You are on page 1of 35

Kitap 1

GERÇEK TANRI
Konu Bir
Tanrı’nın Asal Varlığı

Bölüm 1. Tanrı, Görünmez Özne Birimdir

1.1. Görünmez Olan Tanrı

Tanrı’nın belli bir formu yoktur. Tanrı geniştir dediğinizde bu\ Onun sonsuza dek geniş, küçüktür
dediğinizde de sonsuza dek küçük oldugu anlamına gelir. (35-156)

Gerçekten de Tanrı diye bir şey var mıdır? Biri tarafından çimdiklendiğinizde size “ay” dedirten
ağrıdan, ya da sizi yemek yemeye yönelten açlığınızdan daha somut bir biçimde hissedebileceğiniz
bir Tanrı var mıdır, asıl sorun budur. Eğer Tanrı gerçekten var ise, bu, tüm problemlerin de çözüme
ulaştırılabileceği anlamına gelir.
Bizler hepimiz birer akıl birimine sahibiz. Görünmez olduğu için yokmuş gibi zannedilebilmekle
beraber, yine de bir akıl birimi vardır biliyoruz ama söz konusu bu akıl birimi nerededir, kafalarda mı,
yüreklerde mi, nerede? Akıl, bedenin her tarafında aynı anda yer alır. Aklın, beden içerisinde yer
almadığı hiç bir birim yoktur. Benzer şekilde, eğer Tanrı olgusu diye bir şey var ise, dünyayı, onun
ifade bulmuş bedeni olarak algıladığımızda da, bu, Onun, dünyanın her tarafında var olduğu anlamına
gelir.
Enerjiyi göremeyişiniz, gibi Tanrı’yı da göremezsiniz. Bütün enerjilerin nihai kaynağı olması yönü
ile Tanrı, ruh dünyasında bile görünmezdir. (89-72)

Her şeye gücü yeten, her şeyi önceden bilme özelliklerine sahip bilge Tanrı, yaratacağı şeyler arasında
özgürce, hiç bir müdahale olmaksızın rahatça dolaşıp, hareket edebileceği şekilde belli bir cisme
sahip olmamanın çok daha uygun olacağını düşünmül olmalı. Gerçekten de, Tanrı belli bir cisme
sahip olmadığı için, tüm şeylerin arasından hiç bir sorun olmaksızın geçebilir, hatta sizler
uykudayken, bedenlerinize bile, sizler farkında olmadan girip, çıkabilir. Bunun Tanrı açısından ne
kadar büyük bir elverişlilik yarattığını bir düşünün. Bu durumda, Tanrı’nın, böylesi çok daha uygun
olacağı için, görünmez olmayı seçtiğini söylemek sanırım gayet anlaşılırdır. (138-167)

Havanın dolaşımını fark etmeyiz. Hava etrafımızda dolaşmasına rağmen onu hissetmeyiz. Bizi
böylesine sarıp, sarmalayan havayı bile hissedemezken, Tanrı!’nın varlığından nasıl haberdar
olabiliriz?
Tanrı açısından görünmez olması çok daha uygundur. Öte yandan, Tanrı, bu denli geniş evreni sarıp
sarmalayacak denli de büyük olmak durumundadır. Tanrı, görünmez olmakla beraber, evrenden bile
daha büyük bir akla ihtiyaç duyar. (138-167)

Sizlerde sevgi olduğunu düşünüyor musunuz? Peki ya yaşam? Hepiniz soylarınızı sürdürecek tohum
ya da yumurtalara sahipsiniz öyle değil mi? Peki ya vicdana? Bugüne dek hiç sevgi ile tanıştınız mı
peki? Yaşam, soyu ya da vicdanı görmüşlüğünüz var mı? Bu birimlerin etkilerini gayet iyi bilmekle
beraber, onlara ne dokunabilir ne de görebilirsiniz. Bu birimleri bilmeniz ancak ve ancak aklınız
aracılığı ile hissetmenizle mümkündür. Dolayısı ile Tanrı’nın var olup olmadığı ya da Onu görüp,
görmediğiniz size sorulduğunda da, Onu görmediğinizi söyleyemezsiniz.(275-13)

Tanrı sizde işler olduğuında, kalbiniz bunu gayet iyi bilir. Tanrı yüreğinizde yer aldığında, duvarların
ötesinden görebilir ve binlerce yıl once yaşamış bulunan ermişlerle bile zahmetsizce iletişim
kurabilirsiniz. Gerçekten de, sonsuz olan Tanrı, kalplerinize yerleştiğinde bunu gerçekleştirmeniz
işten bile değildir. Sonsuzluğu, zaman ile tutsak etmeniz mümkün değildir çünkü zaman sonsuzluğun
içerisinde var olan bir boyuttur. Dolayısı ile, Tanrı görünmez olmasına rağmen, kalbiniz Onu gayet iyi
bilir. (41-285)

Tanrı ne şekilde sever? Bunu cevaplandırmak hayli güç öyle değil mi? Tanrı belli bir forma sahip
olmadığı için, her yere girebilir- örneğin birinizin gözlerinin bir diğerinizin kalbinin içerisine- her
yere girebilir. Tanrı’nın giremeyeceği hiç bir yer yoktur. Bu durumda, Tanrı nerede yaşar? Evi
nerededir? Tanrı’nın mekanı, kalplerimizin tam da orta yeridir. Tanrı’nın kalbinin maskülen yanı
erkeğin, feminen yanı ise kadının kalbinde yaşar. (128-325)

Gücü her şeye yeten, ileriyi görebilen ve de göğü ve yeri yöneten Tanrı’nın burada olduğunu farzedin
bir an. Tanrı, sahip olduğu tüm güçlerle, isterse bir anda Tebek dağını darmadağın edip, yeryüzünün
ortasında bir delik oluşturabilir. Ancak böyle şeyler gerçekleştirebilecek bir Tanrı’yı yeryüzünde
görerek yaşamınızı sürdürebilir miydiniz bir düşünün bakalım?
Unutmayın ki Tanrı’nın görünmez oluşu bizlerin faydasınadır. Tanrı görünür bir Tanrı olsa idi eğer,
sinirleriniz bunu kaldıramaz ve bu dünyada bir saat dahi yaşayamazdınız. O nedenle Tanrı’nın
görünmez olma özelliğinden hoşnutluk duymanız gerekir. Bu hiç de gülünüp, hafife alınacak bir konu
değil. Sizinle paylaştıklarım, başkalarından duyduğum değil benim bu konuya yönelik bizzat kendi
etkileyici deneyimlerimdir. (38-244)

Dünyada, yalnızca yarım litre hava kalmış olsa ve de Tanrı, zor kullanan yaptırımcı bir Tanrı olsa idi
eğer, dünyanın birleşmesi hiç sorun olmazdı. Hatta bunu gerçekleştirmesi Tanrı’nın beş dakikasını
bile almazdı. Tanrı’nın, insanlığı, eğer birleşmezlerse sahip oldukları havanın tümden alınacağı
yaptırımı ile tehdit etttiğini bir düşünsenize. İnsanların tümünün de bir anda “evet birleşeceğiz”
dediğini duyar gibi oluyorum. Tanrı’nın bu tip benzeri yöntemleri gündeme getirmesi söz konusu olsa
idi eğer dünyanın birleşmesi de anlık bir olay olurdu. Ancak Tanrı’nın böylesi bir sonucu gündeme
getirmek için hava yaptırımını kullanmamasından ötürü minnet duymalıyız. Çünkü hava olmaksızın
bir an bile yaşayabilmemiz söz konusu olamazdı. Bununla beraber bu denli hayati önemi olan bir
unsur bize bağışlandığı için müteşekkir bir tutum içerisinde olmak yerine, değerinin farkına hiç
varmaksızın hafife almaya ne kadar da yatkınız öyle değil mi? (38-244)

Yerin ve göğün, tüm evrenin efendisi Tanrı, göze görünür bir nitelikte olsa idi, insanlar Tanrı’yı
sahiplenebilmek adına da sürekli bir mücadele içerisinde olacaklar ve de bunu sona erdirmenin bir
yolu bulunmayacaktı. O nedenle Tanrı’nın görünmez oluşu o anlamda da çok daha iyidir.
Düşünün bir, Tanrı, görünür olsa idi eğer Amerika ve Sovyetler Birliği’nin her biri de, Tanrı’nın
kendilerine ait olduğunu ileri sürerek sürekli bir çatışma içinde olmazlar mıydı? Peki böyle bir
çatışmada Tanrı’nın taraf tutması diye birşey söz konusu olabilir miydi? Şu bir gerçek ki, her şeyleri
bilme özelliğine sahip bir Tanrı olarak bu tip çatışmalara yol açmama adına da, Tanrı, görünmez
olmayı yeğlemiştir Derin düşünüldüğünde Tanrı’nın görünür olmasını arzulamaktan daha çılgınca bir
istek olamaz. Onun görünmezliğinin ise sayılamayacak denli faydaları bulunmaktadır. (41-260)
Evren, bir giz perdesi ile örtülü durumda. İçinde yaşadığımız bu muhteşem evren, 21 milyar ışık yılı
denli bir genişliğe sahiptir. Bir ışık yılı, ışığın bir yıl içerisinde kat ettiği mesafedir. Işık, saniyede yedi
buçuk kez yeryüzünün çevresini dolaştığına gore, bir ışık yılı, ışığın bir yıl içerisinde kat ettiği
mesafedir. Bu durumda, böylesi büyüklükteki bir evreni yöneten evrenin yaratıcısı ne büyüklüktedir
diye düşünesi geliyor insanın. Öyle ya eğer belli bir uzunluğu söz konusu olsa idi, Tanrı ne uzunlukta
olurdu? Ve yine Tanrı eğer bizler gibi bir bedene sahip olsa idi bu denli büyük bir bedenin, hareket
kabiliyetinin hantallıktan ötürü nasıl güç olabileceğini, ne kadar elverişsiz durumların gündeme
gelebileceğini bir göz önüne getirin. O büyüklükteki bir Tanrı’nın en küçük bir hareketi bile evrende
bir şeylerin sürekli yerinden sarsılmasına neden olmaz mıydı? Ama hayır, Tanrı bütün bu
elverişsizliklerin hiç birisinin dünyayı sarsmasına izin veremeyecek kadar bilge olduğu için de
görünmez kalmayı yeğledi. (138-167)

Tanrı’nın ağırlığının ne kadar olabileceğini hiç düşündünüz mü peki? Diyelim ki Tanrı, milyarlarca
ton ağırlığındadır, böyle bir durumda etraflarda dolanmasının Onun için ne kadar zahmetli olacağını
anlayabiliyor musunuz? Ancak tüm bu olası elverişsizlikler, Tanrı’nın görünmez olma özelliğinden
ötürü söz konusu olmadıkları için bizler, bu anlamda olabilecek en ideal durumda yaşamaktayız. Öyle
ki, Tanrı’yı cüzdanınızda bile taşıyor olsanız hiç bir ekstra ağırlık hissetmezsiniz.
Yine Tanrı görünmez olduğu için, küçücük bir iğnenin deliğinden bile rahartça geçebilir. Başka bir
deyişle, Tanrı, hem sonsuz büyük hem de sonsuz küçük olabilme özelliğinden ötürü tüm evren
bünyesinde hiç bir engelle karşılaşmaksızın istediği şekilde özgürce hareket edebilir. (136-106)

Sizin için büyük değer ve önem taşıyan bir şeyinizi hep yanınızda taşımak istersiniz ve o şeyden bir
dakika bile ayrılmayı arzu etmezsiniz. Peki, her şeylerden çok daha değerli olan Tanrı sizin
mülkiyetinizde olsa idi Onu nerede taşımayı düşünürdünüz? Böylesine değerli bir varlığın en güvenli
şekilde muhafaza edilebileceği yer neresi olabilirdi? İnsanın yüreği, Tanrı’nını en güvenli biçimde
muhafaza edilebileceği yegane yerdir. (111-40)
Tanrı görünmez olduğuna göre, somut olan şeylere, Kendinden bile daha fazla değer verecektir
sonucunu çıkarmak mümkün. Ancak o noktada her şeyler de dönmeye başlar. İnsanlara gelince,
görünmez akıllarını ve Tanrıyı kendi bedenlerinden daha fazla gözetmeliler. (111-36)

1.2. İnsanoğlu, aslen, her şeyleri, doğal bir biçimde bilecek konumda yaratılılmıştı.

İnsanoğlu düşerek Tanrı merkezlilikten uzaklaşmamış ve de asal iyiliğe merkezli ebeveynlerden çıkış
bulmuş olsa idi eğer, Tanrı var mı, yok mu tartışmaları söz konusu olmayacak çünkü, insanlar
doğdukları andan itibaren bunu biliyor olacaklardı. Bebekler, nasıl, doğdukları andan itibaren anne
memesi ile temasları ile birlikte, doğal emme güdüsü ile bunu nasıl yapacaklarını bilirler ise,
insanoğlu da düşmemiş olsa idi, Tanrı’yı doğal bir biçimde biliyor olacak ve de Onun ile olan
ilişkisine özen gösterecek ve de yine otomatik bir biçimde neyi nasıl yapması gerektiğini anlıyor
olacaktı. Ancak Düşüş olayı, insanların her bir şeyleri unutmalarının da önünü açtı. Ve dünya da bu
nedenle, Tanrı’nın varlığından bi haber, kuşku duyulur bir yere dönüştü. Bu gerçekten de çok trajik
bir durumdur. (20-306)

İnsanlar, evrende yer alan bütün diğer varlıklarla kıyaslandıklarında asal anlamda Tanrı’nın başeseri
konumunda yaratılmış idiler Peki diğer varlıkların üstünde bir konumda yaratılan bu varlıkların hayal
edilebileceğin ötesinde bir anlayışa da sahip olmaları gerekmez miydi? Üstelik onları yaratan
Tanrı’nın, mutlak bir Tanrı olması itibarı ile, insanlarını, kendisinin söylediklerini, gördüklerini, ve
hissettiklerini anlamaktan aciz bir şekilde yaratması söz konusu olabilir miydi? (53-51)

Tanrı’nın benzeyişinde yaratılan Adem ve Havva Onun asal özelliklerini yansıtacak ebeveynler
olmayı başarsalar idi eğer, onlarda ifade bulacak ve sürekli barınacak Tanrı da, bütün bir tarih
boyunca blinir olacak, varlığından kuşku duymak gibi bir şey de asla söz konusu olmayacaktı.
Düşüş gündeme gelmemiş olsa idi, Tanrı, her arzu edilen zamanda,, Ona her seslenişimizde bize
görünür olabilecekti. Böyle bir ilişki seviyesine ulaşıldığında kim, Tanrının varlığını sorgulayıp,
inkara yeltenebilirdi ki?
Tanrı’nın varlığı, salt sözlerle ifade bulmaz. Prensip bünyesindeki özne ve nesne ilişkisine
baktığımızda, almamız gereken pozisyon, Tanrının mutlak bir biçimde var olduğundan ziyade, tüm
duyularımıza ve bütün varlığımıza yön veren Tanrının, biz Onu düşünmeden çok daha önce de var
olduğu şeklinde olmalıdır.
Bu gerçeğin farkında olmak, diğer bütün şeylerden daha önemlidir. Temel kural, farkında olmaklığın,
anlayışın, bilginin önünde geldiğidir, bunun tersi değil.
Hava soğuk olduğunda, kendimiz üşümeden önce, soğuğu hissederiz, üşüdükten sonra havanın soğuk
olduğunu değil, öyle değil mi? Aynı şekilde eğer Tanrı var ise, Onun varlığını bütün hücrelerinizle
hissedebilmeniz gerekir.
Aslolan böyle bir algılama seviyesine ulaşmaktır. Başka bir deyişle, olay, bu tip şeyleri
deneyimlediğimiz durumu ne şekilde güvence altına alabileceğimizdir. (58-291)

Sizler, uykuya dalmadan önce, hatta kendinizle baş başa kaldığınızda bile, “Baba” diyebilecek bir
anlayışa sahip olabilmelisiniz. Günlük yaşantınızda, yemeyi ve uyumayı bile unutup, büyük bir
özlemle “Baba” dedğinizde, Onun elini bile tutabileceğiniz mucizevi gelişmelere tanık olabilirsiniz.
Ona “Baba” diye seslendiğinizde Onun tarafından sarılıp, sarmalandığnızı duyumsayablirsiniz.
İnanç yaşantınızda bilmeniz gereken en öenmli şey ise, böylesi derin deneyimler yaşayabileceğiniz
duygulara ne şekilde kanalize oabileceğinizdir. Deneyim ve duygularınızın derece ve miktarı, inanç
seviyenizin de göstergesi olacaktır.
Böylesi bir sevgi duyarlılığına sahip olduğunuzda, bir şeyleri yapmaya yeltendiğinizde, daha henüz
yardım istemeden, Tanrı yanı başınzda olacak ve sizler de, bunu hissettiğinizde, “Teşekkür ederim
Baba” diyebileceksinz. (58-299)

Birleştirme Hareketi’nın doktrinine göre, Tanrı, bünyesindeki çiftlilik özelliklerinin uyum içerisinde
bir arada yer aldığı görünmez, mutlak özne birimdir. Çiftlilik özelliklerine sahip olan Tanrı, Adem ve
Havva’yı, gelişimlerini tamamlayarak olgunlaşıp, yatay anlamda sevgi merkezinde birleştiklerinde,
dikey bir ilişki zemini içerisinde Kendisinin görünür ifadeleri olabilecekleri şekilde yarattı. Başka bir
deyişle, Adem ve Havva olgunluğa ulaştıklarında, Tanrı’daki maskülenlik özellikleri Adem,
feminenlik özellikleri ise Havva aracılığı ile ifade buluyor olacaklardı.
Kuşkusuz bu, Tanrı’nın bölünmesi anlamına gelmemektedir. Tanrı, çiftlilik özelliklerinin özne birimi
olması yönü ile, hem Adem’in hem de Havva’nın akıl birimlerinde barınabilir. (138-245)

Tanrı’nn, çiftlilik özelliklerinin uyum içerisinde yer aldığı özne birim olduğundan söz ettik, öyle değil
mi? Ama buna ek olarak, Onun aynı zamanda, sevgide birliği ifade eden bir varlık olduğunu da
belirtmemiz gerekir. Tanrı, aynı zamanda sevginin birleşik varlığıdır da.

Bölüm 2. Görünmez Olması Yönü ile Tanrı’nın, Görünür Bir Bedene İhtiyacı Vardır

2.1. Tanrı, Adem ve Havva’yı, Kendini bir bütün olarak ifade edebileceği bedenlere sahip
olabilme adına yarattı

Tanrı, neden Adem’inki gibi bir forma ihtiyaç duydu? Bütün yaratılan varlıklar belli bir dış yapıya
sahiptirler. Ancak Tanrı görünmezdir. Tanrı’nın belli bir formu yoktur. Tanrı geniş dersek, bu Onun
sonsuza dek geniş, küçük dersek sonsuza dek küçük olduğu anlamına gelir. Bu özellikteki bir varlık,
görünebiliyor olsa idi bile, belli bir bedene sahip hiç bir varlığı direkt bir biçimde yönetemezdi.
Dolayısı ile, somut yaradılış dünyası birimlerinin, yaratıcının karakter ve form özelliklerini barındırıp,
yansıtabilecek somut varlıklara ihtiyacı vardır. Tanrı, sonsuz ruh dünyası ve de yeryüzündeki tüm
varlıklar üzerinde egemen olmak durumundadır. O nedenle Tanrı, görünür ve görünmez tüm varlıkları
yönetebilmek adına, bu varlıkların uyum merkezi konumunda kendisini mükemmelen görünür bir
biçimde ifade edip, yansıtacak ve de tüm varlıkların merkezi pozisyonunda, Adem’i yarattı. (35-156)

Tanrı’nın insanları yaratma nedeni, Adem aracılığı ile fizik ve ruh dünyalar üzerinde egemen olmak
adına idi. Tanrı, kişiliği olan bir varlıkla ilişki içerisinde olmak durumundadır. Öyle ki, Adem’in
kendi kişiliğinde mükemmelliğe ulaşması ile birlikte, Tanrı’nın dışsal formu da mükemmelliğe
ulaşmış olur. Tanrı, Adem’i yarattığında, Adem’in şeklinin, görüntüsünün, karakterinin vs.nin, ruh
dünyasının merkezinde yer alan Tanrınınkine benzemesini arzulamakta idi. Belli bir forma sahip
olmaksızın, hiç bir varlığın madde, form dünyası üzerinde egemen olması mümkün değildir çünkü.
(35-158)

Tanrı Adem ve Havva’yı neden yarattı? Tanrı, görünmez bir varlık olması yönü ile, fizik bedene sahip
çocuklarını, yine fizik bedene sahip bir anne, baba olmadan sevemeyeceği için, belli bir beden
aracılığına sahip olmayı arzuladı. Adem ve Havva’nın yaratılma nedenleri 1-Görünmez olan
Tanrı’nın, mükemmelliğe ulaşma durumundaki Adem aracılığı ile bir bedende ifade bulmak istemesi
2-Belli bir somut beden aracılığı ile Tanrı’nın, duyguları olanca yoğunlukları ile titreşimsel bir
biçimde duyumsamak istemesi (çünkü salt sözlerle bu duyumsama gerçekleşemez) Tanrı bile, bu
etkileşimlerle ancak gerçek anlamda sevinci duyumsayabilir. 3-Tanrı’nın, eni-boyu olmayan ve
merkez eksene sahip dikey bağlamda bir Baba olması yönü ile, yatay düzlemin aracılığına ihtiyaç
duyması. (232-210) olarak sıralanabilir.

