba, bu
ak am param yok!” Dermi . Meyhaneci, genç subayın omzunu ok ar ve daima u teklifsiz
cevabı verirmi :

-“Mıstık sa olsun be!”

Yıllar sonra Atatürk bir ak am, gençli inde devam etti i bu meyhaneyi hatırlamı :

-“Bu ak am oraya gidece iz” demi . Cumhurba kanının otomobillerle meyhanesine geldi ini
gören ve bir kat daha ihtiyarlamı olan Barba, hemen Atatürk’ün eski yerini hazırlamı ,
masayı donatmı .

Gençlik hatırasının canlanmasıyla ne elenen Atatürk, ilk kadehten sonra:

-“Barba, demi ; haberin olsun, bu ak am yanıma para almadım!”

Barba yerlere kadar e ilerek, nail oldu u büyük erefin minnettarlı ını anlatmı . Atatürk,
biraz sonra yine seslenmi :

-“Sahi söylüyorum, yanında para yok!” Barba yine e ilmi :

-“Aman efendim, paranın lafımı olur?” demi . Atatürk üçüncü defa olarak:

-“Barba, sen inanmıyorsun ama, vallahi parasızım!...” deyince, ihtiyar meyhaneci


dayanamamı ; tıpkı eskiden yaptı ı gibi, büyük bir teklifsizlikle, elini Atatürk’ün omzuna
koyarak:

-“Aldırma be, Mıstık sa olsun!” dedikten sonra, ilave etmi :

-“Zo, bana bunu söyletmek mi istersin?”

(Rıza Ru en Yücer’den alınmı tır.)1

1 Hilmi Yüceba , Atatürk’ten Nükteler, Fıkralar ve Hatıralar, 2. Baskı, Kültür Kitabevi,


stanbul 1973. s. 181

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

55
"Sen bizim en de erli sanatçımızsın."

Yıl 1931... Düzgün, örgütlü bir ehir tiyatrosu halinde yeniden ya antıya kavu an
"Darülbedayi" o zamanlar sayısı 15'i geçmeyen kadrosuyla yeni bir Anadolu turnesine
çıkmı tır. lk u ra ı yine Ankara'dır. En büyük seyircisi de yine Atatürk.

Atatürk, bir yıl önce tarihi sözleriyle eref verdi i bu sanatın gönülleri tok çocuklarını bir
ak am sofrasında konukluyor, onlarla uzun saatler oturup meslekleri, sanatları üzerinde
konu uyor. Bu konu ma bir an öyle bir biçim alıyor ki, Atatürk kurula ba kanlık eden Muhsin
Ertu rul'dan oynadı ı yapıtlardan birinin bir sahnesini, bir parçasını huzurunda tekrar
etmesini, oynamasını veya yüksek sesle okumasını rica ediyor. Muhsin sahne dı ında
kalabalık bir topluluk içinde bile uzun boylu konu maktan kaçınacak kadar sıkılgan bir
insandır. Mesle iyle ters gibi görünen, fakat kendisini yakından tanıyanlarca bilinen bu huyu
yüzünden Atatürk'ün buyru unu yerine getiremiyor. Önce bunu bir sanatçı kaprisi sanan
Atatürk, gücenir gibi oluyor, hatta öfkeleniyor. Uzun ısrar ve tartı malardan sonra Muhsin,
arkada larının, yardımıyla kendisini kandırmayı ba arıyor. Fakat Atatürk iste inden
vazgeçmiyor:

-"Peki, diyor. Seninle bir bahse girelim: Sana bir piyes gönderece im bunu oynayacaksın, ben
de gelip seyredece im. Ama dikkat et rolünü iyi oynayamazsan seni bizzat ben ele tirece im,
kötü bir aktör oldu una inanaca ım; iyi oynarsan o zaman da gerçek bir sanatçı oldu una
inanaca ım."

Muhsin bu bahsi kabul ediyor ve Atatürk'ün buyru unu bu biçimde memnunlukla yerine
getirece ini söylüyor.

Yıl 1932... Aradan uzunca bir zaman geçmi , ama Atatürk bu bahsi unutmamı tır... Bir gün
Muhsin, oynanmak üzere gönderdi i bir piyesi alıyor. Bu piyes Faruk Nafiz Çamlıbel'in
Akın'ıdır. Türkler'in Orta Asya'dan, Anadolu'ya, Batı'ya yayılıp geni lemelerini anlatan bir
destan.

Muhsin ve arkada ları 1932 yılının ilk aylarında Akın'ı oynamak üze hazırlı a ba lıyorlar.
Dekorlar, kostümler yapılıyor. Roller da ıtılıp ezberleniyor... Yapıtta Türk hakanı stemi
Han'ı bizzat Muhsin oynayacaktır. Öteki roller Galip, Emin Beli , Hüseyin Kemal, Talat,
Neyyire Neyyir, aziye ve Zehra arasında böıünüyor. Provalar ilerlerken Atatürk birkaç defa
yapıtın hazır olup olmadı ını soruyor. Nihayet yapıt oynanacak duruma geldikten sonra
temsillere ba lanabilece i Atatürk'e bildiriliyor. Ve ubat ayının ilk haftalarında Akın
oynanıyor.

Ba ta Muhsin olmak üzere yapıtta rol alan bütün sanatçıların ne büyük bir heyecan içinde
olduklarını kolayca dü ünebilirsiniz. Atatürk, ilk defa olarak Tepeba ı Tiyatrosu'na gelecek ve
temsili seyredecektir.

56
Atatürk, her i te oldu u gibi sanat i lerinde de ne kadar güç be endi ini, ufak tefek ba arılarla
kendisini memnun etmeye olanak bulunmadı ını çok iyi bilen; hele bir yıl kadar önce konuyu
hiç unutmayan Muhsin, en ufak bir falsoya yer vermemek gerekti ini çok iyi bilmektedir.
Onun için maddi manevi elden gelen bütün çabayı harcayarak Akın'ı eksiksiz oynamaya
çalı ıyor.

Ve 1932 yılının 19 ubat ak amı Atatürk, Akın'ı görmek üzere Tepeba ı Tiyatrosu'na
geliyor... O gece Türk Tiyatrosu için tarihsel ve unutulmaz bir gecedir.

Perde açılıyor. ehir Tiyatrosu'nun do u unda ve geli mesinde çok eme i geçen eski vali
Muhittin Üstünda , Atatürk'ün yanındadır; ama o, piyesi seyretmiyor, bütün dikkati ile
Atatürk'ün yüzünde her an bir memnunluk veya öfke çizgisinin belirmesini bekliyor. Temsil
ilerledikçe Atatürk'ün ilgisi artıyor, bakı ları yumu uyor ve ilk perde kapanmak üzere iken,
Muhittin Üstünda , yanaklarından iki damla ya ın süzüldü ünü görüyor.

Bu arada birinci perde kapanmı tır. lk alkı lar, en de erli alkı lar Atatürk'ün locasından
yükseliyor. Temsilden sonra ba ta Muhsin olmak üzere yapıtta rol alan sanatçıları yanına
kabul eden Atatürk, hepsini tebrik ediyor, güzel sözlerle hepsinin gönüllerini ho ediyor ve
te vik ediyor, sonra Muhsin 'e dönerek:

-"Bahsi kazandın," diyor. "Sen bizim en de erli sanatçımızsın."

Lütfi Ay

Kaynak: Lütfi Ay, Ulus Gazetesi, 10 Kasım 1947

Kumandanın Tarifi

Dolmabahçe Sarayı’ndaki toplantılardan birinde, Gazi Mustafa Kemal Pa a bir aralık yüksek
rütbeli subaylara hitap ediyor:

-“Bana, kumandanın tarifini yapınız?” Hepsi kararsız. çlerinden biri cevap vermi :

-“Bizlerden pes, Siz söyleyin!” Gazi tarif ediyor;

-“Kumandan yaratan demektir.”

ükrü Naili’den alınmı bir anıdır.1

1 ükrü Naili Gökberk (1876-1936), Korgeneral, Milletvekili. Bursa, Eski ehir ve stanbul'un
dü man i galinden kurtulu u sırasında Türk ordusunun ba ında ehre giren Kurtulu Sava ı
kahramanıdır.

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

57
Kolsuz Fransız Generali

Atatürk’ün Fransız Generali Gouvaunt ile kar ıla tı ı gün gerçekle en unutamayaca ım bu
anı, Çanakkale sava ında hayatlarını kaybedenlerin erefine dikilen anıtın açılma töreninden
bir gün önce Ankara’da gerçekle mi tir.

ki büyük asker kar ı kar ıyaydı. Aralarında siper diye bir ey yoktu. Atatürk, Generalin bo
kolunu bana göstererek, kula ıma e ildi ve alçak sesle:

“Türk topraklarında yatan onun erefli kolu memleketlerimiz arasında son derece kıymetli bir
ba dır”1 dedi.

Tahsin Öztin, Mustafa Kemal’den Atatürk’e, Hür Yayınları, stanbul 1981, s. 99

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

Karlsbad Anıları

Gazeteci smail Mü tak’ın Karlsbad anılarını okuyalım. Mustafa Kemal Karlsbad’da tutulmu
anılarım var, onları bu ak am size okuyaca ım dedi ve yaverini ça ırttı:

“‘Masanın gözünde, aç gözü, üç siyah ince defter al gel’ smail Mü tak 6 Haziran 1918 tarihli
anıları okumaya ba ladı, notların bazıları Fransızcaydı. Ne oldu o defterlere bilemeyece im,
ama çok önemli anılar vardı.

O günlerde devrin ileri gelenlerinden kadınlı erkekli kalabalık bir gurup Karlsbad’da imi ler.
Bunların içinde Hüseyin Cahit Yalçın ve Cemal Pa a’nın e i de varmı . Bir gece toplantısında
Mustafa Kemal, ortaya Türk kadınının hürriyeti konusunu ortaya atmı . Mustafa Kemal, o
geceyi hatıra defterinde öyle naklediyordu:

-‘Geç vakit otele döndüm. Bu ak amki konu malarımızı buraya geçiriyorum. Efendim, önce
kadınlarımızı okutmalı, sa lam bir kültür, sa lam bir anlayı sahibi yaptıktan sonra
hürriyetlerini vermeliyiz. Yok, önce peçeyi kaldırmalı, sonra çar afın ete ini biraz kısaltmalı
imi iz. Oysa toplulukta bulunan kadınlarımız Avrupalı kılı ındaydılar. Ben insan de il

58
miyim? Hür ya amak, medeni insanlar gibi ya amak hakkım de il mi?, bir sürü geri kafaların
keyfini bekleyecek miyim? Hayır. Ben iktidara geldi im gün bu i i bir anda düzeltece im.’ ”1

1 Tahsin Öztin, Mustafa Kemal’den Atatürk’e, Hür Yayınları, stanbul 1981. s. 93

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

Dinlemekten Zevk Alırım

Ne eli bulundu u bir zamanı seçerek:

-“Pa am... u danı tıklarının içinde bazen öyleleri var ki, a ırıyorum. Bunların görü lerine
nasıl olsa sonunda katılmayacaksın. Kararını önceden vermi oldu un da malum... O halde, ne
diye onları birer birer ça ırıp kar ında söyletirsin?” Atatürk, yüzüme alaycı bir eda ile bakıp
u cevabı vermi ti:

-“Bazen hiç umulmadık adamdan ben çok eyler ö renmi imdir; hiçbir kanaati de ersiz
görmemek lazımdır. Neticede, kendi dü üncemi bile uygulayacak olsam, herkesi ayrı ayrı
dinlemekten zevk alırım.”

(12 Kasım 1948, Cumhuriyet, Arif Necip Kaskatı.)1

1 Hilmi Yüceba , Atatürk’ten Nükteler, Fıkralar ve Hatıralar, 2. Baskı, Kültür Kitabevi,


stanbul 1973, s. 62

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

Bu Memleketin Efendisi Köylüdür

Atatürk anlatıyor:

59
“Ben Bulgaristan’da ate emiliterdim. Bir gün Sofya’da hem çay içilen hem de dans edilen bir
yerde oturuyordum. Hiç unutmam, bir ara içeriye bir Bulgar köylüsü girdi. Aya ı çarıklıydı
ve alvarlıydı. Ve geçip masaya oturdu. Kimse kendine aldırı etmeyince de garson ça ırmak
için masaya vurdu. Kimse gelmedi. Belliydi ki gitmesini arzu ediyorlardı. Bir daha vurdu
masaya... Aya ını da vurdu… Nihayet garson geldi ve:

-‘Burası sizin için de il’ dedi. Köylü oralı olmadı. Patron geldi:

-‘Çıkın buradan’ dedi. Vay efendim köylü ba ladı yüksek sesle:

‘Kimi nereden kovuyorsun sen? Bulgaristan benin sapanımla ve tüfe imle ya ıyor be…
Utanmaz adam’ diye ba ırmaya ba ladı. Polis ça ırdılar. Köylü ona da aynı sözleri
tekrarlayarak ba ırdı. Polisler çekip gitti. Çaresiz garsonlar kendisine çay ve pasta getirdiler.’

‘ te arkada lar’ diye Mustafa Kemal devam etti: ‘Bu benim içimdeki bir özlemdir. Türk
köylüsünü de mutlaka bu hale getirece iz.’ ”1

1 Hikmet Bil, Atatürk’ün Sofrasında, Uncu yayınları, stanbul 1981. s. 51

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

CUMHUR YET DEVR NDE DEVLET ARMASI

Prof. Dr. Afet nan anlatıyor:

Atatürk’e bir gün, renkli olarak çizilmi , devlet arması için biçimler getirmi lerdi. Bunlarda
egemen olan ö e ya kurt ba ı ya da ay-yıldızdı. Ressamlarımızın buldu u bu armaların
hiçbirini, Atatürk, kurdu u devletin Cumhuriyet arması olarak kabul etmedi. Bu armalara,
dü ünerek defalarca baktı.

Sonunda “Bunların hiçbiri bugünkü dünyamızın içinde kurulan yeni bir devletin arması
olamaz. Devlet armasını, simgesel bir insan ba ı temsil etmeli” dedi.

Bunun üzerine kendisiyle birçok kez konu tum. Bu konuda bana yaptı ı açıklama öyleydi:

“Bu dünyada her ey insan kafasından çıkar. Bir insan ba ının ifade edemeyece i hiçbir
ey dü ünemiyorum.”

Böylece o zaman, Atatürk’ün onayından geçmi bir Cumhuriyet devleti armamız yapılamadı.
Çünkü, anlattı ım gibi, çizilen ekillerin hiçbiri, Atatürk tarafından kabul edilmemi ti.

60
Dü ünce adamı Atatürk, insan zekâ ve aklının hayranıydı. O, bu zekâ ve akıl gücünden olu an
varlıkların, kurdu u ve ya ataca ı bir Türk dünyasını güçlendirmek istemi tir.

Kaynak: Prof. Dr. Afet nan - Ulus Gazetesi 22 Ekim 1950

Mc Arthur ve Gazi Mustafa Kemal Pa a

Yıl 1932. O yıllar Albay olan Mc Arthur, Türkiye’ye geliyor. Devrin en büyük adamı Gazi
Mustafa Kemal Pa a kendisini kabul edince sevinçten uçuyor. Ho be , askerlik
sohbetlerinden sonra Gazi’ye dünyanın gelece ini, neler olabilece ini soruyor. Mc Arthur,
Gazi’ye ilk olarak kaynayan Avrupa’nın gelece ini soruyor.1 Gazi’nin yorumu öyleydi:

“‘Mussolini talya’ya ekonomik refahı getirdi. Ancak ba arı gözünü döndürmeye ba ladı.
Kendini yerli Sezar sayarak fetihlere kalkı ırsa yıkılır, çünkü talyanlar sava çı millet
de ildir.’2

Gazi devam ediyor; ‘Almanya’ya gelince, Hitler iki yıla kadar iktidara geçer. 1. Dünya
Sava ı’nda gururu kırılmı Almanya, milliyetçi Nazi’ler ile hırs kazanarak sanırım büyük
kalkınma gösterecektir. Çünkü bu milletin yapısı büyük kalkınma gösterecektir. Çünkü bu
milletin yapısı bunu gerektiriyor. Büyüyen Almanya ise ngiltere ile Fransa’dan ezilen
gururunun hesabını sormaya kalkacaktır.’

Burada Mc Arthur:

-‘Yani bugünkü yıkık Almanya, 1. Dünya Sava ı’nda kendisini yenen iki ülkeye meydan
okuyacak kadar güç kazanabilir mi?’ Diye soruyor. Gazi:

-‘Size diyebilirim ki en geç 1940–1945 yıllara Almanya, Avrupa’da sava çıkaracaktır. Bu


asıl büyük dünya sava ı olacaktır.’ Mc Arthur heyecanlanıyor:

-‘Peki, sava ı kim kazanır?’ Gazi:

-‘Almanya, ilk olarak kaybetti i toprakları isteyecek, Çekoslovakya, Polonya ve Fransa’ya


saldıracaktır. Ardından Sovyetlere girecektir. Nazi’lerin ilk hedefi komünizmi yeryüzünden
kaldırmak oldu una göre. Sonra ngiltere ve ardından siz Amerikalılar sava a gireceksiniz. Bu
sava ta Almanya yenilir. Çünkü bunların buz çöllerine girmi Alman ordusu, ardından da
onlara saldıran ngiltere ve Amerika’yla ba a çıkamaz. Ancak, Amerika ve ngiltere, Ruslar
ile birlik olup Almanya’yı yeryüzünden silinmeye kalkarsanız, i te o zaman sava tan kazançlı
çıkan Rusya olur. Yürür, yürür, ta Avrupa’nın kalbine kadar girer. Bence çıkacak bir dünya
sava ında Almanya yenilmeli, ama ezilmemeli, Rusların kar ısında hep bir kalkan olarak
tutulmalı.’

61
Evet, Gazi’nin bütün söyledikleri gerçekle ti. Almanlar 2. Dünya Sava ı’nı ba lattı. ABD ile
ngiltere ezdi; Sovyetler, Avrupa’nın kalbine Berlin’e kadar girip oturdu.”3

(Bu yazı 8 Kasım 1951 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmı tır.)

1 O yıllarda Mussolini ve fa istler talya’da iktidardaydı. Nazi’ler ve Hitler Almanya’da


iktidarı ele geçirmek üzereydi.

2 Aynen böyle gerçekle ti. 2. Dünya Sava ı’nda, Mussolini sava a girdi, talyanlar
dövü medi, yıkıldılar ve Mussolini’yi öldürüp bacaklarından astılar.

3 Bu yazı General McArthur’un imzasıyla Amerikan Caucasus dergisinin A ustos 1951


sayısında yayınlanmı tır. General, 2. Dünya Sava ı’nda Japonya’yı teslim almı , ABD’ye
ba kan adayı olmu tur.

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

Yunanistan’da Dil Davası

Bir ak am konuklar için, Yunanistan Ba bakanlıkça bir ölen düzenlenmi ti. Yemek sırasında
Atina Üniversitesinin bir yüzyıl boyunca gördü ü hizmetler övüldü, birçok konu ma yapıldı.
Bu arada Yunanlı bir Profesör, Ba bakan Metaksas’tan bir dilekte bulundu:

-“‘Çözülemez sanılan nice sorunları kolayca çözüverdiniz; u dil i imizi de yakında mutlu bir
sonuca ba lamanızı istemek hakkımızdır’ demi ti.

