You are on page 1of 266

Felsefe

Nedir?
Prof. Dr. Adnan Ömerustaoğlu

Bu Fotoğraf, Bilinmeyen Yazar, CC BY altında lisanslanmıştır


Felsefe Nedir?

• Felsefe, İnsanın doğayla, insanla ve toplumla


olan etkileşimiyle ve ortaya koyduğu
eylemlerin üzerinde yapılan tefekkür
faaliyetidir. Dolayısıyla felsefeci çok geniş
alanda konuşma durumunda olan insandır.
Felsefecinin konuşması bilim adamının belli
bir disiplinle ilgili yöntem çerçevesinde ki
konuşmasına göre daha özgür bir
konuşmadır.
• Felsefeci, bilim adamının belli bir olgu üzerinde yaptığı
betimlemeyle yetinmez. O betimlemenin üzerinde de
tefekkürde bulunur, onu sorgular. Felsefe, olanla yetinmeyip,
olanı betimlemeyip olması gerekeni de ortaya koymaya çalışır.
Sınırlandırılabilen, bitip tüketilen bir şey değildir felsefe.
Sorgulama, eşeleme, deşeleme derinleşme ve genişlemeyle
yoluna devam eder.
Zihin Konforunun
Bozulmasıdır Felsefe…
Bu Fotoğraf, Bilinmeyen Yazar, CC BY-SA altında lisanslanmıştır
• İnsan zihni belirli kalıplar içinde düşünmeye alışmışsa, farklı bakışlara
ve sorgulamalara yönelmesi çok kolay olmayacaktır. Ancak sınırlı bir
düşünce gücü ortaya konulabilecektir. Belli bir kavramsal çerçevenin
dışına çıkılamayacaktır. Alternatif kavramlar ve paradigmalarla
karşılaşınca da zihin konforu bozulacaktır. Oysa kişinin yeni durumlara
ait yeni bir düşünce faaliyetine geçmesi gerekir.
• Düşünme bir geleneğe bağlıdır. Düşünme geleneğiniz varsa düşünme
faaliyetinden keyif alırsınız, bu yoksa konforunuz bozulur. Çoğu zaman
şöyle söylemlere muhatap oluruz “çok okuma kafayı bozarsın”, “çok
düşünüyor sıkıntı çıkaracak, delirecek” gibi…
• Oysaki düşünme, araştırma, öğrenme
ve bilme insanın en temel özelliğidir.
İnsanı diğer canlılardan ayıran da
budur. Bu özellikleri ortadan kaldırınca
insanı tanımlamayla ilgili bir eksiklik
olduğu görülür. Çünkü insan bilen,
düşünen ve üreten bir varlık olarak
medeniyet inşacısıdır.
Aklı Hesaba Çekmektir
Felsefe…
Bu Fotoğraf, Bilinmeyen Yazar, CC BY-SA altında lisanslanmıştır
• İnsan düşünmeye soru sormakla başlar. Bu insanı tanımlama açısından
güzel bir ifadedir. İnsan aynı zamanda eyleyen bir varlık olarak da
tanımlanır. Bu varlık özgür olmak durumundadır. Zihnini bir takım
dogmalarla örmeyecek. O aklı en son sınırına kadar kullanmayı
başarmalıdır. Aynı zamanda aklın kendisini de sorgulamalıdır.
• Hem akılla sorgulamalı hem de aklı sorgulamalıdır. Aklı hesaba çekmelidir.
Felsefeci her şeyi sorgular. “Sorgulanmamış hayat yaşamaya değmez”
ifadesi çok doğru ve yerinde bir ifadedir.
Bilinci Hücreye
Hapsetmemektir Felsefe…
Bu Fotoğraf, Bilinmeyen Yazar, CC BY-SA altında lisanslanmıştır
• Belli dogmatik tavırlarla olayları ele almamak gerekir. Bilinci hücreye
hapsetmemek gerekir. Bilinç özgür olmalı, belli kalıplara göre düşünmemelidir.
Burada akla şu gelebilir. İnsan belli değerlere sahip bir varlıktır. Şayet
düşünürken belli kabullerden hareket edilmezse nasıl ortak bir yargıda
bulunulabilir? Böyle bir yaklaşım insanı değer yargısız kılmaz mı?
• Değer yargısız insan yoktur. Hayatı sorgulamanın kendisi de bir değerdir.
Doğrularımızın yanında başkalarının da doğrularının olabileceğini kabul
etmemiz gerekir. İnsan başkalarından da bir şeyler öğrenmeye ve tartışmaya
açık olmalıdır. Başka türlü birlikte yaşamak mümkün olmaz. Farklı fikirler
ortaya çıkmaz, etkileşim olmaz ve düşünce kısırlaşır.
• Her yeni soru, yeni bir cevaptır. Sorular değiştikçe cevaplar da değişir bu da
düşüncenin zenginleştiğini gösterir. Farklı düşünce alternatif demektir.
Alternatifsizlik ise dogmatizm, şiddet ve çöküş demektir.
• İnsan sürekli düşünen, eleştiriye açık, sorgulayan, sorularını değiştiren, aslında
bildiklerini de hesaba çeken, bildiklerini yeniden inşa eden bir varlıktır. Çünkü
bilgi denilen şey gerekçelendirilmiş inançtan başka bir şey değildir. Başka türlü
gerekçelendirildiğinde bilgi değişebiliyor. Nesnel denen şeylerin bile
değişebildiği göz önünde bulundurmalıdır.
Ağzına Geleni Söylemek
Değildir Felsefe…
Bu Fotoğraf, Bilinmeyen Yazar, CC BY-SA altında lisanslanmıştır
İnsan, zihin disiplinini ve daha verimli düşünme alışkanlığını felsefe ile
kazanabilir. Düşüncemizin kendi çabamızla geliştirilmesi mümkündür. Bunun
için düşünmekten ve her türlü soruyu sormaktan korkmamak gerekir.
Sorgulayacağız. Düşünürken mantıksal örgüyü kaybetmeyeceğiz.
• Felsefe ağzına geleni söylemek değildir. Bir mantıksal örgüsü, kendi içinde
bir tutarlılığı vardır. Aynı şekilde düşünmenin de kendi ilkeleri vardır. Daha
iyi düşünce ürünleri ortaya koymak için belli bir birikim gerekir. Bu tıpkı
kayak yapmaya benzer.
• Kar yoksa kayak yapmak mümkün değildir. Felsefi düşünce için de bilgiye
ihtiyaç vardır. Bilgi yoksa istenilen düzeyde ve sağlıklı düşünce üretilemez.
Tartışma Soruları
1. İnsanlar felsefe yapmak zorunda mıdırlar?
2. Felsefe herkesin işi midir?
3. Yaşam karşısında herkesin az yada çok düzenli bir yönelimi var
mıdır?
4. Bir şeyin doğru ya da gerçek olduğu iddiasını desteklemek için
kanıtlar sunmaya başladığımızda felsefe yapmaya başlamış olur
muyuz?
5. Bir siyasal tutumu diğerine karşı desteklemek için gerekçeler gösterdiğimiz
zaman felsefe yapmış olur muyuz?

6. Sıradan insan felsefi görüşlerini genellikle basit günlük dilde ifade ederken,
meslekten filozofların tipik özelliği ise öğrenilmesi gereken daha soyut ve teknik
bir dil kullanmaktadırlar, sözünü doğru buluyor musunuz?
Hayata Anlam a)Kendimi büyük ve ebedi anlamı olan şeylere
adayarak hayatta anlam bulurum.
Verme b)Ben gerçekliğin iki yüzü olduğuna
inanıyorum.
c)Ben akılsal bir yaşamı kabul ediyorum.
d)Ben yaşamı bir sınav, bir meydan okuma
olarak görüyorum.
e)Ben ayakları yere basan pratik bir insanım
f)İnsanların hazzı aramaları ve acıdan
kaçınmaları gerektiğine, gerçekten de öyle
yaptıklarına inanıyorum.
g)Ben neyim? Bu soruya yanıt veremem. Çünkü
yaşamda varlıkta basmakalıp sözlerle
anlatılamaz.
h)Bana göre anlamlı bir biçimde yaşamak; dolu
dolu yaşamaktır.
i)‘‘Kendini bil’’ sözü hayatın anlamını özetler.
j)Yaşam bir hatadır, amaçsız, plansız, anlamsız,
bütünlükten yoksun , düzensiz, raslantısal bir
kaza.
EĞİTİM FELSEFESİNİN YARARLARI
Eğitim Felsefesi, eğitimin doğası, süreçleri, amaçları ve
ideal eğitimin ne olduğu hakkında felsefi bir tavır ve
tutumla yaklaşan felsefe disiplinidir.
Öğretmenlerin eğitime ilişkin düşünmeleri konusunda
uyarıcı ve yol gösterici düşünmeye teşvik edici rol oynar.
Eğitim felsefesindeki kuramlar, öğretmenlere birçok
hedeflerde kullanılabilir olan ve birçok sonuçları bulunan
eğitimsel ve organizasyonla ilgili yenilikleri tanıtmada
yardımcı olur.
Sonuç olarak eğitim felsefesinin öğretmenleri, eğitimle
ilgili uygulamaları yönlendirmesi gereken yaygın kişisel ve
profesyonel hedefleri formüle etmede ve uygulamada
teşvik eder.
EĞİTİME FELSEFİ YAKLAŞIMLAR

•İDEALİZM
•REALİZM (GERÇEKCİLİK)
•NATÜRALİZM (TABİATCILIK)
•PRAGMATİZM (FAYDACILIK)
•VAROLUŞÇULUK (EGZİSTANSİYALİZM)
İDEALİZM

Batı Eğitim geleneğinde İdealizmin temellerini eski Yunan filozofu


Platon (M.Ö.429–347) atmıştır.
Gerçekliğin temelde tinsel veya düşünsel olduğunu ileri süren
İdealizm, insanlığın en eski ve en etkili düşünce sistemlerinden biridir.
Ana okulunun yaratıcısı Friedrich Froebel (1782–1852), İdealist felsefe
üzerine inşa edilen ilk çocukluk eğitiminin yöntemini oluşturmaya
çalışmıştır.
• Eski Yunan’da düşüncelerini sonuna kadar savunmuş, sosyal
bir eleştirmen olan Sokrates (M.Ö 469–339) birçok
öğrencisini etkilemiştir- ki bunlardan biride Platon’dur.

• Sokrates tüm insanlığı yönlendiren evrensel ilkeler


olduğuna inandığı güzellik, adalet ve doğruluk ilkelerini
ortaya koymaya çalışmıştır.

• Ona göre, sorulan sorularla kişilerin bilincinde daha önce


kazanmış olduğu kavramları hatırlaması ve gerçeği\doğruyu
keşfederek, öğrenmesi sağlanmalıdır.
• Bir eğitici olarak Sokrates; adalet, doğru ve yaşamın anlamına ilişkin
insanın mevcut bilgilerini çağrıştıran soruları sorma yöntemini
kullanmıştır.
• Liberal eğitimi savunanlar her zaman Perennializm’in (Daimicilik)
çağdaş eğitim teorisine temel oluşturan Platon’un düşüncelerine
dayanmışlardır.
Daha önce belirtildiği gibi Batı
düşüncesindeki felsefi İdealizm’in kaynağı
Sokrates’in ünlü öğrencisi Platon’dur.
Sokrates; gerçeklik, bilgi ve insan doğasına
ilişkin temel sorunlarla uğraşmış; Platon ise
bunlara temel cevaplar ararken hocasını
aşmıştır. O, metafizik sorusu olan;
“gerçekliğin doğası nedir?” ile epistemolojik
Platon bir soru olan; “bilginin doğası nedir ve nasıl
bilebiliriz?” sorusuna cevap aramıştır.
• Platon “bilgi ile estetik, moral ve ahlaksal bakımdan insan yaşamına
uygun davranış arasındaki ilişki nasıldır?” sorusuyla aksiyoloji (değer
bilim) alanına girmiştir.
İdealizmin Eğitimsel Amaçları
Öğretme-öğrenme sürecinde öğrencilerin doğuştan
getirdikleri yetilerinin farkına varmaları sağlanmalıdır.

Sosyal bir kurum olarak okul, öğrencilere bilmeleri,


paylaşmaları ve kişiliklerini belirlemeleri için kültürel
mirası oluşturan değerleri öğretmelidir.
İdealist Bir Müfredat Programı
İdealistler, merkezine kavramsal ve düşünsel disiplin
doğrularının konulduğu bir müfredat programdan
hareket ederler.
Bu çeşitli düşünsel sistemler Mutlak’tan kaynaklanan
doğrulara dayalı olup, bunların açıklamasıdır.
Bu düşünsel sistemlerin tümünde kavram, düşünce
veya neden bir arada bulunur.
Değer eğitimi, idealist anlayışa göre öğrencinin değerli davranış ve insan
modellerini örnek alarak onların üslubunun taklit edilmesi ve
sürdürülmesi amacını güder.
Bundan dolayı öğrenciye günümüze dek varlığını sürdüren büyük sanat
ve edebiyat eserleri eleştirel bir şekilde açıklanmalıdır.
İdealist Yöntembilim
Anaokulunu yaratan Friedrich Froebel gibi idealist eğitimciler öğrenenin
kendi aktivitesiyle öğrenmesi ilkesine önem vermişlerdir.
Öğrenme süreci öğretmenin uyarıcı rolü ve okulun zihinsel aktiviteleri
temel almasıyla çok fazla etkili hale getirilir.
Okulun, öğrenenin gizli kalmış ilgilerini ortaya çıkaran en etkili araç
olduğu düşünülür.
İdealistlere göre, müfredat program, öğretimde kültürel mirasın
aktarımında temel bir unsurdur.
• İdealist ders işlemeye çok uygun bir yöntem olan
Sokratik diyalog, öğrenen ve öğretenden oluşan,
öğrenenin düşüncelerin (İdeaların) farkına varması
için uyarıldığı bir süreçtir.
• Öğretmen insanın çok önemli kavramlarına ilişkin
uyarıcı yeni sorulara yol açıcı sorular sormaya hazır
olmalıdır.

• Öğretmen, sınıf ortamında Sokratik diyalogu


kullanırken konuşmaya katılmak isteyen tüm
öğrencilerde ortak bir ilgi oluşsun diye grup yöntemini
kullanabilmelidir.
Sokratik yöntem, öğretmende bir sorgulama yetisinin bulunmasını
gerektirir ve bu yöntem zihinde daha önce bulunan olguların sadece
hatırlanmasından ibaret olmayıp, düzenli bir diyalog için ilk adımdır.
Örneklerle anlatmak İdealist yöntemin bir parçasıdır; öğrencilere
dersler felsefe, din edebiyat, tarih ve biyografiden seçilen önemli
örnekler ya da modellerle anlatılmalıdır.
Öğrencilerin her biri değerin kaynağına\özüne ulaşabilsin diye bu
modelleri öğrenip, analiz etmeleri sağlanır.
İdealist Öğretmen Öğrenci İlişkisi
• Öğretmen- öğrenci ilişkisinde en önemli merkezi rol öğretmenindir.
Öğretmen değerlerin taşıyıcısı olmalı, öğrencileri sevmeli ve coşkulu,
heyecanlı bir kişi olmalıdır.
• J. Donald Butler “Eğitimde İdealizm” adlı eserinde, iyi bir öğretmende
olması gereken bazı niteliklerden söz etmektedir, Butler’e göre bir
öğretmen;
İdealist Öğretmen Öğrenci İlişkisi
• Öğrenciler için kültürün ve gerçekliğin
taşıyıcısı\yansıtıcısı olmalıdır,
• İnsan kişiliği konusunda uzman olabilmeli,
• Öğrenme sürecini çok iyi bilmeli bu yetisini
coşkuyla ortaya koymalı,
• Öğrencilerle arkadaş olmayı becerebilmeli,
• Öğrencilerde öğrenme isteği uyandırmalı,
• Öğretimin moral öneminin mükemmel insanlar
yetiştirme hedefinde yoğunlaştığının bilincinde
olmalı,
• Her yeni nesildeki kültürel yeniden doğuşun öncüsü
olmalıdır.
İdealist Eğitimin İlkeleri
Eğitim insandaki potansiyeli temellendirme ve geliştirme sürecidir.

Öğrenme, öğrenenin zihnindeki doğruları hatırlaması için uyarılması


sürecidir.

