You are on page 1of 335

F>$ 'p £ îtçj $ ;F£ î I l

<qibsoiA,
Embish & Elysion
www.webcanavari.net
Çeviren: Gamze Tokgöz

nem esis
'B ö i ü m ±

63 model Tunderbird tamirhaneden çıkarken kaldırımın üze­


rinden sıcak hava dalgaları yükseliyordu. V8 silindir ve iki
boğazlı H olley karbiratörü tıpkı doyuma ulaşmış bir kadın gibi
hararetli ve sesli bir şekilde mırıldanıyordu. Teksas’m sıcak
güneşi tel jantların üzerinde yüzlerce ışık patlamasına neden
oluyor, çelik kanatların üzerinde süzülüyor ve siyah boyasının
üzerinde parlıyordu. Sahibi onun kendisine doğru yaklaşması­
nı izledi ve mutlulukla gülümsedi. Birkaç ay önce bu üstü açık
spor araba, fareler için bir yuva görevi görüyordu. Yenilenip
eski güzelliğine döndüğünden beri göz kamaştırıyordu. Det-
roit’in mil başına bir galon benzin yakmasına, güvenlik özel­
liklerinin bulunmasına ya da bir kahve tutucu olup olmadığına
aldırmadığı ancak daha çok sekiz saniyede altmış m ile çıkma­
sıyla ilgilendiği günleri hatırlatıyordu.
Jackson Lamott Parrish bu koca T-bird’ün kırmızı deri kol­
tuğunda, bir bileğini kırmızı direksiyon simidinden sarkıtarak
oturuyordu. Işık, kahverengi gür saçlarına vuruyordu ve göz ka­
maştıran güneş ışığı yüzünden kıstığı gözlerinin çevresinde ince

5
Rachel Gibsan

kırışıklıklar oluşmuştu. Motora son kez bir ara gazı verip, onu
parka çekti. Kapıyı ardına kadar açtı, kovboy çizmesinin topu­
ğunu kaldırıma koydu. Arabanın içinden çıktı, yenilenmiş spor
arabanın sahibi ona doğru geldi ve ona bir çek verdi. Jack çeke
baktı, tüm sıfırların yerli yerinde olduğunu görünce çeki ikiye
katladı. Sonra onu beyaz gömleğinin göğüs cebine yerleştirdi.
“Keyfini çıkar," dedi ve dönüp dükkâna girdi. 1970 model
bir Barracuda 440-6’nın yanından geçti. Hava kompresörleri­
nin ve elektrikli aletlerin gürültüsünün arasından Jack’in kü­
çük erkek kardeşi Billy 59 model bir Dodge Custom Royal
Lancer'ın altından bir teknisyene seslendi.
T-bırd’ün bıraktığı boşluğu, yarın gelecek olan 54 model bir
Corvette dolduracaktı. Bu klasik bir spor arabaydı ve Güney
Califomia’dakı virane bir tamirhaneden bulunmuştu. Jack, üç
gün önce Corvette’i görmeye adeta uçarak gitmişti. Kırk bin
kilometrede olan bu arabaya, sekiz bin dolar ödemişti. Tama­
men yenilendiğinde, Corvette ona on katı para kazandıracak­
tı. Söz konusu eski arabaların yenilenmesi olduğunda, Parrish
American Classics işinin en iyisiydi. Bunu herkes bilirdi.
Yolu döverek giden, sesleri kulak tırmalayan, güçlü motor­
lu Amerikan araba merakı onların kanında vardı. İlk adımları­
nı atmaya başladıkları günden beri Jack ve Billy babalarının
tamirhanesinde çalışmışlardı. İlk motorlarını topladıkların­
da henüz sakallan bitmemişti. Bir 260 V8Te 289 arasındaki
farkı gözleri kapalı söyleyebilir, yakıt injektörlerini uyurken
bile değiştirebilirlerdi. Lovett, TeksasTı olmaktan gurur duyan
Parrish kardeşler futbol, soğuk bira ve - kabarık saçlı, edepsiz
6
P a p a ty a Falı

kızlar dikiz aynasında rujlarını tazelerken- açık düz yolların


tozunu attırmayı severek, büyümüşlerdi.
Oğlanlar tam irhanenin arkasındaki üç odalı küçük bir evde
büyümüşlerdi. Eski tamirhanenin yerinde artık yeller esiyor­
du. Yıkılmış, yerine çok daha büyük, sekiz bölmeli m odem bir
tamirhane yapılmıştı. Tamirhanenin arkasındaki bahçe tem iz­
lenmişti. Eski arabalar ve hurdalar uzun zaman önce oradan
çekicilerle kaldırılmıştı.
A ncak ev aynı kalmıştı. Annelerinin diktiği güller, karaağa­
cın altındaki çim enler hala yerinde duruyordu. Aynı beton sun­
durma ve yağlanm ası gereken aynı kapı da yerinde duruyordu.
Evin içi ve dışı, daha önceki rengine, yeniden boyanmıştı. Tek
fark, Jack ’in orada artık yalnız başına yaşıyor olmasıydı.
Yedi yıl önce B illy Rhonda, Valencia ile evlenmişti ve is­
tekli bir şekilde kötü alışkanlıklarını bırakmıştı. Kasabalıların
hatırlayabildiği kadarıyla Jack, hiçbir zam an kötü alışkanlıkla­
rından vazgeçm e eğilim inde olmamıştı. H atırladıkları kadarıy­
la onu dize getirecek bir kadınla da tanışm amıştı. Asla.
Ancak onlar her şeyi bilmiyorlardı.
Jack, tam irhanenin sonundaki ofisine doğru ilerledi ve içe­
ri girip kapıyı kapattı. Cebindeki çeki bir çekmeceye koydu
ve sandalyesini çekti. 54 model C orvette’i satın almadan önce
arabanın geçmişini araştırmış sonra yapısal bütünlüğünde cid­
di bir hasar olup olm adığından emin olmak için C alıfom ıa'va
gitmişti. Bir araba, tekrar m ükem mel bir durum a gelene kadar,
o arabanın geçmişini araştırıyor, yedek parçalarını buluyor ve
onu yeniliyordu.
Jack’in sekreteri Penny Kribs iç eri g ir d i v e o n a o g ü n ü n
postalarını verdi. “Ben saçımı y a p tırm a k iç in ç ı k ıy o r u m ,” d iy e

hatırlattı.
jack başını kaldırıp, Penny'nin tepesindeki b ir tutam siyah
saça baktı. Penny ile on iki yıl boyunca aynı okula gitmişti ve
kocası Leon’la aynı futbol takımında oynamıştı.
Ayağa kalkn ve mektupları masasının üzerine bıraktı.
“Benim için gidip kendini mi güzelleştireceksin?”
Hemen hemen her pannağında bir yüzük vardı ve pembe
ojeli uzun tırnaklan tıpkı pençe gibi kıvnlmışlardı. Bu tırnak­
larla nasıl klavye kullandığını ya da onları gözüne sokmadan o
kadar rimeli nasıl sürdüğünü sıkça merak ederdi. H ele küçük
Leon'u eline nasıl aldığını, düşünmek bile istem ezdi. Bu dü­
şünce bile tüylerinin ürpermesine neden oldu.
“Elbette.” dedi kadın gülümseyerek. “B ilirs in , s e n b e n im
ilk aşkınısın”
Evet, biliyordu. Üçüncü sınıfta Penny ona âşık olduğunu
söylemiş, sonra da kaval kemiğine bir tekme atmıştı. Jack o
zaman böyle bir âşk istemediğine karar vermişti. “Bunu Le-
on’a söyleme.”
“Oh, o bunu biliyor,” elini salladı ve ardında parfüm koku­
su bırakarak kapıya yöneldi. “Seninle asla bir ilişkiye girme­
yeceğimi de bilir.”
Jack kollannı göğsünün üzerinde kavuşturdu ve kalçasını
masanın kenanna dayadı, “nedenmiş o?”
“Çünkü sen kadınlara pek de lezzetli olmayan şekerler gibi
davranırsın. Bir orasından emersin, bir burasından. Belki bir
P a p a ty a F a lı

ısırık alırsın ama asla tümünü yem ezsin.”


Jack güldü. “Yanıldığını kanıtlayabilecek birkaç kadın var.”
Penny bundan pek hoşlanm amıştı. “N e dem ek istediğim i
biliyorsun,” dedi om zunun üzerinden ve kapıdan çıktı.
Evet, ne demek istediğini biliyordu. Tıpkı birçok kadın
gibi, Penny de onun evlenmesi, çocuk yapması ve SUV tipi bir
araba kullanması gerektiğini düşünüyordu. Ancak Jack, küçük
kardeşinin bu görevi, her ikisi adına hakkıyla yerine getirdiği­
ni düşünüyordu. B illy ’nin altı aylıkla, beş yaş arasında üç kızı
vardı. Sessiz bir sokakta, arka bahçesinde salıncakları olan bir
evde yaşıyordu. Karısı Rhonda, okul çağında çocuğu olan he­
men her anne gibi, bir Tahoe kullanıyordu. Ü ç yeğeni varken
Jack, dünyaya başka bir Parrish getirmeyi düşünmüyordu. O
“Jack A m ca” idi ve bu da ona yetiyordu.
Sandalyesine geri döndü ve gömleğinin manşetlerini açtı.
Kollarını sıvadı ve işe koyuldu. Cuma günüydü ve hafta sonu­
na başlamadan önce masasındaki bir yığın işi bitirmesi gereki­
yordu. Saat beşte, Billy gideceğini söylemek için kapıyı açtı.
Jack, bilgisayar ekranının yanında duran Buick Riviera saate %
baktı. Üç saat on beş dakikadır çalışıyordu.
“Amy Lynn’in T-ball (Küçük çocuklar için başlangış bevz-
bol) maçına gidiyorum,” dedi Billy, beş yaşındaki kızını kaste­
derek. “Sen de gelebilecek misin?”
Amy Lynn, Billy’nin en büyük kızıydı ve Jack elinden gel­
diğince onun maçlarına gitmeye çalışırdı. “Bu akşam olmaz.”
dedi ve kalemini masaya bıraktı. “Bu akşam Road Kill'de
Jimmy Calhoun’un bekârlığa veda partisi var,” dedi. Jimmy,
9
Rachel Çikson

şimdiye kadar gece hayatına düşkün bir adamdı. Şim di ise bir
çift alyansa karşılığında özgürlüğünden vazgeçiyordu. "Birkaç
saatliğine partiye uğrayacağımı söyledim .”
Billy gülümsedi. ‘•Striptizciler de olacak mı?"
"U m uyorum ."
“Bana T-ball maçı yerine, çıplak kadınlan izlemeyi tercih
ettiğini mi söylüyorsun?”
Jack de kardeşininkine benzer bir şekilde gülümsedi. “Evet,
zor bir tercihti. Kadınları üstündekileri çıkarmasını mı, yoksa
kasklarını ters giymiş beş yaşındaki çocukların oraya buraya
koşturmalarını izlemek mi?”
Billy her zaman yaptığı gibi başını yana yatmp, üç kez heh-
heh-heh diye güldü. Böyle yapınca tıpkı babalan, R ay’e ben­
ziyordu, Jack bunun genetik olduğuna karar verdi. “Seni şanslı
piç kurusu.” dedi Billy, ancak bunu kalpten söylemiyordu. Her
ikisi de Billy’nin, Amy Lynn’i kaskını ters takmış, oraya bu­
raya koşturmasını izlemeyi tercih edeceğini biliyordu. “Eğer
Road Kill'den seni birinin eve bırakmasına ihtiyaç duyarsan,”
dedi kapıya doğru giderken, “Beni ara.”
“Elbette ” Sarhoş bir sürücü, onların anne ve babasının ha­
yatım aldığında, Jack sadece on sekiz yaşındaydı. İki kardeş
asla sarhoşken araba kullanmayacaklarına yemin etmişlerdi.
Jack bilgisayarını kapatmadan önce bir saat daha çalıştı ve
bölmelerden geçerek tamirhaneden çıktı. Herkes çoktan git­
mişti ve çizmelerinin topuklan sessizlikte yankılanıyordu. Ka­
pıyı kilitledi. Ve alarmı kurdu, sonra da Shelby Mustang’ine
atladı. Lovett’in kenar mahallelerine doğru ilerlerken yağmur

ıo
başladı. H afif yağmur serpintileri toz ve rüzgârla karışıyor,
arabanın siyah boyasını bulanık bir griye çeviriyordu
Road Kili Teksas’daki yaygın, yol kenarına kurulmuş ye­
mekli, danslı barlardan biriydi. Müzik kutusundan country
müzik yayılırken, devamlı müşteriler, Lone Star fıçılarından
akan biraları tüketiyorlardı. Barın arkasındaki aymada ası­
lı olan tabelada kırmızı, beyaz ve mavi renklerle TEKSAS'I
KİRLETM E yazıyordu. Doldurulmuş armadıllo ve çıngıraklı
yılanlar duvarları süslüyordu. Bu barın sahibi de bir haydan
doldurma sanatçısıydı ve eğer devamlı müşterilerden biri bu
sanata eğilim iyse ya da yeterince sarhoşsa, çıngıraklı yılan de­
risinden bir kemeri ya da armadillo derisinden bir çantaya çok
yüksek fiyatlara satın alabilirdi.
Jack bara girdiğinde Stetson şapkasının siperini kaldırdı ve
gözlerinin karanlığa alışm ası için bir süre kapı eşiğinde bek­
ledi. Bara doğru ilerlerken devamlı m üşterilerden bir kaçma
selam verdi. M üzik kutusundan, Clint B lack'in şarkısı yükse­
lirken, arka odadaki Jim m y’nin bekârlığa veda partisinin tam
gaz sürdüğünü duyabiliyordu.
“B ir şişe Lone Star,” diye sipariş verdi. Şişe, barın üzeri­
ne bırakılınca bir beşlik uzattı. Kolunun üzerinde yumuşak
bir dokunuş hissedince de om zunun üzerinden baktı ve Gina
B row n’ı gördü.
“ Selam, Jack.
“ Selam , G ina.” G ina, Jack’le ay nı yaştaydı \e iki kez bo­
şanm ıştı. Yetmişinci otoban üzerinde bulunan. Slım Cleııı de­
ki m ekanik boğaya binm ekten hoşlanan uzun boylu ince bir
Rachel Gibson

kızdı. Wrangler marka dar kot giyer, Justins çizm elerinin içine
sokar ve saçlarını kızıla boyardı. Jack, kendisinden hoşlandığı
için saçlarını kızıla boyadığını biliyordu. Üçüncü koca olarak
Jack'i kafasına koymuştu. Kafasından bu düşünceyi atması
için, onu yatıştırması gerektiğini biliyordu.
“Arkadaki bekârlığa veda partisine mi geldin?” M asmavi
gözleriyle kenardan bir bakış attı. Dudaklarını davetkârca kı­
vırdığını görmemek için, kör olması gerekiyordu.
“Evet.” Jack şişeyi ağzına götürdü ve büyük bir yudum aldı.
İşleri alevlendirmek istemiyordu. G ina’dan hoşlanıyordu an­
cak kocalığa pek uygun biri değildi. Tezgâhın üzerinden para
üstünü aldı ve pantolonunun ön cebine koydu. “G örüşürüz,”
dedi isteksizce ve yürümeye başladı.
Gina’nın sorduğu diğer bir soru onu durdurdu. “Daisy
Lee’yi görebildin mi?”
Jack şişeyi indirdi ve ağzındaki birayı güçlükle yutabildi.
Dönüp Gina’ya baktı.
“Bugün onu Texaco’da gördüm. Annesinin C adillac’ına ya­
kıt alıyordu” Ginabaşım salladı. “Sanırım en son on ya da on
iki yıl önce kasabaya gelmişti, değil mi?”
On beş yıl önce gelmişti.
“Onu hemen tanıdım. Daisy Lee Brooks fazla değişmemiş.”
Sadece Daisy Brooks, artık Daisy Monroe olmuştu ve on
beş yııldır da öyleydi. Bu da her şeyi değiştirmişti.
Gina, bir adım daha yaklaştı, Jack de gömleğinin düğmele­
rinden biriyle oynamaya başladı. “Steven’i duyduğumda çok
üzüldüm. O arkadaşındı, biliyorum.”
P a p a ty a Falı

O ve Steven beş yaşından beri neredeyse birbirlerinden hiç


ayrılmamışlardı. Ancak bu bir gün değişmişti. Onu en son birbir­
lerine kanlı bir şekilde giriştiklerinde görmüştü, Daisy de onlara
korku dolu gözlerle bakmıştı. Bu Daisy’yi de son görüşüydü.
Gina, Jack’in onu dinlemediğini fark edince ısrarla devam
etti, “Senin yaşında birinin öldüğünü düşünemiyorum. Bu çok
korkunç.”
“ İzninle, G ina,” dedi Jack ve oradan uzaklaştı. Eski bir
öfke, onu göm düğünü sandığı bir düşünce, onu geçmişe sü­
rüklemekle tehdit ediyordu. Onu çoktan uzaklaştırmış, üzerini
örtmüştü.
Sonra bu konuyla ilgili hiçbir şey hissetmemişti.
Elinde birayla hızla dolmaya başlayan barda ilerledi ve ar­
kadaki kalabalık odaya gitti. Omzunu kapı eşiğine dayayarak.
Jimmy C alhoun’a baktı. Çevresini saran on, on iki adamla, ge­
cenin kahramanı, odadanın ortasında bir sandalyede oturmuş.
Rodeo kraliçeleri gibi giyinmiş iki kadının, Dixie Chicks’in gü­
nah vagonuyla ilgili şarkısı eşliğinde, popolarım birbirine vura­
rak dans edişini izliyorlardı. Altlarında sadece parlak G-stnng-
leri vardı ve üstlerindeki ipek bluzların düğmelerini açıyorlar­
dı. Aynı anda bluzları önce omuzlarından sonra da mükemmel
bedenlerinden aşağı kayarak, bikini üstlerine sıkıştırılmış ko-
acaman memelerini açığa çıkarıyordu. Jack gözlerini, onların
memelerinden aşağı kalçalarını saran g-strınglenne indirdi.
Marvin Ferrel gösteriyi izlemek için kapı eşiğine gelip,
onun yanında durdu. “O memelerin gerçek olduğuna inanıyor
musun?” diye sordu.
R achel G ibson

Jack omuz silkti ve bira şişesini ağ zın a g ö tü rd ü . M arvın,


çok uzun zamandır evliydi ve artık b ir k ad ın gibi k o n u şm aya
başlamıştı. “Kimin um urunda?”
“Doğru.” M an in güldü. “D aisy B ro o k s’u n geri d ö ndüğünü
duydun mu?”
Bira şişesini aşağı indirdi. “E vet, d u y d u m .” Y ine o eski öf­
keyi hissetti ve ondan kurulm aya çalıştı. D ik k atin i strip tizcile­
re verdi ve onların Jim m y’yi yarı çıplak b ed en le ri arasın a alıp,
başının üstünden birbirlerini öpüşünü izledi. Islak dudakları,
birbirini iten dilleri erkeklerin daha fazlasını istey en h ay k ırış­
larına neden oldu. Jack başını yana eğdi ve gülüm sedi. Bu iş
giderek güzelleşiyordu.
“Daisy’yi, M inute M art’ta gö rd ü m ,” diye d ev am etti Mar-
vin. “Kahretsin, hala lisede olduğu k ad ar seksi.”
O iri kahverengi gözlerin ve yum uşacık p em be dudakların
hatırası, onu geçm işinin kara deliğine çekm ekle tehdit eder­
ken, Jack’in yüzündeki gülüm sem e yok oldu.
“Onun ponpon kız kostüm ü içinde nasıl göründüğünü ha­
tırlıyor musun?”
Jack kapı eşiğinden uzaklaştı ve odanın içine doğru yürüdü,
ancak kaçam ıyordu. G örünüşe bakılırsa herkes onu geçm işe
götürmek istiyordu. K endisi dışında herkes.
Striptizciler birbirlerinin m inicik bikini üstlerini çıkarırken,
sohbet konusu D aisy’ydi. B ağırışların, ıslıkların arasında Cal
Tumer, Lester Crandall ve Eddy Dean Jones da D aisy’yi görüp
görmediğini sordular.
Jack tiksinerek odada çıktı ve bara geri döndü. İki metre
P a p a ty a Falı

ötesinde iki yarı çıplak kadının sevişmesini izlemesine bile


izin verm iyorlardı. D aisy’nin kasabada ne kadar kalacağını
bilm iyordu ancak bunun kısa sürmesini umuyordu. Belki o git­
tikten sonra insanlar konuşacak daha iyi bir konu bulurlardı.
A m a en çok da onun yoluna çıkm amasını umuyordu.
Şişeyi barın üstüne bıraktı ve Road K ill’den çıkarak, Daısy
M onroe hakkındaki tüm konuşm aları ve dedikoduları geride
bıraktı. A raba parkına giderken, yağm ur damlaları şapkasına
vuruyor, göm leğini ıslatıyordu. Attığı her adımla anılan onu
izliyordu. O güzel kahverengi gözlere bakarak yumuşacık du­
daklarını öpüşünün anılan. Elinin kalçalannm üzerinden inip,
mavi ve altın rengi ponpon kız eteğinin altına kayışının anılan.
D aisy ’yi kenarlarında beyaz kalpler olan kırmızı kovboy çiz­
m eleri içinde hatırladı.
“Partiyi bu kadar erken mi terk ediyorsun?” diye sordu
G ina, ona doğru yürürken.
Jack ona baktı. “ Sıkıcı bir parti.”
“B iz kendi partim izi yapabiliriz.” Tipik Gina idi, onun ilk
adım ı atm asına izin verm iyordu. Bu genellikle Jack*i rahatsız
ederdi. A m a bu gece etmedi. Gina dudaklannı onunkilere ya­
pıştırdı ve biranın tadını aldı. Jack de onu öptü. Kadının din
m em elerini göğsünde hissedince kadını kendisine iy ice çekti
ve artık tek hissetiği şey şehvetti ve bir de yağmurun ıslattığı
gömleği. Şim di kahverengi gözlerin ve ponpon kız eteğinin
hayalinin yerini, kendisini Jack’e yaslamış olan kadın almıştı.
D aisy M onroe, elini sineklikti kapıya doğru uzam ve sonra
geri çekti. Kalbi deli gibi çarpıyordu ve sanki midesine koca­
15
man bir (aş oturmuştu. Yağmur damlaları bulunduğu sundur­
maya vuruyor, oluklardan akarak çiçek yataklarına gidiyordu.
Arka taraftaki tamirhane ışıklandırılmıştı ve Parrish American
Classic’in tüm kuytu köşelerini açığa çıkarıyordu. Ancak onun
bulunduğu yer tamamen karanlıktı, sanki ışık buraya sızmaya
cesaret edemiyordu.
Tamirhane son gördüğünden beri yenilenmişti. Onu çevre­
leyen bahçe temizlenmişti. Eski arabalar çekilmişti. Gördüğü
kadarıyla ev aynı kalmıştı ve saçlarını havalandıran yaz rüzgâ­
rını ve onun getirdiği gül kokularının anısını çağrıştırıyordu.
Şu anda durduğu sundurmada, Jack ve Steven arasına oturup,
onların aptalca şakalarına gülerek sayısız gece geçirm işti.
Bir gök gürültüsü koptu, şimşek çaktı ve karanlık gökyü­
zünü aydınlatarak anılarını parçaladı. Bu gitmesi ve başka bir
zaman gelmesi için bir işaretti.
Yüzleşme konusunda pek başarılı değildi. K arşılaşabilece­
ği sorunlarla yüzleşmekten hoşlanan tiplerden değildi. E ski­
den bu konuda daha iyi sayılabilirdi ancak... belki de gelm e­
den önce aramalıydı. Gecenin onunda birinin kapısını çalm ak
pek de kibar bir davranış değildi ve şu anda büyük olasılıkla
sudan çıkmış bir balık gibi görünüyordu.
Annesinin evinden çıkmadan önce, om uzlarının üzerine
düşen saçlarını güzelce taramıştı. Makjayı m ükem m el görünü­
yordu, beyaz bluzu ve haki renteki pantolonu ütülüydü. Şim ­
diyse saçlarının kıvrıldığından, rimelinin aktığından ve yanlış­
lıkla bir su birikintisinin içine girdiğinden, pantolonunun ça­
mur içinde olduğundan emindi. Oradan ayrılm ak için döndü,
'6
sonra kalmak için kentlini zorladı. Nasıl göründüğü gerçekten
önemli değildi ve yapınası gereken şey için asla uygun bir za­
man yoktu. Kasabaya geleli üç gün olmuştu bile. Jack’le, bu
gece konuşması gerekiyordu. Yeterince uzatmıştı. On beş yıl­
dır ondan gizlediği şeyi ona söylemeliydi.
Kapıya vurm ak için elini yeniden kaldırdı ve ahşap kapı
aniden ardına kadar açılınctı, yerinde zıpladı. Sineklikti kapı
ve içerideki karanlık yüzünden karşısında beliren adamı tanı­
makta güçlük çekti. Üzerinde bir şey yoktu ve içeriden sızan
hafif bir ışık adam ın çıplak omuzlarına, kollarına ve çıplak
göğsüne vuruyordu. Gelm eden önce kesinlikle aramalıydı.
“Merhaba,” dedi titreyerek. “Ben Jackson Parrish’i anyorum.”
“Vay vay vay,” dedi sözcükleri uzatarak. “Yoksa sen, Daisy
Lee Brooks m usun?”
On beş yıl olm uştu ve sesi değişm işti. Tanıdığı çocuğun
sesinden farklıydı ancak onun küçümseyici ses tonunu nere­
de olsa tanırdı. K im se sesine Jack kadar alaycılık katamazdı.
Onu, hem en tanıdı. Bu şekilde konuşm asının ardında yatan ne­
deni biliyordu.
“ M erhaba, Jack.”
“ Ne istiyorsun, D aisy?”
Sineklikli kapıdan ve gölgelerin arasından bir zam anlar çok
iyi tanıdığı bu adam ın dış hatlarına baktı. M idesine oturmuş
olan taş iyice ağırlaşm ıştı. “ Ben seninle... benim seninle ko­
nuşm am gerek. Ve düşündüm ki....” derin bir nefes aldı \ e ke­
kelem eden konuşm aya çalıştı. “ Başkalarından duym adan önce
sana kasabaya geldiğim i söylemek istedim .”
R a ch e l C ibsoıı

“Çok geç.” Yağmur çatıyı döverken aralarındaki sessizli^


uzadı. Gözlerini kendisine diktiğini hissedebiliyordu. Gözleri
yüzünde ve san yağmurluğunun önünde geziniyordu; tam ar­
tık başka bir şey söylemeyecek diye düşünürken Jack, “Eğer
bana bunu söylemeye geldiysen, artık gidebilirsin,” dedi.
Daha fazlası vardı. Hem de çok daha fazlası. Ölmeden bir­
kaç ay önce yazdığı mektubu Jack'e vereceğine dair, Steven’a
söz vermişti. Mektup yağmurluğunun cebindeydi, şimdi on
beş yıl önce neler olduğunu Jack’e anlatmalı ve sonra da mek­
tubu ona vermeliydi. “Seninle konuşmam gerek, lütfen.”
Jack birkaç dakika daha ona baktı ve sonra dönüp evin karan­
lığında kayboldu. İçeri girmesi için sineklik kapıyı açmamıştı
ancak ahşap kapıyı da yüzüne kapatmamıştı. İşleri zorlaştıracağı
apaçık ortadaydı. Zaten ne zaman kolaylaştırmıştı ki?
Her zaman olduğu gibi Daisy sineklik kapıyı açarken, kapı
gıcırdadı. Oturma odasını geçerek mutfağa giden Jack’i izledi.
Sadece dış hatlarını görebildiği uzun bedeni köşede kayboldu
ancak Daisy yolu biliyordu.
Evin içi boya kokuyordu. Evin içindeki, koyu renkli mobilya­
ları, büyük ekran televizyonu ve Bayan Parish’in duvara dayan­
mış olan piyanosunu fark etti, bu eve son adım attığından beri
ne kadar çok şeyin değişmiş olabileceğini merak etti. Mutfağa
girerken ışık açıldı ve kendisini bir zaman tüneline girmiş gibi
hissetti. Bayan Parish, badem rengi ocağın önünde ekmek ya da
D aisy’nin en sevdiği kurabiyeleri yaparken beliriverecekti sanki.
Lavabonun önündeki yırtık yeşil döşeme olduğu gibi duruyordu,
tezgâhın üzerindeki turkuaz ve yeşil benekli kaplama da öyle,
ıs
P a p a ty a Falı

Jack buzdolabının önündeydi ve açık kapıdan sadece üst


bedeninin bir bölüm ü görünüyordu. G üneşten yanm ış parm ak­
lan, dolabın krom sapını kavram ıştı ve bedeniyle ilgili göre­
bildiği şeyler, sırtının kıvrımı ve uzun bacaklarıydı. Bedenini
saran L ev i’s kotunun cebi aşınmıştı.
A drenalin hızla dam arlanna yayılıyordu ve ellerinin titre­
m esini engellem ek için onları yum ruk yapm ıştı. Sonra Jack
doğruldu ve sanki her şey ağır çekim de ilerlemeye başladı.
B uzdolabının kapısını kapatırken D aisy’ye döndü, elinde kal­
çasının hizasında tuttuğu bir süt kutusu vardı. D aisy’nin göz­
leri, Jack ’in pantolonunun bel çizgisinden başlayan ve göbeği­
ni saran koyu tüylere takıldı. Sonra gözlerini adamın dümdüz
kam ından ayırıp, kaslı göğsüne çevirdi. Bu bir zamanlar tanı­
dığı oğlana hiç benzem iyordu. Bu kesinlikle bir erkekti.
K endisini onun güçlü çenesine sonra da gözlerine bakm a­
ya zorladı. B oğazının kuruduğunu hissetti. Jack Parish. her
zam an yakışıklı bir çocuk olm uştu ancak artık öldürücü bir
cazibesi de vardı. K alın bir saç lülesi alnından aşağı sarkmış,
kaşına değiyordu. B ir zam anlar ona arzuyla ve sahip olma iste- *
ğiyle bakan açık yeşil gözler, şimdi ona bir sokak köpeğiymiş
gibi bakıyordu.
“B uraya gözlerini bana dikm eye mi geldin?”
İlerledi ve ellerini yağm urluğunun ceplerine soknı. “Hayır,
sana annem i ve kız kardeşimi ziyaret etmek için kasabada bu­
lunduğum u söylem eye geldim .”
K utuyu kaldırdı ve sütü içerken kadının devam ermesini
bekledi.
“Bunu bilmen gerektiğini düşündüm.”
Kutunun üzerinden kadının gözlerine baktı ve sonra kutuyu
aşağı indirdi. Bazı şeyler hiç değişmemişti. Jack Parish kötü ve
fesat bir çocuktu ve her zaman süt içerdi. “Bunun umurumda oldu­
ğunu mu sanıyorsun?” diye sordu ve elinin arkasıyla ağzım sildi.
“Umurunda olup olmadığını bilmiyorum. Yani ne düşün­
düğünü merak ediyordum ama bundan emin değildim .” Bu
tahm in ettiğinden de zor oluyordu. Üstelik zor olabileceğini
tahmin etmişti.
“Artık merak etmene gerek yok.” Elindeki süt kutusuyla
işaret etti. “Hepsi bu kadarsa, kapı orada.”
“Hayır, bu kadar değil.” Başmı eğip çizmelerinin ucuna baktı,
siyah deri çizmeleri çamur lekeleriyle doluydu. “Steven benden
sana bir şey söylememi istedi. Sana her şey için çok... üzgün ol­
duğunu söylememi istedi.” Başını salladı ve söylediğim düzeltti.
“Yani, benim üzgün olduğunu söylememi istemişti. O gideli yedi
ay oldu ama ben hala ondan geçmiş zaman olarak söz etmeye
alışamadım. Bana nedense yanlış geliyor. Sanki öyle yaparsam
asla varolmamış gibi oluyor.” Sonra yeniden Jack’e baktı. İfadesi
değişmemişti. “Gönderdiğin çiçekler gerçekten güzeldi.”
Jack, omuz silkti ve süt kutusunu tezgâha koydu. “Onları
Penny gönderdi.”
“ Penny mi?”
“Penny Colten. Leon Kribs’le evlendi. Artık benimle çalışıyor.”
B enim adıma Penny’ye teşekkür et.” Ancak çiçekleri Penny
gönderm em işti ve onun bilgisi olmadan altına onun imzasını
atm am ıştı.

20
P a p a ty a Falı

“ Bu işi fazla abartm a.”


Daisy, S teven’in bir zam anlar onun için ne kadar önemli ol­
duğunu biliyordu. “Onun gidişini um ursam ıyorm uş gibi dav­
ranm a.”
Jack kaşım kaldırdı. “Onu öldürmeye kalkıştığımı unutu­
yorsun.”
“Onu öldürm ezdin, Jack.”
“ Hayır, haklısın. Çünkü ikiniz de buna değm ezdiniz.”
K onuşm a yanlış yönde ilerliyordu ve bunu değiştirmesi ge­
rekiyordu. “Ç irkinleşm e.”
“Buna çirkinleşm ek mi diyorsun?” Güldü ancak hoşuna
gittiğinden değildi. “Bu daha bir şey değil, tatlım. Buralarda
biraz daha takıl, ben sana ne kadar çirkinleşebileceğimi gös­
tereyim .”
Daisy, zaten Jack’in ne kadar çirkinleşebileceğini biliyor­
du, belki bir aptaldı ancak çok da inatçıydı. Tıpkı Jack’in anık
o tanıdığı çocuk olm adığı gibi, kendisi de onun tanıdığı kız
değildi. O na gerçeği söylemeye gelmişti. En sonunda. Bundan
sonraki hayatına devam etm eden önce, ona, N athan'dan söz
etmesi gerekiyordu. Bu noktaya gelebilmesi on beş yılını al­
mıştı, Jack istediği kadar çirkinleşebilirdi ancak onu dinlemek
zorundaydı.
Daisy göz ucuyla beyaz bir parlaklığı fark etmesiyle, üze­
rinde beyaz bir erkek gömleği giym iş olan bir kadın içen girdi.
“H erkese m erhaba,” dedi kadın Jack'in yanma gelirken.
Jack, kadına baktı. “Sana yatakta kalmam söylemiştim.”
“Sensiz sıkıldım .”
21
R a ch e l G ibson

Daisy'nin ensesinden yanaklarına bir sıcaklık yayıldı artca^


görünüşe bakılırsa odada utanç duyan tek kişi kendisiydi. Jack’j^
bir sevgilisi vardı. Elbette olacaktı. Onun her zaman bir ya da
sevgilisi olurdu. Bu zaman zaman Daisy’nin canını yakmıştı.
“Merhaba, Daisy. Beni hatırladın mı, bilemiyorum. Ben
Gina Brown.”
Ama artık canı yanmıyordu ve Daisy şu anda rahatladığı,
nı kendisine itiraf etmekten az da olsa utanıyordu. Seattle’dan
buraya onca yolu, Nathan’dan söz etmek için gelmişti ve şu
anda tek hissettiği rahatlamış olmasıydı. Sanki boğazındaki
yumru kaybolmuştu. Sandığından daha aptal olmalıydı. Da­
isy gülümsedi ve tokalaşmak için mutfağın diğer tarafına gitti.
“Elbette seni hatırladım. Son sınıfı beraber okumuştuk.”
“Bay Simmons’ın sınıfında.”
“Doğru.”
“Yerdeki tahta silgisine nasıl takılıp düşmüştü, hatırlıyor
m usun?” diye sordu Gina.
“Çok komikti. Ben de tam-”
“Burada neler oluyor?” diye araya girdi Jack. “Liselilerin
yeniden buluşması falan mı?”
H er iki kadın da ona baktı ve Gina, “Sadece konuğuna kibar
davranm aya çalışıyordum,” dedi.
“O benim konuğum değil ve şimdi gidiyor.” Gözlerini Da-
isy ’ye dikti, tıpkı içeriye ilk girdiği anda ki, o buz gibi gözlerle
bakıyordu ona.
“ Seni gördüğüme sevindim, Gina,” dedi Daisy.
“Ben de.”
P a p a ty a Falı

“İyi geceler, Jack.”


Jack tezg â h a y a slan d ı v e k ollarını g ö ğ sü n d e kavuşturdu.
“ Sonra görüşürüz.” Daisy karanlık oturma odasından geçti
ve sokak kapısından çıktı. Yağmur durmuştu, annesinin tamir­
hanenin yanında park ettiği C adillac’ına giderken yerdeki su
birikintilerini basm am aya çalıştı. Bir dahaki sefere gelmeden
önce kesinlikle arayacaktı.
Tam arabanın kapısına yaklaştığında koluna bir elin do­
kunduğunu hissetti. Dönüp baktığında Jack ’i gördü. Güvenlik
ışıkları üzerine vuruyor ancak çenesindeki gerginliği gölgeli­
yordu. G özlerini D aisy’nin gözlerine dikti, artık buz gibi bak­
m ıyorlardı aksine öfkeden alev alev yanıyorlardı.
“B uraya neden geldiğini bilm iyorum , günah çıkarmak için
mi yoksa affedilm ek için m i?” diye m ırıldandı Jack, sözcükleri
daha da fazla uzatarak. “A m a ikisini de bulam ayacaksın.”
K adının kolunu bıraktı, sanki ona dokunm aya katlanamı-
yorm uş gibi.
“Evet, biliyorum .”
“İyi. B enden uzak dur, Daisy Lee.” dedi, ismindeki ünlüleri
uzatarak. “Ya benden uzak durursun ya da ben senin hayatını
m ahvederim .”
A dam ın gölgeler içindeki yüzüne ve on beş yıl bosunca hiç
dinm em iş olan öfkesine baktı.
“Sadece benden uzak dur,” dedi bir kez daha ve çıplak to­
puklarının üzerinde dönerek karanlığın içinde kayboldu.
Onun uyarısını dikkate alm anın akıllıca olduğunu biliyor­
du. Ne yazık ki böyle bir seçeneği yoktu.
B ö lü m . 2

Daisy, sıcak kahve kupasını dudağına götürürken üfledi. Gü­


neş henüz doğmamıştı ve annesi de koridorun sonundaki yatak
odasında hala uyumaktaydı. Yenilenmiş elektrikli aletler dışın­
da annesinin mutfağında çok az bir değişiklik olmuştu. Tezgâh
kaplamaları ve yer döşemeleri eskisi gibi birbirine uygun mavi
renkteydiler ve beyaz dolapların üzerindeki çan çiçeği süsle­
meler de duruyordu.
Olabildiğince sessiz bir şekilde, Daisy, geçen gece kapının
arkasına astığı yağmurluğunu üzerine geçirdi. Kısa pijamaları­
nı örtmesi için önünü kapattı. Annesinin bahçe ayakkabılarının
içine ayaklannı geçirdi ve sessizce kapıdan çıkarak, kendisini
erken sabahın karanlığının içine bıraktı. Soğuk hava yüzüne
ve çıplak bacaklarına vurdu, rüzgâr başının arkasında tuttur­
duğu mandalın arasından kaçmış tutamları havada savurdu.
Teksas’m havası ciğerlerini doldurdu ve dudaklarına bir gü­
lümseme getirdi. Neden olduğunu bilmiyordu ya da nasıl açık­
layacağını ancak burada hava farklıydı. Sanki göğsünün içine
yerleşmişti ve buradan dışan yayılıyordu. Tenine bir şeyler

24
P apatya Falı

fısıldıyor ve kendisinin bile bilm ediği ruhunun derinliğinden


gelen bir özlem e, yanıt veriyordu.
E vindeydi. K ısa bir süreliğine de olsa.
On b eş yıldır Seattle, W ashington’da yaşıyordu. Orayı se ­
vecek kadar orada zam an geçirm işti. Zengin yeşil manzarasını,
dağları, körfezi seviyordu. Kar kayağı ve su kayağı yapm ayı.
Lim anlarım. Her şeyini.
A ncak D aisy L ee T eksas’lıydı. Yüreğinde v e kanında. Ve
tıpkı sarı saçları gibi D N A ’smda. Tıpkı sol göğsünün üzerin­
deki, âşk ısırığı şeklindeki doğum lek esi gibi. Ve tıpkı onun
âşk ısırığı gib i, Lovett de geçen on beş yılda hiç değişm em işti.
N ü fusu birkaç y ü z kişi artmıştı; birkaç yeni iş yeri açılm ıştı ve
yeni bir ilkokul yapılm ıştı. Kasabaya bir g o lf sahası ve man­
zaralı bir kulüp açılm ıştı ancak eyaletin geri kalanının veTek-
sa s’ın b anliyölerinin tersine Lovett, sakinliğini korumuştu.
D aisy, annesinin bahçesindeki gölgelere baktı. Bir buçuk
metre boyundaki y el değirm eni, A nnie Oakley heykeli ve bir
düzine flam ingo biblosu. Büyüm e çağm dayken, annesinin dış
dekorasyon zevk i, hem kendisi hem de kız kardeşi Lily için bir
utanç kaynağı olm uştu. Şim di yan yana dizilm iş bu flamingo
biblolar onun gülüm sem esine neden olm uştu.
K ahvesinden bir yudum aldı v e taştan yapılm a am ıadillo
heykelinin yanındaki basam ağa oturdu. Daisy, g ece düzgün
uyuyam am ıştı. G özleri şişm işti ve beyni yorgundu.
Ürperdi v e kahve kupasını dizinin üzerine koydu. Jack i
görm eden önce yaptığı plan çok netti. Birkaç günlüğüne anne­
sini v e k ız kardeşini görm ek am acıyla L ovett'e gelecekti, son-