Yemekten sonra, konu malar olurken bir profesörden dil davalarını bana anlatmalarını rica
ettim. ‘Yazı dilini halkın anlayaca ı bir dil haline koymak davası’ diye açıklayan profesör
konu masını öyle tamamlamı tır:

-‘Ne yazık ki eskiye çok ba lı kalmı bir takım filologların direnmesi yüzünden bu haklı
davamızı yürütemiyoruz.’ Ben kendisine Türkiye’de de aynı davanın bu gibi engellerle
birlikte yine pek hala yürüdü ünü söyleyince profesörün yanıtı u oldu: -‘Yürür; çünkü sizde
Atatürk var.’”1

1 Mehmet Ali A akay, Atatürk’ten 20 Anı, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1963. s. 36-
37

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

62
Bu Koku mu Kafayla Devlet Yürümez

Dolmabahçe Sarayı’ndaki 1931’in A ustos’undaki yemekte Ru en E ref Ünaydın, Dr. Re it


Galip,1 Recep Zühtü,2 ükrü Kaya, Tevfik Rü tü Aras, Celal Sahir,3 Hasan Cemil Çambel4
ve daha birkaç ki i ve kimilerinin e leri var. Dr. Re it Galip, huzursuz, kabına sı mıyor, içkiyi
de fazlaca kaçırmı durumdaydı.

O gece Millî E itim Bakanı Esat Mehmet Bey, kız ö rencilerin kısa etek, kısa çorap ve kısa
kollu gömlek giymelerini uygun bulmadı ını, bu nedenle daha kapalı giyinmelerini bir
genelge ile okullara duyuraca ını söyler. Bunun üzerine, Dr. Re it Galip:

-“Yanlı dü ünüyorsunuz beyefendi! Bu bir gericiliktir. Kadınlar eski durumda ya ayamazlar.


Devrimlerden en önemlisi, kadınlara verilen haklardır. Ba ka türlü batılıla makta oldu umuzu
iddia edemeyiz. Bu koku mu kafayla devlet yürümez!” Demesi üzerine, Gazi Mustafa Kemal
Pa a’nın ka ları çatılır:

-“Sözlerinizde ho görülü ve ölçülü olunuz” uyarısına kar ın, Dr. Re it Galip:

-“Devrimci devrimcidir. Devrimci olmayan da devrimci de ildir. nsanlar bir ya tan sonra
ister istemez tutucu olurlar. Meclis’te bunca genç, idealist, bakanlık yapacak yetenekte insan
varken, böyle ya lı kimseleri Milli E itim Bakanı yapmak hatadır” diye devam edince,
Gazi’nin ka ları iyice çatılır. Ya lı ve deneyimli Millî E itim Bakanı Esat Mehmet Bey,
geçmi te Gazi’nin ö retmenidir. Gazi’nin:

-“Esat Bey yeteneklidir. Davamıza inanmı tır ve benim hocamdır. Beni okutmu olması,
sence bir de er ta ımıyor mu?” Sorusuna, Dr. Re it Galip:

-“Kusura bakma Pa am, ta ımıyor! Okuttukları içinde sizin gibi bir devrimci çıkmı ama kim
bilir nice tutucu da çıkmı tır” cevabını verir. Gazi:

-“Bu masada hocama ve bir Millî E itim Bakanı’na hakaret etmenize izin veremem” diye
çıkı ır.

-“Bunun üzerine, herhalde Dr. Re it Galip özür dileyerek susmu tur” diye dü ünüyorsunuz,
öyle mi? Ama yanıldınız! Aksine:

-“Devrimleri korumak için sizden izin istemiyorum. Hatayı yapan siz de olsanız, sizi de
ele tiririm. Roz Nuvar’a verdi iniz 15.000 liralık kredi mektubu da siz yaptınız diye hata
olmaktan çıkmaz!” Diye devam eder. Hayda! Pa a de il, bakan de il, meclis ba kanı de il.
Sade bir milletvekili, herkesin içinde Cumhurba kanı’nın yüzüne kar ı söylüyor bunları.
Olacak ey mi? Gazi:

63
-“Yoruldunuz, biraz dinlenseniz iyi olacak. Buyurun, biraz dinlenin!” Diyerek, Dr. Re it
Galip’in nazikçe sofrayı terk etmesini ister. Herkes bu saygısız milletvekilinin hemen kalkıp
gidece ini beklerken, O:

-“Burası sizin de il, milletin sofrasıdır. Milletin i lerini görü üyoruz. Burada oturmak, sizin
kadar benim de hakkımdır” demesin mi? Böyle bir durumda, siz Gazi’nin yerinde olsaydınız,
ne yapardınız, bilemeyece im, ama o büyük insan:

-“Öyleyse, biz kalkalım!” Diyerek gerçekten sofrayı arkada larıyla birlikte terk eder. Gerçek
‘büyük insan’ odur ki, güçlüyken, güçsüzler kar ısında sinirlerine hâkim olmayı bilir. 30’lu
yılların ünlü liderlerinden ne Hitler yapabilmi tir bunu, ne Stalin, ne de Mussolini…

-“Bo ver onları sen muhterem de, bu öykünün sonu nasıl bitmi , onu söyle sen bize”
diyorsunuz, öyle mi?

Do al olarak, Gazi gibi bir lider, Dr. Re it Galip gibi bir milletvekilinin kendisini küçük
dü ürmesini kabul edemez. Kim bilir, bunun acısını ondan nasıl çıkarmı tır? Diye
dü ünüyorsunuz, de il mi? Bakalım…

Gazi, sabah uyandı ında, Genel Sekreteri Tevfik Bıyıklıo lu’ndan Dr. Re it Galip’i sorar.
Bıyıko lu, Ankara’ya gidecek kadar borç para istedi ini, bunun üzerine 25 lira verdi ini
söyler. Gazi:

-“Bu durumda olan bir arkada a 25 lira mı verilir? Bari benim hesabımdan birkaç yüz lira
verseydin… Adamın parası yokmu , baksana! Cebinde be parası yok ama karakterinden hiç
taviz vermiyor. Parası yok ama cesareti var...” der.5

Biz Adamı Böyle Kaldırmasını da Biliriz

Dolmabahçe Sarayı’ndaki o gecenin üzerinden dört ay geçmi . Gazi, Çankaya’daki eski


kö kte dostlarıyla beraberken, bir ara Dr. Re it Galip’ten de söz açıldı. Gazi:

-“O nerelerde? Hiç görmüyorum” diyecek ve biraz sonra da yaverine, Çankaya yakınlarında
bir yerde oturan doktoru ça ırmalarını söyleyecektir. O Çankaya gecesinin tanıklarından biri
de Yakup Kadri Karaosmano lu’ydu,6 o günü ondan dinleyelim:

”Re it Galip, yemek salonuna girdi i vakit, hepimiz. Zorlu bir imtihan devresi geçirecek
sanıyorduk. Fakat her ey hafif bir aka içinde geçti. Re it Galip’e sofrada yer gösterip
oturttuktan be on dakika sonra, dı arıdan iki nöbetçi eri ça rıldı. Gazi Mustafa Kemal Pa a:

-‘ u efendiyi oturdu u yerden kaldırınız!’ dedi ve iki kuvvetli Anadolu çocu u, bir hamlede
Re it Galip’i kucaklayıp havaya kaldırdılar. Mustafa Kemal gülerek:

-‘Biz adamı böyle kaldırmasını da biliriz!’ dedi. Ve bu sahne, bu söz, Re it Galip’in üç dört
ay evvel Dolmabahçe Sarayı’ndaki sofrada:

-‘Sen beni buradan kaldıramazsın! Çünkü bu saray ve bu sofra milletindir!’ Sözüne bir
cevaptı.”

(Yakup Kadri Karaosmano lu, Atatürk, 1946)7

64
1 Re it Galip, (1893-1934), Doktor, Milletvekili, Milli E itim Bakanı.

2 Recep Zühtü (Soyak) Bey, (1893–1966), Milli Mücadelede yer almı , Milletvekili.

3 Celal Sahir Celâl Sahir Erozan, (1883-1935) Ö retmen, air, Ticaret, Milletvekili. 4 Hasan
Cemil Çambel, (1879-1967), Askeri Ata e, Milletvekili, Haliç Vapurları letmesi
Müdürlü ünü yaptı. Türk Tarih Kurumu'nun kurucu üyelerinden olup 1935'de Yusuf
Akçura'nın ölümü üzerine Atatürk tarafından Kurum Ba kanlı ına getirildi.

5 Hikmet Bil, Atatürk’ün Sofrasında, Uncu yayınları, stanbul 1981. s. 54

6 Yakup Kadri Karaosmano lu, (1889-1974), Gazeteci, yazar, Milletvekili, Mütareke


yıllarında kdam gazetesindeki yazılarıyla Kurtulu Sava ı'nı destekledi. 1921'de Ankara'ya
ça rıldı ve bazı görevler verildi.

7 Hilmi Yüceba , Atatürk’ten Nükteler, Fıkralar ve Hatıralar, 2. Baskı, Kültür Kitabevi,


stanbul 1973. s. 171-172

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

Ankara Halkevi'ndeki Tarih Kurumu Toplantısında; Çalı maların En Yükse i

Bir gün Ankara Halkevi'ndeki Tarih Kurumu bölümünde taslakları okumak için toplanmı tık.
Görü meler hararetli oldu. Özellikle iki arkada arasında konu ma, tartı ma biçimini aldı. O
ak am Atatürk, lütfen Kurum üyelerini sofrasına davet buyurdular. Günlük çalı ma hakkında
bilgi aldıktan ve her zaman oldu u gibi çalı anları iltifatlarla özendirdikten sonra tartı manın
kar ılarında devamını, kendilerine özgü incelikle, rica ettiler. Arkada lar konuyu anlatmaya
ba ladı. Onları dinledikten sonra ka ıt ve kalem getirilmesini emrettiler, zaten ka ıt, kalem
yemek odasının demirba e yası sırasına girmi ti. Salonun bir ucunda kara tahta, kenarda
etajerlerin üzerinde sözlükler, ansiklopediler, yemek odasına bir okul dershanesi durumunu
vermi ti ve orası gerçekten bir okuldu. istenilen eyler geldikten sonra Atatürk her iki
arkada tan savlarını yazı ile saptamalarını istedi, tartı malarda ba langıçtaki iddiaların
unutulması sık sık görülen bir eyoldu u için, buna gerek gördü ünü ilave etti. Sonra
arkada lardan sözlerini do rulamaları için ne gibi bilimsel belgelere ve kaynaklara
ba vuracaklarını sordu. Bunlar da ka ıtlara yazıldı. Kütüphaneden istenilen kitaplar geldikten
sonra okuma ve çeviri ba ladı. Sonunda bir taraf hak kazandı. O zaman Atatürk, davayı
kaybeden arkada ımıza dönerek, bu sonucun yüksek kıymetini küçültecek bir olay olmadı ını
ifade ederek gönlünü aldı. Yalnız ilave ederek dedi ki:

-"Size her zaman söylerim, yalnız kendi ba ınıza ve kendiniz için çalı tı ınız zaman herkes
gibi böyle bir sonuç ile kar ıla manız mümkündür, hatta sık sık olabilir. Kurumu, ben bunun
için kurdum; buradaki üyeler yurt içinde ve dı ında tarihe ait yapılan çalı malardan ve kendi
incelemeleri sonucundan birbirlerini haberdar ederek, birbirlerini tamamlayarak çalı ırlarsa
sonuç daha olumlu olur. Bunu yaparken ahsınıza ait bir bulu un ba kaları tarafından

65
kullanılmasından ve mutlu sonuçların isminize de il, ba lı oldu unuz kuruma ve millete mal
edilmesinden ku kunuz olmasın; millet bunun de erini bilir. Millet sevgisi kadar büyük ödül
yoktur. Kurtulu sava ında benim de milletime etti im birtakım hizmetler olmu tur,
zannederim. Fakat bunlardan hiçbirini kendime mal etmedim. Yapılanın hepsi milletin
eseridir, dedim; aranacak olursa do rusu da budur. Geçmi te sayısız medeniyet kurmu bir
ırkın ve milletin çocukları oldu umuzu kanıtlamak için yapmamız lazım gelen eylerin hepsini
yaptı ımızı ileri süremeyiz; bugüne ve yarına bırakılmı daha birçok büyük i lerimiz vardır.
Bilimsel çalı malar da bunlar arasındadır. Beni seven arkada larıma ö üdüm budur:
ahsımız için de il, fakat ba lı oldu umuz millet için elbirli iyle çalı alım; çalı maların en
yükse i budur."

Kaynak: Belleten Dergisi, Muzaffer Göker, 1939 sayı10 sayfa: 385

Ö RENC GÖZÜNDE Ö RETMEN

Çankaya'da bir ilkokul açılmı tı. Kö kün çevresinde bulunan bu okulu bir gün Atatürk ziyaret
etmi .

Ö retmen tahta ba ında ö rencilere ders veriyormu . Cumhurba kanı girer girmez saygı
i aretini vermi , çocuklar aya a kalkmı ve oturunuz i aretini verdikten sonra yüzünü tahtaya
çevirerek derse devam etmi . Atatürk, be on dakika ayakta ders dinlemi ve çıkarken
ö retmen yine aynı ses, aynı eda ile çocukları aya a kaldırmı ve oturunuz i areti verir
vermez derse devam etmi .

Gazi kapıdan çıkarken yanındakilere:

-"Gördünüz mü ö retmeni? Cumhurba kanına önem vermedi" demi ve ilave etmi :

-" lkö retmen vatanın en hayırlı elemanı. Onlar vatan çocuklarıyla o kadar kayna mı lardır
ki, adeta çocukla malardır. Onların gözünde en sevgili ö rencilerdir. Bu ö retmen e er
dersini bırakıp saygısını göstermek için yanıma gelseydi ve çıkarken beni merdivenlere kadar
geçirse idi, ö rencileri gözünde küçülür, belki prestijini kaybederdi. Ö renci gözünde en
saygılı, en büyük adam ö retmendir." demi lerdir.

Asaf lbay

Kaynak: Tan Gazetesi, 08.06.1949

66
Atatürk’ün Yerine Getirilmekte Geç Kalınmı ste i

Atatürk, 1930 yılının Aralık ayı sonlarında Trakya gezisine çıkmı tı. 19 Aralık günü geç vakit
stanbul’dan ayrılmı , 20 Aralık günü Alpullu’ya u ramı , eker fabrikasını gezdikten sonra
ak amüstü Kırklareli’ne varmı tı. Kendisine ikram edilen “Hardaliye” adlı içece i çok
be enmi ve yanındakilere bunun ulusal bir içecek biçimine getirilmesini istemi ti. Atatürk,
23 Aralık’ta Menemen’de Kubilay adlı yedek subayın gericiler tarafından hunharca
öldürülmesi haberini alınca seyahati yarıda keserek 25 Aralık ak amı stanbul’a geri
dönmü tü.

Bir Rumeli içece i olan hardaliyenin nasıl yapıldı ını, otuz yıldan buyana hardaliye üreten
Kırklareli Ziraat Odası Yönetim Kurulu üyesi Uysal Cengiz öyle anlatıyor:

“Üzümleri tam olarak ezmeden parçalarız. Tabandan on santimetre yükseklikte muslu u olan
me e bir fıçıya bir kat üzüm, bir kat taze vi ne yapra ı ve parçalanmı hardal tohumu olacak
biçimde dö eriz. Ama fıçının üzerinde 15-20 cm. bo luk bırakmak gerekir. Üzerine
üzümlerden çıkan su ile ıra tozu dökeriz. ıra tozu, üretim sırasında kullanılan tek kimyasal
maddedir. Bu, 100 litreye 100 gram olarak hesaplanır. Fıçı, biraz kabarma payı bırakılarak
a zına dek dolar. lemden sonra bir gün arayla iki kez devir yaparız. Yani, fıçının altındaki
musluktan ıra alıp yeniden fıçının üzerine dökeriz. Hardaliye yirmi gün sonra içilebilir
duruma gelir. Ya hemen içebilirsiniz ya da bir ay içinde i eleyip serin bir yerde, hatta
buzhane ko ullarında üç yıla dek bekletebilirsiniz. Yoksa hemen bozulur.”

Nedense bir süre sonra unutulan Ata’nın hardaliyenin ulusal bir içecek biçimine getirilmesi
iste i, bugünlerde Kırklareli Valili i’nin giri imiyle geç de olsa yerine getiriliyor.

Kaynak: Gastro dergisi, Mayıs-Haziran 2005, Sayı: 27

Atatürk’e Tay Hediye Eden Hasta Çocuk

Atatürk, vakit ve fırsat buldukça, Çankaya’dan ayrılır, yurdu dola ırdı. Bu gezilerinde
Atatürk; yapılan i leri yerinde görür, halkın dertlerini dinler, notlar aldırırdı. Ço u zaman
yapaca ı inkılâpların öncesinde kamu oyu yoklamasını bizzat kendi yapar, kendi konu ur,
kendi ö retirdi. apka inkılâbını, yazı inkılâbını halkla bir arada, halkla bütünle erek
yapmı tı.

67
Atatürk, Anadolu ve Trakya bölgesini adım adım dola mı ve gezmi ti. Onun u rayamadı ı
çok az ehir ve kasaba vardı. Her nereye gitmi se orada bayram olurdu. Yeniden yetmi e
herkes sokaklara dökülür, geçece i yollarda bazen saatlerce beklenirdi. Nerede konaklamı sa,
özellikle gençler, kaldı ı evin veya kona ın önünde toplanır, geceleri fener alayları düzenler,
millî oyunlar oynarlardı. Ta ki gece yansı Atatürk, balkondan veya dı arı çıkarak gençlere
“artık da ılınız, yoruldunuz, evlerinize dönünüz..” demedikçe, kimse yerinden kımıldamazdı.
Atatürkü görenler, görmeyenlere Onu anlatır, altın yeleli sarı saçlarından, im ek bakı lı ye il
gözlerinden söz ederlerdi. Yine böyle bir yurt gezisinden dönü te, Çankaya kö küne gelen
yüzlerce mektup arasından bir mektubu, Genel Sekreter Atatürk’e okumu tu. Mektup,
Samsun’dan nönü ilkokulu 5. sınıf ö rencisi Bahri’den geliyordu. Mektup aynen öyleydi :

“Samsun : 14.12.1930

Çok Sevgili Gazi Babama,

Yurdumuzu enlendiren, benli imizi koruyan büyük kumandanın mübarek yüzünü görmek için
bütün Türk yavrularının kalbinin çarptı ını çok yakından bilirsiniz, de il mi? te bir küçük
yavrunuz olan ben de bir gün olur elbette sizi görürüm diye dü ünüyordum. Bu dü üncelerim
gün geçtikçe artıyor, kalbimde yanan ate beni yakıyordu. Bir gün vücudumda hafif bir
kırgınlık duydum, yata a yattım. Tam 15 gün hastalandım. Ümidim kesilmi ti. Birgün
Samsun’a gelece inizi haber verdiler, dünyalar kadar sevindim. Ne iyi ben de Gazi Babamı
görece im diyordum. Fakat yataktan kalkamıyordum. O kadar üzülüyordum ki, Samsun’a
geldi inizi ö rendi im dakikada kendimde iyili e do ru bir hâl gördüm. Bunun sizin
muhabbetinizden geldi ine inanarak “Allahım dedim, e er ben de yataktan kalkar ve iyi
olursam dünyada yegâne malım olan sevgili tayımı Aziz Babama arma an edece im dedim.
Ve günden güne iyile erek büsbütün aya a kalktım. Mektebime devama ba ladım. imdi bu
ada ı yerine getiriyorum. Bir küçük yavrunuzun candan kopan, gönlünden gelen bir
hediyesini kabul etmenizi rica eder, ellerinizden öperim Sevgili Gazi.

