You are on page 1of 22

Memduh Şevket Esendal’ın Gözünden

Türk Toplumunda Halk İnançlarının


Yeri ve İşlevi
Pelin ASLAN AYAR1
ÖZ
Kökeni insanlık tarihi kadar eski olan, çeşitli psikolojik ihtiyaçlara
cevap vermeleri açısından insanlar tarafından benimsenen halk
inançları, Türk toplumunda da her zaman yaşamın ayrılmaz bir parçası
olagelmiştir. Toplumu gözlemleyip hikâyelerini oradan devşiren
Memduh Şevket Esendal da bu konuya hikâyelerinde geniş yer verir.
Yapılan çalışmalar her ne kadar modern şehirlerde yaşayan, iyi eğitimli,
üst sınıftan insanların da bu tarz inançlara sahip olduğunu ortaya
koymaya başlamışsa da pozitif bilim dünyasında bunlar “temelsiz,
irrasyonel ve boş” olarak nitelendirilip batıl kabul edilegelmiştir. Bu
inançların daha çok kırsal bölgelerde yaşayan, atalardan devralınmış
öğretilerle şekillenmiş, geleneksel bir yaşam süren ve eğitim seviyesi
25
düşük insanlar arasında yaygın olduğuna dair bir ön kabul vardır.
Modern Cumhuriyetçi söylemin bir temsilcisi olan Memduh Şevket
Esendal da halk inançları konusunda bilim insanlarıyla aynı ön kabulü
paylaşır görünmektedir. Yazarın hikâyelerinde hem sosyal olarak
paylaşılan hem de kişisel inançlar yer alır. Memduh Şevket Esendal,
özellikle, halk arasında geçmişten beri kabul gören, sosyal olarak
paylaşılan inanış ve uygulamalara karşı daha eleştireldir. En çok
muska, adak, yatır, türbe, büyü, fal gibi sosyal inanışlara yer verdiği
hikâyelerinde bunlara itibar edenler genelde kırsal kesimde, küçük
kasabalarda yaşayan ve eğitimsiz insanlardır. O, bu inançların çıkış
noktasındaki maneviyatını kaybettiğini, iyi ve güzele değil, sömürüye
hizmet ettiğini, kötü niyetli kişilerin elinde aile ilişkilerine ve topluma
zarar verdiğini göstermeye çalışmıştır. Diğer yandan kişiyi mantıklı
düşünmekten alıkoyan çoğu zaman temelsiz ve akıl dışı gibi görünen
inançlar bireysel olarak benimsendiğinde, kişinin kendi iç dünyasında
yaşandığında yazarın daha müsamahalı bir tavır sergilediği görülür.
Kişilerin kendi deneyimleri sonucunda uğur ve uğursuzluk etrafında
şekillenen inançlar da mantık dışı olup kişinin olaylar arasında

1
Doç. Dr., Kocaeli Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Kocaeli
Türkiye
E-posta: aslan.pelin@gmail.com, ORCID: 0000-0001-8877-1739, DOI: 10.32704erdem.2022.82.025
10.32704erdem.2022.82.025
Makale Geliş Tarihi:30.11.2020 * Makale Kabul Tarihi: 29.11.2021 * (Sanat ve Edebiyat Mk.)

ERDEM, Haziran 2022; Sayı: 82; 25-45


Pelin ASLAN AYAR

doğru bir neden sonuç ilişkisi kurmasını engeller. Ancak zararı ya


da faydası kişinin sadece kendisine olan, kişiyi psikolojik açıdan
rahatlatan veya kaygılandıran ve her ne kadar kişisel olsa da ortak
kültürden devralınan bu inançları anlatırken Memduh Şevket Esendal,
hikâyelerini daha komik bir zemin üzerine inşa etmiş, onlar karşısında
yargılayıcı olmamıştır. Bu makale, Memduh Şevket Esendal’ın sosyal
ve kişisel inançlara karşı tavrını çözümleyerek onun asıl itirazının
kültürel birer renk olarak yaşamda yer alan inançlara yönelik değil;
bu tarz inançların kişinin hayatını kontrol altına almasına, onu sağlıklı
düşünmekten alıkoymasına, ona ve çevresine zarar veren, kötü niyetli
kişilerce kullanılmasına rağmen sorgulanmaksızın nesilden nesle
aktarılmasına dair olduğunu gösterir.
Anahtar Kelimler: Halk inançları, sosyal inançlar, kişisel inançlar,
uğur, uğursuzluk.

26

ERDEM, Haziran 2022; Sayı: 82; 25-45


Memduh Şevket Esendal’ın Gözünden Türk Toplumunda Halk İnançlarının Yeri Ve İşlevi

The Place and The Function Of Folk Beliefs in Turkish Society


Through Memduh Şevket Esendal’s Perspective
ABSTRACT
Folk beliefs as old as human history which have been seen as a solution
for various psychological needs of people have been always integral
part of Turkish society too. Memduh Şevket Esendal who picks up
his subjects from the society gives a large place to folk beliefs in his
stories. Although surveys begin to prove that urban, well-educated,
modern people has also these kinds of beliefs, positive sciences which
define them as superstitions evaluate them as baseless, irrational
and empty thoughts and also have a pre-acceptance that these kinds
of beliefs are widespread among traditional and uneducated people
who live according to their ancestors’ tenets in rural districts. As a
representative of modern Republican discourse Memduh Şevket
Esendal also seems to share the same pre-acceptance about folk
beliefs with science. Both, socially shared and personal beliefs are
described in his stories and his attitude is more critical towards
especially socially shared old beliefs and practices. Socially shared 27
beliefs like vow, amulet, tomb, holy grave, magic and fortune-telling
belong to generally rural and uneducated people in his stories. He tries
to show that these beliefs lost their initial spirituality, now they serve
for exploitation, not good and beauty and they harm family relations
and society by malicious people. On the other hand, when generally
baseless and irrational beliefs which prevent the person from thinking
rationally are experienced one’s inner life, the author’s attitude
becomes more tolerant. Beliefs which are formed around fortune or
misfortune by the result of individual’s own experience also prevent
the person from establishing an accurate cause and effect relationship
between events. Nevertheless, while Memduh Şevket Esendal is
telling these kinds of beliefs whose harm or benefit for just the person
having them and make the person ease or anxious by affecting her/his
psychology, uses sense of humor and becomes less judgmental. This
article by analyzing the attitudes of Memduh Şevket Esendal towards
social and personal beliefs claims that the real objection of him not
for beliefs in the life as a cultural color but for transferring generation
to generation without questioning of beliefs which take control of
people lives, prevent them thinking rationally and damage them and
the people around them by malicious people.
Keywords: Folk beliefs, social beliefs, personal beliefs, fortune,
misfortune.