Öğretmen bireyselliğin en iyi ve en yüksek ifade biçimi olan değerlerin


taşıyıcısı olarak ahlaki ve kültürel bir model olmalıdır.
REALİZM

İdealizm gibi Realizmde Batı dünyasının en eski ve en etkili felsefelerinden


biri olmuştur.
İdealistlerin tersine Realistler nesnelerin bizim onları algılamamız söz
konusu değilken de var olduklarını ileri sürerler.
Realizm’in temel ilkeleri

Aristoteles “Politika” adlı eserinde iyi insan ile iyi vatandaş arasında karşılıklı
bir ilişki bulunduğundan söz etmektedir ki Platon’da “Devlet” adlı eserinde
aynı düşünceden yola çıkmaktadır.
Platon, mükemmel form veya düşüncelerin mutlak dünyası üzerine
düşünürken; Aristoteles, doğal ve sosyal olgular dünyasını araştırmak için
yaygın gözlem yöntemlerini kullanmıştır.
Deneysel gözlem ve araştırmanın sonucunda Aristoteles, Gerçekçilik ve
Olasılığın bileşimi olarak tanımlanan Varlık’ı ortaya çıkaran bir metafizik sistem
kurmuştur.
Aristoteles’e göre eğitim insanların
“Eudaimonia’ya (mutluluğa) ulaşmalarını
sağlayan, onları mükemmelleştiren bir araçtır.

Liberal veya liberalleştiren bir eğitim insanların


zihinlerini mükemmelleştirir.

Mükemmel\tam bir akla sahip insan mükemmel


(bütün-tamam) bir insan demektir.
Aristoteles, bir ders programının insanı yetiştirip, geliştirmesi gerektiğini ileri
sürer.
Çocuklar oyun ve bedensel hareketlere yatkındırlar, onlara uygun konular
seçilip öğretilmelidir.
Aristoteles’in 14-21 yaşlarındaki gençler için düşündüğü ders programı;
aritmetik, geometri, astronomi, müzik, dilbilgisi, edebiyat, şiir, retorik, etik
veya politika gibi zihinsel gelişimi hedefleyen konuları içermektedir.
21 yaşından sonra ise metafizik, mantık, psikoloji, biyoloji, kozmoloji ve fizik
gibi çok daha karmaşık zihinsel disiplinler öğretilmelidir.
Aristoteles felsefesinin modern takipçisi olan
Robert Hutchins “Amerika’da Yükseköğrenim”
adlı eserinde, eğitimin amaçlarından birinin
insan doğasının ortak unsurlarını belirlemek
olduğunu ve bu unsurların her yerde ve
zamanda aynı olduğunu ifade eder.

Herhangi bir yerde veya zamanda insanı


yaşatmak, onu herhangi bir çevreye uyum
sağlar hale getirmek için eğitmek düşüncesi
bu nedenle en doğru eğitim anlayışı değildir.
Realizmin Eğitim Hedefleri
• İlk kez Aristoteles tarafından ilkeleri belirlenen Realizme göre eğitimin
amacı, en iyi, en mükemmel yetilerle donatarak insanı mutlu etmektir. Bu
amacı temel alan eğitim de:
• Bilgi alanları konusunda bireyi aydınlatırken, insanın en önemli yetisi\gücü
olan aklını geliştirmeyi,
• İnsanları, akıllarını kullanarak yapacakları tercihlerde ne istediklerini
bilme, mükemmel bir potansiyel oluşturarak kendilerini ifade etme ile
rasyonel ve hiyerarşik düzene göre benimseyecekleri amaç ve roller
aracılığıyla kendi kimliklerini belirleme konusunda cesaretlendirmeyi
hedefler.
İnsan türü olarak; nesneler gibi birçok şeyin gerçek olarak var
oldukları bir dünyada yaşamaktayız.
Gerçek nesneler, onların varlıklarına ve yararlarına ilişkin istek ya da
tercihlerimize bağlı olmaksızın vardır.
Bu nesnelerin bilgisine aklımızı kullanarak ulaşmak mümkündür.
Bu nesnelere ilişkin bilgiler, bunların bağlı olduğu kanunlar ve
bunların birbiriyle ilişkileri insan davranışlarına yol gösteren en
güvenilir olgulardır.
Realist Öğretmen-Öğrenci İlişkisi

Öğretmen, hem bilgi sahibi olma konusunda hem de öğretme yeteneği


bakımından profesyonel bir öğreticidir.
Öğretmenler, genel olarak liberal sanatlarla bilimler konusunda bilgi
sahibi olmalıdırlar; bu genel bilgiler, öğretilecek konularla diğer bilgi
alanları arasında ilişki kurabilecek ve düşünsel süreçleri geliştirecek
eğitilmiş kişilere kolaylık sağlayacak şekilde düzenlenmelidir.
Buna ilaveten öğretmenler, öğrencileri eğitmede uzman kişiler
olmalıdırlar.
Öğrenen bireyin, kendini belirleme, yönlendirme, kendi kendine
düşünme ve iradi katılım gibi temel haklara sahip olduğu kabul edilir.

Bilgi alanlarına ilişkin bilgilenmeyi, yetişmeyi hedefleyen öğrencilerin


eğitilmiş, alanında uzman öğretmenlere sahip olma hakları vardır.

Ancak öğrenme, öğretim işine katılmayı talep eden öğrencinin


sorumluluğundadır.
Realist bir öğretmen, ders anlatma, tartışma veya deney ve gözlem gibi
çeşitli yöntemleri bir arada içeren çeşitli yöntemler kullanmalı ve
öğrencinin önceki eğitimine, bilgi birikimine en uygun yöntemlerle ders
işlemelidir.

Çok büyük bir yetenek gerektiren ideal bir öğretim yöntemi, uzmanların
veya bilim adamlarının araştırma sonuçlarına dayalı olarak tespit
edilmelidir.
DOĞALCILIK
Natüralizm, doğanın tüm gerçeklik olduğu düşüncesinden hareket eder.
Doğanın kendisini, insanları, insan doğasını ve tüm varlıkları içeren, bunları açıklayan
bütünsel bir sistemdir.
Natüralistler çeşitli düşünceler ileri sürmüşlerdir, sözgelimi, Jean-Jacques
Rousseau’nun (1712–1778) insan doğasına ilişkin düşünceleri, Romantik görüşle
Aydınlanma döneminin Rasyonalist bakış açısı arasında gidip gelir.
Eğitim yönteminde Rousseau’nun düşüncelerinden yararlanan Johann Heinrich
Pestalozzi (1746–1827), düşüncelerinde doğaüstü tanrı inancına yer verir.
Herbert Spencer (1820–1903), etik sistem olarak önem verdiği bir bilgi sosyolojisi
içinde Darwin’in Evrim Teorisini yeniden ele alır.
Net olmayan çeşitli düşünceler içermesine rağmen Natüralizm özellikle eğitimde şu
düşünceleri temel alır:
Natüralizmin Eğitimde Hedefleri
Eğitimin hedefleri belirlenirken, evrensel düzenin bir parçası olan doğaya ve
insan doğasına bakılmalıdır.

Doğayı anlamanın yolu duyumlardan geçer, duyum gerçekliğe ilişkin bilgimizin


temelidir.

Doğadaki süreçler\oluşumlar yavaş derece-derece ve evrimsel olduğundan


eğitimimizin de seyri yavaş olmalıdır.
Rousseau:DoğalcılığınTemsilcisi
Rousseau’nun “İtiraflar” ve “Emile” de
özgürlüğün savunucusu olduğu görülür.
Zorlayıcı öğretmenin otoritesini reddeder;
otoriter kişilerle sık sık uğraştığı için
genelde bu tiplerden kaçınmıştır.
Emile’in karakter özellikleri, başkasının
otoritesinden çok kendisini otorite olarak
kabul etmesi ve eylemlerinin faturasını
mutlu olarak ya da acı çekerek kendisinin
Rousseau ödemesidir.
Rousseau’nun tiplemesinde öğretmen
öğrenciyle birlikte öğrenen özgür
bireylerdir.
Rousseau: DoğalcılığınTemsilcisi
• Rousseau’nun siyaset ve eğitim felsefesinin merkezini insanın karakterinin
doğaya göre biçimlenmesi gerektiğine olan inancı oluşturur.

• Düşünür kişinin kendine duyduğu sevgi ile saygı ve onuru birbirinden


ayırır.

• Kişinin kendisini sevmesi kendini koruma eğiliminden kaynaklanan doğal


bir duygudur.

• Bu duygudan hareketle insan, doğal eğitime ve insan değerlerine varır.


Kişinin kendine duyduğu saygı veya bencillik temelde, kişilerin
sosyal değerlerini yükseltmek için başkalarını kontrol altına
alarak, kullanarak onlara baskı yapmaları sonucunda oluşan
toplumsal bir olgudur; bu duygu baskın olduğu zaman kişi
başkalarını hedefe-sonuca ulaşmak için araçlar olarak ya da
kaldırılması gereken engeller olarak görmeye başlar.
Eğitici bir eser olan Emile’de doğal bir eğitim sürecinde olan bir erkek
çocuğunun karakteri sevgi eğilimiyle biçimlenip öyle gelişiyor ki, onura
yol açan toplumsal istek ve hırsları aşıp, onlara direnir hale gelebiliyor.

Rousseau, Emile’in sosyal kurum ve antlaşmaların olmadığı kırsal bir


ortamda doğal bir şekilde gelişmesini konu edinir ve natüralizmle ilerici
eğitime dayalı eğitim reformunu etkilemiş olan şu düşüncelerini ortaya
koyar:
• İnsanın zenginleşip, gelişmesi için en iyi dönem olan çocukluk döneminin
belli bir aşamasında eğitime başlanmalı,

• Doğal özelliklerle donanmış bir çevrede en iyi şekilde yapılacak eğitimle kız
ya da erkek çocuklar merakları uyandırılarak düşünmeye ve öğrenmeye
hazır hale getirilmeli,

• Rahat, özgür bir atmosfer içinde öğrenen çocuk tercihlerinde özgürdür; ama
yapıp ettiklerinin sonucundan sorumlu olmalı ve sonuçlara katlanmalıdır.
İnsanın öğrenmesinde belirli devreler olduğuna inanan Rousseau, bu
eğitimi eserin kahramanı olan Emile’nin gelişme evrelerine göre
düzenler.

Çocuğun gelişimi göstermiştir; ki gelişimine uygun bir öğrenmeye


hazırdır ve onun hareketleri, öğrenme davranışları tek tek gelişim
evrelerine uygundur.

Bu evrelere dayalı bir öğrenme olgusu eğitime ilişkin belli bir bilgi
birikiminin sonucunda ortaya çıkmıştır.
Eğitimde Natüralist Olgular
• İnsan hayatı doğumdan itibaren bozulmamış içgüdülerden kaynaklanan davranışlarla
yönlendirilir.

• İnsan doğasının doğuştan iyi ya da en azından bozulmamış olduğuna ilişkin bu görüş,


insanların günahkâr olmalarından dolayı erdemlerini yitirdiklerini savunan doktrinle
çatışır.

• Natüralistlere göre ahlaksal gelişime yönelik eğitimin, hem olumlu hem de olumsuz
yönleri vardır.
• Doğal etikle çatışan unsurlar içeren bir eğitim, olumsuz bir nitelik taşır ve
özellikle, sözlü ifadeler ya da vaazlar kullanılarak etiksel öğütlerin
ezberletildiği, temelde soru cevap yöntemine dayalı geleneksel dinsel
eğitimde aslına uygun bir moral gelişim sağlanamamaktadır; çünkü böyle bir
eğitimde sözler duygu ve eylemlerin yerine geçer.

• Moral gelişimde olumlu bir etkisi olan eğitimin temelinde ise insanın belli
başlı güdülerinin ve doğal değerlerinin dile getirilmesi\geliştirilmesi yatar ve
eylemlerinin sonucunda insanın mutlu olması veya acı çekmesi o eylemin
ödülü ya da cezası olur.
Natüralist reformcuların savunduğu öğretimde, doğal davranışlar
sergileyen çocuk bilgiyi pasif bir şekilde alıp, ezberlememeli, öğretimde
çocuğun duyularını kullanarak çevreyle ilişkiye girmesi ve problem
çözmesi sağlanmalıdır.

Natüralistler ve onların daha sonraki takipçileri disiplinlerin otorite haline


getirilmesinden ziyade, öğrenmenin temeline aktiviteleri,
tasarımları\yaratıcılığı ve problem çözmeyi koymuşlardır.
Natüralist Öğretmen-Öğrenci İlişkisi
• Rousseau’ya göre bir öğretmen, her şeyden önce tamamen
doğayla uyum halinde olmalıdır.
• Doğal çevrenin eğitimsel rolünün gücünü görebilen bir eğitimci
doğayla çatışmaktan\ona müdahale etmekten ziyade doğal
güçlerin akıntısına kaptırır kendisini.
• Özelliklede insanın doğasını ve onun gelişme ve zenginleşme
evrelerini bilen bir eğitimci, sözgelimi öğrencisini “Emile”i
öğrenmesi için zorlamak yerine onun çevreyle etkileşimini
geliştirip, açıklamalarla etkileyerek eseri okuması için teşvik eder.
İkinci nokta ise, “Emile”i öğretmek için acele etmeyen eğitimci zorlayıcı olmayıp,
sabırlı ve seçeneklere yer veren bir kişidir. Çünkü kahraman, Emile de
öğrenmeye hazır olduğunda öğrenir.

Emile’de eğitimci, bilginin öğretmen tarafından sunulmasından ziyade öğrenci


tarafından keşfedilmesine dayanan bir yöntemi tercih eder.
Gerçekte de öğretmen doğruları öğrencilere söylemeyip, bunun yerine geri
planda kalarak onların bilgiyi keşfetmelerini teşvik etmelidir.

Emile’de eğitimcinin öğretme işine yaptığı rehberlik belli belirsizdir; ama


öğrenim çevresini ve öğrenenin karakteriyle kişiliğini biçimlendirme işi
onun kontrolü altındadır.

Birçok yönüyle Rousseau’nun “Emile”de çizdiği öğretmen modeli,


modern ilerici eğitimin çocuk merkezli öğretmen tipini müjdelemiştir.
Doğalcılığın Eğitime İlişkin Temel Tezleri
Natüralizm 19. yüzyıldaki çeşitli eğitim reformlarına olduğu gibi 20.
yüzyıldaki İlerlemeci eğitime de öncülük eden kuramlardan biri
olmuştur.
Natüralizmin eğitime ilişkin tezlerini şöyle özetlemek mümkündür:
Çocukların eğitimi, kitaplar ve derslerde yer alan bilgileri kelimesi
kelimesine öğretmek, telkin etmek yerine, direk çevreleriyle kuracakları
duyusal etkileşime dayandırılmalıdır.
Çocukluk, insanın gelişip zenginleştiği en uygun, gerekli ve önemli bir evredir,
öğretim ve müfredat programda temele çocuğun dürtüleri ve duyguları
alınmalıdır.

Çocukluk ve ergenlik dönemleri insanın gelişiminde ve en uygun öğrenme


davranışlarının edinilmesinde birbirini tamamlayan gelişim evreleridir.

Okul, çocuğun çevresinden ayrı düşünülmemeli tersine öğretim çocuğun


çevresini de içermelidir.
FAYDACILIK

Natüralizm Pragmatizme çok daha yakın bir ekol gibi görülmekle birlikte
Pragmatik felsefeciler eylemlerimizin sonuçlarının tamamen bilimsel bir tavırla
test edilmesinden yanadırlar. Onlara göre, Rousseau’nun doğallığı ifade eden
“soylu yabani” kavramının temelinde romantiklik yatar.
Eski felsefelerin metafiziksel düşüncelerini kabul
etmeyen Charles S.Peirce (1839–1914), William James
(1842–1910), George Herbert Mead (1863–1931) ve
John Dewey (1859–1952) felsefenin uygulamalı insan
problemlerine ilişkin çözümlere gereksinimi olduğunu
ileri sürmüşlerdir.
• Onlara göre, düşünceler pratiksel sonuçlarına
dayanılarak yargılanır; doğru, kesinliği olan
bir iddiadır, deneysel bir yargı problem
çözümlerine götüren hipotezlerin
uygulamasına dayanır, bilimsel bir yöntem
izleyen mantık deneysel olup, değerler; etik
ve estetik problemler bağlamında yaşanılır.

• Sonuçlar; tek tek durumların belirli(biricik)


niteliklerini taşırlar.
• Pragmatizm bilim ve endüstrinin yeni bir teknoloji toplumu
yarattığı dönemde ortaya çıkmıştır ki, bu unsurlar günümüz
toplumlarında hala canlılığını korumaktadır.
• 19. yüzyıldan 20. yüzyıla geçerken bilimselliğin ölçütü insan
yaşamını daha kolay hale getirmekti. Batıda sınırların açılması ve
teknolojinin bilimsel bir işlev kazanması Pragmatizmin popüler
bir felsefe olması için uygun bir zamandı.
• Pragmatizm, tam bir spekülatif felsefe olan metafiziği bir kenara
atma girişimiydi.
John Dewey: Pragmatizmin
Babası

• Öğrenmede kişinin deneyimlerini/yaşantılarını temel alan


Dewey çocuğun hazır bilgilerinden hareket eden bir
öğretimi tavsiye eder.
• 1910’da yazdığı “Nasıl Düşünürüz?” adlı eserinde Dewey,
problem çözümlerine dayalı deneysel düşünmeyi savunur.
Bilimsel yönteme dayalı bir düşünme ile varsayılan
Dewey
hipotezlerden hareketle sınırları belirli tanımlara varılır.
Dewey’in tanımladığı şekliyle düşünme, problem
çözümüne dayalı bir eğitimsel araştırma yöntemidir.
• Dewey ve pek çok ilerlemeci düşünür deneyin ve çocuğun ilgi ile
ihtiyaçlarına sürekli olarak cevap verilmesinin önemi konusunda
anlaşırlarken, Dewey, çocuk-merkezli doktrinlerini dogmatik bir şekilde
ortaya koyan duyusal-romantik yeni Rousseau’culara cephe almıştır.

