You are on page 1of 73

Beykent Üniversitesi

Hukuk Fakültesi

2020-Güz

Modern Dünyanın Oluşumu Ders Notları -

kedilerisevenbiri-

8. ve 9.Haftalar | 7-14 Aralık, 2020

Bir şiir : Numan Arıman – Vera

8.hafta (vize sonrası ilk hafta)

SANAYİ DEVRİMİ

Endüstrileşme veya sanayi devrimi.. 4 tane safhası var arkadaşlar. Sanayi Devrimi
süreci bitmedi,hala devam ediyor.

Bugün 1.safhayı göreceğiz. 2/3/4 safhalarını ise hiç görmeyeceğiz,onlar başka hir
dersin konusu. Ama genel olarak şöyle söyleyelim;

n Birinci safhada; mekanizasyon,su gücü ve buhar gücü.. Bugün bunları


işleyeceğiz.
n İkinci safhada; 20.yy başlarında Henry Ford 2.aşama Endüstri devrimi başlattı.
Henry Ford otomobil üretmek istiyordu. Ancak otomobil üretmek pahalıydı.
Otomobil almak için insanlar sıraya girdiğinden otomobil almak da pahalıydı.
1800’lü yılların sonlarında Amerika da ilk kez seri üretim mezbahaları
açılmıştı.

Mezbahalarda kullanılan bu üretim bandı mantığını otomobilde de kullanmak


istedi. Dünyanın ilk seri üretim arabası olan Model T’yi üretmeye başladı. Seri
band üretimi aynı zamanda elektrik ile de desteklenmişti. 19yy sonunda elektrik
makineleri ortaya çıkmıştı. Boyut olarak küçük ve verim olarak etkili olunca
kısa süre içinde buhar ile çalışan makineleri sektörden sildiler. Çok kısa süre
içinde seri üretim ve elektrik makine kullanımı artmıştı. Böylece tam
anlamıyla ikinci safhaya geçildi. Üretim artık çok daha ucuz, hızlı ve etkiliydi.

n Üçüncü safhada; Sanayi Devrimi ile üretimde dijital devrim olması,


elektroniğin kullanımı ve bilgi teknolojilerinin gelişmesiyle üretim daha da
otomatikleşmiştir. Üçüncü safhada bilgisayar ve otomasyon karşımıza
çıkmakta. Otomasyonun artmasıyla yeni ve akıllı robotlar üretilmiş. Üretilen bu
yeni nesil robotlar hem ucuz hem de üretimde verimliliği arttırmıştır.(Steve
Jobs bu dönemde Apple kurdu)

n Dördüncü safhada; artık endüstrinin en üst safhası.. Siber teknolojinin en üst


noktaya geldiği,üretimin en üst noktaya geldiği dönem.

Evet Sanayi Devrimi terimsel olarak ilk kez 1799’da geçiyor. 1883’te Arnold
Toynbee’in eserinde (The Industrial Revolution) kullanılmasıyla da
yaygınlaşıyor.

- Zanaatçılık ilerleyen zamanda sanayileşmeye evrildi.


- Yeni enerji kaynakları bulundu.
- Emek gücü (zanaatçılık yerini sanayiye bırakınca) artınca planlanma
ihtiyacı ortaya çıktı.
- İşçi sınıfı ortaya çıktı.
- Kentleşme ve kentlerim gelişmesi hızlandı.
Soru: Sanayi Devrimi neden İngiltere’de ortaya çıktı?

Cevap: Güzel bir sınav sorusu olur muhtemelen (Hoca böyle diyor kayıtta).

Rönesans İtalya’da başladı,Reform ve Aydınlanma da Kuzey’de başladı,neden? Fikri


hür,vicdanı hür insanların ortaya çıkması nedeniyle.

İngilizlerin The Glorious Revolution dediği 1688/Muhteşem Devrimi,Kralın gücünün


zayıflatılması ve parlamentonun gücünün arttırılması… Birazdan bahsedeceğiz
İskoçya Aydınlanması… Yani İngiltere’de daha hür bir ortam vardı. Serbest düşünce
iklimi inanılmaz değişimlere hasıl oldu.

İngiltere'de uzun süredir bir anayasal monarşi düzeni oluşmuştur. Bu düzenin


temelinde mülkiyet hakkının ve bireysel hak ve özgürlüklerin korunmasıyatar.

Yani aslında nerede adalete güven orada ekonomik düzen ve devrimler.. Yoksa
İngiltere’de kömür ve demirin çok olması sizce devrimin orada başlamasının sebebi
olabilir mi tek başına? Kömür ve Demir ülkemizin pek çok şehrinde de vardı. Niye
Osmanlı’da değil de İngiltere’de çıktı Sanayi Devrimi? Dünya tarihine ilginiz varsa
araştırmanızı öneririm.

 (Arkadaşlar bunları hoca söylüyor ben söylemiyorum,bazı arkadaşlar


soruyorlar özelden bunu hoca mı söylüyor siz kendi düşüncenizi mi
yazıyorsunuz diye. Ben herhangi bir şey eklemiyorum.. Ama bu noktada
benin ekleyeceğim şey şudur; Hocamız neden Osmanlı’da çıkamadı diye
öğrencilere sormuş sınıfta. Ben de notumda düşüncemi ifade etmek isterim..
O dönemin İngiltere’si dünyanın en büyük sömürge
imparatorluklarından birisidir. Dolayısıyla sömürgeleştirdiği topraklar
sayesinde hem kömür, demir gibi ham madde kaynaklarına bolca sahiptir;
hem de ürettiği mallar için geniş pazar olanaklarına sahiptir. Osmanlı
İmparatorluğu ise hiçbir zaman sömürge imparatorluğu olmamıştır)

Hoca slayttaki 8 maddeyi saydı arkadaşlar. Slayttaki 8 maddeyi okuyun. Bunlar Sanayi
devriminin İngiltere’de başlama sebebleri dedi.

İngiltere’nin Sanayi Devrimi’ne öncülük etmesini şu şekilde özetleyebiliriz;

İngiltere’de 1760-1850 yılları arasında yaşanan Sanayi Devrimini başlatan en önemli


etkenler

1. Tekstil,
2. Buhar makinesi
3. Demir üretimidir.

İngiltere, ucuz ve kaliteli tekstilleri tüm dünyaya ihraç etmeye başladı. Kömür
ocaklarında buhar makinesi kullanılınca verim arttı. Demir madeninden metal elde
etmek için odun kömürü yerine kok kömürü kullanma tekniği İngiltere’de keşfedildi.
Buharlı gemiler İngiliz mallarını deniz aşırı ülkelere hızla ulaştırdı. Buharlı trenler
ham madde ve sanayi ürünlerinin limanlara taşınmasını hızlandırdı. Tüm bu gelişmeler
İngiltere’de Sanayi Devrimi’ni başlattı.

Şimdi yukarıdaki slaytta yer alan maddeleri yani aslında sanayi devriminin nedenlerini

tek tek inceleyelim.

Sanayi Devriminin Nedenleri

n Tarım Devrimi: Sanayi Devrimi tarım devrimi olmadan olmaz. Coğrafi


Keşifler dersinde işlemiştik; yeni dünyadan gelen patates,domates gibi yeni
besinler Avrupa’da bilhassa İngiltere’de,İskoçya’da beslenme alışkanlıklarını
değiştirdi,yeni menüler oluştu.
İnsanlar buğday yerine patates tüketmeye başladılar. Buğdayı da hayvanlarına
verdiler. Böylece hayvanlar daha sağlıklı hale geldi. (Beslenmeye dayalı olarka
hayvan ırkının gelişmesi)

Tabi böylece tarım gelişti. Bu esnada tarımda ilk bilimsel yöntemler ortaya
çıktı. Almanya bu alandaki gelişmelere öncülük etti. Almanlar pancardan şeker
çıkarma tekniğini buldu. Bir başka Alman kimyager suni gübreyi yaptı.
1834'de bir Amerikalı mühendis bir biçerdöver icat etti. 1870'lerden sonra
konserve yiyecek imalatı hızlı bir biçimde arttı.

Mesela bakın Jethro Tull (İngiliz tarımsal girişimci) tohum ekim makinesini
icat etti. Tohum ekme makinesi, tarımda verim artışına yol açtı. Bu icat sanayi
devriminden önce tarım devrimi için önemli bir buluştu. (Çok daha hızlı
tohumlar ekilebiliyordu.)

Sanayi Devrimi tarım devrimi olmadan olmaz dedik. Zira İngiltere’de nüfusun
beşte dördü zaten tarımla uğraşmaktaydı.

İngiltere; 1700lü yılların ortadında tarımda en fazla üretim yapan,en yakınına


yüzde otuz fark atacak kadar üretim yapan ülke haline gelmişti..
(kedilerisevenbiri diyor ki; sömürge! Ah sömürge..)

n Nüfus Artışı: Tarımdaki devrim ve beslenmeye olumlu etkisi insan ömrünü


uzattı haliyle.

Tabi bu esnada tıpta da gelişmeler oluyordu. Matbaa ile bu felişmeler hızlıca


yayılıyordu.
Ve böylece tarımdaki devrim nüfusun artmasına,nüfusun artması da tarımsal
üretimin artmasına sebep olan bir sirkülasyon oluştu.

1750-1800 arası artık İngiltere’nin nüfusu iki katına çıkmıştı bile.

Yüzyıllarca stabil şekilde giden nüfus sanayi devrimi ile beraber yükselmeye
başladı.

n Mali Gelişmeler: Banka sistemleri de sanayi devrimine etkisi olan


meselelerden. Banka sistemi derken ne kastediyoruz? Kredi.

Borsanın kurulması,böylece anonim şirketlerin kurulmasına,bu da uluslararası


ticaretin gelişmesine bu da kapitalizme giden yolun açılmasına sebep oldu.

Tüm bu mali gelişmeler sanati devrimini tetikledi. Çünkü kapitalizmin iştahlı


sistemi sanayisiz olmayacaktı.
n Aydınlanma ve Bilimsel Devrim: Aslında bunları konuştuk biliyorsunuz.

Aydınlanmanın sonucu olarak özellikle protestan mezhebine bağlı olanlar


Kitab-ı Mukaddesi okuma hevesiyle yüksek bir okuma yazma oranını oluşturdu.

Tabi okuma-yazma oranı neyi tetikledi? Yeni fikirlerin hızlıca yayılmasını da


tetikledi.

Avrupa’da 1200’lü yıllara dayanan üniversite sistemi var. O zaman serbest


düşünce ortamı ve para kazanma hırsı herkesi bilime yöneltti. (Tüm mucitler
para da kazanıyordu çünkü)

Britanya’da özgür basın vardı. Basının özgür olması bilimsel devrimlerin daha
hızlı yayılmasına sebep oldu.

Bilimsel devrimlerle artık insanoğlu enerjiyi dönüştürmeyi keşfetmişti. İnsanlar


ilk çağlarda nehir kenarlarında yaşıyorlardı,hatırlayın. Fakat tarım toplumu
enerjisini tarımdan alacaktı. Dünyanın enerjisi tarımdan geliyordu. Ne zamana
kadar? Buhar makinesi bulununcaya kadar.

Buhar makinesi nasıl bulundu? Buhar makinesi ilk önce kömürlerin çokça
kullanılmasından ortaya çıktı. Neden? Nüfus artışıyla ormanlar ev yapımı ve
yakacak için kullanıldı,orman sayıları azaldı. Çare bol miktarda kömür
kullanmak. Kömürü mademlerde çıkartacaklar. E madenler su ile doluyor. Suyu
dışarı çıkartacak bir sistem lazım. İlk basit 1690’lı yılların sonunda buhar
makinesi bulunuyor.

James Watt buhar makinesini geliştirerek “Buhar motorları” üretiyor. İşte


buhar motorları da ısıyı enerjiye dönüştürmeyi sağlıyor.
Buhar makinesinin tren ve gemilere uygulanması sonucu daha önce ulaşılması
ve taşınması çok güç olan madenlerin çıkarılmasını sağlamıştır. (Slaytları
okuyun arkadaşlar özellikle ekliyorum) Bu da ulaşımda devrim aslında. Çünkü
trenler,gemiler dhaa hızlı çalışıyordu artık.

Makinelerin kullanılması bol miktarda enerji ve ucuz hammadde sağladı.

Sonuç: Enerji Patlaması.

Bu dönemin mucitleri ve icatları yukarıda gördüğünüz üzeredir.

Aydınlanma ve Bilimsel Devrim başlığı altında inceleyeceğimiz son konu ise


protestanlık.. Hoca sadece şunu söyledi;

Dini serbestliklerin akademik,bilimsel ve teknolojik devrimlerin önünü açtığı


ortadadır.
n Nehirler ve Kanallar: Kapitalizmin bir etkeni aslında bu nehirler ve kanallar.
Ürettiğini hızlıca göndermek,satmak. Bu işte kapitalizm.

İşte bu yüzden Petersburg’a,Hamburg’a gittiğinizde ger yerde kanal


göreceksiniz.

Düşünün ki İngiltere’de denize en uzak nokta 123 km. Yani her yere kanallar
yapılmış hızlıca fabrikalara hammadde gönderilsin diye.

n Demir ve Kömür: İngiltere demir kömür rezervi zenginiydi. (Eee sömürdüler


bütün dünyayı…)

Ve tabi bu rezervleri kullandılar. Önceden tüm makineler ahşapken yeni


makineleri çelikten yaptılar. Baktılar ki çelik çok dayanıklı o zaman biz çelikten
gemi yapalım dediler. Ve böylece yeni makşneler ve araçlar artık ahşaptan değil
demirden ve çelikten yapıldı.

Kömür başlıca enerji kaynağına dönüştü. Şimdiki nükleer santral ne ise o


zaman da kömür aynı önemdeydi.
n Hükümetin Politikaları: Yukarıda anlattıklarımız siyasi değişiklikler olmadan
bir hiçtir. Yukarıdaki sebepler hükümetin politikalarıyla desteklenmezse hiçbir
gelişme yaşanamazdı. Bu yüzden de bu politikalar çok önemli.

Hükümet politikaları Fransa’ya ve İtalya’ya göre İngiltere’de daha yaratıcı


ortam sağladığından gelişmeler burada yani İngiltere’de daha hızlı oldu.

İhracatı özendirdi,sanayi politikalarını teşvik etti,ticaretin gelişmesine yönelik


önemler aldı. İcatlar patent kanunları ile korunuldı. (Slaytı okuyun)

n Küçük İşletmeler: İngiltere’de ev üretimi yaygındı. Yani sanayi üretimi direkt


fabrikalarda başlamadı. Üretim aslında evlerde yapılıyordu,evler belirli
aşamaya kadar üretiyor,kalan aşamalar için de fabrikaya gönderiliyordu.