ERDEM, Haziran 2022; Sayı: 82; 25-45


Pelin ASLAN AYAR

Giriş

oplumu oluşturan her bir insana, özellikle, kendi hâlinde yaşayıp gidenlere
T eserlerinde yer veren Memduh Şevket Esendal’ın hikâyeleri birey ve
toplum arasındaki karşılıklı etkileşimi analiz etmede mühim malzemeler
sunar. Türk toplumunu ve kültürünü Esendal’ın gözünden yorumlamada
onun sadece edebiyatçı değil, 1950’lere dek süren siyasi kimliği, bir “toplum
mühendisi” olması da büyük önem arz eder. O, Cumhuriyet ideallerine ve
Kemalizm’e bağlı olmakla beraber 1923 sonrası yeni yaşamda bulduğu
olumsuz yanları da eleştirir. Eleştirdiği tutum ve davranışı sergileyen kişileri
peşin bir hükümle yargılamak yerine eserlerinde onları, davranışlarının
nedenlerini, tercihlerinin kaynaklarını anlamaya çabalar. Bu bağlamda,
hikâyelerinde sebep ve sonuçlarıyla birlikte yer verdiği ancak bugüne dek
hakkında bu konu özelinde kapsamlı bir çalışma yapılmayan halk inançları
yazarın anlamaya çalıştığı konulardan biridir. Literatürde kimi araştırmacılar
tarafından batıl olarak nitelendirilen halk inançları yeterince gerekçesi
bulunmayan, kesin olmayan şeyleri doğru saymaya, akıl yoluyla genel geçer
bir doğrulama yapmadan, nesnel delillere gerek duymaksızın öznel olarak
doğrulamanın yeterli bulunduğu inançlardır (Akarsu 1975: 97). Cin veya
28
şeytan inancının yansımaları gibi kozmolojiden kaynaklanan, kara kedi
görmeyle şansızlığı ilişkilendirmek gibi sosyal olarak paylaşılan, bireylerin
yaşadığı doğaüstü tecrübeler sonucu oluşan ve bireyin şanslı bir sayısının
bulunması gibi kişisel inançlardan söz edilebilir (Köse, Ayten 2009: 51).
Hangi sınıflandırmaya tabi tutulursa tutulsun, her inanış var olduğu toplumun
eğilimleriyle, paylaşılan ortak kültürel hafızayla şekillenir.
Yapılan çalışmalar halk inançlarının antik kültürlerden çağdaş yaşama insanlar
üzerinde daima etkili olduğunu ortaya koymuştur. Türk gelenek ve inanışları
da Anadolu’da büyük rağbet görmüş, Anadolu kültüründe yaygınlaşarak
gündelik hayatın ayrılmaz bir parçası olagelmiştir (Çiçekler 2019: 172). Bu
toplumu gözlemleyen ve anlatan biri olarak Esendal’ın hikâyelerinde halk
inançlarına yer vermesi kaçınılmazdır. Siyasete İttihat ve Terakki’de başlayıp
CHP’de devam eden Esendal, Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e değin yöneticiler
tarafından daha da kararlı ve katı bir biçimde kendini dayatan pozitivist
dünya görüşünün destekleyicisidir. Bilime yaslanmış, akılcı ve ilerlemeci
bir medeniyet projesinin mimarlarıyla yoldaşlık eden, henüz çocukken bile
“hekim” olmayı isteyen (Arısoy 1952: 7) Esendal, küçük yaştan itibaren
pozitif bilimlere meyillidir. Diğer yandan, “Anadolu bir hazinedir, orada neler
yoktur ki. Kendisini tetkik edecek şahsiyeti beklemektedir. Bir adam çıksa,

ERDEM, Haziran 2022; Sayı: 82; 25-45


Memduh Şevket Esendal’ın Gözünden Türk Toplumunda Halk İnançlarının Yeri Ve İşlevi

Anadolu’yu dolaşıp sadece gördüklerini: hurafesi ile, tekkesiyle, türbesiyle,


aşkıyle, kiniyle, yaşayışı, düşünüşüyle, topyekûn her şeyiyle gördüklerini
tespit etse heykeli dikilecek adam olur.” (Barlok 2020: 1) diyecek kadar
halkın yaşantısına, pozitif bilimlerin dışında kalan inançlara meraklıdır. Bu
inançların nasıl ve hangi işlevlere sahip olarak halkın yaşantısına yön verdiği
meselesini hikâyelerine konu etmiştir. Esendal’ın toplumsal ve siyasal
görüşlerini analiz ettiği tezinde Gülbay, yazarın toplumsal değer yargılarından
ve geleneksel değerlerden kopmadan ilerlemeyi savunduğunu ortaya
koymuştur (2008: 159). Esendal’ın bu yaklaşımı içinde halk inançlarının
nasıl konumlandırdığını hikâyeleri üzerinden yorumlamak bu makalenin
temel amacıdır. Yazarın halk inançlarına karşı tutumunda bu inançlara kimin
hangi nedenlerle sahip olduğu belirleyici rol oynar. O, atalardan devralınmış,
sosyal olarak paylaşılan inançlara karşı daha eleştirelken kişisel olanlara,
bireylerin kendi kendine uyguladıklarına karşı daha müsamahalıdır. Onun
için sorun, inançların “atalardan devralınmış” veya “geleneksel” olmaları
değil, hangi amaçla ve hangi eller tarafından yaşama dâhil edildikleridir.
Bu bağlamda makalede önce sosyal olarak paylaşılan inançların, ardından
kişisel olanların bulunduğu hikâyeler değerlendirilecektir.
29
Sosyal Olarak Paylaşılan İnançlar
Geçmişte rağbet edilen inanışlar, toplumların şehirli ve iyi eğitimli
sınıflarında eskisi kadar yaygın olmasa da kırsal bölgelerde hâlâ önemli bir
güce sahiptir. Ayrıca modern dünyanın şehirli ve eğitimli bireyleri atalarına
ait folklor ve onun etrafında şekillenen inanışların artık geçmişte kaldığını
düşünse de modernize edilmesine rağmen kendi inanç ve uygulamalarının
pek çok açıdan hâlâ geçmiştekilerden çok farklı olmadığını görürler (Napier
2008: 10). Hatta birçok çalışma halk inançlarının eğitim düzeyi ve etnik
köken gözetmeksizin insanların yaşamlarında önemli bir etkiye sahip
olduğunu, onların çeşitli psikolojik ihtiyaçlarına cevap verdiğini ortaya
koymuştur (Gülüş 2016: 114). Bilim dünyasının, batıl şeklinde nitelendirdiği
bu inançların zeki ve eğitim görmüş insanlarca “temelsiz, irrasyonel ve
boş” olarak değerlendirildiği ve bu tarz insanların olağanüstü olaylara
inanma oranlarının daha düşük olduğu yönündeki görüşü, aslında sadece
bir ön kabuldür ve son yıllarda araştırmacılar bu ön kabulü destekleyen
ampirik veriler olsa da bu verilerin hem sayıca sınırlı olduğunu hem de bazı
belirsizlikler içerdiğini ortaya koymuşlardır (Köse, Ayten 2009: 51). Esendal
da bu anlamda geçmişten bugüne devreden inançlar konusunda bilim
insanlarıyla aynı ön kabulü paylaşır görünmektedir. Bir toplumda geçmişten

ERDEM, Haziran 2022; Sayı: 82; 25-45


Pelin ASLAN AYAR

beri kabul gören, uygulanışı ve sonuçları açısından insanlar arasında ortak


bir kanı oluşmuş, sosyal olarak paylaşılıp nesilden nesle aktarılan inanışlar,
Esendal’ın hikâyelerinde genelde kırsal kesimde, eğitim seviyesi düşük
insanlar arasında yaygınlık gösterir.
Söz konusu inanışların başında muska gelir. İnsanı kötülüklerden koruduğuna,
kısmet sağladığına inanılan, farklı biçimlerde taşınabilir nesnelere verilen
ad olarak tanımlanan muskayı kişi üzerinde de taşıyabilir, bazı mekânlara
da yerleştirebilir (Yanardağ 2018: 104). Ülkemizde muskanın en yaygın
biçimi göz şeklinde olan nazar boncuğu ve üçgen şeklinde sarılmış dualardır
(Kartopu, Ünalan 2009: 383). Toplumumuzda sıkça görülen “hoca” lakabıyla
anılan kişilere işleri yoluna koymak ve başa gelen sıkıntılara çözüm bulmak
gibi sebeplerle “okuma’’ yaptırmak da yine muskayla benzer bir işlevi görür
(Kartopu, Ünalan 2009: 383). Geleneksel Türk dini inanışlarından günümüze
dek intikal eden ve bütün canlılığıyla varlığını devam ettiren bir diğer inanış
da tütsülemedir; kötü ruhlardan korunmak için yapılır (Güngör 2007: 5).
Türk kültüründe yaygın olan bu inançlar Esendal’ın hikâyelerinde, genelde,
halkın eğitimsiz olduğu küçük yerlerde görülür. “Hatice” bu açıdan
30 değerlendirilebilir. Kaç göçe dayalı toplumsal geçmişten kaynaklanan kadın
ve erkeğin iletişim sorunu hikâyede kendisini göstermiş, birbirlerini seven
Hatice ve Hüseyin bir türlü birbirlerine açılamamıştır. Bunda Türkiye’deki
mevcut toplumsal cinsiyet kodlarının da payı vardır; hislerini ilk açık edenin
erkek, naz yapanın kız olması beklentisi gelenek ve “kız evi naz evi” gibi
yaygın deyişlerde kendini gösterir (Kartal 2017: 39). “Hekimin gerekli
tetkikleri yaptığı, ateşli hastalık geçirdiğinden sayıklaması normal olan
Hatice için evin büyükleri bir kadın getirtip “nefes ettirir” ve evi “tütsülerler”
(tyb: 90). Hekimin teşhis ve tedavi yöntemine güvenmeyen nine, kadının
“nazar” teşhisine hemen inanır: “Kerim Ağaların Fatma Hanım bize gelince,
bu çocuk hastalanır!” (90). Bunları söyleyenin evin en yaşlı kadını olması
önemlidir. Kadın, özellikle Anadolu’da, kültürel değerleri nesilden nesle
aktarmada önemli bir rol üstlenir (Cunbur 1997). Nine de geçmişten gelen
inanışların önemli bir taşıyıcısı ve savunucusudur. Öyle ki o, devraldığı
değerleri evin diğer üyelerine benimsetmiştir. Evin emektarı ve Hatice’nin
annesi de onun yolunda ilerlemektedir. İki kadın yemeden içmeden kesilen
Hatice’ye “Hakbedil” muskasının ferahlık vereceğini düşünür. Hüseyin de
öğretmen okulunda okumasına rağmen Denizlili ailesinin uygulamalarını
yadırgamaz ve annesinin yolladığı muskayı “Koy yastığının altına.” (94)
deyip Hatice’ye verir. Her şey yoluna girip Hatice iyileşmeye başladığında

