You are on page 1of 34

Scanned with CamScanner

ULUSLARARASI
İLİŞKİLERE
GİRİŞ

PROF. DR. TAYYAR ARI

5. BASKI
ULUSLARARASI İLİŞKİLERE GİRİŞ

Prof. Dr. Tayyar ARI


aritayyar@hotmail.com
www.tayyarari.com
0 532 331 36 18

5.Basım: Ekim 2018


ISBN: 978-975-253-378-3

© 2018 Bursa Aktüel 16 Basım Yayım Dağıtım Ltd. Şti. Dumlupınar Mah. Cevizli
Caddesi No:3D/D Görükle Nilüfer BURSA

Kitabın tüm yayın hakları Aktüel 16 Basım Yayım Dağıtım Ltd. Şti. Yayınevinden yazılı izin
alınmadan kısmen ya da tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltı-
lamaz ve yayımlanamaz.

Yayıncı
Aktüel 16 Basım Yayım Dağıtım Ltd. Şti.
Dumlupınar Mah. Cevizli Caddesi No: 3D7D
Görükle Nilüfer BURSA
Tel: 0 224 223 60 16
email: aktuelyayinlari@hotmail.com
www.aktuel16.com

Baskı ve Cilt
Star Ajans
Alaaddin Bey Mah 634 sk.Ayaz Plaza No: 24
Nilüfer / BURSA
Tel: 0224 249 33 20
Sertifika No:15366
3

ÖNSÖZ

Uluslararası ilişkiler, günümüzde hepimizin günlük hayatını doğrudan etkile-


yen ve zamanımızın önemli bir kısmını kendisiyle meşgul eden bir alan haline gel-
miştir. Nerdeyse bir günde izlediğimiz veya dinlediğimiz haberlerin üçte ikisi dış
politika veya dünya sorunlarıyla ilgili. Bunların bazıları, Türkiye ile bir komşu ülke
arasındaki ilişkilere ilişkin, bazıları, Türkiye ile ABD ya da Avrupa Birliği ülkeleriy-
le ilişkiler konusunda, bazıları ise bölgemizde ya da uluslararası alanda meydana
gelen gelişmeler hakkında olabiliyor. Ancak pek çoğumuz ya bu konularda sorunun
geri planını bilmediğimizden ya da pek takip etmediğimizden olaylarla ilgili yapılan
açıklama ve analizlerden fazla tatmin olmuyoruz. Oysa gelişmelerin çoğu geleceğe
ilişkin kendi mesleğimizle ilgili doğru kararlar almamızı gerektirecek gelişmelerdir.
Ekonomik ve mali sorunlar gibi görünen sorunların arkasında bir siyasal sorunun
olduğunu ya da siyasal bir soruna yol açma ihtimalinin bulunduğunu fark etmeyiz.
Elinizdeki çalışma hem uluslararası ilişkilere merak duyan ve alt yapı eksikliği
çekenler için iyi bir başlangıç kitabı hem de özellikle Uluslararası İlişkilere Giriş ders-
leri için temel oluşturmayı amaçlayan bir kitaptır. Konular, fazla ayrıntıya girmeden
ortaya konmaya çalışılmış ve fazla teknik terimler kullanmamaya özen gösterilmiştir.
Çalışmanın ilk bölümünde kavramsal bir çerçeve sunulmuş, ikinci bölümde dış poli-
tikayı belirleyen içsel ve dışsal faktörler analiz edilmiş, üçüncü bölümde uluslararası
ilişkilerin tarihsel süreci özetlenmeye çalışılmış, dördüncü bölümde belli başlı ulusla-
rarası örgütler hakkında kısaca bilgi verilmiş, beşinci bölümde küresel ve bölgesel
sorunlara işaret edilmiş, altıncı ve son bölümde ise Türkiye’nin dış politika sorunları
ana hatlarıyla incelenmiştir.
Emeği geçen herkese teşekkür ederim.

Prof. Dr. Tayyar ARI


Ekim 2018
İÇİNDEKİLER

BİRİNCİ BÖLÜM
KAVRAMSAL VE TEORİK ÇERÇEVE

A. KAVRAMSAL ÇERÇEVE.......................................................................................................... 3
B. TEORİ VE YAKLAŞIMLAR ................................................................................................... 14
1. İDEALİZM ........................................................................................................................................... 14
2. REALİZM ............................................................................................................................................. 17
3. LİBERALİZM...................................................................................................................................... 26
4. GLOBALİZM ....................................................................................................................................... 32
5. POST-MODERNİZM VE POST-YAPISALCILIK.................................................................... 35

İKİNCİ BÖLÜM
DIŞ POLİTİKA

A. İÇSEL FAKTÖRLER .............................................................................................................. 43


1. SİYASAL SİSTEM VE YÖNETİM ŞEKLİ .................................................................................. 45
2. YASAMA .............................................................................................................................................. 50
3. HÜKÜMET .......................................................................................................................................... 54
4. DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI ................................................................................................................. 56
5. ULUSAL KAMUOYU........................................................................................................................ 59
6. ULUSAL GÜÇ UNSURLARI .......................................................................................................... 64
B. DIŞSAL FAKTÖRLER ............................................................................................................ 73
1. ULUSLARARASI SİYASAL SİSTEM .......................................................................................... 73
2. DÜNYA KAMUOYU ......................................................................................................................... 82
3. ULUSLARARASI HUKUK .............................................................................................................. 83
6 ULUSLARARASI İLİŞKİLERE GİRİŞ - TAYYAR ARI

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ULUSLARARASI İLİŞKİLERDE TARİHSEL SÜREÇ

A. İLKÇAĞLARDA ULUSLARARASI İLİŞKİLER ........................................................... 89


B. XVI. YÜZYILA KADAR ULUSLARARASI İLİŞKİLER .............................................. 94
C.XVI. YÜZYILDAN XIX. YÜZYILA ULUSLARARASI İLİŞKİLER ............................. 98
D. XIX. YÜZYILDA ULUSLARARASI İLİŞKİLER ....................................................... 101
E. XX. YÜZYILDA ULUSLARARASI İLİŞKİLER ......................................................... 105
F. SOĞUK SAVAŞ SONRASI ULUSLARARASI İLİŞKİLER ....................................... 110

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
ULUSLARARASI VE ULUSLARAŞIRI ÖRGÜTLER

A.ULUSLARARASI ÖRGÜTLER ............................................................................................ 119


1. EVRENSEL VE GLOBAL ULUSLARARASI ÖRGÜTLER .................................................121
2. BÖLGESEL ÖRGÜTLER ...............................................................................................................127
B. ULUSLARAŞIRI ÖRGÜTLER/DEVLET DIŞI AKTÖRLER ......................................... 141
1. ULUSLARARASI HÜKÜMET DIŞI ÖRGÜTLER.................................................................. 142
2. ÇOKULUSLU ŞİRKETLER........................................................................................................... 144
3. ULUSLARARASI SİLAHLI GRUPLAR VE TERÖR ÖRGÜTLERİ .................................. 145

BEŞİNCİ BÖLÜM
KÜRESEL VE BÖLGESEL SORUNLAR

A. KÜRESEL SORUNLAR........................................................................................................ 149


1.SİLAHLANMA, SİLAHLARIN DENETİMİ VE SİLAHSIZLANMA .................................149
2. ULUSLARARASI TERÖRİZM ....................................................................................................161
3. ULUSLARARASI İNSAN HAKLARI SORUNLARI..............................................................167
7

4.ULUSLARARASI İNSANİ SORUNLAR ....................................................................................171


A. GÖÇ VE MÜLTECİ SORUNLARI ...................................................................................... 171
B. IRK, ETNİK GRUP, DİL, DİN VE MEZHEP SORUNLARI .......................................174
C. ULUSLARARASI YOKSULLUK SORUNU......................................................................175
5. ULUSLARARASI ENERJİ SORUNLARI..................................................................................176
6. ULUSLARARASI ÇEVRE SORUNLARI ..................................................................................183
B. BÖLGESEL SORUNLAR ..................................................................................................... 185
1. ORTA DOĞU .....................................................................................................................................185
2. ASYA-PASİFİK-ÇİN-JAPONYA .................................................................................................216
3. KITA AMERİKASI ..........................................................................................................................223
4. KAFKASYA........................................................................................................................................224
5. ORTA ASYA ......................................................................................................................................228
6. BALKANLAR ....................................................................................................................................235
7. AVRUPA .............................................................................................................................................241

ALTINCI BÖLÜM
TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASI

A.TÜRK DIŞ POLİTİKASININ TEMEL İLKELERİ ............................................................ 250


B.TÜRKİYE’NİN JEOPOLİTİK VE JEOSTRATEJİK ÖNEMİ ........................................... 252
C. 1923–1939 DÖNEMİ ......................................................................................................... 253
1.YUNANİSTAN’LA İLİŞKİLER: ETABLİ SORUNU ..............................................................255
2.İNGİLTERE İLE İLİŞKİLER: MUSUL SORUNU ...................................................................255
3.FRANSA İLE İLİŞKİLER: OSMANLI BORÇLARI VE
YABANCI OKULLARI SORUNU .................................................................................................256
4.SOVYETLERLE İLİŞKİLER ..........................................................................................................257
5.ABD İLE İLİŞKİLER........................................................................................................................257
6.ORTA DOĞU İLE İLİŞKİLER.......................................................................................................257
7.MONTRÖ SÖZLEŞMESİ................................................................................................................258
8.HATAY SORUNU .............................................................................................................................262
8 ULUSLARARASI İLİŞKİLERE GİRİŞ - TAYYAR ARI

