You are on page 1of 14

Protagoras:

Varlığın bilgisi, kişiden kişiye değişmektedir. Hatta bir kişinin duyuları bile sürekli değiştiği için aynı
varlık zaman içinde farklı algılanır. Varlıkların kendisi de sürekli değiştiği için kalıcı hiçbir şey yoktur.
Tek diyebileceğimiz şudur: Bir varlık, herhangi bir anda herhangi bir insanın o anki hali tarafından
nasıl algılanıyorsa gerçeklik dediğimiz odur. İnsan, her şeyin ölçüsüdür. Gerçeklik aynı kişinin farklı
algılarına, farklı kişilerin farklı algılarına dayanır. Hepsi de gerçeklik iddia eder.

Dolayısıyla “her şey üzerine zıt iki söz söylemek mümkündür.” Sözüyle Protagoras gerçekliğin kişiden
kişiye farklı olduğunu söylemeye çalışmaktadır.

Ahlak ve Siyaset Kuramı:


Politikada da güzel veya çirkin olan, adil veya adaletsiz olan, dine uygun veya dine aykırı olan, her site

için gerçekten onun öyle gördüğü ve kendisi için yasal ilan ettiği şeydir. Ve bu konularda bireyden

bireye olduğu gibi siteden siteye de bir bilgelik farkı yoktur.

Nasıl bir insanın duyusal yapısı veya durumu değiştikçe aynı nesne hakkında farklı algıları alacaksa
bir sitenin de ahlaki ve siyasal yapısı veya durumu değiştikçe ahlaki ve yasal nesnelerle ilgili görüşü
veya kamuoyu değişebilir.

Sokrates:
Doğa filozoflarının evreni anlamaya yönelik araştırmalarını ve ortaya attığı kuramları
benimsememiştir. O, Sofistlerin din, ahlak, siyaset gibi alanlarda söyledikleri tezlerin bu kurumların
temelini sarsıp yıkma tehlikesini görüp daha çok bu konulara yönelmiştir.

Kahinin Sokrates'e iletmek istediği mesaj veya araştırmasına verdirrnek istediği doğrultu, onun eşyayı
veya doğayı değil de kendisini bilmesinin, kendisini tanımasının en önemli bir işi veya görevi olduğu,
olması gerektiğidir.

Sokrates'in hayatında meydana gelen ve onun gelecekteki yönelimini belirlemede sözünü ettiğimiz
kehanet olayı kadar, hatta belki ondan da fazla etkili olan bir diğer olayın, Anaksagoras'ın
düşünceleriyle, özellikle onun Zihin (Nous) fikriyle tanışması olduğu anlaşılmaktadır.

Ancak Anaksagoras'ın da açıklamalarında Zihin'i veya Akıl'ı hiç işe karıştırmadığını ve "nesnelerin
düzenini gerçek nedenlere bağlayacak yerde havadan, Aitheros'dan, çevrimilerden söz ettiğini ve
meydana gelen şeylerdeki düzenliliği bunlarla açıkladığını görür.

Sokrates'in bu pasajda bize açıkça söylediğine göre onun Anaksagoras'dan temel almasını beklediği
kavram "iyi" kavramıdır ve umut ettiği açıklama da "erek bilimsel" (teleolojik) bir açıklamadır.

Sokrates öyle ümit etmektedir ki eğer Anaksagoras kendisine Yer'in şeklinin ne olduğunu, örneğin düz
mü yuvarlak mı olduğunu öğretecekse, bunun nedenini de gösterecektir. Örneğin eğer Dünya'nın düz
olduğunu belirtecekse, bunun onun için sahip olması mümkün olan en iyi şekil olmasından ötürü
olduğunu gösterecektir. Eğer, Anaksagoras Yer'in evrenin merkezinde olduğunu söyleyecekse, Yer'in
evrenin merkezinde olmasının onun için "en iyi" olmasından ötürü öyle olduğunu gösterecektir.

. Kısaca bütün bu açıklamalarında Anaksagoras neden veya açıklama olarak "iyi" veya "en iyi"
kavramından hareket edecektir.
Onun akılsal -veya akıla aykırı olmama kaydıyla Akıl'ın da üstünde- olduğu, sonuçta İyi veya İyilik'in
kendisi olduğuna inanmaktan geçer. Bütün bunlardan çıkacak sonuç Varlığın İyi olduğu ve/veya İyinin
Var olduğu olacaktır veya olmalıdır. İşte en büyük kabul, varsayım ve açıklama ilkesi budur. Ya bunu
kabul ederiz, felsefe ve bilim yaparız veya onu kabul etmeyiz, o zaman da ne felsefe ne de bilim
yapabiliriz.

Sokrates'in bunun yerine koymak istediği model ise "erekbilimci" modeldir. Yani zaman bakımından
sonra gelen olay, önce gelen olayların nedenidir.

Bu Tanrı şeylere düzen vermekte, Dünya'yı yuvarlak olarak yaratmakta, onu evrenin merkezine
koymakta, Ay'ın, Güneş'in, yıldızların hareketlerini, hareket doğrultularını düzeniernekte ve bütün
bunları onlar için iyinin veya en iyinin, en mükemmelin ortaya çıkacağı bir biçimde yapmaktadır Başka
deyişle Sokrates'in Tanrı'sı, karşımıza insan aklının ve idrakinin üstünde olan bilinemez bir varlık
olarak çıkmamaktadır. Tersine o bir insan gibi davranışlarında iyi olanı, mükemmel olanı hedefleyen
bilinçli, akıllı varlık veya tek kelime ile bir Akıl, Zihin olarak kendini göstermektedir.

Peki, bu dünyanın en iyi, mükemmel bir dünya düzeni olduğunu nereden biliyoruz? Öte yandan iyi
olmanın, mükemmel olmanın da bir nedeni var mıdır?

Tümel Tanımlar:
Yine Aristoteles Sokrates'in ahlaki erdemierin incelenmesi ile meşgul olmuş ve onlarla ilgili olarak
tümel tanımlar tesis etmeye çalışmış ilk kişi olduğunu söyler.

Protogoras, bilginin ölçütünün insan olduğunu söylüyordu. Ona göre rüzgarın soğuk ya da sıcak
olması anlamsızdı. Bilgi, insandan insana ve aynı insana farklı zamanlarda farklı olarak değiştiği için bir
rüzgar, herhangi bir anda herhangi bir insana onun herhangi bir anında nasıl algılanıyorsa öyledir.

Sofistlerin bu tutumunun sadece bilgi alanına değil, değerler ve ahlak alanına da uygulanabileceği
tehlikesi Sokrates ve Platon tarafından fark edilmişti. Eğer ahlaki değerlerin ölçütü de insan ise ahlaki
değerlerin temeli, zemini sarsılmakta hatta yıkılmaktadır. Çünkü ortada meşru bir zemin
kalmayacaktır.