ERDEM, Haziran 2022; Sayı: 82; 25-45


Memduh Şevket Esendal’ın Gözünden Türk Toplumunda Halk İnançlarının Yeri Ve İşlevi

bile annesi nazardan korkar ve ninesi de “Gene bu bağı başına bağladın


(…) Akşamları tütsü vermeli.” (100) diyerek böyle bir inanca ne denli
bağlı olduklarını, yaşamlarını bu inanca göre şekillendirdiklerini belli
eder. Genelde diyaloglarla ilerleyen hikâyede Esendal, bir kamera anlatısı
kurmaya çalışarak okur ve metni baş başa bırakır. Karakterlerin söylem ve
eylemlerini yargılamaz. Ancak okur, olan bitene neyin neden olduğunu,
Hatice’yi yemeden içmeden kesen somut sebebi bildiği için anlatıcı her ne
kadar karakterleri yargılayıcı ifadeler kullanmasa da nesilden nesle intikal
etmiş inanışların abesliğini, herhangi bir sıkıntının nedeni veya çözümü
olamayacağını görür.
Bu tavrın Esendal’ın genel tavrı olduğu söylenebilir. O, çoğu hikâyesinde
karakterleri ve onları çevreleyen şartları net bir biçimde ortaya koyarken
okur, bu inanışın “boş” ve “irrasyonel” olduğunu kavrar. “Seni Kahve
Paklar”da cahil bir babanın dayakla kızına Kur’an öğretmeye çalışması
anlatıcı tarafından eleştirilirken komşu kadın kendi kocasına verdiği “Hacı
bu çocuğun zihni kapalı, boş yere dövme. Hoca Hüseyin Efendiden bir muska
al.” (165) tavsiyesini paylaşır. Zihni açmanın, hızlı ve doğru öğrenmenin
çözümü muskadır. Oysaki Esendal okura, doğru kişilerden doğru yöntemlerle
31
eğitim alınması gerektiğini, uygun şartları sağlamaksızın sadece muskadan
medet ummanın mantık açısından kabulünün imkânsızlığını göstermiştir.
Zihin açmak için çare olarak başvurulan muska, “Postacı Halil”de ölümleri
engellemek, sağlık sıhhat kazanmak için devrededir. Adamın çocukları
“adadığı adaklara, takındığı muskalara, okunduğu hocalara bakmayarak”
(2015: 120) ölüp giderler. Burada Esendal’ın seçtiği “bakmayarak” kelimesi
tesadüfi değildir; yazar bir kez daha muskanın ve hoca okumasının hayatın
doğal akışı içinde işe yaramazlığını vurgulamıştır. Hikâyede karakter sadece
muskadan değil adaktan da medet ummuştur. “Adak adamak kutsallığına,
bu bağlamda kudretine inanılan tanrılara veya tanrı tarafından kutsandığına
inanılan bir varlığa lütfedeceği/lütfettiği iyilik karşılığında bedel ödemek
olarak” (Düzgün 2009: 133) tanımlandığında ölüm gibi kişinin çaresiz
kaldığı bir olay karşısında adağa başvurması yine Esendal’ın toplumu iyi
gözlemlediğini gösterir. Düzgün, İslam dini çerçevesinde Kuran okumak,
iki rekât namaz kılmak, oruç tutmak, bir fakiri giydirmek, ziyaret edilen
yerlere çaput başlamak, mum yakmak, sadaka vermek, dua okumak gibi
(2009:136) eylemlerin adak olarak uygulandığını belirtir. “Nebiye’nin
Kasabasında Hayat”ta da adak büyük bir günahın bedelini ödemek için
adanır: Yaptığı türlü şeytanlıklardan pişman olan Nebiye için şöyle denir

ERDEM, Haziran 2022; Sayı: 82; 25-45


Pelin ASLAN AYAR

“(…) o hafta içinde namaza başladı! (…) Hasan Dede türbesine gidip tövbe
etti, adak adadı. Kendince bir ruh temizliği yaptı.” (1985: 111). Nebiye’nin
bu uygulamalarına karşı açıktan yargılayıcı bir tavır sergilemese de yazar,
okuruna gerçek tedbirler, sağlıklı kararlar alınmadıktan sonra muska veya
adak gibi inançların kişiye sadece psikolojik açıdan rahatlama sağladığı;
hayatın gidişatını umulan yönde değiştirmede bir rol oynamadığı mesajını
verir.
Hikâyede anlatılan kasaba, dedikodunun ve halk inanışlarının bol
olduğu, gelişmemiş bir yerdir. Kasabanın sakinleri olaylara akılcı açıdan
yaklaşmazlar. Hikâyede çıkarcı, kıskanç ve sevgisiz bir anneyle onun
etkisindeki kızı Nebiye ön plandadır. Anne, hoşuna gitmeyen her meselenin
çözümünü büyüde bulur. Kızını kocasından soğutmayı amaçlar: “Büyünün,
muskanın arası kesilmedi. Kimden soğukluk için yeni bir şey sağlık alsa
yaptırıp Nebiye’ye yolluyordu” (77). “Bilinen yollarla sağlanamayan şeyleri
elde etmek, birine zarar vermek ya da zarardan korumak için birtakım gizli
güçleri kullanarak doğayı ve doğa yasalarını zorla etkileme amacını güden
işlemlerin tümü” (Yeşilmen 2019: 342) olan büyü 30 Kasım 1925’te kanunen
yasaklanmışsa da araştırmacılar büyücülüğün hâlâ sürdürüldüğüne dair
32
çalışmalar ortaya koymuşlardır (Kartopu, Ünalan 2019: 388). Esendal da gizli
kapılar ardında sürüp gittiği düşünülen büyünün Cumhuriyet’in bu konudaki
katılığına rağmen gündelik yaşamın hâlâ yaygın bir parçası olduğunu
bu hikâyesiyle resmetmiştir. Burada önemli olan nokta, sevgi temelli aile
bağları olmayan, kötü niyetli bir kişinin büyüye başvurması ve etkiye çok
açık, zayıf karakterli, mantığını kullanamayan ve kendi gerçek ihtiyaçlarını
dile getiremeyen bir diğer kişinin de buna uymasıdır. Annesi Nebiye’ye büyü
araçları olarak toz ve muska verir. Annesinin dediklerini harfiyen uygulayan
Nebiye’nin aslında tek gerçek isteği annesinin sevgi ve ilgisini kazanmaktır.
Zaten Nebiye hayatını “Hatice”de olduğu gibi ninelerden torunlara devreden
inanışlarla yürütür. Bu da Nebiye’nin yaptıklarını sorgulamamasında bir
etken olarak düşünülebilir. Ancak muhakeme yaptığında, olayları kendi
iradesiyle sorgulamaya çalıştığında Nebiye, büyülerle uğraşıp durarak ailesini
dağıtmaya çalışan annesi gibi olmaktan korktuğunu fark etse de bunun üzerine
düşünmeyi başına bir “uğursuzluk” gelmesinden korkarak keser. Esendal’ın
varmak istediği nokta tam da budur: Sağlıklı bir şekilde düşünme, kendini,
deneyimlerini, durum ve olayları değerlendirme yetisini kaybettiği anda
kişi boş inançların tutsağı olmaya açık hâle gelir. Olaylara dışarıdan bakan
okur her şeyin farkındadır: Annesinin etkisi altında kalan Nebiye kocasından
soğur, kocası Nebiye’den değil. Yani tüm mesele psikolojik açıdan olumsuz

