You are on page 1of 474

íto c L o rm

EVLİLİK ve
ÖİLt PSİKOLOJİSİ
S istem Y ayıncılık: 7 0 6
P sik o lo ji-P sik o d r a m a -S o sy o lo ji-F e lse fe D iz is i

B A Ğ L A N M A , EVLİLİK V E AİLE PSİKOLOJİSİ

U zm . Psk. T arık S o lm u ş (E d itör)

G enel Yayın Y önetm eni: E rd oğan Y enice


Yayına Hazırlayan: Z u h a l D o ğ a n
Sayfa D ü zen i ve Kapak Tasarım: İlk n u r Efe
Baskı-Cilt: Yeni G ü v en M atb aası

© 2 0 1 0 Bu kitabın Türkçe yayın hakları S iste m Y ayın cılık


A .Ş .’ye ve yazarına aittir. Yayınevimizden yazılı izin
alınmadan kısm en veya tam am en alıntı yapılamaz, hiçbir
şekilde kopya ed ilem ez, çoğaltılam az ve yayım lanam az.

1. Basım: Ekim 2 0 1 0 / 1000 adet

ISBN: 9 7 8 -9 7 5 -3 2 2 -6 0 6 -6

Yayıncı Sertifika N o. 10865

SİSTEM YAYINCILIK VE MAT. SAN. TİC. AŞ.


SİSTEM KİTABEVİ
Tarlabaşı Bulvarı, Şehit Muhtar Mah., Utarit Sok, No: 7
Taksim - Beyoğlu / İstanbul
Tel: (2 1 2 ) 2 9 3 8 3 72 pbx Fax: (2 1 2 ) 2 9 3 6 6 71
E-posta: sistem @ sistem .com .tr
w ww .sistem .com .tr
&ACLAnMfl,
EVLİLİK vc
flİLt PSİKOLOJİSİ
Türkiye Bağlanma El Kitabı

Uzm. Psk. T a rık S olm uş


(Editör)

SİSTEM YA Y IN C ILIK
Ey Tebrizli Şems,
D inim aşktır benim; senin yüzünü gördüm göreli,
Benim dinim senin yüzünle övünür, ey sevgili!
Bunu unutm a, hatırla ama!
Mevlana

Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu,


İki kere öpeyim desem; üçün boynu bükük.
Cemal Süreya

Ö zledim seni,
Ayrılık yüreğim i uyuşturuyor, karıncalandırıyor nicedir,
Beynim i uyuşturuyor özlem in,
Çok sık birlikte olmasak bile,
Benim le olduğunu bilm enin,
Bunca zamandır içim i ısıttığını,
Yeni yeni anlıyorum.
Can Yücel

Kalksam duraktan dolm uş gibi,


Arka koltukta unutulm uş gibi,
Terliklerimle gelsem sana,
Sonunda aşkı bulm uş gibi.
Nadir Göktürk
İÇİNDEKİLER

Önsöz: Anne-Babaya, Çocuğa, Eşe, İşe, insana.


Politikaya ve Tanrıya Bağ lan m a.................................... 13
Giriş: Bebeklikten Yetişkinliğe; Bağlanma ve
Romantik Bağlanma
Tarık Solmuş..........................................................................................17

BEBEKLİKTE, ÇOCUKLUKTA ve
ERGENLİKTE BAĞLANMA
Bebeklerde Bağlanmanın Gelişimi ve Belirlenmesi /
Değerlendirilmesi
A. Şebnem Soysal - Elvan İşeri..................... 26
Bağlanmanın Oluşumu ve Psikososyal ve
Bilişsel Gelişim Çerçevesinde Bağlanma
Başak Karateke .................. 35
Erken Doğan Bebeklerde Bağlanma
A. Şebnem Soysal.................................................................................43
Anne-Bebek / Çocuk Bağlanma ve Beslenme ilişkisi
Özden Badem ci................................................................................... 55
Bebeklerde ve Çocuklarda Bağlanma ve Ayrılma /
Ayrılık Kaygısı
Şebnem Kuşçu Orhan .......................... 65
Bebeklerde ve Çocuklarda Tepkisel
Bağlanma Bozukluğu: Bir Vaka Örneği
A. Şebnem Soysal - Elvan İşeri - Aysima Özçelik............................ 80
Bebeklik ve Çocukluk Dönemleri Bağlanma Bozuklukları ve
Bağlanmanın Bu Dönemlerdeki Diğer Bozukluklarla ilişkisi
Tarık Solm uş........................................................................................91
Bağlanma, Mizaç ve Ebeveyn -Çocuk ilişkileri
Bilge Yağmurlu - Aslı Candan Kodalak..........................................111
Bağlanma ve Aile İşlevleri Açısından
Anne-Baba-Çocuk ilişkileri
Zuhal Gültekin ................................................................................. 125
Bağlanma ve Ebeveynlik Tarzları
Gül Şendil............................................................. 142
Bağlanma, Bipolar Bozukluk ve Bipolar Bozukluğun
Aile ilişkileri Üzerindeki İzdüşümü
Merve Mamacı ................................................................................. 159

Çalışan Annelerin Çocuklarında Bağlanma Örüntüleri


Aylin İlden Koçkar .......................................................................... 173
Babaya Bağlanma: Babaların Çocuk Gelişimindeki Rolü
Mine Cihanoğlu ................................................................................ 182
Anne-Baba Ayrılığı Yaşamış Çocuklarda Bağlanma
Şeniz Pamuk ......................................................................................197

Görme ve işitme Engelli Çocuklarda Bağlanma


Birgül Ural Bayoğlu................................................................. 210
Okulda Bağlanma: Çocuk - Öğretmen Bağlanması
Derya Şahin ...................................................................................... 218

Bağlanma ve Çocuk istismarı -ihmali


Türkan Yılmaz Irmak ...................................................................... 230

Çocuklarda ve Ergenlerde Ebeveyne Bağlanma,


Özgüven ve Okul Başarısı İlişkisi
Şebnem Türktan - Canan Savran....................................................243
Ergenlik Döneminde Bağlanma
İlkay Demir ...................................................................................... 259
YETİŞKİNLİKTE BAĞLANMA ve
ROMANTİK BAĞLANMA
Bağlanma ve Romantik Kıskançlık
Günnur Karakurt.............................................................................. 274
"Bağlanm a" ve Aldatma
Didar Kantarcı - Gül Şendil ............................................................284
Evlilik ve Boşanma Sürecinde Bağlanma
Ani Eryorulmaz ............................ 296
Bağlanma, Evlilik Doyumu ve Çatışma
Mehmet H arm a ........................................................................... 307
Eş Seçiminde ve Evlilik Uyumunda Bağlanmanın Rolü
Özenç Ertan Öztekin ........................................................................319
Davranışçı Sistemik Evlilik Terapisi,
Evlilikte İletişim ve Bağlanma
Mehmet Z. Sungur ........................................................................... 326
Bağlanma, Çift-Evlilik Terapisi ve
Kronik Hastalıklarla Baş Etme
Nilüfer Kafesçioğlu............................................... 342
Güvenli Bağlanma Figürü Olarak Terapist ve
Bağlanma Odaklı Çift Terapisi: Bir Vaka Örneği
Eda Arduman.................................................................................... 353
Sinemada Bağlanma: "Piano Öğretmeni"
Tarık Solm uş..................................................................................... 363
Sinemada Romantik Bağlanma:"Issız Adam "
Tank Solm uş..................................................................................... 370
Bağlan(A)mama ve Politik Tutumlar:
Patolojik Milliyetçilik/ Irkçılık ve Şiddet
Tarık Solm uş..................................................................................... 377
Annem, Aşkım, Tanrım: Din ve Tanrıya Bağlanma
Tank Solmuş.................................................................383
Bebekliğimiz ve İş Yaşamımız:
iş ve Kariyer Yaşamında Bağlanma
Tank Solmuş.................................................................395

YAŞAM BOYU BAĞLANMA ve ...


Bağlanma, Saldırganlık ve Şiddet
Hilal Çelik ................................................................... 402
Suç ve Bağlan-ma!
Selen Demirtaş ............................................................. 414
Yalnızlık ve Bağlanma
Aylin Demirli Yoraz ................... 423
Ebeveynin Çocuğu Kabul ya da Reddi
Gülçin Karadeniz -Nilgün Öngider ...................................430
Sonsöz Yerine: Kime Bağlıyım Ben?
Özden Bilgin.................................................................442

YAZARLAR HAKKINDA.................................................. 445


Uzm. Psk. Eda Arduman............................................... 445
Uzm. Psk. Özden Badem ci...........................................446
Uzm. Birgül Ural Bayoğlu.............................................. 447
Psi. Dan. Özden Bilgin .................................................448
Dr. Mine Cihanoğlu..................................................... 449
Uzm. Psi. Dan. Hilal Çelik.............................................. 449
Yard. Doç. Dr. İlkay Demir............................................449
Psi. Dan. Selen Demirtaş.............................................. 449
Uzm. Psi. Dan. Ani Eryorulmaz..................................... 451
Psi. Dan. Zuhal Gültekin.............................................. 452
Uzm. Psk. Mehmet Harm a.......................................... 452
Yard. Doç. Dr. Türkan Yılmaz Irmak............................. 453
Prof. Dr. Elvan İşeri......................................................453
Yard. Doç. Dr. Nilüfer Kafesçioğlu...............................454
Uzm. Psk. Didar Kantarcı.............................................455
Çocuk Gelişimi Uzmanı Gülçin Karadeniz................... 456
Yard. Doç. Dr. Günnur Karakurt.................................. 456
Uzm. Psk. Başak Karateke........................................... 457
Psk. Dr. Aylin İlden Koçkar.......................................... 457
Psk. Aslı Candan Kodalak.......................................... 458
Uzm. Psk. Merve M am acı............................................ 459
Uzm. Psk. Şebnem O rhaa............................................ 459
Yrd. Doç. Dr. Nilgün Öngider....................................... 460
Uzm. Dr. Aysima Özçelik.............................................. 460
Uzm. Psk. Özenç Ertan Öztekin.................................... 461
Uzm. Psk. Şeniz Pam uk.................................................461
Yard. Doç. Dr. Canan Savran.................................... 462
Uzm. Psk. Tarık Solmuş................................................ 463
Psk. Dr. A. Şebnem Soysal...........................................464
Prof, Dr. Mehmet Z. Sungur.........................................465
Yard. Doç. Dr. Derya Şahin........................................ 466
Doç. Dr. Gül Şendil...................................................... 467
Uzm. Psi. Dan. Şebnem Türktan.................................... 468
Doç. Dr. Bilge Yağmurlu.............................................. 468
Uzm. Psi. Dan. Aylin Demirli Yoraz................................. 469
ÖNSÖZ
ANNE-BABAYA, Ç O C U Ğ A ,
EŞE, İŞE, İNSANA,
POLİTİKAYA ve TANRIYA BAĞLANMA

u kitap, genel olarak BAGLANMA’ya; yani anne-babaya,


çocuğa, işe-mesleğe, dine-tanrıya, politik inançlara ve kar­
deşler, arkadaşlar, akrabalar ya da öğretm enler gibi yakın kişile­
re bağlanm aya ve ROM ANTİK BAGLANMA’ya; aşka, rom antik
ilişkilere ve evliliğe; yani sevgiliye ve eşe bağlanm aya odaklı yazı­
lardan oluşm aktadır.
Anneyle doğum öncesinden başlayan bağlanm a ilişkisi insanın
tüm yaşam ı boyunca devam eder ve hayatının her alanında yap­
tığı “tercihleri” belirler. Rom antik ilişkilerden anne-baba-çocuk
ilişkisine, kariyer - iş yaşam ından cinsel yaşama, dinsel tu tu m ­
lardan politik inançlara kadar yaşamın her noktasında bağlanm a
özelliklerimizin etkileri görülür. Bir sosyal organizasyonun; ö rn e ­
ğin m eslek örgütü, dernek ya da vakfın üyesi olup olmamayı, bir
rom antik ilişki yaşayıp yaşamamayı, takım tutup tutm am ayı, n a ­
maz kılıp kılm am ayı ya da meslek seçim lerim izi belirleyen temel
etken bağlanm a stillerimizdir. Gerek bir kişilik yapısı gerekse iliş­
kisel bir özellik olarak düşünebileceğim iz bu stilleri bizi yaşam
da psikolojik olarak var eden ya da etmeyen; bir ağacın gövdesi
olarak da düşünebiliriz. İşte örneğin yakın-sosyal ve duygusal-
rom anlik ilişkilerimiz konusunda tüm yaşam ım ız boyunca yap­
tığım ız ya da yapm adığım ız tercihlerim izi de bu ağacın yüzlerce,
binlerce dalları olarak kabul edebiliriz.

Bu çalışmamızda, psikoloji, psikolojik danışm anlık, psikiyat­


ri, çocuk gelişimi, sosyal hizm etler ve çocuk nörolojisi gibi farklı
disiplinlerden gelen uzm anlar olarak bireyin doğum öncesinden
başlayıp m ezara kadar devam eden tüm yaşamı boyunca kurduğu
(ya da kuram adığı) bağlanm alara değiniyoruz. Öncelikle, beşik­
ten m ezara devam eden bağlanm a sürecini bebeklik-çocukluk-
ergenlik ve yetişkinlik olarak ikiye ayırıyoruz. Bu ayırımı yapar-
kenki tem el çıkış noktam ız, yetişkinlik dönem indeki bağlanm a
yaşantım ızın büyük oranda rom antik bağlanm ayı ifade etmesidir.
Yetişkinlik dönem inde, diğer dönem lerden farklı olarak temel
bağlanm a figürü olan annenin insanın yaşam ındaki ağırlıklı rolü
ve önemi yerini sevgiliye ya da eşe bırakır. Bu, annenin değerini
kaybettiği ya da insanın eşini birebir annesinin yerine koyduğu
anlam ına gelmez; daha ziyade, yetişkin bir insanın örneğin ken­
disini bir tehdit altında hissettiğinde öncelikle annesinden ziyade
rom antik eşine ulaşmaya çabalayacağı, ondan yardım ve destek
isteyeceği anlam ına gelir. Ve son olarak, belirli bir gelişim döne­
m ine özgü olmayan, belirli bir dönem de başlayıp bitm eyen ve
elbette bağlanm a ilişkilerimizle yakından ilintili olan konulara
değiniyoruz. Ö rneğin, kaçınan bir çocuğun da ergenin de yetiş­
kinin de bağlanm a sorunlarına dayanarak suç işleyebileceği bir
gerçektir. Bununla birlikte, insanın hayatının her noktasında bağ­
lanm aktan kaçıp yalnızlığı “seçebildiği” de bilinen bir gerçektir.
Her biri kendi alanında yetkin akademisyen ve / veya uygu­
lam acılar tarafından kalem e alm an yazılarımızda öncelikle bağ­
lanm anın bebeklik, çocukluk ve ergenlikte kendisini nasıl gös­
terdiğini, bağlanm anın bu dönem lerde nasıl kurulduğunu ve
geliştiğini gözden geçiriyoruz. A nne-bebek bağlanm a sürecinin
aşam alarına, bağlanm anın tem el araştırm a yöntem i olarak kabul
edilen “yabancı durum deneyi’nden hareketle bebeklerin bağlan
ma stillerinin nasıl belirlenebileceğine, bağlanm anın psikososyal
ve bilişsel gelişimle nasıl bir etkileşim gösterdiğine ve erken doğan
bebeklerde bağlanm a dinam iklerine değiniyoruz. Anne-bebek
bağlanm a sürecinin bebeğin beslenm esi ve yeme davranışları
üzerindeki etkisini inceliyoruz. G erek bebeklerde gerekse çocuk­
larda görülen ayrılık kaygısı ve tepkisel bağlanm a bozukluklarını
irdeliyoruz. Bağlanma sürecinin çocuklarda görülen otizm, dik­
kat eksikliği hiperaktiv.ite bozukluğu, beslenm e / yeme, dışa atım,
davranım ve karşıt olm a-karşı gelme bozukluğu gibi diğer bozuk­
luklarla nasıl bir ilişki içerisinde olduğunu inceliyoruz. Çocuğun
m izacının, aile işlevlerinin ve çalışan anne olm anın ebeveyn-
çocuk bağlanm asını, ilişkilerini nasıl etkilediğine değiniyoruz.
İstism ara ve ihmale uğrayan "çocukların bağlanm a süreçlerini in ­
celiyoruz. Bağlanma denilince genellikle akla ilk olarak annenin
gelmesi nedeniyle “unutulan bağlanm a figürü” olarak nitelendi­
rebileceğimiz babaya bağlanm a dinam iklerine, anne-babası b o ­
şanm ış çocukların bağlanm a davranışlarına, ikincil bir bağlanma
figürü olan öğretm enlere bağlanm aya ve ebeveyne bağlanm anın
çocukların ve ergenlerin özgüvenleri ve okul başarıları üzerinden
ne tü r bir etkisi olduğuna göz gezdiriyoruz. Yetişkinlik dönem i
ne geldiğimizde de, rom antik kıskançlığı ve bu kıskançlığın bağ­
lanm a stillerine göre nasıl değiştiğini irdeliyoruz. Bağlanmanın
eş seçim ini, evlilik uyum unu, doyum unu ve evlilikte yaşanan ça­
tışm aları nasıl biçim lendirdiğine ve gerek evlilik öncesi gerekse
evlilik sonrasında; yani boşanm a sürecinde yaşanan bağlanma
davranışlarına değiniyoruz. Bir kayıp ve yas süreci yaşayan insan
ların bağlanm a özelliklerini ve farklı terapötik yaklaşım ların ev
lilikte yaşanan sorunlara nasıl uygulanabileceğini, bu terapilerin
çift ve evlilik ilişkisinde nasıl kullanılabileceğini tartışıyoruz. Bu
bölüm de son olarak, bebeklikte anneyle kurulam ayan sağlıklı ve
güvenli bir bağlanm a ilişkisinin yetişkinlik dönem indeki dinsel
ve politik tutum ları ve iş yaşam ını nasıl belirlediğini, etkilediği­
ni gözden geçiriyoruz. Son bölüm üm üzde de, bebeklikten yetiş­
kinliğe uzanan süreçte insanların bağlanm a ya da bağlanam am a
dinam iklerine bağlı olarak gerçekleştirdikleri saldırganlığa, şid­
dete, suç işleme davranışlarına, bağlanam am aya yani yalnızlığa
ve insanın yaşam deneyim lerinin bağlanıp bağlanm am asını nasıl
etkilediğine değiniyoruz.

Bebeklikten yetişkinliğe; hayatın her alanında, her anında ve


her anısında görülen bağlanm a yaşantılarına odaklı bu kitabım ı­
zın, kendisini ve hayatı keşfetmeye çalışan tüm okuyuculara bir
yaşam rehberi olabilm esini diliyoruz.

Saygılarım ızla,
U zm . Psk. Tarık S o lm u ş
Editör
GİRİŞ
BEBEKLİKTEN YETİŞKİNLİĞE;
BAĞLANMA ve ROMANTİK BAĞLANMA

Tarık Solmuş'

nneyle doğum sonrası ilk tem asla başlayan bağlanm a sü­


A reci, insanın tüm yaşamı boyunca, yaşam ının her alanını
(rom antik, iş yaşamı ya da eğitimsel yaşam vb.) etkiler. Bu nokta­
da, annenin rolü, insanın kendisi ile dış dünya arasında kurduğu
ilişkide bir k öprü olm aktır; bir anlam da anne bebeğin kendisine
ve dış dünyaya ilişkin algılarının, tutum larının, değer yargılarının
vb. olum lu ya da olum suz olm asına yön verm ektedir. Temelde 0-3
yaş arasında şekillenen bağlanm a ilişkisi nasıl gerçekleşir? Kısaca
belirtm em iz gerekirse, bağlanm a ihtiyacı / süreci bebeğin ö rn e­
ğin bir alarm durum u (acı, açlık ya da tanım adık bir kişinin ona
doğru yaklaşması) yaşamasıyla ve annesine yardım çağrısından
bulunm asıyla harekete geçer. Anne bebeğin bu çağrısına, onun
ihtiyaç duyduğu her anda ve tutarlı bir biçim de cevap verdiğinde,
bebekle arasında olması gereken temel yakınlık ve güven duygu­
su sağlanm ış olur. Bebek bu yakınlık aracılığıyla ihtiyaç duyduğu
herhangi bir zam anda annesinin onun yanında olacağına ve onun
' Yazar, Eğitmen - Danışm an, www.tariksolmus.org
ihtiyaçlarıyla ilgileneceğine, onu tatm in etm eye çalışacağına in a­
nır, böylelikle de kendisini güvende hisseder. Kendisini değerli,
korunacak, özen gösterilecek bir varlık olarak algılar. Yakınlık,
bebeğin çevresini keşfetm ede kullanabileceği “güvenli bir tem el”
ve tehlike anında korunabileceği “sağlam bir sığınak” işlevi görür.
Ayrıca, annesinin sağladığı bu güven ve yakınlık duygusu aracı­
lığıyla, sadece annesinin değil çevresindeki her insanın onunla
ilgileneceğine, bu konuda herkese güven duyabileceğine inanır.
Peki, bu temel yakınlığın sağlanam adığı du ru m d a ne olur? Bu d u ­
rum da bebek ayrılık kaygısı ve bu kaygıya bağlı olarak da ayrılığı
protesto tepkileri gösterir ancak bu kaygıyı azaltam adığında da
anneden uzaklaşmaya ve “kendi kendine yeterli olmaya” başlar.
Ö rneğin, bu dünyada tek başına olduğuna ve kendi ihtiyaçlarını
yine kendisinin karşılam ası gerektiğine inanır, “kendi kabuğuna
çekilir”, yalnızlaşır, terk edilm e ve reddedilm e kaygıları nedeniyle
de artık tüm sosyal ilişkilerden olabildiğince uzak durm aya çalı­
şır. Bebeklikten itibaren başlayan bu yaşam yönelim i insanın tüm
yaşam ı boyunca devam eder. Ö rneğin yetişkinlik dönem inde ro ­
m antik ilişkilerden uzak durur; çünkü bir ilişkide olduğunda eşi­
nin onunla ilgilenmeyeceğine, ona ihtiyaç duyduğunda yanında
olmayacağına, onu gerektiğinde korum ayacağına, sevmeyeceğine
inanır, bu nedenle de ilişkilerden uzak d u ru r ve bunu da örneğin
herkese sanki kendi tercihiym iş gibi sunar. Ya da örneğin iş yaşa­
m ında bir grup insanla ortak bir projede görev alm aktan kaçınır,
çünkü bu proje onun o şirkete bağlanm ası dem ektir ki bu bağlan­
m a da bebeklik dönem inde annesi tarafından reddedilm esini h a­
tırlatm ası nedeniyle kişiyi korkutur, ayrıca ekip arkadaşlarından
hangisine güven duyabileceği konusunda da kararsızdır; çünkü
“hiçbir zam an hiç kim se onun ihtiyaçlarıyla ilgilenm em iştir ve
ilgilenm eyecektir de”.
Peki, bebeklik ile yetişkinlik dönem leri bağlanm a ilişkileri a ra­
sında ne tü r benzerlik ve farklılıklar vardır? Bir çocuğun, bağlan-
ma figürü (annesi gibi ona yardım eden, destekleyen herhangi biri)
yanında olduğunda ve gereksinim lerine duyarlılık gösterdiğinde
kendisini güvende hissetm esi gibi yetişkinler de eşleriyle birlikte
olduklarında ve gereksinim lerine doyum bulduklarında kendile­
rini güvende ve rahat hissederler (burada eş kavram ıyla kastedi­
len rom antik eştir; örneğin 3 aydır sürm ekte olan bir rom antik
ilişkideki sevgili de eş anlam ına gelm ektedir). Bu durum da, eş,
insanın örneğin iş yaşam ında yaratıcı projeler geliştirm esini sağ­
layan güvenli bir temel olma özelliği taşır. Birey, kendisini, gergin,
hasta ya da tehlike içinde hissettiğinde eşi, güvenlik, rahatlık ve
korum a sağlar. İşte aşk da, güvenlik duygusu sağlayan yetişkin
bir eşle yaşanan duygusal bir bağ olarak tanım lanır. A ralarındaki
farklılıklara gelince; bebek ile bakıcısı (anne, teyze ya da ücretli
bakıcı gibi) arasındaki bağ tek yönlüdür, bebek gereksinim lerinin
karşılanm ası için rahatlık arar, bakıcı da bu isteğe duyarlılık gös­
terir, ona korum a ve güven sağlar. Yetişkin rom antik ilişkilerdeki
bağlanm a süreci ise, karşılıklıdır, her iki taraf da gerektiğinde hem
bakım (destek, yardım , ilgilenilme) alan hem de bakım veren ko­
num undadır, ayrıca, yetişkin bağlanm a sürecinde cinsel ilişkide
bulunm a ve ortak amaçlara sahip olma gibi özellikler de vardır.
Yukarıda da belirtildiği gibi, annenin, bebeğin kendisine gerek­
sinim duyduğu anda yanında olması, ona bakım / korum a sağ­
laması, ihtiyaçlarına duyarlı olması ve doyum sağlaması bebekte
temel bir güven duygusunu getirecektir. Ancak, annenin gerekli
yakınlığı ve bakım ı sağla(ya)mam ası bebekte özen gösterilm eye­
ceği, değer verilmeyeceği ve hiç kim senin de ihtiyaç duyduğunda
onun yanında olmayacağı, onu korum ayacağı algısını yaratır, böy­
lelikle de bebek (birey) “kendi kendisine yeterli olm ası gerekliği”
yönündeki bir tem el yaşam şem asına sahip olur. Kısacası, bebek,
temel bağlanm a figürü olan annesiyle kurduğu (ya da kuram adı
ğı) ilişki sonucunda hem kendisine hem de çevresindekilere (dış
dünyaya) ilişkin olarak olum lu ya da olum suz algılar geliştirir. İşte
bağlanm a stilleri adı verilen ve her insanın m utlaka birine sahip
olduğu stiller de bu olum lu ya da olum suz algılara göre şekillenir.
Bu noktada, kitabım ızın Giriş kısm ını oluşturan bu bölüm , 3 te­
mel bağlanm a stiline; yani Güvenli, Kaygılı / Kararsız ve Kaçman
bağlanm a stillerine kısaca değinilerek bitirilebilir:

Güvenli Bağlanma
• Güvenli bağlanm aya sahip bireyler, eşlerine kolaylıkla yak­
laşabilirler ve onlara bağlı olm aktan da m utludurlar,
• Terk edilme ve insanların onlara onların istediğinden daha
fazla yakınlaşm aları yönünde kaygıları yoktur,
• Uzun süreli ilişkiler kurarlar, özellikle uzun süreli eşlerle
yaşanan cinsellikten hoşlanırlar,
• H em kendilerine hem de diğer insanlara duydukları saygı
ve güven yüksektir,
• Stres altındayken Sosyal destek ararlar,
• K endilerini açm aktan ve diğer insanların da kendilerini
onlara açm alarından hoşlanırlar,
• Kişilerarası ilişkilerinde olumlu, iyimser/yapıcı bir tutum
sergilerler
• Diğer bağlanm a stillerine sahip bireylerden daha az oranda
fiziksel rahatsızlık belirtileri ve ölüm korkusu gösterirler,
• Eşlerine karşı güvenli olm ayan bağlanm a stillerine sahip
bireylerden çok daha affedicidirler ve empatiktirler.

Kaygılı / Kararsız Bağlanma


• Kaygılı/kararsız bağlanm a stiline sahip bireyler, çoğunluk­
la, eşlerine onların olduğundan daha fazla oranda yakınlaş­
m a ihtiyacındadırlar, bununla birlikte, eşlerini de kendile-
rine yeterince yakın olm am akla suçlarlar.
Terk edilme korkusu bu bağlanm a stilinin en belirgin özel
İlklerindendir.
İlişkileri, derin bir biçim de yaşanm akla birlikte kısa süre­
lidir,
İlişkilerinde beklentilerinin karşılanm adığı duygusu ve
doyum suzluk yaşarlar, eşlerinin davranışlarına karşı da kö­
tüm ser bir bakış açısına sahiptirler,
Bir kayıp (ölüm , ayrılık ya da boşanm a gibi) sonrası yoğun
bir acı duyarlar,
Kendilik saygıları değişkenlik gösterir,
Cinsel birleşm eden ziyade sarılıp uyum a tarzında bir cinsel
yaşam yönelim i gösterirler,
Çeşitli alanlarda başarı hayalleri kurarlar, ancak, belirli bir
perform ansı gösterm ekte güçlük çekerler,
Yeme bozukluklarına eğilimlidirler,
Ebeveynlerini zorba ve adaletsiz olarak değerlendirirler,
Sosyal ilişkilerinde kaçınan bağlanm a stiline sahip birey­
lerdeki kadar yüksek olm am akla birlikte reddedilm e kay­
gısı duyarlar,
R om antik ilişkilerinde kıskançlık ve güvensizlik gösterirler,
Kişilerarası ilişkilerde yoğun bir öfke yaşarlar,
Ayrılık ve ölüm korkusu baskındır.
R om antik ilişkinin güvenliği konusunda aşırı kaygılıdırlar.
Yoğun bir biçim de eşe odaklıdırlar, eşlerini kontrol etmeye
yönelik davranışlarda bulunurlar ve ilişkinin sona erm esi­
ne karşı aşırı duyarlıdırlar,
Bu bağlanm a stili, ilişki içerisinde duygusal iniş çıkışlarla
da belirgindir,
• Karşılarındakilerin özellikle de potansiyel eşlerinin duy­
gusal ifadelerine ve beden dili hareketlerine (“ipuçlarına”)
diğer bağlanm a stillerine sahip bireylerden daha duyarlı-
dırlar,
• Cinsel ilişkileri, duygusal yakınlık ihtiyacı, onaylanm a ih ­
tiyacı, eşlerden destek / bakım alma ihtiyacı ya da eşlerinin
öfkesinden korkm a gibi nedenler etrafında şekillenir.

Kaçınan Bağlanma
• Kaçınan bağlanm a stiline sahip bireyler, eşlerine güven
duymazlar,
• İnsanların kendilerine bağlanm ış olduğu duygusu gergin­
lik yaratır,
• İlişkilerine son derece sınırlı oranda yatırım yaparlar,
• Eşleriyle cinsel ilişki sırasında bir başka insanı düşlerler,
ayrıca, bir aşk yaşantısı olm adan cinsel ilişkiye girm e eğili­
mi de yüksektir,
• Ebeveynlerini azarlayıcı ve reddedici olarak görm e eğili­
m indedirler,
• Bilgi işleme süreci açısından bakıldığında, kendi kendine
yetebilm e duygusunu “zorlayan” ve tutum değişimi “tehli­
kesi” taşıyan her türlü yeni bilgiyi reddederler,
• Kendileri stres altındayken yalnız kalmayı tercih ederler,
bununla birlikte, eşleri stres altındayken de ondan uzaklaş­
m a eğilimi gösterirler,
• H er türlü sosyal ilişkiyi sıkıcı ve gereksiz bulurlar. Aslında,
örneğin ait olm a ihtiyacı kendisini hem de yoğun bir bi­
çim de gösterm ekle birlikte reddedilm e kaygısı daha baskın
gelir ve her türlü ilişkiden kaçınılır,
• İlişkilerini de olum suz bir biçim de hatırlam a eğilimi gös­
terirler,
• K endilerini açmazlar, diğer insanların da kendilerini onla­
ra açm alarından rahatsızlık duyarlar,
• Eşe destek / yakın olma, sosyal zorunluluklar ya da karşı-
sındakinden birtakım ödüller alm a amacıyla yapılır. Kaçı­
nan bağlanm a stiline sahip bireyler, ebeveyn olmayı en az
oranda arzulayan ve olduklarında da bundan en az oranda
doyum sağlayan gruptur,
• Eşe yönelik yoğun öfke ve saldırganlık gibi olum suz davra­
nışlar, kendilerinden daha fazla oranda yakınlık bekleyen
bu eşi “bastırm ak” için bir araç işlevi görür,
• Ç ocukluk dönem ine ait olan ve ister üzüntü isterse de
m utluluk verici olan olayları hatırlam akta güçlük çekerler.
Ü züntü veren olaylar reddedilm işliği m utluluk veren olay­
lar da fazlasıyla yakınlığı içerdiği için yaşandığı anlarda
bastırılm akta ya da yok sayılmakta, böylelikle de hatırlan­
ması güçleşmektedir,
• Özellikle bir kayıp sonrası (ölüm ya da ayrılık gibi) en fazla
oranda som atik (bedensel) şikâyetlerde bulunan grup kaçı­
nan bağlanm a stiline sahip bireylerdir,
• “ 1 gecelik” cinsel ilişki yaşam a oranı diğer bağlanm a stil­
lerine sahip bireylerden daha fazladır ve duygusal yakınlık
içeren cinsel ilişki biçim lerinden de (ön sevişme gibi) ka­
çınılır.

Kaynaklar
• Solm uş, T. (2009), M o za iğ in K adınları: B ağlanm aları ve A şklarıyla
T ü rkiyeli K adınlar, İstanbul: Sistem Yayıncılık.

. Solm uş, T. (2008), B a ğ la n m a ve A şkın İk i Y üzü, İstanbul: lp s ilo ıı


Yayınevi.
BEBEKLİKTE,
ÇOCUKLUKTA ve ERGENLİKTE
BAĞLANMA
BEBEKLERDE BAĞLANMANIN
GELİŞİMİ ve BELİRLENMESİ /
DEĞERLENDİRİLMESİ

A. Şebnem Soysal
Elvan İşeri

B
ebeklik dönem i anne karnı dışındaki yaşam a uyum un sağ­
lanm aya ve dengelerin kurulm aya çalışıldığı bir dönem dir.
Fizyolojik olarak solunum , kardiyak sistem, beslenm e ve gastro-
intestinal sistem, m etabolik, renal, hem atolojik, endokrinolojik ve
im m ünolojik sistem lerde kurulan dengenin yanı sıra nörolojik,
psikososyal ve bilişsel alanlardaki gelişim de bu uyum dönem inde
önem li roller alm aktadır. Tüm bu sistem ler bebeğin gelişimi bo­
yunca işlevlerini gelişerek sürdürürken, fiziksel ve ruhsal gelişi­
m in temel basam akları da kendi gelişim süreçlerinde ilerleyecek­
tir. Yaşamın ilk 1 yılı bu tü r biyodavranışsal geçişler, yeniden d ü ­
zenlem eler ve sıçrayışlar yönünden oldukça zengin bir dönem dir.
Bebeklik dönem inde sevgi ve yakınlık görm e, bakım alm a temel
gereksinim dir. Bu dönem de bebeğin ihtiyaçları, algıları ve ken­
dini belirtm e biçim leri ağız, dudaklar ve ağız bölgesindeki diğer
organlar aracılığıyla olur. Oral bölge ruhsal düzenlem ede önde
gelen rolünü 18 aya dek sürdürür. O ral duyum lar arasında açlık,
susuzluk, doym a, zevk veren dokunsal uyaranlar sayılabilir.
Psikanalitik kuram a göre oral dönem olarak adlandırılan
yaşam ın ilk 1 yılı boyunca bebekte temel güven duygusunun
gelişmesi beklenir. Annesi yanında olm adığı anlarda bebek aşırı
bunaltıya kapılır, annenin geçici yokluğuna katlanabilmesi için
onun geri döneceğine ve eskiden olduğu gibi kendisine bakım ver­
meyi sürdüreceğine güven duym ası gerekir. Burada aynı zam anda
bebeğin annesinin yokluğunda kötü bir şey olm ayacağına güven
duym ası ve bu güvenin annesi tarafından paylaşıldığını hissetm e­
si de (yani kendini annenin sevgi ve güvenine değer bulması) söz
konusudur. Yaşamın ilk yılı içindeki bebek, ihtiyaçlarından doğan
gerginlik, doyum un gecikmesi ve doygunluğa ulaşm ası döngüsü­
nü tekrar tekrar yaşayıp bu döngüye uyum sağladıkça, zaman da
yaşam ın bir boyutu olarak bebeğin dünyasına girm eye başlar. A n ­
neyle kurulan ilişkiye olan güven böylece doyum un geleceğine gü­
venm e biçim ini alacak, bu da zam anın kendisine bir um ut niteliği
yükleyecektir. Beklemenin doyum getireceğine giiveıı duyulm a­
yan durum lardaysa güvensizlik duygusu gelişecektir. İhı iste­
nen koşullarda bile, bebeğin annesinin varlığına ve ihtiyaçlarını
karşılayacağına güveninin sarsıldığı anlar söz konusu olur. İşte
bu evreden çıkarılan temel güç olan um ut, güven ve güvensizlik
arasındaki bu çatışm adan doğar. Umut, şimdi değilse bile gelecek­
te ihtiyaçlarının karşılanacağına, isteklerinin yerine getirileceğine
ve doyum un sağlanacağına inanm aktır. Böylelikle, yaşanan anın
getirdiği güvensizlik duygusuyla baş etm ek kolaylaşır, gelecek­
ten iyi şeyler beklem ek olanaklı olabilir. Bu dönem de anne ya
da bakıcıyla güven veren bir bağlılığın olması temel güven duy­
gusunun gelişmesini sağlar. Aşırı doyum ya da yoksunluk; aşırı
iyimserlik, narsisizm , kötüm serlik ve talepkârlık gibi özelliklerin
ortaya çıkm asına ve kişilikte belirgin sorunların doğm asına yol
açar. Kişi kendine duyduğu saygıyı korum ak için aşırı bağım lılık
gösterebilir. İm renm e ve kıskançlık da sıklıkla oral eğilimlere
eşlik eder. Temel güven, annesinin şiddetli sağlık sorunları olan
ya da birden fazla bakım verenin olduğu bakım evleri ve çocuk
yetiştirm e yurtlarında yaşayan bebeklerde bozulabilir. Böylece
erken dönem de bu özel bağlanm anın olm am ası daha sonra ken­
disini em pati eksikliği, yakın ve sıcak karşılıklı ilişkiler kurm ada
yetersizlik şeklinde gösterir.
İlk olarak Bovvlby' nin 1958'de Bağlanma kavram ını kullanm a­
sının ardından pek çok araştırm acı, bebeğin annesine duyduğu
ve daha çok doğuştan getirilen ve biyolojik belirtiler tarafından
yönlendirilen; sosyal ilişkilerin başlangıç noktasını oluşturan;
em m e, ağlam a, gülüm sem e, izleme, çağırma, aram a, beklem e gibi
davranışlarla kendini gösteren ve gelecekteki ilişkiler için anahtar
rolünü oynayan bu ilişki biçim ini araştırm ıştır. Bağlanma, araş­
tırm acıların ilgisini çeken bir konu olduğundan bu konuda pek
çok çalışma yapılmıştır. Bu konudaki bilgi birikim inin oluşm a­
sında hayvanlarla yapılan çalışm aların da önem i oldukça büyük­
tür. H enüz tam olarak kanıtlanam am asına karşın anne ile bebek
arasındaki ilk bağlanm a ilişkisinin doğum öncesinde kurulduğu
ileri sürülm ektedir. Bu noktada, annenin fetiise ilişkin oluşturdu­
ğu tasarım ın içeriği ön plana çıkm akladır. İlk yıl içindeki uygun
anne-bebek ilişkisi bebeğin güvenli bağlanm ası ve yaşam boyu
sürecek duygusal yeterliliğinin gelişimine temel olacaktır. Anne
depresyonunun bu hassas süreç üzerine olum suz etkisi olabilece­
ği bildirilm ektedir. A nnenin depresif duygu durum u, bir yandan
çocukla konuşm a ve oyun süresini kısaltm akta ve anne yeterlili­
ğini azaltm akta; diğer yandan bebeklerin daha az duygusal pay­
laşım gösterm eleri ve daha çekingen olm alarına yol açmaktadır.
D oğum öncesi duygusal olarak norm al olan bazı annelerde, d o ­
ğum sonrasında yaşanan duygu durum değişikliklerinin, bebeğin
ağlama ve huzursuzluk dönem lerinin sıklık ve süresiyle ilişkili ol­
duğu bildirilm iştir. Bağlanma ilişkisinde anne anahtar kon u m u n ­
dadır. Eğer anne kendi anne-babası ile sıcak, sevgi dolu ve güvenli
bir bağlılık ilişkisi kurm uşsa bu durum evliliğine ve çocuğu ile
olan ilişkisine de yansımaktadır.
Bebeklik dönem indeki bağlanm a aşam alar halinde gözlenm ek­
tedir. D oğum dan hem en sonra insan yavrusunun doğası gereğince
başlayan bağlanma; m em e aram a, başı döndürm e, emme, yutm a,
parm ak em m e, yakalama, anneye yönelme, beslenm e saatlerini
sezinleme ve hazırlanm a şeklinde kendisini göstermektedir. Seki­
zinci haftayla birlikte bebek bakıcısına yönelm eye başlamaktadır.
Bebek bu dönem den itibaren bakıcısına gülüm sem ekte, uzun sü­
reli göz tem ası kurm akta ve diğer insanlara göre ona daha fazla
ses çıkartm aktadır. O nun yanında kendisini daha rahat hisset­
mektedir. Yedinci ayla birlikte bebekler çevrelerindeki ilişki örün-
tülerini anlam landırm aya başlarlar. Bu dönem de, bebek gerçek ve
belirgin bir objeye yönelm ektedir. Bu ay öncesinde anne, bebek
için çok önem li değilken, yedinci aydan itibaren bağlanm a ilişki­
siyle bebek çok geniş yelpazede olan sosyal ilişkilerini sınırlandır­
m aktadır. A rtık bebek, ilgisini, tüm ihtiyaçlarını karşılayan kişiye
yöneltmektedir. Bu dönem den itibaren bebekler yabancı kişilerle
karşılaştıklarında korku, kaygı ya da kaçma davranışlarında b u ­
lunm aktadırlar. Bağlanma tam olarak altı ay ile yirm i dört ay ara­
sında şekillenmektedir. Bu dönem in ardından çocuk yaşam ında
gerek birincil bakıcısıyla gerekse de diğer insanlarla geliştireceği
karm aşık yapıdaki ilişkilere girecektir. Bebek, doğum un ardından
bağlanm a davranışlarını, ulaşabildiği herhangi bir kişiye yönlen­
direbilir. Ancak, altıncı aydan itibaren tüm “norm al” bebekler, bu
davranışları, kendi seçim lerine bağlı olarak, yakınlık kurm ak is­
tedikleri ve kendisinden ayrı kalmaya itiraz etm edikleri tek bir
kişiye yönlendirirler. Bu kişiye birincil bağlanm a objesi denir. Bi­
rincil bağlanm a objesi ile bebek arasında diğer insanlardan farklı
bir ilişki vardır. Bakıcı, bebeğin rahatlam ası ve kendisini yeniden
güvende hissetmesi için dönebileceği güvenli bir üs işlevini gör­
mektedir. Eğer bebek, bağlandığı kişiye yakınsa, kendisini güvenli
bir ortam da algılar ve araştırıcı davranışlarda bulunabilir. Bebek
çevreyi araştırdıktan sonra sığınabileceği tek güvenilir dayanağın
birincil bağlanm a objesi -genellikle anne- olduğunu bilmektedir.
Bağlanma ilişkisi anneyle bebek arasındaki ilişki biçimiyle şekil­
lenm ektedir. A nne - bebek ilişkisindeki ilk süreç, açlık ve susuzluk
gibi fizyolojik gereksinim lerin karşılanm asıdır. Bunun ardından,
annenin bebeği ile geçirdiği zaman dilimi ve bu zaman dilim ini
nasıl kullandığı önem kazanm aktadır. Yeni doğan bebeklerin, a n ­
nelerinin ses ve gülüm sem elerini, herhangi bir kişi veya nesneyle
bir arada olmaya tercih ettikleri, annenin bebeğine ilettiği olumlu
duygu ifadelerinin (gülüm sem e, "ce" türü oyunlar oynam a ve hay­
van sesleri çıkarm a gibi) bebeklerde olumlu duygular uyandırdı­
ğı ve durum a uygun tepkiler verdikleri belirlenmiştir. İlk aylarda
kurulan bu ilişki tarzı gelecekteki ilişki örünlülerinin ilk işareti
niteliğinde görülm ektedir. A nne ile bebek arasındaki tensel bağın
da oldukça önem li olduğu vurgulanm ıştır. A raştırm a sonuçları
annenin bebeğini çıplak olarak kucaklamasıyla, bağlanm a arasın­
da olum lu yönde bir ilişki olabileceğini ileri sürm ektedir.

Bağlanmanın Değerlendirilmesi
Bağlanm anın değerlendirilm esi sürecinde, bebeğin korkulu,
kaçınan, kararsız, tedirgin, aşırı uyum lu, keşfedici davranışlar­
da kısıtlılık, ebeveynlere ilgisizlik ya da yapışma davranışlarının
olup olm adığının değerlendirilm esi gerekir. Özellikle araştırm a
ve bilimsel çalışm alarda kullanılan bir değerlendirm e yöntem i
“Yabancı O rtam Deneyi”dir. Yabancı O rtam Deneyi, bebeğin bir
yabancı ile karşılaştığı andaki olası tepkilerini ölçm ek amacıyla
geliştirilmiştir. Deneyde; anne, çocuk ve araştırm acı, içinde oyun­
cakların bulunduğu ve araştırıcı davranışların rahatlıkla yapılabi­
leceği bir odada bir araya gelmektedirler. Uygulamada bebek ve
annesi, araştırm acının gözetimi altında, üçer dakikalık yedi ayrı
d urum a m aruz kalm aktadırlar. Birinci durum da, anne ve bebek
odaya alınm akta ve bebek annesi tarafından bir örtünün üzeri
ne yatırılm aktadır, ikinci durum da, araştırm acı sadece gözlemci
olarak bu İkiliye eşlik etm ektedir. Ü çüncü d urum da ise, annenin
odadan çıkm ası ile birlikte araştırm acı altı basam aktan oluşan iş­
lem ler dizisine başlar. İlk olarak, araştırm acı, ayakta bebeğin görüş
alanına girer, göz ilişkisi kurar, ancak sözlü bir tepkide bulunm az.
İkinci olarak araştırm acı, gülümser, konuşur ancak bebeğe yakın­
laşmaz. Bir sonraki aşam ada ise araştırm acı gülerek ve konuşarak
bebeğe yaklaşır. D ördüncü aşam ada, tensel tem as kurulur; araş­
tırm acı bebeğin elini tutar ya da kolunu okşar. Beşinci aşam ada
araştırm acı bebeği kucağına alm ak için eğilir. Son aşam ada ise,
bebeği kucağına alır ve dizlerinin üstüne oturtur. Ölçeğin p u a n ­
lanm asında korku tepkilerine (ağlama, sızlanma, feryat etm e, d u ­
dak titrem esi, yüzünü buruşturm a, başka yere bakm a ve dönm e,
geriye çekilme, başka yöne hareketlenm e, yüzünü saklama) puan
verilmektedir. Verilen tepkiler 6 puan üzerinden birer birer azal­
tılm a şeklinde puanlandırılm aktadır. D ördüncü durum da, anne
odaya girerken, araştırm acı odadan çıkar. Beşinci durum da, b e­
bek odada tek başına bırakılır. Altıncı durum da, araştırm acı içe­
riye girerek üçüncü durum daki işlemleri sırası ile yeniden yapar.
Yedinci durum da, araştırm acı odadan çıkarken anne odaya alınır.
Bebeğin korku tepkisi verdiği gözlendiğinde bir sonraki aşamaya
geçilir. Bu arada çocuğun verdiği tepkiler kayıt edilir.
Bebek ve küçük çocukların değerlendirilm esi ve tanı aşam a­
larında risk ve patolojilerin norm al gelişimsel özelliklerden ayırt
edilmesi gerekir. Ç ocuklardaki hızlı değişim ve ilişkisel farklılık­
lar göz önüne alınarak tek görüşm e ile karar verm ek yerine çoklu
değerlendirm e ve izlenin önem li olduğu unutulm am alıdır. Bağ­
lanm anın sağlıklı gelişimi çocuğun duygusal, psikososyal, biliş­
sel hatta fiziksel gelişimini de olum lu etkileyecektir. Bu nedenle
erken dönem de bebek ve bakım veren arasındaki ilişkinin, varsa
sorunların ele alınm ası koruyucu ruh sağlığı açısından son derece
önemlidir.

Kaynaklar
• A in sw orth, M. D.S. & Bell, S. M (1970). A ttachm ent, exploration,
and separation: Illustrated by the behavior o f on e - year - olds in a
strange situation, C hild D evelop m en t, 1970, 41, 49-67.

• A insw orth, M. D. S., Blehar, M . C., W aters, E, & Wall, S. (1978). Pat­
terns o f attachm ent: A ssessed in the Strange Situation and at h om e,
USA: Erlbaum.

• Atasoy, Z., Ertürk, D. & Şener, S. ( 1997). Altı ve on iki aylık bebek­
lerde bağlanm a, Türk Psikiyatri D ergisi, 8 (4), 266-279.

• Atasoy, Z. ( 1996). 6 aylık bebeklerde bağlanm a, Tıpta U zm anlık Tezi,


G azi Ü niversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri A ııabilim D alı, Ankara.

• B ehrm an, R. E. 8r Vaugan, V. C. (1987). D evelop m en tal pediatrics,


In. N elson T extbook o f Pediatrics, pp. 6-3 5 , USA: W B Saunders
Com pany.

• B loom , K. C. (1995). The d evelop m en t o f attachm ent behaviors in


pregnant adolecents, N urse Research, 44 (5), 284-289.

• Bowlby, J. A. (1988). Secure Base: C linical A pplications o f A ttach­


m en t Theory, UK: R outledge.

• C o h n ,}. F. 8? Tronick, E. Z. (1987). M other - infant face - to - face


interaction: The seq u en ce literature, A d olesen ce, 14 (76), 952-970.

• G oldsm ith, H. H. & A lansky, J. A. (1987). M aternal and infant tem ­


peram ental predictors and attachm ent: A m eta - analytic review, Jo­
urnal o f C on su ltin g and C linical Psychology, 6 (55), 805-816.

• G oodfriend, M. S. (1993). Treatm ent o f attachm ent disorder o f in ­


fancy in a neonatal in ten sive care unit, Pediatrics, 1, 139-142.
Hazan, C. 8c Shaver, P. (1987). R om antic love conceptualized as an
attachm ent process, Journal o f Personality and Social Psychology,
5 2 ,5 1 1 -5 2 4 .

H olm es, J. (1993). A ttachm ent theory: A biological basis for p sych ot­
herapy, British Journal o f Psychiatry, 1 6 3 ,4 3 0 -4 3 8 .

İşeri, E. (2007). Bebeklik d ö n em i norm al gelişim i ve klinik değer­


len dirm e, A. A ysev 8c Y. Taner (Eds.), Ç ocu k ve Ergen Ruh Sağlığı
ve Hastalıkları, 153-171, Ankara: G olden Print.

Joseph, R. (1992). The Right Brain and the U n co n scio u s D isco v e­


ring the Stranger W ithin, USA: Plenum Press.

Kaplan, H.I., Sadock, B. J. & Grebb, J. A. (1994). Synopsis o f Psychi­


atry, USA: Baltim ore M aryland.

Kemp, V. H. 8c Page, C. (1986). The p sych osocial im pact o f a h igh -


risk pregnancy on the family, JOGNN: Journal o f Obstetric, G yne­
cologic 8c N eonatal N ursing, 15 (3), 232-236.

Lewis, M. (1982). Early infancy- the first year. In. C linical A spects o f
C hild D evelop m en t, Lea 8c Febiger, USA: Philadelphia

M ain, M . 8c Cassidy, J. (1988). C ategories o f response to reunion


w ith the parent at age 6: Predictable from infant attachm ent classi­
fications and stable over a 1 m on th period, D evelop m en tal P sych o­
logy, 24 (3), 415-426.

Seiner, S.H. 8c G elfand, D. M. (1995). Effects o f mothers' sim ulated


withdraw al and depressed affect on m oth er-tod d ler interactions,
C hild D evelop m en t, 66 (5), 1519-1528.

Soysal, A. Ş., Ergenekon, E. 8c Aksoy, E. (1999). Y enidoğan d ö n e­


m in d e hastanede uzun süreli tedavi görm en in bağlanm a örüntüsü
üzerindeki etkileri: Bir olgu sunum u, Klinik Psikiyatri D ergisi, 2,
266-270.

Soysal, A.Ş., Ergenekon, E., Ö ktem , F. 8c Erdoğan, E. (2000). D oğum


türü değişkeninin bağlanm a örüntüsü üzerindeki etkilerinin in c e ­
len m esi, Klinik Psikiyatri D ergisi, 3 (2), 75-85.

Soysal, A. Ş., Bodur, Ş., İşeri, E. & Şenol, S. (2005). Bebeklik d ö n e­


m ind ek i bağlanm a sürecine genel bir bakış, Klinik Psikiyatri D ergi­
si, 8, 88-99.

Şenol, S., İşeri, E. & Şener, Ş. (2006). Ruhsal ve fiziksel gelişim , R uh­
sal Hastalıklar, N . Yüksel (Ed.), 9-26, Ankara: M N M edikal & N o ­
bel.

Troy, N . W. (1995). The tim e o f this first h old in g o f the infant and
maternal self-esteem related to feelings o f m aternal attachm ent,
W om en Healt, 32 (3), 59-72.

Vaugan, V. C. & Litt, I. E. (1990). C hild and A dolescent D ev elo p ­


m ent, USA: W B Saunders Com pany.

Z eanah, C. H. (1993). Subjectivity in parent - infant relationships:


C ontributions from attachm ent research, A dolescen t Psychiatry, 19,
121 - 136.

Z eanah, C .H ., Boris, N . W. & Larrieu, J. A. (1 9 9 7 ). Infant d ev elo p ­


m en t and developm enteal risk: A review o f the past 10 years, Journal
o f A m erican A cadem y o f C hild and A dolescen t Psychiatry, 36 (2),
165-178.
BAĞLANMANIN OLUŞUMU ve
PSİKOSOSYAL ve BİLİŞSEL GELİŞİM
ÇERÇEVESİNDE BAĞLANMA

Başak Karateke

ağlanm a, bakıcıya yönelik yakınlığı sürdürm eye hizm et


eden içgüdüsel bir süreç ya da insanların kendileri için
önem li gördükleri kişilere karşı geliştirdikleri, güçlü duygusal
bağlar olarak tanım lanır. Duygusal bağ kurm a eğilim i ve gereksi­
nimi, yeni doğanların yaşam larını sürdürebilm eleri için gerekli ve
gelişimsel açıdan işlevsel olan bağlanm a sistem ini ifade eder. Bu
bölüm de bağlanm a ile aralarındaki ilişkiye değineceğim iz gelişim
ise, döllenm eden ölüme kadar olan evre içinde çevresel ve genetik
etkilerin bir sonucu olarak bireyin davranışlarında, düşüncelerin­
de ve yapısında ortaya çıkan fiziksel, bilişsel, sosyal ve duygusal
değişmelerdir.
A nne ile bebek arasındaki bağlanm a henüz kanıtlanam am ak-
la birlikte gebelik dönem ine kadar dayandırılm aktadır. Doğum
öncesi dönem de fetüs, annenin duygulanım larına yanıt verebil­
mektedir. Yirmi altıncı haftada fetüsün algılama, tepki gösterme
ve işittiği bilgileri yakalam a yeteneğinin olduğu bilinm ektedir.
Doğum öncesi dönem de, annenin bedeninde m eydana gelen de­
ğişiklikleri benim sem esi, olum lu duygulan henüz doğm am ış olan
bebeğine aktarm ası, bağlanm anın ilk tem ellerini oluşturur. B ura­
dan da anlayacağınız gibi bağlanm a, doğum öncesi yani gebelikle
başlayan, bebeğin büyüm e serüveni boyunca gelişimle ilişkili ola­
rak devam eden bir süreçtir. Yapılan araştırm alar, annenin gebe­
lik süresinin bebeğin bağlanm asında etkili olduğunu, prem atüre
(erken doğan) bebeklerde bağlanm a bozukluğu görülm e riskinin
yüksek olduğunu göstermiştir. Gebelik süresinin tam am lanm a­
sıyla bebek dünyaya gelir, anne ve bebek arasında güvene dayanan
bir ilişki yapılanmaya başlar, bu ilişki baba ve kardeşin de katı­
lımıyla daha da güçlenir. Bu süreçten sonra bebeğin gelişimi ile
ilişkili olarak bağlanm a süreci şekillenir.

Bağlanmanın Oluşumu
Bağlanma 4 evrede oluşur, gerçekleşir. Aşağıda hem bu dört
evreyi, hem de bu evrelere denk düşen gelişim görevlerini göre­
ceğiz.

1. Evre ( 0 - 2 Ay): Bu evre bağlanm a öncesi evre olarak da a


landırılır. D oğum dan hem en sonra, insan yavrusunun doğası ge­
reğince başlayan bağlanm a, m em e arama, başı döndürm e, emm e,
yutm a, parm ak em m e, yakalama, anneye yönelme, beslenm e sa­
atlerini sezinlem e ve hazırlanm a şeklinde kendisini gösterir. Be­
beğin görm e yetisi, henüz insanları birbirinden ayırt edecek ka­
dar gelişmemiştir, ancak, bebek annesinin sesini diğerlerinin se­
sinden, annesinin sütünün kokusunu diğer kokulardan ayırt eder.
Bebek fiziksel olarak kendisini annesine yöneltir. Kısa zam anda
çevresindeki insanlara gülerek tepki verir. H enüz yeni doğduğu
için tepki repertuarı sınırlı olan bebeğin gülm esinin, bağlanm a­
yı hazırlayıcı ve pekiştirici bir özelliği olduğu varsayılabilir. Bir
kişinin yüzünün görülm esiyle oluşan sosyal gülümsemeler, do­
ğum dan sonraki üçüncü hafta itibariyle ortaya çıkm akta, refleks
gülm elerden farklı olarak insan sesi duyulduğunda ortaya ç ık ­
maktadır. Sekizinci haftayla birlikte bebek, annesine yönelmeye
başlam aktadır. Bebek bu dönem den itibaren annesine gülümse-
mekte, onunla uzun süreli göz tem ası kurm akta ve diğer insanlara
göre ona daha fazla ses çıkartm aktadır. O nun yanında kendisini
daha rahat hissetmektedir.

2. Evre (2 - 7 Aylar): Bu evre, bağlanm anın oluşm ası aşam a­


sı olarak adlandırılır. Bebek, etrafındaki bir veya iki kişiye bağ­
lanm aya başlar.. Sosyal tepkiler (agulama) verm eye başlar. Bebek
ebeveynlerini tanır, ancak, bağlanm a figürünü henüz seçmemiş-
tir. Ü çüncü ay itibariyle, sosyal davranış egemen olur. Bebek, artık
başkalarıyla birlikteyken m utlu, yalnız başına kaldığı zam an m u t­
suz ve huzursuz olur. D ört aylık bebek, çevresindeki yetişkinler
onunla oynamayı reddettiği zam an, beş aylık bebek de yetişkinler
odada olduğu halde kendisine ilgi gösterm ediği zam an ağlar. Beş
ay civarında bebek, kendisine yöneltilen gülüm sem e ve azarlama
davranışlarını birbirinden ayırt ederek, farklı tepkiler verir. Bu
gelişim görevleri, bağlanm anın oluştuğu bu evrede bakım veren
kişiyle bebek arasındaki etkileşime yön vermesi nedeniyle olduk­
ça önem lidir. A nnesinin verdiği tepkileri anlayan ve buna tepki
geliştiren bebekle annesi arasında karşılıklı pekiştirm elerle şekil­
lenen bağlanm a ilişkisi söz konusudur.

3. Evre (7 - 24 Aylar): Bu evre ise, açık seçik bağlanm a evre­


si olarak adlandırılır. Bebek artık annesini tem el bağlanm a figü­
rü olarak belirlemiştir, seçmiştir. Hep annesini aram ak, bulmak,
onunla vakit geçirm ek ister. O ndan ayrıldığında sıkıntı yaşar ve
ona geri döndüğünde rahatlar. Genellikle sekizinci ayda yabancı
kaygısı başlar. Bebek yabancılardan çekinir ve kaçar. O n sekizin
ci ay itibariyle ayrılık kaygısı başlar. Bebek annesinden ayrıldı
ğm da sıkıntı duyar veya ağlar. Bu tepkiler bebeğin karşılaştığı bu
olayı henüz özüm seyem ediğini gösterir. Çocuğun, bu farklı olayı
özüm sem esi, benim sem esi ve yeni bir tutum geliştirebilmesi d u ­
rum unda bu sıkıntı kaybolur, çocuk gülüm seyerek yabancıyla ile­
tişim kurar. 18 aylık bir bebek güvencede olm adığı anlarda, bir
yabancıya karşı nasıl davranılacağını daha iyi algılar; annesine
doğru koşar ya da odayı terk eder, böylelikle yabancıya duyduğu
korku dönem ini de arkada bırakm ış olur. Bebeğin bu durum la
başa çıkm ası elbette güvenli bir bağlanm a geliştirmesiyle ilgili­
dir. Bebeğin ayrılık ve yabancı kaygılarıyla başa çıkması, bilişsel
gelişim ine bağlı olarak kavram a yeteneğinin gelişmesi sayesinde
olur. Kavrama yeteneğinin gelişimi, çocuğun kendi kendisine bu
durum larla ilgili sorular sorm asını ve yanıtlam asını sağlar.

4. Evre (24 A y ve sonrası): Bu evrede bebek, annesinden ayrı


bir birey olduğunu anlar. Bu ilişkiden yola çıkarak başka ilişkiler
kurabileceğinin de farkına varır. Bebek, bağlanm a faaliyetlerinde
bulunabileceği davranışları planlam aya başlar. Üç - d ört yaş civa­
rındaki çocuklar, dış dünyayı zihni sem boller halinde tasarım la­
yabilecek güçtedirler, ancak bu tasarım larda ben merkezlidirler.
Çocuk, ilişkilerine dair tasarım larını, ünlü kuram cı Piaget’nin d e­
ğimiyle şem alarını kendi algı sistem inin doğrultusunda oluşturur.
İşte ilişkilere dair oluşturulan bu şem alar bağlanm a temellidir.

Psikososyal Gelişim ve Bağlanma


Freud’un tanım ladığı Oral Evre ve Erikson’un Temel Güven
- Güvensizlik D önem i Bovvlby’nin bağlanm anın oluşum unu an ­
lattığı üç evresini kapsam aktadır. Freud’un O ral evresi bebeğin,
em zirm e dolayısıyla oral tatm ini sağladığı, annesine en bağımlı
olduğu evredir. Erikson’un Temel Güven-Güvensizlik D önem i
ise, eğitim biçim inin, çocuğu yetiştirm e şeklinin ve onunla k u ru ­
lan duygusal iletişimin çocukta güven ya da güvensizlik duygııla
rını oluşturduğu bir dönem dir. Bu dönem de, bebekle annesi ara
sındaki ilişkiden doğan güven duygusu, insanın ileride kuracağı
kişilerarası ilişkilerin tem elini oluşturur. Tuvalet eğitim inin denk
geldiği Freud’un Anal Evresi ve aynı dönem i ele alan Eriksoıı’un
Ö zerklik - Utangaçlık dönem i, Bovvlby’nin dördüncü evresi ile
örtüşür. Bebek gelişim görevlerini yerine getirerek özerklik ka­
zanırken, anne de buna verdiği pekiştirici tepkilerle çocuğun
bireyselliğini perçinler. Freud’un Fallik Evresi ve Erikson’un G i­
rişim - Suçluluk D önem i bireyin bağlanm a stiliyle ilişkili olarak
geçirilir. Fallik Evreye denk gelen O eidipus karm aşasını aşılması
ve çocuğun girişim cilik arzusuna sahip olması annesiyle kurduğu
ilişkiden etkilenir. Freud tarafından tanım lanan Latent Evre ve
Erikson’un Başarısızlık-Aşağılık Duygusu evresi, okul dönem ine
denk gelmektedir. Bu dönem , hatırlanacağı gibi bağlanm a stilleri­
nin kendilerini gösterdiği bir dönem dir. Ç ocuğun bağlanm a sti­
li, kendine güvenini, kişilerarası ilişkilerini ve ergenlikle beraber
karşı cinsle olan ilişkilerini belirler.

Bilişsel Gelişim ve Bağlanma


Bebeğin / çocuğun gelişim ine paralel olarak ortaya çıkan bağ­
lanm a, bilişsel gelişim kuram cısı olan Piaget’nin kuram ıyla da
açıklanabilir. Piaget, bilişsel gelişimi şem a ve işlem kavramları
üzerinden basam aklara bölerek açıklar. Piaget, bu kavram lardan
şemayı; çocuğun görünen eylem inin altında yatan zihinsel yapı
olarak tanım larken, işlemi ise; davranış şem alarının eşdeğeri olan
içsel şem alar olarak tanım lar. Şemaların oluşum u, işleme dönüş­
mesi ve birbirleriyle entegrasyonu bilişsel gelişimi oluşturm akta­
dır. Peki, bu dışarıdan çok teknik gözüken kuram , bağlanmayla
nasıl ilişkili olabilir? İsterseniz buna Piaget’nin tanım ladığı b a ­
sam akların yardım ıyla değinelim. Piaget bilişsel gelişimi 4 temel
basam ağa ayırm ıştır: 0-2 yaş; Piaget’nin Duyu Hareket Evresine
denk gelir ve bu dönem 6 basam aktan oluşur. 0-2 ay dönem in­
de, bebek sahip olduğu sınırlı sayıda duyu hareket sistemiyle dış
ve iç dünyasıyla ilişki kurar. Verdiği tepkiler karşısında annesinin
tepkilerini algılar ve annesiyle olan ilişkisine dair ilk şemalarını
oluşturm aya başlar. 2-4 ay dönem inde bebek içsel ihtiyaçlarını,
içinde bulunduğu ortam a yönelik refleks davranış örüntüleri ile
egzersiz yaparak giderir ve doyum a ulaşır. Beklenti davranışının
başlangıcı görülm eye başlanır. Bebek annesinin ihtiyaçlarını kar­
şılamakta gösterdiği davranış öriintüsüne dayanarak, ilişkiye dair
yeni şem alar oluşturur. 4-8 aylar arasında ise bebek, çevreyi yön­
lendirm e isteği duyar. Ağlayarak isteklerini belli eder ve çevresin­
dekileri yönlendirm eye çalışır. 8-12 aylar arasında bebek, zihinsel
şem alarını geneller ve bir am aca ulaşm ak için kullanır. Beklenti
davranışı gelişir. Bebek yaptığı davranışlar ve karşılığında aldı­
ğı yanıtlara, annesiyle olan ilişkisine dair oluşturduğu şemalara
dayanarak, beklenti davranışını geliştirir. Bu beklentiler karşılan­
dığı ölçülerde genellenerek, işlemler haline dönüşürler. 12-18 ay
dönem inde ise bebek, araştırıcı ve inceleyici olmaya, denem eler
yapmaya başlar. Anneyle olan ilişkisini bile dener. 18-24 ay zihin­
de canlandırm anın geliştiği dönem dir. Zihinde canlandırm anın
gelişmesiyle birlikte anne imgesi de zihinde canlanm aya başlar.
Nesne sürekliliğinin gelişmesi ve bebeğin zihninde anne imgesi­
nin olması, bebeğin ayrılık kaygısıyla başa çıkm asını kolaylaştırı­
cıdır. Basamaklar halinde ele aldığımız 0-24 aylık süreçte, nesne
sürekliliği, bilişsel gelişim açısından kritiktir. D oğum dan itibaren
aşama aşam a gelişen nesne sürekliliği, bebeğin, kendi görüş ala­
nının dışında olan herhangi bir kişinin veya nesnenin varlığını
sürdürdüğünü (var olmaya devam ettiğini) kavramasıdır. Bu kav­
rayış, çocukların diğer nesne ve insanlardan ayrı, bağımsız olarak
var olduklarının farkına varm aları açısından önemlidir. 2-6 yaş­
lar Piaget tarafından, İşlem Öncesi Devre olarak adlandırılm ıştır.
2-4 yaş arası çocukta, sem bolik düşünce gelişir yani var olmayan
şeylerin yerine geçen, onları temsil eden kelime ve nesneleri kul­
lanm a becerisi ortaya çıkar. 4-6 yaş,arası çocuk algıya dayalı d ü ­
şünceden, m antığa dayalı düşünceye geçiş evresi yaşar, 2-6 yaş
arası çocuk anneden aşama aşam a ayrılarak, anaokuluna başlar.
Burada öğretm en anneyi tem sil ederek, çocuğa güven verir. Aksi
durum larda çocuk annesinin onu terk ederek, buraya bıraktı­
ğına ve gelip almayacağına dair inanç geliştirmeye başlar ve so­
nuç olarak anaokulu kapısında kendisini hırpalam asına ağlayan
bir çocuk tablosu karşım ıza çıkar. 6-12 yaş arası Som ut İşlemler
Dönem idir. Som ut olaylar üzerinde akıl yürütm enin ve daha çok
akadem ik alanda bilişsel gelişimi etkileyecek gelişimsel görevlerin
başarıldığı bir dönem dir. İlköğretim e başlam aya denk gelen bu
dönem önem li bir bağlanm a sınavı gibidir. O kulun ilk günü ken­
disini, hiç tanım adığı bir sürü çocuk, başarılm ası gereken görev­
ler ve uyulması gereken kurallar karşısında tek başına bırakılm ış
gibi hisseden çocuk, sağlıklı bir bağlanm a süreci yaşamışsa, an n e­
den daha az endişeli, başarabileceğine inançlı ve annesinin okul
bittiğinde onu alacağına güven duyarak okula başlar. Sağlıklı bir
bağlanm a süreci yaşamayan çocuk, hem okulda başarılı olam aya­
cağına, hem de annesinin onu bırakıp kaçacağına inanarak korku
duyar ve sakinleştirilm esi oldukça güç tepkiler ortaya koyar. 12
yaş ve sonrası Soyut İşlemler D önem idir ve ergenliğe denk gel­
mektedir. Som ut gerçekliği algılamakla yetinm eyen ergen, soyut
gerçekliğe dayalı problem leri anlayabilir ve çözebilir. A rtık kim lik
bütünlüğünü oluşturm aya çalışan ergen, duygusal ilişkilere gir­
meye hazırdır veya öyle sanır. Duygusal ilişkileri, annesiyle olan
ilişkisinin bir m odeli gibidir. Özellikle anneden ayrılmayı yani
bağım sız ve özerk bir insan olmayı başaram am ış bağım lı ergenler,
kim lik gelişimi açısından oldukça problem yaşarlar.
Sonuç
Bağlanma karşılıklı bir pekiştirilm e sürecidir aslında. Anne,
horm onlarının ve gebelik sürecinde bebeğine yaptığı duygusal
yatırım ın etkisiyle bebeğe çeşitli davranışlarda bulunur, bebek
buna gelişimi doğrultusunda yanıtlar verir. A nne, aldığı yanıta
göre pekişir ve benzer davranışlar yapmaya yönelir; pekişm em esi
durum unda, söz konusu davranışlar söner. Benzer biçim de bebek
de, gelişimi doğrultusunda bazı davranışlarda bulunur ve anne­
nin davranışlarına göre pekişir veya ketlenir. Psikososyal ve bi­
lişsel gelişim evreleri bağlanm aya şekil vericidir am a ergenlikle
beraber bağlanm a gelişime şekil verir. Bebeğin psikolojik ve fizik­
sel gelişimi bağlanm a sürecine katkıda bulunurken, bağlanm anın
oluşm ası ise bebeğin, çocuğun, ergenin ve yetişkinin ruhsal du­
rum una yön verir.

Kaynaklar
• Alantar, Z. & Maner, F. (2008). Bağlanm a kuram ı açısından yem e
bozuklukları, A n ad olu Psikiyatri D ergisi, 9, 97-104.
• K eskin, G. & Çam, O. (2009). Ergenlik ve bağlanm a süreci: Ruh sağ­
lığı açısından literatürün gözd en geçirilm esi, N ew / Yeni S ym p osi­
u m Journal, 47 (2), 52-59.

• M orsünbül, Ü. 8c T üm en, B. (2 008). Ergenlik d ö n em in d e kim lik ve


bağlanm a ilişkileri: K im lik statüleri ve bağlanm a stilleri üzerinden
bir incelem e, Ç ocu k ve G en çlik Ruh Sağlığı D ergisi, 15(1), 25-31.
• Shaw, R. J. 8c D eM aso, D. R. (2007). Bağlanma Bozuklukları, In. I.
Yalom 8c H. Steiner, (Eds.), (Çev. Ş. Ç. Y eşilm eıı), O k u l-Ö n cesi Ç o ­
cuklarının Terapisi, 151-177, İstanbul: Prestij Yayınları.
• Soysal, Ş. A., Bodur, Ş., İşeri, E. 8c Şenol, S. (2005). Bebeklik d ö n e ­
m in d ek i bağlanm a sürecine gen el bir bakış, K linik Psikiyatri D erg i­
si, 8, 88-99.

• Yavuzer, H. (1994). Ç o cu k Psikolojisi, İstanbul: Rem zi Kitabevi.


ERKEN D O Ğ A N BEBEKLERDE
BAĞLANMA

A. Şebnem Soysal

D
oğum ve doğum a ilişkin süreçlerde m eydana gelen aksak­
lıklar, insanlığın başlangıcından beri yaşanan en belirgin
aile krizlerinden biridir. Bu kadar eski bir geçmişe sahip olmakla
birlikte, erken doğum a ilişkin psikiyatrik değerlendirm elerin son
25 yılda gündem e geldiği görülm ektedir. Bu durum un en belirgin
nedeni ise; bebeklik psikiyatrisine son yıllarda verilen önemdir.
Son elli yıl içerisinde, bebeklerin gelişimiyle ilgili bilgilerde b ü ­
yük bir artış olmuştur. Bu ilgi, beraberinde pek çok yeni alanın
doğm asına neden olmuştur. Bu alanlardan biri de bebeklik d ö ­
nem inde yaşanan psikolojik sorunlardır. Yaşamın ilk üç yılında
ortaya çıkan gelişimsel değişiklikler bebekte / çocukta davranış
sorunlarının oluşum unu nasıl etkilem ektedir ve bu yaş grubunda
yer alan çocuklar olası psikiyatrik bozukluklar için bir risk grubu
oluşturm akta m ıdır soruları önem kazanm ıştır. Hızlı bir değişim
dönem i olan bebeklik dönem ine ilişkin bu yoğun ilginin nedeni,
ergenlikte ve yetişkinlikte ortaya çıkan davranış bozukluklarının
ana kaynağını bulm ak ve erken m üdahalelerde bulunabilm ektir.
Bu nedenle, bir bebeğin fiziksel, bilişsel ve duygusal yönlerden ele
alınıp değerlendirilm esi gerekmektedir. Yapılacak olan değerlen­
dirm ede, doğum öncesi ve sonrası dinam ikler de ele alınmalıdır.
Ancak bu sayede, yaşam a sorunlarla gözlerini açan pek çok bebek
değerlendirilm iş olacaktır.

Erken Doğum ve Bebek Üzerindeki Etkileri


Erken doğum , hamileliğin 20. ile 37. haftalar arasında sona
ermesidir. Dünya Sağlık Ö rgütü Ana Ç ocuk Sağlığı Uzm anları
Komitesi tarafından 1948 yılında yayınlanan bildirgede, erken
doğum terim i, son m enstrüasyon dönem inin birinci gününden
itibaren 37. haftadan önce herhangi bir zam anda doğanlar için
kullanılm akla birlikte, doğum ağırlığının da dikkate alınm ası ge­
rektiği yönündedir. Bunun nedeni olarak, yenidoğan bebekleri
doğum ağırlıklarına, gebelik yaşlarına ve intrauterin gelişmele­
rine göre sınıflandırm anın, bakım ve tedavi aşam asında olduk­
ça önem li olduğunun vurgulanm asıdır. D oğum ağırlığı dikkate
alınarak yapılan değerlendirm e sonucunda; 2500 gram ve daha
düşük ağırlıktaki bebekler düşük doğum ağırlıklı, 1500 gram ve
altındakiler çok düşük doğum ağırlıklı bebekler, 1000 gram ve al­
tındakiler ise aşırı düşük doğum ağırlıklı bebekler olarak kabul
edilmektedir. Ancak, günüm üzde, doğum ağırlığına bakılm aksı­
zın gebelik süresi 37 hafta ve altında doğanlar erken doğan bebek­
ler olarak kabul edilmektedirler.
Z am anında doğan bebeklerle karşılaştırıldıklarında, erken
doğan bebekler kabarık bir sorun tablosu gösterm ektedirler. Bu
tablonun içerisinde ilk bakışta; fizik ve psikom otor gelişme geri­
likleri, işitm e bozuklukları, retinanın gelişmemesine bağlı olarak
ortaya çıkan körlük ya da görm e kayıpları ve diğer sistem ik so­
runlar dikkati çekmektedir. Psikiyatrik anlam da ise, erken doğan
bebeklerin önem li bir bölüm ünün; davranış bozuklukları, öğren­
me, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, düşük zekâ bölüm ü
ve görsel algılama güçlükleri gibi uzun süreli tedaviler gerektiren
sorunlar yaşadıkları görülm ektedir.
Ç ok düşük doğum ağırlıklı bebeklerle yapılan çalışmalarda,
nörolojik hasarların arttığını gösteren araştırm a bulgularına rast-
lanm aktadır. Erken doğan ve 1500 gram ın altında olan bebekle­
rin yaşıtlarıyla karşılaştırıldığı bir araştırm ada, çok düşük doğum
ağırlıklı bebeklerin; duyusal ve m otor anorm alliklere, nörolojik
bozukluklara ve düşük zekâ bölüm ü puanına sahip oldukları gö­
rülm üştür. Bir başka çalışm ada da araştırm acılar 1750 gram ın
altında doğan bebekleri, akadem ik başarılarını belirlem ek üzere
anaokulundan altıncı sınıfa kadar izlemiş ve araştırm aya katılan
çocukların bilişsel yeteneklerinin düşük olduğunu görmüşlerdir.
1000 gram ın altında doğan aşırı düşük doğum ağırlıklı bebeklerde
ise en önem li sorun, yaşam a oranının arttırılm asıdır. Bu bebekle­
rin yaşam a oranları % 36 - % 51 arasında değişiklik gösterirken;
% 22 - % 35’ inde çeşitli sakatlıklar, % 40 - % 66’sında ise iki yaşı­
na kadar yeterli gelişimi gösterem edikleri için büyüm e gerilikleri
görülm ektedir.
Erken doğan bebeklerle yapılan araştırm alar, gelişimsel gerilik­
lerin ortaya çıkabileceğini gösterm ektedir. Bu geriliklerin düzeyi­
nin belirlenm esine yönelik olarak yapılan çalışm alarda daha çok
hareket ve bilişsel süreçlerin ele alındığı görülm ektedir. Bu yazı
kapsam ında ise erken doğan bebeklerin duygusal gelişimleri üze­
rinde durulm uştur. Bunun nedeni; erken doğan bebeklerin do­
ğum haftalarına bağlı olarak uzun süre tıbbi gözlem altında tutul­
m aları ve bu nedenle de ailelerinden ayrı kalm alarıdır. Bu durum ,
hem bebeği hem de aileyi olum suz yönde etkilemektedir.
Araştırm acılar, erken doğan bebeklerin anneleriyle olan ilişki­
lerinin, zam anında doğan bebeklerin anneleriyle kurdukları iliş­
kiden farklı olduğunu bildirm ektedirler ve bu d u ru m u n nedeni­
ni, her iki tarafın da m aruz kaldığı yaşam olaylarıyla (belirsizlik,
depresyon, stres, kaygı vb.) açıklam aktadırlar. Bebeğin d u ru m u ­
na göre, annelerin bir kısm ı konuşm am a, sosyal geri çekilme ve
uyum suz davranışlar sergilerken, bir kısm ı da doğrudan psiko­
lojik yardım alm ak için başvurm aktadırlar. Bu nedenle, bebek
ile anne-baba arasındaki ilişkilerin düzenlenm esi gerekm ekte­
dir. A m erika ve Avrupa ülkelerinde yaygın olan erken m üdahale
program ları ve kendi kendine yardım gruplarının anne - bebek,
baba - bebek, anne - baba ve anne - baba - çocuk ilişkilerinin
sağlıklı bir şekilde düzenlenm esinde etkili olduğu görülm üştür.
Bu gruplarda, anne-babanın içinde bulunduğu durum , çocuğun
kabulü ve çevresel etkenler üzerine odaklanılm aktadır. Bu yar­
dım lar ailenin ve bebeğin du ru m u n a göre bazen hastanedeyken
bazen de taburcu olduktan sonra başlatılm aktadır. A raştırm alar
kısa süreli yardım gruplarına katılan annelerin bebekleriyle olan
ilişkilerinin kalitesinin arttığını göstermektedir. Bu bebeklerin,
düşük sosyo-ekonom ik düzeydeki ailelerin çocukları oldukları,
anneleriyle olan ilişkilerinde uyum suzlukların olduğu ve sıklıkla
istism ara uğradıkları bilinm ektedir. Yenidoğan dönem inde koa-
nal atrezi tanısı ile uzun süreli hastanede tedavi gören bir has­
tanın bağlanm a örüntüsünün incelendiği bir çalışmada, hastane
düzeninin ve annenin tedavi sürecine uyum unun önem ine dikkat
çekilmiştir. Başka bir araştırm ada da, 30 erken doğan bebek (15
kız, 15 erkek) ile sağlıklı akranları karşılaştırılmış; tüm bebeklerin
sağlıklı bir bağlanm a ilişkisi kurabildikleri, ancak, erken doğan
bebeklerin sağlıklı akranlarına göre bağlanm a örüntüsünü daha
geç kazandıkları belirlenmiştir.

Erken Doğum: Ç ocuk ve Aile Üzerine Etkileri


Erken doğum un aile sistemi içerisinde yarattığı kriz, bireylerin
davranış bozukluklarına benzer belirtiler sergilediği bir duygusal
dengesizlik süreci şeklinde tanım lanm ıştır. A nnenin bebeğine,
sağlık hizm eti veren yetkililere ve diğer aile bireylerine gösterdi­
ği duygusal yanıtların anne-bebek iletişimi konusundaki önem i
üzerinde durm uştur. Prugh adlı araştırm acı, annenin ilk birkaç
gün boyunca bir ‘duygusal duraklam a’ veya “yabancılaşm a süre­
ci” gösterebileceği gibi bunun yanında “aşırı korum a eğilimi” de
sergileyebileceğini belirtm iştir. A nnenin içinde bulunduğu duy­
gusal d urum dan çıkması için; bebekle iletişim kurm ası, duygu­
larını ifade etm esi ve baba ve diğer aile fertlerinin desteğiyle aynı
ünitede çocukları olan diğer annelerden oluşan destek gruplarına
katılması önerilm ektedir. Yenidoğan yoğun bakım ünitesinde te­
davileri yürütülen 184 düşük doğum ağırlıklı bebeğin gözlendiği
bir çalışmada, ‘hasta bebeklerin’ anne-babalarının sağlıklı bebe­
ği olanlara göre çocuklarıyla çok daha az iletişim kurdukları; bu
davranış örüntülerinin evde de devam ettiğini görülm üştür. Bir
diğer çalışm ada da, erken doğan bebeği olan annelerin çocuk­
larına karşı aşırı bir korum a içgüdüsü hissettikleri, çocuklarına
bakım verenlere karşı endişe duydukları ve bebeğin doğum unun
aile üzerinde başlangıçta olum suz etki yaptığına inandıkları gö­
rülm üştür. Bu araştırm ada, erken doğan çocukların oyun sıra­
sında daha az araştırm acı/keşfedici tavırlar sergileyip annelerine
daha yakın durdukları da gözlenmiştir. Bir araştırm ada da, erken
doğan bir bebeğin evliliğe getirdiği stres araştırılm ış; erken doğan
bir bebeğe sahip eşlerin boşanm aya daha yakın oldukları görül­
müştür.

Sonsöz
Yenidoğan dönem ine ilişkin bilişsel ve psikiyatrik sorunlar hız­
la bebeklik psikiyatrisi içerisindeki yerini almaktadır. Yaşamın ilk
üç yılına ilişkin davranış bozukluklarını değerlendirm eye ilişkin
sorunlar yenidoğan dönem i için bir kat daha fazlasıyla gündem ­
deki yerini korum aktadır. Uygun gelişim taram a testlerinin kulla­
nılması, aileye yönelik derecelendirm e ölçeklerinin hazırlanm ası,
aile-çocuk ilişkisinin yorum lanm ası, zihinsel sağlık sorunlarıyla
davranış bozukluklarının sınıflandırılm ası ve bebekleri değerlen­
dirm eye yönelik özgül tanısal araçların geliştirilmesi gerekm ekte­
dir. Bu alanda çalışacak ruh sağlığı uzm anlarının yetişmesi ve iz­
lem çalışm aların yapılm asının literatüre önemli katkıları olacağı
düşünülm ektedir. Erken doğan bebekleri değerlendirm eye yöne­
lik taram a test ve ölçeklerinin oluşturulm ası oldukça önemlidir.
Özellikle 0-3 yaş kapsam ında gelişimsel değerlendirm eyle birlikte
kullanılabilecek yapılandırılm ış görüşm e sistem atiğinin k urul­
ması tanısal sınıflandırm aya yönelik önemli bir adım atılm asını
sağlayacaktır. Erken doğum sadece bebeğin gelişimini etkileyen
bir durum değildir. A nne-babanın duygu durum u ve aile siste­
m inin bütünlüğü üzerinde de etkileri vardır. Özellikle annelerin
duygu du ru m u n u n değerlendirilmesi; olası m ajör depresyon, d o ­
ğum sonrası depresyon gibi duygu durum bozukluklarının belir­
lenm esini ve hızla tedavi sürecinin başlatılm asını sağlayacaktır.
Yenidoğan ünitelerinde aile destek gruplarının yapılması; sadece,
bebek bakım ı konusunda bilgilendirilen ailelerin duygularını fark
etm elerini ve bebekleriyle iletişim lerini kolaylaştıracaktır. Bebe­
ğini kaybedenlerin ise durum u kabullenm e ve gündelik yaşama
uyum la ilgili deneyim lerinin paylaşıldığı grup terapilerinin de
yeni bakış açıları getireceği düşünülm ektedir.

Kaynaklar
• A ls, H. & Brazelton, T. B. (1981). A n ew m od el o f assessing the b e ­
havioral organization in preterm and fullterm infants- Two cases
studies, C hild Psychiatry, 20, 239-263.

• A ls, H. (1981). Infant Individuality: A ssessing Patterns o f Very Early


D evelopm en t, USA: Basic Boks.
• Barrera, M. E., R osenbaum , P. L. & C unningham , C. E. (1986). Early
h om e intervention w ith low -b irth -w eigh t infants and their parents,
C hild D evelopm en t, 57, 20-33.
Bayley, N . (1993) Bayley Scales o f Infant, USA: The Psychological
C orporation.
B ecw ith, L. 8c R odning, C. (1991). Intellectual fu n ctio n in g in c h ild ­
ren born preterm: R ecent research, In. L. Okagaki & R. J. Sternberg
(Eds.), D irectors o f D evelop m en t Influences o f the D evelopm ent
o f C hildren’ s Thinking, UK: Lawrence Erlbaum A ssociates P ublis­
hers.
Bidder, R., C rowe, E. & Gray, O. (1974). M others’ attitudes to pre­
term infants, Arch D is C hild, 49, 766-770.
Blackburn, S. & Lowen, L. (1986). Im pact o f an infant’s prematuer
birth the grandparents and parents, Journal o f O bstetic G yn ecology
N eonatal N ursing, 14, 173-178.
Boyle, M ., Griffen, A. 8c Fitzhardinge, P. (1977). The very low birth
w eight infant: Inpact on parents during the p resch ool years, Early
H um an D evelop m en t, 1, 191-201.
Brown, J. 8c Bakem an, R. (1980). R elationships o f hum an m others
w ith their infants during the first year o f life, R. Bell 8c W. Sm other-
m an (Eds.), M aternal Influences on Early Behavior, USA: H ollisw o-
od Spectrum .
Caplan, G., M ason, E. 8c Kaplan, D. (1965). Four studies o f crisis
in paterns o f prem atures, C om m u n ity M ental Healt Journal, 1,
149-161.
Caravale, B„ Tozzi, C„ A lbino, G. 8c Vicari, S. (2005). C ogn itive d e ­
velop m en t in low risk preterm infants at 3 -4 years o f life, Archive
D is C hild Fetal N eon atal Ed, 90 (6), F474-9.
D el C arm en-W iggins, R. 8c Carter, A. S. (2001). A ssessm en t o f in ­
fant and toddler m ental health: A dvances and challenges, Journal
o f A m erican A cad em iy o f C hild and A d olescen t Psychiatry, 7 (40),
8 1 1 -8 1 9 .
Elmer, E. 8c Gregg, G. (1 967). D evelopm ental characterictics ol abu
sed children, Pediatrics, 40 (596), 602.
Fom bon ne, E. (2002). C ase identification in an epidem iological
context, In. M. Rutter & E. Taylor (Eds.), Child and A dolescent
Psychiatry, pp 5 2 -6 9 , UK: Blackwell Science

Fox, N . & Feining C. (1985). H igh -risk birth, S. I laiel 8< N. Anas-
tasiow (Eds.), The A t-Risk Infant: P sych o l/S o cio /M ed iia l Aspects,
USA: Baltim ore.

Freud, S. (1957). M ou rn in g and m elancholia, J. Straihey (I d.), Ihe


Standart Edition o f the C om p lete Psychological Woik.s o! Sigm und
Freud (Vol 14), UK: L ondon.

Friedm an, S., M ason, J. & Ham burg, D. (1963). Urinary I i hydoxy-
corticosteroid levels in parents o f children neop laslii disease,
P sychosom atic M edicine, 25 (4), 364-367.

Gardner, M . R. (2005). O u tcom es in children experiencing neu rolo­


gic insults as preterm neonates, Pediatric N ursing, 3 1 (6), IS I 456.

G osch, A., Brambring, M „ G ennat, H. 8t R ohlm ann, I). ( l ‘>97). Lon­


gitudinal study o f n eu rop sych ological ou tcom e in blind extrem ely
-low - birthw eight children, D evelop m en tal M edicine and ( 'luld N e­
urology. 39, 297-304.

G runau, R. E. (1986). E ducational achievem ent, H. G. D unn (Ed.),


Sequelae o f Low Birth W eight: The V ancouver Study, pp. 179 -204,
UK: Blackwell.

Hall, A., M cleod, A., C ou n sell, C„ T hom son, L. & M utch, L. (1995).
School attaintm ent, cogn itive ability and m otor function in a total
scattish very - low - birthw eight population at eight years: A co n t­
rolled study, D evelop m en tal M ed icin e and C hild N eurology, 37,
1037-1050.

Hunter, R. S., K ilstrom , N ., Kraybill, E. N . & Loda, F. (1978). A n ­


teceden ts o f child abuse and n eglect in premature infants: A pros­
pective study in a n ew b orn in ten sive care unit, Pediatrics, 61 (4),
629-35.

Kaplan, D. M 8c M ason, E. A . (1 960). M aternal reactions to prem a­


ture birth view ed as an acute em otion al disorderu, A m erican Jour­
nal o f O rthopsychiatry, 30, 539-52.
Klaus, M. & Kennell, I. (1983). Parent-Infant B onding. St Lois: CV
M osby.
K lein, M . & Stern, L. (1971). L ow birth w eight and the battered child
syndrom e, A m erican Journal o f D iseases C hild, 122 (1), 15-8.

Leifer, A . D, Leiderm an, P. H ., Barnett, C. R & W illiam s, J. A. (1972).


Effects o f m other-infant separation on maternal attachm ent behavi­
or, C hild D evelop m en t, 43 (4), 1203-1218.
M acey, T. J., H arm on, R. J. & Easterbrooks, M. A. (1987). Impact
o f prem ature birth o n the d evelopm ent o f the infant in the family,
Journal o f C onsu ltin g and C linical Psychology, 55 (6), 846-52.

M ccarton, C. M . & Vaughan, H. G. (1984). Perinatal variables and


neu rodevelop m en tal ou tco m es w ith preterm births, Clinical O b s­
tetrics and G ynecology, 27, 664-671.
M cC orm ick, M. C., B rooks-G unn, J., Buka, S. I.., G oldm an, J., Yu,
J., Salganik, M „ Scott, D. T, B ennett, F. C., Kay, L. 1„ Bcrnbaum, J.
C., Bauer, C. R„ M artin, C„ W oods, E. R„ M arlin, A. & Casey, P.
H. (2006). Early intervention in lo w birth weight premature infants:
Results at 18 years o f age for the Infant Health and D evelopm ent
Program , Pediatrics, 117 (3), 771-780.
M in de, E. J., Shosenberg, N ., M arton P., 'Ihom pson J. & Burns, S.
(1980). Self-help groups in prem ature nursery, Journal o f Pediatrics,
96, 933-940.
M inde, K. (1980). B on d in g o f parents to prem ature infants: Theory
and practice, USA: Grune&Stratton.

M inde, K„ W hitelaw, A ., Brown, J & Fit/.hardinge, P. (1983). Effect


o f neonatal com p lication s in premature infants on early parent-
infant interactions, D evelop m en tal M ed icin e o f C hild N eurology,
25 (6), 763-77.
Pasco, J. 8c Earp, J. (1984). The effets o f m others’ social support and
life changes on the stim ulation o f their children in the h om e, A m e­
rican Journal o f Public H ealth, 74, 358-360.
Pederson, D. R., Bento, S., C hance, G. W., Evans, B. & Fox, A. M .
(1987), M aternal em otion al responses to preterm birth, A m erican
Journal o f O rthopsychiatry, 57 (1), 15-21.

Pharoah, P. D. D., Stevenson, C. S., C ooke, R. W. I. & Stevenson,


R. C. (1994). Prevelance o f behaviour disorder in low birthweight
infants, A rchives o f D isease in C h ild h ood , 70, 2 7 1-274.

Prugh, D. G. (1953). E m otional problem s o f the prem ature infant's


parents, N u rsing O utlook, 1 (8), 461-464.

Ross, G., Lipper, E. G. 8t Peter, A. M . (1991). Educational status and


sch ool - related abilities o f very lo w birth w eight prem ature ch ild ­
ren, D evelopm ental M ed icin e and C hild N eurology, 6, 1125-1134.

Shaffer, D. R. (1993). D evelop m en tal Psychology, USA: B rooks/C ole


P ublishing Company.

Skovgaard, A. M ., H ou n m an n , T., Landoroh, S. L. & C hristiansen,


E. (2004). A ssessm en t and classification o f p scy h op ath ology in ep i­
d em iological research o f children 0-3 years o f age, European Child
and A dolescen t Psychiatry, 13, 337-346.

Som m erfelt, K. (1998). Long term ou tcom e for non-h an d icap p ed


low birth w eight infants-is the fog clearing? European Pediatrics,
1 5 7 ,1 -3 .

Som m erfelt, K., M arkestad, T. & Ellertsen, B. (1998). N eu rop sych o­


logical Perform ance in Low Birth W eight preschoolers: A Populati­
on - Based, C ontrolled Study, European Journal o f Peadiatrics, 157,
53 - 58.

Soysal, A. Ş. (1999a). Erken doğan bebeklerle zam anında doğan b e­


beklerin p sikom otor ve duygusal gelişim lerinin d eğerlend irilm esi­
ne ilişkin bir çalışm a, Y ayınlanm am ış Yüksek Lisans Tezi, H acettepe
Ü niversitesi Sosyal Bilim ler Enstitüsü, Ankara.

Soysal, A. Ş„ Ergenekon, E. & Aksoy, E. (1999). Y enidoğan d ö n e ­


m in d e hastanede uzu n süreli tedavi görm en in bağlanm a örüntüsü
üzerindeki etkileri: Bir olgu sunum u, Klinik Psikiyatri D ergisi, 2,
266-270.
Soysal, A. Ş., Ergenekon, E., Eroğlu, D., Çıtak, Ç., Koç E. & Alalay,
Y. (2000a) Bebekleri tanı açısından yüksek - standart risk altımla
olan annelerin duygu durum larının kısa süreli yardım gruplan ile
değerlendirilm esi, Psikiyatri Psikoloji Psikofarm akoloji Dergisi, 8
(2), 1 0 6 - 1 1 1 .
Soysal, A. Ş., Ergenekon, E., Ö ktem , F. & Erdoğan, E. (2000b). D o ­
ğum türü değişkeninin b ağlanm a örüııtüsü üzerindeki etkilerinin
in celen m esi, Klinik Psikiyatri D ergisi, 3 (2), 75-85.
Steele, B. & Pollock, C. (1974). A Psychiatric Study o f Parent W ho
A buse Infants and Sm all C hildren, USA: U niversity o f C hicago
Press.
Sykes, FI. D., Hoy, E. A ., Bill, J. H ., M cclure, G. B., Haliday, H. L. &
Reid, M . M. (1997). Behavioural adjustm ent in sch o o l o f very low
birthw eight children, Journal o f Child P sych ology and Psychiatry.
3 8 :3 1 5 - 325.
Trause, M. A. & Kramer, L. I. (1983). The effects o f prem ature birth
o n parents and their relationship, D evelop m en tal M edicine Child
N eurology, 25 (4), 459-465.
Verhulst, F. C. (1995) The ep id em io lo g y o f child and adolescent
psychopathology: Strengths and lim itations, In. F. V erhulst & H. M.
K oot (Eds), The ep id em iolo g y o f Child and A d olescen t psychopat­
hology, , pp 1 -2 1 , UK: O xford M edical Publications.
Vincer, M . J., Cake, H ., Graven, M ., D od d s, L., M cH ugh, S. & Fra-
b on i, T. A. (2002). P opulation-based study to d eterm in e the perfor­
m ance o f the C ognitive Adaptive T est/C linical Linguistic and A u­
ditory M ileston e Scale to Predict the M ental D evelop m en tal Index
at 18 M onths on the B ayley Scales o f Infant D evelop m en t-II in very
preterm infants, Pediatrics, 116 (6), 864-867.
W eisglas-K upperus, N ., Koot, H. M., Baerts, W., Fetter, W. P. F. &
Sauter, P. J. J. (1993). B ehaviour problem s o f very low - birlhwc-
ight children, D evelop m en tal M edicine and C hild N eurology, 35,
406-416.
Z eanah, C. H. (2000) Psychopathology, In. C. H. Zeanah (I d.),
H andbook o f Infant M ental H ealth, pp. 2 6 7 -4 3 6 , USA: The G uil­
ford Press.
Zeanah, C. H., Boris, N . W. & Larriey, J. A. (1997). Infant develop-
m ant and developm antal risk: A review o f the past 10 years, Journal
o f A cadem y for C hild A d olescen t Psychiatry, 2, 165-178.
Zeanah, C. H., Boris, N . W. & Scheeringa, M . S. (1997) P sychopat­
h o lo g y in infancy, Journal o f C hild P sych ology and Psychiatry, 1
(38), 8 1 -9 9 .
ANNE - BEBEK/ÇOCUK BAĞLANMA ve
BESLENME İLİŞKİSİ

Ö zden Bademci

B
u bölüm de anne-bebek ilişkisinin beslenm e üzerindeki ya­
şam boyu etkisi ele alınacaktır. Çocukluk, ergenlik hatta
yetişkinlik dönem inde yaşanan beslenm e sorunlarının çoğunun
altında sorunlu anne-bebek ilişkisi vardır. Bu nedenle de beslen­
m e deneyim i üzerine düşünürken, beslenm enin tem el dinam ikle­
rinin anlaşılm ası bakım ından özellikle bebeklik dönem i üzerinde
durulacaktır. U nutulm am alıdır ki yetişkin tutum ve davranışları­
nın tem elinde bebeklik dönem i deneyim lerim iz vardır.
Toplum da bebeklerin hiçbir şey hissetm edikleri yolunda yan­
lış bir inanış vardır. Oysa bebeklik dönem i bizlerin duygusal
uyaranlara karşı en açık olduğu dönem im izdir. Bebekler adeta
bir duygu m ıknatısı gibidir. Özellikle ilk altı ayda bebeklerin en
çok etkisi altında oldukları konu, annelerinin duygu durum udur
çünkü, başlangıçta bebekler dünyayı anneleri aracılığı ile dolaylı
olarak algılarlar. A nnenin duygu durum u, bebeğiyle kurduğu ya
da kuram adığı göz ve ten tem ası ile ona geçer. İşte bu göz ve ten
tem asının niteliği, bebeğin çevresini ve kendisini nasıl algıladığı
üzerinde oldukça etkilidir. Ayers, doğum dan sonraki ilk altı ay
içinde annenin gözlerinin, bebeğinin kişilik özellikleri üzerindeki
kalıcı etkisinden söz eder. O na göre, şayet anne bebeğine sevgi
dolu gözlerle bakamıyorsa, bu durum pek çok insanda sıklıkla
karşılaşılan göz tem ası kurm aktan kaçınm a, sürekli bir utanç ve
çekinm e duygusu içinde olm ak gibi olum suz sonuçlar doğurur.
Anne bebek ilişkisinde arzulanan, güvenli bir bağlanm a ilişki­
sinin yaşanmasıdır. Genellikle, toplum um uzda bağım sızlaşabil­
m ek için çok önemli olan “bağlılık” ile “bağım lılık” çok sık k a­
rıştırılan iki kavramdır. Bebeğin kendisini ayrı bir kişilik olarak
algılaması ve anneden ayrılabilmesi çok önem li bir adım dır. Bu
deneyim ise bebeğin içindeki güvenlik duygusu ile doğrudan iliş­
kilidir. Bebeğin güvenilir bir annenin varlığını sürekli bir şekilde
yaşaması bebeğin annesinden ayrılarak, bir şeyleri kendi başına
yapm a çabası içinde olm asına olanak sağlar. Şayet bu güvenlik
duygusu pekişm em işse anneden fiziksel ayrılma, özgürleşip b a ­
ğımsızlaşma deneyim i beraberinde yoğun kaygılara neden olur.
Bebeklerde görülen uyku ve beslenm e problem leri bu kaygılar­
dan kaynaklanır. Söz gelimi, anneden ayrılma bebek tarafından
sonsuz bir ayrılık olarak algılanabilir. Dolayısıyla da bebek kendi
başına olm a durum u ile başa çıkamaz. Uyku, bebeğin tek başına
kaldığı tek zam an dilimi olduğundan özellikle uyku bebeklerde
bir sorun halinde yaşanır.

Bağlanma kuram ı ile ele alm an, bebek ve anne-baba arasındaki


ilişkidir. Bu kuram ı ilk geliştiren ise Bovvlbydir. Bovvlby, diğer psi­
kanalistlerden farklı olarak davranışların biyolojik tem ellerini de
dikkate alır; içgüdüsel davranışların nasıl daha sonra bağlanm a
m odeline dönüştüğüne dikkati çeker. Bovvlby, çocuğun ayrılma
karşısında verdiği tepkileri anlam ak için anne bebek arasındaki
bağ üzerinde durur. Ağlama, gülüm sem e, anneyi bırakm am a gibi
içgüdüsel davranışlarla bebek annenin ilgisini üzerine çekerek
annenin kendisine yakınlaşm asını sağlar. Özellikle ikinci yılda
bebeğin hareketlenm esi ile birlikte anneye yakınlaşm a girişimleri
de artar. A nnesine yakınlaşm a çabası içinde olan bebek ya da kii
çük çocuk bir reddediliş yaşarsa kaygı ve korkuları artar. Böyle bir
d u ru m d a da ya ailenin diğer bireyine yönelip yakınlaşmaya çalışır
ya da ilgisini tam am en objeler üzerinde yoğunlaştırır. Yukarıda
da belirtildiği gibi, aradaki ilişkinin sorunlu olduğu hallerin baş­
lıca göstergesi bebeklerin uyku ve beslenm e düzenleridir. Uyku ve
beslenm e bebek ruh sağlığının iki çok önemli boyutudur. Ancak,
genellikle beslenm e ve uykunun sadece fiziksel bir deneyim oldu­
ğuna inanılır. Bu nedenle de sıklıkla duygusal boyutu ihmal edilir.
Aynı nedenle de çevremizde bebeklerinin/çocuklarının beslenm e
problem leri için doktor doktor gezen ancak sorunlarına bir türlü
çare bulam ayan anne babalar vardır.

Anne-Bebek Beslenme Deneyimlerinin


Sonraki Yıllara Etkisi
D oğum bebek için adeta bir travm adır. Bicke göre bebek ken­
disini adeta uzaya üstelik de uzay kostüm ü giymeden gönderilm iş
bir astronot gibi hisseder. D oğum dan sonra bebeklerin sürekli
olarak uyum aları bu değişime karşı gösterdikleri bir tepkidir as­
lında. Uyanık kaldıkları zam anlarda da sürekli sabit bir noktaya
bakm aları onların yaşam a tutunm a ihtiyacından kaynaklanır.
O na bakan bir çift sıcak göz başlarda sadece bir objeye bakarak
yaşam a tutunm aya çalışan bebeğin gözlerini o objeden alarak
kendi gözleriyle buluşturur. İşte em zirm e, göz göze buluşm alar
ve sıcak bir ten teması için en önem li fırsatlardan birisini sağlar.
Pek çoğum uz için ilk besinim iz anne sütü, ilk beslenm e deneyi­
m im iz de em m ektir. Em zirm e, bebek için sadece bir beslenme
yöntem i değil aynı zam anda ilişki demektir. A nne sütünün bebek
için pek çok fiziksel yararının yanı sıra bebeğin duygusal gelişimi
açısından da çok önemli katkıları vardır. Araştırm alar, bir baltalık
bebeklerin bile kendi annelerinin sütlerinin kokusunu tanıyarak,
kendi annelerinin sütlerini tercih ettiklerini ortaya koymaktadır.
Yapılan bir araştırm ada bebeklerin beşiklerinin bir tarafına baş­
ka bir annenin sütüne batırılm ış bir parça sünger, diğer tarafına
ise kendi annelerinin sütüne batırılm ış bir sünger konulduğun­
da, bebeklerin yüzlerini kendi annelerinin sütüne batırılm ış olan
süngere döndükleri çarpıcı bir şekilde gözlemlenmiştir. Bebek
için süt, anne; anne de yaşam demektir. Bebek annenin bütünsel
kişiliği ile tanışıp, ilişki kurm adan önce annenin göğsüyle tanışır.
Bir başka deyişle önce ağzıyla annenin göğsü, dolayısı ile anne,
böylece de ağzıyla dünya ile tanışıp ilişki kurm aya başlar. Bebekle­
rin özellikle ilk iki yılda eline geçirdikleri her şeyi önce ağızlarına
götürerek tanım aya çalışmaları da bu yüzdendir. Em zirm e, bebek
için sadece fiziksel beslenm e değil sıcaklık ve rahatlık anlam ına
gelir. A nne sütü ile beslenen bebekler em zirm e esnasındaki fizik­
sel yakınlıktan, ten ve göz tem asından, annelerinin sıcaklığından
büyük keyif alarak kendilerini bu ilişki içinde daha bir güvende
hissederler. Biberonla beslenen bebekler ise böylesi bir fiziksel ya­
kınlıktan m ahrum kalırlar. Ağızlarında sıcak bir ten tem ası yerine
sadece biberonun lastik ucu vardır. A nnenin şu ya da bu nedenle
bebeğini em zirem ediği durum larda annenin tam olm asa da yine
de bu d u ru m u bir şekilde telafi etm esi m üm kündür. Bebeğini bi­
beronla beslerken bunu duygusal bir buluşmaya dönüştürecek
şekilde, bebeği ile göz tem ası kurm ası, onunla konuşm ası, başını
ellerini okşam ası bebek için çok önemlidir. Em zirm e sırasında
geçen zam an, bebek ve anne için çok değerli bir zamandır. A nne
ve bebek arasındaki bağın daha da güçlenm esine yardım eder.
Eğer anne bebeğini em zirm ek için özel bir yere çekilirse, günlük
hayatın keşmekeşi inlen, stresinden birlikte uzaklaşm ış olurlar.
Böylece baş başa huzurlu bir zaman geçirmeleri için önem li bir
fırsat yaratılm ış oluı. Ihı, dünyaya yeni gelmiş olan bebeğin sos­
yalleşm esinde attığı ilk .ıdımdır. Ayrıca anne, em zirirken “annelik
h o rm o n u ” adı verilen özel bir horm onu da salgılar. Bu horm on
anne ve bebeğin birlikte gevşeyip rahatlam asına yardım eder.

Beslenmeyi Olumsuz Etkileyen Faktörler


Sağlıklı beslenm e, büyüm enin tem el taşıdır. Beslenm enin fizik­
sel gelişim için gerekli gıdayı sağlayarak, rahatsız edici bir durum
olan açlığı giderm esinin yanı sıra duygusal büyüm e açısından da
önem i büyüktür. Besleyen ve beslenenden oluşan sağlıklı bir bes­
lenm e ilişkisinde bağışıklık sistem i güçlenir. Duygusal, bilişsel,
sosyal ve nörolojik gelişim için gerekli olan altyapı gelişir. Bes­
lenm e, bebeğin, inisiyatif kullanarak, zam anı değerlendirm esini
sağlar. Bebeğin dikkatini yeni strateji ve duygu durum larını yara­
tıcı bir şekilde keşfetmeye çeker. Sağlıklı bir beslenm e ilişkisinde
annesi tarafından kucağa alınan bebek, beslenm e sırasında açlık
duygusunun neden olduğu rahatsız durum dan kurtularak, rahat
bir konum a geçtiğinden, annesinin duygularını fark ederek, yeni
d urum a uyum sağlayabilmeyi ve em pati kurm ayı öğrenm eye baş­
lar. Bebek, beslenm e sırasında farklı duyguları tanır, yaşar. D ü­
zenli beslenm e zamanları, bebek için gün içinde belli bir zaman
rutininin yerleşmesine olanak verir. Rutinin varlığı, bebeğin bir
sonraki aktivite için ihtiyacı olan duygusal hazırlığı yapm asını da
sağlar. Beslenm enin her anlam da doyurucu olabilmesi için yalnız
fiziksel değil, duygusal ve ruhsal gelişmeye olanak veren bir ilişki
içinde de olm ası gerekir. Beslenme, anne babalara bebekleri ile
nitelikli zaman geçirm ek için en önem li fırsatlardan birisini sağ­
lar. Bebeğinizi beslerken sevgi dolu bir ten tem asıyla kuracağınız
iletişim, var olan ilişkinizi geliştirm e olanağını verir. Beslenme,
annesi, babası ya da bir başkası tarafından doyurulan bebek için
bedenlerin ve ruhların buluşm ası amacıyla zam anın ve yerin gü
vence altına alınm ası demektir.
Beslenmede problem yaşanm asının nedeni, prem atüre doğum
ya da doğum dan sonra bebeğin sağlık problem leri nedeniyle has­
tanede kalm asının yol açabileceği Iravmatik deneyim ler olabile­
ceği gibi annenin içinde bulunduğu duygu durum u da olabilir.
İşte bu nedenlerden birinin yaşanm ası beslenm e deneyim inin be­
bek için keyifli bir deneyim ve uyarana dönüşen bir ilişki olarak
gelişmesine engel olur. Beslenmede problem yaşandığında bes­
lenm enin sağlayacağı tüm kazanım lar tehlikeye girer. Sözgelimi,
bebekler bu eksikliği giderm ek, duygularım geliştirm ek için daha
az uyuyup daha çok uyanık kalabilir ya da uygunsuz zam anlarda
oynam ak isteyebilirler. Söz gelimi bebek, beslenmeyi reddederek
aslında beslenm e ilişkisini reddediyor da olabilir. Beslenmede ya
da başka konularda sorun yaşayan bebekleri gözlemlediğimizde
genellikle tem elde anne-bebek ilişkisinde bir sorıın yaşandığı ger­
çeği ile karşılaşırız. A nne babaların bebeklerinin beslenm e dene­
yimleri üzerine düşünürken daha çok ‘karınlarının ne kadar doy­
duğu üzerinde durm ak yerine, hem beslenm e sırasındaki hem
de genel anlam da aralarındaki ilişki üzerinde durm aları gerekir.
Dünyaya tam am en yabancı olan bebek için doyum un yalnız fi­
ziksel değil duygusal olması, her anlam da beslenmesi gerekir. A n­
nenin doğum sonrası depresyon yaşadığı ya da çeşitli nedenlerle
kendisini iyi hissetm ediği durum larda bebeği ile doyum lu bir iliş­
ki kurm ası zorlaşır. A nnenin bebeğini m ekanik bir şekilde em zir­
mesi ya da beslemesi, dünyaya tutunm a ihtiyacı ile gelen bebeğin
kapanm asına, tedirgin olm asına yol açar. A nnenin ya da bebeği
besleyen yetişkinin bebeğin elini tutm ası, onunla göz teması kur­
ması bebeği rahatlatır.

Bebeklerin beslenm e problem leri anne babalarını çok fazla kay­


gılandırır. A nne babanın bu kaygısı bebekleriniJyeslerken arala­
rındaki ilişkiye yansır. Yansıyan kaygı bebeğin beslenm esini daha
da zorlaştırır. Bebeğin daha da zorlaşan beslenmesi ise anne baba­
nın kaygısını daha da artırır. Bu da durum u daha da zorlaştırarak,
anne babaların kendilerini çaresiz hissetm esine yol açan bir kısır
döngüyü doğurur. Bebeğin, besinle kurduğu ilişki, onun içinde
olduğu ilişkinin duygusal boyutunu yansıtıyor olabilir. Beslenme,
aslında bebeğin, besini ‘kabul’ edip ‘sindirebilmesi’ anlam ına gelir.
Beslenme sorunu üzerine düşünürken, ham ileliğin nasıl geçtiği,
doğum un zor olup olmadığı, doğum sonrası fiziksel olduğu kadar
duygusal ve sosyal çevre üzerine düşünülm esi gerekir. Sözgelimi,
doğum sonrası depresyon yaşadığı için özgüven duygusu zedele­
nen bir anne bebeğinin/çocuğunun kendisine göre yetersiz bes­
lenm esinden yine kendisini sorum lu tutarak suçluluk hissedebi­
lir. Bu da annenin daha ısrarcı, daha kaygılı, daha az sabırlı olm a­
sına neden olur. Ç ocuğunun yeterince yemediği inancı belki de
bilinçdışı olarak çocuğuna duygusal olarak yetem ediği kaygısını
yansıtıyor olabilir. A nne “doyuram ıyorum ” derken aslında ifade
ettiği şey çocuğunu duygusal olarak besleyemediği olabilir. Yeme­
ği reddeden çocuk annesi tarafından kendisinin reddedildiği duy­
gusunu uyandırabilir; anne bebeğinin / çocuğunun yemeği değil
kendisini reddettiğini düşünür. Bu da annenin kendisini daha da
çaresiz hatta depresif hissetm esine yol açar. Ailede bir yasın ya­
şanm ası, anne baba arasındaki geçimsizlik ya da annenin doğum
sonrası depresyonu yaşaması gibi nedenler annenin bebeğinin
dilini anlayıp onun gereksinim lerini karşılam asına engel olur. Bu
nedenle de beslenm e sorunu yaşayan bebekler anne babaları ile
birlikte gözlem lendiklerinde, üzerinde durulm ası gereken nokta
anne babaların bebeklerinin dilini ne kadar iyi anlayabildikleridir.
A nnenin, ham ilelik süreciyle başlayıp doğum la birlikte tam am en
üstlendiği annelik rolüne ne kadar adapte olduğu, yeni rolünden
ne kadar keyif aldığı da annenin duygu d u rum unu etkileyen bir
başka önem li konudur. Elbette, bu süreçte babanın anneye verdiği
destek ve anne gibi onun da babalık rolünü ne kadar benimsediği
çok önemlidir. A nne babanın duygu durum ları, birbirleri ile olan
ilişkileri hatta kendi bebeklik deneyim leri, kendi anne babalan ile
olan ilişkileri bebekleri ile kuracakları ilişkiyi büyük ölçüde belıı
ler. A nne baba olm ak, her iki ebeveynin de bebeklik deneyim leri­
nin bilinçdışı olarak yeniden hareketlenm esine yol açar. İşte bütün
bu özellikler bebeğin aileye ‘kabulünü’ belirler. Besin, bebek için
bir bakım a hayatı temsil eder. Bazı özel durum lar dışında bebeğin
besini reddetm esi, ağzını kapatarak başını çevirmesi bir anlam ­
da yaşama, ilişkilere kendisini kapatm ası anlam ına gelebilir. Bu
nedenle de bebeğin ‘kapanm a’ davranışı üzerine düşünülm esi ge­
rekir. Pek çok anne baba bebekleri ilk doğduğunda bebeklerinin
küçük, çaresiz ve kendilerine karşı tam bağım lı olm asından anne
baba olarak aldıkları sorum luluktan adeta ürkerler. Genellikle
verdikleri ilk tepki de “ben şim di ona nasıl bakacağım” türünden
kaygılı bir tepki olur. Bebek her ağladığında doyurulm aya çalı­
şılması ve m em e istediğinin düşünülm esi bu kaygıdan beslenen
yanlış bir genel kanıdır. Bebek ağladığında ilk akla gelen acıkmış
olabileceğidir. Adeta bebeğin tek gereksinim in besin olduğu düşü­
nülür. Bu da bebeğin ihtiyaç duym adığı zam anlarda beslenmeye
çalışılmasını dolayısı ile de bebeğin beslenm e deneyim ine tepkili
olması sonucunu doğurur. D oğum dan sonra annenin bebek için
dış dünyayı temsil ettiği düşüncesinden hareketle, bebek ve an n e­
nin birbirlerine sağlıklı bağlanam am aları, başka bir deyişle bebe­
ğin güven duyduğu bir anneyi içselleştirememiş olması, onun dış
dünyaya kendisini kapatm asına yani açılam am asına neden olur.
Böylesi bir duygu d urum u içinde olan bebek için ağzını “açm a­
yarak” beslenm eyi reddetm esi, bir bakım a kendisini dış dünyaya
kapatm asını sembolize etm esi açısından oldukça anlamlıdır.
D oğum dan sonraki ilk üç ay içinde bebek hem içsel olarak hem
de annesiyle olan ilişkisine uyum sağlam akta zorlanabilir. Bu d u ­
rum bebeğin duygularının annesi ile arasına mesafe olarak gir­
mesine yol açar. İşte bu mesafe nedeniyle bebek ya hiç beslenemez
ya da yeterince beslenemez. Bazı bebeklerin yaşadıkları kaygı ile
başa çıkm aya ihtiyaçları varken, bazı bebeklerin de annelerinin
yaklaşım larını değiştirm elerine ihtiyaçları vardır. Bazı anne b a­
balar değişik yöntem lerin denenm esine açıkken, bazı anne baba­
lar ise yeni yöntem lere kapalıdırlar. Bu tü r anne babalar herhangi
bir konuda sorun yaşamaları halinde konunun üzerine gidip d ü ­
şünm ek, çözüm üretm ek yerine kaygı duyup içinde bulundukla­
rı d urum u bir açmaz olarak algılarlar. Aslında her iki tarafın da
yani bebeğin ve ebeveynin en çok gereksinim duyduğu şey duy­
gu durum larını karşı tarafın anlamasıdır. Bebeklerinde beslenme
sorunu yaşayan annelerin öncelikli olarak konunun uzm anı bir
doktora giderek gerekli fiziksel muayeneyi yaptırdıktan ve so ru ­
nun kaynağının fizyolojik olm adığından em in olduktan sonra
yapm aları gereken, bebeklerini olduğu kadar kendilerini de göz­
lem lem eleridir. A nne babanın bebekleri ile kurdukları iletişimin
niteliği çok önemlidir. Duygusal olarak beslenen bebek fiziksel
olarak da beslenebilir.

İlk Beslenme Deneyimlerinin Sonraki Yıllarda


Beslenme Alışkanlıkları Üzerindeki Etkileri
Bebeklerde / çocuklarda beslenm e dediğim izde ikili bir ilişki­
den söz ederiz. Beslenme bu karşılıklı ilişkinin niteliği ile yakın­
dan ilgili bir süreçtir. Bu süreçte ‘beslenen ve ‘besleyenin’ yetenek
ve kişilik özellikleri oldukça etkilidir. Bebek / çocuk, beslenme
ihtiyacını bir şekilde ebeveynine bildirir. Beslenme başladığında
bazı anne babalar yeterince rahat ve becerikli bir şekilde bebek­
lerini beslerlerken, bazı anne babalar mesafeli ve tedirgin olabi­
lirler. Bebekler de ebeveynlerinin sınırlarına uygun şekilde iliş­
kiye yanıt verirler. Söz gelimi, bazı bebekler, olum lu bir şekilde
d urum a uyum sağlamaya çalışırken, bazı bebekler geri çekilerek,
çığlık atıp d urum u protesto edebilirler. Aradaki beslenm e ilişkisi­
nin niteliği çocuğun fiziksel, sosyal ve duygusal gelişimi üzerinde
oldukça etkilidir. İlk yıllardaki beslenm e deneyim lerinin yetişkin
yaşam ındaki etkisi konusunda yapılan çarpıcı araştırm alar var­
dır. Bu araştırm alardan birisi alkole bağlı hastalıklar nedeni ile
hastaneye yatanlar ile anne sütünden erken kesilme arasında bir
ilişki olup olm adığının araştırıldığı bir çalışmadır. Bu araştırm a­
nın sonucunda erken anne sütünden kesilen bebeklerin yetişkin
yaşam ında alkol kullanm aları ve alkole bağlı hastalıklara yakalan­
m aları arasında anlam lı bir ilişki olduğu saptanm ıştır.
Bebeklik deneyim leri yetişkin kişilik ve davranışları üzerinde
oldukça etkilidir. İlk yıllardaki olum lu ya da olum suz beslenm e
deneyim leri yetişkin beslenm e davranışlarını belirler. Bununla
birlikte, bağlanm a yaklaşımı çerçevesinde kavram sallaştırılan be­
beklik deneyim lerinin önem inin farkına varılması kişinin sadece
beslenm e ile ilgili değil; bir bütün olarak kendisiyle, kişiliğiyle il­
gili farkındalığının artm asına yardım cı olacaktır.

Kaynaklar
• Ayres, M. (2004). M other-infant A ttachm ent and Psychoanalysis,
The Eyes o f Sham e, NY, Brunner- Routledge.
• Badem ci, Ö. (2009). Bebeklerde / Ç ocuklarda B eslen m e ve Uyku
Problem leri, İstanbul: Turkuaz Yayınevi.
• Bick, E. (1964). N otes o n infant observation in psychoanalytic trai­
ning, International Journal o f Psychoanalysis, 49, 558-566.
• Bick, E. (1968). The E xperience o f the skin in early object relations,
International Journal o f Psychoanalysis, 49, 4 84-486.
• B ion, W. R. (1962). Learning from Experience, UK: H einm ann.
• Bion, W. R. (1967). A T heory o f Thinking, International Journal o f
Psychoanalysis, 43, 306-310.
• D aw s, D. (1989). Through The N ight, H elping Parents and Sleepless
Infants, UK: Free A ssociation Books.
• Klein, M. (1975). Love, G uilt and Reparation, UK: H ogart Press.
• Klein, M. (1975). Envy and Gratitute, UK: Hogart Press.
BEBEKLERDE ve ÇOCUKLARDA
BAĞLANMA ve AYRILMA /
AYRILIK KAYGISI

Şebnem Kuşçu Orhan

yrılm a kaygısı, kökeni bebeklik dönem ine dayanan ve bi­


reyin bağlanm a figüründen ayrıldığı veya ayrılacağını his­
settiği durum larda ortaya çıkan olum suz bir duygudur. Bağlanma
figürü, insanın doğum undan itibaren kendisine bakım veren ki­
şiye işaret eder. Genelde bu kişi anne olm asına karşın, annenin
varlık gösterem ediği durum larda anne yerine geçen bir başka kişi
de olabilir. Bebeğin kendisine bakım veren kişiyle arasında bir
bağlanm anın gelişmesi ve ondan ayrıldığında tepki verm esinin
gelişmesi doğum dan hem en sonra gerçekleşmez. Yaşamın ilk bir
yılını içerisine alan bir süreci içerir.

Gelişim Sürecinde Ayrılma Kaygısı


D oğum dan itibaren bebek, kendisine bakım veren kişiyle, a n ­
nesiyle ilişki ve yakınlık kurm ak için gerekli olan davranışsal re­
pertuarla birlikte doğar. Bu sinyal davranışlar annesinin ilgisini
çeker, onun bebeğe bakm ak için gerekli davranışlarım tetikler
ve bebeğin yanına gelerek ihtiyaçlarını yerine getirm esini sağlar.
Başlangıçta uyku-uyanıklık, açlık-beslenm e gibi tem el döngülerle
ilgili beklentisi oluşm aya başlar. Bebek, doğum dan birkaç hafta
sonra bu döngülerle ilgili uyarm ayı sağlayan refleks biçim indeki
sinyal davranışlardan ağlama, gülme, ağlama dışında sesler çıkar­
m a gibi daha sistemli davranışlarla bakım veren kişinin ilgisini
çekmeye başlar. Başlangıçta bu davranışlar çevresindeki belli bir
kişiye yönelik değildir. Bağlanm anın oluşum aşam asında kendiy­
le yakından ilgilenen birden fazla kişiye yönelik olabilir. Ü çüncü
aydan itibaren annesini tanım aya başlayan bebeğin gelişimi ilk
yaşın ortalarında belirgin bir farklılık gösterir. Sinyal davranışlar
kaybolm asa da hareket kabiliyetinin artm asıyla, uzanm a ve tutm a
gibi annesiyle yakınlık kurm ayı sağlayan davranışlar daha etkin
hale gelir ve aralarında karşılıklı ve daha etkili bir iletişim in oluş­
m asını sağlar. O rtak amaca hizm et eden bu davranışlar, kısa za­
m anda geçmiş deneyim ler ışığında içinde bulunduğu ana uyum
sağlar. Sonuçta, bebeğin, annesiyle ilgili ilk algıları, tutum ları yani
içsel çalışan m odelleri oluşm aya başlar. A rtık bebek annesinden
her ayrıldığında kaygı duym aya başlar.
Bebek, altı ay civarında bir kişiyi diğerinden, tanıdık olanla
olmayanı birbirinden tam anlam ıyla ayırt etmeye başlar. Tanıdı­
ğıyla tanım adığı arasındaki bu fark, bebeğin yabancı kaygısı adı
verilen bir kaygıyı yaşam asına neden olur. Bu kaygıya paralel ola­
rak da bebek ayrılık kaygısı yaşam aya başlar. Ayrılma kaygısının
gelişim inde çocuk yetiştirm edeki kültürel farklılıklar da rol oynar.
Bebeğin anneyle çok yakın fiziksel yakınlığının desteklendiği, ge­
nelde yalnız annenin bebek bakım ını üstelendiği ve yabancıyla
tem asın az olduğu kültürlerde ya da durum larda ayrılmaya gös­
terilen tepkilerin daha erken olduğu görülm ektedir. Bebek, an n e­
sinden ayrıldığında onun var olmaya devam ettiğiyle ilgili yeterli
bilgiye sahip değildir. Dolayısıyla annesi odadan çıktığında arka­
sından ağlar, emeklem eye başladıysa eğer onun arkasından gider.
Bebeğin bu dönem de oynadığı oyunlar da annesinden ayrılıkları
temsil etm ektedir. Elindeki oyuncağı atar, başlangıçta nereye gitt i
ğini bilemez ve ağlamaya başlar. Ancak, bir süre sonra arkasından
bakm aya başlar ve annesine ulaşm ak için çaba gösterir. Gelişimin
doğal parçası olan ayrılık kaygısı 13 ila 18 ayları civarında en üst
seviyeye ulaşır. Bu dönem de çocuğun annesine gösterdiği yakın­
lık ihtiyacı da farklılıklar gösterir. Gittikçe bağım sız olmaya baş­
lam asına karşın, bazı dönem lerde yine etrafı keşfetmeyi bırakır ve
annesinin yanından ayrılm ak istemez. Hastalık, taşınm a, yer de­
ğiştirm e, anne ile çocuğun birbirlerinden ayrılm aları gibi endişe
verici durum lar, en önemlisi de annenin ruh halindeki değişiklik­
ler çocuğun ayrılık kaygısını daha da arttırır. A nnesi kendisine ya
da başka kişi ya da durum lara kızdığında ya da üzüldüğünde ve
kendisiyle daha gergin ilişkiye girdiğinde çocuğun kaygısı biraz
daha artar. Bu dönem de çocuklar annelerinin sabırsız olmasına,
ses tonundaki değişikliklere ve farklı ifadelerine özellikle duyarlı-
dırlar. Diğer taraftan, kimi zam an anneler de çocuklarının uyum ­
lu davranışlarını geliştirme amacıyla çocuklarını bırakıp gitm e ya
da sevgilerinden yoksun bırakm ayla tehdit etm ektedirler. Bu gibi
tehditler çoğu zaman açıkça dile gelmese de, dolaylı olarak ifade
edilir. Bu gibi durum lar çocuğun ayrılma kaygısını daha yoğun
yaşam asına neden olur.
Bebeklikten çocukluğa geçerkenki bu süreçte, çocuk, bağlandı­
ğı kişiye yakın olm ak ihtiyacı ile ondan uzaklaşıp etrafı keşfetme
isteği arasında gidip gelir. Çocuğun, etrafını keşfetmek, anlam ­
landırm ak için annesinden uzaklaşması, çevrenin güvenli ve an ­
nenin de ulaşılabilir ve duyarlı / ilgili olarak algılandığına işaret
eder. Çocuk, etrafın tehditkâr olduğunu hissettiği, kendini yete
rince güvende hissedem ediği durum larda bağlandığı kişiye yakın
olm a ihtiyacı duyar ve annesini de bu anlarda sığınacağı bir liman
olarak algılar. Dolayısıyla, çocuk, annesiyle olan ilişkisinde ken
dişini güvende hissettiği ölçüde ve etrafının da güvenli olduğu
na inandığı oranda çevreyi keşfetme davranışı gösterir. A nnenin
ayrılığı ise, anneye ulaşabilme olasılığının düştüğü sonucunu ve
böylece tanıdık olmayan çevrenin daha da tehdit edici olduğu­
nun algılanm asına yol açar. Yaşamın ikinci yılından itibaren bağ­
lanm a davranışları daha fazla gelişir. Bedensel olarak daha etkin
olan bebek, uzanm a ve yakalam a gibi becerilerini kullanır, çoğu
zaman anlam lı sesler yardım ıyla daha rahat ilişki kurar. Bir teh­
dit altındayken gösterilen sinyal davranışlar da (ağlama, bağırm a
gibi) daha olgunlaşm ış, çocuk, am aca yönelik iletişim kurm aya
başlamıştır. Üç yaş civarında çocuğun bilişsel olarak ayrılmayı
algılama kapasitesi gelişmiş, ayrılma ve yeniden bir araya gelme
deneyim i tekrarlandıkça, ayrılm anın geçici olduğu düşüncesi
yerleşmiştir. Aynı zam anda, çocuk, annesinden ayrıldığı ve kısa
bir süre görm ediği zam anlarda annesiyle tekrar bir araya gelece­
ğini bilm esinden dolayı annenin varlığını zihninde taşıyabilir. Bu
gelişmiş kapasite ve tekrarlayan deneyim ler sonucunda tanıdığı,
bildiği bir ortam da anneden ayrıldığında çocukların ağlam asının
oranı iki yaşın ortalarından üç yaşa doğru % 50 - % 75’ten % 20
- % 40’a kadar iner. Üç ila beş yaş civarında ise ayrılm a kaygısı
oldukça azalır ya da ortadan kalkar.