25
Rachel Gıbson

ra Jack’Ie konuşacak ve ona Nathan'dan söz edecekti. Bunla­


rın hepsini on iki günde halledecekti. Dün geceye kadar bunlar
için yeterli zamanı olduğunu düşünmüştü.
Bunun zor olacağını tahmin etmişti ancak net bir sonuç ola­
caktı. Steven ölmeden önce, onunla bu konuda konuşmuşlardı.
Cebinde hala Steven’ın okuma ve yazma yeteneğini yitirmeden
önce yazdığı mektup duruyordu. Öleceğini, onun için bir tedavi
olmadığını, test aşamasında bir ilaç olmadığını, yapılacak başka
ameliyat kalmadığım kabullendiğinde, hayatında haksızlık etti­
ği insanlarla arasım düzeltmek istemişti. İlk başta mektubu ona
göndermeyi düşünmüştü ancak ikisi bu konu üzerinde konuştuk­
ça, Daisy’nin mektubu vermesinin daha uygun olacağına karar
verdiler. Çünkü eninde sonunda Jack Parrish’le başa çıkması ge­
reken o olacaktı ve ona en çok haksızlık eden de o olmuştu.
Nathan’ı ondan gizlemeyi asla düşünmemişlerdi. Annesi bi­
liyordu. Kız kardeşi de biliyordu. Nathan da. Nathan çok uzun
zamandır Lovett, Teksas’ta yaşayan bijolojik bir babası oldu­
ğunu biliyordu. Bunları anlayacak yaşa geldiğinde ona söy­
lemişlerdi ancak Nathan hiçbir zaman onu görmek istediğini
belirtmemişti. Steven ona her zaman yeterince babalık etmişti.
Artık zamanı gelmişti. Belki de Jack’e bir oğlu olduğunu
söylemekte geç bile kalmıştı. Dudaklarının arasından bir ho­
murtu çıktı ve kahvesinden bir yudum aldı. Kenarlan kazınmış
ortası uzun, turşu yeşili saçlan, dudağında piercing ve giysile­
rinin her tarafından zincirler sarkan bir oğlu vardı.
Nathan son iki buçuk yılda gerçekten zor zamanlar geçir­
mişti. Steven’a tanı konduğunda, sadece beş ayı kaldığı söy­
26
P a p a n a palı

lenmişti. Ancak iki yıl yaşamayı başarabilmişti ve bu iki ay hiç


de kolay geçmemişti. Steven’in yaşam mücadelesini izlemek.
Daisy için zor ancak, Nathan için bir facia olmuştu. Bunu itiraf
etmekten nefret ediyordu ancak oğluna gereken ilgiyi göste­
remediği zamanlar olmuştu. Bazı geceler o eve dönene kadar,
onun evden çıkmış olduğunu bile fark etmiyordu. Kapıdan içe­
ri girdiğinde nereye gittiğini söylemediği için surat asıyordu.
O da annesine o masmavi gözleriyle bakıp, “Sana Pete’lere
gideceğimi söyledim, sen de olur, dedin” diyordu. İtiraf etme­
liydi ki, Nathan büyük olasılıkla ona gideceğini söylemiş an­
cak o Steven’in ilaçlarıyla ilgilendiği ya da gelecek ameliyatı
düşündüğü için onu duymamış olabilirdi ya da belki de o gün.
Steven’in hesap makinesini, araba kullanma ve ayakkabıları­
nı bağlama yeteneğini kaybettiği günlerden biriydi. Kocasının
bir yandan onurunu korum aya mücadele ederken, bir yandan
da dört beş yaşından beri yaptığı şeyleri yapmayı hatırlamaya
çalışm asını izlemek, gerçekten yürek yaralayan bir şeydi. Nat-
han’la hiç konuşm adan geçirdiği günler olduğunu hatırlıyordu.
N athan’ın şaçlarmı bir kızılderili gibi kestirip kapıdan içeri
girdiği gün, artık kendisine gelmesi gerektiğini anlamıştı. O
artık top oynayan, futbola bayılan, kanepede en sevdiği bat­
taniyeye sarılıp “Nickelodeon” izleyen çocuk değildi. Onu en
çok şaşırtan, oğlunun saçlarını boyattığı renk değildi. Gözle­
rindeki o kaybolm uştuk ifadesiydi. Onun o boş. kaybolmuşlu-
ğunu gösteren bakışları, Steven’in ölümünün ardından, içinde
bulunduğundan haberdar bile olmadığı depresyonun ve yasın
içinden çıkarmıştı.
Kık hel İiihson

Steven ıırlık gitmişti. Natharı'la birlikte onun yokluğunu


lıer /aman hissedeceklerdi. Rulılaruıtn bir parçası eksilmişti
Steven İter zaman onun en iyi dostu ve her zaman iyi bir adaın
olmuştu. Oııu hep korumuş, hayatını kolaylaştırmış ve daha iyi
bir yaşam sunmuştu.
O ve Nathan. Steven'ı asla unutmayacaklardı ancak geç­
mişte yaşamaya devam edemezdi. Anık bugünü yaşamalı ve
geleceğe bakmalıydı. Bunu hem kendisi hem de Nathan için
yapmalıydı. Ancak ilerleyebilmesi için geçmişiyle hesaplaş-
malıydı. Ondan kaçmaktan vazgeçmeliydi.
Güneşin ilk ışıkları, çiyie kaplı çimenlerin üzerinde uzun
şeritler meydana getirmeye başlamıştı, yel değirmenine tırma­
nıyor, Annie Oakley'nın gümüş tüfeğinin ucunda parlıyordu.
Daisy. Nikon’unun ve geniş açılı merceklerinin yanında olmuş
olmasını diledi. Odasındaydılar ve onları almak için yukarı çı­
karsa, bu kareyi ve yükselmekte olan güneşi kaçıracağını bili­
yordu. Birkaç saniye sonra güneş ışıkları Daisy’nin ayakları­
na, bacaklarına ve sonra da yüzüne vurmaya başladı; gözlerini
kapadı ve bu sıcaklığı içine çekti.
Kuzeybatı’da uzun zamandır yaşamak, Daisy’nin aksaııını
kaybettirmişti ancak göz alabildiğine açık alanlara ve kesin­
tisiz ufiık çizgisi boyunca uzanan masmavi gökyüzüne olan
âşkını hiç kaybetmemişti. Gözlerini açtı ve Steven’ın da bu
manzarayı görmek için yanında olmuş olmasını diledi. O da
kendisi kadar severdi.
Daisy, ayağındaki kauçuk bahçe ayakkabılarına baktı. İçin­
den bir sürü dilek geçirdi. Jack’le yeniden yüzleşmek için bı-
P a p a ty a Falı

raz daha zam anı olm ası gibi. Onun yüzündeki öfkeyi görm ek
için hiç acelesi yoktu. Onu kollarını açarak karşılam ayacağını
biliyordu ancak yüzünde onu son gördüğündeki öfkenin hiç
değişm em iş olduğunu görm ek onu şaşırtm ıştı.
“5'e/ı buna çirkinleşm ek mi diyorsun? " dem işti. “Bu daha
bir şey değil, tatlım. Buralarda biraz daha takıl, ben sana ne
kadar çirkinleşebileceğim i göstereyim . ”
A caba Jack kendisine “tatlım " dediğini fark etm iş m iydi?
Eskiden ona böyle derdi. O kulda ilk karşılaktıkları gün kendi­
sine böyle hitap etm işti.
O gün, gergin ve korkm uş olduğunu hatırlıyordu, uzun za­
man önceydi. K im senin ondan hoşlanm ayacağından korkuyor­
du ve başının üstündeki kocam an kırmızı kurdelanm çok aptal
göründüğünü düşünüyordu. Annesi onu içinde kuponlar ve ye­
m ek tarifi kitabı bulunan W elcome W agon’m sepetinin sapından
çıkarm ıştı. D aisy kurdela takm ak istem iyordu ancak annesi gü­
zel göründüğü ve elbisesine yakıştığı konusunda ısrar etmişti.
O gün bütün sabah kim se onunla konuşm am ıştı. Ö yle ü zül­
m üştü ki, öğle yem eği zam anı geldiğinde o çok sevdiği yu­
m urtalı sandviçini bile yem em işti. En sonunda, teneffüste. Ste-
ven ve Jack onun yanm a gelm işlerdi.
“ Senin adın n e?” diye sorm uştu Jack.
D aisy onun uzun kirpiklerle çevrelenm iş yeşil gözlerine
bakm ış sonra da ona gülüm sem işti. Sonunda birisi onunla
konuşm uştu ve küçücük kalbi neşeyle dolm uştu. “ Daisy Lee
B rooks.”
Jack topuklarının üzerinde sallanırken tepeden tırnağa onu
t t t iı f n 't ii ih s o t t

süzmüştü. “Talimi, o kindeki hayalımıla gördüğüm en api;ı|


şey," diye sözcükleri siindiire siindüre konuşmuştu ve sonra d;ı
Sloven'in birlikle kahkahalar alarak gülmüşlerdi.
Kıırdelanm aplal göründüğünü duymak oıuın korkusunu
kanılluınışlı ve gözleri yanmaya başlamıştı. “Öyle mi? Siz de
yirmiye kadar saymak için ayakkabılarınızı çıkarmak zorunda
kalacak kadar aptalsınız,” diye yanıt vermiş, kendisini savun­
duğu için gurur duymuştu. Ama sonra gözyaşlarına boğularak
her şeyi mahvetmişti.
O günü hatırladığında yüzüne buruk bir gülümseme yerleş­
ti. Yaşadığı süre boyunca bu çocuklardan nefret etmeye yemin
etmişti. Bu sadece üç hafta sonra Jack’in onu T-balI takımla­
rına davet etmesine kadar sürmüştü. Ona oyunun kurallarını
öğreten Steven olmuştu.
İlk başta Jack dalga geçmek için ona tatlım, demişti ancak
yıllar sonra onu boynunun kenarından öperken de aynı şekilde
fısıldamıştı. Onunla dalga geçmenin yeni yollarını keşfeder­
ken sesi tamamen karanlığa gömülecekti. Onun öpücüklerini
hatırladığında göğsünde bir yanma hissettiği anlar olmuştu an­
cak yıllar geçtikçe onunla ilgili hiçbir sıcaklık ya da yanma
hissedemez olmuştu.
Geçen akşam yarı çıplak ve tamamen öfkeliyken nasıl gö­
ründüğünü hatırladı. O seksi yeşil gözlerini kısmış ve dudak­
larının alaycı kıvrımıyla kendisine bakmıştı. Onu son gördü­
ğünden beri daha da yakışıklı biri olmuştu ancak Daisy artık
olgunlaşmış, akıllanmış ve artık görünüşler ya da haylaz tavır­
lar ona sökmez olmuştu.
/*11/11/ İM İ I İ l i l

Nallıan, Jack 'e la/la benzem iyordu. 1iclki satlcce tavırları


benziyordu. Daisy, L ovelfteyken o S teven’ın Seattlc'dakı kız
k alleşin in yanında kalıyordu, ancak annesinin buraya geliş ne­
deninin ne olduğunu biliyordu. Daisy yalan söylem ek konusun­
da dersini alm ıştı, ne kadar iyi niyetli olursa olsun yalan söyle­
meyecekti ve N alhan’a da hiç yalan söylem em işti. Ancak onun
gelm em esi için bu yolculuğu özellikle okulun son haftasında
yapm ayı seçm işti. Jack ’a N alhan’dan söz ettiğinde onun nasıl
bir tepki vereceğini bilm iyordu. A cım asız olacağını düşünm ü­
yordu, en azından N athan’a karşı, ancak yine de emin değildi.
Jack gerçekten çirkinleşm eye başladığında, N athan’ın burada
olm asını istem iyordu. N athan, hayatında yeterince acı çekmişti.
E vin içinde annesinin dolaştığını duydu. Ayağa kalktı ve
içeri girdi.
“G ü n ay d ın ,” dedi, yağm urluğunu asarken. A nnesinin m ut­
fağının sıcacık kokusu burnuna geldi. F ırından çıkm ış ekm eğin
ve evde y ap ılm ış yem eklerin kokusu onu sıcacık bir battaniye
gibi sardı. “G üneşin doğuşunu izledim ve gerçekten şahaney­
d i.” B ahçe ayak kabılarını çıkardı ve kahvesine krem a koyan
annesine baktı. L ouella B rooks, mavi bir gecelik giym işti ve
saçlarım tıpkı pam uk şekeri gibi tepesinde toplam ıştı.
“ D ün akşam ki parti nasıldı?” diye sordu Daisy. İki haftada
bir C um a günleri L ovett, bekârlar kulübü dans partisi d ü zen ­
lerdi ve L ouella B rooks, üye olduğu l c>*)2 yılından b en bir ta­
nesini bile kaçırm am ıştı. K ulüp üyeliğini sürdürm ek için yılda
elli dolar ödü yo rdu ve parasının karşılığını aldığına inanıyor­
du.
Rikht'i Gıbson

“Vema Pearse da oradaydı ve nereden bakarsan bak. old u ­


ğundan on yas daha yaşlı görünüyordu." Louella kaşığım la­
vaboya bıraklı ve kahve kupasını dudaklarına götürdü. Kupa­
nın üzerinden kahverengi gözleriyle Daisy ye baktı. “Her yeri
sarkmış, porsumuş, büzüşmüş.”
Daisy güldü ve kendisine kahve koydu. Vema bir zaman­
lar Louella'yla. Wild Coyote Diner’da çalışmıştı. O zamanlar
ikisi iyi arkadaştı. Daisy de lise yıllarında orada çalışmıştı an­
cak bu arkadaşlığın neden bittiğini hatırlamıyordu. “Vema’yla
aranda ne olmuştu?” diye sordu.
Louela kupasını tezgâha koydu ve bir sonum ekmek aldı.
“Vema Pearse, gevşek bir kadındır,” dedi. “Bir yıl boyunca bana
benden daha iyi bir garson olduğu için saat başına on sent daha
fazla aldığını söyleyip durdu. Böbürlenip bunu benim kafama
kakıyordu ama sonradan bunu başka yollarla aldığı anlaşıldı.”
“Nasıl?”
“Uçkuru düşük Bob Jenkins’Ie.”
Daisy lokantanın sahibini hatırladı, demek ona boşa uçkuru
düşük denmiyordu. “Onunla seks mi yapıyormuş?
Loella başını salladı ve dudaklarını büzüştürdü. “Depoda
adama oral seks yapıyormuş.”
“Gerçekten mi? Ama bu bir suç.”
“Evet. Bir çeşit fahişelik.”
“Ben daha çok kölelik olarak düşünmüştüm. Vema günde
seksen sent daha fazla kazanmak için adamın aletini üflüyor-
muş. Bu doğru değil.”
“Daisy,” dedi kaşlarını çatarak Louella ve tost makinesini
P a p a ty a Falı

çıkardı. “Terbiyesizlik etm e.”


“ Konuyu sen açtın!” Annesini asla anlayam am ıştı. Oral
seks deyince sorun yoklu ama aleti Liflemek ayıptı.
Sen K uzey’de fazla kaldın.”
Belki de gerçekten fazla kalm ıştı çünkü ikisinin arasındaki
farkı anlayam tyordu.
Louella ekm eği poşetten çıkardı. “Tost ister m isin?”
“S abahlan yem iyorum .” K ahvesinden bir yudum aldı ve
kahvaltı köşesine geçti.
“Dün gece dışarı çıktın m ı?” diye sordu annesi ekm ek dili­
mini kızartırken.
Bu, Jack ’in evine gitm e cesareti bulup bulm adığını sorduğu
anlam ına geliyordu. “Evet, dün akşam onun evine gittim .”
“Söyledin m i?”
D aisy banklardan birine oturdu ve kahve kupasını saran el­
lerine baktı. B ir parm ağındaki kırm ızı oje dökülm üştü. “Hayır.
Yalnız değildi. Sevgilisi vardı yani uygun bir zam an değildi."
“B elki bu işin peşini bırakm an için b ir işarettir.”
Büyüme çağlarındayken annesi hep Steven’ı daha çok sevmiş­
ti. Gerçi Jack’i de sevmişti. Üçünün arası bozulduğunda Jack'i
suçlamıştı. “Bunu yapam am ,” dedi Daisy, “Ona söylemeliyim."
“B unun nedenini hala anlayabilm iş değilim .” Ekmek dilimi
kızartm a m akinesinden fırladı ve Louella onu bir tabağa koydu.
“ Sana nedenini söylem iştim .” D aisy bunun nedenini y en i­
den tartışm ak istem iyordu. Dün m asanın üzerine bıraktığı oje
şişesini aldı ve dökülen yere sürm eye başladı.
“Eğer bunu yapm aya kararlıysan, oraya akşam ginnem e-
Rachel Cibson

lisin.” Louella tereyağının kapağını açtı ve ekmeğini yağla^


“İnsanlar dul kadınların arkasından konuşur. Çaresiz oldukla,
nnı söylerler.”
Daisy'nin babası o beş yaşındayken ölmüştü ancak kimse­
nin annesinin arkasından çaresiz olduğunu söylediğini duyma­
mıştı. “Umurumda değil.” İşaret parmağının tırnağını kırmızı
ojeyle boyadı sonra da şişenin kapağını sıktı.
“Olsa iyi olur.” Louella tabağını ve kupasını alarak Da-
ısy'nin karşısına oturdu. “İnsanların onun evine yeni bir ilişki
başlatmak için gittiğini düşünmesini istemezsin.”
Daisy, gülmemek için ıslak parmağına üfledi. İki yıldır her­
hangi bir ilişkiye girmemişti ve belki de bir ilişkiye nasıl gi­
rildiğini bile unutmuştu. Steven’m tanısı konulduktan ve ilk
ameliyatını geçirdikten sonra normal, sağlıklı evlilik hayatla­
rını sürdürmeye çalışmışlardı ancak birkaç ay sonra işler iyi­
ce zorlaşmıştı. Başlarda kocasıyla sevişmeyi çok özlüyordu.
Sonra sevişmeden geçen zaman, özlemini de alıp götürmüştü.
Artık bu konuyu neredeyse hiç düşünmüyordu bile.
“Bana arka bahçendeki flamingolardan söz et,” dedi Daisy
konuyu değiştirmek için.
“Bence çok güzeller,” dedi annesi. Büyüme çağındayken
annesi Disney’ye gitmişti. Bahçeleri Pamuk Prenses ve Yedi
Cüceler ve Alis Harikalar Diyarı ’nda karakterleriyle dolup
taşmıştı. “Gagasından kitap sarkan büyük flamingoyu, Kitty
Fae Young’dan almıştım. Torunu Amanda, onları sipariş üzeri­
ne yapıyor. Amanda’yı hatırlıyorsun, değil mi?”
Tıpkı çocukluğunda olduğu gibi gözlerinin donuk baktı-
34
P a p a ty a Falı

ğını hayal edebiliyordu. Annesi Daisy’nin tanımadığı, asla


karşılaşmadığı ve en ufak değer vermediği insanlar hakkkın-
da konuşmaya eğilimliydi. Büyüme çağında Lily’yle birlikte
lokantada olup bitenlerin en sıcak dedikodularını gönülsüzce
dinleme kurbanları olmuşlardı. Bu dedikodular onların hiç il­
gisini çekmezdi. Kim yeni bir Buick almış, kimin eklem ağrısı
varmış ya da o leziz kurabiyeleri kim yapmış, um urlarında ol­
madığını her defasında belli etseler de, Louella anlatacaklarını
bitirene kadar bozuk plak gibi konuşup dururdu.
Başını salladı ve ağzından cılız bir hayır çıktı.
“Elbette hatırlarsın,” dedi annesi. “ Şu iğrenç tavşan dişleri
olan kız. G erçekte bir kunduza benziyordu.”
“Oh, evet,” dedi, en ufak bir fikri olm am asına rağmen. Tek-
sas’ta tavşan dişli sadece birkaç kişi vardı.
Daisy oturduğu yerden kayarak ayağa kalktı. Annesi.
A m anda ve bahçe dekor sanatından söz ederken D aisy lava­
boya doğru yürüdü ve kupasını çalkaladı. M or ve yeşil renk­
lerdeki vitray cam lı çerçevenin pencere eşiği üzerindeki yan­
sım alarına baktı. Ç erçevenin içindeki resmi kendisi çekmişti.
Bu dördüncü yaş gününde N ath an ’la S teven’m resmiydi ve
yakın çekim i yum uşatm ak için geniş açılı m ercek kullanmıştı.
Kafalarında parti şapkalan, gözlerini kocam an açmışlar, akıl
hastanesinden kaçm ış deliler gibi gülüyorlardı. Bu resmi ilk
fotoğraf dersleri alm aya başladığında çekm işti ve yeni yem
deneyim kazanıyordu. O zam anlar hepsi çok mutluydu.
K aşları çatıldı ve başını çevirdi. Bugün geçm işi düşünm ek
istemiyordu. D uygusal bir batağın içine düşm ek istem iyordu.
ıs
R achel Gibsoıı

Kupasını bulaşık makinesine koydu ve gözleri çamaşır manda*


lı şeklindeki notlukta duran alışveriş listesine takıldı.
ama tabi sen o zamanlar burada yaşamıyordun,” diyor­
du annesi. "Red Cooley’nin karavanının, hortumda parçalan­
dığı yıldı.”
“Markete gidecek misin?” diyerek sözünü kesti.
“Almam gereken birkaç şey var,” dedi annesi masadan kal­
kıp, ekmeği yerine koyarken. “Yarın kiliseden sonra Lily Belle
ve Pippen Pazar yemeğine gelecekler. Ben de güzel bir domuz
budu yeriz, diye düşündüm.”
Lily, Daisy’den üç yaş küçüktü ve Pippen da onun iki ya­
şındaki oğluydu. Lily’nin kocası kadın bir kovboyla kaçmıştı
ve karmaşık bir boşanma süreci yaşıyorlardı. Zor günler ge­
çiriyordu ve bunun sonucu olarak bütün erkeklerden nefret
ediyordu. “Senin için Albertson’a gidebilirim,” diye önerdi.
Böylece kendisi için domuz budu dışında birşeyler alabilirdi.
Domuz etine pek düşkünlüğü olmamıştı ve Steven’ın cenaze­
sinden sonra iyi niyetli bir sürü insan uğrayıp, domuz eti ge­
tirmişlerdi. Etlerin çoğu Seattle’daki evinin dondurucusunda
duruyordu hâlâ.
Bir duş aldı ve üzerine bir kotla mavi bir gömlek geçirdi.
Saçını kuruttu ve biraz makyaj yaptı. Arka cebine koyduğu
alışveriş listesiyle annesinin Cadillac’ına atladı. Annesinin
gözleri bozuk olduğu için arabanın çeşitli yerlerinde göçük­
ler vardı. Dikiz aynasından aşağı flamingo şeklinde bir araba
parfümü sarkıyordu ve direksiyonu çevirdiğinde sesler çıkarı­
yordu.
36
P a p a tya Falı

A lb ertson ’a girdiğinde içeride Teksas dışında bütün eyalet­


lerin nefret ed eb ileceğ i Barry M an ilow ’un “ M andy” parçası
çalıyordu. A lışv eriş arabasına bir kutu poşet çay v e bir kutu
da kahve attı sonra da et reyonuna doğru ilerledi. Canı biftek
istiyordu v e için d e üç parça k em ik siz pirzolanın bulunduğu bir
paket aldı.
“M erhaba, D aisy. K asabaya döndüğünü d u yd um .”
Daisy, başını kaldırıp baktı. Karşısındaki kadın tanıdık ge­
liyordu. Saçları pembe bigudilere sarılmıştı, bir elinde şekil
verici jöle, diğerinde ise bir kutu tel toka vardı.
Kadının adını hatırlamasını birkaç saniyesini aldı. “Sen
Sylvia’nın küçük kardeşi Shay Brew ton’sın.” Daisy ve Sylvia
Lovett L isesi’nin ponpon kızlar takımındaydılar. İyi arkadaştı­
lar ancak D aisy ve Steven buradan taşınınca bağlan kopmuştu.
“Sylvia nasıl?”
“İyi. K ocası ve iki çocuğuyla H ouston’da yaşıyor.”
“H ouston m ı?” Elindeki et paketini arabaya bıraktı ve aya­
ğını arabanın alt tarafındaki demire koydu. “Aman tannm!
Buradan taşınm ış olm asına üzüldüm. G itm eden önce onu gör­
meyi düşünüyordum .”
“H afta sonunda burada, düğünüm için geldi.”
Daisy gülüm sedi. “Evleniyor m usun? Ne zaman? K im in­
le?”
“Jim m y C alhoun’la, W hiley K ilisesi’nde. Bu akşam saat
altıda.”
“Jim m y C alhoun m ı?” Okul hayatları birlikte geçmişti.
Alev gibi kızıl saçları, açık gri dişleri vardı. Altı erkek kardeş­
R achel Gibsott

tiler; hepsi de baş belasıydı. Her birinin Huııtsville’de hapisha­


ne dövmeleri yaptırmış şekilde yaşadıklarına bahse girebilirdi.
Shav güldü. "Bana aklımı kaybetmişim gibi bakma."
Daisy. ağzının açık kalmış olduğunun farkında değildi, he­
men kapattı. "Tebrikler, çok mutlu olacağınıza eminim,” dedi.
"Şehir kulübünde vereceğimiz resepsiyona gel. Saat sekiz­
de başlayacak."
"Evlilik kutlaması mı?"
"Büyük bir parti olacak. Bir sürü yiyecek ve içecek var.
Çalmaları için Jed ve Ripper’ları kiraladık. Sylvia da orada
olacak ve seni gördüğüne çok sevineceğinden eminim. Annem
ve babam da öyle.”
Bayan Brevvton ponpon kızlar takımının danışmanıydı. Bay
Brewton ise arka bahçesindeki barakada kendi likörünü yapar­
dı. Deneyimlerinden bu likörün insanın yemek borusunda bir
delik açabileceğini biliyordu. “Belki gelirim.”
Shay başını salladı. “İyi. O zaman, ona seninle karşılaştığı­
mı ve partiye gelebileceğini söylerim. Çok sevinecek.”
Dasiy gelirken düğün resepsiyonunda giyebileceği bir şey
getirmemişti. Getirdiği tek elbise beyazdı ve bu düğün resepsi­
yonu için hiç uygun olmazdı. Belki de sadece bir hediye gön­
derse daha iyi olacaktı. “Herhangi bir hediye çeki üyeliğin var
mı?”
“Oh, bunu yapmana gerek yok. Ama evet, Donna’nın Hedi­
yelik dükkânı üyesiyim.”
Elbette. Zaten herkes oranın üyesiydi.
“Bu akşam görüşürüz,” dedi Shay oradan ayrılırken.
38
P a p a tya Falı

Daisy, onun gö zd en kaybolup gid işin i izled i v e yen id en


güldü. Küçük Shay B rew ton, çılgın Jim m y C alh ou n 'la e v le n i­
yordu. B ü yü m e çağlarında kasabada Jim m y ve erkek kardeş­
lerinde daha çılg ın ı yoktu.
Jack dışında.
Jack her zaman bir uçuktu. Bisikletinin yapabildiği hız asla
onu kesmezdi; ya ellerini bırakır ya da selenin üzerinde ayağa
kalkardı. Rüzgâr hortumlarını kovalardı; hava raporları büyük
bir kasırganın geleceğini duyursa bile mutlaka dışarıda olurdu.
Yenilmez olduğunu sanırdı, superman gibi.
Steven, D aisy’den daha gözükara biriydi ancak o bile Ja-
ck’in yaptıklarının yarısını yapmamıştı. Asla evinin çatısından
aşağı yaprak yığının içine atlayıp, ayağını kırmamıştı. Ya da
ev yapım ı bir go-karta m otorsiklet m otoru takıp, yarış arabası
kullanıyormuş edasıyla kasabayı turlamamıştı.
Jack bunları yapm ıştı. Ü stelik babasının buna çok kızacağı­
nı bildi halde yapmıştı. Ray Parrish gerçekten de çok kızmıştı
ancak Jack’e göre yaptığı şey, her şeye değerdi.
Jack kıçının tüyleri tutuşm uş gibi hayatla son hızda yarışır­
ken, Steven M oore her zam an daha tehlikesiz bir çocuk olm uş­
tu ve güvenilir.
Okuldaki en uçuk çocukla takılm ak çok eğlenceliydi.
Onunla rom antik bir ilişkiye girm ekse çok büyük bir hataydı.
Zaten bu ilişkinin bedelini Daisy, Steven ve Jack çok ağır
ödemişlerdi.
Lovett, şehir kulübü golf sahasının kenarındaydı. Kapılardan
binaya kadar uzanan araba yolunun her iki tarafı karaağaçlar­
la kaplıydı. Konukların ön kapıya gitmeleri için bir köprünün
üzerinden geçmeleri gerekiyordu. Köprünün altından bir dere
akıyor ve hafif dalgaların arasında kuyruklarını sallayarak do­
laşan kırmızı ve beyaz akvaryum balıklarının bulunduğu bir
havuza dökülüyordu.
Saat sekiz buçukta Daisy arabayı binanın parkına, bir Mer­
cedes’in yanına çekti. Steven gittiğinden beri ilk defa tek ba­
şına dışarı çıkıyordu ve bu tuhaf bir duyguydu. Sanki evde
bir şey unutmuş gibiydi. Bu, havaalanına giderken, biletlerin
çantasında olduğunu bildiği halden onları evdeki yemek m asa­
sının üzerinde unutmuş gibi gereksiz bir paniğe kapılma duy­
gusuyla aynıydı. Böyle bir paniğin, ne zaman sona ereceğini
merak etti. Herhalde dışarı tek başına çıkmaya alıştığında.
Peki, ya biriyle çıkmak? Onu boşver. Galiba böyle bir şey
için kendisini asla hazır hissetmeyecekti.
P a p a ty a Falı

D aisy, cam kapıdan içeri girdi ve ziy a fet salonuna gitm ek


için yürüdüğü uzıın koridordaki yeni parlatılm ış parm aklıkla­
rın üzerin d e y a y ıla n y a n sım asın ı gördü. L ily ’den ödünç aldığı
k olsu z, kırm ızı bir k ok teyl elb isesi giy m işti. D a isy k ız karde­
şin d en daha uzundu v e g ö ğ ü s b ö lg esi daha gen işti. K ırm ızı, bir
düğün resep siy o n u için u ygu n bir renk olm ayabilird i ancak bu
L ily ’nin d olab ın d ak i ço k k ısa v e g ö ğ ü s b ö lg esi dar olm ayan
tek elb isey d i.
Elbisenin sağ tarafında etek ucundan koltuk altına kadar
ipek kaplı düğm eler vardı ve annesinin altın sarısı zincirli kü­
çük kırmızı çantası omzundaydı.
Getirdiği hediyeyi kapının yanındaki masaya koydu ve zi­
yafet salonuna girdi. Dekorasyon geleneksel olarak göl mavisi
ve altın rengi ağırlıklıydı. Erkek bir fotoğrafçı, dijital kame­
rayla resim çekiyordu.
Yaklaşık iki yüz konuk, çifti, şam panya kadehlerini kaldıra­
rak kutluyordu. M avi ve sarı renkler her şeye hâkimdi, beyaz
örtülü yuvarlak m asaların üzerinde de aynı renklerdeki mum­
ların alevleri titriyordu. D aisy’nin sol tarafında içinde kızar­
mış tavuk, rosto, sebze ve sosların bulunduğu servis tabaklan
dizilmişti. K onukların çoğu artık masalardaki yerlerini alm ış­
lardı.
Fotoğrafçı sürekli ışık kaynağı kullanmıyordu, çok yazık.
Eğer fotoğrafçı olarak onu tutmuş olsalardı, çantasına birden
fazla kam era ve birçok m ercek koyardı. Özelikle böyle bir sa­
londa 1600’lük renkli film, flaşlı bir kamera ve ortam ışığını
güçlendirm ek için de sürekli ışık kaynağı kullanırdı. Gerçi her
R a c h e l G ibson

fotoğrafçı farklı çalışıyordu. Büyük olasılıkla bu fotoğrafçı


iyi bir iş çıkaracaktı.
“... Jiimmy ve Shay Calhoun’ın şerefine,” diyerek kadeh
kaldırdı birileri. Daisy de kendisine şampanya dolu bir kadeh
aldı ve dikkatini fotoğrafçıdan çekip partiye verdi. Gözlerini
insanlar üzerinde gezdirirken, rujunu dağıtmamaya dikkat ede­
rek kadehi dudaklarına götürdü. Okul arkadaşını gördüğünde
kadehinin arkasından gülümsemeye başladı. Sylvia sarı saten
elbisesinin üzerinde göl mavisi bir tül vardı. Epeyce genişle­
mişti. Şişmanlıktan değil, hamilelikten. Yorgun görünüyordu
ancak her zamanki gibi güzeldi ve Daisy’nin hatırladığı kadar
kısaydı ve hala okulda olduğu gibi saçını spreyli ve kabarık
kullanıyordu.
Shay ise omuzlarına dökülen kalın bukleli saçları ve bir
bulut gibi kabarık duvağıyla çok güzel görünüyordu. Jimmy
Calhoun, Daisy’nin hatırladığından daha yakışıklıydı ya da o
güzel smokin içinde kendisini biraz toparlamıştı. Emin değildi
ancak saçları da eskisi kadar kızıl değildi, sanki daha koyulaş-
mıştı ve çilleri de tamamen yok olmuştu.
“İzninizle, hanımefendi,” hemen tanıdığı bu ses arkasından
geliyordu. Göz ucuyla kapının olduğu tarafa baktığında Jack
Parrish’i gördü. Yanından geçerken gözleri Daisy’nin gözle­
rinde kilitlendi ve simsiyah ceketi onun çıplak koluna sürtün­
dü. Şaşkınlığı adımlarını biraz daha yavaşlatmıştı ve o anda
Jack’in gözlerindeki pırıltıyı gördü. Gördüğü gibi de kaybol­
du. Daisy bunun mum ışıklarının bir hilesi olup olmadığını
merak etti. Yanından geçip gittikten sonra Daisy, kalabalığın
42
P a p a ty a Falı

a ra sın d a n kendisine yol açarak gelin ve damada doğru iler­


lerken onun geniş omuzlarına ve saçlarına baktı. Koyu renk
saçları gömleğinin yakasını süpürüyordu ve sanki şapkasını az
önce arabasının koltuğuna fırlatmış ve parm aklarıyla taramış
gibi görünüyordu. Üzerindeki takım elbiseyle magazin dergi­
lerinden fırlam ış gibiydi. Ve her zaman olduğu gibi bir yerlere
yetişmek için hiç biri telaşı yokmuş gibi ağır adımlarla ve sırtı
dik bir şekilde yürüyordu.
M idesinde bir kıpırtı hissetti ancak bunun onun görünüşüy­
le bir ilgisi yoktu, sadece Jack’in oğlu ve kendisi için ne ifade
ettiğiyle ilgiliydi.
“Daisy Lee B rooks!” diye seslendi Sylvia ve Daisy dönüp
baktığında arkadaşım gördü. “Buraya gelsene.” Sylvia’nm o
bedenden çıkm ası beklenm eyen bir sesi vardı. Bu da onu m ü­
kemm el bir ponpon kız yapmıştı.
Daisy güldü ve ön tarafa yürüdü. D am atla konuşan Jack'm
bulunduğu m asanın yanm a gitti. A rkadaşına ve Bay ve Bayan
Brevvton’a sarıldı. Sylvia onu kocası C hris’le tanıştırdı ve son­
ra da “Jim m y C alhoun’u hatırlarsın?” dedi.
“M erhaba, D aisy.” Jim m y sırıttı. Açık gri renkli dişlerinin
yerini porselenler almıştı. “Ç ok güzel görünüyorsun."
“Teşekkür ederim .” D aisy orada yokm uş gibi da\Tanmakta
büyük başarı gösteren Jack’e baktı. Sonra gözlerini ceketinin
yakaları arasından görünen mavi gömleğe çevirdi. Kravat tak-
mamıştı. D aisy dikkatini yeniden damada çevirdi. “ Sen de çok
iyi görünüyorsun, Jimmy. Küçük Shay Bre\vtonTa evlendiğine
inanam ıyorum . Sylvia’yla oma bisiklete binmeyi öğrettiğim iz
R a ch e l Gibson

günleri hatırlıyorum, gidip bir ağaca toslamıştı.


Shay güldü. Jimmy de "Eminim benim şimdiye kadar ço^,
tan hapishaneye düştüğümü düşünmüşsündür,” dedi.
Yedinci sınıfla Jimmy ve erkek kardeşleri babalarını araba­
sını çalmışlar, çıplak kıçlarını arabanın pencerelerine dayaya.
rak. okulun çenesinde tur atmışlardı. Onuncu sınıfla Jimmy
okuldan birkaç saat erken çıkmak istediği için okula bomba
ihbarı yapmıştı. Ancak müdür odasının hemen dışındaki anke-
sörlü telefondan aradığı için yakalanmıştı. “Aklıma bile gel­
medi."
Sylvia bir kahkaha attı çünkü gerçeği biliyordu. Daisy
kendisini rahatlamış hissetti. Midesindeki hareket kesilmişti.
Şu anda Jack'e. Nathan'dan söz etmenin sırası değildi zaten.
Bunu düşünmesine bile gerek yoktu. Rahat davranabilirdi.
Eski dostlarıyla eğlenebilirdi. Birazcık eğlenmeyeli uzun za­
man olmuştu.
“Jack. Steven’la birlikte eski otabanda yarıştığımız için
üçümüzün de tutuklandığını hatırlıyor musun?” diye sordu
Jimmy.
“Elbette.” Kolunu sıvayıp, saatine baktı.
“O gece sen yoktun, değil mi, Daisy?”
“Hayır.” Ve bir kez daha yanında duran adama baktı. “Ste­
ven ve Jack’in araba yarışlarından hiç hoşlanmazdım. Birinin
cam yanacak diye korkardım.”
“Ben her zaman kontrollüydüm,” dedi yakasındaki tozu sil­
kelerken. Bakışlarını Daisy’ye çevirdi, “Ben her zaman güve­
nilirdim,” derken gözlerinde hiçbir ifade yoktu.
44
P a p a ty a F a lı

Hayır, onunla birlikte hiç de güvenilir değildi.


