Professional Documents
Culture Documents
Sera
Sera
1
Doç. Dr., Kocaeli Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Kocaeli
Türkiye
E-posta: aslan.pelin@gmail.com, ORCID: 0000-0001-8877-1739, DOI: 10.32704erdem.2022.82.025
10.32704erdem.2022.82.025
Makale Geliş Tarihi:30.11.2020 * Makale Kabul Tarihi: 29.11.2021 * (Sanat ve Edebiyat Mk.)
26
Giriş
oplumu oluşturan her bir insana, özellikle, kendi hâlinde yaşayıp gidenlere
T eserlerinde yer veren Memduh Şevket Esendal’ın hikâyeleri birey ve
toplum arasındaki karşılıklı etkileşimi analiz etmede mühim malzemeler
sunar. Türk toplumunu ve kültürünü Esendal’ın gözünden yorumlamada
onun sadece edebiyatçı değil, 1950’lere dek süren siyasi kimliği, bir “toplum
mühendisi” olması da büyük önem arz eder. O, Cumhuriyet ideallerine ve
Kemalizm’e bağlı olmakla beraber 1923 sonrası yeni yaşamda bulduğu
olumsuz yanları da eleştirir. Eleştirdiği tutum ve davranışı sergileyen kişileri
peşin bir hükümle yargılamak yerine eserlerinde onları, davranışlarının
nedenlerini, tercihlerinin kaynaklarını anlamaya çabalar. Bu bağlamda,
hikâyelerinde sebep ve sonuçlarıyla birlikte yer verdiği ancak bugüne dek
hakkında bu konu özelinde kapsamlı bir çalışma yapılmayan halk inançları
yazarın anlamaya çalıştığı konulardan biridir. Literatürde kimi araştırmacılar
tarafından batıl olarak nitelendirilen halk inançları yeterince gerekçesi
bulunmayan, kesin olmayan şeyleri doğru saymaya, akıl yoluyla genel geçer
bir doğrulama yapmadan, nesnel delillere gerek duymaksızın öznel olarak
doğrulamanın yeterli bulunduğu inançlardır (Akarsu 1975: 97). Cin veya
28
şeytan inancının yansımaları gibi kozmolojiden kaynaklanan, kara kedi
görmeyle şansızlığı ilişkilendirmek gibi sosyal olarak paylaşılan, bireylerin
yaşadığı doğaüstü tecrübeler sonucu oluşan ve bireyin şanslı bir sayısının
bulunması gibi kişisel inançlardan söz edilebilir (Köse, Ayten 2009: 51).
Hangi sınıflandırmaya tabi tutulursa tutulsun, her inanış var olduğu toplumun
eğilimleriyle, paylaşılan ortak kültürel hafızayla şekillenir.
Yapılan çalışmalar halk inançlarının antik kültürlerden çağdaş yaşama insanlar
üzerinde daima etkili olduğunu ortaya koymuştur. Türk gelenek ve inanışları
da Anadolu’da büyük rağbet görmüş, Anadolu kültüründe yaygınlaşarak
gündelik hayatın ayrılmaz bir parçası olagelmiştir (Çiçekler 2019: 172). Bu
toplumu gözlemleyen ve anlatan biri olarak Esendal’ın hikâyelerinde halk
inançlarına yer vermesi kaçınılmazdır. Siyasete İttihat ve Terakki’de başlayıp
CHP’de devam eden Esendal, Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e değin yöneticiler
tarafından daha da kararlı ve katı bir biçimde kendini dayatan pozitivist
dünya görüşünün destekleyicisidir. Bilime yaslanmış, akılcı ve ilerlemeci
bir medeniyet projesinin mimarlarıyla yoldaşlık eden, henüz çocukken bile
“hekim” olmayı isteyen (Arısoy 1952: 7) Esendal, küçük yaştan itibaren
pozitif bilimlere meyillidir. Diğer yandan, “Anadolu bir hazinedir, orada neler
yoktur ki. Kendisini tetkik edecek şahsiyeti beklemektedir. Bir adam çıksa,
“(…) o hafta içinde namaza başladı! (…) Hasan Dede türbesine gidip tövbe
etti, adak adadı. Kendince bir ruh temizliği yaptı.” (1985: 111). Nebiye’nin
bu uygulamalarına karşı açıktan yargılayıcı bir tavır sergilemese de yazar,
okuruna gerçek tedbirler, sağlıklı kararlar alınmadıktan sonra muska veya
adak gibi inançların kişiye sadece psikolojik açıdan rahatlama sağladığı;
hayatın gidişatını umulan yönde değiştirmede bir rol oynamadığı mesajını
verir.
