Professional Documents
Culture Documents
Her yeni yıl başlangıcında milyonlarca piyango bileti satılıyor. İnsanlar, şans
oyunları konusunda denemekten asla vazgeçmiyorlar. Aslında hayallerini satın
alıyorlar diyebiliriz. Hiç çabalamadan, emek göstermeden bir şeylerin sahibi
olmaya çalışıyorlar.
Milyonlarca satılan biletten sadece birine büyük ikramiye çıkıyor. Büyük ödülün
sahibi sadece bir kişi oluyor. Geriye kalanlar da küçük ödüllerle mutlu olmaya
çalışıyor. En azından bir sonraki yıla kadar bununla avunuyorlar. Büyük
ikramiyenin çıktığı o kişiyi ise ne tanıyoruz ne de ismini yeni milyonerlerin
arasında görüyoruz. Öylece unutuluyor.
Peki bu insan kazandığı parayla ne yapabilir? Alsa alsa belli bir miktarda ev veya
araba alabilir. Kazandığı parayla yapsa yapsa bir yıl boyunca tatil yapabilir.
Bunların yanında kursa kursa kendine yeni bir iş kurabilir. Yeni işinde de
muhtemelen başarılı olamaz.
Bir kez çaba göstermeden para kazanmanın kolaylığını görmüştür çünkü. Bu kişi
aldığı ödülle olsa olsa zengin olabilir. Mutlu olabilir mi? Tüm bu yapacaklarıyla
huzur bulabilir mi? Bana kalırsa tüm bunlarla bulsa bulsa sahte mutluluğu bulur.
Çünkü hiç çalışmadan kazanmıştır.
Kolay yoldan kazandığı bu parayı harcasa harcasa bir yılda harcar. Daha sonra
bir yıl boyunca yaşadığı sahte mutluluğun yerini endişe ve üzüntü kaplar.
Çevresinde onu gerçekten seven hiç kimse kalmamıştır belki de. Parası için onu
sevenler ise onu unutur, piyangoyu kazanan başka bir insanı sevmeye başlarlar.
Yeni yılda piyango bileti almayı düşünmeden önce bu yazıyı baştan sona
okuyun. Yazıyı okursanız ve üstüne düşünürseniz gitse gitse iki dakika zamanınız
gider. Eğer hala büyük ikramiyeyi düşünüyorsanız ömür boyu yaşayacağınız
pişmanlığı da kabullenmişsiniz demektir.
TÜRK KAHVESİ VE MİSAFİRPERVERLİK
Türk kahvesi, daha çok Türk kültüründe önemli bir yere sahiptir. Osmanlı'dan
günümüze kadar gelmiş en eski kahve hazırlama ve pişirme metotlarındandır.
Kendine has tadı, köpüğü, kokusu, sunuş biçimiyle özgün bir kimliği ve geleneği
vardır. Telvesi ile ikram edilen tek kahve türüdür. İngilizlerdeki çay saati
geleneği gibi, kahvenin de Türk toplumunda bir zamanı vardır. Genellikle sabah
ve öğle öğünleri arasında içilir. Türkçe günün ilk öğünü anlamına gelen
"kahvaltı" sözcüğü kahve içimi öncesi yenen şeyler demektir. Dini Bayramların
ve "kız isteme" törenlerinin geleneksel bir öğesi olmuştur. Bir Türk atasözünde
de bu kültür desteklenmiş ve “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır.”
denmiştir.
Anadolu’da konukseverliğin başını kahve çeker. Konuk olduğunuz köy ve
kasabalarda bir kahve içmezseniz sizi bırakmazlar. Birçok bölgede bu ikram
daha da ağır basar. Kahve ikramı, karşıdaki insana değer verildiğini gösterir.
Eğer kahve ikram edilirse insanlar orada kendini daha değerli hisseder.
Güney Anadolu’da ve Kıbrıs köylerinde kahvehaneye gelen konuk, önce selam
verip kimin masasına oturursa onun bir kahvesini içer. Kahvenin yanında su
gelirse ve onu içerseniz bu karnınızın aç olduğu anlamına gelir. Bu yüzden önce
yemek ikram edilir. Ondan sonra kahvehanede bulunanlar, teker teker ikrama
başlarlar.
Diyeceksiniz ki bir insan kaç kahve içebilir? Bunun da çaresini bulmuşlar. Konuk
bir veya iki kahve içtikten sonra, kahveci kahve yerine konuğun önündeki
tepsiye, ince kâğıtlara sarılı bir lokum bırakır. Kahvehanede otuz kişi olursa
tepside otuz lokum birikir.
Konuk lokumlardan bir tanesini yerse, diğerlerini ayrılırken ceplerine doldurur.
Almazsa ikramı geri çevirmiş sayılır. Genelde bunu kimse yapmaz. Yolunuz bu
töreyi sürdüren bir Anadolu köyüne düşerse ikramları geri çevirmeyiniz.
Anadolu’nun gönlü incinir, bu gönül sizinledir.
BAYRAM GELENEKLERİ
Düşünmek ve okumak! Sahiden insan niye okur? Bir şey için: O da düşünmek
için. Düşünmek yani kendimizi ve hayatı keşfetmek için. İnsan ne yaparsa
düşünmüş olur? Bence düşünmek; herhangi bir şeyin nedenini araştırmaktır.