İşte böylece tekstil endüstrisi de gelişti. Dünyanın tekstilini İngiltere


sağlamıştır. Tabi bu küçük işletmeler daha sonra fabrikaya dönüşecek.
n Pamuk Üretimi ve Ticareti:

Tabi tekstilin hammaddesi nedir? Pamuk. Pamuk üretimi için İngiltere’deki


hava ve coğrafi koşullar mğsait değildi. Dolayıısyla yeni kıtada yani
Amerika’da üretim yapılıyordu. (Yıllara göre pamuk üretimi yukarıda
gördüğünüz gibi)

Bu üretilen pamuk nereye çekildi? İngiltere’ye çekildi. Şimdiki Çin ne ise o


zaman da İngiltere oydu.
n Demiryolları: 1829 yılında İngiltere’de ilk demiryolu hattı kuruldu. (81 km)
Tabi taşımacılıkta devrim yarattı demiryolları. Abdülhamid döneminde Osmanlı
süratle demiryolu yapmıştır. Abdülhamid’le başlayıp Atatürk dönemiyle
demiryollarını süratle inşa ediyoruz. (Taşımacılığımız gelişiyor)

n Fabrika: Geldik fabrika’ya. Zaten Sanayi Devrimi’nin başlıca üretim birimi.


Böylece büyük ölçekli, daha fazla kitleye ulaşan üretim sağlandı. Seri üretim
diyemeyiz o zaman için ama daha hızlı üretim diyelim. Buralarda 1800’lğ
dönemlerde,fabrikalarda kadınlar ve çocuklar çalışıyor. Erkekler çalışmıyor.
Haftaya işleyeceğiz,maalesef akciğer kanserinin fazlalaştığı,kadınların daha
doğrusu işçilerin emeklerinin sömürüldüğü,zenginlerin bu sayede daha
zenginleştiği bir dönem.. Marx bu fabrikalardaki durumları gözlemliyor aslında
ve sonucunda Marksizm ortaya çıkıyor. Neden çünkü bu fabrikalarda insan
emeğinin sömürülmesi var.. İnsan haklarının çiğnendiği bir dönem. Çünkü
modern işçi sınıfının doğuşudur fabrikalaşma.
Soru-Cevap

***

Sanayi Devrimi’nin Yayılması


Birinci aşamadaki ülkeler (1750-1870):İngiltere,Hollanda,Almanya,Fransa,İtalya’nın
kuzeyi

İkinci aşamadaki ülkeler (1870-1960): Japonya,Rusya,Doğu ve


Güney Avrupa,Yeni Zelanda,Avustralya

Üçüncü aşamadaki ülkeler (1960-günümüz): Türkiye,Çin,Hindistan,Güney


Kore,Tayvan,Malezya,Meksika,Brezilya,Arjantin ve son olarak Afrika

Hoca’nın Türkiye yorumu: Maalesef Türkiye sanayi ülkesi olamamıştır. Dördüncü


aşamayı dahi sanayisiz geçirecektir.

Ders Sonu.
9.Hafta (14 Aralık 2020)

Evet kaldığımız yerden devam ediyoruz,bugün Sanayi Devrimi’ni bitireceğiz.

Bugün Sanayi Devrimi’nin sonuçlarını inceleyeceğiz.

Sanayi Devriminin Sonuçları

n Çalışma Koşulları: Genel çerçevede inceleyecek olursak; işçi sınıfı denen yeni
bir sınıf ortaya çıkmıştı hatırlarsanız geçen hafta işlemiştik. Tabi bu yeni sınıf
için kanuni boşluklar var,haklar anlamında boşluklar var. Sendikaların yokluğu
var,iş kanunu yok,çok uzun çalışma saatleri var,tamamen fabrika sahibinin
insiyatifine bırakılmış durumları.. Böyle çok acı ve tanımlanması zor bir dönem
1750-1800 arası..
Bu işçi sınıfı dediğimiz tarımla uğraşan köylülerden. Köyden kente doğru göç
eden köylüler artık yeni işçi sınıfıydı. Bu insanlar çok fakir insanlrdı,zengin
olma umuduyla gelmişlerdi.

Bir yandan da burjuva dediğimiz tücaarlar sınıfı,tabi onların işine gelmişti bu


göç. Küçük burjuvazinin gelişmesi ucuz emek ile olmuştu. Yani işçileri
kullanmışlardı.

1760-1850 yılları arasında İngiltere’de yaşanan sanayi devrimi sonucunda başta


Avrupa ve ABD olmak üzere dünyanın değişik ülkelerinde yeni sermaya
sahibi sınıf doğdu. Bu sınıf,işçi sınıfını sömürdü.

Endüstriyel devrim,sanayi toplumunun temel üretim birimi olan mavi yakalı


işçi kavramını gündeme getirmiştir.

Tabi bu böyle gitmez diyerek emeği korumaya yönelik tedbirler alınmaya


başlanıyor,işçi partileri,işçi sendikaları emeğin fiyatı olan ücretin artışında rol
oynamaya başlamışlardır.

Tabi sendikalaşma da başladı. İşçi ve işveren arasındaki çıkar çatışmaları


sendikalaşmanın çekirdeğini oluşturdu.
Tabi uzun süreli çalışma saatleri ve kötü çalışma şartları iş kazalarını beraberinde
getirdi.

Slaytta 1832 Britanya Avam Kamarası’nın raporunu görüyorsunuz, işçilerin iş


kazasına uğradıkları dönem neler yapıldığjnı,daha doğrusu neler yapılmadığını. Hiçbir
hak talep edemiyorsunuz eğer kazaya uğrarsanız.

Çalışma koşulları neredeyse sıfırın altında. Temizlik,hijyen sıfır. Havalandırma hiç


yok. Çocuk işçiler günümğz dünyasında dahi hala var,o zamanki çalışma ise bambaşka
resmen küçücük çocuklardan bir büyük insan çalışması bekleniyordu.

n Yaşam Koşulları: Önceden mesai kavramı yoktu,köydeki yaşamda. Ama işçi


kavramı ile beraber gelen günde 14-16 saat çalışma.. Dolayısıyla insanların
hayatı çok değişti.. Aile hayatları değişti. Neredeyse özel hayat diye bir şey
kalmadı. İnsanlar bitkin,hava koşulları fabrikalardan dolayı kötü,akciğer kanseri
hat safhada..

Çocuk ölümleri çok yüksek.. Koleranın ve bulaşıcı hastalıkların yayılması için


fabrikada her türlü şart vardı,çünkü hijyen yoktu. Dolayısıyla insanlar hep
bulaşıcı hastalıklarla uğraştılar.
Slaytta da okuduğunuz üzere Freddrich Emgels’ın Manchester/1840 raporu,o
dönemin şartlarını göz önüne seriyor.

n Kentleşme: Tabi köyden kente geçiş kentleşmeyi ortaya çıkardı. Tarihte ilk kez
kentler üretim merkezleri haline geldi. Nüfuslar Avrupa’da dört kat arttı. Artık
temel işkolu tarım değil sanayi oldu.

Kentin yönetimi tabi kimin elinde? Burjuvanın.

Kentleşme neye sebep oldu Max Weber’e göre? Birleşik bir toplumsal ve yasal
topluluk olarak uyum içinde hareket edebilme yeteneğinin gelişmesine sebep
oldu.

n Kadınlar ve Çocuklar: Kadınları ve çocukların durumu FELAKET. Hem evde


çalışması gerekiyor kadın,hem de işte çalışması gerekiyor. İçler acısı.

Burada vurgulayacağımız şey artık iş ve özel hayat ayrımının keskinleşmesi.


n Yeni sınıfların ortaya çıkışı: Bunu aslında anlatmıştık. Sanayi devriminden
önce biliyorsunuz iki ana sınıf vardı; aristokratlar / burjuvazi / alt sınıf

Sanayi devrimi ile birlikte iki yeni sınıf oluştu;

- İşçi Sınıfı (Mavi Yakalılar)


- Beyaz Yakalılar (Kentli orta sınıf)

Şimdi geldik son başlığımıza ; elbette böyle devrime tepkiler de olacaktı. Liberalizm
ve Kapitalizm’i anlatmayacağım zaten şu an hala dünyayı kasıp kavuran bir dün bile
diyebiliriz kapitalizm için. Ütopik Sosyalizm ile başlayalım.

Sanayi Devrimi’ne Tepkiler


n Ütopik Sosyalizm: Kapitalist sistem kendini ilk var etmeye başladığı
dönemlerde; üretimde yarattığı israf, toplumda yarattığı ağır çalışma koşulları,
bölüşümde yarattığı adaletsizlik çeşitli filozoflar tarafından eleştirilmiştir.
Kapitalizmin sistemli bir biçimde eleştirilip yerine alternatif olarak
‘sosyalizm’in önerilmesi 1800’lerin başına denk düşer. Bu dönemi Sosyalizmin
birinci evresi, yani ‘Ütopik Sosyalistlerin Dönemi’ olarak isimlendirebiliriz.

Fransa'da Comte Henri de SaintSimon ile Charles Fourier,


İngiltere'de Robert Owen gibi isimler ütopik sosyalizmin öne çıkan isimleridir.
Marksizm 1800’lerin ikinci yarısında tarih sahnesine çıktığı için Marksizm
öncesindeki sosyalist düşüncenin öncüleri bu isimlerdir. Ortaya koydukları
siyasal ve eylem programıyla belirli bir takipçiye ulaşmışlardır. Bu dönemde
kapitalizm karşıtı sosyalist akımın siyasal omurgasını ütopik sosyalistler
oluşturmuşlardır.

Yazdıkları kitaplar geniş kitleler tarafından okunmuş, yaptıkları sosyalizm


konuşmaları ve kapitalizm eleştirileri büyük dinleyici topluluklarını kendine
çekmiş ve sosyalizm fikri bu isimlerin çabalarıyla kıtalar ötesine Amerika gibi
uzak ülkeler de dâhil olmak üzere yeryüzünün diğer bölgelerine yayılmıştır.

Ütopik sosyalistler; kapitalizmi eleştirmekle kalmayıp geleceğin ideal


toplumunun nasıl olması gerektiğine dair bütün ayrıntılarına kadar izah ettikleri
toplumsal bir tasarıma da sahipti.

‘Ütopik Sosyalizm’ ve ‘Ütopikler, Ütopyacı Sosyalistler’ olarak


isimlendirilmelerinin nedeni; toplumu tahlil ederken sınıf mücadelesini bununla
beraber toplumsal değişimin temel kanununu anlayamamak, sosyalist
devriminden bahsederken kapitalist sisteme son verecek olan işçi sınıfını
görmezden gelerek; bir sınıf diktatörlüğüne(burjuva diktatörlüğüne) dayalı olan
kapitalist sistemin ortadan kaldırılabileceğini savundukları için ütopik-gerçek
dışı kalmalarıdır. Bilimsel Sosyalizm’in kurucuları Marx ve Engels kendi
ortaya koydukları teori ile ütopik sosyalizmin neden toplumsal bir devrimin
teorisi olamayacağını ispatlamışlardır.

Ütopik sosyalistler kapitalizmin ortadan kaldırılması konusunda hemfikirdi


ancak onun nasıl ortadan kaldırılacağı konusunda yeterli donanıma ve somut
çözüm programına sahip değillerdi.(Veyahut bu konuda tutarlı bir programları
yoktu)

Sonuç olarak; ütopik sosyalistler, modern sömürücü sınıf olan burjuvazinin


iktidarının ‘ikna etme’ yoluyla yıkılacağını düşündükleri, sosyalizme evrimci
bir biçimde ulaşabileceklerine inandıkları için ütopik olarak anılırlar.

Yukarıdaki slaytta her bir ütopik sosyalist savunucusununeleştirileri/savları


mevcut,okuyunuz.
n Sosyalizm: Sosyalizmi ütopik olmaktan çıkarıp,sınıfsız bir topluma
ulaşmanın köprüsü olarak açıklayan marx olmuştur.
Yakın çalışma arkadaşı ve yoldaşı Engels ile birlikte kaleme aldıkları Komünist
Manifesto adlı eserinde “Sınıf kavgası tarihin motorudur” diyerek tarihin
ilerletici gücünün sınıf çatışmaları olduğunu ve sınıf çatışmalarının sınıfsız bir
topluma doğru evrildiğini tespit eden Marx, yine tarih bilimine dayanarak bu
evrilmeyi gerçekleştirecek sınıfın yani sınıfsız toplumu kuracak sınıfın
proletarya olacağını söylemiştir.
Kapitalist üretim tarzının ücretli emek üzerindeki sömürüsünü açıklamak üzere
artı değer teorisini ortaya koyan Marx, üretim araçlarını elinde tutarak
kapitalist sistemi işleten burjuva sınıfının ve kurduğu diktatörlüğün yıkılarak
yerine sömürülen sınıfın yani proletaryanın diktatörlüğünün geçeceğini
belirtmiştir.
n İşçi Hareketleri ve Sendikalizm: 1884’te ilk işçi konfederasyonları kuruluyor.
Bu konfederasyon işçi haklarının korunması ve gelişmesi noktasında ciddi
kazanımlar elde ediyorlar. Fakat her zaman demokrasinin kılıcı başlarında
sallanıyor (Arkadaşlar günümüz dünyasında hala daha işçi sendikalarına üye
olan işçiler işlerinden oluyorlar.. ) Hoca başka bir şey söylemedi slaytı
okuyalım.

n Sosyal Demokrasi: 1920’lere geldiğimiz zaman Rusya’da bir sosyalist devrim

gerçekleşiyor,kanlı bir devrim. Avrupa’nın bir çok yerinde Türkiye de dahil


sosyalistler etkin. (Komunizm ve sosyalizm arasındaki fark komunizmde devlet
yok sosyalizmde var)

Sosyalist hareketlerin neden olduğu yıkımlar bazı sosyalist düşünürleri


korkutmaya başlıyor. Bunların başında da Eduard Bersntein var (kendisi
sosyal demokrasinin de kurucusu). Ona göre; toplumun çoğunluğunu oluşturan
zaten işçiler o zaman demokratik yöntemlerle yani seçimle iktidarı zaten işçiler
değiştirebilir,neden zorla,devrimle,kanlı şekilde değiştirmeye çalışalım ki diyor.
Kurşun yerine oy kullanalım diyor. (Use you votes instead of your bullets)

Ve gerçekten haklı çıkıyor Eduard. Avrupa’da yavaş yavaş sosyal demokrasiler


oluşmaya başlıyor.