Anne-Bebek Arasındaki Farklı Bağlanma


Örüntüleri ve Ayrılma Yaşantısı
A nne ile bebek arasındaki ilişki incelenirken özellikle bebekle­
rin ayrılm a ve yeniden bir araya geliş anlarına ne tü r tepkiler ver­
dikleri ve bu ayrılm alarla nasıl baş ettikleri üzerinde durulur. Ev
ortam ında yapılan gözlemlerde, annesine güvenli bir bağlanm a
geliştirm iş olan bebeklerin, kaygılı / kararsız bebeklere göre ev­
deki günlük ayrılıklarda daha az ağladıkları, annelerinin geri ge­
lişlerini daha olum lu karşıladıkları, kucağa alınm aya daha olum ­
lu cevap verdikleri ve annelerinin talim atlarına daha uyum lu
oldukları gözlenmiştir. Bebekleriyle güvenli bağlanan annelerin
de bebeklerinin yakınlık ihtiyacına cevap verm eye daha duyarlı
oldukları, bebeklerinin yardım çağrılarını daha doğru biçimde
okudukları, hem en ve tutarlı bir biçim de cevap verdikleri, onlar­
la ilgilendikleri gözlenmiştir. B ununla birlikte, güvenli bağlanan
çocukların, annelerini ulaşılabilir ve duyarlı / ilgili biri olarak iç-
selleştirdikleri, dolayısıyla da tanım adıkları ortam larda bile etrafı
rahat keşfettikleri gözlenmiştir.
Güvenli bebekler / çocuklar da annelerinden ayrı kaldıkların­
da sıkıntı yaşayabilirler, ancak, ona kavuştuklarında bu kavuşma
annelerinin kendilerinin ihtiyacı olduğunda ilgileneceğini doğ­
rular, dolayısıyla yaşadığı sıkıntıyı annesinin doğrudan ve iki-
lemsiz bir şekilde giderm e çabasını kabul eder. Rahatlatılmaya
hazır olan bebek, kısa bir süre sonra yeniden etrafı keşfe başlar.
Yine bu gözlemlerde, kaygılı / kararsız bağlanm a örüntüsü olan
bebeklerin annelerinin bebeklerinin yardım çağrılarına daha az
cevap veren grup oldukları gözlenmiştir. Özellikle bebekleri ağ­
ladığında onlarla ilgilenm elerinde belirgin bir gecikm e olduğu ve
bebeklerini kucaklarına aldıklarında da daha az şefkatli oldukları
gözlenmiştir. Aynı bebeklerin gün içinde güvenlilere oranla daha
fazla ağladıkları, ayrılıkları daha az protesto ettikleri ve annele­
riyle yeniden bir araya geldiklerinde onları ağlayarak karşıladık­
ları gözlenmiştir. Aynı zam anda, anneleri kendilerini kucaklarına
aldıklarında da daha az olum lu tepki verdikleri, ancak kucaktan
yere indirildiklerinde ise daha şiddetli tepki verdikleri gözlen­
miştir. Yine kaygılı / kararsız bebeklerin, yüz yüze ilişkide daha
az karşılık verdikleri, annelerinin yönergelerine genelde öfkeli ve
daha az uyum lu bir şekilde yaklaştıkları görülm üştür. Kaygılı/ka­
rarsız bebeklerin bağlanm a ihtiyaçları yoğun bir şekilde aktive ol­
duğunda bağlanm a isteklerinin yoğunluğu da artar, ancak geçmiş
yaşantıları, daha doğrusu terk ve reddedilm eleri hayal kırıklığına
uğrayacaklarına dair bir beklenti yaratmıştır. Bu nedenle de bağ
lanm a kızgınlıkla ifade edilir. Kaygılı / kararsız bebek, yabancı bir
ortam a girdiğinde annesine yakın olm a çabası içinde olur. Bunun
nedeni annesi ortam da kendisini bırakıp gittiğinde onun ulaşıla­
bilir olmasıyla ilgili güvensizliğidir. Ayrıldığında ise, anne açıkça
ulaşılabilir olm adığı için ayrılıklar yoğun bir endişe yaratır. A nne­
si geri döndüğünde ise ikilemli bir yaklaşım içinde olur; hem a n ­
neyle yakın tem as isteği içindedir, hem de ona kendisini bıraktığı
ve istediği anda yanında olm adığı için kızgındır. Kaygılı / kararsız
bebeklerin bu nedenlerle sakinleştirilm eleri çok zor olur.
Kaçman bebekler ise, kendi evleri gibi bildikleri ortam larda
annelerinden ayrıldıklarında bu ayrılmaya güvenlilerden bile
daha fazla tepki verirler. Tanım adıkları ortam larda ise, ayrılmaya
karşı ilgisizdirler, annesiyle tekrar bir araya gelindiğinde ona ya­
kın olm ak için hiçbir çaba harcanm az, annesini adeta görm ezden
gelir. A nnesi de kendisiyle bir yakınlık kurm aya çalışsa da bunu
sürdürm ek için çok az çaba harcar. Bebek annesine ilişkin ola­
rak, reddedici, ilgisiz / duyarsız, fiziksel ya da sözel olarak varlık
gösterm eyen, bedensel yakınlık kurm a ihtiyacını geri çeviren bir
algı içindedir. Böylece bağlanm a ihtiyacı her aktive olduğunda,
beraberinde yoğun bir yakın olm a ve kaçınm a çatışması da geti­
rir. Diğer bebekler gibi anneleriyle yakın olmayı isteseler de red ­
dedilm e beklentileri nedeniyle sanki anneleriyle aralarında hiçbir
bağlanm ışlık yokm uş gibi davranırlar.

Annenin Kendi Bağlanma Örüntüsü ve


Ayrılma Yaşantısı
Ç ocuğun ayrılmaya olan yaklaşım ını belirleyen etkenlerden
birinin annenin kendi annesiyle oluşturduğu bağlanm a ö rü n tü ­
sü olduğu bilinmektedir. A nnelerin kendi bağlanm a örüntülerine
göre çocuklarının ayrılma ve yeniden bir araya gelmeye verdikleri
tepkileri yorum lam a ve algılam alarında farklılıklar olduğu görül
müştür. Kaçman bağlanm aya sahip anneler çocuklarının verdiği
yoğun sıkıntı tepkilerini ve yakınlık ihtiyacını güvenli ve kaygılı
/ kararsız annelere göre daha az olum lu olarak algılamakta, o n ­
lardan uzak olmaya, um ursam am aya, ilgilenm em eye çalışmakta­
dırlar. Genel olarak bakıldığında, gerek kaçm an gerekse kaygılı
/ kararsız annelerin, çocuklarının yardım çağrılarını görmezden
gelm elerinin en önem li nedeni kendi annelerinin de onların çağ­
rılarına duyarsız kalm ış olmasıdır. Anneler, çocuklarının çevreyi
keşfetme ve özerk - bağım sız olm a ihtiyaçlarına gösterdikleri tep­
kiler açısından da farklılıklar gösterm ektedirler. Özellikle, kaygılı
/ kararsız anneler, çocuklarının kendilerinden ayrı ve bağımsız
olm a girişim lerine m üdahale ederler. Bu annelerin, bebeklerinin
/ çocuklarının oynadıkları oyunlardaki girişkenlik ifadelerine
onay verm edikleri, onların endişe ifadeleriyle daha çok meşgul
oldukları ve bu durum un da bebeklerin / çocukların etrafı keşfet­
me eğilim lerini azalttığı gözlenmektedir. Kısa ayrılık ve yeniden
bir araya gelirkenki davranışları açısından da anneler arasında
çeşitli farklılıkların olduğu görülm ektedir. Kendi bağlanm a figür­
leriyle güvenli bağlanm a geliştirm iş olan dolayısıyla da kendileri
de güvenli bağlanm aya sahip olan anneler, çocuklarını ayrılıklara
daha dikkatli biçim de hazırlam akta, çocuklarıyla daha çok ilgi­
lenm ekte ve onlara kavuştuklarında da çocuklarına yakın olmaya
özen gösterm ektedirler. Ç ocuklarının davranışlarını ve duygusal
durum larını daha doğru biçim de yorum lam akta ve onlara daha
şefkatle yaklaşm aktadırlar. Kaçınan annelerin ise, çocuklarını b ı­
rakm akla, onlardan ayrılm akla ilgili olarak herhangi bir zorluk
yaşam adıkları, ancak güvenli anneler gibi çocuklarını ayrılığa h a ­
zırlam a eğilim inde de olm adıkları görülm ektedir. O nlarla yeni­
den bir araya geldiklerinde ise fiziksel olarak uzak durm aktadır
lar. Kaygılı / kararsız anneler ise, ayrılık sırasında çokkaygılıdırlar
ve çocuklarından ayrılm akta zorluk yaşam aktadırlar, çocuklarını
ayrılığa hazırlam ada onlara yardım cı olmayan bir tutum içinde
bulunm aktadırlar. Dolayısıyla bu çocuklar ayrılık sırasında diğer
çocuklara göre en fazla kaygı yaşayan çocuklardır. Araştırm alar,
annelerin bu yaklaşım larının çocukları ergenlik dönem ine geldi­
ğinde de devam ettiğini; ergen çocuklarının örneğin üniversite
eğitim i için evden ayrılmalarıyla ilgili olarak en fazla kaygı ya­
şayan anneler olduklarını göstermektedir. B ununla birlikte, bu
ergenlerde de kendi başına kalabilm e kapasitesinin yeterince ge­
lişmediği ve evden daha geç ayrıldıkları görülm ektedir.

Ayrılmanın Çocuk Üzerindeki Etkisi


Ç ocukların ayrılm anın etkileriyle baş etm ek için birçok yön­
tem leri vardır. Kimi zam an saklam baç, yakalamaca gibi oyunlar­
la uzaklaşm a ve bir araya gelme, ayrılma ve yeniden bulm a gibi
kendileri için kaygı uyandıran durum larla baş etm eye çalışırlar.
Etrafı keşfetseler de annelerinin yakınına gelip yeniden ondan
beslenm e ihtiyacı duyup, bu ihtiyacı karşılayabilirler. Ancak, kim i
zam an, çocukların çabaları annelerini yakınlarında tutm aya yet­
mez. A nnenin işe ya da alışverişe gitmesi gibi pek çok durum da
bir yakının gözetim inde kalm ak ya da günlük bakım evine gitm ek
zorunda kalabilirler. Eğer bu ayrılıklar çocuk için baş edilebilir
düzeydeyse, bu ayrılıkları ağlayarak protesto etse de, annenin
yerini alan bir bakıcı tarafından da sakinleştirilebilir. A nnesini
özlese bile yaşıtlarıyla ve çevrelerindeki diğer büyüklerle olm ak­
tan keyif alabilir. Ancak, ayrılığın uzun süreli olduğu, çocuğun
ayrılığa hazırlanm adan aniden gerçekleştiği, çocuğun alışık ol­
m adığı bir ortam ve kişilerle bırakıldığı durum larda ise ayrılm a­
nın çocuğun üzerindeki etkisi daha zorlayıcıdır. Ayrılığın uzun
süreli olduğu durum larda, çocukların verdikleri tepkiler ayrılma
süresi uzadıkça farklılık gösterir ve bu tepkiler aşam alar halinde
gerçekleşir. Başlangıçta çocuk ayrılığı protesto eder. A nnenin yok­
luğunu ağlayarak ifade eder ki annesi yeniden gelsin. Daha son
ra üm itsizlik-üzüntü aşaması gelir. Bu aşam ada çocuk, annesini
görm e um udunu yitirm iştir. Bu d urum a boyun eğer, ancak yine
de yokluğuyla meşgulken yanm dakilerle tem asa geçer. Protesto
ile üm itsizlik, üm idin yeniden oluşm ası ve kaybı durum unda
zam an zam an yer değiştirebilir. Ayrılm a-kopm a aşam asında ise
çocuk annesini unutm uş gibidir ve annesi döndüğünde onunla
ilgili değilm iş gibi görünür. Ç ocuğun annesinin dönüşüne verdi­
ği tepki hangi aşam ada olduğuyla ilişkilidir. Eğer çocuk protesto
aşam asındaysa, anne ile ilişkisinde kaygılı bir yaklaşım içine girer.
H er an gidecekmiş gibi yanından ayrılm ak istemez, her yere takip
eder. Eğer çocuk kopm a aşam asında ise, anneyi görm em ezlikten
geldiği bir dönem yaşar. Eğer uzun zam andır bu aşam ada ise (6 ay
veya daha fazla) çocuk annesine eskisi gibi bağlanam az. Genelde
bu tepkisizliği saatler veya günler sürebilir. A nneyi görm em ezlik­
ten gelme, öfke veya yapışm a arasında gidip gelen iki zıt kutup­
lu tepkilere neden olur. A nnenin herhangi bir ayrılm a davranışı
ağlama ve yapışm a şeklinde kendini gösteren ayrılma kaygısını
ortaya çıkartır.

Ayrılık Kaygısı Bozukluğu


Ayrılma kaygısı, çocuğun bağlandığı kişiden ayrıldığında, ya­
şından / kendisinden beklenenden çok daha fazla bir şekilde tepki
gösterdiğinde anorm al sayılmaktadır. Ayrılma Kaygısı Bozukluğu
olarak adlandırılan bu d urum un klinik özellikleri arasında bağ­
landığı başlıca kişilerden ayrıldığında ya da böyle bir ayrılık bek­
lediğinde yineleyici bir biçim de aşırı sıkıntı duym a, sevdiği kişi­
nin güvenliğiyle ilgili gerçekçi olmayan kaygılar hissetm e, bağlan
dığı kişi yanında olm adan uykuya dalm ada ve tek başına kalmada
zorluk yaşama, ayrılma içerikli kâbuslar görme, evden veya bağ
laııdığı kişiden ayrıldığında yoğun olarak yaşanan özlem ve tekrar
bir araya gelme isteği bulunm aktadır. Bunlara ek olarak, özellikle
daha büyük çocuklar ve ergenlerde baş ağrısı, karın ağrıları, b u ­
lantı, kram p, kalp çarpıntısı ya da kusm a gibi fiziksel yakınm alar
görülebilir. Böylesi yakınm alar çocuğun okula devam etm esi veya
sosyal sorum luluklarını yerine getirm esini zorlaştırır. Yine bu bo ­
zukluğa sahip bir çocuğun hayvan, canavar, karanlık, hırsız, adam
kaçırm a, trafik kazası, uçakla yolculuk gibi başka aileye ve ken­
di yaşam ına tehdit olarak algıladığı korkuları bulunabilir. Ö lüm
ve ölme ile ilgili düşünceleri çok yoğundur. Kim senin kendisini
sevmediğini, kendisinin ölm ek istediğini düşünebilir. Ayrılma sı­
rasında çok üzüldüğünde, öfke gösterip, özellikle onu ayrılmaya
zorlayan kişiye saldırabilir. Yalnız iken, özellikle akşam ları, odada
kendini gözleyen birisinin olduğuna inanabilir, kendisine ulaşan
korkutucu bir figürün olması veya kendisine dikilmiş gözler his­
setm e gibi garip algısal çarpıklıkları olabilir. Ayrılık kaygısı b o ­
zukluğu yaşayan çocuklar genellikle talepkar, sınırları zorlayan ve
devamlı olarak dikkat isteyen çocuklardır. Yine bu çocuklar, ken­
disine ya da birincil bakım veren kişilerin başına b ir zarar gelece­
ğiyle ilgili duydukları aşırı endişe nedeniyle düzenli olarak okula
devam edem em e sorunu yaşarlar. Okula gitmeyi reddedenlerin
% 75’inde ayrılm a kaygısı bozukluğu, ayrılma kaygısı bozukluğu
olanların % 80’inde ise okul reddi görülm ektedir.

Ebeveynlerden biri kendi bağlanm a figürüyle arasındaki kay­


gılı / kararsız bağlanm ayı çocuğuyla ilişkisine taşır. Ç ocuğunun
kendinden uzaklaşm asını desteklese de, bilinçaltında kendisinin
çocukluk dönem inde yeterince doyurulm am ış olması nedeniyle
bu doygunluğa çocuğu üzerinden ulaşm ak ister. Ulaşılabilir ol­
mayan, cevap verm eyen bir bağlanm a figürünü içselleştirdiği için
buradaki eksik ilişkiyi şim di elinde var olanla doldurm aya çalışır.
Bir anlam da kendisi çocuk, çocuğu bakım veren kişi rolüne geçer.
Ç ocuğunun kendisine eşlik etm esini ister. Böylece çocuk anne­
sinin bakım ıyla ilgilenme, onun için endişelenm e güdüsü içine
girer.

Sonuç: Ayrılıklar Kaçınılmaz O lduğunda


Çocuk Nasıl Desteklenmeli?
• Ayrılıkla ilgili sadece çocuğun ayrılığa hazırlanm ası yeter­
li değildir. A nnenin de ayrılıkla ilgili kendini hazırlanm a­
sı gerekir. Çocuğun annesinin yokluğuyla baş edebilmesi
için, önce annenin bununla baş edebilm esi gerekir. Suçlu­
luk duygularından arınm ış bir ayrılık; çocuğun kaygısını
azaltm asına yardım cı olacaktır. Ancak, anne ayrılığa hazır
olduğu noktada çocuk da hazır olabilir.
• Ayrılık gerçekleşm eden önce çocuğa bu ayrılığı anlatm ak
gerekir. N eden annenin gitmesi gerektiği, ayrılığın ne ka­
dar süreceği ve ne zam an döneceğiyle ilgili çocuğun yaşı
kaç olursa olsun açıklama yapm ak gerekir. Basit ve yalın
kelimelerle ve olum lu bir ses tonuyla yapılacak bu açıkla­
m a bir tablo ya da takvimle görselleştirilebilir. Ç ocuğun da
soru sorm asına, kendi duygularından bahsetm esine fırsat
verm ek gerekir. A nne yanında değilken nasıl vakit geçire­
bileceğinden, görüşm edikleri süre içerisinde birbirlerini
düşünebileceklerini söylemek, am a aynı zam anda keyif de
alabilecek şeylerle de meşgul olabileceklerinden konuşm ak
yararlı olur. Çocuğa, sevginin sürekli olduğundan; ne kadar
uzakta olunursa olunsun azalm ayacağından da bahsetm ek
gerekir.
• Ayrılık kadar yeniden bir araya gelm ekten, birlerine kavu­
şacakları andan bahsetm ek de yararlıdır. Bir araya gelince
neler yapabileceklerini som ut örneklerle anlatm ak gerekir.
“Eve geldiğim de birbirim izi kucakladıktan sonra, birlikle
evcilik oynam aya devam edeceğiz. Geldiğim de sen hangi
oyunları oynam ak istersin?” gibi. Som ut örnekler, genel
anlatım lardan daha çok çocuğun duygularıyla baş etm esini
sağlar.
Özellikle uzun süreli ayrılıklarda çocuğun, sevgiyi som ut­
laştıracak, anneye ait som ut bir eşya ile annenin varlığını
hissetm esine yardım cı olunabilir. Bu annenin ona hikâye
anlattığı veya şarkı söylediği bir kaset veya birlikte çekilmiş
bir fotoğraf olabilir.
Uzun süreli ayrılıklarda, çocuğun günlük rutinine devam
etmesi, tanıdığı ortam da kalm ası ve bildiği kişilerce bakıl­
ması, kaygısını azaltacaktır. Yeni tanışacak bir bakıcıya ise
çocuğun alışkanlıklarını anlatm ak gerekir. Nelerden hoşla­
nıp hoşlanm adığı, belirgin kaygıları ve korkuları ve kişilik
özelliklerini kendisine öğretm ek gerekir. Birlikte vakit ge­
çirm eleri için ayrılık öncesinde fırsat yaratm ak gerekir.
Bakıcıya / bakan kişiye anne yokken çocuğa anneden b ah ­
setm esi istenmelidir. Anneyi özlem enin doğal olduğu, is­
terse kendisini annesiyle telefonda konuşabileceği ve an n e­
nin geri geleceği hakkında güven verm esini istenmelidir.
Ayrılıktan sonra tekrar bir araya gelindiğinde çocuk iki­
lendi davranışlar ve duygular gösterebilir. Bazıları sevinçle
karşılarken, birçoğu uzak durur, öfke gösterir daha sonra
yapışıp ayrılm ak istemez. Bu davranışlar çocuktan çocu­
ğa, ayrılık öncesindeki anne-çocuk ilişkisindeki özelliklere
göre farklılık gösterir. Bu davranışları çocuğun ayrılıkla baş
etm eye çalıştığı ve bu durum la baş etm ek için geliştirdiği
savunm alar olarak algılam ak gerekir.
Ayrılık öncesindeki çocukla etkileşimde, çocuğu eğitmek
için annenin onu bırakıp gideceğinin söylenm esi veya onu
sevmeyeceğine dair tehditlerle eğitmeye çalışması çocuğun
ayrılık kaygısını arttırır. H er an bırakılabileceği, vazgeçile­
ceği endişesiyle yaşam asına neden olur.
• Bütün bunları yapıyor olm ak çocuğun ayrılık sürecinde ya­
şadığı olum suz d urum un etkisini azaltır am a yok etmez,
bu nedenle bu ayrılık sürecini olabildiğince kısa tutm ak
gerekir. Uzun süreli ayrılıklardan çocuk büyüyene kadar
sakınm ak gerekir.

Bebeklikten itibaren isteklerine ve ihtiyaçlarına karşılık veren,


onun ipuçlarını takip edebilen fiziksel, duygusal ve zihinsel ola­
rak çocuğuna eşlik eden, çocuğuna sevgi ve şefkat ile yaklaşan her
annenin çocuğuyla güvenli bir ilişki kurm a potansiyeli vardır. Bu
güvenli ilişkiyle büyüyen bir çocuk, gelişim süresince karşılaşaca­
ğı birçok duygusal zorlukla baş etm e donanım ı geliştirir. Doğal
gelişimin bir parçası olan ayrılık kaygısı da bu zorluklardan biri­
dir. Güvenli ilişki içinde bu kaygı aşıldığında çocuk artık annesi­
nin kendisi için sağlam bir sığınak görevi yapan ilişkisini içselleş­
tirm iş ve ayrıldığı zam anlarda bu içselleştirdiği m odeli zihninde
taşıyabilme kapasitesini geliştirmiştir. Dolayısıyla da yeni arkadaş
ve yetişkinlerle ilişkiye girmeye açık, yenilikleri keşfetmeye ve öğ­
renm eye istekli ve donanım lı olarak yaşantısına devam eder.

Kaynaklar
• A insw orth, M. D. S., Blehar, M . C., Waters, E. & Wall, S. (1978).
Patterns o f A ttachm ent, USA: Erlbaum.

• A insw orth, M. D. S. & Eichberg, C. G. (1991). Effects on iıılant


m oth er attachm ent o f m o th ers unresolved loss o f an attachm ent
figure or other traum atic experience. In. P. Marris, J. Stevenson
H in de & C. Parkes (Eds.), A ttachm ent A cross the Life Cycle, pp.
160-183, USA: Routledge.
• A km an, Y. (1987). Ayrılık kaygısı olan çocuklarda üç terapi m od eli-
nin karşılaştırılm ası, Y ayınlanm am ış D oktora Tezi, H acettepe Ü n i­
versitesi, Ankara.
Bowlby, J. (1969 /1 9 8 2 ). A ttachm ent and Loss, Vol. I: A ttachm ent,
USA: Basic Books.
Bowlby, J. (1973). A ttachm ent and Loss, Vol. II: Separation, A nxiety
and Anger, USA: Basic Books.

Bowlby, f. (1980). A Secure Base: C linical A pplications o f A ttach­


m en t Theory, UK: Routledge.
Cassidy, J. 8c Kobak, R. R. (1988). A voidance and its relation to other
defensive process, In. J. Belsky & T. N ezw orski (Eds.), C linical Im p ­
lications o f A ttachm ent, USA: Lawrence Erblbaum A ssociates.
Cassidy, J. 8c Berlin, L. J. (1994). The insecure/am bivalent pattern o f
attachm ent: T heory and research, C hild D evelop m en t, 65, 971-991.
Crowell, J. A. 8c Feldm an, S.S. (1988). M others’ internal m od els o f
relationships and childrens behavioral and develop m en tal status: A
study o f m other-ch ild interaction, C hild D evelop m en t, 59, 1273-
1285.
Crowell, f. A. 8c Waters, E. (1990). Separation A nxiety, In. M . Lewis
8c S. M . M iller (Eds.), H an d b ook o f D evelop m en tal P sych op ath o­
logy, USA: Plenum Press.
Crowell, J. A. 8c Feldm an, S. S. (1991). M others’ w orking m o d els o f
attachm ent relationships and m oth er and cljild behavior during se ­
paration and reunion, D evelop m en tal Psychology, 27, 597-605.
Gardner, R. A. (1985) . Separation A n xiety D isorder: P sych od yn a­
m ics and psychotherapy, USA: Creative Therapeutics.
H einicke, C.M . 8c W estheim er, I. J. (1965). Brief Separations, USA:
International U niversity Press.
Isabella, R. A. 8c Belsky, J. (1991). Interactional syn ch ron y and the
origins o f in fant-m oth er attachm ent: A replication study, C hild D e ­
velopm ent, 62, 373-384.
Lieberm an, A. F. (1993). The E m otional Life o f the Toddler,USA:
M axw ell M acm illan Canada.
Lors, S. & Dag, S. (1981). A ge and b rief sepration: N o te on children’s
distress reactions, Scandinavian Journal o f Psychology, 22 (3),
223-224.
M ain, M ., Kaplan, N . 8c Casidy, J. (1985). Security in infancy, ch ild ­
h o o d , and adulthood: A m ove to the level o f representati­
on. In. I. B retherton & E. Water (Eds.), G row ing Points o f A ttach­
m ent T heory and Research, M onographs o f the S ociety for Research
in C hild D evelop m en t, pp. 66-104.
O rhan, Ş. (1998). A naokuluna Yeni Başlayan Ç ocuklarda G örülen
U zam ış Ayrılık K aygısının A n n e ve Ç ocu k D eğişk en lerin d en Belir­
len m esi, Yayınlanm am ış Yüksek Lisans Tezi, B oğaziçi Ü niversitesi,
İstanbul.
Rutter, M . (1973). M aternal D eprivation Reassessed, UK: Penguin
B ooks
Sm ith, P. B. & Pederson, D. R. (1988). M aternal sensitivity and
patterns o f infan t-m oth er attachm ent, C hild D evelopm ent, 59,
1097-1101.
Sroufe, L. A., Fox, N . E. 8c Pancake, V. R. (1983). A ttachm ent and
d ep en d en cy in developm antal perspective, C hild D evelopm ent, 54,
1615-1627.
Z eanah, C. H., B enoit, D., Barton, M., Regaıı, C., Hirshberg, L. 8c
Lipsitt, L. (1993). R epresentations o f attachm ent in m others and
their on e-year-old infants, Journal o f A m erican A cadem y C hild and
A d olescen t Psychiatry, 32, 278-286.
BEBEKLERDE ve ÇOCUKLARDA
TEPKİSEL BAĞLANMA BOZUKLUĞU:
BİR VAK A ÖRNEĞİ

A. Şebnem Soysal
Elvan İşeri
Aysim a Özçelik

epkisel B a ğ la n m a B o z u k lu ğ u (T B B ) ilk kez M ental Bo-


zuklukların Tamsal ve Sayımsal El K itabının 3. basım ında
(DSM -III) bebeklik ve çocukluk dönem ine ilişkin bozukluklar
içerisinde yer almıştır. H astalık DSM -IV’te ayrıntılandırılm ış-
tır. TBB’nin en önem li belirtisi, bebeğin ya da küçük çocuğun
yaşam ındaki pek çok alanda önem li ölçüde bozulm a ve gelişim
dönem lerine göre uygunsuz toplum sal ilişki kurm a biçim inin ol­
masıdır. Bozukluğun 5 yaşından önce başlam ası gerekmektedir.
Ayrıca, kalıcı bağlanm anın kurulm asını önleyici şekilde temel ba­
kım veren kişinin (anne ya da “bakıcı abla”nm ) sık sık değişmesi
ya da çocuğun tem el ihtiyaçlarının, sosyal ve duygusal ihtiyaç­
larının sürekli olarak göz ardı edilmesi de bozukluğun ölçütleri
içerisinde yer alm aktadır. TBB’nun, DSM -IVe göre ketlenm iş ve
ketlenm em iş olm ak üzere iki tipi vardır. Ketlenmiş tipte bebek
ve /veya çocuk gelişim basam aklarına uygun olarak iletişime gi­
remez. Aşırı ketlenmiş, uyarılmış ya da ikilemli (“gel-git”li) bir
davranış örüntüsü gösterir. Ketlenırıemiş tipte ise, bebek ve/veya
çocuk seçici bağlılıklara giremez; rastgele ve uygunsuz toplum sal
ilişkiler kurar. TBB’d a duygusal ve davranışsal sorunların yanı sıra
beslenm e bozukluğu ve fiziksel gelişme gerilikleri de olabilir.
TBB’ye ilişkin olarak yapılan epidem iyolojik çalışm alar çok sı­
nırlıdır. Ancak, son yıllarda hastalığın görülm e oranında bir artış
bulunm aktadır. Bu d urum un nedeni, özellikle son 10 yıldır ço­
cuk hekim lerinin, ruh sağlığı konularına daha duyarlı olmasıdır.
Özellikle birinci basam akta hizm et veren hekim lerin yaygın ge­
lişimsel bozukluk, otizm gibi çocukluk dönem ine özgü davranış
sorunları konusunda duyarlılaştırılması, sağlam çocuk takibinin
tüm dünyada önem inin vurgulanm ası ve örselenm e/ihm al ko­
nularına yönelik olarak kurum sallaşm a çabalarının etkili olduğu
düşü nülm ektedi r.
TBB, çocukluk dönem inin özgül bir etiyolojiye sahip tek b o ­
zukluğudur. TBB’ye yol açan en önem li etken sağlıksız ve yetersiz
bakım dır. K urum bakım ında olan, uzun süre hastanede tedavi gö­
ren, kronik hastalığı olan ve kötü m uam ele gören bebek ve/veya
çocuklarda görülm ektedir. Bu çocuklarda alıcı ve ifade edici dil
gelişimi, bilişsel gelişim ve dikkat süreçlerinin bozulm ası, kişiler
arası ilişkilerde yetersizlik, sosyal davranış bozukluğu ve fiziksel
hastalıklarla açıklanam ayan gelişim gerilikleri olduğu saptanm ış­
tır. H astanelerde uzun süreli tedavi gören çocuklar arasında yer
alan erken doğan bebekler bu açıdan önemli bir risk gurubudur.
TBB gelişme gerilikleri, bebeklik ya da küçük çocukluk dönem i­
nin beslenm e bozukluğu, pika ya da rum inasyon bozukluğu ile
ilişkili olabilir. Fiziksel m uayenede çocuk bakım ındaki zorluk­
ların sonucu olarak ortaya çıkan ya da bunlara katkıda bulunan
genel tıbbi d urum lar gösterilebilir. Bu durum ların başında geli­
şim gerilikleri, fiziksel istism ar bulgulan, m alnütrisyonla uyum lu
laboratuar bulguları bulunabilir.
TBB’nin başlangıcı genellikle hayatın ilk birkaç yılında olm ak­
tadır ve tanım gereği 5 yaşından önce başlar. Seyri, çocuk ve çocu­
ğa bakanların bireysel etkileriyle ilişkili toplum sal yoksunluğun
süresi ve şiddetiyle araya girm elerin doğasına bağlı olarak değiş­
kenlik gösterir. Eğer uygun bir destekleyici çevre sağlanırsa belir­
gin iyileşme ve düzelm e olabilir. Aksi takdirde bozukluk sürekli
bir seyir izler.
Bu vaka örneğinde TBB’nin gelişimi, klinik görünüm ü ve diğer
davranış bozukluklarından ayırıcı tanı, tedavi, seyir ve sonlam m ı
tartışılm ıştır.
Başvuru ve Klinik Öykü: D. 3 yaşında kız hasta, ismi ile sesle-
nildiğinde bakm am a, etraftaki uyaranlarla ilgilenm em e ve sadece
televizyon izlerken rahatlam a şikâyeti ile halası tarafından çocuk
nöroloji kliniğine getirilmiştir. H alasından alm an öyküye göre,
Aydın’d a m üstakil evde yaşayan bir ailenin 2. çocuğu olan D.’nin
söz konusu belirtilerinin bebeklik dönem inden itibaren görül­
düğü, annenin hamileliği sırasında depresyon tanısıyla izlendiği;
doğum sonrasında, bebeğin sadece fiziksel ihtiyaçlarının karşı­
landığı, iki ay kadar anne sütü verilebildiği öğrenilmiştir. A nne 27
yaşında lise m ezunu ve ev hanım ıdır. Baba ise 35 yaşında lise m e­
zunu ve oto tam ircisi olarak çalışmaktadır. Sekiz yıl önce evlenen
çift arasında son 3 yıldır yoğun evlilik sorunları olduğu ve b o ­
şanmayı düşündükleri öğrenilm iştir. Hala; D.’nin annesinin genç
kızlığından beri depresif duygulanım içerisinde olduğunu, kız
kardeşinin de depresyon tedavisi gördüğünü ve anneannesine de
şizofren tanısı konduğunu belirtm iştir. D.’nin babası son bir yıldır
eve çok nadir gelm ektedir; çocuklarıyla yok denecek kadar az ile­
tişim içerisindedir. D.’nin 5 yaşında bir ablası olduğu ve onun h er­
hangi bir sağlık sorunu bulunm adığı öğrenilmiştir. Ancak, yeterli
ilgi ve bakım verilm ediği düşüncesiyle D.’nin ablası son iki aydır
anneannesi tarafından bakılm aktadır. Ablanın gündüzleri kreşe
devam ettiği, bilişsel ve m otor gelişim inin akranlarıyla uyum lu
olduğu öğrenilmiştir. D., evde annesiyle beraber tek başına kal­
m akta, televizyon izlemekte, özelikle reklam ve küpleri izlemeyi
tercih etm ektedir. Karanlıkta çok m utlu olduğu, m etal nesnelerle
oynamayı tercih ettiği, nesneleri am acına uygun bir biçim de kul­
lanam adığı öğrenilmiştir. Çoğu zaman aşırı hareketli olduğunu,
ismiyle seslenildiğinde tepki verm ediğini, ortak dikkat, alkış, el
sallama ve tem el iletişim becerilerinde akranlarına göre olduk­
ça geri olduğunu gözleyen hala, çocukta bir zekâ sorunu olduğu
konusunda aileyi sıkça uyarm ıştır. Her iki ebeveynin de vakayla
yakından ilgilenem ediğini belirten hala, bu kaygısı yüzünden 15
gün hastam ızın evinde kaldığını; bu süre içerisinde, D.’nin bilişsel
ve m otor gelişim indeki gerilikleri daha yakından fark ederek tıbbi
bir m üdahale yapılması gerektiğini düşünm üş ve D.’yi annesi ile
birlikte tanı ve tedavi için Ankara’ya getirmiştir.

Ruhsal Gözlem: Yapılan m uayenede, D.’nin kısa siireli göz te­


m ası kurabildiği, verilen kom utları almadığı, ismi söylendiğinde
bakm adığı, ortam daki uyaranların farkında olmadığı, dikkatinin
yeterince gelişmediği, sosyal jest ve tepkiler veremediği, kendi h a ­
linde eşyalarla oynadığı, kelime söylemediği, istem lerini anlamsız
hece ve işaretlerle anlattığı saptanm ıştır. Ancak, halasıyla birlikte
zam an geçirmeye başladıktan sonra göz teması kurm a süresinin
arttığı, tensel tem asa tepki verdiği, etraftaki insanları izlemeye
başladığı, m otor hareketlerinde bir hızlanm a olduğu, dağınık
bağlanm a örüntüsünün biçim lendiği ve seslendirm elerinin baş­
ladığı dikkati çekmiştir.
Laboratuar İncelemeleri: N örolojik muayenesi, m etabolik has­
talıklara ilişkin taram a sonuçları, Kranial M anyetik Rezonans
G örüntülem e (MRG) ve elektroansefalografi (EEG) sonuçları
norm al olarak bulunm uştur. D enver Gelişim Taram a Testinde;
kişisel sosyal gelişimi 17 ay, ince m otor gelişimi 2 yaş, dil gelişimi
12 ay ve kaba m otor gelişimi de 2 yaş 4 ay olarak belirlenmiştir.
Klinik Gidiş ve Özet Olarak Tedavi: D. yoğun bir özel eğitim
program ına alınmıştır. H alasının evinde kalm aya başlamıştır. Aile
içerisinde verilen sosyal uyaranların zenginleştirilm esi için çaba
gösterilmiştir. A nnesinin, psikiyatrik destek alm ası için iletişime
geçilmiştir. 1,5 ayın sonunda alıcı ve ifade edici dil gelişiminde
belirgin bir artış olduğu, jest ve m im ilderi algıladığı ve taklit etti­
ği, hayali oyun oynamaya başladığı görülm üştür. D., halen hala­
sıyla birlikte kalm akta ve tedavisi sürdürülm ektedir.

Sonuç
Son yıllarda TBB tanısı konan çocukların sayısında büyük bir
artış olmuştur. Bu d u ru m u n en temel nedenlerinden biri sana­
yi toplum unun aile yapısı üzerindeki olum suz etkileridir. Aile içi
şiddet, fiziksel, duygusal ve cinsel istism ar veya ihm al olgularının
artm ası; tem el bakım hizm etini verecek kişilerin anne ve baba ol­
maya hazır olm am aları ve özellikle annenin depresif duygu d u ru ­
m u TBB’nin nedenleri olarak görülm ektedir. D epresif annelerin
çocuklarının güvensiz ya da kaçm an tipte bağlanm a örüntüsü
gösterdiklerine dair birçok araştırm a bulgusu da vardır. A nne­
nin depresyonuyla, annelik duyarlılığı ve çocuğun sosyo duygu­
sal gelişimi arasında önem li etkileşim ler olduğu bu çalışma ile de
vurgulanm ıştır. TBB’nin ruhsal sıkıntının eşlik ettiği ve sağlıksız
bakım ın verildiği koşullarda ortaya çıktığı pek çok çalışma ile
gösterilmiştir. Verilen bakım ın niteliği ve kalitesi sağlıksızlaştık-
ça, fiziksel, sosyal ve duygusal yoksunluk arttıkça TBB belirtile­
rinde de artış olduğu belirlenm iştir. Bu vakada; anne babanın ev­
lilik ilişkilerinde sorunlarının olm asının ve boşanm a aşam asına
gelm elerinin, annenin depresif dönem de olm asının ve çocuğun
temel bakım hizm etlerini düzenli olarak te k b ir kişiden alam am a­
sının TBB için birer risk oluşturduğu görülm üştür.
TBB’nin bebeklik 7 çocukluk dönem lerinde görülen diğer dav­
ranış problem lerinden ayırıcı tanısı oldukça önemlidir. Ayırıcı
tanıda Yaygın Gelişimsel Bozukluk (YGB), Zekâ -Geriliği (ZG),
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) ve Dil Bozuk­
lukları (DB) akla gelmelidir. Tablo l ’d e ayırıcı tanıda etkili olabi­
lecek süreçler üzerinde durulm uştur.

Tablo 1: Tepkisel Bağlanma Bozukluğunun Ayırıcı Tanısı


(TBB:Tepkisel bağlanma bozukluğu, DEHB: Dikkat eksikliği hipe­
raktivite bozukluğu, ZG: Zekâ Geriliği)

TBB O tizm DEHB ZG

G elişim
öyküsünde ilk
1 yıl içerisinde
bakım ın var yok yok
n icelik ve
nitelik olarak
sağlıksız oluşu

ZG
D il gelişim i, Sağlıklı var, Sağlıksız
d erecesine
K onuşm a ancak d ü ­ var, özgün yok
göre o la ­
B ozukluğu zelebilir d ü zelem ez
bilir

Bilişsel gelişim DEIIB


(A ğır ve şid d etin e
yok var var
sürekli bilişsel göre d e ğ i­
yetersizlikler) şebilir
yok
yok
B ağım sız
Bağımsız
Zekâ geriliği var olarak var
olarak rast­
rastlana­
lanabilir
bilir

Sosyal gelişim
(Temel iletişim Var ancak Var ancak
becerileri ve sınırlı ve yok var sınırlı ve
sosyal ilişki gelişebilen gelişebilen
kurm a)

Bilişsel
Var ancak
Yok gelişe- gelişim d ü ­
G öz tem ası sınırlı ve var
m eyen zey in e göre
gelişebilen
değişken

Kiint, d e ­ Sınırlı,
Sınırlı,
D uygu lanım ğişm eyen değişken
değişken ve var
ve d e n e t­ ve
gelişebilen
len em ez gelişebilen

D avranış (D av-
Var, çoğu
ranım b ozu k ­ Var ancak Var, d ü ­ Var, d ü ­
zam an
luğu, yineleyici ned en i belli zen siz ve zen siz ve
davranışlar, düzensiz
ve d en etle­ d en etlen e­ d en etlen e­
ve d en et­
tu h af bağlantı­ nebilir m ez m ez
lar ve benzeri) len em ez

Prognoz: Ç o ­ Belirgin Yok ya da Belirgin ZG d ü ze­


cuk norm al ve ve olum lu m in im al ve olum lu yin e göre
sağlıklı ortam a gelişm eler gelişm e gelişm eler d eğişen bir
alındığında var var var süreç

D .nin kısa süreli göz tem ası kurm am ası, kom ut alm aması, ismi
söylendiğinde bakm am ası, ortam daki uyaranların farkında ol­
m am ası ve sosyal jest ve tepkiler verememesi bize D.’nin otistik
olabileceğini düşündürtm üştür. Ancak, bu belirtilerin bir kışını
nın, vakanın halasının evinde kalmasıyla birlikte ortadan kalktığı
görülm üştür. D aha uzun göz tem ası kurm a, kom ut almaya baş
lam a ve ilgili uyarana yönelm e gibi olum lu davranışlar kısa bir
zaman dilim i içerisinde gelişmeye başlamıştır. Sosyal iletişimin ve
temel bakım ın kalitesinin artm ası ile otizm den çok daha olumlu
gelişmeler sağlandığını gösteren bu bulgular literatürle de uyum ­
ludur. Ç ünkü otizm de dil ve sosyal gelişim bozukluğu belirgindir
ve geriye dönüşüm süzdür. Oysa TBB olan çocuklar bu kapasiteye
sahiptir.
TBB’nin ketlenm em iş alt tipinde çocuğun aşırı hareketli ve
saldırgan olması Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu’nu
(DEHB) düşündürtebilir. TBB olan çocuklar yeni tanıdıkları ki­
şilerle bile uygunsuz, yapışkan ve yapay bir ilişki örüntüsü kurm a
eğilimdedirler. Bu durum en önem li ayırt edici özelliktir. Sunulan
vakada da am aca yönelik olmayan bir hareketlilik gözlenmiştir.
Komut alm a güçlüğü, uygun nesnelere bağlanm a göstermemesi,
oyun kurm a ve oyuna katılm a etkinliklerinde başarısız olması
ve dil gelişim indeki gecikme ileride olası bir DEHB’nin işaretçisi
olabilir. Ancak, aile içi ilişkilerden kaynaklanan disiplin sorunları,
çocuğun uygun iletişim kurm a biçim lerini bilm em esi m evcut be­
lirtilerin bu bağlam da ele alınm ası gerekliliğini ortaya koym akta­
dır. D.’nin Denver Gelişim Tarama Testi sonuçları incelendiğinde
de, belirgin bir biçim de akranlarının gerisinde olduğu belirlen­
miştir. Nörolojik ve m etabolik incelem elerin norm al olması zekâ
geriliği tanısından uzaklaşılm asında önem li bir etkendir. Ayrıca,
zekâ geriliği olan çocukların kendi gelişim düzeylerine uygun bir
biçim de bağlanm a örüntüsü geliştirdikleri; ağır düzeyde olanla
rın bile ebeveynlerini tanıdıkları, onlardan gelen kom utları aldık
ları bilinm ektedir. D., 15 gün annesinden ayrı kalm asına karşın
herhangi bir yoksunluk hissetm em iş, karşı taraftan gelen ilgiye
karşılık verecek davranışlar geliştirmeye başlamıştır. Çocukların
sağlıksız bakım a m aruz kaldığı süre ve bu koşulların düzeltilme-
sindeki hız ve çaba ile doğru orantılı bir iyileşme sürecine işaret
edilmektedir. Söz konusu süre ve şiddet ne kadar fazla ise seyir
o kadar kötüdür. Bu vakada da, D.’nin ailesi hastanem izin çocuk
korum a birim i ile tem asa geçmiş; çocuğun halası ile olan ileti­
şim inin sürdürülm esi, annenin tedavisine başlanm ası ve aile içi
iletişim güçlüklerine yönelik danışm anlık alm aları konusunda
desteklenmişlerdir.
TBB’nin tedavisinde en etkili yöntem çocuğun psikolojik belir­
ti olarak ortaya çıkan davranışlarını değiştirm ekten öte, çocukla
ailesi arasındaki bağı güçlendirm ek üzerine kuruludur. Bağlanma
örüntüsünün kurulm ası zaman alan bir süreçtir. Ö nem li olan ilgi,
destek, sevgi ve bakım ın sürekliliğini sağlamaktır. Yetersiz uyaran
kadar, fazla m iktarda uyaran bom bardım anı da bağlanm a süreci­
ni olum suz yönde etkilemektedir. Tedavide, çocukların hem sev­
giye, hem de sınıra ihtiyaçları vardır. Bu nedenle, ailenin hastalık
hakkında bilgilendirilm esi, uygun davranış stratejilerini oluştur­
ması konusunda rehberlik alması ve çocuğun bireysel tedaviden
çok aileyle birlikte ele alınm ası tedavinin başarıya ulaşm asını
sağlayacaktır. Tedavideki en önem li süreç, am acın iyi bir şekilde
belirlenmesidir. Temel bakım hizm etlerine yönelik kayıpların te­
lafisi, güven duygusunun kazanım ı, duyguların farkına varılması,
biçim lendirilm esi, başkalarının istek ve duygularının farkında
olunm ası, içsel kontrolün gelişmesi, iletişim becerilerinin kaza­
nılması ve işlerliği olmayan otom atik düşüncelerin kaldırılması
TBB tedavisindeki temel amaçlardır.

Kaynaklar
• A m erican Psychiatric A ssociation. (1987). D iagn ostic and Statisti­
cal M anual o f M ental D isorders, 'Ihirt Edition R evised, USA: APB
Press.
A m erikan Psikiyatri Birliği. (1994). M ental B ozuklukların Tamsal
ve Sayım sal El Kitabı (D S M -IV ), (Çev.: E. K öroğlu), Ankara: I lo-
kim ler Birliği Yayınları.
G reen, J. & G oldw yn, R (2002). A nnotion: A ttachm ent d isorgan i­
zation and psychopathology: N e w fin d in gs in attachm ent research
and their potential im plications for develop m en tal p sych op ath o­
lo g y in ch ild h ood , Journal o f C hild P sych ology and Psychiatry, 43,
835-846.
Hall, S. E. & Geher, G. (2003). B ehavioural and p ersonality charac­
teristics o f children w ith reactive attachm ent disorder, Journal o f
Psychology, 137, 145-162.

H anson, R. F. & Spratt, E. G. (2000). R eactive A ttachm ent Disorder:


W hat w e k n ow about the disorder and im p lication s for treatm ent,
C hild M altreatm ent, 5 (2), 137-145.

Kaplan, H . I. 8c Saddock, B. J. (1994). C om prehensive textb ook o f


psychiatry, USA: W illiam and W ilkins.

Lewis, M. (1996). C hild and A dolescen t Psychiatry a C om p reh en si­


ve T extbook, USA: W illiam s and W ilkins.

M iral, S. 8c Baykara, A. (1998). Bebeklik, çocu k lu k ya da ergenliğin


diğer bozuklukları, C. G üleç 8c E. Köroğlu (E ds.), Psikiyatri Temel
Kitabı, 1250-1254, Ankara: H ekim ler Yayın Birliği.

Richters, M . M. & Volkmar, F. R. (1994). R eactive attachm ent disor­


der o f infancy or early ch ild h ood . Journal o f A m erican A cadem y o f
C hild and A dolescen t Psychiatry, 3, 328-331.

Smyke, A . T., D um itrescu. A. & Zeanah, C. H. (1992). A ttachm ent


disturbances in y o u n g children. The con tin u u m o f caretaking casua-
lity, Journal o f A m erican A cadem y o f C hild and A dolescent P sychi­
atry, 41, 972-982.

Soysal, A. Ş„ Ergenekon, E. 8c Aksoy, E. (1999). Yenidoğan d ö n e ­


m in d e hastanede uzun süreli tedavi görm en in bağlanm a ör ünlüsü
üzerindeki etkileri: Bir olgu sunum u, Klinik Psikiyatri Dergisi, 2,
266-270.
Şener, Ş., Özdem ir, Y. D. & Şahin, M. V. (1995). Tepkisel bağlanm a
bozukluğu: Bir olgu sunum u, Ç ocu k ve G ençlik Ruh Sağlığı Dergisi,
2 (1), 28-34.

Z eanah, C. H ., Boris, N . W. & Larriey, J. A. (1997). Infant develop-


m ant and developm antal risk: A review o f the past 10 years, Journal
o f A cadem y for Child A dolescent Psychiatry, 2, 165-178.
Zeanah, C. H., Keyes, A. & Settles, L. (2003). A ttachm ent relations­
hip experiences and ch ild h ood psychopathology, A nnual A cadem iy
Science, 1008, 22-30.
BEBEKLİK ve ÇOCUKLUK DÖNEMLERİ
BAĞLANMA BOZUKLUKLARI ve
BAĞLANMANIN BU DÖNEMLERDEKİ
DİĞER BOZUKLUKLARLA İLİŞKİSİ

Tank Solmuş

D
aha önce de belirtildiği gibi, annenin bebeğin alarm du­
rum unda yaşadığı yardım çağrılarına, tutarlı ve sağlıklı
bir biçim de cevap vermesi; onunla ilgilenmesi, ona sevgi ve şefkat
gösterm esi bebeğiyle arasında bir temel yakınlık ve güven duygu­
sunun kurulabilm esi açısından çok önemlidir. Bebek, daha doğ­
rusu birey, bu yakınlık aracılığıyla kendisini değerli, korunacak ve
özen gösterilecek bir varlık olarak algılar. Peki, bu temel yakınlığın
ve güven ilişkisinin kurulam am ası ya da sürdürülem em esi bebek­
lerde, çocuklarda ve ergenlerde ne tü r davranış problem lerinin ya
da bozukluklarının ortaya çıkm asına yol açar? Bu bölüm de, ö n ­
celikle, birer bağlanm a bozukluğu olarak değerlendirilen Tepkisel
Bağlanma Bozukluğu ve Ayrılık Kaygısı Bozukluğuna değinilecek
ve daha sonra da bağlanm a sorunlarıyla / bozukluklarıyla bebek­
lik ve çocukluk dönem lerinde görülen diğer davranış sorunları /

' Yazar, Eğitmen - Danışman wwvv.tariksolmus.org


bozuklukları arasında ne tü r bir ilişkinin olduğuna değinilecektir.
Ö rneğin, Tepkisel Bağlanma Bozukluğuyla D ikkat Eksikliği Hi-
peraktivite Bozukluğu ve O tizm in hangi noktalarda benzeştiği ya
da ayrıştığı; yani ayırıcı tanıları gözden geçirilecektir.

Tepkisel Bağlanma Bozukluğu


Tepkisel Bağlanma Bozukluğu, 5 yaşından önce başlar ve anne­
nin bebeğine yeterli bakım ı (ilgiyi, desteği, şefkati) v e r e m e m e ­
siyle gelişir. Ebeveynleri tarafından suistim al ya da ihm al edilen
çocuklarda gelişme olasılığı yüksektir, bir araştırm ada istism ara
uğrayan çocukların ortalam a % 80’inde tepkisel bağlanm a bozuk­
luğu belirtileri olduğu görülm üştür. Bunun dışında, ebeveynleri
arasında sürekli gerginlik ve çatışma olan, annesi çok erken bir
yaşta doğum yapmış olan (ergen gebeliği) ya da annesinin psiko­
lojik sorunları (depresyon, m adde kullanım ı gibi) olan çocuklar­
da da tepkisel bağlanm a bozukluğu görülm e olasılığı yüksektir.
Birçok araştırm ada, bu çocukların annelerinin kendine güveni
düşük, yetersizlik duygusu yaşayan, istem dışı ham ile kalan ve ba­
ğımlı kişilik özellikleri sergileyen insanlar oldukları görülm üştür.
Tepkisel Bağlanma Bozukluğuna sahip bir çocuk;
• Çelişkili tepkiler gösterir, sosyal ilişki kurm ada ya da sür­
dürm ede yetersizdir ve içe kapanıktır.
• Göz tem ası kuram az.
• D ürtü kontrolü zayıftır; yani anlık tepkiler gösterebilir.
• Hayvanlara zarar verir.
• Olaylar arasında neden-sonuç ilişkisi kuram az ve m antık­
sal çıkarım larda bulunam az.
• Dil gelişim inde ketlenm eler ve konuşm a bozuklukları gös­
terir.
• Sosyal gülüm sem e yoktur.
• Hırsızlık yapar, suç işler ve yalan söyler.
• Kan, ateş ya da ölümle takıntı düzeyinde ilgilenir, ateşle ya
da kanla oynar.
• Dikkat problem i ve öğrenm e güçlüğü vardır.
• Rastgele arkadaşlık ve yakınlık kurar. Ö rneğin, kendisine
yaklaşan kişi hiç tanım adığı biri bile olsa ona koşar, sarılır
ya da peşinden gider. Bu açıdan bakıldığında, tepkisel bağ­
lanm a bozukluğuna sahip çocukların çocuk tacizcilerinin
kurbanı olm a olasılıklarının yüksek olduğu söylenebilir
• Yoğun kaygı, depresyon, yeme bozuklukları, dikkat ve kon­
santrasyon sorunları gösterir.
• Em pati kuram az.
• Aşırı m astürbasyon yapar ya da arkadaşlarına yönelik
olum suz cinsel davranışlar sergiler.
• Otoriteye (disipline) itaatsizlik gösterir.
• Yalan söyleme ya da yangın çıkarm a gibi olum suz davra­
nışlar gösterir.
• A kranlarına ve çevresine karşı saldırgan davranışlarda b u ­
lunur. Bu saldırganlığın da üç temel işlevi olduğu, amaca
hizm et ettiği söylenebilir. İlki, tepkisel bağlanm a bozuklu­
ğuna sahip bir çocuk saldırgan davranışlarıyla sonucunda
cezalandırm ayla ve şiddetle sonuçlanacak olsa da anne­
nin dikkatini çekm iş olur, anneden bakım almaya çabalar.
İkinci olarak, saldırganlık, anneyi gerek duygusal gerekse
fiziksel olarak kendinden uzak tutm ak için iyi bir araçtır.
Son olarak saldırganlık, anneden tem el bakım ihtiyacını
karşılayam am ış olm anın; reddedilm işliğin getirdiği yaşam
sal engellenmişliği ve öfkeyi dışa vurm ayı sağlar.
Tepkisel bağlanm a bozukluğunun iki tü rü vardır:
1. Ketlenmiş (inhibe) tip: Bu tipteki çocuklar, ihtiyaç duy­
duklarında başta anneleri olm ak üzere hiç kim senin ken­
dileriyle ilgilenmeyeceğine, özen göstermeyeceğine, des­
tek olm ayacaklarına inanırlar. Bu tipte çelişkili tepkiler,
aşırı uyarılmışlık, sosyal ilişki kurm ada ya da sürdürm ede
sürekli bir yetersizlik vardır. Sosyal olarak içe kapanm a,
uzaklık ve soğukluk en belirgin özelliktir. N orm al gelişim
gösteren çocuklar, stres yaratan durum larda rahatlatılm ak
için bağlanm a figürlerine (özellikle annelerine) yönelirken
bu çocuklar farklı davranışlar sergilerler. Rahatlatılm a yani
sevgi-bakım aram ayabilirler; hatta bundan korkabilirler.
K endilerini rahatlatm ak isteyenlere karşı duyarsız kalabi­
lirler, direnç gösterebilirler ya da öfke ve saldırganlık göste­
rebilirler. Duygusal karşılılıkları zayıftır. Ağlama nöbetleri
olabilir. Duygularını düzenlem ekte güçlük çekebilirler a n ­
cak kendilerinden yaşça daha büyük çocuk ya da ergenlerin
yanındayken yaşadıkları öfkeyi ve gerginliği maskelerler.
2. K etlenm em iş tip: Bu tipteki çocuklarda ise, seçici olm a­
yan, ayrım laşm am ış bir sosyal ilişki örüntüsü vardır; ilgi
ve sevgi görebileceklerine inandıkları herkese, yaklaşmaya
çabalarlar; buna hiç tanım adıkları insanlar da dahildir. Bu­
n un için de örneğin özellikle büyüklerinin yanında bakı­
m a m uhtaç, “çocukça” davranışlar sergilerler. Belirgin bir
nedeni yokken aşırı kaygı ve gerginlik belirtileri gösterir­
ler. Özellikle akranlarının saldırılarının kurbanı olurlar.
Yabancı kişiler tarafından rahatlatılm ayı kabul ederler ve
onlardan ayrılmaya karşı da tepki gösterirler. Öte yandan,
asıl bakım veren kişilerden de arkalarına bile bakm adan
ayrılabilirler. Ergenlik dönem inde rastgele cinsel ilişkiler
sıklıkla görülür.
Ayrılık Kaygısı Bozukluğu
Ayrılık kaygısı bozukluğu, çocukluk dönem inin en sıklıkla
rastlanan kaygı bozukluklarından biridir, yaygınlığı % 2 ile 13
arasında değişmektedir. Onsekiz yaşından önce görülür ve aşağı­
daki belirtilerin en az 4 hafta süreyle yaşanm asıyla belirgindir;
• A nneden her ayrılık ya da ayrılık beklentisinin aşırı kaygı,
öfke ve sıkıntı yaratması,
• K endisinin ya da bağlandığı kişilerin bir kaza geçirecekleri
ya da hastalanacaklarına ilişkin kaygılar,
• O dada tek başına kalam am a, evde yalnız başına dolaşam a-
m a, geceleri kendi odasında tek başına uyuyam am a ve gece
kâbusları (ayrılık odaklı),
• Kaybolma ya da kaçırılm a korkusu,
• Tek başına bir yere gitm ekten kaçınm a,
• Okula gitmeyi reddetm e ve özellikle okula gitm e söz k onu­
su olduğunda m ide bulantısı, baş ağrısı gibi bedensel ya­
kınm aların olması,
• Sosyal aktivitelerdeıı kaçış,
• Özellikle geceleri ve uyum aya yakın algısal çarpıklıklar
gösterm e (örn. hafif şiddette bir gürültü ya da gölgeyi ca­
navar olarak nitelendirm e),
• O kula gitm e sıklığı ve okuldaki öğrenim kalitesinin düş­
mesi nedeniyle akadem ik başarısızlıklar gösterme.
Ç ocuğunun tüm ihtiyaçlarını karşılayan, aşırı kaygılı, onun b a­
ğımsızlığını desteklem eyen anne-baba tutüm larında, okula gitme
gibi bir ayrılık hem ebeveynlerde hem de çocukta ayrılık kaygısı
doğurur. Aşırı koruyucu, aşırı denetleyici ebeveynler çocukların­
dan ayrıldıklarında kaygı duyarlar ki bu kaygı çocuğa da bulaşır.
Ebeveynler, çocuklarının tek başlarına bir şey yapamayacağına,
başına kötü bir şey gelebileceğine, kontrollerini kaybedeceklerine
inanm aktadırlar. Ayrılık kaygısı yaşayan çocuklar ebeveynleriyle
birlikte yatan ya da onlarsız yatam ayan, onlardan ayrıldıklarında
aşırı ağlayan ve genellikle ev dışında vakit geçirm ekten hoşlanm a­
yan çocuklardır.
Ayrılık kaygısı yaşayan çocukların okulla ilgili kaygıları hayali
ya da gerçek olabilir. Okula gidiş yolundaki tehlikeler (trafik gibi),
okula uyum sürecinde öğretm enin taham m ülsüz ya da cezalandı­
rıcı tutum u, sınıfa yaklaşınca anne-babanın onu bırakıp kaçması,
söz verdikleri saatte onu okuldan alm am aları gibi etm enler de ay­
rılık kaygısını arttıran ve bir bozukluk haline gelmesine yol açan
etm enlerdendir. Bu noktada ayrılık kaygısı bozukluğu ile okul
korkusu - reddi arasındaki ilişkiye de değinm ek yararlı olacaktır.
Ayrılık kaygısı bozukluğu, okul korkusu ve reddinin en önemli
belirleyicilerinden biridir. Araştırm alar, ayrılık kaygısı bozukluğu
yaşayan çocukların % 75 ile 80 arasında değişen bir oranının okul
korkusu yaşadıklarını, bununla birlikte, okul korkusu - reddi olan
çocukların % 80’inde de ayrılık kaygısı bozukluğu belirtileri oldu­
ğunu göstermektedir.
Ebeveynlerin boşanm ası ya da kaybı, bir hastalık ya da kaza,
kardeş doğum u, annenin çalışmaya başlam ası ve hastaneye yatış
gibi olaylarla tetiklenen, aktive olan, çocuklarda panik atakların
yaşanm asına neden olan ayrılık kaygısı bozukluğunun yetişkinlik
dönem inde de depresyon, panik bozukluk ve agorafobi gibi kaygı
bozukluklarına yol açtığı görülebilm ektedir.

Bağlanmanın Bebeklik ve Çocukluk


Dönemlerindeki Diğer Bozukluklarla İlişkisi
D ikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (ADHD)
Dikkat Eksikliği H iperaktivite Bozukluğu, belirtilerinin 7 ya­
şından önce başlam ası gereken, yetişkinlikte de devam edebilen,
ağırlıklı olarak erkeklerde ve ilköğretim çağındaki çocukların %
3-7’sinde görülen bir bozukluktur. A D H D ’li çocuklarda 3 temel
sorun alanı, boyutu vardır;

a. D ikkat Eksikliği
Belirli bir işe ya da oyuna odaklanm akta zorlanm a
D ikkatin kolayca dağılması
Dikkatsizlikten kaynaklanan hatalar yapma
Başlanan işin yarım bırakılm ası
Kendisiyle konuşulurken dinlem iyorm uş gibi görünm e
Görev ve etkinlikleri düzenlem ekte zorlanm a
Ev ödevi gibi yoğun zihinsel perform ans gerektiren işleri yap­
m aktan kaçınm a
G ünlük etkinliklerde unutkanlık

b. Aşırı Hareketlilik
O turduğu yerde kıpırdanm a, ellerin ayakların oynatılm ası
Belirli bir süre bir yerde oturam am a, sürekli hareket etm e
Gereksiz yere sağa sola koşturm a, eşyalara tırm anm a
Sakin bir biçim de oyun oynayam am a ya da başka bir işle uğra-
şam am a
Ç ok konuşm a

c. D ürtüsellik
Sorulan soru tam am lanm adan yanıt verme
Sırasını beklem ekte güçlük çekme
Başkalarının sözünü kesm e ya da oyunlarında araya girm e
Sonucunu düşünm eden koşm a, itme, çekme
Bu üç boyuttan birinin baskın olması ya da her ikisinin birden
var olm asına (birleşik tip) göre 3e ayrılan dikkat eksikliği hipe­
raktivite bozukluğu tem elde biyolojik bir bozukluktur ve oluşu­
m unda hem nörolojik hem de genetik etm enler söz konusudur.
Hamilelikte ilaç ya da alkol kötüye kullanım ı, anne karnında ya­
şanan enfeksiyonlar, zor doğum , düşük doğum ağırlığı ya da be­
yin travm ası gibi etm enler bozukluğun etkisini arttıran faktörler­
dendir. Birçok çalışma, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğuna
genellikle başka bir bozukluğun daha eşlik ettiğini gösterm ekte­
dir. Buna göre, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğuna sahip
çocukların % 40-60’ında karşıt olm a-karşı gelme bozukluğu, %
20-45’inde davranım bozukluğu ve % 20-35’inde de özgül öğren­
me güçlüğü, depresyon, kaygı ve tik bozukluklarının var olduğu
saptanm ıştır.
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu bir bağlanm a sorunu,
bozukluğu değildir. Ö rneğin, A D H D ’li çocuklarda tepkisel bağ­
lanm a bozukluğunda görülen seçici bağlanm a davranışı yoktur
ancak tepkisel bağlanm a bozukluğunun ketlenm em iş tipinde
de dikkat eksikliği ve aşırı hareketlilik belirtilerinin görülm esi
A D HD tanısı koyulması sürecinde yanıltıcı olabilmesi açısından
önemlidir.

Otizm
O tizm , anneyle bebeğin im m ünolojik uyuşmazlığı, yeni doğan
dönem de yaşanan hastalıklar, travmalar, biyokimyasal etkenler,
genetik faktörler ve annelik depresyonu gibi etm enlere dayanır.
Erkeklerde kızlara oranla 3-5 kat daha fazla oranda görülür. O tizm
tanısı için bebeğin / çocuğun iletişim ve sosyal gelişim alanlarında
bozukluklar gösterm esi ve yineleyici, sınırlı ve basmakalıp ilgi ve
davranışlara sahip olması gerekir. Bu belirtilerin de 2.5 yaşından
önce başlam ış olması gerekm ektedir.
O tizm in sosyal-duygusal, iletişim, beslenm e ve uyku gibi alan­
larda kendisini gösteren belirtileri şöyle sıralanabilir:
• Çevreye ilgisizlik, kayıtsızlık,
• Göz tem ası kurm am a,
• Çağrıldığında tepki verm em e, konuşurken dinlem ez gibi
görünm e,
• Fiziksel tem astan kaçınm a; örneğin kendisini kucağına al­
mayı isteyen ebeveynini itme, ondan kaçma,
• Hayal gücünün olmaması,
• Bazen seslere hiç tepki verm em e, bazen en ufak sese aşırı
tepkisellik, bazı seslere karşı da aşırı duyarlılık,
• İnsanlarla iletişim kurm aya rağm en, örneğin hareket eden,
dönen ya da parlak bazı eşyalara çok uzun süre bakabilme,
• Bazen acıyı, sıcağı ya da soğuğu fark edem ezken bazen de
örneğin eline soğuk su döküldüğünde ağlama, toplu iğne
batırıldığında çığlıklar atm a,
• Katı yiyecekleri reddetm e, sürekli püre halindeki besinlerle
beslenm eyi isteme,
• Belirli bir süre hep aynı yiyeceği isteme,
• İkili ya da grup içinde yaşıtları ya da ebeveynleriyle sözel ya
da sözel olmayan biçim de iletişim kuram am a,
• Duygusallığı olmayan; m ekanik bir iletişim tarzı kurm a ya
da hiç konuşm am a,
• Kendi başına oynam am a ya da sıralama, döndürm e, çevir­
me, yığma, burm a gibi tem asın olmadığı oyunlar oynama,
• Cüm lelerde öznenin kullanılm am ası ya da yanlış kullanıl­
ması,
• Vurgusuz konuşm a, kelime ve anlam uyuşmazlığı ya da h a­
talı dilbilgisi,
• D uyduğu kelimeleri, cüm leleri konuşm acının hem en arka­
sından taklit etme,
• Basmakalıp - tek tip davranışlar (el çırpm a, sallanma, ken­
di etrafında dönm e),
• Bazen ısırm a, tükürm e, vurm a, evdeki duvar kâğıtlarının
ya da koltukların yırtılm ası gibi başkalarına yönelik saldır­
gan davranışlar,
• Öfke nöbetleri ve saçını çekme, ellerini ısırm a, yüzünü tır­
m alam a gibi kendine zarar verici davranışlar,
• D urum a uygun olmayan nedensiz gülme ve ağlam alar (bir
başkası ona zarar verdiğinde gülme),
• Eve bir m isafirin gelmesi ya da eşyalarının yerlerinin de­
ğiştirilm esi gibi değişikliklere öfke ve saldırganlıkla tepki
verme,
• Ayrıntılara dikkat etm e (annenin küpesi, oyuncak arabanın
sol lam bası gibi),
• Sosyal gülüm sem enin olmaması,
O tizm üzerine yapılan ilk çalışmalarda, otistik çocukların bir
bağlanm a örüntüsü sergilem edikleri öne sürülm üştür. A ncak za­
m anla, bu çocukların da bir bağlanm a sürecine sahip oldukları
am a örneğin güvenli bağlanm a stiline sahip çocuklar kadar sağ­
lıklı ve tutarlı bir bakım alam adıkları, alsalar bile bunu içselleş-
tirem edikleri görülm üştür. Birçok çalışm ada otistik çocuklarda
güvenli olm ayan bağlanm a stillerine rastlanm ası, bu çocukların
yaşam larındaki en önem li kişileri tanım az ya da ayırt edem ez gö­
rünm eleri ya da yabancı bir ortam da tanım adıkları kişilerle yal­
nız kaldıklarında yabancı kaygısı duym am aları da bu konuda bir
destek olarak kabul edilebilir. B ununla birlikte, bazı otistiklerde
arkadaşlık kurm aya yönelik istekler, girişim ler olsa da sosyal ilişki
kurm a yeteneklerinin olm am ası bağlanm a sürecini engelleyici bir
etm endir.
O tizm , tepkisel bağlanm a bozukluğuyla benzer özellikler (örn.
sosyal gülüm sem enin olm am ası ya da duygu düzenlenm esinde
güçlükler) gösterir ki bu özellikler tanı koym a sürecinde yanıltıcı
birer faktör olabilir. Bu noktada, tepkisel bağlanm a bozukluğu ile
otizm arasındaki farklılıklara, ayırıcı tanılara değinilebilir;
a. Tepkisel bağlanm a bozukluğu, tem elde, bebeğin - çocuğun
geçmişte m aruz kaldığı ihm al ve istism ara bağlıyken bu tür
olum suz davranışlar otizm in ortaya çıkm asında birebir et­
kili değildir. O tistik bir çocuk da istism ara uğrayabilir an­
cak bu onun otizm inin bir nedeni değildir.
b. Tepkisel bağlanm a bozukluğu, anneden bakım alıp alam a­
m aya bağlı olarak gelişirken otizm de kalıtsal faktörlerin,
nörolojik anorm alliklerin, biyokimyasal faktörlerin, beyin
travm ası gibi travm atik deneyim lerin etkisi önemlidir.
c. Tepkisel bağlanm a bozukluğu gösteren çocukların sosyal
ilişki kurm a sorunları, anorm allikleri uygun ve sağlıklı
bir bakım verm e süreciyle ortadan kalkarken aynı durum
otizm için geçerli değildir. O tizm çok daha yapısal, kronik
ve kalıcı bir bozukluktur.
d. Tepkisel bağlanm a bozukluğuna sahip çocuklar da dil geli­
şim inde ve iletişim kurm ada sorunlar yaşayabilirler ancak
bu sorunlar otistik çocuklardaki kadar belirgin, anorm al
düzeyde değildir. Ö rneğin, otistik çocuklar “ben” yerine
“sen” öznesini kullanırlar (“sen yem ek istiyor” gibi).
e. Tepkisel bağlanm a bozukluğuna sahip çocuklarda otistik
çocuklardaki gibi çevresel değişikliklere uyum sağlam ala­
rını engelleyen ağır bilişsel sorunlar, kusurlar yoktur.
f. İlgi ve aktivitelerde sınırlı, tekrarlayıcı ve basm akalıp dav­
ranm a biçimi tepkisel bağlanm a bozukluğuna sahip çocuk­
larda da görülebilm ekle birlikte otizm de daha belirgindir,
otizm in en göze çarpıcı belirtilerinden biridir.
g. O tistik çocuklar, çok sınırlı bir düzeyde de olsa anneleriyle
güvenli bağlanm a geliştirebilirlerken uygun ve yeterli b a ­
kım dan yoksun olm ak tepkisel bağlanm a bozukluğunun
en tem el nedenidir.
h. Sakin, uslu, bütün gün sessiz sedasız oturan, acıktıklarında
bile ağlamayan otistik bebeklerin kaçm an bağlanm a stiline
sahip bebeklerle karıştırılm a olasılığına karşı duyarlı olm ak
gerekmektedir*.
k

Davranım Bozukluğu
D avranım bozukluğu tanısı konulm uş olan çocuklar, öfke p at­
lamaları, yalan söyleme, çalma, insanlara ve hayvanlara karşı fi­
ziksel saldırganlık, yangın çıkarm a, birinin m alına zarar verm e ya
da onu kendisiyle cinsel ilişkiye girmeye zorlam a gibi davranışlar
gösterirler. Erkek çocuklarında / ergenlerde daha sıklıkla görülür
ve erkeklerde görülm e sıklığı % 6-16 arasında iken kızlarda % 2-9
arasındadır.
D avranım bozukluğuna sahip çocuklar, okul yönetim iyle sık
sık çatışmaya girerler. Bu davranışlarıyla yüzleştirildiklerinde
utanm a tepkisi göstermezler. Başkalarını suçlayıcı, hatalarına n e ­
den arayıcı bir tutum gösterirler. Bu bozukluk en çok A D HD ile
bir arada görülm ekte ve birbirlerine karıştırılm aktadır. A ncak za­
rar verm e, saldırganlık, yalan söyleme, ev ya da okuldan kaçma,
küstahça ya da kabadayı gibi davranm a gibi özellikler A D H D ’d e
yoktur. Bağlanma süreci - davranım bozuklukları ilişkisi açısın­
dan bakıldığında da, ebeveynlerin aşırı denetleyici ve katı disip­
lin uygulam alarının, aşırı ilgisizliklerinin, ihm allerinin, çocuğa
verilen bakım ın yetersiz ya da tutarsızlığının, çocuğu fiziksel ya
da cinsel olarak istism ar etm enin, çocuğun yetiştirm e yurdu ya
da kalabalık bir ailede büyüm esinin bu bozukluğun gelişmesine
yol açtığı söylenebilir. Bu bozukluğun bir belirtisi olan hayvanlara
karşı saldırgan davranışlar gösterm e tepkisel bağlanm a bozuklu
ğunun da bir tanı kriteri olması açısından önemlidir.

Karşıt Olma - Karşı Gelme Bozukluğu


Karşıt olm a - karşı gelme bozukluğu davranım bozukluğunun
hafif bir biçimi, gelişimsel olarak onun öncülü, habercisi olarak
da görülebilir. Okul çağı çocuklarında % 16-22 arasında görül­
mektedir. Üç yaşında başlayabilirse de tipik olarak 8 yaşında be­
lirginleşm ektedir. Erkeklerde daha sıklıkla görülm ekle birlikte
belirtiler daha açık, belirgin ve şiddetlidir. N orm al koşullar altın­
da, 1.5-2 yaş civarındaki çocuklar gelişmekte olan özerklik, yani
anneden bağımsız olm a çabalarının bir sonucu olarak karşı gelme
tepkileri gösterirler. A ncak bu bağım sızlık girişim leri 2 yaşın üze­
rinde de devam ederse ya da kendisini aynı yaş dönem indeki ço­
cuklardan daha şiddetli bir biçim de gösterirse karşıt olm a - karşı
gelme bozukluğu ortaya çıkar. En sıklıkla karşılaşılan belirtiler,
öfkelenme, yetişkinlerle tartışm a, onların kural ya da isteklerine
uymayı reddetm e, başkalarını rahatsız eden davranışları kasıtlı
olarak yapma, hataları ya da olum suz davranışları için başkalarını
suçlamadır. Bu belirtilere okul öncesi dönem indeki erkek çocuk­
larda huysuzluk ve aşırı hareketlilik eşlik eder. Okul yıllarında da,
benlik saygısının düşüklüğü, değişken duygu durum , engellenme
eşiğinin düşük olması, küfür ya da alkol-m adde kullanım ı görü­
lebilir. Karşıt olma - karşı gelme bozukluğuna, bakım verenlerin
(anne, anneanne ve ücretli bakıcı gibi) sık sık değiştiği, sert, tu ­
tarsız disiplin uygulam alarının, aile içi şiddetin, istism arın ya da
ihm alin olduğu ailelerde daha sıklıkla rastlanılm aktadır. Bu d u ­
rum , sağlıksız ve tutarsız ebeveyn-çocuk ilişkilerinin, çocuğu red
dedici bakım sürecinin bozukluğun ortaya çıkm asındaki önemli
rolünü gösterm ektedir. Bu noktada, bebeklik dönem inde annenin
eleştirel, yargılayıcı ve reddedici “bakım verm e” tarzıyla oluşan
kaçınan bağlanm a stilinin kendisini çocukluk dönem inde karşıt
olm a - karşı gelme bozukluğuyla, ergenlik dönem inde davranım
bozukluğuyla ve yetişkinlik dönem inde de antisosyal kişilik b o ­
zukluğu gibi kişilik bozukluklarıyla gösterdiği söylenebilir.

Dışa A tım Bozuklukları


Dışa atım bozuklukları, eırürezis (altını ıslatma) ve enkoprezis
(kaka kaçırm a) olm ak üzere ikiye ayrılır. Çocuğa enürezis tanısı
koyulabilm esi için, beş yaşın üzerinde olması, belirtilerin üç ay
süreyle ya da haftada en az iki kez olm ası ve belirtilerin okul ya da
diğer işlevlerde sorunlara yol açması gerekm ektedir. Enkoprezis
tanısı koyulabilm esi için de, çocuğun dört yaşın üzerinde olması,
belirtilerin üç ay süreyle ve ayda en az 1 kez olm ası gerekm ekte­
dir.

Enkoprezis çocuğun kendine duyduğu güveni düşürür, arka­


daşları tarafından dışlanm asına ve ebeveynleri tarafından da red ­
dedilip cezalandırılm asına yol açabilir ki bunlar da bozukluğun
daha da artm asına neden olur. Ebeveynlerin tuvalet eğitim inde
aşırı katı ya da aşırı esnek tutum u bu bozuklukların gelişmesinde
rol oynar. A raştırm alar, ebeveynlerle çocuklar arasındaki kontrol
ve özerklik m ücadelesinin, anneden ayrılm anın, yeni bir kardeşin
doğum unun, annenin reddedici tavrının, onun ilgisini çekme ihti­
yacının ya da tuvalet eğitim i sırasındaki bir stres yaratan faktörün
enkoprezise neden olduğunu gösterm ektedir. Cinsel istism arın
yarattığı öfkenin içe atım ı da enkoprezise yol açabilir. Bunların
dışında, zihinsel ve fiziksel gelişim gerilikleri, düşük zekâ düzeyi,
tuvalet ve tuvalete gitm e ile ilgili korkular, genel olarak inatçı bir
kişilik yapısı ya da uygun yerlere dışkılam a ile ilgili kurallara karşı
bir isteksizlik, direnç ve başarısızlık da birer neden olabilirler.

Ebeveynler enüretik çocuklarına öfke ve bıkkınlığın da etki­


siyle onu cezalandırıcı bir biçim de yaklaşabilirler, utandırabilir
ler, kardeşleri ya da arkadaşlarıyla kıyaslayabilirler. Bazı aileler,
çocuklarının yataklarını sokağa karşı herkesin görebileceği bir
biçimde asarlar ya da kendi çam aşırlarını kendilerinin yıkam a­
sına zorlayabilirler. Bazı anneler de öğretm enlerini de alet ederek
çocuğu sınıfında deşifre edebilirler. Özellikle istem dışı ebeveyn
olmaya ve çocuğa yönelik belirgin bir tepkiyi; reddediciliği içeren
bu tü r olum suz davranışlar sorunların daha da şiddetlenm esine
ve bir bozukluk halini alm asına neden olur.

Beslenme / Yeme Bozuklukları


Beslenme, anne-bebek iletişim indeki en önem li araçlardan
biridir. A nne ile bebek arasındaki ilk ilişki beslenm e aracılığıyla
gerçekleşir ve bebeğin bu süreçte anneyle iletişim kurup k u rm a­
m ası daha sonraki ilişkilerinin niteliğini belirlem esi açısından da
kritik bir önem e sahiptir. H er bebek beslenm e dinam ikleri açısın­
dan birbirlerinden farklıdır. Bazı bebekler neredeyse hiç d u rm a­
dan hızla em erken bazıları yavaş yavaş ve daha aralıklarla em er­
ler. Bazı bebekler beslenm e öncesi huzursuz ve gerginken bazıları
beslenm eyi beklem eyi iyi bilirler. Bazılarının em erken gözleri k a­
palıyken bazılarınınki ise açıktır.
Beslenme süreci anne ile bebek arasındaki bağlanm a ilişkisi­
nin gelişmesinde önemlidir. A nnesini kaybeden bebeklerde iştah
kaybı, depresif belirtiler, fiziksel, duygusal ve bilişsel gelişimin
yavaşlaması gibi belirtiler görülür. Bu noktada, bu annelerin ken­
di anneleriyle kurdukları (ya da kuram adıkları) ilişki ön plana
çıkm aktadır. Kendi anneleriyle sağlıklı bir bağlanm a ilişkisi ge­
liştirem eyen çocuklar yetişkinlik dönem lerinde kendileri anne
olduklarında da aynı^örüntüyü tekrarlar; böylelikle sağlıksız ve
güvensiz bir bağlanm a(m a) ilişkisi nesilden nesile aktarılm ış olur.
Bu annelerin bebeklerinin tepkilerini anlam akta güçlük çektikleri
de bir gerçektir ki bu durum da bebekte yeme bozukluklarının ge­
lişmesine yol açar. Bebeğinin büyüm ekte olduğunu ve kendi başı­
na, bağım sız bir birey olma ihtiyacını görem eyen anneler örneğin
onun geribildirim lerini görm ekte de zorlanırlar. Ö rneğin, bebe­
ğin başını sallayarak annesine karnının tok olduğunu anlatmaya
çalıştığı durum larda annenin zorlayıcılığı zam anla bebekte ye­
m ek yemeye karşı bir direncin gelişmesine yol açar. Yemek vakit­
leri bebekte anneyle savaşım verm esini gerektirdiğinden belirgin
bir kaygı uyandırır. Bu d urum da bebek yemeyi reddedebilir ya da
yediklerini kusabilir ki bu bizi bebeklik anoreksisine götürür.
Beslenme sırasında annenin bebeğiyle konuşup konuşm am ası,
sarılıp sarılm am ası gibi etkenler bebekte güven, değer ve kendine
duyduğu saygının oluşup oluşm am ası açısından önemlidir. Meme
em m e bir alışveriştir; anne bebeğine doyum sağlatırken bebek de
annesi ve ağzı aracılığıyla çevreyi tanır, yaşam boyu sürecek olan
çevreyi keşfetmö sürecinin ilk adım ları atılmış olur. Bu alışveriş­
teki herhangi bir engellenme, duraksam a ya da sorun bebeğin
içsel ihtiyaçlarının engellenm esine yol açar, bebek bu durum da
bir kayıp duygusu, kendine yönelik saldırganlık ve tehdit durum u
yaşar. Bunu bir tehlike olarak algılayan bebeklerde de üçüncü ay
kolikleri ya da bebeklik anoreksisi ortaya çıkar. Bebeğinin ihti­
yaçlarını doğru bir biçim de tespit edem eyen ya da bebeğini nasıl
besleyeceğini, ona nasıl bir bakım verm esi gerektiğini bilemeyen
anneler bebeklerinde yeme bozukluklarının gelişmesine destek
olmuş olurlar.
Bebeklik dönem indeki kritik bağlanm a ilişkisinin kurulam a-
m asının kendisini bu dönem de 3 farklı beslenm e / yeme bozuk­
luğu olarak gösterdiği söylenebilir. Bunlar; bebeklik anoreksisi,
geviş getirm e (rum inasyon) bozukluğu ve pikadır.
Bebeklik Anoreksisi: Genellikle 5. ile 8. aylar arasında ortaya
çıkar. Bebek ya da küçük çocuk en az 1 ay süreyle yeterli m iktarda
yemeyi reddeder. Açlık belirtm ez, yiyeceklere ilgi göstermez, ıın
cak çevreyi keşfetmeye ve bakım verenle etkileşime yoğun bir ilgi
gösterir. Bu dönem de belirgin bir büyüm e geriliği vardır. Beslen­
meyi reddetm e, hem en hem en tüm besinleri yemeyi reddetm e­
ye dönüşür. A nnenin kaygdı tepkisi de buna eşlik eder; anne ör­
neğin bazen çocuğunu uykudan uyandırıp yedirm eye çalışırken
bazen de güç kullanır, ellerini kollarını bağlam aya çalışıp ağzını
açmaya çalışır. Bu sorun sıklıkla anneye yönelik bir tepkidir; be­
bek anneanne, babaanne ya da ücretli bakıcıyla çok iyi yer. Anne
bu tepkinin kendisine yönelik olduğunu bilir, bu onun annelik,
daha doğrusu bağlanm a kaygısını arttırır. A rtık anne ile bebek
arasındaki m em e em m e bir panik nöbeti ve sıkıntı halini alır, za­
ten iyi bir anne olam am a ve terk edilme kaygısı yaşayabilen anne
“reddedilm eye” karşı kendisini kabul ettirm eye çalışırken bebek
de bir anlam da onu cezalandırm aktadır. Bebeğin bu “reddedişi”
tepkiseldir, geçicidir ve annenin güç kullanm asına yöneliktir ve
kusm alar da bu reddedişin en belirgin özelliğidir. A nne ile bebek
arasında yaşanan tüm bu sorunlar annede tutum değişikliği ve
güven duygusunun geliştirilmesi ile birlikte ortadan kalkar.
Geviş G etirm e Bozukluğu: Kısmen hazm edilm iş yiyeceğin be­
lirgin bir bulantı, tiksinm e ya da bir sindirim sistemi bozukluğu
olm adan ağza getirilm esi ve yeniden çiğnenm esidir. Başlangıcı
genellikle 3 aydan sonradır. Zekâ geriliği olan çocuklarda kendini
uyarm a davranışı olarak ortaya çıkar. Ç ocuk yeme sürecini yeni
den başlatarak anneden sağlayamadığı yeterli ve tutarlı bakımı,
doyum u elde etmeye çalışır. Geviş getirm e bozukluğu, annede
yem ek yedirm eye yönelik isteksizlik ve kaçınm a davranışlarının
ortaya çıkm asına neden olur, bu durum da bebekteki reddedil
mişliği, reddedilm e beklentisini daha da arttırır.
Pika: Çocuğun yenilebilir olmayan her türlü maddeyi (çivi,
topraK, taş, sigara külü gibi) ağzına alması ve sıklıkla da yiyebil­
mesidir. Norm al koşullar altında, bebeklerin 1.5-2 yaşma kadar
çevrelerindeki her şeyi ağızlarına götürm eleri çevreyi keşfetme,
hiç tanım adıkları hayatı anlam landırm a çabalarının bir örneği­
dir. Bu nedenle, bir bebeğe pika tanısının koyulabilm esi için bu
sürenin aşılmış olması gerekir. Pikanın özelikle ağır bir duygusal
yoksunluk ya da terk edilm işlik yaşayan çocuklarda ortaya çıktığı
görülmektedir.

Kaynaklar
• Avcı, A. (2007). D ışa atım bozuklukları, E. K öroğlu ve C. Güleç
(Ed.), Psikiyatri Tem el Kitabı, 856-864, Ankara: HYB Yayıncılık.
• Beidel, D. C. & Turner, S. M . (2005). C h ild h o od A n x iety Disorders:
A G uide to Research and Treatment, USA: Taylor & Francis Group.
• Ercan, E. S. (2007). Karşıt o lm a karşı gelm e b ozukluğu, E. Köroğlu
ve C. G üleç (Ed.), Psikiyatri Tem el Kitabı, 8 41-843, Ankara: HYB
Yayıncılık.
• Finello, K. M. (2005). The H an d b ook o f Training and Practice in
Infant and P reschool M ental H ealth, USA: John W iley & Sons.
• Gillberg, C., H arrington, R. & Steinhausen, H. C. (2005). A C linician’s
H an d b ook o f C hild and A d olescen t Psychiatry, UK: Cam bridge
U niversity Press
• G reenspan, S. I. & W ieder, S. (2006). Infant and Early C h ild h ood
M ental H ealth, USA: APA.
• Iw aniec, D. (2006). The E m otionally A bused and N eglected Child:
Identification, A ssessm en t and Intervention, USA: John W iley &
Sons.
• Karabekiroğlu, K. (2009). B ebek Ruh Sağlığı Rehberi, İstanbul: Say
Yayınları.
• Kutscher, M . L. (2005). Kids in the Syndrom e M ix o f A D H D , LD,
A sperger’s, Tourette’s, Bipolar, and morel: The O n e Stop G uide for
Parents, Teachers, and O ther Professionals, UK: Jessica K ingsley
Publishers.
Kültür, S. E. Ç„ Tiryaki, A. & Ü nal, F. (2003). Ayrılık kaygısı b o z u k ­
luğu olan çocuklarda sosyod em ografık ve klin ik özellikler, Ç ocuk
ve G ençlik Ruh Sağlığı D ergisi, 10 (1), 3-8.
Luby, J. L. (2006). H an d b ook o f P reschool M ental Health: D ev elo p ­
m ent, D isorders, and Treatment, USA: The G uilford Pres.

M aldonado-D urân , J. M . (2002). Infant and Toddler M ental Health:


M odels o f C linical Intervention w ith Infants and Their Families,
USA: APA.
M ash, E. J. 8c Barkley, R. A. (2003). C hild P sychopathology, USA:
The G uilford Pres.
M atson, J. L„ A ndrasik, F. & M atson, M. L. (2009). A ssessin g C h ild ­
h o o d P sychopathology and D evelop m en tal D isabilities, USA: Sprin­
ger Science.
M ofrad, S., A bdullah, R., Sam ah, B. A., M ansor, M . B. & Baba, M.
(2009). M aternal p sych ological distress and separation anxiety
disorder in children, European Journal o f social Sciences, 8 (3),
386-393.
Pehlivantürk, B. (2007). Bebeklik ya da küçük ço cu k lu k d ö n em in in
tepkisel bağlanm a bozukluğu, E. Köroğlu ve C. G üleç (Ed.), Psiki­
yatri Tem el Kitabı, 8 65-871, Ankara: HYB Yayıncılık.
Rutter, M . 8c Taylor, E. (2002). C hild and A olescen t Pychiatry, UK:
Blackwell Science.
Rutter, M ., Bishop, D. V. M ., Pine, D. S., Scott, S., Stevenson, J., Tay­
lor, E. 8c Thapar, A. (2008). Rutter’s Cild and A olescen t pychiatry,
UK: Blackwell P ublishing Limited.
Sadock, B. J. 8c Sadock, V. A. (2005). Kaplan 8c Sadock’s C m preheıı-
sive T xtb ook o f Pychiatry (8th E dition), USA: L ippincott W illiam s
8c W ilkins.
Sexson, S. B. 8c D avid, R. B. (2005). C hild and A olescen t pychiatry,
UK: Blackwell S tien ce.
Solm uş, T. (2008). B ağlanm a ve A şın İki Yüzü, İstanbul: Epsilon Ya­
yınevi.
Solm uş, T. (2009). B ebeğim Senden; A m a Sen d en D eğil, İstanbul:
D harm a Yayınları.
Şenol, S. (2006). Ç ocu k ve G ençlik Ruh Sağlığı, Ankara: HYB Ya­
yıncılık.

Uslu, R. (2007). Bebeklik ve erken çocu k lu k d ön em lerin d e yem e


bozuklukları, E. Köroğlu ve C. G üleç (Ed.), Psikiyatri Tem el Kitabı,
844x849, Ankara: HYB Yayıncılık.
W eem s, C. E. & C arrion, V. G. (2003). The treatm ent o f separation
an xiety disorder em p loyin g attachm ent th eory and cogn itive b eh a­
vior therapy techniques, C linical C ase Studies, 2 (3), 188-198.
W ilm shurst, L. (2009). A bnorm al C hild Psychology: A D ev elo p ­
m ental Perspective, USA: Taylor & Francis Group.
Yorbık, Ö. (2007). O tistik bozukluk, E. K öroğlu ve C. G üleç (Ed.),
Psikiyatri Tem el Kitabı, 79 8 -8 0 8 , Ankara: HYB Yayıncılık.
BAĞLANMA, MİZAÇ ve EBEVEYN -
ÇOCUK İLİŞKİLERİ

Bilge Yağmurlu
Aslı C andan Kodalak

nne-çocuk bağlanm a ilişkisini araştıran çalışmaların


önem li bir bölüm ü, annenin çocuk yetiştirm e davranış­
larını incelem ektedir ve anneyle çocuk arasındaki bağlanm anın
niteliğini, sadece annenin özelliklerine bakarak anlam aya çalış­
maktadır. Ne var ki, bağlanm anın bir ilişki özelliği de olması, an-
neninkilerin yanı sıra çocuk özelliklerinin de irdelenm esini gerek­
tirm ektedir. Çocuğun özelliklerinin birçoğunun, anneyle bağlan­
m asındaki nitelikle ilişkili olduğu düşünülebilir. A ncak bu yazıda,
bu özelliklerden sadece biri; çocuğun mizacı ele alınmıştır. Bunun
başlıca sebebi, çocuğun m izaç özelliklerinin annenin davranışları
ile bebeğin doğduğu ilk zam anlardan itibaren yakın ilişki içinde
olması ve bu ilişkideki uyum un çocuğun pek çok alandaki gelişi­
m ini belirgin şekilde etkilemesidir. Tüm bu bilgiler, çocuk mizacı
ve anne davranışları arasındaki ilişkinin bağlanm ada da önemli
rol oynayabileceğini düşündürm ektedir. Bu yazıda, bunun nasıl
olabileceğini anlamayı? çalışırken, önce m izacın tanım ına, sonra
sırasıyla m izacın çeşitli gelişim alanlarıyla ve ebeveynlikle ilişki
sine göz atılmıştır. Daha sonra çocuğun mizaç özellikleri ile anne
davranışlarının nasıl bir etkileşimle bu özel bağlanm a ilişkisine
etki edebileceği ele alınmıştır. Bu bilgiler ışığında, bağlanm a iliş­
kisinin niteliğini kim in, “ta ra f”lardaıı hangisinin ve nasıl etkili­
yor olabileceği anlaşılmaya çalışılmıştır.

Mizaç, Ebeveyn Davranışları ve


Sosyal Gelişim
Mizaç, bebekliğin erken dönem lerinde de gözlemlenebilen,
duygu, davranış ve dikkat süreçlerindeki bireysel farklılıkları
anlatır. Mizaç özellikleri çevreye göre bir m iktar değişebilmekle
birlikte, esas olarak biyolojik kökenlidir. Yakınlaşma/çekingenlik,
uyum luluk, tepkilerin yoğunluğu, dikkat dağınıklığı ve süresi, rit­
m iklik (biyolojik düzenlilik), uyarılm a eşiği ve aktivite düzeyi m i­
zaç özelliklerinden sadece bazılarıdır. Mizaç çalışm alarının başla­
dığı ilk yıllarda, çocuklar bu özelliklerine göre, kolay, zor ve yavaş
alışan olm ak üzere üç gruba sınıflandırılm ıştır. Uyku ve beslenm e
düzenlerinde problem olmayan, değişikliklere uyum gösterebilen,
sakin huylu çocuklar “kolay mizaçlı” olarak tanım lanm ıştır. “Zor
mizaçlı” çocuklar ise, düzensiz uyku ve beslenm e alışkanlıklarına
sahip, yeniliğe ve değişikliğe kolay uyum gösteremeyen, olum suz
duygu d urum u (örn. kızgınlık, hırçınlık) içinde olan çocuklar­
dır. "Yavaş ahşan” çocuklar ise, yeniliğe ve değişikliğe uyum da iki
uç nokta arasında yer alan, zor çocuklara göre daha az olum suz
tepki veren, az hareketli ve zam an zaman hırçın olabilen çocuk­
lardır. Pek çok mizaç özelliğine tek tek bakm ak yerine, çocukları
m izaçlarına göre bu şekilde ayırm ak daha pratik görünse de, bu
tarz bir sınıflandırm a özellikle “zor” olarak adlandırılan çocuklar
için olum suz sonuçlar getirebilmektedir. “Zor” sıfatıyla etiketle­
nen çocuk, kendine dair olum suz bir algı geliştirebilmekte, bu da
çocuğun kendinden beklentilerini olum suz şekilde etkileyerek,
çeşitli davranış sorunlarına yola açabilmektedir. Böyle bir etiket
Ieme, diğer insanların da çocuktan beklentilerini ve ona yönelik
tutum ve davranışlarını istenm eyen yönde etkileyebilecektir.
Mizaç özelliklerinin tüm ünü ele alm anın güçlüğü ve sınıflan­
dırm a yapm anın da belirgin sakıncalarının olması araştırm acıları
yeni bir yaklaşım arayışına itmiştir. Bugün kabul gören yaklaşım
çocukların değil, mizaç özelliklerinin boyutlara ayrılarak ince­
lenm esi gerektiğidir. Buna göre çocuk m izacı üç temel mizaç b o ­
yutta incelenebilir; (a) olum suz tepkisellik-, kızgınlık, sızlanm a ve
m ızm ızlanm a gibi yüksek yoğunluktaki tepkiler, (b) sıcakkanlılık-
çekingenlik; yeni durum ve insanlara yaklaşm a ya da tam tersine
uzaklaşm a eğilimi, (c) sebatkârlık / kararlılık; bir işe uzun süre
dikkatini yoğunlaştırabilm e ve işi tam am layıncaya kadar üzerin­
de çalışmaya devam etm e eğilimidir. Bu mizaç boyutları, başta
sosyal ve duygusal gelişim olm ak üzere, çocuk gelişiminin pek
çok farklı alanıyla bağlantı göstermektedir. O lum suz tepkisellik
düzeyi düşük olan, daha az sinirlenen çocuklar, duygu ve davra­
nışlarını daha iyi kontrol edebilen ve sosyal becerisi yüksek olan
çocuklardır. İçinde utangaçlık ve çekingenlik gibi özellikleri ba­
rındıran sıcakkanlılık- çekingenlik’ mizaç boyutu da olumlu sos­
yal davranışlarla yakından ilişkilidir. Sıcakkanlı çocuklar, yardım ­
laşm a ve paylaşm a gibi davranışları çekingen mizaçlı çocuklara
göre daha çok göstermektedir. O rtam ın ve kişilerin yeni olması
sıcakkanlı çocukların olum lu sosyal davranış düzeyini pek etkile
m ezken, çekingen ve ürkek mizaçlı çocuklar, benzer davranışları
daha çok tanıdık çevrelerde ve kendilerinden istenildiğinde gös­
term ektedir. Dikkat süreçlerindeki mizaç farklılıkları da olumlu
sosyal davranışlar üzerinde belirleyicidir. Dikkatini dalıa uzun
süre yoğunlaştırabilen çocuklar, sosyal ortam daki ipuçlarını ilaha
iyi yakalayabilmekte-v« dolayısıyla yardım ve paylaşma gerekt iren
durum ları daha hızlı ve doğru algılayabilmektedir. Olum lu sosyal
davranışların yanı sıra, sosyal ve duygusal gelişim alanlarındaki
istenm eyen sonuçlar da çocuğun mizaç özellikleriyle ilişkilidir.
Bir örnek verm ek gerekirse, olum suz tepkisellik (kolay kızm a vb.)
ve dikkatini yoğunlaştırm ada güçlük, saldırganlık gibi davranış
problem leri için risk faktörü olan mizaç özellikleri olarak karşı­
mıza çıkm aktadır.
Sosyal davranışlar, sadece çocuğun m izacına göre değil, mizaç
ile ebeveyn davranışları arasındaki etkileşime göre de şekillen­
mektedir. A raştırm alar, benzer m izaca sahip am a anneleri fark­
lı çocuk yetiştirm e tutum ları gösteren çocukların sosyal davra­
nışlarında önem li farklılıklar olduğuna işaret etm iştir. Ö rneğin,
annesi cezalandırm a davranışını sık gösteren tepkisel mizaçlı bir
çocuk, annesi açıklama yapan, bir davranışın neden yapılmaması
gerektiğini anlatan tepkisel mizaçlı bir diğer çocuktan daha fazla
davranış problem i gösterebilmektedir. Açıklayıcı akıl yürütm e’
şeklinde adlandırılan ve çocuğa sebep-sonuç ilişkilerinin anlatıl­
dığı, kuralların sebeplerinin verildiği bu çocuk yetiştirm e davra­
nışının anne tarafından az kullanılm ası, özellikle tepkisel mizaçlı
çocuklar için bir tehlike oluşturm aktadır. Tepkiselliği yüksek bir
çocuğun, ebeveynden az sıcaklık görm esi de davranışsal problem
gösterm e eğilim ini arttırm aktadır. Bunun tam tersi de doğrudur.
Yani aynı ebeveyn davranışı, farklı mizaç profillerine sahip ço­
cukların sosyal gelişimi üzerinde benzer etkiyi yapmayabilir. Bir
başka deyişle, ebeveyn davranışının etkisi çocuğun m izacına göre
farklılık gösterebilir. Duyarlı bir mizaca sahip olan, kolay üzülen
ve hayal kırıklığına uğrayan çocukların anneleri katı ve cezalan­
dırıcı olduklarında, bu durum çocukların kızgınlık düzeyini daha
da arttırm akta ve kurallara karşı gelme eğilim lerini daha güç-
lendirm ektedir. D aha az duyarlı bir mizaca sahip çocuklarda da
aynı yönde; olum suz etki gözlem lenirken, bu etkinin büyüklüğü
duyarlı m izaca sahip çocuklar için daha fazladır. D ışadönük, h a ­
reketlilik düzeyi yüksek bir çocuk da ebeveyni tarafından fizik­
sel olarak sık cezalandırıldığında, davranışsal problem geliştirme
eğilimi gösterebilmektedir. A ncak ebeveyn, aynı derecede dışa
dönük bir çocuk için, onun enerjisine ve hareketliliğine uygun,
olum lu bir disiplin yöntem i kullanırsa çocuğun sosyal uyumu
artm aktadır. Burada karşım ıza çıkan konu, bazı zorlayıcı olabilen
mizaç özelliklerinin, bazı olum suz ebeveyn davranışları ile bir­
likte görülm e olasılığının yüksek olması durum udur. Bu durum
şöyle de açıklanabilir: Belirli mizaç özellikleri olan çocukların,
örneğin tepkiselliği yüksek çocukların anne-babaları ceza kullan­
maya, diğer mizaç özelliklerine sahip, örneğin daha az ağlayan
çocukların anne-babalarından daha fazla eğilimlidir. Bunun se­
bepleri çok çeşitli olabilir: A nne ve çocuk paylaştıkları kalıtımsal
özellikler sebebiyle benzer düzeyde “kızgın” ve tepkili olabilirler.
Veya anne ve çocuk paylaştıkları çevrenin özellikleri sebebiyle bu
özellikleri gösteriyor olabilirler. Bir diğer anlatım la, aile o rtam ın­
daki olum suz koşullar çocuğun daha tepkisel, daha hassas veya
hareketli olm asına sebep olurken, annenin de stresini arttırarak
şiddet kullanm asını destekliyor olabilir. Benzer şekilde, çocuğun
zorlayıcı mizaç özellikleri, annenin fiziksel yöntem lere başvurm a
ihtim alini arttırabilirken, annenin erken dönem lerden itibaren fi­
ziksel ceza kullanıyor olması, çocuğun zorlayıcı özelliklerini a rttı­
rıyor ve kuvvetlendiriyor olabilir. H er durum da, çocuk ve ebeveyn
ilişkisinde, bebeklik dönem inden başlayarak ortaya çıkabilen bu
olum suz etkileşim, bir kısır döngü halinde, çocukların uzun va­
dede saldırgan davranış gösterm eleri ve uyum bozuklukları ge­
liştirmeleriyle sonuçlanabilm ektedir. Burada farkında olmamız
gereken, m izaç özellikleri nasıl olursa olsun (tepkisel, çekingen,
vb.), ilk yıllarda genel olarak çocukların davranışsal problem ler
gösterm ediği veya ortaya çıkabilen problem lerin önlenebilecek
düzeyde olduğudur. Bu bilgilerin tüm ü, çocuk ve anne arasında
ki bağlanm anın niteliğinin nelerden etkilenebildiği konusunda
ipuçları verm ekte ve etkili m ekanizm aların anlaşılabilmesi için
gerekli zem ini oluşturm aktadır.
Bağlanma kuram ında irdelenen çocuk-ebeveyn İkilisi arasın­
daki bağlanm a ilişkisi, en çok “Yabancı O rtam Deneyi” adı ve­
rilen çalışma yöntemiyle ölçülm üştür. Bu yöntem de, 12-20 aylık
çocuklar, yaklaşık 20 dakika boyunca bir oyun odasında gözlem ­
lenir. Bu süre içinde, çocuğun annesi ile bir yabancı (araştırm a­
cı) belirli aralıklarla odaya girip çıkarlar. Ç ocuğun bu durum lara
verdiği tepkiler (örn., annenin yokluğu ve odaya dönüşü, yaban­
cının varlığı ve oyuncaklarla oynam ası durum larında gösterdiği
davranışlar) videoya kaydedilir. Araştırm acılar, gözlemlere da­
yanan incelem eleri sonucunda, anne ile çocuk arasında üç farklı
tipte bağlanm a ilişkisi tanım lam ıştır: Güvenli, kaçm an ve kaygılı-
kararsız. Güvenli bağlanma ilişkisindeki çocuk, annesini çevreyle
olan ilişkisinde güven verici bir dayanak, güvenli bir tem el olarak
kullanır. Yapılan gözlemlere göre, annelerinin yokluğunda huzur­
suzluk ve sıkıntı belirtileri gösteren bu çocuklar, anneleriyle ye­
niden bir araya geldiklerinde sakinleşerek çevrelerini keşfetmeye
devam ederler. Bu tip ilişkideki anneler genellikle çocuğun ihti­
yaçlarıyla ilgili uyarıları (örn., çocuğun ağlaması) fark etm e k o ­
nusunda duyarlı ve tutarlıdırlar. Güvensiz bağlanm a tiplerinden
olan, kaçınan türdeki bağlanm a ilişkisinde ise, çocukta anneden
kaçınm a ve kendi kendine yetebilme davranışları (örn., oyuncak­
larla oynama) görülürken, annede de yine çocuğa karşı mesafe
koym a ve çocuğun kendisine olan yaklaşm a çabalarını reddetm e
davranışları gözlemlenir. Ü çüncü tip olan kaygılı / kararsız tü r­
deki güvensiz bağlanm a ilişkisinde ise, çocuğun isteklerine cevap
verm ekte geç kalan ya da tutarsız davranışlar sergileyen anne ile
gergin ve yakınlık konusunda kararsızlık gösteren bir çocuk iliş­
kisi vardır. Gözlem sırasında, bu çocukların annelerinin varlığın­
da bile korkulu ve endişeli oldukları, yatıştırılam adıkları görülür.
Aşırı pasif olm a bu gruptaki bazı çocuklarda gözlem lenen bir baş­
ka özelliktir. Dağınık bağlanma olarak isim lendirilen ve literatüre
sonraki yıllarda eklenen dördüncü tip bağlanm a ise, yine güven­
siz türde bir bağlanm a çeşididir. Bu tarz bağlanm ada, çocukta bir-
biriyle çelişen davranışlar (örn., yaklaşm a ve kaçınm a) eşzamanlı
olarak görülür. Çocuğun bu davranışları, annenin çocukla olan
ilişkisinde hem korku hem de güven yaratan çelişkili davranışları
bir arada gösterm esi ile açıklanmıştır.
Ç ocuğun mizaç özellikleri, ebeveyn davranışları ve anne-
çocuk bağlanm asındaki nitelik arasındaki ilişkilerle ilgili olarak
literatürde farklı yaklaşımlar vardır. Bir yaklaşıma göre, ebeveyn-
lik davranışlarındaki duyarlılık, güvenli bağlanm a ilişkisindeki
farklılıkların temel sorum lusudur. Buna göre, çocuğun mizaç
özellikleri ne olursa olsun, çocuğun ihtiyaçlarına karşılık vere­
bilen ve davranışlarını çocuğun bireysel özelliklerine göre uyar-
layabilen ebeveyn güvenli bağlanm a ilişkisini oluşturabilir. Bu
yaklaşımı savunan araştırm acılar, uygun bakım koşulları sağlan­
dığında, zor m izaca sahip çocuğun da güvenli bağlanm a ilişkisi
kuracağını, benzer şekilde, kolay mizaca sahip çocuğa duyarsız ve
olum suz davranıldığında, güvensiz bağlanm a ilişkisi oluşacağını
öne sürm üşlerdir. Diğer bir yaklaşım ise, güvenli ve güvensiz bağ­
lanm a ilişki türlerinin aslında çocuğun mizaç özelliklerinin birer
yansım ası olduğunu savunm aktadır. Bu görüşe göre, çocukların
yabancı ortam deneyi sırasında gösterdikleri davranışlar, çocuk
m izacından başka bir şey değildir. Ö rneğin, annesiyle güvensiz
ve kaçm an türde bağlanm a ilişkisi olduğu söylenen bir çocuğun,
anne ile ayrılm a sırasında çok fazla endişelenm em esi ve yeniden
bir araya gelme sırasında kaçınm a davranışları gösterm esi sakin
m izacının sonucudur. Benzer şekilde, kaygılı / kararsız olarak
sınıflandırılan bağlanm a tü rü n d e çocuğun kolay endişelenen,
duyarlı m izacı olduğu, buna karşılık güvenli bağlanm a ilişkisin­
de görülenin, orta düzeyde endişe ve sıcakkanlılık eğilimi oldu­
ğu görüşü ortaya atılmıştır. Ancak, sonraki yıllarda yapılan daha
kapsam lı araştırm alar, m izacın ve bağlanm a stilinin farklı analiz
seviyelerindeki kavram lar olduğunu göstermiştir. Buna göre, iki­
li ilişkinin bir niteliği olan bağlanm a, bireysel davranış ö rü n tü ­
sü olan mizaca indirgenm em elidir. Ayrıca, çocuğun m izacının,
bağlanm adaki güven durum uyla ilişkisiz olduğunu ve mizaç ile
güvenli bağlanm anın birbirinden tam am en ayrı kavram lar ol­
duğunu gösteren çalışmalar da vardır. Bağlanma literatüründeki
bu kavramsal tartışm aların bugün vardığı nokta, bağlanm anın,
çocuğun mizaç özellikleri ile ebeveyn davranışları arasındaki e t­
kileşime göre değişebildiğidir. Yani güvenli bağlanm a ilişkisinin
oluşm asında, çocuğun mizaç özelliklerinin anne-babanın tutum
ve davranışlarıyla uyum içinde olm ası önemlidir. Bu yaklaşıma
göre, her iki tarafın özelliklerinin örtüşm esi, güvenli bağlanm a
gibi olum lu bir sonuç doğururken, özellikler arasındaki uyum ­
suzluk, güvensiz bağlanm aya ve dolaylı olarak olum suz gelişimsel
sonuçlara yol açabilir. Güvenli bağlanm aya giden yolda, duyarlı
ebeveynler, rahatsız edici bir d urum la karşılaştığında çocuğa des­
tek olurlar ve eğer çocuk zorluk karşısında yenik düşecek gibiyse,
zorluğu ortadan kaldırm aya veya azaltmaya yönelik hareket eder­
ler. Ayrıca, sosyal ve duygusal yetkinlik için dezavantaj oluşturan
mizaç özellikleriyle ilgili olarak, duyarlı ebeveynler çocuklarının
içsel düzenlem e yapm alarına ve bunun için gerekli becerileri ge­
liştirm elerine yardım cı olmaya çalışırlar.
Bağlanmaya dair çıkarım ları olan ve kabul gören bir diğer yak­
laşım da Ayırımlı Duyarlılık savıdır. Bu sav da çocuk mizacı ile a n ­
nenin çocuk yetiştirm e tutum ları arasındaki etkileşim in önem ine
vurgu yapar, am a bunu yaparken etkileşim in ne şekilde rol oyna­
dığına dair açıklam a getirir. Ayırımlı Duyarlılık savına göre, bir
mizaç boyutunun uç düzeyindeki çocuklar, çevreden gelen hem
olum lu hem de olum suz etkilere karşı çok duyarlıdırlar. Ö rneğin,
yüksek düzeyde olum suz tepkisellik gösteren bir çocuk, ortalam a
düzeyde olum suz tepkisellik gösteren bir çocukla karşılaştırıldı­
ğında, kendisine gösterilen olum suz ebeveynlik davranışlarından
(örn., duyarsızlık ve güç gösterim i) daha çok ve kötü yönde e t­
kilenir. Ancak, bazı araştırm acıların “zor mizaçlı” olarak tan ım ­
ladığı bu çocuk, m izacının uç düzeyde olm asından kaynaklanan
duyarlılığa bağlı olarak, olum lu çevreden ve olum lu ebeveynlik
davranışlarından da daha fazla yarar sağlayan çocuktur. Bu yak­
laşıma göre, çocuğun duygusal tepkiselliği onu çevrenin her türlü
etkisine daha açık hale getirir ve bu çocuk ebeveynin pozitif tu ­
tum larıyla desteklendiğinde en az diğer çocuklar kadar istenilen,
ideal gelişim özelliklerini gösterir. Bu durum , “zor” olarak tan ım ­
lanan m izaç özelliklerinin risk unsuru olm am akla kalmayıp, aynı
zam anda koruyucu nitelikte olabileceğine işaret etmektedir. Bu
koruyucu olm a özelliği şüphesiz ancak çevre özelliklerinin çok
olum lu olması durum unda söz konusudur. Çevrenin özellikleri
bu çocuklar için kritiktir; keza her türlü çevre etkilerini almaya
çok yatkın bir yapıya sahiptirler.
Ayırımlı Duyarlılık savını destekleyen pek çok araştırm a bul­
gusu vardır. Bu bulgulardan biri, yüksek düzeyde ürkek mizaca
sahip çocukların, anneleriyle duyarlı ve sıcak etkileşim içeren
olum lu bir ilişki içinde olduklarında hızlı vicdan gelişimi göster­
diklerini ortaya koymuştur. Buna karşılık, yüksek düzeyde ürkek
mizaçlı çocuklar, annelerinin ceza ve güç gösterim ini az kullan­
ması d urum unda bile, vicdan gelişimi ve içselleş!irmede zorluk
göstermişlerdir.

D aha önce de belirttiğim iz gibi, çocuktaki zorlayıcı mizaç özel­


likleri, anne-babalar üzerinde olum suz etki yapabilir. Duygusal
olarak tepkili, daha kolay kızan, kolayca hüsrana uğrayan, ağla­
yan, davranışsal olarak daha ürkek ve çekingen bir çocuk yetiştir­
mek, ebeveynler için baş etm esi güç, fazladan stres yaratan bir d u ­
rum olabilir. Oluşan olum suz koşullar ve sıkıntı karşısında anne-
babaların duyarsız olmar«sert davranm a, dayak gibi fiziksel ceza
yöntem lerine başvurm a ihtim alleri artabilir. Ne var ki sonuçların
çocuk ve anne-baba için olum lu olması, ancak ebeveynin bu m i­
zaç özelliklerini zorlayıcı fakat üstesinden gelinebilir bir farklılık
olarak görmesi d urum unda m üm kündür.
Ayırımlı Duyarlılık savı, anne duyarlı ve destekleyici bir tutum
içinde olduğunda, çocuğun zorlayıcı mizaç özelliklerinin birer
avantaja çevrileceğini, güvenli bağlanm a ilişkisinin kuvvetli şekil­
de oluşacağını öngörm ektedir. Yazının başında sözü edildiği gibi
mizaç, bağlanm ayı etkileyebilecek çocuk özelliklerinden sadece
biridir. Burada ele alınamayan am a anne-babalar için zorlayıcı ola­
bilen pek çok başka özellik vardır. Bunlardan bazıları, otizm gibi
gelişimsel bozukluklar ile zihinsel ve fiziksel özürlü olm a d u ru m ­
larıdır. Araştırm alar, ileri ve orta düzeylerde zihinsel özrü olan
çocukların ve otistik çocukların bakım verenleriyle ilişkilerindeki
bağlanm a niteliğinin, özrün veya bozukluğun seviyesiyle ilişkili
olm adığını göstermiştir. Bir başka deyişle, ebeveyn için zorlayıcı
olan özelliklerin daha fazla olması, bağlanm a ilişkisinin niteliğini
olum suz yönde etkilem emektedir. Aynı araştırm alar, sürekli bir
bağlanm a figüründen yoksun olarak büyüyen ve hem görm e hem
de zihinsel işlevlerde özre sahip çocuklarda dahi, bağlanm ayı h e­
def alan iyileştirm e program larının olumlu sonuç verdiğini gös­
term ektedir. Bulgulara göre, çocuklara sadece olum lu yaklaşım
gösteren bir terapistin olduğu kontrol grubuna kıyasla, duyarlı ve
destekleyici bir terapistin olduğu deneysel grupta, terapist ile ço­
cuk arasında güvenli bağlanm a oluşm akta ve bu çocuklarda terapi
sırasında gözlemlenen duygu düzenlem e zorlukları önemli ölçü­
de azalmaktadır. M izaç-temelli m üdahale program ları da, benzer
bir mekanizm ayla, güvenli bağlanm a ilişkisine dolaylı katkı ya­
pabilmektedir. Bu program ların başlıca amaçları, ebeveynlerin,
bakım verenlerin ve öğretm enlerin, çocukların bireysel özellik­
lerine olan duyarlılıklarını ve çocuk bakım /yönetim becerilerini
arttırm ak, çocuklara mizaç temelli stratejiler uygulayarak kendi
öz-düzcnlcm clcrini geliştirmeleri konusunda yardım cı olmaktır.
Tüm bunlar sonucunda hedelleneıı ise, çocukların olum lu ilişki­
ler geliştirm elerinin kolaylaştırılması, sosyal yetkinliklerinin a rt­
m ası ve davranış sorunlarının önlenm esidir.

Ç ocukların kendilerine has doğalarını anlam ada ve onların


sağlıklı gelişimi için en uygun koşulları sağlam ada anne-babalara
önem li görevler düşmekte. Ç ocukların, m izaçlarına ilişkin ver­
dikleri ipuçlarını değerlendirm e konusunda aileleri bilgilendir­
m ek ve uygun ebeveynlik davranışları konusunda onlara yol gös­
term ek ise uzm anların sorum luluğudur. A nne-çocuk arasındaki
güvenli bağlanm anın kısa ve uzun vadede görülen sonuçları d ü ­
şünüldüğünde, bu alandaki bilginin artm ası ve yayılmasının öne­
m i daha da belirginleşiyor.

Kaynaklar
• A insw orth, M ., Blehar, M ., Waters, E. & Wall, S. (1978). Patterns o f
A ttachm ent, USA: Erlbaum.

• Azar, B. (1995). T im id ity can develop in the lirst days o f life, M o n i­


tor, 26.

• Belsky, J., Bakerm ans-K ranenburg, M . & van Ijzendoorn, M. (2007).


For better and for worse: Differential susceptibility to en viron m en ­
tal influences, Current D irections in Psychological Science, 16,
300-304.

• Bowlby, J. (1969). A ttachm ent and Loss, Vol. I: A ttachm ent, USA:
Basic Books.

• C am pos, J., Barrett, K., Lamb, M ., G old sm ith , II. & Sternberg, C.
(1983). Socioem o tio n a l developm ent. In. M. Ilailh & J. C am pos
(Eds.), P. H. M ussen (Series Ed.), H andbook o f C hild Psychology:
Vol. 2: Infancy and D evelop m en tal Psychobiology, pp. 783-916,
USA: Wiley.

• C hess, S. & T hom as, A . (1982). Infant bonding: M ystique and real­
ity, A m erican Journal o f O rthopsychiatry, 52, 213-222.
• C hess, S. & T hom as, A. (1986). T em peram ent in C linical Practice,
USa: G uilford Press.
• C rockenberg, S. (1987). Predictors and correlates o f anger toward
and punitive control o f toddlers by adolescent m others, C hild D e ­
velopm ent, 58,'964-975.
• D e Schipper, J. C., Stolk, J. & Schuengel, C. (2006). Professional ca­
retakers as attachm ent figures in day care centers for children w ith
intellectual diability and behavior problem s, Research in D ev elo p ­
m ental D isabilities, 2 7 ,2 0 3 -2 1 6 .
• D iam on d, A., Barnett, W. S., Thom as, J. & M unro, S. (2007). Presc­
h ool program im proves cogn itive control, Science, 318, 1387-1388.
• Eisenberg, N . & Fabes, R. A. (1998). Prosocial developm ent. In. W.
D am on (Series Ed.), & N . E isenberg (Vol. Ed.), H an d b ook o f Child
P sychology: Vol. 3: Social, E m otional, and Personality D ev elo p ­
m ent, pp. 701-778, USA: W iley.
• Kagan, J. (1982). Psychological Research on the H um an Infant: An
Evaluative Summ ary, USA: W. T. Grant Foundation.
• K ochanska, G. (1998). M other-child relationship, child tearfulness,
and em erging attachment: A short-term longitudinal study, D e v e ­
lopm ental Psychology, 34, 480-490.

• Kochanska, G., A ksan, N . & Joy, M. E. (2007). Children's fearfulness


as a m oderator o f parenting in early socialization: Two longitudinal
studies, D evelopm en tal Psychology, 43, 222-237.

• M ain, M. & H esse, E. (1990). Parents’unresolved traum atic exp eri­


en ces are related to infant disorganized attachm ent Status: Is frigh ­
tened an d /or frightening parental behavior the linking m echanism ?
In. M. T. Greenberg, D. C icchetti. & E. M . C u m m in gs (Eds.), A t­
tachm en t in the Preschool Years: Theory, Research, and Interventi­
on, pp. 161-182 USA: C hicago U niversity Press.
• M ain, M . & Solom on , J. (1986). D iscovery o f a new, insecure d is­
organized/d isorien ted attachm ent pattern, In. T. B. Brazelton & M.
W. Yogman (Eds.), A ffective D evelop m en t in Infancy, pp. 95-124,
USA: Ablex.
M cC low ry, S., Snow, D. L. 8c Tam is-L eM onda, C. S. (2005). An
evaluation o f the effects o f "INSIGHTS" on the behavior ol inner
city prim ary sch ool children, Journal o f Prim ary Prevention, 26,
567-584.
Paterson, G. & Sanson, A. (1999). H ie association o f behavioral
adjustm ent to tem peram ent, parenting and fam ily characteristics
am ong five-year-old children, Social D evelop m en t, 8, 293-309.

Patterson, G. R., D eBaryshe, B. 8c Ramsey, E. (1989). A d ev elo p m en ­


tal perspective on antisocial behaviour, A m erican P sychologist, 44,
329-335.

R osen, K. S. 8c Rothbaum , F. (1993). Q uality o f parental caregiv-


ing and security o f attachm ent, D evelop m en tal Psychology, 29,
358-367.
Rothbart, M. K. 8c Bates, J. E. (1998). Tem peram ent. In. W. D am on
8c E. E isenberg (Eds.), H an d b ook o f Child Psychology: Vol. 3: Social,
E m otional and Personality D evelop m en t, (5th ed .), USA: W iley.

Sanson, A., H em phill, S. A. 8c Smart, D. (2002). T em peram ent and


social developm ent. In. P. K. Sm ith 8c C. FI. Hart (Eds.), Blackwell
H an d b ook o f C h ild h ood Social D evelop m en t, pp. 97-116, UK:
Blackwell Publishing.

Schuengel, C., Sterkenburg, P. S., Jeczynski, P., Janssen, C. G. C. 8c


Jongbloed, G. (2009). Supporting affect regulation in children with
m ultiple disabilities during psychotherapy: A m ultiple case design
study o f therapeutic attachm ent, Journal o f C on su ltin g and Clinical
Psychology, 77, 291-301.
Sroufe, L. A. (1985). A ttachm ent classification from the persp ecti­
ve o f infant-caregiver relationships and infant tem peram ent, Child
D evelop m ent, 56, 1-14.
T hom as, A. 8c C hess, S. (1977). Tem peram ent and D evelopm ent,
USA: Brunner/M azSl.
T hom as, A., C hess, S. 8c Birch, H. G. (1968). T em peram ent and Be­
haviour D isorders in C hildren, USA: N ew York U niversity Press.
Van IJzeııdoorn, M. H. & D e W olff, M . S. (1997). In search o f the ab­
sent father - m eta-analysis o f infant-father attachm ent: A rejoinder
to our d iscussants, C hild D evelop m en t, 6 8 ,6 0 4 -6 0 9 .
Yağmurlu, B., K öym en, S. B. & Sanson, A. (2005). Ebeveynlerin ve
çocu k m izacının olum lu sosyal davranış gelişim in e etkileri: Zihin
kuram ının belirleyici rolü, Türk Psikoloji D ergisi, 20, 1-20.
BAĞLANMA ve AİLE İŞLEVLERİ
AÇISINDAN ANNE-BABA-ÇOCUK
İLİŞKİLERİ

Zuhal Gültekin*

ile, en genel bilinen tanım ıyla toplum u oluşturan en kü­


A çük sosyal birim dir. Bu birim in insan hayatında önemli
bir yeri vardır. Bireylerin ruh ve beden sağlığı için gerekli sevgi,
şefkat ve bakım ı bulabilecekleri en doğal ortam ailedir. Yaşamdan
doyum sağlama, işlevlerini etkili bir biçim de yerine getirm e ve
yaşanılan toplum a uygun bir birey olarak yetişme önce aile içeri­
sinde sağlanm aktadır. Aileleri yapılarına göre geniş aile, çekirdek
aile ve parçalanm ış aile olm ak üzere 3 e ayırabiliriz;
a) Geniş aile, birkaç kuşağın bir arada, çoğu kez aynı çatı altın­
da yaşadığı beraberlik içinde yürüttükleri bir aile türüdür.
b) Çekirdek aile, anne baba ve evlenm em iş çocukların oluştur­
duğu ailedir.

* Psikolojik Danışman ve Rehber Öğretmen, Özel Fatih Koleji, İzmir.


zuhal_gultekin_@hotmail.com
Türkiye’d e Bağlanma konusunda böyle bir kitabın çıkmasına öncülük ettiği için
editörümüz Sayın Uzm. Psk. Tarık Solm uşa teşekkür ederim.
c) Parçalanmış aile, boşanm ış eşlerden biriyle çocuklardan oluş­
tuğu gibi, evlilik bağı olmayan çiftler ve çocuklarının oluşturduğu
aileler de parçalanm ış / tam am lanm am ış aile sayılmaktadır.
Aileleri işlevleri açısından değerlendirdiğim izde ise sağlıklı iş­
levini yerine getirebilen aile ve sağlıklı işlevini yerine getiremeyen
aile olarak ikiye ayırabiliriz;
a) Sağlıklı işlevlere sahip aile, sorunlarını bir araya gelerek çöze­
bilen, birbirlerine duygusal olarak bağlı ve özgürlüklerini kısıtla­
m ayacak şekilde birbirleriyle ilgili, kendilerinden beklenen rolleri
etkili biçim de yerine getirebilen, davranışlarını aşırıya kaçm aya­
cak şekilde kontrol edebilen, açık ve dolaysız bir iletişime sahip
olan bireylerden oluşmaktadır.
b) Sağlıklı işlevlerini yerine getiremeyen aile, işlevlerini sağlıklı
bir beraberlik içinde yerine getirem eyen aileler sağlıksız aileler­
dir. En önem li özelliği, iletişim in ve kişiler arası ilişkilerin bozuk
olması ve kurallara aşırı bağlı olmadır. Belirli roller kişilerin üze­
rine zorla yüklenm iştir ve bunları değiştirm ek zordur. Üyeleri
birbirleriyle az konuşan ve açık bir iletişim içinde olmayan, aileyi
ilgilendiren konulara birlikte çözüm aram ayan, üyeleri birbirleri­
ne gerçek bir yakınlık duym ayan ve olum suz duygular besleyen
aileler sağlıksızdırlar. Aile sistem inin genel işlevleri vardır, bu iş­
levlerin m ekanizm asına bakarak ailenin hangi boyutta sağlıklı ya
da sağlıksız olduğunu söyleyebiliriz.

Aile İşlevleri
Problem Çözme
Yaşantımızda problem lerle kaçınılm az olarak karşılaşırız. Bu­
radaki önem li ayırım ise işlevsel/sağlıklı olan ailelerde ailenin
etkili bir şekilde işlevini yerine getirebileceği düzeyde m addi ve
m anevi sorunlarını çözebilme becerisine sahip olabilmesidir. Bu
beceri sorunun ortaya çıkışından çözüm lenm esine kadar olan
dönem i kapsar.

Problem çözme m ekanizm ası sağlıklı çalışan aileler;


• Sorunun çözüm ünde ailece karar alırlar. Ailedeki bireyle­
rin her biri çözüm için aile m ekanizm asının işleyen parça­
ları gibidir.
• Problem i çözüm e kavuşturm ak için çeşitli yollar denerler.
• Ç özüm ün işe yarayıp yaram adığını kontrol ederler.

Problem çözme m ekanizm ası sağlıksız çalışan aileler ise;


• Sorunların paylaşılması yeni tartışm aları beraberinde geti­
receği endişesiyle sorunlar bastırılabilir, yok sayılabilir.
• Ailede bütünlük yoktur.
• Sorunu ele alm ada ve çözm ede yetersizlik görülür.

İletişim
İletişim, aile üyeleri arasındaki bilgi alışverişi olarak tanım lana­
bilir. İletişim in kalitesi aile içi ilişkileri düzenlem edeki en önemli
unsurdur.
İletişim m ekanizm ası sağlıklı çalışan ailelerde;
• Aile bireyleri arasındaki sözlü iletişim içeriği açıktır. Bu bi­
reyler ailede hoşlanılm ayan bir şey olduğunda bu durum u
açıkça paylaşabilirler.
• Ailede üzgün biri v^rsa bir diğeri bunun nedenini bilir. İle­
tişim açık ve aktiftir.
• Aile bireyleri isteklerini birbirlerine ifade edebilirler.
• İletişim m ekanizm ası sağlıksız çalışan ailelerde ise;
• Aile bireyinin söylem ek istediğiyle söylediği konu birbiriy
le çelişir. Kişinin asıl isteğiyle söylediği örtüşm ez.
• Kişinin ne istediğini ve ne hissettiğini anlam ak m üm kün
değildir. İletişim dolaylıdır. Hatta bu durum u anlatm ak
için “kızım sana söylüyorum , gelinim sen anla” sözü olduk­
ça uygundur.
• Aile bireyleri öfkelenince birbirlerine küserler. İletişim ka­
palıdır.

Roller

Roller, ailenin m addi ve m anevi davranış kalıplarıdır. Aile de


ailenin kaynaklarının kullanım ı, bakıp büyütm e, destekleme,
kişisel gelişim sağlama, aile sistem ini idare etm e gibi konularda
davranış kalıbı geliştirip geliştirem emesi üzerine odaklanır. Para,
konut, giyim, yeme gibi m addi gereksinim lerin karşılanm ası rol­
lere bağlı olarak ele alınır. Roller sadece aile içi ile sınırlı kalmaz.
Aile içinde çocuğun öğrenci olm asına, anne babanın ise çalışıyor­
larsa eğer çalıştıkları kurum daki pozisyonlarına göre görevleri,
rolleri vardır.

