Professional Documents
Culture Documents
Biz Ve Onlar - Hayvanlarla Bağımızı Anlamak - Leslie Irvine, Serpil Çağlayan - 2011 - Iletisim Yayincilik
Biz Ve Onlar - Hayvanlarla Bağımızı Anlamak - Leslie Irvine, Serpil Çağlayan - 2011 - Iletisim Yayincilik
tletişim Yayınlan
Binbirdirek Meydanı Sokak lletişim Han No. 7 Cağaloğlu 34122 İstanbul
Tel: 212.516 22 60-61-62 • Faks: 212.516 12 58
e-mail: iletisim@iletisim.com.tr • web: www.iletisim.com.tr
LESLIE IRVINE
Biz ve Onlar
Hayvanlarla Bağımızı Anlamak
IfYou Tame Me
Understanding Our Connection with Animals
e t ' m
içlNDE KILER
7
ÖNSÖZ:
ÜNLARI TANIMAK, ONLAR ÜLMAKTIR
Mark Bekoff
9
me duyularının da peşinden gidiyorlar. Bu hayvanlar duyuları
nın, dinmek bilmez meraklarının ve sınırsız sevgilerinin kur
banı olabildikleri içindir ki, onları seviyor, onlarla özdeşleşiyo
ruz ; bu yüzden onlarla biriz.
Leslie'nin kitabını çok beğendim . Kolay anlaşılır olmasının
yanında, (benim "bilim duygusu" dediğim) "ağır bilim" ve ("a"
başharfli iki nahoş sözcükten biri sayılan ve kimilerinin kötüle
me maksadıyla "hafif bilim" dediği) anekdotlarla dolu , çok sıkı
bir araştırma içeren bilimsel bir çalışma. Bilim dallarının hepsi
nin değilse de çoğunun temelini anekdotlar oluşturur, zira ge
nelde ampirik ve deneysel çalışmalara geçilmesi için gereken
motivasyonu bu hikayeler yaratır. Ayrıca, anekdotun çoğulu
nun veri [ data] olduğunu da unutmamak gerekir.
Şüpheyle yaklaşılan "a" başharfli nahoş sözcüklerin diğeri,
"antropomorfizm" dir. * Leslie'nin ve başka araştırmacıların de
falarca işaret ettikleri gibi, antropomorfizmin geçerli bir alter
natifi yoktur; antropomorfizm, temkinli ve biyosantrik bir bi
çimde (hayvanların dünyasını hesaba katarak) kullanılırsa, am
pirik çalışmaların ilerisine gidilmesinde motive edici olabilir.
Bizler insanmerkezciyizdir, çünkü insanlar olarak, diğer hay
vanların davranışlarını anlamlandırmak için öyle olmak zorun
dayızdır. Antropomorfizmi eleştirenler, bunun öteki hayvanla
rın hayatlarını daha insansı, ya da fazla insansı kıldığı gibi ba
yat ve doğrusu yavan iddialar ortaya atıyorlar. Onlara katılmı
yorum, zira dikkatli ve biyosantrik bir antropomorfizm, hem
ö teki hayvanların hayatlarını daha kolay anlaşılır kılmamı
zı, hem de yaptığımız işi daha çok önemsememizi sağlayabilir.
Leslie, hayvanlarla olan yakın ilişkilerimizi konu edinen bu
çalışmasının adını, gelmiş geçmiş en büyüleyici çocuk kitap
larından birinde geçen bir bölümden almış. Gerçekten, gel
miş geçmiş en büyüleyici hikayelerden biri bu. Küçük Prens ad
lı bu kitap, yetişkinlere, kimi zaman hayatın gizemlerini kabul
lenmenin en iyi yol olduğunu öğretiyor. Dahası, hayatta asıl
önemli olan şeyin gözle değil, ancak yürekle görülebileceği-
10
ni ortaya koyan karakter, bir tilki, yani bir hayvan. Antoine de
Saint-Exupery, Küçük Prens'i en iyi dostuna ithaf etmiş, ancak
bunu yaparken, ithafın, şimdi bir yetişkin olan dostunun ço
cuk haline yapıldığını açıklamayı da ihmal etmemiş. Çocukluk
merakını ve potansiyelini yüceltme ve geri getirme anlayışının
bir benzeri, Leslie'nin kitabında da yol gösterici olmuş. Çocuk
lar meraklı natüralistlerdir ve hayvanların düşünen, hisseden
varlıklar olduklarını kabullenmekte hiç zorlanmazlar. Çocuk
lar, hayvanların bizim hissettiğimiz duyguları hissedebildikle
rini ve onları paylaşabildiklerini anlarlar. Bizler büyüyüp "eği
tildikçe", bunun saçma olduğunu, hayvanların aslında o duy
guları hissetmediklerini, birer robot ya da otomat olduklarını
öğreniriz . Bize çizilen bu hayvan portresinin alçaltıcı olmak
la kalmayıp düpedüz yanlış da olduğunu artık biliyoruz, zira
bu portre, pek çok hayvanın zengin ve derin duygusal hayatla
ra sahip olduğunu gösteren bilimsel verilere tamamen zıttır. Ve
Leslie'nin işaret ettiği gibi, hayvanların sosyal iletişim kalıpla
rı çok karmaşık olabilmektedir: Bir hırıldama, yalnızca bir hı
rıldama değildir.
Neyse ki bazılarımız terbiye edilmeyi reddediyoruz ve sözde
nesnel ve önyargısız bilimin, yeryüzünü paylaştığımız hayvan
lar hakkında edindiğimiz hakiki bilgiyi köreltmesine izin ver
miyoruz. Leslie, bilimsel verilere saygı duyan, ama bunun ya
nında hayvan araştırmalarının katıksız bilimden daha fazlası
nı gerektirdiğini de bilen grupta yer alıyor. Her ne kadar bu ki
tap Leslie'nin son beş yıldır yürüttüğü araştırmalara dayansa
da, diğer hayvanların duygusal ve hissetme yetisine sahip var
lıklar oldukları şeklindeki temel önerme, çocukluğundan itiba
ren onun hayatında yönlendirici olmuş. Bir yavru fille karşılaş
ma hikayesinde, okurlar onun hayvanların iç dünyalarına olan
merakının ilk işaretini görecekler.
Ancak, bu bir çocuk kitabı değil. Bu kitap, en katı "büyük
leri" bile hayvanların birer makine oldukları fikrinden vazgeç
meye ikna edecek şekilde, somut bulgularla teoriyi birleştiri
yor. Leslie'nin araştırması, insan ve insandışı varlıklar cephe
sindeki davranış üzerine titiz gözlemler içeriyor. Özenli ve cid-
11
di bir çalışma. Buna rağmen, bu özen ve ciddiyeti, sevgiyle, sos
yal sorumluluk bilinciyle ve cesaretle harmanlayarak, Avus
turyalı bilimci Anton M oser'in "derin bilim" adını verdiği re
çeteyi uyguluyor. Rahmetli köpeğim Jethro'yla konuştuğum,
onun bana verdiği tepkileri izleyip dinlediğim için, yıllarca, ki�
mi meslektaşlarım bana "acayip" demiştir. Şunu bilin ki, Jeth
ro'nun iletişim şekli -hatta onun dili diyeceğim-, bildiğim söz
cüklerin çoğundan daha derin ve zengindi. Belki Leslie'nin ki
mi sosyolog meslektaşları da, benzer düşüncelerle, bu kitabın,
sosyolojik kaygıların " meşru" alanının çok dışında kaldığı
nı düşünecektir. Kimileri, dünyada insanlarla ilgili onca sorun
varken, hayvanlar konusunda çalışmanın çok değerli bir vak
ti ziyan etmek olduğunu söyleyebilir. Ancak hiç kimse doğanın
dışında değildir. Öteki hayvanlarla kurduğumuz ilişkilerin şek
li, kendimize bakışımızı ve diğer insanlarla kurduğumuz ilişki
leri etkiler. Dahası, tam da hayvanlara yönelik zulümle insan
lara yönelik zulmün paralel gittiğini öğrenmişken, hayvanla
ra karşı merhametli olmanın, bu dünyanın tümünü daha sevgi
dolu bir yer haline getirebileceğini de unutmamakta fayda var.
Bu şefkatten bizler de pay alabiliriz.
Leslie'nin kitabının ana fikri şu: İnsanların evcil hayvanlar
la kurdukları ilişkiler, hayvanların da tıpkı insanlar gibi benlik
sahibi olmalarına dayanmaktadır. Benlik üzerine yaptığım araş
tırmalar, primatlar dışındaki hayvanların, zamanlarının çoğu
nu geçirdikleri sosyal gruplarda kullanabildikleri benlikler ge
liştirmiş olduklarını gösteriyor. Sırf dil kullanma yetimizi pay
laştığımız hayvanlara bakmakla, şimdiye dek benliği muhteme
len yanlış yerde aradık. Bilişsel etoloji bize ayrıca, farklı fark
lı pek çok hayvanın, büyük bölümü bizim için hala sır olan, zi
hinsel ve duygusal bakımdan zengin hayatlar yaşadığını göster
miştir. Öte yandan , Leslie, bu gizemi çözecek ipuçlarından bi
rinin, çocukların iç dünyaları hakkındaki araştırmalarda görü
lebildiğini savunuyor. Hayvanlar gibi, bebekler de dili kullana
maz; buna rağmen, onların benlik duygusu addettiğimiz şeyin
en temel unsurlarını sergilediklerini inkar edecek insan pek az
dır. Bebek annesini tanır ve annesinin kendisinden başka biri
12
olduğunu bilir; bebekler de bizim gibi, tebessüm eder, kahkaha
atar, şaşırır ve başka duygular hissederler ve bir biberona ya da
oyuncağa uzanmalarında olduğu gibi, kendi hareketlerini bir
hedef doğrultusunda yönlendirebilirler. Her ne kadar bebek
ler sonradan dil yetisi kazanıp en sonunda insan olarak onlara
yararlı olan birer benlik geliştirseler de, Leslie, benliğin konuş
ma öncesi unsurlarının hayvanlarda da bulunduğunu savunu
yor. Bu benliğin gündelik etkileşim sırasında hayvanların insan
dostları için nasıl apaçık hale geldiğini açıklamak amacıyla, et
kili örnekler veriyor.
Ancak bu kitap, bir hayvan benliği teorisi sunmakla yetinmi
yor. Eylem çağrısında bulunarak, bizi diğer hayvanlarda ve do
layısıyla kendimizde açtığımız yaraları iyileştirebilecek bir işe,
inisiyatifi el e alan sevecen aktivizme davet ediyor. Büyük v e
yaşlı beyinlerimiz sayesinde bizler yerzünün en muktedir var
lıklarıyız ve öteki hayvanlara neredeyse her istediğimizi yapa
biliriz. Dolayısıyla, ahlaklı varlıklar olmak ve adımlarımızı ha
fifçe, nezaket , alçakgönüllülük, saygı, sevecenlik, iyilik, cö
mertlik ve sevgiyle atmak gibi olağanüstü bir sorumluluğun
yükü altındayız. Öteki hayvanlarla karşılıklı bir ahenk içinde
yaşayabilmek, ancak böyle olmamızla ve bunları yapmamızla
mümkün. Gerçekten bu denli güçlü ve her yere yayılmış halde
yiz. Aktivizm bir tür bedel ödeme gibi de görülebilir: Bizler, bi
lerek ya da bilmeyerek, ö teki hayvanların bize çıkar gözetmek
sizin verdikleri şeylerin karşılığını ödüyoruz. Merhum Martin
Luther King jr. , kayıtsızlık ihanetle eşanlamlıdır, demişti. Ben
de, yaşamaları ve seslerini duyurabilmeleri bizim iyi niyetimi
ze kalmış olan diğer hayvanlar için, kayıtsızlığın ölümcül ola
bileceğini savunmuşumdur. Bu kitaptaki kanıtları ikna edici
bulmanız, sizi, hayvanlara dair düşüncelerinizi ve onlara yöne
lik davranışlarınızı yeniden düşünmeye sevk edecek. Leslie, bir
hayvan barınağında yaptığı araştırmasında , sözde hayvanları
seven insanların da pek çoğunun, onlara mal muamelesi yaptı
ğını bulgulamış. Hayvanlar ideal (yani insana uygun) koşullara
uygun davranamadıklarında, insanlar onları " takas ediyor"lar.
Hayvanlar büyüdüklerinde, yaşlandıklarında, fazla kilo aldıkla-
13
rında ya da insanları zora sokan başka sıkıntılar yarattıkların
da, onlardan vazgeçiyoruz. Daha açık söylersek, birçok insan,
hayvanların benlik duygusuna saygı gösterme zahmetine gir
miyor ve sonuçta kendini zengin ve son derece tatminkar bir
ilişkiden mahrum etmiş oluyor. Leslie, hayvan benliğine ilişkin
argümanının getirdiği etik görevleri bir bir önümüze sermek
le, hayvan refahı ile hayvan hakları arasındaki farkları açık ve
özlü bir biçimde yerli yerine oturtuyor. Pek çok insan bu ikisi
nin aynı şey olduğunu sanır, ama değildir. Leslie'nin hayvanla
rın hakları olduğunu söylemesi, pek çok zor konuyu gündeme
getirse de, kendi adına konuşamayanların sesini cesurca dillen
dirmiş oluyor.
Bu kitap sonsuz sayıda olasılığa kapı açıyor. Bunlar aynı za
manda bizi zorlayan, içinden çıkılmaz gibi görünen olasılık
lar. Ö teki hayvanlara bakışımız, çeşitliliğin damgasını vurdu
ğu bu devasa dünyada kendimize nasıl baktığımızı da belir
ler. Biz benzersiziz, ama diğer hayvanlar da öyleler. Ve şimdi
ye dek "biz" ve "onları" ayırmak için sık sık kullanılan ölçütleri
-alet kullanmak, dil, sanat, kültür, duygu , bilinç- dikkatle ir
delediğimiz zaman, kendimizi kaypak bir zeminde buluruz, zi
ra bunların hiçbiri, bizim bir tür evrimsel kopuşun temsilcile
ri olduğumuzu göstermez. Charles Darwin evrimsel süreklili
ği savunur; yani hayvanlar arasındaki fiziksel ve zihinsel fark
ların, bir nitelik farkından ziyade bir derece farkı olduğunu
söyler. Onun bu yenilikçi fikirlerini ciddiye almak zorunda
yız. Leslie de, bu gezegeni paylaştığımız diğer varlıkları anla
mak, takdir etmek, onlara değer vermek ve onları sevmek için
yeni yollar öneriyor. Cesaretinizi toplayıp, zihninizi -daha da
önemlisi, yüreğinizi- açarak bu metni okumaya girişin. Zira
tilkinin küçük prense dediği gibi, neyin önemli olduğunu si
ze yüreğiniz söyleyecek. Yüreğinizi dinlerseniz, o sizi, hayvan
ların oldukları gibi -kendi kişilikleri, acı ve ıstırapları, neşeleri
ve sevgileri olan bireyler olarak- takdir gördükleri ve sevildik
leri bir dünyaya bir adım daha yaklaştıracaktır.
14
GİRİŞ:
TİLKİNİN BiLGELİGİ
15
çünkü evcil olmadığını söyler. Prens "evcil" ne demek diye so
rar ve tilki ona bunun "bağ kurmak" anlamına geldiğini söyler.
Bunu anlamayan prens "Bağ kurmak mı?" diye bağırır. Bunun
üzerine tilki, yoldaş hayvanlarla yaşadığımız deneyimi çok gü
zel anlatan bir açıklamayla sözlerine devam eder:
"Evet öyle," dedi tilki. "Benim için sen, diğer yüz binlerce ço
cuk gibi herhangi bir çocuksun yalnızca. Sana ihtiyacım da
yok. Senin de bana ihtiyacın yok. Senin için de ben, yüz bin
lerce tilki arasından herhangi bir tilkiyim. Oysa beni evcilleş
tirirsen, birbirimiz için gerekli oluruz. Sen benim için yeryü
zündeki tek çocuk olursun. Ben de senin için yeryüzündeki
tek tilki olurum. " 1
16
saydı, oradaki sahiplenme* sürecinin pizza ısmarlamaktan pek
farkı olmazdı. Sahipleneceğiniz hayvanla karşılaşmanız bile ge
rekmezdi. Yalnızca bir form doldurur ve sözgelimi, gri bir di
şi kedi ister, size getirileni alıp giderdiniz. Hayvanlarla karşılaş
ma imkanınız olsaydı bile, karşılıklı uyum sağlayacağınız hay
vanı seçmek, görünüşünü beğendiğiniz bir kedi ya da köpeği
seçmekten ibaret olurdu. Sonraki bölümlerde, sadece görünü
şüne bakıp uygun olduğuna karar verilen kedi veya köpeklerin,
belirli bir kişi için çoğunlukla yanlış bir seçim olduğunu gös
tereceğim. Yeni hayvanlarla tanışıp onları sahiplenen insanla
rı gözlemlerken, bu insanların, kendi tabirleriyle aralarında bir
"bağ" olduğunu düşündükleri bir hayvanı aradıklarını gördüm .
Dış görünüm ve davranış hiç kuşkusuz önemliydi, ama b u bağ
kadar değil. Bu , insanın bağ kuracağı bir şeylerin var olduğu
nu ima ediyor. İşte ben bunun, hayvanın benlik duygusu oldu
ğunu savunuyorum . Hayvanlar, onlarla olan etkileşimimiz yo
luyla erişilebilir hale gelen bir çekirdek benliğin unsurlarına sa
hipler. Bazı araştırmacılar bebeklerde bu çekirdek benliğin var
olduğunu gösteren kanıtlar bulmuştur; dolayısıyla bu benlik,
dil kullanımını gerektirmez. Dahası, çekirdek benliğin unsur
ları, William James ve George Herbert Mead'in "ben" diye ta
nımladığı, incelenmesi çok zor olan öznellik duygusuna karşı
lık gelir. "Doğru " hayvanı bulmak, çekirdek benliği bizimkiyle
uyum içindeki birini bulmak demektir. Bizler, hayvandaki çe
kirdek benlik unsurlarını teşhis ederiz ve bu teşhis süreci biz
deki benliğin varlığını doğrular.
Etkileşim gelişip bir ilişkiye dönüştüğünde, hayvanın özne
lerarası yetileri günışığına çıktıkça, hayvan benliğinin diğer bo
yutları da kendini göstermeye başlar. Örneğin, ilişkiler, insan
lara ve hayvanlara, niyet ve duyguları paylaşma fırsatları sunar.
Yalnızca "Ne bildiğini (ya da ne hissettiğini) biliyorum" değil,
17
aynı zamanda, daha karmaşık biçimde, " Senin ne bildiğini bil
diğimi bildiğini biliyorum" dercesine, bunları paylaşırız. Za
manla, bu ister istemez bizim kimliklerimizi şekillendirir. Bir
başka deyişle hayvanlar, kimliklerimizin oluşmasında, bunda
payı olan diğer insanlarla yaşadığımıza benzer süreçler aracılı
ğıyla rol oynarlar. Etkileşim yetilerimizi kışkırtırlar. Duygu ve
düşüncelerimizin pek çoğunu paylaşırlar. Bizi şaşırtabilirler,
ama nasıl davranacakları önceden kestirilebilir. Dahası, kişisel
tarihimizin bir parçası olurlar, o kadar ki, görüşme yaptığım bir
kadın, köpeklerin hayatlarını insan yıllarına göre hesaplamak
yerine, kendi ömürlerimizi hayatlarımıza giren hayvanlara gö
re hesaplamamız gerektiğini söylemişti.
Eğer bu konuda hala kuşkunuz varsa , bunu giderecek bir ne
den daha sunmama izin verin. Bu projeye başladığımda, hayat
larında değilse bile, yetişkinlik zamanlarında ilk kez hayvan sa
hiplenen insanlar üzerine çalışmayı planlıyordum. Hayvanlar
la kurulan yeni ilişkilerin gelişimini incelemenin, benlik kuru
lumunda hayvanların rollerine ışık tutacağını düşünüyordum.
Yeni sahiplenilen hayvan, bu insanların hayatında yeni ve farklı
bir şey teşkil edeceğinden, " önceki" ve " sonraki" benlikler için
bir mukayese noktası oluşturacaktı.
Bu , teoride iyi bir plan gibi görünüyor. Ancak uygulamada,
bu kategoriye dahil edebildiğim yalnızca iki insan oldu. Diğer
lerinin hepsi, ya çocukluğundan beridir ya da çocukluklarında
köpek ya da kedi sahibi olmuşlardı.2 Elbette arada, kirada otur
dukları veya tüye alerjisi olan biriyle evli oldukları için hayvan
sız geçirdikleri dönemler vardı. Ama genelde, hayvanları olan
insanlar, hayatlarının aşağı yukarı her döneminde onlarla ol
muşlardı. Üstelik, hayvan sahiplenen insanların çoğunluğunun
evlerinde başka hayvanlar da vardı. tık kez bakıcı olan "bakir"
insanlar bulamayışım, hayvanların bir kez insanların hayatları
na girdikten sonra hiç çıkmadıklarını gösteriyordu. Hayvanla-
18
rın bu kesintisiz varlığı, benlik üzerindeki rollerine dair ipucu
veriyor. Hayvanlarla birlikte yaşayan insanlar hayatlarının bü
yük bölümünde bu şekilde yaşadıklarına göre, hayvanlar onla
ra vazgeçilmez bir şey veriyor olsa gerek. Anlaşılan, o "vazge
çilmez şeye" bir kez alışıldığında, onsuz olmak düşünülemiyor.
Açıkçası, benim yaşadığım şey buydu . Hayvanları oldum ola
sı sevmişimdir ve onlarsız yaşadığım süre, olsa olsa üç yıldır.
Şu an evimde dört kedi ve iki köpek var. Beni bu kitabı yazma
ya yönelten soruları düşünmeye başladığımda, aşağı yukarı se
kiz yaşındaydım. Evimizin yakınındaki bir alışveriş merkezi
ne bir çocuk hayvanat bahçesi gelmişti. Bu tip yerlerde alışıldık
olan keçi ve koyunlar dışında, bu hayvanat bahçesinde bir de
yavru fil vardı. Bu hayvanı New York'un batısındaki bir alışve
riş merkezine sürükleyen korkunç olayları tahayyül etmek bile
istemem, ama onunla karşılaşmak bende geri dönüşü olmayan
bir değişime yol açtı. Yavru fil, benim o zamanki boyumdan en
fazla kırk-elli santim uzundu , dolayısıyla gözlerinin içine bak
mam için başımı hafifçe yukarı kaldırmam yetiyordu . Bir aya
ğı ağır bir nesneye zincirlenmişti. Bu manzara beni çok rahatsız
etmişti. Yavru fil, kapana kısılmış ve stres içindeki pek çok filin
yaptığı gibi ileri geri sallanıp duruyordu; yanına gittim. Göğüs
kafesinin bir iç çekişle kabarıp inişini anımsıyorum . Derisine
dokunup, hortumunu ve çenesindeki sert kılları yokladım. El
lerimi kulaklarının üzerinde gezdirdim. Ama ona dokunmanın
verdiği his kadar iyi hatırladığım bir diğer şey de, karşısında
hissettiklerimdi. Hayvan sallanmayı bıraktı ve bana doğru ha
fifçe eğildi. İkimiz de çok sessizdik. Nefes alıp verişini duyabi
liyordum. O zaman fark ettim ki, karşımda, yalnız kalmaktan
sa temas kurmak isteyen, çoğunluğu korkunç geçmiş olsa da
bir mazisi olan ve huzursuzluktan bir tür memnuniyete dönü
şebilen duygulara sahip bir başka canlı vardı. Babam fille uzun
süre kalmama izin verdi; kafamdan şöyle düşüncelerin geçtiği
ni hatırlıyorum: "Bu bir oyuncağın canlanmış hali değil. Çizgi
filmdeki Dumbo da değil. Tıpkı benim gibi, ama aynı zamanda
benden farklı, başka bir varlık." Alışveriş merkezinden eve dö
nerken, köpeğimizi görmek için sabırsızlanıyordum . Gider git-
19
mez onu odama götürdüm ve sessiz bir konuşmayla, ona be
nim için ne kadar önemli olduğunu söyledim ve kendisi oldu
ğu için ona teşekkür ettim. Tilkinin söylediği gibi, o benim için
dünyadaki tek köpekti . 3
O anda yaşadıkları m , Mark Bekoffu n büyük bir isabet
le "minding animals"* dediği tecrübeye denk düşüyordu. Be
koffun da belirttiği gibi, "minding animals" iki anlama geli
yor. Birinci anlamı , onları umursamak . İkincisi de , onlara zi
hin atfetmek, ya da Bekoffun dediği gibi , "neler hissettikleri
ni ve duygularının niteliğini ve nedenlerini merak etmek" (Be
koff 2002 , 1 1 ) . Ben bu ifadenin iki anlamıyla da ilgileniyo
rum ve bu ilgiyi , ta o alışveriş merkezinde fille karşılaştığını
gün fark ettiğimi söyleyebilirim. Uzun yıllar, bu konu üzerin
de çalışma fırsatı bulamadım . l 990'ların başında doktora te
zim için konu aramaya başladığımda, hayvanlarla olan ilişki
ler üzerine çalışma fikri aklıma geldiyse de , bundan vazgeç
tim, çünkü tezime temel olacak sosyoloji kaynaklarının çok za
yıf kaldığını gördüm. Ancak ne mutlu ki, aradan geçen on yıl
da, durum değişti. Artık hayvanlarla ilgili sosyoloj ik çalışmala
rın listesi hayli uzun. Birkaç örnek vermek gerekirse: Clinton
Sanders'in köpeklerle yaşamayı ve çalışmayı konu alan eserle
ri ( Sanders 1 990, 1 99 1 , 1 993 , 1 994a, 1 994b, 1 999, 2000; ayrı
ca bakınız Robins vd. 1 99 1 ) ; Sanders'in hayvanlarla ilgili dü
şünme biçimlerimiz hakkında Arnold Arluke'la yaptığı çalışma
( Sanders ve Arluke 1 993 ; Arluke ve Sanders 1 996) ; Arluke'un
hayvanların deneylerde kullanımıyla ilgili eseri (Arluke 199 1 ,
1 994) ; Clifton Flynn'in hayvanlar ve aile içi şiddet konulu ça
lışmaları (Flynn 1 999 , 2000a, 2000b) ; Corwin Kruse'nin top
lumsal cinsiyet ve hayvan hakları aktivizmi konulu araştırması
3 Bu anımı aktarıp aktarmamakta çok tereddüt ettim, çünkü hayvanat bahçele
rini ve orada teşhir edilen "egzotik" veya koruma altındaki türleri meşrulaş
tırmaya hizmet edebilirdi anlattıklarım (mesela, "hayvanat bahçeleri çocukla
ra hayvanlarla bağ kurmayı öğretir" gibi) . Hayvanat bahçeleri korkunç yerler
dir, benim gördüğüm fil de annesi öldürüldükten sonra satılmış olan yetim bir
hayvandı muhtemelen. Çocukların, hayvanların ne kadar harika yaratıklar ol
duklarını yakından görmelerini sağlayacak başka yollar da var, anne babalara
bunları öneririm.
( * ) Mark Bekoffun bir kitabının adı (Oxford University Press, 2002).
20
(Kruse 1999 ) ; Jennifer Lerner ve Unda Kalofun reklamcılıkta
hayvanlar konulu çalışması (Lerner ve Kalof 1 999) ; David Ni
bert'in hayvan hakları üzerine eseri (Nibert 1 994, 2002) ; Ste
ven ve janet Alger'ın kedi kültürüyle ilgili analizleri (Alger ve
Alger 1997, 1 999 , 2003) . 2002'de Socicty & Animals gazetesi,
hayvan-insan araştırmaları alanında disiplinlerarası çalışmalar
yayımlayışının onuncu yıldönümünü kutladı. Aynı yıl , Ame
rikan Sosyoloji Derneği, Hayvanlar ve Toplum konusunda ça
lışmaya ayrılan bir birimi resmi olarak kabul etti; bu , yüzlerce
sosyoloğun, oluşum sürecindeki birime katılarak konuya olan
ilgilerini göstermiş oldukları anlamına geliyordu . Elbette "Hay
vanlar ve toplum mu - yok artık! Daha neler duyacağız kim bi
lir? " diyerek burun kıvıranlar da yok değil. Buna rağmen, sos
yologların çok önemli bir kesimi, toplumsal dünyanın yalnızca
insanlardan oluşmadığı kanaatine varmış durumda.
Bu kitap, "toplumsal" mefhumunun kapsamını genişletebile
cek, ampirik zemine dayanan bir kuram inşa etmeyi hedefleyen
bir yorumlayıcı sosyoloj i çalışmasıdır. Öte yandan, bu kitapta
yer alan argümanların sosyoloji alanı dışında da faydalı olması
nı amaçladım ve sosyolog olmayanların da bu kitabı okumasını
umuyorum. Kitabı yazmaktaki amacım, hayvan benliğine iliş
kin bir teori üretmekti . Hayvanlarla yaşayan ve onları sevenle
rin çoğu, onların duyguları , tercihleri, kişilikleri ve bizimkine
benzer başka birtakım nitelikleri olduğunu bilir. Sanders ve Al
gers insanların hayvanlarla olan ilişkilerini araştırdılar ve hay
vanlara benlik atfetmenin aslında yaygın bir şey olduğunu ka
nıtladılar. Ancak, bunların "hayvanseverlere" özgü aptalca ve
dokunaklı atıflar olduğunu ve kanıtlanabilir herhangi bir daya
nağı olmadığını öne sürmek de aynı ölçüde yaygın. Ben de tam
olarak böyle bir dayanak oluşturmak ya da hayvanlardaki han
gi yeteneklerin, onlara benlik atfetmemize olanak sağladığını
öğrenmek için yola çıktım. Şimdi , bu tartışmanın kitap boyun
ca ne şekilde ilerleyeceğini genel hatlarıyla görelim .
tık üç bölümd e, bizlerin -biz derken insanları kastediyo
rum- hayvan benliği üzerinde ciddi olarak düşünebildiğimiz
bir tarihsel evreye nasıl ulaştığımız ele alınıyor. Çok geniş za-
21
man dilimlerini tek bir hamlede tarif edişim tarihçileri rahatsız
edebilir, ancak benim esas niyetim, konuyla ilgili literatürün
makul bir özetini sunmak. 1 . Bölüm'de, hayvanların bazı tür
leriyle nasıl ve neden yakın bir ilişki kurmaya başladığımız so
rusunu irdeliyorum . Bu bölüm, köpeklerin ve kedilerin evcil
leştirilmesinin tarihçesiyle başlıyor. Bu konuda bildiğimiz pek
çok şey tartışmalı da olsa, köpeklerin ve kedilerin insan top
lumlarında tercih edilen yoldaş türler olmaya nasıl başladığıy
la ilgili bulguların en inandırıcı ve güncel olanları üzerinde yo
ğunlaşıyorum. Daha sonra, onları hayatlarımızda istemeye de
vam edişimizle ilgili yaygın açıklamaları ele alıyorum. Bunlar
arasında, hayvanların insan ilişkilerini ikame ettiği (yoksun
luk argümanı) ; hayvanlarla dostluğun zenginlere ve boş zama
nı olanlara özgü olduğu (refah argümanı) ; hayvanlarla ilişkile
rin insanlara güçlerini ispatlama fırsatı verdiği (tahakküm ar
gümanı) ; ve evrimin insanları hayvanlarla yakın olmayı isteme
ye programladığı (biyofili argümanı) açıklamaları bulunmakta
dır. Burada, başta hayvanlarla ilişkimizin zaman içinde birbi
rinden farklı pek çok anlam kazanmış olmasından dolayı, tek
bir e tkeni öne süren her açıklamanın yetersiz kalmaya mah
kum olduğunu savunuyorum. 2. ve 3 . bölümlerde bu anlam
lar inceleniyor. Bilhassa, "hayvan" , "pet" , "yoldaş hayvan" kav
ramlarının izini sürerek, her bir terimin belli zamanlarda kulla
nıma sokulmasında etkili olan sosyal ve kültürel etkenlere yo
ğunlaşıyorum. Hayvanlarla olan ilişkilerimizin, kültürel düzey
de, en az hayvanlar kadar insanlar hakkında da ipuçları barın
dırdığını savunuyorum. Başka bir deyişle, kimin "hayvan" ol
duğunun ve bu sıfatla birlikte hangi hakların kazanıldığının
-daha doğrusu , hangi haklardan mahrum olunduğunun- belir
lenmesi, kimin tam anlamıyla "insan" olduğu sorusunun ceva
bıyla yakından ilgilidir. Dolayısıyla "pet" , sınıf ilişkilerinin iş
leyişini ortaya koyar.
4. Bölüm, "barınak" diye adlandırdığım yerdeki hayvan sa
hiplendirme alanlarında yapılan araştırmayı temel alması bakı
mından, buraya kadar kuramsal ve tarihsel düzeyde ilerleyen
kitabın odağını ampirik düzeye kaydırıyor. (Burada kullandı-
22
ğım yöntemleri merak eden okurlar, ayrıntıları ekte bulacak
lardır. ) Tartışma, barınağa gelen insanların çoğunun hayvanla
rı sahiplenmek için değil yalnızca onlara bakmak için geldikleri
gözlemiyle başlıyor. Daha sonra, hayvan benliğine işaret eden
iki boyuta odaklanılarak, evsiz hayvanları izlemenin cazibesi
irdeleniyor. tık boyut, olası benlikleri "üstte deneme" yi ifade
ediyor; bu , vitrin bakmaya benzeyen bir süreç, ancak, hayvan
ların etkin varlıklar olarak insan hayatlarında yapısal değişim
lere yol açmaları bakımından farklı. lkinci boyut, hayvanlara
bakmanın yaşattığı estetik deneyime göndermede bulunuyor.
Estetik kuram ve sosyal psikolojiden yola çıkarak, hayvanla
rı seyretmenin, onların bütünlüklü, fiziksel varlıklar oldukları
fikrini pekiştirdiğini savunuyorum. Bu da, hayvanların öznel
lik kapasitelerine işaret eder ki, sonuç olarak bu da kendi ben
lik duygumuzu doğrular.
5 . Bölüm, hayvan sahiplenenler ile sahiplenilmeye aday hay
vanlar arasındaki ilk etkileşimi inceliyor. Bu bölümde, iki te
mel sahiplenen " tipi" belirleniyor: Bir yanda, önceden karar
verdiği belirli bir cinsten, belirli bir boyut veya renge sahip bir
hayvanı bulmaya çalışanlar, öte yanda sırf "doğru" yoldaş kö
peği ya da kediyi bulmak isteyen kişiler. Her halükarda, sonuç
ta kişinin hangi hayvana kapılacağını, hayvanla arasında duy
gusal bir bağ hissedip hissetmemesi belirliyor. Bu analiz, yoldaş
hayvanlarla ilk etkileşimlerde, hoşlanma ve çekimle ilgili sos
yopsikolojik kuram ve kavramların pek çoğunun devreye gir
diğini gösteriyor.
Söz konusu his, insanbiçimci bir yansıtma olduğu gerekçe
siyle kolayca bir kenara atılabilir, ancak bu bakış, yaşanan de
neyimi tarif edemez. Zira insan bir hayvanla ancak onu insa
na benzeterek bağ kurabiliyor olsaydı, o zaman bir hayvana he
men hemen istediği her duyguyu yansıtabilirdi. Hayvan sahip
lenmek, gerekli komutlara uyacak uygun renkte bir kedi ya da
köpek bulmaktan ibaret olurdu. Oysa genelde iyi bir eşleşme
çok daha fazlasını gerektiriyor ve doğru kedi ya da köpek ba
zen o kişi için hiç de öyle olmayabiliyor. Hayvan sahibi adayla
rı, kedinin ya da köpeğin nasıl bir varlık olduğunu sezmeye ça-
23
lışırlar. Bir başka deyişle , hayvanın benliğiyle ilgili bir ön bil
gi edinmeye çalışırlar. Bu bölüm, hayvanların bunu potansiyel
yoldaşlarına nasıl ilettiklerini belirlemekle, hayvan benlikleriy
le ilgili sonraki tartışmaya zemin hazırlamış oluyor.
6. Bölüm, dile bağlı olmayan, dolayısıyla hayvanların da pay
laşabildiği bir benlik modelini ana hatlarıyla tanımlıyor. Benliği
kavramlaştırmanın pek çok farklı yolu vardır. Dinin ruh ya da
can, popüler psikolojinin "içimizdeki çocuk" , daha akademik
yaklaşımların izleyici karşısında oynadığımız rollerin toplamı
olarak tarif ettiği kavramdır bu . Daha önceki bir çalışmamda
(Irvine 1 999 , 2000) kullandığım ve giderek ilgi gören bir di
ğer model de, anlatı olarak benlik kavramıdır.4 Kısacası, ben
liğin ne olduğu konusunda hiç kimse fikir birliğine varamaz.
Hatta postmodern kuramcılar bu kavramın artık tamamen an
lamsız olduğunu savunmaktadır (bkz. Gergen 1 99 1 ) . Bu görü
şe göre, teknoloj inin zaman ve mekanı sıkıştırması etkileşim
olanaklarını öylesine artırmıştır ki, " hakiki", tek bir benlikten
söz etmenin zamanı geçmiştir. Öte yandan, gündelik deneyim
lerimize bakarak, benliğin ne olduğuna -ya da var olup olma
dığına- ilişkin kuramsal ya da kavramsal uzlaşmazlığın pek de
önemli olmadığını görebiliriz; ortada "bir şey" olduğu kesindir.
Günlük hayatımızda odak konumda olan bir ben ya da bir ben
lik duygusu olduğuna dair gayet somut bir deneyim yaşıyoruz.
Barınaktaki sahiplendirme bölümlerinde insanlar ile hayvan
lar arasındaki etkileşimin yapısını incelediğimde, farklı tipteki
etkileşimlerin ortak izleğinin benlik olduğunu gördüm. Bir di
ğer deyişle, insanların hayvanlarla etkileşme biçimleri, hayvan
ları kendi kimliklerine katkı sağlayan unsurlar olarak gördük
lerine işaret ediyordu . Her ne kadar kim olduğumuzu şekil
lendiren pek çok etken -sanat müzik, hobiler, mizaç- olsa da,
hayvanlar bunu farklı bir biçimde yapıyorlar. Hayvanlarla olan
ilişkilerimiz , nesnelerle olandan çok, ö teki insanlarla olan iliş-
24
kimize benziyor. Hayvanların, zihin, duygu , tercih ve benzeri
öznellik belirtilerine sahip olduklarını düşünüyoruz. Öte yan
dan, onları böyle görmemizi sağlayan şeyin ne olduğu sorusu,
insanlar arasındaki öznelliği açıklamak için dil temelli bir mo
dele yaslanan sosyal psikolojiyi önemli sorularla karşı karşıya
bırakmaktadır. Dili temel almak, pek çok etkileşimin, benliğe
katkıda bulunan birer bilgi kaynağı olduğunun göz ardı edil
mesine yol açar. Eğer dil dışındaki etkenlerin bir önemi varsa,
ki ben öyle olduğunu savunuyorum, o zaman hayvanlar insan
benliğinin oluşumunda rol alabilir demektir. Hayvanların bu
nu yapabilmesi için, kendilerinin de öznel ötekiler olmaları ge
rekir. Peki ama, hayvanlar bize ne hissettiklerini ve ne düşün
düklerini söyleyemezken, hayvanların öznel deneyimlerini na
sıl algılayabiliriz? Ben, öteki insanlarda bile öznelliği doğru
dan gözlemleyemediğimizi savunuyorum . Ona doğrudan eri
şim şansımız yok. Bunu daha ziyade, etkileşim sırasında dolay
lı olarak algılarız.
7. Bölüm'de, hayvanların öznel varlığını nasıl algıladığımız
inceleniyor. Bu tartışmada , William James'in ( 1 9 5 0 [ 1890 ] ,
1 9 6 1 (189 2 ] ) öznel yaşantıyı irdelediği eserlerindeki fikirler
ile, Gene Myers'in ( 1 998) çocukların hayvanlarla e tkileşimi
ni konu alan ve Daniel Stem'ün ( 1 985) bebeklikte benliğin or
taya çıkmasıyla ilgili çalışmasını temel alan araştırması birleş
tiriliyor. Her ne kadar ilgi alanım yetişkin deneyimi olsa da,
bu eserler, benliğin dil-öncesi yetilerinin iç yüzünü kavrama
mızı sağlıyor. Benliğin göstergelerinden birçoğu dil yetisinin
kazanılmasından önce ortaya çıktığından, insanların yanı sıra
üst sosyallik seviyesindeki diğer hayvanlarda da bu göstergele
ri aramak mantıklıdır. Bu çerçeveden yola çıkılarak, bu bölüm
de, hayvanların, onları öznellik sahibi olarak algılamamıza ne
den olan yetileri ele alınıyor. Buradaki tartışma, çevremizdeki
dünyayı düzenlerken yararlandığımız dört deneyim alanı belir
liyor. Faillik, bütünlük, duyumsallık ve benlik tarihi olarak be
lirlenen bu dört alan, bir "çekirdek" benliğin ampirik göster
geleri olarak kabul ediliyor. Mülakatlardan ve hayvan sahiple
nenlerle yapılan gözlemlerden elde ettiğim verilerden yola çı-
25
karak, köpeklerin ve kedilerin, çekirdek benliğin bu dört unsu
runu ne şekilde sergilediklerini sistemli bir biçimde tasvir edi
yorum. Hayvanların çekirdek benlikleri, onlarla etkileşimimiz
de erişilebilir hale geliyor ve bu etkileşim aynı zamanda bizim
içimizdeki çekirdek benliğin varlığını da doğruluyor. Dolayı
sıyla, bağ kurma duygusu , hayvanlara insan özellikleri atfet
mekten ibaret değil. Bu duygunun kökeni, hayvanlara bakan
ların çekirdek benlikleri ile hayvanlarınki arasında oluşan bir
uyumda yatıyor.
Çekirdek benlik, deyim yerindeyse, öznelerarasılık yetisinde
işe koyulur; bu yetiyle, paylaşılan öznel deneyimleri kastediyo
rum. 8. Bölüm' de, bakıcılar -ortak bir sözel dil bulunmamasına
rağmen- yoldaş hayvanlarla ortak bir şeye niyetlendikleri, aynı
şeye dikkatlerini odakladıkları ya da duygularım paylaştıkları
durumları anlatıyorlar. Bu bölüm, öznelerarasılığın tüm unsur
larını harekete geçiren ve gerek insanlar gerekse insandışı hay
vanlar için benlik deneyimini zenginleştiren bir faaliyet olarak
oyuna odaklanıyor.
Kitabın son kısmında, araştırma bulguları kurama ve prati
ğe eklemlendiriliyor. "Benlik" kavramının düşünsel bakımdan
reddedildiği bir çağda, ben, hayvan benliğinin kuramsal zemi
nini irdeliyorum. "Benliğin ölümü"nü savunanların, argüman
larında ampirik dayanaktan yoksun olduklarım ileri sürerek,
kanıtlar ışığında, hayvanların benlikleri hakkında kuram geliş
tirmemizin şart olduğunu söylüyorum. Ardından, hayvan benli
ğini destekleyen bulguların ağırlığını dikkate alarak, hayvanla
ra yönelik muamelemizin değişmesi gerektiğini savunuyorum.
Hayvanlarla ilgili belli başlı yaklaşımları (hayvan refahı ve hay
van hakları) genel hatlarıyla ele aldıktan sonra, hayvanların bi
zimle eşit içsel değere sahip oldukları ve mal muamelesi gör
memeleri gerektiği görüşünü desteklemenin mantıklı -ve ah
laklı- bir seçim olacağı sonucuna varıyorum. Batılı toplumla
rın çoğu , uzun süreden beri hayvanların acı çekebildiğini, dola
yısıyla acı çekmemekte çıkarları olduğunu kabullenmiştir. İn
sanca muamele kanunları, gereksiz acıya yol açmamamız ge
rektiği konusundaki yaygın fikir birliğinin kanıtıdır. Öte yan-
26
dan, nesnelere karşı ahlaken yükümlü olmak mantıkdışı ola
cağından, eşit saygı ilkesini hayvanları da içine alacak şekilde
genişleterek bu yükümlükleri meşrulaştırmamız gerekiyor. Bu
da, hayvanlara mal muamelesi edemeyeceğimiz anlamına gelir,
zira hayvanların bu muameleyi görmemekteki çıkarları da eşit
saygıyı hak etmektedir.
Bu araştırma bir barınakta gerçekleştirildiğinden, insanlar
la hayvanların karşılaşma koşullarında , ortam belirleyici ol
du. Başka bir deyişle, bu çalışma kapsamında, örneğin sokakta
ki bir hayvanı evlerine alanlar, hayvanlarını başka insanlardan
alanlar ya da hayvan yetiştiricilerden hayvan satın alanlar de
ğil, yalnızca evsiz hayvanları sahiplenenler incelendi. Yukarıda
saydığım diğer ilişkiler de incelenmeye değerdir. Bu araştırma
daki hayvanlar farklı farklı renklerde, boyutlarda ve birbirin
den çok farklı geçmişlere sahipken, insanlar, ortamın demogra
fik yapısını yansıtacak biçimde, çoğunlukla orta ya da üst-orta
sınıfa mensup beyazlardan oluşuyordu . Bu yorumlayıcı bir ça
lışmadır ve ampirik araştırmaya dayalı olmakla birlikte, amacı
bir kuram inşa etmektir. Erişebildiğim bir ömeklemin sınırları
içinde ortaya çıkan sonuçları anlatmaktadır. Umarım bu kitap,
gerek insan gerek insandışı katılımcıların çok daha çeşitli oldu
ğu yeni araştırmalar için bir çıkış noktası olur.
27
NASIL VE NEDEN
29
olsa da, köpeklerin ve kedilerin bizimle iç içe bir hayat sürdür
meye olan yatkınlıkları benzersizdir. Üçüncüsü, bu yatkınlıkla
da bağlantılı olarak, evcilleştirilmeleri kediler ve köpekler ka
dar uzun süre öncesine dayanan ve o ölçüye varan başka tür az
bulunur. Bu bölümde, köpeklerin ve kedilerin "neden" ve "na
sıl" evcilleştirildikleri ele alındıktan sonra, neden hayatlarımız
da onlara hala yer vermek istediğimiz konusundaki çeşitli açık
lamalar inceleniyor.
Evcilleştirme, bir türün bakımının , beslenmesinin ve en
önemlisi üretilmesinin insanlar tarafından denetlenmesini sağ
layan süreç şeklinde tanımlanabilir. Evcilleştirilen ilk hayvanlar,
koyote, evcil köpek ve kurt da dahil otuz sekiz hayvan türünü
kapsayan bir etçiller familyasından olan köpekgillerdi. Hatta ilk
köpekler muhtemelen diğer türlerin evcilleştirilmesine yardım
cı oldular, zira sürü gütme ve koruma yetileri, inek, koyun, ke
çi ve sığır gibi otlak hayvanlarının idaresinde rol aldıklarını dü
şündürüyor. Köpeklerin tam olarak ne zaman evcilleştirildiği
konusunda bilim insanları farklı görüşler ileri sürüyor. Köpekle
rin ataları konusunda da birçok farklı görüş var.2 Bunlardan bi
rine göre, köpeğin atası Canis lupus, yani kurt. Diğer bir görüşe
göre, köpekler, kurtlar ile Canis sınıfının koyote ve çakal gibi di
ğer üyelerinin melezi. Üçüncü teze göreyse, Kuzey Afrika ve As
ya parya köpeği ile Avustralya dingosu gibi vahşi köpekgiller ev
cil köpeğin vahşi atalarıdır.3 Öyle ya da böyle, günümüzde evle
rimizi paylaştığımız evcil köpekler, insanların müdahalesiyle var
olmuşlardır ve bu müdahale hem kültürel hem de biyolojik sü
reçleri kapsamaktadır (bkz. Clutton-Brock 1994, 1995) . Biyolo
jik açıdan, evcilleştirme, doğal evrime benzer. İnsanlar, yapay se-
30
çilimle, yalnızca bir-iki nesil sonrasında, davranış, boyut, renk,
kulak ve kuyruk duruşları ile başka özelliklerde değişim yarata
bilirler, nitekim yaratmışlardır. Kültürel açıdansa, evcilleştirme,
bir türün, "insan topluluğunun sosyal yapısıyla sarmalanmış" ol
ması anlamına gelir ( Clutton-Brock 1995 , 1 5 ) . Sözgelimi, kur
dun köpek haline gelmesi, yalnızca fiziksel ve davranışsa! özel
liklerinin değişmesiyle değil, bu değişimlerin kurtlan insan top
luluklanndaki maddi, estetik ve törensel gerekliliklere uyumlu
hale getirmesiyle gerçekleşmiştir. Bu adaptasyon da sonuç ola
rak diğer değişimleri tetiklemiş olabilir. Örneğin Helmut Hem
mer'e göre ( 1 990) , evcilleştirme bazı stres türlerine karşı hassa
siyeti azaltır. Bu da hayvanlarda fiziksel değişimlere neden olur.
Evcil köpekler, kurtların yaşadığı çetin koşullarda yaşamak zo
runda olmadıklarından, genelde kurtlara kıyasla daha kısa tüylü
dürler; ya da bir tazı bir kurttan daha hızlı koşup ondan daha iyi
görebildiği halde, kurt kadar iyi işitemez. Kısacası, evcil hayvan
ların algı dünyaları, vahşi atalannınkinden gözle görülür biçim
de farklıdır. Köpeğim Skipper'la dolaştığımız bir gün bunu bizzat
yaşayarak gördüm: Skipper, bir tilki ininin yakınındaki büyük
bir çayırlıkta tasmasız dolaşırken, oyun oynayan iki yavru tilkiye
rastladı. Tilkiler Skipper'ı görür görmez donup kaldılar (ben bi
raz uzaktan olayı izliyordum) ve sonra kaçmaya başladılar, Skip
per ise oyuna katılmaya çalışıyordu. Tilkiler için Skipper bir teh
ditti; çayırlıktaki diğer dört ayaklı ziyaretçilere alışkın olan Skip
per için ise, tilkiler potansiyel oyun arkadaşlarıydı.
Köpeklerin evcilleştirilmesi ne şekilde gerçekleşmiş olursa
olsun, bu konuda son derece iyi bir performans göstermiş ol
dukları bir gerçektir. Köpeklerin insan toplumuna adaptasyo
nu kusursuz olmuştur (bkz. Budiansky 1 992) . Köpekler, dün
ya üzerinde insanların yaşadığı her yerde varlığını sürdürür
ken, köpekgillerin kurt olarak kalan türü , yırtıcı koşullar yü
zünden yok olmuştur.4 Köpeğin bu konudaki başarısı dikka-
4 20. yüzyılın sonlarında Kuzey Amerika'nın pek çok bölgesinde kurtlar yeniden
doğaya salınmışlardır ve kurt popülasyonlarının korunması hala çok tartışma
lı bir konudur. insan-doğa ilişkilerinde kurtların yerine ilişkin ayrıntılı bir ça
lışma için, bkz. Emel 1 998.
31
te değerdir, zira evcilleştirme sürecine bu kadar uyum sağlayan
çok az tür vardır. Evcilleştirme konusundaki modem düşünce
nin öncüsü (ve Charles Darwin'in kuzeni) Francis Galton, ev
cilleşmeye aday hayvanların "az bakımla ve ilgiyle hayatta ka
labilecek kadar dayanıklı; insanlara düşkün olmaya eğilimli; ra
hatı seven ve işe yarar; sürü halinde yaşayan ve dolayısıyla grup
içinde denetimi kolay hayvanlar" olmaları gerektiğini savunu
yordu (aktaran Sheldrake 1999 , 1 8) . Kısacası köpekler bu ge
reklilikleri gayet iyi karşılamaktadırlar.
Köpekgillerin evcilleştirilmesiyle ilgili en bilinen hikaye, bi
limsel açıdan en zayıf olan hikayedir. Buna göre, üstün avlan
ma yetileri , köpeklerin insanlarla ilişkilerinin seyrini hızlan
dıran bir etken olmuştur. Bu tasvire göre, avcı insan grupları,
vahşi köpek sürülerini takip ediyordu . Köpekler bir avı öldür
düklerinde, insanlar gidip leşi alıyor ve ufak parçaları köpekle
re bırakıyorlardı. Zamanla bu , yırtıcı köpeklerin insanın avlan
ma teknolojisinin şekillenmesine yardımcı oldukları sembiyo
tik bir ilişkiye evrilmiş olabilirdi. Bu argüman, bugünkü Ober
kassel (Almanya) sınırları içinde bulunan bir gömütten çıka
rılan, günümüze kadar ulaşmış -kurt olmadığı açıkça belli
en eski evcil köpek kalıntılarını temel alır (bkz. Serpell 1988a;
Clutton-Brock 1995 ) . Söz konusu bulgular, avcılıkta baltala
rın yerini alan, "mikrolit" adı verilen minik taş okların ilk kez
kullanıldığı bir kültürel döneme aittir. Bu görüşe göre, mikro
litlerin etkili olabilmesi için, iz sürebilen ve yaralı hayvanı ye
re düşürebilen köpeklerin kullanılması şarttır. Ancak, başka
bir görüşe göre, "insanlar ile köpekler arasında eskiye daya
nan bir avlanma sembiyosisi olduğu görüşü efsaneden ibaret
tir" (Messent ve Serpell 1 98 1 , 8) . İnsanlarla birlikte avlansınlar
diye özel olarak köpek yetiştirilmesi görec e yeni bir gelişmedir
ve köpekler avcı gruplarına sık sık refakat etse de, avcı-toplayı
cılar köpekleri avlanmakta kullanmamışlardır (hala da kullan
mamaktadırlar) (bkz. Sauer 1 952) . Köpeklerin evcilleştirilme
sine, bundan ziyade, "komensalizm" , yani ortak leşyiyicilik yol
açmış olabilir. Ama bu argümanın da bir zayıf noktası vardır:
Mezolitik insan yerleşimleri "muhtemelen, leş yiyen kurtlardan
32
oluşan sürekli bir popülasyonu beslemek için yeterli miktarda
artık sağlayamayacak kadar küçüktü ve çok az atık üretiyordu"
(Messent ve Serpell 198 1 , 9) .
Üçüncü ve benim inandırıcı bulduğum görüşe göre, köpeğin
evcilleştirilmesi " faydacı kaygılardan bağımsız" biçimde ger
çekleşmiştir (Messent ve Serpell 1 98 1 , 1 0) . Tarihi kayıtlar, in
sanların her türlü hayvanı ehlileştirdiğini gösteriyor. Köpekgil
lerin avlanma, bekçilik ve sürü gütme konusundaki faydalı be
cerileri insanlarla köpekler arasındaki ilişkiyi pekiştirmiş ola
bilir, ancak bu ilişkiyi başlatan etkenler muhtemelen bunlar
olmamıştır. Bazı biyolojik ve davranışsa! etkenlerin, köpekleri
insan gruplarına kolayca uyum sağlamaya yatkın kılmış olma
sı daha makuldür. Bir kere, köpekgillerin doğumdan itibaren
başlayan uzun süreli bir sosyalleşme dönemi vardır. Doğum
dan sonraki birkaç ayı kapsayan bu süre, yeterli temas sağla
nırsa köpek yavrularının insanlarla bağ kurmasına yetecek ka
dar uzundur. Buna karşılık, inek ve at gibi hayvanlar prekosi
yal* doğarlar. Hemen ayağa kalkan bu hayvanlar, köpeklerden
çok daha önce erişkinliğe ulaşırlar. İnsanlarla duygusal bağ ku
rabilseler de, onları kendi sosyal gruplarına dahil etmezler. Kö
pekler ise, tam tersine, insanlara diğer yavrular ve sürü üyele
ri gibi yaklaşırlar. Constance Perin'in ( 1 98 1 , 80) açıkladığı gi
bi, "lnsan familyası, köpeklerin donanımları gereği aidiyet his
settikleri türden gruplara karşılık gelir. 'lyi aile köpeği'nde, bu
iki türün biraraya gelmesini sağlayan o biyolojik temeli görü
rüz. " Köpekleri insanlarla dostluk kurmaya yatkın kılan bir di
ğer etken, sonraki bölümlerde ele alacağım bir konu olan, kö
peklerin oyuna yönelik yoğun ilgisidir. Köpek-insan arasında
ki oyun rekabetçi olmadığından, her yaştan insanın katılabile
ceği bu eğlence , türlerarası bağı sağlamlaştıracak fırsatlar su
nar. Aynca köpekler gündüzleri faaldirler, bu da onları vahşi
köpeklerden ayırırken, insanlara yaklaştıran bir özelliktir. 5 Kö-
(*) Doğumdan hemen sonra ayağa kalkabilme ve kendini besleyebilme yetisine sa
hip - ç.n.
5 James Serpell ( 1986, 1 27) evcil hayvan beslemede teknolojinin rolüyle ilgili il
ginç bir noktaya dikkat çekiyor: "Fare, sıçan ve hamster gibi gece faal olan ke
mirgenlerin, elektrik ışığının bulunmasından itibaren popüler ev hayvanları
33
peklerin faaliyet döngüsü , insanların da uyanık oldukları za
manlarda uyanık olmalarına yol açar. Dahası, köpekler dışkı
ladıkları yer konusunda titiz olduklarından ve alıştıkları yere
dışkıladıklarından, ev terbiyesini başka pek çok hayvandan da
ha kolay alabilirler. Bir diğer etken de , fiziksel ölçüleri olabilir:
En iri köpek bile, yetişkin bir insandan daha ufaktır ve insan
larla aynı evde yaşamaları, sözgelimi bir at, zürafa ya da file kı
yasla, daha kolaydır.
Bu ve başka muhtemel nedenler, köpekleri yoldaş hayvan ro
lüne yatkın kıldı. Onlar bu boşluğu doldurduktan sonra da, al
ternatif türlere artık ihtiyaç kalmadı. Her ne kadar insanlarla
dost olan başka birçok hayvan türü olduysa da, hiçbiri bu ko
nuda köpekler kadar başarılı olamadı.
"Bunu istedikleri de yoktu" diye kedilerimin hep bir ağız
dan bağırdığını hayal edebiliyorum . Evcil kedinin kökenleri
nin izini sürmek, köpeğinkinden daha zordur. Köpeğin mor
foloj isi kurt a talarından önemli ölçüde farklı olmasına rağ
men, kediler, ataları oldukları varsayılan Kuzey Afrika yaban
kedisi Felis sylvestris liby ca'dan çok da farklı değildirler. 6 Üs
telik "evcilleştirme" kedi türünün hikayesi için doğru bir ta
bir gibi görünmüyor, zira söz konusu hikaye, " tanrılaştırma"yı
da içeriyor. Her iki süreç de, anlaşıldığı kadarıyla, Mısır' da MÖ
5000 yılı civarında, büyük tarım toplumlarının doğuşu sıra
sında başladı (bkz. Clutton-Brock, 1 98 1 ) . Köpeklerin evcilleş
tirilmesi tarımın ortaya çıkmasından önce gerçekleşirken, ke
dilerin evcilleştirilmesi muhtemelen tarımın gelişiminden do
layı gerçekleşti. Mısırlılar kedilere değer veriyordu çünkü ke-
haline gelmeleri kuşkusuz anlamlıdır; bu buluş, insanın faal olduğu süre dili
mini, bu hayvanların normalde faal oldukları karanlık saatleri de kapsayacak
şekilde suni olarak genişletmiştir."
6 Gazeteci Stephen Budiansky ( 2002, 76) şöyle yazıyor: "Eğitimli bir uzmana bir
kurt kafatası ile bir köpek kafatası gösterilse, ikisini ayırt etmekte pek güçlük
çekmez. Oysa zoologlara, doğa tarihi müzesi küratörlerine, avcılara, veteriner
lere, av korucularına ve profesyonel doğabilimcilere bir yaban kedisi ile bir ev
cil kedinin kemikleri gösterilip bunları ayırt etmeleri istendiğinde, verdikleri
yanıtların yalnızca %61 'i doğru çıkmıştır. Ukulele çalgıcıları, avokado yetişti
ricileri ve otomobil tasarımcıları da, yazı tura atarak, bu doğruluk oranını tut
tururlardı."
34
diler, Mısır ekonomisinin temeli olan tahıl ambarlarını tehdit
eden kemirgenleri avlıyorlardı . Kediler zamanla yalnızca iti
bar kazanmakla kalmadılar, tanrıça statüsüne de eriştiler: Ne
şe, doğurganlık ve annelik tanrıçası Bast (bkz. Berghler 1989 ;
Siegal 1989) . Bu, kedinin kadınlıkla özdeşleştirilmesinin baş
langıcıydı; ama bu özdeşlik, başka kültürlerde damgalanmay
la, hatta ölüm cezasıyla sonuçlanacaktı. Eski Mısır'da ise, ke
diler kanunlarla korunuyor, tapınaklarla onurlandırılıyor, sa
nat eserlerinde saygıyla yansıtılıyorlardı. Kedinin Mısırlıların
aile yaşamına dahil olması, bir yazarın tabiriyle "evcil kedinin
inişli çıkışlı tarihindeki zafer çağı"nı başlattı (Siegal, 1 989, 4) .
Bir kedi öldüğünde , bütün aile yas tutmaya başlar ve kayıpla
rının göstergesi olarak kaşlarını kazırdı . Aile zenginse , kediye
şaşaalı bir cenaze töreni yapılırdı; arkeoloj ik kazılarda , mum
yalanmış kedilere ait sayısız kalıntı ortaya çıkarılmıştır. Mısır
kanunları kedilerin ülkeden çıkarılmasını yasaklıyordu , an
cak kediler en sonunda , MÖ 6. yüzyılda Yunanistan üzerinden
Avrupa'ya ulaştı (Berghler 1989 ; Malek 1 993) . Arkeolojik bul
gular 4. yüzyıl ortalarından itibaren Britanya'da, 1 0 . yüzyıldan
itibarense Avrupa'nın dört bir yanında evcil kedilerin olduğu
nu ortaya koyuyor (Serpell 1988b) . Kediler Kuzey Amerika'ya ,
ancak beyaz Avrupalı yerleşimciler eşliğinde, çok daha sonra
ki bir tarihte vardılar.7
35
Kediler, başlangıçta onlara düzenli yiyecek sunduğumuz için
bize yaklaşmış olsalar da, bağımsız karakterlerini korumuşlar
dır. Kadınlıkla özdeşleştirilmelerinde olduğu gibi, bu özellikle
ri de kedilerin aleyhine işlemiş, "cinsellikle yüklü" olmalarının
yanı sıra , " tehlikeli, egoist ve zalim" oldukları düşünülmüş
tür; ta ki bu imgenin , köpekler gibi kabul gören ev hayvanla
rı haline gelmelerine yetecek ölçüde "iyileştirildiği" 19. yüzyıl
sonlarına dek (Kete 1 994, 1 1 6; ayrıca bkz. Ritvo 1 988) . Kedi
nin orta sınıf evlerine girmesi , onun sözde aşırı bağımsızlığının
ve cinselliğinin daha tehlikesiz görülmesine yol açan bir zihni
yet değişiminin işaretiydi. Öte yandan, günümüzde dahi, kedi
ler damgalanmanın izlerini taşımaktadırlar. Örneğin, A Hund
red and One Uses for a Dead Cat [ Ölü Bir Kediden Yararlanma
nın 1 0 1 Yolu ] (Bond 1 98 1 ) gibi çok satan kitapların bir benze
rinin köpekler için yazıldığını hiç görmedim.
