You are on page 1of 37

Konu dört

Rev. Moon’un Tanrı’ya yönelik algılamaları

Bölüm 1. Tarihsel bir acı, keder Tanrısı

1.1. Tanrı, Düşüş ile birlikte ebeveynlik pozisyonunu yitirdi

Gerçek babamız Tanrı olmasına rağmen, Düşüş ile birlikte Şeytan babalık rolünü de gasp etti.
İsa’nın, “ Sizler babanız İblistensiniz ve de onun isteklerini yapmaya isteklisiniz.” (Yuhanna 8:44)
demesi bu nedenledir. Şeytan’ın kanını taşıdığınız gerçeğini anlamış olsaydınız, bu utanca bir son
vermek, bundan kurtulabilmek için ne yapmanız gerektiği konusunda da yeterli cesarete sahip
olmanız gerekirdi. Böyle bir durumda her şeyleri göze alabilmeyi düşündüğünüz oldu mu hiç? Sizler
“ kahrolasıca beden” diyerek bedeninizin arzuladığı isteklerin önüne set çekmeyi başarabildiğiniz
noktada ancak, kutsallık sahasının bir birimi olmaya da hak kazanmışsınız demektir. (11-243,
1961.10.29)

Bizleri nihai gönül, kalp dünyasına bağlamayı başaracak inanç sisteminin, her şeyden önce
ebeveynimiz Tanrı’nın nasıl bir keder içerisinde bulunduğunun ayrıntılarını verebilecek yeterlilikte
olması gerekir. Tanrı, pek çoklarının zannettiği gibi, mutluluk, huzur içerisinde değil, aksine tarifi
imkansız acılar içerisindeki bir Tanrıdır. Tanrı, en fazla bel bağladıklarının ihanetine uğramış,
sınırsız acılarla yoğrulu bir Tanrıdır. Bu gerçeğe ışık tutacak gerekli ayrıntıları verecek bir inanç
doktrininin ortaya çıkması ise kaçınılmazdır. Bizler, Tanrı’ya bağlı gerçek çocuklar olmayı, ancak o
noktadan sonra başarabiliriz. (151-102, 1962.10.28)

Tanrı, kendisini tahtından eden düşmanından ötürü tarifsiz kederler içerisinde olageldi bugüne dek.
Onun, bir yücelik, bir zafer Tanrısı olamamaktan ötürü bütün bir insanlık tarihi boyunca nasıl acı
içerisinde bulunduğunu anlamanız gerekir. Tanrı, kendi milletinin ve de bütün bir evrenin kralı
olmasına rağmen, sanki hiç yokmuşçasına, sanki ölmüşçesine haksız muamelelere maruz kaldı.
Tanrı’nın hem başlangıçta belirlediği idealine set çekildi, hem de kendi varlığından çok üzerlerine
titrediği çocukları gasp edilerek bugün içinde yaşadığımız dünyada, baş düşmanının adeta oyuncağı
haline geldiler. (105-199, 1979.10.21)

Daha başlangıçtan her şeyler tersine döndüğü ve de birlik içerisindeki bir halk ya da egemen millet
zemini hiçbir zaman oluşamadığı için, Tanrı da, her şeyi bilen, her şeye gücü yeten Tanrı olma
otorite ve saygınlığına bugüne dek sahip olamadı ne yazık ki. Bizler, oğullar ve kızlar,
ebeveynlerine gönülden bağlı çocuklar ve de Birleştirme Hareketi bünyesindeki erdemli insanlar
olarak Tanrı’nın bu gönül acısına, bu kalp yarasına son vermek gibi çok açık bir sorumluluğumuz
olduğunu görebilmeliyiz artık. Bu noktayı açık ve seçik bir biçimde ifade ediyorum, İsa’nın da
“gerçeği bilin ve gerçek sizi özgür kılacaktır” şeklinde ifade ettiği gibi gerçekten de, özgür kılınacak
olanlar, gerçeğe vakıf olanlar olacaktır. (56-327, 1972.5.18)

Bugüne dek Tanrı için gözyaşı döktüğünüz oldu mu? Peki ya yaşantınız boyunca, Tanrı’nın kendi
acısı ve emeklerinin karşılığı uğruna uzuvlarınızın tek tek parçalanacağını bilme pahasına bile acaba
neler yapabilirim arayışında oldunuz mu hiç? Böyle bir şeyi bırakın yaşamayı, belki de hiç
düşünmediniz bile. Oysa ki Tanrı’nın çocukları olabilmeniz için, bütünün yararı adına göz yaşı
dökmeyi öğrenmeniz gerekir. Öyle ki Tanrı ile buluştuğunuz noktada, Onu rahatlatabilmek için bir
yandan sular seller gibi göz yaşı dökerken, bir yandan da “Baba, beni, oğlunu, atalarımızı yitirmiş
olmaktan ötürü nasıl tarifsiz üzüntü içerisinde olmalısın. Tarihin başlangıcından bu yana onların
soylarının devamında gelenlerin aşmak zorunda kaldıkları zor koşulların, acıların, aşağılanmaların
yükünü kim bilir kaç kez sırtlanmak durumunda kaldın.” diyerek onun kalbini rahatlatmaya
çalışmanız gerekirdi.

Tanrı, her şeyleri bilme, her şeylere gücü yetme otoritesi ile, istese bütün dünyayı hatta Şeytan’ı bile
yargılamaya yetkindir kuşkusuz. Ama buna rağmen olan biten karşısında Tanrı’nın bunca acı
çekmek zorunda kalması gerçeği, bizlerin kalbini kanatıyor. Tanrı halen bugün bile, bu konuda eli
kolu bağlı bir Tanrıdır, Onun, bir başına, çocuklarından uzak bir biçimde ve de Şeytan’ın gasp ettiği,
sahiplendiği bir dünyada bir başına olanca ezikliği ile kalmış olması trajedisine, bugüne dek kaç
çocuğu acaba empati ile yaklaşıp, Onun adına gözyaşı dökebildi? İşte bütün sorun, tam da bu
noktada düğümlenmekte. (51-111, 1971.11.18)

Dünyadaki hiçbir ebeveyn, en büyük suçları işlemiş olsalar bile, oğul ya da kızlarının ölüme
gitmelerini arzulamaz. Ebeveyn kalbi o duruma düşmüş çocuğunu kurtarabilmek için yüzlerce hatta
binlerce çözüm üretmeye çalışır. Bu, özellikle anneler için büsbütün geçerlidir.
Düşünün bir, düşmüş dünya standartları içerisinde bile bir ebeveyn bu şekilde hissedebiliyorsa, her
şeyi bilen, her şeye gücü yeten ve de mutlak ebeveynimiz konumundaki Tanrı’nın, Son Günler’de
insanlarını yargılama yoluna gideceği neden düşünülür? Neden Tanrı’nın insanlarını bağışlamaya
hazır olduğu gerçeği göz ardı edilir? Eğer İsa, insanları yetmiş yedi kere bağışlayabiliyorsa, bilin ki
sevginin kaynağı olaraktan Tanrı, yetmiş yedi bin kere bağışlamaya hazır bir Tanrıdır. Tanrı, kalben
gerçekten de bu şekilde hissetmektedir. (48-235, 1971.9.19)

Tanrı’nın kurtuluş takdiri çalışması aslında bir onarım çalışmasıdır ve de Düşüş olayı Adem ve
Havva aracılığı ile gündeme geldiği için de, onların zamanından başlamak üzere hemen yürürlüğe
girmiştir. Adem’in onarımı ise benim yeryüzünde ortaya çıktığım zamana dek tamamlanamamıştır.
Her şeye gücü yeten, her şeyi bilen Yaratıcımız Tanrı, onarımı sağlama adına ve de gerçek ebeveyn
konumundaki bu tek insanı bulana dek, milyonlarca yıl süresince yüzünü gösterememiştir. Sizler, bu
konum içerisine sürüklenmiş bir Tanrının sevgisini de, süregelen acısını da anlamak
durumundasınız. (237-27, 1992.11.10)

Nedir Tanrı’nın iradesi? Tanrı’nın yegane iradesi, yaradılış idealinin sonuca ulaştırılmasıdır. Ve de
dünyamızda üçlü nesnel amacın yerine getirilmesidir. Bu ideal, Onun sevgisi merkezinde yerine
getirildiğinde ancak, Tanrı da, ”Ne kadar mutluyum” diyebilecektir. Peki Tanrı’yı bu mutluluğu
yaşamaya yetkin kılacak şey nedir? Bugün inanç sahibi insanların büyük bir bölümü, her şeyi bilen
her şeye gücü yeten Tanrı’nın, tahtı üzerinde gücünün tadını çıkardığına ve de her şeylerin Onun
emirleri uyarınca gerçekleştiğine inanıyor olmakla beraber, gerçek o ki, Tanrı, büyük yalnızlıklar
içerisinde acı çeken bir keder Tanrısıdır. (170-95, 1987.11.8)

Biricik oğlu İsa’nın ölümüne müdahalede bulunamayan Tanrı’nın aklının ve yüreğinin tarifsiz
acısını kaç kişi anlayabilir? Bu sonu hazırlayan kaynak ve şartlar Kutsal Kitap’ta belirtilmemiş
olmakla beraber, Tanrı’nın biricik oğlunun ölümüne engel olamamasının gerisinde bir şeylerin
yatıyor olduğu gerçeğini hiç göz önüne aldınız mı? Bu önemli noktaları sorgulamayı asla akıllarına
getirmeden her fırsatta İsa’ya inandıklarını iddia edenlerin durumlarının acıklılığının farkında
mısınız peki?

Sıradan bir sağduyulu yaklaşımla bile, Tanrı’nın, kendi seçmiş olduğu insanlarının hep yanı
başında, hep onlara destek olması düşünülür öyle değil mi? Ancak uygulamada, bu insanların nereye
giderlerse gitsinler dışlanmalarına, eziyetlere maruz kalmalarına, kafalarının gövdelerinden
ayrılmalarına, kızgın yağlarda yakıldıklarına tanık olduğumuzda, “Tanrı tüm bunların önüne
geçemez miydi?” diye sormamız gerekir. Gerçek olan o ki, Tanrı, bu durumlarla karşı karşıya
kaldığında çoğu kez gücünü uygulayamaz bir eli kolu bağlılık içerisinde yer alır ki Onu büyük
kederlerin ve onulmaz acıların Tanrısı kılan da tam da budur. Ancak siz olayı bu yönü ile hiç
değerlendirmediniz değil mi? Bunu bir kez anlamış olsaydınız eğer Onun bütün ihtişamı ile
yükseklerde oturup, olanca biçimde gücünün tadını çıkardığını düşünmeniz mümkün olabilir miydi?
Ümit ediyorum ki bir zaman geldiğinde bu nokta da açıklığa kavuşturulabilir. (64-222, 1972.11.12)

Sevdiklerimizi canımızı tehlikeye atma pahasına korumak istememiz gayet doğaldır. Çünkü asal
yaradılış ideali bunu bu şekilde tabiatlarımıza işlemiştir. Aynı şey çocuklarını sınırsızca seven Tanrı
için de geçerlidir. Tanrı, bu anlamda, kendi varlığını sakınmaksızın ortaya koyan acılı bir Tanrıdır.
(206-24, 1990.10.3)

Adem ve Havva düşmemiş olsalar idi, Tanrı da, Yaratıcı konumu içerisinde her şeylerin üzerinde
sonsuza dek özne olabilecekti. Ancak Düşüş nedeni ile bu dünyanın hakimi Şeytan oldu. Düşüş,
insanın özgür iradesinin seçiminin bir sonucu olduğu için de bu kaçınılmaz bir sonuç idi. Soylu bir
aileden doğan ve hep evinin duvarları içerisinde büyüyen bir kız, bir sokak serserisi tarafından iğfal
edilirse o noktada kime ait sayılır? Kuşkusuz o sokak serserisine. İnsanın Düşüşü olayında da söz
konusu olan benzer şeydi ne yazık ki.

Adem kutsallık sahasının kralı, Havva da kraliçesi olabilirlerdi oysa ki. Bu asal pozisyonların
onarımı yaradılış prensipinin izlenmesini gerektirir. Tanrı daha başlangıçtan Adem ve Havva’yı
merkez alacak şekilde sonsuz sevgi yasasını tesis etmiş olduğu için, bu yasanın her durumda
gözetilmesi söz konusudur. Aksi halde bu yasanın ihlali, kutsal yasanın da geçersizliği anlamına
gelir.

Tanrı’nın kendisinin tesis ettiği bu göksel yasa yok sayıldığında, bu, insanlığın ve de hatta mutlak
Yaratıcı konumu içerisinde Tanrı’nın bile inkar edilmesi sonucunu beraberinde getirir. O nedenle de,
yeniden yaratma süreci olan onarım takdiri sürecinde de aynı sıranın ve düzenin izlenmesi söz
konusudur. İnsanlık tarihinin gerisindeki bu acılı mekanizmayı bugüne dek kimin gerçekten
anlayabildiğini merak ediyorum. (207-272, 1990.11.11)

Pek çok inanan kişi bugün, Tanrıyı, yüceliği içerisinde insanlarını cennet ya da cehenneme yollayan
bir yargıç gibi görmekte? Oysa ki Tanrı, bu dünyada yaşamış herkeslerden daha fazla acılar
içerisinde bugünlere dek gelmiş kalbi kırık bir ebeveyndir. O, bir yandan pırıl pırıl parlayan sevgi
egemenliği sisteminin gözleri önünde karanlık bir cehenneme dönüşmesinin travmasını yaşarken, bir
yandan da bu gidişi ne şekilde durdurup, aslına nasıl onarabileceğinin zorlu mücadelesini de
bugünlere dek yürüten bir Tanrıdır. Tanrı Düşüşün ilk şokunu atlattıktan hemen sonra, gözlerini
açıp, kendine gelerek ölmüş olan çocuklarını hayata tekrardan nasıl döndürebileceğinin arayışına
girdi. Gücünü , her şeye rağmen insanlarını hayata kazandırma yolunda harcamaya başlayan
Tanrı’nın bu koşulsuz sevgisi olmasa idi zaten, bugün her şeyler son bulmuş olurdu. (232-114,
1992.7.3)

Tanrı nasıl bir varlıktır? O, asal Gerçek Ebeveynimizdir. Ancak bu Gerçek Ebeveynlik pozisyonu ne
yazık ki daha başlangıçta gasp edildiği için asal yaradılış ideali ile uzaktan yakından ilgisi olmayan
bir dolu şeyler gündeme geldi. Tanrı, Yaratıcı pozisyonu içerisinde olan bitene müdahale edemedi ve
de asal yaradılış planı içerisinde asla söz konusu olmaması gereken gelişmelerin sorumluluğunu ise,
bu, olan biteni hazmetmesi onlara asal yaradılış değerini kazandıracağı anlamına geleceğinden,
üstlenemedi. (240-164, 1992.12.13)

1.2. Onarım acısı ve de Tanrı’nın yitirmiş olduğu çocuklarını geri kazanma yönündeki altı bin
yıllık mücadelesi

Birleştirme Hareketi’ne göre asal günah, sevginin yanlış merkezde kullanımıdır. Bizlerin sevgisi,
Tanrı’nın sevgi, yaşam ve de soyağacına bağlı olmalıdır. Adem ve Havva , Şeytan’ın yeryüzündeki
ifadelerine dönüştükleri ve böylece kendilerinden sonra gelenlerin de şeytani bir soyağacının
devamında olmalarına yol açtıkları için, bütün bir insanlık tarihine damgasını vuran uzun süreli bir
pişmanlıklar tarihine de geçit vermiş oldular. Peki ama kendi özerk otoritesine sahip her şeyi bilen
her şeye gücü yeten ve de yeri ve göğü yaratmış bir Tanrı, nasıl olur da insanı bugün içinde çırpınıp
durduğu çıkmaza yönlendirmiş bir kötülük varlığı karşısında böylesine çaresiz kalabildi? Bu gerçeği
algılayamadığınız noktada Tanrı’nın varlığını inkar etmeniz işten bile değildir. (211-21, 1990.12.28)

Benim geçmişimde öfke uyandırıcı pek çok haksız muameleler yer aldı. Bunların çoğu dayanılmaz
derecede kötü olmasına rağmen acımı içimde hapsedip, dişlerimi kenetleyerek Kabil dünyasını ne
şekilde kazanabileceğim konusuna kendimi merkezledim. Bu süreç içerisinde, birey pozisyonundaki
Kabil ve ailesinden ziyade Kabil dünyasını hazmetmeye çalıştım. Bunun ne denli acılı bir süreç
olduğunu kelimelerle ifade edebilmem mümkün değil. Bu, buzdağı kadar büyük acı bir şeyleri
eritmek gibi bir şeydi adeta. Ancak Şeytan’a usulca boyun eğdirmem bu acıları hazmederek ancak
mümkün olabilirdi. O Şeytan ki, daha başlangıçtan baş düşmanımız olageldi. O Şeytan ki, Tanrı’yı
da, insanlığı da uçurumun eşiğine getirdi. (163-163, 1987.5.1)

Şeytan düşmüş insanlığın ilk atalarının babası konumuna bir güzel yerleşti. Bunun doğal sonucu
olarak insanlar, Şeytan’ın sevgi ve yaşamını miras aldıkları için, onarım tarihleri de bir o denli
zorlaştı. Peki ama, inanç sahibi insanların çoğunun hep her şeyi bilir her şeye gücü yeter olarak
gördükleri Tanrı bu talihsiz gidişata neden daha başından dur deyip, Düşüş’ün oluşumuna
müdahalede bulunmadı ve sanki hiç yokmuşçasına sanki yaşamıyormuşçasına hareket etmek
zorunda kaldı?