Rol m ekanizm ası sağlıklı çalışan ailelerde;


• Rol dağılım ı bellidir. Evde hangi işin kim in tarafından ya­
pılacağı kararlaştırılm ıştır.
• Bu aileler çocukların ve ebeveynin bakım ı, beslenm e ve ge­
lişm esini sağlayacak şekilde rollerini belirlem iş ailelerdir.
A nnenin annelik rolleri, babanın babalık rolleri ve çocu­
ğun aile içindeki yeri ve görevi bellidir.
• Ebeveynler çocukların aile içindeki arkadaşları değillerdir.
Ç ocuklar ebeveynliğin arkadaşlıktan daha yüce, özel ve gü­
zel bir konum olduğunu keşfetmişlerdir.
• Eğer aile içinde anne dışında bakım veren başka biri varsa
(hala, teyze, büyükanne gibi) bu kişilerin de aile içinde sı­
nırları ve rolleri bellidir
• Belirgin görevlerin aile üyelerine eşit dağılımı söz konusu
dur.
• Aile üyeleri sorum luluk sahibidir. Gerektiği durum larda
aile üyelerine görevlerini hatırlatarak kendilerine düşen
işin yapılması da sağlanabilir.
• Özel günleri (doğum günü, bayram lar) beraber yaşarlar

Rol m ekanizm ası sağlıksız çalışan ailelerde ise;


• Ailede eşit görev dağılım ı yoktur. Ailede b ir üye hem kendi
rolünü hem de diğerinin rolünü üstlenm iş d urum da olabi­
lir. Ö rneğin, ailede baba pasif konum dayken annenin hem
kendi rolünü hem de babanın rolünü almış olması olasıdır.
Böyle bir durum da anne belli bir zam an dilim i içinde yıp­
ranıp tükenm işlik sinyalleri verebilir. Ya da anne çok bas­
kın olduğu için bütün görev dağılım ını kendi yapm ak ister,
böylelikle de diğer aile üyeleri huzursuz olur.
• Aile üyeleri üzerlerine düşen görevleri yerine getirm ek is­
temezler. Görevlerin yerine getirilm esi için sürekli takip ve
hatırlatm a gereklidir.
• Aile üyeleri birbirleriyle ilgilenmeye vakit bulam azlar (an­
nelik ve babalık rolleri işletilmiyor olabilir)
• Bu aile üyeleri işe/okula yetişmekte güçlük yaşıyor olabi­
lirler.
• Evde ihtiyaç olan bir şeyin bittiğinin farkına varılmaz.

Duygusal Tepki Verebilme


Aile üyelerinin her türlü durum ya da olay karşısında en uygun
tepkiyi gösterm esi anlam m a gelir. Aile üyelerinin birbirlerine kar­
şı m utluluk, sevinç, neşe, sevgi gibi olum lu duygularının yanında
kızgınlık, üzüntü, şaşkınlık, korku gibi olum suz duygularını da
rahatlıkla ifade edebilmesidir.
Duygusal tepki verebilm e m ekanizm ası sağlıklı çalışan aile­
lerde;
• Aile üyeleri yukarıda da belirtildiği gibi olum lu ve olum suz
duygularını birbirleriyle rahatlıkla paylaşıp karşılığını da
bulabilirler.
• Aile üyesi duygusal olarak zor bir dönem de olduğunda di­
ğer bireyler duygusal destek sağlarlar.
• En önem li nokta; aile üyelerinin birbirlerine karşı sağlıklı
duygusal tepkide bulunabilm eleridir. Yani duygusal tepki
verm enin derecesi / şiddeti önemlidir.
• Sağlıklı ailelerde çocuğun verdiği tepki ile ebeveynin ver­
diği duygusal tepki birbirleriyle örtüşür. Ö rneğin, çocuk
gülerken anne onun bu tepkisiyle örtüşen bir biçim de yanıt
verir.

Duygusal tepki verebilme m ekanizm ası sağlıksız çalışan aile­


lerde ise;

• Aile üyeleri birbirlerine karşı duygularını açığa vurm aktan


kaçınır.
• Sevgi, şefkat gibi duygular ikinci plandadır.
• Korku, endişe, üzüntü gibi duyguların paylaşılm asından
kaçınılır.
• Özellikle ataerkil ve otoriter ailelerde duyguları açığa vur­
m ak daha güçtür. D uyguları belli etm ek zayıflık göstergesi
kabul edilir ya da aile üyesi sert bir tepkiyle karşılaşarak
duygularını gösterm em esi gerektiğini öğrenir. Erkek çocu­
ğa atfedilen “erkekler ağlam az” sözü bu d urum un kanıtla-
yıcısı niteliktedir. Toplum um uzda da bu d u ru m u n netice­
sinde ağlayan erkeğe “kız gibi” yakıştırm aları yapılabilm ek­
tedir.
• Bu ailelerde sağlıklı duygusal tepkide bulunm anın şiddeti/
derecesi tutturulam az. Ö rneğin, sınıfta kalm ış bir çocuk bıı
d u ru m u ailesiyle paylaştığında iki uç tepki yaşanabilir.

Gereken İlgiyi Gösterme


Gereken ilgiyi gösterm e, aile üyelerinin birbirlerine karşı gös­
terdiği ilgi, bakım ve sevgiyi içerir. Bazı aileler birbirlerinin her
şeyiyle ilgilenirken bazı ailelerde ise durum b u n u n tersidir.

Gereken ilgiyi gösterm e m ekanizm ası sağlıklı çalışan ailelerde;

• Aile bireyleri birbirleri ile orta derecede ilgilenirler.


• Aile bireyleri birbirlerine yardım cıdırlar ve destekleyicidir­
ler. Aile üyeleri olum lu ve olum suz duygularda başa çıkm a­
da birbirlerine yardım cı olurlar.
• Aile içindeki sorunlar problem çözme m ekanizm asıyla da
desteklediğinde aile sorunların üstesinden daha kolay ge­
lir. Duygusal tepki verebilme m ekanizm ası ile desteklendi­
ğinde de değerlilik hissinin oluşm ası için en uygun ortam
sağlanm ış olur.

G ereken ilgiyi gösterm e m ekanizm ası sağlıksız çalışan ailelerde


ise;
• Aile bireyleri birbirleriyle ilgisizdirler.
• Bu aile m odelinde herkes kendisini düşünür.
• Ailede eğer herkesi ilgilendiren bir d u ru m varsa, kişisel
olarak kazanım elde edilecek bir durum varsa eğer ancak
bir araya gelinir.
• Kötü bir niyetleri olm asa da aile bireyleri birbirlerinin ha­
yatlarına çok karışırlar. Sınır olgusu ihlal edilir.
• Aile bireylerinden birinin başı derde girdiğinde diğer feri
ler bunu kendilerine fazlasıyla dert edip yoğun kaygı ve
korku yaşarlar. D aha çok aşırı korum acı ailelerde yaşanır.
Aile bireylerine bir şey olm asa bile olacakmış korkusuyla
sürekli ilgi halinde olabilirler.

Davranış Kontrolü

Davranış kontrolü, ailenin, üyelerinin davranışlarına standart


koyma, biçim lendirm e ve disiplin sağlama biçimidir. Davranış
kontrolünde, ailenin iletişimi, ilgi gösterm e, problem çözebilme
yetisi de önemlidir. Sorunlar karşısında aile üyelerinin davranış­
larının esnek, katı, serbest ya da düzensiz oluşunu bu m odelden
anlayabiliriz.

Davranış kontrolü m ekanizm ası sağlıklı çalışan ailelerde;

• Davranış kontrolünü sağlayan ailelerde bir sorunla karşı­


laşıldığında sorunu ele alış stili öngörülebilir. Ebeveyn ya
da çocuk, birbirlerinin nasıl davranacaklarını önceden b i­
lirler.
• Bu m ekanizm anın sağlıklı işlediği ailelerde “roller” m eka­
nizm asının da iyi işlediği var sayılır. Aile bireyleri birbirle­
rine saygılıdırlar. Davranışlara standart getirilm iş olduğu
için hiç kimse diğerinin yaşam alanını ihlal etmez.
• Ailede herkesin uym ası gereken belirli kurallar vardır. Fa­
kat bu kurallar ailenin yaşam ını dengelem esini sağlar nite­
liktedir.

Davranış kontrolü m ekanizm ası sağlıksız çalışan ailelerde;

• Bu m ekanizm anın sağlıksız işlediği ailelerde “roller”, “p ro b ­


lem çözme” ve “iletişim” m ekanizm aları da sağlıksızdır. Bu
nedenle de acil b ir durum la karşı karşıya kalınsa kim in n a ­
sıl davranacağı önceden kestirilemez.
• Bu tü r ailelerde tartışm alar büyük kavgalara dönüşebilir.
• Aile içi kurallar belli değildir. Evde herkes kendi başına
buyruktur.
• Ailede yaşanan sorunlara karşı bir tutarsızlık söz konusu
d ur ve farkındalık düşüktür.

Bağlanma, Aile İşlevleri ve Ebeveyn -


Ç ocuk İlişkileri
Aile, çocuğun toplum a ve yaşam a uzanm ası için bir köprü gö­
revi yapm aktadır. Aile bireylerinden öğrenilenler, yaşam ın ilk yıl­
larında atılan sağlam tem eller ve kurulan güvenli ilişkiler önem ini
yaşam boyu sürdürm ektedir. Çocuğun bilişsel gelişim inden cin­
sel gelişimine kadar tüm alanlar açısından tam ve sağlıklı bir birey
olm asında ailenin etkisi inkâr edilemez. Aile içi ilişkilerin olum lu
olması, anne - babaların tutum ları, özellikle tem el güven duygu­
su açısından anneyle ilişkileri ve diğer aile bireylerinin özellikleri
çocuğun psikolojik gelişimi için çok önem taşım aktadır. A nne -
babaların çocuklarıyla ilişkileri dünyayı ya güvenli ve yaşamaya
değer ya da korkulacak, güvensiz bir yer olarak algılam alarına
neden olmaktadır.
Kim lik gelişimi ve ileriki yaşantım ızın nasıl şekilleneceği bağ­
lanm a ve aile işlevlerinin nasıl işlediği ve geliştiği sorusunun p a ­
ralelinde gelişir. Temel güven duygusunun ya da güvensizliğin
tohum ları 0-2 yaşında serpilir. Temel güven duygusu güvenli bağ­
lanm a geliştirebilm ek için önemlidir. Ç ünkü güvenli bağlanama-
m a güvensizlik, güvensizlik um utsuzluk, um utsuzluk da gelecek­
sizlik duygusu yaratır. Bağlanma kuram ı, bebeklikten yetişkinliğe
yaşanan yakın ilişkilerin gelişimi hakkında bir çerçeve sunm ak­
tadır. Ç ocuklar tem el bakım veren kişilerle etkileşim leri boyun­
ca zihinsel m odeller geliştirirler. Bu m odeller bağlanm a figürü
ve benliğe ilişkin beklentileri de kapsayan dinam ik temsillerdir.
Bağlanma figürü ile kurduğu ilişkiyi temel alan bu beklentiler b i­
reyin kişilerarası alandaki algılarını biçim lendirir ve gelecekte ku­
racağı ilişkilerdeki inançlara, duygulara ve davranışsal taktiklere
rehberlik eder. Bağlanma sonucu gelişen zihinsel m odeller (içsel
çalışma m odelleri), iki temel bileşene sahiptir. Bunlardan ilki olan
benlik m odeli kişinin bağlanm a figürleri tarafından sevilmeye,
desteklenm eye değer olup olm adığına yönelik kendisiyle ilgili
inançlarını içermektedir. Başkalarına ilişkin zihinsel m odellerde
ise, önem li kişilerin ya da bağlanm a figürünün güvenirliği, ulaşı­
labilirliği ya da kabul ediciliği ile ilgili inançlar yer almaktadır.

İnsan hayatı için bağlanm anın, dünyayı keşfederken geri dönü­


lebilecek güvenli bir temel olma, fiziksel gereksinim leri karşılam a
ve hayata dair bir güvenlik duygusu geliştirebilme şansı olma gibi
üç tem el işlevi vardır. Bu ihtiyaçlar yeterli düzeyde karşılanm adığı
takdirde çocukta oluşan benlik algısıyla bağlantılı olarak birtakım
davranış bozuklukları gelişebilmektedir. Bu süreç ise tem el bakım
veren kişiyle kurduğu ilişkinin kalitesine göre çocuğun kendi­
lik ve diğerleri algısını nasıl biçim lendirdiğine yani içsel çalışan
m odellere göre şekillenir. Buna göre anne tarafından bir ölçüde
karşılanan güvenlik duygusu çocuğun dünyayı nasıl algıladığını
belirler. H er birey okul öncesi, ergenlik, yetişkinlik süreçlerinden
geçer fakat herkesin biyolojik gelişim süreci aynı şekilde işlemez.
İşte burada bağlanm a ve aile işlevleri devreye girer.
Psikolojik gelişim bakım ından yaşam ın ilk yılları en kritik
dönem olarak kabul edilir. Fiziksel, duygusal ve zihinsel gelişim
dinam ikleri erken yaşlarda ebeveynlerle kurulan bağların kalite­
siyle doğrudan ilişkilidir. Bağlanma kuram ına göre yaşam ın ilk
yıllarında çocukla onu büyüten(ler) arasındaki duygusal bağın
kalitesi beşikten m ezara psikolojik gelişimi etkiler. Erken yıllar­
da kendisine bakan kişilerden, değerli olduğu ve sevildiği duy­
gusunu hisseden ve bu duygu tem elinde zihinsel beklentilerini
ve şem alarını yapılandıran çocuklar ileriki yıllarda daha yetkin,
kendine güvenen ve m utlu olurlar. Güvenli bağlanan bireylerin
içsel işleyiş m odeline bakıldığında benlik ve diğerleri algısının
olum lu olduğu görülür. Temel güven duyguları (0-2 yaş) gelişmiş­
tir. Güvenli annelerin çocuklarıyla arasındaki ilişkileri incelendi­
ğinde ilgi-bakım davranışlarının yerinde ve zam anında, çocuğun
ihtiyaçlarını karşılar nitelikte ve tutarlı olduğu görülür. Çocuk
ile anne arasında oluşan güvenli bağlanm a çocuğun psikolojik
gelişim inde ciddi bir önem e sahiptir ve annenin sıcak, duyarlı,
gereksinim i giderm eye hazır ve bağlanabilir olm a özelliklerini
taşımasıyla ilgilidir. Güvenli bağlanm a, duygusal sağlığın bir kay­
nağı olarak görülür, çocuğa “ötekinin” onun için orada olacağı ile
ilgili güven verir ki bu da onun ilerleyen yaşam ında tatm in edici
ilişkiler kurm a kapasitesine zem in oluşturur. Çocuğun doğuştan
getirdiği özelliklerinin yanı sıra çevre ile etkileşim ine bağlı ola­
rak kazandığı kişilik özellikleri de son derece önemlidir. Öyle ki,
güvenli bağlanm aya sahip çocukların annelerin çocuğun ağlam a­
larına duyarlı, çabuk güldürebilen ve de farklı gereksinim lerine
uygun tepkiler verebilen annelerdir. A nnenin çocukla iletişimde
duyarlılığı ve olum lu tepkiselliği çocuğun benlik değerini arttırır.
Güvenli annenin duygusal tepki verebilme m ekanizm ası çocuğu
sakinleştirir şekildedir. Ç ocuğunun duygularına saygı gösterir,
çocuğuna bakarken onun nasıl bir duyguda olduğunu fark eder
ve d u ru m a uygun hareket eder. Ayrıca, eğer anne kötü bir haber
almışsa bu d urum u anlatırken sadece kendisini “şu an için” kötü
hissettiği ve zamanla her şeyin yoluna gireceği tepkisini vererek
duygusunu da çocuğuyla paylaşabilir. Ç ocuk bu d urum u ve an­
nenin verdiği yatıştırıcı tepkiyi içselleştirir. Böyle anneler için k u ­
caklayan, kapsayan ya da yatıştıran ebeveyn diyebiliriz. Güvenli
anne ve babaların ilişkilerine bakıldığında, aile işlevlerinin sağ­
lıklı çalıştığı görülür. Aile bireyleri arasında karşılıklı güven var­
dır, bu bireylerin ilgi-bakım davranışları yerinde, zam anında ve
çocuğun ihtiyaçlarını karşılar nitelikte, duyarlı ve tutarlıdır. Aile
çocuğunun yaşadığı endişeyi fark edip yatıştırabilir niteliktedir.
Güvenli bağlanm a geliştiren bireylerin ailelerinin problem çözme
becerilerine bakıldığında, aileler, daha etkin başa çıkm a strateji­
lerine (örneğin bir problem ile ilgilenmede aileyi hareketlendir­
me ve sosyal destek elde etm ek için çaba sarf etm e) sahiptirler.
G ünlük hayattaki sorunlarını birbirleriyle paylaşıp birbirlerinden
destek alarak sorunların üstesinden gelmeye çalışırlar. İletişim leri
doğrudan ve açıktır. Aile içinde hoşlanılm ayan durum lar rahat­
lıkla dile getirilebilir. Güvenli bireylerin algılanan aile yapılarının
incelendiği araştırm alarda, ailelerinin oturm uş bir aile sistemi
olduğu görülm ektedir; görev ve sorum lulukları bellidir. Aile üye­
leri birbirlerini motive edebilirler, birbirlerinin sorunlarıyla ilgi­
lenirler, bireyin sorunu çözmesi için ona yol göstericidirler, ancak
sorunları onun adına çözmez ve hayatım onun adına yönlendir­
mezler. Bireyin kendi özgürlüğü vardır, seçim lerini kendisi yapa­
bilir, bunu yaparken de ailesinin onu destekleyeceğini bilir.
Kaygılı / kararsız bağlanan bireylerin içsel çalışan m odellerine
bakıldığında kendilerini olum suz, diğerlerini olum lu algıladıkları
görülür. Kaygılı / kararsız annelerle çocukları arasındaki ilişkiler
incelendiğinde, çocuklarının gereksinim lerinin ne olduğunu her
zam an fark edem edikleri görülm üştür. Kaygılı / kararsız anneler
gereken ilgiyi gösterm ede tutarsız, aşırı m üdahalecidir ve çocu­
ğun ihtiyaçlarıyla orantısız ilgi-bakım davranışları vardır. Ç ocuk
anne ile olan tutarsız ilişkisinde annesinin her ihtiyacı olduğunda
kendisi için orda olmayacağını keşfeder, bu sebeple anneyi kay­
betm e korkusundan dolayı kaygı verici bir ilişki geliştirebilir. Bu
durum lara en güzel örnek olarak 4-6 yaş anaokulu çocukları ve
annelerinin çocuklarını okula bırakırken yaşadıkları ayrılama-
ma sahneleri verilebilir. Kaygılı / kararsız bağlanm a geliştiren
çocuklar anneleri kendilerinden ayrıldıklarında dönm eyecekleri
ve kendilerinin de kaybolacakları endişesiyle annelerinden ayrı­
lam am aktadırlar. Başka bir ifadeyle, kaygılı / kararsız anneler de
kendilerinin olm adıkları ortam larda çocuklarının başına olum suz
bir şey geleceği endişesiyle çocuklarıyla yapışık bir ilişki geliştire­
bilm ekte ve çocuklarının okula uyum sürecini farkında olm adan
da olsa engellemektedirler. Kaygılı kararsız annelerin duygusal
tepki verebilm e m ekanizm ası da tıpkı iletişim m ekanizm asında
olduğu gibi tutarsız, abartılı ve inişli çıkışlıdır. Kaygılı / kararsız
anneler birçok şeye heyecanlanan ve tepki gösteren, kaygılanan
bebeklerini yatıştıram azlar; dolayısıyla da yatıştıran, koruyan, ba-
kımveren ebeveyn rollerini de yerine getiremezler. Bununla bir­
likte, araştırm alara göre, kaygılı / kararsız bireyler ailelerini pasif
problem çözme m ekanizm ası kullanıyorlar şeklinde algılamışlar­
dır. Bu bireyler ailelerinin, kendileri üzerinde yüksek m iktarda
kontrol uyguladıklarını, aileleri tarafından anlaşılm adıklarını ve
özgürlüklerinin kısıtlandığını belirtm işlerdir. Bu t ip aileler, bir
sorunla karşılaştıklarında paniğe kapılıp ne yapacaklarını bile­
m edikleri için var olan sorun daha da büyür. Sorun, duyulması
halinde daha da büyüyeceği kaygısıyla aile bireylerinin tümüyle
paylaşılmaz. Bu nedenle de iletişimleri de dolaylı ve sağlıksızdır.
Davranış kontrolleri ya zayıf ya da çok baskıcıdır. İst ikrarın olm a­
dığını keşfeden çocuk, öğrendiği bu tutarsız ilişki kurm a tarzını
ileriki ilişkilerinde kullanır.
Kaçınan bağlanm a açısından bakıldığında da, bu bağlanm a
stiline sahip bireylerin kendilerine ve başka insanlara ilişkin al­
gılam alarının olum suz olduğu görülür. Kaçınan bireyler olası bir
ilişkinin yaratacağı reddedilm e kaygısını m askelemek için olum ­
lu benlik algılarını korurlar. Bu nedenle kendileri ve bağlanm a
figürleri arasına mesafe koyabilmektedirler. Kaçman bireylerde,
annenin ona olan duyarlılığı, ilgisi benlik değerini arttırırken, a n ­
neden kaynaklanan ihmal ve ret benliğe ilişkin olum suz duygu­
ları destekler. Kaçınan anneyle çocuğun ilişkisindeki bu olum suz
duygular, çocukta, kendisinin sevilmeye değer olm adığı ve diğer
insanların da güvenilmez olduğu inancım geliştirebilir. Güvenli
bireylerin aile fonksiyonlarını güçlü bir şekilde etkileyebilme ve
problem le karşı karşıya kaldığında daha aktif problem çözme
stratejileriyle meşgul olm asının tam tersine kaçınan bağlanm a
stiline sahip bireyler, zayıf ailesel bağlardan dolayı kendilerini ai­
lelerinden çok uzak tutm anın yollarını ararlar. Aileleri, üzerinde
zayıf bir etkiye sahiptirler. Stres durum larında ailelerinden uzak
dururlar. Kaçınan bireylerin aile işlevleri son derece düşüktür, za­
yıftır, sağlıksızdır. Bu bireyler ailelerinin yaşadığı krizi görm ez­
den gelirler, um ursam azlar, basitçe her şeyi kabullenirler ya da
ailelerinin yaşadıkları problem lerle başkalarının ilgilenmesini
beklerler. Ö rneğin, kaçm an bir baba yeterince m addi gücü olm a­
sına rağm en oğlunun okul m asraflarını başkalarının karşılam ası­
nı bekler, ister ya da kaçm an b ir kız evlat ameliyat olan annesinin
hastanedeki tüm bakım ını teyzesine bırakır.
Kaçınan bağlanm a geliştiren bireylerin anneleri incelendiğinde
bu bireylerin mesafeli, duygusal olarak zor ulaşılan ve ihm alkâr
oldukları, olası bir problem anında çocuklarının yaşadığı sıkın­
tıları fark edem edikleri, ettikleri d urum da da sorunu çözüm e
kavuşturm ak için harekete geçmede çok yavaş davrandıkları gö­
rülür. Gereken ilgi ve yakınlığı gösterm ede zayıf davranan bu aile­
nin çocukları sorunlarla başa çıkabilm ek için kendileri mücadele
etm ek zorunda kalırlar. Sorunlarıyla kendisi uğraşan çocuk hiç
kimseye güvenmez, “bu dünyada her şeyin üstesinden tek başım a
gelebilirim, gelmeliyim” inancı geliştirebilir. Aileler ise bu d u ru ­
m u “bizim çocuğum uz özgür, kendi kararlarını kendi alır, biz bu
güne kadar onun hiçbir şeyine karışm adık” diyerek bir anlam ada
ihm alkârlıklarına kılıf ararlar. Kaçm an anne ve / veya babaların
çocukları ileriki yıllarda iş o rtam ını sosyal ortam lardan kaçış ara­
cı olarak görürler. Çevrelerindeki yardım isteyen insanlara karşı
kayıtsız davranabilirler, çünkü herkesin kendi sorununu kendi­
sinin çözmesi gerektiğini öğrenm işlerdir. Sorunların anlatm azlar
ya da sorunlarının ilgilenilmesi gereken bir sorun olduğunu d ü ­
şünm ezler ya da fark etmezler. Terapiye karşı dirençlidirler. Tera­
piye geldiklerinde de sanki terapist odada yokm uş gibi davrana­
rak ailesinden öğrendiği mesafeli, uzak davranışı sergilerler.
Sonuç olarak, anne-çocuk arasında oluşan karşılıklı sevgi b a­
ğının ileriki yaşantıya olan en büyük katkısı, daha sonra diğer in ­
sanlarla kurulan tüm ilişkilerde güven duygusunun oluşmasıdır.
Bu d u ru m da hem birey hem de toplum un gelişimi için önem li
bir sosyal birikim dir. A nne-çocuk arasında güven duygusunun
oluşam am ası ise ileriye dönük ilişki kurm a kapasitesini sınırlan­
dıracağı için tem el risk faktörü oluşturur. Ö te yandan, anne ve ço­
cuk arasında kurulan güvenli bir bağlanm a ilişkisi çocuğa sağlıklı
psikolojik gelişim olanağı sağlarken, annenin çocuğuyla kurduğu
ihm alkâr ya da reddedici ilişki sağlıksız bir kişiliğin gelişmesine
zem in oluşturur.

Kaynaklar
• B olen, R. M. (2005). A ttachm ent and fam ily violence: C om plexities
in kn ow in g, C hild A buse and N eglect, 29 (8), 853-69.
• Bozkurt, S. (2006). Tem as biçim leriyle bağlanm a stilleri ve kişiler
arası şem alar arasındaki ilişkinin incelen m esi arasındaki ilişkinin
in celen m esi, Y ayınlanm am ış D oktora Tezi, Ankara Ü niversitesi,
Ankara.
• Brown, S. L. & W right, J. (2001). A ttachm ent th eory in adolescents
and its relevance to d evelopm ental psychopathology, Journal o f
C hild P sychology and Psychotherapy, 15-32.
• Bulut, I. (1990). A ile D eğerlen d irm e Ö lçeği El Kitabı, Ankara: Ö z
G üzel İş Matbaası.
• Gezer, Z. Ü. (2001). The relationship b etw een attachm ent styles o f
adolescents and their fam ily environm ents.
• Güvenir, T. (2006). D elikanlı, İzmir: İlya Yayınevi.
• M ain, M . & S olom on , J. (1990). Procedures for id en tifyin g infants as
disorgan ized/disorien ted during the A insw orth Strange Situation.
In M. G reenberg, D. C icchetti & E. M . C u m m in gs (Eds.), A ttach­
m ent in the P reschool Years: Theory, Research and Intervention, pp.
121-160, USA: U niversity o f C hicago Press.
• M asterson, J. F. (2008). Bağlanm a Kuramı, N esn e İlişkileri Kuramı
ve N örobiyolojik K endilik G elişim in i B ütünleştirm e, İstanbul: Lite-
ra Yayıncılık.

• Nayar, M. (2009). Psikanaliz günleri, Bağlanm a kuram ı açısından


kim lik gelişim i çalışm a grubu ders notları.
• O dağ, C. (2009). Nevrozlar, İzmir: O dağ Psikanaliz ve Psikoterapi
Eğitim H izm etleri Yayınları.
• Sardoğan, M . E., Karahan, T. F., D icle, A. N . 8c M enteş, Ö. (2007)
E beveyne bağlanm a dü zeyin e ve anne-babanın b oşan m a / birliktelik
durum una göre çocuklarda evlilik çatışm asını algılam a biçim leri.
• Solm uş, T. (2008). B ağlanm a ve A şkın İki Yüzü, İstanbul: Epsilon
Yayıncılık.

• Sümer, N . (2006). Ergenlikte eb eveyn tutum ve davranışlarının bağ­


lanm a kaygısındaki rolü, 11. Ergen Günleri, H acettepe Ü niversitesi,
Ankara.

• Sümer, N . 8c Şendağ, M . A. (2009). Orta çocuklukta ebeveynlere


bağlanm a, benlik algısı ve kaygı, Türk Psikoloji Dergisi.
• U luç, S. 8c Ö ktem F. (2009). Okul ön cesi çocuklukta gü ven li yer se ­
naryolarının değerlendirilm esi, Türk Psikoloji D ergisi.

• w w w .f in d a r t ic le s .c o m /p /a r t ic le s /m i_ m 2 2 4 8 /is _ 1 3 8 _ 3 5 /
a i_ 6 6 171 0 0 9 /pg_8/?tag=content;col 1
• w w w .klinikpsikiyatri.org/n od e/216

• w w w .m e n ta lh e lp .n e t/p o c /v ie w _ d o c .p h p ? ty p e = d o c 8 c id = 1 0 1058c
cn = 28

• w w w .m is k o k u lu m .c o m /fo r u m /b e b e k -p s ik o lo jisi/7 3 3 4 -0 -1 2 -y a s -
cocuklarda-psikolojik -gelisim .h tm l
w w w .p s ik o lo j i- p h a n t a s m a l.b lo g s p o t .e o m /2 0 0 7 /0 8 /b a la n m a -
kuram -ve-psikopatoloji.htm l
w w w .p s ik o lo j i- p h a n t a s m a l.b lo g s p o t .c o m /2 0 0 7 /0 8 /b a la n m a -
kuram -ve-psikopatoloji.htm l
w w w .psy.m etu.edu.tr/rrl/arastirm alar.htm l
w w w .psych olog y .a b o u t.co m /o d /lo v ea n d a ttra ctio n /ss/a tta ch m en ts-
tyle.htm
w w w .w allaby.vu.edu.au/adt-V V U T /uploads/approved/adt
BAĞLANMA ve EBEVEYNLİK
TARZLARI

Gül Şendil

Çocuğun eğitimi, doğum undan yirm i yıl önce başlar...


Çin Atasözü

B
ir bebeğe sahip olm ak ebeveynler için bir yandan dünya­
nın en güzel duygusuyken diğer yandan da en büyük so­
rum luluğudur. Ç ocuk yetiştirm enin oldukça karm aşık ve özveri
gerektiren bir süreç olduğu düşünüldüğünde bu sorum luluğun
büyüklüğü daha da anlaşılır olacaktır. Buna rağm en insanların
fiziksel, bilişsel, duygusal ve sosyal yönden iyi gelişmiş çocuklar
yetiştirebilm ek için ebeveynlik eğitim i almaya çaba gösterm em e­
leri ise oldukça ilginçtir. Oysaki insanlar, resim, dikiş, ebru, hatta
aşçılık gibi edinm ek istedikleri birçok beceri için zam an, em ek ve
para harcayarak belirli eğitim ler alırlar. Bu da sanki anne babalı­
ğın öğrenm eyi gerektirm eyen adeta doğal bir süreç; belki de iç­
güdüsel bir davranış olarak algılandığını düşündürür. Gerçekten
böyle m idir?
Bir koyunun, kedinin ya da kuşun, doğurduğu yavruya annelik
yapabilmesi için anneliği öğrenm esinin gerekm ediğini biliyoruz.
Peki, insanlarda bu nasıldır? İnsanlarda annelik davranışının iç­
güdüsel olduğunu söyleyebilir miyiz? Bu sorunun cevabını ver­
m ek için önce içgüdüsel olarak adlandırılan davranışın ne oldu­
ğuna bakm ak gerekir. İçgüdüsel davranışın bazı tem el özellikleri
vardır. Öncelikle içgüdüsel davranış, bir tü rü n hem en hem en tüm
üyelerinde birbirine benzeyen ve önceden tahm in edilebilen bir
süreç izler. İçgüdüsel davranış, belirli bir d u ru m a verilen basit
bir tepkiden daha fazlasını içeren, tahm in edilebilir bir akışı olan
bir dizi davranıştan oluşur. Yine içgüdüsel davranış, tü rü n deva­
m ına ya da korunm asına katkı sağlar ve hiçbir fırsatın olmadığı
ya da kısıtlı olduğu durum larda dahi gelişir. İçgüdüsel davranış
bu özellikleri açısından değerlendirildiğinde, insan davranışının
oldukça değişken olduğu söylenebilir am a yine de değişkenlik
sonsuz değildir. Kültürel farklılıklar olm asına karşın ortaklıklar
da vardır. Ö rneğin, ürem e, çocuk ve bebek bakım ı, küçüklerin
ebeveynlerine bağlanm ası neredeyse tüm insan ırkında bulunur.
Bu türden davranışlar, açıkça yaşamsal değeri olması nedeniyle
içgüdüsel davranışa örnek oluşturur. Bebek ve ona bakım veren
(çoğunlukla bu kişi anne olduğu için bundan böyle anne olarak
söz edilecektir) arasında oluşan; özel duygusal bağ olarak isim ­
lendireceğim iz bağlanm a davranışının gelişimine odaklanıldığın-
da bu türden davranışların gözlenmesi olasıdır. Bağlanm anın her
ne kadar içgüdüsel davranışlara örnek oluşturabileceği söylense
de anne-bebek bağlanm asının doğası ve işleyişi anlaşıldığında,
diğer canlı türlerinden farklı olarak insanlarda bu sürecin sağlıklı
işlem esinin öğrenmeyle; çocuk yetiştirm e konusunda doğru bil­
gilenmeyle paralel gittiği görülecektir. Nitekim yapılan çalışmalar
da, ebeveynlerin çocuk yetiştirm e konusunda bilgi ve becerile­
ri arttıkça çocuklarıyla daha sağlıklı ilişkiler kurabildiklerini ve
daha sağlıklı çocuklar yetiştir?bildiklerini göstermektedir.
Bir bebeğin cesaret verici, destekleyen ve onun ihtiyaçlarına
karşı duyarlı olan bir anneyle ve bir süre sonra.da babayla olan
deneyim i, ona değerli olduğu duygusu, başkalarına yardım cı ol­
maya dair bir inanç ve gelecekte oluşturacağı ilişkiler için faydalı
bir m odel sağlar. Ayrıca, bir bebeğin kendini güvende hissederek
çevresini keşfetme ve oyun deneyim lerini yaşaması, birçok bece­
risinin gelişmesine yardım cı olur. Sağlıklı sürdürülen aile ilişkile­
ri de bir yandan çocuğun duygu, düşünce ve davranışlarının diğer
yandan da kişiliğinin gelişimine katkı sağlar. G örüldüğü gibi be­
beğin sağlıklı gelişimi, sağlıklı ebeveyn-çocuk ilişkisine bağlıdır.
Bir bebeğin doğduğu andan itibaren başlayan bu ilişkinin tem el­
leri de bağlanm a süreciyle atılır. Bu yazının am acı da bir bebeğin
ilk sosyal ilişkisi olan ve hem onun kişilik özellikleri hem de daha
sonraki insan ilişkileri üzerinde önem li bir etkisi olan bağlanm a
süreci ve bu süreci etkileyen ebeveynlik tarzları arasındaki ilişki­
leri ortaya koymaktır.
Bağlanm anın oluşum unda, yeni doğan bir bebeğin ebevey­
ninin ilk tepkilerini belirleyen, öncelikle ebeveynin deneyim ve
bilgileridir. Bununla birlikte, bebeklerin doğuştan getirdikleri
em m e, izleme, gülümseme, ağlama, dokunm a gibi bazı dona­
nım ları bu etkileşime yardım cı olur. Ö rneğin, aç olan bir bebe­
ğin dudaklarına dokunulduğunda ortaya çıkan em m e tepkisi ile
bebeğin beslenm eye başlam ası ve annenin süt dolu m em enin
verdiği rahatsızlıktan kurtulm ası, her ikisini de hoşnut eden bir
durum dur. Bağlanma ilişkisinde bebek, anneyi yeterli derecede
duyarlı ve erişilebilir olarak algılarsa, çevresini keşfetm ek için onu
güvenli bir tem el olarak görecektir. Çevresini keşfetm ek ve oyun
davranışını sürdürm ek amacıyla anneden her uzaklaştığında geri
dönüp halen annenin aynı yerde durduğunu görm ek onun güve­
nini sağlayacak ve doğal olarak keşif ve oyun davranışlarına de­
vam edebilecektir. Ulaşılması zor ve duyarlılığı az olan annelerin
varlığında ise bebek için keşif davranışlarından ziyade anneyle
yakınlığı sürdürm e daha önem li hale gelecektir.
Bağlanma sürecinde anne-bebek ilişkisinin dinam ik bir denge­
ye sahip olduğu görülür. A nne ve bir-iki yaşlarındaki çocuğunun
davranışı çok çeşitli biçim lerde olup, her zam an ikilinin yakınlığı
sürdürm e çabasını içermez. H er ikisinin de bir yandan yakınlığı
korum a isteği varken diğer yandan da zam an zam an birbirlerin­
den ayrılma isteği vardır. Yine de bir gün içinde birbirlerinden
ayrı kalm a davranışları belirli bir süreyi aşmaz. A nne bebek İki­
lisinin birbirinden ayrı kaldığı bu tü r nadir durum larda, taraf­
lardan biri ya da her ikisi birden bu mesafeyi yok etm ek isterler.
Eğer anne çocuğunu yanm a çağırırsa çocuğun bağlanm a davra­
nışı harekete geçer am a gelişim ine katkı sağlayacak olan keşif ve
oyun davranışı ortadan kalkar; çocuk, keşif ve oyun davranışına
devam ettiği sürece annenin bakım davranışı harekete geçer ve
bu nedenle o anda yaptığı aktivite ne olursa olsun ortadan kal­
kabilir. Dolayısıyla m utlu bir anne-çocuk ilişkisinde bu karşılıklı
uyum önemlidir. A ncak anlaşm azlık riski her zam an vardır. Tüm
bu etkileşimlere, m utluluk veya m utsuzluk gibi en güçlü duygular
eşlik eder. Etkileşim, anne bebek arasında pürüzsüz bir şekilde
yürüdüğü zam an, her bir taraf diğerinin birlikteliğinde ve özellik­
le diğerinin sevgi ve yakın duygularının ifadesinde, yoğun bir haz
ve m em nuniyet yaşar. Diğer taraftan, etkileşim ne zam an bitm ek
bilm eyen çatışm a ve anlaşm azlık ile sonuçlansa; özellikle diğeri­
nin bir şeyi kabul etm ediği zam an, her iki tarafın da yoğun ve şid­
detli endişe ve m utsuzluk gösterm esi olasıdır. Tam da bu noktada
çocuğun yetişm esinde annelerin nasıl bir yol izleyeceği, çatışma
yaşam aksızın çocuğun davranışlarını ne kadar sınırlayacakları ya
da ne kadar kabul edecekleri gibi çocuk yetiştirm e tarzlarına ve
bu yetiştirm e tarzlarının bağlanm ayla ilişkisine bakm ak gerekir.

Ebeveynlik Tarzları
Bütün ebeveynlerin çocuklarını büyütürken, onun nasıl bir
kişi olacağına, ahlaki değerlerinin, davranış standartlarının nasıl
olacağına dair açık ya da gizli beklentileri vardır. Bu nedenle ço-
cılklarını bu am açlar doğrultusunda yetiştirm ek için birçok farklı
strateji denerler; çocuklarının davranışlarını ödüllendirirler, ce­
zalandırırlar; onlara m odel olurlar; kendi değer ve inançlarını
onlara anlatırlar ve hatta çocuklarının çevrelerini bile bu am aç­
larını destekleyecek şekilde düzenlerler. Böylelikle her ebeveynin
benim sediği ve uyguladığı bu farklı yollar, farklı çocuk yetiştirm e
tutum ve davranışlarına yol açar. Yapılan araştırm alar, ebeveynle­
rin, çocuk yetiştirm e davranışları bakım ından birçok farklı özel­
liğe sahip olduklarını ortaya koym uştur. A raştırm acılar, özellikle
ebeveynlerin çocuklarına karşı gösterdikleri kontrol/denetlem e
ve ilgi/kabul davranışlarını göz önüne alarak d ört tip ebeveyn­
lik tarzı tanım lam ışlardır. Bunlar, dem okratik, otoriter, izin verici
m üsam ahakâr ve izin verici ihm alkâr ebeveynlik tarzlarıdır. İlk
olarak bu ebeveynlik tarzlarının neler olduğu gözden geçirilecek,
daha sonra da ebeveynlik özelliklerinin bağlanm a ilişkisinde oy­
nadığı rol üzerinde durulacaktır.

Dem okratik Ebeveyn Tarzı


D em okratik ebeveynlik tarzım benim seyen ebeveynlerin en
önem li özelliği, çocuklarının kendine has, biricik ve tek olduğu
gerçeğini kabul etm eleridir. Dolayısıyla çocuklarının özelliklerine
saygı duyarlar ve onları hiçbir zam an bir başkası ile kıyaslamaz­
lar. Tersine, çocuklarının beceri ve yeteneklerini en üst düzeyde
açığa çıkarm asına ve “kendini gerçekleştirm esine” izin verirler.
Bu ebeveynler, sabırlı ve duyarlı bir biçim de çocuklarını dinler­
ler, onların duygu ve düşüncelerini serbestçe ifade etm elerine izin
verirler; dahası, bu konuda onları cesaretlendirirler. Bir yandan
çocuklarının davranışlarını denetler, kontrol ederler diğer yan­
dan da çocuklarına karşı duyarlı, sevgi dolu ve ilgili bir yaklaşım
içindedirler. Bu sevgi karşılıksız bir sevgidir. Çocuk, ebeveyninin
sevgi ve desteğinden hiçbir zam an yoksun kalmayacağını; ders­
lerinde başarısız olsa da, yaram azlık yapsa da annesi ve babası­
nın onu seveceğini bilir. Sevgi ve ilginin yanı sıra çocuğun içimle
bulunduğu toplum la uyum lu yaşayabilmesi için gerekli olan ve
m antıklı açıklaması yapılan kurallar vardır ve çocuk bu kuralla
ra uyduğu sürece serbesttir. Ö nem li bir faktör, kuralların çocuk
tarafından anlaşılm asını sağlam ak ve bunları tutarlı bir şekilde
sürdürm ektir. Ç ocuk kurallara uym adığı zam an başına ne gele­
ceğini de bilir. Bu genellikle, çocuk tarafından da önceden bilinen
bir cezadır. Ceza tü rü ise fiziksel olmayıp çoğu kez arzu edilen
bir şeyden geçici m ahrum iyet şeklindedir. Bu tarzı benim sem iş
olan ebeveynler, çocuklarının eleştirilm ekten hoşlanm ayacağını,
bu du ru m d a kendilerini yetersiz hissedeceklerini bildikleri için
çocuklarının yanlışlarını görüp onları cezalandırm ak yerine ö n ­
celikle başarılarını ödüllendirirler.
D em okratik ebeveynlik tarzı, çocuk yetiştirm ede en uygun
yaklaşım olarak kabul edilir ve genellikle en olum lu çocuklar bu
yaklaşıma sahip ailelerden çıkar. Yapılan araştırm alar, bu yaklaşı­
mı benim sem iş ailelerde yetişen çocuk ve ergenlerin, tem el güven
duyguları gelişmiş, bağımsız, fikirlerini serbestçe söyleyebilen,
girişimci, sorum luluk alabilen, olgun, arkadaş canlısı, okul başa­
rıları yüksek, kendine ve diğer insanlara saygılı, toplum sal uyum u
olan, kendini geliştirmeye ve yaratıcı fikirler üretm eye istekli bi­
reyler olduklarını ortaya koymuştur.

Otoriter Ebeveyn Tarzı


Bu tarzı benim seyen ebeveynler, dem okratik tarzın tersine
çocuklarının kendine has, biricik ve tek olduğu gerçeğini kabul
etmezler. M utlak bir m ülkiyet duygusuyla çocuklarının sahibi
olduklarına inanırlar ve daim a onlara ne yapm aları, nasıl dav
ranm aları gerektiğini söylerler. Çocuklar anne-baba ne derse onu
yapmak zorundadır, itiraz hakkı tanınmaz. Baskı, hâkimiyet ve ita
at esastır. D em okratik ebeveynlerde olduğu gibi bu ebeveynlerde
de çocuklarının davranışları üzerinde kontrol/denetim vardır fakat
bunları uygulam a biçimleri önem li ölçüde farklılaşır. Bununla
birlikte dem okratik ebeveynlerden farklı olarak, çocuklarının ih­
tiyaçlarına kaşı yeterli duyarlılığı gösterm ezler ve sevgiye, ilgiye
dayalı bir ilişki içinde olmazlar.
Acaba dem okratik ve otoriter ebeveynlik tarzlarının kontrol,
denetim uygulamaları nasıl farklılaşmaktadır? Öncelikle otoriter
tarzda, kuralların neden konulduğu konusunda çocuklara bir açık­
lama yapılmaz. Yani iletişim tek yönlüdür. Ç ocuk kurallara uym a­
dığı takdirde cezalandırılır. Bu ceza, sözel olarak kızm a, bağırm a,
hakaret ve aşağılam adan fiziksel olarak şiddet uygulamaya kadar
çeşitlilik gösterebilir. K ontrolün bu şekilde ebeveyn tarafından
yapılması sonucu çocukta öz denetim duygusu gelişmez.
O toriter ebeveynler, çoğunlukla çocuklarına karşı duygusal ya­
kınlık göstermezler. B unun bir nedeni, çocukları üzerinde ku r­
maya çalıştıkları tek yönlü ve baskıcı tutum dan dolayı araların­
da yaşadıkları gerginliktir. Bir diğer neden de, bu ebeveynlerin
çocuklarına sevgi ve ilgi gösterirlerse çocuklarının şımaracağı
endişesini yaşam alarıdır. Bazen anne babasının kendisini sevm e­
diğini, yeteri kadar kendisiyle ilgilenm ediğini düşünen çocuklar,
sırf onların ilgisini çekebilm ek için olum suz davranışlarını sürdü­
rebilirler. Ebeveynlerinin eleştirilerini, kızm alarını, hatta dayak
atm asını bile bir ilgi olarak kabul edebilirler.
O toriter tarza sahip ebeveynlerin çocukları, güvensiz, kaygılı,
duygu ve düşüncelerini kolay ifade edemeyen, otorite varlığında
sinen ama otoritenin olmadığı yerlerde kurallara aykırı davranan
kişilerdir. Bu çocukların tipik bir özelliği de kendilerinden güçlü
kişilere karşı itaat davranışı gösterirken, kendilerinden güçsüzlere
karşı ise saldırgan davranışlar sergilemeleridir. O toriter tarzda ye­
tişen erkek çocuklarda öfke ve saldırganlık, kızlarda ise bağımlı
olm a özellikleri daha fazla gözlenmektedir.
İzin Verici M üsam ahakâr Ebeveyn Tarzı
İzin verici m üsam ahakâr tarza sahip ebeveynler, çocuklarının
davranışlarını denetlem ezler ya da yetersiz bir denetim ve kont­
role sahiptirler. Bununla birlikte çocuklarına karşı sevecen, sıcak
ve kabul edici bir yaklaşım içindedirler. Bu yakınlık da çocuğun b a­
ğımsız ve özerk bir kişilik geliştirmesine yol açar. Bu aileler, çocuk­
larının her yaptığını hoş karşılar; onların istediği her şeyi yapmala­
rına izin verirler. Her istediğini yapmasına izin verilmesi çocuklarda
dürtü kontrolü, sabırlı olma, sebatkârlık ve dikkat ini yoğunlaştırma
gibi olumlu özeliklerin gelişimini engeller. Aynı zamanda, bu ço­
cukların arzu ve isteklerini sürekli tatm in eline istek ve çabaları, d i­
ğer insanlara olan duyarlılıklarını azaltır ve sonuçta onları bencil
ve sorum luluk alm ayan bireyler haline getirebilir, ilk yıllarda aile
içerisinde çok fazla sorun olmayan bu davranışlar, toplumsal kural­
ların başladığı, okul ve arkadaş grupları gibi sosyal ortam larda so­
run olmaya başlar. Arzu ve isteklerini denetlemesini öğrenememiş
olan çocuk kurallara uyum sağlayamadığında diğerleri taralından
dışlanabilir; kendi ebeveyninden gördüğü izin vericiliği başkaların­
dan görem em ek onda hayal kırıklığı yaratabilir. Böyle durum larda,
engellenmeye karşı saldırganca davranışlar gösterebilir. Yine yeterli
sabıra, iç denetim e ve disipline sahip olam adıkları için akadem ik
başarıları da düşük olabilir. Bu stile sahip olan ebeveynlerin ya­
şadığı önem li bir güçlük de, çocukları küçükken rahatlıkla kar­
şılayabildikleri isteklerin çocuğun yaşı büyüdükçe artması ve kar­
şılanması zor bir hale gelmeye başlamasıdır. Bu da yıllar geçtikçe,
ebeveyn-çocuk arasındaki ilişkinin bozulm asına yol açar.

İzin Verici İhm alkâr Ebeveyn %ârzı


Bu tarzı benim seyen ebeveynler; tıpkı izin verici m üsam ahakâr
ebeveynler gibi, çocuklarının davranışlarını ya hiç denetlem ezler
ya da denetim ve kontrolleri oldukça yetersizdir. Çoğunlukla da
çocuklarına karşı yeteri kadar sorum luluk duym ayan, ihm alkâr
hatta reddedici kişilerdir. Bu ebeveynler, çocuklarına karşı seve­
cen, sıcak ve ilgili davranm adıkları gibi onlara karşı düşm anlık,
öfke ve kızgınlık duyguları da hissederler ve saldırganca davra­
nışlar gösterebilirler. İzin verici ihm alkâr ebeveynlik, çocuğun
ebeveyn tarafından istenm ediği durum larda ortaya çıkabilen bir
tarzdır. Bu, istenm eyen bir gebelik (evlilik dışı ilişki veya tecavüz
gibi) sonucu doğum a ya da ebeveynin kendinden kaynaklanan
nedenlere bağlı olabilir. Bu ebeveynlerin çocukları, sosyal ilişki
kurm akta zorlanırlar. Bu çocuklar, ilgi ve sevgi görm edikleri için
kendileri de sevmez, hatta diğer kişilere karşı kızgınlık duyarlar.
Zira bir yandan sevgi ihtiyacını karşılam ak için insanlara ihtiyaç
hissederler, fakat bir yandan da güvensiz ve kuşkucu yaklaşımları
nedeniyle onlara güvenemezler.

Bağlanma ile Ebeveynlik Tarzları


Arasındaki İlişkiler
Şimdiye kadar bir bebeğin tem el bağlanm a kişisi olarak sadece
anneden bahsedilm iş olm asına rağm en, bir bebeğin birden fazla
kişiye bağlanabileceği unutulm am alıdır. Ö rneğin bebek, hem an ­
neye, hem babaya hem de onun bakım ı üzerinde çok fazla zaman
ve em ek harcayan, sıcak bir ilişki kurabildiği, yanında rahat ettiği
büyük kardeş, bakıcı, büyükanne ve büyükbaba gibi diğer kişilere
de bağlanabilm ektedir. Birden fazla bakıcı tarafından yetiştirilen
bir çocuğun babası ve bakıcısı ile ayrı ayrı kurduğu bağlanm a iliş­
kileri birbirine benzerlik gösterirken; annesiyle kurduğu bağlan­
m a ilişkisi, babasıyla ya da bakıcısıyla kurduğu ilişkiye benzerlik
gösterm em ektedir. Dolayısıyla, bebeklerin çok çeşitli bağlanm a
ilişkileri geliştirebilm esine rağm en annelerin birincil bağlanm a
kişisi olm a özelliğini koruduğu söylenebilir. Babalar sıklıkla a n ­
neden sonra geJen ikincil bağlanm a kişisidir. Bununla birlikte,
bebeğin her b ir kişiyle kurduğu bağlanm a ilişkisinin niteliği aynı
değildir. Yapılan araştırm alar, bebeklerin, babalarıyla gülmek, g ü ­
lüm sem ek, bakışm ak gibi daha eğlenceli; anneleriyle ise daha çok
stresi azaltmaya, rahatlatm aya yönelik ilişkilere girm eye eğilimli
olduklarını ortaya koymuştur. Babaların tem el çocuk bakım ım
üstlendikleri; anne kadar bebek bakım ıyla ilgilendikleri bazı aile­
lerde babanın bağlanm a kişisi olarak etkisi de artabilmektedir. Bu
nedenle bağlanm a ve ebeveynlik ilişkileri ele alınırken hem anne
ve hem de babanın, çocuk yetiştirm ede benim sedikleri ebeveyn­
lik tarzları birlikte değerlendirilecektir.
Bağlanma; güvenli, kaçm an, kaygılı / kararsız bağlanm a olmak
üzere üç başlık altında toplanabilir. Bağlanma, problem çözme,
keşfetme davranışı, yaşıtlar, yabancı yetişkinler ve ebeveynlerle
ilişkiler gibi davranışları tahm in etm eye yardım cı olmaktadır.
Bağlanm anın kalitesinde bireysel farkları yaratan en önem li be­
lirleyici etm en; bebeğin ilk bir yıl içerisinde birincil bakım vericisi
olan anne ile olan etkileşimleridir. Bu bağlam da annenin, bebeğin
verdiği sinyallere karşı olan duyarlılığı en önem li olan noktadır.
Duyarlı anneler, yeni doğanın verdiği ipuçlarını okum aya yöne­
lik duyarlılıkları ve yeni doğanın ihtiyaçlarına yönelik zam anında
tepki verm eleri nedeniyle onun dünyaya dair tem el güven duygu­
sunu kazanm asını sağlarlar.
A nnenin tepkileri anlam lı bir yönde değişm ediği sürece, 12-18.
aylarda kurulan anne-bebek bağlanm asının kalitesi, her yönüyle
sabit kalır. Yapılan çalışmalar, çocuklukta oluşan bağlanm a ka­
litesinin sonraki ilişkilerin oluşum unda etkili olduğunu ortaya
koymuştur. Ö rneğin, bir çalışmada, güvenli bağlanm ış bebekle­
rin, güvensiz bağlananlara g ö reü ah a çeşitli iletişim yolları kullan­
dıkları, daha itaatkâr, uyum lu ve çok çeşitli alanlarda daha “yele
nekli” oldukları bulunm uştur. Yine güvenli bağlanm a oluşturm uş
bebeklerin, anaokulu yaşlarında daha fazla esneklik gösteren,
kendini kontrol edebilen, m eraklı ve yakın arkadaş ilişkilerinden
daha fazla keyif alan çocuklar oldukları bulunm uştur.
Bağlanma kalitesi çocuğun gelişimini ve daha sonraki yaşa­
m ını birçok açıdan etkilem esine rağm en, ebeveyn çocuk ilişki­
sinin sadece bağlanm a ile sınırlı olduğu söylenemez. Ebeveynlik
tarzları da ilişkileri etkileyebilir. A raştırm alar, ebeveynlik tarzla­
rının, bağlanm a tiplerine paralel bir görüntü sergilediğini o rta ­
ya koymuştur. Şimdiye kadar anlatılanlar ışığında, bağlanm anın
iki hedefi olduğu söylenebilir. Birincisi, bebek ve anne arasında
duygusal ve fiziksel yakınlığı sağlamak; İkincisi ise bağlanm a ki­
şisinin yakınında olduğu garantisiyle bebeğin keşif ve oyun dav­
ranışlarına yönelebilmesidir. Ebeveynlik tarzlarının bu iki hedefe
nasıl katkıda bulunduklarını ortaya koyabilmek için bu konuda
yapılan çalışma sonuçları, üç bağlanm a stiline göre ele alınarak
incelenecektir.

Güvenli Bağlanma ve Ebeveynlik Tarzları

D em okratik tarzı benim sem iş ebeveynler, tıpkı güvenli bağ­


lanm a yaşamış çocuğun ebeveyni gibi çocuğun ihtiyaçlarına du-
yarlıdır; ilgili ve sevgi doludur; çocuğun davranışlarım gözler ve
kontrol eder am a bununla birlikte çocuğun özerklik gelişimini
destekler; disiplini ceza amacıyla kullanm az ve çocuğuna yaptı­
ğı davranışları m utlaka neden göstererek açıklar. Yapılan birçok
çalışm ada da güvenli bağlanm a geliştirm iş bireylerin dem okratik
ebeveynlere sahip olduğu gösterilmiştir. Güvenli bağlanm a, be­
beklik sırasında anne ve çocuk arasındaki stresli anlardaki yakın
ilişkiyi ve stressiz anlardaki çocuğun çevreyi keşfederken an n e­
yi güvenli bir temel olarak kullanım ını ortaya koyar. Dolayısıyla,
çocuğun isteklerine olum lu cevaplar veren, sorum lu ebeveynler,
çocuğun sosyal ilişkilerine bağlılığım ve sosyal dünyasının n o rm ­
larını öğrenm e ve uym a isteğini arttırır ve aynı zam anda çocuğun
güvenlik duygusuna katkıda bulunur. Bu ebeveynlik tarzında gö
rülen kontrol davranışlarının, bir yandan çocuğun özerklik ihti­
yacını karşılamaya, diğer yandan da içinde yaşadığı sosyal d ü n ­
yanın norm larını öğretm eye yönelik bir dengeyi oluşturduğu da
hatırlanm alıdır.
Üniversite öğrencileriyle yapılan bir çalışmada, dem okratik
ebeveynlere sahip olan gençlerin % 70’inin; otoriter ebeveynlere
sahip olanların ise % 12,5’inin güvenli bağlandığı; izin verici ebe­
veynlere sahip olanların hiçbirinin güvenli bağlanam adığı b u lu n ­
muştur. Aynı çalışmada, dem okratik ebeveynlere sahip olduğunu
belirten gençlerin, otoriter ya da izin verici ebeveynleri olduğunu
belirten gençlere kıyasla diğer insanları daha ulaşılabilir, güvenilir
ve ilişkilerinde daha güvenli algıladıkları bulunm uştur. Bu sonuç,
ebeveynlik tarzlarının diğer insanları algılama biçim ini nasıl e t­
kilediğini gösterm esi bakım ından önemlidir. Güvenli bağlanm a
stiline sahip olan bu gençlerin, yeterince destekleyici, sorum lu ve
duyarlı olan ebeveynlerinden bu özellikleri daha kolay öğrenebil­
dikleri ve başkalarına daha çok değer verip sevebildikleri söyle­
nebilir

Kaygılı / Kararsız Bağlanma ve Ebeveynlik Tarzları


Yapılan araştırm alar, kaygılı / kararsız bağlanm a geliştiren be­
beklerin annelerinin daha beceriksizce ve uyum suz bir biçimde
bebekleriyle ilgilendiklerini, ebeveynsel sıcaklık gösterm edikleri
ni ve kestirilem eyen, katılım cı olmayan, duyarsız ve tutarsız dav­
ranışlar sergilediklerini ortaya koymuştur. Yine araştırm alar, kay­
gılı / kararsız bağlanan kişilerin ebeveynlerini, aşırı kontrol edici,
koruyucu, eleştirel, reddedici vâ mesafeli olarak tanım ladıklarım
belirlemiştir.
Yukarıda anlatılan ebeveynlik tarzları hatırlanırsa, bu özellikle­
rin otoriter ve izin verici ihm alkâr ebeveynlik tarzlarına uyduğu
görülecektir. H er iki ebeveynlik tarzında görülen ortak yön, ebe­
veynlerin çocuklarına karşı sevecen, sıcak ve ilgili davranm am a­
larıdır. Dolayısıyla, kaygılı / kararsız bağlanm a stiline sahip kişi­
lerin yaşadığı ebeveynsel red ve onaylanm a ihtiyacı, onların terk
edilmeye karşı hassasiyetlerini arttırıcı nitelikte olmaktadır. İzin
verici ihm alkâr ebeveynlerin otoriter ebeveynlerden ayrıldığı bir
nokta, çocuğun davranışları üzerinde hiçbir denetim ve kontrole
sahip olm am alarıdır. Bu durum ilk bakışta çocuğun özerkliği için
destekleyici gibi gözükse de anneyi güvenli bir tem el olarak göre­
meyen çocuk için keşif ve oyun davranışlarını d u rdurucu ve en
önemlisi anneye ulaşm a kaygısı yaşam asını arttırıcı bir özelliktir.
O toriter ebeveynler ise, tersine, çocuklarının davranışları üzerin­
de oldukça fazla kontrol ve denetim e sahiptir. Bu da çocukların
özerklik gelişim lerini ve dolayısıyla keşif ve oyun davranışlarını
engelleyici bir sonuç ortaya koyar. O toriter ebeveynler, çocukla­
rın ın özerklik gelişimini desteleyici şekilde davranm adıkları gibi
onlara karşı düşm anlık, öfke ve kızgınlık duyguları hissederler
ve saldırganca davranışlar gösterebilirler. Bu türden davranışlar
da kaygılı / kararsız çocuklarda görülen kendine güvensizlik; bir
yandan diğer kişilere karşı duyulan kızgınlık, diğer yandan da o
kişiler tarafından, beğenilm em e, sevilmem em e ve hatta terk edil­
me kaygısı gibi karışık duygular oluşturur.

Kaçınan Bağlanma ve Ebeveynlik Tarzları


Kaçman bağlanm a geliştirm iş bebeklerin annelerinin, çocukla­
rının bağlanm a davranışlarına karşı daha reddedici davrandıkları
gözlem lenm iştir; bu anneler, fiziksel ilişkiye daha isteksiz, çocuk­
larına karşı öfkeli ve duyarsızdırlar ve çocuklarına güven verm ez­
ler. O toriter ebeveynlerin çocuklarının, kaygılı, öfkeli, saldırgan
ve düşük öz saygıya sahip olduklarından daha önce söz edilmişti.
Kaçman bağlanm a stiline sahip çocuklarda görülen benzer özel­
likler, otoriter ebeveynlikle paralellik gösterm ektedir. Kaçman
bağlanm a stiline sahip kişiler, ebeveynleri ilgisiz, kayıtsız, sorum
suz olduğu ve ulaşılabilir olm adığı için ilgi ve yardım isteme ko
nusunda hassas olup kendilerine yetm eye çalışabilirler. Dolayısıy­
la kendilerine daha fazla güven, buna karşılık diğer insanlara gii
vensizlik geliştirebilirler. Ülkem izde yapılan bir çalışm ada da o to ­
riter ebeveynleri olan öğrencilerin reddedilm e hassasiyetlerinin
yüksek olduğu bulunm uştur. Yine izin verici ihm alkâr ebeveynlik
tarzının da benzer sonuçları göstereceği düşünülebilir. Zira bu
ebeveynler bir yandan kontrol ve denetim lerinin çok zayıf oluşu
ya da hiç olmayışı nedeniyle çocuklarının keşif ve oyun davranış­
larını engellem ezler ama diğer yandan ulaşılabilir olm a özelliği
de göstermezler. Bu durum çocuklarda, reddedilm eye karşı bir
savunm a m ekanizm ası olarak kendine güvenmeye yol açar. Kaçı­
nan bağlanm a geliştirm iş çocuklar, adeta insanlarla aralarına bir
mesafe koyarak kendilerini reddedilm e acısını yaşam aktan ko­
rurlar. Buraya kadar anlatılanlar, dem okratik ebeveynlik tarzının,
çocuğun duygusal ve sosyal gelişimi için en uygun ebeveynlik tar­
zı olduğunu ortaya koymuştur.
Bağlanma ve ebeveynlik tarzları arasındaki ilişkileri inceleyen
araştırm acılar, aynı zam anda, ebeveynlerin kendi anne babalarıyla
geliştirm iş oldukları bağlanm a kalitesinin, çocuklarıyla ilişkilerini
nasıl etkilediğini de incelemiştir. Bu çalışm alardan birinin sonuç­
ları, kendi ebeveyni ile güvensiz bağlanm a geliştirm iş babaların,
güvenli bağlanm a geliştirm iş babalar kadar sıcak olm adıklarını
ve etkileşim lerinde yapıcı olm adıklarını; yine kendi ebeveynine
güvensiz bağlanan annelerin, güvenli bağlanan anneler kadar ya­
pıcı olm adıklarını ortaya koym uştur. Bir başka sonuç da, güvensiz
bağlanm a geliştirm iş babaların çocuklarının, güvenli bağlanm ış
babaların çocuklarına göre daha uyum suz, daha olum suz duygu
lara sahip ve daha soğuk oldukları; güvensiz bağlanm ış annelerin
çocuklarının ise güvenli bağlanm ış annelerin çocuklarına güre
daha soğuk olduklarıdır.
Sonuç olarak, anne-bebek arasında gelişen güvenli bağlanm a­
nın, yetişkinlik yıllarına kadar uzanan ve hem kişilerin kendi iliş­
kilerini hem de ebeveynlik davranışlarını olum lu yönde etkileyen
oldukça önem li bir süreç olduğu görülm ektedir. Güvenli bağlan­
mayı sağlama konusunda önem taşıyan davranışların belirlenm e­
ye çalışılması, bu davranışların değiştirilebilir olduğu inancına
dayanm aktadır. Yani, eğer ebeveynler, çocuklarının hangi ebe­
veynlik tarzında güvenli bağlanm a geliştirdiklerini öğrenirlerse,
buna uygun davranışları da benimseyebilirler. Böylece yazının
başında da belirtildiği gibi, diğer türlerden farklı olarak insanlar­
da anneliğin içgüdüsel bir özellik olm asından ziyade öğrenmeyle
gelişebileceği de anlaşılacaktır.

Kaynaklar
• B artholom ew , K. & H orow itz, L. M . (1991). A ttachm ent style am ong
yo u n g adults: A test for a four-category m od el, Journal o f Persona­
lity and Social Psychology, 61 (2), 226 - 244.

• Berk, L. E. (2008). Infants, C hildren and A d olescen ts (6th ed.), N ew


York: Pearson Education, Inc.

• Bowlby, J. (1982). A ttachm ent and Loss: Vol. 1: A ttachm ent, N ew


York: Basic Boks.

• C ohn, D. A., C ow an, P. A., C ow an, C. P. & Pearson, J. (1992).


M oth ers and fathers w orking m od els o f ch ild h o o d attachm ent re­
lationships, parenting styles and child behavior, D evelop m en t and
Psychopathology, 4, 417-431.

• D urkin, K. (1995). D evelop m en tal Social Psychology: From Infancy


to O ld Age, M assachusetts: Blackwell Publishers.

• Erozkan, A. (2009). R ejection sensitivity levels w ith respect to at­


tachm ent styles, gender, and parenting styles:A study w ith Turkish
students, Social Behavior and Personality, 37 (1), 1-14.
Gander, M. J. & Gardiner, H. W. (2007). Ç o cu k ve Ergen G elişim i,
(Çev.: B. O nur), Ankara: İm ge Kitabevi.

H in n en , C., Sanderm an, R. & Sprangers, M . A . G. (2009). Adult at­


tachm ent as m ediator betw een recollection s o f ch ild h o o d and satis­
faction w ith life, C linical P sych ology and Psychotherapy, 16, 10-21.

H offm an, L., Paris, S., Hall, E. & Schell, R. (1988). D evelopm ental
P sychology Today (5th .ed ), N ew York: M e G raw -H ill, Inc.

H old en , W. G. (1997) Parents and the D yn a m ics o f C hild Rearing,


USA: W estview Press.

Karavasilis, L., D oyle, A. B. & M arkiew icz, D. (2003). A ssociation


betw een parenting style and attachm ent to m oth er in m iddle c h ild ­
h o o d and adolescence, International Journal o f B ehavioral D ev elo p ­
m ent, 27 (2), 153-164.

M accoby, E. E. & M artin J. A. (1983). S ocialization in the context


o f family: Parent-child interaction. In. E. M . H eth erin gton (Ed)., P.
H. M ussen (Series Ed.), H an d b ook o f C hild Psychology: Vol. 4: S o ­
cialization, Personality, and Social D evelop m en t, pp. 1-101, USA:
Wiley.

N eal, J. & Frick-Horbury, D. (2001). The effect o f parenting styles


and ch ild h ood attachm ent patterns on intim ate relationships, Jour­
nal o f Instructional Psychology, 28 (3), 178-183.

N ew m an , B. M . & N ew m an , P. R. (1991). D ev elo p m en t Through


Life: A P sychosocial A pproach, USA: B rook s/C ole P ublishing C o m ­
pany.

Papalia, D. E & O lds, S. W. (1992). H um ant D evelop m en t, USA:


M c.G raw -H ill, Inc.

Perris, C. & A n d ersson , P. (2000). E xperiences o f parental rearing


and patterns o f attachm ent in adulthood. C linical P sychology and
Psychotheraphy, 7 ,2 7 6 -2 8 8 .
Steinberg, L., Lam born, S. D., D ornbusch, M . S. & Darling, N.
(1992). Im pact o f parenting practices o n ad olescen t achievem ent:
A uthoritative parenting, sch o o l in volvem en t and encou ragem en t to
succeed, C hild D evelop m en t, 63, 1266-1281.
Sümer, N . & G üngör, D. (1 999). Ç ocu k yetiştirm e stillerin in bağ­
lanm a stilleri, benlik değerlendirm eleri ve yakın ilişkiler üzerindeki
etkisi, Türk Psikoloji D ergisi, 14 (44), 35-58.
Şcııdil, G. & Kaya-Balkan, İ. (2005). A n n e Baba O lm ak, İstanbul:
M orpa Kültür Yayınları.
Vander Z anden, f. W. (1 997). H um an D evelop m en t, USA: The
M cG raw-H ill.
BAĞLANMA, BİPOLAR BOZUKLUK ve
BİPOLAR BOZUKLUĞUN AİLE İLİŞKİLERİ
ÜZERİNDEKİ İZDÜŞÜMÜ

Merve Mamacı

“Bu tür deliliğin çok kendine özel bir iç sızısı, coşkunlu­


ğu, yapayalnızlığı, dehşeti var. Uçtuğunuz zaman harikası­
nız. Düşünceler olsun, duygular olsun müthiş bir hızla, yo­
ğunlukla üst üste geliyor, aynı kayan yıldızlar gibi ve siz bu
yıldızların peşine düşüp her an daha iyisini, daha parlağını
buluyorsunuz. Çekingenlik diye bir şey kalmıyor, aradığınız
sözcükleri, jestleri tak diye buluyorsunuz, başkalarını büyü­
lediğinizin kesinlikle bilincindesiniz. Tekdüze insanlarda il­
ginç yanlar keşfediyorsunuz. Gövdenizin her yanını müthiş
bir duyarlılık sarıyor, baştan çıkarmak, baştan çıkarılmak
karşı konulmaz bir istek haline geliyor. Her şey çok kolay, siz
çok güçlüsünüz, parasal açıdan da her şeyi yapabilecek du­
rumdasınız, üst düzey bir keyif, coşku, mutluluk iliklerinize
kadar dolmuş ama bir noktadan sonra bütün bunlar değişi­
yor. Kafanıza üşüşen fikirler çok fazla, çok hızlı; biraz önce
açık seçik gördüğünüz şeyler birbirine karışıyor. Bellek yok
oluyor. Arkadaşlarınızın yüzündeki ilgi ve keyif yerini endişe
ve korkuya bırakıyor. Önceleri düzgün bir akış içinde olan
her şey birden tersine dönüyor, sinir, öfke, korku birbirini iz­
liyor, denetimi tümüyle elden kaçırıyorsunuz, kafanızın en
karanlık mağaralarına dalıyorsunuz. O mağaraların orada
olduklarını bilmiyordunuz o ana dek. Bunun sonu hiç gelme­
yecek, çünkü delilik kendi gerçekliğim yaratıyor.”
K. R. Jamison, D urulm ayan Bir Kafa

İ ki uçlu duygu durum bozukluğu, diğer adlarıyla m anik dep-


resif bozukluk ve bipolar bozukluk; günüm üzde adını olduk­
ça sık duyduğum uz, yoğun duygu durum dalgalanm aları içeren
ve kişinin akadem ik, iş, sosyal, özel ve ekonom ik hayatını önemli
ölçüde etkileyen bir bozukluktur. Bu dalgalanmalar, hipom anik
ve m anik epizodları (dönem leri), depresif ve karm a (mixt) epi-
zodları kapsar. Epizodların tem el özelliklerine bu yazının ilerle­
yen bölüm lerinde değinilecektir. Şu belirtilm elidir ki; düşünceler,
duygular ve dolayısıyla da davranışların şekillenm esinde çok b ü ­
yük rol oynar, yani duygu durum dalgalanm aları ile birlikte dav­
ranışlarda da çeşitli değişim ler gözlemlenir.
Bipolar Bozukluklar D SM -IV de aşağıdaki gibi sınıflandırıl­
mıştır:

A. Bipolar I Bozukluk: Bir ya da daha fazla m anik epizod ya da


karm a tip dönem geçirilmesi gerekmektedir.
B. Bipolar II Bozukluk: En az bir m ajör depresif dönem ile en
az bir hipom anik dönem in geçirilmesi gerekmektedir.
C. Siklotim ik Bozukluk: H ipom anik belirtilerin bulunduğu
dönem lerle, m ajör depresif dönem ölçütlerine ulaşamayan
depresif belirtilerin olduğu dönem lerin yaşanm ası gerek­
mektedir.
D. Başka Türlü A dlandırılam ayan Bipolar Bozukluklar: Bipo-
lar bozukluğun tam olarak tanı kriterlerini karşılamayan,
ancak bipolar özellikler gösteren bozukluklardır.
E. Genel Tıbbi D urum a ya da M adde Kullanım ına Bağlı D uy­
gu D urum Bozukluğu
F. Başka Türlü A dlandırılam ayan Duygu D urum Bozukluğu
D aha önce de belirtildiği gibi, bipolar bozuklukta, dönemsel
olarak hayata geçen çeşitli duygu durum ları oluşur. Bunlar; ma-
nik dönem , hipom anik dönem , depresif dönem ve hem m anik
/ hipom anik dönem in hem de depresif dönem in rol oynadığı
karm a dönem lerdir. Bu değişim lerin, genel anlam da beyindeki
kimyasal bozuklukların bir nedeni olduğu düşünülm ektedir. Bu
yazının tem el hedefi, bu dönem lerde kişilerin ve aile bireylerinin
yaşayabileceği sorunları ve bu dönem lerin aile içi dinam iklerini
ve bağlanm a sürecini nasıl etkilediğini açıklığa kavuşturm aktır.

M ajör Depresif Dönem


İki haftalık süre çerçevesinde işlevsellik düzeyinde bir değişik­
lik olması ve aşağıdaki belirtilerin beşinin ya da daha fazlasının
bulunm uş olması gerekir ve m utlaka depresif duygu durum ya da
ilgi kaybı / zevk alam am a gibi belirtilerin m evcut olması gerekir.
• H em en her gün, yaklaşık gün boyu süren depresif duygu
durum ,
• H em en her gün, yaklaşık gün boyu süren, tüm etkinliklere
karşı ya da bu etkinliklerin çoğuna karşı ilgide belirgin azal­
m a ya da artık bunlardan eskisi gibi zevk alam ıyor olma,
• Perhizde değilken önem li ölçüde kilo kaybı ya da kilo ali­
m inin olması,
• H em en her gün uykusuzluk ya da aşırı uyku hali,
• H em en her gün, psikom otor ajitasyon / huzursuzluk ya ila
gerilem e olması,
• Hem en her gün, yorgunluk-bitkinlik ya da enerji kaybının
olması,
• H em en her gün, değersizlik, aşırı ya da uygun olmayan
suçluluk duygularının olması,
• H em en her gün, düşünm e ya da düşüncelerini belirli bir
konu üzerinde yoğunlaştırm a yetisinde azalma ya da ka­
rarsızlık,
• Yineleyen ölüm düşünceleri, özgül bir tasarı kurm aksızın
yineleyen intihar etm e düşünceleri, intihar ya da intihar et­
m ek üzere özgül bir tasarının olması.

M anik Dönem
Bu duygu d urum da da mesleki işlevsellikte, sosyal ilişkilerde
ve olağan toplum sal etkinliklerde bozulm alara yol açar. Psikotik
özellikler vardır; kişi halüsinasyon yaşayabilir ya da delüzyon-
ları olabilir. Halüsinasyonda, aslında var olmayan sesler işitilir,
görüntüler görülür. Delüzyon ise; hastanın belirli bir gerçek dışı
inanca saplanıp kalm ası ve hiçbir şekilde aksi bir düşünceye yö-
neltilememesidir.
• En az 1 hafta süren, olağandışı ve sürekli, kabarm ış, taşkın
ya da gergin bir duygu durum ,
• Benlik saygısında abartılı artm a ya da grandiosite (kendini
olduğundan büyük, yüce görme),
• Uyku ihtiyacında azalma,
• H er zam ankinden daha konuşkan olma,
• Dikkat dağınıklığı,
• Am aca yönelik bir artış ya da psikom otor ajitasyon (yerin­
de duram am a gibi),
• Kötü sonuçlar doğurm a olasılığı yüksek am a zevk veren et­
kinliklere aşırı katılm a,
Hipom anik D önem
Bu dönem de kişi yine m ani atağına benzer bir dönem geçirir,
belirtiler m ani atağında olduğu kadar ağır olm am akla birlikte
toplum sal ya da mesleki işlevsellikte belirgin bir bozulm aya yol
açar. Kişi hastaneye yatışı gerektirecek kadar ağır değildir. Özel­
likle de psikotik belirtiler (halüsinasyon ve delüzyon) yoktur.

Karma Dönem
En az 1 haftalık bir dönem boyunca hem en her gün, hem bir
m anik dönem hem de bir m ajör depresif dönem olmalıdır. Bu
durum , mesleki işlevsellikte, olağan toplum sal etkinliklerde ya
da başkalarıyla olan ilişkilerde belirgin bir bozulm aya yol açar,
kendisine ya da başkasına zarar verm em ek adına hastaneye yatı­
şı gerektirecek kadar ağır belirtiler vardır. Kişi psikotik özellikler
gösterir.

Bir “Ö y k ü ”...
Hakan, 37 yaşındadır ve üniversite m ezunudur. Bir otom obil
fabrikasında 4 yıl üst düzey yönetici olarak çalışm ıştır ancak son
dönem de yaşadığı kişiler arası ilişki problem lerinden ve işteki ve­
rim sizliğinden dolayı 2 ay önce işten çıkarılmıştır. Kendisini h e­
yecanlı, anı anm a uym ayan, sanata yatkınlığı olan ve eğlenmeyi
seven am a m utsuz biri olarak tarif etm ektedir. Hobi olarak şiir
yazmaktadır. H akan annesini; sevgi dolu, onun her kötü zam a­
nında yanında olm ak isteyen ve destekleyici bir kişi olarak gör­
mektedir. Babasını ise; otoriter, baskıcı, m ükem m eliyetçi, ondan
çok şey bekleyen, sevgisini gösteremeyen ve biraz da öfkeli biri
olarak tanım lam aktadır.
Pelin, 28 yaşındadır ve üniversite m ezunudur. İki yıldır bir
bankada çalışmaktadır. Kendisini, idealist, işinde ve ev hayatında
çok sağlam adım lar atm ak isteyen, her işe ciddiyetle ve titizlikle
yaklaşan bir kişi olarak tanım lam aktadır.
H akan ve Pelin 8 yıllık evli bir çifttir ve 5 yaşında bir erkek
çocukları vardır. Son zam anlarda aralarında yaşadıkları problem ­
lerden dolayı ve Pelinin H akan’d a gördüğü “anorm al” davranış­
lardan ötürü bir uzm andan yardım alm ak istemişlerdir.
Pelin; Eşim zam an zam an çok duyarsız oluyor, sanki başka bir
boyutta yaşıyor gibi...Sanki içinde iki ayrı kişilik var gibi...Bazı
dönemler benimle hiç ilgilenmiyor, yataktan çıkmıyor bütün gün,
hiçbir şey yem iyor içmiyor, çok sevdiğini söylediği oğluyla bile il­
gilenmiyor, hep karamsar hep mutsuz, hep umutsuz... Hiçbir işe
yardım etmiyor. Zaten artık işe de gitmiyor, kovuldu işten. İşteki
verimi düşmüş. İş arkadaşı, H akan’ın çok dalgın olduğunu, bazen
derin derin düşüncelere daldığını ve onları duymadığını, çok da hu­
zursuz mutsuz, üzgün gözüktüğünden bahsetti. Bu durum un ben
de farkındayım . Onun için endişeleniyorum, son zamanlarda çok
kilo verdi, gerçi dedim ya hiçbir şey yemiyor içmiyor. Çok sorum ­
suz davranıyor bazen, gerçekten benim emeklerimden, özverimden
sonra onun bu şekilde bencilce ve düşüncesiz davranması beni deli
ediyor. Bütün y ü k benim om uzlarım a kaldı. Bu kaçıncı işten çıkışı,
bir türlü hayatını düzene sokm ak istemiyor, dengesiz ve fevri dav­
ranıyor. Dedim ya sanki iki kişi bir bedende, bazen melek bazen
şeytan. Bazı dönemler evden çıkmak istemeyen, kimseyle görüşmek
istemeyen, bana asla dokunm ayan bir Hakan ki cinsel hayatımız
da berbat zaten. Galiba beni artık sevmiyor, yoksa bir insan sevdiği
kişiye dokunm adan yapam az ki! Sanırım artık ona çekici gelmiyo­
rum. Onun bu davranışları beni çok üzüyor, çıkm aza girdim. Farklı
dönemleri de oluyor tabi. Biraz da onlardan bahsedeyim. Bazen
bana o kadar düşkün oluyor ki, aşk şiirleri yazıyor. Zaten şiir y a z­
mayı çok sever. Bazı dönemlerde kendini sadece bu işe veriyor. Gün­
lerce uyumadığı oluyor, günlerce sevişmek istediği zam anlar oluyor,
aşırı ve kontrolsüz davranıyor. Çok yem ek yiyiyor. İnsanlarla kavga
ediyor, ani ve abartılı tepkiler veriyor. Sürekli konuşuyor, hiç susmak
bilmiyor, am a bir görseniz konuştuğu şeyler ipe sapa gelmez şeyler,
zaten sürekli daldan dala atlıyor, konuştuklarında hiçbir tutarlılık
yok, anlam yok, hele karşı tarafı dinlemek diye bir şey hiç olmuyor,
kendini müthiş zeki bir insanmış gibi görüyor. Yeni yeni iş girişimle­
ri kuruyor kendi kafasında, tanıdığı tanımadığı kişilere maddi m a­
nevi yardım ediyor, vaatlerde bulunuyor. Böyle dönemlerde de çok
yem ek yiyiyor mesela. Sürekli içki içiyor, aşırı para harcıyor. Kaç
kere inanılm az kredi kartı borçlarını ödedim onun, hem de aldığı
şeyleri bir görseniz! Alakasız hiç işine yaramayacak şeyler. Soruyo­
rum neden aldın diye, ya hatırlamıyor ya da “Çok güzeldi, aldım"
diyor. Yurt dışına telefon açıp saatlerce konuşuyor. Söyleyince de ya
kızıyor ya da “Ne var ne olacak" diyor. Biliyor musunuz, beni dövdü
iki kere. Çok utanç verici. Bunun nedeni olarak da onu aldattığı­
mı düşünüyorm uş zam an zam an, onun arkasından hain planlar
yaptığımı düşünüyormuş. Her zam an düşünm üyor böyle, zam an
zaman... Bir kere de aldattı beni! Neymiş, O bir seks tanrısıymış,
bunu bütün kadınlar yaşamalıymış. Bazen ben peygamberim bile
diyor. H em de inanıyor buna! İkna edemiyorum tersine. Nasıl bir
düşünce bu! Çocuğumuz da her şeyin farkında, ben ne kadar onu
bu durum dan uzak tutm aya çalışsam da, alevli dönemlerde onu
anneme bıraksam da, o da etkileniyor. Babasının zam an zaman
deve kuşu gibi kafasını kum a gömmesi, onunla ilgilenmemesi ve ba­
zen de hiddetli, öfkeli aşırı tutumlarıyla ön plana çıkması onun da
problem yaşamasına neden oluyor. Babasını taklit ediyor farkında
olmadan. O ne yapsa onu yapıyor okulda. Babasından aşırı korku­
yor mesela, çocuğun özgüveni yok oldu, sesi çıkmıyor. Okulda ders­
leri dinlemiyormuş, hayal dünyasında yaşıyormuş. Arkadaşlarıyla
oynamıyormuş, hep yalnız dolaşıyormuş. Bir sürü kırık not geldi.
Öğretmeni, oğlumun özgüveninin çok sarsılmış olduğunu, kendini
yetersiz ve değersiz gördüğünü ve korkulu gözlerle baktığını söyle
di. Aslında ben de ondan farksızım . Ben ne yaptım da bunları hak
ettim, bunlara neden oldum diye düşünüyorum . Ben de suçluyum
onun böyle olmasına, ben de sebep oldum demek ki! A m a belki de
kişiliği ve tarzı bu adamın! A rtık burama geldi, dayanamıyorum!
Uykularım bölünüyor, ben de sinirli ve m utsuz bir insan oldum,
beni O yaptı böyle, dengesizliği, sorumsuzlukları, agresifliği, m u t­
suzluğu tüketti beni. İyi hissetmiyorum.
H akan: Zam an zam an dengesiz davrandığımın farkındayım .
A m a sanki hiçbir şey kontrolümde değil gibi. Bazı dönemler de ken­
dimi o kadar kötü hissediyorum ki. Çaresiz, sevgisiz, yalnız, sanki
bütün dünya başıma yıkılm ış gibi. Ailem i seviyorum am a bazen
onlara kötü davranıyorum. Enerjim hiç olmuyor, elimi kolumu kı­
pırdatamıyorum. Karıma cinsel olarak da yetem iyorum çoğu za ­
man. O da haklı aslında. Benden bıktı zaten. Sorum suz bir adam
olduğumu söylüyor sürekli. Kötü bir insan olduğumu düşünüyordur
çoğu zam an herhalde. Aslında ben her şey çok iyi olsun istiyorum
ama bazen nedensiz yere kendim i ya diplerde ya da göklerde hisse­
diyorum. Diplerde olduğum zam an işe gitm ek istemiyorum, çünkü
yaptığım işten hiçbir şey anlamıyorum. Sanki aptal gibi, denilenlere
konsantre olamıyorum. Bu nedenle işten çıkarıldım zaten. İnsanla­
ra uyum sağlayamadığımı, yetersiz ve anlamsız olduğumu, hayatın
bir boşluk olduğunu, aslında hiçbir şeyin anlamı olmadığını düşü­
nüyorum. Var olan tek gerçek ölüm gibi geliyor. Ölmek istiyorum
çoğu zam an, bunu hak ettiğimi, yaşam anın bana fa zla olduğunu,
bunu beceremediğimi düşünüyorum . Ailem bilmiyor, denedim
daha önce ölmeyi ama yapam adım . Cama çıktım, atacaktım ken­
dimi am a bir an durdum, yapam adım . Onların benden bu durum ­
dayken mucizeler beklemesi, ben bu kadar kötü hissederken onların
benden iş, güç, sevgi, ilgi alaka beklemeleri de beni üzüyor ve çık­
m aza sokuyor. Elimde değil yapamıyorum . Önceleri ben bu duru­
mun benim kişiliğim olduğunu düşünüyordum ama şu an öyle gel­
miyor. T uhaf davrandığımın ben de farkındayım . Garip ve dengesiz
davranıyorum çoğu zaman. Dalgalı bir ruh hali, bir yerde bir gökte.
Bu zamanlarda; eşime, çocuğuma yetem em ek ve onların isteklerine
cevap verememek beni daha çok bunalıma itiyor. Kendi derdim bir
yana da bir de onların suratını çekiyorum. İnanılm az bir suçluluk
duygusunun içindeyim. Bir ailenin direğidir baba. A m a ben yeterli
değilim ve hiçbir işe yaramıyorum. Bu beni sinirlendiriyor da çoğu
zaman. Kendime kızıyorum, ben neden böyleyim diyorum. Eksik
ve işe yaram az olduğumu biliyorum. Aslında bu suçluluk duygusu
ve kendim e olan öfkem çocukluğumdan bu yana var bende. Ba­
bam hep m ükem m eli isterdi, hep en iyisini yapm am ı isterdi. Sını­
fın birincisi değil de İkincisi olduğumda evde kıyametler kopmuştu
bir keresinde mesela. Bu yüzden hayatım boyunca ben de hep en
iyisini yapm aya çalıştım, şim di yapamayınca kızıyorum kendime,
aptal gibi hissediyorum. Bunu unutm ak için, kafam ı dağıtmak için
içiyorum, alkol alıyorum sürekli. Bu biraz beni anlık olarak hafif­
letiyor, sıyrılıyorum o ruh halinden ama tabi alkolün etkisi geçince
yine yerlerdeyim. Uzun zam andır arkadaşlarımla görüşmüyorum,
zaten onlar da soğudu benden, kimse aramıyor sormuyor. Kim ister
ki böyle biriyle arkadaş olmayı! Fakat bir de uçtuğum zam anlar
var. Uçtuğum zam an hem iyi hem kötü, biraz bundan bahsedeyim.
İlk olarak iyi hallerimden söz etm ek isterim. Kendim i mükemmel,
harika, yetkin, her işi yapabilecek durumda, müthiş zeki, yaratıcı,
sevgi dolu, sanki hayatta m utluluk ve iyilik diye bir şey varsa hepsi
benim içimdeymiş gibi hissediyorum. Yaşam inanılm az zevk veri­
yor. Karıma tekrar aşık oluyorum sanki. Renkler, şekiller, şarkılar,
her şey sanki başka türlü görünüyor gözüme. Sanki her şey benim
için var ve her şey o kadar güzel ki! Her şey çok anlamlı! Uyumak
yok, çünkü uyuyacak kadar sakin değilim, içim kıpır kıpır, aşk ve
enerji dolu. Her durum la her nesneyle ilgili her kişiyle ilgili bağlan­
tılar kuruyor ve hatta var olan şeyleri keşfediyorum. Sanki bütün
kadınlar beni istiyor, ben de onları. Bu nedenle çok kez evlilik dışı
ilişkilerim oldu. Aslında bazı insanların hayat tarzıdır bu yasak iliş
kiler ama hiç bana göre değil, ama böyle dönemlerde ne yaptığımı
bilmiyorum ve kendim i durduramıyorum. Sonra da acayip bir piş­
manlık ve suçluluk duygusu yine. Çünkü ben bunları yapacak bir
kişi değildim. Sanki bir ben var, benden içeri...Ben şiir yazm ayı çok
severim, o dönemlerde yazdığım şiirlere bakıyorum da, inanılmaz,
inanılm az metaforlar, inanılm az cümleler, nasıl bir hayal gücü var­
mış bende diyorum. Sanki beynim açılıyor ve sözcükler akıyor, her
şeyi o kadar derin ve detaylı algılıyorum ki! M üthiş bir yaratıcılık
bende hüküm sürüyor. Aklım a kendimce orijinal fikirler geliyor. Bir
keresinde bir işe böyle bir dönem im de yatırım yaptım ama bütün
para heba oldu. Çünkü ben biraz “uçm uşum ”. Sonradan fa rk ettim
ve nasıl böyle bir işe girdim, inanamadım. Bunu yapacak kişi de­
ğildim. O kadar parayı saçma sapan bir işe yatırdım. Bir keresinde
de oldukça yüklü miktar bir parayı bankadan çıktıktan sonra hiç
tanımadığım ama fa kir olduğunu gördüğüm bir kadına verdim, oy­
saki o oğlumun okul parasıydı. Biliyor m usunuz o an bu aklıma hiç
gelmedi... Mesela bu durum, uçtuğum zamanların bende bıraktığı
olumsuz sonuçlardan biri. Ve tabi, öfke krizlerim! Tabi bu öfke kriz­
lerinin de arkasında belli düşünceler yatıyor. Hani bir şarkı var ya;
“dalgalandım da duruldum ”...Ben bir türlü durulam ıyor um ... Hep
dalgalıyım, büyük dalgalar...Uçlardayım, dengemi bulamıyorum...
İlk olarak, kişi bir evlilikte karşı taraftan neler bekler; bunlardan
söz edelim. Sağlıklı ilişkilerde çiftler; bağlılık, sevmek, sevilmek,
saygı duyulm ak, onaylanm ak, kabul edilmek, beğenilm ek, cinsel
açıdan tatm in olm ak, hayata karşı sorum lulukların yerine getiril­
mesi ve hayata karşı olan zorlukların paylaşılmasını ister. Bu is­
tekler insanın doğasına özgü isteklerdir. A ncak bipolar bozukluğa
sahip kişi zam an zaman epizod dönem lerinde çeşitli sorum luluk­
larını ve karşı tarafın beklentilerini istese de yerine getiremez. Bu
durum da ise, çiftler arası uyum suzluk başlar ki bu baş edilmesi
oldukça güç bir durum dur. Bu nedenle ailede bu bozukluğa sa­
hip bir kişi varsa, diğer aile bireylerinin de bu hastalık hakkında
detaylı bilgi sahibi olması gerekir; bu, hastalığın teşhisinde, leda
visinde ve kontrolünde oldukça büyük rol oynar. Tahm in edebi­
leceğiniz gibi, aile fertleri bilgi sahibi olurlarsa hastanın neden o
şekilde davrandığını anlayabilir, daha anlayışlı ve empatiyle yak­
laşabilirler. Bu belki de alınacak ilk önlem ve kuraldır. Bir diğer
konu ise, ailede eğer kronik bir rahatsızlığı olan bir kişi varsa, bu
durum un diğer aile bireylerinin de psikolojik sağlığını etkileyece­
ğidir. Yukarıdaki öyküden yola çıkıldığında açıkça görülm ektedir
ki Hakan’ın duygu durum dalgalanm aları Pelin için bir stresör
(stres yaratan durum ) haline gelmiştir. Bu da, Pelin in belki gene­
tik olarak alt yapısında bulunan ya da Pelin in düşünm e stilleri­
nin m eydana getirdiği depresyonu (suçluluk duygusu, agresiflik,
um utsuzluk, çaresizlik vb.) açıkça ortaya çıkarmıştır. U nutulm a­
m alıdır ki, eğer kişi tek başına tam bir bütün değilse; fizyolojik ve
psikolojik olarak sağlıklı değilse ilişkide de problem ler çıkacaktır.
Bu Pelin i hem birey olarak etkilem ektedir hem de bu evlilik için
yaptığı yatırım ları sorgulam asına, evliliğe adım atm adan önceki
beklentilerini düşünüp, bunların şu anda karşılanam am asından
ötürü hayal kırıklığına uğram asına neden olmaktadır. Bu nedenle
de bipolar bozukluğa sahip bir eşi olan m ağdur eşin eğer im kanı
varsa kendisi de psikolojik destek almalıdır. Ö te yandan, çocuk
açısından bakıldığında da, böyle ebeveynleri olan çocukların da
ebeveynlerinin davranışlarından etkilenm esi kaçınılm az olm ak­
tadır. A nne ve babanın çocuğa verm esi gereken zam an ve enerji,
başka alanlara dağılmaktadır. Bu durum , çocuğun kendi benliğiy­
le ve çevresiyle, dünyayla ilgili düşüncelerini oluşturduğu dönem ­
de onu olum suz biçimde etkilemektedir. Erken yaşlarda, çocuk
için aile, çevreyle olan en önem li bağdır ve çocuklar kendi anne
babalarından yola çıkarak çevreyle, insanlarla ilgili bilgiler edinir,
bağlantılar kurarlar; yani hayatı keşfederler. Ç ocukların ebeveyn
leri ile kurdukları bağlanm a ilişkileri ve stilleri (güvenli, kaygılı /
kararsız ve kaçm an bağlanm a) yetişkinlik hayatında da nasıl bir
bağlanm a m odeli oluşturacaklarını etkiler. Çocuk, her zam an ya­
nında hissedeceği, her daim onu koruyan, kollayan, destek olan,
sevgisini ve şefkatini esirgemeyen ebeveynlere ihtiyaç duyar. A n­
cak, aile içinde bir kronik hastalık olursa, bu ihtiyaçlardan çoğun­
lukla m ahrum kalabilir. Ebeveynler, rol modelidirler. Bu nedenle,
yukarıdaki örnekte çocuğun, babasının kimi davranışlarını taklit
etmeye başladığını görebiliyoruz. Çocuk, yaşadığı problem li o r­
tam ı anlam landıram am akla birlikte kendisine yönelik suçluluk
duyguları da yaşayabilir (örneğin, “annem babam a benim le ilgi­
lenm ediği için bağırdı, benim yüzüm den kavga ediyorlar” gibi).
Çocuğun kendine olan güveni ve saygısı da zedelenebilir kuş­
kusuz ki. Ve Hakan; öyküm üzün baş kahram anı. H akan bütün
bunları yaşarken, ilk başlarda aslında bu davranışlarının onun bir
parçası olduğunu, kişiliğinin tem el özelliklerinden biri olduğunu;
bu nedenle de bu d urum u asla değiştiremeyeceğini düşünm ek­
tedir. Ancak, yaşadığı kayıplardan ötürü artık profesyonel yar­
dım almaya ikna olmuştur. Bu, sıkça karşılaşılan bir durum dur.
Genelde çevre ya da aile, hastayı bu davranışlarıyla betim lerler
(örneğin, “çok dengesiz, anı anm a uymuyor, bazen çok m utlu ve
abartılı, bazen m utsuz ve çökkün, biraz da delilik var içinde, k a­
fasına eseni yapıyor” gibi). G örüldüğü gibi, bu davranışlar aslında
bipolar bozukluğun tem el belirtileridir. İkinci önem li nokta ise,
etiketlenm edir. Bu hastalıktan yakm an kişiler, tedavi olmayı ka­
bul ederlerse toplum tarafından “deli” damgası vurulm ayı da göze
almış olurlar. Bu oldukça hatalı ve önyargılı bir tutum dur. A n­
cak, ne yazık ki, toplum um uzda bu tü r inanışlar hâlâ sürm ektedir.
Psikolojik destek alan ve alm ak isteyen kişilere bu tü r olum suz
eleştiriler hâlâ yapılmaktadır. Bu, aslında sadece bu bozukluktan
m üzdarip kişilerin yaşadığı bir sorun değil, başka birçok hastanın
da yaşadığı acı bir gerçektir. Oysa ki bipolar bozukluk kimyasal
bir bozukluktur, uygun tedavi ve korum a yöntem leriyle kişi h a ­
yatına norm al bir şekilde devam edip, işlevselliğini sürdürebilir.
Bir başka sorun kaynağı ise, özellikle atak zam anında zor dönem
lerden geçen hastaya ailenin ve çevrenin em poze etm eye çalıştığı
sorum luluklar ve ödevlerdir. Özellikle depresyon dönem lerinde
hastalar kendilerini oldukça yorgun, bitkin ve çökkün hisseder­
ler. Bu durum onları gündelik yaşam dan alıkoyar. Ailenin ve
çevrenin bu konuda anlayışlı davranm aya çalışıp, bu tü r yükleri
olabildiğince hafifletmeye gayret gösterm esi tedavinin seyrini de
olum lu etkilemektedir.
Bipolar bozuklukta intihar oldukça önem li bir olgudur, hay­
li fazla rastlanm aktadır. Bu nedenle hastanın intihar tehditleri
önem senm eli ve intihara karşı önlem alınmalıdır. Ancak, zaman
zam an, hastaların intihar dışında da ölüm riskleri vardır. Bunlara
örnek olarak; hipom ani atağı geçiren bir hastanın çok hızlı araba
kullanıp kaza yapması olabilir. Ya da psikotik özellikli bir m ani
atağı geçiren kişinin bir halüsinasyon görüp ya da işitsel olarak
kom ut alıp (“çık köprüye atla” gibi) tehlikeli bir d u ru m a kendisi­
ni sokm ası gibi. Bu zam anlarda kişilerin m uhakem e kabiliyetleri
azalır. Bu nedenle atak dönem lerinde bu gibi durum ların düşü­
nülüp önlem alınm ası gerekebilir.
Bu bozuklukta tedavi, her koldan desteklenm elidir. U nutul­
m am alıdır ki; tedavi süresinde ilaçların yan etkileri kişileri, eşler
arası ilişkiyi ve sosyal ilişkileri etkileyecektir. Cinsel istekte ve per­
form ansta düşüş, kilo alımı / kaybı, konsantrasyon bozuklukları,
uyuklam a hali ilaçların yan etkilerinin bazı örnekleridir. Ancak
tedaviye aksatılm adan devam edilmeli, tedavi konusunda istik­
rarlı bir süreç yaşanmalıdır.
Bipolar bozukluk, yaşayan kişi kadar aile bireylerinin de ol­
dukça zorlandığı bir durum dur. Eşler, aile bireyleri ve m üm künse
yakın çevre birbirlerine m üm kün olduğunca suçlayıcı olmamaya
çalışmalıdırlar. U nutulm am alıdır ki; her bireyin yaşadığı duygu
aslında kendi düşünce içeriğinin bir ürünüdür. D uygular da dav
ranışlara yön verir. Bu nedenle aslında hastaya olan yaklaşım ım ı­
zı, davranışlarım ızı ve ona karşı olan duygularım ızı kendi irade­
mizle belirlediğim iz, seçtiğim iz bir gerçektir.

Kaynaklar
• A m erican Psychiatric A ssociation (2000). D iagn ostic and Statistical
M anual o f M ental D isorders (4th éd.), USA: APA.
• Bowlby, J. (1988). A Secure Base: Clinical A pplications o f A ttach­
m ent Theory, UK: Routledge.
• D avison, G. C. & N eale, J. M . (1990). A bnorm al Psychology, USA:
John W iley.

• Özer, A. K. (2001). Üç Psikolojik Soru, Istanbul: Sistem Ya­


yıncılık.
ÇALIŞAN ANNELERİN ÇOCUKLARINDA
BAĞLANMA ÖRÜNTÜLERİ

Aylin İlden Koçkar


ı

İ nsanlık tarihi boyunca, geniş aile üyeleri annelere bebekleri­


nin bakım ı konusunda yardım cı olmuşlardır. Ihı ülkemizde
de oldukça yaygın bir uygulam a olup, anneleri çalışırken an n e­
anne, babaanne tarafından bakılan çocuk sayısı çoktur. İhı kişi­
lerden bir kısm ı bebeğin doğum undan itibaren bebekle birlikte
olduklarından, ikincil bağlanm a kişileri olarak bebeğin hayalın­
da önem li bir yere sahip olacaklardır. Bu durum daki bağlanm a
ise, paylaşılarak ortaklaşa kurulm uş gerçek bir bağ olacaktır. Son
50 yılda çocuk gelişimi araştırm acıları kalıcı ve sevgi dolu aile
bağları oluşturm anın önem ine ve çocukların sosyal ve duygusal
ihtiyaçlarına ilişkin pek çok çalışma yapmışlardır. Ayrıca son 20
yıllık süreç, teknolojinin gelişmesiyle birlikte duygusal deneyim ­
lerin bebeğin gelişmekte olan beynini nasıl etkilediğini ortaya
koymaktadır. Bebeklerin ya da küçük çocukların ebeveynlerinin
bakım ve gözetimi altında olm adıkları zam anlarda bakım veren
diğer kişilerle kurdukları ikincil bağlanm a ilişkileri de sağlıklı bir
bağlanm a sürecinin önem li adım larıdır. Her birim iz genetik ya­
pım ız ile yaşam da edindiğim iz deneyim lerin bir bütünüyüz. Ya­
kın bağlanm a ilişkisi kurabilm e becerisi, erken dönem çocukluk
deneyim lerim izin genetik ve çevresel faktörlerle etkileşim lerinde
yatar. Elbette ne tam am en aynı genetik yapılara, ne de aynı dene­
yimlere sahibiz; bazı insanlar hem fiziksel hem de duygusal olarak
diğerlerine göre daha güçlü ve dayanıklı olur, bazıları ise çok daha
hassastır. Bir çocuğun yaşam ının ilerleyen evrelerinde sağlıklı ve
duygusal olarak dengeli ve becerikli bir insan olabilmesi için, be­
beklik ve çocukluk dönem inde güvendiği kişiler tarafından ye­
terli ve anlam lı düzeyde ilgi verilmiş, zam an ve em ek harcanm ış
olması gerekmektedir. Ancak, günüm üzde ebeveynler, çocukla­
rına bu ilgiyi sağlamakla, çalışarak aile bütçesi için gerekli geliri
getirm ek arasında belirli bir denge kurm ak zorunda kalm aktadır.
Yıllar önce, bebek ya da çocukların çeşitli hastalıklar nedeniyle
hastanede kalm ak zorunda olduğu, ebeveynlerine de yalnız­
ca kısa sürelerle bebeklerini görm e şansı tanındığı durum larda
gözleme dayalı araştırm alar bebek ve küçük çocukların yaşadığı
psikolojik travm anın düzeyini ortaya koymuştur. Bu çocukların
fiziksel bakım ları iyi yapılm akta ancak ebeveynlerini yeterince
görem ediklerinden duygusal bir yoksunluk yaşamaktaydılar. Bu
çocuklar, yoğun çaresizlik duyguları yaşamış, hatta bazı çocuk­
lar daha da ileri giderek terk edildikleri duygusuna bile kapılmış
olabilirler. Bu çocukların yaşadığı “kayıp” duygusu, yaşam larının
tam am ına yansım ış olabilir. 1950’li yıllarda yapılan araştırm alar,
günüm üz hastanelerinin pediatri bölüm lerinin politikalarının de­
ğişmesine neden olmuştur. A rtık günüm üzde, hastanede yatm ak
zorunda kalan bebeklerin ebeveynlerinin yanlarında kalm alarına
izin verilm ektedir. Ayrıca, kurum larda bulunan kimsesiz çocuk­
ların da koruyucu ailelerin him ayesine alınm asının önem i ortaya
konm uştur. A raştırm acılar halen, uzun sürelerle ebeveynlerinin
bakım ından uzakta kalan bebekler için aynı endişeleri duym ak­
tadırlar. Bu çocukların deneyim lerinin daha travm atik ve daha
zor tespit edilebilir gelişimsel sorunlara neden olabileceği dü şü ­
nülm ektedir. Bu sorunlar, özellikle 30 aydan küçük çocukların,
tanıdığı ve güvendiği kişiler tarafından değil de tanım adığı kişiler
tarafından bakıldığında daha sık ortaya çıkm aktadır. Uzun süre
dir, bu tü r yaşantıların bebek ve çocukları etkileyip etkilemediği,
bir etki söz konusuysa eğer bu etkinin kalıcı olup olmayacağı veya
daha sonradan ortaya çıkıp çıkamayacağı tartışılm aktadır. Yeni
araştırm alarda, bakım evlerinde kalan çocukların da aileleriyle
birlikte olan çocuklara göre, daha fazla olum suz davranış sergi­
lediğine dair kanıtlar bulunm uştur. Bu davranışlar sadece buz­
dağının görünen kısm ı olabilir ve altta yatan psikolojik sorunlar
ileride çocukların ruh sağlığını etkileyebilir.

Beyin Gelişimi
N örobilim ciler bir süredir bebeklerin beynindeki önem li ya­
pıları gözlemlemekteler. Bu yapıların duygusal deneyim lerle şe­
killendiği ve sosyal ve duygusal ilişkilerin sonucunda yapılarda
olum lu ve olum suz etkiler oluşabildiği ortaya çıkmıştır. Bebek
beyninin fiziksel yapısı, yaşam ın ilk iki yılında bağlanm a ilişkileri
dahilinde ortaya çıkan horm onlardan etkilenm ektedir. Beynin sağ
bölüm ü, sol tarafa oranla ilk 30 ayda daha hızlı gelişir. Sağ taraf
ilişkilerin oluşm ası ve bir başkasının duygularının anlaşılm asına
ilişkin em pati gibi duygusal becerilerin gelişmesi ile ilişkilidir. Be­
bekler bu becerileri, hassas, özenli ve uyum lu bir bakım ın tekrar
tekrar sağlanm ası sayesinde geliştirirler. Bu noktada oluşan iliş­
kinin kalitesi ve beraberinde getirdiği duygular, gelişmekte olan
beyin yapılarında anlam lı etkiler bırakabilir. Bu erken dönem
deneyimler, konuşm a öncesi dönem de gerçekleştiğinden daha
sonra hatırlanm az. A ncak bu duygular çocukluk süreci boyun­
ca kişilik gelişim inde anlam lı rol oynayabilir. 33. aydan itibaren
bebeğin beyni anlam lı bir değişiklik geçirir. Beynin sol bölümü
nün ilerlemesi hızlanır ve 36. ayda sol beyin baskın hale gelir. Bu
noktada kaliteli bir okul öncesi eğitim süreci çocuğun bilişsel ve
sosyal becerilerini destekler. A ncak araştırm alar, okul öncesi eği
tim için 24 aydan küçük çocuklarda anlam lı bir yararlılık bildir­
m emişlerdir. Bu nedenle 24-36 ay arası çocukların anneden (ya
da birincil bağlanm a kişisinden) ayrılm anın stresi ile başa çıkıp
çıkam ayacaklarının iyi değerlendirilm esi gerekir.

Stres ve Kortizon Seviyesinin İlişkisi


Herkes günlük yaşam da bir m iktar strese m aruz kalır. Bu dene­
yim ler yaş ve gelişim düzeylerine uygun olduğunda, vücut norm al
seviyelerde kortizon üretir ki bu da sağlıklı çalışan bir vücut için
gereklidir. G ün içerisinde kortizon seviyeleri pek çok fizyolojik
ve psikolojik faktöre bağlı olarak değişkenlik gösterir. Bebeklerin
hassas beyinleri hızla büyüdüğünden, bazı araştırm acılar bebek­
lerde tüm gün kortizon seviyesinin yüksek düzeyde olm asını e n ­
dişe verici bulm aktadır. Bebeklerin beyninin m aruz kaldığı aşırı
düzeydeki kortizon seviyelerinin uzun dönem de duygu ve dav­
ranışlarını kontrol etm e becerisini etkileyeceği düşünülm ektedir.
Bağlanma kuram ına göre bebekler, bağlandıkları kişiye ulaşam a­
dıklarında bir çeşit tehlike algılayacak ve bu da bağlandığı kişiyi
bulm aya yönelik bir tepkiye neden olacaktır. Özellikle de bebek
yabancı bir ortam daysa bu tepki artacaktır. Ayrıca, yine bağlan­
m a kuram ına göre, bebek, yeterince tanım adığı birisi tarafından
da rahatlatılamayacaktır. Ç ocuklar anı yaşarlar. İyi bildikleri, ta ­
nıdıkları bir kişiye ulaşam adıklarında genellikle bu durum u p ro ­
testo etmeye başlarlar. Eğer bağlandıkları kişiye ulaşm a im kânları
engellenirse bu d urum da da m ücadele eder, ağlayıp bağırm aya
başlarlar.

Stres ve Yuva
G ünüm üzde, o ya da bu sebeple annelerin de çalıştıklarını gö­
rüyoruz. Bu durum da da çocukların bakım ını üstlenm ek annenin
dışında farklı kişi ya da kurum lara kalm aktadır. Bakan kişi ister
evde ister bir yuva ortam ında baksın, bebekle farklı düzeylerde
bağlanm a ilişkisi kuracaktır. Güvenli ve sağlıklı bir bağlanm anın
oluşm asında, bakım veren kişilerin mizacı, deneyim i, eğitim iy­
le birlikte bebeğin de yaşı, cinsiyeti, m izacı ve annesiyle kurduğu
bağlanm a ilişkisi rol oynayacaktır. Pek çok ebeveyn 2 yıl boyunca
evde bir bakıcı gözetim inden sonra çocuklarını yuvaya vermeyi
tercih etm ektedir. Ancak, çocuk yuvada bağlanacak bir kişi b u ­
lam adığında strese girer; kortizon seviyesi yükselir. Çocuklar an ­
neleriyle buluşup anne yeterli ilgi verdiğinde kortizon seviyeleri
norm ale döner ki bu ancak onların yatm a saatine yakın gerçekle­
şir. Başka bir risk faktörü olm adığı durum da, çocuklar her gün bu
döngü ile belirli bir sorun olmaksızın başa çıkabilirler.

Bağlanma Sürecinin Kesintiye Uğraması


Bebeğe annesi yerine bir bakıcının bakması, oldukça ciddi bir
risk faktörüdür. Bu yöntem de bebek birincil bağı anne yerine b a ­
kıcı ile kuracaktır. Bakıcı şu ya da bu sebeple aileden ayrıldığında
ise bebeğin birincil bağ kurduğu kişiyle ilişkisi bitm iş olur. Benzer
bir durum çocuğa anne yerine anneanne ya da babaannenin b ak­
tığı d urum da da ortaya çıkar. Uzun süre büyükanne bakım ında
olan bebeğin daha sonra annesi tarafından alınıp farklı bir evde
bir başkası tarafından bakılmaya başlanm ası çocuk için sıkıntılı
bir sürecin başlangıcı olabilir. Aslında bu tü r bir kayıp yaşantısı,
her yaştan çocuğu olum suz etkileyebilir. Ancak, bu durum çocu­
ğun kendisini rahatlıkla ifade edebileceği dönem den önce olursa,
yaşamı boyunca kendisini huzursuz eden kaygının sebebini de
anlam akta güçlük çekecektir.
Peki, çocuklara kim bakmalı? İyi bir bakıcı pek çok aile için
bebeğin yaşam ının ilk yıllarında etkili bir cankurtaran görevi
görmektedir. Ancak, çocuğun birincil olarak bakıcıya bağlanması
tercih edilen bir durum olm ayacağından buna dikkat etm ek ge­
rekir. Peki, hangi durum da çocuk bakıcıya anlam lı biçim de bağ­
lanır? Ç ocuğun birincil olarak bakıcıya bağlanm a ihtim ali şu d u ­
rum larda daha fazladır:

• Bakıcının bebeğe doğduktan hem en sonra bakm aya başla­


dığı durum da,
• Bakıcı, çocukla ebeveynden daha fazla zam an geçirdiğin­
de,
• Bakıcının çocuğun evinde yaşadığı durum da,
• Bebekle geceleri de bakıcı ilgilendiğinde,
• Bakıcı, ilişki sınırlarına dair uygun olmayan m esajlar ver­
diğinde.
İkincil bağlanm a kişisinin (Örn. bakıcı) kaybı (ayrılması) anne
tarafından hassas biçim de ele alındığında, bu durum çocuk için
aşırı stresli olmaz. Bazı aileler bakıcı ile çocuk arasında bir bağ
oluşm asına engel olm ak için sık sık bakıcı değiştirirler. Ancak,
bakıcıların sık değiştirilm esi de bir risk faktörü olabilir. Bazen
yuvalarda birden fazla bakım veren kişi bulunabilir. Bakım ve­
ren kişilerin sürekli değişmesi veya bakım veren kişi başına d ü ­
şen çocuk sayısının fazla olması, çocuğun ihtiyaçlarının birden
fazla kişi tarafından karşılanm ası veya bakım veren kişinin bir
bağ oluşturm aya zam anı ya da eğilim inin olm am ası sağlıklı bir
bağlanm a oluşm asına engel olabilir. Bazen de yuvadaki bebekler
belli bir bakıcıyla bağ kursa bile, kurum un politikası nedeniyle,
bakım verenlere farklı bir görev verilm esi veya bebeğin farklı bir
gruba aktarılm ası nedeniyle bu bağ bozulabilir. Bazen yuvalarda
bakım veren kişi yarı-zam anlı çalışıyor veya stajyer öğrenci ola­
rak bulunuyor olabilir. Eğer bu tü r durum lar sık oluşursa, tekrar
tekrar yaşanan ayrılık süreci çocukta bir başka bakım verenle bağ
oluşturm a yönünde isteksizliğe neden olabilir. Sayıları az da olsa
bazı bebekler erişkinlerle rahat ilişki kurabilir ve birden fazla b a­
kim verenle sorun yaşamaz. Ancak, genellikle tüm bebeklerin ve
küçük yaştaki çocukların tem el ihtiyacı; bağ kurabileceği ikinci
bir kişidir. N adiren de olsa bazı aşırı hassas bebekler annelerin
den ayrılm akta çok zorlanır, ikincil olarak bağlandığı kişi bile bu
bebekleri rahatlatam az.

Y uvad a Sağlıklı Bağlanma


Ç ocuk ile bakan kişi arasında bir bağ oluşabilmesi için bakı­
cının çocuğun bakım ını en az 1-2 yıl sürdürm esi gerekir. Bu d u ­
rum da bile bir bağ oluşacağının bir garantisi yoktur. Bağ oluşabil­
mesi için bakım veren kişinin duygusal bir bağlılık kurabilm esi
gereklidir. En özenli yuvada, bakım veren kişiyle ikincil bağ oluş­
m ası d u ru m u n d a bile bu, annenin çocuğuna bakm asından daha
stresli bir durum yaratır. Ancak, bu stres düzeyi çocuk için uzun
dönem bir risk faktörü oluşturm az. Sağlıklı bir bağlanm anın olu­
şabilmesi için okul öncesi k urum un aile yakınlığını sağlayacak bir
sistemi, yapısı, anlayışı olmalıdır. Bu şekilde hizm et veren, verm e­
si gereken bir kurum un özellikleri de şöyle sıralanabilir:
• 9 aydan küçük bebekler kurum lara kabul edilmemelidir.
Böylece bebek, birincil bağlanm a kişisiyle, yani annesiyle
bağlanm a sürecini tamamlayacaktır.
• Yuvalarda çalışan öğretm enlerin çocuklarla bağ oluştur­
m aya çalışması hem kurum hem de ebeveynler tarafından
teşvik edilmelidir.
• Yuvaya başlarken çocuğun temel bağlanm a kişisi (örneğin,
annesi) 1-2 hafta onunla birlikte yuvada bulunm alıdır. Böy­
lece çocuğun, yeni bir bağ oluşturacağı öğretm eniyle sıcak
bir ilişki kurabilm esi için güvenli bir ortam oluşturulur.
• Yuvaya başlarken ayrılm a süresini yavaş yavaş arttırm ak
la, çocuğun annesinin orada olduğunu bilerek güvenli hi
çim de ve olabilecek en düşük stres düzeyiyle yeni ortam ına
alışması m üm kün olabilecektir.
• Ç ocuğun kreşte geçirdiği süre, ikincil bağlanm a süreci
oluşana değin yani örneğin öğretm eniyle yakın, sağlıklı ve
güvenilir bir ilişki kurana kadar m üm kün olduğunca kısa
tutulm alıdır.
• 18. aya gelene kadar yuvadaki bakım süresi yarım gün ol­
malıdır.
• Ö ğretm en / bakım veren kişilerin çocuklara oranı; 2 yaş
altı çocuklar için l ’e 3, 2 yaşındaki çocuklar için l e 4 ve 3-7
yaş arası çocuklar için de l e 8 şeklinde olmalıdır.
• Ö ğretm enin çocuklarla ilgilenebilm ek için yeterli enerji­
si olmalıdır. Ayrıca; küçük çocukların fiziksel, bilişsel ve
duygusal ihtiyaçlarını karşılayabilecek düzeyde eğitim ve
tecrübesi olmalıdır. Ebeveynler de tem el bağlanm a kişileri
olarak çocukla bağlarının devam etm esi için desteklenm e­
lidir.

Kaynaklar
• Barglow, P., V aughn, B. E. & M olitor, N . (1987). Effects o f m aternal
absence due to em p loym en t o n the quality o f in fan t-m oth er attach­
m ent in a low -risk sam ple, C hild D evelopm ent, 58 (4), 945-954.

• Belsky, J. & R ovine, M . J. (1988). N onm aternal care in the first year
o f life and the security o f infant-parent attachm ent, C hild D ev elo p ­
m ent, 59 (1), 157-167.

• B enn, R. K. (1986). Factors p rom otin g secure attachm ent relations­


hips b etw een em p loyed m others and their sons, C hild D ev elo p ­
m ent, 57 (5), 1224-1231.

• Bowlby, J (1973). A ttachm ent and Loss, Vol. 2: Separation: A n xiety


and Anger, USA: Basic B ooks.
Bowlby, J (1988). A Secure Base: C linical A pplications o f A ttach­
m en t Theory, UK: R outledge.
Bowlby, R. (2007). Babies and toddlers in non-parental daycare can
avoid stress and anxiety if th ey develop a lasting secondary attach­
m en t b on d w ith o n e carer w h o is consistently accessible to them ,
A ttachm ent and H um an D evelom en t, 9 (4), 307-319.
C hase-L ansdale, R L. 8c O w en , M . T. (1987). M aternal em ploym ent
in a fam ily context: Effects on infant-m other and infant-father at­
tachm ents, C hild D evelop m en t, 58 (6), 1505-1512.
C ohn , D. A „ C ow an, P. A., C ow an, C. P. 8c Pearson, J. (1992). M ot­
hers' and fathers' w orking m o d els o f ch ild h ood attachm ent relati­
onships, parenting styles, and child behavior, D evelopm ent and
Psychopathology, 4, 417-431.
G oossen s, F. A. 8c van Ijzendoorn, M. H. (1990). Q uality o f infants'
attachm ents to professional caregivers: Relation to infant-parent at­
tachm en t and day-care characteristics, Child D evelop m en t, 61 (3),
832-837.
M eins, E., Fernyhough, C., Fradley, E. 8c Tuckey, M. (2001). Ret­
h in k in g m aternal sensitivity: M others' com m en ts on infants' mental
processes predict security o f attachm ent at 12 m on th s, The Jour­
nal o f C hild P sych ology and Psychiatry and A llied D isciplines, 42,
637-648.
V aughn, B. E., Gove, F. L. 8c Egeland, B. (1980). The relationship b et­
w een o u t-o f-h o m e care and the quality o f in fan t-m oth er attachm ent
in an econ om ically disadvantaged population, C hild D evelopm ent,
51 (4), 1203-1214.
BABAYA BAĞLANMA:
BABALARIN ÇOCUK GELİŞİMİNDEKİ
ROLÜ

Mine Cihanoğlu

azının başlığını okuduktan sonra bazı okurlarım ızın zih­


ninde şuna benzer düşüncelerin uyanabileceğini d ü şünü­
yorum: “Çocuklar, anneleri dururken babalarına da bağlanır m ı?”,
“Babaların, çocuklarının gelişimine onlarla oyun oynam aktan
başka ne katkısı olabilir?” En iyi ihtimalle, çocuk gelişimi hakkın­
da biraz daha derinlem esine bilgi sahibi olanlarım ız, çocukların
babalarına da bağlanabildiklerini ve babaların da çocuklarının
gelişimini etkilediklerini kişisel sağduyularıyla söyleyebilecekler­
dir. Bunu söyleyem eyenlerimiz ise babaların çocukların yaşam ın­
daki rolü hakkında yeterli bilgiye sahip olm adığını belirtecektir.
İşte bu durum , benim bu yazıyı kalem e alm adan önceki duygu ve
düşüncelerim i çok iyi tanım lam aktadır. Gelişim psikolojisi ders­
leri verirken çocuklukta bağlanm a, ebeveyn-çocuk ilişkisi gibi
konulardan söz ettiğim izde anneye vurgu yapm ak kaçınılm az
gibidir. “İhm al edilen ebeveyn” olan babayı hatırladığım zam an­
larda “ebeveyn”, “bakım veren” sözcüklerini kullanm aya çalışsam
dahi aslında anneyi düşünüyor olduğum u fark ettiğim çok olm uş­
tur. Bu yazıyı hazırlam ış olm am ın, bu eğilim imi kırm akta bana
çok yardım cı olacağını düşünüyorum . Sevgili editörüm üzün ki
tabım ıza davet çağrısını yanıtlarken babalar hakkında yazmak,
önerdiğim birkaç konudan sadece biriydi. Böyle bir yazı hazır­
larsam bunun bilgi dağarcığım a katacaklarının az çok farkınday-
dım; ancak hiç tahm in etm ediğim çok önem li bir kazancım(ız)
daha oldu. Hazırlık sürecine başladığım günlerde oğlum da bir
yaşına girm ek üzereydi. Tahm in edebileceğiniz gibi eşim ve ben
ilk çocuğum uzun aram ıza katılışıyla tüm den değişen yaşam ı­
mıza, anne ve baba rollerimize uyum sağlamaya çalıştığımız bir
dönem den geçiyoruz. A nne ve baba olm anın, tem elde yaşayarak
öğrenildiğini düşünüyorum . Konuyla ilgili bildiklerim iz ve oku­
duklarım ız bize ancak yön verebilir kanısındayım . Babalarla ilgili
böyle bir yazıyı hazırlarken konuya bakışım ın önem li ölçüde de­
ğiştiğini hissettim . O kum alarım ı yaparken ebeveyn olarak yaşa­
m akta olduklarım ızı yeni bir süzgeçten geçirdiğim çok keyifli bir
süreç yaşadığım ı belirtm ek isterim . Edindiğim yeni bakış açısının
etkileri hem en kendini gösterdi. Ö ğrendiklerim i eşimle paylaştı­
ğım da hem ikim iz arasındaki hem de oğlumuzla olan ilişkimizde
olum lu değişimler gözledim. Bana bu yazıyı yazm a olanağını ya­
ratan sevgili editörüm üze kendim ve ailem adına teşekkürlerim i
iletm ek istiyorum .
Babalara, çocukların yaşam ında biçilen rolün ne olduğunu
görebilm ek amacıyla kültürüm üzde yaygın olan bazı söz ve de­
yim lerden yola çıkm ak istiyorum . Bunlardan ilk aklım a gelenler
şunlar: “Seni babana bir bir söyleyeceğim”, “Babalar en son d u ­
yar” (hatırlarsanız bu, yakın tarihte popüler olan bir dizinin ismi
olm uştur), “Babalar çocuk bakım ından anlam az, sadece oyıııı
oynamayı bilir”. Bunları söylerken babaları bir otorite figürü ve
çocuklarıyla ilişkilerinde mesafeli duran ebeveyn olarak görmüş
olm uyor muyuz? Aynı zam anda, bakım verm enin oyun oynamak
tan daha üstün bir işlev olduğunun altını çizerek babaların, bunu
becerem eyen ya da yapm ak istemeyen ebeveynler olduğunu mu
düşünüyoruz? Bu soruların yanıtı pek çoğum uz için “evet” olabi­
lir. Peki, ya araştırm alar ve konunun uzm anları ne diyor? U zm an­
ların yanıtları bunlardan bazıları için “evet”. A nne ve babaların
farklı rollere sahip ebeveynler oldukları konusunda uzm anların
görüş birliği içinde oldukları söylenebilir; ancak bu rollerin farklı
olması birinin diğerinden üstün olduğu anlam ını taşım am aktadır.
A nne ve babaların çocuk gelişim inde farklı işlevleri bulunm akta­
dır ve bu işlevler birbirini tam am lar niteliktedir. H atta çocukların
sağlıklı gelişebilmesi için bu işlevlerin farklı kalm ası gerektiğini
savunan pek çok araştırm acı olduğu görülm ektedir.
Babalar, araştırm alarda “ihm al edilen” ya da “unutulan” ebe­
veynler m idir? Ebeveynlerin çocuk gelişimine etkisini inceleyen
sayısız çalışm ada ebeveyn olarak ele alınan aslında anneler olm uş­
tur. Bağlanma kuram ı da başlangıçta anneye bağlanm adan yola
çıkmış, sonraları çoklu bağlanm aların da söz konusu olabileceğini
belirtm eye başlamıştır. Çocukların aynı anda annelerinden başka
bireylere de bağlanabileceği görüşünün etkisiyle babaya bağlan­
ma konusu gündem e gelmiştir. Babaların, 1970’lerin sonlarına
doğru gelişim psikolojisi araştırm alarında yer almaya başladığını
görmekteyiz. Bağlanma çalışm alarının sağladığı kuram sal alt ya­
pının yanı sıra o dönem deki önem li bir toplum sal değişimin de
altını çizm em iz gerekiyor: A nnelerin çalışma hayatına girişi. O
yıllardan başlayarak çalışan anne sayısının giderek arttığı görül­
mektedir. Bu durum , pek çok ailede ebeveyn rollerinin yeniden
yapılandırılm asını beraberinde getirmiştir. Bu değişim ler sonu­
cunda babaların etkisini inceleyen çalışmalar da ivme kazanm ıştır.
G ünüm üz çalışm alarının, otuz yıl önceki araştırm alarla karşılaş­
tırıldığında hem sayı hem de içerik bakım ından çok daha zengin
olduğu görülm ektedir. Babanın rolünü inceleyen günüm üz araş­
tırm aları şu konuları kapsayacak biçim de genişlemiştir: Yaşamın
her evresindeki baba-çocuk ilişkisi, boşanm a sonrası baba-çocuk
ilişkisi, aile sistemi içinde değerlendirilen baba-çocuk ilişkisinin
diğer aile içi ilişkilerle etkileşimi, baba-çocuk ilişkisini etkileyen
kültürel etkenler, üvey babalık, engelli çocuğa sahip babalar, fark­
lı cinsel yönelim e sahip babalar ve ergenlik dönem indeki genç
babalar. Sayısı ve kapsam ı bu denli genişlemiş olm asına rağmen
çalışm aların hâlâ çok önem li eksiklikleri bulunm akladır. Baba­
larla ilgili konular araştırılırken kullanılan ölçme araçları anneler
için geliştirilmiş araçlar olup, kavram ları onların bakış açısından
ele alm aktadır. Yine aynı şekilde, babalarla ilgili süreçleri açıkla­
m ada anneler hakkında geliştirilmiş kuram lar kullanılm aktadır.
Ebeveyn-çocuk ilişkisinden bahsederken sadece anneyi ele almak
yerine anne-çocuk ve baba-çocuk ilişkisini birbirinden ayıran ça­
lışm aların sayısı artm ış olsa da babalar için acilen yeni m odel­
ler ve ölçme araçlarının geliştirilmesi gerekmektedir. Paragrafın
başındaki soruya şöyle bir yanıt verirsek konuyu da özetlemiş
olacağız diye düşünüyorum : “A rtık hayır; fakat hâlâ kal edilmesi
gereken uzun bir yol var.”
A nne ve babaların çocuklarıyla etkileşim lerinde farklılıklar
olduğu bilinmektedir. Bunları hepim iz, kendi çevremizde sık sık
gözleriz. A nneler çocuğa bakım ve güven duygusu veren, kaygılı /
stresli olduğu durum larda onu sakinleştiren, rahatlatan ebeveyn­
lerdir. Babalar ise çocukların oyun arkadaşı, annelerin sakinleş­
tirm e işlevinin tersine uyarılm alarını sağlayan, onları harekete
geçiren ebeveynlerdir. A nne ve babaların çocuklarıyla oynadık­
ları oyun türleri de farklıdır. A nneler çocuklarıyla, görsel nesne­
leri alışılagelmiş işlevleriyle kullandıkları, öğretici tarzda, sözel
oyunlar oynarlar. Babaların oyunları ise daha çok fizikseldir ve
çocukları uyarıcı, harekete geçirici, nesnelerle ve onların gelenek­
sel kullanım biçimleriyle sınırlı kalmayan bir yapıya sahiptir. Bu
farkın çok çarpıcı bir örneğini kendi yaşam ım dan verm ek istiyo­
rum . O ğlum un kitaplarla tanışm ası ilk olarak beııim leyken oldu.
Birlikte oturup kitabın sayfalarını çevirdik ve okuduk, konuştuk
kitap hakkında. Benim yaptıklarım kitapla ilgili tahm in edebile­
ceğiniz şeylerdi; am a babasının kitapla oyununu tahm in etm eniz
biraz güç olabilir. Bir de baktım ki babası bizim küçük oğlanı ko­
caman kitabın kalın sayfalarının üstüne oturtm uş, artık araba mı
dersiniz, kayak mı dersiniz, alm ış başlarını gidiyorlar. Bu örne­
ğin anne ve babanın yaklaşım farkını çok iyi ortaya koyduğunu
düşünüyorum . Babaların oyunları tahm in edilm esi güç, bu n e ­
denle çocukları heyecanlandıran, onlara yeni dünyaların kapıla­
rını açan, güvenli bir ortam da onlar için henüz bilinm ez olanları
deneyebildikleri oyunlardır. O ğlum uzun kitaplarla kendi başına
kaldığında nasıl oynadığını gözlediğim de gördüklerim beni daha
da şaşırttı. Bazen tıpkı benim le yaptığı gibi oturup sayfalarını
çeviriyor. Bazen de açıp üstüne oturuyor ve araba gibi sürm eye
çalışıyor. H er iki tarzı da benim sem iş olduğunu görüyorum . Bu
gözlemin, anne ve babaların yaklaşım larındaki farklılığın, çocuk­
ların gelişimi açısından tam am layıcı olduğu görüşüyle örtüştüğü
düşünülebilir.
Bağlanma kuram ına göre bağlanm a ve keşfetme davranışla­
rı birbirini tam am lam aktadır. Güvenli bağlanm a durum unda
çevreyi keşfetme ve oyun oynam a davranışlarının da arttığı göz­
lenm ektedir. Çocuğun, bağlanm a figürünün bulunduğu ve stres
düzeyinin düşük olduğu ortam larda oyuna ve çevresini tanım aya
daha fazla yönelm esi beklenir. Babalarla ilgili yapılan çalışmalar
ve geliştirilen m odellerde babaya bağlanm anın bu iki işlevin ya­
kın ilişkisine dayandığı belirtilm ektedir. Çocukların hem an n e­
leri hem de babaları ile güvenli bağlanm a ilişkisi geliştirebildiği;
ancak bunun, farklı yollardan gerçekleştiği kabul edilmektedir.
Anne-çocuk bağlanması bakım verme, baba-çocuk bağlanması ise
oyun yoluyla gerçekleşmektedir. Güvenli bağlanm anın tem elinde
yatan duyarlılık özelliğinin baba-çocuk bağlanm asında da belir­
leyici olduğu vurgulanm aktadır. Birincil bakım veıen kişinin, ço­
cuğun tem el gereksinim lerine duyarlı olması ve çocuğun o anda
ihtiyaç duyduğu biçim de davranabilm esi gibi babanın da çocukla
oynarken onun oyun bağlam ında ne istediğini anlayıp ona göre
davranm ası son derece önemlidir. Duyarlılık / ilgili olma özelliği
nin, her iki ebeveyn ile farklı yollardan kurulan bağlanm a ilişki­
sinde ortak ve belirleyici role sahip olduğu belirtilm ektedir.
A nnenin çalışması, baba-çocuk ilişkilerinde birtakım değişim ­
lere yol açmaktadır. Bu etkilerin daha çok niceliksel boyutta oldu­
ğunu söylem ek m üm kündür. A nnelerin çalıştığı ailelerde baba­
ların çocuk bakım ına daha çok katıldığı bilinm ektedir. A nnenin
çalışmadığı durum a göre daha fazla olan babanın katılım düzeyi,
annenin katılım ıyla karşılaştırıldığında daha düşük olmaktadır.
Babanın katılım ı tanım lanırken sadece bakım verm e ile sınırlı tu ­
tulm am aktadır. Babanın çocukla geçirdiği zam an, birlikte yaptığı
etkinlikler, sorum luluk alması, ihtiyaç duyulduğunda ulaşılabilir
olması gibi boyutların da bu tanım ın içine katıldığı görülm ekte­
dir. Yapılan araştırm alarda babanın katılım ı ile babaya bağlanm a
arasındaki ilişkinin zayıf olduğu görülm üştür. Bu da araştırm acı­
ları, babaya bağlanm a sürecinde farklı etkenleri incelemeye yö­
neltmiştir. Babaya bağlanm a, katılım dan daha çok yukarıda sö­
zünü ettiğim iz duyarlılık özelliği ile ilişkili bulunm uştur. Başka
bir deyişle, çocuğun babaya güvenli bağlanm ası babanın onunla
birlikte geçirdiği zam andan çok ona gösterdiği duyarlılıkla ilişki­
lidir. Babaların çocuklarıyla etkileşimi çoğunlukla oyun yoluyla
olduğundan babanın çocuğa oyun sırasında gösterdiği duyarlı­
lık önem kazanm aktadır. Bu nedenle, anneye bağlanm anın de­
ğerlendirilm esinde kullanılan yöntem lerin babaya bağlanm anın
değerlendirilm esinde kullanılm ası, çalışmaların geçerliğini azalt
maktadır. Son dönem de babaya bağlanm anın ölçülm esinde kul
lanılacak, babanın oyun sırasındaki duyarlılığına dayalı yeni yön
tem lerin geliştirilmeye başlandığı görülm ektedir.
A nnelerin çalıştığı d urum da babaların katılım düzeyinde gö
rülen niceliksel artışın anne-çocuk ve baba-çocuk ilişkisinin nite­
liğini değiştirm ediği görülm üştür. Bu d urum u baba-çocuk ilişkisi
bağlam ında ele almıştık. A nne-çocuk ilişkisi açısından baktığı­
m ızda da babaların çocuklarıyla daha fazla vakit geçirm esinin
anne-çocuk ilişkisini çok fazla etkilem ediği gözlenmektedir. Bu
ailelerde annelerin çocuklarıyla oyun oynam a m iktarı ve oyunla­
rının içeriğinin aynı kaldığı görülm üştür. Çalışm ası durum unda
da annenin çocukla ilişkisi tem el olarak bakım verm e işlevi ile
sağlanm aktadır.
Anne ve babaların çocuklarıyla farklı türde oyunlar oynadıkla­
rını daha önce belirtm iştik. Babalar çocuklarıyla daha çok fiziksel
oyunlar oynamayı tercih etm ektedir. Alt alta üst üste yuvarlanan,
güreşen, boğuşan baba-çocuk, özellikle de baba-oğul İkililerine
çevremizde sık rastlarız. Bu tü r oyunlarla ilgili yaygın kanı, b u n ­
ların öğretici yanı bulunm ayan, çocukları saldırganlığa yönelten
oyunlar olduklarıdır. Farklı oyun türlerinin çocuk gelişimindeki
yerini inceleyen çalışmalar incelendiğinde bu tü r boğuşm a oyun­
larına diğerlerine oranla daha az yer verildiğini görmekteyiz. Bu
oyunların işlevine değinen sınırlı sayıdaki araştırm acıya göre b o ­
ğuşm a oyunları saldırganlığı öğreten, yararsız oyunlar değildir.
Tersine, çocukların öfkelerini kontrol etmeyi, yenm eyi ve yenil­
meyi, farklı güç dengelerinin olabileceğini öğrenm elerini sağla­
yacak koşulları yaratır. Ebeveynlerin çocuk yetiştirm ede dikkat
etm eleri gereken iki ana boyut olan sıcaklık ve kontrol, babaların
boğuşm a oyunlarında yer alm aktadır. İyi dengelenm iş bir boğuş­
ma oyununda baba, çocuğa iki mesajı birlikte verm ektedir: “Seni
seviyorum” ve “Senden güçlüyüm ”. Bu iki mesajı birlikte iletebilen
ve çocuğun zam an zaman yenm esine izin veren bir baba, çocuğun
psiko-sosyal gelişimine önem li katkılar sağlar. Bu oyunlar, baba­
ların disiplin kurm ada yararlandıkları son derece etkili araçlardır.
O yunun kontrolünü elinde tutan baba oyunda kuralları koyandır.
Farklı alanlarda çocuklara sınır koym anın olum lu sonuçlar do­
ğurm ası gibi bu oyun sırasında da baba tarafından sınırlar kon­
ması ve aynı zam anda çocuğun gereksinim lerine duyarlı olunm a­
sı çocuk açısından önem kazanm aktadır. Babasının ondan güçlü
olduğunu bilen çocuk, bu durum la başa çıkmayı öğrenir. Bunu
öğrenm esi de duygularını, özellikle de öfkesini kontrol etmeyi öğ­
renm esiyle m üm kündür. Öfke kontrolünü öğrenm ede babanın,
anneden daha etkin olduğu bildirilm ektedir. Babası onun yen­
mesine izin verdiğinde ise çocuğun yeterlik duygusu pekişmekte;
herhangi bir olayın üstesinden gelme konusunda kendine duydu­
ğu güven artm aktadır. Babalarıyla bu koşulları sağlayan boğuş­
m a oyunları oynayan çocukların yaygın kanının tersine daha az
saldırgan davranış gösterdiği ve yaşıtlarıyla daha olum lu ilişkiler
kurabildikleri gözlenmiştir.
A nnenin yatıştırıcı işlevi çocukla oyunlarında da hakim dir. A n­
nenin oyunları çocukta işbirliğini, babanın oyunları ise rekabeti
desteklem ektedir. Bunlar, endüstrileşm iş/ endüstrileşm ekte olan
toplum larda bireylerin sahip olm aları gereken iki önemli özellik
olarak karşım ıza çıkar. Dolayısıyla, anne ve babaların tam am layı­
cı rolleri çocukları ilerideki yaşam larına hazırlam aktadır. İşbirliği
ve paylaşm anın, rekabetten daha önemli olduğu kültürlerde ba­
baların çocuklarıyla rekabet içeren boğuşm a oyunlarım tercih e t­
m edikleri görülm üştür. Böyle kültürlerde babaya ve anneye bağ­
lanm anın benzer şekilde değerlendirilebileceği belirtilmiştir.
Yaşamın ilk yıllarında bakım verm e işlevi dolayısıyla da anney­
le olan bağlanm a ilişkisi kaçınılm az olarak ön plana çıkmaktadır.
İkinci yıldan itibaren anne-çocuk ilişkisinde ayrışma ve çocuğun
özerkliğini kazanm a süreci başlamakta; böylelikle babanın çocu­
ğun yaşam ındaki önem i artm aktadır. Okul çağma gelindiğinde
oyunun azalmasıyla çocuğun bakım ı, okul ve okul dışı etkinlik­
leri gibi konularda babalar, annelerle birlikte sorum luluk alm a­
ya başlam aktadır. Ergenler ise babalarıyla geçirdikleri zam anın
azaldığını ve ilişkilerinin daha mesafeli olduğunu belirtm ektedir.
Ergenler kendilerini, daha sıcak ve şefkatli buldukları anneleri­
ne açmayı tercih etm ektedir. Bu eğilimin kız çocuklarda daha da
yoğun olduğu görülm ektedir. Babalar hakkındaki bu olum suz
algıların, kadınların duyarlık ve yakınlık kavram larına dayanan
ölçme araçlarının kullanılm ış olm asından kaynaklanabileceği
bildirilm iştir. Babalar kızlarına duyarlılık gösterdiklerini düşü­
nürken kızları bu konuda babaları gibi düşünmeyebilirler. Ayrıca
babaların, kendi ebeveynleriyle olan ilişkilerinin de göz önünde
bulundurulm ası gerekmektedir. B ugünün babalarının çocukla­
rına, kendi babalarının onlara davrandığından farklı davranışlar
sergilem eleri beklenm ektedir. Oysa ki onların da kendilerine bu
konuda olum lu yönde m odel olacak babaları bulunm am aktaydı.
Bu nedenle babalarından gördüklerini doğru kabul ederek baba­
lıkla ilgili tutum larını değiştirm ek istem em eleri, beklenebilecek
bir durum dur. A raştırm alarda babanın, çocuğun yaşam ındaki
uzun vadeli etkilerinden de söz edilmektedir. Babanın boşanm a
vb. nedenlerle çocuğun yetiştiği ortam da bulunm am ası özellikle
erkek çocuklar açısından birçok olum suz sonuç doğurm aktadır;
fakat bu tü r durum larda babaların çocuğun bakım ına katılım ı­
nın artm ası sağlanırsa olum suzlukların ortadan kaldırılabileceği
bildirilm ektedir. Aksi takdirde babanın bulunm ayışı uzun vadede
çeşitli davranış sorunlarını beraberinde getirmektedir.
Babanın, çocuğun gelişimine doğrudan etkilerinin yanı sıra
dolaylı etkilerinden de söz etm ek m üm kündür. Baba-çocuk iliş­
kisini aile içindeki diğer ilişki ve dinam iklerle birlikte ele alm ak
gerekmektedir. Babanın katılım ı ve duyarlılığı, anne-baba ilişkisi
ve evlilik doyum undan bağım sız düşünülem ez. A nne-baba ara­
sındaki olum lu ilişki, evlilikte doyum u ve ebeveynlerin çocukları­
na karşı duyarlılığını beraberinde getirmektedir. Aile içindeki bu
dinam iklerin birbirlerini karşılıklı olarak beslediği belirtilm ekte­
dir. Baba bu yolla anne-çocuk ilişkisine, bunun sonucu olarak da
çocuğun gelişimine olum lu katkılar sağlamaktadır. Bu katkı, özel
likle doğum sonrası depresyon gibi anneye bağlanm ayı olumsuz
etkileyebilecek durum larda daha da önem li olmaktadır. Annelik
depresyonuna m üdahale edilirken babanın doğrudan katılım ının
yanı sıra anneye destek verm esi de sağlanarak m üdahale prog­
ram larının etkililiği artırılm aktadır.