Bir yazar, kedilerin evcil olabileceğini, ama asla köpekler ka
dar evcilleşmiş olmadıklarını öne sürer (bkz. Leyhausen 1979) .
Kediler, tür olarak, insanların yapay seçilimle ıslah çabalarına
köpekler kadar hevesle yanıt vermemişlerdir. Bugün 400'den
fazla köpek cinsi olduğu halde, kedi cinslerinin sayısı 50'den
azdır.8 Boyut, mizaç ve başka fiziksel ve davranışsa! nitelikleri
bakımından büyük çeşitlilik gösteren köpek ırklarından farklı
olarak, kedi ırkları esasen tüy rengi ve uzunluğuna göre birbi-
malanna izin verilen evcil kedileri incelediler. Hanelerin % 77'si kedilerini dı
şarı bırakıyordu ve bu kedilerin %84'ü "öldürdüklerini" eve getiriyordu. Her
bir kedi yılda on beş kuş ve bu sayının yaklaşık iki katı kadar küçük kemirgen
ve kertenkele öldürmüştü. Crooks ve Soule, bu oranlarla, yerel kuş türlerinin
kısa süre sonra soylarının tükeneceğini öne sürüyorlar. Bu türlerin tahminen
%75'inin şimdiden yok olduğunu hesaplamışlar. Çözüm, pencere tünekleri,
tırmalama kütükleri, oyuncaklar tedarik ederek ve en önemlisi onlarla dostluk
kurarak, kedileri ev içinde faal ve hoşnut tutmaktır. Daha fazla bilgi edinmek
için bkz. "Cats Jndoors ! A Campaign for Safer Birds and Cats" [Kediler Evle
re ! Kuşlar ve Kediler için Daha Fazla Güvenlik Kampanyası] , http://www .abc
birds.org/cats/catsindoors.htm.
8 American Kennel Club, 200 1'de 150 köpek türüne ait kayıtlan derlemiştir. ilk
beş tür labrador retriever, golden retriever, Alman çoban köpeği, dachshund
ve beagle'dır. Cat Fancier's Association [ Kedi Sevenler Derneği] 200 l'de 40 ke
di türü teşhis etmiştir ve ilk beş sırada Iran, Maine Coon, Siyam, Habeş ve eg
zotik türler bulunmaktadır.
36
rinden farklılık gösterirler.9 Köpekler gibi, kediler de, insanlar
la yaşamaya adapte olmalarını sağlayacak pek çok özellik geliş
tirmişlerdir. Kedi yavrularının, insanlarla duygusal ilişki kur
malarına olanak veren uzun bir ilk sosyalleşme dönemi vardır.
Kediler epey bir süre -günde yirmi saate kadar- uyurlar, fakat
sabah ve akşam saatlerinde çok faal olan krepüsküler* hayvan
lar olduklarından çoğu insan onlarla zaman geçirebilir. Elbet
te, kedilerle yaşayan herkes, onların " sabah " kavramının, pek
çok insanın güne başlamak isteyeceği saatten çok daha erken
olduğunu bilir. Yine de, kedilerin ritmi, insanlarınkiyle aşağı
yukarı kesişir. Ayrıca kediler kum kabını seve seve kullanırlar
ve en küçük apartman dairesinde bile yaşamaya uyum sağlaya
bilirler. İnsanlar, kedilerin oyunlarına da kolayca katılabilirler.
Öte yandan, kedilerin insan yaşamıyla bütünleşmesini köpek
lerinkinden farklı ve bir ölçüde eksik kılan bazı etkenler var
dır. Kediler, (her ne kadar bazı bireysel istisnalar bulunsa da)
tür olarak, sürü hayvanı değildirler. Kediler teritoryal hayvan
lardır, yani yaşadıkları alana başka hayvanları sokmayı sevmez
ler, ama rahatlarına da çok düşkündürler; bu yüzden, bir yan
dan insanlarla sembiyotik ilişkiler kurarken, bir yandan da yal
nız avcı niteliklerini korumuşlardır. Günümüzde vahşi kedi
kolonilerine her yerde rastlayabilmemiz, kedilerin insansız ha
yata tekrar kolayca adapte olabildiklerinin kanıtıdır.
Özetle, insan toplumları her tür hayvanı hayatlarına sokmuş
olsalar da, Köpekgiller ve Kedigiller familyasının bazı üyeleri,
bizlerle birlikte yaşamaya yatkındırlar. Onlara bu yatkınlığı ve
ren etkenler, insanbiçimci yansıtmalardan ibaret değildir; bi
zim onları algılayışımızdan bağımsız olarak var olan davranış-
9 Buradaki "ırk" sözcüğü, bir türün genetik olarak tahmin edilebilen ve tutarlı
biçimde yeniden üretilmiş, münferit, ayırıcı niteliklere sahip bir bölümünü an
latıyor. "Irk," canlıları illem,filum, sınıf, takım, familya, cins, tür ve alttür'e göre
sınıflandıran taksonomi biliminde kullanılan bir kavram değildir. Evcil kedi,
kedi familyası Felidae'ye (Kedigiller) mensuptur; bu familyanın da çeşitli tür
leri mevcuttur ve bunlar üç cinse ayrılır: Panthera, Acinonyx ve Felis. Evcil ke
di Felis catus'tur ve bugün bilinen pek çok kedi cinsi (örneğin, Siyam, Manx,
kısa tüylü Amerikan kedisi) bu türün varyasyonlarıdır. Köpek familyası Cani
dae (Köpekgiller), otuz sekiz türüyle, çok daha çeşitlidir.
(* ) Şafak vakti ortaya çıkan ya da faal olan hayvanlar için kullanılır - ç.n.
37
sal ve biyolojik özelliklerdir . Örneğin kedilerin, yumuşak ve
gevşek dokulu malzeme üzerine dışkılama güdüsü , kedi kumu
nun icadından önce de mevcuttur, o icadın bir sonucu değildir.
Köpeğin bulunduğu gruba yönelik tehditlere havlama güdüsü ,
insanların mülklerini koruma arzusundan bağımsız olarak da
mevcuttur. Kediler ve köpekler bu davranışları insanlardan öğ
renmediler. Bunlar içgüdüseldir ve bu hayvanların gelişme sü
reçlerindeki uygun zamanlarda ortaya çıkarlar. Elbette insanlar
bu içgüdüsel özellikleri manipüle etmişlerdir, ancak bu özellik
ler insanların müdahalesinden önce de mevcuttur.
Köpeklerin ve kedilerin insanlarla yaşamaya yatkın olmala
rına rağmen , ya da belki bundan dolayı, onlarla olan ilişkileri
miz benzersizdir. Örneğin biz insanlar, bilerek ve sürekli ola
rak başka türleri aramıza alan tek türüz. Bu ilişki her ne kadar
iki tarafa da yarar sağlasa da, varlığı bir dizi soruyu akla geti
rir. Örneğin, neden köpek gibi etçil bir yırtıcıyı evlerimize bu
yur ederiz? Buna bir de bıçak keskinliğinde pençeleri ve kendi
ni temizlerken yuttuğu tüyleri kusma adeti olan kedileri ekle
mek neden ? 1 ° Kedilerin ve köpeklerin insanlarla yaşamaya gö
rece kolay adapte olmaları, karşılıklı ilişkimizin başlama nede
nini açıklıyor. Şimdi de, hayvanlarla olan bu beraberliği neden
sürdürmek istediğimiz sorusuna verilen bazı yanıtlara bakalım.
Yoksunluk Argümanı
lO Kedileri tanımayanlar için, burada, kedilerin ara sıra en olmadık yerlere kus
tuklan tüy topaklarından söz ettiğimi belirteyim.
38
sanlarla dost olmalarını sağlayacak vasıflardan veya beceriler
den yoksun olduklarını varsayar. Yoksunluk argümanının di
ğer hedefleri arasında, bir insanı kurtarmaktansa bir ağacı ya da
bir deney faresini kurtarmayı tercih edecekleri iddialarıyla aşa
ğılanan çevreciler ve hayvan hakları eylemcileri yer alır.
Yoksunluk argümanının tarihi çok eskilere uzanır. Bir son
raki bölümde anlatacağım gibi, Batılıların insanlar ile hayvan
lar arasındaki sınırlara ilişkin kaygılarının örtük bir ifadesi ola
rak hayvanların kadim çağlardan beri sapkınlıkla ilişkilendi
rilmesi, modern çağa kadar devam etmiştir. Sadece hayvanlar
la dostluğun bile şeytanla işbirliğinin kanıtı olduğu ve -hemen
hemen hep kadın olan- zanlının hayvan dostlarının da kendi
siyle birlikte ölüme gittiği cadı avlarında, bu zihniyet en hun
har şekline bürünmüştür. Yoksunluk argümanının çağdaş çe
şitlemeleri medyanın gözde konularından olup, insan-hayvan
ilişkilerine dair çarpık bir tablo çizilmesini kolaylaştırmaktadır.
Genelde kadın olan ve yalnız yaşayan, bakabileceğinden çok
daha fazla hayvanı evine alan ve nihayet, hayvanların hayatını
kurtarma arzusunu hayvan korumacı çevrelerde bilinen adıy
la "istifçi"liğe vardıran insanlarla ilgili haberlere sık sık rastla
rız (bkz. Arluke vd. 2002) . Bazı haberlerde ise, insanların, aile
leri olmadığı için hayvanlar uğruna yaptıkları -mali ya da baş
ka türdeki- aşırılıklar öne çıkarılır. Bir de, köpeğini ondan da
ha çok sevdiği için kocası tarafından terk edilen kadınınki gi
bi hikayeler vardır. 1 1 Kabul, bazı insanların hayvanlarıyla ola
ğandışı ilişkileri vardır. Ancak, aşırılıkları öne çıkaran haber
ler, çoğunluk hakkında bildiklerimizi çarpıtır. Tıpkı alkolikler
ve anoreksiklerle ilgili haberlerin, olağan, orta karar alkol alma
ve yeme alışkanlığı hakkında bilgilendirici olmaması gibi, istif
çiler ve aykırı insanlarla ilgili haberlerden de, kedi ve köpek
lerle kurulan sıradan ilişkiler konusunda bir şey öğrenemeyiz.
Sansasyonel olmasının yanı sıra, yoksunluk argümanının iki
ağır kusuru vardır. Birincisi, bazı insanları hayvanlarla dostlu
ğa yatkın kılan vasıflar, beceriler ya da yoksunluklar olduğunu
destekleyen herhangi bir araştırma mevcut değildir. Şayet hay-
1 1 Bu ve diger örnekler için, bkz. Serpell 1986, 2. bölüm.
39
vanlar insanlarla ilişkilerin yerine konuyor olsaydı, o zaman
"hayvansever"leri, "hayvansever olmayan"lardan ayıran önem
li bazı psikolojik göstergeler olduğuna dair kanıtlar olması ge
rekirdi. Psikologlar ve başkaları bunu kanıtlamaya çalışmışlar
sa da başaramamışlardır. Hayvan bakanlar üzerine yapılan en
kapsamlı kişilik araştırmasında, hayvan sahibi olanlar ile olma
yanlar -ya da, yoldaş olarak köpekleri tercih edenler ile kedile
ri tercih edenler- arasında belirleyici farklılıklar bulunamamış
tır (bkz. Podberscek ve Gosling 2000) . 1 2 Araştırmaların çoğu,
hayvanların yoldaşlığından hoşlanan insanların, genelde diğer
insanlardan çok da farklı olmadığını gösteriyor. Bir araştırma
ya göre, yoldaş hayvan edinmeyen insanlar, hayvanlardan hoş
lanmadıkları için bundan kaçınıyor değiller (Guttmann 198 1 ) .
Daha ziyade , bunlar, hayvan bakanlara kıyasla kalıcı bağlar
kurmaktan kaçınma eğilimi daha güçlü olan insanlar. Aynca,
evlerinin temizliğini de daha fazla önemsiyorlar. Aynı araştır
maya göre, hayvan bakanlar, hayvan sahibi olmanın gerekçe
lerini sayarken, yoldaşlığın yararlarından daha çok dem vuru
yorlar. Hayvanları olmadığında kendilerini yalnız hissettikleri
ni söylüyorlar. İnsan, hayvanların yoldaşlığına bir kez alıştık
tan sonra, o ilişki olmadan yaşamakta zorlanıyor. Kendi araştır
mamda da benzer bir sonuç çıkardım. Örneğin, pek çok insan,
evcil hayvanı öldüğünde evinde bir boşluk hissettiğini ve haya
tını tekrar bir köpek ya da kediyle paylaşmak için sabırsızlan
dığını anlattı. Aynca, sık sık seyahat etmek ya da ev sahibi ta
rafından engellenmek gibi yaşam tarzıyla ilgili sorunlar yüzün
den yoldaş hayvan edinemeyen insanlar, çoğunlukla, yeniden
köpek ve kedi edinecekleri günü iple çektiklerini söylüyorlar-
40
dı. Bu bulgular, hayvan sahibi olan ve olmayan insanlar arasın
daki en önemli farkın, hayvan sahibi olanların genelde çocuk
lukları sırasında da hayvan sahibi olmaları olduğunu gösteren
araştırmayla da tutarlıdır (Poresky vd. 1 988) . Öte yarıdan, ge
nelde, "hayvansever" kategorisinin kendi içindeki farklılıklar,
muhtemelen "hayvanseverler" ile "hayvansever o lmayanlar"
arasındaki farklardan daha fazladır. 13
Yoksunluk argümanının ikinci kusuru şudur: Hayvanlar in
san ilişkilerini ikame etseydi, evcil hayvan edinmenin en çok
bekarlarda rastlanan bir alışkanlık olması beklenirdi. Oysa, tek
kişilik haneler evcil hayvan barındırma ihtimali en düşük olan
lardır (Amerikan Veteriner Tıp Derneği 2002) . Yoldaş hayvan
lara, en çok, çocuklu ailelerde rastlanmaktadır. Benzer biçim
de, hayvanlarla ilişkilerin diğer insanlarla olan ilişkileri azalttı
ğına ya da onlarla çatıştığına dair hiçbir bulgu yoktur. Tersine ,
veriler, hayvanların "sosyalliği kolaylaştırıcı" bir işlev gördü
ğüne işaret ediyor (bkz. Messent 1 983 ; Robins vd. 1 99 1 ; San
ders 1999 ) . Hayvanlarla olan ilişkilerimiz diğer insanlarla iliş
kilerimizi artırıyor, bu durum bilhassa köpekler için geçerli.
Örneğin , kamusal alanda yanlarında köpek olan insanlar, di
ğer insanlara kıyasla, başkalarıyla daha sık ve uzun süreli etki
leşimde bulunuyorlar (Messent 1 983 ) . Dahası, köpekler insan
lara, Amerikalıların çoğu zaman gözettikleri "medeni kayıtsız
lık" ilkesini çiğneyebilme olanağı sağlıyor (Robins vd. 199 1 ) .
"Medeni kayıtsızlık" Erving Goffman'a ( 1 963) ait bir terim: Di
yelim otobüste karşımızda oturan veya kasada sıra beklerken
önümüzde duran insanların farkında olduğumuz halde onlar
la genellikle göz teması kurmaktan ya da başka şekilde etkile
şimi ilerletmekten kaçınmamızı ifade ediyor. Böyle durumlar
da, dik dik bakmaktansa bakışımızı belirsiz bir noktaya yönel
tiriz. Köpekler, insan yoldaşlarını, selamlaşmaya ve sohbete ha
zır olan, Goffman'ın tabiriyle "açık kişiler"e dönüştürürler. Bir
köpek, aynı zamanda, Carol Brooks Gardner'ın ( 1 980) tabiriy
le bir "rozet" işlevi de görür. Köpekler, insan bakıcılarının " kö
peksever" olduğunu , dolayısıyla diğer " köpekseverler"le ileti-
1 3 Konuyla ilgili bir eleştiri için, bkz. Podberscek ve Gosling 2000.
41
şim kurmaya yatkın olduğunu ilan ederler. 14 Şahsen yaşadığım
bir olay, bu durumu çok güzel örnekliyor. Skipper'ı sahiplen
dikten ve bir apartman dairesi satın aldıktan bir yıl kadar sonra,
ev sahipleri derneğinin bir toplantısına katıldım. Yaklaşık dört
yıldır o sitede yaşayan bir komşumun yanına oturdum. Toplan
tının başlamasını beklerken, onlarca insan bana selam verdi ya
da durup sohbet etti, bir tanesi ise toplantıdan sonra bir şeyler
içmek için beni evine davet etti . Dört yıldır benim dışımda yal
nızca bir kişiyle yakınlaştığını söyleyen komşum buna çok şa
şırmıştı. Ona bu insanlarla köpeklerimiz sayesinde yakınlaştı
ğımızı, köpeklerimizin bizi yalnız olsaydık asla tanışamayaca
ğımız kadar çok komşuyla "tanıştırdığını" söyledim. Birbirimi
zi yürüyüşler sırasında düzenli olarak, bazen günde iki defa gö
rüyorduk. İsimlerimizi öğrenmeden çok daha önce köpekleri
mizin isimlerini öğrenmiştik. 1 5 Aynı durum kediler için de ge
çerlidir, ama bu ölçekte değil, çünkü kediler genelde kamu
ya açık alanlarda insan dostlarına eşlik etmezler. Yine de, "ke
di rozetleri" de benzer bir medeni kayıtsızlık ihlaline izin ve
rir. Örneğin, sırf çoraplarımda kedi motifleri olduğu ya da ke
dili küpeler taktığım için insanlar pek çok kez benimle sohbe
te girişmişlerdir.
Yoksunluk argümanının, hayvanların insan ilişkilerinin ye
rini tuttuğunu kanıtlayamadığı açıktır. Ö te yandan, sözünü et
meye değer bir nokta daha var. Sayısız araştırma, hayvanlarla
yoldaşlığın insanlara fiziksel, zihinsel, duygusal ve başka yön
lerden yararlı olduğunu gösteriyor (bkz . Fogle 1 98 1 ; Siegel
1 993; Beck ve Katcher 1 996; Wilson ve Turner 1998; Podbers
cek vd. 2000) . Hayvanlar, açıkça bu rolü oynamadıkları du
rumlarda bile, pek çok yönden sağaltıcı olabilirler. Peki bu, in
sanlardaki yoksunluğun hayvanların yoldaşlığıyla giderildiği
anlamına gelmez mi? Bana göre, hayır. Bu örneklerde, hayvan
lar, insanların diğer insanlardan elde edebilecekleri ya da etme
leri gereken bir şeyin ikamesi değildir. Onlar, yalnızca hayvan-
42
!arın yoldaşlığına özgü olan, benzersiz bir şey sağlarlar. Bu iliş
ki son derece farklıdır. Aaron Katcher'ın savunduğu gibi ( 1 98 1 ,
50) "Evcil hayvanlar insan temasının yerini tutmaz, bize diğer
insanların veremediği türde bir ilişki sunarlar" . Hayvanlar, bi
zi olduğumuz gibi kabul etme yönünde doğuştan ve son dere
ce sağaltıcı bir yetiye sahiptirler. Akşam eve döndüğümüz za
man, hangi ruh halinde olursak olalım, onlar, Thoreau'ya atfe
dilen bir ifadeyle "ölü toprağını kaldırmaya" hazır, bizi bekli
yor olurlar (bkz. Perin 1 98 1 , 79) .
Özetle, yoksunluk argümanı, insanlar ile insandışı hayvanlar
arasındaki ilişkilerle ilgili, ampirik dayanakları olan, kuram
la beslenmiş çalışmalara ihtiyaç olduğuna işaret ediyor. Gene
Myers'in ( 1 998, 64) dediği gibi: "İnsan-hayvan ilişkilerinin net
bir açıklamasına erişene dek, bu ilişkilere insan-insan ilişkileri
nin çarpıtılmış hali olarak bakmaya mahkum olabiliriz. "
Zenginlik Argümanı
43
sı muhtemelse de, bunlar norm değildir. Araştırmam sırasında,
onlara bakacak parası olmadığı için hayvanlarını barınağa tes
lim eden insanlar gördüm . Diğer yandan, yeterince iyi bakılma
yan hayvanlar genelde milyon dolarlık evlerin olduğu mahalle
lerden geliyordu .
Hayvanlara harcanan paranın yoksulların beslenmesine har
canması gerektiği fikri , yoldaş hayvanlara karşı sorumluluğu
muzu küçümser. Bizler, bazı hayvanları evcilleştirdiğimiz za
man, onlara bakma sorumluluğunu da üstlenmiş olduk (bkz.
Rollin 1992; Beck ve Katcher 1 996) . 1 7 Dahası, hayvanlara olan
bağlılığın insani sosyal kaygıların ihmaline yol açacağı şeklinde
bir mantık zinciri kurulamaz. Hayvanlarla ilgilenmenin insan
ların acılarıyla ilgili kaygıların önüne geçeceği inancı, "yer de
ğiştirme tezi" olarak adlandırılmıştır: İnsanlara yönelik şefka
tin başka bir yere aktarılması anlamına gelir (Finsen ve Finsen
1 994, 26-30) Oysa hayvan refahı veya hayvan haklarıyla ilgile
nen insanlar, genelde insanların yararına olan başka sosyal mü
cadele alanlarında da ya aktif olarak yer alırlar ya da bunları des
teklerler (bkz. Nibert 1 994) . Bu durum uzun süredir böyledir.
Hayvanların yararı için gösterilen pek çok çaba, eğitimde, hapi
sanelerde ve akıl hastanelerinde reform yapılması ve oy hakkı
nın genişletilmesi gibi insanlar için gösterilen mücadelelerle ay
nı tarihlerde ortaya çıkmıştır (bkz. Turner 1 980) . Amerika Hay
vanlara Yönelik Zulmü Engelleme Örgütü'nün (ASPCA) kuru
cu üyelerinin birçoğu tanınmış kölelik karşıtlarıdır; keza Bri
tanya'daki aynı adlı derneğin (SPCA) kurucuları da. ASPCA'nın
kurucusu Henry Bergh , 1 8 74'te, Etta Wheeler adlı bir sosyal
hizmet görevlisinin zorlu bir davayla ona başvurması üzerine,
ilk Çocuklara Yönelik Zulmü Önleme Örgütü'nü kurmuştur.
Wheeler bir süredir küçük Mary Allen McCormack'ın, ona kor
kunç muamele gösteren koruyucu ailesinin yanından alınması
için uğraşıyordu . Yetkililer, çocuğu korumak için bile olsa aile
ye müdahale etmiyorlardı ve hukuki olarak bu yetkiye sahip de-
44
ğildiler. Wheeler'ın konuyu götürdüğü Bergh çocuğun aileden
kurtulmasını sağladı ve ebeveynlere dava açmayı başardı (bkz.
Coleman 1 924; Finsen ve Finsen 1994) . Bu konuda başka çok
sayıda örnek var. Viviseksiyon* karşıtı bir demek olan Victoria
Street Society'nin Britanyalı kurucusu Frances Power Cobbe, bir
sufrajistti. ** 1970'lerde hayvan hakları hareketinde aktif olanla
rın pek çoğu, insan hakları aktivizminde deneyimli insanlardı.
Susan Sperling'in Animal Liberators kitabında ( 1 988, 1 1 1 ) , çoğu
kendilerini "kadınlara, azınlıklara ve hayvanlara kötü muame
le eden bir sistemle savaşan" kişiler olarak tanımlayan hayvan
hakları aktivistleriyle yapılmış kapsamlı mülakatlara yer verilir.
Bazı hayvan hakları aktivistlerinin faaliye tleri sırasında insan
ları yaraladıkları ve mülke zarar verdikleri doğrudur (bkz. jas
per ve Nelkin 1992) . Dahası, Naziler insan yaşamı konusunda
ki dehşet verici aldırışsızlıklarına karşın hayvanların korunması
için güçlü bir programı desteklemişlerdir (Arluke ve Sax 1992;
Arluke ve Sanders 1 996) . Bu sıradışı örnekler bir yana bırakılır
sa, bazı akademisyenler "genişletme tezi"ni ortaya atmışlardır:
Buna göre, "yer değiştirme tezi"nin tersine, "kendilerini (ister
insan ister hayvan olsun) ezilen bir grubun refahına adayanlar,
çoğu durumda, diğer grupları da ilgi alanları kapsamına alırlar"
(Finsen ve Finsen 1 994, 28) . Nibert, araştırmasında, hayvan
haklarının desteklenmesi ile silah denetimi ve kadın, eşcinsel
ve farklı ırklardan insanların haklarının desteklenmesi arasında
olumlu bir ilişki olduğunu öne sürer. Ona göre, hayvan hakları
na karşı olanların şunları yapması daha muhtemeldir:
{*) Canlı hayvanlar üzerinde, anestezisiz cerrahi işlemler de dahil olmak üzere
çeşitli deneylerin yapılması - e.n.
(**) Seçme ve seçilme hakkının bilhassa kadınlan ve aynın gören diğer gruplan da
kapsayacak şekilde genişletilmesini savunan kişi - ç.n.
45
Neresinden bakarsak bakalım, zenginlik argümanı inandırı
cılıktan uzaktır. Peder yalnızca zengin toplumlarda bulunmaz
lar; ayrıca , aslında yoksul insanların hakkı olan yiyecekleri ye
dikleri de yoktur. Hayvanlar için kaygılanmak, insan ihtiyaç
larının göz ardı edilmesi demek değildir. Karşıt bulgular göz
önüne alındığında, zenginlik argümanının, insanların hayvan
lardan daha değerli oldukları yolundaki insanmerkezci iddiaya
dayanan, ideolojik bir argüman olduğu ortaya çıkar.
İşte size zenginlik argümanının bir kusuru daha: Pet besle
menin -en azından İngiltere ve ABD'de- ekonomik gelişim
le aynı hızda arttığı doğru olmakla birlikte , ekonomik güven
cenin evcil hayvanların artışına yol açmış olması pek muhte
mel değildir. Pet besleme oranları 19. yüzyıl sonlarında ani bir
artış göstermiştir, ancak bunda payı olan potansiyel etkenler,
tek bir nedene bağlanamayacak kadar fazladır. Bunları bir son
raki bölümde daha ayrıntılı inceleyecek olsam da, burada bir
iki tanesine değinelim. Öncelikle, bu konuda Darwin'in katkı
sını teslim etmemiz gerekir. Onun türler arasında bir akraba
lık olduğu fikri, hayvanlarla temastan hastalık kapma korku
larını azaltmış ve hayvanlara yönelik merakı artırmıştı . Bun
dan başka , makinelerin gitgide hayvan emeğinin yerini alma
sıyla, hayvanlar daha eski, daha basit bir yaşam şeklini simge
lemeye başlamıştı (bkz. Thomas 1983 ) . Bu arada, veteriner he
kimlikteki, hayvancılık ve silah teknoloj ilerindeki ilerlemeler,
" hayvanlarla uğraşmak zorunda olanları doğanın kaprislerine
karşı daha güçlü" kılmıştı (Ritvo 1 988, 20) . Genel olarak, doğa
artık sürekli boğuşulması gereken bir tehdit olmaktan çıkmış
tı, bu nedenle insanlar ona daha bir şefkatle yaklaşabiliyordu.
Hatta doğa modern yaşamın hırgürüne karşı bir panzehir işle
vi dahi görebiliyordu . Romantikler, onlara göre insan potansi
yelini boğan modern "ilerleme" den kaçarak sığındıkları kır ha
yatında kendilerini evlerinde hissettiklerini savunabiliyorlardı
(bkz. N oske 1 997) . Dahası, 1 9 . yüzyıl ortasından sonlarına ka
dar olan dönemde, uzun yıllar yalnızca seçkinlerle sınırlı ka
lan pet besleme alışkanlığı bu özelliğini bir ölçüde kaybetti. Bu
sırada, ilk insani barınakların kurulması , "pek çok kişiye, de-
46
ğerli pet edinme fırsatı yarattı ki başka türlü onları edinemeye
cek olan yüzlerce kişi bu fırsatı değerlendirdi" ( Coleman 1 9 24,
2 1 0) . Kısacası, artan ekonomik güvence hiç kuşkusuz hayvan
ların popülerleşmesine katkı sağlamıştır, ancak aynı anda baş
ka o kadar çok sayıda etken biraraya gelmiştir ki, bunun tek ne
den olması olanaksızdır.
Tahakküm Argümanı
47
tezahürleri oldukları görüşü pek hoşuma gitmedi. Hayvanları
içtenlikle önemseyen çoğu insanın, tahakküm argümanını ra
hatsız edici bulacağını tahmin ediyorum, zira bu argüman is
tismar iması taşıyor. Öte yandan , Tuan, istismara açık olsa da,
gücün "istismarının kaçınılmaz olmadığını" savunuyor (Tuan
1984, 1 76; vurgu bana ait) . Tuan, güç eşitsizliklerinin hakiki
şefkate olanak sağladığını söylüyor. İnsan ilişkilerinde bu eşit
sizlik, tahakkümün şefkatli biçimini üretebiliyor. Tuan bu gö
rüşünü desteklemek için, evlilikteki samimiyeti örnek veriyor.
Evlilikte eşlerden birinin diğerinin bakımına muhtaç duruma
geldiği hastalık dönemlerinde oluşan bağları ve benzerlerini
"geçici eşitsizlik bağları" diye tanımlıyor (Tuan 1984, 1 63) . Bir
evlilikte, her eş kendisinin ya da eşinin diğerine muhtaç olaca
ğı durumlar doğacağını bilir ve bu kırılganlık, yakınlığı olanak
lı kılar. Tuan'a göre , iki eşit birey, evliliğin olanak sağladığı ya
kınlık ve şefkat düzeyine asla erişemez. Bu şekilde kullanıldı
ğında, güç, Tuan'ın deyimiyle , sevgi olarak da bilinen "yaratıcı
ilgi"dir (Tuan 1 984, 1 76 ) .
Yoldaş hayvanlarla durum biraz farklılık gösteriyor. Onlarla
ilişkilerimiz kaçınılmaz olarak eşitsiz. Onlar, kendilerine yiye
cek, su vermemiz ve hatta dışkılamalarına izin vermemiz için
bile bize bağımlılar. Buna ilaveten, hayvanın bakıcısı -en azın
dan ondan sorumlu olan kişi- eğitim, aşılama ve kısırlaştırma
yoluyla hayvan üzerinde iktidar kullanır. Bu kişi ayrıca, köpe
ğin ya da kedinin -dışarı çıkmak, içeri girmek, postacıya hav
lamak, mobilyaları tırmalamak gibi- bir şey yapmak istediği
gündelik pek çok durumda, tahakküm uygular ve bakıcı, hay
vanın davranışlarını denetlemek zorundadır. Bu denetimin bü
yük bölümü hayvanın güvenliği içindir ve her ne olursa ol
sun, bu , ilişkinin kaçınılmaz bir unsurudur. Tuan'ın argüma
nına göre , hayvanlarla dostluğun verdiği hazzın kökeninde bi
zim onların "efendileri" olabilmemiz yatar. Bizler, doğal olma
yan ve diğer insanların kendilerine yapmamızı hoş karşılama
yacağı şeyleri hayvanlara yaparak, o nların davranışlarını mani
püle ederiz. Onlara çocuksu ve gülünç isimler takarız. Onlarla
dalga geçeriz. Pet sahibi olmanın zevki büyük ölçüde hayvanın
48
itaatinden kaynaklandığından , söz dinlemeyen evcil hayvanlar,
karşılığında cezalandırılır, terk edilir ya da ihmal edilir. Yaşlı,
zahmet verici ya da bezdirici hale geldiklerinde, onları başımız
dan savarız. Tuan'a göre, buradan kaçınılmaz olarak hayvanları
kullandığımız sonucu çıkar. "İster ekonomik, ister oyunbaz ya
da estetik amaçlar için olsun, onları kullanırız" der Tuan, "fabl
lar dışında, onların iyiliği için onlarla ilgilenmemiz söz konusu
değildir" (Tuan 1 984, 1 76; vurgu Tuan'a ait) .
Tuan pek çok doğru saptamada bulunuyor. İnsanların, hay
vanları doğal, hayvani niteliklerinden " arındırmak" için onla
ra insanlıkdışı şeyler yaptıklarına pek çok kez tanık oldum. Ör
neğin, kedilerin tırnaklarını keserler: Mobilyalara zarar verme
sinler diye, tırnaklarıyla birlikte ayak parmaklarının uç kemik
lerinin de koparıldığı bir işlemdir bu . Havlayamasınlar diye kö
peklerin ses tellerini aldırırlar. 1 8 Köpekleri "akıllı" davranmaya
teşvik etmek için, nefes boğucu tasma ve benzeri zorlayıcı alet
ler kullanırlar. Anti-alerjik kediler yetiştirmeye çalışırlar. Hay
vanlar insanın sürekli değişen yaşam biçimine uyum sağlama
yı yine reddederse, onları barınaklara terk eder ya da doğrudan
sokağa bırakırlar. Kısacası, tahakküm argümanını destekleyen
örnekler bulmak için uzağa gitmemize gerek yoktur.
Ancak, tıpkı zenginlik argümanı gibi, tahakküm argümanı da
hayvanlarla olan ilişkinin yalnızca tek bir türünü anlatır: "Efen
di" ile "pet" arasındakini (bkz. Serpell 1 986) . Burada akıllara, Ja
mes Herriot kitaplarındaki besili Pekingese 'Tricky Woo" imge
si gelir. Tricky "pet"lerin paradigmatik örneğiydi. Onu en lez
zetli mamalarla besleyen ve böylelikle kaçınılmaz sindirim so
runları doğurarak veteriner Herriot'un sık sık evi ziyaret etme
sine yol açan zengin dul Bayan Pumphrey'le yaşıyordu. Bayan
Pumphrey, bundan başka çoğu kendi hayal gücü ve can sıkıntı
sının ürünü olan sayısız acil durum için de Herriot'u eve çağırır
dı. Daha Sonra Tricky, Herriot'a teşekkür notları "yazar" ve bu
notların yanına tütsülenmiş ringa ya da kaliteli purolar koyardı.
Bayan Pumphrey'nin pet bakmakta epey tecrübeli olduğu açıktı.
49
Hayvanlarla böyle ilişkiler elbette vardır. Hayvanlar oyun
cak işlevi görebilir. Ancak, bu bizim insandışı hayvanlarla iliş
kilerimizin ne tek ne de en önemli unsurudur. Onlar dostları
mız , gözlerimiz , kulaklarımız ve daha ötesi de olabilirler. "Pet"
teriminin çağrıştırdığı pratikler, "yoldaş hayvanlarla" ilişkile
rimizi oluşturan daha insani ve dayanışmacı pratiklerle bir tu
tulmamalıdır. Bunu bir sonraki bölümde uzun uzun ele alsam
da, şimdilik şunu belirteyim ki, söz konusu terim, hayvanları
o denli "hayvana" benzemeseler olabilecekleri haliyle değil, ol
dukları gibi sevmeye yönelik bir çabayı ifade eder. Bir pet, insan
" sahibini" hoşnut etmek ve eğlendirmek zorundayken, yoldaş
hayvan, kendisinin bu dünyadaki var olma biçimlerinin kök
ten farklı ama saygıya değer olduğunu kabul eden bir veli ya da
bakıcıya sahiptir. Örneğin bir yoldaş köpeği eğitmeye girişen
bir bakıcı, köpeklerin nasıl öğrendikleri ve insanların evlerin
de dahi nasıl sürü hiyerarşisi kurduklarını anlamakla işe başlar.
Bakıcı, kapılardan geçerken eğitimdeki bir köpeğin önünden
gitmek ya da köpeği beslemeden önce kendi yemeğini yemek
gibi basit fiillerin önemini öğrenir. Bu tür fiiller köpeğe bakıcı
sının sürünün lideri olduğunu iletir ve bunu köpeğin anlayabi
leceği bir dille yapar: Önce lider. Buna karşılık, bir "petin" sahi
bi ya da efendisi, ya köpeği eğitim için başka birine teslim eder,
ya da, halıya işedi diye kazadan saatler sonra köpeğe bağırarak,
köpeğe doğru davranması için ne yapması gerektiği konusun
da hiçbir şey söylemeyen yabancı bir dilde kafa karıştırıcı sin
yaller yollayıp, yanlış bir eğitim verir.
"Pet besleme"de ortaya çıkan insan temayüllerinin, hayvan
larla olan diğer tüm ilişkileri de tanımlayabileceği konusunda
tereddütlüyüm. Pet beslemeyle ilişkilendirilen pratikler, pekala
diğer varlıklara hükmetme yönünde insani bir ihtiyacın teza
hürü olabilir. Ancak, teskin edici biçiminde bile olsa, pet bes
lemenin alternatiflerini oluşturan pratiklerin yine aynı ihtiyaç
la açıklanabileceğine inanmıyorum. Kuşkusuz hayvan dostları
mız bizimle birlikte yaşamayı özgür iradeleriyle seçmiş değil
ler. Her ne kadar onların insan bakıcılarına mutlak bağımlılı
ğı gerçekten önemli bir eşitsizlik yaratsa da, bunun ille de ta-
50
hakküm olarak anlaşılması gerektiği söylenemez. Unutulma
malı ki, çocuklar da ebeveynlerine bağımlıdırlar ama ebeveyn
lik tahakkümden farklı bir şeydir. Her iki durumda da, bir baş
ka varlıkla ilgilenmek ve onu besleyip büyütmek, tahakkümle
hiç ilgisi olmayan hazlar ve mükafatlar sunar.
Tüm davranışları tek bir gerekçeye, hele de iktidar kadar to
tolojik görünen bir gerekçeye indirgeme konusunda ihtiyatlı
yım. Hayvanları istismar etmek de, hayvanlara şefkat göster
mek de iktidarın göstergesiyse, o zaman geriye başka seçenek
kalmıyor. İktidar her yerdedir ve her şey iktidardır. Hal böyley
se, iktidarın her taşın altında yatan asıl etken olduğunu kabul
lenmek bir kişisel inanç meselesidir. İktidarın tüm sosyal iliş
kilerde göz önüne alınması gereken önemli bir etken olduğu
nu kabul etmekle birlikte, her şeyin onunla açıklanabileceğine
inanmıyorum. İnsanlar ile hayvanlar arasındaki ilişkiler, tek bir
nedensel e tkene atfedilemeyecek kadar çeşitli ve değişkendir.
Biyofili Hipotezi
51
lanlarla ilişkisine dair bir örnek verir. Yılanlarla çok az karşı
laşmış bile olsalar, insanların çoğu, yılanlardan iğrenir. Ama yı
lanlar bir yandan da bizi cezbeder; kapatıldıkları yerlerde onla
rı tiksintiyle karışık bir dikkatle seyrederiz ve pek çok kültür
de dini sembollerde kullanılırlar. Wilson, insanların, tüm hay
vanlar içinden en çok yılanları rüyalarında gördüklerini savu
nur. Primat atalarımızın da yılanlara karşı benzer tiksinti-beğe
ni tepkileri vardır. Doğada zehirli yılanlar primatlar için ciddi
bir tehdit oluşturur ve bir goril ya da bir maymun, yılan gördü
ğünde, sürüsündeki diğer hayvanları sesli olarak uyarır. Ancak
sürüdekiler yılandan kaçmak yerine, yılan o bölgeyi terk edene
kadar onun peşinden giderler; bu da yılanlara karşı insanların
kine benzer bir hayranlık duyduklarını kanıtlar. Wilson'a gö
re doğal seçilim, primat atalarımızın, yılanlarla sık ve kaçınıl
maz karşılaşmalarına koşut olarak, onlardan sakınma ihtiyacı
nı kalıtımsal korku ve beğeni olarak kodlamıştır. İnsan kültür
leri evrimleştikçe , bu kalıtımsal tepkiyi de beraberinde taşımış
ve bu tepki mitoloj ide, hikayelerde, sanat eserlerinde ve rüya
larda kendini göstermiştir. Böylelikle biyolojik bir zorunluluk
-yılanlardan sakınma ihtiyacı- aynı anda davranışsal ve kültü
rel tepkiler üretmiştir. Hayvanlara duyulan yakınlık gibi fark
lı tepkiler de, aynı süreçle, ama "farklı seçilim baskıları altında,
farklı gen bileşimleri ve farklı beyin devreleriyle" ortaya çıkmış
olabilir (Wilson 1 99 3 , 34) .
tık bakışta, doğaya ve hayvanlara karşı "doğuştan" bir ilgi
miz olduğu yolunda bolca kanıt var gibi görünüyor. İnsanlar
evlere, orman, dağ, deniz veya nehir manzarası olup olmadığı
na bakarak değer biçer. Evlerin içlerini, doğayı içeri taşıyan bit
kilerle süslerler. Duvarlara astıkları sanat eserlerinde en yaygın
konu doğa manzarasıdır (bkz. Halle 1 993). İnsanlar hayvanla
rı seyretmekten keyif alırlar. ABD' de hayvanat bahçesini ziyaret
edenlerin sayısı, belli başlı prosfesyonel spor etkinliklerine ka
tılanların toplam sayısından fazladır. D ahası, hayvanların hap
sedildiği ortamlar artık doğal yaşam alanlarına benzer biçim
de yapılmaya çalışılıyor ve pek çok büyük hayvanat bahçesin
de hayvanlar artık izole edilmiş kafeslerde yaşamıyorlar. Ama-
52
tör çeşitleri de dahil olmak üzere kuş gözlemciliği, yemleyici,
kuş yemi, kitaplar, dürbünler ve ilgili araç gereç satan dükkan
ları geçindirmeye yetecek kadar yaygın hale geldi. Maddi gü
cü yetenler için, balina gözlemciliği gibi faaliyetler hayvanla
rı yakından görme fırsatı sağlıyor. İ nsanlar evlerinde dahi, tele
vizyondaki çeşit çeşit doğa ve vahşi hayat belgeselini izliyorlar.
Aynı zamanda, görüntü kaydı ve diğer teknolojilerdeki ilerle
meler de, izleyicilere, hayvanların doğal yaşam alanlarında da
ha da yakından kaydedilmiş görüntüleri iletebiliyor. Hayvanla
ra yönelik ilgi sayesinde, Steve Irwin'in kural tanımaz Crocodi
le Hunter'ından, hayvanlara yönelik zulüm vakalarını soruştu
ran haber programlarına kadar çok çeşitli hayvan programla
rına ayrılmış televizyon kanalı Animal Planet ortaya çıkmıştır.
İnsanlar hayvanlardan küçük yaşlarda büyülenmeye başlarlar.
Çocuklar hayvanlarla adeta doğal bir ilişki içindedirler. Hay
vanları taklit ederler; onlarla konuşurlar; oyuncaklar ve çizgi
filmler hayvan karakterlerle doludur (bkz. Myers 1998; Melson
200 1 ) . Bu örneklere sayıları gitgide artan yoldaş hayvanlar da
eklenmiştir. Bunlar elbette, insanın doğayla yakınlaşmaya do
ğuştan meyilli olduğunun göstergeleridir.
Öyle midir acaba? Biyofili hipotezinde de bazı kusurlar bu
lunmaktadır. Birincisi, bu tez tarihselliğe aykırıdır. 20. yüzyıl
sonlarına ait gelişmeleri, uzun vadeli, evrensel insan temayülle
ri olarak yorumlama hatasına düşer. Örneğin, Rachel Carson'ın
Silent Spring ( 1 962) adlı kitabı yayımlanmadan önce, çevreyle
ilgili kaygılar çok az insanın zihnini meşgul ediyordu . M odem
tarihin büyük kısmında , insanlar ormanları, yalnızca egzan
trik kişilerin güzel bulduğu , "korkunç , " "kasvetli" yerler ola
rak gördüler (bkz. Thomas 1 983 , 1 94) . Uzun süre "vahşi" gö
rülen hayvanların, insanların amaçlarına hizmet için var o lduk
ları düşünülüyordu . Günümüzde, çağdaş Batı toplumlarında
öyle çok insan hayvanlarla yakın ilişki içinde yaşıyor ki, insan
ların bunu ezelden beridir yapmadığını -ya da yapmak isteme
diğini- anımsamakta fayda vardır. Arluke ve Sanders'in ( 1 996,
1 9 1 ; ayrıca bkz. Franklin 1 999) söylediği gibi, "Hayvanlara ve
bir o kadar da kendimize dair düşündüklerimiz, toplum değiş-
53
tikçe değişmeye mahkumdur. " Daha bir-iki nesil öncesinde bi
le, balina gözlemleme gibi etkinlikler duyulmuş şeyler değildi
ve ev bitkilerinin çoğu, büyükannelerimizin yetiştirdiği Afrika
menekşelerinden ibaretti. Elbette varlıklı insanlar her zaman
doğal hayatın tadına varmalarına olanak veren evler inşa etmiş
tir, ancak genelde , inşaatı kolaylaştırmak için ağaçları kesme,
toprağı "geri kazanmak" için bataklıkları kurutma ve hidroe
lektrik enerji elde etmek için nehir yataklarını değiştirme eği
limleri baskındı. Doğayı "yola getirmeye" yönelik bu girişimle
rin olumsuz etkilerinin geniş çevrelerce idrak edilmesi yeni ye
ni gerçekleşmiştir. Bu durumda bile, insan çıkarları ile doğanın
korunması arasındaki dengenin nasıl kurulması gerektiği ko
nusu hala epey tartışmalıdır. 1 9
Eğer doğayı korumak v e ona değer vermek insanların gene
tik çıkarlarına uygunsa, doğanın yok edilmesine yönelik gözle
görülür kararlılığımızın açıklaması ne olabilir? Biyofili argüma
nını savunan biri, Stephen Kellert'ın yaptığı gibi ( 1993 , 42) bu
nu şöyle açıklardı: "Doğal hayat unsurlarından sakınmak, on
ları reddetmek ve hatta zaman zaman yok etmek eğilimi bile,
bizi çevreleyen u çsuz bucaksız yaşam yelpazesiyle derin ve do
laysız bir ilişki kurmaya yönelik doğuştan bir ihtiyacın uzantısı
olarak görülebilir. " Burada, biyofili mefhumuna özgü bir başka
sorun kendini gösteriyor: Doğanın korunmasını da, onun yıkı
mını da aynı nihai amacın ifadeleri olarak açıklaması bakımın
dan bu , totolojik bir görüştür. Ayrıca bu görüş, doyurulması
gereken "ihtiyaçları" olan üstün bir varlığın kabullenilmesini
gerektirir. Biyofiliyi kabul etmem için, örneğin öncelikle insan
türünün kalıtımsal "ihtiyaçlarının" önceliğini de kabul etmem
gerekir. Tıpkı tahakküm argümanında iktidarın önceliği konu
sunda olduğu gibi, bu da bir inanç meselesidir. Bunun, doğaya
yönelik etik yükümlülüğümüzü biyolojik bir mecburiyet kıl
dığı doğrudur (bkz. Kellert 1 993) . Ancak, böyle yapmakla, bi
yofili, bireylerin doğayla ve diğer hayvanlarla olan ilişkilerine
19 Buna ilaveten, çocuklar ile hayvanlar arasındaki "doğal" bağ da tartışma konu
sudur. Aline Kidd ve Robert Kidd ( l 987) çocukların hayvanlara herhangi bir
ilgi göstermemesinin normal olduğunu bulgulamışlardır.
54
verdikleri ve verebilecekleri farklı farklı anlamları kibirle gör
mezden gelmektedir. Belki gerçekten de hayvanlarla ilgilenme
ye genetik bir eğilimimiz vardır, ama öyle bile olsa, açıklamala
rımızın daha da derinleştirilmesi gerekmektedir. Myers'in dedi
ği gibi, "Biyofili 'kurallarını öğrenmeye' biyolojik olarak prog
ramlanmış olsak bile, bu potansiyeli insani yetilerimizin bütü
nü bağlamında açıklamamız gerekir. " (Myers 1 998, 45) .
55
2
Biz VE ONLAR
57
hakiki evcilleştirmeden farklıdır ve her iki durumda da, hay
vanın muhakkak bir pet olması gerekmez. Pet, bir hayvan ola
rak sınıflandırılmayı aşmıştır. Buna karşılık, hayvanlar genel
de isimsizdirler ki bu da onları yememizi, onlar üzerinde deney
yapmamızı kolaylaştırır. Dahası, insanlar hayvanlarda gördük
leri zaman tiksindikleri ya da korktukları davranışların pek ço
ğunu kendi petlerinde mazur görür, hatta sevimli bile bulurlar.
Nihayet "yoldaş hayvan" kavramı, "pet"e, mahrum bırakıldığı
"hayvan"lık onurunu bir nebze de olsa iade eder.
Hayvanları anlama , tanımlama ve onlara yönelik muame
le biçimlerinin her biri, tarihin izlerini taşır. Her çağ, hayvan
ları ve insanların onlarla ilişkilerini sosyal olarak inşa etmiştir.
"Sosyal inşa" terimini bilhassa ihtiyatlı bir biçimde kullanıyo
rum: Peter Berger ve Thomas Luckmann'ın ( 1967) , bazı yakla
şımların ve inançların bir toplumsal grubun gerçeklik algısının
"ortak kurucuları" olduğu görüşünü kastediyorum. Örnek ola
rak, bu ve bir sonraki bölümlerde, "hayvan" , "pet" ve "yoldaş
hayvan" kategorilerini üreten yaklaşımlara, inançlara ve top
lumsal koşullara dair seçici, tarihsel bir inceleme sunacağım.
Bu kategorilerin sosyal olarak inşa edilmiş olduğunu söyle
mekle, bir "pet" ile bir "hayvan" arasında a priori bir ayrım ol
madığına dikkat çekiyorum. Amerikalıların sığırları yiyip fino
ları yememesi bir görenek meselesidir. 1 Hayvanlar ile insanlar,
hayvanlar ile petler arasında ayrım yapmamızı sağlayan norm
lar ve dilsel pratikler, mutlak bir anlamda belirlenmiş değildir.
Bunlar en iyi biçimde sosyal inşalar olarak tanımlanabilir; in
san-hayvan arasındaki sınır da, pekala bu sosyal inşaların ba
şında geliyor olabilir. Söz konusu sınır "doğal" olmayıp, insan
ların belli hedeflerinin ve çatışmalarının aracıdır. Gücünü, nes
nel gerçeklik olarak görülmesinden alır.
Bunları belirttikten sonra, "sosyal inşa" terimini kullanır
ken gözettiğim sınırlan netleştirmek istiyorum. Burada, hay
van bireylerinin kendilerinin birer sosyal inşa olduklarım kas
tetmiyorum. 1 . Bölüm'de ele aldığım gibi, köpekgil ve kedi-
58
gil davranışlarının pek çoğu , insanların onlara ilişkin fikirle
rinden bağımsız olarak mevcuttur. Buna rağmen, tek tek hay
vanlarla olan deneyimlerimizi, bazıları sosyal olarak inşa edil
miş "karmaşık ve tortulaşmış [ kategori ] katmanlarından" ge
çirerek yaşarız (Shapiro 1990, 1 93). Örneğin belli kedi ve kö
pekleri, (başka şeylerin yanında) birer tür temsilcisi ("köpek" ;
"kedi") olarak, içgüdülerin yönlendirdiği yaratıklar ( "hayvan" )
olarak v e yaklaşımımıza bağlı olarak, uysal, canlı oyuncaklar
( "pet") olarak ya da dört ayaklı dostlar ("yoldaş hayvan") ola
rak görürüz. Bilhassa, biz insanlar, başta köpekler olmak üze
re hayvanları yetiştirerek bu inşaları hayata geçirdiğimizden,
tek tek hayvanlarla olan bağlarımız bu sosyal inşaların hepsin
den etkilenir.
Neyse ki, hayvan bireyleriyle olan bağlarımız sosyal inşalar
dan fazlasını içerir. Sonraki bölümlerde göreceğimiz gibi, ara
mızdaki bağlar yaşanmış geçmişlere ve benzersiz benliklere da
yanır. tlişkilerimiz sosyal inşalarla sınırlı olmadığı gibi, onlar
dan bağımsız da değildir. Hayvanlarla olan gündelik deneyimi
mizi anlamak için, bu deneyimi kısmen şekillendiren sosyal in
şaların bazılarını kavramak faydalı olacaktır.
INSANMERKEZCILIK
59
ger'in ( 1 980, 2) ifade e ttiği gibi, "Hayvanların insan tahayyü
lüne ilk defa et, deri, ya da boynuz olarak girdiğini varsaymak,
1 9 . yüzyıla ait bir yaklaşımı binyıllar öncesine mal etmektir.
Hayvanlar insan tahayyülüne her şeyden önce ulaklar ve vaat
ler olarak girmişlerdir. " Tarih öncesi dönemde insanların ço
ğunluğunun değilse de pek çoğunun, hayvanları doğaüstü, hat
ta ilahi güçlere sahip olan, insanlardan üstün varlıklar olarak
gördüklerini söylemek, geçmişi romantize etmek gibi basit bir
tavra denk düşmez. Yapılan ilk semboller, hayvan sembolleriy
di. Bu konudaki sayısız örnekten ikisini verecek olursak, on iki
astrolojik burcun sekizinin simgesi hayvandır ve birçok yaradı
lış efsanesinde, hayvanlar dünyayı taşırken tasvir edilir. Tarih
öncesi topluluklar, hayvanların pek çok bakımdan insanlar gi
bi olduklarını, ancak insanların açıklayamadığı ya da yapama
dığı şeyleri açıklayıp yapabilecek kadar farklı olduklarını gör
müşlerdi. Berger'in savunduğu gibi:
60
la içli dışlı olmayı, hem de ona yönelik fethedici bir tavrı gerek
tiriyordu. Çiftçi, istenmeyen bitki ve hayvanları ortadan kaldı
rıp, sonuçta bunları "zararlı o tlar" ve " haşereler" diye yaftala
yarak, doğaya karşı çalışıyordu. Suyu ve mahsulün çoğalmasını
da kendi çıkan doğrultusunda yönlendiriyordu . Sonuç olarak,
tarıma geçiş, "tarım yapan insanları bağışlatacak, bu acımasız
yayılma ve tahakküm programını temiz bir vicdanla sürdüre
bilmelerini sağlayacak. .. yeni ideoloj iler" gerektiriyordu (Ser
pell 1 986, 2 1 8) . Doğayla aralarına mesafe koyan ideoloj ilere
sahip topluluklar, en büyük başarıyı sağladılar. Yerleşik, tarı
ma dayalı uygarlıkların başarılı olması için, hayvanların yalnız
ca "öteki" olmakla kalmayıp, insanlardan daha aşağı oldukları
inancını meşrulaştıran bir hükümranlık zihniyeti gerekiyordu
(bkz. Thomas 1983 ; Tuan 1 984; Franklin 1 999) . İnsan-hayvan
ayrımı, işte bu bakımdan bir sosyal inşadır: Bu ne doğal, ne de
kaçınılmaz bir ayrımdır; insanların diğer canlılara uyguladığı
tahakkümün ürünüdür. "llerleme" , insan topluluklarının do
ğal hayatı ve onun içerisindeki insandışı hayvanları kendilerin
den "temelden farklı ve ontoloj ik bakımdan ayrı" olarak tanım
lamalarını gerektiriyordu (Wolch 1998, 1 2 1 ) . Bu yalnızca fark
lılık değil, eşitsizlik de yarattı, zira insandışı hayvanlar söz ko
nusu olduğunda "farklı" demek, "aşağı" demekti. Böylece, in
sanları yaradılışın merkezine yerleştiren insanmerkezcilik ide
olojisi, gitgide, insan dışındaki doğaya karşı saygı duygusunun
yerini aldı.
Musevilik, İslam ve Hıristiyanlık gibi tektannlı dinlerin hep
si, Tanrı'nın insana doğaya hükmetme hakkı verdiği fikrine da
yanan, "hakimiyetçilik" olarak bilinen ağır bir insanmerkezci
lik şeklini meşrulaştırırlar.2 Tekvin 1 : 28'den şu ünlü paragra
fı örnek verebiliriz:
61
Tanrı , onları kutsayarak, "Verimli olun, çoğalıp yeryüzünü
doldurun" dedi. "Yerdeki hayvanların, gökteki kuşların tümü
sizden korkup ürkecek. Yeryüzündeki bütün canlılar, deniz
deki bütün balıklar sizin hakimiyetinize verilmiştir."
62
varlıklar olduklarını savunuyorlardı. Ancak MÖ 4. yüzyılda,
Aristoteles hayvanların akıl sahibi olduklarını reddetmiş, "hem
zihin felsefesi hem de ahlak teorisi alanında" sonuçları bugün
hala tartışılan "bir krizi" tetiklemiştir (Sorabji, 1 993, 7). 5 Aris
toteles, ince ayrımlar barındıran zengin bir felsefı: sistemi basit
leştinnek pahasına, hayvanların zengin bir algı yetisi olduğunu
teslim ettiği halde, akıl, düşünce, zeka ve inanç sahibi oldukla
rını reddetmiştir. Politika adlı eserinde , dünyayı, kendi yaşam
larını planlayabilenler ve planlayamayanlar şeklinde ikiye ayı
rır. Canlıları, akıl yürütme yetilerine göre bir "yaşam merdive
ni" üzerinde sıralayarak, insanları bunun en üst basamağına ,
cansız varlıkları ise en alt basamağa yerleştirir. Platon'un izin
den giderek, insanları da üst ve alt gruplara ayırır; (Yunanlılar
dan) daha düşük zekaya sahip olanları köleliğe mahkum eder.
Buna göre hayvanlar kölelerinkinden de düşük düşünme yetisi
ne sahiptir ve doğada hiçbir şey yersiz olmadığına göre, bunlar,
"doğal olarak" daha kusursuz olan insanlara hizmet etmek için
tasarlanmışlardır. Stoacılar, MÖ 3. yüzyılda, hayvanlar rıza gös
teremeyecekleri ya da rızalarını esirgeyemeyecekleri için, onla
ra hukuki koruma sağlanmasına karşı çıkarak, insan-hayvan ay
rımlarını daha da keskinleştirirler. Stoacı teori, MS 4. yüzyılda,
Aziz Augustinus'un metinleri aracılığıyla Hıristiyanlık öğretisi
ne sızar. Augustinus, Tann 'nın Kenti'nde (ykl. 4 1 3) "öldürme
yeceksin" emrinin hayvanları kapsamadığını öne sürer. "Onlar
zeka bakımından bizimle aynı topluluğa mensup olmadıkların
dan" diye yazar, "hayatları ve ölümleri bizim tasarrufumuza ta
bi kılınmıştır." Dahası, Augustinus lsa'ya atfedilen bir fiili, Stoa
cı öğretinin desteklenmesi olarak yorumlar. Yeni Ahit'te anlatı
lan bir olaya göre, lsa bir adamın bedeninden kovduğu iblisleri
yakınlardaki bir domuz sürüsüne sokar ve domuzlar kendileri
ni bir kayalıktan denize atarlar (bkz. Matta 8:28-32 ; Markos 5: 1 -
1 7) . Augustinus'a göre, lsa bunu yapmakla, hayvanların huku-
5 insanları hayvanlardan farklı ve onlardan üstün kıldığı iddia edilen diğer va
sıflar arasında, konuşma, fiziki güzellik, din, özel mülkiyet ve alet kullanımı
yer alır. Jane Goodall ( 1 990) , şempanze David Greybeard'ün, alet kullanmak
la kalmayıp bizzat bir alet ürettiğini gözlemleyerek, bu vasıflardan sonuncusu
nun asılsızlığını kanıtlamıştır.
63
ken korunan topluluğa ait olmadıkları şeklindeki Stoacı görüşü
bizzat onaylamıştır. Lawrance'a göre, kilisenin ilk dönemlerinde
insanları hayvanlardan ayırt etmeye verilen önem, paganları Hı
ristiyanlardan ayırt etmekle ilişkiliydi. Antik dünyada hayvanlar
kolayca insanlara dönüşebildikleri ve aynı şekilde tersi de ola
bildiği için (Ovidius'un Dönüşümler'i buna iyi bir örnektir) , ilk
kilise babaları "türler arasındaki bu tip muğlaklıkları reddettiler
ve insanlar ile hayvanlar arasında niteliksel farklılıklar olduğu
öğretisini sıkı bir biçimde yerleştirdiler" (Lawrance 1 995, 76) .
MS 1 3 . yüzyılda , Aquinolu Tomasso , rasyonalist, hayvan
karşıtı Katolik dogmayı sağlamlaştırdı.6 Aristotelesçi düşünce
de eğitim gören Tomasso , ruhun ölümden sonra yaşamaya de
vam eden tek kısmının akıl yürüten kısım olduğunu savunu
yordu . Bu yetiden yoksun olan hayvanların ruhları, bedenleriy
le birlikte ölüyordu. Bu formülle Tomasso, Hıristiyanları hay
vanlara şefkatli davranma zorunluluğundan kurtarıyordu, zira
öteki dünyada, sömürdükleri bu mahluklarla karşılaşmayacak
lardı. Tabii ki Tomasso , hayvanlara doğrudan zulmetmemeyi
salık veriyordu , ancak bunun nedeni, hayvanlara zulmün baş
lı başına kötü olması değildi. Bu daha ziyade, daha ağır bir gü
nah olan öteki insanlara yönelik zulme yol açma potansiyeli ta
şıdığı için zararlıydı. Dolaylı ödev olarak bilinen bu bakış açısı,
günümüze dek geçerliliğini koruyacaktı.7
Aquinolu Tomasso , şiddet, işkence ve ölümle yürürlüğe ko
nan "inanılmaz ölçüde insanmerkezci bir zihniyeti" temsil
eder.8 Bu zihniyet , Avrupa kıtasında, 1 23 l 'de Papa IX. Gre
gory tarafından sapkınlıkları soruşturmakla görevlendirilen
6 Burada belirtmeye değer bir nokta var ki, yalnızca Aquinolu Tomasso değil, in
sani bir perspektiften vaaz vermesi ve kuşlar ve yabani hayvanlan etkileme ko
nusunda esrarengiz bir yetiye sahip olmasıyla tanınan Assisili Aziz Francis de
bu çağda yaşamıştır (bkz . Armstrong 1973) . Ayrıca, başta 4. yüzyıldaki John
Chrysostom olmak üzere, Hıristiyan geleneğin daha erken döneme ait hayvan
yanlısı kolları da mevcuttur.
7 Dolaylı ödev görüşünün derin bir incelemesi için bkz. Niven 1967, 29-37. Bu
argümanın kusurlu yönleri için, bkz. DeGrazia 1996.
8 Tomasso, Dünya'yı sonlu bir evrenin merkezine yerleştiren Aristocu astrono
mi ve fiziği kabul ediyordu. Kopemik ve Galile'nin kaderi, bu modele karşı çı
kanlan nelerin beklediğini gösterir.
64
Engizisyon suretinde kendini göstermiştir. Her ne kadar Engi
zisyon'un resmi amacı bu olsa da, "asıl hedef, insanın doğada
ki yeri konusunda insanı öne çıkaran, hiyerarşik, Aristoteles
çi/Tomassocu görüşle çelişen herkesin ve her şeyin imhası gi
bi görünüyordu" (Serpell 1 986, 1 5 5 ) . Sonuçta, Engizisyoncu
lar kendilerini, hayvanlarla hangi ilişkilerin uygun, hangileri
nin sapkınlık olduğuna karar vermeye yetkili kıldılar. Hayvan
lar gündelik yaşamın sayısız unsurunda rol oynamalarına rağ
men, onlarla dostluk kurmak insanmerkezci hiyerarşiden sap
ma anlamına geliyordu ; bunun sonucu olarak hayvanlarla cin
sel ilişki ve cadılık suçlamaları yaygınlaşmıştı ve bu suçlamala
ra itiraz edilemiyordu . Engizisyoncular, ayrıca, kilisenin daha
önce görmezden geldiği, doğaya tapan çok sayıda popüler kül
tü baskı altına aldı ve fırsat bulduğunda ortadan kaldırdı. Da
hası, Hıristiyanlığın erken dönemlerinde hayvanlarla birlikte
tasvir edilmiş olan birçok azizin bu tasvirleri Engizisyon döne
minde elden geçirildi. Aziz Christopher ve Aziz Bernard bun
ların en ünlülerindendi. Daha da çarpıcı bir örnek, en azından
Engizisyon'a kadar aziz olarak kabul edilen bir köpekle ilgili
dir. Fransa'da Lyon civarındaki bölgede tazı köpeği, Aziz Gui
nefort bir kült olmuştu (bkz. Thomas 1 983; McDonogh 1 999) .