D. 1939–1945: II. DÜNYA SAVAŞI YILLARI.................................................................... 263


1.SOVYETLER BİRLİĞİ İLE İLİŞKİLER .....................................................................................266
2.ABD İLE İLİŞKİLER........................................................................................................................268
E. SOĞUK SAVAŞ YILLARI .................................................................................................... 268
1.KIBRIS SORUNU .............................................................................................................................272
2.ÇOK TARAFLI DIŞ POLİTİKA ARAYIŞI .................................................................................274
3.ORTA DOĞU İLE YAKINLAŞMA ÇABASI..............................................................................277
4.TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİ .........................................................................................................279
5.ERMENİ SORUNU VE ASALA TERÖRÜ ................................................................................279
6.1980’Lİ YILLAR...............................................................................................................................280
F. SOĞUK SAVAŞ SONRASI DÖNEM ................................................................................... 283
1.BİRİNCİ IRAK KRİZİ VE TÜRK-ABD İLİŞKİLERİ .............................................................283
2.İKİNCİ IRAK KRİZİ VE TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİ .................................................286
3.TÜRKİYE-AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİ ..............................................................................287
4.TÜRKİYE-RUSYA İLİŞKİLERİ ...................................................................................................290
5.TÜRKİYE-SURİYE İLİŞKİLERİ ..................................................................................................292
6.TÜRKİYE-IRAK İLİŞKİLERİ .......................................................................................................295
7.TÜRKİYE-İRAN İLİŞKİLERİ .......................................................................................................297
8.TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİ..........................................................................................................299
SÖZLÜK..........................................................................................................................................................325
HARİTALAR ................................................................................................................................................341
BİRİNCİ BÖLÜM

KAVRAMSAL VE TEORİK ÇERÇEVE


A. KAVRAMSAL ÇERÇEVE
Uluslararası İlişkiler alanında sıkça kullanılan bazı kavramları ta-
nımlayarak başlamakta yarar var. Bunlar Uluslararası İlişkiler, Uluslara-
rası Politika, Dış Politika, Diplomasi Tarihi, Uluslararası Ekonomi ve
Uluslararası Hukuk kavramlarıdır. Bunlardan özellikle Uluslararası İliş-
kiler ve Uluslararası Politika kavramlarını tanımlamadan önce "Uluslara-
rası" kavramını tanımlamak gerekir.
Uluslararası: Bu kavram ilk defa XVIII. yüzyılın sonlarına doğru
kullanılmaya başlamıştır. Kavram ilk başlarda, hatta uzunca bir zaman
egemen ulus devletlerarasındaki ilişkileri düzenleyen uluslararası hu-
kuktan esinlenerek sadece egemen devletler arası ilişkileri ifade etmek
için kullanılırken, devletlerarasında resmi düzeyde sürdürülen hukuksal
ve diplomatik ilişkilerin dışında başka ilişkilerin de bulunduğu zaman
içinde kabul edilmiştir.
Özellikle XX. yüzyıla kadar dış politika esas olarak devletlerin tek
başlarına verdikleri bir karardı ve savaşa ve barışa büyük ölçüde devletin
başında bulunan küçük bir grup ya da kişi karar veriyordu. Ayrıca dev-
letler büyük ölçüde dışa kapalıydılar ve ekonomi, finans, ticaret, iletişim
ve ulaşım devletin kontrolünde cereyan etmekteydi. Devlet, sınırları üze-
rinde tam egemen durumdaydı. Para akışını kontrol edebilmekteydi. Ya-
bancı yayınlara ülkesini kapayabilir; ülkesinin neyi bilmesi gerektiğine
kendisi karar verebilirdi. Hatta bunun büyük bir kısmı elli yıl öncesine,
bir kısmı on yıl öncesine kadar dünyada geçerli olan şeylerdi. Gerçi yir-
minci yüzyıla kadarki dönemde de ticaret vardı ve ticaret adamları bir
ülkeden diğerine gidip gelebiliyorlardı. Misyoner faaliyetleri de ülkelerin
birbirini etkilemesi için kullanılabilmekteydi. Ama bu durum, günümüz-
de ulaşım ve iletişim teknolojisinin sağladığı etkileşim imkânlarıyla karşı-
laştırıldığında ihmal edilebilir düzeydeydi.
Dolayısıyla “uluslararası” kavramının sadece devletler arası ilişki-
leri ifade etmesi o günün koşullarına uygun bir tanımlamaydı. Günü-
müzde uluslararası ekonomik ilişkiler çerçevesinde sürdürülen ticari ve
mali ilişkilerin bir kısmı resmi kanallarla yürütülmekteyse de pek çoğu
gayri resmi olarak sürdürülmektedir.
4 ULUSLARARASI İLİŞKİLERE GİRİŞ - TAYYAR ARI

Ayrıca, bir ülkeden diğerine öğretmen, öğrenci ve turistlerin seya-


hatlerinin, yine bir ülkeden diğerine söz konusu olan göçlerin ve basın,
radyo ve filmler aracılığıyla gelişen uluslararası kültürel ilişkilerin pek
çoğunun gayri resmî kanallardan yürütüldüğü bilinmektedir.
Dolayısıyla XX. yüzyılın başından itibaren, hükümetler veya çeşitli
gruplar arasında artarak devam eden haberleşme, ticaret, maliye, tarım,
sağlık, spor, bilim, felsefe, eğitim, silahsızlanma ve barış gibi konularda
söz konusu olan ilişkiler, "uluslararası" kavramının anlamını genişletmiş-
tir. Çünkü uluslararası toplumun her kesimi bu sürece katılmakta ve
bundan faydalanmaktadır. Bu nedenle, modern uluslararası ilişkiler ya-
zarları, devletlerin özerk birimler olduklarını reddetmemekle beraber,
bunların bütünün sadece bir kısmını ifade ettiğini belirtmekten de geri
kalmıyorlar.
Buradan yola çıkarak, "uluslararası" kavramının sadece ulusları
değil, bunun yanında devletler, hükümetler ve halklar arasındaki ilişkile-
ri de kapsadığını belirtebiliriz. Bu bağlamda, genellikle aynı anlamda
kullanılan "uluslararası ilişkiler", "uluslararası politika" ve "dış politika"
kavramlarına gelince bunlardan en geniş anlama sahip olan ve büyük
ölçüde diğer ikisini de kapsadığı düşünülen kavram “uluslararası ilişki-
ler” kavramıdır. Gerçi bu üç kavram genellikle birbiri yerine kullanıl-
makta ve bundan dolayı bir anlam karışıklığı varmış gibi de anlaşılmak-
tadır. Çünkü bu alanda yapılan birçok araştırmada aynı konuların zaman
zaman her üç kavramla da ifade edildiği dikkati çekmektedir. Bazen bu
benzerlik kavramı kullanan kişinin kavrama yüklediği anlamdan da
kaynaklanmaktadır.
Uluslararası İlişkiler: Uluslararası ilişkileri, yukarıda “uluslarara-
sı” kavramının dar ve geniş anlamına göre, yani sadece devletler arasını
ifade etmesi veya devletlerin dışındaki aktörleri de içine almasına bağlı
olarak dar ve geniş bir şekilde tanımlamak mümkündür. Bu çerçevede
Uluslararası İlişkilerin, uluslararası alanda devlet ve devlet dışı tüm ak-
törler arasındaki her tür ilişkiyi kapsayan oldukça zengin ve geniş bir
içeriğe sahip olduğunu söyleyebiliriz. Her tür ilişkiyle anlatılmak istenen,
siyasal, askeri, güvenlik, ekonomik, mali, ticari ve finansal ilişkilerin ya-
nında, kültürel, eğitim, bilim, spor, sanat ve benzeri tüm toplumsal ilişki-
I. BÖLÜM: ULUSLARARASI İLİŞKİLERİN TEORİK ÇERÇEVESİ 5

lerdir. Dolayısıyla Uluslararası İlişkiler, devlet dışı aktörleri de dâhil ede-


rek bunlar arasındaki tüm ilişkileri kapsayan bir kavram olarak görülebi-
leceği gibi, sadece devletlerarasındaki ilişkileri ifade eden bir kavram ola-
rak da görülebilir. Ancak yukarıda da ifade edildiği gibi günümüzde
uluslararası yapıyı çok aktörlü bir yapı olarak görme eğilimi ağırlık taşı-
dığı için uluslararası ilişkileri devletlerin dışındaki aktörlerin de dâhil
edildiği çok daha karmaşık bir ilişki ağı olarak tanımlamak mümkündür.
Uluslararası Politika: Uluslararası politika, uluslararası siyasal et-
kileşim sürecidir ve bu genellikle devletlerarasındaki siyasal ilişkileri ifa-
de eder. Yukarıda “Uluslararası” kavramını tanımından hareket ederek
uluslararası politikanın da iki farklı şekilde tanımlanabileceğini ifade et-
mek gerekir. Uluslararası dendiğinde buradaki uluslar kavramı sadece
devletler olarak alındığında uluslararası politika, egemen ulus devletle-
rarasındaki siyasal ilişkiler olarak anlaşılır. Ancak buradaki uluslararası
kavramı geniş şekilde ele alınırsa uluslararası politika, devlet ve devlet
dışı tüm aktörler arasındaki siyasal etkileşimi ifade eder. Kaldı ki, günü-
müzde artık uluslararası kavramının anlamına yalnız egemen devletler
girmemektedir. Buna, ulusal çıkar grupları veya sivil toplum örgütleri,
özel firmalar, uluslararası örgütler ve uluslararası sivil toplum örgütleri
de dâhil edildiğinden haliyle uluslararası politika da sadece devletlerara-
sındaki bir siyasal etkileşim olmaktan çıkmakta ve adları geçen bu aktör-
lerin de dâhil edilmesiyle tüm bunlar arasındaki siyasal etkileşimi kapsa-
yan daha geniş bir anlama sahip olmaktadır.
Bununla beraber geçmişte olduğu gibi günümüzde de bazı bilim
adamları uluslararası politikayı sadece devletlerarasındaki bir güç ve ik-
tidar mücadelesi olarak tanımlıyorlar. Bunlar uluslararası politikayı dev-
let merkezli bir siyasal süreç olarak görmekte ve diğer aktörleri sürece
doğrudan bir etkileri olmadığı düşüncesiyle göz ardı etmektedir. Bunlar
arasında en iyi bilinenler siyasal gerçekçiler ya da diğer bir deyişle rea-
listlerdir. Bunlara göre, devletlerarasında sürekli bir rekabet ve çıkar mü-
cadelesi söz konusudur. Her bir devlet sadece gücünü arttırmaya odak-
landığından böyle bir yapıda devletlerarasında işbirliğini gerçekleştir-
mek zorlaşmaktadır. Bunlara göre bir devletin gücünü arttırması diğer
ülkelerin aleyhine olarak güç dengesinin bozulmasına yol açacağından
6 ULUSLARARASI İLİŞKİLERE GİRİŞ - TAYYAR ARI

