You are on page 1of 4

Descartes tanrı anlayışı

Tanrı düşüncesinin zihinde bir kavram olarak bulunması, bu kavramın varlığının


gerçekte varolduğu anlamına gelmez. Descartes’a göre bu varlığın varolması için
zorunlu varlık olması gerekmektedir. Çünkü Tanrı tarafından konulmadıkça zihinde
böyle bir düşüncenin olmayacağını söylemektedir. Mademki böyle bir düşünce Tanrı
tarafından zihne konulmuştur, o hâlde Tanrının varlığı zorunlu olmalıdır. Tanrının
varlığı zorunlu olduktan sonra, onun özüne ait bazı bilgileri sunan Descartes, bu
zorunluluğu Tanrının özüne atfetmektedir.  “Tıpkı bir dik üçgenin özünden üç açısı
toplamının iki dik açıya eşit olduğu yahut bir dağ fikrinden bir dere fikrinin
ayrılmadığı gibi, Tanrının özünden de varlığın ayrılamaz olduğunu açıkça
görüyorum. Descartes, böylece zorunlu ve mümkün ayrımı yapmış olmaktadır. Bu
nedenle, zorunlu ve sonsuz kavramın gerçekte varlığı da kanıtlanmış olur.

Descartes açısından duyular yoluyla algılanan her şey insanı yanıltabildiği için, dış
dünyanın varlığı hayallerden ibaret kalabilir, hatta hayalde ya da uyanık olarak
görülen şeylerin birbirinden farkı olmayabilir.[9] Tanrının varlığını kabul etmeden
fiziksel evrenin varlığını kabullenmenin imkânsızlığı tam da burada ortaya çıkmaktadır.
Eğer bir sonlu dünya düşüncesinden yola çıkılsaydı, kesin olarak dünyayı kuran bir
varlığa ulaşılacaktı. Oysa Tanrıya ulaştıracak olan bir düşüncenin insanın zihninde
olması gerekir, yoksa düşüncede olduğu için Tanrı var olmaz; başkaca söylersek, Tanrı
düşüncesi Tanrı kavramının bir gereği olarak zorunlu olmalıdır. Tanrıdan yola
çıkılmadan bir varlığın nedenleri bulunamaz mı? Descartes’a göre bu imkânsızdır,
çünkü her şey varlığını Tanrıya borçludur, aksi hâlde kuşkuyu ortadan kaldırmanın
imkânı yoktur.Descartes’a göre, Tanrı düşüncesi zihinde açık ve seçik olarak
bulunmasaydı, insan açısından onu bilmenin herhangi bir yolu bulunamazdı.
Descartes, Tanrı düşüncesinin nereden geldiğini araştırırken, bu düşüncenin duyular
yoluyla elde edilemeyeceğini, ayrıca zihnin böyle bir kavramı kendiliğinden ortaya
koyamayacağını söyledikten sonra, bu Tanrı düşüncesinin doğuştan geldiğini
belirtmektedir. İnsan bu düşünceyi duyumlarıyla edinmemiş ve zihniyle de
kurgulamamış, dolayısıyla yaratıldığı zaman kendisiyle birlikte doğmuş ve meydana
getirilmiştir. Tanrının insanı yaratırken kendi düşüncesini insanın zihnine koymuş
olması garip karşılanmamalıdır. Tanrının varlığını kanıtlamak için Tanrının insana
verdiği doğuştan zihne yerleştirilmiş hâlde bulunan Tanrı idesinden yola
çıkılmalıdır.Tanrının bilgisi bizim bilgimizden ve Onun yetkinliği bizim
yetkinsizliğimizden tam anlamıyla daima önce gelir. Çünkü aslında Tanrının sonsuz
yetkinliği bizim yetkinsizliğimize önceldir, çünkü bizim yetkinsizliğimiz Tanrının
yetkinliği hakkında bir eksiklik ve olumsuzluktur. Ve her eksiklik ve olumsuzluk,
kendisinin yetersiz kaldığını ve olumsuzladığını önceden varsayar.Descartes’ın insan
zihninde yetkinlikten başka bir de sonsuzluk idesinin bulunduğunu söylemesi,Tanrı
düşüncesinin eksik ve aynı zamanda sonlu olan zihinden kaynaklanmadığını
savunduğunu gösterir. Böyle bir düşünce, ancak sonsuz olan bir varlık tarafından
verilebilir.  İnsan her ne kadar bir töz olduğu için töz düşüncesi onda bulunsa bile, yine
de sonlu bir varlık olduğu için sonsuz bir töz düşüncesi, gerçekten sonsuz olan bir töz