Nedir bu sosyal demokrasi? Refah devleti anlayışı. Sosyal demokrasi,


toplumsal eşitliği demokratik yollarla ve aşamalı bir şekilde sağlamayı
hedefleyen bir görüştür. (Kapitalizm içinde siyasal,toplumsal,ekonomik
alanda sosyal adaleti savunan bir ideoloji) DERS SONU.
Beykent Üniversitesi

Hukuk Fakültesi

2020-Güz

Modern Dünyanın Oluşumu Ders Notları

-kedilerisevenbiri-

10. Hafta | 21 Aralık, 2020

Bir fikir : Bugün birine sürpriz bir kitap postala.

EN UZUN YÜZYIL

1800-1900

Bugünkü konu başlıklarımız yukarıdaki gibidir.

1) Napolyon Savaşları
İlk çağdan,Rönesans’a ve Reform’a kadar geldik,Sanayi Devrimi’ni işledik. Artık
patlama dönemi diyeceğimiz döneme geldik. 1800-1900 arası önemli olaylara
bakmamız gerekiyor ve Napolyon Savaşları ile başlıyoruz.

Fransız Devrimi’ni anlatırken Napolyon’un nasıl tahta geldiğini,beşli yönetimi


devirerek başa geldiğini söylemiştik.

Napolyon Savaşları ; formative events dediğimiz dünya tarihini etkileyen


dönüştürü/değiştirici savaşlardır. Eğer Napolyon savaşları olmasaydı belki bugünkü
İtalya,Almanya vs olmayacaktı.

Napolyon Savaşları endüstriyel (sanayi) toplumun ilk savaşlarıdır. Bu nedenle çok


önemlidir.

Napolyon Savaşları, Fransa’da gerçekleşen Devrim Savaşlarının hemen ardından


Napolyon liderliğinde Fransa ile Avrupa'nın diğer farklı ve oldukça güçlü devletlerinin
oluşturduğu birliklerle arasında gerçekleşen savaş zamanıdır.

Napolyon’un temel amacı Fransız Devrimi’nin ilkelerni yaymak ve dünya siyasetinde


Fransa’ya baskın bir konum kazandırmaktı.

Napolyon Avrupa’yı kasıp kavururken,bunun karşısında olan


Beitanya/Avusturya/Prusya (bu koalisyonlar sık sık değişti,tek değişmeyen ülke
Britanya idi) ittifak yaparak Napolyon’u durdurmaya çalıştılar.

1805-1810 arasında Avrupa’da hiçbir güç Napolyon orduları’nı yenemedi.

Napolyon işgal ettiği yerleri kendisiyle ittifaka zorladı. (Slaytta yazıyor hangi ülkeler
olduğu yukarıda)
İlk dört seferinde başarılı olan Napolyon, 1812 yılına gelindiğinde Fransa’yı
Avrupa’da büyük bir imparatorluk hâline getirdi.Napolyon’un kıta Avrupa’sında
kurduğu sistemin dışında sadece İngiltere, İsveç, Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu
kalmıştı.

Napolyon Yasaları olarak anılan Ticaret Kanunu, Ceza Kanunu ve en önemlisi


Medeni Kanun kabul edildi. İnsanların “kanunlar önünde eşit olması” ilkesine
dayanan Medeni Kanun ayrıca dini değil resmi nikahı geçerli kabul ediyordu. Din
özgürlüğü ve iş seçiminde özgürlüğü de garanti altına alıyordu. (Napolyon’un en
kalıcı mirası hukuk alanındadır.)

1812 yılında Napolyon, düzenlediği Moskova seferinde başarısız oldu ve peş peşe
askeri başarısızlıklar yaşamaya başladı.

1814’de İngilizlere yenilerek Akdeniz’de bulunan Elbe Adası’na sürüldü. 1815’de


Elbe Adası’ndan Paris’e dönerek yeni bir ordu toplayan Napoléon’un 100 günlük son
hükümdarlık dönemi Waterloo yenilgisiyle sona erdi.
2) Avrupa Uyumu (Yeni Güç Dengesi):

n Viyana Kongresi: Napolyon savaşları yüzünden bozulan Avrupa’nın siyasal


durumunu düzeltmek ve Avrupa’nın gelecekte alacağı durumu belirtmek ve
saptamak amacıyla tüm Avrupa Devletleri Viyana’da büyük bir kongre
topladılar.

Kongre’de esas belirleyici olan dört büyük devlet İngiltere, Rusya, Avusturya
ve Prusya’ydı.

Osmanlı İmparatorluğu kongreye katılmamıştır. Bu kongre sonucunda Viyana


Barışı (1815) anlaşması yapıldı.

Viyana Kongresi, Avrupalı devletlerin aralarındaki sorunları toplantılar yoluyla


çözme girişimlerinin başlangıcı oldu. (Viyana hala diplomasinin beşiğidir.)

Ayrıca, klasik uluslararası hukukun sistematize edildiği dönemin başlangıcı


olarak da kabul edilir.

Diğer yandan, Viyana Kongresi ile ortaya çıkan Avrupa Ahengi Sistemi
çerçevesinde belirginleşmeye başlayan uluslararası hukuk sistemi ise, bu
“ahengi” sağlayan temel aktörler olan büyük devletlerin kontrolünde bir nitelik
taşımaktadır.
Kongre deyim yerindeyse Fransız Devrimi’nin yaydığı düşüncelerden duyulan
korkunun şekillendirdiği bir Avrupa haritasında uzlaşmıştı.

Avrupa’da yayılan milliyetçi ve liberal talepleri göz ardı edildi. Kongrede


Fransız İhtilali’nin Avrupa’ya yaydığı insan ve vatandaşlık haklarından
hiçbirisi, yani hürriyet, milliyet ve eşitlik prensipleri göz önünde tutulmamış,
sırf siyasal emel ve istekler üzerine kararlar verilmiştir.

Viyana Kongresi’ni izleyen döneme Restorasyon, yani eski düzenin yeniden


kurulması dönemi adı verilir. İngiltere, Rusya, Prusya ve Avusturya Avrupa
düzenini korumak, krallık rejimine karşı yapılacak ihtilal hareketlerini
bastırmak ve Avrupa’yı mutlak krallık rejimiyle yönetmek için aralarında bazı
antlaşmalar yaptılar.

26 Eylül 1815’de imzalanan “Kutsal İttifak” anlaşmasının temelinde


Avrupa’daki liberal, milliyetçi ve devrimci hareketlerin önüne set çekmek
amaçlanıyordu.
Her üç devlet 20 Kasım 1815’de bu sefer İngiltere’nin de katılımıyla “Dörtlü
İttifak” Anlaşması’nı imzaladılar.

Avusturya Başbakanı Metternich ve İngiltere Dışişleri Bakanı Castlereagh’nin


büyük çabalarıyla kurulan ve “güç dengesi” yaklaşımının doğal bir sonucu olan
bu konferanslar sistemine “Avrupa Uyumu” adı verildi.

Kısa bir süre sonra, Fransa da ittifaka dahil oldu. Yapılan çağrıyla Avrupa’daki
yıkıcı düşüncelere ve sınır değişimlerine karşı olan bütün yönetimler de ittifak
içinde yer almaya davet edildi.

n Kırım Savaşı (Avrupa Uyumu’nun Sonu): 1848 Devrimleri’nin ardından


istikrarı sağlamaya çalışan Avrupa’da, Rusya ile Osmanlı arasında başlayıp
hızla Avrupa’nın bütün büyük güçlerini içine çeken Kırım Savaşı gerek
kullanılan teknoloji gerekse kurulan ittifaklar ile birçok sosyal bilimci
tarafından “I. Dünya Savaşı’nın provası” olarak adlandırılır.

Sanayi Devrimi ve Fransız Devrimi, Avrupa’nın ekonomik, sosyal ve siyasal


yapısını kökten değiştirmişti. Rus Çarlığı ve Osmanlı İmparatorluğu gibi çok
uluslu geleneksel imparatorluklar, Sanayi Devrimi ile ekonomik ve teknolojik
gelişmede büyük bir ivme yakalayan Avrupa devletlerinin gerisinde kalmıştı.

İngiltere açısından, başta Hindistan olmak üzere sömürgelerine giden yolun,


Rusya’nın denetimine geçmesi kabul edilemezdi. Bu noktada İngiltere,
sömürge yollarındaki çıkarları gereği Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak
bütünlüğünü korumayı tercih etti ve Kırım Savaşı’nda Osmanlı’nın yanında
oldu.

Osmanlı Devleti’nin, Eflak- Boğdan’a girmiş olan Rus kuvvetlerinin derhal


çekilmesi talebi, Rusya tarafından reddedilince, 1853’de savaş fiilen başladı.
1854’de İngiltere ve Fransa da Osmanlı Devleti’nin yanında Rusya’ya savaş
ilan ettiler.

Kırım Savaşı birçok bakımdan önemli “ilkleri” barındırıyordu.

Sanayi Devrimi’nin savaş alanlarına yansıması Kırım Savaşı’nda görülmeye


başlandı. Buharlı gemiler ve trenlerin ilk kez kullanıldığı savaş Kıtım
Savaşı’dır.

Rusya’nın yenilerek barış yapmayı kabul ettiği Kırım Savaşı’ndan sonra


1856’da taraflar arasında Paris Antlaşması imzalandı.

Rusya’nın gücünü kırmaya yönelik olarak hazırlanan bu anlaşmaya göre


Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa devletleri topluluğuna dahil edilerek
toprak bütünlüğü ve bağımsızlığı bu devletlerin ortak garantisi altına
alındı. Böylece Osmanlı İmparatorluğu’na, Rusya’ya karşı bir korunma imkânı
sağlanmış oldu.

Boğazların tüm savaş gemilerine kapalılığı teyit edildi ve Karadeniz tümüyle


askersizleştirildi. Sırbistan ile Eflak ve Boğdan’ın özerkliği devletlerin ortak
garantisi altına alınarak bu ülkeler de Rus nüfuzundan çıkarıldı.

n İtalya’nın Siyasi Birliği (Öncü Rol: Sardunya Krallığı):

Sardunya Krallığı’nda tahta geçen II. Vittoria Emanuele, anayasaya bağlı


krallığını sürdürerek İtalya’nın birliği için umut oldu.

Kont Cavour (Sardunya Krallığı Başbakanı),Piemonte’nin (yani Sardunya


Krallığı’nın) İtalyan Birliği’nde önder rol oynayabilmesi için ekonomik açıdan
güçlü olması gerektiğini düşünüyordu,ticaretin gelişmesi için diğer Avrupa
ülkeleriyle serbest ticaret anlaşmaları imzaladı.
Tarım ve maliyede reformlar yaptı.

Orduyu yeniden düzenledi.

Katoliklerin İtalyan Birliği’ni engelleyici tutumlarına karşı Kilise’nin gücünü


zayıflattı, hukuki ayrıcalıklarını kaldırdı, manastırların mal varlığına el koydu.

İtalyan Birliği’ni sağlayabilmek için Cavour, büyük güçlerin özellikle İngiltere


ve Fransa’nın desteğini almaya çalışıyordu. Aradığı fırsat Kırım Savaşı ile
Cavour’un önüne geldi. Rusya’ya karşı İngiltere, Fransa ve Osmanlı
İmparatorluğu’nun yanında savaşa girme kararı alarak, Mart 1855’de
askerlerini Kırım’a gönderdi.

1852’den sonra Fransa’da kendisini İmparator ilan eden III. Napolyon,


İtalya’nın birlik mücadelesini destekliyordu. Cavour’a karşı da desteği hızlandı.

III. Napolyon, İtalyan birliği davasına gerekli desteği vermediği iddiasıyla,


Carbonari üyesi (suikast teşkilatı) tarafından suikast girişimine uğradı. Ama
suikst başarısızlıkla sonuçlandı.

1861’de Ulusal Parlamento ; Sardunya Kralı II. Vittoria Emanuele’i İtalya kralı
ilan etti. Artık İtalya bir krallıktı. Roma 1871’de İtalya’nın başkenti ilan
edildi.

n Alman Birliği (Öncü Rol: Prusya) : Viyana Kongresi’nin bir federasyon


hâlinde bıraktığı Almanya 1862 yılında Bismarck’ın Şansölye (başbakan)
olmasının ardından siyasal birlik yönünde güçlü adımlar attı. Bismarck’ın
realpolitik olarak adlandırılan gerçekçi denge politikasıyla, Almanya’nın siyasal
birliği önünde engel konumundaki Avusturya ve Fransa’yı bertaraf etmesi
birliğin önündeki yolu açtı.

Bu siyasal hirlik öncesi konfederasyonlar halindeydi Alman coğrafyası. Bu


konfederasyonlar içinde en güçlü olan (öncü rol) Prusya idi. Çünkü ekonomik
açıdan giderek gelişen ve sahip olduğu kömür ve demir-çelik üretimi sayesinde
Kıta Avrupa’sında Sanayi Devrimi’ni gerçekleştiren ilk devletlerden biriydi.

1862’de Bismarck başbakan oldu. Çok parlak bir diplomat. Kan ve Demir
kınuşması var çok meşhur. Orada diyor ki biz demir çıkartacağız bunun için
gerekirse kan dökeceğiz. Kendisi devrim karşıtı .

Otto von Bismarck, Prusya liderliğinde Alman birliğinin kurulmasını öncelikli


hedef olarak belirledi. Bismarck’ın bu hedef çerçevesinde uyguladığı realpolitik
stratejisi sayesinde Prusya, 10 yıldan kısa sürede, önemli savaşlardan galip
çıkarak Alman birliğini kurdu. (Bismarck Fransa’yı savaşa sokmak
istiyor,Fransa da bu tuzağa geliyor ve Sedan Muharebesi’nde Fransa yeniliyor
ve Almanya siyasi birliği tamamlanıyor.)

n Birliklerin Sonuçları: İtalya ve Almanya’nın birliklerini sağlaması, Avrupa’da


büyük güçler arasında sonu I. Dünya Savaşı’na varacak olan keskin bir
rekabeti ortaya çıkardı. En önemli sonuç budur. (dolaylı sonuçtur)

Almanya ve İtalya’nın siyasal birliğini sağlamasının ardından Avrupa’nın


gelişmiş sanayi ülkelerinin sömürgeler üzerinde hâkimiyet
kurma(silahlanma,rekabet..) rekabeti yeni bir aşamaya girdi. Bu rekabet, diğer
siyasal nedenlerle birleşince I. Dünya Savaşı’na giden yolu ve Avrupa’daki
ittifakların ortaya çıkmasına neden oldu.