Bilgileri incelemek, aradaki bağlantılardan faydalanmaktır. Bu bilgiler aklınızda
bekleyedursun biz de biraz düşünelim.
Arşimet’ten önce de insanlar boş bir tasın su üstünde durduğunu görüyorlardı.
Fakat o tasın orada neden batmadığının nedenini ilk kez Arşimet denen bu dev
beyin sordu. Bu farkı ilk kez o fark etti. Tabii ki bu göz önünde durup duran
doğal yasayı da ilk kez o fark etmiş oldu. Düşünürken bir yandan da hayatla ilgili
sorular sorup durmalıyız. Ama hayatın gizi, hayata doğru sorular sormaktır.
Arşimet düşünedururken Newton da boş durmuyor. Newton bir yaz günü
ağacın gölgesine uzanmış yatıyormuş. Derken bir elma gelip kafasına düşmüş.
Ne var bunda? Üstelik elma bu, ilk kez düşmüyor ki. Elma hep ağaçtan düşüp
durur. Ama Bay Newton, bu durum üzerinde durup düşünüyor. Bu elma orada
dalında durup dururken ne diye düşer? Sorgulamaya başlar, ardı ardına sorular
sorup durur. Sonunda yer çekimi yasasını bulur.
Newton ağacın altında yasalar keşfededursun, Owen bir sabah kalkar, gider
ocağa bir çay koyar. Bir süre sonra çay koyduğu çaydanlıktaki su kaynamaya
başlar. Çay kaynayadursun Owen düşünmeye başlar ve bir şeyi fark eder. Çay
kaynarken çaydanlığın kapağı neden zıplayıp durur? İşte o an Bay Owen’ın
gözleri kocaman açılır. Owen’ı bu düşünce bir türlü bırakmaz.
Kapağın zıplayışı üzerinde düşünüp durur. Oysa çay kapağı ilk kez zıplamıyor.
Zaten buna binlerce insan da tanık. Ama ilk kez bu konu üzerinde Owen
düşünür. “Niçin? Niye bu kapak zıplayıp duruyor?” der. Sonunda Owen,
bulacağını bulur. Ve buluşunu, bütün bir insanlığa armağan eder. Okumak, daha
çok soru sormak için olmalı. Düşünmek; niçinlerin, nasılların yanıtını araştırmak
içindir. O zaman bir kez daha söyleyelim, düşünen beyin sağlıklı kalır. Çünkü
biyologlara göre yıpranmayan, sürekli çalışan hücreler, beyin hücreleridir.
Öyleyse okuyarak ömrümüzü uzatmaya bakalım. Bizlerin de insanlığa armağan
edebileceği bir şeyler olsun.
SUYUN KALDIRMA KUVVETİ NASIL BULUNDU?
İnsanlar çok eski zamanlardan bu yana dişlerine iyi bakmak için pek çok şey
yaptılar. Elbette olanaklar ölçüsünde...
İlk Diş Fırçaları
İnsanlar dişlerini temizlemek için tarih boyunca pek çok yönteme başvurmuş.
İmkansızlıktan dolayı kuş tüyleri, hayvan kemikleri hatta kirpi dikenleri bile
kullanmışlar. Lifli yapıdaki bazı ağaçların dallarından yaptıkları fırçalarla dişlerini
temizleyenler de olmuş. Bu şekilde dişlerini temizleyenler hâlâ var.
Günümüzde kullandıklarımıza benzeyen diş fırçaları yapmayı ilk kez Çinliler
düşünmüş. Bu ilk diş fırçalarını yaparken hayvan kılları ve bambu kamışları
kullanmışlar. Daha sonra gezginler diş fırçalarının Avrupa’da yaygınlaşmasını
sağlamış. Zaman içinde farklı malzemelerden de diş fırçaları yapılmış. Kılları
naylon olan fırçaları ise 1938 yılından itibaren üretmeye başlamışlar.
Günümüzde dişlerimizle ilgili bir sorunumuz olduğunda diş hekimine gideriz.
Orta Çağ'da diş tedavisi yapmak berberlerin işiymiş. Hatta o zamanlarda
berberlere hekim denirmiş. 18. yüzyılda diş hekimliğinin uzmanlık gerektiren bir
iş olduğu anlaşılmış ve artık berberler diş hekimliği yapmamaya başlamış.
Diş Macunları
Eski uygarlıklar birbirinden ilginç karışımlar hazırlayarak diş macunu yapmışlar.
Eski Romalılar ve Eski Yunanlar bu karışımlara ufalanmış hayvan kemikleri ve
istiridye kabuğu da eklemiş. Çinlilerse nane gibi hoş kokuları olan bitkiler
kullanmışlar. 1800'lü yıllardan itibaren modern diş macunları üretmeye
başlamışlar. Bu dönemde diş macunlarına sabun ve kireçtaşı eklemişler. Bu
macunları küçük kavanozlara doldurmuşlar. Diş macunlarını ilk olarak 19.
yüzyıldan itibaren tüplere koymaya başlamışlar.
Eski Mısırlılar diş sağlığına çok önem
vermişler. Bundan dolayı diş ağrısından kurtulmak için özel karışımlar
hazırlamışlar. Bu karışımların içine kaya tuzu ve bal gibi maddeler koymuşlar.
Sonra da bu karışımı dişlerine sürmüşler.
HAYDİ TATİLE!