Hikâyede anlatılan kasaba, dedikodunun ve halk inanışlarının bol
olduğu, gelişmemiş bir yerdir. Kasabanın sakinleri olaylara akılcı açıdan
yaklaşmazlar. Hikâyede çıkarcı, kıskanç ve sevgisiz bir anneyle onun
etkisindeki kızı Nebiye ön plandadır. Anne, hoşuna gitmeyen her meselenin
çözümünü büyüde bulur. Kızını kocasından soğutmayı amaçlar: “Büyünün,
muskanın arası kesilmedi. Kimden soğukluk için yeni bir şey sağlık alsa
yaptırıp Nebiye’ye yolluyordu” (77). “Bilinen yollarla sağlanamayan şeyleri
elde etmek, birine zarar vermek ya da zarardan korumak için birtakım gizli
güçleri kullanarak doğayı ve doğa yasalarını zorla etkileme amacını güden
işlemlerin tümü” (Yeşilmen 2019: 342) olan büyü 30 Kasım 1925’te kanunen
yasaklanmışsa da araştırmacılar büyücülüğün hâlâ sürdürüldüğüne dair
32
çalışmalar ortaya koymuşlardır (Kartopu, Ünalan 2019: 388). Esendal da gizli
kapılar ardında sürüp gittiği düşünülen büyünün Cumhuriyet’in bu konudaki
katılığına rağmen gündelik yaşamın hâlâ yaygın bir parçası olduğunu
bu hikâyesiyle resmetmiştir. Burada önemli olan nokta, sevgi temelli aile
bağları olmayan, kötü niyetli bir kişinin büyüye başvurması ve etkiye çok
açık, zayıf karakterli, mantığını kullanamayan ve kendi gerçek ihtiyaçlarını
dile getiremeyen bir diğer kişinin de buna uymasıdır. Annesi Nebiye’ye büyü
araçları olarak toz ve muska verir. Annesinin dediklerini harfiyen uygulayan
Nebiye’nin aslında tek gerçek isteği annesinin sevgi ve ilgisini kazanmaktır.
Zaten Nebiye hayatını “Hatice”de olduğu gibi ninelerden torunlara devreden
inanışlarla yürütür. Bu da Nebiye’nin yaptıklarını sorgulamamasında bir
etken olarak düşünülebilir. Ancak muhakeme yaptığında, olayları kendi
iradesiyle sorgulamaya çalıştığında Nebiye, büyülerle uğraşıp durarak ailesini
dağıtmaya çalışan annesi gibi olmaktan korktuğunu fark etse de bunun üzerine
düşünmeyi başına bir “uğursuzluk” gelmesinden korkarak keser. Esendal’ın
varmak istediği nokta tam da budur: Sağlıklı bir şekilde düşünme, kendini,
deneyimlerini, durum ve olayları değerlendirme yetisini kaybettiği anda
kişi boş inançların tutsağı olmaya açık hâle gelir. Olaylara dışarıdan bakan
okur her şeyin farkındadır: Annesinin etkisi altında kalan Nebiye kocasından
soğur, kocası Nebiye’den değil. Yani tüm mesele psikolojik açıdan olumsuz
Ancak aynı hikâyede 24 yaşına kadar hiçbir kadına gönül vermemiş, hiçbir
kadın tarafından da sevilmemiş anlatıcının sevdiği ve gönül ilişkilerinde çok
daha deneyimli Behiye’ye fal baktığında Esendal’ın tavrının farklılaştığı
sezilir. Hikâyede yine sevdiğine açılamama, iletişim beceriksizliği işlenir.
Erkek, Behiye’ye fal yoluyla hislerini söyler: “Gece gündüz seni düşünüyor.
Sana açılmağa çekiniyor. Sen açılmazsan o sana açılmayacak.” (22) İki âşık
fal üzerinden beklentilerini anlatırlar; fal inanışı bir ilişkinin kurulabilmesinde
etkili bir araca dönüşür. Ancak falla kurulan bu ilişki yürümez; okur için
buradan çıkan mesaj, falla iş görmenin, fala göre hayatı biçimlendirmenin
yanlış olduğudur. Bu yorumu “Monte Nuvare Belediye Başkanlığı” da
doğrular. Görev bilinci ve yeterliliği olmamasına rağmen çıkarlar gereği
belediye başkanı olan adamın eşi, kocasının yeni görevi için endişelenip falcı
çağırır: “(…) arkası kale duvarı gibi. Korkmasın. Vursun, kırsın aklına geleni
yapsın!” (2015: 89). Ama sonuç böyle olmaz; halk tarafından neredeyse linç
edilecek olan adam, görevi bırakmak zorunda kalır. “Behiye”de okur Behiye
gibi bir kadının tekeşli duramayacağını, birbirlerine göre olmayan çiftin
ilişkisinin sürmeyeceğini; “Monte Nuvare Belediye Başkanlığı”nda da görev
bilincinden yoksun bir adamın uzun süre başkanlığı yürütemeyeceğini bilir.