Tanrı’yı ruh dünyasında bile görmeniz mümkün değildir. Tanrı görünür özellikte değildir. Enerjiyi
görebilir misiniz? Tanrı, enerjinin yegane kaynağı olduğu için, ruh dünyasında da görünmezdir, orada
da bir bedene sahip değildir. O nedenle de, fizik dünyaya yön verip, yönetebilmek için, somut bir
beden aracılığına ihtiyaç duyar. Tanrı nasıl bir Tanrıdır? Adem, düşmeyip, fizik bedeni içerisinde iken
henüz, karakterinde olgunlaşarak kutsallık sahasına ulaşmış olsa idi eğer, Tanrı’nın da görünür ifadesi
olmayı başarabilecekti. Böylece görünmez Tanrı ile, görünür Adem tam bir bütünlük oluşturacaklardı.
Öyle ki Adem, güldüğünde Tanrı gülüyor olacak ve bu aynı zamanda tüm evrenin de gülüşü olacaktı.
(105-193)

Görünmez ilahiliği içerisinde, Tanrı, yarattığı evrenden gerekli duyum ve zevki tek başına alamaz.
Aklen ne kadar etkilenirse etkilensin, belli bir forma sahip olmamaklığından ötürü, belli bir esin de
alamaz. Varlığın görünmez özellikleri aynı olduklarında, birbirlerini harekete geçiremezler. Sıcak ve
soğuk su gibi iki karşıt şey biraraya geldiklerinde, birbirlerine tepki verirler öyle değil mi? İşte
sözünü ettiğimiz böyle bir etkileşime ihtiyaç duyulmasıdır. (141-37)
Tanrı, ruh dünyasında bile görünmezliğini sürdürür. Tanrı’nın belli bir formu yoktur.. o yüzden de,
belli bir forma sahip insanoğlunun ebeveyni konumunda durabilmesi için, belli bir form edinmesi
gerekir. Aksi halde merkezi konumunu sürdüremez. (222-337)

Tanrı’nın yaradılış dünyasını vücuda getirme güdüsünün nihai amacı, bir bedene sahip olmaktır.
Görünmez olan Tanrı, fizik dünyayı yönetemeyeceği için, tüm insanlığın Annesi ve Babası
konumunda, beden alarak ifade bulmak ve de bedenin duyu organları aracılığı ile sevinç ve coşkuyu
duyumsayabilmek adına, nesne birimi karşısında özne birim olarak yer alabileceği bir bedeni
sahiplenmek durumundadır.(25-342)

Tanrı, belli bir formu olmayan bir varlık olarak, Yaratıcısı kendisi olmasına rağmen yine de fizik
dünyayı yönetemez. Dolayısı ile belli bir beden aracılığına ihtiyaç duyar. Tanrı’nın yaratma amacı, bir
beden aracılığı ile somut anlamda ebeveynlik duygusunu duyumsamaktır. Bu da, Adem ve Havva
aracılığı ile gerçekleşmek durumunda idi.
Adem ve Havva, mükemmelliğe ulaşmayı başarmış olsalar idi eğer, Tanrı onların akıl birimlerinde
sonsuza dek barınacak ve Tanrı merkezli bir sevgi egemenliği de tesis edilmiş olacaktı. Böylesi bir
sevgi krallığı temeli ile de, ebeveynlik sahası da tesis olunacak ve de, asal Adem büyük oğulluk
sahasını tesis etmeyi başaracaktı. Böylece bugünkü ikinci oğulluk sahasına gerek kalmayacaktı.
Adem’in kendisi, büyük oğulların en büyüğü, Havva da, büyük kızların en büyüğü konumunda yer
alaraktan insanlığın bütün ebeveynlerinin ebeveynleri konumunu tesis edecekler ve de sonsuzluk
dünyasının da yönetenleri olacaklardı. (214-39)

Tanrı, insanları neden birer beden birimine sahip şekilde yarattı? Ve de Tanrı neden, bir beden
aracılığı olmaksızın tek başına kalmayı yeğlemedi? Bu onun için çok daha kolay olmaz mıydı? Öyle
ya Tanrı, beden olgusunu gündeme getirerek kendi için de bir dolu sorun yaratmayı ne adına göze
aldı? Tanrı, belli bir formu olmayan bir ilah olması özelliği ile, bir bedene sahip insanların atası
olamazdı. Dolayısı ile ebeveyn olması yönü ile de, bedene sahip çocukları ile iletişim içerisinde
olabilmek için Kendisini ifade edebileceği bir bedene sahip olma pozisyonunu oluşturması
kaçınılmazdı.
Adem’in bedeninin, Tarırı’nın bedeni imiş gibi var sayılması bu nedenledir. Ancak Tanrı, seviye
olarak Adem’in aklından daha üst boyutlu bir dünyada yer alır. (223-183)

Tanrı, belli bir forma sahip olmayıp, görünmez olduğu için, belli bir form içerisinde kendini ifade
etmesi kaçınılmazdır. İnsanlığın yanı sıra yine bir forma sahip olarak yaratılan diğer varlıkları
yönetebilmek adına da, Tanrı, Adem ve Havva’nın formunda görünmek durumundadır. Öyle ki,
Adem, Havva ve Tanrı bütünleştiklerinde, Tanrı da, Adem ve Havva’nın akıllarının merkezinde yer
alacağından onların akılları gibi var sayılır.
Tanrı, Adem ve Havva’nın kalbine yerleşip, onlarla bir bütün oluşturduğunda, Adem’in içsel
yönlendiricisi ya da içsel Adem gibi var sayılır. (90-194)

Tanrı insanları neden yarattı? Evrenin belli bir somut forma sahip olma gerekçesi, yine somut bir
forma sahip Adem ve Havva aracılığı ile, Tanrı’nın evren bünyesindeki birimleri yönetebilecek
pozisyona sahip olabilmesi adınadır. Tanrı, ruh dünyasında belli bir formu olmaksızın yer aldığı ve de
bu yönü ile somut evren birimlerini direkt olarak yönetemeyeceği için, sahip kılındıkları beden
ayrıcalığı ile yeni nesillere döl verebilecekleri ve de böylelikle Kendisini onlar aracılığı ile sevinci
duyumsayabileceği bir kral pozisyonuna oturtacakları düşüncesinden yola çıkarak çocukları
pozisyonundaki insanlarını yarattı.
İşte söz konusu bu kralın yüzü, Adem’in yüzüne benzer.. Ancak bir kral kraliçeye de ihtiyaç duyar
öyle değil mi? Peki ama kimdir bu kraliçe? Havva, da söz konusu bu kraliçe olmak durumundadır.
Adem ve Havva hem yeryüzünde hem de ruh dünyasında insanlığın ataları olmak durumundadırlar.
(199-144, 1990.2.16)

2.2. Adem, insanlığın ilk atası ve de Tanrının görünür ifadesidir

Tanrı’nın Adem ve Havva’yı yaratma nedenlerinden ilki bir beden aracılığına sahip olmak, ikincisi
ise, sevgiyi mükemmelleştirmek idi. Adem ve Havva olgunluğa ulaşıp, bir bütün oluşturarak sevginin
fiziksel enkarnasyonu olmayı başardıklarında, Tanrı da, sonsuza dek onlarda yaşayacak ve böylece
Adem ve Havva, bütün insanlığın gerçek sevgi merkezli ebeveynleri olacaklardır.
Adem ve Havva böylece, Tanrı’nın dışsal formunu temsilen somut ebeveynler olarak çocuklar
dünyaya getirdiklerinde, ideal dünya da gündeme gelecektir. Sonrasında da, insanlar aracılığı ile ruh
ve fizik dünyaların birliği sağlanacaktır. Dolayısı ile Tanrı’nın insanı yaratmasının bir diğer nedeni de,
ruh ve fizik dünyalar arasındaki bağlantının sağlanması adına idi.
Böylece insanlığın gerçek somut ebeveyni olarak, sevgi aracılığı ile Adem ve Havva’da barınan Tanrı,
Adem ve Havva ruh dünyasına geçiş yaptıklarında bile onların formunda ebeveynlik pozisyonunu
sürdürebilir.
Tanrı’nın somut bedeni olarak yaratılan Adem, mükemmelliğe ulaştığında, insanlığın da atası olur.
Başka bir ifade ile, Adem, Tanrı’nın enkarnasyonu olur. Görünmez olan Tanrı’nın fizik varlıklar
dünyasında egemen olabilmesi için, görüp, işitebileceği bir somut bedene ihtiyacı vardır.
Adem, Tanrı’nın somut benliği olarak yaratılan bu birimdir işte. Bu durumda Havva da, somut formu
olan bir eş, Adem’in eşidir.
Bu, Adem, Tanrı’nın somut formu ise eğer, Havva’nın da Tanrı’nın somut formdaki eşi olduğu
anlamına gelir. Kutsal olan Tanrı’nın bir eşe sahip olabileceği düşüncesi kolay kabul edilebilir
olmamakla beraber, Adem, Tanrı’nın somut, görünür ifadesi olmak üzere yaratılmış olduğuna göre,
Havva’nın da, Onun somut, görünür eşi olabilecek bir konumda yaratılmış olması anlaşılırdır. (22-
279)

Tanrı, iki nedenden ötürü Adem ve Havva’ya ihtiyaç duyar: İlki, sevgi idealini onlar aracılığı ile
gerçekleştirmek istemesi. İkincisi de, soyut bir varlık olarak Tanrı’nın dışsal bir formda Kendisini
ancak onlar aracılığı ile ifade edebilmesi. Bu nedenle, Adem ve Havva birlikte, soyut bir varlık olan
Tanrı’daki niteliklerin, somut dışsal bir form aracılığı ile yine somut dünyaya aktarılabilmesinin
zemin ve özünü oluştururlar. (92-147)

Görünmez olan Tanrı, kendi kutsallık sahasında tek başına yaşıyor olsa idi bu neye yarardı?
Görünmez olan bir Tanrının kime ne faydası olurdu? Tanrı, insanlığın ebeveyni olabilmek için, bir
beden aracılığı ile duyguları olanca yoğunluğu ile hissetmek zorundadır. Dolayısı ile, Tanrının, insan
gibi bir bedene sahip olmak adına, Adem ve Havva’yı, Kendindeki çiftlilik özelliklerini barındıran
varlıklar olarak yaratması kaçınılmazdı.(133-91)

Tanrı, somut bir form içerisinde babalığını üstlendiğinde, görünmez ve görünür olan da bir olur.
Bu, evrenin de bir olması anlamına gelir. Tanrı, bunun için, Adem ve Havva’yı, kendisindeki dışsal
form benzeyişinde somut varlıklar olarak gündeme getirdi.
Adem ve Havva, göksel saraya ve tahta yüceltildiklerinde,Tanrı da, hem fizik hem de ruh dünyalarını,
bu kral ve kraliçenin akıllarında barınarak onların aracılığı ile yönetir. Bir başka deyişle, Tanrı’nın
krallığı bu şekilde tesis edilmiş olur. Söz konusu bu krallık bir sevgi krallığıdır. Ruh ve beden de
zaten, ancak ve ancak sevgi aracılığı ile birleşip, bütünleşebilir. Bunun başkaca da bir yolu yoktur.
(143-93)

Havva, Tanrı’nın gelecekteki prensesi, aynı zamanda da muhatap aldığı eştir. Tanrı, sevgi paylaşımı
için Havva’nın kendisine eş olmasını arzu etti.
Sevginin paylaşımı için bir beden aracılığına ihtiyaç vardır. Tanrı, ruh dünyasında görünmez bir
varlıktır. Güneşin ışığı, nasıl 24 saat gökyüzünden eksilmezse, Tanrı, da görünmez bir varlık olarak,
her şeyleri kendi kutsallığı içerisinde idare eder. Ancak somut bir bedene sahip insanoğlunun,
görünmez olan bir Tanrıyı sevgi muhatapı gibi alabilmesi mümkün değildir.
O nedenle, görünmez olan Tanrı, sevgi idealini mutlak bir biçimde gerçekleştirebilecek birer bedene
sahip ve de kendi sevgisine muhatap olacakları şekilde Adem ve Havva’yı yarattı. Tanrı, Adem ve
Havva’nın formunda ifade bulur. Bu çerçevede Tanrı, içsel baba, Adem dışsal baba, Tanrı içsel
ebeveyn, Adem ise dışsal ebeveyn konumunda yer alırlar.(199-361)

Tanrı, göğü ve yeri, sevgiyi paylaşma adına yarattı. Böylece, görünmez olan Tanrı, erkek ve kadını
da, sonsuz sevgisinin enkarnasyonları (tezahürleri) olarak gündeme getirdi. Bu prensipe gore,
sevginin merkez enkarnasyonları olarak vücut bulanlar insanlığın da gerçek ataları ve
ebeveynleridirler. İnsanlık bugüne dek gerçek ebeveynlere sahip olamadığı için böyle bir kavrama
tümden yabancıdır. Ancak bugün Birleştirme Hareketi ile birlikte gerçek ebeveynler doktrini de
yerleşiklik kazanmaktadır. (38-173)

Tanrı, Adem ve Havva’yı niye yarattı? Görünmez olan Tanrı’nın, somut fizik dünyası üzerinde
egemen olması mümkün değildir. Belli bir formu olmayan görünmez nitelikteki Tanrı’nın, evreni
oluşturan, yaratılmış tüm varlıkların görünür dünyasını yönetmesi söz konusu olamaz.
O nedenle, Tanrı, sevgiye merkezli bir bedeni, aracı almak durumundadır. Evreni vücuda getirme
nedeni buna dayanır Tanrı, gerçek sevgiye merkezli bir bedeni aracı aldığında ancak, duyumları
işlerlik kazanır. Evet, Tanrı, gerçekten de ancak bu şekilde hissedip, etkilenebilir. (166-232)

Görünmez olan Tanrı’nın somut bir bedeni olmadığı için, Gerçek Ebeveynler, Onun formunu temsil
ederler. Gerçek Ebeveynler, bireysel, ailesel, kavimsel, ırksal ve de milletsel ebevynlerdirler ve Tanrı
da gelecekte, ruh dünyasında, Gerçek Ebeveynlerin formu ile kendini ifade edecektir. Birleştirme
Hareketi’ni farklı kılan da işte bu olgudur. Rev. Moon’un değeri ise, Tanrı’nın, Rev. Moon’un
formunu sahiplenmek istemesine dayanır. (98-224)

Tanrı görünmezdir. Görünmez olan bu Tanrı, görünür bir Tanrı olarak ifade buldu. Nedir görünür
Tanrı? Görünür Tanrı diye adlandırılan, düşmemiş olan ve mükemmelliğe ulaşmayı başaran Gerçek
Ebeveynler’dir. (201-83)

Tanrı ruhsal ve de belli bir formu olmayan bir varlık olduğu için, insanlar, Onun öğretmek
istediklerini direkt bir şekilde alamazlar ya da Ondan, dolaysız bir şekilde gelecek yeniden doğuş
deneyimini yaşayamazlar. O yüzden de Tanrı, seçtiği merkez kişiler aracılığı ile bu işlevleri yerine
getirmeye çalışır. Bu kişiler, işte, görünür ve de görünmez Gerçek Ebeveynler’dir. (91-101)

Tanrı’nın Adem ve Havva’yı yaratmadaki amacı ne idi? Bizler, insanlar olarak, beden birimine
sahibiz ancak görünmez olan Tanrı’nın bir bedeni yoktur. Belli bir beden birimi olmaksızın, varlığın,
ruh ve fizik dünyalarını yönetmesi ise söz konusu değildir. Dolayısı ile, başlangıçtan beri var olmakla
beraber, Tanrı’nın, insanlığın ebeveyni olarak ifade bulabilmesi için bir beden edinmesi esastır. Adem
ve Havva işte bu bedene sahip Tanrı’nın temsilcileri olarak yaratıldılar. Tanrı, düşmemiş Adem ve
Havva’nın bedenlerini sahiplendikten sonra ancak kendini ifade edebilir.
O yüzden de mükemmelliğe ulaşmaları söz konusu Adem ve Havva, insanlığın ilk ebeveynleri ve
aynı zamanda da hem göğe hem yere hükmeden Tanrı pozisyonunda yer alırlar. Adem ve Havva,
sonsuz görünmez dünyada dışsal form halinde Tanrı’nın bedeni olarak ifade bulup, ebeveyn
konumunda yer almakla, dünyayı yönetme sorumluluğuna da sahip olurlar. (133-191)

Tanrı’nın amacı yalnızca Tanrı ve insanlar arasındaki dikey sevgi ilişkisi bağını, özne ve nesne
birimler bağlamında mükmemmelleştirmek değildi. Tanrı, aynı zamanda, dikey sevgilerinin
mükemmelleşme zemini üzerinde, Adem ve Havva arasındaki yatay sevgi ilişkisinin ürünlerini de
görmeyi arzulamakta idi.
Bu, Tanrı’nın, içsel ebeveyn olarak gelip, Adem ve Havva dışsal ebeveynler olacak şekilde onlarla
tam bir bütünlük oluşturması ile birlikte, sevgi idealinin gerçekleştirilmesi anlamına gelmektedir.
Tanrı, bu şekilde, görünmez ebeveyn olarak, Adem ve Havva’nın formunu alarak görünür dünyada da
sonsuz ebeveyn konumunu sahiplendiğinde, Adem ve Havva da, gerçek ebeveynler ve gerçek atalar
olmayı başarırlar. (135-10)

Bölüm 3. Tanrı, bir kişilik Tanrısıdır

3.1. Entelekt, duygu ve iradeye sahip kişilik Tanrısı

Günümüzde pek çok inanç sahibi insan, Tanrının, eşsiz, mutlak ve yaratıcı bir varlık olma özelliği ile
en yüksek pozisyonda yer aldığı için, yaratılmış varlıklardan olan insanlar ile bir ilişki içerisinde
olmasının söz konusu bile edilemeyeceğini öne sürer. Bir başka deyişle Tanrı’nın yaratmış
olduklarının kutsallığından söz edilemezken,Tanrı’nın kendisinin ulaşılmaz bir kutsallık ve
mutlaklıkta olduğunu savunurlar. Oysa ki sevgi gerçeğinin bakış açısından, Tanrı ne denli yüce ve iyi,
yaratmış oldukları da ne denli düşük seviyede olurlarsa olsunlar, eğer aralarında bir sevgi ilişkisi
olması söz konusu ise, iki taraf da aynı kalbi paylaşabilmeli dolayısı ile insanlar da, Yaratıcılarını
yansıtacak benzer karakter niteliklerine sahip olabilmelidirler. (138-245)

Tanrı nasıl bir ilahiliğe sahiptir? Tanrı, entelekt, duygu ve iradeden oluşan bir kişiliği olan bir
Tanrı’dır. Bu kişilik Tanrısının en çok arzuladığı şey sevgi olduğu için de, bu sevgisini paylaşmada
muhatap alacağı birimler olarak insanları yaratmıştır. Bu inanılmaz derecede harikulade bir olaydır.
(143-149)