Öte yandan hiçbir kavram hakkında konuşmak da mümkün olmayacaktır. Çünkü her şey her an
değişiyorsa, dil ile her an değişen şeylere nasıl işaret edebiliriz? Örneğin masa her an değişiyorsa, her
değiştiği durum için bir kavramla işaret etmek zorunda kalırız. Bunu bütün nesneler için
düşündüğümüzde sonsuz kavram üretmek zorunda kalırız.

Kavramlar ve kelimeler, insani iletişim ve akılcı konuşma için gereklidir. Ancak Sofistler buna karşı
çıkmaz. Sadece bu kavramların gerçekliğe karşılık gelmediğini savunurlar. Evet kavramlara ihtiyacımız
var ama bir şeye ihtiyacımızın olması, onun var olduğunun kanıtı değildir derler. Örneğin bazı
hastalıkların şifası yoktur ama insanın şifaya ihtiyacı vardır. İhtiyaç, var olmayı gerektirmez.

Sokrates, erdem kavramlarının gerçekten var olduğunu savunmaktaydı. Gerçekten var oldukları için
zihnimizde bir karşılıkları olmaktaydı. Örneğin, cesur insanlar, iyi insanlar, adil davranışlar gibi
cümleler kurarız. Eğer gerçekten cesurluk, iyilik, adalet gibi kavramlar olmasa cesur insanlar ya da adil
davranışlar diye nasıl ifadeler kullanabiliriz? Demek ki bu insanların davranışlarında ortak bir takım
şeyler seziyoruz ki onları cesurluk, adalet diye adlandırıyoruz. Böylelikle cesur, adalet gibi kavramlar
gerçekte vardır. Olmasalardı, bu tür erdemlerin tanımı kişiden kişiye değişirdi ve cesur insanlar
dediğimiz zaman herkesin cesur tanımı farklı olduğu için kimse bu ifadeyi kabul etmezdi.

Cesaret diye bir gerçeklik vardır ki insanları cesur diye nitelendiririz. Adalet diye gerçeklik vardır ki
davranışları adil diye nitelendiririz.
Öte yandan insanlar, erdemlerle ilgili bazı tanımların eksik olduğuna kanaat getiriyorlar. Bu,
erdemlerin gerçekten var olduğuna bir işarettir. Çünkü var olmasalar, tanımların eksik olduğu nasıl
söylenebilir? Demek ki var olan bir şeye referans gösterilerek, tanımların eksik olduğu söyleniyor.

Sokrates, diyaloglarında ise insanlara tanım dayatmıyor, bilgi vermiyor. Sadece onların kendileriyle
konuşmalarını, ruhlarıyla diyaloga girmelerini sağlıyor. Bunu yaparken mantık hataları, çelişkili
düşüncelere girerse insanları sadece uyarıyor ve biçimsel yönde onları düzeltiyor. Sonuç olarak da
erdem tanımlarıyla alakalı insanın kendi ruhunda yatan bilgiye ulaşmasını sağlıyor.

Sokrates, erdemlerin ve ahlakın tanrıdan kaynaklanmadığını, bizzat insan ruhunun içinde


bulunduğunu söylemektedir. İnsan bunlara tanrılardan bağımsız olarak ulaşabilir .Demek ki
erdemlerin varlığı manevi, ruhsal ya da maddi olmayan cinsten bir varlıktır.

İnsanın, özü insan olması bakımından erdemleri kendi içinde taşıdığını düşünmektedir. Yani insan,
doğası gereği erdemli olmalıdır. İnsanı, erdemli varlık olarak tanımlayabiliriz.

Eğer bütün insanlar ruhlarında adalet, cesaret, ölçülülük gibi ahlaki erdemiere ve onların bilgisine
sahipseler neden ötürü cesur, adil veya ölçülü davranmamaktadırlar? Farkında olmadıkları için.
Neden farkında değiller? Çünkü insanın bedensel, nefsani arzuları ve duyguları, aklın gerçeklerinin
üstünü örtmektedir.

Tümevarım Yöntemi:
Tümevarım, belirli bir varlık grubundaki sınırlı sayıda tikel örnekten hareketle genel sonuçlara ulaşma
yöntemidir. Sokrates, erdemle alakalı tümel kavramların varlığını nasıl kanıtlayacaktı? İnsanların
erdemlerin ne olduğu konusunda uzlaştıklarını göstermek. Bunun için insanların tikel örneklerden
hareketle erdemlere ilişkin tanımlamalar getirmesini sağlamak için onlarla konuşuyordu.

Böylelikle Sokrates, tümellerin, tikel örneklerden bağımsız olmadığını, onlardan tümevarım ile
çıkarılan genel kavramlar olduğunu söylüyordu. Platon ise tikel örneklerden bağımsız, ayrı bir varlık
olarak tümelleri savunmaktaydı.

Sokrates’in Erdem Anlayışı:


Erdem (arete), Sokrates’e göre üstünlük, mükemmellik anlamında bir fazlalıktır. Bir nesnenin ya da
insanın doğasını, işlevini tam, mükemmel bir biçimde yerine getirmesi anlamına gelir.

İnsanın erdemi nedir? İnsanın doğasının gerektirdiği şeyi yapmasıdır. İnsanın doğasını bulmak için,
onu diğer hayvanlardan ayıran özelliğine bakmalıyız. Akıl sahibi ve bilinçli bir varlık olması. Demek ki
insanın erdemi, akıl ve bilinç yapısının(insan doğasının) gerektirdiği şekilde eylemde bulunmaktır.

İnsanın doğası, insanın ereği ile aynı şeydir. İnsanın ereği, hayattaki amacı nedir? Mutlu olmak.
Demek ki insan, akıl ve bilinçli yapısının gereğini yerine getirince mutlu olmaktadır. Doğasının
gereğini yerine getirmek iyilikse, en yüksek iyilik mutluluktur.

Peki insanın mutlu olmasını sağlayan nedir? Bilgi, yani insanın doğasında yatanın, hayat amacı
(ereği) olanın mutluluk olduğu bilgisidir. Mutlu olmasını engelleyen ise buna yönelik bilgisizliğidir.
Mutluluk insanın doğasında yattığı için de insan kendisini (doğasını) bildiği takdirde mutlu olur,
hayat amacına ulaşır. Demek ki hayatın amacı, insanın kendisini bilmesidir.

Kendi doğasını bilen insan, doğasına uygun olarak davranır. Yani erdemli davranır. Adaletli, ölçülü,
cesur vs. olur. Böylelikle mutluluğa ulaşır. Sokrates’e göre bilmek için bilmek mutluluk ya da iyilik
getirmez. İnsanın kendi doğasını bilmesi, erdemli olmasına yol açar ve mutlu olur. Demek ki bilmek,
tek başına mutluluk ve iyilik değildir. Mutluluğa
(iyiliğe) ulaştıran bir araçtır.