“ S teven'ı duyduğum da gerçekten çok üzüldüm ,” dedi Jim ­
my. O iyi bir adam dı.” Daisy ona baktı. Buna karşılık ne dem e­
si gerektiğini hiç bilem em işti, bu yüzden kadehini dudaklarına
götürdü.
“ Shay bana beyin kanseri yüzünden öldüğünü söyledi.”
“E vet.” Bir adı vardı bu hastalığın: gliyoblastom . Ç ok kor­
kunç bir hastalıktı ve her zam an ölüm le sonuçlanıyordu.
“Ben de annene nasıl olduğunu so n n ak için fırsat koluyor-
dum ,” dedi Sylvia.
“Ben iyiyim .” B u doğruydu. İyiydi. “Tanrım, bu bebek ne
zaman geliyor?” diye sordu S ylvia’ya, konuyu değiştirm ek
için.
“G elecek ay.” K ocam an göbeğini okşadı. “Ve ben tam am en
hazırım . Senin çocukların var m ı?”
“E vet.” C eketini sürekli dokunan kum aşı Jac k ’in varlığını
asla unutturm uyordu. “Evet, bir oğlum var. N athan.” dedi ve
bilerek yaşını söylem edi. “Şu anda S teven’ın kız kardeşi Junie
ve kocası O liverT a S eattle’da.” Ja c k ’e baktı, o boş bakışla­
rı kaybolm uştu. Yeşil gözlerinde şaşkınlık vardı ve bir kaşını
kaldırm ıştı. “Ju n ie’yi hatırlıyorsun, değil m i?”
“E lbette,” dedi Jack ve başını çevirdi.
“B en de hatırlıyorum ,” dedi Sylvia. “Bizden çok büyüktü.
Steven’ın anne ve babasının da çok yaşlı olduklarını hanrlıvo-
rum .”
Steven dünyaya geldiğinde anne ve babası kırklı yaşlarının
ortalarındaym ış. O liseden m ezun olduğunda da her ikisi de
Rachcl Gibson

altm ış üç yaştndaydılar. Annesi ö/miiştii ve babası da AriZo_


na’da bir yaşlı evinde yaşıyordu.
“Shay ve ben çocuk yapmak için bu akşam kollan sıvaya,
cağız.” Jim m y güldü. “B ebek sahibi olm ak için geç kalm ak
istem iyorum .”
Jack elini, ceketinin içine soktu ve göm leğinin göğüs cebin­
den bir puro çıkardı. “Tebrikler,” dedi ve onu Jim m y’e uzattı.
Jim m y puroyu parmaklarının arasına aldı. “En sevdiğim .
Teşekkürler.”
“Bana yok mu?” dedi Sahy gülümseyerek.
“Senin pura içtiğini bilmiyordum,” dedi Jack, kadının eli­
ne uzanırken. Gelinliğinin arasındaki elini aldı ve dudaklarına
götürdü. “Tebrikler, Sahy. Jimmy çok şanslı bir adam.” Kadı­
nın elini öptü ve fısıltıdan bir tık daha yüksek bir sesle, “Sana
bir yanlış yaparsa, haberim olsun,” dedi.
Shay gülümsedi ve serbest eliyle buklelerine dokundu.
“Onu pataklayacak mısın?”
“Hem de nasıl.” Kadının elini bıraktı ve izin istedi.
Jack köşedeki bara doğru ilerlerken, Daisy yine onun geniş
omuzlarına baktı.
“Her zaman baştan çıkarıcı bir erkekti,” dedi Sylvia iç geçi­
rerek. “Beşinci sınıftayken bile.”
Diğerleri futboldan konuşurken Daisy dikkatini S ylvia’ya
verdi. Futbol meraklıları Covvboys’un iyi bir defansa mı yoksa
iyi bir hücuma mı ihtiyacı olduğunu tartışırken, Daisy başını
arkadaşına doğru eğdi.
“Beşinci sınıfta Jack’le aranızda ne oldu?” diye sordu.
P a p a ty a Falı

S ylvia’mn dudakları özlem dolu bir gülüm sem eyle kıvrıldı,


sonra her ikisi de dönüp barda kendisine bira söyleyen Jack ’e
baktı.
"H adi,” diye üsteledi Daisy.
“ Benden alt tarafım ı gösterm em i istedi.”
B eşinci sınıfta m ı? Beşinci sınıfta Dasiy, Steven ve Jack
N A SC A R oynuyorlardı. D oktorculuk değil. “N asıl?”
"E ğer ben gösterirsem o da bana kendisininkini gösterecek­
ti.”
“ Hepsi bu kadar m ı?”
"B enim erkek kardeşim yoktu, onun da kız kardeşi. M erak
ediyorduk ve birbirim izin alt taraflarına baktık. H içbir şey ol­
madı. Bu konuda çok kibar davranm ıştı.”
K endisini R ichard P erry’nin istatistikleriyle sıkarken diğer
kızların alt taraflarına baktığını bilm iyordu. A caba bilm ediği
başka neler vardı?
“ Sakın bana onca yıl Jack P arrish ’le arkadaşlık edip alt ta­
raflarını gösterm ediğini söylem e.”
“B eşinci sınıftayken değil.”
“Ö yle y a da böyle, herkes eninde sonunda Jack ’e bir ta­
raflarını gösterdi.” Elini göbeğinin üzerinde gezdirdi. “Ama
farklı zam anlarda.”
D aisy o zam anlar on yedisindeydi ve alt tarafını gösterm ek
için neredeyse Ja c k ’e yalvarm ıştı. Yanlış hatırlam ıyorsa, tam
olarak şunları söylem işti: “Kes artık, Daisy. Ben bakirelerle
takılm am .” ancak takılm ıştı ve vahşi bir cinselliği olan bir iliş­
kiye başlam ışlardı ve bunu herkesten saklam ışlardı. Hatta Ste-
R a ch e l G ıbson

ven'dan bile. Özelikle Steven'dan. Çılgıncaydı, heyecan veı-jcj


ve yoğundu. Lunaparklardaki hız treni gibi heyecan veren bir
aşktı, kıskançlık ve vahşi seks içeriyordu. Ve son derece kor­
kunç bir şekilde bitmişti.
Uzun zamandır unutulmuş olan hatıralar geldi aklına Da­
isy’nin. sanki bir yerlerden kurtulup gelmişlerdi. Oradan bu­
radan. Birbirine karışmış hatıralar, karman çorman bir duygu
tıpkı bir arada ezilmişler, bir kutuya atılmışlar ve birileri o
kutuyu bantlamış gibiydi. Bunca yıl birilerini gelip kutunun
bandını ve kapaklannı açması için beklemişlerdi.
Kendi düğününü hatırladı. Steve’le nikâh dairesine gitm iş­
lerdi. Annesi ve onun ailesi de yanlarındaydı. Steve titremesini
engellemek için onun elini tutmuştu. Steven Monroe’yu ev­
lenmeden yıllar önce sevmeye başlamıştı. Belki ateşli bir âşk
değildi bu. Onda bağımlılık yapmamıştı, ancak bu türde âşklar
uzun sürmezdi. Sönüp giderdi. Steven’a duyduğu her zaman
sıcak bir sevgi olmuştu, tıpkı üşümüş ve yorgun bir şekilde eve
gelip şöminenin önüne kıvrılmak gibi. Bu türde âşklar uzun
sürerdi ve Steven gittikten sonra da sürmeye devam edecekti.
Steven’la, Jack’e evliliklerini söylemek için arabayla gidiş­
lerini hatırladı. Hamilelik yüzünden midesi bulanıyordu. Üste­
lik yapmak üzere oldukları şey de göğsünün sıkışmasına neden
oluyordu. Arabayı Jack’in sokağına çekmeden çok uzun zaman
önce ağlamaya başlamıştı. Steven yine onun elini tutmuştu.
Steven’la birlikte çok şey atlatmışlardı ve yüzleştikleri her
sorunla daha da yakınlaşmışlardı. Evliliklerinin ilk birkaç yı­
lında Steven, hâlâ okula devam ettiği için mali olarak onları
48
P a p a ty a Falı

zorlamıştı. Sonra Nathan dört yaşına girdiğinde Steven iyi bir


iş bulmuştu ve ailelerine bir çocuk daha katm aya karar ver­
mişlerdi ancak bu kararlarının ardından, S teven’in sperm sa­
yısının yeterli olm adığım öğrenmişlerdi. D aisy’nin yeniden
hamile kalm ası için her şeyi denem işler ancak bir sonuca ula­
şam am ışlardı. Beş yıl sonra bundan vazgeçtiler ve aslında ha­
yatlarından m em nun olduklarına karar verdiler.
Salon aniden karardı ve böylece Daisy geçmişinden sıyrıl­
dı. G üçlü bir spot ışığı dans pistinin tam ortasına vurdu ve geç­
mişin tüm hatıralarını kafasından uzaklaştırm aya çalıştı. Jed
ve Ripers enstrüm anlarını aldılar, Jim m y ve Sahy karı-koca
olarak ilk danslarını yapm aya başladılar.
Daisy evine dönüp, Jack ’e N athan’dan söz etm eye karar
verdiğinde bu hatıralarla boğuşacağım hesaba katm amıştı. Bu
hatıraların hâlâ kafasında yer tuttuğunu bile bilmiyordu, sanki
pusuya yatm ışlar ve onu bekliyorlardı.
Daisy, dans pistinden uzaklaştı ve boş kadehini m asaya bı­
raktı. K oridorun sonundaki tuvalete doğru gitti. Ellerini yıkar­
ken aynada kendine baktı. O artık korkm uş, kalbi kırılmış kız
değildi. Y etişm e çağında olduğundan çok daha katı biri olm uş­
tu. B uraya anılarını canlandırm aya gelm em işti ancak onlardan
kaçacak da değildi. B uraya Jack ’e N ath an ’dan söz etmeye
gelm işti. O na üzgün olduğunu ve onu anlam asını umduğunu
söyleyecekti. G erçi onun kendisini anlam ayacağından ve işleri
güçleştireceğinden em indi ancak yine de doğru olan şeyi yap­
ması gerekiyordu. Bunu artık ertelem enin gereği yoktu. Artık
gizlem eyecekti.
49
\jtnson

Dudaklarındaki boyayı yeniledikten sonra rujunu çantasın^


attı. Jack istediği kadar berbat davranabilirdi. Belki bunların
birazını hak ediyordu da ancak bunlara katlanabilirdi. Zaten
hayatın ona getirdiği berbat şeylerle yeterince baş etm ek zo­
runda kalmıştı. Jack daha da beterini yapamazdı.
Daisy. burda durdu ve bir kadeh beyaz şarap ısmarladı son­
ra yeniden ziyafet salonuna yöneldi.
Jack uzun koridorun sonunda bir omzunu duvara yaslam ış
duruyordu. Bir elinde bir cep telefonu vardı, diğer eliyse pan­
tolonunun cebindeydi. Başını kaldırdı ve D aisy’nin ona doğru
gelişini izledi.
“Bu çok iyi,” dedi telefona. “Pazartesi ilk iş sizinle görüşe­
ceğim.”
Daisy’nin ilk akima gelen şey yanından geçip gitm ekti an­
cak bunun yerine onun önünde durdu. “Hey, Jack.”
Jack telefonu kapattı ve onu cebine koydu. “Ne istiyorsun,
Daisy?”
“Hiçbir şey. Sadece sana dostça davranıyorum.”
“Ben sana ‘dostça’ davranmak istemiyorum.” duvardan
uzaklaştı ve elini cebinden çıkardı. “Dün akşam yeterince açık
konuştuğumu düşünüyorum.”
“Oh, konuştun.” Şarabından bir yudum aldı ve sonra, “Billy
nasıl?” diye sordu. Jack’in erkek kardeşiyle ilgili hatırladıkları,
sadece ışıl ışıl parlayan mavi gözleri ve saman sarısı saçları ol­
duğuydu. Bunların dışında onunla ilgili bir şey hatırlamıyordu.
Jack kadının başının üzerinden ileri bakarak, “Billy iyi,”
dedi.
50
l\ ı p a t y a Htlı

A y r ı n t ı l a r a girmesini bekledi. Ancak Jack bunu yapmadı.


“Evlendi mi? Çocukları var mı?”
“E v et.”
“Gina nerede?” Jack gözlerini D aisy’ye çevirdi, bu takımın
içinde gözleri yeşild en çok gri görünüyordu.
“Sanırım, Slim C lem ’de.”
“Burada d eğil m i?”
“Onu görem iyorum .”
Şarabından bir yudum daha aldı. Bunu yapmak ne kadar zor
olsa da y in e kibar davranacaktı. “Onu buraya getirmedin mi?”
“N ed en g etirey im ? ”
“O se v g ilin d eğ il m i?”
“B ö y le d ü şü n m en in ned en i ne?”
Her ikisi de nedenin ne olduğunu biliyordu. “Oh, belki de
dün akşam senin gömleğini giyiyor olmasıdır, başka bir şey
değil.”
“Bu konuda yanılıyorsun. Siyah dantelli bir tanga giyiyor­
du.” D udaklarını bir yana kıvırarak gülümsedi, kasten onu tah­
rik ediyordu, pislik. “Ve yüzünde tatmin olmuş bir gülümseme
vardı. Sen bu gülüm sem eyi çok iyi bilirsin, değil mi. Daisy?"
K ontrolünün yitirm em eli ve onun istediği şeyi yapm am a­
lıydı. “H iç böbürlenm e, Jack Parrish. O kadar hatırlanm aya
değer d eğild i.”
“N e? B en sadece G ina’nın dün akşam ki gülüm sem esinden
söz ed iyordum .” dudaklarının geri kalanı da kıvrıldı ve güler­
ken g özlerinin k en arlan kırıştı. “ Sen neden söz ediyordun, tat­
lım ?”

51
R a c h e l Gibscrn

Her ikisi de Gina'nın gülümsemesinden söz etmediğini bi,


üyordu. “Liseden beri hiç değişmemişsin.” Buz gibi gözlerle
ona baktı, kontrolünü yitirmeden ve sonradan pişmanlık duya­
cağı bir şey söylemeden onun yanından ayrıldı. Belki bundan
bir ders çıkarırdı.
Jack, onun gidişini izledi. Gülüşü kaybolmuştu. Onun sarı,
düzleştirilmiş saçlarına baktı, gözlerini kırmızı elbisesinin sır­
tına sonra da kalçalarına indirdi. Kim oluyordu da kendisini
yargılayabiliyordu? Onunla takılmış, onu sonsuza dek sevece­
ğini söylemişti ve anne babasını toprağa verdiği hafta en yakın
arkadaşıyla evlenmişti. Onun kitabında buna düpedüz kaltak­
lık denirdi.
Ziyafet salonuna girerek gözden kayboldu, Jack onun p e­
şinden içeri girmek için birkaç dakika bekledi. Daisy otuz
üçünde, on sekizinde olduğundan daha da güzeldi. Bunu geçen
gece de görmüştü. Şimdi olduğu gibi mutfağında da görm üş­
tü. Onunla ilgili çok şey değişmişti ancak bazı şeyler aynıydı.
Saçları eskisi gibi ışıltılı bir sarıydı ancak eskiden olduğu gibi
kabarık ve kıvırcık değildi. Şimdi dümdüz ve çok seksiydi. Bir
iki santim daha uzamıştı, bir yetmiş boyunda olduğunu tahmin
ediyordu ancak hala Lovett Gül Festivali kraliçesi gibi gös­
terişliydi. Bir zamanlar büyüleyici bulduğu kocaman gözleri
hâlâ kızıl kahveydi ancak masumiyetini ve ihtirasını yitirmiş­
lerdi.
Yürüdü ve loş ziyafet salonuna girdi. Marvin, yeni aldığı 67
model Ford Fairlane hakkında konuşmak için onu durdurdu.
“Hemen her şeyi Orjinal,” dedi Marvin. Bu arada Jed ve
52
P a p a ty a Falı

Rippers, Tim McGravv’ın mini etekli bir kızı anlatan şarkısını


çalıyorlardı.
Tıpkı bir mıknatıs gibi Jack’in gözleri Daisy’yi buldu. Işık­
landırılmış dans pistinin kenarında durmuş, J.P. Clark ve eşi
Loretta ile sohbet ediyordu. Çok dar olmasa da D aisy’nin elbi­
sesi tüm kıvrımlarını beli ediyordu. Çok kilo almadığı açıkça
beli oluyordu. Bilekleri kalınlaşmamış ya da poposu sarkma-
mıştı.
Onu ve Steven T yıllar önce unutmuştu. Onları geçmişe
gömmüştü ve hayatına devam etmişti. Şimdi geri dönmüş, es­
kileri eşeliyordu.
Cal T um er ona yaklaştı ve onu dansa davet etti. Herkes,
Cal’ın azgın bir piç kurusu olduğunu biliyordu ve elbisenin
yanındaki düğm eleri teker teker açmak için can atacaktı. Belki
D aisy’nin istediği de buydu. CalTa bir ilişkiye girmek. Fark
etmezdi gerçi. Bu Jack’i hiç ilgilendirmiyordu.
“Sentetik tavan kaplam asının değiştirilmesi gerekiyor,”
dedi M arvin ve arabanın iç özelliklerinden bahsetmeye devam
etti.
Cal kolunu, D aisy’nin beline doladı, Daisy de ona gülüm­
sedi. K ristal topun ışıkları yanağına ve saçlarına vuruyordu.
Kıpkırmızı dudakları aralandı ve güldü. Lovett Lisesi’ndekı
her azgın oğlanın fantazilerini süsleyen Daisy Lee Brooks. ka­
sabaya geri dönm üştü ve tüm gözleri kendisine çeviriyor ve
gülüşüyle tüm erkekleri tahrik ediyordu.
Bazı şeyler hiç değişmemişti.
Sadece o artık Daisy Lee Brooks değildi. Dasiy Lee Mon-
R a ch e l G ibson

roe'ydu ve bir çocuğu vardı. Bir oğlu. Steven’dan bir oğlu vaK
di. Buna neden şaşırdığını anlayamıyordu. Düşününce nede^
sadece bir çocukla kalmışlardı, bu şaşırtıcıydı.
Hiç beklemediği ve istemediği bir anda akima Daisy’n ^
dümdüz kamı girdi aklına. Gözlerinin içine bakarken dilinj
kamının üzerinde gezdirerek çıplak teninin tadını alıyordu.
Yavaşça aşağı doğru ilerlerken onun gözlerindeki arzuyu ha­
tırlıyordu.
“İzninle." dedi, Marvin tam arabasının çift karbüratöründen
söz ederken. Çıkış tabelasına doğru yürüdü ve kapıdan çıktı.
Uzun koridoru geçti ve şehir kulübünün ön kapısından dışa­
rı çıktı. Sıcak Haziran gecesinin, temiz havası, yüzüne çarptı.
Sessizlikte böceklerin sesleri oldukça net duyuluyordu. Sol ta­
rafta bir havuz ve golf sahasının bulunduğu tarafta Noel ışıkla­
rı gibi parlayan ateş böcekleri vardı. Steven ve Daisy ile birlik­
te ateş böceklerini yakalamaya çalıştıkları bir anıyı hatırladı.
Henüz böcek ilaçları yüzünden sayıları bu kadar düşmediği bir
dönemdi ve onları kavanozlarla yakalamak kolaydı. O, Daisy
ve Steven böcekleri kollarında ezerlerdi ve oluşan fosforlu çiz­
giler yaklaşık on dakika kalırdı.
Gömlek cebinden bir pura çıkardı ve şehir kulübünün ışık­
larının ardındaki bir beton banka doğru yürüdü. Oturdu ve
puronun jelâtinini çıkardı. Puroyu ağzının kenarına koyup,
tütün dükkânından aldığı kibriti bulmak için ceplerini yokla­
dı. Pek sık içmezdi ancak özel durumlarda bu pahalı puronun
keyfini çıkarırdı.
Cepleri boş çıktı ve puroyu gömlek cebine geri koymak zo­
54
P a p a ty a Falı

runda kaldı. Ziyafet salonunda gelen ışıklar havuza vuruyordu,


parm aklarını saçlarının içinden geçirdi, başını binanın duva­
rına yasladı ve gecenin karanlığına baktı. İyi bir hayatı var­
dı. Başa çıkabileceğinden fazla işi vardı ve ihtiyacından fazla
para kazanıyordu. Parrish Am erican C lassic’i kurm uştu, işleri
büyütm üştü. Bu kadarını babası bile hayal edemezdi. Kendine
ait bir evi vardı. Yetmiş bin dolarlık bir M ustang ve altı m etre­
lik teknesini çeken bir D odge Ram kam yonu vardı.
M utluydu, peki am a neden Daisy çıkagelmiş ve onun gömdü­
ğü tüm anılan eşelemeye başlamıştı? Kendisi ve D aisy’yle olan
anılanm. Kendisi ve Steven’le olan anılannı. Üçünün anılarını.
K üçüklüklerinden beri hem kendisi hem de Steven, Da-
isy’ye hafiften âşıktılar. H er şey çok m asum başlamıştı. İki
erkek çocuğu oyun parkına bakıyorlar ve altın rengi saçlan
ve kocam an kahverengi gözleri olan küçük kızı görüyorlardı.
T-ball oynayabilen, parktaki oyuncaklara tırm anabilen ve ko­
şuda onları geçen küçük bir kız. Bu sa f ve toy bir ilgiydi.
Ü çüncü sınıfta D aisy büyüyünce kim inle evleneceği konu­
sunda endişelenm eye başlayınca üçü birlikte onun her ikisiyle
de evlenm esine karar verm işlerdi. Üçü birlikte yapm ayı plan­
ladıkları ağaç evde yaşayacaklardı, Jack zengin ve ünlü bir
N A SC A R yarışçısı olacaktı. Steven tıpkı babası gibi avukat.
Daisy de güzellik kraliçesi olacaktı. O ana kadar hiçbir yer­
de çok eşlilik diye bir şey duym am ışlardı ve ne kendisi ne de
Steven D aisy ’ye cinsel bir gözle bakm ıyorlardı. Steven'la hiç
söz etm ediklerinden değil, sadece bunu D aisy'yle ilişkilendi-
rem iyorlardı.
Rachel Gıbson

A ncak her şey sekizinci sınıftan önceki yaz değişti. DaiSy


El Paso daki bir çiftlikte teyzesinin yanına çalışmaya gitm işti
ve geriye mükemmel memelerle dönmüştü. Onların tanıdıklar,
k ız gibi dümdüz göğüslü ve cılız değildi, değişmişti. M em ele­
ri Jack'in ellerinden büyüktü. Kalçaları dolmuştu. Saçları bi]e
sanki daha da parlamıştı.
O zamanlar bedeni tahrik olmak için bir bahaneye gerek
duymuyordu. Tüm ergenlere olduğu gibi bedeni nedensizce
uyanıyor ve bu onu çok utandırıyordu. Hatta bazen pek de he­
yecan verici olmayan geometri çalışırken ya da çimenleri bi­
çerken bile oluyordu.
Ancak o yaz Daisy’ye bir kez bakmıştı ve tişörtünü geren
o iki bariz nedenden dolayı bedeni hemen tepki vermişti. Tüm
dikkati bacaklarının arasında yoğunlaşmıştı ve öyle sertleş­
mişti ki sanki kanının beynine ulaşmasını engelliyordu. Daisy
teyzesinin çiftliğini anlatmak için yanma gelmişti ve ön sun­
durmada oturmuş bindiği atlan kahkahalar içinde anlatırken
onun memelerine bile bakamamıştı.
O yaz, Jack ve Steven sesli olarak dile getirmeseler de, ona
duyduklan ilginin artık pek de masum olmadığını biliyorlardı.
Bu aralarında bir sırdı. Arkadaşlıklarında ilk kez gerçek bir so­
run oluşmuştu. Ve bu bir özürle ya da sıkı bir yumrukla g ideri­
lebilecek bir sorun değildi.
Daha sonra Daisy’yle ilgili hissettikleri hakkında konuş­
muşlardı. Sonunda her ikisinin de ona dokunmamasına karar
vermişlerdi. Arkadaş olarak kalabilmeleri için ellerini kendile­
rine saklamaya söz vermişlerdi. Daisy sınırlan zorlamıştı. Jack
P a p a ty a Falı

de sözünü tutam am ıştı ancak sonunda ona sahip olan Steven


olm uştu.
Şehir kulübünün ön kapısı açıldı, sanki düşünce yoluyla
onu çağırm ış gibi D aisy çıktı kapıdan. Zincir saplı çantasını
om zuna yerleştirdi ve sanki arabayı nereye park ettiğini hatır-
lam ıyoım uş gibi çevresine bakındı. Ve Jack’i gördü ve uzaktan
gözlerini ona dikti. K ulübün önünden gelen ışık kadının yü­
zünün yarısını aydınlatıyordu ve diğer yansını gölgede bıra­
kıyordu.
“ Shay b irazdan gelin çiçeğini atacak,” dedi, sanki Jack sor­
muştu. “Ve benim de hiç yakalam aya niyetim yok.”
“B ir daha evlenm ek istem iyor m usun?”
B aşını salladı ve saçları om uzlarında savruldu.
N eden o lduğunu sorm adı. U m urunda değildi. Gözlerini kır­
m ızı elbisesinin kum aşını geren m em elerine dikti ve sonra da
elbisenin yan tarafındaki düğm elerde gezdirdi.
“B u sabah L ovett ilkokulundaki, ilk günüm aklıma geldi.”
dedi ve ona doğru bir adım attı. “ Sen de hatırlıyor musun?”
Jack ay ağ a kalktı ve onun gözlerine baktı. “Hayır.”
K ırm ızı dudakları yukarı doğru kıvrıldı. “ Saçım daki kurde-
lanın ço k aptal göründüğünü söylem iştin.”
Ve sonra ağlam aya başladı.
“O aptal şeyi takm am için beni annem zorlam ıştı.”
Jack o n u n yüzüne baktı, pürüzsüz m ükem m el tenine, gü­
zel b u rn u n a ve dolgun kırm ızı dudaklarına. H er zaman olduğu
gibi çok güzeldi, belki daha da güzeldi ve ona karşı bir şey
hissetm em ek konusunda çok iyi bir iş çıkarıyordu. Ne ölke.
57
Kachel Gibson

N e de arzu. H içbir şey. “Burada ne işin var?’'


D aisy bir adım daha yaklaştı. U z ansa ona d o k u n a b ilip
D a is y kocam an gözlerini onun gözlerine dikti. “Bugün Al-
bertson'da alışveriş yaparken Sahy’le karşılaştım ve beni dü­
ğün resepsiyonuna davet e tti.”
Sorduğu şey bu değildi. “L ovett’e neden geldin? “Geçmişi
eşelem eye m i? ”
D aisy gözlerini, Jack’in g ö ğ sü n e indirdi ancak yanıt ver­
medi.
“Ne istiyorsun, Daisy?”
“Arkadaş olmak istiyorum.”
"Hayır. ”
"Neden, Jack?” Gözlerine baktı. “Daha önce arkadaştık.”
Jack güldü. “Öyle miydik?”
Daisy başıyla onayladı. "Evet.”
"Bence daha fazlasıydık.”
“Biliyorum ama tüm o olanlardan önce olduğu gibi arka­
daşlıktan söz ediyorum.”
“Tüm o sevişmelerimizden önceki mi?”
Emin değildi ancak galiba Daisy’nin yüzü kızarmıştı.
"Evet.”
"Ve sen benim en yakın arkadaşımla yatmadan önceki gibi
mi?” Kollarını kavuşturdu. Belki de bir şeyler hissediyordu.
Belki de sandığından daha öfkeliydi. “Bir şeyleri yeniden baş­
latmak için mi geldin buraya? Kaldığımız yerden devam et­
mek için mi?”
Daisy başını çevirdi. “Hayır.”

58
P a p a ty a Falı

“Böbürlenmemem gerektiğini biliyorum ama arabamın


arka koltuğunda soyunmak istemediğinden emin misin?"’ Da­
isy başını salladı ancak Jack durmuyordu. “Eski zamanların
hatırına?”
Daisy’nin ona dokunmasıyla gardı düştü. Burnuna parfü­
münün kokusu geldi ancak bundan öte D aisy’nin kokusunu
alıyordu. Onu parfüm le kapatm ış ve on beş yıllığına onu ken­
disinden alm ış olabilirdi ancak kokusu hiç değişmemişti. On
yedi yaşındayken, The Wild Coyote D iner’da çalışırken; o kı­
z a rtm a ve m angal kokusunun arasındayken bile her zaman ılık
bir yaz havası gibi kokardı.
Daisy’nin parm akları hala onun dudakları üzerindeyken
birkaç saniye onun gözlerine baktı. Zaman zaman o yağ ko­
kusunun içinde onun kokusunu duymaya çalışırdı ve genelikle
ensesinin kıvrım ında bulurdu. Jack onu bileğinden yakaladı ve
bir adım geri çekildi. “Benden ne istiyorsun?”
“Sana söyledim . A rkadaş olmak istiyorum.”
Bundan fazlası olm alıydı. “Biz asla arkadaş olamayız.”
“N eden?”
Bileğini bıraktı. “Sen benim en yakın arkadaşımla evlen­
din.”
“Beni terk etm iştin.”
Hayır, ona düşünm ek için biraz zamana ihtiyacı olduğunu
söylemişti. “B enden intikam almak için mi Steven"la evlen­
din?” Bu bir soru değildi, gerçeğin ta kendisiydi.
Daisy başını salladı. “Anlamıyorsun. Öyle olmadı.”
Tam da öyle olm uştu. “Biz seninle sevgiliydik. Seninle hat-
59
Rachel G ibson

tanın yedi günü sevişiyorduk. Sonra sen kalktın, annemle


bamı toprağa verdiğim lıafta en yakın arkadaşımla evlendin
Bunun neresini yanlış anlamış olabilirim?” Karanlıkta bile Da.
isy’nin kaşlarının arasındaki çizgiyi görebiliyordu.
“Zamanlama gerçekten çok kötüydü.”
Boğazından acı bir kahkaha çıktı. “Evet.”
“Üzgünüm, Jack.” Gerçekten üzgün görünüyordu.
Umurunda değildi. “Üzülme. Her şey en iyi şekilde sonuç­
landı”
“Geri döndüm çünkü seninle konuşmam gerekiyor.”
Duymak isteyebileceği bir şey söylemesi mümkün olamaz­
dı. “Nefesini tüketme, Daisy,” dedi ve yanından geçip, girişle
park alanına ayıran köprüye doğru gitti.
“Buraya geliş nedenim bu,” diye seslendi ardından.
“O zaman boşa zaman harcamışsın.”
“Beni peşinden koşturma.”
Bu onu durdurdu ve geri dönüp Daisy’ye baktı. Daisy elleri­
ni kalçalarına koymuş, ona bakıyordu. Bu tıpkı eski D aisy’ydi.
“Ben kibar davranmaya çalışıyorum ve şunu bilmelisin ki,
başka seçeneğin yok. Beni dinleyeceksin; eğer dediğin gibi
çirkinleşirsen hayatının en berbat kâbusu olurum.”
Lanet olsun, işte bu eski Daisy’ydi. Yumuşak bir kız görü­
nümünde öfkeli ve kendini savunan bir saldırgan. Neredeyse
gülümseyecekti. Neredeyse.
“Çok geç, tatlım,” dedi Jack arkasını dönerken. “Sen yıllar
önce benim en berbat kâbusum oldun.”
B>öLutiAt, 4

Daisy kırmızı elbisesini dolaba astı, kırmızı kombinezonunu


çıkardı ve kısa geceliğini giydi. Sonra yüzünü yıkadı. Saat onu
biraz geçiyordu ve annesi uyumuştu.
Yatağının kenarına oturdu ve Seattle’daki oğlunun numara­
sını tuşladı. Washington’da saat henüz sekizdi; oğlunun ayakta
olduğundan emindi.
Haklıydı. “Merhaba, tatlı kurabiyem,” dedi, Nathan dön
kere çaldıktan sonra telefonu yanıtladığında.
“Anne.”
“Bu sohbete şahane bir başlangıç değildi ancak onun sesi­
nin duymak çok güzeldi. “Nasıl gidiyor?”
“Tuhaf.”
“Seni özledim .”
“O zaman eve gel.”
“Haftaya Pazar günü oradayım.”
“Anne, burada bir hafta daha kalmak istemiyorum.”
Buna benzer bir konuşm ayı yola çıkmadan önce de yap­
mışlardı. Junie ve O liver onun en sevdiği akrabaları değildi.
Racheİ Gıbson

Körü in s a n la r değillerdi ancak sıkıcıydılar. Ö zellikle de on beş


yaşındaki bir çocuk için. “O kadar kötü olamaz."
“Nereden biliyorsun? Sen hiç Junie Hala ve Ukala Olly
A m ca'yla yaşadın m ı?”
“Nathan, seni duyacaklar?” N e yazık ki O liver sınırlı bilgj
b irikim iyle çevresindeki herkesi etkilem eye bayılırdı. Steven
ona yıllar önce Ukala O ly dem eye başlamıştı.
“Hayır, duyamazlar. Burada değiller. M ichael A nn v e R ic _
bie bakıcılık yapmam için beni evde bıraktılar.”
D aisy telefonu çen esiyle om zu arasına sıkıştırdı. “M ich ael
A ıın senden sadece bir yaş küçük.”
“Biliyorum. Ve o gerçekten bir baş belası. Sürekli peşim de
dolaşıp, dudağımdaki halkaya yem ek kaçıp kaçmadığını soru-
j? yor.”
^ Daisy de bunu sormuştu ve normal bir soru olduğunu düşü­
nüyordu. “Bence sana âşık.”
“Aman Tanrım! Bu çok iğrenç, anne,” dedi, sesi k ızgın lık ­
tan çatlak çıkıyordu. “Bunu nasıl söyleyebilirsin. O benim ku­
zenim.”
“Öpüşen kuzenleri hiç duymadın mı?” diye dalga geçti.
“Öğhh. Hala burnunu karıştırıyor!”
Daisy güldü ve okuldan konuşmaya başladılar. Sadece beş
gün kalmıştı ve sonra yaz tatiline girecekti. Aralık ayında on
beş yaşma girmişti ve neredeyse birinci sınıftan beri sürücü
kurslarına gideceği günlerin hayalini kurmaya başlamıştı. Bir
yılı daha vardı ancak şimdiden arabasını seçmişti. En azından
bu haftalık bir seçimdi bu.

62
P a p a ty a Falı

“Spor bir N o v a Süper alacağım . Ç ok güçlü bir m otoru var.


Şu m ızm ızlardan biri d eğ il. Yolların tozunu attıram ayacaka-
sın, ne d iy e araba alasın ki?” D aisy, onun neden sö z ettiğini
bile an lam ıyordu. N ath an araba d elisi olarak dünyaya g e lm iş­
ti. Buna hiç şa şırm a m a lıy d ı. Bu genlerinde vardı. Ü stelik bir
C h ev y ’nin arka k oltu ğu n d a rahm ine düşm üş olm a o lasılığı
çok yü k sek ti. O nu bir yarış k a sk ıyla görm ek fazla sürm ezdi.
“Ne renk?” diye sordu, bir Nova SS’lşe yolların tozunu at­
tıracağıyla ilgili herhangi bir endişe duymadan. N athan’m ne
o kadar parası vardı ne de bir işi.
“Tepesi siyah altı sarı.”
“Yaban arısı gibi m i?”
Nathan uzun bir süre sustu ve sonra, “Altı beyaz, üstü si­
yah.”
Birkaç dakika daha havadan, sudan ve N athan’m yazm tati­
le nereye gitm ek istediği konusunda konuştular. Son günlerde
bir film izlem işti ve Fort Lauderdale’e gitmenin iyi bir fikir
olduğunu düşünüyordu. Ya da H aw aii’ye.
Daisy telefonu kapatırken Disney World konusunda anlaş­
mışlardı, gerçi bu bir sonraki konuşm alarında değişebilirdi. El­
lerine badem li krem sürdü ve kollarına kadar yaydı. On beş yıl
boyunca taktığı yüzüğün izi yavaş yavaş yok oluyordu. İki ka­
radık tek taş yüzüğünü Steven’ın cenaze elbisesinin üst cebine
koymuştu. O nun kalbinin üzerinde durmasının uygun olacağı­
nı düşünmüştü. K rem lenirken kaldığı odaya göz gezdirdi. Bu
onun eski odasıydı, yatak dışında her şey değişmişti. Katıldığı
fotoğraf yarışm alarından kazandığı sertifikalar, ponpon kız ta-
63
Rachel Gibson

kiminin plaketleri ve Rob L o w eü n . St. E lm o’nun A teşi filminj


çevirdiği günlerden kalma bir posterin yerini, yel değirm en,
lerinin, Alamo'nun ve San Antoııia N ehri’nin çerçevelenm iş
posterleri alınıştı.
Ayağa kalktı ve dolaba doğru yürüyüp kapısını açtı. Birkaç
ponpon kız kostümü, yanlarında beyaz kalpler olan kırrnı?,
kovboy çizmeleri ve üzerinde siyah kalemle isminin yazılı ol­
duğu bir kutu dışında dolap neredeyse boştu. Kutuyu dolaptan
çekerek yatağın yanma getirdi, sonra oturup bir süre ona bak­
tı. İçinde neler bulacağını biliyordu. Hayatının parçalan, uzun
zaman önce bir kutuya koyup, bantladığı hatıraları. Düğün
resepsiyonundayken, bu hatıraları başından kovalamıştı, şim­
diyse oturmuş onlara bakıyordu. Gerçekten geçmişine bakmak
istiyor muydu?
Hayır, pek istemiyordu.
Bandı yırttı ve kutuyu açtı. Kummuş bir çiçek demeti, me­
zuniyet kepi ve üzerinde, MERHABA, BENİM ADIM DAİSY
LEE, yazan isimlikler vardı. Bu isimlikleri neden sakladığını
hatırlamıyordu ancak çiçek buketini hatırladı. Bir zamanlar
pembe ve beyaz olan gül goncalarına baktı ancak kuruyunca
sararmışlardı. Çiçek buketini burnuna götürdü ve kokusunu
içine çekti. Toz ve eski hatıralar kokuyordu. Onu yanma bıraktı
sonra bebeklik battaniyesini ve vaftiz geceliğini aldı. Dedesi­
nin ona hediye ettiği, içinde kolye olan kalp şeklinde altından
bir kutu ve okul yıllıkları çıktı. Onuncu yıl günlüğünü aldı ve
açtı. Sayfalarım karıştırdı ve öğretmenlerin okul önünde toplu­
ca çekildiği bir fotoğrafa baktı. Bu fotoğrafı kendisi çekmişti,
64
P a p a tya Falı

0 zamanlar k om p ozisyon ve ışıklandırmayı yeni öğreniyordu.


Sylvia ile ponpon kız takım ındayken, çektirdikleri bir res­
ine geldi- Bu resim provalar sırasında çekilm işti. Bu saçlarını
prenses Diana gibi kestirdiği yıldı. Diana bu saç şekliyle çok
güzel görünürken, D a isy kısa pileli eteğiyle oğlan çocuğu gibi
görünüyordu.
Okul resimlerine bakmaya başlayınca ürperdi. Koskaca gü­
lüşünü telli dişlerini tamamen ortaya çıkarmıştı ve gözlerine
sü rd ü ğ ü onca boya yüzünden bir rakun gibi görünüyordu.
Birkaç sayfa daha çevirdi, parmağıyla fotoğrafların üzerin­
den geçti ve Steven’ın resmi üzerinde durdu. Pürüzsüz kâğıda
dokundu ve gülümsedi. Dalgalı sarı saçları, gülen kahverengi
gözleri ve hiçbir şeyi umursamıyormuş gibi görünen Teksas
sırıtışıyla her zaman çok yakışıklı bir çocuk olmuştu. Futbol
ve basketbol oynuyordu, öğrenci birliğine üyeydi ve son yılda
sınıf başkanlığı yapmıştı.
Daisy birkaç sayfayı daha çevirdi ve Jack’in yıllık için
çektirdiği resme baktı. Steven’m tam tersine asla hiçbir şeyi
umursamıyormuş gibi asla sırıtmaz ya da gülümsemezdi. Ste-
ven’dan daha ciddi olduğundan değil, canı istemediğinde gü­
lümsemek ya da gülmek için enerjisini harcamaktan hoşlan­
mamasından.
O yıl Jack on altısına girmişti, Nathan’ın şu anki halinden
bir yaş büyüktü. Saçlarının koyuluğu ve tenlerinin tonu, bel­
ki biraz da burunları benziyordu. Ancak bunun dışında başka
benzerlikleri yoktu.
Bu aynı zamanda Jack’in futbolu bıraktığı yıldı çünkü okul-
Rachel CHtsan

dan son ra babasının tamirhanede ona ihtiyacı vardı. Jack ta.


kımda, her zaman oyun kurucu olarak görev yapardı. Futbolu
bıraktığında, Steven onun yerini almıştı. Hatırladığı kadarıy|a
Jack, Steven'a karşı kötü şeyler hissetmemişti, sadece artık
futbol oynayamadığı için biraz üzülüyordu.
Bu aynı zamanda Daisy’nin, Steven’a âşık olmaya başladı,
ğı yıldı. Jack’i her zaman Steven’ı sevdiği gibi sevmişti ancak
ona her baktığında farklı farklı şeyler hissediyordu.
Özellikle o gün, Jack, Steven’ın futbol antremanmın bitme­
sini beklemek için babasının kamyonetinin bagaj kapağı üze­
rinde oturmuştu. Daisy de o gün yıllık mezuniyet balosunun
posterlerini hazırlamak için okulda kalmıştı ancak onu park
yerinde oturmuş, beklerken görünce işini gücünü bırakmıştı.
Belki bu bir ışık oyunuydu ancak erken batan güneş sanki
onu altın renkli bir suyla yıkıyor gibiydi. Sanki daha önce fark
etmediği bazı özelliklerini yeni fark ediyordu. Kirpiklerinin
Daisy’ninkinden daha uzun olduğu gibi. Çenesindeki kirli sa­
kallar gibi. Kollarını göğsünün üzerinde kavuşturduğunda kol­
larında beliren kaslar gibi. Jack ağırlık çalışmıyordu. Motor
indirip kaldırıyordu.
“Merhaba,” dedi Jack ve yanındaki boşluğu gösterdi.
“Ne yapıyorsun?” diye sordu Daisy otururken. Kitaplarını
kucağına yerleştirdi ve Lovett M ustang’lerin antremanlarını
bitirip, soyunma odalarına doğru gitmek üzere ayrıldıkları sa­
haya baktı.
“Steven’ı bekliyorum.”
“Oynamayı özlüyor musun, Jack?”
P a p a ty a Falı

“Yoo ama güzel kızları özlüyorum.” futbol oyuncularının


en güzel kızları kaptığı bir gerçekti. Ancak artık futbol oyna­
madığı için bu pastadan payını almadığı doğru değildi.
“Şimdi çirkin kızlara kaldın,” diye dalga geçti Daisy ve göz
ucuyla ona baktı.
“Daisy, sen T eksas’ta gerçek anlamda çirkin kızların olm a­
dığını bilm iyor m usun?”
Bunu inanarak söylüyordu. “Bunu nereden duydun?”
Omuz silkti. “Bu bir gerçek.” D aisy’nin elini tuttu ve baş­
parm ağıyla okşarken, parm aklarını inceledi. “Benimle görüş­
meye devam edeceksin, değil m i?”
Başını çevirdi ve tam alaycı bir yanıt verecekti ki, ona dik­
katle baktığında yeşil gözlerinde gördüğü bir şey onu durdur­
du. N eredeyse saniyenin yarısı kadar bir sürede onun gözlerin­
de bir şey gördü, bakışında sanki bu yanıtın onun için önemli
olduğunu söylüyordu. Sanki bundan emin değilmiş gibi bakı­
yordu. Bu gözlerinde daha önce hiç görm ediği aniden belirip
yok olan bir şeydi. B elki de sandığı gibi bir süperman değildi.
Belki de herkes gibi onun da duyguları vardı. Belki de daha
fazlası.
Sonra bir gülüm sem esiyle her şey değişti.
“Elbette, Jack ,” dedi. “Seninle her zaman görüşmeye de­
vam edeceğim .”
“Sana güvenebileceğim i biliyordum , tatlım .” Jack’in sesi
ilk kez içine bu kadar işlem işti, içini bu kadar ısıtmıştı. İna­
nılmazdı, m uhteşem di ve onu şaşkınlık içinde bırakmıştı. Bu
kesinlikle olam azdı. Ja c k ’e âşık olamazdı. O arkadaşıydı ve
R a c h e l G ibson

onu kaybetmek istemiyordu. Ancak arkadaşı olmasa bile, 0tl^


âşık olmak büyük bir aptallıktı.
Jack, Daisy’nin elini sıktı ve ayağa kalktı. “Seni eve bıra,
kayım ini?”
Ellerini Levi’s pantolonunun cebine sokmuş halde önünde
duran Jack’e baktı ve başını salladı. Jack Parrish’in birçok
zel özellikleri vardı. Ancak bir kıza sadık kalmak bunlarda^
biri değildi. Daisy’nin kalbini kırardı. Eğer bu gerçekleşirse
bir daha arkadaş olamazlardı. Ve Daisy de onu çok özlerdi.
Steven ıslak saçlarını geriye taramış halde erkeklerin so­
yunma odasından çıkana kadar Daisy kendisini, Jack’e âşık
olmama konusunda ikna etti. Bir an için kafasını karıştırmıştı.
Tıpkı çocukken dönme dolaba çok uzun zaman bindiklerinde
olduğu gibi. Jack o kadar hızlı döndürürdü ki, bir süre sonra
Daisy ne düşünebilir ne de gözleri bir şey görebilirdi.
Ancak artık bunların hepsinin üstesinden gelmişti. Yine
düzgün bir şekilde düşünebiliyordu. Şükürler olsun. “Bir yere
mi gidiyorsunuz?”
“Chandler’a gideceğiz,” diye yanıtladı Jack, batıya doğru
elli mil uzaklıktaki, Lovett büyüklüğündeki bir kasabadan söz
ediyordu.
“Neden?”
“Görmek istediğim 69 model bir Camaro Z-28 var.”
“69 model mi?” Jack’in eski arabalara, onun deyimiy­
le Klasik Tere, olan merakını bir türlü anlayamıyordu. O her
zaman naylon çoraplarım kaçırmayan döşemeleri olan, yeni
arabalan tercih ederdi. Ancak onun bu merakı yeni bir araba
68
P a p a tya Falı

alacak parasının olm am asından değildi. Gerçi kesinlikle ala­


cak parası da yoktu. Bu anlam da Daisy ve Jack’in, Steven’da
o lm a y a n ortak bir noktaları vardı. Steven’ın babası bir avukattı
ve ailesinin iyi parası vardı. Steven’m tek sorumluluğu okulda
başarılı olm aktı. D aisy’nin annesi ise bir garsondu ve devle­
tin birkaç sınırlı olanağından faydalanıyordu. Jack’in ailesinin
jSe fazla para getirm eyen bir tam irhanesi vardı. Daisy ve Lily
evin tem izliğinden ve akşam yemeklerinden, Jack ise baba­
sının işlerine y ardım etm ekten sorumluydu. “Araba çalışıyor
muymuş?” diye sordu Daisy.
“Şim dilik çalışm ıyor.”
Buna kuşku yoktu.
“M erhaba, D aisy,” dedi Steven yaklaşırken. “Bu saatte
okulda ne işin var?”
“M ezuniyet balosu posterleri hazırlam ak için kaldım. “Ba­
loya geliyor m usun?”
“Evet, M arilee D onahue’ye benim le gelmesini teklif ede­
ceğim. Sence kabul eder m i?” Steven gülümsedi. M arilee’nin
kabul edeceğinden kuşku yoktu.
D aisy om uz silkti. “Sen geliyor musun, Jack?” diye sordu,
gerçi bu sorunun yanıtını bildiğinden emindi.
“Hayır. B iliyorsun, annem in ısrarıyla sadece Pazar Okulu
ve cenazeler için takım elbise giyerim .” Arabanın bagaj kapa­
ğını kapattı ve sürücü koltuğuna doğru ilerledi. "Ve dans et­
mekten nefret ederim .”
Daisy, Ja c k ’in dans etm ekten nefret etmesinin nedeninin
dans etm eyi bilm em esinden kaynaklandığını düşünüyordu.
Had,d Gibson