34 Hâlbuki fallar güzel bir aşktan ve koltuğu tehlikeye girmeyecek bir adamdan
haber vermişti. Okura gösterilen, falların vadettiğiyle gerçekte yaşananların
tezatlığıdır. Fal, kişinin hayatında belki eğlence amaçlı yer alabilir ama fala
inanıp geleceği o yönde beklemek safça bir tutum olarak değerlendirilebilir.
Esendal’ın hikâyelerinde hikâye kişilerinin yaşamlarına yön vermede
başvurduğu diğer halk inanışları, türbeler etrafında şekillenenlerdir. Yazarın
eleştirdiği söz konusu inançların maneviyatı değil, maneviyatın hak etmeyen,
halkı kandıran kişilere yönelmesidir. “Kutsal”ın tezahür ettiği türbeler, yatırlar,
mezarların (…) ziyaretleri Türkiye’de oldukça yaygın olup “kurumlaşmış
din” karşısında Türk halk dindarlığının önemli odaklarındandır (Günay 2003:
6). Türk-İslam âleminde Tanrı katında muteber olduğuna inanılan ve kutsallık
atfedilen kişilerin, türbe, yatır ve mezarları halkın o kişilerin ruhaniyetinden
istifade ettiği yerler olduğu gibi insanlar buralara her türlü dilek ve niyet için
de gitmektedir (Bulut 2011: 120). “Hafız Hanım”da olduğu gibi Esendal’ın
hikâyelerinde, türbeler etrafında şekillenen inanışlar geniş yer kaplamaz
ama bunlar hikâyelerin ister küçük ister büyük bir parçası olsun hep olumsuz
kişilerle birlikte anılırlar. “Hafız Hanım”daki karakter konaklara gidip masal
anlatan “dalkavuk” (2005: 31) kadınlardan biri olarak nitelendirilir. Hafız
Hanım kapıdan okuyup üfleyerek çıkan, türbeler, mezarlar önünden geçerken
okuyup üfleyen, yerde yatan iki köpek arasından geçmemeye özen gösteren,
yanında para varsa dervişlere veren, eve sağ ayakla girip sol ayakla çıkan
biridir. Bu özellikleri düşünüldüğünde onun türbe ve dervişlere olan saygısı
kuvvetli bir maneviyattan ziyade diğer halk inanışlarıyla beraber otomatiğe
dönüşmüş davranış kalıpları sergilemekten ibarettir.
Esendal, “Bir Mübahase”de ise artık maneviyatının çoktan kaybolmuş
olduğunu düşündüğü türbe inanışına çok daha eleştirel yaklaşır. Dellalken
türbedar olan karakterin hikâyesi şöyledir:
(…) ‘Sancaktar Baba’nın türbesi imiş, rüyada hazret hacıya göründü.
Kendi mezarını işaret etti. Ve üç gece birbiri arkasına bu rüya tekerrür
edince artık şüpheye mahal kalmadı. Mezarın işaret olunduğu yere
bir toprak duvar, bir tahta parmaklık, yazısız bir taş, bir kandil astılar
ve mezar tamam olur olmaz ‘erenlerim’ kerametini gösterdi. Yalnız
mahalle halkı, yalnız şehir halkı değil, bütün köylüler gelip gitmeğe,
avuç avuç topraklarını götürmeğe başladılar (1983: 17).
empatisi yüksek ermiş kişilerin yerini hiçbir ruhani temeli olmayan, sıradan
hatta cahil ve çıkarcı kişilerin aldığını, veli, ermiş, türbe ve adakla ilgili
inançlarının içinin boşaltıldığını göstermeye çalışır.
Esendal, kaynağını dinden alan ancak yine yanlış bir uygulamayla
insanın akli melekelerini kör eden bir inanışa dönüşen sakal bırakmayı
da işler. Türk toplumunda sakal, Hz. Peygamber’in sünneti olarak yaygın
bir kabul görmektedir (Albayrak, Çapcıoğlu 2006: 119). “Postacı Halit”te
Halit, sünnet gereği sakal bırakır. Hikâyede aklı ve mantığı temsil eden Sıtkı
Kaptan, Halit’i “(…) sünnet çok! Sen hepsini bitirdin de bir sakal mı kaldı?