Tanrı varlıklarla ilişkisinde ilk sebep birimdir. Bu konumu içerisinde insanları ne şekilde yarattığını
düşünmektesiniz? Tanrı, bizleri kendisi gibi, kendi benzerliğinde yaratmıştır. Bu da Göksel
Babamızın bizlere benzediği gibi, bizlerin de ona benzediğimiz anlamına gelir. İşte anahtar gerçek,
tam da burada yer almaktadır. Tanrı hakkında biraz daha bir şeyler bilmeye, Onun nasıl bir varlık
olduğunu anlamaya çalışırken, “O da bizler gibidir.” dediğimizde gerçeğe de parmak basmış oluruz.
(127-233)

Tanrı’nın kime benzediğini düşünüyorsunuz? Tanrı’nın bütün istediği sevgisini paylaşmak ise eğer,
sizce bu paylaşımı, kendisini yansıtan insanlar ile mi yoksa diğer varlıklarla mı yaşamak ister?
Kuşkusuz Tanrı, hoşnutluk duyabileceği ve de sevgisini paylaşabileceği muhaıtaplara ihtiyaç duyar.
İnsanlar gerçekten de Tanrı’nın sevgisini paylaşabileceği söz konusu bu birimler ise eğer, insan ırkına
göz attığımızda, Tanrı’nın kendisinin de bir kişilik Tanrısı olduğu sonucuna varırız. Bu anlamda da,
Tanrıda yer alan bütün unsurların, insandakilerle yüzde yüz bir uyum içerisinde olmaları gerekir.
Tanrı, beden ve aklın doğuştan var olan bütün özelliklerini uyum içerisinde birleştirmek
durumundadır. O yüzden Tanrı’nın kendisinde de entelekt, duygu ve irade birimlerinin bulunması
kaçınılmazdır. (162-271)

Eğer Tanrı var ise, insanlarla ne tip bir ilişki içerisinde yer almaktadır? Tanrı’nın insanlar ile ilişki
içerisinde olabilmesi için, her şeyden önce, bir kişilik Tanrısı olması gerekir. Kişilik Tanrısı
olabilmesi için ise, insanda yer alan özelliklerin Onda da olması gerekir.
İnsanlarda akıl ve beden birimleri yer aldığı ve onlar bu özelliklere sahip oldukları için, onların
yaratıcısı konumundaki Tanrı’nın da, insanları ile ortak bir amacı paylaşacak asal varlık olması yönü
ile, onlara benzemesi gerekir. Prensip’te sözü edilen çiftlilik özellikleri kavramının çıkış noktası işte
budur.(167-243)

Tanrı’nın da insanlar gibi bir tabiata sahip olduğunu düşünür müsünüz? Tanrı bizler gibi bir kişiliğe
sahip ise eğer, bu durumda erkek mi, yoksa kadın özelliğinde midir? Peki, bütün insanlarda var olan
şeylerin Onda da bulunduğunu var sayar mısınız? Tanrı’nın ne tip bir içsel tabiata sahip olduğunu size
açıkladım. Çiftlilik özelliklerinin özne birimi olaraktan, Tanrı’nın kendisinde de içbükey ve dışbükey
birimler olabileceğini hiç düşündünüz mü?
Peki sizce Tanrı güler mi, ya da gülümser mi, gözleri ve burnu var mıdır? Ağzı ve kulaklarının
olabileceğini hiç düşündüğünüz oldu mu? Bir bedene sahip midir sizce? Dikkatli gözlemlediğinizde,
Hıristiyanların (Tanrı ve insanoğlu ilişkisini ilk kez Baba-çocuk bağlamında ortaya koyan din
olaraktan ) bile tüm bu noktalarda bilgisiz olduklarını görürsünüz. Tanrı’nın gözleri olup, olmadığnı
bilmezler. Tanrı’nın gözlerinin görüp, görmediğini sorduğunuzda buna cevap veremezler, Tanrı’nın
kime benzediğini sorduğunuzda verecekleri karşılık ise “ne demek kime benzediği, tabii ki kendine
benzer” şeklinde olacaktır. Oysa ki bu nasıl bir mantıktır, Baba pozisyonundaki bir Tanrı’nın
çocuklarına benzemesinden daha doğal ne olabilir? İşte tam da bu nedenle Tanrı’nın bir kişilik
Tanrısı olması esastır. Tanrı, bir kişilik tanrısı olması yönü ile, biz çocuklarının da en yüksek kişilik
standardına sahip olmamızı bekler. Bu en yüce kişilk standardına ulaşmanın yegane yolu ise ne
paradan ne de güçten, yalnızca gerçek sevgiden geçer. (182-59)

Eğer Tanrı var ise, insanda söz konusu olduğu gibi Onun da bir kişiliğinin olması gerekir. Kişilik
Tanrısı olmak demek, entelekt, duygu ve irade özelliklerinin Tanrı’da da bulunduğu ve bu özellikler
temelinde de Tanrı’nın bütün duygularının ve İradesine göre belirlediği amaçların da somut olmaları
gerektiği anlamına gelir. (174-162)

Tanrı’nın bilmediği hiçbir şey yoktur. O en üst düzeydeki bilgi ve gücün ustasıdır. Her şeyleri
önecden bilebilme ve her şeylere gücü yetme, dahası her yerde aynı anda bulunabilme özelliğine
sahiptir. Tanrı’nın ulaşamayacağı hiçbir yer yoktur. Böyle bir durumda, Tanrı, başkaca neye ihtiyaç
duyabilir diye düşünürsünüz? Elmaslara mı? Hayır onların tonlarcasını istediği anda yapabilir. Altın
ya da mücevherata mı? Kuşkusuz hayır. Tanrı’nın yegane ihtiyaç duyduğu şey sevgidir. Düşünün bir,
Tanrı, bir başına, kendi kendine: “Ah ne güzel sevgim de var, ne kadar harika.” deyip, mutlu
olabilecek bir durumda olabilir mi? Değilse o halde neyin özlemini çekmektedir? Tanrı, bir kişilik
Tanrısı ise eğer, ağzının da olması gerekmez mi? Tanrı bir kişilk Tanrısıdır dediğimizde bu, Onun
burnunun, gözlerinin, kulaklarının, ellerinin, ayaklarının, aklının ve kalbinin de bulunması gerektiği
anlamına gelir. (142-30)

Tanrı ne tip bir kişiliğe sahiptir? Her şeyleri bilen, her şeylere gücü yeten, aynı anda her yerde
bulunabilen ve tek bir sözü ile dünyayı yok edebilecek ya da kurtarabilecek güce sahip bir Tanrı
düşünün. Gerçekten de ihtiyaç duyduğumuz bu özellikteki bir Tanrı mıdır? Asal aklımız ne tip bir
Tanrıyı arzulamaktadır? Bizler asal tabiatlarımız gereği, anne, babamızdan bile daha çok
sevebileceğimiz, ülkemizde sahip olacağımız en dürüst yöneticiden bile daha fazla güven duyup,
ondan kat be kat üstün bulacağımız bir Tanrı özlemi içerisndeyiz. Öyle ya en başarılı devlet yöneticisi
bile sonuçta, ortalama dört yıllık bir zaman süreci için iş başında kalıp, daha sonra aynı saygınlığı
sürdürmede güçlük çekeceği diğer insanlar bünyesine katılmıyor mu? (147-271)

Eğer Tanrı varsa ve de bugün dünyamıza gelmesi söz konusu olsa, entelekt, duygu ve irade sahibi bir
Tanrı olmak durumundadır. Neden? Çünkü yaratmış olduğu insanları bu özelliklere sahipler de onun
için.
Ancak Tanrı’daki entelet, duygu ve irade insani bir şekilde değil, kutsallığı baz alır bir halde yer
alırlar. (9-291)

Mutlak olan Tanrı keder duyabilir mi? Öyle ya, her şeyleri görebilen ve her şeylere gücü yettiğini
söylediğimiz bir Tanrı’nın üzüntülerden kaçınması mümkün olabilir mi? Peki Tanrı, üzüntüyü, kederi
bizlerin duyumsadığımız anlamda mı hisseder? Bu çok önemli bir noktadır. Benim pozisyonumdaki
birisi için bu hafife alınacak bir konu değildir. Eğer mutlaklığı olan Tanrı, hiç bir zaman üzüntü
duymaz dersek, o zaman, böyle bir Tanrı da, entelekt, duygu ve irade özelliklerine ve de sevinç,
kızgınlık, keder, zevk gibi duygulara sahip insanlığın Babası konumunda yer alamaz. Alsaydı bu çok
büyük bir çelişki olurdu. O nedenle, Tanrı, sevinci de, öfkeyi de, kederi de, zevki de bizlerden bile
daha yoğun duyumsayabilen özne birim olmak durumundadır. (203-288)

Tanrı hakkında doğru tanıklık yapabilecek tek bir dini kurum bile bulunmamakta. Budizm ve
Konfüçyanizme gelince onlar da aşağı yukarı benzer yaklaşım içerisindeler. Bunların her biri de,
Tanrı hakkında konuşmak istediğinizde, sizi şaşkınlık içerisinde karşılayacak bir anlayışa sahipler.
Çünkü onların öğretisinde entelekte, duyguya, iradeye sahip bir kişilik Tanrısı kavramı yer almaz.
Birleştirme Hareketi ise Tanrı ve insanın birliğini öne sürer ki bu harika bir kavramdır.(227-112)

Birleştirme Hareketi’nin gerçekten de gurur duyacağı en önemli noktalardan biri, Tanrı kavramına
bugüne değinkinden daha geniş açılı yaklaşması ve bu kavramı çok iyi anlıyor olmasıdır. Bizler
gerçekten de Tanrı’yı net bir şekilde biliyoruz. Tanrı, entelekt, duygu ve iradeye sahip bir kişilik
Tanrısı olmasının yanı sıra, sevginin de özne birimidir. Biz, sevgi Tanrısının kutsallığın kalbi olduğu
gerçeğini gayet iyi anlamış bulunuyoruz. Kutsallığın kalbinin merkezi ise asla tereddüt etmez,
sendelemez. (210-314)

3.2. Bizlerin, Kendisi ile bütünleşebileceğimiz bir kişilik Tanrısına ihtiyacımız var

Tanrı, entelekt, duygu ve irade birimlerine sahip olduğu için, doğal olarak kendi umut, şart ve
duygularına da sahiptir. Bizim kendi insani şart ve durumlarımızın neler olduklarını düşünmeden
önce, Tanrı’nın umutları, duyguları ve şartları neler onları anlamamızda fayda var. Bunları bir kez
anladıktan sonra, insanoğlunun umut ettiklerini de doğal ve çabuk bir şekilde anlıyor olacaksınız.
Neden mi? Çünkü, insanoğlunun amacı Tanrı, Tanrınınki de insanoğludur da onun için. İnsanların
yaşadıkları durumları, umutları ve duyguları anlayabilme bilgeliğine sahip olanlar, Tanrı’nın
umutlarını, yaşadıklarını ve duygularını da anlayabilirler. (151-177)
Tanrı bir kişilk Tanrısı olmasa idi eğer, sevgiden de söz etmemiz mümkün olamazdı. Tanrı’da da,
insanlardaki gibi duygu ve karakter nitelikleri bulunmak durumundadır. Ancak bu tip bir Tanrı
anlayışı yalnızca Hıristiyanlık bünyesinde vurgulanır. Gerçekten de Tanrı’ya “Baba” diye seslenme
noktasına gelmek büyük bir gelişmedir. Bunu ilk kez Hırisitiyanlık gündeme getirmiş olmakla
beraber, yine de benim sözünü ettiğim, Tanrı’nın sevgiden çıkış bulup, somut bir beden içerisinde
ifade bularak, birleşik bir sevgi otoritesi kurmayı amaçlayan içsel ve dışsal Baba olarak görüldüğü
Tanrı kavramı düzeyine henüz ulaşılabilmiş değildir. Ancak Hıristiyanlıkla birlikte Tanrı’nın Baba
diye nitelendirilerek, bu konunun daha açıklığa kavuşturulabileceği bir ana başlığın gündeme gelmiş
olması da kayda değer bir büyük gelişmedir.
Bunun yanısıra tek tanrılılığı da sıklıkla vurgulamış olması da da, Hıristiyanlığı global ve de dünyanın
onun aracılığı ile birleştirilebileceği bir din kılar. Bu din gerçekten de oluşturmuş olduğu kültür sahası
ile birleşmiş bir dünyanın öncülüğünü yapmak durmundadır. Bunu aynen bu şekilde görüyorum.
(139-239)

Bugün pek çok farklı inanç yolları yer almasına rağmen tarih içerisinde kalbe direkt nüfuz edebileni
henüz ortaya çıkmış değildir ne ki her an gündeme gelmesi de artık kaçınılmazdır. Aksi halde, Tanrı
var olamaz. Var olan inanç yollarından kimileri, insanlara birlikte yaşam ve ahlak normlarını
öğretirken, bir kısmı da sonsuz ruh dünyasına vurgu yaparak orası hakkında bilgilendirmekteler.
Ancak bu noktada artık ahlak değerlerini ve de ruh dünyasına yönelik öğretileri bir potada
kaynaştırıp, tek bir kalbi esas alan ana temel üzerinde bina edecek bir inanç sistemine ihtiyaç söz
konusudur. Araştırmalarımın sonucu ise bu inanç sistemine, kalp olgusunu esas alması yönü ile, en
yakın inanç biriminin Hıristiyanlık olduğunu göstermektedir.
İnsanlar, Düşüş nedeni ile, Tanrı’yı yitirdiler ve de Onun bizlerin Babası olduğu gerçeğine
yabancılaştılar. Düşüşle birlikte biz insanlar somut gerçek ebeveynleri de yitiirmiş olduk.
Hıristiyanlık, işte, bu gerçek ebeveynler kavramına bizleri hazırlayacak bir inanç sistemi olarak
gündeme geldi. (9-140)

Felsefenin son durağı, Tanrı’nın gerçek anlamda keşfi olacaktır ki bu Tanrı anlayışı, mutlak,
değişmez ve de eşi benzeri olmayan bir Tanrıdır. Tanrı’yı keşfetme sürecinde söz konusu bu
Tanrı’nın, biz insanlar tarafından ihtiyaç duyulan, kişiliği olan bir Tanrı olup, olmadığının
sorgulamasının yapılması gerekir.
Tanrı, bizler ile ilişki içerisinde olabilmek için, bizlerin bütün düşüncelerimizin, irademizin ve
ideallerimizin tüm iç ve dış yönlerini kapsayan bir kişiliğe sahip bir Tanrı olmak durumundadır. Bu
nitelikteki Tanrı, bizlerle, gerek duygusal, gerek iradesel, gerekse de entelektüel yönden iletişim
kurup, ilişki içerisine girebilecek bir konumda yer almalı aksi halde bizlerle ortak hiç bir paydaya
sahip olamaz. Bu bakış açısından düşündüğümüz zaman, felsefenin, bugüne dek, Tanrı’nın, kişiliği
olan bir Tanrı olduğu gerçeğine ciddiyetle ve saygınlıkla yaklaşabilmiş olduğunu söylemek mümkün
değil ne yazık ki. (138-142)

Tanrı kime benzemektedir? Tabii ki bir ebeveyn pozisyonunda yer alaraktan oğullarına ve kızlarına.
Sizler, Tanrı’nın oğulları, kızlarısınız evet ve de Onun görünür ifadelerisiniz. Tanrının kendisi de bir
kişilik Tanrısıdır. Tanrı’nın şekilsiz bir bütünlük olduğu düşünülebilir mi? Hıristiyanlığı farklı kılan
unsurlardan en önemlisi, kişilik ve sevgisi bağlamında ya da entelekt, duyarlılık ve irade anlamında,
duyguları ve kişiliği olan tek bir Tanrı gerçeğini vurgulamış olmasıdır. (177-274)

Tanrı, eğer bir kişilik Tanrısı ise, Onun da sevgiye ihtiyacı olup, olmadığını hiç düşündüğünüz oldu
mu peki? Bizler madem ki Tanrı’nın oğulları, kızları olarak doğuyoruz ve de Onu “Baba” diye
çağırıyoruz, bu, tıpkı bizim Ona ihtiyaç duyduğumuz gibi Onun da bize ihtiyaç duyduğu anlamına
gelir. (184-199)

Eğer kişiliği olan bir Tanrı söz konusu ise, Ona bağlı olan ne olmalıdır? Sizler “Tanrı” dediğiniz
zaman çok yüksek, çok yüce bir şeyden söz etmektesiniz öyle değil mi? Bu durumda, bedenlerinizin
Onunla ilişki içerisinde olabilmesi mümkün mü? Mutlaka ki değil, bu iletişimi sağlayacak yegane
biriminiz aklınızdır. İnsan, kişiliği olan, ilk sebep pozisyonundaki Tanrı’ya ve de dikey akla merkezli
yaşar. Dünya, nasıl, güneşin etrafındaki eksen açısını ayarlayarak ardı ardına 365 gün dönerse, bizler
de bu şekilde Tanrı’yı merkezimizde tutacak şekilde hareket edebilmeli, bu gerçeği bu şekilde
görebilmeliyiz. (194-154)

Eğer Tanrı var ise, varılacak doğal sonuç, Tanrı’nın belirlemiş olduğu belli takdirsel plan uyarınca
hareket edilmedikçe, bu dünyanın da geleceğe yönelik hiç bir umudunun söz konusu olamayacağıdır.
Bugün Birleştirme Hareketi ile birlikte, Tanrı’nın mükemmel entelekt, duygu ve iradeye sahip ve de
kalp standardını esas alacak şekilde, ideal dünyayı gerçekleştirmeyi arzu eden bir kişilik Tanrısı
olduğu gerçeği de yerleşiklik kazanmaya başladı. (213-302)

Bölüm 4. Tanrı, Babamızdır

4.1. Tanrı ve insanlar, ebeveyn-çocuk ilişkisi içerisinde yer alırlar

Tanrı ve insanlar ebeveyn-çocuk ilişki bağı içerisinde yer alırlar. Peki ama bu tip bir ilişki bağının
oluşma zemini nedir? Mistik hal içerisine girmeyi başarıp da evrenin merkezinin ne olduğunu
sorduğunuzda alacağınız cevap, ebeveyn-çocuk ilişkisidir şeklinde olacaktır. Gerçekten de evrenin
merkezi, ebeveyn-çocuk ilişkisi olarak özetlenebilir. (48-208)

Tanrı’ya bütün içtenliğinizle dua edip, yerin ve göğün merkezini ve de evrenin çıkış noktasını neyin
oluşturduğunu sorduğunuzda, size, bunun, baba ile oğulları ve kızları, ebeveyn ile çocukları
arasındaki ilişki bağı olduğunu söyleyecektir. Bu gerçekten haberi olmayanlar için, böylesi bir iddia,
fiziksel anlamda baba, anne, oğullar ve kızlar arasındaki ilişkiler gibi algılanabilecek olmakla
beraber, bizim sözünü etiğimiz gerçekten de Tanrı ile olan temel ilişkimizi ortaya koymaktadır. (19-
158)

Tanrı’nın insanları yaratmış olma nedeni, bir varlığın tek başına iken, hiç bir şeyin o varlık için bir
anlam ifade etmemesi gerçeğine dayanmaktadır. Sevinç, coşku ancak karşılıklı bir ilişki bağı
içerisinde iken söz konusu olabilir ve anlam ifade edebilir. Bir başınıza iken coşku etkileşimini
duyumsamanız mümkün değildir. Bizler, Tanrı’nın muhatap alabileceği birim konumuna eriştiğimizde
ancak, en yüksek sevgi seviyesini de algılayabiliriz. Tanrı’nın içsel tabiatı da bu şekilde somut
zeminlere taşınmış olur. Tanrı’nın üzüntüsü kaçınılmaz biçimde insanın üzüntüsünü de gündeme
getirir. Bu gerçekten ötürüdür ki, Tanrı ile insanları arasındaki ilişki asla kopuk kalmamalıdır. Ne
kadar araştırırsanız araştırın göreceğiniz şey bunun yegane nihai gerçek olduğudur. (69-78)