Guinefort efsanesine göre , köpeğin sahibi bir gün eve geldi
ğinde bebeğinin beşikte olmadığını, beşiğin ve köpeğin üze
rinde kanlar olduğunu görür. Köpeğin çocuğunu öldürdüğü
nü sanan öfkeli sahip Guinefort'u öldürür. Daha sonra, adam
gerçeği öğrenir . Çocuğun hayatını tehdit eden dev bir yıla
nın parçalanmış kalıntılarını görür ve sadık Guinefort saye
sinde , bebeğinin az ötede sağ salim uyuduğunu fark eder. Piş
man olan adam Guinefort'un cesedini bir kuyuya gömer ve kö
peğin onuruna diktiği ağaçlarla küçük bir koruluk kurar. Bu
koruluk, çocuklarını kilometrelerce ö teden artık Aziz Guine
fort olan bu köpeğin şifasından yararlanmaya getiren insanla
rın buluştuğu kutsal bir yer haline gelir - ta ki, kilise görevli
leri köpeğin kalıntılarını gömüldüğü yerden çıkarıp kutsal ko
rulukla birlikte yakana dek. Guinefort efsanesi, bu tarz kültler
içinde günümüze kadar kalabilmiş ender örneklerdendir; En-
65
gizisyoncuların insanlar ile hayvanlar arasındaki kırılgan ayrı
ma yönelik tüm tehditleri yok etme çabası yüzünden, doğaya
ve hayvanlara tapınılan pek çok zararsız kültün kayıtlardan si
lindiğine kuşku yoktur.
Sadece insan-hayvan arasındaki sınırı korumak için sarf edi
len çabalar bile , başlı başına, bu sınırın suni -ve politik- ol
duğunun kanıtıdır. İnsanlar ile hayvanlar arasındaki sınır ger
çekten de "doğal" olsaydı , şiddet yoluyla dayatılmasına gerek
duyulmazdı. Öte yandan, söz konusu şiddet, güçlerini artır
mak isteyen grupların -buradaki örnekte kilisenin- ne denli
ileri gidebileceğini gösterir. İnsanları hayvanlardan ayırmanın
prensipte yanlış olduğunu savunmuyorum. Benim dikkat çek
mek istediğim nokta, bu ayrımdaki amacın, eşit türler arasında
tanımlayıcı sınırlar oluşturmaktan ziyade, insanlara özel statü
vermek ve doğa üzerindeki hakimiyeti haklı çıkarmak olduğu
dur. Ayrıca, insan-hayvan arasındaki sınıra dair tartışma, ma
kul insan davranışı konusundaki tartışmaya da yakından bak
mamızı sağlıyor. Aristoteles, Augustinus, Tomasso ve diğer
leri, hayatta neyin önemli olduğunu belirleme çabasındalardı
(bkz. Sorabj i 1 993, 2 1 8) . Argümanları, köleliğin meşrulaştırıl
ması ve hukukun esası gibi, yaşadıkları çağa özgü sosyal me
selelere yanıt veriyordu . Bu meseleler hakkında görüş açıları
oluştururken, ilgilenmeleri gereken alanların kapsamını daral
tarak ve hayvanları insani kaygının sınırları dışına yerleştire
rek, işlerini kolaylaştırdılar. İşte insan-hayvan arasındaki sınır
bu anlamda bir sosyal bir inşadır, ki sosyal inşa olması, gerçek
olmadığı anlamına gelmez. Söz konusu sınırın, insan hakimi
yetini meşrulaştırmaktan hukukun kimleri kapsayacağını be
lirlemeye kadar, o dönem insanlarını ilgilendiren konular için
bir yol haritası işlevi gördüğü anlamına gelir. O dönemde hay
vanlarla ilgili başka görüşlerin de dolaşımda olduğuna değin
miştim ve bunlardan başka biri de pekala baskın görüş haline
gelebilirdi. Örneğin, Aristoteles'in öğrencilerinden Theoph
rastus, hayvanlara adil muamele edilmesi gerektiğini ve et yi
yerek dahi o nların acı çekmesine neden olmanın yanlış oldu
ğunu savunuyordu . Ancak, "gerçeklik" statüsü kazanan görüş
66
rasyonalizm oldu , çünkü mevcut toplumsal düzeni meşru kı
lan görüş oydu .
67
Dini tarikatler, üyelerine, haşereyi uzak tutmak üzere ara sı
ra beslenen kediler dışında hayvan beslemeyi resmen yasakla
mışlardı. Kilise konseylerinin kayıtları, daha 6. yüzyılda kö
peklerin manastırlarda yaygın biçimde yasaklandığını gösteri
yor (bkz. Menache 2000) . Yasağın çeşitli sebepleri vardı. Önce
likle, köpeklerin (bugün de olduğu gibi , bkz. Menache 1997)
murdar olarak görüldüğü Ortadoğu'da bu hayvanlara yönelik
hakim küçümseyici tavır erken Hıristiyanlık öğretisinde de be
nimsenmişti . lncil'de pek çok yerde köpeklerin "pis"liğinden
söz edilir. Vahiyler Kitabı'nda, köpeklerin , bu statülerinden
dolayı dirilişten ve Yeni Yeruşalim'deki ebedi hayattan dışla
nacakları söylenir.9 Bu tür canlılar rahibelerle ve rahiplerle ya
kın ilişki içinde olamazlardı. İkincisi, kilise otoriteleri, avlan
manın ruhban sınıfına yakışmayan "şehvani bir eğlence" oldu
ğuna kanaat getirmişlerdi (bkz. Thomas 1 983, Menache 2000) .
Hayvanların varlığının gerekçesi insanlara sağladıkları faydalar
olduğu için, din adamları da avlanmadıkları için, köpeklere ih
tiyaçları olamazdı. Üçüncü olarak kilise otoriteleri, hayvanla
rı beslemenin yoksullara gitmesi gereken sadakaları başka bir
yöne saptırdığını, dördüncü olarak da insanların köpek sahi
bi bir rahibin evine yaklaşmaktan korkabileceklerini öne sü
rüyorlardı. Ancak, katı yasaklara rağmen, keşişlerin, rahibele
rin ve ruhban sınıfından olmayıp manastır hayatını seçmiş olan
insanların, yoldaş hayvan olarak her türden inanılmaz sayıda
hayvan beslediğini gösteren bulgular mevcut. Dahası, keşişlere
ait resimli el yazmalarında, köpeklere ve başka hayvanlara iliş
kin imgelere sık sık rastlanır. Hatta bazı manastırlar kendi kö
pek türlerini üretmişlerdir (bkz. Menache 2000) . Kilise otori
telerinin, manastırlarda hayvan beslenmesini böylesine gayret
le takip etmeleri, kendi toplumsal tabakaları arasında insan üs
tünlüğüne dair kuralları dayatmakta yaşadıkları güçlüğü göste
rir. Demek ki, insan-hayvan ayrımının en canla başla savunul
duğu teolojik arenada bile, bu sınıra meydan okunuyordu. An
laşılan , hayvanlarla ilişkilerin getireceği mükafatlar, bu riski al
maya değer görülüyordu.
9 Bkz. Vahiy 22: 1 5 .
68
Hayvanlarla, bilhassa köpeklerle arkadaşlığın getireceği le
ke, soyluların da kaçındığı bir şeydi. Avlanmanın, hayatta kal
mak için bir ihtiyaç olmaktan çıkıp bir seçkin (erkek) eğlen
cesine evrilmesi, köpeklerin insan çevrelerine girmesini meş
rulaştırdı (bkz. Serpell 1 988a; Menache 2000) . 1 0 Avlanmanın
seçkinler için geçim kaynağı işlevini yitirdiği 1 3 . yüzyıl sonuna
gelindiğinde, sınıfsal aidiyeti gösteren farklı davranış örüntüle
ri ortaya çıktı. Soylular arasında avlanma bir spor haline geldi
ki bu , avlanmanın, yalnızca soylu yaradılışlarda bulunduğu dü
şünülen cesaret ve gözüpeklik erdemleriyle yüklü bir uğraş ni
teliğine bürünmesi demekti. Avda başarı köpeklerle ilişkili ol
duğundan ve başarılı avlanma aranılan bir statü sembolü oldu
ğundan, köpekler toplumun üst tabakalarının ayrılmaz parçası
oldu. Sophia Menache, "soyluluk=avlanma=köpekler şeklinde
ki sosyoekonomik, kültürel denklem"den bahseder (2000, 55;
ayrıca bkz. Cartmill 1 997) . Bu denklem, sırf başarılı bir av şan
sını artırabilmeleri sayesinde , köpekleri hayvanlar aleminden
çıkarıp soylular arasında saygın bir yere yükseltmiştir. Bu çağ
dan kalma resimli el yazmalarında , "köpeğe , bu başarının ol
mazsa olmaz bir koşulu haline gelmesinden sonra, diğer hay
vanlarla ilişkisinden koparılarak insan toplumunda benzersiz
bir yer verildiği" anlatılır (Menache 2000, 56) . 1 1 Bundan sonra,
ayrıcalıklı statünün, av köpeklerinden, avlanmayan köpekler
de dahil köpeklerin geneline yayıldığı anlaşılmaktadır. Örne
ğin kraliyet portreleri, 1 5 . yüzyıl dolaylarında köpeklerin Av
rupa saraylarında çok yaygın hale geldiğini gösterir. Kesinlikle
av köpeği olmayan küçük bir evcil köpeğin yer aldığı ilk por
tre , 1434'te jan van Eyck'ın yaptığı Amolfinilerin Düğünü tab
losudur. 12 Dönemin hayvanlara yönelik karateristik bakışı çer-
10 Avcılık ve yanı sıra ıeknoloji ve etik tarihinin derinlikli bir anlatımı için bkz.
Bekoff l998'in giriş kısmı.
l l Köpeğin neredeyse insan statüsüyle donatılması, hem olumlu hem de olumsuz
sonuçlar doğurur. Mary Douglas ( 1 966) köpeğin insan ile insan olmayan ara
sındaki sınırın tam eşiğinde konumlanmasının, onun potansiyel olarak mur
dar görülmesi için yeterli gerekçe yarattığı tespitinde bulunur. Çeşitli kültür
lerde bu konuya değinen literatürün bir özeti için, bkz. Serpell 1995.
l2 Bu tespit Kenneth Clark'a aittir ( 1977).
69
çevesinde, köpeklerin insanlara hizmet etmek için var oldukla
rı düşünülüyordu. Dolayısıyla, yeni türler için yeni işler orta
ya çıkmıştı : Kimileri fare yakalarken , kimileri resmi chien-gou
teur [çeşnici köpek] rolüyle kraliyet üyelerini zehirlenmekten
korumak için yemekleri tadıyorlardı. Bazı köpeklerin işi, ya
tak odalarına davetsiz bir misafir girdiğinde saraylı sahipleri
ni uyarmaktı . Öte yandan , köpeklerin pek çoğunun arkadaş
lıktan başka işlevi yoktu . Avlanmada işe yaramayacakları belli
olan kucak köpekleri, ilk olarak kadınlar arasında moda oldu.
Yararsızlıkları ve üstüne üstlük kadınlar arasında popüler ol
maları, bu türleri yergilerin savunmasız hedefleri haline getir
mişti. Tazı ve mastiff gibi büyük cinsler iktidar sembolleri ola
rak kabul görürken, daha küçük köpekler dişiliği ve iktidar
sızlığı temsil ediyordu . Sanat eserlerinde tasvir edilen köpek
lerin cinslerini kesin olarak tespit etmek bugün imkansız olsa
da, pek çoğu minyatür spanyeller gibi görünmektedir. Bu göre
ce küçük köpeklerin bile, avcı akrabaları gibi, pireleri uzak tut
mak, insana sıcaklık ve huzur vermek gibi işlevsel rolleri var
dı - "rahatlatıcı" olarak adlandırılmalarının nedeni de buydu .
Öte yandan, kimi eleştirmenlerin kafasında "gerçek" (yani "er
keksi" ) köpeğin nasıl olması gerektiğine dair kesin bir imge
vardı ki, "rahatlatıcı" köpekler bu imgeye hiç uymuyordu. Ör
neğin, VIII. Henry'nin saray doktoru ve köpek cinsleriyle ilgili
ilk İngilizce kitabın yazarı olan john Caius, "esas olarak kadın
ları eğlendirmeye ve hoşnut etmeye" hizmet ettiklerinden kü
çük cinslerden hoşlanmıyordu; çağdaşı William Harrison, bu
köpekleri, kadınların "kıymetli zamanlarını çarçur ederek, zi
hinlerini daha övgüye layık işlerden uzak tutmalarına'' , daha
da kötüsü "boş eğlencelerle ahlaksız şehvetlerini doyurmala
rına" yol açan " ahmaklık araçları" olarak adlandırıyordu (bkz.
Ritvo 1 988; Serpell 1 988a; McDonogh 1 999) . Üst sınıftan ka
dınlar bu tür tenkitleri görmezden gelmiş olmalılar, zira "yarar
sız" köpek cinsleri yaygınlaşmaya devam etti; öyle ki sonunda
köpekler "hali vakti yerinde her kadının olmazsa olmazı" ha
line geldi (Thomas 1 983 , 1 08) . Böylelikle, pet denen canlı tü
rü doğdu.
70
Para ve daha da önemlisi m evki sahibi olmayanlar içinse,
farklı bir durum söz konusuydu . Pet besleme alışkanlığının üst
sınıflarla sınırlı kalmasının sebebi, yoksulluktan ziyade önyar
gılardı. Avlanmanın ne zaman , nerede ve ne şekilde yapılaca
ğına dair yeni avlanma kanunları avlanmayı gitgide güçleştir
diği halde , yoksullar arasında avlanmak hala bir ihtiyaçtı (bkz.
Cartmill 1 997; Menache 2000) . Alt sınıfların avlanması hukuki
olarak engellenirken, bir yandan da belli köpek cinslerine -el
bette genelde avlanmak için kullanılan cinslere- sahip olmala
rı da hukuken yasaklanıyordu (bkz. Thomas 1983 ; Derr 1997;
Menache 2000) . Örneğin 12. yüzyıl İngiliz kanunları, soylu sı
nıftan olmayanların mastiff, spanyel ve tazı sahibi olmalarını
yasaklamıştı. Soylular dışında köpek besleyen insanların ço
ğu "vahşi köpek" diye bilinen çok işrevli kırmalara sahipti. Bel
li cinslerin edinilmesini yasaklayan kanunları delmenin tek bir
yolu vardı, o da son derece zalimceydi: Seçkin olmayanlar, ko
runmak için mastiff cinsi köpek sahibi olabilirlerdi ama ancak
köpeğin "pençe ya da patilerinin sökülmesi" ya da " sakatlan
ması" koşuluyla (bkz . Derr 1 99 7 , 54-55 ) . Bu işlemde , köpe
ğin ön patileri kalın bir ağaç kütüğünün üzerine yerleştirilir,
bir keski ve tahta çekiç kullanılarak, ortadaki üç pençe etli yer
lerinden kesilirdi . Bu işlem, köpeklerin orman sahibine ait av
hayvanlarını kovalamasını engellerdi. Elbette bazı insanlar hiç
bir ekonomik işlevi olmayan hayvanlara sahip olmalarına ye
tecek maddi güçten yoksundu , ancak bunu yapabilenler da
hi risklerle karşı karşıyaydı. Cadılık ve hayvanlarla cinsel iliş
ki suçlamaları daima pusuda beklerdi. 1 3 Genellikle kadın, yok
sul ve yaşlı olan zanlı, çoğu zaman sırf "bir veya daha fazla sa
yıda yoldaş hayvan sahibi olduğu veya onlara dostluk gösterdi
ği için" şüpheli bulunurdu (Serpell 1 986, 5 7 ; aynca bkz. Mc
Donogh 1999) . Zanlının hayvanları da, onun en muhtemel "ya
kınlan" -yiyecek ve barınak karşılığında kötülükler icra eden
şeytani dostlar- olarak düşünüldüğünden, sahipleriyle birlikte
ölüme giderlerdi.
13 Serpell'e ( l 986) göre, cadılık Britanya'da yaygın bir suçlama iken, kıta genelin
de suçlama esas olarak hayvanlarla cinsel ilişki üzerinde yoğunlaşıyordu.
71
Bu durum bilhassa kediler için geçerliydi. Avlanma sayesinde
köpekler, sınır çizgisinde hayvanlardan üstte ve insanlara yakın
bir statü kazanmışken, kedilerin statüsü tersi bir seyir izlemiş
ti. Bir zamanlar Mısırlıların ülke dışına çıkarılmalarını yasakla
yacak kadar değer verdikleri kediler, şeytani sayılan her şeyin
sembolü haline gelmişlerdi. Kedilerin statülerindeki düşüş, Hı
ristiyanlığın yayılması sonucu pagan tapınma şekillerinin orta
dan kalkmasıyla başlamıştı. Yaygın kedi katliamları, onları -bil
hassa siyah olanları- öldürmenin kutsal bir ferman haline gel
diği Engizisyon'la ortaya çıktı. Her ne kadar kedi nefretine ne
yin yol açtığını asla tam olarak bilemesek de, gizemli karakter
lerinin ve sakin, sessiz hareketlerinin -tam da Mısırlılarca sevil
melerine neden olan özelliklerin- insanmerkezci görüşü tehdit
ettiği muhakkaktı. Bundan dolayı kilise, azizler gününde ve di
ğer kutsal günlerde kedilere eziyet edilmesine ve öldürülmele
rine göz yumdu. Örneğin Fransızlar, ekim mevsiminin sonunu
bildiren Aziz jean bayramında kedileri yakarak öldürüyorlardı
(bkz. Kete 1 994; McDonogh 1 999) . Kediler, arınma ve korun
ma ayinlerinde de ölüme gönderiliyordu . Fransa'nın Metz ken
tinde kutlanan Paskalya öncesi perhiz töreninde, on üç kedi
demir bir kafese yerleştirilip yakılarak öldürülürdü (bkz. Kete
1 994, 1 1 9) . Bu etkinlik 1 777 yılına kadar yılda bir defa gerçek
leştirilirken, Lorraine'de kayıtlara geçen benzer bir adet, ta 1 905
yılına kadar devam etmiştir. Robert Darnton (1985) ve Norbert
Elias ( 1 994) , kedilerin yakıldığı, işkence gördüğü ve kaynar su
ya atıldığı etkinliklerle ilgili örnekler verirler. 1 7 . ve 18. yüzyıl
lar boyunca, kediler işkencenin kolay hedefleri olmaya devam
ettiler. İngilizler sık sık temsili kuklaların içini kedilerle doldu
rur, kuklalar yakıldığında hayvanlar çığlık çığlığa ölürken izle
yenler de gereken ses efektinden mahrum kalmamış olurlardı
(bkz. Thomas 1983 ; McDonogh 1 999) . 14
Özetle, Ortaçağ'ın ve erken modern dönemin kedi ve köpek
lere yönelik yaklaşımı, yeni oluşan bir sınıf sisteminin ve hay-
72
vanlara açıkça düşman olan güçlü bir kilisenin belirlediği koşul
lar altında varlığını sürdürüyordu . Hıristiyanlık, Tanrı'nın sure
tinde yaratılmış olan insanlar ile insanların ihtiyaçlarına hizmet
etmek için yaratılmış hayvanlar arasında yakın bir temasa hoş
görü gösteremezdi. Öte yandan köpekler, diğer hayvanların öl
dürülmesinde insanlara yardımcı olduklarından, apayrı bir ka
tegoride yer alıyorlardı. Yeni oluşan seçkin sınıf, önceleri yal
nızca kilisenin elinde olan güce sahip olmaya başladığı zaman,
aristokrat kadın ve erkekler, kendilerinden daha yoksul olanla
rın başlarına gelenlerden korkmaksızın köpeklerle dostluk ku
rabildiler. Seçkinler, köpeklerle dostluk etmelerini haklı göste
rebiliyorlardı, zira bu hayvanlar avlanmaya yarıyordu. Öte yan
dan, küçük, "yararsız" köpeklere yöneltilen tenkitler ve seçkin
tabakadan olmayanların köpek sahibi olmasına getirilen sınırla
malar, sosyal tabakalaşma sisteminin kırılganlığını açıkça gözle
önüne serer. Ayrıca, insan-hayvan arasındaki sınırı pek çok şe
kilde tehdit edenleri dışlamaya yarayacak şekilde kedilerin şey
tanlaştırılması ve öldürülmesi de, yine bunun bir göstergesidir.
Köpeklere atfedilen benzersiz statü , insan-hayvan ilişkisin
de bir dönüm noktası oluşturur. Ancak, Ortaçağ ve erken mo
dern dönemde insanlar ile köpekler arasındaki ilişkiler, muhte
melen yakın duygusal bağlar içermiyordu . insanın üstünlüğü
nü ve doğaya hükmetmesi gerektiğini savunan öğretilerin yanı
sıra, hayvanların araçsal bakışla tanımlanmasını ve Katolik ki
lisesinin bu görüşleri dayatma noktasındaki gücünü göz önüne
aldığımızda, insanların hayvanlara karşı bugün anladığımız an
lamda şefkat beslediklerini düşünmemiz için pek bir sebep kal
mıyor. insanların köpeklere hayranlık duyduğu ve değer ver
diği açıktı; ama, insanlar ile hayvanlar alemi arasında öyle de
rin bir uçurum vardı ki, köpeklerin ne düşündüklerini ya da ne
hissettiklerini anlamak şöyle dursun, düşünme veya hissetme
yetisine sahip olduklarını tahayyül etmek bile olanaksızdı. Bu
tür ilişkiler, ancak bilim insanlar ile hayvanlar arasındaki uzak
lığı azalttığında mümkün olacaktı ve o zaman -hatta şimdi- bi
le, türümüzle diğer türler arasındaki süreklilik epey tartışmalı
bir konu olmaya devam edecekti.
73
BiLiM İNSANMERKEZCILİK YANILSAMASINI SARSIYOR
Batı dünyasının modern çağa geçmesiyle, insanlar ile hayvan
lar arasındaki farklılıklara ilişkin tartışma büsbütün teolo
jik olmaktan çıkıp bilimsel bir nitelik kazandı. Elbette teolo
jik argümanlar da bu tablo içindeki yerini korudu ve bu du
rum Darwin'e kadar -ve ona rağmen- d evam etti. Öte yandan,
tartışma, yaradanın tasarımıyla ilgili sorular içinde gizlenerek
de olsa , esasen aklı: yetiler etrafında dönüyordu . Sözgelimi, 1 7 .
yüzyılda hayvanların statüsü , onları kendi acılarının bile bilin
cinde olmayacak kadar insandan "farklı" otomatlar olarak çi
zen Rene Descartes'a göre belirlenmişti. Descartes, hayvanların
acısının önemsiz olduğunu , çünkü hayvanların, ne hissettikle
ri konusunda bilinçli bir farkındalığa sahip olmadıklarını savu
nuyordu . Descartes'a göre hayvanlar yalnızca fiziki uyaranlara
tepki veriyorlardı. Gerçi Descartes insanları da otomat olarak
kabul ediyordu ama onlar, konuşma yoluyla kendini gösteren
bilinç ve ruh gibi ilave yetilere sahip olmaları bakımından hay
vanlardan farklıydılar. Daha açık ifadeyle, "Descartes'ın meş
hur görüşüne göre , hayvanlara bilinç atfetmek için yeterli tek
gerekçe , ancak bir insan dilinde konuşma yoluyla ifade etme
yetisi olabilirdi" (Allen ve Bekoff 1997, 144) .
Keith Thomas'ın belirttiği gibi ( 1 983 , 34) , "Kartezyen görü
şü destekleyen en güçlü argüman, bu görüşün, insanın pratik
te hayvanlara yönelik muamele şeklini meşrulaştıran en iyi yol
olmasıydı" . Kartezyen görüş, anestezi kullanılmadan yapılan
canlı hayvan deneylerini [bundan sonra viviseksiyon - e.n. ] ve
hayvanlara yönelik yaygın ama tüyler ürpertici diğer zulüm
leri meşrulaştırıyordu . Tabii ki, insanlar ile hayvanlar arasın
da ne büyük bir uçurum olduğunu anlamak için Kartezyen dü
şüncenin ayrıntılarını bilmeye gerek yoktu. Gündelik yaşamın
pek çok unsuru, hayvanların insanlardan aşağı konumda oldu
ğunu sürekli anımsatıyordu , zira onların emeğini sömürmek
için bunu meşrulaştıran yaygın pratikler gerekiyordu. İstenme
yen davranışlar " hayvani" ve "hayvan gibi" nitelemeleriyle yaf
talanıyor, sevilmeyen insanlar arzularının ve güdülerinin esiri
74
olmuş "hayvanlar" olarak görülüyordu . Hayvanların kullanıl
dığı hakaretleri bugün hala duysak da, insan ile insan olmaya
nı ayırmak için bunca çaba sarf edilen bir çağda bunlar kuşku
suz çok daha yaygındı. Çoğu insan için hayvanlar, hırçın, yol
dan çıkmış ve kirli doğal hayatı temsil ediyordu ve bunlardan
birini insanın eşiti olarak eve almak, o dönemde sıradan vatan
daşlara pek nasip olmayan bir zihniyeti gerektiriyordu (bkz .
Ritvo 1987, 1988) . Amerikan kolonilerinde pederle ilgili yazı
lı bulguların azlığı bile, başlı başına, hayvanlara yönelik tutum
lar hakkında ciltlerce kitaba denk bir kanıt teşkil eder. Elde
ki az sayıda bulgu, hiçbir ekonomik işlevi olmayan hayvanlara
karşı sevgi duyanları ayıplayan ve onlara şüpheyle bakan diliy
le, yergi üslubundadır. Öte yandan, 1 7 . yüzyıla ait resmi por
trelerde atlarla birlikte sık sık arz-ı endam eden kucak köpekle
ri ve av köpekleri, anlaşıldığı kadarıyla Amerikalı ve Britanyalı
seçkinler arasında popülerdi. Ancak, bu hayvanların sözcüğün
bugünkü anlamıyla pet olup olmadıkları belli değildir. Bunlar
belki de, sahiplerinin sosyal statülerini gösteren diğer unsur
lar gibi, porte sanatının semiyotik araçlarından biriydi. Her ne
olursa olsun, üst sınıflar bu dönemde hala hayvanlarla, bilhassa
köpeklerle ilişkilendirilmenin getireceği lekeden kaçınıyordu .
1 7 . yüzyıl sonuna gelindiğinde, insanmerkezci gelenek pek
çok cepheden saldırıya uğramaya başladı. Bir kere, Kartezyen
görüşün çarpık mantığı kendi sonunu hazırladı. Serpell'in de
diği gibi ( 1 986, 1 6 1 ) :
75
ler olarak tanımlıyordu . Oysa aynı görüş, insanlardan farklı ve
aşağı olmalarına rağmen, hayvanların tıbbi ve bilimsel deney
lerde insanları temsilen kullanılmalarını mazur gösteriyordu.
Kartezyen insanmerkezciliğe , kendi çağında bile karşı çıkanlar
vardı. Örneğin Voltaire ( ( 1 9 6 2 ) 1 1 3) , şöyle yazmıştı: " [ Hay
vanda ] , kendinde bulunan duyu organlarının aynılarını keş
fettin. O halde cevap ver ey makinist, doğa bu hayvana, bütün
o duygu kaynaklarını hiçbir şey hissetmesin diye mi vermiş?"
Descartes'ın başka muhalifleri de vardı, john Lock ve Kartez
yen görüşü "canice" diye nitelendiren ilahiyatçı Henry More da
bu muhalifler arasındaydı. Kartezyen görüşe asıl darbeyi vuran,
yeni biyoloj ik sınıflandırma sistemleri oldu . Önceleri, hayvan
lar insanlara yararlılıklarına göre (yenilebilir-yenilemez, ehli
yabani, yararlı-yararsız diye) kategorize ediliyordu . Daha son
ra , biyolog john Ray, Linnaeus'la birlikte, fiziksel yapıdaki ben
zerliklere dayalı taksonomi sistemleri geliştirdi. Bu, doğada
ki her şeyi, insana yararlılığına bakmaksızın, daha tarafsız bir
gözle görmek demekti. Dünyanın sanıldığından çok daha yaş
lı olmakla kalmayıp , insanların ortaya çıkmasından çok daha
önce var olduğunu ortaya koyan jeoloji, insanmerkezciliğe ka
fa tutan çıkışlara eklendi. Benzer şekilde , astronomi, evrenin
sonsuz olabileceğini ilan etti; mikroskop, bir su damlası için
de farklı dünyalar barındığını gösterdi; ve çeşitli disiplinlerden
bilimciler, "Büyük Varlık Zinciri" formunda, evrim teorisinin
çeşitlemelerini tartışmaya başladılar. Kısacası bu çağ, öyle bü
yük bir "algı devrimine" (Thomas 1 983, 70) tanık oldu ki, in
sanmerkezci yanılsama bir daha asla eski gücüne kavuşamadı.
İnsanlar ile insandışı hayvanlar arasında anatomik ve biyo
lojik benzerlikler olduğu bilgisi , önceleri asıl olarak seçkin kit
lelere ulaştı (bkz . Tester 1 992) . Bu yeni bilginin yarattığı kül
türel e tki sonucunda , yaşama karşı daha büyük bir saygı du
yulmaya başlandı - nitekim, Aydınlanma'nın felsefi: ve teoloj ik
söylemleri bu saygıyı ifade edecekti. Zira, şayet hayvanlar ve in
sanlar benzer yapılara sahiplerse , hayvanlar da hissetme yetisi
ne sahip olmalıydılar. Ve onlar da tıpkı bizim gibi acıyı hissede
biliyorlarsa, "hemcins yoldaşlar" ımıza yönelik davranışlarımız
76
barbarcaydı. 1 8 . yüzyılın ortalarında jean-jacques Rousseau,
hayvanların ve insanların, her ikisi de saygın muamele görme
yi hak eden, hissetme yetisine eşit ölçüde sahip varlıklar olduk
larını yazdı. 1 78 1 ' de J eremy Bentham ( 1 988 [ 1 781 ] ) hayvan
lara yönelik zulüm konusundaki meşhur yanıtını kaleme aldı:
77
Türlerin Kökeni ( 1 859) adlı eserinin yayımlanmasıyla ortaya
çıktı. Darwin'den önce pek çok bilim insanı yaşamın evrimleş
miş olduğu varsayımını ortaya atmış olsa da, henüz kimse ev
rim sürecinin ne tür bir mekanizmayla gerçekleştiğini tanım
lamamıştı . Doğal seçilim kuramı böyle bir mekanizma sunu
yor, böylece dine ve insanmerkezciliğe meydan okuyordu . Zi
ra yüce bir yaratıcının. ya da Tanrı'nın , çeşitli türleri sırf (insa
na ait) bazı ihtiyaçları karşılamak için yarattığını savunan Hı
ristiyan ya da Aristotelesçi tezlerden farklı olarak, doğal seçili
min herhangi bir tasarımcısı ya da amacı yoktu. Darwin, yara
tıcı bir varlık ya da güç fikrini konunun tamamen dışına itti ve
insanları üstünlük kürsüsünden indirdi. Sonra, insanın Türeyi
şi ( 1 871 [ 1936) , 448) adlı eserinde, türler arasındaki akrabalı
ğı öne çıkararak, "zihni melekeleri bakımından insan ile yük
sek memeliler arasında temelde hiçbir fark bulunmadığını" öne
sürdü . Darwin, bu iddianın ahlaki içerimlerini genişleterek, in
sanın, kaygı alanını "hissetme yetisine sahip tüm varlıkları kap
sayacak şekilde genişlettiğinde" evrimin en uç noktasına var
mış olacağını yazdı.
Türler arasında akrabalık olduğu fikri, her biri hayvanla
ra yönelik muameleyle ilgili farklı içerimler barındıran iki yo
ruma yol açtı (bkz. Franklin 1999) . 1 7 Bir görüşe göre , insanlar
doğanın parçası ise, avlanma ve spor amaçlı balık tutma gibi fa
aliyetlerin haklı gerekçeleri olmalıydı, çünkü bunlar rekabete
dayalı, hatta vahşi ölüm kalım ritüelinde insanlarla hayvanları
birleştiriyordu . Bu görüşe göre, büyük av hayvanı avlamak gibi
bir faaliyet, modern hayatın zayıf düşürdüğü zihni, bedeni ve
ruhu zindeleştirebilirdi. 1 8 1 9 . yüzyılın ikinci yarısında Afrika
17 Söz konusu fikir bu tartışmanın kapsamı ötesinde üçüncü bir yorum daha
üretti: bilhassa köktenci hareketler içinde , tamamen ret.
18 Avlanmayı mazur gösteren ve bugün de kullanılan bir başka görüş, avcıların
aksi halde aşırı kalabalık yüzünden açlık çekecek olan hayvanları ayıklayarak
evrim sürecine yardımcı olduğunu öne sürer. Oysa avcılar aşırı çoğalmayı teş
vik ederek evrimi tersine çevirir. Doğadaki yırtıcılar -yani insan dışındakiler
en zayıfları öldürürken, onlar en büyük ve en sağlıklı hayvanları öldürür. Avla
rının cinsiyetini seçerek, bu şekilde çoğalma oranlarına müdahale etmiş olur
lar. Avlanma konusunda söylenen bu ve başka şeylerle ilgili daha fazlası için,
bkz. Kheel 1 995 (Ayrıca bkz. Einwhoner 1 999) .
78
ve Kuzey Amerika'daki doğal hayatın topyekun katledilmesi,
"zindeleşme" yönünde epey bir faaliyet yapıldığını gösterir. Di
ğer görüşe göre ise, insanlar eğer gerçekten doğanın bir parça
sı iseler, onu sömürmek yerine korumalıydılar. Bu görüş, hay
vanları korumaya yönelik artan girişimlerde kendini gösterdi . 1 9
O dönemde, "en korkunç zulümler, genelde en rutin ekono
mik faaliyetlerle ilişkiliydi" (Ritvo 1987, 1 3 7 ) . 19. yüzyılda hay
vanlara yönelik muamelenin sembolü , dayak yemiş ve perişan
düşmüş attı. Atlara güçlerini aşacak kadar ağır yükleri çektir
menin yaygın bir yolu , altlarında ateş yakmaktı. Bu hayvanla
rın sokak ortasında yorgunluktan düşüp ölmeleri sık rastlanan
bir olaydı ve çok yakın zamana kadar, su içmeleri için duracak
ları mola yerleri dahi yoktu. Kara Elmas adlı roman, hayvanlar
konusundaki zihniyet değişiminin hem sebebi hem de sonucu
olan en etkili ürünlerden biriydi. 1 877'de Anna Sewall'in yayım
ladığı kitap, Atlantik'in her iki yakasındaki atların makus tali
hini gözler önüne seriyordu. Aynca bu dönemde zulüm karşıtı
örgütlerin ve kanunların sayılarındaki artış, hayvanlara yönelik
tutumlardaki değişimin kanıtlarını oluşturmaktadır. Londra'da
köpeklerin el arabalarına koşulması 1840'ta yasaklanır. 1845'te
Paris'te Hayvanları Koruma Derneği kurulur. ABD'de, lç Savaş
hayvan korumacı girişimleri yavaşlatmış olsa da, savaşın hemen
ertesinde, 1 866'da Henry Bergh, Amerikan Hayvanlara Yönelik
Zulmü Önleme Derneği'ni [ASPCA ) kurar. Bir hafta sonra, hay
vanlara yönelik zulmü yasaklayan bir kanun çıkarılır ve ASP
CA bu kanunun uygulanmasıyla yetkili kılınır. 1870'ler boyun
ca Britanya, Fransa ve ABD'de viviseksiyona karşı çıkan grup
lar oluşur. 1 877'de Amerikan İnsani Yardım Derneği [Ameri
can Humane Association) kurulur.20 ABD' de -hayvanları bir sü-
19 Romantik yaklaşımın 20. yüzyıl çeşitlemesi hayvan haklan hareketlerini üret
ti. Hayvan korumada (ya da hayvanseverlikte) amaç, zaran en az seviyeye in
dirmektir. Hayvan haklan hareketlerinde ise, amaç her türlü hayvan sömürü
süne -hayvanların hayvanat bahçeleri ve doğal park sergilerinde, kobay ve yi
yecek olarak ve pet olarak sömürülmesine- son vermektir (bkz. Bekoff 1998;
Franklin 1 999, 27-33).
20 "insani yardım derneği" ve "SPCA" _terimleri her örgüt tarafından kullanılabi
lir. Hayvanlara yönelik zulmü önleme amaçlı bannaklan ya da dernekleri de
netleyen hiçbir ulusal makam yoktur. The Humane Society of the United Sta-
79
reliğine tutup sonra öldüren ya da deney yapanlara satan hay
van toplama merkezlerinden farklı olarak- ilk insani barınak
lar yine 1870'lerde ortaya çıkar.21 lç Savaş'tan önce, sokaklar
dan toplanan hayvanlar (belediyeye göre değişen) bir süre bo
yunca toplama merkezlerinde tutulduktan sonra, genelde elek
trik verilmek suretiyle öldürülür ya da deney için ağırlığınca sa
tılırlardı. 22 1 860'larda Philadelphia'lı iki kadın, Elizabeth Mor
ris ve Annie Waln, şehrin çeşitli yerlerinden topladıkları sokak
hayvanlarına barınak sağlamaya başlarlar. Bazıları için ev bulur
ken, ev bulamadıkları hayvanları kloroformla uyuturlar. 1874'te
Morris ve Waln ilk Hayvan Kurtarma Cemiyeti'ni [Animal Res
cue League] kurarlar. 1 888'de, örgütleri, Evsiz ve Muhtaç Hay
vanlar lçin Morris Sığınma Derneği adıyla bağımsız bir kuru
luşa dönüşür. Philadelphia'daki Lombart Caddesi'nde hala faa
liyetini sürdüren bu merkez, çok sayıda insani barınağa örnek
oluşturur. Aynı tarihlerde bir başka Philadelphia'lı olan Caroli
ne White, belediyenin hayvan toplama merkezindeki koşulla
ra ve merkezin viviseksiyon için hayvan tedarik etmesine tep
ki gösterir.23 White , Pennsylvania Hayvanlara Yönelik Zulmü
Önleme Derneği'nin (PSPCA) kurulmasına öncülük etmiş, an-
tes ve American Humane Association, pek çok barınağın uyduğu tüzükler ve
politika önerileri sunar, ancak bunu yapma yönünde herhangi bir yükümlü
lükleri yoktur. İnsani yardım hareketinin ayrıntılı tarihi için bkz. Coleman
1924 ve Niven 1967.
2 1 Burada kullanılan "pound" sözcüğü , "impound" [ zaptetmek] sözcüğünden
gelir. ABD'de üç çeşit barınak vardır. 1) Şehir ya da ilçe yönetimleri tarafın
dan yönetilen belediyeye ait hayvan denetimi tesisleri. Bunların çoğu, belli bir
süre için toplanmış ya da teslim edilmiş olan hayvanları barındırır ve bu süre
dolduktan sonra hayvanlar uyutulur veya bazı durumlarda, başka barınaklara
nakledilir. 2) ldaıi meclis tarafından yönetilen özel, kar amacı gütmeyen tesis
ler ve 3) Hayvanlara kalacak yer sağlamak için devletle anlaşmalı olan özel, kar
amacı gütmeyen kuruluşlar.
22 ABD'de, sahiplenilmeyen hayvanlar, 1979'a kadar, rutin bir biçimde, deneyler
de kullanılmak üzere satılıyordu (bkz. Finsen ve Finsen 1994, 6 1 ) . "Barınak
haczi" denilen uygulama, Metcalf-Hatch Kanunu'nun gereğiydi. New York,
Minnesota ve başka birçok eyalet ve yerel yönetim, barınak haczi yanlısı yasa
lara sahipti. 1970'lerde tek tek eyaletler barınak haczi kanunlarını iptal etme
ye başladılar, ancak dönüm noktası, 1979'da Metcalf-Hatch Kanunu'nun fes
hedilmesi oldu.
23 White aynı zamanda bir kölelik karşıtı ve Quaker'dı ki bu da "genişletme
tezi"ni destekler. Kabataslak bir biyografisi için bkz. Unıi 1998.
80
cak kadın olduğu için (kocası yönetim kurulunda olduğu hal
de) burada görev alamamıştır. PSPCA ikinci yılında bir " Kadın
Kolu" kurulmasını teklif eder ve White bu kolun başkanlığına
getirilerek 1 9 1 6'da ölene kadar bu mevkide kalır.24 Kadın Kolu,
insani yardım konusunda pek çok başarı kazanır; bunlardan bi
ri de, sokak hayvanlarına insani barınma sağlanması için bir şe
hir yönetimiyle ilk defa sözleşme imzalanmasıdır. Şehir yöne
timi, masraflara 2500 dolarlık katkıda bulunur. Bu, "ABD'deki
herhangi bir derneğin, fazlalık addedilen ya da istenmeyen kü
çük hayvanların bakımı sorunuyla başa çıkma yönündeki ilk gi
rişimi ve, bilindiği kadarıyla, bir belediye tarafından insani bir
çalışmaya verilen ilk ödenek" olmuştur. ( Coleman 1 9 24, 1 8 1 ;
aynca bkz. Brestrup 1997 ) . Bağımsız bir insani yardım derneği
nin "hayvan denetimi" için bir belediyeyle anlaştığı bu sistem,
hala uygulanmaktadır.
Hayvanlara insani muameleyi savunan hareket, hem insan
hayvan sınırını korumaları için tayin edilen bekçilerin değiş
mesini, hem de konuyla ilgili tartışmanın terimlerindeki ince
likli bir değişimi temsil eder. Tartışma dinsel terimler etrafında
dönerken, sınırın bekçiliği kilisenin egeme nliğindedir. Bilim
tartışmanın terimlerini sekülerleştirmeye başladığında, orta sı
nıf bu alanda egemenlik hakkı iddia eder. Tartışma artık hay
vanların insanlardan ayırt edilmesinden ziyade , hayvanlara uy
gun biçimde davranma yetisine sahip insanların ayırt edilme
sine yoğunlaşır. Bu da evrim teorilerinin ürünlerinden biridir.
Darwin, insanlar ile hayvanlar arasındaki sınırları belirsizleştir
miştir ama, "sosyal Darwinizm"in farklı popüler biçimleri , bazı
insan gruplarının diğerlerine göre daha evrimleşmiş olduğu yö
nündeki görüşleri desteklemektedir. Bu noktada, zulüm karşıtı
girişimler, alt sınıfların gayri insaniliğine yönelik orta sınıf yak
laşımlarını gözler önüne serer. Sözgelimi, Kraliyet Hayvanlara
Yönelik Zulmü Önleme Derneği, hayvanlar yararına bulunduk-
81
lan girişimleri, işçi sınıfı davranışını disipline etmenin bir yolu
olarak sunar (bkz. Ritvo 1987) . Hareketin öncüleri zulme kar
şı halktan yaygın destek görseler de, hukuku arkalarına almak
ta epey zorlanırlar, dolayısıyla seçkinlerin kendilerine arka çık
masına fena halde ihtiyaçları vardır. Bunun için en iyi yol, me
seleyi toplum mühendisliği çerçevesinde ortaya koymaktır. Zi
ra bu dönemde, taşralı işçi sınıfı şehre akın etmektedir. İşçi sı
nıfının şehirde tuttuğu işlerin çoğu, genelde aşın zulüm yoluy
la hayvan emeğinin sömürüldüğü işlerdir. Dahası, dönemin iş
çi sınıfı "eğlencelerinin" pek çoğu, boğaların ve başka hayvan
ların yem olarak saldırıya maruz bırakılması,2 5 köpek ve ho
roz dövüşleri gibi, hayvanlar arasındaki kanlı müsabakalardan
oluşur. Şehirli orta sınıf, zaten vahşi ve düzen bozucu olduk
ları düşünülen grupların p otansiyel şiddetini ve bozgunculu
ğunu kışkırtmaktan gitgide daha çok korkar. Zulüm karşıtı re
formcular, işte tam da bu korku kozunu kullanırlar. Hayvanla
ra kötü muamelenin insanlara yönelik zulme yol açtığını savu
nan dolaylı ödev görüşünü öne sürüp, alt sınıfların zaten zalim
yaradılışlı olduklarına dikkat çekmek suretiyle, davalarını hu
kuki açıdan cazip hale getirirler.26
lşçi sınıfını hedef alan bu girişimlerden bahsederken, zu
lüm karşıtlarının samimi niyetleri konusunda şüphe uyandır
mak gibi bir amacım yok. Sadece, hayvanları koruma girişim-
82
lerinin, hakim gruplarla ezilen gruplar arasındaki iktidar iliş
kilerinin sürdürülmesine hizmet ettiğine dikkat çekmek isti
yorum.27 Hayvanların yoldaşlığı her sınıftan insan için olanak
lı olduğunda, bu mücadele başka bir düzeyde devam edecektir.
27 Benzer biçimde, Glen Elder, Jennifer Wolch ve jody Emel de ( 1 988) 20. yüzyıl
sonlarında hayvanlarla ilgili pratiklerin, bazı grupların ırkçılıga maruz kalma
sına hizmet edişini kabataslak aktarıyorlar.
28 Diğer örnekler arasında akvaryumlar, ev bitkileri ve kafes kuşları sayılabilir.
83
Danforth Commission adıyla at ve katır maması şirketi olarak
kurulan Ralston Purina'yla doğar.29 1 920'lerde Purina, taşrada
ki yem pazarlarında bulunabilen ilk ticari köpek mamasını sat
maya başlar.3 0 O zamana kadar, köpekler masa artıklarını ve
insanların yemediği her türlü yiyeceği yiyordu . 1 9 1 7 yılına ait
bir pet rehberinde , köpeklere yiyecek olarak verilecekler konu
sunda şu tavsiyede bulunulur: "tercihen pişmiş, belli bir mik
tar et. . . Buna birkaç çeşit sebze, ekmek, pişmiş tahıl ve süt, te
miz olması ve aşırı yağlı olmaması kaydıyla, aslında yenilebilir
hemen her şey eklenebilir" (Crandall 1 9 1 7 , 6) . Kediler için ve
rilen tavsiyeler de buna benzerdir: " çiğ ya da pişmiş et. Bunun
en iyi kalitede olması şart değildir ama kasapların 'kedi eti' diye
sattıkları kötü ettenden de olmamalıdır" (Crandall 1 9 1 7 , 14) .
Kedilerle yaşamak için zorunlu ihtiyaçlardan biri -kedi kumu
lkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar üretilmez (bkz. Maggitti
1 996) .3 1 O zamana dek, insanlar kedilerin kum kabını normal
29 William Danforth, bir yerden borç aldığı 1 2.000 doları kullanarak, Missouri
eyaletinde St Louis'de bir yem dükkanı kurdu. l 900'lerin başlarında, insanlara
yönelik olarak, şirket sloganı "Saflığın her şeyden önde geldiği yer" den yola çı
karak Purina adı verdiği kepekli tahıl gevrekleri satmaya başladı. Daha sonra,
Dr. Ralston isimli tanınmış bir sağlık savunucusu tahıl gevreğine onay verdi
ğini bildirdi ve şirket ismini l 902'de Ralston Purina olarak değiştirdi. Şirketin
damalı logosu, Danforth'un çocukluğunda annesinin o ve kardeşleri için giysi
diktiği kumaştan esinlenmiştir.
30 Birinci Dünya Savaşı sırasında, şirket, askerlerin "chow" [ chow-chow: bir tür
hazır sebze çeşnisi) sözcüğüne olan hevesini dikkate alarak, "feeds" [yemleri)
diye bilinen kısmın ismini "chow" diye değiştirdi. Purina Dog Chow ve Cat
Chow, hala satılmaktadır.
31 Kedi kumu 1 948'de bulundu. Aynı yılın Ocak ayında, kedisi olan diğer herkes
gibi kedi tuvalet kabında normal kum kullanan Kay Draper adlı Michiganlı bir
kadın, yaşadığı yerdeki kum yığınlarına gittiğinde kumların donmuş olduğu
nu gördü. Onun yerine kül kullanmayı denedi, ancak kedi evin her yerinde is
li pati izleri bırakıyordu. Talaş kullanmayı deneyebileceği düşüncesiyle, Lowe
ailesinin kömür, buz ve talaş şirketine gitti. Ed Lowe'da, yuva yapma malzeme
si olarak kullanmaları için tavuk çiftçilerini ikna etmeye çalıştığı, kurutulmuş,
öğütülmüş madensel kilden bir yığın vardı. Draper bunlardan bir miktar alıp
kedisinin tuvalet kabında denemeyi kabul etti. Sonuç öyle iyi oldu ki, Draper
daha fazla almak için geri geldi ve arkadaşlarına da durumu anlattı. Lowe ke
sekağıtlarını bu malzemeyle doldurup üzerlerine "Kedi Kumu" yazmaya başla
dı. Washington D . C.'de kendi lobisi olan, yıllık 708 milyon dolarlık ciroya sa
hip bir endüstri böylelikle doğmuş oldu. Her ne kadar günümüzün "ferah ko
kulu " , "süper" , " topaklaşan" ve "ayıklanabilir" kedi kumlan Lowe'un ürünüy-
84
kumla ya da külle doldururlar.
Daha önce belirttiğim gibi, ilk insani barınaklar, 1 9 . yüzyıl
sonlarının bir diğer ürünüdür. Bunların ortaya çıkması , kö
peklerin ve kedilerin insan aileleriyle birlikte evlerde yaşama
ları düşüncesinin kabul edildiğinin ve başıboş hayvanların bir
toplumsal sorun haline geldiğinin göstergesidir ki, bu , kent
yaşamının ideoloj ik dayanaklarına da ışık tutar. Barınaklar ay
rıca üst sınıftan olmayan insanların yoldaş hayvan edinmesi
ni mümkün kılarak, pet besleyenlerin artmasını sağlar (bkz.
Coleman 1 924) . Barınaklar, pet dükkanlarına ya da yetiştiri
cilerine para verecek gücü olmayan, ya da sahipsiz hayvanla
rı kurtarmayı tercih eden insanların gidebildikleri yerler hali
ne gelir.
Pet sahipliğinin gitgide demokratikleşmesine rağmen, hay
vanlar, sahiplerinin statüsüne bağlı olarak hala farklı anlamlar
taşırlar. Safkan köpekler orta ve üst sınıflar arasında moda hali
ne gelir. Köpek yetiştiriciliği başlı başına gözde bir faaliyet olup
çıkar; bugün bilinen cinslerin çoğu Victoria döneminde üretil
miştir. Lynda Birke'e göre ( 1 994, 36) tür ıslahı " (Victoria dö
nemi) insan toplumunun kopyası olan bir hayvan toplumu ya
ratmıştır: bir yanda elit aristokratlar, yani iyi bir şecereye sahip
kazananlar, diğer yanda yararsız sefil kırmalar" . Akla gelen her
türlü fiziksel ve ahlaki bozukluk, alt sınıfların köpeklerine at
fedilir. Ritvo'nun belirttiği gibi ( 1987, 1 79) , İngiliz yoksulların
köpekleri, "iyi cins" köpeklere kıyasla kuduza daha yatkın ol
makla suçlanırlar. Kuduzla savaşmak ve köpek popülasyonunu
denetim altına almak üzere, köpek ruhsatı ve vergileri pek çok
Amerikan ve Avrupa şehrinde standart uygulama haline gelir.
Düzenlemeler, genelde altı aylıktan büyük köpekler için geçer
lidir ve köpek sahipliğini, köpeklere ekonomik açıdan ihtiyaç
duyanlarla ya da "lüks" köpeklere uygulanan ruhsat ücretleri-
le pek az benzerlik taşısa da, başlıca malzeme hala, ishal ilacı Kaopectate'in de
ana maddesi, kristal çamur minerali olan bir tür kildir. Lowe'un buluşu , "kedi
nin sonunda Amerika'da en çok rastlanan dört ayaklı pet haline gelmesine ze
min hazırladı. Endüstride görevli olanlardan birinin tabiriyle, klima Houston
için ne yaptıysa, kedi kumu da kediler için onu yaptı: Yakınlaşmanın sıkıntısı
nı alıp götürdü" (Maggitti 1996, 48) .
85
ni ödeme gücü olanlarla sınırlandırır (bkz. Thomas 1983 ; Rit
vo 1 987; Kete 1 994) . Pek çok kişi, ruhsat ücretini ödememek
için, sevimli yavru evresinden çıkar çıkmaz köpeklerini sokağa
bırakmaya başlar. Bunun sonucunda, kasaba ve şehirlerin ço
ğunda , başıboş dolaşan köpek sürüleri çok sayıda potansiyel
ve fiili sorun yaratır.32 Elbette köpeklerine ruhsat almayı ihmal
eden orta ve üst sınıf mensubu pek çok köpek sahibi de vardır,
ama alt sınıfların "yararsız sefil kırmaları" en kolay günah ke
çileridir. Ritvo'nun yer verdiği Londra gazetelerinden pek çok
haberde, sokak köpekleri onları başıboş bırakan insanlar kadar
kötü davranmakla suçlanırlar.
Gerek düşük gelirli insanların pet beslediklerine, gerekse or
ta sınıfların bunu engelleme çabalarına ilişkin bir diğer kanıt,
kiralık dairelerde pet beslemenin yasaklanmasıdır. Geç Victo
ria dönemi sosyal konutlarında, yoksulların bu sorumluluğu
almaktan aciz oldukları belirtilerek , kiracıların pet besleme
si yasaklanmıştır (bkz. jones 1 97 1 , 1 86) . Öte yandan, her sı
nıftan insan, köpek dostluğunun keyfini çıkarmayı başarır. 19.
yüzyıl sonlarında ortaya çıkan köpek fotoğrafları akımını bel
geleyen Libby Hall (2000) , pek çok fotoğrafın Londra'nın dar
gelirli semtlerindeki stüdyolarda çekildiğini saptar; bu , yoksul
ların yoldaş hayvanlarla birlikte yaşamakla kalmadıklarını, ay
nı zamanda aralarında pahalı bir hatıraya değecek kadar yakın
bir ilişki olduğunu gösterir.
Pederle kaynaşılmasının en çarpıcı örneği, kedilerin duru
mudur. Tehlikeli dişi cinselliğinin ikonu olarak damgalanmış
kedinin bu imaj ı , 1 9. yüzyıl ortaları ile sonları arasındaki dö
nemde düzelir (Kete 1 994, 1 1 7 , 1 27) . Kediler, yabanilikleri
ni büyük ölçüde korumuş olduklarından, sözcüğün dar anla
mıyla "pet" olarak gruplandırılmaya uzun süre direnmişlerdir
(bkz. Griffiths vd. 2000 ) . Sadakat ve sevginin sembolleri olan
köpeklerin tersine kediler başka bir mesaj iletirler. Örneğin 19.
86
yüzyıl Paris kültüründe, kediler işçi sınıfıyla veya burjuvaziy
le değil, bohemlerle, bilhassa entelektüel ve sanatçılarla özdeş
leştirilirler (bkz. Kete 1 994) . Kediler, kentli burj uva yaşamı
nın alternatifini temsil eden durgunlukları ve rahata düşkün
lükleriyle, anti-pet'tirler. Ancak, 20. yüzyıla gelindiğinde, kedi
ler büyük rağbet gören ev hayvanları haline gelmişlerdir. Bu ia
de-i itibara yol açan birçok etken vardır. Birincisi, kedi vasıflan
olarak bilinen özellikler, gitgide "ikna ediciliğini ya da rahatsız
edici etkisini kaybeder" (Kete 1 994, 1 34) . Bağımsızlık, serbest
lik, umursamazlık, nankörlük, kayıtsızlık gibi, asırlardır kedi
lere atfedilen ve onlardan korkulmasına yol açan özelliklerin,
gerçekdışı yakıştırmalar olduğu anlaşılır. Dahası, kedi dostla
rı, kedilere özgü niteliklerin başlı başına keyif verici olduğu
nu savunurlar. Bununla bağlantılı ikinci etken, modernleşme
nin, "egzotik" olanın güvenli unsurlarının gündelik hayata da
hil edilmesini teşvik etmesidir. " Sıradan" bir kedi bu egzotizmi
kısmen karşılayabilecek olsa da, bu dönemde popülerleşen ba
zı türler, bunun çok daha ötesine geçecektir: Siyam, Habeş ve
han kedileri. Bunların isimleri bile müstesnalığı ve gizemliliği
çağrıştırır. Üçüncü etken, mikropların varlığının ilk kez farkı
na varılan bir çağda, kedilerin temizliğinin onları köpeklerden
daha üstün konuma getirmesidir. Kedinin titizliği o güne dek
eleştiri ve alay konusu olurken, artık bu özellik, kirli ya da te
miz olmayı dert etmeyen ve çöpleri de rozbif kadar iştahla yiye
bilen köpekler karşısında kediyi daha tercih edilir kılar.
Kedilerin petler arasına alınması, pek çok bakımdan, do
ğa üzerindeki hakimiyet yarışında son engelin aşılmasını tem
sil eder. İnsanlar eskiden herhangi bir ekonomik işlevi olma
yan hayvanları beslemek için haklı gerekçe göstermek zorun
dayken, "pet" , yegane amacı insanlarla dostluk etmek olan bir
hayvan kastını tarif eder. Köpekler de kediler de, son derece se
çici bir tür ıslahının nesneleri haline gelirler (bu konuda kö
pekler kedilerden daha başarılıdırlar) ve her ikisi de "meraklı"
kalabalıkları çeken gösterilerde sergilenirler. Aynca, tür ısla
hı "pet'in" hayvan özünden kalan izleri azaltmayı amaçlar. Pet
ler vahşi ve egzotik görünebilirler ama, gerçek bir aile üyesi gi-
87
bi davranmak zorundadırlar. Shepard'ın ( 1978) söylediği gibi,
"pet" bir "minimal hayvan"dır: Asla saldırgan ya da kösnül ol
mayan, daima neşeli, sakin, oyuncu ve mutlu.
88
3
PETTEN YOLDAŞ HAYVANA
89
yal, kültürel ve ekonomik koşullarda geniş ölçüde olanaklı ha
le gelen, hayvanlara yönelik belli bir anlayışın göstergesi oldu
ğunu savundum. Bunu izleyen gelişme de, yine benzer bir di
zi değişimin sonucunda gerçekleşecekti. 1 990'lar boyunca, iti
razlarla karşılaşmış olsa da "yoldaş hayvan " terimi "pet" teri
minin popüler bir alternatifi haline geldi. Her ne kadar yer yer
eşanlamlı olarak kullanılsalar da, yoldaş hayvan, Tricky Woo*
imgelerini akla getiren "pet" ten son derece farklı çağrışımlar
uyandırır. "Yoldaş hayvan" kavramının siyasi bir bağlamı var
dır ve insanların, bazı hayvanları işçi, süs nesnesi ya da eğlen
ce aracından ziyade hayvan olarak kabullenme yönündeki ar
tan çabalarının ifadesidir (bkz . Franklin 1 999 , 86) . "Yoldaş
hayvan" , insanın " ötekisi" olmaya devam eder, ancak artık bu
ö tekilik aşağılayıcı değil, saygıdeğer bir anlam kazanır. Bu yeni
duyarlılığın birçok farklı örneği vardır:
( * ) james Herriot'ın Ali C reatures Great and Small adlı kitabında yer alan, insanlar
gibi davranan köpek, bkz. 1. bölüm - e.n.
Çeviklik yarışında bir köpek ve bir bakıcı, engelli bir rotayı koşarlar; bu sırada
bakıcı köpeği yönlendirirken, köpek engelleri aşar. Bu köpeğin hız, denge, sıç
rama ve diğer becerileri kadar, köpekle bakıcısı arasında iletişimi de gerektirir.
Daha fazla bilgi için http//:www .dog patch.com
90
• Pençe sakatlama, ses tellerini alma, kuyruk kesme ve ku
lak kırpma yoluyla yapılan cerrahi sakatlamaların verdiği
zararlara ilişkin bilincin artması.
91
nı yukarı doğru çeker ve bağırır gibi bir ses tonuyla bir kez da
ha "Otur diyorum ! Aptal köpek, senin neyin var?" der. Köpe
ğin bu eğitimden öğrendiği şey, o kişiden korkmaktır. Dahası,
poposu yere çarptığında kendisine sert bir tonda seslenildiğin
den , haliyle bu hareketi kendiliğinden yapma konusunda is
teksiz davranır. Kişi bunu , köpek onun sözünü dinlemeyecek
miş gibi algılar. Sinirlenir. Köpeğin kafa karışıklığı devam eder.
Böyle birçok denemeden sonra, kişi bundan vazgeçer ve köpeği
arka avludaki ağaca bağlar ya da garaja kilitler. Sıkılan ve yalnız
kalan köpek, eğlence olsun diye havlamaya başlar. Komşular
şikayetçi olur. Bu kişinin köpeğiyle gerçekte herhangi bir ilişki
si olmadığından, onu bir barınağa bırakması zor olmayacaktır.
Pek çok köpeğin oturmayı ve başka şeyleri geleneksel eği
timle öğrendiğini kabul ediyorum. Üstelik hepsinin sonu da
benim örneğimdeki köpek gibi olmaz. Bu örneği biraz abartma
mın nedeni, iki noktaya dikkat çekmek istemem: Birincisi, ge
leneksel eğitim, köpeklerden insan koşullarında, yani anlama
dıkları bir dile karşılık vermek suretiyle öğrenmelerini bekler;
ikincisi, geleneksel eğitimin tek amacı, köpeklere bir şeyleri
yaptırmaktır - oturmak gibi. İşte size bunun tersi bir senaryo.
Bu defa kişi, köpeğin İngilizce bilmediğinin farkındadır. Elinde
köpeğe vereceği bir-iki ödül, belki küçük peynir ya da et par
çaları veya yiyecekle motive olmayacak köpekler için bir oyun
cak vardır. Ödülün bir kısmını köpeğin görebileceği ve kokla
yabileceği şekilde bir elinde tutan kişi, önce köpeğin dikkatini
kendine yöneltir. Sonra ödülleri köpeğin başının üzerine doğru
kaldırır. Köpek yu karı bakar ve kişi yavaş yavaş elini arkaya gö
türür. Köpek başıyla onu takip eder ve avuç dolusu ödül daha
da geriye gittikçe , köpeğin doğal devinimleri onu oturur pozis
yona geçmeye yöneltir. Köpeğin poposu yere değer değmez, ki
şi "Evet! " diyerek veya başka bir sesle iyi davranışı onayladığını
gösterir ve köpeğe ödülü verir. "Otur" komutu henüz hiç söy
lenmemiştir. Aynı uygulama bir-iki kez daha tekrarlanır. Kö
pek ve insan, birlikte bir davranışı "biçimlendirmektedirler. "2
92
Ödüller düzenli bir biç'imde artar. Çok geçmeden, köpek gere
ken bağlantıyı kurar ve kendiliğinden oturur, kişi de o zaman
ilk kez komutu verir, zira köpek artık bu komutu davranışla
ilişkilendirebilmektedir. Kişi, köpeğin her koşulda söz konu
su davranışı göstereceğini garantileyerek, yavaş yavaş ödülle
ri vermeyi kesebilir. Köpek, zorlama olmaksızın, anlayabildiği
dil yoluyla öğrenmiştir. Köpek ve eğiticisi, zihinlerinin ve be
denlerinin birlikte çalıştığı bir ortaklık yaratmış olurlar. Birbir
lerini izler, dinler ve genel anlamda, birbirlerini "okurlar" . Bir
birlerinin dostluğunun keyfini çıkarırlar. Bu eğitimin esası, kö
peğe boyun eğdirmek değildir: En azından bu, yalnızca kısmen
geçerlidir. Hedef daha ziyade bir ilişki kurmaktır.