3) Sömürgecilik ve Emperyalizm
n Sömürgeciliğin Nedenleri: 20. yüzyıl yaklaşırken Avrupa devletleri sert bir
sömürge rekabetine girmişti. 1900’lerin başına gelindiğinde dünyanın
neredeyse tamamı paylaşılmıştı.

Sanayileşmiş devletler için daha fazla üretmek, daha fazla üretmek için daha
fazla ham maddeye ulaşmak, daha fazla satmak, yani yeni pazarlar bulmak
gerekliydi. (sömürgeciliğin ekonomik nedeni)

Ve savaşsız bir şekilde emperyalist devletler neredeyse dünyanın tamamını


paylaşmışlardı.. Yaşattıkları acılar tarifsiz.

(kedilerisevenbiri’nin teşekkür borcu: Geçmiş önemlidir. Atalarınızın size ne


bıraktığı çok önemlidir. Bugün tarihe baktığımda bana tertemiz bir sayfa
bırakan,kimseyi sömürmemiş,soykırım işlememiş,insanlığa karşı suç işlememiş
olan tüm ecdadıma,Selçuklu’dan Osmanlı’ya,Osmanlı’dan gözümüzün bebeği
Türkiye Cumhuriyeti’ne sevgi,saygı ve minnetle..)

Sömürgeciliğin ekonomik nedenlerinin dışında bir de sosyal darwinizm; yani


en kuvvetli olanın hayatta kalacağı düşüncesi vardı.

Avrupalılar,Sosyal Darwinizm düşüncesi etkisinde diğer geri kalmış ülkelere ve


milletlere “medeniyet” götürmeyi (!) , bu halkları “batılılaştırmayı” bir görev ve
gereklilik olarak değerlendirdiler… Bu da sömrügeciliğin sosyal
nedenlerinden biriydi. (Ki zaten Asya ve Afrika halklarını
Hrıstiyanlaştırdılar,bunu görev bildiler.)

Temelde Avrupa devletlerinin sosyo-ekonomik çıkarlarının bir sonucu olarak


ortaya çıkan emperyalist ve sömrügeci yayılmacılık, çeşitli biçimlerde
meşrulaştırılmaya çalışıldı. Sömürgeci siyaset, uygulayanlar tarafından ülke
içinde bir ulusal gurur ve itibar unsuru olarak sunuldu: “beyaz adamın
sorumluluğu” anlayışıyla hareket edilerek Avrupa’nın, gittiği yerlere “uygarlık”
taşıdığı, bunun bir misyon olduğu iddia edildi.

Kedilerisevenbiri’nin eklentisi (aşağıdaki parantez içindeki metin ders notu


değildir,not sahibinin vicdanının sesidir.)

(İstiklal Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi,medeniyet dediğimiz


tek dişi kalmış canavar. Yukarıya iliştirdiğim fotoğraf ; insanat
bahçeleri.. Modernlik adı altında güya ilkel kabileleri hayvanları sergiler
gibi sergilediler buralarda.
Sergilerin birinde ‘Kongolulara yiyecek-içecek vermeyin; yemekleri
verildi’ tabelası asılıydı. Bu insanlara hayvan muamelesi yapıldı. Son
serginin 1958 gibi geç bir tarihte ve Avrupa’nın göbeğinde, Brüksel’de
yapılmış olması, modernlik, ırkçılık, sömürgecilik, kültürel üstünlük
inancı konusunda yeteri kadar fikir veriyor olsa gerektir.)

Peki neden Asya ve Afrika ülkeleri sömge düzeni için hedef ülkeler oldu? Sanayileşen
Avrupa devletleri,Asya ve Afrikalıların endüstriyel teknolojiyle rekabet edemeyecek
durumda olduğunu gözlemlediler.

Zayıflayan Asya ve Afrika İmparatorlukları da eklenince Avrupa bu durumdan


yararlandı.

n Çatışma ve Berlin Konferansı:Dönemin gücü İngiltere’nin şampiyonluğunu


yaptığı emperyalist yayılmanın her dalgası, diğer Avrupa devletlerinin karşı
hamlesini gündeme getirdi. Bu rekabet, aynı zamanda Avrupa’nın merkezinde
çıkması kaçınılmaz olan çatışmayı kıta dışına itmeye aracı oldu.

Afrika’daki sömürgeciliğin geleceğini belirleyen 1884 Berlin Konferansı’nda


alınan en önemli karar “fiili işgal” ilkesinin kabulüdür.

Söz konusu ilke uyarınca, önceden olduğu gibi Avrupalı bir gezginin
“keşfettiği” bölgenin, vatandaşı olduğu ülkeye ait olduğunu ilan etmesi
yetmeyecek, ilgili ülkenin o bölgeyi fiili olarak işgal etmesi
gerekecekti.

Berlin Kongresi sonrasında, Afrika, Avrupalı güçler tarafından hızla


paylaşıldı.(Bismark önderliğinde toplanıldı)

.
n İngiliz Emperyalizmi: Sanayileşmiş Avrupa ülkelerinin sömürgelerinin
durumunu inceleyecek olursak;

- İngiltere, yeryüzünün her yerine yayılan sömürgeleri nedeniyle “üzerinde


güneş batmayan” imparatorluk olarak nitelendiriliyordu.

Her üç okyanustaki sayısız adanın yanı sıra dünya deniz ticaret yolları
açısından çok önemli olan Cebelitarık, Süveyş Kanalı ve Ümit Burnu da
denetimi altındaydı.

“Tacın elması” olarak adlandırılan Hindistan dışında Asya ve Afrika’da


geniş alanları kontrol eden İngiltere aynı zamanda Avustralya ve Yeni
Zelanda’yı da tümüyle denetliyordu.(Dünyanın 1/6’nı elinde
bulunduruyordu.)

Hindistan neden tacın elması? Babür İmp.zayıflamasının ardından İngiliz


kontrolüne giren Hindistan baharat ve pamuk ticareti (İngilzi sanayisinin
temeli) için bir nimetti.

Diğer bölgelere hızlıca yayılabilmek için de coğrafi olarak çok elverişliydi .


Ders Sonu.
Beykent Üniversitesi

Hukuk Fakültesi

2020-Güz

Modern Dünyanın Oluşumu Ders Notları

-kedilerisevenbiri-

11. Hafta | 28 Aralık, 2020

Bir şarkı: Yasmin Levy – Una Noche Mas

KÜRESEL ÇATIŞMALAR ÇAĞI

1900-1945

1) I.Dünya Savaşı

I.Dünya Savaşı’na geçmeden evvel hatırlayalım o dönemi (1900’ler).


1871-1914 arasınu bir kriz dönemi olarak algılayabiliriz. Çünkü İtalya ve Almanya
siyasi birliklerini tamamladıklarında (biliyorsunuz geç tamamladılar) avrupa ahengi
dediğimiz viyana düzenini bozduklarından I.Dünya Savaşı’na giden yol açıldı.

Üçlü İttifak ve Üçlü İtilaf’ın diplomatik ve askeri olarak karşı karşıya geldikleri her
durum çatışmayı büyüttü. Bu dönemde özellikle “Avrupa Uyumu”na duyulan inançlar
iyice yıprandı. Sonuçta büyük savaşın çıkması için sadece bir kıvılcım yetti. (yukarıda
slaytta yer alan İttifak ve İtilaf Devletleri’ni bilelim.)

Birinci Dünya Savaşı’nı hazırlayan siyasal ortam, Avrupa devletleri arasındaki ittifak
ilişkilerinden doğdu. Ekonomik ve siyasal gelişmeler bütün devletleri sürekli değişen
karmaşık ittifak ilişkilerine yöneltmişti.

n Savaşın Nedenleri : Alman yayılmacı politikaları, Afrika’daki kolonicilik


faaliyetleri, Rusya ile Avusturya Macaristan’ın Balkanlar üzerindeki hakimiyet
mücadeleleri ve İkinci Sanayi Devrimi gibi pek çok problem, Birinci Dünya
Savaşı’nın arka planını hazırladı.

19. yüzyılda kendini gösteren hızlı sanayileşme, Avrupa’yı dünyanın sermaye,


sanayi ve üretim merkezi haline getirmişti. Fransız ihtilâlinin Avrupa’da
yarattığı milliyetçilik akımı, bu kıtadaki kuvvetler dengesini büyük ölçüde
değiştirerek, yeni “ulus-devletlerin” ortaya çıkmasına yol açtı. (milliyetçilik
akımı)

Almanya ve İtalya, yeni kuvvetler dengesinin iki önemli unsuru olarak ortaya
çıktı.
Özellikle Alman Birliği’nin kurulması sırasında şekillenen Alman-Fransız
uzlaşmazlığı I. Dünya savaşına yol açan gelişmelerin temelini
oluşturmaktadır

n Savaşa Doğru: Ülke ülke devlet politikalarınıinceleyecek olursak;

Fransa’nın Amacı: Alsace-Lorraine bölgelerini geri alıp eski güce


kavuşmak.

Almanya’nın Amacı: İngiltere’nin sömürgelerine el atmak,doğuya doğru


genişlemek.
İngiltere’nin Amacı: Denge politikasını sürdürmek,Avrupa dengesini
yeniden kurmak.

Avusturya Macaristan Amacı: Balkanlar’a ilerlemek.

Rusya’nın Amacı: Balkanlar’da kendine bağlı devletler kurmak ve Slav


Birliği gerçekleştirmek

Sırbistan’ın Amacı: Avusturya’ya ait slav topraklarını ele geçirmek.

Savaşa giden yolda bir başka husus da kamuoyuydu. Tarihte ilk kez basın,”biz ve
onlar” söylemi üzerinden kitleleri etkileyerek sıradan halkın dış politikaya ilgi
duymasını sağladı.

nSavaş: 1914 yılına gelindiğinde her krizle birlikte biraz daha artan silahlanma
yarışının sonucunda ordu ve donanmalar muazzam büyüklüklere ulaşmıştı.
Militarizmin etkisinin yaygınlaşması, milliyetçi gerilimlerin yükselmesi,
büyük
bir savaşın çıkacağı beklentisini arttırmıştı. Beklenen savaşın ilk kıvılcımı,
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahdı Arşidük François Ferdinand’ın
Saraybosna’daki ordu manevralarını ziyareti sırasında 28 Haziran 1914’te
Gavrilo Princip adlı bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesiyle oldu.

Bir ay içinde birbirini izleyen bu savaş ilanlarıyla, İttifak Devletleri olarak


anılan Almanya ve Avusturya-Macaristan bir kampta, İtilaf Devletleri olarak
anılan İngiltere, Fransa, Rusya ve Sırbistan’ın diğer kampta olduğu Birinci
Dünya Savaşı’nı başladı.

1914 sonunda Osmanlı İmparatorluğu, 1915’te Bulgaristan İttifak


Devletleri’ne katıldı. İtalya ise İtilaf Devletleri’nin toprak vaatleri için (12
Ada,Antalya ve çevresi) İtilaf Devletleri’ne geçti.

Birinci Dünya Savaşı, ilk topyekun savaştır. Ne demek bu?


Ekonomisiyle,askeriyle her şeyiyle devletlerin girdiği savaş.

Savaş, Avrupa devletleri arasındaydı, ama topyekûn bir savaş olarak


yürütüldüğünden, sömürgeler de ilk kez savaşa dahil edildi. Sömürgeler hem
savaş alanı oldular, hem de sömürge imparatorluklarına verdikleri kaynakların
yanı sıra asker de göndermeye başladılar.

n Batı Cephesi: Askeri açıdan savaşın hiç değişmediği Batı Cephesi olarak
anılan bu hattın iki tarafındaki siperlerde mevzilenen askerler, savaş boyunca,
makineli tüfek ve top atışları altında birbirlerinin siperlerini yarmaya çalıştılar.
Bu kısır döngü içerisinde sadece Batı Cephesi’nde 1 milyon 700 bin kişi öldü.

nDoğu Cephesi: Rusya’nın bir milyon kayıp vermesi ve üretici güçlerinin savaş
alanlarında yok olması, tarım üretimini sekteye uğrattı. Yiyecek sıkıntısı çeken
kitleler öfkelerini rejime yönelttiler. Rusya’da grevler ve gösteriler arttı. Ekim
Devrimi’ne giden süreç hızlandı.

1917 yılının ikinci yarısında Birinci Dünya Savaşı’nın gidişini kökten


değiştiren iki önemli olay meydana geldi. Rusya’da Bolşevik Devrimi’nin
gerçekleşmesi ile Rusya Savaş’tan ÇEKİLDİ.

n Diğer Gelişmeler: Savaş ilk kez gerçek anlamda küresel boyut kazandı.

Neden? 1917 yılında ABD, İtilaf Devletleri’nin safında SAVAŞA KATILDI.

İlk kez kitle imha silahları kullanıldı.


nSavaşın Sonu: 1917 başında İtilaf Devletleri’nin yanında savaşa giren ABD, iki
blok arasındaki dengeleri İtilaf Devletleri lehine bozmuştu. ABD’nin mali,
maddi ve insan kaynaklarıyla desteklenen İtilaf Devletleri, 1918 sonbaharında
Batı cephesi de içinde olmak üzere bütün cephelerde üstünlüğü eline geçirmişti.

Ülkeler bir savaş ekonomisi benimsediler; cephe gerisinde kalanlar bütün


güçlerini orduları desteklemek için harcadılar. Böylece savaşın yalnızca
cephelerde değil, büyük ölçüde fabrikalarda kazanılacağı ortaya çıktı; zira en
fazla kaynağa sahip olan, bu kaynakları en iyi seferber eden ve üretimini en
yüksek tutan ülkeler (başta İngiltere ve ABD olmak üzere) savaşın kazananları
oldular.

İttifak Devletleri içinden savaştan çekilen ilk ülke Bulgaristan oldu.

İttifak Devletleri’yle imzalanan ateşkes antlaşmalarıyla Birinci Dünya Savaşı


Kasım 1918’de fiilen sona erdi.
n Birinci Dünya Savaşı’nın Sonuçları:

Dört yıl boyunca süren Dünya Savaşı 12 milyondan fazla kişinin ölümüne, bu
sayının iki katından fazlasının yaralanmasına yol açtı.

Siyasi haritalar değişti. Yeni ulus devletler ortaya çıktı.

Rusya, Osmanlı ve Avusturya-Macaristan İmparatorlukları dağıldı. Çokuluslu


impratorluklar yıkıldı.