Sokrates’e göre bütün erdemler aslında tek bir erdemdir. Adalet, ölçülülük, cesaret, haz, yarar gibi
farklı görünen erdemler aslında tek bir tane erdemde birleşir: İyilik erdemi.

Örneğin ölçülülük, insanın kısımlarının hakkını vermesi, bazı isteklerinin diğerinden üstün olmasını
engellemesi, diğer isteklerin hakkına tecavüz etmemesidir. Adalet ise bir insanın diğer insanla eşit
muamele görmesi, insanın hakkının yenmemesi, diğer insanların hakkına tecavüz etmemesidir.
Demek ki bireyde ölçülülük ne ise toplumda adalet de odur.

Öte yandan haz, ölçülü bir vücutta ortaya çıkar. Adaletli bir toplumda da haz ya da mutluluk ortaya
çıktığı için haz da ölçülülük ve adalet ile aynı şeydir.

Hiç Kimse Bilerek Kötülük Yapmaz:


Sokrates’e göre insan, bildiği sürece iyilik yapar. Bildiği halde kötülük yapmaz. Bilmediği için kötülük
yapar. Örneğin kötü bir alışkanlık, insana zevk verdiği için insan onu kötü olduğunu bile bile yapar
iddiasını ele alalım. Sokrates’e göre bu görüş yanlıştır. İnsan zevkin ya da hazzın ne olduğunu
bilmediği için kötülük yapmaktadır. Eğer o kötü alışkanlığın, uzun vadede ona zevkten çok acı
vereceğini bilse, onu yapmayacaktır.

Sokrates, ahlak anlayışını bilgi ve bilinç üzerine inşa ettiği için “entelektüalist ahlak anlayışı” inşa
etmiştir. Bunun tam karşısındaki ahlak anlayışı ise irade ve istenç üzerine kurulu voluntarist yani
iradeci ahlak anlayışıdır.

Platon
Platon şekillenmesinde çok önemli bir rol oynadığı Sokratik gelenek, varlık alanında teleolojik dünya
görüşü adı verilen evren tasarımı, kaynağında maddi olmayan bir gücün bulunduğu ve var olan her
şeyin bir işlev ya da amaçla bezenmiş olduğu organik / organizmacı bir varlık anlayışı ortaya
koymuştu.

Kötü yönetilen Atina devleti nedeniyle Platon, hakiki bir yurttaş ve sorumlu bir entelektüel olarak en
yüksek ödevinin iyi bir insanın mutlu ve barış içinde yaşayabileceği, erdemli bir hayat sürebileceği
ideal bir devletin temelini keşfetmek olduğuna inanmıştı.

Platon evren, birey ve toplum arasında bir bağlantı kuruyordu. Başka bir deyişle evrendeki düzen bizi
birey ruhundaki düzen olarak ahlaki adalete, ruhtaki düzen de toplumdaki düzenin karşılığı olarak
politik adalete götürür.

Presokratiklerin doğayı ve duyusal dünyayı açıklama girişimlerinin başarısız olduğunu düşünen Platon,
öyle sanılır ki, görüneni veya doğayı açıklamak için doğanın ötesine gitme anlamında metafiziği
kurmuş olan filozoftur.

İçinde yaşadığımız dünyadaki varlıklar, gerçek değildir. Çünkü değişim ve bozulmaya uğrarlar.
Gerçekten var olan, doğanın ötesinde bulunan tümeller, tözler olan idealardır.

İdea Teorisi Nasıl Ortaya Çıktı:


Sofistlerin ahlaki değerlere karşı geliştirdiği tehditkar tutumlar, Platon’un, değişmez ve evrensel
birtakım ahlaki tümeller ya da kavramların gerçek varlığını öne sürmesine neden olmuştur.
Eksik olanın tam olanı, kusurlunun kusursuz olanı gerektirmesi gibi maddi olanın da maddi olmayanı
varsayması gerekir. İdealar var olmadan dış dünya var olamaz. Ancak dış dünya olmasa da idealar var
olabilir. Maddi dünya varsa zorunlu olarak idealar vardır sonucuna ulaşırız.

Episteme, tüm zamanlar için geçerli doğru ve zorunlu bir bilgidir. Yani hakiki, değişmez varlıklara
ilişkin zihin halidir episteme. Bu, tek gerçek bilgidir. Bu bilginin nesnesi de tüm zamanlar için
değişmez, geçerli ve doğru nesneler olmalıdır. İşte bunlar idealardır.

Doksa ise fenomenin bilgisidir. Yani sanının ve inancın nesnesi olan fenomenin bilgisidir. Fenomen
olumsal bir bilgidir. Yanlış olabilir.

Benzerin benzerini bildiği ilkesinden Platon, insan ruhunun idealarla benzerliği nedeniyle onları
bilebileceğini söyler. Böylelikle a priori bilginin şartları mümkün kılınmıştır.

Fenomenal dış dünya, gerçekten var değildir. İdeaların bir kopyası, taklidi ya da gölgesidir. Buna
rağmen mutlak yok değildirler. Belli bir istikrar ve düzene sahiptirler. Bu düzen ise idealardan aldıkları
pay nedeniyledir. Görünüş dünyası, varlığın tam temsili değildir. Hem varlıktan hem de yokluktan pay
alır. Bugün vardır, yarın yoktur. İdealar, fenomen dünyasının varlık sebebidir.

Güzel, çirkin, dürüst gibi bütün sıfatlara karşılık gelen idealar vardır. Adalet, iyilik gibi bütün
erdemlere karşılık gelen idealar vardır. Hareket, durağanlık gibi bütün durumlara karşılık gelen idealar
vardır. İnsan, at, köpek gibi bütün türlere karşılık gelen idealar vardır. Elma, taş, su gibi bütün tikel
nesnelere karşılık gelen idealar vardır.

Bilim, değişen fenomen dünyasını konu aldığı için, yani değişen dünyayı konu aldığı için kesin olan,
gerçek anlamda bir bilim değildir. Bu nedenle metafiziğin altında bulunur. Ama değersiz de değildir.
Bilim, fiziki dünyayı açıklamada başarısız olduğu için Platon, fiziğin ötesine geçerek metafiziği kurar.

Platon, bunlara rağmen evrende bir düzen, ahengin varlığını tespit etmiştir. Düzen ve ahengi sağlayan
ise evrende bulunan matematiktir. Platon’a göre evren amaçlı ve rasyonel bir failin eseri olarak
ortaya çıkmıştır. Evrendeki her şey, İyi ideasına göre gerçekleşmektedir. Yani her hareket, durum,
olgu, en iyi sonucu verecek şekilde vardır. Evrenin böyle olmasının nedeni, en iyi halinin bu olması
nedeniyledir.