diğer ülke ya da ülkeler de buna aynı şekilde güçlerini arttırarak cevap


verirler.
Bu düşüncenin karşısında olan ve devlet merkezli olmayan yakla-
şımı benimseyen kesim ise, uluslararası politikayı sadece devletlerarası
ilişkiler olarak değil çok aktörlü bir siyasal süreç olarak görmektedir.
Plüralistler ya da liberaller olarak da bilinen bu kesime göre uluslararası
politika bir mücadele sürecinden ziyade bir işbirliği sürecidir ve devletler
ve bireyler çatışmaya odaklanmaktan ziyade işbirliğini gerçekleştirmeye
çalışırlar. Bunlara göre, bireyler, toplumlar ve devletler işbirliği yaparak
birlikte kazanabilirler ve çıkarlarını birlikte gerçekleştirebilirler. Bir bire-
yin ya da devletin kendi amaçları doğrultusunda kendi kapasitesini art-
tırmak için çalışması diğer bireylerin, toplumun bütününün ya da diğer
devletlerin çıkarlarına aykırı olması gerekmez. Bireyler ve devletler çoğu
zaman kendi yararları için çalışırken uluslararası toplum için de çalışmış
oluyorlar. Plüralistler ve liberaller uluslararası politikayı bütün devletle-
rin birlikte kazanabilecekleri bir oyun olarak görüyorlar.
Diğer taraftan, siyasal ilişkilerin yanında, ekonomik, ticari, mali,
askeri ve kültürel ilişkiler ifade eden uluslararası ilişkiler ile uluslararası
politika kavramının kullanıldığı yere göre anlamları çakışabilir. Çünkü
ekonomik, askeri ve kültürel ilişkilerin siyasal sürece etkisi dikkate alına-
bilir veya bu ilişkileri siyasal ilişkilerden ayrı tutmak zor olabilir. Böyle
durumlarda uluslararası politika ve uluslararası ilişkiler kavramının an-
lamları örtüşebilir. Aslında bir ekonomik ilişki bir siyasal ilişkiye dönü-
şebileceği gibi, bir siyasal ilişkinin sonunda iki ülke arasındaki ekonomik
ilişkiler artabilmektedir. Dolayısıyla bir kültürel ilişki sadece bir kültürel
ilişki olarak kalmıyor, ya da bir askeri ilişki durup dururken kurulmu-
yor. Bu nedenle ekonomik, askeri ve kültürel ilişkileri siyasal ilişkilerden
ayırmak oldukça zor olabilir.
Nitekim iki ülke arasında gelişen kültürel ve toplumsal ilişkiler
hatta bir spor müsabakası vesilesiyle başlayan temaslar iki ülke arasın-
daki buzların erimesine yol açabilir. Yıllarca dondurulmuş ve çözümü
zor görünen sorunların çözümü yepyeni bir siyasal ilişkiler dönemini
başlatabilir. Örneğin, 1971’de Japonya’dan dönerken Çin’e uğrayan Ame-
rikalı pinpon takımının başlattığı süreç ABD ve Çin Halk Cumhuriyeti
I. BÖLÜM: ULUSLARARASI İLİŞKİLERİN TEORİK ÇERÇEVESİ 7

liderlerinin karşılıklı temaslarına dönüşmüş ve arkasından ABD’nin


Çin’e o güne kadar yaklaşık 21 yıldır uyguladığı tanımama politikasının
ve uyguladığı siyasi ambargodan vazgeçmesinin yolunu açmıştır. Benzer
şekilde 1999’da Türkiye’de yaşanan İzmit depremi sırasında kurulan
Türkiye-Yunanistan ilişkileri daha sonraki süreçte iki ülke arasında o gü-
ne kadar düşmanca olan ilişkilerin biçimini belli ölçüde değiştirmiştir.
Yine güncel bir örnek olarak, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Avrupa
şampiyonası için mücadele eden Türk ve Ermeni futbol takımlarının kar-
şılaşmasını izlemek için 2008 Eylül’ünde Erivan’a gitmesiyle başlayan
süreç, iki ülke arasında yeni bir ilişki döneminin başlamasına yol açmıştı.
Ancak söz konusu ilişkiler, Ermeni diasporasının ve üçüncü ülkelerin
soruna müdahalesi dolayısıyla Ermenistan tarafının beklenen adımları
atmaması nedeniyle ilerletilememiştir.
Dolayısıyla bazen siyasal ilişkiler ekonomik ve toplumsal ilişkilere
yol açar bazen ise tersi olur ekonomik ilişkiler diğer ilişkileri tetikler. Ör-
neğin, uzun Soğuk Savaş yılları boyunca düşmanca ilişkileri olan Türkiye
ve SSCB, Soğuk Savaşın sona ermesiyle ekonomik ve ticari alanda başla-
yan ilişkileri sayesinde siyasal ve güvenlik alanında karşılıklı güvene da-
yanan ilişkiler kurabilecek noktaya gelmişlerdir. Aynı şeyi Suriye için
söylemek mümkün. Bu ülkeyle de Soğuk Savaş yıllarındaki ilişkimiz pek
dostane sayılmazdı. Ama 2000’in başından itibaren başlayan güvenlik
merkezli ilişkiler önce siyasal ilişkilerin gelişmesine arkasından ticari
ilişkilerin son olarak da kültürel ve toplumsal ilişkilerin gelişmesine yol
açmıştı. Ne var ki 2011 başında Arap coğrafyasında başlayan değişim
rüzgârının ve halk hareketlerinin Suriye’yi de etkilemesi ve devamında
rejimin halka karşı şiddet kullanmasına Türkiye’nin tepki göstermesi
üzerine iki ülke arasındaki ilişkiler bozulmaya başlamıştır. Fakat bu du-
rumun daha ziyade geçici bir durum olduğunu, Suriye’de istikrarın sağ-
lanmasıyla beraber normal döneme geçileceğini dikkate almakta yarar
var. Dolayısıyla, bu örneklerden de görüleceği gibi, siyasal ilişkiler, diğer
ilişkilerin bir sonucu veya nedeni olarak gündeme gelebilir. O nedenle
uluslararası politika kavramını da ekonomik, toplumsal, kültürel, güven-
lik ve diğer toplumsal ilişkilerle iç içe yürüyen bir ilişki olarak görmek ve
onlardan ayrı düşünmemek gerekir.
8 ULUSLARARASI İLİŞKİLERE GİRİŞ - TAYYAR ARI

Buraya kadar ifade ettiklerimizi toparlarsak, uluslararası ilişkiler,


her ikisini de içeren daha geniş kapsamlı bir terimdir. Dolayısıyla bu ko-
nudaki yazarların üzerinde mutabık kaldıkları nokta, uluslararası politi-
kanın, devletlerin dış politikalarının basit bir toplamından ibaret olmayıp
bu sürece etki eden uluslaraşırı organizasyonları ve bunların etkilerini de
göz önünde bulundurduğudur. Yani tek tek devletlerin dış politikaları
toplandığında uluslararası politikaya ulaşılamamaktadır. Çünkü ulusla-
rarası politika sadece egemen devletlerin resmi organlarınca yürütülen
ve tamamen onların kontrol ettiği bir süreç olarak görülmemektedir.
Gerçi dış politikada da devlet dışı aktörlerin etkisi söz konusu olabilir
ama tanım zımni olarak da olsa devlet dışı aktörleri göz ardı etmekte ve
dış politikayı devletin yetkisinde görmektedir.
Dış Politika: Dış politika, belli bir ülkenin ya da ülkelerin diğer
ülke ya da ülkelere karşı izlediği siyasal tutum ve davranışlarını ifade
etmektedir. Sürece bir ülke açısından bakan dış politika, herhangi bir ül-
kenin dış siyasetini ve diğer ülke ya da ülkelerle girdiği siyasal etkileşimi
ifade eder ve devletlerin resmi organlarıyla yürütülür. Diğer bir ifadeyle
dış politika, bir devletin diğer devletlere veya devletler grubuna ya da
bölgeye dönük siyasal tutumunun adıdır ve devletin resmi organları ta-
rafından yürütülen bir süreçtir. Bu darlık öncelikle dış politika kavramı-
nın, bir devletin diğer devlet ya da devletlere karşı siyasal tutumunun
adı olmasından, ikinci olarak burada sürecin egemen devletlerarası bir
süreç olarak görülmesinden kaynaklanmaktadır.
Yukarıdaki ifadelerden anlaşılacağı üzere dış politika, uluslararası
siyasal sorunlara bir devletin amaçları, hedefleri ve davranışları açısın-
dan bakar, bir devletin uluslararası sisteme veya diğer devletlere karşı
tutumunu inceler. Örneğin Türkiye’nin Orta Doğu veya Kıbrıs politikası,
ABD’nin Irak politikası, Rusya’nın Orta Asya veya Kazakistan politikası
denildiğinde ifade edilmeye çalışılan ilgili ülkelerin söz konusu ülke ya
da bölgeye ilişkin dış politikasıdır. Uluslararası politika ise, uluslararası
siyasal etkileşim sürecine ulusal birimlere oranla daha geniş bir açıdan
bakar ve uluslararası yapının tümü içinde ele alır. Diğer bir ifadeyle so-
runlar daha geniş bir perspektiften ele alınır. Burada sorun birden fazla
ülkeyi, hatta uluslararası örgütleri ilgilendirmektedir. İki kutuplu yapı-
I. BÖLÜM: ULUSLARARASI İLİŞKİLERİN TEORİK ÇERÇEVESİ 9