Günah olgusu insanın hür iradesinin bir sonucu olarak gündeme geldiği için, insanlar, kendi
özgürlükleri için gerekli şartları yine kendileri tesis etmedikçe, Tanrı’nın da onları kurtaracak
dinamikleri işlerliğe koyması söz konusu olamaz. Tanrı, Adem ve Havva’yı kurtarabiliyor olsa, daha
başlangıçta onları Aden Bahçesi’nden uzaklaştırmak zorunda da kalmazdı. Keza her şeyi kafasına
estiği gibi yapan bir Tanrı olsa, onları uzaklaştırması için de bir gerek kalmazdı. Ancak o şartlar
altında Tanrı’nın onları yollamaktan başka bir çaresi bulunmamakta idi. (224-46, 1991.11.21)
Bizler Tanrı’nın arzuladığı gibi gerçek bir kalbe sahip olmalıyız. Tanrı, gerçek sevgiyi bulmak için
gelir. Hal böyleyken bütün bir kurtuluş ve de onarım tarihi süresince Tanrı’nın arayıp, bulmak
isteyeceği gerçek bir oğul söz konusu olmalıdır o halde öyle değil mi? Bu nitelikteki bir oğul ancak,
ihanete uğramış kalbi yaralı, acılı Tanrı’yı, yeniden göğsünü gerebileceği pozisyonuna bir şelale gibi
akan arı sevgisi aracılığı ile yetkin kılabilir. Bu durum gündeme geldiğinde, Tanrı’nın bu nitelikteki
bir oğula sarılarak, Düşüş acısına rağmen geçmişteki şeylere sünger çekip, eski coşkusuna
kavuşacağını düşünemez miyiz? Her insan, bunu söyleyebilmeli. (127-39, 1983.5.1)

Şeytan Tanrı’yı hakir gören bir tavırla “gerçek bir kavim yaratmaya yönelik sevgi soyağacı, Senin
yaradılış idealine merkezli mutlak sevgi sahası ideali tahrip edilip, yok edildiği halde Sen hala
yaradılış prensipi idealinin uygulanabilirliğinde nasıl ısrar ediyorsun?” sorusunu yönelttiğinde Tanrı
buna nasıl bir karşılık verebilir? Tanrı’nın duyduğu şokun derecesini bir nebze de olsa gerçekten
algılayabiliyor musunuz? Kaç tane inançlı insan, Tanrı’nın, çocukları olmak ayrıcalığında yaratılan,
ancak büyük bir tuzağa düşerek sefil bir biçimde düşmanın çocuklarına dönüşen insanlarına
bakarken duyduğu kalp kırgınlığını ve acısını gerçek anlamda anlayabilir? (200-235, 1990.2.25)

İnsanlığın ebeveyni geldi ancak insanlar Onu ebeveynleri olarak kabul edemediler. Kanını döküp,
ölmek üzere dünyaya gelen bir ebeveyn mantığı doğru olabilir mi sizce? Söz konusu ebeveyn oysa
ki, “oğullarım, kızlarım, ailem, milletim, dünyam” diye coşku ile bütün bir evreni uzlaştıracak
şekilde bir sevgi şenliğine zemin hazırlamak üzere yollanmıştı. Böylesi bir barış ve yücelik gününde
övgüler düzülmek durumunda olan o ebeveyn yitirmiş olduğu çocuklarına kavuşmak durumundaydı.
Ancak gelin görün ki, bu ebeveyn övülüp, yüceltileceğine, kurtuluşlarını sağlamak üzere geldiği
bizzat kendi çocuklarının bıçak darbeleri ile öldürüldü. O noktada İsa’nın duymuş olduğu hayal
kırıklığının ve acının şiddetini anlayabiliyor musunuz? Peki ya Tanrı’nın, insanlarının bu sona
yönelten cehaletlerinin üstesinden gelmede çaresiz kalakalmasından ötürü duyduğu tarifsiz ıstırabı
görebiliyor musunuz? (145-152, 1986.5.1)

Bende de kökü geçmişteki tüm bu olan bitenlere dayanan keder ve de “Ah keşke tüm bunlar böyle
olmasaydı” dedirten duygular var. Ancak benim acım ve hayal kırıklığım, Tanrı’nınkinin yanında
solda sıfır kalır. Tanrı’nın, gerçek Tanrı rolünü yerine getirebilmesinin önüne bizzat kendi çocukları
tarafından set çekildi. Şunu iyi bilin ki tarifsiz bir hayal kırıklığı ve acı içerisindeki Tanrı’nın,
kemiklerindeki ilikleri bile eritecek denli akan gözyaşları ve de her biri kendisinin bir tezahürü
olmak durumundaki insanlarının tarih boyunca her yeni günde bir değil binlerce kez yaşadıkları
ölüm ve acıların çığlıklarının ezici yükü ta başlangıçtan bu yana dek hep var olageldi. Benim bu
zaman dilimi içerisinde bu işe soyunmamın yegane nedeni, Tanrı’yı bu ıstırabından azat edebilme
misyonunun yarım kalmış olmasıdır. (137-175, 1986.1.1)

Tanrı, düşmüş dünyayı onarma sorumluluğunu taşımaktadır. Tanrı, pek çoklarının zannettiği gibi
yüce bir yerde olanca ihtişamı içerisinde oturan bir Tanrı değildir. İçinde bulunduğu acılı durum,
hayal edebileceğinizin ve tüm tanımlamaların çok ötesindedir. (21-73, 1968.10.14)

Normal şartlarda, acılı bir durumunuzda sizden daha fazla acılar içerisinde bulunan biri tarafından
teselli edilmeniz nispeten daha kolaydır. Ancak Tanrı’nın durumunda bu, dünyada hiç kimse
Tanrı’dan daha fazla acı çekmiş olmadığı için söz konusu değildir. Ona bu teselliyi verebilecek
yeterlilikte kimse yok demektir.
Tanrı Alfa ve Omega’dır. Bu anlamda Tanrı, kendi bütünlüğü içerisinde süregelen bu acısına bir
nokta koyabilmenin mücadelesini de vermektedir. Bu gerçekten de Tanrı’nın kendi içinde yaşadığı
derin bir ıstıraptır. Ve Tanrı, bu acısı ile iç içe iken bile, onarım takdiri çalışmasını aralıksız
sürdürmektedir. (29-294, 1970.3.12)

Tanrı’yı görebilmek adına büyük bir özlem içerisinde göz yaşı dökmüşlüğünüz söz konusu olmuş
mudur hiç? Gözlerinizden ve burnunuzdan sular damlayacak ve de ses telleriniz kısılacak denli
ağladınız mı hiç? Peki ya sular seller kadar gözyaşı dökecek kadar kötü bir muameleye tabi
tutulduğunuz oldu mu bugüne kadar? Kalp dünyasına giriş yapabilmeniz oysa ki , tam da bu kilit
noktada mümkün olabilir. (49-291, 1971.10.17)

Kendisi ile sonsuza dek bir arada olmak üzere yaratılan insanlarından ayrılmak zorunda kalmak,
Tanrı için ne kadar katlanılmaz, içerlenilecek ve keder duyulacak bir olgudur. İnsanlar, bütün bir
evrenle bile değiştirilmeyecek bir sevgi temeline doğru olgunlaşmak durumundaydılar. Öyle ki,
evren bünyesindeki dikey ve yatay bütün düzlemleri bir arada kenetleyecek bir eksen, sevgi ekseni
tesis edilebilsindi.

İnsanlar bunu başarmış olsalar idi eğer, gökte ve yerde yaratılmış bütün varlıklar arasında sevgi
standardı ölçüsü olabilecekler ve bu sevgiye bağlanıp, merkezlenecek her şey de, her şart altında bu
standarda uyum sağlayabilecekti. (149-213, 1986.11.23)

Şeytan, kraliçeden, ana kraliçeye ve büyükanneye ve onun kızına varıncaya dek dört kuşak insanı
ayaklar altına aldı. Bu dört kuşak bir arada yaşadılar ve Şeytan fütursuzca, kralın gözleri önünde
onları, gün ışığında soyup, taciz etti ve de öldürdü. Şeytan, biricik kız çocuğunu bile ayaklar altına
almaktan çekinmedi. Böyle bir düşmandan intikamını alamayan Tanrı’nın neler hissedebileceğini
bir düşünün. (200-68, 1990.2.23)

Tanrı’yı en çok da sarsan nokta, insanlığın sahte bir kan bağına geçiş yapmış olması oldu. Biliniz ki
hepiniz böylesi bir kan bağının devamında gelmektesiniz. Ve bu kan bağının kaynağı da Şeytan’ın ta
kendisidir. O, her zaman olduğu gibi yaradılış bünyesindeki varlıklar arasında hasar yaratmaya
çalışmaktadır. Ve sizler de merkezinize onu oturtmuş olduğunuz için, bu nitelikteki bir evrene, bu
nitelikteki sahiplik haklarına ve bu nitelikteki bir kan bağına bağlı yaşıyorsunuz ne yazık ki. Bu
bağlılığın kaçınılmaz bir sonucu olarak da, beş duyunuz da, gördüğünüz, düşündüğünüz,
kokladığınız, söylediğiniz ve dokunduğunuz her şey de, şeytani tarafın sahiplenmesi altındadır.

Atalarınız, çok kötü bir ebeveynin ürünleri idiler. Tanrı’ya gelince, sizleri kurtarma çabası içerisinde
ne büyük sıkıntılar yaşadığını bir bilebilseniz. Hal böyleyken Tanrı neden düşmüş Adem ve
Havva’yı yok edip, onları yeniden yaratma yoluna gitmedi? Aslında bunu yapmaya yetkin bir Tanrı
olmasına rağmen, varlıklarını sonsuz gerçek sevgiyi merkez alan yine sonsuz bir ilişki bağı
içerisinde yarattığı için bunu yapması söz konusu olamazdı. (216-36, 1991.3.3)

Tanrı’nın durumunun ne denli acı ve zorda olduğunu bilmelisiniz. Tanrı, pekala da, “Eğer insanlığı
yaratmış olmasaydım, bugün düşmüş oldukları durumlar da gündeme gelmemiş olurdu. Ben
sevginin arayışında yücelikler içinde bir sevgi egemenliği oluşturmayı planlıyorken tüm bunlar nasıl
oldu da bu şekilde gelişti? ” diyebilir.Gerçekten her şeyler asal yaradılış planının tam aksi yönde ne
şekilde gelişti derseniz bunu, insanların daha başlangıçtan şeytanın soy ağacına kendini
merkezlemeleri yüzünden şeklinde cevaplandıracağım.

Kötülüğün kaynağının hem sevgisi, hem yaşamı hem de soyağacı o yerde kök saldı. Tanrı’ya gelince
tüm bunları temizlemeden insanlarını yeniden sahiplenmesi diye bir şey söz konusu olamazdı çünkü
böyle bir şey onların toptan ölümlerine yol açardı. O nedenle Tanrı gayet temkinli davranarak ikinci
bir yaradılış pozisyonunda yitirilenin yerini alacak, yeni bir kan, yaşam ve sevginin nüfuz ettiği bir
kurtarma aracısını tesis etmek durumunda idi.

Tanrı, düşmanı sevmeli, düşmana karşı sabırlı olmalı ve onu sevmeli. (212-42, 1991.1.1)

Tanrı’nın salt güneş doğuyor ya da hava ve mevsim güzel diye dinlenmek için ara verdiğini düşünür
müsünüz? Sizler de onun örneğini izlemelisiniz. Öylesi bir kalp geliştirmelisiniz ki, kendini dünyada
saklayan düşmanınız Şeytan’ı bile sevebilmelisiniz. Eğer Tanrı’nın oğlunun olağanüstü değerini
biliyor ve de onun kutsallığına şapka çıkarıyorsanız o değerin ışığında çok acı verici de olsa,
inanılmaz güç de olsa, en büyük düşmanınızı bile sevebileceğiniz bir yolu izlemekten kaçınmayın.
(127-119, 1983.5.5)

Bölüm 2. Tanrı’nın, Oğlunu ve Kızını Yitirdiğinde Duyduğu Acı ve Şok

2.1. Tanrı sonsuzluk özelliğine sahip bir tanecik oğlunu yitirdi

Adem ve Havva Düşüş’te taraf oluşturup, kendinden uzaklaştıklarında Tanrı nasıl da derin bir keder
içerisine girdi. Oysa ki onlar, Tanrı için, sevginin arı özünü barındıran ideal sevgi nesneleri
oluşturmak üzere yaratılmışlar idi. Tanrı’nın bu noktaya gelinmesinden ötürü duyduğu acı, normal
insan duyumsamalarının çok ötesindedir. Yitirilen şeyin değerinin büyüklüğü ile orantılı olarak,
duyulan keder de artar. Bütün bir insanlık tarihi boyunca yitirmiş olduğu çocuklarının arayışında,
onları onarmak için çırpınan Tanrı’nın içinde bulunduğu gerçek durum budur işte. (127-18,
1983.5.1)

Çocuklarına inanmış, güvenmiş ebeveynlerin bizzat onlar tarafından ihanete uğrayıp da bir kez
güvenleri sarsıldığında yaşayacakları şokun, sıkıntının ve acının tarifi imkansızdır. İnsanlar, özellikle
de sevdikleri, çok güven duydukları insanlar tarafından dışlanıp, kandırıldıklarında bunun yaratacağı
kederi az çok anlayabilirler. Ancak böyle bir şey bire bir yaşanmadıkça, o iç çatışması, o acı bizzat
hissedilmedikçe, ne kadar da kelimelerle ifade edilse algılanması çok zordur. Ve maalesef bu, bu
dünyada olan biten şeylerde sıklıkla rastlanılan bir durumdur.

Peki Tanrı nasıl olup da bugünkü acınacak durumla yüz yüze kalabildi? Tanrı, belli belirsiz değil,
gayet somut bir varlıktır. İnsanlara gelince, onları en fazla hoşnut kılacak şey, Tanrı ile en üst
düzeyde bir ilişki içerisinde yer alabilmektir.Tanrı, insanları ile, sonsuza dek mutluluk içerisinde bir
arada yaşayacakları bir yolculuğu başlatabileceği bir çıkış noktasını bulabildiğinde ancak, sevinç
duyacak bir Tanrıdır. Ancak Düşüş’ün gündeme gelişi ile, Tanrı, bu yolculuğu başlatacağı zeminleri
yitirmiş oldu. (20-205, 1968.6.9)

Yedi kuşak sonrasında ancak dünyaya gelebilen tek bir oğulun, hele ki de ebeveynleri onu çok geç
yaşlarında dünyaya getirebilmiş iseler, ölümünün ne kadar acı verici olacağını anlamak zor olmasa
gerek. Ebeveynler, genç olsalar oysa ki, daha sonraki bir zamanda başka çocuklar dünyaya
getirmeleri mümkün olabilir. Ama sırf oğullardan oluşan bir yedi kuşağın sonrasında doğabilmiş bir
oğulun ölümünün, atalarını, yedi kuşak sonrasının nasıl devam ettirileceği konusunda ne kadar
endişeli kılacağı çok açıktır. Oysa ki atalar, kendi soylarının devamında gelecekler aracılığı ile bu
dünyada olmayan sayısız kutsamalara ulaşmayı arzu ederler. Ancak söz konusu çocukları
kendilerinden önce öldüklerinde, ebeveynler, sanki kendileri de onlarla birlikte ölmüş gibi
hissederler.

Adem’in pozisyonu, yalnızca sözünü ettiğimiz yedi kuşağın sonrasında doğan oğul gibi değil sonsuz
biricik oğul pozisyonundaydı da. Sonsuz bir aile birimi kurmak ve de Tanrı’nın yegane yaradılış
amacını tamamlama konumu içerisinde yaratılmış bulunan Adem’in (ruhsal) ölümünden ötürü
Tanrı’nın duymuş olduğu kalp acısının derecesini bir nebze de olsa tahmin edebiliyor musunuz?
Tanrı, planlamış olduğu her şeylerin bir anda böyle bir yanlış gidişe yönelmesinden ötürü neler
hissetmiştir algılayabiliyor musunuz? Şunu iyi bilin ki, Tanrı, altı bin yıl sonrasında bile, çocukları
pozisyonundaki Adem ve Havva’nın Düşüş’lerinin şokunu henüz üzerinden atabilmiş değildir. (20-
210, 1968.6.9)

Yaradılış Prensipi’ne göre, Tanrı, sevgide birlik ideal sahasına ilerlediğinde sevginin sonsuz sahibi
ve de özne birimi konumunda olaraktan sevginin merkezinde de her zaman yer almak durumunda
idi. Ne var ki Düşüş olayı ile birlikte, bu merkezi konumu Şeytan sahiplendi. O yüzden de Gök ve
Yer birbirine girip, her şeyler alaşağı oldu. Oysa ki hiçbir şey, Tanrı’nın gerçek sevgisini esas alan
birliğe müdahale etmemeli, insanlığın kan bağı da yalnız ve yalnız Tanrı’dan çıkış bulmalıydı ancak
bu merkezlilik rotasından saptığı için kan bağı da yanlış bir merkezin devamında gelişti. (206-236,
1990.10.14)

İnsanlığın içine düştüğü bu acınası duruma, her yeni günün her saatinde, her dakikasında tanık
olmak zorunda kalmanın, Tanrı’nın kalbini ne denli acıttığını tasavvur edebiliyor musunuz? Prensler
ve prensesler olarak yüceltmeyi planladığı oğlunun ve kızının bir anda eli kolu bağlı bir halde pislik
çukuruna düşmesi ve de kendi cehennemlerinde tutsak kalmaları sonucu Tanrı’nın saygınlığının ne
duruma düştüğünü algılayabiliyor musunuz peki? Her şeyleri bilen her şeylerde var olabilen
Tanrı’nın otorite ve de kendine güveninden hangi noktada söz edilebilir? Tanrı’nın mutlak
saygınlığı ne hale dönüştürüldü bir düşünün, böylesi bir konuma sürüklenen Tanrı kendini nasıl ifade
edebilir? (218-240, 1991.8.19)

Bir baba, ölmekte olan oğluna kayıtsız kalabilir mi? Bu bakış açısından düşünürseniz, seven bir baba
olaraktan Tanrı da, sevgisinin nesnesi olan bizleri kendi halimize bırakıp, ölmemize kayıtsız
kalmayacaktır kuşkusuz.. Tanrı, her şeyleri bilen ve her şeylere gücü yeter olaraktan ideal bir dünya
yaratmalı ve de çocuklarını “yaşatmalıdır”. Ebeveyn sevgisinin tabiatını göz önüne aldığımızda bu,
mutlaka ki gerçekleşebilecek bir olasılıktır.

Tanrı var ise, bunu gerçekleştirmeye de mutlaka ki yetkindir. Bu da, Tanrı’nın bizleri, ideal bir
diriliş sahasına yönlendirmesinden daha doğal bir sonuç olamayacağı anlamına gelir.Tanrı, bizleri,
bir başımıza acınası ve ölümcül yaşamlar yaşayalım diye bırakmadı aksine daha yüksek bir boyut
dünyasına geçiş yapabilmemiz için bir süreci aşmamıza ön ayak oldu. Bu ne muhteşem bir şeydir.
(67-219, 1973.6.21)
Yaratıcı, her şeyleri bilen, her şeylere gücü yeten olma saygınlığını, hatta ve hatta Kendi varlığını
bile unutup, bir kenara bırakan Tanrı, Adem ve Havva’yı, böyle bir kalp yaklaşımı ile sevmeyi arzu
etti. Bu bağlamda Onun, düşmüş Adem ve Havva’ya bakarkenki duygularının derinliğini
anlayabiliyor musunuz? Bu gerçekten de iyice anlaşılması gereken bir noktadır. (7-291,
1959.10.11)

Bugün varılan noktada insanlar artık Tanrı’nın çocukları diye adlandırılabilecekleri bir konumda yer
almamaktalar. Bizler, Tanrı ne kadar acı çekip, göz yaşı dökse de, Onun bu durumunu görmezden
gelmeye ne yazık ki devam etmekyteyiz. Bunun nedeni ise, insan ırkının bugünlere, Şeytan’ı
merkezine oturtarak, onun kan bağından çıkış bularak ulaşmasıdır. Bugün varılan noktada bırakın
Tanrı için üzülmeyi, pek çokları Tanrı’nın kederinden mutlu olup, Onun paramparça olmaklığına
sevinçle gülebilecek bir duruma gelmişlerdir.

Bu seviyeye düşmüş insanlarına yön vermek ve de izlemeleri gereken rotaya onları yönlendirmek
için, Tanrı’nın sırtlanmak zorunda kaldığı zorlukların yükünü bir düşünün. Tanrı, gerçek bir ebeveyn
kalbine, çocuklarını gözetip, kollayan bir kalbe sahip olmasaydı, bir takdirsel onarım tarihi olarak
gelişen insanlık tarihine yön vermesi de asla mümkün olamazdı. (42-257, 1971.3.21)

2.2.Tanrı bütün bir insanlık tarihi süresince acı çeken bir Tanrı oldu

Yeryüzünde yaşamakta olan biz insanlarına bakarken Tanrı ne tip duygular içerisinde
bulunmaktadır? Normalde bütün insanlar, Tanrı’nın soyağacının devamında yer almak durumunda
idilerken, Şeytan, onları, daima acınılacak durumlar içerisine sürüklemekte ve Tanrı’ya da: “Senin
soyunun devamında gelenler işte böylesi sefalet içerisindeler” diyecek kadar küçümser bir tavır
sergileme cesaretini gösterebilmektedir.