• “Deney ve Eğitim” (1938) adlı eserinde, deney üzerine temellenen


pozitif bir eğitim felsefesini ayrıntılı olarak ele almada başarısız olan
ilerlemeci eğitimcileri eleştirmiştir. O, ilerlemecileri geleneksel okul
faaliyetlerine karşı çıkmaları ve bu yönde olumlu, kabul edilir bir
düşünce geliştirmeleri için teşvik etmiştir.
• Amerika’da ve dünyanın birçok yerinde bulunduğu sıralarda, verdiği dersler ve yazılarında Dewey, bir
tür sosyal ve siyasal Liberalizm’i savunup, Pragmatizme dayalı sosyal reformu teşvik etmiştir. Onun
ortaya çıkışına ön ayak olduğu Deneyci eğitim felsefesi, temelde Amerikan eğitim teorisini ve
uygulamasını etkilemiştir.
• Dewey’in eğitim düşüncesi onun, düşünce ve eylemi yaşantının/deneyin ayrılmaz unsurları olarak
düşündüğü Deneycilik görüşüne dayanır. Ona göre düşünme ve eylem/pratik birbirinden ayrılamaz,
düşünme eyleme dönüşmedikçe tamamlanmış sayılmaz.
• Var olmak demek değişen bir dünyada bulunmak demektir. İnsanın yaptığı araştırma, mükemmel olmayan bir
dünyada yapıldığı sürece, değişme sürecini yönlendirme ve kontrol etme konusunda bir kesinlik taşıyamaz,
ama yöntem ve araçların daha kesin olduğu söylenebilir.
• Hem biyolojik hem de toplumsal Darwinizm, Dewey’in Deneycilik felsefesi üzerinde etkili olmuştur.
• Dewey, Darwin’in temel biyolojik kavramlarını kabul ederken, Spencer’in rekabet ahlakını topluma
uygulamasına karşı çıkar.
• Hegel’in değişmezlik, en son, aşkın gibi kavramlarla yüklü metafiziğini reddeden Dewey, Darwin’in
evrimsel gelişme düşüncesini kabul eder. Eğitim felsefesini bir organizma psikolojisine dayandıran
Dewey, organizma ve çevre arasındaki ilişkiyi yaşam ve eğitim arasındaki ilişkiye benzetir.
• Her birey veya insan organizması yaşarken kadın-erkek önceden belirlenmemiş problemlerle yüz yüze
gelirler.
• Başarılı bir kişi problemler çözebilir ve çözüm esnasında kullandığı unsurları tecrübelerine katabilir.
Dewey’in eğitim felsefesini oluşturan temel unsurları şöyle
belirleyebiliriz:

• Öğrenen; yaşayan bir organizma, yaşamını sürdürmek için etki


veya enerjiye sahip biyolojik ve sosyolojik bir fenomendir,
• Öğrenen hem doğal hem de sosyal bir çevrede yaşar,
• Kendine özgü davranışlarla hareket eden öğrenen birey çevreyle
sürekli bir ilişki halindedir,
• Çevreyle ilişkisinde birey ihtiyaçlarını karşılamak için uğraşırken
problemlerle karşılaşır,
• Problemleri çözme sürecini öğrenmesi çevre içinde gerçekleşir.

Bu Fotoğraf, Bilinmeyen Yazar, CC BY-SA altında lisanslanmıştır


• Dewey’in araç-gereç yapan ve kullanan insana ilişkin düşüncesi onun
eğitim görüşünü etkilemiştir. Uygar bir toplumda çocukların araçları
kullanarak gelişme gereksinimleri vardır. Okula giderek kısa bir
zamanda araç yapımını ve kullanımını içeren deneyimlerin çoğunu
edinirler.
• Dewey’e göre, düşünme belirsiz bir durum karşısında ve bir gereksinim
doyurulmadığı zaman başlamıştır. İhtiyaçların doyurulmasında düşünme, insanı
hazza/doyuma ulaştıran bir araçtır.
• Deneysel araştırmada düşünceler, insanı amaçlarına götüren deneysel-araçsal
olgulardır. Düşünme eylem ve sonuç koşulları arasındaki ilişkileri görmektir.
Deneyselciliğin Eğitime İlişkin İlkeleri

• Dewey, eğitimin hem tutucu hem de yeniden inşaacı özellikler taşıdığını ileri
sürer. Eğitim, toplumun olgunlaşmamış üyeleri olan çocuklara yetişkinlerden
kültürel mirasın geçişini ve böylece kültürel bir akışı sağladığı için tutucudur.
• Dewey, eğitimin kültürel sürekliliği sağlayan tutucu özelliğine rağmen, onun
statükoyu korumak işlevinden çok daha dinamik ve daha genel bir işlevi
olduğunu ileri sürer.
• Dewey, geçmişi araç olarak ele almıştır. Ona
göre, önceden olanlar, şimdi ile çok sıkı
bağlantısı olmaktan ziyade, şimdi olup biten
olayların çözümlenmesinde kullanılan
araçtırlar. Eskiden olan şeylerin hatırlanması,
insan problemlerinin çözümünde yeni
hipotezler ortaya atarken yararlı olmaktadır.
Deneyselciliğin Eğitime İlişkin İlkeleri

• Dewey’e göre okul, öğrenenlerin bir arada çevreyi değiştirmelerini ve demokratik,


samimi(açık) bir tavırla ilişki kurmalarını sağlayan sadeleştirme, daraltma ve dengeleme
olgularına dayanan bir kurum olmalıdır.
• Dewey’in sürekli paylaşılan aktivitelere dayalı okul toplumu, kolektif demokrasinin en küçük
hücresi olarak tanımlanmaktadır. Ona göre, okuldaki problem çözme yöntemleri gerçek
toplum yaşamına da transfer edilmelidir.
• Dewey, Deneyciliği, insanların teknolojik ama demokratik, paylaşımlı bir toplum
oluşturmalarını ve böyle bir toplumda yaşamalarını sağlayacak toplum ve eğitim felsefesi
olarak görür.
Deneyci Öğretim ve Öğrenim

• Öğretimde hareket noktası öğrenenin gereksinimleridir. Temel ilgiyi göz önüne almak da hem
gereksinimi gidermede hem de problem çözmede çok etkili olur.
• Dewey’in problem merkezli öğretiminde, öğretmen öğrenmeyi yönlendirmekten çok ona
rehberlik eder. Öğretmenin rolü öğrenenlerin ihtiyaç duyduğu motifleri sağlamakta çok
önemlidir. Yönlendirme belirli problem çözümleri doğrultusunda yapılır.
• Öğretmenin öğrenmeyi dolaylı yoldan kontrol etmesi en ideal olan yöntemdir.
• Dewey’e göre eğitimin yegâne amacı kişileri
yetiştirmek ya da daha sonraki
tecrübenin/yaşantının kontrolünü ve
yönlendirmesini sağlayan temel bilgileri
kazandırmaktır.
• Dewey, çocuklara, onları yaşama hazırlayan
çevreyle ilişki kurmalarını sağlayacak toplumsal
düşünme yönteminin kazandırılmasını ister.

Bu Fotoğraf, Bilinmeyen Yazar, CC BY-SA altında lisanslanmıştır


• Dewey’e göre iyi eğitimle, tecrübenin yeniden inşaası ve
bunun da gelecekteki tecrübelere yansıtılması sağlanır.
Eğitimin hedefi olan gelişme zihinsel olup bu gelişme
davranışlara yansır. Öğrenenin davranışı doğuran
sonuçlarla tecrübeler arasındaki ilişkilerin farkına varması
sağlanır.
• Pragmatizm, özellikle John Dewey’in Deneyci bakış açısı düşünme ve eğitim sistemlerini
değiştiren bir felsefe olmuştur. Bu düşünce, soyut ve değişmez kuramlar yerine deneyci
araştırmayı temel almıştır. Sosyal zekâ ve deneyci yöntemi içeren bilimsel yöntemi savunan
Dewey’in, felsefe ve eğitime ilişkin eserlerinde okulun toplumun geneline dinamizm
kazandıran önemli kurumlardan biri olarak sosyal bir rol üstlendiği vurgulanmıştır. Dewey’in
eğitim felsefesinin merkezinde eğitim ve öğretime ilişkin düşüncemize yeniden biçim
kazandıracak olan problem çözme, uygulama ve tecrübe gibi kavramlar vardır.
VAROLUŞÇULUK
Varoluşçu Filozoflar
 Søren Kierkegaard (1813–1855)
 Friedrich Nietzsche (1844-1900)
 Fyodor Dostoyevski (1821-1881)
 Karl Jaspers (1883-1969)
 Martin Heidegger (1889-1976)
 Gabriel Marcel (1889-1973)
 Jean-Paul Sartre (1905-1980)
Varoluşçuluğun Eğitim İlkeleri
Çağdaş Amerikan eğitimi, öğrenmenin paylaşılan bir faaliyet
olduğunu savunan İlerlemeci eğitimcilerin baskısıyla ve sosyal düzenle
uyuma büyük bir önem veren eğitim psikolojilerinin etkisiyle büyük
ölçüde grup-merkezli bir eğitim haline gelmiştir.
Toplumsallaşmış bir eğitimin hedefleri; başkalarıyla birlikte öğrenmek, bir grup içinde başarılı
olmak ve bir grubun üyesi olarak çalışmaktır. Grup-merkezli eğitim kuramlarına göre bir
birey, grupsal faaliyetlere katılıp uyum sağladığında çok daha başarılı ve etkili olmaktadır.
Varoluşçu eğitimciler, grubun bu şekilde yüceltilmesine şüphe ile
yaklaşırlar. Kalabalık insan toplulukları içinde bile insanlar yalnızdırlar
ve bazı kaygılar taşırlar
Bazı grup-merkezli öğretim yöntemleriyle bireyler grupla öyle kaynaşık hale getirilmektedir ki,
bireylerin öznellikleri; özgürlükleri zarar görmektedir.
Bir kişi bir gruba özgür istemi ve tercihiyle katıldığında bile kişinin özgür, bireysel tercihlerine
çok daha fazla fırsat verilmelidir. Oysa çoğu grup-merkezli öğretim sistemli okullarda
tercihler özgürce yapılmamaktadır. Grup öğretiminde bireyler tekliklerini bireyselliklerini
ortaya çıkaracak yönde teşvik edilmelidirler.
Varoluşçu eğitim, yüksek öğretimin ilk yıllarında başlamalı ve sonuna
kadar sürmelidir. Böyle bir eğitimin hedefi kişileri kendileri hakkında
bilinçlendirmek olmalıdır
Öznelliği, bireyselliği merkeze alan bu eğitimde sunulan bilgiler ışığında bireyler iyi-kötü, doğru
yanlış gibi tercihlerde bulunmaları için teşvik edilmelidirler.
Estetik eğitimde öğretmen öğrencinin duyusunu, zekâsını uyararak onda estetik bir ürün
yaratma isteği uyandırmalıdır. Öğretmen önceden, öğrenenin neyi yaratacağını bilmemekle
birlikte, çok çeşitli, yaratıcılığı ortaya çıkaracak araçlar sağlayarak ona eserini\objesini
yaratma olanağı açar.
Varoluşçu Bir Müfredat Program
Estetik deneyimi geliştirme işlevi olan sanat; müzik, drama, dans,
resim, film gibi dalları içermektedir ve Varoluşçulara göre, estetik
eğitimin amacı bazı sanatçıların seçilmiş yapıtlarını taklit etmek
değildir, bu bir yöntem olarak kullanılmalı ama daha ziyade yaratıcı
estetik anlatımlar teşvik edilmelidir
 Öğrencinin aşk, ölüm, acı, özgürlük gibi insanlara ilişkin sorunlara duyduğu
ilgi, çeşitli insan durumlarını sergilerken ve görünüşte farklı olan bir dünyadaki
özel anlamı yakalarken önemli bir araçtır.
 Gerçekten de evrensel ve sürekli olmayan genellemeler tarihsel bir
çalışmadan sonuç olarak çıkarılabilir.
Varoluşçu Bir Öğretim ve Öğrenme
Varoluşçu bir yöntem bilimde öğretmen, yaşamın anlamına ilişkin
sorularla kişisel doğruyu aramaları için teşvik etme yoluyla öğrencilerin
“farkına varma” düzeylerini yoğunlaştırır.
Bir öğretmenin görevi öğrencilerin bireyselliklerini ifade ettikleri bu türden bir öğretim
sağlamaktır. Böyle bir öğretimde öğrenciler kendilerini belirleme\tanımlama
sorumluluğuyla yüz yüze gelirler.
Varoluşçu Eğitimin Nitelikleri
 Özgürlüğü sınırlayan kurumların, güçlerin ve eğilimlerin farkına
vardırır,
 Seçme özgürlüğünün ne kadar anlamlı, değerli olduğunu anlatır,
 Her bireye kendini belirleme sorumluluğunu ve eylemlerinde kendi
varlığına önem vermeyi öğretir,
 Anlamlı ve önemsiz tercihler arasındaki farkı gösterir.
ESASİCİLİK
Esasicilik (özcülük, temelcilik); geçmişte yararlı olan bilimlerin,
sanatların ve temel yeteneklerin öğretiminin geleceğe de
yansıtılmasını savunan bir kuramdır.
Bir Essensialist, okuma, yazma ve matematik gibi temel
yeteneklerin bir insanı en iyi donanımlı varlık durumuna
getirdiğine inanır.
• Bu kurama göre bu araçsal yetenekler ilkokul müfredatında yer almalı;
ortaokul düzeyinde ise temel bir müfredat tarih, matematik, fen
bilimleri, yabancı diller ve edebiyat gibi derslerden oluşmalıdır.
• Bir yüksekokul müfredatında da hem sosyal hem de fen bilimleri
bulunmalıdır.
• Doğal ve sosyal çevreyle ilişkili olan bu konularda bilgilenen
öğrenciler bu yolla uygar bir topluma katılmak için en iyi şekilde
hazırlanmış olurlar.
Esasiciliğin Felsefi Temelleri

