You are on page 1of 36

ÖRGÜT

OKULU

Bağımsızlık Yolu Eğitim Sekreterliği


Örgüt Okulu

Broşür Dizisi: 1

Söz, Yetki, Karar, İktidar Sorunu Olarak


KIBRIS SORUNU

Münür Rahvancıoğlu

www.bagimsizlikyolu.org
iletisim@bagimsizlikyolu.org

0542 875 02 74
0533 875 02 74

CopyLeft@Ağustos2017
Söz, Yetki, Karar İktidar Sorunu Olarak

KIBRIS SORUNU
İçindekiler

Giriş 7
Osmanlı İşgali 8
İngiliz İşgali 9
Yeni-Sömürgecilik ve ABD/İngiliz Çatışması 15
EOKA – TMT 17
Yeni-Sömürgeciğilin Zaferi: Kıbrıs Cumhuriyeti 20
Acheson Planları 22
Makarios’tan Kurtulmak 25
EOKA-B ve Çifte Enosis 26
A Planı: 15 Temmuz – B Planı: 20 Temmuz 29
2003’ten Günümüze 32
Söz, Yetki, Karar İktidar Sorunu Olarak

KIBRIS SORUNU

GİRİŞ
Kıbrıs, tarihi boyunca istilalara uğramış, dış güçler tarafından yöne-
tilmiş ve kendi bağımsız gelişme dinamiğine sahip olamamıştır. Doğu
Akdeniz’in stratejik bir bölgesinde, emperyalist güçler için yaşamsal çı-
karlara sahip bir coğrafi konumda bulunan ada; ekonomik-politik birçok
gelişmeyi kendi olgunlaşma süreci içinde yaşayamamıştır. İç dinamiklere
dayalı olarak gelişmeyen, dıştan dayatılarak hayat bulan ekonomik-poli-
tik ilişkiler bu sebeple çarpık bir nitelik taşır. Bu çarpık nitelik uluslaşma
sürecinden, sınıf mücadelesine kadar çeşitli alanlarda, çeşitli olumsuz so-
nuçların düğümlene düğümlene birikmesine neden olmaktadır.
Bununla birlikte Kıbrıs adasının diğer yeni-sömürge ülkelerden te-
mel farkı emperyalizm açısından hayati öneme sahip, stratejik bir ye-
ni-sömürge ülkesi olmasıdır. Bu sebeple emperyalizmin Kıbrıs’taki temel
politikası sürekli hakimiyet politikasıdır. Kıbrıs adasının ekonomik de-
ğere sahip bakır, pirit gibi yeraltı ve narenciye, patates, tahıl gibi yerüstü
kaynaklarının tarih içerisinde ciddi ekonomik değer oluşturan varlığı bir
gerçektir. Ancak emperyalizm açısından Kıbrıs adasının sömürgeleşti-
rilmesinin ağırlıklı nedeni her zaman stratejik önemi olmuştur. Sürekli
hakimiyet politikası; her tarihsel dönemde, dönemin en gelişkin ve hege-
mon emperyalist ülkesinin Kıbrıs’ın kontrolünü elinde tutması yanında,
her ne sebeple olursa olsun Kıbrıs üzerindeki hegemonyadan vazgeçme-
mek için her türlü yola başvurulması anlamındadır.
Tarih boyunca Fenikeliler, Romalılar, Araplar, Cenevizliler, Bizans,
Venedik ve Lüzinyan egemenliğine girmiş ada; kapitalizm öncesi dönem-
leri, bu dış dinamiklerle bağlantılı olarak yaşamıştır. Osmanlı imparator-
luğunun adayı işgal etmesi ile adada hatırı sayılır miktarda bir Türk-Alevi
nüfus birikimi olmuştur. Osmanlı’nın kendine has yönetim tarzı ile bağ-
lantılı olarak; Venedik döneminden itibaren yerleşmeye başlayan feodal
üretim ilişkileri bu dönemde de devam etmiştir. İlk kapitalist ilişkiler
Osmanlı’nın son döneminde başlamakla birlikte, esas olarak İngiliz ege-
menliğinde serpilmiştir.

OSMANLI İŞGALİ
Osmanlı İmparatorluğu Kıbrıs’ta Ortodoks Kilise yönetimi ile çıkar
birliğine dayalı bir ilişki geliştirmişti. Kilise gelişi güzel bir şekilde vergi
toplayabiliyor, her türlü iktidar erkini Kıbrıslı fakir köylüler üzerinde uy-
gulayabiliyordu. Kilise’ye baş kaldırarak, keyfi bir şekilde uygulanan ver-
gileri ödemeyenler Osmanlı askeri ile tehdit ediliyordu. Osmanlı yöneti-
mi Kilise’ye her türlü silahlı desteği verdi ve Kilise de Osmanlı yönetimi
ile uyumlu bir şekilde çalıştı. Kilise tüm bu süre boyunca, ada üzerinde
çok geniş topraklara sahip bir yapı haline geldi. Bu niteliği ile ruhani
bir otorite olmanın ötesinde aristokratik-feodal, zamanla da burjuva bir
karakter kazandı.
Bu dönemde adanın Müslüman ve Hristiyan ahalisi arasında ciddi
bir çıkar çatışması yoktur. Ezilen, sömürülen, vergilerden beli bükülen
Müslüman ve Hristiyanlar ortak ayaklanmalar gerçekleştirirler. Bu ayak-
lanmalarda Müslüman halk kadar, Hristiyan halk da aktif bir rol oynar ve
egemen sınıfları oluşturan Osmanlı bürokrasisi ve Kilise papazlarını kar-
şılarında bulurlar. Çil Osman, Dizdar Halil ve Gavur İmam isyanları
bunların en bilinenleridir. Bu isyanlar daha çok köylü nitelikli isyanlardır
ve vergi, adaletsiz yönetim gibi olumsuzluklara karşı halkın ayaklanma-
sı şeklindedir. 15 papazın idamı ve 400 kadar Hristiyanın tutuklanması
ile bastırılan 1821 Katliamı ise bunlardan niteliksel olarak bir farklı-
lık göstermektedir. Öncelikle bu isyan girişimine Müslüman halkın hiç,
Hristiyan halkın ise çok az katılımı söz konusudur. İsyan daha çok Yu-
nanistan’daki ulusçuluk akımından etkilenen ve ekonomik çıkarları Os-
manlı’dan bağımsızlaşmaya başlayan; büyük toprak sahipleri, burjuva un-
surlar ve kilisenin milliyetçi bir girişimidir. Kapitalist ve ulusçu akımların
etkisi ile Osmanlı yönetiminden yolunu ayırmaya başlayan Kilise, buna
rağmen Osmanlı yönetimi tarafından son güne kadar desteklenmeye de-

8
vam eder.

İNGİLİZ İŞGALİ
Kıbrıs’ta niteliksel olarak kapitalist ilişkilerin sıçrama yaşadığı eşik İn-
giliz egemenliğidir. Dönemin klasik sömürgeciliğinin hegemon gücü İn-
giltere, 1878 yılından itibaren Kıbrıs’ta da egemen olur. Bu tarihle birlikte
Kıbrıs, İngiltere’nin klasik bir sömürgesi olarak, açık işgal ve vali aracılığı
ile yönetilmeye başlar. İngiliz egemenleri daha çok stratejik önemde gör-
dükleri adayı, askeri maksatlara uygun olarak elde tutarlar ve ekonomik
hayatı belli başlı genel kapitalist uygulamalar dışında geliştirmek yönüne
gitmezler. Kısmen de olsa sanayi ilişkilerinin ada yaşamına dahil olması,
kentlerde yoğunlaşan hatırı sayılır ölçüde bir emekçi, işçi kesiminin oluş-
masına vesile olur1.
1900’lü yıllarla birlikte Kıbrıs’ta küçük atölyeler fabrikalara dönüşme-
ye başlar, madenler yoğun olarak işlenir ve 1905 yılında tren işletmeciliği
kurulur. Bu, sayıları binlerle ifade edilebilecek işçi, emekçi kesimin sigor-
tasız, sağlıksız iş ortamlarında 12-13 saat çalıştığı yoğun bir sömürü de-
mektir. Kendiliğinden bir sınıf bilincinin gelişimine müsait bu koşullar;
ilk örgütlenme girişimleri, sendikalaşma çabaları ve 15 Ağustos 1926 ta-
rihinde Kıbrıs Komünist Partisi’nin (KKP) kurulması ile, milliyetçi temel
dışında bir sınıfsal temeldeki ortak örgütlülüklere yansımaya başlar. Yıl-
lardır köylülük temelinde yarı aç koşularda yaşayan topluluklar, şimdi de
olumsuz çalışma koşulları altında emekçi olarak kader birlikteliği etmeye
başlarlar. Yüzyıllardan bu yana ortak isyanlarda kanını döken toplumlar,
şimdi sınıfsal temelde bir mücadele ile Kıbrıslılık bilincini geliştirmeye
başlarlar.
Ancak tam da aynı dönemde egemen kesimlerin ilişkilerinde bir deği-
şim yaşanır. Yüzyıllarca Osmanlı yönetimince korunup kollanmış toprak
ağası/burjuva kilise yönetimi İngiliz Sömürge İdaresi ile çıkar çatışması
yaşamaya başlar. Osmanlı artığı bürokrasi ise yeni koşullara uyum sağ-
lar.
Osmanlı’dan arta kalan bürokrasi, yeni koşullarda İngiliz Sömürge
İdaresi’nin bir organı haline gelir. Müftü atamalarını daha önce Osmanlı
yönetimi yaparken, bundan böyle Hristiyan İngiliz İdaresi Kıbrıs’ta müf-