ERDEM, Haziran 2022; Sayı: 82; 25-45


Memduh Şevket Esendal’ın Gözünden Türk Toplumunda Halk İnançlarının Yeri Ve İşlevi

yönlendirilmekten ibarettir yoksa kötü niyetle kullanılan toz veya muska


insanın seçimlerine etki edemez. Zaten doğru yönlendirildiğinde, yapıcı
bir akılın yol göstericiliğinde Nebiye kendisini seven ve iyi bir adam olan
kocasından ayrılmaktan vazgeçer. Onu güzele ve iyiye sevk eden halası
Nebiye’nin kızı doğunca ona güle güle büyütmesi temennisiyle nazarlıkla
En’am yollar ve Esendal’ın bunu yargılayıcı herhangi bir ibaresi anlatıda yer
almaz. Bu da onun halk arasında iyi niyetli bir biçimde varlığını sürdüren,
kültürel hayatın renklerinden olan inanışlarla ilgili bir derdinin olmadığını
gösterir. Onun asıl eleştirisi neden ve çözümü kişinin tercihleri sonucunda
belirecek olan olayların akla ve doğaya aykırı bir şekilde yönetilmeye, çıkış
noktası böyle değilken kötü niyetli uygulamalara dönüşen yöntemlerle
başkalarının hayatlarının kontrol altına alınma çabasınadır.
Hayatının seyrini kendi belirlemek için çalışmayan, başkalarının kararlarına
kolayca kapılan, eleştirel düşünemeyen, hayatta uğraşacak anlamlı bir
meşgale bulamayan Nebiye gibi kişiler için halk inanışları hayatın ayrılmaz
parçası olmaya tüm gücüyle devam eder. Kocasına ısındıktan sonra onun
başına bir şey gelecek endişesiyle Nebiye, bu kez halasına su falı baktırmadığı
için pişman olur ve “Çöplüce’de bir hoca varmış, yıldızlara bakıyor, niyetinin
33
ne olduğunu söylüyormuş.” (105) diye düşünür. İnsanların meraklarını
gidermek, alacakları kararları yönlendirmek, geleceği öğrenmek, şans ve
kısmeti anlamak gibi çeşitli sebeplerle bakılan fal, çok eski dönemlerden
itibaren halk arasında en yaygın uygulamalardan biridir (Kartopu, Ünalan
2019: 385). Nebiye gibi kişiler, geleceğe dönük endişelerini ve hayatlarındaki
belirsizlikleri gidermek adına somut adımlar atmak, inisiyatif almak yerine
fallardan medet umarlar.
Esendal, halk arasındaki bu yaygın uygulamayı birçok hikâyesinde ele
almıştır. “Behiye”de el falı, önce arkadaşlar arasında eğlence amacıyla
bakılır ama falı bakılan kişinin merakı, geleceği öğrenme isteği ciddidir.
Falcının, “Avuç falında adı bilinmez bacı, onun ayrı falı vardır.” (1986:
20) demesi falın adeta çeşitli kolları olan, uzmanlaşmış bir dal gibi halk
arasında yaşadığını gösterir. Falda söylenenlerin kişiyi ne denli etkilediğini
gözlemleyen Esendal bu ayrıntıyı da kullanır: “Kısmetin açıldı, bir aya
kadar mı desem, bir yıla kadar mı desem kocaya varacaksın, dedim az kalsın
boynuma sarılıp beni öpecekti.” (20). Bu noktada denebilir ki Esendal, falın
dost meclislerinde ortamı yumuşatmak, kişilerin hayatlarına tatlı sürprizler
katmak gibi amaçlarla yaşayıp gitmesine karşı nötrdür, olumlu veya olumsuz
bir yaklaşım sergilemez.

ERDEM, Haziran 2022; Sayı: 82; 25-45


Pelin ASLAN AYAR

Ancak aynı hikâyede 24 yaşına kadar hiçbir kadına gönül vermemiş, hiçbir
kadın tarafından da sevilmemiş anlatıcının sevdiği ve gönül ilişkilerinde çok
daha deneyimli Behiye’ye fal baktığında Esendal’ın tavrının farklılaştığı
sezilir. Hikâyede yine sevdiğine açılamama, iletişim beceriksizliği işlenir.
Erkek, Behiye’ye fal yoluyla hislerini söyler: “Gece gündüz seni düşünüyor.
Sana açılmağa çekiniyor. Sen açılmazsan o sana açılmayacak.” (22) İki âşık
fal üzerinden beklentilerini anlatırlar; fal inanışı bir ilişkinin kurulabilmesinde
etkili bir araca dönüşür. Ancak falla kurulan bu ilişki yürümez; okur için
buradan çıkan mesaj, falla iş görmenin, fala göre hayatı biçimlendirmenin
yanlış olduğudur. Bu yorumu “Monte Nuvare Belediye Başkanlığı” da
doğrular. Görev bilinci ve yeterliliği olmamasına rağmen çıkarlar gereği
belediye başkanı olan adamın eşi, kocasının yeni görevi için endişelenip falcı
çağırır: “(…) arkası kale duvarı gibi. Korkmasın. Vursun, kırsın aklına geleni
yapsın!” (2015: 89). Ama sonuç böyle olmaz; halk tarafından neredeyse linç
edilecek olan adam, görevi bırakmak zorunda kalır. “Behiye”de okur Behiye
gibi bir kadının tekeşli duramayacağını, birbirlerine göre olmayan çiftin
ilişkisinin sürmeyeceğini; “Monte Nuvare Belediye Başkanlığı”nda da görev
bilincinden yoksun bir adamın uzun süre başkanlığı yürütemeyeceğini bilir.
34 Hâlbuki fallar güzel bir aşktan ve koltuğu tehlikeye girmeyecek bir adamdan
haber vermişti. Okura gösterilen, falların vadettiğiyle gerçekte yaşananların
tezatlığıdır. Fal, kişinin hayatında belki eğlence amaçlı yer alabilir ama fala
inanıp geleceği o yönde beklemek safça bir tutum olarak değerlendirilebilir.
Esendal’ın hikâyelerinde hikâye kişilerinin yaşamlarına yön vermede
başvurduğu diğer halk inanışları, türbeler etrafında şekillenenlerdir. Yazarın
eleştirdiği söz konusu inançların maneviyatı değil, maneviyatın hak etmeyen,
halkı kandıran kişilere yönelmesidir. “Kutsal”ın tezahür ettiği türbeler, yatırlar,
mezarların (…) ziyaretleri Türkiye’de oldukça yaygın olup “kurumlaşmış
din” karşısında Türk halk dindarlığının önemli odaklarındandır (Günay 2003:
6). Türk-İslam âleminde Tanrı katında muteber olduğuna inanılan ve kutsallık
atfedilen kişilerin, türbe, yatır ve mezarları halkın o kişilerin ruhaniyetinden
istifade ettiği yerler olduğu gibi insanlar buralara her türlü dilek ve niyet için
de gitmektedir (Bulut 2011: 120). “Hafız Hanım”da olduğu gibi Esendal’ın
hikâyelerinde, türbeler etrafında şekillenen inanışlar geniş yer kaplamaz
ama bunlar hikâyelerin ister küçük ister büyük bir parçası olsun hep olumsuz
kişilerle birlikte anılırlar. “Hafız Hanım”daki karakter konaklara gidip masal
anlatan “dalkavuk” (2005: 31) kadınlardan biri olarak nitelendirilir. Hafız
Hanım kapıdan okuyup üfleyerek çıkan, türbeler, mezarlar önünden geçerken
okuyup üfleyen, yerde yatan iki köpek arasından geçmemeye özen gösteren,

ERDEM, Haziran 2022; Sayı: 82; 25-45


Memduh Şevket Esendal’ın Gözünden Türk Toplumunda Halk İnançlarının Yeri Ve İşlevi

yanında para varsa dervişlere veren, eve sağ ayakla girip sol ayakla çıkan
biridir. Bu özellikleri düşünüldüğünde onun türbe ve dervişlere olan saygısı
kuvvetli bir maneviyattan ziyade diğer halk inanışlarıyla beraber otomatiğe
dönüşmüş davranış kalıpları sergilemekten ibarettir.
Esendal, “Bir Mübahase”de ise artık maneviyatının çoktan kaybolmuş
olduğunu düşündüğü türbe inanışına çok daha eleştirel yaklaşır. Dellalken
türbedar olan karakterin hikâyesi şöyledir:
(…) ‘Sancaktar Baba’nın türbesi imiş, rüyada hazret hacıya göründü.
Kendi mezarını işaret etti. Ve üç gece birbiri arkasına bu rüya tekerrür
edince artık şüpheye mahal kalmadı. Mezarın işaret olunduğu yere
bir toprak duvar, bir tahta parmaklık, yazısız bir taş, bir kandil astılar
ve mezar tamam olur olmaz ‘erenlerim’ kerametini gösterdi. Yalnız
mahalle halkı, yalnız şehir halkı değil, bütün köylüler gelip gitmeğe,
avuç avuç topraklarını götürmeğe başladılar (1983: 17).