Bir eğitim kuramı olan Essensializm ile en geleneksel felsefelerden


olan İdealizm, Realizm ve Thomizm arasında bazı argümanlarda
paralellikler vardır.
Bu felsefeler gibi Essensializmin eğitim görüşünde de önem verilen
olgu; öğrenciye gerçekliği belirli ve düzenli bir yapı içinde açıklamanın
gerekliliğidir.
İdealist, Realist ve Thomist gerçeklik düşüncesi metafizik nitelik
taşırken, Essensializme göre; düzen ve yapı temelde sosyal ve kültürel
niteliklidir.
Essensialistlerin görüşleri Natüralizm, Pragmatizm ve
Varoluşçulukla çatışır. Kişinin arzularını ve duygularını eğitimsel
bir potansiyel olarak değerlendiren Natüralistlerin tersine
Essensialistler, entelektüel disiplinlerle eğitilebilecek araçsal bir
işlevi olan insanın aklına çok fazla önem vermişlerdir.
Pragmatistler sürekli değişim içinde olan açık ve evrimsel bir dünya
görüşünü temel alırlarken, Essensialistler eğitimin özellikle de
öğretimin insanı tutarlı ve sağlam bir görüşe sahip kılmasını isterler.
Varoluşçular insanın öznelliğine ve kendisini belirlemesine çok büyük
önem verirler, Essensialistlerse daha çok önceki müfredatın
öğrenenlere aktarılmasıyla ilgilidirler.
Bir Essensialiste göre, okulun en belirgin işlevi; belirli genel
düşünsel disiplinleri ve yaygın yetenekleri gençlere aktarmak
olmalıdır.
Okul, bu yetenek ve konuları aktararak kültürel mirasın
sürekliliğini sağlar.
Muhafazakarlarla Essensialistler, okulun kültürel sürekliliği ve
rutinliği sağlayan bir kurum olduğu konusunda aynı fikirdedirler.
• “Essential” (temel; öz) kavramı ile bir yandan temel kültürel unsurlar
belirlenirken bir yandan da okula bunların sürekliliğini sağlayarak
kültürel aktarıcılık rolü yüklenmektedir.
• Essensialistler ve temel eğitimin günümüzdeki taraftarlarına göre;
okulun öncelikli misyonu eğitimdir; yoksa Ütopiklerin ve Kültürel
Yeniden-Yapılanmacıların ileri sürdüğü gibi toplumsal mühendislik
değildir.
Geniş sosyo-ekonomik konulardan ziyade öğretim
üzerinde yoğunlaşan bir eğitim kuramı getiren
Essensializmde çok iyi belirlenmiş bir müfredata önem
verilir.
Essensialistler, müfredatın öğrencilere farklı ve düzenli
bir öğretim deneyimi sunması ve öğrencilerin
kendilerini yönlendirmeleri gerektiğini ileri sürerler.
• Essensialistler; Pragmatist, Yeniden-Yapılanmacı ve İlerlemeci
yaklaşımlara öğrenmeyi akademik düzensizliğe yol açan bir olgu haline
getirdikleri için karşı çıkarlar; çünkü bu düzensizlik düşünsel otoritenin
ve toplumsal düzenlemenin zayıflamasına neden olmaktadır.
Geleneksel felsefeler ve Muhafazakar ideolojide olduğu gibi
Essensialistlerde de öğretmen eğitimsel otoriteyi simgeler, bu
nedenle konusunda uzman olup öğretim hedeflerini organize
etmede yetenekli olmalıdır.
Bir Essensialist öğretmen ders anlatımında, konusunda otorite
olduğu halde bu durum otoritercilik olarak algılanmamalıdır.
Esasicilik, tarih boyunca temel eğitime uygulanmış olmakla
birlikte Essensialist Doktrin 1938 yılında Ulusal Eğitim Birliği’ne
bağlı bir grup eğitimci tarafından ortaya atılmıştır.
İlerlemeci eğitimcilerin düşüncelerine karşı çıkan Esasiciler resmi
eğitimin temel işlevinin insan kültürünün temel unsurlarını; özünü
korumak ve bunları nakletmek olduğunu savunmuşlardır.
• İlerlemeci eğitimin nesiller arasında kurulması gereken etkileşime
engel olduğunu savunan Bagley, Amerikan okullarının ve
eğitimcilerinin her bir nesile “insanlık mirasının ilk unsurları olan
düşüncelerin, anlamların, ideallerin ortak noktasını göstermeleri
gerektiğini” ileri sürmüştür.
• Clifton Fadiman, bir diğer adı Essensialist eğitim olan temel eğitim
üzerinde durmuştur.
• Temel eğitimin öğrencilerde en kolay konulardan en zoruna kadar; en
karmaşık konuları bile öğrenme yeteneği oluşturacağı iddia
edilmektedir.
• Bu genel konular “ana dil ve yabancı dili, biçimler ve sayıları doğa
kanunlarını, geçmişi ve dünyamızda olup bitenler ile dünyamızın
coğrafyasını içermektedir”.
1950’lerde eğitime yönelik en ayrıntılı eleştiri Illinois
üniversitesi’nde tarih profesörü olan Arthur Bestor tarafından
yapılmıştır; Bestor, “Eğitimsel Çorak Topraklar” ve “Öğrenmenin
Yenilenmesi” adlı eserlerini yayınlamış ve Temel Eğitim Kurulunun
kurulmasına yardım etmiştir.
Arthur Bestor gibi zihinsel disiplinleri savunanlar, liberal bilginin hem
okuldaki eğitim özgürlüğünü hem de toplumdaki sivil özgürlükleri
korumada en iyi teminat olduğunu iddia ederler.
Bestor’a göre, Amerikan halk okullarındaki akademik standartların
seviyesi düşmüştür; çünkü okullarda fen ve sosyal bilimlere verilen
önemin azalmasıyla entelektüellik karşıtı bir eğitim felsefesi yerleşmiştir,
Sınırlı düzeyde eğitim gören uzman eğitimciler ve yöneticiler grubu ile
eğitim bürokratları eğitimin kontrolünü ellerine almışlardır.
Bestor’un Zihinsel Disiplinleri İçeren Müfredatı

Bestor, entelektüellik karşıtı bu eğilimin tersine çevrilebileceğini ve halk


okullarındaki müfredatın fen, matematik, tarih, yabancı diller ve İngilizce
gibi entelektüel disiplinleri içermesi gerektiğini ileri sürmüştür.
Uzman eğitimciler olan Essensialistlerle, 1950’lerde eğitimi eleştiren uzman
eğitimci olmayanların düşünceleri çoğu insan tarafından benimsenmiştir.
Bestor, essensialist çerçeveli bir eğitim tanımı getirirken, bu
eğitimin sağlayacağı yararları şöyle belirler; “Böyle bir eğitim,
insanlığın yararlı bilgiler edinme, kültürel donanım ve düşünsel
güce sahip olmak için uzun araştırmalar sonucunda ortaya
çıkardığı tarih, fen, matematik, edebiyat, dil vd. disiplinleri
öğretir ve bunlar aracılığıyla da temel düşünme yollarını
gösterir.”
• Bestor’a göre bir okul, doğrudan genel zihinsel yetenekleri geliştirmek
yerine gerçek yaşam problemlerinden hareketle öğretim yaparsa
kendisini gülünç duruma sokar.
• Bestor, temel konularda bilgilenmenin, uzmanlaşmanın akademik
başarının temeli olduğunu ileri sürmüştür.
Esasici Müfredatın Konuları ve Olguları

İlk müfredat okuma-yazmayı geliştirecek temel yetileri içermelidir,


İkinci müfredat tarih, matematik, fen, edebiyat ve dil
konularından oluşmalıdır,
Okulda sistemli bir öğrenme gerçekleştirmek için disiplin
gereklidir,
Hem okulda hem de toplumda meşru otoriteye saygı göstermek
öğrencilere bir değer olarak öğretilmelidir,
Bir konunun ya da bir yetinin öğretilmesinde öğrenenin dikkati ve
çabası gereklidir,
Bu yetenek ve bilgilerin öğretimi konularını iyi bilen ve bunları
öğrencilere aktarabilen olgun ve iyi eğitilmiş öğretmenler
gerektirmektedir.
Önem Verilen Düşünceler
• Sistemli konulara dönüş
• Temel yetenekleri ve konuları en iyi şekilde
öğrenmek
• Öğretmen hem konusunda hem de öğretimde
uzman, yeterli bir kişi olarak kültürün
koruyucusudur,
• Eğitim mesleğe ve vatandaşlığa bir hazırlıktır
• Okulun eğitimsel işlevinin korunması gereklidir.
• Essensialistler her şeyden önce, okulları akıldışı
bir düzensizliğe sürükleyecek çocukça isteklere ya
da geçici heveslere karşı çıkmışlardır.
DAİMİCİLİK

“Perennializm” (daimicilik; evrenselcilik) eğitim kuramı


ağırlıklı olarak Realist ve Thomist felsefelerden
kaynaklanır. Daimiciler evrenin tinsel ve düşünsel
yanıyla insanın bu evren içindeki yerini metafiziksel
açıdan ortaya koyarlar.

Aristoteles’in bireyleri akıllı varlıklar olarak


tanımlamasını benimseyen Daimiciler, okulun insanın
zihinsel potansiyelini geliştirmek için özel olarak
oluşturulmuş bir toplumsal kurum olduğunu ileri
sürerler.
Daimiciliğin Felsefi Temelleri

Aristoteles ve Realizm kaynaklı olduğu için Daimicilik;


Natüralizm, Pragmatizm ve Existensiyalizmden ayrılır.
Rousseau ve diğer Natüralistlere benzemeyen
Daimiciler, sanat, edebiyat ve bilim alanındaki önemli
eserler aracılığıyla insan aklının eğitilip geliştirilmesine
öncelikli bir yer vermişlerdir..
Daimicilik eğitimin değişmez ve tekrar eden önemli ilkelerinden hareket
eder.
Eğitim düşünürünün ilk problemi insan doğasını açıklamak ve bu
doğaya ilişkin evrensel karakteristiklere dayanan bir eğitim programı
tasarlamaktır.
İnsan doğasının değişmez bir yapısı vardır, bu nedenle
temel eğitim modelleri de değişmezler.
Eğitim akıl yetilerini geliştirmeye yardım etmelidir.
Temelde eğitimin evrensel amacı doğru bilgidir;
gerçekliktir.
Doğru; evrensel ve değişmez olduğu için gerçek
eğitimde evrensel ve değişmez olmalıdır.
Okul müfredatı: insan yaşamındaki evrensel ve tekrar eden konulara
önem vermeli,
Aklı geliştirecek düşünsel konuları içermeli; mantıksal olmalı ve
öğrencilerin düşünme ile iletişim sembollerini yeterince
kullanabilmelerine zemin hazırlamalı,
Ahlak ilkelerini içerip; öğrencilerin moral, estetik ve dinsel eleştirilerle
değerlendirmeler yapmalarını teşvik etmelidir.
• Daimici eğitim kuramı; insan bilimlerine iyi, doğru ve güzel
kavramlarına açıklık getirdikleri için önem verir.
• Bu konulara ilişkin araştırmalarla insanlık içsel doğrular ve değerlere
ulaşabilir.
• Felsefe, tarih, edebiyat ve sanat gibi alanlarda ulaşılan bu olgular
nesilden nesile aktarılır.
Daimici eğitim kuramı; tarih, dil, matematik, mantık, edebiyat,
insan bilimleri ve fen gibi disiplinlere dayalı konu ağırlıklı bir
müfredatın öğretilmesiyle çocuktaki psikolojik ve zihinsel
potansiyellerin geliştirilmesini hedefler.

Robert M. Hutchıns (1899–1977) Yale Ünv. Liberal


Jacques Maritain (1882-1973 ) Paris Ünv. Katolik
Robert M. Hutchins
• Robert Maynard Hutchins (1899–1977) insan
zihnini geliştirecek eğitimin yılmaz bir
savunucusu olmuştur. Onun eğitim felsefesine
ilişkin bazı temel ilkelerini şöyle saptayabiliriz;
• Okuma, yazma ve aritmetik gibi temel yetilerin
Hutchins öğretimi uygar, okur-yazar kişiler için
zorunludur,
• Liberal bir eğitim uygarlığın önemli eserlerini
anlayabilme yetisini geliştirmelidir,
• Profesyonel veya uzmanlık eğitimi, her rasyonel insan için gerekli olan
genel eğitim tamamlanana kadar ertelenmelidir.
• Hutchins, eğitim felsefesini şu iki düşünceye dayandırmıştır; 1- insanın
rasyonel yapısı ve 2- İçsel, soyut ve evrensel doğrulara dayanan bilgi
olgusu.
Amerikan eğitimi, çatışan olguları içerir. Meslek ve uzmanlık
eğitiminde tam oluşmamış bir müfredat vardır ve genel eğitimin
hedefleri bu eğitim tarafından bozulmuştur.
Ampirik ve mesleki hedeflere verilen önem yüzünden liberal bilimler
genel müfredatın dışına itilmiştir.
Bazı eğitimciler eleştirel bir düşünme yeteneğinden çok yüzeysel ya da
telkin edici bir öğretime yol açan belirli siyasal ve sosyal programları
merkeze almışlardır.
• Hutchins’e göre bir müfredat, insan doğasının yaygın unsurlarını
içermeli ve insanlığın en önemli düşüncelerini her yeni nesile
aktarmalıdır; özellikle de her dönemde çağdaş olabilen klasik “büyük
eserler” okutulmalıdır.
• Gramer, retorik, mantık ve matematik gibi liberal bilimler geleceğin
öğretmenini bilgiyi düzenleme, ifade etme ve iletme yetenekleriyle
donatacak araçlardır.
Jacques Maritain
• Daimiciliğin bir diğer önemli temsilcisi
olan Maritain’e göre, eğitimle kişilere
kazandırılacak olan temel eğilimler
şunlardır:
• Doğruyu sevmek,
• İyilik ve adaleti sevmek,
• Yaşantıda, deneyimlerde yalınlığı ve
Maritain özgürlüğü göz önünde bulundurmak,
• İyi yapılmış bir işe önem vermek,
• Grup, dayanışma olgusunu önemsemek.
• İşte bu temel eğilimler, öğrencinin zihinsel yaşamını
geliştirme yetisine sahip olan öğretmenler aracılığıyla
öğrenciye aşılanmalıdır.
• Maritain, çeşitli sistematik disiplinlere dayalı konu
ağırlıklı bir müfredat geliştirmiştir.
• Temel eğitimde, çok sayıda sistematik disiplinin
başarıyla öğrenilmesini sağlayacak temel yetenekler
kazandırılır.
• Batı uygarlığının büyük yapıtlarını temel alan Daimici müfredat,
içgüdülere, duygulara ve doğrudan deneyime önem veren
Natüralistlerin müfredatından farklıdır
• Varoluşçuluğun bazı düşüncelerini paylaşan Daimiciler
sözgelimi insanların kendilerini algılayabilmeleri,
tanımlayabilmeleri için tercihlerini, projelerini özgürce
yapmaları gerektiği konusunda Varoluşçularla aynı
fikirdedirler.
• Daimiciler, seçeneklerin belirlenmesinde yalnızca
bilgiyi kullanan insanın tercihine dayanılmasına da
karşıdırlar.
Hem laik hem de dinsel görüşler içeren daimiciliğin
eğitim görüşlerine etki eden temel ilkeleri şunlardır:
Değişmeden ziyade süreklilik en önemli asıl gerçekliktir.
Evren düzenli ve sistemli bir yapıya sahiptir.
İnsan doğasının temel özellikleri yer ya da zamana
bağlı olmaksızın her nesilde yeniden ortaya çıkar.
• Taşıdığı temel karakterlerle insan doğası evrenseldir.
• İnsan doğası gibi eğitiminde temel hedefleri zamana bağlı olmayıp
evrenseldir.
• İnsanı tanımlayan en karakteristik niteliği akılcılığı olup, eğitiminde
görevi bu niteliği geliştirmektir.
• İnsan ırkını var eden aklın kanıtları ise bazı klasik yapıtlardır.
Temel İlkeleri
• Entelektüel bir eğitim.
• Klasik eserlerin öğrenilmesine ağırlık veren bir eğitim.
• Dünyanın maddi ve manevi gerçeklerini tanıtacak bir
eğitim.
• Hayatın kopyası değil hayata hazırlayan bir eğitim
• Değişmeyen evrensel bir eğitim.
İLERLEMECİLİK
• İlerlemeci Eğitim Birliği resmi olarak 1919 yılında
kurulmakla birlikte bu doktrinin kökleri 18. yüzyıl
Aydınlanma dönemine uzanır.
• Aydınlanma çağı kuramcıları gibi modern ilerlemeciler
de; toplumsal, siyasal ve ekonomik problemlere
bilimsel yöntem ve insan zekâsıyla çözümler getirerek
çevrelerini, şartlarını mükemmelleştirme yeteneğine
sahip bireyleri merkeze alan “ilerleme” düşüncesine
önem vermişlerdir.
• Rousseau gibi İlerlemeciler insanın zayıflığını,
günahkârlığını ileri süren doktrini reddederek insan
karakterinin temelde iyi olduğuna inanmışlardır.
İlerlemeciliğin Felsefi Temelleri
• İlerlemecilik, en gelenekçi felsefeler olan İdealizm, Realizm ve
Thomizm ile bunların gerçeklik tanımlarına ve konu merkezlilik ile
hiyerarşik kategorileme gibi önem verdikleri olguları reddeder.
• Ama İdealizmdeki toplumsal katılım düşüncesi Dewey’in
düşüncesini fazlasıyla etkilemiştir.
• Deweyci İlerlemeciler Liberal düşüncelerin çoğunu kabul ederlerken
klasik Liberalizm ile toplumsal Darwinizmi kabul eden bir etiğe karşı
çıkarlar.
• İlerlemecilik, ağırlıklı olarak Natüralizmle
Pragmatizm unsurları içermektedir.
• Bazı ilerlemeciler Natüralizmden etkilenirken
bazıları da eğitim görüşlerini saptarken John
Dewey’in Deneyciliğinden ya da Pragmatizminden
etkilenmişlerdir.
• Deweyci ilerlemeciler gruba, toplumsal değerlere
ve problemlere çok büyük bir önem verirken
kapsamlı ve etkili düşünme aracı olarak da bilimsel
yöntemin gücünü merkeze alır.
• İlerlemecilik, Amerikan siyasetinde 19. yüzyılın başlarında ortaya çıkan İlerlemeci
hareketin estirdiği sosyal reform rüzgârıyla filizlenmiştir.
• İlerlemeciler, 19. yüzyılda yaşamış olan İsviçreli eğitim reformcusu Rousseau’nun
düşüncelerini benimsemiş ve eğitimin kitap öğretiminden, çok daha fazla şeyleri
içermesi gerektiğini ileri süren Johann Heinrich Pestalozzi’nin düşüncelerine de
yakınlık duymuşlardır.
• Bu eğitimde çocuğu duyguları, zekâsı ve bedeniyle bir bütün olarak ele almak
gereklidir; Pestalozzi’nin ileri sürdüğü gibi doğal eğitim, güvenli ve sevgi dolu bir
ortamda yapılmalıdır.
• Bu eğitim çocuğun içinde bulunduğu çevrede başlamalı ve bu çevre içindeki
objeleri algılaması temele alınmalıdır.
• Viyanalı psikanalist ve ruh hekimi olan Sigmund
Freud’un da düşünceleri ilerlemeci eğitimcilere yol
göstermiştir.
• Progressivizmi besleyen kaynaklar şunlar olmuştur;
-Rousseau ve Pestalozzi gibi Avrupalı Natüralist eğitimciler,
-Freud’un ve Yeni-Freud’culuğun Psiko-Analitik kuramı,
-John Dewey’in Pragmatik Enstrümentalizmi ile yakın
zamanların Amerikalı siyasal ve sosyal reformcuları.
• 1918–19 kışında bir grup İlerlemeci eğitimci
Washington’da bir araya gelmişler ve Chevy Chase
Country Day okulunun yöneticisi olan Stanwood
Cobb’un başkanlığında bir İlerlemeci Eğitim Birliği
kurmuşlardır. Progressivist eğitimi savunan bu birlik şu
ilkeleri temel almıştır;
İlerlemeci Eğitim Projesi
• İlerlemeci Eğitimcilere göre eğitim, çocuğun doğal gelişimini sağlayıp, onun yaratıcılığını, kendini
ifadesini, dürtülerini ortaya çıkaracak özgür davranışlara olanak sağlamalıdır.
• Tüm öğretime çocuğun ilgileri ve onun gerçek dünya ile bağlantı kurma yolları olan dürtüleri
rehberlik etmelidir.
• İlerlemeci bir öğretmen öğrencinin öğretimini tamamen yönlendirmekten ziyade onun araştırma
faaliyetlerine yardımcı olmalıdır.
• Öğrenci başarısı zihinsel, psikolojik, ahlaki ve sosyal gelişimiyle ölçülmelidir.
• Çocuğun gereksinimlerinin karşılanması, yetilerinin geliştirilmesi için öğretmen, okul, ev ve aile
arasında çok büyük bir işbirliği oluşturulmalıdır.
• Gerçek bir ilerlemeci okul yeni eğitim düşüncelerinin ve uygulamalarının bir laboratuvarı olmalıdır.
• Bu eğitimcilerin çoğu Dewey’in Deneyci eğitim felsefesinden etkilenmişler ve Dewey’le benzer
düşünceleri paylaşmışlardır.
Dewey’in İlerlemeci Eğitimi Eleştirisi