Samsun nönü Mektebi 5. ci sınıf talebesinden 23 numaralı Bahri

(Çankaya Kö kü-Atatürk Ar ivi Kutu 87-4)

Atatürk, gözleri dolmu , tebessüm etmi ti. Genel Sekreterine u emri verdi:

“Samsun valisine bir yazı gönderin. Çocu un hakkımdaki duygularına ve arma anına
te ekkür etti imi bu de erli hediyesini yine kendisine ba ı ladı ımı bildirin. Vali, çocu un
babasına bizzat tebli etsin.”

Samsun Valili ine gereken yazıldı. Bahri’ye de böylece te ekkür edildi.

Dr. Mehmet Önder

Kaynak: ATATÜRK ARA TIRMA MERKEZ DERG S , Sayı 10, Cilt IV, Kasım 1987

68
kimizde Gazi’yiz

Gazi Mustafa Kemal Pa a, Eski ehir’in köylerinde gezinti yaparken, asırlık çınarların
gölgesine sı ınmı bir köy kahvesi önünde otomobilini durdurdu. Salih Bozok’a:

-“Bu çınarları hatırlıyorum...” dedi. Zaferden sonra bir gün yolu o köye dü mü tü! Eski
hatıraları bir an tekrar ya amak için; arabasından inip, büyük bir rahatlıkla köy kahvesinin
harap iskemlesine oturdu. Biraz sonra kahveci ona, köyünün tek ikramı olan ayranı temiz
bardaklar içinde getirince, Gazi pek memnun oldu. Ya lı kahveciye sordu:

-“Yusuf!”

-“Buralarda geçmi sava ı hatırlar mısın?”

-“Nasıl hatırlamam, Pa am? Emrinizde çavu tum!”

-“Emrimde mi?”

-“Bütün kuvvetlerin Ba kumandanı de il miydin, Pa am! Hep emrinde sava tık.” Büyük
kurtarıcı zeki köylüyü takdir etmi ti;

-“Aferin Gazi Yusuf Çavu !” Deyince, eski asker el ba ladı:

-“Esta furullah, Pa am! Gazi sizsiniz!”

-“Rütbe ba ka... Fakat harpten dönmü iki asker olmamız sıfatıyla ikimiz de Gazi’yiz!” Ve
tepside duran ayran bardaklarından birini bizzat eliyle çavu a vermek lütfünü göstererek,
ilave etti:

-“ erefine Gazi Yusuf Çavu !”

-“ erefte daim ol Pa am!” A lamaktan ayranı içemeyen kahveciye, o zamanın çok parası olan
bir yüzlük verip gülümsedi:

-“Allahaısmarladık, silah arkada ım!”1

1 Hilmi Yüceba , Atatürk’ten Nükteler, Fıkralar ve Hatıralar, 2. Baskı, Kültür Kitabevi,


stanbul 1973. s. 105

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

69
Zülüflü smail Pa a

Antalya’ya gidi , Yozgat’tan dönü , kar, kı ... Çankaya kö künün rahat ve sıcak salonlarına
dönen Mustafa Kemal Atatürk çevresindekilere u hikâyeyi anlatır:

-“Biz Harbiye’de ö renci iken, Okul’un sobaları yanmazdı. Bütün kı , titre ir dururduk.
Nihayet bir gün arkada lar beni müdüre çıkmak için seçtiler. Müdür Zülüflü smail Pa a
adında bir saray adamı idi. zin aldık, huzura çıktık; önce Padi ah’a sonra Müdür’e
dualarımızı arz ettik. Nihayet, konuya geldik, i i anlatmak istedik. Ama müdür, daha ilk
cümlelerde kükredi:

-‘Ne so u u be nankörler! Padi ah nimeti gözünüze dizinize dursun.’

-‘Görmüyor musunuz? Sobalar nasıl gürül gürül yanıyor. Defolun buradan! Gerçekten,
Müdür’ün sobası gürül gürül yanıyordu. Müdür, buram buram terliyordu, sıcaktan, gö sünü
ba rını açmı tı ve zannediyordu ki, bütün okulun sobaları da böyle yanar... Çocuklar, biz bu
Çankaya Kö kü’nde, bazen, galiba bu Zülüflü smail Pa a gibi kendimizi anlatıyoruz...’ ”

te Mustafa Kemal Atatürk sadece gerçekçi de il, öz ele tiriden çekinmeyen açık sözlü bir
gerçekçi idi.

Zaman zaman gerçekten, kendini çevresinde esen havaya kaptırmayan lider yoktur. Bütün
liderlerin ya amlarında bir an gelir ki, liderle gerçeklerin arasına, her liderin bilinçaltında
ya ayan insani içgüdülerinin hatta insani zayıflıklarının perdesi girebilir. Ama gerçek lider
odur ki, yapay olan, e reti olan perdenin arkasında kalmaz ve eriyip gitmez.1

1 Hikmet Bil, Atatürk’ün Sofrasında, Uncu yayınları, stanbul 1981, s. 62-65

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

Atatürk ve Çoban Çocuk

Atatürk, Antalya’ya giderken yolda verdi i bir mola esnasında bir çocu un söyledi i türkü
sesi duyar. Türkü ilgisini çekince türküyü söyleyen ki inin yanına getirilmesini emreder.
Atatürk’ün yanındakiler türküyü söyleyen ki iyi bulurlar. Genç bir çoban çocuk türküyü
söylemektedir. Atatürk:

70
-“Türküyü sen mi söylüyorsun?” Diye sorduktan sonra,

-“Burada da söyle de dinleyelim” der. Genç çoban türküyü bitirince Atatürk çocu u alkı lar
ve ‘biis... biis’ diye ba ırır. Genç çoban ve yanındakiler anlamayınca Atatürk ‘biis’ in ne
oldu unu izah eder:

-“Biis demek, be endim, tekrar söyle demektir.” Çoban bunun üzerine türküyü tekrarlar.
Atatürk’te, cebinden elli lira çıkararak çobana verir. Çoban paraya bakar ve:

-“Biis... biis” diye ba ırır. Atatürk, bu zeki cevaptan o kadar memnun olur ki, bir elli liralık
daha çıkarıp verir ve yanındakilere dönerek o dönemde sürekli Türkiye’ye sata an talyan
diktatörü Mussoloni için:

-“ mkân olsaydı da, Musolini u sahneyi görseydi ve cevabı i itseydi, hangi millete nutuk
söyledi ini anlardı” der.1

1 Niyazi Ahmet Bano lu, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, Garanti Matbaası, stanbul 1967, s.
62–63

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

A LAYAN KRALDAN NASIL KAÇTIK?

Türkiye'yi ilk ziyaretinden altı ay sonra, Amanullah Han krallıktan dü mü , e i Süreyya'yı da


yanına alarak tekrar yurdumuza gelmi ti. Fakat de erbilir Atatürk, Kral'ı yine aynı yerde,
Gazi stasyonunda kar ılamı tı, otomobiline bindirerek Ankara Palas Oteli'ne konuk etmi ti.
Amanullah Han' a kralken ne yapılmı sa, o zaman da aynı ey yapılmı tı. Türkiye'ye geli inin
ikinci gecesi Amanullah Han onuruna Kö k'te yirmi dört ki ilik bir yemek verildi. Eski
Çankaya Kö kü'nde sofradaki görü meler uzadıkça uzadı. Ho be ten sonra nihayet Atatürk
Kral'a sordu:

-"Nasıl oldu sizin bu i iniz? Sizi dü ürdüler ve memleketinizi terk etmek zorunda kaldınız?"

Amanullah Han'ın üzüntü içinde anlatı ına göre, kendisi Türkiye' deyken Peçe Saki adındaki
amcazadesi, bir takım dedikodular çıkarmı ... Afgan Kralı, ülkesine döndü ü zaman bir de
bakıyor ki, amcazadesi iktidarı ele geçirmi . Onun çevresi Kral'ı tehditle Afganistan' dan
çıkarmaya zorluyor. Zaten çok nazik olan Kral, sava madan kaçınarak bir uçakla yurdundan
ayrılıp talya'ya gidiyor.

Afgan Kralı, hem a lıyor hem de Atatürk' e bakarak üzüntüsünü açı a vuruyordu. Vaziyet
çok nazikti. Bu yaslı havayı da ıtmak gerekti. Çok zeki ve kurnaz olan Atatürk, bu a lamaklı
durumu önlemek için olmalı, hemen bir gezi ortaya attı. Kral'ın bu kadar gözü ya lı oldu unu
bilseydi hiç sorar mıydı?

71
-"Yarın biz yurtta bir inceleme gezisine çıkıyoruz" dedi.

Amanullah Han, geziye katılmak ricasında bulundu. Fakat Atatürk:

-"Memnuniyetle. Fakat bizim ç Anadolu' da yollarımız çok bozuktur. Zatıaliniz rahatsız


olursunuz. Siz Ankara ya da stanbul'da istirahat ediniz, daha iyi olur" dedi.

Fakat Kral Atatürk'ün bu jestini anlamazlıktan geliyor, geziye çıkma iste ini tazeleyip
duruyor, gitmekte ısrar ediyor, her eye katlanmaya razı oldu unu söylüyordu. Atatürk'ü razı
edemeyece ini anladıktan sonra:

-"Her türlü sıkıntıya dayanırım" deyince Atatürk:

-"Bizim memlekette her yere tren yoktur. Birçok yerlerimize otomobil bile i lemez. Da lara
ya e ek, ya da katırlarla seyahat etmek mecburiyeti vardır. Hayvan üstünde hasta olursunuz"
dedi.

Artık Kral'da ısrar edecek hal kalmamı lı. Sofra geç vakte dek sürdü. Saat üçe do ru Kral ve
konuklar ayrılmak üzere kalktılar. Kral, Atatürk'le öpü erek vedala tı.

Ertesi gün gerçekten böyle bir gezi oldu. Bizim o güne dek haberimiz yoktu. Her zaman gezi
olaca ı belli olmazdı. Ama böyle gece yansında verilen gezi karanın hiç hatırlamam.

Ertesi sabah herkes e yasını alıp istasyona gitmi ti. Kö k'te bir ben, bir Afet Hanım'la bir de
a çı Mehmet Usta' dan ba kası kalmamı lı. Atatürk'e yeme ini verirken öyle bir soruyla
kar ıla tım:

-"Çelebi Efendi. Dün ak am sofrada Kral'a kar ı aykırı bir hal oldu mu? Yanlı bir ey
yapmadık ya?" dedi. Bu soruyu bana niye sordu unu bir türlü anlayamadım. Kar ılık olarak:

-"Çok güzeldi Pa am. Kırıcı hiçbir ey olmadı" dedim.

Sonra nereden aklıma geldi bilmem, durduk yere bir soru da ben O'na sordum:

-"Pa am, Kral'ın a laması benim çok gücüme gitti ve çok üzüldüm. Büyük adamların dü mesi
çok zor oluyor, de il mi?"

Kısa bir duraklamadan sonra Atatürk:

-"Krallar... Ancak krallar öyle olur" diye cevap verdi. Bu cümlenin anlamını çok sonra,
dü üne dü üne anladım. Bugün daha iyi anlıyorum ya. Fakat o zaman bu gereksiz soruyu
neden sordu uma sonradan pi man oldum ve üzüldüm. Benim neme gerekti?

Bu konu madan sonra Kö k'ten en son biz çıktık. Trene binip Konya'nın yolunu tuttuk. Afgan
Kralı Amanullah Han da aynı gün stanbul' a hareket etti. Orada birkaç gün kaldı.

Kaynak: Atatürk’ün U a ı'nın Gizli Defteri, Cemal Granda, Kentkitap 2008, 2. Baskı, ISBN:
978-9944-915-03-8. Sayfa: 306-308

72
Yenilseydik sorumlu ben olacaktım:

"Bir aralık konu stiklal Sava ı'na geldi. Dikkat ettim, Binba ılar dahil her komutanın hangi
birli e komuta etti ini, nerede bulundu unu, bir gün önce olmu gibi hatırlıyordu. O sava ki
araç, gereç, personel kıtlı ı bugün güç tasavvur edilirdi. Tümenlere binba ııar, Kolordulara
yarbaylar komuta ediyordu! Fakat, bu kadro canını di ine takmı bir ekipti. Var olmak ya da
olmamak bu sava ın sonucuna ba lıydı. 30 A ustos bu ruh haletinin eseriydi. Böyle bir
dramı, hem yazarı, hem ba aktörünün a zından dinlemek müstesna bir mutluluktu. O anılar
Ata'yı co turdukça co turuyordu. Anlatmalarında abartma yoktu. Ama bu anlatı öylesine
canlı, öylesine plastikti ki, hepimiz heyecandan heyecana sürükleniyorduk. Anlatı larını öyle
ba ladı:

- te büyük zafer böyle ortak bir eserdir. erefler de ortaktır.

Bu alçakgönüllülük aheseriyle konunun kapanaca ını tahmin ediyorduk. Bu arada Atatürk


bir duraklama yaptı. Sonra içine dönük, adeta kendisiyle konu ur gibi ilave etti:

- Ama yenilseydik sorumluluk ortak olmayacak yalnız bana ait olacaktı.

Bu belagat kar ısında gözya ımı tutamadım. Tarihin, zaferleri kendine maleden, yenilgileri ise
maiyetine yükleyen sahte kahramanlarını hatırladım."

Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak

Kaynak: Atatürk'ten Anılar, Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak, 1978. Sayfa. 18-19

O DA B R ÇOCUKTU

Mustafa da bir çocuktu. O'nun da her çocuk gibi özlemleri, tutkuları, çocuksu davranı ları
vardı. O insanüstü bir varlık de ildi. Ama tarihin yeti tirdi i, çe itli alanlarda üstünlük
gösteren ender ki ilerdendi.

O, kendisinde insanüstü bir varlık oldu unu söyleyenleri hiç ho kar ılamamı tır.
Çocuklu undaki bakla tarlasındaki bekçili ini de söylemekten hiç çekinmemi tir.

Münir Hayri Egeli bir anısında öyle anlatır bunu:

73
Atatürk, kendisinin insanüstü bir varlık oldu unu söylemelerini hiç ho kar ılamazdı.
Çocukluk arkada ı Nuri Conker' in sert çıkı larını büyük bir ne e ile dinler ve hepimizin
önünde tekrarlattırırdı.

Bir gün adını söylemek istemedi im bir ki i:

"Pa am". demi ti. "Kim bilir çocuklu unuzda ne ayrı bir insandınız, kim bilir ne ola anüstü
anılarınız vardır?"

Atatürk güldü ve Nuri Conker'e döndü:

"Nuri anlatsın." dedi.

Nuri Conker her zamanki alaylı diliyle:

"Bakla tarlasında karga çobanlı ı ederdi." cevabını verdi. Demin ki soruyu soran ki i sözünün
bu hale dökülmesinden fena halde ürktü. Soruyu ortaya attı ına bin kere pi man oldu.

"Aman efendim." diyecek oldu.

Atatürk hemen sözünü kesti:

"Bana insanlar üstü bir do u yapmaya kalkı mayınız. Do u umdaki tek ola anüstülük Türk
olarak dünyaya gelmemdir." dedi.

Kaynak: Atatürk’ün stedi i Çocuklar, Münir Hayri Egeli, stanbul, 1965, Sayfa: 5

Benden Yapılmayacak Emir Çıkmaz!..

Nevzat (Tando an) Bey1 Ankara Valili i’ne atanmı tı. O da bir gece Atatürk’ün sofrasına
davet edildi. Atatürk, Nevzat Bey’e iltifat ediyor, sık sık rakı veriyordu. Nevzat Bey, kendini
bozmadan içmeye dayanıklılık gösteriyordu. Bir ara Atatürk, smet Pa a’ya döndü:

-“Vali olgun adama benziyor. çki ya içilir ya hiç içilmez. Beyni alkole dayanmayanlar
içkiden kaçınmalıdırlar” dedi. Ve bunun üzerine hemen Tando an’a hitaben u soruyu sordu:

-“Normal veya alkollü kafa ile verilen emirler derhal yapılmalı mıdır?” Nevzat Bey hemen
cevap verdi:

-“Emirleriniz kayıtsız artsız tatbik edilir, Pa am.”

-“Neden böyle oluyor?”

74
-“Milletin temsilcisi, devletin ba kanısınız. Amiri mutlaksınız, Pa am.” Atatürk, tane tane
cevap verdi:

-“Hayır... Benim her emrim yapılır, çünkü benden yapılmayacak emirler çıkmaz!..”

(Tan Gazetesi, 08 Haziran 1949, Asaf lbay2)3

1 Nevzat Tando an (1894-1946), Uzun süre Ankara Valili i ve Belediye Ba kanlı ı


yapmı tır.

2 Süleyman Asaf lbay, (1882- ), Atatürk’ün çocukluk arkada ı, Ankara Belediye Ba kanı,
Milletvekili.

3 Hilmi Yüceba , Atatürk’ten Nükteler, Fıkralar ve Hatıralar, 2. Baskı, Kültür Kitabevi,


stanbul 1973. s. 65

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

SEN GÜRE B L R M S N?

Sevilmek ve ilgi görmek iste i insanın do asında vardır. Ya amdaki mücadelenin belki de
birinci nedeni insanların kendilerine yönelik ilgiyi artırma iste idir. yi bir e itim alma, iyi bir
mesle e sahip olma, güzel konu ma, güzel giyinme, servet sahibi olma ve benzeri isteklerin
temelinde ya am düzeyini yükseltme arzusuyla birlikte daha fazla ilgi görme iste i de
bulunmaktadır. Bu nedenle sevilmek kadar sevmenin de önemli oldu uakıldan uzak
tutulmamalıdır. Ailelerinden uzakta vatani görevlerini yapan Mehmetçiklerin ilgiye herkesten
daha fazla ihtiyaçları vardır. Onlar bu ihtiyaçlarını komutanlarından görecekleri sevgi ve
efkat ile giderirler. nsan do asındaki bu ihtiyaçtan dolayıdır ki Atatürk, ya amı süresince
kar ıla tı ı her Mehmetçikle ilgilenmi tir. O, gücünü korkudan de il payla ıldıkça artan ve
kalpleri fetheden sevgiden almı tır. Bunun en anlamlı kanıtı Mehmetçi in a a ıdaki anekdotta
yer alan, “ATA’m senin sırtını yedi düvel yere getiremedi. Bir Mehmet mi bu i i ba arır?”
sözüdür. Burada i aret edilen sevginin yenilmezli idir:

Bir seyahatinde, Kolordu binasının kapısında aslan yapılı bir Mehmetçik gördü. Ça ırdı ve
iltifat etti. Sordu:

- Sen güre bilir misin?

Yanındakilerden en kuvvetli görünenlerle Mehmetçi i güre tirdi. Genç asker daima galip
geliyordu. Çok ne elendi, aya a fırladı. Ceketini çıkarıp Mehmet’e ense tuttu:

- Haydi, bir de benimle güre !

Saf ve temiz Anadolu çocu u, ATA’sının yüzüne hayranlıkla baktı:

75
- Ata’m, dedi. Senin sırtını yedi düvel yere getiremedi. Bir Mehmet mi bu i i ba arır?

Gözleri doldu ve a lamamak için gülmeye çalı tı.

Kaynak: Kemal Arıburnu, Atatürk’ten Anılar, sayfa: 104.

Sevdiklerine “Çocuk” Derdi

brahim Ergüven1 a zından bir anı:

“Kordiplomatik ziyafetleri, kralların a ırlanması gibi i ler bana aitti. Sofrasını ben
donatırdım. 30 A ustos bayramlarımızdan birinde, sofrayı her zamanki gibi nadide güller ve
çiçeklerle donattım. Geceki milli bayram için masaya beyaz, kırmızı ve sarı yıldız
çiçeklerinden büyük bir stiklal Madalyası dö edim.