Mahalle halkının büyük rağbet gösterdiği türbedara kurumlaşmış dinin


temsilcileri aynı rağbeti göstermez; vilayet müderrisi, türbedarı bilgisiz ve
cahil bulur. İki ecnebi seyyahın Emir Musa İmareti harabesini gezip tetkik
etmeleri üzerine başlayan sohbetlerinde türbedarın ipe sapa gelmez yorumları
35
karşısında müderris dayanamayarak “İyi ama (…) yine her şeyi de onlar
yapıyor; top tüfeği bile onlardan alıyoruz, tayyareyi yapıp havalarda onlar
geziyor.” (19) der. Bu cümlelerden Esendal’ın “boş” işlere kafa yormak yerine
çağın gereklerini takip edip üreten bir toplum olmada din adamlarından akılcı
yönlendirmeler beklediği açıktır. Gelenekte veli sıfatını alan kişiler ahlakıyla
örnek olmuş, insanların dertlerini kendi derdi kabul edip onlara doğru yolu
göstermeye çalışan, yüksek makamlardaki kişilerin bile başvurduğu muteber
kimselerdir (Kaya 2002: 213). Şimdilerde ise halkı muhtemelen asılsız bir
rüya ile etkileyip onları sömüren kişilere itibar edilir olmuştur. Ecnebilerin
merakını ve araştırmacı yönünü eleştiren müezzin de türbeden çini söküp
yabancılara satmayı düşünecek kadar kutsala kıymet vermeyen, sözde
dindar biridir. “Cami Duvarı Kenarında” da benzer bir durumun eleştirisi
yapılır. Bir hayvan tellalı, günün birinde “Rüyamda gördüm.” (1986: 147)
diyerek kendi evinin bahçesinde bir yatır olduğunu söyler. Konu komşu,
herkes buna hemen inanarak mum dikmeye, adaklar adamaya başlar, çocuğu
olmayan kadınlar yatırın üstüne at biner gibi bindirilir. “Bizim Nesibe”de
de “Anasından eli vardır: Baş ağrısına, göz ağrısına, sıkıntıya okur.” (1985:
19) denen adamın aslında kimseden el aldığı yoktur; uyanık karısı sayesinde
halkı kandırarak dilencilikten “üfürükçülüğe” yükselmiştir. Esendal, böylece,
karşılık beklemeden halkın dertlerini kendilerine dert edinmiş maneviyatı,

ERDEM, Haziran 2022; Sayı: 82; 25-45


Pelin ASLAN AYAR

empatisi yüksek ermiş kişilerin yerini hiçbir ruhani temeli olmayan, sıradan
hatta cahil ve çıkarcı kişilerin aldığını, veli, ermiş, türbe ve adakla ilgili
inançlarının içinin boşaltıldığını göstermeye çalışır.
Esendal, kaynağını dinden alan ancak yine yanlış bir uygulamayla
insanın akli melekelerini kör eden bir inanışa dönüşen sakal bırakmayı
da işler. Türk toplumunda sakal, Hz. Peygamber’in sünneti olarak yaygın
bir kabul görmektedir (Albayrak, Çapcıoğlu 2006: 119). “Postacı Halit”te
Halit, sünnet gereği sakal bırakır. Hikâyede aklı ve mantığı temsil eden Sıtkı
Kaptan, Halit’i “(…) sünnet çok! Sen hepsini bitirdin de bir sakal mı kaldı?
(…) Aklını başına al, her şeyin bir yakışığı var. Git, o sakalı da kazıt (…)
Sen bir postacı adamsın, çok sofuluk sana yaramaz. Hoca değilsin, hacı
değilsin!.. Bakalım ilkin bir baba ol… Onu beceremeyince, hızını sakaldan
mı alıyorsun!” (123) sözleriyle eleştirir. Kaptan, sakalı hem “baba” olmanın
yetersizliğini giderip bu yolla erkeklik kazanma amacı güdüldüğünden
samimi bulmaz hem de davranışlara yönelik değil de şekle yönelik bir sünneti
memurluk yapan biri için onaylamaz. Kasabada “tahta sakal” tek kişi bir
doğramacıdır. Kaptan onun akıllı olmadığını söylerken anlatıcı da onun için
“Yüzü de hiç gülmez. Bütün kasaba halkına, bütün yurda, bütün insanlara
36
kızgın gibi durur.” (122) değerlendirmesinde bulunarak tarafını belli eder.
Böylece insan ilişkilerinde iyiyi örnek almanın şekilciliği örnek almaktan çok
daha yararlı olduğuna işaret edilmiş olur. Halit ise sakalı fikri sabiti hâline
getirerek sakalsızları kâfir olarak niteleyip onlara sürekli söver, sonunda akıl
hastanesine yollanır. Böylece Esendal, bir kez daha, halk inanışlarının cahil
kimselerce yorumlandığında, bu inanışların onların hayatını ele geçirdiğinde
ne kişiye ne topluma bir faydası olmayacağını hatta onlara zarar vereceğini
göstermiştir.
Kaynağını kozmik anlayıştan alıp sosyal olarak paylaşılan inanışlara
da Esendal’ın hikâyelerinde rastlanır. Anadolu’da cin, ecinni, cadı, peri,
şeytan, üç harfli, iyi saatte olsunlar, mekir, feriştah, Rüküş Hanım gibi
isimler verilen tabiat üstü varlıklar etrafında şekillenen inanışlar gündelik
hayatta geniş yer kaplar (Duvarcı 2005: 126). “İyi saatte olsunlar, cinler,
periler var. Bu kasabacık onlarla doludur. Döndü Bacı, bulaşık suyunu,
akşamdan sonra, bahçeye destursuz dökmüş; Kadın uğradı, eli ayağı çarpıldı.
Vasfi Efendiye okuttular, arabaya koyup Koyun Baba’ya götürdüler, dili
tutulmuş. Bunu, Ortacami Mahallesinde herkes bilir.” (70) “Nebiye’nin
Kasabasında Hayat”tan alıntılanan bu cümleler Esendal’ın bu tarz inanışları
küçük yerlerdeki cahil halka özdeşleştirdiğini, halkın bu tarz inanışları