• Dewey, İlerlemeciliğin geleneksel okula karşı getirdiği


düşünceleri paylaşmakla birlikte çoğu İlerlemecinin yalnızca bu
olguya reaksiyon göstermesinden dolayı endişe duymuştur.
• İlerlemecilerin birçoğu da geçmişi ihmal edip yalnızca bugünü
göz önünde tutmuştur, sosyal ve düşünsel değerlerden yoksun
çocukça saçmalıkları savunmaya başlamışlardır.
• Dewey’e göre eğitim; geçmişle şimdiki zamanı birleştiren ve
geleceği biçimlendiren sürekliliği olan deneyimlere
dayanmalıdır.
• Dewey, İlerlemeci eğitimin, içeriği yanlış doldurulmuş faaliyetlere dayanmaması gerektiği konusunda
uyarmıştır. Değer içermeyen bir faaliyet; davranış önemsizdir.
• Bir faaliyet problemlerin çözümüne götürecek şekilde yönlendirilmeli, öğrenim öğrenenin gelişmesini
sağlayacak zihinsel ve sosyal olanaklar içermeli ve onun belli bir hedefi olmalıdır.
• Gerçek bir İlerlemeci eğitimci, öğrenenin ilgileri, gereksinimleri, hedefleri, yetileri ve istekleri gibi iç
yaşantı koşulları ile tarihsel, fiziksel ekonomik ve toplumsal olgular gibi dış çevresel faktörler arasında
bağlantılar kurma yeteneğine sahip bir öğretmendir.
• Gerçek İlerlemeci eğitimciler, bilimsel yöntemi ve zihinsel araştırmayı sistematik bir şekilde kullanırlar.
William Kilpatrick ve Proje Yönetimi

• Columbia Üniversitesi Öğretmen Kolejinden Kilpatrick, birçok Amerikalı


eğitimci için İlerlemeci eğitimi karakterize eder hale gelen “proje
yöntemini” geliştirmiştir.
• Verdiği derslerde Dewey’in en zor kuramsal kavram ve düşüncelerine
açıklık getirmeye çalışmıştır.
• Ancak o, yalnızca bir yorumcu olmakla yetinmeyip, İlerlemecilikle
Deneyciliğin bir sentezi olan ve “amaçlı davranış” ya da “proje yöntemi”
olgusunu içeren bir eğitim felsefesi de geliştirmiştir.
• Derslerinde çok geniş bir öğretmen kitlesine ulaşan Kilpatrick, Amerikan
eğitim kuram ve uygulamaları üzerine de önemli bir etki yaratmıştır.
• Kilpatrick, kitapların yaşama yönelik bir öğretime uygun olmadığını
savunmuştur.
• En zararlı kitapseverlik; geleneksel okul uygulamalarının çoğunda ders
kitabının merkeze alınmasıdır.
• Çoğu kez öğretmenler yalnızca ders kitaplarının içerdiği bilgilere
dayanırlar ki, bu da genellikle mekanik, ikinci el deneyimlere yol açar.
• Otoriterciliğe ve kitap merkezli geleneksel eğitime karşı çıkan Kilpatrick’in proje yöntemi,
Deneycilik çizgisinde bir yapıcı İlerlemeciliğe dayanmaktadır.
• Bu proje yönteminde öğrencilerin, kendi amaçlı çabalarını ortaya çıkaracak faaliyet ya da
projeleri seçmeleri, planlamaları, yönlendirmeleri ve başarmaları sağlanır.
• Kuramsal olarak bu proje bir problem çözme biçimidir.
• Öğrenciler bireysel ya da grup olarak deneyimlerinden ortaya çıkmış olan problemleri
tanımlayıp, öğrenmeyi bir problem çözme ve çözümleri deneyerek test etme çabası
haline getirmelidirler.
• Kilpatrick, okul müfredatının dört temel proje ile düzenlenmesini tavsiye
etmiştir.
• Bunların ilki; “yaratıcı ya da yapı projesi” olup, kuramsal planın
yapılmasıdır, sözgelimi öğrenciler bir tiyatro eseri yazmaya karar verip,
sonrada bunu sahneye koymalıdırlar; oyunu yazıp, rolleri belirleyen
öğrenciler oyunu sahneye koyabileceklerdir.
• Ya da bu yaratıcı proje bir kütüphane planı çizmeyi içermektedir. Test
edilecek; öğrenciler tarafından planı çizilen bir kütüphane yapısı
olacaktır.
• İkinci proje; “değerlendirme ya da zevk alma projesi” olup,
estetik deneyimin kazandırılmasını sağlar.
• Okunan bir roman, seyredilen bir film veya dinlenen bir
senfoni estetik zevk ve değerlendirmeye yol açan bu
projeyi oluşturan örneklerdir.
• Üçüncü proje; “problem projesi”, öğrencilerin zihinsel
problemleri çözümünü kapsar ki bunlar da ırk ayrımı,
çevrenin niteliğinin geliştirilmesi, yeni oluşturulan
araçların organizesi gibi düşünsel bir araştırmayı
gerektiren sosyal problemlerdir.
• Son proje olan “özel öğrenme projesi”, bir bilgi alanını ya da bir yeteneği
öğrenme olgusunu içerir; yüzmek, dans etmek, okumak, yazmak veya
kodlama yapmak gibi belirli yetilerin kazanımını hedefler.
• Kilpatrick’in savunduğu proje yöntemi hem eğitimsel amaçlar hem de
sosyal hedefler açısından ele alınmalıdır.
• Proje yönteminin eğitim hedefleri; yaratıcı, yapıcı, eleştirici, zihinsel
yeteneklerin geliştirilmesidir.
• Bu yeteneklerin kazandırılması Kilpatrick’in eğitim reformunun yalnızca
bir parçasıdır.
• Eğitimin insanlar arasındaki birlik ve paylaşımın sonucu olan sosyal bir
faaliyet olduğuna inanmıştır.
• Kilpatrick’in düşündüğü insan tipi, hedefli faaliyetlere dayanan bir
eğitimin sonucunda ortaya çıkan demokratik kadın ve erkektir.
• Yeniden Yapılanmacı bir kişi olarak İlerlemeci bir eğitimden geçen kadın
ya da erkek; sosyal kurumların insan zekâsının bir ürünü olduğuna ve
bunların zaman zaman yenilenmesi gerektiğine inanmalıdır.
• Demokrat bir vatandaş; bilimsel yöntemi özgürce kullanmalı ve insan
zekâsını yaşam koşullarına hapseden dinsel, metafiziksel, siyasal ve
ekonomik mutlaklar gibi dogmatik engelleri aşabilmelidir.
• İlerlemeci bir öğretmenin öğrencilerini projelerini planlayıp,
başlatmaları ve sonuçlandırmaları konusunda nasıl yönlendireceğini
bilme gereksinimi vardır.
İlerlemeci Eğitimin Temel Özellikleri

• Programdan ve bilgiden çok öğrenen çocuğu merkeze alır.


• Bilgiyi kazandırmaktan ziyade doğrudan deneyimler ve faaliyetlere
önem verir.
• Bireyselleştirilmiş, yarışa dayalı bir öğretimden çok grupla öğrenme
faaliyetlerini merkeze alır.
• Eğitimi yaşama hazırlık değil, yaşamın kendisi olarak görür.
• Eğitim ortamının demokratik olmasını savunur.
• Eğitimde öğrenciyi cesaretlendirmeyi esas alır.
• Sınavları ezbere dayalı değil, problem çözümüne dayalı olmasını önerir.
• Problem çözümünün bilimsel yönteme dayandırılmasından yanadır.
OLUŞTURMACILIK
Yeniden-Oluşturmacılık; Pragmatizmden özellikle de John Dewey’in
Deneyciliğinden etkilenmiş; Yeniden-Oluşturmacılar Sosyal
Bilimlerdeki kavrama tarzının ve bilimsel yöntemin kullanılmasıyla yeni
bir toplumun yaratılabileceğine inanmışlardır.
Kapsamlı bir toplumsal planlamaya dayanan, yeni bir toplumu
hedefleyen Yeniden-Oluşturmacı kuramcıların düşünceleri evrimsel ve
reform ve değişmeyi benimseyen Liberallerin düşüncelerinden çok
daha ileri düzeydedir.
Toplumsal Yeniden-Oluşturmacılar İlerlemecilerin görüşlerine de ilgi
duymuşlardır. Gerçektende İlerlemeci eğitim hareketinin toplumsal
kanadı Yeniden-Oluşturmacı düşüncelere kaynaklık etmiştir.
Çocuk-merkezci İlerlemeciler ise, okulları politize eden ve çocukları
kendi özel ideolojik tercihleri doğrultusunda eğitmeye çalışan Sosyal
Yeniden-Oluşturmacılara karşı çıkmışlardır.
Okula Sosyal mühendislik ve sosyal değişim aracı olarak önem veren
Yeniden-Oluşturmacılık, eğitime zihinsel gelişim işlevi yükleyen
İdealizm, Realizm ve Thomizm gibi geleneksel felsefelerle de çatışmıştır.
Yeniden-Oluşturmacılar okulları sosyal kuramlarını test etmede,
çocukları da sosyolojik ve pedagojik kobaylar olarak kullanmada bir
sakınca görmemektedirler.
Yeniden-Oluşturmacılık, okulun yeni bir toplum yaratılmasında kullanılmasını
gerekli gören bir kuram olup, okulların temel işlevinin modern toplum krizlerini
teşhis etmek olduğunu ileri sürmektedir.

Kültürel krizlere yol açan önemli sosyal problemleri belirleyecek olan okullar bu
problemlere çözüm üretecek yeti ve davranışlara da zemin hazırlayacaktır.

Sosyal Yeniden-Yapılanmacılara göre öğretmenler öğrencilere yeni bir toplum inşa


etme düşüncesini aşılamaktan korkmamalıdır.
Eğitime daha az görev yükleyen bu kuramcılar tüm eğitimin belli bir
kültürün ürünü olduğunu öne sürerler.

İlerlemeci eğitimin toplumcu kanadından kaynaklanan Yeniden-


Yapılanmacılık, “Gelecekçilik” ve “Gelişme Eğitimi” gibi çeşitli çağdaş
düşünce formları halinde sürmektedir.
Yeniden-Yapılanmacılık geçmişin sosyal değer ve olgularına ayna görevi gören,
Esasici ve Daimici kuramlara şiddetle karşı çıkar.

Yeniden-Yapılanmacı kuramcılar, eğitimcilerin toplumsal reform sağlayacak


politika ve programları üretmeleri, öğretmenlerinde gençleri toplumsal
reform ve sosyal mühendislik programlarıyla yönlendirmeleri gerektiğini ileri
sürmüşlerdir.

Yeniden-Oluşturmacılar, Dewey’in hem bireysel hem de sosyal deneyimin


yeniden oluşumu gereksinimine önem veren Pragmatizmini takip ederek,
toplumsal deneyin ve kültürün yeniden yapılanmasını merkeze alırlar.
• Yeniden- Oluşturmacıların düşüncelerinde belirli farklar olmakla
birlikte şu düşüncelerde birleşirler;

• Tüm felsefeler, İdeolojiler ve eğitim kuramları belirli bir zaman ve


yerde ortaya çıkmış olan kültürel şartlardan kaynaklanırlar,

• Dinamik bir süreç olan kültür gelişir ve değişir,

• İnsanlar kültürü kendi gelişim ve zenginleşmelerini daha verimli hale


getirsin diye yeniden biçimlendirebilirler.
• Toplumsal Yeniden- Oluşturmacılar çağdaş toplumun; modern
yaşamın ihtiyaçlarına cevap verecek yeni kurum ve değerlere karşı
ilgisiz olan insanlar nedeniyle ortaya çıkan çeşitli kültürel krizlerle
kuşatıldığını düşünürler.

• Okulun görevi; kültürel mirası sorgulayıcı bir şekilde ele almak ve


toplumu yeniden yapılandırılırken kullanılabilecek unsurların önemine
dikkat çekmektir.
Yeniden- Oluşturmacılar dört konuyu öğretimin merkezine
alırlar;
1- Kültürel mirası eleştirel olarak ele almak,
2- Kurumsal sosyal bir reform planlamak,
3- Kültürel bir yeniliğe yol açacak planlı bir eylem geliştirmek ve
4- kuramsal sosyal reform programlarıyla kültürel planı test
etmek.

Bilim ve teknoloji öncesi döneme ait olguları içeren ahlaksal ve


ideolojik kültür aşılmalı; hoşgörülü olmayan, batıl, ayrımcı
düşünme biçimleri içeren gelenek ve klişeler belirlenip elimine
edilmelidir.
George S. Counts’un Öncü Çalışmaları
Bir eğitimci olan George S.Counts (1889–1974), Sosyal Yeniden-Yapılanma kuramını
yaşama geçirmiştir. 1916 yılında Chicago üniversitesinde doktor unvanını alan
Counts, toplumsal kuramını eğitim konularına uygulamış, aktif geçen yaşamı
boyunca Columbia Üniversitesi Öğretmenler Kolejinde eğitim profesörlüğü,
Amerikan Öğretmenler Federasyonu başkanlığını üstlenmiş ve sivil özgürlüklerin
savunucusu olmuştur.

Bir Yeniden-Oluşturmacı, planlanmakta olan bir toplumla planlanmış bir toplumu


birbirinden ayırır.
Planlanan bir toplumda sosyal düzenleme asla gerçekten bitmez. Tersine yaratıcı
zekâsı olan insanın hep yeniden biçimlemesiyle bu düzenleme sürer.
Teknoloji, bilimi yaşama uyguladığı için yeniden oluşturulmuş eğitim
felsefesi kapsamında bilimin rolü araştırılmalıdır.
Counts, insanlığın bilimi problem çözme yöntemi ve aracı olarak çok
fazla kullandığını görmüştür.

Zihinsel bir yöntem olarak bilim; bilgiyi düzenleyip


mükemmelleştirmiştir.

İnsanın güçlerinden olan kontrol ve özgürlük edimiyle bilim insan


çevresini biçimlendiren ve insanı motive eden en önemli olgulardır.
Bilimi “düzenli ve eleştirel bir ortak anlayış yöntemi” olarak tanımlayan
Counts bu yöntemi şu niteliklerle belirler;
Hipotezlerle başlayan bilimsel yöntem deney, bilgi ve düşüncelerle gelişir,

Bir hipotez en kusursuz araçların kullanıldığı doğru ve uygun bir


araştırma sürecinde test edilir,

Veriler toplanır ve hipotez deneysel ve genel kanıtlama ile doğrulanır ya


da ret edilir.
Teknolojik çağ ekonominin, toplumun, eğitimin, yönetimin ve kültürel
değerlerin sürekli olarak yeniden yapılanmasını gerektirmektedir.

Counts’un, Amerikan uygarlığına ilişkin araştırmasında iki temel olgu


ortaya çıkmıştır; bunlardan biri, çağa özgü temel bir demokrasi ahlakı
olup diğeri de bilimsel-teknolojik, endüstriyel topluma verilen önemdir.