Sofraya otururlarken Ru en E ref Ünaydın:

-‘Bu gece yine masamız konu uyor Pa am!’ Dedi. Ve ilave etti:

-‘ brahim sofrayı konu turmu ! stiklal Madalyasının güzelli ine bakınız!’ Bunun üzerine
Atatürk:

-‘Çok zeki çocuk!’ Dedi. Ve bana dönerek; ‘Aferin çocuk’ diye tebrik etti. Etrafındakilere de
u izahatta bulundu:

-‘O yapar, sanatkârdır. Ressamdır!’ Atatürk sevdiklerine ‘Çocuk’ diye hitap ederdi.”2

1 brahim Erguvan, Atatürk’ün hizmetinde 13 yıl çalı mı sofracıba ıdır.

2 Sait Arif Terzio lu, Yazılmayan Yönleriyle K. Atatürk, stanbul 1963, s. 86–87

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

nsan, Asker ve Baba Atatürk

Asker ve politikacı olan Gazi Mustafa Kemal Pa a aynı zamanda iyi bir de babaydı.
Çocuklarla yakından ilgilenirdi. Özellikle askeri okulların ö rencileriyle çok ilgilenirdi.

76
1929 yılının bir sonbaharında stanbul’dan Ankara’ya dönüyordu. Özel tren Hereke
stasyonunda kısa bir duru yapmı tı. Birden Gazi’nin gözü stasyon meydanında silah çatmı ,
istirahat eden er kıyafetli gençlere ili ti. Ve bunları bir el i aretiyle yanına ça ırdı. Ko u tular,
trenin bir adım yakında levent vücutlar sanki birden çakılıp kaldılar. Gözleri Gazi’lerindeydi.
Bir emir bekliyor gibiydiler.

-“Siz kimsiniz, ne yapıyorsunuz burada?”

Hepsi bir a ızdan, gök gürültüsünü andıran bir haykırı la cevapladılar.

-“Harbiye stajyeriyiz Pa am, manevraya gidiyoruz.” Çok duygulanan Gazi:

-“Bu kısa duraklamadan faydalanarak size bazı eyler söylemek isterim!” dedi. Bir an
gözlerini onların üzerinde gezdirdi ve öyle devam etti;

-“Mademki, subay olacaksınız, mesle inizi size yükledi i sorumlulu u anlamı olarak çalı ın.
Kendinizi gelece e ona göre hazırlayın, Türk tarihini inceledi inizde göreceksiniz ki bu millet
ne zaman yükseldi ise Türk subaylarının omuzlarında yükselmi , ne zaman dü mü ise
subaylarının çizmeleri altına dü mü tür.”

Harbiye ö rencileri Gazi’nin uyarılarını büyük bir dikkatle ve “hazır ol” vaziyette dinlediler.
Gazi’nin gözleri denize dalmı tı. Tekrar a ır dü üncelerden sıyrılır gibi bir hareket yaparak:

-“Sizin bir mar ınız var, onu bana söyleyin” dedi, mar bitince geri döndü ve arkasında
bekleyenlere bir eyler söyledi. Ko u malar oldu. Gazi tekrar pencereden dı arıya uzandı ı
zaman elinde büyükçe bir paket vardı. Tren a ır a ır hareket ederken, Gazi gençlere hitaben
öyle diyordu;

-“Size bir eyler ikram etmek isterim. Kusura bakmayın, yol hali ba ka bir eyim yok. Belki
hepiniz sigara içmiyorsunuz, belki kısmınız içiyor, bir kısmınız içmiyor. Ama bu sigara benim
sigaramdır. Bundan hepiniz içeceksiniz. Sayıları az oldu u içinde benzetmemi mazur görün
onları nefes nefes içmenizi isterim.”

Genç Harbiyeliler hep bir a ızdan “Sa ol Pa am” diye ba ırdılar ve Gazi’nin attı ı paketi
havada kaptılar.

Gazi’nin bu sözleri üzerinden 33 yıl gibi çok uzun bir zaman geçmesine ra men, o günleri
ya ayanların kulaklarında çınlamaktadır.

“Nefes, nefes içmenizi isterim!” Tren uzakla tıktan sonra, uzun uzun Gazi’nin ardından
bakan bizler, ne demek istedi ini çözmeye çalı ırken bir karı ıklık oldu ve sigaralar kapı ıldı.

Bunlardan üç tanesi (G.M.K.- Gazi Mustafa Kemal markalı sigara) bana bu hatırayı nakleden
E. Albay Fuat Uluç'un en kıymetli hatırası olarak verilmi tir.1

1 Sait Arif Terzio lu, nsancıl Atatürk, stanbul, 1964, s. 43–44.

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

77
Asaf lbay Anlatıyor; Etimesgut Köyü'nde

Etimesgut köyü kurulmu ve buraya Rumeli göçmenleri yerle tirilmi ti.

Bir gün Gazi'yle özel binanın bazı tesisatını incelemek üzere beraberlerinde bu köye
varmı tık. Köylüler, kadınlar büyük adamın etrafını aldılar, dert yandılar. Ba larında
yetmi lik bir nine kadın öyle diyordu:

-"Pa a efendi, alı kanlık bu ya: Köyevlerinin yanıba ında davarını, öteberisini koyacak bir yer
lazımdır. Harman yerleri biraz uzak da olsa zarar etmez. Yer de yok de il, Allah bol arazi
vermi ükür. Emret de, bu yerleri bize ayırsınlar."

Gazi, gereken emirleri ilgililere verdi ve bu koca ninenin yanına yakla tı. Kalın bir yemeni ile
örtülü saçlarını ve yüzünü ok adı ve:

-"Güzel nine, nurlu yüzünü aç da güne ı ık alsın. Hem bu, kalın örtü sa lıklı de ildir."

htiyar köylü kadın, yüzünü ve saçlarını örten kalın bezi çıkardı:

-"Milletin babasısın, sana haram olmaz. Gel ben de senin güzel yüzünü öpeyim" diyerek
Atatürk'ü öptü, a ladı ve bizleri de a lattı.

Kaynak: Atatürk'ün Hususi Hayatı, Asaf lbay, Tan Gazetesi, 08.06.1940

Foto raf kayna ı: Atatürk Gazi Mustafa Kemal, Foto Cemal I ıksel, Türk Tarih Kurumu
Basımevi, Ankara, 1969. Sayfa:44

Atatürk'ün Etimesgut'a Geli i

29.11.1937 günü sabahı hastanede gene poliklinik yapılmı , ö leden sonra ise her zamanki
gibi o gün belirlenmi olan bir köye gitmeye hazırlanılıyordu. Köyler hem ireler arasında
payla ılmı olup o köyün hem iresi tüm köyün zarflarını özel olarak hazırlanmı tahta
kutulara yerle tirmi ti. Bazı önemli hastalıkları olanların fi lerinin üzerinde süvari denen,
zarflara ili tirilmi renkli küçük klipslere bakarak ayırılmı tı. Ziyaretçi hem ire bu süvarili
zarfları alır, hasta o köyde kurulan poliklini e gelmese bile, evinde bularak son durumunu
gözler, gerekli bilgiyi kaydederdi. Bu zarfların her biri bir ailenindi ve içinde evdeki bütün
fertlerin öz ve soy geçmi leri ile beraber her türlü sa lık kaydı eksiksiz olarak yazılıydı.

78
Poliklinik bu tip köy ziyaretlerinde ya köy odası, ya da okulda açılır ve gelen bütün hastalara
bakılırdı. Bu süvarilerden aklımda yanlı kalmadıysa mavi olanlar tüberküloz'u, kırmızı
olanlar frengiyi, sarı olanlar gebeleri i aretlerdi. Ebe, gebe fi zarflarını seçerek o köyde ev ev
dola ıp gebeleri kontrol eder, gerekli ölçümleri yaparak kaydederdi. Bir ba ka hem ire ise
köyde kurulan poliklinikte babamla beraber kalarak ona yardım ederdi. Muayeneler çoklukla
bir okulda veya köy odasında yapılırdı. Tatil günlerimde bende arabaya atlar onlarla beraber
giderdim. Kısa bir anda o küçücük oda tıklım tıklım dolar, havası deh et verici bir ekilde
a ırla ır, seyrek yıkanan vücut ve sık kirlenen çama ırlardan yayılan ter kokularından nefes
alacak hal kalmazdı.

te o günde tam bir köye gidilece i sırada kar ıdan tozu dumana katarak gelen dört be siyah
limuzin görüldü. çinden çıkanlar bütün kapıları tuttuktan sonra bu defa arabanın birinden
Atatürk indi, babamla beraber içeri girdiler. Hastane gezdirildikten sonra en fazla on be
dakikada o üstün zekası ile anlatılanları hemen kavramı , i olup bitmi ti. Bundan sonra
sadece babamın Amerika'dan dönerken gördü ü ülkelerden onun sordu u sorulara cevap
vermekle geçmi , anlattıklarını büyük bir ilgi ile dinlemi ti. Daha sonra babamın anı defterine
a a ıda ki satırları yazdı.

"Etimesgut Sıhhat merkezini gezdim, Kiymetli direktörü C. Or'un verdi i malumat ve


izahattan çok memnun oldum. Modern çalı malarının eyi neticeler verece ini kanaatla
gördüm."

K. Atatürk

21 Mart 2003, Profesör Dr. Ahmet Nur OR* (Dr. Cemalettin Or'un o lu)

*17 Kasım 1929'da Kırklareli'nin Vize ilçesinde do du. lkokulu Etimesgut lkokulu'nda
tamamladı. Ankara Kolejini bitirdikten sonra 1953 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
'ni bitirdi. Askerli ini tamamladıktan sonra 1955 yılında Asistan Doktor oldu. 1959 yılında
Dermatoloji ve Veneroloji uzmanı oldu. ngiltere'de 1962'de Doçent, 1971'de Profesör oldu.
Amerika ve ngiltere 'de üniversite hastanelerinde görev yaptı. Evli ve iki çocuk babası olup
halen Ankara Balgat 'ta ikamet etmektedir.

Kaynak : Atatürk ve Etimesgut, Ankara Ticaret Odası Yayınları, Ankara 2003

Etimesgut:

Etimesgut adının kayna ı; lk yerle im yeri Ahi Mesud Çiftli ine yakın olu undan dolayı
kurulan örnek nahiye bu isimle anılmı tır. 2 A ustos 1930 tarihinde adı "Etimesut" olarak
de i tirilen Ahi Mesud nahiyesi Yüce Önder Atatürk'ün 29 Kasım 1937 tarihinde Numune
Sıhhat Merkezini ziyaretleri sırasında hatıra defterinde belirttikleri addan hareketle 24 Aralık
1937 tarihinde "Etimesgut" olarak kabul edilmi tir. Yüce önderin yakın ilgisi ile örnek bir
yerle im yeri haline gelen Etimesgut O'na duyulan saygının bir ifadesi olarak bu ad ile anıla
gelmi tir.

79
Kurulmasına 28 Mayıs 1928 tarihinde ba lanan örnek nahiye aradan geçen iki yıl içinde
gerçek anlamıyla örnek bir yerle im yeri haline gelmi tir. Yapılanlar nahiyeyi çevrede bir ilgi
merkezine dönü türmü tür. Bozkırın ortasında ye illiklerle bürünmü , modern bir yerle im
yeri olan Etimesgut genç Cumhuriyetin dü ündü ünü gerçekle tirdi i bir örnektir. Burası
yapılacak daha nice i ler için bir esin kayna ıdır.

Örnek nahiyeyi anlatan yazarlardan Selahattin Kandemir Türkiye seyahatnamesi-Ankara


vilayeti adlı eserinde 1932 öncesinde Etimesgut'u u ekilde tanıtır:

"Ankara'ya ilk defa gelen bir yolcu için, Eski ehir'den sonra demiryolunun geçti i çıplak
arazi, bu bölge hakkında pek de iyi bir izlenim vermez. Fakat Eti Mesut istasyonuna gelince
manzara birdenbire de i ir. Bu ıssız, kimsesiz görünen geni stepler ortasında böyle mamur
ve yepyeni bir köy insanı hayrete dü ürür. te burası imdiki Ankara'nın batı kapısıdır. Ve
her yolcu, bu geni ve yüksek kapıdan geçerken Cumhuriyet neslinin yapmı oldu u büyük
eserler önünde bir kere daha hürmetle e ilir. Dünkü hayat ile bugünkü arasındaki farkı bütün
canlılı ı ile gösteren bu yeni in aatlar, evler, mektep, hükümet dairesi, hal, istasyon vs
etrafında yemye il bir saha görünür." (Kandemir, 1932)

Ernest Mamboury ise Guide Touristiqe adlı kitabında (1933) örnek köyü öyle anlatmaktadır.
"Model köy Eti Mesud verimli Engürü ovasını çevreleyen tepelerin kuzey yamacında yer alan
sevimli evleriyle göze çarpar. Ovayı katederken geçmi te bakımsız bırakılmı bu geni
toprakları sulamak ve düzenlemek amacıyla ba latılmı sulama çalı maları dikkati çeker. Bu
örnek köy Cumhuriyetin yenilikçi ruhunun ba arıları arasındadır. Burada her ey moderndir;
konutlar, ahırlar, yeni yapılar, kültür binaları vs."

Örnek Köy Neden Kuruldu?

Kurtulu sava ını izleyen yıllarda yurdumuzun birçok yerinde oldu u gibi yoksulluk ve
yorgunluk Etimesgut'a da hâkimdi. Genç nüfus sava larda ölmü , toprak bakımsız kalmı ,
hastalıklar yaygınla mı , bataklıklar içinde kalmı bir köy. Bu köyün kaderi tıpkı yurdumuzun
kaderi gibi Atatürk'ün elinde de i ecek ve uzun yıllardır devam eden bitmi lik, yıkılmı lık
yerini umuda, sevince bırakacaktır. Ulu önderimizin gelecek ku aklar için belirledi i "muasır
medeniyetin üstüne çıkma" ülküsüne ula ma inancının Etimesgut'da nasıl gerçe e
dönü tü ünü izleyen satırlarda okuyaca ız.

Örnek köy kurulmasının temelinde yatan dü ünceler:

Türk Milleti'ni ça da uygarlık düzeyine ula tırmanın yolunun ekonomik ba ımsızlıktan


geçti i yakla ımını benimseyen ba ta Atatürk olmak üzere Cumhuriyet yönetimi; yurtta
asayi ve güveni sa layarak, iç ve dı barı ortamı içinde, ülkenin var olan ekonomik
kaynaklarını seferber etme yolunu seçmi tir. Bu nedenle 1923–1929 döneminde, Türkiye
ekonomisinin en önemli, hatta tek servet kayna ı tarımın geli tirilmesine özel bir önem
verilmi tir (Kayıran, 1988).

Atatürk her yönüyle kalkınmı , bayındır bir ülke meydana getirmek istiyordu. Köy ve buna
ba lı olarak tarımsal geli im yapılmak istenen de i imin a ırlık noktalarından birini
olu turmaktaydı. 1920'li yıllarda Türkiye nüfusunun yüzde sekseninin tarımla geçimini
sa ladı ı göz önüne alınırsa Atatürk'ün niçin köy ve köylünün kalkınmasına büyük önem

80
verdi i anla ılabilir. Ülkenin ekonomik ba ımsızlı ı tarımsal alandaki geli meye ba lıdır
(Çetin, 1997).

Atatürk'ün köy ve köylünün kalkınması ve bunun sonucu olarak ekonomik kalkınma için bir
itici güç olu turma dü üncesi bütüncül bir yakla ımla e itimden, sa lı a, tarımsal araçların
sa lanmasından, ula ıma kadar çok yönlü olarak köyün yeniden yapılandırılmasında kendisini
göstermi tir.

Yapılan çalı malar 17 ubat 1923 yılında toplanan zmir ktisat Kongresi ile ba lar. Kongrede
tarımsal alanda geli meyi sa lamak temelinde köylülerle ilgili kararlar alınmı tır. 1925
yılında a arın kaldırılması kongrede alınmı kararlara dayanmaktadır. Bir ba ka önemli adım
köy kanunun çıkartılmasıdır (1924). Köy kanunu köyün yeniden yapılandırılmasını amaçlar.
Doksan yedi maddeden olu an bu kanunda; köyün tanımı, sınırları, imarı, yolların yapımı,
evlerin planı, sa lık, e itim gibi çe itli konular ele alınmı tır. Kanunla yıllarca ihmal edilen
köylüleri Cumhuriyet yönetiminin ça da uygarlık seviyesinin üzerine çıkarma iste i dikkati
çekmektedir. Kanun uygulandı ında Cumhuriyetin örnek köy modeli de ortaya çıkmaktadır
(Çetin, 1997).

Kanunun uygulanması sonucu birçok bataklık kurutuldu. Köye tarım ve sa lık hizmetleri
götürüldü. Çok sınırlı sayıda da olsa köy kütüphaneleri kuruldu. Bazı köylere posta ve telefon
te kilatı kuruldu. Verimsiz tarlalarda ıslah çalı maları yapıldı. A açlandırmaya büyük önem
verilerek 1924–1933 yılları arasında köy sınırları içinde 1.821.900 a aç dikildi. Yapılanlara
ra men köy kanunu tam anlamıyla ba arıya ula amamı tır. Bunun temel nedenleri arasında
Dünya ekonomik bunalımı, köylerdeki okuryazar oranlarının çok dü ük olması, yerle ik a a
düzeni ve köylülerin maddi olanaklarının yetersizli i sayılabilir.

Köy kanunu köyün yeniden yapılandırılmasını öngörmü tür. Bu yönde yapılacak


düzenlemelerin önemli bir yanı köy hayatını zenginle tirmek ve köylüyü daha verimli hale
getirmekti. lenmemi toprakları modern tarım alet ve yöntemleriyle i lemek en ba ta gelen
hedefler arasındaydı. Yeni kurulan devlet ekonomik kalkınma için tarımın geli tirilmesini bir
zorunluluk olarak görmekteydi. Köylüye tarımın geli tirilmesi yönünde bilgilendirme ve yeni
beceriler kazandırma yoluna gidildi. Bu noktada yüce önder birçok alanda oldu u gibi bu
konuda da Türk insanına liderlik yapmı tır. Kurdu u çiftliklerde yaptı ı örnek çalı malarla
köylüye topra ın nasıl i lenece ini, hayvanlardan nasıl yüksek verim alınaca ını göstermi tir.
Büyük bölümü Etimesgut sınırları içinde kalan Atatürk Orman Çiftli i bu uygulama
sahalarından birisidir. Etimesgut’da kurdurdu u örnek köy ba lamında Atatürk'ün çorak ve
bataklık bir alanı dönü türme kararlılı ı üzerinde durmak gereklidir.

Yapılan i ler Türkiye'yi bayındır bir ülke haline getirmek içindi. Bu yolda nice çetin
mücadeleler verilmi tir. Falih Rıfkı Atay Atatürk'ün bu u urda yaptı ı çalı maları "yaratıcı bir
karar eseridir" diye niteler. Atatürk'ün kendisi yapılması dü ünülen de i ikliklerin
uygulayıcısı olarak milletine örnek olmu tur. Bu anlamda Atatürk Orman Çiftli inin
kurulması ve Etimesgut’da yapılanlar Atatürk'ün fikrindeki yeni ülke ve millet için örnek
olu turmaktaydı.