Tanrı ve insan arasındaki ilişkinin ebeveyn-.çocuk ilişkisi olduğunu ifade ettim, peki ama bu
ebeveyn-çocuk ilişkisinin özelliği nedir? Baba ile oğulun biraraya gelebileceği en yüksek yer, sevgi,
yaşam ve de ideallerinin kesiştiği merkezdir. O merkezde, sevgi, yaşam ve idealler birlik oluşturur.
Varılan o noktada, Tanrı’nın sevgi oluşu gibi bizler de sevgi oluruz, Tanrı’nın yaşam oluşu gibi bizler
de, yaşam oluruz, Tanrı’nın idealler oluşu gibi bizler de idealler oluruz. Böylesi bir bağın oluşumunı
belirleyecek ilk adım, ebeveyn-çocuk ilişkisidir.
Tanrı bize sevgi verirken ne kadar vermek ister diye düşündünüz mü? Tanrı’nın sevgisinin sınırı
olmadığı için bizlere sonsuzcasına vermek ister. Tanrı, her şeyleri verdikten sonra bile, “Sizlerin
yararı için sizlerde yaşamak istiyorum.“ diyen bir Tanrıdır. Böylesi bir sınırsızca vermekliği mümkün
kılan temel şey, sevgidir. Tanrı, öylesine bir sevgi Tanrısıdır ki, sevgi olgusunun içinde sonsuza dek
köle olarak kalması söz konusu olsa bile, bundan mutluluk duyacak bir Tanrıdır. Bir baba için çok
sevdiği çocuğunun, yemek masasında pislemesi bile bir mutluluk fırsatı oluşturur. Sevgi bu yönü ile
gerçekten de kanunların, kuralların ötesinde yer alan bir olgudur.
Tanrı, “Sizlere bugüne dek hiç bir tasarrufta bulunmaksızın sınırsızca vermiş olmama rağmen sizler
nasıl olur da bana karşılık olarak biraz bile vermezsiniz? “ diye şikayet edecek bir Tanrı da değildir.
Mutlak sevgi olgusuna sahip olan Tanrı için, sevgisinden yeterince aktarabileceği zeminlerin hazır
olmaması bile başlı başına bir acı kaynağıdır. Gerçek bir ebevyen kalbinin kaynağı olması yönü ile
Tanrı, kendini ön plana çıkarmayı seven, hak iddia eden bir Tanrı hiç değildir. Bu durumda, insanı
yaratma amacı, mükemmel sevgisini aktarma olan Tanrı’nın, bugüne kadar bunu gerçekleştirme
zeminlerini bulamadığı sevgisinden tüm insanlığa akıtmayı istemesinden daha doğal bir şey olamaz.
Ve Tanrı böylesi bir sevgi Tanrısı olduğu için de Onu, bu özelliği ile ne kadar çok düşünürsek, o
ölçüde de daha iyi hissederiz. Eğer Tanrı: “Size her şeyi verdim, hadi şimdi siz de bana geri verin.“
diyecek bir Tanrı olsa idi, bu, ihtiyaç duyacağımız bir Tanrı olmazdı. (36-77)

Tanrı, insanların babası, insanlar da Tanrı’nın oğulları ve kızlarıdırlar. Tanrı, insanları, canından,
kanından, bütün benliğini ortaya koyacak şekilde hiç bir şey esirgemeksizin yarattığı için, insanlar
gerçekten Tanrı’ya sığındıklarında, Tanrı da onlara yardımcı olmak için elinden gelen her şeyi
yapacak bir Tanrıdır. (20-207)

Tanrı, yaradılış dünyasını sevgi adına gündeme getirdiği için erkek ve kadının birbirlerini gerçek
anlamda sevmelerini arzular. Ve yine bu nedenle Tanrı, varlık dünyasında da, sevginin kaynağı olarak
ifade bulur. (86-82)

Çocuk, ebeveynlerinin sevgisinin ifadesi ve de sevgi yatırımlarının bir ürünü olarak vücut bulur.
Çocuk, aynı zamanda da, ebeveynlerinin ideallerinin de gerçekleştirilebileceği bir araçtır. Bir çocuk,
ebeveynlerinin sevgi, yaşam ve idealleri zemininde doğduğu için, ebeveynler çocuğu ne kadar çok
görürlerse, çocuk da, bir o kadar sevgi dolu olur, sevimlilik kazanır, bir o kadar yaşam titreşimli olur
ve de ilişki kurmakta giderek daha ideal bir insana dönüşebilir. (69-78)

Tanrı ve insan, mutlak sevgi muhatapları olma ilişkisi içerisnde yer alan birimlerdir ve de sevgi
ilişkisi esas olacak şekilde vücut bulmuşlardır. Bu sevgi temeli zaten, Tanrı’yı Baba, bizleri de Onun
oğulları ve kızları konumuna oturtur. Bundan daha yüksek ulaşılacak bir nokta var olsaydı eğer,
insanın arzusu da böyle bir yeri elde etme yönünde olurdu. İnsanın arzusu daima en iyiyi aradığı için,
daha iyi bir şey söz konusu olsa idi, Tanrı bize onu da sağlamalı idi. Bu bakış açısından
düşünüldüğünde, Tanrı, gerçekten de
insanlığın babası ve insanlar da, Onun oğulları ve kızları konumunda yer alırlar. Tanrı’nın bizleri, bir
değere sahip olmaksızın yaratmadığını her şeylerde görmek mümkün. Zaten bizleri bir değere sahip
olmaksızın yaratmış olsaydı bu, Onu tuhaf bir Tanrı kılardı. Tanrı, mutlak bir varlık olması yönü ile
her şeyi bilir, dolayısı ile de, bu şeyleri bilmeden yaratmış olması Onu nakamil bir Tanrı konumuna
sokardı. Tanrı, mutlak bir Tanrı olduğu için, bizleri de Kendisine mutlak muhataplık oluşturabilecek
birimler olma kapasite ve konumunda yaratmışır. (54-87)
Yerin ve göğün yaratıcısı Tanrı nasıl bir varlıktır? Tanrı, en üst düzey iyiliğe sahip, tüm şeylerin
kökeni ve de sevginin öznesi bir varlıktır. O yüzden de göğü ve yeri yaratması sonrasında insanlarına,
evrende yer alan bütün değerli şeyleri vermeyi arzu etti.
Tanrı, gerçekten inanıp, sevip, her şeyleri güvenebileceği birini bulduğunda, Onun için en büyük
önemi taşıyan en değerli şeyini, gözünü kırpmadan bütünüyle o kişiye aktarmaya hazır bir kalpe
sahiptir. Eğer Tanrı gerçekten de babamız konumunda ise, bizleri alelade, ehliyetsiz varlıklar olarak
yaratması mutlaka ki söz konusu olamazdı. Tanrı, bizleri, kendisi gibi her şeyleri bilebilecek ve
yapabilecek kapasiteye sahip eşitlik içerisinde yarattığı için zaten, vicdan birimlerimiz hep en yüce
olana, hep in iyiye ulaşmayı arzu eder. (53-224)

Tanrı’nın mutlak bir varlık olarak insanı yaratma gereği duymasının nedeni ne para, ne güç ne de bilgi
adına idi. Tanrı’nın insanı yaratmasının yegane nedeni, ancak ve ancak insan kanalı ile sevgiyi
hissedebilir olmasına dayanmaktaydı. Bu bakış açısından Tanrı, Baba, insanlar da Onun oğulları,
kızları pozisyonunda bir eksen oluştururlar. Bu eksen içerisindeki bağlantılar doğru yerlere
oturtulduklarında, hiç bir güç, Tanrı ve insanlık arasındaki sevgi dolu birliği kesintiye uğratamaz.
(137-57)

Tanrı, insanları, kendi bütünlüğünü en değerli, en ideal, en mükemmel haliyle yansıtabilecekleri


şekilde ve kendinden hiç bir sınırlama koymaksızın yaradılışına aktararak yarattı. Adem ve Havva’yı
yarattıktan sonra ise, Tanrı için artık onlar adına yaşamak, onların yararı için yaşamak söz konusu
oldu. Böylece Tanrı’nın kendi yararı için yaşamış olduğu zamandan, nesne biriminin yararı için
yaşamaya başladığı döneme de geçilmiş olundu. İdeal bir varlık zaten, asla kendi çıkarını gözetecek
şekilde yaşamaz, başkalarının yararını gözetecek, sevgi nesnesinin yararını gözetecek şekilde yaşar.
Bu prensip, evrenin de en temel prensipidir. (69-81)

Tanrı, ne kadar yüce, mutlak, her şeyleri bilen, her şeylere gücü yeten olsa da, tek başına mutlu
olması söz konusu değildir. “Mutluluk” ve “iyidir” kelimeleri, bir başınıza olduğunuz zaman bir
anlam ifade etmez. Bir şeyin iyi olmaklığını ya da mutluluğunuzu, belli bir birim ile ilişki içerisinde
olduğunuzda ancak ifade edebilirsiniz. Yalnız, bir başına iken mutlu olduğunu söyleyebilecek birisi
var mıdır? Tanrı da, her ne kadar her şeylere gücü yeten, her şeyleri bilebilen olsa da, yalnız, bir
başına iken mutluluğu duyumsayaması söz konusu olamaz. İyi bir şarkıcının bütün güzel şarkılarını
sadece kendisi için söylüyor olduğunu var sayın bir an, böyle bir durumda mutlu olabilmesi mümkün
müdür? Kuşkusuz, bu şarkıcı, şarkısını dinleyip, takdir edecek birisi ya da birileri olduğunda, kısacası
belli bir muhatap birim ile verme-alma ilişkisi (şarkı söyleme-o şarkıyı dinleme) içerisine girdiğinde
mutlu olabilir ancak. Benzer şekilde, Tanrı da, mutlu olabilmek için, bir nesne birime ihtiyaç duyar.
Tanrı, söz konusu bu sevgi nesnesini yani insanı, kendisinden sınırsızca vererek yarattı. Bunun nedeni
bir sevgi nesnesine ihtiyaç duyması idi. Sevgi olgusundan ise tek başına iken söz etmek mümkün
değildir. Mutlak bir varlık olarak Tanrı bile, sevmek için bir sevgi nesnesine ihtiyaç duyduğu için, bu
sevgi nesneleri olabilecek pozisyonda insanları yarattı. Bu gerçekten ötürü Tanrı’nın, insanlarını
özensiz yaratması asla söz konusu olamazdı. Kutsal Kitap, Tanrı’nın insanları, Söz aracılığı ile
yarattığını ifade eder. Gerçekten de Tanrı, kendinden sınırsızca vererek, olağanüstü bir özen ve
emekle adeta doğum öncesinin en şiddetli sancıları eşliğinde, yaradılış dünyasını vücuda getirdi.
Pek çok insan, Tanrı’nın yeri ve göğü yaratışının, Onun her şeylere gücü yeterli oluşundan ötürü, bir
anda, sadece Söz aracılığı ile gündeme geldiğine inanmakla beraber, bu doğru değildir, yaradılış
dünyası, sihirli bir değneğin değişi ile bir anda mucizevi bir şekilde oluşmadı. Tanrı, samimi bir kalp
yaklaşımı ile, kendi varlığından sınırsızca akıtarak, oğulları ve kızları pozisyonundaki insanlarını
yarattı. (65-20)

Tanrı’yı bu denli sevme nedenimiz de zaten bu gerçeğe dayanır. Tanrı’nın yansımaları olan bizler de,
gözyaşı ve terle ıslanmamış, emek verilmemiş şeyleri sevmede zorlanırız. Ve yine bizler de, bir şeye
iliklerimizle, bedenimizle, düşüncemizle, tüm benliğimizle sevgi yatırımı yapmışsak eğer, o şeyi
umutlarımızın yegane nesnesi konumuna oturturuz.
Tanrı, nereyi, yaradılışın ideal başlangıç noktası olacak şekilde belirlemiştir? Tanrı, bizlerden, her
şeyleri kendi yararı için vermemizi bekleyen bir Tanrı değildir. Tanrı, “Gelin ve bana yapışın.”
diyerek bizleri kendine asimile etmeye çalışan bir Tanrı hiç değildir.Aksine Tanrı, kendinden
sınırsızca vermeyi yeğleyen bir Tanrıdır. Başka bir deyişle, Tanrı, yaradılışın ideal başlangıç noktasını
“başkalarının yararı adına yaşama” prensipi esas olacak şekilde belirleyen ve de insanlığın yararı
adına kendinden sınırsızca vermeyi göze alan bir Tanrıdır. Bu, Tanrı’nın kendisinin bile, insanlığın
yararı adına var olduğu anlamına gelir. (78-111)

Tanrı’nın, “Ben sevgiyim.” demesi şu anlama gelir: Gece ve gündüz, çalışırken, dinlenirken, dans
ederken ya da ağlarken bile sevgiyi düşünüyor olup, sevgiden zevk almak. Tanrı, bu nedenle,
“Sevgim var, her şeyim var“ diyen bir Tanrıdır. Sevgiyi en çok seven varlık yine Tanrıdır. Tanrının
kendisinde bu sevgi tümden var olduğu için de, sizler de bir kez bu sevginin tadına vardığınızda,
ölümünüz pahasına bile olsa, ondan vazgeçemez bir yaklaşım içine girersiniz.(44-188)

Her şeyleri bilme, her şeylere gücü yetme ve her yerde aynı anda bulunabilme özelliklerine sahip
olaraktan Tanrı için bir şeyleri de kendi için saklı tutma gibi bir şey asla söz konusu değildir. Her şey
Tanrı’ya ait olmakla beraber, Onun için, tüm bunlardan daha büyük değer taşıyacak ve bundan da
büyük gurur duyacağı yegane şey sevgidir. Tanrı’nın gerçekten de sevgiden başka hiç bir şeye ihtiyacı
yoktur. (108-223)

Yaradılış idealinin tamamlanışı nerede başlar? Bu tamamlanış, Tanrı ile değil, insan ve de yaradılışın
diğer birimleri ile birlikte başlar. Çünkü yaradılış idealinin tamamlanması için bu unsurlara ihtiyaç
vardır. İnsan yaradılış dünyasının merkezi konumunda yaratıldığı için, insan mükemmelliğe
ulaşmadan, Tanrı için de mükemmellik işlerlik kazanamaz. Bunun nedeni, Tanrı ve insanın bir bütün
oluşudur. (109-268)

Bizleri Tanrı ve iradesi ile bir yapan nedir? Nedir Onun tamamlanmış olan iradesinin esasına bizleri
de çeken? Tanrı’nın her şeye gücü yeterliği mi? Bu bir etken olamaz. Peki tam bir otoriteye sahip
olması mı? Hayır bu da değil.
O halde her yerde bulunabilme özelliği mi? Yine hayır. Bu durumda cevap ne olabilir? Tanrı’nın
kendisi, ruh dünyasında yaşıyor olduğu için zaman mekan sınırlamalarından muaftır. Bu durumda
yaşamının merkezi ne oabilir? Her şeylere sahip bir Tanrı için, ne sonsuz gücü, ne her yerde
bulunabilme özelliği, ne mutlak otoritesi merkezi öneme sahip olabilir. Tanrı yalnız ve yalnız sevgi
adına, sevgiye merkezli olarak yaşar. Bu benim değerlendirmem. Tanrı, en başından beri, bütün
varlığı süresince bu şekilde yaşadı, bundan böyle de sonsuza dek bu merkezde yaşamaya devam
edecektir. Çünkü Tanrı, ancak ve ancak gerçek bir sevgi nesnesine sahip olduğunda sevinç duyup,
mutlu olabilecek bir Tanrıdır. (126-223)

Tanrı, mutlak, her şeyi bilir ve her şeye gücü yeter bir varlık olduğu için, hiç durmaksızın verse de
kendini sürekli yenileyebilecek bir sevgi rezervine sahiptir. Bu durumda, Tanrı’nın sevgi deposundan
epeyi bir miktar sevgi çalıp, gece gündüz dışarıya akıtsak, Tanrı, bizleri, “Sizi gidi yaramaz sevgi
hırsızları” diyerek azarlar mı dersiniz? Hayır dostlar, Tanrı, “Tamam, böyle çok iyi, devam edin, ne
kadar isterseniz o kadar alın, hatta hep alın, ne kadar alırsanız alın burada daha çok sevgi var. Ben
bunun için Tanrıyım, ben bunun için sizlerin özne biriminizim.” diyecek ve şöyle de devam edecek
bir Tanrıdır. “Ben özne birimim. Özne birim olarak da, siz nesne birimlerime vereceğimden çok daha
fazlasına sahip olmam gerekir. Aksi halde Tanrı olamam. Ben böyle olmak durumundayım.” Ve yine
Tanrı “Benim sevgi fabrikamdan sevgi çalıp, dağıtmak isterseniz, çok daha fazlasını üretip, size
gereken miktarı sağlayacağım.” Dediğinde ve siz de ona “Elimdeki malzemem bitip de daha fazla
sevgi almam gerekirse, Senin sevgi boru hattına direkt bağlanabilir miyim?” diye sorduğunuzda
“Eğer isterseniz, neden olmasın, hadi buyrun.” diyerek davet edecck bir Tanrıdır. (116-240)

4.2.Tanrı, sizin en yakınınızda bulunan varlıktır

Tüm gerçeklerin en üstünü nedir diye sorarsanız vereceğim cevap, ebeveynler, karı-koca ve çocuklar
şeklinde olacaktır. Gerçekten de bundan daha üstün bir gerçek yoktur. Bu durumda gerçeğin merkezi
nedir? Gerçeğin merkezi sevgidir. Bu prensip temelinde en yüksek nitelikli gerçeğin merkezi nedir
peki? Buna vereceğimiz karşılık da, Tanrı’nın, gerçeğin, iyiliğin, sevginin ve de yaşamın yegane
kaynağı olduğudur. Tüm bunlar ne anlama gelmektedir? Bunların tümü de, gerçeğin tesisi sevgi ve
yaşamı gerektirdiği için aynı şeye işaret ederler. O nedenle de herşeylerin en derininde, özünde,
yaşamın, sevginin, gerçeğin yegane kaynağı Tanrı yer alır. Tanrı nasıl bir varlıktır? Tanrı, hem anne,
hem babadır. Dolayısı ile öz ebeveynlerdir. Bu bakış açısından, Tanrı en yalın tanımı ile kişiliği olan
bir varlıktır. (21-183)

Tanrı bembeyaz bir sakala sahip olmalı diye düşünülür hep, Ona en çok böyle bir görüntü yakıştırılır.
Bu görüntü içerisinde Tanrı, sakalını okşarken, eğer oğlu “sakalını uzun seviyorum” derse sakalını
uzatacak, “kısa seviyorum” dediğinde de kısaltacak bir Tanrıdır.
Tanrı, her şeyleri bilir ve her şeylere gücü yeter olduğu için de, erkeklerle iletişim içerisinde iken
yüzü, maskülen özellikleri seven Adem’de olduğu gibi belli bir sertlikte, kadınlara ise Havva’nın
hoşlandığı gibi belli bir yumuşaklık içerisinde görünecektir. (110-281)

Tanrı’nın, yaradılış dünyasının oluşumu öncesinde de var olup, olmadığını hiç düşündünüz mü peki?
Eğer öyle ise, Tanrı kaç yaşındadır dersiniz? Yalnızca yetmişi bilenlerin Tanrı yetmiş yaşındadır
demelerine, Tanrı da gülerek, “Ha ha yetmiş yaşındayım.” beşi bilenlere de “Ha ha, beş yaşındayım.”
diye karşılık verecektir. Bunun nedeni insanların daha fazlasını bilmemelerine dayanır.
Oysa ki ne kadar sayı var olursa olsun, Tanrı, sayılarla hesaplanacak, sayılara sığacak bir Tanrı
değildir. Tanrı sayılar ötesi bir varlıktır. Bu gerçek sizi mutlu kılar değil mi, Tanrımız işte böyle bir
Tanrıdır. (73-252)

Tanrı, aynı zamanda şakalardan hoşlanan, mizahi yönü güçlü bir varlıktır. da Gerçekten de Tanrı, bir
mizah ustasıdır. Herşeyleri bilir her şeylere gücü yeter olmasından ötürü mizah anlayışı çok güçlüdür.
Tanrı, öylesine bir mizah ustasıdır ki, başkalarını gülmekten katılıp, yerlere yuvarlanacak kadar
güldürebilecek bir espri anlayışına sahiptir. O Tanrıdır ve sizlere derim ki, her şeylerin en büyük
Ustası da doğal olarak yine Tanrının kendisidir. (171-148)

Tanrı, dışsal anlamda, erkeklere, içsel anlamda da kadınlara benzer. O, bir yandan, güçlü, her şeyi
bilir ve her şeylere gücü yeterken, bir yandan da, Buda’nın yüzünde güller açtıracak denli de şefaatkar
bir kalbe sahip olması özelliği ile, feminenliğin özü olan bir kalp yaklaşımını da doğal olarak
sergileyendir. Zaten her iki yönün yaşam ve sürekliliğinden de ancak bu noktada söz edilebilir. (206-
49)