ERDEM, Haziran 2022; Sayı: 82; 25-45


Memduh Şevket Esendal’ın Gözünden Türk Toplumunda Halk İnançlarının Yeri Ve İşlevi

gerçekçi kılmak için fiziksel kanıtlar üreterek mantık dışına teslim olduğunu
düşündüğünü gösterir.
Kişisel İnançlar
Uğursuzluk ve uğur etrafında şekillenen halk inanışları kültürel olarak
sınıflandırıldığı gibi kişisel de olabilir. Kişisel inançlar kişinin bireysel
dünyasında kendi kendisine uyguladığı, anlamını kendi deneyimlerine
göre belirlediği inançlardır. Araştırmacılar kişilerin olumlu inanışlarının
yüksek performans sergileyeceğine olan inançlarını artırırken olumsuzların
performans düşürdüğünü ortaya koymuştur (Block, Kramer 2009: 162)
Esendal’ın hikâyelerinde de kişisel inançlar bu yönüyle sıkça işlenir. Bu
inançların bazıları tamamen kişilerin bireysel deneyimleri sonucu oluşmuşsa
da çoğu aslında yine toplumun ortak hafızasından kişinin kendi deneyimine
dâhil olanlardır. Aynayla ilgili inanışlar bunlardan biridir. Türklerde ayna,
gece bakıldığında uğursuzluk getiren bir nesne olarak kabul edilir (Sümer
2017: 1370). “Hatice”de kızına “(…) gece aynaya bakma, iyi değildir.”
(94) cümlesini kuran yine geleneksel yaşam biçimini benimsemiş, olaylar
arasında rasyonel bağlantılar kurmak yerine nesilden nesile aktarılan bir
inanışı sorgulamadan uygulayan bir ev hanımıdır. 37
Türbe ve yatırların varlığına inanılmasında rüyanın referans verilmesinin
yeterli olduğuna değinmiştim. Türk-İslam âleminde rüyaya büyük kıymet
atfetme, rüya ile amel etme oldukça yaygındır (Paçacı 2016). Sadece
maneviyata işaret eden rüyalar değil, kişilerin birbirlerini rüyalarında
görmeleri de gündelik yaşamın ayrılmaz bir parçasıdır. “Rüya Nasıl Çıktı”da
kurnaz ve bencil İzzet, kahvede kendisiyle oturması için kendi hâlinde genç
bir postacı olan komşusu Tevfik’e rüyasında kendisini gördüğünü söyleyerek
onun rüyalara yönelik zaafından yararlanır. Tevfik, rüyayı dinlemeden
düşüncelere dalar: “(…) tırnağını ne gün kestiğini düşündü. ‘Yanılıp da
ters bir günde kesmiş olmayayım?’ Kendince uğursuz saydığı işlerden
birini işlemiş olmasından korktu.” (tya: 59) O, çabuk etkilenen, kendini
baskı altında hisseden ve olaylar arasında doğru bağlantılar kuramayan bir
memurdur. İşyerinde kendisine verilen ufacık bir sorumluluğu büyüten, her
durumda en kötü ve gerçekleşmesi en düşük ihtimalleri düşünen, evhamlı
ve kaygılı biridir. “‘Sabahtan beri zaten içimde bir sıkıntı var, İzzet Bey’in
rüyası da boşuna değildir,’ diye düşünüyor, kendisi için sanki bir uğursuzluk
hazırlandığını sanıyordu.” (60) Sağ yanına yatıp uyumazsa başına bir felaket
geleceğini sanan Tevfik, yalnız değildir. Esendal onun gibilere hikâyelerinde
sıklıkla yer verir. Bu karakterler genelde memurdurlar. Küçük memurların

ERDEM, Haziran 2022; Sayı: 82; 25-45


Pelin ASLAN AYAR

bu tarz inançlara sahip olması, gelenek ve görenekle açıklanabilirse de,


asıl sebep, onların daimi bir korku ve endişe içinde yaşamalarıdır (Kaplan
2004: 106). Bu duruma ise onların madun konumları yol açar. Spivak,
madunların iktidar sahiplerinin karşısında ses çıkaramadıklarından, onları
dinleyecek üstleri, konuşacak kanalları olmadığından, kamusal alanda
temsil edilmediklerini, toplumsal bir özneye dönüşemediklerini öne sürer.
Madunun temsilini sağlayacak yöntemlere ulaşması engellenmiştir; o,
konuşmak istese de karşısındaki muktedir sadece kendi konumunu düşünür;
madunu asla dinlemez (2020). Esendal’ın birçok hikâyesinde madunlar sınıfı
amirleri karşısında ezilen memurlar olarak karşımıza çıkar. Yazar, madun
memurlara ses vermekten çok, konuşma haklarının ellerinden alınmasının
onları nasıl baskıladığını komik bir şekilde ortaya koyar. Bu noktada
gelenek ve göreneklerden esinlenerek kişisel olarak geliştirdikleri inançlar
onlara susturulmaktan, baskılanmaktan kaçmak, kendilerini daha güvende
hissetmelerini sağlamak için can simidi olur.
“Uğursuzluk”taki madun Hayri kendisini amirine ifade edememiş, aslında
tamamladığı bir işi halletmemiş konumuna düşmüştür. Müdürü karşısında
bir türlü konuşamaz; kendi konumundan başka bir şey düşünmeyen müdürü
38
uzun uzun konuşurken Hayri’nin araya girebildiği nadir zamanlarda
cümleleri hep yarıda kesilir. Sözel olarak kendisini temsil etmesine bir türlü
izin verilmeyen Hayri, bir mektupla sesini duyurmak istese de kendisini
o kadar baskı altında ve güvensiz hisseder ki mektubu da yazamaz. Olan
biteni kişisel inançlarına bağlar: “(…) bu üzüntülerin sebebini düşünmeğe
başladı; hele birkaç gündür sağ taraftan kalkmadığında hiç şüphe yoktu. (…)
Gece tırnaklarını kesmemişti, kendince uğursuz saydığı türkülerden hiçbirini
işitmediğine, hattâ hatırına bile getirmediğine kaildi.” (77-78) Sebepleri
çeşitli inançlara bağladığı gibi çözümü de onlarda arar: “Bir hafta önce
yatağının yerini değiştirmişti. Bu uğursuz gelmiş olacak!.. (…) hemen (…)
yatağını eski yerine çekti. (…) Odasını eski haline koyup her şeyi yerli yerine
astıktan ve taktıktan sonra, yarın baht ve talihinin değişeceğine, bir haftadan
beridir onu üzen, öldüren uğursuzlukların zail olacağına kani olarak, büyük
bir ümit, büyük bir istirahatle yatıp uyudu.” (78)

“Bana Kaçık Derler”de Halil de tüm gün boyunca yaşadığı terslikleri ve


amiri karşısında kendisini ifade edememesinin nedenini anlayamaz. Gece
tırnak kesmemiş, sokakta kötü bir yere basmamış, hep denediği yerlerden
geçmiş, duyması kendisine uğursuzluk getiren sabah ezanın işitmemiş,
solundan kalkmamıştır. Hatta bunu engellemek için daha iki gün önce

ERDEM, Haziran 2022; Sayı: 82; 25-45


Memduh Şevket Esendal’ın Gözünden Türk Toplumunda Halk İnançlarının Yeri Ve İşlevi

yatağının yerini değiştirip solunu duvara getirmiştir. O da tıpkı Hayri gibi


çözümü inançlarda bulur: “(…) iki gün önce yatağın yerini değiştirmiştim,
sakın bu bana yaramamış olmasın?” (tyb: 143) Tevfik de Hayri de Halil de
iş yerlerinde ezilen, sessizleştirilen bu yüzden hayata karşı çekingen, hayatın
her alanında güvensiz kimselerdir. Sadece Tevfik kendi gibi kuruntulu
bir kadınla evlidir, diğerlerinin bekâr oldukları hikâyelerde özellikle
vurgulanır. Hikâyelerde, karakterlerin başlarına o güne özel gelen tersliklerin
mantıklı nedenleri okuyucuya açık bir şekilde gösterilir, okuyucu anlar
ama karakterler söz konusu nedenleri görmeyecek kadar halk inançlarını
benimsemişlerdir, o inançlara yönelik kendi deneyimlerine güvenleri tamdır.
Çocukluktan kalma bir tekerlemeyi ne zaman okusa kendisine her daim
uğurlu geldiğini söyleyen Halil’in dediği gibi “Denememişsin, inanmazsın!
Bir yol dene de bak!” (144) Bu karakterlerin her biri genç yaşlarına rağmen
çeşitli inanışlarla hayatlarını yönlendiren kişilerdir. Ezen-ezilen ilişkisinde
ezilen taraf olmanın yarattığı stres ve korkuyla çaresizliklerini ancak bu
yolla giderebileceklerini düşündükleri bir psikoloji içindedirler. Kendi özne
dünyalarına göre yorumladıkları halk inanışları onlara hem sorumluluktan
kaçma imkânı sunar hem de başlarına gelen talihsizliği aşma vaadinde
bulunur. Yaşananları kontrol altına alabilecekleri zannı yaratarak kendilerini 39
güvende hissetmelerini sağlar.