Bu aşamada ise, Şeytan, Tanrı’ya, “Sen, her şeyi bilirliğin ve her şeye gücü yeterliğinle bakalım bu
karışık durumun içinden nasıl çıkabileceksin” şeklinde bir soru yönelttiğinde ise, Tanrı’nın
sessizliğini sürdürmekten başkaca elinden gelen bir şey yok. Tanrı, her şeyleri duyuyor olmasına
rağmen sanki sağır, her şeyleri görüyor olmasına rağmen sanki kör, her şeyleri hissediyor olmasına
rağmen de, sanki hissiz gibi davranmak zorunda ne yazık ki. Bu şartlarla zorlanmış Tanrı’nın bütün
bir insanlık tarihi süresindeki acısını, sıkıntısını gerçekten anlayabiliyor musunuz? (183-19,
1988.10.29)

Bugün pek çok dindarın inanıyor olduğu gibi, Tanrı, bütün ihtişamı, bütün her şeye gücü yeterliği
ile tahtında oturuyor olaraktan çocuklarının her yeni günde ölümlerine tanık oluyorken “Buraya
yukarı yanıma gelin, çünkü ben tahtımı terk edemem” diyecek bir Tanrı mıdır, yoksa, her şeyleri bir
kenara bırakıp, yanınıza inecek bir Tanrı mıdır? Gerçekten de ebeveyn kalbinin merkezi olaraktan
Tanrı, böyle bir durumda tahtına mı yapışıp kalırdı yoksa tacını, tahtını her şeyini bir kenara bırakıp,
yardımınıza mı gelirdi, bu nokta üzerinde ciddiyetle bir düşünün bakalım. (123-159, 1983.1.1)

Şunu iyi bilin ki, Tanrı, on binlerce yıldır, milyonlarca yıldır, bizler için, “Oğullarım, kızlarım” diye
ağlaya gelen, acı çeken bir Tanrıdır. Peki ya sizlerin Onu, bütün yüreğinizle, diliniz, boğazınız
kuruyacak, nefes alamaz, gözlerinizi açamaz hale gelecek şekilde hissedecek kadar “ Baba” diye
seslenerek ebeveyniniz gibi hissettiğiniz oldu mu hiç bugüne dek? Başka bir deyişle yaşamın öznesi
olması gereken bu kalp standardına ulaşabilmek için ne kadar samimi gayret gösterdiniz? Unutmayın
ki karakterleriniz, bunu gerçekleştirmede göstereceğiniz gayret oranında değerlendirilecektir. (184-
219, 1989.1.1)

Bizleri her şeyleri bilen, her şeylere gücü yetenle iletişim içerisine girmeye yeterli kılacak hiçbir
şeye sahip değiliz. Düşmüş insanlar olarak daha doğduğumuz andan itibaren, gerek gözlerimiz gerek
diğer duyu organlarımız gerekse de duygularımız, hep dünyevi şeyleri arar, hep dünyevi şeylere
merkezli bir şekilde hareket etmeye başlarlar. Bizleri Tanrı ile iletişim içerisine girmeye yetkin
kılacak zeminlere ne yazık ki sahip değiliz. Ancak göksel doğruluk standartlarına göre hiçbir şeye
sahip olmamakla beraber, Tanrı ile iletişim içerisine girebileceğimiz yegane yol yine de sevgi
yasasından geçmektedir.

İman yaşantınızda, ne kadar ileri yol almışsanız, o kadar çok, sevgi felsefesine vakıf olup, onu
yaşamanız ve de o sevgi prensiplerini yaşamın her alanında uygulamaya koymanız gerekir. On yıl,
yirmi yıl otuz yıl bu şekilde yaşamayı ilke edinenler bir noktadan sonra Tanrı’nın ihtiyaç duyduğu
insanlar olmaya doğru zaten otomatikman yönelirler. (149-377, 1986.11.1)

Bir onarım takdiri olarak gelişen bütün bir insanlık tarihi boyunca Tanrı’nın onca olan bitene, tarifsiz
acılara tefekkürle katlanması sizce salt Onun her şeyi bilirlik ve her şeye gücü yeterlik özelliklerinin
bir dışa vurumu mudur? Hayır, ben size derim ki, Tanrı, bu inanılmaz, tarifi imkansız acıya yalnız
ve yalnız biricik oğullarının ve kızlarının sevgileri adına göğüs germek zorunda kaldı.

Tanrı’yı bu zorlu mücadeleden, binlerce yılı sanki bir günde yaşamışçasına hissettiren ve de zaferle
çıkmaya yetkin kılan güç, koşulsuz sevgisinin inanılmaz gücü oldu. Bu saptama doğru mu değil mi
derseniz kesinlikle doğrudur. (109-281, 1980.11.2)

Tanrı acınmayı hak ediyor mu, etmiyor mu? Pek çokları, her şeyleri bilen her şeylere gücü yeten bir
Tanrı’nın şefkate ihtiyacı olamayacağını savunmakla beraber, gerçek o ki, Tanrı’nın da şefkate
ihtiyacı vardır. Ne var ki, biricik çocuklarını tümden yitirmiş olmanın acısını, şokunu ortadan
kaldırabilecek bir şey de yok ne yazık ki. Tanrı’nın, bu şoktan kendi başına sıyrılabilmesi için tek bir
yol bile olmuş olsa idi eğer, altı bin yıllık takdirsel tarih boyunca onca acıları çekmek zorunda
kalması da gerekmezdi. (35-88, 1970.10.4)

Günah olgusunu gündeme getirenler insanlar oldukları halde, Tanrı yine de: “ Hey, Sen, ne diye
günah işledin? ” demez, diyemez. Günah işleyen insanlarının durumunu bilir ve ilk etapta Kendini
değil, insanlarını düşünür, onlar için tasa çeker. Öyle ki kederlenen insanları ile kederlenir, acı
çeken insanları ile acı çeker, haksızlığa uğrayıp, öfke duyanların hislerine daima sempati ile yaklaşır.

Peki ya sizler Tanrı’nın içinde bulunduğu duruma ne kadar empati ile yaklaşabilmektesiniz bunu hiç
düşündünüz mü? Oysa ki Tanrı, bizlerin yaşam alanlarımıza gelebilmesi bu ilgi bağı içerisinde ancak
mümkün olabilir. Tanrı, yalnızca bu şekilde de değil, “Sizler bana ihanet edip, terk ettiğiniz halde
ben, sizlerin babanız olmam yönü ile altı bin yıldır hep sizleri aradım, durdum.” diyebilen bir kalp
ile de bizlere ulaşır. (9-231, 1960.5.29)

Birleştirme Hareketi neyi gerçekleştirmeye çalışmaktadır? Bu birim, Tanrı’nın kalbini anlamamıza


yardımcı olarak, Onu, binlerce yıldır içinde yaşadığı çocukları ile iletişim kuramama acısından azat
etmeyi amaçlamaktadır. Pek çok din kurumu bizleri böyle konuştuğumuz için, kafir diye
değerlendirebilecek olmakla beraber, düşünün bir, bir büyük ülkenin başkanının oğlu öldüğünde,
söz konusu başkan pozisyonu halen sürüyor diye “Oğlum ölmüş olmakla beraber, ben büyük bir
başkan olduğum için göz yaşı dökmemeliyim” diyebilir mi? Bu başkan bir köşede oğlu için sessizce
göz yaşı döküp, tekrar vakur bir biçimde halkının arasına karışabilir, ama bunun yerine hiçbir şekilde
duygularını ifade etmezse ve de biricik oğlu için göz yaşı dökmeyi gururuna yediremezse o oğlun
ruhu, “Babam diye bildiğim bu insan gerçekte benim babam değilmiş” diye yakınma hakkına sahip
olmaz mı? Dünya başkanı bile olsanız çocuğunuz öldüğünde duygularınızı ifade edebilmelisiniz.
(196-18, 1989.12.24)

Tanrı’nın, yaradılış bünyesindeki asal, ayrıcalıklı pozisyonlarını yitirerek bir çukura düşmüş ve
değeri olmayan bir yaşam içerisinde çırpınıp, duran çocuklarına bakarken duyduğu kalp
yaklaşımının acısı ne onulmaz olmalı? İnsanlarının acılar içerisinde kıvranmaları, ümitsizlikler
içerisinde boğulmaları ve nihayetinde de, Tanrı’nın sevgi, yaşam, soyağacı unsurlarını miras alarak
Onun gerçek çocukları olarak, sevgi egemenliğinde yücelik içerisinde yaşamak yerine tükenmiş bir
biçimde yaşamlarının son bulması, Tanrı açısından adeta her biri ile tekrar tekrar ölmek kadar
yaralayıcı olmalı. Bugüne dek hiç kimse Tanrı’yı bu gerçek çerçevesinde değerlendirmedi, Onun
acısını anlayamadı. Ben bu gerçeğe ilk vakıf olduğumda, günlerce, haftalarca göz yaşı döktüm. Şunu
bilin ki Birleştirme Hareketi işte böylesi derin sezgi ve duygu temelleri üzerinde başladı. (211-207,
1990.12.30)

Bugüne dek tek bir kişi bile Tanrı’nın yüreğinde çöreklenip, kalan bu acıyı anlayamadı. Bugün bu
gerçeği bilme noktasına gelmeniz, Tanrı’nın tarihte belli takdirsel zeminlerin oluşum temeli
üzerinde, bana vermiş olduğu misyon çerçevesinde nihayet kendini ifade edebileceği iletişimin
sağlanmasına dayanmaktadır. Bu oluşmasa idi zaten halen daha bilmiyor olacaktınız. Bu ne
muhteşem bir şeydir. İsa bile bunu bilmiyordu ya da biliyor idiyse bile kalbinde olanı açıklama
zeminlerine sahip değildi.

Din adına en yüksek otoriteye sahip olanlar bile evrenin gizlerine açıklık getiremediler. Ben,
dünyada ilk kez olmak üzere evrenin sırlarının tarih içerisinde ifşa edilebilmeleri misyonunu
yüklendim. (215-171, 1991.2.17)

Bölüm 3. Eli Kolu Bağlanıp, Tutsak Kılınan Tanrı

3.1. Tanrı, Hakkı Olan Pozisyonu yitirdi

Benim kendi acım ve üzüntüm, Tanrı’nın, Tanrı olma rolünü tam anlamı ile yerine getirebileceği
zeminlerin oluşmaması üzüntüsünün yanında hiç kalır. Bu bağlamda Tanrı’nın insanlık tarihinin
akışı boyunca ilikleri eritecek denli acılı gözyaşları ve de kanayan yarası her taraflardan duyuluyor.
Beni böylesi zorlu bir misyonu kabul etmeye yönelten en büyük etken, Tanrı’nın üzüntüsüne bir
nokta koyabilme olayının henüz yerine getirilmemiş olmasına dayanmakta idi. (137-175, 1986.1.1)

Tanrı’yı tekrardan işlevselliğini yerine getireceği zeminlere sahip kılmalıyız.Tanrı sevgi tarafından
tutsak alınmıştır ve ne yazık ki halen daha serbestisine kavuşmuş değildir. Düşüş’ten ötürü, bütün bir
evreni vücuda getiren, her şeyleri bilen, her şeylere gücü yeten Tanrı’nın oluşturmayı amaçladığı
ideal dünya, Şeytan tarafından darmadağın edilmiştir. O yüzden de Tanrı, kalben bugüne dek tutsak
kalmıştır.
Tanrı’nın kalbini özgür bırakma temeli bu evren bünyesinde henüz oluşmadığı için, Tanrı halen
tutsaktır. Biricik çocukları her yeni günde ölüyorlarken Tanrı’nın aklının ve yüreğinin huzur
içerisinde olmasını beklemek zaten düşünülemez. (138.261, 1986.1.24)

Tanrı’yı kendi çabalarımızla özgür kılabilmeliyiz. O henüz yeterince özgür değildir, O, oğullarını ve
kızlarını yitirmiş bir ebeveyn olarak halen tutsaktır. Kişinin, yitirmiş olduğu bir oğuldan on katı fazla
bir bağlılık görse bile, oğullarını, kızlarını yitirmiş daha da kötüsü kendisine en bağlı olan oğlunun
ölümünü yaşamış bir ebeveynin asal kalbini acısından azat kılabilmesi kolay değildir. Bununla
beraber ben, bu durumdaki Tanrı’nın acılarına nokta koymaya kararlıyım. (135-283, 1985.12.15)

Tanrı, acı ve sıkıntı içerisindedir. Neden? Bu dünyada gençliklerinde ağır çalışanlar, en azından
umutlu bir geleceği garantilediklerini bilirler.Tanrı’ya gelince, tarihin başlangıcından beri,
anlatılmaz acılı çabalar göstermiş olmasına rağmen, hangi zaman diliminde umut sahibi olabildi,
umutları ne zaman gerçekleşecek? Tanrı yaşlı mı, genç mi gerçekten de Onun kaç yaşında olduğunu
düşünüyorsunuz? Tanrı evren ötesi bir varlık olduğuna göre belli bir yaşı yoktur. Peki sizce Tanrı,
güneşin etrafında yılda bir kez döner mi? Bunu hesaplamaya kalkmak da manasız çünkü O, güneş
sisteminin de ötesindedir. Peki geriye hesaplayacak ne kalır? (105-184, 1979.10.21)
Bizlerin Ebeveyni olan Tanrı, bu yönü ile önce çocukları olan bizlerin acılarına son vermeden, kendi
acısına da son veremez. Öyle ya, sevgili çocukları acı çeken hangi ebeveyn, rahatlık içinde yaşamını
sürdürebilir? Bu gerçek bile tek başına, böyle bir durum içerisinde bulunan Tanrı’yı, acılarından
neden özgür bırakmamız gerektiğini açıklamaya yeter.

Peki Tanrı’yı nasıl özgür bırakabiliriz? Tanrı, insanlarını sevebilmekten mahrum bırakılmıştır,
bizler, Tanrı’nın bütün insanlığı özgürce sevebileceği bir özgürlük sahasını oluşturma
sorumluluğuna sahibiz.

Bizler, Düşüş ile birlikte yozlaştığımız için, Düşüş’e neden olan etkenlerin üstesinden gelen Tanrı
çocukları olmayı başararak, Tanrı’ya da özgürlüğünü geri kazandırmalıyız. (65-100, 1972.11.13)

İnsanın Düşüşü sonucunda ne oldu? Tanrı’nın kendisi de, insan ırkının ilk ataları ve de melekler
sahası da,, adeta prangalara vurulup, sınırlar içerisine girdiler. Tarih boyunca da sayısız inanç sahibi,
bu sınırların sıkıntısını, yükünü olanca ağırlıkları ile hissede geldi. Aynı şey bütün bir insanlık için
de söz konusu oldu doğal olarak. (79-26, 1975.6.16)

Şunu bilin ki, gerçek bir hayırlı evlatlık sergilemeyen bir çocuğun ebeveynleri de, çocuklarının bu
durumundan ötürü belli ölçülerde eli-kolu bağlı tutsak kalır. Bu durumdaki ebeveynlerin tam anlamı
ile özgür olabilmeleri ise, ancak söz konusu çocuğun, yapmış olduğu hataları onaracak şekilde,
eskisinden çok daha büyük bağlılık göstermesi ile mümkün olabilir. Bu konumdaki çocuğun,
geçmiş günahlarından tamamen muaf sayılabilmesi için, kamu önünde, kamu vicdanında da kabul
görecek bir tutum içerisine girmesi gerekir. Bu göksel bir yasadır. Bu aynı prensiptir. “Allahım,
yalnızca senin için yaşayacağım.” diyen insanların bu misyonun gerçekleştirilmesinde fazlaca bir
katkıları olmaz çünkü komşularınız, ülkeniz, halkınız herkesler acınacak durumdalar ve de yardıma
ihtiyaç duymaktalar.
Beş bin yıl boyunca, “Küçücük bir kulübe inşa edip, her iki ebeveyne de on binlerce yıl tabi
olacağım.” Yolunda türküler dizildi. İnsanların bu tabiyete hazır olmaları beni mutlu eden bir durum
olmakla beraber, küçücük bir evde on binlerce yıl yaşamanın kime ne anlamda yararı olacak diye de
hep merak ettim. Bunlar acımamız ve de doğru rehberliği vermemiz gereken insanlar. Bir kuruşu
bile olmayan bu insanlar, üstüne üstlük bir de Tanrı’nın kutsamalarından mahrum kalırlarsa nereye
gidip, nerede yaşarlar? (85-263, 1976.3.3)

3.2. Tanrı, Tanrılık işlevini tam anlamı ile yerine getirebileceği zeminlerden yoksun bırakıldı.

Birleştirme Hareketinin ömrü ne kadar olacak? Bu hareket, Yeryüzü gezegenini, ruh dünyasını ve de
sonuçta da sevgi kalbi ile Tanrı’yı gerçek anlamda özgür kılana dek, işlevini sürdürmek
durumundadır. Bizler, nihai anlamda, insanlığı, ruh dünyasını ve de Tanrı’yı özgürlüklerine
kavuşturmak durumundayız. Eminim böyle bir şeyi ilk kez duyuyorsunuz. Bugüne dek insanlar,
özgürlüğe kavuşmak için yalnızca Tanrı’dan medet umdular, gerçekte ise bizler, kalben tutsak
kalmış Tanrı’yı özgürlüğüne kavuşturmakla yükümlüyüz. (85-270, 1976.3.3)

Sevgi ile dolu ebeveynler, hayırsız bir evlada sahiplerse eğer, bu çocukları, arzuladıkları evlat
standardına ulaşıncaya dek, kalben özgür olamayacaklardır. Aynı şekilde, Tanrı da, Adem ve
Havva’yı, kendisine en büyük sevgi nesneleri oluşturabilecekleri bir konumda yarattı. Onlar
Tanrı’nın sevgisini paylaşacak birimler olarak yaratıldılar: dikey anlamda Adem ve Havva, Tanrı ile
ebeveyn-çocuk ilişkisi içerisinde, yatay anlamda da karı-koca ilişki bağı içerisine girecek şekilde
yaratıldılar. Tanrı, böylece, gökte ve yerde, sevginin bütün ideallerini uygulamayı arzu etti. Ne var ki
Düşüş olayı ile birlikte, Tanrı’nın kendisi de sınırlar içine girdiği için tüm bunlar yitirildi. (210-308,
1990.12.27)

Yeryüzünde kutsallığı tesis edip, henüz o saha içerisinde iken bunu yaşamamış bir insanın, ruh
dünyasına gittiğinde bu nitelikteki bir sahada yaşama zemini söz konusu olamaz. Hapse atılıp,
bileklerime kelepçe takıldığı zaman bile, içimde gerçek sevgi olduğu için beni tutsak kılamadılar. O
dönemlerde gece bunalıp, uykum kaçarak uyandığım pek çok kerelerde elimden ışık saçıldığına
tanık oldum. Bunun nedeni, o en zorlu anlarımda Tanrı’nın beni sarıp, sarmalayarak sevgisini ifade
etmesiydi. Onun sevgisini özellikle de hep böyle en darda kaldığım zamanlarda keşfettim.