Jack, bir şeyi iyi yapamıyorsa, hiç yapmamayı tercih eden


insanlardandı. “G üzel bir g ö m lek g iyip , kravat takabilirsin,”
dedi Daisy, ancak nedense Jack'in o ku l dansına gitmeyeceği
için herhangi bir kızı davet etm eyeceğ i d e içini rahatlatıyordu.
A slında az önceki kafa ka n şılığ m ı da atlattığını düşünüyordu.
“M üm kün değil." Üçü birlikte kamyonete bindiler ve Jack
m otoru çalıştırdı.
“Seni dansa götürmeyi te k lif eden oldu mu?” diye sordu
Jack, park yerinde çıkarken. Daisy ikisinin arasında oturuyor­
du.
“E v e t" Oğlanlar adım verm ek istem ediği çocuğun k im ol­
duğunu merak ettiler.
“Kim?" diye sordu Steven.
Dasiy gözlerini, yoldan ayırmadan sessizliğini korudu.
Steven onu dirseğiyle dürttü. “Hadi, Daisy Lee. Sana kim
teklif etti?"
“Ma tt Flegel.”
“Şu pislikle mi gideceksin?”
“Kendisine öyle denmesinden hoşlanmıyor.”
Jack, Daisy’nin başının üstünden Steven’a baktı.
“Nesi varmış pisliğin.... yani Matt’in?” Onların yanıtlam a­
sına fırsat vermeden elini kaldırdı. “Sorduğumu unutun. Ne
düşündüğünüz umurumda değil. Ben Matt’ten hoşlanıyorum.”
“O sıkça sevgili değiştirir.”
“O sana göre biri değil,” diye ekledi Jack.
Daisy kollarını kavuşturdu ve yolun geri kalanında hiç ko­
nuşmadı. Her ikisi de sıkça sevgili değiştiren tiplerdi ancak
P a p a tya Pah

bunda bir sorun görm üyorlardı. Onların fikirlerini d in leyecek


^eğildi üstelik ona göre ya da herhangi bir kıza göre olm ayan
bir varsa o da J a ck ’ti. Bu da ona gerçekten âşık olm adığı için,
hiç kuşkusuz D a is y ’yi sevindiriyordu.
Daisy o yılı Steven ve Jack’in onaylamadığı çocuklarla çı­
karak geçirdi, onların birilerini onaylaması umurunda değildi.
Onun yaşındaki diğer kızlar gibi erkeklerle yakınlaşmayı ve
onları çılgına çevirmeyi öğrenmişti. Daha da önemlisi, işler
fazla ileri gitm eden durmasını öğrenmişti. Bunun sonucu ola­
rak sadece takılm ayı seven bir kız olarak nam salmıştı. Bunun
adil omadığını düşünüyordu. Erkekler onu öpüyordu. O da on­
ları öpüyordu. Bildiği kadarıyla bir kız ya namuslu olurdu ki
onlar öpüşm ezlerdi bile ya da fahişe olurdu. Bunun da anlamı­
nı herkes bilirdi. O öpüşüyor belki, biraz daha ileri de gitmekle
yetiniyordu.
O yaz Erik M arks’ın tişörtünün üzerinden memelerine do­
kunmasına izin verm işti. Steven ve Jack bunu duymuşlar ve
onunla özel olarak konuşm ak için evine gelmişlerdi. Daisy çok
sinirlenmiş ve kapıyı onların yüzüne çarpmıştı.
İkiyüzlüler.
Okulun son yılında ponpon kızlar takımının lideri olmuştu.
Saçları om uzlarına kadar uzamıştı ve perma yaptırmıştı. Ste­
ven hala futbol ve basketbol takımında ve öğrenci birliğindev-
di. Jack ise Teksas yollarında C am aro’sunu yarıştırıyordu ve
Daisy hala kendisini ona, âşık olm adığına ikna enueve çalışı­
yordu. K endisine onu sevdiğini ancak âşık olmadığını ve onu
bir kıza sarılırken gördüğünde canının yanmadığını söylüyor­
R a ch c l G ihsan

du. Jack. her zaman olduğu gibi onu arkadaşıydı. Ve daha baş,
ka şeyler hissetmesine asla izin vermeyecekti.
Ancak bunların hepsi J. T. Sanders tarafından mezuniyet
balosuna davet edildiği okulun son yılında değişti. J. T. Sander
yakışıklı bir çocuktu ve siyah bir Jeep Wrangler kullanıyordu
Daisy en uygun elbiseyi alabilmek için akşamları Wild Co-
yote Diner’da çalışıyordu. Beyaz saten, korsajı küçük yapay
elmaslarla süslü ve eteği tül olan bir elbise aldı. Bu şimdiye
kadar sahip olduğu en mükemmel şeydi. Balodan önceki ak­
şam yemek molasında J. T. için bir yaka çiçeği almıştı. îşten
eve döndüğünde çocuk aradı ve onunla gidemeyeceğini söy­
ledi. Büyükannesinin öldüğünü ve cenazesi için A m arilo’ya
gideceğini söyledi. Ancak herkes onun bir hafta önce bir başka
kızla çıkmaya başladığını biliyordu. Daisy terk edilmişti. Yü­
züstü bırakılmıştı.
Ve bunu herkes biliyordu.
Balonun yapılacağı Cumartesi günü Daisy, Wild Coyote
Diner’da öğle vardiyasında çalışmıştı. Dik durmaya ve küçük
düşmemiş gibi görünmeye çalışmıştı. Üzgün değilmiş ya da
kırılmamış gibi davranmıştı. İş arkadaşlarına kaybedenin J. T.
olduğu konusunda şakalar yapmıştı.
Ancak kimse buna inanmamıştı. Balodan bir önceki gece
bir erkek tarafından terk edilmek bir kızın başına gelebilecek
en kötü şeydi.
Ve bunu herkes biliyordu.
Vardiyadan sonra eve gitti ve kendisini odasına kapatmıştı.
Elbisesi dolabın kapısında asılı, kendisini yatağına atmış ve
72
P a p a ty a F alı

bjr güzel ağlamıştı. Saat dörde doğru annesi başını kapıdan


uzatmış, çikolatalı dondurma isteyip istemediğini sormuştu.
İstememişti. L ily ona bir sandviç yapmıştı ancak onu da yiye-
memişti.
Saat beş buçukta, Jack, yatak odasının kapısını çalmış an­
cak D aisy onu içeri alm am ıştı. Y üzü kıpkırmızıydı ve gözleri
şişm işti, onu ö y le görm esin i istemiyordu.
“D aisy L ee ,” d iy e seslenm işti Jack kapının ardından. “D ı­
şarı çık.”
Yatağına oturup, bir kâğıt m endil alm ıştı. “Git buradan,
Jack.”
“Kapıyı aç.”
“Hayır.” Burnunu sümkürmüştü.
“Sana bir şey getirdim .”
Kapıya bakm ıştı. “N e? ”
“S öyleyem em . G österm em gerek.”
“Çok kötü görünüyorum .”
“Um urumda d e ğ il.”
Ama onun umurundaydı. Yataktan kalkmış ve kapıyı ha­
fifçe aralamıştı. Elini dışarı çıkarmıştı. “Nedir o?” Jack yanıt
vermeyince aralıktan ona bakmak zorunda kalmıştı. Jack ko­
ridorda durmuştu, L ily’nin odasının ışığı arkasına vurmuş ve
onu kara bir m elek gibi görünmesine neden olmuştu. Lacivert
renkteki Pazar takım elbisesini ve krem rengi gömleğini giy­
mişti. Boynundan gevşek halde sarkan kırmızı kravatı vardı.
“Neler oluyor, Jack? Bir cenazeden mi geliyorsun?”
Jack güldü ve arkasında duran elini çıkarmıştı. Daisv'ye

73
pem be ve beyaz gül goncalarından oluşan çiçek buketini ver<jj
“Okul balosuna benimle gelir m isin?”
“Sen okul balolarından nefret edersin,” dem işti D aisy kap,
aralığından.
“ B iliy o ru m .”
Çiçekleri burnuna götürmüş ve kokusunu içine çekmişti
Ancak ağlamaktan burnu tıkandığı için fazla koku alamamıştı
Titremesini engellemek için dudağını ısırmıştı. Ve koridorda
en sevmediği giysisi içinde, nefret ettiği bir baloya davet eden
Jack’e bakarken çaresizce Jack Parrish’e âşık olmuştu.
Jack’e âşık olmuştu ve bu konuda yapabileceği hiçbir şey
yoktu.
O gece Jack, onu ilk kez öpmüştü. Daha doğrusu o, Jack’i
öpmüştü. Balo boyunca Daisy hayatındaki ilk âşkı yaşarken,
Jack ona her zaman olduğu gibi arkadaşça davranmıştı. Onun
bedeni kasıp kavrulurken, Jack soğukkanlılığını korumuştu.
Hem şahane hem de berbat bir durumdu ve balodan sonra Jack
onu evinin kapısına bıraktığında, Daisy kollarını onun boynu­
na dolamış ve öpmüştü.
İlk başta Jack elleri her iki yanında öylece kalmıştı. Sonra
Dasiy’yi omuzlarından tutmuş ve kızarak onu itmişti.
“Sen yapıyorsun?”
“Öp beni, Jack.” Eğer onu reddederse oracıkta ölebilirdi.
Sundurmada.
Elleriyle omuzlarım iyice sıktı ve sıcacık dudaklarım Da­
isy’nin alnına koydu.
“Hayır, bana arkadaşınmış gibi davranma.” Kalp çarpmtı-
74
P a p a ty a Falı

sında g ü çlü k le yu tk u n m u ştu . “ L ü tfen,” d iy e fısıld am ıştı ona


bak ark en . “B e n i d iğ er kızları öptüğün gibi öp m en i istiyorum .

Bana d iğ er k ızlara d o k u n d u ğ u n gibi dokunm anı istiyoru m .”


Jack g e r iy e ç e k ilm iş v e y e m y e şil gö zlerin i onun dudakla­
rına d ik m işti. “ B e n im le d a lg a g e ç m e , D aisy. Bundan h iç h o ş­
la n m a m ”
“Seninle dalga geçm iyorum .” Elini Jack’in omuzuna koy­
muş, oradan da ensesine uzatm ıştı. “ Lütfen, Jack.”
Sonra Jack sanki onu öpm ek istem iyorm uş ancak ısranna
daha fazla dayanam ıyorm uş gibi yaparak ona doğru eğilmişti.
Bu defa dudaklarının dokunuşu, D aisy’nin nefesini kesm iş­
ti. Başını geriye atm ış kendisini ona bırakmıştı. O ana kadar
öpüşmenin ne dem ek olduğunu bildiğini sanıyordu. Ancak
Jack ona bu konuda en ufak bir fikri olmadığını kanıtlamıştı.
Bu öpücük o kadar ateşli, o kadar ıslaktı ve öylesine bir açlık
içeriyordu ki bu D aisy ’yi sonsuza dek değiştirmişti.
Bunca yıl sonra bile annesinin sundurm asında Jack'in ha­
yatını nasıl altüst ettiğini o gün gibi hatırlıyordu. Göğüslerini
ağrıtan ve bedeninin titrem esine neden olan bu öpücüklerle
sanki besleniyorm uş gibi Jack ’e asılıp kalmıştı. Jack’in elle­
ri asla D aisy’nin om uzlarından aşağı inmemişti ancak Daisy
sanki onun dokunuşlarının bağım lısı olmuştu. Bedeninin her
yanına dokunm asını istiyordu. Bunun yerine Jack yürüyüp git­
miş, onu şaşkınlık ve beklenti içinde bırakmıştı.
B > ö lü n t 5

Ertesi gün Daisy, Jack’i aradı ancak yanıt alamadı. Nathan ko­
nusu uzadıkça işler giderek zorlaşacaktı. On beş yıldır uzattığı
için bunu çok iyi biliyordu. Ancak buraya gelmeden önce fark
etmediği bir şey vardı, bu konuyu uzattıkça bu kasabada ge­
çen anılan onu daha çok geçmişe çekiyordu. Buraya gelmeden
önceki planı, Jack’e Nathan’dan söz etmek, Steven’ın mektu­
bunu vermek ve sonuçla baş etmeye çalışmaktı; kolay olmasa
da bir şeyler netlik kazanmış olacaktı. Şimdi ise işler hiç netlik
kazanacakmış gibi görünmüyordu. Ancak kazanmalıydı. Yedi
gün sonra gidecekti.
Öğleden önce iki kere daha Jack’i aradı ancak yine yanıt
alamadı. Bilerek yanıt vermediğini düşündü. Annesiyle kili­
seye gitti ve ondan sonra Lily ve Pippen’le birlikte, erken sa­
atlerde akşam yemeği yediler. Phillip “Pippen” Darlington iki
yaşındaydı ve sapsarı saçları aslan yelesi gibiydi çünkü annesi
bukleler halinde ensesinden sarkan bu saçları kesmeye cesaret
edememişti. Tıpkı Lily gibi masmavi ve kocaman gözleri var­
dı ve Thomas the Tank Engine karakterine bayılıyordu. Ayrıca
yapay rakım derisi kepini giyip, diğer eyaletten duyulacak ka­
dar yüksek sesle HAYIR! H ayır diye bağırmayı da seviyordu.
jCoyu kıvam lı yem eklerden ve Velcro Bamey ayakkabıların­
dan nefret ediyordu.
Daisy, annesinin yem ek masasında yüksek bir sandalyede
oturmuş, b ib ero n u n u n içindeki meyve suyunu fırınlanmış pa­
tatesin üzerine d ö k en yeğenine baktı. Daisy’nin annesi ve Lily
nlasada onu k arşısın d a oturuyorlardı ancak Pippen’in böyle iğ­
renç bir şeye y a p m asın a aldırm ıyor gibi görünüyorlardı.
“O h e rif alça k piçin teki,” diye bağırdı Lily, yakında eski
kocası olacak A lçak P iç R onald D arlington’u kastederek. “Çı­
tır sevgilisiyle k açm a d an birkaç ay önce ortak hesabımızdaki
paraları çekip b a şk a yerlere yatırm ış.”
Loella h ü z ü n lü b ir şeklide başm ı salladı. “Büyük olasılıkla
M eksika’d a.” Ç o cu k k en ikisinden birini ağzından piç lafı çık­
sa, ceza o la ra k o d ay a gönderilirlerdi.
“A vukatın b u k o n u d a ne yapıyor?” diye sordu Daisy.
“Y apabileceği fazla b ir şey yok. Ortak hesabımızda para
olduğunu k an ıtlay ab iliy o ru z ama paranın sonradan nereye git­
tiğini b u lam ıy o ru z. H âkim , o paranın yarısının bana verilmesi
konusunda k a ra r v ereb ilir am a o bana verir mi, bilmem. Yıllar­
ca gelir v erg isi v erm em ek adına el altından işler yaptığı için,
yıllık geliri y e tm iş beş bin yerine yirmi bin görünüyor.” Lily.
eti intikam alırcasın a kesti. K ardeş olmalarına, yıllarca birlikte
büyüm elerine rağ m en yakın değillerdi. Büyüme çağındayken
çoğunlukla ya kavga ederler ya da birbirlerini görmezden ge­
lirlerdi. D aisy, k asabadan taşındığında Lily ortaokula gidiyor-
Racheî VSibson

du ve ondan sonra da doğıv dürüst bir ilişki kuramam ışı^


Steven’ı kaybettikten sonra bir ailenin ne kadar önemli o|(jü
ğunu anlamıştı. Kız kardeşiyle ilişkisini güçlendirmesi gefe
kiyordu.
“Eğer buna Gelirler Dairesi’ne bildirirsem,” dedi Lily
“Pıppen'i benden alacağını söyledi. Ne yapabilirim?”
Annesi ve Lily ona bakınca, Daisy kendisinden bir yan)(
beklendiğini anladı. K ız kardeşinin gözaltlarındaki morlukla^
bakılırsa, uzun zamandır geceleri iyi uyuyamadığı anlaşıhy0r_
du. Sarı saçları kısa kesilmişti ve güzel yüzünü yumuşak buk­
leler sarıyordu ancak Lily şu anda yumuşak olmaktan başka
her şeye benziyordu. Hayır, dehşete kapılmış gibi görünüyor­
du. “Bana mı soruyorsun? Ben nereden bileyim ?”
“Darren Monroe bir avukat,” dedi annesi.
“Steven’m avukatı emekli oldu ve Arizona’da yaşıyor, üs­
telik o bir savunma avukatıydı; Steven da bilgisayar için yazı­
lım programları tasarlıyordu. Yani boşanma davalarından an­
layan bir tanıdığım yok.” Lily’nin mavi gözlerindeki korkuyu
fark etti. Bu bir çocuğu büyütme sorumluluğuyla yalnız başına
kalmış bir kadının korkusuydu. Ancak Daisy’nin tersine Lily
mali açıdan yetersizdi ve sırtını dayayabileceği bir kariyeri de
yoktu. Daisy’nin kariyerinin de kendisine büyük bir getirisi
yoktu ancak iyi bir fotoğrafçıydı ve bağlantıları vardı. Ken­
disine ve Nathan’a bakması gerekirse bunu başarabilirdi. Lily
her zaman bir ev kadını ve anne olmuştu, bu hayranlık duyula­
cak bir şey olabilirdi ancak parasal değeri yoktu. Çok korkmuş
görünüyordu. “Bir şeyler düşünmeye çalışırım,” dedi Daisy,
78
P apatya Falı

kendi sorunları olmasına ve bunları gidermek için sadece bir


haftası olmasına rağmen.
L ily gülümsedi, “Teşekürler, Daisy.”
“Geçen gün Darma Joe Henderson’la karşılaştım, dedi an­
nesi tabağındaki yemeğe gömülürken. “Kızlar, Darma Joe’yu
hatırlıyor musunuz? Wild Coyote’nin karşısındaki Trusty
Hardware’de çalışırdı. Birkaç yıl önce oğlu Buck bir trafik
kazası geçirdi ve dizinden aşağısını kesmek zorunda kaldılar.
Buck’ın kilise korosunda bir kızı var. Bugün onu fark etmiş
olmalısınız.” Loella devam etmeden önce yemeğinden bir lok­
ma daha aldı, “B uck’a benziyor, Tanrı onu korusun, ama çok
güzel sesi ve iyi bir kişiliği var. Şu çocukla çıkıyordu... oh, adı
neydi onun? Sanırım G ile başlıyor, George mu, Geoff mu, ne?
Neyse...”
Daisy gözlerini annesinden, kız kardeşine çevirdi. Lily ba­
şını arkaya atıp, gözlerini devirmeye başlamıştı bile. Bu ka­
sabadan gittiğinden beri değişen fazla bir şey olmamıştı. An­
nesine sonuca gelmesini söylemenin bir faydası olmadığının
farkındaydı çünkü gerçekte bir sonuç olmadığmı ve asla olma­
yacağını biliyordu.
Daisy gülmeye başladı. Lily ona baktı. O da güldü. Pippen
kepini yere attı ve sanki espriyi anlamış gibi kıkırdadı. Sadece
iki yaşındaydı ancak anneannesinin yanında o kadar çok kal­
mıştı ki espriyi anlamış olabilirdi.
Loella başını tabağından kaldırıp baktı. “Siz niye gülüyor­
sunuz?”
“Darma Joe’nun torunu gerçekten Buck’a benziyor,” diye
79
R achel Gibson

yalan söyledi L ily ve şırıltı. ‘Tanrı onu korusun.”


“Ç ok y a zık ," dedi L ily kaşlarını çatarak. Kızlar g ü l ı n ^
devam etliler ve anneleri başını salladı. “S iz iyice makara|ar|
gevşettiniz ve zavallı P ippen'i de buna alet ediyorsunuz.”
Yemekten sonra D aisy cesaretini toparladı ve o gün dördün­
cü k e z Ja c k ’i aradı; yin e yanıt alamadı ancak bu defa ona me­
saj bıraktı: “Ben Daisy. Sen b e n im le konuşm adan hiçbir yere
g itm e y e c e ğ im .”
Jack ona geri dönmedi, bu yüzden Daisy ertesi gün onu, jş
yerinden aradı. Penny K r ib s ’le bir süre eski günlerden konuş,
fular ve ona Steven’ın c e n a z e sin e ç iç e k gönderdiği için teşek­
kür etti. Sonra Jack’i sordu. “Hatta benim olduğumu söyle­
me,” dedi. “Ona sürpriz yapmak istiyorum.”
“Süıpriz de ne hoşuna gider ya!” dedi Penny “Hiç de iyi bir
ruh halinde değil.”
Harika. “The Night the Lights Went Out in G eorgia,” şar­
kısını neredeyse yarısına kadar dinleyerek hatta bekledikten
sonra Jack çıktı telefona.
“Ben Jack Parrish,” dedi.
“Merhaba, Jack.” Jack yanıt vermedi ancak telefonu kapat­
madı da. “Sürpriz, benim, Daisy.”
“Beni iş yerimde rahatsız etme, Daisy L ee,” diye yanıtladı
sonunda, sesli harfleri uzatarak. Evet, gerçekten ruh hali iyi
değildi.
“Beni buna zorlama. Bana bir randevu ver.”
“Yapamam. Bu öğleden sonra T allahassee’ye u çuyorum .”
“Ne zaman döneceksin?”
Papatya l'uh

Yanıt vermedi, bu yüzden Daisy de ona şantaj yapmak zo­


runda kaldı. “Bana söylem ezsen seni her gün ararım. Bütün
gün boyunca.” Buna da bir yanıt alamadı. “G ece gündüz.”
“Ama bu bir taciz.”
“ D oğru bana dava açabilirsin.” Jack’in kendisine taciz da­
vası açab ileceğin e bir an için bile inanmadı. “ Döndüğün gün
görüşelim .”
“O lm az. Lacy Davvn’ın doğum günü.”
“Lacy D aw n m ı? Striptizci m i, fahişe mi?”
“İkisi de değil.”
“Sahne ismine benziyor.”
“İsmi Daisy Lee olan biri bunları söylememeli ”
Haklıydı. “ Partiden sonra görüşelim.”
“Olmaz. O dans eden ayılar beni çok yoruyor.”
“Jack-”
“Hoşçakal.”
Hattın kapanm a sesini duyduğunda, Daisy bundan sonra
ne yapabileceğini düşünüyordu. Dans eden ayılar? Jack bu­
günlerde ne işler çeviriyordu? “Hey, anne,” diye seslendi mut­
faktan. Televizyondan gelen siren sesleri arasında, “ Kasabada
dans eden ayıların olduğu bir yer var mı?” diye sordu.
“Dans eden ayılar m ı?” Sirenler susmuştu, sonra annesi
mutfak kapısından başını uzattı. “ Bildiğim kadarıyla sadece
Showtim e’da var.”
“Striptiz kulübü m ü?”
“Hayır, pizzacı am a aynı zam anda çocuklar için doğum
günü partileri düzenliyorlar. Lily, geçen yıl Pippen’ın doğum
R tiih e l Gibso/ı

gününü orada yapmıştı. O kocaman korkunç ayıların ona 2a


rar vem ıeyecek/erinı am/ayaeak yaşta değildi. Onları görünCç
ö y le bir çığlık attı ki. neredeyse duvarların boyalan sö k ü !^
Juanita Sa n ch ez torunu H en n ie'yle gelm işti. Jııanita'yı haı,r
lıyorsun. değil mi? Arka caddede oturuyor, Tanrı onu korusun
Bir g ü n ...”
Arka caddede oturanı neden Tanrının koruması gerektiğjnj
anlayamamıştı ancak bunu annesine sormayacaktı. Bilinme­
yen numaraları aradı, aklına bir şeyler gelmişti. Showtiıne’ın
numarasını aldı ve numarayı çevirdi. Hiçbir şey bilmediği hal-
de telefona çıkan birkaç gençle konuştuktan sonra parti organi­
zatörüne bağlanmayı başardı. “M erhaba,” diyerek başladı Da­
isy, “Lacy Da\vn isimli kızın doğum günü partisine davetiyemi
kaybettim. Kızın soyadından emin değilim ama eğer bu partiyi
kaçırırsak, kızım bana gerçekten çok kızacak. Lütfen bana par­
tinin saat kaçta başladığını söyleyebilir m isiniz?”
Parti organizatörü, telefona çıkan diğer gençlerden daha bü­
yüktü ve ona istediği yanıtı vermek için geri dönm esi yarım
dakika aldı. “Listemde Lacy D awn diye biri yok, am a Lacy
Parrish var.”
“İşte o.
“Annesi altıdan yedi buçuğa kadar ön m asayı ay ırtm ış.”
“Cumartesi günü m ü?”
“Hayır, Çarbamba.”
“Aman Tannm, iyi ki aram ışım . T eşekkür ed erim .” D em ek
L acy Davvn, Lacy P arrish’ti. Jac k ’in yeğeni olduğu açıktı ve
kasabaya Çarşamba günü dönüyordu.

82
P a p a ty a Falı

L ily 'n in n u m a ra sın ı çev ird i v e u ygu layacağı planı için


hiçbir su ç lu lu k h is s e tm e d i. Jack'i hayatının en berbat kâbusu
o la b ile c e ğ in e dair u y a r m ıştı. A slın d a o zam an b lö f yapm ıştı,
/v n c a k şu and a o ld u k ç a c id d iy d i. O na N ath an ’ı yeğen in in do­

ğum g ü n ü p a r tisin d e s ö y le m e y i p lan lam am ıştı ancak onunla


kon u şm ayı k a b u l e t m e z s e rahat e tm e y e c e ğ in i anlam alıydı.
L ü y te le fo n a y a n ıt v e rd iğ in d e , o n a oğlu y la birlikte Ç arşam ­
ba ak şam ı S h o v v tim e’a g e lip g elem ey eceğ in i sordu. Kız karde­
şi b u n u n n e d e n in i b ilm e k isted i, D aisy d e durum u ona anlattı.
“ Bu iyi o la c a k ,” d ed i L ily. “ P ip p en sadece senin m azeretin
olm ayacak, b e n B illy v e R h o n d a ’y la aynı dönem de okum uş­
tum. R h o n d a ’n ın a b la s ı se n in y a şın d a .”
“Ş u İs p a n y o l k a d ın la rın a b en ze y en , u zu n saçlı, güzel esm er
kız değ il m i? ”
“ E vet, ik is e d e g ü z e ld i. G erçi B illy ve R honda’nın durm a­
dan ç o c u k y a p m ış o ld u ğ u n u d u y d u m bu yüzden Rhonda bir
çılgın g ib i g ö rü n e b ilir.”
“B ü y ü k o la s ılık la .” D aisy, an n esin in Teksas manzaralı tak­
vim ine b a k tı. “ O ra y a b e n im le g elm ek istediğinden em in m i­
sin? A n n e m g e ç e n d e fa P ip p e n ’in korkudan duvar boyalarını
söktüğünü s ö y le d i.”
“A rtık b u n u y a p m ıy o r.” A hizey i ağzından uzaklaştırarak.
“Pippen, sen a rtık k o c a m a n b ir ço cu k oldun. Artık annenin be­
beği d e ğ ilsin , d eğ il m i? ”
“H a y ır!”
Harika. D a is y te le fo n u kapattı v e günün geri kalanının çiçek
bahçesindeki yab an i otları tem izleyen annesine vardım ederek

83
R a c h e l C ih so n

geçirdi. Nikon kamerasını çıkardı ve kamerayı sabitleıriek için


flamingoların arasında diz çöküp, dirseğini dizinin üzerine koy
du. Pozisyonunun Loella'nm gölgesine göre ayarladı, böyiece
güneş ışığı yüzünün bir tarafına vuracaktı. Pembe flaming0ia
nn annesinden daha fazla ön plana çıkmaması için yanında Sj.
yah-beyaz film kullanmış olmayı tercih ederdi. Ya da Fuji dijitaj
kamerasını getirmiş olsaydı, evine döndüğünde fotoğrafı bilgj_
sayara yükleyebilir ve istediği etkiyi elde edebilirdi.
Kamının üzerine yattı ve kameranın ağırlığını her iki dirse­
ğiyle dengeledi. Arka plana Annie Oakley’i de alarak annesi­
nin fotoğrafını çekti.
“Daisy Lee,” dedi annesi, kaşlarını çatarak. “Burnumu pro­
filden çekme.”
İç geçirdi ve oturdu. Uzun zamandır kamaeralarmı çıkarıp,
fotoğraf çekme ve eskiden sevdiği bir şeyi yapma isteği duy­
mamıştı. Steven’la ilgilenmek için Seattle’da bir sanat fotoğ­
rafçısı olan Ryan Kent’le çalışmayı bırakmak zorunda kalmıştı.
Fotoğrafçılıkla lise yıllarında ilgilenmeye başlamış ve Nat­
han dört yaşına geldiğinde Washington Üniversitesi’nde dersler
almaya başlamıştı. Dört yıl sonra diplomasının almış ve alanın­
da usta fotoğrafçılarla çalışmaya başlamıştı. Fotoğrafları şehrin
bazı stüdyolarında ve galerilerinde asılmıştı. Ve 2001 yılındaki
depremden sonra çektiği enkaz halindeki bir aracın üzerinde
duran bir adamın fotoğrafı bir derginin kapağında yer almıştı.
İşler yoluna girdiğinde yeniden Ryan’la çalışabileceğini dü­
şünmüştü ancak son zamanlarda akimdan kendi stüdyosunu aç­
mak geçiyordu. Birlikte çalıştığı en başarılı fotoğrafçılardan biri
84
P a p a tya Falı

0na başarının sırrının göz önünde olabileceği bir yerde yaşamak


ve orada beş yıl kalmak olduğunu söylemişti. Yetenek önemliydi
^cak başlangıç için göz önünde olmak daha önemliydi.
3u konuda düşündükçe tam olarak böyle yapmak istediği-
ne karar verdi. Bir kez geçmişini ardından bırakmayı başar­
ı m d a her şeye yeniden başlayabilirdi. Belki evini satardı.
Steven’ın ölüm ünün ardından sigorta, evin kalan taksitlerini
Ödemişti- Evi satabilir ve N athan’la birlikte Belltown’da bir
çatl katına yerleşebilirdi.
Omuz silkti ve m erceğini, turuncu ve sarı renkli bir güle çe­
virdi. “Geri döndüğüm de evim i satmayı düşünüyorum,” dedi
annesine resmi çekerken.
“Aceleyle davranıp hata yapm a,” diye uyardı annesi. “Col-
leen Forbus kocası W yatt cennete gittikten hemen sonra evini
sattı ve o günden beri pişm anlık duyuyor.”
Belki bundan emin olmak için birkaç ay bekleyebilirdi. Önce
Nathan’ın bu konuda neler hissedeceğini anlamalıydı elbette.
Ancak son zamanlarda geçmişinin çoğunun bu evle bir bağı ol­
duğunu düşünüyordu. Hemen bugün karar vermek zorunda de­
ğildi. Bu üzerinde düşünülmesi gereken bir şeydi. Kafasındaki
yapılacaklar listesinde sonlara koyması gereken bir şeydi.
Loella’nm başının arkasındaki gülleri ve flamingoları da
odağa getirerek, fotoğrafa zengin bir özellik ve alan derinliği
kazandırmak için dirseğini dizinin üzerine koyarak objektifi
ayarladı. Fotoğrafı çekti ve hayatındaki her şeyin deklanşöre
basıldığında olduğu gibi net olmasının ne kadar güzel olabile­
ceğini düşündü.
B ö l ü m <£>

Jack geç kalmıştı. Rhonda’yı aramak ve Lacy’ııin doğum günü


için ne alması gerektiğini sormak için o sabaha kadar bekle­
mişti. Rhonda ona, kızının Sihirli Kedi gibi bir şey istediğini
söyledi. Oyuncağı şu Gerçek Kürklü Arkadaşlar’dan biri de­
ğil de Sihirli Kedi olmasına özen göstermesini istedi. Çünkü
o kürklü oyuncakların emzirebilecekleri bebekleri yoktu. En
sonunda da oyuncağı bulmak konusunda Jack’e şans dilemişti.
Jack, Lovett’teki tüm oyuncakçılara bakmış sonra Ama-
rillo’ya kadar gitmek zorunda kalmıştı. Tüm öğle sonrasını o
lanet oyuncağı aramakla geçirmiş, en son gittiği dükkânların
birinde bulabilmişti.
Oyuncakçıda durdu ve doğru şeyi aldığından emin olmak
için oyuncak kutunun arkasını okudu. Pembe renkteki Anne
Kedi’nin uzun tüyleri ve iki kabarık tüylü yavrusu vardı. Üçü­
nün de oyuncakları, birbirine uygun saç kurdelaları ve berbat
görünen kalp şeklinde güneş gözlükleri vardı. Okumaya de­
vam ederken, “Tanrı âşkına,” diye söylendi. Kutuda yazılan­
lara bakılırsa anne kedi, “Seni seviyorum, “diyebiliyordu ve
Papatya Falı

yavrularından bir k u c a ğ ın a k o n d u ğ u n d a em zirm e sesleri çıka-

r,yordu.
Bu emzirme sesleri de ne demek acaba, diye merak etti.
Jack oyuncak kutusunu üzeri perilerle dolu, parlak pembe
bir kâğıda paket yaptırdı. Paketin üzerine kafası kadar büyük,
gökkuşağı renklerinde bir fiyonk koymuşlardı. Fiyonk gösteri­
şin de Ötesine geçmişti. Çünkü Billy’nin kızları bu türde süslü
püslü şeylerden hoşlanıyorlardı.
gu tür kız işlerinden, çocukluklarından beri kardeşi de ken-
jisi de uzak olm uşlardı. Onlar oyuncak arabalarla, silahlarla
ve askerlerle oynamışlardı. Gençliklerinde arabalarla yolların
tozunu artırmışlardı ancak Billy ilk kez bir kız çocuğu sahibi
olduğunda kendisini barbie bebeklere kaptırmış, onların spor
ayakkabılarını ve pembe tütülerini giydirmeye başlamıştı.
Bunları öylesine kolayca ve doğal bir şekilde yapıyordu ki,
Jack ondaki bu babalık içgüdülerinin nereden geldiğini me­
rak eder olmuştu. Jack’te bunlardan hiçbir yoktu. En azmdan
olduğunu düşünm üyordu. Gerçi çabuk öğrenen biriydi ancak
küçük kızlar konusunda fazla bir bilgisi yoktu. Belki de bunun
nedeni Amy Lynn’e kadar çevresinde hiç kız olmamıştı. Da­
isy dışında, eğer o da oyuncak bebeklerle oynamış ve onları
Billy’nin kızları gibi giydirmişse de bunu kız arkadaşlarıyla
birlikte yapmıştı. Steven ya da kendisiyle değil.
Showtime’ın kapısını açtı ve içeri girdi. Dön gündür Da-
isy’yi görmüyordu. Onun kendisini köşeye sıkıştırma ve geç­
mişi canlandımıa planından vazgeçmiş olmasını diledi. Kasa­
bayı terk etm iş olm asını diledi.
Rachel G ib s o n

Shcnvtime’in içi rengârenk görüntülerle ve karrnakarış^


seslerle doluydu, ekranlarda çeşitli oyunlar ve çocukların 0y.
nayabileceği oyuncaklar. Çanlar, sirenler ve bağrışan çocuk.
Jar. Jack buraya daha önce de A m y L ynn’in doğum günü iÇjn
g elm işti ve o zam an da buradaki insanların delirm eden nas,|
çalışabildiklerini merak etmişti.
Yemek salonuna doğru gitti v e diğer tarafa göre buranın
daha sessiz olduğunu fark etti, en azından şim dilik ö y l e y i
Gösteri başlar başlamaz bunun da d eğ işeceğ in i biliyordu. Sah­
nenin yanındaki yuvarlak masada oturan erkek kardeşini ve
Rhonda’yı, sonra da kızları gördü.
Ve D a isy ’yi.
Masaya beş metre kala olduğu yerde donup kaldı. Daisy
Monroe bir yolunu bulup kendisini yeğeninin partisine davet
ettirmeyi başarmıştı.
Onu izlemişti. Ona en berbat kâbusu olacağını söylemişti.
Demek bu boş bir tehdit değilmiş. Öfkelendi ancak onu bastır­
maya çalıştı. Şimdilik kontrol altında tutmak zorundaydı. Da­
isy buraya ait değildi. Ailesinden biri değildi.
Gözlerini Daisy’nin yanında oturan kadına çevirdi. Lily’yi
tanımıştı ve yanlarında da aslan yelesi gibi saçları olan çocu­
ğun, ikisinden birinin oğlu olduğunu düşündü. Çocuğun yü­
zünde sanki birileri onu sapan atarak beslemiş gibi pudding
parçaları vardı. Jack bu çocuğun Daisy ve Steven’in olup ol­
madığını merak etti.
“Jack Amca!” diye çığlık attı beş yaşındaki Amy Lynn.
Sandalyesinden indi ve amcasına doğru koştu. Doğum günü
Papatya Falı

IciZı, L acy ona doğru koştu. Lacy koşarken ayakkabılarına


bakıy°r^u v e d ü şm em esi için Jack, onu boşta kalan koluyla
yakaladı v e h a v a y a kaldırdı. “Merhaba, hayatım,” dedi. “Tıpkı
bugün üç y a şın a g irm iş bir kız gibi görünüyorsun.”
“Ben,” dedi küçük kız ve üç parmağını gösterdi.
“Ben hala beş yaşındayım ,” dedi Amy Lynn ve kollannı
amcasının bacaklarına sardı.
Kolunda Lacy, bacağında Amy Lynn’le birlikte masaya
yaklaşırken> Billy gözlerini dizlerinin üzerine oturttuğu koyu
saçlı bebekten kaldırdı. “Hey, Jack, bak kasabaya kim geri
dönmüş?”
Daisy parlak kahverengi gözleriyle ona baktı. O yumuşacık
saçlarını arkasında atkuyruğu yapmıştı ve dolgun dudaklannı
pembe parlak bir rujla renklendirmişti. Göğsünün üzerinde si­
yah harflerle R alph Lauren yazan pembe kolsuz bir tişört vardı.
“Demek B illy ’ye kasabaya döndüğümü söylemedin,” dedi
kaşlarını çatarak, aynı zamanda gülümsüyordu.
Jack, L acy’yi sandalyesine bıraktı. Erkek kardeşi, Daisy’y-
le olan geçm işini bilm iyordu. Billy o zamanlar çok gençti ve
bu asla üzerinde konuşm ak istediği bir konu olmuştu. Erkek
kardeşiyle bile. G erçi Billy, onu mutlaka hatırlamıştı. Büyüme
çağındayken, Daisy, onların evine çok sık gelip giderdi. Bil­
ly büyük olasılıkla onların hala arkadaş olduklarını ve Jack’in
onu görm ekten m utluluk duyduğunu düşünüyordu. “Aklımdan
çıkmış olm alı,” dedi A m y Lynn onun bacağını bırakıp yerine
oturduğunda.
Daisy güldü, çok eğleniyordu ve bu da Jack'in ülkesini iyi-
Rachel Gibson

ce arttırıyordu. “Kız kardeşim LiJy’yi hatırlıyor m usun?”


sordu.
“Elbette. N asılsın?”
Jack hediyesini masanın üzerine bırakırken, Lily masam,,
arkasından gelip ona sarıldı. “Daha iyiyim .” D aisy’ye Ço](
benziyordu, sadece gözleri maviydi. Aslında gelişm e çağm<ja
birbirlerine çok benziyorlardı ancak Lily şu anda perişan gö„
riinüyordu.
“Sen nasılsın, Jack?”
L ily’nin başının üzerinden D aisy’ye baktı. “Daha iyiyim .”
“Bu Lily’nin oğlu Pippen.”
Demek o Lily’nin çocuğuydu. Nedendir bilinmez, aslan
yeleli bu çocuğun Daisy ve Steven’m çocuğu olmadığına se­
vindi. Ancak bunu neden umursadığını bir türlü anlamıyordu.
Lily geri çekildi ve başını salladı. “Her zaman olduğu gibi
çok iyi görünüyorsun.”
“Teşekkürler, Lily. Sen de öyle,” dedi. “Hey Rhonda” - yen­
gesinin gözlerinin altında sanki beş yıldır hiç uyumamış gibi
morluklar vardı - “Sen iyi misin? Billy bana dün zor bir gece
geçirdiğini söyledi.”
“Tanya bir türlü uyutmadı beni. Kulak ağrısı var ama bugün
ona bir şurup aldık. Şimdi kendisini daha iyi hissediyor.”
Billy bebeğin tombik bacağındaki çorabı yukarı çekti. “Bu­
gün sen yokken, Corvette’e bir göz attık.”
Jack, Lacy ve Rhonda’nın arasına bir sandalye çekti, Daisy
ve kardeşi Lily tam karşında oturuyorlardı. “D ebriyaja baktı­
nız mı?”
P a p a ty a Falı

^Haklıymışsın,” dedi Billy. “Tamamen değiştirmek gereke­

cek.
“R e n o ’d a bir tane buldum ,” dedi kardeşine.
»T allahassee n a sıld ı? ” d iy e sordu D aisy.
“Tallahassee’ye ne zam an gittim ?” diye sordu Billy.
“G eçen y ı l .”
Daisy’nin gözleri ve ağzı açık kaldı. “Bana yalan söyledin.”
Jack masaya uzandı ve kendisine içecek bir şeyler aldı. Da-
ona imalı bir şekilde baktıktan sonra B illy’ye döndü.
“Tanya’y ı k u c a ğ ım a a lm a m ın bir sa k ın ca sı var m ı?”
“Hayır, yok.” B illy bebeği ona verdi ve Daisy, Tanya’yı ku­
cağında ayağa kaldırdı. Jack altı aylık yeğeninin çığlık atmaya
başlamasını bekledi ancak bebek bunun yerine güldü ve Da­
isy’nin yanağını çim dikledi.
“Bak, Pippen,” dedi Daisy, yanındaki yüksek sandalyede
oturan yeğenine. “Tanya ne kadar şirin bir bebek değil mi?”
“Hayır!”
“ Jack A m cam ın hediyesini açabiliy miyim ?” diye sordu üç
yaşında ki cılız sesiyle.
“Jack A m can için de bir sakıncası yoksa açabilirsin,” dedi
Rhonda.
“Aç tabi,” dedi Jack, gerçi o aptal kedi ailesinin kutusunu
açıldığında D aisy’nin orada olm am asını yeğlerdi. Bunu da ne­
den umursadığını anlayam adı.
Lacy paketin fiyongunu açtı ve onu omzuna attı. Kâğıdı
yırttı ve parçaları yere atarken nefesini tuttu. “Shirli Kedi! Bu
benim dünyada en sevdiğim şey!”
*\uırteı KjlUSOfl