1 Kıbrıs’ta İngiliz Sömürge Yönetimi dönemi için bkz: İngilizlerin Kıbrıs’taki Tarihi,
Tabitha Morgan, Khora Yayınları

9
tü tayin etmeye başlar. 1882 Anayasası ile üç Müslüman, dokuz Hristiyan
ve altı atanmış İngiliz üyeden oluşan bir Yasama Meclisi kurulur. İngiliz
Yüksek Komiseri’nin başkanlığında toplanan meclis, İngiliz-Müslüman
işbirliğinin doruk noktasını oluşturur.
İngiltere 5 Kasım 1914 tarihinde Birinci Paylaşım Savaşı’nı gerek-
çe göstererek Kıbrıs’a el koyduğunu ilan ettiğinde, Kıbrıs’ın Müslüman
bürokrasisi Sömürgeler Bakanlığı’na bir mesaj göndererek: “Bütün sada-
katimizle Kıbrıs Müslümanlarının İngiliz İmparatorluğu ile bütünleşerek,
güvence altına alınmalarını rica ediyoruz. Bu ricamızın reddedilmeyeceğine
inanıyoruz, çünkü ada Müslümanları İngiliz İmparatorluğuna sadık olduk-
larını, 1878’den beri kanıtladılar2” der. 1935 yılında Vali Palmer’in “Ya-
rım yüzyıllık süre boyunca anayasayı uygulayabilmemiz, Türklerin bize olan
sadakati ile mümkün olmuştur3” demesi, işbirlikçi Müslüman liderlik ile
İngiliz Sömürge İdaresi’nin uyumunun bir göstergesidir.
1920’li yıllarda Kıbrıslı Müslümanlar, Türk milliyetçiliğinden etkile-
nerek Kemalist bir muhalefet geliştirseler de bu çok uzun sürmez. Türk
milliyetçisi bir karakter taşıyan ve iç dinamiklerden beslenmek yerine,
Türkiye’den etkilenerek oluşturulan geleneksel liderlik karşıtı bu girişim,
Türkiye’nin emperyalist ilişkiler ağına tabi olması ile gerici bir nitelik
kazanarak geleneksel liderliğe eklenir. 1930’lu yıllarda anti-İngiliz, laik
ve Kıbrıslılık bilincine yakın bu Kemalist akım, İngiliz Sömürge İdaresi
tarafından Türkiye’ye şikayet edilir. Artık emperyalist ülkelerle ciddi bir
çıkar çatışması kalmamış, hatta 1940’lı yıllarla birlikte emperyalizmin
Ortadoğu’daki en önemli işbirlikçisi haline gelen Türkiye Cumhuriye-
ti’nin Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras, “… her Kemalist İngilte-
re’nin dostudur. Bu Türk Hükümeti’nin yerleşmiş politikası olduğu gibi,
Atatürk’ün de kişisel dileğidir. Eğer Kıbrıslı Türkler arasında bazı kimseler
Kıbrıs Hükümeti ile Türkiye arasında kuşku ve düşmanlık ortamı yaratmaya
çalışıyorsa, bunların Kemalist cumhuriyetin düşmanları oldukları bilinmesi
gerekir4” diyerek kısa süreli bu muhalif çizgiye noktayı koyar.
Aynı dönemde daha çok köylü bir topluluk niteliği arz eden Müslü-
man Türk toplum, muhalif liderliğe basınç yaratarak bağımsız bir politik
çizgi tutturmasını sağlayacak ekonomik uyanıştan uzaktır. İç dinamiklere

2 Paşalar Papazlar, Niyazi Kızılyürek, Khora Yayınları


3 age
4 age

10
dayalı olarak gelişmeyen, tamamen dışarıdan belirlenen, etkilenen bu ay-
dınlar hareketi köksüzlüğünün de sonucu olarak geleneksel liderliğe ek-
lemlenir. Kıbrıslı Türk Yukarı Sınıfları için bundan sonra köksüz varlığını
devam ettirmek yolunda İngiliz İşgal İdaresi en temel müttefiktir.
Önce bürokrat/memur olarak başlayan varlık serüveni ilerleyen yıl-
larda Türk Çarşısı’nı yaratarak burjuvalığa terfi eden yukarı sınıflar ve
köksüz aydın elit, çıkarlarını hep dış dünyada aramış, dış güçlerden aldığı
destek ve gerçekleştirdiği işbirliği ile varlığını devam ettirmiştir.
Bu politik çizgi Kıbrıslı Türk halkının kendi özgücüne güvenememe-
sini, kendi iradesi ile kendi geleceğini şekillendirmeyi denememesini ve
sürekli başkalarından medet ummasını teşvik eden kimliksiz/onursuz bir
politikaya dönüşmüştür. Bu politika Türkiye’siz bir hiç olduğunu söyle-
yen milliyetçi kesiminden, barış için emperyalistlerden medet uman “ile-
rici” kesimine kadar, kendi halkına, emekçi kesimlerine sırtını dönmüş,
kendi kendine yabancılaşmış bir liderlik oluşumunun en temel ifadesi
olmuştur.
1920’li yıllarda yükselen anti-İngiliz, bağımsızlıkçı Kıbrıslı Türk mu-
halif politikalarının, ilerleyen satırlarda göreceğimiz bağımsızlıkçı işçi
mücadelesi ile sürekli bir birliktelik yakalayamaması “Kıbrıslılık” bilin-
cinin prematüre kalışının, ekonomik, maddi bir ilişkiler ağı ve mücadele
sonucunda kazanılan bir nitelik edinememesinin ana nedenlerinden bi-
ridir.
Toprak ağası/burjuva bir karakterle simgelenen Kilise yönetimi ise
İngiliz Sömürge İdaresi ile ilk yıllardan itibaren açık bir çatışmaya girmek
zorunda kalır.
İngiliz Sömürge İdaresi, Kilise’nin Osmanlı döneminden kalma ayrı-
calıklarına son vermeye başlamıştır. Daha önce gelişi güzel vergi toplayan,
kendisi vergi vermeyen ve egemenliğine baş kaldırıldığı zaman da Os-
manlı askerinden yardım alan Kilise; vergi toplama ayrıcalığından arın-
dırılmaya, vergi vermesi için hukuksal denetim altına alınmaya ve asker/
polis desteğinden mahrum bırakılmaya başlar.
Sömürge İdaresi’nin, geleneksel liderliğin bu geleneksel üstünlükle-
rini sınırlandırması, toprak ağası ve kapitalist ilişkilerle karakterize edi-
lebilecek papazlar arasında ciddi tepkilere yol açtı. Kilise Yönetimi daha
16 Şubat 1879’da yüksek komiser Wolseley’e başvurarak, Kilise mülkü-
nün vergi dışı tutulmasını talep etti. Buna rağmen bazı piskoposlar İn-

11
giliz Sömürge İdaresi tarafından vergi ödemedikleri gerekçesi ile Haziran
1879’da mahkemeye sevk edildiler.
Geleneksel ayrıcalıklarının tehlike altında olduğunu gören ve kapi-
talist ilişkilerin yerleşmesinden çıkar sağlarken, feodal ilişkilerin tasfiye-
sinden olumsuz etkilenmek istemeyen Kilise, ENOSİS (Yunanistan ile
bütünleşme) politikasını geliştirdi. Çıkarları Sömürge İdaresi ile çelişkiye
düşen Kilise (kapitalist bir karakterle simgelenir) ulusal demokratik bir
devrim yaratma perspektifinde hareket etmedi. Böyle bir mücadele, Kıb-
rıslı Türk Yukarı Sınıfı’na muhalif Kemalist aydınlarla ve yeni oluşmaya
başlayan Kıbrıs işçi sınıfı hareketi ile ulusal bir cephe şeklinde örgütlene-
bilir ve Kıbrıs’ta ulusal sorun daha o yıllardan çözülme sürecine girebi-
lirdi.
Kıbrıs’ta ulusal demokratik devrim aşamasının daha o yıllarda tamam-
lanması, Kıbrıs ulusunun oluşumunda önemli bir kilometre taşı oluştu-
rur, emperyalizmin ada halklarını birbirine düşürerek sürekli hakimiyet
stratejisini uygulamasına engel teşkil ederdi. Ancak Kilise böylesine zor
ve uzun vadeli bir mücadele içine girmek yerine, en temel ekonomik çı-
karlarını rasyonalize edecek, kestirme bir sözde ulusçuluğu (özde başka
bir ulusa dahil olmayı) tercih etti. Bu tercihte, ulusal demokratik dev-
rimden sonra, işçi sınıfı ile karşı karşıya gelmekten, sosyalist bir devrimle
yüzleşmekten korkması, bunun yerine Yunanistan’dan 750 km uzaktaki
Kıbrıs’ta Yunanistan’a bağlı ancak kendi idaresinde bir cennet yaratmak
hayali de etkili oldu.
Kilise kendi devletini, kendi ulusunu yaratmak zor işi yerine, kuru-
lu bir devlete, oluşmuş bir ulusa dahil olmayı daha kolay, daha garan-
ti ve daha kestirme buldu. Böylece Yunanistan’a dahil olmayı savunan
ENOSİS çağrısı, Kıbrıslılığa vurulan ilk somut darbe oldu. Kilisenin bu
politikasından sonra, tek ulus olmaya doğru ilerleyen iki toplum yerine
her geçen gün birbirinden ayrı düşen iki halk maddi bir gerçeklik haline
gelmeye başladı.
Kemalist Türk aydın muhalefeti ve burjuva kilise egemenleri ile ulusal
bir cephede buluşamayan işçi örgütlenmeleri bir süre daha Kıbrıslılı-
ğı savunur ve bu uğurda somut bir mücadele yürütür. 1926 yılında ilk
kongresini örgütleyen Kıbrıs Komünist Partisi, Enosise karşı anti-emper-

12
yalist bir cephe siyasetini öne sürer5.
KKP kendisine amaç olarak; İngiliz Sömürgeciliğine son vermeyi,
Kıbrıs halkına yönelik geleneksel liderliğin (özellikle Kilise’nin) baskıları-
na son vermeyi ve ENOSİS’e karşı savaşmayı belirler. 18 Kasım 1929’da
Yunanistan Komünist Partisi yayın organı Rizospastis’te KKP’nin şu
açıklaması yayınlanır: “ENOSİS’e karşı mücadele, emperyalist baskıya karşı
mücadeledir. Kıbrıslı fakir köylü ve işçilerin politik stratejisi bu olmalıdır6.”
1931 yılında yayınlanan Kıbrıs Komünist Partisi Manifestosu’nda ise
şöyle denmektedir: “Kıbrıs Komünist Partisi işçi ve köylülerin ivedi eko-
nomik istemleri için; milliyetçi liderlerin hıyanetini açığa çıkarmak için ve
onların karşı devrimci sloganı ENOSİS’e karşı savaşım verecektir. Amacımız
emperyalizme karşı, ezilen Türklerin ve Rumların oluşturacağı cephe ile ku-
rulacak Sosyalist Kıbrıs’tır7.”
KKP’nin iç dinamiklere dayalı ve ağırlıkla Kıbrıslı işçi ve köylülerinin
maddi çıkarlarından beslenen bu olumlu politikası, Kıbrıslı kitleler içe-
risinde hızla yayılmaya başlar. Çeşitli iç ve dış gelişmeler nedeniyle çok
uzun süremeyen bu doğru politik çizgi, o kadar etkili olur ki aradan ner-
deyse 80 yıla yakın zaman geçmesine rağmen Kıbrıslılık, ütopik şekliyle
bile olsa, halkların bilincinde kendine yer bulabilmektedir.
Sovyetik çizginin henüz uluslararası politikada gerici karakterini so-
mutlaştırmadığı konjonktürde, KKP kendi ülkesine dair tahlillerini ya-
pabilmekte, uluslararası bir destek dahi alabilmekteydi. Bu çerçevede
Kıbrıs Valisi Sir Ronald Storrs 4 Haziran 1931’de şunları yazar: “Komü-
nist partisinin ilk eylemi 25 Mart’ta Yunan Ulusal gününe karşı gösteriler
yapmak oldu. Bu parti üyeleri Limasol’da Yunan Bayrağı’nı indirerek yerine
Bolşevik bayrağı çektiler. Burada ve Lefkoşa’da ENOSİS’çi toplantıları da-
ğıtmaya çalıştılar… bazıları tutuklandı ve iki aya kadar hapis cezalarına
hüküm giydiler… Polis kayıtlarına geçen komünistlerin sayısı son altı ayda
181’den 365’e çıkmıştır8.”
KKP’nin örgütlü çabaları yalnızca İngiliz Sömürge İdaresi’ni değil Ki-
lise’yi de rahatsız ediyordu. KKP’nin Kıbrıs ulusunu yaratmaya müsait