Tanrı, hiç bir eksiği olmayan, pek çok güçlere sahip, ileriyi gören ve her şeylere gücü yeten evrenin
yegane ustasıdır. Buna rağmen, çok sevdiği, biricik oğlu, Ona sormaksızın göğsüne yaslansa, “Hey
sen ne yaptığını zannediyorsun, beni yeterince tanıyor musun?” der mi ya da çocuk da buna rağmen
tıpkı eski çocukluk günlerinde babasının göğsüne dokunduğu zamanlardaki gibi hala yaklaşıp,
dokunmaya çalıştığında Tanrı da bu davranışa çekimserlikle yaklaşır mı?
Unutmayın ki bir baba, bu tip bir kalp yaklaşımından daima çok mutlu olur. Çocuklarınız büyüyüp de
dizinizin dibinden uzaklaşarak, dağları, denizleri aşıp kendi yaşam çarklarının içine girdikten sonra
tekrar sizlerin yanına geri dönüp de size dokunmak istediklerinde bir baba olarak sizler nasıl
hissedersiniz, iyi mi kötü mü? Ölüm döşeğindeki bir büyük baba için bile torununun kendisinin
kucağına oturmak istemesinden daha büyük bir mutluluk olamayacağı için, çocuğa, “gel sana
dokunayım .” demesinden daha doğal bir şey olabilir mi? (169-76)

Tanrı, Yaratıcı olduğuna göre, Ona eklenebilecek ya da Onun kendine katmak isteyeceği ne olabilir?
Bir şey büyümek durumunda ise eğer, bir şeyleri kendine çekmeli ve özümsemeli ya da bir başkası o
şeye bir şey katmalıdır. Başka bir deyişle, büyümek durumunda olan şey, ya bir şeyi kendine çekip,
özümsemeli ya da bir üçüncü birim bir şeyleri getirerek ona katmalıdır. İyi de, Tanrı’ya katabilecek
bir şey bulunmadığı ve Onun da kendine çekeceği bir şeyin söz konusu olmadığı bir durumda,
Tanrı’nın kendisi nasıl büyüyecektir? Bu oldukça önemli bir sorudur. Ve bu konuya daha önce hiç
değinmedim çünkü biliyorum ki, konuşsaydım eğer, sizler de bu konu hakkında gelişigüzel konuşarak
çeşitli sorunlara yola açabilirdiniz. Ama şimdi bu konu hakkında biraz düşünün lütfen, bunu sizlere ev
ödevi olarak veriyorum, bu konuyu düşünün tartın öyleki ben de ona göre notumu verebileyim. (218-
263)

Mutlak olan Tanrı başlangıçta nasıl gündeme geldi, bir anda çok çabuk bir şekilde mi doğdu dersiniz?
Gerçekten de bu konuyu hiç merak ettiğiniz oldu mu Bunun hakkında konuşmak bile pek çok inanan
için kabullenilemez bir durumdur ve bizleri de “Yaratıcı kutsaldır, böyle bir şeyi gündeme getirmek
bile onun kutsallığına hakaret sayılır” şeklinde eleştireceklerini görür gibi oluyorum. Ama artık bu
anlamsızlıkları bir kenara bırakma zamanıdır. Sizler Tanrı’nın bir noktada varlık alıp, almadığını ya
da şimdi olduğu gibi her zaman da var olup, olmadığını düşündünüz mü hiç? Bu konuya bir açıklık
kazandırmak için ise, mantıklı bir zeminimizin olması gerekir.
Dr.Yoon, siz örneğin, fizik doktorasına sahip bir bilim adamı olarak Tanrı’nın ne şekilde vücut
bulduğunu bilmiyor musunuz da yüzünüzü böyle eğdiniz? Birleştirme hareketi içerisinde yer alanlar,
“Tanrı doğal olarak hep vardır.” Deseler bile olay bu kadar basit değildir. Tanrı’nın kendisi de
gelişmek durumundadır. Doğru cevap budur. (218-263)

Yaradılışın eşi bulunmaz güzellik ve uyum gücüne sahip şey nedir? Tanrı bunu araştırmış olmalı.
Tanrı eğer bir kişilik Tanrısı olarak bir insan gibi ise eğer, her şeyi bilir, her şeyi görür olmakla
beraber, sevgi ile yüz yüze geldiğinde onun içine gömülüp, huzur içerisinde uyuyup, dinlenmekten
çekinmez.. Tanrı, bütün zamanlarda gözlerini dört açıp, “Sizi çılgınlar, sakın dinlenmeyin, bedel
ödeme yolu ile kendinizi onarmak için gece-gündüz çalışın.” demez. Bu Tanrı’nın prensipidir, öyle
değil mi? Tıpkı nefes alıp, verme gibi, havayı dışarı verdğinizde içinize de çekmek durumundasınız.
Dolayısı ile Tanrı’nın kendisi bile, çalıştıktan sonra bir süre dinlenme ihtiyacındadır. Tanrı’nın
çalışma nedenlerinden bri de dinlenmenin de keyfine varabilmektir. Tanrı hakkındaki her şey ama her
şey, verme-alma karşılıklı ilişkisine bağlıdır. (164-70)
Eğer Tanrı var ise nasıl bir varlıktır? Tanrı, her şeyleri bilen, her şeylere gücü yeten ve her yerde
bulunabilen ve de mutlak iyi bir Tanrıdır. Gerçekten de Tanrı’nın yapamayacağı hiç bir şey yoktur…
Ancak yine de, ne kadar güçlü olursa olsun ve her şeylerde ne kadar usta olursa olsun, Tanrı,
başkalarına yalnızca kendisine hizmet etmeleri gerektiğini söyleyen bir varlık olsa idi eğer o zaman
ne olurdu? Eğer bir ruh dünyası var ise, orada şu anda milyarlarca insan yaşamaya devam ediyor
demektir. Tanrı, orada yaşayanlara, “Ben her şeyi bilen her şeye gücü yeten mutlak Tanrıyım, onun
için de bana mutlak bir şekilde hizmet etmelisiniz.” Derse neler olur? Var olan tüm şeyler yalnızca
Tanrıya hizmet etme adına varlık almış olsalar idi ne olurdu? Vicdanın esası açısından
düşündüğümüzde, böyle bir şeyi sonsuza dek kabul etmemiz mümkün olamazdı ve bu durum
kaçınılmaz biçimde çatışmaları da gündeme getirirdi kuşkusuz. Kalpleriniz, bir gün mutlaka böylesi
bir duruma karşı çıkıyor olurdu. (138-75)

Tanrı’nın sevebileceği yegane muhatap birim insanlıktır. Tanrı, yaratılan varlıklar arasından bir başka
Tanrı yaratamaz. Her şeyleri bilen her şeylere gücü yeten bir Tanrının kendi gibi bir başka Tanrı
yaratabileceğini düşünebilirsiniz. Böyle bir şeyin olup, olamayacağını, sonrasında nelerin yer
alabileceğini de düşünerek göz önüne alın. Varsayın ki, Tanrı oturduğunda, yaratılan tanrı da
oturacak, yemek yediğinde yaratılan tanrı da Onunla beraber yemek yiyecek, Tanrı çalıştığında
yaratılan tanrı da onunla çalışacak. Ve bu rutinin milyonlarca yıl böylece aynen sürdüğünü bir
düşünün. Sonucun ne kadar korkunç olabileceğini görebiliyor musunuz, Tanrıların her ikisinin gözleri
de monotonluktan dışarı fırlayacaktır Nasıl ve ne kadar süre konuşacaklarını bir hayal etmeye çalışın.
Belki üç gün bile sürmeyecektir. Her şeylerin aynı olması onlar için adeta ölüm gibi olacaktır. (141-
26)

Dinin merkezi nedir? Mutlaka ki Tanrıdır. Kuşkusuz Tanrının pek çok adları olmakla beraber bu çok
da önemli değildir. Tanrı iki tane olamaz. Kök sadece bir olduğu için Tanrı da birdir. İnsanlar Tanrı
hakkında konuştukları zaman Onunla ilgili değişik adlar kullanırlar, bunun nedeni ise her milletin
farklı bir dil konuşmasıdır. Ancak asal varlık tektir. (210-199)

Gök ve yer kendi istekleri doğrultusunda vücut bulmadılar. Ortaya çıkışları kuşkusuz belli bir
motivasyon, orijin ve de güç kaynağı temelinde söz konusu oldu.
Bu durumu daha yüksek bir seviyede göz önüne aldığımızda, göğü ve yeri harekete geçiren ya da
yaratan merkezi özne birim olarak belli bir temel güç kaynağının olması gerektiğini görürüz ki işte bu
pozisyonda yer alan varlığı Tanrı diye adlandırıyoruz. Bu varlığa farklı ırk ve diller tarafından değişik
adlar yakıştırılmış olması çok da önemli değildir, önemli olan bu evrenin bir merkeze ihtiyaç
duymasıdır. Evrende yaratılan birimler işleyip, etrafta hareket ediyor olmalarına rağmen, bu merkez
daima sabitliğini korur. Nitekim de, sürekli hareket halinde olan, görece bir dünyanın merkezinde yüz
milyonlarca yıl sabit kalabilen merkezi bir Asal Varlık bulunması da gerekirdi kuşkusuz. (154-298)

Bölüm 5. Tanrı’nın Her Şeyleri Bilebilirliği ve Her Şeye Gücü Yeterliliği, Belli Bir Prensip
Çerçevesinde İşlerdir

5.1. Tanrı’nın her şeyi bilebilirlik ve her şeye gücü yeterlik özelliği prensip temeli üzerinde söz
konusudur

Tanrı’nın, gökteki ve yerdeki varlıkları yaratmadaki motivasyonu temel öze ulaşabilmek adına idi.
Tanrı’nın ne paraya ne de bilgiye ihtiyacı söz konusu olamazdı, sırf merakını giderme amacı ile de
böyle bir şeye kalkışması düşünülemezdi. Belli bir güç gösterisi adına yaratması da keza akla yatkın
değildir. Öyle ya, her şeyi bilme, her şeye gücü yetme, her yerde bulunabilme özellikleri olan bir
Tanrı için sahip olamayacağı hiç bir şey söz konusu olamazdı. Çünkü Tanrı, bilgeliğin, yeteneğin ve
de altın, elmas dahil her şeyleri yaratabilirliğin ustası olarak istediği şeylere sahip olabilecek bir
varlıktır.
Gerçekten de Tanrı’nın mücevherlere ihtiyacı yoktur çünkü Kendisi, istediği anda, istediği miktarda
her şeyleri elde edebilecek yeterlilikteki bir Tanrıdır. Varlık, yalnızca ihtiyacı olan şeyi özler ve sahip
olmayı arzu eder. Bilgi açısından düşünüldüğünde, evrende yer alan bütün unsurları, belli prensipler
çerçevesinde hareket ettirip kontrol eden yasaları belirlemiş Tanrı’nın bilgisi önünde, küçücük bir
doğa yasasını buldukları için doktora kazanıp, sağda solda böbürlenen bilimadamlarının şapka
çıkarmaları gerekir. Aynı şey keza sanat için de geçerlidir. Sanat, doğadan öğrenilir, başka bir yerden
gelmez. Doğada olmayan ve doğa bünyesinden öğrenilmeyen tek bir şey bile yoktur. (182-121)

Tanrı, zaten her şeyleri bilen, her şeylere gücü yeter bir varlık olarak, güce neden ihtiyaç duysun?
Öyle ya, bütün evrene yön veren zaten kendisi olduğuna göre, neden başkaca güç arayışı içerisinde
bulunsun? Tanrı, gücün yegane kralı olarak, güce ihtiyaç duymaz. Tarihte, büyük milletlerin
kahraman figürlerinin, krallarının, imparatorlarının tümü de her ne kadar güç sahibi olmuş olurlarsa
olsunlar, her şeyleri geride bırakıp, ruh dünyasına göç etmediler mi? Oysa göçüşleri öncesinde hepsi
de, Tanrı’nın otoritesi altında at koşturuyorlardı, öyle değil mi. Tanrı, biz insanların ihityaç duyduğu
gibi para ve bilgiye ihtiyaç duyan bir varlık değildir. (176-165)

Tanrı’nın Kendisi mutlak, her şeyi bilir ve her şeye gücü yeterdir. Tanrı’nın bilmediği ve
yapamayacağı hiç bir şey yoktur. Her şeyin sahibi konumundaki özne birim olaraktan böylesi mutlak
pozisyona sahip olan Tanrı’nın başkaca neye ihitiyaç duyması beklenebilir ki? Bununla beraber
mutlak özne birim olmasına rağmen Tanrı, özne birim olmanın yanısıra zaman zaman nesne birim
olma ihtiyacını da hissedebilir. Neden derseniz, doğu varsa ihtiyacımız yalnızca doğuya değildir,
batıyı da isteriz, doğu ve batıya sahip olduğumuzda, kuzey ve güneyi de ararız. Kuzey ve güneye
sahip olduğumuzda ise bu kez ön, arka, alt, üst pozisyonlarının arayışında oluruz. Belli bir küresel
haraeketliliğe ancak bu şekilde kavuşuruz. Evrenin de küre standardı temelinde hareket etmesi bu
nedenledir. (201-12)

Yıldızlar dünyasında nelerin var olduğunu düşünmektesiniz? Elmastan yıldızlar olup, olamayacağını
hiç düşündünüz mü peki? Her şeyi bilen, her şeye gücü yeten Tanrı, sizce bir tane de elmastan bir
yıldız yaratmış olamaz mı? (49-298)

Tanrı en çok neye gıpta edebilir peki? Ünlü bilim adamlarına mı ? Doğrusunu isterseniz onlar
hakkında çok da özel bir şey söylenemez. Bir akademisyen şunu, bunu araştırdığını söyleyebilir ama
sonuçta yaptığı şey, Tanrı tarafından yaratılımş doğa formül ve yasalarını aktarmaktan öte bir şey
değildir.
Doğrusu size derim, Tanrı, kendileri hiç bir şeyi yaratmamış oldukları halde bunu büyük bir
böbürlenme vesilesi yaptıkları için onlara karşı tavırlıdır da. Gelelim devlet başkanlarına, sizce Tanrı,
ABD. Başkanı Reagan’a gıpta eder mi? Ya da var olsa idi bir dünya başkanına? Tanrı bütün evrenin
başkanı olarak her şeyi bilir, her şeye gücü yeter mutlak bir varlık olması olması yönü ile ne güce, ne
paraya gıpta eder. Bütün bunlar onun için anlamsız ögelerdir. (141-247)

Tanrı her şeyi bilen ve her şeye gücü yetendir. Eğer bir an öfkelenip de yeryüzünü vuracak olsa idi her
şey ama her şey paramparça, darmadağın olurdu. En güçlü ülkelerin başkanları ve toplum içerisindeki
en güçlü kişiler bile, Tanrı’nın bir bağırışının yanında un ufak olurlardı. Dolayısı ile Tanrı’nın güce
de ihtiyacı yoktur. Böyle bir şey ancak sıradan insanlar için imrenilirdir. Ve bundan da en çok
hoşnutluk duyacak olan varlık unutmayın ki Şeytandır. (210-18)

Tanrı göğü ve yeri neden yarattı sizce? Eğer Tanrı “Sizleri gücümün, bilgimin derecesini göstermek
adına yarattım.” dese idi bu kulağınıza hoş gelir miydi? Tanrı’nın gücü ile ortaya çıkan varlıklar,
“Sana teşekkür ederiz Tanrı, bizleri gücünün bir vuruşu ile yarattığın için.” derler miydi? Tanrı da,
“Sizleri yarattım çünkü ben çok bilgeyim.” deseydi neler hissederdiniz peki? Ya da Tanrı “Sizi
yaratma nedenim çok yeteneğe sahip olmamdandır.” dediğinde insanlar da “ Eğer Tanrı’nın tek
yaratma nedeni yetenek ve bilgeliğini sergilemekse, benim sevincim neye dayansın ve de bunun benle
ne ilgisi var, bu benden çok Tanrı’nın yeteneklerinin sergilenişidir demek ki, bana gelince zavallı,
güçsüz bir varlıktan öte neyim ki?” diye düşünmezler miydi? İşte bu nedenle bu bir sorundur. (175-
150)

Bugün, Hıristiyanlık, Tanrı’yı, “Her şeyi bilen, her şeye gücü yeten Baba” olarak tanımlamakla
beraber, bu her şeyi bilmeklik ve her şeye gücü yetmekliğin ancak belli bir prensip temelinde işler
olabileceği gerçeğini göz ardı etmektedir. Tanrı, işlerini, keyfi bir biçimde gerçekleştiremez.
Sonsuzluk özelliği olan Tanrı tarafından belirlenen yasalar da sonsuzluk özelliğine sahiptirler çünkü.
Dolayısı ile Tanrı’nın, kendi tesis etmiş olduklarını keyfi bir biçimde değiştirmek gibi bir lüksü
olamaz.
Dikkate değer olan, yasalarını asla çiğnemeyen Tanrı’nın otorite ve saygınlığıdır. Kamu adaletinin ve
de göksel prensiplerle örtüşen kamu yasalarının tesisindeki en önemli faktör, öncelikle, bu prensipleri
gündeme getiren Tanrı’nın kendisinin de onları, mutlak bir şekilde izlemek ve sonrasında insanların
ve de diğer evren birimlerinin de bunlara uymak durumunda olmasıdır. Bunu gerçekleştirmenin
başkaca da bir yolu yoktur. İnsanın yaratılma nedeninin ideal standardı da budur. (162-184)

Tanrı, tek başına idealini gerçekleştiremez. Bugünün din adamları, her ne kadar “Her şeyi bilen her
şeye gücü yeten Tanrı’nın, yaradılışın gücü ile, istediği anda istediğini yapabileceğini” düşünmekle
beraber, gerçek şu ki, gökte ve yerde var alan bütün varlıklar ancak belli yasalar ve prensipler
çerçevesinde işleyebilirler ve Tanrı’nın kendisinin bile bunları ihlal etmesi söz konusu değildir. Bu
ülkenin başkanı belli bir anayasa bazında yazılı olan yasalardan ve de bunları uygulayanlardan hoşnut
olmalı. Ancak biliyoruz ki, söz konusu olan bu değil ve de büyük bir karışıklık söz konusu, öyle değil
mi? (166-99)

Bu size tuhaf gelebilir ama Tanrı sevgi istiyor idi ise eğer, sevginin kendisini niye yaratmadı dersiniz.
Tanrı sevgiyi kendi iradesi çerçevesinde yaratmış olsa idi eğer, tutunabileceği bir temeli olmazdı. O
nedenle de sanki böyle bir şeyi yaratamazmış gibi yaratmamayı yeğledi. Ne söylediğimi anlayabiliyor
musunuz? “Nasıl olur da her şeyi bilen her şeye gücü yeten Tanrı sevgiyi yaratmada yetersiz
olabilir?” diyebilirsiniz. Ancak bu bizi, dualizm ve de politeizmin doğru olduğu sonucuna zorlamaz
mı? Şüphe etseniz bile bu böyledir. (173-211)

Bugünlerde insanlar Tanrı’nın tabiatı hakkında konuşurlarken Onun mutlaklık, her şeyi bilirlik, her
şeye gücü yeterlik, her yerde bulunabilirlik, eşsizlik, sonsuzluk ve değişmezlik özelliklerini öne
sürmekteler. Peki de, mutlaklığı olsun, eşsizliği olsun, Tanrı, tüm bu özellikleri ile ne yapmak
durununda ya da bu özelliklerinin biz insanlara faydası ne, bizimle ilgisi ne? Bu gerçekten de önemli
bir sorudur. Tanrı, her şeyi bilirliği ve her şeye gücü yeterliği ile ve de sonsuzluk ve değişmezlik
özellikleri ile neyi gerçekleştirme arayışındadır? Öyle ya bu özelliklere sahip olması Tanrı açısından
iyi olabilir de biz insanlar için pek de fazla bir anlam taşımamaktalar. Bizler tüm bu noktaları kuru
kuruya kör bir iman anlayışı ile yorumlamaktan kaçınmalıyız. Tüm bu noktalar ise açıklığa
kavuşturulmayı beklemektedir. (223-261)