Kapkaranlık bir odanın ışıklar içinde kalması bu nedenleydi. Hapishane hücremde bir köşede,
insanların ağlayış ve feryadını işittikten sonra bir kenara çekilip, sessizlik ve ihtiram içerisinde
düşüncelere dalar ve içtenlikle dua ederdim. Bir sonraki gün, hapis arkadaşlarımın, uzaktan uzağa bir
sesin kendilerine: “Bu yiyeceği şu şu tutukluya vermezseniz eğer, tüm diğer tutuklular ve hatta kendi
aile bireyleriniz bile rahatsız olacaklar” dediğini duydukları için bana paket dolusu pirinç unu
verdikleri zamanlar çok oldu. Benim Tanrım gerçekten de sevgi Tanrısı olduğunu değişik vesilelerle
bana gösterdi. Birleştirme hareketi bünyesindekiler bu nitelikteki bir Tanrı’ya acı verecek nankör
insanlar topluluğu olmamaya özen göstermelidirler. (137-202, 1986.1.1)

Tanrı, altı bin yıl boyunca, “Tanrım, Sen, ben kendim de dahil olmak üzere bütün bir insanlık
yüzünden kelepçeler içerisindesin ve de bizim yüzümüzden Şeytan’ın suçlamalarına muhatap
kalmaktasın, İsa’ya gelince o da yine bizim yüzümüzden çarmıh üzerinde öldü, Kutsal Ruh keza
yine bizim yüzümüzden kanlı bir çatışmalar tarihini aşmak zorunda kaldı. Tanrım, lütfen bana güç
ver ki, Senin nihayet dinlenebileceğin şartları oluşturabileyim ve de İsa’yı da Kutsal Ruh’u da özgür
kılabileyim.” diyebilecek denli iman sahibi, umuda ve de ateşli sevgiye susamış insanlarını aradı
durdu. (7-162, 1959.8.30)

Eğer Tanrı ve Şeytan birbirleriyle savaşırlarsa, onları bundan kim ala koyacak, böyle bir çatışma
kendi kendine sona erebilir mi? Tanrı’nın bugüne dek, kendine mutlak bağlı bir oğul ya da,
insanlarının, sadık birimler olarak içinde yer alacakları kutsallığın egemenliğini oluşturacakları ilahi
oğullar ve kızlar zemini asla söz konusu olmadı. O yüzden de Tanrı, merkezi konumunu
sahiplenememenin tutsaklığı içerisinde olageldi. Kutsallığın egemenliğine gelince boş bir harabe
olarak kaldığı için de Tanrı, bu onulmaz yarayı, bugünlere dek yüreğinde taşıdı. (302-226,
1999.6.14)

Tanrı’nın aradığı nitelikte bir büyük baba ya da büyük anneye rastladınız mı hiç? Düşüş’ten ötürü
böyle bir şeyle karşılaşamadınız. Peki Tanrı’nın arayıp, durduğu nitelikte bir anne ya da babaya, ya
da bir karı-kocaya rastladığınız oldu mu? Ya da bir oğul ve de kıza? Soruyorum size, bu konu
hakkındaki acımız hangi yöntemle sonuca ulaştırılabilir? Kalbimizi tutsak kılan bu zincirleri ne
çözebilir? Şu bir gerçek ki, Tanrı’nın sevgisinden Tanrı’nın kendisinin de özü olan gerçek sevgiden
başka hiçbir şey bu sorunu çözüme ulaştıramaz. (209-106, 1990.11.27)

Tanrı, normalde her şeyi iradesi doğrultusunda gerçekleştirebilir ama değil mi ki, prensip dışı bir
sevgi gerçeği söz konusu, işte o noktada Tanrının da eli, kolu bağlanmakta. Hiç kimse, Onun bu
denli uzun süreli bir yanlış gidişattan ötürü nasıl acı çektiğini ve ne denli usanmış olduğunu tahmin
edemez. (197-327, 1990.1.20)

Yerleşik inanç tapınaklarında, insanlar, “Kutsallar Kutsalı Yücelik Tanrısı, bana istediklerimi ver”
diye dualar ediyorlar. Oysa ki Tanrı böyle bir Tanrı değil. Aksine, acı çeken, yapmak istediklerini
yapamamanın sıkıntısı içerisinde olan bir Tanrı. Ve bu durumundan da ancak sadık, gerçek bir
oğulun doğumu ile kurtulabilecek bir Tanrı. Bu gerçekten ötürü, Tanrı’yı bu zincirlerinden bağımsız
kılabilmenin mücadelesini vermeliyiz. Bunu gerçekleştirmedikçe, ne kutsallığın yolu açılır, ne de
yeryüzünde ideal bir dünya oluşturulabilir. Birleştirme Hareketi’nin tarihi ve de misyonu işte bu
olageldi. (22-151, 1969.2.2)

Birleştirme Hareketi bünyesinde dinlemiş olduğunuz konuşmaların, temel öğretilerin ve de sözlerin


temelinde kalbi tutsak kalmış Tanrı’nın özgür bırakılması için yapılması gereken şeylerin izlenmesi
gereken prensiplerin neler oldukları yatar. Tanrı, insanın Düşüşü’nden ötürü acılar içerisinde inleyen
bir Tanrıdır.

Ve bu inleyiş tarihi, daha başlangıcından beri de global olmuştur. Pavlus bu gerçekten ötürü zaten:
“Bütün yaradılış birimlerinin, atalarımızın ve de bizlerin sabırsızlıkla, gerçek Tanrı çocuklarının
ortaya çıkmalarını beklediklerini ifade etmiştir. Gerçekten de tüm bu birimler kendilerini bu matem
sahasından azat etmek istemektedirler. (65-100, 1972.11.13)

Bölüm 4. Tanrı’nın, Şeytan’ı Cezalandıramamasının Nedeni

4.1. Şeytan’ın ithamlarının nedenleri


Şeytan’ın daha başlangıçtan var olup, olmadığı ilahiyatçıların üzerinde tartıştıkları bir konudur.
Bazılarının iddia ettiği gibi Şeytan eğer başlangıçtan beri var idiyse bu çok önemli bir problemdir.
Eğer Şeytan, büyük bir ustalıkla altı bin yıldır Tanrı’nın takdirsel çalışmasına meydan okuyup, karşı
koyacak şekilde başlangıçtan beri var oldu ise kim üstesinden gelerek onu bertaraf edebilir?
Üstünde asıl durulması gereken nokta budur. (54-56, 1972.3.11)

Şeytan nereden ortaya çıktı? Bazıları onun başlangıçtan beri var olduğunu öne sürmekteler. Bu
doğru ise ve de Şeytan her şeyi bilen, her şeye gücü yeten Tanrı’ya karşı koyan ve de asal
ebeveynlerimizin düşüşüne neden olan asal bir varlık olarak başlangıçtan beri var idiyse eğer, o
zaman o var olduğu müddetçe de tam bir kurtuluş olgusu beklentisinde olmamızın da bir anlamı
kalmaz. Böyle bir şey düalizm olacağı için, iki karşıt gücün yer alacağı bir dünyanın da sonuna kadar
hep böyle devam edeceği düşüncesi gerçeklik kazanır. (53-328, 1972.3.6)

Yaradılışın ideal dünyasına yönelik asal irade, düşüş nedeni ile asla gerçekleşemedi. Ancak
Tanrı’nın otoritesi mutlak olduğu için, bütün bir dünya değişse bile, Onun değişmesi asla söz konusu
olamaz. Dolayısı ile Şeytan, Adem’i, Havva’yı, ve bütün bir yaradılış dünyasını Tanrı’dan
uzaklaştırdığı halde, Mutlak bir Varlık olması yönü ile Tanrı, asal anlamda bir başmelek olan
Şeytan’ı, zor kullanarak değil fakat doğal bir biçimde alt etmek zorundadır.

Tanrı her zaman var olmakla beraber, Düşüş sonrası gerçeğinde sanki hiç yokmuşçasına yer aldığı
için, mutlak otoritesini yeniden tesis etmek durumundadır. Ancak Tanrı, bunu gerçekleştirirken ilk
vuran taraf olmayacaktır. Çünkü Tanrı, iyiliğin kaynağı olmaklığı yönü ile kötü olan Şeytan’a darbe
vurmaz. (210-340, 1990.12.27)

Peki de her şeyi bilen her şeye gücü yeten Tanrı’nın, Şeytan’ı bir vuruşta saf dışı bırakmama nedeni
neye dayanmakta idi? Bu şekilde davranmak, Adem’in, Havva’nın ve de bütün bir yaradılış
dünyasının ortadan kaldırılması dolayısı ile de sevginin ideal sahasının da yok edilmesi sonucunu
doğuracağı için Tanrı, bu yola gidemezdi. Mutlak Yaratıcı konumu içerisinde Tanrı, yapacağını söz
verdiği şeyleri yapmak durumundadır. Şeytan’ın dönekliğine, saldırılarına ve de tutarsız eziyetlerine
rağmen Tanrı, tesis etmiş bulunduğu prensiplerinin mutlaklığını koruma ve de işlerlikleri adına,
bütün bir tarih boyunca bunlara göğüs germek zorunda kaldı.. Hiç kimse Tanrı’nın bu yönünü
bugüne dek anlayabilmiş değildir. (208-256, 1990.11.20)

Her şeyi bilen, her şeye gücü yeten ve mutlak olan Tanrı, Şeytan’ın insanları bugüne dek taciz
etmesine neden seyirci kaldı, neden, insanlarının, Şeytan’ın ayakları altında ezilmelerine göz
yumdu? İnsanlarını kendi varlığından şüpheye düşürme noktasına vardıracak kadar, kendi gücünü
kullanma yoluna neden gitmedi. Bunlar, anlaşılması gereken gayet ciddi sorulardır. Verilecek cevap
ise, Tanrı’nın, bugüne dek, otoritesini mutlak anlamda icra edebileceği ne bir millet, ne bir halk, ne
bir kavim ne de bir aile birimine sahip olamaması ve bu sahiplenmenin oluşabileceği zeminler için
gerekli niteliklerin bu birimler nezdinde resmi anlamda oluşamamış olmasıdır.

Eğer bu nitelikteki bir birey, aile, kavim, halk ve de egemen bir millet zemini oluşmuş olsa idi, Tanrı
da, kötü milletleri, halkları, kavimleri ve de bireyleri, onların mutlak özneleri konumunda
yönlendirip, yönetebilecekti. Mutlak iyiliğe giden yol ancak bu noktada oluşabilir ve de Tanrı ancak
bu noktada otoritesini gerçek anlamda kullanmaya başlayabilir. (56-247, 1972.5.18)
Şeytan’ın üstesinden gelebilir misiniz? Bilgelik ustası Tanrı bile, Şeytan’ın suçlamaları karşısında eli
kolu bağlı durmuyor mu? Bir ülke başkanı için de aynı şey söz konusu değil mi? Vatandaşları,
kendisini protesto adına bir gösteri yaptıklarında onların kafalarını kesebilir mi? Belli şartlar altında,
her şeyi bilen, her şeye gücü yeten Tanrı’nın bile kolu bağlı kalabilir. Hükümet bünyesinde yer alan
bir bakan bile, bir hatası su yüzüne çıktığında bir gün içinde istifa ettirilebilir. O nedenle her hangi
bir suçlamaya maruz kalacağınız şartların oluşmaması için öncelikle belli bir koruyucu zırhı
oluşturmanız gerekir. Kişinin böylesi bir korunmayı nasıl sağlayabileceği ise, iman yaşantısı
içerisindeki çok zorlu bir sorundur. O kadar ki bu adeta ölüm kalım meselesi olarak bile
değerlendirilebilir. (76-58, 1975.1.26)

İnsan ırkı, Şeytan’ın sevgisini merkez aldığı için, onun yaşam ve soyağacına bağlıdır. Asıl sorun
budur. Bu şartlar altında Tanrı, müdahale edemez ya da o nitelikteki bir prensip dışı sahada
bulunamaz. Her şeyi bilen, her şeye gücü yeten olmasına rağmen Tanrı neden, bütün bir insanlık
tarihi boyunca sanki de hiçbir şeye gücü yetmezmiş gibi göründü? Şeytan neyi alıp, götürdü de
Tanrı’ya böylesine düşman oldu? Şeytan, Tanrı’yı, sahip olması gereken sevgiden mahrum bıraktı.
Ve de Tanrı’nın sevgisini, yaşamını ve de soyağacını ayaklar altına aldı. Bu gerçeğin her zaman
bilincinde olmamız gerekir. (206-236, 1990.10.14)

Şeytan asli anlamda baş melek olması yönü ile, Tanrı’ya: “Düşüş nedeni ile Şeytan’a dönüşmeme
rağmen, Sen, her şeyi bilen, her şeye gücü yeten mutlak bir Tanrı olduğun için, sorunları da, senin
kendinin tesis etmiş olduğun prensipler çerçevesinde çözmen gerekir. Ben bu prensipleri ihlal edip
Şeytan’a dönüşmeme rağmen Sen, her şeyi bilen, her şeye gücü yeten mutlak bir varlık olman itibarı
ile kendi tesis etmiş olduğun prensiplerin dışında hareket edemezsin, öyle değil mi? diyebilmekte.
(39-88, 1971.1.10)

Size, düşmanımızı sevmeden neden yol alamayacağımızı anlatmak istiyorum. İlahi Prensip’te
açıklanmamış olmakla beraber bu gerçeği bilmeniz çok önemlidir. Başmeleğin düşmüşlüğüne ve de
düşmüş bir başmelek olarak Tanrı’yı itham etmesine rağmen, Tanrı yine de, Tanrı ve de mutlak bir
varlık olduğu için, kendi tesis etmiş olduğu prensipleri gözetmekle yükümlüdür:

O nedenle, Başmeleğin düşmüşlüğüne rağmen, Tanrı, yaradılış birimlerini, ancak kendi belirlemiş
olduğu prensipler ve kurallar çerçevesinde yönetme durumundadır. Bu anlamda da, Tanrı, Başmelek
ile, ister Düşüş öncesi isterse de Düşüş sonrasında olsun aynı şekilde ilişki kurmak zorundadır.
Şeytan’ın Tanrı’ya: “Mükemmellik dönemine kadar hatta ondan sonra bile beni sevmek zorundasın.”
diyebilmesinin temeli buna dayanmaktadır. (52-87, 1971.12.22)

Adem, üç başmeleğe de özne olmak, onlar da, Adem’e mutlak bir şekilde itaat etmek
durumundaydılar. Göksel yasa ve prensipler var oldukları müddetçe bunlara mutlak itaat söz
konusudur. Tanrı’ya mutlak şekilde itaat edip, boyun eğmemiş Şeytan, bu prensip çerçevesinde
aklına estiği gibi hareket edemeyeceğini ve eninde sonunda aynı prensipe boyun eğmesi gerektiğini
çok iyi bilmektedir.

Tanrı, eğer bu prensip ve yasaya aykırı hareket ederse onu ortadan kaldırabilir. Bu tıpkı bir başkanın
yetkilerini anayasa çerçevesinde kullanması gibidir. Eğer anayasa bünyesinde öyle bir madde yoksa,
başkan da kafasına estiği gibi hareket edemez. (172-66, 1988.1.7)
Şunu bilin ki, Birleştirme Hareketi’nin kurucusu gayet ciddi bir insandır. Ve her zaman da, Tanrı’nın
varlığı, her şeyi bilen, her şeye gücü yeten Tanrı’nın neden, Şeytan’ı bir defadan bertaraf etmediği
gibi ciddi konular üzerinde kafa yordu. Eyüp peygamberin hikayesini okuduğunuzda, Tanrı’nın nasıl
olur da böylesine güçsüz kalabileceğini sorgulayabilirsiniz. Ancak ben tüm bu olan bitenlerin neden
o şekilde olmak zorunda olduklarını anlamak durumundaydım. Ve bunu yaparken de ölesiye
ciddiydim. Bu gerçeklere yaşamım pahasına ulaşabilmek adına deyim yerindeyse boynumu
darağacının ipine geçirdim. Asal yaşamlarımızı yeniden sahiplenemeliyiz. (187-122, 1989.2.5)

Eyüp’ün kitabında Tanrı’nın, Şeytan’a her istediğini verdiğini gördüğümüzde neden diye
sorguluyoruz. Bunun nedeni, Tanrı’nın, başkaları adına yaşama prensipinin özünü oluşturan sevginin
kaynağı bir varlık olması yönü ile, Şeytan’a onun kendisine davrandığı gibi kötü davranamayacak
olmasıdır. Tanrı aynı zamanda gerçeğin de esasıdır. (144-161, 1986.4.12)

Tanrı, Şeytan’ı gizemli yaratıcı gücü ile değil, sevgisi ile ona gönüllü bir biçimde boyun eğdirecek
şekilde alt eder. (207-315, 1990.11.11)

Kötülüğün kaynağı, yeniden Tanrı’ya dönüşü engellemek için dünyaya, özgür cinsellik anlayışı vs.
gibi bir dolu yıkıcı kavramı getirdi. Amerika’da örneğin kaç kişinin ensest ilişkiler içerisinde yer
alığını merak ediyorum. Üç kız babası bir adamın bütün kızlarıyla yattığını okuduğumuzda bu
örneklerin hiç de tek tük olmadıklarını içten içe biliyoruz. Özgür cinsellik anlayışını esas alan
yozlaşmış kültür yaptırımı ile aile bağı içerisinde yer alan insanların birbirleri ile çarpık ilişkiler
içerisine girdiklerine tanık oluyoruz. Bu insanlar, tıpkı hayvanlar gibi yalnızca fizik dürtülerinin
ardından gitmekteler. Bu şartlar altında Şeytan, Tanrı’ya: “ Tanrı, bu şartlar altında, Sen hala,
yaradılış idealini, sevgi idealini gerçekleştirebileceğini düşünüyor musun? diyerek adeta dalga
geçmektedir. (222-230, 1991.11.3)

4.2. Tanrı bir yasa tanrısıdıraynı zamanda

Tanrı ne tip bir varlıktır? Tanrı, evren Onun görünür bedeni olacak şekilde adeta evrenin aklı
pozisyonunda yer alır. Ancak bu bedene Şeytan nüfuz etmiş bulunmaktadır. Şeytan, kutsallığın
güçlerini gasp ederek evreni kontrolü altında tutmaktadır. Bu sorunu çözümlemek için Tanrı ne
yapmalıdır? Tanrı, Şeytan’ı zor kullanarak vuramaz. Evrenin yaratılmasının ardındaki temel nitelik
sevgi olduğu için ve de bu evrenin tarihsel geleneği sevgi aracılığı ile sürdürüldüğü için, bu prensipi
ihlal edenlere karşı bile, Tanrı kendi prensipine uygun hareket etmek durumundadır.

O nedenle düşmüş evreni onarma adına, Tanrı, ara vermeksizin gerçek sevgi idealini gerçekleştirmek
üzere yine kendisinin tesis etmiş olduğu asal standardı uygulamak durumundadır. Tanrı, yaradılış
dünyasını, bu ideali temel alarak, sevgi temeli üzerinde vücuda getirdi. Dolayısı ile kendisi için
katlanılmaz derecede acı olsa da, otoritesine yeniden sahip olabilmek adına, Mutlak bir varlık olması
itibarı ile aynı prensip çerçevesinde hareket etmesi kaçınılmazdır. (210-229, 1990.12.23)

Düşüş, Şeytan’ı ebeveyn pozisyonuna oturtan merkezi bir sevgi bağının tesisi idi. Bu noktada iyiliği
kötülüğü bilme ağacının meyvesi hakkında fazlaca söylenecek bir şey de bulunmamakta ve bu
gerçeği inkar etmek de asla mümkün değil. Oluşturdukları kan bağı ile Şeytan’ın sahte sevgi
unsurlarını miras alan insanlığın ilk atalarının devamında gelenlerle birlikte Şeytan’ın çarpık sevgisi,
Şeytan’ın yaşamı ve de Şeytan’ın soyağacı bugünlere dek ulaştı. Şeytan, hep sevginin baş düşmanı
olageldi.