A nnelik ve babalık tarzları arasındaki farklılığın kökeninin bi­


yolojik mi yoksa kültürel mi olduğu konusu henüz netlik kazan­
mamıştır. Şu da bir gerçektir ki ham ilelik ve em zirm e dışında ka­
dınları ebeveynlik konusunda erkeklerden biyolojik olarak farklı
kılan herhangi bir özellik bulunm am aktadır. Bu yazıda sık sık de­
ğindiğim iz gibi babalar da çocuklarına anneler kadar duyarlı ola­
bilm ektedir. Dolayısıyla, anne ve babalık tarzlarındaki geleneksel
farklılığın doğuştan getirilm ediğini, kültürel olarak öğrenilen /
öğretilen rollere dayandığını söylem ek yanlış olmayacaktır. Yine
de babaların, hamilelik, em zirm e ve diğer horm onal değişimleri
yaşam adıklarını ve bu nedenle ebeveynlik yaşantılarının farklı ol­
duğu gerçeğini de unutm am ak gerekir. A nnelerin ebeveynlik de­
neyim leri ile ilgili pek çok araştırm a yapılm asına karşın babaların
bunları yaşam ıyor olmaları ya da olası diğer yaşantıları hakkında
yeterli bilgiye sahip değiliz.
Babalar hakkında yapılan araştırm aların bugün ulaştığı nok­
ta düşünüldüğünde bu yazı kapsam ında ancak bunlardan belli
başlılarına değinebilm ek m üm kün olmuştur. Eldeki bulgular bize
anne veya baba olm am ızdan ya da çocuğum uzla ne tü r bir etkinlik
yaptığım ızdan daha çok, onun o andaki gereksinim lerine cevap
verebiliyor olm am ızın önem li olduğunu söylemektedir. Çocukla
geçirilen zam anın m iktarından çok niteliği ön plana çıkmaktadır.
A nne veya baba olsun, çocuklarına karşı sıcak, destekleyici, yakın
ve duyarlı olabilen ebeveynler onlarla ister oyun, isterse bakım
verme yoluyla güvenli bağlanm a ilişkileri kurabilm ektedir. Ilıı
nun da onlarla geçirilen zam anın m iktarından bağım sız olarak
gerçekleştiği görülm ektedir. Gelişimi, bağlam ından ayrı düşüne­
meyiz. Bu nedenle babaların katılım düzeyi söz konusu olduğun­
da unutm am am ız gereken çok önem li noktalar bulunm aktadır.
Babanın katılımı, evlilikte doyum u beraberinde getirdiği oranda
çocukların gelişim ini olum lu etkilem ektedir. Bu, her iki eşin ebe­
veyn rolleriyle ilgili kişisel beklentileriyle içinde yaşadıkları kül­
türün beklentilerini karşıladığı oranda m üm kün olabilir. Başka
bir deyişle, geleneksel değerlerin hakim olduğu bir aile ve kültür
ortam ında yüksek düzeydeki baba katılım ı, babalardan daha çok
katılım ın beklendiği bir ortam da düşük düzeyde kalan bir katılım
olum suz sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle babanın katılım ının
tek başına olum lu ya da olum suz etkilerinden söz etm ek m üm ­
kün görünm em ektedir.
Yazımı ebeveynlere yönelik birkaç öneriyle bitirm ek istiyorum.
G ünüm üzün hızlı tem posunda çocuklarım ıza ayırdığımız zam a­
nın ne kadar kısıtlı olduğunu düşünüp kaygılanmadan, onlarla en
kaliteli zam anı geçirmeye çalışmamız gerekmektedir. O na ayırdı­
ğımız zam an dilim inde onun için ve onunla birlikte orada olduğu­
m uzu hissettirerek bizim için önem li olduğu duygusunu pekiştire­
lim. Böylece o da kendisini önem seyip değer verm eyi öğrenebilir.
A raştırm aların bize söylediği gibi bunları yapabildiğimiz sürece,
anne veya baba olmamız ya da boşanm a ve benzeri nedenlerden
ötürü çocukla ayrı yaşıyor olm am ız fark etmeyecektir.

Kaynaklar
• B en son , M . J., Harris, P. B., & Rogers, C. S. (1992). Identity co n séq u ­
en ces o f attachm ent to m others and fathers am ong late adolescents,
Journal o f Research on A d o lescen ce, 2 (3), 187-204.
• B irnbaum , L. (2004). Separation-individuation, M argaret M ahlers
m od el, E ncyclopedia o f A pplied D evelop m en tal Science, USA: Sage
P ublications
Bretherton, I., Lambert, J. D. & Golby, B. (2005). Involved fathers o f
p reschool children as seen by them selves and their wives: A ccounts
o f attachm ent, socialization, and com panionship, A ttachm ent and
H um an D evelopm en t, 7 (3), 229-251.
C hase-L ansdale, P. L. & Tresch O w en , M . (1987). M aternal em p loy­
m en t in a fam ily context: Effects on in fan t-m oth er and infant-father
attachm ents, C hild D evelop m en t, 58, 1505-1512.

C ugm as, Z. (2007). C h ild s attachm ent to h is/h er m other, father and
kindergarten teacher, Early C hild D evelop m en t and Care, 177 (4),
349-368.

C u m m ings, E. M . & O ’Reilly, A. W. (1997). Fathers in fam ily c o n ­


text: Effects o f marital quality on child adjustm ent. In M. E. Lamb
(Ed.), The Role o f the Father in C hild D evelop m en t, pp. 49 -6 5 , USA:
W iley.

D iener, M. L., Isabella, R. A. & B ehunin, M . G. (2007). A ttachm ent


to m oth ers and fathers during m id d le childhood: A ssociation s with
child gender, grade, and com p eten ce, Social D evelop m en t, 17 (1),
84-101.
Easterbrooks, M . A. (1989). Q uality o f attachm ent to m other and
to father: Effects o f perinatal risk status, C hild D evelop m en t, 60,
825-830.

Easterbrooks, M. A. & G oldberg, W. A. (1984). Toddler d evelop ­


m en t in the family: Im pact o f father in volvem en t and parenting,
C hild D evelopm ent, 55, 740-752.
Fegran, L., H elseth, S. & Fagerm oen, M. S. (2008). A com parison o f
m others’ and fathers’ experiences o f the attachm ent p rocess in a n e ­
onatal intensive care unit, Journal o f C linical N ursing, 17, 810-816.

Figueiredo, B., C osta, R., Pacheco, A. & Pais, A . (2007). M other


to-in fan t and father-to-infant initial em otion al involvem ent. Eaily
C hild D evelop m en t and Care, 177 (5), 521-532.
• Fletcher, R. (2009). P rom oting infant w ell-b ein g in the context o f
maternal depression by supporting the father, Infant M ental Health
Journal, 30 (1), 95-102.

• Fox, N. A., Kimmerly, N . L. & Schafer, W. D. (1991). A ttachm ent to


m other/attachm en t to father: A m eta-analysis, C hild D evelopm ent,
6 2 ,2 1 0 -2 2 5 .

• G rossm an, K., G rossm an, K. E., Frem m er-Bom bik, E. Kindler, H.,
Scheuerer-E nglisch, H. & Z im m erm a n n , P. (2002). The u niqueness
ot the child-father attachm ent relationship: Fathers’ sensitive and
challenging play as a pivotal variable in a 16-year longitudinal study,
Social D evelop m en t, 11 (3), 307-331.

H osley, C. A. & M ontem ayor, R. (1997). Fathers and adolescents, In


M. E. Lamb (Ed.), The Role o f the Father in C hild D evelop m en t, pp.
162-190, USA: W iley.

• Kochanska, G„ A ksan, N ., Prisco, T. R. & A dam s, E. A. (2008).


M oth er-ch ild and father-child m utually responsive orientation in
the first 2 years and children’s ou tcom es at preschool age: M echa­
n ism s o f influence, C hild D evelopm ent, 79, 30-44.

• Lamb, M . E. (1997). Fathers and child developm ent: A n introd u c­


tory overview and guide. In M . E. Lamb (Ed.), The Role o f the Fat­
her in C hild D evelop m en t, pp. 1-18, USA: W iley.

• Lamb, M. E. (1997). The d evelop m en t o f father-infant relationships,


In M. E. Lamb (Ed.), The Role o f the Father in C hild D evelopm ent,
pp. 104-120, USA: W iley.

Lamb, M. E„ Frodi, M ., H w ang, C. P. & Frodi, A. M . (1983). Effects


o f paternal involvem ent on infant preferences for m others and fat­
hers, C hild D evelop m en t, 54, 450-458.

• Laicki-Puddy, T. & R oberts, M . C. (2005). “Fathers”, E ncyclopedia o f


H um an D evelopm en t, USA: Sage Publications.

• Lewis, C. & Lamb, M . E. (2003). Fathers’ influences o n children’s


developm ent: The ev id en ce from tw o-parent fam ilies, European Jo­
urnal o f P sychology o f E ducation, 18 (2), 211-228.
Lieberm an, M ., D oyle, A. B. & M arkiew icz, D. (1999). D ev elo p m en ­
tal patterns in security o f attachm ent to m other and father in late
ch ild h o o d and early adolescence: A ssociation s w ith peer relations,
C hild D evelop m en t, 70, 202-213.
M ain, M. & W eston, D. R. (1981). The quality o f the tod d ler’s rela­
tion sh ip to m other and to father: Related to con flict behaviour and
the readiness to establish n ew relationships, C hild D evelop m en t, 52,
932-940.
M onteiro, L., V erissim o, M ., V aughn, B. E., Santos, A. J. & Bost, K.
K. (2008). Secure base representations for both fathers and m others
predict children’s secure base behaviour in a sam ple o f Portuguese
fam ilies, A ttachm ent and H um an D evelop m en t, 10 (2), 189-206.
Page, T. & Bretherton, I. (2001). M other-and father-child attachm ent
them es in the story com p letion s o f pre-schoolers from post-d ivorce
fam ilies: D o they predict relationships w ith peers and teachers? A t­
tach m en t and H um an D evelop m en t, 3 ( 1 ) , 1-29.
Page, T. & Bretherton, I. (2003). Representations o f attachm ent to
father in the narratives o f presch ool girls in p ost-d ivorce families:
Im plications for fam ily relationships and social d evelop m en t, Child
and A dolescen t Social W ork Journal, 20 (2), 99-122.
Paquette, D. (2004). T heorizing the father-child relationship: M ec­
h an ism s and developm ental ou tcom es, H um an D evelop m en t, 47,
193-219.
Pleck, J. H. (2007). W h y could father in volvem en t ben efit children?
T heoretical perspectives, A pplied D evelop m en tal Science, 11 (4),
196-202.
R oggm an, L. A. (2004). D o fathers just want to have fun? Hum an
D evelop m en t, 47, 228-236.
Steele, H., Steele, M . & Fonagy, P. (1996). A ssociation s am on g at­
tachm ent classifications o f m others, fathers, and their infants, Child
D evelopm en t, 67, 541-555.
Stewart, P. K. & Steele, R. C. (2005). “Secure attachm ent”, E ncyclo­
pedia o f H um an D evelop m en t, USA: Sage Publications.
• Tresch, O. M., Easterbrooks, M . A ., C hase-L ansdale, L. & Goldberg,
W. A. (1984). The relation b etw een m aternal em p loym en t status and
the stability o f attachm ents to m oth er and father, C hild D ev elo p ­
m ent, 55, 1894-1901.
• Van Ijzendoorn, M . H. 8c de W olff, M. S. (1997). In search o f the ab­
sent father - M eta-analyses o f infant-father attachm ent: A rejoinder
to our discussants, C hild D evelop m en t, 68 (4), 604-609.
• W eston, R. (1997). T urning to father. Family M atters, 48, 11-14.
w w w .sage-ereference.com / h u m an d evelop m en t/A rticle_n 546.h tm l
w w w .sage-ereference.com / a p p lied d evscien ce/A rticle_n 374.h tm l
• w w w .sage-ereference.com / hum an d ev elo p m en t/A rticle_n 254.h tm l
ANNE-BABA AYRILIĞI YAŞAMIŞ
ÇOCUKLARDA BAĞLANMA

Şeniz Pamuk

“Babası evden gittiğinden beri oğlum benden hiç ayrılmak


istemiyor. Geceleri benim yanımda yatıyor, tuvalete gitsem
kapısında beni bekliyor, anneannesini o kadar sevmesine rağ­
men, ben işe giderken arkamdan ağlama krizleri geçiriyor.”
“Annem-babam ayrıldığında önce neler olup bittiğini tam
anlamamıştım, ancak şimdi, bir yetişkin olarak kendimi di­
ğer insanlardan farklı hissediyorum. Birine güvenmek, bağ­
lanmak bana çok zor geliyor. Sanki her girdiğim ilişki bite­
cekmiş gibi...”

A nne-baba ayrılığı yaşamış olan çocuklar, yaşam larının her


dönem inde bu olayı yeniden düşünm ekte, değerlendirm ekte ve
daha farklı bir ışıkta algılamaktalar. Boşanm a sürecinden geçmiş
olan çocuklar, bu durum u yaşam larının belli bir noktasında or­
taya çıkm ış ve bitm iş bir olgu olarak değil, yaşam larının her dö­
nem inde, onları farklı şekillerde etkilemeye devam eden bir olgu
olarak görmekteler. Bu bölüm de, boşanm anın çocuklar üzerinde­
ki kısa ve uzun dönem li etkileri ele alınacaktır.
Aile bireyleri arasındaki duygusal bağlanm a, çocuğun psikolo­
jik gelişimi ve duygusal dayanıklılığı üzerinde kilit bir rol oyna­
m aktadır. Kişiler açısından, nasıl bakıldıkları, ilgilenildikleri, ih ­
tiyaçlarının nasıl algılandığı ve giderildiği son derece önemlidir,
zira bu zem in üzerinden kendileri, ilişkileri ve etkileşim biçimleri
ile ilgili olarak zam an içinde içselleştirdikleri bir m odel oluştu­
rurlar. Öle yandan günüm üz toplum larında boşanm anın sıkça
yaşandığı ve klasik aile yapıları yerine daha farklı aile yapılarının
ortaya çıktığı bilinmektedir. Boşanm alarla birlikte yalnız yaşayan
anne/baba-çocuk m odeli, bir ayrılık yaşamış kişilerin çocuklarıy­
la birlikte yeni bir yuva kurm aları, tek anne/baba çocuğun geniş
aileyle birlikte oturm ası gibi m odeller ortaya çıkmıştır. Boşanm a
ve sonrasında ortaya çıkan gelişmelerin çocukların bağlanm a şe­
killerini ve daha sonraki duygusal ve sosyal uyum larını nasıl e t­
kileyeceğinin araştırılm ası, bu süreçleri yaşam akta olan aileleri ve
çocuklarını doğru yönlendirebilm ek açısından önemlidir.

Türkiye’d eki boşanm a istatistiklerine baktığım ızda, 1985 yılın­


da 18,571 çiftin boşandığını, buna karşılık 2008 yılında 99,663
çiftin boşanm ış olduğunu görmekteyiz. Türkiye’deki boşanm a
oranları halen Batı toplum larının çok gerisinde kalm asına rağ­
m en boşanan çiftlerin sayısının gözle görülür derecede artıyor
olması, ülkem izde de bu süreçten giderek daha fazla çocuğun e t­
kilenm ekte olduğunu düşündürm ektedir.

Sağlıklı Bağlanma Nasıl Olur?


Neden Önemlidir?
Ç ocukluk dönem i, her insanın gelişim inde en kritik ve en
hassas dönem dir. Yaşamın ilk birkaç yılında, zihinsel, duygusal,
sosyal ve ahlaki gelişimin tem eli atılır. Bu dönem de yaşanan ak­
saklıklar daha ileriki yıllarda çok daha zor bir şekilde ve kısm i
olarak giderilebilir. Araştırm acdar, doğru tem ellerin atılması için
çocuğun sürekliliği olan ve çocuğu destekleyen, besleyen ilişkile
re, fiziksel olarak korunm aya, bireysel özelliklerine özen gösteril
meşine, gelişim düzeyine uygun deneyim lere, sınırlara, yapıya ve
onu destekleyen bir toplum a gereksinim i olduğunu belirtm ekle­
dirler. Ç ocuğun tüm tanım a, öğrenm e ve bağ kurm a süreci içinde
sunulanlar kadar, bu sunulanlara eşlik eden duygusal ortam da,
çocuğun algılam alarını ve içselleştirm elerini etkilem ektedir. Ö r­
neğin, çocukla geçen yem ek zam anının bir görev havası içinde mi
yoksa sohbetle, keyifle m i geçtiği, çocuğun bir beslenm e ortam ım
zihninde nasıl canlandıracağı konusunda belirleyicidir.

Çocuğun, kendisi ve içinde yaşadığı dünya ile ilgili olarak


olum lu bir bakış açısı, bir içsel yapı oluşturabilm esi için öncelikli
olarak ona bakım veren sabit bir kişinin var olm ası gerekm ek­
tedir. Çocuğa bakım veren kişinin çocuğa yaklaşımı destekleyi­
ci olmalıdır. Bakım veren kişi, ilgisini çocuğa yönlendirebilm eli,
çocuğun gereksinim lerini doğru olarak algılayabilmeli, çocukla
etkileşim içinde kalabilmeli, çocuğun gergin olduğu anlarda onu
yatıştırabilm eli, çocuğun sergilediği olum lu ve olum suz duygu­
larla baş edebilmelidir.

Boşanma Sürecinde Çocuklar ve Bağlanma


Boşanm a süreci, çocuğun bağlanm a süreçlerini iki yönden
olum suz olarak etkileyebilmektedir. Bunlardan birincisi, çocuğun
çocukluk dönem inde ona bakım veren kişiyle olan ilişkisi, diğeri
de çocuğun yetişkinlik dönem inde kuracağı rom antik ilişkilerdir.
Rom antik ilişkilerin kurulm asında, çocuğun içselleştirm iş oldu­
ğu yapılar kadar gözlemlediği kadın-erkek ilişki m odelleri de el
kili olmaktadır.
Bir karı-kocanın ayrılması, yalnızca bu iki kişiyi etkilemez.
Karı-kocanın yanında, varsa çocukları, kendi aileleri, yakın arka­
daşları da bu süreçten etkilenir. Ayrılık ya da boşanm anın, zorlu
bir sürecin ardından verilen zor bir karar, bir son seçenek olduğu
düşünülür. Boşanm adan sonra, eşlerin bu süreçten etkilendikleri
ve yaşam larını yeniden yapılandırana kadar çeşitli inişler-çıkışlar
yaşadıkları bilinmektedir. Tüm bunlar göz önünde bulu n d u ru l­
duğunda, anne-babanın bir dönem çocuklarıyla, çocukların ge­
reksinim duyacağı şekilde ilgilenemeyecekleri sonucu ortaya
çıkm aktadır. Çoğu ayrı anne-baba, boşanm a sonrası dönem de
ilgilerini kendilerine yeni bir yaşam düzeni kurm aya odaklarlar.
Evlilik devam ettiği sürece, sağlam ve “bütün” bir dünya oluştur­
ma görevinin anne-babada olduğu varsayılır. Ancak, anne-baba
ayrıldığında, çocuğa anne ve babasından oluşan iki ayrı dünya su­
nulm uş olur ve kendisine sunulan bu iki dünya arasında bütünlük
oluşturm a görevi çocuğa geçer; çocuk da bu iki dünyayı anlam lı
bir şekilde birleştirm ek için uğraşır. Çocuğun bu görevi yerine ge­
tirm ek için desteğe ihtiyacı olduğu açıktır.

Boşanm a sırasında hangi gelişim dönem inde olursa olsun, ço­


cuğu en çok etkileyen unsur, anne-babanın kaygılarının ne ka­
dar ortasında durduğudur. Çocukların yaşları ne kadar küçükse,
anne-babaya olan duygusal ihtiyaçları o derece yoğun olm akta­
dır. Çocuğun özellikle bağlanm a şekillerini oluşturduğu, 0-3 yaş
dönem ini kapsayan araştırmalar, anne-baba ayrılığını bu yaşlarda
yaşamış olan çocukların birçoğunun, anneleri tarafından fiziksel
ve duygusal olarak yatıştırılam adıklarm ı ve bu çocukların anne­
lerinin yoğun duygularıyla baş etm ekte çok zorlandıklarını o rta­
ya koymaktadır. A nnelerin, boşanm a ile ilgili yoğun duyguları ve
kaygıları onların “annelik” becerilerini doğrudan ve olum suz bir
şekilde etkilem ekte ve bu durum çocukta güvensiz bağlanm a ris­
kini doğurabilm ektedir. Bu çocuklar daha hırçın olm akta, yeme
ve uyku düzenleri olum suz olarak etkilenm ekte, hatta dil beceri­
lerinin gelişimi bile yavaşlayabilmektedir. Çocuğuyla tek başına
ilgilenm ek durum unda olan annelerin çocuklarının da güvensiz
bağlandıkları; özellikle de kaçm an bağlanm aya sahip oldukla­
rı gözlenmiştir. Aynı durum , evlilik içinde çok çatışma yaşayan
ailelerin çocuklarında da gözlenmektedir. Bu çocuklar da, anne-
babaları tarafından daha az kabul edildiklerini ve daha az destek­
lendiklerini düşünm ektedirler; daha korku dolu bağlanm a ka­
lıpları vardır ve kendilerine duydukları güven de yaşıtlarına göre
daha düşüktür. Okul öncesi dönem de boşanm ayı yaşamış olan
çocuklar ise genelde kolay ağlayan, saldırgan olmaya eğilimli bir
görüntü sergilemektedirler. Bu yaştaki çocuklar, anne ya da baba­
nın evden gitm esine kendilerinin neden olduğunu düşünebilm ek­
tedirler. Bu dönem deki çocukların kendilerine duydukları güven
ve kendilerine nekadar değer verip verm edikleri tüm üyle onlara
bakan kişinin kendine duyduğu güvenle doğru orantılıdır; anne-
baba ne kadar kaygılıysa çocuk da o kadar kaygılı olmaktadır.

Boşanm a sırasında çocuğun yaşı ne kadar büyükse, boşanm a


olgusunu o kadar gerçekçi bir şekilde kabul edebilmektedir. A n­
cak, gerçeklik algısının artm ası çocuğun kendini yatıştırm ak için
hayal dünyasına kaçm asına engel olabilm ektedir; bu dönem deki
çocuklar duygularını kendilerine saklam akta, arkadaş ilişkilerin­
de bozulm alar görülebilm ektedir. A nne-babanın boşanm asından
özellikle ergenlik dönem indeki çocukların olum suz bir biçim ­
de etkilendikleri gözlenmektedir. Bu dönem deki gençler, anne-
babayı geride bırakıp kendi gelişim süreçlerine odaklanm aya ihti­
yaç duydukları halde, bir anda evin dışına değil içine odaklanm ak
duru m u n d a kalm aktadırlar. Gençler, kendi cinselliklerini çözüm ­
lem ek isterken anne-babanın yeni ilişkilerine şahit olabilm ekte­
dirler. Ç ocuğun yaşı ilerledikçe anne/babasına daha çok ebeveyn-
lik yaptığı da gözlenm ektedir; ailede yatıştıran, çözüm üreten kişi
anne-baba yerine çocuk olabilmektedir.
A nne-baba ayrılığı yaşamış çocukların bu süreç sırasında ve
daha sonraki dönem lerde duygusal, sosyal ve akadem ik uyum ­
ları kısa ve uzun dönem li birçok araştırm anın konusu olmuştur.
Bu çalışm aların birçoğunun ortaya koyduğu bulgular benzer­
lik gösterm ekledir. Kısaca özetlem ek gerekirse, anne ve babası
ayrılmış çocukların, bu süreçten geçm em iş akranlarına oranla,
okulda daha düşük bir başarıya sahip oldukları, kendilerine duy­
dukları güvenin, hayata psikolojik olarak uyum sağlam alarının
ve sosyal ilişkilerinin olum suz bir şekilde etkilenebildiği belir­
lenmiştir. Boşanm a sonrasında, çocuklarıyla olm ası gerektiği
gibi kaliteli bir şekilde ilgilenen babaların sayısı her geçen gün
artsa da, babayla bağlantıları azalan, zam anın büyük bölüm ünü
anneyle geçiren çocukların sayısı hâlâ oldukça fazladır. Bu d u ­
rum da, bir özdeşleşm e m odeli olarak anneyi ortaya çıkarm akta;
anne hem kadınsı hem erkeksi özellikler taşıyan bir kişi olarak
çocuğun karşısında durm aktadır. Ancak, uzun dönem li araştır­
m aların ortaya koyduğu bir diğer önem li ve sevindirici nokta da,
boşanm anın çocuklar üzerinde sabit, değişm eyen bir etkisinin
olm adığı, zam an içinde çocukların duygusal ve sosyal uyum la­
rının, destekleyici sistem lerin artm asıyla olum lu yönde gelişe-
bildiğidir. Ç ocuğun boşanm anın hem en sonrasında gösterdiği
tepkiler, uzun dönem li tepkilerin habercisi değildir. Özellikle
yaşam ının ilk üç yılında sağlıklı bir anne-çocuk ilişkisi yaşamış
olan çocukların, kendilerini boşanm a sonrası o rtam da daha ra ­
hat koruyabildikleri ve boşanm a sonrası şartlardan daha az e t­
kilendikleri de görülm ektedir. Boşanm a araştırm aları, çocuğun
boşanm adan etkilenm esinde belirleyici un su ru n boşanm anın
kendisinin değil, boşanm a sonrasında çocuğa sunulan ortam ol­
duğunu ortaya koym aktadır. Bu konuya daha sonraki bölüm de
değinilecektir.
Çocukluk Dönem inde Oluşturulan
Bağlanma Yetişkinlik Dönemini Nasıl Etkiler?
İnsanlar arasındaki genel kanı, boşanm anın çocuklar üzerinde
kısa dönem li, ancak, şiddetli bir etkisinin olduğu ve uzun vade­
de bu etkilerin kaybolduğudur. Ç ocukluk dönem inde boşanm aya
tanıklık etm iş bir çocuğun boşanm a öncesi ve sırasında oluşan
ortam dan etkilendiği bilinm ektedir, ancak yeniden belirtm ek ge­
rekirse çocuğun uzun vadede bu olaydan en çok etkilenm esine
neden olan etm en boşanm anın kendisi değil, boşanm a sonrası
dönem de çocuğun nelere şahit olduğudur. Yapılan uzun dönem li
çalışmalar, çocuğun bebeklik ve çocukluk dönem inde oluştur­
duğu bağlanm a stillerinin, yaşam süresince büyük ölçüde sabit
kaldığını ve pek değişkenlik gösterm ediğini ortaya koymaktadır.
Diğer bir deyişle, bir kişi çocukluk dönem inde ona bakım veren
kişiye güvenli bir şekilde bağlanm ışsa, güvenli bağlanm a m odeli­
ni içselleştirm iş ve bu şekilde karşılaştığı sıkıntıları atlatabileceği
ve kendini yatıştırabileceği yönünde bir inanış geliştirmişse, bu
inanışını yaşam ının ileriki yıllarında da, büyük ölçüde koruyabil­
mektedir. Ancak, çocuğun bağlanm a stilinin bazı olaylara bağlı
olarak değişebildiği de görülm ektedir. Bu olaylar, anne/babanın
kaybı, hastalık, taciz gibi önem li yaşam olaylarının yanında özel­
likle de anne-babanın boşanm ası olarak belirlenm iştir. Yetişkin­
lik dönem inde, günlük yaşam ı etkileyecek düzeyde katı düşünm e
ve davranm a kalıplarına ve güvensiz bağlanm a stillerine sahip
eşlerin, çocukluk dönem lerinde çok daha sıklıkla anne-baba ay­
rılığı yaşadıkları ve kendi anne-babalarının da uzak ve reddedici
tutum lar sergiledikleri bulunm uştur. Ayrıca, araştırm alar, anne-
baba ayrılığı yaşamış çocukların, karşı cinsle ilişkilerinin daha
sıklıkla iki uçta yaşanabildiğini gösterm ektedir. Bu çocuklar, ya
bir kişiye aşırı derecede bağlanabilm ekte ve ilişki onlara zarar
verse bile o kişiden kopm akta zorlanabilm ektedirler ya da hiç
kimseyle derin bağlar oluşturm adan bir kişiden ayrılıp diğer bir
kişiyle birlikte olabilmektedirler. İki ilişki tipi de güvensiz bağ­
lanmayı gösterm ektedir. A nne ve babası ayrılmış olan çocukların,
yetişkinlikte yaşıtlarına göre çok daha sık boşandıkları da çeşitli
araştırm alarla saptanm ıştır. Bu durum un nedenleri araştırıldı­
ğında, çocukların boşanm ayı zihinlerinde daha norm al kabul et­
m elerinin ve bir çözüm yolu olarak görm elerinin yanında, yakın
ilişki kurm ada zorluk çekme, ilişki içinde oluşan güçlüklerle baş
etm ede ve çözüm üretm ede başarılı olam am a, eleştiri kabul ede­
m em e gibi nedenlerin de bulunduğu saptanm ıştır. A nnelerin ve
kızlarının sıkıntılarını, evlilik içinde birbirine çok benzer şekilde
ifade ettikleri görülm ektedir.

A nne-babanın boşanm ası, tüm çocuklar üzerinde benzer etki­


ler yaratır mı? Bu sorunun yanıtı “hayır1"dır. Yapılan birçok araş­
tırm a, çocukların boşanm a sonrasındaki uyum ları için yapılabi­
lecek birçok şey olduğunu ortaya koym aktadır.

Boşanma Sırasında ve Sonrasında Ç ocuğun


Bağlanma Süreçlerini Etkileyen Faktörler
Çocuğun M izaç Özellikleri: Ç ocuğun doğuştan getirdiği mizaç
özelliklerinin anne-çocuk arasındaki bağlanm a üzerinde büyük
rol oynadığı bilinm ektedir. A nne, çocuğa yaklaşım ını büyük öl­
çüde çocuktan gelen sinyallere göre oluşturur. Bu nedenle kolay
yatıştırılam ayan, değişikliklere yoğun tepkiler veren “zor” çocuk­
larla iletişim kurm ak daha güçtür. Bu çocuklarla yaşanan zorluk­
ların ayrılık d önem inde de sürdüğü gözlenmektedir. Bu yapıdaki
çocuklar, anne-baba ayrılığından sonra oluşan yeni yaşam d ü ­
zenine uyum sağlam akta çok zorlanabilm ekte ve annenin kendi
duygusal iniş çıkışıyla zaten zayıflamış olan bakım verm e beceri­
sini daha da aza indirebilm ektedirler.
Çocuğun Anne-Babayla İlişkisi: Boşanm a öncesinde ve son
rasında olum suz, stresli, aşırı kaygılı anne-baba tutum larının ve
annenin depresyonunun çocukta daha saldırgan ya da daha içine
kapanık davranış kalıplarına yol açtığı bilinm ektedir. Ö te yandan,
çocuğun anne ve babasıyla olum lu ilişkiler kurm uş ve bunları
boşanm a sonrasında da yürütebilm iş olması, çocuğun zihinsel,
duygusal ve sosyal uyum uyla paralellik gösterm ektedir. Anne ve/
veya babayla kurulm uş güçlü bir duygusal bağın, çocuğu yaşanan
olum suzluklara karşı koruduğu gözlenmektedir. Boşanm ış an ­
neler, çocuklarının günlük yaşam larına katıldıkları ve duygusal
olarak ulaşılabilir oldukları oranda çocuklarının güvenli bağlan­
m aları için uygun bir zem in hazırlam aktadırlar; güvenli bir bağ­
lanm a oluştuktan sonra da çocuklar anne-baba arasında yaşanan
çatışm alardan daha az etkilenm ektedirler. Öte yandan, annenin
çocuğu daha kabullenici olm ası ve çocuk odaklı bir ebeveynlik
tutum u benim sem esi, annenin kendisinin de boşanm a sonrasın­
da daha m utlu olm asına katkıda bulunm aktadır. A nne-babalık
becerisi, anne-babanın kendi duygularının ve verdikleri duygusal
tepkilerin farkında olm aları ve duygu durum larını çocuğa göre
dengeleyebilmeleriyle artm aktadır. A nne ve babası tarafından
terk edilemeyeceğine inanan çocuklar, boşanm a sonrasında daha
sağlıklı bir uyum süreci geçirmektedirler.
Anne-Babanın Birbirleriyle Olan İletişimi: A nne-babanın ev­
lilik sırasında ve daha sonrasında çatışma düzeylerinin yüksek
olması, anne-babanın çocuklarıyla kurdukları ilişkinin kalitesini
doğrudan etkilemektedir. Birbirleriyle hesaplaşm aları bitm em iş
anne-babalar, çocuklarıyla kaliteli bir bağ kuram am akta, bununla
birlikte, çocuklar birçok çatışmaya şahit oldukları için de kaygı
düzeyleri sürekli olarak yükselmektedir. Bunun dışında, anne ve
babanın, birbirlerini çocuğa nasıl sundukları da önem lidir; özel­
likle annenin babayı çocuğa nasıl yansıttığı, çocuğun babayla iliş
kileri açısından belirleyici olmaktadır.
Yeni Yaşam Düzeninin Oluşumu: Ç ocukların en çok ihtiyaç
duydukları şeylerin başında yaşam ın tahm in edilebilir olması
gelmektedir. Bu nedenle, ayrılıktan hem en sonra, çocuğun nere­
de yaşayacağı, hangi okula devam edeceği, evden giden ebeveynle
nasıl bir görüşm e düzeninin olacağı bir an önce belirlenm elidir.
Anne-baba tarafından tanım lanm ış bir boşanm a sonrası ortam
çocuğun güven duygusu açısından gereklidir. Çocuğun yaşam
koşulları ne kadar az değişirse, yaşadığı duygusal çalkantı o kadar
az olmaktadır.

Çocuğun Destek Sistemleri: Ç ocuğun bir sistem içinde büyü­


düğünden daha önceleri de bahsetm iştik. Bu sistem in en önemli
unsurları şüphesiz ki anne ve babalardır. Ancak, çocuğun kendi­
ni yakın hissettiği diğer yetişkinlerin de, özellikle anne-babanın
boşanm ası sürecinde çocuğa çok olum lu katkıları olduğu bilin­
mektedir. Bu rolü geniş aile bireyleri, daha çok da büyükanne
ve büyükbabalar üstlenm ektedir. Yapılan araştırm alar, özellikle
anneannelerin çocuğun duygusal uyum unda çok önem li bir rol
üstlendiğini ortaya koym aktadır. Türkiye’d e ise özellikle annenin
babasının çocuk tarafından bir baba m odeli olarak algılandığı
da görülm ektedir. Bunun dışında, birçok çocuk için kardeşlerin
varlığı da koruyucu bir rol oynam aktadır. Sonuç olarak, boşanm a
sonrasında çocuğun bağlanm a süreçleri, bir süreliğine çocuğun
kendini yakın hissettiği kişiler tarafından desteklenebilir.

Çocuğun Yaşam Standardı: Boşanm a sonrasında, anne ve b a­


banın yaşam standartları arasında belirgin bir farklılığın olması
da çocuğun uyum süreçlerini etkileyen bir unsurdur. Çocuk, ya­
şam standardı düşm üş ebeveyne karşı hem m erham et duyguları
yaşamakta, hem de hangi tarafa daha yakın duracağı konusunda
ikileme düşmektedir.
Sonuç
A nne ve babasının boşanm ası hiçbir çocuğun tercih edeceği
bir olgu değildir. Ancak, kim i zam an bu karar kaçınılm az olm ak­
tadır. Boşanm a sonrası dönem de, anne, baba ve çocuğun üstesin­
den gelmesi gereken görevler vardır. A nne ve baba, tem el olarak,
çocuğa kendini güvende hissedeceği bir ortam sunm akla yüküm ­
lüdürler. Ç ocuk ise, anne ve babasının ayrı olduğu gerçeğiyle
barışm akla yüküm lüdür; bu süreçte de almış olduğu ve alacağı
destekler büyük rol oynam aktadır. Bu süreci, en az hasarla atlatan
çocuklar ise, yaşıtlarından duygusal olarak daha olgun, em pati ye­
teneği daha gelişmiş, sorunlara daha kolay çözüm üreten, ancak,
yakın ilişki kurm a konusunda tedirgin yetişkinler olm aktadırlar.

Kaynaklar
• A ltenh ofen, S. (2009). Fam ilies exp eriencin g divorce: A ge at on set o f
overnight stays, conflict, and em o tio n a l availability as predictors o f
child attachm ent, The Sciences and E ngineering, 69 (7-B ), 4456.
• A m ato, P. R. (2001). C hildren o f divorce in the 1990s: A n update
o f the A m ato and Keith (1 9 9 1 ) m eta-analysis, Journal o f Family
Psychology, 15 (3), 355-370.
• Barron, M .B. (2001). A com p arison study o f the norm al and clinical
divorce: Style o f attachm ent, level o f conflicy, parent-child relations­
hip, H um anities and Social Sciences, 61 (8 -A ), pp. 3350.
Beal, E. W. & H ochm an, G. (1992). W enn Scheidungskinder Er-
w achsen Sind, (Çev. Aurel E nde), Frankfurt am Main: W olfgang
Krüger Verlag.
• Brazelton, B.T. & G reenspan, S. I. (2000). The Irreducible N eed s o f
C hildren, UK: Perseus Publishing.
• C oh en, O. & F in zi-D ottan , R. (2005). Parent-child relationships d u ­
ring the divorce process: From attachm ent theory and intergenera-
tional perspective, C ontem porary Fam ily Therapy: A n International
Journal, 27 (1), 81-99.
• Finley, G. E. (2006). The m yth o f g o o d divorce, PsycCRITIQUES,
51(35), Pagination specified.
• G loger-T ippelt, G. & K önig, L. (2007). A ttachm ent representations
in 6-year-old children from o n e and tw o parent fam ilies in Ger­
many, School P sychology International, 28 (3), 313-330.
• G ordon, R. M. (2005). The d o o m and g lo o m o f divorce research:
C om m en t on W allerstein and Lewis (2004), P sychoanalytic P sycho­
logy, 22 (3),450-451.

• G reenspan, S. I. & Shanker, S. G. (2007). D er Erste G edanke (Çev.


A ndreas N oh l), W einheim : Beltz Verlag.
• H enderson, C. E., Hayslip, Jr. B., Sanders, L. M. & Louden, L. (2009).
G randm other-grandchild relationship quality predicts p sy ch o lo g i­
cal adjustm ent am ong youth from divorced fam ilies, Journal o f Fa­
m ily Issues, 30 (9), 1245-1264.
• H erring, M . & Kaslow, N . J. (2002). D ep ression and attachm ent
in fam ilies: A ch ild -focu sed perspective, Family Process,41 (3),
494-518.
• Kunz, J. (2001). Parental divorce and childrens interpersonal rela­
tionships: A m eta-analysis, Journal o f D ivorce and Remarriage, 34
(3-4), 19-47.

• Lewis, M ., Feiring, C. & R osenthal, S. (2000). A ttachm ent over tim e,


C hild D evelopm en t, 71 (3), 707-720.
• Pam uk, Ş (2004). Türk ve A lm an A n n e ve Ç ocuklarının B oşan m a­
yı Algılam aları ve Bu A lgılam ayı Şekillendiren N edenler, 13. U lusal
Psikoloji K ongresi, İstanbul.
• Riggs, S. A. & Jacobvitz, D. (2002). Expectant parents’ representati­
on s o f early attachm ent relationships: A ssociation s w ith m ental h e ­
alth and fam ily history, Journal o f C onsulting and C linical P sycho­
logy, 7 0 (1 ) , 195-204.

• Saini, M. A. (2008). Parent fu n ctio n in g after divorce: Exploring the


relationship to attachm ent and conflict, H um anities and Social Sci­
en ces, 69 (6-A ), pp. 2456.
§irvan h-Ö zen, D. (2004). Effects o f marital con flict on adolescent
children:A study in Turkey, Journal o f D ivorce and Remarriage, 41
(1 -2 ), 137-157.
W allerstein, J. S. & Blakeslee, S. (1989). G ew inner und Verlierer:
Frauen, M aenner, K inder nach der Scheidung (Çev. U te M aeurer &
A ndrea Galler), M ünih: D roem er Knaur.
W allerstein, J. S., Lewis, J. M . & Blakeslee, S. (2002). Sch eid u n gsfol­
gen; die K inder Tragen den Last (Çev. U lrike Stopfel), M ünster: V o­
tu m Verlag.
Waters, E., M errick, S., Treboux, D., Crowell, J. & A lbersheim , L.
(2003). A ttachm ent security in in fan cy and early adulthood. A
tw enty-year longitudinal study, In. M. E. H ertzig 8c E. A. Färber
(E ds), A nnual Progress in C hild Psychiatry and C hild D evelop m en t,
pp. 63-72, USA: Brunner-R outledge.
W hitesid e, M. F. 8c Becker, B. J. (2000). Parental factors and the y o ­
ung ch ildrens postdivorce adjustm ent: A m eta-analysis w ith im p ­
lications for parenting adjustm ents, Journal o f Fam ily Psychology,
1 4 (1 ), 5-26.
www .aile.gov.tr
w ww .tuik.gov.tr
GÖRME ve İŞİTME ENGELLİ
ÇOCUKLARDA BAĞLANMA

Birgül Ural Bayoğlu


ı

İ nsan gelişimi fiziksel, zihinsel, duygusal ve sosyal gelişim ola­


rak adlandırılan tem el alanlardan oluşm aktadır. Fiziksel ge­
lişim; vücut organlarındaki büyüm eyi, m otor hareketleri ve bes­
lenm eyle ilgili olayları içerir. Zihinsel gelişim; öğrenm e, bellek,
yorum lam a, düşünm e ve problem çözme gibi bilişsel süreçlerle
ilgilidir. Duygusal gelişim; benlik, sevgi, bağlılık, güven, tepkisel
davranışlar gibi duygularla ilgili durum ları kapsar. Sosyal gelişim
ise, çocuğun sosyalleşmesi sürecindeki akran ilişkileriyle aile üye­
leri arasındaki ilişkileri tanım lam aktadır. Bu alanlar, karm aşık ol­
duğu kadar süreğen ve birbirleriyle ilişki içindedirler. Bir çocuğun
gelişimini belirleyen en önem li iki etken ise, kalıtım ve çevredir.
Ç ocuk gelişim inin tem elini, yaşam ın ilk yıllarında edinilm esi
gereken fiziksel, zihinsel, duygusal ve sosyal alandaki beceriler
oluşturur. Ç ocukların gelişimsel olarak “norm al” olabilm esinin
ilk koşulu budur. D oğum dan itibaren yaşa uygun m otor ve bi­
lişsel becerilere sahip olm ak öncelikle hem organik hem fonksi­
yonel olarak sağlıklı bir beyin gelişimini gerektirir. Beyin gelişi­
m ini engelleyen pek çok olaydan söz etm ek m üm kündür: anne
karnında geçirilen enfeksiyonlar, travm a, doğum anında yaşanan
zorluklar, doğum dan sonra oluşan sağlık sorunları vb. etm enler
beyin gelişim ini olum suz etkileyebilir. N örolojik sorunlara ek
olarak; aileden kalıtım sal olarak geçen bazı hastalıklar, krom o­
zom bozuklukları ve m etabolik hastalıklar da beyin gelişimini
olum suz etkilem ektedirler. Beyin fonksiyonlarında ortaya çıkan
bozukluklar çoğu zaman yaşam ın ilk günlerinde tanımlanabilir.
Bazı durum larda ise çocuğun zam an içinde becerilerinde yaşa­
nan gecikme ile belirlenir. Gelişimsel gecikme en çok oturam a-
ma, ellerini kullanam am a, yürüyem em e gibi m otor becerilerde
kendini gösterse de çocuk bütüncül değerlendirildiğinde hareket
zorluğuna; dil-konuşm a, öz bakım becerileri ve zihinsel alanda da
yetersizlikler eşlik edebilir. “Gelişim geriliği” doğum la birlikte be­
cerilerde ortaya çıkan gecikme olarak tanım lanm aktadır. Gelişim
basam aklarının yaş düzeyine uygun olarak kazanılm ası organik
sağlıklı oluşla yakından ilişkilidir.
Bir bebek doğduğu andan itibaren kendisini ve çevresini d u ­
yuları aracılığıyla tanır. D okunm a, em m e, işitme ve görm e d u ­
yuları hayatta kalm anın gereğidir. Öte yandan optim um zihinsel
ve hareket kazanım ı için öncelikle işitme ve görm e duyularının
işler olması gerekir. H er bebeğin bu duyuları işler halde doğması
beklenir. Bebekler doğum öncesi 27. haftada dış sesleri duymaya
başlarlar. Doğal olarak yenidoğanın güçlü bir işitme duyusu var­
dır. G örm e duyusu doğum da ışığa tepki verm ek şeklinde alına­
bilirken bebeğin ilk ay içinde insan yüzlerine dikkatle baktığı, üç
aylık bebeklerin objeleri gözleriyle takip ettikleri bilinmektedir.
Zekâdan bağım sız olarak bilişsel gelişimi belirleyici iki önemli
duyu; görm e ve işitmedir. Ancak, görm e ve işitme sorunları olan
bebekler zam an içinde, diğer bilişsel süreçlerde de sorun yaşa­
m aktadırlar. Ö te yandan, birincil sorun olarak görm e ya da işitme
kusuru dışında nörolojik, m etabolik ve genetik sorunlara eşlik
eden görm e ve işitme bozuklukları yaşayan çocuklarla da karşıla
şılmaktadır. Ö rneğin santral sinir sistemi hasarlarına ya da diğer
nörolojik hastalıklara bağlı olarak çocuğun görm e duyusu zarar
görebilir ya da erken doğum a bağlı işitme azlığı yaşanabilir.
Gerek zihinsel gerekse görm e ya da işitme olsun her tü r gelişim­
sel yetersizlik d urum u anne baba açısından zorlayıcı ve travm atik
bir yaşantıdır. Ham ilelik boyunca sağlıklı bir bebeğe sahip olm ak
her anne babanın temel düşüncesi, beklentisidir. D okuz aylık sü ­
reçle bebekle ilgili olarak yapılan planlar, beklentiler, um utlar an ­
nenin bebeğiyle arasındaki bağı güçlendirir. H içbir ebeveyn bir
sağlık sorunuyla doğan bebeğe hazırlıklı değildir; üstelik bu so­
runun görm e organının gelişmemesi gibi görünür bir sorun ya da
ilk günlerde oluşan işitme kusuru gibi belirgin bir sorun olması
daha travm atiktir. Bebeğin ilk aylarında ortaya çıkan bedensel ya
da fonksiyonel yetersizlikleri ciddi bir duygusal çöküntüyü de b e ­
raberinde getirir. Yetersizliği olan bir bebeğe sahip olma, annelik
duygu ve davranışlarını değiştirir.
Bebeğin sağlık sorunu bir yana; araştırm alar, sezaryen doğu­
m un bile anne davranışlarını değiştirdiğini gösterm ektedir. A nne­
lik duygusu, anne bebek arasındaki bağı oluşturan tem el koşuldur.
A nne bebek arasında oluşan bu duygusal bağ, Öncelikle beslenm e
ve korunm ayı karşılamaya yöneliktir; zaman içinde karşılıklı iliş­
kiyle güçlenir. A nne ya da sürekli bakım veren kişiyle sürdürülen
sürekli ve tutarlı ilişki sağlıklı bir bağlanm ayı da oluşturur. A n ­
neyle bebek arasındaki iletişim em m e - dokunm anın yanı sıra göz
temasıyla da sürdürülür. Eğer annenin yakın davranışları ve sıcak
iletişimi azalırsa bebeklerin göz tem ası, iletişimi de azalmaktadır.
Öte yandan annenin yakınlaşm a ve iletişim çabalarına bebeğin
gösterdiği zayıf tepki de anne-bebek iletişimini olum suz etkile­
mektedir. Bebeğin etkileşimi ya da tepkilerinin zayıf olması geli­
şimsel bozukluk, m etabolik, nörolojik hastalıklar ya da doğuştan
işitme kaybı gibi durum larda daha çok gözlenir. Bununla birlikte
anne-bebek ilişkisinin araştırıldığı çalışm alar genellikle yeme ve
besleme merkezlidir. İletişimi araştıran çalışm alar son yıllarda
artm aya başlamıştır.
Gelişimsel gerilik, görm e yetersizliği ya da işitm e sorunu gibi
özgül sağlık sorunları olan çocukların ailelerinde bağlanm a dav­
ranışına yönelik çalışmalar yok denecek kadar azdır. Birincil gör­
me yetersizliği ya da işitme engelli çocukları konu alan, bağlanm a
tem elinde araştırm aya ise yazım da rastlanm am aktadır. Yetersiz
ve engelli çocuklarla yapılan pek çok çalışma, aile duygulanım la­
rı ve yaşıt karşılaştırm alarını içermektedir. Engelli bebeklerin ve
norm al bebeklerin annelerinin davranışlarının incelendiği araş­
tırm aların ortak bulguları, engelli bebek annelerinin daha fazla
yönlendirici oldukları, daha az annelik doyum u yaşadıkları ve bu
bebeklerin daha az etkileşim başlattıklarıdır. Öte yandan görme
ya da işitm e engeli olan bebekler, ek sağlık sorunları yoksa yeni-
doğan dönem inde yaşıtlarıyla benzer bağlanm a davranışları gös­
terirler. İlk aylardan itibaren em m e ve dokunm a davranışları, ih­
tiyaçlarının karşılanm asına yönelik ağlama, yapışma, m utluluk ve
keyifli olduklarında gülüm sem e sesleri çıkarm aktadırlar. Görm e
engelli bebeklerin anne ve babalarının seslerini tanıdıkları belir­
tilmektedir. İşitme engelli bebek ile anne arasında görsel ve do-
kunsal iletişim de ilk aylarda doğal bir bağ oluşm asına yeterli olur.
Zam an içinde işitme sorununun tam lanm ası ile annenin duygu­
lanım ve davrananlarında değişiklik oluşm aya başlar. Bağlanm a­
ya yönelik değişimi başlatan olay, ebeveynlerin bebeğin sağlık so­
rununa bağlı olarak farklı duygulanım lar yaşam alarıdır. Özellikle
çocuklarının yetersizliğine yönelik yaşadıkları yoğun kaygıdan
bahsetm ektedirler. Engelli çocuk sahibi olan her ebeveynin tepki
si benzerdir. Sırasıyla inkâr, pazarlık, öflce ve çöküntü dönem leri
yaşarlar ve kabul devresine gelene kadar zorlu bir süreç geçirirler.
Bu süreçte annenin yaşadığı suçluluk, güvensizlik ve yetersizlik
duyguları anne bebek arasındaki duygusal bağı zedeler. Bebekteki
engelin de oluşturduğu zayıf etkileşim ya da annenin etkileşim
çabasına gösterilen zayıf tepki bağlanm a sürecine de olum suz
yansıyabilmektedir.
Gelişim geriliği, görm e ya da işitme engelli çocukların aileleri­
nin - örneğin olistik ya da zihinsel geriliği olan çocukların ailele­
rinde olduğu kadar davranış sorunlarıyla karşılaşm adıklarından
- çocukla iletişim lerinde daha etkileşimli ve süreğen ilişki k u r­
dukları görülm ektedir. Özellikle doğuştan görm e engeli olan be­
beklerin, anneleri tarafından kucağa alınm a talepleri; dokunm a
ve iletişime yönelik oyunlardan hoşlandıklarını gösteren tepkileri
anneleri olum lu etkiler. Çocuğun ilgi ve ihtiyaçlarının karşılan­
m asına yönelik talebinin olması, anne çocuk arasındaki ilişkinin
süreğenliğini sağlamaktadır. Bununla birlikte, görm e engeli, er­
ken çocuklukta bağımsız yaşam a geçiş açısından büyük zorluk
yaratm aktadır. Bebeklik dönem inde annenin bakım ına doğal
olarak ihtiyaç duyan bebek, ilerleyen zam an içinde yaşıtları gibi
bağımsız hareket etm e becerisini kazanam am akta, annenin ba­
kım ve korum a davranışını sürdürm esi gerekmektedir. Engelli
çocuk annelerinin, norm al yaşıtlarının annelerine göre daha fazla
yönlendirici, daha olum suz geri bildirim li ve kontrollü oldukla­
rını öne süren çalışmalar, çocuğun bağımsız yaşam a geçişinde­
ki zorluğun nedeni olarak da düşünülebilir. Çevreyi keşfetme,
tehlikelerden korunm a ve bilgiye ulaşm a yolunda anne çocuğun
uzantısı olmaya devam etm ektedir. G örm e engeli tek başına algı­
sal gelişime engel olmasa da görm e duyusunun eksikliği, bilişsel
alanda yaşıtlarının düzeyine ulaşm alarına engel olabilmektedir.
İyi planlanm ış bir eğitim program ı çocukların algı gelişim lerini
de destekleyeceğinden çevre koşullarını tanım a ve uyum sağlama
becerilerini artırm ak m üm kündür. Bu noktada erken eğitim ve
gelişim desteklem e program ları devreye girse bile anneler çocuk­
larını kolaylıkla özgür bırakam am aktadırlar.
İşitme engeli görm e engeline göre çocukların bağımsız yaşama
geçişlerini daha az etkilemektedir. İlk aylarda işitme engeli, bebe­
ğin sözel iletişim ini etkilemez. Agulama, ağlama ve görsel teması
sürdüren bebek, ihtiyaçlarının tatm in edilm esini bekler. Öyle ki
eğer yenidoğanın işitme taram ası yapılmam ış ise aile üyeleri be­
bekteki işitme kaybını fark etm eyebilirler bile. Gelişimsel gözlükle
bakılm adığında sağlık kontrollerinde de gözden kaçabilir. Ancak
8-10. aylarda bebekte ses taklitleri ve kelime kullanım ı başlam a­
yınca anne ve babalar kaygılanırlar. Bebek, bu ana kadar anneyle
beslenm e, uyku ve oyun iletişim ini sürdürür. Ö te yandan norm al
işiten bebeklerin ilk aylarda sesler arasındaki küçük farklılıkları
bile ayırt ettikleri bilinm ektedir. İlerleyen zam anlarda işitme e n ­
geli düzeltilmezse -ki “kritik dönem ” işitme için ilk 2 yaştır- dil
gelişimi ve konuşm a norm al düzeyine ulaşamaz. Ebeveynler tanı
konduktan sonra yukarıda anlatılanlarla benzer süreçleri yaşarlar.
Çocuğun tedavisi planlanırken (im plant, işitme aleti, konuşm a te ­
rapisi) sözel iletişime geçmeyi henüz başaram ayan çocukla anne
arasında zorlayıcı bir ilişki başlayabilir. Sürekli hastane kontrolle­
ri, dil terapisi seansları ve günlük yaşam olayları arasında çocuğun
duygusal ve sosyal ihtiyaçlarını göz ardı etm ek aile içi iletişimi
bozabilir. Kendisini sözel olarak ifade edemeyen çocukta davranış
sorunları, hırçınlık, ağlama nöbetleri görülebilir ki bu davranışlar
özellikle anneyi zorlayıcıdır. Çalışmalar, destek program larının
pratik uygulam aya dayalı ve davranış sorunlarını azaltıcı olm ası­
nın anneyi rahatlattığını bildirm ektedir. İşitme sorunu, genellikle
korum a, güvende tutm a ve sürekli kontrol odaklı bir anne- çocuk
ilişkisi oluşturur. İlerleyen yaşlarda çocuk, beslenm e ve öz bakım
gereksinim lerini kendi başına karşılayabilmeyi başarırken toplum
içinde k orunm a ve güvenli yaşam konularında ilerleyen yaşlara
kadar anne desteğini beklem ektedir. Güvenli bağlanm a açısından
işitme engelli çocuklar ile işitme engeli olm ayanlar arasında fark
olmadığını gösteren az sayıda çalışma olsa da annenin güçlü ileti­
şim becerilerine sahip olm asının önem i vurgulanm aktadır.
İster gelişim geriliği, ister görm e ya da işitme engeli olsun; görü­
n ür ve yaşanır bir engeli olan çocuk, ailelerde norm al çocuğa sa­
hip olm am akla ilgili keder ve kaygıyı derinleştirir. Bu yetersizlikle
birlikte ortaya çıkan bakım zorunluluğu, çocuklarda anneye olan
bağımlılığın artm asına, anneden ayrılm ada güçlük yaşanm asına,
bireyin kendine verdiği değerin, saygının, güvenin düşm esine ne­
den olabilmektedir. Bununla birlikte engellilik, yeni durum lara
uyum sağlanm asını, bağım sız karar alm a yetilerinin oluşm asını,
bilişsel ve sözel becerilerin gelişmesini olum suz etkileyerek sağ­
lıklı bağlanm a yolunda da engel oluşturur.
Sonuç olarak, engelli bebeklerin ileriki zam anlarda anne bebek
etkileşim lerinde sorunlar yaşanm aktadır. Bunun önlenm esi için
planlam a, örgütlem e, disiplinli bir ekip yaklaşımı gerekir. Bilgi
eksikliğinin ailelerde kaygı, belirsizlik ve uyum suzluğa yol açabil­
diği, ebeveynlere doğru bilgi verilm esinin çaresizlik duygularını
azalttığı bilinmelidir. Gelişim sorununun belirlenmesiyle birlikte
ailenin destek program ına alınması, bu program ın ekip çalışm a­
sıyla yürütülm esi sağlanmalıdır.
Ailelerin çocuklarıyla olan ilişkilerindeki sorunlara, gelişim
becerilerinin artırılm asına yönelik desteklerin uzm anlık, işbirli­
ği ve devamlılık üzerine kurulm ası ailelerin de beklentisi olarak
karşım ıza çıkm aktadır. Bu yaklaşım aynı zam anda anne çocuk
ilişkisinin engel odağından kurtarılarak çocuğun güçlü yanlarını
hedef almasına; böylelikle sağlıklı bir bağlanm a oluşm asına katkı
sağlayacaktır.
Kaynaklar
• B akkaloğlıı H. 8c Sucuoğlu B. (2000). N orm al ve Z ihinsel Engelli
Bebeklerde A n n e-B eb ek E tkileşim inin Karşılaştırmalı Olarak İnce­
len m esi, Ö zel Eğitim D ergisi, 2 (4), 4 7 -5 8 .
• Blacher J. 8c M eyers C. E. (1983). A R eview o f A ttachm ent Form a­
tion and D isorders in H andicapped C hildren. The Best o f AAM R-
Fam ilies and M ental Retardation.
• Bowlby, J. (1982). A ttachm ent and Loss. UK: H ogart
• Fraiberg, S. (1974). Blind infants and Their M others: An E xam inati­
on o f the sign system , N ew York: John W iley 8c Sons
• Gander, M. J. 8c Garnier, H. W. (1998). Ç ocu k ve Ergen G elişim i,
(3.baskı), B. O nur (Ed), 196-206, Ankara: İmge.
• Gantwala, G. 8c N arayanan, I. (1991). Influence o f cesarean section
o n m other-baby interaction, Indian Pediatrics, 28 (1), 45-50.
• İnanç, B. Y., Bilgin, M . 8c Atıcı, M. K. (2 0 0 4 ).G elişim Psikolojisi,
Adana: N ob el Kitabevi.
• Lederberg A. R. 8c M obley C. E. (1990). The Effect o f H earing Im pa­
irm ent on the Q uality o f A ttachm ent and M other-Toddler Interacti­
on. C hild D evelop m en t 61, 5.
• Sears, R. R. (1975). Your A n cien ts Revisited: A H istory o f Child
D evelop m ent, R eview o f C hild D evelop m en t Research, USA: U ni-
versty o f Chicago Press.
• Stern, D. N . (1977). The First Relationship: Infant and Mother, UK:
Fontana.
OKULDA BAĞLANMA:
ÇOCUK - ÖĞRETMEN BAĞLANMASI

Derya Şahin’

XX D ir gün parkta otururken A. yanım a geldi, bana sarıla-


L -/ rak kucağım a oturdu. Tabi ben de ona. O yunları bitene
kadar çok uzun süre çocukları izledik. Çok m utlu görünüyordu.
Ertesi sabah yanım a geldi. “D ün gece seni rüyam da gördüm ” dedi
sıcak bir ifadeyle. Zor günler geçirdi bu yıl, gidince onu çok özle­
yeceğim. Bana güvendiğini ve inandığını çok iyi biliyorum . U m a­
rım hep inanacağı ve güveneceği birilerini yanında bulur.”
Yukarıdaki sözler bahsi geçen çocuğun annesine değil, öğret­
m enine ait. İnsanın içini ısıtan bu sözler bir öğretm enin, öğretim
yapm ak dışında, nasıl duygusal derinliği olan ilişkiler yaşayabi­
leceğini ifade ediyor bizlere. Ö ğretm en, hem çocuğun ona olan
inancının ve güveninin farkında hem de bu çocuk kendisi için
çok değerli. Peki, nasıl oluyor da bir öğretm en sınıfındaki bir ço­
cukla böylesi bir paylaşım içinde olabiliyor? A raştırm acıların da
söylediği gibi, çocukların yaşam ında en az ebeveynleri kadar öğ­
retm enlerinin de önem li bir yeri var. Hepim iz biliriz, bir bebek

Ege Üniversitesi Eğitim Fakültesi Okulöncesi Öğretmenliği Anabilim Dalı,


Bornova, İzmir, derya.sahin@ege.edu.tr
doğduğu ilk andan itibaren annesiyle yakınlık ve sevgi dolu bir
ilişki içindedir. Bağlanma ilişkisi olarak tanım lanan bu anlamlı
ve duygusal bağ, gelecekte kurulacak tüm ilişkiler açısından be­
lirleyicidir. Tüm bebekler bağlanm a ilişkisi k urm ak üzere genetik
olarak program lanm ış şekilde dünyaya gelm ektedir; yani genetik
yatkınlıkları nedeniyle, insan tü rü n e ait tüm bebekler eğer çevre­
lerinde kendileriyle sürekli etkileşim içinde bulunan birileri varsa,
bu kişilere bağlanırlar. Bu bakış açısıyla ele alındığında, bir yetiş­
kin olm adan bebeğin yaşam ını sürdürebilm esi m üm kün görün­
m em ektedir; dolayısıyla bebek, bu ilişkiyi ve yakınlığı korum ak
için yetişkinle arasındaki iletişimi sürdürm ek amacıyla doğuştan
getirdiği birtakım davranışlar sergiler.
Bir bebeğin davranışlarına baktığım ızda bağlanm a ilişkisinin
nasıl bir işlevi olduğunu anlam am ız m üm kündür. Bebekler pek
çok zam an bakım görme, k orunm a ve kendilerini güvende his­
setm e ihtiyacı içindedirler; bu nedenle de temel bağlanm a nesnesi
olarak kabul edilen anneleriyle aralarında belli bir yakınlığı k o ru ­
maya çalışırlar. Bağlanma figürüne yakın olm ak özellikle bebek
herhangi bir nedenle korktuğunda ya da stres altında kaldığında
önem kazanır. Bebek genel olarak annesinden ya da kendisine
bakım veren kişiden şu beklenti içindedir: “Etrafımı keşfetmek
için bana destek olm ana ihtiyacım var.” Bu durum da anne çevreyi
araştırm aya ve keşif yapmaya olanak sağlayan “güvenli bir temel”
konum undadır ve bebek için her şey yolunda gibi görünm ektedir.
Ancak, işler tersine döndüğünde yani bebek kentlini güvende his­
setm ediğinde ya da tehlike sezinleyerek korktuğunda anne “sağ­
lam bir sığınak” haline dönüşür ki böylece bebek ona sığınarak
kendini güvende hisseder. Bu durum da bebek, hem fiziksel ola­
rak anneye yakın olma ihtiyacını karşılar hem de kendini güvenli
ellere teslim ettiğini hisseder.
Bağlanma kuram ı İlci yönlü bir bakış açısı ortaya koyar. Birin­
cisi, bağlanm a davranışı yaşam boyu etkili bir özelliğe sahiptir,
süreklilik gösterir. İkinci olarak da, bu tip ilişkiler yaşam boyu
kurulacak diğer tüm ilişkilerin niteliğini şekillendirecek kadar
güçlüdür. Bu yüzden bağlanm a kuram ı, bazı bireylerin yetişkin­
lerle olan ilişkilerinde tatm in edici duygusal bağlar kurm akta ve
bunları sürdürm ekte neden güçlük yaşadıklarını anlam am ızı ko­
laylaştıran temel bir bakış açısı sunm aktadır. Bovvlby’nin de ifade
ettiği gibi bağlanm a davranışı “beşikten m ezara kadar” tüm ya­
şam boyu bireyi ilişkiler açısından tanım layan bir özellik olarak
karşımıza çıkar. H er ne kadar yetişkin yaşam ının tüm yönlerini
bağlanm a süreçleri ile açıklam ak m üm kün olm asa da, ilişkileri
değerlendirm ede ve anlam landırm ada önem li bir bakış açısı su n ­
duğunu da göz ardı etm em ek gerekir. Bağlanma kuram ına göre,
yetişkinlerle kurulan ilişkiler sırasında çocuklar kendilerine ve
başkalarına yönelik algılarını şekillendirirken aynı zam anda nasıl
davranacaklarını da öğrenirler. Eğer çocuk, hem kendisinin hem
de başkalarının değerli, sevilmeye layık ve önem li kişiler oldukla­
rını düşünürse, bu durum onun gelişim basam aklarında em in ve
sağlam adım larla ilerleyeceğinin en önem li göstergesidir.

İkincil Bağlanma Figürü Olarak Öğretm en


G ünüm üzde iki ebeveynin de çalıştığı aile sayısı giderek a rt­
m aktadır. Babanın yanı sıra annenin de evin dışında bir çalış­
ma yaşantısının olması, profesyonel anlam da bakım veren, aile
dışından birisine duyulan ihtiyacı gündem e getirm ektedir. Ç alı­
şan anne sayısındaki artış, annelerin pek çoğunun, çocukları için
gündüz bakım evlerini ve anaokullarım tercih etm elerine neden
olmuştur. Bu nedenle, çocuğun ebeveynlerinin dışında kendisine
bakım ve eğitim veren yetişkinlere bağlanm ası son yıllarda üze­
rinde önem le durulan konulardan biri haline gelmiştir.
Tıpkı olum lu ana babalık tutum ları ve inançları olan ebeveyn­
lerin çocuklarıyla kurdukları destekleyici ilişkilerde olduğu gibi
olum lu çocuk-öğretm en ilişkileri de benzer bir etki yaratabilir.
Ayrıca, çocukla öğretm en arasındaki ilişkinin sınıf içindeki sos­
yal süreçlere, akadem ik becerilerin gelişimine katkısı da kaçı­
nılmazdır. Şöyle bir soru gelebilir akıllara: Ç ocuk ve öğretm eni
arasındaki ilişkinin derinliği ebeveyninkiyle kıyaslanabilir mi?
Bu soruya kuşku duym aksızın “evet” cevabını verebiliriz, çünkü
araştırm acılar bize bunu söylüyor. Ö ğretm enlerin de duyarlı, il­
gili ve sosyal açıdan destekleyici bir yaklaşım içinde olabilecekle­
ri ifade ediliyor. Üstelik çocukların da ebeveynleriyle kurdukları
ilişkilerde olduğu gibi, duygusal anlam da öğretm enlerine güvenle
yaklaşabilecekleri, bu nitelikte bir ilişki kurabilecekleri önemle
vurgulanıyor. Bu durum , öğretm enlerin sınıf içinde çocukların
akadem ik donanım ını güçlendirm e, perform anslarını değerlen­
dirm e, ödül-ceza yöntem leri aracılığıyla sınıf yönetim ini sağla­
maya çalışma gibi temel sorum lulukları olsa da ıslak gözleri ve
akan burunları silm ek ve ayrıca kırık kalpleri tam ir etm ek için de
birebir olduklarını gösteriyor.
Bir öğretm en, yetişkinlerin çocukları desteklem esi ve duygula­
rını ifade etm eleri için onları cesaretlendirm esi gerektiğini düşü­
nebilir ve öyle davranabilir. Bu d urum un hassasiyetle karşılanarak
çocukların ihtiyaçlarının giderilm esini önemseyebilir. Ç ocukla­
rın çok tatlı ve sevilmeye layık varlıklar olduğunu düşünebilir. Bir
başka öğretm ense farklı duygu ve düşünceler içinde olabilir; belli
çocukların özellikle sorun çıkardıklarını, kendisini hep hayal kı­
rıklığına uğrattıklarını ve öfkelendirdiklerini söyleyebilir. Burada
iki öğretm enin öğrencileriyle kurdukları ilişkilere yönelik bakış
açıları ortaya konuyor. Bu iki öğretm enin tanım lam aları ne açı­
dan birbirine benziyor? İlişkilerini tanım lam a biçim leri açısın­
dan birbirlerinden farklı olsalar da aslında duygularının derinliği
ve bunu ifade ediş biçimi çok benzer. Bu noktada, hem çocuğun
hem de öğretm enin ilişkiyi algılama ve sürdürm e biçim leri önem
kazanıyor. Ö rneğin, kaygılı / kararsız bağlanm aya sahip bir öğ­
retm enin, kendi ilişki kurm a biçim ini sağlıklı biçim de değerlen­
dirm esi beklenemez; dolayısıyla sıcak, güvenilir ve duyarlı ilişki
kurm aktan uzak olduğunu görmesi de zorlaşır. Bu nedenle, çok
da gerçekçi olm asa da, çocuğun yaşından daha olgun ve bağımsız
hareket etm esini bekleyebilir. Böyle bir bağlanm a örüntüsü içinde
olan öğretm enin, çok fazla desteğe, yardım a ve geribildirim e ihti­
yaç duyan bir çocuğa karşı anlayışlı ve sıcak yaklaşm a olasılığı da
düşük olacaktır. Yapılan çalışmalar, öğretm enlerini duygusal açı­
dan destekleyici ve ilgili bulan, okulda kendini güvende hisseden
çocukların, öğretm enleriyle olum suz deneyim leri olan çocuklara
göre sosyal ve duygusal açıdan daha iyi uyum sağladıklarını o rta­
ya koyuyor. Benzer biçimde, yuvada bakım gören çocukların da
kendi bakıcıları ve öğretm enleriyle, diğer çocuklar kadar güvenli
bağlanm a ilişkileri kurabilecekleri ifade ediliyor. B unun için en
tem el koşul, ilişki içinde çocuğa tutarlı biçim de hassasiyet ve şef­
kat gösterilmesidir. Bu konuya ilişkin pek çok çalışma, durum u şu
şekilde özetlem em izi sağlıyor: Öğrencileriyle olum lu ilişkiler k u ­
ran öğretm enler, güvenli bağlanm a ilişkilerinin geliştirilmesinde
çok önem li bir potansiyel teşkil ediyor.

Erken Dönem de Kurulan Ç ocu k-


Öğretm en İlişkileri
Ç ocuk-öğretm en ilişkilerini değerlendiren çalışm alara baktığı­
m ızda özet olarak şu sonuca ulaşm am ız m üm kün; geçmişte yaşa­
dığı ilişkiler nedeniyle olum suz deneyim lerini biriktiren çocuk­
lar, sonraki ilişkilerine de benzer biçim de yaklaşım gösteriyorlar.
Yani anneleriyle güven tem eline dayalı olum lu ilişkiler kuram a­
yan çocukların öğretm enlerine de bu olum suz duygular içinde
yaklaşm a olasılıkları artıyor. Bu durum bağlanm a ilişkinin nite­
liğinin süreklilik gösterdiğinin de açık bir kanıtı aynı zam anda.
Çocuğun olum suz duygu ve beklentiler içindeki yaklaşımı, öğrel
m enler için de zorlayıcı ve baş edilemez olabiliyor, böylece çatış­
malar, anlaşm azlıklar ortaya çıkabiliyor. Bunun üzerine bir de öğ­
retm enin çocukluğunda yaşadığı olum suz bağlanm a deneyimleri
eklenirse, üstesinden gelmesi giderek zorlaşan bir tablo karşımıza
çıkar. Bu bakım dan özellikle çocukluğun erken dönem lerinden
itibaren kurulan çocuk-öğretm en ilişkileri, bu zincirin kırılm a­
sında önem li bir etken olabilir.
Konuyla ilgili araştırm alar öğretm enlerin özellikle okulöncesi
dönem den itibaren ne kadar önem li rol oynayabileceklerini gös­
term iştir. A nasınıfına devam eden küçük çocukların öğretm enle­
riyle kurdukları nitelikli ilişkilerin, okula ve okul ortam ına uyum ­
da önem li bir etken olduğunu belirlenm iştir. Ayrıca, bu ilişkinin
niteliğinin çocuğun sosyal ortam larda daha uyum lu davranışlar
sergilem esine neden olduğu bulunm uştur. O lum lu çocuk - öğret­
m en ilişkileri, yalnızca yetişkinler açısından değil, aynı zam anda,
çocukların arkadaşlarıyla kurdukları ilişkiler açısından da önem
taşır. Nitekim yetişkinlerle olum lu ilişkiler kuram ayan çocukla­
rın, akranlarıyla da olum lu ilişkiler kurm akta zorlandıkları göz­
lenir. Özel eğitim alanında yüksek risk altında olan çocuklar açı­
sından da bu tip olum lu ilişkiler koruyucu bir faktör olarak işlev
görür. Benzer biçimde, zorlayıcı çevre koşulları altında yaşam la­
rını sürdüren ve düşük sosyo-ekonom ik düzeyden gelen çocuklar
da sınıf içinde kendileriyle yoğun ve hassas bir etkileşim kuran
öğretm enleriyle birlikte olmayı tercih ederler ve bu ilişkiden ya­
rarlanırlar. Bu noktada, olum lu ilişkilerin kurulm asında ya da
ilişkilerin olum lu yönde geliştirilmesinde, öğretm enin önem li bir
rolü olduğu açıktır. Özellikle öğretm enin çocukla kurduğu iliş­
kiyi algılama biçimi, kritik bir unsurdur. Ancak, burada dikkat
edilmesi gereken bir başka önem li nokta daha vardır: Ö ğretm e­
nin yetişkin - çocuk ilişkilerine dair temsilleri. Bu d u ru m d a içsel
çalışma m odelleri devreye girer. İçsel çalışma m odelleri ilişkiler
içinde bir harita işlevi görür; bu haritaya bakarak ilişki içinde yo­
lum uzu bulm am ıza yardım cı olur. Bu m odeller genel olabileceği
gibi, yani tüm ilişkilere yönelik olabilir, daha spesifik bir grupla
da ilişkili olabilir; mesela çocuklarla kurulan ilişkiler gibi. A n­
cak, bu noktada ilişkinin geçmişini de göz önünde bulundurm ak
gerekir. Bunlar ilişkiye yönelik beklentilerin, diğer bir deyişle ön
yargıların oluşm asına neden olur. Bu durum ilişki içinde karşılıklı
olarak henüz birbirinin duygularım anlam adan tahm inler y ü rü t­
memize ve davranışlarım ızı önceden işlevsel olmayan biçim de şe­
killendirm em ize neden olur. Yani şöyle düşünülebilir: “Anlaşıldı,
zaten bu çocuk hep böyle yapıyor, geçen sefer de benim sözüm ü
dinlem em işti” gibi. “Zaten”, “hep”, “hiç” kalıpları çoğaldıkça ö n ­
yargılarım ızla ördüğüm üz duvar daha da kalınlaşarak yükselir.
Ancak, bunun önünü kesmek, erken dönem den itibaren m üda­
hale etm ek gerekir. Bu nedenle yalnızca öğretm enin öğrencilerine
yönelik tem silleri değil, aynı zam anda kendi çocukluğunda yaşa­
dığı bağlanm a deneyim leri de göz önünde bulundurulm alıdır. N i­
tekim yapılan çalışm alar da öğretm enin çocukla kurduğu ilişkiyi
algılama biçim i ile çocuğun davranışları ve uyum u arasında an ­
lamlı bağlantılar olduğuna işaret etm ektedir. Bu bakım dan, okul
yaşam ının zorunlu bir parçası olarak, olum lu çocuk-öğretm en
ilişkisinin süreç içerisinde geliştirilmesine ve zenginleştirilm esine
ihtiyaç duyuluyor. Pek çok öğretm en kurdukları olum lu ilişkiler
sayesinde haylaz olarak tanım lanan bir öğrencinin davranış so­
runlarını en aza indirip, akadem ik başarılarını arttırabiliyor. Öte
yandan, yukarıda sözü edilen önyargıların tem elini oluşturduğu
duvarların sayısı da olum lu örneklerden çok daha fazla. Bunu ö n ­
lem enin ilk adım larından biri, kişisel ve mesleki gelişimin hem
profesyonel hem de hizm et içi eğitim ler yoluyla zenginleştiril­
mesi. N itekim hizm et içi eğitim e tabi tutulan, süpervizyon alan
ve mesleki alanda izleme çalışm alarına dahil olan öğretm enler,
çocukların ihtiyaçlarını daha hassas bir şekilde görüp cevaplaya­
biliyorlar.
Okul ortam ında ruh sağlığını korum aya yönelik çeşitli m ü­
dahaleler olm akla birlikte, özellikle bağlanm a kuram ını referans
alan m üdahalelerden çok az söz edilir. Ancak, bu tip m üdaha­
lelere ciddi anlam da ihtiyaç duyulm aktadır, özellikle, yoksulluk,
ayrılıklar, ölüm ler vb. nedeniyle risk altındaki çocukların sayısı­
nın giderek arttığı günüm üzde. Bu bakış açısıyla öğretm en, hem
kendisinin hem de çocuğun içsel çalışma m odellerini tanım alı
ve başkalarıyla ilişki kurm a biçim lerini anlamalıdır. Böylece öğ­
retm en, davranışları değerlendirirken, bunları çocuğun içsel de­
neyim lerinin ve ilişki geçm işinin yansım aları olarak ele alabilir.
Ç ünkü çocuklar, okul ortam ına gelmeden önce diğer yetişkinlerle
kurm uş oldukları ilişki örüntüsünü, öğretm enleriyle kurdukları
ilişkilere yansıtırlar. Diğer yetişkinlerle güvenilir ve olum lu ilişki­
ler kuram ayan çocuk, tüm yetişkinlerin güvenilir olm adığına dair
bir ön yargıyla öğretm ene yaklaşabilir. Dolayısıyla, bu durum , öğ­
retm enin, her ne koşulda olursa olsun, öğrenciyle kurduğu ilişkiyi
olum lu yönde ve güven tem eline dayalı olarak yapılandırm ası için
sabırlı ve ısrarcı bir tutum izlemesi gerektiğini gösterir.
Bu noktaya kadar açıklanan unsurlar, çocuk - öğretm en ilişki­
sini zenginleştirm eyi ve geliştirmeyi amaçlayan m üdahalelere ne
kadar çok ihtiyaç duyulduğunu açıkça ortaya koyuyor. Okul, en
önemli toplum sal kurum lardan ve sosyalleşme ortam larından biri
olarak kabul edilir. Bireysel boyutta ele alındığında ise öğretm en­
ler, çocukların okum a, yazma, düşünm e becerilerinin yanı sıra sos­
yal, duygusal ve ahlaki açıdan duyarlı bireylerin yetiştirilmesinde
önem li katkı sağlarlar. Bu nedenle öğretm en, çocuğun gelişimini
destekleyen etkili bir unsur olarak görülür. Eğer öğretm en ile ço
cuk arasındaki ilişkinin geliştirilmesi yönünde m üdahaleler yapı
lırsa, bu durum yalnızca bireysel problem lerin değil aynı zamanda
sınıf içi potansiyel sorunların çözüm ünde de etkili olacaktır.
Kaynaklar
• A in sw orth , M . D. S. (1969). O bject relations, d ep en d en cy and at­
tachm ent: A theoretical review o f the infant - m oth er relationship,
C hild D evelop m en t, 40, 969 - 1025.
• A insw orth, M. D. S. (1989). A ttachm ents beyon d infancy, A m erican
P sychologist, 44 (4), 709 - 716.

• A insw orth, M. D. S. & Bowlby, J. (1991). A n eth ological approach to


person ality developm ent, A m erican P sychologist, 46 (4), 333 - 341.

• Akister, J. (1998). A ttachm ent th eory and system ic practice: R ese­


arch update, Journal o f Fam ily Therapy, 20, 353 - 366.

• B artholom ew , K. (1993). From ch ild h oo d to adult relationships:


A ttachm ent theory and research. In. S. D uck (Ed.), U nderstanding
R elationship Processes 2: Learning about R elationships, pp. 30-62,
USA: Sage Publications.

• Birch, S. H. 8c Ladd, G. W. (1997). The teacher-child relationship


and ch ildrens early sch ool adjustm ent, Journal o f Sch ool Psycho­
logy, 35 (1), 61 - 79.

• Birch, S. H. 8c Ladd, G. W. (1998). C hildrens interpersonal behavi­


ors and the teacher-child relationship, D evelop m en tal Psychology,
34 (5), 934 - 946.
• Bowlby, J. (1973). A ttachm ent and Loss: Separation, A n x iety and
Anger, USA: Basic Books.

• Burchinal, M . R., Cryer, D., Clifford, R. M. 8c H ow es, C. (2002). C a­


regiver training and classroom quality in child care centers, A pplied
D evelopm en tal Science, 6 (1), 2 - 11.
• Burchinal, M. R., Peisner-Feinberg, E., Pianta, R. 8c H ow es, C.
(2002). D evelop m en t o f academ ic skills from p resch ool th ou gh se ­
con d grade: Fam ily and classroom predictors o f develop m en tal tra­
jectories, Journal o f S ch ool Psychology, 40 (5), 415 - 436.

• D ejam es, P. L. (2001). Effective p aren t/teach er/ch ild relationships,


E ducation, 102 (1), 34 - 36.
Ford, D. H . 8c Lerner, R. M . (1992). D evelop m en tal System s Theory:
A n Integrative Approach, USA: Sage Publications.

G oldberg, S. (2000). A ttachm ent and D evelop m en t, UK: A rnold


Publishers.

G oossen , F. & Van Ijzendoorn, M . (1990). Q uality o f infants’ attach­


m en ts to professional caregivers: Relation to infant - parent attach­
m en t and day - care characteristics, C hild D evelop m en t, 61, 832
- 837.

Ham re, K. B. 8c Pianta, R. C. (2001). Early teacher-child relations­


h ips and the trajectory o f children’s sch o o l ou tcom es through eight
grade, C hild D evelop m en t, 72 (2), 625 - 638.

Hazan, C. 8c Shaver, P. R. (1994). A ttachm ent as an organizational


fram ew ork for research o n clo se relationships, P sychological Inqu­
iry, 5 ( 1 ) , 1 - 2 2 .

H ig g in s-D ’A lessandro, A. (2002). The n ecessity o f teacher d ev elo p ­


m ent, N ew D irection s for C hild and A d olescen t D evelop m en t, 98,
75 - 83.

H inde, R. A . (1991). R elationships, attachm ent and culture: A tribu­


te to John Bowlby, Infant M ental Health Journal, 12 (3), 154 - 163.

H on ig, A. S. (1998). A ttachm ent and relationships: B eyond paren­


ting, Paper Presented at the H ead Start Q uality N etw ork Research
Satellite C onference.
H ortaçsu, N . (1997). İnsan İlişkileri, Ankara: İm ge Kitabevi Yayın­
ları.

Hortaçsu, N . (2003). Ç ocuklukta İlişkiler, A na Baba, Kardeş ve Ar­


kadaşlar, Ankara: İm ge Kitabevi.

H ow es, C., R odning, C., G alluzzo, D. 8c M yers, L. (1988). A ttach­


m en t and child care: R elationships w ith m other and caregiver, Early
C h ild h ood Research Quarterly, 3 ,4 0 3 - 416.

H ow es, C. 8c H am ilton, C. E. (1992). Children’s relationships with


caregivers: M others and child care teachers, C hild D evelop m en t, 63,
859 - 866.
• H ow es, C., Phillips, D. A. & W h iteb ook , M . (1992). Thresholds
o f quality: Im plications for the social d evelop m en t o f children in
cen ter-b ased child care, C hild D evelop m en t, 63, 449 - 460.
• H ow es, C. & Ritchie, S. (1999). A ttachm ent organizations in ch ild ­
ren w ith difficult life circum stances, D evelop m en t and Psychopat­
hology, 11, 251 - 268.

• H ow es, C. (2000). S o cio -em o tio n a l classroom clim ate in child care,
ch ild -tea ch er relationships and children’s seco n d grade peer relati­
ons, Social D evelop m en t, 9 (2), 191 - 204.

• H ow es, C., Phillipsen, L. C. 8c Peisner - Feinberg, E. (2000). The


con sisten cy o f perceived tea ch er-ch ild relationships betw een presc­
h o o l and kindergarten, Journal o f Sch ool Psychology, 38 (2), 113
- 132.

• H ow es, C., Shivers, E. M . & Ritchie, S. (2004). Im proving social re­


lationships in child care through a researcher-program partnership,
Early E ducation & D evelop m en t, 15 (1), 57 - 78.

• Kagitçibaçi, Ç. (2000). Kültürel Psikoloji, Istanbul: Evrim Yayinevi.

• Kennedy, J. H. 8c Kennedy, C. E. (2004). A ttachm ent theory: Im p­


lications for sch o o l psychology, P sych ology in the Schools, 41 (2),
247 - 259.

• Miller, A. L., M cD on ou gh , S. C., R osenblum , K. L. 8c Sameroff, A. J.


(2002). E m otion regulation in context: Situational effects on infant
and caregiver behavior, In fa n cy 3 (4), 403 - 433.

• Murray, C. 8c Greenberg, M . T. (2000). Children’s relationships with


teachers and b on d s w ith school: A n investigation o f patterns and
correlates in m id d le ch ild h o o d , Journal o f Sch ool Psychology, 38
(5), 423 - 445.

• Murray, C. 8c M urray K. M. (2004). C hild level correlates o f teach er-


student relationships: A n exam in ation o f dem ographic characteris­
tics, academ ic orientations and behavioral orientations, P sych ology
in the Schools, 41 (7), 751 - 762.

• O p p en h eim , D., Sagi, A. 8c Lamb, M . (1988). Infant - adult attach-


m ents o n the kibbutz and their relation to so cio em o tio n a l d evelop ­
m en t 4 years later, D evelop m en tal Psychology, 24 (3), 247 - 433.
O ppenh eim , D., Koren - Karie, N . & Sagi, A. (2001). M others’ e m ­
pathie understanding o f their preschoolers’ internal experience: Re­
lations w ith early attachm ent, International Journal o f Behavioral
D evelop m en t, 25 (1), 16 - 26.
Pianta, R. C. (1998). E nhancing R elationships B etw een C hildren
and Teachers, USA: A m erican Psychological A ssociation.
Pianta, R. C. & Ham re, B. K. (2001a). Students, teachers, and rela­
tionship support: C onsultant’s manual. USA: P sychological A ssess­
m en t Resources, Inc.
Pianta, R. C. & Stuhlm an, M . W. (2004). T each er-ch ild relationships
and children’s success in the first years o f sch ool, S ch ool P sychology
R eview, 33 (3), 444 - 458.
R im m -K aufm an, S. E., Early, D. M ., C ox, M. J., Salvja, G., Pianta,
R. C., Bradly, R.H. & Payne, C. (2002). Early behavioral attributes
and teachers’ sensitivity as predictors o f com p eten t behavior in the
kindergarten classroom , A pplied D evelop m en tal Psychology, 23,
451 - 4 7 0 .
Ritchie, S. 8c H ow es, C. (2003). Program practices, caregiver stability
and ch ild-caregiver relationships, A pplied D evelop m en tal P sych o­
logy, 24, 497 - 516.
Sameroff, A. 8c M cD o n o u g h , S. C. (1994). E ducational im plications
o f developm ental transitions, Phi D elta Kappan, 76 (3), 188 - 193.
Schaffer, H . R. (1998). Social D evelop m en t, UK: Blackwell Publis­
hers.
Sroufe, L. A. (2000). Early relationships and the d evelop m en t o f
children, Infant M ental H ealth Journal, 21, 67 - 74.
S teven son-H in de, J. (1990). A ttachm ent w ithin fam ily systems: An
overview , Infant M ental H ealth Journal, 11 (3), 218 - 227.
Tonyan, H. A. 8c H ow es, C. (1998). E xam ining teach er-ch ild relati­
onships: Children in foster care com pared to children from similar
econom ic backgrounds, Infant Behavior and D evelopm ent, 21, 724.
BAĞLANMA ve ÇOCUK İSTİSMARI -
İHMALİ

Türkan Yılmaz Irmak'

ağlanm a, bebeğin doğum undan itibaren bir yetişkinle k u r­


duğu ilk yakın ilişki olarak tanım lanm ıştır. Bebek ile ona
bakan yetişkin arasındaki bu ilişki karşılıklıdır. Ö rneğin, bebek
ağladığında yetişkin ona uygun davranışta bulunarak onun ihti­
yaçlarını karşılar.
Bağlanm anın, evrim sürecinde gelişen kalıtsal bir özellik oldu­
ğu belirtilm ektedir. Bebekler, anneleri onları beslediği ya da iyi
davrandığı için değil; evrim sel olarak yakınlarındaki yetişkine
bağlanm a eğilimi taşıdıkları için onlara bağlanm aktadırlar. Bağ­
lanm anın işlevi nedir ve bebek niçin yakınındaki yetişkine bağ­
lanm aktadır? îlk neden, fiziksel yakınlığın annenin çocuğu olası
tehlike ve kazalara karşı korum asını, dolayısıyla çocuğun hayatta
kalm asını sağlayacak olmasıdır. îlk çağlarda annenin yakınında
kalmayan bebekler vahşi hayvanlara yertı olabilir ya da kaybolabi-

' Ege Ü niversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji B ölüm ü, Bornova, İzmir.


turkan.yilm az.irm ak(®ege.edu.tr
Bu bölüm ü yazm a sürecindeki desteği, yol göstericiliği ve yardım ı için Prof.
Dr. Şeyda A k sele teşekkür ederim .
lirlerdi. İkincisi, annenin yanında kendini daha rahat ve güvende
hisseden bebek, anneyi “güvenli bir tem el” olarak kullanarak çev-
reyi keşfeder. Bu keşif sürecinde fiziksel, bilişsel, sosyal ve duygu
sal gelişimi gerçekleşir.
Bağlanma kuram ında yaşam ın ilk yıllarında kurulan bağlan­
m a ilişkisinin yaşam boyunca önem li tüm ilişkileri etkilediği
belirtilm ektedir. Bebek, annenin bakım sürecindeki isteklilik ve
becerisini, annenin onun ihtiyaçlarına yanıt verip verm ediğini
ve yeterince koruyup korum adığını değerlendirerek içsel işleyen
m odeller oluşturm aktadır. Bu içsel temsiller, diğer kişilerin onu
nasıl algılandığına ve nasıl davranacaklarına, kendisinin nasıl
birisi olduğuna ve diğerleri ile ilişkisinin niteliğine dair bilgileri
içerir. Eğer anne onun ihtiyaçlarını karşılarsa bebek, kendini de­
ğerli biri olarak görm ekte ve olum lu bir benlik geliştirmektedir.
Bu d urum da karşısındaki kişilerin onun ihtiyaçlarını karşılayan,
ona zarar verm eyen ve güvenilir kişiler olduklarını düşünm ekte­
dir. Eğer anne, ihtiyaçlarını karşılam az, onunla ilgilenm ez hatta
kötü davranırsa, bebek, değersiz olduğunu düşünm ekte ve olum ­
suz bir benlik geliştirmektedir. Bu d urum da karşısındaki insanla­
ra güvenilemeyeceğini, her an başına olum suz şeyler gelebilece­
ğini düşünm ektedir. Birey bağlanm a ilişkisinde edindiği bu içsel
tem silleri kullanarak tüm yaşam boyunca kendini ve diğerlerini
değerlendirm ekte ve bunlara göre davranışlarını şekillendirm ek­
tedir.
Bağlanma ilişkisi 1 yaş civarında “yabancı d urum deneyi” ile
değerlendirilm ektedir. Bu deneyde bebek annesinin yanında iken
odaya bir yabancı gelir, anne odadan ayrılır ve çocuk yabancı ile
odada kalır, daha sonra anne odaya geri döner. D eney esnasında
çocuğun anne ayrıldığında ve geri geldiğinde yaptığı davranışlar
dikkate alınarak çocuğun bağlanm a ilişkisinin kalitesi konusunda
bilgi edinilir. Bu deneyde bağlanm a, güvenli, kaçm an ve kaygılı /
kararsız bağlanm a olm ak üzere üç kategoride sınıflandırılm ıştır.
D aha sonra istism ar ve ihmale uğrayan gruptakilerin bağlanm a
ilişkilerini tanım layan dağınık bağlanm a kategorisi de bu sınıf­
lamaya eklenm iştir. Yabancı ortam deneyinde, güvenli bağlanan
çocuklar, annenin varlığında etrafı keşfeder, anne ayrılınca kaygı­
lanır ve anne gelince de yatışırlar. Ç ocukların davranışları anne­
ye yakınlık arayışı olarak tanım lanabilir. Bu gruptaki çocukların
anneleri, bebeklerin ihtiyaçlarına duyarlıdırlar ve onların ihtiyaç­
ları konusunda esnek, kabul edici ve işbirliği içeren bir ebeveyn-
lik tarzları vardır. Kaçman bağlanan çocuklar, ebeveynden ayrı­
lırken ağlamaz, ebeveyn geri döndüğünde ebeveyne uzak durur
(uzaklaşır, başka yöne döner), görm ezden gelir, yakınlık istemez,
endişeli ya da kızgın değildir ve oyuncaklarla ilgilenir. Ç ocukla­
rın davranışları anneden kaçınm a amacı taşır. Kaçman bağlanan
çocukların anneleri, yakın beden tem asından kaçınırlar, çocuk­
larının aktivitelerini gereksiz yere bölerler, çocuğa katı ve öfkeli
tepkiler verirler. Kaygılı / kararsız çocuklar ise, ortam ı keşfetmeye
önem vermezler, annelerinden ayrılm adan önce de kaygılı, kızgın
ve pasiftirler. A nneleri geri geldiğinde sakinleşemezler, ağlamaya
devam ederler ve ortam ı keşfetmeye geri dönemezler. Ç ocukla­
rın davranışları anneyi reddetm eye yöneliktir. Kaygılı / kararsız
kategorideki çocukların anneleri kaçm an bağlanan çocukların
anneleri gibi çocukların ihtiyaçlarına duyarsız fakat daha az red­
dedicidirler. Fiziksel tem asta beceriksizdirler ve çok az duygusal
tepki verirler. D ağınık bağlanan çocuklar da, annelerinin yanın­
da nasıl davranacaklarını bilm ez haldedirler; donup kalabilirler
ya da anneleri dönünce ağlamaya başlayabilirler. Yabancı ortam
deneyinde çocukların davranışları hem yakınlık hem kaçınm a
hem de reddetm eyi içerebilmektedir. Bu kategorideki çocukların
annelerinin, açıkça istism ar olarak tanım lanabilecek ya da örtülü
korkutucu davranışlarda bulunduğu bildirilm ektedir. Ö rtülü kor­
kutucu davranışları daha çok bağlanm a figürü ile ilgili kayıp ve
travm a yaşayan ebeveynler tarafından sergilenmektedir.
Ebeveynin çocukların ihtiyaçlarına duyarlı olup olmaması,
bağlanm anın güvenli olup olmayacağını belirlemektedir. Çocuğa
verilen bakım ın kalitesi, istism ar ve ihm alin değerlendirilm esinde
de önemlidir. Çocuğa verilen bakım bir uçta duyarlı, kabul edici,
ilgili olabileceği gibi diğer uçta tepkisiz, tutarsız, duyarsız ve ceza­
landırıcı da olabilir. Duyarlı ebeveyn olma bakım verme çizgisinin
bir uçundayken, çocuk istismarı ve ihmali diğer uçtadır.

Çocuk İstismarı ve İhmali


Ç ocuk istism arı ve ihmali, çocuktan sorum lu olan kişilerin
kendilerine duyulan güveni ya da fiziksel güçlerini kullanarak
çocuğun gelişimine, sağlığına ya da yaşam ına zarar veren ya da
verm ekle sonuçlanabilecek davranışlarda bulunm ası olarak ta ­
nım lanm ıştır.
İstismar, çocuklara karşı yapılan davranışlara göre fiziksel, duy­
gusal ve cinsel istism ar olarak gruplandırılm aktadır. Çocuğun,
ebeveyn ya da ebeveyn yerine geçen bir kişi tarafından gerçekleş­
tirilen el ya da bir nesne ile vurm a, tekmeleme, sarsm a, yakma, bı­
çak ve benzeri sivri bir alet ile yaralam a ya da boğm a davranışları
sonucu yaralanm ası ya da yaralanm a riski yaşam ası fiziksel istis­
mar olarak tanım lanm ıştır. Ç ocukların duygusal istismarı, çocuğa
karşı reddetm e, aşağılama, yalnız bırakm a, yıldırm a ve korkutm a
gibi psikolojik olarak zarar verici eylem lerin gerçekleştirilmesidir.
Cinsel istismar, çocuğun yetişkinlerin cinsel hazzı için kullanıldı­
ğı davranışları içermektedir. Pornografi, cinsel organlara d o k u n ­
ma, cinsel ilişki gibi davranışlar cinsel istism ar davranışlarından
bazılarıdır.
Çocukların ihmali ise, ebeveynin çocuğun gelişimini sağlıklı
biçim de sürdürm esi için gereken eğitim, sağlık, beslenm e, bakım
ve güvenli yaşam a koşulları sağlayamaması olarak tanım lanır.
Ancak, bu yoksulluktan kaynaklanıyorsa ihm al olarak tanım lana­
maz. Okula gönderm em e, aşılarını yaptırm am a ve yeterince bes­
lem em e gibi davranışlar bazı ihm al davranışlarıdır. Ayrıca, çocuk
istism arı ve ihmali, uygulayanın kim liğine göre aile içi ya da aile
dışı olarak da gruplandırılm aktadır.

Çocuk İstismarı ve İhmalinin


Nedenleri Nelerdir?
Ç ocuk istism ar ve ihm alinin nedenlerinin anne, çocuk ve
çevre kaynaklı olduğu görülm ektedir. Anneye ilişkin özellikler,
dürtü kontrolünde sorun, düşük engellenme toleransı, yetersiz
em pati ve düşük benlik saygısı gibi kişilik özellikleri; genç yaşta
ebeveyn olma, eğitimsizlik gibi bazı sosyo-dem ografik özellikler;
depresyon, kaygı gibi psikolojik rahatsızlıklar, geçmiş istism ar ve
ihmal deneyim i, güvensiz bağlanm a geçmişi, zihinsel güçlükler
gibi özelliklerdir. Çocuğa ilişkin özellikler, erken doğum , özürlü
olma, fiziksel bir doğum kusuru olma, fiziksel hastalıklar ve güç
bir mizaca sahip olmadır. Çevreye ilişkin özellikler de, annenin
sosyal desteğinin yetersiz olması, evlilikteki sorunlar ve çatışma
gibi özelliklerdir. Ancak, yukarıda belirtilen nedenlerden birinin
varlığı m utlaka çocuk istism arı ve ihm aline yol açmaz. Dolayısıyla
bir risk faktörüne sahip ebeveyn bir ya da birkaç koruyucu faktöre
sahip olabilir ve risk faktörüne rağm en çocuğunu istism ar etm e­
yebilir. Ö rneğin, erken doğan çocuğu olan annenin, eşi ve sosyal
çevresi destekleyici ise anne çocuğunu istism ar etmeyebilir.

Kendileri de istism ar edilm iş olan ebeveynler çocuklarının ta ­


lepleri karşısında kendilerini dağılmış, kontrol edilemez, çaresiz
hissederek stres altına girerler, stres altındayken de kendilerini
gergin, sıkıntılı, yalnız ve kuşatılm ış hissederler. Bu ruh hali ço­
cuğun istism ar ya da ihmaliyle sonuçlanabilir.
İstism ara ve/veya ihmale uğrayan çocuk, yakınlık talep ettiği
istism arcı ebeveynin aynı zam anda acı verici olduğunu da fark
eder. İstism ar edilen çocuk, hem ebeveynden kaçar hem ona öfke
duyar hem de yaşadığı gerginlik ve kaygı nedeniyle yakınlık ara­
mayı sürdürür. A nne de bazı çatışm alar yaşar. Ç ocuk ona öfke
duyduğunda bunu çocuğun kendisini reddettiği yönünde algılar,
kendisinden kaçan am a ayırt etm eksizin başka yetişkinlerden ya­
kınlık isteyen çocuğunun kendisini istem ediğini düşünür. İki ta ­
rafın da yaşadığı bu çatışm alar istism ar yaşantısının tekrarına yol
açabilmektedir.
Ebeveyn istism arcı olduğunda çocuk bu davranışlarla baş et­
m ekte zorlanır. Anne istism ar davranışlarını değiştirm ezse çocuk
ilk yılın sonunda annesinin davranışlarına “uyum ” gösterir. İstis­
m ar edilen çocuk, öncelikle öfke sergiler, ardından da annenin
isteklerine uyar. Böylelikle de her ne olursa olsun annenin istekle­
rini karşılam aya çalışır. Fakat tüm çocuklar öfke davranışlarından
itaat davranışlarına geçmezler. İstism ar edilen çocuk, annenin
öfkesini öngörem ez ve azaltamazsa bu d urum da kendi öfkesini
kontrol edem eyecek ve davranışlarını düzenleyem eyerek karşı
koyucu bir tarz oluşturacaktır. Böylece aşırı karşı koyan veya tü ­
müyle uyum lu iki farklı tarz ortaya çıkar. Ç ocuk istism arcı ebe­
veynin davranışlarıyla baş etm eye çalışsa ve ruhsal ve davranışsal
bütünlüğünü bir derece sağlasa da aşırı stres ve tehlike halinde
kontrol m ekanizm ası çöker, çocuk kontrol dışı ve korku dolu bir
hale gelir.
Ç ocuk istism arı ve ihm alinin yaşandığı ailelerde hem anne
hem de çocuk güvensiz (kaçm an ya da kaygılı / kararsız) bağlanır.
İstism ar edilen çocuk ebeveynine güvensiz bağlanırken isiisınar
eden ebeveynin, çocuğuna, eşine ve kendi ebeveynine de güvensiz
bağlandığı görülm ektedir. Böylece hem istism ar hem de güvensiz
bağlanm a kuşaklar boyunca devam edebilmektedir. Bağlanma
için olduğu gibi istism arın da kuşaklararası geçişine ilişkin bazı
kanıt ve tartışm alar bulunm akla birlikte bu ilişki, her iki özellik
için de kesin değildir. İstism ar geçmişi olm asına rağm en çocu­
ğunu istism ar etm eyenler olduğu gibi istism ar geçmişi olm adan
da çocuğunu istism ar edenler bulunm aktadır. Benzer biçimde,
güvenli bağlanan annelerin bazılarının çocukları güvensiz bağla­
nabilirken, güvensiz bağlanan annelerin bazılarının çocukları ise
güvenli bağlanabilm ektedir.

Çocuk İstismarı ve İhmalinin Bireyin


Gelişimi Üzerindeki Etkileri Nelerdir?
Bireyin gelişimi birbirini izleyen bağımsız özelliklerden ziyade
yaş ve dönem e özgü hiyerarşik yapılandırılm ış gelişimsel görev­
lerden oluşm aktadır. Yaş ve dönem e özgü görevler hem yeni gö­
revlerin başarılm asında hem de sonraki uyum üzerinde etkilerini
sürdürm ektedirler. Böylece, erken dönem deki yeterlilikler sonra­
ki yeterlilik ve uyum u desteklerken erken dönem deki bozulm alar
sonraki yetersizlik ve uyum suzluğa katkıda bulunm aktadır.

Çocuk istism arı ve ihm aline m aruz kalan çocukların daha çok
gelişim sorunu yaşadığı belirtilm ektedir. Ç ocuk istism arı ve ih­
m aline m aruz kalan tüm gruplarda, istism ar edilm eyenlere göre
daha yüksek oranda güvensiz bağlanm anın olduğu bulunm uştur.
Bir çalışmada, istism ara uğrayan grubun % 82 sinin, karşılaştırm a
grubunun ise % 19’unun dağınık bağlanm a kategorisinde oldu­
ğu bulunm uştur. Bebeklik dönem inde bağlanm a konusundaki
sorunların, okul çağı ve yetişkinlikte de devam ettiğine ilişkin
sonuçlar m evcuttur. 7-13 yaş arası çocuklarda bağlanm ayı ince­
leyen diğer bir çalışmada, istism ara uğrayanların % 30’unun an­
neleriyle güvensiz bağlandıkları ve bebeklikteki bağlanm a sorun
larının ön ergenliğe değin sürdüğü belirtilm iştir. Çocukluğunda
istism ara uğram ış yetişkinlerin de yüksek stres, düşük aile desleği
algıladıkları ve karşı cinsle ilişkilerinde daha çok sorun yaşadık­
ları bulunm uştur. İstism ara uğrayan küçük çocuklarla yapılan
başka bir çalışm ada da, istism ar edilenlerin öğrenm e konusunda
daha dışa bağım lı ve çekingen, öğrenm e m otivasyonunu sürdü­
remeyen ve düşük bilişsel olgunluk sergileyen çocuklar oldukları
ifade edilmiştir. Erken yaşta gözlenen bu özellikler, bağlanm a k u ­
ram ında da önerildiği gibi çocukların ebeveynleri dışında okulda
karşılaştıkları ilk yetişkin olan öğretm enle ilişkilerinde de ebe­
veyn ilişkisinde edindikleri ulaşılabilirlik ve yanıtlayıcılık modeli
çerçevesinde hareket ettiklerini göstermektedir. Çocuk, öğretm e­
ninin onun isteklerini karşılam ayacağını düşünerek talepkar ol­
mayacak; böylelikle de akadem ik ve bilişsel açıdan gelişimini des­
tekleyecek kaynağı kullanam ayacak ve akadem ik alanda sorunlar
yaşayabilecektir.
Ç ocuk istism arı ve ihm aline m aruz kalanlar, benlik gelişiminde
de sorun yaşam aktadır. Kendilerini bir bütün ve sürekliliği olan
bir kişi olarak algılam ada ve ihtiyaçlarının, düşüncelerinin ve iç­
sel ifadelerinin farkına varm ada zorlanm aktadırlar. Hem spesifik
konularda hem genel olarak benliklerini daha olum suz algılam ak­
tadırlar. İstism ara uğrayan gruplar benlik gelişimi yanı sıra duygu
düzenlem e konusunda da daha çok sorun yaşam aktadırlar. İstis­
m ar eden ebeveynin duygularını aşırı kontrollü ya da aşırı sergi­
leyen tarzları çocuklar tarafından da sergilenebilmektedir. Çocuk
istism arı ve ihm aline m aruz kalanların sorun yaşadığı bir başka
alan ise akran ilişkileridir. İstism ar edilen ve anneleriyle sağlık­
lı bir ilişki kuram ayanların başkalarıyla sağlıklı ilişki kurm ada
zorlandıkları görülm ektedir. Akranlarla ilişkilere bakıldığında da
hem çocukluk hem de ergenlik dönem inde istism ar edilenlerin
daha çok saldırganlık ve kaçınm a davranışları sergiledikleri be­
lirtilm ektedir. G örüldüğü gibi istism ar edilen bebekler / çocuklar
neredeyse her yaşam dönem inde ve gelişimin tüm alanlarında so­
run yaşam aktadırlar. Gelişimin farklı alanlarında sorun yaşayan
tüm çocuklar birtakım davranış bozuklukları geliştirm ese de ge­
liştirmeye eğilimli hale gelmektedirler. Pek çok çalışma istism ara
m aruz kalan çocuk, ergen ve yetişkinlerin psikolojik sorunlarının
daha yüksek olduğunu gösterm iştir. Bu çocuklarda depresyon,
kaygı ve kişilik bozuklukları daha çok görülm ektedir.
Farklı istism ar türlerinin farklı gelişimsel etkileri olabileceği
bilinmektedir. İstism arın etkilerini türleri için ayırarak inceleyen
çalışm alar bulunm akla birlikte gerek bu gruplara ulaşm a zorlu­
ğu gerekse çocukların istism arın farklı türlerine aynı anda m aruz
kalmış olm aları araştırm alarda bu ayrım ın yapılm asını zorlaştır­
m aktadır. Ayrıca, istism ar yaşantısı ile ilgili olarak istism arın şid­
deti ve süresi ve istism arcının kimliği ve çocuğa yakınlık derecesi
gibi özelliklerin de risk faktörleri olarak gelişimsel sonuçlarla iliş­
kili olduğu bilinmektedir. İstism arcı, çocuğun yakınıysa ve özel­
likle de anne-babasıysa, istism ar uzun süre yaşanm ışsa ve çocuğa
şiddetli istism ar uygulanm ışsa çocuk üzerindeki yıkıcı etkileri
daha ağır olmaktadır.
İstism arın bireyin gelişimini pek çok alanda olum suz etkilediği
görülm ekle birlikte çalışm aların bir kısm ında istism ara uğrayan
bazı bireylerin kendilerine güven ve kendilerine değer verm e gibi
olum lu gelişim özellikleri gösterdikleri bulunm uştur. Bazı istis­
m ara uğrayan çocukların güvenli bağlanm a geliştirdikleri de gö­
rülebilm ektedir. Araştırm acılar, istism ar yaşantısının ardından
olum lu davranışlar sergileyen insanları inceleyerek buna katkıda
bulunan koruyucu faktörleri belirlemeye çalışmaktadırlar. İstis­
m arın ardından gelişimi destekleyen koruyucu faktörler, sıcak ve
güvenli aile ilişkileri, yüksek zekâ ve kendine duyulan saygının
yüksekliği gibi bireysel özellikler ve arkadaşlık ilişkileri olarak
gruplanm ıştır. Bir araştırm ada, istism ar edilen ve duygusal açıdan
ihm al edilen çocukların yaşam larının ilk 5 yılı boyunca gelişim
lerinde gerilik gözlendiği belirtilm ektedir. Aynı çalışmada, ailede
bir kişi ile kurulan sağlıklı ilişkinin (anne, baba ya da büyükanne
olabilir) istism ar ve ihmale uğrayan çocukların yeterli gelişimine
destek olduğu bulunm uştur.

Bağlanm anın, insanın kendine verdiği değer ve kendine duy­


duğu güvenin gelişmesini sağlayan en önem li özelliklerden ol­
duğu bilinm ektedir. Bağlanm anın, istism ara uğrayan çocuklar­
da uğram ayanlara göre daha önem li bir koruyucu faktör olduğu
bazı araştırm alarda vurgulanm aktadır. Ülkemizde yapılan bir
çalışmada, bağlanm anın, istism ara uğram ayan grupta ruh sağlığı
ve davranış sorunları için koruyucu değilken istism ara uğrayan
grupta koruyucu olduğu bulunm uştur. İstism ara uğrayan bireyle­
rin yeterliliklerini desteklem ek için güvenli bağlanm anın destek­
lenm esinin önemlidir. Bu desteğin özellikle de risk grubundaki
bebeklerin annelerine verilmesi istism arın önlenm esi ve bebek­
lerin gelişimi açısından hayati önem taşımaktadır. Bağlanma ve
istism arın gelişim üzerindeki yaygın etkileri dikkate alındığında
istism arın önlenm esi ve bağlanm anın desteklenm esine yönelik
projeler sağlıklı bireyler yetiştirilm esinde oldukça önemlidir.

Bu yazıda bağlanm a ve istism ar birbirlerinden ayrı kavram lar


olarak anlatılm akla birlikte bu özelliklerle ilgili davranışlar gerçek
yaşam da aynı anda yaşanm aktadır. Nasıl ki istismar güvensiz bağ­
lanmayı arttırıyorsa, güvensiz bağlanma da istismara yol açabilir.
Güvensiz bağlanan çocuklar, kendilerine duydukları saygının d ü ­
şüklüğü, yüksek içselleştirilmiş ve dışsallaştırılmış davranış prob­
lem leri gibi gelişimsel özellikleri nedeniyle hem evde hem okulda
hem de akranlar arasında şiddet içeren davranışlara m aruz ka
labilirler. Güvensiz bağlanm a istism arı artırıyorsa acaba güven
li bağlanm a da istism arı azaltabilir mi? Güvenli bağlanan çocuk
daha sağlıklı ilişkiler kuracağından ve kendini ifade edebileceğin­
den istism ara daha az m aruz kalabilir. Çocuklar aile dışında da
istism ar edilebileceğinden çocuk, bir yetişkin ile güvenli bir iliş­
kiye sahipse istism ar ve ihmalle ilişkili konularda ondan rehberlik
alabilecek ve yetişkinlerden yardım isteyerek kendini istism ardan
koruyup bu davranışları daha kısa sürede sonlandırabilecektir.
Dolayısıyla istism arın önlenm esi için güvenli bağlanm anın des­
teklenmesi, güvenli bağlanm anın desteklenm esi için de istism a­
rın önlenm esi gerekmektedir.

Kaynaklar
• Aber, J. L., A llen, J. P., C arlson, V. & C icchetti, D. (1989). The ef­
fects o f m altreatm ent o n d evelop m en t during early childhood: re­
cent studies and their theoretical, clinical, and p o licy im plications,
In D. C icchetti & V. Carlson (Eds.), C hild M altreatm ent T heory and
R esearch on the C auses and C on seq u en ces o f C hild A buse and N e ­
glect, pp 579-619, UK: C am bridge U niversity Press.
• Belsky, J. & V ondra, J. (1989). Lessons from child abuse: The d e ­
term inants o f parenting, In D. C icchetti & V. C arlson (Eds.), Child
M altreatm ent Theory and Research o n the C auses and C o n seq u en ­
ces o f C hild A buse and N eglect, pp 153-202, UK: C am bridge U n i­
versity Press.
• C arlson, V., C icchetti, D., Barnett, D. & Braunwald, G. (1989). F in­
d in g order in disorganiztion: Lessons from research o n maltreated
infants’ attachm ents to their caregivers, In D. C icchetti & V. Carlson
(Eds.), C hild M altreatm ent T heory and Research on the C auses and
C on seq u en ces o f C hild A buse and N eglect, pp 494-528, UK: C am b­
ridge U niversity Press.
• C icchetti, D. & Lynch, M (1993). Toward an ecological/transactional
m o d el o f com m u n ity vio len ce and child m altreatm ent for childrens
developm ent, Psychiatry, 56, 96-118.
• C icchetti, D. (1989). Flow research on child m altreatm ent has in-
form ed the study o f child developm ent: Perspectives from develop
m ental psychopathology, In D. C icchetti & V. Carlson (Ed), Child
M altreatm ent Theory and Research o n the C auses and C on seq u en ­
ces o f C hild A buse and N eglect, pp 3 77-431, UK: C am bridge U n i­
versity Press.
C rittenden, P. M . & A in sw orth , M. D. S. (1989). C hild maltreatm ent
and attachm ent theory, In D. C icchetti & V. C arlson (Ed), Child
M altreatm ent T heory and Research on the C auses and C on seq u en ­
ces o f C hild A buse and N eglect, pp. 43 2 -4 6 3 , UK: C am bridge U n i­
versity Press.

Farber, E. A. & Egeland, B. (1987). Invulnerability am on g abused


and n eglected children, In A nthony, J. & Cohler, B. J. (Eds.), The In ­
vulnerable C hild, pp 2 53-288, USA: The Guilford Psychiatry Series.

Futa, K. T., N ash, C. L., H ansen, D. J. 8r Garbin, C. P. (2003). Adult


survivors o f ch ild h o o d abuse: A n A nalysis o f co p in g m echanism s
used for stressful ch ild h ood m em ories and current stressors, Jour­
nal o f Fam ily V iolence, 18, 227-239.

G oldberg, S. (2000). A ttachm ent and D evelop m en t, USA: Oxford


U niversity Press.
Heller, S. S., Larrieu, J. A., D Tm perio, R. & Boris, N . W. (1999). Re­
search o n resilience to ch ild m altreatm ent: Em pirical con sid erati­
ons, C hild A buse and N eglect, 23, 321-338.
H ow e, D. (2005). C hild A buse N eglect A ttachm ent, D evelop m en t
and Intervention, USA: Palgrave M acm illan.

Kolko. D. J. (2002). C hild physical abuse, In J. E. B. M yers, L. Ber­


liner, J. Briere, C. T. H endrix, C. Jenny. & T. A. Reid (Eds.), The
A PSAC H and book o n C hild M altreatm ent, (Second ed ition ), pp.
21-54, USA: Sage Publications.
K ozcu, Ş (1992). D uygusal istismar: D uygusal istism ar ve genel ruh
sağlığı ilişkisini inceleyen bir araştırma, Sem iner D ergisi, 9, 85-114.