Tanrı’nın bilemeyeceği hiç bir şey yoktur. O, her şeyi bilir, Onun her şeye gücü yeter, tüm şeyler
üzerinde tam bir otorite sahibidir ve de her yerde bulunabilme özelliğine sahiptir. Yine de bütün bu
özelliklerinin bizlerle ilgisi, ya da bize faydası nedir? “Tanrı’nın tam bir otorite yetisinin olması, beni
daha kolay yönetmesini sağlar, her yerde aynı anda bulunabilmesi, beni kontrolünü koaylaştırır, her
şeyi biliyor olması da beni tam anlamı ile analiz etmesine böylece benim için kaçınılacak bir boşluk
kalmamasına yarar.” deseniz bile, Tanrı’nın her şeyi bilirlik ve her şeye gücü yeterliliği ile bizi
yönetmesinin bize, bize faydası nedir? (130-209)

Tanrı, göğü ve yeri neye dayanarak yönetmektedir? Tanrı, bu her iki sahayı da, yasa ile, sevgiyi temel
alan bir yönetim yasasını esas alarak yönetir. Bu yönetim şeklinin işlerliğinin süregenliği için de
evrensel bir yasanın varlığı söz konusudur. Tanrı’nın insanı yaratma nedeni, sevgi özlemi duymasıdır.
Öyle olmasaydı eğer bir başına kalmayı yeğlerdi. Oysa ki, bizi yaratmaya karar vermesinin nedeni,
Ondaki bütün unsurları harekete geçirip, kuvvetle ifade bulacak sevgi olgusuna ihtiyaç duyması idi.
(121-103)

5.2. Mutlaklığı olan tek standart sevgidir

Tanrı’nın elini kolunu bağlı kılan bir tek şey vardır. Tanrı, her şeyi bilir ve here şeye gücü yeter bir
varlıktır, öyle değil mi? Ancak her şeyi bilirliğine, her şeye gücü yeterliğine rağmen, Tanrı’nın
istediği gibi hareket edemeyeceği yine de bir şey vardır. Sizce bu ne olabilir? Tanrı altın ya da elmas
yapmaktan mı acizdir, o konuda mı gücü yetersizdir? Buna mı gücü yetmez? Bu her şeyleri bilen, her
şeylere gücü yeten varlığın, istediği gibi hareket edemediği bir tek şey vardır ki o da sevgidir. Benim
kalbimde ya da sizlerinkinde sevgi var rmıdır sorusuna temelde verilecek cevap evettir. Ama, kalkıp
da bir başınıza iken kendinize sürekli olarak “Sevdiğim, ah, benim canım tek sevdiğim!” dediğinizde
artık normal bir insan olarak değerlendirilemezsiniz öyle değil mi? (142-269)

Tanrı’nın bir başına, kendi başına sevgiye ulaşabileceği düşünülebilir mi? Her şeyi bilen, her şeye
gücü yeten, bir eşi daha olmayan Tanrı, kendi başına iken “Oh, çok iyi hissediyorum” diyebilir mi?
Doğrusu size derim, böyle bir şey yapıyor olsa idi, Tanrı’nın da çıldırdığını söylemek durumunda
kalırdık. Yine aynı şekilde Rev. Moon da, kendisini mutlu kılan bir şeyden ötürü “Ah çok mutluyum,
Ah sevgili sevgim.” dese, insanlar onu da deli diye nitelendirmekte asla gecikmezler, öyle değil mi?
Ama birisi, eline bir nesne oluşturacak şekilde bir parça kağıt ya da mendil bile alıp “Ah, sevdiğimin
mendili“ derse, kim o kişi hakkında kötü konuşabilir? Unutmayın ki, evreni temsil eden nesne birimin
değer ve otoritesi, yalnız ve yalnız sevgi dünyası içerisinde söz konusu olabilir. (142-31)

Size derim ki, mutlak olan Tanrı bile Kendi başına iken sevgiye sahip olamaz. Sevgi, yalnızca
karşılıklı ilişki zeminleri içerisinde var olabildiği için, Tanrı bile her ne kadar her şeyi bilen ve her
şeye gücü yeten olsa da, bir başına iken sevgiye sahip olamaz. Tanrı’nın sevgi potansiyeli olmakla
beraber, sevginin duyum ve sinyalleri ancak bir başka muhatap birim aracılığı ile ortaya çıkar, Tanrı
yalnız iken değil. İşte sevgi budur, sevginin gücü budur. (138-245)

Dul kalan insanlara neden acıma duyarız sizce? Bunun nedeni, içlerinde sevgileri saklı olmasına
rağmen bunu harekete geçirebilecek bir şeylerinin artık yer almamasıdır.Tanrı her ne kadar da her şeyi
bilen ve her şeye gücü yeten olsa da, bünyesindeki sevgi olgusu, onu paylaşacak bir birimi olmadığı
sürece işlerlik kazanamaz. Yerin ve Göğün yaratıcısı Tanrı, bu paylaşımı kiminle yaşamak ister peki?
Tanrı, Adem ve Havva (mükemmelliğe ulaşmayı başaran Adem ve Havva ) ile bu sevgi dinamiğinin
işlemesini ister. (130-21)

Tanrı sevgiden hoşlanır. Tanrı’yı en fazla hoşnut kılacak sevgi ise gerçek sevgidir. Bu durumda gerçek
sevgi nedir? Gerçek sevginin kökü neye dayanmaktadır? Gerçek sevginin kökü Tanrı’da değildir. Bu
sze tuhaf gelebilir, öyle değil mi? Her şeyi bilen, her şeye gücü yeten Tanrı, gerçek sevginin de ustası
olmakla beraber, Kendisi, bu tip bir sevginin kendisinden çıkış bulmasını istemez. Tanrı, bu sevgiyi,
en iyi nesne oluşturmayı başaran insan aracılığı ile ekip, biçmeyi arzu eden bir Tanrıdır. (177-269)

Tanrı göğü ve yeri, kendisi için mi yoksa kendisine nesnelik oluşturacak yarattığı varlıklar adına mı
yarattı? Kuşkusuz, Tanrı’nın yaradılış dünyasını Kendisi için gündeme getirdiğini söylemek mümkün
ancak şunu anlamakta da fayda var ki, bütün bir yaradılış standardı da, nesne birime değer
kazandıracak bir bakış içerisinde belirlendi. Yaratılan bütün nesne birimler içerisinde insanoğlu özne
birim olduğu için de, Tanrı’nın tüm düşüncesi insan ve de insanlığın mutluluğuna odaklandı. Tanrı’ya
gelince O, her şeyi bilen ve her şeye gücü yetendir, öyle değil mi? (109-268)

Tanrı, mutlak, her şeyi bilen, her şeye gücü yeten, her yerde bulunabilen bir varlıktır. O halde, istediği
şekilde de sevebileceğini düşünebilirsiniz. Oysa ki bu doğru değildir, Tanrı’nın kendisi bile sevginin
egemenliği, sevginin boyunduruğu altındadır.
O halde Tanrı nedir? O, her şeyi bilen, her şeye gücü yetendir öyle değil mi? Eğer Ona “Tanrı, Sen
her şeye gücü yeten değilsin, değil mi?” diye sorarsanız O da size “Her şeye gücü yetenim, bir tek
sevgi dışında” karşılığını verecektir. Gerçekten de, Tanrı neden böyledir? (98-38)

Tanrı, bir başına Tanrı olamaz. Bunda komik olan ne var? Yemek mi, uyku mu, giyim kuşam mı,
Tanrı, ne konusunda endişe duyabilir? İstediği her şeye istediği miktarda sahip olabilecek bir Tanrı
uçağa binip, bütün gökyüzünde dolaşmak istese, bir saatten daha az bir zaman içerisinde bundan
bıkmış olur. Dolayısı ile her ne kadar her şeyi bilen, her şeye gücü yeten olsa ve kendi özellikleri ile
gurur duysa da, Tanrı için, bir şeylere tek başına sahip olup, yaşamanın bir cazibesi olamaz. Tanrı da,
tıpkı bizler gibi, emek vererek ortaya çıkardığında ancak kendisi için bir değere sahip olan bir şeyi
görmekten ya da bir yere gitmekten zevk alabilir ancak. (161-116)

Tanrı’yı, yaradılış dünyasını vücuda getirmeye yönelten, neye duyduğu özlem idi? Sorarım size,
mutlak olan bu varlığı yaratmaya yönelten güdü ne olabilirdi? Tanrı, her şeyi bilen, her şeye gücü
yeten bir varlık olaraktan ne değerli madenlere ne de bilgiye ihtiyaç duyar. Bu durumda hiç bir eksiği
yok gibi görünmekle beraber, Onu insanı yaratmaya yönelten ihtiyaç ne olabilirdi?
Tanrı’nın yaratmadaki temel motivasyonu kuşkusuz güç, bilgi ya da sahip olacağı mallar değildi. O
halde Tanrı neyin eksikliğini duymakta idi? Tanrı’nın bu şartlar altında ihtiyaç duyabileceği yegane
şey bir sevgi temeline sahip olmak idi. Tanrı bile tek başına iken buna ulaşmaktan acizdir. Yerin ve
göğün yaradılışının ardındaki motivasyonun ve de kaynağı olan alfanın gerisinde sevginin yatışı bu
nedenledir. (149-149)

Tanrı ne tip bir sevgiye ihtiyaç duyar? Tanrı’da sevgi olmakla beraber, O bile ancak bir sevgi
nesnesine sahip olduğunda sevebilir. Burada bulunan herkese soruyorum, sizlerde sevgi var mı?
Bununla beraber, tek başınıza iken “Oh çok iyi, ah, sevgim!” diyebilir misiniz? Unutmayın ki, sevgi,
ancak ve ancak bu sevginin paylaşılabileceği bir muhatap biriminiz olduğunda açığa çıkıp, işlerlik
kazanır. (94-262)

Tanrı ne kadar harika, mutlak, her şeyi bilen, her şeye gücü yeten olsa da, tek başına iken güzel şeyler
yaşayamaz. “Mutluluk” ya da “Çok iyidir” sözleri yalnız olduğunuzda bir anlam ifade etmezler
çünkü. Sevinç ve mutluluktan ancak karşılıklı bir ilişki söz konusu olduğunda söz edebilirsiniz.
Her ne kadar her şeyi bilen, her şeye gücü yeten olsa da Tanrı bile, hiç bir şey yapmaksızın bir başına
kaldığında mutlu olamaz. İyi bir şarkıcının, yanında hiç kimse olmaksızın bir başına şarkı söylediğini
varsayın. Bu onu mutlu etmeye yeter mi? Söz konusu bu şarkıcı hiç kuşku yok ki kendisini dinleyip,
takdir edecek birileri olduğunda ancak gerçek anlamda tatmin olabilir. Dolayısı ile birilerinin
kendisini dinlemelerine ihtiyacı vardır. Bu da, iyi hissedebilmemiz için birileri ile, bir şeyler ile,
verme-alma ilişki dinamiği içerisinde olmamız gerektiği anlamına gelir. Aynı şekilde Tanrı’nın da iyi
hissedebilmesi için yalnız olmaması gerekir. (65-20)

Tanrı’yı var olmaya getiren kaynak nedir? Tanrı nereden çıkış bulmuştur? Tanrı’nın varlığının
kaynağı nedir, her şeyi bilirlik mi, her şeye gücü yeterlik mi yoksa mutlak otorite mi? Mutlak
otoritenin faydası nedir? Bir varlık tek başına ise, üzerinde otorite kuracak bir birimi olmayacağına
göre, mutlak otorite sahibi olup, olmaması neye yarar? Keza mutlak bir varlık olarak yalnız iseniz
eğer, bilginizin ne anlamı kalır? Asıl önemli soru Tanrı’nın özünün ne olduğudur. Tanrı’nın özü
sevgidir. Ama bu sevgi, hizmet edilmeyi değil, hizmet etmeyi öngören bir sevgidir. (218-263)

Her şeyleri bilen, her şeylere gücü yeten Tanrı bile sevgi karşsında şapka çıkarır. Kore devlet başkanı
örneğin ne denli güç sahibi görünürse görünsün, gerçek sevgi karşısında çaresiz boyun eğmek
durumundadır. Eşinizi gerçek anlamda çok sevdiğinizde onun önünde eğilmek ister misiniz, istemez
misiniz? Hiç kuşku yok ki böyle bir durumda, onun önünde eğilmekten çok daha fazlasını yapmak
istersiniz.
Ve de şöyle düşünmekten kendinizi alamazsınız: “Bu kadar gerçek anlamda sevmekten kendimi
alamadığım eşim evrenin neresinden geldi? Öyle ki eşiniz olmadan yaşamınızı sürdürmek düşüncesi
bile iliklerinizi dondurmaya yeter. Onun varlığı, mutluluğunuz için hayati önem taşır. Bir devlet
başkanı bile, bu nitelikteki bir sevgi yaşadığında, eşinin karşısında yere kapanarak, mutluluğunu,
“Sevgili, lütfen beni sev, ben de seni seviyorum.” şeklinde ifade etmekten kendini alamaz. O noktada,
böyle bir başkanın karşısında duran çıt kırıldım hanımefendi bile sizce iyi mi, yoksa kötü mü
hisseder? (211-83)

Tanrı, her ne kadar her şeyi bilen, her şeye gücü yeten olsa da, bir başına iken istediği gibi sevemez.
Tanrı, her şeyi bilen, her şeye gücü yeten olduğu için istediği zaman sevebilir diye düşünseniz bile bu
doğru değildir. Böyle bir sav, sorun yaratır ve de bir sevgi nesnesine ihtiyaç duyulmadığı yönündeki
bir tartışmayı gündeme getirir. Mutlak, merkezi varlık konumunda yer alan Tanrı’nın, kendisinde var
olan sevgiyi duyumsayabilmesi ve bundan coşku duyabilmesi için bir sevgi nesnesine ihtiyaç
duymasından daha doğal bir şey olamaz. (208-233)

Tanrı’nın kendisi de muhatap alacağı bir birime ihtiyaç duyar. Tanrı, bir başına iken sevgiyi
yaşayamaz. Düşünün bir, etraflarda hiç kimseler olmadığı halde, büyük bir heyecan içerisinde “ Ah!
Ben bugün çok iyi hissediyorum.” dersem herkesler bana deli diye bakar, öyle değil mi?
Ama bir muhatap biriminiz olduğunda, çok ateşli, çok heyecanlı konuştuğunuz zaman bile, şartlara,
mevcut duruma aykırı düşmezsiniz ve de söyleminiz bir anlam ifade eder. Tanrı ne denli her şeyleri
bilen, her şeylere gücü yeten olsa da, tek başına dansederek: “Oh, çok iyi, sevgimi seviyorum.”
şeklinde haykırsa bunun ne anlamı olur lütfen anlamaya çalışın. Tanrı bile tek başına iken sevgi
olgusunu yaşayamaz. Bunu hissedebilmesinin tek yolu, muhatap birimi aracılığı ile mümkündür Asıl
sorun da işte tam bu noktada yer almaktadır. (141-106)

Dünyadaki yaratılan varlıklar arasında, her şeyi bilen, her şeye gücü yeten mutlak bir varlık olarak
Tanrı ile uyum sağlayabilecek tek bir güç bile yoktur. Üstelik de Tanrı, sonsuz, ölümsüz ve kendi
kendine var olmuş bir varlıktır. Buna rağmen, Tanrı’nın arzulayacağı bir şey olsa idi eğer, bu ne
olabilirdi? Kuşkusuz para, bilgi ya da güç olmazdı değil mi? O halde Tanrı neye sahip olmak isterdi?
Tanrı’nın mutlak şekilde ihtiyaç duyduğu yegane şey, hem Tanrı’nın hem de insanların mutlak bir
biçimde ihtiyaç duydukları gerçek sevgi olgusudur. (219-180)

5.3.Tanrı’nın kendisi bile sevgi karşısında mutlak bir biçimde itaat eder

Tanrı sevgiden hoşnutluk duyduğuna göre, Onun sevgi adına kendinden geçmesini düşünebilir
misiniz? Her şeye gücü yeten, her şeyi bilen olağanüstü Tanrı, sevgi için kendinden geçebilir mi? Bir
kaplan gibi her şeylere hükmeden bir büyükbabanın, küçücük bir büyük annenin kontrolü altında
uysal bir kediye dönüştüğü zamanlar vardır. Onu bu değişime getiren güç, sevgi ağına takılı
olmasıdır. Sevginin böylesine mucizevi bir gücü vardır. Tanrı bile bu nedenle, sevgi karşısında
çaresizce boyun eğer . (137-84)

Eğer yetkin, her şeyi bilen, her şeye gücü yeten bir Tanrı var ise, Onu, hoşnut kılan ne olabilir? Teorik
olarak en mantıklı sonuç, insanlardan daha iyi olduğuna göre Tanrı için en değerli şeyin, ulaşmayı
arzuladığı en önemli şeyin sevgiden başkaca bir şey olamayacağıdır. Bu durumda Tanrı’nın sevgisi
nedir? Zamanın var oluşu öncesinde bile, Tanrı’da, başkaları için sonsuza dek yaşayacak denli sevgi
bulunmakta idi ve bilin ki, Tanrı, her zaman bu nitelikteki bir sevgiyi yaşayıp, paylaşabilmenin
özlemini çekegeldi. (90-86)

Tanrı’nın çocukları pozisyonunuzu hak edebilmelisiniz. Bu pozisyon içerisinde nasıl bir yol seçmeyi
yeğlersiniz? Para mı, bilgi mi? Tanrı, sizlere: “Ben her şey bilen, her şeye gücü yetenim ve de benim
büyük gücüm temelinde ebeveyn-çocuk ilişkisine girmelisiniz.” Der mi hiç? Tüm bunlar yan
unsurlardır. Tanrı yalnız ve yalnızca sevgiye merkezlenmemizi bekler ve de “Ben o sevgi ile
bütünleşmek istiyorum.” der. Sizler de, bu durumda, “Yalnızca bu nitelikteki sevgi en iyisidir.”
diyebilmelisiniz. Bu standarttaki bir sevgi ile bütünleştiğinizde evrenin güçlü Tanrısı da, sizi bütün
benliği ile sarıp, sarmalayacak ve onaylayacaktır. (69-181)

Tanrı ne denli her şeyi bilen, her şeye gücü yeten olsa da, erkek ve kadınlara gerçek sevginin
kurallarına uymaları yaptırımında bulunabilir mi? Bir baba pozisyonunda yöneten olaraktan, Tanrı,
onlara, “Ben gerçek sevgiyi mutlak bir biçimde uyguluyorum onun için sizler de benim yaptığım gibi,
gerçek sevgiye uyun.” demek durumundadır. Eğer Tanrı, kendisi gerçek sevginin kurallarını kayda
almaksızın oğullarına, kızlarına bunları uygulamalarını söylese idi, bu bir anlam ifade eder miydi?
Öyle ya, böyle bir durumda, gerçek sevgi pozisyonunda yer alaraktan Tanrı, ancak bir diktatör
addedilirdi. Tanrı, “Ben kendim sonsuza dek ve mutlak bir biçimde gerçek sevgiye nasıl uyuyorsam,
siz evlatlarım da aynı şekilde gerçek sevigye itaat edin.” dediğinde ancak, çocukları pozisyonundaki
insanlar da buna amin diyeceklerdir. Aksi halde, insanların: “Babamız istediği gibi yaşıyor, ama
yalnızca biz itaat etmek durumundayız.” diyerek dudak bükmeleri içten bile değildir. Bu da
kaçınılmaz biçimde çeşitli sorunların ortaya çıkması anlamına gelirdi Dolayısı ile bu noktada,
Tanrı’nın kendisinin de mutlak bir biçimde gerçek sevginin kurallarına uyduğu görüşünü doğru kabul
etmeliyiz. (211-84)

Tanrı ne denli her şeyi bilen, ne denli her şeye gücü yeten olsa da, gerçek sevginin kurallarına mutlak
bir biçimde uyar. Böyle olması sizce iyi mi, kötü mü? Böylesi bir gerçek sevgi, doğudan
duyulduğunda iyi de, batıdan duyulduğunda kötü olabilir mi? Kesinlikle hayır, gerçek sevgi ister
doğudan, ister batıdan, ister kuzeyden, ister güneyden, ister yukarıdan ister, aşağıdan gelir olsun, her
durum içerisinde iyidir. Gerçek sevgiyi gece ve gündüz, bütün mevsimler boyunca, gençlik ve yaşlılık
zamanlarımızın ötesinde, bütün bir sonsuzluk içerisinde duyumsayabilmek asla kötü değildir. (211-
75)

