You are on page 1of 2

Türk Musikisi Kimindir?

Hüseyin Saadettin AREL

Aramızda bazı kimseler Türk müziğinin bizim milli müziğimiz olmadığını düşünmektedir. Bu
düşünceye sahip olanların hepsi Türk müziğinin yabancı bir milletten bize geçtiği noktasında birleşmekle
birlikte hangi milletten geçtiği hususunda ittifak edememişlerdir. Müziğimizi kimisi İranlılara, kimisi
Araplara, kimisi Yunanlılara, kimisi de Bizanslılara mal etmiştir.

Yeni kelimelere ihtiyaç duyuldukça hemen Arapça ve Acemceye başvurmak bizde o kadar
alışkanlık haline gelmiştir ki müzisyenlerimiz ve müzik eğitimcilerimiz sırf Türk icadı olan makamlara
Suzinak, Suzidilara, Rahatfeza, Şevkefza, Feranhak gibi Arapça adlar koymayı hiç yadırgamamışlardır. Ya da
yegah, dügah, segah, çargah isimlerinin sırf Acemce bulunduklarına, bu yüzden bu isimlerin Araplar ve
Türklerce İranlılardan alındığına, Anadolu musikisinin İran'dan gelme olduğuna dair görüşler vardır. Fakat
aynı görüşü taşıyanların İran musikicilerine sırf Türkçe olan "Nekkareci" ve müzik şeflerine yine sırf Türkçe
olarak "Muzikacı başı" ünvanlarını verildiği bilinmektedir (Musique Persane, cilt V, Clement Huart).

Aynı düşünce Dördüncü Murat'ın Bağdat'ı feth ettikten sonra İranlı beş müzik alimini yanına alıp
İstanbul'a getirdiğini ve bunların Türklere müzik terbiyesi vererek kendi müziklerini memleketimize
soktuklarını da söylüyor. Türklerde müzik terbiyesi Dördüncü Murat devrinden önce var mıydı, yok
muydu? Bunu bir tek örnek ile anlamak mümkündür. Dördüncü Murat'tan hemen iki asır önce müzik
kuramlarına dair bir kitap telif etmiş olan Türk müzik alimlerinden Hıdır bin Abdullah'ın eserinden
anlıyoruz ki ikinci Murat, kitap yazmayı yazara teklif ettiği zaman, huzurunda ondan başka büyük Türk
bestekarları da vardı ve müzik kuramına dair eser yazmaya hepsi de kendisinden daha ehliyetli idi.

Bir millete din bakımından müziğin haram kılınması ve müzisyenlerin de adeta medeni haklardan
mahrum bırakılmalarına rağmen yine bir tek devirden bu kadar çok bestekarın hatırası kalmış
bulunuyorsa o millette müzik terbiyesinin yokluğundan değil, çokluğundan bahsedilebilir.

Bununla birlikte yirmi dörde taksimini Türklerin İranlılardan aldığını söyleyen kesimin, eserlerinde
İranlıların bu taksimi nasıl elde ettiğini açıklayan yazılara yer vermesi gerekmez miydi? Topkapı Sarayında
Sultanahmet kütüphanesinin 3459/11 numarasında "Edvarülmakamat" adlı bir kaynak vardır. Bu
kaynağın sonunda çalgıların muhtelif düzenlerinden bahsedilirken şöyle deniyor: "Ve bir düzen daha
vardır ki yirmi dört perdedir. Bu düzende derlenmiş makamat, avaze (söyleyiş) ve şubeler bütünü
bulunur."

Bundan anlıyoruz ki Türkler arasında eskiden beri sekizlinin yirmi dört kısma ayrılması yolu
biliniyor, kullanılıyor fakat gizli tutuluyordu. Öteki düzenler öğrenildikten sonra biraz çalışılırsa yirmi dört
taksimatın da hesaplanması mümkündür.

Budapeşte Üniversitesi Profesörü Emile Haraszti Macaristan'daki Türk etkilerinden bahsederken


Macar halk edebiyatına yavaş yavaş Türk şiiri motiflerinin girdiğini, fakat en derin damganın Türk müziği
tarafından vurulduğunu, "Uzun hava" denilen Türk tarzının ve Anadolu'da kullanılan şarkı söyleme
yolunun Macar halk şarkılarına kadar nüfuz ettiğini, çalgıların "Türk tarzında" çalınmaya başladığını
söylüyor (Emile Haraszti, La Musique Hongroise, sayfa 32-34).

Mısır müzik bilginlerinden Muhammed Kamil-el-Hulai, Türk müziği Mısır'daki etkilerini anlatırken
şunlara değiniyor: "Meşhur Mısırlı şarkıcı Abduh, Hıdiv İsmail Paşanın önderliğinde birçok kez İstanbul'a
gelip gitmiş ve İstanbul'da Türk çalgılarını dinlemişti. Kendisi Türklerin okuyuşlarını oldukça beğeniyor ve
Türk müziğinde Mısırlıların hiç bilmedikleri Nihavent, Hicazkar, Acem gibi birçok makamlar bulunduğunu
görüyordu. Abduh, bunları kendi ülkesine aktarmış ve Türklerden aldığı müzik unsurları ile kendi
ülkesindekileri karıştırarak yeni bir yol şekillendirmişti." (Kitab-ül musiki-iş,Şarkı, sayfa 142).

Peki ya müziğimiz Bizans müziğinden alınmaysa? Kendisi pek çetrefil, notası kendisinden daha
karışık,kaynakları pek kıt, taraftarları ise tutucu olan bu müziği de ele almak gerekmektedir. Hatherly'e
göre Türklerin kendilerine ait bir mimarisi ya da müziği yoktu; zaten bunlara ihtiyaçları da yoktu. Çünkü
feth ettikleri her ikisi de el altında hazır bulunuyordu. Bu nedenle Türk mimarisi ve müziği esasında hep
Bizanslılarındır.

Türk mimarisinin Bizans'a ait olduğu söylenirse onlara on dördüncü yüzyıldan daha önce yapılmış
olan mimarileri sormak isterim. Eski Türk hakanlarının önünde her akşam çalınması milli bir anane olan
nöbetlerindeki müzikler de mi Bizans müziğinden alınmıştı? Ninnilerde, çocuk oyunlarında, düğünlerde,
ibadetlerde, eğlencelerde, güreşlerde, şölenlerde, muharebelerde, cenaze törenlerinde, velhasıl hayatın
beşikten ölüme kadarki her safhasında bir türlü kendisini müzikten ayıramayan Türk milleti Orta Asya'dan
beri bu işleri Bizans müziği ile mi yapıyordu? Eski Yunanlıların Andoludan ve şarka doğru daha uzak
yerlerden alarak kırkıp budadıkları musiki de Bizans yadigarı mı idi? Böylece hususi bir araştırma
yapmadan bile Türk müziğinin Bizans müziğiyle birlikte var olmadığı anlaşılabilir.

Her milletin bestekarı kendi müziğini öğrenmekle yükümlüyken Türk bestekarlarının omuzlarına
iki büyük yükün birden yükletilişi fazla gibidir. Lakin ne yapalım ki Türk bestekarının Garp müziğinden
alacağı feyizler bizi geçici bir müddet için bu külfete sevk ediyor. Bylece müzik sahasında Türk müziğinin
kime ait olduğu lakırdısını aşıp Türk müziğimizi resmen konservatuvarlara kabul edip mümkün olduğu
kadar çok ve çabuk bestekar yetiştirmemiz önem teşkil eder.

You might also like