Bu iki güç Amerikan eğitiminde bir kültür felsefesinin temellerini


oluşturup, yeniden- yapılanmacı bir sentez yaratmıştır.
• Demokratik bir eğitim programı çerçevesinde Counts iki temel unsura
önem vermiştir; 1- Demokratik alışkanlıkların, eğilimlerin ve ilgilerin
gelişimi ve 2- Demokratik topluma düşünsel açıdan katılım için bilgi
ve kavrayış yetisinin kazanımı.
• Counts, her eğitim programının biçim ve öz, model ve değer ile
bağlılık ve eleştiri gibi taşıdığı niteliklerden dolayı iki eğilimli olduğunu
ileri sürmüştür.
• Her toplumun kendine özgü ve farklı bir eğitimi vardır. Amerikan
eğitimcilerinin temel işlevleri okulu yönlendiren temel ilke ve
kabulleri aydınlatmak olmalıdır.
• Counts, kuramını ileri sürerken hem en gelenekçi Esasiciler ve Daimicilere hem
de çocuğu merkeze alan İlerlemecilere meydan okumuştur.
• Eğitimsel gelenekçiliğe karşı çıkmasının yanı sıra Counts, çocuğu merkeze alan
İlerlemecilerle de çatışmış; öğrencilerin tamamen kendi ilgilerine göre özgürce
yetişmelerine olanak veren ve onları kesinlikle zorlamayan tarafsız bir okulun
olanaklı olduğunu savunan bazı İlerlemecilerin düşüncelerini kabul etmemiştir.
• Yeniden- Oluşturmacılık iki çağdaş hareket olan Gelişme Kuramı ve Gelecekçilik
ile ilişki halindedir. Bu kuramların ideolojik kaynakları Counts’un kuramından
farklı olup, temelde Progressivizme dayansalar da, her iki kuramın da
hedeflediği olgu yeni bir toplumsal düzen oluşturmaktır.
Epistemolojik bir teori olarak oluşturmacılık;
doğrudan öğretme ile değil, bilgi ile ilgilidir.

Biz bilgiye ilişkin bu teoriden öğrenmeye ilişkin


mantıki çıkarımlarda bulunuruz.

Öğrenmeye ilişin düşüncelerimizden de


öğretmeye ilişkin çıkarımlarda bulunur ve
düşünceler üretiriz.
“Öğretmekten” çok “öğrenmeyi” merkeze alan bir anlayıştır.

Kişi, öğrendiği yeni bilgileri zihninde etkin olarak kendisi


yapılandırır.
Sizce bu adam
kim ve ne
yapıyor?
• Bu kuram bilginin öğretmenden öğrenciye doğrudan ve olduğu gibi
aktarılamayacağını,
• öğrencinin kendisi tarafından etkin bir şekilde yeniden yapılandırılıp
yeni bir formata dönüştürüldüğünü ileri sürer.
Sosyal Oluşturmacılık

Vygotsky, öğrenmede
kültürün ve dilin önemli
etkisi olduğunu
savunmuştur ve bilginin
sosyal etkileşmelerle
oluştuğunu öne
sürmüştür.
Vygotsky’ ye göre:

• Sosyal çevre ve o çevredeki insanlar çocukların öğrenmesini etkiler,

• Çocuk dil ve deneyimleri ile sosyal çevresiyle etkileşerek öğrenir,

• Eğer bu etkileşimler kaliteli ise çocuğun bilişsel gelişimi hızlanır,

• Bilişsel gelişimin sonu yoktur, yani süreklidir.


Oluşturmacı Öğretim Araçları ???
• Genel olarak aktif (araştırma, soruşturma, incelemeye,
tartışmaya dayalı) öğretim yaklaşımları:

• Probleme dayalı öğretim


• Proje temelli öğretim
• Yansıtıcı öğretim
• İşbirliğine dayalı yöntemler
•…
Oluşturmacılara göre öğrenciler öğrenirken;
• Akranlarıyla,
• Öğretmenleriyle,
• Çevreleriyle,
• Ön bilgileriyle,
• Çeşitli araç – gereçlerle etkileşime girerler.

o Bu etkileşim sonucunda da bilgilere kendileri ulaşırlar,


o Bir başka deyişle bilgileri zihinlerinde oluştururlar.
Oluşturmacılıkta öğrencilik;
• Bilgileri ezberlemek ve/veya bol miktarda test çözmek
değil,
• Yer yer yarışmak, aynı zamanda da işbirliği yapmaktır.
Oluşturmacılıkta;
• Öğrenme sürecine aktif olarak katılan,
• Araştıran,
• Problem çözen,
• Düşünen,
• Tartışan, sorgulayan,
• İşbirliği yapan öğrencilerin yetiştirilmesi amaçlanmaktadır.
EĞİTİMDE BAZI RADİKAL
DÜŞÜNCELER VE UYGULAMALAR
Maria Montessori
Karl Paul Feyerabend (Yönteme Hayır)
Ev Okulu Uygulaması
Ivan Illich (Okulsuz Toplum)
Maria Montessori
1870 yılında doğan Maria Montessori, tıp eğitiminin yanı sıra, felsefe ve
psikoloji eğitimi almış, zihinsel engelli çocuklarla ilgilenmiş, çocukların
nasıl öğrendikleri üzerine çalışmıştır.
Klinik çalışmalarında, çocukların bulundukları çevreye göre şekillendikleri
sonucuna varmıştır.
O, “Bildiğim ne varsa çocuklardan öğrendim” der..
Montessori’ye göre, çocukların sonradan gösterecekleri özellikleri
doğuştan vardır.
Eğitimde çocuktan hareket edilmelidir.
Çocuğun fiziksel, ruhsal ve zihinsel potansiyeli, ancak özgür bir ortamda
ortaya çıkar ve gelişir.
Eğitim sayesinde çocuğun kişiliği fark edilirse ve çocuğa ruhsal
gelişimi için uygun bir çevre sağlanırsa, yeni iyi bir çocuk ortaya
çıkartılabilir.
Bu amaçla, okul öncesi eğitimine odaklanmış ve çocuğu akıl, ruh ve
fizik bütünlüğü ile kabul eden bir eğitim modeli önermiştir.
Amacı, çocuğa yaşamın farklı alanlarında tam potansiyeline ulaşması
için yardımcı olmaktır.
Bunun için, çocuğun keşfetmesi ve üst düzeyde bağımsız olarak
öğrenmesini kolaylaştırmak için çevre düzenlemesi yapılır.
Buna “hazırlanmış çevre” denir
Bu hazırlanmış çevrede, çocuk hareket özgürlüğüne sahip olur ve çeşitli
faaliyetlerde bulunur.
Örneğin beş yaşındaki bir çocuk pasta yapabilir.
Diğer yandan, kendini hazır hissetmediği hiç bir işi yapmaya
zorlanmaz.
Montessori eğitiminde, çocuğun okul öncesi dönemde,
özgüvenli olması, inisiyatif alabilmesi, ne istediğini bilmesi ve
bağımsız hareket edebilmesi amaçlanır.
Montessori, çocuğun öğrenmesinde en geçerli dürtünün motivasyon
olduğuna inanır.
Bu inançla, çocuğa hayatı boyunca öğrenmesini sağlayacak
motivasyon aşılanmaya çalışılır.
Ayrıca çocuğun başkalarına karşı saygılı ve yardımsever olması
hedeflenir.
Çocukta öğrenme zevkli hale getirilir.
Çocuk başka biri tarafından zorlanmadan öğrenir.
Çocuklara bir işi yaparken belirli bir sırayı takip etmesi öğretilir.
Ayrıca çocuklara, yaptıkları faaliyetler sonunda, kullandıkları
materyalleri toplamaları öğretilir.
Karl Paul Feyerabend (Yönteme Hayır)
Feyerabend, Avusturya asıllı ABD’li bir filozoftur. “Yönteme Hayır” adlı
kitabında bilimi ve bilimin modern toplumdaki yerini sorgulamaktadır.

Hıristiyanlığın geçmişte toplumlar üzerinde büyük bir nüfuza sahip olması


gibi bilimin de günümüzde buna benzer bir statüye sahip olduğunu vurgular.
Bu bağlamda bilimi, modern insanın dini olarak görür ve bu anlayışı
eleştirir.
Feyeraben’in eğitime yaklaşımı da bilime yaklaşımı gibi radikal görüşler içerir.
O eğitimi, bir zamanlar Hıristiyanlığın, toplum üzerindeki nüfuzunu
sürdürmesi için kullandığı kurumlaşmış bir baskı aracı olarak değerlendirir.
.
Eğitim sırasında, doğa ve toplum konularında bazı kişiler, öğrencilere
otorite olarak tanıtılmaktadır.
Öğrencilerden de kendilerine tanıtılan bu uzman kişileri dinlemek ve
taklit etmeleri beklenmektedir.
Eğitim ile çocukların yetişkinlerin sözlerini dinlemeleri ve uyum
sağlamaları istenir.
Dolayısı ile çağdaş eğitim çocukların yaratıcılığını geliştirmek yerine
öldürmektedir .
Ev Okulu Uygulaması
Ev okulu uygulaması, yüzyıllardır devam eden bir eğitim
yaklaşımıdır.
Bu sistem, önceleri, genelde varlıklı ailelerin, çocukları için
uygulanıyordu. Agatha Christie, Abraham Lincoln, Edison,
Washington, Einstein, Benjamin Franklin ve Roosevelt gibi birçok ünlü
bilim ve devlet adamı, ev okulunda eğitim görmüştür.
1918 yılında, ABD’nin tüm eyaletlerinde çocukların en az ilköğretim
düzeyinde okula gitmeleri zorunluluğu getirilmiştir. Ancak Katolik aileler,
çocuklarının diğer çocuklarla aynı yerde eğitim almalarını istememiştir.
1925 yılında dava açarak, çocuklarını kamu okulları yerine, özel okullara
gönderme hakkını elde etmişlerdir.
Böylece ev okulu uygulaması, okula ulaşamayan veya güçlü dini
inançları olan aileler tarafından tercih edilmeye başlamıştır.
Günümüzde, ev okulu sistemini seçen ailelerin büyük bölümü,
okullarda verilen eğitimin, evde yapılan eğitim ile aynı kalitede
olmadığına inanmaktadır.
Bu aileler okulların çocuklarına yeterli sosyal çevre sunamadığını
savunmaktadırlar.
Ev okulu uygulamasında çocuklar okula gitmiyorlar.
Eğitim, çocuğun evinde veya informel biçimde oluşturulmuş küçük
gruplarda gerçekleştiriliyor.
Çocukların öğretmenleri ebeveynleridir.
Dolayısıyla eğitime yönelik sorumluluk da ebeveynlere aittir.
Bu nedenle, ev okulu uygulamasının başarılı olabilmesi için, anne
babaların eğitimin önemini kavramış ve donanımlı olması gerekir.
ABD’de 2002 yılında, yaklaşık 1,6-2-0 milyon çocuk ev okulunda eğitim
görmekteyken, bu sayı 2009 yılında 2 milyona ulaşmıştır. Bu hızlı bir
artıştır.
Dolayısı ile ev okulu uygulamasının en hızlı yayılan alternatif okul
modeli olduğu söylenebilir.
Bu model Avustralya, Kanada, Almanya, Fransa, Meksika, Güney Afrika,
İngiltere ve Japonya gibi ülkelerde de yaygınlaşmaktadır.
Ivan Illich (Okulsuz Toplum)
1926’da Viyana’da doğan Ivan Illich, histoloji, kristalografi,
teoloji, felsefe ve ortaçağ tarihi eğitimi almıştır. 1960
yılına kadar Porto Rico Katolik Üniversitesinde rektör
yardımcısı olarak çalışmıştır.
1970’li yıllarda yayımlanan “Okulsuz toplum” adlı
kitabında, okulları sanayi toplumunun etkisinde olduğu
gerekçesiyle eleştirmiştir.
Illich bu eserinde, toplumdan ziyade, zihinlerin
okulsuzlaştırılması gerektiğini öne sürmüştür.
Ona göre okullar, var olan otoriteye bağlı bireyler yetiştirmekte ve
yerleşik düzeni benimsetmektedir. Böylece okullar ideolojik eğitim
vermektedir.
Eğitimin kurumsallaşması ise diplomalı eğitimi ve diplomaya göre iş
gücü seçimini beraberinde getirir.
Öğrenimin amacı, yeni bir beceri veya iç görü kazandırmadır. Oysa
öğrencinin iş piyasasında bir yer edinebilmesi, okulda geçirdiği
süreye, yani diplomaya bağlı hale gelmiştir.
Evrensel okullaşmanın amacı, öğrencinin özgeçmişinin, iş piyasasına
girmesine etkisini ortadan kaldırmaktır.
Yani iş piyasasındaki her konum için herkese eşit şans tanımayı amaçlar.
Oysa okul sistemi, şartları eşitlemek yerine tekeline almaktadır.
Okul sınıflı toplumu beslemekte, insanları derecelendirmekte,
dolayısıyla toplumsal kutuplaşmayı şiddetlendirmektedir.
Okul, toplumsal hiyerarşiyi meşru hale getirmekte ve eşitliği
sağlamak yerine, eşitsizlik yaratmaktadır
Bu bakımdan okulların artışı, toplumlar için, silahların artışı kadar
zararlıdır.
Illich, yalnız eğitimin değil, toplumda maddi olmayan ihtiyaçların
tümünün okullaştığını söyler.
Ona göre toplumda zengin de fakir de kurumsal hizmete bağımlı hale
getirilmiştir.
İnsanın kendine doktorluk etmesi sorumsuzluk, kendini eğitmesi ise
güvenilmez kabul edilmiştir.
Böylece toplumda maddi olmayan ihtiyaçların tümü “meta” haline
getirilmektedir. Hizmet anlayışı da okulda bir “değer” haline
gelmektedir
• Oysa değer haline gelen sağlık, öğrenme, saygınlık, bağımsızlık ve
yaratıcılık, bu amaçlara hizmet ettiğini savunan kurumların
hizmetleriyle bir tutulur.
• Bu amaçların gerçekleştirilmesi, hastane, okul gibi kurumların
kaynaklarının artırılmasına bağımlı hale gelir. Böylece değerler
kurumsallaşır.
• Değerlerin kurumsallaşması sonucunda, toplumda fiziksel çöküntü ve
kutuplaşma başlar. Ardından psikolojik çöküntü yaşanır. Dolayısı ile
toplumun okulsuzlaştırılması kamusal eğitimin yararına olacaktır.
Illich’e göre okula giden öğrenci, öz ile süreci karıştırmaktadır.
Öğrenci eğitimi sınıf geçmeyle, yeterliliği diplomayla, yeni bir şey
söylemeyi kolay konuşmayla karıştırmaktadır.
Eğitimciler de öğretim ile sertifikalandırmayı aynı pakete koymaktadır.
Okul ailelerde sorumsuzluk duygusu geliştirmektedir. Çocuğunu okula
gönderen aile, her şeyi okulun gerçekleştireceğini düşünerek, artık
kendini çocuğunun eğitiminde sorumlu görmez.
Veliler okulu diploma edinme kaynağı, öğretmenler de bir iş
merkezi olarak görmektedir. Diğer yandan, okulda neyin neden
öğretilmesi gereği kimseyi ilgilendirmemektedir.
Bu durum okulun insanları kullanmasına yol açmakta; gençlerin
kişilikleri sömürülmektedir.
Illich’e göre; okul sisteminin diğer bir yanılgısı da öğrenmenin öğretim
sonucu olduğu varsayımıdır. Oysa öğrenmelerin çoğu okulun dışında
gerçekleşir.
Öğrenciler öğrendiklerinin önemli bir bölümünü, öğretmenin yardımı
olmadan, öğretmenlere rağmen, kendi kendilerine öğrenirler.
Herkes, öğretmenin yol göstericiliği olmadan, konuşmayı, düşünmeyi,
politika yapmayı ve çalışmayı öğrenir.
Aptallar ve hatta öğretmenlerin kendi çocukları dahi, bilgilerinin çoğunu
eğitim sürecinin dışında edinmiştir.
Illich’e göre; becerilerin çoğu alıştırma yaparak edinilir. Çünkü beceri
tanımlanabilir ve kestirilebilir bir uygulamada ustalaşmadır.
Usta, beceri öğretirken, birbirine uyan eşleri bir araya getirmeye
çalışır.
Öğretmenler ise öğrencilerin standart tepkilerini geliştirmeye çalışır.
Bu amaçla okulda uygun ortam yaratmaya çalışırlar.
Dolayısı ile okul insanların farklılaşmalarını ve farklı olanların yeteneklerini ortaya
çıkarmalarını engellemektedir.