5 Kıbrıs Komünist Partisi ile ilgili ayrıntılı bir çalışma için bkz: Kıbrıs Komünist Partisi
Tarihi – Sömürgecilik, Sınıf ve Kıbrıs Solu, Yiannos Katsurides, Khora Yayınları
6 Paşalar Papazlar, Niyazi Kızılyürek, Khora Yayınları
7 Kıbrıs’ta Hasıraltı Belgeler, Salih Öztoprak. Kıbrıs Komünist Partisi Manifestosu’nun
tamamı Bağımsızlık Yolu Broşürleri arasında yakın zamanda yayınlanacaktır.
8 Paşalar Papazlar, Niyazi Kızılyürek, Khora Yayınları

13
anti-emperyalist bir cephe çağrısına olumsuz bakan Kilise; Yunan ulu-
suna eklenmeyi önüne koyan pan-Elenist bir siyaset gütmeye başlar. An-
cak, bu siyasetin asıl sebebi, KKP’nin burjuva/feodal mülkiyet ilişkilerini
sorgulaması ve bunun da Kilisenin ekonomik çıkarlarını tehdit etmesiy-
di. Kıbrıs ulusçuluğundan korkan İngiliz Sömürge İdaresi ve mülkiyet
ilişkilerinin sorgulanmasını istemeyen Kilise böylece ortak düşmanları
KKP’ye karşı istemeden de olsa birleşirler.
10 Ocak 1934’de Kıbrıs Valisi’nin gizli memorandumunda: “Benim
görüşüm, şimdilik, Kilise’ye mümkün olduğu kadar, ancak sorun yaratma-
yacak kadar güç vermek en iyisi olacak. Fakat durum ve ihtiyaçlar her an
değişebilir. Şimdilik, Kilise, bütün sahtekarlığına karşın anti-komünisttir
ve bu büyük bir hazinedir…9” denmektedir. 23 Kasım 1936 tarihinde
Sömürgeler Bakanlığı’nın yaptığı politik değerlendirmede ise: “Kıbrıs’da
gelecekteki politik rahatlığımız için, yönetimi bölgesel farklılık temelinde yü-
rütmeliyiz. Böylece, ENOSİS eskimiş bir değer olduğu zaman, kaçınılmaz
olarak yükselecek olan Kıbrıs Ulusçuluğu, mümkün olan en uzak tarihe er-
telenmiş olmalı…10” denilmektedir.
Böylece daha yeni gelişmeye başlayan zayıf bir işçi sınıfına ve eğitim-
siz köylü kitlelerine dayalı hareket; yukarıda da aktarılan sebeplerle içte
başka hiçbir ittifak yakalayamaz. Kilise ve Kıbrıslı Türk aydın muhale-
feti ile buluşmayınca içte yalnız kalır. 1930’ların ortalarından itibaren
Sovyet dış politikasının “sosyalist anavatan” tezlerine doğru yönelmesi ve
dünya Komünist Partileri’nin işlevinin kendi devrimlerini yapmak yeri-
ne SSCB’nin çıkarlarını korumaya göre tanımlanması KKP’nin Kıbrıs’a
dair bağımsız siyasetinin de sonu olur. 1936 İspanya İç Savaşı’nda so-
mut ürününü veren, 1945 Yalta Anlaşması ile açık bir nitelik kazanan,
1956 SBKP 20. Kongresi ile tescillenen bu revizyonist politika, KKP’den
AKEL’e doğru ilerleyen sürece temel karakteristiğini vermiştir.
Kilise ve İngiliz Sömürge İdaresi’nin politikalarına göğüs geremeye-
rek ortadan kalkan KKP, 14 Nisan 1941 tarihinde Çalışan Halkın İlerici
Partisi (AKEL) adı ile yeniden örgütlenir. Ancak iç ve dıştaki gelişmelere
bağlı olarak KKP’nin adı dışında değişen başka yönleri de vardır11. Sov-

9 age
10 age
11 AKEL’in kuruluşu, Kilise ve İngiliz Sömürge İdaresi ile ilişkileri gibi ilk dönem poli-
tikaları için bkz: II. Dünya Savaşı’nda Kıbrıs, Anastasia Yiangu, Khora Yayınları

14
yetik çizginin gereği olarak işçi-köylü sınıfları içerisinde uzun bir evrimsel
çalışma, sendikalaşma, reformların elde edilmesi ve parlamenter yollar-
dan iktidarı hedefleyen; uluslararası politikada SBKP’ye göbekten bağlı
bir siyaset AKEL’e damgasını vurur.
Bu çerçevede parlamenter mücadelenin zarar görmemesi için AKEL,
Enosis’i desteklemeye hatta bu konuda Kilise ile yarışmaya başlar. “1947’de
Londra’da toplanan Dünya Komünist Partileri Kongresi’nde AKEL’in hazır-
ladığı ve Kongre tarafından da onaylanan karar şudur: ‘ENOSİS, İngiltere
Sömürgesini sona erdirecek ve dolayısıyla Kıbrıs’ın Ortadoğu halkları için bir
üs olarak kullanılmasını engelleyeceği için ilerici bir adımdır12.”
Dünya reformist, revizyonist, parlamentarist çizgisinin Kıbrıs tem-
silcisi AKEL, bu politikalarla girdiği 1946 yerel seçimlerinde dört bü-
yük şehirde belediye başkanlıklarını kazanır. Sendikalarda, fabrikalarda
ve tarlalarda Kıbrıs’ın işçi ve köylülerini birlikte mücadele doğrultusun-
da örgütlemeye devam eden AKEL, bu politikası ile tam ters bir şekil-
de KKP’nin mücadeleci karakterinden ve Kıbrıslılığı savunan bağımsız
duruşundan taviz verdiği, reformist/parlamentarist politikaları savunup,
ENOSİS tezini onayladığı her noktada Kıbrıslıların birliğine dair son
umutları da yavaş yavaş tüketmeye başlar.

YENİ-SÖMÜRGECİLİK VE ABD/İNGİLİZ ÇATIŞMASI


İkinci Paylaşım Savaşı sonunda uluslararası emperyalist sistemin yeni
patronu ABD yeni-sömürgecilik siyaseti ile devreye girmiştir. Emper-
yalizmin II. Bunalım Dönemi’nin klasik sömürge siyaseti güden patronu
İngiltere, 1950’ler boyunca ABD’nin yeni-sömürgecilik politikalarına di-
renecektir. Eski sömürgecilik yöntemleri ile yeni-sömürgecilik siyasetinin
en temel çekişme alanlarından biri de Kıbrıs olmuştur. Kıbrıs İngiltere
için o denli stratejik öneme sahiptir ki, uluslararası emperyalist sistemin
yeni patronuna direnerek NATO içinde uzun süre devam edecek bir çe-
lişkiye neden olmuştur.
Kıbrıs’ta yükselecek muhtemel bir ulusal kurtuluş mücadelesi ile Kıb-
rıs’ın emperyalist ilişkiler ağının dışına çıkacağını düşünen ve SSCB’ye
karşı önemli müttefikler saydığı Yunanistan ve Türkiye’nin Kıbrıs mese-
lesi nedeniyle birbirine düşmesinden çekinen ABD; Kıbrıs’ta uyguladığı
klasik sömürgeci siyasetinden vazgeçmesi için İngiltere’ye baskı yapmaya

12 Kıbrıs’ta Hasıraltı Belgeler, Salih Öztoprak

15
başlar.
1951’e kadar İngiltere’nin etki alanında bulunan Yunanistan, ENO-
SİS talebi ile kendisine başvuran papazları kovmuş ve “bizi rahat bırakın”
demiştir. 29 Eylül 1950’de, sonradan Başbakan olacak olan Yunanistan
İçişleri Bakanı Georgios Papandreu, Kıbrıslı Elenlerin ENOSİS isteğine
şöyle yanıt vermişti:“Yunanistan bugün biri İngiliz öteki Amerikan iki ci-
ğerle nefes alıyor. Bu nedenle, Kıbrıs sorunu yüzünden boğulma tehlikesine
giremez13.”
Ancak Yunanistan’ın tavrı ABD hegemonyası altına girmesi ile değiş-
meye başlar. Marshall ve Truman yardımları ile ABD etki alanına giren,
ABD tekelleri vasıtasıyla ABD’nin yeni-sömürgesi haline gelen Yunanis-
tan devreye sokulur ve ENOSİS istemini İngiltere’ye bildirir. İngiltere’nin
bu çabaya yanıtı sert olur. Sir Anthony Eden yaptığı bir açıklamada “Kıb-
rıs elbette ki NATO açısından önemlidir. Ama sadece NATO açısından değil.
NATO çıkarlarının dışında İngiltere’nin Kıbrıs’ta hayati çıkarları vardır. No
Cyprus, no oil. Bu da bizim için açlık ve işsizlik demektir. Bu, bu kadar
basittir14.” der. İçte Kilise ve AKEL, dışta Yunanistan ve ABD tarafından
sıkıştırılan İngiltere, klasik böl-yönet siyasetini uygulamaya koyar. Bu
uğurda Kıbrıslı Türkleri devreye sokar ve Türkiye’nin TAKSİM istemesi
için politika yürütmeye başlar.
Kıbrıslı Türk Yukarı Sınıfı İngiltere ile uyum içinde, varlığından mem-
nun bir halde yaşarken, İngiltere’nin Kıbrıs’taki varlığı tehlikeye girince
ciddi bir sıkıntı içine düşer. “28 Kasım 1948 günü Kıbrıs Türk liderliği
tarafından Lefkoşa’nın Türk kesimindeki Ayasofya meydanında bir… mi-
ting düzenlenmiş ve burada Kıbrıslı Rumların plebisit, muhtariyet ve ilhak
istemleri şiddetle protesto edilmişti. Kullanılan slogan şöyleydi: Muhtariyet
esaret, ENOSİS ölüm, adil İngiliz idaresinin devamını isteriz15.”
Görüldüğü gibi, önceleri “statükonun devamı” tezini savunan bu
asalak memur sınıf, bu politikanın dünyada gelişen yeni havada hiçbir
yankı bulmayacağının anlaşılması üzerine, “adanın eski sahibine iade-
sini” istemeye başlar. Kıbrıslı Türk Yukarı Sınıfı’nın bu politika arayışla-
rı, Kıbrıslı Türklerin varlığı veya çıkarlarından çok kendi varlığı ve tatlı
yaşamının devamı ile ilgili arayışlardır. İngiltere’nin de yönlendirmesi