Şeytan, Tanrı’nın yaradılışının ideali olarak tasarladığı yegane rüyasına büyük bir darbe indirdi. Bir
anlamda, hizmetkar, zor kullanarak, efendisinin kızını babasından ayırdı ve de taciz etti. Böylece
kız, efendinin kızı olma niteliğini yitirdi ve ondan uzaklaştırıldı. Bu yanlış merkezli sevgi eylemi,
göğün ve yerin yüce prensipinin işler olduğu rotanın da dışına çıkılması anlamına gelmekte idi. Bu
gerçeği inkar etmek mümkün değil. (218-230, 1991.8.19)

Tanrı, kötünün çocuklarını, kendi biricik çocuklarından daha fazla gözetmeksizin asal yaradılış
idealine ulaşamaz. Şeytan, Tanrı’ya “ Ben düştüm ve şimdi nasılsam öyleyim. Benim soyağacım
sana karşı geliyor. Bununla beraber sen, Tanrı pozisyonun içerisinde yine de göksel yasaları
gözetmeye devam etmelisin., öyle değil mi? ” dediğinde Tanrı’nın söyleyebileceği fazla bir şey
bulunmamakta. (208-291, 1990.11.20)

Şeytan, Tanrı’yı dişlerini gıcırdatıp, “Sen sonsuz ve de ölümsüz Özne Varlıksın. Ve de biliyorum ki
göğün ve yerin de yegane yüce gözetenisin. Ve yine Sen gerçeğin, sevginin ve de prensipin
kaynağısın . Yasaların ve prensiplerin gibi sen de değişmezsin. O nedenle ben düşmüş olmama
rağmen, Sen tesis etmiş olduğun prensipleri hala uygulamak durumundasın. O nedenle de bir prensip
tanrısı olarak düşmüş olan meleğini sevmeden, oğullarını ve kızlarını asal dünyaya getiremezsin.
Çünkü Düşüş öncesindeki başmeleklere yönelik planın, oğlun, kızın ve hatta Senin kendinin bile
beni sevmeden, çocuklarının Göklerin Krallığı’na girmelerine izin vermeyeceğin yönündeydi.
Dolayısı ile ben düşmüş olmama rağmen aynı prensipi izlemeli ve beni sevmeye de devam etmelisin.
Beni sevmeden, ne sen gerçek bir Tanrı olabilirsin ne de oğlun ve kızın gerçek çocuklar olabilirler.”
(129-215, 1983.11.5) demektedir.

Şeytan, Tanrı’ya : “Tanrı ben daima değişken olanım ve de kötülüklerin lideriyim. Ben değişen her
şeyin atasıyım. Ama sen, göğün ve yerin büyük gözeteni gerçeğin ifadesi değişmez Yaratıcı değil
misin? Ve yine sen, yaşamdaki değişmezliğin prensiplerini barındıran sevgi varlığı değil misin?
Bana gelince düştüm ve işe yaramaz bir hilekara dönüştüm. Oysa sen, yine senin kendinin tesis
etmiş olduğun asal, ideal standardı koruma sorumluluğu ile yükümlüsün. Dolayısı ile idealin
kapılarından geçip, senin iradenin yerine getirildiği yere girmeme rağmen orada yaşayamayacak
olmamla birlikte girip, çıkabilirim.Orada yaşayamayacağıma göre dışarı çıkmalıyım.” Şeytan’ın bu
iddiasına Tanrı da “Evet haklısın” karşılığını vermekte. (191-244, 1989.6.25)

Bizler tek bir günah bile işlesek, Şeytan. Bizleri Tanrı’nın önünde anında itham ederek Ona “Bu
çocuğun şu şu günahından ötürü cehenneme gitmelidir.” diyebilmekte. Ancak insanları
günahlarından ötürü bu şekilde itham edebilen Şeytan’ın sayısız günahı bulunmasına rağmen, bir tek
kişi bile çıkıp, onu Tanrı önünde itham etmedi bugüne dek.

Oysa ki, birisi çıkıp da, “ Mutlak olan Yaratıcı, Senin gücün ve otoritenin bakış açısından, Şeytan şu,
şu onulmaz, affedilmez suçları hem Sana hem insanlığa karşı işledi lütfen onu cezalandır.”
diyebilse, Şeytan’ın bertaraf edilebileceği yol da açılmış olur. Tanrı, Şeytan’ı eğer bu yöntem ile de
aslına dönüştüremezse, her şeyi bilen her şeye gücü yeten olamaz ve de insanlığın değil Şeytan’ın
yanında yer almış olur. (54-134, 1972.3.22)
Gerçekte, Şeytan, bir Başmelektir. Başmeleğin asli konumu ise, Adem ve Havva mükemmelliğe
ulaşıp da kutsallık sahasına girdiklerinde onları izlemektir. Başmeleğin, Tanrı’dan, sonrasında da
Adem ve Havva’dan sevgi alarak Adem ve Havva ile birlikte kutsallığın egemenlik sahasına girmesi
bir yaradılış prensipidir.

Şeytan yarı yolda hata yapmış olmakla beraber, eğer, “ Ben bir hizmetkarım ve de hainim. Ancak
Tanrı, Sen, göksel yasanın temel ana prensiplerini belirledin ve de bunları temel alarak da, temel
gelenekleri tesis ettin. Senin tesis ettiğin bu prensipler arasından bir tanesi, göklerin krallığına ancak
mükemmel Adem’i ve de Başmeleği sevmekle girilebileceğini söyler.Ve kuşkusuz Sen bu prensipi
göz ardı edemezsin, öyle değil mi?” dediği noktada Tanrı’nın da “Evet haklısın” demekten başka bir
seçeneği kalmaz. Böylece Şeytan, “Ben ne oldumsa oldum, ancak Sen Tanrılık pozisyonun
içerisinde asla benim gibi olamazsın.” diyerek Tanrı’yı köşeye sıkıştırmaktadır. (211-177,
1990.12.30)

Şeytan asli anlamda bir Başmelek olduğu için, Tanrı’yı, “Göklerin Krallığı’na girebilecek çocuklar
asli anlamda beni sevmek durumunda değiller midir? Tanrı, Sen ve Ademin, ancak sizlerin beni
sevme temeliniz üzerinde Göklerin Krallığı’na girebileceğiniz asli yaradılış prensipi değil miydi?”
şeklinde sorgular ve de “Bunu gerçekleştirmediğiniz sürece benim ithamlarımdan da muaf
olamazsınız . O nedenle Senin ve oğlun Adem’in, birlikte, beni sevme şartını oluşturmanız gerekir.”
deme hakkını kendinde görür.

“Düşmanınızı seviniz.” söylemi işte bu sorun kapsamı içerisinde inançlı insanlar arasında gündeme
gelip, yerleşiklik kazandı. (219-36, 1991.8.25)

Tanrı ile ebeveyn-çocuk ilişkisi içerisine girildiğinde, oğul keder içerisinde matem tutuğunda, Baba
olan Tanrı da yas tutar. O noktada da Şeytan, kendi duygularından ürkerek pes eder ve orada daha
fazla kalamaz.(228-217, 1992.4.3)

Şeytan’ın pozisyonundan daha üstte yer almayı başaracak bir insan ortaya çıkıp da asli otoriteyi
yeniden elde etmedikçe, bu dünyanın kutsallığın safına yeniden kazandırılması mümkün olamaz.
Başka bir deyişle, Şeytan’ı sürükleyerek her şeyi bilen, her şeye gücü yeten Tanrı karşısına çıkaracak
ve de “ Tanrım, Şeytan, şu şu suçları işlemiştir, Neden onun hakkında gereken hükmü vermiyorsun?
diyebilecek pozisyonda birisinin ortaya çıkması lazımdır. (53-327, 1972.2.10)

Bugüne dek bizler Şeytan tarafından çekiştirildik ve de hükmedildik. Şimdi bu düzeni tersine
çevirip, bizlerin onu yakalayarak Tanrı karşısına çıkarmamız ve de itham etmemiz gerekiyor.
İnsanlar bugün Şeytan’ın varlığını biliyor olmakla beraber, onun işlemiş olduğu ana suçun
niteliğinden bile haberdar değiller. Ve bugüne dek de hiç kimse, Şeytan’ı Tanrı önünde: “Tanrım,
her şeyleri bilen here şeylere gücü yeten otoriten ile bu günahkar Şeytan’ı cezalandır.” şeklinde
itham edemedi. (53-88, 1972.2.10)

Bu durumda her şeyleri bilen, her şeylere gücü yeten Tanrı nasıl olur da düşmüş olan bu başmeleği
cezalandırma yoluna gitmez? Ve de onu tamamen bertaraf etmez? Bunun cevabı, Tanrı’nın aynı
zamanda bu varlığı sevmek zorunda olmasında yatmaktadır. Tanrı’nın yaratmış olduğu bu Başmelek
düşüp, Şeytan’a dönüşmüş olmasına rağmen, Tanrı, prensipi temel alan aynı standardı sanki
Başmelek Düşüş öncesindeki varlık imişçesine her zaman korumak durumundadır. Bizler de yine
aynı nedenden ötürü Başmeleğe sevgi ile yaklaşmalıyız. Adem ve Havva, Tanrı’nın yarattıkları ve
de Tanrı’nın bedeni konumu içerisinde yer aldıkları için, yalnızca Tanrının değil, fakat Adem ve
Havanın da Şeytan’a sevgi ile yaklaşmaları söz konusudur. (175-14, 1988.4.6)

Tanrı’nın, altı bin yıl boyunca milyonlarca oğlunun ve kızının ölümlerine sebep olmuş Şeytan’a çok
fazla sert çıkış yapamamasının ardında Başmelek pozisyonundaki bu kendi yaratmış olduğu varlığı
yeterince sevmemiş olduğu gerçeği yatar. O yüzden zaten, her ne zaman birisi yanlış bir şey yapsa,
Şeytan’ın da “ Tanrı, bak, şu şu şunu, şunu yapıyor ya da yaptı “ şeklindeki bitmek tükenmez bilmez
ithamları başlar. Daha önce hiç kimselerin anlayamadığı bu anlayışlara bugün, Birleştirme Hareketi
gündeme gelebildiği için vakıf olmaktasınız (35-95, 1970.10.4)

Şeytan’ı sürükleyip Tanrı karşısına çıkararak, itham ederseniz, Tanrı, size “Hey, bu böyle yapılmaz ”
mı der, yoksa, bundan hoşnutluk mu duyar? Hiç kuşkunuz olmasın ki Tanrı, “Benim bir tanecik
evladım” diyerek sizi bağrına basar ve sonsuzlara dek de kutsamak ister. Bu şartlar altında Tanrı’nın
ne denli gerilmiş olduğunu ve böyle bir sonucu görebilmek için onca zamandır nasıl sabırsızlıkla
beklediğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Tanrı, mutlaktır, her şeyi bilendir, her şeye gücü
yetendir. O, en adil yargının da efendisidir. O yüzden de Şeytan’ı suçlayıp, itham edebilecek
temelleri oluşturan biri ortaya çıktığında, Tanrı’nın da Şeytan’ı yargılayacağı zeminler oluşur. (54-
60, 1972.3.11)

Adem ve Havva günah işledikleri için, Tanrı da istediği gibi davranma özgürlüğüne sahip değildir.
Bir insanın çocuğu bir cinayet işlemiş olsa, annesi ya da kardeşi o suç için sorumluluk üstlenir mi?
üstlenmez. Bu bir göksel yasadır. Söz konusu çocuklar bu günahı kiminle işlemişlerdir.? Şeytan’la.

Adem günah işlemiş olmasına rağmen, Tanrı, onları ister istemez kendisinden uzaklaştırmış
olmasına rağmen ne Şeytan’ı ne de Adem ve Havva’yı bu suçtan ötürü cezalandırma yoluna
gitmemiştir. Tanrı üstelik onları kurtarma takdirsel çalışmasını halen de sürdürmektedir. O nedenle
de, Şeytan’ın sürekli ithamlarına maruz kalmakla beraber, Tanrı, belli bir yargıda bulunmamaktadır.
Tüm bu konulara teolojik bakış açısından yaklaştığımızda, ortada büyük bir problem olduğunu
görürüz. Tanrı neden bu işle baş edememektedir? Her şeyi bilen here şeye gücü yeten bir varlık
olaraktan, Tanrı, nasıl olur da kötülüğün kaynağının üstesinden gelemez? (223-304, 1991.11.17)

Tanrı’nın çatışma ile hiçbir işi olamaz çünkü Tanrı’nın yaradılışının ideal dünyasında savaş, çatışma
gibi kavramlar yer almaz. Eğer böyle bir çatışma zemini daha başlangıçtan yaradılış bünyesinde yer
almış olsaydı, dünya da düalizmin kucağına düşerdi. Esas anlamda, böyle bir şey, mutlak barışın yer
aldığı ideal dünya anlayışı ile asla örtüşmezdi. O nedenle Tanrı’nın yaradılış dünyasında çatışma
kavramına yer olamayacağını anlamanız gerekir. (224-224, 1991.11.24)

Şeytan nasıl düşebildi? Bu sorunun cevabını çok net verebilmelisiniz. Şeytan gerek büyük şeyleri
parçalayıp, un ufak ederek, gerekse de düşmekte olan şeyler arasında ayırım yaratmaya çalışmasına
rağmen Tanrı, bunun tam aksine küçük ve değersiz şeyleri bir araya getirerek daha büyük yapmanın
mücadelesini vermektedir. Tanrı’nın yolu, Şeytanınkinin tam tersidir. Evrenin yaradılışının
gerisindeki prensipleri ve de gerçek sevgi arayışındaki evrenin Orijinini göz önüne aldığımızda,
Şeytan’ın itaat edeceğine bu kaynağa karşı geldiğini ve böylece de düştüğünü görürüz. Her şey bilen,
her şeye gücü yeten, benzersiz ve de sonsuz Tanrı’nın asal tabiatının yüzde yüz başkalarını
gözeterek, başkalarının yararı adına yaşamak olduğuna tanık oluruz. (179-52, 1988.7.3)
Tarih boyunca, her şeyi bilen, her şeye gücü yeten Tanrı’nın, düşmanını zor ve güç kullanarak değil
de, her defasında sevginin prensiplerini kullanarak dize getirdiğine tanık oluruz. Tanrı’nın arzusu,
düşmanını, düşman kendi isteği ile ve gerçek anlamda Tanrı’ya tabi olacak ve de insanlık tarafından
yargılansa bile bir hizmetkar alçakgönüllülüğü içerisinde bunu şükranla karşılayabileceği bir
pozisyona yöneltmektir. Böylesi bir zemin oluşmadığı sürece Şeytan’ın günahlarının bedeli de
ödenemez. (42-279, 1971.3.27)

Bölüm 5. Gelin Tanrı’yı Özgürlüğüne Kavuşturalım

5.1Tanrı adeta bir tutsak gibidir

İyi Tanrı ile kötülük tanrısı arasındaki çatışmayı kim sona erdirecek? Ne Tanrı, ne de Şeytan bir
başlarına bunu gerçekleştiremeyeceğine göre o halde bunu kim başaracak? Başlangıç noktası gerçek
sevgi olan, gittiği her yere gerçek sevgiyi götüren ve bu yönü ile de bütün insanlığın onu örnek alıp,
izleyebileceği bir sevgi ustası ortaya çıkmadıkça, Tanrı ve Şeytan arasındaki mücadele son
bulmayacaktır. Bu çekişme son bulmadıkça barış olgusu da bu dünya ve tarih için, ulaşılması
imkansız bir hayal olarak kalmaya devam edecektir.

“İdeal” sözcüğü, soyut ve de duygusallık içeren bir sözcüktür. Tanrı, gerçek sevginin temsilcisini
yollar: bu temel felsefe, Kurtarıcı ya da Mesih düşüncesi olarak da adlandırılabilir. Kurtarıcının
misyonu yalnızca insanlığı kurtarmak değil ve fakat Tanrı’yı da özgür kılabilmektir. Bu pozisyon
içerisindeki kişi, kötülüğe de darbe vuran kişidir. Genel anlamında, Kurtarıcı, Tanrı’’yı, bütün
işlevselliğini kullanabileceği özgürlük zeminine kavuşturmaktan ve de kötülük olgusuna son
vermekten sorumludur. (136-219, 1985.12.29)

Kurtarıcının misyonu Tanrı’nın işlevlerini yerine getirebileceği zeminleri hazırlamak ve de Şeytan’ı


cezalandırmaktır. İnsanlığı sürekli olarak itham eden bu sokak kabadayısına başka kim dur diyecek?
Bunu Tanrı yapamaz. Yalnızca Mesih, yalnızca Kurtarıcı bunu gerçekleştirebilir. (136-219,
1985.12.29)

Arzu ettiğimiz ne tip bir Birleştirme Hareketidir? Bizler ne tatlı bir hayat ne de yalnızca ahlaki
prensipleri temel alan ilişkilerin peşindeyiz. Bizler bize gerçek ebeveynlik yapabilecek bir anlayışın
arayışındayız. Gerçek Ebeveynlere merkezlenerek, yitirmiş olduğumuz gerçek sevgi yolunu bulmayı
istiyoruz. Ve bunu gerçekleştirerek de, ebeveynimiz olan Tanrı’yı her anlamda otoritesini
kullanabileceği özgürlüğüne kavuşturmayı arzu ediyoruz. Sevgi prensiplerinin işlerlik kazanacağı
gerekli şartları oluşturmadıkça, gerçek anlamda özgürlükten söz etmek mümkün değildir. (136-222,
1985.12.29)

Babanın hoşnut kalacağı ve de bulmak istediği millet hakkında hiç kafa yordunuz mu? Bir insan
hapse girmeyi kafasına koymuşsa, böyle bir yolu er ya da geç bulur.. Yaşam ve ölümün kesiştiği bu
yolda öncülük yapmanın, insanlar için bir yol, karanlığın cehenneminin ötesinde bir umut yolu
bulmak olduğunu hiç kimse bilmez. Hiç kimse, dünya insanlarını kurtarabilmek adına etimle
tırnağımla hangi şartlar altında, nasıl zorlu mücadeleler verdiğimi anlayamaz.
Tanrı’ya bağlılığımı gösterme sürecim içerisinde kendime hep Onu merkez aldım ve bir yandan
Onun sevgisine en üstün değeri verirken bir yandan da büyük bir ihtimam ile ona hizmet etmem
gerektiğini anladım. Zaman ve mekan değişse bile bu yolun asla değişmez olduğunu bilme
noktasındayım. (163-304, 1987.5.1)

Tanrı’yı özgürlüğüne kavuşturmalıyız. Her birimiz, kurtarılmayı beklemek yerine Tanrı’yı eli-kolu
bağlı olmaktan kurtarmak için çaba göstermeli, Onu özgürlüğüne kavuşturmalıyız. Bu
gerçekleştiğinde ancak kurtuluş takdiri çalışması da sonuna ulaşır. (136-263, 1985.12.29)

Birleştirme Hareketi, Tanrı’yı özgürlüğüne kavuşturmakla yükümlü bir inanç ordusudur. Bizler,
yalnızca dünyayı kurtarmakla meşgul değiliz. Dünyaya özgürlük getirmek, nihayet insanların
birleştirilmesi ile mümkün olacak bir şeydir. Ama Tanrı’nın özgürlüğü, kalp sahasının da birliğini
gerektirir ki aslolan bunu başarabilmektir. Bu bağlamda da, bizlerin, sevgi sahasını birleştirecek, ruh
dünyasını harekete geçirecek ve böylelikle de yeryüzünde kalpler arasında köprü oluşturacak bir
Prensip’e ve de düşünce sistemine ihtiyacımız var demektir. Bu ise, tüm diğerlerinden daha ürkütücü
ve güç bir devrim demektir.