“Hey, bu sabah Barbie motorsikletiııin kutusunu a ç tığ ,^


da aynı şeyi söylemiştin," dedi Billy.
Lily masaya doğru uzandı ve Rhonda’yla birlikte okul y,|]a
nııdan beri neler yaptıklarını konuşmaya başladılar. Lacy ve
Lynn, Kedi ve yavrularını kutusunda çıkarırken iki kadın çocuk,
lardan ve hayatlarından söz ettiler. Lily “Alçak, piç Ronnie, diye
söze başlayınca, Jack onun boşanmak üzere olduğunu anladı
Onun neden bu kadar perişan göründüğünü de açıklıyordu.
İçeceğinden birkaç yudum aldı ve ağzında bir buz parça,
sim emmeye başladı. Masanın karşısında duran Daisy, Tanya
ve Pippen’e baktı. Tanya hâlâ Daisy’nin kucağındaydı ve ağ,
zındaki böğürtlenleri püskürtüyordu. Hem aslan yeleli oğlan
hem de Daisy gülüyorlardı. Jack’in gözleri, Daisy’nin parmak­
larına ve kırmızı boyalı tırnaklarına takıldı. İncecik bileğinin
çevresinde ucunda bir kalp olan bilezik vardı. Bilezik ışıkta
parlıyordu ve Daisy onun kendisine baktığını hissedince,
Tanya’nm koyu saçları üzerinden o da Jack’e baktı. Gülüşü
yüzünde donup kaldı ve kaşları çatıldı. Bir zamanlar Jack’in
erimiş çikolata olarak adlandırdığı kahverengi gözleriyle ona
bakıyordu. Ancak bu on yaşındayken idi ve o zamanlar çiko­
latanın dünyanın en güzel şeyi olduğunu düşünüyordu. Sonra
büyümüştü ve daha güzel bir şey keşfetmişti. O gözlerde daha
koyu ve daha lezzetli bir şeyi. Midesinde bir şeyler düğümlen­
di. Buna arzu diyemezdi ancak ilgisizlik de değildi.
Billy anne kedinin pillerini taktı ve masaya koydu. Lacy ye­
niden sandalyesine oturdu ve Jack de ilgisini yeğeni üzerinde
yoğunlaştırdı. Küçük kız yavruları annelerinin yanına yaklaş-
92
t,rdı ve kedi lanet olası em m e sesleri çıkarmaya başladı.
“O ...em ziren b ir anne kedi.” Daisy başını tüylü kediden kal-
baktı, gülm em ek için kendini zor tuttuğu belliydi. “Jack,
bu çok şirin.”
“O nlar m e m e le r i m i? ” d iy e sordu B illy merakla.
“M e m e d e n ç o k k a lb e b en ziy o rla r,” dedi Jack.
“N asıl o lu r?” diye sordu A m y Lynn. Evde canlı bir anne
kedileri vardı ancak onun oralarında kalpler yoktu.
Ne B illy ’nin ne de Jack ’in buna verecekleri bir yanıtı yok­
tu. Daisy, A m y L y n n ’e döndü ve “Çünkü kalpler meme uçla­
rından daha şirin görünüyorlar,” dedi.
Yalnız o lsalard ı Jack ona bu konuda ne kadar yanıldığını
tam olarak açıklayabilirdi. A ncak bunun yerine ağzındaki buz
parçasını ısırıp ik iy e böldükten sonra bir parçayı yanağına itti.
“Bak, güneş g özlükleri de var, Lacy,” diye işaret etti Amy
Lynn.
Sahne p erd esi açıld ı ve üç tane mekanik ayı canlanarak
dans etm eye ve m ü zik enstrüm anları çalıyormuş gibi yapmaya
başladı. Y em ek o d asın d ak i bir kurbağınm şarkısı çalmaya baş­
ladı ve L acy ellerin i çırptı.
Lily’nin o ğ lu av az avaz bağırm aya başladı. Daisy, Tanya'yı
Billy’ye verip y ü k sek sandalyede oturan yeğenini kucağına
aldı. L ily’ye b ir şey ler söyledi ve bağıran çocuğu da alarak
masadan uzaklaştı. J a c k ’in bakışları önce kolsuz tişörtüne ora­
dan da kot şo rtu n a kaydı.
“Geçen g ecek i ‘M onster G arage’i izledin mi?” diye sordu
Billy, m üzik sesleri arasından.
Rachel Gibson

Jack bu sovu arasıra izlerken Bily onun fanatik bir takipÇ)


siydi. "Hayır, kaçırdım.”
“B ir okul otobüsünü tombuz kayığına çevirdiler,” dedi, a„
cak sahneden gelen müzik sesi daha fazla konuşmasını engej
ledi.
Jack, Daisy ve yeğeninin peşinden gitmeden önce beş da
kika bekledi. Onları oyun alanında buldu. Pippen’in yüzünü
temizlemişti ve çocuk çevresi tavana kadar fileyle örülmüş
rengârenk toplarla dolu bir havuzun içinde oynuyordu. Daisy
de kenarda durmuş yeğeninin topların içinde debelenişini iz­
liyordu.
“Kendisini Lacy’nin doğum günü partisine davet ettirmeyi
nasıl başardın?” diye sordu, yanına gelip durduğunda.
Daisy dönüp ona baktı. “Onlar geldiğinde Lily, ben ve Pip­
pen zaten buradaydık.”
“Ve bu tamamen bir sürpriz oldu?”
Başını salladı ve atkuyruğu saçları omuzlarını süpürdü.
“Hayır. Burada olacağını biliyordum ancak Bily ve Rhon-
da’nm bizi masaya davet edeceklerini beklemiyordum.”
“Senden nasıl kurtulabilirim?”
Daisy dikkatini, yeğenine verdi. Çocuk plastik bir topu alıp
fırlattı. Küçük bir kızın yarım metre yakınından geçti. “Ne is­
tediğimi biliyorsun.”
“Konuşmak.”
“Evet. Konuşmamız gereken önemli bir konu var.”
“Ne?”
Arkadaki oyuncak makinesinin sirenleri çalıştı. “Showti-
94
P apatya Falı

nıe’ııı ortasında konuşulm ayacak kadar önem li bir konu ”


“Peki, bu akşam neden buradasın? Beni ve ailemi buraya
kadar sinsice izled in m i?”
“Ben seni sinsice izlemiyorum. Sadece sana burada olduğu­
mu ve sen benimle konuşuncaya kadar gitmeyeceğimi hatırlat­
mak istiyorum.” Ayaklarına baktı. “Steven’ın sana yazdığı bir
mektubu getirdim. Gerçi şu anda yanımda değil.”
“Ne diyor mektupta?”
Yine başını salladı ve sonra Jack’in gözlerinin içine baktı.
“Bilmiyorum. Okumadım .”
“Dükkâna gönder.”
“Bunu yapamam. Sana yüzyüzeyken vermemi istedi.”
“Madem bu kadar önemliydi, neden kendisi vermedi? Se­
ninle göndermek yerine?”
“Pippen, atm a onu,” dedi yeğenine ve Jack’e baktı. Yan ta­
raftaki ekrandan yansıyan kırmızı ve mavi ışıklar çıplak omu­
zuna, boynunun yanm a ve ağzının köşesine yansıyordu. “Sanı-
nm, başta öyle yapm ak istedi. Hastalığının ilk yılında kanseri
yeneceğine inanıyordu. Hepimiz kimsenin gliyoblastomdan
kurtulamadığını biliyorduk ama o gençti, sağlıklıydı ve erken
tedavi işe yarıyor gibi görünüyordu. Çok mücadele etti. Jack."
Pippen’e döndü ve fileyi tuttu. “Öleceğini kabullendiğinde, se­
ninle yüzyüze konuşm ak için çok geçti.” Bileziğindeki kalp
şıngırdadı. Jack bileziğe baktı, ne Dasiy, ne de Steven‘1a ilgili
bir şey hissetmek istemiyordu. Umursamak istemiy ordu.
Ancak bir sorusu vardı. “Öleceğini kabullendikten ne kadar
sonra öldü?”
Rachel Cibson

“Sekiz ya da dokuz ay sonra.”


O da ö yle olduğunu düşünmüştü. Steven her zaman ilk adu
m ı başkasının atmasını isterdi, bu ister D a isy ’y e saçındaki kur,
delanın ne kadar aptalca göründüğünü söylem ek olsun, ister
çatıdan atlamak olsun, isterse arabalara çürük dom ates atnia^
olsun. Büyüm e çağındayken, bunların hiçbiri Jack’i rahatsı*
etm em işti ancak bu çok uzun zaman önceydi. “D em ek ölme,
den önce g elip , benim le konuşm ak için zam anı vardı. Seni
gönderm esine gerek yoktu.”
Daisy acımasızca güldü. “Anlaşılan ölümcül bir kanser
tedavisi gören biriyle daha önce hiç karşılaşmamışsın. Gör-
seydin bunu söylemezdin.” Bir elini yana düşürdü ve gözle-
ri yaşardı. “Onu tanıyamazdın, Jack.” Gözünden süzülen bir
damla yaş yanağından aşağı akıp gitti. Jack uzanıp o gözyaşını
silmemek için yumruklarını sıktı. “Artık sonlara doğru,” diye
devam etti, “ayakkabılarını nasıl bağladığını bile hatırlamıyor­
du ancak sanki çok önemliymiş gibi, hergün düzgün bir şekil­
de giyinmek için ısrar ediyordu. Bu yüzden ayakkabılarını ben
bağlıyordum... hergün. Bu şekilde dik durmaya çalışıyordu sa­
nırım. Kendisini yine de bir yetişkin gibi hissetmek istiyordu.
Bir erkek gibi.”
Kalbinden bir şeyler sökülüp gitmiş, giderken nefesini de
almıştı sanki. “Kes artık, Daisy.”
“Jack-”
“Hayır.” Yüreğini paramparça edene kadar devam edeceği­
ni biliyordu. Tıpkı daha önce yaptığı gibi. Bunu yapmasına izin
vermeyecekti. Bir daha asla izin vermeyecekti. “Daha fazlası­
P apatya Falı

nı duymak istem iyorum ." Steven için üzülüyordu. İki dakika


buflim mümkün ola b ileceğ in i düşünm ediği kadar üzülüyordu.
Ancak D a isy ’nin onu paramparça etm esine izin verm eyecekti.
“Bunları şu anda konuşm ak istem ezdim .” Yanağındaki gö z­
yaşını sildi. “ S ö y ley ecek lerim i dinlem ek için benimle buluş­

malısın.”
“Senden duymak istediğim tek sözcük, Daisy Monroe, Hoş­
ça kal,” dedi ve dönüp gitti. Yeniden yemek salonuna girdi ve
Rhonda ve B ily’ye gitmesi gerektiğini söyledi. Herhangi bir
soru sorulmasına izin vermediği için ilk kez bu ayılara ve ku­
lakları tırmalayan müziğe minnet duydu. Oyun jetonu almaları
için yeğenlerine bozuk para verdi. Çıkarken Daisy’yi ortalıkta
görmedi ancak gözleri onu aramadı da.
Derin bir nefes aldı ve yürümeye devam etti. Eve gidene
kadar da rahat bir nefes alamadı. Kendisini evine kapattı. Bey­
ninin kapılarım Daisy, Steven ve kendisiyle ilgili anılara tama­
men kapattı. A ncak anılar onu içeri kadar izlemişlerdi. Annesi­
nin piyano koltuğuna oturup, ellerini dizlerinin üzerine koydu.
Steven’ı bir kardeş gibi sevdiği kadar yıllarca ondan nefret
etmişti. Ancak en öfkeli anında bile Steven’ın ölmesini iste­
memişti. Gerçekten istememişti. Belki Steven’in yeryüzünden
temizlenmiş olduğunu düşünm ek bazı zamanlarda çekici gibi
gelmiş olsa da, onun asla D aisy’nin anlattığı şekilde ölmesini
istememişti. Asla. Hatta öfkesinin tavan yaptığı dönemlerde
bile.
Eninde sonunda o, Steven’ın ölmesini hiç istememişti.
Çünkü sonunda Steven’ı anlamıştı. Steven'ın ona ihanet ettiği
K a c h e l G ib so n

kadar, Jack de ona ihanet etm işti.


Y ıllar önce okulun mezuniyet balosunda D aisy’nin erk ^
arkadaşı tarafından ekildiğini söyleyen Steven’dı. Steven’,n
söz verdiği bir kız olduğu için Daisy’yi baloya Jack’in g ö ^
meşine ikisi birlikte karar vermişlerdi. Bu o zamanlar basit bjr
şeymiş gibi görünmüştü. D aisy’yi mezuniyet balosuna götüre­
cekti, böylece bütün gece kendisini odasına kapatıp ağlamaya­
caktı. O kadar abartılacak bir şey yoktu ancak o gece hepsin,n
hayatını değiştirmişti.
O geceyle ilgili Daisy’ye küçük küçük dokunmaktan baş­
ka hiçbir şey hatırlamıyordu. Hatırladığı bir başka şeyse, onun
evinin sundurmasında durmuş onun yüzüne bakarken onu çok
istediği ve bunun gerçekten canının yaktığıydı ve kendisine
sürekli oradan gitmesi gerektiğini söylemişti. A rabasına bin­
mesi ve oradan uzaklaşması gerektiğini.
Sonra Daisy onu öpmüştü.
Diğer kızlarla öpüşmeleriyle kıyasladığında bu öpücük hiç­
bir şeydi. Kapalı dudaklannı Jack dudaklarının üzerine koy­
masından başka bir şey değildi ancak bu Jack’in boğazının
düğümlenmesine neden olmuştu. Şaşırmıştı ve kızm ıştı ve onu
itmişti. Sonra Daisy onun boynuna dokunmuş ve o da Jack’i
arzuladığı gibi arzuluyormuş gibi gözlerinin içine bakmıştı.
Jack onu her zaman arzulamıştı.
“Lütfen, Jack,” diye fısıldamıştı. Onu biraz daha öpmek
için eğildiğinde bile kendisine bunun bir hata olduğunu söylü­
yordu. Orada dururken, onu öperken, onun tadını alırken bile
kendisine durması gerektiğini söylemişti. Ellerini omuzların-
98
r u y u ıy u

dan ayırmamasın 8 rağmen onu kendisine çekmiş ve göğüsle­


rinin ağırlığını gö ğ sü n d e hissetm işti. Bunun tekrarlanmasını
kendisine söylerken b ile tekrarlanacağım biliyordu. Onu yıl­
larca istem işti v e bu küçük öpücük ona yetmemişti.
K.endi kendine ondan uzak durmasını söylemişti ancak on
sekiz yaşındaki arzusunu kontrol etmeyi başarsa da Daisy bunu
yapmasına izin verm em işti. Ertesi akşam Jimmy Calhoun’un
partisinde, D aisy onu karanlık bir köşeye çekmiş ve ellerini
memelerini üzerine koymuştu.
“Bana dokun, Jack,” diye fısıldamıştı onu öperken ve Jack,
boxer şortunu delecek kadar sertleşmişti.
Birkaç gün sonra Steven’a yapılacak işleri olduğunu söyle­
mişti. Sonra da Camaro’suna atlayıp, Daisy’yi evinden almıştı
ve birlikte ıssız bir yere gitmişlerdi. Orada ona hem Steven’ın
hem de kendisinin ondan hoşlandığım ve bu yüzden birlikte
olamayacaklarını söylemişti.
Daisy bunu anladığını söylemişti. Aynı fikirdeydi, sonra
Jack kulağını öpmüş ve bundan Steven’ın haberi olması ge­
rekmediğini söylemişti.
“Steven’ı seviyorum. O benim arkadaşım,” demişti. “Ama
onu seni düşündüğüm şekilde düşünmüyorum. Ben sana âşı­
ğım, Jack. Senden daha fazlasını istiyorum. Bana nasıl sevişil-
diğini göstermeni istiyorum .”
O gece D aisy’nin tişörtünü çıkarmış, üzerinde mavi nok­
taları olan beyaz sutyenini çözmüştü. Memeleri şimdiye ka­
dar gördüğü en güzel şeylerdi. Sert ve bembeyazdılar, sımsıkı
meme uçları pem beydi ve tam ağzına görevdiler.

«w
K achel G ibson

O gece onunla seks yapmamıştı. Hayır, asil olan şeyi yap


mıştı. Ona bakirelerle takılmadığını söylemişti. Kendisine de
sürekli elini külodunun içine sokmadığı ve oraya dokunmadı­
ğı sürece sorun olmayacağını söylüyordu. İşi ağırdan almaş,
gerektiğini söylüyordu kendisine ancak bu kararlılığında eli­
ne şeker verip kandırılmış bir çocuk gibi vazgeçivermişti. g ü
defa da kendisine Dasiy’nin bekâretine dokunmadığı sürece
bir sorun olmayacağını söylemeye başlamıştı.
Birbirlerine dokunmaya, öpüşmeye ve birbirlerine sürtün­
meye başladıktan iki hafta sonra birlikte A marillo’nun etekle­
rinde bir otele gitmişlerdi. Bu kez sonuna kadar gitmişlerdi ve
Jack o gece seksle sevişme arasındaki farkı öğrenmişti. Cin­
sel organların işin içine girdiği seksle, ruhun işin içine girdiği
seks arasındaki farkı anlamıştı. Daisy Lee’nin içindeyken ya­
nıp tutuştuğunu ve göğsüne bir sancı saplandığı öğrenmişti.
Ve şimdiye kadar bildiklerinin hepsi yanlış çıkmıştı. Steven’m
da Daisy’yi kendisi kadar sevdiğini biliyordu ancak kendisine
sürekli Daisy’nin haklı olduğunu söylüyordu. Steven’m haberi
olmadığı sürece hiç sorun yoktu.
İnsanların arasındayken, her zaman olduğu gibi arkadaşmış
gibi davranıyorlardı ancak bu hiç kolay olmuyordu. Onu gör­
mek ancak dokunamamak onu deli ediyordu. Onu o ponpon
kız eteğinin içinde okulun koridorunda yürürken ya da atlayıp
zıplarken gördüğünde kıskançlıktan çılgına dönüyordu.
Bu durumdan ötürü çılgına dönen sadece kendisi değildi.
Daisy de onu en az kendisini arzuladığı kadar arzuluyordu an­
cak onunla buluşamadığında ki bu pek sık olmuyordu, Daisy
100
Papatya Falı

0nu kendisini se v m e m e k le suçluyordu. Başka kızlarla birlik­


te olmakla su çlu yord u . O na kendisinin de artık sevmediğini
söylüyordu sonra buldukları ilk fırsatta birbirlerinin giysilerini
parçalarcasma çıkarıp, içlerinde yanan arzuyu söndürüyorlar­

dı-
İkisi de S teven’ı incitmek istemiyorlardı ve ilişkilerini bi­
raz daha ortada yaşam ak için Steven’m üniversiteye gitmek
için kasabadan ayrılm asını bekliyorlardı. Steven Washington
(jniversitesi’ne kabul edilmişti ve liseden mezun olduktan
sonra kendisine ait bir daire kiralamayı karşılayabilecek du­
ruma gelene kadar ablası ve eniştesinin yanında kalmayı plan­
lamıştı- Jack ve D aisy’da yetmiş mil güneydeki Batı Teksas
Üniversitesine gitm eye karar vermişlerdi. Birbirlerine âşık
olduklarını, o yıl Steven Noel tatili için kasabaya geldiğinde
söyleyeceklerdi.
Jack piyano koltuğundan kalktı ve karanlık mutfağa gitti.
Işığı yaktı ve buzdolabını açtı. Süt kutusunu bir kenara itip
onun yerine bir şişe Lone Star aldı.
Daisy’yle birlikte olmak lunaparktaki hız treninde uzun bir
orgazm yaşam ak gibi bir şeydi. Çok heyecanlıydı ancak biraz
sakinliğe ihtiyacı olan birine göre değildi.
Bira şişesinin kapağını açtı ve onu tezgâhın üzerine koydu.
Liseden mezun olduktan iki hafta sonra bir araba kazasında
anne babasını kaybetmişti. Sarhoş bir sürücü onlara çarptığın­
da 59 model Bonneville arabalarının içindeydiler. O eski Pon-
tiac bir tank gibi tasarlanmış olabilirdi ancak gereken güven­
lik özelikleri yoktu. Babası hemen orada ölmüştü. Annesi ise
Rachcl Gibson

hastaneye giderken hayatını kaybetmişti. Ve on sekiz yaşıncJ


bir anda sadece kendinden değil ayrıca kardeşi B illy’<jen ^
sorumlu biri olmuştu.
Jack şişeyi ağzına götürdü ve bir yudum aldı. N e zaınai)
bayatının o dönemini düşünse ayrıntıları hatırlamak konusyn
da güçlük çekiyordu. Yıkılmış, kafası karışmış ve korkmuş^
Tüm hayatı bir anda değişmişti ve görünüşe bakılırsa düşü,v
mek için kendisine zaman ayırmak istedikçe D aisy onu sıkış,
tırıyordu. Nefes almak için onu ittikçe, D aisy ona daha sıkı
tutunuyordu. Bir süre ayrı zaman geçirm eleri, yalnız başına
kalıp düşünmesi gerektiğini söylediği geceyi hatırladı. Onu bir
süre görmek istemiyordu. D aisy çıldırmıştı. Sonra onu bir da­
haki görüşünde Steven ’ın karısı olmuştu.
O akşam Daisy’nin ne giydiğini bile tam olarak hatırlıyor­
du. Daisy’nin üzerinde beyaz çiçek desenleri olan mavi bir el­
bise vardı. O ve Steven Jack’in arka bahçesine gelmişler ve
ondan dışarı çıkmasını istemişlerdi. Dasiy’ye doğru yürüdüğü­
nü hatırlıyordu, öyle güzel görünüyordu ki içinden ona sımsıkı
sanlmak ve sonsuza kadar yanında kalmasını istemek gelmişti.
Bunun yerine Steven ona bu öğleden sonra evlendiklerini
söylemişti. İlk önce buna inanamamıştı. Daisy, Steven’a âşık
değildi. Onu seviyordu. Ancak onun suçlulukla bakan gözle­
rini görünce bunun gerçek olduğunu anladı. Onu yakalamış,
onun Steven’a değil, kendisine ait olduğunu söylemişti. Onu
öpmeye, ona dokunmaya çalışmış ve kendisine âşık olduğu­
nu itiraf etmesini istemişti. Steven aralarına girm iş ve Jack de
onun yüzüne bir yumruk atmıştı. Birbirlerine kıyasıya vurma-

102
P a p a tya Falı

başlamışlardı ancak S tev en M onroe asla iyi bir dövüşçü ol-


^ mıştı. Kavganın k a y b ed en tarafı o olm uştu.
Jack y en id en birasını yud u m lad ı. D a isy ’yi kaybettiği g ece,

gteVen ’ı da k a y b etm işti. Â şık old u ğu, arzuladığı ve sonsuza


jek birlikte o lm a k isted iğ i k ızı kaybetm işti.
g n iyi arkadaşını kaybetmişti. O bütün aptalca macerala­
rında yanında olm uştu. Steven her zaman ilk adımı başkası-
nln a tm a sın ı isteyen biri olabilirdi ancak Jack onun her zaman
arkasında olduğunu bilirdi. Ona destek olduğunu bilirdi. Bir
sonraki m aceraya hazır olduğunu da. Sonra bir gecede ikisini
de kaybetmişti ve artık yalnızdı.
O gece her şeyini kaybettiğinde çok değerli bir ders almıştı.
Biç kimse onlara verm ek istem ediğin bir şeyi senden alamaz­
dı. Kimse sen onlara bıçak verm ezsen içini parçalayamazdı.
Bu onu sert bir adam değil, sadece hatalarından ders almış bir
adam yapmıştı. Ve asla R honda’nın onu suçladığı cinsten bağ­
lılık korkusu olan bir adam yapmamıştı.
Kahretsin, birgün evlenebilirdi. Evlilik onun hiç düşünme­
diği bir şey değildi ancak aradığı bir şey de değildi. Evlenirse,
evlenirdi. Z aten bir ailesi vardı. Billy, Rhonda ve kızlar ona
yetiyordu ancak hayatında bir başkasına da yer vardı. Sadece
otuz üç yaşındaydı. Ve daha zamanı vardı.
Daisy bunların dışındaydı. Hayatında asla Daisy Monroe
için bir yer olm ayacaktı. O sadece Jack’in içini paçalamakla
kalmamış, onları toprağa da gömmüştü. D aisy’ııiıı bir daha ha­
yatına girmesine asla izin vermezdi.
Hayır, ilk deneyim inde dersini alınıştı.
10.1
b>
ö Lü im . y -

Daisy Vuamet marka kaplumbağa kabuğu çerçeveli güneş


gözlüklerini burnunun üzerine yerleştirip, lavanta rengi Ad-
rienne Vittadinis marka gözlük kullanan Lily’ye baktı.
Lily devriyedeki polisler gibi Ford Taurus’yla bir kamyonla
bir minivan arasında geri gitti ve arabayı park etti. “Earl’ün
ölmesi gerekiyordu” adlı şarkı bitmek üzereydi ve insanı öldü­
ren klavyenin son çırpınışları, iki kız kardeş arasındaki boşlu­
ğu dolduruyordu. Normalde Daisy’nin Dixie Chicks grubuyla
bir sorunu yoktu hatta iki CDMerini bile almıştı ancak Lily
parçayı bir kez daha baştan çalmak için düğmeye basarsa daha
sonra olacaklardan Daisy sorumlu değildi.
“Onu görebiliyor musun?” diye sordu Lily, Eldorado Soka­
ğı ’ndaki mermer kaplı siteyi gözleriyle tararken. Elini direksi­
yondan indirdi sonra kaldırıp yeniden çalma düğmesine bastı.
“Lanet olsun!” diye bağırdı Daisy, neredeyse çıldırmıştı.
“Bu şarkıyı beşinci çalışın.”
Lily yanında oturan Daisy’ye baktı. Kaşları çatılmış, arasında
derin bir çizgi belirmişti. “Sayıyor musun? Delirmiş olmalısın.”

104
“Ben! Eski k o ca sı o lm ak ü zere olan bir adamın evinin park
y e r in d e , beş kere ayn ı şarkıyı çalan ben m iyim ?
“Bu unun e v i d e ğ il. H astanenin yanındaki Locust G rove'da
bir daire kiraladı. B urası k ızın ev i. K elly denen kaltağın,” dedi
Ljly ve dikkatini y e n id e n site y e verdi.
Chicks yeniden aynı parçanın ilk mısralarını söylemeye
başlay,nca’ Daisy e^ ilip kaPatma düğmesine bastı. Araba ilahi
bir sessizliğe bürünm üştü. Dün akşam Shovvtime’dan ayrıldık-
(an s0nra Lily arabayla dolaşmaya çıkmış ve Kelly’nin evinin
önünden geçmişti. Tıpkı insanları sinsice izleyen sapıklar gibi
üç kere kadının evinin önünden geçtikten sonra sonunda Da-
isy’yi annesinin evine bırakmıştı.
Bugün, iş arayacağım bahanesiyle Pippen’i bırakmak için
sabahın köründe gelm işti. Daisy onun taranmamış saçlarına ve
üzerindeki kırışık eşofm ana bakınca bir şeyler olduğunu sez­
mişti. Hemen üzerine bir kot şort, siyah bir tişört ve ayaklarına
da parmak arası terliklerini geçirip, saçını mandalla tepesinde
tutturmuştu.
“Bunu ne zam andır yapıyorsun?” diye sordu.
Lily elleriyle gri direksiyon simidini sıkıca kavradı. “Bir
süredir.”
“Neden?”
“Onları birlikte görm em gerek.”
“Neden?” diye sordu yeniden. “Bu çılgınlık.”
Lily, omuz silkti ancak gözünü binadan ayırmadı.
“Onları birlikte gördüğünde ne yapacaksın0 Üstlerinden
arabayla mı geçeceksin?”
105
nachel Gibson

"B elki."
L ily ’nin gerçekten R o n n ie ’nin üstünden arabayla geçe
ğ in e inanmıyordu ancak burada böyle oturup bunu düşünm
endişe vericiydi. “Lily, onları öJdüremezsin.” S|
“B elki sadece tamponun ucuyJa bir dokunurum. Ya da ^
arkadaşının işine yaramasın d iy e toplarını ezerim .”
"Ronnie D arlington’un toplarını da ezem ezsin. Seni hapSe
atarlar.”
“Belki de yakalanmam."
“Yakalanırsın. Eski karılar her zaman yakalanır.” Uzand
ve kırmızı eşofm anının üzerinden L ily ’nin om zunu okşadı
“Bunu yapmaktan v a zg eçm elisin .”
Bir damla gözyaşı gözlüğünün altından kayıp yanağından
süzülürken, Lily başını salladı. “Nasıl mutlu olabiliyor? Be­
nim yüreğim parçalanırken, o sevgilisiyle mutlu mesut hayatı­
na nasıl devam edebiliyor? Bize yaptıklarının hesabını verme­
li, Daisy. Ben ve Pippen gibi acı çekmeli.”
“Biliyorum.”
“Hayır, bilmiyorsun. Senin kalbini hiç kıran olmadı. Steven
öldü, başka bir kadınla kaçıp senin kalbini kırmadı.”
Daisy elini çekti. “Steven’in ölüme gidişini görmek kalbimi
kırmadı mı sanıyorsun?”
Lily, Daisy’ye baktı ve yanaklarından akan gözyaşlarını
sildi. “Evet, sanırım. Ama o farklı. Steven isteyerek seni terk
etmedi.” Derin bir nefes aldı ve ekledi, “Çok şanslısın.”
“Ne? Bu söylediğin ne kadar berbat bir şey.”
“Steven öldüğü için şanslısın demek istemiyorum, sadece

106
P apatya Falı

ven ’ın bir b a şk a k a d ın la s e k s y a p tığ ın ı dü şün m ek zorunda


Ste .... , ,
f i l s i n . O nu o p u y o r m u , o n a d o k u n u y o r m u, onu s e v iy o r mu
^iye dü şü n m ek z o r u n d a d e ğ ils in .”

“H aklısın. O n u n ö lü o la ra k to p ra ğ ın altında y a ttığ ın ı düşün­

cele zo ru n d a y ım .” K o lla r ım k avu ştu ru p k ız k ard eşin e baktı.


„pu sö y le d ik le r in e a ld ır m a y a c a ğ ım çü n k ü berbat bir gün y a şı­

yorsun.” A n c a k g a lib a b u n la ra a ld ırış e tm e m e y e hazır d e ğ ild i


çünkü “Ş ım arık bir k ız g ib i d a v ra n m a k iste m e d iğ in i biliyoru m
atîia sen h e p ö y le b ir iy d in ,” d iy e e k le m e d e n duram adı.

“Ben de senin bencillik etmek istemediğini biliyorum. Çün-


löi sen hep öyle biriydin.”
Daisy’nin ağzı açık kaldı. Aptalca bir şey yapmasını engel­
lemek için kız kardeşinin arabasında oturuyordu ve bencil ol­
makla suçlanıyordu. “Evet, doğru. Burada oturmuş Ronnie’nin
evini gözetliyorum çünkü yapacak daha iyi bir işim yok.”
“Sen dün akşam sinsice Jack Parrish’in peşine düştüğünde
Shovvtime’da oturmak benim hoşuma gitti mi sence?”
“Bu aynı şey değil. Jack’le konuşmam önemli. Bunu bili­
yorsun.” Başını çevirdi ve pencereden köpeğini gezdiren yaşlı
bir kadına baktı. “Üstelik sinsice onun peşine düşmedim.”
“Olaya bu şekilde baktığını sanmıyorum.”
Hayır, bakmıyordu. Ve dün geceden sonra böyle düşünme­
ye hakkı vardı. Show tim e’a gidip yeğeninin doğum günü par­
tisini basmak çok akıllıca bir fikir olmayabilirdi ancak zamanı
azalıyordu. Sadece birkaç günü kalmıştı ve eğer Jack ona şehir
dışında olacağı yalanının söylemeseydi, o dört günü boşa ge­
çilmeyecekti. Topun ağzmdaydı ve baskı giderek artıyordu.
N
-.-.«.ı kjiusuti

“Billy’nin kızlarına nasıl davrandığına dikkat ettin mi?"


diye sordu. Yeğenlerini biri kolunda biri bacağında yürürke„
görmek, Daisy’yi yüreğini burkmuştu. “Onlarla çok iyi anlaş,,
yordu ve çocukların da onu sevdiği çok açıktı. Çocukları kan.
dıramazsın.”
“Bu da sana kasabadan gitmemiş, Steven’la evlenememiş
olman gerektiğini mi düşündürdü?”
Daisy koltuğuna gömüldü ve dışarı baktı. “Hayır ama ona
Nathan’dan söz ettiğimde büyük olasılıkla bana sandığımdan
daha fazla öfkeleneceğini düşünüyorum. Hiç öfkelenmeye­
ceğini düşündüğümden değil ama içinde her zaman anlayış),
olacağına dair bir umut vardı.” Saçındaki mandalı çıkardı ve
başını koltuğa yasladı. “Jack bir aile kurmaya hazır değildi.
Anne ve babasını yeni kaybetmişti ve hamilelik haberine hazır
değildi. Doğru olanı yaptım.”
“Ama...?” Lily yanıt bekledi.
“Ama onun nasıl bir baba olacağını asla düşünmedim.”
Mandalı torpido gözüne koydu. “Bunu düşünmemek için ken­
dimi engelledim.”
“Ama şimdi düşünüyorsun?”
“Evet.” Gerçi bunu düşünmemek en iyisiydi ancak kendini
düşünmekten alamıyordu.
Üst kattaki dairelerden birinin kapısı açıldı ve Ronni bir
kolunu esmer bir kadına dolamış bir halde dışarı çıktı. Daisy
onunla sadece Lily’yle birlikte Seattle’a geldiklerinde iki kez
karşılaşmıştı yine de onu tanıdı. Kadınlan etkilemek için özel­
likle dağınık bıraktığı saçları ve gülümsemesiyle yakışıklı bir
108
P a p a ty a Falı

adamdı. L ily’nin tersine, Daisy ondan hiç etkilenmemiş ve


daha az kanmıştı.
“Motoru kapat,” dedi Daisy kardeşine. Bu sabah Ronnie’nin
grinizi geniş kenarlı şapkası yüzünün yarısını gölgeliyor ve
lam ızı kovboy göm leğin in bir yanına gölgesini bırakıyordu.
K.ocanıan tokası olan bir kemer takmıştı ve kovboy pantolonu
o kadar dardı ki bacakları sanki boyanmış gibi görünüyordu.
“Onu ezm eyeceğim .”
“Kapat motoru, Lily.” Daisy’nin, Kelly’nin yüzünü iyice
görebilmesi için aralarındaki mesafe fazlaydı ancak bu mesa­
feden bile saçlarını tepesinde at kuyruğu yapmış olduğunu ve
daracık şortunun içinde kocaman bir kalçası olduğunu seçebi­
liyordu.
Motor durdu ve D aisy kontağa uzanıp, anahtarları aldı. Ka­
pıyı açmaması için de L ily ’nin kolunu tuttu.
“O buna değmez, Lily.”
İkisi birlikte kenarları alev desenleriyle süslenmiş kam­
yonete doğru yürüdüler. Ronnie, kaltak Kelly’nin kamyonete
binmesine yardım etti, sonra motoru çalıştırdı ve oradan uzak­
laştılar. Onlar park yerinden uzaklaşırlarken, kardeşi adına
duyduğu öfke midesine krampların girmesine neden oldu. Lily
eliyle ağzının kapatmıştı ancak susturmaya çalıştığı çığlığı par­
maklarının arasından bir ağıt gibi çıkıyordu. Daisy kardeşine
doğm uzandı, onu kendine çekti ve olabildiğince sıkı sanldı.
“Lily o senin gözyaşlarına layık biri değil,” dedi saçlarım
okşarken.
“Ben onu hala ço-çok seviyorum. O neden be-beııi sevmi-
Kacheı Gibson

yor?” diye ağJadı Lily. Daisy ona sanlmaya devam etti, acısın,
anlayabiliyordu. Karısı ve çocuğunu terk eden bir adam ne ka­
dar değerli olabilirdi? Başka bir kadınla kaçıp, çocukları için
harcanacak olan parayı ortak hesaplarından çeken aşağılık bir
p isliğ in ahlaki değerleri olabilir miydi? Daisy bunları düşün­
dükçe ö fk e si gid erek arttı. Bir şekilde Ronnie ktz kardeşine
yaptıklarının bedelini ödeyecekti.
“Tatlım , bir danışmana gitmeyi düşündün mü?” diye sordu
kardeşine.
“Bu konuyu bir yabancıyla ko-konuşmak istemiyorum. Bu
aşağılayıcı bir durum.” Bundan sonra söyledikleri artık
ç o -ço k
anlaşılmaz hale gelmişti.
“Bırak da arabayı ben kullanayım,” dedi Daisy ve Lily yol­
cu koltuğuna kayarken o da arabanın ön tarafından dolaştı.
“İçecek bir şeyler ister misin?” diye sordu Daisy, park yerin­
den çıkarken. “Kuruyan boğazına iyi gelir.”
Lily burnunu gömleğinin koluna sildi ve başını salladı. “Hı-
hı,” ağzından bu kadarım çıkarabilmişti.
Daisy Minute Mart’a doğru gitti ve dükkânın önünde dur­
du. Lily’nin herhangi bir çılgın planına karşı tedbir olarak
anahtarı cebine koydu, çantasını ve gözlüklerini aldı. “Hemen
dönerim,” dedi Lily’ye ve kapıyı açtı. Dükkâna girdikten son­
ra yanm litrelik bir bardağı içecek makinesinden doldurdu, ka­
pağını kapattı ve bir pipet aldı. Lily biraz sakinleştiğinde ona
avukatından söz edebilirdi ve onu arayıp ne yapabileceklerini
sorabilirlerdi.
“Günaydın,” dedi kasadaki adam, üzerindeki üniforma ke-
110
Papatya Falı

mikli om uzlarından dökülüyordu. İsimliğinde Chuck yazan


görevli, ona “iyi günler” diledi. Bu şu an için pek mümkün
görünmüyordu.
“Günaydın.” Daisy adama bir beşlik uzatırken, kenarlan
alevlerle süslü kamyonet, Lily’nin Taurus’unun birkaç araba
ilerisine park etti. Gelmekte olan felaketi hissederek, camdan
gonnie ve Kelly’nin kamyonetten inmelerim izledi. “Oh, ha­
yır.”
Taurus’un yolcu kapısı açıldı ve Lily bir fişek gibi arabadan
j dışarı fırladı. Minute M art’m önündeki kaldırımda yüzyüze
geldiler. Daisy kız kardeşinin çıldırmışcasım bağınşım camın
I arkasından duyabiliyordu ve benzin istayonunu pompacılan-
: n]n güzel bir gösteri izlediklerine emindi.
Daisy erindekileri tezgâha bıraktı ve bir erini havaya kal­
dırdı. “Hemen döneceğim.” Daisy dükkânın kapışım açarak
dışarı çıktı. Lily, K elly’ye orospu, koca götlü kaltak diye ba-
ğınyordu. Kelly elini kaldırıp, Lily’nin yanağına bir tokat anı.
Lily’nin güneş gözlükleri fırlayıp gitti. Lily ona karşılık ver­
mek için erini kaldırdı ancak Ronnie onun kolunu tuttu ve onu
itti.
Lily yere düştü ve bir anda Daisy’nin görüşü değişti, san­
ki bir teleskopun ters tarafından görüyordu. Öfke zehirli bir
i kimyasal madde gibi damarlarında akmaya başlamıştı, hızla
[ eski eniştesi olacak adama doğru koştu. Yıllar önce Steven ve
Jack ona kendisini nasıl savunacağını öğretmişlerdi. Bu öğren­
diklerini daha önce hiç uygulamamıştı fakat ununnamıştı da.
Tıpkı bisiklete binmek gibi bir şeydi. Adamın göğüs kafesine
ııı
Kachcl Gibsoft

bir om uz attı. D om uz gibi bir hırıltı çıkardı ve D a isy ’yi saç|a


nndan yakaladı. Onu sarsmaya başladı ancak D a isy fazla a^
hissetmedi çünkü o anda yum ruğunu sıkm ış adam ın gözüne
bir yum ruk indiriyordu.
“Oov, seni çılgın kaltak!”
Hiç düşünmeden kemer tokasının hemen altına bir de diz
koydu. Aslında tam istediği yer olan bacak arasına denk ge­
tirememişti ancak yine de adamın ciğerlerindeki havayı tartı
gaz üfleyerek sesli bir şekilde dışarı boşaltmasını sağlamıştı
Adamın parmakları gevşedi, Daisy de geri çekildi. Avucunun
içinden sarkan birkaç saç teliyle adam iki büklüm oldu.
“Eğer kız kardeşime bir daha dokunursan,” dedi nefes ne­
fese kalmış bir halde, “seni öldürürüm, Ronnie Darlington.”
Ronnie homurdandı ve gözlerini kısarak ona baktı. “Bir
dene bakalım, seni aptal kaltak.”
Daisy çılgın kaltak lafına pek aldırmamıştı çünkü bunda
haklılık payı vardı ancak aptal kaltak lafını kaldıramazdı. Yine
öne doğru atladı ancak bu defa birisi onu arkasından, kolunu
kamına dolayarak durdurdu. “Sen kazandın, tatlım.”
Kamının çevreleyen kolu itti ancak her kimse onu daha sıkı
tutarak havaya kaldırdı. “Bırak beni. Bir tekme de kıçına at­
mak istiyorum!”
“Onun senin kıçına bir tekme atması olasılığı daha yüksek.
O zaman da devreye girip, sana dokunduğu için onu fena halde
benzetmek zorunda kalacağım. Ve ben bunu gerçekten yap­
mak istemiyorum. Buddy ve ben buraya benzin almaya ve bi­
rer fincan kahve içmeye geldik. Kavga etmeye niyetimiz yok.”

