You are on page 1of 13

Dünyada eş zamanlı ve yaygın bir şekilde ortaya çıkan, çok sayıda insanı

etkileyen bulaşıcı hastalıklara pandemik hastalık ve yeryüzünde ortaya çıkan bu


halk sağlığı sorununa ise pandemi denir. Pandemi, Dünya Sağlık Örgütü
tarafından ilan edilir. Covid-19 da Dünya Sağlık Örgütü tarafından Mart 2020’de
“pandemi” olarak tanındı. Bu şekilde başlayan ve tüm dünyada etkisini gösteren
hastalıkla mücadele başladı. Devletler birçok tedbir aldı. Doktorlar ve sağlık
çalışanları daha fazla çalışmaya başladı. Öyle zamanlar oldu ki devletler dışarı
çıkma yasağı koydu ve insanlara dışarı çıkmamalarını söyledi.
Bir anda panik havası oluştu. Herkesin kafasında cevaplanamayan sorular
birikti. Maske takma zorunluluğu gelince insanlar, açık havada maske takıp
takmayacaklarını sordu. Dışarı çıkma yasağında komşular, balkonlardan iletişim
kurdu. Birbirlerine markete gidip gidemeyeceklerini sordular. İnsanlar,
uzmanlara sağlıklı beslenmenin hastalığa etkisi olup olmayacağını sordu. Sosyal
mesafe kuralı geldi. Hastalık bulaşıcı olduğu için yetkililer, insanlara sosyal
mesafeye uymalarını söyledi. Doktorlar, insanlara ellerini sık sık yıkamalarını
söyledi. Covid-19 testi pozitif çıkan hastalara, doktorlar verdikleri ilaçları
içmelerini söyledi. Bunun dışında vitamin takviyesi alabileceklerini söyledi. Ama
bunlar dışında kendi kendilerine tedavi yöntemleri bulmamalarını söyledi.
Ölümcül bir virüs olduğu için herkesin kurallara dikkat etmesi gerekiyordu.
Doktorlar, özellikle 65 yaş üstü ve 20 yaş altı bireylerin kendilerine dikkat
etmelerini söyledi. Devletler, bu yönde daha çok önlem aldı. Hastanelerde
neredeyse yer kalmadı. Buna rağmen doktorlar, hastalara solunum yetmezliği
yaşadıkları takdirde hemen hastaneye başvurmalarını söyledi.
Her gün Covid-19 haritası yayınlandı. Bu sayede herkes pandeminin gidişatını
görebiliyordu. Ölümler çok fazla artmıştı. Bunların hepsi hastalığın ciddiyetini
ortaya seriyordu. Tüm bu süreçte birçok bilim adamı bir tedbirsizliğin bile çok
fazla olumsuzluğa yol açabileceğini söyledi. Uzun bir süre sonra hastalığa çare
olacak aşı bulundu. Birçok aşı karşıtı ortaya çıksa da hastalıktan korkan herkes
aşı oldu ve bu sayede hastalığın bulaşıcılığı azaldı. İnsanların rahatça hareket
edebilmesi için aşı olmak gerekliydi. Örneğin otobüsle, uçakla seyahat
edebilmeleri için görevliler yolculara aşı olup olmadıklarını sordu.
Sürecin sonunda devlet yetkilileri, halka artık maske takmadan otobüse
binebileceklerini, sinemaya girebileceklerini, okula gidebileceklerini söyledi. Bu
süreçte insanlar en çok pandeminin bitip bitmeyeceğini zordu. Pandemi henüz
bitmiş sayılmaz ama insanların içi bir nebze de olsa rahatladı.
Günlük hayatımıza farklı türden duygular ve ruh halleri hakimdir. Mutlu, kızgın,
üzgün, sıkılmış veya hayal kırıklığına uğramış olup olmadığımıza göre kararlar
alırız. Aktiviteleri ve hobileri duygularımıza göre seçeriz. Duyguları anlamak,
hayatı daha kolay ve istikrarlı bir şekilde yönlendirmemize yardımcı olabilir.
Her insan duygularını farklı şekilde yaşar ve yansıtır. Mesela ben mutluysam
dans ederim, şarkı söylerim ve bunu herkesle paylaşırım. Ama bir başkası
mutluysa sadece gülümsemekle yetinebilir. Bazı insanlar üzgünse ağlayabilir.