K ozcu, Ş. (1989). Ç ocu k istism arı ve ihm ali, Psikoloji S em iner D er­
gisi, 6 /7 , 63-76.
• Lynch, M. & C icchetti, D. (1991). Patterns o f relatedness in m alt­
reated and nonm altreated children: C o n n ectio n s am ong m ultiple
representational m od els, D ev elo p m en t and Psychopathology, 13,
233-254.
M ueller, E. & Silverm an, N . (1989). Peer relationship in maltreated
children, In. D. C icchetti & V. C arlson (Eds), C hild M altreatm ent
T heory and Research on the C auses and C on seq u en ces o f C hild
A buse and N eglect, pp. 5 29-578, UK: C am bridge U niversity Press.
• Runyan, D„ W attam, C., Ikeda, R., Elassan, F. & Ramiro, L. (2002).
C hild abuse and neglect by parents and other caregivers, In. E. G.
Krug, L. L. D ahlberg, J. A. M ercy, A. B., Zwi. & R. L ozano (Eds.),
W orld R eport on V iolen ce and H ealth, W H O , G eneva.
• Toth, S. L. & C icchetti, D. (1996). Patterns o f relatedness, depressive
sym ptom athology, and perceived co m p eten ce in m altreated c h ild ­
ren, Journal o f C on su ltin g and C linical Psychology, 64, 32-41.
• W einfield, N.S., Sroufe, L.A., Egeland, B., C arlson, A. A. (1999). The
nature o f individual differences in infant-caregiver attachm ent, In.
J. C assidy & P. R. Shaver (Eds.) H an d b ook o f A ttachm ent Theory,
Research, and C linical A pplications, USA: The G uilford Press.
• Ydm az-Irm ak, T. (2008). Ç ocu k istism arı ve ih m a lin in yaygınlığı
ve dayanıklılıkla ilişkili faktörler, Yayınlanm am ış D oktora Tezi, Ege
Ü niversitesi Sosyal Bilim ler E nstitüsü, İzmir.
ÇOCUKLARDA ve ERGENLERDE
EBEVEYNE BAĞLANMA, ÖZGÜVEN ve
OKUL BAŞARISI İLİŞKİSİ

Şebnem Türktan
Canan Savran

B
ireylerin yaşantısında bir öm ür boyu süreklilik arz eden en
önem li ilişkilerden biri anne ve babalarıyla kurdukları iliş­
kidir. Yaşamın ilk dönem lerinden itibaren hem fiziksel hem duy­
gusal hem sosyal yönden bireyin gelişim inin sağlıklı olabilmesi
anne babanın uygun koşulları yaratabilm esine bağlıdır. Çocuğun
sınırlı dünyasının tek dayanağı ve anlam ı anne babasının sevgi­
sidir. Pek çok anne baba çocuklarını ne kadar sevdiklerini ifade
ederler, kuşkusuz bunda içtendirler ancak, çocuğun sevgi ihtiyacı
sözcüklerle karşılanamaz. Ç ocuğun gerçeklerinin anlaşılm ası, en
azından anlaşılm aya çalışılması gerekir.
Ç ocuğun benlik gelişim inin tem eli olan kendine güven duy­
gusu, anne ve babasına duyduğu güvenden kaynaklanır ve gelişir.
Özgüveni yani kendisine duyduğu güven yüksek olan kişilerin
kendileriyle barışık, çevreleriyle uyum içinde, olaylara gerçekçi
bir gözle bakan, zorluklar karşısında kolayca vazgeçmeyen birey­
ler oldukları, ayrıca, akadem ik olarak başarılı, potansiyellerinin
farkında olarak yaşadıkları genel kabul gören bir olgudur. Aile o r­
tam ında başlayan bu süreçte çocuk, okul çağma gelene dek olum ­
lu veya olum suz yönde bir benlik algısı oluşturur ve okul o rta­
m ında öğrenci olarak yeni bir rol ve kim lik edindiği sosyalleşme
sürecinin basam aklarını tırm anm aya başlar. O kulda öğrenciden
belli kurallara uyması, görev ve sorum luluklarını yerine getirerek
başarılı olm ası beklenm ektedir. Ç ocuk kendisinden beklenen­
leri gerçekleştirm ek için çaba harcar, bu çabaların başarısızlıkla
sonuçlanm ası daha önce kendi benliğine karşı geliştirdiği değer
duygusunu azaltırken, başarılı olm ası ise özgüvenini arttırır. Bazı
durum larda çocukların okula geldiklerinde kazandıkları olum ­
suz benlik kavram ı, yeterli düzeyde ders başarısı ve sosyal beceri­
ler sayesinde yeniden yapılanabilir. Okula yetersiz bir özgüvenle
başlayan çocuğun okulda başarısız olması ise kendini büsbütün
değersiz görm esi ve olum suz benlik algısının pekişm esi ile sonuç­
lanabilir. Ç ocukluk dönem inde benlik algısı daha ziyade ebeveyn
veya otorite konum undaki diğer yetişkinler tarafından etkilenir.
Kısaca söylem ek gerekirse, ergenlik dönem ine kadar çocukların
duygusal dünyalarının belli bir alt yapısı oluşur.
Ergenlik dönem indeki bireyler pek çok gelişim görevini yerine
getirmeye çalışırlar. Söz konusu gelişim görevleri arasında cinsel
rolü kabullenm e, duygusal bağımsızlığı kazanm a, akranlar ara­
sında kabul görme, işbirliği ve liderlik yeteneklerini geliştirme,
kendine uygun bir yaşam felsefesi oluşturm a, m eslek seçimi için
gerekli ön hazırlıkları yapma, kendi benliğini, kim liğini bulm a ve
bunu kabullenm e sayılabilir. Ergenlerin genel özelliklerine bakıl­
dığında arkadaş ilişkilerinin yoğunluk kazanm ası, ebeveynlerle
daha az vakit geçirme ve bağım sızlık arzusu göze çarpm aktadır.
Bebeklikten itibaren çocukluk dönem ini de kapsayacak şekilde
her türlü ihtiyacı aile tarafından karşılanan, aile tarafından k ont­
rol edilip yönlendirilen birey için ergenlikte durum farklılaşır ve
özerk ve bağım sız olmaya yönelm e başlar. Ergenin bağımlılıktan
bağımsızlığa geçiş süreci birdenbire olmaz, bu süreci aileye ba
ğım lılıktan aileye bağlılığa dönüştürebilm esi ise büyük ölçüde ana
babasıyla kurduğu “bağlanm a ilişkisi” ne dayanır. Ergenin ebevey­
niyle kurduğu ilişki, erken dönem de kurulan ilişki örüntüleriniıı
ve zihinsel m odellerin bir devam ı ve uzantısı niteliğinde olacağı
gibi bu ilişki örüntüleri bireyin sosyal ilişkilerinde de ortaya çık­
maktadır. Bir başka deyişle ergenin ana babasıyla kurduğu ilişki
ve ana babanın tutum ları, özgüven ve akadem ik başarı açısından
bu dönem in en önemli belirleyici faktörü olarak gözükmektedir.
Ergenlerin sıkıntı yaşadıklarında ve ihtiyaç duyduklarında ulaşa­
bileceği ebeveynlerinin olması çevresini değerlendirm ede daha
sağlıklı sonuçlara ulaşm asını da beraberinde getirecektir.
Ruh sağlığı alanında yapılan çalışm alarda ergenlerin bağlanm a
örüntüleri/stilleri ile ruhsal durum ları arasında bağlantı olduğu
saptanm ıştır. Ana babaların çocuk yetiştirm e davranışları ergen­
lerin bağlanm a örüntülerini anlam lı bir biçimde yordam aktadır.
Bir başka deyişle, ana babaların çocuk yetiştirirken demokratik,
baskıcı, izin verici ya da aşırı koruyucu gibi çeşitli tutum lara sa­
hip olm aları gençlerin bağlanm a örüntülerini etkilemektedir.
G ençlerin bağlanm a örüntüleri ise, onların psikolojik durum ları
hakkında fikir yürütebilm elerine olanak tanım aktadır. Güvenli
bağlanan gençler çeşitli duygusal ve sosyal sorunlarla ilgili ola­
rak diğer bağlanm a türlerine göre daha az psikolojik sorun ya­
şamaktadırlar. Ebeveyn tutum larının bağlanm a üzerindeki rolü
üzerine yapılan bir çalışmada, anne tutum unu dem okratik olarak
niteleyen öğrencilerin annelerine bağlanm a düzeyinin anne tu tu ­
m unu aşırı koruyucu ve baskıcı olarak niteleyen öğrencilere göre
daha yüksek olduğu görülm üştür. Bu üç grup arasında bir sırala
m a yapılacak olursa, anne tutum unu dem okratik olarak niteleyen
grubun anneye bağlanm a düzeyi en yüksek, aşırı koruyucu ola
rak niteleyenlerin orta düzeyde ve baskıcı olarak niteleyenlerin
ise en düşük olarak ortaya çıkmıştır. A nne tutum unu dem okratik
olarak niteleyen öğrenciler annelerine en az yabancılaşan; anne
tutum unu baskıcı olarak niteleyen öğrenciler ise en çok yaban­
cılaşan öğrencilerdir. A nne tutum ları babaya bağlanm a üzerinde
de rol oynuyor gözükm ektedir çünkü verilere göre anne tu tu m u ­
nu dem okratik olarak niteleyen öğrenciler, anne tutum unu aşırı
koruyucu olarak niteleyen öğrencilere göre babalarına daha az
yabancılaşmışlardır. A nnelerinin kendilerine ilişkin tutum unu
dem okratik, aşırı koruyucu veya baskıcı olarak niteleyen üç grup
arasında babaya bağlanm a düzeyinde anlam lı fark gözükmüştür.
Aynı çalışmada, baba tutum larıyla bağlanm a ilişkisi de incelen­
miştir. Sonuçlar; anne tutum uyla bağlanm a ilişkisinde olduğu
gibidir. Yani baba tutum unu dem okratik olarak niteleyen öğren­
cilerin babaya bağlanm a düzeyi baba tutum unu aşırı koruyucu
ve baskıcı olarak niteleyen öğrencilere göre daha yüksektir. Yine
bu üç grup arasında bir sıralam a yapılacak olursa, baba tu tu m u ­
nu dem okratik olarak niteleyen grubun babaya bağlanm a düzeyi
en yüksek, aşırı koruyucu olarak niteleyenlerin orta düzeyde ve
baskıcı olarak niteleyenlerin ise en düşük olduğu görülm üştür.
Babaya bağlanm a ilişkisindeki güven düzeyi, baba tutum unu aşırı
koruyucu olarak niteleyen öğrencilerde, baba tutum unu baskıcı
olarak niteleyen öğrencilere göre daha yüksek olarak ifade edil­
miştir. Ayrıca baba tutum unu dem okratik olarak niteleyen grup,
baba tutum unu baskıcı olarak ve aşırı koruyucu olarak niteleyen
gruba göre babalarına daha az yabancılaşmıştır. Baba tutum unu
dem okratik olarak niteleyen öğrencilerin anneye bağlanm a d ü ­
zeyi, baba tutum unu aşırı koruyucu ve baskıcı olarak niteleyen
öğrencilere göre daha yüksek çıkmıştır. Bu üç grup arasında bir
sıralam a yapılacak olursa, baba tutum unu dem okratik olarak n i­
teleyen grubun anneye bağlanm a düzeyi en yüksek, aşırı k o ru ­
yucu olarak niteleyenlerin orta düzeyde ve baskıcı olarak nitele­
yenlerin ise en düşük olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Buradaki ilgi
çekici sonuç ise, anneye olan bu tutum ların babaya bağlanmayı
ve babaya olan tutum ların da anneye bağlanm ayı etkilemesidir.
Üstelik baba tutum ları, hem anneye bağlanm a düzeyinde hem
de babaya bağlanm a düzeyinde ve bütün alt boyutlarda farklılık
gösterm iştir. Babaların çocuklarıyla genellikle annelere göre az
zam an geçirdiği veya kültürüm üzde çocukların büyütülm esinde
daha az rol oynadığı düşünülür. Hâlbuki bu araştırm anın sonuç­
larına göre, babaların çocuklarının duygusal dünyalarında “perde
arkası” fakat önem li bir role sahip oldukları ortaya konm uştur.
Ö zetlem ek gerekirse, bulgular, anne ve babanın tutum larının
bağlanm a ilişkisindeki rolünü önem li bir olgu olarak gösterm iş­
tir. Söz konusu tutum lar ne kadar dem okratik olursa bağlanm a
örüntüleri de o kadar olum lu gelişmektedir.

Benlik Kavramı ve Özgüven


Türkçe’ye “benlik kavram ı” veya “öz kavram ı” olarak çevrilen
“self-concept” terim i bireyin kendini algılamasına ve değerlendir­
m esine ilişkin geliştirdiği görüşler olarak tanım lanır. Bireyin ken­
dine bakışından oluşan ve bireyin davranışını tespit eden değerle­
rin, am açların ve ideallerin bir organizasyonu olarak da açıklan-
m aktadır. Benlik kavram ı veya özgüveni yüksek düzeyde bireyler­
den bahsedildiğinde bu bireylerin kendileri hakkında olum lu d ü ­
şünce ve duygulara sahip olduğu kastedilm ektedir. A raştırm alara
bakıldığında, çocukluk dönem indeki anne-baba davranışlarının
ilköğretim çağındaki ergenlerden üniversiteli geç ergenlere kadar
benlik kavram ı düzeylerini etkilediği ortaya çıkarılmıştır. Ana-
babaların ilgili, şefkatli, sıcak olmaları, am açlarına ulaşm asında
çocuklarına destek olm aları ve tutarlı disiplin sunm aları ergenle
rin benlik tasarım ı düzeyini olum lu yönde etkilem ektedir. Ayrı
ca, ailedeki duygusal hava, iletişim ve katılım seviyesi yükseldikçe
ergenin kendine güveni de artm aktadır. Ergenlerin kendilerine
duydukları güvende, sadece anne babanın rolü değil öğretm en
ve arkadaşlar gibi kişilerin de rolü bulunm aktadır. Kendine gü­
ven hakkında anne, baba, öğretm en ve arkadaşlar gibi ergenlerin
hayatlarındaki önem li kişilerin etkisini inceleyen bir araştırm ada
bu kişilerin ergene dair değerlendirm elerinin özgüven üzerin­
de önem li derecede katkısı olduğu sonucuna varılmıştır. Benlik
kavram ı ailesel ve çevresel koşullara göre değişebilmekle beraber
benlik kavram düzeyinin psiko-eğitsel çalışmalarla değişebildiği
gösterilmiştir. Ö rneğin lise öğrencilerine uygulanan bir program
sonucunda benlik kavram düzeyinde olum lu bir gelişim kayde­
dilmiştir. Çeşitli sebeplerle benlik kavram düzeyi zayıflamış ço­
cuk ve gençlere uygun m üdahaleler yapılması olum lu sonuçlar
getirmektedir.

Bağlanma ve Ö zgüven Arasındaki İlişkiler


Ç ocukların ve ergenlerin duygusal ve sosyal gelişim lerin­
de ebeveyne nasıl bağlandıkları önem li bir rol oynar. Bağlanma
örüntüleri bakım ından avantajlı çocuk ve gençler duygusal ve
sosyal alanlarda avantajlı olmaktadır. Güvenli bağlanan çocuklar
güvensiz bağlananlara nazaran sosyal ilişkilerinde daha becerik­
li, başkalarına karşı davranışlarında daha olumlu, duygusal ola­
rak daha olgun gözüken davranış örnekleri göstermektedir. Bu
konuda yapılan çeşitli araştırm aların sonuçlarına göre, güvenli
bağlanan çocuklar sosyallik açısından değerlendirildiklerinde ar­
kadaşlarıyla geçimleri daha iyi, popülerlikleri daha fazla, arkadaş
sayıları daha fazla, tanım adıklarıyla ilişkilerinde daha az korkulu
bulunm uşlar ve kendilerine duydukları güvenin de yüksek oldu­
ğu görülm üştür. Altı yaş çocuklarında kendine duyulan saygı ve
bağlanm a ilişkisini inceleyen bir araştırm anın sonuçlarına göre,
güvenli bağlanan çocukların kendilerini güvensiz bağlananlara
göre daha olum lu değerlendirdikleri ortaya çıkmıştır. Ülkemizde
okul öncesi çocuklarla yapılan bir çalışmada da ebeveyne güvenli
bağlanan çocukların güvensiz bağlananlara göre sosyal becerile­
rinde daha yeterli seviyede oldukları saptanm ıştır. Altıncı sınıf
öğrencilerinin ebeveyne bağlanm aları ve saldırganlıkları arasın
daki ilişkilerinin incelendiği bir araştırm ada da, anneye sağlıklı
bir şekilde bağlanan çocukların kendilerine duydukları güvenin
de yüksek olduğu görülm üştür. Bir başka araştırm ada da, ergenin
kendisini iyi hissedip hissetm em esinin ebeveynlerinin desteğini
alıp alm am asından ziyade ebeveynlerinin kendisine bağlı oldu­
ğuna dair inancı ve güveniyle ilişkili olduğu görülm üştür. Ülke­
mizde bu m etnin yazarı tarafından gerçekleştirilen araştırm ada
ise, 6. sınıf öğrencilerinde anneye bağlanm a ve babaya bağlanm a
düzeyinin yükselmesiyle birlikte çocukların kendilerine duyduk­
ları saygı ve güvenin de yükseldiği ortaya çıkmıştır. Benzer bir
olgu lise öğrencileri için de geçerlidir. Lise öğrencileriyle yapılan
bir çalışmada, güvenli bağlanm a stiline sahip Türk öğrencilerin
saplantılı, korkulu ve kayıtsız bağlanm a stiline sahip öğrencile­
re göre kendilerine duydukları güven ve saygının daha yüksek
olduğu gözlenmiştir. Bunun ötesinde, kim lik gelişimi açısından
önem li bir bulgu da ülkem izdeki lise ve üniversite öğrencilerinin
bağlanm a stillerinin Erikson’un psiko-sosyal gelişim dönem le­
rindeki kazanından açısından faklılık göstermesidir. Bu çalış­
m ada, güvenli ve kayıtsız bağlanan ergenlerin “güven duygusu”
anlam ındaki kazanından diğer bağlanm a stiline sahip ergenlere
göre daha yüksek seviyededir. Aynı zam anda, kayıtsız bağlanan
ergenler diğer stillere sahip ergenlere göre özerklik, girişimcilik,
çalışkanlık ve kim lik anlam ında daha fazla kazanım a sahip olmuş
gözükmektedirler. Böylelikle bağlanm a ilişkisinde yaşanan gü­
venli örü n tü n ü n sonucu olan olumlu benlik algısının kişilik geli­
şim indeki önem i vurgulanm ış olmaktadır.
Bağlanma örüntülerinin özgüven üzerindeki rolü sadece ço­
cuk ve ergenler için değil, yetişkinler için de geçerlidir. Üniveısi
te öğrencileri üzerine yapılan çalışmalarda da, ebeveyne güvenli
bağlanan gençlerin özgüvenleri güvensiz bağlananlara göre daha
yüksek seviyede gözükmüştür. Bunun yanı sıra, güvenli bağlanm a
düzeyinin yüksek olmasıyla ergenlerin kendilerinden m em nuni­
yetlerinin de yüksek olduğu görülm üştür. Ebeveynlerine kaçınan
ve kaygılı / kararsız bağlanm a örüntüsü geliştirmiş üniversite öğ­
rencilerinin ise, kendilerine duydukları saygı ve güven konusun­
da bir belirsizlik yaşadıkları sonucuna ulaşılmıştır.
Ülkemizde üniversite öğrencilerinin anne ve babalarını algıla­
dıkları çocuk yetiştirm e tarzları ile bağlanm a stilleri, temel benlik
boyutları, yakın ilişkilerde davranış örüntüleri ve aile ve arkadaş­
lardan m em nuniyet düzeyleri arasındaki ilişkilerinin incelendi­
ği bir araştırm ada, anne babadan gelen kabul ve ilgi düzeyinin
yüksek olduğu ailelerden gelen gençlerin, bunun düşük olduğu
ya da denetim in yüksek olduğu ailelerden gelen gençlere oranla
daha yüksek düzeyde güvenli bağlanm a ve özsaygıya sahip olduk­
ları bulunm uştur. Yetişkinlerle yapılan çalışm alarda ortaya çıkan
sonuçlar bağlanm a örüntülerinin yetişkinin duygusal ve sosyal
yaşantısını etkilediğini gösterm ektedir. Yetişkin bağlanm ası ve
depresyon belirtilerinde düşük benlik değerinin rolünü inceleyen
bir araştırm ada, kaygılı / kararsız bağlanan bireylerin kendilerine
duydukları saygı ve güvenin düşük olduğu, bu bireylerin başkala­
rınca sevilm ediklerini düşünm elerinden dolayı üzüntü duyduk­
ları, yakın ilişkiler kurm ada güçlükler yaşadıkları ve depresyon
belirtileri gösterdikleri görülm üştür. Bu kişilerin kendilerini ger­
çekçi olmayan bir biçim de değerlendirdikleri ve b u n u n sonucun­
da hem kendilerine duydukları saygının hem de güvenin düştüğü
görülm üştür.

Okul Başarısı
O kulda verilen eğitim in tem el am acı bilgi verm ek suretiyle öğ­
renciyi mesleki ve toplum sal yaşam a hazırlam aktır. Ülkemizde iki
yarıyıla bölünen bir eğitim ve öğretim yılı boyunca öğretm enle­
rin sayısal, sözel, kültürel, sanatsal ve sportif alanlarda verdikleri
dersler öğrencilerin bu alanlarda bilgi edinm elerini ve yetenekle
rini ortaya çıkarm alarını hedefler. Yıl boyunca derslerin amaç ve
hedefleri doğrultusunda yapılan nesnel değerlendirm eler sonucu
öğrencilerin başarısı ölçülür. D eğerlendirm eler genellikle yazılı,
sözlü sınavlar ve araştırm a ödevlerinde beklenen yanıtlara veri­
len uygunluk ölçüt alınarak, belirlenen not sistem ine göre yapılır.
Ö ğrencinin sınav ve ödevlerde verdiği yanıtların ölçütlere uygun­
luğu artıkça başarısı artm aktadır, kısaca sınavlarda verilen notlar
başarının göstergesi olarak kabul edilir. Okul başarısı üzerinde
etkili olan pek çok değişken bulunm aktadır. Bu etkenleri bireysel
etkenler, okula bağlı etkenler ve ailevi etkenler olm ak üzere üç
başlıkta incelem ek m üm kündür.
Bireysel Etkenler: Bedensel ve zihinsel sağlık, öğrenm enin, d o ­
layısıyla okul başarısının en temel koşuludur, sağlıklı bir bedensel
yapıya sahip olmayan, hasta, zihinsel veya bedensel engelli öğren­
cilerin “norm al” m üfredat uygulandığında başarılı olm aları bek­
lenemez. Ö ğrencinin okulda başarılı olabilmesi için aldığı eğiti­
m in gelişimsel düzeyine uygun olması gerekir. Bireyin öğrenm e­
ye hazır oluşu, 6-12 yaşları arasında okulda kazanılm ası gereken
okum a-yazm a ve aritm etikle ilgili üç temel becerinin kazanılabil-
mesi için olmazsa olmaz koşuldur. Zihinsel gelişimin takvim yaşı­
na paralel gitm esinin yanı sıra çocuğun duygusal ve sosyal olgun­
luğu okul başarısı için en önem li bileşenlerdir. Ayrıca, yeteneğin
yanı sıra öğrencinin m erak ve ilgisi, öğrenm eye dair içsel ve dışsal
m otivasyonları da bireysel etkenler arasında sayılabilir.
Okula Bağlı Etkenler: Çağdaş eğitim sistem inde temel amaç,
bireyin bedensel, zihinsel, duygusal ve sosyal yönden gelişim inin
bir bütünsellik hedefi içinde gerçekleştirilmesidir. Bu bakım dan
okulun fiziksel ve sosyo-kültürel ortam ı, m üfredatın ve değerlen­
dirm e ölçütlerinin öğrenciler arasındaki bireysel farklara uygun
şekilde düzenlenm esi, eğitim m ateryallerinin uygunluğu ve öğ­
retm enlerin öğrenciye yaklaşımı öğrencilerin okul başarılarında
önemli rol oynamaktadır.

Ailevi Etkenler: Okul başarısında aileye bağlı değişkenleri ince­


leyen pek çok eğitimci ve araştırm acıya göre, akadem ik başarının
veya başarısızlığın sebepleri dallanıp budaklansa da kökleri çeşitli
şekillerde aileye uzanm aktadır. Aile içi eğitim den kaynaklanan
sorunların belirlenm esinde çocuğun okuldaki durum undan bir
gösterge gibi yararlanılm asını öneren uzm an kişilerin öncüsü A.
Adler’dir. Adlere göre, aile içi tutum ve davranışlardaki hatalar
çocuğun duygusal ve sosyal gelişimini kısıtladığından, bu çocuk­
lar okulda davranış bozuklukları gösterirler ve okul başarıları d ü ­
şüktür. Burada söz konusu olan genellikle öğrenm e güçlüğü değil,
“ruhsal bakım dan bir başarısızlık” tır. Bu başarısızlık çocuğun
özgüvenini yitirm ekte olduğunu gösterir ve özgüvenini yitiren
çocuklar sorum luluk ve ödevlerine sırt çevirir, yılgınlığa kapılır,
kaçam ak yollarla kendince başarı elde etmeye çalışırlar. Adlere
göre, ailenin çocuğu aşırı derecede şım artm ası veya hor görmesi
çocuğun özgüvenini olum suz yönde etkileyeceğinden okul başa­
rısı da b undan etkilenm ektedir.
Son yıllarda ailenin çeşitli işlevleri ile okul başarısı arasındaki
ilişkiye odaklanılm aktadır. A kadem ik başarıyı getiren koşulların
başında aile ortam ındaki düzenin rolü kanıtlanm ıştır. Evin işle­
yişinde belli kural ve rutinler olması, zaman ve m ekânın kulla­
nım ında belli bir düzene önem verilmesi, evdeki faaliyetlerin ço­
cuğun okul faaliyetleri ve ev ödevlerine göre düzenlenm esi, okul
ödevlerine öncelik verilmesi öğrencinin okul başarısını olumlu
yönde etkilemektedir. Sosyo-ekonom ik seviyesi düşük ailelerden
gelen öğrencilerin okul başarılarının, yüksek ailelerden gelenlere
göre düşük olduğunu öne süren araştırm alar olmakla birlikte, bu
tartışm alı bir konudur. Ayrıca, ebeveynin gerektiğinde okul ödev­
lerine veya kaynak bulm aya yardım cı ve destek olması, ev ortam ı
nın çeşitli fikir ve olayları tartışm aya ve araştırm aya cesaret verici
olması okul başarısını olum lu yönde etkilem ektedir. Okul başarı­
sında ailevi faktörlerin en önem lileri arasında ebeveynin öğrenci­
nin okul durum uyla ilgili beklentisinin uygun seviyede olması ve
okul başarısı konusunda öğrenciye gerçekçi standartlar koyması
sayılmaktadır.
Aile işlevleri arasında sayılan bakım , ilgi ve duygusal destek d u ­
rum u ilköğretim den yükseköğretim e kadar bireyleri etkilem ekte­
dir. Aile ortam ı ve okul başarısının incelendiği bir araştırm ada,
ülkem izde okul başarısı yüksek olan ergenlerin ebeveynlerini il­
gili, koruyucu ve destekleyici olarak algıladıkları ortaya konm uş­
tur. Bu gençler, ev ortam ında annelerini sıcak, ihtiyaçlarını kar­
şılayan bir atm osfer yaratıp bu atm osferi sürdüren kişiler olarak;
babalarını ise çok çalışan, işinde başarılı ve m utlu bir kişi olarak
görüp çalışma disiplini açısından m odel olarak algıladıklarını ifa­
de etmişlerdir.
Ergenlerde ebeveynlerinin kendilerine karşı tutum larını karar­
lı, dem okratik, sıcak, kabul edici ve ilgili olarak algılama seviyesi
yükseldikçe, okul başarısı yükselmektedir. Bir başka araştırm ada
da, çocuklarının haklarına saygı gösteren, net kurallar koyan, b a­
ğımsızlıklarını ve bireyselleşm elerini cesaretlendiren ve iletişime
açık ebeveyn tutum una sahip bireylerin çocuklarının okul başarı­
ları, çocuklarını katı standartlarla denetleyen ve onlardan boyun
eğicilik bekleyen bireylerin çocuklarının başarılarına göre daha
yüksek bulunm uştur. Bu olguyu destekleyen başka çalışmalarda
da ana-baba tutum larının okul başarısı üzerindeki rolü belirlen­
miştir. Ebeveynlerinin kendilerine karşı sıcak bir ilgi ve dem okra­
tik tutum içinde olduğunu ve kabul gördüklerini algılayan ergen­
lerde okul başarısı yükselmektedir.
Bağlanma ve Okul Başarısı Arasındaki İlişkiler
Bağlanma örüntülerinin okul başarısı üzerindeki rolü okul ö n ­
cesinden orta öğretim e kadar çeşitli yaş grupları üzerinde yapılan
araştırm alarda incelenm iştir. Ç ocuklukta aileyle güvenli bağlan­
m a ilişkisi kurulm asının kendine duyulan güveni arttıracağı pek
çok çalışmaca da doğrulanm ıştır. Şöyle ki; aileyle güvenli ve des­
tekleyici ilişki kurm ak çocuğun kaygısını düşürm ekte ve çevreyi
keşfedebilmek için heves yaratm akta; bu keşiflerin olum lu sonuç­
ları da kendine güven duygusunun gelişimine katkı yapmaktadır.
Verilere göre, arkadaşlardan ve rom antik ilişkideki partnerden
alınan sosyal destek okul başarısı için bir yordayıcı olm azken aile­
den alınan sosyal destek yordayıcı olmaktadır. Ebeveyne güvenli
bağlanm a üniversite öğrencileri açısından arkadaşa bağlanm a ile
birlikte gerçekleştiğinde son derece avantajlı sonuçlar getirm ek­
tedir. Hem ebeveynlerine hem de arkadaşlarına güvenli bağlanan
üniversite öğrencileri sosyal yeterlilik ve uyum açısından diğer
gençlere göre anlam lı şekilde yeterli düzeyde gözükm ekte ve okul
başarıları da yüksek olmaktadır. A rkadaşa ve ebeveyne güvenli
bağlanm anın gençlerin yetişkinliğe geçiş sürecinde koruyucu ve
telafi edici işlev gördüğü düşünülm ektedir. Bu sonuçlar ise bağ­
lanm a ilişkisinin uzun süreli etkilerini gösterm esi bakım ından
anlam lı gözükmektedir. Ülkem izde 6. ve 9. sınıf öğrencileri ara­
sında yapılan bir araştırm ada, ebeveyne bağlanm a düzeyinin sınıf
perform ansı ve motivasyon üzerinde etkili olduğu bulunm uş, ay­
rıca, öğrencilerin kendilerini algılayışlarının akadem ik başarıları
üzerinde etkisi olduğu ortaya çıkmıştır. Okul başarısı, okuldaki
bazı davranış örüntüleri ve bağlanm a ilişkisinin incelendiği bir
başka araştırm ada da 7, 12 ve 15 yaşındaki çocuk ve ergenlerden
veri toplanm ış; güvenli bağlanan bireylerin okulda dikkatlerini
toplam a, derse katılm a ve not ortalam ası bakım ından güvensiz
bağlanan bireylere göre daha yüksek perform ans gösterdikleri
ve kendilerine güven düzeylerinin de daha yüksek olduğu görül
müştür. Okul başarısı ve bağlanm a ilişkisinin incelendiği uzun
süreli bir araştırm ada da, anne-çocuk ilişkisinde rollerin değişip
de çocukların bakım veren rolünü benim sediği “kontrolcü bağ­
lanm a” tarzına sahip çocukların dezavantajlı olduğu görülm üş­
tür. Bu çocukların diğerleriyle benzer zekâ puanları alm alarına
rağm en okul başarıları en düşük seviyede gözükm üş ve gelişimsel
risk altında oldukları ortaya çıkmıştır.

Kaynaklar
• Adler, A. (1996). Ç ocu k E ğitim i, İstanbul: C em Yayınevi.
• Arslan, E. (2008). Bağlanm a stilleri açısından ergenlerde Erikson’un
psikososyal gelişim d ön em leri ve ego kim lik süreçlerinin in celen ­
m esi, Y ayınlanm am ış D oktora Tezi, Selçuk Ü niversitesi, Konya.

• A tkinson, R. L. ve ark. (1993). Introduction to Psychology, USA:


H arcourt Brace C ollege Publishers.
• A ydın, B. (1997). Ç ocu k ve Ergen Psikolojisi, Istanbul: M armara
Ü niversitesi Vakfı Yayınları.
• Bee, H. (1992). The D evelop in g C hild, USA: H arper C ollin s C ollege
Publishers.
• Berkkan, S. (1981). A program to enhance the self-co n cep t o f stu­
dents : A n activity for gu id an ce hours in sch ools, Yayınlanm am ış
Yüksek Lisans Tezi, B oğaziçi Ü niversitesi, İstanbul.
• Cassidy, J. (1988). C h ild -m oth er attachm ent and the se lf in six-year-
olds, C hild D evelop m en t, 59, 121-134.

• Chall, J. S. (2000). The A cad em ic A ch ievem en t Challenge: W hat Re­


ally W orks in the C lassroom ? USA: Guilford Press.

• Cutrona, C. E., Cole, V., C olangelo, N ., A ssou lin e, S. G. & Russel,


D.W. (1994). Perceived parental social support and academ ic ach i­
evem ent: A n attachm ent th eo ry perspective, Journal o f Personality
and Social Psychology, 66 (2), 369-378.
• D am arlı, Ö. (2006). Ergenlerde toplum sal cin siyet rolleri, bağlanm a
stilleri ve b en lik-k avram ı arasındaki ilişkiler, Y ayınlanm am ış Yük­
sek Lisans Tezi, Ankara Ü niversitesi, Ankara.

• D em o, D. H., Small, S. A. & Savin-W illiam s, R. C. (1987). Family re­


lations and the self-esteem o f ad olescen ts and their parents, Journal
o f M arriage and the Family, 49, 705-715.

• D eslandes, R., Royer, E., Turcotte, D. & Bertrand, R. (1997). S ch o ­


ol achievem en t at secondary level: Influence o f parenting style and
parent involvem en t in sch oolin g, M cG ill Journal o f E ducation, 32,
191-207.

• D ornbusch, S. M ., Ritter P. L., Leiderm en, P. H ., R oberts, D. F. &


Fraleigh M. J. (1987). The relation o f parenting style to adolescent
sch o o l perform ance, C hild D evelop m en t, 58, 1244-1257.
• Fass, M. E. & Tum ban, J. G. (2002). The influence o f parental and peer
attachm ent on college students’ academ ic achievem ent, P sychology
in the Schools, 39 (5) 561-573.

• G eçtan, E. (1990). İnsan O lm ak, İstanbul: R em zi Kitabevi.

• İm eryüz, Ş. G. (2003). Fam ily environm ents o f high achieving stu­


dents: A qualitative study on B osphorus U niversity students, Yayın­
lanm am ış Yüksek Lisans Tezi, B oğaziçi Ü niversitesi, İstanbul.

• Jacobsen, T. & H ofm ann, V. (1997). Children’s attachm ent repre­


sentations: L ongitudinal relations to sch o o l behavior and academ ic
com p eten cy in m iddle ch ild h o o d and adolescence, D evelop m en tal
Psychology, 33 (4), 703-710.

• Keskin, G. & Çam, O. (2008). R elationship b etw een m ental health,


parental attitude and attachm ent style in adolescence, A n ad olu Psi­
kiyatri D ergisi, 9 ,1 3 9 -1 4 7 .

• King, K. (1997). Self-con cep t and self-esteem : A clarification o f


term s, The journal o f S ch ool H ealth, 67, 68-70.

• Lackovic-G rgin, K. & D ek ovic M. (1990). The contribution o f sig ­


nificant others to ad olescen ts’ self-esteem , A d olescen ce, 25 (100),
839-846.
Leung, K., Lau, S. & W ai-Lim , L. (1998). Parenting style and acad e­
m ic achievem ent: A cross-cultural study, M errill-Palm er Quarterly,
44 (2), 157-172.
M e C orm ick, C. B. 8c Kennedy, J. H. (1994). Parent-child attachm ent
w orking m od els and self-esteem in adolescence, Journal o f Youth
and A d olescen ce 23 (1), 1-18.
M oss, E. 8c St-Laurent, D. (2001). A ttachm ent at sch o o l age and aca­
dem ic perform ance, D evelop m en tal Psychology, 37 (6), 863-874.
Parish, T. S. 8c M e Cluskey, J. J. (1992). The relationship betw een
parenting styles and y o u n g adults’ self- con cep ts and evaluations o f
parents, A d olescen ce, 27 (108), 915.
Paterson, J., Pryor, J. 8c Field, J. (1995). A d olescen t attachm ent to
parents and friends in relation to aspects o f self-esteem , Journal o f
Youth and A d olescen ce, 24 (3), 365-377.
R oberts, J. E„ Gotlib, I. H. 8c Kassel, J. D. (1996). A dult attach­
m en t security and sym p tom s o f depression: The m ed iatin g roles o f
dysfunctional attitudes and lo w self-esteem , Journal Personality and
Social Psychology, 70 (2), 310-320.
Schaffer, R. H. (1996) . Social D evelop m en t, USA: Blackwell Pub­
lishers.
Seven, S. (2006). 6 Yaş çocu k ların ın sosyal beceri düzeyleri ile bağ­
lanm a durum ları arasındaki ilişkilerin in celen m esi, Y ayınlanm am ış
D oktora Tezi, Gazi Ü niversitesi Ankara.
Steinberg, L„ E lm en, J. D. 8c M ounts, N . S. (1989). A uthoritative p a­
renting, p sych osocial maturity, and academ ic success am on g a d o ­
lescents, C hild D evelop m en t, 60, 1424-1436.
Sümer, N . 8c Güngör, D. (1999). Ç ocu k yetiştirm e stillerinin bağ­
lanm a stilleri, benlik değerlendirm eleri ve yakın ilişkiler üzerindeki
etkisi, Türk Psikoloji D ergisi, 14 (44), 35-58.
Tezcan, Z. H . (1996). Ergenlik çağındaki öğrencilerin benlik tasarını
düzeyleri ile algılanan anne davranışları arasındaki ilişkilerin iııce
len m esi, Y ayınlanm am ış Yüksek Lisans Tezi, M arm ara Ü niversitesi,
İstanbul.
• Türktan, Ş. (2004). İstanbul ili 6. sın ıf öğrencilerinde ebeveyne bağ­
lanm a ile özgüven ve akadem ik başarı arasındaki ilişkiler, Yayınlan­
m am ış Yüksek Lisans Tezi, M arm ara Ü niversitesi, İstanbul.
• U luğ, F. (1995). O kulda Başarı, İstanbul: R em zi Kitabevi.
• W ong, E. H ., W iest, D. J. & C usick, L. B. (2002). Perception o f au­
to n o m y support, parent attachm ent, com p eten ce and self-w orth as
predictors o f m otivation al orientation and academ ic achievem ent:
A n exam in ation o f sixth and nin th -grad e regular education stu ­
dents, A d olescence, 37 (146), 255-266.
• Wu, C. (2009). The relationship b etw een attachm ent style and self-
con cep t clarity: The m ed iation effect o f self-esteem , Personalty and
Individual D ifferences, Vol. 4 7 ,4 2 -4 6 .
ERGENLİK DÖNEMİNDE BAĞLANMA

İlkay Demir'

E
rgenlik dönem i, bu dönem de yaşanan değişim lerin niceliği
ve niteliği nedeniyle özel bir geçiş sürecidir. Yetişkinliğin
başlangıcından itibaren hem fiziksel hem de sosyal, duygusal ve
bilişsel olarak pek çok değişim ortaya çıkm aktadır. Fizyolojik ola­
rak kendi kendine yetebilecek bir bedensel büyüm e ve güçlenm e
ortaya çıkm akta, bilişsel olarak akıl yürütm e, çıkarım da bulun­
ma, diğerlerinin bakış açısı ve duygularını anlam ada önem li ge­
lişmeler görülm ektedir. Soyut düşünebilm e becerisi ergenin kim
olduğu, nelerden hoşlandığı, ne olm ak istediği, nasıl bir yaşam
arzuladığı gibi önem li gelişimsel soruları tetiklem ekte ve kim lik
gelişim inin tem ellerini oluşturm aktadır. Kimlik gelişimi, ergen­
lerin ben ve öteki arasındaki ayrım ı daha net bir biçim de kavra­
yabilm esinin bir sonucudur ve bu bağlam da görülen değişimler
özerklik ve bağım sızlık ihtiyacında artışı tetiklemektedir. Ö zerk­
lik ve bağım sızlık ihtiyacının artışı ise ergenlerin ebeveynleri ile
ilişkilerinin yeniden yapılanm asına yol açmaktadır. Bu dönem ­
de ebeveynlerin ergenin yaşam ındaki önem i sürm ekle birlikte,
sosyal olarak akran ilişkileri ergenler için en önem li yakınlık

‘ İstanbul Üniversitesi, Haşan Ali Yücel Eğitim Fakültesi, Rehberlik ve Psikolojik


Danışm anlık Bölümü, İstanbul, demiri@istanbul.edu.tr
kaynakları haline gelmekte ve ergenler giderek daha fazla akran
merkezli olmaya başlam aktadır. Ergenlik dönem iyle birlikte hem
ebeveynlerle kurulan bağlanm a ilişkilerinin niteliğinde değişim
yaşanm akta hem de yeni bağlanm a ilişkileri kurulm aktadır. Tüm
bu değişim ler nedeniyle, ergenlik dönem inde bağlanm a daha er­
ken yıllardaki bağlanm adan önem li farklılıklar göstermektedir.
Bu bölüm de ergenlik dönem inde bağlanm a süreci, bahsedilen
değişimler bağlam ında ele alınacaktır.
Ergenlik dönem inde gerçekleşen b ir dizi değişim arasında bağ­
lanm a ilişkilerini etkileyen en önem lisi bilişsel anlam da yaşanan
değişimdir. Bu dönem le birlikte ergenler som ut işlemsel düşü n ­
m eden soyut işlemsel düşünceye geçiş yaşamaktadır. Soyut d ü ­
şünebilm e becerisi; olaylarla ilgili belirli bir çıkarım da bulunm a
ve akıl yürütm e becerilerini içeren bir bilişsel gelişim aşam asını
ifade etm ektedir. Bilişsel anlam da yaşanan bu olgunlaşm a, er­
genlerin bağlanm a süreçlerinin, onların düşünce ve duyguları­
na bağlı olarak izlenebileceğini göstermektedir. Yani daha erken
dönem lerde bağlanm a, ancak bağlanm a figürleriyle ilişkilerdeki
som ut davranışlar üzerinden anlaşılabilirken, ergenlikle birlikte
bağlanm a süreci ergenlerin kurdukları ilişkiler hakkındaki d ü ­
şünceleri, benlik ve diğerleri algıları ve bu ilişkilere yönelik duy­
gusal tepkileri üzerinden anlaşılabilm ededir. Soyut kavram ları
düşünebilm e, ergenlerin anne ve babalarıyla yaşadıkları özgül
bağlanm a deneyim lerini bir arada yorum layarak bağlanm a iliş­
kilerine dair bir senteze gitm elerini sağlamaktadır. D üşünm ede
özelden genele gidişin yanı sıra, genelden özele bir gidiş de söz
konusudur: Ergenler bağlanm aya dair genel zihinsel tem sillerinin
yanı sıra bağlanm anın, her bağlanm a ilişkisinin niteliğine, ilişki
kurulan kişinin özelliklerine, tepkilerine ve iletişim tarzına göre
değişebileceğini fark etm ektedir. Bu durum un bir diğer nedeni
de önceki yıllarda bireylerin sınırlı sayıda bağlanm a figürüyle
iletişim kurm alarına karşın, ergenlik dönem inde zor duygusal
durum larla başa çıkabilmeye yardım cı olacak çok sayıda kişiyle
ilişki kurulm asıdır. Böylece bu dönem de ebeveynlerin yanı sıra,
akrabalar, öğretm enler, psikolojik danışm anlar, yakın arkadaşlar
ve rom antik partnerler bağlanm a figürleri olarak işlev görm ekte­
dir. Ergenlik dönem inde görülen ben ve öteki arasındaki ayrım ın
bir sonucu olarak ergen için, başkalarının gözünde kim olduğu,
nasıl biri olduğu da önem kazanm aktadır. Bu anlam da ergenler
farklı bireylerin kendilerini farklı açılardan gördüklerini, ken d i­
lerinin farklı yönlerine göre ve bakış açılarına göre farklı ilişkiler
kurduklarını ve farklı davrandıklarını anlam aya başlam aktadır.
Farklı insanlarla (anne-baba-kardeş-arkadaş gibi) kurdukları iliş­
kilerin farklı yönleri olduğunu fark etmektedir. Böylece ergen ihti­
yaç duyduğu yardım , destek ya da güvenliği ilişki kurduğu hem en
h er bireyden değil de yalnızca bazı bireylerden, farklı düzeylerde
ve nitelikte alabileceğini fark etm eye ve diğerleriyle yakın ilişki­
ler kurarken daha seçici ve dikkatli olmaya başlam aktadır. Diğer
yandan, ergenlik dönem inde gelişen bilişsel beceriler sayesinde
ergenler bağlanm a figürleriyle aralarındaki ilişkiyi daha başarı­
lı bir biçim de değerlendirebilm ektedir. Bunun sonucu, ergenin
anne babasının ilişki biçim lerindeki hataları, eksiklikleri ya da
çelişkileri fark edebilmesi ve onlarla kurduğu bağlanm a ilişkisinin
niteliğini yeniden değerlendirm esidir. Bağlanma ilişkilerini soyut
biçim de kavram ak, ergenlerin bağlanm a ilişkisi kurdukları ebe­
veynlerinin bazı açılardan ihtiyaçlarını karşılam akta yetersiz kal­
dıklarını görm elerini sağlayarak yakınlık ve güvenlik ihtiyaçlarını
karşılam ak üzere ebeveynlerinden farklı bireylere yönelm elerine
yol açmaktadır. Ergenlik dönem inde arkadaşların önem li bağlan­
m a figürleri haline gelm esinde böyle bir farkındalığın da önemli
bir etkisi vardır. Bununla birlikte, ben ve öteki arasındaki ayrım ın
daha fazla belirginleşmesi, ergenlerin kendilerini bağlanm a figür
leriyle kurdukları ilişkiden bağım sız olarak değerlendirm elerine
olanak sağlam akta ve kendilerini ebeveynlerinden ayrı ve bağım
sız bireyler olarak görm elerini sağlamaktadır. Böylece ergenler
ebeveynlerinin ilgi, bakım ve desteğine daha az bağım lı olm ak
ve kendi ayakları üzerinde duracak kadar bağım sızlık kazanm ak
için büyük çaba göstermektedir. Bu süreç, ergenin bireyselleşmesi
ve ebeveynlerinden ayrı ve bağım sız bir kim lik arayışına girm esi
anlam ına geldiğinden, ebeveyn ve ergen arasındaki iletişim ö rü n ­
tüleri ergenin artan özerklik ve bağım sızlık ihtiyacının bir yansı­
masıdır. Elbette, ergenin bu ihtiyacı önceki yıllarda anne-babası
ile kurduğu ilişkideki güç dengesini büyük oranda sarsm akta ve
yeni, karşılıklı istek ve ihtiyaçların ortaya konulduğu daha dengeli
bir iletişime gereksinim i arttırm aktadır.
Ergenlik dönem inde anne ve babayla geçirilen zam anda bir
azalma gözlenmektedir. Özellikle ergenliğe geçişin ilk yıllarında
ebeveynle ilişkide yakınlığın azaldığına, çatışm anın ise arttığına
ve zam anla duygusal anlam da ebeveyn ve ergen arasındaki m e­
safenin açıldığına yönelik araştırm a bulguları bulunm aktadır.
Özellikle ilk ergenlik dönem inde, yaşanan hızlı değişimlere uyum
sağlayana ve denge oluşturana dek anne-baba ve ergen ilişkileri
küçük bir sarsıntıdan geçmektedir. Bu sarsıntı, ilk ergenlik d ö ­
nem inde ergenin bağlanm a örüntülerinde halen ilk sırada ebe­
veynin yer alm asını değiştirmez, çünkü özerklik henüz kazanılm a
aşam asındadır, oysa son ergenlik dönem inde ergenin ebeveynle
ilişkileri daha dengeli, doyum lu ve yakın olm asına karşın özerkli­
ğin kazanılm asıyla birlikte akranlar ve özellikle rom antik p a rtn e r­
ler bağlanm a ilişkilerinde daha ön sıraları alırlar. Ergenler artık
anne babalarına fazla ihtiyaç duym adan, kendi kararlarını alm ak
ve yaşam larına yön verm ek konusunda hem bilişsel hem duygu­
sal hem de sosyal olarak olgunlaşm ış görünm ektedirler. Diğer
yandan yukarıda bahsedilen ilişkideki güç dengesi bu dönem deki
ilişkilerin niteliğini belirlemektedir. Ebeveyn-çocuk ilişkilerinde
güç dengesi büyük ölçüde ebeveynin lehinedir. Yani anne-babalar
bakım veren, ilgi gösteren, koruyan kişiler olarak ilişkide gücü,
dolayısıyla da kontrolü elinde bulunduran taraftır. Ergenlik dö
nem inde ise bireyler kendi kararlarını verm ek ve yaşam larım
yönlendirm ek için daha fazla özerklik talep ettiklerinden ihtiyaç
duyduklarında anne-babalarına sığınm ak konusunda daha tem ­
kinli davranm aktadır. Bu d urum un tek nedeni ergenlerin kendi
ayakları üzerinde duracak kadar olgunlaşm ış olm aları değildir.
Aynı zam anda anne-babalarına her sığındıklarında onların eline
kendilerini kontrol etm eleri yönünde bir güç vereceklerini, bu
d urum un ise anne-babayla aralarındaki güç dengesizliğini a rttı­
racağını düşünm ektedirler. Yani ilişkideki güç dengesi, ergenlik
dönem indeki bağlanm a sürecini belirleyen ve bağlanm anın ifade
edilme biçim ini önem li ölçüde etkileyen bir meseledir. Yine de
bu süreç, ergenlerin ebeveynleriyle kurdukları ilişkinin önemsiz-
leşmesi anlam ına gelmemekte; yalnızca, onların ebeveynlerine
daha az bağım lı olm aları anlam ına gelmektedir. Yani, her ne ka­
dar ergenlik dönem iyle birlikte yeni ve farklı bağlanm a ilişkileri,
anne-babayla kurulan temel bağlanm a ilişkilerinin yerini almaya
başlasa da, ebeveyne bağlanm a süreci bu dönem de birey için h a­
len tem el bir güven ve destek kaynağıdır. Ergenler kim liklerini
geliştirirken, özerk ve bağım sız bireyler olmayı öğrenirken aynı
zam anda ebeveynleriyle, kardeşleriyle, diğer önem li yetişkinlerle
ve arkadaşlarıyla yakın ilişkiler kurm aya ve bu ilişkilerden destek
ve güven sağlamaya da devam ederler. Ç ünkü özerklik kazanım ı
ergenin kendi başına değil, başkalarıyla etkileşim halinde geçtiği
bir süreçtir, bu nedenle de sürecin her aşam asında kurulan ilişki­
ler ergenin gelişim inde önem li bir rol oynamaktadır.
Ergenlik dönem inde bağlanm a ilişkileri halen birey için temel
güven kaynağıdır ancak, bağlanm a sistem inin çalışm a biçimi
önceki yıllara göre farklılıklar göstermektedir. Ergenlik yılları
boyunca bireylerin sosyal ve fiziksel becerileri arttıkça bağlanm a
sistemi daha az devreye girm ekte ve bunun sonucunda ergenler
daha önceki dönem lerden farklı olarak yaşadıkları stresli ve zor
durum larda yakınlık ve güven arayışına daha az girm ektedirler.
Bu dönem de bağlanm a sürecindeki bir diğer önem li değişim de
ayrılığa yönelik tepkilerde gözlenmektedir. D aha erken dönem ­
lerde bağlanm a figürleriyle ayrılık çocuklarda ciddi bir korku ve
kaygıya yol açarak bağlanm a sistem ini tetikler ve yakınlık arayışı
ve protestoya neden olurken, artık ergenlik dönem inin karm aşık
bilişsel akıl yürütm eleri sayesinde ergen (aşırı durum lar dışında)
ayrılık durum larında büyük bir korku ya da kaygı yaşamayacak
ve protesto davranışı göstermeyecektir. Bu d u ru m u n en önemli
nedeni ergenlikle birlikte, bireyin hayatta kalm asına ve hayatını
sürdürm esine yönelik tehditlerin hem sayı hem de nitelik olarak
azalm asıdır (çünkü ergen kendi kendine hayatta kalabilm e bece­
risine daha fazla sahiptir). Yine bu dönem de yaşamsal tehditler
azalmakla birlikte, duyguları ayarlam ak için sosyal ilişkiler halen
önem lidir ve ergenler bağlanm a figürlerini güvenlik sağlam ak
için değil, duygularını düzenlem ek için kullanm aktadır. Ergenlik
dönem inde yakınlık arayışı fiziksel anlam daki ayrılığın ortadan
kalkm ası isteği ile kendini gösterm ez, bunun yerine ergen yakın­
lığı paylaşm a ve öneri-destek alm a biçim lerinde talep etmektedir.
Yani, bu dönem de yakınlık ve güven doğrudan fiziksel yakınlık
arayışı olarak değil, ihtiyaç duyulduğunda bağlanm a figürleriyle
duygu paylaşımı ve iletişim kurm a arayışı olarak ortaya çıkm ak­
tadır. Ebeveynlerle ilişki de bağım lılık üzerinden değil, karşılıklı
paylaşım üzerinden şekillenmektedir. Bu nedenle ergenlik d ö ­
nem inde anne-babayla iletişim çok önem li bir hale gelmektedir.
Aile içindeki açık iletişim örüntüleri özerklik ile yakınlık arasında
dengenin oluşm asında önemlidir. Ayrıca, açık iletişim değişimin
ve geçişlerin yaşandığı bu dönem de aile bireylerinin birbirlerinin
bakış açısını daha iyi anlam alarını ve böylelikle de ergenin ihtiyaç
ve isteklerine ilişkin kabul ve anlayışın oluşm asını sağlamaktadır.
Bağlanma ilişkileri, bağlanm a ilişkisi kurulan h er bireyle
farklılaşmaktadır. Yapılan çalışm aların bir kısm ı ergenlerin anne
ve babalarıyla bağlanm a ilişkilerini ayrı ayrı değerlendirmeleri
istendiğinde, her ikisini de benzer biçim lerde tanım ladıklarım ve
değerlendirdiklerini gösterirken, bazılarında ise anne ve babayı
farklı biçim lerde algıladıkları ve ilişkilerinde farklı bağlanma
örüntülerinin devreye girdiği görülm ektedir. Bu dönem de
yalnızca genel bağlanm a örüntülerini incelem ek yerine, anne-
baba ve arkadaşlarla kurulan ilişkilerdeki bağlanm a süreçlerine
özel olarak odaklanm ak daha uygun görülebilir. Genelde er­
genlerin anneleriyle kurdukları bağlanm a ilişkisinin niteliğinin,
babalarıyla kurdukları ilişkinin niteliğinden çok farklı olduğunu
gösteren çalışm alar bulunm aktadır. A nne ve baba ergen gelişimi­
ne farklı biçim lerde katkıda bulunm aktadır ve onların ergenle iliş­
kisi özellikle sosyal sonuçları açısından farklılaşmaktadır. Ergen­
ler anneleriyle babalarıyla olduklarından daha fazla oranda zaman
geçirmekte ve daha fazla duygu paylaşım ında bulunm aktadır. Bu
nedenle annelerin bağlanm ayla ilgili duygusal etkisi daha yüksek­
ken, babaya bağlanm anın da davranışsal açıdan bağlanm a örün-
tülerine etkisi daha yüksektir. Diğer yandan, pek çok ergen için
ebeveynlerin her ikisi de benzer bağlanm a örüntüleri ile karakte-
rize olmaktadır. A nne ve babanın ergenin bağlanm a tem sillerine
katkılarındaki benzerlik, onların benzer çocuk yetiştirm e tu tu m ­
larına sahip oluşlarından ve duyarlılık ve yakınlığı benzer biçim ­
lerde gösterm elerinden kaynaklanabilir, böylece ergen hem anne­
ye hem de babaya benzer stillerde bağlılık geliştirebilmektedir.
Ergenler, anne-babalarıyla ilişkilerinin niteliğine bağlı olarak,
bağlanm a ilişkisini kendileri için kısıtlayıcı ve boğucu ya da des­
tekleyici ve güven verici bir ilişki olarak değerlendirirler. Aşırı
koruyucu, yüksek düzeyde yakınlık ihtiyacı ve destek içeren bir
bağlanm a eğer ergenin bağım sızlığına ve bireyselleşme çabalarına
yanıt verm ezse kısıtlayıcı ve boğucu olarak algılanabilir ve ergen
ler için bu bağlanm a ilişkisi güvenli bir temel olm aktan çıkabilir.
Oysa ergenliğe geçişle birlikte ergenin kararlarına, bağımsızlaşma
çabasına ve birey oluşuna olanak tanıyan yakın ve sıcak bir bağ­
lanm a ilişkisi ergen tarafından destekleyici ve güven verici olarak
algılanmaya devam eder. Ebeveynler özellikle geçiş dönem lerinde
ve stresli dönem lerde güvenli bağlanm ayı destekleyerek önemli
bir rol oynam aktadır. Ergenler, anne-babalarının özerkliklerine
olanak tanım asının yanı sıra, halen etkili izleme ve duygusal ya­
kınlıklarına da ihtiyaç duym aktadır. Bu dönem de psikolojik ola­
rak ergenin yanında olduğunu hissettiren, dinleyen, sıcak ilişki
kuran, onun tek başına ve ayrı bir birey olduğunu kabul eden,
birlikte ortak kurallar ve sorum luluklar belirleyen ebeveynler er­
genlerin hem güvenli bağlanm asına hem de özerkliğin gelişimine
katkıda bulunurlar. Diğer yandan, ebeveyn ve ergen arasında des­
tek, anlayış ve karşılıklı kabule dayalı bir ilişki sağlansa bile zaman
zam an çatışm aların, fikir ayrılıklarının yaşanm ası kaçınılmazdır.
Aslında bu dönem de güven ve desteği oluşturan yakınlığın yanı
sıra, özerkliğin gelişimine katkıda bulunan bu tü r fikir ayrılıkları
ya da bazı çatışm aların da ergen gelişimi için işlevsel olduğu söy­
lenebilir.
Genel olarak değerlendirildiğinde, tıpkı diğer gelişimsel dönem ­
lerde olduğu gibi ergenlik dönem inde de güvenli bağlanm a bi­
reyin sosyal, psikolojik ve duygusal gelişimine önem li katkılarda
bulunm aktadır. Güvenli bağlanm aya sahip ergenlerde psikolojik
sorunların, saldırganlığın, şiddetin, yalnızlık duygusunun, sosyal
olarak dışlanm anın ve yetersizlik duygularının güvenli olm ayan­
lara göre daha az olduğu bilinm ektedir. Ayrıca, güvenli bağlanm a
beraberinde, okul yaşam ındaki geçiş dönem leriyle daha kolay
başa çıkmayı, akranlarla ve ebeveynlerle daha m utlu ve doyum
sağlayıcı ilişkiler kurm ayı, sorunlarla etkili başa çıkm a stratejilerini
kullanabilmeyi, kendine duyulan saygının ve yaşam doyum unun
yüksekliğini ve okula uyum u getirm ektedir. Bağlanma süreci aynı
zam anda ergenlik dönem inde ortaya çıkan kim lik gelişimi süreci­
nin de önem li bir parçasını oluşturm aktadır. Bu dönem de kim lik
gelişimi bireyin yaşam hedeflerini, değerlerini, ilgi ve arzularım
belirlemeye, anlam aya ve değerlendirm eye yönelik uzun soluklu
bir süreci ifade etmektedir. Araştırm acılar, güvenli bağlanm anın
ergenin başarılı kim lik gelişimine olum lu katkısı olduğunu öne
sürm ektedir çünkü anne babası ile güvenli bir bağlanm a örüntüsii
kuran ergen kim lik gelişimi için alternatifleri, farklı yolları ve
olanakları özgürce araştırabileceği ve deneyebileceği koşullarda
olabilecek ve bu süreçte ihtiyaç duyacağı desteği, iletişimi,
danışm ayı içeren güvenli bir tem el olarak ailesinden faydalanabi­
lecektir. Bu d u ru m u n aksine güvensiz bağlanm a örüntüleri gös­
teren ergenler, arayışlarını tartışabilecekleri ve kendilerini süreçte
destek alabilecekleri güvenli bir tem elden yoksun hissettiklerin­
den, denem e-yanılm alardan ve alternatifleri değerlendirm ekten
büyük oranda m ahrum olacaklardır.
A nne ve baba ile kurulan bağlanm a ilişkilerine bu dönem de
diğer bireylerle, özellikle de akranlarla kurulan bağlanm a ilişki­
leri de eklenm ektedir. Yeni bir bağlanm a figürünün ortaya çıkışı,
erken dönem de ebeveynle (ya da temel bakım verenle) yaşanan
bağlanm a deneyim lerinin devam ı niteliğindedir. Ancak, ergenlik
dönem inde kurulan her yakınlık, güven ve desteğe dayalı ilişki
tam bir bağlanm a ilişkisi olarak nitelendirilem ez, çünkü özellik­
le bu dönem de akran ilişkileri yoğun fakat kısa süreli olabilm ek­
te ya da uzun süreli olsa da tem el bağlanm a ilişkilerinin yoğun
duygusal niteliğine eşdeğer olmayabilmektedir. Bu nedenlerle
araştırm acılar uzun süreli yakınlık, güven ve desteğe dayanan
temel bağlanm a figürlerini birincil bağlanm a figürleri, diğer iliş­
kileri ise ikincil bağlanm a figürleri olarak tanım lam aktadır. Her
ne kadar akranlar ergenler için ikincil bağlanm a figürleri olarak
tanım lansa da akran ilişkilerinin ergen gelişim inde önem li bir
yeri bulunm aktadır. Ergenler akranlara stresli durum larda rah at­
lam ak için başvurm akta, akranların varlığında kendilerini yeni
deneyim lerde bulunm ak için daha özgür hissetm ekte, akranlarını
yeri doldurulam az olarak tanım lam akta, onlarla yakınlık arayı­
şında olm akta, onlardan ayrılmaya tepki gösterm ekte ve ihtiyaç
duyduklarında yanlarında olm alarını beklem ektedir. Tüm bu
tepki ve beklentiler bağlanm a ilişkilerini tanım lam ak için kulla­
nılan kriterlerle paralellik gösterm ektedir. Diğer yandan ergen­
lik dönem inde akranlarla kurulan bağlanm a ilişkilerinin önceki
dönem lerde kurutanlardan önem li bir farkı vardır: Karşılıklılık.
Yani akranlarla bağlanm ada ebeveynlerle olduğu gibi, yalnızca
tek tarafın sunduğu bir güven, destek ve ilgi değil; iki tarafın da
ihtiyaç duyduğunda birbirine sağladığı bir güven, destek ve ilgi
söz konusudur. Bu anlam da ergenlik dönem inde arkadaş ilişkileri
yetişkin bağlanm a ilişkilerinin erken bir provası niteliğindedir.
Ebeveynlere bağlanm a ve akranlara bağlanm a arasındaki iliş­
kileri açıklamaya çalışan iki farklı bakış açısından bahsedilebi­
lir. İlkine göre, güvenli ebeveyn-ergen bağlanm a ilişkileri akran
ilişkilerinde de güvenli örüntülerin ortaya çıkm asını sağlamakta,
İkincisine göre ise güvensiz ebeveyn-ergen bağlanm a ilişkileri er­
genin güvenli bağlanm a ihtiyacını diğer kişilerde aram asına yol
açrftaktadır. Yani bir görüşe göre ebeveynlerin anlayışlı ve hoş­
görülü tutum u ile esnekliği ergenlerin akran ilişkilerini olum lu
etkilem ekte ve akranlarıyla da güvenli bağlanm a ilişkileri kurm a­
larını sağlamaktadır. Diğer bir görüşe göre ise, ergenler, arkadaş­
larını ailelerinden daha sıcak, güven verici ve destekleyici bulduk­
ları için onlarla daha farklı bir bağlanm a ilişkisi kurabilmektedir.
Bu görüşe göre, anne-babalarına güvensiz bağlanm a geliştiren
bazı ergenlerin arkadaşlarıyla bağlanm a ilişkilerini güvenli ola­
rak tanım lam ası, ebeveynle kurutan ilişkinin temel bağlanm a ih ­
tiyaçlarını yeterli düzeyde karşılam am ası olarak görülebilir. A k­
ranlarla kurutan bağlanm a ilişkisinin niteliği hangi nedenlerden
etkilenirse etkilensin, ergenler anne-babalarından özerklik talep
ettikçe daha fazla akranlarına dönm ekte ve onlarla daha fazla bir
arada zam an geçirmeye başlam aktadır. Özellikle bu dönem de
kurulan güçlü akran ilişkileri ergenlerin sosyal ihtiyaçlarım aile
içinde kurdukları ilişkilerden daha fazla karşılam aya başlamakta
dır. Böylelikle de, ergenlik dönem inde bireylerin destek ve yakın­
lık ihtiyaçlarının daha fazla bölüm ü arkadaşları tarafından karşı­
lanm aya başlam akta ve ergen destek için daha fazla arkadaşlarına
başvurm aktadır. Bu dönem de akranlarla güçlü, yakın ve güvenli
ilişkiler k urm ak ergenin olum lu gelişimine katkıda bulunm akta,
benlik değerini arttırm akta, duygusal ve davranışsal problem lerin
ortaya çıkm a olasılığını azaltm akta, özellikle de mesleki ve eği­
tim sel gelişim lerini ve başarılarını olum lu yönde etkilemektedir.

Kaynaklar
• A llen, J. P. & M anning, N . (2007). From safety to affect regulation:
A ttachm ent from the vantage p oin t o f adolescence, N e w D irections
for C hild and A d olescen t D evelop m en t, 117, 23-39.
• A llen, J. P. & Land, D. (1999). A ttachm ent in adolescen ce. In J. C as­
sidy & P. Shaver (Eds.), H an d b ook o f Attachm ent: Theory, Research
and C linical Im plications, pp. 319-33, N ew York: G uilford Press.
• Bernier, A., Larose, S. & W hipple, N . (2005). Leaving h o m e for c o l­
lege: A potentially stressful event for adolescents w ith p reoccu p i­
ed attachm ent patterns. A ttachm ent and H um an D evelop m en t, 7,
171-185.
• Bowlby, J. (1980). Loss: Sadness and D epression, N ew York: Basic
B ooks.
• Bradford, E. & Lyddon, W. J. (1993). Current parental attachment:
Its relation to perceived p sych ological distress and relationship sa­
tisfaction in college students, Journal o f C ollege Student D ev elo p ­
m ent, 34, 256-272.
• Bretherton, I. (1990). O p en com m u n ication and internal w orking
m odels: Their role in the d evelop m en t o f attachm ent relations­
hips, In R. A. T hom pson (Ed.), S ocio -em o tio n a l D evelop m en t, pp.
57-113, USA: U niversity o f N ebraska Press.
• Buist, K. L., D ekovi, C. M „ M eeus, W. & Van A ken, M . A. G. (2002).
D evelopm ental patterns in ad olescen t attachm ent to m other, father
and sibling, Journal o f Youth and A d olescen ce, 31, 167-176.
• Buist, K. L., D ekovi C, M ., M eeus, W. & Van A ken, M. A. G. (2004).
A ttachm ent in adolescence: A social relations m o d el analysis, Jour­
nal o f A dolescen t Research, 19, 826-850.
• Erikson, E. (1968). Identity: Youth and Crisis. N ew York: N orton.
• Hazan, C. 8c Shaver, P. R. (1994). A ttachm ent as an organizational
fram ew ork for research on close relationships, Psychological Inqu­
iry, 5 ,1 -2 2 .

• Kerns, K. A. (1994). A develop m en tal m o d el o f the relations betw e­


en m oth er-ch ild attachm ent and friendship, In R. Erber 8c R. G il-
m our (Eds.), Theoretical Fram ew orks for Personal R elationships,
pp. 129-156, UK: Lawrence Erlbaum A ssociates.
• Laible, D. J., Carlo, G. 8c Raffaelli, M . (2000). The differential relati­
ons o f parent and peer attachm ent to ad olescen t adjustm ent, Journal
o f Youth and A dolescen ce, 29, 45-59.
• Lapsley, D., Rice, K. 8c FitzGerald, D. (1990). A d olescen t attachm ent,
identity, and adjustm ent to college: Im plications for the con tin u ity
o f adaptation h ypothesis, Journal o f C ou n selin g and D evelop m en t,
68, 5 6 1 -5 6 5 .
• Laursen, B. 8c C ollins, W. A. (2004). Parent-child com m u n ication
during adolescence, In A. L. V angelistsi (Ed.), H an d b ook o f Family
C om m u n ication , pp. 33 3 -3 4 8 , USA: Lawrence Erlbaum A ssociates.
• Marcia, J. ( 1989). Identity and intervention, Journal o f A d olescence,
12, 401-410.
• M cElhaney, K. B„ Im m ele, A., Sm ith, F. D. 8c A llen, J. P. (2006).
A ttachm ent organization as a m oderator o f the link b etw een peer
relationships and adolescent delinquency, A ttachm ent and H um an
D evelopm ent, 8, 3 3 -4 6 .
• M ontem ayor, R. 8c Gregg, V. R. (1994). Current th eory and research
on personal relationships during adolescence, In R. M ontem ayor, G.
A dam s, & T. G ullotta (Eds.), Personal R elationships in A dolescence,
pp. 2 3 6 -245, USA: Sage Publications.
N ickerson, A. B. 8c N agle, R. J. (2005). Parent and peer attachm ent
in late ch ild h o o d and early ad olescen ce, Journal o f Early A d o lescen ­
ce, 23, 223-249.
N o o m , M. J., D ekovica, M . & M eeus, W. H. J. (1999). A utonom y,
attachm ent and p sych osocial adjustm ent du rin g adolescence: A
d ou b le-ed ged sword? Journal o f A d o lescen ce, 22, 7 71-783.
Papini, D. R. 8c R oggm an, L. A. (1992). A d olescen t perceived attach­
m en t to parents in relation to com p eten ce, depression, and anxiety:
A longitudinal study, Journal o f Early A d olescen ce, 1 2 ,4 2 0 -4 4 0 .
Paterson, J. E., Field, J. 8c Pryor, J. (1994). A d olescen ts’ perceptions
o f their attachm ent relationships w ith their m others, father, and fri­
ends, Journal o f Youth and A d olescen ce, 23, 579-600.
Ryan, R., Stiller, J. 8c Lynch, J. (1994). R epresentations o f relations­
h ip s to teachers, parents, and friends as predictors o f academ ic m o ti­
vation and self-esteem , Journal o f Early A d olescen ce, 14, 2 2 6 -2 4 9 .
Schneider, B. H. 8c Younger, A. J. (1996). A d olescent-parent attach­
m en t and adolescents’ relations w ith their peers: A closer look , Yo­
uth and Society, 28, 95-108.
Steinberg, L. (2007). Ergenlik, (Çev.: F. Ç ok), Ankara: im ge Kitabevi.
W illiam s, S. K. 8c Kelly, F. D. (2005). R elationships am on g in volve­
m ent, attachm ent, and behavioral problem s in adolescence: E xam i­
n in g father’s influence, Journal o f Early A d olescen ce, 2 5 ,1 6 8 -1 9 6 .
Z im m erm ann , P. 8c Becker-Stoll, F. (2002). Stability o f attachm ent
representations during adolescence: The in fluence o f ego-id en tity
status, Journal o f A d olescen ce, 2 5 ,1 0 7 -1 2 4 .
YETİŞKİNLİKTE BAĞLANMA
ROMANTİK BAĞLANMA
BAĞLANMA ve
ROMANTİK KISKANÇLIK

Günnur Karakurt

K
ıskançlık, Shakespeare’in deyişiyle “yeşil gözlü canavar”, aş­
kın karanlık bir yönü m üdür, yoksa ilişkiye değer verdiği­
ni gösterm enin bir yolu mu? Gelişimsel olarak kıskançlık, üç yaş
civarında ortaya çıkan doğal bir duygu olup, aldatılm a ve ilişkiyi
kaybetm eye karşı bir savunm a m ekanizm ası olarak görülebilir.
Genel olarak, kıskançlık yerinde kullanıldığında ilişkiyi zengin­
leştirip tu tkunun ve sadakatin ortaya çıkm asına yardım cı olabilir.
Buna karşılık, aşırı derecedeki kıskançlık ilişkide ciddi sorunla­
ra yol açabilir. Kıskançlık, genel anlamıyla, değer verdiğim iz bir
ilişkiye yönelik herhangi bir tehdide karşı sergilediğimiz tepkidir.
İçsel ve dışsal öğelerden oluşur. İçsel öğeler, kıskançlığın duygu­
sal boyutunu, yani acı çekmek, öfkelenm ek ve üzülm eyi içine alır.
İçsel öğeler aynı zam anda kıskançlığın bilişsel yönlerini, yani ken­
dimize ve başkalarına karşı olan tutum larım ızı ve inançlarım ızı
da içerir. Dışsal öğeler ise kıskaçlığın fiziksel boyutunu oluşturur
ve kıskançlığı ifade etm em ize yarayan davranışları, örneğin ağla­
mayı, bağırm ayı ve öfkelenmeyi içerir.
Kıskançlık: Nedenleri, Etkileri ve Sonuçları
Rom antik ilişkilerde kıskançlık, düşünceler, davranışlar ve
duyguların karışım ından oluşur. Bu karm aşık bileşim, gerçek ya
da olası bir üçüncü kişinin ilişkinin geleceğini, kalitesini ya da
kişinin kendine olan güvenini tehdit etmesiyle ortaya çıkar. Ro­
m antik kıskançlığın gelişebilmesi için ilişkiye karşı bir tehdidin
oluşması gerekir. Buradaki tehdit gerçek bir tehdit yahut bir teh­
dit algısı olabilir ve kendisini farklı şekillerde gösterebilir. M ev­
cut akadem ik çalışm alara göre, kıskançlık hissi hem kişinin ka­
rakter özellikleri, hem ilişkinin doğası, hem de tarafların sosyal
ortam ları ile ilgilidir. Özellikle kişilik özellikleri ele alındığında,
kişinin kendine olan güveninin düşük olm asının ve yetersizlik
duygusunun kıskançlıkla yakından ilişkili olduğu görülm üştür.
Sosyal karşılaştırm a açısından bakıldığında da, kıskançlık, kişi­
nin kendisini başkalarıyla karşılaştırm asının sonucunda ortaya
çıkar. Böyle bir durum da kişi üçüncü kişinin özelliklerinin daha
ağır bastığını ve kendisinin yenik düştüğünü düşünebilir. Özel­
likle eşin iki tarafı da iyi tanıdığı düşünülürse bu durum kişinin
kendisine olan güvenini tehdit edici bir hal alabilir. Bu açıdan,
kişinin kendine duyduğu güvenin derecesi eşin sadakatini algı­
lam ak konusunda önemli rol oynar. Kendine yeterince güven­
meyen insanlar eşlerinin sadakatine karşı daha şüpheci bir tavır
sergilerler. Ç ünkü bireyler kendileri hakkında olum lu görüşe sa­
hip değillerse, ilişkilerinin dışarıdan gelecek potansiyel tehditlere
karşı daha savunm asız olduğunu düşünebilirler. Ö rneğin, “eşim
ya da herhangi biri niçin benim le yaşamaya devam etm ek istesin
ki” diye düşünebilirler. Bireysel etkenler kadar ilişkinin doğası ve
ilişkisel etkenler de kıskançlık duygusuyla yakından ilgilidir. Bu
ilişkisel etkenler arasında en önem lilerinden biri duygusal b a ­
ğımlılıktır. Eşlerinin ilişkiye yaptığı yatırım dan bağım sız olarak
ilişkiye aşırı derecede bağım lılık gösteren kişiler çok daha lazla
kıskançlık sergilerler. Bu, eşin başkalarına karşı gösterdiği en ufak
ilgide bile kendisini gösterir. İlişkiye karşı duygusal bağım lılık
iki tem ele dayanır: Bunlardan birincisi kişinin ilişkinin dışında
gerçek ya da potansiyel doyum bulabilm e olanakları ile ilgilidir.
Eğer kişi ilişki dışarısında herhangi b ir arkadaş, iş ya da alternatif
ilişki olanaklarından yoksunsa ilişkiye daha fazla bağım lılık geliş­
tirir. Dolayısıyla, ilişkiyi kaybetm ek ya da kaybetm e olasılığının
olması, böyle kişiler için çok daha zarar verici hale gelir. İkinci
bir bağım lılık kaynağı ise ilişkiye yönelik duygusal bağlılık ve eşin
davranışlarının kişinin üzerindeki duygusal etkisi ile ilgilidir. Eşe
yönelik duygusal bağlılık elbette öncelikle ilişkinin tarihine daya­
nır; hem süre hem de birlikte yaşanılanlar açısından. Bu süreçte,
ilişki içerisindeki iki kişinin kim likleri, kişilikleri birbirinin içeri­
sine geçebilir. Böyle bir durum , ilişki içerisindeki iki kişiden bi­
risinin, diğerinin davranışlarına aşırı bir duyarlılık geliştirm esine
neden olabilir. Nitekim araştırm alar gösterm ektedir ki, kaynağı /
kökeni ne olursa olsun, ilişkideki duygusal bağım lılık arttıkça kıs­
kançlık hissi de artm aktadır. Bunların yanı sıra, kıskançlık kişinin
eşin sadakatine karşı güvensizliğinden de önem li ölçüde etkilen­
mektedir. Eğer kişi ilişkide kendisini daha güvensiz hissediyorsa
daha fazla kıskançlık hissedecektir. Diğer bir deyişle, eşe duyulan
güven kıskançlığa karşı bir tam pon görevi görmektedir. İlişkide
varolan güven, aylar, hatta yıllar boyunca birlikte yaşanan çeşitli
deneyim lerle ve eşlerin ilişkiye zam an içinde daha fazla yatırım
yapmalarıyla gelişir, olgunlaşır. İlişkinin erken dönem lerinde gü­
vensizlik daha fazla olacağı için, eşin başkalarına olan ilgisi ilişki­
ye yönelik daha ciddi bir tehdit olarak algılanabilir. Buna karşılık,
birçok çift için güven hissi zam anla gelişeceği için kıskançlığı te-
tikleyecek olaylar ilişkinin sonraki yıllarında daha az tehdit oluş­
turm aktadır.
Bağlanma Stillerine G öre Kıskançlık
Bağlanma birçok organizm anın doğal gelişim inde önemli bir
rol oynar. Bebekler yeni doğduklarında ancak bir yetişkinin b a­
kım larını ve korum alarını üstelenm esi sayesinde hayatta kalabilir.
Bu yüzden bebekler ebeveynleri ile fiziksel yakınlığı korum ak için
özel bir çaba sarf ederler. Ne zam an ki ebeveyn hareket etmeye ya
da bebekten uzaklaşm aya başlasa, bebek fiziksel ya da görsel ola­
rak ebeveyni takip eder. Bu fiziksel yakınlık herhangi bir şekilde
kurulam adığında, bebek kaygılanmaya ve bu kaygısını davranış­
ları ile göstermeye başlar. Ağlamak, gülüm sem ek ve görsel olarak
onu takip etm ek, yakınlığı pekiştirm ek ve kaygıyı azaltm ak için
kullanılan davranışlar arasında sayılabilir.
Bir bebeğin bağlanm a stili, ebeveynin bebeğe yönelik davra­
nışlarından önem li ölçüde etkilenir. Bebekler, 6-7. aydan itibaren
kim in onların bakım ı ile ilgilendiğini, kim in onların stres sinyal­
lerine karşı daha duyarlı olduğunu, daha çabuk ve aynı zam anda
ilgili bir biçim de cevap verdiğini dikkate alarak seçerler. Tekrarla­
nan bu tip etkileşim ler bebeklerin başkalarından ve kendilerinden
ne beklem eleri gerektiğini onlara öğretir. İşte bu etkileşimler, iç­
sel çalışan m odellerin gelişmesinin tem ellerini oluştururlar. İçsel
çalışan modeller, hatıralarım ız, ebeveynlerle olan etkileşimimiz,
onlara olan inancım ız ve beklentilerim izi temsil eder. Bebeklikten
başlayarak oluşturduğum uz bu modeller, ne zam an yeni bir iliş­
kiye girsek tekrar etkinleşir ve aktif bir şekilde yeni tanıştığım ız
kişilerle olan ilişkilerimizi etkilemeye başlarlar.
Kendimiz ve başkaları hakkında nasıl bir içsel m odele sahip ol­
duğum uz, doğal olarak rom antik ilişkide bulunduğum uz kişiye
karşı hissettiğim iz kıskançlığı büyük bir ölçüde etkiler. Bağlan­
ma kuram ına göre, bağlanm a davranışlarının ana am acı yakınlığı
korum ak olup, yakınlığın kırılm asına neden olacak ve yakınlığı
tehdit edecek herhangi bir durum kaygı, endişe ve tekrar yakınlık
kurm a çabalarıyla kendini gösterir. İlişkiyi kaybetm e korkusu ya
da ayrılık, bağlanm a sistem ini sarsar ve tekrar harekete geçmesine
yol açar. İlişkinin sonlanm ası ve ayrılık için birçok sebep olmakla
birlikte, ilişkinin bitm esini doğuracak durum lardan bir tanesi de
üçüncü bir kişinin araya girm esi ve ilişkide olduğum uz kişinin
üçüncü kişiyi tercih etmesi olabilir.
Kıskançlık ve bağlanm a stilleri arasındaki ilişki üzerine yapılan
çalışmalara göre, kişilerin bağlanm adaki bireysel farklılıkları, kıs­
kançlığı açıklam ada da olduleça etkilidir. Bu çalışm alar tutarlı bir
biçim de gösterm ektedir ki, güvenli bağlanm a stiline sahip kişiler
güvensiz bağlanm a stiline sahip kişilerle karşılaştırıldıklarında
çok daha az kıskançlık yaşam aktadırlar. Diğer birçok çalışma da,
güvenli bağlanm a stiline sahip insanların hem kendilerine daha
çok güvendiklerini hem de ilişkide oldukları kişiye karşı daha
çok güven duyduklarını gösterm ektedir. Bununla birlikte, güven­
siz bağlanm aya sahip kişilerin genel olarak daha fazla kıskançlık
yaşadıklarının gözlenm esine karşın, bunun kaçınanlardan ziyade
kaygılı / kararsızlarda daha fazla olduğu görülm üştür. Diğer bir
deyişle, kaygılı / kararsız bağlanm aya sahip bireyler, güvenli ve
kaçınan bağlanm aya sahip bireylerle karşılaştırıldıklarında, daha
yüksek oranda sahiplenm e ve kıskançlık davranışları sergilem ek­
tedirler. D aha detaylı çalışm alar gösterm ektedir ki, bağlanm a stil­
leri sadece kıskançlık hissinin yaşanm a yoğunluğundaki bireysel
farkları değil, aynı zam anda kıskançlık hissini yaşam a ve ifade
etm edeki bireysel farkları da açıklam aktadır. Bu çalışm alara göre,
kaygılı / kararsız bireylerin daha fazla kıskançlık yaşamaya yat­
kınlık gösterm eleri kendilerine duydukları güvenin ve saygının
düşük olm asının bir sonucudur. Bu kişiler, kıskançlık hissettikle­
rinde daha çok duygusal tepki gösterm elerine rağm en, kıskanç­
lıklarını ifade ederken, tahm in edilenin aksine çok fazla kızgınlık
gösterm em ektedirler. Kaçınan bağlananlar ise kaygılı / kararsızla
ra göre daha az kıskançlık yaşam aktadırlar. Bu durum , kaçınan
ların genel olarak kendi duygularından kaçınm a ve duygularını
bastırm aya çalışma eğilimleriyle de ilgilidir. Bu kişiler, kıskançlık
yaşadıklarında ise özellikle üçüncü kişiye karşı, daha fazla kızgın­
lık ve duygusal tepki göstermektedirler.

Kişilerin kıskançlıkla nasıl başa çıktıklarıyla ilgili bireysel fark­


lılıklar yine bağlanm a stillerindeki farklarla açıklanabilir. Burada
‘başa çıkm ak’, bize zarar verebilecek problem lere ya da tehdit­
lere karşı otom atik tepkilerin m evcut olm adığı durum larda, bu
problem lerin üstesinden gelme çabası olarak tanım lanabilir. Başa
çıkm ak, m utlaka başarılı bir şekilde bu problem lerin üstesinden
gelme anlam ı taşımayacağı gibi, gösterilen başarılı ya da başarısız
herhangi bir çaba da başa çıkm a çabalarının bir parçası sayılır. Ki­
şiler farklı nedenlerden dolayı kıskançlık yaşasalar ya da yaşadık­
larında farklı şekillerde davransalar da yaşadıkları kıskançlığın
kontrolden çıkm asını istem ezler ve bir şekilde kendilerini kontrol
etm ek isterler. Bağlanma stilleri açısından bakıldığında, güvenli
bağlananlar, kıskançlıkla başa çıkm ak için çaba harcarken, iliş­
kilerini korum aya özen gösterirler. Yani kıskançlığı oluşturacak
herhangi bir durum karşısında bu kişilerin ilişkilerinin geleceği­
ni tem in etm ek ve sonlanm asım önleyecek başa çıkm a taktikleri
kullandıkları gözlenmiştir. Bu gözlemler, bu kişilerin kendilerine
ve ilişkide bulundukları kişiye güven duym alarıyla açıklanabilir.
Bu güven, başarılı iletişim ve olayları değerlendirm e becerileriy­
le de kendisini göstermektedir. Güvenli bağlanm aya sahip birey­
ler, güvensiz bağlanm aya sahip bireylerle karşılaştırıldıklarında
eşleriyle yakınlığı çok daha etkili bir biçim de sağlarlar ve doğal
olarak kıskançlıkla daha kolay başa çıkarlar. Öte yandan, kaçınan
bağlananlar, güvenli ve kaygılı / kararsız bağlanan bireylerle kar
şılaştırıldıklarında ilişkiyi korum aya yönelik davranışları en az.
gösterenlerdir. Bu bireyler, bağlanm a sistem ini harekete geçirm e­
meyi tercih eder ve eşleriyle yakınlaşm ayı sağlayacak davranışla­
rı en aza indirm eye uğraşırlar. Bu, ilişkide oldukları kişiye karşı
duydukları güvensizliğin ve kim senin onların rahatını, iyiliğini,
refahını sağlam ak için çabalamayacaklarına, kendilerine destek
olm ayacaklarına yönelik beklentilerinin, inançlarının bir sonucu
olarak da görülebilir. A raştırm alara göre, kaygılı / kararsız bağla­
nan bireyler diğerlerine oranla daha fazla kıskançlık gösterseler
de, iş kıskançlıkla başa çıkmaya geldiğinde diğerlerine kıyasla çok
da etkili yöntem lere sahip değildirler. Bu çalışmalar, kaygılı / ka­
rarsız bağlanm aya sahip bireylerin kızgınlıklarını bastırm aya ve
saklamaya çalıştıklarını am a bir taraftan da kızgınlıklarını pasif-
agresif bir biçim de göstermeye yatkın olduklarını göstermektedir.
Bu pasif-agresif davranışlar arasında, savunucu, iğneleyici ve iliş­
kide oldukları kişileri kıskandırm aya yönelik davranışlar sayıla­
bilir.

Bağlanma ve kıskançlık ilişkisi üzerine ülkem izde yapılan bir


çalışma, bazı kişisel ve ilişkisel değişkenlerle rom antik kıskançlık
ve başa çıkm a yöntem leri arasındaki ilişkiyi incelemiştir. A raş­
tırm aya, bir aydan uzun süredir rom antik ilişki içerisinde olan
306 kişi katılmıştır. Bağlanma m odelleri ile kıskançlığın yol açtığı
tepkilerin incelenm esi, yetersizlik, kendinden şüphe etm e, korku
ve endişelerin insanın sahip olduğu bağlanm a stillerinden etki­
lendiğini gösterm iştir. Buna karşılık, kızgınlık, aldatılm ışlık his­
si, üzüntü, hayal kırıklığı, güçsüzlük hissi, düşm anlık ve hiddet
açısından bağlanm a stilleri arasında bir fark bulunam am ıştır. Bu
araştırm aya göre, güvenli bağlanm aya sahip kişiler kıskançlıkla
başa çıkarken, genellikle ilişkilerini korum aya özen gösterm ek­
tedir ve kendileri ile partnerlerine karşı daha az kızgınlık sergi­
lemektedirler. Kaçman bağlananlar kıskançlıkla başa çıkarken
ilişkilerini korum aya en az özen gösterenlerdir.
Kıskançlıkla Başa Çıkmak
Kıskançlıkla nasıl başa çıkabilirim? sorusuna yanıt verm ek çok
kolay değildir. Öncelikle, kıskançlık hissine karşı geliştirdiğimiz
tutum ların değiştirilm esi gerekir. Kıskançlık her ne kadar güçlü
bir bağlılığın sonucunda ortaya çıksa da, aşkın bir simgesi ola­
rak görülm em elidir. Aşırı kıskançlık, ilişkide olduğum uz kişiye
yönelik baskı ve ilişkiyi zedeleyici bir sorun olarak görülebilir.
Kıskançlık duygusunun farkına varm am ız bu sorunun önlenm esi
açısından önem lidir; bununla birlikte, yaşadığımız kıskançlığın
nedenleri konusunda kendim izle sam im i bir diyaloga girm ek, bu
duygum uzun nereden kaynaklandığını anlam aya çalışm ak yarar­
lı olacaktır. Bu duygum uzu ilişkide olduğum uz kişiyle paylaşm a­
mız onunla kurduğum uz iletişim in gelişmesine de yardım cı olur.
Bunları yaparken eşimize ve ilişkiye değer verdiğim izi ve eşim izin
bizim için önem li bir yere sahip olduğunu gösterm em iz, ilişkinin
bu sorunu atlatmasında yardım cı olacaktır.

Kaynaklar
• A une, K. S. & C om stock, J. (1991). The experience and expression o f
jealousy: A com parison b etw een friends and rom antics, P sych ologi­
cal R eports, 69, 315-319.
• B artholom ew , K. & H orow itz, L.M. (1991). A ttachm ent styles am ong
you n g adults: A test o f a four-category m od el, Journal o f Personality
and Social Psychology, 61, 226-244.
• B erscheid, E. & Fei, J. (1977). R om antic love and sexual jealousy, In
G. C lanton and L. S. Sm ith (Eds.), Jealousy, 101-109, USA: Prentice
Hall.
• Bowlby, J. (1969 / 1982). A ttachm ent and Loss, Vol. 1: A ttachm ent,
USA: Plenum Press.
• Bowlby, J. (1973). A ttachm ent and Loss, Vol. 2: Separation, USA:
Basic Books.
• Bretherton, I. (1992). The origins o f attachm ent theory: John Bowlby
and M ary A insw orth, D evelop m en tal Psychology, 28, 759-775.
• Buunk, B. P. (1982). Strategies o f jealousy: Styles o f cop in g w ith ex t­
ramarital in volvem en t o f the sp ou se, Family Relations, 31, 13-18.
• Buunk, B. P. 8c Bringle, R. G. (1 987). Jealousy in love relationships,
In. D. Perlm an and S. D u ck (E ds.), Intim ate R elationships: D ev elo p ­
m ent, D yn am ics and D eterioration, 123-147, USA: Sage.
• Buunk, B. P. (1997). Personality, birth order and attachm ent styles
as related to various types o f jealousy, Personality and Individual
D ifferences, 23, 997-1006.
• Ellis, C. 8c W eistein, E. (1986). Jealousy and the social p sych ology o f
em otion al experience, Journal o f Social and Personal R elationships,
3, 337-357.
• Feeney, J. 8c N oller, P. (1990). A ttachm ent style as a predictor o f adult
rom antic relationships, Journal o f Personality and Social P sych o­
logy, 58, 281-291.
• Feeney, J. A. 8c N oller, P. (1991). A ttachm ent style and verbal d esc­
riptions o f rom antic partners, Journal o f Social and Personal Relati­
onships, 8, 187-215.
• Guerrero, L. K. (1998). A ttach m en t-style differences in the exp eri­
en ce and expression o f rom antic jealousy, Personal R elationships,
5, 273-291.
• Karakurt, G. (2009). The im pact o f adult attachm ent styles on the
experience o f rom antic jealousy: Testing a m ediational m o d el, N ew
York: V D M Verlag Dr. Müller.
• Karakurt, G. (2001). Yetişkin bağlanm a stillerinin rom antik k ıs­
kançlık üzerindeki etkileri, Y ayınlanm am ış Yüksek Lisans Tezi,
O D T Ü , Ankara.

• K lohnen E. C. 8c John, O. P. (1998). W orking m o d els o f attachment:


A th eory based prototype approach, In. J. A. Sim pson 8c W. S. Rho-
les (Eds.), A ttachm ent Theory and C lose R elationships, pp. 115-140,
USA: G uildford Press.
K nobloch, L. K., S olom on , D. H. & Cruz, M . G. (2001). 'Ihe role o!
relationship develop m en t and attachm ent in the exp erience o f ro­
m antic jealousy, Personal R elationships, 8, 205-224.
R adecki-B ush, C., Farrell, A. D. & Bush, J. P. (1993). Predicting je ­
alous responses: The influence o f adult attachm ent and depression
o n threat appraisal, Journal o f Social and Personal R elationships, 10,
569-588.
Salovey, P. & R odin, J. (1984). Som e antecedents and co n seq u en ­
ces o f social-com p arison jealousy, Journal o f Personality and Social
P sychology, 47, 780-792.
Sharpsteen, D. J. (1995). The effects o f relationship and self-esteem
threats on the lik elih ood o f rom antic jealousy, Journal o f Social and
Personal R elationships, 12, 89-101.
Sharpsteen, D. J. & Kirkpatrick, L. A. (1997) R om antic jealousy
and adult rom antic attachm ent, Journal o f P ersonality and Social
P sychology, 72, 627-640.
Sim pson, J. A. (1990). Influence o f attachm ent styles o n rom an ­
tic relationships, Journal o f Personality and Social Psychology, 59,
971-980.
W hite, G. L. (1981). A m o d el o f rom antic jealousy, M otivation and
E m otion, 5, 295-310.
“BAĞLANMA” ve ALDATMA

Didar Kantarcı
Gül Şendil

akın ilişkiler, insan yaşam ının çok önem li bir parçasını


oluşturm aktadır. Birçok insan için yaşam, evlilik, aşk ve
arkadaşlık gibi yakın ilişki örüntülerinden m eydana gelmektedir.
İnsan yaşam ının büyük bir kısm ını etkileyen rom antik ilişkiler,
bireylerin hem fiziksel hem de psikolojik ihtiyaçları bakım ından
göz ardı edilemeyecek bir etkiye sahiptir. H er ikili ilişkinin ken­
di içerisinde farklı dinam ikleri vardır ve çiftler rom antik ilişkileri
içerisinde farklı davranış örüntüleri sergilerler. Bağlanma kuram ı,
bireylerin bebeklik dönem inde anne ile kurdukları ilişkilerin, ye­
tişkinlik yıllarındaki rom antik ilişkilerinde de etkinliğini sürdür­
düğünü ortaya koym uştur. Dolayısıyla bağlanm a kuram ı, çiftlerin
ilişki örüntülerini anlam a ve açıklam ada önem li bir çerçeve oluş­
turur. Bu yazının amacı da, rom antik ilişkilerde ve evliliklerde
oldukça sık rastlanan aldatm a konusunu bağlanm a kuram ı açı­
sından ele almaktır.

Aldatm a ve Nedenleri
Rom antik ilişkilerde yaşanan aldatm a, evlilik birliği ve b ü tü n ­
lüğü için hem sosyal hem de psikolojik yönden tehdit oluşturan
ciddi bir problem dir. Aldatm a, eşler arasındaki anlaşm a ve gii
venin, başka bir bireyin duygusal, cinsel ya da rom antik biçimde
ilişkiye dahil olmasıyla bozulm ası olarak tanım lanabilir. Aldat­
ma, dini açıdan günah; sosyal yaşam ve toplum kuralları açısında
da bir sapkınlık olarak kabul edilse de toplum içerisindeki varlığı
sürm ektedir. Evli erkeklerin % 50’d en fazlasının ve evli kadınla­
rın da % 50’ye yakınının, evliliklerinin herhangi bir dönem inde
evlilik dışı ilişki yaşadıkları ortaya konm uştur. N itekim yapılan
bir araştırm ada, Am erika’d a evlilik terapisine giden çiftlerin %
60-65’inin aldatm a sorunu nedeniyle tedaviye başvurdukları b e ­
lirtilmiştir.
Popüler basında ve m edyada da sıkça gündem e gelen bir
konu olm asına karşın, aldatm a ya da çok eşlilikle ilgili çalışm a­
lar 1990’lara kadar yeterince sistem atik ve kuram sal bir anlayışa
sahip olam amıştır. Bunun en önem li nedeni, aldatm anın, toplum
tarafından onaylanm ayan bir durum olması; dolayısıyla da araş­
tırm aya katılan kişilerin bu konudaki deneyim lerini sam im i bir
şekilde ifade etm ekten kaçınm alarıdır.

İnsanların neden birlikte oldukları insanları aldattıklarına yö­


nelik farklı bakış açıları sunulm uştur. Ö rneğin, nesiller boyu ak­
tarılarak gelen ahlaki anlayış, çoğu zam an aşkı olum lu, cinselliği
ise olum suz olarak değerlendirm iş ve bu anlayış her yeni nesi-
le aktarılmıştır. Bu anlayışa bağlı olarak, çocuklar cinselliğin ve
dolayısıyla cinsel partnerlerin şeytani ve kötü bir şey olduğunu,
aynı zam anda, cinsellikle yaşanan duyguların da gerekli olduğu­
nu öğrenm işlerdir. Çocuklukta aşk ve cinsellik farklı öğeler olarak
öğrenilirken, yetişkinlikte bireyin bunları birleştirm esi ve evlen­
diği eşiyle yaşaması beklenm iştir. Kişinin çocukluğunda cinselliği
kötü ve kirli bir olgu olarak öğrenm iş olması, bu tatm ini eşi ile
değil, daha düşük statülü ya da daha düşük değer biçtiği bir başka
kişiyle yaşam a arayışına girm esine neden olabilir. Dolayısıyla ki­
şiler, aşk ve sevgi tatm inini başka bir eşte, cinsel tatm ini ise başka
bir eşte yaşam a eğilimine yönelebilmektedir.
Yapılan araştırm alara göre, aldatm a nedenlerinin başında, evli­
lik ilişkisinde yaşanan cinsel ve duygusal tatm insizlikler ve evlilik
çatışmaları gelmektedir. Aldatm a hakkındaki birçok araştırm ayı
inceleyen bir araştırm acı, aldatan kişilerin, farklı alternatiflerin
varlığı tarafından “çekilmiş” değil, var olan ilişkilerindeki olum ­
suzluklar ve eksiklikler yüzünden aldatmaya “itilm iş” oldukları
yorum unu getirmiştir. Nitekim araştırm a sonuçları da, ilişkile­
rinde çok m utlu olmayan kişilerin, çok m utlu olan kişilere göre
dört kat daha fazla aldattıklarını ya da aldatm aya yöneldiklerini
göstermiştir. Aldatm a yaşamış ve yaşam am ış çiftler arasındaki
farklılıkların incelendiği bir araştırm ada ise, aldatmayı yaşayan
çiftlerin daha stresli oldukları, birlikte daha az zam an geçirdikle­
ri, geçirdikleri zam anlardan daha az hoşnut oldukları, ayrılmaya
ve boşanm aya daha yatkın oldukları ve güvensizlikle ilgili daha
çok tartışm a yaşadıkları saptanm ıştır. Ülkemizde yürütülen ve
204 evli kadın ve erkeğin, evlilik uyum u, aldatm a eğilimi ve ça­
tışm a eğilim lerinin incelendiği bir çalışm ada da, aldatm a eğilimi
yüksek olan kadın ve erkeklerin çatışm a eğilim lerinin de yüksek
olduğu sonucu ortaya konm uştur. Yine ülkem izde yapılmış olan
bir başka çalışm ada da benzer sonuçlara ulaşılmıştır. Araştırm aya
katılan kişilerin aldatm a eğilimiyle çatışmayı nasıl ele aldıklarının
incelendiği bu çalışmada, aldatm a eğilimi yüksek olan kişilerin,
çatışmayı ele alış biçim lerinin de olum suz olduğu ya da çatışmayı
olum suz olarak ele alan kişilerin daha fazla aldatm a eğilimi içinde
oldukları bulunm uştur. Bu sonuçlar, evde yaşanan çatışm aların
olum suz bir şekilde ele alınm asının, evlilik yaşam ında m utsuzlu­
ğu arttırabileceğini, bu durum un da farklı ilişki arayışlarına neden
olabileceğini düşündürm ektedir. Eşe kendi karar ve isteklerini
zorla kabul ettirm eye çalışma, yalan söyleme ya da fiziksel şiddet
uygulam a gibi çatışmayı olum suz şekilde ele alma biçim lerinin,
eşler arası iletişimi ve evlilikten alınan tatm ini olum suz yönde et
kilediği düşünülürse, böyle bir ortam da aldatm a eğilim inin dalıa
fazla olm ası beklenir bir sonuçtur. Bu sonuçlara bir başka açıdan
bakıldığında, farklı bir rom antik eş arayışına giren kişilerin, ken­
di eşlerine olan ilgilerinin azalması, eşleriyle daha az paylaşımda
bulunm aları ve eşlerinin de bu d urum dan rahatsızlık duym ala­
rı sebebiyle ilişkide yaşanan çatışm aların hem artm ası hem de
olum suz olarak ele alındığı yorum u da yapılabilir. Yani çatışmayı
olum suz olarak ele alm a biçim inin sebebi; eşlerden birinin evli­
lik dışı ilişki yaşıyor olması olabilir. Evlilik dışı bir ilişki yaşayan
kişi, kendi eşini ve evliliğini kaybetm ekten daha az korkuyor ve
diğer ilişkinin varlığı ile kendini rahat hissederek eşine karşı daha
olum suz davranışlar sergiliyor olabilir. Burada vurgulanabilecek
nokta; aldatm a davranışının ve çatışmayı olum suz olarak ele alma
biçim inin karşılıklı olarak birbirini beslediğinin göz ardı edil­
mem esi gerektiğidir. Ancak, aldatm a sebebinin tek başına evlilik
ilişkisine yüklenem eyeceğini söyleyen; alternatiflerin ve fırsat­
ların ortaya çıkm asının da evlilik dışı ilişkilerin gelişmesine yol
açabildiğini savunan araştırm acılar da vardır. Bu araştırm acılara
göre, bireyler yalnızca evliliklerinden m utsuz oldukları için değil,
kendilik değerlerini geliştirm ek ve kendilerini keşfetm ek için de
farklı rom antik eşlere yönelebilirler.
Aldatm a davranışının evlenm e yaşı, ekonom ik durum , eğitim
durum u, cinsiyet gibi bazı değişkenlere göre değişiklik gösterip
gösterm ediği de incelenmiştir. Bir araştırm a sonucuna göre, 16
yaşından önce evlenenler, 23 yaşından sonra evlenenlere oranla
dört buçuk kat daha fazla aldatm a yaşantısı bildirm işlerdir. Aynı
araştırm ada, ekonom ik d urum u iyi olan kişilerin, ekonom ik d u ­
rum u kötü olanlara göre daha fazla aldatm a eğilimi gösterdikle­
ri bulunm uştur. Bu sonuç, evlilik dışı ilişki yaşam ak için gerekli
olan otel ya da ev kiralayabilme; para karşılığı ilişki yaşayabilme
gibi koşulların m addi olanakları gerektirdiği şeklinde yorum lan
mıştır. Türkiye’d e yapılmış bir çalışm ada ise tersine; ekonom ik
d urum u düşük olan kişilerin iyi olanlara göre ve yine ekonom ik
durum u düşük olanların orta olanlara göre aldatm a eğilim leri­
nin daha yüksek olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bu sonuç için ise,
ekonom ik gelirdeki azalmayla birlikte eşlerin yaşam ve evlilik
kalitelerinin de düştüğü, ekonom ik sıkıntılara bağlı olarak yaşa­
nan çatışm aların arttığı ye bunlara bağlı olarak kişilerin evlilik
dışı ilişkilere yöneldikleri yorum u yapılmıştır. Aynı şekilde, aldat­
m anın kadın ve erkeklere göre farklılaşıp farklılaşm adığı da araş­
tırm alara konu olmuştur. A ldatm a konusunda yapılan araştırm a
sonuçları, erkeklerin kadınlara oranla daha fazla evlilik dışı ilişki
yaşadıklarını göstermiştir. Ö rneğin, Am erika’da yapılan bir çalış­
m ada erkeklerin % 23’ünün, kadınların ise % 12’sinin evlilik dışı
ilişki yaşadığı belirtilm iştir. Benzer oranlar başka çalışm alarda da
bulunm uştur. Ancak, bu sonucun araştırm aların yöntem lerinde­
ki ve veri toplam adaki eksiklik ve hatalardan ya da aldatm anın
erkek ve kadın için çifte standartla değerlendirilm esinden kay­
naklanacağı da tartışılm ıştır. Ö rneğin, erkeklerin aldatması, “yo­
lunu kaybetm işlik” olarak değerlendirilirken, kadının aldatması
“ihanet” olarak görülebilm ektedir. Ayrıca, ilerleyen yıllarda ka­
dınların aldatm a oranının da, sosyal ve ekonom ik yaşam da kadın
ve erkek rollerinin eşitlenm esi ve kadınların iş dünyasına girmesi
sebebiyle fırsatların artm ası gibi nedenlere bağlı olarak artacağı
da öne sürülm ektedir. A raştırm a sonuçları, aldatm anın erkek­
lerde ve kadınlarda ortaya çıkm a nedenlerinin farklı olduğunu
ortaya koym uştur. Yapılan çalışmalarda, erkeklerin, ilişkilerinin
hayal ettikleri gibi gitm em esi, cinsel tatm insizlik, yenilik arama,
egolarını tatm in etm e, çevrelerinde ciddi bir ilişki istemeyen k a ­
dınların varlığı, hissedecekleri anlık tatm in duygusuna yenilme,
intikam duygusu gibi nedenlerle eşlerini aldatabildikleri görül­
müştür. K adınların aldatm a nedenleri arasında, kendine güvenle­
rini arttırm a isteği, duygusal olarak ihm al edildiklerini düşünm e,
heyecan arayışı, rom antizm ihtiyaçlarını karşılam a isteği, eşlerin
den ya da sevgililerinden daha zengin ve statü sahibi biriyle bera­
ber olm a arzusu, cinsel tatm insizlik ve hiç bitm eyen ev işlerinin
ve sorum lulukların yükünden kurtulm a isteği sayılmıştır. Ayrıca,
bazı araştırm acılara göre, erkeklerin kadınlara göre daha fazla al­
datm a eğilim inde olm asının sebeplerinden biri de, bir ilişkiden
beklentilerinin kadınlara göre daha az olmasıdır.

Kadınlarla ve erkekler arasında, aldatm a konusundaki bir d i­


ğer farklılık ise, aldatm aya ilişkin değerlendirm eleridir. Erkekler,
eşlerinin kendilerini daha çok fiziksel olarak aldatm aları d u ru ­
m unda, kadınlar ise, duygusal olarak aldatılm aları durum unda
kaygı ve gerginlik yaşadıklarını belirtm ektedirler. Yapılan araştır­
maya göre, eşlerinin başka birine aşık olm a düşüncesi kadınların
% 80’inde ve erkeklerin % 52 sinde gerginlik yaratırken; eşlerinin
başka bir kişiyle cinsel ilişkiye girm esi düşüncesi, erkeklerin %
48’inde kadınların ise sadece % 20 sinde gerginlik yaratm aktadır.
Başka bir araştırm ada ise, kadınların, erkeklere göre aldatm a dav­
ranışını daha affedici olarak kabul etm elerine karşın, erkeklerin
aldatm aya karşı daha yıkıcı ve öfkeli tepkiler gösterdikleri b u lu n ­
muştur.
A ldatm anın sonuçları, aldatılan eş için oldukça yıkıcı olabilir.
Evliliğin devamlılığı ve kalitesi kadar aldatılan eşin ruhsal ve fi­
ziksel sağlığı da olum suz yönde etkilenebilm ektedir. D üşünce ve
duygu karm aşası, durum a dair bir açıklama arayışı, kıskançlık
ve geleceğe yönelik belirsizlik hissi, aldatılan tarafın yaşadığı ya
da yaşayabileceği bazı sonuçlardır. Aldatm a sonrasında kadınlar
erkeklere oranla daha fazla hayal kırıklığı ve kendini suçlam a -
kendinden şüphe etm e davranışı sergilemektedir. Ayrıca kadınlar,
erkeklere oranla aldatm a davranışına karşı daha affedici davranıp
ilişkiyi sürdürm eye daha istekli davranırken, erkekler aldatmaya
karşı daha yıkıcı ve öfkeli tepkiler göstermektedirler.
A ldatm a sonrasında bazı çiftlerin neden ilişkilerine devam e t­
tiği, bazı evliliklerin ise neden boşanm ayla sonuçlandığı konusu,
aldatılan tarafın, sadakatsiz eşin davranışına nasıl bir anlam yük­
lediği ve ne yönde atıfta bulunduğuna bağlı olarak değişir. Eğer
aldatılan eş, kendisini aldatan eşin davranışına, “Eşim beni aldattı
çünkü o güvenilmez biri” ya da “Bu hiçbir zam an değişm ez” gibi
içsel, genel ve kalıcı atıflarda bulunursa, ilişkiyi sonlandırm a, ay­
rılm a gibi olum suz tepkiler verm e ihtimali daha yüksektir. Tam
tersi durum da, aldatılan kişi, eşinin sadakatsizliğine, “Eşim beni
aldattı am a içine düşürüldüğü d urum da başka şansı yoktu” ya da
“Bunu bir daha asla yapmaz” gibi durum sal ve değişebilir atıflar
yüklerse ilişkiye devam etm ek ve d u ru m u çözüm e kavuşturacak
türden daha olum lu tepkiler verm e ihtim ali yüksek olacaktır. Ki-
şilerarasında aldatm aya karşı gösterilen bu farklı türden tepkile­
rin tem elinde kendine ve diğerine güven duym a vardır. Bu kitap
boyunca, bebeklikte anneyle kurulan bağlanm a ilişkisine bağlı
olarak kişilerin farklı bağlanm a stilleri geliştirdikleri ve her bağ­
lanm a stilinin kişinin kendine ve diğerlerine güven duym a tem e­
line dayandığı anlatılmıştır. Yine farklı bağlanm a stillerine sahip
olan kişilerin özellikleri detaylı olarak sunulm uştur. Şimdi de bu
bilgiler ışığında, bağlanm a stilleri ile aldatm a arasında nasıl bir
ilişki olduğu konusu ele alınacaktır.

Aldatm a ve Bağlanma Stilleri İlişkisi


Bebeklikte anneyle kurulan bağlanm a ilişkisi ve bu ilişkinin n i­
teliğine bağlı olarak gelişen bağlanm a stilleri, yetişkinlik yılların­
daki yakın ilişkilerin tem elini oluşturur. Dolayısıyla bebekliğin­
de annesiyle güvenli bir bağlanm a ilişkisi geliştirm iş bir kişinin
yetişkinlik yıllarındaki ilişkilerinde de güvenli olacağı beklenir.
Güvensiz bağlanm a sonuçları da yetişkinlik yıllarındaki ilişkilere
aynı şekilde yansıyacaktır. Evlilik içinde eşlerin yaşadıkları iliş­
ki kalitesinin düşmesi, iletişim lerinde ve çatışm alarında yaşanan
olumsuzluklar, bağlanm adaki güvensizliğe bağlı olarak karşı ta ­
raftan algılanan destek duygusunun azalması gibi sebepler, yeni
bir rom antik eş arayışına ve aldatm a eğilim inin artm asına neden
olacaktır.
Güvenli bağlanm a stiline sahip bireyler, yakınlık kurm a, iliş­
kiden tatm in olm a ve hem kendilerine heni de diğerlerine güven
duym a derecelerinin yüksek olması nedeniyle, güvensiz bağlan­
m a stiline sahip kişilere göre aldatm a davranışına daha az yö­
nelecektir. Nitekim yapılan birçok çalışma, bu sonucu destekler
nitelikte bulunm uştur. Ülkemizde 2009 yılında yapılan bir çalış­
m ada da güvenli bağlanm a geliştirm iş kişilerin, güvensiz bağlan­
m a geliştirmiş kişilere göre daha az aldatm a eğilimi gösterdikleri
bulunm uştur. Bağlanma stilleri ile cinsel davranışlar arasındaki
ilişkilerin incelendiği bir çalışm ada da, güvenli bağlanan kişilerin
kendilerini cinsel yönden çekici algıladıkları ve buna bağlı olarak
aldatm aya daha az yöneldikleri bulunm uştur.
Kaygılı / kararsız bağlanm a stiline sahip bireyler, kendilerine
daha az am a diğerlerine daha fazla güven duyan kişilerdir. Bu
nedenle eşlerinin daha fazla yakınlığına ihtiyaç duyan, bununla
birlikte bu yakınlığı sağlayamayacağı endişesini yaşayan kişiler­
dir. İlişkisinin her an bitebileceği ve terk edilebileceği endişesi­
ni yaşayan kaygılı / kararsız bağlanm a stiline sahip kişiler, uzun
süreli ilişkiler kurm akta zorlandıkları için, daha sık ancak daha
kısa süreli ilişkiler kurarlar. Bu nedenle de, bu kişiler, ancak uzun
süreli bir birlikteliği bir başkasında aram a arayışıyla aldatmaya
yönelebilirler. Yapılan bir araştırm a, kaygılı / kararsız bağlanm a
stiline sahip kişilerde aldatm a davranışına daha az rastlandığını
ortaya koym uştur. İlişkiye girm ekten çekinen ve reddedilm ekten
korkan bu kişilerin aldatm aya daha az yönelm elerinin olası bir
nedeni, kendilerine güvenlerinin düşük olm asından dolayı sahip
oldukları ilişkiyi kaybetm ekten ya da başkaları ile yeni ilişkilere
girm ekten korkm aları olabilir. Bir başka araştırm ada da, kadınla­
rın, bağlanm a stillerindeki kaygı düzeyi arttıkça anlaşm alı cinsel
birliktelikler yaşadıkları bulunm uştur.
Kaçman bağlanm a stiline sahip kişiler ise, kendilerine daha
fazla ama diğerlerine daha az güven duyan kişilerdir. D iğerleri­
ne olan güvensizlik, duygusal ilişkilerde yüzeysellik ve eşe bağ­
lanm aktan kaçınm a şeklinde kendisini gösterir. N itekim yetişkin
bağlanm ası ve aldatm a arasındaki ilişkilerin incelendiği araştır­
m alarda, kaçınan bağlanm a stiline sahip bireylerin hem fiziksel
hem de duygusal aldatm aya yöneldikleri, ayrıca, kaçm an bağla­
nan bireylerin tek gecelik ilişkilere daha fazla yöneldikleri bulun­
muştur. Güvensiz bağlanm a stili ile cinsel davranışlar arasındaki
ilişkiyi inceleyen bir araştırm ada da, hem erkek hem de kadınlar­
da, kaçm an bağlanm a stiline sahip kişilerin, daha fazla yüzeysel
cinselliği kabul ettiği ve yaşadığı, cinsellikle ilgili sınır ve kuralla­
rının da daha az olduğu bulunm uştur. Bu durum , kişinin yakınlık
kurm a ve yakın ilişki yaşam a davranışını sınırlandırm ak amaçlı
yapıldığı şeklinde yorum lanm ıştır. Aldatılm ış bireyler için bağ­
lanm a stilleri çerçevesinde bir danışm anlık m odeli geliştiren araş­
tırmacılar, aldatm a sebebiyle terapiye başvuran çiftler üzerindeki
gözlem lerine dayanarak, kaçm an bağlanm a stiline sahip kişilerin
yakınlık kurm a konusundaki zorlanm aları nedeniyle, her an fark­
lı bir yakınlık kurm a arayışı içinde olm alarının beklenebilir bir
d urum olduğunu belirtm işlerdir.
Sonuç olarak, güvensiz bağlanm a stiline sahip bireylerin iliş­
kiden ve evlilikten aldıkları tatm inin ve evlilik uyum larının, gü­
venli bağlanm a stiline sahip bireylere göre daha az olm asının, bu
kişilerin evlilik dışı ilişkilere yönelm elerine neden olduğu anlaşıl­
m aktadır. Dolayısıyla evlilikte ya da ikili ilişkilerde ortaya çıkan
aldatm aların bir anlam da bağlanm adaki güvensizlik hissinin te­
lafi edilm esi amacıyla yaşandığı söylenebilir.
Kaynaklar
• A llen, E. & B aucom , D. K. (2004). A dult attachm ent and patterns o f
extradyadic involvem en t, Fam ily Process, 43 (4), 467.
• A m id o n , A. D. (2007). Intim ate Relationships:. A dult A ttachem ent,
em o tio n R egulations, G ender R oles and Infidelity, U npublished
D octoral Thesis, U niversity o f Texas, U SA.
• A tkins, D. C., Baucom , D. H . & Jacobson, N. S. (2001). U n d erstan d ­
in g infidelity: C orrelates in a n ational random sam ple, Journal o f
Fam ily Psychology, 15 (4), 735-749.
• A tkins, D. C., B aucom , D. H „ Yi, J. & C histensen, A . (2005). Infidel­
ity in cou p les seek in g m arital therapy, Journal o f Fam ily Psychology,
19 (3), 470-473.
• A tw ood , J. D. & Seifer, M . (1997). Extramarital affairs and con stru c­
ted m eanings: A social con stru ction ist therapeutic approach, A m e ­
rican Journal o f Fam ily Therapy, 25 (1), 55-75.
• Blow, A . J. & Hartnett, K. (2005). Infidelity in com m itted relations­
hips: A m eth od olo g ica l review, Journal o f M arital and Fam ily T he­
rapy, 31 (2), 183-216.
• B oekhout, B. A., H endrick, S. S. & H endrick, C. (2003). E xploring
infidelity: D evelop in g the relationship issu e scale, Journal o f Loss
and Trauma, 8, 283-306.
• Bogaert, A. F. & Sadava, S. (2002). A dult attachm ent and sexual b e­
havior, Personal R elationships, 9 ,1 9 1 -2 0 4 .
• Bowlby, J. (1969). A ttachm ent and Loss, V olum e 1: A ttahcm ent,
USA: Basic Books.
• Buunk, B. (1987): C o n d itio n s that prom ote breakups as a co n se ­
quen ce o f extradyadic involvem ents, Journal o f Social and C linical
Psychology, 5, 271-284.
• Cramer, R. E., Lepinski, R. E„ Meteer, J. D. & Hauska, J. A. (2008).
Sex differences in subjective distress to unfaithfulness: Testing c o m ­
petin g evolution ary and v iolation o f infidelity exp ectation s h y p o th ­
eses, Journal o f Social Psychology, 148 (4), 389-405.
• C hristensen, A. & Heavey, C. L. (1990). G ender and social structure
in th e d em and / w ithdraw pattern o f m arital conflict, Journal o f Per­
sonality and Social Psychology, 59 (1), 73-81.
• Crowley, K. A. (2006). The relationship o f adult attachm ent style and
interactive con flict styles to m arital satisfaction, Published M aster
Thesis, Texas A & M University, U SA.
• D uba, J. D., Kindsvatter, A . & Lara, T. (2008). Treating infidelity:
C onsidering narratives o f attachm ent, The Fam ily Journal, 16: 293.
• Egan, V. & A ngus, S. (2004). Is social d om in an ce a sex-sp ecific stra­
tegy for infidelity? Personality and Individual D ifferences, 36 (3),
575-586.
• Feeney, J. (1999). A dult rom antic attachm ent and cou p le relations­
hips. In. J. P. Shaver (Eds.), H an d b ook o f A ttachm ent and C ouple
R elationships, pp. 355-377, USA: G uilford Press.
• Feeney, J. A. & N oller, P. (1990). A ttachm ent style as a predictor
o f adult rom antic relationships, Journal o f P ersonality and Social
Psychology, 58 (2), 281-291.
• Feeney, J. A., N oller, P. & Patty, J. (1993). A d olescen ts’ interactions
w ith th e op p osite sex: Influence o f attachm ent style and gender, Jo­
urnal o f A d olescen ce, 16 (2), 169.
• Fraley, C. R. & Shaver, P. R. (2000). A dult rom antic attachment:
T heoretical developm ents, em ergin g controversies, and unansw ered
q u estion s, R eview o f G eneral Psychology, 4 (2), 132-154.
• Freud, S. (1938). The Basic W ritings o f Sigm und Freud, (Qev.:A. A.
Brill), USA: The M odern Library.
• Gentzler, A. L. & Kerns, K. A. (2004). A ssociation s b etw een in se­
cure attachm ent and sexual experiences”, Personal R elationships,
1 1 ,2 4 9 -2 6 5 .
• Greeley, A. (1994). M arital infidelity, Society, 31 (4), 9-13.
• Hall, J. & Fincham , D. F. (2006). R elationship d issolu tion follow in g
infidelity: The roles o f attributions and forgiveness, Journal o f Social
and C linical Psychology, 25 (5), 508-522.
H azan, C. & Shaver, P. (1987). R om antic love conceptualized as
adult attachm ent process, Journal o f Personality and Social Psycho­
logy, 52 (3), 511-524.
Kantarcı, D. (2009). Evli bireylerin bağlanm a stillerine göre adat­
m a eğilim leri ve çatışm a y ö n etim biçim lerin in in celen m esi, Yayın­
lan m am ış Yüksek Lisans Tezi; İstanbul Ü niversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, İstanbul.
Kobak, R. R. & H azan, C. (1991). A ttachm ent in marriage: Effects o f
security and accuracy o f w orking m od els, Journal o f Personality and
Social Psychology, 60 (6), 861-869.
N orm ent, L. (1998a). Infidelity I: W h y m an cheat, Ebony, 48.
N orm en t, L. (1998b). Infidelity II: W h y W om en Cheat, Ebony, 54.
Polat, D. (2006). Evli Bireylerin evlilik uyum ları, aldatm a eğilim leri
ve çatışm a eğilim leri arasındaki ilişkilerin bazı değişkenler a çısın ­
dan in celen m esi, Y ayınlanm am ış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Ü n i­
versitesi Sosyal Bilim ler Enstitüsü, Ankara.
T hom son, A. P. (1982). Extramarital relations: G aining greater awa­
reness, The P ersonnel and G uidance Journal, 61 (2), 102-105.
T hom pson, A. P. (1984). Extramarital sexual crisis co m m o n them es
and therapy im plications, Journal o f Sex and M arital Therapy, 10
(4), 239-254.
W eil, M . W, (1975). Extramarital relationships: A reappraisal, Jour­
nal o f C linical Psychology, 31 (4), 723-725.
W eis D. L. & Slosnerick, M . (1981). A ttitudes tow ard sexual and
n on sexu al extram arital in volvem en ts am on g a sam ple o f college
students, Journal o f M arriage and the Family, 43, 349-358.
W iederm an, M. W. (1997). Extramarital sex: Prevalence and corre­
lates in a national survey, Journal o f Sex Research, 34 (2), 167-174.
EVLİLİK ve BOŞANMA SÜRECİNDE
BAĞLANMA

Ani Eryorulmaz*

B
ağlanm a kuram ı, çocukların anneleri ve/veya bakıcıları ile
kurdukları ilişkide stresli veya yardım a ihtiyaç duyduk­
ları zam anlarda aldıkları destek ve bakım ın, çocukluktan sonra
da kurulan ilişkilerde belirleyici olduğunu savunur. Yani bebek
annesiyle kurm uş olduğu ilişkiyi daha sonraki yaşam ında farklı
kişilerle olan ilişkilerine de taşır. D oğum la başlayıp üç yaşma k a­
dar gelişen bu bağlanm a sürecinde bebeğin beslenm e, korunm a,
barınm a, tehlikelerden k o ru n m a vb. ihtiyaçları vardır. A nne ve/
veya bakıcı bebeğin bu ihtiyaçlarına duyarlı oluyor, bu ihtiyaç­
ları karşılıyor ve tüm bunları yaparken de tutarlılık sergiliyorsa,
bebek anneyi daha sonra da dünyayı güvenilir, ihtiyaçlarının kar­
şılanacağı, isteklerinin doyurulacağı ve tehlikelerden uzak, k o ru ­
naklı bir yer olarak görür. B unun aksine, ender olarak sıcaklık,
yakınlık, destek ve kabullenm e görm üş bebekler, anneleri onların
istek ve ihtiyaçlarına düzenli, zam anında ve tutarlı cevap verm e­
diği durum larda kendi ihtiyaçlarını karşılam ak için kendi kaynak
ve becerilerine yönelir, kendileri dışında hiç kim senin onların

' ani@aileterapisi.biz www.aileterapisi.biz


ihtiyaçlarına ve isteklerine duyarlı olmayacağına inanır, huıuın
sonucunda da kendilerini çevreden soyutlar ve her işini kendisi
gören ve yakın ilişkilerden kaçan bireyler olarak yetişirler. Bir
çok araştırm a annenin davranışlarının çocuğun bağlanm a stilleri
üzerinde etkili olduğunu göstermektedir. Yani eğer anne/bakıcı
bebeğin ihtiyaçlarına karşı duyarlı ise bebek güvenli bir bağlanm a
oluşturm aktadır. Bebeğin ihtiyaçlarına tam olarak cevap verm e­
yen, tutarsız davranışlar sergileyen annelerin bebekleri kaygılı/
kararsız bağlanm a stiline sahip olurken, bebeğin tüm ihtiyaçlarım
reddeden, fiziksel ve duygusal tem astan kaçm an annelerin bebek­
leri ise kaçm an bağlanm a stiline sahip olm aktadır. A nne/bakıcı
ile kurulan bu ilk ilişkiler, insanın daha sonra kuracağı yakın iliş­
kilerde kendisini ve karşısındakini nasıl göreceği, algılayacağı ile
ilgili bir veri sunar. Buna göre, kişi annesi ile kurduğu ilişkiyi baz
alarak herhangi bir ilişkide kendisini ve karşısındakini algılayacak
iki m odel oluşturur. Eğer kişi çocuklukta ihtiyaçları karşılanm ış,
yaptıkları değerli görülm üş ise, kendisini sevilebilir, sevilmeye la­
yık ve bir ilişki içindeyken destek alabileceği şekilde değerli görür.
Bunun tam tersi, çocuklukta yaptığı işler beğenilm eyen, uygun­
suz bulunan çocuklar büyüdüklerinde kendilerini sevilmeye layık
olmayan ve destek alamayacak şekilde değersiz hissedebilir. İliş­
ki içerisinde diğer kişi de yine tem el bakıcının destekleyici veya
destekleyici olm am asına göre “destekleyici” ya da “güvenilmez”
olarak algılanır. Güvenli bağlanm a stili olan çocuk ve yetişkinler
hem kendilerini, hem de karşılarındakini olum lu olarak algılar­
lar, yani hem kendilerini sevilmeye layık hem de karşılarındakini
güvenilir bulurlar. Kaygılı / kararsız bağlanm a stili olan çocuk ve
yetişkinler kendilerini olum suz, karşılarındakini ise olum lu ola­
rak algılarlar. Yani bu kişilerin kendilerine duydukları saygı d ü ­
şük olsa da, karşılarındakini destekleyici ve güvenilir bulurlar. Bu
kişiler yaşadıkları ilişkinin problem leriyle çokça meşguldürler.
Kaçman bağlanm a stili sergileyen çocuk ve yetişkinler için ise
iki farklı ilişki m odelinden bahsedebiliriz. Kayıtsız kaçm an bağ­
lanm a stili olan kişiler, kendilerini olum lu fakat karşılarındakini
olum suz olarak algılarlar. Bu kişiler karşılarındakini destekleyici
ve güvenilir bulm adıklarından yakın ilişkilere girmezler. Korkulu
kaçınan bağlanm a stiline sahip kişiler ise hem kendilerini hem
de karşılarındakini olum suz olarak algılarlar. Bu kişiler yakınlık
ihtiyacı hissetseler de duygularını açığa çıkarm am ak için yakın
ilişkiler kurm aktan kaçınırlar.
İnsanın bağlanm a stili kendisini rom antik ilişkilerde ve evli­
liklerde de gösterm ektedir. Yani kişinin bağlanm a stili ilişkinin
oluşm ası (ya da oluşm aması) ve sürdürülm esinde (ya da sürdü-
rülem em esinde) etkin bir rol oynar. A raştırm alar, güvenli bağ­
lanm a stili olan kişilerin hem daha sadık ve m utlu yakın ilişkiler
yaşadıklarını hem de ilişkide karşılaştıkları sorunlara karşı daha
yapıcı çözüm m odelleri geliştirdiklerini gösterm ektedir. Uzun
soluklu, kişilerin kendilerini m utlu ve ilişkilerini doyum lu bul­
dukları evliliklerin ortak özellikleri araştırıldığında, evlilikteki
“ortak a la n ’ın kalınlığının önem li bir rol oynadığı görülm üştür.
“O rtak alan” olarak nitelenen alanın ise evliliklerde başından var
olm asının değil de oluşturuluyor olm asının evliliğin uzun soluk­
lu ve tatm inkâr olarak değerlendirilm esine neden olduğu b u lu n ­
muştur. “O rtak alan” olarak nitelenen alanda, evliliği oluşturan
bireylerin değer yargıları, hayata bakış tarzları, karşılıklı yapılan
fedakârlıklar am a en çok da benzer problem çözme becerileri b u ­
lunm aktadır. Yani bir evliliği sürekli ve tatm inkâr kılan; baştan
bu ortak alana sahip olm aktansa, bu ortak alanı ilişki içerisinde
inşa ediyor olmaktır. Bir örnek verm ek gerekirse; para harcamayı
çok seven, alışveriş yaparak m utlu olan, paranın harcanm ak için
olduğunu düşünen bir erkekle, hayatta tasarrufun çok önemli
olduğunu düşünen, kendini güvende hissetm ek için para birik­
tirm enin gerekli olduğunu düşünen bir kadının evli olduklarını
düşünelim . Bu kadın ve erkek para konusunda sürekli kavga etm e
veya hayata ortak bir pencereden bakm a yollarından birini seçe­
bilirler. O rtak bir bakış açısı oluşturm ak için kadının ve erkeğin
hem kendilerini, hem de karşılarındakinin istek ve ihtiyaçlarım
öncelikle tanım ası ama daha sonra hem kendi hem de karşıla-
rındakinin ihtiyaçlarının karşılanm ası için neler yapılabileceği ile
ilgili olarak konuşabiliyor olm aları gerekmektedir. Problem le kar­
şılaştığında farklı alternatifler üretebilm ek için çalışan eşlerin “or­
tak alan ’larının daha kalın olduğu; bunun da daha uzun süreli ve
tatm inkâr evlilikler için önem li olduğu bulunm uştur. Evlilikte du ­
yulan tatm in / tatm insizlik de kişinin bağlanm a stili ile ilişkilidir.
Yani güvenli bağlanm a stiline sahip kişiler evliliklerini tatm inkâr
bulurken, kaygılı / kararsız kişilerin tam am en ilişkinin nereye git­
tiği, ne götürüp ne getirdiğiyle m eşgul oldukları, kaçm an bağlan­
m a stiline sahip bireylerin ise yakınlıktan olabildiğince kaçtıkları
görülm üştür. Peki, çocuklukta oluşturduğum uz bir bağlanm a stili
rom antik ilişkilerde ve daha sonrasında da evliliklerde nasıl etkili
olabilmektedir? Bu sorunun cevabını ancak birden fazla m ekaniz­
mayı açıklayarak verebiliriz. Öncelikle, güvenli bağlanm a stili ki­
şinin kendisini karşısındakine daha çok açmasına, paylaşmasına,
onunla daha yakınlaşm a arzusuna sahip olmasına; bunun da daha
güvenilir, yakın ve tatm inkâr bir ilişkiye neden olduğunu söyleye­
biliriz. Bağlanma stili ile olum lu ve olum suz duyguları ifade etm e
arasında da bir ilişki olduğunu biliyoruz. Güvenli bağlanm a sti­
line sahip kişiler olum suz duygulardan ziyade, daha olum lu ve
durum a daha uygun duyguları paylaşm aktadırlar ki bu da bera­
berinde daha tatm inkâr bir ilişkiyi getirmektedir. B unun dışında,
yine güvenli bağlanm a stiline sahip yetişkinler karşılarındakinin
davranışlarını daha destekleyici olarak görm e eğilim indedirler.
Ayrıca, kişinin sam im iyet derecesinin de -burada samimiyet, ki­
şinin kendisine ait düşünce, duygu ve um utlarının paylaşılması
olarak kullanılm ıştır- yakın ilişkilerde etkili olduğu görülm ekte­
dir. Güvenli bağlanm a stiline sahip kişilerin daha sam im i olduk­
ları, bunun sonucu olarak da daha doyurucu ve tatm inkâr ilişkiler
yaşadıkları bilinmektedir.
Rom antik ilişkilerin ve evliliklerin sürekli ve tatm inkâr oluşu­
nun kişinin duygularını yönetebilmesiyle ilişkili olduğu bir ger­
çektir. Kişinin duygularını yönetebilm esi de yine bağlanm a stili
ile ilişkilidir. Ç ocukluk dönem inde tıpkı rom antik ilişkilerde ve
evliliklerde olduğu gibi üç grup davranış hem çocuklar hem de
yetişkinler için tehdit oluşturm aktadır. Tehdit oluşturan ilk grup
açlık, yorgunluk ve hastalıktır. Kişi için zorluk yaratan bir başka
grup davranış ise çocuklukta annenin/bakıcının, yetişkinlikte de
eşin reddedici tutum u, orada bulunm am ası, terk etm esi veya ye­
terince dikkatli olmamasıdır. Yine tehdit oluşturan üçüncü grup
ise, çevredeki değişiklikler ile ilgili olan alarm durum larıdır (ör­
neğin, arkadaşların kişiyi eleştirm esi veya bir sosyal çevreden dış­
lanm ışlık duygusu). Tüm bu durum lar bir çocukta olduğu kadar
bir yetişkinde de yaşamsal bir kaygıya neden olur. Yetişkinlerin
bir yakın ilişkide ve evlilikte bu tü r sorunlar yaşadığında duygu­
larını yönetebilm eleri, eşlerinden yakınlık ve destek isteme veya
istemem e davranışlarını üç farklı bağlanm a stratejisi çerçevesin­
de inceleyebiliriz. Ö nce güvenli bir ilişkinin var olduğunu düşü­
nelim. Bu du ru m d a kişi kaygılı ise eşine yaklaşır ve destek ister
ve karşı taraf da o sırada kaygılı olan eşini sakinleştirir, o n u n ­
la yakınlık kurar, yani ona istediği desteği sağlar. Bu da kişinin
kaygısını azaltır ve ilerisi için farklı kaygı yaratacak durum lar ile
daha kolay başa çıkabilm esine neden olacak bir güven duym asına
neden olur. Kaçm an bir ilişki m odeline baktığım ızda, kaygılı kişi
yakınlık ve destek aradığı zam an karşı taraf bu ihtiyaca cevap ver­
mez. Yani karşı taraf kaygılı eşi desteklem ek veya rahatlatm ak için
bir şey yapmaz. Bu d urum da kaygılı olan taraf zam anla kaygısını
bastırm a yolunu seçer ve duygusal olarak bu eşe ve ilişkiye olan
yatırım ını keser. Kaygılı / kararsız bir ilişki m odelinde ise, kaygılı
kişi yine karşı taraftan istediği destek ve yakınlığı görm ez fakat
bu d urum da kişi bu yakınlığı, tem as ve desteği alabilmek için
fazlasıyla ısrarcı davranır. Bu kişiler kaygılarını azaltabilm ek için
tüm dikkat ve enerjilerini bağlandıkları kişiye yönlendirirler. Bu
aşırı ve obsesif ilgi karşı tarafın onları neredeyse reddetm elerine
neden olur. G örüldüğü gibi, çeşitli açılardan bakıldığında güven­
li bir bağlanm a stilinin evliliklerin tatm inkâr ve sürdürülebiliyor
oluşu ile yakın bir ilgisi vardır. Peki, güvenli bağlanm a stili olan
bireylerin her zam an güvenli; kaygılı / kararsız bağlanm a stili olan
bireylerin her zam an kaygılı / kararsız ve kaçm an bağlanm a stili
olan bireylerin de yine her zam an kaçm an bireylerle eşleştikleri­
ni söylem ek m üm kün m üdür? Bu sorunun cevabını verm ek için
kişilik kuram larından yararlanabiliriz. Farklı kuram lar bize kişi­
lerin ilk pozisyonları - yani anne/bakıcı ile kurdukları ilişkideki
pozisyonlarını- aldıkları ilişkileri sürdürebilecek eşler seçtiklerini
gösteriyor. Yani kişiler eşlerini ya aynı özellikte bağlanm a stilleri
olan kişilerden ya da “tam am layıcı” özellikteki bağlanm a stilleri­
ne sahip kişilerden seçiyorlar. Yani iki kaçm an yani samimiyet,
yakınlık istemeyen, yakın ilişkiden rahatsızlık duydukları için
bundan kaçm an bireyler evlenebildiği gibi, aynı zam anda kaçm an
bir birey ile kaygılı/kararsız bir birey de ilişki kurabilirler. Çünkü
kaçm an bağlanm a stiline sahip bir birey, kaygılı / kararsız kişinin
ilişki ile ilgili bağım lılık tavırlarını ondan kaçınabilm ek için bir
neden olarak görecek ve kaçm an tutum unu sürdürebilm ek için
böyle bir ilişkiyi uygun bulacaktır. Ayrıca, yapılan araştırm alar
genellikle güvenli bağlanm a stiline sahip bireylerin kaçm an ya da
kaygılı / kararsız bireylerle değil de yine güvenli bireylerle eşleştik­
lerini göstermektedir. Yeni evli 322 çiftle yapılan bir araştırm ada,
kaçm an ya da kaygılı / kararsız bağlanm a stili olan bireylerin yine
kendileri gibi kaçm an ya da kaygılı / kararsız bireylerle evlendik
leri görülm üştür. Yine bu araştırm ada, ister kaçm an ister kaygılı /
kararsız isterse de güvenli bağlanm a stiline sahip olsun; tüm kadın
ve erkeklerin güvenli bağlanm a stiline sahip bireylerle evlendik
leri, evlenmeyi tercih ettikleri görülm üştür. Bu durum , insanın ne
olursa olsun eninde sonunda kendisine onu tehlikelerden k oru­
yacak ve de çevresini keşfetmesinde ona yardım cı olacak “güvenli
bir lim an” arayışında olduğunu, olacağını göstermektedir.
Bağlanma stillerinin evli çiftlerin evliliklerini nasıl gördükleri
ve evlilikteki bir uyum un olup olm am ası konularında da önem li
bir belirleyiciliğinin olduğu görülm ektedir. Bir araştırm ada, her
iki tarafın da güvenli bağlanm a stiline sahip olduğu evliliklerin
daha uyum lu; kişilerden birinin güvenli olmayan bir bağlanm a
stiline sahip olduğu evliliklerin ise daha az uyum lu olduğu gö­
rülm üştür. Yani her iki tarafın da güvenli bir bağlanm a stilinin
oluşu evlilikteki uyum u arttıran bir faktördür. B unun da kişile­
rin kendilerini daha rahat açmalarıyla, yani ilişkide sam im iyetin
daha fazla oluşuyla ve karşılıklı olarak karşı tarafın daha olum lu
olarak algılanmasıyla bir ilişkisi olduğu gerçektir. Yine aynı araş­
tırm ada, bir problem çıktığında iki taraf da daha az içe kapandığı
ve daha az sözlü şiddete başvurduğu için her iki tarafın da güvenli
bağlanm a stillerine sahip olduğu evliliklerde sorunun daha kolay
ve çabuk çözüm e kavuştuğu görülm üştür.
Peki, bağlanm a stili bebeklik / çocukluk dönem lerinde oluştu­
ğuna göre ve genellikle de eş seçim inde kişinin başlangıçtaki yani
anne/bakıcı ilişkisine benzer bir d urum u sürdüreceği bir seçim
yaptığına göre evlilikler neden boşanm a ile sonuçlanm aktadır?
Klinik çalışm alar bize evliliklerin problem li olarak görüldüğü üç
farklı evreden söz edebilm em ize olanak sağlamaktadır. Evlilikle­
rin yüzde 30-40 kadarı ilk beş yıl içinde sona erm ektedir. Evlilik­
lerin boşanm a ile en çok sonuçlandığı ikinci dönem kişilerin otuz
ve kırk yaş aralığında olduğu dönem dir. Tarafların hem çocuk
yetiştirm e, hem iş baskıları, kişisel olgunluk ve gelişme konuları
ile m eşgulken hem de farklı açılardan streslerini ve hayatlarını yö­
netem iyor olm aları bu dönem deki boşanm a artışlarını açıklaya­
bilmektedir. Boşanm aların daha sıklıkla görüldüğü bir başka dö
nem de çocukların evden ayrılm a dönem idir. Evliliklerini devam
ettiren 520 ve boşanm ış olan 570 çiftle yapılan bir araştırmaya
göre, boşanm a ile sonuçlanan ve sonuçlanm ayan evlilikler arasın­
da birçok farklılıklar bulunm aktadır. Bireylerin birbirlerinin istek
ve ihtiyaçlarını daha iyi anladıkları, bunların paylaşılabildiği ev­
lilikler daha sürdürülebilirdir. Kişinin kendisini açabilmesi, istek
ve ihtiyaçlarını karşı taraf ile konuşabilm esi kaygılı / kararsız ya
da kaçm an bir bağlanm adan ziyade güvenli bağlanm a stili göste­
ren bir birey davranışı olarak görülebilir. Kişinin karşısındakinin
ihtiyaçlarını anlayabilmesi hem sözel hem de davranışsal ipuçları­
nın değerlendirilm esi ile yakından ilgilidir. Bu da kişinin etrafına,
çevresine karşı duyarlı olm asını gerektirir. Yoğun bir biçim de eşe
odaklı, kafası salt ilişki ile meşgul, kişiler arası ilişkide yoğun öfke
yaşayan kaygılı / kararsız veya ilişkisine son derece sınırlı yatırım
yapan, eşine güvenm eyen veya eşini reddedici ve azarlayıcı olarak
gören bir kaçm an bağlanm a stiline sahip birey, karşısındakinin
sözel ve davranışsal ipuçlarıyla ilgilenemez, bunları yorum laya-
maz. İyi iletişim becerilerinin yanı sıra karşılıklı rol beklentileri
de evliliklerin boşanm a ile sonuçlanm asında etkilidir. Özellikle
kültürel, sosyal farklar ve büyük yaş farklılıkları evliliğin bitm e­
sinde önem lidir. Bireyin anne-babasının evlilik m odeli de sonu
boşanm aya varan evlilikler yapm asında etkili olan bir diğer fak­
tördür. A raştırm alar bize anne-baba boşanm asının değil de, anne-
babanın bitm eyen, devam eden problem lerinin bireyin rom antik
ilişkisine dolayısıyla da evliliğine ket vurduğunu göstermektedir.
Boşanan anne-babanın çocuklarının bir ebeveynle bile olsa gü­
venli bir bağlanm aya sahip olması, doyum lu, sürdürülebilir bir
rom antik ilişki yaşayabilmesi için yeterlidir. Bunların dışında, er­
ken yaşlarda evden ayrılm ak için yapılan evlilikler, evlenm e ön
cesi ham ilelik nedeni ile yapılmış evlilikler, düşük gelir ve düşük
eğitim seviyesinin olduğu evliliklerin de boşanm ayla sonuçlanm a
olasılığının yüksek olduğu görülm ektedir.
Boşanm a bireyde büyük stres yaratan bir durum olduğuna göre,
boşanm a ve boşanm a süreciyle başa çıkabilme de bir alarm süreci
olarak değerlendirilebilir. Boşanm ayı bir alarm yani kriz durum u
olarak tanım ladığım ızda da, bireyin bağlanm a stilinin bu süreçle
başa çıkabilm esinde ya da çıkam am asm da, dolayısıyla ru h sağ­
lığını koruyabilm esinde ya da koruyam am asında etkili olacağını
söyleyebiliriz. Yapılan bir araştırm ada güvenli bağlanm a stiline
sahip bireylerin güvenli olmayan bağlanm a stillerine sahip birey­
lere oranla boşanm ayı daha az tehdit edici bir durum olarak gör­
dükleri ve boşanm a sürecinde stres seviyelerinde hafif bir yükse­
liş olduğu görülm üştür. B unun sonucunda da bu kişilerin daha az
duygulara odaklanan çözüm stratejilerini kullandıkları, dolayısı
ile ruh sağlıklarını yıkıcı etkilerden daha kolay koruyabildikleri
ortaya çıkmıştır. Tüm bunları güvenli bağlanm a stiline sahip bi­
reylerin hem dünyaya, hem de kendilerine karşı daha olum lu bir
bakış açısına sahip oluşları ile açıklayabiliriz. Aynı araştırm ada,
kaygılı / kararsız bağlanm a stiline sahip bireylerin boşanm ayı bir
tehdit olarak algıladıkları ve güvenli bireylere oranla daha yüksek
stres yaşadıkları görülm üştür. Kaygılı / kararsız bireyler kendile­
rine ve dünyaya güvenm edikleri için kendilerini bu kriz durum u
ile baş edem eyecek d urum da algılamaktadırlar. Bu kişilerin duy­
gu odaklı, uygun olmayan şekillerde problem le baş etm eye çalış­
m aları da ru h sağlıklarında olum suz yönde değişikliklere neden
olmaktadır.
Son olarak, bağlanm anın yakın ve rom antik ilişkilerle, dola­
yısıyla da evliliklerle ve bir kriz olarak tanım ladığım ız boşanm a
süreciyle yakın ilgisi bu kadar açıkken akla şu soru gelmektedir?
Eğer birey güvenli bir anne/bakıcı ilişkisi kurm a şansı elde ede-
mediyse hayatı boyunca tatm insiz, m utsuz ilişkilere m ahkûm
m udur? Yapılan araştırm alar bağlanm a sürecinin büyük çoğun
luğunun bebeklikte 0-3 yaş arasında, bir kısm ının da ergenlikte
oluştuğunu gösterm ektedir. Bu konuda um ut vaat eden bir başka
araştırm a dizisi de bağlanm a stillerinin uzun vadede kalıcı olm a­
sına rağm en % 25’lik bir bölüm ünün de yaşam süreci içerisinde
değişikliğe uğradığını gösterm ektedir. Travmalar, olum suz yaşam
deneyim leri bağlanm a stilleri üzerinde olum suz bir etki yaparken
güvenli ilişkilerin ise olum lu bir etkisi olduğu bir gerçektir.