Yeniden düzenlenmeye çalışılan uluslararası sistemde bir daha bu ölçüde


büyük çaplı bir savaşın çıkışı engellenmeye çalışıldı. Ancak, ABD Başkanı
Wilson’un 14 nokta olarak açıkladığı barış koşulları içinde yer alan,
anlaşmazlıkları diplomasi yoluyla çözecek uluslararası bir örgüt olarak kurulan
Milletler Cemiyeti kendisinden bekleneni veremedi.

Hiçbir tarafın mutlak zaferiyle sonuçlanmayan Birinci Dünya Savaşı sonrasında


yapılan düzenlemeler başarılı olmadı. Savaşa yol açan koşullar, yenilen
devletlere dayatılan barış antlaşmalarıyla daha da ağırlaşarak varlığını sürdürdü
ve bir anlamda kendisinden çok daha ağır sonuçlara yol açacak İkinci Dünya
Savaşı’nın yolunu açtı.

Her bir ittifak devletiyle hangi anlaşmanın imzalandığı yukarıda slaytta


yazılı,bir daha yazmıyorum. Osmanlı ile Mondros imzalandı.
2) İki Savaş Arası Dönem

İki dünya savaşı arasında Avrupa’da liberal demokrasiler büyük bir bunalıma girdi ve
birçok ülkede farklı niteliklerde olsa da, otoriter tek parti rejimleri kuruldu. Savaş,
Rusya’da gerçekleşen Ekim Devrimi ve ABD’nin İngiltere ve Fransa’nın yanında
savaşa girmesiyle sona erdi. Savaşın sonucundan, ne kazanan tarafta yer alan devletler
ne de kaybeden tarafta yer alanlar memnundular.

Savaş sonrasında büyük bir yıkıma uğrayan Avrupa’da hem ekonomik dengeler, hem
de toplumsal dengeler bozulmuştu. Savaşın başından itibaren savaş karşıtı ve
emperyalizm karşıtı bir tutum sergileyen sosyalist hareketler Rusya’da başarıya ulaşan
Ekim Devrimi’nin de etkisiyle Avrupa’da hatırı sayılır bir güç hâline geldiler. Buna
karşılık savaştan beklediğini bulamayan kesimler hızla aşırı milliyetçi ve militarist
akımların etkisi altına girdiler. Savaş sonrası yoksulluğun ve işsizliğin boyutları bu
hareketlerin güçlenmesini de kolaylaştırdı.

Bu dönemi üçe ayırarak inceleyecek olursak;


n Barış Antlaşmalarının Korunmaya Çalışıldığı Dönem ( 1919-1924): Dünya
Savaşı sonrasında oluşan statüko Fransa tarafından korunmaya çalışılsa da
mavcut yapıyı koruması beklenen Milletler Cemiyeti’nin beklenen güce
erişememesi Paris Hükümetini farklı bir yöntem izlemeye itti.

ABD’nin Milletler Cemiyeti’ne girmemesi güç dengelerinde boşluk


yarattı,Fransa Almanya’nın kuvvetlenmesini engellemeye çalıştı.

n Locarno Dönemi (1925-1930): Lokorno Dönemi’ni önemli kılan Fransa’nın


verdiği ödünler sonucunda kısa bir süre için gerçekleşen Fransız-Alman
yakınlaşmasıdır.

Bu yakınlaşma sürecinde önemli anlaşmalar imzalanmış ve devletler arasındaki


korkular ve güvenlik kaygıları en aza inmiştir. (1928 Briand-Kellogg Paktı
örneğin)

n Yıkılma Dönemi (1930-1939): Büyük Buhran (1929), serbest piyasa


ekonomisine büyük bir darbe vurdu. Almanya’da büyük bir ekonomik bunalım
baş gösterdi. Dış politikada Alman çıkarlarının gözetilmediği bu dönemde
ülkede aşırı sağ (Nazizm) iktidara gelerek saldırgan ve uzlaşmaz bir tutum
sergiledi. Diğer Avrupa devletleri ortak bir cephe kuramadılar ve Almanya’nın
barış antlaşmalarını hiçe sayarak genişlemesine ve komşularını tehdit etmesine
engel olamadılar.
Soru: Barış neden sağlanamadı,geçici oldu?

Cevap: Maddeleyecek olursak nedenleri;

•Barış antlaşmaların adaletsizliği (örn. Versailles Antlaşması ve Sevres Antlaşması)

• İttifak devletlerine yüklenen yüksek savaş tazminatları ve tamirat borçları

• Kurulan Milletler Cemiyeti’nin Büyük Britanya’nın aleti haline gelmesi

• Bu antlaşmalara duyulan tepkilerin ve Büyük Bunalım’ın (1929) ekonomik


istikrarsızlığının faşist (İtalya) ve Nazi (Almanya) rejimlerin kurulmasına yol
açması

• Bu rejimlerin antlaşmaları değiştirmesi ve silahlanma yarışının yeniden başlaması

• Barışı koruyacak ve dengeyi sağlayacak güçlerin (ABD, İngiltere ve Fransa) ortak


hareket etmek yerine kendi çıkarlarının peşinde koşmaları

• Sovyetler Birliği’nin kurulmasıyla dünyanın ideolojik olarak iki kampa ayrılması,

• Savaş sonucunda iflas eden liberalizm düşüncesi, birbirlerine zıt iki ideolojinin
çatışması (Sosyalizm ve Tutuculuk) sonucunu verdi.

• Savaş sonrası yenik devletlere zorla kabul ettirilen liberal anayasalar, mevcut
toplumsal ve siyasi durum gözetilmediğinden kısa sürede işlemez hale geldi.

3) İkinci Dünya Savaşı

n İkinci Dünya Savaşı Nedenleri:

7 Mayıs 1919’da imzalanan ve I. Dünya Savaşı’nın bitişini simgeleyen Versailles


Barış Antlaşması’nın kurumlaştırdığı uluslararası ilişkiler sisteminin yapısı, yeni bir
dünya savaşını başlatacak çelişkileri daha başlangıcından itibaren bünyesinde
barındırmaktaydı. I. Dünya Savaşı’ndan galip çıkan devletler, barış antlaşmalarıyla,
yenik rakiplerini sömürge ve paylaşım rekabetinde askeri ve ekonomik olarak devre
dışı bırakacak ağır önlemler aldılar. Özellikle büyük bir sanayi gücü olan
Almanya’nın, sömürgelerinin elinden alınması ve çok ağır bir borç yüküyle karşı
karşıya bırakılması sonucunda, 1920-21 bunalımında ekonomisini yeniden üretme
imkânlarının dahi tehdit altında olduğu ortaya çıktı.

Avrupa’da 1920’li yılların başında yaşanan ekonomik kriz ABD sermayesinin kıtaya
akmasıyla birlikte yatışmaya başladı ve görece istikrarlı bir döneme girildi. Ancak çok
geçmeden patlayan “1929 dünya ekonomik krizi”, büyük güçler arasındaki çelişkileri
derinleştirerek Versailles statükosunun devamını imkânsızlaştırdı. II. Dünya
Savaşı’nın koşulları bu bunalımla birlikte olgunlaşmaya başladı. Krizin üçüncü yılında
Hitler’in iktidara gelmesiyle İtalya’dan sonra Almanya’da da faşist rejimin temelleri
atıldı.

n İkinci Dünya Savaşı Öncesi Almanya’nın Durumu:

Almanya, imzalamak zorunda kaldığı Versailles Antlaşması sonucu ekilebilir


topraklarının %15’i, demir cevherinin %75’ ve kömür kaynaklarının %26’sından
mahrum kaldı. Ticaret filosunun %90’ını kaybetti. (Versay Antlaşması)

Almanya’nın 28 Haziran 1919’da imzalamak zorunda kaldığı Versay Barış


Antlaşması hemen hemen tüm Almanlar tarafından büyük haksızlık olarak algılandı.
Bunun nedenleri, Alman İmparatorluğu ve müttefiklerinin savaş suçlusu oldukları
gerekçesiyle dayatılan, özellikle yeni kurulan Polonya yararına olan toprak
kaybında; tazminat şeklindeki maddi yüklerde; sömürgelerin kaybında ve getirilen
askeri sınırlamalarda yatmaktadır.
Polonya, Bulgaristan ve Sırbistan’da tarımsal üretim ve hayvancılık savaş öncesi
miktarın üçte birine düştü. Savaşın sonucunda ortaya çıkan tablonun korkunçluğu ve
ekonomideki kötü gidişatın sonucu Avrupa’nın beş önemli ülkesi, Almanya,
Avusturya, Macaristan, Polonya ve İtalya, hiper enflasyon girdabından kurtulamadı.
Almanya’da 1 dolar, 4.2 milyar marka kadar ulaştı. Bir kilogram tereyağının fiyatı 5
milyar marka fırladı. (Ekonomik Bunalım)

Alsace-Loraaine,Fransa’ya verilmişti.
Çok yüklü tamirat borcu (savaş tazmşnatı) vardı Versay Antlaşması sebebiyle. Zaten
ekonomik bunalımda bunu ödeyebilmek çok zordu.

Weimar Cumhuriyeti dönemini inceleyecek olursak;

Birinci Dünya Savaşı sonunda feshedilen monarşik hükümetin yerine kurulan


cumhuriyet rejimi “Weimar” olarak tanımlanmaktadır. 1919 ve 1933 yılları arasındaki
dönemi kapsayan bu Cumhuriyet, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından İmparator olan
II. Wilhelm’in Almanya’dan kaçması üzerine ortaya çıkan siyasi bunalımın son
bulduğu yeni hükümet dönemidir.

Yeni kurulan hükümet ismini ulusal meclisin 1919 yılında toplanarak yeni anayasa
oluşturduğu Weimar kentinden almıştır. Fakat yeni kurulan siyasi iktidar ilk zamanlar
kendisini yıkılan Alman İmparatorluğu’nun halefi olarak gördüğü için “Deutches
Reich” olarak adlandırıyordu. Weimar Cumhuriyeti, 30 Ocak 1933 tarihinde Hitler’in
Şansölye(başbakan) olarak onurlandırılması ve hükümeti kurma yetkisinin verilmesine
kadar görevde kalmıştır.

Bu dönemde siyasi istikrarsızlık baş gösterdi. Öyle ki 14 yılda 26 hükümet değişmişti.

Özetle,Almanya bitik durumdaydı.


n Almanya ve Nazizm: 28 Haziran 1919’da ağır koşullar taşıyan Versailles
Antlaşması’nın imzalanması, tüm Almanların tepkisine yol açtı. Alman
kamuoyu, barış antlaşmasının öngördüğü ödemelerin yapılmasını, Alsace-
Lorraine’nin Fransa’ya verilmesini büyük bir öfkeyle izledi.

Weimar yönetiminin iç ve dış politikadaki başarısızlığı, ekonomik önlemler


almadaki yetersizliği, işsizlik sorununu ve sefaleti artırmıştı. Alman Markı’nın
değerinin düşmesi halkın yaşamını zorlaştırmıştı.

Politik, toplumsal ve ekonomik çalkantılar içinde bocalayan Almanya’da,


savaştan sonra Milliyetçi gruplar içinde yaptığı propaganda çalışması sonucu
Hitler’in yıldızı hızla parladı. Alman İşçi Partisi’ne 1 Ocak 1920’de üye oldu.

Hitler’in partiye üye olmasından kısa bir süre sonra partinin adı Nasyonal
Sosyalist Alman İşçi Partisi (Nazi) olarak değiştirildi.

Hitler, konuşmacı olarak katıldığı birçok toplantıda Versailles Antlaşması’nın


getirdiği tutsaklıktan kurtulma, Alman ırkının üstünlüğünü savunma,
Yahudi düşmanlığı (anti-semitizm) ve işsizliğe çare bulma gibi konuları
işledi.

19. yüzyılın ırkçı düşünürlerinden etkilenen Hitler temel hedefini büyük


Almanya’yı kurmak olarak ilan ediyordu. Hitler’e göre bu hedefe ulaşmak için
“saf Alman ırkı”, Yahudiler, Slavlar ve öteki “düşük ırklardan
temizlenmeliydi.

Hitler, iktidara gelir gelmez hızla harekete geçti.

Hitler’e göre, ilk yapılması gereken politik gücün tekrar ele geçirilmesiydi.
Buna göre iç politikada katı biçimiyle otoriter devlet yönetiminin kurulması
gerekiyordu.
Dış politikada ise Versailles Antlaşması’nın ortadan kaldırılması ve bunun için
müttefikler bulunması yoluna gidilmeliydi.

Hitler, amaçlarına ulaşmak için her yönteme başvurdu. Bu yöntemlerden


bazıları aşağıdaki gibidir arkadaşlar;

Polis teşkilatı Gestapo “Devlet Gizli Polisi” adıyla merkezileştirildi.

Yahudi tüccarlara boykot başlatıldı.

Sendika ve siyasal partiler kapatıldı.

14 Temmuz 1933’te çıkarılan bir yasayla Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi
Almanya’nın tek partisi ilan edildi. Nasyonal Sosyalist ideolojiyi
benimsemeyenler ya öldürüldü ya da toplama kamplarına gönderildi.

Nürnberg Kanunları ile Yahudiler’in Alman vatandaşlığından


çıkarılmasını ve Yahudilerle evlenme yasağının getirilmesini sağladı…

Birinci aşama Almanya’nın Versailles Barış Antlaşması’nın


kısıtlamalarından kurtarılmasıydı;

İkinci aşama Almanya’nın sınırları dışında kalmış bulunan bütün


Almanların birleştirilmesini ve bir tek devlet altında toplanmasını ifade eden
“bir ulus bir devlet” ilkesinin gerçekleştirilmesiydi;

Üçüncü aşama ise lebensraum / Alman yayılmacılığı politikasıydı.

Hitler, amaçlarına ulaşmak için Versailles Antlaşması’nın sınırlayıcı


hükümlerini ortadan kaldırdı. Alman ordusunun toplam gücünü arttırdı.
Locarno Antlaşması’ndan ayrıldı ve askersiz bölge olan Ren bölgesini işgal etti.

Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi’nin iktidara gelmesi devletlerarasında yeni ve


önemli anlaşmazlıklar ortaya çıkmasına ve İkinci Dünya Savaşı’na giden yolu
açtı.

Hitler, 16 Mart 1935’te genel barışı garanti altına almak için zorunlu askerlik
sistemini getirdiğini açıkladı.