Bazı insanlar mutluysa ağlayabilir. Bazılarımız çok heyecanlıysa bile bunu belli
etmez ama ben heyecanlıysam terlerim, ellerim titrer. Birçoğumuz aşıksak doya
doya yaşarız ama bazıları da aşıksa sadece acı çeker. Ben kızgınsam bunu belli
edemem ama kızgın olduğunda karşısındakine küsen çok insan gördüm.
Birine karşı öfkeliysek bunu bağırarak belli ettiğimiz çok olmuştur. Bunun
tersine sakince konuşanlarımız da vardır. Bütün çocuklar korktuklarında ağlarlar
veya çığlık atarlar. Ben korkmuş durumdaysam çocuklar gibi çığlık atar ve
ağlarım ama bazı yetişkinler korktuklarında tepki vermeyi hoş karşılamazlar.
Ben şaşkınsam ağzım açılır ve gözlerim büyür, dışarıdan bakan herkes şaşkın
olduğumu anlar. Bazıları sürpriz bir doğum günü partisi yapıldığında bile sadece
mumu üfler. Hissettiklerimizle baş edebilmemizin önemli bir kısmı
duygularımızın ne olduğunu anlamak ve onları fark etmekten geçer.
Hissettiğimiz duyguların farkında değilsek duygusal durumumuzla iletişimde
olmamız çok zordur.
Eğer içiniz bu konuda rahatsa duygusal açıdan güvendesiniz demektir. Fakat
endişeliyseniz yapmanız gereken şeyler var. Vaktiniz varsa farklı duygu
durumlarında nasıl davrandığınızı gözlemleyin ve bunları not alın. Aldığınız
notları ara sıra açıp okuyun. Böylelikle kendinizi daha iyi tanımış olacaksınız.
Duygularınızla iletişimde kalmak sizin huzurlu hissetmenizi sağlayacak.
Ben kimim? Kim olduğumu belirleyen sınırlar ve kaynaklar neler? Beni ben
yapan şeyler davranışlarım mı, duygularım mı, fiziksel görünüşüm mü? Bunların
tamamı ve belki de daha fazlası... “Ben”i tarif etmek konusunda sürekli olarak
bir şeyler eksik kalıyor gibi. Diğer yandan yedi-sekiz yaşlarında “ben” dediğim
kişiyle şimdi aramda neredeyse hiçbir benzerlik yok. Ama ikisine de “ben”
diyebiliyorum. Bedenim, duygularım, alışkanlıklarım ve zevklerim değişiyorsa
ben değişkenim. Çevremizdeki insanlarda değişimi görüyorsak hepimiz farklıyız
demektir.
Ancak kendimizi belli özelliklerimizle tanımlamayı istiyorsak bize özgü
yanlarımızı belirlemeye ihtiyacımız var. Diğer insanlar için de buna benzer bir
sınıflandırma yapabiliyorsak ilişkilerimiz hakkında tahmin yürütebilir oluyoruz.
Birbirimiz için birer kapalı kutuyuz. Kendi duygularımızı, niyetlerimizi bildiğimiz
gibi diğerlerininkini bilemiyoruz ancak tahmin ediyoruz. Ama çevresi ile sürekli
iletişimde olan sosyal varlıklar olarak bir arada yaşayabiliyorsak farklılıklarımıza
saygı duyuyoruz demektir.
İşte kişilik kavramı tam da bu noktada anlamlı ve işlevsel hale geliyor. Kişilik bir
bireyin düşünme ve davranış kalıpları olarak tanımlanıyor. Kişiliğin oluşumunda
etki eden doğal, toplumsal, bilinçli, bilinçdışı ve çevresel faktörler ve bu
faktörler arasındaki bağlantılar sınırsız sayıdadır. Bu yüzden kişiliğimizin nasıl
oluştuğu hakkında tutarlı fikir yürütmek neredeyse imkânsız.
Bir özelliğin insanın kişiliğinin bir parçası olduğunu söylememiz için bunun belli
bir süre içinde tekrarlanması ve ayırıcı nitelikte olması gerekiyor.
Beklentilerimizi belirlerken, mesafemizi ayarlarken kişilik özelliklerimizi esas
alabiliyorsak kişiliğimizi kısmen tanıyoruz diyebiliriz. Kişiliğimizi tanımak için
düşünmeliyiz ve araştırma yapmalıyız. Düşünmüyorsak ve araştırmıyorsak
kişiliğimizi yansıtırken zorluk çekebiliriz.
PİYANGO BİLETİ