Bu nedenle, okul yerine, herkese, ilgisini aynı ilgiye sahip kişilerle paylaşarak, yaşamının
her anında öğrenebileceği “eğitsel ağlar” kurulmalıdır.
Bu eğitsel ağlar ile kendi kendine kurulan tartışma grupları oluşacaktır.
Illıch’in “eğitsel ağlar” önerisi, “herkesin eğitiminin herkes tarafından eğitim” ile
sağlanabileceği varsayımına dayanır.
Böyle bir sistemde eğitime ayrılan zaman, işe veya dinlenmeye ayrılan zaman ile yarışmaz.
Çünkü eğitim toplum yaşamının tümüne yayılarak, yaşam boyu ve planlanmamış
biçimde sürer.
TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNİN FELSEFİ
TEMELLERİ
Bir toplumun kimliğinin oluşturulması, alışkanlıklarını kazanması, kültürün geliştirilmesi ve
yayılmasında etkili olan temel faktörlerden birisi de benimsenen eğitim felsefeleridir.

Medeniyetlerin kurulması ve varlıklarını sürdürmesi büyük ölçüde toplumsal yapılarında kabul


gören eğitim felsefelerinin bir ürünüdür.

Benimsenen eğitim felsefesi toplumların içinde bulundukları coğrafyadan, üretim biçimlerinden,


kültürel birikimlerinden, yaşam alışkanlıklarından ve tarihsel geçmişlerinden etkilenir.
Aynı zamanda eğitim felsefesi toplumlarda var olan düşün yapılarını etkileyerek toplumdaki
kurumların üzerine kuruldukları sosyal normları, değerleri ve kısaca sistemleri etkiler.

Eğitim felsefesi toplumların sosyal, kültürel, ahlaki ve tarihsel birikimlerine göre şekillenmesine
karşın, içinde bulunulan dönemde yaşayan düşünürlerin görüşleri de dönemin eğitim
felsefesinin anlaşılmasında dikkate alınması gereken önemli unsurlardan biridir.
Türk eğitim sisteminin felsefi temelleri araştırılırken, İslâmiyet öncesi, İslamiyetten sonra ve
Cumhuriyet Dönemi eğitiminin dayandığı felsefeler ve düşünürler üç ayrı dönem olarak ele
alınabilir.

İslamiyet öncesinden günümüze kadar Türk toplumunun sahip olduğu eğitim sistemlerini
şekillendiren felsefi yaklaşımların özellikleri ve düşünürleri araştırdığımız zaman değişik
düşüncelerle karşılaşırız.

Cumhuriyet ile birlikte tartışılan eğitim felsefeleri ise ulusun çağdaş değerler etrafında yeniden
yapılanması sürecini belirli oranda etkilemiştir.
İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK TOPLUM YAPISI
VE EĞİTİMİN DAYANDIĞI FELSEFE
İslâmiyet öncesi Türk toplumundaki eğitim felsefesi, büyük ölçüde Türklerin yaşam
biçimlerinden ve bu yaşam biçimini etkileyen ekonomik, toplumsal ve politik ortamlara
dayanmaktadır.
Türkler, İ.Ö İ.S. 453 yılları arasında Büyük Hun, Batı Hun, Göktürk , Uygur devletlerini
kurmuşlardır.
Yaklaşık 1450 yıl süren bu dönemde yerleşik Uygur toplumu
haricinde genelde göçebe bir yaşam tarzı sürdürmüşlerdir.

Toplum, göçebe olduğundan dolayı, yerleşik okul kurumu


yoktur.
Eğitim ortamı, gerçek yaşamdır: Eğitimde esas olan gerçek durumlarda
yaparak yaşayarak öğrenmektir.

Yaparak ve yaşayarak, taklit ederek, örnek alarak öğrenme ile kademeli


yaklaşım kullanılır.
Sınama durumları yaşam içindeki gerçek durumlardır: Kişi, yaşamın içinde sınanırdı.

Yaşamın kendisi, savaş ve savaş oyunları, av, öğrenen bireyin yapıp ettikleri, ortaya
koyduğu araç-gereç ve ürünler sınama durumlarının temel öğeleriydi.

Kişinin gerçek yaşamdaki sınama durumlarında yapıp ettiklerine göre adı, unvanı, yeri
gibi toplumsal statüsünün öğeleri belirlenirdi.
İslamiyet öncesi Türk toplumunda eğitim, genellikle doğacılık (natüralizm) felsefesi akımına
uygundu.
Doğacılık akımına göre eğitim gerçek yaşam ortamında, doğada yapılmaktadır.

Kadın ve erkekler aynı eğitimden geçerler.

Kişi toplumsal ve doğal ortamda karşılaştıkları güçlükleri giderecek biçimde yetiştirilmekteydi.


Genellikle öğretmen bilge ve yaşlı kişilerdi.
Aynı zamanda doğanın ve yaşamın
kendisinin de öğretmen olduğu düşünülürdü.

Yaşamdan ve doğadan bireyin


öğreneceklerinin, yaşamda kalmasını ve
sağlıkla bir yaşam sürmesini sağlayacağı
görüşü benimsenmekteydi.
İSLAMİYET SONRASI TÜRK TOPLUMUNDA
EĞİTİMİN DAYANDIĞI FELSEFE
Türkler IX. ve X. yüzyıllarda kitleler halinde Müslüman olmasıyla birlikte yeni kültürel
değerlerle karşı karşıya kalmışlardır.
Eski değerlerin bir kısmı, yeni kültürel değerlerle donatılmaya başlanmıştır.
Türk toplumu, eski değerleriyle yani töresiyle, İslâmî değerleri sentezlemiş; fakat
bununla kalmamış aynı zamanda eski Grek, Latin kültürüyle de bu değerleri
zenginleştirmiştir.
Böylece yeni kültürel değerler oluşturmuştur.
Müslüman Türk toplumunda; Çin, Hint, Fars, İslâm, Yunan, Latin, Anadolu, Mısır vb.
uygarlıklarına kimi değer ve yaşam pratikleri Türk yaşam biçimi içinde sentezlenmiştir.

İslamiyet sonrası Türk toplumunda, içinde eğitiminde yer aldığı sosyal kurumları,
değerleri ve normları etkileyen yeni felsefi düşünceler ortaya çıkmıştır.
Öğretim ve öğretmen erdemleri ve özellikleriyle
düşünce sistematiğinin merkezinde yer almıştır.

Özellikle Farabi, İbni Sina, Gazali, Yusuf Has Hacip


gibi İslam düşünürleri düşünce ve dünya görüşleriyle
içinde eğitiminde bulunduğu geniş bir yelpazeyi
etkileyen farklı felsefi yaklaşımlar ortaya koymuşlardır.
FARABİ
Farabi; Platon, Aristo ve Yeni Platonculukla İslamiyeti
uzlaştırmaya çalışan ilk Türk-İslâm filozofudur.
Ona göre ahlâkı, bilim saptar.
Mutluluk, insanın kendisine iyilik etmesiyle gerçekleşir.
İyilik, zorla değil; özgürlük içinde ve isteyerek
yapılmalıdır.
O zaman iyilik, özüne uygun olur ve kişi mutluluğa
erişir.
Farabi öğretim ve eğitimi birbirinden ayırır.
Öğretim, milletler ve şehirlerde kuramsal erdemleri var etmedir.
Eğitim ise ahlâkî ve sanatsal erdemleri kazandırmadır.
Öğretim, konuşmayla, bilgi aktarmayla olur.
Eğitim ise, uygulamalı olarak meslekleri ve işleri öğrenme, beceri kazanmayla gerçekleşir.
Bu tür işler ve sanatlar alışkanlıklarla kazanılır.
Öğretim ve eğitim yapılırken, kolaydan zora, basitten karmaşığa, somuttan soyuta, yakından
uzağa ilkesine uyulmalıdır.
Farabi öğretim yöntemi olarak iki yoldan söz eder. Birincisi; inandırıcı ve etkin sözler
söyleyerek öğretme; ikincisi ise, zorlama yoludur. Zorlama yolu, kabul edilemez.

Farabi ye göre öğretim bilgiyi aktarmaktır. Bu konuşmayla olur. Oysa eğitim uygulamadır.
Beceri, kişilik kazandırmadır ve yaşanarak kazanılır.

Farabi ye göre üç tür eğitici vardır. Bunlar; aile reisi, öğretmen ve devlet başkanıdır. Aile reisi,
ailenin içindekileri; öğretmen, çocuk ve gençleri; devlet başkanı milleti eğitir.
O'na göre bir eğitici de iki tür nitelik bulunmalıdır. Bunlar doğuştan gelen ve sonradan
kazanılan niteliklerdir.

Doğuştan gelenler; beden, zekâ, bellek, güzel konuşma, öğrenme ve öğretme sevgisi,
yeme, içme ve kadına düşkün olmama, doğruluğu sevme, yumuşak huylu, azim ve irade
sahibi olmadır.

Sonradan kazanılanlar ise, bilgelik, bilginlik, aklını kullanabilme, toplumun yararını


gözetme, iyi bir öğretici olma, güçlüklere ve yorgunluğa dayanmadır.
İBNİ SİNA (AVİCENNA )
Ona göre, insanın ruhu kandil; bilim onun ışığı,
bilgelik ise, bu kandilin yağıdır.
Eğitimin doğumla başlaması gerektiğini savunur.
Çocuk sütten kesildikten sonra, kötü huylar
edinmeden eğitilmeye başlanmalıdır.
Çocuk, iyi arkadaşlarla oynamalı, onun tutarlı
davranışları desteklenmeli, ona fazla baskı
yapılmamalıdır.
Yaptığı hatalar uygun bir biçimde düzeltilmeli, düzeltmiyorsa, azarlanmalıdır.
Yine bu tutarsız davranışlarını sürdürüyorsa, o zaman cezalandırılmalıdır.
Altı yaşına gelince okula gitmeli, 14 yaşına kadar öğrenim görmelidir.
Çocuklar teker teker değil, birlikte eğitilmelidirler; çünkü tek tek eğitim hem çocuğa,
hem de öğretmene sıkıntı verir.

Üstelik teke tek eğitimde, öğrencilerin birbirlerinden öğrenmeleri mümkün değildir.


Birlikte eğitimde öğrenciler hem birbirlerinden öğrenir, hem de çocuklar birbirleriyle
yarışmaya başlarlar. Bu yarışma öğretimi olumlu yönde etkiler.

Ayrıca böyle bir eğitim ortamında, öğrenciler birbirlerine saygılı olmayı, başkasının haklarını
korumayı da yaşayarak öğrenirler.

İbni Sina’ya göre öğretmen, her çocuğun yeteneğini, ilgisini, zevkini araştırıp bilmeli; bunlara
uygun bir sanatı ya da mesleği ona öğretmelidir.

Öğretmen, dindar, dürüst, bilgili, insaflı, temiz, kibar olmalı; çocuklarla sürekli ilgilenmeli,
onları yalnız bırakmamalıdır.
O; çocuğa karşı, ne onun küstahlık yapabileceği kadar yumuşak; ne de korkup soru
sormayacağı kadar sert davranılmalıdır.

Öğretmen, meslek ve iş eğitiminde, gereken ortamlarda öğrencinin çabuk öğrenmesini


ve davranışın kalıcılığını sağlamak için araç-gereç (eğitim teknolojisini) kullanmalıdır.
Eğitim, kadın, erkek herkes içindir.

Eğitim işini anne, baba yani aile yüklenmelidir.

Çocuklar, oyunla eğitilmelidir; çünkü oyun


çocuğun doğal bir etkinliğidir.
İBNİ SİNA'YA GÖRE ÖĞRETİMİN ALTI TÜRÜ VARDIR.

Düşünsel (Zihnî) öğretim: Bu tür öğretimde, öğretmen genel bir konuyu, yaşamdan
örnekler vererek açıklar. Söz gelişi kışın suyun donunca, kabını parçalayacağını
belirterek nedenlerini ortaya koyar.

Ezberle öğretimi: Öğretmen, şiirleri, otların adlarını vb. tekrar ettirerek öğretir.

Öğütle öğretim: Öğretmen öğüt vererek, bazı değerleri öğretir.


Taklitle öğretim: Öğretmenin söylediklerinin, yapıp ettiklerinin öğrencilerce hemen yapılması,
gösterilmesidir.

Nasihatle öğretim: Öğrenciye, çevresinde karşılaştığı olayların nedenlerinin öğretilmesidir.

İş içinde öğretim: Öğretmen, testere, rende, burgu vb. gibi araç gereç kullanmayı ve bir iş
yapmayı öğretir.
GAZALİ

Gazali insanın, hem bu, hem de öteki dünya için yetiştirilmesini istediğinden onlara tıp,
matematik, dinî bilgilerle; meslekî beceriler kazandırılmalıdır.
Öğretmen sınıfta, ezber, tekrar, tartışma, dikkatli ve ayrıntılı tartışmayı kullanmalıdır; fakat
bunların içinde tartışma ve düşünme önemlidir. “İki harfi anlamak, iki satır ezberlemekten
iyidir.
Bir saatlik tartışma, bir aylık tekrar değerindedir." önermeleriyle tartışma ve düşünmenin
daha tutarlı olduğunu savunur.
Gazali’ye göre öğretmen, çocuklara kendi çocukları gibi davranmalı; iyi hareketleri
övülmeli; kötü davranışları olunca uyarılmalı; tekrar ederse, gizlice azarlanmalıdır.
Son çare olarak cezayı önerir.
Çocuğun geçmişte yaptığı hatalar, onun yüzüne vurulmamalıdır.
Öğretmen örnek insan olmalı, Peygamber gibi davranmalıdır.
YUSUF HAS HACİB
Yusuf Has Hacib 11. yüzyılda iki cihanda da mutlu olmanın yollarını göstermek için Kutadgu
Bilig adlı eserini yazmıştır. Bu kitap Türk kültürü açısından önemli bir eserdir.
Yusuf Has Hacib eserinde döneminin ahlaki, politik ve sosyal yaşantısı ile ilgili önemli bilgiler
vermiştir.
Kutadgu Bilig’de ideal insanın özelliklerini ortaya koyar.
Eğitimle ilgili görüşleri Kutadgu Bilig’deki beyitlerde yer alır.
O, ideal insanın aile içinde yetişeceğine
inanır.

Bireyin kabiliyetlerine göre eğitim


yapılması,
eğitime küçük yaşta başlanılması,
bireysel farklılıklara dikkat edilmesi, soru
cevap tekniğinin kullanılması,
somuttan soyuta,
basitten karmaşığa gibi öğretim ilkeleri,

Kutadgu Bilig’de var olan eğitimle ilgili


hususlardır.
SELÇUKLULAR VE OSMANLILARDA EĞİTİMİN
DAYANDIĞI FELSEFE:
İlk Selçuklu medresesi 1040 yılında Nişabur'da, Osmanlılarda ise 1330 yılında İznik'te
kurulmuştur.
İlkokullar; mektephane, dar-ül ilim, sübyan, mahalle mektebi vb. adlarla açılmıştır.
Her mahalle ve köyde bu okullar vardır. Ayrıca hem Selçuklularda, hem de
Osmanlılarda şehzadelerin eğitimi için özel kurumlar oluşturulmuştur.
Selçuklularda atabeylik, Osmanlılarda ise lalalık bu kurumlara verilen isimlerdir.
Osmanlılar döneminde Eğitim Sistemi, büyük oranda Türk örfü ve İslâmî temellere
dayanmaktadır.
Belirlenen hedefleri gerçekleştirmek için genelde eğitim kurumlarında öğretmen merkezdedir.
Medrese ve ilkokullarda teke tek bir eğitim yapılmaktaydı.
Öğrenci, kendisine verilen ödevi hazırlar, onu öğretmenin karşısında yapıp gösterir, ya da
okuyup ezberden aynen söylerdi.
Yanlışlar ve eksikler anında düzeltilirdi.
On beşinci yüzyıldan itibaren "Öğrencinin yeteneği, ilgisi
saptanmalı ve buna göre bir eğitim işe koşulmalıdır" görüşü
Hüseyinoğlu Ali, Sadi, Kâtip Çelebi tarafından savunulmuştur.

Bu görüş, Enderun'a, daha sonra da askerî okullara,


mülkiyeye, darülfünuna vb. öğrenci seçilirken kullanılmıştır.
Türk-Osmanlı eğitim sisteminde, 16. yüzyılın ikinci yarısına dek, bilim, araştırma,
inceleme, gözlem, anlayarak öğrenme, tartışma, kuram ve uygulamayı birlikte
götürme genelde medreselerde uygulanmış.

Müderris ve öğretmenler bilge, adil, otoriter, iyi ve güzel huylu, İslâmî değerlerle
donalı, görevine düşkün vb. özellikleri taşıyan kişiler olarak görülmektedir.

Oysa, 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren medreseler bozulmuş, özellikle de 17.,
18., 19. yüzyıllarda "Skolastik Düşünce" eğitim sistemine egemen olmuştur.
Cahil, alanını dahi bilmeyen, bilim ve
teknikten habersiz kişiler müderris ve
öğretmen olmuş; kitapların yazdıkları, İslâm
bilginlerinin söyledikleri yüzde yüz doğru
kabul edilmiştir.
Bu yüzyıllarda medreselerden yetişenler
genellikle her türlü bilimsel ve teknik
gelişmeyi kâfirlik, bunları benimseyip
savunan ve uygulayanları da din düşmanı
kabul etmişlerdir.
Diğer yandan, özellikle de Tanzimat Fermanından sonra, Batı
eğitim (Fransız, İngiliz, Alman) sistemi benimsenmeye başlanmış
fakat bu anlayışla eğitim yapan okullardan az sayıda insan
yetişmiştir.