İnsanlığı özgür kılmak kolaydır, zor olan Tanrı’yı özgür kılabilmektir. Rev. Moon’un bu zorlu ve
daha önce eşi benzeri görülmemiş görevi öncü konumunda ve böyle bir standardı oluşturacak
şekilde, takdirsel tarihin tüm açmazlarına çözüm bulacak şekilde üstlenmesi inanılmaz bir olaydır.
(136-285, 1985.12.29)

Din liderleri bugünlerde dizlerinin üzerine çöküp, Tanrı’nın kendilerini kutsaması için dualar
etmekteler. Ben ise kendi adıma bir şey istemek yerine “Tanrım senin özgürlüğün için ben bir
kurban sunusu olmaya hazırım” diye dua ettim hep bugüne dek.

Eski Ahit Çağı, yaradılış varlıklarının sunu olarak takdim edilerek Tanrı’nın halkının onarıldığı bir
çağ oldu. Yeni Ahit Çağına gelince, çocukların sunu olarak takdim edilerek ebeveynlerin onarıldığı
bir çağ oldu. Tamamlanmış Ahit Çağı ise, Ebeveynlerin ailesinin sunu olarak takdim edilerek,
Tanrı’nın özgürlüğünün kazandırıldığı bir çağ oldu.

Bizler yeryüzünde iken asal ebeveynlere tabi olup, onlarla sonsuza dek birlikte yaşamalıyız. Eski bir
Kore halk şarkısı: “Ay, ay, pasparlak ay, Ozan Lee Tae Baek’in sevdiği ay…” şeklinde devam eder
ve de ayın yüzeyinde yer alan bir defne ağacını anlatırken aynı zamanda da, ebeveynleri ile on
binlerce yıl bir arada yaşamanın coşkusunu anlatır. Bu, bir anlamda kutsal ebeveynleri ile on
binlerce yıl bir arada yaşayacaklarına dair Kore halkına esinlenen bir şarkıdır. Her ne zaman bu
şarkıyı düşünsem, kalbimde dolup, taşan duygu selini unutamam. (137-185, 1986.1.1)

Tanrı tam iki yüz yıldır Amerika’yı dünya çapında bereketlemesine rağmen Amerikalılar, bu
kutsamanın salt kendilerine, kendi kiliselerine ve de kendi ülkelerine verildiğini zannetmekte ve de
Amerika ve Hıristiyanlığın, birlikte, bütün bir insanlığın özgürlüğe kavuşturulması ve de insan
haklarının, refahın geliştirilmesi sorumluluğuna diğer herkeslerden daha fazla sahip oldukları
gerçeğini göz ardı etmektedirler. Bunun yerine kendilerinin en üstün, en süper oldukları kısır
düşüncesi içerisinde, çıkarlarını her şeylerin üzerinde tutup, ben merkezci yaşamayı
sürdürmektedirler.
Oysa ki Tanrı’nın iradesi, kendini ve Hıristiyanlığı feda etme pahasına global içerikli bir
Amerika’nın, dünya seviyesinde bir temel oluşturabilmesi yönündedir. Ancak görünen o ki, Amerika
bunun tersi yönde hareket etmekte ve karşı bir pozisyon içerisinde yer almakta. O yüzden de
Amerika, şimdilerde baş aşağı bir gidişe yönelmiş durumda. Aileleri parçalanmakta, kilise kurumları
çökmekte ve ülke büyük bir kaos içerisinde darmadağın olmakta, her köşesinde büyük bir kavram
kirliliği, bir yozlaşmışlık yaşanmakta. (143-189, 1986.3.18)

Tanrı’yı ve Gerçek Ebeveynleri özgürlüklerine kavuşturmak ve de dünyayı kurtarmak için


cehennemin ta içinden geçmek gerekir. Göklerin Krallığı’na ulaşabilmenin en kestirme yolu
cehennemin derinliklerini aşmakla mümkündür. Özveride bulunup, hizmet etmemiz gerekliliğinin
ardındaki gerçek budur. Eğer, “Birleştirme Hareketi’ne, kendi kurtuluşumu garantilemek için
inanıyorum” derseniz koskoca bir sıfırı hak ediyorsunuz demektir. Bu düşünce kısırlığı içinde asla
dünya seviyesine ulaşamazsınız. Bunun yerine “Bu yolu, Tanrı’yı ve de Gerçek Ebeveynleri özgür
kılabilmek ve de dünyanın kurtuluşuna katkıda bulunmak adına seçtim” diyebilmeniz gerekir.
Anlıyor musunuz? Fark yaratacak olan da işte budur. (148-163, 1986.10.8)

Yaşamak ya da ölmek ayırımı gözetmeksizin bu yolu düzeltmezseniz devam edemezsiniz. Bu


gerçeği gayet iyi bildiğim için bütün yaşamım boyunca hep bu şekilde davrana geldim. Ve bu yükü,
hep horlandığım, eziyetlere maruz kaldığım ve hatta hapse yollandığım zamanlarda bile hep
kararlılıkla taşıdım. Hapse niye girdim zannediyorsunuz, bunu, Tanrı için, Tanrı’yı özgür kılabilmek
ve de insanlığın ve Şeytana merkezli dünyanın geleceği adına sineye çektim. Barış ve rahatlık
içerisinde yaşamakla Şeytan’dan ayrılamayacağımız ve de ancak belli bedeller ödeyerek onarım
sağlanması gerekliliği gerçeğine vakıf olabildiğim için bu yolu aşmayı göze aldım. (148-168,
1986.10.8)

Kişinin sorumluluk payının özgürlük sahası, kalbin de özgürlük sahasıdır. Tanrı özgür hareket
edebileceği zeminlere sahip kılınmalıdır. Aynı şey ebeveynler için de geçerlidir. Tanrı açısından,
ortaya çıktıkları andan itibaren kötü ebeveynler ile ilişki içerisinde olmak zorunda kalmak ne kadar
acı verici olmalı. O nedenle hem Gerçek Ebeveynler’i hem de Tanrı’yı özgür kılabilmeliyiz. Sizler
ebeveynlerini böylesine gözeten çocuklar olmayı başarmalısınız. Gerçek ebeveynler halen daha
sayısız zorlukları aşmak durumundalar….. Bu şartlar altında sizler, Göklerdeki Babanız acılar
içerisinde yaşıyorken buna kayıtsız kalıp, yalnızca kendinize iyi bir yaşam sağlamayı düşünebilir
misiniz? Ya da yalnızca çocuklarınızın nasıl daha iyi geleceklere sahip olabileceğinin arayışında
olma hakkını kendinizde görür müsünüz? Bu gerçeğe bir kez aşina olduktan sonra hala nasıl salt
kendi rahatınızı düşünmeye devam edebilirsiniz? Gerçekten de bu durumu bir kez anladıktan sonra
bu şekilde düşünmeye devam edebilir misiniz? (148-222, 1986.10.9)

Tanrı’nın özgürlüğünün hatırı için şunu iyi bilin ki, günlük yaşantınızda, Tanrı’ya, gözyaşları ile
örülü bir kalp yaklaşımına sahip olmadan seslenemezsiniz.Vaftizci Yahya, çölde: “Tövbe edin,
çünkü Göklerin Krallığı yakındır.” şeklinde seslendiğinde ve de İsa insanlardan aynı şeyi
istediğinde, her ikisi de o kalp açılımının sağlanabilmesi için büyük bir samimiyetle tövbe etmenin
kaçınılmazlığını ortaya koymaktaydılar. Tanrı takdirine olan yaklaşımınızın bugüne dek nasıl küstah,
nasıl değer vermeksiz ve arsız olduğunu anlamanız gerekir. Dünyayı özgür kılmada başarısız olsanız
bile Tanrı’yı bu acısından azat etmeye kayıtsız kalamazsınız. (161-113, 1987.1.11)
Dünya nasıl birleşebilir ve de gerçek özgürlüğe nasıl ulaşılabilir? Unutmayın ki, ruh ve fizik
dünyalar, Tanrı’nın gücünün kendisini şeytani sahayı birleştirebilecek güce yetkin kılacağı bir insan
ortaya çıktığında ancak, birleşip, kurtulacaktır. Ruh ve fizik dünyalar, Şeytan’a egemen olacak birisi
ortaya çıktığında özgürlüklerine kavuşacaktır.

Tanrı’nın özgür kılınmaya ihtiyacı var mı peki? Kuşkusuz Tanrı kendi içinde, kendi bünyesinde
özgürdür ancak Tanrı, her biri kendi ifadeleri olmak durumundaki insanlarının özgür kılınmaları
anlamında özgürlüğe kavuşmayı beklemektedir. Tanrı’yı gerçek anlamda özgür olmaktan ala koyan,
kendisinin birer ifadesi olarak vücut bulan insanlarının halen tutsak olmalarıdır. Bu anlamda Tanrı,
özgür kılınamayacak bir varlık değildir fakat her şey insanlarının vereceği karşılıkla doğru orantılı
olarak gelişecek ve o noktada tutsaklık zincirleri bir bir kırılacaktır. (161-243, 1987.2.22)

Hıristiyan doktrininin temelini Mesih’in İkinci Gelişi düşüncesi oluşturur. İsa, sözü edilen
dönüşünde neyi gerçekleştirecektir? Bugün pek çok Hıristiyan doğru merkezli anlayışlarını yitirmiş
durumdalar. Benim anlamakta zorlandığım nokta bu insanlar Mesih’in dönüşünde, gerçekten de
havalara uçup, bulutlar üzerinde bir milenyum karşılama partisi vermeyi mi düşünüyorlar? Eğer
böyle düşünüyorlarsa bu inanılmaz ölçüde saçma bir inançtır. İsa geldiğinde ne yapacak ya da hangi
gelişmeden gurur duyacak söyleyin bana. İsa, Tanrı’yı adil davranmamakla sürekli itham edip, karşı
duran Şeytan’ı saf dışı bırakmadıkça, Tanrı da Şeytan’ın bitmek tükenmek bilmez karşı çıkışının
önüne set çekemeyecektir.
Bu durumda tekrar gelecek olan kurtarıcı, yeryüzünde neyi gerçekleştirmekle yükümlüdür? O,
kuşkusuz, yalnızca birkaç yüz milyon Hıristiyan’a daha rahat yaşam koşulları sağlama adına
gelmeyecektir. Onun öncelikli misyonu, Tanrı’yı özgür kılabilmek olacak ve yine O, Tanrı’yı
acılarından azat etme sorumluluğunu, doğruluk yolundan asla taviz vermemekle yerine getirecektir.
(162-186, 1987.4.12)

5.2.Tanrı’nın acılarından özgür kılınması insanlığa düşen bir görevdir

Dünyayı kurtarma aşamasında öncelikle Tanrı’nın özgür bırakılması söz konusudur. Dünyanın
özgürlüğünden ancak Tanrı’nın tamamen özgür kılındığı noktada söz edilebilir. Öyleyse Birleştirme
Hareketi’ni dünyanın en ücra köşelerine kadar yayarak kalp birliktelikleri oluşturmalı ve de dünyayı
sevgi ile eritecek şekilde davranmada kararlılığımızı göstermeliyiz. Vermekte olduğumuz mücadele
böylesi bir zorlu mücadeledir. (162-221, 1987.4.12)

Tanrı’nın özgür kılındığı noktaya varıncaya dek gitmeniz gerektiği anlayışı ile, kendi safınızda yer
alanları bulut kümeleri gibi, nihai güzergahlarına varmak üzere Gerçek Ebeveynleri izlemeye
yönlendirmelisiniz. Tanrı safında yer alacak şekilde böylece bireylerden aileler, ailelerden de
toplumlar dünya geneline yayılacaktır.

Kurban sunuları aracılığı ile, kavim, etnik grup ve millet seviyesinde tesis edilen değer, İkinci
Ebeveynler’e tabi olan dünyada bu seviyede yeniden tesis edilecek ve böylelikle de tarih süresince
var olmuş ve kendilerini feda etmiş bütün kutsal kimlikler diriliş sahası içerisinde somut varlıklar
olarak gereken bedeller ödenerek onarılacaktır. Bu toprakları bunu gerçekleştiremeden terk etmek
zorunda kalsak bile bu boşluğun ölümümüzden sonra da doldurulması sorumluluğu üzerimizde
olacaktır. Bu, asla kaçınamayacağımız kaderimizdir. O nedenle bu yolu zaman yitirmeksizin bir an
önce aşmaya başlamamız gerekiyor. (166-74, 1987.5.28)

Tanrı’yı bir an önce özgürlüğüne kavuşturmamız gerekir. Tanrıyı yaratmış olduğu bu dünyanın her
bir köşesini, “yaradılış idealim, gece ve gündüz çalışılarak nihayet tamamlandı, bundan ötürü sınırsız
mutluyum.” şeklinde yücelik şarkıları söyleyerek özgürce dolaşabileceği konumuna ulaştırmada
yardımcı olunmalıdır. Tanrı aynı zamanda, başlangıçtaki yaratma amacı olduğu üzere, dünyayı,
evreni, ruh dünyasını ve de fizik dünyayı sevebileceği zeminlere de sahip kılınmalıdır. Ancak söz
konusu bu asal plan Şeytan’ın müdahalesi ve de her şeyleri sahiplenişinin çirkef örtüsünün
neredeyse Tanrı’nın tahtına dek erişmesinden ötürü ne yazık ki bugüne dek gerçekleşemedi. O
nedenle de Tanrı’nın özgür kılınabilmesi için öncelikle ruh dünyasının özgürlüğe kavuşturulması
gerekmektedir. (166-78, 1987.5.28)

Ben kendim bütün boyunduruklardan azat olmayı çok seven bir insanım ve bunu da hepinizden daha
fazla istemekteyim. Ben aynı zamanda birleşip, bütünleşmeyi de uğrunda ölecek denli çok arzu
ediyorum. İşin gerçeği şu ki, birliğin ve mutlak özgürlüğün kapılarının anahtarı adı Moon olan
birinde değil, yalnızca evrenin yüce ustası olan Tanrı’da yer almaktadır.

Tanrı’ya: “Eminim ki, sevdiğiniz pek çok şeyler bulunmakla beraber en fazla sevdiğiniz şey nedir?”
sorusunu yönelttiğimde verdiği cevap, “özgürlük” şeklinde oldu. Cevap kısa ve yalındı: “Beni en
fazla hoşnut kılacak şey özgürlüktür.” Bunun üzerine “Peki neden özgürlüğünüzü
kazanamıyorsunuz?” diye sorduğumda ise bana, “Bu benim tek başıma yapabileceğim bir şey değil”
karşılığını verdi. Sorun da zaten işte tam da burada, Tanrı’nın bunu, tek başına
gerçekleştiremeyeceği gerçeğinde yatıyor. (166-99, 1987.5.30)

Ülkenizi mi sevdiniz yoksa çocuklarınızı mı? Birimi bulunduğunuz halkınızı


çocuklarınız için gerekli zeminleri hazırladıktan sonra mı ancak düşünür ve sever
oldunuz? Peki ya dünyayı, onu da, dünyayı sevebilmeniz için gerekli yol açıldıktan
sonra mı sevdiniz? Tam bir özgürlük sahasının açılımına ancak ruh dünyasını da
sevebileceğiniz yol açıldığında tanık olabileceksiniz. Şafak söktüğünde güneşin
ışınları, bütün vadileri ışıtacak ve de ölüm boyunduruğunda tutsak kalmış bütün
insanları da özgür kılacaktır. Özgürlük ve barış şarkıları söylemeye başlayın ve de
özgürlüğünüzle birlikte oluşacak birleşmiş bir dünyanın gelişini müjdeleyin. Ancak o
noktada binlerce yıllık tutsaklık tarihinizi yok sayıp, gerçek özgürlük prensleri
olabilirsiniz. Sizler her biriniz, Tanrı’nın takdirini hak edecek şekilde birleştirici bir
standardın uygulayıcıları olabilmeli ve böylelikle de Tanrı’nın sevgi bütünlüğü
içerisinde sonsuza dek mutluluğun tadını çıkarabilmelisiniz. Olması gereken budur.
Bunu gerçekleştirebileceğinize ne kadar inanıyorsunuz? (166-99, 1987.5.30)

İnsanlığın özgür kılınmaya ihtiyacı var bu doğrudur ancak bunun gerçekleşebilmesi


öncesinde bizlerin Tanrı’nın özgür hareket edebileceği zeminleri oluşturabilmemiz
gerekir. İnsanlığın mutlak özgürlüğünden ancak o noktada söz edilebilir ne var ki
kimseler bunu bu şekilde düşünmemekte. Din adamları Tanrı’yı nedense kendi
yüceliği içinde astığı astık, kestiği kestik bir hüküm Tanrısı olarak düşünmekte ısrar
etmekteler. Ancak bu çok büyük bir yanılgıdır. Benim tanıdığım Tanrı böyle bir Tanrı
değil. Bizler Tanrı’yı işlevselliğine kavuşacağı zeminlere sahip kılabilmeliyiz. (166-
150, 1987.6.5)

Eski, Yeni ve Tamamlanmış Ahit Çağlarından sonra mükemmellik çağı gelir. Bu,
ebeveynlerin, çocukların, diğer tüm varlıkların ve en nihayet de Tanrı’nın özgürlüğü
anlamına gelir. Tüm bunlar bir defada yerine getirilmelidir. Düşmüş ebeveynler
yüzünden cehennem noktasına inmiş her şeyler, bütün riskler göz önüne alınarak yine
tümden onarılmak durumundadırlar. (166-326, 1987.6.14)

Halkını ve de kültürel arka planını temsil edecek şekilde ön plana çıkacak bir insan ya
da kurum nasıl olmalıdır? Bu konumu sahiplenecek insan ya da kurumun, çağını
temsilen dünya seviyesine ulaşıp, bu çağın misyonunu gelecek çağınkine bağlayarak
bağlı bulunduğu toplumun tarihsel geleneğini taşıması gerekir. Rev. Moon ve
Birleştirme Hareketi’nin işte bu kapasitedeki ve tarihsel sorumluluk içerisindeki kişi
ve kurum olduğunu bilmeniz gerekir. Birleştirme Hareketi’nin gerçeği, gasp edici,
geleceğinize yönelik bir tehdit değil, aksine insanların kurtarılıp, daha üst bir seviyeye
çıkabilmelerini amaçlayan bir gerçektir. Bizler tüm insanların özgür kılınabileceği
zeminleri oluşturmalı ve de anlayış temellerini sağlamakla yükümlüyüz. Bu
çerçevede, gerçek özgürlüğün gereklerini anlatmaya çalışıyor, ruh ve fizik dünyaların
ortak çabaları ile de Tanrı’yı özgürce hareket edebileceği zeminlere kavuşturmayı
amaçlıyoruz. (168-55, 1987.9.1)

Bu çabam içerisinde ne bir övgü ne de takdir edilmeyi bekliyorum. Birleştirme


Hareketi’nin öğretisi, insanların kurtarılması için bireyin kendini feda etmesini,
toplumun kurtarılması ertesinde insanlığın kurtarılmasını, insanlığın kurtarılmasından
sonra ise göğün ve yerin ve en nihayetinde de Tanrı’nın özgür kılınmasını öngörür.
Tanrı o noktada ancak, Düşüş olgusundan muaf daha yüksek boyuttaki özel bir
dünyanın oluşturulması ve de kutsallık sahasına büyük bir göçün başlatılması ümidi
ile geri kazandığı her şeyleri insanlarına geri aktarabilecektir. (227-272, 1992.2.14)

Ben bir hiçim. İnsanlık tarihinin 1.5 milyon yıl önce başladığı öne sürülmekte.
Ebeveynimiz uzun tarihimiz süresince yüceliği ve otoritesi işlemez kılındığında, bir
ebeveyn olarak yitirdiği çocuklarını bulma yolunda içine sürüklendiği acıklı durumu
kime anlatıp, kimden medet umacaktı? Bu duruma neden olan çocuklar kendileri
sorumluluk üstlenip de çözüm oluşturmadıkça Tanrı ne yüreğindeki onulmaz acıdan
kurtulabilir ne de yüreğini delip, paramparça kılan çiviyi söküp, atabilir. Bu çiviyi kim
çekip, çıkaracak ve de Tanrı’nın kanayan yarasını kim sevgi göz yaşları ile ıslatıp,
karşılık beklemez özverilerle tedavi edip, iyileştirecek? Unutmayın ki, bizlerin özgür
kılınmamızdan önce Tanrı’nın özgür kılınması söz konusudur. İman sahibi insanların
arayışında oldukları nihai özgürlüğe götürecek yegane yol da buradan geçmektedir.
(187-273, 1989.2.11)

Mutluluğun tohumlarının nerede olduğunu bulmamız gerekir. Onları Düşüş


zamanında nasıl yitirmişsek, şimdi de bulmak için çaba göstermeliyiz. Gerçek Tanrı
anlayışına, Birleştirme Hareketi merkezinde ulaşmamız bu nedenledir.