Her yeni yıl başlangıcında milyonlarca piyango bileti satılıyor. İnsanlar, şans
oyunları konusunda denemekten asla vazgeçmiyorlar. Aslında hayallerini satın
alıyorlar diyebiliriz. Hiç çabalamadan, emek göstermeden bir şeylerin sahibi
olmaya çalışıyorlar.
Milyonlarca satılan biletten sadece birine büyük ikramiye çıkıyor. Büyük ödülün
sahibi sadece bir kişi oluyor. Geriye kalanlar da küçük ödüllerle mutlu olmaya
çalışıyor. En azından bir sonraki yıla kadar bununla avunuyorlar. Büyük
ikramiyenin çıktığı o kişiyi ise ne tanıyoruz ne de ismini yeni milyonerlerin
arasında görüyoruz. Öylece unutuluyor.
Peki bu insan kazandığı parayla ne yapabilir? Alsa alsa belli bir miktarda ev veya
araba alabilir. Kazandığı parayla yapsa yapsa bir yıl boyunca tatil yapabilir.
Bunların yanında kursa kursa kendine yeni bir iş kurabilir. Yeni işinde de
muhtemelen başarılı olamaz.
Bir kez çaba göstermeden para kazanmanın kolaylığını görmüştür çünkü. Bu kişi
aldığı ödülle olsa olsa zengin olabilir. Mutlu olabilir mi? Tüm bu yapacaklarıyla
huzur bulabilir mi? Bana kalırsa tüm bunlarla bulsa bulsa sahte mutluluğu bulur.
Çünkü hiç çalışmadan kazanmıştır.
Kolay yoldan kazandığı bu parayı harcasa harcasa bir yılda harcar. Daha sonra
bir yıl boyunca yaşadığı sahte mutluluğun yerini endişe ve üzüntü kaplar.
Çevresinde onu gerçekten seven hiç kimse kalmamıştır belki de. Parası için onu
sevenler ise onu unutur, piyangoyu kazanan başka bir insanı sevmeye başlarlar.
Yeni yılda piyango bileti almayı düşünmeden önce bu yazıyı baştan sona
okuyun. Yazıyı okursanız ve üstüne düşünürseniz gitse gitse iki dakika zamanınız
gider. Eğer hala büyük ikramiyeyi düşünüyorsanız ömür boyu yaşayacağınız
pişmanlığı da kabullenmişsiniz demektir.
TÜRK KAHVESİ VE MİSAFİRPERVERLİK