nın bozulması ve Soğuk Savaş’ın sona ermesi, 1991 ve 2003’teki birinci ve


ikinci Irak krizleri ve 1991’den başlayarak Yugoslavya’nın dağılma süre-
cinde ortaya çıkan Balkanlar’daki sorunlar sadece bir ya da birkaç devle-
tin dış politikası olmaktan ziyade birer uluslararası politika sorunu ola-
rak görülmektedir.
Son olarak uluslararası politika ve iç politika arasındaki farka da
kısaca değinmekte yarar var. Bunlar arasındaki en önemli fark iç politi-
kada mücadele ve işbirliğini düzenleyen belli kurallar bulunmasına kar-
şılık, uluslararası politikada bütün alanlarda işbirliğini ve çatışmayı dü-
zenleyen ve bütün devletler tarafından üzerinde mutabık kalınmış kesin
ve belirgin kurallar bulunmamasıdır. Bunun yerine devletlerin aralarında
belli bir uzlaşmanın sağlandığı ve sadece belli bir konu ile sınırlı olan ku-
rallar bulunmakta, fakat bunların da yaptırım gücü ve etkinliği ya bu-
lunmamakta ya da oldukça zayıf kalmaktadır.
Ayrıca uluslararası politika, iç politikadan farklı olarak merkezi bir
otoritenin bulunmaması dolayısıyla çatışmayı önleyecek, kurallara
uyulmasını sağlayacak, işbirliğini koordine edecek ya da cezalandıracak
bir üst otorite bulunmamaktadır. Hatta bu durumu bazı bilim adamları
anarşi kavramıyla izah etmektedir. Diğer bir ifadeyle güvenliği sağlaya-
cak bir merkezi otoritenin bulunmadığı uluslararası sistemin bu anarşik
yapısı devletleri güvenliklerini sağlamak için kendi güçlerini arttırmaya
yol açmakta bu da hem kendilerinin hem de uluslararası yapının daha da
güvensiz hale gelmesine yol açmaktadır.
Bunların dışındaki diğer kavramlar ise diplomasi tarihi, uluslara-
rası hukuk ve uluslararası ekonomidir.
Diplomasi Tarihi: Diplomasi tarihi kavramıyla ifade edilmeye ça-
lışılan uluslararası ilişkiler tarihidir. Uluslararası ilişkiler, sadece günü-
müzde cereyan eden olayları incelemekle kalmamakta bu olayların geri
planını, yani geçmişini de ele almaktadır. Dolayısıyla diplomasi tarihi ile
uluslararası ilişkiler iç içe geçmiş kavramlardır. Bu iki bilim dalı birbirini
tamamlamaktadır. Diplomasi tarihi olmaksızın günümüzdeki olayları,
devletlerin politikalarını, aralarındaki ilişkileri, çatışmaları veya ittifakları
anlayamayız. Çünkü çoğu zaman devletlerarasındaki dostlukların ve
düşmanlıkların bir geçmişi bulunmaktadır. Bunların anlaşılması diplo-
10 ULUSLARARASI İLİŞKİLERE GİRİŞ - TAYYAR ARI

masi tarihinin incelenmesi ile mümkün olmaktadır. Diğer adı uluslararası


ilişkiler tarihi olan diplomasi tarihinin, bildiğimiz tarih biliminden farkı,
devletlerarasındaki ilişkilerin kronolojik bir anlatımından ibaret olmama-
sı, bunlar arasındaki ilişkilerin içsel ve dışsal nedenlerini dikkate alması,
gerekirse karşılaştırmalı analiz yöntemlerini de kullanmasıdır. Bu an-
lamda diplomasi tarihi, uluslararası ilişkiler ve uluslararası politika ana-
lizlerinin geçmiş tarihi dönemlere ve bu dönemlerdeki devletlerarasında
yaşanan çatışma ve işbirliği süreçlerine; yani barış ve savaş ilişkilerine
uygulanmasıdır.
Ancak bazen diplomasi tarihi kavramı, dış politikanın uygulayıcı-
ları olan ve bir ülkeyi diğer ülkelerde temsil etmekle ve onun adına mü-
zakerelerde bulunmakla görevli bulunan diplomatlık mesleğinin gelişme
tarihini ifade etmek için de kullanılmaktadır.
Uluslararası Ekonomi: Uluslararası ekonomi, devletlerarasındaki
iktisadi, mali ve ticari ilişkileri bütün boyutlarıyla ele alan bilim dalıdır.
Yukarıda ifade edildiği gibi, uluslararası ekonomi, uluslararası ilişkilerin
bir alt dalıdır ve çok boyutlu bir bilim dalı olan uluslararası ilişkilerin bir
boyutunu inceler. Kavram sadece devletlerarasındaki ekonomik ilişkileri
kapsıyor görünse de günümüzde özel piyasalar, finansal kuruluşlar ve
şirketler de uluslararası ekonomik ilişkiler içinde yer almaktadır. Dolayı-
sıyla bir bilim dalı olarak uluslararası ekonomi dendiğinde bundan dev-
letlerin yanında uluslararası örgütlerin, uluslararası şirketlerin para ve
finans kurumlarının faaliyetleri ve bu faaliyetleri düzenleyen kurallar
bütünü anlaşılmaktadır. Uluslararası ekonomik ilişkiler de aynı şekilde
devlet ve devlet dışı örgütlerin ve grupların tüm ilişkilerini kapsamakta-
dır. Bu alandaki ilişkileri düzenleyen kuralların yanı sıra bu alandaki iş-
birliğini korumak ve sürdürmek amacıyla oluşturulmuş olan uluslararası
iktisadi ve mali kuruluşlar ise bu ilişkinin kurallara uygun şekilde işle-
mesini sağlar. Önceki adı GATT olan Dünya Ticaret Örgütü, bu çerçeve-
de uluslararası iktisadi ilişkilerin temel kurallarını belirleyen ve bunlara
uyulmasını denetleyen bir örgüt niteliğindedir. OECD, OPEC ve APEC
gibi örgütler ise bu alandaki işbirliğini teşvik etmek amacıyla kurulmuş-
lardır.
Uluslararası Hukuk: Uluslararası hukuk, devletlere, uluslararası
I. BÖLÜM: ULUSLARARASI İLİŞKİLERİN TEORİK ÇERÇEVESİ 11

örgütlere, devlet niteliği kazanmamış örgütlenmiş topluluklara ve ulusla-


rarası toplumun bütününü ilgilendiren bireylere ilişkin durumlarda doğ-
rudan bireylere yönelik kuralları kapsamaktadır ve uluslararası ilişkilerin
bir alt dalıdır. Yukarıda yapılan kapsayıcı tanıma rağmen, uluslararası
hukukun yalnız egemen devletlerarasındaki ilişkilere uygulanabileceğine
ilişkin görüşler çoğunluktadır. Bunlara göre, uluslararası hukuk sadece
devletlerarasındaki ilişkilerin hangi kurallara göre yürütüleceğini ele
alan bilim dalıdır. Diğer bir ifadeyle uluslararası hukuk, devletlerarasın-
daki ilişkilere uygulanacak kurallar bütünüdür. Uluslararası hukuk,
uluslararası ilişkilerin özellikle siyasal ilişkilerin hangi kurallara dayan-
dığını, savaşın ve barışın hangi kurallara göre yapılacağını, örgütlerin
hangi kurallara göre faaliyet göstereceğini ele alır. Aksi görüşü savunan-
lara göre ise uluslararası toplumu düzenleyen kuralları oluşturan ulusla-
rarası hukuk hem devletlere hem devletlerin üye oldukları uluslararası
örgütlere hem de gerektiğinde bireylere uygulanacak kuralları içerir.
Uluslararası hukukun doğuşu ve devletlerarasındaki ilişkilerde
uygulanmaya başlanması egemen ulusal devletlerin ortaya çıktığı XV. ve
XVI. yüzyıllarda söz konusu olmuştur. Ulusal devletleri daha önceki dev-
let sisteminden ayıran temel özellik ülke içindeki yüce otoritenin merkezi
bir hükümetin, ya da hükümdarın eline geçmesidir. O zamana kadar hü-
kümdar, yetkilerini feodal beylerle ve kilise ile paylaşmaktaydı. Belli sı-
nırlara sahip devletlerin XVI. yüzyılda ortaya çıkması ile birlikte, kendi
üstünde başka bir otorite tanımayan egemen devletlerden söz edilir oldu.
Bununla birlikte, uluslararası hukuk kurallarının gelişmesi ile ilgili bir
durumda Roma İmparatorluğu dönemine dek geri gitmek gerekir. Bu
evrensel imparatorluk döneminde Roma ile yabancılar arasındaki ilişki-
leri düzenleyen Jus gentium (devletler hukuku) bir bakıma modern ulus-
lararası hukukun ilk habercisi olmuştur. Her ne kadar çağdaş uluslara-
rası hukuk kurallarının birçoğunun kökü Roma hukukuna dayanmak-
taysa da bu hukukun uluslararası hukuktan çok farklı yönleri vardı. Bu
nedenle modern uluslararası hukukun ortaya çıkışı, egemen devlet siste-
minin ortaya çıkışı ile birlikte olmuştur. İlk uluslararası hukuk kuralları-
nın önemli bir kısmı dini motiflerle yapılan otuz yıl savaşlarını sona erdi-
ren 1648 Vestfalya Antlaşması ile genel bir nitelik kazanmış ve yer-
12 ULUSLARARASI İLİŞKİLERE GİRİŞ - TAYYAR ARI

leşmiştir.
Grotius'un 1625'te yayınladığı "Savaş ve Barış Hukuku" başlıklı ki-
tabı klasik devletler hukukunun ilk kodifîkasyonudur. Ancak, uluslara-
rası hukukun XIX. yüzyıla kadar Avrupa devletlerinin tekelinde kaldığı
ve Avrupalı devletler tarafından oluşturulduğu bir gerçektir. Ne var ki
bu gelenek Birinci Dünya Savaşında kısmen, İkinci Dünya Savaşından
sonra ise tamamen bozulmuştur. Ondokuzuncu yüzyıl, evrensel toplu-
mun yapısında önemli değişiklikleri de beraberinde getirdi. Sovyetler
Birliği’nin ve müttefiklerinin ortaya çıkması farklı bir hukuk anlayışını
ortaya koydu. Birinci Dünya Savaşından sonra başta İngiltere olmak üze-
re Avrupa devletlerinin uluslararası politikadaki ağırlıkları giderek kay-
bolurken Amerika Birleşik Devletleri, Birinci Dünya Savaşıyla birlikte
Monroe Doktrini'nden yavaş yavaş ayrılarak dünya politikasındaki yeri-
ni aldı. Uluslararası toplumun yapısı İkinci Dünya Savaşından sonraki
dönemde daha köklü değişikliklere uğradı. Ekonomik ve siyasal yapıları
çok farklı olan iki süper devlet uluslararası ilişkiler alanına ağırlıklarını
koyuyorlardı. Bunun yanında İkinci Dünya Savaşından sonra eski sö-
mürgelerin bağımsızlıklarına kavuşmasıyla ortaya çıkan yeni devletler de
uluslararası hukukun günümüzdeki uygulanış biçimi üzerinde Önemli
etkilerde bulunmuşlardır.
Uluslararası hukukun kaynaklarına gelince bunlar aşağıda beş ana
başlıkta toplanmıştır.
Antlaşmalar ve sözleşmeler: Devletlerarasında imzalanan antlaş-
malar.
Teamül kuralları: Belli bir konuda teamül haline gelmiş uygulama-
lar.
Hukukun genel ilkeleri: Ahde vefa veya hakkın kötüye kullanıl-
maması gibi.
İçtihat kararları: Aynı konuda daha önceki mahkeme kararları
Doktrin: Yazarların ve önemli hukukçuların görüşleri
Uluslararası hukukun kaynakları arasında diğer bir ifadeyle ulus-
lararası bir hukuksal sorunda en güvenilir kaynak, öncelikle antlaşmalar
ve sözleşmeler gibi devletlerarasında yazılı olarak hazırlanan hukuk me-
tinleridir. Bu gibi belgeler gerektiği gibi imzalandığı ve onaylandığı tak-
I. BÖLÜM: ULUSLARARASI İLİŞKİLERİN TEORİK ÇERÇEVESİ 13