Bu örnekler, birbirinden son derece farklı iki düşünce şekli
ni gösterir. Bunlardan biri "itaat eğitimi, " diğeri ise, olumlu pe
kiştirme ile davranış değiştirmenin birleşimidir. Birinci yakla
şım, disiplin maskesi altına gizlenmiş fiziksel şiddeti ve istis
marı meşrulaştırır (bkz . Derr 1997, 327) . İkincisi ise , davranış
değiştirme ilkelerini ve şiddetsizlik felsefesini temel alır. Birin
ci yaklaşım, hayvanların birer içgüdü yığınından ibaret olduğu
görüşünü temsil eder. İkincisi ise, onları pek çok bakımdan in
sanlara benzer kılan bir bilinç düzeyine sahip olduklarını savu
nur. Bu görüş, "pet" ten "yoldaş hayvan"a geçişin açıklanmasın
da kritik öneme sahiptir. Pet'in doğuşunda görmüş olduğumuz
gibi, söz konusu geçişte pek çok faktör etkili olmuştur.
vanların eğitimini de içine alacak şekilde genişleten bir yunus eğiticisi olan Ka
ren Pryor idi. (bkz. Pryor 1 986; aynca bkz. Donaldson 1996; Owens ve Ecroate
1999). Elbette insanlar -başta 20. yüzyıl başlarında "en hafif tabirle egzantrik"
olarak görülen Montague Stevens olmak üzere ( 1 990 [ 1 943 ] )- ( Derr 1997,
326) son yıllarda pozitif eğitimde görülen canlanmadan önce de şiddet dışı
yaklaşımları kullanmışlardı. Neyse ki, şiddet kullanmamak artık olağandışı gö
rülmüyor ve ılımlı eğitmenlerin de kendi dernekleri, İnternet siteleri, atölyele
ri ve seminerleri var (bkz. http//www.apdt.com) . Bakıcılar için bir rehber olan
Guide to Humane Dog Training'e Amerikan insani Yardım Derneği'nden (http://
www.americanhumane. org) ve Professional Standards for Dog Training'e Delta
Society'den (http://www . deltasociety.org) ulaşılabilir.
93
YENi YAKLAŞIMLARIN AÇI KLANMASI
Sözünü ettiğim değişimi açıklamak üzere, ilkin Adrian Frank
lin'in çalışmasına başvuracağım ( 1 999, 1 75 ; aynca bkz. Frank
lin vd. 200 1 ) . Franklin, Animals and Modern Cultures'da, post
moderniteyi oluşturduğu iddia edilen sosyal, ekonomik ve kül
türel dönüşümlerin "insanmerkezci araçsallıktan hayvanmer
kezci empatiye geçişle sonuçlandığını" savunur. Franklin, ar
gümanını, " postmodern" öncülünü kabul edip etmemeniz
den bağımsız biçimde geçerli olan koşullara dayandırır. Bilhas
sa postmodern kültürün, bu geçişte etkili olmuş üç boyutu ol
duğunu söyler: Ontolojik güvensizlik, risk dönüşlülüğü ve mi
santropi. Ardından, hayvanlara yönelik görece şefkatli yaklaşı
mı örneklemek üzere, aralarında pet bakıcılığı, avlanma, balık
çılık ve yiyecek endüstrisinin de olduğu , insan-hayvan etkileşi
minin çeşitli sahalarından kanıtlar sıralar. Bu üç boyutu sizlere
kısaca özetleyeceğim.
Ontolojik güven "bireyin doğrudan algılayabildiği çevrenin
sınırları dışında kalanlar da dahil, olup bitenlerde bir tutarlılık
ve düzen olduğu duygusu" anlamına geliyorsa (Giddens 199 1 ,
243 ) , ontoloj ik güvensizlik bu tutarlılık v e düzenin yokluğu
nu ifade eder. Ontolojik güvensizlik, kişinin içinde bulundu
ğu şartların kestirilemez olduğu duygusunu tarif eder. Batılılar
yüzyıllar boyunca ontolojik güvenin keyfini çıkarmışlar, ancak
yirmi-otuz yılda bu durum değişmiştir. Sözgelimi, toplumsal ve
ekonomik koşullar, insanların artık tek bir işte ya da kurum
da yıllarca çalışabileceğine güvenememesi nedeniyle, istihdam
da gitgide artan güvensizliği getirmiştir. Diğer örnekler arasın
da, ucuz iskan yokluğu ve aile bağlarının zayıflaması ya da or
tadan kalkması sayılabilir. Franklin'in kitabının yayımlanma
sından sonra yeni örnekler de ortaya çıkmıştır. Şirketlerin yol
suzluk skandalları ve 1 1 Eylül 200 1 saldırıları, Amerikalıların
uzun yıllardır mutlak kabul ettikleri asayiş ve güvenlik duygu
larını sarsmıştır. Franklin'e göre, ontolojik güvensizlik dönem
lerinde , hayvanlar insanlara bir nebze de olsa istikrar duygusu
sunarlar. Yalnızca pet besleme oranları değil, Franklin'in kita-
94
hında incelediği kuş gözlemleme ve besleme gibi hayvan odaklı
faaliyetlerin artan popülerliği de bunun kanıtlarıdır.
Ontolojik güvensizliğe eşlik eden bir diğer olgu da, risk dö
nüşlülüğüdür; risk dönüşlülüğü, insanların ve insandışı canlıla
rın, eskisine kıyasla çok daha bariz biçimde, aynı çevresel tehdit
lerle karşı karşıya olduklarının farkına varılması anlamına gelir.
Dahası, bu tehditler büyük ölçüde, insanların doğada eskiden el
değmemiş olan her köşeye sızmasından kaynaklanmaktadır. Bir
zamanlar izole olan bu alanlarda yaşayan hayvanlar artık hayat
ta kalabilmek için insan müdahalesine bağımlı hale gelmişler
dir. Balina ve yunus gibi belli türleri koruma amaçlı çevre hare
ketlerinin ve örgütlerinin çeşitliliği, insanların sorumluluğunun
bilincine varıldığının göstergesidir. Bu olguyu kabul eden başka
araştırmacılar da vardır. Örneğin Myers ( 1998, 46) "bizler bu
gün diğer canlılarla olan biyolojik devamlılığımızı kabul etmek
konusunda daha özgürüz ve karşılıklı bağımlılığımıza saygı gös
termenin akıllıca olacağının kesinlikle farkındayız" diye yazar.
Postmodernitenin, risk dönüşlülüğü ve ontoloj ik güvensiz
likle bağlantılı üçüncü koşulu , misantropidir. Franklin, bunu
insanlara ya da belli bireylere karşı duyulan nefretten ziyade,
insanlığa yönelik genel bir antipati anlamında kullanır. Bu an
lamda misantropi, ilerleme uğruna hayvanlar ve çevre üzerinde
yarattığı tahribata bakarak, insanlığı "denetimden çıkmış, den
gesiz, hasta ya da çıldırmış" olarak tasvir eder (Franklin 1 999,
54) . Misantropi, "hayvanların özünde var olan iyilik, denge v e
sağlık" gibi olumlu özelliklere zıt bir biçimde, insanlığa kesin
bir olumsuzluk atfeder (Franklin 1 999, 55) . Bunun güzel bir
örneği, lkinci Dünya Savaşı soması dönemde sinema ve popü
ler edebiyat yoluyla hızla yaygınlaşan, en bildik örneğini Dis
ney çizgi karakterlerin oluşturduğu, hayvanların olumlu ve ge
nelde sevimli biçimde tasvir edilişidir.3 Ontoloj ik güvensizlik
ve risk dönüşlülüğüyle birlikte , misantropi, insanların istikrar
sızlığına ve ahlaksızlığına karşı "ahlaki bir karşı-denge" unsu
ru olarak hayvanlarla ilişkileri teşvik eder (Franklin 1999 , 5 5 ) .
3 "Disneyleştirme" konusunda daha fazlası için bkz. Milekic 1 998; ayrıca bkz.
Lawrence 1986.
95
Franklin'in üç boyutuna ben bir boyut daha ekleyeceğim:
Hayvanların bilinçli, hissetme yetisine sahip varlıklar olduk
larına dair artan farkındalık. "Sürüden farklı" düşünmeye ce
saret eden bilim insanlarının gayretleri sayesinde, hayvanlara
yönelik daha aydınlık bir bakış açısı ortaya çıkabilmiştir. Bu
nun emarelerinden biri , (kazlardaki öğrenme süreçleri hakkın
daki araştırmalarıyla tanınan) Konrad Lorenz, ("meraklı natü
ralist" olarak tanınan) Niko Tinbergen ve (arıların diliyle ilgili
çalışmalarıyla tanınan) Kari von Frisch'in 1973'te Nobel Ödü
lü'nü paylaşmasıydı. Bekoffun söylediği gibi (2002, 34) "Va
kitlerini 'sırf hayvanları gözlemlemekle' geçirmiş bilim insanla
rının biyomedikal araştırmacılara galip gelmesi pek çok insanı
şaşkına çevirmişti" . Bu , etoloji, ya da hayvan davranışları bili
mi için bir dönüm noktasıydı. Bu alanın ayrıntılı tarihi bu kita
bın kapsamını fazlasıyla aşmaktadır, ancak derdimi anlatmaya
yetecek bir özet vereceğim. Darwin (ve bazı çağdaşları) türler
arasında zihinsel sürekliliği öne çıkarmış ve böylelikle insandı
şı hayvanlara zihinsel yetiler atfetmişlerdi. Darwin'in bakış açı
sı "anekdota dayalı bilişselcilik" olarak adlandırılır Qamieson
ve Bekoff 1993 ) , çünkü Darwin belli vakaları gözlemliyor, kon
trollü deneyler yürütmüyordu. Hayvan davranışı araştırmaları
nı daha katı bir kalıba sokma yönünde 20. yüzyılda yapılan gi
rişimler, davranışçılık çağının ürünüydü: Davranışçılığın çeşit
li biçimleri, kurallarla belirlenen etki-tepki modellerini savu
nurken, gözlemlenemeyen zihinsel durumları kabul etmiyor
du . Bu arada, hayvanlarda bilişsellik fikri, Lorenz, Tinbergen
ve von Frish gibi figürlerin temsilciliğinde, klasik etolojide var
lığını sürdürdü. Ardından, Donald Griffin, The Question of Ani
mal Awareness adlı 1976 tarihli kitabında, hayvanlar arasındaki
karmaşık davranışların pek çoğunun temelinde bilinçli düşün
menin olduğu fikrine yönelik ilgiyi yeniden alevlendirdi (ayrı
ca bkz. Griffin 1 992) .4 Griffin, hayvanların zihinsel deneyimle
rini özellikle laboratuvarlardan ziyade doğal yaşam ortamların
da, normal yaşamları içindeki haliyle inceleyen bilişsel etolo-
96
ji alanını kurmuştur. Bu alan, klasik etoloji, karşılaştırmalı psi
koloji ve bilim felsefesiyle ortak unsurlara sahiptir. 5 Söz konu
su bakış açısı, hayvan zekası ve duygulan konusundaki sayısız
araştırmaya yön vermiştir: Bunlar arasında, Irene Pepperberg'in
papağan Alex'le olan çalışması (bkz. Pepperberg 1 99 1 ) , Franci
ne (Penny) Patterson'ın goril Koko'yla yaptığı araştırma (bkz.
Pattersen ve Linden 198 1 ) , Goodall'un Gombe'deki şempanze
lerle yaptığı saha araştırması ve Bekoffun köpekgillerin sosyal
yaşamları konusundaki araştırması yer alır. Yine aynı bakış açı
sı, Elizabeth Marshall Thomas'ın Social Lives of Dogs (2000) ve
Tribe of Tiger ( 1 994) ; Jeffrey Moussaieff Masson'ın Dogs Never
Lie About Love ( 1 997) (Köpekler Aşk Hakkında Asla Yalan Söy
lemez, 2003) ; ve Masson ile Susan McCarthy'nin çok satan kita
bı When Elephants Weep ( 1 995) gibi eserlerin yolunu açmıştır.
Bilimle uğraşmayan insanların çoğu "bilişsel etoloji" kavra
mını bilmez, ama kuşkusuz pek çok insan, bu alanın tezlerine
ve yönlendirici bakış açısına aşinadır. Evrim teorisi gibi diğer
yeni fikirler nasıl kültür aracılığıyla özümsenmişse, hayvanla
rın zihinsel yetilere ve duygulara sahip oldukları ve onlarla ara
mızda farkında olduğumuzdan çok daha fazla ortaklık olduğu
fikri de aynı şekilde özümsenmiştir. Franklin'in ontolojik gü
vensizlik, misantropi ve risk dönüşlülüğü boyutlarıyla birleşti
rildiğinde, insanların hayvanları pet'ten ziyade yoldaş hayvan
olarak adlandırmaya nasıl başladıklarını anlamak zor değildir.
Bir hayvanı, öznel bir benliğe, niyetlerini ve duygu durumlarını
paylaşacak kapasiteye sahip bir canlı olarak görmeye başladığı
nızda, onun sırf sizi eğlendirmek, size hizmet etmek veya keyif
vermek için var olduğunu düşünmeniz zorlaşır. Bazı insanlar,
bu yeni kavramlarla düşünmeye başlar başlamaz, "ilişkilerini
tanımlamak için, 'sahip'ten [owner] daha masum bir sözcüğe"
ihtiyaç duydular (Derr 1997, 324) . Farklı sorumluluk dizgele
rini tanımlamak için "bakıcı" [guardian] kavramını kullanma
ya başladılar. Birçok şehir yönetimi, hayvanlarla ilgili kanunla
rında bu dili kullandı. Bunların ilki San Fransisco idi; Hayvan-
97
lar İçin [in Defense of Animals] adlı örgütün başkanı olarak
bu değişime öncülük eden veteriner Elliot Katz, bunu insanla
rın kedi ve köpeklerine bakışını değiştiren bir "devrimin" par
çası olarak adlandırıyordu. Temmuz 2000'de, Colorado eyale
tinin Boulder şehri, şehir kanunlarında geçen "sahip" sözcük
lerinin tümünü "bakıcı" olarak değiştiren bir yasayı kabul etti.
Kimilerine göre , mülk olarak tanımlanmaları devam ettiği
sürece, bir hayvanı pet yerine yoldaş hayvan diye adlandırmak
hiçbir işe yaramaz; bu meseleye sonuç bölümünde tekrar döne
ceğim. Sözgelimi, Boulder şehir yönetimi her ne kadar "bakıcı"
sözcüğünü uygulamaya koysa da, İnternet sitesinin açıkça gös
terdiği gibi, "bakıcı" ve "sahip" kavramları yine de aynı anla
ma gelmektedir. Rutgers Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde hu
kuk profesörü olan Gary Francione, kullanılan söylemin hiçbir
hukuki ağırlığı olmadığını, zira onlarla ilişkimizi ne şekilde ad
landırırsak adlandıralım, kanunların hayvanları bir mülk sahi
binin malı olarak gördüğünü savunur (Francione 1995 , 1996,
2000) . Öte yandan, kimileri bunun hayvanlarla olan ilişkileri
nin hukuki ifadesi olmadığını bile bile, bu sözcüğü kullanır
lar. Örneğin, Mark Derr şöyle yazar: "Pek çok insan gibi, ben
de kendimi köpeklerimin velisi ya da bakıcısı olarak görmeyi
tercih ederim. Onlara tıbbi bakım, yiyecek, barınak ve dünya
da yaşamı nasıl sürdüreceklerine dair belli bir eğitim sağlamak
la yü kümlüyüm ve hukuki olarak, onların sahibiyim. Ama ah
laki olarak, değilim" (Derr 1 997, 324) . Aynı şekilde, holist ve
teriner ve yazar Allen Schoen (200 1 , 9) , "pet" ve "sahip" kav
ramları yerine "hayvan yoldaş" ve " insan yoldaş" [animallhu
man companion] kavramlarını kullandığını belirtir, çünkü ona
göre " iki tür arasındaki karmaşık ilişki, böylesine anlam yüklü
iki sözcükle ifade edilemez " .
98
yif vermektir ve sahiplerin payına düşen de yalnızca o turup bu
nun keyfini çıkarmaktır. Karmaşıklık bu tabloya dahil olmama
lıdır, olduğu zaman da pet sahipleri genelde tekrar onu tablo
nun dışına iterler. Araştırmam için görüştüğüm bir adamın de
diği gibi:
(*) Yazar, köpekten İngilizcede nesneler için kullanılan "it" zamiriyle söz edilme
sini kastediyor - ç. n.
99
ve saygınlığı; sosyal sermaye de sosyal ilişki ağlarını tarif eder.
James Côte ve Charles Levine ( 2002) , eleştirel düşünme yetileri,
bir hedef duygusu ve diğer faillik kapasitelerini kapsayan kimlik
sermayesini eklerler. Farklı sosyal alanlarda farklı sermaye tür
leri değer kazanır. Sözgelimi iş dünyasında ekonomik ve sosyal
sermaye değerliyken, akademik cemaatte öncelikli olarak kül
türel sermaye alışverişi vardır. Ben "hayvan sermayesi" terimi
ni kullanırken, hayvanlarla anlamlı, istismarcı olmayan dostlu
ğun geliştirilmesini sağlayan kaynakları kastediyorum. Davra
nış, beslenme, sağlık, tarih, cins özellikleri, eğitim ve hayvan
ların yaşamlarını zenginleştirebilecek çeşitli şeyler hakkındaki
bilgiyi bu kavrama dahil ediyorum. Keza, hayvanların duygula
rına, iletişimsel ve bilişsel yetilerine yönelik aktif bir ilgiye da
yanan yakınlığı da bu kavrama dahil ediyorum. Ayrıca, hayvan
sermayesi bir şeyleri keşfetmeyi bilmek anlamına geliyor. Bu da,
sağlık ve davranış sorunları olduğunda veteriner, eğitici ve dav
ranışbilimci gibi kaynakların aranıp bulunması demek.
Hayvan sermayesi fikri, bazı insanların hayvanlarla başarılı
ilişkiler kurarken, bazılarının bunda başarısız olmalarının se
beplerini anlamaya çalıştığım sırada doğdu. Birbiriyle sıkı sıkı
ya ilişkili iki faktörün bu başarıda etkili olduğu açıkça görülü
yordu. Bunlardan biri, kişinin, öznel bir varlık ve kendi haya
tındaki aktif bir katılımcı olarak hayvana olan bağlılığıydı. Hay
vanlarla ilişkisi başarısızlığa uğrayan kişiler, genelde o hayva
nı kendi hayatlarının ve benlik algılarının önemli bir parçası
olarak tanımlamayı bırakmış -ya da belki onları asla böyle ta
nımlamamış- kişilerdi. Başarısız ilişkilerde ortak olan ikinci et
ken, (hayvanın davranışlarındaki bir sorun veya kendi alerj ile
ri gibi) herhangi bir sorunla başa çıkmak için uygun kaynak
ları bulma ve kullanma noktasındaki acizlik ya da başarısızlık
tı. Örneğin, alerjileri olduğu iddiasıyla kedilerinden vazgeçen
kişiler, genelde alerjileri olduğuna dair kesin bilgiye sahip da
hi değildiler. Elbette bazı durumlarda yapılacak tek şey hayva
nı geri vermektir. Ancak, pek çok insan bunu önce bir veteri
nere, eğitimciye, davranışbilimciye, alerji uzmanına ya da baş
ka bir kaynağa danışmadan yapıyordu . Bunun tersine, güç bir
1 00
durumu aşabilenler, sonunda o hayvana karşı daha fazla sevgi
duyuyor, bulunabilir kaynaklar hakkında daha fazla bilgiye sa
hip oluyor, hayvanlarıyla olan ilişkilerinden daha çok haz alı
yorlardı. Hayvan sermayesi, hayvanlarla daha karmaşık ve do
layısıyla daha tatminkar bir ilişki yaratmakla kalmaz, aynı za
manda kişisel deneyimi de zenginleştirir.
Hayvan sermayesinin hayvanları sömürmek için hayvanla
rı tanımakla hiçbir ilişkisi yoktur; onların sömürüsünü en aza
indirmek için onları tanımaktır. Hayvan yaşamlarının kendine
içkin değerini anlayıp kabullenmektir. Nasıl ki diğer sermaye
çeşitleri bazı insan ilişkilerini olanaklı kılıyorsa, bu da hayvan
larla niteliksel olarak farklı bir ilişkiyi mümkün kılar. Örneğin,
köpek ve kedilerin çevreyi nasıl algıladıklarını anlamak isteyen
bir kişi, hayvanların çok zeki olmadıklarını düşünen bir kişiye
nazaran, bir köpek ve kediyle farklı türden bir ilişki kuracak
tır. Hayvan davranışında içgüdünün rolünü anlamak kuşkusuz
hayvan sermayesinin bir parçası olsa da , hayvanların birer iç
güdü yığınından ibaret oldukları inancı, kesinlikle hayvan ser
mayesi değildir. Bir başka deyişle, hayvan sermayesi, hayvanla
rın potansiyelini anlamaya çalışmakla elde edilir ve bu süreçte
bizim hayvanlara ilişkin potansiyelimizi zenginleştirir. Bunun
belki en iyi örneğini, Jane Goodall verir ( 1 99 9 , 7 7-78) ; Goo
dall, araştırdığı şempanzelere yönelik yaklaşımıyla onlara -ve
kendimize- ilişkin bilgilerimizi mutlak biçimde değiştirmiştir:
1 01
kü onları anlamayı istiyordu . Zamanının araştırmacılarının
pek çoğunun yaptığı gibi, gözlemlerine başladığında duygula
rını bir kenara bırakması gerektiğini, ya da şempanzelerin bir
laboratuvarda daha iyi incelenebileceğini düşünmüyordu . Kö
pek ve kedilerle gündelik hayat koşulları söz konusu olduğun
da, bu yaklaşım, onlarla ilgili düşünme şeklimizi değiştirebilir.
Şimdi kafanızda uyanabileceğini tahmin ettiğim soruya ge
çelim.
6 lnsanbiçimcilikle ilgili ayrıntılı tartışmalar için, bkz. Mitchell vd. 1 997 ve Crist
1 999.
1 02
için, kendi konuştuğumuz dili kullanmak zorundayız. " Elimde
yalnızca insan dili olduğundan, yoldaş köpeklerimin davranı
şını anlatmak için , "Dolly üzgün görünüyordu" ya da "Skipper
oraya uzanmayı sever" demekten başka seçeneğim yoktur. Her
türlü insanbiçimci düşünceden kaçınmak isteyen biri , bu anla
tımları kabul edilemez bulacaktır, çünkü Dolly'nin ne hissetti
ğine ve Skipper'ın neyi sevdiğine dair "elle tutulur" bir kanıtım
yoktur. Tabii ki, "bu tür tasvirlerin meşruiyetini ampirik bir bi
çimde tesis etmek bilhassa zordur" (Fischer 1 99 1 , 7 1 ) . Ancak,
insanbiçimci dilin kullanımını topyekun reddedersek, onun
yerine ne koyabiliriz? Dolly'yle ilgili tasvirimi, yüz kaslarında
ki devinimlerin mekanik bir anlatımıyla sınırlarsam, davranışı
nın gerçekleştiği duruma ilişkin bilincimi dışarda bırakmış olu
rum. Ayrıca, Dolly'yle sistemli etkileşimim yoluyla edindiğim
diğer bilincimi de dışlamış olurum. Onun, yürüyüşe çıkmaya
hazırlanırken ya da bir kemiği kemirirken, ördekleri kovalar
ken, karların arasında koşarken vs. yaptığı gibi, mutlu görün
düğü zamanlara tanık olmuşumdur. Aynı şekilde, Skipper'ın
bariz uyuma isteğine ilişkin tasvirimi davranışçı bir ifadeyle sı
nırladığımda, yine sistematik etkileşim sayesinde bildiğim şey
leri dışlamış olurum. Araştırmam sırasında, Skipper'ın uyumak
için çeşitli yerleri denediğine ve sonunda belli bir noktada ka
rar kıldığına tanık olmuşumdur. Onun orayı sevdiğini söyle
mek bana mantıklı görünmektedir.
"lnsanbiçimcilik" terimi, çoğunlukla birinin hayvanlarla il
gili iddialarını çürütmek amacıyla kullanılır. 7 Genelde duygu
sallığa ve kesinlikten uzak yansıtmalara yönelik imalar barındı
rır ki şahsen ben de bunlardan kaçınmak gerektiğini düşünüyo
rum. Öte yandan, "yegane iki seçeneğin, insanbiçimciliğin sınır
sız kullanımı ya da tamamen safdışı bırakılması" (Bekoff 2002,
49-50) olduğu bir durum söz konusu değildir. Bu ikisi arasında
bir orta yol bulmak, hayvanlarla bilgiye dayalı ve sistematik bir
1 03
etkileşim kurmayı ve onları gözlemlemeyi gerektirir. Böyle bir
yaklaşım, zamanla, "eleştirel" ve "yorumlayıcı" bir insanbiçim
ciliği mümkün kılar (Fischer 1 99 1 ; Burghardt 1998) . Eleştirel
insanbiçimcilik, Verstehen perspektifinin insan yaşamında ya
kalamaya çalıştığı şeyi, yani eylemin anlamlı, öznel unsurlarına
ışık tutmayı, hayvan yaşamının kavranmasında yapmaya çalışır.
Bu da, hayvanlara dair saptamaları " türün doğal tarihine, algıla
ma ve öğrenme yetilerine , fizyolojisine, sinir sistemine ve şah
si geçmişine ilişkin bilgimize" dayandırmamızı gerektirir (Bur
ghardt 1998, 72) . Örneğin, kedilerle ya da belli bir kediyle ilgili
bilgilerim ışığında, bir kedinin ne zaman korkmuş ya da halin
den memnun olduğu konusunda güvenilir değerlendirmeler ya
pabilirim. Kediler gözle görülebilir beden dili kullanırlar ve bir
süre buna dikkatini veren herhangi biri, açılmış gözlerin ve ge
riye yatırılmış kulakların korku işareti olduğunu anlamaya baş
lar. Eğer saptamalarımı normal davranışa ilişkin bilgime dayan
dırırsam, bunları tarif etmek için insanbiçimci dili güvenle kul
lanabilirim. Doğrusu başka seçeneğim de yoktur. Kedinin kor
ku deneyiminin benimkiyle aynı olup olmadığını bilemesem de,
bunu "korku" diye adlandırmam meşrudur.
Shapiro ( 1 990, 1997) , hayvanları anlamanın en iyi yolunun,
beden sahibi varlıklar oldukları bilgisiyle yola çıkıp, buna sos
yal inşa ve tarih boyutlarını ilave etmek olduğunu söyler. Örne
ğin, Shapiro , köpeği Sabaka'nın oyun oynamayı başlatmak için
neler yaptığını anlatır:
1 04
Alışıldığı üzere, oyun alanı, onun altına sığabildiği ama benim
(en azından kendimi yaralamadan) sığamadığını bir kanape
den ve hepsi de oyun odasında bulunan engellerin, saklan
ma yerlerinin ve girilmez yerlerin çeşitli kombinasyonların
dan oluşan mobilyalardan ibaretti. Oyun zaman zaman mer
divenleri çevreleyen koridora taşıp sonra tekrar oyun odası
na dönerdi.
1 05
si bakımından, bu bilinçli bir şekillendirme değildir. Öte yan
dan, kanapenin altında olmak "güvenli" olması nedeniyle Saba
ka için anlamlıdır. Beden sahibi varlıklar olarak hepimiz ben
zer fiziki güvenlik ve gizlenme deneyimleri yaşarız, kuşkusuz
bu yalnızca insanlara özgü bir durum değildir.
Bu tür bir bilgi, üç kısımlı yöntemin diğer bileşenleriyle bir
likte ele alındığında en iyi sonucu verir: Sosyal inşa ve tarih. Bu
örnekte , sosyal inşa , "köpek" (buna "kedi"yi de ekleyebiliriz)
türünün bir üyesi, bir "hayvan" , bir "pet" olarak Sabaka'yı ku
şatan çeşitli söylemleri ifade eder. Birinci bölümde öne sürdü
ğüm gibi, hayvanlarla olan karşılıklı etkileşimimiz çeşitli önka
bullerin etkisi altında gerçekleşir. Örneğin, "kedi" ve "köpek"
nedir? İnsan müdahalesinden bağımsız yaşamak için yaratılmış
vahşi yaratıklar mı? Sevimli peluş oyuncakların canlı çeşitle
meleri mi? Yoksa stresi azaltabilen ve genelde yaşam sevincini
artıran sevgi dolu, sadık dostlar mı? Bu imgelerin tümü -ve pek
çok başkası- zihnimizde mevcuttur. Hepimiz hayvanlarla bire
bir etkileşimimizde bunları kullanırız. Bir hayvanın yaşantısını
anlamaya başlamak için, kullandığımız bu imgelerin varlığını
kabullenmek ve onları değerlendirmek zorundayız. Hayvanla
ra ilişkin bilimsel incelemeleri ele alırken de aynı durum geçer
lidir. Bunlar da sosyal inşadan muaf değildir. Örneğin bilişsel
etoloji, hayvanların bilincini ve çok yönlülüğünü öne çıkarışıy
la (Allen ve Beckoff) , hayvanlara ilişkin sosyal inşalardan birini
ortaya koyar; davranışçı bakış açısı, hayvanın bir kara kutudan
ibaret olduğu bir diğer bakış açısını gösterir.
Hayvanların zihinlerinde neler olup bittiğini anlama yönün
deki çabalarımız, sosyal inşanın yanı sıra, o hayvanın geçmişi
ne ilişkin bilgiyi de içermek durumundadır. Nasıl ki diğer in
sanlarla olan etkileşimimizde o kişinin (ve belki o kişinin üye
si bulunduğu daha geniş sosyal grubun) dahil olduğu önemli
olayları hesaba katmak zorundaysak, aynı durum hayvanlarla
olan etkileşimimiz için de geçerlidir. Örneğin, Skipper'ın sokak
köpeği olarak barınağa alındığını ve ben onu sahiplenmeden
önce en az iki barınakta birkaç ay kalmış olduğunu öğrenmem,
onu anlamam açısından faydalı oldu. Bu hikaye, birlikte geçir-
1 06
diğimiz ilk günlerde sergiledikleri başta olmak üzere onun ba
zı davranışlarını anlamama yardımcı oldu . Ayrıca bu bilgi saye
sinde, onun kısmen bir sürü köpeği olduğunu, dolayısıyla bel
li davranışlara eğilimli olduğunu unutmuyorum. Benzer şekil
de, kedilerimizden birinin neden eve bir yabancı geldiğinde ka
çıp saklandığını anlamaya çalışırken, bir yabani kedi kolonisin
de doğduğunu ve yaklaşık altı aylık olana kadar insanlarla te
mas kurmamış olduğunu bilmem işe yarıyor.
Tek tek hayvanların geçmiş hikayelerinden yararlanacağı
mız zaman, çok ihtiyatlı olmak gerekiyor. Shapiro durumu ga
yet güzel ifade etmiş:
1 07
narak anlatmaları istendi. Bu anlatımlarda en çok psikolojik ta
nımlar kullanıldı ve "kullandıkları insanbiçimci tanımların an
lamları konusunda katılımcılar arasında kayda değer bir uzlaş
ma vardı" (Morris vd . 2000 , 162) . Bir diğer deyişle, köpekle
rin davranışındaki bir şey psikolojik tanımları telkin ediyordu.
Bu tanımlar temelsiz , duygusal insanbiçimcilikten kaynaklan
mıyordu. İnsan davranışları incelenirken, bu tür bulgular "in
san eylemlerinin ve duruşlarının yapısında , farklı niyetlere ve
duygulara özgü bir şey olduğuna" kanıt teşkil eder (Morris vd.
2000, 1 62) . Ben aynı şeyin hayvanlar için de geçerli olduğunu
savunuyorum.
Duygusal İnsanbiçimcilik
1 08
bir hayvanla ilişkisinden ne beklediğini ortaya koyar. Bu kişi
bir hayvanı kurtardığı için teşekkür beklemektedir; bu sözle
ri duyduğumda, bir kedi ya da köpek minnetini nasıl olup da
uygun biçimde ifade edebilir diye düşünürüm. Köpekler konu
olduğunda, buna verilecek muhtemel yanıtlardan biri, yaygın,
duygusal bir insanbiçimci yakıştırma olan "sadakat" tir - " tek
kişinin köpeği" anlayışı da bunun ürünüdür. Bir köpeğin bel
li bir kişiyle olan bağını açıklamak için cazip bir gerekçedir bu
ve zaman zaman benim bile doğruluğuna inanasım gelir. Skip
per başka insanların değil, benim sözümü dinler ve ona adıy
la seslendiğimde derhal koşarak yanıma geldiğinde dünyalar
benim olur. Öte yandan, onu evime almadan önce bir süre so
kak köpeği olarak yaşamış olduğundan, ilk ve tek insan yol
daşının ben olmadığımı biliyorum. Bu ilişkiyi birlikte kurduk
- zamanla, tutarlılıkla ve ödüllerle. Her ne kadar bunun ter
sini düşünmek istesem de, biliyorum ki başıma bir şey gelse
Skipper başka birine bağlanabilir. Perin, bu durumu çok gü
zel açıklamış:
1 09
Duygusal insanbiçimcilik, hayvanlara hizmet etmemesi bir
yana, çoğunlukla onlara zarar da verir. " Sevimlilikleri" yüzün
den yavru ya da küçük cüsseli hayvanların ihtiyaçlarının ve ve
li olmanın sorumluluğunun tamamen göz ardı edilmesine yol
açan yavru köpek ve kediler bundan sık sık zarar görürler. İn
sani vasıfların hayvanlara aynen yansıtılması, dişleme, tuvalet
terbiyesi, eğitim ve daha pek çok gerçekliğin görmezlikten ge
linmesine neden olur. Buna sık sık maruz kalan -bunun "kur
banı olan" demek daha doğru olur- türlerden biri de tavşandır.
Köpeklerin ve kedilerin davranışlarına ilişkin çok az şey bildi
ğimiz bir gerçekken, pek çok insan tavşanlar hakkında o kada
rını bile bilmez. Sonuçta, cinsel erişkinliğe ulaşıp sevimli oyun
caklar olmaktan çıkarak "gerçek" hayvanlar haline geldiklerin
de, çoğu insan onlarla ilgilenmemeye başlar ya da onları barı
naklara teslim eder. Tavşan için daha da tehlikeli olan durum,
insanların evcil bir tavşanı, yabani akrabalarından farksız oldu
ğu yanılgısıyla, rasgele bir yere salıvermeleridir. Bu, hayvanla
rın yaşamlarını onlar açısından kavramayı başaramamanın yol
açtığı zararın bir başka örneğidir. lnsanbiçimci yansıtma, hay
vanların "aslında" nasıl olmaları gerektiğine dair, genelde "do
ğal" ve "özgür" imgelerinin bir bileşimi olan romantikleştiril
miş bir imge ürettiğinde epey zararlı olabilir. Bu yoruma gö
re, kedi ve köpekler, modern, kentleşmiş, teknolojik dünyanın
tam zıttıdır. Barınakta sık sık, insanların "keşke bir çiftliğim ol
saydı, hepsine yaşayacakları bir yer sağlayabilirdim" sözleriy
le bunu dile getirdiklerini duydum. Bu, köpeklerin tüm ihtiya
cının koşturabilecekleri bir yer olduğu ve kedilerin dışarı çık
malarının şart olduğu inancının yansımasıdır. Oysa tam tersi
ne, köpeklerin çoğu, genelde insan sürüleriyle -onlar neredey
se orada- vakit geçirmeyi tercih ederler; evde yaşayan kedilerin
de daha uzun ve sağlıklı bir hayatları olur. Hayvanların "doğal"
ve "özgür" imajlarının yarattığı en kötü sonuç, çok sayıdaki is
tenmeyen yavrudur. Barınağın "müdavim kaçak"larından olan
ve tekrar tekrar sokakta bulunup getirilen kısırlaştırılmamış bir
erkek köpeğin sahibi olan adamın davranışı, romantik insan
biçimciliğin tipik bir örneğidir. Bu adam, köpeğinin kaçıp git-
110
me isteğini azaltacağı halde onu kısırlaştırmaya yanaşmıyordu .
Bunu önerdiğinizde bile, size dehşetle bakıp, "Bir köpeğe bunu
asla yapmam. Hayvan kimliğini şaşırır," diyordu .
111
larında" özel bir konuma yerleştiler. Batı tarihinin büyük bir kıs
mında hayvanların statüsü, ortaya atılan kavramlarla aklın anla
mı, hukukun kapsam alanı ve kölelik meselesi de dahil bir çağın
en çok öne çıkan ahlaki sorularını yansıtan, hararetli tartışmala
ra konu oldu . Hayvanlar ekonomik gereksinim olmaktan uzak
laştıkça ve doğa bir tehdit olmaktan çıktıkça, bazı insan grupla
rı içindeki köpek ve kedilerin varlığı "pet" kavramıyla meşru
laştırıldı. tık zamanlarda pet beslemek, esas olarak, hayvanlar
la ilişkileri yüzünden eleştirilmekten konumlan sayesinde koru
nan seçkin sınıflara mahsustu. Hayvanların sosyal sınıf gösterge
leri olarak işlev gördüğünü destekleyen bulgular olmakla birlik
te, pet besleyiciliği gitgide demokratikleşti. Günümüzde hayvan
larla olan benzerliklerimizi fark etmeye başlayan insanların sayı
sının artmasıyla birlikte, her ne kadar hukuk onlara farklı bir rol
biçse de, bazı insanlar hayvanlarla ilişkilerini yoldaşlık olarak ni
telendirmektedir. Yoldaş hayvan ile velisi arasındaki ilişki, tari
hin başka bir döneminde ortaya çıkamazdı. Bu ilişkinin bir daya
nağı, hayvanların bilişsel yetilere, duygulara ve diğer benlik bile
şenlerine sahip canlılar olarak tasvir edilmesidir. Bir diğer daya
nak noktası, bilgi, beceri, kaynaklara erişim ve hayvanların esen
liğine yönelik motive edici bir ilgiden oluşan hayvan sermayesi
nin birikimi ve değiş-tokuşudur. Bunun temelinde de, hayvanla
rın, etkileşimin düşünebilen, duyarlı katılımcıları olduğu görü
şü yatmaktadır. Hayvanlar sermaye olduklan sürece, burada kul
landığını anlamıyla hayvan sermayesine sahip olamazdık. Her ne
kadar insanlar ile hayvanlar arasındaki yakınlığın bireysel örnek
lerinin var olduğu kuşku götürmese de, yakın zamana dek, kö
pek ve kedileri pet değil de yoldaş hayvan olarak görmek, insan
hayvan arasındaki sınır karşısında büyük bir tehdit oluşturuyor
du . Nasıl ki pet, ancak koşullar bazı insanları hayvanlarla ilişki
kurmanın utancından koruduğunda mümkün hale geldiyse, ay
nı şekilde yoldaş hayvan da ancak bizim diğer türlerle olan de
vamlılığımızı ve onlara karşı sorumluluğumuzu kabullenmeye
başlamamızla mümkün olmuştur.
112
4
HAYVANLAR! SEYRETMEK I BENLİGE BAKIŞ
arıyoruzdur.
113
evsiz hayvanlara bakmak istedikleri sorusu bende merak uyan
dırmıştı. Bu sorunun yanıtları, bu kitap boyunca devam edecek
olan -hem insan, hem de insandışı canlılardaki- benlik tartış
masının kapılarını aralıyor.
lşin özüne inmeden önce, ilkin, insanların barınakta neyle
karşılaştıklarını anlatarak olayın geçtiği sahneyi kurmama izin
verin. Az önce belirttiğim gibi, hayvan sahiplendirilen bölüm
ler herkese açıktır. Sıradan bir günde , sahiplendirilmeyi bek
leyen yaklaşık otuz köpek ve altmış kedi olmakla birlikte, ka
baca mayıstan ekime kadar olan dönemle sınırlayabileceğimiz
"yavru kedi sezonunda" kedilerin sayısı çok daha fazla olabili
yor. Köpek edindirme bölümlerinde, köpek kafesleri, iki köpe
ğin ya da bir batında doğmuş yavru köpeklerin bulunabildiği
camekanlı "daireler" ve birden çok köpeğin bulunduğu "oyun
odaları" yer alıyor. Kedilerin bulunduğu kısımda ise, kediler
tek tek kafeslerde kaldığı gibi, birçok "dairede" üç-beş sosyal
kedi birlikte kalabiliyor. Kedi "daireleri" , uyumak ve etrafı iz
lemek için yapılmış geniş tüneklerin yanı sıra, oyuncaklarla ve
tırmanmak için gerekli teçhizatla donatılmış. Kedilerin sayısı
onlara ayrılan yer sayısını aştığında, köpeklerin "oyun odası"
kediler için kullanılıyor.
Her kafesin üzerinde yer alan tabelada , hayvanın cinsiye
ti ( tüm hayvanlar kısırlaştırılmış) ; cinsi (ya da hangi cinslerin
kırması olduğuna dair bilimsel bir tahmin) ve hayvanın barına
ğa hangi yollardan geçerek geldiği (bir başka barınaktan nak
ledilmiş bir sokak hayvanı mı, yoksa sahibi tarafından bırakıl
mış bir hayvan mı olduğu) yazılı. Bu tabelalarda hayvanın is
mi -ya da sokak köpeklerinde , en son bilinen ismi- de yer alı
yor. Bir hayvanla ilgili bilgi miktarı çok farklılık gösterebiliyor.
Velileri hayvanları barınağa bıraktıklarında, barınak çalışanla
rı , onlardan temel bilgilerle birlikte , hayvanı neden bıraktıkla
rına dair bir gerekçe (örneğin taşınma, alerji vb.) bildirmeleri
ni istiyorlar. En iyi durumda, veli, sahiplenmeye aday olacak
kişinin hayvanın alışkanlıklarını ve tercihlerini öğrenebilme
si için, hayvanın en sevdiği yiyecek, oyuncak ve faaliyetler gibi
başka ayrıntıları da vermiş oluyor. Ancak pek çok kişi bundan
1 14
çok daha az bilgi veriyor, sokaktan gelen hayvanlar hakkında
da haliyle pek bir bilgi bulunmuyor. Kafes levhalarında aynca,
genelde benim gibi söz konusu kedi ve köpekle yakınlık kur
muş gönüllülerin el yazısıyla yazdıkları ek bilgiler için de bir
yer oluyor. Bu bölümde, "Araba yolculuğunda çok iyi" , "harika
bir frizbi köpeği" ya da "kulak arkasının okşanmasından hoşla
nıyor" gibi kısa notlar bulunabiliyor.
Hayvan sahiplenmeye gelen kişi bir hayvanla tanışmak iste
diğinde, kafes tabelasını danışma masasına götürüyor. Bir hay
van sahiplendirme danışmanı hayvanı tanıştırma sırasında ta
beladaki bilgileri kullanıyor ve sahiplendirme gerçekleşmezse,
tabelayı en kısa sürede yeniden kafese koymak üzere bir kutu
ya atıyor. Ancak yoğun günlerde, " en kısa süre" o kadar kısa ol
muyor ve sonuçta bazı hayvanların kafeslerinde bir süreliğine
bilgilendirici tabela bulunmayabiliyor.
"YALNIZCA ZiYARET"
115
ve kedilerle beni aynı anda gören bir çocuk, hayvanların bana
ait olduklarını düşünürdü . "Bu hayvanların hepsini nereden al
dın?" diye soruyorlardı bana. Onlara "Yaşayacak başka yerle
ri olmadığından buraya geldiler, biz de yeni aileler bulana ka
dar onlara bakıyoruz" diye cevap veriyordum. Bu cevabım, gi
dişatına pek çok ebeveynin aşina olduğu , "neden? " diye baş
layan sorular silsilesini getiriyordu : N eden evleri yok? Neden
hep burada kalamıyorlar? Neden bizimle kalamıyorlar? Neden
kafeslerde durmaları gerekiyor? Çocuklu ya da çocuksuz bazı
ziyaretçiler, bazı hayvanlara dokunmak ya da kucaklarına alıp
onlarla kafes dışında vakit geçirmek istiyordu. Pek çoğunun evi
zaten hayvanlarla doluydu . Yine de bakmaya geliyorlardı. Ba
zıları, çok sık uğradıklarından artık isimlerini öğrenmeye baş
ladığım "müdavimler" di. Bazı ziyaretçiler, özel bir sevgi besle
dikleri hayvanların, bilhassa da yuva bulmakta zorlananların
durumunu kontrol etmek için geliyordu.
Barınakta gönüllü olarak çalışmaya ilk başladığımda, hay
vanları sahiplenenler ile sadece ziyaret edenler arasındaki sa
yı farkı beni şaşırtmıştı. Hayvan barınaklarında çalışanların en
çok kafa yorduğu soru, "ziyaretçilerin" hayvan sahiplenmesini
sağlamak için ne yapmak gerektiği sorusudur. Neredeyse her
saniye, köpek-kedi sahiplendirme bölümlerinde "yalnızca zi
yaret" amacıyla gezinen onlarca insan olur. Aynı şekilde, Ge
zici Hayvan Sahiplendirme Birimi'ne ayak basan ziyaretçilerin
yalnızca %2'si hayvan sahipleniyor. Sonuçta insanlar elbette
hayvanları sahipleniyorlar; bu kararı bir sonraki bölümde ana
liz edeceğim. Burada dikkat çekmek istediğim nokta, çoğu in
sanın hayvanları yalnızca "ziyaret etmek" istemesi ki, bunun
bir etkinlik olarak nasıl bir cazibe ve anlam taşıdığı, sorgulan
maya değer.
OLASI BENLiKLER
1 16
rin bakmak insana hayal kurma fırsatı sunar.1 Mağaza vitrinle
rinin amacı, tıpkı reklamlar gibi, arzu üretmektir. Sergilenen
mallara bakarak, onlara sahip olsak nasıl olacağımıza dair ha
yaller kurabiliriz. Şu kırmızı kazağı giysem nasıl olurdum aca
ba ? Ya şu şapka? Şu araba bende olsaydı ? Partide şu ayakkabılan
giysem harika olmaz mıydı ? Vitrindeki mal, olası farklı benlik
leri düşündürür. Bir restoranın yanından geçerken, bir bakıma
"vitrinde" yemek yiyip içki içen müşterileri gördüğümüzde de,
benzer bir deneyim yaşarız. Orada oturup şunu yemek nasıl olur
du? Şunlara bak, nasıl da keyifle margaritalannı yudumluyorlar.
Ben de yapmak istiyorum. Tıpkı vitrin bakmak gibi, hayvanla
ra bakmak da yeni benlik fırsatları ve olasılıkları sunar. Eskiden
baktığım cocker spaniel'i hatırlıyor musun ? Yeniden bir köpeğim
olsa nasıl olurdu ? Şu köpek bende olsa nasıl olurdu acaba ? Ya şu
yavru kediler? Siyah bir kedim olsa nasıl olurdu ?
Ziyaretçiler çoğu zaman çiftler ya da gruplar halinde geliyor,
hayvanlara bakmaktan çok birbirleriyle konuşarak vakit harcı
yorlardı; bu durum, barınak ziyaretçilerinin davranışlarını ko
nu alan başka araştırmalarda da dile getirilmiştir (bkz. Wells
ve Hepper 200 1 ) . Bu, hayvanların Birinci Bölüm'de ele aldığım
gibi "sosyalleşmeyi kolaylaştıran" varlıklar olarak hizmet gör
melerinin bir diğer yoludur. Sahiplendirme bölümünde edilen
sohbetler, aşağıdaki kısa alıntıların da ortaya koyduğu gibi, bu
kişilerin olası benlikleri uzun uzun "üzerlerinde denedikleri
ni" gösteriyor:
117
Çocukken aynı bunun gibi bir kedimiz vardı. Kendi evim
olunca yine kedi alacağım.
118
"YALNIZCA ZiYARET" VE DUYGULAR
Bir çift yeni ayakkabının kişinin hayattaki yerini nasıl değiştire
ceğini tasavvur etmek ile, bir kedi ya da köpekle yaşamak üze
rine hayaller kurmak arasında önemli farklar vardır. Barınakta
ki hayvanlar, bir ayakkabı, kazak ya da şapkadan farklı olarak,
yeni yuvalara fena halde ihtiyacı olan canlı varlıklardır. Nite
kim bazı insanlar, hayvanların tümünün eninde sonunda ye
ni insan aileler buldukları barınak gibi bir ortamda bile olsa,
tüm o terk edilmiş ve ihmal edilmiş hayvanları görmeyi kaldı
ramadıklarından barınaklara gitmekten kaçınırlar. Öte yandan,
bu ziyaretin yol açtığı duygusal yıpranmaya rağmen onca insan
hayvanlara bakmaktan keyif aldığına göre, bu duygusal dene
yim, söz konusu etkinliğin maksadına uygun bir parçası olabi
lir. Hatta "yalnızca bakmak" , tam da söz konusu yıpranma ne
deniyle keyif verici bir şey olabilir. Barınaklarda ziyaretçileri
bekleyen iki farklı duygusal deneyim söz konusudur.
Birincisi hayvanların uyandırdıkları gizem, ama aynı zaman
da aşinalık duygusuyla ilgilidir. john Berger ( 1 980) bunu, hay
vanat bahçelerindeki esir hayvanların izlenmesi bağlamında in
celer, ancak yaptığı tespitler diğer bağlamlara da uygulanabilir.
Berger, insanların hayvanları seyretmek suretiyle, "biz" ile "on
lar" arasında daima var olan ve hala varoluşumuzun ayrılmaz
parçasını oluşturan, eşzamanlı benzerlik ve farklılık duygusuy
la karşı karşıya geldiklerini savunur. İnsanlar eskiden hayvan
larla sık ve yakın temas içindelerdi; hayvanlar dünyanın baş
langıcına dair sorularımıza mecazi yanıtlar sağlayan ilk sem
bollerdi. Türümüz gitgide dünyaya egemen hale geldikçe, hay
vanları hayatımızın çeperlerine ittik. Artık çoğu insan hayvan
ları daha çok pet, çizgi film karakteri, oyuncak ya da yiyecek
olarak tanıyor. Ancak yine de, Berger'e göre, o kökensel, gizem
li bağlantıdan kalan bir şeyler de var. Hayvanları esaret altın
da tutabiliyoruz ama onları hala anlayamıyoruz. Onlara baktı
ğımızda, eski çağlardaki insanların yaşadığı o "bizim gibi" ama
yine de "bizden farklı" duygusunu yaşıyor ve bu öteki varlıklar
üzerinde sahip olduğumuz gücü hissediyoruz. Berger'e göre,
119
hayvanat bahçeleri insanların üstünlüğünü sergileyen duygu
sal anıtlar olduklarından, profesyonel spor etkinliklerinin ço
ğundan daha fazla insanı kendine çeken popüler turistik mer
kezler olmaya devam ediyor.2
"Seyir nesnesi olarak hayvan" unsuru , tutsak yaban hayvanlar
örneğinde daha açık olmakla birlikte, aynı fenomen barınaklar
da da vuku bulmaktadır. Hayvanların kafeslerde "teşhir edilme
si" bakımından, barınaklar hayvanat bahçelerine benzer; ama
aralarında önemli bir fark vardır: Hayvanat bahçesindeki hay
vanlar uzak, "egzotik" yerlerden gelen yaban hayvanlarıdır, oy
sa barınaklardaki hayvanlar aşina olduğumuz türlerdir. Bun
lar normalde insanlarla yaşayan, buna rağmen barınak koşulla
rında, yine kafeslerde " teşhir edilen" kedi ve köpeklerdir. Bun
lar hayvanat bahçelerinde gördüğümüz türler olmamakla birlik
te, "öteki türlerle uzak, ritüelleştirilmiş bir temasa izin vermele
riyle, hayvanlar aleminin tüm üyelerini temsil ederler" (Melson
200 1 , 29) . Berger'in de söylediği gibi, hayvanlara bakmak daima
hayret, üstünlük ve imrenmenin dahil olduğu bir duygu karma
şasına yol açmaktadır. Evsiz hayvanları yalnızca ziyaret etmek,
insanlara çağlar kadar eski bu deneyimin bir çeşidini sunar.
İkinci duygu kümesi, bu insanların, hayvanların yaşadıkla
rı koşullarla ilgili farkındalıklarına dayanır. Konuştuğum ziya
retçilerin bazıları için duygusal gidiş gelişler, ziyaretin maksa
dının bir parçasını oluşturuyordu. Örneğin, sahiplendirme bi
riminde bulunduğum sırada kaydettiğim yanıtlarda, ziyaretçi
lerin neredeyse üçte biri aşağıdakilere benzer şeyler söylemişti:
2 Berger, hayvanlarla ilgili olarak sonunda benim burada sunduğumdan çok da
ha farklı çıkarımlara varıyor.
1 20
Bunu neden yaptığımı bilmiyorum. Öyle moral bozucu ki.
Ben olsam sizin yaptığınız işi asla yapamazdım.
1 21
rınak çalışanları duygusal sıkıntılardan bir şekilde muaf olma
lılar. Gerçekte durumun böyle olmadığı çok açıktır. Çalışanlar
ilgi ve şefkati, öfke ve kederle dengelemek zorundadırlar (bkz.
Brestrup 1 997; Irvine 2002) ve bu işte psikolojik yıpranma ora
nı çok yüksektir (bkz. Rollin ve Rollin 200 1 ) . Duygusal mesa
fe koymak için başvurulan "ben olsam asla" aracı, hayvanların
terk edilmesi ve sonrasındaki bakımlarıyla ilgili sorumluluktan
kaçarken, hayvanlara bakmanın hazzını yaşamayı sağlar. Pek
çok bakımdan, bu da kişiye " olası benlikleri" üzerinde deneme
imkanı verir, zira konuşanın ortaya koyduğu benliğiyle, belli
faaliyetlerin söz konusu bile edilemeyeceğini gösterir.
Bu tür bir deneyim, vitrin bakmakla yaşanamaz. Ayakkabılar
ve kazaklar, genelde insanlarda duygusal mesafe koyma ihtiya
cı uyandırmaz. Belli bir eşyayı istediğim zaman da duygularım
la baş etmem gerekir, ama kendimi yeni bir ayakkabıya ihtiya
cım olmadığına inandırmam , hayvanların aşın çoğalmasından
ve ihmalinden kısmen bile olsa sorumlu olmadığıma inandır
mamdan farklıdır. Hayret, suçluluk, üstünlük ve huşu duygu
larının birleştiği bu karmaşa, hayvanların kendilerine özgü geç
mişleri, tercihleri ve ihtiyaçları olan canlılar olmalarından ile
ri gelir. Bir başka deyişle, "yalnızca ziyaret" , benzersiz bir duy
gusal deneyim yaşatır çünkü hayvanlar benlik sahibidir, çün
kü onlarla etkileşimimiz kendi benliğimizle ilgili duygularımı
zı canlandırır ve benliğimizi olumlar.
1 22
insanın görmeye geldiklerini söyledikleri hayvanlara gerçekten
bakmak için ne kadar az zaman harcadıklarını ortaya koyuyor.
Daha da önemlisi bu, insanların aslında belirli hayvanları gör
meye geldiklerini gösteriyor - her ne kadar bu "belirli" kate
gorisinde hangi hayvanın yer aldığına, ancak tüm seçkiyi gör
dükleri zaman karar verseler de. Bu da, belirli bir zaman dili
mi içinde sahiplenilme "müsabakasına" gerçekten katılma şan
sı olan hayvanların sayısının ne kadar az olduğunu ortaya ko
yuyor.
Bu savı destekleyen başka araştırmalar da var. Bir köpek barı
nağındaki ziyaretçilerin davranışlarını gösteren video kayıtları,
oradaki köpeklerin çok küçük bir kısmına -%30'dan azma- il
gi gösterdiklerini ortaya koyuyor (Wells ve Hepper 200 1 ) . Belli
hayvanlarda, belli insanları çeken "bir şeyler" oluyor. Kimi za
man bu cazibe, köpeğin belli bir cinste ya da tipte olmasından
ileri gelebiliyor, ama her zaman bu kadar net değil. Öte yandan,
bir sonraki bölümde göstereceğim gibi, insanlar çoğunlukla fi
ziksel ve davranışsa} yönden kendileri için "ideal" diye tanım
ladıklarına istisna oluşturan hayvanlara kapılıyorlar. Her insan
için "doğru" bir hayvan var, her hayvan için de " doğru" bir in
san (ayrıca bkz. Alger ve Alger 2003) . Bu "doğruluk" , ziyaretçi,
hayvanın çekirdek benliğine ait unsurlara vakıf oldukça ortaya
çıkıyor (ya da çıkmıyor) ; ilerleyen bölümlerde ortaya koyaca
ğım analizde de bu olgudan yola çıkıyorum.
İnsanların içten içe belli hayvanları tercih ettiklerine dair
başka kanıtlar da gördüm. Belli hayvanlara dokunmak ve onla
rı kucaklarına almak isteyen ziyaretçiler, bunu yalnız o hayva
na yapmak istedikleri konusunda çok nettiler. Başka bir deyiş
le, herhangi bir kediyi değil, belli bir kediyi kucaklarına almak
istiyorlardı. Örneğin, hepsi bir batında doğmuş olan ve üçü
birbirine çok benzeyen altı kedi yavrusunun durduğu bir kafe
se bakan bir ziyaretçi, içlerinden birini kucağına almak istedi.
Onun işaret ettiğini düşündüğüm kediyi elime aldığımda, ka
dın "Hayır," dedi, "O değil, öteki. Kırmızı tasmalı olan" . Sahip
lenme niyeti olmadığından -yalnızca yavru kedilerden birini
kucağına almak istiyordu- pek bir şey fark etmez diye düşünü-
1 23
lebilirdi. Oysa o yavru kediyi diğerlerinden farklı görmüş olma
sı, tercih ettiği yavru kedide eşsiz bir şey olduğunu düşündürü
yor. Belli ki bu kadın, seçtiği kedinin özelliklerini diğer kedile
re yansıtamamıştı . Burada da, bana göre, kadın yavru kedinin
çekirdek benliğinin unsurlarına vakıf olmuştu - ilerde görece
ğimiz nedenlerle , hem vakıf olmuş hem de onlara kapılmıştı.
Bu örnekler, hayvanların, diğer insanlarla olan ilişkilerimiz
le hem benzer hem de farklı biçimlerde, duygularımızı ve etki
leşim becerilerimizi harekete geçirdiklerine işaret ediyor. Da
ha önce, hayvanlara bakmanın, insanlara olası benlikleri "üzer
lerinde deneme" imkanı sağladığını söylemiştim. Yaşamımızda
bir hayvanın varlığı -hatta hayali varlığı- diğer potansiyel var
olma biçimlerini düşündürür. Hayvanların benzersiz geçmişle
ri ve ihtiyaçları olduğundan, onları hayatlarımızda hayal etmek
bile bizi değiştirir. Onları eve almanın gerektirdiği besleme, yü
rüyüşler ve koşular, şekerlemeler, sevgi ve yeni bir dostun geti
rebileceği diğer tüm şeyler düşüldüğünde, onların varlığı, gün
lük hayatımıza yepyeni boyutlar kazandıracaktır. Dahası, geç
mişleri ve ihtiyaçları barınak ortamında açıkça görünür oldu
ğundan, onlara bakmak, başka çoğu ortamda mevcut olmayan
bir duygusal deneyim sunar. Evsiz hayvanları ziyaret etmek ka
dar karmaşık bir duygu silsilesi uyandıran başka bir etkinlik
düşünemiyorum. Hayvanlar, tek kelime etmeksizin, insanlarda
suçluluk duygusu uyandırabilirler. Dahası, tek kelime etmek
sizin, haz, hayret ve başka bir yığın duygu da uyandırabilirler.
Ayrıca, hayvanlar, tıpkı hayatlarımızdaki insanlar gibi, birbir
lerinin yerini tutamazlar. Bir yavru kedi başka bir yavru kediy
le aynı değildir, çünkü o yavru kediye daha farklı davranır ve
ona karşı farklı şeyler hissederiz. Bir yavru kedinin bizi oyala
yışı, şaşırtışı ve genelde bizimle etkileşimi, başka hiçbir yavru
kedininkine benzemez.
1 24
kilde kendilerinin farkında olduklarını kabullenmek anlamına
geliyor (ayrıca bkz. Bekoff 2002, özellikle 4. bölüm) . Sahiplen
dirme bölümünde "yalnızca ziyaret" edenler arasındaki etkile
şim, hayvan benliğinden kısmi görünümler sunar. Hayvan ben
liği, kafes kapılarının arasından ve sınırlı bir temasta bile ken
dini gösterir. Hayvanlar, insanbiçimci yansıtmanın yan ürünle
rinden ibaret olsalardı, ziyaretçiler aradıklarını herhangi bir ke
di ya da köpekte bulabilirlerdi. Oysa durum farklı. Hayvanları
ziyaret etmek, vitrin bakmaktan farksız olsa, insanlarda böyle
sine yoğun duygular uyandırmazdı. Hayvanlar araba ya da gi
yim eşyası olmadığı içindir ki, onları, diğer insanlarla etkileşim
deneyimimize çok benzer biçimde, bizimkilerle ilişki halindeki
benlikler olarak deneyimleriz. Meyers ( 1 998) buna "canlı iliş
kilenme" [ animate relating) diyor. Hayvanların benliklerinin
unsurları, etkileşim yoluyla, barınak ziyaretinin görece sınır
lı bağlamı içinde bile bizler için görünür hale gelir. Sahiplenme
niyetiyle gelen insanların yaşadığı deneyimde bu daha da belir
ginleşir. Bir sonraki bölümde bu konuyu ele alacağız.