"1925 senesi baharında idi. Bir gün Büyük ef, memleketin tanınmı ziraatçılarından bir
grubu ça ırttı, onlara a açsız ve çorak Ankara'nın yanı ba ında büyük bir çiftlik için yer
aramalarını emretti. Çiftlik yeri için uzun boylu dola maya ve Ankara'nın çevresinde ba ka
ba ka tabiat hususiyetleri aramaya gerek görülmemi ti. Sebep basitti. Kıraç bir bozkırın

81
ortasında bir orta ça ehri. A aç yok, su yok, hiçbir ey yok.. Böyle bir noktada hazırlanmı
ve müsait artlar ta ıyan yerler nasıl bulunabilir?" (Devlet,1939, s. 11).

Atatürk Orman Çiftli i'nin yerinin seçilmesi sırasında, uzmanların olumsuz raporlarına
ra men, kıraç ve bataklık bir arazide bu çiftli in kurulması ve geli tirilmesi de anlamlıdır.
Ankara'daki çiftlik arazisi hakkında, Tarım Bakanlı ı yabancı uzmanlarından Schmid," Bu,
öyle bir te ebbüstür ki, elveri siz toprak ve iklim artları altında ya sabır tükenir yahut para."
demi tir.

Atatürk'ün bu duruma ili kin dü üncesini özetleyen u satırlar anlamlıdır. Türkiye'nin en


verimsiz yerlerinde bile, insan iradesinin, istedi ini elde edece ini ispat etmek lazımdı. Çünkü
bu takdirde, topra ın verimsizli i hikâyesi tasfiye edildi i gibi, verimlilik veya verimsizli in
topra a yani maddeye ait olmayıp insan iradesine ve burada Türk insanının iradesine ait bir
vasıf oldu u meydana konmu olacaktı ( Devlet, 1939).

Zorluklarla mücadele içinde olu an bir karakterin imkânsız diye gösterilen çalı malara
giri mesi O'nun do asının bir gere idir. Yüce önder bu mücadeleye de atılmak için
duraksamaz.

Falih Rıfkı Atay "Atatürk'ün büyük kararlan vardır. Bu kararlar kar ısında birçok iradeler
durakalmı tır. 19 Mayıs, Sakarya, Dumlupınar, nihayet ayrı ayrı bütün inkılâplar hep böyle
ikinci sınıf azimleri donduran kararlardır" diyerek ba ladı ı yazısında ortaya konan eserlerin
Atatürk'ün sarsılmaz iradesinin sonucu oldu unu belirtir.

Güzel ve verimli topraklar üzerinde müspet ziraat tecrübeleri yapmak, Atatürk için ne ki isel
bakımdan cazip olabilirdi nede nesnel açıdan. Ki isel bakımdan cazip olmazdı, çünkü Atatürk
kolaydan nefret etmi tir. Kıraç bir bozkırın ortasında bir orta ça ehri. A aç yok, su yok,
hiçbir ey yok (Devlet, 1939, s. 11). Bu manzarayı ne olursa olsun de i tirmek gereklidir.

Mustafa Kemal Atatürk (Etimesgut'un da içinde yer aldı ı) Ankara, Yalova, Silifke, Dörtyol
ve Tarsus' ta kurdu u örnek çiftliklerde traktör üstüne binerek tarım yapmı , çiftlik ürünlerini
çevreye da ıtmı ve kom u çiftliklerin birle erek kooperatifler kurulmasını te vik etmi tir. Bu
çiftliklerde yapılan hizmetler arasında yerli ve yabancı birçok hayvan ırkları üzerinde yapılan
incelemeler, tohum ıslahı çalı maları, tarım araç ve gereçlerinin kullanımı, tamiri, yeniden
yapılması, arazi ıslah ve düzenlemesi, iç ve dı pazarlarla sıkı ili kiler kurulması, halkın
dinlenebilece i bir yer olması, temiz gıda üretimi vb. sayılabilir. Atatürk çiftlikleri her
yönüyle bir laboratuar i levi görmü ve Türk tarımının geli mesinde önemli bir rol
oynamı tır.

"Atatürk tutulacak yolu her fırsatta bize göstermi ve bizzat ziraatla u ra arak övünülecek
eserler meydana getirmi tir. Bugün millete hediye etmi oldukları çiftlikler en az müsait iklim
artları içinde bile teknikle, sebatla çalı manın ne büyük neticeler verebilece ini bütün
memlekete fiilen gösteren fikir ve emek abideleridir." bu sözler Atatürk'ün silah
arkada larından ve üçüncü Cumhurba kanımız Celal Bayar'a aittir. (Devlet, 1939).

"12 sene evvel herkes bütün ufuklara do ru sarı, yalçın ve kısır uzanıp giden bu toprak çölü
kar ısında yarı ümitsiz dü ünürken O, ehrin yanı ba ında sulak ve a açlık bir ziraat
mamuresi yapma a karar verdi. imdi manzarasında, Eski ehir'den Anadolu'nun ark
sınırlarına kadar giden vatan parçasının ye il hayalini gördü ümüz çiftlik sadece uzun bir
emek de il, yaratıcı bir karar eseridir. Atatürk onu hükümete hediye etmekle ziraat

82
inkılâpçılarını vazifeye ça ırıyor; bu ziraat mamuresinin hudutlarını memleketin ark, garp,
imal ve cenup bütün sınırlarına kadar geni letmek... Bütün zahmetlerini O çekti;
nimetlerinden biz istifade edece iz. Türkiye bir zamanlar zahmetine tek ba ına katlandı ı bir
mücadelenin böyle bir nimeti de il midir? Atatürk'e sadece onu övmek, eserini korumakla
de il, i aretinin manasını anlayarak, ona az zamanda bütün memleketi bir ziraat mamuresi
halinde göstermekle borcumuzu ödeyebiliriz." (F.R.Atay, 1933).

Mustafa Kemal Atatürk 11 Temmuz 1937 tarihinde Ba vekâlete yazdı ı bir yazı ile çiftlikleri
millete ba ı lamı tır.

Atatürk'ün hazineye ba ı ladı ı çiftlikler unlardır:

Ankara'da Ya mur Baba, Balgat, Macun, Güvercinlik, Tahar, Etimesgut, Çakırlar


çiftliklerinden olu mu Orman Çiftli i, Yalova, Millet ve Baltacı çiftli i Mustafa Kemal'in 13
yıl devam eden u ra ı ile meydana getirilen, toplam alanı 154 729 dönüm olan bu çiftlikler,
bütün tesisat, hayvanat ve demirba ları ile hazineye devredilmi tir.(KAYIRAN,1988).

Atatürk Orman Çiftli inde yapılan çalı malarla ula ılan sonuçlar bu yolda yapılacaklara güç
kazandırmı tır. Aynı iklim ve toprak yapısı içinde bulunan Etimesgut’da yapılanlar Orman
Çiftli inde yapılanlarla aynı do rultudadır.

Kurtulu sava ı sırasında özellikle i gale u rayarak yanmı ya malanmı köyler


bulunmaktaydı. Sava sonrasında çok sınırlı olanaklarla da olsa bu köylerin yeniden imarının
gerçekle tirilmesi gerekiyordu. Bunun dı ında sava sonrası gelen göçmenlerin yerle tirilmesi
zorunluydu. Buna örnek olarak göçmenler için Etimesgut’da in a edilecek köylerin pazarlıkla
yaptırılması kararı alınmı tı. Numune köy olarak belirlenen Ahi Mes'ud çiftli indeki evlerin
onarımı, köye yerle tirilecek göçmenlerin su ihtiyacını kar ılamak amacıyla 2500 metre
uzaklıktan köye borularla su ta ınması için 18,802 lira 19 kuru luk harcama yapılması
kararla tırılmı tı. Devlet köy kanununda tasvir etti i ideal köy tipini, yeniden imar edilen bu
köylerde uygulayabilirdi. Bu amaçla özellikle Eski ehir-Ankara hattı üzerinde "numune
köyler" kurulmasına karar verilmi tir. Yah ihan'dan Eski ehir'e kadar olan bu bölgedeki bo
arazilere kurulan numune köylere muhacirler yerle tirildi. Devlet 1.480.684 lira bütçe
ayırarak Antalya, Samsun, zmir, Bilecik, Cebelibereket, Mersin, Manisa ve Ankara'da 69
adet numune köy yaptı (Ziya, 1933).

Atatürk'ün her yönüyle bayındır, kalkınmı bir ülke meydana getirme iradesi örnek köyün
kurulmasında da kendisini göstermi tir. Köyde yapılacaklar her bakımdan örnek olmalıdır.
Köyün imarı, suyu, elektri i, sosyal tesisleri, tarımsal faaliyetleri, sa lık, e itim ve ula ım
olanakları ile di er köylere de örnek olmalıydı.

Etimesgut yüce önderin dü ündü ü ideal tip köylerin bir örne idir. Köyde yapılanlar O'nun
uygar bir ülke yaratma dü üncesinin uygulamalarından sayılabilir.

Etimesgut imarlı ve planlıdır. Elektrik kullanılarak aydınlatılmaktadır. Hastanesi, yatılı okulu,


çar ısı, postanesi, oteli, hamamı, çama ırhanesi, hükümet binası ile köylünün bütün
ihtiyaçlarının kar ılanması amaçlanmı tır. Tarımsal konularda köylüyü bilinçlendirmek ve
gerekli tarımsal aletleri köylüye sa lamak üzere ziraat teknisyenli i bulunmaktadır. Sulh
hukuk hâkimi, doktor, ö retmen, hem ire, ziraat teknisyeni hizmet vermektedir.

83
Atatürk'ün ça da uygarlık düzeyine ula ma iradesi ve bu yöndeki çabaları ürünlerini
vermeye ba lamı tı. Kurulan örnek köyler bu ürünler arasında gösterilebilir.

Kaynak: www.etimesgut.bel.tr

Milletin Babasısın, Sana Haram Olmaz

Etimes ut Köyü kurulmu ve buraya Rumeli göçmenleri yerle tirilmi ti. Bir gün Gazi
Mustafa Kemal Pa a’ya özel binanın bazı tesisatını incelemek üzere beraberlerinde bu köye
varmı tık. Köylüler, kadınlar büyük adamın etrafını aldılar, dert yandılar. Ba larında
yetmi lik bir nine kadın öyle diyordu:

“Pa a Efendi, alı kanlık bu ya; Köy evlerinin yanı ba ında davarını, öteberisini koyacak bir
yer lazımdır. Harman yerleri biraz uzak da olsa zarar etmez. Yer de yok de il, Allah bol arazi
vermi ükür. Emret de, bu yerleri bize ayırsınlar.”

Gazi, gereken emirleri ilgililere verdi ve bu koca ninenin yanına yakla tı. Kalın bir yemeni ile
örtülü saçlarını ve yüzünü ok adı ve:

“Güzel nine, nurlu yüzünü aç da güne ı ık alsın. Hem bu, kalın örtü sa lıklı de ildir.” htiyar
köylü kadın, yüzünü ve saçlarını örten kalın bezi çıkardı:

“Milletin babasısın, sana haram olmaz. Gel ben de senin güzel yüzünü öpeyim” diyerek
Gazi’yi öptü, a ladı ve bizleri de a lattı.

(Asaf lbay’dan alınmı tır.)1

1 Kemal Arıburnu, Atatürk’ten Anılar, Türkiye Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1976. s.
299

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

Dil Devrimi

Arap harflerini atıp Latin alfabesini kabul edince, yeni yazı ister istemez dil meselesini de
beraberinde gündeme getirdi ini belirten Falih Rıfkı Atay, dil konusundaki anılarına öyle
devam eder:

“Gerçekten de alfabe i i Gazi için ba langıçta sadece bir yazı i iydi. Ne var ki artık Osmanlıca
yeni yazı içinde ya ayamazdı. Örne in Arap kelimeleri yeni yazıda ki ili ini kaybediyor onun
yerini ise, kolaylı ıyla Türkçe ve Türkçele mi kelimeler alıyordu. Böylece yeni bir imla
lügatı gerekti. e ba layınca gördük ki zengin sandı ımız Osmanlıca da üstelik fakirdir.

84
te o günlerde gün ı ı ına çıkan gerçek u olmu tu. Yarısı Arapça, yarısı Farsça, yarısı da
Frenkçe bir dille bir millet, millet olamazdı! Tarihte zaten dilini kaybetmi hangi millet ben
varım diyebilmi ki?

Dil konusunda sofrada iki gurup ortaya çıkmı tı. Biri Türkçülerdi ki onlardan biri bendim. Biz
me rutiyetin ilk yıllarından beri zaten Arapça ve Farsça kurallara ihtiyacı olmayan Türkçemiz
olaca ı inancındaydık. Bir de a ırılar vardı ki onların fikri de hiçbir yabancı söze dilimizin
ihtiyacı bulunmadı ıydı.

Gazi her iki tarafı da so ukkanlı ve tela sız sabrıyla dinliyordu. Ama bu i te en iyi sonucu
almaya çalı mak da Gazi’nin özelli iydi. Dil i inde en iyi neticeyi almak için, o bir süre
özle mecilerle birle ti. Böylece dil sorunu çıkmaz bir noktaya vardı. Ne var ki taramalar,
Asya lehçeleri hepsi birer birer artık meydana çıkmı neyimiz var neyimiz yok hepsini
görmü , anlamı tık.

Bir ak am sofra öncesi henüz ortalıkta kimselere yokken Gazi:

-‘Yana bana do ru, varımız yo umuz i te meydanda. Bir çıkmaza da girmi izdir. Ama
bırakılır mı bu dil çıkmazda? Hayır, öyleyse yapılacak olanı yine biz yapaca ız’ dedi.

Ama gerçek de oydu ki; eski yürüyü ümüzle yarım asırda ba araca ımızı artık elde etmi tik.
Osmanlıca gömülüp gitti.

in içinde iken ben bile ne kadar isyan ederdim. Aradan uzun yıllar geçtikten sonra o çapta
bir devrimciyle, bizim çapta reformcular arasındaki farkı imdi ne kadar iyi görüyorum.”

1 Falih Rıfkı Atay, (1894–1971), Gazeteci, Yazar, Milletvekili.

2 Hikmet Bil, Atatürk’ün Sofrasında, Uncu yayınları, stanbul 1981, s. 135-136

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

ATATÜRK, B R OTUZ A USTOS SABAHI TEBR KLER N KABUL ETT


M SAF RLER NE NELER SÖYLEM T ?

Ercüment Ekrem Talû'nun bir hatırası

29 A ustos 1928...

Dolmabahçe Sarayı'nın üst katındaki büyük salonun, sofra ba ındayız. Meclis fazla kalabalık
de il, Ebedî ef o geceki dâvetlilerini önce kütüphanesinde kabul etmi , birkaç gündür kendi
kendine devam etti i fikrî mesaiye dair onlara malûmat vermi ti.

85
Büyük efi o sırada i gal eden mesele harf inkılâbı idi. Arap alfabesinin arzeyledi i
güçlüklerle Türk irfan hayatında bir inkılâp yapmaya, Türk kültürünü ileri götürmeye ve
yaymaya imkân göremiyordu. Bunun için bir çare arıyor, kendi kendine denemeler yapıyordu.

Birer birer bu husustaki nâçiz dü üncelerimizi sormak ve ne kadar kıymetsiz de olsa dinlemek
lûtfunda bulundu.

Derken sofraya geçtik. Orada da aynı mübahase devam etti. Lehte de aleyhte de söylenenler
vardı. O, müstesna dehâsının yüce kudretiyle ve e siz mantı ının kudret ve vaizli iyle
davasını müdafaa ediyordu. Harf inkılâbının en çetin muarızlarını ikna ediyordu.

Bu câzip mübahase saatlerce ve hep aynı hararetle devam etti. Nihayet, tasavvur edilen
inkılâbın lûzumunda herkes ittifak etmi , bunun ekli o gece hemen hemen kararla mı tı.

Artık sabah oluyordu. Salonun denize bakan pencerelerinden ilk afak hüzmeleri içeri
süzülmeye ba lamı , kar ı yamaçlar peyderpey belirmekte idi.

Onun hatırasını tarihe bizzat maletti i 30 A ustos güne i memleket ufuklarında bütün
parlaklı ıyla yedinci defa do uyordu.

Ebedî efin dâvetlileri birer birer sofradan kalktılar, tâzimle yanına yakla arak mübarek
ellerini öpmek üzere müsaade istediler.

- Hayrola? dedi, gidiyor musunuz?

- Hayır; gidece imizden de il, efendimiz bugün Zafer Bayramıdır. O erefli zaferi Türk
milletine kazandıran yüce ba bu a tebriklerimizi arzetmek istiyoruz.

Ebedî ef hemen aya a kalktı... Çelik bakı lı gözleri bir an için, tarihin enginlerine dahar gibi
oldu... Hafif sislendi... Sonra etrafında bir tâzim halkası çeviren misafirlerine dedi ki:

- Arkada larım! Te ekkür ederim. Tebriklerinizi 30 A ustos zaferinin hakikî âmilleri bulunan
Türk kumandan, zabit, küçük zabit ve erlerinin mübeccel adlarına kabul ediyorum.

Ne yazık ki o gün, orada sonsuz vatan ve istiklâl a kı ile aslan gibi harbedip, mukaddes
yurdun âtisini kanlarıyla tarsin eden mübarek ehit ve gazilerimizin adlarını ye ân ye ân
belliyerek tesbit edemedik. Lâkin onların, kül halinde, gelecek nesillerin hayranlı ına ve
tebciline hak kazanmı bir mü terek adı vardır: Türk Ordusu.

Bugün kutlamak kadir inaslı ında bulundu umuz büyük zafer münhasıran onundur! Türk
ordusu ve Türk milleti varolsun!

Tarihin en büyük adamının bu sözlerini hepimiz hu u ile ve heyecanla dinleyerek,


hafızalarımıza nak etmeye çalı ırken, açık pencereden salona süzülen ve mübarek
Anadolu'nun da larından kopup gelen hafif sabah rüzgârı, onun asîl alnına yurdun tebriklerini
bir buse halinde konduruyordu.

Kaynak: 30 A USTOS HATIRALARI, Dizgi-Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın


ve Yayıncılık A. . Baskı: Ça da Matbaacılık ve Yayıncılık Ltd. ti. A ustos 2000 Nurer
U URLU ba kanlı ında bir kurul tarafından hazırlanmı tır.

86
Atatürk’e Hakaret Eden Köylü

Atatürk’e hakaretten sanık bir köylü hakkında soru turma yapılıyordu. Durumu Atatürk’e arz
ettiler:

-“Mahkemeye veriyoruz, size küfür etmi .”

Atatürk sordu:

-“Ben ne yapmı ım ona?” Dosyayı inceleyenler açıkladılar:

-“Gazete kâ ıdı ile sardı ı sigarayı yakarken kâ ıt tutu mu da ondan.” Bunu söyleyen
milletvekiline Atatürk sorar:

-“Siz hiç gazete kâ ıdı ile sigara içtiniz mi?”

-“ Hayır...”

-“Ben Trablus’tayken içmi tim, bilirim. Pek berbat eydi. Köylü bana az küfür etmi . Siz
bunun için mahkemeye verece inize, ona insan gibi sigara içmeyi sa layınız!”

(Bu anıyı ükrü Kaya’dan Hikmet Feridun Es nakletmi tir.)1

1 Tahsin Öztin, Mustafa Kemal’den Atatürk’e, Hür Yayınları, stanbul 1981. s.141

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

TÜRK ANASI

Sabiha Gökçen anlatıyor:

Benim için çok mutlu olan bir gecenin sabahı Atatürk’le tekrar çiftli e gittik. Yanılmıyorsam
bir tatil günü idi... Dola ıp hava alırken oldukça ya lı bir köylü kadına rastladık yolda.
Yorgun bir hali vardı. Atlarımızı durdurduk. Daha önceleri de belirtti im gibi, Atatürk bizim
insanlarımızla, halkımızla konu maktan, onlarla sohbet etmekten çok büyük zevk alırdı. Hatta
bazen sırf bu dü ünce ile ülkeyi öyle bir ba tan bir ba a taradı ına bile ahit olmu umdur.