Evren, bir akıl tarafından yönlendirilip şekle sokulur ve böylelikle en iyi haline kavuşur. İnsan bu
bakımdan evreni rol almalıdır. İnsan da aklı ile kendisini düzene sokup iyiliğe, güzelliğe ulaşmalıdır. Bu
bakımdan Platon, etik ile metafizik arasında bir bağlantı kurar.

Varlık, sürekli var oluşa tabiyse, ezeli ve ebedi ise o ancak akıl tarafından algılanır. Eğer yok oluş ve
bozuluşa tabi ise duyular aracılığıyla algılanır. Var olup yok olan fenomen dünyası, başka bir varlık
türünün sonucudur. İdeaların varlığı nedeniyle var olurlar.

Epistemolojisi:
Varlık alanı ikiye ayrıldığı gibi (idealar-fenomenler) bilgi alanı da ikiye ayrılır: episteme ve doksa.
Episteme, gerçekten var olanın bilgisidir. Akıl yoluyla kavranan nesnelerin bilgisidir. Doksa ise duyu
yoluyla algılanan nesnelerin bilgisidir. Sadece gerçekten var olan nesne bilinebildiği için, tek hakiki
bilgi epistemedir. Fenomenler dünyasının nesneleri, kendinde çelişik özellikleri barındırdığı için
gerçekten var olamazlar. Var olmayanın bilgisi olamayacağı için böylelikle onlara ilişkin inanç ya da
kanılara sahibizdir.

Platon, idealar dünyası ve fenomenler dünyasını da ikiye ayırır. Fenomenler dünyasının ilki hayvan,
insan, taş, su, dağ gibi somut cisimlerden oluşur. İkincisi ise rüyalar, hayaller, gölgeler, optik
kırılmalardan, sanattan oluşur. İdealar dünyasının ilkini diyalektik ya da felsefi alan oluştururken ikinci
alanı matematik bilimleri oluşturur.

İkinci kısımlar, birinci kısımların gölgeleri hükmündedir. Matematik bilimleri, idealar ile duyular
dünyası arasında bir geçiş, araç konumundadır. Burada bir ayrım yapmak gerekir. Matematik
bilimlerindeki sayılar ile idealar dünyasındaki sayılar aynı türden değildir. Matematik bilimlerinde
sayıları birbirini ekleyerek diğer sayıları bulabiliriz. İdealar dünyasındaki sayılar kendilerinde özdeş
olduğu için eklenemezler. Her sayının özdeş varlığı vardır orada. Örneğin 2+2 = 4 matematiksel
bilimlerde mümkün iken idealar dünyasında “dört” kavramı, yalnız kendisine özdeş olup hiçbir şeyin
toplamı olamaz. Matematiksel bilimlerdeki sayılar, idealar dünyasındaki sayılardan pay almış, onların
gölgesidir. Aynı şey geometrik cisimler için de geçerlidir. Matematiksel bilimlerdeki üçgen ya da kare
şekilleri, idealar değildir. Sadece akıl ile kavranan şekillerdir.

Üçgen ideası ya da çember ideası gibi ideaların ne açıları, ne kenarları ne de şekilleri vardır. Çünkü
idealar zaman ve mekandan bağımsız oldukları için açı, kenar ya da şekil gibi unsurları barındırmazlar.
Bu tıpkı, insan ideasının kollara, bacaklara vs. sahip olmayıp sadece yalın halde var olan tümel bir
varlık olması gibidir.

Duyular dünyasında tahtaya çizilen üçgen matematiksel nesnelerdeki açı, kenar gibi unsurlara sahip
akledilir üçgenlerden, bu üçgenler de idealar dünyasındaki basit üçgenlik kavramından pay
almaktadır.

Bilgi Türleri: (Aşağıdan Yukarıya Doğru)


Platon, yukarı doğru çıkıldıkça gerçekliğin arttığını, aşağıya doğru inildikçe gerçekliğin kaybolduğunu
söylemektedir.

1- Eikasia: (TAHMİN)
Duyusal dünyanın gölgelerine ilişkin bilgilerdir. Sanat, gölge, hayal, rüyalara ilişkin bilgilerdir.

2- Pistis: (SANI YA DA KANAAT)


Duyusal dünyanın nesnelerine ilişkin bilgilerdir. Hayvan, insan, taş, dağ, su gibi nesneler olabileceği
gibi insan eliyle yapılmış yapay nesnelere ilişkin bilgilerdir aynı zamanda. Bu bilgi türü, eikasiaya göre
daha üst bir bilgidir. Ancak görünüşler dünyası sürekli değişim içinde olduğu için kanaatin kendisi de
sürekli değişmek zorundadır. Bu kanaate sahip olan insanlar sürekli inancını değiştirmek zorundadır.
Bilgi, kesin ve değişmez olmalıdır.

Zihinsel düzeyi pistis olan birinin ikinci dereceden gerçeklikte yaşaması ve İdeaların, tümellerin
varoluşundan büsbütün habersiz olup, duyusal şeylerle ve bunlara ilişkin inançlarla yetinmesidir
(philodoxos). Böyle biri atları görüyorum, ama atın kendisini, ideal atı göremiyorum diyen ve atla ilgili
düşünceleri bireysel atlarla ilgili gözlem ve düşüncelerinden oluşan bir kimsedir.

3- Dianoiaya:
Üçgen, kare, bir, dört, sayılar, doğrular, düzlemlere ilişkin bilgi türüdür. Diskürsif bir bilgi türü olan
dianoiaya, tümdengelimsel yöntem ile ulaşılır. Noesise göre aşağı bir bilgi türüdür. Çünkü noesiste
idea nesneleri tek, özdeş iken burada birden fazla çokluk içerir. Öte yandan matematik, aritmetik,
harmoni gibi bilimler temel varsayımlara ve kabullere dayandığı için noesisden daha alt bir bilgi
türüdür.

Bu bilgi türü insan zihnini, duyularla işgal edilmiş doksadan kurtarmaya çalışır. Ontolojik olarak daha
yüksek, akıl yoluyla kavranabilir tümeller dünyasına yönlendirir. Matematiksel bilgiler insanı, ideaları
kavramaya hazırlayan araçsal bir bilgidir. Ancak iki, üçgen gibi matematiksel nesneleri insan kavrasa
bile ikilik, üçlük gibi ideaları henüz kavrayacak bir anlayış geliştirmemiştir.

4- Noesis:
Dördüncü bilgi türü, şu halde duyusal dünyayla artık hiçbir ilişkisi kalmamış olup, sadece İdeaları konu
alan noesistir. Bu bilgi, İdealarla doğrudan bir tanışıklığa dayanan rasyonel bir kavrayış, genel
kavramların akla dayanan saf bilgisidir.