Kaynaklar
• A insw orth, M. D. S. (1991). A ttachm ents and O ther A ffectional
B ond s A cross the Life Cycle, USA: T avistock/R outledge.
• B aldw in, M. W. (1994). Prim ed relational schem as as a source o f
self-evaluative reactions, Journal o f Social and C linical Psychology,
13, 380-403.

• B irnbaum , G. E., Orr, I., M ilkulincer, M . 8c Florian, V. (1997). W hen


m arriage breaks u p -d oes attachm ent style contribute to cop in g and
m ental health? Journal o f Social and Personal R elationships, 14,
643.

• C aughlin, J. P. (2003). Fam ily com m u n ication standards: W hat c o ­


unts as excellent fam ily com m u n ication and h o w are such standards
associated w ith fam ily satisfaction, H um an C om m u n ication R ese­
arch, 29, 5-40.

• G ottm an, J. M . (1998). P sych ology and the m arital processes, A n n u ­


al R eview o f Psychology, 49, 169-97.

• Hayashi, G. M. 8c Strickland, B. R. (1998). L ong-term effects o f pa­


rental divorce o n love relationships: D ivorce as attachm ent d isru p ti­
on , Journal o f Social and Personal R elationships, 15, 23.

• Plessis, K. 8c Clarke, D. (2008). C ou p les’ helpful, unhelpful and ideal


conflict resolution strategies: Secure and insecure attachm ent d iffe­
rences and sim ilarities, Interpersona, 2 (1), 65-88.
• R obinson, M . (1991). Fam ily transform ation through divorce and
remarriage: A system ic approach, USA: Tavistock / Routledge.
• Senchak, M. & Leonard, K. E. (1992). A ttachm ent styles and marital
adjustm ent am ong n ew lyw ed couples, Journal o f Social and Perso­
nal R elationships, 9, 51.
• Solm uş, T. (2009). M ozaiğin Kadınları: Bağlanm aları ve Aşklarıyla
Türkiye’li Kadınlar, İstanbul: Sistem Yayıncılık.
BAĞLANMA, EVLİLİK DOYUMU ve
ÇATIŞMA

Mehmet Harma'

sikoloji ile ilgili en popüler söylem olan “çocukluğunuza


dönelim ” esprisini oldukça çok duym uş ya da yapm ışsınız­
dır. Her ne kadar günüm üz psikolojisine göre içinde bulunulan
bağlam ve çeşitli kültürel etkenler süre giden davranışlarım ızı
etkilese de bu söylem kısm en doğrudur. Özellikle yaşam ım ızın
erken dönemlerinde, bize bakan kişi ile yaşantılarım ız kendim iz­
le ve başkaları ile ilgili düşünce ve duygularım ızı önem li ölçüde
etkilemektedir.
Bebek, kendisine bakım veren kişi ile bu tekrarlı etkileşimleri

'O D T Ü Psikoloji Bölümü, İlişki Araştırmaları Laboratuarı, Çankaya / Ankara.


mehmetharma@gmail.com,
Web:http://psy.metu.edu.tr/rrl/people/mharma.html
Teşekkür: O DTÜ Psikoloji Bölümü İlişki Araştırmaları Laboratuarında çalış­
malarımıza her an destek veren Prof. Dr. Nebi Sümer’e ve çalışma arkadaşlarım
Burak Doğruyol, Gül Günaydın, Ahu Öztürk, Selin Salman ve Emre Selçuk’a
teşekkürü borç bilirim. Ayrıca erken dönem lerim de sağladığı güvenli liman
için annem Şule ve babam Adnan Harma’ya, duygusal destekleri için de Nida
Mustafa Harma ve Hilâl Şene sonsuz teşekkürler.
sonucunda bakıcısının -ki bu genellikle anne olm aktadır- ihtiyaç
duyulduğu anda ulaşılabilirliği hakkında beklentiler ve duygusal
bağlar geliştirmeye başlar. Bakıcıya, diğer adıyla birincil bağlan­
m a figürüne karşı geliştirilen bu duygusal bağların, çocuğun psi­
kolojik gelişim inde çocukla ilgilenen diğer kişilere göre daha kri­
tik bir önem taşıdığı bilinmektedir. Çocuk, erken yaşta bakıcısıyla
ilişkisinde bakıcının tepkileri tem elinde zihinsel m odeller (içsel
çalışan m odeller) geliştirir ve bu m odeller kişinin daha sonra k i­
şiler arası ilişkilerini yönlendiren bir rehber görevi görür. Ebe­
veynleriyle güvenli bağlanm a ilişkisi kuran çocuklar kendilerinin
ve başkalarının güvenilir olduğuna ve sevilmeye layık olduğuna
ilişkin inançlar geliştirirken, güvensiz bağlanan kişiler ise kendi­
lerinin sevilmeye layık olm adığına ve/veya başkalarının güvenilir
olm adığına ilişkin inançlar geliştirirler. Erken dönem de bağlan­
m a örüntüsü üzerine çalışan araştırm acılar, bebeklerin yakınlık
aram a ve güvenli bir tem el ihtiyacı açısından bireysel farklılıklar
gösterdiklerini bulm uşlardır. Bu farklılıkları, annelerin çocukla­
rın yanında olduğu ve olm adığı durum ları laboratuar o rtam ın ­
da gözleyen araştırm acılar güvenli, kaçınan ve kaygılı / kararsız
olm ak üzere üç tem el bağlanm a örüntüsü tanım lam ışlardır. A n­
nenin olduğu ortam larda bağım sızca çevreyi keşfetme davranış­
larında bulunan, anne ayrıldığında rahatsızlık hisseden am a anne
geri döndüğünde onu m utlu karşılayan çocuklar güvenli olarak
tanım lanm ıştır. Kaçınan olarak tanım lanan çocuklar, annelerinin
ortam dan ayrılm asından çok az rahatsız olm akta ve tekrar an ­
neleri döndüğünde onlardan uzak durm aktadırlar. A nnelerinin
ayrılm asına aşırı tepki veren ve anneleriyle bir araya geldiklerin­
de onlara karşı ikilemli, “gel-git”li davranan çocuklar ise kaygılı
/ kararsız olarak sınıflandırılm ıştır. D aha sonra bu üç kategoriye
dördüncü bir kategori olarak herhangi tutarlı bir ö rü n tü n ü n göz-
lenem ediği organize olm am ış / dağınık bağlanm a eklenmiştir.
Hazan ve Shaver, rom antik ilişkilerdeki duygu, düşünce ve dav-
ram şları anlam ada Bowlby’nin bağlanm a kuram ının temel olarak
kullanılabileceğini ileri süren ilk araştırm acılar olmuşlardır. f ş ya
da sevgili ile olan duygusal bağların, bebeklikte anneyle gelişti­
rilen bağlarla benzerlik gösterdiğini düşünen araştırm acılar ro ­
m antik ilişkilerin bağlanm a, ilgi-bakım ve cinsel davranışların bir
bileşkesi olduğunu savunm uşlardır. Dolayısıyla rom antik ilişkiler
erken dönem deki bağlanm a ile paralellik gösteriyorsa, eşin ya da
sevgilinin tıpkı erken dönem deki bakıcı gibi işlevinin olduğunu
söylem ek yanlış olmayacaktır. Diğer bir deyişle, eşim izin, özel­
likle stres anlarında, yakınlık aram a, bu yakınlığı devam ettirm e,
güvenli üs ihtiyacı gibi ihtiyaçlarımızı karşılam ası gerekm ekte­
dir. Tam bu noktada bazı araştırm acılar gerçekten de bağlanm a­
nın ilgi-bakım veren kişiden ya da anneden eşe (ya da sevgiliye)
aktarılıp aktarılm adığına dair kanıtlar aram ışlardır. Çalışm alar
özellikle ilişki süresi arttıkça bağlanm a ile ilgili yakınlık arama,
ayrılığa tepki ve güvenli bir tem el davranışları gibi tem el boyut­
ların birincil bağlanm a figüründen eşe aktarıldığını gösterm iş­
tir. Hazan ve Shaver’ın bu tem el çalışm alarından sonra yetişkin
bağlanm ası ve bağlanm a örüntüsünün yakın ilişkilerdeki etkileri
üzerinde pek çok çalışma yapılmıştır. Bu çalışm aların büyük ço­
ğunluğu bağlanm a davranış sistem lerindeki bireysel farklılıklara
odaklanm ıştır. Başka bir deyişle, bu çalışmalar yetişkinlerin bağ­
lanm a farklılıkları ve bunların yakın ilişkilerdeki olası etkilerini
incelemişlerdir. Sosyal psikologlar genellikle bağlanm a stillerin­
deki bu bireysel farklılıkları bağlanm a temelli kaygı ve kaçınm a
olm ak üzere iki boyutta ele alm aktadırlar. Bağlanma temelli kay­
gı; kişi için anlam lı bir başkası tarafından reddedilm e, istenm em e
veya dışlanm a korkularını ve yoğun bir şekilde yakınlık aram a
ihtiyacını içermektedir. Yüksek düzeyde bağlanm a temelli kaygı
ları olan kişilerin devamlı kendilerine duyulan sevgi ve yakınlık
hakkında bilgi toplam a ihtiyacında oldukları görülür. Bağlanma
temelli kaçınma ise, kişilerin kendileri için anlam lı / önemli bir
başkasının sevgisinden şüphe duym ası, yakınlığı sınırlandırm ası-
uzak durm ası ve başkasına dayanıp güvenm ektense kendine sa­
rılması gibi davranışlarla tanım lanm aktadır. A raştırm acılar bu
baş etm e yollarını tanım ladıkları m odellerinde kişilerin kaygı ve
kaçınm a düzeylerinin önem ine vurgu yapm ışlar ve bu iki fark­
lı boyut tem elinde güvenlik-temelli stratejiler, aşırı aktivasyon ve
aktivasyonu engelleme olm ak üzere üç farklı baş etm e yolu ta ­
nım lam ışlardır. Bağlanma figürünün algılanan ulaşılabilirliği ve
kişinin ihtiyaçlarına duyarlılığı güvenlik temelli stratejileri ifade
etmektedir. D aha çok güvenli bağlanan kişiler olarak tanım la­
dığımız, bağlanm a kaygı ve kaçınm asının düşük olduğu kişiler
ilişkilerine yönelik bir sıkıntı ile karşı karşıya kaldıklarında ya­
kın ilişkilerinde tutarlılık, süreklilik ve doyum u sağlayıcı bu tür
yöntem ler kullanm aktadırlar. Dolayısıyla, ilişkilerinde devam ve
doyum sağlayan bu kişileri gündelik hayatlarında daha verimli,
paylaşımcı ve tutarlı görebiliriz. Diğer taraftan, bağlanm a kaygı­
sının yüksek, kaçınm anın da düşük olduğu kişiler, yani kaygılı /
kararsızlar, bağlanm a figürüne yönelik abartılı yakınlık aram a ih­
tiyacı içine girerler- ki buna aşırı aktivasyon stratejisi denilm ekte­
dir. İlişkilerinin tehlikeye girdiğini düşünüp, devamlı eşinin ya da
sevgilisinin kendisini sevip sevmediğini, eskisi kadar ilgi ve sıcak­
lık gösterip gösterm ediği sorgulayan kişilerin bağlanm a ile ilgili
zihinsel tem sillerinin aktive olduğunu söylemek yanlış olm aya­
caktır. Son olarak, bağlanm a kaçınm asının yüksek am a bağlanm a
kaygılarının düşük olduğu kişiler yani kaçınanlar, ilişki tehdidiyle
başa çıkm ada kaygılı / kararsızlardan daha farklı bir yol izlerler.
Bu kişiler başkalarının kendilerine olan sevgisinin sorgusundan
ve doğrulam a ihtiyacından daha çok yakınlık aramayı bırakıp,
kendilerine yönelmeyi tercih ederler. Bu kendine yönelm e ge­
nellikle aktivasyonu engellemeye karşı gelmektedir. Yetişkin bağ­
lanm asına ilişkin çalışmaları, bağlanm a kaygı ve kaçınm alarının
düşük olduğu, kendisinin sevilmeye layık ve başkalarının ihtiyaç
anında ulaşılabilir ve güvenilir olduğuna inanan kişilerin yakın
ilişkilerinde daha çok doyum yaşadıklarını, stresli ve sıkıntılı ha
yat olaylarıyla daha iyi baş ettiklerini, daha iyi psikolojik uyum
gösterdiklerini ve eş ya da sevgili ile daha tutarlı bir ilişki sürdür­
düklerini göstermiştir.

Yetişkinlikte Bağlanma, İlişki Doyumu ve


Çatışmalar
Birbirini kıskanan, ilgi arayan, sevgilisini ya da eşini ihmal
eden kişi profilleri hem gerçek yaşam da hem de sinem a ve rek­
lam larda çok yabancı olm adığım ız sahnelerdir. Bu sahnelerin
izleyicisi olabildiğimiz gibi doğrudan aktörleri de olabiliyoruz.
Etrafım ızdaki ve kendi yaşam ım ızdaki rom antik ilişkilerim iz­
deki doyum suzlukları, kavgaları ya da üzüntüleri elbette sadece
bağlanm alarım ıza atfetmek, aşırı bir değer biçm e ve genelleme
olacaktır. A ncak kendim ize ve yakın ilişkide olduğum uz eşimize
ilişkin tem el öngörülerim izin, hislerim izin ve düşüncelerim izin
çoğunlukla bağlanm a biçim lerim iz tarafından şekillendiğini de
söyleyebiliriz. Özellikle yaşam ım ızın diğer alanlarında m eydana
gelen ve bizi endişeye, kızgınlığa sevk eden olaylar bağlanm a sis­
tem lerim izi aktive etm ekte, yakın ilişkilerdeki duruşlarım ızı ve
atıflarımızı belirlemektedir.
“Zorlu bir toplantıdan sonra sadece eşim in sesini duym ak is­
tedim . Telefonu ısrarlı çaldırm alarım sonuçsuz kalm ıştı. Bunun
üzerine tekrar ve tekrar telefona sarıldım. Bütün öğleden sonra
yapm am gereken işler beni beklerken ben O n a ulaşm aya çalışı­
yordum . En sonunda telefonunun kapandığını fark ettim . Bütün
gün yaşadığım kızgınlıktan sonra akşam evde olanları anlatm am a
gerek yok sa n ırım ...”
Yukarıdaki anı, bir arkadaşım ın eşiyle ilgili olarak bana deri
yanm alarından sadece bir tanesi. Tahm inim ce çoğu kişi burada
konuşan kişinin cinsiyetini m erak etm iştir. Cinsiyetten bağımsız
olarak düşünüldüğünde ve bu kişiye ilişkisinin ne kadar m utluluk
verici, doyum sağlayıcı olduğu sorulduğunda cevabının ne ola­
cağını bilm ek için dahi olm ak ya da yılların araştırm acısı olm ak
gerekmez. Bağlanma yönelim lerinin rom antik ilişkiler üzerindeki
etkilerini inceleyen neredeyse bütün çalışmalar, bağlanm a stili ile
ilişki doyum u arasında bir ilişki olduğunu göstermektedir. Bu iliş­
kinin gerek flört eden gerekse evli çiftler için geçerli olduğu b u ­
lunm uştur. Ancak, bu noktada, flört eden çiftlerin ilişki dinam ik­
leri ile evli çiftlerin, özellikle belirli bir süredir devam eden ilişki
dinam iklerinin farklı olacağını vurgulam ak gerekir. Evliliklerdeki
ilişki süresi, m ahrem iyet algısı ya da ayrılm anın bedellerinin ağır
olması gibi pek çok faktörden dolayı evlilik çalışmaları ayrı bir in ­
celeme konusunu oluşturm aktadır. Özellikle uzun süreli evlilik­
lerde, kişiler eşlerinin ihtiyaç anında ulaşılabilirliği ya da duyarlı­
lığı hakkında bazı tem el inançları geliştirmekte, günlük süregiden
yaşantılarında bu sorulara cevap aram am aktadır. Ancak, yeni bir
çocuğun doğum u, eşlerden birinin kaybı, çocukların büyüm esi ve
okul sorunlarının doğm ası gibi kritik dönem lerde eşlerin bağlan­
ma sistem leri aktif hale gelmekte ve ilişki doyum larında artış ya
da azalmaya neden olabilmektedir.
Bağlanmayla evliliklerdeki uyum ve çatışm alar hakkında ya­
pılan çalışm alar tem el olarak iki farklı grupta sınıflandırılabilir.
Bunlardan ilki, kişinin kendi içsel yaşantısı, diğeri ise karşılıklı
etkileşim ler tem elinde yapılan çalışmalardır. A raştırm alar bağ­
lanm a kaygı ve kaçınm asının evlilik içi çatışm a ve düşük ilişki d o ­
yum uyla ilişkili olduğunu bulm uşlardır. A ncak bu iki bağlanm a
boyutundan kaygının, kaçınm aya oranla ilişki doyum unu daha
çok etkilediği pek çok çalışma tarafından gösterilmiştir. D evam ­
lı yakınlık aram a ihtiyacında olan, sevgililerinin sürekli onayını
arayan bu kişiler, eşleriyle yaşadıkları olum suz yaşantıları daha
çok abartm akta, sorunları çözerken daha duygusal yollan tercih
etm ekte, bu duygusal yöntem ler de sorunu çözm ek bir yana daha
da dram atikleştirm ektedir. Dolayısıyla, bağlanm a kaygıları yük­
sek kişilerin eşleriyle daha çok çatıştıkları ve ilişki doyum larının
düşük olduğu gözlenmiştir. Her ne kadar bağlanm a kaçınm ası­
nın, kaygı kadar evliliklerde kötü etkilere sahip olduğu bulunm a­
sa da, araştırm alar kaçınm ası yüksek kişilerin evlilik içindeki bazı
problem leri çözerken kendilerine odaklı düşündüklerini, soru­
nun eşten kaynaklandığı kanısında oldukların, dolayısıyla so ru ­
nun kendilerine ait olm adığını düşündüklerini gösterm iştir. Bu
kişiler, evlilikteki çatışm a ortam ını tam olarak bir problem olarak
görm edikleri için ilişki doyum larının kaygısı yüksek eşlere oranla
daha az olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Psikolojideki farklı m etodolojik ve istatistiksel yöntem lerdeki
gelişmelerin yardım ıyla son yıllarda ilişkinin kendisini bir ana­
liz düzeyi olarak ele alan çalışm alarda bir artış görülm ektedir. Bu
çalışm alardan elde edilen en önem li bulgu, çiftlerin birinin bağ­
lanm a temelli kaygı ve / veya kaçınm asının diğerinin ilişki doyu­
m unu etkilediği yönündedir. Bir diğer deyişle, duygusal bağlarla
birbirine bağlı iki kişiden birindeki herhangi bir özellik, diğerinin
ilişki deneyim lerini doğrudan etkilemektedir. Genel olarak gü­
venli bağlanm ayan bir eşi olan birinin (bu kişi erkek de olabilir,
kadın da) olum suz ilişki deneyim leri olm asını bekleriz. A raştır­
m acılar bu cevabı açık soruları bir kadem e daha ileri götürerek,
hangi bağlanm a boyutlarının kadın ve erkekler üzerinde nasıl
etkilerinin olduğunu çeşitli çalışmalarla cevaplamaya çalışm ışlar­
dır. Özellikle Am erika’daki araştırm acıların bulguları birbirleriyle
örtüşm ektedir. Buna göre, bir taraftan “kaçm an” bir eşle birlik­
te olan kadınlar evliliklerinden daha az doyum alm akta, çatışma
sıklıklarının da arttığını vurgulam aktadırlar. D iğer taraftan, de
vamlı yakınlık arayan, ayrılığa şiddetli ve tekrarlı tepkiler veren
kadınların eşleri de ilişkiden aldıkları doyum un az olduğunu ve
sıklıkla aile-içi tartışm aların yaşandığını belirtm işlerdir. D aha
yalın bir söylemle, devamlı ilgi arayan, eşinin yakınlığını ve ula­
şılabilirliğini devamlı sınayan kadınların ve sorunları görm ezden
gelen, bir sorun varsa da bunun kendisinden değil de karşı ta ­
raftan kaynaklandığına inanan, sevgi ve sıcaklık aram ayan hatta
sağlamayan erkeklerin eşlerinin evliliklerinden aldıkları doyum ­
ların daha az olacağı ve çatışm anın aile içinde hâkim iletişim tarzı
olacağı görülm ektedir.
Belirli bağlanm a özelliklerine sahip kişilerin ilişki doyum ları­
nın nasıl olacağı, çatışmayı kim lerin daha çok yaşayacağı kadar,
bu çatışma sürecinde farklı bağlanm a stilindeki kişilerin davra­
nışları da ayrı bir araştırm a alanı olmuştur. Ö rneğin, bağlanm a
kaygısı yüksek kişilerin tartışm a sırasında daha az olum lu davra­
nışlar gösterdiği, yüksek kaygı yaşadıkları ve eşe yönelik saldırgan
duygular besledikleri, davranışlar sergiledikleri bulunm uştur. Ka­
çınm a bakım ından yüksek kişiler ise, kaygılıların tersine tartışm a
esnasında bir kızgınlık ve rahatsızlık hissetm em ekte, bir bakım a
tartışm a hiç yokm uş gibi davranm aktadırlar. H er ne kadar kişisel
olarak tartışm a sırasındaki bu “soğuk” duruş bir koruyucu faktör
gibi görünse de, kişilerarası dinamilcler bakım ından tehlikeli ola­
bilir. Özellikle de karşı taraf tartışm anın yarattığı yüksek düzey­
deki kaygı ve kızgınlıkla baş etm eye çalışırken. Peki, tartışm anın
alevi sönünce bu iki bağlanm a düzeyine göre ne tü r farklılıklar
belirecektir? Kaygı düzeyindeki artış, eşin bir süre daha olum suz
algılanması ile ilişkili iken, kaçınm a düzeyi yüksek kişilerin çatış­
m a sonrası yaşantıları ile tartışm a sırasındaki duygusal deneyim ­
lerinin çok farklı olm adığı bulunm uştur. Tartışm alardan sonra
zaten benlik algısı olum suz olmaya yatkın, kaygısı yüksek kişiler
yaşanan tartışm ayı kafalarında tekrar tekrar oynayarak kendileri­
ni acımasızca yargılarlar. Diğer taraftan, başkalarının güvenilmez
olduğuna ve kendilerinin de sevilmeye layık olduğuna inanan
kaçınm acı kişilerin tartışm aya ilişkin değerlendirm eleri diğer
tarafın aleyhinedir. Kendilerinin bunu hak etm ediğini diişi'müp,
karşı tarafın bunu sıkça yaptığından dem vururlar. Dolayısıyla
tartışm anın nedenleri hakkındaki sorgulam a ve kendini düzelt­
me niyeti bir yana, bu kişiler bütün enerjilerini tartışm adan kaç­
m a ve karşı tarafı suçlamaya ayırm aktadırlar. Ç atışm a içindeki ve
sonrasındaki stratejiler göz önüne alındığında yukarıda anlatılan
çiftlerin ilişki doyum ları ile ilişkilerin ne denli beklendik yönde
bulunduğu kolayca görülebilir.
Evli olsun olm asın çiftler üzerine yapılan çeşitli araştırm alar
kritik bir soruyu cevaplamış durum dadır: En sağlıklı ve en tehli­
keli çiftler hangileridir? Elbette bağlanm a kaygı ve kaçınm asının
düşük olduğu çiftler ilişki doyum ları, iletişim tarzları ve problem
çözme becerileri bakım ından en sağlıklı eşleşme olarak görülm ek­
tedir. Devam lı yakınlık arayan bağlanm a kaygısı yüksek kadınlar
ve onların sorunlarını görm ezden gelen, sıkıntılı zam anlarda ya­
kınlık aram ak yerine kendine verdiği değeri yükselten erkekler
ise evlilikte en tehlikeli eşleşmeyi oluşturm aktadır. Burada bahse­
dilen erkek ve kadın tanım lam aları ne kadar da tanıdık bir örün-
tüye işaret etm ektedir. Etrafınızda eşinin kendisiyle hiç ilgilen­
m ediğini, sorunları çözm ek için konuşm ak istediğini am a onun
bir sorunun varlığından bile haberdar olm adığını söyleyen pek
çok kadın duym uşsunuzdur. Ya da eşinin devamlı ilgi ve yakınlık
istem esinden, en ufak bir sorun yüzünden şiddetli kavgalar yaşa­
dıklarından dert yanan erkek arkadaşlarınız olmuştur. Bunlara ek
olarak ülkem izdeki yaygın cinsiyet rollerini düşünürsek, sıklıkla
rastladığım ız bu çiftlerin hepsinin ilişkisinden doyum suz olması,
devamlı çatışm anın hâkim olm ası gerekirdi. H er ne kadar yay­
gın ve kapsam lı evlilik analizleri yapılmam ış olsa da, evli çiftlerin
bağlanm a yönelim lerinin kültürel olarak uyum luluğu ilişki doyu­
mu üzerinde önem li bir faktördür. Ç ünkü hem kadınlar, hem de
erkekler referans olarak kendi etraflarındaki çiftleri alarak, keıuli
leıiııin durum larını bu çiftlerle yapacakları karşılaştırm alar s o n ­
rasında belirleyeceklerdir: O nlardan iyi miyiz, yoksa kötü mü?
Dolayısıyla kaygı düzeyi yüksek kadın ve kaçınm a düzeyi yüksek
erkek eşleşmesi kültürel olarak yaygınlık açısından tam tersi d u ­
rum a göre -y an i kaçm an kadın, kaygılı erkek- daha az çatışma
yaratıcı bir eşleşme olabilir. Bu görüşü destekler nitelikte yapılan
bir araştırm ada, yaklaşık 1500 evli çiftten alınan bilgiler kaygı ve
kaçınm a boyutlarının yaygınlığı açısından önem li ipuçları ver­
miştir. Buna göre, kadınlar erkeklere oranla daha fazla bağlanm a
kaygısı beyan ederken, erkekler kadınlara göre daha çok bağlan­
m a temelli kaçınm a ifade etm işlerdir. Bağlanm aktan kaçınm anın
bireyci kültürlerde daha yaygın olduğu, bağlanm a kaygısının ise
daha çok bizim gibi toplulukçu kültürlerde sıklıkla rastlandığı da
zaten bilinm ektedir. Bu bulgular ışığında, Türkiye’d e yaygın çift
profilinden farklı olm ak yani kaygılı / kararsız erkek - kaçm an ka­
dın olm ak evlilik doyum u için bir risk faktörü olarak görülebilir.
Erkeğin devamlı yakınlık talebinde bulunduğu, çatışm aları duy­
gusal odaklı çözmeye çalıştığı, kadının erkeğin yakınlık taleplerini
cevapsız bıraktığı gibi daha çok kendisi temelli yaşam ını sürdür­
düğü bir evlilik örneği, diğer güvensiz bağlanm a eşleşm elerinden
daha yıkıcı ve yorucu bir yakın ilişki yaşantısına yol açabilir.
Bağlanma kuram ının sunduğu zengin bilimsel bulgular ışığın­
da, herkesin kendisine çıkarm ak istediği pratik bilgiler, öneriler
elbette olacaktır. Erken yıllarda anne ya da yakın bakım sağlayan
biriyle ilişkiler sonucu oluşan ve takip eden yıllarda kendisini güç­
lendiren duygusal bağlar -y an i bağlanm a- h er ne kadar tam anla­
mıyla geri döndürülem ez olsa da, eşlerin bağlanm a yönelim lerine
ilişkin farkındahkları, bağlanm a dinam iklerinin ışığında kullan­
dığımız baş etm e yollarını tekrar gözden geçirm em izi sağlaya­
caktır. Evlilik gibi uzun yıllar süren ilişkilerde eşin ihtiyaç anında
ulaşılabilirliği ve ihtiyaçlara duyarlılığı hakkında kişiler aşağı yu­
karı bir bilgiye sahip olurlar. Sıkıntı ve üzüntü anında kendilerine
güvenli bir lim an arayan kişilerin bu arayışları sırasında, eşin bağ­
lanm a yönelim leri de göz önüne alarak arkadaşlarla sorunu pay
laşma, aile üyelerinden yardım isteme gibi sosyal destek kaynak­
larını kullanm aları, kendilerini içinde bulundukları durum un tek
sorum lusu saymam aları, kendileri ve ilişkileri adına daha yararlı
olacaktır. Kusursuz bir çift tanım lam ası ve ölçütleri olamayacağı
gibi, en uyum lu çiftin kendi uyum suzluklarının tem elindeki ne­
denlerin farkında olan, kendilerini ve eşlerini uyum suzluk ya da
doyum suzluğun tek nedeni olarak görm eyen ve karşı tarafın da
doyurulm ayı bekleyen ihtiyaçlarının olduğunu akıllarında tutan
kişilerden oluştuğunu görmekteyiz.

Kaynaklar
• A insw orth, M. D. S., Blehar, M. C., Waters, E. & Wall, S. (1978). Pat­
terns o f attachm ent: A p sych ological study o f the Strange Situation:
USA: Lawrence Erlbaum A ssociates.
• Bowlby, J. (1969). A ttachm ent and loss: V olum e 1. A ttachm ent,
USA: Basic Books.

• Brennan, K. A., Clark, C. L. & Shaver, P. R. (1998). S elf report o f


m easurem ent o f adult attachm ent: A n integrative overview. In JYA.
Sim pson & W. S. R holes (E ds.), A ttachm ent T heory and C lose Rela­
tionsh ips, pp. 46-76, USA: Guilford.

• C ollins, N. L. & Read, S. J. (1990). A dult attachm ent, w orking m o ­


dels, and relationship quality in dating couples, Journal o f Persona­
lity and Social Psychology, 54, 644-663.
• Feeney, J. A. (1999). A dult rom antic attachm ent and couple relati­
onsh ips, In J. C assidy & P. Shaver (Eds.), H an d b ook o f A ttachm ent
Theory and Research, pp. 355-377, USA: G uilford Press.

• H azan, C. & Shaver, P. R. (1987). R om antic love conceptualized as


an attachm ent process, Journal o f Personality and Social P sycho­
logy, 52, 511-524.

• Kane, H ., Jaremka, L., Guichard, A., Ford, M., C ollins, N. 8t Feeney,


B. (2007). Feeling supported and feeling satisfied: H ow on e partner's
attachm ent style predicts the other partner's relationship exp erien ­
ces, Journal o f Social and Personal R elationships, 24, 535-555.
• M ain, M. & Solom on , J. (1990). Procedures for id en tifyin g infants
as d isorganized/d isorien ted du rin g the A insw orth Strange Situati­
on, In M . T. G reenberg, D. C icchetti, & E. M . C u m m in gs (Eds.),
A ttachm ent in the P reschool Years, pp. 121-160, USA: U niversity o f
C hicago Press.
• M ikulincer, M. & Shaver, P. R. (2003). The attachm ent behavioral
system in adulthood: A ctivation, psych od yn am ics, and interp erso­
nal processes, In M . P. Z anna (Ed.), A dvances in Experim ental S o ci­
al Psychology, Vol. 35, pp. 53-152, USA: A cadem ic Press.
• R othbaum , F., R osen, K., U jiie, T. & U chida, N . (2002). Family
system s theory, attachm ent theory, and culture, Fam ily Process, 41,
328-350.

• Schm itt, D. P., Alcalay, L., A llensw orth, M ., Allik, J., Ault, L. 8c Aus-
ters, I. (2004). Patterns and universals o f adult rom antic attachm ent
across 62 cultural regions: Are m od els o f self and other pancultural
constructs? Journal o f C ross-C ultural Psychology, 35, 367-402.
• Shaver P. R. & M ikulincer, M . (2002). A ttachm ent-related p sych od y­
nam ics, A ttachm ent and H um an D evelop m en t, 4, 133-161.
• Sim pson, J. A. (1990). Influence o f attachm ent styles o n rom an ­
tic relationships, Journal o f Personality and Social Psychology, 59,
971-980.

• Sim pson, J. A., R holes, W. S. & Phillips, D. (1996). C onflict in close


relationships: A n attachm ent perspective, Journal o f Personality and
Social Psychology, 7 1(5), 899-914.
EŞ SEÇİMİNDE ve EVLİLİK UYUMUNDA
BAĞLANMANIN ROLÜ

Ö zenç Ertan Öztekin

on yıllarda ilişkiler üzerine yapılan çalışm aların sayısın­


da önem li bir artış olmuştur. Bağlanma kuram ı rom antik
ilişkilerin anlaşılm asında bize oldukça güçlü bir tem el sunm ak­
tadır; eşler arası ilişkileri, bu ilişkilerin doğasını, eş seçim ini ve
birliktelikten alm an doyum u hatta ayrılık tepkilerini incelerken
uzm anlar için önem li bir dayanak noktası niteliğindedir. H er ne
kadar Bowlby’nin tem el amacı bebeklerin birincil bakıcılarına
nasıl bağlandıklarını ve onlardan ayrıldıkları zam an yaşadıkları
stresi açıklam ak ve tanım lam ak olsa da, kuram bağlanm a davra­
nışının insanı beşikten m ezara kadar şekillendirdiğini de söyler.
Bovvlby’nin kuram ını tem el alarak yapılan daha sonraki araştır­
m alar bu kuram ı geliştirerek yetişkinlerde de bağlanm a ilişkile­
rini incelem ek amaçlı kullanm ışlardır. Aslında çocukluk ve yetiş­
kinlik dönem i bağlanm ası bazı noktalardan farklılıklar göstere­
bilir. En önem li fark ise karşılıklılık konusundadır. H er ne kadar
bebekle anne arasındaki bağlanm a karşılıklı olsa da bu ilişkide
bebek daha çok bakım alan, anne ise bakım verendir. Yetişkinler­
deki bağlanm a sürecinde ise h er iki birey de hem bakım alan hem
bakım veren konum undadır. Bu bölüm ün konusu, yetişkinlerin
bağlanm a stillerine göre nasıl eş seçtiklerini ve bağlanm anın ev­
lilik uyum unu ne yönde etkilediğini, nasıl biçim lendirdiğini in ­
celemektir.

Bağlanma Stilleri ve Evlilik


Her rom antik ilişki bir bağlanm a sürecidir. Bu açıdan bakıl­
dığında, eş seçim inin ve evliliğin de özellikle bağlanm a stillerin­
den etkilendiğini söylemek m üm kün olacaktır. Bağlanma, kişinin
kendisinden ve karşısındakinden beklentileri ve inançlarıyla ilgili
olduğundan sadece evliliği değil; evlilikten önce eş seçim ini (ya
da seçmemeyi) de etkileyecektir. Bağlanma stillerinin özellikleri­
ne tek tek baktığım ızda, bir ilişki için en uygun görünen, en çok
tercih edilenin rom antik partnerin, güvenli bağlanm a stiline sa­
hip olan birey olduğu söylenebilir. Ancak, zannedilenin aksine,
herkes güvenli bağlanan bir eş seçm em ektedir çünkü insanlar as­
lında geçmişte edindikleri inançları ve düşünceleri “onaylayacak”
ya da “tam am layacak” bir eş seçme eğilimindedir. Kişi geçm işin­
de bağlanm a figürleriyle (anne ve başka sevgililer gibi) kurduğu
ilişki doğrultusunda kendisine yönelik olarak “bu dünya güvenil­
mez bir yer ve ben sevilmeye layık biri değilim” şeklinde bir inanç
geliştirdiyse eğer yetişkinliğinde kurduğu ilişkiler de çoğunlukla
bu görüşünü “destekleyecek” nitelikte olacaktır. Adeta kendini
gerçekleyen kehanet gibi sürekli benzer özellikler gösteren ilişki­
ler içerisine girecektir. Ö rneğin, ona güven veren ve onda aslında
kendisinin sevilmeye değer bir insan olduğu inancını uyandıran
değil; kesinlikle güvenilmez ve ona değer verm eyen, ona değerli
ve kıymetli bir insan olduğunu hissettirm eyen bir kadını / erkeği
hayatına alacak, böyle bir insanı eş olarak “seçecektir”.
R om antik ilişki ya da aşk, kişinin geçmişten getirdiği bağlanm a
öyküsüne göre çeşitli şekiller alabilir. Bu konuda ilk öne sürülen
görüş, kişinin ve eşinin bağlanm a stillerinin tutarlı olması gerekli
ğini ifade etm ektedir. Bu fikirle tutarlı olarak insanlar kendilerine
dair tutarlı bir imaj edinm e amacıyla geçmişte yaşadıkları ilişki
lere benzer ilişkileri sürdürm eye ya da yine onlara benzer tarzda
ilişkiler kurm a eğilim indedirler. Bir araştırm aya göre, kaygılı /
kararsız kadınlar ağırlıklı olarak kaçınan erkeklerle “yakın ilişki”
yaşam aktadırlar ve kaygılı / kararsız erkekler de güvenli kadın­
larla daha az ilişkiye girm ektedirler. Bu durum , çoğu insanın bir
önceki ilişkideki / ilişkilerdeki sorunlarını bir sonraki ilişkisinde
/ ilişkilerinde de yaşam asını açıklamaktadır. Belki de bu kişiler
kendilerine bağlanm a stilleri açısından hep benzer türde rom an­
tik partnerler seçmektedirler.
Eş seçim i ile ilgili diğer bir görüş ise, kişilerin kendi bağlanm a
stilleriyle aynı olan kişileri eş olarak seçtikleridir; örneğin kaçman
bir erkeğin yine kaçınan bir kadını “seçmesi” gibi. Fakat literatür­
de bu görüşü destekleyecek çok az sayıda kanıt vardır. Yine de
eş seçimi üzerine yapılan çalışm aların geneline baktığım ızda, gü­
venli bağlanan kişilerin genellikle güvenli bağlanm a stiline sahip
kişileri eş olarak seçtiklerini, kaçm an ya da kaygılı / kararsızların
da çoğunlukla birbirlerini tercih ettiklerini özellikle de erkeğin
kaçm an ve kadının da kaygılı / kararsız bağlanm a stiline sahip
olm asının çok yaygın bir eşleşme olduğunu görmekteyiz.
Bağlanma ve evlilik kapsam ında ele alınabilecek diğer konu ise
evlilik uyum udur. Birçok araştırm acı bağlanm a stili ve ilişkinin
kalitesi ve doğası arasındaki ilişkiyi inceleyen araştırm alar yap­
mışlardır. Güvenli insanlar daha çok güven, karşılıklılık, uyum ­
luluk sağlayan durağan ve destekleyici ilişkileri tercih ederlerken,
kaçınanlar daha düşük düzeyde güven, doyum , karşılıklılık ve
uyum la tanım lanan daha uzak ilişkileri “tercih” etm ektedirler.
Kaygılı / kararsız kişiler ise, her ne kadar sabit ve destekleyici iliş
kilere m uhtaç olsalar da partnerlerine karşı ikilemli (“gel-gilli")
davranışlar sergilerler. Birçok araştırm a, bir ilişkinin kalitesinden,
niteliğinden örneğin doyum sağlayıcı olup olm adığından her iki
partnerin de sorum lu olduğunu gösterm ektedir. Yani ilişkide ne
oluyorsa her iki partnerin de bunda eşit derecede rolü vardır. Ay­
rıca, eşlerin birbirlerini geçmişten getirdikleri bazı özelliklere
göre “seçtiklerini” de artık biliyoruz. Yapılan bir çalışmaya göre
de, bireylerin partnerlerinin bağlanm a stilleri ilişkinin kalitesini
belirlemektedir. K adınların ilişkideki kaygıları arttıkça p artn erle­
ri olan erkeğin ilişkiden aldığı doyum azalm akta ve ilişkiye dair
olum suz duyguları artm aktadır. Erkeklerin yakın ve sam im i ola­
bildikleri ölçüde kadınların doyum ları ve ilişkiye dair olum lu ya­
şantıları da artm aktadır.
Evlilik uvum u evliliğin çeşitli aşam alarında inişler ve çıkışlar
gösterm ektedir. Evliliğin altı aşam ası olduğu kabul edilm ektedir
ve bu altı aşam anın tüm ü kendine özgü özellikler taşım aktadır.
Birçok araştırm acı çocuk yetiştirm enin ve bir ergenle yaşam anın
evlilik doyum unu belirgin olarak düşürdüğü konusunda hem fi­
kirdirler ki bu dönem leri evliliğin kritik dönem leri olarak adlan­
dıracağız. Bu dönem lerde kişilerin stresle nasıl başa çıktığı evlilik
uyum u açısından son derece önem lidir ve kişilerin stresle nasıl
başa çıktıkları da hiç şüphesiz bağlanm a stillerinden etkilenm ek­
tedir. Ç ünkü her birey kendi bağlanm a stiliyle ilgili olarak ilişki­
sinde ortaya çıkan zorluklar karşısında farklı tepkiler verecektir.
Bağlanm anın doğası gereği kişi stres anında bağlanılan kişiden
kendisini rahatlatm asını, yakın olm asını ve güven verm esini ister.
Stres karşısında farklı bağlanm a stiline sahip bireylerin tepkilerine
dair birkaç ö rn ek verm ek gerekirse eğer, ilişkisiyle ilgili b ir tehdit
söz konusuysa kaygılı / kararsız bağlananlar bağlanm a figürünün
dikkatini çekebilm ek adına olum suz duygularını daha abartılı şe­
kilde ifade edeceklerdir. Kaçınan bağlananlar ise, ilişkiyi daha çok
riske sokm am ak adına duygularını ya en aza indirgeyecek ya da
tam am ıyla gizleyeceklerdir. Güvenli bağlananlar da, ilişkiyi kay­
betm e korkusu yaşam adıklarından olum suz duygularını açıkça
ve direkt olarak ifade edecek ve ifadeleri sırasında abartm aya ya
da yaşadıklarını bastırm aya ihtiyaç duym ayacaklardır.
Ülkem izde bağlanm a, evlilik uyum u ve eş seçimi üzerine yapı­
lan bir araştırm ada, evlilik uyum u; duygusal ifade, anlaşm a, fikir
birliğinde olma, evlilik doyum u ve uyum açısından değerlendi­
rilmiştir. Bu çalışmada, toplum un yaklaşık % 38’iniıı güvenli, %
48,5’inin kaygılı / kararsız ve geriye kalanların ise kaçınan bağla­
nanlardan oluştuğu görülm üştür. Ayrıca, her iki bireyin de güven­
li olmayan bağlanm a stillerine sahip olduğu evliliklerin en sıklık­
la görülen evlilikler olduğu görülm üştür. Bu sonuç, daha önceki
çalışmalarla uyum suz gibi görünm ektedir çünkü çoğunlukla her
iki kişinin de güvenli bağlandığı çiftlere daha sıklıkla rastlandığı
belirtilm iştir. Bu uyuşm azlık batı toplum larıyla bizim toplum u-
m uz arasındaki kültürel farklardan kaynaklanabilir. Ç ünkü batı
toplum larında her iki kişinin de güvenli olmayan bir bağlanm a
stiline sahip olması du ru m u n d a evlilik çoğunlukla kısa sürede
sonlandırılabilinirken bizim toplum um uzda çiftlerin kötü giden
bir evlilikleri olsa da evliliği sürdürm eleri söz konusudur. Yine bu
araştırm ada, evliliğin kritik olm ayan dönem lerinde, her ikisi de
güvenli olm ayan bağlanm a stiline sahip çiftlerin daha fazla duy­
gusal ifade gösterdikleri görülm üştür. Bu farklılık bugüne kadar
yapılan araştırm aların ışığında açıklanabilir. Farklı bağlanm a stil­
lerine sahip bireyler duygularını ifade etm ekte ve kontrol etm ekte
farklı stratejiler kullanm aktadırlar ve bu stratejiler stres altınday­
ken otom atik olarak devreye girerler. G örülm ektedir ki eşlerden
birinin bile güvensizliği kritik dönem lerde duyguların ifade edilip
edilmeyeceğini belirlemektedir. Ayrıca, kadının güvenli olmayan
bağlanm a stiline sahip olması kritik olmayan dönem lerde karşı­
lıklı fikir birliğinde (anlaşma) azalmaya sebep olm aktadır. Aynı
zam anda, kritik dönem lerde, her iki eşin de güvenli bağlandığı
çiftlerin diğer çiftlerin tüm ünden belirgin olarak daha yüksek
karşılıklı fikir birliği içinde oldukları (ya da anlaştıkları) görül­
m üştür. Bu araştırm adan çıkan en ilginç sonuçlardan biri; hem
kritik olan hem de kritik olmayan evlilik dönem lerinde kadının
güvenli erkeğin ise kaygılı / kararsız olduğu çiftlerin en yüksek
fikir birliğine (anlaşmaya) sahip olmalarıdır. Erkeğin kaygılı / k a­
rarsız bağlanm ası bu çiftlerin fikir birliğini arttırm ıştır. Bu sonu­
cun ilginç yanı ise, araştırm anın yapıldığı yıl itibariyle, bu sonucu
doğrulayan ya da çürüten hiçbir araştırm anın olmamasıdır. D o­
layısıyla bu d u ru m u n sadece Türk kültürüne özgü bir sonuç ol­
duğu söylenebilir. Evlilik doyum u söz konusu olduğunda ise, her
iki eşin de güvenli bağlanm a stiline sahip olduğu çiftlerde evlilik
doyum unun yüksek olduğu görülm üştür. H atta eşlerin sadece bi­
rinin güvenli olm ası bile evlilik doyum u üzerinde olum lu etkiye
sahiptir. K adının güvenli bağlanm a stiline sahip olması evlilik d o ­
yum unu arttırırken kaygılı / kararsız olması ise düşürm ektedir.
Bu sonuçla tutarlı olarak geçmişteki bir araştırm ada da kadının
kaygı düzeyinin yüksek olm ası nedeniyle eşine yönelik daha fazla
güvensizlik ve kıskançlık sergilem esinin evlilikteki doyum u d ü ­
şürdüğü belirtilm iştir. Evlilik uyum u açısından bakıldığında da,
her iki eşin de güvenli bağlanm a stiline sahip olduğu evliliklerde
uyum un en yüksek olduğu ve yine kadının güvenli bağlanm a sti­
line sahip olm asının evlilik uyum unu artırdığı görülm üştür. Hatta
eşlerden sadece birinin güvenli olm asının bile uyum un artm asına
neden olduğu görülm üştür.

Kaynaklar
• B artholom ew , K. & H orow itz, L. M. (1991). A ttachm ent styles
am ong y o u n g adults: A test o f a four-category m od el, Journal o f
P ersonality and Social Psychology, 61 (2), 226-244.
• B artholom ew , K. (1997). A dult attachm ent processes: Individual
and coup le perspectives, British Journal o f M edical Psychology, 70,
2 49-263.
Bowlby, f. (1969). A ttachm ent and loss, Vol. 1: A ttachm ent, UK: I lo-
garth Press.
C ollins, N . L. & Read, S. J. (1 990). A dult attachm ent, w orking m o ­
dels, and relationship quality in dating couples, Journal o f Persona­
lity and Social Psychology, 58 (4), 644-663.
Çelik, M . (1997) Marital satisfaction, parental agreem ent o n child
rearing and parental perception o f ch ild ’s adjustm ent, U npublished
M aster Thesis, M ETU, Ankara.
Feeney, J. A. & N oller, P. (1990). A ttachm ent styles as a predictor
o f adult rom antic relationships, Journal o f Personality and Social
Psychology, 58 (2), 281-291.
Feeney, J. A. & N oller, P. (1996). A dult A ttachm ent, USA: Sage P ub­
lications.
Fışıloğlu, H . & D em ir, A. (2000). A pplicability o f th e D yad ic A djust­
m en t Scale for m easurem ent o f m arital quality w ith Turkish co u p ­
les, Europian Journal o f P sychological A ssessm ent, 16, 214-218.
Hazan, C. & Shaver, P. (1987). R om antic love con cep tu alized as an
attachm ent process, Journal o f Personality and Social Psychology,
52 (3), 511-524.
Sümer, N . & Güngör, D. (1999). Yetişkin bağlanm a stilleri ölçekleri­
n in türk örn eklem i üzerinde psikom etrik değerlendirm esi ve kültür-
lerarası bir karşılaştırm ası, Türk Psikoloji D ergisi, 14 (43), 71-109.
DAVRANIŞÇI SİSTEMİK EVLİLİK TERAPİSİ,
EVLİLİKTE İLETİŞİM ve BAĞLANMA

Mehmet Z. Sungur

Davranış Terapileri ve Davranışçı


Tedavide A m a ç Belirleme
D avranış terapileri, oldukça genel bir tanım la; öğrenm e il­
kelerinin davranış bozukluklarının analiz ve tedavilerine sis­
tem atik bir biçim de uygulanışı olarak tanım lanabilir. Başka bir
deyişle davranış terapileri, tem el öğrenm e ilkelerini kullanarak
insan davranışlarında gözlem lenebilen ve ölçülebilen değişik­
likler oluşturan tedavi yaklaşımıdır. Psikoanalitik yönelim li psi-
koterapötik yaklaşım lardan birçok yönü ile farklılıklar gösterir.
Bu farklılıklar arasında belki de en önem lisi terapistin hipotezler
ya da varsayım lar üzerine kurulu iç çatışm aların analizi yerine
doğrudan bireyin yakınm a olarak getirdiği “uyum suz davranış”
üzerine odaklanm asıdır. Böylelikle incelenen de nesnel olarak öl­
çüm ü m üm kün olmayan bilinç dışı süreçler yerine gözlenebilen
ve ölçülebilen uyum suz davranış biçim leri olm aktadır. Davranışçı
yaklaşım lar başlangıçta psikolojik sorun / belirti (sem ptom ) gibi
algılanan “uyum suz davranışları” doğrudan değiştirm eye yönelik
olduklarından yüzeysel ve m ekanik bulunm uş ve böyle bir teda
vinin kalıcı bir etkisinin olmayacağı ve bir süre sonra psikolojik
sorunların yineleyeceği ya da yön değiştireceği ileri sürülm üştür.
A nalitik kuram larla öğrenm e kuram larının psikolojik belirti a n ­
layışındaki uzlaşm azlıklardan kaynaklanan bu tü r kaygı ve eleşti­
riler daha sonraları yapılan çeşitli çalışmalarla giderilm iştir. Son
30 yıl içerisinde yapılmış uzunlam asına kontrollü çalışmalar, dav­
ranışçı yaklaşım larla elde edilen olum lu değişikliklerin, yalnızca
tedavi sonunda değil, 7-8 yıla varan izleme çalışmaları sonunda
da kalıcı olduğunu ortaya koym uştur. Bu bulgular, davranış tera­
pilerinin terapötik değerini arttırm ıştır. Ç ünkü günüm üzde her­
hangi bir tedavi yaklaşım ının etkililiğinden söz edebilm ek tedavi
ile sağlanan iyileşm enin yalnızca tedavi sonunda değil, yeterli bir
izleme dönem i sonunda da devam ettiğinin gösterilebilmesi ile
m üm kündür.
Davranışçı tedavide hedef alınan uyum suz davranışlar, bireyin
yaşam ını kısıtlayan ve özgürce işlev görm esine engel olan davra­
nışlardır. Bu kavram ı daha iyi anlayabilm ek için önce b ir hastanın
hekim e ne için geldiğini sorgulam ak gerekir. H asta hekim e çoğu
kez hastalığı nedeniyle değil, hastalığının sonuçları nedeniyle
gelir. Klinik tanı ne olursa olsun bireyi, yardım alm ak amacıyla
terapiste getiren, m evcut sorunun bireyin tem el yaşam alanları
olan iş-sosyal ve özel yaşam alanlarında oluşturduğu engellenme
ve kısıtlanm alardır. Ö rneğin, köpek balığı korkusu evrimsel ola­
rak tüm insanlarda var olan bir korku olm asına karşın böyle bir
korkuyla terapiste başvuru görülm em ektedir. B unun en önemli
nedeni günlük yaşam içinde köpekbalığıyla karşılaşm anın m üm ­
kün olmayışı, yani aynı korkunun temel yaşam alanlarını olum ­
suz yönde etkilem emesidir. O halde davranış tedavilerinde amaç
sem ptom atik tedavilerden farklı olarak sorunları bastırm ak değil,
önce sorunu tanım lam ak, daha sonra da bu sorunla başa çıkına
becerilerini kazandırm aktır. H asta hekim e/terapiste çeşitli yakın­
m alarla gelir. Terapist, yakınm aları, tedavide ele alınacak hedefler
olarak yeniden biçim lendirir ve tedavide bu hedeflere ulaşmayı
sağlayan stratejiler kullanır. Aslında tedavi hedefleri, terapist yar­
dımıyla hasta tarafından belirlenir. Terapistin görevi bu hedefle­
rin belirlenm esi ve som ut bir biçim alm asında hastaya yardım cı
olmaktır. Bu amaçla hastaya sorulan “bugünkü sorunların nede­
niyle iş, sosyal ve özel yaşam ın nasıl etkileniyor?”, “Yaşamının bu
alanlarında yapm ak isteyip de m evcut sorunların nedeniyle yapa­
m adıkların nelerdir?” ya da “Yaşamında böyle bir sorun olm asay­
dı bugün neler yapıyor olacaktın?” gibi sorular, sorunların som ut­
laştırılm ası ve tedavideki hedeflerin belirlenm esinde büyük önem
taşır. Hedefler belirlendikten sonra hedeflere ulaşm ayla ilgili stra­
tejiler belirlenir ve sorunla başa çıkm a becerileri kazandırılm aya
çalışılır. İşte bu nedenle davranış terapilerinde nüks oranlan bek­
lenenin aksine yüksek değil düşüktür. Ç ünkü birey sorunla başa
çıkmaya yönelik yeni stratejiler öğrenm iştir. Bu, yaşam ın daha
sonraki evrelerinde sorun tekrarlandığında onunla nasıl başa çı­
kılacağının bilinm esi anlam ına gelir. Temel amaç, bireyin yaşa­
m ını kısıtlayan ve özgürce işlev görm esini engelleyen durum ları
ortadan kaldırarak yaşam kalitesini iyileştirmektir.

Davranışçı Sistemik Evlilik Terapileri ve


Bu Tip Tedavide A m a ç Belirleme
D avram şçı-sistem ik evlilik terapileri İngiltere’de M audsley h as­
tanesinde geliştirilmiştir. Dr. Crovve tarafından tanım lanan bu
terapi, Stuart ile Jacobson ve M argolin’in davranışçı yaklaşımları
ile M inuchin ve Selvini Palozzoli ile arkadaşlarının sistem ik yak­
laşım larını bütünleştirir. Genel olarak evlilik terapilerinin temel
amacı, evlilik içi uyum ve doyum u artırarak, evlilik ilişkisinin n i­
teliğini iyileştirm ek ve bu süreçte eşlerde görülen uyum suz tutum
ve davranışları olabildiğince azaltm ak ya da ortadan kaldırm aktır.
Bu tem el am aca ulaşabilm ek için eşler arasındaki iletişim ve uzlaş
m a becerilerini geliştirmek, sınır ve sorum lulukları netleştirm ek,
eşlerin davranış repertuarlarını genişletm ek ve esnetm ek gerekir.
Davranışçı-sistem ik evlilik terapileri de davranış terapileri gibi
daha çok sorun çözmeye yönelik yaklaşımlardır. Ancak, sistemik
bir anlayış içinde bunu yaparken sorunların nedenlerini araştır­
m ak yerine, ilişki içinde tekrarlayan işlevselliği olmayan davranış
örüntüleri üzerine odaklanır. Davranışçı sistem ik evlilik terapi­
lerinin tem el amacı, çiftin m evcut sorunlarını eşlerden birinden
kaynaklanan bireysel psikolojik sorun ya da davranış bozukluğu
olarak görm eleri yerine, eşler arasındaki ilişkinin kendilerinden
kaynaklanan sorunlar olarak görm elerini sağlamaktır. Başka bir
deyişle, benim senen ve çifte benim settirilm eye çalışılan “hastalık
m odeli” değil “etkileşim m odeli”dir. Yani eşler tek tek değil bir sis­
tem olarak ele alınır. Yaklaşımın “sistemik” olarak adlandırılm a­
sının nedeni budur. Sonuç olarak, terapist, eşlerin kendilerinden
çok, eşler arasındaki ilişkiye odaklanır. Terapistin ilgi ve m üdaha­
le odağı yakınına olarak getirilen sorunlar ve şim diki durum dur.
Eşlerin bireysel özgeçmişleri önem li olmakla birlikte esas olan
etkileşimleridir. Geçmişle bugün arasında her zam an çizgisel bir
neden-sonuç bağlantısı kurulam ayacağı gibi, böyle bir bağlantı
söz konusu olduğu zam anlarda bile bireyin kişisel geçmişi bireysel
tedavilerde üzerinde durulduğu kadar ön plana alınmaz. Çünkü
bireysel dinam iklerle çift dinam ikleri farklıdır, daha önemlisi sis­
tem ik yaklaşım larda bireysel sorum luluklar değil sistem in kendi
özgün işleyişi önem kazanır. Davranışçı-sistem ik evlilik terapileri
sırasında terapist genel olarak şu ilkeleri tem el alan bir yaklaşım
içinde olmalıdır:
“Şimdi ve burada” etkileşim ine odaklanm alıdır.
Çiftin sorunla başa çıkm a yöntem lerini anlam aya ve eğer uy­
gunsa bu yöntem leri sistematize etmeye, değilse değiştirmeye ça­
lışmalıdır.
Çiftlerle birlikte her terapi o turum unun sonunda bir sonraki
oturum a kadar yürütülecek ödevleri belirlemelidir. Tedavi o tu ­
rum lar sırasında terapist varlığında edinilen bilgilerin beceriye
dönüştürülm esi amacıyla, oturum lar arasında eşler tarafından
yürütülen aktivitelere “ev ödevleri” adı verilir. Ev ödevleri dav­
ranışçı yaklaşım ların hepsinde terapinin en etkili ve en değişmez
elem anlarından birisidir.

Değerlendirme ve İlk Görüşm e Aşaması


Eğer çift bir başka hekim veya terapist tarafından gönderilm iş­
se, bazen işe çiftle birlikte gönderilen konsültasyon kâğıdından
başlam ak yerinde olabilir. Ö rneğin, m eslektaşlarım ızdan birinin
gönderdiği bir çiftin elinde şöyle bir mesaj vardı: “A. hanım 2,5
yıldan bu yana distim ik bir tablo içinde, m evcut um utsuzluk ve
karam sarlığı kullanılan ilaçlara dirençli ve kocası eşinin bu so ru ­
nuna daha fazla dayanam ayıp ayrılm ak istediğini belirtiyor. Ö ne­
rilerinizi rica ediyorum .” Bu noktada terapiye başlam adan önce
eşlerin düşünce biçim ini hastalık m odelinden, etkileşim m ode­
line doğru kaydırm ak yerinde olur. A. hanım ın m evcut distim ik
tablosu konsültasyon kâğıdında belirtildiği gibi eşler arasında so­
run oluşturabileceği gibi eşler arasındaki çeşitli sorunlar da A. h a ­
nım ın distim ik tablosunun devam ına neden olabilir. Sorun daha
başlangıcından itibaren eşlerden birinden kaynaklanan bireysel
bir davranış bozukluğu yerine eşler arasındaki ilişkinin niteliğin­
den kaynaklanan bir durum olarak tanım lanm alıdır. İlk görüşm e
sırasında atlanm am ası ve m utlaka değerlendirilm esi gereken bir
başka nokta; eşlerin tedaviye birlikte gelmek konusundaki gerçek
motivasyon düzeylerinin araştırılm asıdır. Eşlerin birlikte gelm e­
leri, her zam an h er ikisinin de değişime açık olduklarını ya da
birlikteliklerini devam ettirm ek istediklerini göstermeyebilir. Eş­
lerden biri ötekini hasta gibi görüyor ve onun tedavisini sağlam ak
amacıyla geliyor olabilir. Üstelik tedavinin eşine verilecek öğüt
lerle ya da birkaç kalem ilaçla gerçekleşmesini bekliyor da olabilir.
Yine eşlerden biri ya da her ikisi terapisti hekim olarak görmekten
çok “hâkim ” ya da “hakem ” olarak görm e eğilim inde olabilir. Bu
gibi durum larda her iki eş de önce kendi haklılıklarım sergile
mek, daha sonra da terapistten kendi haklılıklarını, eşlerinin ise
haksızlık ve m antıksızlıklarını belirtm esini beklem ek eğilim inde
olabilir. A ktarılan ortak bir yaşantı ardından terapiste yöneltilen
“Haksız m ıyım doktor bey?” biçim indeki sorular bu tü r eğilim ­
lerin en nesnel göstergeleridir. Yine eşlerden biri ya da her ikisi
de aktif katılım lı bir terapi sürecinden çok, bir ilaç ya da sihirli
değnek beklentisi içinde olabilirler. Yani eşler kendilerine uygula­
nacak işlem in edilgen seyircileri konum unda kalm ak ve her şeyin
terapist tarafından yapılm asını beklem ek eğilim inde olabilirler.
Bazen de eşlerden biri diğerine, son çözüm yolu olarak gördüğü
terapi sürecinin de bir işe yaram ayacağını gösterm ek için gelmiş
olabilir. Bu durum eşlerden birinde evliliği devam ettirm ek yö­
nünde hiçbir m otivasyonun kalm adığı ya da evlilik dışı bir başka
ilişkinin söz konusu olduğu durum larda daha sık görülür. Bu tür
durum ların daha iyi saptanabilm esi, eşler hakkında daha detaylı
bireysel bilgilerin alınabilmesi ve her bir eşin m evcut sorunları
nasıl tanım layıp değerlendirdiklerini daha iyi anlam ak yönünden
eşlerin ilk görüşm e sırasında önce tek tek sonra birlikte görülm e­
sinde büyük yarar vardır. Eşlerle tek tek yapılan bireysel görüşm e
sırasında alınan bilgilerin bir kısm ı tedavinin gidişini etkileyebi­
lecek, hatta bu çiftin terapilere alınıp alınm ayacağına karar ver-
dirtebilecek nitelikte (evlilik dışı bir ilişkinin varlığı ya da eşcin­
sel yönelim in diğer eşten saklanm ası gibi) olabilir. Eşlerle tek tek
görüşm e sırasında elde edilen bu tü r bilgilerin m ahrem iyetinin,
birlikte görüşm e sırasında korunm ası etik bir ilke olmakla birlik
te bu tü r bilgilerin saklanm ası tedavinin gidişini olum suz yönde
etkileyebilir. D eğerlendirm e evresinde evlilik ilişkisinin yalnızca
olum suz yönleri değil, olum lu yanlarının da anlaşılm ası ve vur­
gulanm ası gerekir. Ç ünkü tüm sorunlarına karşın eşleri birlikte
tutan ve yardım alm ak amacıyla birlikte getiren bir güç vardır.
“Tüm bu sorunlara karşın sizi birlikte getiren nedenler nelerdir?”
biçim inde bir soru eşlerin evliliklerinin olum lu yönlerinin de
gündem e getirilip tartışılm asını sağlayabilir. Eşlerin yakınm ala­
rının başlangıç tarihinin oldukça gerilere gitm esine karşın, neden
bugün geldiklerinin anlaşılm ası da oldukça önem li bir konudur.
Bu anlam da sorulacak bir soru birlikteliğin bugünkü d u rum unun
netleştirilm esi, eşleri yardım alm ak amacıyla getiren önem li bir
etkenin varlığının saptanm ası ve tedaviden beklentileri konusun­
da önem li bilgiler sağlayabilir.

Terapötik İşbirliği Oluşturma Yönünde


Terapistin İlk Görüşm ede Atacağı Adımlar
D aha ilk oturum dan başlayarak eşlerin değiştirilm esi istenen
ilişki biçim i üzerinde odaklanabilm esi için her iki eşin yeterli bir
işbirliği içinde olabilmesi gerekir. Bunun sağlanm ası öncelikle
terapistin her iki eşe bu terapiden tek tek neler istediklerini net
olarak anladığını hissettirebilm esi ile m üm kündür. Bu amaçla te­
rapistin ilk görüşm ede her iki eşle olabildiğince em pati yapmaya
çalışması ve eşlerin bu terapiden beklentilerinin ne olduğuyla il­
gili kendi anladıklarını özetlem esi ve ardından bunun doğru olup
olm adığını her iki eşe de sorarak onay alması yerinde olur. İşbirli­
ği oluşturulm ası yönünde atılacak en önem li adım çiftin düşünce
biçim ini hastalık m odelinden etkileşim m odeline doğru kaydır­
m ak olmalıdır. Bu, ancak, m evcut sorunların eşlerin birbirinin
hastalığından değil, eşler arası ilişkinin bozukluğundan kaynak­
landığı biçim indeki bir tanım lam ayla m üm kün olabilir. Yine bu
noktada, çiftlere m evcut sorunların yalnızca kendilerine özgü ol­
madığı ve benzeri sorunları olan bazı çiftlerin bu sorunları etkin
bir biçim de çözebildikleri aktarılm alı ve sorunların kökeninde
ne olursa olsun öncelikle a) iletişimsizlik, yetersiz iletişim ya da
iletişim hataları ve b) birlikte sorun çözme yöntem leri üzerimle
çalışm anın anlam lı olacağını belirtm ek gerekir.

İletişimsizlik ve İletişim Hataları


Sorunlu evliliklerde çoğu çiftin giderek artan bir iletişimsizlik
süreci içine girdikleri bilinen bir gerçektir. Eşler giderek kendi te­
rim leriyle “aynı evde yaşayan iki otelci” gibi olm akta ve birlikte
yürüttükleri aktiviteleri, hatta birbirleriyle olan etkileşim lerini en
aza indirm ekte ve zorunlu olm adıkça iletişime girm em eyi tercih
etm ektedirler. Bunun en önem li nedeni her türlü iletişim kurm a
çabalarının tartışm a, öfke ve bazen şiddetle sonuçlanm asıdır.
Ö ğrenm e kurum larına göre, bir davranışın oluşm a sıklığını be­
lirleyen en önem li etken, o davranışın oluşturduğu sonuçlardır.
İletişim çabalarının öfke, şiddet ya da tartışm ayla sonuçlandığını
gören eşler giderek iletişim den korkar bir d urum a gelmektedir.
İletişimi azaltan bir başka önem li neden iletişim sonundaki bek­
lentidir. Eşler genellikle iletişim sonunda bir uzlaşm a beklem ek­
te ve uzlaşm anın sağlanam adığını gördükçe iletişim den vazgeç­
mektedirler. Oysa iletişim in amacı uzlaşm ak değil, anlam ak ve
paylaşm ak olmalıdır. Uzlaşm anın sağlanabilmesi için öncelikle
eşlerinin birbirlerini anlam aları ve bunun sağlanabilmesi için de
öncelikle birbirlerini dinlem eleri gerekmektedir. İletişim uzlaşma
için gerekli, ancak, yeterli değildir. Yani eşler arasındaki uzlaşma
daha ilerdeki aşam alarda da sağlanabilir, ancak, karşılıklı anla­
m a sağlanm adan bu m üm kün değildir. İletişimsizliğin en önem ­
li üçüncü nedeni ise, eşlerin birbirlerini çok iyi tanım aları, daha
doğrusu birbirlerini çok iyi tanıdıklarını zannetm eleridir. Eşler
birbirlerinin ne dem ek istediklerini bir bakış, bir yüz ifadesinden
anladıkları zam an konuşm aya gerek kalmaz. Başka bir deyişle eş­
lerin birbirlerinin aklından geçenleri okum aları ve her şeyi çabuk
anlam aları ya da anladıklarını sanm aları iletişime duyulan gerek­
sinm eyi azaltacaktır.

Temel İletişim Hataları


Yıkıcı eleştiri: Sorunlu çiftler genellikle birbirlerini suçlam a ve
eleştirm e eğilim inde olan eşlerden oluşur. Burada eşler bütünüyle
birbirlerinin olum suz yönlerine odaklanm akta ve böylelikle se­
çici bir algılama ile olum lular bir yana itilerek olum suzluklar se­
çilmekte, yıkıcı biçim de eleştiriler yapılmaktadır. Ö rneğin; “Sen
beni incitm ekten zevk alıyorsun”.

Genelleme: Sorunlu çiftlerde eşler birbirlerinin bazı özgün dav­


ranışları yerine kişilik özelliklerini içeren yargı, eleştiri ve genel­
lem eler yapm ak eğilim indedirler. Ö rneğin; “Sen zaten hep böyle
egoistsin!” Eşlerin eleştirileri bazen daha ileri gitm ekte ve eşler
öfke nedeniyle hızlarını alamayıp birbirlerinin kişiliğini değersiz-
leştirm ekten de öteye gitm ekte ve birbirlerinin ailelerini de işin
içine sokm aktadırlar. Ö rneğin; “Sen hep böyle egoistsin ve bu
özelliğini annenden alm ışsın!”

Akıldan geçenleri okuma ve yıkıcı niyet getirme: Burada eşler


birbirlerinin söylediklerinden çok söylem ediklerini anlam aya ça­
lışm akta ya da söylenenlerin arasındaki gizli niyeti yakalamaya
çalışm aktadırlar. Ö rneğin, “Bunu benim iyiliğim için yaptığını
söylüyorsun am a senin esas niyetin beni aşağılamak!”, hiçbir sö­
zel tepki verm ediği halde kendisini dinlem ekte olan eşine bir yüz
ifadesi nedeniyle “Zaten seninle hiç konuşulm uyor, bak yine öf­
kelendin!” diyerek onu yargılam ak ya da “Bunları yalnızca D ok­
tor M ehm et Bey söylediği için yapıyorsun. Aslında o anlam asa
da ben senin bu davranışları içinden gelerek yapm adığını biliyo­
rum !” gibi.
Geçmişi Getirme: Ö rneğin, “ 15 yıldır söylenip duruyorum , hâlâ
aynı şeyleri yapıyorsun” ya da “evliliğimizin ilk yıllarında ailenin
bana yaptığı eziyete izin verm eni asla affedemedim, affetmeyece­
ğim de” gibi.
Kendini bütünüyle haklı eşini ise bütünüyle haksız konum a sok­
ma: Ö rneğin, “Tüm evliliğimiz boyunca hiçbir tartışm a benim
yüzüm den başlam adı” gibi.
Eşlerin kendi davranışlarıyla ilgili olarak sorum luluk almama:
Ö rneğin, “Beni kızdırıyor ve çıldırtıyorsun. İşte bu yüzden saldır­
gan oluyorum ” gibi.
İşi yokuşa süren ifadeler: Ö rneğin, “Şimdi çaba gösteriyorsun
am a artık çok geç. Bunları 5 yıl önce yapmalıydın” gibi.
M antığı silah olarak kullanma: Ö rneğin, “M adem aynı görüşte
değiliz, o halde benim söylediklerim i çürüt, senin dediğini yapa­
lım!” gibi.
Eşlerden birinin terapist görevini ya da daha doğru bir deyimle
“terapistçilik” oyununu üstlenmesi: Ö rneğin, “Senin hasta olduğu­
nu anlıyorum ve bundan sonra doğruyu bulm ana yardım cı olaca­
ğım” ya da “Dr. Bey, sizin söylediklerinizin aynısını ben de eşime
söylüyorum am a duym uyor” gibi.

İletişim Eğitimi
Tüm bu örnekler sorunlu evliliklerde eşler arasında gerçekleşen
yıkıcı iletişim biçim lerinden yalnızca bazılarıdır. Ç ünkü sorunlu
evliliklerde eşler kaçınılm az olarak birbirlerinin hassas noktala­
rına basarlar. Davranışçı-sistem ik yaklaşım da terapist bu tü r ile­
tişim biçim lerini eşleri kırm adan durdurabilm eli ve aynı mesajın
daha yapıcı biçim de ve dinleyici tarafından daha kolaylıkla kabul
edilebilir bir biçim de ifade edilm esini sağlayabilmelidir. Çünkü
esas olan “ne söylenildiği değil, nasıl söylendiğidir”. Yıkıcı iletişim
biçim lerinin yapıcı ve kabul edilebilir bir biçime sokulm ası ileti­
şim eğitim inin önem li bir parçasıdır. İletişim eğitim i daha ilerde
anlatılacak karşılıklı uzlaşm a becerilerinin kazandırılm ası ilkesi
gibi şu tem el düşünce üzerine kuruludur; çifti oluşturan eşlerin
tem el amacı, naif bir bakış açısıyla daha barışçıl ve nitelikli bir
evlilik ilişkisi geliştirmektir. Bu tem el am acın gerçekleşmemiş ol­
m asının birincil nedeni ise, iletişimsizlik, iletişim hataları, yani
iletişim kurm a becerilerinin yetersizliğidir”. Bu görüş, terapistin
sorunu yaşayan eşleri iyi ve nitelikli ilişki yanlısı bireyler gibi gör­
m esini sağlar ve ona her iki eşin en olum lu yanlarını görmeye ça­
lışan bir “iyim ser” rolü verir. Terapistin, yıkıcı iletişim biçim lerini
daha yapıcı bir biçime dönüştürebilm esi için öncelikle bu iletişim
biçim lerinin gözlemlemesi gerekir. Bu amaçla sistem ik davranışçı
yaklaşım da terapist M inuchin’in yapısal aile terapisinde “m erkez
olm aktan çıkma” (desentralizasyon) olarak tanım lanan tekniğe
benzer bir teknik kullanılır. Burada terapist, eşlerden sanki ken­
disi yokm uş gibi birbirleriyle konuşm alarını ister. Eşlerin her iki­
si de çoğu kez terapiste hakem lik görevi yüklediklerinden bunu
sağlam ak kolay değildir. Ayrıca, eğer terapist aktif bir uzlaştırıcı
görevini üstlenm işse desentralizasyonun sağlanm ası daha da güç­
leşecektir. Bütün güçlüklere karşın eğer sağlanabilirse çiftin ile­
tişim biçim leri konusunda önem li bilgiler verir. İletişim eğitimi
sırasında terapist eşlere yıkıcı eleştirilerin yapıcı olanlarına nasıl
dönüştürülebileceği konusunda bilgi vererek, benzer iletişim h a­
talarının gelecekte de tekrarlanm asını önlemeye çalışır.

İletişim Hatalarının Düzeltilmesine


Yönelik Örnekler
Yıkıcı eleştirilerin yapıcıya dönüştürülmesi: Ö rneğin, “sen beni
incitm ekten zevk alıyorsun” yerine “senden bunları duym ak beni
çok incitti” ifadesi daha kabul edilebilir bir iletişim biçimidir.
Ç ünkü ikinci ifade de;
a. Karşı tarafın niyetiyle ilgili bir yorum yapılmam aktadır.
b. Genel bir anlatım ve eleştiri yerine belirli bir davranış biçi­
m ine yönelik özgül bir anlatım tercih edilmektedir.
c. Bireye, karşısındaki kişinin duyguları yerine, kendi duygu­
larını dile getirm e im kânı verm ektedir.
Genelleme yerine özgül ifadelerin kullanılması: Ö rneğin, “beni
her zam an başkalarının yanında aşağılıyorsun” yerine “geçen gün
A nın yanında söylediklerin beni utandırdı” gibi.

Eşlerin kendi davranışlarıyla ilgili olarak sorum luluk almaları­


nın sağlanması: Ö rneğin, “beni kızdırıyor ve çıldırtıyorsun. İşte
bu yüzden saldırgan oluyorum ” yerine “sana olan öfkemi bazen
kontrol edem iyorum ” dem ek daha gerçekçi bir ifade olabilir.

Eşlerin mantıksal tartışmalar yerine duygularını dile getirme­


lerini teşvik etmek: Ö rneğin, “benim söylediklerim i çürüt, senin
istediğini yapalım” yerine “senin söylediklerin aklım a yatm asa da
eğer çok istiyorsan bunu senin için yaparım ” gibi.

İşi yokuşa sürme yerine olumlu davranışları görmeye teşvik etme


ve bugüne odaklanma: Ö rneğin, “şim di çaba gösteriyorsun ama
artık çok geç. Bunları 5 yıl önce yapmalıydın” yerine “5 yıldır yap­
m adığın davranışları bugün yapıyor olm an beni çok m utlu edi­
yor” gibi.
Bu örnekler daha da arttırılabilir. Dikkat edilecek olursa hem
yıkıcı, hem de yapıcı iletişim biçim inde dinleyiciye verilm ek iste­
nen m esajlar benzer olm akla birlikte, yapıcı olanda mesajın d in ­
leyiciye ulaşm a şansı çok daha yüksek olmaktadır.
Karşılıklı Uzlaşma Becerilerinin Kazandırılması
Karşılıklı uzlaşm a, şu tem el hipotez üzerine dayalıdır: “Sosyal
etkileşim in olduğu her yerde, etkileşim süreci içindeki bireyler bu
etkileşim den en fazla ödülü, en az bedel ödeyerek almaya yönelik
bir çaba içine girerler.” Bu ilke çerçevesinde de evlilik ve evlilik
içi sorunlara bakış şöyle özetlenebilir: “Eşler arasında denenm iş
etkileşim biçim leri içinde en az bedelle (çabayla) en çok ödül alan
etkileşim; halen m evcut olandır.” Ö rneğin, eğer erkek, akşam ları
evdeki zam anının önem li bir kısm ını çalışarak geçiriyorsa, bu ak-
tivite yukarıdaki tanım gereği eşiyle konuşm aktan daha çok ödül­
lendirici olmalıdır. Bu görüş edim sel koşullanm anın tem eli olan
Prem ack ilkesiyle uyum ludur. “Bir davranış sık ve kendiliğinden
tekrarlanıyorsa m utlaka ödüllendirici bir yanı olmalıdır.” Diğer
yandan, Stuart’ın bir diğer görüşüne göre “evlilik içinde eşler ödül
ve bedellerinin (görevlerin) olabildiğince eşit paylaşılm asını bek­
lerler.” Sorunlu evliliklerde paylaşım son derece azalmış ve b ü tü ­
nüyle eşitsiz ve dengesiz bir düzeye gelmiştir. Özetle, eşler m evcut
etkileşim biçimleriyle uzlaşamaz durum lara gelm işler ve m evcut
paylaşım biçim i her iki eşi de tatm in etm ez bir noktaya varm ış­
tır. Bu noktada eşlerin karşılıklı uzlaşm a becerilerini geliştirmeye
gereksinim leri vardır. D avranışçı-sistem ik yaklaşım çerçevesinde
terapist, iletişim becerilerinin kazandırılm asını izleyerek çifte uz­
laşm a ve bunu sağlam ak amacıyla birlikte sorun çözm e becerileri
kazandırır. Birlikte sorun çözebilm ek için öncelikle sorunun so­
m ut ve net olarak tanım lanabilm esi gerekir. İletişim becerilerinin
de kullanıldığı bu aşam ada eşlere kurallar aracılığıyla gerçekleşen
konuşm a ve dinlem e yetileri kazandırılm alıdır. Konuşm acı olm ak
güçtür; çünkü konuşan kısa, açık ve net olmalı, kendi duygu ve
düşüncelerinden söz etmeli ve sorunla ilgili konuşm alıdır. D inle­
yici olm ak daha da güçtür; çünkü dinleyici konuşandan kendine
göre yanlış olan hatta onu kızdıran ve asla duym ak istem ediği bir­
çok şeyi onun konuşm asını kesm eden dinlem ek durum undadır.
Bir süre sonra eşlerden rollerini değiştirm eleri yani konuşmacı
nın dinleyici, dinleyicinin ise konuşm acı olm ası istenir. Bu iş
lem sırasında terapist dinleyiciden, konuşm acının söylediklerini
özetlem esini ister. Burada esas olan, dinleyicinin konuşm acının
söylediklerinden tam olarak ne anladığını kendi sözcükleriyle ak­
tarm asıdır. D aha sonra bu algılam anın doğruluk derecesini d e­
ğerlendirebilm ek için konuşm acıya dinleyici tarafından yapılan
özetin doğru olup olmadığı sorulur. “D önüşüm lü soru sorm a”
tekniği olarak tanım lanabilecek bu yaklaşım ve eğitim in am a­
cı eşler arasındaki yanlış anlam aları ve akıl okum a eğilim lerini
azaltm ak ve iletişim in açık ve basit bir biçime dönüştürülm esini
sağlamaktır. Eşlere uzlaşm a becerilerinin kazandırılabilm esi için
önce birbirlerini iyi dinlem eyi öğretm ek gerekir. İyi bir konuşm a­
cı ve dinleyici olabilmeyi izleyerek sorunların net ve som ut olarak
tanım lanabilm esi işlemine geçilir. D aha uyum lu ve doyum verici
bir ilişki için eşlere birbirlerinden nelerin değişm esini bekledikle­
ri sorulur. Eşlerin birbirleriyle ilgili olarak değişm esini istedikleri
davranışlar terapi süreci içindeki hedeflerin belirlenm esini sağlar.
Eğer karşılıklı olarak değiştirilm esi istenen davranışlar belirgin
değil, buna karşılık yakınm alar belirgin ise, bu yakınm alar karşı­
lıklı dilek biçim ine dönüştürülür. Dileklerin eşlerin ortak yaşan­
tılarına geçirilebilmesi ise, terapistin bu dilekler doğrultusunda
eşlerle birlikte düzenlediği ödevler aracılığıyla olur. Özetle, eşle­
rin birbirleriyle ilgili yakınm aları karşılıklı dileklere, karşılıklı d i­
lekler ise karşılıklı yürütülecek ödevlere dönüştürülür.

Ö d e v Düzenleme İlkeleri
Ödevler davranışçı yaklaşım ların aslında daha iyi bir tan ım ­
lam a ile her türlü etkili tedavinin hiç değişm eyen öğelerinden
biridir. Ö devler düzenlenirken tek yanlı değil, her iki eşe karşı­
lıklı olarak verilmelidir. Ödevler basit ve kolay anlaşılır nitelikte
olmalıdır. H er iki eş tarafından kabul edilebilir özellikler taşım alı
ve bir sonraki tedavi o turum una kadar tam am lanabilir nitelikte
olmalıdır. Ancak, hepsinden önemlisi; som ut olarak tanım lanm a­
lıdır. Sorunun karşılıklı uzlaşm a amacıyla çözülm esi ancak som ut
tanım lanabilm esiyle m üm kündür. Ö rneğin, eşlerden biri diğerin­
den “daha çok ilgi ve şefkat” beklediğini belirtiyorsa, bu yeterince
som ut tanım lanm am ış bir dilektir. D aha çok ilgi ve şefkatin varlı­
ğı hangi davranışlarla belirlenecektir?

Sonuç
İletişim ve uzlaşm a becerilerinin kazandırılm ası ve bunların
sonucu olarak birlikte sorun çözme yeteneklerinin artm ası ile tüm
evlilik içi sorunların çözülebileceğine ilişkin bir beklenti oldukça
iyim ser ve abartılı olabilir. Ancak, özellikle evlilik terapisi eğiti­
m ine yeni başlam ış birçok terapist için oldukça kolay anlaşılan bir
rasyonel sunm ası ve sorunlar çözmeye yönelik nesnel yaklaşımlar
olm aları sistem ik-davranışçı yaklaşım ların değerini arttırm akta­
dır. Hedefe yönelik etkin tedaviler olm aları ise uygulam adaki de­
ğerlerini daha da arttıracaklarına işaret etmektedir.

Kaynaklar
• Beck, A. T. (1988). Love is N ever E nough, USA: H arper ve Row.
• C rowe, M . & Ridley, J. (2000). Therapy w ith C ouples: A B ehaviou­
ral System s A pproach to C ouple R elationship and Sexual Problem s,
UK: Blackwell.
• Jacobson, N . S. & M argolin, G. (1979). Marital Therapy: Strategi­
es Based on Social Learning and Behavioural Exchange Principles,
USA: Brunner-M azel.
• M in u ch in , S. (1974) Fam ilies and Family Therapy, UK: Tavistock
Publications.
Stuart, R. B. (1980) H elping C ou p les C hange, USA: Guilford Press.
Sungur, M. Z. (2004) C ogn itive behavioural system s approach in
couple and sex therapy, Sexual and R elationship Therapy, 19, Supp
I, 119-120.
Sungur, M . Z. (2009). Sen, B en ve A ram ızdaki Her Şey, 3.baski, Is­
tanbul: Goa.
Sungur, M . Z. (2003). B ilişsel-davram şçı terapi uygulam aları sıra­
sında dikkat ed ilm esi gereken konular, 3P (Psikiyatri, Psikoloji, Psi-
kofarm akoloji) D ergisi, 11 (Ek 2), 39-46.
Sungur, M. Z. (2003). B ilişsel-davram şçı terapilerin tem el ilke ve
özellikleri ve entegre yaklaşım ın yararları, 3P (Psikiyatri, Psikoloji,
P sikofarm akoloji) D ergisi, 11 (Ek 2), 31-38.
Sungur, M. Z. (1997). Bilişsel ve davranışçı terapilerin gelişim ö yk ü ­
sü, Ege Psikiyatri Sürekli Yayınları, 4, 50-66.
BAĞLANMA, ÇİFT-EVLİLİK TERAPİSİ ve
KRONİK HASTALIKLARLA BAŞ ETME

Nilüfer Kafesçioğlu

ıp ve teknoloji alanındaki ilerlemelerle, günüm üzde insanla­


T rın yaşam süreleri uzarken; şeker, kalp, yüksek tansiyon gibi
uzun vadede devam eden ancak tam tedavisi olmayan “kronik”
hastalıklarla yaşam ak da olağan hale gelmiştir. Sağlık Bakanlığının
2006 raporuna göre Türkiye’de 22 milyon kişi kronik hastalıkların
etkisi altındadır. K ronik hastalıklarla yaşam ak kim i hastalar ve
yakınları için önem li psikolojik sıkıntılar yaratm azken, kim ileri
için ciddi ölçüde stres kaynağı olabilm ektedir. Ç oğu zam an hasta
bakım ını eşlerin sağladığı düşünüldüğünde, h astanın yanı sıra bu
durum dan en çok etkilenen de eşler olmaktadır. Ancak, yakın za­
m ana kadar kronik hastalıklarla ilgili çalışm alar hastalığın sadece
hasta üzerinde yarattığı strese ve hastaların bu stresle bireysel ola­
rak baş etm e çabalarına odaklanm ıştır. Çift ilişkisi bağlam ında ise
kronik hastalıklar incelenm eye henüz yakın zam anda başlanm ış­
tır. Yetişkin bağlanm a kuram ı, yakın ilişkilerdeki duygusal bağları
ve karşılıklı bağlılığı vurgulayan bir kuram olduğundan, kronik
hastalıklarla baş eden çiftleri bu kuram çerçevesinde incelem ek
ilişki dinam iklerinin etkilerini anlam am ıza yardım cı olur. Bu b ö ­
lüm de, çiftlerde bağlanm anın kronik hastalık stresiyle baş el ınede
oynadığı role ve çift ilişkisi bağlam ında psikolojik m üdahalelere
odaklanacağız.

Çift-Evlilik İlişkisi ve Kronik Hastalıklar


Yetişkinlerin hayatında m erkezi bir ilişki olan eşler arası rom an­
tik ilişkinin fiziksel sağlık üzerine etkisini inceleyen çalışmaların
sayısı giderek artm aktadır. Kanser ve kalp hastalıkları üzerine ya­
pılan araştırm alar, evli kişilerde hastalanm a ve ölüm oranlarının
evli olm ayanlara göre daha düşük olduğunu gösterm iştir. Ö rn e­
ğin, evli olm ayan erkeklerin kalp hastalığından ölm e riskinin, evli
olanlara göre daha yüksek olduğu bulunm uş ve yalnız yaşam a­
nın kalp krizi sonrası kalp rahatsızlıklarının nüksetm esinde risk
yarattığı belirlenmiştir. Evliliğin fiziksel sağlık problem leri üze­
rindeki bu etkisi, evlilik ilişkisinin sosyal izolasyonu azaltm ası ve
çoğunlukla da duygusal ve m addi destek kaynağı olmasıyla açık­
lanm ıştır. Bunların yanı sıra, hasta olmayan eşler hastanın tedavi­
ye sadık kalm asına ve sağlıklı bir yaşam tarzına geçişine (örneğin
az yağlı beslenm e ve düzenli egzersiz) yardım cı olarak ve ev içi
sorum lulukları hasta eşten devralarak da hastaya destek olm ak­
tadırlar. Kısacası, eşler hastalık sonrası hastanın kaliteli bir yaşam
sürm eye devam edebilm esinde önem li rol oynam aktadır. Ancak,
çift ilişkisinin kalitesini, yani örneğin eşlerin ilişkilerinden m em ­
nuniyet derecelerini göz önüne alarak yapılan çalışmalar; bazı
ilişkilerin strese karşı koruyucu olabildiğini, bazılarınınsa çiftler
için stres kaynağı oluşturabildiğini gösterm ektedir. Bu çalışm a­
lar, ilişkiden m em nuniyetsizliğin ve geçim sizliklerin sağlık riskini
arttırdığına işaret etmektedir. A raştırm alar, eşler arası etkileşim in
kalp-dam ar fonksiyonları ve bağışıklık fonksiyonları üzerinde et
kisi olduğunu göstermiştir. Ö rneğin, kalp yetmezliği, kalp krizi ve
yüksek tansiyon hastaları ile yapılan çalışmalar, eşler tarafından
olum suz yönde değerlendirilen çift ilişkilerinin kalp sağlığı açı­
sından olum suz etkilerini gösterm ektedir.

İlişki kalitesi kronik hastalıkların yarattığı stresle baş etm e sü ­


recini etkilerken, kronik hastalıklar da çiftlerin ilişki kalitesini
değişik şekillerde etkileyebilmektedir. K ronik hastalıklar ilişki
kalitesini olum suz veya olum lu yönde etkileyebilmekte, bazen de
hiçbir etki yaratmayabilm ektedir. Yani kronik sağlık problem le­
ri çiftler için sıkıntı yaratabilecek bir durum olduğu gibi, ilişkiyi
olum lu yönde geliştirmeye fırsat yaratan bir durum da olabilm ek­
tedir. Sağlık problem leri, bazı çiftlerin birlikte m ücadele ederek
ilişkilerini güçlendirm elerine ve dolayısıyla çiftin ilişkisini olum ­
lu yönde geliştirm esine de etki edebilir.

Ç oğu araştırm acı kronik hastalıkların yalnızca hasta üzerinde­


ki etkisini incelemiştir. Ancak, hastaların hastalıkla baş etm esin­
de önem li rol oynayan eşler de hastalığın hayatları üzerindeki e t­
kisiyle baş etm ek durum undadırlar. G ünüm üzde hastalığın hasta
eşleri üzerindeki etkisini inceleyen araştırm alar artm aktadır. Ö r­
neğin, kanserli hastalar ve eşleri ile yapılan bir çalışmada, eşlerin
çoğunlukla hasta kadar, bazen de hastadan daha yüksek seviyeler­
de psikolojik sıkıntı yaşayabildiği görülm üştür. Kalp hastaları ve
eşleri ile yapılan bir çalışma ise kalp rahatsızlığının başlangıcın­
dan altı ay sonra dahi hasta eşlerinin psikolojik sıkıntılar (örneğin
depresyon) yaşayabildiğine dikkati çekmiştir. Eşlerin yaşadıkları
sıkıntılar arasında depresyon, gerginlik, uyku sorunları, hasta­
nın tedavisiyle, cinsel yaşamla ve m addi konularla ilgili endişeler
sayılabilir. Çift ilişkisinin kalitesi, hasta eşleri için de hastalığın
yarattığı stresle baş etm ede önem li bir etkendir. Ö rneğin, bir araş­
tırm ada, hasta eşlerinin yaşadığı sıkıntıyı en iyi yordayan faktör­
lerin eşler arası ilişkinin kalitesi ve sağlık personeliyle olan iliş­
kiler olduğu saptanm ıştır. Çift ilişkisinin kronik hastalıklarla baş
etm ede hem hasta hem de hasta eşi açısından önem ini gösteren
bu araştırm aların ışığında, kronik hastalıklarla baş eden kişilere
sunulan psikolojik m üdahalelerde eşleriyle olan ilişkilerini göz
önüne alm ak gerektiğini ve hem hastaya hem de eşine bu ııüida
haleleri sunm anın faydalı olacağını söyleyebiliriz.
K ronik hastalıklara uyum süreci genellikle kişilerin stresli
olayları ne şekilde değerlendirdikleri, sosyal desteklerinin var­
lığı/yokluğu ve kişilerin bireysel baş etm e yöntem leri açısından
incelenm iştir. Bağlanma kuram ı, fiziksel hastalıklarla baş etme
konusunu, sosyal desteğin ötesine taşıyarak ve çifti oluşturan bi­
reylerin karşılıklı bağlılıklarının baş etm e sürecine etkisini de göz
önüne alarak açıklam amıza yardım cı olur. Çift ilişkisi gibi yakın
ilişkiler birçok yetişkinin hayatında m erkezi ilişkiler olduğundan,
yakın ilişkilerden elde edilen destek, sosyal destekten farklıdır.
Bağlanma kuram ı eş ilişkisi gibi yakın ilişkileri duygusal, biliş­
sel, davranışsal ve fizyolojik bileşenleri olan yakın ve duygu yüklü
bağlar olarak tanımlar.

Yetişkinlerde Bağlanma
Bağlanma kuram ı, ilk başta bebekler ve onların bakım larını
sağlayan tem el kişiler arasındaki yakın ilişkileri incelem eye odak­
lanm ıştır. Ancak, daha sonra bu kuram yetişkinlerin yakın iliş­
kilerine, özellikle de rom antik ilişkilere uyarlanm ıştır. Bağlanma
kuram ına göre, insanlar yakın ilişkide oldukları kişilere duygusal
bir bağ ile bağlanırlar. Hayatın ilk yıllarında, bebeklerle tem el ba­
kıcıları arasında oluşan duygusal bağ, bebeğin hayatta kalm asını
sağlar. Bu bağ, bebeklerin bakıcılarıyla yakın olmaya yönelik; ör­
neğin ağlama, gülümseme, bakıcıyı gözle takip gibi davranışların­
da gözlemlenebilir. Bu davranışlar “bağlanm a davranışları” olarak
adlandırılır. Yetişkinlerde ise bu bağ bir akranla, genellikle de cin
sel partnerle oluşur. Yetişkinlerin yakın ilişkilerinde bu bağ hem
yakın olmaya yönelik bağlanm a davranışlarıyla hem de kişilera
rası ilişkilerin zihinsel olarak içselleştirilmiş haliyle tem sil edilir.
Yetişkinlikteki bağlanm a ile çocukluktaki bağlanm a arasında bazı
farklılıklar bulunsa da, işlevleri açısından aynıdırlar. Hem çocuk­
lar hem de yetişkinler, bu duygusal bağı yaşadıkları kişilerle ilişki­
lerinde güvenlik ve rahatlam a gereksinim lerini karşılar, herhangi
bir sıkıntı yaşadıklarında bu kişilerden destek alır ve bağlanılan
kişinin yokluğunu protesto ederler. Yetişkin bağlanm a örüntüleri
ile rom antik ilişkiler arasındaki ilişkiyi inceleyen araştırm alar gü­
venli bağlanm a d urum unda, kişilerin kendilerini sevgiye ve değer
verilmeye layık gördüklerini ve rom antik ilişkilerinde de olum lu
duygular yaşadıklarını gösterm iştir. A ncak güvensiz bağlanm a
d urum unda rom antik ilişkilerde ya yakın olm aktan duyulan kor­
ku (kaçm an bağlanm a) ya da eş ile sürekli “m eşgul” olm a haline
duyulan kuvvetli isteğin (kaygılı / kararsız bağlanm a) hakim ol­
duğu görülm üştür.

Bağlanma, Çift-Evlilik Terapisi ve


Kronik Hastalıklarla Baş Etme
Bağlanma davranışları, en çok, kişinin iyilik halini tehdit eden
durum larda, psikolojik ve fizyolojik dengeyi tekrardan sağlaya­
bilm ek için girişilen güven duym a ve rahatlam a çabaları sırasında
ortaya çıkar. Bunlar genellikle kişinin korktuğu, kendini yorgun
hissettiği, sıkıntı içinde olduğu ya da hasta olduğu durum ları içe­
rir. Yani sağlık problem lerinin kişilerde bağlanm a davranışlarını
tetiklemesi ve bu davranışların da kişilerin bağlanm a örüntüleri-
ne paralel olm ası beklenm ektedir.
Bağlanma kuram ına göre, insanlar duygularını düzenlem eyi,
kontrol etm eyi ve olum suz duygularla baş etm eyi bebeklikten iti­
baren temel bakıcıları ile etkileşim leri sırasında öğrenir ve daha
sonra yaşam ları boyunca bu tecrübelerini stres yaratan durum lara
uygularlar. Güvenli bağlanm a örüntüsüne sahip kişiler olum suz
duygularla yapıcı bir şekilde baş edebilirken; kaçınan bağlanm a ile
olum suz duyguları bastırm a, ifade etm em e, yok sayma ve kaygılı
/ kararsız bağlanm ayla da olum suz duyguları yüksek seviyelerde
ifade etm e arasında bir ilişki görülm ektedir. Fiziksel hastalıkların
yarattığı stres incelendiğinde, güvenli bağlanm a örüntüsüne sahip
kişilerin, hastalık stresiyle daha etkili b ir şekilde baş etm eleri bek
lenirken, güvensiz bağlanm a örüntüsüne sahip kişilerin bu strese
aşırı odaklanm ası (kaygılı / kararsız bağlanm a) ya da bu sıkıntıla­
rı bastırm aya çalışması beklenm ektedir (kaçınan bağlanm a).
Birçok araştırm ada, bağlanm a örüntülerinin fiziksel sağlığa
ilişkin davranışlarla ilişkisi incelenm iştir. A raştırm alar, kaygı­
lı / kararsız bağlanm a örüntüsü gösteren kişilerin güvenli ya da
kaçınan örüntü gösterenlere göre daha fazla psikolojik şikâyet
bildirdiklerini ve olum suz duyguların da bunda rol oynadığını
göstermiştir. Bunun yanı sıra, kaçm an bağlanm a örüntüsüne sa­
hip kişilerin fiziksel hastalık belirtileri için profesyonel yardım a
başvurm akta daha tereddütlü davrandıkları tespit edilmiştir. Bu
bulgular, bağlanm a kuram ı açısından tutarlıdır: Kaygılı / kararsız
bağlanm a duru m u n d a kişilerin stres karşısında aşırı tetikte olm a­
ları beklenirken, kaçınan bağlanm a d urum unda ise kişilerin stresi
yoksaymaları ve yardım istem ekten kaçınm aya eğilimli olm ala­
rı beklenir. Ayrıca, şeker hastalarıyla yapılan çalışmalar, kaçman
bağlanm a örüntüsü gösteren hastaların, güvenli bağlanm a göste­
renlere göre; diyetlerine, egzersiz program larına, ayak bakım ları­
na ve ağızdan alınan ilaç tedavilerine daha az sadık kaldıklarını ve
sigara içmeye daha eğilimli olduklarını göstermiştir. Ayrıca, çift­
lerle yapılan araştırm alar kaçm an bağlanm anın etkili bir şekilde
eşten destek isteyem em e ve kaygılı / kararsız bağlanm anın da eşe
etkili bir şekilde destek sağlayamamayla ilişkisine dikkat çekm iş­
tir. Başka araştırm alarda ise, kaygı yaratan durum larda, güvenli
bağlanm a örüntüsüne sahip kişilerin etkili bir şekilde eşlerinden
destek istedikleri, kaçm an bağlananların daha az sıklıkta destek
istedikleri ve hem fiziksel hem de duygusal olarak eşlerinden
uzaklaştıkları gözlenmiştir.

Kronik hastalıkların hem hastalar hem de eşleri üzerinde ya­


rattığı zorluklar, ilişki kalitesinin baş etm e sürecinde oynadığı rol
ve bağlanm a örüntülerinin sağlığa ilişkin davranışlar üzerindeki
etkisi göz önüne alındığında; kronik hastalıklarda psikolojik m ü­
dahalelere hasta eşlerinin de dahil edilmesi tavsiye edilmektedir.
Ayrıca, hastaların ve eşlerinin sadece bireysel ihtiyaçları üzerine
değil aynı zam anda çift ilişkisinin daha işlevsel hale gelmesi ve
geliştirilmesi üzerine de çalışılması tavsiye edilmektedir.
Bağlanma kuram ı çerçevesinde eşler arası güvenli b ir bağ oluş­
turulm ası, çift ilişkisinin kronik hastalıklarla baş etm ede olumlu
bir etki yaratm asını sağlayabilir. Güvenli bir bağ ile sağlam laştırı­
lan çift ilişkisi, kronik hastalığın çift üzerinde yarattığı strese karşı
bir tam pon görevi görebilir. Güvenli bağlanm anın hakim olduğu
bir çift, ihtiyaçları olduğunda birbirlerine duygusal olarak ulaşa­
bilir ve birbirinden destek alabilir. Güvensiz bağlanm anın hakim
olduğu çiftlerle terapide, bu gibi gereksinim lerin karşılanm asına
engel teşkil eden eşler arası olum suz etkileşimleri değiştirecek
m üdahalelerin uygulanm ası tavsiye edilir. Güvenli ve güvensiz
bağlanm anın destek isteme / destek verm e davranışları ve k ro ­
nik sağlık problem leri ile baş etm edeki etkisi göz önüne alınarak,
çift terapisinde bu davranış örüntülerinin üzerinde durulm ası ve
değiştirilm esi özellikle faydalı olabilir. Ayrıca, yine bağlanm anın
duygusal tepkileri düzenlem e üzerindeki etkisi göz önüne alın­
dığında, çift terapisinde, kronik hastalığın yarattığı güçlü duygu­
sal tepkilere de odaklanılm ası tavsiye edilir. Bu duyguların, eşler
tarafından birbirlerine açıkça ifade edilmesi ve çift ilişkisinin bu
duygularla baş etm ede güven, rahatlam a ve destek sağlayan bir
kaynak halini alması önemlidir. Bunların sonucunda, eşlerin stres
düzeylerinin azalması beklenm ektedir.
Sonuç olarak, kronik hastalıklarla baş etm ekte olan çiftlerle te
rapide, bağlanm a kuram ı ile hareket etm ek, hastalar ile eşleri ara
sında daha açık bir iletişime ve eşlerin birbirlerine daha empatik
yaklaşm alarına yardım cı olur. Dolayısıyla eşler arası bağ gelişti
rilir. Bağlanma kuram ı çerçevesinde çift terapisi, eşlerin olumsuz
duyguları daha iyi tolere etm elerini sağlayarak; tenkit, uzaklaşma
ve kaçınm a gibi olum suz etkileşim leri sonlandırm alarına ve iliş­
kinin kronik hastalık sonucu yaşanan stresle daha kötüye gitm e­
sine engel olabilir. Bu nedenlerden ö türü bağlanm a kuram ının,
kronik hastalıklarla baş eden çiftlere uygulanan terapide faydalı
bir kuram olduğu düşünülm ektedir.

Kaynaklar
• Arefjord, K., Hallaraker, E., H avik, O. E. & M aeland, J. G. (1998).
Life after a m yocardial infarction: The w ives’ p oin t o f view , P sycho­
logical R eports, 8 3 ,1 2 0 3 -1 2 1 6 .
• Baider, L., W alach, N ., Perry, F. & Kaplan de-N our, A . (1998). C an ­
cer in m arried couples: H igher or low er distress? Journal o f P sycho­
som atic Research, 45, 239-248.
• Baker, B., Paquette, M ., Szalai, J., Driver, H ., Perger, T, H elm ers, K„
O ’Kelly, B. & Tobe, S. (2000). The influence o f m arital adjustm ent on
3-year left ventricular m ass and am bulatory b lo o d pressure in m ild
h ypertension, A rchives o f Internal M edicine, 160, 3 4 5 3 - 3458.

• Bowlby, J. (1988). A secure base: Parent-child attachm ent and h e ­


althy hum an develop m en t, USA: Basic Books.
• Burm an, B. & M argolin, G. (1992). A nalysis o f the a ssociation b et­
w een m arital relationships and health problem s: A n interactional
perspective, P sychological B ulletin, 112, 39-63.
• Burwell, S. R., Bucker, P. S. & Shields, C. G. (2006). A ttachm ent b e­
haviors and proxim ity seek in g in cancer patients and their partners,
Journal o f C ouple and R elationship Therapy, 5, 1-16.
• C ase, R. B., M oss, A. J., C ase, N ., M cD erm ott, M . & Eberly, S. (1992).
Living alon e after m yocardial infarction: Im pact o n progn osis, Jour­
nal o f the A m erican M edical A ssociation , 267, 515-519.
• C iechanow ski, P. S., W ayne, J. K., Russo, J. E. & Edward, A. W.
(2001). The patient-provider relationship: A ttachm ent th eory and
adherence to treatm ent in diabetes, A m erican Journal o f Psychiatry,
158, 29-35.

• C ollins, N . L. & Feeney, B. C. (2000). A safe haven: A n attachm ent


th eory perspective on support seeking and caregiving in in tim a ­
te relationships, Journal o f Personality and Social Psychology, 78,
1053-1073.

• C oyne, J. C., R ohrbaugh, M. J., Shoham , V„ Sonnega, J. S., N icklas, J.


M . & Cranford, J. A. (2001). P rognostic im portance o f m arital qu a­
lity for survival o f congestive heart failure, The A m erican Journal o f
Cardiology, 88, 526-529.
• C oyne, J. C. & Sm ith, D. A. F. (1991). C ouples cop in g w ith a m yocar­
dial infarction: A contextual perspective on wives' distress, Journal
o f P ersonality and Social Psychology, 6 1 ,4 0 4 -4 1 2 .
• D iam on d , L. M . & H icks, A. M. (2004). P sychobiological p ersp ecti­
ves on attachm ent: Im plications for health over the lifespan, In S. W.
R holes & J. A . Sim p son (Eds.), A d u lt A tta ch m en t: Theory, Research,
a n d C linical Im plications, pp. 24 0 -2 6 3 , USA: Guilford Press.
• Ebrahim , S., W annam ethee, G., M cC allum , A., Walker, M . & Shaper,
A. G. (1995). M arital status, change in marital status, and m ortality
in m id d le-aged British m en , A m erican Journal o f E pidem iology,
142, 834-842.

• Feeney, J. A. (1999). A dult rom antic attachm ent and cou p le relati­
onsh ips, In J. C assidy & P. Shaver (Eds.), H an d b ook o f Attachm ent:
Theory, Research, and C linical A pplications, pp. 35 5 -3 7 7 , USA: The
G uilford Press.

• Feeney, J. A. (2000). Im plications o f attachm ent style for patterns


o f health and illness, Child: Care, Health and D evelop m en t, 26,
277-288.
Feeney, J. A . & Ryan, S. M . (1994). A ttachm ent style and a ile d rcgu
lation: R elationships w ith health behavior and fam ily experiences ol
illness in a student sam ple, H ealth Psychology, 13, 334-345.
Fiske, V., C oyne, J. C. 8c Sm ith, D. A. (1991). C ouples cop in g with
m yocardial infarction: A n em pirical consideration o f the role o f
overprotectiveness, Journal o f Fam ily Psychology, 5, 4-20.
G ordon, H. S. & R osenthal, G. E. (1995). Im pact o f m arital status on
o u tcom es in hospitalized patients, A rchives o f Internal M edicine,
155, 2465-2471.
G rew en, K. M ., Girdler, S. S., A m ico, J. 8c Light, K. C. (2005). Effects
o f partner support on resting oxytocin , cortisol, norepinephrine,
and b lood pressure before and after w arm partner contact, P sych o­
som atic M edicine, 67, 531-538.
H azan, C. 8c Shaver, P. (1987). R om antic love con cep tu alized as an
attachm ent process, Journal o f Personality and Social Psychology,
5 2 ,5 1 1 -5 2 4 .
H azan, C. 8c Shaver, P. R. (1994). A ttachm ent as an organizational
fram ew ork for research on close relationships, P sychological Inqu­
iry, 5, 1-22.
Heavey, C. L., Layne, C. 8c C hristensen, A. (1993). G ender and c o n f­
lict structure in m arital interaction: A replication and exten sion , Jo­
urnal o f C on su ltin g and C linical Psychology, 6 1 ,1 6 -2 7 .
H elgeson, V. (1991). The effects o f m ascu lin ity and social support
on recovery from m yocardial infarction, P sych osom atic M edicine,
53, 621-633.
K iecolt-G laser, J. K. 8c N ew to n , T. L. (2001). M arriage and health:
H is and hers, P sychological Bulletin, 127, 472-503.
Kowal, J., Johnson, S. M . 8c Lee, A. (2003). C hronic illn ess in co u p ­
les: A case for em o tio n a lly -fo cu sed therapy, Journal o f M arital and
Fam ily Therapy, 29, 299-310.
Lyons, R. F., M ickelson, K. D., Sullivan, M. J. L. 8c C oyne, J. C. (1998).
C op in g as a com m u n al process, Journal o f Social and Personal Re­
lationships, 15, 579-605.
• O'Farrell, P., Murray, J. & H otz, S. B. (2000). P sych ologic distress
am ong sp ou ses o f patients u n d ergoin g cardiac rehabilitation, Heart
& Lung: The Journal o f A cute and Critical Care, 29, 97-104.
• R ankin-Esquer, L. A., D eeter, A. K., Froelicher, E. & Taylor, C. B.
(2000). C oronary heart disease: Intervention for intim ate relations­
hip issues, C ognitive and Behavioral Practice, 7, 212-220.
• Rohrbaugh, M . J., Cranford, J. A „ Shoham , V., N icklas, J. M ., Son-
nega, J. S. & C oyne, J. C. (2002). C ouples cop in g w ith congestive
heart failure: Role and gender differences in p sych ological distress,
Journal o f Fam ily Psychology, 16, 3-13.
• R oss, C. E., M irowsky, J. & G old steen , K. (1990). The im pact o f the
fam ily on health: The decade review, Journal o f M arriage and the
Family, 52, 1059-1078.
• Schm aling, K. B. & Sher, T. G. (2000). The P sych ology o f C ouples
and Illness: Theory, Research, and Practice, USA: APA.

• Shaver, P. R., C ollins, N . L. & Clark, C. (1996). A ttachm ent styles


and internal w orking m o d els o f se lf and relationship partners, In
G. J. O. Fletcher. & J. Fitness (Eds.), K now ledge Structures in C lo ­
se Relationships: A Social P sychological A pproach, pp. 2 5 -6 1 , USA:
Erlbaum.

• www. tibbiyelilercem iyeti.corn/m odules.php?nam e=N ew s& fi!e=arti


cle& sid=89
GÜVENLİ BAĞLANMA FİGÜRÜ OLARAK
TERAPİST ve BAĞLANMA ODAKLI
ÇİFT TERAPİSİ: BİR VAK A ÖRNEĞİ

Eda Ardum an

B
azı çiftler, ailelerinden getirdikleri davranışlar eşliğinde
birbirlerine bazen yaklaşmayı bazen de mesafe koymayı
içeren bir dans eder gibidirler. Eğer yakınlaşm a güvenli bir de­
neyimse, kişi, kaygılandığında, sorun olduğunda eşine sığınır ve
rahatlık sağlar. Eğer yakınlık ona bir bedel ödem eye neden olu­
yorsa, bun d an sonraki sıkıntılı zam anlarında eşinden uzaklaşır,
onunla arasına duvar örer ve kendi kendisine yetinm eye çalışır.
Eşlerin bireysel davranışları, kişilik özellikleri ilişkilerinin de to ­
nunu tayin eder. Birbirini ve kendilerini daha iyi anlayabilmeleri
daha huzurlu ve güvenli bir ilişkiyi inşa etm elerini m üm kün kılar.
Bu yazıda, bağlanm a ve bağlanm a stilleri çerçevesinde gerçekleş­
tirilm iş bir çift terapisi anlatılmıştır.
Hülya ve Ferit, terapiye başvurduklarında 6 yıllık bir evliliğin
ardında boşanm a kararını vermişlerdi. Terapiye baş vurm adan
6 ay önce şiddetle son bulan bir kavgaya tutuşm uşlardı ve ayrı
evlere taşınm ışlardı. İlişkilerinin düzelebileceğiyle ilgili um utla
rını yitirm işlerdi ve son bir çare olarak da randevu istemişlerdi.
Ferit’e göre Hülya’nın kıskançlığı ve sorgulam aları dayanılmaz
hale getirm işti ilişkiyi. H ülyaya göre de, Ferit’in sorum suzluğu ve
kendisine danışm adan plan yapm aktaki ısrarı kendisini tüketip
bitirm işti. Hülya Ferit’i güvenilmez bir insan olarak görürken Fe­
rit de H ülyayı aşırı kontrolcu bir insan olarak değerlendiriyordu.
Hülya evin gündelik bütçesini takip etm ekten sıkılmıştı. Ferit ise
sadece eğlence ve seyahat m asraflarını karşılam a konusunda ısrar
ediyordu.
Ferit 30 yaşındaydı. 1.5 yaşındayken annesi babasını terk edip
onu da yanına almış ve babasıyla görüşm elerini yasaklamıştı. Ba­
bası ile ilgili olarak çok korkutulm uştu, o 2 yaşındayken babası
dayısını silahla tehdit etm ekten hapishaneye girm işti. Babası te ­
rapiye gelm eden iki sene önce ölm üştü ve cenazesinde babasının
ikinci evliliğinden doğan kardeşiyle ilk defa tanışm ıştı. Takip
eden iki sene içerisinde de aralarında bir yakınlık doğm uştu. Fe­
rit çocukken annesi geç saatlere kadar çalışmıştı. Ferit annesinin
kendisinden çok farklı biri olduğunu vurguladı. Uyum suz biri
olarak nitelendirdi annesini. Hep çatışmışlardı. Ferit’in yaşı büyü­
dükçe de annesi ona karşı daha taham m ülsüz olm uştu. Hatta a n ­
nesi Ferit’in sünnet olm asını engellemeye çalışmıştı. D aha sonra
dede devreye girm iş ve sünnet ettirerek kendi deyim i ile Ferit’in
“erkekliğe adım atm asına” izin verm işti. H er ne kadar Ferit’in
annesini tanım adım sa da annesinin Ferit’in büyüdükçe silahla­
ra sarılan şiddeti benim seyen babasına benzeyebilecek olmasıyla
ilgili bir korkusu olduğunu düşündüm . A nne kendi korkusunu
Ferit’e de istemsiz olarak aşılamıştı. Ferit büyüyüp saldırgan (ba­
bası gibi) bir yetişkin erkek olm ak ile sorum luluk alm adan çocuk
kalm ak arasında gidip geliyordu sanki. Ferit’in sorum luluk ala­
nını eğlence m asrafları ile kısıtlı tutm a ihtiyacı bu d u ru m d a çok
anlaşılır hale gelmişti. Ferit’in yetişm esinde anneannesi ve dedesi
büyük rol oynam ıştı. 12 yaşındayken dedesinin kalp krizine ye­
nik düşen cesedini koridorda bulm uştu. Bir yıl sonra anneannesi
beyin kanam asından can vermişti. Bir iki sene sonra okulda ve
özel hayatında zorba davranışlarına başvurduğunu ve okuldaki
öğretm enlerinden birine cinsel tacizde bulunduğundan gururla
söz etti. Tek başına ölüm gibi ağır deneyim leri m etabolize etm ek
duru m u n d a kalan çocuklar bu tip taşırm alar yaşayabiliyorlar.
Ölüm ve kayıpla ilgili öfke ve çaresizliklerini bu şekilde dışa vu­
rabiliyorlar. Kayıplarından söz ederken, koşullarla ört üşmeyen
bir kopuk duygulanım haline bürünm üştü. “Her canlı ölümü ta ­
dacaktır, kaçınılm az bir şey, güçlü olm ak lazım” gibi söylemlerle
doğrusu içim in daralm asına neden oluyordu. Söylediği laf Ziıı-
cirlikuyu m ezarlığının her önünden geçişimde okuyup beni d ü ­
şündüren bir laf olm ak ile birlikte söylerkenki tarzı çok rahatsızlık
veriyordu. Ferit gibi kaçm an bağlanm a stiline sahip olan bireyler
arasında olayla örtüşm eyen kopuk tonlam aya çok sıkça rastlanır.
Ferit, terapi odasında da aşikar olan bir biçimde, ilişkisinde ka­
çm an bir tarz benim sem işti. Sert, ayarsız sesinin tınısı, gözlerin­
deki allak bullak çocuksu bakışla değişkenlik gösteriyordu. Evin
sorum luluklarını üstlenm ek istem iyordu, bunları karısına bırak­
m aktan m em nundu. Evin gündelik sorum luklarına üstlenm ek
yetişkinliğe adım atm ak anlam ını taşıyordu. Z ihninde sadece eğ­
lence kısm ına üstlenerek ebedi gençliği yakalamıştı. “Eş” olmak,
“Baba” olm ak sorum lulukları ile birlikte yoğun duyguların ortaya
çıkm asına neden olacaktı. Yetişkinliğin getirdiği duyguları kap­
sam ak anlam ında kısıtlı kapasitesinin olduğu gözüküyordu. Ö f­
kelenm em ek için her tü r ilişkiyi ilgilendiren sorundan kaçıyordu,
kaçam adığı zam an da zarar vererek patlıyordu. Karısına duyduğu
öfkeyi, sosyal ortam larda onu yalnız bırakarak pasif bir şekilde
ifade ediyordu. Karısı, bu izolasyon duygusunu reddedilm işlik
gibi yaşıyor ve Ferit’i küstah flörtöz davranışları nedeniyle eleşti­
riyordu. Eşinin bu eleştirel saldırıları karşısında da Ferit, kendi­
sini bunalm ış hissediyor, eşini suçlayarak karşı atağa geçiyordu.
Ferit evi terk etm e (ya da taşınm a) tehditlerinde bulunuyor, bazen
eşine fiziksel şiddet de uyguluyordu.

Hülya 33 yaşındaydı. Ailesini birleştiren ve bir arada tutan gö­


revini, doğduğu andan itibaren üstlenm işti. Ablası her şeye karşı
çıkarken Hülya sakin bir tavırla ailesinin endişelerini gideren ro-
lündeydi. Babası sık sık hastalanırdı ve annesinin kaygılarını gi­
derm eyi ve ona destek olmayı daha çok küçük yaşta öğrenmişti.
Annesi, babası, ablası hep ona güvenmişti. Hayırlı anne ve evlat
olm a yükünün altında kendi ihtiyaçlarının olabileceğini hem ai­
lesinden hem de kendisinden gizlemişti. Yetişkin sorum lulukla­
rını üstlenm ek, kendini un u tm ak ve diğerlerini ön plana koym ak
çocukluğundan beri (kendinden de gizlediği) çokça husum etin
birikim ine neden olm uştu. O dönem babasının kronik romatiz-
mal sorunlarıyla boğuşuyordu. Babasının tedavisi için tek başına
üstlendiği sorum luluklarından gururla söz ediyordu. “Beni evin
tem el direği gibi görüyorlar” diyerek böbürleniyordu. Acı bir ola­
yın içerisinde üstlendiği görev nedeni ile duyduğu m em nuniyet
dikkat çekiciydi. M ağdur psikolojisinde birey m ağddur olm a hali
ile özdeşleşir ve bunun üzerinden kendine bir kim lik oluşturabi­
lir. Kendini o ilişkinin içersinde “m uhtaç olunan” olarak dene-
yimleyerek kendi m uhtaçlığını kendisinden ve ötekilerden gizler.
K endisini ailesine kurban ettiği için kocasıyla denklik ve karşı­
lıklılık ilkesine dayanan bir yetişkin çift ilişkisi oluşturam ıyordu.
Eşine de ailesine yaptığı gibi annelik yapıyordu. İnsanlar annelik
yaparak yakınlığı kovalar, ihtiyaç duyularak yakınlık ihtiyacını
karşılam a yolunda adım lar atarlar. Bilinçsiz halde birine koşulsuz
destek sağlayarak talep etm eden ihitiyaçlarının karşılanacağını
beklerler. Diğer taraftan diğerinin ihitiyaçlarım karşılayarak k en ­
di ihtiyaçlarını unutabilirler.

Hülya kaygılı / kararsız bağlanm a stiline sahip bir kadındı. Ses


tonu m onoton ve söylemleri kendini tekrarlar şeklinde uzuyordu.
Evin işlerine ek olarak evdeki faturaları ödem e sorum luluğu da
ondaydı. Şikâyet ediyordu, am a kontrol kendisinde olduğu için
gururlu da görünüyordu. O na göre Ferit onsuz yapamazdı. Ferit’in
bu örüntüden dolayı kendisine ne kadar üstü örtü k bir düşm anlık
beslediğinin farkında değildi. Fîülya, birçok ilişkisini baskınlık ve
boyun eğme denklem i üzerinden kurm uştu. Ev işleriyle alakalı
olarak, baskın bir pozisyondaydı. Ferit de dolayısıyla edilgen bir
pozisyondaydı. Ferit, sosyal ortam larda sanki intikam ını alır gibi
Hülyayı göz ardı ediyordu. Bu durum larda, Hülya da herkesi iliş­
kisine yönelik bir tehdit gibi görüp çaresizlik hissediyordu. Kötü
du ru m u n u anlam ayan herkese kızgınlık besliyordu. Özellikle de
Ferite. Kendi gel-gitlerini Ferit’in tutarsız davranışlarına bağlıyor­
du. Halbuki kaygılı / kararsız bağlanm aya sahip insanlar kendile­
rine, güvensizdirler, bu güvensizliklerini eşlerine dayandırm akla
birlikte depresyona da yatkındırlar.