(…) Aklını başına al, her şeyin bir yakışığı var. Git, o sakalı da kazıt (…)
Sen bir postacı adamsın, çok sofuluk sana yaramaz. Hoca değilsin, hacı
değilsin!.. Bakalım ilkin bir baba ol… Onu beceremeyince, hızını sakaldan
mı alıyorsun!” (123) sözleriyle eleştirir. Kaptan, sakalı hem “baba” olmanın
yetersizliğini giderip bu yolla erkeklik kazanma amacı güdüldüğünden
samimi bulmaz hem de davranışlara yönelik değil de şekle yönelik bir sünneti
memurluk yapan biri için onaylamaz. Kasabada “tahta sakal” tek kişi bir
doğramacıdır. Kaptan onun akıllı olmadığını söylerken anlatıcı da onun için
“Yüzü de hiç gülmez. Bütün kasaba halkına, bütün yurda, bütün insanlara
36
kızgın gibi durur.” (122) değerlendirmesinde bulunarak tarafını belli eder.
Böylece insan ilişkilerinde iyiyi örnek almanın şekilciliği örnek almaktan çok
daha yararlı olduğuna işaret edilmiş olur. Halit ise sakalı fikri sabiti hâline
getirerek sakalsızları kâfir olarak niteleyip onlara sürekli söver, sonunda akıl
hastanesine yollanır. Böylece Esendal, bir kez daha, halk inanışlarının cahil
kimselerce yorumlandığında, bu inanışların onların hayatını ele geçirdiğinde
ne kişiye ne topluma bir faydası olmayacağını hatta onlara zarar vereceğini
göstermiştir.
Kaynağını kozmik anlayıştan alıp sosyal olarak paylaşılan inanışlara
da Esendal’ın hikâyelerinde rastlanır. Anadolu’da cin, ecinni, cadı, peri,
şeytan, üç harfli, iyi saatte olsunlar, mekir, feriştah, Rüküş Hanım gibi
isimler verilen tabiat üstü varlıklar etrafında şekillenen inanışlar gündelik
hayatta geniş yer kaplar (Duvarcı 2005: 126). “İyi saatte olsunlar, cinler,
periler var. Bu kasabacık onlarla doludur. Döndü Bacı, bulaşık suyunu,
akşamdan sonra, bahçeye destursuz dökmüş; Kadın uğradı, eli ayağı çarpıldı.
Vasfi Efendiye okuttular, arabaya koyup Koyun Baba’ya götürdüler, dili
tutulmuş. Bunu, Ortacami Mahallesinde herkes bilir.” (70) “Nebiye’nin
Kasabasında Hayat”tan alıntılanan bu cümleler Esendal’ın bu tarz inanışları
küçük yerlerdeki cahil halka özdeşleştirdiğini, halkın bu tarz inanışları
gerçekçi kılmak için fiziksel kanıtlar üreterek mantık dışına teslim olduğunu
düşündüğünü gösterir.
Kişisel İnançlar
Uğursuzluk ve uğur etrafında şekillenen halk inanışları kültürel olarak
sınıflandırıldığı gibi kişisel de olabilir. Kişisel inançlar kişinin bireysel
dünyasında kendi kendisine uyguladığı, anlamını kendi deneyimlerine
göre belirlediği inançlardır. Araştırmacılar kişilerin olumlu inanışlarının
yüksek performans sergileyeceğine olan inançlarını artırırken olumsuzların
performans düşürdüğünü ortaya koymuştur (Block, Kramer 2009: 162)
Esendal’ın hikâyelerinde de kişisel inançlar bu yönüyle sıkça işlenir. Bu
inançların bazıları tamamen kişilerin bireysel deneyimleri sonucu oluşmuşsa
da çoğu aslında yine toplumun ortak hafızasından kişinin kendi deneyimine
dâhil olanlardır. Aynayla ilgili inanışlar bunlardan biridir. Türklerde ayna,
gece bakıldığında uğursuzluk getiren bir nesne olarak kabul edilir (Sümer
2017: 1370). “Hatice”de kızına “(…) gece aynaya bakma, iyi değildir.”