87
Ya lıca köylü kadın kan ter içindeydi. Belli ki epey yol tepmi ti. Ya ını tam kestirmeye
olanak yoktu. Yalnız yüzündeki derin çizgiler, ıstıraplı günler ya amı oldu unu ortaya
koyuyordu. Cildinin kırı ıklı ı yanında esmerli i, güne ten kavrulmu oldu u da gözden
kaçmıyordu. Büyük bir yükü sırtında ta ıyan insanlara öz bir hali vardı. Elindeki de ne e
yaslanarak öyle bir do rulup bize baktı. “Sanki beni ba tan aya a süzecek ne var?” dermi
gibi.

Atatürk attan inerek bu ihtiyar kadının yanına sokuldu:

-"Merhaba nine."

Kadın Ata'nın yüzüne bakarak hafif bir sesle;

-"Merhaba dedi."

-"Nereden gelip nereye gidiyorsun?"

Kadın öyle bir duralayıp,

-"Neden sordun ki, dedi. Yoksa buraların saabısı mısın, bekçisi mi?"

Pa a gülümsedi.

-"Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine. Bu topraklar Türk milletinin malıdır. Buranın bekçisi
de Türk milletinin kendisidir. imdi nereden gelip nereye gitti ini söyleyecek misin?" Kadın
ba ını salladı.

-"Tabii söyleyece im, ben Sincan'ın köylerindenim bey, otun güç bitti i, atın geç yeti di i,
kavruk köylerinden birindeyim. Bizim muhtar bana bilet aldı trene bindirdi, kodum Angara'ya
geldim."

-"Muhtar niçin Ankara'ya gönderdi seni?"

-"Gazi Pa a’mızı görmem için. Ba ını pek a rıttım da... Benim iki o lum gavur harbinde ehit
dü tü. Memleketi gavurdan kurtaran ki iyi bir kez görmeden ölmeyeyim diye hep dua ettim
durdum. Rüyalarıma girdi Gazi Pa a. Bende gün demeyip mıhtara anlatınca, o da bana bilet
alıverip saldı Angara'ya, giceleyin geldimdi. Yolu neyi de bilemedi imden i te a amdan
belli böyle kendimi ordan oraya vurup duruyom bey..."

-"Senin Gazi Pa a'dan ba ka bir iste in var mı?"

Kadının birden yüzü sertle ti.

-"Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki... O bizim Vatanımızı gurtardı. Bizi
dü manın elinden kurtardı. ehitlerimizin mezarlarını onlara çi netmedi daha ne isteyebilirim
ondan? Onun sayesinde imdi istedi imiz gibi ya ıyoruz. unun bunun gavur dölünün köpe i
olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı? Buralara bir defa yüzünü görmek, ona sa ol
Pa am! Demek için dü tüm. Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek. Sen efendi bir
adama benziyon, bana bir yardım ediver de Gazi Pa a'yı bulaca ım yeri deyiver."

88
Atatürk'ün gözleri dolu dolu olmu tu, çok duygulandı ı her halinden belliydi.

Bana dönerek,

-"Görüyorsun ya Gökçen", dedi

-" te bu bizim insanımızdır..." "Benim köylüm, benim vefalı Türk anamdır bu!"

Attan indim ben de. Ya lı kadının elini tuttum anacı ım dedim, sen gökte aradı ını yerde
buldun, rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar ko turan Gazi Pa a yani Atatürk i te kar ında
duruyor. Köylü kadın bu sözleri duyunca a kına döndü. Elindeki de ne i yere fırlatıp,
Atatürk'ün ellerine sarıldı. Görülecek bir manzaraydı bu. kisi de a lıyordu. ki Türk insanı
biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana o ul gibi sarma dola a lıyorlardı. Ya lı kadın belki on defa
öptü atanın ellerini. Ata da onun ellerini öptü. Sonra heybesinden küçük bir paket çıkarttı.
Daha do rusu beze sarılmı bir köy peyniri. Bunu Atatürk'e uzattı;

-"Tek ine imim sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Pa a, bunu sana hediye getirdim.
Seversen gene yapıp getiririm."

Pa a hemen orada bezi açıp peyniri yedi. Çok be endi ini söyledi. Sonra birlikte kö ke kadar
gittik.

Oradakilere u emri verdi;

-"Bu anamızı alın burada iki gün konuk edin. Sonra köyüne götürün. Giderken de kendisine
üç inek verin benim arma anım olsun."

Sabiha Gökçen

Kaynak: Atatürk’le Bir Ömür, Sabiha Gökçen, Anıları Kaleme Alan: Oktay Verel, Altın
Kitaplar, 2. Basım, ISBN: 975-405-511-4. Sayfa:150-152

Gönlümüm "Gazi"si ve Mustafa Kemal

Atatürk, o zamanlar henüz Gazi Mustafa Kemal Pa a'dır. Bir gün Çankaya yakınlarında
gezindi i sırada bir köy kulübesi görür. Yaverine:

-"Acaba içeride kimse var mı dır? Bir kahve içebilir miyiz?" der.

htiyar bir adamca ız kapıyı açar. Tanrı misafirine bo sediri gösterir. Biraz ho be ten sonra
Atatürk:

-"Ne yaparsın, ne i le geçinirsin? Kimin kimsen var mıdır? diye sorar.

89
-"Bir iki tarlamız var. Bu ba da bizim. Çoluk çocuk geçinip gidiyoruz. Allah Gazi Pa a'yı
eksik etmesinde...

-"Gazi Pa a'yı tanır mısın sen?"

-"Nasıl tanımam? Pehlivan gibi boylu boslu (kulübenin tavanını göstererek) ma allah hani
buraya sı maz... Sakalı da gö süne kadar... Kıvır kıvır yi it bıyıklı..."

Atatürk yaverine e ilerek usulca

-"Sakın düzeltmeye kalkma... htiyarın hayalini bozmıyalım" demi

Köylüyü bir masal devini andıran kendi Gazisi ile bırakıp çıkmı lar.

Kaynak: Falih Rıfkı Atay, Mustafa Kemal'in Mütareke Defteri, Pozitif Yayınları, Kasım
2008. ISBN: 978-975-6461. Sayfa:116-117

1927 yılı sonbaharı, Bursa

1927 yılı sonbaharı idi. Yine Bursa'ya gelmi ti. Birkaç gün dinlendikten sonra "Nutuk"unu
okumak üzere Ankara'ya dönüyordu. U urlamaya Karaköy'e gitmi tik.

Be on arkada , istasyonda tren hazırlanırken kendisini dinliyorduk.

-"Bursa'ya dargın gidiyorum", dedi.

-"Yanlı bir davranı ımız mı oldu efendim?"

-"Hangi bir?"

Takılganca gülerek devam etti:

-"Geldik, banyoya girdik. So uk su iplik gibi akıyor. Sorduk, soru turduk, anladık ki kar ıki
kom u bizim suya, gece karanlı ında gizlice adam getirerek boru taktırmı , ortak çıkmı . Eh,
kom u ne denir, dedik."

Ak am sofraya oturduk. Çatallar ve bıçaklar birbirine benzemiyor. Halbuki Kö k'ün pekala


bir çatal bıçak takımı vardı. Takımın ne oldu unu sorduk. Kö ke hırsız girmi , çalmı . Tabii
bulunamamı . Bulunur mu hiç? Çoktan eritilmi , kimbilir ne yapılmı tır? Sesimizi
çıkaramadık. Ama bu kez de tam "Nutuk"u okumak için Ankara'ya giderken Bursa'nın
rutubetli havasına sesimizi çaldırdık.

90
Ne diyece imizi a ırdık. Ba larımızı önümüze e dik. Atatürk'ün inceli i imdadımıza yeti ti:

-"Üzülmeyin, polise sizleri verecek de ilim." Hep beraber gülü tük. Veda ettik, ayrıldık.

Nasuhi Baydar

Kaynak: Nasuhi Baydar, Tan Gazetesi, 10 Kasım 1946

Mustafa Kemal ve General Townshend

Birinci Dünya Sava ında, Irak’ta, ngilizlerle sava ıyorduk. Kütülemara Kalesini epey
u ra tıktan sonra Türk Ordusu ele geçirmi , içindekileri de komutanları General Townshend
ile birlikte esir etmi tik. Komutan stanbul’a getirilerek sava ın sonuna de in Heybeliada’da
gözaltı edilmi , bırakı ma olunca da yurduna dönmü tü.

Anadolu’da Kurtulu Sava ı ba ladıktan sonra General Townshend’in güney kıyılarımızdaki


limanlardan birine geldi i ve Mustafa Kemal ile görü mek istedi i bildiriliyor. Mustafa
Kemal onu Konya’da kabul ediyor, ama ikisi kar ıla ınca General a kın a kın duraklıyor ve
öyle bir konu maya yol açıyor:

-“Affedersiniz, görüyorum ki i in içinde isim benzerli inden do an bir yanlı lık var, ben sizi
ba ka bir Kemal sanmı tım.”

-“Nasıl bir Kemal?”

-“Kütülemara’da ordumla birlikte çevrilmi ken kar ı tarafta Kemal adlı çok centilmen bir
komutan vardı. Onunla dü man olmakla birlikte aynı zamanda çok da dost olmu tuk. Bu i in
ba ına onun geçti ini sandım da...”

-“Onunla dost oldu unuz gibi benimle de dost olabilirsiniz. Buyurun, oturun.” General
oturur. ki asker, iki insan birbirini anlamakta gecikmezler. Biri kar ısındakinin nasıl kutsal
bir dava pe inde oldu unu, öbürü de ötekinin hala dü man durumunda olan bir devletin
generali olmakla birlikte ne denli insanca dü ündü ünü görür.

General hayran kaldı ı yeni dostuna birkaç gün konuk olduktan sonra ayrılmak için izin
isteyince Pa a öyle bir öneride bulunur:

-“Ben Ankara’ya dönece im. Orada, içlerinde sizin do rudan do ruya kendi dilinizle
konu abilece iniz kimseler de bulunan arkada larım var. ster misiniz birlikte gidelim?
Onlarla da tanı mı olursunuz.”

Ankara’ya dönüyorlar. General orada yeni tanıdıklar ediniyor. Yurduna dönmek üzere
vedala ırken Pa a ona soruyor:

91
-“Arkada larımı nasıl buldunuz?”

-“Çok centilmen insanlar, ancak korkarım ki içlerinde sizi benim anladı ım ölçüde henüz
anlamamı olanlar vardır.”

Pa anın kar ılı ı u olmu :

-“Bunu biliyordum. Fakat bu halin size de sezdirilecek bir derecede oldu unu imdi anlamı
oluyorum.”1

1 Mehmet Ali A akay, Atatürk’ten 20 Anı, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1963. s. 24-
25

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

Gazi Köpekleri Çok Severdi

Gazi Mustafa Kemal Pa a, atları sevdi i kadar, ama belki de ondan da çok köpeklerini
seviyordu. Gerçi tüm hayvanlara kar ı sevgisi vardı ama köpeklerinin onun ya amındaki yeri
apayrıydı.

Alp, Birinci Dünya Sava ı yıllarında kapısında nöbet bekleyen, efendisinden i aret almadan
içeriye kimseyi bırakmayan köpe inin adıydı. ri bir köpekti. Bulgaristan’daki
Ate emiliterli i sırasında onu almı tır. Çanakkale Sava ı sırasında da hep yanındadır.

Kurtulu sava ı sırasında da Yunan komutanlarının birinin ortada kalan Alber adlı köpe ini
sahiplenmi ti. Sarı beyaz bir av köpe iydi. Alber ölünce çok üzülmü tü. te Alber’in
ölümüne üzüntüsü daha dinmemi ken Foks, Gazi’nin köpe i olacaktı.

Foks ve Gazi

Foks cins de ildi. Ama sevimliydi ve Gazi Mustafa Kemal Pa a’nın sevgisini hemen
kazanmı tı. Artık Gazi nereye gitse onu da birlikte götürüyor, yurt gezilerinde bile ondan
ayrılmıyor. Kordiplomatik için verilen balolarda bile yanında. Çankaya’da konukları
oldu unda o da ortalarda dola ıyor. Efendisi onu o denli seviyor ki, yata ının ayakucunda
onun için yaptırdı ı bir minderde yatıyor. Foks, Gazi yata a girinceye de in onu bekliyor,
kalkınca o da kalkıyor. Aralarında gizli bir ileti im var sanki. Öylesine ki, Gaziantep’te
bulundukları sırada Foks ak am yeme ine dokunmayınca, Gazi yanındakilere:

-“Köpe e muhakkak bir eyler söylemi siniz. Onun için küsmü tür” dedi inde kimse
kaldıkları Vali Kona ı’nın a çısının yıllar sonra anlatacaklarını bilmiyordu:

-“Gazi Hazretleri Gaziantep’e geldi inde Vali Kona ında a çılık yapıyordum, Gazi’nin bir
köpe i vardı. Köpe i Gazi beraberinde gezdirirdi. Ben mutfakta yemek hazırlarken köpek

92
yanıma geldi oturdu. Köpekten ho landım. Yeme in yanına sokuldu. Sanki kontrol ediyordu.
Köpe in bu durumu canımı sıktı, öfkeyle elime kepçeyi alarak ‘ho t geberesice!’ dedim.
Köpek kalktı gitti...”

Foks da sahibine içtenlikle ba lıydı, kendince onu korurdu. Ama bir gün eski bir Osmanlı
Valisi Gazi’i görmeye geldi inde Foks’un bu koruyuculu u sahibini üzmekten de geri
kalmayacaktı. Çünkü eski Vali çalı ma odasına girdi inde Gazi’ye saygılarına sunmak için
Osmanlı usulü yerlere kadar e ildi inde, böyle bir davranı ına hiç alı ık olmayan Foks,
konu unun efendisine bir kötülük yapaca ını sanarak onun üzerine var gücüyle atlayacak ve
kaba etinden bir güzel ısıracaktı.

Bir keresinde de yine Çankaya'da sofrada bulunuldu u sırada masanın altında dola makta
olan Foks, her nedense Dr. Re it Galip’in paçasını ısırıp parçalayacaktı. Gazi, Dr. Re it
Galip’e kendi terzisine bir elbise diktirerek köpe inin bu yaramazlı ını ba ı latacaktı ama
onun bu cömertli ini görenlerden ya da i itenlerden kimileri, Çankaya’ya ça rıldıklarında,
eski pantolonları giyip gelmeye, ayaklarını masanın altından Foks’a uzatmaya ba layacaklar,
ama Foks, efendisini bir kere daha masrafa sokmayacaktı. Bu yaramazlı ının Gazi’yi
üzdü ünü anlamı tı sanki.

Gazi, Foks’u alabildi ine ımartıyordu. Kendisi ya da konukları bilardo oynarlarken masaya
sıçrayıp topları kaçırmasından tutun da, gezilerinde protokolün önünde ko masına kadar,
aklına eseni yapan bir köpek olmakta gecikmemi ti. Ama efendisi onun bu hallerine güler,
sevecenlikle kar ılardı.

Ne ki, Gazi’nin çevresindekilerden kimileri onu güldüren, ne elendiren Foks’un giderek artan
ımarıklıklarına kızmaya ba layacaklardı; kim bilir, belki de Gazi ve köpe i arasındaki bu
sevgiyi kıskananlar da vardı. Ve her nasılsa bir gün Foks, Gazi’nin elini ısırıverdi inde,
köpe in kuduz olabilece i, mutlaka gerekli testlerin hayvan üzerinde yapılması gerekti ini
koro halinde söyleyip durmaya ba ladılar. Hiç köpek sahibini ısırır mıymı ? Oysaki Foks’un
soylu oldu unu, soyunun Avrupa'dan geldi ini söyleyenler, ‘köpek de il, adeta insandan
akıllı’ diyenler de yine onlardı.

Sonunda Foks, Çiftlik’e gönderildi. Güya orada kontrol altında tutulacak, gerekli testler
yapılacaktı. Testler sonucunda da kuduz olmadı ı kısa sürede anla ılacaktı ama ‘sahibini
ısıran köpekten hayır gelmez’ dü üncesine de kapılanlar onu geri göndermeyip Çiftlikte
tutuyorlardı. Foks ise sahibini özlüyor, durmadan a layıp uluyordu. Sonunda hayvanı vurarak
öldürmeyi ye lediler.

Çiftlik Müdürü, Foks’un vücudunu ilaçlayıp çiftli in müzesine koyacaktı. Bu müzeyi


gezerken Gazi’ye derisinin içi ot doldurulmu , gözleri cam Foks’u, iyi bir ey yapmı lar gibi,
göstereceklerdi ona. Gazi’nin yüzü kararacak, ka ları çatılacak:

-“Severdim ben onu. Böyle görmek istemem. Kaldırın hemen!”

Foks’un cansız bedeni, sevdi i efendisinin bu iste i üzerine Çiftli in bir kö esine
gömülecekti.

Gazi’nin yalnız gecelerinin dostu, gündüzlerinin ne e kayna ı Foks’tan ayırmı lardı onu...
Foks’u öldürenleri bir daha görmek istemeyecekti.

93
-“Kötülük yapmak için ısırmamı tı beni...”

Foks’un Çiftli e gömülmeyip saklandı ı günümüzde anla ılmı tır. çi doldurulmu Foks,
halen Anıtkabir’de sergilenmektedir.1

Niyazi Ahmet Bano lu, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, stanbul 1967, s. 120

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

Sözünün Eri

Gazi Mustafa Kemal Pa a beni meclisteki odasına davet etti:

-“Rauf karde im. Niçin görevi kabul etmiyorsun? Görüyorsun ki Meclis senin üzerinde
duruyor. Ba ka birini seçmek istemiyor. Anar i olacak. Kabul etmeyi inin sebebi nedir.”

-“Söyleyeyim Pa am, ben bu görevi kabul edersem, sen yine benim i ime karı acaksın. Bende
buna katlanamayaca ım ve çekilmek zorunda kalaca ım. Hâlbuki benim imanım, bu
orduların ba ında bu milleti senin kurtaraca ın merkezindedir. Bu yüzden seninle
anla mazlı a dü meyi kesinlikle kabul edemem.” Gazi son derece samimi bir davranı la:

-“Karde im, ben namussuz muyum?” Deyince, hayret ettim.

-“Ben böyle bir ey söylemedim”

-“O halde, sana namusumla söz veriyorum; ba bakanlı ı kabul et, hükümeti kur senin hiçbir
i ine karı mayaca ım” dedi. Gerçekten dedi ini yaptı.

(Rauf Orbay’dan bir alıntıdır.)1

1 Kemal Arıburnu, Atatürk’ten Anılar, Türkiye Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1976. s.
305

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

94
te Cumhuriyetten Bekledi im Sonuç

Hulusi Köymen’den1 bir anı:

“Gazi Mudanya yoluyla Bursa’ya gidiyordu. Kalabalık bir halk kitlesi tarafından etrafı
sarılmı tı. Bir kadının, elinde bir kâ ıtla Gazi’ye yakla tı ı görüldü. Zayıf bir kadındı.
Gazi’nin yolunu keserek, titrek bir sesle:

-‘Beni tanıdın mı o ul?’ Dedi… Ben sizin Selanik’ten kom unuzdum. Bir o lum var; Devlet
Demir Yollarına girmek istiyor. Siz onu alsınlar dediniz, fakat müdür dinlemedi. O lumu i e
almamı . Ne olur bir kere de siz söyleyiniz.’