Almanya 1936’da, Versailles Barış Antlaşması’nın en önemli hükümlerinden


biri olan silahsızlandırılma hükmünü tek taraflı olarak feshetti. Almanya’nın
silahlanma politikası İngiltere ve Fransa’yı endişelendirmiş ise de bu ülkeler
etkin önlemler alamamışlardı.

Versailles Barış Antlaşması’nı ortadan kaldırmaya kararlı olan Alman


Hükûmeti, 7 Mart 1936’da askersiz hâle getirilmiş olan Ren bölgesine asker
gönderdi. Fransa, Almanya’nın bu eylemine karşılık veremedi ve bu durumu
kabul etmek zorunda kaldı.

Hitler’in en önemli amaçlarından biri de Avusturya’nın Almanya’ya katılmasını


sağlamaktı. Alman ordusu 12 Mart 1938’de Viyana’ya girdi. Bunun üzerine
Alman Hükûmeti, ertesi gün, Almanya’nın Avusturya ile birleştiğini
(Anschluss) açıkladı. Hitler’in yönetimindeki Almanya, Avrupa güçler dengesi
içerisinde kontrol edilemez bir noktaya gelmişti.

Almanya 1939’da Polonya’ya saldırdı/ İngiltere ve Fransa, Almanya’dan


işgalin sona erdirilmesini ve birliklerini Polonya’dan geri çekmesini istedi.
Ancak bir yanıt alamadıkları için 3 Eylül 1939’da Almanya’ya savaş ilan ettiler.

İkinci Dünya Savaşı artık başlamıştı.

Savaşan taraflar da yukarıdaki gibiydi.


nSavaş Esnası ve Sonu: Almanya’nın Polonya’ya saldırdığı 1 Eylül 1939, İkinci
Dünya Savaşı’nın başlangıç tarihi olarak evrensel düzeyde kabul edilmektedir.

Sovyetler Birliği ise Alman ordularının Polonya’ya girmesinden kısa bir süre 17
Eylül’de Doğu Polonya’yı işgal ederek savaşa katıldı. Polonya, kısa sürede
Alman ve Sovyet birlikleri tarafından paylaşıldı. Alman birlikleri 28 Eylül’de
önemli kentlerden biri olan Varşova dâhil olmak üzere ülkenin büyük
bölümünü ele geçirmişti.

- Avrupa Cephesi: Almanya, Norveç ve Danimarka’yı işgal ederek doğusunu


ve kuzeyini güvenlik altına aldıktan sonra, Versailles Antlaşması’nın
öngördüğü düzenin intikamını almak ve ezeli düşman olarak gördüğü
Fransa’yı dize getirmek için bu ülkenin üzerine yürüdü. Almanya’nın Batı
(Avrupa) çıkarması da Blitzkrieg (Yıldırım Savaşı) adı verilen saldırıyla
oldu. (Hollanda,Belçika,Fransayı teslim aldı Hitler)

- Pasifik Cephesi ve Pearl Harbour Saldırısı: ABD, Avrupa’da başlayan


savaş karşısında başlangıçta tarafsız kaldı. Ancak başta İngiltere olmak
üzere Müttefik Devletlere değişik zamanlarda askeri yardımlarda
bulunmaktan geri kalmadı

. Savaş ilerledikçe Japonya ile ABD arasındaki ilişkiler de gerginleşmeye


başladı. Japonya’nın 1937’de başlattığı Çin Savaşı’nı sürdürmekte kararlı
olması ve ABD’nin Çin’e mali yardımda bulunarak Japonya’nın
yayılmacılığını önlemek istemesi iki ülke arasındaki ilişkilerin
gerginleşmesinde temel etkendi.

7 Aralık 1941’de Japonya; Hawaii’deki Pearl Harbour’da bulunan


Amerikan filosuna saldırı gerçekleştirilerek büyük hasar verdi.

Pearl Harbour baskını, savaşı küresel bir savaşa dönüştürdü. Artık ABD de
savaştaydı. Japonya, savaşın ilk anlarında büyük başarılar kazandı. Ancak
dhaa sonra ABD,Japon donanmasını hezimete uğrattı.

- Avrupa’da Savaş Durumunda Denge: Hitler’in en önemli hedeflerinden


biri Sovyetler Birliği ve sosyalizmi yok etmekti.Zaten savaşın dönüm
noktası da Hitlerin,Sovyetler’e saldırmasıyla oldu.

Hitler, 1941’de savaş ilan etmeksizin, Avrupa tarihinde o zamana dek tek
seferde oluşturulamamış olan 3,5 milyonluk askeri güçle Sovyetler
Birliği’ne üç koldan saldırdı. Ancak Sovyetler Birliği halkının direnişi
üzerine Almanlar, Leningrad’ta durduruldu. Yoğun saldırılara rağmen
Moskova’ya girilemedi.

Sovyetler Birliği ve İngiltere,Almanya’ya karşı ortak hareket etmeye


karar verdiler ve böylece denge oluştu.

Stalingrad muharebesi(1943) savaşın dönüm noktası oldu çünkü Almanlar


bundna sonra sürekli gerilediler.

- Savaşın Sona Ermesi (Pasifik Cephesi) : ABD, 9-10 Temmuz 1945’te


Tokyo’yu havadan bombardıman ederek, bu ülkeye son darbeyi vurmaya
çalıştı. Japonya her yönden tükenmiş olmasına rağmen teslim olma önerisini
geri çevirdi.

İkinci Dünya Savaşı sırasında Japonya'da binlerce pilot, düşman hedeflerine


'imparator adına' intihar dalışı yaparak kendilerini feda etmek üzere gönüllü
oldu. (KAMİKAZE SALDIRILARI)
Kamikaze; II.Dünya Savaşı'nda müttefiklere karşı intihar saldırıları
düzenleyen Japon Hava birliğine verilen isimdi.

Kamikaze pilotları son derece bilinçli olarak patlayıcılar ve çok miktarda


yakıt yüklü uçaklarla müttefik birliklerine çarparak normalinden daha fazla
hasar vermeyi amaçlıyorlardu. Düşünce yapıları; bir kişiye on kişi
mantığıyla ilerliyordu.

ABD, Japonya’yı kayıtsız şartsız teslim olmaya zorlamak için 6 Ağustos


1945’te ilk atom bombasını Hiroşima’ya, ikincisini de 9 Ağustos’ta
Nagazaki’ye attı.

Tahrip gücü yüksek bu bombalar, iki şehri harabeye çevirdi.


Japonya, 10 Ağustos 1945’te yenilgiyi kabul ettiğini ABD’ye bildirdi.
Tarafların yaptıkları diplomatik görüşmeler sonunda Tokyo Koyu’nda
demirli bulunan ABD’ye ait Missouri adlı savaş gemisinde 2 Eylül’de
Japonya’nın teslim olma belgesi imzalandı. Böylece Uzak Doğu’da savaş
sona erdi.

- Savaşın Sona Ermsi ve Müttefiklerin Zaferi: Müttefikler, Doğu’dan ve


Batı’dan Almanya’yı işgale başladılar. Hitler, Müttefikler Berlin’e girdikten
sonra 30 Nisan 1945’te intihar etti. Almanya siyasi, ekonomik ve askeri
açıdan çöktü. (slaytta diğer önemli tarhler var okuyun)

Almanya’nın teslim olmasından sonra Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi’nin


ileri gelenlerinin büyük bir kısmı kaçtı, diğerleri de Müttefikler tarafından
yakalanarak hapsedildi. Böylece, beş buçuk yıl Avrupa’yı kan ve gözyaşına
boğan savaş, Avrupa coğrafyasında sona erdirildi.
İkinci Dünya Savaşı’nın Sonuçları: İkinci Dünya Savaşı derin yaralar
bıraktı. Sayısı tam olarak bilinmemekle beraber yirmi sekiz milyonu sivil,
elli milyon kişinin ölümüne neden olduğu tahmin edilmektedir. Naziler, altı
milyona yaklaşan Yahudi’nin ölümüne yol açan soykırımı
gerçekleştirdi.

İkinci Dünya Savaşı insanlık tarihinde Birinci Dünya Savaşı’ndan çok daha
büyük bir tahribat yaratmıştı.

Savaşın sonuçları,slaytta ayrıntılı var ve hoca farklı bir şey anlatmadı.


Slaytları okumak yeterli.
İkinciDünya savaşı sırasında yapılan üç büyük konferanstan biri olan Yalta
konferansı ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği arasında Avrupa'nın
savaş sonrası yeniden yapılanmasını tartışmak amacı ile düzenlemiştir.

Savaşın yıktığı ülkelerin yeniden tesisinin konuşulduğu konferansı takip


eden bir kaç yıl içerisinde Doğu Avrupa ülkeleri Sovyetlerin etkisine girerek
kıta ikiye bölünmüştür.

Ancak konferans, bir anlamda savaş sırasında oluşan büyük ittifakın da


sonu oldu. Çünkü bütün aktörler savaş sonrasında oluşacak nüfuz
alanlarını genişletmek istiyordu.

Bu anlamda Yalta Konferansı, Soğuk Savaşın başlangıcını temsil eder.

Ancak aynı zamanda bu konferans, ülkelerin “ortak bir barış


sistemi” kurulması konusunda anlaştığı ve BM’nin temellerinin atıldığı
konferans özelliği de göstermektedir.

Ders Sonu.
Beykent Üniversitesi

Hukuk Fakültesi

2020-Güz

Modern Dünyanın Oluşumu Ders Notları

-kedilerisevenbiri-

12. Hafta | 4 Ocak, 2021

Bir fikir: Günün doğuşunu izle,kalbin mutmain olsun.

SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ

1) İkinci Dünya Savaşı Sonrası Dünya ve Soğuk Savaşa Giden Yol

İkinci Dünya Savaşı sonrasının fotoğraflarına bakıldığında insanlar açısından yaşanan


sefalet ve perişanlık rahatlıkla görülür. Yıkıntıya dönüşmüş şehirler, kıraçlaşmış
araziler, binlerce insanın mezarı olmuş topraklar adeta İkinci Dünya Savaşı’nın bir
özeti gibidir.

İkinci Dünya Savaşı’nda İngiltere ve Fransa’nın emperyal güçlerinin yıpranması, bu


iki ülkenin sömürgesi olan ya da nüfuz alanı içinde yer alan bölgelerde önemli
gelişmelerin ortaya çıkması sonucunu doğurdu. İngiltere ve Fransa’nın çekildiği
alanlarda oluşan boşluk, bir yandan bağımsızlık yanlısı hareketlerin yükselmesine yol
açarken diğer yandan ABD ile SSCB arasında savaştan sonra oluşmaya başlayan
ideolojik gerginliğin yansımaları bu alanlarda da hissedilmeye başlandı.

Bu koşullarda savaştan güçlü bir biçimde çıkan ABD Batı dünyasının liderliğine
soyunurken, yeni sosyalist devletlerin liderliğini de Sovyetler Birliği üstlendi.

Savaştan sonra bir yandan yeni uluslararası düzen inşa edilmeye çalışılırken bir
yandan da bu iki süper güç arasında 20. yüzyıla damgasını vuracak “Soğuk Savaş”ın
tohumları da bu dönemde atıldı.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan ve 45 yıl boyunca devam eden ABD ve
SSCB’nin liderliğindeki Batı ve Doğu Blokları arasındaki ideolojik temelli gerilime
Soğuk Savaş adı verilir.

Soğuk Savaş yılları boyunca taraflar arasında doğrudan bir sıcak çatışma yaşanmamış
olmakla birlikte dünyanın çeşitli bölgelerinde Soğuk Savaş dinamiklerinin sonucu
olarak çok sayıda savaş yaşanmıştır.

Soğuk Savaş deyimi İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ilk kez İngiliz romancı George
Orwell tarafından Ekim 1945’te bir İngiliz gazetesine yazılan Almanya’nın
geleceğiyle ilgili bir makalede kullanılmıştı.

ABD Başkanı Truman’ın danışmanı Bernard Baruch ise Nisan 1947’de yaptığı bir
konuşmada ABD ve SSCB arasındaki ilişkileri yorumlarken Soğuk Savaş
benzetmesini yapmıştı.

Tam olarak hangi olaydan sonra başladığı tarihçiler için hâlâ tartışma konusu olan
Soğuk Savaş’ın simgesel olarak Truman Doktrini’nin ilan edilmesiyle başladığı
söylenebilir.

2) Soğuk Savaş

n Demir Perde: Sovyetlerin Avrupa’da kendisine bağlı sosyalist hükümetler


kurması, Uzakdoğu’daki (bilhassa Çin’de) sosyalist hareketleri desteklemesi ve
Ortadoğu’ya (başta İran olmak üzere) girmeye çalışması, Amerikalıların dünya
siyasetini değiştirmelerine neden oldu.
1946 yılında Winston Churchill Sovyet tehdidine dikkat çekerek Avrupa kıtası
üzerine “Demir Perde” çekildiğini söyledi.

Mart 1947’de ABD başkanı Harry Truman, Truman Doktrini’nin ilan etti.

n Truman Doktrini: ABD Başkanı Truman, 1947 başında daha sonra


“çevreleme” olarak adlandırılacak politikasının ilk adımını attı ve kendi adıyla
anılacak doktrini ilan etti.

1946’dan itibaren SSCB ve komunizmle mücadele, ABD dış politikasının temel


anlayışı oldu
Truman Doktrininin amacı, kısaca ifade edecek olursak; ABD’nin kendisi ve Batı
Avrupa için yaşamsal önemi olan Orta Doğu’ da, Sovyetler Birliği’nin etkin olma
çabasının önüne geçmek istemesidir.
Truman, 1947 ‘de ABD kongresinde doktrinini açıkladı ve kongreden Yunanistan
ile Türkiye’ye 400 milyon dolarlık askerî yardım yetkisi aldı.

Truman Doktrini’yle ABD, Batı Bloku’nun liderliği için ilk somut adımı atmış oldu
ve yine Truman Doktrini’yle ABD-SSCB mücadelesi bir başka ifadeyle Soğuk Savaş
resmen başlamış oldu.