Bununla birlikte, bazı insanlar, Platon; a yönelik pek çok polemiğinden birinde tek tek atları
görebiliyorum da, senin sözünü ettiğin şu at İdeasını bir türlü göremiyorum; diyen KinikAntisthenes
örneğinde olduğu gibi, bilgisel olarak sadece duyu deneyimiyle yetinebilir ve hatta tektek atlarla At
İdeasını; veya asıllarla kopyaları birbirine karıştırabilirler. Antisthenes’e ;göremezsin tabii, çünkü
sende akıl yok cevabını veren Platona göre, İdeaların ya da tümellerin bilgisine erişmek suretiyle
gerçekleşen sözünü ettiğimiz entelektüel başarı, ancak çaba ve gayret ile ve akıl sayesinde gerçekleşir.

Tümel kavramlar ya da idealar, tikel nesnelerin türlerini ya da niteliklerini açıklamak için kullanılır.
Örneğin sarı cisimleri düşünelim: Sarı güneş, sarı papatya, sarı yorgan vs. Eğer tümel kavramlar yoksa
ve tikel cisimler birbirinden farklı ise, nasıl olur da farklı olan tikel cisimler aynı sarı niteliğe sahip
olabilirler? Bunun tek açıklaması, “sarı” tümel kavramının ya da ideanın olmasıdır.

Bilginin Kaynağı:
Bildiğimiz bir şeyi öğrenme ya da araştırma yoluna girmeyiz. Bilmediğimiz bir şeyi ise bilemeyiz.
Çünkü bilmediğimiz bir şeyi nerede, nasıl ve hangi yolla araştıracağımızı da bilemeyiz. O halde bilme
eylemi diye bir şey mümkün değildir.

Platon bu paradokstan kurtulmak için anımsama kuramını ortaya atmıştır. İnsan bu dünyaya birtakım
kavramlar, ilkeler ve bilgilerle gelmiştir. A priori bilgi kavramını içeren anımsama öğretisi ile Platon,
bilgi paradoksuna bir çözüm getirir.

Ancak sonraları Platon, ruhun önceki hayatında edindiği bilgi şeklindeki yarı mitolojik anımsama
kuramını terk eder. Devlet eserinde anımsama kuramını, onun noesis olarak adlandırdığı zihinsel
meleke ya da kapasite, "ruhun hakikati görme kapasitesi ve herkesin kendisiyle öğrendiği araç",
"ruhun tek tek her özün doğasını kavramaya uygun parçası" (Devlet 490b) şeklinde tanımlamaktadır.

Yani noesis, akıl yürütme veya ölçüp biçme anlamında entelektüel bir güçtür. Anımsama derken,
insan ruhunun ideaların bilgisine aklen ulaşma, hakikati görme kapasitesi olarak anlaşılmasını
istemektedir.

Bilginin Doğruluğu
Gerçeklik ile zihnin yapısının(idealar – insan ruhu benzerliği) bir bakıma özdeş olduğunu Savunan
Platon, doğruluğun mütekabiliyetçi anlayışını savunur. İdealar var olduğu için idealarla ilgili kurulan
önermeler doğrudur.

Buna göre önermeler, dış dünyada var olan gerçeklikleri yansıttığı için doğrudur. Örneğin Ali oturuyor
derken Ali, gerçekten oturduğu için böyle bir önerme kurmak doğru olmaktadır.

Bilgi Türleri:
Platon’a göre 5 bilgi türü var en aşağıda olan bilgi türü, varlığın en düşük dereceli bilgisidir ve
nesnelerin gölgelerini, taklitlerini ya da kopyalarını oluşturur.
1- Sanat Bilgisi (Eikasia)
Bunlardan en altta olan bilgi sanat bilgisi ya da estetik yargılara dair bilgidir. Bu bilgi türleri, taklit
(mimesis) bilgiyi oluşturur.

Sanat insanı asıl olana, gerçekliğin bizatihi kendisine değil de, salt görünüşlere, gölgelerin gölgesine
götürdüğü için, onda sanatın değersiz görülmesi, özerk bir statüden yoksun kalması kadar doğal bir
şey olamaz.

Örneğin masanın resmini çizen bir ressam düşünelim. Nesne olan masa, masa ideasının bir görünüşü,
yansımasıdır. Yani gerçek masa değildir. Bu masa görüntüsünün resmini çizen ressam ise, görüntünün
kendine göre görüntüsünü çizmiş olmaktadır. Yani gölgenin gölgesini çizmiştir.

Dolayısıyla, sanatsal ürünler hem ontolojik olarak varlık alanının en alt düzeyini işgal ederler, hem de
epistemolojik açıdan en zayıf anlamda ve en düşük düzeyde bilgi içerirler. Kısaca ya da basitçe ifade
edildiğinde, sanatın ve sanatsal ürünlerin onda bilişsel bir değeri yoktur, çünkü estetik içerikli yargılar
olgulara karşılık gelmezler veya bilişsel bir içerik taşımazlar.

2- Ampirik Bilgi: (Pistis)


Görünen nesnelere ilişkin ve bu nesnelerden insan faaliyetinin ürünü olan her türlü bilgidir.
Marangozluk, askeri strateji, ayakkabıcılık, madencilik vs. Öte yandan bilimler de bu kategoridedir.
Ancak Platon, bilimlere yine de değer verir. Çünkü bu evren her ne kadar değişime, bozuluşa maruz
kalsa bile olabilecek evrenler içinde en iyisi, mükemmelidir. Matematik temelli fizik ve kozmoloji gibi
bilimler de ilahi sanatçının bu evrene yerleştirdiği mükemmel, iyi mekanizmasını bulmak için icra
edilen bilimler olduğundan değerlidir. Yani Tanrı’nın bu evrende hakim kıldığı iyi, mükemmel yapıyı
anlamak için bilimler gereklidir.

Bilimleri muhtemel kılan şey değişme içindeki varlıkları konu almaları, yanlış olmaktan kurtaran şey
ise matematiksel bir temele oturtulmalarıdır. Fakat bu bilimler bir yönden de evrendeki istikrar ve
ahengin en açık ifadesi olan matematiksel yapıyı gözler önüne seren, ilahi işçiliği açığa çıkarmak
durumunda olan yararlı ve değerli araştırmalardır.

3- Matematiksel (Diskürsif) Bilgi: (quadrivium) (Dianoia)


Platon' da üçüncü bilgi türü, matematiksel bilimlerde üretilen rasyonel, diskürsif bilgidir. Söz konusu
matematiksel bilimler aritmetik, geometri, astronomi ve harmoniden meydana gelir. Söz konusu dört
bilim, Platon tarafından saf matematiğin farklı ancak birbirleriyle ilişkili dalları olarak ele alınır.

Aritmetik, noktayı inceler. Geometri, noktanın uzatılmasıyla yer kaplama özelliği elde eden iki boyutlu
cisimlerle ilgilenir. Astronomi, üç boyutlu cisimlerin hareketleriyle ilgilenir. Harmoni ise bu cisimlerin
hareketlerinin çıkardığı ses ile ilgilenir.