Gazi’nin çelik bakı lı gözleri samimiyetle parladı. Elleriyle geni jestler yaparak ve yüksek
sesle:

-‘O lunu almadılar mı?’ Dedi.

-‘Ben talimat verdi im halde mi almadılar? Ne kadar iyi olmu . Çok iyi yapmı lar. te
cumhuriyet böyle anla ılacak.’

Kadın kalabalı ın içinde kaybolmu tu. Ve Gazi kendinden geçercesine dolu bir sesle:

-‘ te cumhuriyetten bekledi im sonuç’ diyordu.”

(Uluda , Kasım 1941)2

1 Ahmet Hulusi Köymen, (1891-1965), Hukukçu, Milletvekili.

2 Kemal Arıburnu, Atatürk’ten Anılar, Türkiye Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1976.s.
314

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

APKA DEVR M SIRALARINDA D …

Devrimin ba arısından ba ka bir ey dü ünmeyen Atatürk, onun uygulanmasını sa lamak için


birçok çareler bulmaya ba lamı tı. Bunların arasında, arkalarında bir kitleyi sürükleyebilen

95
insanları ikna etmek en önemli olanıydı. lk olarak, i e o sırada Konya Çelebisi ve
Milletvekili Veled Çelebi’den ba lamak istiyordu. Fakat bu hiç de kolay bir i de ildi.

En zor artlar altında vatanı kurtarmı olan Atatürk’ün dehası bu meseleyi halletmekte
geçilemedi. Ve ertesi gün sabahın erken saatlerinde Veled Çelebi’nin evine gitti…

Hayatında istinasız herkese iltifat etmi olan Atatürk, o gün de Veled Çelebiye iltifat
ediyordu. Bir aralık, elini Veled Çelebi’nin omuzuna koyarak:

- "Senden bir hediye istiyorum", dedi.

Bu söz üzerine büsbütün a ıran Veled Çelebi;

-"Aman Pa am…"diyebildi. "Ben size layık ne hediye bulabilirim ki?.."

Atatürk sesinin nüfuz edici tonu ile devem etti.

-"Bilakis sizde çok kıymetli bir ey var… Bu o kadar kıymetli ki ben onu ancak müzede
saklattıraca ım ve onu Türk Milleti’nin geçirdi i devirlerin en kuvvetli ahidi olacak!"

Veled Çelebinin gözlerine bakarak devam etti:

-"Sizden sikkenizi istiyorum…Buna kar ılık benimde size bir hediyem var."

Veled Çelebi, hiçbir ey söylemeden ba ından sikkesini çıkarıp Atatürk’e verdi.

O zaman Atatürk, Veled Çelebi’nin sikkesinin çıkarılmasıyla açılan ba ına da beraberinde


getirdi i paketin içindeki apkayı koyarak,

-" te benim hediyem bu!" Dedi.

Ertesi gün Veled Çelebi’yi ba ında apka ile görenler hayretlerini gizleyemediler.

Kaynak: Esprileri ile çimizden Biri Atatürk, lknur Güntürkün Kalıpçı, Epsilon Yayıncılık.
1. Baskı Kasım 2007. ISBN: 978 9944 82-035-6. Sayfa: 24-25

ATATÜRK’ÜN KASTAMONU Z YARET VE BU Z YARET N ÖNEM

Hemen her bakımdan yeni bir yapılanmanın ya andı ı Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk,
yurt gezilerine çıkmayı adeta gelenek haline getirmi tir. Atatürk, bu gelene i vefatından dört
buçuk ay öncesine kadar da sürdürür. Yurdu gezmek yurdu tanımaktır. Yurdu gezmek, yurdun
insanını, co rafyasını, tanımaktır. Yurdu gezmek, yurdun insanıyla bili mek, tanı mak,
kayna maktır. Yurdu gezmek, yurt için bir eyler üretmektir. Atatürk'ün yurt gezilerini biraz
da böyle de erlendirmek gerekir. Osmanlı co rafyasından kurtarılabilen anavatan topraklarını
tanımak isteyen Yeni Türk devletinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal'in yurt gezilen, Türk gezi
tarihinin en güzel sayfalarını süslemektedir. Çünkü onun yun gezileri, Türk tarihinde yeni
ba langıçlar meydana getirmi tir.

96
Atatürk ilk yurt gezisini, Millî Mücadele'nin kazanılmasından hemen sonra, 14 Ocak 1923’te
Batı Anadolu'ya, ikinci yurt gezisini ise, 13 Mart 1923'de Orta Anadolu'ya yapmı tır.1 Zaman
zaman çıktı ı yurt gezileri 26 Mayıs 1938'e kadar devam etmi olan Atatürk, bu gezileri bir
plân dâhilinde, sistemli olarak gerçekle tirmi tir. Atatürk'ün yurt gezileri belirli amaçlara
yönelik, i levleri olan gezilerdir. Örne in trenle yapılan ikinci yurt gezisine henüz evlendi i
e i Lâtife Hanım'ı da beraberinde götürmesi, Türk aile hayatına, Türk kadınına yönelik
birtakım mesajların halka ula ması- arzusundan kaynaklanmı tır.2

Mustafa Kemal'in yurt gezilerinin bir di er önemli tarafı da, gezilerin düzenlendi i yörelerde,
o bölge halkının Mustafa Kemal ile tanı ması maksadına yöneliktir. Millî Mücadele sürecinde
Mustafa Kemal ismi efsanele mi ti. Televizyonun olmadı ı, görsel basının ise, oldukça sınırlı
oldu u dikkate alınacak olursa, halkın Mustafa Kemal'i ne denli merak etti ini, görmeyi
arzuladı ını tahmin etmek zor olmaz.

apka Devrimi ve Kılık Kıyafette Düzenleme

29 Ekim 1923 tarihiyle birlikte siyaset, hukuk, e itim ve kültür, ekonomi ve maliye, toplum
hayatı, sa lık hizmetleri, dı politika, ordu ve millî savunma gibi geni bir yelpazede bütün
sahaları içine alan bir kurulu ve yapılanma dönemi ba lıyordu.3 Toplum hayatına yönelik
olarak yapılan düzenlemelerden en önemlisi apka devrimi ve kılık kıyafette yapılan
de i iklikti. Bunların ilân edildi i yer Kastamonu oldu u için, Atatürk'ün 23 -31 A ustos
1925'te gerçekle tirdi i 9 günlük Kastamonu gezisinin inkılâp tarihimiz açısından önemli bir
yeri vardır.

Çok uluslu bir devlet olan Osmanlı'da halkın, özellikle ev dı ında giydi i kılık kıyafet,
çe itlilik ve arklı bir manzara sergiliyordu. Ba a takılan serpu , fes, sarık gibi çe itli ba lıklar
kıyafetin tamamlayıcı bir unsuru olmaktan öte, bunları tercih eden ki inin tabiyetini
simgeleyen bir kimlik göstergesiydi.4 "Her bakımdan yapılanmanın ba latıldı ı yönetim
eklinin Cumhuriyet olarak belirlendi i ülkede ark manzarası arzeden bu görünümün
modernle tirilmesi kaçınılmazdı." 5

Kılık kıyafetin düzenlenmesi hususu, A ustos 1919'da Mustafa Kemal'in zihninde


belirginle mi ti. Erzurum Kongresi'nin kapandı ı ak am, Pa a'nın Mazhar Müfit Kansu'ya not
ettirdi i maddeler arasında 4. sırada "Fes kalkacak, uygar uluslar gibi apka giyilecektir."6
cümlesi yer almaktadır.

1923 yılı Nisan ayında Çankaya Kö kü'nde, Gazi'nin yanında bulunan yedi sekiz ki iden biri
ona sorar: “Bir gün ba ımıza apka giyebilecek miyiz.” Atatürk cevap verir: “ apkayı önce
bahriyelilere giydiririz, onlar halka seyrek göründüklerinden göze batmazlar; sonra ordu
giyer, bu askerlik i i oldu u için kimse karı amaz. Onları göre göre münevverler de alı maya
ba lar.” 7

apka konusunda uygulama, kö kte konu uldu u gibi olmayacaktır. Atatürk, inkılâplar
sözkonusu oldu unda “tedricî” (yani derece derece, yava yava yapılan) de il, "anî"
davranılması gerekti i fikrindedir. 8 Atatürk, apka inkılâbı ve kılık kıyafetin düzenlenmesi
hususunda da ikinci yolu takip edecektir.

97
Neden Kastamonu?

apka inkılâbı ve kıyafetle ilgili düzenlemenin ilânı için Kastamonu'nun, ilçelerden de


nebolu'nun seçilmesi tesadüfi de ildir. Bu noktada Kastamonu'nun Millî Mücadele'de
oynadı ı rol öne çıkmaktadır. Edebiyat ara tırmacısı Mustafa Baydar, Atatürk'ün
Kastamonu'yu tercih edi sebeplerini öyle izah eder. " Kurtulu Sava ı'nın ba langıcında
Mustafa Kemal ve arkada larının idamına dair eyhülislâm Dürrizade'nin fetvasına mukabil,
Anadolu müftüleri de bunun tam kar ıtı bir fetva çıkarmı lardı. Bu fetvadaki imzaların
ço unlu u Kastamonu’lulara aitti.

"Kurtulu Sava ı'nda Anadolu'nun birçok yerinde irili ufaklı iç ayaklanmalar oldu u halde
Kastamonu ve çevresinde böyle bir hareket görülmemi tir. syanlar yüzünden birçok bölgeden
asker toplanamadı ı için gerek isyanların bastırılmasında, gerekse Batı Cephesine gerekli
asker, subay ve askerî malzemenin sa lanmasında, Kastamonu çevresinin pek büyük hizmeti
dokunmu tur". 9

Millî bilinçle Köro lu ve Açıksöz gibi iki gazetenin yayınlandı ı bu ehirde, modern
zihniyetli, milliyetçi ö retmenler, Kastamonu e itim kurumlarında görev yapmı , nebolu
kayıkçıları da Anadolu'nun kalbî Ankara'ya cephanenin ula tırılmasında önemli rol
oynamı lardır. nebolu kayıkçılarının, zaman zaman dönemin valisi Muhiddin Pa anın da
aralarında oldu u neboluluların, stanbul'dan gelen cephaneyi hangi zor artlarda vapurlardan
kayıklara, oradan da nebolu içlerine ta ıdıklarını iki alıntı ile aktarmak istiyorum. Bu
alıntılardan birinin yazarı, cephanenin bo altılmasına yardım eden, 1921 yılında 9 ya ında
olan nebolulu Nevzat Çeliker'dir:

"9 Haziran 1921 gününü, bugün gibi bütün tazeli i ve canlılı ıyla hatırlıyorum. Henüz dokuz
ya ında bir çocuktum. Anadolu’nun kalbine, Ankara'ya tek muvasala yolu nebolu'dan
geçmekteydi. Karadeniz'in sert rüzgarlarına gö üs geren bu küçük liman kasabasının bütün
heybetiyle dü mana gülen ve sanki o anda, o karanlık günlerde kendisine dü en vazifeyi idrâk
eden bir hali vardı. lkokulumuz denize dik inen sert bir yamacın üzerinde bir kartal yuvası
gibi. Çolu u çocu u, ninesi ve dedesiyle herkesin gözü ufuklarda. Herkes sahil ve plajlara
dökülmü . Arasıra hocamız sınıfın penceresinden Kerempe burnuna do ru ta uzakları
gözlüyor. Herkesin bir tek dü üncesi var. Hepimiz sonsuz ufuklardan bir gemi bekliyoruz.
Biraz sonra hocamız büyük bir heyecanla: 'Çocuklar vapur göründü, haydi yar ba ına' diyor.
Evet, biraz sonra gemi sahile yakla acaktı. Hepimiz o dik bayır ve yamaçlardan birer bayram
çocu u sevinciyle sahile ko arak Anadolu'da çarpı an kahraman Mehmetçiklerimize
ula tırılacak cephaneyi tahliye etmek üzere yarı belimize kadar sular içerisinde hasretle
bekliyoruz.

"Gemi sahilden bir mil uzaklıktadır. Gözlerini budaktan esirgemeyen sert bakı lı, ya ız yüzlü,
cesur, vefakâr nebolu kayıkçısının gür sesi erkekçe gürlüyor: ‘Kürek ba ına!’ Bir anda denize
açılan yüzlerce kayık korkunç dalgalar arasındadır. Binbir mü külatla kayıklara bo altılan a ır
cephane sandıkları, günlerce açlık ve uykusuzlukla mücadele eden kahramanların omuzlarına
yüklenecek, oradan soluk benizli, yalın ayak on ya ma bile basmamı kız ve erkek köylü
çocuklarının sürdü ü cefakâr ve mecalsiz öküzlerin çekti i ka nı arabalarına yüklenecektir,
Dumanlı da ba larında yabanî meyve ve otlarla beslenen bu kahraman Türk çocukları bu
cephaneyi Ankara'ya, ölmez ve kahraman Mustafa Kemal'in tunç ordusuna teslim edecektir.
imdi, gözlerimizi sahile çevirelim. Bakınız, 5-6 ya ındaki çocuklar; analar, babalar, tertemiz
beyaz sakallı dedeler memleket a kıyla parlayan bakı larla sahildeki kayalıklara do ru
yürüyor. Bir cephane sandı ını veya bir gülleyi omuzlayarak tehalükle dik merdivenlere

98
do ru ilerliyor. Bir çelimsiz yavru sandala do ru yürüdü. Fersiz gözlerini iri yapılı kayıkçıya
çevirdi: 'Koy amca sırtıma' dedi. Bu a ır bir mermi idi. Kayıkçı:' Yavrum, sen bunu
ta ıyamazsın, bırak,' dedi. Çocuk, sanki gururu ve izzet-i nefesi kırılmı gibi kendisinden
beklenmeyen ha in bir sesle ba ırdı:'Koy omzuma; sen karı ma. Bu sekizinci seferim.

"Sahilden kasaba içine çıkan dik merdivenlere bakınız;yetmi ya ında ak sakallı, vakur bir
ihtiyar köylü a ır bir cephane sandı ını omuzlamı , merdivenleri yirmilik bir delikanlı
çevikli iyle iki er iki er atlamaktadır. O sırada bu anlı levhayı gözya larıyla seyretmekte
olan Muhittin Pa a (Kastamonu Valisi) ihtiyara do ru yürüdü: 'Müsaade et babacı ım; sana
yardım edeyim ve o temiz alnından bir kere öpeyim. " htiyarın cevabı u oldu: ‘Bana yardımı
bırak. Git bir sandık cephane de sen omuzla."

"Evet biraz sonra dü man gemileri ufukta görünecek, sonra sahile yakla acak ve nebolu’nun
cephaneyi teslim etmesini isteyecektir. Nitekim öyle oldu. 9 Haziran 1921 Per embe günü
mübarek bayram günüdür. Dü manın ‘Kılkı ’ muharebe gemisi ile 'Panter' muhribi sahile
sokulmu , mühimmatın bir saat zarfında teslimini istemi , aksi takdirde, bütün nebolu’nun
bombardımanla yok edilece ini bildirmi ti. Bu millet, insana kolay kolay cephane teslim eder
miydi? Her eyini, malını, mülkünü, kanını, canını verebilirdi ama, namus ve erefini teslim
edemezdi. Bir taraftan dü man oyalanırken, di er taraftan tellallar öyle ba ırıyordu:'Ey ahali,
dü man bir saat sonra bizi bombardıman edecek. Son cephane sandıklarını omuzlayın!'

" nsafsız dü man a ır toplarıyla istiklâl ate i içinde yanan bu küçük kasabayı bombalarken
yer gök inliyordu. Kundaktaki yavrular, hamileler ve hastalar sedyelerle tepelerin arkasına
ta ınmı tı. Bunlar hâlâ büyük bir gürültüyle havada vızlayan mermi seslerini vakurâne bir
edayla dinliyor ve sanki öyle söylüyorlardı: 'Cephanemizi ta ıdık. Artık ölsek de ne
umurumuz. ' te be bin nüfuslu kahraman nebolu çolu u çocu u, ihtiyarı genci ile 9
Haziran 1921 günü mübarek bayramını böyle kutlamı tı." ı0 Yapaca ımız bir di er alıntı, 1
Haziran 1921'de Ümit vapuru ile gelen cephanenin, halkın cansiperane gayretleriyle
ta ınmasına ahit olan Kastamonu Sultanîsi ö retmenlerinden smail Habip (Sevük)'in o
günkü izlenimlerine ait:

"Ba tanba a bir destan olan Millî Mücadelede nebolu da ayrı bir destan oldu. Orası
Anadolu'nun kapısıydı. nebolu yalnız kapı de il bir zafer ba ıdır; içerdeki zaferi en çok
oradan giden mühimmatla kazandık. nebolu'dan Ankara'ya kadar yedi sekiz günlük yolu
dolduran ka nı dizileri; o yol iç zafere bir damar gibi uzandı; nebolu bu damara kan verendir.

"Obur harp devinin bütün ihtiyaçlarını o dalgalı denizde karaya çıkarmak; içerdeki cenkten
önce burada cenk oluyordu. Bu cenklerden birini gözümle gördüm; o zamanki not defterim
önümde; 1921 haziranının 1’inci Çar amba günü, Ö leyin nebolu'ya Ümit vapuru geldi;
içinde Sovyetlerin verdi i üç yüz tonluk mühimmat var. Karadeniz'e Yunan torpitoları
çıkıyor; vapuru acele bo altmak lazım; bütün sandallar vapura ü ü tü; iskelenin inmesini
bekleyen yok, sekiz on metrelik kancalarını güvete parmaklı ına ili tiren deniz çocukları
kancaların sırıklarından birer sansar gibi tırmanıp zemberekli birer cambaz gibi vapura
atıldılar.

"Dolan kayıkların karaya do ru yarı ını görmeli. Kürekler pervane gibi i liyor; yükünü
bo altan, mekik gibi, tekrar vapura ko maktadır. Mühimmat kıyıda kalamaz. Onları üç dört
kilometre içerdeki tepenin öte yamacına götürmek lâzım. Genç ihtiyar. Karın erkek bütün
halk hep ayakta. Boylarından uzun tüfekleri ta ıyan çocuklar, belinin kamburlu unu sırtladı ı

99
fi ek sandı ıyla düzelten ihtiyarlar, çocu unu küçük ablasına yükletip gülleyi kendi yüklenen
kadınlar... Ne bundan üstün sevap, ne bundan hayırlı i var; bu bir ibadetti.

" nebolu'nun yıllarca süren ibadeti: Türkiye Büyük Millet Meclisi nebolu kayıkçılarına
stiklâl madalyası verdi ve cemaat halinde bu madalyayı tek olarak onlar aldı: Bu yalnız bir
taltif de il onların gazasının kanunla tasdikidir. nebolu kayıkçısı... Bunu söylerken sadece bir
mesle i söylemiyor, bir destanın erefini söylemi oluyoruz.” 11

Sadece nebolu'da de il, harp süresince Kastamonu merkezde de hummalı bir faaliyet vardır.
Müstakil olarak faaliyet gösteren bir takım kulüp ve cemiyetler, Kastamonu Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti etrafında toplanarak, sistemli bir ekilde Millî mücadeleyi destekleyen faaliyetlerini
yürütmü lerdir. zmir, stanbul, Urfa, Antep ve Mara 'ın i galleri, Kastamonu'da tertiplenen
mitinglerle tel'in edilmi tir.12 Bütün bu müsbet özellikler biraraya gelince, Atatürk'ün daha
önce görmedi i bu ehir, uzun zamandır zihninde tasarladı ı inkılâbın gerçekle tirilece i,
halka ilân edilece i en uygun yer olarak ortaya çıkıyordu.