(94) cümlesini kuran yine geleneksel yaşam biçimini benimsemiş, olaylar
arasında rasyonel bağlantılar kurmak yerine nesilden nesile aktarılan bir
inanışı sorgulamadan uygulayan bir ev hanımıdır. 37
Türbe ve yatırların varlığına inanılmasında rüyanın referans verilmesinin
yeterli olduğuna değinmiştim. Türk-İslam âleminde rüyaya büyük kıymet
atfetme, rüya ile amel etme oldukça yaygındır (Paçacı 2016). Sadece
maneviyata işaret eden rüyalar değil, kişilerin birbirlerini rüyalarında
görmeleri de gündelik yaşamın ayrılmaz bir parçasıdır. “Rüya Nasıl Çıktı”da
kurnaz ve bencil İzzet, kahvede kendisiyle oturması için kendi hâlinde genç
bir postacı olan komşusu Tevfik’e rüyasında kendisini gördüğünü söyleyerek
onun rüyalara yönelik zaafından yararlanır. Tevfik, rüyayı dinlemeden
düşüncelere dalar: “(…) tırnağını ne gün kestiğini düşündü. ‘Yanılıp da
ters bir günde kesmiş olmayayım?’ Kendince uğursuz saydığı işlerden
birini işlemiş olmasından korktu.” (tya: 59) O, çabuk etkilenen, kendini
baskı altında hisseden ve olaylar arasında doğru bağlantılar kuramayan bir
memurdur. İşyerinde kendisine verilen ufacık bir sorumluluğu büyüten, her
durumda en kötü ve gerçekleşmesi en düşük ihtimalleri düşünen, evhamlı
ve kaygılı biridir. “‘Sabahtan beri zaten içimde bir sıkıntı var, İzzet Bey’in
rüyası da boşuna değildir,’ diye düşünüyor, kendisi için sanki bir uğursuzluk
hazırlandığını sanıyordu.” (60) Sağ yanına yatıp uyumazsa başına bir felaket
geleceğini sanan Tevfik, yalnız değildir. Esendal onun gibilere hikâyelerinde
sıklıkla yer verir. Bu karakterler genelde memurdurlar. Küçük memurların
temelsiz ya da amacından saptırılmış olana değil, hem kişi hem toplum için
iyi, güzel ve faydalı olana yönelebilir.
42
KAYNAKLAR
Akarsu, Bedia (1975). Felsefe Terimleri Sözlüğü, Ankara: Ankara Üniversitesi
Basımevi.
Albayrak, Ali ve İhsan Çapcıoğlu (2006). “Ehl-i Sünnet Geleneğine Bağlı Bir
Orta Anadolu Köyünde Halk İnançları ve Uygulamaları”, Dinî Araştırmalar
8/24, s. 107-132.
Arısoy, M. Sunullah (1952). “Memduh Şevket Esendal’la Bir Konuşma”,
Varlık 383, s. 7-8.
Aslım, Gökhan ve Çağrı Çağlar Sinmez (2017). “İç Anadolu Bölgesindeki
Hayvanlarla İlgili İnanış ve Uygulamalar Üzerine Bir Değerlendirme”, bilig
8, s. 205-232.
Barlok, İsmet. “Memduh Şevket Esendal’ın Kitapları Arasında”, (Erişim
tarihi: 01.09.2020), <http://www.memduhsevketesendal.com/hakkinda/
barlok3.html>
Block, Lauren ve Thomas Kramer (2009). “The effect of Superstitious Beliefs
on Performance Expectations”, J. of the Acad. Mark. Sci. 37, s.161-169.
43
Bulut, İhsan (2011). “Anadolu’da İnanışların ve Geleneklerin Doğa
Korunması Açısından Önemi Üzerine Örnekler”, Atatürk Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi 11/46, s. 119-134.
Celilova, Aynur (2019). “Avcılık İnanç Ve Ritüellerine Bakış”, Sosyal
Araştırmalar ve Davranış Bilimleri Dergisi 5/8, s. 62-86.
Cunbur, Müjgân (1997). Türk Kadını İçin, Ankara: Türk Kadınları Kültür
Derneği Genel Merkezi Yayınları.
Çatalbaş, Resul (2011). “Türklerde Hayvan Sembolizmi ve Din İlişkisi”,
Turan Stratejik Araştırmalar Merkezi Dergisi 2011 3/12, s. 49-60.
Çiçekler, Ahmet Naim (2019). “Isaac Barrow’un Kaleminden Türklerde
Batıl İnançlar/Hurafeler/Halk İnanışları”, Dil ve Edebiyat Araştırmaları
(DEA) 20, s. 165-188.
Duvarcı, Ayşe (2005). “Türklerde Tabiat Üstü Varlıklar ve Bunlarla İlgili
Kabuller, İnanmalar, Uygulamalar”, bilig 32, s. 125-144.
Esendal, Memduh Şevket (2001). Kızıma Mektuplar, Ankara: Bilgi Yayınevi.
_____________________ (1983). Otlakçı, Ankara: Bilgi Yayınevi.
_____________________ (tya). Mendil Altında, Ankara: Bilgi Yayınevi.
45