Türk kahvesi, daha çok Türk kültüründe önemli bir yere sahiptir. Osmanlı'dan
günümüze kadar gelmiş en eski kahve hazırlama ve pişirme metotlarındandır.
Kendine has tadı, köpüğü, kokusu, sunuş biçimiyle özgün bir kimliği ve geleneği
vardır. Telvesi ile ikram edilen tek kahve türüdür. İngilizlerdeki çay saati
geleneği gibi, kahvenin de Türk toplumunda bir zamanı vardır. Genellikle sabah
ve öğle öğünleri arasında içilir. Türkçe günün ilk öğünü anlamına gelen
"kahvaltı" sözcüğü kahve içimi öncesi yenen şeyler demektir. Dini Bayramların
ve "kız isteme" törenlerinin geleneksel bir öğesi olmuştur. Bir Türk atasözünde
de bu kültür desteklenmiş ve “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır.”
denmiştir.
Anadolu’da konukseverliğin başını kahve çeker. Konuk olduğunuz köy ve
kasabalarda bir kahve içmezseniz sizi bırakmazlar. Birçok bölgede bu ikram
daha da ağır basar. Kahve ikramı, karşıdaki insana değer verildiğini gösterir.
Eğer kahve ikram edilirse insanlar orada kendini daha değerli hisseder.
Güney Anadolu’da ve Kıbrıs köylerinde kahvehaneye gelen konuk, önce selam
verip kimin masasına oturursa onun bir kahvesini içer. Kahvenin yanında su
gelirse ve onu içerseniz bu karnınızın aç olduğu anlamına gelir. Bu yüzden önce
yemek ikram edilir. Ondan sonra kahvehanede bulunanlar, teker teker ikrama
başlarlar.
Diyeceksiniz ki bir insan kaç kahve içebilir? Bunun da çaresini bulmuşlar. Konuk
bir veya iki kahve içtikten sonra, kahveci kahve yerine konuğun önündeki
tepsiye, ince kâğıtlara sarılı bir lokum bırakır. Kahvehanede otuz kişi olursa
tepside otuz lokum birikir.
Konuk lokumlardan bir tanesini yerse, diğerlerini ayrılırken ceplerine doldurur.
Almazsa ikramı geri çevirmiş sayılır. Genelde bunu kimse yapmaz. Yolunuz bu
töreyi sürdüren bir Anadolu köyüne düşerse ikramları geri çevirmeyiniz.
Anadolu’nun gönlü incinir, bu gönül sizinledir.
BAYRAM GELENEKLERİ

Bayramlar, geleneklerin yaşandığı en özel günlerden. Eski zamanlardan bu yana


süregelen bayram gelenekleri vardır. Hepimizin bildiği eskiden beri devam
edegelen bayram geleneklerinden şeker toplama çocuklar için bayramın en
eğlenceli yanı. Bayram gününde çocuklar büyüklerini ziyaret ederek şeker
toplar. Bu nedenle “Ramazan Bayramı”, “Şeker Bayramı” olarak da anılır.
Özellikle eski dönemlerde yaygın olan bu Ramazan Bayramı gelenekleri
günümüzde de sürüp gidiyor. Bayramlar, küs olan kişilerin barışması için bir
vesile olarak kabul edilir. Bu nedenle küs olan kişilerin yakınları bayram
günlerinde onları bir araya getirerek barışmalarına yardımcı olur.
Ramazan Bayramı gelenekleri arasında olmazsa olmaz akraba ziyaretleri vardır.
Anneanne, babaanne ve dedeler başta olmak üzere halalar, dayılar, amcalar ve
diğer tüm büyükler bayramlarda ziyaret edilir. Böylece birbirini uzun süre
göremeyen yakınlar bile bir araya gelme fırsatı bulur. Bu gelenek de yıllardır
devam edip gidiyor.
Baklava ve şerbetli tatlılar, Ramazan Bayramı gelenekleri arasında yer alır. Hatta
bazı bölgelerde baklavanın yanında sarma ikram etmek de süregelen
adetlerdendir. Bu ikramları yemek istemeyen olursa tadıp geçebilir.
Bayramlarda, vefat eden yakınlarımızı ziyaret etmeyi de unutmamak gerek. Bu
nedenle Ramazan Bayramı’nda en kalabalık yerlerden birisi mezarlıklardır.
Ramazan Bayramı gelenekleri arasında bir diğeri de aileleri bir arada tutan
bayram yemekleri. Bayramda en güzel yemekler özenle hazırlanır. Büyüklerin
elleri öpülür ve aileler hep birlikte sofraya oturur. Bayramlar, birlik ve
beraberliği sağlar. En güzel ve en anlamlı geleneklerden birisi de zor durumdaki
kişilere yardım etmektir. Bayram gelenekleri içerisinde en yaygın olanlardan
birisi de çocuklara harçlık vermek.
Çocukların bayramlarda büyüklerin elini öpmesi, büyüklerin de onlara harçlık
vermesi hala yaygın olan adetler arasında devam edegelir. Sinop köylerinde
yaşatılan “Helesa” geleneği Ramazan ayında başlayıp bayramda da devam eder.
Kayıkla kıyıya yanaşan gençler maniler okuyarak bahşiş toplar ve bayram ruhu
bölgede son derece coşkulu yaşanır. Bahşiş alamayanlar mani okuyup geçer.
Bunlar gibi birçok gelenek asırlardır yapılagelir. Devam etmeyen gelenekler ise
büyükler tarafından çocuklara anlatılagelir.
AYŞE’NİN SAFARİ MACERASI