dirde bunlara taraf olan devletleri bağlar. Öte yandan bir uygulamanın
teamül haline gelmesi, dolayısıyla bağlayıcılığının söz konusu olması iki
öğeye bağlı bulunmaktadır. Bunlardan maddi öğe denilen birinci öğeye
göre, uygulamanın genel, sürekli ve tutarlı olması ve uzunca bir zaman
devam etmesi gerekmektedir. İkinci öge olarak bilinen ruhi ve psikolojik
öge ise uygulamaların hukukun gereklerine uygun olmasıdır. Uluslarara-
sı hukukun üçüncü kaynağı olan hukukun genel ilkeleri iki grupta top-
lanmaktadır.
(1) Hem ulusal hem de uluslararası hukukta uygulanan genel il-
keler. Örneğin iyi niyet (bono fide), ahde vefa (pacta sund servanda),
hakkın kötüye kullanılmaması, zaman aşımı, gecikme faizi, kesin hüküm
(res judicata) gibi.
(2) Sadece uluslararası hukukta uygulanan kurallar. Bunlara örnek
olarak da uluslararası hukukun iç hukuktan üstünlüğü, devletin sürek-
liliği ve yerel başvurma yollarının tüketilmesi gösterilebilir.
Uluslararası hukukun kodifikasyonu ise, teamüli hukuk kuralları-
nın yazılı hukuk biçimine dönüştürülmesi işlemidir. Uluslararası hukuk
kuralları ilk başta yazılı bir nitelik taşımayan örf ve âdet kurallarından
oluştuğundan bunların yazılı hale getirilmesi büyük bir önem taşımakta-
dır. Bu amaçla Birleşmiş Milletler bünyesinde Genel Kurula bağlı olarak
Uluslararası Hukuk Komisyonu kurulmuştur. Kodifikasyon çalışması
belli ölçüde bir yasama işlemidir. Bunun içindir ki bazı yazarlar buna
uluslararası hukukun yasalaştırılması demektedirler.
Uluslararası aktör: Uluslararası ilişkilerde, bağımsız karar alabil-
me ve bağımsız hareket edebilme kabiliyetine sahip ve diğer aktörleri
etkileyebilen siyasal birimlere aktör adı verilmektedir. Bir siyasal birim
kararlarını kendi başına alamıyor ve bağımsız hareket edemiyorsa aktör
olarak dikkate alınmamaktadır. Bu tanım çerçevesinde uluslararası ilişki-
lere hâkim olan geleneksel anlayışa göre, uluslararası ilişkilerin temel ve
biricik aktörü devletlerdir. Bağımsız hareket edebilme ve bağımsız karar
alabilme kabiliyetine sahip olan tek siyasal birim bunlardır. Söz konusu
geleneksel anlayışa göre devletlerin ülke içinde her şeyi kontrol ettikleri
ve dış politikaya kendilerinin karar verdiklerine inanılmaktadır. Aynı
şekilde, devletlerin kendilerinin rızası dışında hiçbir zorlamayı ve her-
14 ULUSLARARASI İLİŞKİLERE GİRİŞ - TAYYAR ARI

hangi bir üstün otoriteyi egemenliklerine aykırı buldukları için kabul et-
medikleri varsayılmaktadır. Dolayısıyla uluslararası ilişkiler dendiğinde
bundan devletlerin resmi organları aracılığıyla yürütülen ilişkiler anla-
şılmaktadır. Egemen devletlerarasındaki ilişkilerden ibaret olan uluslara-
rası ilişkilerin içinde yer aldığı ortamın; yani uluslararası sistemin ise
merkezi bir otoritenin olmaması dolayısıyla anarşik bir yapıya sahip ol-
duğu varsayılmaktadır. Bu bakımdan uluslararası ilişkilerin gerçekleştiği
uluslararası sistem iç politikanın gerçekleştiği ortam olan ulusal sistem-
den farklı olarak bir merkezi otorite olmadığı için daha istikrarsızdır.

B. TEORİ VE YAKLAŞIMLAR
Uluslararası ilişkiler alanında yapılan çalışmalara belli bir bilimsel
çerçeve kazandırmak için yapılan çalışmalara teorik çalışmalar denmek-
tedir. Teori, bir bilimsel alanın incelediği olgular arasında genellemeler
yapmaya uygun tekrarlanan düzenli davranışların ve etkileşimlerin bu-
lunduğu anlamına gelir. Etkileşimler düzenli bir şekilde tekrarlanmıyor-
sa buradan genellemeye gitmek mümkün olmadığından bir teoriye de
ulaşılamaz. Rastgele davranış ve etkileşimler bir genellemeye izin ver-
mediği için böyle bir alanı bilim olarak tanımlamak da güçleşmektedir.
Bilimsel teori bu anlamda akla ve deneye dayanan ve incelediği olgular
arasındaki ilişkileri anlamayı, açıklamayı ve daha sonra ortaya çıkacak
gelişmeleri tahmin etmeyi sağlayan genellemelerdir. Bu anlamda bilimsel
teoriler kendilerini sürekli bir şekilde sınamaya açık tutarlar. Yukarıdaki
özellikleri gösteremeyen veya belli bir süreden sonra bu özelliğini kay-
beden teorilerin yerini yenileri alır. Bu anlamda ideolojiler ile bilim ara-
sında önemli bir fark bulunmaktadır. Çünkü ideolojiler sınamaya açık
olmayan ve doğruluğu tartışılmayan genellemelerdir.

1. İdealizm
İdealizm, özü itibariyle uluslararası kurumsal mekanizmalarla ya-
ni uluslararası antlaşmalarla ve uluslararası örgütlerle barışın korunabi-
leceğini varsayan bir yaklaşımdır. XX. yüzyıl idealizminin I. Dünya Sa-
vaşı sonrası koşullarının ortaya çıkardığı ve savaşın yeniden yaşanma-
ması için pratiğe geçirilebilecek politikaların dile getirildiği bir düşünce
I. BÖLÜM: ULUSLARARASI İLİŞKİLERİN TEORİK ÇERÇEVESİ 15

akımı veya bir siyaset teorisi olduğu ifade edilebilir.


İdealizm özellikle I. Dünya Savaşı sonrası dönemde savaşın tekrar
yaşanmaması için alınacak tedbirlere işaret etmektedir. Bunun yansıması
ise Almanya ile imzalanan Wersay Antlaşması gibi savaşı kaybeden mağ-
lup ülkelerle yapılan antlaşmalar ve Milletler Cemiyeti’nin kurulması
şeklinde olmuştur. Liberal düşüncelerle de büyük benzerlikleri bulunan
idealist felsefenin uluslararası ilişkilere uygulanması anlamına gelen Wil-
son’ın öncülük ettiği idealist yaklaşım geçmişten günümüze birçok bilim
adamınca benimsendi ve çalışmalarında uygulandı.
I. Dünya Savaşı sonrası dönem idealist görüşlerin ciddi bir yükse-
lişinin ifadesi olmuştur. Dönemin de etkisiyle idealizm, uluslararası iliş-
kiler alanındaki teorik çalışmaların ilk aşamasını temsil etmiştir. Nitekim
uluslararası ilişkiler teorisiyle ilgili idealist görüşler çevresel koşulların
değiştirilmesi durumunda insan davranışının da değişebileceği şeklinde-
ki yukarıda da işaret edilen XVIII. yüzyıl aydınlanma döneminin varsa-
yımlarını temel almaktadır. Bu açıdan realizmin tam tersine, idealizm
insanın özü itibariyle iyi olduğu veya irrasyonel davranışların dışsal ko-
şullardan kaynaklandığı ve bu koşulların iyileştirilmesiyle bunun sağla-
nabileceği varsayımına dayanmaktadır.
Dolayısıyla uluslararası düzeyde de Milletler Cemiyeti ve Birleş-
miş Milletler gibi örgütlerin ve mekanizmaların kurulması ile çevresel
koşulların değiştirilmesinin söz konusu olacağı kabul edilmiştir. Çünkü
birtakım normlara işlerlik kazandırılması, siyasal davranışı yönlendir-
mek açısından gereklidir. Bu bağlamda otoriter yönetimler insan davra-
nışlarını olumsuz etkileyen yapılardır. İnsanların ve onların oluşturduğu
devletlerin olumlu davranışlar göstermesi demokratik yapıların kurul-
masıyla mümkündür. Buna göre demokrasilerle yönetilen devletlerin
çoğunlukta olduğu bir ortam barışçıl bir ortam olacaktır.
Bu bağlamda uluslararası ilişkiler alanında birbirlerinin yerine kul-
lanılan idealizm ile liberalizm arasındaki temel benzerliklere ve farklara
da değinmekte yarar var. İdealizm esas olarak eski Yunan felsefecilerin-
den Platon (Eflatun) ve Aristo’ya kadar geri götürülebilecek olan, Alman
idealistlerinden Kant ve Hegel ile gelişen bir düşünce ve felsefedir. Daha
ziyade insanı olumlu bir varlık olarak görmekte, erdem ve ahlak gibi
16 ULUSLARARASI İLİŞKİLERE GİRİŞ - TAYYAR ARI