Mutlak güce sahip olan Tanrı, sevginin yerleşiklik kazanacağı ve işlerliğinin hep var olacağı bir yerin
de arayışındadır. Tanrı da, mutlak bir biçimde sevgiden hoşnutluk duymaktadır. Hem de kendi
mutlaklık, her şeyi bilirlik, her şeye gücü yeterlik, her yerde bulunabilirlik özelliklerinden daha fazla
hoşnutluk duymaktadır. Tanrı diğer bütün şeylerden feragat etmek zorunda kalsa bile, gerçek sevgiye
mutlak bir biçimde itaat etmek için elinden geleni yapacaktır. Zaten her şey de ancak o noktada bir
anlam ifade edecektir.
Tanrı, insanlığın Babasıdır diyoruz öyle değil mi? Bu durumda, bir Baba, kendi yaşamı gerçek
sevgiye merkezli değilken, çocuklarının gerçek sevgiye mutlak bir biçimde uymalarını bekleyebilir
mi? Bu kaynak prensip, olmazsa olmazlardandır. O nedenle, Tanrı’nın kendisi sevgiye mutlak bir
bağlılık içerisinde yaşadığında ancak çocuklarına da “Sizler böyle yaşamak zorundasınız çünkü ben
kendim de böyle yaşıyorum.” deme hakkını bulup, doğru örnek oluşturarak onları eğitebilir. (207-
261)

Mutlak olan Tanrı, aynı zamanda şunu da söylemektedir: “ Mutlak olmama, her şeyi bilmeme, her
şeye gücüm yetmesine ve her yerde bulunabilip, her şeylere sahip olmama rağmen, ben kendim bile
mutlaklık değeri olan bir şeye merkezli biçimde yaşamak isterim.”
Tanrı’da bunun yanı sıra başkalarına hizmet etme arzusu da yer almaktadır. Tanrı böyle olduğu için,
Tanrı’nın sevgisi de başkalarına, Kendisine hizmet etmelerini öğütlemez. Tanrı, sevginin, kişinin
bencil yararı için var olmaması gerektiğine inanır. (201-115)

Birliğe neyi temel aldığınızda ulaşabilirsiniz? Tanrı’nın her şeyi bilirlik ve her şeye gücü yeterlik
temelleri üzerinde bu birlik gerçekleşebilir mi ? Cevabımız hayır ise neyi temel aldığımızda bunun
gerçekleşmesi söz konusu olabilir peki? Güç olabilir mi sizce ? Hayır, doğrusu güç bunu sağlamaya
yetmez. İlkbahar ne denli güçlü olursa olsun, ağaçların çiçeklenmelerinin ötesindeki şartları aşamaz.
Yaz için güçlü denmesine rağmen, ağaçlardaki yaprakların çoğalıp, büyümelerinin ötesindeki zamanı
aşamaz. Sonbaharda bütün bu yaprakların dökülmesi kaçınılmazdır çünkü. Sonbahara gelince hasat
mevsimi olmasına rağmen yine de kışın gelişinin gücüne karşı koyamaz. Bunun üstesinden
gelinebilmesi için mevsimlerin, merkezlerinde daima güneşi bulundurmaları gerekir. Dört mevsim
ancak o noktada, bir arada güç dengesi içinde yaşanabilir. Bu durumda, Tanrı, ebeveyn pozisyonu
içerisinde kızlarının, oğullarının kısacası kardeşlerin birbirleri ile çatıştıkları sahneye girdiğinde,
merkez konumunda durup da onlara “böyle davranmanız gerek” dediğinde birleşmeyecekler midir?
Bunun aksini iddia edenin aklından şüphe ederim. (221-190)

Çağdaş din bilimi, “Tanrı’nın her şeyi bilir ve her şeye gücü yeter olmasından ötürü canı ne zaman
isterse o zaman sevebileceğine” inanmakla beraber, beni ele aldığımızda yanıbaşımda çok sevgili
eşim olmaksızın istediğim zaman sevebilir miyim, böyle bir şey mümkün olabilir mi dersiniz? Evet
diyenlerin akıllarını kaale almıyorum. O halde Tanrı’nın, bir başına iken sevmesinden nasıl söz
edilebilir? (209-81)

Tanrı her şeyi bilen ve her şeye gücü yetendir. Eğer Tanrı gibi her şeyi bilen, her şeye gücü yeten bir
başka varlık daha olsaydı ve bu ikisi birbirini sevseydi ne olurdu? Bu durumda birbirlerini
dengeleyemeyecekleri için birbirlerinden kaçıyor olacaklardı. Aralarında sıkışıp kalan her hangi bir
şey de ileri geri gidip, kenardan köşeden kaçabileceği bir yer arayacaktı. Zayıf, güçlüye yönelip,
güçlü de zayıfa kucak açtığında ancak merkezde birbirlerine perçinlenerek bütünlük oluştururlar.
Zayıfın güçlüye, güçlünün de zayıfa her zaman ihtiyacı vardır.
Feminen nitelikli erkeklerden hoşlanan kadınların sürekliliği olamaz. Bir kadın, bir başka kadının
eline dokunduğunda iyi hissetmesi mümkün olabilir mi, kadınlar elele tutuştuklarında hissettikleri
duygu iyi diye adlandırılabilir mi? Bir kadının yumuşak eli, bir başka kadının yumuşak eline temas
ettiğinde hissedilen duygu bana gore iyi olmamalı, hatta ölmekten de kötü olmalı. O nedenle bu tip
düşünenler için bu nitelikteki bir yaşamın sürmemesi çok daha iyidir. (167-300)

Bölüm 6. Tanrı Sevgi Aracılığı İle Her Yerde Bulunabilir

6.1. Yalnızca sevgi, özgürce sınırlar ötesine geçebilir

Tanrı’nın kalbi yalnız Tanrı’nın sözünde değil, yaratmış olduğu her şeyde bulunur. Bu kalp, gökte ve
yerde, her yerdedir. Tanrı’nın yaşamadığı hiç bir yer olamayacağı için zaten Tanrı, her yerde
bulunabilirlik özelliğine sahiptir diyoruz.
Tanrı’nın kalbini gördüğünüz her şeyde bulabileceğinize göre, Tanrı’nın kalbinde yer almak isterseniz
eğer, tüm bu şeyleri, gökte ve yerde yaratılmış her şeyi de sanki sizinmişçesine kucak açıp,
sevebilmelisiniz. Bu Tanrı’nın kalbinin yansıyışıdır. Uçmakta olan bir kuşun kanat çırpışlarını ya da
hoş kokulu bir çiçeğı görmede bile sonsuzluk şarkısı söyleyebilecek ruhsallık düzeyine ulaşmayı
başarabilenler, yalnızca yaradılışta yer alan varlıklar arasında değil, fakat bizzat Tanrı’nın kalbinde de
yerlerini alacaklardır. (8-180)

Bu durumda Tanrı’nın her yerde aynı anda bulunabilirliğini hissetmek ne şekilde mümkün? Havayı,
Tanrı’nın nefesi gibi hissettiğinizde fırtınayı da, Tanrı’nın dünyanın yararı için çektiği acının
üstesinden gelmede dökmekte olduğu ter olarak algılamaya çalışın. Güneşe baktığınızda, onun bütün
bir evrenin yaşam unsurlarını simgelediğini düşünün ve böylece ondan Tanrı sevgisini öğrenin.
Tabiat, Tanrı’nın çok sevdiği, Tanrı için çok değerli olan çocukları konumundaki insanlarına,
Kendisinin kalbini hissedebilip, coşku duyabilmeleri için sağladığı bir ders kitabıdır adeta. Bir
yaprağa dokunuşunda onu kendi çocuğuymuşçasına sevip, kendi kendine mırıldanacak denli
duyarlılığı gelişkin bir insan neredeyse bir ermiş, bir aziz konumundadır. (59-101)

Tanrı her yerde bulunabilirlik özelliğine sahip olduğu için, bizler de Ona benzemek isteriz. Tanrı her
şeyi bilen, her şeye gücü yeten olduğu gibi, bizler de öyle olmak isteriz. Ve Tanrı eşsiz özellikte
olduğu için biz de Onun gibi eşsiz olmak isteriz. Bu benzerliğimizden kaynaklanır. Bizler Tanrı
benzeyişinde yaratıldığımız için, kendimiz de Onun gibi olma çabasındayız. Bizler de Onun gibi,
göğü ve yeri yönetme isteğine sahibiz. Tüm bu özelliklerimiz az ya da çok, bir şekilde Tanrı’ya
benzemektedir. (26-167)
Bizler, sevgi aracılığı ile derin deneyimlere sahip olacağımız bir şekilde yaşamayı öğrenmek
durumundayız. Öyle ki, Tanrı üzgün olduğunda, bizler de o üzüntüyü hissedebilelim, mutlu
olduğunda aynı mutluluk coşkusunu Onunla paylaşabilelim. Ebeveynlerine sadık bir çocuk, onlardan
kilometrelerce uzakta olsa bile ebeveynlerinin sevgisi her zaman onunla beraberdir. Tanrı’nın her
yerde bulunabilirliğinden söz ettiğimizde, Tanrı nerededir? Ona ulaşmak bilgiyle mümkün değildir.
Sevgiye gelince, onun farklı bir özelliği vardır. Her yerde bulunabilirliğini ve sınırları aşmasını
mümkün ve anlaşılır kılan da, ebeveynlerin çocuklarına duydukları ve de mutlak kutupların ötesine
geçebilen bu sevgi kalbidir zaten. Sevgi sahasında, ebeveyn sevgisi her yerde, her zaman bulunabilme
özelliğine sahip en üst nitelikli sevgidir. Bu nitelikteki sevginin ulaşamayacağı hiç bir yer yoktur. İşte
bu, sevginin mucizesidir. Oğula yalnızca sevgi tam anlamı ile hakim olabilir. Her şeye gücü
yetmeklik otoritesinin dayandığı temel de budur. Var olan şeylerin öyle olmaklıkları da gene buna
dayanır. (59-101)

Sevginin harika özellikleri vardır. Ben bir kez, Tanrı’daki mutlak ve değişmez gerçek sevgiyle
bütünleşme pozisyonunda yer aldığımda, Tanrı’nın bulunduğu yerde bulunma otoritesine de sahip
olur ve her istediğimde Onunla yaşamaya başlarım. O hal içerisine girdiğimde gözlerimi kapatmaya
gerek görmeden görebilirim. Tanrı’nın acılı kalbini gerçekten hissetmeye başlayan bir insan, yolda
durup, katılırcasına ağlamaya başlayabilir. bu, o hal ile bütünleşilen derin deneyimlerin yaşandığı
yerdir. Düşmüş olan bu dünyada bile, bir annenin kalbi çocuğuna karşı o denli duyarlıdır ki, çocuk
çok uzaklarda bir kaza geçirdiğinde anne, bulunduğu yerden bunu hissedebilir. Böyle bir durumda
annenin, gece uykusundan uyanıp, çocuğunun adını sayıklaması gayet sık rastlanan bir olgudur..
(201-356)

Damar mı, atardamar mı daha önemlidir? İkisi de eşittirler. Peki o halde Tanrı mı, insan mı daha
önemlidir? Onlar da eşittirler. Sevgi bağlamında düşünüldüğünde, Tanrı, atardamar, insanlar da
damarlardır. Bu konumları ile de insanlar, Tanrı’ya eş olma değer ve ayrıcalığına sahiptirler.
Neyi temel alarak gökte ve yerde eşsizlikten konuşup, her şeyi bilirlik, here şeye gücü yeterlik ve her
yerde bulunabilirlikten söz edip, onun aracılığı olmadan hiç bir şeyin söz konusu olamayacağını
söylemek mümkün? Tabii ki sevgi! Bu gayet anlaşılırdır. (109-148)

Kimdir Tanrı? Tanrı sahiplenme hırsının efendisidir. O her yerde vardır. Onun varlığının olmadığı hiç
bir yer olmadığına göre, O, ne kadar hırslıdır? Onu hırslı olarak adlandırmak belki doğru değil ama
yine de önemli ölçüde bir hırsa sahip olduğunu söylemek mümkün. (121-70)

Tanrı’nın mutlak bir şekilde itaat edeceği bir yol var mıdır? Eğer Tanrı, mutlak bir yöneticilik ve de
belirleyicilik kişiliğine sahip olaraktan, mutlak bir şekilde itaat edeceği bir yola sahip olmazsa idi,
daha üst düzeydeki varlıkları yönetebiliyor olmasına rağmen, daha alt düzeydekileri
yönetemeyebilirdi. Her yerde bulunabilirlik özelliğinin kendisi çelişkili bir terim olurdu. Bunun
nedeni Tanrı’nın bizlere benzemesidir. Anneler ve babalar oğullarına ve kızlarına benzerler öyle değil
mi? Ve biz de Tanrı Babamızdır diyoruz. Tanrı’nın kendisi de bu durumda mutlak bir itaat içerisinde
yaşamak ister. Bunu yapacak bir yol olmasa idi, Tanrı ne kadar yalnız hissederdi? (192-29)

Bir sanatçının eserinin ortaya çıkışını gece gündüz büyülenmiş bir şekilde ve büyük bir
duygulanmışlıkla izleyen birisi olduğunu var saydığınızda sizce o sanatçı bu ilgiden rahatsız olup
tavır koyar mı? Doğrusu size derim ki, o sanatçı aksine bundan büyük bir memnunluk duyup, o kişiyi
kendi oturma odasına da davet ederek, beğenisinin gerekçelerini de öğrenmeye çalışır. Hiç kimse de o
kişiyi, bu eseri takdir ettiği ve seyrederek tadına varmak ve hep onunla birlikte olmak istediği için
kınamaz. Sizler, Tanrı’yı tam anlamamakla beraber, O, tüm evreni kaplayan Kendisinin her yerde
bulunabilirlik niteliğinden yola çıkarak, bilginin ustası olmaktan çok, sevgi olarak vardır. O nedenle,
Onun hakkındaki anlayışlarınızı değiştirin ve de Tanrı’yı, “Sevginin yansımasını her sahada en derin
ne şekilde yaşayabilirim?” sorusunu temel alarak yeniden keşfetmeye çalışın. (59-103)

6.2. Evrende, sevginin bulunmadığı hiç bir yer yoktur

Tanrı mutlak bir Tanrıdır da, niye mutlaktır hiç düşündünüz mü? Bunun nedeni Tanrı’nın sevgiye
mutlak itaat eden bir varlık olmasıdır. Böyle olmasından hoşnut musunuz? Tanrı aynı zamanda her
yerde bulunabilir olduğu için, Tanrı’nın sevgisinin bulunmadığı hiç bir yer de yoktur. (223-246)

Tanrı’daki sevgi tüm evreni sarıp, sarmalamaya yeter de artar bile ve de merkezi bir temele sahiptir.
En büyük temeli kucaklayan en merkezi sevgi varlığı Tanrıdır. Tanrı hareket ettiği zaman, küçük
şeylerin tümü de birlikte hareket etmek zorundadır. Her şey ama her şey, bir büyük dairenin içinde yer
alır, öyle değil mi? O yüzden de Tanrı’nın tüm dünyayı ve de bütün bir evreni kapsaması gayet
anlaşılırdır. (205-33)

Tanrı var olmasaydı, evren tümüyle boş kalacak, boş hissedilecekti. Ama Tanrı varken evren
dopdoludur diyoruz. Bunun nedeni de sevginin var oluşudur. O nedenle, bizler yalnızken bile, eğer
Tanrı’nın bir şekilde bir yerlerde olduğunu biliyorsak, evren de doludur. Tanrı her yerdedir. Ve bizler
de bunu yaşarken hissetneyi öğreniriz. Bu, sevgide iken Tanrı’nın her yerde, her şeyde bulunabilirlik
özelliğinden gelen derin esin haline ulaşabileceğimiz anlamına gelir. Ancak Tanrı’yı bilmediğimizde,
Onun varlığından gerçek anlamda haberdar olmadığımızda, her şey ama her şey, sanki hiç bir şey
yokmuşçasına boş gelir insana. (91-323)

Sevgi öznesi bulunmadığında, sanki hiç bir şey yokmuş gibi hissedersiniz. Ama sevgi öznesi var
olduğunda da, sanki her şey onunla dolu dolu vardır gibi gelir insana. Bundan şu sonucu çıkarıyoruz:
Bizler sevgi ile dolu olduğumuzda ancak, sonsuzcasına ve gerçek anlamda verebileceğimiz şekilde
her şey de sevgiyle dolar. Verme-alma dinamiğinin gerçek sevgi merkezindeki işlerliği idealimizin
gerçekleşmesini ve de çoğalımını sağlar. Mesafeler sevgi dünyası ile sıfırlanır. Sevginin hızı o denli
fazladır ki, ışığın hızı bile onun yanında hiç kalır. En hızlı şey de, en parlak şey de sevgidir. En
tamamlanmış şey de yine sevgidir ve her şeyleri en bütün haliyle dolduran şey, gene sevgidir. (95-39)

Sevgi nedir? Sevgi, varlıkların kendi rotalarında zorlanmaksızın gidebilmelerine imkan sağlayan
motor yağı gibidir adeta. Sevgi olmadan hareketin kolayca sürmesini sağlayan yağ da yok demektir.
Arabaların hareket etmek için yağa ihtiyaçları vardır. Her hangi bir şey hareket durumunda işlerliği ve
kolay süregenliği için yağa ihtiyaç duyar. Ve yine sevgi, en yüksek derecede haz için gerekli yağı da
sağlar. Sevgi, kaynağı her yerde bulunabilen Tanrı olduğu için asla tükenmez. Sevgi sinir gibidir.
İncecik bir saç telini çekmek nasıl tüm vücut birimleri tarafından hissedilirse, sevgiyi çekmek de tüm
evreni bir mıknatıs gibi kendine çekmekle eşdeğerdir. Ve de yalnızca sevgi hareket ettiğinde bütün bir
evren de uyum içerisinde hareketini sürdürür. (180-161)

Bu evrende her bir kişinin kalbini doldurabilen bir özne birim var ise eğer bu nasıl bir özne birimdir?
Bu birim tek bir mutlak merkez olmalıdır. Bizlerin her hangi bir kalbi sevgi ile doldurmaya yetkin
mutlak bir varlığa ihtiyacımız vardır. Dolayısı ile bu varlık sonsuz ve de mutlak bir varlık olmalıdır.
Bugün milyarlarca insanın kalplerini doldurma durumundaki Tanrı’nın ne kadar sevgisi vardır? Bu
miktar mutlak bir miktar olmalıdır. O yüzden zaten her şeyi bilirlik, her şeye gücü yeterlik ve her
yerde her şeyde bulunabilirlik sözlerine ihitiyacımız vardır. Bunlar, Tanrı’nın ihtiyaç duyduğu
sözcüklerdir. (116-240)

Bölüm7. Tanrı Hakkında Halihazırda Var olan Doktrinlerin Değerlendirmesi

1. Tanrı Hakkındaki Doktrinler Çelişki İçerisindeler

Dini doktrinlere karşı yöneltilebilecek bir dolu soru vardır. Bunlar: Gerçekten Tanrı var mıdır?
Tanrı’nın her şeyi bilen, her şeye gücü yeten, her yerde, her şeyde bulunabilen, en üstün iyilik ve
güzelliğe sahip bir sevgi varlığı, yargının efendisi ve de insanlığın Babası olduğu söylenmekle
beraber Ona yakıştırılan tüm bu sıfatların doğru olup, olmadıklarını nereden biliyoruz? Tanrı kendi
başına sakin sakin yaşayabilecek iken evreni yaratma gereğini neden duydu? Dünyayı yaratmasının
amacı neydi? Yaradılış dünyasının vücuda getirilişinde belli bir yöntem söz konusu olmalıydı, o
yöntem neydi? Mutlak iyiliğe sahip Tanrı tarafından yaratılmış bu dünyada neden orman yasasının
uygulandığı durumlar gündeme geldi? İnsanın Düşüş’ünün dünyayı günaha bulaştırdığı söylenmekle
beraber, mükemmel olan Tanrı tarafından yaratılan insanların düşüşleri nasıl mümkün olabildi? (122-
302)

Tanrı’nın çözmek durumda olduğu bir dolu sorunu bulunmakta. Tanrı, gerçekten de her şeyi bilen ve
her şeye gücü yeten ise eğer İsa’nın çarmıha gerilmesine neden izin verdi? Haç kefareti olmaksızın
kurtuluş gerçekten de imkansız mıydı? Bunu nasıl cevaplandıracaksınız? Her şeyi bilen ve her şeye
gücü yeten olmasına rağmen, İsa’yı çarmıha gerilmekten kurtaramayan bir Tanrı bizden uzak
tutulması gereken gaddar bir Tanrı olabilir mi? Bu durumda Ona nasıl inanabiliriz? (136-128)