İlk seanslarım ızdan birinde Hülya çok sakinken Ferit ise sosyal
ve politik uyum suzluklarından dem vurm uş, yüksek sesle söylen­
mişti. Hülya çocuğunun kontrolsuz çıkışları karşısında utanan bir
anne görüntüsü veriyordu. Eşini tam o sırada N uri Alço’ya b e n ­
zetmişti; ona göre eşi çok iyiyken birden dönüveriyor; kötü biri
olup çıkıyordu. Eşinden çocuk sahibi olm ak istediğini ve evlili­
ğini sürdürm ek istediğini am a çekinceleri olduğunu söylüyordu.
H ülyanın kafasında “hasta” olan Ferit’ti ve kendisinin “hastalıklı
ilişkiye” hiçbir katkısı yoktu. Çift terapisinde terapistin bu tü r d ü ­
şüncelerle suç ortaklığında bulunm ası çok sakıncalıdır. Bu durum
ilişkinin dengesini sarsar. Terapistin her zaman ilişkinin tüm üne
odaklanm ası; bireysel farkları rafa kaldırıp ilişkiyle çalışabilmesi
çok önemlidir.
Ferit, bir seansta terapiyi de kendisine düşm an gibi algıladı­
ğını itiraf etti. Hülya onu terapiye devam etm ediği takdirde terk
edeceğiyle tehdit ediyordu.Bir dönem önce Ferit bayan bir psi
kiyatra gitm iş ve kendisine bipolar bozukluk tehşisi konm uştu.
Ferit tehşisi reddetm iş, her tartışm alarında eşi bunu hatırlatarak
abanın altında sopayı gösterir gibi, tartışm aların tüm sorum lulu­
ğunu Ferit’e yüklemeye başlamış. Ferit bunu anlatırken duyduğu
utancı yere bakan gözleri ve kırm ızı sürati ile bana söylemiş olu­
yordu. Utanç duygusunun döngüleri kilitlediğini düşünüp insan­
ların farklı şeyler denem esinin önüne geçtiğini hatırlayıp saygı
ile karşılık verm em gerektiğini karar verdim . Ferit’le aramızdaki
güven bağını oluşturmadan güvenli bir çift ilişkisini hedeflemek söz
konusu değildi. Feritle bir anlaşm a yaptım; bipolar bozukluğun
ne olduğunu anlam adığım ı ifade ettim ve ona 5 seans verdiğimi
söyledim, eğer Ferit hâlâ kendisini kontrol etm ekte zorlanıyorsa
onu başka birine yönlendireceğim i söyledim. Bana gelene kadarki
hiçbir tehşisin beni ilgilendirm ediğini söyledim. Ferit’n yüzünde­
ki ifade değişti. Benimle terapötik işbirliği kurdu ve takip eden
randevuyu da kendisi aldı. İlginç bir şekilde gel-git’li davranışla­
rından vazgeçti. A rtık Ferit iskem lelerin ne kadar rahatsız oldu­
ğundan şikayet etm ekten, seanslara geç kalm aktan, terapinin Batı
icadı olup bizim ülkem izde geçersiz bir şey olduğunu her seans­
ta tekrarlam aktan vazgeçti. Aynı zam anda her sorduğum soruyu
sorgulam aktan ve sürekli özel hayatım la ilgili sorular sorm aktan
da vazgeçti. Hülya artık “anne” olm aktan vazgeçip, Ferit’in de
ilişkide eşitliğini sağladığı hazzı tatm asına im kan sağladı. Bunun
sonucunda da Ferit biriken öfkesini serbest bırakarak beni hayatı
keşfedebileceği güvenli bir temel olarak görmeye başladı. Bebek­
ler annelerini hem sakinleşebilm ek için hem de cesaret kaynağı
olarak kullanırlar. Ben artık terapist kim liğim le Ferit’in hayatında
güvenli bir bağlanma figürü olarak hem güvenilir hem de onu b ü ­
yümeye yüreklendiren bir “anne” haline gelmiştim. Randevuları­
m ızdan önce randevuyu teyit etm e gereği duym aya başladı; Ferit
artık güvenli bir bağ oluşturm a aşam asına gelmişti ve orada olup
olm ayacağım dan em in olm ak istiyordu.
Şimdiye kadar kızm ak, yakarm ak ve şikayet etm ek 1liilya lıa
nım ın üstlendiği bir şeydi. Böylece ebeveynlik rolünü tek başı
na üstleniyordu. Ferit bipolar teşhisin utancından ve bağlayıcılı
ğından kurtulunca, daha bilinçli davranm aya başladı. Flülya’mıı
zam an zam an kabaran am a ifade bulam ayan öfkesi nihayet dı
şarıya vurulm aya başlandı. Takip eden seanslardan birinde Ferit
H ülyanın kendi sosyal becerilerine duyduğu hasetten söz etti.
H ülyanın gittikleri bir partiden sonra yaşadığı kıskançlık krizi sı­
rasında Ferit’in en sevdiği göm leğini m akasla param parça ettiğini
anlattı. H ülyanın seans odasında hiç gösterm ediği bir yüzdü bu.
Şiddetin etki tepki şeklinde bir iz sürdürdüğünü anlattım . Eğer
şiddet varsa iki tarafın da katkısının genellikle olduğunu sadece
bazen tarafların şiddet etkileşim ine katkılarının ne olduğunu gö­
rem ediklerini söyledim. Şiddet döngülerinin birbirini ne şekilde
tetiklediğini, şiddetin de etki ve tepki döngüsüne tabi bir örüntü
olduğunu anlattım . A ralarındaki tutkuya ve dinam izm e hayran­
lığımı ifade ettim . Ferit bana aptalm ışım gibi baktı ve böyle bir
söylem in saçm a olduğunu inandığını söyledi. Hülya ise Ferit’e bu
şekilde konuştuğu için her şeyi berbat ettiğini söyledi.
Ferit ve Hülya yaşadıkları krizleri farklı anlarda algılam ak­
taydılar. Hülya için sosyal çevre güvenlik hissine ciddi bir tehdit
oluşturm aktaydı. Öteki taraftan, gezme / dolaşm a özgürlüğünden
ve çocukça alışkanlıklarından vazgeçmek de Ferit için ciddi bir
tehditti. Sadece gezm e-tozm a organizasyon ve m asraflarını ü st­
lenerek Ferit kendisini özgür ve rahat hissedebiliyordu; böylelik­
le de olum suz duygulanım dan ve sonuçlarından kurtuluyordu.
Hülya yaşadıkları olum suz duyguların sıkıntılarını üstlenirken
Ferit asla büyüm ek zorunda kalm ıyordu. Hülya, bir hayat ortağı
ile kurulan güvenli ve huzurlu bir ilişkisi olm adan, sadece Ferit’in
“annesi” oluyordu. Hülya, çocuk sahibi olm aktan bahsettiğinde
Ferit’in kaygıları daha da artm ıştı. Baba olm ak için psikolojik
olarak olgunlaşm ası gerekiyordu. Ferit, babasından uzak halde
büyüm üştü am a dedesinden gelen içselleştirilmiş bir “yeteri ka­
dar iyi baba” tem siline sahipti. Dolayısıyla babalıkla ilgili altyapısı
tam dı, bağlanm a potansiyeli m evcuttu, sadece etkinleştirilm esi
gerekiyordu. Ferit babasının cenazesinde babasının ikinci evlili­
ğinden olan oğluyla tanışm ıştı ve bu zam an zarfında gayet olumlu
bir ilişki geliştirmişti. O narım kardeşle birlikte gelmişti. Hülya ve
ben, kardeşiyle bağını geliştirm esi konusunda Ferit’i yüreklendir­
dik. Ferit, kardeşiyle ortak hobiler geliştirdi, onunla ilgilendi ve
onun için Önemli bir bağlanm a figürü haline geldi. Babasının ye­
rine geçtikçe, Ferit onun erkekliğe adım atm ası serüveninde ken­
di erkekliğine de kavuştu. Ferit’le bir ergenken gösterdiği kavgacı
davranışlar yüzünden yaşadığı utanç konusunda da çalıştık. Ferit,
eşi için bir erkek olma konusunda yeterince güven kazandıkça ve
kardeşi için baba oldukça benlik algısı da dengelendi ve duygu­
lanım düzenlem e m üdahalelerini sabote etm e riski olabildiğince
azaldı. Sonraki seansta, Hülya’nın ailesinin onları ziyaret edeceği
ortaya çıktı. Ferit, Hiilya’nin ebeveynlerinin ziyaretiyle kendisini
ne kadar da işgal edilm iş hissedeceğini ve bundan ne kadar kork­
tuğuyla ilgili yorum lar yaptı. Bu yorum lar Hülyayı ateşleyecekti
ve birden bir çocuğu azarlayan bir öğretm ene benzeyecekti; böyle
de oldu. H ülyanın parm ağı havada sallanıyordu ve kaşları öfkey­
le kalkmıştı. Bu şekilde durdukça, Ferit’in duygulanım ı sarsıldı;
önce gözlerini kapadı, sonra som urtkan bir çocuk gibi cevap ver­
di. Bunu şiddetli bir öfke tepkisi izledi. Sesi yükseldi, bedeni üze­
rine saldırm aya hazır bir şekilde sandalyede dikleşti. Alnındaki
dam arlar atıyordu. H ülyanın ailesinin ziyaretinin çiftin yaşam ak­
ta zorlandığı çok sıcak bir şeyi kızıştırdığı açıkça görülebiliyordu.
Ferit, “önce bana danışm adan aileni çağırdığın için kızgınım ” de­
diği anda, Hülya, orasının kendi evi olduğunu ve ailesini davet e t­
mek için Ferit’e danışm asının gerekli olm adığını söyledi. H ülyanın
dünyasında, ailesiyle olan bağlanm a ilişkisi hâlâ çok baskındı ve
henüz Hülyaya aktarılm am ıştı. Bunun içindir ki, Ferit’ten gelen
her m üdahale Hülya tarafından bir kıskançlık tehdidi olarak algı
lanıyordu. Ebeveynlerine duyduğu bağlanm a ihtiyacı aşırı akı ive
oluyordu, Ferit de bu şekilde Hülya’nın sosyal çevresinden dışla
nıyordu. O an için Ferit kendisini ailesinden ayırmaya kalkan bir
tehditti. Halbuki anne ve babasının ziyaretleri sırasında Ferit’in ne
kadar dışlanm ış hissettiğinin farkında değildi. H er zaman Ferit’e
bakan, üstlenen, onu kıskanan “annesi” artık rekabet edilen bir
kardeş gibi oluyordu ebeveynlerin ziyareti sırasında. Parmağını
sallarken sadece yavaşlamasını ve yaptığını fark etm esini istemek,
H ülyanın duygusu ile mesafe koym asını sağladı. Yavaşlayıp olaya
dışarıdan bakm ak eşinin üzerindeki etkisini ve ne kadar cezalan­
dırıcı bir ebeveyn sekline büründüğüne anlam asına neden oldu.
Hülya’nın parm ak sallamasını vurguladım çünkü parm ak sallama
davranışı Ferit için “pandoranın kutusu’nu açan bir işaretti. Eşi
parm ağını sallarken, Ferit’e ne deneyim lediğini paylaşm asını is­
tediğim de, kendi annesinin ona parm ağını katı bir şekilde salla­
m asının kendisini ne kadar çaresiz ve kızgın hissettirdiğini anlattı.
İçerikten bağım sız olarak ses tonu ve anlatım tarzı, yaşadıklarını
belirginleştiriyordu. Ben, m em nuniyetsizliklerini daha az tehdit
edici yollarla aktarm aları için onları yönlendirdim . Bunları bir-
birleriyle paylaşarak sıcak anlarda ikisinden biri tetikliyor ya da
tetikleniyorsa, birbirlerine hatırlatm ak için bir sinyal sistemi geliş­
tirdiler. Benden bağımsız ikili bir düzenlemeye doğru ilerlediler.

Ferit ve Hülya, terapi süreci ilerledikçe ve duygularını uygun


bir biçim de ifade etm e konusunda bir yetkinlik kazandıktan so n ­
ra birbirlerini bir bağlanm a figürü olarak görmeye başladılar.
Böylece, birbirlerini hayatı keşfetme sürecinde birer güvenli te­
mel olarak görebildiler; artık h er ikisi de ihtiyaç duyduklarında
birbirlerini birer “duygusal yakıt deposu” ve duygulanım düzen
leyicisi olarak kullanmaya başladılar. İlişkileri, daha uyum lu ve
m utlu oldu. A ralarında birtakım anlaşm azlıklar oldu ama bunlar
eskisine göre daha kısa süreliydi ve eskisi kadar da yıkıcı ve sal­
dırganca değildi.
Terapiyi izleyen iki yılda, Ferit’ten bir elektronik posta aldım.
Bir erkek çocuk sahibi olduklarını bilm em i istemişti. İşini değiş­
tirm işti, artık eşinden farklı bir şirkette çalışıyordu. Bebeğin d o ­
ğum undan sonra Hülya depresif bir dönem geçirm işti, bu yüz­
den Ferit tahm in ettiğinden daha çok devreye girm işti. Ferit’in
H ülyanın kendisini daha iyi hissedeceğine dair bir inancı vardı.
Ferit, H ülyanın doğum sonrası depresyonu iyileşmezse benim
onu tedavi edip edem eyeceğim i soruyordu. Bir anlam da Ferit, ih ­
tiyacı olduğunda onun için güvenli bir temel olarak yanında olup
olmayacağım konusunda onay alm ak istiyordu. Terapiye başlar­
ken, onların çift terapisti olduğum için ikisinden biriyle bireysel
terapi yapmayacağım ı belirtm iştim ancak şim di ne zam an ihtiyaç
duyarlarsa, orada olacağımı söyledim. Bunu, bana teşekkür ede­
rek yanıtladı.
SİNEMADA BAĞLANMA:
“PİANO ÖĞRETMENİ”

Tarık Solmuş

Filmin Adı: P'ıano Öğretmeni (Piano Teacher)


Yapımcı: Christine Gozlan, Michael Katz, Veit Heiduschka ve
Yvon Crenn
Yönetmen: Michael Haneke
Senaryo: Michael Haneke ve Elfriede Jelinek
Oyuncular: Isabelle Huppert (Erika), Annle Girardot (Erika'nın
annesi) ve Benoît Magimel (VValter)
Yapım Yılı: 2001
Türü: Dram / Müzik
Süre: 131 dk.

önetm enliğini M. H anekeninyaptığı bu film Freud sonra­


Y sı psikanalizin en önem li tem silcilerinden biri olan Mar-
garet M ahler’in “Ayrılma - Bireyleşme” odaklı gelişim kuram ının
m ükem m el bir örneği olarak kabul edilebilir.
40’lı yaşlarında, annesiyle birlikte yaşayan, fiziksel olarak olma
sa da psikolojik olarak saldırgan davranışlarda bulunan, soğuk,
donuk, anlık dürtüsel davranışları olan; bir anda parıldayabilen
bir piano öğretm enidir Erika. Eve “tam saatinde” gelmediği ya da
kendisine yeni bir elbise aldığı için suçlanan, çantası, banka hesap
defterleri ya da m aaş bordroları annesi tarafından kontrol edilen
bir orta yaş kadınıdır. A nnesi kızının kendisinden ayrılmasını,
ayrı bir benlik ve kişilik geliştirmesini; terk etm esini hiçbir zaman
desteklememiş, bunu engellem ek için elinden geleni yapmıştır.
Aşırı kontrolcülüğüyle onu baskı altında tutm uştur. Bu annenin
kendi annesinden sağlıklı bir biçim de ayrılam am asının, kopam a-
m asının, ayrı bir sağlıklı kişilik geliştirem em esinin bir sonucu­
dur. A nnesi Erika’nın hangi alanda uzm anlaşacağına, örneğin bir
resitalde M ozart’tan mı yoksa Shubert’ten m i bir parça çalması
gerektiğine bile karar vermeye çalışır. Telefonla onu arayıp da ula­
şamadığı bir anda öfkelenip Erika’nın elbiselerini parçalam aya ça­
lışır. A nnesinin baskısı altında yetişen, erkeklere hep uzak duran
Erika kadınlığını da kadınsılığını da kaybetm ek üzeredir. Bir sah­
nede, Erika’yı ellerini annesinin saçlarına geçirmiş onu yerlerde
sürüklem eye çalışırken görebilirken başka bir sahnede ona sarılıp
özür dilerken bulabilirsiniz. Annesiyle aynı yatağı paylaşm ak­
tadır. Erika annesine karşı olan öfkesini söze dökem em ektedir,
bunu genellikle ya içine atm akta ya da ona inat eve geç gelme gibi
davranışlarla gösterm ektedir. Sevgiyi ve sevmeyi öğrenem em iş
olan Erika bir erkekten hoşlandığında da bunu ifade edem em ek­
tedir ki bu da onda hem kendisine hem de karşısındaki erkeğe
yönelik öfke yaratm aktadır. Ö ğrencilerine karşı toleransı düşük­
tür, hata affetmez, aşağılayıcıdır, yargılayıcıdır, aşırı disiplinlidir,
her şeyin kendisinin istediği gibi olm asını ister. Bu disiplinlilik
aslında onun içsel m utsuzluğunun, yaşam kalitesinin ve doyum u­
nun düşük olm asının birer sonucudur; Erika böylelikle herkes­
ten intikam alm aktadır. Hep koyu renkli elbiseler giyen Erika’nın
film boyunca neredeyse hiçbir zam an yüz ifadesi değişmez; aynı
sertlik, donukluk ve katılık hep sürer, sanki hep bir maskeyle d o ­
laşm aktadır. Erika’nın bu kronik, sürekli hale gelmiş olan m utsuz­
luğu, yalnızlığı ve çaresizliği m utlu olan başka insanlardan nefret
etm esine, öfke ve haset duym asına neden olm aktadır ve tabiî ki
psikopatolojik yani anorm al davranışlar sergilem esine de. Bir an,
bir alış veriş m erkezinde, erotik eşyalar satan bir dükkânda je­
tonla pornografik filmler izlenm esini sağlayan bir odada porno
film izleyen bir Erika görürsünüz. K endisinden önce odada olan
erkeklerin bıraktıkları m endilleri koklayan ve cebine koyan bir
Erika’d ır karşınızdaki. Başka bir anda, annesiyle yem ek yemeden
önce, banyoda vajinasını jiletle kesen bir Erika görürsünüz. A n­
nesine de kendisine de kendisinin bir kadın olduğunu anlatmaya,
hissettirm eye, fark ettirm eye çalışan bir Erika’dır. Güya o da her
kadın gibi regl olabilmektedir. Başkalarıyla yaşayamadığı cinselli­
ğini annesiyle giderm eye çalışacak kadar um utsuz bir d u ru m d a­
dır, bir gece aniden annesinin üzerine çıkıp onu öpmeye başlar.
Bu hem bir zevk arayışıdır onun için hem de bir öfke çıkarm a
anıdır.
Bir gün kendisinin çalm ak üzere davetli olduğu bir piyano re­
sitalinde W alter’la tanışır. Resital biter bitm ez yanm a gelen an ­
nesinin çantasından çıkardığı hırkayı Erika’nın üzerine örtm eye
çalışması ve ondan ayrıldığı birkaç dakikada bile kim inle, ne ko­
nuştuğunu anlam aya çalışması gözlerden kaçmaz. W alter Erika’ya
hayrandır, yaşça daha genç olm asının yanında ondan çok hoşlaıı-
m aktadır, üniversitede onun dersini alm ak için fırsat kollam akta­
dır. W alter’d an hoşlanan Erika ona bunu belli etm em ek için uğ­
raşır, onu aşağılar, küçümser, kendisinden uzak tutm ak için her
yolu dener, ona bağlanm am ak için kendi gözünde değersizleştirir,
onunla kedinin fareyle oynadığı gibi oynar. W alter’m onun yük­
sek lisans dersini alm ak için yaptığı başvuru başka tüm hocalar
tarafından olum lu karşılanır ve kabul görürken Erika buna şid­
detle karşı çıkar. O nunla rom antik bir ilişki kurm ayı hayal etse
bile sevmeyi ve sevilmeyi öğrenem em iş olan Erika için bu çok
zor bir süreçtir; bunu nasıl yapacağını bilemez. Yine bir resital
hazırlığında, provaya geç gelen bir öğrencisini yerden yere vurur,
onu herkesin önünde aşağılar. Ağlamakta olan genç kızı W alter’in
teselli etm eye çalışması Erika’yı deliye döndürür. Eline aldığı bir
bardağı bir bezin içine koyarak parçalayan Erika sonra bu parça­
ları o kızın paltosunun ceplerinden birine döker ve onun ellerinin
yaralanm asına neden olur. Aynı dakikalarda, provanın yapıldığı
yerdeki bir tuvalette W alter’la sevişmeye çalışır ancak bunu ya­
rıda keser, ona bağırıp çağırır, ondan onu zorlayacak cinsel hare­
ketlerde bulunm asını ister. Sonra W alter’a bir m ektup yazıp eve
gelmesini, ona şiddet içeren cinsel davranışlarda bulunm asını ve
kendisine zorla tecavüz etm esini ister. Üstelik bunları nasıl yapa­
cağını da ayrıntılarıyla anlatır. Kendine saygısı, güveni olmayan
ve kendini yaşam da anlam lı bir bütün olarak görm eyen Erika’nın
bu istekleri, davranışları kendi kendini cezalandırm aktır. Yaşadı­
ğı her türlü çaresizlik, tatm insizlik ve başarısızlık için kendisini
suçlayan, kendisini iyiye, güzele layık görm eyen Erika yeni bir
hayat kuram am anın da verdiği öfke ve çaresizlik duygularının e t­
kisiyle bu tü r sapkın davranışlarıyla kendisini cezalandırm ış olur.
Ve resital günü Erika salonun hem en girişinde W alter’in gelme­
sini beklem ektedir. A ncak W alter gelmez. Ç antasından bir bıçak
çıkaran Erika bunu sol göğsüne doğru saplar. Terk edilm iştir ve
bunun sorum lusu olarak gördüğü kendisini de böylelikle ceza­
landırm ış olur.

Peki, Erika’nın ve tabi belki Erika’d an bile önce annesinin ya­


şadığı tüm bu psikolojik sorunların, anorm al davranışların köke­
ni nedir? N eden aralarında bu kadar sapkın ve anorm al bir ilişki
vardır? Erika’nın bir kâbustan beter, çıkm az sokaklarla dolu yaşa­
m ının tem el dinam ikleri nelerdir?

Yeni psikanalizin en önem li yapı taşlarından biri olan M ahler’e


göre, sağlıklı bir insanın kişiliğinin tem elleri 0-3 yaş arasında şe
killenir ve bu süreç norm al otistik dönem , norm al sembiyotik dö
nem , ayrılm a - bireyleşm e dönem i ve libidinal nesne sürekliliği
olm ak üzere 4 ana evrede gerçekleşir. Bu ana evrelerden en öncııı
lisi ve kritik olanı da yaklaşık 6-36 aylar arasını kapsayan Ayrılma
- Bireyselleşme evresidir. Bu ana evre de farklılaşma, alıştırm a ve
yeniden yakınlaşm a krizi / çatışm ası olm ak üzere 3 alt evreye ay­
rılır ki Erika ve annesinin ilişkisi de bu alt evreyle ilgilidir.
N orm al koşullar altında, her insanın sağlıklı bir gelişimi açısın­
dan, annesinden ayrı ve farklı bir varlık olduğunu, ondan bağım ­
sız olduğunu hissetm esi gerekmektedir. Bu annesiz bir hayat ya da
ondan kopuk bir yaşam anlam ına gelmez, ona ihtiyaç duyulan her
anda annenin arkada destek, ilgi ve şefkat verm ek üzere b u lu n d u ­
ğunun bilinmesiyle birlikte bireyin kendi kişiliğini, kendi kim li­
ğini oluşturabilm esi demektir, annenin bir parçası olduğunu ama
ondan ayrı olduğunu ve özgürleşmesi, bağım sızlaşm ası gerektiği­
ni bilmesi, fark etmesi, yaşaması demektir. Bunu olm ası gerektiği
gibi yaşayan yani bu alt evreyi atlatıp kişilik gelişimi yolculuğuna
devam edebilen insanlar yaşam dan doyum lu, m utlu ve sağlıklı
birer birey olarak hayatlarına devam ederler, büyürler, gelişirler.
Ancak, bu alt evreye takılan, saplanan yani yeniden yakınlaşm a
ikilem ini / krizini çözem eyen insanlarda ise yaşam boyu sürecek
olan birtakım davranış sorunları görülür. N orm al koşullar altında
her bebek (birey), annesinden ayrı bir varlık olduğunu görmekle
birlikte annesinin onun dış dünyadaki ilgilerine katılm asını, onu
desteklem esini ister. Am a Erika gibi bazı insanlar, hem annele­
rine ihtiyaç duyup ona yapışırlar hem de onunla inatlaşıp onıııı
yardım larını reddederler. Bir anlam da, hem anneleri tarafından
sevilme ihtiyacı duyarlar, onun sevgisini kaybetm ekten korkarlar
hem de annelerinin kendi özgürleşm e çabalarını engelleyecek
lerinden korkarlar. A rtık kişi için öyle bir noktaya gelir ki anne
“ne onunla ne de onsuz” bir hal alır. Peki, bu süreci yaratan te­
mel etken nedir, yani bir bebek bu davranışları kendi kendine mi
yaratır? Tabiî ki hayır; neden annedir. Erika’nın annesi gibi ken­
di annesiyle olan bağlanm a ve terk edilme kaygılarını çözem e­
miş bir anne, çocuğunun bireyleşme, özgürleşme, bağım sızlaşm a
çabalarının yarattığı tehdit altındadır ve bu durum la nasıl başa
çıkacağını da bilemez. Dolayısıyla da, çocuğunun bireyleşm esini
engellem ek için ya ona tam anlam ıyla yapışır, nefes aldırm az ya
da desteğini, ilgisini, şefkatini tam am en geri çeker. Bir anlam da,
kendi annesinden gördüğünü kendi çocuğuna aktarır, uygular.
H er ileriye doğru adım attığında annesinin sevgisini geri çektiğini
gören çocuk terk edilm e kaygısı nedeniyle bireyleşm e çabaların­
dan vazgeçer, annesine yapışır. Am a tabiî ki özgürleşm enin ve b a ­
ğım sızlaşm anın m üthiş cazibesi de varlığını sürdürm eye devam
etm ektedir. Böylelikle de Erika gibi, hayatı boyunca, bir taraftan
anneye yapışm ış olan öte yandan da özerklik duygularını bastıra-
m am anın yarattığı gerginliği, çatışm aları, “gel-git”leri yaşayan bir
insan çıkar ortaya. Erika’nın tam am en bilinçaltısal olan kendisini
büyütecek, geliştirecek, annesinden ayrı kalm asını ve “ona ihanet
etm esini” sağlayacak olan h er türlü etkinlikten uzak durm asının
nedeni budur. Bu nedenle de bir erkeğe yakınlaşam az, çünkü
bir ilişki ya da eş dem ek annesinden ayrılması, ondan kopması,
bağım sız bir varlık olması demektir. Erika’nın annesiyle birlikte
uyum a, bir anda onun saçlarına sarılıp ona tokat atarken hem en
sonrasında ondan delicesine özür dileme, cinselliğini bastırm a,
öfkesini genellikle içine atm a, kimseyle yakın ilişki kurm am a,
kimseye tebessüm etm eyip hep aynı ciddiyetle mesafeli davran­
m a, insanları aşağılayarak onlardan uzak durm aya çalışma, hep
aynı renkte ve itici diyebileceğimiz elbiseler giyerek erkeklere çe­
kici gelmekten kaçınm a gibi davranışlarının nedeni hep bu ye­
niden yakınlaşm a ikilemini, krizini çözemeyip bireyleşememesi,
bağımsızlaşıp özgürleşem emesidir. Bu ayrılıp bireyleşememe o
kadar derin ve kalıcıdır ki tam am en bilinçaltısal olarak da olsa
sanki kendi kendisine “m adem ki annem den ayrılam ıyorum , ona
bağımlıyım; o halde bütün ihtiyaçlarımı onunla gidereyim” diyen
Erika annesiyle cinsel ilişkiye girm eye bile kalkışmaktadır.
SİNEMADA ROMANTİK BAĞLANMA:
“ISSIZ ADAM ”

Tarık Solmuş

Filmin Adı: Issız Adam


Yapımcı: Mustafa Oğuz ve Gül Oğuz
Yönetmen: Çağan Irmak
Senaryo: Çağan Irmak
Oyuncular: Cemal Hünal (Alper), Melis Birkan (Ada), Yıldız Kül­
tür (Alper'in annesi)
Yapım Yılı: 2008
Türü: Dram / Romantik
Süre: 105 dk.

İ çindeki derin sevgi boşluğunu doldurm a çabasının upuzun


yolculuğunda yeni bir adım ı atm anın prim itif seksüel heye­
canıyla ağzı kulaklarında bir adam ı görüyorsunuz önce. Öylesine
bir keyif ki bu; hani 40 yıldır çözülem em iş bir m atem atik form ü­
lünün işte size süperm eni! Nostaljik müzikle kendi geçmişini ara­
yan, aynanın karşısında kendi m inik narsisizmiyle sevişen bir
adam görürsünüz sonra. Nasıl bir gurur ama! İlginçtir; h er “ilişki”
yeni bir gömlek, aynanın karşısında kirli sakalların hafifçe okşa-
nışı ve dillendirilm ese de içten içe dudaklardan dökülen “aşkım;
Alper cim, hım m m , canım benim ” sözleridir. Ve tabiî ki yeni bir
çarşaf dem ektir; bir öncekinin izi kalm asın da bir an önce, bir
sonrakine yer açılabilsin diye. Sakın; iz kalm asın, ne bir dokunuş
ne de bir sevgi kırıntısı. Yıpratıcı, tüketici am a bir o kadar da haz
verici bir bağlanm am aya bağlanm a yolculuğu sürer gider böylece.
İşte size “çapkın”, “karizm atik” ve de “tam am , serseri m erseri ama
çok yakışıklı, çok da çılgın” bir “güçlü” Türk erkeği profili. G ünü­
m üz kadınlarının en am a en güvenli lim anı; bir gemi kalkarken
daha bir başka gem inin çoktan yanaştığı en çekici lim an. Hiç çö­
züm lenm em iş erkek m odeli kaybının en net temsilcisi babanın
bıraktığı toprakla açılan yem ek bahçesinde bir erkeğin de bir k a ­
dının da nasıl m em nun edileceğini iyi bilen bir aşçıdır Alper. H er
m üşteri hassas, özen isteyen, narin bir kadın gibidir onun için.
Kadınlara dokunm aktan ürken A lper’in yemekleriyle dans edişi­
ne tanık olursunuz. Hiçbir m em nuniyetsizliğe yer yoktur hayatın­
da; hiçbir reddedilm eye, olasılığına bile. Olasılıkta bile, önce o
reddedecektir. Seviştiği her kadının “erkeğidir”, “hayvanıdır”, “k o­
casıdır”. “H epiniz aynısınız”ı da ısrarla ve inatla besleyen ortalam a
Türk erkeğinin en baş aktörüdür. Sert davranır kadınlara ama
canlarını yakıp yakm adığını da soracak kadar “ince”dir; bastırıl­
maya çalışılan biseksüalitenin sesini duyurm a çabalarına tanıklık
etm iş olursunuz. Hep nostaljik bir şeyler çalm ak ister her seviş­
m eden sonra; her yeni akşam da geçmişi tüketm e çabasını izlersi­
niz. Nazik olmayı isteyen am a bunu nasıl yapacağını bilemeyen
bir Alper profili görürsünüz hep. Keskin sınırları vardır; özelikle
de birinin yardım ını, desteği istem e konusunda. Kalabalıklarda
yürüyen bir sessizliktir Alper. Ve Ada; işte size ilk narsisistik kırıl­
m a Alper’in hayatında. Belli ki deneyim li ve öyle kolay kolay da
kendini bu m uhteşem erkeğin kollarına bırakm ayacak zor bir ka­
dın d ır Ada. D eneyim lidir; belki de hiç olm am asını istediği dene
yimlerle doludur yaşamı. Kırık, kırgın, yaralanm ış; bir kenarı
kopm uş bir yaprak tanesidir aslında; öylesine süzülüp gitm ekte­
dir havada. Kendine de hayata da bir şans verip verm em ek, bir
erkeğe güvenm ekle güvenem em ek arasında gidip gelen; nereye
sürükleneceğini bilemeyen bir yüzen A da... Biraz uğraştıracak
olsa da vazgeçmeyecektir Alper. Öyle kolay kolay teslim olm aya­
caktır Ada da. Z or kadını oynam a çabaları Alper’in en nokta atış­
larıyla bir bir yok olur; h er kale yavaş yavaş düşer. Taşlarını topla­
yıp da surlarını yeniden yapm a çabasından çabuk vazgeçer Ada,
buna gücü yoktur çünkü. O narm aya ihtiyacı vardır kendisini ve
işte karşısındadır Alper; kendi yarım kalm ışlıklarını onaram ayan
Alper’in kollarm dadır artık Ada. Aşık olduğu için kızgın ve de
gözyaşlarına hakim olam ayan “ortalam a bir Türk kadını” görür­
sünüz karşınızda. H er bağlanm a kaygısı; her atak yem ek yeme
/ihtiyacını doğurur. Alper bir “salaktır”; ve Ada da kendisini bu
“salağın” kollarına bırakm aya çoktan teslim olm aya başlam ıştır
bile. A lper’d en özür dilem ek için yapılan telefon konuşması;
Alper’e ne kadar güvenip güven ilmeyeceğin in bir sorgulam asıdır
aslında. A lper’e yönelik her hışım , öfke Alper’e bağlanm anın san ­
cısıdır aslında. K ontrolünü kaybettiğinin farkında olan bir kadı­
nın hazırlıksız yakalanm ışlığının çaresizliğini görürsünüz bu an ­
larda. Yeni bir doğum un sancılarıyla kıvranıp d u ru r Ada. Aşk’la
‘nefret’in kucak kucağa oturm uşluğunu görürsünüz sonra. Tutku­
ya dönüşen bir “nefretle” karşı karşıya kalırsınız. Kendi uçsuz b u ­
caksız koşuşturm alarıyla Alper ve kendi gelgitleriyle, çözüm len­
m em iş kayıplarıyla, incinmişliğiyle ve “acaba mı, bu sefer de aynı
şey mi olacak” diye buram buram kaygılanan ve tabi film in so­
nunda Alper’in kaçışını gördüğünüzde çok da haksız sayılamaya­
cağını düşündüğünüz A danın çıkılması olanaksız bir yokuşu
emekleye emekleye kat etmeye çabalam asını izlersiniz sonra. İki
güvensizin en “güvenli” ilişkisidir artık aralarındaki. Aynı yatakta
saatlerce birlikte yatm aya hiç alışık olmayan “güçlü” bir erkeğin
erken boşalm a sorununu görürsünüz sonra; belki de ilk kez. Tu-
hattır Alper için, sanki yeni am a zorlu bir yolculuğun habercisi
gibidir. Ve film boyunca sürecek olan gel-gitlerin, iç m ücadelele­
rin, var olmayla olm am a kaçışm alarının, A daya bağlanmayla
bağlanam am ışlığın yıkıcı sarsıntılarını görürsünüz. Kendi kendi­
ne, kendi kendisinden kendince kaçınm aya çabalayan; kafası ka­
rışm ış bir A lper vardır artık. Ve onun bu halinden hep ürken, ama
hep bekleyen; her şeyin düzelebileceğine; eğer o da çabalarsa d ü ­
zeleceğine inanan bir Ada görürsünüz sonra. A lper’in “hep bekle­
diği” sihirli değnek tam karşısındadır artık. Hayatı kendi yazdığı
senaryolarla yaşayan tüm kadınların prototipleşm iş bir örneğidir
Ada; tarihsel rolünü yerine getiren bir süper kahram an bulursu­
nuz karşınızda. Uğraşsa olacaktır; yeterki sabretsin; biraz katlan-
sındır; zam anla her şey yoluna koyulacaktır... Kendi güvenli li­
m anını bulam ayınca kendi kendine kendince yaratm aya çalışan
bir gem inin sonuçsuz çabasıdır Ada. Gecenin bir yarısı; içinde
birdenbire doğan bir sevgi ihtiyacıyla annesini arar Alper. G ün­
düz aradığında telefonu açılmayan anne bir özlem objesidir artık.
Am a Alper’in belirlediği zam anda, Alper’in istediğince kurgula­
nan bir obje, ne bir gram eksik ne bir gram fazla; sakın ha!, bu
ölçü hiç kaçırılm am alıdır. Film boyunca yum uşak, sevgi kelebeği,
koruyucu, kollayıcı; sanki tam am en güvenli bir anne profili gö­
rürsünüz. Aynı sofrada yem ek yem enin dışında her türlü ihtiyacı
karşılanır annenin. Sonra gelir anne İstanbul’a; sınırsızlık da artar,
annenin varlığının yarattığı kaygının yoğunlu da. A nnesini yol-
culadıktan hem en sonra A daya delicesine sarılan, am a bir o ka­
dar da yas tutan bir Alper görürsünüz. Sanki “isteyem iyorum ’un
ilk haykırışıdır o sahne. Evet, “istem iyorum ” değil; “isteyemiyo-
rum ”. A dayla aynı yataktayken onu tek başına bırakıp “eski” sev­
gililerinden birine koşan am a kapıdan geri dönüp yine Adasın m
yanına koşan; sanki hep “bir ileri bir geri” A lper’dir karşınızdaki.
Var olanı değiştirm eye çabalarken yerine yenisini koyamayacağı
na inanm aya yenik düşen bir Alper’dir. Bağlanma kaygısı o k .ıd a ı
derindir ki; aynı anda 5 saniyeden daha fazla bakam az A danın
yüzüne; “aşık olduğu” A dasının yüzüne. Aslında hep kendisiyle
sevişen am a bununla yüzleşecek cesareti kendinde bulam ayan Al­
per için nasıl da derin bir aynadır Ada! A danın onu tanım ayı is­
tem esi nasıl da ağır bir yüktür şimdi. Tüm çarşaflar tek tek tekrar
tekrar yıkanacak, geçmişe ait paketlenm iş yaşantılar; h er sayfa ye­
niden açılacak, h er duygu yeniden sorgulanacaktır. “Seni seviyo­
rum , Aşkım” der Adaya; am a sevgi sözcüğü sadece bir yanılsam a­
dır, belki bir alışkanlık, öylesine; sonrası hiç düşünülm eden d u ­
daklardan çıkan bir cümle. Bu aşkı bilen; am a hiç hissedem eyen
o çok kendinden em in tavrı eşlik eder A lper’e; “biliyorum ” der
Ada. Evet, A lper’in “aşkını” biliyordur; hiç görem ese de. “Ben
sana dönüşm eliyim sen de bana” der Ada; ve ekler “sanki k en d in ­
le sevişirm işsin gibi”. “G ördüğün kadarım , fazlası yok, varsa da
ben bilm iyorum ” der Alper. “Bir bilinm ezlikten bir benlik yarat­
m akla uğraşm a” der sanki Alper. Bu tek kişilik saklam baç, hiç
sonlanm asın ister. “Sanki hiç çocuk olm am ışsın am a hep çocuk
kalm ışsın gibi” der Ada A lper’e. Evet, hiç ol(a)m am ıştır ve evet;
hep çocuktur aslında; hep bakım a, sevgiye, şefkate ihtiyaç duyan,
am a hiç isteyem eyen b ir çocuk. “Z or be anne, çok zor”. Film in en
can alıcı cüm lelerinden birisidir bu, bir özetidir aslında. A nnesi­
ne kavuşm ak, ona sevgiyle koşm ak isteyen, am a bu n d an bir o
kadar da korkan, çaresiz, kendi duvarlarını aşam ayan bir Alper’in
içindeki yansım adır bu cümle. Birlikte yem ek yerken, sanki yıl­
lardır söylenem em iş de şim di artık daha fazla taşınılam ayan öfke
dolu bir “anne yeter!” haykırışından bile daha çarpıcıdır. Ada’ya
“sıkılır o şim di benden, sizi yalnız bırakayım ” derken de anneden
kaçınm acı tavrın örneklerinden birine daha şahit olursunuz.
Hangi anne sıkılır ki oğlundan? diye düşünürsünüz. Öyle ya, sı­
kılır mı ki bir anne evladından? Ve, “Ada ben ayrılm ak istiyorum ”
der Alper. “Ben biliyordum am a seni korkutm am ak için uğraş­
tım sanıyorum ” der Ada. “Olm ayacağını bildiğin h alde...”, “N e­
den?” diye de ekler. Ve, söylenem em işliklerin birbiri ardına içsel
seslerle sıralandığı final sahnesi. Yarım kalm ışlıklar, başka yarını
kalm ışlıkları takip etm iştir ikisinin de hayatında. Kendi içlerinde
kurdukları kurm aca dünyada, gerçek sevgi fısıltılarını izlerseniz.
Alper’in yalnızca bir “geri d ö n ’üyle bile ona dönm eye çoktan h a­
zır olan Ada’yı izlersiniz.
Bebeklikten yetişkinliğe, ait olm ak ya da olm am ak, bir ilişkide
yol alm ak ya da alm am ak, bir ilişki isteyememek, bir çırpınış, bir
var oluş bir yok oluş, bağlanm a ve de bağlan-M A. En şefkatli, en
derin, en yalın sevgi ihtiyacı duym akla birlikte; kaygılarından da
korkularından da sıyrılamayan, kaçınan bir Alper ve her ne kadar
kökeni güvenli olsa da yaşadığı acı deneyim lerle travm atize olmuş
bir A danın öyküsüdür film. Alper’d en dayak yiyeceği beklentisiyle
başını iki elinin arasında alıp kendini korum aya çalışması, geçm i­
şine ait derin bir izdir A danın; ve ne çok şey söyler. Değişmekle
değişem em ek arasında sürüp giden sessiz bir gem idir Alper. Ken­
di kurduğu sahte kendilikli, uçsuz bucaksız kaçınm alarıyla Alper.
Köşe bucak dört nala. Bir Issız Adam; öylesine, hem en kıyısında
hayatın, sessizce, kendi kendine haykırışlarla, ıssız çığlıklarla. Bir
yarım kalmışlıkla bir hiç başla(ya)m am ışlığın “ilişkisidir” Ada ve
Alper. Kim senin hayatına dahil olmayı istemeyip kim senin de
onun hayatında var olm asını iste(ye)meyen A lper’le kendi terk
edilm işliğini onarm aya çalışan A danın m asum am a çaresiz “iliş­
kisidir”. A lper’in söylemeyi isteyip de söyleyemediği ne çok şeyin
öyküsüdür Ada. Hiç iyi değildir Alper; am a görünm ek onun hep
tek çaresidir. Hiç kurulam am ış bir yakınlıktır Alper. Hiç kopama-
m ış bir yarım kalm ışlıktır Ada. Bir derin reddedilm işliktir Alper.
Bir derin terk edilm işliktir Ada. Tek gecelik ilişkilere bir öm rü
sığdırm a çabasıdır Alper. Bir başkasının öm ründe nefes alma
arayışıdır Ada. Ve bir “veda”laşmayla “biter” öykü sonra. "Çare
siz” bir sarıp sarm alanm ışlıkla. “Hoşçakal A da... I loşçakal sevgi
lim ...” der Alper.
Bağlanma süreci ve stilleri açısından bakıldığında, gerek
Alper’in gerekse A danın kaygılı / kararsız bağlanm a stiline sahip
olduğu söylenebilir. Ancak, bağlanm a stilleri yoğunluk yani nice­
liksel açıdan farklılık gösterebilir, A lper’in Ada’d an daha baskın,
daha değişime direnç gösteren, bağlanam am anın etkilerini daha
yoğun bir biçim de yaşayan taraf olduğu söylenebilir. Bu çerçeve­
de değerlendirildiğinde, Alper’le A danın tekrar bir araya gelseler
bile bir süre sonra yine ayrılacaklarını, bu ayrılıp tekrar bir ara­
ya gelme girişim lerinin tekrar tekrar devam edeceği söylenebilir.
Zaten geçmişi şiddeti de içeren travm atik deneyim lerle dolu olan
Ada, ihtiyaç duyduğu koşulsuz tem el güven duygusunu A lper’d en
hiçbir zam an alamayacağı gibi Alper de yakınlık kaygısı ve bir
ilişkiden ne istediğini bilem em ek gibi nedenlerle Ada’ya bir ya­
kınlaşıp bir uzaklaşacaktır. H er ikisi için de her ait olma, bir arada
olma, sıcaklık, şefkat, yakınlık; yani temel bağlanm a ihtiyacı te­
mel bağlanm a kaygısını da beraberinde getirecektir. Bu içinden
çıkılmaz kısırdöngülerin bir daha asla görüşm em eye varacak ka­
dar keskin bir tartışm a, çatışm a ya da içinde şiddeti de b arın d ı­
ran bir kavgayla son bulacağını söylem ek m üm kündür. Ancak, ne
A danın Alper’i ne de Alper’in Ada’yı unutmayacağı; her ikisinin
de kendi içlerinde tam am lanm ayı bekleyen hep bir yarım kalm ış­
lık duygusu yaşayacakları kuşku götürm ezdir. Ö rneğin, A danın
erkek çocuğu olduğunda adını Alper olarak koyması hiç de şaşır­
tıcı olmayacaktır. Alper’in de yaşadığı sem tten taşınsa bile bir gün
oralara yolu düştüğünde daha önce de yaptığı gibi A danın eski
işyerinin karşısında oturup anılara dalm ası yüksek bir olasılıktır.
Sonsuz bir sessizlik; ama çığlık çığlığa sürecek bir sessizliktir Ada
ve Alper.
BAĞLAN (A) MAMA ve POLİTİK
TUTUMLAR: PATOLOJİK MİLLİYETÇİLİK/
IRKÇILIK ve ŞİDDET

Tarık Solmuş

eşikten m ezara devanı eden bir süreç olan bağlanm a, bi­


reyin yaşam ının her alanındaki tercihlerini ya da yöne­
lim lerini etkiler ve biçim lendirir. Bu yaşam alanlarından biri
de, bireyin etnik ya da toplum sal kim lik duygusundan (belki de
kim lik karm aşasından) doğan politik tercihleridir. Bu bölüm de,
“sağlıklı” ya da “bilinçli” politik bir tercih gibi görünen, ancak,
tem eli güvenli olmayan bağlanm a süreçlerine dayanan ve ken­
disini “ulusalcılık”, “yurtseverlik” hatta “her şey vatan için” gibi
görünüm lerle belli eden “politik yönelimlere” değinilm iştir. Bu
noktada da, yaşadıkları her türlü sorunu kendileriyle ve yetersiz­
likleriyle ilişkilendiren; içselleştiren, terk edilm enin ya da redde­
dilm enin öfkesini yaşam akla birlikte örneğin yalnızlık kaygıları
nedeniyle bu öfkelerini içlerinde tutan kaygılı / kararsızlardan zi­
yade kaçm an bağlanm a stili üzerinde durulm uştur. Kuşkusuz ki,
siyasal yelpazenin hangi yönünde yer alıyor olursa olsun belirli
bir politik grup, anlayış ya da düşünceyi taşıyan her bireyin m ut­
laka kaçm an bağlanm a olduğu ya da bu politik yönelim in örneğin
“aslında bir çeteleşm enin kisvesi” olduğu söylenemez. H er kaçı­
nan bağlanm a stiline sahip bireyin m utlaka bir politik tu tu m u ­
nun olması; olsa bile bunu bir siyasal yapı içerisinde göstermesi
de beklenemez. Bununla birlikte, kaçm an olsa bile, bireyin ken­
disi dışındaki herkese; “ötekilere” yaşadığı öfkeyi, “tehdit” algısını
ya da düşm anlığı saldırganlığa dönüştürm esi de beklenemez. Ve
elbette genel olarak bakıldığında, yönü ve yoğunluğu ne olursa
olsun bir politik inancı olan herhangi bir bireyin, bu inancının
aslında annesi tarafından reddedilm esinin ve olum suz bir ken­
dilik im ajına sahip olm asının yarattığı öfkeden kaynaklandığı da
söylenemez. H er davranışım ızın, kişiliğimiz ile içinde yaşadığı­
mız kültürel özelliklerin ortak etkileşim inin sonucu olduğu göz­
den kaçırılm am alıdır. Buradan da hareketle, kaçm an bağlanm a
stiline sahip olm anın bir “barut” (potansiyel); bireyin tüm yaşam
deneyim lerinin ise bir “kibrit” (tetikleyici) olduğu söylenebilir.
Yoksulluk, işsizlik, savaş bölgesinde yaşamak, okul arkadaşları ya
da saldırganlık ve şiddet içerikli m edyatik yapım ların bu kibrit­
lerden bazıları oldukları söylenebilir.
Peki, niçin öfke, niçin “biz” ve “öteki”, niçin düşm anlık ve sal­
dırganlık? Hangi milliyetçilik ve nasıl bir ırkçılık? Ve, niçin özel­
likle kaçınan bağlanm a stiline sahip bireyler? D aha önce de be­
lirtildiği gibi, her insanın özünde, ait olma, bir arada olma, yakın
olma, değer verilme kısacası bağlanm a ihtiyacı vardır. Bu nokta­
da, reddedilm enin, bireyin yaşam ında bir çaresizlik, anlam sızlık
ve amaçsızlık yaratacağı söylenebilir. Dışlandığı ve istenilm ediği
duygularının bireyde yaşam ının bir anlam ının olm adığı duygu­
sunu da beraberinde getireceği söylenebilir. Birçok araştırm ada,
bebeklik dönem inde ebeveynleri tarafından reddedilen (kaçınan
bağlanm a) bireylerin, ister çocukluk dönem leri isterse de yetiş­
kinlik dönem lerinde olsun, sürekli bir öfke, düşm anlık ve saldır­
ganlık sergiledikleri görülm üştür. Kaçman bağlanm a stiline sahip
çocuklar, reddedici ve aslında “duygusal olarak hiç var olmayan”
annelerine karşı saldırgan ve düşm anlık içeren bir davranış öriin-
tüsü geliştirirler. Ancak, annenin hem bir sevgi hem de nefret o b ­
jesi olması nedeniyle de yaşadıkları öfkeyi, annelerine yöneltmek
yerine yalan söylemek, arkadaşlarına zarar verm ek, onları suçla
m ak ya da çevrelerinde olup bitenlere karşı duyarsız kalm ak gibi
farklı davranış biçimleriyle gösterirler. Araştırm alar, kaçınanların
hem güvenlilerden hem de kaygılı / kararsızlardan daha saldırgan
olduklarını göstermektedir. Bir başka çalışm ada da, istism ara uğ­
rayan çocukların kaçm an bağlanm aya sahip oldukları ve istism a­
ra uğram ayan çocuklardan daha saldırgan oldukları görülm üş­
tür. Bağlanma stillerinin, göreceli olarak da olsa değişmeyeceği
ve bireyin yaşam ı boyunca hep aynı kalabileceği bir gerçektir. Bu
açıdan da bakıldığında, kaçınan çocukların çocukluk dönem le­
rinde yaşadıkları sorunların ergenlik ve hatta yetişkinlik döne­
m ine de “taşacağı”; bu taşm anın da kendisini utangaçlık, redde­
dilm e korkusu, yetersizlik-başarısızlık korkusu, eleştirilere karşı
aşırı duyarlılık, “görünm ez olduğu; kim senin onu fark etm ediği”
duygusu, eşine, çocuklarına ya da yakın çevresine yönelik saldır­
ganlık ve şiddet gösterm ek, hırsızlık ya da cinsel taciz gibi suçlar,
m adde bağımlılığı, “rastgele” cinsel ilişkiye girme, tam am en cin­
sellik üzerine kurulu ya da sürekli olarak çatışm aların yaşandığı
rom antik ilişkiler ya da yaşanan her olaydan dolayı kendini suçla­
m a gibi davranışlarla göstereceği söylenebilir.
K açınanlarda görülen önyargı / düşm anlık ve saldırganlık gibi
davranışlar, erken dönem de yaşadıkları reddedilm enin öfkesinin,
sağlıklı bir “ben” - “öteki” ayırım ının ve em pati yeteneğinin geli­
şemem iş olm asının sonucudur. Var olan tutum uyla uyuşmayan
yeni bir bilgiyi özüm sem ede güçlük çeken, yaşam ı “siyah-beyaz”
ya da “ya hep ya hiç” biçim inde düşünen, dürtüsellik (“ani çıkış­
lar”) gösteren ve her durum u kendine yönelik bir tehdit ya da sal
d in olarak algılayan kaçınanlar, yaşam larındaki herkese yönelik
bir “azarlayıcı, reddedici, güvenilmez, zarar verici ve düşm an”
şeması geliştirm işlerdir; böylelikle de kendileri dışındaki herkes­
ten kendilerine bir zarar geleceği beklentisi oluşturm uşlardır. Bu
zarar ve reddedilm e beklentileri, kaçınan bireyi, “daha onlar sal­
dırm adan önce” kendisinin saldırm ası gerektiği yönünde bir dav­
ranışta bulunm aya iter. Birey, grup ya da etnik köken düzeyinde
gerçekleşen böyle bir yıkıcı eylem kuşkusuz ki bir savunm a biçimi
olarak karşı taraftan da karşılık görür. Bu karşılık da kaçınan bire­
yin “yaşam ın ne kadar da güvenilmez, yıkıcı ve tehlikeli olduğu”
yönündeki çarpık algılarını / tem el şem alarını güçlendirir; bu d u ­
rum a kendini doğrulayan kehanet süreci ya da saldırganlık d ö n ­
güsü denilebilir. Ancak, kaçm an bireyin bu davranışını m utlaka
bir plan-program dahilinde gerçekleştirdiği söylenemez; genellik­
le birey de bu davranışının farkında değildir ya da am aç bilinçüs-
tüne yansıdığı şekliyle sadece “dış m ihraklara karşı vatanı k o ru ­
mak, sahip çıkm ak”tır. Yaşamlarını “ben” ve “öteki” üzerine kuran
kaçınanlar kendilerine bir kurban seçerler; bu kurban belirli bir
cinsiyet, birey, grup, toplum ya da etnik köken olabilir. Diyelim
ki adı A hm et olsun ve A hm et’in Büyük Türk İm paratorluğu gibi
bir hedefi olsun; böyle bir ideolojik yönelim in parçası olsun. Bu
durum aslında, tüm sosyal ilişkilerinden kaçınm a davranışı gös­
teren A hm et’in yaşam a bir biçim de ve hatta böylelikle bağlanm a
isteğinin / çabasının bilinçüstündeki görünüm üdür. A hm et için,
Türk olmayan her etnik kökenden / ırktan / dinden her insan, bu
hayalini gerçekleştirm esini ya da başarıya ulaşm asını engelleyen
bir hedeftir. Gazeteci H rant D ink’in katil zanlısı O gün Samast’m
olaydan hem en sonra etrafındakilere “bir Erm eni öldürdüm ” diye
bağırm ası da bu hedef seçim ine bir başka örnektir. Kaçınan birey­
ler, başkalarını kurbanlaştırm akla, yaşadıkları temel reddedilm e­
nin yarattığı çaresizlik ve utanç duygularından “kurtulm uş” olup
yaşama yönelik tehdit algılarını ve öfkelerini de “kontrol etm iş”
olurlar. D üşm anlık ve saldırganlık, kaygı uyandıran yakınlık ve
bağlanm a ihtiyaçlarından kaçınm ak açısından işlevseldir; kaçı­
nan birey böylelikle de hem yaşamı / çevresindekilerini “pmtoslo"
etm iş olur hem de kendisiyle dış dünya arasında bir sınır çizmiş
olur; bir başka deyişle “reddedenleri reddeder”. Öfke ve ne! ret
duyguları, başkalarına yakın olma, ait olm a ve bağlanm a ihtiyacı
duyan, ancak, reddedilm e korkusu ve bağlanm a kaygısı da yaşa
yan kaçınan birey için koruyucu bir kalkan rolünü oynar. Böyle
likle, bir insana bağlanm a ya da bağlanm ış olm a kaygısı ortadan
kalkar; düşm anlığın olduğu du ru m d a yakınlıktan söz edilemez
kuşkusuz ki. Ancak, kaçm an birey, bu ihtiyaçlarını artık “um ursa-
yamayacak”, “önemseyemeyecek” ve bastıram ayacak durum a gel­
diğinde ise kontrolünü kaybettiği duygusunun da tedirginliğiyle
başkalarını “kontrol etmeye” başlar. Kurban ya da kurbanlar özel­
likle de bu noktada devreye girer. Z arar verilen her “öteki”, hem
“uzak olmalıyım” ihtiyacını tatm in edip bağlanm a kaygısını orta­
dan kaldırır hem de kaçınan birey böylelikle kendisini reddeden
tüm dünya ile kendisi arasındaki “adaleti sağlamış” olur.

Kaynaklar
• Brisch, K. H . (1999). Treating A ttachm ent D isorders, USA: The G u­
ilford Pres.
• C icchetti, D. & C oh en , D. J. (1995). D evelop m en tal Psychology,
USA: John W iley and Sons, Inc.
• Finzi, R., Ram, A., H ar-Even, D., Shnit, D. & W eizm an, A. (2001).
A ttachm ent styles and aggression in physically abused and n eg lec­
ted children, Journal o f Youth and A d olescen ce, 30, 769-786.
• G een, R. G. (2001). H um an A ggression (S econ d E dition), USA:
O pen U niversity Press.
• G om ez, R. & M cLaren, S. (2 007). The inter-relations o f m other and
father attachm ent, self-esteem and aggression during late a d o les­
cence, A ggressive Behavior, 33, 1-10.
• Greenberg, M . T. (1999). A ttachm ent and p sych op ath ology in child
h o o d , In. J. C assidy 8c P. R. Shaver (Eds.), H an d b ook o f A ttachm ent,
pp. 4 6 9 -4 9 6 , UK: The G uilford Press.
• Ijzendoorn, M. H. (1997). A ttachm ent, em ergent morality, and agg­
ression: Toward a develop m en tal so cio em o tio n a l m o d el o f a n tiso ci­
al behaviour, International Journal o f Behavioral D evelop m en t, 21
(4), 703-727.

• Levy, T. M. 8c Orlans, M . (2000). A ttachm ent disorder as an antece­


dent to violen ce and antisocial patterns in children, In. T. M. Levy
(Ed.), H an d b ook o f A ttachm ent Interventions, pp. 1-26, USA: A ca­
d em ic Pres.
• Luecken, L. J. (2000). A ttachm ent and loss exp eriences during ch ild ­
h o o d are associated w ith adult hostility, depression, and social su p ­
port, Journal o f P sych osom atic Research, 49, 85-91.
• M ash, E. J. & W olfe, D. A. (2005). A bnorm al C hild P sychology
(Third E dition), USA: T h om son & W adsw orth.

• M ûris, P., M eesters, C., M orren, M . 8c M oorm an, L. (2004). A nger


and h ostility in adolescents: R elationships w ith self-reported attach­
m ent style and perceived parental rearing styles, Journal o f P sych o­
som atic Research, 5 7 ,2 5 7 -2 6 4 .
• O oi, Y. P., A ng, R. P., Fung, D. S. S., W ong, G. 8c Cai, Y. (2006). The
im pact o f parent-child attachm ent on aggression, social stress and
self-esteem , School P sychology, 27 (5), 552-566.
• Sim ons, K. J., Paternité, C. E. 8c Shore, C. (2001). Q uality o f parent/
adolescent attachm ent and aggression in yo u n g adolescents, Journal
o f Early A d olescen ce, 21 (2), 182-203.
ANNEM, AŞKIM, TANRIM:
DİN ve TANRIYA BAĞLANMA

Tarık Solmuş

ek tanrılı dinlerin tem el özelliği tanrıya ulaşılabileceği his­


sidir; tanrı, kişinin ona ihtiyaç duyduğu her an her yerdedir.
Tanrı, inananı izler, onu korur, gözetler, istediği an onu sanki elle­
riyle tutabilir. D ualar da tanrı - kul arasındaki yakınlığı kurm anın
en önem li araçlarıdır. Dualar, tanrıyla bütünleştiricidir; kişiyi ona
daha yakınlaştırm akla birlikte genellikle onunla kurduğu ilişkiye
yöneliktir.

Bağlanma, Din ve Tanrıya Bağlanma


Klasik psikanalizde din, düşm anca algılanan ve kontrol edile­
m eyen dış dünyanın yarattığı çaresizliğe karşı bir tepkidir. Freud,
dini ya da bir dine inanm ayı çocukça (im m atür) ve sağlıksız ola­
rak değerlendirirken bağlanma kuram ına göre; kişinin kendisini
bir tehdit, çaresizlik ya da saldırı altında hissettiği bir anda onu
koruyacak ve bakım alabileceği bir bağlanm a figürü arayışına
girm esi doğal ve sağlıklı bir davranıştır, tan rı da bu bağlanm a fi­
gürlerinden biridir. Bağlanma sistem inin harekete geçmesi, yani
kişinin kendisini korum a isteği nevrotik korkulara karşı regresil
ya da çocukça bir tepki olm aktan ziyade doğal korkulara karşı do­
ğal bir tepkidir. Bu noktada, bağlanma kuramının özellikle dindar
olmayı ya da tanrının varlığını kabul etm eyi savunm adığını; b i­
reyi tanrı inancına, tanrıya inanm aya götüren sürecin bir analizi
yaptığını; “d urum un fotoğrafını çektiğini” önem le vurgulam ak
gerekmektedir.

Temel bağlanm a süreci ile din, dini inanç ve tanrıya bağlanm a


arasındaki ilişkiler 4 noktada özetlenebilir;
• Tanrıyla kurulan, yaşanan ya da yaşandığı sanılan, algıla­
nan ilişki ya da yakınlık kişinin dini inançlarının m erkezini
oluşturur. Ö rneğin, dua etm ek bu yakınlık ihtiyacının en
önem li iletişim aracıdır. A raştırm alar, insanların özellikle,
a) bir hastalık, sakatlık ya da benzer bir olum suz durum da,
b) aileden, yakın arkadaşlardan ya da tanıdıklardan birinin
ölmesi ya da böyle bir olasılığın belirmesi durum larında ve
c) hiç beklenm edik, stres yaratan olaylarla başa çıkarken
dua ettiklerini gösterm ektedir. Bu her üç d urum da bireyin
çaresizlik eksenli korunm a, bakım ve destek görm e ihtiyaç­
larının belirdiği anları ifade etmektedir.
• Tanrıyla kurulan / kurulduğuna inanılan ilişkideki duygu­
sal bağ, anne-bebek ilişkisine benzer bir sevgi, iletişim ve
yakınlık biçim ini oluşturur. Ö rneğin, ellerini havaya kal­
dırıp tanrının -hissiyatla da olsa- onu kucaklam asını, ona
dokunm asını, ona sarılm asını beklem ek bir bebeğin annesi
tarafından sarılmayı istem esinden farksızdır. H ıristiyanlık­
taki “Kutsal M eryem Ana” figürü bunun en güzel örnekle­
rinden biri olarak kabul edilebilir.
• Tanrıyla ilgili algılar, ona atfedilen anlam lar bir güvenli bağ­
lanma figürünün özelliklerini taşır. Bilindiği gibi, bağlanm a
ihtiyacı / süreci bebeğin örneğin bir alarm durum u (acı,
açlık ya da tanım adık bir kişinin ona doğru yaklaşması)
yaşamasıyla ve annesine yardım çağrısından bulunmasıy
la harekete geçer. Anne bebeğin bu çağrısına, onun ihtiyaç
duyduğu her anda ve tutarlı bir biçim de cevap verdiğinde,
bebekle arasında olması gereken tem el yakınlık ve güven
duygusu sağlanm ış olur. Bebek bu yakınlık aracılığıyla ih­
tiyaç duyduğu herhangi bir zam anda annesinin onun ya­
nında olacağına ve onun ihtiyaçlarıyla ilgileneceğine, onu
tatm in etmeye çalışacağına inanır, böylelikle de kendisini
güvende hisseder. Kendisini değerli, korunacak, özen gös­
terilecek bir varlık olarak algılar. Yakınlık, bebeğin çevresi­
ni keşfetm ede kullanabileceği “güvenli bir tem el” ve tehlike
anında korunabileceği “sağlam bir sığınak” işlevi görür. Bu
tem el yakınlığın sağlanam adığı durum da ise, bebek ayrılık
kaygısı ve bu kaygıya bağlı olarak da ayrılığı protesto tepki­
leri gösterir ancak bu kaygıyı azaltam adığında da anneden
uzaklaşmaya ve “kendi kendine yeterli olmaya” başlar. Ö r­
neğin, bu dünyada tek başına olduğuna ve kendi ihtiyaçla­
rını yine kendisinin karşılam ası gerektiğine inanır, “kendi
kabuğuna çekilir”, yalnızlaşır, terk edilme ve reddedilm e
kaygıları nedeniyle de artık tüm sosyal ilişkilerden olabil­
diğince uzak durm aya çalışır. Bebeklikten itibaren başlayan
bu yaşam yönelim i insanın tüm yaşam ı boyunca devam
eder. İşte tanrı da bu noktada, temel bağlanm a figürü olan
anneyle kurulam ayan bağlanm a ilişkisinin kurulabileceği,
onun sayesinde çevrenin keşfedilebileceği, hayatın anlam -
landırılabileceği ve bir tehdit, tehlike anında sığımlabilecek
bir sağlam sığınak olarak anlam kazanır.
Benzerlik ve Tamamlama Varsayımları / Düşünceleri: “Ben­
zerlik varsayımı”, tan rın ın ebeveyn gibi algılandığını, ya-
şantılandığım dolayısıyla da örneğin kaçm an bağlanm a
stiline sahip bireyler için reddedici ve cezalandırıcı a n ­
nenin yerine konulup reddedildiğini öne sürer. Kaçınan
bağlanm a stiline sahip bireylerin çoğunun tanrının varlı­
ğından şüphe duym aları, tanrının gerçekten var olup olm a­
dığının hiç kimse tarafından bilinem eyeceğine inanm aları
(agnostisizm) ya da ateist olm aları bu düşünceyi destekler
niteliktedir. Ancak, sayıları az da olsa tanrı inancı olan
kaçm an bağlanm a stiline sahip bireylerin ve inanm ayan
birçok güvenli bağlanm a stiline sahip bireyin varlığı bu
varsayım ın pek de geçerli olam ayacağının birer gösterge­
leridir. Bu noktada, bilimsel çalışmalarca da daha sıklıkla
ve belirgin bir biçim de desteklenen, kabul gören “tam am ­
lam a varsayımı’ndan bahsedilebilir. Bu varsayım a göre; bi­
rey, erken çocukluk dönem inde tam am layam adığı, yarım
kalan bakım alma, bağlanm a sürecini tanrıyla tam am lar.
Tanrı, bireyin gerçek yaşam ında sağlıklı bir bağlanm a figü­
rü n ü n bulunm adığı, var edilem ediği bir anda / dönem de
terk etm eyecek ya da reddetm eyecek ideal bir bağlanm a
figürü olur. Ö rneğin, tan rı terk etmez, reddetm ez, aniden
çekip çıkıp gitmez, ölmez, aldatm az, gidip gitmeyeceğine
dair uçsuz bucaksız kaygılara neden olmaz, çatışm a yarat­
maz, şiddet uygulamaz, koşulsuz bir güven, sevgi, ait olma
ve yakınlık kaynağıdır, kişinin kendisini değerli, ko ru n a­
cak, sevilecek bir birey olarak algılamasını sağlar. Halen
bir ilişkisi olmayan, boşanm ış ya da dul kalm ış insanlarda
tanrı inancının daha baskın, güçlü olduğu görülm üştür.
Bu du ru m d a tanrının, bazı insanlar için, yeni bir rom antik
bağlanm a süreci gerçekleştirene kadar “aracı” bir bağlanm a
figürü olduğu, böyle işlev gördüğü söylenebilir. Benzer bir
biçim de, rom antik ilişkisinden m utsuz ve doyum suz olan
kişilerin de dini inançlarının daha belirgin bir hale geldiği;
örneğin nam az kılm ak gibi dinsel görevleri / ritüelleri daha
sıklıkla gerçekleştirdikleri görülm üştür.
Çocuklar, ebeveynlerinin / büyüklerinin her şeye gücü yeten
insanlar olduklarına; dolayısıyla da her şeyin üstesinden gelebi­
leceklerine; kendilerini koruyabileceklerine inanırlar. Ancak, en
güvenli bağlanm a stiline sahip bir yetişkin bile ebeveynlerinin ya
da rom antik bağlanm a figürleri olan eşlerinin belirli alanlarda
sınırlı kapasiteye, desteğe sahip olduklarının, onu korum akta ve
bakım verm ekte sorun yaşayacaklarının farkındadır. İşte tanrı bu
noktada devreye girer; her şeyi gören, her şeyi kontrol edebilen,
her şeye gücü yeten tek varlık olan tanrı, insanların sahip olduğu
bu sınırlılığı aşabilecek tek çaredir. Tanrı, bireyin ihtiyaç duydu­
ğu, duyacağı her an onun yanında olup ona rahatlık ve güvenlik
sağlayan, koruyucu, kollayıcı bir ebeveyn olarak yaşanır. Birçok
çalışmada, kendilerini aniden dine adayan, “yeniden doğan”, “hak
yolunu bulan” kişilerin de erken çocukluk dönem lerinde ebe­
veynleriyle sağlıklı ve güvenli bir ilişki kuram adıkları görülm üş­
tür. A raştırm alar, bu “yeniden doğm a”nm ya da “hak yolunu bul­
m anın” belirli aşam alardan geçerek geliştiğini gösterm ektedir. Te­
m elde süreç; kişinin sağlıklı ve güvenli bir bağlanm a figüründen
yoksun olm asının getirdiği çaresizlik ya da kronik yalnızlık gibi
örüntülerin d oruk noktasına ulaşmasıyla başlar. Bu süreçte kişi
aşırı kaygı, gerginlik ve depresyon yaşar. Ö rneğin, sorunlarını n a­
sıl çözeceğini bilm em ektedir. “Yeniden doğm a’nın genellikle bir
kayıp; yani ayrılık, ölüm ya da ölüm ihtim ali gibi bir durum dan
sonra belirm esi de bu d urum u destekler niteliktedir. Kişi, hak yo­
lunu bularak, sorunlarının çözüm ünü ve kendi geleceğini ta n rı­
nın ellerine bırakm ış olur. Ç ok sayıda araştırm anın da gösterdiği
ve desteklediği gibi, ani / köklü dinsel dönüşüm ler; “kendini dine
adam alar”, güvenli olmayan yani kaçm an ya da kaygılı / kararsız
bağlanm a stillerine sahip bireylerce yaşanır. Bir araştırm ada kay­
gılı / kararsız kadınlar hem güvenli hem de kaçm an kadınlardan
daha fazla oranda dönüşüm yaşadıklarını belirtm işler; 4 yıl içeri­
sinde “tanrıyla yeni bir ilişki kurduklarını” ve “yeniden doğduk­
larını” öne sürm üşlerdir. Bir başka çalışm ada da, kaçm an bağla­
nanların % 25’i ergenlik dönem lerinde, % 44’ü de hayatlarının bir
anında dinsel dönüşüm yaşadıklarını belirtm işlerdir.

Bağlanma Stilleri ve Tanrıya Bağlanma


Yukarıda da belirtildiği gibi, bebeklik dönem inde anneyle k u ­
rulan yakınlık duygusu bebeğin (bireyin) kendini değerli, sevi­
lebilir bir varlık olarak algılam asında, başkalarına güven duya­
bilm esinde, çevreyi keşfedebilmesinde ve kendisini bir tehlike
anında başkalarınca korunacak, destek görecek bir varlık olarak
algılam asında son derece önemlidir. Bu tem el yakınlığın k urula­
m adığı durum larda da birey kaygılı / kararsız ya da kaçm an ol­
m ak üzere ikiye ayrılan güvenli olmayan bağlanm a stillerinden
birine sahip olur. Bu örüntüler de, bireyin tüm yaşam ını belirler.
Ö rneğin, kaçınan birey bir ilişkide olduğunda eşinin onunla ilgi­
lenmeyeceğine, ona ihtiyaç duyduğunda yanında olmayacağına,
onu gerektiğinde korum ayacağına, sevmeyeceğine inanır, bu ne­
denle de ilişkilerden uzak d u ru r ve bunu da örneğin herkese sanki
kendi tercihiym iş gibi sunar. Ya da örneğin iş yaşam ında bir grup
insanla ortak bir projede görev alm aktan kaçınır, çünkü bu proje
onun o şirkete bağlanm ası dem ektir ki bu bağlanm a da bebeklik
dönem inde annesi tarafından reddedilm iş olm asını hatırlatm ası
nedeniyle kişiyi korkutur, ayrıca ekip arkadaşlarından hangisine
güven duyabileceği konusunda da kararsızdır; çünkü “hiçbir za­
m an hiç kim se onun ihtiyaçlarıyla ilgilenm em iştir ve ilgilenm e­
yecektir de”.

a) Güvenli Bağlanma: Güvenli bağlanm a stiline sahip bireyler,


tanrıyı sevgi dolu am a aynı zam anda kontrol edici ve kendilerin­
den uzak olarak değerlendirm ektedirler. Yukarıda belirtilen “ta ­
m am lam a varsayımı” açısından bakıldığında, güvenli bireylerin
ilk bakışta zaten ebeveynleriyle ya da yakın çevreleriyle güvenli,
sağlıklı, koruyucu ve destekleyici ilişkiler kurm aları nedeniyle
tanrıya ihtiyaç duym ayacakları söylenebilir. Ancak, araştırm a
lar, güvenlilerin kaçınanlar kadar da reddedici olmayan bir tanrı
inançlarının olduğunu gösterm ektedir. Tabi bu inancın kaygılı /
kararsızlardaki kadar derin ve onlarınki kadar yaygın olmadığı
da söylenmelidir.
b) Kaygılı / Kararsız Bağlanma: Kaygılı / kararsız bağlanm a sti­
line sahip bireyler, tanrıyla çok derin bir duygusal bağ kurm akta,
kurm aya çabalamakta; hatta “yapışm aktadırlar”. Tanrısız bir h a ­
yat “hiçlik”tir. Kaygılı / kararsızların yaşam larındaki bağlanm a
nesnelerini idealize etm eleri kendisini tanrıya inanm a konusunda
da gösterm ektedir.
Bir kaygılı / kararsız için tanrı inancının son derece işlevsel ve ko­
ruyucu, güvenlikli bir alan olduğu söylenebilir. Tanrı, kulunun is­
tediği, ona ihtiyaç duyduğu her an onun yanında olacak; onu red ­
detm eyecek ya da terk etmeyecektir. Eşle kurulan ilişkiden farklı
olarak tanrıyla kurulan ilişki / bağ, tam am en bireyin kontrolü
altında olacaktır, ilişki “eşin” davranışlarına bağlı olmayacaktır,
birey hem “ilişkiyi” hem de “eşini” isteklerine ve ideallerine göre
dilediği gibi biçim lendirebilecek, “kontrol” edebilecektir. Tanrı
onunla, onun istediği anda, onun istediği kadar ve istediği yerde
olacaktır. Ç oğunluğu hüsranla, acıyla biten kısa süreli ilişkilerin
yerine tanrıyla sonsuz ve koruyucu bir ilişki kurulacaktır. R om an­
tik ilişkilerde yaşanan beklentilerin karşılanm ası gibi bir durum
bu ilişkide söz konusu olmayacaktır. Yalnızlığına iyi gelecek, sık
sık âşık olm anın getirdiği hayal kırıklığı yaşam a olasılığı da or­
tadan kalkacaktır. Bireyi kaygı ve gerginlikten uzak tutup, kişisel
yeterlik ve seviliyor olma, kendine duyduğu güveni arttırm a gibi
olum lu sonuçlar da yaratacaktır. Sevgi, ilgi ya da bakım alabilmesi
için özel bir çaba harcam asına da gerek yoktur; o, tanrının ku­
rallarına uyduğu sürece tanrı da ona koşulsuz sevgisini verecek,
esirgemeyecektir. Ayrılık ve ölüm korkuları etkisini olabildiğince
kaybedecektir. İlişkinin güvenliği konusunda kaygı duyulm asına
gerek yoktur; bu ilişki dünyanın en güvenli ilişkisidir. Artık, zor­
ba ve adaletsiz ebeveyn yerini adil ve şefkatli bir “ebeveyne” b ıra­
kır. Ancak, kaygılı / kararsızların daha önce de belirtilen “bazen
/ bazen” ya da “hem siyah, hem beyaz” yaşam yönelim lerinin din
ve tanrı inancı için de geçerli olduğunu söylemek gerekmektedir.
Araştırm alar, kaygılı / kararsızların tanrının kendilerine hem uzak
hem yakın olduğuna ve bazen kendilerinin yanında olup bazen de
onları hiç um ursam adığına inandıklarını gösterm ektedir. Kaygılı
/ kararsız bireyler, tanrının başkalarıyla kendileriyle oldukların­
dan daha yakın olduğunu düşünm ekte, tanrının kendilerini sev­
m ediği, yanlarında olm adığı ve terk edeceğine inanm aktadırlar.
“Tanrım la kurduğum ilişki kaygılandırıyor beni.”
“T anrının yanım da olm adığını görsem üzüntü ve öfke duyar­
dım.”
“Bazen tan rın ın başkalarını benden daha çok sevdiğini düşü­
nüyorum .”
“İnsanlar benden daha yakınlar sanki.”
“Acaba hep yanım da olacak mı? diye düşünm eden edem iyo­
rum.”
“O na h er gün biraz daha yakınlaştığım ı hissediyorum .”
“Bir yanlış yaptığım da artık beni sevmeyeceğini / korum aya­
cağını düşünüyorum .”
“O nsuz hiçbir şeyim / hiçbir şey yapamam.”
“Bazen istediğim anda yanım da olm adığı için kızıyorum
ona.”
“Bazen beni sevdiğini bir şekilde belli etm esini istiyorum.”
“O nunla her gün konuşurum / dertlerim i paylaşırım.”
“Başkaları onun varlığını hissedip de ben hissetm ediğim de
onları kıskanıyorum .”
“Başkalarına yardım edip de bana etm ediğinde / benim duala­
rım ı kabul etm ediğinde çok üzülüyorum .”
“Hayatım daki birçok kararı ona olan inancım a göre veririm.”

c) Kaçınan Bağlanma: Kaçınan bağlanm a stiline sahip bireyler


ise, tanrıyı kendilerine uzak ya da ulaşılm az olarak değerlendir­
mektedirler. Tanrının gerçekten var olup olm adığının bilinem e­
yeceğine inanm aktadırlar; var olabileceğine inananlar da tanrıyı
reddedici, uzak, soğuk olarak değerlendirm ektedirler. Tanrıya,
varlığına güvenm ekte zorlanm akta ve onunla yakınlaşm aktan
kaçınm aktadırlar, çünkü eninde sonunda tanrının da herkes gibi
onları reddedeceğine inanm aktadırlar. Yukarıda belirtilen “ta ­
m am lam a varsayımı” açısından bakıldığında, tanrı, örneğin sü ­
rekli yineleyen yakınlık taleplerinde bulunm ayacağı ve kişinin
kontrolü elinden kaçırmayacağı duygularını uyandırm ası gibi ne­
denlerle “güvenli bir lim andır”. Sayıları en azından diğer bağlan­
m a stillerine oranla çok daha az olm akla birlikte tanrıya inanan
kaçınanların tem el hareket noktaları bunlardır. Ancak, bir bütün
olarak bakıldığında, kaçınanların, tem el güven sorunu, ait olma,
bağlı olm a ya da yakınlık duygusunun kaygı uyandırm ası, red­
dedilm e kaygısı, ebeveynlerini (dış dünyayı; tanrıyı) azarlayıcı ve
reddedici olarak görme, stres altındayken yalnız kalm ayı tercih
etm e ve her türlü ilişkiyi sıkıcı, gereksiz görm e gibi dinam iklerle
tanrı inançlarının hem sayıca daha az hem de derinlik açısından
daha yüzeysel olacağı söylenebilir.
“Tanrıya inanm ak, çok yakın olm ak gibi bir ihtiyacım yok.”
“Tanrıya karşı hiçbir duygusal bağ ya da yakınlık duym uyo­
rum.”
“G üvenm iyorum , çok da inanm ıyorum zaten.”
“Ç ok da itikatlı bir insan olm adım hiçbir zaman.”
“Kişisel / kendi adım a hiçbir şey istem iyorum ondan.”
“T anrının hayatım ı kontrol etm esine izin verem em / ver­
mem.”

Kaynaklar
• Beck, R. & M cD on ald , A. (2004). A ttachm ent to God: The A ttach­
m en t to G od Inventory, tests o f w orking m od el correspondence,
and an exploration o f faith group differences, Journal o f P sych ology
and Theology, 32 (2), 92-103.

• Beck, R. (2006). G od as a secure base: A ttachm ent to G od and th e­


ological exploration, Journal o f P sychology and Theology, 34 (2),
125-132.
• Birgegard, A . & Granqvist, P. (2004). The corresp on d en ce betw een
attachm ent to parents and God: Three experim ents using sublim inal
separation cues, Personality and Social P sychology B ulletin, 30 (9),
1122-1135.
• B ontekoe, E. H. M „ V anSteeg, J. & Verschuur, M . J. (2005). The as­
sociation betw een personality, attachm ent, p sych ological distress,
churc d om in ation and the G od con cep t am ong a n o n -clin ica l sam p­
le, M ental H ealth, R eligion & Culture, 8 (2), 141-154.
• Byrd, K. R. & Boe, A. (2001). The correspondence b etw een attach­
m en t d im en sion s and prayer in college students, International Jour­
nal For the P sych ology o f R eligion, 11 (1), 9-24.
• C icirelli, V. G. (2004). G od is the ultim ate attachm ent figure for o l­
der adults, A ttachm ent & H um an D evelop m en t, 6 (4), 371-388.
• C ooper, L. B., Bruce, A. J., H arm an, M. J. & B occaccini, M . T. (2009).
D ifferentiated styles o f attachm ent to G od and varying religious c o ­
p in g efforts, Journal o f P sych ology and Theology, 37 (2), 134-141.
• Granqvist, P. & Hagekull, B. (2000). Religiosity, adult attachm ent,
and w hy “singles” are m ore religious, International Journal For the
P sych ology o f R eligion, 10 (2), 111-123.
G ranqvist, P. & Hagekull, B. (2003). L ongitudional predictions ol
religious change in adolescence: C ontributions from the interaction
o f attachm ent and relationship status, Journal o f Social and Personal
R elationships, 20 (6), 793-817.
G ranqvist, P. & Kirkpatrick, L. A. (2004). R eligious conversion and
perceived ch ild h o o d attachm ent: A m eta-analysis, International Jo­
urnal For the P sychology o f R eligion, 14 (4), 223-250.

G ranqvist, P. (2002). A ttachm ent and religiosity in adolescence:


C ross-section al and lon gitu d ion al evaluations, Personality and S o ­
cial P sychology B ulletin, 28 (2), 260-270.
G ranqvist, P. (2003). A ttachm ent th eory and religious conversions:
A review and a resolution o f the classic and contem porary paradigm
chasm , R eview o f R eligious Research, 45 (2), 172-187.

Granqvist, P. (2005). B uilding a bridge b etw een attachm ent and re­
ligiou s coping: Tests o f m oderators and m ediators, M ental Health,
R eligion 8c Culture, 8 (1), 35-47.

Kelley, M. M. (2009). Loss through the lens o f attachm ent to G od,


Journal o f Spirituality in M ental H ealth, 11, 88-106.
Kirkpatrick, L. A. & Shaver, P. R. (1990). A ttachm ent theory and
religion: C hild h ood attachm ents, religious beliefs, and conversion,
Journal for the Scientific Study o f R eligion, 29 (3), 315-334.

Kirkpatrick, L. A . (1992). A n attach m en t-th eory approach to the


p sych ology o f religion, The International Journal For the P sycho­
lo g y o f R eligion, 2 ( 1 ) , 3-28.
Kirkpatrick, L. A. (1997). A lon gitu d ion al study o f changes in reli­
gious b elief and behavior as a fu n ction o f individual differences in
adult attachm ent style, Journal for the Scientific Study o f R eligion,
36 (2), 207-217.
Kirkpatrick, L. A. (1999). A ttachm ent and religious representations
and behavior, In. J. C assidy & P. R. Shaver (Eds.), H andbook o f A t­
tachm ent: Theory, Research, and C linical A pplications, pp. 803-822,
USA: The Guilford Pres.
• M cD on ald, A ., Beck, R., A llison, S. & Norsworthy, L. (2005). A ttach­
m ent to G od and parents: Testing the correspondence vs. co m p en ­
sation hyp otheses, Journal o f P sych ology and C hristianity, 24 (1),
21-28.
• M iner, M. (2009). The im pact o f child-parent attachm ent, attach­
m ent to G od and religious orientation o n psych ological adjustm ent,
Journal o f P sychology and Theology, 37 (2), 114-124.
• Moriarty, G. L., H offm an, L. & G rim es, C. (2006). U nderstanding
the G od im age through attachm ent theory, research and practice,
Journal o f Spirituality and M ental H ealth, 9 (2), 43-56.
• R oos, S. (2006). Young ch ild ren s G od conceptions: Influences o f at­
tachm ent and religious socialization in a fam ily and sch o o l concext,
R eligious Education, 101 (1 ), 84-102.
• R oos, S., M iedem a, M . & Iedem a, J. (2001). A ttachm ent, w orking
m od els o f se lf and others, and G o d con cep t in Kindergarten, Journal
for the Scientific Study o f R eligion, 40 (4), 607-618.
• R oss, T. (2007). A ttachm ent and religious beliefs: A ttachm ent styles
in Evangelical C hristians, Journal o f R eligion and H ealth, 46 (1),
75-84.

• Rowatt, W. C. & Kirkpatrick, L. A. (2002). Two d im en sio n s o f at­


tach m en t to G od and their relation to affect, religiosity, and p erso ­
nality constructs, Journal for the Scientific Study o f R eligion, 41 (1),
637-651.

• Sim , T. N . & Bernice, S. M . (2003). A ttachm ent to God: M easure­


m ent and dynam ics, Journal o f Social and Personal R elationships,
20 (3), 373-389.
BEBEKLİĞİMİZ ve İŞ YAŞAMIMIZ:
İŞ ve KARİYER YAŞAMINDA
BAĞLANMA

Tarık Solmuş
ı

İ ş yaşam ı-iş ilişkileri açısından bakıldığında, bireylerin ye­


tişkinlik dönem indeki iş yaşam ları, bebeklik dönem indeki
çevreyi keşfetme süreci olarak da değerlendirilebilir. Bebeklik
dönem indeki bağlanm a sürecinde, bebekler, anneleriyle gerekli
yakınlığı kurabildikleri ve kendilerini güvende hissettikleri d u ­
rum da çevrelerini tanım aya (keşfetmeye) yönelik davranışlar
sergilemeye başlarlar. Çevreyi tanım a-keşfetm e süreci, bireyin
yaşam boyu gelişim sürecinde çeşitli aşam alarda ve farklı biçim ­
lerde gerçekleşen bir davranış örüntüsü olarak da görülebilir. Bu
açıdan bakıldığında, yetişkin bireyler için de iş yaşam ı bir çevreyi
tanım a-keşfetm e, var olabilme, kişisel gelişimini sağlayabilme, ki­
şisel yeterlik - yetkinlik kazanabilm e ve kendini gerçekleştirebil­
me (örneğin, hedeflerine ulaşm a, hayallerini gerçekleştirme) dav­
ranışları olarak görülebilir. Aynı zam anda iş yaşamı, bireylerin
var olan ya da potansiyel yeterliliklerini sınam a/görm e fırsatım
yakalayabilecekleri tem el bir kaynak olarak da değerlendirilebilir
(erken çocukluk dönem inde, bebeklerin oyunlarla ya da çevrele
rini keşfetmeye yönelik çeşitli davranışlar sergileyerek bu yeter­
liliklerini sınam a arayışında bulunm aları gibi). Bir araştırm ada,
güvenli bağlanm a stiline sahip bireyler, iş güvenliği, iş arkadaşla­
rıyla olum lu ilişkiler kurabilm e, gelir düzeyleri (ücret), ilerleme
ve terfi im kânlarının bulunm ası gibi faktörlere dayanarak iş d o ­
yum larının yüksek olduğunu bildirm işlerdir. Kendilerini iyi bi­
rer çalışan olarak görm üşler ve diğer iş arkadaşları tarafından da
sevildiklerini belirtm işlerdir. Ancak, kaygılı/kararsız ve kaçm an
bağlanm a stillerine sahip çalışanlar ise, iş arkadaşlarının kendi­
lerini yeterince sevm ediklerini belirtm işlerdir. B ununla birlikte,
güvenli bağlanm a stiline sahip çalışanlar, aile/eş yaşam larının iş
yaşam larından daha değerli olduğunu ve iş yaşamlarıyla karşılaş­
tırıldığında aile/eş yaşam larından daha fazla oranda zevk aldıkla­
rını belirtm işlerdir. Bir tercih yapm ak durum unda kaldıklarında,
iş yaşam ında başarılı olm aktan ziyade aile/eş yaşam ında başarılı
(m utlu) olmayı tercih edeceklerini belirtm işlerdir. Yine bu araş­
tırm a sonucunda, güvenli bağlanm a stiline sahip bireylerin, işle­
rini en az oranda geciktiren, işten ayrılm a oranının en az olduğu,
bir işi tam am lam akta en az zorlanan, başarısızlık ve iş arkadaşları
tarafından reddedilm e korkusunu da en az oranda yaşayan grup
olduğu görülm üştür. Ayrıca, güvenli bağlanm a stiline sahip birey­
ler, tatile çıkm aktan hoşlandıklarını ve iş yaşam larının hem aile
yaşam larına hem de fiziksel-psikolojik sağlıklarına zarar verm esi­
ne izin verm ediklerini bildirm işlerdir. Kaygılı/kararsız bağlanm a
stiline sahip bireyler ise, diğer insanlarla ekip halinde çalışmayı
tercih ettiklerini, ancak, yanlış anlam alara m aruz kaldıklarını ve
yeterince de takdir edilm ediklerini belirtm işlerdir. Diğer insanlar
tarafından onaylandıklarında (sosyal olarak kabul gördüklerin­
de) motive olduklarını, ancak, iş arkadaşlarının, kendilerinin iş
perform ansından etkilenm em elerinden ve bunun bir sonucu ola­
rak da kendilerini dışlam alarından çekindiklerini bildirm işlerdir.
Yine, kaygılı/kararsız bağlanm a stiline sahip çalışanlar, kişisel
ihtiyaçlarının ve iş arkadaşlarıyla olan sosyal ilişkilerinin verini
kliklerini de etkilediğini (ya da ihtiyaçlarıyla sosyal ilişkilerinin
çatıştığını) belirtm işlerdir. Bir diğer çalışm ada da, iş yerinde en
yüksek oranda ödüller (motive edici faktörler) alan çalışan kadın
larm güvenli bağlanm a stiline sahip kadınlar olduğu görülm üş, en
düşük ödül m iktarı ise korkulu kaçınan bağlanm aya sahip kadın
lar tarafından bildirilm iştir. Kayıtsız kaçm an ve kaygılı / kararsız
bağlanm aya sahip kadınlar ise bu iki grup arasında yer alm ışlar­
dır. A raştırm a 4.5 yıl sonra yine aynı çalışanlar üzerinden tekrar­
lanmış; ilk uygulam ada olduğu gibi bu uygulam ada da korkulu
bağlanm a stiline sahip kadınlar diğer bağlanm a stillerine sahip
kadınlardan daha az oranda ödül aldıklarını belirtm işlerdir.
Güvenli bağlanm a stiline sahip bireylerin, iş yaşam ında, en faz­
la oranda m utluluğu ve başarıyı yaşayacak olan, işle ilgili en az
korkulara ve perform ans kaygısına sahip olan, iş arkadaşları tara­
fından beğenilm em e ve onay görm em e/kabul edilm em e korkusu­
nu en az oranda yaşayacak olan grup olması beklenebilir. Güvenli
bağlananlar için iş yaşamı, köken itibariyle bebeklik dönem inde
kurulam ayan bağlanm a sürecinin kurulabilm esi ve bağlanm a ge­
reksinim lerinin doyum a ulaştırılabilm esi için kritik bir fırsat ya
da araç olarak görülm em ektedir (bu durum kaygılı/kararsız bağ­
lanm a stiline sahip bireyler için geçerlidir). B ununla birlikte, gü­
venlilerin diğer insanlara (iş arkadaşlarına) yakın olma, ait olma
ya da bağlanm ış olma açısından belirgin korkuları da yoktur (bu
durum da kaçm an bağlanm a stiline sahip bireyler için geçerlidir).
Bir başka araştırm ada da, güvenli bağlananların, gerek kaygılı/
kararsız gerekse de kaçınanlardan daha fazla oranda iş doyum u
yaşadıkları görülm üştür. İçsel motivasyon açısından (belirli bir
işin ilgi çekici, heyecan verici ya da kişisel gelişimi sağladığı için
yapılıyor olması, bireyin kendi kendisini motive etm esi), güvenli
bağlananlarla kaygılı/kararsızlar arasında bir fark olm adığı görül
müş; ancak bu 2 grupla kaçınanlar arasında bir farklılık olduğu
bulunm uştur. Dışsal m otivasyon açısından (belirli bir işin, yerine
getirildiği sırada doğrudan doyum sağlamayan para, terfi, şöh­
ret gibi dışsal ödüller nedeniyle yapılıyor olması) ise, en yüksek
motivasyon düzeyi güvenli bağlananlar tarafından belirtilm iş, bu
grubu kaygılı/kararsızlar izlemiş, kaçınanlar ise en az m otivasyon
düzeyi gösteren grup olmuştur. Bir başka araştırm ada da, yoğun
bir biçim de bağlanm a kaygısı duyan çalışanların kaygı düzeyi d ü ­
şük olan çalışanlardan daha fazla oranda iş stresi yaşadıkları gö­
rülm üştür. Bununla birlikte, kaygılı/kararsızların iş yerinde sosyal
destek alam adıklarında olum suz tepki gösterdikleri, kaçınanların
ise olum suz bir tepkide bulunm adıkları görülm üştür. Bu durum ,
kaygılı/kararsızların diğer insanlarla yoğun bir biçim de birlikte
olma, onaylanm a ve kabul görm e ihtiyaçlarıyla ve kaçınanların
da diğer insanlardan olabildiğince bağım sız ve uzak olm a davra­
nışlarıyla açıklanabilir.

Kaygılı/kararsız çalışanlar iş güvencelerinin olm adığını, iş ar­


kadaşları tarafından takdir edilm ediklerini ve hakkettiklerine
inandıkları ödülleri de alm adıklarını öne sürm ektedirler. Bu d u ­
rum da, iş yerinde saygı ve kabul görm enin en çok kaygılı/karar­
sızları motive edeceği söylenebilir. Bununla birlikte, kaygılı / k a ­
rarsızların kurum içi, bölüm içi ve bölüm ler arası ilişkilerden d o ­
layı doyum suzluk yaşadıkları, kendi çalışma yöntem lerini seçme
özgürlüklerinin bulunm am asından yakındıkları, perform ansları
konusunda da yetersizlik/suçluluk duydukları, yaptıkları işlerle
ilgili geribildirim alm aktan hoşlandıkları ve k urum un olum lu ya
da olum suz tüm yönetim biçim lerinden çok fazla oranda etki­
lendikleri görülm ektedir. Bu durum , onların yoğun bir biçimde
onaylanm a ihtiyacı duym alarının yanı sıra başarısızlık ve redde­
dilm e korkularını da yansıtm aktadır. İş arkadaşlarıyla çalışmayı
tercih etm ekte, bununla birlikte, perform anslarının da düşm esin­
den ve başarısız olm aktan korkm aktadırlar. Kaygılı/kararsızlarda,
iş yaşamı ile aile/eş yaşam ının birbirini çatıştığı görülmekledir.
Bununla birlikte, kaygılı / kararsızların oranı ve sıklığı çok yük
sek düzeyde olm asa da, iş arkadaşlarına yönelik rom antik bir ilgi
taşıdıkları görülm ektedir; bu d urum onların yoğun bir biçimde
diğer insanlarla birlikte olm a ve bağlanm a ihtiyaçlarıyla açıkla­
nabilir. Yine bu grubun, iş yaşam larından ziyade aile/eş yaşam ­
larında daha fazla üzüntü yaşadıkları görülm ektedir. Kaçınanlar
içinse, iş yaşam ı aile/eş yaşam ından daha önem lidir ve iş yaşa­
m ında başarılı olm ak aile/eş yaşam ında başarılı olm aktan daha
önemlidir. Bu stile sahip bireyler, bir tercih yapm ak durum unda
kaldıklarında da iş yaşam ında başarılı olmayı tercih ederler. Yine
kaçm an çalışanların, kendileriyle yakın ilişkiler kurm ak isteyen iş
arkadaşlarından, işle ilgili olarak kendilerine öneriler getirilm e­
sinden, çalışma saatlerinden ve işle ilgili değişikliklerden m utsuz
oldukları görülm ektedir. Kaçınanların da kaygılı/kararsızlar gibi
düşük perform anslarından dolayı suçluluk duydukları, ayrıca, iş
yerinde diğer insanlarla yoğun tartışm alara girdikleri görülm ek­
tedir. Ayrıca, kaçınanların güvenlilerle ve kaygılı/kararsızlarla
karşılaştırıldıklarında, işsiz olduklarında kendilerini en fazla
oranda gergin/sinirli hisseden grup olduğu görülm ektedir. Yalnız
çalışmayı en fazla oranda tercih eden grup olan kaçınanlar, iş ya­
şam larının ailelerine (sosyal yaşama) ayıracak zaman bırakm adı­
ğından ve tatile gitm enin de kendilerine zevk verm ediğinden dem
vurm aktadırlar. Hiç kim senin işlerini kendileri kadar iyi biçimde
yapamayacağına inanm ak, işle ilgili konularda kim seden yardım
istem em ek ve kendilerinden yardım istenm esine de karşı çıkm ak
kaçınanların iş odaklı davranışlarından bazılarıdır.

Kaynaklar
• H azan, C. & Shaver, P. R. (1990). Love and work: A n attachm ent-
theoretical perspective, Journal o f Personality and Social P sycho­
logy, 59 (2), 270-280.
• Krausz, M ., Bizm an, A. & Braslavsky, D. (2001). Effects o f attach­
m ent style on preferences for and satisfaction w ith different em p ­
loym ent contracts: A n exploratory study, Journal o f Business and
Psychology, 16 (2), 299-316.

• Schirm er, L. L. & Lopez, F. G. (2001). Probing the social support


and work strain relationship am o n g adult workers: C ontributions o f
adult attachm ent orientations, Journal o f V ocational Behavior, 59,
17-33.

• Vasquez, K., D urik, A. M . & H yde, J. S. (2002). Fam ily and work:
Im plications o f adult attachm ent styles, Personality and Social
P sychology B ulletin, 28, (7), 874-886.
YAŞAM BOYU BAĞLANMA
ve ...
BAĞLANMA,
SALDIRGANLIK ve ŞİDDET

Hilal Çelik

aldırganlık ve şid d et o larak tan ım la n a n pek çok davranış,


S g ü n ü m ü zd e giderek çoğalm akta ve şekil değ iştirm ek te­
dir. Silahların ulaşılabilirliği, küresel ısınm a, evde ve okullarda
çocuklara uygulanan şiddet, m edyada eğlence am açlı yayınla­
n a n saldırganlık içerikli sahneler ve p ek çok değişik faktör g ü ­
n ü m ü z m o d e rn to p lu m la rın d a saldırganlığın ve şid d etin b o ­
y u tu n u n ve şeklinin tırm a n a ra k artm asın a n e d e n olm aktadır.
Ç o cu k ların o y u n ların d ak i kavgalardan, sokak çatışm aların a ve
savaşa k a d a r geniş b ir yelpazede ken d in e ifade biçim i bulan,
bir in sanın b ir diğer varlığa veya ken d in e acı verm e, o n u tah rip
etm e çabası o larak karşım ıza çıkan saldırganlık, belki de üze­
rin d e en çok a raştırm a yapılan insan d a v ran ışların d an birisi­
dir. Ne var ki in sa n o ğ lu n u n var olduğu g ü n d e n b eri süregelen
b ir davranış biçim i o lm asına rağm en, b u g ü n d ah i saldırgan­
lığın herkes tara fın d a n kabul edilen tek bir ta n ım ın ı yapm ak
m ü m k ü n değildir. Saldırganlık hakkında araştırm a yapan pek
çok araştırm acı, başkasına acı veren ya da zarar verici etkisi olan
her davranışın, saldırganlık başlığı altında toplanarak sınıflandı­
rılm asının doğru olm adığını ileri sürerek, saldırganlığın temel
öğesi olarak “niyet” kavram ını öne çıkarm aktadırlar. Araştırına
cılar, saldırganlığın ne olduğuna dair tek ve dolayısıyla yetersiz
kalacak bir açıklam a yapm ak yerine, farklı saldırganlık türlerinin
var olduğunu ve bunların birbirinden farklı tanım lanm ası gerek
tiğini ileri sürm ektedirler. Buna dayanak noktası olarak da, farklı
uyaranların, farklı fizyolojik, psikolojik ve zihinsel süreçlerde bir-
leşerek birbirinden farklı saldırganlık türlerinin oluşum una kay­
naklık etm esini göstermektedirler. Sonuçta saldırganlık, özünde
pek çok içsel ve dışsal öğenin etkisi altında gelişen ve şekillenen
bir davranış olarak çıkar karşımız.
Genel olarak saldırganlık, a) fiziksel ya da sözel, b) aktif ya da
pasif, c) doğrudan ya da dolaylı saldırganlık olm ak üzere 3 baş­
lıkta sınıflandırılarak açıklanabilir. Fiziksel saldırganlık kişinin
bedenini ya da herhangi bir silahı kullanarak bir canlıya veya nes­
neye saldırm asıdır. Fiziksel saldırganlığın iki önem li sonucu var­
dır. Bunlardan birincisi; bu eylem sayesinde bireyin karşılaştığı
engelin üstesinden gelmesi ya da engeli tam am en ortadan kaldır­
m ası ve zararlı uyaranları (davranışları) devre dışı bırakm asıdır.
İkincisi ise; zararı, acıyı ya da ıstırabı yaşayan, eylemi gerçekleşti­
ren değil, bir başka canlı ya da nesnedir. İttirm ek, baskı yapmak,
çekiştirm ek, vurm ak, ısırmak, vb. davranışlar fiziksel saldırgan­
lığa örnek olarak gösterilir. Sözel saldırganlık ise, başka bir kişi­
ye yönelik sözlü eylem ler olarak tanım lanır. Sözel saldırganlıkta
tem el amaç; sözel iletişim kanallarıyla psikolojik olarak karşıdaki
kişiye incitm ek ve ona zarar verm ektir. Sözel saldırganlığın, karşı­
daki kişiyi tehdit etm e ve onun varlığını reddetm e olm ak üzere iki
tü rü vardır. A ktif saldırganlık, amaca yönelik bir davranış olup,
bu davranış biçim inde saldırganın kurbana acı çektirm e ve canını
yakm a amacı esastır. Pasif saldırganlıkta ise, aktif saldırganlığın
zıttı olup karşıdaki kişiye aktif olarak tahribat verm ek yerine, ku r­
banın ulaşm ak istediği am acını gerçekleştirm esine engel olmak
esastır. D oğrudan saldırganlık karşıdaki kişiyi kışkırtm aya ya da
öfkelendirmeye neden olabilecek zararlı uyaranların direkt olarak
karşıdaki kişiye gönderilm esi sonucunda oluşan saldırganlık türü
iken, dolaylı saldırganlıkta ise dolam baçlı yollarla karşıdaki kişiye
zarar verici uyaranların gönderilm esi söz konusudur.
Tüm bu tanım lar baz alındığında, özünde olum suz duygula­
nım lar ve acı verici yaşantıların var olduğu ve saldırganlık başlığı
altında sınıflandırılan fiziksel, sözel ya da sem bolik davranışların
tem elinde hangi güç veya güçlerin var olduğu sorusu akıllara ge­
lir. Geniş kapsam lı pek çok araştırm a sonucu saldırganlığın sade­
ce tek bir faktöre ya da psikolojik sürece bağlı kalınarak açıkla-
namayacağı görüşü kabul edilmiştir. Diğer pek çok psikolojik sü ­
reçte olduğu gibi saldırgan davranışların oluşum unda da, büyük
olasılıkla sayısız eğilim, kişilik özelliği ve birbirinin içine geçmiş
pek çok faktörün, çevresel koşullarla da birleşerek saldırganlığın
oluşum una zem in hazırladığı bilinmektedir. Nörolojik, horm onal
ya da diğer fiziksel anorm allikler, genetik aktarım , doğum sıra­
sında yaşanan sorunlar ya da travm atik faktörler ve daha pek çok
sayısız sebep kuşkusuz ki saldırganlığın oluşum unda etkili olan
faktörler arasında yer alır. B ununla birlikte, çevresel koşullar, aile­
sel ve düşünsel özellikler, saldırganlığın öğrenilm esini ve dışavu­
rum unda önem li bir rol üstlenm ektedir. Ç ocukluk dönem inden
itibaren insanoğlu, saldırganlık eğilim lerini dışa vurm ak için pek
çok fırsat yakalar ve bu noktada bireylerin bakım ını üstlenen ki­
şilerin tutum u, saldırgan davranışların oluşum unda ve sergilem e­
sinde önem li bir faktör olarak karşım ıza çıkar.
Saldırgan davranışların oluşum u hakkında en güçlü ve kap­
samlı açıklam alardan biri bağlanm a kuram ından gelir. İnsanoğlu
için yaşam ın ilk yılları, özel ve sağlıklı ilişkiler kurm ak için ol­
dukça kritik bir evredir. İlişki, insanın korunm a, çalışma, sevme-
sevilme ve üreyebilm e gibi ihtiyaçlarının karşılanm ası için gerekli
bir ön koşuldur. İlişki türleri günlük yaşam sürecinde çok değişik
şekillerde form bulurken en güçlü, en çok haz ve acı verici derin
ilişki kipleri aile, arkadaş ya da sevilen kişi/kişilerle kurulur. İlk
ilişkilerin kurulduğu dönem de, yani bebeklik ve çocukluk döne­
m inde em pati, kaygı paylaşımı, saldırganlığın ketlenm esi, sevıııe-
sevilme, m utluluk, bağlanm a vb. davranışların tem eli ve bu dav­
ranışların niteliğinin nasıl olacağı belirlenir. Bağlanma kuram ı,
yaşam ın ilk yıllarında çocuğun ilk ilişki kurduğu insanların, onun
yaşam ında başka şeylerle kıyaslanam ayacak kadar önem li bir e t­
kiye sahip olduğunu ileri sürer. Ç ocuğun ilk ilişkilerini kurduğu
insanlarla (bakım ını üstlenen kişi, çoğunlukla annesi ve diğerleri)
bağı, sevgi veya nefretle de olsa ya da daha sıkça rastlandığı gibi
sevgi ve nefretle karışık da olsa bu geçerlidir. İlk ilişkilerin önem i
bir bakım a bağlılıkların daha sonraki ilişkilerin yapamayacakları
kadar çocuğun gelişim yönüne etki etm esinden kaynaklanm ak­
tadır.
İlk ilişkiler tem el alınarak “önem li diğerlerine” ilişkin olarak
geliştirilen inanç, beklenti ve duygularının tem elinde bağlanm a
figürünün “ulaşılabilirliği” ve bireyin “ihtiyaçlarına karşı duyar­
lılığı” yer alm aktadır. Aynı şekilde, bireyin kendine ilişkin değer­
lendirm elerinin tem elinde de bağlanm a figürünün gözünde nasıl
kabul edildiği ya da edilm ediğine dair inanışları yatar. Bu yapı,
yani anne duyarlılığı; bebeğin gönderdiği sinyalleri almaya hazır
olma, onun verdiği tepkileri doğru bir şekilde ayıklama, anlam a
yorum lam a, yanıt verm e, davranış ve bakım sağlar. A nnenin ya
da bakım verenin çocuğun gönderdiği sinyallere verdiği yanıtlar,
çocukların duygusal deneyim lerini organize etm elerini ve kendi­
lerini güvende hissetm elerini sağlar. Eğer bağlanm a figürü ula­
şılabilir ve sıkıntı verici durum larda çocuğun gönderdiği sinyal­
lere uygun yanıtlar verebilirse, bu sıkıntı verici d urum lar çeşitli
stratejilerle yeniden düzenlenir. Bağlanma figürünün ulaşılabilir
ve duyarlı olm am ası çocuğun sık sık öfke duygusunu yaşaması
na neden olur. Yapılan araştırm alar güvenli bağlanan bireylerin
ilişkilerinde daha az olum suz duygulanım lar yaşadıklarını, öfke­
lerini uygun bir şekilde problem çözme stratejileriyle birleştirerek
kontrollü ve herkesin en az etkileneceği şekilde dışa vurduklarını
ortaya koym aktadır. Güvenli bağlanan bireyler, kendilerini sevil­
meye değer, başkalarını ise güvenilebilir, ulaşılabilir, destekleyici
ve iyi niyetli olarak algılama eğilim indedirler. Pek çok araştırm a,
güvenli bağlanm a ilişkisi geliştiren bireylerin, duygularını daha
az bastırdıklarını, yaşadıkları olum suz duygular karşısında daha
az acı yaşadıklarım , daha az öfkelendikleri buna karşın başkaları­
nın acılarını anlayıp onları teselli ettiklerini ve başkalarına daha
em patik yaklaşabildiklerini ve dolayısıyla güvensiz bağlanma iliş­
kisi geliştiren bireylere nazaran daha az saldırganlık tepkileri orta­
ya koyduklarını göstermiştir.
Güvensiz bağlananlarda ise, bakım veren kişinin / annenin ço­
cuğun gönderdiği sinyallere yeterince duyarlı olmaması, bu sinyal­
lerin içeriğini doğru bir şekilde yorum layıp karşılık verem em esi
söz konusudur. Güvenli bağlanam ayan çocuklar, kolaylıkla istek­
lerinden vazgeçme, ihtiyaçlarını ertelem e ve sürekli olarak m em ­
nuniyetsizliklerini dile getirme eğilim i içine girerler. İsteklerin er­
telenmesi, görm ezden gelinmesi, arzulara karşı kayıtsız kalınm ası
ya da tüm istek, arzu ve ihtiyaçlara uygun ve zam anında yanıtlar
verilem em esi çocukta öfke, kaygı ve özellikle de güvensizlik duy­
gusunun çok yoğun olarak yaşanm asına yol açar. Bu ilişki kipi
içinde büyüyen çocuk, bakım veren kişiyi duygusal olarak ulaşıla­
mayan, reddedici, ya da varlık-yokluk, sevme-sevm em e, güvenli-
güvensiz paradoksu içinde algılama eğilim ine girer. Sonuçta da,
bu ilişki m odeli, yaşam ında karşılaşacağı diğer ilişkilerin niteliği­
nin temel belirleyicisi d urum una dönüşür. Güvensiz bağlanan bi­
reyler gerek içsel, gerekse kişilerarası ilişkilerinde öfke, kızgınlık,
güvensizlik, kaygı ve m em nuniyetsizlik duyguları içinde sıkışıp
kalırlar. Yaşamının ilk yıllarında sürekli olarak olum suz ve/veya
reddedici türde yaşantıları deneyim leyen bireyler, yaşam ının ile-
riki dönem lerinde, olum suz duygularına daha fazla odaklanırlar.
Bu nedenle istenen düzeyde olum lu duygu kontrolü geliştirmekle
zorlanırlar ve dolayısıyla yakın ilişkilerinde daha çok çatışına ve
daha fazla saldırganca davranışlarda bulunm a eğilimi gösterirler.
Yapılan pek çok araştırm a, güvensiz bağlananların etraflarındaki
insanları düşm an olarak algılama eğilim inde olduklarım ve bıı
nun sonucunda da kışkırtıldıklarında sert tepkiler gösterdiklerini
ve şiddet içeren davranışlar sergilediklerini ortaya koymuştur.
Güvensiz bağlanm a türlerinden biri olarak karşım ıza çıkan k a­
yıtsız kaçm an bağlanm a açısından bakıldığında, bu bağlanm a sti­
line sahip bireylerin başkalarını değersiz, sevgiye layık olmayan,
olum suz kişiler olarak görm e eğilim inde oldukları, buna karşın
kendilerini ise değerli, sevgiye layık bireyler olarak yansıttıkları
bilinm ektedir. Bu noktada, kayıtsız kaçınanların kendilerine yö­
nelik “olum lu” duygularının aslında gerçeği değil; bir kurgulam ayı
yansıttığı vurgulanm alıdır. Yani bu kişilerin kendileri duydukları
saygı aslında okadar da yüksek değildir; bu insanlar kendilerini
toplum da sanki kendilerine çok saygı duyuyorm uşçasına “sunar­
lar”. “Karizm atik” ya da “delikanlı” diye nitelendirilen insanların
kayıtsız kaçınan olma ihtim allerinin yüksek olduğu söylenebilir.
Bu “kendine duyulan saygının yüksek olması” hali gerçek değil;
tam am en savunm aya yöneliktir, olası terk edilm elerin ve redde­
dilm elerin yarattığı acıya, ızdıraba karşı bir savunm a m ekaniz­
m asıdır aslında. Kayıtsız kaçm an bireylerin bağlanm a ilişkilerin­
de; değersizlik, kayıtsızlık, önem sizlik ya da ilgisizlik ön planda
olup, kişilerarası ilişkilerinde reddedilm em in yaratabileceği hayal
kırıklığına uğram am ak için, başkaları ile yakın ilişki kurm aktan
kaçınm a ve böylelikle özerkliği korum a ve devam ettirm e çabası
söz konusudur. Kayıtsız kaçınan bireyler, bilişsel ve davranışsal
açıdan acı verici yaşantılardan uzak durm a çabası içindedirler.
Bunu da görünüşte dikkatlerini saptırarak ve bilgilerin ayrıntılı
olarak zihinlerinde kodlanm asını engelleyerek daha doğrusu bu
yaşantılarını bastırarak yaparlar. Bu kişiler, üzücü ve kaygı verici
yaşantılarını hatırlam ak istemezler. Bağlanma kuram ına göre, ka­
yıtsız kaçınanların yetişkinlikte yaşadıkları problem lerine, bakım
veren kişiyle kurduğu ilk ilişkilerindeki kişilerarası soğukluk ve
düşm anlık yön verm ektedir. Kayıtsız kaçınanlar kişilerarası ilişki­
lerinde yaşadıkları sorunlarda ve/veya kendilerine yöneltilen bir
tehdit ya da engellenm e duru m u n d a benlik saygılarını korum ak
adına başkalarını olum suz ve haksız olarak görürler, buna kar­
şın kendilerini ise, olum lu ve haklı görürler. Bu sebeplerle, sosyal
ilişkilerinde karşılaştıkları bir engel ya da sorun karşısında sık sık
öfkelenirler; gösterdikleri saldırganlık ve şiddet de aslında bu öf­
kenin dışa vurum udur.

Bağlanma figürüyle kurduğu ilişki neticesinde kendisine ve d i­


ğerlerine ilişkin olum suz yönde değerlendirm eleri olan korkulu
kaçınanlar da yine bir kaçınandırlar, ancak kayıtsız bireylerdeki
gibi, kendilerini olum lu olarak değil; olum suz olarak değerlen­
dirirler. Kendilerine duydukları saygı ve güven düşüktür, derin
bir değersizlik, bir “hiçlik” duygusu yaşarlar. Kendileri de hayat
da her şey de anlam sızdır sanki. Başkalarının duygusal anlam da
kendisine yakınlaşm asından ürken bir korkulu kaçm an, kendisi
için önemli olabilecek insanlara yaklaşma, yakınlaşm a, onlara
tam anlam ıyla güvenm e ve bağlanm a konusunda yoğun kaygı ve
korkular yaşar. İlişkilerinde alıngan, duygusal, kırılgan tavırlar
sergileyen, genel itibarıyla yakın ilişki kurm aktan korkan ve bu
nedenle yakın ilişkilerden kaçan bu kişiler kurdukları “yakın” iliş­
kilerinde de sıklıkla olum suz duygular (çatışma, öfke patlam aları,
kavgalar gibi) yaşarlar. Yaşanan tüm bu olum suz deneyim lerin
onların yaşam ına geri dönüşü yoğun bir hayal kırıklığı, kırgın­
lık ve öfke şeklinde olur. Korkulu kaçınanlar yaşadıkları öfke ve
olum suz duyguları bastırm a yolunu seçerek genellikle sözel ve
dolaylı saldırganlık davranışlarında (dedikodu gibi) bulunurlar.
Değersizlik ve reddedilm e duygusunun çok yoğun olarak ya­
şandığı kaygılı / kararsız bağlanm a stiline sahip bireyler ise,
kendilerini değersiz/sevilmeye layık olmayan ve başkalarım da
sevilmeye değer, olum lu, “iyi insan” şeklinde algılarlar. Bu kişi­
lerin ilişkilerinde birbirine zıt duyguların savaşı hâkim dir. Temel
bağlanm a figürleri olan anneleriyle kurdukları ilk ilişkilerinden
itibaren ikircikli, gel-gitli duygulanım ların esareti altındadırlar
ve kendileri için önem li olan insanlarla kurdukları ilişkilerde hep
kendilerini kabul ettirm e çabasındadırlar. Ancak, yakın ilişki k u r­
m ak ve sürdürm ek konusundaki çabaları genellikle başarısızlık­
la sonuçlanır. Acı verici olaylar hakkında uzun uzun düşünm e,
bu yaşantılarına odaklanm a eğilim inde olan kaygılı / kararsızlar
yaşadıklarının kendilerinde yarattığı duygusal gerilim i ve acıyı
azaltm ak yerine, olum suz başa çıkm a m ekanizm alarını kullanarak
gerilim in, acının ve sonuçta ise öfkenin dozunu arttırırlar. Böy­
lelikle yaşadıkları rahatsız edici olayların, kendileri için daha da
kötü bir d urum a gelmelerine neden olurlar. O lum suz duyguların
ve öfkelerinin de etkisiyle, karşılaştıkları bir engeli ya da rahatsız
edici d u ru m u genellikle düşm anca ya da kin dolu saldırganlıkla
çözme yolunu seçerler.

Sonuç olarak, bağlanm a kuram ına göre, anneyle çocuk arasında


kurulam ayan sağlıklı ve güvenilir bağlanm a ilişkisi, bireyin ken­
disine ve başkalarına yönelik algılarına da yansıyarak, kişilerarası
ilişkilerde düşm anlık, güvensizlik, kindarlık ve kuşku yaşanm ası­
na yol açar. Yaşamın ilk yıllarında karşı karşıya kalınan, içselleşti­
rilen, yıkıcı ve zayıf nitelikteki anne-bebek ilişkisinin daha sonraki
dönem lerde ortaya çıkan saldırganlığı ve şiddeti hem doğurduğu
hem beslediği hem de şekillendirdiği söylenebilir.
Kaynaklar
• A llende, K. L. (2004). R elationships violence: W om en perpetrators,
U npublished D octoral D issertation, La Verne U niversity, USA.

• A n derson, C. A. 8c B ushm an, B. J. (2002). H um an aggression, A n ­


nual R eview s o f Psychology, 53, 27-51.

• A insw orth, M . (1969). Object relations, d ep en d en cy and attach­


m ent: A theoretical review o f in fan t-m oth er relationships, Child
D evelopm ent. 40, 969-1025.

• A insw orth, M. S. £c Bell, S. M. (1970). A ttachm ent, exploration, and


separation: Illustrated by the behavior o f on e-year-old s in a strange
situation, C hild D evelop m en t, M arch, 49-65.

• A insw orth, M ., Blehar, M ., W aters, E. 8c Wall, S. (1978). Patterns o f


Attachm ent: A Psychological Study o f the Strange situation, USA:
Erlbaum.

• A ronson, E., W ilson, T.D. 8c Akert. R. B. (2005). Social Psychology,


USA: Pearson.

• Baldw in, M. W., Fehr, B„ Keedian, E., Seidel, M. 8c T h om son , D.


(1993). A n exploration o f the relational schem ata underlying attach­
m ent styles: Self-report and lexical d ecision approaches, Personality
and Social P sychology Bulletin, 19, 746-754.

• B artholom ew , K. 8c H orow itz, L.M. ( 1991 ). A ttachm ent styles am ong


youn g adults: A test o f a four- category m odel, Journal o f Personality
and Social. Psychology, 61 (2), 226-244.

• Belsky, J. 8c Cassidy, J. (1994). A ttachm ent: Theory and evidence,


In. M. L. Rutter, D. F. Haya 8c S. B aron-C ohen (Eds), D evelop m en t
Through Life: A H an d b ook for C linicians, pp. 373-402, UK: Black-
well.

• Belsky, J. (2002). D evelop m en tal origins o f attachm ent styles, A t­


tachm ent 8c H um an D evelop m en t, 4 (2), 166-170.

• Berkow itz, L. ( 1990). O n the form ation and regulation o f anger and
aggression, A m erican P sychologist, April, 494-503.
Bowlby, J. (1969). A ttachm ent and Loss, Vol. 1: A ttachm ent, UK:
H ogart Pres.
Bowlby, J. (1973). A ttachm ent and L oss, Vol. 2: Separation, A nxiety
and Anger, UK: H ogart Pres.
Bowlby, f. (1977). The m aking and breaking o f affectional bonds:
E tiology and psych op ath ology in the light o f attachm ent theory, Bri­
tish Journal o f Psychiatry, 130, 2 01-210.
Bowlby, J. (1982). A ttachm ent and Loss, Vol 3: L oss, Sadness and
D ep ression, USA: Basic Books.
Bradford, E. & Lyddon, W. J. (1994). A ssessin g ad olescen t and adult
attachm ent: A n update, Journal o f C ou n selin g & D evelop m en t, 73,
215-219.
Brenner, C. (1998). Psikanalizde Tem el Kavramlar, (Çev.: I. ve Y. Sa­
vaşır), Ankara: HYB Yayıncılık
Casas, J. F., W eigel, S. M ., Crick, N . R., Ostrov, J. M ., W oods, K. E.,
Jansen Yeh, E. A. & H uddleston-C asas, C. A. (2006). Early parenting
and ch ildrens relational and physical aggression in the preschool
and h o m e contexts, Journal o f A pplied D evelopm ental Psychology,
27, 209-227.
D eM ulder, E. K„ D en h am , S., Schm idt, M . 8c M itchell Jennifer.
(2000). Q -sort assessm en t o f attachm ent security du rin g the presc­
h o o l years: Links from h o m e to sch ool, D evelop m en tal Psycholog,
36 (2) 274-282.
D eptula, D. R. & C oh en , R. ( 2004). A ggressive, rejected, and d elin ­
quent children and adolescents: A com p arison o f their friendships,
A ggression and V iolent Behavior, 9, 7 5 -1 0 4 .
Edens, J. F. (1999). A ggressive childrens self-system s and the quality
o f their relationships w ith significant others, A ggression and V io ­
lent Behavior, 4 (2), 1 5 1 -1 7 7 .
Erten, Y. (2001). Yanlızhk-yaşlılık, Psikanaliz yazıları, 29 -3 9 , Istan­
bul: Bağlam Yayınları
E tzion-C arasso, A. 8c O p p en h eim , D. (2000). O p en m other-pre-
sch ooler com m unication: R elations w ith early secure attachm ent,
A ttachm ent 8c H um an D evelop m en t, 2, 347-370.

• Feisten, G. 8c Hill, V.( 1999). A ggression q uestionnaire h ostility scale


predicts anger in response to m istreatm ent, Behavior Research and
Therapy, 37, 87-97.

• Ferris, C. F. 8c Grisso, T. (1996). U nderstanding aggressive behavi­


or in children, A nnals o f the N ew York A cadem y o f Sciences, 794,
4 2 6 -7 9 4 .

• Furm an, W., Sim on, V. A., Shaffer, L. 8c B ouchey, H. A. (2002).


A dolescents' w orking m o d els and styles for relationships w ith pa­
rents, friends, and rom antic partners, C hild D evelop m en t, 73 (1),
2 4 2 -2 5 5 .

• G ehlbach, L. A. N . (2000). The relation betw een em o tio n a l state, s o ­


cial cogn ition , and aggression in boys. U npublished D octoral D is­
sertation, Southern Illinois University, USA.

• Griffin, D. 8c B artholom ew , K. (1994). M odels o f se lf and others:


Fundam ental d im en sio n underlying m easures o f adult attachm ent,
Journal o f Personality and Social Psychology, 67 (3), 430-445.
• Hazan, C. 8c Shaver, P. (1987). R om antic love con cep tu alized as an
attachm ent process, Journal o f Personality and Social Psychology,
52, 511-524.

• H uesm ann, L. R. (1987). A n inform ation p rocessin g m o d el for the


d evelopm ent o f aggression, A ggressive Behavior, 14, 13-24.

• Kobak, R. R. 8c Sceery, A. (1988). A ttachm ent in late adolescence:


W orking m odels, affect regulation, and representations o f se lf and
others, C hild D evelop m en t, 59, 135-146.

• Levy, K. N ., Blatt, S. J. 8c Shaver, P. R. (1998). A ttachm ent styles and


parental representation, Journal o f Personality and Social P sycho­
logy, 74, 407-419.

• L ounds, J. J., Borkowski, J. G., W h itm an , T. L., M axw ell, S.L. 8c W eed,
K. (2005). A dolescen t parenting and attachm ent during in fan cy and
early ch ild h ood , Parenting: Science and Practice, 5, 91-118.
Lui, J. H . (2004a). C oncept analysis aggression, Issues in M ental 1Ie-
alth N u rsing, 25, 693-714.
Lui, J. H. (2004b). C h ild h oo d externalizing behavior: Theory anil
im plications, Journal o f C hild and A d olescen t Psychiatric N ursing,
Jul-Sep 17, (3).
M arkus, R. F. & Kramer, C. (2001). R eactive and proactive aggressi­
on: A ttachm ent and social co m p eten ce predictors, Journal o f G en e­
tic Psychology, 162, (3), 2 60-278.
M ickelson, K. D., Kessler, R. C., & Shaver, P. R. (1997). A dult attach­
m en t in a nationally representative sam ple, Journal o f Personality
and Social Psychology, 73, 1092-1106.
M orris, C. G. (2002). Psikolojiyi A nlam ak, (Çev.: B. Ayvaşık ve M.
Sayıl), Ankara: Türk Psikologlar D ern eği Yayınları.
Perry, B. D. (1996). B on d in g and A ttachm ent in M altreated C h ild ­
ren: C on seq u en ce o f E m otion al N eglect in C h ild h ood , M altreated
Children: E xperience, Brain D ev elo p m en t the N ex t Generations,
USA: N orton.
Shaver, P.R. & M ikulincer, M. (2002). D ialogu e o n adult attachment:
D iversity and integration, A ttachm ent & H um an D evelop m en t, 4
(2), 2 4 3 -2 5 7 .
Walker, S. & R ichardson, D. R. (1998). A ggression strategies am ong
older adults: D elivered but n ot seen, A ggression and V iolen t B eha­
vior, 3 (3), 287-294.
Waters, E„ W enfield, N . S. & H am ilton, C. E. (2000). The stability
o f attachm ent security from infancy to ad olescence and adulthood:
G eneral d iscussion , C hild D evelop m en t, 71 (3), 703-706.
Waters, E., M errick, S., Treboux, D., C rowell, J. & A lbersheim , L.
(2000). A ttachm ent security in infancy and early adulthood: A
tw enty-year longitudinal study, C hild D evelop m en t, 71, 684-689.
w w w .teacher.scholastic.com /professional/ bruceperry/bonding.htm
Ziv, Y., O ppenheim , D. & Sagi-Schwartz, A. (2004). Social inform ati­
on processing in m iddle childhood: Relation to infant-m other attach
m ent, Journal o f A ttachm ent and Hum an D evelopm ent, 6, 327-348.
SUÇ VE BAĞLAN-MA!

Selen Demirtaş

Yalan söylediğin için senden nefret ediyorum


Ve denemediğin için
Bana arkam döndün
Am a belki görmedin
O zamanlar sana ihtiyacım vardı
Am a şu an ihtiyacım yok
Bunu başarabilirim
Nasıl yapacağımı bilmesem bile
Sanırım ne diyeceğimi bilmiyorum
Neden dönüp gittiğimi bilmiyorum
Am a sanırım sen nedenini biliyorsun
Kalamam
Bugünden başlayarak artık kendi taşımayım

(A nabelle, 16 yaşında, M assachusetts Eyalet H apisanesi)

Anabelle henüz bir bebekken, annesi ileride kızının bu öfke


dolu satırları kendisi için yazacağını herhalde tahm in bile ede­
mezdi. Am a Anabelle doğum undan 16 yıl sonra, kendisi gibiler
için yapılmış b ir tutukevinde otururken, belki pencereden dışarı­
ya bakarken belki de yatağında annesini düşünürken bu satırları
yazmış ve annesine duyduğu ihtiyacı, ona ihtiyacı olm adığını söy­
leyerek bastırm aya çalışmıştır. K enneth Taylor, ilk karısını terk et -
miş, ikinci karısını öldürm eye çalışmıştır. 1983 yılında halayların­
da üçüncü karısını vahşice dövm üş, ertesi yıl onu da öldürm üş,
cesedi arabasının bagajına koyup anne babasını ve ikinci karısını
ziyarete gitmiştir. D aha sonra karısının bebeklerine cinsel taciz­
de bulunduğunu fark ettiğini, bu n u n üzerine karısının kendisine
saldırdığını ve kendini korum ak için onu öldürdüğünü iddia et­
miştir. A dnan Çolak, Artvin ve köylerinde 14 cinayetin ve üç teca­
vüzün sanığıdır. Yakalandığında tecavüz etm e nedeni olarak 7-8
yaşlarındayken anne ve babasını cinsel ilişkiye girerken izlediğini
ve 11 yaşm a kadar da onlarla beraber yattığını belirtm iştir.
Yukarıda aktarılan bu suçluları m asum bebeklikten hapishane
parm aklarına götüren şey ne olabilir? G ünüm üze kadar birçok
kuram suç ve suçlu davranışını / profilini incelem iş ve nedenleri
üzerine fikir üretm iştir. Bunlardan ilki olan klasik ekol, insanla­
rın kendi davranışlarının sonuçlarının “ne kazandırıp, ne kaybet­
tireceğine” yönelik bir hesaplam adan sonra suç işleyeceklerini
ya da işlemeyeceklerini savunm aktadır. Böylece, örneğin yasaya
karşı gelm enin vereceği zevk, yasayı çiğnem iş olm anın getireceği
olası acıdan fazla olduğu takdirde birey, suç işleyecektir. Coğrafi
okul ise; başlangıçta iklim in ve topografyanın insan davranışları
üzerindeki etkisini belirlemeye çalışmıştır. Başka bir deyişle, s u ­
çun fiziksel olarak belirli kesim lerde daha sıklıkla görülm esinde
sosyal ve coğrafi koşulların etkin bir rol oynadığına inanmıştır.
Ö rneğin, Feriye göre, yüksek derecedeki ısı, fizyolojik enerjinin
az sarfına neden olur, dolayısıyla serbest kalan enerji şiddet ifa­
de eden ağır suçların işlenm esini neden olur. Biyolojik yaklaşıma
göre ise, suçlularda kalıtım sal bozukluklar vardır, endokrin d en ­
gelerinde anorm allikler ya da beyinlerinde hasar söz konusudur.
Yani insanları suça bedensel özellikleri ve m izaçları yöneltm ekte­
dir. Psikanalitik kuram a göre de, id’den gelen istekler aşırı dere­
cede bastırıldığında ya da bunlara getirilen kontrol çok düşük ol­
duğunda çeşitli davranış bozuklukları oluşm aktadır. Bu nedenle
bazı kişiler saldırgan olurlarken bazıları tam am en pasif, bazıları
da belli dürtülerini kontrol altına alm ada yetersiz kalm aktadırlar.
Sosyo kültürel etkenlere bağlı kuram lar da, suçluluk davranışını,
ilk çocukluk çağlarından itibaren gelişmeye başlayan ve yaşam
boyu devam eden bir yapıyı ifade ettiğine inanırlar. Birey-toplum
ilişkisinde, herhangi bir andaki davranışları bireyin geçmiş hayat
deneyim lerinde aram ak gerekir. Suçlu davranışı ve psikolojisine
yönelik bir diğer yaklaşım da kontrol yaklaşımıdır. Bu yaklaşıma
göre insanlar kurallara uyar, çünkü sosyal kontrol onların suç iş­
lem elerini engeller. Şayet sosyal kontrol ortadan kalkar ya da za­
yıflarsa bireysel ve toplum sal düzende sapm alar başlar. Kontrol
kuram ına göre, insanlar sosyal kontrole güdülenm işlerdir. Ancak,
bu kontrol ortadan kalktığında yasaları ihlal etm ek için bir güdü­
ye ihtiyaç kalmaz. Kim senin içinde suç işlemeye karşı doğal bir
güdü yoktur. Suç işlemeye güdülenm ek evrenseldir ve toplum a
eşit olarak yayılmıştır. Bu evrensel güdü nedeniyle sosyal kontrol
olm adığı zam an kurallara karşı gelerek onları bozmaya çalışırız.
Birey; hava sıcak olduğu, cezalar caydırıcı olm adığı ya da çev­
resinde suç davranışı gösteren biri olduğu için m i bu davranışa
yönelm ektedir? Yoksa bunların hepsini de içeren ancak daha de­
rinlerde yatan bir şeyler mi vardır? Yukarıda bahsedilen kuram lar
her ne kadar çeşitli araştırm alarla destekleniyor olsa da hiçbiri tek
başına suç davranışını açıklamaya yetm em ektedir. Bu da bireyle­
ri suça iten daha karm aşık ve derin bir yapının olduğu sinyalini
vermektedir.