Bugüne dek, Tanrı, asal bir Tanrı olarak değil de onarım Tanrısı konumunda bütün bu
süreç boyunca hep acı çeken hep kederle yüklü bir Tanrı olageldi. Ve yine bu süreç
boyunca Tanrı sevinç dolu değil, hayal kırıklı bir Tanrı imajı sergiledi. Onu asal
konumuna sahip kılabilmek adına bu onarım Tanrısını, gerçek sevgi ile özgür
kılmalıyız. Bu, ne para, ne güç ne de bir kişi kanalı ile gerçekleşecek bir şey değildir
yalnız ve yalnız gerçek sevginin gücü bunu mümkün kılacaktır. (174-248, 1988.3.1)

Tarihimiz acı ile başladığı gibi, nihai güzergahımıza da ancak acıları aşarak gireceğiz
demektir. Rev. Moon’un bu bağlamda tarihte bu amaç uğruna en fazla acı çekmiş biri
olarak anılması konusunda kararlıyım. Ne para ne pul, ne de her hangi bir rütbe
istiyorum. Tanrı’ya merkezli yeni bir yurt oluşturmanın yegane yolu, barış ve sevgi
için sonsuz bir zemin oluşturacak şekilde Tanrı’yı, insanlığı, hatta ve hatta Şeytan’ı
bile özgür kılabilmekten geçmektedir.

Böylesi bir anlayış ile, bu yolu izlerken, gerekirse kahvaltınızı, öğle yemeğinizi,
akşam yemeğinizi unutacak şekilde mücadele vermeli ve de karşınıza çıkacak
sorunlar ne denli zorlu olurlarsa olsunlar yılmadan onları aşma azmini
gösterebilmelisiniz. İlahi Prensip’e göre bu standartta bir yaşama ne denli çok
yönelirseniz Tanrı’nın ideal sevgisi de o oranda sizlerle, ailenizle, kavminizle ve de
milletinizle beraber olacaktır. Bu noktayı çok iyi anlamanızı ve buna uygun
yaşayacağınzı ümit ediyorum. (174-53, 1988.2.23)

Gerçek üstünlüğe, çok güzel bir fiziğe sahip olmakla değil fakat büyük düşünmekle
ulaşabilirsiniz. Aslolan, Tanrı’yı bile destek vereceği şekilde hayran bırakacak bir
ruha sahip olmaktır. Sevgi ile iddia ediyorum ki, sevgi amacını tamamlamada bir
başına bırakılan Tanrı’ya bu amacın yerine getirilmesinde yardımcı olmada ben
elimden gelen her şeyi yapacağım. Sevgi idealinin gerçekleştirilmesine sekte
vurulmasından ötürü bugüne dek hep bir keder Tanrısı olagelen Tanrı’nın Rev. Moon
ile birlikte acılarından azat kılınması gerçeği mantığa uygundur ve de bu asla bir
hayal, bir fantezi değildir. Ben bunu, sistematik bir teori ve de kesin bir veriden çıkış
bulan ve de ortada olan bir gerçeği esas alarak iddia ediyorum. (165-185, 1987.5.20)
Görevimiz Tanrı’yı özgür kılmaktır. Bunu gerçekleştirebilirsek her şey de tamamına
ermiş olacaktır, öyle değil mi? O zaman Tanrı da, tasarladığı gibi hareket
edebilecektir. Şunu bilin ki, her şeyleri bilen, her şeylere gücü yeten Tanrı’nın
otoritesini ve gücünü tam olarak uygulayabileceği çağın oluşumu ile birlikte, barış ve
de dinginlik sistemi de mutlaka tesis edilecektir. Ve bizler de ancak o noktada “Amin”
diyebileceğiz. (221-25, 1991.10.20)

Bölüm 6. Tanrı’nın Özgürlüğü ve de Sadık bir Tanrı Çocuğu Olabilmenin


Yolu

6.1. Gerçek Baba’nın aşmak zorunda kaldığı onarım yolu

Tanrı’nın iradesini yerine getirme kararlılığına sahip olmanın ne anlama geldiğini ben
çok iyi biliyorum. Tanrı’nın sevgisinin nasıl olduğunu da biliyorum. Bildiğim bir
diğer şey de, hem şükran içerisinde secde edebilme, hem de her şeyleri
bağışlayabilecek bir kalp konumu içerisinde yer almam gerektiği. Bugüne dek hiç
kimse, Tanrı’nın kan revan içinde kalma pahasına bile olsa özgür hareket edebilme
adına Onu hayal bile edemeyeceğiniz zorlu bir yola yönelten içindeki kırgınlık ve
acının derecesini anlayamadı.

Ben bu gerçeğe bir kez vakıf olduğumda, ne adım adım izlendiğim ne de işkenceden
yere yıkıldığım zamanlarda bile, Ona beni acılarımdan azat etmesi, beni koruması ya
da kurtarması için dua etme hakkını kendimde göremedim.

Kişilik sahibi bir insan olarak kendime yetecek bir güç rezervinin bana sağlandığını
biliyordum çünkü. Mücadelemi verirken gerekli ruh gücüne, içsel güce sahip
olaraktan, her zorlu durumla karşı karşıya kaldığımda, kendime: “Gücüm tükenip,
düşüp, kaldığım noktada büyük bir olasılıkla Tanrı beni kurtaracaktır. Ama ondan
önce, ben bana sağlanan güçle yılmadan….” dediğim çok durumlar oldu. Çok iyi
biliyordum ki, daha ben hareket etmeden, Tanrı gereken her şeyleri hazırlamış,
bekliyor olacaktı. (138-358, 1986.1.24)

Tanrı, Birleştirme Hareketi ile birliktedir. Ben eğer soğukkanlılığımı yitirip de, ne
halleri varsa görsünler yaklaşımı içerisine girsem emin olun o kişi ya da kişiler parça
parça dökülürler. Böyle bir şeye tanık olmak çok garip olurdu değil mi? İşte o yüzden,
bu gibi durumlarla yüz yüze kaldığımda her şeyleri sineye çekip, dilimi ısırmam ve
kendimi kontrol etmem gerekiyor. Dudaklarımdan insanlara yönelik en küçük bir kötü
söz çıkması bile mümkün değil. Gerçek Ebeveyn pozisyonum içerisinde hiç kimse
için kötü söz söylemem mümkün değil. Bununla beraber, Tanrı, bir şekilde beni
kırgınlıklarımdan, acılarımdan, hayal kırıklıklarımdan azat edecek yolu da açmakta.
Buna tanık olduğunuzda, Tanrı’nın beni ne kadar çok kolladığını, sevdiğini tahmin
edebilir misiniz? (162-205, 1987.4.12)

Bugüne dek hiç kimse, bu ülkede, egemenlik hakları bir şekilde ihlal edili değilken,
beyaz giysili bir homojen topluluğun oybirliği ile, Asya’nın beş bin yıllık kültüründen
gurur duyacak şekilde milletvekili ya da başkan seçilemedi. Kore’nin özgürlüğüne
kavuşuşundan sonra, hep bu nitelikteki insanların işbaşına gelişini düşündüm. Bunun
yalnız benim değil ve fakat Tanrı’nın da arzusu olduğunu anlamanız gerekir. Bu
gerçekleştiğinde, Asya’yı kazanmış olacağız. Dünyanın, Tanrı’nın yönlendirmesi ve
benim aracılığım doğrultusunda Onun başlangıçtan beri planladığı yöne ulaşacağı
gerçeğine inanın lütfen.

Henüz sonuca ulaştırılmamış şeylerin sıkıntısını kalbimde taşıyorken dinlenmeyi nasıl


düşünebilirim? Benim seçtiğim yol inanılmaz ölçüde zorlu ve hareketli bir yoldur.
Binlerce yıllık bir tarihin açmazlarına çözüm bulma arayışında dinlenmem diye bir
şey söz konusu olamaz. Ben, yaşamının kırk yılı süresince sürekli göz yaşları dökmüş
bir insanım. Ki bugün halen bile bu devam etmekte. Kuzey Kore, genç insanların
Tanrı’ya övgüler dizip, şarkılar söyleyebilecekleri Tanrı’nın sevgisinin yeni bahçesine
kucak açacak bir yere dönüşmelidir. Tanrı, bu insanların Kendisine ihanet edenler
tarafından lekelendiklerine tanık olduğunda ister istemez yüzünü çevirmekte.
Tanrı’nın tekrardan onlara kucak açabilmesi için gerekli zeminleri oluşturmamız
gerekir.

Kuzey Kore’ye Tanrı adıyla, Tanrı benimle beraberken ve de her şeyleri asıllarına
onaracak bir düşünce sistemi ile kuşalı olarak girdiğim için, komünist dünyası bana
teşekkür etmeli demokratik dünya ise bundan ötürü şükran duymalıdır. Gelin bu yere
doğru birlikte ilerleyelim.

Yılar önce, Seodaemun hapishanesinde, bir süre Birleştirme Hareketi bünyesinde yer
alıp da olaylar istediği doğrultuda gelişmeyince terk eden evanjelist bir hanım, beni
gördüğünde alaycı bir yaklaşımla “Ooo, bu çok enteresan, Tanrı’nın gözettiği bir
oğula da böyle bir şey olur muymuş?” dedi. Ben de ona cevaben: “Evet ama ben
hapsedilmekle yok olacak bir insan değilim ki, kaldı ki, özgür kılınacak bir dünyanın
tesisi için, bu büyük bir atlama taşı olacak.” karşılığını verdim. O hanımın yüzü bugün
bile aklımda. Kısa bir süre önce çok kötü şartlar altında öldüğünü duyunca gerçekten
de onun adına üzüntü duydum. Ben işte bu şekilde yaşayan bir insanım.

Kore’nin yönetime gelen beş başkanının beşinin de bana karşı olan düşüncelerini
gayet iyi biliyorum. Bilmekle beraber bunu hiçbir şekilde onlara hissettirmedim.
Çünkü rövanş peşinde değilim. Onlar bilmiyorlardı. Buna rağmen onlarla bir araya
gelip onlara öğretmem gerektiğinde de söylemem gereken her şeyleri onlara
söyledim. Çünkü her şeyleri çözmek durumundayım. (204-118, 1990.7.1)

Bu dünyaya geldiğimde hangi pozisyonda yer alıyordum biliyor musunuz? Ben,


misyonum çerçevesinde, oğul olarak, kardeş olarak, eş olarak ve ebeveyn olarak, bu
ilişki sahaları içerisinde bugüne dek Tanrı’nın yoksun bırakıldığı mükemmel sevgi
olgusunu onararak gerçekleştirmek ve böylelikle de Tanrı’nın kalbinin acılarına son
vermek sorumluluğu ile yükümlü kılındım. (234-140, 1992.8.10)

Başkalarının yararı adına var olacak bir şey olmalıdır. Başkalarının yararı adına
yaşamayı esas alan Tanrı’nın yaradılış idealine göre, Tanrı, kendindeki gerçek sevgi
olgusunu çoğaltıp daha geniş zeminlere yaymak için, yine kendinden büyük bir
sınırsızlıkla yaradılışına akıtmak durumunda idi. Bu noktadan sonra bizler de bu
sevgiyi bütün bir evren çerçevesine yayıp, asal nihai güzergahımıza dönmeliyiz.
Döndüğümüzde, diğerlerini düşmanlarımızcasına bir kenara itmemeliyiz. Tersine
sevgimizle o insanları doğal bir biçimde bizlere tabi olacakları şekilde onarmalıyız.
Bu doğal tabiyet söz konusu olmaksızın Tanrı da kendi pozisyonunu bulamaz. Bunu
gerçekleştirmenin kolay bir yolu olsa idi, hiç kimse tarafından itilip, kakılmak
durumunda kalmazdım inanın bana. Ancak bu insanları onarmanın başka yöntemlerle
değil de salt sevgi ve özveri ile olduğunu bilerekten yıllarca kendimi en zorlu şartlarda
bile kısıtlayıp, tuttum. Sahip olduğum ateşli kişilik yapım içerisinde kırk yıl süresince
buna set çekmemin benim için ne kadar zor olduğunu bilmem anlayabiliyor
musunuz? Peki ya duygu olarak benden kat be kat yoğun hisseden bir varlık olarak
bunun Tanrı için ne kadar katlanılması güç bir şey olduğunu algılayabiliyor
musunuz? (219-93, 1991.8.25)

Bir keresinde dönüp geriye baktığımda, Tanrı (beni izlemekte olan) gözyaşları ile beni
sarıp, sarmaladı. Ona dönüp de: “Sen sevgimin merkezisin, Sana tabiyim, mutlak bir
şekilde de her zaman seni izleyeceğim.” dediğimde Tanrı bir kez daha beni bağrına
bastı. Böyle bir konum içerisinde yer alabilmek ne muhteşem.

Tanrı’nın bana, Kendi pozisyonunu bahşetmesi gibi ben de sizlerin her birinize Onun
pozisyonunu vermek zorundayım. (215-341, 1991.3.1)

Geriye dönüp baktığımda, çok değil daha kırk yıl önce, bizzat milletim ve de kilise
kurumları tarafından nasıl saf dışı bırakılmama çalışıldığını görüyorum. O dönem
içinde bulunduğum pozisyon, adeta öksüz birinin tek başına büyük bir bilinmeze
salıverilmesi gibiydi. İçinde bulunduğum o acınası şartlar altında, tarihsel standartları
onarma ve de global bir temel oluşturma gibi imkansız gibi görünen Tanrı iradesini
yerine getirmem söz konusuydu. Asıl acı olan ise bu misyonun yerine getirilmesinde
Tanrı tarafından hazırlanmış temelin, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Tanrı safında
oluşmuş bulunan Hıristiyan kültür sahası ve de dünyaya yön verebilecek Amerika
temelinin yitirildiği bir pozisyon içerisinde yer almamdı. Yükümlü kılındığım
pozisyon içerisinde, yitirilen bu temelin yeniden onarılıp, oluşturulabilmesi için ise
gerekli bedel şartlarının ödeneceği bir kırk yıllık süreyi daha aşmam gerektiğinin
yoğun üzüntüsünü hissetmekten kendimi alamamaktaydım.

Tanrı’nın bile yüz binlerce ya da milyonlarca yıldır gerçekleştiremediği ve de tarihi


sonucuna ulaştırabilecek olma gerçeğine açık bir biçimde vakıf olaraktan bulunduğum
pozisyon içerisinde nasıl bir şaşkınlık içerisinde kalakaldığımı belki az çok
anlayabilirsiniz. (135-187, 1985,11,13)

Ben misyonumun bütün gereklerini yağmur demeden, kar demeden yerine getirdim.
Öyle zamanlar oldu ki, geceler sanki gündüzmüşçesine geçtiler ve çoğu kereler yemek
yeme gereğini bile unuttum. Misyonumu hafife almam söz konusu olamazdı çünkü bir
kez Tanrı’yı bildikten sonra bu bilmeden ötürü taşımam gereken ciddi sorumluluğu
göz ardı etmem, hele de Tanrı’nın nasıl acı içerisinde olduğunu herkeslerden daha iyi
bilen biri olarak, söz konusu olamazdı. O yüzden de bedenimin parçalarının un ufak
olduğunu hissettiğim anlarda ve de hücrelerimin her biri Tanrının hücreleriymişçesine
haykırdıklarında bile bunun bir insan için değer bir ölüm olacağına inanarak bu ölüm
kalım yolundan gitmeyi ödün vermeksizin kabullendim. Ben bu yola sıkı sıkıya
sarıldıkça da, insanlar da benim er ya da geç yok olacağımı, ortadan silineceğimi
düşünüp, umdular. Ama gelin görün ki, işler umduklarının aksi yönde gelişti. (137-
178, 1986.1.1)

Göğe ve yere hakim olan acının ne denli büyük olduğunu bildiğim için, kan
kusacağım bir durum içerisine bile sürüklensem, Tanrı’nın yüreğini rahatlatmam
gerektiğini biliyordum. Aranızdan hanginiz, benim asla “Tanrım ölmek üzereyim,
lütfen beni kurtar “ şeklinde dua etmemin söz konusu olamayacağı Gerçek Ebeveyn
pozisyonumun acı gerçeğini anlayabilir? Tanrı’nın dışında hiç kimse bunu bilemezdi,
nitekim de kalbimi anlayan bir tek O oldu.