tarafından kendisine verilmiş olmadıkça bende bulunamaz.
1.Meditasyon 
Descartes eserinin bu bölümünde herhangi bir şeyden kesin olarak emin değilse
ondan şüphe edilmesi gerektiğini savunmuştur. Bu şüphe kesin olmayan şeyi
tamamen reddetmekten ziyade onu doğru olarak kabullenmemektir. Şeyin kesinliği ya
da başka bir deyişle doğruluğu ise ancak aceleci sonuçlardan ve önyargılardan
kaçınarak temiz bir zihinle onu duruma göre belirli ölçütlerle yargılamak ve bunun
sonucunda doğruluğunu kabul etmekti; eğer kişi aceleci davranırsa zihni bulanacak ve
bu durumda bireyde şüpheye neden olacaktı.  Bu duruma müteakip olarak incelenen
şeyler ayrılabildiği kadar çok boyuta ayrılacak ve bu küçük parçacıklar sayesinde birey
tefekkürünü sonuca ulaşmak için daha rahat yapabilecekti. Küçük parçacıklara
ayrılmış olan düşünceler sayesinde kişi tümevarabilecekti.  Tümevarmak için sistemli
bir çalışma gerekeceğinden ötürü Descartes şeyler arasında sistematik bir ilişki ilk
başta belli olmasa dahi onu daha küçük parçacıklara ayırdığı için bağlantıyı bulabilecek
ve bu vesile ile nesnelere dahi bir düzen verebilecek ve düşüncülerini belirli bir sistem
dahiline oturtabilecekti. Descartes nesneleri gerektiği kadar küçük parçalara ayırmış
ve onları yeniden bir sistematik dahilinde yerleştirmeyi tasarlamış olduğundan ötürü
düşünce sisteminde yer alan her parçayı tekrar ve tekrar incelemek gerektiğini ve
böylelikle dışarıda kalan parçacığın olmadığından emin olmayı sağlanacağını da bu
meditasyonunda belirtmiştir. Ayrıca Descartes ilk tefekküründe şeylerden birinin
yanlış olması durumunda o şeyin üzerine kurulmuş olan her şeyin yanlış olacağı
şeklinde bir sav ortaya sürmüştür ki bu durum onun aslında neden herhangi bir
nesneyi incelerken gerektiği kadar alt seviyeden başlanması gerektiği şeklindeki
düşüncesinin de bir nevi özetidir. Bunlara ek olarak Descartes duyuların kesin olarak
reddilmesi gerektiğini ilk meditasyonunda söylemez, çünkü ahlâk ilkelerini
reddetmez. Her ne kadar duyular insanı küçük veya uzaktaki şeylerde yanıltsa dahi
bazı alanlarda yanıltmazlar ve etik kuralları da bu bazı alanların içindedir. Bu durumda
Descartes incelemesini duyuları aracılığı ile yapabileceğini ‘düşünür’, bu durumu da
gerek uyku gerekse uyanıklık hâllerinde iki ile üçün toplamının daima beş, karenin ise
dörtten eksik ya da fazla kenarı olamayacağını örnekleyerek ileri sürer. Öte yandan,
bu tarz bir durumda Descartes’i kötü niyetli bir cin kandırmış olabilir, ama kötü niyetli
bir varlığın var olması ya da bir varlığın kötü niyetli olması ise salt iyi olarak tasavvur
edilen Tanrı’nın varlığı ile bağdaşmaz. Yine de cinin niyetinin kötü olması hâli ve
Descartes’i aldatması her ne kadar iyi niyetli Tanrı’nın varlığı ile bağdaşmıyor olsa dahi
böyle bir tehlikenin var olacağı düşüncesini uyandırır Descartes’da. Bu durumda ise
Descartes meşhur sözü olan Cogito Ergo Sum sözünün temelini atmış olur; yani o
aldatılma tehlikesi altında olduğu için vardır ve bunu bizim dilimizde ‘Varım’ demek
olan ‘Ego Sum’ olarak belirtmiştir.  Bu varım durumu kesindir, çünkü bahsi geçen
kavram bireyin algılama yetisi dahilinde anlaşılmıştır.
2.Meditasyon
Varolduğu sonucuna ulaşan Descartes’e göre birey yani ben vardır, fakat şüphe eden
bir şeydir. Şüphe ettiğinden ötürü de Descartes ben kavramının karşısına tam olarak