“Propaganda”da ise uğursuzluğun nedeni oldukça farklıdır. Hikâyenin


karakteri nüfus sayımını uğursuz bir uygulama olarak değerlendirir; gerekçesi
şudur: “Davut Peygamber gününde sayım yapılmış. Ortalık, ‘Uğursuzluk
oldu’ diye söylenmişler. Roma’da sayım yaparlarmış, sayımdan sonra okur
üfler, temizlenirmiş. İngiliz bile işin farkına varmış. Parlamentolarında
dedikodusunu etmişler.” (1993: 145) Bunları “tandırname” olarak
değerlendiren arkadaşına “Hiç tandırname değil. Baksana yüzyıllarca
denenmiş şeyler. Ben, denenmiş şeylere inanırım doğrusu.” (145) diyerek
yine deneyimden güç alır. Halbuki, diğer hikâyelerdeki gibi, yine yanlış bir
neden sonuç ilişkisi kurulmuş, bu da olayları tüm boyutlarıyla kavramayı
imkânsızlaştırmıştır. Karakter, yer sarsıntısıyla sayım arasında kurduğu
mantık dışı bağlantıya o denli kendini kaptırmıştır ki onu mantıklı düşünmeye
iknaya çalışan arkadaşının “Başımıza gelen her kırgını nüfus sayımından
bilirsen, işimiz var. Nüfus sayımı yapmasaydık yer sarsılmayacak mıydı?
(…) Avrupa’da her gün sayım yapılıyor, orada ne için sarsılmıyor?” (146)
sözleri hiçbir işe yaramaz. Bu karakterin de uğursuzluk inanışına bu derece
teslim olmasının nedeni psikolojiktir; gelecekteki muhtemel felaketlerin

ERDEM, Haziran 2022; Sayı: 82; 25-45


Pelin ASLAN AYAR

sayımdan vazgeçildiği takdirde önleneceğini düşünmek geleceğe güven


duyma arzusundan kaynaklanır.
Bunların dışında Esendal’ın hikâyelerinde kişisel inançlara hayvanlar
etrafında rastlanır. “Monte Nuvare Belediye Başkanlığı”ndaki liyakatsiz
başkanından söz etmiştim. Başkanın işinden olmasının nedenleri apaçık
ortadayken karısı olanları onun karga yemesine bağlar: “Karga yemek…
Uğursuz bir iş!” (112) Hayali bir kent kurgularken Esendal, el aldığı inanışı
yine Türk dünyasından seçmiştir; siyah karganın uğursuzluk, ölüm getirdiği
Türklerin inanışlarından biridir (Celilova 2019: 73). Böylece, uğursuzluk
inancı, yine yapılan yanlışlarla yüzleşmekten kaçmak, sorumluluk almaktan
kurtulmak için kişinin savunma silahı olur. “Kedi”de de benzer bir
durumdan söz edilebilir. Cinlerden, perilerden, gizli ruhlardan korkan, evde
birtakım ruhlarla yaşadıklarına inanan Basire, evin kedisini uğursuz görür.
Türkiye’de çoğu bölgede siyah kedilerin uğursuzluk getirdiğine inanılır
(Aslım, Sinmez 2017: 207); hatta çocuğun kırkı doluncaya kadar eve kedi
sokulmaz (Mollaibrahimoğlu 2014: 17). Oysaki tutkusuz bir evliliği olan
Basire’nin kocasını aldatmasında, kediyle yalnız bırakmadığı çocuğunun
beyin hummasından ölmesinde ve akabinde vuku bulan felaketlerde veyahut
40
piyangodan para kazanmaları gibi başlarına gelen olumlu bir olayda evdeki
kara kedinin hiçbir payı yoktur. Anlatıcının dediği gibi, “Kedinin tekin
olmayacak, korkulacak bir yeri yok. Bilinen kedilerden biri; ancak, adamoğlu
inanmak isteyince, inanır.” (tyb: 71) Uğursuzluk inanışı yine kişinin kendi
hatasını örtmek için yardım aldığı kaynak olmuş, istenmeyen olayların sebebi
ilan edilmiştir. “Aptal Memiş” diğer hikâyelerden farklı olarak belleklerdeki
çağrışımı olumlu bir hayvan etrafında gelişir: Koyun. İslamiyet’ten sonra
koyun sakinlik, huzur, barış, bolluk ve bereket gibi olumlu değerleri temsil
(Çatalbaş 2011: 53) etse de çoban Memiş ortak hafızayı değil imamı kendine
rehber edinir. Hikâyede imam vaaz eder: “Eyy, cemaatı müslimin! İnsanlar
gibi hayvanlar da günah işlerler. Hele bunlardan bazıları aslında şeytan
olduklarından, kıyamete kadar günahkâr kalacaklardır. Böyle hayvanlara
sakın acımayın, böyle hayvanları sakın evinize sokmayın… sonra sizler de
günahkâr olur, cehennemde cayır cayır yanarsınız.” (tyb: 77) İmamın vaazı
çoban Memiş’i derinden etkiler ve anasının ölümü, biriktirdiği parasının
çalınması gibi başına gelen talihsiz olayların sebebi olarak sürüsündeki
günahkâr koyunları görür: “Demek bunların hepsi, içinde günahkâr
koyunların bulunduğu sürüyü güttüğü için başına gelmişti!.. Kimbilir,
bundan sonra daha neler gelecekti!” (77) Vaazın etkisindeki Memiş, çok
sevdiği koyunlarının günahkâr olduğuna artık emin olmuş, sürüye giren

ERDEM, Haziran 2022; Sayı: 82; 25-45


Memduh Şevket Esendal’ın Gözünden Türk Toplumunda Halk İnançlarının Yeri Ve İşlevi

kurtları durdurmayarak koyunları parçalanmasını hazla izlemiştir. 20


koyununu kaybeden ağa gözü dönmüş bir biçimde kendisini pataklayıp üç
aylık parasını vermeyince bile bu duruma “Demek hâlâ günahkârım…’” (78)
diyerek sesini çıkarmaz. Böylece, bir kez daha olaylar arasında mantıklı bir
bağ kurulamamış, bu kez kaygıyı oluşturarak buna sebebiyet veren, inanca
daha en baştan kendisi teslim olan bir din adamı olmuştur. Memiş gibi kolay
etkilenen insanların din adamları gibi toplumu etkileme güçleri yüksek olan
kişiler tarafından yanlış yönlendirildikleri takdirde bu durumun nelere mal
olabileceği alaylı bir anlatımla gösterilmiştir.
SONUÇ
Pozitivist Cumhuriyetçi ideolojinin savunucularından biri olan Esendal, dinin
temel yapısına da aykırı olan, tüm yanlış yönlerine rağmen nesilden nesle
aktarılan halk inançlarını akıl dışı bulmuş, hikâyelerinde onların yersizliğini
ve ne denli irrasyonel olduklarını ortaya koymuştur. Muska, adak, yatır, türbe,
büyü, fal gibi inançların topluma, aile ilişkilerine hasar verdiğini, kötü niyetli
kişilerin elinde bu inançların iyi ve güzele değil, sömürüye hizmet ettiğini,
bunların çıkış noktalarındaki maneviyatı kaybedip zararlı ve boş inançlara
dönüştüğünü, kişilerin beynini uyuşturup onları olayları sorgulamaktan 41
aciz bıraktığını göstermeye çalışmıştır. Yine de Esendal’ın halk inançlarına
yönelik tavrının dışlayıcı ve yargılayıcı olduğu tam olarak söylenemez.
Yazar, bir yandan halk inançlarının yersiz ve işlevsiz olduğunu gösterirken
diğer yandan da özellikle Anadolu kültüründe yaygınlık kazanmış olanların
hayatın ayrılmaz birer parçası hâline geldiğini, kişilerin birçok psikolojik
ihtiyacına cevap verdiğini gözler önüne sermiştir. Bireysel deneyimler
sonucu uğur veya uğursuzluk getirdiğine inanılan kişisel inanışların da
çocukça, irrasyonel ve boş olduğunu anlatmaya çalışsa da bunları işlediği
hikâyelerini komik bir zemine yaslamış, kişiye psikolojik olarak fayda veya
zararı dokunan bu inanışları hayatın renklerinden biri olarak kabul etme
eğiliminde olup onlara karşı çoğu zaman eleştirel olmamıştır. Sonuç olarak
denebilir ki Esendal halk inançlarını benimseyen halkı küçümsemez; o,
sadece onların inanışlarının güzele, faydalı olana yönlendirilmesini arzular.
Öyle ki hayatını Anadolu’da halkın arasında geçirme hayalleri kurar: “Gidip
Antalya’da (...) Portakal ağaçları ile uğraşmalı. Alışkın inekler de olmalı.
Tavuklar da olmalı (…) Antalya mekteplerinde ders vermeli. Kızlara da ders
vermeli. (…) Bu çocuklara tiyatro da oynatmalı ama öyle ‘Hasan Çavuş
savaşa gitmiş’ piyesi değil. Sanat duygusu verir güzel bir piyes.” (2001: 295)
Yazarın sanatla eğitimin bir arada olduğu bir hayat idealinde halk, bu sayede

ERDEM, Haziran 2022; Sayı: 82; 25-45


Pelin ASLAN AYAR

temelsiz ya da amacından saptırılmış olana değil, hem kişi hem toplum için
iyi, güzel ve faydalı olana yönelebilir.