13 Karanlık Yön EOKA, Makarios Druşotis, Galeri Kültür Yayınları


14 Paşalar Papazlar, Niyazi Kızılyürek, Khora Yayınları
15 Kıbrıs’ta Fırtınalı Yıllar, Ahmet An, Galeri Kültür Yayınları

16
ile üçüncü bir politika değişikliğine giden Kıbrıslı Türk Yukarı Sınıfı
1955’lere gelindiğinde “TAKSİM”i savunmaktadır.
TAKSİM tezi, yukarı sınıfımızın memurluktan burjuvalığa geçişinin
de başlangıç noktasını oluşturur. Daha önceleri varlığını Sömürge İdare-
si’nin ihsan edeceği mevki ve maaşlara bağlayan bu kesim, artık yılmaz
bir “Türk Çarşısı” savunucusu olmuştur. Türk Çarşısı siyasetinin yoksul
Kıbrıslı Türkleri daha da yoksullaştırması, Elen’den ucuza alıp Türk’e pa-
halı satan Türk tüccarın (ekonomik) varlığını güçlendirir. Ancak yoksul
Türk işçi ve köylüsü katmerli bir sömürü altında kalır.
Taksim tezi, Türk tüccara hem keyfince sömürebileceği bir iç pa-
zar sağlaması anlamında, hem de buna itiraz edenleri hain ilan edece-
ği “Türkçülük” ideolojisi anlamında işlevsel bir alet sunar. Kıbrıslı Elen
Burjuvazisi / Kilise’nin Yunanistan’a eklenme ve hazır bir ulusa dahil olma
siyaseti böylece emperyalist İngiltere’nin de yardımlarıyla karşıtını bulur:
Kıbrıslı Türk tüccarlarının Türkiye’ye eklenme ve hazır bir ulusa dahil
olma siyaseti. Zamanla Türkiye de Taksim tezini savunmaya başlar ve
NATO içi kamplaşma netleşir. Kıbrıs’ta Kıbrıslı Türkler’e karşı Kıbrıs-
lı Elenler, taşeron devletler bağlamında Yunanistan’a karşı Türkiye ve
emperyalist çıkarların hesaplaşması bağlamında İngiltere’ye karşı ABD.
Tarih boyunca Kıbrıslılaşamayan ve bu gerilimler temelinde savru-
lan işçi-köylü sınıfların emperyalist-milliyetçi siyasetlerin yedeği ol-
maktan kurtulması için, gelişmeleri bu üç düzeydeki ilişki ve çelişkiler
bağlamında değerlendirmek ve tek boyutlu çözümlemelerden kaçınmak
gerekmektedir. Olguları yalnızca emperyalizmin oyunu veya Türkiye/
Yunanistan’ın yanlışları veya Kıbrıslı Elenlerin/Türklerin hataları olarak
değerlendirmekten kurtulamayan çözümlemeler, tek boyutlu kalmaya ve
gerçeği anlayamayıp değiştirememeye mahkum olacaktır.

EOKA – TMT
İngiltere’nin Türkiye’yi Taksim tezine kazanması, ABD’nin EOKA ara-
cılığı ile silahlı mücadele başlatması ile aynı tarihlere denk düşer. Yuna-
nistan İç Savaşı’nda faşist paramiliter güçlerin komutasını yürütmüş CIA
destekli General Grivas, Kıbrıs’a gönderilir16. ABD ve Yunanistan’dan
tam destek alan Grivas, EOKA’yı örgütlemeye başlar.

16 Grivas’ın ilk dönem EOKA anıları için bkz: Hayatım, General Grivas, Khora Yayın-
ları

17
“EOKA’nın faaliyete geçmesi Yunanistan’ın yardım, destek ve onayıyla
olmuştu. Bu olay artık iyice ABD etki alanı içine giren Yunanistan’ın İngil-
tere’ye açıkça tavır aldığını… göstermesi bakımından önemlidir… EOKA
hareketi, bölgede o dönemin ABD-İngiliz rekabetinde ABD çıkarlarının
temsilcisiydi17.”
EOKA hem Kıbrıs’ta İngiliz Sömürge İdaresi’ni yıpratmak, hem de
“ulusal” mücadeleden komünist unsurları dışlamak gibi ikili bir görev
üstlenir. Bu görevini başarı ile yürüttüğü 1955-59 arası ABD basının-
da İngiltere’nin sert bir şekilde eleştirilmesinden ve EOKA’ya sempati
ile yaklaşılmasından anlaşılabilir. İngiltere’nin Kıbrıs’ta kalma ısrarının
NATO’nun güney kanadını felç ettiğini ileri süren ABD basını, bunun
da komünizmin gelişmesine uygun ortam yarattığını iddia eder. İngil-
tere’nin, ABD tarafından oluşturulan askeri-politik paktları bu şekilde
yıpratmasının kabul edilemez olduğu ısrarla yinelenir. EOKA dünya
tarihinde CIA destekli faşist paramiliter çetelerin yürüttüğü ilk “ulusal
kurtuluş mücadelesi” örneğidir. Ne yazık ki dünya halkları nezdinde al-
nımıza sürülen bu kara lekeyi artık silmenin imkanı yoktur.
ABD-CIA destekli faşist silahlı mücadeleye İngiltere’nin tepkisi gecik-
mez. İngiltere böl-yönet politikasını derinleştirerek hem Kıbrıs’ta kalacağı
süreyi uzatmaya hem de ABD ile yaptığı pazarlıklarda elini güçlendirerek
olası bir çekilmede adada üsler elde etmeye yönelik bir politika geliştir-
meye başlar.
Bu doğrultuda ikili bir politika geliştiren İngiltere, öncelikle adada
bulunan on binden fazla askerinin yetersiz olduğu gerekçesiyle, Kıbrıslı
Türkler arasından paralı asker almaya başlar. “Zamanın İngiliz yönetici-
lerinden John Reddaway’e göre, 1958 yılında Kıbrıs Polis Gücü’nde hiçbir
Rum görevli yokken, 542 Kıbrıslı Türk vardı. Yardımcı polis olarak ise 70
Ruma karşılık, 1700 Türk görev yapmaktaydı18.”
Aynı dönemde de EOKA’nın karşısına TMT’yi (Türk Mukavemet
Teşkilatı) çıkarır. Böylece adada faşist paramiliter çeteler, farklı emperya-
list odaklardan aldıkları destek vasıtasıyla varlık alanı yakalarlar. İki halk
arasında güvensizlik yükseldikçe yükselmekte, Müslümanlar Türkleşir-
ken, Hristiyanlar Elenleşmektedir.
Egemenlerin her düzeydeki çatışması halkların günlük hayatlarına da

17 Özgürlük, Yeniden Kıbrıs Sorunu 3, Temmuz 1988


18 Kıbrıs’ta Fırtınalı Yıllar, Ahmet An, Galeri Kültür Yayınları

18
yansırken, etnik ilişkilerin ötesinde bir direniş odağı oluşmaz/oluşamaz.
Bu, artık halkların ayrılması sürecinin son aşamaya varmak üzere olduğu-
nun göstergesidir. Şimdinin Kıbrıslı Türkleri, 1900’lerin Müslümanları;
1955’ten sonra kendilerini “Türk” olarak tanımlamaya başlarlar. Bu du-
rum 1970’li yılların ikinci yarısına kadar böyle devam edecektir.
1955-1960 dönemi Kıbrıs’ta yaşanan en yoğun dönemlerden biridir.
1 Nisan 1955’te EOKA kurulur. Hemen ardından Kıbrıslı Türkler kit-
leler halinde paralı asker yazılırlar ve önce 9 EYLÜL, VOLKAN, KARA
ÇETE, sonra çok daha profesyonel TMT gibi faşist, paramiliter örgütler
ortaya çıkar. Solculara, komünistlere, sendikacılara, demokrat ve aydın
insanlara yönelik eşi görülmedik bir terör dalgası hızla yayılır. Türk ve
Elen sendikalarının ayrılması, belediyelerin ayrılması, “Türk’ten Türk’e
Kampanyası” gibi gerici politikalar terör ortamının içerisinde rahatlıkla
uygulanır. Halkların birbirine düşman olması yönünde her türlü yöntem:
baskı, tehdit, ikna, propaganda, cinayet, yaralama vb. uygulanır. Bu dö-
nemde Nihat Erim: “Ne hazindir ki EOKA İngiliz’den, Türk’ten daha çok,
Kıbrıslı Rumlar’ın canına kıyıyor19” demiştir. Aynısı TMT için de söyle-
nebilir.
TMT’nin en kapsamlı kampanyası “Türk’ten Türk’e” kampanyasıdır.
Bu kampanya çerçevesinde yüzlerce Kıbrıslı Türk, TMT militanlarından
sokak ortasında dayak yemiş, dükkanının camları kırılmıştır. Kıbrıslı
Elenlerle ortak sendikal örgütlenmeye giden Kıbrıslı Türk işçiler baskı ve
tehditlerle sendikalarından istifa ettirilmişler, zorla milliyetçi (pan-Tür-
kist) sendikalara üye yazdırılmışlardır20.
Revizyonist politikaların takipçisi de olsa, sınıfsal temelde Türk ve
Elen işçileri birlikte örgütlemeye çalışan AKEL-PEO ve AKEL’in TÜRK
KOLU üyeleri bu faşist terör ortamında yaprak gibi savrulmuşlardır21.
1 Mayıs 1958’de Türk ve Elen işçilerin Lefkoşa sokaklarında ortak bir
eylem gerçekleştirmesi, faşist odakların baskısını yoğunlaştırır. Solcuların
kapılarının önüne “vur timleri” gönderilir, Ahmet Sadi ve eşine başarı-
sız bir süikast düzenlenir, TEK (Türk Eğitim Kulübü-solcu) yakılır, Fazıl
Önder, Ahmet Yahya (Berber) katledilirler ve Türkiye’den gelen subaylar
19 Paşalar Papazlar, Niyazi Kızılyürek, Khora Yayınları
20 Bu dönemde yaşanan baskı ve terör dalgası için bkz: Cinayetlerle Susturulan Bir
Toplum, Fadıl Çağda, Khora Yayınları
21 Dönemin işçi önderlerinin yaşanmışlıkları için bkz: İşçi Sınıfımızın İlk Öncüleri,
Ahmet An, Khora Yayınları

19
aracılığıyla hemen hemen bütün köy isimleri değiştirilir.
Bu faşist terör dalgası, karşısında neredeyse hiçbir ciddi sınıfsal direniş
bulmaz. Katillerinin arkasından bıçakla koşarak yakalamaya çalışan Fazıl
Önder dışında faşist örgütlere yönelik silahlanma, aktif direniş ve misil-
leme girişimleri hiç yoktur. Reformist, revizyonist, parlamentarist AKEL,
pasifist bir politika izleyerek bu kötü günlerin geçmesini beklemeye, adı
bilinen komünist Türkler’i ülke dışına kaçırmaya başlar. Solcuların sen-
dikalarından istifa ettiğini, kapısının önünde nöbet bekleyen faşistlere bir
kurşun bile sıkmadığını, tescilli faşistlerin burnunun bile kanamadığını
gören halklarda korku, sinme ve her şeyi sineye çekme kaderci duygusu
hakim olur.
Faşist eğilimlere prim verecek yapısı olduğu asla söylenemeyecek Kıb-
rıs halkları, samimi, cesur ve yiğit bir önderliğin yokluğunda, susar, bek-
ler ve “anavatanlara” sığınmayı çözüm olarak bulur. Bu dönemde yaşanan
sindirme politikalarının Kıbrıslı Türk halkında bıraktığı izler halen göz-
lemlenebilir. Devlet yönetiminden çekinmeyen ve her türlü hakkını ara-
ma eğiliminde olan halkımız, gizli yeraltı teşkilatlarından hala ürkmekte,
çekinmektedir.
Revizyonist sol ise pasifizmi matah bir şeymiş gibi savunmayı, “ba-
rışçıllıktan saymayı” meziyet kabul etmekte, kendi aczini ve yetersizliği-
ni rasyonalize etmeye devam etmektedir. Böylece sivil faşist güçlerin iki
halkı ayırmaya yönelik fiili saldırısının önüne devrimci bir set çekme-
yen AKEL, Kıbrıslılığa vurulan son darbeye seyirci kalmıştır. Kıbrıs-
lılık bundan böyle varlığı tartışmasız (her ne kadar daha bir süre onlar
kendilerini Türk ve Elen diye adlandırsalar da) iki halkın yani Kıbrıslı
Türkler ve Kıbrıslı Elenlerin ayrı ayrı ancak koordineli mücadelelerinin
birliği ilkesince gerçek kılınabilecek, mücadele ile yaratılabilecek bir ideal
olarak var olabilir. İki halk artık ayrılmıştır.