kavramlara önem vermekte ve barışı gerçekleştirilebilir bir amaç olarak


düşünmektedir. Ancak Kant ve Hegel arasındaki en belirgin fark, Kant’ın
bireye vurgu yapmasına karşılık Hegel’in devleti daha fazla önemseme-
sidir.
Biraz ileride ayrıntılı biçimde ele alınacak olan ve idealizme ben-
zerliği nedeniyle birlikte ele alınan liberalizm ise daha ziyade İngiliz fel-
sefecisi John Locke’a dayanmakta ve aydınlanma dönemi felsefesi olarak
bilinmektedir. Esas olarak bireyin özgürlüğü üzerinde duran liberalizm,
Liberal ve demokratik ülkelerin barış yanlısı olduğu için demokrasilerin
yaygınlaşması halinde dünyada barışın egemen olacağını savunur. Bu
anlamda Kant’ın aynı zamanda hem idealist hem de liberal görüşleri ile
iki akımı bütünleştirdiğini söyleyebiliriz. Kant, bireylerin özgür olduğu
bir uluslararası toplumda barışın egemen olacağını savunmuştur.
İnsan doğasına yaklaşımları itibariyle de ortak görüşlere sahip
olan idealist ve liberal düşüncenin temsilcileri bu bakımdan realistlerden
ayrılmaktadır. İdealistlere göre insan, doğası itibariyle iyi ve dolayısıyla
karşılıklı yardıma ve işbirliğine yatkındır. İnsanların kötü davranış gös-
termesi insanların kötülüğünden kaynaklanmıyor; kötü kurumsal ve ya-
pısal düzenlemeler insanları bencil davranmaya ve diğerlerine zarar
vermeye (buna savaş da dâhil) itiyor. Savaş kaçınılmaz bir şey olmadığı
gibi, uluslararası yapının anarşik özelliğinin ortadan kaldırılması halinde
savaş önlenebilir veya azaltılabilir. Savaş ve adaletsizlik gibi uluslararası
sorunların önlenmesi bireysel girişimlerle mümkün olmayıp, kolektif ve
çok taraflı girişimleri gerektirir. Uluslararası toplumun, savaş ve benzeri
sorunlara yol açan anarşi ortamını ortadan kaldırmak için kurumsal dü-
zenlemelere gitmesi gerekir.1

1 Keith L. Shimko, “Realism, Neorealism and American Liberalism”, The Review of Poli-
tics, Vol. 54, No. 2 (Sring 1992), s. 285 (ss. 281-301); Charles W Kegley, Jr, “Neoliberal Cha-
lenge to Realist Theories of World Politics: An Introduction,” Charles W Kegley, Jr.ed.,
Contraversies in International RelationsTheory, Realism and the Neoliberal Challenge (New
York: St. Martin’s Press, 1995), içinde s. 4.
I. BÖLÜM: ULUSLARARASI İLİŞKİLERİN TEORİK ÇERÇEVESİ 17

2. Realizm
Uluslararası politika alanında özellikle 1940'dan 1970'lere kadarki
çalışmaların ağırlık noktasını oluşturan klasik realist yaklaşımda güç
kavramı ve bu bağlamda ulusal güç ve insan unsuru merkezi bir öneme
sahip olmuştur. Siyasal gerçekçilik adı verilen realist paradigmada gerek
uluslararası çatışmaların sonucunun belirlenmesinde gerekse diğer dev-
letlerin davranışlarını etkileme konusunda devletlerin sahip oldukları
kapasiteler büyük bir önem taşımaktadır. Realist yaklaşımı benimseyen
yazarlar her ne kadar devletin kapasitesi ile askeri gücünü özdeşleştirse-
ler de genelde ulusal gücün öğelerinin askeri olmayan unsurları da kap-
sadığını kabul etmektedirler.
Realizm, devleti uluslararası ilişkilerin temel aktörü olarak kabul
ederek, uluslararası ilişkiler ve uluslararası politikayı devletlerarasındaki
mücadele süreci olarak görmektedir. Devletin yekpare ve bütüncül bir
aktör olduğunu varsayan realistler devlet içi dinamikleri göz ardı etmek-
tedirler. Konular arasında hiyerarşi gözeterek askeri ve güvenlik konula-
rına öncelik veren realist teoriler için güç uluslararası ilişkileri anlamada
en temel kavramdır. Uluslararası istikrarın sağlanması ve anlaşmazlıkla-
rın çözülmesi de gücün kullanımıyla ilişkilendirilmektedir.
Realist paradigmaya göre, insan unsurunun uluslararası politikaya
yönelik önemli sonuçları bulunmaktadır. Diğer bir deyişle insan unsuru,
liberal ya da idealist yaklaşım ve teorilerden farklı bir boyutta ele alın-
maktadır. Realistler insanın kötü, günahkâr, çıkarcı, saldırgan ve ilişkile-
rinde gücü ön plana alan olumsuz bir doğaya sahip olduğunu düşün-
mektedirler. Özellikle klasik realizm, (klasik realizm ve neorealizm ayı-
rımına biraz ileride değinilecektir) uluslararası politikayı insan doğasıyla
açıklamaktadır. İnsanda egemen oldukları iddia edilen objektif yasalar
anlaşılmadan uluslararası politikanın anlaşılması olanaksızdır. İnsana
yönelik değerlendirmesi oldukça negatif olan realizme göre, insan doğuş-
tan kötü, açgözlü ve hırslıdır.
Uluslararası politikayı insan doğasına bakışıyla uyumlu şekilde
açıklayan savaş sonrası realistlerinden Morgenthau ve Niebuhr’a daya-
nan klasik realizme göre bireylerin ilişkilerinde gücü ön plana alması ve
güç ile çıkara dayalı bir ilişkiyi benimsemesi gibi devletler de dış politi-
18 ULUSLARARASI İLİŞKİLERE GİRİŞ - TAYYAR ARI

kada güç ve çıkar peşindedirler. Sürekli kapasitesini arttırma güdüsüyle


hareket eden devletler, olanakları ölçüsünde diğerlerini egemenliği altına
almaya çalışırlar. Dolayısıyla böyle bir yapıda savaş ve çatışma olağan
hale gelmektedir.
Realizme göre devlet adamını yönlendiren unsurlar korku, kuşku,
güvensizlik, güvenlik ikilemi, üne kavuşma, saygınlık/prestij ve çıkar
gibi unsurlardır. Özellikle bunlar arasından korku ve bunun yol açtığı
güvenlik ikilemi devletleri savaşa zorlayan nedenlerin başında gelmek-
tedir. Kaldı ki realistler diğer bir devletin ki eğer bu aynı zamanda potan-
siyel bir düşman ise, güçlenmesine seyirci kalmaktansa onu önlemek için
savaşa başvurmayı meşru saymaktadır.
İdealist yaklaşım politikanın ahlaki standartlara uyması gerektiği
üzerinde dururken, realistler soyut nitelikli ahlaki standartların siyasal
eylemlere uygulanamayacağını ileri sürerler. Çünkü bunlara göre karar
verici durumundaki devlet adamı, ulusal çevreden farklı olarak gerek bir
merkezi otoritenin gerek tam anlamıyla devletleri bağlayıcı hukuki yaptı-
rımların, gerekse bütün devletlerce kabul edilmiş ilkelerin bulunmadığı
bir uluslararası çevrede faaliyet göstermektedir. Ayrıca uluslararası alan-
da geçerli olan standartlar ulusal düzeyde bir bireyin davranışlarını yön-
lendiren standartlardan da oldukça farklıdır. Realistlere göre, devlet
adamı devletin çıkarını gözetmek zorunda olduğundan bireysel ilişkile-
rinde uyduğu ahlaki standartlara çoğu zaman uymayabilir; zira devlet
adamı öncelikle ulusal çıkarı gözetmek ve devleti dış tehditlerden ne pa-
hasına olursa olsun korumak zorundadır. Çünkü merkezi bir otoritenin
bulunmadığı bir uluslararası ortamda sonucu belirleyen her zaman için
devletin gücü olmaktadır. Bu nedenle devrimci, yayılmacı veya revizyo-
nist davranışlara sık sık rastlanan bir uluslararası sistemde devleti düş-
manlarından korumak zorunda olması, devlet adamını uygar bir top-
lumda bireyler ve gruplar arasındaki ilişkilerde hâkim olan ahlaka aykırı
veya çirkin olarak kabul edilen birtakım yöntemleri benimsemek duru-
munda bırakmaktadır.
Yukarıda ifade edildiği gibi, realizme göre, devletler uluslararası
politikanın temel aktörleridir. Çok uluslu şirketler veya uluslararası çevre
veya insan hakları örgütleri gibi uluslaraşırı örgütler aktör olarak kabul
I. BÖLÜM: ULUSLARARASI İLİŞKİLERİN TEORİK ÇERÇEVESİ 19