1 25
5
HAYVAN SAHİPLENENLER: DOGRU ESi BULMAK
1 27
ki, listemdeki bir sonraki köpek de bir beagle, ama yaklaşık üç
yaşlarında bir dişi. Fotoğrafı henüz internet sitesine konmadı
ğından, kadının bu köpeğin varlığından haberi yok. Fotoğraf
çekimi için köpeği kafesinden dışarı çıkarırken, kadına onun
la tanışmak isteyip istemediğini sordum. "Elbette isterim," de
di ve samimiyetle gülümsedi. Her ne kadar tercihim daha iri
köpeklerden yana olsa da , itiraf etmeliyim ki bu küçük köpek
epey kişilikliydi. Kadın onu okşamak için eğildiğinde, ön pa
tileriyle yere vurarak, poposunu sağa sola salladı. Parlak kah
verengi gözleri vardı ve kadın, köpeğin yakınlarda ölen köpe
ğine ne kadar benzediğine dair bir şeyler söyledi. Kadınla kö
peği, tanışmaları için "buluşma odası" denen odalardan biri
ne aldım. Birlikte yere çömeldik ve köpek sevimli numaraları
nı göstermeye koyuldu. Kadın bir kez daha, köpeğin ölen kö
peğine ne kadar benzediğini söyledi. Kafes tabelasına baktım
ve köpeğin sokak köpeği olduğunu gördüm. Kadına hayvan
denetimi memurlarının köpeği nerede bulduklarını söyledim.
lkimiz de başımızı salladık ve bir-iki dakika, bu küçük köpe
ğin o kalabalık bölgede nasıl hayatta kalmış olabileceğini tar
tıştık. Sokak köpeği olduğu için onun hakkında pek fazla bil
gimiz olmadığını söyledim, ancak personelin, huylan ve sağlı
ğı konusunda gereken değerlendirme ve kontrolleri yaptığını
hatırlattım. Kağıtlarını gözden geçirirken, bir yandan da bul
guları kadına aktardım. Köpeğin görünür bir sağlık sorunu
yoktu ama biraz sinirli olduğu anlaşılıyordu, dolayısıyla onu
aşın heyecanlandırarak hafif ısırmalara yol açabilecek küçük
çocukların olmadığı bir ev onun için en iyisiydi. Bu, kadın için
uygundu , zira torunlarının yaşı büyüktü . Barınağın veteriner
leri üç gün önce köpeği kısırlaştırmışlardı, bu yüzden kadına,
köpeğin bir hafta kadar daha ıslanmaması ve olabildiğince sa
kin kalması gerektiğini söyledim. Köpeğin kapanmamış dikiş
leri olduğunu açıkladım. O zaman, köpek adeta söylediklerimi
duymuş gibi, o dikişleri sergilemek için -ve karnını okşatmak
için, ki bu da yine kadına rahmetli köpeğini anımsatmıştı- sır
tüstü yuvarlanıp yattı. Kadın şarkı söyler gibi yumuşak bir ses
le köpeğe, "Sokaklarda ne dolanıp duruyordun sen bakayım?
1 28
Seni eve götürmemi ister misin? " dedi. O zaman köpek yüzüs
tü dönüp arka ayaklan üzerinde dikildi ve ön patilerini kadı
nın kucağına koydu. Kadın köpeğin yalayabilmesi için yüzü
nü onunkine yaklaştırdı. Bir dakika kadar gülerek, alçak sesle
köpekle konuştu: "Benimle eve gelmek ister misin? Sence dost
olabilir miyiz?" Bunlan söylerken kadın sürekli köpeği seviyor
ve uzun kulaklannı okşuyordu. Sonunda kadın ayağa kalktı ve
bana bakıp şöyle dedi: " Onun fotoğrafını çekmenize gerek kal
madı. Sanının köpeğimi buldum. " "Harika," dedim ve kadın
sahiplenme işlemlerini tamamlayana kadar beklemesi. için kö
peği kafesine geri koydum.
1 29
tık örnek, "planlayıcılar" adını verdiğim alıcılarda görülen ti
pik etkileşimi gösteriyor. Bunlar, barınağa hayvan sahiplenme
yi planlayarak ve ne tür bir hayvan istediklerini bilerek gelirler.
Çoğu zaman belli bir cinsle ilgilenirler, öyle değilse de, akılla
rında belli bir boyut ve tip vardır. Bazıları her şeyi en ufak ay
rıntısına kadar belirlemiştir: Evlerine götürecekleri kedi ya da
köpeğin cinsiyetini, boyutunu , yaşını ve mizacını bilirler. Plan
layıcılar, genelde ölmüş olan bir hayvanın "yerini dolduracak"
birini bulmaya çalışmaktadır ve bu yüzden aynı tipte yeni bir
hayvan ararlar. Yalnızca çoban köpeği kırmalarından hoşlanı
yor, ya da evlerinde daima gri dişi kedi beslemiş olabilirler. Bazı
planlayıcılar, kiracılıktan kurtulup kendi evlerine sahip olmak
gibi, belli bir yaşam tarzına erişene dek beklemişlerdir. Bunlar,
yeni taşındıkları evde, kolileri dahi açmadan, o ana kadar bek
ledikleri kedi ve köpeği bulmak için barınağın yolunu tutarlar.
İ kinci örnek, " tarafsızlar" adını verdiğim insanları kapsar.
Tıpkı planlayıcılar gibi, onlar da daha önce hayvan sahibi ol
muşlardır. Ancak planlayıcılardan farklı olarak, belirlenmiş ke
sin fiziki tercihleri ya çok azdır ya da hiç yoktur. Bunların tek
beklentisi, uyumlu olabilecekleri bir hayvan bulabilmektir, dış
görünüş konusunda genelde açık fikirlidirler. Üçüncü örnek,
tarafsızların bir alt kümesidir, ben bu kişilere "vurgunlar" adı
nı veriyorum. Bu kişilerin bir hayvandan etkilenmeleri adeta
duyular üstü bir deneyimdir. Hep, belirli hayvanlara karşı gi
zemli bir çekim hissettiklerini anlatırlar. Kimi zaman onları çe
ken şey hayvanın görünüşüdür, ancak söz konusu çekim ge
nelde, belli bir köpek ya da kedide "öyle bir şey vardı işte" şek
linde çok daha soyut biçimde tanımlanır. Planlayıcılar sahip
lenmek istedikleri hayvanlar hakkında her türlü fikre önceden
sahiptirler; tarafsızlar "doğru eşi" bulmak isterler; ama vurgun
lar, ne tür hayvanlardan hoşlandıklarına ilişkin bir fikirlerinin
olmadığı (ya da fikirlerinin zıttıyla karşılaştıkları) durumlarda
bile o hayvanlara yönelik karşı konulmaz bir çekim hissettik
lerini söylerler.
1 30
ÇEKiM UNSURLAR!
Görünüş
Alger v e Alger 2003, 6. Bölüm'de, insanların sahiplenmek için belli bir kediyi
seçmelerinde etkili olan beş temel neden bulgulanır.
1 31
Çekicilikte fiziksel görünümden daha fazlasının etkili olduğu
bir gerçek, ancak çoğu zaman ilk yargıladığımız şey dış görü
nüş oluyor.
Tıpkı insanların çekiciliğini belirleyen kültürel ölçütler ol
duğu gibi -simetrik yüz hatları , iri gözler, pürüzsüz ve diri bir
cilt, parlak saçlar- hayvanlar için de böyle ölçütler vardır. Hay
vanları çekici kılan unsurlardan biri , neoteni, yani gençliğe öz
gü fiziki ve davranışsa! özelliklerin yetişkinlikte korunması
dır. 2 lnsanlar gençliği andıran görünüme , hayvanlarda da en az
diğer insanlarda olduğu kadar itibar ediyorlar. Bundan dolayı,
yavru kedi ve köpekler, tıpkı yavruluğun izlerini taşıyan yetiş
kin kedi köpekler gibi, çok çabuk yuva bulabiliyorlar. Neoteni,
james Serpell'in ( 1 986, 82) "şirinlik tepkisi" diye adlandırdığı
şeyi ortaya çıkarıyor. Bizler, küçük yaşta ve korunmaya muhtaç
görünen hayvanları kucağımıza almak ve onlarla ilgilenmek is
teriz (aynca bkz. Midgley 1983 ; Lawrence 1986; Melson 200 1 ) .
Evrimsel bakış açısından, genç görünüm, bireyin hayatta kalma
olasılıklarını artıran bir durum olarak başkalarından ilgi gör
mesine yarayan bir mekanizmadır. Zaman geçtikçe, çocuk gibi
görünen ve davranan köpek ve kediler, daha vahşi görünen ak
rabalarına oranla daha iyi muamele görmüş, bu da neoteni lehi
ne bir seçilime yol açmıştır. Barınakta, diğerlerinden daha genç
görünen hayvanlar genelde daha çabuk yuva bulmaktadırlar.
Beklenebileceği gibi, yavru köpek ve kedilere ya da yetişkin ke
di veya köpeklerin uzun tüylü veya kabarık kürklü olanlarına
en çok ilgiyi çocukların gösterdiğini gördüm. Kuşkusuz yetiş
kin ve hatta yaşlı hayvanları tercih eden insanlar da vardır; ben
onlardan biriyim. Ancak, çoğu örnekte, gençlik -veya en azın
dan genç görünüm- galip geliyor. Hayvanları, özellikle köpek
leri cazip kıldığı anlaşılan ek bir özellik de, altın rengi, beyaz ve
gri gibi belli renklerdeki tüylere sahip olmak. Buna karşılık, si
yah köpek ve kediler çoğunlukla yeni yuva bulmakta zorlanı-
2 Antropologlar, insanın, primat atalarında aslen gençliğe özgü olan fiziki özel
likleri yetişkinliğe taşımasından dolayı, neotenik bir tür olduğunu söylüyorlar.
Yassı yüzümüz, bombeli kafatasımız, tüysüz bedenimiz, küçük dişlerimiz ve
iri gözlerimiz, bebek ya da genç maymunlarda görülen özelliklerdir. Bu konu
da daha fazla tartışma için bkz. l..awrence 1986.
1 32
yorlar.3 Buna ilaveten, daha önceki araştırmalarla tutarlı bir bi
çimde, (eksiksiz sosyalleşme göstergesi olarak) ev içinde yaşa
mışlık hikayesi olan hayvanların daha çabuk sahiplenildiğini
gördüm (bkz. Posage vd. 1998) .
Planlayıcılar ve Görünüş
3 Posage vd. 1 998, yer açmak için ötenazi uygulamasını kullanan barınaklarda
bu uygulama ile köpeklerdeki siyah kürk özelliği arasında sıkı bir bağ oldu
ğunu bulguladı. Siyah köpeklerin çoğunun, potansiyel sahiplerin pek çoğunu
iten bir özellik olarak büyük olmaları, buna katkı sağlamış olabilir.
1 33
rür görmez hoşumuza gitti," dedi kadın bana, "özellikle de tom
bul yanakları. Yüzü, tıpkı eski kedimiz gibi, açıkça 'hem bıçkı
nım, hem sevimli' diyordu. Köpeğimizle anlaşabileceğini biliyor
duk." Kedinin görünüşü, ilk andaki soğuk davranışının olumsuz
etkisini bile bastırmıştı. Adamın söylediği gibi, "Onunla tanış
mak için odaya girdiğimizde biraz çekingendi, ancak görünüşü
nü beğendik ve onu sahiplendik."
Pek çok planlayıcı, belli bir renk ve boyuttaki hayvanları ter
cih ettiklerinin farkında değilmiş ya da bundan utanıyormuş
gibi görünüyordu . Hatta kimileri dış görünüşün onlar için ke
sinlikle önemsiz olduğunu öne sürüyordu. Örneğin bir kedi ya
da köpekte aradıkları özelliklerin epey ayrıntılı bir tasvirini ve
riyorlardı. Daha sonra, bu özelliklere sahip olduğu bilinen bir
hayvan onlara gösterildiğinde, görünüşe dayanarak onu redde
diyorladı. Bunun en çarpıcı örneği, diğer renkteki kedilere göre
yuva bulmakta çok daha büyük güçlük yaşayan siyah kedilere
yönelik önyargıdır. Tipik bir vakada, bir kedi edinmek isteyen
bir kadın, en önemli şeyin kedinin karakteri olduğunu ısrarla
belirtmişti . Cinsiyet ve yaş önemli değildi, yalnız, kedinin baş
ka hayvanları sevmesi ve çocuklara karşı ürkek olmaması şart
tı. Onu, arkadaş canlısı, daha önceki yuvasında çocuklarla, bir
köpek ve bir başka kediyle yaşamış olduğu bilinen bir kediye
götürdüm . "Ah, hayır ! " diye bağırdı. " Siyah kedi alamam. Dur
madan önümden geçip duracağına göre , onu evime almam im
kansız" (aynca bkz. Karslı ve Turner 1 988) . Renge dayalı ön
yargı, kedilerdeki kadar güçlü olmasa da, siyah köpekler konu
sunda da geçerlidir. Sahiplendirme bölümündeki çalışmam sı
rasında, insanlardan sık sık siyah köpeklerin saldırgan görün
düklerini işittim. " Oyuncak ayı" görünümleriyle insanların sal
dırgan bir mizaç olasılığını tahayyül etmelerini dahi güçleştiren
yavru köpekler elbette buna istisna oluşturuyor.
Tarafsızlar ve Görünüı
Tipik bir örnekte , tarafsız bir çift, barınağın uzun süreli sakin
lerinden olan, diğerlerine göre yaşlı, biraz fazla kilolu ve az çok
1 34
sıradan göründüğü için çoğunlukla ilgilenilmeyen bir köpeği
sahiplendi. Rasgele üretimin bir ürünü olarak, hayvanın görü
nüşü hiçbir cinse benzemiyordu. Ayrıca ağız kısmında bir mik
tar kırlaşmış tüy vardı. Çift, kendi tabirleriyle "insanları seven,
orta büyüklükte yetişkin bir köpek" arıyordu . Kesin bir tercih
leri olmadığından, o gün iyi bir eş buldular.
Tarafsızlar, çekici olduğu için hayvanı seven planlayıcıların
tersine, genelde sevdikleri hayvanı çekici bulurlar. Dahası, ta
rafsızlar genelde onunla bir ilişki kurduktan sonra hayvanı çe
kici olarak görmeye başlarlar. Tarafsız bir adamın dediği gibi:
"Hoşlandığım herhangi bir köpeği eninde sonunda güzel bula
cağımı düşünüyorum. " Tarafsızlar, bembeyaz bir kürkteki si
yah bir leke ya da tek gözün mavi olması gibi, görünüşlerinde
benzersiz unsurlar taşıyan hayvanları sahiplenmeye daha yatkın
oluyorlar. Bunlar, ayrıca tek gözü ya da bacağı olmayan hayvan
lar gibi "kusurlu" olanları dikkate almaya da daha meyilliler. Ki
mi zaman kusurlar ve benzersiz özellik tek bir hayvanda birara
da olabiliyor. Örneğin, benimle evlenmeden önce, kocam Marc,
bir arabanın çarpmasıyla geçirdiği kazanın yaralarını sarma saf
hasındaki bir kediye bayılmış ve onu ilk kedisi olarak sahiplen
mişti. Kedi başından yaralanmıştı; daireler çizerek yürüyordu ve
tek gözüyle ne kadar görebileceği belirsizdi. Veteriner kliniğin
de kaldıktan sonraki, ancak sahiplendirme bölümüne gidecek
kadar da iyileşmeden önceki rehabilitasyonu sırasında, kediyle
ben ilgileniyordum. Neyse ki oraya gitmesine hiç gerek kalma
dı. Marc onu gördü ve kedinin yaraları durumu değiştirmedi.
Tam tersine, Marc, onu oyunla canlandırarak rehabilitasyonuna
yardım etmek için sabırsızlanıyordu. Onun kalbini çalan bu ka
zazede kedi, gözlerinin etrafında standart "haydut" maskesi de
seniyle, yüzü, göğsü, kamı ve patileri beyaz olan, siyah-beyaz
bir kediydi. Ancak bumunda da, kusursuz minik elmas şeklin
de siyah bir leke bulunuyordu. Bu özellik, Marc'ın kalbini fet
hetmesinin yanı sıra, kediye de Yidiş dilinde yüz anlamına ge
len kişilikli Punim ismini kazandırdı. Marc kedi edinmeyi daha
önce hiç düşünmediğinden, kedisinin nasıl görüneceği hakkın
da herhangi bir fikir sahibi olmamasına da şaşmamak gerekir.
1 35
Görünüş Önemlidir
1 36
çası" olduğunu savunmaktadır ( Csikszentmihalyi ve Robinson
1 990, 9) . Bu kavramı, hayvanların fiziksel görünümlerinin bize
neşe, keyif ya da hayranlık yaşatan hazzını anlatmak için kul
lanmakla, ben de onlar arasına katılmış oluyorum. Fakat şu so
ru hala yanıt bekliyor: Dış görünüşün nasıl bir önemi var?
Estetik deneyim kavramını kullanmaya devam edebilmek
için, görsel sanatlar alanı için geçerli olan bazı kuramlardan ya
rarlanabiliriz . Bunlar kabaca üç kategoriye ayrılır.4 Birincisi,
estetik deneyimin "bilişsel" boyutunu vurgular. İdealist felse
feden yola çıkan bilişsel bakış açısı, sanatın, dünyada her gün
karşımıza çıkan şeylerin ideal biçimlerini temsil ettiğini varsa
yar. Estetik haz, "zihinsel bir kusursuzluk modeli ile gerçekte
var olan örnek" arasındaki mütekabiliyetten doğar ( Csikszent
mihalyi ve Robinson 1990, 1 2) . Bilişsel kuramın bir diğer un
suru, gelişimsel süreçleri öne çıkarır (bkz . Parsons 1 987) . Ör
neğin, küçük çocuklar genelde gerçekçi temsillerden hoşlanır
lar ve iyi olanla hoşlarına gideni bir tutarlar. Soyut sanatı be
ğenme ya da daha önce hiç dikkate değer bulmadığımız bir sa
nat biçiminden haz alma kapasitesi kazanmamız , genelde an
cak yetişkinlikte olur. İkinci kuram dizisi, "duyumsal" unsur
ları öne çıkararak, çeşitli sebeplerle genetik olarak estetik haz
za programlanmış olduğumuzu öne sürer. Duyumsal kuramın
bazı çeşitleri, konuya evrimsel açıdan yaklaşarak, düzeni ter
cih eden insanların çevreye daha iyi adapte olduklarını ve dola
yısıyla hayatta kalma şanslarının daha fazla olduğunu savunur
(bkz. Gombrich 1 960, 1979; Arnheim 1 9 7 1 , 1 9 8 2) . Duyum
sal tema üzerine bir başka çeşitlemede , john Dewey ( 1 934) , sa
natta düzen ve bütünlüğün tanınmasının, bireyde ve toplum
da düzen ve bütünlük için bir model oluşturacağını savunmuş
tur. Aristoteles ve Freud'un temsil ettiği üçüncü kuram katego
risi, "katartik" olarak nitelenebilir. Bu bakış açısına göre, sanat
eseri, normalde baskılanan ya da inkar edilen yoğun duygula
rı harekete geçirir. Estetik deneyim, bu duyguları harekete ge
çirip ardından kişiyi bunlardan arındırarak, bilinc e kendi için
de uyum getirir. Psikanalitik açıdan olası olsa da, katarsisi des-
4 Bu kategorileri Csikszentrnihalyi ve Robinson l 990'dan alıyorum.
1 37
tekleyen çok az ampirik kanıt vardır (bkz. Csikszentmihalyi ve
Robinson 1 990, 1 5 ) .
Köpeklere v e kedilere bakan insanların tepkileri, bilişsel ve
duyumsal yaklaşımlar arasında eşit bir dağılım gösterir. Bilişsel
bakış açısına göre, bir hayvana bakmanın verdiği haz, "ideal"
bir kedi ya da köpeğin nasıl görünmesi gerektiğine ilişkin ölçü
te uyan bir hayvanın bulunmasıyla ortaya çıkabilir. Danua cin
si bir köpek sahiplenmeyi düşünen bir kadınla aramızda geçen
şu konuşmaya bakalım:
1 38
Çocuğu olan hayvan sahiplenenler sayesinde, bilişsel yakla
şımın gelişimsel yönünü görme fırsatım oldu. Çocuklar bilhas
sa kendi tüylü oyuncaklarının, resimli kitaplardaki karakterle
rin veya sinema ve televizyondaki hayvanların canlı temsilleri
olan köpek ve kedilerden hoşlanıyorlar. Sahiplendirme alanına
ne zaman bir çocuk gelse, seçilen hayvanın türüne göre, aşağı
daki sözlerin çeşitlemeleri duyuluyordu :
Garfield'e benziyor.
1 39
beklentileri arasında karmaşık bağlar olduğunu ortaya çıkardı.
Çekici insanların daha ehil ve dost canlısı olduklarını düşün
me ve onlara diğer insanlara kıyasla daha fazla hoşgörü göster
me eğilimindeyizdir; fiziksel güzelliğin sınırsız yararları olduğu
aşikardır. 5 Hatta, çekici insanların çevresindeki insanlar hak
kında dahi iyi izlenimlere sahip oluyoruz . Hayvanlar söz ko
nusu olduğunda da bunun geçerli olduğu anlaşılıyor. Örneğin,
köpek bakanlarla ilgili bir araştırmada, köpeği olan kadınların
kendilerini köpeği olmayan kadınlardan daha çekici gördükleri
saptandı (Serpell 1 98 1 ) . Araştırmaya konu olan kadınlar, baş
kalarının kendileriyle ilgili fikirlerini yansıtıyor olabilirler, zi
ra başkalarının bize gösterdiği muamele kendimize ilişkin fikir
lerimizi etkiler. Bir köpek ya da kedi bize hayranlık duyuyor
sa, kendimizi daha iyi, daha çekici bulabiliriz: Çekici bir hay
van bizim harika olduğumuzu düşünüyorsa, kim bilir ne ka
dar çekiciyizdir. 6
Buraya kadarki tartışmayı özetlersek, dış görünüş, ister plan
layıcıların yaptığı gibi en başından çekici hayvanların arayışın
da olsunlar, ister tarafsızların yaptığı gibi "doğru" hayvanı ara
yıp daha sonra o hayvanı çekici bulsunlar, tüm hayvan sahip
lenenler için önemlidir. Dış görüşün neden önemli olabildiği
nin iki açıklaması vardır: Biri estetik, diğeri sosyopsikolojik. Bi
rincisine göre, haz, idrak ve duyulardan kaynaklanan nedenler
le , kendi içinde ve kendiliğinden tatmin edicidir. Estetik dene
yim tanımını geleneksel kullanımın ötesine genişlettiğimizde,
çekici bir hayvana bakmak, bir sanat eserine bakmak ve mü
zik dinlemek kadar dönüştürücü ve tatmin edici olabilir. Da
hası, estetik deneyimin yeri, sanat eserinin ya da müzik parça
sının kendisidir. Sanat ya da müzik kendisi dışında ya da ken
dinden ayrı bir şeye gönderme yapmaz . Yine, hayvanın fiziksel
görünüşünden aldığımız hazzın yeri de hayvanın kendisidir,
zira bizler hayvanların bedenlerini anında ve dolaysız biçim
de algılarız. İnsanlar, bedenlerinin "hammaddesini" öne çıkar-
140
mak, gizlemek ya da başka şekilde manipüle etmek için kıya
fet, takı, makyaj , saç stili ve benzeri yöntemlere başvurabilirler.
Hayvanlar bunu yapamaz. Üstelik, insanlar bedenlerinin iletti
ği şeyi desteklemek ya da yalanlamak için konuşma dilini kul
lanabilirler, ama hayvanlar bunu yapamaz. Hayvan bedeninin
bu doğrudanlığı, hayvanın verdiği estetik hazzı kıyafet ve diğer
donanıma değil, salt onlara yüklememize yol açar.
lkinci açıklamaya göre, hayvanın çekiciliği, çekici davranış
lar ya da bu tür davranış beklentileri yaratmasıyla orantılı ola
rak artar veya azalır. Bu da , sahiplenen kişiye iyi bir izlenim
olarak yansır. Hayvanın dış görünüşü böylelikle sosyopsikolo
jik bir sonuç yaratır. Dahası, bir hayvanın zeki ve ehil olduğu
nu düşünüyorsak, zeka ve ehilliğin hayvanda fiziki bir mevcu
diyetten kaynaklandığı şeklinde bir bütünlüklülük çıkarsama
sına varırız. Dolayısıyla, dış görünüşün neden önemli olduğu
na dair her iki yanıt da aynı sonuca varır. Dış görünüş, hayvanı
bütünlüklü , mücessim bir varlık olarak kurmak suretiyle etki
li olur. Bu bütünlüklülük algısı, bir sonraki bölümde, insan ve
hayvan benliği konulu tartışmanın önemli bir unsurunu oluş
turacak.
Davranıı
141
fımızı görüş ve inançlarımızı paylaşan kişilerle çevirerek haklı
görülme olanağımızı artırabiliriz.
İnsanlar "has" kedi ya da köpek davranışı konusundaki ta
hayyüllerine uyan hayvanlardan hoşlanmaya yatkındırlar .7
Buradan yine, benzerlik ve hoşlanmayla ilgili sosyal psikolo
ji araştırmalarına geliyoruz: Bizim gibi düşünen ya da davra
nan insanlardan hoşlanmaya eğilimliyiz ve aynı durum hayvan
lar konusunda da geçerli. Akıl yürütme şöyle ilerliyor: "Bu kedi
(ya da köpek) tam da benim kedilerin (ya da köpeklerin) dav
ranmaları gerektiğini düşündüğüm şekilde davranıyor. O hal
de, bu hayvandan hoşlandım. " Davranış, aynı zamanda hayva
nın düşünen bir varlık olduğunun bir işaretidir. Davranış, hay
vanın " aslında" neye benzediğini iletmek suretiyle, hayvanın
öznelliğini ortaya koyar. Davranışın, kişiye yönelik sevecenlik
ya da ilgi (veya daha sık olarak, bu ikisinin bir bileşimini) ilet
mesi durumunda, bu çok kritik bir önem kazanır.
Ancak, yabancı bir ortamda hapsedilmiş haldeyken hayvanın
nasıl olduğunu onun davranışından yola çıkarak tahmin etmek
çoğu zaman zordur. Her ne kadar esaret koşullarındaki davra
nışı bir hayvanın genelde nasıl olduğunu bir ölçüye kadar gös
terse de, hayvanların barınaktaki davranışı, bir ev ortamında
nasıl davranacaklarının kesin göstergesi değildir. Pek çok hay
van hapsedilmekten hoşlanmaz ve buna ziyaretçilerin itici bul
dukları davranışlarla tepki verebilir. Köpekler sık sık, havla
mak ve kafeslerinde sıçramak suretiyle ilgi çekmeye çalışırlar
ki her ikisi de insanlara itici gelen davranışlardır. Bundan baş
ka, barınağa alınmış olan köpekler, yabancılar tarafından ken
dilerine dik dik bakılmasına alışmak zorundadır ki, bir köpe
ğin bakış açısından bu , tehdit edilme hissi yaratabilir. İnsanlar
da olduğu gibi, köpeklerde de, göz teması farklı anlamlar taşı
yabilir. Tıpkı insanların "ayağını denk al ! " diyen bakışlar fır
latabilmeleri gibi, köpeklerde de göz teması egemenliğe mey
dan o kuma olarak anlaşılabilir. Öte yandan, bunun bir mey-
142
dan okuma anlamına gelmediği durumlar da vardır; bir yoldaş
köpeğin sizinle dostça göz temasına girmeye istekli olması ge
rekir (bkz. Derr 1997, 325 ) . Bir köpeği kendinize baktırmanın
en kolay yollarından biri ona adıyla seslenmektir. Barınak orta
mında bu , ancak bazı zamanlar işe yarar. Pek çok köpek oraya
sokak köpeği olarak geldiğinden adını bilmez. Dolayısıyla, in
sanlar bir kafese yaklaşıp, kartı okuyup, "Merhaba Sparky" de
diklerinde , bu çoğu zaman, o adı daha bir-iki gün önce almış
olan köpeğe bir şey ifade etmez. Köpekler tepki vermediklerin
de, insanlar genelde onların ilgisiz olduklarını sanırlar. İnsan
ların barınakta hayvanlarla etkileşim kurmak için ne kadar az
vakti olduğu düşünüldüğünde, bu önemli bir noktadır. Köpek
leri ziyaretçilerle iletişim kurmaya teşvik etme çabasıyla, barı
naktaki köpek sosyalleştirme çalışmaları arasında göz teması
çalışması da yer alır.8
Kedilere gelince; esaret ortamında bazı kediler saklanır ya da
saldırganlaşırlar. Potansiyel yoldaşlarıyla karşılaşmaları için,
kedileri kafeslerinden çıkarıp tanışmalara ayrılmış bir odaya
götürürüz. Pek çok kedi, başlarını ve bedenlerini potansiyel
yoldaşlarına sürterek, kucaklarına atlayarak ya da onlara sunu
lan bir oyuncakla oynayarak harika performans gösterir. An
cak, iyi dost olabilecek ama yeni ortamlara uyum sağlamak için
zamana ihtiyaç duyan pek çok kedi de, soğuk ya da ürkek gö
rünür. Kaskatı kesilir ya da saklanırlar. Etkileşim kurmaya zor
landıklarında, pençeleri ve dişleriyle misillemede bulunabilir
ler ki insanlar, kedinin sınırlarını ihlal ettiklerinin farkına var
mak yerine, bunu "Benden hoşlanmadı" diye yorumlarlar.
Bu suretle, herhangi bir barınakta potansiyel bir yoldaş hay
vanla tanışmak biraz risk içerir. Barınak o rtamında mülayim
8 Köpeğe göz teması kurmayı öğretmek için, gönüllü bir eğitmen bir ikramı kö
peğin gözüne yakın bir noktada tutar. Köpek ikrama baktığında, ödülü alır.
Zamanla eğitmen, "Bana bak ! " komutunu vererek ödülü köpeğin gözlerinden
uzaklaştırmaya başlar. O zaman köpek, dikkatini ödül yerine kişiye odaklaya
rak göz temasını koruduğunda ödülü alır. Kısacası bir köpeğin göz teması kur
maya hevesli olması öyle önemlidir ki, bannak köpekleri bu duruma getirmek
için ortak çalışma yapar. Aynca, insanlar köpeklerin göz teması kurmasına öy
le değer verir ki, gerçekten sahiplenilebilir bir köpek olmak için bunu yapabil
mek şarttır.
1 43
ve sakin olan köpek ya da kedi, genelde ev ortamında da ay
nı şekilde davransa da, bundan, barınakta bunu beceremeyen
hayvanın evde de beceremeyeceği sonucu çıkarılamaz. Alger
ve Alger ( 2003 , 1 62) , araştırma yaptıkları barınakta depresif
ve kayıtsız olan, ancak yuva edindikten sonra oyuncu ve faal
hale gelen bir kediyi örnek verirler. Dahası, şunu da unutma
mak gerekir ki, barınak ortamında, insanlar da evde davrana
cakları gibi davranmazlar. Barınak köpekleriyle ilgili araştır
malar, bu köpeklerin davranışlarının onlarla etkileşime giren
insanların davranışlarından etkilendiği konusunda görüş bir
liğine varmaktadır (Wells ve Hepper 1 999, 200 1 ) . Aynı şekil
de , "ziyaretçilerin davranışlarının da köpeklerin davranışların
dan aynı ölçüde etkilenmiş olabileceğini düşünmek mantık
lı olur" (Wells ve Hepper 200 1 , 1 6) . Kısacası, hayvanlar için
de, insanlar için de, tanıştırılma sürecinde , başka bir ortamda
nasıl davracaklarını tam olarak ortaya koyamayan iki taraf söz
konusudur.
Planlayıcılar ve Davranış
1 44
Davranış, planlayıcıların sahiplenmeme kararında çok sık et
kili olur. Bu tip insanlar, mesela oyuncul bir kedi istediklerin
den salladıkları iple oynamayan kediyi reddederler. Örneğin,
bir planlayıcı, internet sitesinde gördüğü bir yavru köpekle ta
nışmak için hemen barınağa gelmişti. Hep böyle bir dişi köpek
istemişti ve görünüşünden, bu dişinin aradığı tip olduğuna ka
rar vermişti. Ancak, köpekle yüz yüze tanıştığında edindiği iz
lenim farklı oldu. Köpek, tipik bir yavru heyecanıyla onu se
lamlamak için üzerine sıçrayınca , adamın çıplak bacaklarını
tırmaladı. Bulabildiği her şeyi çekiştiriyordu : tasmasının kayı
şını, adamın ayakkabı bağcıklarını, şortunun kenarlarını. Hav
lıyor, çitin ardından bitişik avludaki köpekle oynamaya çalışı
yordu. Köpek, güzel görünümünün ardındaki gerçek yavru kö
peği ortaya koyarak, bu planlayıcıya, ne çok eğitim ve sebat ge
rektirdiğini göstermişti. Adam, köpeğin kendi hazırlandığın
dan çok daha fazla sorumluluk isteyeceğinin farkına vararak, o
gün oradan köpek almadan ayrıldı. Böyle çok sayıda örnekte,
davranış, bir hayvanı vesayetine almanın gerçekte ne demek ol
duğunu pek bilmeyen insanlar için iyi bir uyarı olur.
Tarafsızlar ve Davrana,
1 45
vanları eve götürmelerine yol açsa da, bazılarının vuruldukları
hayvanlarla yaşamlarını sürdürmek için, davranış sorunlarıyla
uğraşmaya razı olabilmeleri de söz konusudur. Sonuçta, bun
lar kıymetli bir hayvan sermayesi kazanırlar. Örneğin ben, vur
gunlardan biriyim. Mayıs 1999'da, yetişkinlik hayatım boyun
ca kedilerle yaşadıktan sonra, bir köpeğe vuruldum. Bir köpe
ği sahiplenmeyi hiç düşünmemiştim; zaten gönüllü olarak kö
peklerle çalışmaya girişebilmemin bir nedeni de buydu. Ancak,
hiç beklemediğim biçimde, herhangi bir köpek de değil, dav
ranışlarıyla her bakımdan zorlu bir köpek edinmiştim. Skipper
için huysuz tabiri hafif kalır. Beni tanıyanların çoğu beni sakin
biri olarak tanımlar. Vurulup sahiplendiğim köpek, kafesinde
daireler çizen, insanların üstlerine atlayıp diş geçiren ve benim
onun için kullandığım sevgi dolu tabirle "taş kafa" bir köpek
ti. Bu arada, tuvalet terbiyesi olmadığını da eklemeliyim. Dav
ranış bakımından ideale bundan daha uzak bir köpek olamaz
dı. Her ne kadar, ikimiz de idmanla epey yol kat ettiysek de, o
hala, hoşgörü ve sabır isteyen birçok davranışa sahip. Yine de
artık iki ayrılmaz dostuz; ben bu satırları yazarken, o da sandal
yemin yanında bekliyor. Hayvan sahiplenen başka insanlarda
da bu olguyu gözlemledim. Örneğin bir kadın, kedisine duydu
ğu böylesi karşı konulmaz hisleri arasam bulamayacağım kadar
güzel tasvir ediyor:
1 46
man etrafımdaki şeylere hiç dikkat etmem. Bu köpeği gördü
ğümde, onunla iyi bir ikili olacağımızı biliyordum. Ona attı
ğım bir tenis topuyla oynamaya başladık. Kendini tamamen
oyuna kaptırmıştı. O an onun için dünyada yalnızca tenis to
pu ve ben vardık. Hep bu hayvanın etrafında olmak istediğim
den emindim.
"BA� KURMA"
1 47
ediyordu . Planlayıcılar bunu diğer niteliklerle birlikte sıralıyor
lardı ; onlar kendileri için "doğru" olmayan bir hayvana körkü
tük vurulmazlardı, ama ölçütlerine uygun bir köpek ya da kedi
bulduklarında, onlar da hayvanla aralarındaki bir "bağ" dan söz
ediyorlardı. Vurgunlar, onların tersine , "bağı" baştan itibaren
hissediyordu . "Bağ" sözcüğünü tırnak içine almamın iki nede
ni var. Birincisi, bunun konuştuğum insanların kullandığı söz
cük olduğunu , benim onların deneyimine ilişkin yorumum ol
madığını vurgulamak istiyorum. Aynı sözcüğü öyle çok insan
kullandı ki, onların bu sözcüğü kullanmasını ciddi bir veri ola
rak aldım. Yani, insanlar bir "bağ" hissettiklerini söylüyorlarsa,
onlara inandım. Amacım onların hayvanlarla "gerçekten" bir
bağları olup olmadığını bulmak değil, bu deneyimin onlar için
nasıl bir hisse karşılık geldiğini ve ne demek olduğunu öğren
mekti. Duygular öznel olduğundan, insanlar genelde başkaları
nın duyguları hakkındaki iddialarını doğru kabul ederler. Biri
ni sevdiğimi ya da kendimi mutlu , öfkeli veya incinmiş hisset
tiğimi söylediğimde, insanların benim duygularıma inanmak
tan başka çareleri yoktur. Acı gibi diğer öznel deneyimlerle il
gili iddialarda olduğu gibi, duygulara ilişkin iddialara değer ve
rilmelidir. Bunlar, hiçbir doğrulama gerektirmediği gibi, bu tür
bir doğrulamayı sağlayacak bir araç bulmayı da bekleyemeyiz.
Jürgen Gerhards ( 1 989, 749) duyguları şöyle tanımlamıştır:
1 48
kullanılan dildir. Bu , belli durumlar için uygun görülüp arzu
lanan duyguları (ve bunlardan doğan ifadeleri) imleyen ("duy
gu kuralları" ve "ifade kuralları" olarak bilinen) normları kap
sayan daha kapsamlı bir "duygu kültürü"nün parçasıdır (bkz.
Goffman, 1959; Hochschild 1975, 1 983; Gordon 198 1 ; Stearns
1989a, 1989b, 1 944) . Çağdaş Amerikan duygu lügatçesi, "sev
gi" ve "öfke" gibi epey geleneksel ve basit sözcükler içermekle
birlikte, "kafayı sıyırmış, " "stresli" ve "dağılmış" gibi daha ye
ni terimler de içerir. Bir kültür içinde yeni duygusal durumlar
belirdikçe, onları tanımlamak için yeni lugatçeler ortaya çıkar.
'Trafik canavarı" buna bir örnektir. Hayvanlarla "bağ" mefhu
mu da, benzer şekilde, belli bir dönemin ve duygusal kültürün
bir yansımasıdır. lkinci Bölüm'de açıkladığım gibi, hayvanlara
duygusal olarak yakınlık hissetmek Batı tarihinde uzun bir sü
re istenmeyen bir durumdu . Hatta, bazı istisnalar dışında, in
sanlar bu tür hislerinin bedelini genelde hayatlarıyla ödediler.
Hayvanlarla "bağ" , görece yakın bir zamana kadar, sosyolojik
ve psikolojik açıdan olası değildi.
1 49
gergin hissederiz, ya da sevdiklerimizle olmaktan dolayı mutlu
oluruz, çünkü bu durumlara dair bu beklentileri taşırız. Duy
gu , durumları gergin ya da eğlenceli olarak tanımlamaya yar
dımcı olur, ancak süreç boyunca başka bilgileri de kullanırız.
Hayvan sahiplenenler için, duygu sinyalini anlamlandıran
beklenti, bir hayvanla yakınlık kurabilme potansiyeliyle iliş
kiliydi. Nitekim onlar barınağa bir kedi ya da köpek sahiplen
mek, muhtemelen de "bağ" kurabildikleri bir kedi ya da kö
pek sahiplenmek umuduyla gidiyorlardı. Bazı hayvanlar o kişi
den hoşlandıklarının işaretini vererek o potansiyeli iletiyordu .
Bu yüzdendir ki, uygun niteliklerin hepsine sahip bir hayvan,
bazen bir sahiplenici için "doğru" hayvan olmuyordu : Hay
van, sahipleniciye karşı tamamen kayıtsız oluyordu. Dolayısıy
la, insanların sahiplenme kararı almalarında olmazsa olmaz et
kenlerden biri, hayvanın kendilerinden hoşlanmasıydı. tlgi, bir
"bağ" olduğunun -ya da en azından böyle bir potansiyel oldu
ğunun- sinyalini veriyordu ki bu, eşleşmenin kesinleşmesini
sağlayan şeydi.
Hayvanlar hoşlanma duygularım nasıl iletirler? Bedenlerini
kullanırlar. Kediler ve köpekler bizimle olmak istediklerinde ,
türlü yollarla bunu apaçık belli ederler. Kediler, bilhassa biri
ni selamlamak için, bedenlerini ve başlarını sürterler. Tıpkı bir
başkasının varlığından duyulan hoşnutluğu ileten mırlama gi
bi, bu da bir sevgi iletisidir. Köpekler yakınınızda durup kuy
ruk sallayarak yüzlerini ve kulaklarını sarkıtırlar. Hayvanlar
ayrıca, dikkat kesilerek, sevgi değilse de ilgilerini gösterirler.
Bu, çoğunlukla fiziksel yakınlık ve temas da içerebilir. Bir ke
di ya da köpeğin kaşınmasından ya da okşanmasından bilhassa
hoşlandığı yeri keşfeden insanlar, genelde aldıkları tepkiyle gu
rurlanırlar. "Doğru noktayı bulmak" o kişinin hayvanı bir şe
kilde tanıdığının işareti gibi görülebilir.
Planlayıcılar ve Bağ
1 50
ği göstermeye tek başına yetecek işaretler değildi. Örneğin, bir
planlayıcı köpeğiyle karşılaşmasını şöyle anlatıyor:
O gün orada ilgimi çeken iki köpek vardı; her ikisi de Labra
dor'du ve prensipte ikisi de güzel görünüyordu . Daha önce
Labrador köpeklerim olmuştu; Labradorları severim. Mükem
mel aile köpekleridir. Bu iki köpekle de tanıştım, ikisi de ha
rika köpeklerdi ve ilkini sahiplenmeyi düşündüm. Diğerinden
biraz daha genç ve daha hoştu, ama aramızda hiçbir bağ olma
dı. Birlikte dışarı çıktık ve köpek beni pek umursamadı. O za
man, "eh, sevimli bir köpek; yalnız ona biraz zaman tanımam
gerekecek" diye düşündüm önce. Sonra diğer köpekle tanış
tım ve onunla hemen gerçek bir bağ kurduk.
1 51
meden önce, karşılaştırma yapmak için, tarafsızların deneyimi
ne bir göz atalım.
Tarafsızlar ve Bağ
1 52
laya sokar. Ama muaf değilim, bu bir gerçek (aktaran Scho
en 200 1 , 1 72).
1 53
hiplenmelerinin en yaygın nedeninin, kedinin onları seçtiğine
inanmaları olduğunu bulgulamıştır.
1 54
kaynaklandığı hem de böyle bir hasara sebep olduğu düşünü
lür (bkz. Irvine 1999 ) . Bu, hangi duyguların "hakiki" benliğin
göstergeleri olduğu ve bunların hangi koşullarda böyle olduğu
sorularını gündeme getirir. Tarihçiler, Amerikan duygu kültü
rü içinde belli duyguların yükselişini ve düşüşünü belirlemek
suretiyle, bunu analiz etmişlerdir. 20. yüzyıl boyunca Ameri
kan orta sınıfı zamanla "muntazaman soğukkanlı, kontrollü bir
kişilik"e karşılık gelen görece ölçülü bir duygusal üslubu be
nimsemiştir (Steams 1 994, 263) . 1 0 Açıkça sergilenmese de ke
sin tercih, kişinin her yönden kontrolü elinde tuttuğunu dü
şündüren bir görüntü sergilemesidir. Araştırmalar, birçok sa
nayileşmiş Batı ülkesinde, duygulara ket vurulması ve duygusal
yoğunluğun cezaya tabi tutulması yönünde bir değişim oldu
ğunu göstermiştir (bkz. Swaan 1 98 1 ; Gerhards 1989; Wouters
1 99 1 ) , ancak ABD bu açıdan en ön sıradadır (bkz. Sommers
1 984) . 1 1 Kısacası, temkinli duygusal kültür, tamamen ya da ön
celikli olarak duygulara göre davranma güdümüzü yatıştırır.
Hayvan sahiplenenlerin analizine dönersek, planlayıcılar ,
belli tipte bir hayvanı arayarak geliyordu ve "bağ" , eşleşmeyi
tamama erdiriyordu. "Bağ" duygusu önemliydi, ama hayvanda
aranan diğer özelliklerin de bulunması koşuluyla. Başka bir de
yişle, "bağ" , eşleşmenin olması için gerekliydi ama yeterli de
ğildi. Bunun tersine, tarafsızların zihinlerinde belli herhangi bir
hayvan tipi yoktu. Böylece duygusal deneyim, açık bir beklen-
1 0 Her ne kadar halihazırda tartıştığımız konu için şart olmasa da, neden böy
le bir şey olduğu sorusunu kısaca yanıtlayabilirim. Yoğunluğun azalması, kıs
men, yeni aile modelleri ve artan tüketicilikle birarada olan gelişmiş bir endüs
triyel toplumun talepleriyle birlikte yaşandı. Peter Stearns ( 1 994) buna, ölçü
süz dinsel ruhanilikten 20. yüzyıla özgü bir kopuşun ve sağlığa yapılan vurgu
daki artışın rolünü ekler.
1 1 Amerikalılar, nahoş buldukları duyguları tehlikeli ve potansiyel olarak fayda
sız diye tanımlamaya, başka pek çok kültürden insanlara kıyasla daha yatkın
lar. Ö rneğin Çinliler suçluluk ve kıskançlık gibi bazı duyguları baş etmesi zor
ve nahoş bulmakla birlikte bu duyguların önemli işlevleri olabileceğini teslim
ediyorlar. Amerikalılar yalnızca bazı duyguları kınamalarıyla değil, aynı za
manda o duyguları saklama arzuları ve bunu yapabilmeyi gurur vesilesi say
malarıyla da başka birçok kültürden farklılık gösteriyorlar. Bunun sonucunda,
Amerikan duygu lügatçesi görece indirgeyici bir haz-acı ikilemi sergiliyor. Da
ha ayrıntılı bir tartışma için bkz. Sommers 1984.
1 55
tinin olmadığı durumda, katıksız, kirletilmemiş, "içten gelen"
sezgi gibi devreye giriyordu .
BAli VE SAiK
1 56
tan ziyade eylem stratejileri olduğunu savunan Mills'in iddiası
nı destekliyor. Başlangıçta , Skipper'a duyduğum çekimi " onun
insan yoldaşı ben olmalıydım" diye açıklardım. Şimdi ise, ara
dan üç yıl geçtikten sonra, bu kitabı yazarken, benim bir öğret
mene ihtiyacım oldğu için Skipper'la biraraya geldiğimizi söy
lüyorum. Farklı bir köpek sahiplenmiş olsaydım, köpek davra
nışına ya da benim bir köpekle ilişkide gösterdiğim davranışa
dair bu kadar çok şey öğrenemezdim.
1 57
tak yönlere sahip olmaktan kaynaklanır, ancak tek nedeni bu
değildir, zira öyle olsa, muhtemelen hepimizin çok daha faz
la sayıda dostu olurdu . Bunun hem nedeni, hem de işaret etti
ği şey, dostluğun taraflarının benlikleri arasındaki "uyum"dur.
Aynı şey hayvanlarla ilişkimizde de geçerlidir. Bir sonraki bö
lümde , hayvan benliklerinin bizler için nasıl görünür hale gel
diğini inceleyeceğiz.
1 58
6
BENLİGİ YENİDEN DÜŞÜNMEK:
MEAD'İN MiYOPLUGU
re karar vereceğizi
1 59
Şimdi, derdimi anlatabilmek için bazı örnekleri özetle yeni
den ele alacağım. Ziyaretçilerin ve sahiplenicilerin hayvanlar
la etkileşimi, onlara bakmakla sınırlı değildi, onlarla ve onlara
dair konuşmayı da içeriyordu . Sahiplenme niyeti olsun olma
sın, herkes, hayvanların isimlerini ve geçmişlerini öğrenmek ve
mümkünse onları kucağına almak, onlara dokunmak ve kafes
leri dışında onlarla oynamak istiyordu . Hatta bazılarının, ora
ya düzenli olarak gelip gittiğine ve barınağın uzun dönem sa
kinleriyle ilişkiler geliştirdiklerine daha önce değinmiştim. Biz
zat hayvan sahiplenememiş olan insanlar da, buna rağmen yi
ne barınağa geliyorlardı ki, bu , hayvanlarla etkileşimin onlarsız
olunamayacak kadar zaruri hale gelebildiğini gösteriyordu. Da
hası, barınağın internet sitesine girmiş olan pek çok insan, yal
nızca minik fotoğraflarını gördükleri hayvanlarla tanışmak is
tiyordu. Başka bir deyişle, insanlar hayvanların var olduğunu
bilmekle yetinmiyordu ; onlarla doğrudan etkileşim kurma yö
nünde bir çekim hissediyorlardı. Sahiplendirme bölümlerinde
insanların kurduğu etkileşimin şekli, onların hayvanları ilişki
kurulabilir ötekilerden saydıklarının göstergesidir.
Ziyaretçiler ve sahipleniciler, hayvanların geçmişlerini öğ
renmeye ve sahiplenmenin gerçekleştiği örneklerde, ihtiyaçla
rının daha fazlasını karşılamaya önem veriyorlardı. Hayvanla
rın esenliğinin düşünüldüğüne dair bir başka gösterge de, in
sanların "Onlara üzülüyorum" ve "Keşke hepsini eve götüre
bilseydim" gibi sözleriydi. "Onları kafeste görmekten nefret
ediyorum" sözünde olduğu gibi, hayvanların özgürlüğüne iliş
kin kaygıların ifade edilmesi yaygın bir tepkiydi. Dahası, hay
vanların ürkek göründüğü ya da bir ameliyat veya yaralanma
nın tedavisi aşamasında oldukları durumlarda, insanlar onlar
için samimi kaygı duyuyordu. Örneğin, barınaktaki erkek kö
peklerin, kısırlaştırıldıktan sonra, dikişlerini yalayıp onlara za
rar vermelerine engel olunması için boyunluk takmaları zo
runludur. Bunu yalnızca ameliyattan sonraki birkaç gün takar
lar, ama insanlar her seferinde boynunun etrafında beyaz ko
ni olan "zavallı köpek"e ne olduğunu sorarlar. Kedilerde buna
benzer bir durum, sokak kedilerinin ya da ihmal edilmiş hay-
1 60
vanların, tüyleri tıraş gerektirecek kadar keçeleşmiş halde ba
rınağa gelmeleriyle yaşanır; öyle ki kimi zaman yalnızca başla
rı, patileri ve kuyruktaki tüyleri bırakılarak tıraşlanmaları gere
kir. Barınak personeli ve gönüllüler " zavallı kedicik"le ilgili so
rularla karşılaşmaya öyle alışkındırlar ki, kedilerin kafes kart
larına sık sık, tüylerin o günkü halinin nedenini açıklayan not
lar yazarız. Hem ziyaretçiler, hem de sahipleniciler hayvanla
rın ihtiyaçları ve esenlikleriyle ilgilendiklerini işte bu şekiller
de belli ediyorlardı.
Son olarak, sahiplendirme bölümlerindeki etkileşim, kimisi
hayatında uzun yıllar boyu olmak üzere daha önce hayvan sa
hibi olmuş insanların, "şirinlik tepkisi"ne daha kapalı oldukla
rını ve hayvanlarla daha geniş bir yelpazede etkileşim kurduk
larını ortaya koyuyordu. Başka bir deyişle, hayvan sermayesi
nin getirisi hayli yüksek oluyordu. Üstelik, önceden de değin
diğim gibi, hayvanlar, ziyaretçiler arasında sohbet kurulması
nı tetikleyerek ve bu suretle öteki insanlarla etkileşim becerile
rinin kullanılmasını teşvik ederek, sosyalleşmeyi kolaylaştıran
bir işlev görüyordu. Buradan, hayvanlarla ilişkilerin, karşılıklı
etkileşim yetilerimizi bilfiil artırabildiği sonucu çıkıyor.
Özetle, sahiplendirme bölümlerindeki etkileşim biçimi, bu
etkileşimin üç önemli bileşenini gözler önüne serer: (hayvan)
ötekilerle ilişki arayışı; hayvanların esenliğine dair kaygıların
ifadesi; ve gitgide karmaşıklaşan etkileşimlere girilmesi. Bu bi
leşenlerin temelinde, benlik yatar. D aha açık söylemek gerekir
se, bunlar, benliğin hedeflerini ortaya koyan davranışlar ve fa
aliyetlerdir (bkz. Myers 1 998) . Benliğin hedefleri olduğu fik
ri, bir benliğe "sahip" olmanın ya da bir benlik "olmanın" biz
lere bir şeyler yapma imkanı verdiğini -hatta bunu gerektirdi
ğini- vurgular. Benliğin yapmamıza olanak sağladığı şeylerden
biri "var olmaya devam etmek" tir (Winnicott 1 958) . O halde,
bu anlamda benliğin birincil hedeflerinden biri sürekliliktir.
Eğer benlik hayatta kalmazsa, sürekliliği de olmaz ve kaybolup
gider; geriye tartışılacak bir şey de kalmaz. O halde, yaptıkla
rımızın çoğunu yaşamayı sürdürmek için yaptığımızı varsayar
sak, süreklilik hedefine erişebilmenin pek çok farklı yolu var-
1 61
dır. Bunlardan biri, ilişkiler kurmaktır. Mead ve başkalarından
biliyoruz ki, benlik, ilişkiler aracılığıyla ortaya çıkar. Elbette
benlik bir kez oluştuktan sonra, ilişkiler olmaksızın var olabi
lir; öyle ki, izole bir yere hapsedilmiş kişi bile, benlik duygusu
na sahip olmayı sürdürür. Ancak, ilişkiler bizlere, aynı zaman
da benliğin de geçmişi olan karşılıklı bir geçmiş geliştirme ola
nağı sağlar (bkz . lrvine 1 999) . Dolayısıyla, ötekilerin ihtiyaçla
rıyla ilgilenme şeklinde dışa vurulan ötekinin esenliğini önem
seme, benliğin muhtaç olduğu ilişkileri sağlayan sürekliliği ga
ranti altına alır. Myers'in ( 1 998, 50) belirttiği gibi "Bir benliğe
sahip olmak, önemli başkalarına [significant others] yönelik il
giyi öngörür. "
llişkiler benlik için vazgeçilmez bir ihtiyaç ise, ilişkileri
mümkün kılan becerileri artırmak da önemli olacaktır. Ne de
olsa, ilişkileri sürdürmek, öncelikle ilişkileri besleyen etkileşim
becerilerinin kullanılmasını gerektirir. Daha sonra başka iliş
kiler de kurmamıza yardımcı olacak etkileşim becerilerini ge
liştirmesi, iyi bir ilişkinin göstergelerinden biridir (bkz. Csik
szentmihalyi 1 990) . llişkileri olduğu şekilde sürdürmekle ye
tinmek, hiç yoktan iyi olsa da, yeterli değildir. Etkileşimin ni
teliği de kritik önem taşır. Mihaly Csikszentmihalyi'nin ( 1 997,
43) dediği gibi "Mahalle barındaki pasif, yüzeysel sohbetler bile
depresyondan uzak kalmayı sağlayabilir. Ancak gerçek bir geli
şim için, ilginç fikirleri ve uyarıcı sohbetleri olan insanlar bul
mak şarttır. " lyi ilişkiler, her iki tarafın etkileşime yatırım yap
tığı, kendilerini ilgilendiren sohbetlere girdikleri, diğerine da
ir sorular sordukları ve diğerine ilgi gösterdikleri zaman ger
çekleşir. lyi ilişkiler, olayları yeni açılardan görmemizi ve sür
prizlere açık kalmamızı gerektirmeleri nedeniyle, karşılıklı et
kileşim yetilerimizin sınırlarını zorlar. Bunlar "tanıdık öteki
lik bağlamında yeni enformasyon" sunarlar: "Uyumsuzluklar,
beklentilerin a ksaması, engeller" ( Myers 1998, 78) . Genelde
derhal sonuç alınır. Her iki insan da, etkileşimden, ilişkide ne
rede durduklarına dair bir idrak ve ilişkiyi sürdürmek için ge
rekli yatırıma değer olduğu hissiyle çıkar. Öte yandan, bu söz
ler, söz konusu deneyimi hakkıyla anlatmakta yetersiz kalır, zi-
1 62
ra iyi ilişkilerde, dil öncesi, hatta bilişsellik öncesi pek çok et
ken söz konusudur. En son biriyle "kaynaştığınız" durumu ha
tırlayın. Şimdi, o kişiden hoşlanmanızın nedenlerini sözcükle
re dökmeyi deneyin. Muhtemelen, etkileşiminizde sizin kolay
ca tanımlayabildiğiniz unsurlar olsa da, çoğu şey katıksız duy
gu düzleminde var olmaktadır. Bazı ilişkiler uyumludur, çünkü
bizim etkileşim becerilerimizi tam da gerektiği kadar zorlar ve
sonuçta ilişki edinme yetilerimizi artırır. Tıpkı fiziksel egzersiz
de olduğu gibi, bizleri sonraki mücadeleler için donatan " kas
lar" geliştiririz . En nihayet, egzersiz başlı başına tatmin edi
ci hale gelir. İster öteki insanlarla, ister hayvanlarla olsun , iyi
ilişkilerde, bu etkileşimsel mücadele ve ödül süreci mevcuttur.
İnsanlar ile hayvanlar arasındaki etkileşimin yapısı (hayvan
larla ilişki arayışı; onların esenliğinin önemsendiğinin gösteril
mesi; ve gitgide karmaşıklaşan etkileşimlere girilmesi) benlik
deneyiminde hayvanların bir anlam ifade ettiğini ortaya koyu
yordu . Buradan, hayvanların nasıl bir "anlam" taşıdığı sorusu
ortaya çıkıyor. Dahası, hayvanlar benlik duygumuza katkı sağ
layan diğer şeylerden nasıl bir farklılık gösterirler?
Burada kilit kavram, ötekinin öznel varlığıdır. Etkileşim bir
kaynağa sahipmiş gibi görünmelidir ve biz, ötekini, tıpkı bi
zim gibi, bir zihne, inançlara, arzulara sahipmiş gibi görmeli
yiz. Bu bizim gözümüzde ö tekinin benlik duygusunu doğru
lamakla kalmaz , kendi benlik duygumuzu da doğrular. Öte
kinin öznel varlığını nasıl algılarız? İnsanlar söz konusu oldu
ğunda, bunu onların kendi bildirimlerine dayanarak yapabili
riz. Ancak bunlar, her şeyden çok, insanların kendileri hakkın
daki beyanlarının normlarını ortaya koyar. Verilen yanıtlar, o
insana göre iyi, sevilir, kabullenilir benlik tasviri olan şeyin e t
kisini taşır. Bunlar, bilinçte özümsenmiş ve dille şekillendiril
miş bir benlik ortaya koyar. İnsanların benlikten nasıl söz ettik
lerini ve benlik hakkında ne düşündüklerini gösterir. Bu argü
mana yönelik güçlü bir itiraza göre, başka insanlar söz konusu
olduğunda dahi, benliğe ilişkin enformasyon sağlamak için ilk
ve öncelikli olarak dile bel bağlamayız. Goffman'ın ( 1 959) yaz
mış olduğu gibi, benliğin ancak bir kısmı "verilen izlenimler"
1 63
aracılığıyla iletilir; diğer kısımlar "sezdirilen izlenimler" aracı
lığıyla görünür olur. Tüm bunlara rağmen, öznellik için dilin
bir gereklilik olduğu fikri, benlik konulu araştırmalarda köklü
bir yer edinmiştir.
1 64
tıslayan kedinin yaptığı, diğer tüm köpek ve kedilerde bir "Geri
çekil ! " dürtüsü üreten basit bir uyarı yollamaktan ibaretti. John
Hewitt'in ( 2000, 9) söylediğine göre, "bu iki hayvanda da, bel
li bir biçimde davranmak üzere 'karar alma' ya da 'bir şeyde ka
rar kılma' hiçbir anlamda söz konusu değildi." Bu bakış açısına
göre, hayvanların davranışı yiyecek ya da eş bulmayı veya ala
nını savunmayı hedeflemesi bakımından hedef yönelimli olabi
lir ama, insan davranışının ayırt edici nitelikleri olan öndüşün
me ve ortak anlamdan yoksun olduğu varsayılır.2
Buna karşılık insanlar, dil olarak bildiğimiz sessel "j estle
ri" kullanırlar. Mead dilden " anlamlı semboller" diye söz edi
yordu: anlamlıydı, zira bunların, hem gönderende hem de alı
cıda, bir duruma ilişkin ortak bir tanım ürettiği anlaşılıyordu .
Dil, bu suretle, insanların eylemlerinin sonuçlarını önceden
kestirmelerine, seçenekleri göz önüne almalarına ve eylemleri
ni başkalarınınkiyle koordine etmelerine olanak verir. Bu ko
nuda en sık kullanılan örnek, birinin "Yangın ! " diye bağırması
durumudur. Mead'e göre, bu söz, köpeğin hırlamasının yol aç
tığı gibi, yalnızca bir kaçma tepkisine yol açmakla kalmaz. Bu
nun yerine, durumun ve kişinin o durum içindeki yerinin bir
tahayyülünü yaratır ve bu da kişinin birçok olası eylem planını
düşünmesine -ya da bir şey yapmayıp başkalarının ne yaptığı
nı görmek için bekleme kararı almasına- olanak sağlar. Bu tep
kileri tahayyül etme ve denetleme süreci aracılığıyla, bizler bir
nesne olarak benliği oluştururuz.
O halde, Mead'in formülüne göre, konuşma dili bize kendi
mizi nesne olarak görme ve durumlara anlam verme suretiyle
benlik oluşturma olanağı sunar. Dahası, Mead dil kapasitesinin
insan zihninin hem sebebi hem sonucu olduğunu savunmuş
tur. Bizler dil kullanma yetisiyle doğarız ve bunu kullanmayı
öğrenirken farklı bakış açıları ve potansiyel eylem planları ta
hayyül ederiz. Bunun yanı sıra, durumları tahayyül eder, dav
ranışımızı denetler ve eylemlerimizi başkalarınınkiyle koordi
ne ederken, topluma katılır ve onu yeniden yaratırız: Nitekim
2 Söylendiğine göre Mead'in gittiği yerlerde yanından hiç ayrılmayan bir Bulldog
köpeği varmış. Buna hayret ediyorum.
1 65
Mead'in kitabının adı da Mind, Self and Society'dir [ Zihin, Ben
lik ve Toplum ) . Mead, anlamlı sembolleri kullanma yetisinden
yoksun olduklarından , hayvanların herhangi bir anlamlı sos
yal davranış göstermekten aciz olduklarına hükmeder. Mead'in
i fadesiyle "Hayvanların zihni, düşüncesi yoktur ve bu yüzden
[ hayvan davranışında ) anlamlı ve kendi bilincinde olmak bakı
mından hiçbir mana yoktur" (aktaran Strauss 1964, 1 68) . Biz
insanların hayvanlara atfettiği her türlü "akıllılık" , Mead'e gö
re, insanbiçimci yansıtmadan başka şey değildir.
Bu görüşün barındırdığı tuzaklar saymakla bitmez. Birincisi,
konuşma dilini "anlamlı" , onun dışındaki her şeyi sırf "içgüdü
sel" diye adlandırmakla, Mead (ve dolayısıyla sosyal psikolo
ji) Kartezyen yanılgıyı tekrarlamıştır. Mead iki bilinç hali sap
tar: Biri bilince dair konuşabilenlere, diğeri ona dair konuşama
yanlara özgü olan daha aşağı bir bilinç şekli. Mead'in de Des
cartes'ın da bu inancı savunmak için gerekçeleri vardı, ancak
o gerekçeler ne olursa olsun, ampirik temelden tamamen yok
sundu . İkisi de, bilinçli ya da bilinçsiz olarak, insan üstünlüğü
nü koruyan bir ideolojik savı destekliyorlardı. Descartes'ın gö
rüşleri kendi zamanında yaygın olan hayvan sömürüsünü hak
lı gösteriyor; Mead'in fikirleri ise , sağlam zeminden yoksun bir
sosyal bilimin, temel konusu olan insanı "salt" hayvanlardan,
yani davranışı olan ama anlamlı bir etkileşimi olmayan canlı
lardan ayırmasına yardımcı oluyordu . Konuşma dilini bir ay
rım çizgisi olarak kullanmak ne kadar elverişli olsa da, bu am
pirik değil tanımsal bir hamledir (bkz. Allen ve Bekoff 1997) .