112
Papatya Falı

paisy gözlerini kırpıştırdı, yeniden normal görmeye başla-


ı]Ştl omzunun üzerinden baktığında kalbi daha da hızlı at-
^ ya başladı. “Jack?”
Bej rengi kovboy şapkasının gölgesi, yüzünü ikiye ayın-
0rdu ve Daisy onun sözcükleri şekillendiren dudaklanna bak-
tl “İyi sabahlar,” ancak sesinde iyiye dair bir ton yoktu.
paisy, arkası dükkana dönük halde duran Lily’ye baktı,
gurun kemerinin üzerinde bir sıyrık ve yanağında kadının
tokatmın bıraktığı kırmızı parmak izleri vardı. Mavi tişörtlü
bir adam yanında durm uş, onunla konuşuyordu. Kelly yerde,
kjçmı üzerinde oturuyordu, atkuyruğu başının yan tarafına
kaymıştı. Ronnie hom urdanarak doğruldu ve sanki her şeyin
yerli yerinde olup olm adığını kontrol eder gibi bacak arasına
dokundu.
“Umarım onu uzun süre kullanamazsın,” diye seslendi Da­
isy adama ağzından tükürükler saçarak ancak Jack onu çeke­
rek duvar gibi sert göğsüne yapıştırdı.
Sonra da D aisy’nin şakak hizasından Ronnie’ye seslendi.
“Kız arkadaşını da al ve hala yürüyebiliyorken buradan git.”
Ronnie ağzını açtı ancak sonra yeniden kapadı. Sonra ava­
zı çıktığı kadar çığlık atm akta olan K elly’yi alıp kamyonete
götürdü. Motoru çalıştırdı, tekerleklere patinaj yaptırarak park
yerinden ayrıldı.
“Sen iyi misin, Lily?” diye seslendi kız kardeşine.
Lily başıyla onayladı ve onunla konuşan adamdan güneş
gözlüklerini aldı.
“Burada neler oldu?” diye sordu Jack. “Siz ikiniz belanızı

113
Rachel Gibson

mı arıyorsunuz?” Hâlâ onu tutuyordu ve Daisy yeniden gö?


ierini ona çevirdi. Rüzgâr birkaç tel saçını savurup Jack’jn
gömleğine taşıdı. Daisy gözlerini onun dudaklarından
şapkasının yarattığı gölgenin derinliklerine baktı. O açık yeş,|
gözler de kendisine bakıyordu. Bekliyordu.
“O, L ily ’nin, kocası ve sevgilisiydi.”
Jack başını kaldırdı ve şapkanın gölgesi burnunun ortasın­
dan üst dudağına uzadı. “Ah.”
Damarlarında dolaşan adrenalin bir anda D aisy’nin bacak­
larının titremesine neden oldu, neyse ki Jack hala onu tutuyor­
du. “Alçak pisliğin teki.”
“Bunu ben de duydum.”
Ronnie’nin ününün ona kadar ulaşmış olması Daisy’yi şa­
şırtmamıştı. Lovett küçük bir kasabaydı. “Ortak banka hesap­
larını boşaltmış ve Pippen için beş kuruş para bırakmamış.”
Jack kolunu Daisy’nin kamından çekti. Bir adım geriledi ve
duvar gibi göğsünün yerini sabah rüzgârı aldı. Eli zonkluyor,
yüreği sızlıyor, omzu ağrıyor ve dizleri titriyordu. Uzun za­
mandır bir erkeği güçlü kollarını bedeninde hissetmemişti ve
şu anda yeniden onun göğsüne yaslanmak ve kollarının arasın­
da olmaktan başka bir şey istemiyordu. Elbette, bu imkânsızdı.
“Elimi incitmişim.”
“Bir bakayım.” Daisy’nin elini sıcacık avuçlarının arasına
alıp, inceledi. Gömleğinin kollarını dirseğine kadar katlamıştı
ve göğüs cebinin üzerinde siyah işlemeyle PARJRISH AMERI­
CAN CLASSICS yazıyordu. “Parmaklarını oynat,” dedi.
Başmı eğdiğinde, Jack’in şapkasmın siperi neredeyse Da-
114
Papatya Falı

’nin dudaklarına dokunacaktı. Tenindeki mis gibi sabun ve


' •,ıîilei'n^e^' k°*a dokusunu alabiliyordu. Başparmağıyla el
arağ1kemiğini yokladı ve avcunun içinden bileğine doğru, son­
da koluna ilerleyen bir karıncalanma hissetti. Adrenalin ona
komik şeyler yapıyor olmalıydı. Ya da bir sinirini zedelemişti.
jack başını kaldırıp, D aisy’nin gözlerine baktı. Birkaç sa-
njye sadece ona bakm akla yetindi. Daisy uzun zaman o açık
yeşil gözlere bakıldığında daha koyu beneklerin görüldüğünü
unutmuştu. Şimdi hatırlıyordu.

“Kırık o ld u ğ u n u sa n m ıy o ru m am a yin e de bir film çektir-


melisin.” e lin i bıraktı.
Yavaşça yum ruğunu sıktı ve yüzünü buruşturdu. “Kırık ol­
madığım nereden biliyorsun?”
“Ben elimi kırdığım da neredeyse anında şişmişti.”
“Elini n a sıl k ırm ıştın ? ”
“Kavga ederken.”
“S teven ’la m ı? ”

“Hayır. M acon’daki yol kenarında bir barda.”


Macon mı? M acon’da ne işi vardı? Son on beş yılda. Da­
isy’nin hiç bilm ediği bir hayatı olmuştu Jack’in. Daha fazla
soru sorarsa, ona yanıt verm eyeceğini biliyordu.
Dükkânın içinden kasa görevlisi çıkıp Daisy’ye doğru geldi
ve ona güneş gözlüklerini verdi. “Teşekkürler, Chuek,” dedi
Daisy ve onları taktı. Sonra para üstünü ve içeceği de diğer
eline aldı.
“Polisi arayayım m ı?” diye sordu. “İlk önce onların diğer
sanşın kadına vurduklarını gördüm.”
Rachel Cibson

L il y ’nin boşanma davasında polis raporları faydalı ola(j


lirdi ancak L ily de tamamen masum değildi. Bunda L ily ^
g izlic e onları izlemesinin büyük payı vardı. Tabi Ronnie’^
bunun farkında o lup olmadığım bilmiyordu ama olabilirdi de
“Hayır. Sorun y o k. ”
“Eğer fikrinizi değiştirirseniz, haber verin,” dedi Chuck ve
y en id en içeri girdi.
Daisy d ik k a tin i L i l y ’y e v e onunla konuşan adama çevirdi
“O sen in le m i? ” d iy e sordu Jack’e.
“Evet. Buddy Calhoun.
“Jimmy’nin küçüğü mü, büyüğü mü?”
“Bir yaş küçüğü.”
Daisy, tüm Calhoun kardeşlerin kızıl saçlı ve gri dişleri olma­
sı dışında ayıncı özeliği olan birim hatırlamıyordu. Daisy park
yerindeki ve benzin pompalarındaki insanlara baktı. Sabah sa­
bah çıkan kargaşanın izleri yavaş yavaş siliniyordu. “İnsanların
ortasında kavga ettiğime inanamıyorum.” Elindeki içecek bar­
dağını yanağma dayadı. “Ulu orta küftir bile etmem.”
“Teselli olacaksa söyleyeyim, ben de ettiğini sanmıyorum.”
Hayır, bu pek teselli etmemişti özellikle Jack, “Ama kız karde­
şinde tır şoförü ağzı var. Onun küfürlerini benzin pompalarının
olduğu yerden bile duyduk,” diye devam etti.
Daisy artık Lovett’te yaşamıyordu ancak annesi burada otu­
ruyordu. Ve çok utanacaktı. Bekârlar kulübünün düzenleyece­
ği ilk dans partisinin başlıca konusu Daisy ve Lily olacaktı.
“Sence bizi çok insan gördü mü?”
“Daisy şu anda tam Canyon ve Yine’m kesiştiği yerde duru-
P apatya Falı

yorduz- Unuttuysan hatırlatayım , burası şehrin en yoğun kav­

ağıdır.
“Yani insanlar Ronnie Darlington’un gözüne yumruk attı­
ğımı konuşacaklar.” İçecek bardağını yanağından çekti. Aman
tanrım, daha kötüsü olabilir miydi?”
O la m a z d ı. “Evet, herifin toplarına vurabilirdin.”
“Onu gördün m ü?”
“Evet. Bana seni kızdırmamam gerektiğini hatırlattı.” Da­
isy’nin başının üzerinden ileri baktı. “Hazır mısın, Buddy?”
Buddy Calhoun ona doğru döndü ve beyaz dişlerini göste­
rerek gülümsedi. N eyse ki Buddy’nin diğerleri gibi gri renkte
dişleri yoktu. Saçları da koyu kızıldı, diğerleri gibi havuç rengi
değildi- Üstelik daha yakışıklıydı. “Geliyorum, J. P.,” dedi.
J.P.?
“Sorundan uzak dur,” dedi Jack, gitmek için dönerken. “Bir
dahaki sefere aptalca bir şey yapmanı engelleyecek biri olma­
yabilir, senin iki katın ağırlığında bir adama saldırmak gibi”
İncinmiş eliyle Jack’i durdurdu. Haklıydı. “Teşekkürler,
Jack. Eğer sen gelm eseydi, gerçekten çok kötü şeyler olabilir­
di.” Başını salladı. Belki de sandığı kadar kendisinden nefret
etmiyordu. “K ardeşim i ittiğini görünce... nasıl olduğunu bile
hatırlamıyorum am a sanki aklımı kaçırdım ve ona saldırdım.”
“Bundan fazla bir anlam çıkarma, Daisy.” Ah. ne kadar da
rahatlatmıştı. “Senin yerinde bir başkası da olsa aynı şeyi ya­
pardım.” Gözlerini kolunun üzerinde duran D aisv'nin eline
çevirdi.
“Ben herhangi biri olmadığıma göre bırak da sana doğru
Rachet Gibson

düzgün teşekkür edeyim,” dedi, arkadaşça bir ortam yaratı


ona rahatlıkla Nathan’dan söz etmeyi umarak.
Jack dudağının bir kenarı yukarı kıvrıJırken, gözleri jya
isy ’nin göğüslerine, sonra çenesine daha sonra da dudaklarına
çevirdi. Teklifine kanmış görünmüyordu ve bilerek onu kızdır­
maya çalışıyordu. “Akim da ne var senin?”
“Senin aklında olan şey değil.”
En sonunda şapkasının gölgesinin içinden Daisy’nin gözle­
rine baktı. “Peki, nedir?”
“Bir öğle yem eği.”
“İlgilenmiyorum. ”
“Akşam yemeği.”
“Hayır, hanımefendi.” Kadırımdan inerken, omzunun üze­
rinden seslendi,” Hadi, Buddy.”
Daisy onun park yerinden geçip benzin pompalarından bi­
rinde park halinde duran siyah Mustang’ine doğru yürüyüşünü
izledi. Gömleğinin arkasından aşağı jilet gibi iki ütü izi iniyor
ve Levi’s kotunun içinde kayboluyordu. Kemer takmıyordu ve
cüzdanı arka cebinde bir şişkinlik yapıyordu. Buddy de onu
izledi ve Daisy dönüp kız kardeşine baktı. Lily’nin yüzündeki
kırmızı izler yavaş yavaş kayboluyordu.
“Sen iyi misin?” diye sordu Lily’ye, ona doğru giderken.
“İyiyim.” İçecek bardağına uzandı ve birkaç yudum aldı,
“sanırım, deliriyorum.”
Gerçekten mi? “Belki biraz.”
Birlikte arabaya yürüyüp, içine girdiler. Lily kemerini ta­
karken konuşmaya başladı. “Steven hakkında söylediklerim

118
P a p a ty a Falı

jçin üzgünüm. Haklıydın. Ben duygusuz kaltağın tekiyim.”


“S an ırım ben senin şımarık olduğunu söylemiştim.”
“Öy'e demiştin. Hadi, eve gidelim.”
paisy arabayı çalıştırdı. “Sence annemin olanları öğrenme-
sj ne kadar sürer?”
“Fazla sürmez,” diyerek iç geçirdi Lily. “Çok kızacaktır.”
D ik iz aynasından Jack’in Mustang’inin park yerinden çık­
makta olduğunu gördü.

“Daisy?”
“Evet?”
“Teşekkürler. Beni R onnie’ye karşı koruduğun için teşek­
kürler.”
“Teşekkür etm e, sadece bir daha onu ve Kaltak Kelly’yi iz­
lemeyeceğine dair bana sö z ver.”
“Tamam.” İçeceğin d en bir yudum daha aldı. “Kıçını gör­
dün mü, bu arada?”
“Kocamandı.”
“Üstelik gevşek.”
“Evet, sen daha gü zelsin , saçların da daha güzel.”
Lily gülümsedi. “Hem de daha deli.”
Daisy de güldü. “Evet.”
Eve döndüklerinde, Lily, Pippen’i de aldı ve onunla kane­
peye uzandı. B lue’s Clues videosunu koydu ve burnunu oğ­
lunun aslan yelesi saçlarının içine gömdü. “Seni seviyorum,
Pippy,” dedi. Pippen gözlerini televizyondan ayırmadan başını
kaldırdı ve annesinin çenesini öptü.
“İşi aldın m ı?” diye sordu Loella, kokusu bütün evi saran
Kache! Gıbsoıı

fıstık ezmeli kurabiyeleri pişirdiği mutfaktan.


“Arayacaklarını söyledı'Jer,” diye yanıtladı Lily, oğlUnu
arkasına gizlenerek güldüğünü gizle meye çalıştı.
“Korkak tavuk.” diye fısıldadı Daisy.
Lily, kuşkusuz perişan bir durumdaydı. Daisy’nin Seatt
le’daki hayatına geri dönmesi için üç günü vardı. Bugün Nat
han’ın okulunun son günüydü ve onu arayıp gününü nasıl geç
fiğini sorması gerekiyordu.
Yapması gereken birçok şey vardı. Lily’nin hayatını bir
şekilde düzene sokmasına yardımcı olmak, Steven’m mektu­
bunu Jack’e verip, bir oğlu olduğunu söylemesi için üç günü
vardı. Sonra evine dönebilir ve kendi hayatını devam ettirebi­
lirdi. Nathan ’la birlikte bir yerlerdeki bir kumsalda uzanıp, gü­
neş ışınlarını bedenlerine çekebilirlerdi. Nathan bikinili kızları
izlerken kendisi de pina colasını yudumlardı. İkisi için de bir
cennet olurdu.
Ancak şu anda yapmak istediği şey duş almak, eline buz
koymak ve biraz kestirmekti. Adrenalin salgılamıştı, yorgundu
ve canı yanıyordu ancak Jack haklıydı, yoksa şu anda daha çok
acı çekiyor olurdu. Ronnie’ye o şekilde saldırması hiç akıllıca
olmamıştı ancak bunu bilinçli yapmamıştı. Sadece Lily’yi it­
mesine tepki göstermişti.
Onun senin kıçına bir tekme atması olasılığı daha yüksek.
O zaman da devreye girip, sana dokunduğu için onu fen a hal­
de benzetmek zorunda kalacağım. Ve ben bunu gerçekten yap­
mak istemiyorum, demişti Jack. Ancak aynı zamanda onun du­
rumunda olan herhangi bir kadını da kurtaracağını söylemişti.

120
Papatya Falı

punda'1 faZ,a bir anlam Çıkarmamasını da söylem işti.


Şimdi yen id en düşündüğünde Jack’in başka bir kadını ko­
lunda bu kadar uzun süre tutup tutmayacağını merak etti. Onu
tutup- göğsü n e y aslad ığı gibi bir başka kadına da bunu yapar
mıydı? Acaba ona yap tığı gibi başka bir kadının elini avuçla­
rının arasına alıp başparm ağıyla ona dokunur muydu? Aslında
bunları bilerek b ile y a p m ış olm asından kuşku duyuyordu.
Dikkatini başka şeylerin üzerinde yoğunlaştırdığı için o
anda Jack’in ona dokunuşunun daha özel olduğunu, normalde
herhangi bir kadına dokunacağından daha uzun sürmüş oldu­
ğunu şimdi fark ediyordu.
Bunu şimdi fark etmişti ve Jack’in kendisine dokunuşunu
hatırlamak nefesini kesiyordu. Merdivenleri çıkarak odasına
gitti. Kapıyı ardından kapattı ve ona yaslandı. Bacaklarının
arasından ve kam ından yukarı bir ateş yükseliyordu. Bu ateş
sonra her tarafına yayıldı ve onu nefes nefese bıraktı. Uzun
zamandır böyle bir şey hissetmemişti ancak ne olduğunu bili­
yordu. Şehvet. Bastırılm ış bir cinsel arzu. Yıllarca baskıladığı
bir duygu.
Gözlerini kapadı. Belki Jack’in dokunuşunu hayal ettiğin-
dendi. Belki de bu sadece kendi kafasında yarattığı bir şeydi
ve yeniden sağlıklı ve kaslı bir erkeği hıssemıenin ne kadar
güzel bir duygu olduğunu uzun zamandır lıayal etmemişti.
Korunmak ne kadar güzel bir duyguydu. Onun göğsünü sır­
tında hissetmek, kolunun onu kavradığını hissetmek. Tanrı
yardımcısı olsun, bu duyguyu çok özlemişti. Öyle özlemişti kı
Jack’in kollarında erimek istiyordu. Eğer dönüp onu boynun-
121
Rachel Gibsotı

dan öpm üş olsaydı, Jack ne yapardı acaba? Dilini boğaz,n|ıj


üzerinde, ellerini göğsünün ü zerin d eki kaslarda gezdirmiş 0]
saydı? T ıpkı onu mutfağında gördüğü gibi çıplak haldeyken
Pantolonu kalçasının yarısına kadar inmiş yarı çıplak haldey.
ken, dizlerinin ü zerine çöküp, yüzünü Jack’in pantolonunun
fermuarı arasına gömseydi?
D a is y ’nin gözleri yarı açıldı. Jack dilini üzerinde gezdirdi.
ğini, ona dokunduğunu hayal edeceği son erkek olmalıydı. Qu
gezegende ona seksi düşündürecek son erkek olmalıydı.
Sadece çok uzun zaman oldu o kadar, dedi kendi kendine
kapıdan uzaklaşırken. Bir çekmeceyi açtı ve içinden bir takım
iç çamaşırı çıkardı. Otuz üç yaşındaydı ve Steven’ın hastalı­
ğından önce faal bir cinsel yaşamları vardı. Daisy, seks yap­
mayı seviyordu ve bunu özlemişti. Yeniden bir cinsel ilişki
arzulamasının an meselesi olduğunu düşünmüştü. Ancak bu
arzunun şimdi gerçekleşmiş olması kötüydü. Ve Jack’in tetik-
leyici olmuş olması gerçekten daha da kötüydü. Birçok neden­
den ötürü o ve Jack arasında cinsel bir ilişkinin yaşanması söz
konusu bile değildi.
Daisy odasından çıkarak koridorun sonundaki banyoya
doğru gitti. Ancak Jack dışında, herhangi biri arasında bir cin­
sel ilişki mümkündü. Tüm yaşamı boyunca sadece iki erkekle
birlikte olmuştu, belki de farklı birilerini deneyimlemenin za­
manı gelmişti. Seattle’a geri dönmesine iki buçuk gün kalmış­
tı. Eve ve yeniden anneliğe dönmeden önce böyle bir şey ya­
şamanın zamanı gelmişti. Belki de yapılacaklar listesine bunu
da eklemeliydi.
122
Papatya Falı

İçini hafiflen bir su çlu lu k duygusu kapladı. Steven ölmüş­

tü peki, neden k en d isin i ihanet ediyorm uş gibi hissediyordu?


Bilmiyordu ancak b ö y le hissed iyord u. Ve bu suçluluk duygu­
sunun onun bir b a şk a sıy la ilişk iy e girm esini engelleyeceğini
biliyordu.
Çok yazık çünkü büyük olasılıkla hiçbir bağ kurmayacağı
b ir cinsel ilişki yaşam ak hoşuna gidebilirdi. Hani, birini kolun­
dan kaparsınız, yatarsınız ve bir daha onu asla görmezsiniz, o
türden bir şey.
Musluğu açtı ve elini akan suyu altına tuttu. Ancak belki
bunu bir kez yaparsa bu suçluluk duygusundan da kurtulabilir­
di. Bu tıpkı bekâretini yeniden kaybetmek gibi bir şeydi. İlki
en zor olanıydı. D aha sonra işler kolaylaşıyordu. Hem de çok
daha eğlenceli bir hale geliyordu.
Elbette bir adayı yoktu. Belki de bir bara gidip oradan birini
seçmeliydi. H ugh Jackm an’a benzeyen birini ya da Diet Cola
reklâmındaki adam a benzeyen birini. Hayır, bu adamlar ona
fazlaca Jack’i anım satıyordu. Tamamen farklı birini seçmeliy­
di. Viggo M ortensen ya da Brad Pitt gibi birini seçmeliydi.
Matthew M cConaughey.
Oh, evet.
Ancak asla Jack olmayacaktı. Asla. Bu gerçekten çok ama
çok kötü olurdu.
Ya da, dedi içinden bir fısıltı, gerçekten çok ama çok iyi
olurdu. Şortunu indirip, tişörtünü kafasından çıkarırken için­
den gelen o fısıltı eğer dikkatli olmazsa başının gerçekten çok
ama çok büyük derde gireceğini söylüyordu.
123
B ölüm S

Çoğunlukla hafta sonları SJim Clem Amarillo ve Dalhart’tan


gelenlerle doJup taşardı. Canlı performansıyla, orkestra country
müzik çalarlardı, bazen de eski rock parçalarını seslendirirler­
di, hem de çok yüksek sesle. Dans pistleri hep kalabalık olurdu
ve mekanik boğalar cepleri bozuk paralarla dolu müşterileri
üzerlerine alarak sürekli çalışırlardı. Üç farklı bardan buz gibi
bira, sert içki kadehleri ya da kâğıt şemsiyeli meyve kokteyl­
leri servis edilirdi.
Duvarların içine yerleştirilmiş bölmelerin için her türlü içi
doldurulmuş, memeli ve sürüngen hayvanlar cam gözleriyle
bakarlardı. Eğer Road Kili bir hayvan doldurma sanatçısının
rüyasıysa, Slim Clem onu ıslak rüyasıydı. Bu arada doldurul­
muş domuz burunlu bir kokarcayı sergilemekten kim gurur
duyardı, bilinmez.
Loş barda Wrangler’lerin, Rocky’lerin ve Lee’lerin sözü ge­
çerdi. Kadınlar dapdaracık bu pantolonların üzerine arkasına at
deseni işlenmiş, akim hayal edebildiği her renkte gömlekler gi­
yerlerdi. Uzun dantelli etekler ya da jakarlı, bebe yakalı elbise-

124
Papatya Falı

fjn yanI s,ra Askılı, tüy|ü ve oüîkleri püsküllü gibi görünsün


Jjjye kesilmiş tişörtler de modaydı. Saçlar Teksas usulu kabank,
geleli ve spreylenmiş ya da bel ve diz hizasına kadar uzatıl-
km
jüzleştinlmiş olurdu, tabi şapka takanlar da vardı.
ü rkeklerse mavi ya da siyah VVrangler ya da Levi’s tercih
derlerdi, bazıları o kadar dar olurdu ki insan takımlarını ne-
eye sakladıklarını merak ederdi. Bazı erkekler üzerinde alev
desenleri ya da Amerikan bayrakları olan kolalı gömlekler gi-
erken bazılarının favorisi hiç kuşkusuz tişörtlerdi. Çoğunun
üzerinde bira, John Deere traktörlerini reklâmları, bazılarında
da mesaj basılı olurdu. Bu mesajlardan “Teksas’ı Kirletme”,
ugvet, ben sarhoşum ama sen hala çirkinsin”, “Hadi, Soyuna­
l ı / ’ en yaygın olanlarıydı.
Kovboy çizmeleri müziğin ritmini tutardı ve dans pisti­
nin rengârenk ışıkları altında parlayan kemer tokalan insana
ölümcül bir silah olarak kullanılabileceklerini düşündürtecek
kadar büyüktü.
Daisy daha önce hiç Slim Clem’e gelmemişti. Lovetrte ya­
şarken buraya gelmek için çok gençti. Ancak ününü duymuştu.
Gerçi buranın ününü herkes duymuştu ancak artık onun için
burayı keşfetmenin zamanı gelmişti.
O Cuma öğle sonrasında Lily, Albeılson’un şarküteri reyo­
nunda bir iş bulmuştu ve ikisi Bunu Slim’de kutlamaya karar
vermişlerdi. Daisy yanında bu türden barlara giyebileceği bir
şeyler getirmemişti ancak dolabının arka taraflarından eski
kovboy çizmelerini bulup çıkarmıştı. Onları ayaklarına ge­
çirmişti, biraz sıksa da hala oluyordu. Okulun son yıllarında
Rachel Gibson

yanlarında beyaz kalpleri olan bu kırm ızı çizmeleri alab il^


için uzun bir süre para biriktirmesi gerekmişti. Şanslıyd, çü]ı
kü Teksas’ta kovboy çizmelerinin asla modası geçmiyordu
Okul yıllıklarının olduğu kutunun içinden babasının bj
boğa tarafından ezilip öldürülmeden bir yıl önce Teksas R0
deo’sunda kazandığı kocaman gümüş tokalı kemeri çıkarrnışt|
Üzerine göğüslerini sekiz çıtçıtla kapatan kolsuz beyaz e|
bisesini giymiş beline babasının kemerini takmıştı. Kahveren
gi deri kemerin tam arkasın R odeo Yıldızı yazıyordu. Kemer
tokası biraz ağırdı ve aşağı sarkıyordu ancak Daisy kendisini
böyle bir kovboy barına gitmek için hazır olduğunu hissetti
Saçlarına büyük bukleler yapmış, kulağına kocaman halka
küpeler geçirmişti. Gözlerine siyah kalem çekmiş en parlak
kırm ızı rujunu sürmüştü ve tıpkı bir kovboy kızı gibi göründü­
ğüne karar vermişti.
Lily bara gitmek için dar bir kot pantolon, üstüne göbeğindeki
halkayı açıkta bırakması için göğüslerini altından bağladığı pem­
be bir bluz giymişti. Makyajı Daisy’ninkinden ağırdı; annesinin
sundurmasında oturan Pippen’i veda etmek için öptüğünde çocu­
ğun yanağında kocaman pembe dudak izleri kalmıştı.
Slim CJem’e giderken, yolda Lily kahkahalar atıyor, şaka­
lar yapıyor ve yeni hayatına alışmaya hazır gibi görünüyordu.
Daisy de öyleydi. Yarın Jack’a, Nathan’dan söz edecekti ve bu
defa onu hiçbir şey durduramayacaktı. Ne kendi korkusu, ne
bir kız çocuğunu doğum günü ne de Jack’in evinde gördüğü
yarı çıplak kadın. Cumartesi öğleden sonra gidiyordu ve bunu
ona yarın söylemeliydi. Başka seçeneği yoktu.

126
P a p a ty a F a l ı
gardan içeri girdiklerinde saat dokuzu geçiyordu. Beş do-
I rlık S'r'ş ücretlerini öderken orkestra Brooks ve Dunn’ın
“My Mana” isimli parçasını çalıyordu. Orkestra parçanın na-
^ratıyla coşarken kalabağın arasından kendilerine yol açıp
g0 yakın bara giderek fıçıdan Lone Star siparişi verdiler. İlk
içicileri Daisy ısmarladı ve şansları yolunda gitti; kendilerine
dans pistinin kenarında bir masa buldular. Yanyana sandalye­
lere oturdular ve etraftaki insanları çekiştirmeye koyuldular.
“Şu bej kovboy göm lekli, şapkalı adama bak,” dedi Lily,
paisy’nin kulağına. Bu tarif bardaki birkaç adama uyduğu için
içki bardağıyla işaret etti. “ Pantolonu o kadar dar ki, ıslakken
giymiş olm alı.”
Söz konusu adam uzun boylu, kaslı ve yakışıklı bitiydi
ve bir boğayla gü reşecek kadar sert v e güçlü görünüyordu.
“Wrangler içindeki popolar insanı çılgına çevirir,” dedi güle­
rek ve bira bardağını dudaklarına götürdü.
“Evet, kesinlikle öyle,” diye katıldı Lily. Daisy en son ne
zaman kız kıza dışarı çıktığını hatırlamıyordu; bunu yapmayı
ne kadar özlediğini anladı. Rahatlamaya ve gülmeye ne kadar
çok ihtiyacı vardı. En çok da kız kardeşiyle birlikte olmanın
ona ne kadar k eyif verdiğine şaşırdı. Birlikte kahkahalarla gü­
lüyorlar ve dans pistinde kovboy çizmelerinin topuklan üze­
rinde dönen erkek popolarına puan veriyorlardı. Lily üzerinde
Roper kotu olan bir adam ı gösterdi ve Daisy başını yana eğip
ona baktı. İtiraf etm eliydi, bu şimdiye kadar bir Roper içinde
gördüğü en güzel popolardan biriydi. Daisy ona sekiz, Lily on
puan verdi sonra dokuz puanda anlaştılar.

127
Rachet G'ihsan

"Red Dragon’daki Ralplı Fienncs'in çıplak poposunu g^,


dün mü?” diye sordu Lily.
Daisy başını salladı. “Arlık yalnız yaşadığım için korlü,
filmleri izlemiyorum.”
“Korkunç parti bölümlerini hızlı geç. Bu filmi kiralayıp
Ralph'ın çıplak poposunu görmen lazım. Tam anlamıyla mükeın-
mel.”
Daisy birasından bir yudum aldı. “Maid in Maııhatton filmim
de izlemiştim onu. Film kötüydü ama Ralplı çok yakışıklıydı.”
“Şurada eksi altı puan verebileceğim biri var,” dedi Lily
bardağıyla kof bir tulum ve kolsuz bir tişört giymiş bir adamı
işaret ederek. “Film J. Lo yüzünden kötüydü. Bence rolü baş­
kasına vermeliydiler.” Lily gülümsedi. “Mesela bana.”
Daisy omzunda bir el hissetti ve dönüp baktığında üzerinde
BEN KIZ ARKADAŞINI ÖPERKEN SEN BENİM BİRA­
MI TUT, yazan tişörtüyle Tucker Gooch’u gördü. Okuldan
Tucker’la birlikte mezun olmuştu. Annesi Luda M ae Lovett
Lisesi’nde ev ekonomisi dersleri veriyordu. Tucker, kızların
soyunma odasına girmek gibi, suçlar işlediğinde genellikle ce­
zasını çekmek için annesinin odasına gönderilirdi.
Daisy ayağa kalktı ve artık seyrelmiş olan koyu renkli saç­
larını gördü ancak gözleri hala aynı fesatlıkla parlıyor ve du­
dakları karşı konmaz bir gülümsemeyle kıvrılıyordu.
“Merhaba, Tucker, Nasılsın?”
Tucker ona sarıldı. “Ben iyiyim.” biraz fazla sıkıyordu an­
cak elleri eskiden olduğu gibi sırtından aşağılara kaymıyordu.
“Gel, benimle dans et,” dedi.
P a p a lyu Falı

L ily’y e baktı. “ S a k ın ca sı var m ı?”


Lily başım salladı ve Daisy deT ııckcr'ın peşinden dans pis-
line gidi- Orkestra Toby Keilh’in “ W ho’s Your Daddy?” par­
çasını çalıyordu. Hastalanmadan önce Steven’la birlikte Seatt-
|e’da birkaç kez dans etmeye gitmişlerdi. Daisy bir süre için
jaııs etmeyi unutm uş olduğunu düşündü. Ancak country onun
kanında dolaşan bir müzik tarzıydı bu yüzden adımları hemen
hatırladı. Tııcker onu döndürerek dans pistinin diğer yanma gö­
türürken bir başka yanının ortaya çıktığını hissetti. Rahatlaya­
bileceği ve kahkahalar atabileceği ve eğlenebileceği bir yanı.
“En azından bu gece için.

Jack bardan birasını aldı ve Pearl şişesini dudaklarına gö­


türdü. Şişenin üzerinden barın karşısındaki kapıya baktı. İçen
girmekte olan D aisy ve L ily’yi gördü. Aradığından değil ancak
bu iki kadın gözden kaçacak gibi değillerdi. Slim C lem 'e için
pek uygun değillerdi. Patatesli ve köfteli yemeklerin arasında
birer tatlı gibi görünüyorlardı ve Jack burada yemekten önce
tatlı yem ek isteyecek birçok erkeğin bulunduğunu biliyordu.
Bira şişesini indirdi ve boşta kalan elini L evi's kotunun ce­
bine soktu. G özlerini önünde durmuş, arka taraftaki mekanik
boğalardan söz eden Gina Brow n’a çevirdi. G örünüşe bakılır­
sa, buraya çok sık geldiği için Slim ona hafta sonlarında m eka­
nik boğalara biniş dersi vermesini önermişti.
“Bugün ders verdiğim kadınlardan bir tanesi altmış beş ya­
şındaydı,” dedi. “Onu T hunder’ın üzerine bindirene kadar. ”
Thundcr, Jack’in umurunda bile değildi. Oını merak etti-
R achcl G ibson

ği tek şey hayatının kâbusunun buraya geleceğinden h


olup olmadığıydı. Öyleyse, bu onu hiç şaşırtmazdı
c ^k 0

la sohbet edeceğini sanıyorsa fena halde hayal kırıkhğ, Ulv


çaktı. Jack genellikle Slim Clem kadar kalabalık o lın a y jJ^ '
lan tercih ederdi ancak bu gece Buddy Calhoun’un kasaba^
son gecesiydi ve ona gelmesini rica etmişti. Buddy şu an(ja ^
odadaki mekanik boğalardan birinde şansını deniyordu,
olarak Jack bir makine tarafından yerdeki kalın minderler ü?
rine fırlatılmanın neresinin cazip olduğunu anlayamıy 0rdu
insan bir boğanın üzerine binmek istiyorsa, gerçek bir boğaya
binmeli ve şansını onun üzerinde denemeliydi.
“...yemin ederim, neredeyse ölüyordum. Eğer orada olsay.
din sen de gülmekten yerlere yıkılırdın,” dedi Gina.
Bu komediyi kaçırmış olan Jack gülümsedi. “Doğrudur.”
“Buddy’nin kasabada ne işi var?” diye sordu Gina.
“İş için geldi.” Ağırlığını tek ayağının üzerine verdi, kalça­
sının bir tarafı aşağıda diğer tarafı yukarıda kaldı ve gözlerini
dans pistindeki Daisy ve Tucker Gooch’a çevirdi. Toby’nin
şarkısına uygun adımlarla dans ediyorlardı. Jack, Tucker’dan
hiç hoşlanmazdı. Her zaman hangi kızla nasıl seks yaptığını
anlatmaktan hoşlanan tiplerdendi. Jack, bu konuda çok konu­
şan erkeklerin aslında hiçbir şey yapmadığına inanırdı.
“Senin için mi çalışıyor?”
“Evet.” Jack’in bulunduğu konumdan Daisy’nin parlayan
saçlarım ve beyaz elbisesini görebiliyordu. Onun tam olarak
ne giydiğini görebilmek için ön masalardan birinde oturması
gerekmiyordu. Kapıdan içeri adımım attığı anda üzerindekile­
130
P a p a ty a Falı

rin h e p si k a f a s ın a k a z ın m ış t ı.
Geniş kenarlı şapkalı bir adam görüşünü kapattı ve artık bir
şey göremez oldu.
“Kahretsin,” dedi Buddy, Jack’in yanma gelince, “son bin­
diğimde neredeyse iki dakika dayandım ama sonra sol topuğu­
mun üzerine düşünce ayağa kalkmam daha uzun sürdü.”
“Twister’a mı bindin?” diye sordu Gina. “Twister gerçek
bir boğa gibi en yüksek seviyede çalışır.”
“Kapıya en yakın olanıydı.” Buddy birasından bir yudum
aldı ve sonra, “Sen de denem elisin, Jack,” dedi.
Buddy gerçekten iyi bir çocuktu ancak bazen Jack onu an-
layamıyordu. “Genel bir kural olarak sol topuğumu ezecek
şeylerden her zaman kaçınırım.”
“Evet.” Buddy başını salladı ve kalabalığa doğru baktı.
Gina güldü. “Ben arkaya gidiyorum. Bir süre daha burada
olacak mısın?” diye sordu Jack’e.
“Emin değilim.”
Gina bir elini Jack’in gömleğinin önüne koydu ve parmak­
larının üzerinde yükseldi. “Sakın veda etmeden gitme,” dedi.
Onu öptü, dudakları onunla yaşamak istediğini hatırlatacak
kadar uzun süre dudaklarında kaldı. “Sakın unutma.”
“Gina’yla sıkça görüşüyor usunuz?” diye sordu Buddy, Gi-
na’nın ardından.
“Ara sıra.” onunla yaşayıp yaşamak istemediğinden emin
değildi. İki hafta sonu üst üste görüşünce kadın böyle bir fikre
kapılmıştı.
“Bak orada tek başına kim oturuyor? Lily Brooks. Dün onu
aramayı düşündüm ama yen i so y a d ın ı b i l m e d i ğ e j .
niı
rasını bulam adım .'
Jack dönüp. Daisy’nin yalnız başına bir masada otü
kardeşine baktı. “Neden Lily’yi arayacaktın?” an ^
“Minute Mart'taki şu kavganın ardından ve genel
nasıl olduğunu sormak için. Bence bu boşanma süresijJ1^
nuşmak isteyeceği binlerine ihtiyaç duyuyordun” 6 ^o.
Jack Pearl şişesini dudaklarına götürdü. “Lily
boşanma sürecini mi konuşmak istiyorsun?”
Buddy sındı. “Bu Brooks kızları çok güzel ve seksim
bilirsin
Jack birasından kocaman bir yudum aldı ve sonra
ust (jy
dağındaki ıslaklığı yaladı. Buddy bu konuda ondan birvn
duyamayacaktı. Zaten bu gece, o elbise içinde Daisy’^
kadar seksi olduğunu bir kez daha görmüştü. Buradan bile el
bisesinin ne kadar dar olduğunu görebiliyordu, sanki bir sprey
boya almış ve bedenini baştan aşağı boyamıştı.
Buddy birasını bara bıraktı. “Bir başkası benden önce dav­
ranmadan gidip Lily’yi dansa kaldıracağım.”
Jack onun kalabalıkn arasından kendine yol açarak gidişini
izlerken, Buddy Calhoun gibi biri olsaydı hayatın daha kolay
olup olmayacağını merak etti. Görünüşe bakılırsa onu hiçbir
şey rahatsız etmiyordu hatta mekanik bir boğa üzerinde ken­
disine işkence çektirmek bile. Belki Jack ’in böyle olduğu dö­
nemler olmuştu, daha rahat olduğu zam anlar fakat bu o kadar
uzun bir süre önceydi ki, hatırlamıyordu bile.
Elini cebinden çıkardı ve gözlerini beyazlar içinde ışıldayan

132
P a p a ty a Falı

paisy'mn bulunduğu dans pistine çevirdi. Daisy ve Lily'nin Mi-


,ııite Mart'ta herkesin önündeki kavgayla ilgili ne hissettiklerini
flierak etti. Jack birbirleriyle kavga eden kadınlar görmüştü an­
cak bir kadının bir erkekle kavga ettiğini daha önce hiç görme­
mişti, Özellikle kendisinden kilolarca daha ağır bir erkekle.
Jack arkasını döndü ve kollarını bara dayadı. Kavganın ol­
duğu sabah, Minute Mart’ta Mustang’ine yaslanmış, kafasında
yalnızca kendi işleri, benzin deposunun dolmasını beklerken
bağrışmalart duymuştu. Park yerine doğru bakmış ve Lily’yi
g ö r m ü ş tü . Tıpkı bir tır sürücüsü gibi küfür ediyordu ve ve kü­
für ettiği adanı onu itince Jack o tarafa doğru yürümüştü. Yo­
lun yarısında marketin kapısı açılm ış ve Daisy içeriden tıpkı
bir geri defans oyuncusu gibi fırlamış ve adamın göğüs kafe­
sine omuz atmıştı. Jack onlara doğru yaklaşırken san saçlan
ve siyah tişörtüyle rüzgâr gibi esip önce adamın gözüne bir
yumruk atm ış sonra da kam ına dizini gömmüştü.
Jack canı yanmasın diye onu arkadan yakalamış ancak öfke
ve savunmayla karışık, göğsüne inen dirseği beklememişti.
Büyüme çağındayken, Daisy aynı anda korku ve öfkenin ara­
sında bir çelişki yaşardı. Kendisi de onun gibiydi, saçını okşa­
mak istediğinde bile hem ona sarılır hem de onu sarsardı.
Ancak o gün ona arkadan sarılmıştı. Ona sarılmış ve onu
göğsüne çekmişti, kalçaları bacak arasına dayanmıştı. Saçları­
nın ve teninin kokusunu almıştı.
Gözlerini bira sifonlarının arasından Bud\veiser reklâmına çe­
virdi. Kırmızı neon ışıklar sekiz numaralı yanş arabasıyla yolların
tozunu attıran NASCAR’daki Dale Eamhaıdt Jr.'ı çerçeveliyordu.

133
Rachel Gihson

Daisy on beş yıldır ortalıkta yoktu aııcak bunca yıldır değiş


meyen fek şey vardı. Bunu itiraf etmekten ne kadar nefret et$e
de. onu arzuluyordu. Hala. Şu anda da. Bunca zaman sonra
Yaptıklarından sonra bile.
Bunların bir anlamı yoktu ancak bu gerçeği inkâr etmek
mümkün değildi. Bedenini sımsıkı saran o giysisiyle Slim
Clem’in tam ortasında onu perişan ediyordu. Onu tıpkı on se­
kiz yaşında bilinçsizçe arzuladığı gibi arzuluyordu. Onun du­
daklarının tadım hatırlatan ve bedeninin kıvrımlarına dokun­
ma isteği veren ateşli bir sancıydı bu. Ancak artık on sekizinde
değildi. Daha kontrolüydü ve sertleşmek ille de bir şeyler yap.
masını gerektirmiyordu.
Hayır, burada böylece duracak ve Budweiser reklamına
bakacaktı. İşte, o kadar. Birasını bitirip, evine gidecekti. Eğer
Buddy gitmek istemezse, bir başkası onu bırakabilirdi.
Orkestra Kenny Chesney’in “No Problem” şarkısını çalarken
Buddy ve Lily, Jack’in yanma geldiler. Tam dönüp Buddy’ye
birkaç dakika sonra gideceğini söyleyecekken, Tucker ve Da­
isy’nin kendisine doğru gelmekte olduklarını gördü. Daisy ona
yaklaştıkça, Jack onun dans pistinde kalmış olmasını diledi.
Gözlerinin çevresine siyah kalem çekmişti ve dudaklan koyu
kırmızı renkte boyalıydı. Saçları kabank, dalgalı ve karışık gö­
rünüyordu, sanki az önce sevişip gelmişti. H afif meşrep görünü­
yordu, normalde bundan hoşlamrdı ancak bu akşam değil.
“Merhaba, Jack.” Tucker elini uzattı. “Nasıl gidiyor?”
Jack elini sıktı ve sonra birasını dudaklarına götürdü. “Şikâ­
yetçi değilim,” dedi ve birasından bir yudum aldı. “Elin na-
Papatya Falı

ı r - diye sordu D aisy'ye.