Bugüne dek Tanrı’nın insanın Düşüşü sonrasında kalben ne denli yaralanıp, acı çektiğini ve de Onun
insanları ile arasındaki ilişkinin gerçek niteliğinin ne olduğunu ve de her şeyi bildiği, her şeye gücü
yettiği öngörülen bir varlık olarak nasıl olup da böyle eli kolu bağlı kalabildiğini anlamaya çalışan bir
tek kişi bile çıkmadı. (133-216)

Yine bugüne dek, Şeytan’ın varlığını bilir olmalarına rağmen, hiç bir din bilimci ne de ruh dünyası ile
iletişim içerisinde olmayı başaran medyumlar, her şeye gücü yeten bir Tanrı’nın, Şeytan’dan
korunulabilmesi için nasıl olur da bir şey sağlamamış olduğu olgusunu da açıkığa kavuşturamadı.
Oysa ki, her ne zaman Tanrı tarafına yakınlaşmaya çalışsanız, Şeytanın mutlak bir müdahalaesi ile
karşılaşırsınız. Şeytan, bizlere tek bir yönden değil farklı farklı cephelerden müdahalede bulunur.
Durum böyleyken Tanrı neden bu duruma el koyup da onu cezalandırma yoluna gitmez? Bu konu
bugüne dek hep bir muamma olarak kalageldi. Ve bugün ruh dünyası ile iletişim kuranlar için bile
cevabı bilinmez bir konu olmayı da halen sürdürmekte. (133-86)

Her şeyi bilen, her şeylere gücü yeten Tanrı, on binlerce yıllık tarih süresince insanlığa yön
veregelmiş olmasına rağmen, tarih, neden iyilik amacının gerçekleştiği bir yöne değil de umutsuzluk
ve hayal kırıklıklarının ağır bastığı bir ortama hareket etmekte? Bu sorun o denli önemlidir ki,
kitlelerin Tanrının var olmadığı sonucuna sürüklenmeleri işten bile değildir.
Eğer Tanrı olmasaydı, insanlığın, uzun zamanlar özlenen, barış içerisindeki bir dünyaya yönelik
idealleri yaşayabilme imkanı olur muydu? İnsanlığın uzun tarihi süresince, insanların ve düşünürlerin
böylesi bir dünyayı oluşturmada başarısız olduklarını ve dünyayı olduğu gibi bıraktıklarını göz önüne
aldığınızda, böylesi bir umut dünyasının gelecekte de gerçekleşebileceğini söyleyebilmek çok da
gerçekçi görünmemekte.. (130-18)

Bu durumda, her şeyi bilen, her şeye gücü yeten Tanrı’nın, Şeytan’ın istediği gibi at koşturmasına izin
verme nedeni ne olabilir? Tanrı istese bir gecede onu yok edemez miydi, neden onu olduğu gibi
bıraktı, neden? Bu konu, din alanında cevaplandırması en güç soru olmayı sürdürmekte. Ve gerçek şu
ki, bu, hiç de hafife alınacak bir konu değildir. (127-79)

Çok sayıda insan Tanrı’yı, mutlak otoritesi ile her şeyi bilen, here şeye gücü yeten her yerde
bulunabilen yücelik tahtında oturan bir varlık olarak düşünme eğilimindedir. O nedenle de, Tanrı
olgusunu asla acı ve keder kavramları ile bir arada düşünmeye yanaşmamaktadır. Tanrı’nın kim
olduğunu sorduğumuzda Hıristiyanların vereceği cevap, Tanrı’nın “Babamız” olduğu ve de Onu Baba
olarak çağıran tüm inananların da tövbe ederek günahkar dünyada iman pratiği yapmaları gerektiği
şeklinde olacaktır. Ancak bir yandan Tanrı ve insanoğlunun ebeveyn ve çocuk ilişki bağı içerisinde
olduğu öne sürülürken diğer yandan Hıristiyanlığa göre bu iki birim çelişki içerisindedirler de. (123-
154)

Bugün Hıristiyanlık, “Tanrı\ kutsal, her şeyi bilen, here şeye gücü yeten bir varlık ve de Yargı
gününün efendisi olarak insanları yargılamak üzere tahtında oturan Yargıçtır.” demekte. Sizler yargıç
olmayı ister miydiniz? Yargıç olarak on yıl hizmet verdikten sonra ya hastalanıp, ölürsünüz, ya da en
azından ciddi bir biçimde rahatsızlanırsınız. Eğer hastalanmazsanız, sahte bir yargıçsınız demektir.
Yargıçlar, kimi zaman değerlendirmeleri doğru olmasa da ölüm kararı verebilirler. Belli bir durumu
değerlendirirken göz önüne alınacak pek çok değişik açılar olabilecekken, yine de onların bir kararı
ile bir insanın yaşaması mı, yoksa ölmesi mi gerektiği belirlenir. Bu çok ciddi bir konudur. Evrensel
yasa göz önüne alındığında, var olan yasaların hiç birininn mutlaklığı söz konusu değildir. O nedenle
de, duyarlı bir insanın on yıl yargıçlık yaptıktan sonra, vicdan yükünden ötürü rahatsızlanması gayet
doğaldır. (198-285)

Şimdi, eğer göğün ve yerin efendisi bir Tanrı var ise asıl Ona sormak gerekir. Bugün pek çok inanan,
Tanrı’nın, her şeyi bilen, her şeye gücü yeten bir varlık olarak tahtında oturduğunu ve de Hakim
pozisyonunda kötüleri cehenneme, iyileri ise cennete yolladığını söylemekte. Oysa ki Tanrı bu
konumdan hoşnutluk duyacak bir Tanrı olsa idi, şimdi çoktan aklını yitimiş bir Tanrı olurdu. Tanrı,
iyinin de kötünün de ötesinde, mutlak iyiliğin söz konusu olduğu bir konumda yaşamakta. (194-32)

Pek çok din adamı, Tanrı’nın her şeyi bilen, her şeye gücü yeten ve her şeyde bulunabilen bir varlık
olarak, tahtında oturduğunu söylemekte. Size göre bu zevk alınacak bir konum mu? Sizler hiç bir şey
yapmadan, bir taht üzerinde on binlerce yıl oturursanız kaba etleriniz dumur olur. Denemek isterseniz
üç gün sürekli oturup bir deneyin bakalım. Peki Tanrı ne yapıyor? Hıristiyanlığa göre örneğin, Tanrı,
sonsuz yüceliği içersinde öylece tahtında oturuyor…Öte yandan Tanrı yalnız ise bu nasıl bir yüceliktir
o da ayrı konu. Tanrı bir yerde sonsuza dek oturarak “ Oh, her şeyi bilen, her şeye gücü yeten gizemli
gücümden ne çok hoşnutum.” diyecek bir Tanrı olabilir mi? Böyle olmasının kime ne yararı olurdu
ki? Hayır Tanrı’nın kendisi bugüne dek hep sevgiye merkezli olarak yaşadı ve bundan böyle de öyle
var olmaya devam edecek. Bu görüşü yadsımak asla mümkün değildir. (191-22)

Tanrı, her şeyleri kafasına estiği gibi yapabilecek konum ve yaptırıma sahip olsa idi eğer, insanlarının,
850 bin ile 1.5 milyon yıl arasında olduğu var sayılan insanlık tarihi boyunca bugünkü hale
gelmelerine seyirci kalması nasıl açıklanabilirdi? Böylesi bir sav, bizleri Tanrı’nın var olmadığı
sonucuna dek götürmez mi? Öyle ya o noktada her şeyi bilen, her şeye gücü yeten bir Tanrı olgusunu
konuşmak bile anlamsızlaşır. Ama bu çok gülünçtür. Tanrının, istediği gibi davranamaması için
geçerli bir nedeni olmalıdır. Gerçekten de Tanrı’nın belli durumlar içerisinde zaman ve şartlar oluşana
dek elinin kolunun bağlı bulunduğunu söyleyebiliriz.(162-186)

İnsan düşmemiş olsa idi durum ne olurdu? Bugün Hıristiyanlık, Tanrı’yı her şeyleri bilen, her şeylere
gücü yeten kutsal bir varlık, insanları ise düşük nitelikli varlıklar olarak tanımlamakla beraber bu
düşünceye katılmak mümkün değil. Ruh dünyasına gidin ve görün,.orada bile Tanrı, dünyada olduğu
gibi Baba diye çağrılmakta.
İyi de Baba kime denir ? Eğer kutsal olan Tanrı, insanları ile ilişkiye girmekten aciz olsa idi, Onu
baba diye çağırablir miydik? Bu en başından mantıksız bir çelişkidir. Tastamam bir büyük çelişki.
Oysa benim söylediğim akla ters düşmemekte. (240-191)

Bunu neden söylüyorum? Tanrı, bizleri oğulları ve kızları poizsyonunda yaratmış olmasına rağmen,
bugüne dek bizlerin dans edip, şarkı söyleyerek kendisini yücelttiğimize tanık olabildi mi hiç?
İnsanlar düşüp, kutsallık sahasından uzaklaştıkları için ne yazık ki, Tanrı için de böylesi bir günü
görmek henüz mümkün olabilmiş değildir Ancak gelin görün ki dinler bünyesindeki pek çok inanan
bunun böyle olduğundan tamamen bihaber görünmekte.
Onlara göre Tanrı yüceliği ve de her şeyi bilirlik, her şeye gücü yeterlik özelliklerine sahipliği içinde
her şeyi yapabilecek bir Tanrıdır. Bu durumda, her şeye gücü yeten bu nitelikteki bir Tanrı’nın,
süregelen binlerce yıl içerisinde insanlığı neden kurtaramadığını sormak gerekmez mi? Buna nasıl bir
cevap veririsiniz.? Bunun nedeni günahı gündeme, insanların getirmiş olmasıdır. Dolayısı ile de bu
günahı oluşturan şartların onarılarak ortadan kaldırılması da insani sorumluluk payının yerine
getirilmesi gereğinden ötürü yine onlara düşmektedir. (226-304)

Tanrı’nın mutlak bir şekilde arzuladığı şey ne olabilir? Sorun budur. Tanrı neyi istemektedir? Tanrı
neyi mutlak bir şekilde arzu etmektedir? Arzuladığı şey yetenek olabilir mi? Bugün pek çok din
bünyesi ve de doktrininde, Tanrı’nın, her şeyi bilen, her şeye gücü yeten ve de yargı gününün adil
yargıcı olarak, iyi insanları cennete, kötüleri de cehenneme yolladığı öğretilir. Sizler bu nitelikteki bir
yargıcı sever miydiniz gerçekten? Kendi yarattığı insanlarının kimilerini cehenneme kimilerini de
göklerin krallığına yollayan bir Tanrı imajı size ne kadar hoş geliyor? Böyle bir durumda varılacak
yegane mantıklı sonuç, bunun hiç de adil olmayan bir uygulama olacağıdır. (211-75)

Gene Hıristiyan doktrinine göre, Yaratıcı olan Tanrı kutsal, yarattığı varlıklar ise mekruhturlar. Ancak
bu iddia, evrenin oluşumumun gerisindeki asal prensiple tamamen çelişmektedir. Hırisityanlığın
geleneksel anlamdaki temel düşüncesi sevgi olarak vurgulanır. İyi de mekruh olan günahkar insan ile
kutsal olan Tanrı’nın birliğinden nasıl söz edilebiliniyor peki? Bir görüş bildiriliyorsa bunun teorik
temeli de açıklanabilmelidir. Teori olmaksızın bir görüş boş ve de yanlıştır.
Bu bakış açısından, Tanrı’nın da, mutlak bir Tanrı olarak mutlak bir biçimde itaat edip, hizmet etmeyi
arzulayacağı ve yaşamı pahasına birlikte olmak isteyeceği bir sevgi muhatapına ihtiyacı vardır. (204-
100)

Bugün çoğu din bilimci, “Şimdi, artık inanç olgusunu bir bütün halinde gözden geçirmenin ve de
Tanrı’ya ve dünya görüşlerine ait daha önceki doktrinleri yeniden incelemenin zamanıdır.”
demekteler. Teolojik eğilimler bugüne dek hep yaratılmış olan varlıkların, kutsal Yaratıcı ile hiç bir
şekilde eşit pozisyonda olamayacakları yönünde yer aldı. İyi de böyle bir durumda iki tarafın
birbirlerini sevmelerinden nasıl söz edilebilinir? Tanrı’nın sevgiyi Kendi başına duyumsayabileceğine
inanıyor musunuz? Barış, mutluluk diye adlandırdığımız şeyler nelerdir? Tanrı’nın bir başına iken
bunlara sahip olması mümkün müdür? Bu soruyu nasıl cevaplandıracaksınız? Tanrı’nın mutlak bir
biçimde bir nesne birime ihtiyacı vardır. (77-317)

Yaradılış dünyasının gündeme gelmesinin gerisindeki motivasyonu göz önüne aldığımızda Tanrı’nın
göğü ve yeri, sevgi ihtiyacı duyduğu için yarattığını görürüz. Bu açıdan düşünüldüğünde bugünkü
çağdaş dini doktrinlerin ne kadar eksik kaldıklarını, Tanrı’yı nasıl eksik değerlendirdiklerini görmek
mümkün. Buna göre mutlak güç Tanrısı, yalnızca güç olgusu içerisinde vardır. Bu doktrin temeli
üzerindedir ki zaten, din kültürünün götürüldüğü yerlerde bugüne dek hep kan döküldü.
Aynı mantıktan hareketle Batı uygarlığının örneğin, Hıristiyan kültürü ile mutabık olacak şekilde
gelişmekle beraber, Son Günler’de, bütün bir dünya üzerinde sarsıcı gelişmelere yol açabileceğini ön
görmek çok da zor olmasa gerek. (209-29)

Tarih, başdöndürücü bir hızla bilim çağına doğru yöneliyor. Her şeylerin temelden sorgulandığı ve de
türlerin köklerinin etütü ile temel kaynaklarımızın araştırıldığı bilimsel gelişme çağının gelişi ile
birlikte, din için de artık olaylara daha bilimsel yaklaşmaktan başka çıkar bir yol görünmemektedir..
Bu durumda, dünya ve yaradılış gerçeğini açıklayarak, ayakları yere basan bir felsefe ile Tanrı’nın
varlığını kanıtlayabilecek yeni bir inanç biriminin ortaya çıkması kaçınılmazdır. Hali hazırda böyle
bir inanç sistemi yer almadığına göre, Tanrı’nın, dün olduğu gibi bugün de yaşayan bir Tanrı olarak,
böyle bir inanç sistemini hazırlaması gayet anlaşılırdır. (211-139)

Eğer insan, Mutlak Varlık tarafından, bu Varlığın sevgisini uygulayabilecek şekilde yaratıldı ise,
insanın yaratılışının gerisinde de belli bir motivasyon ve amacın yer alması gerekir. Bu motivasyon
ve amacı ortaya koymak için, Mutlak Varlığın kim olduğunu açılayabilecek doğru bir Tanrı
doktrininin ortaya konmasına ihtiyaç vardır. Bu açığı kapatmak, Tanrı’nın yaradılışı vücuda
getirmesinin gerisindeki amaç ve motivasyonu da açıklayacak ve böylelikle barış adına mutlak sevgi
uygulaması gerekliliğini de daha anlaşılır kılacaktır. (110-253)

Eğer mutlak, sonsuz, eşsiz ve değişmez Tanrı var ise, yeni bir duruş içerisinde, böyle bir Tanrıdan,
gerçek sevginin, gerçek ideallerin, gerçek barışın ve gerçek mutluluğun kaynağını istememiz gerekir.
Bu bakış açısından düşünüldüğünde, yeni bir barış ve mutluluk dünyasını kucaklamamız da, Tanrı
perspektifini doğru merkeze oturtarak, yaşama ve maddesel şeylere yönelik değer yargılarımızı da,
Onun görüş açısına endeksleyip daha sağlam zeminlere oturtmamızla mümkün olacaktır ancak. (77-
260)

Unutmayın ki, dini çatışmaların gerisindeki temel neden, mutlak olan gerçek hakkındaki
doktrinlerdeki belirsizlikten kaynaklanageldi hep.. Mutlak varlık tektir, iki ya da üç mutlak varlık
yoktur ve olamaz da. Bununla beraber, her dinin bünyesindeki liderler, yalnızca kendi mutlak
varlıklarının Tanrı olduğunu, diğerlerinin ise gerçek tanrı olmadığını savunur şekilde davranırlar
nedense. Bu yaklaşım, her inanç biriminin kendi mutlak varlık anlayışını oluşturmasına dolayısı ile de
ortalarda bir mutlak varlık enflasyonu yaşanması gibi bir garip duruma yol açar.
Böyle bir yaklaşım, nihai anlamda tüm dinanç birimlerindeki tanrıların görece tanrılar olduğu
sonucuna yol açacağından, Tanrı’nın sevgisi ve gerçeğini savunan ve de her din bünyesinde tesisi esas
olan doktrin olarak mutlak değerler sisteminin de görece kalması anlaşılırdır. Başka bir deyişle,
dinler bugüne dek aralarındaki çatışmalara son verebilecek bir mutlak değerler sistemini ne yazık ki
henüz tesis edebilmiş değillerdir. Bu da, hiç bir dinin Mutlak Varlık hakkında tümden doğru bir
açıklama getirememiş olmasının kaçınılmaz bir sonucudur. (122-302)
Her din, doktrininin temeli olarak kendi mutlak varlığına sahiptir. Yahudilikteki mutlak varlık
Yehova, Hıristiyanlık’ta Tanrı, İslamiyette ise Allah diye adlandırılır. Konfüçyanizm ve Budizmde ise
belli bir mutlak varlık düşüncesi de yoktur. Ancak, iyilikseverlik, Konfüçyanizmdeki temel erdem
olarak, kutsal emir ile bağlantılı görüldüğü için, kutsal, konfüçyanizmde mutlak varlık olarak
görülebilir. Bunun dışında, Budizmdeki, tüm darmaların sürekli değişimine rağmen gerçeğin
“öylelik” hali içerisinde bulunduğu görüşünden yola çıkarak söz konusu bu “öylelik” halinin mutlak
varlık olarak algılanabileceği söylenebilir. (122-300)

İhtiyaç duyulan yeni inanç sistemindeki mutlak gerçek doktrini, farklı farklı dinlerdeki mutlak
varlıkların ayrı ayrı birimler olmadıklarını aynı, tek bir Tanrı olduğunu ortaya koyabilmelidir. Böyle
bir doktrin, Tanrı’nın bütün özelliklerini ve de tüm dinlerin aynı Tanrı tarafından tesis edilmiş kardeş
birimler olduklarını ve de farklı inanç birimlerinin her birinin Tanrı’daki özelliklerin birer yönünü
ifade ettiklerini de sergileyebilmelidir.
Söz konusu doktrin, aynı zamanda, Tanrı’nın özelliklerini, yaradılış dünyasının gerisindeki
motivasyon, amaç ve yasaları ortaya koymakla da, mutlak gerçek doktrini, bu amaç ve yasaların,
evren bünyesindeki tüm şeylerin hareketlerini yönettiğini ve de insan normlarının da sonuçta, göksel
bir yasa olan bu evrensel yasa ile uyum içerisinde olması gerektiğini de açıklayabilmelidir.(122-303)

Birleştirme Hareketi’nin temel doktrini olan Prensipin önemi, yaratıcılığı somut terimlerle açıklaması
ve de bizlerin yaradılışın nasıl oluştuğunu anlamamıza yardımcı olmasına dayanır. Bunun dışında
Prensip, insanın düşüşünün ne şekilde gündeme geldiğini ve de insanlık tarihine yön veren
dinamiklerin dökümünü de net bir biçimde ortaya koyar.
Prensip, ayrıca, Tanrı’nın, bütün bir insanlık tarihi boyunca, insanları kendi hallerine bırakmak yerine
nasıl zorlu bir şekilde çalışıp, onları yeniden yaratma mücadelesi verdiğini de açıklar. Ve yine
Prensip, mantıklı ve net bir biçimde, insanlığın bu sürecin sonrasında mutlak bir biçimde, baştan beri
ulaşılması amaçlanan barış dünyasına ulaşacağının müjdesini de verir. (208-296)

You might also like