İkincisi, Mead'in döneminden bugüne dek yapılan pek çok
araştırma, konuşma dilinin yalnızca insana özgü bir yetenek ol
duğu fikrinin yanlışlığını göstermiştir. Pek çok tür, semboller,
bilgisayar klavyesi ve Amerikan işaret dili (ASL) kullanarak ileti
şim kurmayı öğrenmiştir. İşaret dilini öğrenen ilk şempanze olan
Washoe, 1 40 ASL jestinden oluşan bir kelime dağarcığına sahip
ti ve bunun iki katı kadar da, iki işaretli kombinasyon biliyordu.
Psikolog Penny Patterson tarafından yetiştirilen ova gorili Ko
ko, 600'den fazla işaret kullanabiliyordu. Bu sava eleştirel yak
laşanlar, şeylerin adlarını öğrenmek ile, dilin anlamını kavrama-
1 66
nın ve onu kullanarak kendi dilini yeniden kurmanın bambaş
ka şeyler olduğunu söylüyorlar. Öte yandan Koko ve başka pri
matlar, insanlann onlara çeşitli nesneler gösterdikleri ve onlann
da bu nesnelerin isimlerini söyledikleri alıştırmalar dışında, fark
lı bağlamlarda da işaret dilini anladıklannı ve kullandıklannı ka
nıtlamışlardır. Örneğin The Education ofKoko'da [Koko'nun Eği
tim Süreci] (Patterson ve Linden, 1 98 1 ) yıllarca Koko'yla çalış
mış olan Barbara Hiller'ın gözlemlediği bir olay anlatılır. Hiller
birgün Koko'nun birkaç beyaz havluyla oynadığını ve Amerikan
İşaret Dili'nde kırmızı anlamına gelen jesti yaptığını görmüş. Hil
ler beyaz havlulan görünce Koko'nun yanlışını düzeltmiş ve Ko
ko bunun üzerine işaret dilinde abartı gerektiğinde yapıldığı gi
bi, daha büyük bir "kırmızı" işareti vermiş. Hiller yine Koko'nun
yanlışını düzeltince, tekrar, daha büyük ve vurgulu bir "kırmı
zı" işareti vermiş, sonra da, Hiller'a göstermek üzere, eliyle beyaz
havluya yapışmış kırmızı tiftikleri koparmış.
Sembol kullanma yetisi, insanlar ile hayvanlar arasındaki "sı
nır tür"ü oluşturan primatlar söz konusu olduğunda, pek şa
şırtıcı görülmez. Öte yandan, uzun zaman boyunca insan üs
tünlüğünün göstergesi sayılan bu aracı kullanabildiklerini ka
nıtlayan başka türler de olmuştur. Pepperberg'in ( 1 99 1 ) yirmi
iki yaşında bir gri Afrika papağanı olan Alex'le yaptığı uzun sü
reli araştırma, kuşların dili kullanabildiğini ortaya koyar. Alex
aynca, Pepperberg'in araştırması gereği onu sürekli tekrarla
mak zorunda bıraktığı, nesnelerin adını söyleme alıştırması
nı kat kat aşan yetilere sahip olduğunu kanıtlamıştır. Alex, ku
ralları çiğneme kabiliyetine sahip olduğunu göstermiştir ki,
bu onun kuralları bilmekle kalmayıp aynı zamanda onları tah
rif etme şeklindeki soyut ve karmaşık fikri de kavrayabildiğine
işaret eder. Örneğin, dil alıştırmalarından hiç hazzetmediğini
ifade etmek için Alex'in yaptığı numaralardan biri, kasten yap
tığını belli edecek kadar çok defa yanlış cevap vermekti. Daha
sı, her seferinde farklı yanlış cevaplar veriyordu ki, araştırmacı
ların sabn taşıp vazgeçsinler. Bu bir meydan okumadan ziyade,
istatistiksel bir tesadüf de olabilirdi, ancak arka arkaya o kadar
çok yanlış cevap verme olasılığı zayıftı (bkz. Linden 1 999, 40) .
1 67
Üçüncüsü , konuşma dilinin öne çıkarılması, diğer iletişim
biçimlerini göz ardı eder. Her ne kadar hayvanlardan -ya da
dilsiz insanlardan- dertlerini anlatmalarını isteyemesek de, da
ha önce de sözünü ettiğim etkileşim yapısı gibi başka davranış
lardan sayısız delil toplayabiliriz. Araştırmacılar, şimdiye dek,
zihinsel engelliler (Pollner ve McDonald-Wikler 1 985; Bogdan
ve Taylar 1989) , Alzheimer hastaları (Gubrium 1 986) ve be
bekler (Brazelton 1 984; Stern 1985) konusunda bunu uygula
mışlardır. Söz konusu araştırmalarda, kendini ifade etme kapa
sitesi olmayanların zihinlerinin ve benliklerinin bakıcıları tara
fından nasıl yansıtıldığı incelenir. Bunlar, başkalarının, (bebek
ler ve engelliler örneğindeki gibi) davranışlarla ilgili oluşan iz
lenimi temel alarak, ya da (Alzheimer hastaları örneğindeki gi
bi) yerleşik kimlik algısını destekleyerek "konuşamayanlara,
kelimenin gerçek anlamında zihin ve benlik 'yaptıklarını' gös
terir" (Holstein ve Gubrium 2000, 1 5 2 ) . Kendilerini ifade ede
bilen insanlarda bile, bir bakışın, omuzların gerilmesinin, bir
göz kırpışın ya da bir iç çekişin ne çok anlam ifade ettiğini bi
liriz . Pek çoğumuz bu farkı erken yaşta öğrenmiştir; herhal
de annesi tarafından, başına açtığı işlerin söylediklerinden de
ğil onları söyleme şeklinden kaynaklandığı konusunda uyarı
lan tek kişi ben değilimdir. Mead haklı olsaydı, pek çoğumuz
ebeveynlerimize hiç küstahlık etmemiş olurduk, zira bizim as
lında neyi kastettiğimizi anlarlardı. Oysa Myers'in ( 1 998, 1 2 1 )
açıkladığı gibi:
1 68
sel biçimde erişilebilir kılmasında, işitilebilirliğinden farklı bir
yönü de etkili oluyor demektir.
Açıktır ki, dile aşın vurgu yapmak, benliğe katkı sağlayan bir
enformasyon kaynağı olarak etkileşimi büyük ölçüde safdışı bı
rakır. Dahası, bu, anlamlı etkileşimcileri, sadece diğer insanlar
la sınırlar. Konuşma dili ötesindeki unsurların önemli olduğu
nu geçici olarak da olsa kabul ettiğimiz zaman, hayvanlar, insan
benliğinin oluşumunda rol alabilir. Öte yandan, daha önce orta
ya attığım iki soru hala yanıtlanmayı bekliyor. Hayvanların ben
liğin oluşumu sürecinde nasıl yer aldıkları sorusunu, sonraki bö
lümlerde ele alacağım. Hayvanların benliğe katkı sağlayan diğer
şeylerden ne farkları olduğu sorusunu ise burada yanıtlayacağım.
Buraya kadar kaba hatlarıyla çizmiş olduğum benliğin he
deflerini karşılayabilecek -ve karşılayan- başka sayısız şey var
dır. Sanat, müzik, hobiler, doğa ve kitaplar, "insan benliğinin
oluşumunda rol alır." Ben, canlı ötekilerle etkileşimimizde bir
fark olduğunu öne sürüyorum. Araştırmalar, durumun gerçek
ten de böyle olduğunu gösteriyor. Örneğin, davranışçı James
Watson, literatürde "Küçük Albert" diye tanınan on bir aylık
erkek bebekle yaptığı ünlü bir deneyde , çocuklardaki şartlan
mayı göstermişti. Watson, yüksek sesli müziği, canlı bir sıça
nın görüntüsüyle eşleştirmiş ve sonuçta çocuğu sıçandan kork
maya şartlandırmıştı. Davranışçılığa göre, nesnenin canlı ya da
cansız olması fark etmiyordu ; önemli olan, tepkinin şartlandı
rılabildiğiydi. Sonraları, psikolog Elsie Bregman, bu varsayımın
hatalı olduğunu gösterdi. Bergman, Watson'ın deneyini tah
ta bloklar ve paçavralar kullanarak tekrarladığında, başlangıç
taki korkunun sönümlendiğini buldu ; oysa korkunun kaynağı
sıçan olduğunda, durum farklıydı. Dolayısıyla, bebekler dahi,
canlı ile cansızı ayırt edebiliyordu . 3 Buradan çıkarılacak ders,
hayvanların sunduğu etkileşimin, insan etkileşimiyle (aynı za
manda farklı pek çok yönü de olsa) ortak bir yönü olduğudur .
Başka bir deyişle , hayvanlar, tahta ve paçavraların sunamadı-
1 69
ğı bir şeyi sunmaktadır. Araştırmam sırasında, çocuklarda bu
nun kanıtlarını gördüm. Gezici Sahiplendirme Birimi'nde, ba
ğışların toplanmasında kumbara olarak kullanılan, yaklaşık bir
metre boyunda, içi oyuk bir kedi ve köpek "heykeli" vardır. Bu
kumbara -ilk başta- küçük çocukları büyüler. Köpeğin kulak
larına ve burnuna dokunur, kediye "miyavlarlar. " Bazen kö
pekte handana ya da ağızlık takılı olur; o zaman, çocuklar onu
çıkarmaya ya da düzeltmeye çalışırlar. Her ikisini de okşayıp,
köpeğin kafasında bulunan, insanların para atmak için kullan
dığı deliğe parmaklarını sokarlar. Ancak sonunda, canlı ya da
"gerçek" hayvanları cansız heykele tercih ettikleri açıkça ortaya
çıkar. Plastik köpek ve kediyi incelemek ve onlarla konuşmak
için genelde birkaç dakika harcarken, gerçek olanlarla anne ve
babalarının izin verdiğince çok zaman geçirirler.
İnsan benliği için "ifade ettikleri anlam" bakımından hayvan
lar ile cansız nesneler arasındaki fark, ötekinin öznel varlığıyla
ilişkilidir. Etkileşim bize bir kaynaktan geldiği izlenimi vermeli
dir ve ötekini, tıpkı bizim gibi bir zihne, niyetlere ve arzulara sa
hip olarak görmeliyizdir. Bu , yalnızca bize ötekinin benlik duy
gusunu kanıtlamakla kalmaz, kendi benlik duygumuzu da doğ
rular. Ötekinin öznel varlığını nasıl algılarız? Başka insanlar söz
konusu olduğunda, onların kendileri hakkındaki beyanlarını
temel alabiliriz, çünkü dilimiz ortaktır; ancak, daha önce söyle
diğim gibi bunlar her şeyden çok, insanların kendileri hakkın
daki beyanlarının normlarını ortaya koyar. Örneğin, size ken
dinizi tarif etmenizi söylesem, vereceğiniz yanıtlar, bana bilinç
te özümsenmiş ve dille kurulmuş bir benliği gösterir. Bu kendi
içinde ve kendi için ilginç olmakla birlikte, bana bir göbek uzak
bir bilgidir. İnsanların kendileri hakkında nasıl konuştuklarının
ve düşündüklerinin göstergesidir. Öznel deneyime ilişkin her
hangi bir şey ortaya koymaz. Dolayısıyla, insanlar söz konusu
olduğunda dahi, öznelliği doğrudan gözlemleyemeyiz. Ona do
laysız erişimimiz yoktur. Onu , etkileşim sürecinde dolaylı ola
rak algılarız. Sonraki bölümde göreceğimiz gibi, hayvanlarla et
kileşimimizde de aynı durum söz konusudur.
1 70
7
BENLİK ÖTEKİNE KARŞI:
ÇEKİRDEK BENLİK
eleştirmezler.
1 71
min sosyal, ya da "çevresel" tarafı, geleneksel olarak sosyoloji
nin alanına girer, ancak işin bir de , fizyolojik nitelikler ile ben
lik arasındaki nörobiyolojik bağlantılardan oluşan, iyi belge
lenmiş "doğal" kısmı vardır (bkz. Damasio 1 999) .
Hayvanların benliklerini bilmemizi sağlayan ikinci süreç, et
kileşim sırasında kendi öznellik duygumuzun onaylanmasıdır.
İster insan ister hayvan olsun, başkalarıyla etkileşim kurmak,
kimlik algımızı, hatta var olduğumuza dair algımızı doğrular.
Altıncı Bölüm'de, benliği hedeflere sahip olmak diye tanımla
mıştım . Ayrıca, ilişki arayışında olmamıza , gitgide karmaşık
laşan etkileşimlere girmemize ve başkalarının esenliğine iliş
kin kaygı bildirmemize bakarak, benliğin hedeflerinden biri
nin "var olmayı sürdürmemizi" sağlamak olduğunu savunmuş
tum . Buna şöyle de bakabiliriz: Benliğin, bir şeyleri yapmamı
za olanak sağlayan işlevsel bir tarafı vardır. Ancak, benlik aynı
zamanda hissetmemize ve bilmemize de olanak sağlar. Dolayı
sıyla, benliği, bir hedefler sistemi olduğu kadar, bir deneyimler
sistemi olarak da tanımlayabiliriz. Bu iki benlik duygusu birlik
te var olur ve birbirini biçimlendirir. Bebekler, temel benlik de
neyimlerini başkalarıyla etkileşim yoluyla edinirler. Daha son
ra bu etkileşim, bizim benlik ile öteki arasında kritik ayrımlar
yapmamızı sağlar. Ben-öteki ayrımı da, yine hem daha ileri et
kileşime ve ilişkiye olanak sağlar, hem de onları gerektirir.
Benliğin bir deneyimler sistemi olduğu fikri , William Ja
mes'in öznel benlik duygusuna, ya da "Ben"e erişme dene
melerinden ortaya çıkmıştır. Söz konusu denemelerde James,
"Ben"in esasını oluşturan ve bizim onun farkında olmamızı
sağlayan dört özelliğini belirlemiştir. O günden beridir, başka
düşünürler, bilhassa bebek öznelliğini araştırmak üzere , bun
ları rafine etmekle uğraşmıştır (bkz. Stern 1 985; Myers 1 998) .
Bebeklerin , bakımlarını üstlenenlerle aralarındaki etkileşim
şekli, daha bebeğin ilk aylarında bile , bu temel özellikleri gös
terir. Bebekler ben ile ötekini ayıramadığından, öznelliklerinin
bu özellikleri, hayvanlarda benliğin araştırılması için iyi bir çı
kış noktası oluşturur. Sözünü ettiğimiz dört özellik şunlardır:
1 72
1 . Başkalarının edimlerinin ve hareketlerinin değil, kendi
edimlerinizin ve hareketlerinizin yaratıcısı olmanız an
lamında bir faillik duygusu;
2. Kendinizi failin mevzilendiği fiziki bir bü tün olarak
kavramanız anlamında bir bütünlük duygusu;
3. Benliğin diğer deneyimleriyle ilişkili olan, belli örüntü
ler taşıyan duygulara sahip olmanız anlamında duygula
nımlılık;
4. Bir yandan değişseniz bile, bir ölçüye kadar aynı kalma
nız anlamında bir özgeçmiş (veya süreklilik) duygusu.
FAiLLiK
"Faillik" çoğunlukla "yapı-fail tartışması" diye anılan bir tartışma içinde var
sayılan karşıteziyle eşleştirilmiş biçimde karşımıza çıkar. Bu, insan eylemini
açıklamak için sosyolojik (dış) etkenlerin mi, yoksa psikolojik (iç) etkenle
rin mi kullanılmasının "doğru" olacağı üzerine süregelen bir tartışmadır. Sos
yologlar genelde yapısal açıklamaları öne çıkararak, failliği (ve kültürü) " kav
ramsal olarak yenilen taraf' diye bir tarafa bırakırlar (Hays 1 994, 58). Bu tartış
manın geçmişi ve potansiyel bir çözümü için bkz. Emirbayer ve Mische 1998
(aynca bkz. Rubenstein 200 1 ; Cöte ve Levine 2002) . "Faillik" sözcüğünün çe
şitli kullanımlarından bazılarını daha da aydınlatacak görüşler için bkz. Davi
es 2000, 4. bölüm.
1 73
ve siz beni bir iskemleye ittiğinizde, bu büsbütün farklı bir şey
dir) ve hissedilen sonuca ilişkin belli bir farkındalığı da içeren
birçok özelliğe sahiptir (iskemleye oturma niyetim, hissettiğim
oturma sonucunu getirir) . Burada sözünü ettiğim türden bir fa
illik, fail varlığın arzularının , dileklerinin ve niyetlerinin yanı
sıra, bunlara sahip olduğu duygusunu taşıması bakımından da,
bir bilinçlilik seviyesini gösterir. Başka bir deyişle, benliğin bu
unsuru, eylemi yapanın sırf arzulara ve dileklere sahip olması
değil, aynı zamanda , bunun farkında olmasıdır.2
Faillik, "motor plan" adıyla bilinen beden-beyin bağlantısın
dan dolayı, bir istem ya da irade duygusunu ortaya koyar. Kısa
ca anlatmak gerekirse, bu zihinsel kayıt, kas gruplarımızın ref
leksten üstün herhangi bir gönüllü motor becerisini yerine ge
tirmesinden önce ortaya çıkar.3 Bir kalemi almak için her uza
nışımızda ve bir sayfayı her çevirişimizde bir motor plan devre
dedir. Motor plan bilincin dışında gerçekleşir, ancak başarısız
olduğunda kolayca bilince girebilir. Bir yere oturmaya niyetle
nip de yanlış bir konum alarak yere düştüğümüzde , ya da ka
şımızı kaşımak isteyip parmağımızı gözümüze soktuğumuzda,
bir şeylerin ters gittiğini biliriz. Motor planın varlığı irade duy
gusunu destekler. Neyse ki çoğu zaman bu terimlerle düşün
meye ihtiyacımız yoksa da, bu durum, eylemlerimizin "bizim"
olduğu duygusunu yaratır. Hayvan bedeninin işleyişi de bizim
kilere benzer olduğuna göre, hayvanların da, eylemlerinin ken
dilerine "ait" olduğu duygusuna sahip olmalarını bekleyebili
riz. Bir köpeğin ya da kedinin bir yere sıçramaya çalışırken düş
tüğünü ya da kaygan bir yerde ayaklarının kaydığını görmüşse
niz, kısa bir an süren " toparlanmaya" ve hatta, belki bizim san
dalyeyi ıskaladığımız ya da elimizi gözümüze soktuğumuz za-
2 Failin bilinçli olmadığı ve failliğin bilinçle birarada olduğu durumlar konusun
da bir tartışma için, bkz. Dawkins 1998.
3 Motor planlar hakkında daha fazlası için, bkz. Stern 1 985, bilhassa sayfa 78'de
ki elyazısı örneği. Deneklerden (önce normal boyutta bir kağıda, sonra tekrar,
bu kez normalden çok daha büyük bir karatahtaya olmak üzere iki kez imza
larını atmaları istenmiş ve elde edilen iki imza yan yana getirildiğinde, benzer
oldukları görülmüş. Bu eylemler iki farklı kas grubuyla yapıldığı halde, ortaya
çıkan imzalar aynıydı. Bunun nedeni, imza için olan motor planın zihinde "ya
şaması" ve farklı kas gruplarına nakledilebi\mesidir.
1 74
man hissetiğimize benzer bir mahçubiyet sergilediklerine şahit
olmuşsunuzdur.
İnsan bebeklerde, doğumdan sonraki ilk aylarda, faillik duy
gusunun çeşitli göstergeleri ortaya çıkar (bkz . Stern 1 985) .
Nesnelere uzanma ve tutup ağıza götürme becerileri bu erken
safhada ortaya çıkan örneklerdendir. Bebekler, doğumdan dört
ay kadar sonra, parmaklarını belli boyutlardaki nesneleri kav
rayacak şekilde tutmak için, görsel verileri kullanmayı öğrenir
ler. Faillik sözsel yetilere dayalı olmadığından, bu, diğer türler
de de mümkündür. Bunun kedi ve köpeklerde nasıl ortaya çık
tığına dair bazı örnekler vereyim.
Hayvanların failliğine ilişkin güçlü kanıtlar, köpek eğiti
mi alanında, en temel seviyede bile görülür. Eğitmenlerin kö
peklere öğrettikleri en önemli şey, özdenetim uygulamadır: Ve
bunu tam da bu sözcüklerle ifade ederler (ayrıca bkz. Sanders
1 999, 138) . Bu, köpeğin bir eylemi kendiliğinden başlatabile
ceği duygusuna sahip olduğunun varsayıldığını gösterir, zira
kendini denetlemek için öncelikle bir irade ya da istem duygu
suna sahip olmak gerekir. Hayvanlarda, insanlarda olduğu gi
bi, failliğin ortaya çıkması gelişimle bağlantılıdır. Yavru köpek
lerin nasıl "oturacaklarını" öğrenme yetileri, bebeklerin kendi
kendilerine nasıl yürüyeceklerini ya da kendilerini nasıl doyu
racaklarını öğrenme yetilerinden daha fazla değildir. Yine de ,
bunları yapabilme kapasitesine sahiptirler ve köpek eğitimi ,
köpeğin failliğini, onun insanlar arasıı;ıda yaşamasını sağlaya
cak şekilde biçimlendirmeyi içerir. Köpekler, ilk akıllarına ge
len şeyi yapma güdüsünü denetlemeyi öğrenmek zorundadır
lar, çünkü bunlar genelde sıçrama ve havlama gibi, insanların
hoşlanmadığı şeylerdir.
Barınakta köpeklerin sosyalleşmesi için epey zaman ve ça
ba harcanır. Ben de pek çok kereler, personelle birlikte , yete
rince sosyalleşmemiş bir köpeğin daha uyumlu hale getirilmesi
için uğraştım. Bunların bir örneği de, tek kulağı kalkık tek ku
lağı inik görünümüyle kolayca şefkat uyandırabilen kırma bir
köpek yavrusuydu . Ancak, bu yavrunun davranışları, çoğu in
sanı onu sahiplenme konusunda iki kere düşünmeye itiyordu.
1 75
Ne zaman biri sahiplendirme bölümüne gelse, bu köpek, kafe
sinin kapısına doğru atlayıp deli gibi havlıyordu. Amacımız kö
peğin failliğinden yararlanarak, davranışlarını, sahiplenicile
re daha cazip gelecek şekilde değiştirmekti. Çözümün anahta
rı, onun ödüllendirilmesine yol açan şeyin ne olduğuna ilişkin
kanaatini değiştirmekti. Bu işlemde, benliği ötekinden ayırt et
meye yönelik dilsel olmayan yeti öne çıkar.
Kafesinde sıçrayıp havlayan köpek, iki tür ödül elde eder.
Davranış , kendine yönelik (yani enerj isini boşaltma amaçlı)
olduğu müddetçe, sürekli olarak ödüllendiricidir. Diğer yan
dan, başkalarının ilgisini çekmek amacıyla onlara yönelik ol
duğu müddetçe, ödüllendirici olabilir ya da olmayabilir. llgi
den doğan ödüllendirme başkalarına bağımlı olduğu sürece ,
ne zaman gerçekleşeceği belirsizdir. P e k çok insan, böyle bir
köpekten çekinecektir - nitekim, yukarda söz ettiğimiz köpek
için de durum buydu. Farklı pekiştirme tarifeleri* arasında ay
rım yapabilme yetisi, benlik ile öteki arasında ayrım yapmamı
za yardımcı olur. Faillik de yine benlik ile öteki arasında farklı
laşmaya olanak sağlar. Örneğin sırtımı kaşımak için elimi arka
ya uzattığımda, kaşıma fiilim hissedilebilir sonuçlar verir. Bun
ların en önemlisi kaşıntıdan kurtulmaktır; bir diğer sonuç, ka
şımayı gerçekleştiren parmaklar aracılığıyla yaşadığım duyum
dur. Parmaklar kaşınmanın olduğu deriyi hisseder ve ben ken
dimi kaşımakta olduğumu bilirim. Bunun tersine, kocamdan
sırtımı kaşımasını istersem, kaşıntıdan yine kurtulurum, ama
kaşımayı yaptığım hissini duymam. Ayrıca, kaşımayı kendim
yaptığımda , hedefi tutturacağım kesindir. Oysa eğer sırtımı ko
cam kaşırsa, bir-iki kez "Yukarı, aşağı . . . Şimdi biraz sağa. Şim
di sola, " gibi konuşmalar geçer ve yine de sonunda kaşınan ye
ri kendim kaşımak zorunda kalabilirim. Kısacası, kendi sırtımı
kendim kaşımamda olduğu gibi, bir eylem kendi inisiyatifinizle
yapılmış ve benliğinize yönelikse, o eylemde sürekli ve yüksek
pekiştirme tarifesi söz konusudur. Benliğe yönelik olarak baş
kasının eylemlerinde ise , pekiştirme daha sürprizlidir. Farklı
1 76
pekiştirme tarifeleri, benlik ile öteki arasında ayrım yapabilme
mize yardımcı olur.
Farklı pekiştirme tarifeleri arasında ayrım yapma yetisini he
nüz üç aylık bebekken geliştirmeye başladığımız göz önüne alı
nırsa, sosyalliği yüksek diğer hayvanların da, benlik ile öteki
arasında ayrım yapabildikleri fikri aynen geçerli olarak, bunu
yapabilmeleri muhtemeldir. Köpek örneğine dönersek, barınak
çalışanları ve ben, ona bu ayrımı fark ettirmek ve başkalarından
ödül gelmesi olasılığını nasıl artıracağını öğretmek zorunday
dık. Bu amaçla, kafesinin önündeki trafiği azaltmak için, onu
bir-iki günlüğüne sahiplendirme bölümünün dışında bir ye
re aldık. Atlama ihtiyacını azaltmak için ona düzenli bir egzer
siz planı hazırladık. En önemlisi de, bu kötü davranışım ödül
lendirmeyi kestik. Ona yalnızca sakin ve dört ayak üstünde ol
duğu zamanlarda ilgi gösteriyorduk. Eğer havlarsa ya da zıplar
sa, kafesinden uzaklaşıyorduk. Birikmiş enerjisinin bir kısmı
nı egzersizle boşalttığından, çok geçmeden, ilgi ödülü bu kö
pek için daha öncelikli hale geldi. Dahası, ilgi başkalarına bağlı
olduğundan , kısa süre sonra, onu elde etmek için kendini kon
trol etmeyi öğrendi.
Elbette ki bu köpek, bu kısa davranış değiştirme egzersizi so
nucu bir itaat abidesine dönüşmedi. Ancak yine de kendi ken
dini denetleyebileceğine dair işaretler vermeye başladı ki po
tansiyel bir sahiplenici için, çoğu zaman sırf bunu görmek bi
le yeterlidir. Birgün personelden biriyle bu köpek için yaptığı
mız çalışma hakkında konuşurken , kadının şu sözü , işin esası
nı tam olarak kavramamı sağladı: " Onu, sahiplenilmeye değe
cek bir köpek olduğunu insanlara gösterebileceği duruma ge
tirmeliyiz. " O an anladım ki, görünürdeki işimiz her ne kadar
köpeğin temel köpek terbiyesi edinmesine yardım etmek olsa
da, örtülü ama asıl hedef, onun, sorunlu davranışlarının altın
da ya da onların dışında başka bir şeylere sahip olduğunu ka
nıtlayabilecek duruma gelmesini sağlamaktı. Başka bir deyişle,
bir benliğe sahip olduğunu -ya da bir benlik olduğunu- insan
lara gösterecek şekilde kendi davranışı üzerinde denetim kur
masına yardım etmemiz gerekiyordu.
1 77
Kedilerde açık eğitim köpeklere kıyasla daha nadir olsa da,
çoğu zaman dolaylı olarak gerçekleşen bir süreçtir.4 Kimin kimi
eğittiği biraz tartışmalı olmakla birlikte, kedisi konserve açaca
ğının sesine koşarak gelen herkes bunu bilir. Alger ve Alger'in
(2003 , 2 1 ) belirttiği gibi, kedilerle yaşam genelde köpeklerle ya
şamdan daha kuralsız olduğundan, terbiye o ölçüde önemli de
ğildir. Kediler ile bakıcıları arasındaki etkileşim, köpekler ile ba
kıcıları arasındaki hedef odaklı etkileşimden farklı olarak, çok
sosyaldir. Bu suretle, konuştuğum kedi bakıcıları, çoğunlukla,
kedi failliğine ilişkin başka kanıtlar gösteriyordu. Bakıcıların de
falarca değindikleri bir örnek, göz temasıyla ilgiliydi. Bir adam
bunu , "Aniden dönüp bana bakar" diye tarif etmişti. "Nedeni
ni bilmiyorum. Ama adeta beni inceler gibi alıcı gözle bakar. "
Bazı insanlar için, bir kedinin kendilerine bakması, onu sahip
lenme kararını kesinleştirmeye yarıyordu . Birçoğu şöyle diyor
du: "Onu sevdim, çünkü bana bakıyordu" (ayrıca bkz. Alger ve
Alger 2003 , 1 6 1 ) . Bir kedinin yanlarına gelmesi de, yine failli
ği doğrulayan bir işaretti. 'Televizyon seyretmeye oturduğum
da," demişti kedi bakıcılardan biri, "olduğu yerden kalkıp uzun
adımlarla yanıma gelir ve benimle oturur. O yürüyüşünü izler
ken, ne yaptığının farkında olduğunu açıkça görebiliyorum. "
Kedi bakıcılarının, dostlarının failliğini deneyimlemelerinin
bir diğer yolu da, dokunmadır. Örneğin, bir bakıcı, şöyle bir
anekdot aktardı:
1 78
Kedi bakıcıları ayrıca, kedi dostlarının, insan dokunuşunun
onlardaki karşılığı olan baş ve beden sürtme hareketiyle nasıl
temas başlattıklarından sıkça söz ediyorlardı (aynca bkz. Mer
tens 199 1 ) . Kedilerde bu bir selamlaşma davranışıdır ve bunu
genelde kişinin elindeki eşyaların incelenmesi takip eder. Bir
kedi bakıcısı şöyle anlatıyor:
1 79
kediye aynı şekilde davransaydık, bu tutarlı davranış, tüm hay
vanları aynı şekilde gördüğümüzü gösterirdi. Ancak farklı hay
vanlar farklı tepkiler doğurduğundan, hayvanların öznel dolay
sızlık duygusu açıkça ortadadır. Faillik, bu öznel dolaysızlığın
bir unsurudur.
BÜTÜNLÜK
1 80
tuvar görevlisi ya da veteriner köpekten kan alırken onu kuca
ğımda tutmuştum ve ilk ameliyatından sonra, ayıldığında ya
nında oturuyordum. Köpek, iyileşip sahiplendirme bölümü
ne geçtiğinde, benden çok diğer gönüllüler tarafından yürü
yüşe çıkarıldı. Buna rağmen, beni ne zaman görse, kuyruğunu
sallıyor, bana bakıyor ve bana doğru gelmek için tasmasını çe
kiştiriyordu. Birgün, bu köpek (dikişlerini yalamasını engelle
mek için takılan) başlık yüzünden etrafını tam olarak göremez
bir halde, o sırada biriyle sohbet etmekte olan başka bir gönül
lünün yamda dikiliyordu . Uzun bir koridorun diğer ucundan
ona doğru yaklaşarak yürüdüm. lyice yaklaştığımda, orayı ke
sen başka bir koridorun yanından geçtim ve o yöne sapan biri
ne seslenerek selam verdim . Bunu yapar yapmaz, köpek kuy
ruğunu sallamaya başladı ve adeta ben olup olmadığımı doğru
lamak ister gibi, hızla arkasını döndü. Kısacası, etrafında baş
ka bakıcılar olduğu bir anda bile, benim sesimi tanıdı. Köpek
ler ve kediler, ayrıca "hatasız" insan formunu da ayırt edebilir
ler. Örneğin yağmurluk giyinmiş ya da motosiklet kaskı takmış
bir insandan genelde korkarlar. Skipper, barınaktayken bir ke
resinde bir kafes görevlisini ısırmıştı; adam temizlik yaparken
büyük, yeşil lastik eldivenler takmış olduğu için ısırıldığından
şüpheleniyordu . Eldivenler, yabancı -normal insan formuna
aykırı- görünmüş olsa gerekti.
Kedilerde bütünlük duygusunun varlığını kanıtlayan bolca
örnek vardır. Kediler, özgül öteki kedileri tanırlar, bu da on
ların arkadaşlık kurmalarına ve hiyerarşiler oluşturmalarına
olanak sağlar. Kedilerimden biri, kürk desenlerini birbirinden
ayırt etme yetisi olduğunu kanıtlamıştı. Siyah-kavuniçi alaca
lı tüylerinden ötürü "kaplumbağa kabuğu" diye adlandırılan
üç renkli kediler, kedimin yakınlık kurmayı açıkça tercih e tti
ği gruptu. Benzer biçimde, Alger ve Alger'de (2003 , 100) , barı
nak kedilerinin özgül ötekileri ayırt etme yetisine işaret edecek
biçimde, birbiriyle uyuşan arkadaşlık kurma modellerine dair
kanıtlar yer alır. Bütünlük, kültürel bir pratik olarak hayvan
ların isimlendirilmesini doğurmuştur; bu, "hayvanın özgünlü
ğünün, benlik ile öteki arasındaki benzersizliğin " altını çizer
1 81
(Myers, 1998, 7 1 ; ayrıca bkz. Phillips 1 994; Masson ve McCart
hy 1 995) . İnsanların hayvan sahiplenirken yaptıkları şeylerden
biri, hayvanlarına isim vermek ya da önceki isimlerini değiştir
mektir. Bakıcıların bazıları ismi önceden kararlaştırmış olarak
gelse de, çoğu , bunu zamana bırakarak, ismin hayvana uyması
gerekliliğine ne ölçüde önem verildiğini gösterirler. Bir müla
kat sırasında bir bakıcı şöyle demişti: "Ona doğru ismi verebil
mem için onu tanımam gerekiyordu. Onun nasıl biri olduğunu
öğrenmem lazımdı ve bu birkaç günümü aldı." Bir hayvanın is
minin değiştirilmesi, hayvanın kimliğinin etkileşimle ne derece
ortaya çıktığını yansıtır. Örneğin bir bakıcısının "Rowdy" [ Taş
kın) adını verdiği bir köpek, köpeğin mizacına ilişkin son de
rece farklı algılamalar olduğunu gösterecek biçimde, yeni evin
de "Sadie" [ Mahzun] adını almıştı. Benim evimden geçmiş olan
evlatlık kedilerin pek çoğu , sahiplenilir sahiplenilmez yeni
isimler alırlar. G enelde yaptığım gibi, kedinin yeni aileye uyum
sürecini takip etmek amacıyla sahiplenicileri aradığımda, kedi
lere verilen -yeni hayatlarının bir yansıması olan- yeni isimle
ri öğrenmekten keyif alının.
Çok farklı bir bağlamda yapılan bir başka araştırma, bütün
lük ile isimlendirme arasındaki ilişkiyi doğrular. Mary Phillips
( 1 994, 1 2 1 ) araştırmacıların deney hayvanlarına yönelik dav
ranışını konu alan araştırmasında, isimlendirmenin hayvanlara
bireysellik kazandırdığını onaylar. Phillips şöyle yazar:
1 82
yanıt ve tepki " taşıyıcısı"dırlar. Böylelikle, isimlerin olmaması
bile, onların bütünlükle olan ilişkisine dair bir tür kültürel ka
bulün yansımasıdır. 5
Köpekler ve kediler, başkalarından gizlenecek sınırlı, fiziki
bir nesne olarak bir benlik duygusu gerektiren saklanma eyle
miyle, bütünlük yeteneğine delalet ederler (bkz . Allen ve Be
koff 1997; Sanders 1 999) . Sanders'e göre ( 1 999, 1 3 7) , "sak
lanma 'mütecessim benliğin' tehlikede olduğu ve gizlenmenin
vakti geldiği konusundaki farkındalığı gösterir. " Oyun sıra
sındaki saklanmada tehlikenin tehditkar olmadığı elbette doğ
rudur; yine de temelde yatan mekanizma aynıdır. Son derece
özelleşmiş etçiller olarak evrimleşmiş olan kediler, avlanabil
mek için saklanma yetisine muhtaçtılar. Bu mekanizmalar ev
cilleştirilmeyle birlikte ortadan kalkmamıştır. Bir kedi bakıcısı
nın söylediği gibi:
5 Hayvanlar her ne kadar birbirlerine isim vermeseler de, bazı türlerde, türün di
ğer bireylerinin "imza" çağnlannın ya da ıslıklannın tanındığı yönünde bulgu
lar vardır. Bkz Masson ve McCarthy 1995, 36-37.
6 Kedilerin bunu nasıl bilebildiğinin yanı sıra hayvanlann nasıl olup da olacak
ları bilir göründükleri hakkında da bir yorum için, bkz. Rupert Shledrake'in
( 1 999) çalışması. Sheldrake ve Bekoff 2000'de, Sheldrake'in araştırması tartı
şılıyor ve bilimin, hayvanlann yapabilecekleri ve yapamayacakları iddia edilen
şeylere ilişkin önyargılarına değiniliyor.
1 83
Bütünlüğün bir diğer göstergesi, odak birliği [ unity of locus]
denen şeydir. İzninizle yine Skipper'ı örnek vereceğim. Skip
per, zırhlı kargo kamyonlarına çok şiddetli tepki gösterir. "Şid
detli tepki" diyorum, zira bunun korkudan mı, nefretten mi
kaynaklandığına hala emin değilim. Bir zırhlı kargo kamyonu
nu , görünüşü kadar, sesinden de tanır. Bu hassasiyetini gider
mek üzere , Skipper'ı yakınlardaki bir kargo merkezine götür
düm ve uslu durması koşuluyla onu ödüllendirmeyi düşün
düm. O büyük, kahverengi zırhlı kamyonları, park halindey
ken dahi tanıdı. Mevki birliğiyle ilgili anlatmak istediğim asıl
nokta ise şu: Skipper bir zırhlı kamyonun sesini duyduğunda,
etrafına bakınarak, bu sesin çıkmasını beklediği büyük kahve
rengi kamyonu arıyor. Örneğin, yürüyüşe çıkmışsak ve o, kö
şeden bu sesin geldiğini duyar, sonra yanımızdan bir araba ya
da farklı bir kamyon geçerse, diğer araçları bu özgün sesin kay
nağı sanma yanılgısına düşmüyor. Etrafına bakınıyor. O kam
yonun geleceğini biliyor. D emek istediğim, o kamyonun ve se
sin birbirlerine ait bütünlüklü bir varlık olduğunu anlıyor. Bu
sesin o kamyondan gelmesi gerektiğini biliyor ve bunu farklı
bir odağa atfetmiyor. Bu, çok basit görünüyor olsa da, benliği
ve ötekini ayırt etme deneyimine katkı sağlar. Dolayısıyla, odak
birliği de, benliğin diğer özellikleriyle birlikte, benliği tanımla
maya ve onu ötekinden ayırt etmeye yardımcı olur.
DUYGULANIM
1 84
gu durumlarıyla ilişkilidir. Darwin'e göre duygusal ifadelerin
ilettiği mesajları tanıma yetisi, bir türün hayatta kalma şansı
nı artırır.7 Bu , sezgi duyusunu yaratır. Bir başkasındaki öfke
yi tanımak, insanı ya da hayvanı, öfkeli olandan uzak durma
ya yöneltir; yavru yırtıcıların avlanma yetilerini öğrenmelerine
yardımcı olan şey de, ilgi duygusunu tanıma meziyeti olabilir.
Görüştüğüm bakıcıların hepsi, köpeklerinin ve kedilerinin
sergilediği duyguları sıralayabiliyordu . Mu tluluk, korku , şaş
kınlık ve kıskançlık en yaygın olanlardı. Üzüntü ve kederi de
sayanlar oldu. Ben de, kedilerimden birinin ölümü üzerine, bir
kedimin yas davranışı gösterdiğine şahit olmuştum. Biri erkek
biri dişi olan bu iki kedi birlikte uyur, birlikte yemek yer ve oy
nar, birbirlerini tımar ederlerdi. Kısacası, yakın dost olmuşlardı.
Erkek kedinin uyutulması gerektiğinde, dostu apaçık yasa girdi.
Aslında, dişinin üzüntüsü , arkadaşının ölümünden önce, ondan
gitgide uzaklaşıp ilgisizleşmesiyle başlamıştı. Erkek öldükten
sonra, dişi, sevdikleri yerlerde onu arandı ve bir-iki gün bir şey
yemedi. Yeni bir eve taşınıncaya dek, bu dişi kedi bir daha "ken
dine" gelemedi. Benim kedi yası diye nitelediğim şey elbette in
san yasıyla aynı şey olmayabilir; bunu söylemeye gerek yok. Öte
yandan, bu dişi kedi, arkadaşının ölümünden sonra, güneşlen
diği zamanki (benim mutluluk ya da memnuniyet diyeceğim)
halinden ya da akşam eve döndüğümde elimdekileri teftiş ettiği
zamanki (merak diyebileceğim) halinden farklı davranıyordu ,
buna eminim. Benzer şekilde, Alger ve Alger'de (2003) de, barı
nak kedilerinin şefkat, hayal kırıklığı, hırçınlık, depresyon, em
pati ve kıskançlık duyguları sergiledikleri anlatılıyor.
Kategorik duygulanımlara ilaveten, ikinci bir duygu boyu
tu vardır ki, duyguyla ilgili geleneksel kategorilere kolayca da
hil edilemez. "Canlılık duygulanımları" diye bilinen bu boyut,
özel, ayrı duygulardan ziyade , duygulanma şekilleridir. Bun
lar insan ve insandışı hayvanların davranışındaki ritimden bü-
1 85
yük oranda sorumludur. Bruner ve Kalmar'a göre ( 1998, 3 1 1 ) ,
bunlar "bir yaşama 'hissine' -moduna, akışına, heyecanına, ya
da isteksizliğine ya da her neyse- işaret eder". İnsanlarda can
lılık duygulanımları algısı, erken bebeklik döneminde gerçek
leşir. Bir bebek, daha dili dahi öğrenmeden, her bir duygu için,
"olup biten şeylerde karakteristik bir ilişkisellik saptamaya ve
onu ummaya başlar" (Stem 1985, 89) . Örneğin, ilgi başka bir
his verir, korku başka.
"Canlılık duygulanımları" terimini öğrenmeden çok daha
önce, bunların ne olduğunu biliyordum. Çoğumuz küçük yaş
tan itibaren bunları bilir. Şimdi ergenlik yaşında olan yeğenim
Amanda çok küçükken, işaret ve orta parmaklarımın 'bacakla
rı', elimin ise bedeni oluşturduğu komik küçük bir karakter ya
ratarak, onu eğlendirirdim. Bu karakteri onun kolunda yürü
tüyor, onu gıdıklatabiliyordum , ama ikimiz için de en keyiflisi,
karakterin kankan, Çarliston dansları yapması, ya da bacakla
rını iki yana ayırıp oturması veya neşeyle taşkınlılar yapmasıy
dı. Bu minik kişi -zira kişi olmak için gerekenlere sahipmiş gi
bi görünüyordu- korkuyla titreyebilir, saklanabilir, şen şakrak
yürüyebilir, hatta aç susuz halde Ölüm Vadisi'ni aşarcasına, sü
rünebilirdi. Benzer şekilde, Chaplin filminde, yemekteki soh
betten sıkılan kahramanın, iki çatalı masadaki iki dürüme sap
ladığı bir sahne vardır. Dürümler, dans ederek misafirleri eğ
lendiren , az önce anlattığımıza benzer bir karakterin ayakları
haline gelir. Bu örnekler bizde e tkili olur, çünkü bizler canlılık
duygulanımlarını okuyabiliriz .8 Bizler yüzü olmayan bir elin
genel devinim halini yorumlayabilir, onun ne zaman şen şak
rak, pecmürde ya da gamsız 'hissi verdiğini' biliriz. Bunun yüz
ifadeleriyle hiçbir ilgisi yoktur, zira ortada bu ifadeyi göstere-
1 86
cek bir yüz yoktur. Bu, karşılaştırmayı hayvanlar için de geçer
li kılan önemli bir yöntemdir. Hayvanların yüz ifadelerini in
sanlar kadar çarpıcı biçimde değiştirme yetisinin görece sınır
lı olması, onların ifadelerini, duygusal durumlara dair çıkarsa
malar yapmak için güvenilmez kılar. Jeffrey Moussaief Masson
ve Susan McCarthy'nin ( 1 995) işaret ettiği gibi, yunuslar dai
ma tebessüm ediyor gibi görünürler, ancak bu onların mizacın
dan değil, çenelerinin şeklinden kaynaklanır. Yunuslar bu yüz
den saldırganlık gösterirken ve yas tutarken dahi "gülümser
ler" . Aynı şekilde köpekler de sık sık gülümsüyor gibi görünür
ler. Ancak, hayvanların canlılık duygulanımları bizi yüz ifade
lerinden çok daha fazla bilgilendirir.
Hayvanlarla etkileşimimizde, canlılık duygulanımlarını okur
ve bu suretle bazı bireyleri "sevimli," " canlı", "ciddi" , "yumu
şak" , "fıkır fıkır" vs. diye tanımlarız. Bunlar hayvan bireylerin
genel karakteristikleridir ve belirli duyguların ifadelerinden zi
yade çekirdek benliğin parçasıdır. Başka bir deyişle, bir hay
vanı (ya da bir insanı) tanımlayacağımız zaman, genelde can
lılık duygulanımlarına da bir miktar gönderme yaparız. Onla
rın "mutlu" olduklarını söyleriz, ancak çoğu durumda bu sözle
kastettiğimiz şey, münferit bir duygu durumundan ziyade can
lılık duygulanımlarına tekabül eder. İnsanların da hayvanlara
aynı şeyi yaptıklarını tespit ettim. Bu, köpeğin ya da kedinin çe
kirdek benliğinin insan dostları için erişilebilir hale gelmesinin
önemli bir yoludur. Örneğin, köpeğini " tatlı" diye tanımlayan
bir bakıcı için bu , köpeğin genel sakinliğini ve itaatkar eğilim
lerini anlatmanın kestirme bir yoluydu . Aynı şekilde, kedileri
ni bir "karakter" olarak adlandıran çift, bu tabirle, onu genel
de daha masum kedilerin girmeye ve atılmaya cesaret edeme
yecekleri yerlere ve durumlara götüren kendine güven ve me
rak bileşimini ima ediyorlardı.
ÖZGEÇMiŞ
1 87
dek benlik duygusu geçici olurdu" der. Sürekliliğe olanak sağ
layan yeti, bellektir. Olaylar, şeyler, başkaları ve duygular, iliş
kiler bağlamında, bellekte anlamlandırılır ve saklanır. Belleğin
farklı halleri vardır ve bunların bazıları çok erken bir dönemde
işlemeye başlar.9 Özgeçmiş için gereken bellek türü konuşma
öncesidir ve bu tür belleğin birçok unsuru hayvanlarda açık
ça görülür.
Özgeçmiş, çekirdek benliğin diğer boyutlarını kapsayarak iş
ler. Örneğin bütünlük, bir diğer insan ya da hayvanın şeklinin
ya da sesinin algısal anısını gerektirir. Duygulanımlılık, duygu
ları uyandıran şeylerle ilgili anıların kodlanmasını gerektirir.
Örneğin, tıpkı yeğenimin benim iki parmağımdan ibaret minik
karakteri her görüşünde kıkırdaması gibi, köpekler ve kediler
de çok sevdikleri ancak uzun zamandır kayıp olan bir oyunca
ğı gördüklerinde heyecanlanırlar. Bundan başka, faillik de bel
leği gerektirir, çünkü istemli kas hareketinde gerekli olan mo
tor planların meskeni bellektir.
Bir köpeği ya da kediyi bir kez olsun veterinere götürmüş
olanlar, hayvanların mekanları hatırladıklarını bilirler. Örne
ğin, normalde mülayim olan bir köpek, veterinerin muayene
hanesinde gerginleşip saldırganlaşabilir - güvenli bir muayene
için Skipper'a ağızlık takmak zorunda kalıyoruz. Evde sevecen
bir kedi olan Leo , tıslayarak, veterinerin uzattığı eli tırmalar.
Yarasını tekrar sarmak gerektiğinde, ancak iki kişi onu tuttuk
tan sonra, üçüncü kişi bunu kazasız belasız yapabilmişti. Başka
hayvan sahipleri de bunun canlı örneklerini veriyor:
9 Konuşma öncesi bellek için ikna edici bir örnek olarak, ilk çocukluk dönemi
çocuk istismarı kurbanları gösterilebilir. Çocuğun olan biteni tanımlayacak
sözcüklerden yoksun olduğu ve belki olan biteni belirgin biçimde hatırlamadı
ğı halde bile, anılar kalıcıdır. Mesela pantolondan çıkanlan bir kemerin sesi ya
da sigara dumanı veya alkol gibi belli bir şeyin kokusu bunları canlandırabilir.
1 88
normalde oyuncu olan köpeğimin o ortamda diğer köpeklerle
oynayacak kadar gevşeyebilmesi zaman alır.
1 89
türmüştüm . Oraya vardığımızda arabadan dışarı fırlar ve etra
fı bir güzel kokladıktan sonra koşarak o çalılığa giderdi. Ba
na göre bu çalının oradaki düzinelerce çalıdan bir farkı yok
tu ama belli ki onun en sevdiği buydu. Taşındıktan sonra ora
ya ilk kez tekrar gidişimizde, yine aynı şeyi yaptı: Arabadan dı
şarı atladı, etrafı biraz kokladı ve sonra yine aynı çalıya koştu.
Burası onun için tamamen yeni bir yer olsa, bence daha faz
la keşif yapması gerekirdi, oysa o, en sevdiği çalıyı anımsıyor
du. Orayı hiç hatırlamıyor olsa, her yeri koklardı. Ama gördü
ğüm kadarıyla çalılığa gidene kadar geçtiği tüm yolu kokla
madı. Hayır. Çalıyı görür görmez olabildiğince çabucak oraya
yollandı. O çalıyı hatırladı.
1 90
nuç olarak, bellek yetileri onlara farklı bir süreklilik kapasitesi
verir, ama bu bir nitelik farkı değil, derece farkıdır.
1 91
ren kimi zaman iyi gider, kimi zaman kötü. Nitekim, "bugün
kendimde değilim" ya da "bu ben değilim" dediğimiz zaman
larda olduğu gibi, hepimiz, hiçbir şeyi düzgün yapamadığımız
durumlar yaşamışızdır. Goffman hürmet-tavır alışverişini bir
"kutsal oyun" olarak tanımlar ve şöyle der:
1 92
mmlılığının, bakıcının bir benlik sahneleyebilmesine uygun bir
"oyun alam" yaratmasındandır ve aynı şey karşı taraf için de
geçerlidir. llişki asla kusursuz bir uyum arz etmez - tıpkı öte
ki insanlar arasındaki ilişkilerde olduğu gibi . 1 0 En iyi olasılık
la, "uyuşmazlık" optimal -hem bakıcının hem de hayvanın öz
nel deneyimini zenginleştirmeye yetecek kadar- olacaktır. 5 .
Bölüm'de, etkileşim yetilerimiz zorlandığında benliğin zengin
leştiğini savunmuştum. Myers'in dediği gibi, "Hayvanların et
kileşimciler olarak sundukları yalnızca şudur: Tamdık öteki
lik bağlamında yeni enformasyon: uyuşmazlıklar, beklentile
rin aksaması, zorluklar [ . . . ] Etkileşimciler olarak, hayvanlar, in
san örüntüsüyle hem önemli devamlılıklar, hem de bu örün
tüden önemli kopuşlar sergilerler" (Myers 1998, 78-79; vurgu
özgün metne ait) .
Hayvanlar hem bize benzer, hem de bizden farklıdırlar. Bi
zim gibi, onlar da eylem başlatma yetisine sahiptirler. Kendi
dünyaları ve oradaki diğer varlıkların neye benzemesi gerekti
ği hakkında fikirleri vardır. Duygu deneyimleri vardır: Kartez
yen makineler değildirler. Geçmişleri vardır ve biz insanlar gi
bi onları dile getiremeseler de, bu yetiden yoksun olmaları ka
rışık mesajlar yollamaları ihtimalini ortadan kaldırır. Sonuçta,
hayvanlar insana hayat katan -tutarlı ama sürprizlerle dolu
dostlardır. Bir bakıcı şu sözleriyle bu hazzı çok iyi özetlemiş
ti: "Dünyadaki varoluş şekilleriyle benden bu denli farklı olan
canlılarla iç içe yaşamayı çok seviyorum. "
10 Sanının Mark Twain, "eğer iki insan her konuda hemfikirse, ikisinden birine
gerek kalmamıştır" der.
1 93
neyimleri de , aynı anda çekirdek ötekilerin tanınmasını müm
kün kılar.
Hayvanlarla etkileşim , bu özelliklere ilişkin kanıtlar yakala
mak için pek çok fırsat sunar. Benliği faillik, bütünlük, duygu
lanımlılık ve tarih unsurlarına sahip bir deneyimler sistemi ola
rak düşünürsek, hayvanlarla etkileşimimiz bizim bu unsurları
algılayışımızı yansıtır. Örneğin ben bilgisayarımın başında çalı
şırken Pusskin arka ayakları üzerinde dikilip patisini uzatarak
koluma dokunduğunda -zaman zaman, yemek vermek şeklin
de- onunla ilgilenmemi istediğini anlarım . Bu bana Pusskin'in
arzuları ve niyetleri olduğunu iletir. Dahası bu sayede, onun
beni arzularını ve niyetlerini yerine getirebilecek biri olarak
gördüğünü öğrenirim. Onu görmezden gelirsem, onunla ilgile
nene kadar ısrar edecektir. Kimi zaman yer değiştirip daha iyi
bir açı yakalar, hatta monitörü görmemi engellemek için masa
nın üzerine zıplar. Bu yaptıkları, onun, arzularının farkında ol
duğunu bilmemi sağlar, öyle ki bunlar doyurulana kadar işin
peşini bırakmayacaktır. Pusskin, benimle etkileşiminde faillik
kapasitesini kanıtlamasıyla, kendimi eyleyen bir varlık olarak
duyumsamamı doğrular.
Pusskin dikkatimi çekmeye çalıştığı sırada kedimiz Punim
odaya girecek olsa, olaylar önceki gibi devam eder. Ama Punim
değil de Leo girerse, Pusskin durur, savunma pozisyonuna ge
çer ve Leo çok yaklaşırsa, ona tıslar. Leo zaman zaman Puss
kin'e dayılanır; oysa Punim ile Pusskin, tam olarak dost olma
salar da, birbiriyle iyi geçinerek aynı evi paylaşan iki canlıdır.
Kısacası, Pusskin, Punim'le Leo'yu ayırt edebilir ve davranışı
nı ona göre ayarlar. Odaya hangi kedinin girdiğini görmeksizin
Pusskin'i izlesem, onun beden dilinden, Leo'nun mu yoksa Pu
nim'in mi geldiğini anlardım. Pusskin'in şek,il bütünlüğünü ta
nıma yetisi, bende de var olan aynı duyuyu doğrular.
Bir köpekle "yakala-getir" oyunu oynadığımda, bu ister be
nim köpeklerimden isterse barınak köpeklerinden biri olsun,
onun yaşadığı neşeyi ve heyecanı görürüm. Bu algım, kendi
duygusal deneyimlerimi doğrular. Her ne kadar bu oyun bana
çoğu köpeğe verdiği neşe ya da heyecanı vermese de, yine de
1 94
bu hazzı paylaşırım. Kısacası, köpeğin duygulanımlılığını gör
mek, bende de var olan aynı deneyimi doğrular. Benzer biçim
de, bunu yazarken başımı kaldırıp iki kedimizin çalışma odam
daki pencerenin önünde her zamanki yerlerinde uyuklamakta
olduklarını gördüğümde, bu süreklilik benim onlarla ilişkide
olma deneyimimi doğrular.
Benliği deneyimlerle duyumsamak, sahiplendirme bölümle
rindeki etkileşimde gördüğümüz benliğin niyetlerini yerine ge
tirir. Örneğin, benliğin ö tekilerle ilişkiyi gerektirdiğini anımsa
yın. llişkiler, ö tekilerin sürekliliğini ve bir o kadar da etkileşim
yetilerinin artmasını öngörür; bu da ilişkilere belli bir düzeyde
zorluk ve karmaşıklık getirir. Hayvanlar öznel benliklere sahip
olduklarından (ya da öznel benlikler olduklarından) , benliğin
sürekliliği için gereken sınavları sunabilirler. Kuşkusuz bu et
kileşimin karmaşıklığı, diğer insanlarla olan e tkileşimdekiyle
aynı değildir, ancak bu nitel değil nicel bir farktır.
Deneyim olarak benlik fikri, birbirinden farklı benlik ve öte
kilik duygularının hayvanlarda nasıl oluştuğunu gösterir. Aynı
zamanda, bir hayvanın benlik duygusunun e tkileşim sırasında
bizim için nasıl görünür hale geldiğini ortaya koyar. Ö te yan
dan bu , insanlar için olduğu gibi, hayvanlar için de benliğin ek
sik bir tasviridir. Hayvanlar ve insanlar, düşüncelerini, niyetle
rini ve duygularını da paylaşabilirler. Bunun sonucunda, ö te
kinden ayrı bir varlık olarak benliğe karşılık, ö tekiyle birlikte
bir varlık olarak benlik deneyimi ortaya çıkar. Benliğin ö tekiy
le birlikte karşılıklı olarak oluşturulması, ya da "biz" deneyimi,
bir sonraki bölümün konusunu oluşturuyor.
1 95
8
ÖTEKİYLE BİRLİKTE BENLİK:
ÖZNELERARASILIK
1 97
da onu beklemeye alınca, kadının sabrı tükendi ve hışımla te
lefonu kapattı.
Az ötede mutfak tezgahının üzerinde, kıvrılıp oturduğu yer
den olanları izleyen kedi, yerinden kalkıp kadının yanına gel
di . Ona doğru eğilip, kadının ağzını ve burnunu kokladı. Son
ra kolunu ona doğru uzatıp patisini kadının koluna dayadı. Ka
dın dönüp baktı ve o an için öfkesini unutup, kediyi uzun uzun
okşadı. Kedi, poposunu kaldırarak kadının okşamasına karşı
lık verdi. Bir-iki uzun okşamadan sonra, kedi, güveni tazelen
miş biçimde, kıvrılıp yattığı yere döndü.
Bakıcılardan, hayvanların onların duygularını paylaşır gibi gö
ründükleri zamanları ve durumları anlatmalarını istedim. Bana
yukardaki hikayeyi anlatan kadın, her zamanki sabırlı ve sakin
haline alışkın olan kedisinin, öfkeli hali karşısında endişelendi
ğini düşünüyordu. Kadın, dokunuşuyla kedinin güvenini taze
leyince, kedi yeniden rahatlamıştı. Çoğu bakıcının bu tür hika
yeleri vardı. Örneğin bir adam, pazar günleri öğleden sonraları
kanapeye uzanıp kestirirken, köpeğinin de onun yanı başındaki
kendi yatağına uzandığını anlattı. Eğer bir gürültüyle uyanırlar
sa, köpek, önce tedirginlikle ona, sonra pencereye bakıyor, son
ra tekrar ona dönüyordu. "Ben yerimden kıpırdamazsam, o da
kıpırdamaz," diyordu adam. "Ama ben kalkarsam, o da kalkar."
Adam, köpeğin ona bakmasını, "her şeyin yolunda olup olmadı
ğını anlamak için" diye açıklıyordu. Yine, Myers (1998) bir kreş
te çocukların hayvanlarla etkileşimi üzerine yaptığı araştırmada,
şöyle yazar: "Köpeğin heyecanı, dağgelinciklerinin uyuşukluğu
ve yılanın durgunluğu gibi, hayvanların sergiledikleri canlılık
duygulanımlarını çocuklar da aynen yansıtıyorlardı. 1 Aynı şekil
de, hintdomuzu huzursuzsa, çocukların bazıları da ona yem ve
rirken huzursuzlaşıyorlardı" (Myers 1998, 90) .
Bunun gibi örnekler, hayvanların, niyetlerini, duygularını ve
diğer zihinsel durumlarını insan dostlarıyla paylaşma yetileri
olduğunu gösterir. Ortak bir dile sahip olmamamıza rağmen,
bizler, hayvan ötekilerin ortak etkileşim kapasitesine sahip ol-
1 98
duklarını hissederiz. Ilk örnekteki kadın, kedisinin, belki ken
dine öfkelenildiği korkusuyla güven tazelemeye ihtiyaç duydu
ğunu biliyordu. İrkilerek uyandığında köpeği ona bakan adam,
köpeğinin kendi duygu hali için onu güvenilir bir yol gösteri
ci olarak gördüğünü anlıyordu . Hayvanlarla iç içe yaşayan in
sanlar için, karşılıklı benlik oluşturmada bu tür bir bilgi önem
lidir. İnsan ya da insandışı olsun, öteki zihinlerin içindekile
ri tahmin etmek suretiyle, ilişkisel bir benlik duygusu geliştiri
riz. Hayvanların faillik, duygulanımlılık, bütünlük ve özgeçmiş
duygularıyla sergiledikleri çekirdek benlikleri, etkileşimin on
lardaki düşünce ve duyguları paylaşma kapasitesini ortaya koy
duğu durumlarda, başka bir boyut daha kazanır. Biz insanlar,
bu kapasiteye ilişkin tariflerimizi sözcüklere döksek de, dene
yimler dile bağımlı değildir.
Tartışmaya, öznelerarası ilişkiselliğin üç göstergesini incele
yerek başlıyoruz. Bunlar, niyet paylaşımı, ilgi odağının payla
şımı ve duygusal durumların paylaşımıdır. Bu bölümün ikinci
kısmında, 1 . Bölüm' de ortaya attığım, insanların neden hayvan
ları hayatlarına soktukları sorusuna geri döneceğim. Buradaki
tartışmada, hayvanlarla öznelerarasılık deneyimlerinin kimlik
lerimizi nasıl şekillendirdiğini ele alıyorum. Bilhassa, hayvan
ların benlikleri olduğundan ve bizler onlarla öznelerarası ilişki
kurabildiğimizden, hayvanların durumları tanımlamamıza ve
rollerimizi oynamamıza katkıları olduğunu savunuyorum. Ay
rıca hayvanlar, onlarla olan etkileşimden, özellikle de sağladık
ları etkileşimsel zorlukları aşmaktan devşirdiğimiz haz sayesin
de benliklerimizi zenginleştirirler.
NiYETLERiN PAYLAŞILMASI
1 99
Benim mülakatlardan elde ettiğim verilere göre, köpeklerle
dostluğun cazibesi, büyük ölçüde, insanlara oyun oynama ba
haneleri yaratmalarından kaynaklanıyor. Gözlemlediğim ya da
görüştüğüm bakıcıların hepsi, köpekleriyle , aport ve halat çek
me oyunlarında olduğu gibi, düzenli, etkin sosyal nesne oyun
ları oynuyorlardı . 3 Kuşkusuz köpeğin yaşıyla birlikte durum
değişiyordu , ancak, ihtiyar köpekler dahi ara sıra hoplayıp zıp
lamaktan keyif alıyorlardı. Bakıcıların çoğunluğunun, köpekle
rini köpek parkına, diğer köpeklerle sosyal oyun oynamaya gö
türdüklerini bulguladım. Buradaki pek çok bakıcı, köpekleriy
le birlikte her gün ya da neredeyse her gün, sabah erken saat
lerde , öğle vakti ya da iş sonrası arz-ı endam eden müdavimler
di. Hafta sonları da, yine köpek parklarının müdavim oyuncu
ları olan gruplar vardı.