Devletin kurtarılması ve tekrar eski gücüne ulaşması için, Mehmet


Akif gibi düşünenler; Batıdan bilim ve teknolojiyi almayı, fakat
İslâmî değerlere dönmeyi; Tevfik Fikret gibi olanlar, tümüyle
Batılılaşmayı; Ziya Gökalp gibiler ise Batılılaşmak, İslâmlaşmak ve
Türkleşmeyi ileri sürmüşlerdir.

Bu çeşitli görüşlerin hiçbiri, bu dönemde uygulanamamıştır.


Eğitim felsefesine ilişkin görüşler kimi bürokratik seçkinler ve
aydınlar tarafından ortaya atılmasına karşın devletin
benimsediği belirgin bir eğitim felsefesi yoktur.

Tanzimat, I. Meşrutiyet ve II. Meşrutiyet ideolojilerinin


getirdiği yeni devlet felsefesi ve öngördüğü eğitim etkinlikleri
merkezi yönetimce üstten zorlanarak kabul ettirilmeye
çalışırken, sosyal ve ekonomik yapıdan kaynaklanan
değerler, inançlar ve normlar tepeden gelen değerlerle
çatışmış ve daha da önemlisi kitlelere ulaşamamıştır.
Osmanlı Türk toplumunda çeşitli süreçler sonrasında ortaya çıkan düşünce akımları,
söz gelimi İslamcılık, Batıcılık, , Türkçülük, Yeni Osmanlıcılık, Tanzimatçılık ve Batıdan
ithal edilen olguculuk (pozitivizm), maddecilik(materyalizm), yararcılık (pragmatizm),
varoluşçuk (egzistansiyalizm) eğitim sistemine yansırken
toplumsal yapının temellerine yabancılaşmış,
toplumun sosyal ve kültürel yapısıyla uyuşmamış,
teke tek ideolojik duruşlar olarak yüzeysel kalmıştır.
Vatandaş kimliği henüz benimsenmediğinden daha çok ümmet kültürüne dayalı birey
yetiştirmek eğitimin genel niteliklerindendir.
İkinci Meşrutiyet döneminde Ahmet Tevfik, İsmail Mahir,
Ethem Nejat ve Şemsettin Sami "köylünün eğitilmesini"
gereğini ortaya koymuşlardır.
Anlamlı öğrenmeyi sağlamak için "Sokratik Tartışma" tekniği
kullanılması, öğrencinin soru sorması ve yanıtlamasının
sağlanması savunulmuş; çünkü anlayarak öğrenmenin,
ezberden daha kalıcı olduğu düşünülmüştür.
Bu görüş tüm eğitim sisteminde genellikle kabul görmüştür.
Sınama durumlarında genelde ezbere dayalı sorular hakim
olmuş.
İş ve meslek eğitiminde ise bizzat işi, mesleğin gereklerini
yapıp göstermesi yeni bir ürün ortaya koyması
önemsenmiştir
Cumhuriyet Dönemi Eğitiminin Dayandığı Felsefe
Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde eğitim sisteminde birbirleriyle çelişen değişik
okul sistemleri vardır.
Bu okul sistemleri; tekke ve mahalle mekteplerinde sürdürülen geleneksel eğitim, lonca ve
meslekî teşkilatlarda yapılan iş ve meslek eğitimi, batı etkisiyle açılan okullarda ve azınlık
okullarında sürdürülen eğitimi içermektedir.
.
Cumhuriyet dönemi eğitim sistemi, cumhuriyet ideolojisi
çizgisinde yeniden oluşturulmuştur.
1924 yılında çıkarılan Tevhid-i Tedrisat (öğretim birliği)
kanunuyla farklı okul sistemleri, ortadan kaldırılmış ve
bütün okullar Millî Eğitim Bakanlığına bağlanmıştır
Türkiye Cumhuriyeti'nin resmî ideolojisine göre Millî Eğitimin hedefleri, okul sistemleri, dersler
ve içerik yeniden düzenlenmiş ve bu düzenlemeler yapılırken Türkiye'ye John Dewey,
Alfred Kühne ve Albert Malche gibi yabancı uzmanlar çağrılmış, görüşleri alınmıştır.
Bu dönemin eğitim anlayışına, Atatürk, İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Hasan Ali Yücel, İsmail Hakkı
Tonguç ve Rüştü Uzel gibi pek çok kişinin katkıları olmuştur.
Türk toplumunun ekonomik, politik ve sosyal yapısı, Batı dünyasının etkisi, bilim ve
teknikteki gelişmeler, yabancı uzmanların görüşleri Cumhuriyet dönemindeki eğitim
anlayışını etkilemiş ve geliştirmiştir.

Özellikle Atatürk ün; "Eğitim; millî, bilime dayalı, işe yarar ve üretici, yeni kuşakların
fazilet, düzen, disiplin duygularını geliştirici, toplumu cehaletten kurtarıcı, onun bilgi
ve ahlâk düzeyini yükseltici, yeteneklerini ortaya çıkarıcı ve geliştirici nitelikte
olmalıdır." görüşü eğitim anlayışının temel noktalarını ortaya koymuş ve sistemin buna
göre düzenlenmesini sağlamıştır.
Milli eğitim sisteminin kurulmasında Mustafa Kemal’in felsefe ve eğitime ilişkin görüşleri
etkileyen önemli ögeler arasında yer alır.
Mustafa Kemal’in felsefeyi yaşamın merkezine yerleştirdiği görülmektedir.
Ona göre Felsefe evren karşısında insanın akılcı davranışlarıdır.
Bu yüzden felsefe bilmeyen insan edebiyatçı da politikacı da olamaz.
Felsefe bilmeyen asker belki bir savaş kazanır ama savaşı anlayamaz.
Atatürk felsefi açıdan olgucu (pozitivist), işlevselci (foksiyonalist), yararcı (pragmatist),
insancıl (hümanist) gerçekçi (realist) ve akılcı (rasyonalist) olarak nitelenmektedir.
Bu nedenle felsefi tutumda tüm bu akımları bütünleştiren ve eyleme dönüştüren bir
yaklaşımı benimsemiştir.

Bunun yanı sıra belirlediği ilkeler, eğitimi ve


öğretmenleri ulusal kalkınmanın merkezine
yerleştirmesi, ülkedeki tüm kesimlere eğitim
hizmeti götürme çabalarına ilişkin sözleri ve
eylemleri eğitimde olgucu, insancıl ve akılcı
eğitim felsefelerini işe koşmaya yönelik
çabalarının bir göstergesidir.
Cumhuriyet dönemi eğitim sistemine damgasını vuran önemli uygulamalardan birisi de Köy
Enstitüleri’dir.
İş için iş içinde eğitim ilkesini gerçekleştirmek üzere 1940’dan itibaren ülke genelinde köy
enstitüleri kurulmuştur.
Köylünün eğitilmesi Çekoslovakya, İsviçre, Danimarka, Almanya ve İsveç'te 18. ve 19. yüzyıllarda
gündeme gelmiş ve uygulamaya konmuştur.
Köy Enstitüleri’nin mimarlarından İsmail Hakkı Tonguç Almanya'da eğitim görmüş "iş
eğitimi" üzerine çalışmalarını yoğunlaştırmıştır.
Ayrıca Pestalozzi ve J. Dewey' yi de inceleyen Tonguç; Muhtıra, Köyde Eğitim, Canlandırılacak
Köy ve İlköğretim Kavramı adlı yapıtlarıyla bir senteze gitmiş; kendi eğitim anlayışını
oluşturup uygulamıştır.
Köy Enstitüleri ve Sosyo-Ekonomik Kalkınma: 1935 yıllarında Türkiye nüfusunun 80'i
köylerde yaşamaktadır.
Bu nedenden dolayı, Türkiye'nin kalkınmasına köyden başlanmalı, köyler her yönüyle ele
alınıp geliştirilmeliydi:
"Eğitim toplum hayatından kopuk olursa, yani hayatın kendisi değil de bazı
pedagogların ileri sürdüğü gibi, hayata hazırlık olarak programlanırsa, günün birinde
kendi yaşamsal durumunu anlamaktan aciz kalabilirdi.’’
Köy Enstitülerinde Eğitim Öğretimin Niteliği: Ortaya koyduğu alternatif eğitim
paradigmasıyla Köy Enstitüleri Türk eğitim felsefesinde özgün bir yapı olarak
değerlendirilmektedir.

Köy enstitülerinin alternatif eğitim paradigmasının altını çizen niteliklerinden bazıları söyle
sıralanabilir: Eğitim ve öğretimin konularının günlük yaşamla bağlantılı olarak iş içinde
öğrenilmesi öğretmenler, öğrencilere yurdun tarihsel değerlerini tanıtma, onları yurt gezilerine
çıkarma, öğrencileri yazılı metin üzerinde çalıştırma, derste harita, resim ve çeşitli araçlardan
yararlanma, yazılı inceleme yapmaya hazırlama gibi yöntemleri benimser ve uygularlardı.
İş içinde işbirlikçi öğrenme yaşantısının temel olması: Enstitülerin bütün işleri nöbetle
öğretmen ve öğrenci tarafından görülmektedir.
Bu kurumlarda çamaşır yıkama, hasta bakma gibi birkaç iş dışındaki hizmetler için öteki
okullarda olduğu gibi hademe kullanılmaz.
Herkes kendi işini geniş ölçüde kendi görür.
Topluluğu ilgilendiren bütün işler, nöbetçi öğretmenler ve öğrenciler tarafından gerçekleştirilip
yönetilir.
Entelektüel insan, entelektüel öğretmen yetiştirmenin esas olması: Aydınları serbest
okuma alışkanlığı kazanmayan toplumlarda, düşündüğünü yazan ve açıklayan pek az
insan olur.
Öğretmenlik mesleği fikirsiz, ilkesiz insanlarla güçlenemez.
Hayatın isteklerine göre eğitilmemiş bireylerde oluşan bir toplum, çeşitli sosyal
bunalımlara, şiddetli sarsıntılara uğramakta ve kolayca çöküverecek bir duruma
gelmektedir.
Köy, işten kaçan, nefret eden, edilgen öğretmen değil, işi seven, ona sarılan, canlı ve
hareketli öğretmenler ister.
Yeni öğretmenler, çocukları iş içinde yoğura yoğura, bireyleri mutluluk denizinde yüzen
bir vatan yaratmalıdır.
Demokrasinin yerleşip gelişmesi her şeyden önce eşit haklara sahip ve çağımız uygarlığının gereklerine
göre çalışabilen, görevi her şeyin üstünde tutan demokrat yurttaşların varlığına bağlıdır.
Bir ülkede demokrasinin yerleşip kökleşmesinin birinci koşulu eğitim düzenini demokratikleştirmek,
yeteneklere tüm eğitim yollarını açık tutmak, yurttaşlar arasında farklar yaratan seçkinci eğitim
sistemine son vermek, okulları hak ve adalet ilkelerine göre teşkilatlandırmaktır.
Eğitim ortamında doğrudan demokrasi uygulanmalı, herkes her işte görev ve sorumluluk almalıdır.
Bu demokrasi için kaçınılmaz bir koşuldur.
Çağdaş, bilimsel bir eğitim verilmelidir.
Öğrencinin kafası ve eli birlikte işlemelidir.
Çok yönlü düşünen bireyler olmalıdır.
Öğrenci bir bütün olarak ele alınmalı ve yaptıkları, ortaya koydukları, arkadaşlarıyla
iletişimi, görev ve sorumluluk anlayışı, demokratik tutumu, ilgisi, güdülenmişligi vb. göz önüne
alınarak değerlendirilmelidir.

J. Dewey’in “Köy enstitüleri hayalimdeki okullardır” diyerek savunduğu bu kurumlar, 1954


de klasik öğretmen okullarına dönüştürülmüştür.
Bizim vazgeçtiğimiz köy enstitüleri modelini, Hindistan, Endonezya, Malezya vb. devletler alıp
uygulamışlardır.
Bugün bile köy enstitülerinden çıkarılıp uygulanacak pek çok ders vardır.
Cumhuriyet dönemine ilişkin eğitim sistemi, genelde Pragmatik felsefeye ve onun eğitimde
uzantısı olan İlerlemecilik akımına dayanmaktadır.
Bu dönemdeki anayasalar, görüş belirten tüm hükümet programları İlerlemecilik eğitim
akımının özeliklerini taşımaktadır.
Anayasalar, yasalar ve hükümet programlarında İlerlemecilik akımını kuramsal olarak
savunulurken, uygulamalar (köy enstitüleri hariç) bu doğrultuda gelişmemiştir.
Genellikte her dereceli okulda İlerlemecilik değil, Esasicilik ve Daimicilik temele alınmış ve
uygulanmıştır.
Başka bir deyişle öğrenci değil öğretmen ve konular merkeze alınmış, bilimsel yöntemi
kullanan, özgür ve esnek düşünen, demokratik, sosyal adaletçi, sevgi ve saygı dolu insan
yerine; kitapların yazdıklarını ezberleyen, bildiklerinin yüzde yüz doğru olduğunu savunan,
taklitçi, diktacı eğilimleri baskın, her şeyi başkasından ve devletten bekleyen, doyumsuz ve
sorumsuz, kısa yoldan köşe dönmeye çalışan, insanların da yetişmesine neden olmuştur.
Sonunda eğitim sistemi yamalı bir bohça haline gelmiştir.
Son dönemde ise, Avrupa Birliği’nin değerleri ön plana çıkmış, tüm okul programları Yararcı
felsefenin eğitimde uygulanışı olan Oluşturmacı anlayışa göre düzenlenmiş ve uygulamaya
konmuştur.
Böyle olmasına karşın okullardaki uygulamalarda ve öğretmenlerde Esasici ve Daimici anlayış
baskındır; çünkü öğretmen, veli ve öğrenci eski davranışlarını örtük programla
sürdürmektedirler.
Sonuç olarak İslamiyet öncesi Türk toplumundaki eğitimin dayandığı felsefede doğacı bir
anlayış baskındır.
Kadın erkek ayırımı yoktur.
Gelenek, görenek ve özellikle de töre önemliydi. Toplum, göçebe olduğundan dolayı, yerleşik
okul kurumu (Uygurlar hariç) yoktur.
Eğitim ortamı, gerçek yaşamdır.
İslamiyet öncesi Türk toplumunda eğitim, genellikle doğacılık (natüralizm) felsefesi akımına
uygundur.
İslamiyet sonrası eğitimin dayandığı felsefe ise Türk toplumunun, eski değerleriyle yani
töresiyle, İslami değerleri sentezlenmesine dayanıyordu.
Aynı zamanda da Eski Grek ve Latin kültürüyle bu değerleri zenginleştirdiler.
Böylece yeni kültürel değerler oluştu. Bu kültürel değerlerde baskın olan özellik, İslamiyet idi.
Farabi, İbni Sina, Gazali gibi İslam düşünürleri düşünce ve dünya görüşleriyle içinde
eğitiminde bulunduğu geniş bir yelpazeyi etkileyen farklı felsefi yaklaşımlar ortaya koydular.
Osmanlı dönemi Türk eğitim sisteminde, 16. yüzyılın ikinci yarısına dek, bilim, araştırma,
inceleme, gözlem, anlayarak öğrenme, tartışma, kuram ve uygulama genelde medreselerde
birliktedir.
Müderris ve öğretmenler bilge, adil, otoriter, iyi ve güzel huylu, İslami değerlerle donanmış,
görevine düşkün vb. özellikleri taşıyan kişiler olarak görülmektedir.
Oysa, 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren medreseler bozulmuş, özellikle de 17., 18., 19.
yüzyıllarda "Skolastik Düşünce" eğitim sistemine egemen olmuştur.
Cumhuriyet döneminde ise Atatürk ün eğitim anlayışı temele konmuştur.
Bu eğitim anlayışında milliyetçilik, laiklik, aklilik, işe yararlılık, bilimsellik, kadın erkek herkesin
eğitilmesi, karma bir eğitim, özgür yurttaş yetiştirme, cumhuriyetçilik gibi değerler eğitimin
özünü oluşturmuştur.
Daha sonra politik nedenlerle eğitim sistemi için bilimsel müfredat düzenleme, uygulama,
değerlendirme ve geliştirme anlayışından sapılması, her gelen hükümet ve hatta bakanın
kendine göre düzenlemeleri eğitimde temel hedeflerin gerçekleştirilmesini güçleştirmiştir.
Genellikle Pragmatik felsefeye dayalı İlerlemeci ve Yeniden Oluşturmacı eğitim akımları
temele alınmış; fakat uygulamada Esasicilik ve Daimicilik sürdürülmüştür.

You might also like