Yavaşça yum ruğunu sıktı. “ Dünden daha iyi," dedi.
.‘Lily’le birlikte, R onnie D arlington ve Kelly Newman'la
RaVga ettiğinizi d u y d u m ,” dedi ona Tucker.”
“Ronnie alçak pisliğin teki, K elly de bir kaltak,” dedi Lily.
“Mereden duy d u n ?” diye sordu Daisy.
“Fuzzy W allace oradan geçerken sizi görm üş.”
paisy gözlerini kapatıp lanet okudu.
Jack gözlerini D aisy ’nin yüzünden elbisesine kaydırdı,
y em elerin i kavrayan ve onları yukarı iten sütyeninın izleri­
ni görebiliyordu. A şağıdan, göğüs hizasına kadar uzanan çıt­
ç ıt sırasına, düm düz k am ını çevreleyen kemerine ve hediye
kutusunun üzerine sarkan kocam an gümüş kemer tokasına
i baktı. Elbisesinin boyu kalçalarının hemen altındaydı ve daha
i aşağı inip ayaklarına baktığında neredeyse nefesi kesildi. Ke­
narlarında beyaz kalpler olan kırm ızı çizmelerini giymişti. Bu
çizmeleri hatırlıyordu. E skiden sürekli bunları giyerdi. Birkaç
kez ayaklarında bu çizm eler varken sevişmişlerdi. Genellikle
bir etek ya da bu gece ki gibi bir elbise giydiğinde sadece kü­
lotlunu çıkarır, çizm elere aldırm azdı.
“Bir daha böyle b ir som n olduğunda beni ara.” dedi Tucker
ve kolunu D aisy ’nin om zuna attı.
“Tamam, bunu hatırlarım ,” dedi. Öne doğru bir adım artı
ve Jack’in elini tuttu. “Jack benim le dans edeceğine dair söz
vermişti.” Yalvaran gözlerle Ja c k ’e baktı. “ Yermedin mi?”
“Verdim m i?”
“Evet.”
Radıel Gibson

Jack iki seçeneği olduğunu anladı. Ya onu Tucker’m el)e


rine bırakacaktı ya da onunla dans edecekti. Birasını bara b,
raktı. “Sanırım, kötü bir hafızam var,” dedi. Kolundan tuttu ve
Daisy'yi piste götürdü.
Orkestra Georgia Satellite’in yavaş bir parçası olan “Keep
You Hands to Yourself’i yorumluyordu. Jack pistin ortasmda
durdu ve Daisy'nin elini kendi elinin içine aldı. Diğer e|jnj
beline koydu ve müziğin ritmiyle hareket etmeye başladılar
İncecik elbisesinin üzerinden bile teninin sıcaklığını hissede­
biliyordu. “Gooch’la mı gideceksin?”
“Gidelim, dedi.” Hafifçe elini Jack’in omzuna koydu. “Ama
hayır. Gitmeyeceğim.”
Bu yanıt olması gerektiğinden fazla memnun etmişti onu ve
bundan hoşlanmıyordu.
“Böyle bir şey yapacağımı neden düşündüğünü bile bilmi­
yorum.”
Dansederek pistin önünden geçtiler ve pembe ışık Daisy’nin
saçlarına, alnına, yanaklarına ve hafif aralanmış dudaklarına
yansıdı. “Belki elbisen bu kadar dar olduğu içindir.”
“O kadar dar değil.”
Onu döndürdü ve bir adımda kendisine çekti. İkisinin biribi-
rinden sadece birkaç santim ayırıyordu, Jack onu duymak için
onu bu mesafede tutmanın iyi olduğunu düşündü. Başparmağı­
nı elbisenin yumuşacık kumaşınının üzerinde gezdirdi ve kula­
ğına fısıldadı, “O kadar dar ki, sütyeninin izini görebiliyorum.”
“Neden sütyenime bakıyorsun, Jack?”
“Sanırım, sıkıntıdan.”
P apatya Falı

..flı-h ı” D a isy onun yüzünü görebilm ek için biraz geri çekil-


*‘Ç,plakken nasıl göründüğüm ü hayal etm eye çalışıyorsun.”
jack orkestranın gerçek âşk ve günahla ilgili şarkısı eşli­
sinde gü lü m sed i. “T atlım , çıplakken nasıl göründüğünü b ili­
si
yom111”
Dans p istinin k o y u g ö lg leri arasında D a isy ’nin yüzü kızar­
dı B oğazından yan ak ların a doğru ateş yükseliyordu. “Komik,
ben senin çıp la k k en n a sıl göründüğünü hatırlamıyorum.” bir­
kaç saniye o n u n g ö zlerin in için e baktı ve sonra gözlerini Ja-
çk’in om uzunun ü zerin d en bir yere çevirdi.
Daisy her zaman kötü bir yalancı olmuştu. Jack bunun daha
! gnce kendisini rahatsız etmiş olduğunu hiç hatırlamıyordu. Ancak
i şu anda etmişti. “Burada olacağımı biliyor muydun?” diye sordu.
! Gözlerini yeniden Jack’e çevirdi. “Hayır,” diye yanıtladı,
ancak Jack’in inanıp inanmadığından emin olamadı. “Yarrn
evde olacak m ısın?”
“Neden?”
“Çünkü sana geleceğim .”
Jack onun çekici gözlerine ve dolgun dudaklarına baktı.
“Seni davet ettiğimi hatırlamıyorum.”
“Az önce kötü bir hafızan olduğunu söyledin.”
“Belki sadece bazı konularda. Ama diğerlerinde hafızam
çok iyidir. Örneğin bu çizmeleri çok iyi hatırlıyorum.”
Daisy güldü ve eli Jack’in omzunun arkasına kaydı. “Bi­
liyorum,” dedi. “Hâlâ ayaklarıma uyduklarına inanmıyorum.
Onları mor W rangler’ımın altına giydiğimi hatırlıyor musun?”
Mor Wrangler mı? Onu ardı ardına birkaç kez döndürdü
\M
Rachel Gibscrn

ve başının dönmüş oJmasını diledi. Jack onun sütyeninj ^


şünm eye devam edip, kulaklarının hizasında y ü k selen o çj2
melerle ilgili anılarından k u rtu lm a y a çalışırken, D a isy y o r ^
yapmadığı bu konuda k o n u şm a k istem ed iğ i için Jack’e lailet
okuyordu.
D a isy ’y i yeniden k en d isin e çektiğinde, “Peki, şu pembe
eteği hatırlıyor m u su n ? Tanrım, tam bir moda kâbusuydu.”
Pe/nöe e te k m i? L a n e t olsun. Sırf bu yüzden kusana kadar
onu döndürmeliydi. Bilerek bunlardan söz ediyordu, onu çıj.
d ırtm ak için. Sanki D aisy’nin aklında ateşli bir şekilde seviş­
mek yoktu. Sanki bunlar sadece kendi kafasından geçiyordu.
Şimdi sıra ondaydı. “Ah, evet, o pem be etek,” dedi. Onu iyice
kendisine çekti, D aisy’nin m emeleri, Jack’in göğsü n e dayan­
mıştı. “Kalçalarının üzerine kadar sıyırdığım da nasıl göründü­
ğünü hatırlıyorum,” dedi.
Daisy geri çekilirken bocaladı ve onun yüzüne baktı. Du­
daklarının kenarını yaladı. “Seksten konuşmak istemiyorum.”
Genellikle o da seksten konuşmak istemezdi. Genellikle
konuşmak yerine yapmayı yeğlerdi. “Çok yazık.” Elini Da­
isy’nin belinden sırtına kaydırdı. “Eğer benimle konuşmak is­
tiyorsan, konuyu ben seçerim.”
“Hayatta seksten daha önemli konular var.”
Bu doğru olabilirdi ancak Jack şu anda başka bir şey düşü-
nemiyordu. “Birini söyle.”
“Arkadaşlık.”
“Doğru,” küçük bir kahkaha patlatarak. “Küçük bir kız gibi
konuşuyorsun.”

138
Papatya Falı

“Hayır, yetişkin biri gibi konuşuyorum.”


Artık onu gerçekten çileden çıkarıyordu. O kasabaya dö­
nene kadar hayatını norm al bir şekilde sürdürüyordu. Bu ye­
tişkinlik derslerini çok genç yaşta almıştı. Erkek kardeşinin
I sorum luluğunu üstlenm iş ve babasının ölüm ünün ardından tek
^ şına tam irhaneyi işletm işti. Daisy şimdi kırmızı çizmeleri
ve beyaz elbisesinin içinden ona yetişkinlik dersi veriyordu.
“Seks bizim geçm işim izin büyük bir parçasıydı, Daisy ama
anlaşılan sen bundan söz etm ek istemiyorsun.”
“O kadar bü y ü k bir parçası değildi, Jack.”
“Palavra.”
Şarkı bitti ve D aisy geri çekildi. “Belki senin için öyledir.
Ama benim için büy ü k bir parçası değildi,” dedi ve kırmızı
çizmelerinin topukları üzerinde dönüp, gitti.

Daisy başını kaldırdı ve kadınlar tuvaletine doğru gitti. İçe­


ri girdiğinde b ir k âğ ıt havluyu ıslattı ve yanaklanna koydu.
Kalbi sanki b oğazında atıyordu ve lavabonun üzerindeki uzun
aynada kendisine baktı. G özleri fazla parlıyordu. Yüzü fazla
kızarmıştı. Teni fazla hassaslaşm ıştı, her hücresi Jack'in doku­
nuşuna yanıt veriyordu. O nu kendisine iyice çektiğinde göğsü­
nün duvar gibi sertliğini mem elerinin ucunda hissetmişti. İyi
ki yakında buradan ayrılıyordu çünkü Jack ona uzun zaman
önce unuttuğu şeyleri hatırlatıyordu. Ne kadar uzun zamandır
bir erkekle birlikte olm adığını, göğüslerinde ve bacak arasında
hissettiği arzunun sancısını hatırlatıyordu. Ve ona bunları hatır­
latan şey seksten konuşm ak değil. Jack'in kendisiydi. Ellerinin
139
Rachel Gibscrn

dokunuşuydu, belinde g ezinen parmaklan, kulağına f>sıldaya)1


sesinin tınısı ve teninin kokuşuydu. Eğer şarkı zamanında bj(
m iş olmasaydı, dans pistinin orta yerinde çılgına dönebil jr(jj
Püskülleri olan siyah gömlekli kadın içeri girdi ve ona bak­
tı. “İçerisi çok sıcak," dedi, yanaklarındaki kızannayı açık|a.
m ak adına.
“B iraz.”
Daisy kâğıt havluyu çöp kutusuna attı ve kapıyı açtı. Jack
karşıdaki duvara omuzunu yaslamış halde duruyordu, onu gö­
rünce toparlandı. “Ne zaman eve dönüyorsun, Daisy?" diye
sordu ve gelip önünde durdu.
Daisy onun sol omzunun üzerinden kalabalık bara doğru
baktı. “Lily gitmek için hazır olduğunda.”
Jack sesini keskinleştirip sorusunu netleştirdi. “Seattle’daki
evine ne zaman dönüyorsun?”
Başını ona doğru eğip baktığında göz kapakları düşmüştü.
Ona bakmak için boynunu germek istemedi ve birkaç adım
geri attı. “Pazar günü.”
“Yarından sonraki gün yani?”
“Evet.”
“İyi.”
“İşte, bu yüzden yarın konuşmamız gerekiyor.” Bir adım
daha geriledi.
Jack de bir adım ilerledi. “Çünkü arkadaş olmak ve biraz
geçmişten söz etmek istiyorsun.”
“Başka şeyler de var.” Omuzlan arka kapıya çarptı ve Jack
onun sağ kalçasının yanından uzanıp tokmağı çevirdi. Kapı

140
P apatya Palı

çildi ve Jack onu dışarı çıkmaya zorladı. İlık rüzgâr Daisy’nin


' üziine ve boynuna çarptı ve saçlarını havaya savurdu. Jack
jlap'y1bıraktı ve kapı onların arkasından kapandı.
fCapının üzerindeki ışık, Jack’in saçları üzerinde parlıyor,
yeşil gözlerim aydınlatıyor ve o bildik gülüşünü ortaya çıkarı-
' y o rd u . “Sen de benim kadar konuşmak istemiyorsun.”
“Evet, istiyorum.”
j jack’ten uzaklaştı ve kendisini Slim’in ahşap kaplı duvan-
; na yaslanış halde buldu. İkisi binanın derin gölgeleri ve mavi
çöp bidonlarının arasındaydı. Neyse ki bar yemek servisi yap­
mıyordu ve kapalı çöp bidonlarından sadece ekşimiş bira ve
toz kokusu yükseliyordu. Jack bir elini Dasiy’nin başmın ya­
nından binanın duvarına dayadı, onu çöp bidonlarıyla kendisi
arasına kıstırmıştı. “ Sen her zaman kötü bir yalancıydın.” Du­
daklarını onunkilerin hizasına indirdi ve fısıltıdan biraz daha
yüksek bir sesle, “İstersen bütün gece inkâr edebilirsin ama
ben senin ne istediğini biliyorum, Daisy,” dedi.
Daisy onu durdurm ak için elini onun göğsüne koydu ve o
an bunun bir hata olduğunu anladı. Gömleğinin yumuşak ku­
maşının ve sert göğüs kaslarının altından kalbinin hızla çarptı­
ğını hissedebiliyordu. Bu his onun avuç içlerini ısım ve bilek­
lerindeki kan basıncını diken batıyomıuş gibi hissetti. Netes
alabilmek için başını yana çevirdi ancak elini hala onu göğsün­
den çekememişti. “Bildiğini sanmıyorum.”
Jack parmaklarını onun çenesine koydu ve yavaşça yüzüne
kendisine çevirdi. “Seni eve ya da seni arabamın arka koltuğu­
na götürmemi ister misin yoksa seni hemen burada götüreyim
mi?” Dudaklını onunkilere dokununca D aisy’niıı nefesi
zıııda takılıp kaklı. “Tıpkı eskiden olduğu gib i.”
Gömleğini parmaklarının tıraşına aldı ve öylece kaldı. (J^
evel. Ilıııııı çok isliyordu ancak hergiin çikolatalı kek de yen ^’
istiyordu. “Ihı iyi bir fikir değil, .Itıck."
“Hayır, Daisy. (,'ok iyi bir fikir.”
Bir anda kısa bir siiıv önce kendisinin dc aynı şeyi c!iissljn.
düğü geldi aklına. Sonra Jack'iıı dudakları kcndisininkj|erc
sürtünüp geçli ve Daisy ürperdi. Duna engel olamıyordu. Bun­
dan sonra olacaklara da engel olabilecek gibi değildi. Avuç|an
göğsünden yukarı omuzlarına doğru kaydı sonra Jack’in düm­
düz karnına ve sonra da pantolonunun beline doğru indi. Jack
yüzünü iyice onunkine yaklaştırmıştı, burnu burnuna değiyor­
du. Jack’in gözlerini net olarak göremiyordu ancak onların
kendisine baktığım hissedebiliyordu. Sonra Jack onu öptü. Bu
dizlerinin arkasından topuklarına kadar hissedebildiği bir do­
kunuştu sanki. Onun dudaklarının arasında dudaklarını araladı
ve Jack’in dili onun diline dokundu, sıcak ve ıslaktı. Sıcaklık,
ihtiyaç ve şehvet damarlarına hızla akmaya başlamıştı, çok
hızlı akıyordu ve Daisy buna engel olamıyordu. Yapabildiği
tek şey yerinde kıpırdamadan durmaktı.
Daisy elleriyle omuzlarını kendisine çekerken Jack’in gö­
ğüs kasları gerilmişti. Jack onun tutkuyla aralanmış dudakları­
nı öpüyor, Daisy de ona aynı şekilde yanıl veriyordu. İçindeki
o saf arzu midesinin düğümlenmesine, tepeden tırnağa ateş
basmasına, ona olabildiğince dokunma isteğine neden oluyor­
du. Dudaklarının tadına bakıyordu. Karşısında sıcacık, sağlıklı

142
1‘ı ı p a l y u l ;u lt

1-1111 vi-ırtlı. Daisy ııın elleri, oıuın omuzlarında, sırlında,


b ir tK,‘
rmııkUtn saçUırıııın arasında gezinirken ve gömleğinin düğ-
' ..|erini açarken, öpüşm eleri vahşileşmeye başladı.
laek geri çekildi ve sanki kilometrelerce yol koşmuş gibi
I, hızlı neles alırken onun yü/.ıine baktı. “ Daisy,” diye fı­
sıldadı ve başım D aisy’nin boynuna gömdü. Derin bir inilti
göğsünü titretti ve dudaklarını onun boğazında gezdirdi. Eli
| önce Daisy’nin beline sonra da kalçasına kaydı. Parmaklarıy­
la elbisesini sıyırdı. İncecik ipek külodunun üzerinden sıcacık
elleriyle kalçalarını kavradı.
“Dirileri bizi görebilir,” diyerek, isteksizce itiraz etti, Daisy.
Jack onu kaldırdı ve çatallaşm ış bir sesle, “ Umurunda mı?”
diye sordu.
Galiba um urunda değildi çünkü Jack’in gömleğini açtı ve
avuç içlerini onun düm düz kamının üzerine yerleştirdi. Teni
sıcacıktı ve hafif nem liydi, onun teninde hissettiği zehirli tutku
parmaklarının arasından kollarına ve sonra da başına yayıl­
dı. Islak ve sıcak dudakları boynundaki çukuru emiyordu ve
Daisy gözlerini kapadı. Seksin yarattığı duyguları, bedenine
yayılan ateşi ve sancıyı uzun zamandır hissetmemişti. Şimdi
hissediyordu ve bu duygu onu, gözleri kararana kadar kontrol
altına alacak gibi görünüyordu.
Jack onun bacağını beline sarınca, Daisy onun giysilerine ve
kendi ipek küloduna rağmen sertliğini bacaklarının arasında his­
setti. Jack diğer kalçasını da tııttu ve her iki bacağı da kendi beline
dolanana kadar onu duvar boyunca yukarı kaldırdı. Ateşli bakışla­
rı Daisy’nin gözleriyle buluşııncaya kadar kendisini ona yasladı.
143
Rachel Gibson

“Uzun zaman oldu,” diye inledi Daisy.


Boşta kalan eliyle Jack onun elbisesinin çıtçıtların,
“Ne kadar uzun?" diye sorarken gözlerinin onunkilerden ay,'"
inadı. Parmaklarının arkasıyla göğüslerinin kabarıklığa^ jp^
sutyenine ve memelerinin arasına dokundu. Elbisesinin "
kısmı her iki yana açıldı ve Jack gözlerini, Daisy’nin memeie
rini yarı açıkta bırakan ipek sutyenine dikti. Gözlerini kald,r
madan, “Ne kadar uzun zaman oldu, Daisy?” diye sordu.
Bedeninde hissettiği tüm sıcaklık birbirlerine dokundukla
rı yerden dışarı fışkırıyordu. Daisy ellerini onun çıplak göğ.
sünde, parmaklarım da kısacık koyu renkli saçlarının arasında
gezdirdi. “Ne?”
“Ne kadar zamandır seks yapmıyorsun?”
Daisy bu itirafı yüksek sesle yapmak istememişti. “Bir sü­
redir.”
Avucunun içiyle Daisy’nin memesine bastırdı. “Ne kadar?”
Artık geri dönüşü yoktu. “İki yıl.”
Jack parmaklarıyla onun sutyeninden dışarı fırlayan etini
sıktı. “Burada daha fazla devam edemeyiz.”
Daisy yavaşça inledi ve kalçalarını sıktı. Jack’in de dizleri
titremeye başlamıştı ve düşmelerini engellemek için bir elini
Daisy’nin başının yanından binanın duvarına dayadı. Bacakla­
rını daha da aralayıp sertliğini iyice ona yasladı.
“Yanımda ya da arabada bir kondom yok.” D aisy’yi alnın­
dan öptü. “Benimle eve gel, Daisy.”
Daisy kondom konusunda endişelenmeyeli uzun zaman
olmuştu. Steve’le birlikte başka bir çocuk sahip olmaya ka­
rar verip, bunu y apam ayacak ların ı öğrendiklerinden beri. Ha­
milelik k o n u su n d a endişelenm eyeli de uzun zaman olmuştu,
gon on beş y ıld ır S te v e n ’den başkasıyla birlikte olmamıştı,
^ncak m antıklı d ü şü n d ü ğ ü n d e bunu yapamayacağını biliyor-
jy. Jack’le o lm azd ı. O nun evinde olmazdı. Başka bir yerde
de olm azdı. “ B u n u seninle yapam am ,” dedi, hayatının ikinci
hatasını y ap m ad a n önce.
Jack onu b o y n u n u n kenarından öptü. “Elbette yaparsın.”
“H ayır Jack , ” b acak larım ve ellerini indirdi. “Seninle seks
yapm ayacağım .”
Jack b in a n ın altın reng in d e parlayan ışığını altına doğru
bir adım g eriled i v e parm aklarını saçlarının yanından geçirdi.
Gözlerini k ap ad ı v e ciğerlerine derin bir nefes çekti. “Lanet
olsun D aisy,” d ed i, sesi şehvet ve öfkeden çatlak çıkıyordu.
“Eskiden o ld u ğ u gibi h ala dalgacısın.”
“Ben b u ray a sen in le dalga geçmeye ya da seks yapmaya
gelmedim.” Ç ıp lak gö ğ sü hala çok yakındı ve nemli teni bina­
dan gelen ışığ ın altın d a parlıyordu. Uzanıp ona dokunmamak
için ellerini b in a y a dayadı. Başını onun göğsüne gömüp, du­
daklarım o n u n te n in d e gezdirm em ek için kendini zor tutuyor­
du. G özlerini o n u n yüzüne çevirdi. “Sana buraya neden geldi­
ğimi sö yledim .”
Jack ona baktı, yeşil gözlerinde hayal kırıklığının ışıltısı
vardı. “H ala konuşabileceğim izi düşünebiliyor musun?”
“Hayır, bu g ece d eğ il.”
“Ben de ö yle düşünm üştüm ,” dedi Jack, Daisy’nin nıjunu
dudağının k enarından silerken.
Rachel Gibson

"Yarın”
Alaycı bir şekilde sırıttı. “Daisy, eğer yarın evime gelirsen
sana gerçekten istediğin şeyi vereceğim,” dedi ifadesiz bir Şe'
kilde, gömleğini iliklerken. “Buna emin olabilirsin.”
Daisy kaşlarını çattı ve ne demek istediğini sormaya gereI(
duymadı.
Jack yine de söyledi. “Bayılana kadar seni becereceği^ »
dedi, sonra dönüp gitti.
Daisy onun gidişini, binanın köşesinden dönüp kayboluşu­
nu izledi. Birkaç saniye içinde karanlık onu tamamen içine aldı
ve Daisy sadece onun çizmelerinin topuklarından çıkan sesi ve
böcekleri duyabildi. Öfkelenmiş olması gerektiğini biliyordu.
Korkmuş, midesinin bulanmış olması gerektiğini biliyordu.
Daha ileri gitmeden aklının başına gelmiş olmasından dola­
yı rahatlamış olması gerektiğini biliyordu. Evet, tüm bunları
hissetmesi gerektiğini biliyordu, belki yarın hissederdi. Ancak
bu gece... bu gece bunların hiçbirini hissetmiyordu. Hayal kı­
rıklığının ötesinde, damarlarını hala zonklatan arzuyla, sade­
ce merak içindeydi. Acaba insanın seks yapmaktan bayılması
mümkün müydü?
Eğer mümkünse, Jack bunu deneyimlerinden mi biliyordu?
B»öl ü v \a .J )

O gece, Daisy rüyasında kısacık pijamaları içinde Lovett’i,


ağaçların üzerinden uçarak dolaştığını gördü. Rainer Dağı,
dümdüz Teksas arazisinin üzerinden ansızın yükselmişti, onun
da üzerinden uçtu. Ne kadar yükselirse yükselsin, ayak par­
makları karlı zirvelere dokunuyordu. Tıpkı kontrolden çıkmış
bir helyum balonu gibi, yükseldi, yükseldi ve Daisy korkmaya
başladı çünkü bunun tek bir sonucu olabilirdi. Düşecekti. Bu
kaçınılmazdı ve canı çok yanacaktı.
Sonra tam atmosferi delip geçecekken, yerçekimi ayakla­
rından yakaladı ve onu geri çekti. Rainer Dağı’ndan ve ağaçla­
rın tepelerinden geçip aşağı düşerken öleceğini anlamıştı.
Yere vurmadan önce gözlerini açtı ve aniden iki şeyin farkı­
na vardı. Birincisi, yere düşmeyeceği ve İkincisi de nefesinin
tutmuş olduğuydu. Sabah güneşi yatağına vuruyordu ve rahat­
lamış şekilde derin bir nefes aldı. Ancak bu rahatlama fazla
sürmedi çünkü aniden dün akşam olanları hatırladı.
Düşüş.
Dün akşam hissetmediği aşağılanmışlık duygusu bir kova
Rachel Gibson

dolusu buz gibi suyun etkisiyle uyandırmıştı onu sanki.


Homurdandı ve yüzünü bir yastıkla kapadı. Jack’in belj
ni saran bacaklarının görüntüsü gerçekten canını yakıy0rc|ü
Bu şekilde davranmayalı uzun zaman olmuştu... çok uzun 2a.
man... okulun son yılında Jack’i dolabın içine çektiği günden
beri. O zamanlar çok genç ve toydu. Artık öyle değildi.
Şimdi, aptalın tekiydi.
Dün gece dudaklarını Jack’in bedeninde gezdirmek iste­
mişti. Bugünse, ona Nathan’dan söz etmek zorundaydı. Onun­
la öpüştükten ve ona dokunduktan sonra gözlerine nasıl ba­
kacaktı? “Aman Tanrrnı,” diye söylendi kendi kendine, ona
iki yıldır seks yapmadığını itiraf ettiğini hatırlayınca. Bundan
sonra yüzüne nasıl bakacaktı?
Başka şansı yoktu, bakmak zorunda kalacaktı. Yüzünün
üzerindeki yastığı fırlatıp attı ve yataktan çıktı. Rüyasındaki
kısajujamalanyla alt kata indi. Jack, onu Slim Clem’in duva­
rına yaslanmış şekilde bırakıp gittikten sonra bara geçmiş ve
Lily’den, onu eve götürmesini istemişti. Ortalıkta Jack’i gör­
memişti ve bu yüzden minnettardı.
Annesi pembe geceliğinin içinde, mutfakta kahvaltı masa­
sında oturuyordu. Pamuk şekeri gibi san saçlarının bir tarafı
düzleşmişti.
Dün gece, eve geldiklerinde Pippen derin bir uykuda ol­
duğu için burada kalmıştı. Büyükannesinin yanındaki yüksek
sandalyesinde oturmuş, tahıl gevreğini yiyor ve meyve suyunu
içiyordu. Başında yine aynı şapkası, üstünde çizgi film karak­
terleri baskılı bir tişört ve yanağına yapışmış bir tahıl gevreği

148
Papatya Falı

neSi vardı. “Günaydın, anne,” dedi, kendisine fincan kahve


doldururken. “N ’aber, Pip?”
“Çizgi film izliyorum,” diye yanıtladı Pippen.
“Çizgi filmi kahvaltıdan sonra izleyebilirsin,” dedi Lou-
rella, sonra Daisy’ye baktı ve Daisy’nin hayal kırıklığı içinde
olduğunu belirten çok iyi bildiği bir tonda, “Neler olduğunu
duydum. Bu sabah beni Thelma Morgan aradı ve bana her şeyi
anlattı-”
Daisy yanaklarına ateş bastığını hissetti. “Thelma Morgen
beni mi görmüş?” Nerede gizleniyordu acaba? Çöp bidonları­
nın arkasında mı? Sekiz daha sabahın sekiziydi ve gün şimdi­
den bir cehenneme dönmüştü.
“Bir fincan kahve içmek için Minute Mart’ta durmuş ve her
Şeyi görmüş.”
Ne? “Oh.” Daisy rahatlamış bir şekilde nefesini bıraktı ve
güldü. “Şu olay.”
“Evet, o olay. Sizin aklınızdan ne geçiyordu? Herkesin
gözü önünde kavga etmek de ne demek?” Louella kızarmış
ekmeğinden bir ısırık aldı. “Beni büyük hayal kırıklığına uğ­
rattınız.”
“Minute M art’ta içecek bir şeyler almak için durmuştuk,”
diye açıkladı Daisy, Lily’nin eski kocası olacak adamı gizli­
ce izlediği ayrıntısını geçerek. Mutfağın diğer tarafına gitti ve
annesinin yanına oturdu. “Biliyorsun,” duraksadı ve Pippeıı'e
baktı, “Sonra park yerine arabasıyla Kelly girdi ve olaylar ardı
ardına patladı. Herhalde Lily’yi kimin ittiğini de biliyorsun-
dur.”
Rachel Gibson

Louella dudaklarını büzdü ve ekmeğini tabağına bırar


f *tı
“Polisi arayabilirdiniz.”
Arayabilirdik. “Düşünemedim. Ben sadece onun L i l y ’y j j(

fiğini gördüm ve kendimi kaybettim. Hiç düşünmeden g ö ^


bir yumruk ve bacaklarının arasına da bir diz indirdim.” ^ ,
bu şekilde davrandığına inanamıyordu.
Annesinin büzüşmüş dudaklarının bir kenarı yukarı doğru
kıvrıldı. “Ona zarar verdin mi?”
Daisy başını salladı ve kahvesini üfledi. “Sanmıyorum.”
“Bu utanç verici.” Tabağını kenara itti. “Jack’i gördün mü?”
Evet, görmüştü. Çıplak göğsünü ve dümdüz kamını. Yan
açık gözlerini, onu öpmekten ıslanmış dudaklarını görmüştü
ancak annesinin öğrenmek istediği bu değildi. “Ona henüz
Nathan’dan söz etmedim,” diye yanıtladı ve kahvesinden bir
yudum aldı. “Bu sabah onunla konuşmak için evine gidece­
ğim .”
Louella’nın tek kaşı kalktı. “Son dakikaya bıraktın.”
“Biliyorum.” Masasın parlak sarı örtüsüne baktı. “Eskiden
doğru şeyi yaptığıma inanıyordum. Jack’e Nathan’dan söz et­
memenin ve Washington’a taşınmanın herkes için en doğrusu
olduğuna inanmıştım.”
“Öyleydi.”
“Artık emin değildim.” Saçlannı kulaklarının arkasına sı­
kıştırdı ve derin bir nefes aldı. “Kasabaya dönmeden önce
bundan emindim. Nathan’la birlikte uzaklara gitmek en iyi se­
çenekti, Jack için bile.” Başını kaldırıp yeniden annesine baktı.
“Biz hep ona söylemek istedik, anne. Jack’e hayatını toparla-
P apatya Falı

nlasi İÇ*11 birkaç yıl süre tanımak istedik sonra ona söylemeyi
p la n la m ış tık .”

pippen elindeki boş bardağı yere düşürünce Louella eğilip


0nu aldı. “Öyle olduğunu biliyorum.” Bardağı masanın üzeri-
■ ne koydu.
“Ama erteledikçe işler iyice zorlaştı. Aylar ve yıllar geç­
ti her zaman neden söyleyemeyeceğimize dair bir bahanemiz
I 0ldu. Ya Steven’m bebeğine hamile kalmak için çabalıyordum
ya da Nathan çok mutluydu ve bu mutluluğunu bozmak is­
temedik. Her zaman bir bahane vardı çünkü bir adama yıllar
sonra kalkıp bir çocuğu olduğunu nasıl söyleyebilirdik ki?”
İleri doğru uzandı ve masanın üzerinde kollarını kavuştur­
du. “Şimdi yıllar önce doğru şeyi yaptığımdan emin değilim.
Bunu ona söylemeden önce buradan gitmemeliydim diye dü­
şünmeye başladım .”
“Sanırım korkuyorsun ve şimdi her şeyi sorguluyorsun.”
“Belki.”
“Daisy, gençtin ve korkmuştun, o zaman için doğru karan
verdin.”
O da hep böyle düşünmüştü. Artık emin değildi. Ancak ke­
sin olarak bildiği şey çok uzun zaman beklemiş olmasıydı. İş­
leri nasıl toparlayacaktı?
“Jack baba olmaya hazır değildi,” dedi ısrar etti, annesi.
“Steven hazırdı.”
“Sen her zaman Steven’ı, Jack’ten fazla sevdin"
Annesi bir süre için sessiz kaldıktan sonra. “Bu tam olarak
doğru değil. Ben her zaman Steven'ın daha durağan biri ol-
Rachel Gibson

duğunu düşündüm. Jack daha vahşiydi. Bir insanı doğası^


ötürü suçlayamazsın ama aynı zamanda ona güvenemezsin de
Baban da onıın kadar umursamaz biriydi. Bak, sonra ona ne
oldu? Bize ne oldu?”
“Babam isteyerek ölüp bizi bırakmadı.”
“Hayır ama öldü ve bizi bıraktı. Beni iki çocuk ile harap
halde, bir karavan ve üç yüz dolarla ortada bıraktı.” Louella
başını salladı. “İş, sana ve bir bebeğe bakmaya geldiğinde Ste­
ven daha hazırlıklı bir adamdı.”
“Çünkü ailesinin parası vardı.”
“Para önemlidir.” Sanki, Daisy ona karşı çıkacakmış gibi
elini kaldırdı. “Sevginin de önemli olduğunu biliyorum. Ben
babanı sevdim. Baban beni ve sizleri sevdi ama sevgi çocukla­
rın kamını doyurmuyor. Sevgi kışlık bir mont ya da okul için
çizme satın alamıyor.” Annesi masanın üzerinden uzanıp, Da­
isy’nin elini tuttu. “Ama yıllar önce yanlış bir karar almışsan,
bunu artık değiştiremezsin. Nathan’ın iyi bir hayatı var. Steven
harika bir babaydı. Sen çocuğun için en doğru olanı yaptın.”
Annesini dinlerken her şey kulağa mantıklı geliyordu. Da­
isy artık seçimin mantığa dayandırılmasından emin değildi.
Genç ve korkmuş olmak on beş yıl önce ona gerçeği neden
söylemediğini açıklıyordu. Ancak bugüne kadar neden bekle­
diğini açıklamıyordu.
“Lily’ye bak,” dedi annesi, bir fısıltıdan biraz daha yüksek
bir sesle. “O ismi lazım değil adam çekip gitmeden çok önce
Lily’nin hayatı kâbusa dönmüştü. Onu her zaman aldattı. Her
zaman serserilikler yaptı. Asla o çocukla evlenmemeliydi ve

152
P a p a ty a F alı

Ijuiıun en yüksek bedelini şimdi Pippen ödüyor. Gerektiği gibi


kolluşamıyor ve tuvaletini de çok yakında söyleyecek gibi dur­
muyor- Davranışları geriliyor.”
Daisy, L ily’nin çocuğunu daha iyi koruyabileceğini ve onu
daha 0^ terbiy e edebileceğini düşünüyordu ancak bunu dile
getirmedi. K endisi de m ükem m el bir anne olmamıştı ve bu
yüzden başkalarını eleştirm eye hakkı yoktu. “Nathan’ı arayıp
yarın kaçta orada olacağım ı haber vereceğim.” Ayağa kalktı.
“Sonra da Jack’in ev in e gid eceğim ,” dedi. Başka seçeneği olsa
onu kullanırdı. G elm em esin i söylem em iş, bayılmakla ilgili
uyarısını da yapm ıştı. Şim di oraya gittiğinde seks için geldiği­
ni düşünmeyecek m iydi?”
Büyük olasılıkla öyle olacaktı.
Kahvesiyle yatak odasına çıktı ve Nathan’ı aradı.
“Eve gelmeni sabırsızlıkla bekliyorum,” dedi Nathan. ahi­
zeyi kaldırır kaldırmaz. “Michale Ann’den kurtulmayı sabır­
sızlıkla bekliyorum.”
“Hadi ama o kadar da kötü bir kız değil.”
“Anne, hala Barbie bebekleriyle oynuyor. Dün akşam beni
Ken olmaya zorladı.”
“Barbie bebeklerle oynamak için fazla büyük değil mi?”
“Evet, Ollie de onunla oynamam için beni zorladı." dedi,
ergenlik öfkesiyle sesi çatlak çıkıyordu. "Buradan nefret edi­
yorum.”
“Bu gece son gecen.” Kahve fincanım, yatağın yanındaki seh­
paya bıraktı ve çekmeceden Steven ün mektubunu çıkardı. "Yann
seni eve bırakacaklar ve ben de üç, üç buçuk gibi evde olacağım.”
Kachet (jtosotı

“Tanrıya şükür. Anne?”


“Evet, hayatım?"
“Beni bir daha burada kalmaya zorlamayacağına yemin et »
Daisy güldü. “Sen saçını kestireceğine söz verirsen ben de
veririm.”
Uzunca bir sessizlik oldu ve sonra Nathan, “Anlaştık,” dedi
Telefonu kapadıktan sonra Daisy duş aldı ve bir önceki
geceyi düşündü. Büyük olasılıkla Jack’in öfkesi geçmiş eve
başka bir kadınla dönmüştür. O rüyasında kasabanın üzerinde
uçarken, Jack delicesine sevişmiştir. Dün akşamın ateşi söndü­
ğüne göre Jack büyük olasılıkla onu tehdit ettiğini bile unut­
muştur.
Jack’i bir başka kadınla düşünmenin, onu gerektiğinden
fazla rahatsız ediyor olması komikti. Onun başka bir kadına
dokunduğu düşüncesi midesine krampların girmesine neden
oluyordu oysa ilk gece onu ve Gina’yı mutfakta gördüğünde
böyle olmamıştı.
Daisy siyah iç çamaşırı takımım giyerken duygularının bu
kadar kısa bir sürede nasıl değiştiğini merak etti. Başından si­
yah tişörtünü geçirdi ve ne kadar Jack’in etrafında olursa, geç­
miş anılarının o kadar canlandığını fark etti. Bu gerçekten ka­
çınılmazdı. Jack’i bir arkadaş olarak her zaman sevmişti sonra
ona âşık olmuştu. Daha önceki gece ona seksin geçmişlerinin
büyük bir parçası olduğunu söylemesine rağmen ona derin bir
şekilde âşık olmuştu. Jack’e yakın olmak tüm eski anıları geri
getirmişti. O eski arzularını, sabit fikirlerini ve kıskançlığını.
Bir hışımla kasabaya gelecek, Jack’e, Nathan’dan söz ede-

154
Papatya Falı

k ve gerisinin umursamayacaktı. Tüm duygularını ve anıla-


uzun zaman önce kalbine gömdüğünü sanıyordu. Yand­
aştı- Hiçbiritn bir yere gömdüğü yoktu. Hayır, onları bıraktı-
bekliyorlardı kendisini.
ğ, y e rd e

gir çekmeceden şortunu çıkardı. Bu kafa karıştıran karma-


^ n)n tek tesellisi eve dönüp, her şeyi yeniden unutacak olma­
mdı- Ve artlk hiçbir sır kalmayacaktı. Artık Jack Parrish’le
öpüşülmeyecekti.
“Daisy, eğer y a rın evime gelirsen, sana gerçekten istediğin
0 İ vereceğim ,” diye uyarmıştı Jack. “Bayılana kadar seni be­
cereceğim.”
Onun bu tehdidi, dün gece Daisy’yi merakta bırakmıştı, an­
cak şu anda ona bir soluk aldırmıştı. Evine kesinlikle “bayıl­
mak” için gittiğini düşünmesini istemiyordu. Hayır, bu onun
düşünmesini isteyeceği en son şeydi.
Şortunu yeniden çekmecenin içine tıktı ve annesinin oda­
sına gitti. Kalın kot kumaştan kolsuz bir elbise bulana kadar
aceleyle dolabını karıştırdı. Elbise o kadar boldu ki ne fer­
muarı vardı, ne de düğmeleri. Elbisenin üst tarafında ve etek
uçlannda kaplan ve ayı işlemeleri vardı. Seksi olmaktan çok
uzaktı; tıpkı bir yuva öğretmeni elbisesi gibiydi ve bayılmayı
hatırlatacak hiçbir özelliğe sahip değildi.
Saçlarını atkuyruğu yaptı ve ayaklarına parmak arası ter­
liklerini geçirdi. Evden asla makyaj yapmadan çıkmazdı ve bu
yüzden biraz rimel, allık ve pembe parlatıcı süıdü. Aymada son
bir kez kendisine baktıktan sonra son derece sıkıcı, arzulan­
mak bir yana hiçbir erkeğin ilgisini çekmeyecek gibi göründü-
R a c h e t G ib so n

ğüne karar verdi. Özelikle de Jack gibi bir adamın.