Ayşe, dün akşam valizini hazırladıktan sonra dinlenirken uyuyakaldı.


Uyandığında hemen saate baktı ve uçağının kalkmasına 2 saat kaldığını gördü.
Aslında Kenya’ya safariye gideceği için çok heyecanlıydı. Böyle bir hata yaptığı
için kendine çok kızdı. Aceleyle giyinerek havaalanına gitmek üzere taksiye
bindi. Havaalanına vardığında uçağı henüz gelmemişti.
Kontrollerini yaptıktan sonra bekleme alanına doğru giderken olduğu yerde
kalakaldı. Çünkü yıllardır görmediği bir arkadaşı karşısına çıkmıştı. Uzun bir süre
boyunca şaşıp kaldılar. Kendilerine gelince koştular ve sarıldılar. Onun da
Kenya’ya safariye gideceğini öğrenince çok sevindi. Birlikte uçağa bindiler ve
yola çıktılar.
Yolculukta uçaktan gelen sesler Ayşe'yi çok korkuttu ve donakaldı. Arkadaşı,
Ayşe'yi sakinleştirmeye çalıştı. Ama bir süre sonra her şey düzeldi ve yolculuk
bittiğinde çok rahatladı. Bir an önce safari yapacakları yere gitmek istiyordu.
Hayallerini süsleyen bu seyahat sonunda gerçek oluyordu.
Safari yapacakları yere vardılar. Ayşe doğanın güzelliğine bakakaldı. Bir yandan
nehir akıyor, nehrin başında zebralar su içiyordu. Ağacın altında uzanan
zürafaları gördü. Zürafalar bir anda ayağa kalktılar ve boylarının uzunluğunu
görünce şaşakaldı. Fotoğrafta gördüklerinden çok daha büyüleyiciydi. Biraz
daha ilerleyince çok renkli bir kuş gördü ve fotoğrafını çekmek için arabadan
indi. Yere eğildi ve dikkatlice yaklaştı. Tam bu sırada gökyüzünden gelen bir
atmaca, kuşu yakaladı ve götürdü. Ayşe bu ani hareket karşısında yere düştü ve
oturup kaldı. Arkadaşı seslenince kalktı ve arabaya bindi. Yolculuğa devam
ederken zebraların peşinden koşan aslanları görünce çok heyecanlandı.
Rehberleri yanlışlıkla kornaya bastı ve aslanların dikkati dağıldı. Bir aslan onlara
doğru koştu. O anda ne yapılması gerektiğini bilmiyordu. Ayşe sadece bakıp
kaldı. Rehberleri bir şekilde aslanı uzaklaştırdı. Nehrin diğer tarafına gittiler.
Ayşe, burada koskocaman filleri gördü ve donup kaldı. Filler hortumlarıyla
yavrularını besliyorlardı. Her şey rüya gibiydi. Rehberleri bir gün içinde çok fazla
hayvan gördükleri için şanslı olduklarını söyledi. Geziye ertesi gün devam
edeceklerdi. Bu yüzden hava kararmadan otele döndüler.
DÜŞÜNMEK VE OKUMAK