YENİ-SÖMÜRGECİĞİLİN ZAFERİ: KIBRIS CUMHURİYETİ


NATO’nun krizi İngiltere ve ABD arasında yürütülen pazarlıklar so-
nucu 1960 yılında geçici olarak sona erer. İngiltere ada üzerinde doku-
nulmaz, tartışılmaz Kraliyet toprağı sayılan iki büyük üs alarak Kıbrıs’ın
geriye kalan bölgelerini boşaltır. Bu bölgeler ABD’nin yeni-sömürgecilik
siyasetine uygun olarak sözde bağımsız bir cumhuriyet ilan edilerek
uluslararası emperyalist sisteme eklemlenir.

20
16 Ağustos 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilanı aynı zamanda yeni-sö-
mürgeci siyasetin zaferidir. Artık İngiltere’nin açık işgali yerine ABD’nin
gizli işgali söz konusudur. İngiliz valisi gitmiş, emperyalizmin işbirlik-
çileri, CIA-MI6 tarafından kurdurulan faşist terör örgütlerinin ajanları
Cumhuriyet’in en yetkili makamlarına yerleşmiştir. Yeni-sömürgeci siya-
setin uygulanmasında yaşanan ve ilerleyen satırlarda değineceğimiz bazı
zaaflarla, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Elen yöneticilerin bu cumhuriyeti daha
en baştan kendi büyük milliyetçi emellerine uygun bulmamaları, Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren yaşamaya başladığı sorunların
nedenidir22.
Kıbrıslı Türk Yukarı Sınıfı ve Kıbrıslı Elen Burjuvazisi 1960 Kıbrıs
Cumhuriyeti’nden memnun değildi. Ancak ABD ile İngiltere’nin ve Tür-
kiye ile Yunanistan’ın uzlaştığı koşullarda yakalayacakları ilk fırsata kadar
çelişkilerini ertelemek zorunda kalmışlardır. Yeni bir cumhuriyetin ilanı-
na ve sözde barışa rağmen TMT, “Türk’ten Türk’e Kampanyası”nı devam
ettirmiştir. Makarios için ise ENOSİS hala asıl hedef olarak duruyordu.
21 Aralık 1963, her iki kanadın da beklediği fırsat olmuştur23.
1964 yılından itibaren birbirine giren Kıbrıs Yukarı Sınıfları, pasifist
AKEL’in politikaları sayesinde halk kitlelerini bu savaşlarında kullan-
makta zorlanmadılar. Ancak ABD; SSCB ile olan detant durumundan
ve uluslararası planda hareket sahası bulamadığından dolayı adaya müda-
hale edemedi. Türkiye ve Yunanistan ise hem ABD politikaları doğrultu-
sunda aralarında çelişki yaşamamaya hem de kendi iç çıkar çevrelerinin
baskıları ve Kıbrıs’taki bağlantıları dolayısıyla birbirlerine silah çevirmeye
dönük dalgalı/kararsız bir politik hat izlemeye başladılar.
Türkiye ile Yunanistan’ın tam bir uyum yakalayamaması (savaşta
veya barışta) ve ABD’nin doğrudan bir müdahale gerçekleştirememesi
sonucunda; adadaki en güçlü odak durumundaki Makarios kontrolü ele
alabildi. 1974 yılına kadarki gelişmelere Makarios damgasını vururken
aslında bu anti-emperyalist bir politik kazanım olarak değil, tamamen
konjonktürel bir avantaj olarak değerlendirilmelidir. Çünkü anti-emper-
yalist nitelikteki kalıcı kazanımlar ancak ezilen sınıfların mücadelesi ile
22 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşunu dönemin gazetelerini tarayarak aktaran bir çalış-
ma için bkz: İstenmeyen Bebek Kıbrıs Cumhuriyeti, Nikolaos Stelya, Khora Yayınları
23 Kıbrıs Cumhuriyeti döneminde Kıbrıslı Türk basınından yapılan ayıntılı bir tarama
ve ortaklığın dağılması süreci için bkz: İstenmeyen Bebeğin Ölümü, Nikolaos Stelya,
Khora Yayınları

21
gerçekleştirilebilir.
Anavatanların kararsızlığı, Kıbrıslı Yukarı Sınıflarla anavatanların
arasını açmaya başlamıştır. Makarios 21 Şubat 1965’te Yunanistan Baş-
bakanı’na mektup yazarak “Yunanistan hükümeti cesaretle Kıbrıslıların
çıkarlarını korumazsa, Kıbrıs hükümeti Yunanistan’dan ayrı bir politika
izlemeye hazırdır24” diyordu. R.R. Denktaş 12’ye 5 Kala isimli çok bili-
nen kitabını bu dönemde yazarak Türkiye’ye veryansın ediyordu. Kıbrıslı
Türk Yukarı Sınıfı daha kararlı bir Türk dış politikası istemektedir. Tür-
kiye ve Yunanistan ise ABD çizgisinden uzaklaşarak alternatif uluslararası
politika arayışlarına girmeye başlarlar. Bu politik kaos ortamında Türk-
lerle – Elenler arasında çatışmalar devam ederken Makarios, Bağlantısız
Ülkeler ile önceden yakaladığı ilişkiyi derinleştirmeye başlar. SSCB’nin
Bağlantısız Ülkeler’in desteklenmesi yoluyla “kapitalist olmayan yol” te-
zine uygun olduğu için bu politika AKEL’den tam onay alır.
Kıbrıslı Elen Burjuvazisi içinde de bağımsızlık eğilimleri güçlenme-
ye ve ENOSİS yerine bağımsız bir Kıbrıs Cumhuriyeti düşüncesi somut
bir karşılık bulmaya başlamıştır. ENOSİS politikası ile çelişkiye düşen
ve Kıbrıs’ın bağımsızlığından çıkar uman kesimler; Kıbrıs Cumhuriye-
ti’ndeki ayrıcalıklarını kaybetmekten korkan bürokrat kesim, Com-
monwealth üyesi olmanın ayrıcalıklarından vazgeçmek istemeyen sanayi
burjuvazisi ve Yunanistan’a göre alım gücü daha yüksek olan iç pazarını
kaybetmek istemeyen tüccar kesimleriydi. Ancak bu eğilimdeki kesim-
ler, bağımsızlık ve bağlantısızlık siyasetini desteklerken Kıbrıslı Türklere
yönelik baskıcı ve şövenist tavırlarını değiştirmezler. Böylece 1963’ten
sonra halklar arası ayrılık doruk noktasına varır.

ACHESON PLANLARI
Türkiye ve Yunanistan arasında yükselen gerilim NATO içinde yeni
bir krize neden olurken, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin hızla bağlantısızlık poli-
tikalarına dahil olması da ABD açısından ciddi bir tehdit demekti. ABD
bu duruma müdahale etmenin yollarını aramaya koyulur.
ABD’li diplomat Dean Acheson bu krizi çözmeyi hedefleyen bir plan
hazırlar ve ABD 1964 yılından itibaren bu politikayı yürürlüğe koyar. Ac-
heson Planları olarak bilinen ve 1974 yılına kadar çeşitli değişikliklere
tabi tutularak sürekli gündemde kalan bu plan; adanın Türkiye ve Yuna-

24 Paşalar Papazlar, Niyazi Kızılyürek, Khora Yayınları

22
nistan arasında taksimini öngören bir politik öze sahiptir. Planın ilk hali
şu şekildedir: “Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırmak, adanın büyük bir
bölümünü Yunanistan ile birleştirmek, bir bölümünde Kıbrıslı Türklerin ay-
rıyetten yaşaması ve bir bölümünün de Türkiye’ye askeri üs olarak verilmesi,
Makarios’un tarafsızlaştırılması ve komünistlerin ortadan kaldırılması25.”
Bu plan vasıtasıyla adanın ve anavatanların NATO içinde kalmasını
hedefleyen ABD, Yunanistan ve Türkiye’ye yoğun bir baskı yaparak planı
uygulamanın yollarını aramaya başlar26. 5 Haziran 1964 tarihinde ABD
tarafından Türkiye’ye gönderilen ve sert bir politik içerik taşıyan John-
son Mektubu, Türkiye’yi Kıbrıs’a müdahaleden uzak durması için sert
bir dille uyarırken, ABD ile birlikte ve NATO içi çözümler araması ge-
rektiğini hatırlatmaktadır. Hemen ardından politikası ılımlılaşmaya baş-
layan Türkiye, bu yıldan itibaren Kıbrıs konusunda ABD stratejisine
daha uygun politikalar izlemeye başlar. ABD’de yayınlanan bir gazeteye
demeç veren İsmet İnönü: “Kıbrıs’ta yürüyen politika Yunan ve Türk mü-
nasebetlerini dikkate almayan ve hissi bir başarı peşinde olan politikadır. Bu
politika, Yunanlılar ve Türkler arasında dostluk ve anlaşma ve ittifak poli-
tikasının hangi zaruretlerden doğduğunu hiç kavramamış bir politikadır…
Kıbrıs politikacıları bütün bu temel hakikatları kendi pençelerine almışlar,
kendi hisleri uğrunda düşüncesiz tehlikeye atmakta tereddüt etmiyorlar27”-
demektedir. Ancak Türkiye ve Yunanistan’ın Acheson Planı’nı tamamen
kabul ederek uyumlu bir politika izlemesi için kendi iç kamuoylarının ta-
leplerini bastıracak kararlı hükümetlere (askeri darbelere) ihtiyaç vardır28.
Acheson Planı eline ulaşan Yunanistan Başbakanı bu planı Kıbrıs Hü-
kümeti’ne kabul ettiremeyeceğini açıklamış ve kendi parlamentosunun
bile bu planı onaylamayacağını belirtmiştir. Bunun üzerine Johnson tara-
fından kendisine şu mesaj ulaştırılır: “Sizin parlamentonuz da anayasanız

25 Kıbrıs’ta Hasıraltı Belgeler, Salih Öztoprak


26 Acheson planlarının pratikte uygulanması için ABD’nin gösterdiği yoğun çabayı ve
1963-1974 dönemini inceleyerek, adamızın bölünmesine ışık tutan ufuk açıcı bir çalış-
ma için bkz: Kıbrıs Komplosu, Amerika, Casusluk ve Türk İşgali, Brendan O’malley, Ian
Craig, Khora Yayınları
27 Paşalar Papazlar, Niyazi Kızılyürek, Khora Yayınları
28 Ne Albaylar Cuntası ne de 12 Mart açık faşizmi yalnızca Kıbrıs ile bağlantılı neden-
lerle ortaya çıkmamıştır. Ancak ABD’nin yeni-sömürgecilik siyasetinin tam anlamıyla
kurumsallaştırılabilmesi ile bağlantılı ekonomik-politik diğer sebepler göz ardı edil-
meden, aynı yeni-sömürgeci siyasetin uluslararası emperyalizmin ihtiyaçları doğrul-
tusunda şekillendirilmesi de göz önünde bulundurulmalıdır.