Birleştirme Hareketi bünyesinde pek çok insan bulunmakla beraber, tek bir kişi bile
Rev. Moon’un düşüncesi ile tam bir bütünlük içerisinde değil. Hepiniz bunu
anlamalısınız. Bugün özgürlük sahası içerisinde yer alması gereken Birleştirme
Hareketi topluluğu, bünyesinde asla düşük standartları barındırmamalıydı. Oysa ki,
Kutsama almış bazılarınınbugünlerdeki davranışları ne yazık ki şeytanın
kuzenlerininki gibi adeta. (145-332, 1986.6.1)
Tanrı, yeterince mücadele vermediğini, yeterince göz yaşı dökmediğini itiraf edecek
ya da çektiği sıkıntılardan ötürü Baba’nın üzüntü çekebileceği kaygısını yüreğinde
taşıyacak denli duyarlı, cesur her insanına binlerce teşekkür sunacaktır. Yine Tanrı,
yaşadığı en zorlu şartlarda bile kendi acısını değil de Tanrı’nın bu durumdan ötürü
duyacağı acıyı düşünüp, üzülen ve de dişlerini sıkarak: “Benim çektiğim acı, benim
duyduğum keder Tanrınınkinin yanında solda sıfır kalır” diyebilecek ve de zorlu
mücadelesinde düşmanının üstesinden bu azim ve sevgi yüreği ile gelebilecek yürekli
insana “Seni bir vatansever olarak mı, bir hayırlı evlat olarak mı ya da erdemli bir
insan olarak mı adlandırayım? Bütün bir insanlık tarihi boyunca senden daha değerli
bir insan ortaya çıkmadı.”şeklinde seslenerek hoşnutluğunu ifade edecektir. (153-269,
1964.3.26)

Ben Rev. Moon, bugüne dek birey olarak bir başıma, yapayalnız mücadelemi sürdüre
geldim. Bu yolda bir başıma olmakla beraber, Tanrı’yı tanıma şansım da herkeslerden
fazla oldu. Tarihte böylesi yalnızlıklar içerisinde iken şartlarına lanet okuyan ve içine
sürüklendikleri durumlardan kurtarılma lütufları için dua eden pek çok insan yer aldı
oysa ki. Ancak ben çok daha zorlu kabullenilmesi güç şartlar altında iken bile böyle
bir şeye yönelmedim aksine Tanrı’nın acıyan kalbini nasıl rahata kavuşturabilirimin
arayışında oldum hep. İçine sürüklendiğim her zor durumda Tanrıyı:
“ Tanrım, endişe etme” diyerek teselli ettim. Benim yolum farklı oldu. Ben, kişisel
denemelerden ötürü geri adım atacak ya da pes edecek biri olmadım hiç.

Dünyanın denemelerinin üstesinden gelmek ve de Tanrı’yı özgür kılabilmek adına


başını bu yola koymuş bir insanın, bireysel mücadele misyonunun zorlukları ile yüz
yüze kaldığında teslim bayrağını çekmesi diye bir şey söz konusu olamazdı çünkü. Bu
nitelikteki bir insan bir korkak gibi hareket edemez. Ben misyonum sürecinde eşimin,
çocuklarımın ve de ebeveynlerimin itirazlarına ve bir şekilde bana köstek olmalarının
önüne set çekmek adına onları tamamen bir kenara atabilecek bir yaklaşım içerisinde
oldum hep. Ben, 40 milyon hatta 60 milyonluk milletimin bana karşı geldiği bir yolu
tek başıma almayı göze alan bir insan oldum. (175-257, 1988.4.24)

Zaman o kadar kısa ki. Bütün bu şeyleri bir yaşam süresi içerisinde onarıp, telafi
edecek yeterli zamanımız yok. Ve bu benim yaşam amacım, mücadelem oldu. Bu
anlamda, dünyevi bakış açısından düşünüldüğünde benim yaşamım, çok acınılacak bir
yaşam. Tanrı’ya Rev. Moon’un nasıl bir insan olduğunu bir sorun bakalım. Keder
içerisinde haykıracak denli yoğun bir acı taşıyorum yüreğimde. Kalbi delik deşik
edilirken bir insan nasıl haykırırsa, benim duyduğum acı da o denli yürek paralayıcı
bir acı.
Ben bu dünyada yaşanabilecek acıların en yoğunlarını yaşamış bir insanım. Hiç kimse
benim çektiğim acıları anlayamaz. İnsanlar kendilerinin ne kadar üstün olduklarını
düşünerek sağda solda böbürlenebilirler ama benim çektiğim acıyı hiç biri anlayamaz.
Annenin bile bunu tam olarak anlayabildiği söylenemez.(213-278, 1990.1.21)

Tanrı’nın altı bin yıl boyunca üzerinde emek vererek oluşturduğu temel yitirilip de
Heungnam hapishanesine girdiğimde hissettiğim acılı şartları hiç biriniz bilmezsiniz.
Yaşadığım yerleri terk etmek zorunda kalmak değildi sorun. Geride bıraktığım eşim
ve çocuğum da problem değildi. Ama beni kabul edebilecek ve böylece göğün ve
yerin geleceğe yönelik ümidini sonuca taşıyacak insanların boyunduruklarından
kurtarılabilmesi adına göz yaşı döktüğüm günler daha sanki dün gibi. Bu insanlar, ne
yazık ki, onlarla bir gün mutlaka tekrar karşılaşacağım ve de “şimdi beni bir başıma
bırakıp yok olsanız da ben yoluma devam edeceğim ve de parlak sabah güneşini
bularak sizleri özgürlüklerinize kavuşturacağım” haykırışlarım içerisinde karanlığın
gücüne teslim oldular. Zincirlere bağlı iken bu şekilde haykırışımın sesi, hala
kulaklarımda, bu zorlu şartlar altında iken dua ettiğim zamanlar ise hala gözlerimin
önünde. (220-205, 1991.10.19)

Tanrı’ya: “Tanrım, Sen böyle böyle değil misin? Benim tanıdığım Tanrı böyledir.”
dediğimde, Tanrı elimi tutup: “Oğlum bunu nasıl anladın?” diyerek hıçkırıklara
boğuldu. Tanrı böyle bir şeyi duyduğunda hıçkıra hıçkıra ağlayacaktır. Bu durumda
Tanrı’nın ağlayışının sesi ne yükseklikte olacaktır dersiniz? Tanrı, içinde yaşanılan bu
durumun birkaç bin yıl daha bu şekilde süremeyeceğini biliyor. O yüzden de göz
yaşlarını silerek, “Oğlum, Tanrı’nın bu nitelikteki bir oğul ve de kıza ihtiyacı
olduğunu anlamalısın.” demekte. (176-263, 1988.5.11)

“Ben Tanrı’nın gerçek neferi olacağım ve de bu uğurda ne denli zorlu cephelerde


savaşmak zorunda kalırsam kalayım hep en ön safta mücadelemi vereceğim.”
şeklindeki bir inancı ve ruh gücünü taşıyorum. Bütün dünyanın bana cephe alıp, eziyet
ettiği ve de bundan ötürü tarifi imkansız yalnızlık ve acı içerisinde bulunduğum
dönemlerde dahi Tanrı’ya şikayette bulunmadım. Ve böyle davranabilmiş olmaktan
da gurur duyuyorum. (193-73, 1989.8.20)

Tanrı’ya katıksız inanın. Hiç bir şüphe taşımaksızın solunuzda, sağınızda, kuzeyde,
güneyde, önde, arkada, solda, sağda iman göremeseniz bile, bunu başardığınızda,
kendinizi merkez çizgide bulacak ve mutlak imanınızla tek bir pozisyonu, Tanrı’nın
ikamet ettiği mutlak pozisyonu bulacaksınız Her şeylerin onarımı da tam da o
noktadan başlayacaktır.
İnanç yolunuzda pek çok şeylerin yaptırım olarak size iletildiğine tanık olacaksınız,
bundan hiç kuşkunuz olmasın. İman yaşantınız merkezden sapmış olduğu için, kimi
zaman zorla da olsa açısının ayarlanması gerekir. Bu bakış açısından bakıldığında,
gerek Tanrı’nın gerekse de insanlığın aşmak zorunda oldukları acının büyüklüğünü
görebiliyor musunuz? (188-225, 1989.2.26)

6.2. Tanrı’nın işlevsel kılınmasına adanmış bir yaşam

Bunun beni ne kadar kızdırdığını bilemezsiniz. Tarihte benden daha fazla haksızlığa
kızan biri olamaz. Ağladığımda ne benden daha fazla acı çeken, ne de daha fazla göz
yaşı döken de yoktur. Öyle ki böyle zamanlarda, Tanrı’nın kalbindeki birikimlerin göz
yaşı seli halinde benim kalbimden aktığını hissederim. Ben, bu dünyada binlerce yıllık
tarihi, yitirilmiş acıyı kucaklarım. Söz konusu olan bitene sünger çekip, bizleri bu
noktaya getiren kökleri örtüp, kapatarak, orada öylece rahat içerisinde oturup karnınızı
doyurup olan biteni yok sayabilir misiniz? Köpekler bile böyle bir enkazın arta kalan
leşlerini yemeye yanaşmazlar. (180-50, 1988.8.20)

Tanrı’yı kimlerin tekelinde tutmaya çalışıyorsunuz? Onu, yalnızca Amerika’nın


Tanrısı mı yapmak istiyorsunuz? Yoksa Kore’ninki mi? Ya da yalnızca sizin Tanrınız
olmasını mı istiyorsunuz? Hangisi? Cevap verin. Bu kadar aç gözlü olmayın. Eğer
Onun sizin Tanrınız olmasını istiyorsanız, kendi insanlarınızdan çok daha fazla Tanrı
için çalışmayı göze almanız gerekir. Eğer Tanrı Rev. Moon’u çok seviyorsa, sizin
Tanrı adına Rev. Moon’dan daha fazla çaba gösterdiğiniz noktada emin olun ki sizi,
beni sevdiğinden çok daha fazla sevecektir. Bu gerçekten şaşmaz bir prensiptir ve
bunun böyle olduğuna da kimseler karşı çıkamaz. Tanrı’yı benden daha fazla gözetip,
rahatlatacak, Ona benden daha fazla hizmet edip, seçkin hizmette bulunacak insanlar
görmeyi şiddetle arzu ediyorum. Böyle düşünmeyip de, kendi yeteneğimden daha
aşağı insanları istiyor olsaydım, o zaman bir diktatör olurdum. (184-224, 1989.1.1)

Bir maraton koşucusu, başlangıç çizgisinden başlamak üzere yarışın yüzde seksenini
tamamlayıp da 100’üncü ya da 1000’inci metrelerde başa geçse ne olur? O noktada
düşerse eğer, her şey de orada biter. Böyle bir maraton koşucusu yarışa başladığında
izleyiciler, “Hey, biraz yavaşla” derler mi hiç? Aksine sonuna dek, düşene dek “Daha
hızlı, daha hızlı koş” diye teşvik ederler öyle değil mi? Benim için de aynı şey söz
konusu. Ben rekoru kırmak zorundayım, ancak rekorları kırdığım noktada Tanrı’nın
ödülünü rahat bir vicdanla almaya hak kazanabilirim. O nedenle de o noktaya kadar
kendimi zorlamam gerekir.(230-186, 1992.5.3)

Başlangıç noktasında bir şeyler yanlış gitti. O noktada dehşetli bir şeyler yaşandı.
“Doğumumda bir şeyler dehşet verici biçimde yanlış gitti. Yıllar geçip de büyüdükten
sonra bugün dilencilerden evlat edinilmiş bir çocuk, öksüzler yurduna bırakılmış bir
dilencinin çocuğu olduğum gerçeğini anlıyorum, ki bu, bir dilencinin çocuğu olarak
büyümekten bile daha acı bir gerçek. Oysa ki küçükken, ebeveynlerinizin gerçek
ebeveynleriniz olduğunu düşünmüştünüz, bir dilencinin çocuğu olduğunu öğrenmeniz
çok sonraları oldu. Böylesi bir doğumun sonucunu öğrenen ev halkınız ne düşünür,
hiç kuşku yok ki baş aşağı gidip, acıyla ağlayacaktır.

Ya siz, sizi büyüten anne babanızın gerçek anne babanız olmadıklarını öğrendiğinizde
nasıl bir şok içerisine girerdiniz? Böylesi bir durum, bütün insanlık dünyası için de
aynı gerçekleri taşır. Tanrı’ya gelince böylesi bir gerçek Onun açısından, Onun
özelliklerini ve konumunu miras almak durumundaki veliaht prensinin, bunun yerine,
ayaktakımı ile bir olup, cehennemin prensine dönüşüşüne tanık olması yönünden çok
daha kabullenilmez, çok daha şok edici bir gerçekti. (216-107, 1991.3.9)

Rev. Moon ve Birleştirme Hareketi’nin bünyesindeki karı-koca kavramı, sonsuz


ebeveynimize, Tanrı’nın soyağacından doğan oğul ve kızlar olarak binlerce yıl tabi
olacak ve de Tanrı’nın sonsuza dek benim diye sahiplenebileceği oğul ve kız
niteliklerini barındıracak birimler olmaları anlamına gelir. Düşüş nedeni ile oluşan ve
Tanrı’nın kalbini binlerce yıldır acıtan, kanatan yaraları ancak bu pozisyona ulaşmakla
iyileştirebilirsiniz.

Tanrı’ya sıkı sıkıya tutunup, “Baba, bunca zamandır ne kadar çaba sarf ettin?”
dediğinizde O da göz yaşlarına boğularak size: “Beni düşündüğün için teşekkür
ederim, ben bu çabayı binlerce yıllık bütün bir tarih boyunca sürdürüyorum.” diye
karşılık verecektir. Tarih, insanlığın yaradılışından bu yana, on milyonlarca yıl
sürmekte olduğuna göre, Kutsal kitaplardaki kültürlerin tarihini esas alan verilere göre
yalnızca altı bin yıl olarak öne sürülen bir tarih değildir. Dolayısı ile, Tanrı’nın
kurtuluş takdiri çalışmasını başlatmaya karar verdiği noktadan bu yana. on
milyonlarca yıl geçmiş durumda. (232-138, 1992.7.3)

Geçmişte, Birleştirme Hareketi bünyesine kendi çıkarları doğrultusunda, hareketi


kendi amaçlarına araç kılmak üzere katılan ve de her türlü işe bulaşan insanlara tanık
oldum. Bunların kim olduklarını bilmekle beraber beni bu şekilde kandırmalarına
karşılık vermedim. Neden böyle davrandığıma gelince bu, Tanrı’nın kendisinin de
bugüne dek insanlarına verdiği tepki idi. İnsanlar bana ihanet edip de sırtlarını dönüp
gittiklerinde, ben de öfkeyle ve içerleme ile parlayıp “ Bu ahlaksızların tepesine
yıldırım düşsün….Japon kılıcı ile hepsinin kafaları uçsa yeridir” ” diyebilirdim. Ama
onların kendisine dönüşlerini büyük bir sabırla bekleyen Tanrı’nın kalbini
düşündüğümde böyle bir şeyin gerçekleşmesini istemem asla söz konusu olamazdı.
İşin gerçeği, her defasında bu acılı Tanrıya odaklanıp, bağışlayıcı kalbe teslim
olduğumda, yeni bir perde de açıldı. Anlıyor musunuz? Birleştirme Hareketi’nin
oluşumu, bir bambu filizi gibi işte o noktada oluştu. O yüzden aile, kavim ve millet
aşamalarını birbiri ardınca gerçekleştirebiliyoruz. (197-312, 1990.1.20)

Tanrı’nın tarihsel acısının ve de bu tarihi öğretmeniniz tarafından yaşanan ıstırabın


boşa gitmesine izin vermemeli ve de sevgiyi kalbinizin derinliklerinde büyük bir
ihtimam ile koruyup, beslemelisiniz. Öbür dünyada Tanrı ile karşılaştığınızda Ona
sarılıp, gözyaşları içerisinde: “Acını biliyordum ve kendim de bunun sona
erdirilmesinde pay sahibi olmak istememe rağmen bunu gerçekleştiremediğim için
özür diliyorum.” diyebilmelisiniz. Eğer yaklaşımınız samimi olursa, siz bir yandan
böyle ağlarken, Tanrı da, gözyaşları içerisinde size sarılacaktır. İnancım o ki, gerçek
anlamda özgürlük böylesi bir an yaşanmadıkça gerçekleşmeyecektir. Eşinizin sevgisi
ne denli büyük olursa olsun, yine de böylesi bir sevgi seviyesine yaklaşması bile söz
konusu değildir. Bütün bunları bildiğim için, bu özgürlüğü herkeslere sağlayabilme
adına gözlerimi misyonumun gereklerinden bir an bile ayırmadım ve de rotamdan en
ufak bir taviz bile vermedim. (184-246, 1989.1.1)

Tekrardan bir araya gelinceye dek gece ve gündüz beni düşünün, karnınız zil
çaldığında yine beni aklınıza getirin. Yemek yiyemeseniz bile benim Tanrı’nın
iradesinin gerçekleşmesi için yaptığım şeyleri yapmaktan siz de kaçınmayın.
Yorgunluktan başınız döner olduğunda da, benim çok zamanları nasıl uykusuz
geçirdiğimi düşünerek Tanrı’nın iradesinin yerine getirilmesine öncelik verin. Öyle
zamanlarda öğretmeninizin iftiraya uğradığı zamanlarda kendini haklı çıkarmaya
çalışmadan nasıl dayandığını düşünebilmelisiniz. Kalben dosdoğru bir şekilde yarının
zaferlerine susamış olarak ve de sonuç kazanacak şekilde hareket edin ve böylece
düşmanlarınızın size doğal bir biçimde nasıl tabi olacaklarını görün. Sizlerin ve bu
insanların yaşam yolunu bulabilmeleri ancak bu yolla mümkün olacaktır. (82-48,
1975.12.30)

Bir keresinde bir inananın ölüm cezasına çarptırıldığını duyduğumda Birleştirme


Hareketi’nin kurucusu bir insan olarak bütün bir geceyi göz yaşı dökerek geçirdim. Bu
duruma ne kadar üzülmüş olduğumu bir bilebilseniz. Bu kişi beni tanımamış olsa idi
kuşkusuz böyle bir son onun için söz konusu olmayabilecekti. O kişi son saatlerini
yaşıyorken ve de yüzünü Doğu’ya Kore’ye çevirerek “ Ben şimdi gidiyorum” diyerek
bana uzun bir yaşam dilediğinde, kalbimin bunu nasıl güçlükle kaldırabildiğini ve de
hiç karşılaşmamış olduğu halde öğretmenini ülkesinin sınırları ötesinde izleme
kararlılığını göstermiş böyle bir insan için bir şey yapamamamın acısının
büyüklüğünü tahmin edemezsiniz Ancak ben, kötülüğün güçleri altında tutsak olup
eziyet çekenlere karşı Tanrı’nın kalbinin nasıl acı ile dolduğunu bilmeme rağmen,
bulunduğum pozisyon içerisinde bu insanların, gece gündüz demeden ileri doğru
hareket etmelerine hep önayak olmak zorunda olduğumun da bilincindeydim. (201-
152, 1990.3.30)

Ben hiçbir zaman, rüyalarımda bile Birleştirme Hareketi’nin kurucusu olmayı


düşünmedim. Şimdilerde de değişen bir şey yok. Belli bir inanç sisteminin kurucusu
olma gibi bir kavrama sahip değilim. Ben de herkesler gibi bir insanım. Bugün bile ne
takım elbise ne de kravat takma gereğini duyuyorum. Yalnızca basit, günlük giysiler
içerisinde kendimi rahat hissediyorum. Neden derseniz biliyorum ki, şimdi şu saatte
bile tüm dünyaya yayılmış Birleştirme Hareketi bünyesindeki, giysileri yağmurdan
sırılsıklam olmuş olsa bile tek arzuları beni görmek olan bana uzun ömürler dileyen
bir dolu insan var. Dolayısı ile insanların kutsama alabilmek için bana dualar ettikleri
gerçeklikleri görmezden gelmem mümkün değil.

O yüzden de bir kez gözlerimi açtığımda bu gözler uyku tutmaz. Ben, sanki kendini
günahkar gibi hisseden bir inanç sisteminin kurucusu olarak yaşıyorum. O nedenle,
Birleştirme Hareketi bünyesinde yer alanlar Rev. Moon’u dikkate almamazlık
edemezler (197-162, 1990.1.13)

You might also like