Truman Doktrininin diğer önemli sonuçları ise Yunanistan’da Batı yanlısı Hür
Demokratik Yunan Ordusu’nun (EDES) iç savaşı kazanması ve Türkiye’nin Batı
güvenlik sisteminde yer alması oldu.
Truman Doktrini’nin özü, komünizme karşı duran ülkelere destek olmaktı.
– Doktrinin uygulanması sırasında öne çıkan iki ülke Türkiye ve Yunanistan oldu.
–ABD, Truman Doktrinin çerçevesinde Yunanistan’a 300, Türkiye’ye ise 100
milyon dolarlık bir yardım yaptı. Ayrıca elindeki silah ve malzemelerden de
hibelerde bulundu.
– Truman Doktrini, Soğuk Savaş döneminin başladığının da resmen tescili oldu.
n Marshall Planı: ABD Dışişleri Bakanı George Marshall 5 Haziran 1947’de
Harvard Üniversitesi’nde yaptığı bir konuşmada, ABD’nin Avrupa’nın yeniden
imarı için ekonomik yardım yapacağını açıklayarak Marshall Planı olarak
isimlendirilen çözüm önerisini getirdi.

SSCB ise Marshall Planı’nı Amerikan emperyalizminin Avrupa’yı ele geçirmek


için kullanmayı düşündüğü bir araç olarak nitelendirerek plana katılmayacağını
açıkladığı gibi Doğu Avrupa ülkelerine de plana katılmamaları konusunda baskı
yaptı. Planı kabul ettiklerini açıklayan Avusturya, Belçika, Danimarka, Fransa,
İngiltere, İrlanda, İtalya, İzlanda, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, Portekiz,
İsveç, İsviçre, Türkiye ve Yunanistan’dan gelen temsilciler Temmuz 1947’de
Paris’te Avrupa Ekonomik İşbirliği Konferansı’nı topladılar. 1948’de Marshall
yardımlarının dağıtımının eş güdümü için Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü
(OEEC) kuruldu.

Marshall yardımları sayesinde ekonomilerinde gözle görülür bir gelişme


kaydetmeye başlayan ülkelerde komünistlerin iktidarı ele geçirme ihtimali
ortadan kalktı. Marshall yardımları, dolaylı olarak Avrupa ekonomik
bütünleşme hareketine de ivme kazandıracaktır.

n Berlin Krizi: İkinci Dünya Savaşı sonunda Almanya’nın tümü gibi Berlin şehri
de dört işgal bölgesine ayrılarak ABD, İngiltere, Fransa ve SSCB’nin
kontrolüne bırakılmıştı.

1947’de üç Batılı devlet kendi işgal bölgelerinde bütünleşmeyi sağlamak için


işgalleri altındaki bölgeleri birleştirdiler ve Alman Cumhuriyeti’ni ilan
ettiler.

Sovyetler Birliği, üç Batılı devletin bu faaliyetlerine karşı Berlin’i abluka


altına aldı.

Sovyetlerin amacı yalnızca işgal güçlerinin değil, Batı Berlin halkının da


temel ihtiyaç maddelerini keserek Batılıları ödün vermeye
zorlamaktı.
Batılılar bunun üzerine kenti havadan beslemek yoluna gittiler. Aylarca süren
bu hava yardımlarının Berlin’in ihtiyaçlarını karşılaması üzerine beklediği
sonucu alamayan Sovyetler, 12 Mayıs 1949’da ablukayı kaldırdı.

Batı’da Alman Kurucu Meclisi’nin hazırladığı Federal Alman Anayasası 23


Mayıs 1949’da ilan edildi. Ağustos 1949’da yapılan seçimlerle Federal Alman
Cumhuriyeti resmen kurulmuş oldu.

Buna karşılık Sovyetler de 7 Ekim 1949’da kendi işgal bölgesinde Demokratik


Alman Cumhuriyeti’ni kurdu.

Berlin Krizi, ABD ile SSCB’nin ilk kez karşı karşıya geldikleri Soğuk Savaş
anlaşmazlığıdır. Bu anlaşmazlık ve yarattığı gerilim 1961’de Berlin
Duvarı’nın örülmesiyle sonuçlandı ve böylece Berlin ikiye bölündü.

n Kominform’un Kurulması: Sovyet Rusya, Yugoslavya, Bulgaristan, Romanya,


Macaristan, Polonya, Çekoslovakya, Fransa ve İtalya komünist partilerinin
liderleri Polonya’nın Szklarska Poreba kentinde bir araya gelerek, uluslararası
komünizm faaliyetlerini örgütlemek üzere, 5 Ekim 1947’de Kominform’un
(Communist Information Bureau) kuruluşunu ilan ettiler.

Bu bildiri ile dünyanın iki bloka ayrıldığı ilan edilmiş oldu. Kominform,
Truman Doktrini’ne ve Marshall Planı’na karşı oluşturulmuştu. 1948 yılında
Yugoslavya, Rusya’yla yaşadığı gerginlik sonucunda Kominform’dan çıkarıldı.
Kominform, 1956 yılına kadar varlığını sürdürdü.
Soğuk Savaş Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Sovyetler Birliği (SSCB) ve siyasi,
ekonomik ve askeri konularda kendi müttefikleri arasında bir yirminci yüzyıl çatışma
çoğu zaman kapitalizm ve komünizm-ama arasında bir mücadele olarak tarif edildi.

Batı bloğunda Nato üyesi ya da üyesi olmayan kapitalist ya da antikomünist devletler


Amerika müttefiki olmaya başlamışlardır. Doğu bloğunda ise Varşova Paktına üye
olan komünist devletler ile üye olmayan komünist devletler vardır. Bu blokların
yanında herhangi bir bloğu desteklemeyen ve kendilerine Bağlantısızlar Hareketi
ismini veren devletler de bulunuyordu.
n Soğuk Savaş İttifakları / Nato ve Varşova Paktları: Marshall yardımlarının
verilmeye başlamasından sonra Batı ile SSCB arasındaki ipler daha da
gerginleşti.

Bu gerginliğin içinde ABD , Batı Avrupa’nın savunması için bir ittifak kurma
fikrine ağırlık vermeye başladı.

Batı Avrupa ülkeleriyle ABD’nin yaptığı görüşmeler sonucunda hazırlanan


Kuzey Atlantik Antlaşması 4 Nisan 1949’da Washington’da imzalandı.

Antlaşmayla, BM Şartı’ndaki “kolektif meşru müdafaa” ilkesine uygun olarak


Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) kuruldu.

NATO’nun temeli; 17 Mart 1948 tarihinde Belçika, Birleşik Krallık


(İngiltere), Fransa, Hollanda ve Lüksemburg tarafından Soğuk Savaş’ın
başındaki Sovyet tehdidine karşı imzalanan ortak savunma antlaşması
Brüksel Antlaşması’na dayanıyor.

NATO’nun kuruluşu Doğu ve Batı arasında artık kesin bir ayrışma olduğunun
kanıtı oldu.

İttifak’ın doğuşundan bir süre sonra ABD, Fransa ve İngiltere işgali altındaki
Alman topraklarında Federal Almanya Cumhuriyeti kurulmuş, SSCB de buna
Demokratik Almanya Cumhuriyeti’ni kurdurarak karşılık vermişti.

Bölünmüş Almanya Soğuk Savaş’ın önemli sembollerinden bir oldu. (Berlin


ikiye bölündü.)
Batı Bloku’nun bu Nato inşaasına , Doğu Bloku, Varşova Paktı ile yanıt
verdi.

Federal Almanya’nın NATO’ya üye olarak alınmasından hemen sonra 14


Mayıs 1955’te Varşova’da Arnavutluk, Bulgaristan, Çekoslovakya, Demokratik
Almanya Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya, Romanya ve SSCB arasında
Dostluk, İşbirliği ve Karşılıklı Yardım Antlaşması imzalandı.

Böylece, komünist partilerin iktidarda olduğu Doğu Avrupa ülkeleri de


NATO gibi bir kolektif savunma örgütü çatısı altında bir araya gelmiş
oldular.

Varşova Paktı’nı kuran antlaşmada da BM Şartı’nın 51. Madde’sinde yer


alan kolektif meşru müdafaa hakkına atıf yapılmakta ve İttifak’ın sadece
savunma amaçlı olduğunun altı çizilmekteydi.

NATO’nun ve Varşova Paktı’nın karşılıklı olarak savunmaya vurgu yapıyor


olmaları, Soğuk Savaş’ın bu iki karşıt blok arasında giderek tırmanmakta
olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.

n Çevreleme Doktrini ve Diğer Paktlar: Çevreleme doktrini, bu dönemde yani


Soğuk Savaş döneminde ABD’nin Sovyetler Birliği’nin yayılmacı
politikalarına karşı yürüttüğü, askeri, ekonomik ve diplomatik metotlar içeren,
etkili bir dış politika stratejisidir.

Bu minvalde ABD, Sovyet coğrafyasına yakın, fakat izlediği politikalarından


da korkan ülkeleri, bilhassa da Doğu Avrupa ülkelerini hedef alarak güvenlik
çerçevesi altında oluşturulan ittifak yapılarıyla bölgeyi çevrelemek, diğer bir
deyişle Sovyetler’i dar bir alana sıkıştırmak ve yayılmasını önlemek istemişti.

Ticari ve siyasi faaliyetlerin yine aynı bağlamda sekteye uğratılmasıyla, tek


rakibi olan Sovyetler’in, en nihayet, yıkılması hedeflenmişti.

Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nden (NATO) Bağdat Paktı’na birçok


yapılanma bu politika kapsamında kurulmuştu.

Slaytta yazdığı kadarını bilmek yeterli .


n Uluslararası Sistem: Batı Bloku, ABD’nin hegemonyasında sanayileşmiş
kapitalist Batı Avrupa ülkeleri, Avusturalya, Japonya, Kanada ve Yeni
Zelanda’dan oluşur. ABD, 2. Dünya Savaşı sonrasında serbest ticaretin ve
liberal uluslararası iktisadi düzenin hakim olduğu bir uluslararası sistem
benimsemişti.

Doğu Bloku ise SSCB’nin hegemonyasında Macaristan, Çekoslovakya gibi


“uydu devletler ” yarattığı Doğu Avrupa’daki Marksist devletler ve Komünist
Çin’den (1949’dan itibaren) oluşur.
n Soğuk Savaşın Kızışması ve Yaşanan Tüm Gelişmeler: Macaristan’daki anti
komünist hareketlerin Sovyetler tarafından kuvvet yoluyla bastırılması ve
Nükleer denemeler soğuk savaşı kızıştırdı.

ABD’nin sahip olduğu atom bombası tekelini devam ettirmek için nükleer
çalışmalar yapan diğer ülkelerin denetim altına alınması girişimleri SSCB
tarafından desteklenmedi.

Truman’ın danışmanı Bernard Baruch tarafından geliştirilerek BM Uluslararası


Atom Enerjisi Komisyonu’nun Haziran 1946’daki ilk toplantısına sunulan bir
plan çerçevesinde nükleer çalışmaların barışçı amaçlarla sınırlandırılması
isteniyordu.

Stalin’in bu plana soğuk yaklaşması, ABD’nin nükleer alandaki liderliğini


kabul etmeyeceğinin açık bir göstergesiydi. Nitekim SSCB nükleer
çalışmalarına hız verdi ve 1949’da ilk atom bombası denemesini yaptı.

Diğer yandan, 1949’da atom bombasına sahip olan SSCB ile bir yarışa girişen
ABD, 1952’de ilk hidrojen bombası denemesini yaptı. Bir yıl sonra da SSCB
hidrojen bombası üretmeye başladı. Böylece ABD ve SSCB arasında
nükleer silahlanma yarışı da hız kazandı.

Doğu Bloku Krizleri’ne gelecek olursak,yukarıda slaytta yazılanları okumak


yeterli.

Dehşet Dengesi Dönemi’nde yaşananlara kısaca bakacak olursak;

Termonükleer silahların geliştirildiği ve buna bağlı olarak süpergüçler arasında


gözdağı vermek suretiyle karşı tarafın geri çekilmesini sağlayan olası savaş
korkusunun hakim olduğu bir Soğuk Savaş dönemidir.

Bu dönemin en önemli olaylarından biri Kore Savaşı’dır. Kore Savaşı, ABD


tarafından SSCB ve Çin Cumhuriyeti destekli komünizmin yayılmasının
durdurulması için verilen bir mücadele olarak görüldü.

Dolayısıyla, Kore Savaşı bir yandan Soğuk Savaş içindeki Doğu- Batı
gerginliğini tırmandırırken, diğer yandan da ABD’nin çevreleme politikasının
Avrupa’yla sınırlı olamayacağı, komünizmin mutlaka küresel çapta
çevrelenmesi görüşü ABD yönetiminde taraftar kazandı.

Kore Savaşı’nın hemen ardından 1952’de Türkiye ve Yunanistan NATO’ya


kabul edildi. 1954’te Federal Almanya’nın ordu kurmasına izin verilirken,
1955’te bu ülke de NATO’ya üye olarak alındı. Aynı yıl ABD, çevrelemenin
Orta Doğu’daki ayağı olarak Bağdat Paktı’nı kurdurttu.
Dehşet Dengesi’nde yaşanan bir diğer önemli olay Sovyetler’in Sputnik’i
uzaya göndermesi.

Ekim 1957’de Sputnik adlı yapay uyduyu yörüngeye oturtmayı başaran SSCB,
uzay yarışında ABD’nin bir adım önüne geçti.

ABD, Explorer I adlı uyduyu uzaya yollayarak ve kendi füzelerini geliştirerek


SSCB’nin bu hamlelerini cevapsız bırakmadı.

Bir diğer önemli olay Domuzlar Körfezi.

Domuzlar Körfezi Çıkarması, 1961 yılında ABD’nin desteğini arkasına alan


sürgündeki Kübalılarkn, Fidel Castro rejimini yıkmak için gerçekleştirdikleri
başarısız işgal girişimidir.

Amerikalıların Küba’daki mallarına el koyulması iki ülke arasındaki diplomatik


ilişkileri kopma noktasına getirdi. ABD kıyılarından sadece 140 km açıktaki
Küba’da komünistlerin yönetimi ele geçirmiş olması ABD’de rahatsızlığa yol
açtı.

CIA Kübalı mültecilerden oluşturduğu bir orduyla 1961’de Küba yönetimini


devirmeye çalıştı. Domuzlar Körfezi çıkarması olarak bilinen bu olayda Castro
birlikleri saldırganları püskürtmeyi başardı.

ABD’nin yeni komünist Küba yönetimine karşı sergilediği açık düşmanlık,


Castro’nun SSCB’ye daha fazla yaklaşmasına sebep oldu.

Bu yakınlaşma ise Soğuk Savaş’ın en önemli krizi olan Küba Füze Krizini
doğurdu.