23
da kahrolsun (fuck). ABD bir fildir, Kıbrıs ve Yunanistan ise birer pire. Eğer
bu iki pire fili kaşındırmaya devam edecek olurlarsa, filin hortumuyla her
an ezilebilirler29.”
Kararlılığı ortada olan ABD, 21 Nisan 1967’de CIA’in hazırladığı bir
planla Yunanistan’da Albaylar Cuntası’nı yaptırır. The Observer’de yazan
Charles Foley bu durumla ilgili olarak şöyle der: “Papadopulos bir devlete
başbakan olan ilk maaşlı CIA elemanıdır30.”
Böylece Yunanistan açık faşizme geçmiş, resmi faşist güçler yönetime
el koymuştur. Bu tarihten sonra Türkiye ile Yunanistan’ın ilişkileri hız-
la düzelmeye başlar. 12 Mart 1971’den sonra ise bu iki ülke arasındaki
her türlü prüz emperyalizmin lehine düzeltilmiş, aralarından su sızmaz
durumdadır. Ancak arkasına SSCB ve Bağlantısız ülkeleri almış, içte de
bağımsızlık politikasını savunan güçlerle ittifak halinde olan Makarios’u
ikna etmek mümkün değildir.
1968 seçimlerine “bağımsız bağlantısız Kıbrıs” sloganı ile giren Maka-
rios oyların %95’ini alır. ENOSİS sloganını yükselten Takis Evdokas ise
%4 oyda kalır. Makarios, Eylül 1967’de The Sunday Times gazetesinde
yayınlanan röportajında “Kıbrıs’ın ekonomik durumunun çok iyi olduğunu
ve bu şartlar altında ENOSİS’in Kıbrıslı Yunanlılar için düşünülemeyece-
ğini31”söylerken; Ocak 1968’de yaptığı bir açıklamada ise “ENOSİS’in
ulaşılması olanaksız bir ideal olduğunu32”söylemiştir.
Bağımsızlık politikası Kıbrıs’ta yaşayan Elenlerin Yunanistan’dan ba-
ğımsızlaşarak kendilerini Kıbrıslı Elen olarak tanımlamaları sürecini baş-
latır. Artık etnik temelde tanımlanmış pan-Elen milliyetçiliği, yerini daha
bağımsız bir kimlik oluşumuna bırakmaya başlamıştır.
Bu arada çeşitli değişiklere uğrayan emperyalizmin Acheson Pla-
nı hala yürürlüktedir. Planın uygulanması açısından Türkiye ve Yunanis-
tan “ikna” edilmiş ancak SSCB tehtidi nedeniyle doğrudan müdahalede
bulunamayan ABD, taşeronları aracılığıyla (Türkiye ve Yunanistan) içte
çok büyük bir destek almakta olan Makarios’tan kurtulmaya çalışmakta-

29 Paşalar Papazlar, Niyazi Kızılyürek, Khora Yayınları, “Fuck your parliament and
your constitution. America is an elephant, Cyprus is a flea. Greece is a flea. If these two
fellows continue itching the elephant they may just get whacked, whacked good by the
elephant’s trunk.”
30 Kıbrıs 1970-1974, Makarios Druşotis, Galeri Kültür Yayınları
31 Kıbrıs Sorununda İç ve Dış Etkenler, Niyazi Kızılyürek, Işık Kitabevi Yayınları
32 Kıbrıs’ta Hasıraltı Belgeler, Salih Öztoprak

24
dır.
Nihat Erim 1964 yılında İsmet İnönü’ye “Kıbrıs’ta papazın aklını
başına getirmek için, fiili bir müdahalenin Mr. Acheson’la görüşmelerin-
den edindiği izlenime göre, Amerikalılar tarafından anlayışla karşılanaca-
ğını33” söylemektedir. Nihat Erim’in izlenimleri daha sonradan gerçek
bilgiye dönüşecek ve Acheson kendisine “özel olarak, dostça söylüyorum,
fazla kan dökmeden size ayrılan bölgeyi gidip askeri kuvvetle işgal edebilir
misiniz? Eğer bunu yapabilecekseniz, gidip alın. Amerikan 6. Filosu karşını-
za çıkmaz, tersine sizi korur34” diyecektir.
Pravda gazetesinin yazdığına göre 3-4 Haziran 1971’de Lizbon’da
yapılan NATO Dışişleri Bakanları toplantısında, Türkiye ve Yunanistan
Kıbrıs’ı bölmek konusunda anlaşmışlar, yalnızca uygun fırsatı beklemek-
tedirler35. Yunanistan’da Cunta yanlısı bir gazete şöyle demektedir: “Biz-
ler gerçekçi olduğumuzdan, Yunanistan’ın yararına olan tek çözüm yolunun
çifte ENOSİS olduğunu biliyoruz. Yani Kıbrıs’ın %80’i Yunanistan’la %20
’si de Türkiye ile birleşmeli36.” Burada anlatılan Acheson Planı’ndan başka
bir şey değildir.

MAKARİOS’TAN KURTULMAK
Böylece, her türlü ABD girişimini reddeden, Yunanistan’daki faşist
yönetime direnen ve bağlantısız ülkeler ile iyi ilişkiler geliştiren Makari-
os’tan kurtulmak şart olmuştur. “Tüm dünya ülkeleri ile, özellikle ‘bağlan-
tısız ülkeler’ ve ‘sosyalist’ ülkelerle çok iyi ilişkiler kuran Makarios, giderek
artan ölçülerde NATO ve Yunanistan karşıtı bir tutum içine giriyordu. Yan-
lış bir yorumlama ve kaba bir benzetme ile kendisine ‘Akdeniz’in Castrosu’
denilmesi, tüm NATO müdahalelerine karşı geliştirdiği bu dik başlı tavır
yüzündendir37.”
Yunan Cuntası ve CIA ortaklığında 8 Mart 1970 tarihinde Makari-
os’a düzenlenen bir suikast girişimi başarısız olur. Makarios’a yapılan
suikasti kınaması gerektiği konusunda Kıbrıs Cumhuriyeti ABD Elçi-
si’ninin Kissinger’e yaptığı öneri dikkate alınmaz, Atina’daki ABD Elçisi
de suikasti kınamayı reddeder.
33 age
34 age
35 age
36 age
37 Özgürlük, Yeniden Kıbrıs Sorunu 3, Temmuz 1988

25
29 Temmuz 1971 tarihinde, Türkiye ve Yunanistan Dışişleri Bakan-
ları Lizbon’dayken vardıkları gizli anlaşmadan iki ay sonra, bir Kıbrıs-
lı Elen’in Grivas’a yazdığı şu mektup ele geçirilir: “…İngiliz Elçiliğinde
görevli Flecher isminde bir gizli servis elemanı beni ziyaret etti. …benden
sizin Acheson Planı’na benzer bir çözümü kabul edip etmeyeceğinizi soruyor.
Eğer bu konuda Türkiye, Yunanistan ve siz hemfikir olursanız, Makarios
konusunda endişe etmemeniz, yapılacak tek şeyin sizin Kıbrıs’a getirilmeniz
olacağını söyledi38.”
Anlaşılan odur ki; suikast girişiminin başarısız olması üzerine ABD,
TC ve Yunanistan tarafından yeni bir senaryo uygulamaya konulmuş-
tur. Grivas, Kıbrıs’a dönüş hazırlıklarına başlar. “Spiros Papageorgiu’ya
göre, Grivas Acheson Planı’nı eklediği şu iki notla birlikte, kendisine yakın
bulduğu gazetelere göndermişti: ‘Manşetlerden düşürmeyin. Politikamızı
dayandıracağımız bu plandır.’ Böylece 8 Şubat 1971’de Lefkoşa’da Patris,
Selanik’te Ellinikos Voras ve Atina’da Estia gazeteleri farklı manşetlerle aynı
metni yayınladı. İçerikte, Acheson Planı’nın Makarios’un anti-Enosis duruşu
yüzünden kaçırılmış olan Kıbrıs’ın Yunanistan ile birleşmesi için eşsiz bir
fırsat olduğu söyleniyordu. Bakın Estia ne manşet atmıştı: ‘Acheson Planı:
Yunanistan’ın Kıbrıs Üzerindeki Emelleri Haklı Çıkıyor. Makarios’un Yurt-
severliğe Sığmayan Tavrı Ret Yönünde!’39”
ABD’nin Acheson Planı doğrultusunda uyumlu bir birliktelik yaka-
layan TC ve Yunanistan, bu planı Makarios’a kabul ettirmekte zorlanı-
yorlardı. “Türk Cumhurbaşkanı Sunay, 1971 Ekimi’nde buluştuğu Kral
Konstantin’e şunları söylemişti: Türkiye şahsen Sayın Palamas’tan40 ve Yunan
Hükümeti’nden beklemediği bir yardım almıştır. Ama Kıbrıslıların direnişi
kırılmalıdır41.”

EOKA-B VE ÇİFTE ENOSİS


“Kıbrıslıların” yani Makarios’un direnişini kırmak yönünde yürürlüğe
konan senaryo doğrultusunda, ABD’nin eski dostu faşist Grivas gizlice
adaya sokularak EOKA-B kurdurulur.
Bu durum Türkiye’nin bilgisi dahilinde, ABD ve Yunanistan’ın kont-

38 Kıbrıs’ta Hasıraltı Belgeler, Salih Öztoprak


39 Kıbrıs 1970-1974, Makarios Druşotis, Galeri Kültür Yayınları
40 Yunan Dışişleri Bakan Yardımcısı
41 Kıbrıs 1970-1974, Makarios Druşotis, Galeri Kültür Yayınları

26
rolünde gerçekleşir. 12 Ekim 1971 tarihinde Hindistan Büyükelçisi’nin
“Grivas’ın adada bulunması Türkiye’yi rahatsız ediyor mu?” sorusuna Ya-
vuzalp’in yanıtı şu olmuştu; “Grivas’ın adada bulunması bizi endişelendir-
miyor, çünkü Yunanistan ve ABD onun kontrol altında olduğu konusunda
Türkiye’ye güvence verdiler42.”
Ancak Grivas’ın kurduğu EOKA-B, Kıbrıslı Elenlerden hiçbir kitlesel
destek bulmaz. Yunanistan’ın Albaylar Cuntası EOKA-B’yi dört ayaklı
bir planın parçası olarak tasarlamıştır. Öncelikle EOKA-B silahlı mü-
cadele yoluyla içerde bir kriz yaratacak, ardından ve eşzamanlı olarak
Kilise içerisinde Grivas’a yakın metropolitler aracılığıyla Makarios’un
meşruluğu tartışmalı hale getirilecek ve bunun üzerine “milli merkez”
Yunanistan tarafından Makarios’a bir istifa çağrısı sunulacaktır. Maka-
rios’un istifayı reddetmesi halinde de cuntaya sadık Milli Muhafız Or-
dusu bir darbe yaparak yönetimi devralacaktır. Darbe öncesi gelişmeler
nedeniyle yasal hale gelen yeni yönetim de Acheson Planı’nı onaylayarak,
hukuğa uygun bir şekilde görevini yerine getirecektir. Ancak işler plan-
landığı gibi gitmez ve çeşitli nedenlerle bu sofistike plan koordineli olarak
uygulanamaz.
Planın her bir ayağı birbirinden bağımsız olarak hayat bulur ancak
Makarios herbirini teker teker savuşturur. 11 Şubat 1972 tarihinde Yunan
Hükümet’i Makarios’a diplomatik bir nota iletir. Notanın yazılı olmayan
kısmında sözlü olarak Makarios’un istifası istenir. Diğer ayaklardan ba-
ğımsız uygulanan bu diplomatik notayı Makarios kolayca savuşturur ve
içte de bağımsızlıkçı kesimlerin açık desteğini yanında bularak daha da
güçlenir.
Giderek yalnızlaşmaya başlayan Grivas ve EOKA-B’ya bağlı metro-
politler 2 Mart 1972’de, geç kalmış olarak, toplanırlar ve Makarios’u
Başpiskoposluktan veya Cumhurbaşkanlığından istifaya çağırmayı görü-
şürler. Kararlarını sözlü olarak Makarios’a iletirler ancak etkili olamazlar.
Bunun üzerine ve EOKA-B’nin silahlı mücadelesi devam ederken 1 Ha-
ziran 1972 tarihinde Makarios’a mektup yazarak Cumhurbaşkanlığından
istifa etmesi için 10 gün süre verirler. Makarios’un bu çağrıyı reddetme-
si üzerine yaşanan kısa bir bocalamadan sonra, 7 Mart 1973 tarihinde
Metropolitler Meclis’i toplanır ve Makarios’u Başpiskoposluktan azleder.
Makarios bu meclisin tamamen gayrimeşru olduğunu iddia ederek Ru-