Bunlardan astronomi, Platon için göksel cisimlerin hareketine ilişkin bilim olmaktan ziyade, göksel
cisimlerin hareketini yöneten ilkelere ilişkin bir bilim olarak ortaya çıkar. Astronominin esas değeri,
Platon' a göre, onun insan zihnini gökyüzünde bulunan cisimlerin hareketlerindeki uyuma ve bu
hareketlerin temelindeki yasalara yöneltmesinden ve böylelikle ezeli-ebedi İdeaların meydana
getirdiği uyumla ilgili bir araştırma olan diyalektiğe geçişi kolaylaştırmasından kaynaklanmaktadır.
Harmoni ise müzikte örneklenen uyumun temel ilkelerinin bilimidir.

O, büyük bir önem atfettiği matematiksel bilimleri iki bakımdan eleştirir. İlk eleştiri, bu bilimlerin,
araştırmalarında ideal veya akledilir gerçeklikleri konu almalarına rağmen, hala duyusal malzemeden
yararlanmalarından, ispatlarında şekil veya diyagramlar kullanmalarından kaynaklanır. Bu ise, elbette
matematiksel bilimlerin duyusal dünyadan tamamen kopamadıkları, tam ve kamil bilimlerden ziyade
geçiş veya hazırlık bilimleri oldukları anlamına gelir.
Bu yüzden, onda matematik ideal gerçeklikleri duyusal şeylerden faydalanarak anlama yönünde bir
teşebbüsten olduğu kadar, akledilir dünyayı veya matematiksel gerçeklikleri duyusal şeyler üzerinde
akıl yürütmek suretiyle anlamaya dönük bir çaba ve teşebbüs olarak da değerlendirilebilir.

Matematiksel bilimlerin söz konusu eksiklik ya da hatanın sonucu olan ikinci bir hata ya da eksikleri,
onların hipotetik bir yöntem kullanmalarından meydana gelir. Yani, konu aldıkları matematiksel
nesnelerle, sözgelimi tek ve çiftle, açı türleriyle, geometrik şekillerle ilgili olarak birtakım kabullere
karşılık gelen bazı hipotezler ortaya koyarlar. (Devlet 510c). Onları kesin, apaçık ve temellendirilmeye
ihtiyaç duymayan doğrular olarak görürler.

Bundan sonra da hipotezlerden aşağı doğru giderek, tümdengelimsel bir tarzda akıl yürütürler.
Matematiğin hipotezlerini temellendirerek yukarı en temele çıkmak, "kare gibi bir geometrik şeklin"
veya "açının ne olduğu" türünden Sokratik sorulara, bir üst düzeye geçişi öngören metafizik yanıtlar
vermeyi gerektirir.

4- Metafiziğin Bilgisi (Noesis)


Dianoetik yöntemin doğru kabul etmek suretiyle temellendirmeden bıraktığı hipotezleri
temellendirmek amacıyla yukarı doğru, daha ilksel doğrulara gider (Devlet 51 1b-c, 517c). Hatta her
şeyin temeli, tüm gerçekliklerin nihai kaynağı ve bütün doğruların en yüksek teminatı olarak
"hipotetik olmayan bir başlangıç noktasına" kadar yükselir.

Söz konusu "hipotetik olmayan ilk ilke" ise temellendirilmek için daha yüksek bir ilkeye ihtiyaç
duymayan varlık olarak İyi İdeası'dır. Demek ki burada, hipotezlerden ilk ilkeye yükselecek şekilde
yukarı doğru bir hareket gerçekleştiren zihin her şeyin ilk ilkesine, yani İyi İdeası'na ulaşınca da, daha
sonra buradan yola çıkarak aşağı doğru iner ve tümdengelimsel yöntemi kullanarak aşağı doğru inip,
sonuç çıkarsar.

5- Mistik (Sezgisel Bilgi)


Bilgiye bir sınır çekmeyen, insanın istisnasız her şeyi gerçekte olduğu şekliyle bilebileceğini söyleyen
Platon, sıra İdeaların da temelinde bulunan İyi İdeası'na geldiğinde, kaçınılmaz bir biçimde İdeaları
konu alan metafiziksel bilgiden ayrı bir bilme tarzı veya türünü daha gündeme getirir. Bu bilgi türü de
bütün çağların en rasyonalist filozofu olduğunu bildiğimiz Platon' dan aslında pek beklenmemesi
gereken bir bilgi türü olarak, aydınlanmaya dayalı, söze dökülemeyen sezgisel veya mistik bilgidir. Bu
tür bir mistik bilginin öne sürülmesinin nedeni ise, elbette, onun üç ayrı fonksiyonla tanımladığı96 İyi
İdeası'nı "varlık ve bilginin ötesinde kalan bir gerçeklik" olarak öne sürmesidir. Gerçekten de İyi İdeası,
Platon açısından causa finalis olarak, bütün yapıp etmelerimizin nihai amacı, en yüksek hedefi olmak
durumundadır. Hatta o, sadece insanın eylem ve yönelimlerinin amacı değil, oluş dünyasının ereksel
nedenidir.

İyi İdeası, Platon tarafından bunun dışında, causa cognoscendi, yani bilginin nedeni veya anlaşılırlığın
kaynağı olarak sunulur (Devlet 538b-539a). O, nihayet ontik bir ilke olarak anlaşılır (Devlet 537c);
başka bir deyişle causa essendi olarak İyi İdeası, bilinen şeylere bilinme gücü veya anlaşılırlık temin
etmekle kalmaz, onlara varoluş ve gerçeklik kazandırır.

. Güneş, gücüyle bu dünyadaki canlı her şeyin varlığa gelişini temin eder ve ortam olma veya aracılık
işlevi gören ışığıyla da bizim duyusal nesneleri görebilmemizi sağlar. Benzer şekilde, İyi İdeası da
tefekkürün, metafiziksel bilginin nesneleri olan İdeaların ve dolayısıyla da akledilir dünyanın
varlığından sorumlu olup, onları hakikatin ışığında bilmemizi mümkün kılar. Platon açısından İyinin
hakikat yolunda temin ettiği bu ışık işlevi olmasaydı eğer, bilginin öznesiyle nesnesi arasında hiçbir
bağ kurulamazdı.
Bu açıdan bakıldığında, İyi İdeası'nın şeyleri ya da İdeaları hakikatin ışığıyla bilinir kılması başkaca
şeyler yanında esas iyinin veya iyiliğin her açıklamada temel olduğu anlamına gelir. Bu, Sokratik
geleneğin düşünürlerini veya klasik dünyanın varlık kavrayışını bilen birisi için bütünüyle anlaşılır ve
kabul edilebilir bir düşünce olarak alınabilir.