Düşünmek ve okumak! Sahiden insan niye okur? Bir şey için: O da düşünmek
için. Düşünmek yani kendimizi ve hayatı keşfetmek için. İnsan ne yaparsa
düşünmüş olur? Bence düşünmek; herhangi bir şeyin nedenini araştırmaktır.
Bilgileri incelemek, aradaki bağlantılardan faydalanmaktır. Bu bilgiler aklınızda
bekleyedursun biz de biraz düşünelim.
Arşimet’ten önce de insanlar boş bir tasın su üstünde durduğunu görüyorlardı.
Fakat o tasın orada neden batmadığının nedenini ilk kez Arşimet denen bu dev
beyin sordu. Bu farkı ilk kez o fark etti. Tabii ki bu göz önünde durup duran
doğal yasayı da ilk kez o fark etmiş oldu. Düşünürken bir yandan da hayatla ilgili
sorular sorup durmalıyız. Ama hayatın gizi, hayata doğru sorular sormaktır.
Arşimet düşünedururken Newton da boş durmuyor. Newton bir yaz günü
ağacın gölgesine uzanmış yatıyormuş. Derken bir elma gelip kafasına düşmüş.
Ne var bunda? Üstelik elma bu, ilk kez düşmüyor ki. Elma hep ağaçtan düşüp
durur. Ama Bay Newton, bu durum üzerinde durup düşünüyor. Bu elma orada
dalında durup dururken ne diye düşer? Sorgulamaya başlar, ardı ardına sorular
sorup durur. Sonunda yer çekimi yasasını bulur.
Newton ağacın altında yasalar keşfededursun, Owen bir sabah kalkar, gider
ocağa bir çay koyar. Bir süre sonra çay koyduğu çaydanlıktaki su kaynamaya
başlar. Çay kaynayadursun Owen düşünmeye başlar ve bir şeyi fark eder. Çay
kaynarken çaydanlığın kapağı neden zıplayıp durur? İşte o an Bay Owen’ın
gözleri kocaman açılır. Owen’ı bu düşünce bir türlü bırakmaz.
Kapağın zıplayışı üzerinde düşünüp durur. Oysa çay kapağı ilk kez zıplamıyor.
Zaten buna binlerce insan da tanık. Ama ilk kez bu konu üzerinde Owen
düşünür. “Niçin? Niye bu kapak zıplayıp duruyor?” der. Sonunda Owen,
bulacağını bulur. Ve buluşunu, bütün bir insanlığa armağan eder. Okumak, daha
çok soru sormak için olmalı. Düşünmek; niçinlerin, nasılların yanıtını araştırmak
içindir. O zaman bir kez daha söyleyelim, düşünen beyin sağlıklı kalır. Çünkü
biyologlara göre yıpranmayan, sürekli çalışan hücreler, beyin hücreleridir.
Öyleyse okuyarak ömrümüzü uzatmaya bakalım. Bizlerin de insanlığa armağan
edebileceği bir şeyler olsun.
SUYUN KALDIRMA KUVVETİ NASIL BULUNDU?

Arşimet'in suyun kaldırma kuvvetini nasıl keşfettiğinin hikayesi çok güzeldir.