42 Kıbrıs’ta Hasıraltı Belgeler, Salih Öztoprak

27
hani Meclisi toplantıya çağırır. Bu toplantıda Metropolitler Meclisi’nin
yasadışı hareket ettiğine karar verilir ve Grivas dostu üç Metropolit 14
Temmuz 1973 tarihinde azledilir. EOKA-B’yi de seri operasyonlarla etki-
siz hale getiren Makarios, ABD’nin bir hamlesini daha savuşturmuş olur.
1964 yılından beridir uygulanmayı bekleyen ABD’nin Acheson Planı
(Taksim veya çifte Enosis olarak özetlenebilir) için Türkiye açısından ge-
rekli düzenlemeler daha 1967 yılından gerçekleştirilmiş, 12 Mayıs 1971
faşist cuntası ile Türkiye kendisini tamamen bu plana göre ayarlamıştır.
Kıbrıslı Türklerin işbirlikçi liderliği de Taksim’e dünden razıdır. 1967’de
gerçekleşen Albaylar Cuntası sonucunda Yunanistan da bu çizgidedir.
Ancak Makarios bir türlü ikna edilememektedir.
Makarios, Elen milliyetçiliğinin kendine özgü yorumu sonucunda
ada üzerinde bir Taksimi asla kabul etmeyeceğini 1970’li yılların başın-
da artık açıkça göstermişti. Bu durumda “uluslararası hukuk” kurallarına
uygun bir yöntemle Acheson Planı’nı yürürlüğe koymak isteyen ABD
için Makarios’tan kurtulmak şart olmuştu. 1968 seçimlerini kazanan, 8
Mart 1970 tarihinde CIA tarafından organize edilen bir suikasten kurtu-
lan, Kilise içi darbe girişiminden kurtulan Makarios; EOKA-B’nin silahlı
direnişini de pasifize edince, ABD tarafından Makarios’u temizlemesi gö-
revi verilen Yunan faşistleri açıkça başarısız oldular. Albaylar Cuntası’nın
Acheson Planı’nı Makarios’a zorla veya iyilikle kabul ettirememesi üzeri-
ne Yunanistan’da darbeye darbe yapılır. Öncesinde Albaylar Cuntası son
kez şansını dener ve 7 Ekim 1973’te Makarios’a bir suikast daha düzenle-
nir. Ancak Makarios bu suikastten de tesadüf eseri kurtulur.
25 Kasım 1973’te yönetime el koyan Yoannidis, Yunanistan’ın sö-
mürge tipi faşizm tarihinde ikinci faşist yönetimi kurmuş olur. ABD’nin
Acheson Planının uygulanmasında tek engel haline gelen Makarios’tan
kurtulmanın fiili olarak Türkiye ve Yunanistan’ı kullanmaktan başka de-
nenmeyen yöntemi kalmamıştır. Gelişmelerin farkında olan Makarios,
kendisine yönelik bir darbe hazırlığının bilincinde olarak Yunan Hükü-
meti’ne kamuoyuna açık bir mektup göndererek, hakkındaki planları
protesto eder. 2 Temmuz 1974 tarihli mektupta kendisinin Yunanistan’ın
valisi olmadığını hatırlatan Makarios, bütün Yunan subaylarının derhal
Kıbrıs’tan çekilmelerini talep eder. Ancak göremediği nokta Yunanistan’ın
Türkiye ile koordineli olarak ve ABD tarafından yönlendirildiğidir. ABD
ise bombanın saatini çoktan ayarlamıştır. Senaryonun başlangıç tarihi 15

28
Temmuz 1974 olarak belirlenmiştir.

A PLANI: 15 TEMMUZ – B PLANI: 20 TEMMUZ


Yaklaşık on yıldır Acheson Planı’nı uygulamak ve böylece gerçekten
bağımsız bir Kıbrıs tehdidini ortadan kaldırmak yönündeki tüm girişim-
leri başarısızlığa uğrayan ABD, bu kez ikili bir planla ortaya çıkmıştır.
Öncelikle 15 Temmuz 1974 tarihinde Milli Muhafız Ordusu aracılı-
ğı ile Makarios’a darbe yapılır. Darbenin amacı Makarios’u ele geçirip
öldürmek, ardından da Acheson Planı önündeki tüm engelleri ortadan
kaldırmaktır. Ancak Makarios kaçar. Makarios’un bu hamlesi ABD’nin
planlarını bozamaz, çünkü bu kez bir B planı vardır. Makarios’un kaçtı-
ğının kesinleşmesi ile Türkiye’ye beklediği işaret verilir ve Türk Ordusu
adayı işgale başlar. Türk taarruzu 04:45’te başladığı halde Yunan Genel
Kurmayı savunma amacıyla bir girişim yapılmasına engel olur ve sürek-
li “soğukkanlılığınızı koruyun” mesajı geçer. “İlk kritik saatlerde bir tek
uçaksavar mermisi bile atılmamıştır43.” Yaklaşık 06:00’da Yunan savaş
gemilerinin yola çıkıp çıkmayacağı sorulduğunda, General Bonanos’un
yanıtı: “Türkler Kıbrıs’a taarruz ediyor; Biz Yunanistan’ız” olmuştur44.
Milli Muhafız Ordusu’nun saldırıyı püskürtme emri, saldırı başladıktan
yaklaşık iki saat sonra ve Yunanistan Genelkurmay’ının onayı dışında ya-
yınlanmıştır.
Türk Ordusu’nun nereye kadar ilerleyeceği bile ABD’li uzmanlarca
önceden kararlaştırılıp uygulanmıştır. 12 Eylül faşist cuntasının şefi Ke-
nan Evren, bu planlara uygun olmayarak, Maraş’ın yanlışlıkla alındığını
yıllar sonra itiraf etmiştir.
İşgal harekatından sonra göstermelik protestolara girişen emperyalist
ülkeler ve en başta da ABD; NATO içi bir sorunu çözerek bağımsız bir
Kıbrıs ihtimalini uzak bir geleceğe ötelemenin rehavetini yaşamaktadır.
5 Eylül 1975’te ABD’de yayınlanan New Statesmen’de Christopher Hic-
kens şöyle yazar: “Ada etkili bir şekilde bölünmüştür. Bundan sonra yapıla-
cak olan, ufak tefek kozmetik değişikliklerdir. Şimdi Amerikan U-2 uçakları
İngiliz Üsleri’nden kalkmaya ve Ortadoğu üzerinde uçmaya devam ediyor.
Olası bir komünist iktidar önlenmiştir çünkü adadaki solcu sayısı kadar

43 Kıbrıs 1970-1974, Makarios Druşotis, Galeri Kültür Yayınları


44 age

29
NATO askeri yerleştirilmiştir45.”
Sürekli hakimiyet stratejisi başarılı olmuştur. Yıllardır uygulama alanı
bulamayan Acheson Planı fiilen uygulanmış, ada Türkiye ve Yunanistan
tarafından paylaşılmış durumdadır. Ne var ki; 1967’den 1974’e kadar
yaşananlar Yunanistan’ın Kıbrıslı Elenler gözündeki “anavatan” imajını
ciddi bir şekilde sarsmış, ekonomik sebeplerden gelişen bağımsızlık talebi
politik/sosyolojik bir karakter kazanmıştır. Bu sebeple Kıbrıslı Elen halkı
tarafından, 1974 sonrası Türkiye işgalinden dolayı katlanılması zorunlu
bir bela olarak Yunanistan’ın adadaki askeri varlığına istemeyerek göz yu-
mulmaktadır.
28 Şubat 1976’da Karamanlis, Kıbrıs’ın Atina Büyükelçisine şöyle
der; “Yuannides birkaç kez ömür boyu hapis cezası aldı, bu yeterlidir. Dar-
be konusu çok kurcalanırsa ABD ve İngiltere’nin de işin içinde olduğu
ortaya çıkacak. Halbuki bizler bugün onların desteğine gereksinim duyu-
yoruz46.”
1950’lerde İngiltere tarafından böl-yönet politikaları ile başlatılan ada
halklarının birbirinden ayrılması, ABD onaylı işgal sonrası tamamlan-
mış; Kıbrıslı Türkler kuzeye, işgal hattının içinde kalan 200 bin Kıb-
rıslı Elen de güneye göç etmiştir. Bundan böyle ada çapında gündeme
gelecek devrimci bir siyasetin; Kıbrıs’ın bağımsızlığı mücadelesi kadar
Kıbrıs halklarının yeniden bütünleştirilmesi (kardeşliği) mücadelesini
de önüne koymasını gerektiren bir durum ortaya çıkmıştır.
Emperyalizmin sürekli hakimiyet stratejisi ile kontrol altında tuttuğu
Kıbrıs adası bir bütün olarak, taşeron niteliğindeki Türkiye ve Yunanistan
aracılığı ile emperyalizmin işgali altındadır. Bu işgal fiili bir bölünme ve
halkların birbirinden yalıtık ekonomik-politik koşullarda varlığını devam
ettirdiği bir atmosfer yaratmaktadır.
15-20 Temmuz 1974 birkaç değişik anlamda önemli bir tarihsel dö-
nemdir. Öncelikle bu tarihten sonra ada üzerindeki ABD hegemonyası
tartışmasız bir hal almıştır. 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilanı ile birlikte
yeni-sömürgeci ABD siyaseti adada zafer kazanmıştı. Ancak bu zafer ke-
sin bir zafer değildi. İngiliz Sömürge İdaresi’nin bıraktığı olumsuz bir mi-
ras olarak ABD’nin iki yeni-sömürgesi (Türkiye ve Yunanistan), kendi iç