edilmedikleri gibi, NATO veya BM gibi uluslararası örgütler de üyesi


olan devletlerden ayrı bir varlıkları ve egemenlikleri olmadığı gerekçe-
siyle aktör olarak kabul edilmezler. Yalnız, otonom, egemen ve bağımsız
hareket edebilme yeteneğine sahip siyasal varlıklar olarak gördükleri
devleti tek uluslararası politika aktörü olarak kabul ederler. Ayrıca rea-
listlere göre devletler üniter ve rasyonel yapılardır. Devleti oluşturan bü-
rokrasi, siyasal liderler ve kamuoyu ayrı ayrı ele alınmazlar; çünkü arası-
ra bunlar arasında görüş ayrılığı olsa da nihai aşamada bunlar çözülerek
devlet diğer devletlerin karşısına tek bir politikayla çıkmaktadır. Devleti
rasyonel aktörler olarak kabul eden realistlere göre, belli amaçlar doğrul-
tusunda hareket eden devlet, mevcut kapasitesini dikkate alarak bunlara
uygun araçlarla amacına ulaşmaya çalışır.
Davranışsalcılığın eleştirisi karşısında varsayımlarını gözden ge-
çirmek durumunda kalan klasik realizme bilimsel bir nitelik kazandırma
çabasının da etkisiyle 1970’li yılların sonunda Kenneth Waltz’un
1979’daki “(Theory of International Politics)” çalışmasıyla Neorealizm
ortaya çıkmıştır. Yapısal realist olarak da bilinen Waltz, realizmin temel
varsayımını insan doğasına dayandırmaması ve analiz düzeyi olarak sis-
tem ve yapıyı esas alması bakımından daha bilimsel (davranışsalcı) bir
teori geliştirmeye çalışmıştır.
Realistlere göre, uluslararası ilişkilerin ana gündemini ulusal gü-
venlik konuları oluşturmaktadır. Siyasi ve askeri konuları en önemli ko-
nular olarak gören realistlere göre devletler ulusal çıkarı maksimum kıl-
mak için çaba gösterirler. Realistler tarafından devletin varlığını sürdür-
meye ilişkin olan ulusal güvenlik konusu yüksek politika (high politics)
olarak; ticari, mali, parasal, çevresel ve sağlıkla ilgili konular ise alçak
politika (low politics) olarak nitelenmektedir. Realistlere göre, yukarıda
da belirtildiği gibi devletlerin amaçlarına ulaşmak ve çıkarlarını gerçek-
leştirmek için kullanacakları temel unsur güçtür. Bu nedenle, genelde
realistler için güç mücadelesi uluslararası ilişkilerin temelini oluşturmak-
tadır.
Realizmin (özellikle neorealizmin) diğer önemli bir varsayımı ise
devletlerin tek tek güvenliğini sağlayacak bir merkezi otoritenin olmadığı
uluslararası yapının anarşik olduğudur. Realistler bu yapı içinde her bir
20 ULUSLARARASI İLİŞKİLERE GİRİŞ - TAYYAR ARI

devletin kendi güvenliğini kendisi sağlamak (self-help) zorunda olduğu-


nu varsayarak, diğer devletlerin de aynı şekilde davranacağını ve dolayı-
sıyla her bir devletin kendi çıkarı doğrultusunda hareket edeceğini ileri
sürmektedir. Realistlere göre, uluslararası yapıdaki istikrarsızlıklar dev-
letlerin güvenliği için tehdit oluşturmakta olup, devletler olası tehditlere
karşı destek sağlamak için ittifak antlaşmaları imzalayabilirler. Ancak
devletler güvenlikleri için bunlara çok fazla güvenmezler ve kendi gü-
venliklerini kendileri sağlayabilecek bir güce erişmeye çalışırlar.
Realistler maksimum güce ulaşmak arzusuyla hareket eden tüm
devletlerin birbirlerinin bu tür amaçlarına engel olmaya çalıştıklarını;
bunun sonucunda ortaya çıkan güç dengesinin ise istikrarı sağlayan
önemli bir unsur olduğunu iddia etmektedirler.
Birkaç önemli noktaya tekrar dikkat çekmek gerekirse realizme gö-
re, eğer devlet hayati çıkarlarını gözetmede başarısız olursa içinde bu-
lunduğu uluslararası ortam tarafından acımasızca cezalandırılır. Çünkü
realistlere göre, rasyonel bir aktör olan devlet dış politikada maliyet un-
surunu dikkate almak durumundadır. Özellikle neorealistlere göre, ulus-
lararası anarşi devletlerin davranışlarını belirleyen önemli bir öge oldu-
ğundan ortak çıkarlar söz konusu olsa bile net kazanç yoksa anarşi du-
rumu devletlerin işbirliği yapmasını engellemektedir. Bununla beraber,
tüm realistler için uluslararası kurumlaşmanın işbirliğinin gelişmesine
etkisi oldukça marjinal düzeydedir.
Oysa liberallere göre, devletler mahkûmun ikilemi türü bir ilişkide
de işbirliği yapabilirler. Burada örneğin işbirliğinin getirisi artırılarak ve-
ya işbirliğinden kaçınma cezalandırılarak taraflara işbirliğinin kendileri
için rasyonel bir seçim olduğunu anlamaları sağlanabilir. Realistler, bu
tür çözümlerin işe yaramayacağını, bunların hem maliyetli hem de etkisi
zayıf olan faktörler olduğunu düşünmektedirler. Uluslararası anarşik
yapıda istikrarı sağlayan ve devletleri işbirliğine ve kurumsallaşmaya
yönelten en önemli faktör birbirlerini dengelemeye dönük davranışlardır.
Diğer taraftan, özellikle neorealizm olarak bilinen yapısalcı rea-
lizm, kendi içinde savunmacı ve saldırgan realizm olarak ikiye ayrılmak-
tadır. Savunmacı realizme göre yayılma nadiren teşvik edilen bir politi-
kayken, dengeleme çok daha fazla tercih edilen bir politika olarak gö-
I. BÖLÜM: ULUSLARARASI İLİŞKİLERİN TEORİK ÇERÇEVESİ 21

rülmektedir. Savunmacı realizm dendiğinde ilk akla gelen Stephan


Walt’un “tehdit dengesi” teorisidir. Walt’a göre, anarşik bir ortamda dev-
letler kendilerini korumak için ittifaklar yaparlar. Devletlerin davranışla-
rını etkileyen faktör, tehdit algısıdır ve diğerlerin gücü ise burada etkili
olan çok sayıdaki faktörden sadece biridir. Zira devletler, diğerlerinden
kaynaklanan tehditleri, coğrafi yakınlığa, nisbi güce, niyete ve savunma-
saldırı dengesi gibi faktörler ışığında değerlendirmektedir. Merkezi bir
hegemonyanın olmaması devletlerin dengeleme politikası izlemesinde
etkili olmaktadır. Revizyonist ve saldırgan davranışlar kendi kendilerine
mağlup olmaya mahkûmdur ve statükocu devletler tehdide karşı daha
yumuşak bir bakış açısına sahiptir. Dengelemenin söz konusu olduğu bir
dünyada, devletler daha olumlu davranışlar sergilerler. Savunmacı rea-
lizmin en önemli açmazı, yayılmacı politikalardan ziyade revizyonizmin
yapısal olarak tepki göreceğine ilişkin olmasıdır. Güvenlik ikilemini ilk
ortaya atan yazarlardan biri olarak John Herz, savunmacı eylemlerin ve
kapasitelerin yanlış olarak saldırganlık gibi yorumlanabileceğine dikkat
çekmektedir. Zira statükoyu korumayı amaçlayan devletlerin davranışla-
rı, saldırı için hazırlık yapan ülkelerin politikalarıyla karıştırılabilmekte-
dir. Tehdit edilen ülkelerin tepkisi başta kaçınılmış olan karşılıklı saldır-
ganlığı teşvik edeceği için bir kısır döngüye yol açabilir. Savunmacı rea-
listler, güvenlik ikilemine dayanarak çatışmaları açıklama konusunda
sorun yaşıyorlar, çünkü içsel/ulusal düzeydeki patolojik faktörlerin de
ihmal edilmesi halinde revizyonist politikaların, statükoyu korumaya
çalışan, savunmayı esas alan ve dengeleme politikasına ağırlık veren dev-
letlerden oluştuğu düşünülen masum bir yapıda nasıl gündeme geldiğini
izah edemiyorlar. Çünkü herhangi bir devletin gücünü artırması diğerle-
ri tarafından tepkiyle karşılanacaktır. Oysa savunmacı realistler, bir dev-
letin gücünü artırarak kendini güvenli kılmaya çalışma yönündeki politi-
kaların faydasızlığına dikkat çekmektedir. Savunmacı realistler, devletle-
rin uygun miktarda bir güç arayışı içinde olacaklarını varsaymaktadır.
Yapısalcı realizmin bir başka türü olarak görülen ve daha ziyade
John Mearsheimer’ın “Büyük Güç Politikalarının Trajedisi” adlı çalışma-
sına dayandırılan ofansif realizm, savunmacı realizmin devletlerin uygun
ölçülerde güce sahip olmayı yeterli görecekleri türünden yaklaşımına
22 ULUSLARARASI İLİŞKİLERE GİRİŞ - TAYYAR ARI

karşı çıkmaktadır. Teorinin özü, nisbi gücün maksimum düzeye çıkarıl-


masıdır. Bu yaklaşım aslında Morgenthau’nun klasik realizmine de ben-
zemektedir. Çünkü insan doğasının saldırgan ve bencilliğine dayalı olan
bu yaklaşımda insan ve dolayısıyla devlet gücünü maksimize etmeye
çalışır. Fakat ondan temel farkı insan doğası veya devlet doğasına dayalı
güç elde etme hırsı olmayıp anarşik bir uluslararası sistemden kaynakla-
nan güvenlik meselesidir. Her bir devlet diğerine zarar verecek düzeyde
güce sahipse diğerlerinin saldırısından korunmak için onlardan daha faz-
la güce sahip olmak gerekir. Söz konusu bu yapısalcı ve güvenlik mer-
kezli yaklaşımı ise Mearsheimer’ı Waltz’a yaklaştırmaktadır. Ondan farkı
ise Waltz’ın belli ölçüde gücü yeterli görmesine karşılık Mearsheimer’ın
güç konusunda devletleri doyumsuz bir güce yöneltmesidir. Hatta bu
nedenle Waltz’u savunmacı realist olarak nitelemektedir. Çünkü onlar
güç dengesinin kurulması için gerekli olan gücü yeterli buluyorlar. Ayrı-
ca onlar için gücün korunması arttırılmasından daha önemli bir amaçtır.
Oysa ofansif realizme göre dünyada statükocu güç bulmak zordur. Çün-
kü uluslararası sistemin yapısı devletleri rakiplerinden daha fazla güç
elde etmeye teşvik eder. Ayrıca devletlerin nihai amacı sistemde hege-
mon olmaktır. Oysa devletlerin nihai amacının hayatta kalmak olduğuna
dikkat çeken Waltz, bu amaç için gerekli olan gücü yeterli görmektedir.
Oysa Mearsheimer’a göre devletler her bir devletin gücünü diğerine za-
rar vermek amacıyla kullanabileceği ve dolayısıyla belirsizliğin hâkim
olduğu bir uluslararası ortamla karşı karşıya bulunmaktadırlar. Böyle bir
ortamda nisbi güç önemini kaybetmekte ve diğerlerinden olabildiğince
daha fazla güç elde etmek gerekli hale gelmektedir. Güce sahip olmayı
durdurmanın tek koşulu hegemon hale gelmek ve onu tehdit edecek
başka hegemonun olmadığına inanmaktır. Mearsheimer’ın teorisi, beş
temel varsayıma dayanmaktadır. Buna göre, uluslararası sistem anarşik-
tir; büyük güçler gizliden gizliye bir miktar saldırgan askeri kapasiteye
sahiptir ve bu nedenle birbirlerine zarar verebilirler; devletler asla diğer
devletlerin niyetlerinden tam anlamıyla emin olamazlar; hayatta kalma
büyük güçler için temel amaçtır ve devletler rasyonel aktörlerdir.
Mearsheimer’a göre anarşik bir uluslararası sistemde devletler için
güvenliğe ulaşmanın tek yolu diğerlerinden daha fazla güç elde etmektir.
I. BÖLÜM: ULUSLARARASI İLİŞKİLERİN TEORİK ÇERÇEVESİ 23