Rivayetlere göre; kral Hiero, bir savaştan zaferle ayrıldıktan sonra yolda gelirken
halkı için tapınak yaptırmaya karar alıverir. Bu tapınakta ayrıca bir kez daha
krallığını ilan edeceği için altın bir taç yaptırmak ister.
Bu isteğini yerine getirmesi için bir altın ustasını tacı yapmakla görevlendirir ve
ustaya bunun için gerekli miktarda altın verir. Fakat tacı aldığında, altın
ustasının tacı saf altından yapmadığından şüphelenmeye başlayıverir. Gerçeği
öğrenmek için ise kuzeni Arşimet’i görevlendirir.
Yaşadığı dönemde ünlü bir matematikçi, fizikçi ve mühendis olan Arşimet, kralın
problemini çözmek için gece gündüz düşünmeye başlar. Günlük banyosunu
yapmak için gittiği hamamda, hala altın tacın sonucunu düşünürken, kendini
küvetin içine bırakıverir.
Bu sırada dışarıya suyun taşıverdiğini gören Arşimet, bunun nedenini anlamaz
ve kendini biraz daha suya batırıverir. Daha çok suyun dışarı taştığını fark eden
Arşimet, Kral Hiero'nun problemini çözdüğünü anlayıvermiştir. Bu sırada
Yunancada “Buldum!” anlamına gelen “Evreka!” diyerek hamamdan dışarı
koşuverir.
Arşimet'in sorunu çözmek için başvurduğu yöntem ise suyun kaldırma kuvveti
formülüdür. Arşimet, altının gümüşten yoğun olduğunu ve aynı kütledeki altının
gümüşten daha az hacimde olacağını tahmin etmiştir. Bununla birlikte, eğer taç
yapılırken içinde gümüş kullanılmışsa saf altın olanına göre daha çok hacimli
olacağını keşfetmiştir.
Yani artık Arşimet'in tek yapması gereken Hiero'nun ustaya verdiği miktarda
altınla, ustanın yaptığı tacı suya atarak taşırdığı su üzerinden hacmi
hesaplamaktır. Bu sayede altın ustasının hile yaptığını ortaya çıkaran Arşimet,
sorunu çözmesinin yanında bir de suyun kaldırma kuvvetini keşfediverdi.
Böylece gelecek nesillere bilim adına güzel bir miras bıraktı.
ESKİ ÇAĞLARDAN BU YANA DİŞLERİMİZE ÇOK İYİ BAKTIK

İnsanlar çok eski zamanlardan bu yana dişlerine iyi bakmak için pek çok şey
yaptılar. Elbette olanaklar ölçüsünde...
İlk Diş Fırçaları
İnsanlar dişlerini temizlemek için tarih boyunca pek çok yönteme başvurmuş.
İmkansızlıktan dolayı kuş tüyleri, hayvan kemikleri hatta kirpi dikenleri bile
kullanmışlar. Lifli yapıdaki bazı ağaçların dallarından yaptıkları fırçalarla dişlerini
temizleyenler de olmuş. Bu şekilde dişlerini temizleyenler hâlâ var.
Günümüzde kullandıklarımıza benzeyen diş fırçaları yapmayı ilk kez Çinliler
düşünmüş. Bu ilk diş fırçalarını yaparken hayvan kılları ve bambu kamışları
kullanmışlar. Daha sonra gezginler diş fırçalarının Avrupa’da yaygınlaşmasını
sağlamış. Zaman içinde farklı malzemelerden de diş fırçaları yapılmış. Kılları
naylon olan fırçaları ise 1938 yılından itibaren üretmeye başlamışlar.
Günümüzde dişlerimizle ilgili bir sorunumuz olduğunda diş hekimine gideriz.
Orta Çağ'da diş tedavisi yapmak berberlerin işiymiş. Hatta o zamanlarda
berberlere hekim denirmiş. 18. yüzyılda diş hekimliğinin uzmanlık gerektiren bir
iş olduğu anlaşılmış ve artık berberler diş hekimliği yapmamaya başlamış.
Diş Macunları
Eski uygarlıklar birbirinden ilginç karışımlar hazırlayarak diş macunu yapmışlar.
Eski Romalılar ve Eski Yunanlar bu karışımlara ufalanmış hayvan kemikleri ve
istiridye kabuğu da eklemiş. Çinlilerse nane gibi hoş kokuları olan bitkiler
kullanmışlar. 1800'lü yıllardan itibaren modern diş macunları üretmeye
başlamışlar. Bu dönemde diş macunlarına sabun ve kireçtaşı eklemişler. Bu
macunları küçük kavanozlara doldurmuşlar. Diş macunlarını ilk olarak 19.
yüzyıldan itibaren tüplere koymaya başlamışlar.
Eski Mısırlılar diş sağlığına çok önem
vermişler. Bundan dolayı diş ağrısından kurtulmak için özel karışımlar
hazırlamışlar. Bu karışımların içine kaya tuzu ve bal gibi maddeler koymuşlar.
Sonra da bu karışımı dişlerine sürmüşler.
HAYDİ TATİLE!