42

ERDEM, Haziran 2022; Sayı: 82; 25-45


Memduh Şevket Esendal’ın Gözünden Türk Toplumunda Halk İnançlarının Yeri Ve İşlevi

KAYNAKLAR
Akarsu, Bedia (1975). Felsefe Terimleri Sözlüğü, Ankara: Ankara Üniversitesi
Basımevi.
Albayrak, Ali ve İhsan Çapcıoğlu (2006). “Ehl-i Sünnet Geleneğine Bağlı Bir
Orta Anadolu Köyünde Halk İnançları ve Uygulamaları”, Dinî Araştırmalar
8/24, s. 107-132.
Arısoy, M. Sunullah (1952). “Memduh Şevket Esendal’la Bir Konuşma”,
Varlık 383, s. 7-8.
Aslım, Gökhan ve Çağrı Çağlar Sinmez (2017). “İç Anadolu Bölgesindeki
Hayvanlarla İlgili İnanış ve Uygulamalar Üzerine Bir Değerlendirme”, bilig
8, s. 205-232.
Barlok, İsmet. “Memduh Şevket Esendal’ın Kitapları Arasında”, (Erişim
tarihi: 01.09.2020), <http://www.memduhsevketesendal.com/hakkinda/
barlok3.html>
Block, Lauren ve Thomas Kramer (2009). “The effect of Superstitious Beliefs
on Performance Expectations”, J. of the Acad. Mark. Sci. 37, s.161-169.
43
Bulut, İhsan (2011). “Anadolu’da İnanışların ve Geleneklerin Doğa
Korunması Açısından Önemi Üzerine Örnekler”, Atatürk Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi 11/46, s. 119-134.
Celilova, Aynur (2019). “Avcılık İnanç Ve Ritüellerine Bakış”, Sosyal
Araştırmalar ve Davranış Bilimleri Dergisi 5/8, s. 62-86.
Cunbur, Müjgân (1997). Türk Kadını İçin, Ankara: Türk Kadınları Kültür
Derneği Genel Merkezi Yayınları.
Çatalbaş, Resul (2011). “Türklerde Hayvan Sembolizmi ve Din İlişkisi”,
Turan Stratejik Araştırmalar Merkezi Dergisi 2011 3/12, s. 49-60.
Çiçekler, Ahmet Naim (2019). “Isaac Barrow’un Kaleminden Türklerde
Batıl İnançlar/Hurafeler/Halk İnanışları”, Dil ve Edebiyat Araştırmaları
(DEA) 20, s. 165-188.
Duvarcı, Ayşe (2005). “Türklerde Tabiat Üstü Varlıklar ve Bunlarla İlgili
Kabuller, İnanmalar, Uygulamalar”, bilig 32, s. 125-144.
Esendal, Memduh Şevket (2001). Kızıma Mektuplar, Ankara: Bilgi Yayınevi.
_____________________ (1983). Otlakçı, Ankara: Bilgi Yayınevi.
_____________________ (tya). Mendil Altında, Ankara: Bilgi Yayınevi.

ERDEM, Haziran 2022; Sayı: 82; 25-45


Pelin ASLAN AYAR

_____________________ (1983). Sahan Külbastısı, Ankara: Bilgi Yayınevi.


_____________________ (tyb). Bir Kucak Çiçek, Ankara: Bilgi Yayınevi.
_____________________ (2015). İhtiyar Çilingir, Ankara: Bilgi Yayınevi.
_____________________ (1985). Bizim Nesibe, Ankara: Bilgi Yayınevi.
_____________________ (1986). Kelepir, Ankara: Bilgi Yayınevi.
_____________________ (2005). Mutlu Bir Son, Ankara: Bilgi Yayınevi.
Gülbay, Tabip (2008). Memduh Şevket Esendal’ın Toplumsal ve Siyasal
Görüşleri, Doktora Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi.
Gülüş, İhsan (2016). “Batıl İnançların İletişimsel İşlevi ve Medyadaki
Yansımaları: Kuramsal Yaklaşım ve Alan Araştırmaları Işığında Batıl İnanç
ve İletişim Karakteristiği Üzerine Bir İnceleme”, Atatürk İletişim
Dergisi 10, s. 111-133.
Günay, Ünver (2003). “Türk Halk Dindarlığının Önemli Çekim Merkezleri
Olarak Dinî Ziyaret Yerleri”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi 15/2, s. 5-36.
44
Güngör, Harun (2007). “Geleneksel Türk Dininden Anadolu’ya Taşınanlar”,
Yaşayan Eski Türk İnançları Bilgi Şöleni: Bildiriler. Haz. Ülkü Çelik Şavk vd.
Ankara: Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Yayınları.
Kaplan, Mehmet (2004). Hikâye Tahlilleri, İstanbul: Dergâh Yayınları.
Kara, Ülkü Düzgün (2009). “Giresun Adak Yerlerinde Tespit Edilen Çeşitli
Uygulama, İnanış ve Efsaneler”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi
2/7, s. 133-153.
Kartal, Atilla (2017). “Türk Kültürü İçinde Bozkır (Konya) Düğün
Geleneğinin Değerlendirilmesi”, Karadeniz 36, s. 34-46.
Kartopu, Saffet ve Abdurrahman Ünalan (2019). “Büyü ve Tabiatüstü Güçlere
Başvurma Nedenleri Üzerine Bir Saha Araştırması”, Çukurova Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi 9/2, s. 379-399.
Kaya, Doğan (2002) Halkbilim Araştırmaları, İstanbul: Kitabevi.
Köse, Ali ve Ali Ayten (2009). “Bâtıl İnanç Ve Davranışlar Üzerine
Psikososyolojik Bir Analiz”, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi IX/3,
s. 45-70.
Mollaibrahimoğlu (2014), Çiğdem. “Hayvanlar Etrafında Oluşan İnanç ve

ERDEM, Haziran 2022; Sayı: 82; 25-45


Memduh Şevket Esendal’ın Gözünden Türk Toplumunda Halk İnançlarının Yeri Ve İşlevi

Uygulamalar: Doğum Örneği”, folklor/edebiyat 20/78, s. 9-23.


Napier, James (2008). Western Scottish Folklore & Superstitions. Maple
Shade, New Jersey: Lethe Press.
Paçacı, İbrahim (2016). “Rüyâ’nın Delil Değeri Ve İstihâre”, Dini
Araştırmalar 19/48, s. 103-128.
Spivak, Gayatri Chakravorty (2020). Madun Konuşabilir Mi? Çev. Emre
Koyuncu. İstanbul: Dipnot Yay.
Sümer, Necati (2017). “Mitolojik ve Dinsel Bir Sembol Olarak Ayna”,
Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi 10/52, s. 1367-1374.
Yanardağ, Ayşe (2018). “Osmanlı Devleti’nde Islahatlar Bağlamında Muska
ve Falcılıkla Mücadele Örnekleri”, Millî Folklor 30/117, s. 102-119.
Yeşilmen, Halit (2019). “Sosyal Antropolojideki Büyü Olgusuna Sihir
Kavramı Çerçevesinde Yeni Bir Yaklaşım”, bilimname XXXVIII /2, s. 327-
356.

45

ERDEM, Haziran 2022; Sayı: 82; 25-45

You might also like