Ancak, eğlenceden nasiplenen yegane taraflar köpekler ve
bakıcıları değil. Bu araştırma için gözlemlediğim ve görüştü
ğüm kedi bakıcılarının da yaklaşık üçte biri, yetişkin kedileriy
le düzenli olarak oynuyordu : Yine burada da, kedinin yaşı be
lirleyiciydi, zira yavru kedisi olanların hepsi, kedileriyle oynu
yordu.4 Bazı bakıcılar kedilerin kendi kendilerini eğlendirdiği
ni söylüyordu (ki bu, kedilerin bu kadar popüler olmalarında
etkili bir özellikleri olabilir) ve çok kedinin olduğu hanelerde,
kediler birbirleriyle sosyal oyun oynuyordu . Oyunun, yaşamla
rının büyük bir bölümünde köpekler ve kediler için önemli ol
duğu ve insan-hayvan etkileşiminin sık rastlanan bir biçimi ol
duğu açıktır.
Daha önce söylediğim gibi, oyun, başka durumlarda başka
anlamları olan davranışlar içerir. Köpek ve kedilerde oyun, hır
lama , tutma, üzerine çıkma, tıslama, ısırma ve tırmalama içe-
3 Araştırmacılar oyunları birçok farklı tipe ayırmıştır; ben burada bunlardan iki
sini ele alıyorum. Biri , iki partnerin bir oyuncakla (ya da oyuncak görevi gören
bir nesneyle) oynadıkları sosyal nesne oyunu. Bakıcılar hayvanlarıyla oynadık
larında, en çok sosyal nesne oyunları oynuyorlar: Köpeklerine bir topu fırlat
maları ya da kedilerine bir zili tıngırdatmaları gibi. incelediğim diğer oyun ise,
iki partnerin birbiriyle oynadığı durumu anlatan sosyal oyun. Daha fazla bilgi
için bkz. Bekoff ve Byers 198 1 .
4 Bu bulgular Reinhold Berghler'in yaklaşık 300 kedi bakıcısıyla yaptığı ayrıntı
lı çalışmanın bulgularıyla aşağı yukarı örtüşmektedir (Berghler 1989) .
200
rir. Bu, oyunu davranışlarla tanımlanmaya elverişsiz kılar. Öte
yandan, hayvanlar, sözgelimi kavga ile kavga oyununu birbi
rinden ayırt edebilirler. Bu iki durumu farklı kılan bir şey var
dır. Peki o "şey" nedir?
Bir oyun tanımı işe yarayabilirdi, ancak oyunu davranışla sı
nırlayan bir tanım hiçbir yarar sağlamaz. Bunun bir alternatifi,
oyunun neyi başardığına bakmaktır. Oyunla ilgili literatürde ,
genelde, oyun faaliyetlerinin bazı işlevleri yerine getirdiği oyun
tanımları kullanılır (bkz. Burghardt 1 998) : avlanmada ya da di
ğer yetişkin davranışlarında daha sonra kullanılacak becerile
ri güçlendirmek gibi. Ancak, oyunun, ne o sırada ne de yaşa
mın sonraki döneminde bir amaca hizmet etmesi şart değildir.
Bekoff ve Allen'ın ( 1 998) işaret ettikleri gibi, işlevci tanımlar
problemlidir çünkü oyunun gerçekleştiği zaman ile buna denk
düşen davranışın yetişkin faaliyetinde ortaya çıktığı zaman ara
sında gecikme vardır. Bu "ontogenetik aralık" , oyun davranış
ları ile yaşamın sonraki evrelerinde görülen sonuçlar arasında
şüpheli bir korelasyon kurar. Örneğin, kedigillerin davranışla
rıyla ilgili çalışmalarda, oyunun yetişkinlik faaliyetleri için bir
pratik yapma şekli olduğuna ilişkin "bulgular yok denecek ka
dar azdır" (Martin ve Bateson 1 988, 1 4) . Buna dayanarak, Be
koff ve john Byers, işlevci olmayan bir tanım sunarlar. Oyunu ,
"doğum sonrasında icra edilen ve amaçsız görünen motor faa
liyetlerin tümü" olarak tanımlarlar; oyunda "başka bağlamlara
ait motor örüntüleri, sık sık, değiştirilmiş biçimlerde ve zaman
sal sıralamaları değiştirilmiş olarak kullanılabilir" (Bekoff ve
Byers 198 1 , 300-30 1 ; vurgu özgün metne ait) . Amaçsızlık, oyu
nun başlı başına bir etkinlik olduğunu vurgulayan bir özellik
tir. Oyun, başka zamanlarda başka amaçlara hizmet eden dav
ranışlar içerdiğinden, önemli olan, hayvanları belli zamanlarda
oyun oynamaya iten şeyin ne olduğunu öğrenmektir.
Goffman'ın terimleriyle ifade edecek olursak, oyun bir dene
yim "çerçevesi" oluşturur. " Çerçeve" , "hem etkinliklerin ken
dilerini, hem de katılımcılarını yöneten düzenleyici ilkeler
le uyum içinde inşa edilmiş bir durum tanımı"dır. (Goffman
1 9 74, 10- 1 1 ) . Oyun, oyuncular ile ciddi dünya arasında "ko-
201
ruyucu bir çerçeve" (Apter 1 99 1 ) ya da psikolojik olarak "tıl
sımlı bir alan" dır. Bu çerçeve, aynı davranışların bir durumda
oyun oluşturmasına izin verirken, başka bir durumda buna izin
vermez . Örneğin, çalışma masamda yaptığım "işin" zaman za
man " oyun" hissi vermesi de, halat çekme oyunlarımız sırasın
da Skipper'ın vahşi hırlamalarının beni korkutmaması da bun
dandır.
Oyun özel bir durum olduğuna göre, her iki oyuncunun da
onu tanıyabilmesi şarttır. Bu suretle oyun, öznelerarasılık yetisi
öngörür. Oyunun partnerleri , ya koruyucu çerçeveye girme ni
yetlerini iletmeli ya da böyle yapmak istemediklerinin işaretini
vermelidir. Başka insanlar söz konusu olduğunda "Oyun oyna
yalım ! " diyebiliriz. Ancak, insandışı hayvanların da, oyun oy
nadıklarına -ya da oynamak istediklerine- işaret etme yollan
vardır (bkz . Bekoff 1 9 7 7 , 1 995; Bekoff ve Byers 198 1 ) . Allen ve
Bekoff ( 1 99 7 , 99) şöyle yazar:
202
Köpek bireyler, oyun reveransının temel j estlerini kendile
rince ayrıntılarla süslerler. Örneğin, Skipper kafasını aşağı eğip
kendi etrafında döner; Dolly, ön patilerinden birini yere vu
rurken, bir yandan da, benim bu durumda çıkardığı kısa hırla
ma için kullandığım tabirle "puflar" . Oyun reveransıyla (ve çe
şitlemeleriyle) , iki köpek birbirlerine sonraki etkileşimin nasıl
olmasını istediklerini işaret ederler. D ahası , Bekoffun anlattı
ğı gibi, köpekler oyun reveransını oyun başlatmak için olduğu
kadar, oyun sırasında "az sonra yapacağım ya da az önce yap
tığım şeye rağmen oynamak istiyorum , niyetim hala oyun oy
namak" demek için de kullanırlar (Allan ve Bekoff 1 99 7, 1 03 ) .
Hangi tür söz konusu olursa olsun, oyun, aldatmaya dahi va
rabilecek ölçüde, faaliyetleri başkalarıyla koordine etmeyi içe
ren son derece karmaşık bir faaliyettir. Bekoffun köpeklerle il
gili araştırması, onların 1) niyet sahibi olma 2) başkalarının bu
niyetleri yanlış anlamlandırabileceğini anlama ve 3) eylemleri
nin hangi bağlama konacağının karşılıklı olarak anlaşılmasını
garantilemek için niyetlerini iletme yetilerini kanıtlıyor. 5 Me
ad'in "anlamsız" j estler söyleşisi tezi böylece çürütülmüş olur.
Bir köpek için bir hırlama her zaman aynı anlama gelmez .
Kedilerle yaşayan insanlar, kedinin oyuna hevesli olduğu za
manları anlarlar; gerçi bildiğim kadarıyla kedilerin oyun reve
ransına karşılık gelen bir davranışları yoktur. Buna rağmen,
görüştüğüm bakıcılar, kedilerinin ne zaman oyun istediğini
-ve ne zaman istemediğini- ayırt edebiliyorlardı. Örnek olarak:
Kedim cin gibi bir edayla oturup kuyruğunu öne arkaya savu
rur. O zaman gidip [ popüler bir kedi oyuncağı olan] Kedi Dans
çısı'm getiririm ve bir süre oynarız. Genelde oyunu ilk terk eden
o olur. Yürüyüp gider ve ben oyunun bittiğini anlarım.
5 Şunu netleştirmek gerekir ki, Bekoff ve Byers'in oyun tanımı maksatlılıgı içer
mez. Oyun reveransı oyun niyetine işaret eder, ancak oyunun kasti unsurla
rı başlı başına sorgulayanın kasll mefhumuna göre degişir. Bu, uzun bir felsefi
tartışmanın konusu olup, Ailen ve Bekoff 1 997, 93'te gözden geçirilerek, şöy
le denmiştir: "eninde sonunda , oyunun maksatlı bir faaliyet oldugu bulgusuna
varılabilir; ancak bunu oyun tanımına dahil etmek erken davranmak o lacak
tır. .. Maksatlılıgın oyunla olan ilintisi a priori tanım degil, ampirik inceleme
nin meselesidir ve biz onun bu sıfatla incelenmesini salık veririz. "
203
Suratında o ifade olduğunda, oyuna hazır demektir.
204
"etkileşilebilir" öteki zihinlerin olasılığını artırır (Stern 1 9 8 5 ,
1 24) . Bu , (aynı türden olsun olmasın) iki bireyin, aynı fikirleri
paylaşabileceğine işaret eder. Burada, çekirdek benliğe ilaveten
farklı bir benlik duygusu söz konusudur. Çekirdek benlik duy
gusu açıkça görülen -oturmayı ya da eve işememeyi öğrenmek
gibi- davranışlarda ortaya çıkarken, öznelerarası boyut, başka
larının bizim içsel deneyimlerimizi ve niyetlerimizi paylaşabil
me olasılığına işaret eder. Sosyal hayvanlar arasında bu yetiye
rastlamak şaşırtıcı olmasa gerek.
Hayvanların insan bakıcılarıyla niyetlerini paylaştıklarına dair
kanıtların bulunduğu tek konu oyun değildir. Gözlemlediğim ve
mülakat yaptığım kişiler, kedilerinin, yemek yeme konusunda,
onlarla niyet paylaşımında bulunduğunu savunuyordu. Birçoğu,
kedilerinin, daima belli saatlerde, patilerini onların yüzüne, ko
luna ya da tenlerinin erişebildikleri bir yerine bastırarak, onları
uyandırdıklarını anlattı. Kediler, bakıcıları yataktan çıkıp onlara
yemek verene kadar bunu sürdürüyorlardı. Bu davranışın birçok
niteliğine bakıldığında, bunun basit bir yönlendirmeden ziyade
("Eğer yataktan kalkarsa, belki bana yemek verir") , niyetini ilet
me ("Kalk ve bana yemek ver ! " ) olduğu açıkça anlaşılır. Bir kere,
kedinin yaptığı şey sonunda biraz yiyecek verilmesi umuduyla o
kişiyi kalkmaya zorlamak olsaydı, kişi yataktan kalktıktan son
ra kedi bu davranışını sona erdirirdi. Kedisinin sabah davranışı
hakkında şu bakıcının anlattıklarına bakalım:
205
ru seyirtir. Ona mamasını vermeden önce kahve yapmaya ya
da başka bir işe girişmeye yeltenecek olsam . . . mümkün değil
dir. Artık öğrendim . Kollarımın arasında dolanıp duracak ve
çabaları m boşa çıkacaktır. Dolayısıyla , önce yataktan kalkıp
ona mamasını veriyorum ve sabah işlerime ancak ondan son
ra girişiyorum.
206
DİKKAT ODAGININ PAYLAŞILMASI
belli bir yöne doğru baktığımda, onlar da durur, bana bir göz
atar ve bakışlarını benim baktığım yöne çevirirler. Bu onların
kendilerini benim bakış açımın yerime koyma yönündeki do
ğal yetilerinin çok açık bir işaretidir. Kelimenin gerçek anla
mıyla, benim "bakış açımı" edinmeye çalışmaktadırlar. Ben bir
şeye bakıyorsam, onlar bunun muhtemelen önemli bir şey ol
duğu sonucuna varırlar. (Sanders 1999, 1 44)
207
Köpeklerin bakmayı başlattıkları da olur. Mülakat yaptığım
birçok bakıcı, köpeklerinin, yürüyüş vakti geldiğinde , önce
tasmalarına ya da kapıya, sonra da onlara bakarak, bunu onla
ra anlattıklarını söylediler. Köpek, dikkatlerini çekmeyi başarır
başarmaz , besbelli bakıcının bakışının da onunkini izleyeceği
ni varsayarak, tekrar tasmaya ya da kapıya bakıyormuş. Kimi
leri de, köpeklerinin, önce onlara sonra da bir kutu bisküviye
veya yemeğin bulunduğu dolaba baktıklarından söz ediyordu.
Kediler ile bakıcıları arasında karşılıklı bakış yöneltme ör
neklerine daha az rastladım. Aslında, bazı insanların kedilerde
korkutucu buldukları şeylerden biri, siz bakışlarınızı başka bir
yöne çevirdiğinizde bile , onların dik dik size bakmasıdır. Bu
nun nedeni, büyük ihtimalle, sizin bakışlarınızı kaçırmanızdır;
kedilerin görsel yetileri ve avlanma güdüleri, harekete odak
lıdır. Kedi fobisi olanlar kedilerin bakışlarına karşılık verme
yi öğrenseler daha rahat ederler. Öte yandan, pek çok bakıcı
nın kedilerinin baktıkları şeye bakmayı denediklerini de tespit
ettim. Kediler sık sık bizim dikkatimizden kaçacak kadar kü
çük ya da hızlı hareket eden şeylere gözlerini dikerler. Bakıcı
lar, kedilerinin bir nesneye kendini kaptırdığını fark ettiklerin
de, genelde kedinin dikkatlerine sunmasını beklemeden, bu
nun ne olduğunu anlamaya çalıştıklarını anlattılar. Diyelim ki
eve bir kelebek giriyor ve kedi hemen ona kendini kaptırıyor.
İnsan ilk seferde kelebeği fark edemeyebilse de, kedinin heye
canla duvara veya raylı cam kapıya sıçrayışları gözünden kaça
maz - ya da kedinin, daha sessiz sedasız biçimde , bakışlarını
duvara veya kapıya doğru kaldırdığı dikkatini çeker. O zaman
insan kedinin dikkat nesnesini tespit etmiş olur, ama kedinin
insana yönelik ilgisizliği devam eder. Bu hakiki anlamda "pay
laşılan" bir dikkat değildir, zira kedi insanın ilgisini tanımaz;
az sonra bunun bir örneğini göreceğiz. Her şeye rağmen, kedi
nin dikkatini paylaşmayı deneme edimi "sosyal ötekiler olarak
hayvanları, aracı ama yine de zorlayıcı bir konuma yerleştirir"
(Myers 1 998, 95).
Kedilerde dikkat odağının paylaşılmasına dair göstergeler
aramaya başladığımda , bu hayvanların özel görsel yetileri dü-
208
şünüldüğünde, söz konusu kanıtın, muhtemelen göz teması
ve ortak bakışta bulunamayacağı fikrine vardım. Başka göster
geler aramaya başladım. Kedi bakıcılarının, yine yiyecekle il
gili olan bir dikkat paylaşımı örneği verdiklerini gördüm . Bir
yıldan uzun süredir kedisi olanların hepsi, bir bakıcının evine
yaptığım ziyarette araştırma notlarıma kaydettiğim şu gözleme
benzer şeyler anlatmıştı:
209
lerle yaşadığım yirmi yıldan uzun sürede, onların seslerini iyi
ce dinledim ve belli durumlarda belli sesler çıkardıklarını öğ
rendim. Kedilerin kuş gördüklerinde çıkardıkları bir ses vardır;
bunu hep kuzu melemesine benzetmişimdir, ancak başkaları
nın bundan cıvıldama diye söz ettiğini duydum. Pencereden dı
şarı bakıp kedilere özgü "kuş sesi"ni çıkardığımda, Pusskin ne
bulduğumu merak ederek yanıma gelir. Birçok kereler, pence
reden dışarı bakıp kuşu aramış ve kuş falan göremeyince (kim
bilir neden) yüzümü koklayıp uzaklaşmıştır.
DUYGULARIN PAYLAŞILMASI
210
Hans, etrafındaki insanların fark edilmeyen, gayri ihtiyari yol
ladıkları ipuçlarını seziyordu : onun doğru yanıta ulaşmasıy
la gözle görülmeyecek biçimde gevşemeleri ya da sessizce ne
fes vermeleri gibi. O günden beridir, "Akıllı Hans Etkisi"nden
söz edenler, Hans'ın sadece beden dilini okuduğu gerekçesiy
le, hayvanlardaki açıklanmamış yetileri reddetmişlerdir. Öte
yandan, burada mesele Hans'ın toplama yapıp yapamaması de
ğildir. Asıl mesele, Hans'ın, atlara ve -insanlar da dahil- diğer
hayvanlara bilmeleri gerekeni söyleyen ince ipuçlarını anlaya
bilmesidir. 6
Köpekler sürü hayvanları olarak başkalarının duygu durum
larına son derece duyarlıdırlar. Köpeklerin vahşi akrabalarında,
hayatta kalmak sürüdeki diğer hayvanların duygularını anlaya
bilmeye bağlıdır. İster başka köpeklerden ister insanlardan olu
şuyor olsun, bir sosyal grupta köpekler bulundukları yeri bil
mek için yine aynı yetilerden yararlanırlar. Gözleri ve yüz ifa
delerini inceledikleri kadar, koku gibi başka sinyalleri de alır
lar. Elizabeth Marshall Thomas, karanlık ruh halini gizlemek
için büyük çaba sarf ettiği bir günde, bir köpeğin yine de onun
diğer insanlardan gizlemeyi başardığı şeyi sezdiğini hatırlıyor:
"Çok uzaktan bir süre bana baktı , sanki gördüğünü sandığı şe
yi gerçekten gördüğünden emin olmak ister gibiydi ve sonra,
ilk izleniminin doğru olduğuna karar vermiş olacak ki, apaçık
mahzun bir eda takındı" (Thomas 1 993, xvii) . Benzer biçim
de , Bekoff da köpeği Jethro'nun onun ruh haline verdiği tep
kiyi anlatır:
---- -----··
6 Akıllı Hans hikayesini ilk duyduğumda, pek çok insanın yapmaktan aciz oldu
ğu anlaşılan bir şeyi yapabildiği için insanlann ona olan ilgisini kaybetmesi be
ni çok şaşırtmıştı.
21 1
Thomas ve Bekoffun anlattıkları, köpeklerin yalnızca bizim
duygu hallerimizi okuduklarına değil, kendi duygu hallerini
bizimkine göre ayarladıklarına da dikkat çeker. Örneğin araş
tırma notlarımdan aldığım şu bölüme bakalım:
212
ve bunu belirtme yetisi atfettiğini göstermiş oldu . Yaklaşsın mı
geri mi çekilsin bilemediği bu ikircikli durumda, kararsızlığı
nı gidermek için bana baktı. "Duygulanımlararasılık" diye bili
nen bu durum, "paylaşılan ve paylaşılıyor olduğu anlaşılan bir
duygu"ya işaret eder (Myers 1 998, 90; vurgu özgün metne ait) .
Bu , pekala, "öznel deneyim paylaşımının ilk, en yaygın ve en
önemli biçimi" olabilir (Stern 1985, 1 3 2) .
İkincisi, yanıtlanmayı bekleyen bir soru daha var: Skipper'ın
duygulanımlararasılığını "yalnızca" içgüdü ya da şartlanma
olarak görüp önemsememeli mi, yoksa bu , bir benliğin varlı
ğına kanıt oluşturur mu? Bir başka deyişle, Skipper beni sürü
lideri olarak gördüğü için bana bakması zaten kaçınılmaz mı
dır? Yoksa bana bakması, benim onun ne hissetiğini bildiğimi
bir ölçüde bildiği için midir? Her iki açıklama da doğru görü
nüyor. Skipper, tüm köpekler gibi, bir lidere bakmaya genetik
olarak yatkındır. Öte yandan, sosyal bir varlık olarak, onun li
dere bakmasının ilişkilerin rolüne dair ortaya koyduğu bir ger
çek vardır. Skipper başka seçeneği olmadığından değil, birlikte
bir geçmişimiz olduğu için bana baktı. Eğer sokakta başka bi
riyle yürüyor olsaydı aynı şekilde davranmayacaktı. Biz onun
la niyetlerimizi, dikkat nesnelerimizi ve başka duygu durumla
rımızı paylaşmıştık. Bu geçmiş, kendi kendini ve benliği pekiş
tirir. Öznelerarasılık, güvenlik ve başkalarına bağlılık duygu
larını artırır. Benliğin hedeflerini anımsarsak, öznelerarasılık,
hayatta kalma başarısında çok büyük bir etkiye sahiptir. Özet
le, tüm kanıtlar, Skipper'ın hareketinin benlikle ilgili olduğu
na işaret ediyor.
Dokunma, duygu durumları paylaşımına dair tutarlı kanıt
lar sunar. Köpekler de kediler de, insanlarla temas başlatırlar
ve ardından gelen etkileşim, görüşmecilerimden birinin şu söz
leriyle ortaya koyduğu gibi, her iki taraf için de keyif vericidir
(ayrıca bkz. Sanders 1 999 , 1 1 ) :
213
üzerindedir) ve başından başlayıp aşağı doğru inerek tüyleri
ni tararım. Kedim buna bayılır; benim için de hipnotize edici
bir iştir. İkimiz de gevşeriz. Ayrıca bu iş çok da samimiyet is
ter, zira ikimiz de can yakacak bir şey yapmayacağımıza dair
birbirimize güveniriz.
ÖZNELERARASILIK VE BENLiK
214
rum. Hayvanların, tıpkı öteki insanlar gibi, bizi rollerimiz hak
kında bilgilendirdiklerini ve durumları tanımlamamıza yar
dımcı olduklarını savunuyorum. Ardından, hayvanlarla etki
leşimin öznel deneyimimizi zenginleştirdiğini savunuyorum.
Daha önceki bölümlerde, iyi ilişkilerin genelde gitgide artan
düzeyde karmaşıklaşmayı gerektirdiğini savunmuştum. Hay
vanlar, öznel varlıklar olduklarından ve öznelerarası deneyim
leri bizimle paylaştıklarına dair kanıtlar sergilediklerinden, bu
nu sağlayabilecek donanımdadırlar. Bu bölümün son başlığın
da, oyun konusuna daha yakından bakarak, hayvanların bizle
rin öznel deneyimini zenginleştiren bir bağlanma düzeyini na
sıl mümkün kıldıklarını göstereceğim.
21 5
insanların eylemde bulunduğunu ve rolün bireyi değil, bireyin
rolü kendine uydurduğunu hatırlatır.
Rollere sembolik-etkileşimci bakış, birbiriyle sıkı sıkıya iliş
kili üç kavram içerir: Yapı, gestalt ve kaynak.7 Buna ilaveten,
bu bakış açısı, rollerin durumlar içerisinde gerçekleştiğini var
sayar. Durumların anlamından bağımsız olarak önceden oluş
muş kalıplar içinde davrandığımızı savunmak yerine, davranı
şı diğer insanlarla dolu ortamlarda gerçekleşen haliyle resme
der. Etkileşimci bakış açısı , insanların, bir durumdaki rollerin
nasıl biçimlendiği ya da etkileşimsel anlamda bileşenlerinin ne
ler olduğu hakkında fikirleri olduğunu vurgular. Örneğin, eğer
doktorla bir randevum varsa, doktorun, hastanın, sekreterin,
hemşirenin, doktorun asistanının vs. rolleri bakımından, duru
mun nasıl şekilleneceğini tasarlayabilirim. Bununla ilişkili ola
rak, gestalt fikri, insanların nasıl davrandıklarına ilişkin genel
bir kavrayışı anlatır. Doktor randevusu örneğinde, hasta rolü ,
durumun tamamının yapılanışına bağlı olarak benim için an
lam kazanır. Doktor-hasta ilişkisini, muayenehaneye girdiğim
de sekreterle olan öngörüşmeyi, beklemeyi, hemşireyle ya da
doktorun asistanıyla etkileşimi ve ödemenin yapılmasını he
saba katarım. Hasta rolü, yalnızca benim belli bazı şeyleri yap
mamı öngörmez. Bu rol daha ziyade, daha genel bir bağlamda,
yani gestalt içinde yavaş yavaş kendini gösterir. Rolün, kaynak
durumunda olduğu üçüncü boyutu , rollerin yaratıcı boyutuna
atıfta bulunur. Roller insanları bir şeyler yapabilmeye mukte
dir kılar. Roller çeşitli faaliyetleri diğer insanlarla ortak biçimde
yürütmemize olanak sağlar. Bir doktorla etkileşime girebilirim,
çünkü hasta rolü bana bunun için gereken kaynakları sunar.
Hasta rolü , doktora gitme hedefini yerine getirebilmemi sağlar.
Beni belli bir davranışa hapsetmez; tersine, bu durum içerisin
de bana kayda değer bir hareket alanı kazandırır. Rolü, rande
vum boyunca davranışlarıma genel bir dayanak olarak kullanı
rım ve doktorun genel rolüne dair bilgimi, aramızdaki etkile
şimi tahayyül etmeme yarayacak bir kaynak olarak kullanırım.
21 6
Bunu hayvanlarla etkileşim bağlamına uygularsak, hayvanla
rın öznelerarasılığına dair kanıtlar, durumları tanımlamamızda
ve rolleri oynamamızda bize yardımcı olan ötekiler grubuna on
ları da dahil etmemizi sağlar. Hayvanlar öznel deneyimlerimizi
en azından kısmen paylaşabiliyorlarsa, onlarınkiyle kıyaslaya
rak durumlara ilişkin kendi kavrayışlarımızı oluşturduğumuz,
kendi durum algılarına sahip müstakil ötekiler haline gelirler.
Ne demek istediğimi iki olayla açıklayacağım. Birincisi, Skip
per henüz ailemize katılmadan önce, kedilerle paylaştığımız eve
hırsız girdiğinde yaşanmıştı. Kedilerin neler olup bittiğini ta
nımlamamda bana yardımcı olmalarının bir yolu, evdeki rolleri
ni yerine getirmeleridir. Örneğin kedilerin biri, arabamın sesini
duyduğunda daima ön pencereye çıkıp dışarı bakar; bir başka
sı, hep diğerlerinden önce gelip beni selamlar; çekingen olan bir
diğeri, eve biriyle geldiğimde gidip saklanır. Yıllar geçtikçe , ke
dilerin rollerine bakarak eve geldiğimde karşılaşacağım manza
rayı tanımlayabildim. O cumartesi günü öğleden sonra, arabayla
bahçe kapısından içeri girdiğimde, pencerede tek bir kedi göre
medim. Evin kapısını açtığımda, beni karşılamaya gelen kedi ol
madı. Buradan, bir şeylerin ters gittiğini anladım; kedilerin uyu
duklarını ya da eve girdiğimi fark etmediklerini bir an bile dü
şünmedim. Kedilerin öznel deneyimlerini paylaştığım ve onlara
güvendiğim için, bir şey olduğuna emindim. Evi biraz daha ko
laçan edince (aslında yapmamam gerekirdi) , kedilerin davranış
larını açıklayan ve halen devam etmekte olan hırsızlık faaliye
tinin işaretlerini gördüm. Kediler, ortak gerçekliğimizin bozul
muş olduğuna dair ilk işaretleri vermişlerdi.
İkinci örneğim, tüm köpek bakıcılarının aşina olduğu bir
olaydır: Gezinti. Durumu , köpeğe dışkılama fırsatı ve her iki
mize de biraz hava değişimi ve temiz havada biraz egzersiz yap
ma şansı sağlamak niyetiyle yapılan bir kilometrelik hızlı bir
gezinti olarak tanımlayabiliriz. Sorumluluk sahibi bakıcı rolü
me uygun biçimde, köpeğime tasmasını takarım ve dışkıladığı
yerden kakasını toplamak için yanıma bir miktar naylon torba
alının. Durumun yapısına, ben, köpek, gezintiye çıkmış olabi
lecek diğerleri, koşucular ve yol boyunca karşılaşabilec eğimiz
217
çeşitli insanlar ve hayvanlar dahildir. Rolün kaynak olma işle
vi, bu yürüyüşü belli bir biçimde yapmama, normalde cesaret
edemeyeceğim yerlere gitmeme izin verir. Duruma dair gestal
tım karmaşık değildir, çünkü köpekle olan yürüyüşlerin genel
de nasıl ilerlediğini bilirim .
Öte yandan bu bilgiler yeterli değildir. Gezintiye çıkardığım
köpeğin Skipper olduğunu farz edelim. Yine, yürüyüşlerimizde
sık sık olduğu gibi, bize doğru gelen bir yabancıyla -bir adam
la- karşılaştığımızı varsayalım. Skipper'la sürekli ve uzun süre
li etkileşimimiz dolayısıyla, onun yabancı erkeklerden korktu
ğunu ve kendi haline bırakılırsa onlara saldırgan davranacağı
nı biliyorum. Skipper adamı fark edip bana baktığında, zihnim
de bu bilgi vardır. Yine uzun süreli ilişkimize dayanarak, Skip
per'ın ne yapacağını öğrenmek için bana baktığını bilirim. Onu
rahatlatır ve ona dikkatini korkusundan uzaklaştıracak bir şey
yaptırırım: Başka bir yöne doğru bir-iki adım gitmek, oturmak,
yatmak, ya da benden sevdiği bir şey almak gibi. Bu örnekte,
onun duygusal durumunu benimle paylaşması, benim rolü
mün oluşmasına yardımcı olmuştur.
Bunun tersine, Dolly'yle yürüyüşe gittiğimizde, farklı bir role
sahip olurum. Yine, bir tasma ve naylon torbayı gerektiren so
rumlu bakıcı rolünü oynarım. Ancak Dolly yabancılardan hiç
korkmaz ve beni onlardan korumak gibi bir arzusu yoktur. Du
rup o adamla konuşabilir ve onun Dolly'ye dokunmasına izin
verebilirim. Skipper'layken etrafımızdakilere dikkat etmem ge
rekliyken, Dolly'yle yürüyüşte hayallere dalabilirim. Kısacası,
oynadığım rol bu iki çok farklı köpeğin öznel deneyimlerine
göre farklılık gösterir.
Şeytanın avukatlığını üstlenmek isteyen biri, her iki örnek
te de, yalnızca, hayvanların alışkanlıklarını bildiğimi ve bunun
öznelerarasılıkla ilgisinin varsa da çok az olduğunu öne süre
cektir ve buna hakkı da vardır. Buna karşılık ben de, onlarla et
kileşimimin ayrıntılarına dikkat çekerim. Örneğin, Skipper'ın
geçmişte yabancılardan korkmuş olduğunu bilmeme rağmen,
herhangi bir verili durumda, bu bilgi benim rolümü yönlendi
rir ama kesin olarak belirlemez. Skipper dönüp bana bakma-
218
mış ve bu "Ne yapayım? " ifadesiyle birlikte korkusunu ilet
memiş olsa, farklı davranacaktım. Onun beni kontrol etmesi,
benim onunkiyle ilişkili bir duygu durumunu hissedebildiği
me ve ona geri sinyal verebildiğimi anladığına işaret ediyordu
(bkz. Stem 1985, 132) .
Bir diğer itiraz, bu örneklerin önemsiz olduğu şeklinde ola
bilir. Bunların olağan, gündelik deneyimin aktarımları olduğu
doğrudur. Ben de tam olarak bunu anlatmak istiyorum. Hay
vanların gündelik ve olağan düzeyde , insan kimliği için anlam
lı olduğunu savunuyorum . Elbette ki bazılarımız hayvanlarla
görkemli ve olağandışı etkileşimler yaşamaktadır. Ancak, çoğu
durumda hayvanlarla olan ilişkilerimiz, karşılamalar, yemek
ler, gezintiler gibi gündelik yaşamın rutin faaliyetlerinden do
ğar. Sürekli kimlik duygumuzu yaratan, olağandışı ya da gör
kemli şeylerden çok, bunlardır.
Öznelliği Zenginleştirmek
219
faaliyettir. Burada oyun, amaca ulaşmak için bir araçtır. Bu
nun tersine , bir şeye kendi içinde bir amaç haline gelecek ka
dar ilgi ve heves gösteriyorsak, öz-ereksel [autotelic] faaliyette
bulunmuş oluruz . Bu kavram, onu yapma deneyiminin başlıca
amaç olmasından dolayı sırf kendisi için yaptığımız faaliyetleri
ifade eder (bkz . Csikszentmihalyi 1 990 , 1 1 7; 1 997) . Öz-erek
sel bir deneyim, benliği zenginleştiren türde bir zorluk sunan
bir deneyimdir. Müzik aletleri çalmak, çizim ya da resim yap
mak ya da bizi zihinsel olarak derin bir meşguliyete sevk eden
her şey, buna örnektir. Hayvanlarla oyun sıkıcı olabilse de -ör
neğin tekrar tekrar ben topu atarım ve o getirir- böyle olma
sı şart değildir. Çoğunlukla yüksek konsantrasyon ister; bize
bağlı olarak, hayvanlarla oyun boş vakit geçirmenin aktif bir
yolu olabilir - zaten işin püf noktası oyunu bu hale getirmek
tir. Örneğin bir yaz boyunca, sayıları yer yer lO'a yaklaşan kö
pek gruplarıyla düzenli olarak oynayan bir bakıcıyı gözlemle
dim ve onunla mülakat yaptım. Bakıcı, deneyimini ve motivas
yonunu şöyle anlattı:
220
öyle gömülürsünüz ki, dikkatinizi vermek için çaba gösterme
nize gerek kalmaz. Dikkat için daha büyük bir kapasite gelişti
rirken zihinsel enerjimizi daha çok denetleyebilir duruma ge
liriz. Bu beceri diğer faaliyetlere de yansır. Hayatlarımız daha
"bize ait" olur.
İyi de, hayvanlarla oynamayı böylesine ilginç kılan nedir? tık
bakışta, Shapiro'nun daha önceki tartışmada işaret ettiği gibi,
ilginç bir tarafı yoktur. Öte yandan, öz-ereksel deneyimleri et
raflı bir biçimde incelemiş olan Csikszentmihalyi ( 1 99 7 , 1 28)
şöyle yazar:
221
ve onu kediyle oynamakta kullanıyordum. Bandın ucunu ma
sanın bir ayağının arkasından dışarı çıkarıyordum ve kedi ge
lip onu yakalamaya çalışıyordu. Onu etrafta, bir şeylerin üze
rinde yukarı aşağı hareket ettiriyordum. Kocam da bunu izli
yordu . Kedi ile ben kendimizi tamamen oyuna kaptırmıştık.
Ne kadar oynadığımızı anımsamıyorum. Benim için tüm amaç
kediyi kandırıp onu bu naylon zamazingonun peşine düşür
mekti. [ Kocam ] buna inanamıyordu. Bana şöyle dedi: "Kimin
daha çok eğlendiğini söylemek zor: Sen mi, kedi mi, yoksa iki
nizi seyreden ben mi ! " Ama kocamın ben ve kedi hakkında
söylediği şey doğruydu. Onunla oynarken kendimden geçiyo
rum. Bundan daha katıksız bir eğlence bilmiyorum. Tamamen
masumane. Hiçbir rekabet barındırmıyor.
222
Bu kadın, bütün gün, dış görünümünden e-posta iletilerine
kadar her şeyini kontrol etmek zorunda olduğu şirket ortamın
da çalışıyordu. İşten sonra, üstünü değiştirip, (kendi tabiriyle)
"oyun kıyafetlerine" bürünüyor ve köpeği ve bir frizbiyle parka
gidiyordu . Birlikte eğleniyorlardı. Bu oyun, kadının aksi halde
eksik kalacak bir yönünü doyuruyordu . "Hababam" sözcüğü
nü kullanışına dikkat edin. Belli ki kadın kendi ölçütlerini es
netiyor ve kendisini işinde olduğundan çok daha "kendisi" his
sediyordu ; bu da oyunun bir diğer yararını vurgular: Weber'in
( 1 954) yerinde tabiriyle, oyun, insanları " demir kafesten" çı
karır. Weber bu tabirle, bir şeyleri daha hızlı ve daha verim
li yapmanın yollarını düşünme yetimizin bir tuzak haline ge
lişine gönderme yapıyordu . Kenneth Gergen ( 1 99 1 ) , yine bu
nunla ilişkili olarak, asla yetişememe, asla durup soluklanama
ma duygusunu anlatan bir başka kavram sunar. Gergen, gitgi
de daha teknolojik hale gelen bir dünyaya atfettiği bu hissi "de
ğer verilenin baş döndürüculüğü" olarak adlandırır. Daha ada
letli ekonomik uygulamalar geliştirmenin yollarını sunan çok
sayıda akademik araştırma, daha tatminkar hayatlar sürmenin
nasıl mümkün olacağına dair tavsiyeler veren yüzlerce, hat
ta belki binlerce popüler kitap vardır. Yoldaş hayvan bakıcıları
bu konuda açık bir avantaja sahiptirler. Köpeklerle ve kedilerle
oynamak, demir kafesten -geçici de olsa- bir kaçış sağlar. Pek
çok bakıcı, oyunu , hayvan dostlarının onların hayatlarına ekle
dikleri, karşılıklı fayda getiren bir şey olarak görüyordu . Evin
den çalışan bir bakıcı, kedisinin onu demir kafesten nasıl çıkar
dığını şöyle anlatıyor:
223
geldiği an, ikimizden biri oyunu bırakabilir. Kediler tamamen
anı yaşar, bilirsiniz. Eh, bunu yapmanın bir gökkuşağını kova
lamaktan daha iyi bir yolu olabilir mi? Bu bana, işimi aşırı cid
diye almamayı öğreten harika bir derstir.
224
yüzden, plastik tünelden kıvrılarak geçip, kanalın bağlı oldu
ğu fıçıyı emekleyerek aştım. Son günlerde iki kez yağan kann
eriyen sulan yeri kalın bir çamur tabakasıyla örtmüştü. Uygun
kıyafetler giyindiğim halde, yine de kendimi biraz Er jane gi
bi hissettim. Saçlarım hareketimi engelliyordu. Skipper'ı için
den geçmeye ikna etmek için tünelin ya da kanalın ucundan
başımı her sokuşumda şapkam kafamdan çıkıyordu. Nihayet
Skipper hem tünelin hem de kanalın içinden birkaç defa ba
şarıyla geçti; her seferinde ona çılgınca tezahürat yaptım. Ger
çekten iyi bir ders olmuştu onun için. Daha sonra, ikimiz ala
nı geçerek arabama doğru yürürken , benim de iyi iş başardığı
mı düşündüm. İşte kırk ikinci doğumgününe bir hafta kalmış
olan ben, köpeğimle çamurda oynuyordum. Daha önce, hele
de yetişkinlik zamanımda, bu kadar çamura bulandığımı san
mıyorum. Skipper da çamur içindeydi. Yanımda duruyordu ve
birlikte iyi bir şey yapmış olduğumuzu biliyor gibiydi. Ü şü
müş, yorgun ve kir pas içindeydim: Sıcak bir duş hepsini gide
rebilirdi. Ama daha da önemlisi, mutluydum. Etrafımdaki her
şey adamakıllı güzelleşmişti. Güneş dağların ardında batar
ken, gökyüzünü pembe çizgilerle boyamıştı. Bir ağacın üzeri
ne tünemiş kırmızı kuyruklu bir çaylak gördüm. Havada hafif
bir duman kokusu vardı. Normalde vesveseli biriyimdir, ama
o anda dünya umurumda değildi. Ortak bir dili olmayan iki
miz, buna rağmen iletişim kurmuş, işbirliği yapmış ve eğlen
miştik. Skipper olmasa, bugün evden çıkmazdım. Skipper be
ni dışarda tutuyor. Beni temiz havaya çıkarıp hareket halinde
tutuyor. Arada mola vermemi sağlıyor. İnsanların "kötü" ha
va dediği şeyi adeta hiç umursamıyor ve onu dışan çıkarmak
tan çekindiğim bir-iki seferde, bunu yapmak bana olağanüstü
doğa güzellikleriyle dolu anlar yaşattı. Skipper olmasa, ne bir
baykuşun uçuşunu görürdüm, ne de ötüşlerini duyabilirdim.
225
yürütme yetisinin, artık kurtulmaya çalıştığımız bir demir ka
fes yaratmış olması çok hazin. Bunun çözümünün hayvanlar
da olmasıysa, çok anlaşılır. Uzun zaman yalnızca insanlara öz
gü bir yeti olarak kabul edilen benlik duygusu, hayvanlarla et
kileşim kurmak suretiyle zenginleşir.
226
SONUÇ:
TEORİYİ HAYATA GEÇİRMEK
227
bütünlük ve öznelerarasılık kapasitesinin işaretlerini gösteren
hayvanların "çekirdek benlik"lerine ait unsurlar ortaya çıkar.
Bu kitapta söylediklerimin çoğu , postmodern bir kuram
sal duruşa yakındır. Hayvanlara yönelik değişen yaklaşımlar
-ki insanların gezegenimizi paylaşan diğerleriyle bağlantılı
hayvanlar olduğu fikri de bunlara dahildir- kimilerinin post
modern diye tanımladığı bir toplumsal bağlamda ortaya çık
mıştır. Sosyal bilimler içerisindeki postmodern dönemeç, mo
dernizmin pozitivist önyargılarına kafa tutan bilgi biçimlerini
göz önüne alabilmemiz için bir alan açmıştır. Postmodern dü
şünce -en azından teoride- iktidarın kıyısındaki konumları ne
deniyle uzun zamandır susturulmuş olanların seslerinin duyul
ması için olanaklar yaratmıştır. Bu yüzden, ilk bakışta postmo
dernizm, hayvan benliğinin dikkate alınması yönünde en umut
verici kuram gibi görünmektedir. Ancak, tam da teorik ve kav
ramsal alanda bu olasılığa yer açılırken, postmodernizm bir
kavram olarak benliğin geçersizleştiğini ilan etmiştir. Benliğe
ilişkin her değerlendirme, bu iddiaya yanıt vermek zorundadır.
Benliğin (en azından insan benliğinin) postmodern eleştiri
si, hiç toz kondurmadığımız bir fikrin, özerk bireyler olduğu
muz fikrinin yanılsamadan ibaret olduğunu söyler. Bu eleştir
menlere göre bizler, tüketeceğimiz ürünleri seçmemizle inşa
edilen "pazarlanmış benlikler"e (Dowd 1 99 1 ) ya da "doyurul
muş benlikler"e (Gergen) sahibizdir. Ancak, yaptığımız seçim
ler dahi aldatıcıdır, zira ürünler özünde aynıdır ve neyi seçtiği
miz pek bir fark yaratmaz. Giyindiğimiz ve kullandığımız mar
ka isimlerinin altında, aşkın hiçbir şey yoktur ve olabileceğine
dair her türlü fikir de, Aydınlanma'nın nostaljik bir kalıntısıdır.
Bunun ne kadar erken farkına varır ve can havliyle benliğe sa
rılmayı ne kadar çabuk bırakırsak, bundan kaynaklanan ve yi
ne Aydınlanma yanılgısı olan bir başka fikirden, hayatlarımızın
bir anlamı ve amacı olduğu fikrinden de o kadar çabuk kurtu
labiliriz. İnsanların, dünyayı, hatta dünyanın kendi yaşadıkları
kısmını iyiye götürebilecekleri fikri, insanın failliğini aşırı abar
tan romantik bir hayalden ibarettir.
Bu postmodern "benliğin ölümü" argümanı, teorik olarak ik-
228
na edici olsa da, ampirik olarak sorunludur. Her ne kadar rek
lamlara, temalı parklara, mağaza zincirlerine ve marka isimleri
ne işaret edip, çağdaş benliğin bunlardan oluştuğunu -ve bun
lardan ibaret olduğunu- söylemek kolay da olsa, ben bu görüş
te değilim. Benliğin ortadan kalktığını söyleyenlerin çoğu , in
sanlara onlann deneyimlerinin ne olduğunu sormayı ihmal et
mektedir. Bunu yapsalar, benlik deneyiminin hala geçerli oldu
ğunu görürlerdi. Bilhassa iki farklı alandan gelen araştırma ör
nekleri, bunu destekler niteliktedir. Bunlardan biri, Patricia ve
Peter Adler'in bir yaşam biçimi olarak geçiciliği konu alan araş
tırmasıdır (Adler ve Adler 1999 ) . Özetle, Adler ve Adler, sık
sık uzak yerlerde yeni görevlere atanan ve sözcüğün gelenek
sel anlamıyla herhangi bir "kökleri" olmayan tatil yeri çalışan
larını araştırmışlardır. Bu "gezgin işçiler" , devamlı olarak yeni
yerlere uyum sağlamak, yeni arkadaşlar edinmek, yeni para bi
rimlerine geçmek ve yeni deneyimlere açık kalmak zorunda ol
duklarından, postmodern bir kimliğin birincil adaylarıdır. Ad
lerler'in bulgularına göre, bu postmodern insanlar, birbirinin
yerini alacak şekilde akışkan kimliklerin kimi yönlerini sergi
leseler de, genel olarak, geçicilikleri "bir çekirdek benliğin kay
bıyla [ . . ] sonuçlanmamıştır" (Adler ve Adler 1 999) . Adlerlerin
.
açıkladığı gibi:
229
lar] üyeleri üzerine yaptığını araştırmadır (lrvine 1 997, 1999,
2000) . Bu grubun üyelerin i n hepsi , kendilerini adadıkları ,
önemli bir ilişkinin bitmesi deneyimini yaşamışlardı ve farklı
bir davranış benimseme fırsatına ve motivasyonuna sahiptiler.
Çoğu coğrafi olarak son derece hareketliydi ki bu onlara farklı
biri haline gelmeleri için büyük bir serbestlik sağlıyordu . "Ama
bu gerçek sen değilsin" diyen kimsenin olmayacağı, tanımadık
ları insanlarla dolu odalarda hikayelerini anlatırken onları izle
dim, ayrıca kıyaslama yapmak için onlarla baş başa mülakat da
yaptım. Sonuçta, Gergen'in tabiriyle ( 1 99 1 , 7) "kişisel öz kav
ramının kendisini şaibeli hale getiren" imge takıntılı, postmo
dern sosyal bukalemunların izine rastlamadım. Bilakis, hayat
larındaki yarılmanın hemen sonrasında dahi, genel bir amaç ve
yön bulmak için mücadele eden insanlar buldum. Bu insanla
rın esas derdi, kendilerinin "gerçekten" kim olduğunu keşfet
mek ve keşfettikleri şeye sadık kalmaktı.
Kısacası , "gerçek" bir benlik fikrinin dokunulmaz olduğu
anlaşılmaktadır. Her ne kadar bir avuç postmodern akademis
yen benliğin ölümünü öne süren kuramlar geliştirse de, çoğu
insan için onun hala sağ salim durduğu anlaşılıyor. Eğer bu in
sanların deneyimi yanılsamadan ibaretse, o zaman , benliğin
ölümünden söz edenlerin, nasıl olup da kendileri dışında her
kesin aldanmakta olduğunu gözlemleyebildikleri bir yere kaça
bildiklerini sormak gerekir.
Ampirik bulgular, deneyimlerle daha uyumlu bir benlik kav
ramı oluşturmak için yeni yollar bulunması gerekliliğini orta
ya çıkarıyor. Bu seçenek, alternatif öznellik biçimlerinin dikka
te alınmasının önünü açmaktadır (bkz . Holstein ve Gubrium
2000 ) . Ben bunların kapsamını, insandışı hayvanların öznel
lik biçimlerini de içerecek şekilde genişlettim; bu alternatifle
ri, benliğin varlığının göstergesi olduğu öne sürülen aşırı birey
ci ölçütlere uymadıklarından uzun süre tartışmadan dışlanmış
olan Batılı olmayan kültürlerdeki benliği araştırmak üzere kul
lananlar da olmuştur. Örneğin Clifford Geertz ( 1 984) , Cava,
Fas ve Bali toplumlarında öznelliği incelemiştir ve her ne kadar
benim burada yaptığını tipte bir analize girmemiş olsa da, onun
230
kaygısı da benzerdir. Geertz , okurlarını farklı kültürler arasın
da öznelliğin farklı tezahürlerini göz önüne almaya ve Batılı bir
modele uygun olmayan kültürlerde bunun var olmadığı önyar
gısından kurtulmaya teşvik etmiştir.
Benliğin hayvanlarda gözle görülür hale gelmesi de aynı şe
kilde, alternatif bir öznellik biçimi olarak gerçekleşir. Dilin şart
olduğu varsayımıyla yola çıkarsak , hayvanlar , tıpkı engelli
ler, yaralılar veya konuşma yetisini sekteye uğratan durumlara
maruz kalan insanlar gibi, tartışmanın dışında kalırlar. Benlik
için dilin gerekli olduğu önermesini kabul edersek, daha ön
ce belirttiğim gibi, buradan, konuşamayan insanların benlik
leri olmadığı sonucu çıkar. Oysa, konuşamayan insanlarla bir
likte çalışan ve onlara bakan insanlar, onlarda benliğin olduğu
nu hiç tereddütsüz teslim edeceklerdir. Arkadaşları ve bakıcı
ları, dilsiz , otistik, beyin hasarlı, Alzheimer hastası ve ağır be
yin engellilerin "sesi olur" . Aynı şey, birkaç farklılığa rağmen,
insanlar ile hayvanlar arasında da geçerlidir. Etkileşim sırasın
da benliği ararsak, onu dil olmadığında dahi görebiliriz. Ben
bu yöntemle, hayvanların benliklerini ve etraflarındaki insan
ların benlikleri üzerindeki etkisini ampirik açıdan anlaşılır kıl
mayı denedim. Akla yatkın -insanlarda da bulunan yetileri te
mel alan, ama insan benliğinin hayvanınkinden nitel değil ni
cel olarak farklı olduğunu teslim eden- bir hayvan benliği kav
ramı oluşturmaya çalıştım.
Hayvanların benlikleri olduğu fikri sayısız içerime sahiptir;
burada bunların bazılarını ele alacağım. tlki, benim alanım olan
sosyolojiyi ilgilendiriyor. Hayvan benliğinin tanınması sosyo
logların toplumsal dünyayı yeni baştan düşünmelerini gerek
tirir. Bu yalnızca bir "hayvan sosyolojisi" yaratmak değil, aynı
zamanda, toplumsal dünyanın yalnızca insan dünyası olmadı
ğını da teslim etmek anlamına gelir. Örneğin Amerikan ailele
rinin yandan fazlasının evinde kedi ve köpek bulunmaktadır ve
bunların yaklaşık %90'ı, sorulduğunda, hayvanları aile üyele
ri olarak gördüklerini bildirmiştir. 1 Oysa ailenin sosyolojik ta-
231
nımlarına hayvanlar dahil edilmez. Sosyologlar boşanmanın et
kileri, eviçi işbölümü, dinin etkisi vs. gibi, aile hayatının birçok
boyutunu araştırmış, ancak bu dinamiklerin parçası olan hay
vanları hesaba katmamışlardır. Sosyologların, ailenin bileşen
lerinin ne olduğuna dair tanımlarının kapsamını genişletmeye
başladıkları bir gerçektir, ancak bunu yaparken, üzerinde çalış
tıkları kişiler tarafından ailenin parçası sayılan kedi ve köpek
leri göz ardı etmektedirler. Irk ve etnisite araştırmaları da hay
vanların rolüne ışık tutabilir, zira hayvanların yer aldığı azınlık
hanelerinin sayısı daha azdır. Sosyolojinin diğer alanlarının da,
hayvanları konuya katması gerekmektedir. Kriminologlar hay
vanlara yönelik zulmü ve istismarı gelecekte insanlara yönele
cek suçların işareti olarak değil, kendi başına birer suç olarak
görmelidirler. Buna ilaveten, insanlarla hayvanların birlikte ça
lıştığı birçok iş dalı ve yoldaş hayvanlarını işe götüren çok sayı
da insan, iş hayatı ve meslekler üzerine çalışan sosyologlar için
cazip araştırma sahaları oluşturmaktadır.
Hayvanların sosyoloj ik karışıma eklenmesi, pek çok varsa
yımın yanlışlığını ortaya çıkaracak ve kökleşmiş pek çok bakış
açısını sarsacaktır. Etkileşim kavramını, dile dayanan moder
nist anlamının ötesine geçirerek zenginleştirecektir. Hayvanla
rı konuya dahil etmek, ayrıca, sosyal olmanın ne anlama geldi
ği tartışmasının kapsamını da genişletecektir, zira hayvanlar da
sosyal bağlamlarda etkileşime girerler. Onlar da davranışlarını
başkalarının tepkilerine göre ayarlarlar. Bir kedinin bir köpeğin
niyetlerini bilmesinde olduğu gibi, hayvanlar başka türlerle bi
le bunu yaparlar. Köpek sürülerinde ve kedilerin sosyal grupla
rında olduğu gibi, kendilerini etraflarındaki ötekilerle kıyasla
yarak görebilirler. Hiyerarşilere sahiptirler ve kaynaklar için re
kabet ederler. Duygular yaşarlar ve onları başkalarıyla paylaşır
lar. Bu tür düzenlemeler konuşma diline dayalı olmadığından,
sosyologlar -ve bilhassa sosyal psikologlar- bunları anlama
nın ve kuramlaştırmanın yollarını bulmalıdır. Gail Melson'ın
( 200 1 , 1 90) ifadesiyle, '"Benliğe ve ötekilere dair fikirler' , 'ben
liğe ve öteki canlılara dair fikirler' şeklinde genişleyecektir. Zi
hin kuramı, 'insanları zihinsel varlıklar olarak kavrama' uğraşı
232
olmaktan çıkıp, 'öteki varlıkların zihinsel hayatlarını kavrama'
uğraşına dönüşecektir" .
Hayvan benliği fikrinin diğer içerimleri, akademik alanın
çok daha ötesine geçer. Hayvanların hayatlarının değerinin bu
şekilde kabullenilmesi, onlara yönelik muamelemizi derinden
etkileyecektir. Diyelim ki, hayvanların, burada özetle anlattı
ğım bir çekirdek benliğin ve öznelliğin bileşenlerine sahip ol
duklarını kabul ettiniz. Hayvanların kendilerinin bilincinde ol
duklarını onaylıyorsunuz. Onlar birer Kartezyen makine de
ğiller ve dolayısıyla acı çekmeme hakları var. Özbilince sahip
canlılar olduklarından, onlara zarar vermemenin sorumluluğu
muz olduğunu kabul ediyorsunuz. Ama farz edelim, bunun da
ha ötesine gitmek istemiyorsunuz. İnsan deneyimi ile hayvan
deneyimi arasına bir sınır çekmek istiyorsunuz. Kendilerinin
bilincinde olduklarını göz önüne alarak, hayvanların acı çek
meme hakkı olduğunu onaylıyorsunuz, ancak size göre hay
vanlar, insanlardan niteliksel bakımdan farklılar, çünkü , me
sela, hayatlarını planlayamıyorlar ve otobiyografilerini yazamı
yorlar. Yaşam ya da ölüm kaygısı duyma yetisinden yoksunlar.
Buraya kadar söylenenler size ikna edici geldiyse, muhtemelen,
hayvanların hayatta oldukları sürece acıdan kaçınmakta çıkar
ları olduğunu kabul ediyorsunuz . Öte yandan, bu hayat süre
since birinin malı olup olmamalarının onlar için bir mesele ol
duğundan şüphelisiniz.
Bu yaklaşım, hayvanların sürdüğü yaşamın kalitesine önce
lik verir. Bu , "hayvan refahı" yaklaşımıdır ve şu görüşle tanım
lanabilir: " İnsanların hayvanlara kötü muamele etmesi veya
onları sömürmesi yanlıştır ama, hayvanların yaşamlarını fizik
sel ve ruhsal bakımdan rahat kıldığımız sürece, onları önem
siyor ve onların refahına saygı gösteriyoruz demektir" (Bekoff
2000, 43) . Hayvan refahı yaklaşımının kökleri, Bentham'ın 2.
Bölüm'de alıntıladığımız meşhur ifadelerine dayanır; Bentham,
hayvanların akıl yürütme ve konuşma yetisine sahip olmama
larına bakmaksızın, acı çekme yetilerine vurgu yapar. Bent
ham'ın kendi dönemi için radikal sayılan görüşüne göre, biz
ler gereksiz acıya yol açmama yönünde ahlaki bir sorumlulu-
233
ğa sahiptik. Bir faydacı olarak Bentham, herhangi bir durumda
ahlaken doğru eylemin, o durumdan etkilenecek olanlara mak
simum hazzı sağlayacak eylem olduğunu söylüyordu . Ona gö
re , acı çekmek istenmeyen bir şey olduğundan, ahlaklı seçim,
acı çekme yetisi olan hiçbir canlıya acı hissettirmemekti. Bent
ham'ın görüşü , hayvanları koruma kanunlarının dayanağı olan
"insanca muamele ilkesi"ni ortaya çıkardı . Bentham'ın argü
manının çağdaş versiyonu, filozof Peter Singer'ın eserinde orta
ya konur. Singer, Hayvan ôzgürleşmesi'nde ( 1990) hayvanların
acı çekmeme hakkı olduğunu onaylar. Öte yandan onlar insan
ların sahip olduğu türde bir özbilinçten yoksundurlar; bu ni
telik, insan çıkarlarını hayvan çıkarları karşısında öncelikli kı
lar. Dolayısıyla, hayvanlara insanca davrandığımız sürece, on
ları mülk olarak beslemek de dahil, kendi amaçlarımız için kul
lanabiliriz (ve öldürebiliriz) . Onları öldüreceğimiz zaman bu
nu hızlı bir biçimde yapmamız ve acıyı minimum düzeyde tut
mamız gerekir.
Hayvan refahı görüşünün felsefi temelini onaylıyorsanız, bu ,
belli bir düşünce ve eylem çizgisine uymayı gerektirir. 2 Hay
vanlar pek çok şekilde acı çeker ve herhangi bir eziyete mey
dan vermeme sorumluluğu , bir köpek ya da kediye yuva sağ
lamanın ö tesine geçmek zorundadır. Örneğin , hayvan refahı
yaklaşımı, zalimce eğitim uygulamalarından vazgeçilmesini ge
rektirir. Ayrıca, "estetik temelli, işlevsiz 'cins standartları"' yü
zünden hayvan ıslahının hastalığa yol açtığı durumlarda saf
kan hayvan sorununun yeniden değerlendirilmesini öngörür
(Rollin ve Rollin 200 1 ) . Yoldaş hayvanların refahını gerçekten
önemseyen herkes, kuyruk kesme , kulak kırpma, tırnak kes
me ve ses tellerini alma gibi uygulamaların yasaklanmasını sa
vunmalıdır.
Bir hayvanın refahına etki eden pek çok şey vardır. Doğru
dan fiziksel acı, kuşkusuz bu etkenlerdendir; ancak, korku ve
2 Her ne kadar burada yalnızca yoldaş hayvanlardan bahsetsem de, bu, tüm tür
leri kapsar ve et yemek, hayvan deneyleri, avlanma, kürk ve deri giyme ve çe
şitli eglence biçimleriyle ilgili kararlar almayı gerektirir. Etik bir duruş geliştir
mekte yardımcı olabilecek eserler: Regan 1 983; Singer 1990; DeGrazia 1 996;
Francione 2000; Wise 2000.
234
aşırı üzüntü de acıya yol açabilir. Bir barınağa giren her hayvan,
bu tür bir zihinsel ve duygusal acı çeker. Ortam ne denli temiz
ve cazip olursa olsun, hayvanlar, bilhassa yeni gelenler, gözle
görülür biçimde kaygılı olurlar. Hayvan refahını savunanların
buna yanıtı, barınaklara düşen hayvanların sayısını azaltmak
olmalıdır. Dolayısıyla, hayvan refahını savunan biri, üreme ya
şı öncesi kısırlaştırmayı savunmalıdır. Bazı barınaklarda hay
vanların %80'inin "başka bir yere gitmek" yerine öldürüldüğü
göz önüne alındığında, bu bilhassa zorunludur. Bunun değiş
mesi için, insanların bir hayvanın hayatının sorumluluğunu al
manın ne anlama geldiği konusunda eğitilmeleri gerekir. Top
lum olarak hayvanlara yönelik zulüm ile insanlara yönelik zu
lüm arasındaki bağlantıyı anlamaya başladık. Hayvanlara yöne
lik kötü muamelenin artması, eviçi şiddetin artışıyla baş başa
gitmektedir ve çocuklukta hayvan istismarı, çoğunlukla, haya
tın sonraki dönemlerindeki şiddetin habercisi olmaktadır (bu
konuda genel değerlendirmeler için bkz. Flynn 1 999, 2000a ,
2000b) . Rollin ve Rollin (200 1 , 9) bu korelasyonun kapsamı
nı daha da genişletir ve şunu sorarlar: "Hayvanlara yönelik zul
mü engellemedeki başarısızlık, kaçınılmaz olarak insanlara yö
nelik zulme yol açıyorsa, hayvanlara yönelik sorumlulukları
mıza gereken önemi göstermememiz de, benzer bir sonuç do
ğurabilir mi? " Bu araştırmayı yaparken, bu sorunun yanıtının
"evet" olduğunu öğrendim. Aile başka bir yere taşındığı için ya
da normal hayvan davranışlarının bazı yönleriyle "başa çıka
madıkları" için, köpeğini ya da kedisini barınağa bırakmaya ge
len ebeveynlerin yanlarında getirdikleri çocuklar gördüm; on
ların bu süreçte ne öğrendiklerini biliyordum. Bir hayvanı "ba
şından atmak" herhangi bir yaptırım getirmediği ve hayvan
lar 'ucuz' olduğu sürece, Rollin'lerin sorusuna verilecek yanıt
"evet" olacaktır.
Kedilere yönelik kötü muamele vakalarının sıklığı göz önü
ne alınırsa, hayvan refahını savunanların, kedi davranışı ve in
sanca muamele konusunda acil eğitimin gerekliliğini kabulle
nerek harekete geçmeleri gerekiyor. Hayvan bakıcılığının ne
ler gerektirdiği konusunda insanları eğitme çabalarına çocuk-
235
larla başlamak şarttır. Çocukların eğitimi için 1 01 Da!maçya
lı dan farklı kaynaklar bulunmalı . Eğitimlere erken yaşta baş
'
236
ma ve bu şekilde varlığını sürdürmedir. O zaman, acı ve haz
hissedebilen canlının hayatta kalma çıkarı olduğu düşünülebi
lir, zira hayatta kalmak daha fazla acı ve haz olasılıklarına ka
pı açar.