45 Kıbrıs’ta Hasıraltı Belgeler, Salih Öztoprak


46 Kıbrıs’ta Hasıraltı Belgeler, Salih Öztoprak

30
dinamikleri ile de bağlantılı sebeplerle, Kıbrıs üzerinde gerçek bir uyum
yakalayamıyorlar, bu da hem NATO içinde hem de Kıbrıs’taki sol güçler
bağlamında ABD’nin başını ağrıtıyordu. Öte yandan SSCB ile olan de-
tant durumundan dolayı adaya doğrudan müdahale edemeyen ABD’nin
bu zaafını Makarios yönetimi fırsat olarak değerlendirip bağlantısızlık
politikası güdüyor, hatta zaman zaman İngiliz üslerinin varlığı bile tar-
tışılır duruma gelebiliyordu. Acheson Planı’nın yasal zemine oturtularak
uygulanamadığı koşullarda, adada revizyonist de olsa sol bir odak; AKEL,
hızla büyüyordu. Bu nedenle ABD 1974’te Acheson Planı’nı fiili olarak
uygulamaya koydu.
Yunan Cuntası 1974 TC işgalinden sonra iç kamuoyuna hesap ve-
remeyerek devrilmiş, ABD Yunanistan’da açık faşizmden gizli faşizme
dönülmesine izin vermek zorunda kalmıştır. Zaten gerek ekonomik ye-
ni-sömürgecilik ilişkilerinin oturtulmasında, gerekse de uluslararası iliş-
kiler bağlamında üstüne düşen görevi başarıyla yerine getirmiş olan askeri
cuntalar işlevlerini tamamlamıştı. Böylece Yunanistan’da 1967-1974 arası
devam eden açık faşizm sona erer. Kıbrıs’ta ise Makarios, konjonktürel
avantajının sona erdiğini görür ve bundan böyle atacağı adımlarda elini
kolunu bağlayan bir bölünmüşlük ile karşı karşıya kalır. Aslında halkların
örgütlü mücadelesine dayanmayan görece serbestlik ortamının, emper-
yalizmin kendi iç çelişkilerini çözmesi ile birlikte mutlak bağımlılığa dö-
nüşmesi tarihte ilk değildir. Emperyalizme karşı kalıcı kazanımlar, ancak
ezilen halkların örgütlü mücadelesi ile elde edilebilir.
Bu tarihten itibaren ada, emperyalizmin sürekli hakimiyet stratejisine
uygun olarak kıskıvrak yakalanmış durumdadır. Kuzeyde ABD’nin taşe-
ronu TC tarafından gerçekleşen fiili işgal; hem TC’nin arkasına saklanan
ABD hem de sözde bağımsız Türk devletinin (kktc) arkasına saklanan TC
tarafından görünmez kılınmıştır. Buna karşılık güneyde adından başka
hiçbir şeyi kalmayan Kıbrıs Cumhuriyeti ve onun Kıbrıs’ın ezilen halk-
larının dayanışmasından korksa da bağımsızlık isteyen burjuva kesimleri
iki koldan kuşatılmışlardır.
Birincisi adanın yarısını kontrol altında tutan Türk ordusu, ikinci-
si de geriye kalan yarısında son tahlilde söz sahibi olan Yunan ordusu-
dur. Kıbrıslı Elen halkı yıllarca ENOSİS istemiş de olsa, 1960’lı yılların
ortasından sonra halkın çoğunluğu bağımsız bir cumhuriyetten yana
evrim geçirmişti. Bu evrimde önemli dönüm noktası; kendisini Yunan

31
ulusunun bir parçası sayan Kıbrıslı Elenlerin, Yunan Ulusu ile kültürel
ve tarihsel farklılıklarını görüp yaşadıkları 1967 sonrası dönemdir. Aynı
zamanda Yunanistan tarafından (tamamen askeri ve emperyalizmin ta-
lepleri doğrultusunda) kullanıldıklarını görmeleri ve bağımsızlıktan çı-
karı olan tarihsel öznelerin şekillenmesi bu bilinç gelişiminde önemli
dönüm noktalarıdır. Ancak gerek tarihsel geç kalmışlık, gerek komünizm
korkusu, gerekse de Kıbrıslı Türklerin varlığına hak ettiği önemi vermek
istemeyen büyük halk şövenizmi gibi nedenlerle; bağımsız bir Kıbrıs
yolunda anti-emperyalist bir ortak mücadele verilememiş/verilmemiş ve
adanın askıda kalmışlık hali 1974 müdahalesi ile yeni bir evreye sıçramış-
tır. Bu yeni evrede Yunan Ordusu’nun güneydeki varlığını kabullenmek
Kıbrıslı Elenler için “kaçınılamaz” bir olgu olsa da, Yunan ulusu ile ken-
dileri arasındaki farkın bilinci de bir o kadar “kaçınılmaz”dır.

2003’TEN GÜNÜMÜZE
Burada bazı noktaların altını çizmek gerekiyor. Kıbrıs’ın bölünmüş-
lüğü bir olgudur. Bu olgu, emperyalistler arası hegemonya kavgasından
başlayarak, emperyalistlerin uzantılarının çıkar çatışmalarına kadar iç içe
geçmiş birçok nedenle bağlantılı karmaşık bir süreç sonucunda oluşmuş-
tur. Ancak en az Kıbrıs’ın bölünmüşlüğü kadar temel bir sorun da ada
halklarının bölünmüşlüğüdür. Ada halklarının 1950’li yıllara kadar inişli
çıkışlı ama ciddi br siyasal husumet yaratmadan yaşadıkları süreç, bu ta-
rihten itibaren kesintiye uğramış, üstelik yaşananlar sonucunda ciddi bir
şövenist altyapı oluşmuştur. Şimdi Kıbrıs’ın yeniden birleştirilmesi için
yürütülecek herhangi bir politik mücadele, ada halkların yeniden kardeş-
leştirilmesi mücadelesini gündemine almadan başarıya ulaşamaz.
Öte yandan Kıbrıs’ta emperyalistler açısından acilen çözülmesi gere-
ken bir sorun yoktur. Emperyalist güçler kendi sorunlarını 1974 yılında
kategorik olarak çözmüşlerdir. Emperyalist güçlerin Kıbrıs’taki tek soru-
nu, fiili durumu yasal hale getirme sorundur. 1980’li yıllardan itibaren
yoğun olarak gündeme gelen tüm “çözüm” girişimleri de bu amaca hiz-
met etmektedir. Ancak, dünya emperyalist sistemi içerisindeki hegemon-
yası giderek zayıflamakta olan ABD, olası bir hegemonya devri sürecini
ertelemeye çalışan mali-askeri stratejisi çerçevesinde, Kıbrıs üzerinden
rakiplerinin bir adım önüne geçmek doğrultusunda stratejik bazı çıkar-
lara sahiptir. Henüz can yakan, acil bir durum olarak gündeme gelmese

32
de, Kıbrıs’ta emperyalist güçlerin genel “yasallaştırma” çıkarının yanında,
olası herhangi bir “yasallaştırma”yı şekillendirmek üzere ABD’nin özel
bazı beklentilerinin mevcut olduğunu da göz ardı edemeyiz.
2003 yılında yaşanan Annan Planı Referandumları “çözüm” için ciddi
bir beklenti yaratmıştı. Türkiye’nin desteklediği Annan Planı, Kıbrıs’ın
kuzeyinde kurulan sağlam hegemonyanın da etkisi ile onaylanmıştı. O
tarihten beridir de, ABD-AKP bloğu “çözüm” için bir mutabakatta bu-
luşmuş gibi görünüyorlar. Öte yandan Yunanistan ve AB de Annan Pla-
nı’na onay vermişlerdi. Ancak Yunanistan’ın güney Kıbrıs’taki hegemon-
yası, Türkiye’nin kuzey Kıbrıs’taki hegemonyası gibi güçlü olmadığından,
Kıbrıslı Elen şövenisti Makarios’çu güçler önderliğindeki “hayır” cephesi
Annan Planı’nı durdurabildi. “Hayır” cephesinin sözcüsü Papadobullos,
o tarihten itibaren ABD’nin hedefi konumuna yerleşti. Kuzeyde Denk-
taş’ın altedilmesine benzer bir sürecin sonunda Papadobullos iktidardan
uzaklaştırıldı. Daha o zamanlardan Amerikancı çevreler, seçimden sonra
gündeme gelecek bir BM girişiminin heyecanını yaşamaya başlamışlar-
dı. 2013’de mutlak ABD’ci, Annan Planı’na “evet” diyen DİSİ ve AB’ye
daha yakın AKEL arasındaki seçimlerde, DİSİ’nin kazanması ile de ABD
lehine bir dönüşüm sağlandı. Ama ABD bu kez de karşısında AB’nin
ayak sürçen pratiğini buluyor. Yen br emperyalist blok olarak yükselen
AB’nin de Kıbrıs ile ilgili hesapları var, üstelik Kıbrıslı Elen kontrolün-
deki Kıbrıs Cumhuriyeti de artık AB’ye üye... Geçmişte İngiltere ile veya
zaman zaman SSCB ile yaşandığı gibi açık bir rekabet söz konusu olmasa
da; Kıbrıs müzakerelerinde ABD, TC, Yunanistan, kktc ve Kıbrıs Cum-
huriyeti burjuvazileri kadar AB’nin de çıkarları hesaba katılıyor. AB de
stratejik sömürge Kıbrıs üzernde hak iddia ediyor.
Kıbrıs sorununun yıllarca, ABD patentli çeşitli BM girişimlerine rağ-
men çözülememiş olması, bu sorunun hiçbir zaman çözülemeyeceğine
dair mutlak bir güven yaratmamalıdır. Her durumda yaşanması olası tren
kazalarına da kapıyı açık bırakarak söylemek gerekiyor ki, yeni bir “çö-
züm planı”nın başarılı olma olasılığı da vardır. Kıbrıs sorunu, ekonomik,
politik, askeri, stratejik koşullara bağlı olarak herhangi bir zaman emper-
yalist güçlerin çıkarları doğrultusunda “çözümlenerek”, verili durum bazı
değişikliklerle yasal bir nitelik kazanabilir.
Böyle bir durumun ortaya çıkması, yani “Kıbrıs Sorununun çözüm-
lenmesi”, aslında sorunun halklar açısından çözümlendiği anlamına gel-

33
meyecektir. Çünkü aslında; Kıbrıs sorunu, Kıbrıs halklarının emper-
yalist güçlerden ve emperyalizmin içteki ve dıştaki işbirlikçilerinden
bağımsızlığını kazanması sorunudur. Kıbrıs sorununun halklar açısın-
dan çözümü bağımsızlıktan ve halkların kardeşliğinden geçer. Oysa olası
bir emperyalist çözüm planı fiili durumun ufak tefek farklılıklarla yasal
hale getirilmesinden öte hiçbir değişikliğe neden olmayacaktır.
Bu sebeple, devrimci güçler açısından, olası bir emperyalist çözüm
girişimini merkeze alan bir politik hat takip edilemez. Verili durumun
süre gitmesi veya yasal hale gelmesi, bizim mücadelemiz açısından nite-
liksel olarak hiçbir değişiklik yaratmaz. Elbette her iki durumda da (“çö-
züm”-“çözümsüzlük”) ortaya çıkacak tehdit ve avantajlar vardır. Ancak
iki durum da değerlendirildiğinde devrimci güçlerin örmesi gereken fiili
mücadele hattı, bağımsızlık ve halkların kardeşliği mücadelesi aynıdır.
Bu mücadele açısından herhangi bir durumun mutlak olumluluk veya
mutlak olumsuzluk içermesi söz konusu değildir. O halde, gücümüzü
emperyalist planların ortaya çıkaracağı kozmetik değişikliklere yandaş
veya karşı olmaya değil; bağımsız ve halkları kardeş bir vatan yaratmak
üzere mücadeleye kanalize etmeliyiz.

34

You might also like