Başka bir deyişle, onun hem "varlığın ötesinde" olduğu, hem de en gerçek varlık olduğu söylenir.
İyi'nin diğer İdealarla olan ilişkisi, bir İdea'nın ilgili olduğu veya kendilerine uygulandığı fenomenlerle
olan ilişkisine benzer. Ama diğer İdeaların İyi'nin ışığında tanımlanabildikleri yerde, İyi'nin kendisi
rasyonel bir zeminde sadece başka bir şeyin ilkesi olarak anlaşılır. Buna göre, o, varlığın temeli olduğu
için, varlığın ötesindedir; bu yüzden de, İyi İdeası ancak başka her şeyden soyutlanarak veya yalıtılarak
tanımlanabilir.

Demek ki, başka her şey İyiyle olan ilişkisi sayesinde değer kazanır; iyi şeyler, tıpkı başka şeylerin
niteliklerini ilgili İdealardan pay alarak kazanmaları gibi, ondan pay almak suretiyle iyi olurlar. Bütün
ruhların onun peşinden koştukları, onu hayata geçirmek için çalıştıkları dikkate alınırsa, Platon İyinin
bütün insani eylemlerin, özlemlerin nihai hedefi olduğunu söyler. İyi İdeası, aslında bütün dünyanın
kendisine yönelmiş olduğu nihai amaç ya da hedeftir. Buna göre, iyi anlayışı fazlasıyla Sokratik bir
düşünce olarak işlev ya da amaç düşüncesiyle yakından ilişkili olan Platon için, dünya, İyinin
varlığından dolayı, amaçsız değildir.

ETİK FELSEFESİ:
Aristoteles tarafından dile getirilen bir düşünce olarak Platon'un İdealar kuramına Sokrates'in tanım
arayışından hareketle, erdem tanımlarında sözünü ettiği özleri tözselleştirmek suretiyle ulaşmış
olduğu düşüncesi bir kez daha anımsanabilir.

Üç Parçalı Ruh Anlayışı:


Platon, “hiçbir insan bilerek kötülük yapmaz” şeklindeki Sokrates’in tezinin tersine bazen insanların
kötülük yapabileceğini söylüyordu.

Ruhun söz konusu parçaları üç tanedir: İştiha, öfkelenen parça veya tin ya da gönül ve akıl. Nitekim
Platon, bunlardan nefs ya da iştihanın, iyiden bağımsız isteklerin, ruhun bütününün veya
parçalarından birinin iyiliğine hizmet etmeyen isteklerin yeri olduğunu söyler. Oysa tin ya da
öfkelenen parça, ruhun sadece bir parçasının iyiliğine yönelik şeylere yöneldiği için, iyiye kısmen bağlı
bulunan istek ve arzuların bulunduğu yer olmak durumundadır. Buna mukabil akıl veya ruhun akıllı
parçası, onun bütün bir ruhun olduğu kadar, ruhun parçalarının da iyiliği açısından temel olan şeylere
yönelmesi nedeniyle, iyiye tamamen bağımlı istek ve arzuların bulunduğu yer olduğu söylenebilir.

Platon’un tin ya da gönlü ayrı bir parça olarak görmesinin iki nedeni olduğu söylenebilir. Her şeyden
önce, ona akıldan yoksun olan bazı hayvanlarda ve henüz akıl yürütemeyen çocuklarda rastlanır.
İkincisi, onun akıl tarafından azarlandığı, hizaya sokulduğu durumlar vardır. O, zaman zaman iştihayla
olan çatışmasında akla müttefik olabildiğine göre, ne kadar akıldışı olursa olsun, iştihadan ayrı olmak
durumundadır.

Öfke, örneğin açlık, susuzluk ve cinsellik benzeri dürtü ya da arzular gibi salt fizyolojik bir ihtiyacın
ifadesi olmasa bile, yine de bir şekilde akıldışı bir şeydir.

Buna göre "üç parçanın her birine özgü istek ve arzular ve dolayısıyla hazlar ve en nihayetinde de
yönetim biçimleri" var olmak durumundadır (Devlet 580a). Bunlardan iştiha "haz üzerinde yoğunlaşır,
onun en büyük aşkı çıkar ve kazançtır" (Devlet 581a) Öfkelen parça veya tinin "aşkı ve hazzı şan şeref
elde etme olup, o, esas olarak zaferler kazanma" üzerinde yoğunlaşır; oysa "aklın en büyük hazzı
hakikati öğrenmektir, en büyük aşkı da bilgelik" olmak durumundadır. İşte bundan ve farklı ruhların
farklı parçalar tarafından yönetilmesinden veya farklı ruhlarda farklı parçaların baskın çıkmasından
dolayı, üç tip insan ortaya çıkar.

Üç Tip İnsan:
Bunlardan birincisi bilgelik sever, hakikat aşkıyla yanıp tutuşan düşünen insan, ikincisi zafer peşinden
koşan ünsever insan ve nihayet, dünya malının büyüsüne kapılmış para sever insandır. (Sırayla filofoz
– timokrat – oligark(tiran) )

Söz konusu üç insan tipinden her biri, ruhlarının baskın çıkan parçasına özgü hazza adanmış bir hayatı
en değerli ve anlamlı hayat olarak görür (Devlet 581c-e).

Psukhenin Doğru Yönetilmesi:


Platon' a göre, akıl işini yaparsa, o üstelik işini layıkıyla yaparsa, bu doğru bir idare olur. Buna mukabil,
akıl devre dışı kalıp ruhu veya aklı iştiha ya da öfkelenen parça yönetirse, söz konusu yönetim yanlış
ya da uygunsuz bir yönetim olur.

O, söz konusu üç parçadan sadece aklın istek ve taleplerinin, bir bütün olarak beden ile ruhtan
mürekkep insanın nihai iyilik ve mutluluğuna katkı yaptığını, bütünün olduğu kader tek tek her
parçanın olması gerektiği şekilde olmasını temin ettiğini söyler. Bunun da nedeni, bir tek aklın, bütün
için olduğu kadar, her parça için neyin iyi ve yararlı olduğunu bilmesi, gerçek amacı ortaya
koyabilmesidir.

Aklın İdaresi:
Aklın söz konusu yönetimi araçsal ve normatif yönetim olarak ikiye ayrılır.

İnsanların yaşamla ilgili planlarını hayata geçirebilmeleri için, onların temel hedefleriyle çatışan, ana
amaçlarına zarar veren arzu ve dürtüleri denetim altında tutmaları gerekir. Bu görevi de araçsal akıl
yerine getirir. Platon' a göre, birçok ruhta, araçsal akıl, bununla birlikte, ruhun peşine düşmesi
gereken değerleri, hayat planlarının veya yaşam tarzlarının neliğini tartışmadan, normatif anlamda
gerçekten iyi olanı hesaba katmadan yönetir.