Küba Füze Krizi olayına gelecek olursak; (bu olayı bilmekte fayda var çünkü
ülkemizin adı da olayda mevcut)

Bir savaş hâlinde Sovyet hedeflerine en hızlı ve ağır darbenin indirilebilmesi


için Amerikan füzelerinin SSCB’ye yakın bölgelere yerleştirilmesi gerekiyordu.
ABD’nin ısrarlı talebi üzerine Türkiye, orta menzilli Jüpiter güdümlü
füzelerinin kendi topraklarına yerleştirilmesine izin verdi. Nisan 1962’de
Jüpiterlerin Türkiye’ye yerleştirilmesi tamamlandı.

Bu arada ABD’nin başarısız Domuzlar Körfezi çıkartmasından sonra Küba ile


SSCB arasındaki askeri ilişkiler hız kazanmıştı. SSCB ve Küba 1962 başında
füze yerleştirilmesi konusunda anlaştılar. Küba’ya gelen Sovyet uzmanları
yerleştirilecek füzelerin altyapı inşaatına başladılar.

ABD’nin füzelerden haberdar olmasıyla Soğuk Savaş’ın en ciddi krizi başladı.


Bu arada ABD, SSCB ile yaşanabilecek bir termonükleer savaşın kendisi için
de felakete yol açabileceği değerlendirmesini yapmakta ve savaşın önüne nasıl
geçilebileceğini bulmaya çalışmaktaydı. Sovyetler ile yapılan açık ve gizli
temaslarda krizin nasıl sona erdirilebileceği üzerinde duruldu.

Sovyetler; Türkiye’deki füzelerinin sökülmesi karşılığında, Küba’ya füze


yerleştirmekten vazgeçebileceklerini ilan etti. Jüpiter füzelerini kabul etmesi
için bu sayede nükleer güç olacağına ikna edilen Türkiye ise ABD’ye, hiçbir
şartta füzelerin kaldırılmasını istemediğini bildirdi. (Kennedy üçüncü bir dünya
savaşını göze alamadığından füzeler 1963 yılında kaldırıldı.)

n Krizlerin Sonu: Küba Krizi sırasında askeri sorunları karşılıklı olarak


tırmandırmanın her iki ülkeye de büyük zarar verebileceğini gören ABD ve
SSCB, krizden hemen sonra bir daha benzer gerilimler yaşamamak için ortak
adımlar atmaya başladı. Bu çerçevede Haziran 1963’te ABD Başkanı’nın
konutu Beyaz Saray ile SSCB liderinin konutu Kremlin Sarayı arasında
doğrudan telefon bağlantısı (sıcak / kırmızı hat) kuruldu.

Hemen ardından ABD, İngiltere ve SSCB Nükleer Deneme Yasağı


Antlaşması’nı (Sınırlı Deneme Yasağı Antlaşması) imzaladılar. Bu antlaşmayla
yer altı dışındaki mekânlarda nükleer silah denemeleri yapılması yasaklandı.

Yine ABD, İngiltere ve SSCB’nin girişimleriyle 1967’de yürürlüğe giren Dış


Uzay Antlaşması, imzacı devletlerin dünya yörüngesine veya uzaya nükleer
silahlar yerleştirmesini yasaklıyordu. SSCB ve ABD’nin silahlanma yarışına
paralel sürdürdükleri uzay yarışının önemli bir dönemecinde imzalanan bu
antlaşma günümüzdeki uzay hukukunun da temellerini oluşturdu. Antlaşmadan
iki yıl sonra ABD aya insan indirmeyi başardı.
n Dekolonizasyon (Sömürgeciliğin Sona Ermesi) ve Bağlantısızlar Hateketi:
İkinci Dünya Savaşı’ndan zayıflayarak çıkan Batı Avrupa ülkelerinin bazı
sömürgelerine bağımsızlık vermeyi tercih ederken, bazı halklar da sömürgeci
devletlere karşı ayaklanarak kendi bağımsızlıklarını kanlı savaşlar sonucunda
elde ettiler.

Dekolonizasyon (sömürgeden kurtuluş) süreci yaşayan devletlerin çok büyük


bir bölümü Afrika ve Asya kıtalarında yer almaktaydı. Soğuk Savaş
Dönemi’nin ideolojik çekişmelerinden farklı olarak bu devletlerin çoğunun
kıtlık, kuraklık, salgın hastalıklar, cehalet, geri kalmışlık gibi temel sorunları
bulunmaktaydı. Batılı ülkelerin “Birinci Dünya”, Doğu Bloku’nun “İkinci
Dünya” olarak isimlendirildiği Soğuk Savaş yıllarında sömürgeden kurtulan
ülkelere “Üçüncü Dünya” ismi verildi.

İdeolojik taraflardan hiçbirine dahil olmadıkları ve Doğu ve Batı


Bloklarının önceliklerinden çok farklı gündemlere sahip oldukları için
“Üçüncü Dünya” olarak adlandırılan bu ülkeler 1950’lerin başından itibaren
birbirleriyle daha yakın bir dayanışma ve iş birliği içine girdiler.

1961’de Belgrad’ta bir araya gelen 25 Asya ve Afrika devleti faaliyetlerine


kurumsal bir nitelik kazandırarak Bağlantısızlar Hareketi adını aldılar. Aynı
zamanda Kahire’de yapılacak Bağlantısızlar Hareketi konferansına katılacak
ülkelerin şu ilkelere uygun hareket etmiş olmaları gerektiği belirlendi:

- Konferansa katılacak her devlet, farklı toplumsal ve siyasal yapılara sahip


ulusların barış içinde bir arada yaşamalarına dayanan bağımsız politika
izlemiş olmalıdır;

- Ulusal kurtuluş ve bağımsızlık mücadelelerini desteklemiş olmalıdır;

-Askeri paktlara ve Doğu ile Batı arasındaki Soğuk Savaş çatışma ve


düzenlerine katılmamış olmalıdır;

-Soğuk Savaş’a taraf olan herhangi bir devletin yararına olacak askeri üslere
topraklarında yer vermemiş olmalıdır.

Bu isimle ve ilkelerle blok politikalarının dışında ve bu politikalara karşı


olduklarını ortaya koymaktaydılar. Bağlantısızlar Hareketi başlangıcından
itibaren Asya ve Afrika ülkelerinin ağırlıkta olduğu, evrenselleşemeyen bir
girişim olarak kaldı.
n Soğuk Savaş’ın Yumuşama Dönemi Nedenleri: İki büyük gücün nükleer bir
savaşın eşiğine gelmesi, “yumuşama” çabalarını da beraberinde getirdi.

Olası bir üçüncü dünya savaşının yıkıcılığının, ilk iki savaşın yıkıcılığının
önüne geçeceği düşüncesi beraberinde bir “yumuşama”yı da getirdi.

Ancak bu dönemde önemli bir diğer uluslararası aktör de Çin Halk


Cumhuriyeti’ydi. ABD tarafından uzun bir süre tanınmayan Çin Halk
Cumhuriyeti, 1970’li yıllardan itibaren önemli bir aktör olarak tanımlanıp ABD
ile arasındaki buzları eritiyordu. (yukarıda slaylardaki 4 madde nedenleri)
n Soğuk Savaş’ın Sona Ermesi: Soğuk Savaş’ın bitmesine neden olan
gelişmelerden ilki, Mart 1985’te Mikhail Gorbachev’in SSCB’de Komünist
Parti’nin Genel Sekreterliği’ne gelmesidir.

Gorbachev’in benimsediği “Glasnost” (açıklık — özellikle düşünce ve ifade


özgürlüğü ve serbest seçimlerinyapılmasıyla siyasal sistemin çoğullaştırılması
gibi) ve “Perestroika” (yeniden yapılanma) politikaları ile SSCB’nin hem
ekonomi (merkezi hükümet planlamasından pazar ekonomisine geçiş) hem de
uluslararası ilişkiler politikalarında önemli değişimler meydana geldi.

Soğuk Savaş’ın en önemli simgelerinden biri hiç kuşkusuz Almanya’nın ikiye


ayrılması oluşturuyordu.Bitişinde de Almanya’nın Birleşmesi oldu.

Doğu Almanya’da hız kazanan komünist rejim karşıtı gösterilere karşı sert
tedbirler alınamayınca 9 Kasım 1989’da özelde Almanya’nın genelde ise
Avrupa’nın bölünmüşlüğünün sembolü olan Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla,
iki Almanya’nın birleşmesi yönünde yepyeni bir aşamaya girildi. (nedenleri
yukarıdaki slaytta)

Soğuk Savaş’ın Sona Ermesi ile ilgili diğer gelişmeleri slayttan okumak yeterli.
(yukarıda)
n Sovyetler Birliği’nin Parçalanması:

NEDENLERİ:

Sovyetler Birliği 1970’lerin başlarında küresel mücadelede ABD karşısında


siyasal ve askeri olarak dengeyi sağlamış olsa da ekonomik ve teknolojik olarak
hızla geriye düşmeye başlamıştı. Artan silahlanma harcamaları, dünya üzerinde
Sovyet etkisini genişletmek amacıyla üçüncü dünya ülkelerine verilen
yardımlar, ekonomide verimliliğin sağlanamaması, merkezi planlamanın
yetersizliği, teknolojik olarak geride kalma gibi sorunlar Sovyet ekonomisine
çok büyük bir yük getirmekteydi.(ekonomik geri kalmışlık)

Sovyetler Birliği’nde Gorbacov’un iktidara gelmesi tarihin akışını önemli


ölçüde değiştirdi. Gorbacov’un iktidara gelmesinin ardından başlattığı
“Glasnost” ve “Perestroyka” politikaları beklenmedik bir biçimde Sovyetler
Birliği’nin tarih sahnesinden çekilmesiyle sonuçlandı. Gorbaçov, hızla yeni bir
siyasal üslup benimseyerek, sosyalizmin yeniden yorumlanması gerekliliği
üzerinde durmaya başladı. Bu çerçevede özellikle “açıklık” (glasnost) ve
“yeniden yapılanma” (perestroyka) kavramlarını kullanmaya başladı.

Gorbaçov’a göre, Sovyet ekonomisi düzeltilmeden ülke, ne askeri gücünü


koruyabilir ne de müttefiklere yönelik taahhütler yerine getirilebilirdi.
SSCB’nin bir süper güç olarak kalması mümkün olmazdı. Ekonomik gelişme
ve halkın refah seviyesinin yükseltilebilmesi için de yeniden yapılanma,
olmazsa olmaz bir gereklilikti.(Gorbaçov’un daha yumuşak tutum içinde
olması yani şahsi etkisi ve glasnost/perestorika)

Ekonomik bozulma, siyasal istikrarsızlığı arttırması ve toplumsal barışı


bozmasının yanı sıra, SSCB’nin “ulusal sorunları”nı da beslemekteydi. Doğu
Avrupa’daki milliyetçi ve liberal dalgadan da etkilenen Sovyet halkları arasında
milliyetçi eğilimler ve buna karşı Moskova’ya karşı merkezkaç eğilimler
kendini göstermeye başladı.(Hürriyet Hareketleri)

ETKİLERİ:

Önce Doğu Avrupa ülkeleri birbiri ardına bağımsızlıklarını ilan ederken,


ardından Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni oluşturan cumhuriyetler de
bağımsızlık talepleriyle ortaya çıkacak ve süreç Sovyetler Birliği’nin yerini
Bağımsız Devletler Topluluğu’na bırakmasıyla sonuçlandı.

Aralık 1991’de bir araya gelen Rusya, Ukrayna ve Belarus liderleri SSCB’nin
resmen sona erdiğini ve yerine Bağımsız Devletler Topluluğu’nun kurulduğunu
açıkladılar.

Gürcistan ve Baltık ülkeleri dışındaki 11 Sovyet Cumhuriyeti de bunu 21 Aralık


1991’de Alma Ata’da yapılan bir toplantıyla onayladılar. 25 Aralık’ta
Gorbaçov’un SSCB başkanlığından istifa ettiğini açıklamasından bir gün sonra
da Yüksek Sovyet’in kendini feshettiğini açıklamasıyla SSCB tarihe
karıştı.(bağımsız devletler topluluğu ve sscbnin tarihe karışması)

Sovyetler Birliği’nin tarih sahnesinden çekilmesi sadece “Soğuk Savaş”ın


bitmesi anlamını taşımıyordu, İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan
uluslararası düzenin ve dengelerin de sona ermesi anlamını taşıyordu.(Soğuk
Savaşın bitmesi)

Diğer etkiler slaytta.


n Soğuk Savaş Sonrası Gelişmeler: Arkadaşlar hoca zaten maddeleri kısaca
okuyor,hatta bazılarını da geçiyor slaytlar o yüzden yeterli. Ama kısaca
toprlayalım;

Bu dönemde özellikle ABD’nin siyasal elitleri tarafından yaygınlaştırılan “Yeni


Dünya Düzeni” söylemi, kurulacak uluslararası düzenin ne tür niteliklere sahip
olması gerektiğini vurguluyordu. “Serbest piyasa ekonomisi”, “liberal
demokrasi” ve “insan hakları” yeni dönemin en çok kullanılan kavramlarıydı.

Sovyetler Birliği sonrasında dünyanın belli başlı aktörlerinin iç ve dış


politikalarında da önemli değişimler yaşandı. Sovyetler Birliği’nin mirasını
devralan Rusya Federasyonu kısa süren bir kriz anından sonra yeniden
toparlanarak ABD’nin ardından en güçlü küresel aktör olarak uluslararası
sisteme damgasını vurdu. AB ise bağımsızlığını yeni kazanan ülkelerle birlikte
genişleyerek ve kurumsal yapısında yeni düzenlemeler yapıp derinleşerek
önemli bir küresel aktör hâline gelmeye çalıştı.

Sovyetler Birliği sonrası dönemde uluslararası sitemde istikrar sağlamak kolay


olmadı. Yugoslavya’nın çatışmalı bir şekilde dağılması Balkanları bir
istikrarsızlık odağı hâline getirirken. 1980’li yıllarda başlayan, İran-Irak savaşı,
savaşın ardından Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi, Orta Doğu’da istikrarın kolay
sağlanamayacağının bir göstergesiydi. Bu dönemin hiç kuşkusuz en önemli
olayı ABD’ye yönelik 11 Eylül saldırılarıydı. Bu saldırılardan sonra ABD
yönetimi tek taraflı ve çok daha sert askeri yaptırımlar uygulamayı kararlaştırdı.

Bu doğrultuda gerçekleşen Afganistan’ın işgali ve Irak’ın işgali kısa vadeli


sonuçlar açısından başarılı gibi görünse de günümüze kadar gelecek uluslararası
sorun alanlarının da ortaya çıkmasına neden oldu. (slaytları okuyun)

Ders Sonu.

You might also like