En iyi savunma ise saldırgan politika izlemektir. Oysa savunmacı realist-


ler için saldırgan politikalar benzer politikaları tahrik edeceği için başa-
rızlığa mahkûmdur. Mearsheimer için böyle bile olsa pasif kalmaktan
iyidir; çünkü rakip ülkeler her halükârda sizin bu pasif tutumunuzu de-
ğerlendirerek aradaki güç farkını olabildiğince arttırmaya devam edebi-
lirler
Dolayısıyla güç maksimizasyonu, kendi kendine mağlup olmaya
mahkûm bir strateji değildir ve devletler rasyonel olarak bölgesel hege-
monya peşinde olabilirler. Devletler bir yerden sonra nisbi güçlerini ne
zaman artırıp artırmayacaklarına karar verebilecek deneyime sahip hale
geliyorlar. Devletler maddi ve manevi gücü birlikte ve yerinde kullana-
rak bölgesel hegemonya kurma amacına ulaşabilir. Bu yaklaşıma göre,
nihai güvenlik ancak en güçlü devlet haline gelindiğinde erişilebilecek
bir amaçtır. Devletler için bu amaç gerçekleşmesi zor bir amaç gibi görü-
lürse, bölgesel hegemon olmak için çalışırlar. Eğer her ikisi de mümkün
değilse yine de devletler kendi zenginliklerini ve askeri kapasitelerini
maksimize etmeye çalışabilirler. Devletler birtakım kaynakları ele geçir-
mek için savaşı göze alabilirler ve bazen masraflı bir çatışmanın içine gi-
rebilirler. Büyük devletler diğer devletleri durdurmak için ya üçüncü
devletleri işin içine dâhil etmeye çalışır ya da tehdidi bizzat kendisi den-
gelemeye çalışır. Bazen sorumluluğu diğerlerine havale etmek/diğerlerini
işin içine katmak (maliyete ortak etmek) dengeleme politikasına göre da-
ha az maliyetli olduğu için tercih edilir. Mearsheimer’ın teorisi daha zi-
yade büyük güçlere uygulanmakla beraber, karasal ve ada şeklindeki
büyük güçler ve bölgesel hegemonlar olarak onlar da tasnif edilmektedir.
Bir karasal büyük güç, bölgesel hegemon olmak isteyebilir; fakat bu ama-
cına ulaşamasa da nisbi gücünü mümkün olduğunca maksimize etmeye
çalışır. Etrafı denizlerle çevrili bir büyük güç ise bölgesel hegemon olma-
ya çalışmak yerine yükselen devletleri dengeleme politikasını tercih ede-
cektir. Bu çerçevede, İngiltere gibi devletler, esas olarak dengeleme poli-
tikasını tercih eder; ancak karasal/kıtasal güçlerin üstünlük peşinde ol-
ması halinde müdahaleyi düşünebilirler. Mearsheimer’ın üçüncü katego-
riye koyduğu büyük güçler ise ABD gibi bölgesel hegemonlardır. Bir
bölgesel hegemon esas olarak kendi lehine olan mevcut güç dağılımını
24 ULUSLARARASI İLİŞKİLERE GİRİŞ - TAYYAR ARI

korumayı ve sürdürmeyi tercih eden bir statükocu devlettir.


Mearsheimer’ın teorisi, büyük güçlerin savaşına yapısal açıklama-
lar getirmektedir. Büyük güçlerin sayıları ve bunların birbirlerini nasıl
kontrol edeceği üzerinde durulmaktadır. Bu bağlamda iki kutuplu yapı-
larda büyük güçler arasında savaş çıkma olasılığı en alt düzeydeyken ki
sistemde zaten iki büyük güç bulunduğundan bunlar arasında çatışma
çıkma olasılığı, güç dengesizlikleri ve yanlış anlamalar daha düşük olası-
lıktır. Çok kutuplu yapılarda savaş olasılığı iki kutuplu yapılara göre da-
ha fazla olduğundan çok kutuplu güç konfigürasyonları daha tehlikeli-
dir. Özellikle bu tür sistemlerde büyük güçler arasında denge söz konusu
değilse, daha güçlü durumda olanlar bütün gücü ele geçirerek hegemon
olmak isteyebilirler. Mearsheimer, bu bağlamda üç farklı durum öngör-
mektedir. İki kutuplu barışçıl yapılar ile dengesiz ve savaş olasılığının yük-
sek olduğu çok kutuplu yapıların arasında bir üçüncü kategori olan denge-
li çok kutupluluğu koymaktadır.
Özetlersek, ofansif/defansif teorinin/realizmin (ODT/R) ortak nok-
tası esas olarak yapısalcı (neorealist) realist teorinin ortak özelliği olan
anarşi varsayımına dayanmalarıdır. Hayatta kalma (survival) ve hâkimi-
yet (domination) ODT’nin öne çıkan temel kavramları niteliğindedir.
ODT, klasik realizmde de üzerinde durulan ancak ayrıntılı olarak yer
verilmeyen statükocu devlet/ revizyonist (devrimci) devlet ayrımını biraz
daha geliştirmektedir. Buradan savunmacı ve saldırgan realist gibi iki
farklı yapısalcı realist yaklaşımın doğması sözkonusu olmuştur. Savun-
macı yazarlar (Michael Mastanduno gibi), devletlerin rakipleri lehine güç
açığının doğmasına engel olmaya çalışmakla beraber kendi lehlerine bir
açığı maksimize etme eğiliminde olmadıklarını ileri sürüyor. Yani ulus
devletlerin güç (açığının) maksimizisyonu doğrultusunda bir politika
izlemediğini iddia ediyor. Oysa saldırgan realistler (Mearsheimer gibi)
tam tersine devletlerin anarşik bir ortamda nisbi gücü maksimize etmeye
dönük politikalar izlediklerini savunmaktadır. Bu çerçevede birincisi sa-
vunmacı, ikincisi ise saldırgan realizmin temel argümanını dile getirmiş
oluyorlar.
Bu arada, neorealizmin aşırı indirgemeci karşıtlığına tepki olarak,
neoklasik realistler içsel tercihlerin devletlerin dış politikalarında daha
I. BÖLÜM: ULUSLARARASI İLİŞKİLERİN TEORİK ÇERÇEVESİ 25

etkili olduğunu iddia etmektedirler. Bunlar, realizmin farklı devletlerin


neden farklı politikalar izlediğini açıklayan bir teori olduğunu gösterme-
ye çalışıyorlar. Neoklasik realistler, daha çok insan doğası üzerinde du-
ran klasik realistlerden farklı olarak çok geniş ölçüde revisyonist moti-
vasyonlar üzerinde durmaktadırlar. Neoklasik realizm dendiğinde ilk
akla gelen yazarlar arasında bulunan Randall Schweller’ın “çıkarlar den-
gesi” teorisi, devletlerin esas olarak korku ve hırsları tarafından yönlen-
dirildiğini ileri sürmektedir. Yani devletler rasyonel aktörler olarak güç
ve çıkar kombinasyonu tarafından yönlendirilmektedir.
Neoklasik realistler maddi kapasitelerin ve güç dağılımlarının
uluslararası sonuçları analiz ederken esas hareket noktası olması gerekti-
ğini düşünüyorlar. Bunlar devletin karakteri ve liderin gücün nasıl kul-
lanılacağı konusundaki görüşünün de önemine dikkat çekiyorlar. Neok-
lasik realizm aslında yapısalcı neorealizme alternatif olarak geliştirilmiş
bir teori olarak kabul edilmektedir. Neoklasik realizmde karar verme sü-
reciyle ilgili faktörler, uluslararası sistem ile dış politika arasında yer alan
ara faktörler olarak dikkate alınmaktadır.
Neoklasik realizm, dış politikanın içsel faktörlerden bağımsız ele
alınamayacağını göstermeye çalışarak yapısalcı realizme karşı çıkmakta-
dır. Devletlerin iç politika farklılıkları benzer dış politika sorunlarında
içsel kaynakları harekete geçirme yeteneklerini etkilemektedir. Bu bağ-
lamda saldırgan realizm aynı koşullarda devletlerin niye farklı politikalar
izlediklerini açıklayamıyor. Mesela yirminci yüzyılın ortasında ABD,
Hindistan ve Brezilya’nın bölgesel ve küresel hegemon olma konusunda
izledikleri politika farklılıklarını açıklayamıyor. Neoklasik realist teoriye
göre, bunun nedeni içsel kaynakları harekete geçirme konusunda devlet-
lerin yeteneklerinin aynı olmamasıdır. Bunlar, devletlerin dış politikala-
rının sadece sistemik faktörlerle açıklanamayacağını iddia etmektedirler.
Yapısalcı realizm, ABD-SSCB ilişkilerini ele alırken Demokrat ve Cumhu-
riyetçi parti arasındaki farklılıkları ve Kongre’nin etkisini göz ardı etmek-
tedir. Ayrıca neorealizmin uluslararası sistemin etkisini abarttığını dü-
şünmektedirler. Neoklasik realizmin iç politikaya önem vermesi, onu dış
politikayı devletlerin dışsal etkilere verdiği rasyonel tepkiler olarak gören
rasyonel yaklaşımlardan farklılaştırmaktadır

You might also like