Fakat Platon açısından bu, hiçbir şekilde yeterli değildir; o, bu yüzden aklın ikinci bir boyutundan
daha, yani onun normatif kullanımından söz eder. Bu neyin gerçekten iyi, neyin gerçekten kötü
olduğunu bilen, peşinden koşulması gereken gerçek değerleri özümsemiş, insanın ve toplumun
hayahnın hangi ilkelere göre nasıl düzenlenmesi gerektiğini bilen, İdeaları konu alan tefekküründe, İyi
İdeası'yla bir olmayı amaçlayan akıldır.

Buna göre, normatif akıl sadece rasyonel parçayı mutlaklaştırarak, salt kendi iyisini gözeterek ve
yalnızca düşünerek yaşarsa, onun yönetimi tek yanlı, tarafgir bir idare olur. Oysa normatif aklın
"bütünsel yönetimi", ruhun her bir parçasına hakkını veren bir idare tarzıdır. Aklın tek yanlı idaresi
ile bütünsel yönetimi arasındaki bu karşıtlık, Platon normatif aklın bütünsel yönetimini bireyde
adalet ve mutluluğun olmazsa olmaz koşulu olarak gördüğü için, büyük önem taşır. Ona göre,
örneğin filozofun ruhunda, bütün arzular gerçekten hak ettikleri tatmine kavuştukları, her bir parça
layık olduğu yere sahip olduğu için, tam bir düzen ve ahenk vardır:

Söz konusu iyi hayat, aklın her bir parça ve bütün için amacı belirlediği, parçalara ölçü getirip
işlevlerini gösterdiği zaman ortaya çıkar. Buna göre, iştiha akıl tarafından en iyisi olduğuna
hükmedilen bir para miktarıyla, öfkelenen parça ya da tin yine aynı aklın uygun olduğuna hükmettiği
bir şan-şeref miktarıyla tatmin olduğu ve kendine uygun işlevleri yerine getirdiği takdirde, bütünün
mutluluğu gerçekleşmiş olur.
İnsanın ahlaki açıdan nihai ve en yüksek hedefi olan mutluluğun da, onun bakış açısından,
organizmanın uygun ve doğru etkinliğinin bir ürünü olması gerekir.

SİYASET FELSEFESİ:
Platon, "iyi düzenlenmiş bir devletin" bütün üyelerinin iyiliğini temin eden bir rejim oluşturduğu
düşüncesinden hiç vazgeçmemişti.

Onun siyaset felsefesi, esas itibarıyla en iyi rejimin ne olduğu sorusuna yanıt verirken, kozmolojisine
veya teleolojik dünya görüşüne dayanır.

Phusis – Nomos Karşıtlığı


Nasıl ki insan ruhunda üç parça varsa(akıl-öfke-iştiha), aynı şekilde Kallipolis'te de yani ideal devlette
de üç sınıfın olacağını öne sürer.

İdeal devletinin (Kallipolis), teleolojik dünya görüşüne ya da kozmolojiye bağlı olduğunu gösteren
husus, devletin ve bu arada hukukun temeli olarak, uzlaşımın değil de doğanın alınması gerektiği
şeklindeki görüşüdür.

Yasalar, eğer halk arasında uzlaşımdan doğarsa (nomos), yasaların meşruiyeti sorgulanır. Aynı
zamanda adalet, güçlünün çıkarına olacaktır.

Çünkü adil olan yasal olanla özdeş olursa, yasal olan da iktidar tarafından belirlenirse, adalet, iktidarın
gücünün lehine olacaktır. Yani iktidar, kendi çıkarlarına göre yasa yapacağı için, adaleti de kendi
çıkarına göre tesis eder.

Platon, burada Presokratikleri suçlar. Çünkü onlar evreni açıklarken, ilahi bir gücü devre dışı bırakarak
tamamen fiziksel açıklamalar bulmaya çalışmışlardır. Böylelikle evrendeki düzeni, phusis dışında,
mekanik süreçlerde arıyorlardı.

Presokratikler etik ile olgu alanını birbirinden ayırdığı için Sofistler, ahlaki rölativizmi ve politik
uzlaşımcılığı geliştirmişti. Platon’un yapması gereken ise, etik ile olgu alanını, yani evren ile insan
yaşamını tekrar birleştirmekti. Yani toplumdaki yasa ile evrendeki yasanın kaynağının bir, tek, phusis
olması gerektiğini göstermesi gerekiyordu.

Gerçekten de Platon, söz konusu metafizik temeli, İdeaların varlık ve değer açısından birliğinde bulur.
Olan ile olması gerekenin, varlık ile değerin birliğini temin eden söz konusu Platonik anlayış, doğal
hukuk öğretisinin düşünce veya siyaset felsefesi tarihindeki ilk örneğini meydana getirir.

İdeal Devletin Kuruluşu:


. İşlevini tam ve eksiksizce yerine getiren varlığı iyi olduğu kadar meziyetli ya da erdemli diye
niteleyebileceğimiz gibi, onun işlevini layıkıyla veya gereği gibi yerine getirebilmesini mümkün kılan
özellikler bütününe de erdem adı verilir (Devlet 353c)

Bu durum, elbette devlet için de geçerlidir, yani kent-devleti olarak polisin yerine getirmek
durumunda olduğu bazı fonksiyonların ve onun bu fonksiyonları yerine getirmesini mümkün kılan
birtakım özellik veya erdemler vardır.

Uzmanlaşma ilkesi gereği, her insan hayata sadece bir yetenek ile gelmiştir ve sadece tek bir işi
yapması gerekir. O işi, en iyi kendisi yapar. Aynı zamanda ait olduğu topluluğun ya da sınıfın
gerektirdiği fonksiyonları yerine getirmelidir. Buna göre;
Platon’un ideal devleti kallipoliste, bilgece yöneticilik ve basiretli liderlik kral-filozoflar tarafından
sağlanır; (AKIL PARÇASI – FİLOZOFA DENK GELİR)

Buna mukabil, ona özgürlüğü, ruhlarında öfkelenen parçanın baskın çıktığı koruyucu ya da askerler
tarafından temin edilir. (ÖFKE PARÇASI – ASKER YA DA KORUYUCU)

Refah, yani kallipoliste yaşayacak insanların ihtiyaç duydukları mal ve hizmetler, yiyecek ve barınak
benzeri ihtiyaçlar iştihaları kuvvetli tedarikçiler, üretici ve tüccarlar tarafından sağlanacaktır.(ARZU
PARÇASI İSE TÜCCAR, ÜRETİCİ)

İşte yukarıdaki bu düzen, devletin ideal kuruluşudur. Toplumun her kesimi, yapabileceği en iyi işi
yapmakla görevlendirilir ve bu görevi yerine getirir. Böylelikle bu devlet, ideal bir devlet olur. Bunun
sonucu olarak da adalet, mutluluk ve iyi hayat ortaya çıkar.

You might also like