Atatürk'ün Kastamonu'ya Davet Edili i

1913-22 yılları arasında Kastamonu Sultanîsi'nde edebiyat ö retmenli i yapan smail Habip,
Mustafa Kemal'i 1922 Temmuzunda Çankaya Kö kü'nde ziyaret eder. Bu ziyarette, sohbet
özellikle Kastamonu üzerinde yo unla ır smail Habip'in kö ke yaptı ı bu ziyaretin asıl amacı
Mustafa Kemal'i Kastamonu'ya davet etmektir. smail Habip bu olayı öyle anlatmaktadır:

"Kastamonu ehri, Kastamonu vilâyeti ve Kastamonu halkı hakkında çok ince eyler soran ve
verdi im malumatı çok derin bir alaka ile dinleyen pa a, bilhassa belediye intihabatında, bu
intihabatta Kastamonu halkının gösterdi i tenevvürden bahsederken çok mahzuz olmu ve
mukabele-ten kendileri: Kastamonu’luların millî davanın ihtidasından beri gösterdikleri
sadakatdaki büyüklü ü, ta ihtidadan beri yaptıkları fedakârlıkları, hele Sakarya Harbi
zamanında gerek asker ve gerek nakliyat cihetiyle bu vilayetin ibraz etti i çok kıymetdar
himmetleri heyecanlı bir lisanla anlattılar."

smail Habip'in Kö k'e yaptı ı bu ziyaretin asıl amacı, Mustafa Kemal'i Kastamonu'ya davet
"Bunun üzerine Pa a Hazretleri, Anadolu’nun hemen her yerini gördünüz ve Anadolu’nun
hemen her yeri de sizi gördü. Halbuki millî dava u rundaki sadakat ve fedakarlı ını millî
davanın timsali a zından i itti im Kastamonu halkı, millî davanın büyük timsalini kendi
arasında görecek olursa, bu ona, millî dava hakkındaki sadakat ve fedakarlı ının en büyük
mükafatı olacaktır. Bunun üzerine Pa a Hazretleri gayet kati olarak buyurdular ki, ilk fırsatta
ve ilk imkanda mutlaka Kastamonu’ya gelecekler ve bu fedakar halkı mutlaka yakından
göreceklerdir." 13

smail Habip'in bu ilk davetinden sonra, Ata'yı Kastamonu'ya davet niyetiyle Ankara'ya giden
ilk heyet, Atatürk hasta oldu u için onunla görü emeden Kastamonu'ya dönmü tür 14 kinci
heyet, 11 A ustos 1925'te Atatürk tarafından kabul edilir. Ulus'taki meclisin bahçesinden
toplanan çiçeklerle Ata'nın huzuruna çıkan heyetin reisi Hüsnü Açıksöz, hem ehrilerinin
hasretini ifade ederek Atatürk'ü ehirlerine davet eder. Atatürk kararını vermi tir. Uzun
süredir davet edildi i bu ehri görmeye gidecektir. Ancak bu gezi herhangi bir Anadolu
ehrine yapılan geziden farklı olacaktır. Kastamonu gezisi, 1919'dan itibaren Atatürk'ün
zihnini me gul eden, zaman zaman yakın çevresiyle payla tı ı bir inkılâbı gerçekle tirece i
gezi olacaktır.

100
Görü me sona erip heyet ayrılınca Atatürk dönemin Halk Fırkası genel sekreteri Saffet
(Arıkan) Bey'e ne eli bir ekilde "Çocu um Kastamonu'ya gidiyorum. apkayı orada
giyece im." der. 15

Heyet, Atatürk'ü ehirlerinde en iyi ekilde a ırlamak için alı veri yapmak üzere stanbul'a
gider. Bu tarihten 12 gün sonra, 23 A ustos 1925'te Atatürk, ba ında Panama apkasıyla
Ankara'dan Kastamonu'ya hareket eder. Kısa bir süre Çankırı'da kalan Atatürk ve
beraberindekiler16 Ilgaz Derbent'te Kastamonu'nun üst düzey bürokratları ve ö retmenleri
kar ılar. Gazi'nin ba ında beyaz bir Panama apka vardır. Kastamonu halkı, aynı günün
ak amı co kulu bir ekilde Atatürk'ü kar ılar. 17 Gece, halk ve esnaf fener alayı düzenler.
Millî mar lar, Türküler söylenir. Kendisi için hazırlanan konakta istirahate çekilen Atatürk,
bir süre sonra kona ın önünde biriken halkın yanına inerek oyunları buradan izler. 24 A ustos
Pazartesi günü mare al üniforması ile kı layı ziyaret eden Atatürk me hur "Bir Türk
dünyaya bedeldir." özdeyi ini burada söyler. Kı lanın ardından, hastahane, kütüphaneyi
gezen Atatürk, kütüphanede konu maların seyri, sarık etrafında geli ince, "Sarı ı yetkili
olmayana sardırmamalı. Birde görevlerini yaparken sardırmalıdır."18 cümlesi ile seyahat
amacının ilk ipucunu verir. Ardından Kastamonu Belediye binasını gezen Atatürk, ilçelerden
gelen heyetleri kabul ederek onlarla görü ür. Burada nebolu heyeti, Ata'yı ilçelerine davet
eder. Belediye binasında uygarlık kavramı etrafında bir konu ma yapan Atatürk giyim
konusunda da uygar olmanın lüzumundan bahseder: "Biz her nokta-i nazardan medenî insan
olmalıyız. Acılar gördük. Bunun sebebi dünyanın vaziyetini anlamadı ımız içindir. Fikrimiz,
zihniyetimiz medenî olacaktır. unun, bunun sözüne ehemmiyet vermeyece iz. Medenî
olaca ız. Bununla iftihar edece iz. Bütün Türk ve slâm alemine bakınız. Zihinleri
medeniyetin emretti i ümul ve tealiye uyamadıklarından ne büyük felâketler, ne ıstıraplar
içindedirler. Bizim de imdiye kadar geri kalmamız ve nihayet son felâket çamuruna batı ımız
bundandır. Medeniyet öyle kuvvetli bir ate tir ki, ona bigane olanları yakar ve mahveder."19
Daha sonra hükümet kona ını gezen Atatürk erefine, ak am fener alayı düzenlenip halk
oyunları oynanır.

25 A ustos Salı günü, Atatürk ve beraberindekiler nebolu'ya hareket eder. Yollarda köylüler,
cephelerde sava mı gaziler, sevgi gösterilerinde bulunur. Ecevit ve Küre'den geçerek, ak am
üzeri nebolu'ya gelen misafirleri, co kulu bir kalabalık kar ılar.

Bu Serpu un Adına apka Derler

26 A ustos Çar amba günü, mare al üniformasıyla belediye binasına gelen Atatürk, burada
ba larında kâhyaları ile birlikte nebolu kayıkçıları ile di er heyetleri kabul eder. Kayıkçılara
iltifat eden Atatürk, ak am üzeri nebolu çar ısını sivil elbise ve elinde apkası oldu u halde
dola ır. Gece nebolu kayıkçılarının gösterilerini ve fener alaylarını izler. 27 A ustos
Per embe günü sivil elbise ve elinde apkası ile nebolu Türk oca ı binasına gelen Atatürk,
medeniyet kavramına ve kıyafetin medeniyetle alâkasına dair bir konu ma yapar:

"Arkada lar, Turan kıyafetini ara tırıp ihya eyleme e mahal yoktur. Medenî ve beynelmilel
kıyafet bizim için, çok cevherli milletimiz için layık bir kıyafettir. Onu iktisa edece iz. Ayakta
iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kravat, yakalık, ceket ve bittabi bunların
mütemmimi olmak üzere ba ta siper-i emsli serpu , bunu açık söylemek isterim".20

Konu masının devamında, "Bu serpu un adına apka derler" cümlesi ile de apka inkılâbını
ilân etmi olur. Atatürk'ün günlük gazetelerde, seyahat öncesi, Ankara'da apkası ile çekilen

101
foto rafı yayımlanmı tır. O günlerin basınını takip etmi olan smail Habip, gazetecilerin
apkadan bahsederken, bir türlü asıl ismini yazamadıklarını ifade eder:

"Onu ba ında apkayla seyahate çıkmı görünce o kadar a ırmı ız ki, gazetelerde bütün
münevver kalemler apkanın adını telaffuz edemeyerek kekeleyip durmaktadır: Serpu -i
medenî, ems-i siper, pervaz-ı kabalak vesaire, vesaire. Fakat seyahatinin sonunda nebolu’ya
varan ef apaçık haykırıverdi:

- Bunun adına apka derler. "21

28 A ustos Cuma günü yine elinde apkası ile sabah nebolu'dan Devrekani'ye gelen Atatürk,
oradan Kastamonu'ya geçer. Kı la önünde toplanan halkın ve memurların ba ında, Atatürk
Kastamonu'ya dönünceye kadar süratle dikilmi , kalıpsız apkalar vardır. Daha sonra
Ta köprü'ye hareket eden Atatürk, burada belediye ve hükümet binalarını ziyaret ederek,
tekrar Kastamonu'ya döner.

29 A ustos Cumartesi günü Kastamonu kı lasında, erefine verilen ö le yeme ine katılan
Atatürk, burada Türk milletinin ordusu ile beraber hareket etti ini vurgulayan bir konu ma
yapar. Ö leden sonra Daday'a geçer. Burada belediye ve hükümet binalarını gezer. 30
A ustos Pazar günü, Kastamonu Türk oca ı'nı ziyaret eden Atatürk, 31 A ustos Pazar günü
Kastamonu'dan ayrılır. Heyet, Çankırı'ya u rayarak 1 Eylül'de Ankara'ya döner. Bakanlar
kurulunun bütün üyeleri, memurların ço unlu u apkalı bir halde Atatürk'ü kar ılar. 11 Ekim
1925'de kıyafet ile ilgili kararname yayımlanır, 25 Kasım 1925'de de apka ile ilgili 671 sayılı
kanun kabul edilir.22

Atatürk'ün dokuz gün süren Kastamonu seyahati hakkında bilgi veren kaynaklar
incelendi inde, Atatürk'ün önce elinde apka ile dola arak kamuoyunu bu inkılâba hazırladı ı
görülür. Bu geziler esnasında, Atatürk'ün avantajlarını iyi kullandı ı iki hususiyeti dikkat
çeker. Bunlardan birincisi, strateji geli tirme, zamana ve mekâna uygun hareket etme; ikincisi
ise, irticalen hitabet yetene idir.23 Hem Kastamonu seyahatinde, hem di er seyahatlerinde,
hem sava ta, hem barı ta, Atatürk sahip oldu u bu yetenekleri isabetle kullanmı ve
amaçlarına ula mı tır. Kastamonu'da kaldı ı süre zarfında da, merhale merhale apka
inkılâbına do ru ilerlemi tir.

23-31 A ustos 1925 tarihinde gerçekle en dokuz günlük Kastamonu seyahatinin, Atatürk'ün
yurt gezileri arasında mümtaz bir yeri vardır. Bu seyahat, inkılâp tarihimiz açısından da
oldukça önemlidir.

NOT: Bu konferans Atatürk Ara tırma Merkezi Adına 28 A ustos 2003 tarihinde
Kastamonu'da verilmi tir.

1 Prof. Dr. Utkan Kocatürk, Do umundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlü ü,
Türkiye Bankası Yay., Ank., 432 s.

2 12 gün süren bu seyahate, Atatürk'ün gezi boyunca yapaca ı konu maları Hakimiyet-i
Millîye'de yayımlayacak olan smail Habip, vazifeli olarak katılmı tır. smail Habip, bu
geziyi, "Yalnız balayı seyahati de il, inkılâp ve ders seyahati" olarak vasıflandıracaktır. smail
Habip Sevük, "Adana Seyahati ve Hatay", Cumhuriyet, 27 Birinci Kânun 1938.

3 Prof. Dr. Hamza Ero lu, Türk nkılâp Tarihi, Sava Yay., 587 s.

102
4 Kıyafetin mütemmim cüz'ü, tamamlayıcısı olarak kullanılan ba lık, serpu , fes ve apkanın
millî kimlik belirleyicisi bir gösterge olarak kabul görü ü, edebî metinlere de aksetmi tir.
Bak.:Yakup Kadri, " apka", Servet-i Fünûn. Sayı: 1004, 19.8.1326; Ömer Seyfettin, "Piç",
Türk Yurdu, 10 A ustos 1913.

5 smet Giritli, Yıldönümleriyle Türk Devrim Tarihi Kurtulu ve Kurulu , Der Yay., st. 1996,
s. 108-110.

6 Afetinan, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Devrimi, Ank. Ba bakanlık Basımevi 1973, s.61.

7 smail Habip Sevük, " nkılâplar ve O", Cumhuriyet, 27 kinci Kânun 1939.

8 smail Habip Sevük, A.g.m. apka inkılâbı ile ilgili olarak ayrıca bak: Doç. Dr. Behçet
Kemal Ye ilbursa, "Atatürk'ün Kastamonu Seyahati ve apka inkılâbı", Birinci Kastamonu
Kültür Sempozyumu Bildirileri, 21-23 Mayıs 2000, Kast. 2001, s.13-20.

9 Haz.: Mehmet Baytimur- Aziz Demircio lu-Hasan Çeliko lu, Atatürk'ün Kastamonu Gezisi
ve apka Devrimi, Ank. 1982.S.22.

10 Yakup Kadri Karaosmano lu, Vatan Yolunda, leti im Yay., 4. Baskı, st. 1999, s. 95-98.

11 smail Habip Sevük, " nebolu ve Kayıkçıları", Cumhuriyet, 16 kinci Te rin 1936.

12 Arslan Kaynarda , " stiklâl Sava ı Günlerinde Kastamonu Gençli i, Bir Kulüp, Bir Dergi
ve Ö retmenler", Türk Tarihinde ve Kültüründe Kastamonu, Tebli ler(19-21 Ekim 1988),
Kast. 1989, s.121-132.

13 smail Habip, "Pa anın Kö künde", Açıksöz, Nu:539, "24 Temmuz 1338 .

14 Haz.: M. Baytimur-A. Demircio lu-H. Çeliko lu, A.g.e., s.26.

15 Haz.: M. Baytimur-A. Demircio lu-H. Çeliko lu, a.g.e.. s.23.

16 Atatürk'ün Kastamonu seyahatine Kütahya Mebusu Nuri (Conker), Rize Mebusu Fuat
(Bulca), Riyaset-i Cumhur Umumî Kâtibi Tevfik (Bıyıklı), Ba yaver Rusuhî. Yaver Muzaffer,
Muhafız Kıtası Kumandanı smail Hakkı (Tekçe) ve Hususî Kalem'den Çankırılı Lütfi ve
Mustafa Beyler katılmı lardır.

17 Atatürk'ün Kastamonu seyahati ile ilgili olarak ayrıca bak.: Mustafa Selim mece,
Atatürk'ün apka Devriminde Kastamonu ve nebolu Gezileri, 2. Baskı, Türkiye Bankası
Kültür Yay., Ank. 1975, 101 s.

18 Mustafa Selim mece, a.g.e., s.20.

19 Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, II, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk
Ara tırma Merkezi Yayını, Ank. 1997, s. 216. 20A.g.e.,s.220-221.

21 smail Habip, " nkılâplar ve O", Cumhuriyet, 27 kinci Kânun 1939.

103
22 Emekli Tümgeneral Turhan Olcaytu, Devrimimiz lkelerimiz, 8. Baskı, Ajans Türk Basın
ve Basım A. .,Ak. 1998, s.65-72.

23 smail Habip cephedeki zaferi Atatürk'ün kılıcının, içerideki davayı ise, hitabetinin
kazandı ı dü üncesindedir. Yazarın, Atatürk'ün hitabet özellikleri ile ilgili de erlendirmeleri
için bak.: smail Habip Sevük, "Hitabetinin Hususiyetleri", Cumhuriyet, 9 kinci Kânun 1939.

Yrd.Doç. Dr. Nezahat Özcan*

*Abant zzet Baysal Üniversitesi E itim Fakültesi Türkçe E itimi Bölümü Ö retim Üyesi

Kaynak: ATATÜRK ARA TIRMA MERKEZ DERG S , Sayı 57, Cilt: XIX, Kasım 2003

KÖYLÜ M LLET N EFEND S D R!

Bir gece beraber oturuyorduk. Yanımızda Siirt milletvekili Mahmut Soydan, imdiki
Macaristan elçimiz Ru en E ref Ünaydın, ve bir ki i daha vardı.

Atatürk, ertesi günü Büyük Millet Meclisi'nde okuyaca ı söylevi hazırlıyordu. Mahmut'la
Ru en E ref not tutuyorlardı. Atatürk ara sıra bana da, "Ne dersin?" diye soruyordu. Ben ne
diyebilirim? Hiç... Sonra Atatürk bana döndü ve dedi ki:

- "Bu memleketin efendisi kimdir?"

Dü ündüm. Kar ılı ı o verdi:

- "Türk köylüsüdür", dedi. Ve devam etti:

- "Türk köylüsü "Efendi" yerine getirilmedikçe memleket ve millet yükselmez!..."

Prof. Mahmut Esat BOZKURT

Kaynak: Tan Gazetesi, 10.11.1942

104
Kabine Kuruyoruz Pa am

Gazi Mustafa Kemal Pa a, Konya’da daha önceki gezilerinde kaldı ı, pek ho landı ı ve
kendine hediye edilen Kö k’te 1–13 Ocak 1925 tarihleri arasında dinlenir. O günlerden bir
anıyı Fahrettin Altay’dan dinleyelim. Gazi yemekten sonra ‘Haydi Pa a biraz gezinelim’
dedi ini belirten Fahrettin Pa a unları anlatır:

“Ve beraber dı arı çıktık. Konu arak istasyona do ru yürüyorduk. Otomobil de bizi arkadan
takip ediyordu, sokaklar tenha idi. Yemekten sonra kadınların bir müddet yalnız
bırakılmalarının görgü kurallarından oldu undan bahsettiler ve:

-‘ stasyona kadar gidelim bakalım bizim arkada lar ne yapıyorlar, birer kahvelerini içeriz’
buyurdular. Beraberce otomobile binerek istasyona gittik. Konya stasyonunda Ba dat Oteli
isminde güzelce bir otel vardı, Gazi’nin yakınları burada kalıyordu. Bunların yemekten sonra
topluca oturdukları salona Gazi’nin ansızın girmesi hepsini a ırttı ve O’nun:

-‘Ne yapıyorsunuz?’ Sorusuna Salih Bozok aka yollu:

-‘Kabine kuruyoruz Pa am’ diye gülerek cevap verdi. Gazi bu defa:

-‘Oooo! Pek güzel kimlerden kuruyorsunuz, söyleyin de yararlanalım...’ eklinde alaylı bir
tarzda konu maya ba ladı. O sıralarda Hükümetin de i ece i söyleniyor ve gazetelerde çe itli
haberler çıkıyordu. Birden kapı açıldı. çeri Latife Hanım girmez mi? Herkes a ırdı, Latife
Hanım da Gazi’ye:

-‘Kemal buraya geldi ini haber aldım, evde çay hazırlatmı tım, seni almaya geldim’ tarzında
konu unca, dona kaldık. Gazi’nin rengi atmı bir halde:

-‘Peki, hanımefendi, buyurun gidelim’ dedi ve birlikte dı arı çıktılar, bizlere veda etti ve
Latife Hanım’la beraber uzakla tı.”1

1 Mehmet Önder, Atatürk Konya’da, Ankara 1989, s. 68

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009

Hazırlayan: Vehbi Mo ol

105

You might also like