bir şey koymaya çabalar. Descartes’e göre kendisine eskiden sen nesin diye sorsalar
insanım diye cevap verirmiş, insan nedir sualini ise insan düşünebilen, aklını
kullanabilen bir hayvandır diye yanıtlarmış. Öte yandan hayata ve nesnelerin ve tinin
varlığına karşı tamamen bakış açısını değiştirmiş olan Descartes aklını kullanabilen,
ama buna rağmen hayvan diye de betimlenen insanın ne olduğuna cevap vermek için
hem hayvan nedir hem de aklını kullanmak nedir sorusuna cevap verilmesi gerektiğini
belirtir. Bu durumda ise birey beni tanımlamadan önce iki soruyu daha yanıtlamak
zorunda kalacaktır ve bu bir bakıma daha yeni soruları da getireceği için ben
sorusunun cevabını oluşturabilecek gerek ve yeter veriler değildirler. Bu durumda
Descartes kendisini uzuvları olan bir beden olarak betimler  ve bu betimleme listesine
bireyin aynı zamanda hisseden, beslenen, yürüyen ve düşünen bir varlık olduğunu da
ekler. Descartes’in betimlemiş olduğu beden aracılığı ile kişiler beş duyu organını
hissedebilirler. Descartes düşünmeyi salt insana dair bir özellik olarak belirttiğinden
ötürü insanlar bedenen belirli sınırları olan, fakat düşünebilen bireyler oldukları için
varolduklarını savunur. Böylece bireyin varlık nedeni düşünmektir ve bu yüzden
düşünmekten ötürü hissetmek, şüpheye düşmek vs.de düşüncedir. Öte yandan duyu
organlarına ait hisler vücudun doğası gereği bir beden ihtiyacı duyacağından bu
hislerin beden ile bütünleşmiş olmaları gerekir. Bu durumda tin ile beden apayrı tözler
olmalarına rağmen birlikte bulunuyorlardır; öte yandan töz olarak betimlenen
kavramlar varolmak için kendilerinden başka bir şeye gereksinim duymazlar.
Descartes sadece ben’e ilişkin soruları ele almaz, aynı zamanda bilginin kaynağını
irdeler ve bunu vermiş olduğu balmumu örneği ile açıklar. Balmumunu iki parçaya
ayırır ve birini yakar, yanan balmumunun gerek tadı gerek kokusu gerekse rengi
değişir. Bu şeraitte her ne kadar iki parçada balmumu olmasına rağmen ikisi de farklı
imgelenimler yaratmıştır ben’de bu imgelemlerden ilki değişen uzamlı bir şey iken
ikincisi imgeleme olamaz; o hâlde bu zihindir. Bu durumda Descartes’a göre doğruluk
bir tutarlılık getirir ve bu tutarlılık bir nesne hakkındaki düşüncenin diğer nesne ile
uyuşması durumudur. Bu mesele ise Descartes’e göre aynı zamanda nesnelerin
bireylerin zihninde birer dizayn yaratmış olması ve bu dizaynların her seferinde başka
bir dizayn ile uyuşması ile birlikte ortaya çıkan tutarlılık sonucu doğruluktur.
3.Meditasyon
Descartes, 3. meditasyonda tüm ilimleri içerisinde saklayan Tanrı'nın varlığını ispat
etmeye çalışıyor. Kendi eksiklikliklerinin bilincine varmasını sağlayan daha yetkin bir
varlık idesinı Tanrı olarak tanımlar. 3. meditasyonda okuduğumuz "Tanrı, sınırsız,
ebedi, değişmez , bağımsız, her şeyi bilen, her şeye gücü yeten, eylemi ile benim ve
vardan şeylerin yaratıldığı bir tözdür. Olumlu olan bu nitelikler o kadar büyük ve üstün
ki onları ne kadar dikkatli irdelersem zihnimdeki onlara ait idelerin kaynaklarını
'sadece' benden aldıklarına o kadar az inanırım."  cümleleri Descartes'in doğuştan
varolan (innate) idea'nın bizzat Tanrı tarafından zihnine kazındığını kabul ettiğini
gösteriyor. Tanrı idesini elde edişini ustanın eserine kendi imzasını bırakmasına
benzetiyor ve meditasyonu Tanrı'nın varlığını kabul ederek sonlandırıyor . 

You might also like