Bağlanma kuram ı, birebir suçlu ya da suçluluk psikolojisi k u ­


ramı, yaklaşımı olm am akla birlikte yoluna çocuk suçlularla baş­
lamıştır. D ünya Sağlık Ö rgütü (W H O ) 1950 yılında Bowlby'yi,
Londra'da yaşayan evsiz çocukların ru h sağlığı üzerine bir bildiri
sunm ak üzere çağırmıştır. Bu çağrı, Bowlby'nin bağlanm a kura­
m ını geliştirm esinde bir başlangıç teşkil etmiştir. Bowlby’nin, er­
kek çocukların annelerinden erken yaşta ayrılm alarının ergenlik
ve ileri yaşlardaki suçluluk oranını arttırdığını gösteren çalışm ası­
nı sunm asının ardından ebeveyn-çocuk iletişimi önem li bir g ü n ­
dem oluşturm uştur. Bowlby'nin bu çalışması sonucunda yayın­
lanan D ünya Sağlık Ö rgütü Raporu yaşam ın ilk üç yılında, anne
yoksunluğunun çocukları artan ölçüde fiziksel ve ruhsal hastalık
riski altına soktuğuna işaret etm iştir. Bowlby, kişiliğin tem elleri­
nin atıldığı ilk beş yıl içinde anneden ayrı kalm anın, çocukta suç­
lu kişilik yapısının gelişmesindeki en önem li etken olduğunu ileri
sürm üştür. H erhangi bir mala karşı şuç işleyen insanlar üzerine
yaptığı araştırm asında da, bu suçluların % 40’m ın yaşam larının
ilk beş yıl içinde annelerinden ayrı kaldıklarını saptamıştır.
Bağlanm anın oluşum sürecindeki bireysel farklılıklar, içsel
çalışan m odeller kavram ı içinde İncelenmekte ve iki tip m odel­
den söz edilmektedir. Bu m odellerden ilki, bakım veren kişinin
(tem el olarak annenin) çocuk için şefkatli, destekleyici, güveni­
lir olması gibi özelliklerini içeren, başkalarıyla ilgili algılarından
oluşm aktadır. İkinci m odel ise, çocuğun kendisinin ilgiye, bakı­
ma, sevilmeye değer olup olmadığıyla ilgili inanç ve beklentile­
rinden oluşan, kendisine ilişkin algılarından oluşm aktadır. Bu iki
algılama tarzının (bağlanm a stili) 2 temel sonucu olur. İlkinde,
kişi kendisini olum suz olarak (ben sevilmeye layık değilim , ihti­
yaçlarım ın karşılanm ası önem li değil vb.) algılar ki bu onda bir
aşağılık duygusuna yol açar ve bu nedenle de intikam arayışına
girer. Böyle bir benlik algısına sahip çocuğun, çetelere katılması,
kendini değersiz görüp daha “büyük” binlerinden em ir alm ası ve
kendisini onlara sevdirmeye çalışması, sırf onlar beğensin, kendi­
sini onaylasın, onu takdir etsin diye de suç işlemesi hiç de şaşırtıcı
olmayacaktır. İkinci d urum da ise, birey kendisi dışındaki herkesi
reddedici, değersiz, güvenilmez, ona hak ettiği değeri verm eyen,
ilgisiz / duyarsız insanlar olarak algılar ki bu da onu suç işlemeye,
örneğin dünyaya onun kim olduğunu gösterm ek istemesine yada
uzun vadede antisosyal kişilik bozukluğu gibi bazı bozukluklara
sürükler.

İlk çocukluk deneyim lerinin ve bağlanm anın suç işleme davra­


nışı üzerindeki etkisi çeşitli araştırm alarla da desteklenm ektedir.
Örneğin; Am erika’d a yetişkin kadın suçluların yaşam öyküsünün
incelendiği bir araştırm ada; kadın suçluların %60’ınm 18 yaşın­
dan önce fiziksel ve cinsel istism ara uğradığı ve bunun %32’sinin
aile üyesi tarafından gerçekleştirildiği görülm üştür. Gene aynı
kadın suçluların %58’inin ebeveyni olmayan ve evdeki yetişkinin
alkol ve/veya uyuşturucu problem inin olduğu evlerde büyüdük­
leri ortaya çıkmıştır. Am erika Rehabilitasyon D erneğinin (A m e­
rican C orrectional Association) yaptığı bir çalışm ada da; kadın
suçluların %80.7’sinin evden kaçtıkları, % 53.8’inin intihara te­
şebbüs ettikleri ve nedeni olarak da ‘kim senin u m u ru n d a deği­
lim’ dedikleri belirtilm iştir. Şiddet içermeyen suç işleyen kişiler ve
kolej öğrencilerinde karşılaştırılm alı olarak bağlanm a stillerinin
incelendiği diğer bir araştırm ada ise; şiddet içermeyen suç işle­
yen kişilerin, kolej öğrencilerine göre aileleriyle ve arkadaşlarıyla
ilişkilerinin daha kötü oldukları ortaya konm uş ve kolej öğrenci­
lerinde güvenli bağlanm a stilinin, şiddet içermeyen suç işleyen
kişilere oranla daha fazla olduğu görülm üştür.
D ünyadan farklı olm ayarak Türkiye’d e de suçlu çocuk ve yetiş­
kinlerle yapılan birçok araştırm ada suç işleme davranışında erken
çocukluk deneyim lerinin ve aile ilişkilerinin önem ine değinil­
mektedir. Ö rneğin, A dana ilinde suçlu çocuklarla görüşülerek ya­
pılan bir araştırm ada, bu çocukların tem el ihtiyaçlarının aileleri
tarafından yeterince karşılanm adığı ve gerek aileleri gerekse baş­
kaları tarafından fiziksel istism ara uğradıkları görülm üştür. Bir
diğer çalışmada, kaygılı 7 kararsız ve korkulu bağlanan öğrenci­
lerdeki düşm anlık duygusunun güvenli bağlananlarınkinden çok
daha yüksek olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Başka bir araştırm ada
da, suçlu çocukların % 47,6’sınm çeşitli nedenlerle anne ve ba
balarından ayrı kaldıkları, % 22 sinin de parçalanm ış ya da eksik
ailelerden geldikleri görülm üştür. Yine aynı araştırm ada, suçlu
çocukların % 60’ının ortanca çocuk oldukları görülm üştür ki bu
durum ailelerinden yeterli düzeyde ilgi ve sevgi görem ediklerin
bir işareti olarak yorum lanabilir. Seri katil olarak adlandırılan
suçluların geçmiş yaşantıları incelendiğinde de, genellikle yalnız
oldukları, aile içi şiddete m aruz kaldıkları ve aile yapılarının par­
çalanm ış ve düzensiz olduğu göze çarpm aktadır.
Bağlanm anın suç işleme davranışı üzerindeki etkisinin yanı
sıra bağlanm a stillerinin suç tü rü n e göre değiştiği de çeşitli araş­
tırm alar tarafından ortaya konm uştur. Bağlanma ve suçlu psiko­
lojisi üzerine yapılan araştırm alarda, suçlu kişilerin büyük bir b ö ­
lüm ünün kaçm an bağlanm a stiline sahip oldukları görülm üştür.
Ö rneğin, İrlanda’d a, çocuklara yönelik cinsel taciz davranışında
bulunan hüküm lüler üzerine yapılan bir araştırm ada, bu h ü ­
küm lülerin en çok kaçınan bağlanm aya sahip oldukları ve anne-
babalarıyla zayıf / yetersiz ilişkileri olduğu görülm üştür. Ward
1996’d a yaptığı çalışm ada bir grup cinsel taciz suçu işlemiş kişiyi
incelemiş ve bağlanm a stillerine bakmıştır. Ç ocuk tacizcilerinin
kaygılı bağlanm a stiline ve tecavüzcülerin ise kaçınan bağlanm a
stiline daha yatkın olduklarını görm üştür. Bunu destekleyen baş­
ka bir araştırm a da; cinsel suç işleyen suçlular ve şiddet içeren
ve şiddet içerm eyen suç işleyen suçluların bağlanm a stilleri kar­
şılaştırılm ış ve çocuk tacizcilerinin kaygılı bağlanm a, tecavüz ve
şiddet içeren suç işleyen suçluların ise kaçınan bağlanm a stiline
sahip oldukları görülm üştür. Gene aynı çalışmada, cinsel suç iş­
leyenler, şiddet içeren suç işleyenler ve şiddet içermeyen suç işle
yenler karşılaştırılm ış ve şiddet içerm eyen suç işleyen bireylerin
diğer iki gruba oranla daha fazla güvenli bağlanm a örüntüsü gös­
terdikleri görülm üştür. Bu da gösterm ektedir ki; bağlanm adaki
güvensizlik arttıkça, işlenen suçun derecesi de artm aktadır. Gwen
Adshead ise Broadm oor’d aki şiddet suçluları ile ilgili yaptığı bir
konuşm ada; hapishanedeki bireylerin kaçm an bağlanm a stiline
yatkın olduklarını çünkü em pati yeteneğinden yoksun oldukla­
rını ve diğerlerinin neler hissedeceğini düşünm ede eksiklikleri
olduklarım ifade etmiştir.
Tüm bunlar bize suçlu davranışlarının kökeninin aile içi iliş­
kilerde / dinam iklerde yattığını gösterm esi açısından önemlidir.
H içbir şeyden habersiz dünyaya gelen çocuk, ilk deneyim lerini
kendine bakım veren kişiyle yaşar. “Ben değerliyim, ilgi ve sev­
giyi hak ediyorum ” inancının tersine “Dünya ve insanlar kötü,
ihtiyaçlarım karşılanm ıyor” inancım benim sem iş olan bir çocu­
ğun, eline geçen ilk fırsatta başkalarına zarar vermesi; özellikle de
bunu yaptığı için cezalandırılm ayacağına hatta kabul göreceğine
/ saygı duyulacağına inanm ası çok da beklenm edik bir durum ol­
masa gerektir. Bizler bebeğe ihtiyacı olduğu, ilgiyi, sevgiyi vermez
ve fiziksel ve psikolojik olarak onu doyurm azsak, o bu doyum u ya
dışarıda arayacak ya da bu doyum u hak etm ediğini düşündüğü
insanlara karşı öfke, nefret duyup saldırgan davranışlar göstere­
cektir.

Kaynaklar
• Ansbro, M. (2008). U sin g attachm ent theory w ith offenders. The Jo­
urnal o f C om m u n ity and C rim inal Justice, 55 (3), 2 3 1 -2 4 4 .
• Haner, R. (2006). Vicdansızlar: A ntisosyal kişilik bozukluğu: A ra­
m ızdaki psikopatların rahatsız ed ici dünyası, Ankara: HYB Yayın­
cılık.

Innes, B. (2006). Sadist Katiller, İstanbul: Profil Yayıncılık.


Kaner, S. Suçluluğu açıklayan yaklaşımlar, Ankara Ü niversitesi Eği­
tim Fakültesi D ergisi.
Karabulut, S. (2006). Suçlu çocukların Türkiye profili, Yayınlanm a­
m ış Yüksek Lisans Tezi, N iğd e Ü niversitesi, N iğde.

Kaygısız, M. (2009). Türkiye’d e Seri Katiller: Paralel cinayetler, A n ­


kara: A dalet Yayınevi.

Lind Chesney, M . & Pasko, L. (2004). The Fem ale offender: Girls,
w om en and crim e, London: Sage Publication.

Lyddon, W. & Sherry, A. (2001). D evelop m en tal p erson ality styles:


A n attachm ent th eory con cep tu alization o f p ersonality disorders,
Journal o f C ou n selin g & D evelop m en t, 79.

Marsa, F., O ’Reilly, G., Carr, A., M urphy, P., O’Sullivan, M ., Cotter,
A. & H evey, D. (2004). A ttachm ent styles and p sych ological profiles
o f child sex offenders in Ireland, Journal o f Interpersonal V iolence,
2 (1 9 ) .

Moyer, I. L. (2001). C rim in ological theories: Traditional and nont-


raditional voices and th em es, London: Sage Publications.

Ö zm enler, K. (1995). A ntisosyal kişilik bozu k lu ğu n d a suç örüntü-


süne göre psikososyal özelliklerin incelen m esi. U zm anlık tezi, Gül-
hane A skeri Tıp A kadem isi.

ö z tü r k , M . (2007). Sokakta çalışan ve suç işlem iş çocukların to p ­


lum sal ve bireysel uyum ve davranış bozukluklarının ölçü lm esi, Ya­
yınlanm am ış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Ü niversitesi, Ankara.

R odgers H. Y„ C ooper, J. & Page, B. (2005). N on violen t offenders’


and college students’ attachm ent and social support behaviors: Im p­
lications, International Journal o f O ffender Therapy and C om para­
tive C rim inology, 49, 210

Schechter, H. & Everitt, D. (2006). Adan Z’ye Seri Katiller A n sik lo ­


pedisi, Ankara: P hoenix.
Stirpe, T., Abracen, J., Sterm ac, L. & W ilson , R. (2006). Sexual offen ­
ders’ state-of-m in d regarding ch ild h ood attachm ent: A controlled
investigation, Sex Abuse: Journal o f Research and Treatment, 18,
289.
Tolan, Ç. Ö. (2002). Ü niversite öğrencilerinde kaygı belirtileri ve
bağlanm a biçim leri ile kişilerarası şem alar arasındaki ilişkiler, Ya­
yın lan m am ış Yüksek Lisans Tezi, H acettepe Ü niversitesi, Ankara.

Ü resinler, R. (20 0 5 ) S osyo-kültürel yapı ve suç (K ırıkkale örn eği),


Y ayınlanm am ış Yüksek Lisans Tezi, Kırıkkale Ü niversitesi, Kırık­
kale.
Yavuzer, H. (1996). Ç ocu k ve Suç, İstanbul: R em zi Kitapevi.
YALNIZLIK ve BAĞLANMA

Aylin Demirli Yoraz

vrensel bir olgu olan yalnızlık, h er kültürden, h e r sosyal sı­


nıftan ve her yaştan bireyin hayatının en az bir dönem inde
m utlaka karşılaştığı bir yaşantıdır. Tüm çağlar boyunca, her insan
için kaçınılm az bir deneyim olan yalnızlık, müzikte, edebiyatta,
sanatta da kendisine sık sık yer bulm uştur. Özellikle içinde b u lu n ­
duğum uz yüzyılda, kentleşm eyle ve kentleşm enin getirdiği sosyal
yalıtım ve yabancılaşm ayla beraber, kendini daha yoğun ve sık
hissettirm ektedir.
Yalnızlık “bireyin sosyal ilişki alanının nitelik veya nicelik ola­
rak yetersiz olması sonucu ortaya çıkan hoşnutsuzluk verici bir
yaşantı” olarak tanım lanm aktadır. Diğer bir tanım da ise, “bireyin
tem el ihtiyaçlarından biri olan yakınlık ihtiyacının yeterince do-
yurulm am ası duru m u n d a yaşanan kuvvetli bir olgu” olduğu ifade
edilmektedir. Yalnızlık duygusu, diğer pek çok olum suz duyguy­
la da bağlantılı olarak yaşanm aktadır. Kendini yalnız hisseden
insanlar, içinde bulundukları d u ru m u “çok acı verici ve üzücü”
olarak tanım lam aktadır. Araştırm alar, yalnızlığın, kaygı, sıkıntı,
öfke, üzüntü ve yabancılaşm a duygularıyla bir arada yaşandığım
gösterm ektedir. Dahası, yalnızlığın um utsuzluk, kendini değersiz
ve işe yaram az görme; depresyon ve hatta intihar eğilimine sebep
olabildiği de vurgulanm aktadır.
Yalnızlık üzerine çalışan pek çok araştırm acı yukarıda yer ve­
rilen tanım ların üç temel noktasında görüş birliğine varmıştır.
Bu noktalardan ilki, yalnızlığın, kişilerin sosyal ilişkilerindeki
yoksunluk sonucu ortaya çıktığıdır. Buradaki yoksunluk, kişinin
çevre değiştirm esi gibi som ut durum larda çevresinde yakın ilişki
kurabileceği kim senin olm am asından kaynaklanabildiği gibi, ki­
şinin ihtiyaçlarıyla var olan ilişkileri arasındaki uyum suzluktan
da kaynaklanabilmektedir. Hem fikir olunan ikinci nokta ise, yal­
nızlığın tam am en öznel, yani kişiden kişiye değişen bir durum
olduğudur. İnsanın yalnızlığının, çevresindeki insanların sayısın­
dan bağımsız olduğu; bir insanın kendisini kalabalıkların içinde
de yalnızlık hissedebileceği belirtilm ektedir. Kişinin sosyal ilişki
ağından aldığı doyum yalnızlık hissedip hissetm em esinde belir­
leyici olmaktadır. Vurgulanan üçüncü nokta ise, yalnızlığın -bazı
durum larda kişisel gelişime katkı sağlasa da- kişiyi m utsuz eden,
yaşam kalitesini büyük ölçüde düşüren, kaygı ve um utsuzluk gibi
hoş olmayan duyguların eşlik ettiği bir süreç olmasıdır. K endi­
lerini yalnız hisseden insanlar, bir farklı olm a duygusu yaşarlar;
sanki diğer insanlardan ayrı olm akla birlikte onlara yabancıdırlar
da. Araştırm acılar, yalnızlıkla ilgili olarak vurguladıkları ortak
noktaların yanı sıra yalnızlığı geçici, durum sal ve kronik olarak
da sınıflandırm aktadır. Geçici yalnızlık, hem en herkes tarafın­
dan yaşanan, görece zararsız ve hızlı şekilde ortadan kaybolan
bir durum olarak tanım lanm aktadır. G ünlük koşuşturm a içinde
yaşanan zorluklar arasında o anda ihtiyaç duyduğu paylaşımı
karşılayamayan kişi geçici yalnızlık yaşayabilmektedir. Ancak, bu
yalnızlık, kısa sürede giderilebilecek bir yalnızlıktır; kişi ihtiyaç
duyduğu iletişim i gerçekleştirdiğinde veya sorunuyla baş ettiğin­
de yalnızlık duygusu da ortadan kalkm aktadır. Diğer bir ifadeyle,
geçici yalnızlık durum u günden güne hatta dakika dakika değişe­
bilm ektedir. D urum salyalnızlık ise, yaşam koşullarındaki değişik­
likler sonucu insanın sosyal ilişki ağında m eydana gelen kopuk­
luklar sonucu ortaya çıkm aktadır ve geçici yalnızlığa göre dalıa
uzun süreli ve sıkıntılı olabilmektedir. Üniversiteye başladığı için
şehir değiştiren ve hem ailesinden hem de arkadaş çevresinden
uzak kalan bir genç yeni ve ihtiyaçlarına cevap veren bir ilişki ağı
kurana kadar durum sal yalnızlık yaşayabilmektedir. Ancak, yeni
yaşam ına uyum sağlayıp, ihtiyaç duyduğu ilişki ağını kurdukça
bu yalnızlığı da ortadan kalkm aktadır. Yalnızlık duygusunun iki
yıl veya daha uzun süre devam etm esi d urum unda ise kronik yal­
nızlıktan söz edilebilir. Bu gencin iki yıl sonra hâlâ istediği sosyal
ilişki ağına sahip olm am ası ve kendini yalnız hissetm esi kronik
yalnızlık yaşadığı anlam ına gelm ektedir ki bu yaşantısına çoğun­
lukla pek çok ciddi olum suz duygunun da eşlik edeceği söyle­
nebilir. Bugüne kadar yapılan birçok çalışmada, özellikle kronik
yalnızlığın, kendini açmaya, ifade etmeye karşı gösterilen direnç
ve kişiler arası yakınlık kurm ada yetersizlikle ilişkili olduğu belir­
lenmiştir. Ayrıca çalışmalar, yalnızlık yaşayan kişilerin kendileri­
ni değersiz hissettiklerini de göstermiştir. Bu kişiler, kendilerini,
çekici olmayan, önemsiz, sosyal açıdan ilişki kurm aya değmeyen
kişiler olarak algılamaktadırlar.
Yalnızlık yaşayan bireyler, sadece kendileri için değil, diğer
kişiler için de olum suz algılamalara sahip olabilmekte; başka in ­
sanların hem kendilerine karşı dürüst ve destekleyici olm adık­
larına hem de yine bu insanların çekicilikten ve iletişim kurm a
becerisinden de yoksun olduklarına inanm aktadırlar. Bu noktada
araştırm acılar, özellikle kronik ve durum sal yalnızlık yaşayanlar­
la yaşam ayanlar arasındaki bu olum suz tutum ve algı farklılık­
larının nereden kaynaklandığım sorgulamaya başlamışlardır. Bu
sorgulam a da onları bağlanm a olgusuna ve bağlanm a kuram ına
götürm üştür.
Yetişkin bağlanm a süreci / stilleri, bebeklikte ebeveynle olan
ilişkideki gerçek yaşam deneyim lerine verilen tepkiler sonucu
oluşm aktadır. Kişinin hem kendisi, hem ilişki içerisindeki d u ru ­
m u hem de diğer kişilerle ilgili oluşturduğu şem alar olarak yetiş­
kinliğe taşınm aktadır. Yetişkin bağlanm a stilleri, bireylerin yakın
ilişkilerindeki rahatlık, güven, reddedilm e korkusu ve yakınlık
ihtiyacının yanı sıra ilişkilerinde koydukları mesafe ve kendile­
rini yeterli hissetm e düzeylerini de tanım lam aktadır. Bu tanım
çerçevesinde kaygılı / kararsız, kaçınan ve güvenli olm ak üzere 3
farklı bağlanm a stili belirlenmiştir. Bebeklik dönem inde bağlan­
m a figüründen sağlıklı ve düzenli bakım ve sevgi alam am a veya
bazı durum larda hiç bakım ve sevgi alam am a sonucu güvensiz
bağlanm a geliştiren insanlar yetişkinliklerinde de bebeklik dö­
nem lerinde kullandıkları “baş etm e” yöntem lerini kullanm akta­
dırlar. İlişkilerle ilgili olum suz önyargı ve tutum lar geliştirerek
kendilerini korum ak için ilişkiden uzak durm a, kendini açmama,
yakınlıktan çekinm e veya yakın ilişkilerde sürekli kaygı yaşaya­
rak takıntılı bir biçim de ilişkiye yoğunlaşm a, ilgiyi dağıtm am ak
için yeni yollar denem e gibi davranışlar gösterebilmektedirler.
A raştırm alar, kaygılı / kararsızların, ebeveynlerini, değişken (anı
anm a uym ayan), adaletsiz ve kararsız olarak değerlendirdiklerini
göstermiştir. Bu bireyler, diğer kişileri kendilerine yakın tutarak
düzenli sevgi ve bakım alabilm ek için büyük bir gayret ve zaman
harcarlar. Reddedilm e ve terk edilm e kaygılarını kronik olarak
yaşadıkları için rom antik ilişkilerinde de aşırı kıskançlık, kendi­
ne duyulan saygının düşüklüğü ve sık sık duygusal ilişkiye girm e
gibi davranışlar gösterm ektedirler. Kaçınanlar ise, ebeveynlerini
soğuk, ilgisiz ve reddedici olarak tanım lam aktadırlar. Bu kişiler,
bebeklikten itibaren, özellikle stresli durum larda, yakın ilişki
kurm aktan kaçınarak kendilerini korum aya çalışmaktadırlar. Ye­
tişkin yaşam larında kurdukları rom antik bağlanm a ilişkilerinde
ise yakınlıktan korkm a, ilişki kurm aktan kaçınm a, kendini açm a­
da zorluk ve ilişki hakkında kötüm ser bakış açısına sahip olma
davranışlarını gösterm ektedirler. Bu davranışlar kişilerin ilişki
kurm aktan kaçınarak kendilerini incinm ekten korum aya çalış
tıkları şeklinde yorum lanm aktadır. A nneleri tarafından redde­
dilm iş olan kaçınanlar, aynı üzüntüyü ve acıyı tekrar yaşam amak
için hayatlarının her alanında yakın ilişkilerden uzak durular.
Ö te yandan, güvenli bağlananlar ise, ihtiyaçlarına duyarlı olunan
sıcak bir ortam da büyürler. Bu kişilerin kendilerine güvenleri
yüksektir. İlişki kurm a, ilişkiyi devam ettirm e istek ve yeteneği­
ne sahip, sosyal becerileri gelişmiş yetişkinlerdirler. İlişkilerinde
hem kendilerine hem de karşılarındaki kişiye güven duym ak­
tadırlar. Kendilerini ifade etm ede ve karşılarındakini doğru bir
biçim de anlam a / algılam ada başarılıdırlar. Kişinin kendine yö­
nelik ve diğerlerine yönelik bu tutum ve beklentileri ilişki kurm a
düzeyini belirlemektedir. H em kendine hem de karşısındakine
yönelik olum lu algıları olan güvenli bağlanm aya sahip bireyler,
kaliteli yakın ilişkiler kurarlarken, kendine veya olası bağlanm a
figürlerine yönelik olum suz algıları veya beklentileri olan insan­
lar ise ilişki kurm akta zorlanm aktadırlar. Çocuklukta bağlanm a
figürlerine yönelik olarak kaygılı / kararsız, kaçm an veya güvenli
şem alar geliştiren bireyler, yetişkinlikte bu şem aları tanım adıkla­
rı kişilere yönlendirm ektedirler. Kaygılı / kararsız veya kaçm an
yetişkinler, diğer insanların güvenilmez olduğu veya kendilerini
reddedecekleri yolundaki algıları nedeniyle sağlıklı ilişki k u r­
m akta zorlanabilm ekte, ilişki başlatm ada güçlükler yaşam akta ve
sonucunda yalnızlık yaşayabilmektedirler. Yapılan çalışm alar da
yukarıda bahsedilen bu görüşleri desteklem ektedir. Kaçınan kişi­
lerin yanlış beklentiler, kendini açm ada yetersizlik gibi durum lar
sonucunda daha uzun süreli yalnızlıklar yaşadıkları ortaya çıkmış
bir gerçektir. Ayrıca, yalnızlık ifade eden kişilerin yeni bağlanm a/
ilişki oluşturm akta zorlandıkları da görülm ektedir. Bununla bir
likte, gerek kaygılı / kararsızların gerekse kaçınanların yalnızlık
duygularıyla baş etm ede de çok zorlandıkları vurgulanm aktadır.
Güvenli bağlanm a m odeline sahip kişiler, yaşadıkları yalnızlığı;
hoş olmayan, acı verici bir süreç olarak tanım lasalar da bunun
geçici olduğunu ve hatta yeni ilişkiler kurm aya m otive edici oldu­
ğunu ifade etm ektedirler. Oysa kaygılı / kararsızlar ve kaçınanlar
yalnızlık sürecini hem çok daha zorlu olarak tanım lam aktadırlar,
hem de bu sürecin yeni ilişkiler kurm a konusunda kendilerini
motive etm ediğini ve bu nedenle de yakın ilişkilere daha da uzak
durduklarını ifade etmektedirler.

Sonuç olarak özetlem ek gerekirse, bağlanm a kuram ına göre


yalnızlık, kişinin ihtiyaç duyduğu bağlanm a figüründen yoksun
olduğu durum larda yaşadığı ayrılık kaygısıyla ortaya çıkm akta­
dır. İnsanların bebeklik dönem lerinde anneleriyle kuram adıkları
sağlıklı ve güvenli ilişkiler sonucu ortaya çıkan kendileri ve çev­
releriyle ilgili olum suz algı ve tutum ları onları ihtiyaç duydukları
sosyal ilişkilerden yoksun bırakm akta, kendi içlerine, kabukla­
rına çekilmelerine ve yalnızlaşm alarına neden olmaktadır. Bazı
durum larda depresyon ve intihar gibi sonuçlara da yol açan ve
her insanın hayatının bir dönem inde m utlaka yaşadığına inanılan
yalnızlık duygusu, psikolojinin tem el inceleme alanlarından biri
olmaya devam etm ektedir.

Kaynaklar
• D em ir, A. (1990). Ü niversite öğren cilerin in yalnızlık düzeylerini et­
kileyen bazı etm enler, Y ayınlanm am ış Yüksek Lisans Tezi, H acette­
pe Ü niversitesi Sosyal Bilim ler Enstitüsü, Ankara.

• D i T om m aso, E., M cN ulthy, C. B„ R oss, L. & Burgess, M. (2003).


A ttachm ent styles, social skills and lon elin ess in you n g adults, Per­
sonality and Individual D ifferences, 35, 303-312.

• Ernst, J. M . & C acioppo, J. T. (1999). L onely hearts: Psychological


perspectives on lon elin ess, Applied and Preventive Psychology, 10,
1- 22 .
Feeney, J. A. & N oller, P. (1990). A ttachm ent style as a predictor
o f adult rom antic relationships, Journal o f Personality and Social
P sychology, 140 (2), 258-261.
Feeney, J. A . (2006). Parental attachm ent and con flict behavior:
Im plications o f offspring’s attachm ent, lon elin ess and relationship
satisfaction, Personal R elationships, 13, 19-36.
Fraley, R. C., Waller, N . G. & Brennan, K. A. (2000). A n item res­
p on se th eory analysis o f self-report m easures o f adult attachm ent,
Journal o f Personality and Social Psychology, 78, 350-365.
Hazan, C. & Shaver, P. R. (1994). A ttachm ent as an organizational
fram ew ork for research on close relationships, P sychological Inqu­
iry, 5, 1-22.
H echt, D. T. & Baum, S. K. (1984). L oneliness and attachm ent
patterns in you n g adults, Journal o f C linical Psychology, 4 0 (1),
290-296.
H enw ood, P. G. & Solano, C. H . (1994). L oneliness in y o u n g ch ild ­
ren and their parents, Journal o f G enetic Psychology, 155, 3 5 -4 5 .
Peplau, L. A. & Perlm an, D. (1984). L oneliness research: A survey o f
em pirical findings. In. L. A. Peplau. & S. E. G oldston (E ds.), P reven­
tin g the H arm ful C on seq u en ces o f Severe and Persistent L oneliness,
pp. 13- 47, USA: N ational Institute o f M ental Health.
W eiss, R. S. (1987). R eflections o n the present state o f lon elin ess re­
search, Journal o f Social Behavior and Personality, 2 (2), 1-16.
W ie, M ., Shaffer, P. A., Young, S. K. & Zakalik, R. A. (2005). Adult
attachm ent, sham e, depression, and loneliness: ’lh e m ediation mle
o f basic psych ological n eed s satisfaction, Journal ol C ou n selin g
Psychology, 52(4), 591-601.
EBEVEYNİN Ç O C U Ğ U KABUL
ya da REDDİ

Gülçin Karadeniz *
Nilgün Öngider"

Eğer bir çocuk sürekli eleştirilmişse,


“Kınama ve ayıplamayı öğrenir.”
Eğer bir çocuk kin ortamında büyümüşse,
“Kavga etmeyi öğrenir.”
Eğer bir çocuk alay edilip aşağılanmışsa,
“Sıkılıp utanmayı öğrenir.”
Eğer bir çocuk sürekli utanç duygusuyla eğitilmişse,
“Kendini suçlamayı öğrenir”
Eğer bir çocuk hoşgörüyle yetiştirilmişse,
“Sabırlı olmayı öğrenir.”
Eğer bir çocuk desteklenip yiireklendirilmişse,
“Kendine güven duymayı öğrenir”
Eğer bir çocuk övülmüş ve beğenilmişse,
“Takdir etmeyi öğrenir.”

' Maltepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Görevlisi, İstanbul.


" Maltepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Görevlisi, İstanbul.
Teşekkür: Bu bölüm ün yazılmasında destek veren D oç. Dr. Azmi Varana
Uzm. Psk. Tarık Solm uşa teşekkür ederiz.
Eğer bir çocuk hakkına saygı gösterilerek büyütülmüşse,
“Adil olmayı öğrenir.”
Eğer bir çocuk güven ortamı içinde yetişmişse,
“İnançlı olmayı öğrenir.”
Eğer bir çocuk kabul ve onay görmüşse,
“Kendini sevmeyi öğrenir.”
Eğer bir çocuk aile içinde dostluk ve arkadaşlık görmüşse,
“Bu dünyada mutlu olmayı öğrenir.”

N olte, 1975 (Çev.: C üceloğlu)

beveyn Kabul - Ret Kuramı (EKAR), çocukluk dönem in-


de çocuk tarafından algılanan; ebeveynlerinin kendisini
kabul ya da reddetm esinin önem i üzerinde durur. Tüm insanlar
için çocukluk dönem inde kendilerini yetiştiren ebeveynleri çok
önemlidir. EKAR’d a, çocuğun uzun süreli temel bakım ını üstlen­
miş herhangi bir kişi “ebeveyn” olarak kabul edilmektedir. D ola­
yısıyla, ebeveyn olarak nitelendirilen kişi, çocuğun anne-babası
olabileceği gibi büyükanne / büyükbabası veya başka bir akrabası;
hatta, çocuğu evlat edinm iş veya kurum sal bir ortam da anne-baba
yerini almış bir kişi de olabilir. Ebeveyn kabulü, anne-babaların
çocuklarına karşı gösterdikleri sıcaklık, şefkat, bakım , ilgi, destek
ya da kısaca sevginin ön plana çıkm ası olarak tanım lanm aktadır.
Reddetm e ise, bu duygu ve davranışların olam adığı veya belirgin
şekilde esirgendiği, bunun yanı sıra, çocuğu inciten çeşitli fiziksel
veya psikolojik davranışların sergilenm esi olarak tanımlanabilir.

Ebeveynliğin Sıcaklık Boyutu


Sıcaklık boyutu, ebeveynlerle çocuk arasındaki duygusal bağın
kalitesi ile anne-babanın bu duygularını ifade etm ekte kullan­
dıkları fiziksel ve sözel davranışlarla ilgilidir. Hu nedenle herkes,
çocukluğunda ebeveynlerinden ya da kendisine bakım veren ki­
şilerden az ya da çok sevgi gördüğü için sıcaklık boyutu üzerinde
uygun bir noktaya yerleştirilebilir. Reddedilm enin algılanması
ise, dört tem el ifadenin herhangi bir bileşimi şeklinde ortaya çı­
kabilmektedir, bunlar: Soğuk ve duygusuz (sıcak ve şefkatlinin
tersi), düşm anca ve saldırgan, kayıtsız ve ihmalci ve son olarak
da ayrışm am ış reddetm edir. “Ayrışmamış reddetm e”, ebeveynle­
rin çocuklarını ihm al ettikleri ya da onlara karşı şefkatsiz veya
saldırgan olduklarına dair açık bir davranışsal gösterge olm a­
m asına rağm en, çocukların anne-babalarının u m u ru n d a olm a­
dıklarına ya da onlar tarafından sevilm ediklerine inanm alarıdır.
A nne-babalar çocuklarına karşı soğuk ve sevgisiz veya düşm anca,
öfkeli, kızgın, taham m ülsüz, huzursuz veya zıt hissedebilm ekte­
dir. Bazı ebeveynler ise, çocuklarına karşı kayıtsız kalıp, ilgisiz ve
um ursam az davranabilm ektedir.

Kontrol Boyutu
Bu boyut ebeveynin aşırı izin vericiliği ile aşırı kısıtlayıcılığı
arasındadır. Kontrol ile ebeveynin çocuğun davranışlarını ne ka­
dar sınırladığı veya kısıtladığı kastedilm ektedir.

Ebeveyn Kabul ya da Reddine Dayalı


Kişilik Yaklaşımı
Ebeveyn kabul ya da reddine dayalı kişilik m odeli, insanların
kendileri için önem li olan kişilerden olum lu tepki alm a ihtiya­
cında oldukları varsayım ından hareket etmektedir. Bu durum ,
insanın evrim süreci içerisinde oluşm uş, biyolojik tem elli, temel
bir gereksinim idir. İnsan farkında olsa da olmasa da bakım , ilgi,
destek, şefkat aram aktadır. Bu duygusal gereksinim, yetişkinlik
dönem inde daha da karm aşıklaşarak, ne düşündüğüne çok önem
verdiğim iz kişiler tarafından beğenilm e isteğini de (biz farkında
olalım veya olmayalım) içine alm aktadır. Bebeklik ve çocukluk
dönem lerinde bu gereksinim i en iyi karşılayabilecek kişiler doğal
olarak çocuğun anne ve babasıdır. Ancak, ergenlik ve yetişkin­
lik dönem inde, kişinin bu gereksinim ini karşılayabilecek “diğer
önem li kişiler” ortaya çıkm aktadır. Ç ocuğun duygusal güvenliği
ve gelişimi anne-babasıyla olan ilişkisinin niteliğine bağlı olduğu
için ebeveynler çocukların yaşam ında çok özel bir yer tutm ak­
tadır. Bu nedenle de bir çocuğun anne-babası tarafından kabul­
lenilm esi veya reddedilm esi, onun kişilik gelişimi üzerinde son
derece etkilidir.
Ebeveyn kabul ya da reddine dayalı kişilik m odelinde kişilik
özellikleri yedi farklı boyutta İncelenm ektedir:
1. Bağımlılık veya savunucu bağımsızlık: Ebeveyn kabul ya da
reddi anlayışına göre bağım lılık ve bağım sızlık aynı kişilik
boyutunun zıt uçlarıdır. Kavramsal olarak “bağım lılık” bir
insanın başka bir insana rahatlam a, onay alma, cesaretlen­
dirilm e gibi ihtiyaçlarının giderilm esi amacıyla duygusal
olarak dayanm ası, bel bağlam asıdır. U zantının diğer u c u n ­
da yer alan “bağımsızlık” ise, bu tü r duygusal bel bağlam a­
ların olm adığı ya da kişinin bu tü r taleplerde bulunm a ihti­
yaç veya isteğinden uzak olduğu anlam ına gelmektedir.
2. Duygusal duyarlılık: Duygusal duyarlılık, kişinin bir duy­
gusunu (örn. bir insana karşı hissettiği yakınlık veya sevgi)
özgürce ve açıkça ifade edebilm e yeteneğidir. Kişinin başka
kişilere verdiği duygusal tepkileri ne kadar kolay ve doğal
verebildiği veya kişinin (ister çocuk ister yetişkin olsun)
başka kişilerle duygusal şüphe, katılık ve güvensizlikten
uzak, ne kadar yakın, sıcak, kalıcı ve savunucu olmayan
ilişkiler (duygusal bağlar) kurabildiği, onun duygusal d u ­
yarlığına bağlıdır.
3. D üşm anlık ve saldırganlık: Düşm anlık; içsel bir nefret, öfke
veya kızgınlık duygusudur. Saldırganlık ise, öfke veya düş­
m anlığın davranış düzeyindeki ifadesi olup, birine (veya bir
şeye) kasten fiziksel veya ruhsal olarak zarar verm e olarak
tanım lanm aktadır.

4. O lum suz özsaygı: Kişinin kendi değeri hakkında yaptığı


genel duygusal değerlendirm edir. O lum lu özsaygı, kişi­
nin kendisini beğendiği, onayladığı, kabul ettiği, kendisiy­
le rahat olduğu, kendisini değerli, başkalarının saygısını
hak eden biri olarak gördüğü ve ender olarak kendisinden
m em nun kalm adığı anlam ına gelir. Diğer yanda, olum suz
özsaygı, kişinin kendisini beğenm ediği veya onaylamadığı,
kendi değerini düşük gördüğü, kendisini hiçbir değeri ol­
m ayan, suçlanm ayı hak etm iş biri olarak algıladığı ve ken­
disini diğer kişilerden aşağı gördüğü anlam larını taşır. Tüm
insanlar bu iki nokta arasında yer alan özsaygı uzantısı üze­
rinde belirli bir noktaya konulabilir.
5. Olumlu özyeterlik: Kendi yeterliliğimiz hakkında yaptığı­
mız değerlendirm eleri içerir: “Ben karşım a çıkan so ru n ­
larla baş etm ek ve kendi ihtiyaçlarım ı karşılayabilm ek için
yapm am gereken işleri yapabilecek kadar yeterli m iyim ?”
O lum lu özyeterlik duyguları, kişinin kendisini “sorunlarıy­
la yeterince başa çıkabilen”, “başarılı veya yapacağı işlerde
başarılı olacağını düşünen”, “kendinden em in”, “kendine
güvenen” ve “sosyal açıdan yeterli” biri olarak gördüğü a n ­
lam ına gelir. Diğer yanda, olum suz özyeterlik, yetersizlik
duyguları, günlük yaşam ın taleplerini karşılam ada yeter­
siz kaldığını düşünm e, kişinin istediği şeyler için yeterince
m ücadele edem ediğini hissetm esi gibi duygu ve düşünce­
lerle ilgilidir.
6. Duygusal tutarsızlık: Kişinin duygusal durum undaki den-
geliliği; küçük engeller, başarısızlıklar, zorluklar veya stres­
lere canı sıkılm adan dayanabilm esi ile ilgilidir.
7. O lum suz dünya görüşü: Bu kavram , kişinin yaşamı, kâinatı
veya varoluşun özünü tem elde olum lu veya olum suz olarak
değerlendirm esidir. Dünya görüşü olum lu olan biri, yaşamı
tem elde iyi, güvenli, dostça, m utlu, tehdit edici olmayan ya
da başka biçim lerde olum lu görür. Diğer yanda, olum suz
bir dünya görüşüne sahip olan bir kişi için yaşam kötü, gü­
vensiz, tehdit edici, düşm anca, belirsiz ve/veya tehlikelerle
doludur.
D ünyanın her yerindeki anne-babalar, belirli bir dereceye kadar
kabul etm e (sıcaklık, şefkat, bakım ve ilgi) ve reddetm e (soğuk­
luk, şefkatsizlik, düşm anlık, saldırganlık, kayıtsızlık ihmal) sergi­
lemektedirler. Ancak, bunu çok farklı kültürel hatta kişisel anlam ­
larla yüklü farklı biçim lerde yapabilirler. Ö rneğin, dünyanın her
köşesinde anne-babalar çocuklarını övüp onlara güzel şeyler söy­
leyebilirler. Ancak, belirli bir sosyokültürel ortam da sergilenen bu
davranışın, başka bir sosyokültürel ortam da hiçbir anlam ı olm a­
yabilir. Kendi kültürüm üz söz konusu olduğunda “millet olarak
elbette ki çocuklarım ızı her şart ve koşulda kabul ederiz” diye d ü ­
şünenlerim izin sayısı fazlaca olacaktır. Genelde de Türk çocukları
ebeveynleri boşanm ış dahi olsa ebeveynleri tarafından kabul edil­
diklerini; benim sendiklerini, sevildiklerini belirtm işlerdir. Peki,
çocukların ebeveynleri tarafından kabul ya da reddedildiklerini
hissetm eleri hangi faktörlere göre değişm ektedir ve onların ge­
leceğini nasıl şekillendirm ektedir? A raştırm alara göre, annelerin
evlilik uyum ve doyum düzeylerine göre çocukların anne-çocuk
ilişkisini kabul ve reddedici algılama düzeyleri farklılaşm akta­
dır. Erkek çocuklar tarafından algılanan ret, kız çocuklarına göre
daha fazladır. Çocuklar; okur-yazar olmayan ve ilkokul m ezunu
olan annelerini, daha reddedici olarak algılam aktadırlar. En çok;
orta sosyo-ekonom ik düzeydeki çocuklar düşük anne-baba reddi
algılamaktadır. A nnelerin yaşı, gelir düzeyi ve ailede yaşayan bi­
rey sayısı da kabul ve ret davranışlarını etkilem ektedir. Ailedeki
çocuk sayısı arttıkça çocuklar tarafından algılanan aile reddi de
artm aktadır. Ebeveynleri tarafından reddedilm iş olm a hissinin,
kardeşler arası çatışm a ve kıskançlığı arttırdığı da doğrulanm ış;
ebeveyn kabul-ret seviyesinin, kardeşler arası ilişkiler üzerindeki
etkisinin iki kız kardeş arasında en yoğun olduğu bulunm uştur.
Hem evli hem de boşanm ış ailelerde çocukların annelerini, baba­
larına göre daha fazla kabul edici olarak algıladıkları saptanm ıştır.
Boşanma, çocukların babaları tarafından daha az kabul edildik­
lerini algılanm alarına neden olmaktadır. B unun nedeninin, b o ­
şanm a sonrasında genellikle babaların evden ayrılarak çocukla
birlikte yaşam am aları olabileceği belirtilm iştir. Boşanm ış çiftle­
rin çocukları, babalarını daha az sıcak ve daha ihm alkar olarak
algılamakta, babaları tarafından daha az sevildiklerini ve isten­
diklerini düşünm ektedirler. Ailelerde, çocukların genel psikolo­
jik uyum u da, baba kabul-reddine bağlıdır. Bunu, sırasıyla, anne
ayrışm am ış reddi ve anne kontrolü izlemektedir. Diğer yanda,
boşanm ış ailelerde, çocukların genel psikolojik uyum u en fazla
annesi tarafından ne kadar kabul-red edildiğine, ikinci olarak da
kendisini babası tarafından ne kadar ihm al edilm iş hissettiğine
bağlıdır. A nne-baba arasında çatışm a olmaması, kabul için ideal
bir ortam hazırlam aktadır. Aile içinde çatışma yaşayan hem anne
hem de babalar, çatışma yaşamayan anne-babalara göre çocukları
tarafından daha soğuk, daha saldırgan, daha ilgisiz ve reddedici
olarak algılanm aktadırlar. A nne-babaları çatışm ak olarak b oşan­
mış çocuklar, çatışmasız olanlara göre, babalarını daha soğuk,
saldırgan, ihm alkar ve reddedici olarak algılam aktadırlar. Anne-
baba arasında bir çatışm a olm adığında, anne-babanın evli veya
boşanm ış olm aları, çocukların ebeveyn kabul-reddi algısında bir
farklılaşm a yaratm am aktadır. A nne-babası tarafından reddedil­
diğini algılayan çocuklar, kabul edildiğini algılayan çocuklara
göre, daha saldırgan, kendilerini daha az beğenen, yaşam ın zor­
luklarıyla başetm ekte zorlanan, duygusal açıdan uygun tepkiler
verm ekte zorlanan ve duygusal dalgalanm alar yaşayan ve yaşama
ve insanlara daha olum suz bakan bağım lı çocuklar olmaktadırlar.
A nne-babası boşanm ış ya da evli olan çocuklar için, anne-baba
arasındaki çatışm a anne-babanın evli ya da boşanm ış olm asından
daha önemlidir. Evlilik çatışması yaşayan anne-babaların çocuk­
ları, anne-babası anlaşarak boşanm ış çocuklara göre hem daha
fazla ebeveyn reddi algılamakta, hem de psikolojik açıdan daha
fazla yıpranm aktadırlar. Ebeveynler arasındaki çatışma, annele­
rin de babaların da çocuklarına karşı daha reddedici davranm a­
larına yol açmaktadır.
Çocuklukta algılanan kabul veya reddin yetişkinlik dönem i ya­
kın ilişkileri üzerindeki etkisi de büyüktür. H âlihazırdaki yakın
ilişkisinden m em nun olan yetişkinlerin, hem çocuklukta anne-
babaları hem de bugünkü ilişkide eş veya sevgilileriyle ilişkilerin­
de kabul algıladıkları saptanm ıştır. Bekâr kişilerin sevgilileriyle
ilişkide algıladıkları kabulün daha çok anne kabulü, evlilerin eş­
leriyle ilişkide algıladıkları kabulün ise daha çok baba kabulü ile
ilişkili olduğu bulunm uştur. Ülkem izdeki yetişkin erkeklerin psi­
kolojik uyum u eşi/sevgilisi tarafından ne kadar sevildiğine bağlı
görülm ektedir. Oysa kadınlarda eş/sevgili kabulü ile psikolojik
uyum arasındaki ilişki erkeklere göre daha zayıftır. Genel psikolo­
jik uyum u en bozuk olan grup; çocuklukta hem anne hem de ba­
bası tarafından reddedilm iş kişilerken; en sağlıklı uyum , çocuk­
lukta hem anne hem de babası tarafından kabul edilm iş olan kişi­
lerde görülm üştür. Kadınların yetişkinlik dönem indeki psikolojik
uyum una en fazla etkisi olan, çocukluk dönem inde babalarıyla
ilişkilerinde soğukluk, saldırganlık ya da ihm al yaşam am alarına
rağm en hissetm iş oldukları sevilmeme, değer verilm em e duygu
larıdır. Bu da bir kez daha baba kabulünün kadınların psikolojik
uyum unda önemli bir rol oynadığını düşündürmektedir. Buna kar­
şın, erkek yetişkinlerin psikolojik uyum u bugünkü yakın ilişkile­
rinde ne kadar kabul ya da ret algıladıklarına göre değişmektedir.
Babayla ilişkide algılanan ayrışm am ış ret hem kadın hem de erkek
yetişkinler için tek ortak faktör olarak belirlenm iştir. Bu saptam a
babaların da en az anneler kadar kişilerin psikolojik gelişim in­
de önem li bir rol oynadıklarının göstergesidir. Yine ülkem izde
kadının eşiyle olan ilişkisinde ne kadar kabul veya ret algıladığı
öncelikle kendisine olan özgüvenine bağlıdır. Özgüven kadar ço­
cuklukta yaşanan anne ihm ali ile baba ayrışm am ış reddi de önem
taşımaktadır. İhm al ve ayrışm am ış ret yaşayan çocuk kendini de­
ğersiz görüp sevilmeye layık bulm am aktadır. Kadının özsaygısını
örseleyen faktörlerden birisinin de çocuklukta annenin soğuklu­
ğu ve saldırgan bir babanın varlığıdır. Yetişkin erkeklerin yakın
ilişkilerinde ise babanın soğukluğu ile annenin saldırganlığının
önem li bir yer tuttuğu unutulm am ası gereken bir noktadır.

Ebeveyn çocuk ilişkilerinin çocuğun sosyal ve duygusal yaşa­


m ında kalıcı etkileri olduğu; bu açıdan da nitelikli ilişkiler ku r­
m anın ne denli önem li olduğuna ülkem izde yapılan araştırm a­
larla vurgu yapılmıştır. Sorunlar karşısında olum suz baş etm e
becerilerine sığınm anın (şiddet, m adde kullanım ı vb.) yaygınlaş­
tığı, depresyonun neredeyse ilkokul düzeyine indiği günüm üzde,
çocuğun anne karnına düştüğü andan itibaren algıladığı ebeveyn
kabul veya reddinin, çocuğun tüm hayatı boyunca kuracağı ilişki­
lerinin tem elini oluşturacağı unutulm am alıdır. Kabul görmediği
bir ailede yetişen çocuk; kendinden farklı olanı kabul etm eyen,
her türlü farklılığa tepki gösteren bir yetişkin olacaktır. U nutul­
m am ası gereken nokta birey ve toplum yaşam ında barış “kabul”,
şiddet ise “ret”le oluşup gelişmektedir.
Kaynaklar
• Batum , P. (2007). Ö ğrenm e bozukluklarında eb eveyn kabulü/reddi
ile içselleştirm e ve dışsallaştırm a sorunlarının in celen m esi, Yayım­
lanm am ış Yüksek Lisans Tezi, H acettepe Ü niversitesi, Ankara.
• Erözkan, A. (2005). Ü niversite öğren cilerin in kişilerarası duyarlı­
lık ve depresyon d üzeylerinin bazı değişkenlere göre in celen m esi,
M uğla Ü niversitesi SBE D ergisi, 14, 129-155.
• Eryavuz, A. (2006). Ç ocuklukta algılanan kabul veya reddin y etiş­
kinlik d ö n em i yakın ilişkileri üzerindeki etkileri, Y ayınlanm am ış
D oktora Tezi, Ege Ü niversitesi, İzmir.
• Kanyas, R. (2008). E b eveyn -çocu k ilişk isin in kardeşler arası ilişkiye
etkisi, Y ayım lanm am ış Yüksek Lisans Tezi, Bilgi Ü niversitesi, İstan­
bul.
• Khaleque, A. & Rohner, P. R. (2002). Perceived parental acceptance-
rejection and p sych ological adjustm ent: A m eta-analysis o f cross
cultural and intracultural studies, Journal o f M arriage and the Fa­
mily, 64, 54-64.
• Koçkar, İ. A. (2006). Ebeveyn kabul veya reddi, benlik saygısı ve
psikolojik uyum : Ö ğrenm e güçlüğü olan çocuklarla diyabetik ç o ­
cukların karşılaştırılm ası, Y ayınlanm am ış D oktora Tezi, O rtadoğu
Teknik Ü niversitesi, Ankara.
• Önder, A . ve Gülay, H . (2007). A nn elerin kabul-red düzeyi ile ç o ­
cuklarının em pati becerisi arasındaki ilişkinin in celen m esi, Paınuk-
kale Ü niversitesi Eğitim Fakültesi D ergisi, (2) 22, 23-30.
• Öngider, N . (2006). Evli ve b o şa n m ış ailelerde algılanan ebeveyn
kabul veya reddinin ço cu ğ u n psikolojik uyum u üzerindeki etkileri,
Y ayınlanm am ış D oktora Tezi, Ege Ü niversitesi, İzmir.
• Pektaş, İ. ve Özgür, G. (2005). İlköğretim öğren cilerin in anneleri ile
olan ilişkilerini algılayışları ve bu ilişkiyi etkileyen etm en lerin in c e ­
len m esi, Ege Ü niversitesi H em şirelik Yüksek O kulu D ergisi 21 (2),
13-27.
• Rohner, R. P. (1975). They Love M e, 7 hey Love M e Not: A W orldw i-
de Study o f the Effects o f Parental A cceptance and R ecetion, USA:
HRAF Press.
• Rohner, R. P. (1980). W orldw ide tests o f parental acceptance-
rejection theory: A n overview , B ehavior S cien ce Research, 15, 1,
1- 20 .
• Rohner, R. P. (1984 /1 9 9 9 ). H a n d b ook for the Study o f Parental A c­
ceptance and Rejection. C enter for the Study o f Parental A cceptance
and R ejection, U niversity o f C o n n ecticu t at Storrs.
• Rohner, R. P. (1986). The W arm th dim ension: F oundations o f pa­
rental acceptance- rejection theory, USA: Sage Publications.
• Rohner, R. P. (1994). Patterns o f parenting: The w arm th d im en sio n
in w orldw ide perspective. In W. J. Lonner & R. S. M alpass (Eds.),
R eadings in P sych ology and Culture, USA: A llyn and B acon, Inc.
• Rohner, R. P. (1998). Father love and child developm ent: H istory
and current evidence, Current D irection s in P sychological Science,
7, 157-161.

• Rohner, R. P. (1999). A cceptance and rejection, In. D. F evin son , J.


P onzetti & P. Jorgensen (Eds.), E ncyclopedia o f H um an E m otions,
USA: M acm illan Publishing.
• R ohner R. P. (2000). G lossary o f sign ifican t con cep ts in parental
acceptance-rejection theory, w w w .babylon.com

• Rohner, R. P. (2001). Reliability and validity o f the Intim ate Part­


ner A cceptance-R ejection Q uestionnaire, R ohner C enter for the
Study o f Parental A cceptance and R ejection, Sch ool o f Fam ily Stu­
dies, U niversity o f C o n n ecticu t, U SA .R ohner R. P. & Britner, P. A.
(2002). W orldw ide m ental health correlates o f parental acceptance-
rejection: R eview o f cross-cultural and intracultural evidence,
C ross-C ultural Research, 36 (1), 16-47.
• Rohner, R. P. & Brothers, S. A. (1999). Perceived parental rejection,
psych ological m aladjustm ent, and borderline personality disorder,
Journal o f E m otion al A buse, 1, 4, 81-95.
• Rohner, R. P. & R ohner E. C. (1981). Parental acceptance-rejection
and parental control: C ross-cultural cod es, Ethnology, 20, 3,
245-260.
Rohner, R. P. & V eneziano R. A. (2001). The im portance o f fat­
her love: H istory and con tem p orary evid en ce, R eview o f General
P sychology, 5 (4), 382-405.
Toran, M. (2005). Farklı so sy o kültürel düzeylere sahip annelerin
çocuklarını kabullenm e ve reddetm e davranışlarının incelenm esi,
Y ayım lanm am ış Yüksek Lisans Tezi, H acettepe Ü niversitesi, A n k a­
ra.
Toran, M . ve Erkan, S. (2004). Alt so sy o -ek o n o m ik d ü zey annelerin
çocuklarını kabul ve reddetm e davranışlarının incelenm esi: D iyar­
bakır il örn eği, H acettepe Ü niversitesi Eğitim Fakültesi D ergisi, 27,
91-97.
Varan, A . ve Eryüksel, G. N . (2004). D aughters, m others and grand­
m others: Three generations o f m aternal acceptance and rejection
in Turkey. XIV. International Fam ily Therapy A ssociation (IFTA)
W orld Fam ily Therapy C ongress, Istanbul, Turkey, April 4 -7 , 2004.
Yaşar, F. (2009). İlköğretim e devam eden öğrencilerin an n e-ço cu k
ilişkisini kabul ve reddedici algılam a d ü zey in in anne evlilik doyu m u
uyum ve evlilik uyum u ile ilişkisi, Y ayım lanm am ış Yüksek Lisans
Tezi, Çukurova Ü niversitesi E ğitim Bilim leri Enstitüsü, Adana.
w w w .ajansbir.com /kose_yazisi
SONSÖZ YERİNE:
KİME BAĞLIYIM BEN?

Ö zden Bilgin

Kime bağlıyım ben?


A nnem e mi? H er düşünüşüm de onu, yum uşacık göğsünde h u ­
zur bulm anın özlemiyle b urnum sızladığından mı? H er geçen gün
içim de ondan bir parçayla daha buluştuğum da buna şükrederek
kimiyle vedalaşıp kimiyle yola devam ettiğim de, annem in bunu
anlayıp onaylam asından mı? O nun yüce gönüllülüğü karşısında
kendim i bazen çok yetersiz hissetm em den mi?

Kime bağlıyım ben?


Kızıma mı? O nu büyütürken, onunla beraber gelişirken varlı­
ğıyla bana duyurduğu kıvançtan mı? Yaşamım boyunca katıksız
bir dostluğu paylaşacağımıza beni inandırm asından mı? Kendi
yolunu bulm a çabasında her ihtiyaç duyduğunda beni arayarak
kendim i güvenilir hissettirm esinden mi?

Kime bağlıyım ben?


Eşime mi? Yaşamımın anlam ını bulm ada bana katkısı için ona
duyduğum m innetten mi? Sorgulam adan, yargılam adan, bencil­
ce sahiplenm eden kurduğum uz ilişkimizi özenle koruduğundan
mı?

Kime bağlıyım ben?


D ostlarım a mı? Dünyaya gözüm ü açtığım günden beri ha-
yatım dalarm ış ve beni hiç terk etm eyeceklerm iş gibi hissettir­
diklerinden mi? Uzun zam anlar boyu gitm esek-gelm esek de,
konuşm asak-görüşm esek de, her telefonda, her buluşm ada yeni­
den yeşerttikleri güven, yakınlık, coşku duygularından mı?

Kime bağlıyım ben?


Mesleğime mi? Çalışm anın ve üretm enin hazzını, nefes alır gibi
doğal bir şekilde hissetm em i sağladığından mı? Kendim i tanım ak
ve geliştirmek, değiştirm ek için gereken çabayı gösterm em e kay­
naklık edişinden mi?

Kime bağlıyım ben?


D oğduğum , büyüdüğüm yere mi? Beni kim liklendiren, yaşa­
m anın çeşitli hallerini öğreten, yaşım, mesleğim, statüm ne olursa
olsun bana hep “onların kızı” olduğum u hissettiren akrabaları­
m ın, kom şularım ın olm asından mı? Bu hesapsız sevmelere duy­
duğum özlem den mi?

Kime bağlıyım ben?


Ülkeme mi? Dünyayı fütursuzca, yalanla, ikiyüzlülükle, hırs­
la, bencillikle söm üren yöneticilere karşı direnen halklara kom şu
coğrafyasıyla, barış ve eşitlik içinde yaşayacağımız bir dünya için
m ücadele eden insanlarıyla beni gönendirdiği, um utlarım ı arttır­
dığı için mi?
Tüm bağlılıklarım ı benliğim de barındırm akla güçlüyüm . Bağlı­
lıklarım beni ben yapıyorlar. Bağlılıklarım bana kendim i özel his­
settiriyorlar. Sevildiğimi, sevebildiğimi, işe yaradığım ı, başkaları
için varlığım ın anlam ı olduğunu, bu dünyada gidecek bir yerim
olduğunu, insandan hiç um ut kesilmeyeceğini hatırlatıyorlar.
Bağımlı değilim bağlılıklarıma. O nlar da öyle olsun istem iyor­
lar. Hiçbiri beni yalnızca kendine ait kılm aya kalkışacak kadar
bencil değiller.
Öyle olsalardı, onlara böylesine bağlı olm azdım ...
BAĞLILIKLARIMA BAĞLIYIM TA D ERİN D EN ...
YAZARLAR HAKKINDA
(S oya d ın a G öre A lfa b e tik Sıra ile)

Uzm. Psk. Eda Ardum an

ABD doğum lu Eda A rdum an, Bornova A nadolu Lisesinden,


sonra Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölüm ü’nden mezun
olmuştur. Boğaziçi Üniversitesi Klinik Psikoloji Yüksek Li­
sans P rogram ını tam am ladıktan sonra International Hospital
İstanbul’d a 1990 ve 1994 yılları arasında psikolog olarak görev
yapmıştır. Bu görevi sırasında zayıflama kliniğini kurm uştur. Uçuş
korkusunu yenm e, güvenli davranış eğitimi, stresle baş etm e ve
ebeveyn etkinliği konularında hem eğitimler, hem de bireysel d a ­
nışm anlık hizm eti vermiştir. 1992’d e M ental Research Institute’da
kısa süreli bireysel ve aile terapisi eğitimi almıştır. 2002’d e G es­
talt Institute of Cleveland ve Gestalt Associates Training of Los
Angeles’d a tem el gestalt terapi eğitim ini tam am lam ıştır. 2005’d e
Gestalt International Study C enter (Cape Cod) da çift ve aile tera­
pisi eğitim i almıştır. İstanbul ve A nadolu’d a lojistik, banka, teks­
til ve ilaç sektörlerinde, TQM , 360° geri bildirim danışm anlığı,
organizasyon ve liderlik gelişimi ve yönetici koçluğu yapmıştır.
İşkur denetim inde sosyal sorum luluk kapsam ında yürütülen “Siz
Değersiniz” isimli projede işsiz bankacıların tekrar iş dünyasına
kazandırılm asında danışm anlık yapmıştır. M arm ara Üniversitesi
Tıp Fakültesi psikiyatri asistanlarına ve Bilgi Üniversitesi Klinik
Psikoloji m aster bölüm ü öğrencilerine bağlanm a tem elli çift tera­
pisi sem ineri vermiştir. Davranış Bilimleri Enstitüsü’nde ve İlişki­
sel Terapiler Enstitüsü’nde psikoterapi ve çift terapisi eğitim i v er­
meye devam etm ektedir. Chicago School of Self Psychology’nm
psikanaliz program ını tam am lam ıştır. K uruluşundan beri Psika­
naliz ve Psikanalitik Psikoterapiler Derneği’nin üyesidir. Psikana­
liz eğitim i devam etm ektedir ve Uluslararası Psikanaliz Birliğince
psikanalist adayıdır. Yaklaşımında erken bağlanm a süreçlerinin
birey ve çift yaşantısı üzerindeki izdüşüm leri ile ilgilenmektedir.
A rdum an, evlilik ve ebeveyn olm aya hazırlanm a sürecinde çift ve
bireylerle çalışmakta, m enopoz dönem inde ve kısırlık tedavisinin
devam ettiği dönem de de kişilerin karşılaştığı zorluklarla çift veya
birey olarak çalışmaktadır. Hayattaki değişimleri (trajik de olsa)
birer kilom etre taşı olarak değerlendiren A rdum an, anorm al dav­
ranışların tüm ünü bireyin yaratıcı uyarlanm a çabası olarak gör­
m ekte ve bu felsefeyi terapötik yaklaşım ına da yansıtm aktadır.

Uzm. Psk. Ö zden Bademci

1996 yılında Ege Üniversitesi Psikoloji bölümünü bitirdikten son­


ra 1998-2002 yılları arasında Londra’d a Tavistock Klinik’te 4 yıllık
kapsamlı bir master eğitimi olan “Psychoanalytic Observational
Studies” programını tamamlamıştır. 2002 yılında yine Tavistock
Klinik’te bir başka master programı olan “Emotional Factors in Le­
arning and Teaching in Counselling Aspects (Öğrenirken ve Öğre­
tirken Etkili Olan Duygusal Faktörler)” programını tamamlamıştır.
Ayrıca 2005 yılında British School of Yoga’d a “Bebek Masajı” eğitimi
almıştır. 2006 yılında İngiltere Kent Üniversitesinde, Göç Çalışma­
ları ve Sosyal Bakım Avrupa M erkezinde İstanbul’da sokakta yaşa­
yan ve çalışan çocuklara verilen hizmeti araştırmak üzere doktora
programına başlamıştır. 2005-2009 yılları arasında Yeditepe Üniver­
sitesi Hastanesinde çalışmıştır. Halen Maltepe Üniversitesi Psikoloji
Bölümü’nde görev yapmaktadır.

Uzm. Birgül Ural Bayoğlu

Hacettepe Üniversitesi Çocuk Sağlığı ve Eğitimi Bölümü’nden


1989 yılında lisans derecesi; Hacettepe Üniversitesi Çocuk Sağlığı
Enstitüsü “Aile Sağlığı” Anabilim Dalından 1994 yılında uzmanlık
derecesi almıştır. îki yıl mecburi hizmetini tamamladıktan sonra Ha­
cettepe Üniversitesi Çocuk Hastanesinde Gelişim Uzmanı olarak gö­
reve başlamıştır. 1996 yılında Denver Colorado Üniversitesi Çocuk
Hastanesi Çocuk Gelişim Merkezinde klinik gözlem çalışmalarına
ve Denver II tarama testi uygulama programına katılmıştır. Aynı yıl
Providence’de Brown Üniversitesi Çocuk Gelişim M erkezinde geli­
şimsel problemleri olan çocukları gözlemlemiş, değerlendirme çalış­
malarına katılmıştır. 1999 yılında Stockholm'de Karolinska Enstitüsü
Astrid Lidgren Çocuk Hastanesinin çeşitli bölümlerinde uygulama­
lar yapmıştır. 2000 yılında Montreal’de, 2002 yılında Amsterdam’da
düzenlenen “Bebek Mental Sağlığı”, 2005 yılında Washington’da ya­
pılan “0-3 yaş” konulu kongrelere katılmıştır. 2007 yılında Bayley
Bebek Ölçeği eğitimi için İskoçya’ya gitmiştir. Çocuk sağlığı ile ilgili
bilimsel toplantı ve seminerlerde sunumları bulunmaktadır. Anne-
baba Rehberi olarak hazırlanan “G.D.P./Gelişim Destek Planı” kitabı
2007 yılında yayımlanmıştır. 1996 yılından bu yana Hacettepe Üni­
versitesi Çocuk Hastanesi Gelişim Ünitesinde gelişim takibi ve aile
danışmanlığı çalışmalarını yürütmektedir. Günlük bir gazetede köşe
yazıları da yayımlanmış olan Sayın Bayoğlu’nun çeşitli yayın organ­
larında bilimsel yazıları yayınlanmıştır. Aynı zamanda çeşitli oku­
löncesi kurumlara ve özel eğitim merkezlerine danışmanlık görevini
sürdürmektedir. Erken bebeklik dönemi uyaran programları konu­
sunda çalışmakta; 0-3 yaş gelişimi destekleme projeleri geliştirmek­
tedir. Çeşitli özel ve kamu kurum larına “çocuk gelişimi, psikolojisi ve
anne-baba tutum ları” konularında bilgilendirici eğitim seminerleri
vermektedir. Gelişimsel Çocuk Nörolojisi Derneği Kurucu ve Yöne­
tim Kurulu Üyesidir. Çocuk İstismarı ve İhmalini Önleme Derneği
üyesi olarak da aktif çalışmaktadır. Bayoğlu halen Hacettepe Üniver­
sitesi Çocuk Hastanesi Gelişim Ünitesinde görev yapmakta ve bir
özel gelişim kliniğinin de danışmanlığını sürdürmektedir.

Psi. Dan. Ö zden Bilgin

M armara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Bölümü Rehberlik ve Psi­


kolojik Danışma Anabilim Dalı 1987 mezunudur. İlk ve ortaöğre­
nim kuram larında psikolojik danışman ve Rehberlik ve Araştırma
M erkezinde yönetici olarak çalışmıştır. 1996 yılından bu yana kişisel
gelişim alanında çalışmalarını yoğunlaştırmıştır. İletişim becerileri
eğitimi, öfke yönetimi, sınav kaygısı, aile eğitimi kurs ve seminerle­
rinde eğitimci olmuş, çeşitli panel, toplantı ve konferanslara konuş­
macı olarak katılmıştır. Eğitim ve Yaşam, Abece, Öğretmen Dünyası,
Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim dergilerinde eğitim ve iletişim
konularında yazıları yayınlanmıştır. 2003-2008 yılları arasında Türk
Psikolojik Danışma ve Rehberlik Derneği’nin Yönetim Kurulunda
görev almıştır. Halen derneğin Afetlerde Psikososyal Hizmetler Biri­
m inde çalışmaktadır. Çağdaş Drama Derneği Yaratıcı Drama Lideri
olarak liderlik eğitimleri vermektedir. 2006’d an bu yana çalışmaları­
nı, kurucusu olduğu Olgu Psikolojik Danışma M erkezinde sürdür­
mektedir. Bireysel ve grupla psikolojik danışma, aile ve çift terapisi,
oyunla terapi ve kişisel ve kurumsal gelişim konularında danışm an­
lık hizmeti vermeye, yaratıcı drama ve psikolojik danışma alanını
buluşturan atölye çalışmalarını yürütmeye devam etmektedir.
Dr. Mine Cihanoğlu

1 9 9 3 y ılın d a İz m ir B o r n o v a A n a d o lu L is e s in d e n m e z u n o lm u ştu r.
1 9 9 7 y ılın d a O rta D o ğ u T e k n ik Ü n iv e r s ite s i P sik o lo ji B ö lü m ü n d e n
lisa n s d e r e c e s in i a lm ıştır. O r ta D o ğ u T e k n ik Ü n iv e r s ite s i P sik o lo ji
B ö lü m ü ’n d e K lin ik P sik o lo ji a la n ın d a k i y ü k s e k lis a n s e ğ it im in i “R o ­
le s o f P e r c e iv e d C o n tr o l a n d C o p in g S tr a teg ie s o n D e p r e s s iv e a n d
A n x ie ty S y m p to m s o f A d o le s c e n ts ” - “A lg ıla n a n K o n tr o lü n v e B a şa
Ç ık m a Y ö n te m le r in in E r g e n le r in K aygı v e D e p r e s y o n S e m p t o m la ­
r ın d a k i R o lü ” b a şlık lı te z iy le 2 0 0 0 y ılın d a ta m a m la m ıştır . D o k to r a
d e r e c e s in i d e E ge Ü n iv e r s ite s i P sik o lo ji B ö lü m ü G e liş im P sik o lo jisi
d a lın d a , “T elk in E d ic i G ö r ü ş m e le r in Ç o c u k la r ın B e lle k le r i Ü z e r in ­
d e k i E tk isi” b a şlık lı te z iy le 2 0 0 9 y ılın d a a lm ıştır. 1 9 9 9 - 2 0 0 5 yılla rı
a r a sın d a ç e ş itli ö z e l k u r u m la r ile k a m u k u r u lu ş la r ın d a p s ik o lo g o la ­
rak g ö r e v y a p m ıştır. 2 0 0 5 y ılın d a n b u y a n a ö ğ r e tim g ö r e v lisi o la r a k
ç a lışm a k ta o ld u ğ u A tılım Ü n iv e r s ite s i P sik o lo ji B ö lü m ü n d e g e lişim
p s ik o lo jis i v e k lin ik p s ik o lo ji a la n la r ın d a d e r sler v e r m e k te d ir . Ç o ­
c u k lu k ta s o s y a l v e b iliş s e l g e liş im , ç o c u k h a k la rı, ç o c u k is tis m a r ı v e
ih m a li, e r g e n lik te stres v e str e sle b a şa ç ık m a ilg i d u y d u ğ u a r a ştır m a
ve u y g u la m a a la n la rı a r a sın d a y e r a lm a k ta d ır.

Uzm. Psi. Dan. Hilal Çelik

1 9 8 0 y ılın d a K a r s/A r p a ç a y d o ğ u m lu o la n H ila l Ç e lik , ilk v e o r ta


ö ğ r e n im in i K o c a e li’n d e ta m a m la m ıştır . L isa n s e ğ it im in i M a rm a ra
Ü n iv e r s ite s i P sik o lo jik D a n ış m a n lık v e R e h b e r lik A n a b ilim D a lı’n d a
ta m a m la d ık ta n s o n r a 2 0 0 3 - 2 0 0 6 y ılla r ı a r a sın d a a y n ı ü n iv e r s ite n in
P sik o lo jik D a n ış m a n lık v e R e h b e r lik A n a b ilim D a lın d a y ü k s e k li­
sa n s e ğ it im i a lm ıştır. 2 0 0 6 y ılın d a u z m a n lık d e r e c e s in i a la n H ila l
Ç e lik , 2 0 0 8 y ılın d a P sik o lo jik D a n ış m a n lık v e R e h b e r lik A n a b ilim
D a lın d a d o k to r a e ğ it im in d e b a şla m ıştır . H a le n d o k to r a a ş a m a s ın ­
da o la n yazar, 2 0 0 5 y ılın d a n b e r i M a r m a r a Ü n iv e r s ite s i P sik o lo jik
D a n ış m a n lık v e R e h b e r lik A n a b ilim D a lın d a A r a ştır m a G ö r e v lis i
o la ra k g ö r e v y a p m a k ta d ır . Ç e ş itli u lu s a l v e u lu sla r a r a sı y a y ın la r ı v e
k o n g r e k a tılım la r ı o la n yazar; k iş ilik , d u y g u s a l g e liş im , y a s, g ö ç , er ­
k e n d ö n e m e b e v e y n - ç o c u k iliş k ile r i ile ilg ile n m e k te d ir .

Yard. Doç. Dr. İlkay Demir

L isa n s e ğ it im in i D o k u z E y lü l Ü n iv e r s ite s i, B u c a E ğ itim F a k ü l­


te s i R e h b e r lik v e P sik o lo jik D a n ış m a n lık b ö lü m ü n d e 1 9 9 9 y ılın d a
ta m a m la y a n İlk a y D e m ir , Y ü k se k lis a n s ın ı İs ta n b u l Ü n iv e r s ­
ite si E ğ itim d e P sik o lo jik H iz m e tle r B ilim D a lın d a “Ü n iv e r site
Ö ğ r e n c ile r in in K işilera r a sı İlişk ile r i v e B a ğ la n m a S tilleri a r a sın d a k i
İlişk in in İ n c e le n m e s i” b a şlık lı te z iy le 2 0 0 3 y ılın d a , d o k to r a s ın ı ise
a y n ı b ö lü m d e “G e n ç le r in K im lik Y apıları: F ark lı Y erellik ler E k s e n ­
in d e N ite l b ir İ n c e le m e ” b a şlık lı te z iy le 2 0 0 7 y ılın d a ta m a m la m ıştır .
2 0 0 0 - 2 0 0 7 y ılla r ı a r a sın d a İs ta n b u l Ü n iv e r site si H a şa n A li Y ü cel
E ğ itim F a k ü lte si R e h b e r lik v e P sik o lo jik D a n ış m a n lık A n a b ilim
D a lın d a a r a ştır m a g ö r e v lisi o la r a k ç a lış m ış o la n yazar, 2 0 0 8 y ılın d a n
b u y a n a a y n ı b ö lü m d e y a r d ım c ı d o ç e n t o la r a k g ö r e v y a p m a k ta d ır .
Y azarın g e n ç lik d ö n e m in d e k im lik g e liş im i ve to p lu m s a lla ş m a
sü r e ç le r i, g e n ç le r in to p lu m s a l k a tılım ı v e b a ğ la n m a sü r e ç le r i ü z e r in e
ç e şitli a r a ştırm a la rı b u lu n m a k ta d ır .

Psi. Dan. Selen Demirtaş

1 9 8 6 M e r sin d o ğ u m lu d u r . A n a d o lu L ise s in i b itir d ik te n so n r a


İsta n b u l Ü n iv e r s ite s i P sik o lo jik D a n ış m a v e R e h b e r lik A n a b ilim
D a lın d a 2 0 0 8 y ılın d a lis a n s e ğ it im in i ta m a m la m ıştır . A y n ı y ıl H a c ­
e tte p e Ü n iv e r s ite s i P sik o lo jik D a n ış m a n lık v e R e h b e r lik A n a b ilim
D a lın d a y ü k s e k lis a n s e ğ it im in e b a şla m ıştır . Y ü k se k lis a n s v e lisa n s
e ğ it im i sır a sın d a ç e şitli e ğ itim le r e k a tılm ış v e p r o je le r d e y e r alm ıştır.
H a c e tte p e Ü n iv e r s ite s i P sik o lo jik D a n ış ın a v e R e h b e r lik A n a b ilim
D a lın d a 35. m a d d e ile A r a ştır m a G ö r e v liliğ i g ö r e v in i sü r d ü r e n yazar,
h a le n y ü k s e k lis a n s ın a d e v a m e tm e k te v e sa ğ lık lı a ile iliş k ile r i ile il­
gili te z i ü z e r in d e ça lışm a k ta d ır.

Uzm. Psi. Dan. Ani Eryorulmaz

1965 y ılın d a İsta n b u l’d a d o ğ a n A n i E r y o r u lm a z , 1 9 8 4 y ılın d a


b itir m iş o ld u ğ u N ö tr e D a m e d e S io n L is e s in in a r d ın d a n , 1990 y ı­
lın d a B o ğ a z iç i Ü n iv e r s ite s i R e h b e r lik v e v e P sik o lo jik D a n ış m a n lık
B ö lü m ü n d e n m e z u n o lm u ştu r . 1 9 9 4 y ılın d a y in e a y n ı ü n iv e r s ite d e ,
a y n ı b ö lü m d e n o k u l ö n c e s i ç o c u k a la n ın d a y ü k s e k lis a n s d e r e c esi
alm ıştır. M e s le k i k a r iy e r in e 1 9 9 2 -1 9 9 5 y ılla r ı a r a sın d a B o ğ a z iç i Ü n i­
v e r site si “E rk en Ç o c u k lu k M e r k e z i’ n in y ö n e tic iliğ i g ö r e v in i y a p a ­
rak b a şla m ıştır . D a h a so n r a 1 9 9 4 -2 0 0 0 y ılla r ı a r a sın d a , E n k a O k u l­
ları, H isa r E ğ itim V ak fı O k u lla r ı, A L E V O k u lla r ı v e İz m ir Işık k e n t
O k u lla r ın d a k u r u lu m a şa m a la r ın d a b u o k u lla r ın e ğ it im p r o g r a m ­
la r ın ın h a z ır la n m a s ın d a e ğ itim d a n ış m a n lığ ı y a p m ıştır . A E T D (A ile
ve E v lilik T era p ileri D e r n e ğ i) ta r a fın d a n d ü z e n le n e n E F T A (E u r o p e -
an F a m ily T h era p y A s s o c ia tio n ) o n a y lı “İlişk i T era p isi” se r tifik a sy o n
p r o g r a m ın a k a tılm ıştır. A y rıca g e r e k y u r t iç in d e g e r e k se y u r t d ış ın ­
d a T r a n sa k siy o n e l A n a liz , E v lilik Ö n c e s i D a n ış m a n lık , B o ş a n m a v e
B o ş a n m a S o n r a sı K u ru la n A ile le r le Ç a lış m a k o n u la r ın d a e ğ itim v e
s ü p e r v iz y o n ç a lışm a la r ın a k a tılm ıştır . E r y o r u lm a z , 2 0 0 1 - 2 0 0 8 yılla rı
a r a sın d a B o ğ a z iç i Ü n iv e r site si E ğ itim F a k ü lte s in d e y a rı z a m a n lı ö ğ ­
re tim g ö r e v lisi o la r a k g ö r e v y a p m ıştır. A n i E r y o r u lm a z e v lilik ö n c e s i
d a n ış m a n lık , e v lilik v e ç ift te ra p isi, ilişk i p r o b le m le r i, b o ş a n m a s ü ­
reci v e so n r a s ı d a n ış m a n lık , b u sü r e ç le r d e ç o c u k v e e r g e n le r in d e s ­
te k le n m e s i, h a m ile lik v e d o ğ u m so n r a s ı ik ili y a şa m d a n ü ç lü y a şa m a
g e ç iş te y a şa n ıla n so r u n la r la v e ik in c i e v lilik le r d e y a m a lıb o h ç a a ile ­
le r in (s te p fa m ilie s ) o lu ş u m u n d a d a n ış m a n lık v e tera p i a la n la r ın d a
y o ğ u n la ş m a k ta d ır . A ile v e E v lilik T era p ileri D e r n e ğ i v e T ra n sa k si-
y o n e l A n a liz D e r n e ğ i ü y e si o la n E r y o r u lm a z a y rıc a ç e ş itli şirk et v e
k u r u m la r d a S tres Y ö n e tim i, İn sa n İlişk ile r in d e B e c e r i S a n a tı, Y aşam
B o y u n c a O y n a d ığ ım ız O y u n la r , Ö fk e K o n tr o lü vb. k o n u la r ın d a k iş i­
se l g e liş im s e m in e r le r i v e r m e y e d e v a m e tm e k te d ir .

Psi. Dan. Zuhal Gültekin

D o k u z E y lü l Ü n iv e r s ite s i P s ik o lo jik D a n ış m a n lık v e R e h b e r lik


B ö lü m ü n d e n 2 0 0 8 y ılın d a m e z u n o lm u ştu r . A y n ı ü n iv e r s ite n in A ile
E ğ itim i v e D a n ış m a n lığ ı b ö lü m ü n d e “A ile İş le v le r in in G e ş ta lt T em a s
B iç im le r in e v e B a ğ la n m a S tille r in e E tk isi” a d lı te z in i h a z ır la m a k ta ­
dır. B u g ü n e k a d a r B a ğ la n m a , G e şta lt T era p isi, S tratejik A ile T era p i­
si, Ç a tış m a Ç ö z ü m ü , P sik o d r a m a , T r a n sa k siy o n e l A n a liz , İ le tiş im
B e c e r ile r i, İn sa n K a yn a k la rı k o n u la r ın d a ç e şitli s e m in e r v e ç a lışm a
g r u p la r ın a k a tılm ıştır . İlg i a la n la rı A ile D a n ış m a n lığ ı, T r a n sa k siy o ­
n e l A n a liz , B a ğ la n m a v e G e ş ta lt T erap id ir.

Uzm. Psk. Mehmet Harma

1981 y ılın d a M e r sin ’d e d o ğ m u ş tu r . L isa n s e ğ it im in i M e r s in Ü n i­


v e r site si P sik o lo ji B ö lü m ü n d e 2 0 0 4 y ılın d a ta m a m la d ık ta n so n r a
b ir sü r e p s ik o lo g o la r a k ç a lışm ıştır . D a h a so n r a O r ta D o ğ u T ek n ik
Ü n iv e r site si P sik o lo ji B ö lü m ü S o sy a l P sik o lo ji A n a b ilim D a lı’n d a
y ü k s e k lis a n s e ğ it im in e b a ş la m ış v e 2 0 0 8 y ılın d a b u a la n d a n u z ­
m a n lığ ın ı a lm ıştır. H a le n a y n ı ü n iv e r s ite d e s o s y a l p s ik o lo ji d o k t o ­
ra p r o g r a m ın a d e v a m e tm e k te d ir . Y ü k sek lisa n s te z in i e r g e n le r in
ö z - d e n e t im b e c e r ile r i ü z e r in d e k i a ile -iç i fa k tö rle r ü z e r in e y a p a n
H a r m a , a y n ı z a m a n d a O D T Ü P sik o lo ji B ö lü m ü b ü n y e s in d e k i İlişk i
A r a ştır m a la r ı L a b o ra tu a rı’n d a a k tif o la r a k ç a lışm a k ta d ır. A k a d e m ik
ilgi alanları erken dönem ve yetişkinlikte bağlanma, aile-içi çatış­
ma, öz-denetim/kontrol becerileri ve otomatik davranışlar üzerinde
yoğunlaşmaktadır. Katıldığı uluslararası kongrelerde bu konularda
yaptığı sunumların yanı sıra halen uluslararası yayın çalışmalarına
devam etmektedir.

Yard. Doç. Dr. Türkan Yılmaz Irmak

Ege Üniversitesi Psikoloji Bölümünden 1996 yılında lisans, 2000


yılında gelişim psikolojisi yüksek lisans derecelerini almıştır. “Çocuk
istismarı ve ihmalinin yaygınlığı ve dayanıklılıkla ilişkili faktörler”
başlıklı doktora tezini 2008 yılında tamamlamıştır. Ergenlik ve otizm
konusunda yayınları bulunan Türkan Yılmaz Irmak 1998 yılından
beri Ege Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak
çalışmaktadır.

Prof. Dr. Elvan İşeri

1968 yılında İstanbul’da doğmuştur. İlkokul, ortaokul ve lise eği­


timlerini Ankara’d a tamamlamıştır. 1985-1992 yıllarında Hacettepe
Üniversitesi Tıp (İng) Fakültesinde aldığı Tıp eğitimi sonrası 1993
yılında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesinde Çocuk Psikiyatrisi Ana-
bilim Dalında Tıpta uzmanlık eğitimine başlamıştır. 1998 yılında ço­
cuk psikiyatrisi uzmanı olmuştur. Aynı alanda 2000 yılında Doçent,
2007 yılında Profesör ünvanlarım almıştır. Halen Gazi Üniversitesi
Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Anabilim Dalında öğre­
tim üyesi olarak çalışmalarını sürdürmektedir. Uluslararası ve ulu­
sal dergilerde yayınlanmış çok sayıda bilimsel makalesi ve bilimsel
kongrelerde sunulmuş araştırma, panel konuşmaları ve konferansla­
rı vardır. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu konusunda yazıl­
mış bir adet kitabı yanı sıra kitap bölümleri ve çeviri kitap bölümleri
m ev c u ttu r . Ö d ü l a lm ış ç a lışm a la r ı v e p r o je le r i b u lu n m a k ta d ır . Ç o c u k
v e G e n ç lik R u h S a ğ lığ ı D e r n e ğ i Ü y e liğ i v e Ç o c u k İs tis m a r ın ı Ö n le ­
m e D e r n e ğ i ü y e liğ i b a şta o lm a k ü z e r e d e r n e k ü y e lik le r i y a n ı sıra,
iki ayrı b ilim s e l d e r g in in y a y ın k u r u lu ü y e liğ in i y a p m a k ta d ır . Ç o c u k
is tis m a r ın ı ö n le m e y le ilg ili o la r a k G a zi Ü n iv e r site si Ç o c u k K o r u m a
M e r k e z in d e g ö r e v y a p m a k ta d ır. Ç a lış m a a la n la rı iç in d e b e b e k p s ik i­
y a trisi d e ö n e m li y er tu tm a k ta d ır . İyi d e r e c e d e İn g iliz c e b ilm e k te d ir .
B ir e r k e k ç o c u k a n n e sid ir .

Yard. Doç. Dr. Nilüfer Kafesçioğiu

1 9 9 7 y ılın d a E g e Ü n iv e r s ite s i P sik o lo ji B ö lü m ü n d e lis a n s e ğ it i­


m in i ta m a m la m ış tır . L isa n s t e z in d e ilk o k u l d ö n e m in d e k i ç o c u k la ­
r ın , a ile iliş k ile r in in k in e t ik a ile ç iz im le r in e y a n s ım a s ın ı in c e le m iş ­
tir. 2 0 0 2 ’d e I n d ia n a p o lis Ü n iv e r s it e s in d e K lin ik P sik o lo ji y ü k s e k
lis a n s v e 2 0 0 8 ’d e P u r d u e Ü n iv e r s it e s in d e Ç ift v e A ile T era p isi d o k ­
to ra e ğ it im in i ta m a m la m ış tır . A y n ı z a m a n d a a lt a la n o la r a k K a d ın
A r a ştır m a la r ı b ö lü m ü n ü b itir m iştir . D o k to r a t e z in d e ç iftle r in k a lp
v e d a m a r h a s ta lık la r ın a u y u m u n u b a ğ la n m a k u r a m ı a ç ıs ın d a n i n ­
c e le m iş tir . D o k to r a e ğ it im i b o y u n c a a ile iliş k ile r in i d e ğ e r le n d ir m e ,
a ile te r a p isi m o d e lle r i g ib i d e r sle r d e v e ç e ş itli a r a ştır m a p r o je le r in ­
d e a s is ta n lık y a p m ıştır . Ü n iv e r s ite k lin ik le r i, h a s ta n e , ıs la h e v i g ib i
o r ta m la r d a b ir e y s e l te r a p i, çift, a ile v e g r u p te r a p isi u y g u la m ıştır .
T erapi m o d e lle r in d e n B iliş s e l D a v r a n ış ç ı T erap i v e B a ğ la n m a K u ­
r a m ıy la ç a lış ıla n D u y g u O d a k lı A ile T era p isi (E m o t io n a lly -F o c u s e d
T h era p y ) ü z e r in d e y o ğ u n la ş m ış tır . 2 0 0 9 y ılın d a n b e r i D o ğ u ş Ü n i­
v e r s ite s i P sik o lo ji B ö lü m ü n d e Y a r d ım c ı D o ç e n t o la r a k ç a lış m a la r ı­
n a d e v a m e tm e k te d ir . T e m e l a r a ştır m a a la n ı o la r a k d a p s ik o s o s y a l
fa k tö r le r in fiz ik s e l s a ğ lık p r o b le m le r iy le b a ş e tm e d e e tk ile r in e v e
ö z e llik le d e f iz ik s e l h a sta lık la r la a ile iliş k ile r in in k a r şılık lı e t k ile ş i­
m in e o d a k la n m a k ta d ır .
B o ğ a z iç i Ü n iv e r site si R e h b e r lik ve P sik o lo jik D a n ış m a n lık
B ö lü n t ü n d e n 2 0 0 7 y ılın d a lis a n s d e r e c e s in i a ld ık ta n so n r a İsta n b u l
Ü n iv e r s ite s i P sik o lo ji B ö lü m ü G e liş im P sik o lo jisi A n a b ilim D a lın d a n
2 0 0 9 y ılın d a “E vli B ir ey le rin B a ğ la n m a S tille r in e G ö r e A ld a tm a E ğ i­
lim le r i v e Ç a tış m a Y ö n e tim B iç im le r in in İ n c e le n m e s i” k o n u lu tez
ç a lış m a s ı ile y ü k s e k lisa n s d e r e c e s in i a lm ıştır . H a le n , M im a r S in a n
Ü n iv e r s ite s i K o n se r v a tu a r B ö lü m ü n d e P sik o lo jik D a n ış m a n lık v e
H IL L I n te r n a tio n a l T ü rk iy e İn sa n K a y n a k la n D a n ış m a n lık f ir m a s ın ­
d a u z m a n p s ik o lo g o la r a k g ö r e v y a p m a k ta d ır . Bu g ö r e v le r sır a sın d a ,
b ireb ir v e g r u p ö ğ r e n c i g ö r ü ş m e le r i, o k u l r e h b e r lik se r v is i h iz m e tle r i
d a h ilin d e v e li g ö r ü ş m e le r i, ö ğ r e n c i v e v e li se m in e r le r i y a n ın d a , in sa n
k a y n a k la rı d a n ış m a n lığ ı a la n ın d a d a, s e ç m e y e r le ş tir m e , ad a y la ra b i­
reb ir k o ç lu k h iz m e tle r i, p e r s o n e l s e ç im le r in d e k u lla n ıla n H IL L Y et­
k in lik A n a liz i te s tle r in in d e ğ e r le n d ir m e v e r a p o r la n m a sı, firm a la r a
a d a y s u n u m u , şirk etle r e k ü ltü r le r ara sı ile tiş im v e b e n z e r i k o n u la r d a
e ğ itim le r g ib i sü r e ç le r d e y e r a lm a k ta d ır.

Çocuk Gelişimi Uzmanı Gülçin Karadeniz

G a z i Ü n iv e r s ite s i Ç o c u k G e liş im i v e E ğ itim i lisa n s, M a lte p e Ü n i­


v e r site si P sik o lo ji y ü k s e k lis a n s m e z u n u d u r . M e sle ğ e ; K a d ın E m e ­
ğ in i D e ğ e r le n d ir m e V a k fın d a b a şla m ış , V K V K o ç Ö z e l İlk ö ğ r e tim
O k u lu n d a d e v a m etm iştir . H a le n M a lte p e Ü n iv e r site si F e n -E d e b iy a t
F a k ü ltesi P sik o lo ji B ö lü m ü n d e ö ğ r e tim g ö r e v lisi ve M a lte p e Ü n iv e r ­
s ite s i P sik o lo ji B ö lü m ü n d e d o k to r a ö ğ r e n c is id ir .
Yard. Doç. Dr. Günnur Karakurt

1 9 9 9 y ılın d a O D T Ü P sik o lo ji B ö lü m ü ’n d e n m e z u n o lm u ştu r .


A y n ı y ıl, a y n ı b ö lü m d e S o sy a l P s ik o lo ji a la n ın d a y ü k s e k lis a n s
ö ğ r e n im in e b a ş la m ış v e k ıs k a n ç lık v e b a ğ la n m a stille r i a r a sın d a ­
ki iliş k i ü z e r in e o la n m a s te r t e z in i 2 0 0 1 y ılın d a ta m a m la m ıştır .
2 0 0 2 - 2 0 0 8 y ılla r ı a r a sın d a A B D ’n in In d ia n a e y a le t in d e b u lu n a n
P u r d u e Ü n iv e r s it e s in d e A ile T era p isi d o k to r a p r o g r a m ın ı ta m a m ­
la m ıştır. D o k to r a e ğ it im i b o y u n c a k lin ik m e r k e z le r d e , o k u lla r d a , e v
o r ta m ın d a , k o r u m a e v le r i, is la h e v le r i, h a p is h a n e le r d e p sik o te r a p i
p r a tiğ i yap arak ; ç o c u k , e r g e n , v e y e tiş k in p o p ü la s y o n la r ıy la h e m a i­
le le r iy le b ir lik te , h e m b ir e y s e l d ü z e y d e ç a lış m a fır sa tı b u lm u ştu r . B u
sü r e ç te , d a n ış m a n ı M a r g a r e t K e ile y ile b ir lik te D u y g u s a l Y o ğ u n lu k ­
lu T erap i (E F T ) ü z e r in e y o ğ u n la ş m ış tır . 2 0 0 6 y ılın d a , k lin ik sta jın ı
L a fa y ette k e n tin d e b u lu n a n , a ile iç i ş id d e te m a r u z k a la n k a d ın v e
ç o c u k la r ın y a r a r la n d ığ ı Y W C A s ığ ın m a e v in d e ta m a m la m ış tır . A ile
iç i ş id d e t ile b ir e y s e l, iliş k is e l v e to p lu m s a l e tk e n le r a r a sın d a k i il iş ­
k iy i in c e le d iğ i d o k to r a t e z in i M a y ıs 2 0 0 8 ’d e ta m a m la m ıştır . A ğ u s to s
2 0 0 8 ta r ih in d e T ex a s T e c h Ü n iv e r s ite s i’n d e , a ile v e e v lilik te r a p ile r i
p r o g r a m ın d a y a r d ım c ı d o ç e n t o la r a k g ö r e v in e b a şla m ış tır . H a le n
b u ü n iv e r s ite d e m a s te r v e d o k to r a ö ğ r e n c ile r in e te r a p i b e c e r ile r i v e
a r a ştırm a te k n ik le r i d e r sle r i v e r m e k te d ir . A y r ıc a , m a s te r v e d o k to r a
d ü z e y in d e k i ö ğ r e n c ile r e s ü p e r v iz y o n sa ğ la m a k ta d ır . M a rt 2 0 0 9 ’d a
y a z ılı ‘b o a r d ’ sın a v la r ın d a d a b a şa r ılı o lm u ş , O h io e y a le ti A ile v e
E v lilik T h e r a p isi K o n s e y in d e n a ile v e e v lilik te r a p isi lis a n s ı a lm a y a
h a k k a z a n m ıştır . Ş u a n T ex a s T e c h Ü n iv e r s ite s i’n in s a ğ la d ığ ı a r a ştır ­
m a d e s te k p r o je s i ile D u y g u O d a k lı T e r a p in in ş id d e tli g e ç im s iz lik
y a şa y a n ç iftle r le u y g u la n m a s ı k o n u s u n d a k lin ik d e n e m e le r e b a ş la ­
m ıştır. 2 0 0 9 y ılın d a , d o k to r a te z in e k o n u o la n ç a lış m a s ıy la , U lu s la -
r a sı A ile T era p isi B ir liğ i (IF T A ) ta r a fın d a n ‘Ö n e ç ık a n G e n ç P r o fe s ­
y o n e l’ ö d ü lü n e la y ık g ö r ü lm ü ştü r .
2005 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji
B ölüm ünden lisans derecesini almış, 2009 yılında “6-12 Yaş Çocuk­
larının Dikkat ve Ketleme Görevlerindeki Performans Ö rüntüleri”
isimli tez çalışması ile Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Ensti­
tüsü Deneysel Psikoloji Anabilim Dalından yüksek lisans derecesi­
ni almıştır. Halen Gazi Üniversitesi Mesleki Eğitim Fakültesi Çocuk
Gelişimi ve Eğitimi Bölüm ünde doktora eğitimini ve bir özel eğitim
kurum unda öğrenci ve aile danışmanlığı görevini sürdürmektedir.
Karateke, Türk Psikologlar Derneği, Psikofizyoloji ve Nöropsikoloji
Derneğine üye olup, Psikofizyoloji ve Nöropsikoloji Derneği adına
nöropsikolojik test eğitimi vermektedir. Yazarın ilgi alanları; nörop-
sikolojik testler, Konuşma Bozuklukları, Dikkat Eksikliği ve Hipe-
raktivite Bozukluğu vb. çocukluk çağı ruhsal bozukluklarıdır. Çeşitli
kongrelerde ve çalıştaylarda sunulmuş bildirileri bulunmaktadır.

Psk. Dr. Aylin İlden Koçkar

1996 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Psikoloji Bölüm ünden


lisans derecesi almasını takiben, aynı yıl Klinik Psikoloji Yüksek
Lisans programına devam etmiştir. 1998 yılından itibaren aynı za­
manda, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi Anabilim
Dalı nda klinik psikolog olarak görev yapmaya başlamıştır. Görevi
sırasında hem araştırma yapma hem de çocuklar, ergenler ve eriş­
kinlerle klinik psikolog olarak çalışma fırsatı olmuştur. Yüksek lisans
eğitimini takiben aynı üniversitede başladığı doktora çalışmaları
2006 yılında tamamlanmıştır. İlden Koçkar, doktora tezini öğrenme
güçlüğü olan çocukların ebeveyn reddi, benlik saygısı ve psikolojik
uyumlarının anlaşılması ve bu çocukların psikolojik uyum zorluğu
gösteren bir diğer grup çocuk ile karşılaştırılması üzerine yapmış­
tır. Ulusal ve uluslararası dergilerde yayınlanmış çok sayıda maka­
lesi, ulusal ve uluslararası kongrelerde sunulmuş bildirileri ve kitap
bölümleri vardır. Araştırma alanları arasında Dikkat Eksikliği Hi-
peraktivite Bozukluğu ve Öğrenme Güçlüğü olan çocuklarda uyum
bozuklukları, erken çocukluk döneminde bağlanma süreçleri ve ço­
cuk ve ergenlerde sınav kaygısının etkileridir. Psk. Dr. Aylin İlden
Koçkar halen Bilkent ve Atılım Üniversitelerinde yarı-zamanlı öğre­
tim üyesi olarak çalışmakta ve özel bir klinikte klinik psikolog olarak
çalışmanın yanı sıra çocukluk dönemi sürecinde ortaya çıkan geli­
şimsel sorunlara dair aile ve kurum lara danışmanlık yapmaktadır.
Aynı zamanda, bilişsel, sosyal ve duygusal gelişimi destekleyen ve 42
ülkede uygulanan FasTracKids Okul Öncesi Programını ülkemizde
uygulayan tek merkezin kurucusu ve eğitim direktörüdür. Psk. Dr.
Aylin İlden Koçkar evli ve bir kız çocuğu annesidir.

Psk. Aslı C andan Kodalak

Lisans derecelerini Koç Üniversitesi Psikoloji ve Sosyoloji


Bölümleri’nden alan Aslı Candan Kodalak, yüksek lisans dereceleri
ile ilgili çalışmalarına halen İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü
ile Koç Üniversitesi Psikoloji Bölüm ünde devam etmektedir. Ayrı­
ca 2008 yılından bu yana Koç Üniversitesinde araştırma ve öğretim
asistanı olarak görev yapmaktadır. Gelişim Psikolojisi alanındaki
çalışmalarında, çocukların bilişsel, duygusal ve olumlu sosyal geli­
şimlerini boylamsal olarak inceleyen bir araştırmanın parçası olarak,
ebeveynlik davranışları ile çocuklardaki sosyal bilgi işlem becerileri
ve dışsallaştırma davranışları arasındaki ilişkiyi incelemektedir. Li­
sansüstü Sosyoloji çalışmalarında ise, 2. Dünya Savaşı sonrasında
Batılı ülkelerin, Doğulu m istik dinlere ve yaşam tarzına olan ilgisi ve
bu etkilenme süreci içerisinde görülen toplumsal hareketlerde, m ü­
zik ve edebiyatın aracı rolünü incelemektedir.
2000 yılında İstek Vakfı Semiha Şakir Lisesinden mezun olmuş­
tur. 2004 yılında İstanbul Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümünü
tamamlamıştır. 2009 yılında da Doğuş Üniversitesi Klinik Psikolo­
ji yüksek lisans programını tamamlamıştır. Doğuş Üniversitesinde
Bilişsel Davranışçı Terapi ve Bilişsel Varoluşçu Terapi eğitimi almış­
tır. 2008-2009 yılları arasında da MMPI ve Rorschach Bütünleştiri­
ci Exner Sistemi test eğitimini almıştır. M armara Üniversitesi Has­
tanesi Psikiyatri Bölümünde, New York Albert Einstein College of
Medicine’d a AIDS Araştırma Bölüm ünde, UMATEM’d e ve NöroP-
sikiyatri İstanbul Hastanesi’nde gönüllü olarak çalışmıştır. Halen,
Anlam Düşünce Davranış Değişim ve Eğitim Merkezinde psikote­
rapist olarak çalışmakta ve Prof. Dr. Mehmet Z. Sungur tarafından
verilen Bilişsel Davranışçı Terapi eğitimine devam etmektedir. Özel
ilgi alanları; bipolar bozukluk, sosyal fobi ve obezitedir.

Uzm. Psk. Şebnem Orhan

Saint Benoit Fransız Lisesinden mezun olan Şebnem Orhan,


1994 yılında Boğaziçi Üniversitesinin Psikoloji Bölüm ünü bitirdi.
1995-1998 yılları arasında aynı üniversitede Klinik Psikoloji Yüksek
Lisans eğitimini tamamladı. 1992-1995 yılları arasında farklı alan­
larda problem yaşayan çocuklar ve aileleri ile birlikte ev ortam ın­
da eğitim danışmanlığı görevini sürdürdü. Yerli ve yabancı pek çok
eğitimciden Aile ve Oyun Terapisi, Dışavurumcu Sanat Terapisi ve
Überlingen Moreno Enstitüsüne bağlı olarak da “Psikodrama Grup
Terapisi” eğitimleri aldı. 2004-2006 yılları arasında İngiltere’d e bulu­
nan Tavistock Kliniğine bağlı “BebekGözlemi” eğitimine devam etti.
Halen Avrupa federasyonuna bağlı psikanalitik yönelimli Çocuk ve
Ergen Psikoterapisi (EFPP) eğitimini sürdürmektedir. 1995’ten beri
devam ettiği klinik çalışmaları erken bebeklik dönemi de dahil olmak
üzere farklı yaş gruplarının yaşadığı duygusal ve davranışsal prob­
lemleri içermektedir. Aynı zamanda çeşitli kurum larda anne-baba
eğitimleri vermekte, araştırmalarda danışmanlık yapmakta, Çocuk
Esirgeme Kurumu’nda yaşayan çocuklara ve bakıcı annelere destek
oluşturmak amacıyla kurulan M inik Adımlar Projesi Ekibinde yer
almaktadır.

Yrd. Doç. Dr. Nilgün Öngider

İzmir’de 1972 yılında doğmuştur. Lisans eğitimini Ege Üniver­


sitesi Psikoloji Bölümünde, yüksek lisans ve doktora eğitimini ise
Ege Üniversitesinde Klinik Psikoloji alanında tamamlamıştır. Dok­
tora tezi, “Evli ve Boşanmış Ailelerde Algılanan Ebeveyn Kabul Veya
Reddinin Çocuğun Psikolojik Uyumu Üzerindeki Etkileri”dir. Çalış­
ma yaşamına, yüksek lisans eğitimi sırasında başlamış; Dokuz Ey­
lül Üniversitesinde Psikolojik Danışma Birimi ve ardından Çocuk
Psikiyatrisi AD’de devam etmiştir. Halen Maltepe Üniversitesi Fen-
Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölüm ünde ve Maltepe Üniversitesi Tıp
Fakültesi Psikiyatrisi AD’d e öğretim üyesi ve klinisyen olarak çalış­
maktadır.

Uzm. Dr. Aysim a Özçelik

1974 İzmit doğumlu olan yazar, 1997 yılında Çukurova Üniversi­


tesi Tıp Fakültesinden m ezun olmuştur. 2003 yılında, Gazi Üniversi­
tesi Tıp Fakültesinde, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları dalında uzmanlık
eğitimini tamamlamış, aynı üniversitede Çocuk Nörolojisi dalında
üst ihtisas yapmıştır. Ulusal ve uluslararası dergilerde yayınlanmış
bulunan çok sayıda makalesi, ulusal ve uluslararası kongrelerde
sunulmuş bildirileri ve kitap bölümleri vardır. Türkiye Çocuk Nö­
rolojisi Derneği üyesi olan yazar halen Gazi Üniversitesi Tıp Fakül­
tesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Çocuk Nörolojisi
ABD’de görev yapmaktadır. Evli ve iki çocuk annesidir.

Uzm. Psk. Ö zenç Ertan Öztekin

1974 yılında İzmir’de doğmuştur. İlk, orta ve lise eğitimini İzmir’de


tamamlamıştır. 1995 yılında Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Psikoloji Bölümü’nden mezun olmuştur. Daha sonra 1999 yılında
ODTÜ Psikoloji Bölümü Klinik Psikoloji yüksek lisansına başlamış
ve 2002 yılında da tezini vererek mezun olmuştur.

Uzm. Psk. Şeniz Pamuk

1981 yılında Üsküdar Amerikan Kız Lisesini bitirdikten sonra


bir yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümünde
eğitim alan Pamuk, 1985 yılında Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji
B ölüm ünü bitirmiştir. Bu dönemde, Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı
tarafından yürütülen “Çok Yönlü Okul Öncesi Eğitimi, Çocuk Ge­
lişimi ve Anne Eğitimi” araştırması, Prof. Dr. Ayhan Koç tarafından
yürütülen “Eğitim Düzeyi ve Dil Gelişimi” araştırması gibi çeşitli
projelerde görev almıştır. 1987 yılında, Boğaziçi Üniversitesi Klinik
Psikoloji Lisansüstü Program ını bitiren Pamuk’un bitirme tezinin
konusu “İlkokul Döneminde Aynı Cins ve Karşı Cinsten Çocukların
Birbirlerini Algılamalaradır. Pamuk, lisansüstü eğitimini tamamla­
dıktan sonra, Özel Robert Lisesi Çocuk İnceleme M erkezinde iki yıl
eğitimci olarak çalışmış, bu sırada Davranış Bilimleri Enstitüsü Ço­
cuk ve Genç Birimi nin kuruluşuna katkıda bulunmuş ve 2008 yılına
kadar bu kurum da terapist olarak çalışmış, dönemsel olarak bölüm
sorumlusu ve WEB sorumlusu görevlerini üstlenmiş, genç terapist­
lerin eğitimlerinde rol üstlenmiş, “Mesleğe Hazırlık” programlarının
hazırlanması ve uygulanmasının yanında, birçok proje ve yayının
oluşumunda yer almıştır. Pamuk, bu dönem içinde dışavurumcu
sanat terapisi, EMDR ve çeşitli travma terapileri, bilişsel-davranışçı
terapi, aile terapisi, oyun terapisi, dinam ik terapiler alanlarında çok
sayıda eğitime katılmıştır. Pamuk’un çocuk ve gençlerle çalıştığı alan­
lar arasında, sağlıklı çocuk yetiştirme, dikkat ve öğrenme bozukluk­
ları, gelişim bozuklukları, iletişim bozuklukları, dürtü kontrolü, iç
denetim geliştirme, uyum güçlükleri ve davranış bozuklukları, kay­
gı, travma, sınanma kaygısı ve performansı, boşanma danışmanlığı
bulunmaktadır. Pamuk, Temmuz 2008’d e B.E.Y.A.Z Bireysel Gelişim
ve Danışmanlık M erkezini kurm uştur ve çalışmalarını bu merkezde
sürdürmektedir.

Yard. Doç. Dr. Canan Savran

Canan Savran; lisans eğitimini Ankara Üniversitesi Eğitim Fakül­


tesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik ABD’de yapmıştır. Ardından
yine Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Psikolojik Danış­
ma ve Rehberlik ABD’d e yüksek lisans derecesini almıştır. Doktora
eğitimini M armara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Eğitim Bi­
limleri ABD’d e tamamlamıştır. 1985 yılında M armara Üniversitesi
Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü Psikolojik Danış­
ma ve Rehberlik ABD’d e öğretim görevlisi olarak çalışmaya başla­
mıştır. Doktora eğitiminden sonra yine aynı ana bilim dalında öğ­
retim üyesi olmuştur. Genel Psikoloji, Gelişim Psikolojisi, Öğrenme
Psikolojisi, İstatistik, Psikolojik Ölçek Geliştirme ve Psikometri ders
verdiği alanlardır. 2007 yılında sağlık sorunları nedeniyle emekli ol­
muştur.
Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölüm ünden 1994 yılında lisans
ve 1997 yılında da “Eğitim Düzeyinin, Cinsiyetin, Kurbanın Giyim
Tarzının ve Sosyal Statüsünün Tecavüz Kurbanına ve Saldırgana
Yüklenen Suç Miktarı Üzerindeki Etkisi” başlıklı çalışmasıyla yüksek
lisans derecelerini almıştır. Hv. K. K.lığı Hava Harp O kulunda Psi­
kolog - Öğretim Görevlisi, TEPE Grubu ve ARGE Eğitim & Araştır­
ma & Danışmanlık şirketlerinde İnsan Kaynakları ve Eğitim Uzmanı
ve SHL Türkiye’de de Danışman olarak görev yapmıştır. Bu görev­
ler sırasında, İletişim-Kurumsal İletişim, Müşteri İlişkileri, Çatışma
Yönetimi, Takım Psikolojisi, Yaratıcılık, Motivasyoıı-Ödüllendirme
ve İş Yerinde Öfke-Saldırganlık ve Mobbing gibi konularda kamu
ve özel sektör kuruluşlarına eğitimler vermiş ve yine aynı konularla
birlikte özellikle Personel Seçimi, Yetkinlik Bazlı Mülakat, Değerlen­
dirm e Merkezi Uygulamaları, Yönetim - Çalışma Psikolojisi ve İnsan
Kaynakları Sistemlerinin oluşturulması konularında danışmanlık
yapmıştır. Bu çalışmalarına ek olarak, “Türkiye’d e Madde Kullanı­
mı ve Bağımlılığı Profili” adlı projenin de Koordinatör Yardımcılığı
görevinde bulunmuştur. Türk Psikologlar Derneği Yönetim Kurulu
ve Eğitim Komisyonu üyeliklerinde de bulunmuş olan Uzm. Psk.
Tarık Solmuşun, çeşitli akademik-güncel dergi ve web sayfalarında
yayınlanmış olan 50’d en fazla özgün makalesi, birçok çevirisi, kitap
bölümleri, köşe yazıları, ulusal kongrelerde sunulmuş olan bildiri­
leri, “İş Yaşamında Duygular ve Kişilerarası İlişkiler (Beta, 2004)”,
“Bağlanma ve Aşkın İki Yüzü (Epsilon, 2008)”, “Mozaiğin Kadınla­
rı: Bağlanmaları ve Aşklarıyla Türkiye’li Kadınlar” (Sistem, 2009),
“Bebeğim Senden; Ama Senden Değil” (Dharma, 2009), “Romantik
Terörizm ve Romantik Tecavüz” (Sistem, 2010), “İşyeri Terapisi: İş
Yaşamında Kişilik ve Davranış Sorunları (Papatya, 2010) ve “Biraz
Sinema, Biraz Aşk, Biraz Sen, Biraz Ben: Filmlerde Bağlanma ve
Romantik Bağlanma” (Baskıda) adlı kitapları bulunmaktadır; aynı
zamanda, “Endüstriyel Klinik Psikoloji ve İnsan Kaynakları Yöneti­
mi (Beta, 2007)” ve “İş ve Özel Yaşama Psikolojik Bakışlar (Epsilon,
2008)” adlı kitapların da editörlüğünü yapmıştır. Aile ve Evlilik Te­
rapileri Derneği’nin de üyesi olan Tarık Solmuş halen çalışmalarını
Bağlanma ve Endüstriyel Klinik Psikoloji alanlarında sürdürmekte;
hem evlilik ve aile danışmanı hem de kurumsal danışman ve eğit­
men olarak görev yapmaktadır.

Psk. Dr. A. Şebnem Soysal

Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölüm ünden 1996 yılında lisans,


1999 yılında “Erken Doğan Bebeklerle Zamanında Doğan Bebek­
lerin Psikomotor ve Duygusal Gelişimlerinin Değerlendirilmesi”
başlıklı teziyle yüksek lisans ve 2007 yılında da “Dikkat Eksikliği
Hiperaktivite Bozukluğu Alttiplerinde Dikkat, Yönetici İşlevler ve
Üst-Biliş Performansının Oluşturduğu İlişkiler Ö rüntüsünün İnce­
lenmesi” başlıklı çalışmasıyla doktora derecelerini almıştır. Ulusal
ve uluslararası dergilerde yayınlanmış bulunan çok sayıda makalesi,
ulusal ve uluslararası kongrelerde sunulmuş bildirileri ve kitap bö­
lümleri vardır. Türk Psikologlar Derneği, Çocuk İhmalini ve İstis­
marını Önleme Derneği ve Psikofizyoloji ve Nöropsikoloji Derneği
üyesi olan Dr. Şebnem Soysal 2005 yılında Prof. Dr. Mualla Öztürk
Çocuk Ruh Sağlığı ödülüne layık görülmüştür. Halen Gazi Üniver­
sitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalında
görev yapmakta ve çalışmalarını ağırlıklı olarak Dikkat Eksikliği
Hiperaktivite Bozukluğu ve Bağlanma konularında yürütmektedir.
İşlerinden geriye kalan zamanlarda TÜBİTAK tarafından ayda bir
kez yayınlanan 3-6 yaş grubuna yönelik Meraklı M inik dergisinde
yazmaktadır. Ayrıca, çeşitli edebiyat dergilerinde deneme ve şiir tar­
zında yazıları yayınlanmıştır.
O rta öğrenimini Tarsus Amerikan Kolejinde tamamlamış ve 1982
yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun olmuştur.
1984 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim
Dalı nda uzmanlık öğrenciliğine başlamıştır. 1985 yılında İngiltere’de
“Toplum (Community) Psikiyatrisi” ve “Ruh sağlığı hizmetlerinin ya­
pılandırılmasında çeşitli modeller” konularında çalışmıştır. 1986-88
yılları arasında İngiltere’d e Psikiyatri Enstitüsünde ve Maudsley ve
Bethlem Royal Hastanelerinde asistan olarak görev yapmıştır. Bu
süre içinde özelikle “davranış tedavileri”, “cinsel işlev bozuklukları-
seks terapileri”, “evlilik terapileri” ve “kaygı bozuklukları” alanlarında
eğitim almıştır. 1988 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesindeki
görevine dönm üş ve 1990 yılında Psikiyatri Uzmanı olmuştur. 1992
yılında Psikiyatri Doçenti ünvanını almıştır. Doçentlik sonrasında
çalışmalarını özellikle “Kognitif ve Davranış Terapileri”, “Cinsel İşlev
Bozuklukları” ve “Evlilik Terapileri” ve “Kaygı Bozuklukları” konu­
larında yoğunlaştırmış ve 1996 yılında Kognitif ve Davranış Terapi­
leri Derneği’nin Kurucu Başkanlığını, 1998 yılında ise Cinsel Eğitim,
Tedavi ve Araştırma Derneği’nin kurucu üyeliğini yapmıştır. Halen
Kognitif ve Davranış Terapileri Derneği’nin başkanlığım ve Türki­
ye Psikiyatri Derneği Kognitif-Davranışçı Psikoterapiler Çalışma
Birim inin koordinatörlüğü görevlerini yürütmektedir. 2000 yılında
Avrupa Davranış ve Kognitif Terapiler Birliği başkanı seçilmiştir. Bu
görevi sırasında 2001 yılında 31. Avrupa Davranış ve Kognitif Tera­
piler Kongresini İstanbul’d a düzenlemiştir. Dr. Sungur İngiliz Psiko­
terapiler Birliği ve İngiliz Davranış ve Kognitif Terapiler Birliği tara­
fından kognitif-davranışçı terapist olarak akredite edilmiştir. Halen
Avrupa Kognitif ve Davranış Terapiler Birliği Akreditasyon ve Ser-
tifikasyon Komitesi Yürütücü üyesi ve Uluslar arası Kognitif Terapi­
ler Derneği Yönetim Kurulu üyesidir. Yurtdışında yürüttüğü eğitim
etkinlikleri yanı sıra “Behavioural and Cognitive Psychotherapy” ve
“Sexual and Relationship Therapy” adlı dergilerin danışma kurulu
üyesidir. Yurt içi ve yurt dışındaki bilimsel dergilerde yayımlanmış
100 e yakın makalesi ve çeşitli kitap ve editörlükleri mevcuttur. İki
ulusal bir uluslararası meslek ödülü olan Dr. Sungur, halen M armara
Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkamdir.

Yard. Doç. Dr. Derya Şahin

1997 yılında ODTÜ Psikoloji Bölümü’ nden mezun olduktan


sonra, 2000 yılında Ege Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü’ ne
bağlı Klinik Psikoloji yüksek lisans programını tamamlayarak bilim
uzmanlığı derecesini almıştır. Bu sırada özel bir okulda psikolog ola­
rak görev yapan Şahin, daha sonra kamuya bağlı bir dinlenme ve
bakımevinde sosyal servis sorum lusu olarak çalışmıştır. 2002 yılının
Ocak ayından itibaren, Ege Üniversitesi Eğitim Fakültesi Okulönesi
Öğretmenliği Anabilim D alında önce araştırma görevlisi olarak ça­
lışmaya başlamış ardından, yine aynı üniversitede Gelişim Psikolojisi
doktora programına kabul edilmesiyle birlikte öğretim görevlisi ola­
rak çalışmalarına devam etmiştir. 2005 yılında “Biriktirilmiş Olum ­
lu Deneyimler (Banking Time) Müdahale Programının Okulöncesi
Öğrenci - Öğretmen İlişkileri Üzerindeki Etkisi” başlıklı doktora tez
çalışmasıyla doktor ünvanını alan Şahin, 2007 yılından bu yana yar­
dımcı doçent olarak aynı anabilim dalında görev yapmaktadır. Yazar,
küçük çocuklarda sosyal ve duygusal gelişimi destekleyen çeşitli m ü­
dahale programlarıyla ilgili olarak çalışmalarını yürütmekte ve çeşit­
li projeler kapsamında bu programların tanıtılması, alanda kullanıl­
ması ve yaygınlaştırılması için yaptığı araştırmaların ve yayınların
yanı sıra Milli Eğitim Bakanlığı tarafından okulöncesi öğretmenleri­
ne yönelik hazırlanan hizmetiçi eğitim programları çerçevesinde de
konuyla ilişkili çeşitli eğitimleri içinde yer almaktadır. Yazarın hem
yurtiçinde hem de yurtışında indekslerce taranan dergilerde çeşitli
yayınları bulunmaktadır.

Doç. Dr. Gül Şenelil

1958 İstanbul doğumlu olan yazar, 1981 yılında İstanbul Üniversi­


tesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölüm ünden mezun olmuştur. Me­
zuniyetinden sonra iki özel hastanede klinik psikolog olarak görev
yapmıştır. 10 yıl devam eden bu klinik çalışmaları süresince, evlilik­
leriyle ve çocuklarıyla ilgili çeşitli sorunları olan yüzlerce anne baba
ile çalışmıştır. 1988 yılında İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü,
Prevantif Onkoloji Anabilim Dalı, Eğitim ve Sosyal Hizmetler Bilim
Dalında yüksek lisans eğitimine başlayıp, 1991 yılında “Mastektomi
Geçirmiş Kadınların Evlilik İlişkisinin İncelenmesi” konulu teziyle
bilim uzmanlığı derecesini almıştır. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi
Psikoloji Bölüm ünde öğretim görevlisi olarak göreve başlayan yazar,
bölüme bağlı olan Psikolojik Danışmanlık ve Uygulama Merkezinde
(Pembe Ev) de anne babaların çocuklarıyla yaşadığı sorunlar üzerin­
de çalışmalarına devam etmiştir. 1993 yılında aynı bölümde doktora
eğitimine başlamış, 1999 yılında “Çocukların, Anne Babanın Evlilik
Çatışmasını Algılayışı” konulu tezini tamamlayarak doktora derece­
sini almıştır. Dr. Abdülkadir Özbek Enstitüsünde psikodrama eğiti­
mini tamamlayan Şendil, 2006 yılında “Psikodramanın Benlik İmge­
si ve Öz Yeterlik Gelişimi Üzerindeki Etkisi” konulu tezini başarıyla
tamamlayarak psikodrama terapisti ünvanını almıştır. Halen aynı
enstitüde eğitmenlik görevini sürdürmektedir. Anne babaları, çocuk
yetiştirme tutumları konusunda bilgilendirmek amacıyla 1998-2006
yılları arasında sürdürdüğü “Çocuk Gelişimi Halk Seminerler’ni,
Gelişim Psikolojisi Anabilim D alının geleneksel bir etkinliği haline
getirmiştir. Çocuk yetiştirme tutum ları dışında, aile içi ilişkiler, ço­
cukların sosyal gelişimleri ve psikodrama yazarın diğer çalışma alan­
larıdır. Şendil’in, hem editörlüğünü hem de üç bölümün yazarlığını
yaptığı, “Çocuk, Ergen ve Anne-Baba” isimli bir kitabı; ayrıca “Anne
Baba Olmak” ve “Evlilik Çatışması ve Çocuk” olmak üzere iki kitabı
bulunmaktadır. 2000 yılında yardımcı doçent, 2008 yılında ise do­
çent olan Şendil, halen İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümünde,
başkanlığını yürüttüğü Gelişim Psikolojisi Anabilim D alında öğre­
tim üyesi olarak çalışmaktadır.

Uzm. Psi. Dan. Şebnem Türktan

Şebnem Türktan 1969 yılında doğmuştur. Boğaziçi Üniversite­


si Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölüm ünden 1996 yılında
lisans diplomasını, M armara Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik
Danışmanlık Bölüm ünden 2004 yılında yüksek lisans diplomasını
aldı. Halen Anadolu Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışman­
lık Bölüm ünde doktora eğitimine devam etmektedir. İstanbul Zerka
Moreno Psikodrama Enstitüsünden Yardımcı Terapist sertifikasına
sahiptir. Bir ilköğretim okulunda rehber öğretmen olarak görev yap­
maktadır.

Doç. Dr. Bilge Yağmurlu

Lisans ve yüksek lisans derecelerini ODTÜ Psikoloji Bölüm ünden


ve doktora derecesini University of Melbourne’d an alan Bilge Yağ­
murlu, 2003 yılından bu yana Koç Üniversitesinde öğretim üyesi
olarak görev yapmaktadır. Araştırma çalışmaları, sosyoduygusal
gelişim (duygu düzenleme, dışsallaştırma davranışları vb.) ile buna
etki eden içseLve çevresel unsurları incelemeyi, özellikle sosyokül­
türel bağlamın, çocuğun sosyal ve duygusal becerilerinin gelişimini
dolaylı ve daha doğrudan yollarla nasıl etkilediğini anlamayı amaç­
lamaktadır. Araştırm alarının önemli kısmı hem anneyi, hem çocuğu
okul öncesi dönemlerden okul yaşlarına kadar izleyen uzunlam asına
çalışmalardır. Bu araştırmalarda anne-çocuk ilişkisi, çocuğun m i­
zaç özellikleri ve annenin çocuk yetiştirme davranışları, laboratuvar
ortam ında gözlem, yarı yapılandırılmış ölçeklerle evde gözlem ve
derinlemesine mülakat yöntemleri ile ölçülmektedir. Yağm urlunun
yurt içi ve yurt dışı araştırma fonlarıya desteklenen araştırma proje­
leri, sadece Türkiye’nin farklı yörelerinde yaşayan çocukları ve ailele­
rini değil, yurt dışında (Almanya, Hollanda, Avustralya gibi) yaşayan
Türk çocuklarını ve ailelerini de incelemektedir. Böylelikle, egemen
kültürden olan çocuklara kıyasla gelişimsel olarak genelde daha ge­
ride olan ve başta okula, daha sonra yaşadıkları topluma uyum sağla­
mada güçlük çekebilen Türk göçmen çocuklarının gelişimsel yörün­
gelerinin daha iyi anlaşılması hedeflenmektedir.

Uzm. Psi. Dan. Aylin Demirli Yoraz

M armara Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Bölü­


m ünden 2002 yılında mezun olmuştur. Ardından bir süre özel ku­
ram larda psikolojik danışman olarak görev yapmıştır. 2004 yılında
O rta Doğu Teknik Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik
Bölüm ünde başladığı yüksek lisans eğitimi sonunda “Cinsiyetin,
Bağlanma Tipinin ve Aile Yapısının Üniversite Öğrencilerinin Yal­
nızlık Düzeyi Üzerindeki Rolü” isimli tezi ile 2007 yılında yüksek li­
sans derecesi almıştır. Lisans ve yüksek lisans eğitimi devam ederken
aynı zamanda, aile ve çift terapisi, psikodrama, patolojik yas süreci,
çocukluk cinsel travması ve kronik hastalıklarda psikolojik m üda­
haleler konularında da eğitim almıştır. Ulusal ve uluslar arası kong­
relerde bildiriler de sunmuş olan Aylin Demirli Yoraz halen Ankara
Üniversitesi Eğitimde Psikolojik Hizmetler Bölümü Psikolojik Da­
nışmanlık ve Rehberlik A.B.D. bünyesinde araştırma görevlisi olarak
çalışmakta ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık
ve Rehberlik Bölümünde de doktora eğitimine devam etmektedir.
Her kim olursak olalım, tüm sosyal ilişkilerimiz, hayatım ız iki
uçta yol alır her zaman; bir yanda istenmek, özen gösterilmek,
fark edilmek, hatırlanm ak vb. ile belirgin olan “Kabul” edilm ele­
rim iz ve öte yanda da değer verilmemeyi, arzulanm am ayı, aran-
mamayı, um ursanm am ayı, önem senm em eyi vb. yansıtan “Ret”
yaşantılarım ız. Ve bu iki boyutu içeren yaşam ım ızın özü, m im arı
olarak kabul edebileceğimiz Bağlanm a(m a)larım ız.
İşte elinizdeki bu kitap, üzerinde yaşadığım ız toprağın renkli
m ozaiğini oluşturan TürkiyeTi kadınların bu kabul ve reddedilm e
hikâyelerini anlatıyor.
fa . Psk Tarih Solmuş

omantik TERÖRİZM
omontik TECAVÜZ”

Gündelik hayatta tecavüz denilince akla ilk gelen, bir kadının her­
hangi bir anda ve yerde tanımadığı bir erkek tarafından cinsel içerikli
şiddete maruz kalmasıdır. Bu doğru olmakla beraber eksik bir yakla­
şımdır. Bir kadın tanımadığı, yabancı biri tarafından tecavüze uğraya­
bileceği gibi, bir “romantik” ilişki yaşadığı sevgilisi ya da evli olduğu
eşi tarafından da tecavüze maruz kalabilir. Kaldı ki kadının kendisine
tecavüz eden “romantik” eşini her gün gördüğünü, onunla aynı evde ve
aynı yatakta birlikte nefes aldığını düşündüğümüzde ilişkilerde meyda­
na gelen tecavüzün kadınlar açısından daha sarsıcı ve yıkıcı bir davranış
olduğu açıktır.
Bu kitap romantik şiddet ve tecavüzü çeşitli yönleriyle ele alarak
özellikle kadınlarda maruz kaldıkları şiddet ve tecavüz konusunda bir
farkındalık yaratmayı amaçlamaktadır. Kadınların artık şiddet, taciz ve
tecavüz kurbanı olmadıkları bir toplum yaratmaya katkı sunmak dile­
ğiyle...

You might also like