Tatil birçoğumuz için hayatın vazgeçilmezidir.


Tatil zamanının gelmesini dört gözle bekler,
bitmemesi için dua ederiz. Tatilimiz güzel geçsin
diye çaba gösteririz. Ancak en ufak bir
tedbirsizlik tatilimizi mahvedebilir. Bu
tedbirsizliklerin sonuçlarına tatilden sonra
katlanmak zorunda kalabiliriz.

Yaz tatiline çıkacaksanız gideceğiniz


yeri iyice araştırmalısınız. Otelde
kalacaksanız aylar öncesinden
rezervasyon yapmak sizin için daha
yararlı olur. Çünkü otel fiyatları yaz
aylarına doğru muhtemelen artacaktır.
Gideceğiniz yerde kamp yapacaksanız
çadırlarınızı gitmeden önce satın alın.
Ayrıca kamp için ayrılmış alanları
mutlaka araştırın. Böylece zaman kaybı
yaşamazsınız. Gideceğiniz yere ulaşmak
için otobüse binecekseniz gece
yolculuklarını tercih etmelisiniz.

Bu sayede gideceğiniz yere sabah saatlerinde


varırsınız ve günün geri kalanında dinlenirsiniz.
Uçakla gitmeyi tercih edecekseniz yanınıza
daha az eşya almak zorunda kalabilirsiniz.
Arabayla gidecekseniz trafiğin az olduğu
saatlerde yola çıkmanız vakit kaybını önler.
Ayrıca arabanızın bakımlarını yaptırmayı
unutmayın. Son olarak güneş kreminizi de
bavulunuza koyduysanız yola çıkmaya
hazırsınız!

Kış tatiline gidecekseniz ve


gittiğiniz yer çok soğuk
olacaksa yanınıza en kalın
montunuzu alın. Mont
giymeyecekseniz termal içlik
tercih edebilirsiniz. Bu sizin
soğuğa karşı dirençli olmanızı
sağlar. Yanınıza mutlaka yedek
ayakkabı almalısınız.
Gideceğiniz yerde kayak
yapacaksanız ayakkabılarınız
kayak için uygun olmalı.

Kayak takımınızı yanınızda götürecekseniz ve


arabanız yoksa araç kiralayabilirsiniz. Ama
bineceğiniz araçta kış lastikleri olmalıdır. Yoksa
kazalar meydana gelebilir. Kayak takımınızı
yanınıza almayacaksanız uçak veya otobüs
tercih edebilirsiniz. Böylelikle yolculuğunuz
daha ekonomik olur.
Tatile ailenizle veya arkadaşlarınızla
gidecekseniz yanınıza birlikte
oynayabileceğiniz oyunlar almalısınız. Böylece
daha eğlenceli vakit geçirebilirsiniz. Şimdiden
iyi tatiller!

You might also like