Eğer bunu akla yatkın buluyorsanız, siz, birer nesne olarak,
bilhassa başkalarının malı olarak muamele görmemenin hay
vanlar için temel bir hak olduğu düsturunu benimseyen hay
van hakları görüşünden yanasınızdır. Hayvan haklarına fark
lı yaklaşımlar olduğu gibi, hayvanların haklarının alanının ge
nişletilmesinden doğabilecek sonuçlara ilişkin de epey bir kafa
karışıklığı mevcuttur. Her ne kadar burada konunun detayına
giremesem de, hayvan haklarının iki öncü düşünürü T om Re
gan ve Gary Francione'nin eserlerine odaklanmak suretiyle, kı
sa ama özlü bir değerlendirme yapmaya çalışacağım. 3
Case For Animal Rights'ın ( 1 983) yazarı filozof Tom Regan,
Bentham ve Singer'ın faydacılığını reddeder; zira bu görüş, bir
miktar "iyiliği, " bu "iyiliğin" nasıl dağıtılacağını belirtmeksizin
maksimize etmeyi denemiştir. Konuyu açmak gerekirse, fayda
cılık, bazı çıkarların en azından potansiyel olarak diğerlerin
den daha anlamlı olduğunu kabul eder. Örneğin, insan çıkar
ları, insanlara ait olduğundan, hayvanların çıkarlarından daha
önemli sayılabilir. O halde, faydacılık, daha en başından , eşit
içsel değer ilkesini dışlar. Bu ilke, söz konusu olan bireylerin
-ben şimdilik insanlardan söz edeceğim- diğer insanlara fayda
sından bağımsız olarak, koşulsuz ve eşit değer taşıdığını savu
nur. Eşit içsel değer, bizi insanların bazılarına nesne muamele
si yapmaktan alıkoyan şeydir. Bu , ifade özgürlüğü ve oy hakkı
gibi ilave hakların varlığının bir önkoşulu olması bakımından
"hukuku önceler" . Regan, bir yaşını geçmiş tüm normal meme
lileri kapsayan bir kategori olan "bir hayatın öznesi" statüsün
de olmalarından dolayı, hayvanları da eşit içsel değer kapsamı
na dahil eder. Regan'ın tabiriyle ( 1 983, 329) "Bizler gibi, hay
vanların da belli temel ahlaki hakları vardır - bilhassa, içsel de
ğere sahip varlıklar olarak, mutlak adalet gereği onlara borç-
3 Konuyla ilgili daha derin bir tartışma için bkz. Midgley 1983; Rollin 1 992 ve
Bekoff 1998.
237
lu olduğumuz temel bir hak olan saygın muamele görme hak
kına sahiptirler. " Regan'a göre bu , hayvanların, tüm bunlar
la bağlantılı olarak bizimkine benzer olan çıkarlarının eşit öl
çüde dikkate alınması demektir. Yani, bizler sırf hayvanlara ait
oldukları için hayvanların çıkarlarını değersiz sayamayız. Buna
göre, bir hayvanın acı çekmeme hakkı, hiçbir koşulda benim
kinden daha önemsiz değildir. Eşit saygı, bizi benzer vakalara
benzer şekilde muamele etmeye sevk etmesi bakımından, tüm
ahlak teorilerinin temelini oluşturur. Örneğin, bazı insanların
haklarının değersiz görülmesini ne ırk ne de dinin haklı göste
rebileceğini söylediğimizde , eşit saygıyı kabullenmiş ve uygula
mış oluruz. Bir hayatın öznesi olanlar için eşit saygıyı savunan
Regan, ticari hayvan yetiştiriciliğinin, tuzak kurmanın, avlan
manın ve hayvanların deneylerde kullanımının ortadan kalk
ması da dahil, büyük değişiklikler talep eder.
Hukukçu Gary Francione ( 1995 , 1 996, 2000) epey farklı bir
argüman ortaya atar. Hayvan Haklarına Giriş (2000) adlı ki
tabında , eşit içsel değer konusunda Regan'la hemfikirdir. An
cak Francione, eşit değer atıflarının anlamsız olduğunu, çünkü
hayvanların mal olarak görüldüğünü savunur. Francione şöyle
der: "Hayvanlar hep zararlı çıkarlar, zira mal statüleri, acı çek
memekteki çıkarlarının hiçe sayılması için daima iyi bir gerek
çedir. Malın çıkarlarının, neredeyse hiçbir zaman, mal sahiple
rinin çı karlarıyla benzer olduğu yargısına varılmaz (Francione
2000, 86; vurgu özgün metne ait) . Francione, temel hak olan,
nesne ya da mal muamelesi görmeme hakkını öne çıkarır. Bu,
ilave hakların bir önkoşuludur ve başka hangi ilave haklara sa
hip olabileceğimiz çok yönlü olarak tartışma konusu da olsa ,
gelişmiş toplumların çoğu bu temel hakkı tanımaktadır.4 Bu
hak olmaksızın, diğer hakların tümü anlamsızdır. Bu, Franci
one'nin deyimiyle "ahlaki cemaate ait olmanın asgari koşulu
dur" (Francione 2000, 95) . Temel haklar görüşü, bu görüşün
doğal sonucu olan eşit içsel değer fikrini kabul eder; Francio
ne, hissetme yetisine sahip tüm canlıları buna dahil eder. Fran
cione şöyle yazar:
4 Temel hakların ayrıntılı bir irdelemesi için bkz. Shue 1996.
238
Hissetme yetisine sahip canlılar, hayatlarını tehdit eden du
rumlardan kaçmak için acı ve acı çekme duyularından, hayat
larını uzatacak durumlara yaklaşmak için haz duyularından
yararlanırlar [ . . . ] Hissetme yetisi bazı karmaşık organizmala
rın hayatta kalması için evrim tarafından üretilmiştir. Acı ve
haz bilinci geliştirecek şekilde evrimleşmiş bireyin hayatta kal
makta çıkarı olmadığını söylemek, bilinçli varlıkların bilinçli
olmakta hiçbir çıkarları olmadığını söylemek olur ki, bundan
daha garip bir görüş olamaz. (Francione 2000, 238)
239
me hakkına sahiplerse, o zaman onları sırf bize dostluk hizme
ti versinler diye yetiştirmeyi haklı gösteremeyiz. Bir başka de
yişle , hayvan benliğini ve onun insan kimliği üzerindeki etki
sini kabullenmek, bizi hayvanların hayatlarının değerini teslim
etmeye götürecektir. Dolayısıyla, onlara ister pet, ister yoldaş
hayvan diyelim, zevkimiz için onları alıkoymanın ahlakdışı ol
duğunu anlamamız gerekir.
Ben böyle bir hak iddiasının yaratacağı etkinin farkındayım.
Bu satırları yazarken, etrafım hayvanlarla çevrili. Dört kedimiz
den ikisi, çalışma masamın üzerindeki pencerede duran yas
tıklarda tembellik ediyor, iki köpeğimiz, yanımda aylak aylak
uzanmış, yemek vermek ya da onları yürüyüşe çıkarmak için
harekete geçmemi bekliyorlar. Onlarsız bir ev düşünemiyo
rum. Oysa onlar, az önce tanımladığım şu temel hakka sahip
olsalardı, burada olmayacaklardı. Her ne kadar hayvanların in
san kimliğini derinden etkilediğini savunuyor olsam da, onla
rın çevremizde olmalarını istememiz, yavru köpek ve kedi ye
tiştirmeye devam etmemizi haklı göstermez. Belki de kimliği
miz üzerinde yaratabilecekleri en büyük etki, bizi doğru bildi
ğimiz şeye göre davranmaya sevk etmek olacaktır.
Bu kitabın başında, kültürün hayvanlara ilişkin görüşlerimi
zi nasıl etkilediğini incelemiştim ve kitabı bitirirken yine ay
nı yere dönüyorum. Bugün hayvanlara ilişkin çelişkili fikirler
taşıyoruz ve sevdiğimizi iddia ettiğimiz hayvanlar dahi, hem
dostlarımız hem de malımız olmak gibi ikili bir statüye sahip
ler. Köpekler ve kediler çoğu insanın hayatında öyle baskın bir
yere sahip ki, neredeyse doğuştan hakkımız gibi görülüyorlar
ve daha iyi muameleyi hak ettikleri yönündeki fikirler, genelde
duymazlıktan geliniyor, hatta tepki çekiyor. Örneğin, geçenler
de, çok sıcak bir yaz günü , yirmili yaşlarının başında bir gen
cin, bir yavru köpeği birkaç sokak boyunca bisikletiyle "çekişi
ni" izledim: Adam, yavru köpeği bisikletine bağlamış, o halde
bisiklet sürüyordu. Gidecekleri yere vardıklarında, adam nefes
nefese kalan yavru köpeği, güneşin alnında, bir telefon kulü
besinin ayağına bağladı ve alışveriş etmek üzere yakındaki bir
dükkana doğru yürüdü. Adama yaklaşıp, köpeğine verebilecek
240
suyu olup olmadığını sordum. "Yanımda yok, " dedi. Ona, kö
peğe biraz su vereceğimi söyledim ve hayvanın güneşin altın
da oturmak zorunda kaldığını, üstelik oraya köpek bağlamanın
yasak olduğunu ve kendisinin ceza alabileceğini söyleyip, kö
peği oraya bırakmamasını tavsiye ettim. 5 Genç adam önce bana
küfür edip, sonra da ekledi, "Köpeğime nasıl bakacağımı sen
den öğrenecek değilim. "
Ben, (ya d a başka biri) bu genç adama farklı şekilde, örne
ğin, köpeği okşamak istediğimi söyleyerek yaklaşsak, sonra kö
peğiyle ilişkisine dair sorular sormaya başlasak, adam muhte
melen köpeğinin onun en iyi dostu olduğunu söylerdi. Hatta,
köpeğini sevdiğini dahi açıklayabilirdi. Oysa bu adam, o sıcak
ta , biricik dostunu bir bisikletin hızına ayak uydurmaya zor
luyordu , hem de susuzluğunu dindirecek bir damla su verme
den. Üstelik, cep telefonuna ya da güneş gözlüklerine dahi gös
termeyeceği bir muameleyi bu en iyi arkadaşına göstererek onu
sokakta bir başına bırakıyordu . Benim "işine burnumu sok
mam" , adamda, arabasını yıkaması gerektiğini söylemişim gi
bi bir etki yaratmıştı: Malına nasıl muamele edeceğini söyleme
ye hakkım yoktu .
Hayvan benliği kavramı, hem tek tek bireyler hem de top
lum olarak bize ciddi sorumluluklar yüklemektedir. Bunun do
ğurduğu soruların tümüne yanıtım olduğu iddiasında değilim.
Ancak, bu araştırmanın temelini oluşturan, emin olduğum bir
şey var ki, o da hayvanların hayatlarının içsel değeridir. Onla
rın bugüne dek insan kimliğine yaptıkları katkı, paha biçilmez
dir. Onlarla olan ilişkilerimizin ahlaki boyutuyla uğraşmak gi
bi zorlu ve genelde rahatımızı kaçıran bu işe girişmek suretiyle,
bunun karşılığını vermemizin zamanı gelmiştir.
5 Kamuya ait bir mekana köpek bağlamak, pek çok yerde yasaktır, çünkü çoğu
ısırma vakası köpeklerin bağlı olduklan durumlarda gerçekleşir. Çocuklar sık
sık bilmedikleri köpeklere bu şekilde yaklaşırlar ve kaçınılmaz sonuç, tehdit
potansiyeli taşıyan bu durumdan kaçma imkanı sınırlanmış olan köpeğin yüz
lerini ısırması olur.
241
EK: YÖNTEMLER
243
uygulanıyor. lyi yürütülen bir geçici bakım programıyla, özel
ihtiyaçları nedeniyle başka tesislerde olsa ötanazi uygulanacak
olan hayvanlara, geçici yuva sağlanıyor.
Bu kitap yazıldığı sırada, barınakta tam zamanlı çalışan per
sonel sayısı 40'tı ve 500'den fazla gönüllü çalışan vardı. 1998'de,
kurumun veteriner kliniğinde gönüllü çalışmaya başladım; ha
len de, operasyon öncesi ve sonrası bakımı konusunda uzman
lara yardımcı olarak çalışmaya devam ediyorum. Veri toplama
ya, 1 999 yılı baharında, haftada bir-iki sabah köpek evi asistan
lığı görevini üstlendiğimde başladım. Görevlerim, köpeklerin
gezdirilmesi ve tımarlanması, kulübelerin temizlenmesi, temel
köpek terbiyesi ve itaati konularında çalışmak ve barınak ha
yatının sıkıcılığını gidermeye yardımcı olacak ve köpekleri sa
hiplenilmeye daha elverişli kılacak diğer şeyleri yapmaktı. Dav
ranış problemleri yüzünden haftalardır, hatta aylardır barınak
ta olan özel köpeklerle pek çok kez yakından ilgilendim. Bu du
rumlarda, personelden biri köpeğe bir egzersiz, eğitim ve oyun
planı oluşturur, ben ve diğer gönüllüler de planın uygulanma
sına yardım eder ve ilerleme raporları yazardık. Bu arada, barı
nak uygulamalarına ve personelle ve hayvanlarla olan etkileşi
mime ilişkin izlenimlerimi kaydediyordum (bkz. lrvine 2002) .
Köpek kulübelerindeki çalışmam, başka bir gönüllü pozisyo
na geçmeme yol açtı. Halihazırda, ziyaretçilerin belli hayvan
larla ilgili sorularını yanıtladığım ve sahiplenme, davranış, eği
tim ve bakım konusunda genel bilgiler verdiğim için, bir adım
daha ileri giderek, eğitimli sahiplendirme danışmanı oldum.
G örevim , insanlarla sahiplenmeyi düşündükleri hayvanları
tanıştırmaktı. Bir sahiplenme-danışma seansında, danışman,
hayvanın ve bakıcı adayının iyi bir "uyum" yakalayıp yakala
mayacaklarını belirlemeye çalışır. Bu iş sırasında, insanların sa
hiplendirme bölümündeki kedi ve köpeklerle etkileşimine olan
merakım arttı. Onların belli hayvanlara ne kadar süre baktık
ları, hayvan sahiplenmek yerine sırf ziyaretle yetinip yetinme
dikleri ve hayvanlara ya da yanlarındaki diğer insanlara bir şey
söyleyip söylemedikleri, söyledilerse ne söyledikleri hakkında
ayrıntılı notlar aldım.
244
Yine bir başka gönüllü çalışmam sayesinde, Gezici Sahiplen
dirme Birimi dediğim, barınağın gezgin şubesi olarak hizmet
gören, yaklaşık 1 metre uzunluğundaki karavanda 150 saatten
uzun süre gözlem yaptım. Birimi idare eden ve şoförlüğünü ya
pan personelden biri ve (benim gibi) bir gönüllü , haftada beş
gün, sahiplendirmeye uygun kediler, tavşanlar, küçük memeli
ler, sürüngenler ve bir köpekten oluşan seçilmiş bir grup hay
vanı alıp, ilçenin çeşitli yerlerinde gezdirir. Alışveriş merkez
leri -bilhassa süpermarketlerin ya da mağaza zincirlerinin ol
duğu merkezler- kütüphaneler, yerel festivaller ve kampanya
lı köpek yıkama istasyonları, birimin düzenli olarak uğradığı
mekanlardandır. Birimde, insanlar hayvan sahiplenebilir, yiye
cek veya para bağışı yapabilir ve yoldaş hayvanların bakımı ve
davranışı konusunda bolca malumat edinebilirler.
Gezici Sahiplendirme Birimi, gittiği Y.erde dört saat kalır. Bu
süre boyunca, ziyaretçi sayısı genelde 1 00 civarı olur. Bu ziya
retçilerin pek çoğu için, birim, barınakla temas kurdukları tek
yerdir. Dolayısıyla buradaki iş, yoğun bir halkla ilişkiler çalış
ması gerektirir. Benim birimdeki görevim -hayvanlarla ilgilen
menin yanı sıra- müşterileri karşılamayı ve onlarla konuşmayı
gerektiriyordu. Bu da, belli bir hayvan ya da genel olarak hay
vanlar hakkında tartışmak, bağış talep etmek, sahiplendirme
lerle ilgilenmek ve barınağın hizmetleri ya da hayvanlar konu
sundaki sorulara yanıt vermek demekti. Araştırmamda kullan
mak için, küçük bir deftere, G ezici Sahiplendirme Birimi'ndeki
etkileşimler hakkında notlar aldım.
OTO-ETNOGRAFYA
1999 yılı baharı sonlarında, kendi yoldaş kedilerimle olan e t
kileşimlerim hakkında kapsamlı notlar almaya başladım. Tüm
yetişkinlik hayatım boyunca evimi birden fazla kediyle paylaş
tığım halde, birlikte geçirdiğimiz hayatın detaylarını kaydetme
ye ancak o zaman başladım. Yemek verme, oyun, dokunma ve
göz teması gibi, kedilerle giriştiğim ve artık kanıksadığım faali
yetler hakkında ayrıntılı kayıtlar tuttum. Kedilerin birbirleriy-
245
le nasıl etkileşime girdiklerini de not ettim. Derken o yaz, bu
kitapta sürekli olarak bahsettiğim Skipper'ı sahiplendim. Tüm
yetişkinliğim boyunca "kedisever" bir kişi olarak, bir köpek
le yaşayacağımı asla hayal etmezdim. Evimdeki kedilerin buna
kesinlikle tahammül edemeyeceğini düşünüyor ve çalışırken
köpeği ne yapacağımı bilmiyordum. Öte yandan, yaşadığım
yerde, hemen herkesin bir köpeği var gibiydi. Bu insanların en
azından bazıları iş-güç sahibi olsa gerekti ve bazılarının kedile
ri de olmalıydı. Onlar yapabiliyorsa, muhtemelen ben de yapa
bilirim diye düşündüm. Skipper'ı eve getirdim ve onunla birlik
te hayatıma birçok yeni neşe kaynağı -ve bazı güçlükler- gir
di. Kediler ve ben, bir köpeğin yaşam tarzını öğrenip ona uyum
sağlamaya çalışırken, tüm olup bitenleri defterlerime aktardım.
MÜLAKATLAR
246
nı sordum. Ayrıca, oyun, yemek verme, dokunma gibi rutinler
de ve diğer davranış ve etkileşim türlerinde, hayvanla yaşanan
gündelik hayatın "dokusu" hakkında sorular sordum.
247
Kaynakça
Adler, Patricia A. ve Peter Adler. 1999. "Transience and the Postmodem Self: The
Geographic Mobility of Resort Workers. " Sociological Quarterly 40: 3 1 -58.
Alger, Janet M. ve Steven F. Alger. 1997. "Beyond Mead: Symbolic Interaction
between Humans and Felines." Society & Animals 5: 65-8 1 .
- . 1999. " Cat Culture, Human Culture: A n Ethnographic Study of a Cat Shelter."
Society & Animals 7: 199-2 18.
-. 2003. Cat Culture: The Social World of a Cat Shelter. Philadelphia: Temple Uni
versity Press.
Ailen, Colin ve Marc Bekoff. 1 997. Species of Mind: The Philosophy and Biology of
Cognitive Ethology. Cambridge, Mass . : MIT Press.
American Veterinary Medical Association. 2002. U.S. Pet Ownership and Demo
graphics Sourcebook. Schaumburg, 1 1 1 . : Center for Information Management of
the American Veterinary Medical Association.
Apter, Michael j . 199 1 . "A Structural Phenomenology of Play." s. 13-29 Adult Play:
A Reversal Theory Approach içinde, ed. John H. Kerr ve Michael J. Apter. Arns
terdam: Swets and Zeitlinger.
Arluke, Amold. 1 99 1 . "Going into the Closet with Science: Information Control
among Animal Experimenters." ]oumal of Contemporary Ethnography 20: 306-
330.
-. 1994. "'We Build a Better Beagle': Fantastic Creatures in Lab Animal Ads." Qu
alitative Sociology 1 7 : 143 - 1 58.
Arluke, Amold ve Clinton R. Sanders. 1 996. Regarding Animals. Philadelphia:
Ternple University Press.
Arluke, Amold ve Borla Sax. 1992. "Understanding Nazi Animal Protection and
the Holocaust. " Anthrozoos 5: 176- 1 9 1 .
249
Arluke, Arnold , Randy Frost, Gail Steketee, Gary Patronek, Carter Luke, Edward
Messner, Jane Nathanson ve Michelle Papazian. 2002. "Press Reports of Animal
Hoarding." Society & Animals 10: 1 1 3-35.
Armstrong, Edward Allworthy. 1973. Saint Francis: Nature Mystic. Berkeley: Uni-
versity of California Press.
Arnheim, Rudolph. 1 97 1 . Ent ropy and Art. Berkeley: University of California Press.
- . 1982. The Power of the Center. Berke ley: University of California Press.
Aronson, Elliot. 1999. The Soı:ial Animal, 8. baskı, New York: W. H. Freeman.
Bateson, Patrick ve Dennis C. Turner. 1988. "Questions about Cats." s. 1 93-20 1
The Domestic Cat: The Biology of Its Behaviour içinde, ed. Dennis C. Turner ve
Patrick Bateson. Cambridge: Cambridge University Press.
Beck, Alan ve Aaron Katcher. 1996. Between Pets and People: The Importance of Ani
mal Companionship, gözden geçirilmiş baskı West Lafayette, lnd.: Purdue Uni
versity Press.
Beck, Alan M . , Gail E Melson, Patricia L. da Costa ve Ting Liu. 200 1 . "The Educati
onal Benefits of a Ten-Week Home-Based Wild Bird Feeding Program for Child
ren. " Anthrozoos 14: 1 9-28.
Becker, Gary S. 1975. Human Capital, 2. baskı, New York: National Bureau of Eco
nomic Research; dağıtım Columbia University Press.
Bekoff, Marc. 1977. "Social communication in canids: Evidence for the evolution
of a stereotyped mammalian display. " Science 197: 1 097- 1099.
-. 1995. "Play Signals as Punctuation: The Structure of Social Play in Canids." Be
haviour 132: 419-429.
-. 2000. Strolling with Our Kin: Speakingfor and Respecting Voiceless Animals. New
York: Lantern/Booklight .
-. 2002. Minding Animals: Awareness, Emotions, and Heart. Oxford: Oxford Uni
versity Press.
Bekoff, Marc, ed. 1998. Encyclopedia of Animal Rights and Animal Welfare. West
port, Conn.: Greenwood.
Bekoff, Marc ve Colin Ailen. 1 998. "Intentional Communication and Social Play."
s. 97- 1 1 4 Animal Play: Evolutionary, Comparative, and Ecological Perspectives
içinde, ed. Marc Bekoff ve John Byers. Cambridge: Cambridge University Press.
Bekoff, Marc ve john Byers. 198 1 . "A Critical Reanalysis of the Ontogeny of Mam
malian Social and Locomotor Play: An Etiological Hornet's Nest. " Behavioral
Development içinde, ed. Klaus lmmelmann, George W. Barlow, Lewis Petrinovi
ch ve Mary Main. Cambridge: Cambridge University Press.
Bentham, Jeremy. 1988 ( 1 78 1 ) . The Principles of Morals and Legislation. Amherst,
N.Y.: Prometheus.
Berger, John. 1980. About Loohing. New York: Pantheon/Random House.
Berger, Peter ve Thomas Luckmann. 196 7. The Social Construction of Reality: A Tre
atise in the Sociology of Knowledge. Garden City, N .Y: Doubleday Anchor.
Berghler, Reinhold. 1 989. Man and Cat: The Benefits of Cat Ownership. Oxford:
Blackwell Scientific.
Birke, Lynda. 1994. Feminism, Animals and Science. Buckingham, U.K.: Open Uni
versity Press.
250
Bogdan, Robert ve Steven Taylar. 1989. "Relationships with Severely Disabled Pe
ople: The Social Construction of Humanness. " Social Problems 36: 135-148.
Bond, Simon. 198 1 . A Hundred and One Uses for a Dead Cat. Londra: Methuen.
Bourdieu, Pierre. 1986. "The Forms of Capital. " s. 241-258 Handbook of Theory
and Researchfor ıhe Sociology of Education içinde, ed. John G. Richardson. New
York: Greenwood.
Brazelton, T. Berry. 1 984. "Four Stages in the Development of Mother-Infant In
teraction." s. 1 9-34 The Crowing Child in Family and Society içinde, ed. Noboru
Kobayashi ve T. Berry Brazelton. Tokyo: University of Tokyo Press.
Brestrup, Craig. 1 997. Disposable Animals: Ending ıhe Tragedy of Throwaway Pets.
Leander, Tex.: Camino Bay Books.
Bruner, Jerome ve David A. Kalmar. 1998. "Narrative and Metanarrative in the
Construction of Self. " s. 308-33 1 Self-Awareness: lts Nature and Development
içinde, ed. Michel Ferrari ve Robert j . Stemberg. New York: Guilford.
Budiansky, Stephen. 1992. The Covenanı of the Wi ld: Why Animals Chose Do
mestication. N ew Haven, Conn.: Yale University Press.
-. 2002. 'The Character of Cats." Atlantic Monthly, cilt 289 (Haziran), 75-77.
Burghardt, Gordon M. 1998. "The Evolutionary Origins of Play Revisited: Les
sons from Turtles. " s. 1 -26 Animal Play: Evolutionary, Comparative, and Ecolo
gical Perspectives içinde, ed. Marc Bekoff ve john Byers. Cambridge: Cambrid
ge University Press.
Byme, Donn. 1 969. "Attitudes and Attraction." s. 36-89 Advances in Experimental
Social Psychology içinde, cilt 4, ed. Leonard Berkowitz. New York: Academic
Press.
Carson, Rachel. 1962. Silent Spring. Boston: Houghton Mifflin.
Cartmill, Matt. 1 997. "History of Ideas Surrounding Hunting." s. 197- 199 Encyc
lopedia of Animal Rights and Animal Welfare içinde, ed. Marc Bekoff. West-port,
Conn.: Greenwood.
Catechism of the Catholic Church. 1 994. Mahwah, N .j . : Paulist Press.
Clark, Kenneth. 1977. Animals and Men: Their Relationship as Rejlected in Western
Artfrom Prehistory to the Present Day. New York: Morrow.
Clark, Stephen R. L. 1 982. The Nature of the Beası: Are Animals Moral? Oxford: Ox
ford University Press.
Clutton-Brock, juliet. 1 98 1 . Domesticated Animals from Early Times. Londra: He
inemann.
-. 1994. "The Unnatural World: Behavioural Aspects of Humans and Animals in
the Process of Domestication." s. 23-35 Animals and Human Society: Changing
Perspectives içinde, ed. Aubrey Manning ve james Serpell. Londra: Routledge.
-. 1995. "Origins of the Dog: Domestication and Early History." s. 8-20 The Do"
mestic Dog: lts Evolution, Behaviour and lnteractions with People içinde, ed. james
Serpell. Cambridge: Cambridge University Press.
Cohen,Jeremy. 1 989. "Be Fertik and lncrease, Fili the Earth and Master lt ": The An
cienı and Medieval Career of a Biblical Text. Ithaca, NY: Comell University Press.
Coleman, Sidney H. 1 924. Humane Society Leaders in America. Albany, N .Y : Ame
rican Humane Association.
251
Collis, Glyn M. ve June McNicholas. 1 998. "A Theoretical Basis for Health Benefits
of Pet Ownership: Attachrnent versus Psychological Support." s. 105-22 Com
panion Animals in Human Healıh içinde, ed. Cindy C. Wilson ve Dennis C. Tur
ner. Thousand Oaks, Calif.: Sage.
Coppinger, Rayrnond ve Lorna Coppinger. 200 1 . Dogs: A Starıling New Under
slanding of Canine Origin, Behavior, and Evoluıion. New York: Scribner.
Coppinger, Rayrnond ve Richard Schneider. 1995. "Evolution of Working Dogs."
s. 22-4 7 The Domeslic Dog: Its Evolution, Behaviour and Inleractions wiıh People
içinde, ed. Jarnes Serpell. Carnbridge: Carnbridge University Press.
Côte, jarnes E. ve Charles G. Levine. 2002. Identity Formation, Agency, and Culture:
A Social Pscyhological Synıhesis. Mahwah, N .j . : Lawrence Erlbaurn.
Crandall, Lee S. 1 9 1 7 . Peıs: Their Hisıory and Care. New York: Henry Holı.
Crist, Eileen. 1999. Images of Animals: Anıhropomorphism and Animal Mind. Phila
delphia: Ternple University Press.
Crooks, Kevin R. ve Michael E. Soule. 1 999. « Mesopredator Release and Avi-faunal
Extinctions in a Fragrnented Systern. » Natur� 400: 563-566.
Csikszentrnihalyi, Mihaly. 1990. Flow: The Psychology of Optimal Experience. New
York: Harper and Row.
-. 1997. Finding Flow: The Psychology of Engagemenı with Everyday Life. New
York: Basic Books.
Csikszentrnihalyi, Mihaly ve Rick E. Robinson. 1 990. The Art ofSeeing: An Interpre
tation of the Aesthetic Encounıer. Malibu, Calif. : ] . Paul Getty Trust.
Darnasio, Antonio. 1 999. The Feeling of What Happens: Body and Emoıion in the Ma
king of Consciousness. New York: Harcourt Brace. Darnton, Robert. 1985. The
Great Cat Massacre and Oıher Episodes in French Cultural Hisıory. New York:
Penguin.
Darwin, Charles. 1859. On ıhe Origin of Species. Londra: John Murray.
-. 1 8 7 1 ( 1 936) . The Descent of Man and Selection in Relation to Sex. New York:
Randorn House.
-. 1872 ( 1 965) . The Expression of ıhe Emoıions in Man and Animals. Chicago: Uni
versity of Chicago Press.
Davies, Bronwyn. 2000. A Body of Wriıing 1 990- 1 999. Walnut Creek, Calif. : Al
ıaMira.
Dawkins, Marian Starnp. 1 998. Through Dur Eyes Only ? The Search for Animal
Consciousness. Oxford: Oxford University Press.
DeGrazia, David. 1 996. Taking Animals Seriously: Mental Life and Moral Status.
Carnbridge: Carnbridge University Press.
Derr, Mark. 1997. Dog's Best Friend: Annals of the Dog-Human Relationship. New
York: Henry Holt.
de Swaan, Abram. 1 98 1 . "The Politics of Agoraphobia: On Changes in Ernotional
and Relational Managernent." Theory and Society 10: 359-385.
Dewey, John. 1934. A rı as Experience. New York: Perigree.
Diffey, T. ]. 1986. "The Idea of Aesthetic Experience. " s. 3-12 Possibiliıy of ıhe Aes
ıheıic Experience içinde, ed. Michael H. Mitias. Dordrecht, Hollanda: Martinus
Nijhoff.
252
Dion, Karen, Ellen Berscheid ve Elaine Walster (Hatfield) . 1972. "What Is Beautiful
Is Good." ]ournal of Personality and Social Psychology 24: 285-290.
Donaldson, jean. 1 996. The Culture Clash. Berkeley, Calif. : James and Kenneth
Publishers.
Douglas, Mary. 1 966. Purity and Danger: An Analysis of the Concepts of Pollution and
laboo. New York: Routledge and Kegan Paul.
Dowd, James j . 1 99 1 . "Social Psychology in a Postmodern Age: A Discipline with
out a Subject." American Sociologist 22: 1 88-209.
Einwhoner, Rachel L. 1999. "Practices, Opportunity, and Protest Effectiveness: Il
lustrations from Four Animal Rights Campaigns." Social Problems 46: 1 69- 186.
Elder, Glen Jennifer Wolch ve jody Emel. 1998. "Le Pratique Sauvage: Race, Pla
ce, and the Human-Animal Divitle." s. 72-90 Animal Geographies: Place, Politi
cs, and Identity in the Nature-Culture Borderlands içinde, ed. Jennifer Wolch ve
jody Emel. londra: Verso.
Elias, Norbert. 1 994. The Civilizing Process. Oxford: Blackwell.
Elias, Norbert ve Eric Dunning. 1 986. Quest for Excitement. Oxford: Blackwell.
Eliot, George. 1 880. Scenes of Clerical Life. New York: William L. Allison.
Emel, Jody. 1998. "Are You Man Enough, Big and Bad Enough? Wolf Eradication
in the U .S." s. 9 1 - 1 16 An imal Geographies: Place, Politics, and Identity in the Na
ture-Culture Borderlands içinde, ed. Jennifer Wolch ve Jody Emel. londra: Verso.
Emel, Jody ve Jennifer Wolch . 1 998. "Witnessing the Animal Moment. " s. 1 -24
Animal Geographies: Place, Politics, and Identity in the Nature-Culture Border
lands içinde, ed. Jennifer Wolch ve Jody Emel. londra: Verso.
Emirbayer, Mustafa ve Ann Mische, 1998. "What Is Agency? " American ]ournal of
Sociology 103: 962-1023.
Feingold, A. 1 990. "Gender Differences in Effects of Physical Attractiveness on Ro
rnantic Attraction: A Cornparison across five Research Paradigrns. " ]ournal of
Personality and Social Psychology 59: 981 -993 .
Finsen, lawrence ve Susan Finsen. 1994. The Animal Rights Movement in America:
From Compassion to Respect. New York: Twayne.
Fisher, John Andrew. 199 1 . " Disarnbiguating Anthropomorphisrn: An lnterdis
ciplinary Review." s. 49-85 Pe:rspe:ctives in Ethology, Vol. 9: Human Understan
ding and Animal Awareness içinde, ed. P Bateson ve P Klopfer. New York: Ple
nurn.
Flynn, Clifton R 1 999. "Anirnal Abuse in Childhood and later Support for lnter
personal Violence in Farnilies. " Society & Animals 7: 1 6 1 - 1 72.
-. 2000a. "Wornan's Best Friend: Pet Abuse and the Role of Cornpanion Anirnals
in the lives of Battered Wornen." Violence Against Wome:n 6: 162- 1 77 .
-. 2000h. "Battered Wornen and Their Animal Cornpanions: Syrnbolic Interac
tion between Hurnan and Nonhurnan Anirnals." Society & Animals 8: 99- 1 27.
Fogle, Bruce, ed. 1 98 1 . Inte:rre:lations betwe:e:n Pe:ople and Pets. Springfield, l l l . :
Charles C. Thomas.
Forster, E. M. 1 92 1 . Howard's End. New York: Alfred A. Knopf.
Francione, Gary L. 1995. Animals, Property, and the Law. Philadelphia: Ternple
University Press.
253
-. 1996. Rain Without Thunder: The Ideology of the Animal Rights Movement. Phila
delphia: Temple University Press.
-. 2000. Introduction to Animal Rights: Your Child or the Dog? Philadelphia: Temp
le University Press.
Franklin, Adrian. 1999. Animals and Modern Cultures: A Sociology of Human-Animal
Relations in Modernity. Londra: Sage.
Franklin, Adrian, Bruce Tranter ve Robert White . 200 1 . "Explaining Support for
Animal Rights: A Comparison of Two Recent Approaches to Human, Nonhu
man Animals, and Postmodernity. " Society & Animals 9: 127- 144.
Gagnon, john H. 1992. "The Self, lts Voices, and Their Discord. " s. 221 -243 ln
vestigating Subjectivity içinde, ed. Carolyn Ellis ve Michael Flaherıy. Newbury
Park, Calif. : Sage.
Gallup, Alec . 1996. "Gallup Poll: Dog and Cat Owners See Pets as Part of Family."
Minneapolis Star Tribune, 28 Ekim, E l O .
Gardner, Carol Brooks. 1 980. "Passing By: Streeı Remarks, Address Rights, and the
Urban Female." Sociological Inquiry 50: 328-356.
Geertz, Clifford. 1984. '"From the Native's Point of View': On the Nature of An
thropological Understanding. " s. 1 23 - 1 3 7 Culture Theory içinde, ed. Richard
Shweder ve Rober LeVine. Cambridge: Cambridge University Press.
Gergen, Kenneth. 199 1 . The Saturated Self: Dilemmas of Identity in Contemporary
Life. New York: Basic Books.
Gerhards, Jiirgen. 1989. "The Changing Culıure of Emotions in Modern Society."
Social Science Iıiformation 28: 737-754.
Giddens, Anthony. 199 1 . Modernity and Self Identity. Cambridge: Poliıy.
Goffman, Erving. 1959. The Presentation of Self in Everyday Life. Garden City, N.Y:
Anchor Books.
-. 1963. Behavior in Public Places. New York: Free Press.
-. 1967. lnteraction Ritual. Garden City, N .Y: Anchor Books.
-. 1974. Frame Analysis: An Essay on the Organization of Experience. Cambridge,
Mass. : Harvard University Press.
Gombrich, Ernest H. 1 960. Art and Illusion: A Study in the Psychology of Pictorial
Representation. Princeton, N .J . : Princeton University Press.
-. 1979. Ideals and Idols: Essays on Values in History and in Art. Oxford: Phaidon.
Goodall, jane. 1990. Through a Window: My Thi rty Years with the Chimpanzees of
Combe. Boston: Houghton Mifflin.
-. 1999. Reason for Hope: A Spiıitual jou rney. New York: Warner Books.
Gordon, Steven L. 1 98 1 . "The Sociology of Sentiments and Emotions." s. 562-
592 Social Psychology: Sociological Perspectives içinde, ed. Morris Rosenberg ve
Ralph H . Turner. New York: Basic Books.
Griffiths, Huw, Ingrid Poulter ve David Sibley. 2000. "Feral Cats in ıhe City . " s.
56-70 Animal Spaces, Beastly Places: New Geographies of Human-Animal Relati
ons içinde, ed. Chris Philo ve Chris Wilbert. Londra: Routledge.
Griffin, Donald R. 1976. The Question of Animal Awareness: Evolutionary Continuity
of Mental Expeıience. New York: Rockefeller University Press.
254
-. 1992. Animal Minds. Chicago: University of Chicago Press.
Gubrium, Jaber. 1986. "The Social Preservation of Mind: The Alzheimer's Disease
Experience. " Symbolic Interaction 6: 37-5 1 .
Guttman, Giselher. 1 98 1 . "The Psychological Determinants o f Keeping Pets . " s .
89-98 Interrelations between People and Pets içinde, ed. Bruce Fogle. Springfield,
ll l . : Charles C. Thomas.
Hail, Libby. 2000. Pnnce and Other Dogs: 1 850- 1 940. New York: Bloomsbury.
Halle, David. 1 993. inside Culture: Art and Class in the American Home. Chicago:
University of Chicago Press.
Hanson, Karen. 1986. The Self Imagined: Philosophical Rejlections on the Social Cha
racter of the Psyche. New York: Routledge and Kegan Paul.
Hays, Sharon. 1 994. "Structure and Agency and the Sticky Problem of Culture. " So
ciological Theory 1 2 : 57- 72.
Hemmer, Helmut. 1 990. Domesticaıion: The Decline of Environmenıal Appreciation.
çev. Neil Beckhaus. Cambridge: Cambridge University Press.
Hewitt,John P. 2000. Self and Socieıy: A Symbolic Inıeracıionist Social Psychology, 8.
baskı Needham Heights, Mass.: Allyn and Bacon.
Hewitt, John P. ve Randall G.. Stokes. 1975. "Disclaimers." American Sociological
Review 40: 1 - 1 1 .
Hochschild, Arlie Russell. 1975. "The Sociology o f Feeling and Emotion: Selec
ted Possibilities. " s . 280-307 Another Voice: Feminist Perspecıivcs on Social Life
and Social Science içinde, ed. Marcia Millman ve Rosabeth Moss Kanter. Garden
City, N.Y: Anchor Books.
-. 1983. The Managed Hcarı: Commercialization of Human Fecling. Berkeley: U ni
versity of California Press.
Holstein, James A. ve jaber F. Gubrium. 2000. The Sclf We Live By: Narrative Idcn
tiıy in a Postmodern World. Oxford: Oxford University Press.
Ingold, Tim. 1 994. "From Trust to Domination: An Alternative History of Human
Animal Relations." s. 1 -22 Animals and Human Society içinde, ed. Aubrey Man
ning ve james Serpell. londra: Routledge.
Irvine, leslie. 1 997. "Reconsidering the American Emotional Culture: Code-pen
dency and Emotion Management." Innovation: The European ]ournal of Social
Sciences 10: 345-359.
-. 1 999. Codependent Forevermore: The Invention of Sclf in a Twelve Step G roup.
Chicago: University of Chicago Press.
-. 2000. "Even Better than the Real Thing: Narratives of the Self in Codependen
cy. " Qualitaıive Sociology 23: 9-28.
-. 200 1 . "The Power of Play." Anthrozods 14(3): 1 5 1 - 1 60.
-. 2002. "Animal Problems/People Skills: Emotional and lnteractional Strategies
in Humane Education." Society & Animals 1 O: 63-9 1 .
James, William. 1950 ( 1 890) . The Principles of Psychology. New York: Dover.
-. 1961 ( 1 892). Psychology: Thc B riefer Course. New York: Harper Torchbooks.
Jamieson, Dale ve Marc Bekoff. 1993. "On Aims and Methods of Cognitive Etho-
logy." Philosophy of Science Association 2: 1 10- 1 24.
255
jasper, James M. ve Dorothy Nelkin. 1992. The Animal Righıs Crusade: The Growıh
of a Moral Proıesı. New York: Free Press.
jones, Gareth Stcdman. 197 1 . Ouıcası London: A Study in the Relationship between
Classes in Victoıian Socieıy. Londra: Oxford.
Karsh, Eileen B. ve Dennis C. Turner. 1 988. "The Human-Cat Relationship." s.
1 59- 1 77 The Domestic Caı: The Biology of lls Behavior içinde, ed. D. Tumer ve R
Bateson. Cambridge: Cambridge University Press.
Katcher, Aaron. 1 98 1 . "Interactions beıween People and Their Pets: Form and
Function." s. 4 1 -6 7 Inıerrelaıions beıween People and Peıs içinde, ed. Bruce Fog
le. Springfield, l l 1 . : Charles C. Thomas.
Kellert, Stephen R. 1 993. "The Biological Basis for Human Values of Nature." s. 42-
69 The Biophilia Hypothesis içinde, ed. S. Kellerı ve E. O. Wilson. Washington,
D . C . : Island Press/Shearwater Books.
-. 1 994. "Attitudes, Knowledge and Behaviour toward Wildlife among the lndus
trial Superpowers: The Uniıed States, Japan and Germany." s. 166- 1 87 Animals
and Human Society: Changing Perspectives içinde, ed. Aubrey Manning ve james
Serpell. Londra: Routledge.
Kete, Kaıhleen. 1 994. The Beast in the Boudoir: Petkeeping in Nineıeenth-Century Pa
ıis. Berkeley: University of California Press.
Kheel, Marti. 1 995. "License to Kili: An Ecofeminist Critique of Hunters' Dis
course. " s. 85- 1 25 Animals and Women: Feminist Theoretical Explorations için
de, ed. Carol ] . Adams ve Josephine Donovan. Durham, N . C . : Duke Univer
sity Press.
Kidd , Aline H. ve Robert M. Kidd. 1 980. " Personality Characteristics and Pref
erences in Pet Ownership. " Psychological Reports 46: 939-949.
-. 1 987. "Seeking a Theory of the Human/Companion Animal Bond. " Anıhro.w
os 1 : 140- 1 5 7 .
K r u s e , Corwin R . 1 999. " Gender, Views of Nature , and Support for Animal
Rights." Society & Animals 1: 1 79- 1 98.
Lawrence, Elizabeth A. 1986. "Neoteny in American Perceptions of Animals." ]our
nal of Psychoanalytic Anthropology 9: 4 1 -54.
- . 1 995. "Cultural Perceptions of Differences between People and Animals: A
Key to Understanding Human-Animal Relationships." ]oumal of Ameıican Cul
ture 18: 75-82.
Lerman, Rhoda. 1 996. in the Company of Newfs. New York: Henry Holt.
Lerner, Jennifer E. ve Unda Kalof. 1999. 'The Animal Text: Message and Meaning
in Television Advertisements . " Sociological Quarterly 40: 565-586.
Leyhausen, R. 1979. Caı Behavior: The Predatory and Social Behavior of Domestic
and Wild Caıs. Trans. B. A. Tonkin. New York: Garland.
Linden, Eugene. 1 999. The Parrot's Lamenı, and Oıher True 'Idles of Animal Inııigue,
Inıelligence, and Ingenuily. New York: Penguin Putnam.
Linzey, Andrew. 1 998. "Christianity." s. 286-288 Encyclopedia of Animal Righıs and
Animal Welfare içinde, ed. Marc Bekoff. Westport, Conn. : Greenwood.
Maehle, Andreas-Holger. 1 994. "Cruelty and Kindness to the 'Brute Creation': Sta
bility and Change in the Ethics of the Man-Animal Relaıionship, 1600- 1850."
256
s. 81-105 Animals and Human Society: Changing Perspectives içinde, ed. Aubrey
Manning ve james Serpell. Londra: Routledge.
Maggitti, Paul. 1 996. "Cat Litter: The inside Scoop." Pet Business (Temmuz) .
Malek, Jaromir. 1993. The Cat in Ancient Egypı. Londra: British Museum Press.
Martin, Paul ve Patrick Bateson. 1988. "Behavioural Development in the Cat." s.
9-22 The Domestic Cat: The Biology of Its Behaviour içinde, ed. Dennis C. Tumer
ve Patıick Bateson. Cambridge: Cambridge University Press.
Masson, Jeffrey Moussiaeff. 1997. Dogs Never Lie about Love: Rejlections on the
Emotional World of Dogs. New York: Three Rivers Press.
Masson, Jeffrey Moussiaeff ve Susan McCarthy. 1995. When Elephants Weep: The
Emotional Lives of Animals. New York: Delta. McDonogh, Kathleen. 1 999. Reig
ning Cats and Dogs. New York: St. Martin's Press.
Mead, George Herbert. 1 962 ( 1 934) . Mind, Self and Society. Chicago: University of
Chicago Press.
Melson, Gail F . 200 1 . Why the Wild Things Are: Animals in the Lives of Children.
Cambıidge, Mass.: Harvard University Press. Menache, Sophia. 1997. "Dogs:
God's Worst Enemies?" Society & Animals 5: 23-44.
-. 2000. "Hunting and Attachment to Dogs in the Pre-Modem Period." s. 42-60
Companion Animals and Us: Exploring the Relationships between People and Pets
içinde, ed. Anthony L. Podberscek, Elizabeth S. Paul ve James A. Serpe!!. Camb
ridge: Cambridge University Press.
Mertens, Claudia. 1 99 1 . "Human-Cat lnteractions in the Home Setting." Anf/zro
zods 4: 224-233.
Messent, Peter. 1 983. "Social Facilitation of Contact with Other People by Pet
Dogs." s. 3 7-46 New Perspectives on Our Lives with Companion Animals içinde,
ed. Aaron Katcher ve Alan Beck. Philadelphia: University of Pennsylvania Press.
Messent, Peter R. ve james A. Serpell. 1 98 1 . "An Historical and Biological View of
the Pet-Owner Bond." s. 5-22 Interrelations between People and Pets içinde, ed.
Bruce Fogel. Springfield, l l l . : Charles C. Thomas.
Midgley, Mary. 1983. Animals and Why They Matter. Athens: University of Geor
gia Press.
Milekic, Sİavoljub. 1 998. "Disneyfication." s. 1 3 3- 1 34 Encyclopedia of Animal
Rights and Animal Welfare içinde, ed. Marc Bekoff. Westport, Conn . : Green
wood.
Milis, C. Wright. 1 940. "Situated Actions and Vocabularies of Motive." American
Sociological Review 5: 904-9 1 3 .
Mitchell, Robert W, Nicholas S. Thompson v e H. Lyn Miles, ed. 1997. Anthropo
morphism, Anecdotes, and Animals. Albany: State University of New York Press.
Morris, Paul, Margaret Fidler ve Alan Costall. 2000. "Beyond Anecdotes: An Empi
rical Study of 'Anthropomorphism.'" Society & Animals 8: 1 5 1 - 165.
Myers, Gene. 1 998. Children and Animals: Social Development and Our Connections
to Other Species. Boulder, Colo . : Westview Press.
Neisser, Ulric. 1 994. "Self-Narratives: True and False. " s. 1 - 1 8 The Remembering
Self: Construction and Accuracy in the Self-Narrative içinde, ed. Ulric Neisser ve
Robyn Fivush. Londra: Cambridge University Press.
257
Nibert, David A. 1994. "Animal Rights and Human Social Issues." Society & Ani
mals 2: 1 1 5 - 1 24.
-. 2002. Animal Rights/Human Rights: Entanglements of Oppression and Liberation.
Lanham, Md.: Rowman and Littlefield. Niven, Charles D. 1 967. History of the
Humane Movement. Londra: johnson.
Noske, Barbara. 1997. Beyond Boundaries: Humans and Animals. Montreal: Black
Rose Books.
Owens, Paul ve Norma Eckroate. 1999. The Dog Whisperer: A Compassionate, Non
violent Approach to Dog Training. Ilolbrook, Mass.: Adams Media.
Parsons, Michael ]. 1987. How We Understand Art: A Cognitive-Developmental Ac
count of Aesthetic Response. New York: Cambridge University Press.
Patterson, Francine ve Eugene Linden. 1 98 1 . The Education of Koho. New York:
Holt, Rinehart, and Winston.
Pepperberg, !rene. 1 99 1 . "A Communicative Approach to Animal Cognition: A
Study of Conceptual Abilities of an African Grey Parrot." s. 153-186 Cognitive
Ethology: The Minds of Other Animals içinde, ed. Carolyn A. Ristau. Hillsdale,
N .j . : Lawrence Erlbaum.
Perin, Constance. 1 98 1 . "Dogs as Symbols in Human Development." s. 68-88 In
terrelations between People and Pets içinde, ed. Bruce Fogle. Springfield, 1 1 1 . :
Charles C. Thomas.
Pfungst, Otto. 1 9 1 1 . Clever Hans: A Contribution to Experimental Animal and Human
Psychology. New York: Henry Holt.
Phillips, Mary T. 1 994. "Proper Names and the Social Construction of Biography:
The Negative Case of Laboratory Animals." Qualitative Sociology 17: 1 1 9-142.
Pious, Scott. 1993. "Psychological Mechanisms in the Human Use of Animals. "
]ournal of Social Issues 4 9 : 1 1 -52.
Plummer, Ken. 1983. Documents of Life: An Introduction to the Problems and Lit
erature of a Humanistic Method. Londra: Ailen and Unwin.
Podberscek, Anthony ve Samuel D. Gosling. 2000. "Personality Research on Pets
and Their Owners: Conceptual Issues and Review. " s. 143- 167 Companion Ani
mals and Us: Exploring the Relationships between People and Pets içinde, ed. An
thony L. Podberscek, Elizabeth S. Paul ve james A. Serpell. Cambridge: Camb
ridge University Press.
Podberscek, Anthony L. Elizabeth S. Paul ve james A. Serpell. 2000. Companion
Animals and Us: Exploring the Relationships between People and Pets. Cambridge:
Cambridge University Press.
Polluer, Melvin ve Lynn McDonald-Wilder. 1 985 . ''The Social Construction of Un
reality: A Case Study of a Family's Attribution of Competence to a Severely Re
tarded Child.» Family Process 24: 24 1-254.
Poresky, Robert H., Charles Hendrix, jacob E. Moser ve Marvin L. Samuelson.
1988. "Young Children's Companion Animal Bonding and Adults' Pet Atti
tudes: A Retrospective Study." Psychological Reports 62: 419-425 .
Posage, ] . Michelle, Paul C. Bartlett ve Daniel K. Thompson. 1 998. "Determining
Factors for Successful Adoption of Dogs from an Animal Shelter." ]ournal of the
American Veterinary Medical Association 2 1 3 : 4 78-482.
258
Pryor, Karen. 1 986. Don't Shoot the Dog: The New A rt of Teaching and Training. New
York: Bantam.
Regan, Tom. 1 983 . The Case for Animal Rights. Berkeley: University of Califor
nia Press.
Ristau, Carolyn R., ed. 1 99 1 . Cognitive Ethology: The Minds of Other Animals. Hills
dale, N .j . : Lawrence Erlbaum.
Ritvo, Harriet. 1 987. The Animal Estate: The English and Other Creatures in the Vic
torian Age. Cambridge, Mass.: Harvard University Press.
-. 1988. "The Emergence of Modern Pet-Keeping." s. 13-3 1 Animals and Peop
le Sharing the World içinde, ed. Andrew N. Rowan. Hanover, N.H.: University
Press of New England.
Roberts, William A. ve Dwight S. Mazmanian. 1 988. "Concept Learning at Diffe
rent Levels of Abstraction by Pigeons, Monkeys and People." ]oumal of Experi
mental Psychology: Animal Behavior Processes 14: 24 7-260.
Robins, Douglas M . , Clinton R. Sanders ve Spencer E. Cahili. 1 99 1 . "Dogs and
Their People: Pet-Facilitated Interaction in a Public Setting." ]oumal of Con
temporary Ethnography 20: 3-25.
Rollin, Bemard E. 1992. Animal Rights and Human Morality, 2. baskı Buffalo, N .Y:
Prometheus Books.
Rollin, Bemard E. ve Michael D. H. Rollin. 200 1 . "Dogmatisms and Catechisms: Et
hics and Companion Animals. " Anthrozoos 14: 4- 1 1 .
Rubenstein, David. 200 1 . Culture, Structure, and Agency: Toward a Truly Multi
dimensional Sociology. Thousand Oaks, Calif.: Sage.
Saint-Exupery, Antoine de. 1971 ( 1943). The Little Prince. Trans. Richard Howard.
San Diego: Harvest/Harcourt.
Sanders, Clinton R. 1 990. "Excusing Tactics: Social Responses to the Public Mis
behavior of Companion Animals. " Anthrozoos 4: 82-90.
-. 1 99 1 . "The Animal 'Other': Self-Definition, Social Identity, and Companion
Animals." s. 662-668 Advances in Consumer Research içinde, cilt 1 7, ed. Marvin
Goldberg vd. Provo, Utah: Association for Consumer Research.
-. 1993. "Understanding Dogs: Caretakers' Attributions of Mindedness in Cani
ne-Humarı Relationships." ]oumal of Contemporary Ethnography 22: 205-226.
-. 1994a. "Annoying Owners: Routine lnteractions with Problernatic Clients in a
General Veterinary Practice." Qualitative Sociology 1 7 : 1 59-70.
-. 1 994b. "Biting the Hand That Heals You: Encounters with Problernatic Patients
in a General Veterinary Practice." Society & Animals 2: 47-66.
-. 1 999. Understanding Dogs: Living and Working with Canine Companions. Phila
delphia: Temple University Press.
-. 2000. "The Impact of Guide Dogs on the Identity of People with Visual Impa
irments." Anthrozoos 13: 1 3 1 - 1 39 .
Sanders, Clinton R. ve Arnold Arluke. 1993. " I f Lions Could Speak: Investigating
the Animal-Human Relationship and the Perspectives of Nonhurnan Others."
Sociological Quarterly 34: 377-390.
Sauer, Cari Ortwin. 1952. Agricultural Origins and Dispersals. Cambridge, Mass . :
M i T Press.
259
Schoen, Ailen M. 200 1 . Kindred Spirits. New York: Broadway Books/Randorn Hou
se.
Schwabe, Calvin. 1 994. "Anirnals in the AncientWorld." s. 36-58 Animals and Hu
man Society: Changing Perspectives içinde, ed. Aubrey Manning ve Jarnes Ser
pell. Londra: Routledge.
Scully, Matthew. 2002. Dominion: The Power of Man, the Suffering of Animals, and
the Cali to Mercy. New York: St. Martin's Press.
Serpell, Jaınes. 198 1 . "Childhood Pets and Their lnfluence on Adults' Attitudes."
Psychological Reports 49: 651 -654.
-. 1986. In the Company of Animals. Oxford: Basil Black well.
-. l 988a. "Pet-Keeping in Non-Western Societies: Sorne Popular Misconcep-
tions. " s. 34-52 Animals and People Sharing the World içinde, ed. Andrew N .
.
Rowan. Hanover, N.H.: University Press o f New England.
-. 1988b. "The Dornestication and History of the Cat." s. 1 5 1 - 1 58 The Domestic
Cat: The Biology of Its Behaviour içinde, ed. Dennis C. Turner ve Patrick Bateson.
Carnbridge: Carnbridge University Press.
-. 1 995 . "Frorn Paragon to Pariah: Sorne Reflections of Hurnan Attitudes to
Dogs." s. 245-256 The Domestic Dog: Its Evolution, Behaviour and Interactions
with People içinde, ed. Jaınes Serpell. Carnbridge: Carnbridge University Press.
Shapiro, Kenneth ] . 1 990. "Understanding Dogs through Kinesthetic Ernpathy, So
da! Construction, and History." Anthrozoos 3: 1 84-95.
-. 1997. "A Phenornenological Approach to the Study of Nonhurnan Anirnals."
s. 277-295 in Anthropomorphism, Anecdotes, and Animals, ed. R. Mitchell, N .
Thoınpson v e H. Miles. Albany: State University of New York Press.
Sheldrake, Rupert. 1 999. Dogs That Know When Their Owners Are Coming Home.
New York: Crown.
Sheldrake, Rupert ve Marc Bekoff. 2000. "ln Conversation." The Bark: The Modem
Dog Culture Magazine, sayı 10 (Kış) , 48-50.
Shepard, Paul. 1978. Thinhing Animals: Animals and the Development of Human In
telligence. New York: Viking Press.
-. 1 996. The Others: How Animals Made Us Human. Washington, D.C.: Island Press.
Shue , Henry. 1 996. Basic Rights, 2. baskı Princeton, N .J . : Princeton University
Press.
Siegel, Judith M. 1 993. ,,Cornpanion Anirnals: in Sickness and in Health . " ]oumal
of Social Issues 49: 1 57-167.
Siegal, Mordecai, ed. 1989. The Comell Booh of Cats. New York: Villard.
Singer, Peter. 1990. Animal Liberation, gözden geçirilmiş baskı New York: New
York Review of Books.
Sornrners, Shula. 1 984. ,,Adults Evaluating Their Ernotions: A Cross-Cultural Pers
pective . " s. 3 1 9-338 Emotion and Adult Development içinde, ed. Carol Zander
Malatesta ve Carroll E. Izard. Beverly Hills, Calif.: Sage.
Sorabji, Richard. 1993. Animal Minds and Human Morals: The Origins of the Westem
Debate. Ithaca, N .Y: Cornell University Press.
Sperling, Susan. 1 988. Animal Liberators: Research and Morality. Berkeley: Uni
versity of California Press.
260
Spiegel, lan Brett. 2000. "A Pilot Study to Evaluate an Elementary School-Based
Dog Bite Prevention Program. " Anthrozoos 13: 1 64- 1 73 .
Steams, Peter N . 1989a. "Suppressing Unpleasant Emotions: The Development o f
a Twentieth-Century American Style . " s. 230-26 1 Social History a n d Issues i n
Human Consciousness: Some Interdisciplinary Connections içinde, e d . Andrew E .
Bums v e Peter N. Stearns. New York: New York University Press.
-. 1989b. ]ealousy: The Evolution of an Emotion in American History. New York:
New York University Press.
-. 1994. American Cool. New York: New York University Press.
Stern, Daniel N. 1 985. The Interpersonal World of the Infant: A View from Psy
choanalysis and Developmental Psychology. New York: Basic Books.
Stevens, Montague. 1 990 ( 1 943) . Meet Mr. Grizzly. Silver City, N . M . : High Lone
some Books.
Strauss, Anselm, ed. 1964. George Herbert Mead on Social Psychology. Chicago: Uni
versity of Chicago Press.
Swabe, Joanna. 2000. "Veterinary Dilemrnas: Ambiguity and Ambivalence in Hu
man-Animal lnteraction. " s. 292-3 1 2 Companion Animals and Us: Exploring the
Relationships between People and Pets içinde, ed. Anthony L. Pod-berscek, Eliza
beth S. Paul ve james A. Serpell. Cambridge: Cambridge University Press.
Tabor, Roger. 1 983. The Wild Life of the Domestic Cat. Londra: Arrow Books.
Tester, Keith. 1 992. Animals and Society: The Humanity of Animal Rights. Londra:
Routledge.
Thomas, Elizabeth Marshall. 1 993. The Hidden Life of Dogs. Boston and New York:
Houghton Mifflin.
-. 1994. The Tribe of Tiger: Cats and Their Culture. New York: Simon and Schuster.
-. 2000. The Social Lives of Dogs: The Grace of Canine Company. New York: Si-
mon and Schuster.
Thomas, Keith. 1 983. Man and the Natura! World: Changing Attitudes in England
1 500-1800. Londra: Ailen Lane.
Tuan, Yi-Fu. 1 984. Dominance and Affection: The Making of Pets. New Haven ,
Conn.: Yale University Press.
Tumer, James. 1 980. Reckoning with the Beast: Animals, Pain, and Humanity in the
Victorian Mind. Baltimore: Johns Hopkins University Press.
Unti, Bemard. 1 998. "Caroline White." s. 362 Encyclopedia of Animal Rights and
Animal Welfare içinde, ed. Marc Bekoff. Westport, Conn.: Greenwood.
Voltaire. ( 1 962) . Philosophical Dictionary, sunuş ve sözlükçeyle birlikte çeviren Pe
ter Gay, cilt 1. New York: Basic Books.
Weber, Max. 1 954. The Protestant Ethic and the Spiril of Capitalism. New York:
Free Press
-. 1968 ( 1 922) . Economy and Society: An Outline of Interpretive Sociology. New
York: Bedminster Press.
Wells, Deborah L. ve Peter G. Hepper. 1999. "Male and Female Dogs Respond Dif
ferently to Men and Women. " Applied Animal Behaviour Science 60: 83-88.
-. 200 1 . "The Behavior of Visitors towards Dogs Housed in an Animal Rescue
Shelter." Anthrozoos 14: 1 2- 1 8.
261
West, Candace. 1999. "Not Even a Day in the Life." s. 3-12 Qualitative Sociology
as Everyday Life içinde, ed. Barry Glassner ve Rosanna Hertz. Thousand Oaks,
Calif.: Sage.
Wilson, Cindy C. ve Dennis C. Turner. 1998. Companion Animals in Human Health.
Thousand Oaks, Calif.: Sage.
Wilson, Edward O. 1993. "Biophilia and the Conservation Ethic." s. 3 1-41 The Bi
ophilia Hypothesis içinde, ed. S. Kellert ve E. O. Wilson. Washington, D.C.: ls
land Press/Shearwater Books.
Winnicott, D. W. 1958. Collected Papers. Londra: Tavistock.
Wise, Steven M. 2000. Rattling the Cage: Toward Legal Rights for Animals. Carn
bridge, Mass.: Perseus.
Wolch, Jennifer. 1998. "Zo6polis." s. l 19- 1 38 Animal Geographies: Place, Politics,
and ldentity in the Nature-Culture Borderlands içinde, ed. Jennifer Wolch vejody
Emel. Londra: Verso.
Wouters, Cas. 1 99 1 . "On Status Cornpetition and Ernotion Managernent. " ]ournal
of Social History 24: 699- 7 1 7 .
262
i letişi m' den
GARY L . FRANCI O N E
H ayva n
H a kl a rı na G i ri ş
Ç E V i R E N Re n a n A k m a n - E l ç i n G e n • 3 2 8 s a y fa
TO M REGAN
Kafes l e r
Boşa l s ı n
Ç E V i R E N S e r p i l Ç a ğ l aya n • 3 1 6 s a yfa