Steven'ın mektubunu elbisenin yan cebine koydu ve anıle
sinin araba anahtarlarını aldı. Jack'in evine giderken, yo](la
geri dönme isteğini bastırmaya çalıştı. Nathan’la ilgjjj ne|
hissedeceğini tahmin etmeye ya da merak etmeye gerek yoj^
Onu yeğenleriyle birlikteyken görmüştü ve biliyordu.
Jack’in oturduğu sokağa döndü ve direksiyon simidini kav
rayan parmaklarının bembeyaz olduğunu fark etti. Belki de
annesi haklıydı, zamanında doğru olduğunu düşündüğü şeyj
yapmıştı. Başkalarının da doğru olduğunu düşündüğü şeyj
Jack dışında herkesin. Jack’in farklı bir bakış açısı olabilirdi
ve annesinin Cadillac’ını, Parrish American C lassic’in arkası­
na çekerken midesi düğümlendi, hasta gibi hissetm eye başladı
Jack’in, Mustang’i evin önünde duruyordu ve arabayı onun
yanma bıraktı. Bahçeden geçerken parmak arası terlikleri to­
puklarına çarpıyordu. Ev tıpkı çocukluğunda hatırladığı gibi
beyaz renge boyalıydı. Hala yeşil panjurları vardı. Hala aynı
sarı güller vardı, gerçi eskisi kadar bakımlı değillerdi. Vahşi
bir şekilde etrafı sarmışlardı ve ön sundurmaya yakın bölgede
binleri onları kesmişti.
Daisy bir hafta önce yaptığı gibi sineklik kapısını vurdu ve
bu kez Jack’in yalnız olmasını diledi ya da dün gece eve bir
kadın getirdiyse bile şimdiye dek gitmiş olmasını.
Kimse yanıt vermedi ve Daisy başını içeri sokup seslendi.
Karanlıktan sadece klimanın uğultusu geliyordu. Başım çevi­
rip omzunun üzerinden Jack’in Mustang’ine baktı ve tamirha­
neden bir ışık yayıldığını gördü. Yaşlı karaağaçların gölgeleri
156
Papatya Falı

faltın üzerinde işlemeleri gölgeler yaratıyordu ve tamirhane-


35 arka tarafına yürürken hafif rüzgâr atkuyruğunu savurdu.
0|abiIdiİince sessiz bir ?ekilde kapıyı açtı ve içeri girdi. Baş
pasından yüksek pencerelerden, içeri süzülen güneş ışığı, çe-
tHyenilenme aşamasında olan beş klasik arabanın üzerinde,
dikdörtgen parçalar oluşturuyordu. Bazılarının motorları bü-
^jc raflarda duruyordu, bazılarının iskeletleri dışında her şeyi
sökülmüştü- Duvarlar boyunca ve tamirhanenin daha derin kö­
şelerinde, kocaman iş aletleri, çalışma masaları, kendi boyun­
dan daha yüksek bir alet sandığı ve arabaların parçalarının ko­
nulduğu raflar vardı. Bazı parçaları sökülmüş bir Corvette’le
yıllardır yerinden kıpırdamamış gibi görünen bir kara yatımn
arasından geçti. Klasik arabanın stop lambaları kırmızı bir ru­
jun gümüş kapları gibi dışarı fırlamışlardı.
Yerde yağ ve boya kutularının ya da metal parçaların olma­
sını bekliyordu ancak tamirhane tertemizdi ve çam kokuyordu.
Ja ck ’in babasının zamanından çok daha temizdi.
Her şeye rağmen, Jack buraya kendinden bir şeyler kalmış­
tı. İnsanların ondan bekleyebileceğinden daha fazla bir şeyler.
Bugün onu göreceği için taşıdığı endişeye rağmen yine de gu­
rur duydu.
Başını kaldırıp ofislerin bulunduğu girişe doğru baktı ve
kırmızı beyaz renkteki arabanın arkasında duraksadı. Jack kol-
lannı göğsünün üzerinde kavuşturmuş, omzunu arabanın kapı­
sına yaslamış ona bakıyordu.
“Sürpriz,” dedi Daisy, bu ani korkuyla neredeyse kalp krizi
geçirmek üzere olduğu için sesi titrek çıkmıştı.
Rachel Gtbson

Jack’in arkasındaki odanın floresan ışığı parlıyordu v<=. ••


rindeki tişörtü inanılmaz bir şekilde beyaz gösteriyordu ^
daklarmın kenarlarının aşağı kıvrılmasıyla suratı asıldı,
de sürpriz değil. O giydiğin terlikler çok ses çıkarıyor.”
Eğilip kırmızı ayak tırnaklarına, sonra yeniden Jack’e bakt,
“Burada, benden mi saklanıyorsun?”
Jack yavaşça başını salladı. “Pek değil.” Rahat görünüy0r
du ancak aralarında büyük bir gerginlik vardı. Jack’in onun
üzerindeki bakışları sıcak ve yoğundu, onları elbisesinin önü­
ne indirirken neredeyse hissedilebilir gibiydi. Ağzının bir ke
narı yukarı kıvrıldı.
“Tamirhane kesinlikle çok değişmiş,” dedi Daisy sessizliği
bozarak. “Kendinle gurur duymalısın, Jack.”
Jack gözlerini onun yüzüne çevirdi ve kollarım yanlara bı­
raktı. “Buraya bunu söylemek için gelmedin.”
“Hayır.”
Jack kapıdan uzaklaştı ve ona doğru ilerledi, arkadan gelen
ışığın içinde adım atarken çizmelerinin topuklarının yankısı
duyuldu.
“Bugün buraya gelirsen, sana neler olabileceğini söylemiş­
tim,” dedi.
Neden söz ettiğini sormasına gerek yoktu. Biliyordu, kalbi
boğazında atmaya başladı. “Buraya sadece konuşmaya gel­
dim.”
“O zaman o elbiseyi giymemeliydin.”
Eğilip annesinin elbisesine baktı. “Bunu m u?” Boğazındaki
yumruya rağmen güldü. “Jack, bu çok çirkin bir elbise.”
P a p a ty a Falı

kesinlikle- Ç ıkarılıp, hem en yakılması gerekiyor.” O ka-


r yakın duruyordu ki, elbisesinin üzerindeki kaplan ve ayı-
■r neredeyse tişörtüne dokunuyorlardı,
cık* ..
paisy onun om zunun üzerinden geniş bir N ova’nın ön ka-
utu üzerine iki ellerinin üzerinde uzanmış yarı çıplak kadının
sterine baktı. “H em en konuşm alıyız.”
Jack parm aklarıyla çenesine dokundu ve yüzünü kendisi­
ne çevirdi. “Şim di olm az.” B aşparm ağını boynunda gezdirip
burnu burnuna dokununcaya kadar eğildi. “O çirkin elbisenin
içinden bile beni tahrik ediyorsun.” D aisy’nin göğsü sıkıştı ve
nefessiz kaldı. “E skisinden daha da güzelsin. Gerçi o zamanki
güzelliğin de kasıklarım ı ağrıtırdı.” Dudaklarıyla onun dudak­
larına dokundu ve ağzının kenarını öptü. “Sabahtan beri bu
kapıdan hem içeri girm eni diledim , hem de girmenden kork­
tum.” Dudakları D aisy ’nin yanaklarına dokundu. “Geri dön-
memeliydin, D aisy Lee. G eldiğin yerde kalmalıydın ama öyle
yapmadın. Geldin ve ben geldiğin günden beri içine girmekten
başka bir şey düşünem iyorum . En sıcak, ıslak ve beni istedi­
ğin o derinliklerine girm ek istiyorum .” Dilinin ucuyla kulak
memesine dokundu ve D aisy’nin çantası yere düştü. “Seni
yeniden gördüğüm ilk gece, kendim e bunların olmayacağını
söylemiştim. Ama oluyor, Daisy.”
Boynunda onun sıcak nefesini hissetti. Arzu, memelerini
gerginleştirdi ve bacaklarının arasında yoğunlaştı, onu durdur­
ması gerekiyordu yoksa hapı yutacaktı. “Jack, dinle-"
“Kasabaya adım attığından beri bu kaçınılmazdı. Buna kar­
şı gelmekten yoruldum ,” diye söziiıüi kesti Jack, elini başının
Rachel Gibson

yanına getirip onu yatıştırmak istercesine şakağım 0vılla


başladı. “Sen de böyle hissettiğini söyle bana. Bunu benim ^
dar istediğini söyle.”
“Evet, ama-”
“Daha sonra konuşabiliriz. Seks yaptıktan sonra.”
Daisy elini onun tişörtünün önüne koydu. Jack’in kasların,n
gerginleşmiş olduğunu hissetti ve kalbi dışında her şeyi |,a
reketsizdi, kalbi en az onunki kadar hızlı çarpıyordu. Onunla
sevişmek Nathan ’ından söz etmesini zorlaştıracaktı ancak her
şey şimdiden zorlaşmıştı. Arzusuna yenik düşmemek konu­
sunda pek kararlı olamamıştı anlaşılan. Artık bu karşı koya­
mayacağı bir şeydi. Onu arzulayan bir adamla birlikte olma­
yalı iki yıl olmuştu ve Jack’e karşı koyacak iradesi yoktu. Ona
karşı koymak istemiyordu. Haklıydı, bu kaçınılmazdı. “Daha
sonra konuşacağımıza söz verir misin?”
“Tanrım, evet,” dedi telaşla. Elbisesinin ön tarafını yakala­
dı. “Her şey için söz veririm, Daisy.”
Günlerdir bedeni, Jack’in bedenine karşılık vermiş, onun
yeniden canlandırdığı şehvetin dışarı çıkması için fırsat kolla­
mıştı. Ve fırsat buydu. Jack buradaydı. Tam önünde. Geri çe­
kildi ve Jack’in yüzüne baktı. Dün gece bir başkasıyla birlikte
oldun mu?”
“Neredeyse ama ben seni istedim.” Elbiseyi kadının kafa­
sından çıkarıp Corvette’in üstüne attı. Daisy onu durduımaya
çalışmadı bile ve tişörtü elbisesini takip etti. Pencerelerden
içeri süzülen doğal ışığın altında siyah iç çamaşırları ve terlik-
Jeriyle kalmıştı. Jack onu çekip göğsüne yapıştırarak ona dü-

160
P apatya Falı

I ünnie fırsatı bile verm edi. Daisy kollarını onun boynuna dola-
^ ve Jack onu hoyratça öperken, memelerim göğsüne bastırdı.
fendine engel olam ayınca, kendisini arzunun ve özlemin
belirsizliğine bıraktı. Bu iyi hissettiriyordu. Belki de fazla iyi.
pudaklarma aynı arzuyla yanıt veriyordu. Tişörtünün ve kotu­
nun pamuklu dokusu çıplak teninde hissetmek tüylerini ürpert­
ti Jack onu ıslak ve sıcak dudaklarıyla öperken, parmaklarını
0nun saçları arasında gezdirdi. Kendisini ona daha fazla yak­
laştırıyor, onu daha fazla hissetmek istiyordu. Onu bu kadar
istemek tüm bedeninin karıncalanmasına neden olmuştu. Onu
çok istiyordu. H em de hemen.
Çok uzun zam an olm uştu. Ağırdan almak için çok uzun za­
man geçmişti. B oğazından beklenti içinde bir hırıltı çıktı ve to­
puklarının üzerine indi. Dudakları onun boynunun tadını alır­
ken Jack’in uzun sert ereksiyonunu kamında hissetti. -Jack."
dedi onun boynunu öperken, “öyle güzel tadıyorsun ki. seni
yiyip bitirmek istiyorum .”
“Tanrım, Daisy,” diye homurdandı Jack, elleri onun çıplak
sırtında gezinirken. Saçlarındaki lastiği çıkardı, saçlan açıldı
ve çıplak omuzlarından aşağı savruldu. Saçlarını ellerinin ara­
sına aldı ve onu kendine çekerek yeniden öptü. Bir eli onun
sırtına kayarken, D aisy’de onun öpüşlerine yanır veriyordu.
Sutyenini çözdü ve onu çıkarıp kırmızı beyaz arabanın baga­
jının üzerine fırlattı. Memelerini avuçladı. Meme uçlan sıcak
avuçlarının içinde ürpermişti. Daisy ellerim onun tişörtünü içi­
ne soktu ve göğsünü, kamını ve sırtım okşamaya başladı.
Jack ellerini onun arkasına doğru uzattı \ e kalçalarım kavra-
lol
dı. Daisy'yi kaldırıp arabanın bagajına oturttu, çıplak ayal{J
arabanın krom tamponuna değiyordu. Serin metalin dokur^
onun arzu sisinin içinden çekip aldı ve bir anda güneş ışığ,n
altında külodu dışında çırılçıplak kalmış olduğunu fark ettj
Elleriyle memelerini kapadı. “Bu arabanın markası ne?” ^
sordu, bu ani utancını örtbas etmek için.
“Bu bir Custom Lancer,” diye yanıtladı Jack, tişörtünü ba
şmdan sıyırıp, elbisenin üzerine atarken. “Senin için aklımda
olan en uygun araba.”
Daisy kuruyan dudaklarını yaladı. “Aklında ne var?”
“Seninle süspansiyonunu test edeceğiz.” Daisy’nin dizleri­
ni araladı ve bacaklarının arasına girdi. “Ellerini indir, tatlım.”
Nathan’ı doğurduğunda memeleri büyümüştü ve doğum
sonrasında küçülmemişlerdi. “Eskisinden daha şişmanım.”
“Fark ettim.” Onun bileklerini tuttu. “Aşk ısırığına benze­
yen doğum lekenin durup durmadığını görmek istiyorum.”
“Duruyor.”
Jack onu ellerini indirmeye zorlamadı. “Göster bana.”
“Hamilelik çatlaklarım var.” Aslında bu ince çizgiler artık
pek fark edilmiyordu ancak hâlâ oradaydılar.
“”Her yerini görmek istiyorum, Daisy.”
“Yaşlandım, Jack.”
“Ben de öyle.”
Uzandı ve Jack’i çıplak omuzlarından öptü. “Hayır, eski­
sinden daha iyisin.” Boyun çukurunu öptü, Jack de onun elle­
rini çekti ve pantolon kemerini üzerine koydu.”
“Fermuarımı aç,” sesi şehvetten yanık çıkıyordu. Arka ce-
Papatya Falı

a n bir kondom çıkardı ve bagajın üzerine koydu,


paisy metal düğm eyi açtı. Jack külot giymemişti, fermuarı
jirdi ve göbeğinden kasıklarına kadar uzanan tüyler orta-
11 çıktı- Penisi sol tarafında duruyordu, Daisy başını kaldı-
V,p o n u n yüzüne bakarken, elinin pantolonundan içeri soktu,
avucunu uzun sert penisinin üzerine bastırdı, Jack arzu dolu
gözlerle ona bakıyordu.
“Onu dışarı çıkar,” dedi çatlak bir sesle.
Daisy pantolonun belini açtı ve onu Jack’in kalçalarına ka-
dar indirdi. K ocam an ve pürüzsüz sıcak bir mermer gibi olan
penisi Daisy’ye dayandı ve onu eline aldı. Avucunun içini ya­
kan sert eti okşadı. A şağı doğru kayarak tamponun üzerine
o tu rd u ve onu öptü. O nu oradan öpmeyi planlamamıştı ancak
çok uzun zaman olm uştu ve her şeyi yapmak istiyordu. Jack
güzel kokuyordu. D aha iyi tadıyordu ve hatırladığından çok
daha büyüktü. Ya da yanlış hatırlıyordu.
Jack aldığı keyfi göğsünün derinliklerinden gelen bir hı­
rıltıyla gösterdi ve D aisy ’nin yüzünden saçlarını çekti. Daisy
başını kaldırıp ona baktı ve onu daha fazla ağzına alırken göz­
lerini izledi. Ja c k ’in burun delikleri aralandı ve derin bir nefes
aldı.
“Ah, Daisy,” diye fısıldadı ve başını geriye attı. Çok uzun
zaman önce D aisy’ye kendisini bu şekilde mutlu etmeyi öğret­
mişti. Daisy unutm am ıştı. Bir eliyle Jack'iıı arkasına uzandı
ve kalçasını avuçladı. Serbest eliyle de toplarım tuttu. Diliyle
penisinin başının hem en altında atan nabzını buldu.
Jack bir anda onu geriye itti, “ Bu şekilde boşalmak ıste-

163
Rache/ Gibson

miyorum ve bir kez daha onu kibar bir şekilde bagajm üst^
oturttu. Sırtüstü yatırdı ve külotunu çıkardı. Bacaklarının ^
sına girdi. Yüzüne sonra boynuna sonra da memelerine bai^
Bacaklarının arasından üzerine eğilip, ağırlığım bir k o lip
üzerinde verdi ve “Beni yine on sekizimde hissettiriyorsm, „
dedi. “Tıpkı kendim i kontrol edemediği günlerdeki gibi.”
Memesinin ucunu öperken eliyle yumuşak, hassaslaşıp
kaygan etini okşarken. “Sanki o günlerdeki gibi gerçek olaya
girmeden önce boşalacağım.”
Daisy sırtını gerdi ve inledi. “Bir an önce gerçek olaya gj.
relim”
“Daisy.”
“Hmm?”
Jack doğum lekesini öptü. “Memelerin her zamankinden
daha güzel.”
Jack sıcak dudaklarıyla, meme ucunu emmeye başlamasay­
dı buna gülebilir ya da belki onunla bir tartışmaya girebilirdi.
Bunun yerine parmaklarını onun saçlarının arasında gezdirdi.
Gözlerini kapadı ve her tarafına yayılan bu duygu selinin tadı­
nı çıkarmaya başlayacaktı ki gerçek olaya giremeden kendisi­
nin boşalmasından korktu.
“Daisy, gözlerini aç.”
Daisy gözlerini açtı. Jack ona baktı, onun da gözleri ateş
içindeydi. Kondomu kaptı ve paketini yırtarak açtı. “İçine gir­
diğimde yüzünü görmek istiyorum.” Kaygan kauçuğu penisi­
nin başından aşağı, kasık tüylerinin olduğu yere kadar yuvar­
ladı. Ellerini çıplak bacaklarının altından geçirip, onu arabanın

164
Papatya Falı

.m kadar çekti. “Senin de beni görmeni istiyorum.”


k(>nar
Daisy onun o tanıdık yeşil gözlerine baktı. “Seni görüyo-
” dedi, Jack onun kalçalarını kavrarken. Jack onu dölyata-
fiirfl’ *
a gömen tek bir hareketle içine girdi. Kalçalarını kavrayan
İlerini iyice sıktı ve D aisy’nin sırtı gerildi. Daisy acı ve zevk
çjn d e inledi ancak hangisinin daha güçlü olduğundan emin

d e ğ ild i-
“Kahretsin,” dedi Jack, sıktığı dişlerinin arasından ve onun
yüzünü ellerinin içine aldı. “Afedersin, Daisy.” Yanağına ve
burnuna yumuşak bir öpücük kondurdu ve usulca fısıldadı,
»Üzgünüm, üzgünüm. Şimdi sana daha iyi hissettireceğim.
Söz veriyorum,” geri çekildi ve bu kez daha yumuşak bir şe­
kilde kendisini içine itti ve Daisy onun sözlerine ne kadar sa-
dık kaldığını hatırladı. Yavaş ve ölçülü hareketleriyle ona zevk
vermeye başladı.
Jack onun içinde gidip gelirken, Daisy onun gözlerinin içi­
ne baktı. “Bu daha mı iyi?”
“Hnım, evet.”
“Söyle.”
“Çok iyi, Jack.” Kendisini kuş gibi hafif hissediyordu ve
omuzlarını tuttu ve kendisini ona doğru çekti. “Sakın durma.
Ne yaparsan yap ama sakın durma.”
“Bu mümkün değil.” Hareketlerini hiç aksatmadan onu kal-
çalanndan kaldırdı.
Daisy’nin tenine ateş basmıştı ve birleştikleri noktadan dı­
şarı yayılıyordu, parmaklarını Jack’in etine gömdü. Jack’in
bu yavaş hareketleri onu delirtiyordu. “Daha hızlı. Daha hızlı.
Rachel Gibson

Jack. ”
Jack onu alnından öptü ve Daisy sıcak nefesini Şakak]arin
da hissetti. Jack hızlandı. Daha da sertleşti. Gidip geliy0p
Gitgide onu zirveye çıkarıyordu.
“Daisy Lee.” Dudaklarından dökülen sözcükler kulağa ^
soruymuş gibi geliyordu. Daisy giderek artan zevkten baş|ça
bir şey düşünemiyordu, çığlık atmak için ağzını açtı ancak ardı
ardına gelen zevk dalgaları sesinin boğazından çıkmasını en
gelledi. Onu sıkıca kavrarken kasları gerginleşti.
Hızlanarak hareketlerini sürdürdü. Sıcak nefesi hâlâ Da­
isy’nin şakaklarına yayılıyordu ve kendisini son kez sert bir
şekilde itince Daisy’nin daha yukarı çıkmasına neden oldu
Aynı anda hem sövüp, hem şükretti. Onu iyice kendisine çekti
ve son kez kendisini içeri itti. Boğazının derinlerinden bir inilti
çıktı, bu gırtlaktan gelen ve uzun süren bir ahhh sesiydi.
Daisy göz kapaklarının arkasında noktalar gördü ve kulak­
ları çınlamaya başladı. Bayılacaktı. Tam bu Custom Lancer’m
üzerinde. İşte, bu olacaktı. Tıpkı onun söylediği gibi olacaktı
ancak umurunda değildi.
Bayılmadı gerçi. Gerçek anlamda bayılmadı. Başı öylesine
dönüyordu ki, kıpırdamaya bile korktu. Uzun zamandır seks
yapmamıştı ve bu kadar iyi olduğunu hatırlamıyordu. Ama
öyleydi. Elbette öyleydi. Ancak Jack’in teninin onunkine do­
kunduğu yer, hâlâ karıncalanmış durumdaydı. Olayın bu bö­
lümünü hiç hatırlamıyordu. Belki de daha önce hiç olmamıştı.
Jack onun içinde öylece kaldı, göğsünü onunkine bastırdı
ve başını onun kulağının yanına, arabanın üzerine koydu. Da-
Papatya Falı

kalp atışlarım göğsünde hissedebiliyordu,


jsy °llUn . j açtl ve tepedeki pervaneye baktı. Jack Parrish onu
-nce hiç götürmediği bir yere götürmüştü. Onu neredey-
J3'10 geçiren bir orgazma ulaştırmıştı. Bu konuda ne
sC^ £ceğini bilmiyordu. Hatta hiçbir şey düşünebilecek du-
^ da değildi- Tamamen afallamıştı.
^'jgck dirseklerinin üzerinde doğruldu ve onun yüzüne baktı.
tatmin olmuş bir gülümsemeyle kıvrılmıştı. “Vaay.
0n sekizinden bile daha iyisin.”
paisy onu seksi yeşil gözlerine baktı. O ana kadar içindeki
her şeyinin ölmüş, ancak o anda yeniden dirilmiş olduğunu
hissetti. Uzun zaman karanlıkta kalıp sonra gümşığına çıkmak
gibi bir şeydi. Tamamen saf bir duygu içini kapladı ve o anda
y a p a b ile c e ğ i en berbat şeyi yaptı.
Gözyaşlarına boğuldu.

Embish & Elysion


www.webcanavari.net
'B ölü m . 1 0

Şimdiye kadar kimse Jack’in üstüne ağlamamıştı. Lanet olsun


Daisy bile bekâretini kaybettiği gün ağlamamıştı.
Tişörtünü mutfak masasının üzerine fırlattı ve karşı taraf­
ta durup, kollarını göğsünün altında kavuşturmuş, gözlerini
ayaklarına dikmiş Daı'sy’ye baktı. Bu duruşu ona kasabaya
döndükten sonra onu ilk gördüğü geceyi anımsattı. Üzerinde
sarı bir yağmurluk vardı. Şimdiyse kaplanlı ayıcıklı o elbiseyi
giymişti, birkaç dakika Önce giymesine yardımcı olduğu elbi­
seyi.
Onu kesinlikle çok şaşırtmıştı. Bir an için parmaklarını
onun tenine gömerek, inleyerek, daha fazlasını isteyerek iyi
zaman geçirmişti ve hemen ardından gözyaşlarına boğulmuş­
tu. Lanet olsun, neler oluyordu?
Tuvalete gidip, üzerindeki kondomdan kurtulmak için izin
istemişti ve geri döndüğünde onu elbisesini telaşla başından
geçirmeye çalışırken bulmuştu. Eğer elbisesini daha çabuk gi-
yebilıueyi becerebilseydi çoktan gitmiş olacağını düşünmüştü.
Belki de bu en iyisi olurdu.

168
Papatya Falı

O kadar telaşlı görünm üştü ki, çöp kutusuna atmayı çok


tcdiğ' elbisesini g iy m esin e yardımcı olmak zorunda kalmış-
Çantasını om zu na takm ış ve onu evine göndermek yerine
ağlama krizine g irm iş her kadına yapardı, evine getirmişti.
0unU neden yap tığın ı bilm iyordu. Belki de ona seks yaptıktan
s0nra konuşma sö z ü verd iğ i içindi.
Evet, nedeni buydu ancak artık kafası açıldığı için onun
Eyleyeceği hiçbir şeyi duymak istemediğinden emindi. Tabi
söyleyeceklerinin soyunup üzerine çıkmasıyla ilgisi yoksa.
Seviştikten sonra ona olan arzusunun dineceğini düşünmüş­
tü Yanılmıştı ve bu onu rahatsız ediyordu çünkü ne anlama ge­
leceğini düşünmek istemiyordu. Şimdilik ona karşı bir şeyler
hissetmek istemiyordu. Arzulamak bile istemiyordu.
Buzdolabını açtı ve bir kutu süt çıkardı. Düşünceleri yatak
odasına kaymadan önce durdu ve kendisine onun üzgün oldu­
ğunu, ağladığını ve Daisy Monroe olduğunu hatırlattı. Ellerim
ondan uzak tutmak için bu üç neden yeterliydi.
“Senden özür dilemeden önce,” dedi, ayağıyla buzdolabı­
nın kapısını kapatırken, “Ne için özür dilediğimi bilmek isti­
yorum.”
Daisy başını kaldırıp ona baktı. Kıpkırmızı olmuş gözleri­
nin altı morarmış, yüzü sünger gibi kabarmıştı. “Sen bir şey
yapmadın, Jack.”
O da bir şey yaptığını düşünmüyordu ama söz konusu ka­
dınlar olduğunda bundan emin olmak asla mümkün değildi.
Eğer bir sorun yoksa da onlar icai etmeyi becerirlerdi. “Bir
şeyler içmek ister misin?” Daisy başını sallayınca, Jack süt
Rarhd Gibson

kutusunu başına dikti ve kutunun üzerinden ona baktı v


' Mıı
yu indirdi ve üst dudağını yaladı. Belki de ona çok Sert Utü'
1dav.
ranmıştı. Onun bir süredir seks yapmadığını unutmuştu “o
.............
incittim mı?
' ^eni
P a r m a k la r ıy la y a ş la r ın ı s ild i. “Hayır.”
Süt kutusunu tezgâha koydu ve bir dolabın kapağm, açt
Bir bardak alıp içini buz ve suyla doldurdu ve mutfağm diğe
tarafına giderek bardağı ona verdi. Parmakları onunkilere değ
di ve “Neden ağlıyorsun, Daisy?” diye sordu.
“Bilmiyorum.”
“Bence biliyorsun.” Berbat görünüyordu. Belki biraz kork
muştu ancak kendisini şu anda tek korkutan şeyin onu hâlâ ne
kadar istiyor olmasıydı. “Söyle bana, Daisy.”
Suyundan birkaç yudum aldı ve sonra soğuk bardağı ya­
nağına yasladı. “Utanç verici.” Sanki söylediğini desteklermiş
gibi yüzü kızardı.
“Neden bana söylemiyorsun?” Kendisinin ki ile onun be­
deni arasına bir mesafe koymak yerine daha yakma gelerek
kalçasını tezgâha dayadı ve kollarını çıplak göğsünün üzerinde
kavuşturdu.
Başını kaldırıp göz ucuyla ona baktı, sonra da gözlerini tez­
gâhın üzerinde duran (susam sokağı karakterlerinden) Elmo
kurabiyelerine çevirdi. “Elmo kurabiyeleri mi?”
“Billy’nin kızları geçen Noel’de, Oreo’larla birlikte bana
hediye etmişlerdi. Konuyu değiştirme.”
Daisy gözlerini turuncu renkli kurabiye kavanozundan
ayırmadı ve derin bir nefes aldı. “Sanırım uzun zamandır seks
170
P a p a ty a Falı

lT ia y ı unutm uşum .” O m uz silkti. “Ve bana sen hatırlattın.”


“Bu mu yani?” D aha fazlası olmalıydı.
“İyiydi.”
“Daisy* iyinin de ötesindeydi.” Açlıklarını gidermeye ça-
l,?an iki gözü dönm üş insan gibiydiler. Her ikisi de doyuma
laşm aya çalışan iki insan. Şim diye dek birlikte olduğu kadın-

! iarin içinde, orgazm ı topuklarına kadar hissettiren tek kadındı.


Y arın gidiyor olması iyiydi. Böylece kendisine arkasından
Bitmeyeceğini söyleyebilirdi ancak yalan söylemiş olurdu.
“İ y i y d i derken sanki Rio Grande’m bir nehir olduğunu söylü­
yorsu n . Hafife alıyormuş gibisin.” Parmaklarım çenesine koy­
du ve yüzünü kendisine çevirdi. Kirpikleri o parlak kahverengi
gözlerinin üzerinde birbirlerine girmişlerdi. Parmak uçlarını
onUn yumuşak teni üzerinde gezdirdikten sonra elini geri çek­
ti. “Neden bu kadar uzun zaman kimseyle sevişmedin?”
Eğer mümkün olsaydı Daisy daha fazla kızarırdı. “Bu seni
gerçekten hiç ilgilendirmez.”
“İki yıldır kimseyle sevişmemişsin bunca zaman sonra
bunu benimle yapıyorsun. Elbette beni ilgilendirir.”
Daisy kaşlarını çattı ve elindeki bardağı tezgâhm üzerine
bıraktı. Tam yanıt vermeyeceğini düşünürken, “Hayatının son
bir buçuk yılında, Steven artık seks yapamaz hale gelmişti,”
diye bir yanıt aldı.
Bu Jack’i şaşırtmıştı. “Ve sen de başkasına gitmedin, öyle
rai?”
“Elbette, gitmedim. Bu ne berbat bir soru?”
Berbat bir soru sorduğunu düşünmüyordu. On beş yıl önce
171
Rachel Gibson

onunla sevişirken aniden Steven’la kaçmıştı. “Bazı kadın|ar


giderdi. "
“Ben gitmem. Ben her zaman Steven’e sadık kaldım.”
“Öleli yedi ay oldu.”
“Neredeyse sekiz.”
“Sekiz ay başka biriyle sevişmemek için oldukça uzun bir
süre.”
Daisy’nin gözleri Jack’in dudaklarından, boynuna sonra da
göğsüne indi. “Bazıları için.”
“Hayır, çoğu insan için.”
Daisy gözlerini kaçırdı. “Bir söz vardır, ‘Eğer kullanmaz­
san, onu kaybedersin. ’ Çok doğru.”
“Ama sen pek kaybetmişe benzemiyorsun.”
Bardağını yeniden eline aldı ve Jack, onun lavaboya doğ­
ru gidişini izledi. Daisy arka bahçeye bakan pencereden dışarı
baktı ve su bardağından büyük bir yudum aldı. Bardağı yine
bıraktı ve tezgâha tutundu. “Bir süre için kaybettim. Ölmek
üzere olan biriyle yaşarken seks senin önceliğin olmuyor. İnan
bana. Hayatın doktor randevuları ve yeni tedavileri denemekle
geçiyor. Felçlerle, nöbetlerle ve ağrılarla mücadele etmek için
doğru yöntemleri denemekle geçiyor.”
Onun profiline baktı. Bunların hiçbirini öğrenmek istemi­
yordu. Steven için üzülmek istemiyordu ancak soru sormadan
da edemiyordu, “Steven çok acı çekti mi?”
Daisy omuz silkti. “Bunu hiç itiraf etmek istemedi ama ben
çektiğini biliyorum. Bunu ona sorduğum zaman, bana merak
etmememi söylerdi.” Acı içinde güldü. “Merak etmiyormuş
172
ra p aıy a ta n

jbi y a p a r d ım ve o da her şey yolundaymış gibi yapardı. Bu


fonıida benden daha iyiydi .”
“Steven her zaman bir şeyleri yapar gibi görünmek konu­
sunda her ikimizden de daha iyiydi.” Yıllar boyunca Steven ve
jack, Daisy onların sadece arkadaşıymış gibi davranmışlardı.
S teven bu konuda her zaman ondan daha iyiydi.
Daisy başını sallayarak onayladı. “Bunu son gününe kadar
devam ettirmeyi başardı. Öldüğü gece, evde komaya girmiş­
ti ” Daisy omzunun üzerinden bakıp gözlerini onun gözlenne
dikti. “Nathan ve ben onun son nefesini verişini izledik. Böyle
bir şey yaşamak insanı değiştiriyor. Gerçekten nelerin önemli
olduğunu anlıyorsun.” Güçlükle yutkundu ve ekledi “Ve bazı
şeyleri düzeltmen gerektiğini.”
Jack midesine kramplar girdiği halde yerinden kıpırdamadı.
Daisy’nin söyledikleri tahmin edemeyeceği kadar onu etkile­
mişti. Ailesinin ölümünü izlememişti ve bunun için minnettar­
dı. Yeterince karanlık anıları vardı.
“Tabutların içinde yay olduğunu biliyor muydun?”
“Evet.” O ve Billy yaylı tabut alamamışlardı. O zamanlar
herhangi bir şey satın alacak paraları yoktu. Anne ve babası
yastıksız ve yaysız tabutlarla gömülmüşlerdi. “Biliyorum.”
“Oh, evet haklısın.” Yeniden pencereden baktı. “Ailenin ce­
naze törenini hatırlıyorum. Başına böyle korkunç bir şey geldi­
ğinde çok gençtin. O zamanlar bunun ne kadar kötü olduğunu
anlayamamıştım. Gerçekten. Ama artık biliyorum.”
Jack gelip onun arkasında durdu ve onu kollarından tutmak
için ellerini kaldırdı. Ancak vazgeçerek geri indirdi.
173
NntM Cibson

Daisy o çirkin elbisesinin yan cebinden bir mektup çık-,,^


ve lavabonun yanına koydu. “Bu Sloven'in meklııbıı. Sanaso-
clm ışliın.”
Jack onu gerçeklen hiç okumak islem iyordu ve bunun doğ
ru olmadığını da biliyordu. G eçm işindeki kara deliğin hatırla
tılınasım islemiyordu.
“Steven ve ben, seni asla kırmak islemedik, Jack. Hepimi
çok iyi arkadaşlık ve bu arkadaşlığımızın o şekilde bilmeme­
si gerekiyordu. Çok gençlik ve aptallık ellik. Sana geldiğimi?
akşam hayalımın en berbat akşamlarından biriydi.” Bir şiire
duraksadı ve sonra neredeyse fısıltıya yakın bir sesle, “O gece
de beyaz bir tişört giyiyordun.”
Evet, o gece ay vardı. Daisy’ye kendisini terk etmemesi
için yalvarmıştı. En yakın arkadaşını fena halde dövmüştü ve
o yakın arkadaşı ölmüştü. O gece Jack’in içinde de bir şeyler
ölmüştü. Nedense, sabah bu konunun yeniden açılması olay­
ları daha da gerçek kılmıştı. Her şeyi yeniden canlandırmıştı.
“Dur, Daisy.” Kollarını tuttu. “Daha fazla konuşma.”
“Konuşmam gerek, Jack.” Omzunun üzerinden ona baktı.
“Birbirimizden ayrı bir zaman geçirmemiz gerektiğini söyle­
diğinde çok korkmuştum. Ne yapacağımı bilmiyordum. Ne
kadar korkmuş olduğumu,” Jack onun çenesini kaldırdı ve du­
daklarından öptü. Onu çıplak göğsüne doğru çekti ve kollarını
karnına doladı. Hiçbir şey duymak istemiyordu; sadece onu
hissetmek istiyordu. Onu tüm bedeninde hissetmek istiyordu.
Çıplak. Onunla bıkıp usanana kadar defalarca sevişmek isti­
yordu, onu tamamen sisteminden çıkarana kadar. Kafasından
çıkarana kadar.
Başta Daisy onun kollan arasında kaskatı bir şekilde duru­
yordu, dudakları kapalı. Ancak Jack öpücüğünü yumuşatınca
ju d a k larım araladı. Bu istediğini almasına izin veren sessiz
bir davetti.
Telefon çaldı ve Jack umursamadı. Dili, Daisy’nin dudak­
larının arasından girdiğinde telefon çalmaya devam etti. Tıp-
Cuslom L ancer’in üzerinde olduğu gibi dudaklarının tadı
çok güzeldi. Daisy gibi, sıcak ve tatlıydılar. Uzun zaman önce
unutmuş olduğu şeyleri hatırlatan bir tattı bu. Yumuşacık bir
tenin, gereksinim in, arzunun ve kalbini söküp çıkaran bir aş­
kın tadıydı.
Bir elini, onun sağ göğsüne doğru kaydırırken kafasından
anıları atm aya çalıştı. Diğer elini elbisesi üzerinden bacakla­
rının arasına sokarken telefon çalmaya devam etti. “Daisy,”
dedi başının yan tarafından ve saçlarının kokusunu içine çekti.
“Hadi benim le yatağa gel ve sana seksin ne demek olduğunu
yeniden hatırlatayım .”
Telefonun sesi kesildi ancak hemen ardından yeniden çal­
maya başladı. D aisy onun kollarından kurtuldu ve mutfağın
diğer tarafına gitti. “ Bu önemli olabilir.”
Arayanın kim olduğunu tahmin edebiliyordu. Buddy Cal­
houn gelecekti ve tamirhanedeki Corvair Monza’yı alıp Lub-
bock’taki kendi tam irhanesine götürecekti. Buddy bu eyalette
tanıdığı en iyi adam lardan biriydi, tamirhanesinden araba ve­
recek kadar güvenilirdi ve iyi bir araba yenileyiciydi. Ancak
zamanlaması berbattı. D aisy’nin peşine düşmek yerine tele-
R a c h e l G ib so tı

fona gitti, öfkesi mutfağın muşamba döşem esini döverı


topuklarından anlaşılıyordu. “Umarım aramak için iyj
denin vardır," dedi ahizeye. ne'
“AJo,” dedi bir kadın ses, “Ben Loella Brooks. Daisy 0
mı?’’ 9Cİa
Dönüp D aisy’y e baktı. “Oh, merhaba Bayan Brooks gv
burada.”
Daisy mutfağın diğer tarafına yürüdü ve telefonu a]d|
“Aio?” Jack’e baktı ve kaşlarını çattı. “Ne? N e oldu? o iyj
mi?” Kaşları neredeyse saç çizgisine değmek üzereydi, “iyj
Pippen nerede?” Daisy diğer elini yanağına koydu. “ Şükürler
olsun.” Bir süre sessizlik oldu ve Daisy konuşmaya devam etti
“Tamam, yola çıkıyorum.” Telefonu kapattı ve Jack’e döndü
“Sorun nedir?”
“Kız kardeşim aklını kaçırmış. İşte, sorun bu,” dedi, tezgâ­
ha doğru yürüdü ve çantasını aldı.
Uzanıp tişörtü alıp başından aşağı geçirirken bacaklarının
arasındaki ağrıyı umursamadı. “Lily iyi mi?”
“Hayır, o deli. Ben buraya gelmeden önce annem ve Lily
ne yapıyorlardı acaba?” diye sordu, elini çantasına atıp araba
anahtarlarını çıkardı. “Tuhaf davranıp, hayal âleminde mi ya­
şıyorlardı? Peki, ben dönünce ne yapacaklar?” Mutfaktan çıktı
ve oturma odasından geçti. “Neyse ki, o ikisine göre benim
hâlâ aklım başımda. Bu ne kadar korkunç değil mi?”
Jack yanıt vermedi çünkü bu yanıt beklenen bir soru değildi
ve onu daha fazla kızdırmak istemiyordu.
Sinekliğin ardından, onun annesinin arabasına binip gidi-

176
Papatya Falı

• izledi. C a d illa c’ın stop lambaları ve sokağın köşesinin


*- erken direksiyon bağlantısının çıkardığı inleme Daisy’yle
Igili duyduğu ya da gördüğü son şeyler olm asını umdu.
ja c k boş eve dönüp, mutfağa gitti. Sütü buzdolabına koydu
,e gözleri D aisy’nin bıraktığı beyaz zarfa takıldı. Steven’m
„ ıe k tu b u . Onu aldı ve elinde çevirdi. İsmi zarfın ön tarafında
nıaVi mürekkeple ve büyük harflerle yazılmıştı.
M u tf a k dolaplarından birini açtı ve onu iki kahve fincanının
arasına koydu. B ir gün okurdu. Ancak bugün değil. Daisy’nin
ç ıp la k halde Custom L ancer’ın üzerindeki görüntüsü bu kadar
tazeyken değil. Steven’ın karısının tadı hâlâ dudaklanndayken
değil-
Daisy kasabaya geri döndüğünden beri, onunla birlikte
o lm a n ın hatırladığı kadar iyi olup olmadığını merak etmişti.
B u n u n yanıtı, daha iyiydi. Bir anlamda tanımlamaya çalışma­
yacağı kadar iyiydi. Sadece onunla birlikte olmanın farklı ol­
duğunu biliyordu. Seksten daha fazlasıydı. Genellikle bir ka­
dından aldığı zevkten daha fazlasıydı.
Aşk değildi. Daisy L ee’ye âşık olmadığını çok iyi biliyor­
du. Ağır konuşuyor olabilirdi ancak aptal değildi. Ve Daisy’ve
âşık olmak tamamen bir aptallıktı. Onunla birlikte olmanın
neden farklı olduğunu bilmiyordu ancak bunu bilmek de is­
temiyordu. Hayatını parçalara bölerek inceleyecek ve gizli bir
anlam bulmaya çalışacak türden adamlardan değildi. Hayır, o
bunu tamamen kurtulana kadar itecek türden bir adamdı. Tek
bildiği, onunla sevişmek uzun zamandır yaşamadığı kadar
iyiydi ve neyse ki gidecekti, böylece kendi hayatına geri döne-
177
bilirdi. D aisy kasabaya geri dönmeden ve unutulması <
JP. ,
şeyleri hatırlatmadan ö nceki hayatına.
A rtık gitm işti ve onu düşünmesi için hiçbir nedeni kain,
mıştı.
Hiçbir nedeni.

Daisy ve Louella hastaneye giderken, siyah-beyaz bir çekj.


ci, Ronnie’nin evinin enkazını kaldırıyordu. Ev, Locust Grove
yolunun birkaç blok ötesindeydi ancak yıkımı kendi gözleriyle
görmek istiyorlardı.
Ronnie’nin evi bej renk sıvalıydı ve birisi ön kapısının üze­
rine uzun boynuzlu bir hayvanın kafatası çivilem işti. Bahçe­
sinde fazla uzamış kahverengi otlar vardı ve L ily ’nin kırmızı
Ford Taurus’u, odanın yarısına kadar girm iş olmasaydı ger­
çekten sıkıcı bir görüntü olabilirdi.
“Ronnie evde miymiş?” diye sordu Daisy, Cadillac’m ga­
zını köklerken. Evin önünde durmuş bön bön Lily’nin Ford
Taurus’una bakan polislerin hız yapan birine dikkat etmeye­
ceklerini düşünmüştü.
“Sanmıyorum ama hastaneye varmadan emin olamayız.”
Daisy hastanelerden nefret ediyordu. İster şehirde ister ka­
sabada olsun hepsi aynı kokuyor ve aynı hissi veriyordu. Steril
ve soğuk. Steven’la birlikte bir sürü ilaç ve öneri, nadiren iyi
bir haber aldıklar hastanelerde, çok zaman harcamışlardı.
Annesiyle birlikte hastanenin acil servisine küçük kapıla­
rından geçtiler ve birkaç dakika sonra Lily’nin yanma vardı­
lar. Pippen neyse ki yanlarında değil, Louella’nın komşusuyla
u y u L y u j u ıı

.jj^te evdeydi. H em şire yatakları ayıran mavi-yeşil çizgili


t’"rdeyi açınca L ou ella gözyaşlarına boğuldu.
“Tamam, anne,” dedi Daisy, sesi tamamen aklını kaçırmış
. ailenin kafası yerinde tek üyesi gibi çıkıyordu. Annesinin
elini sıkıca tuttu. “Lily iyileşecek.”
Ancak Lily hiç iyi görünmüyordu. Yüzünün sol tarafı şiş-
jştj ve alnında derin bir yara vardı. Saçlarında ve gözlerinin
gaflarında kabuklaşmakta olan kan vardı. Bir çeşit sargı sol
kolunun hareket etmesini engelliyordu, sert ve kan sızan bir ta­
rafı dışında, beyazdı. Sargısız olan sağ koluna damar yolu açıl­
mıştı ve giysisi çeşitli müdahalelerden ötürü kesilmişti. Genç
bir erkek doktor, kalbini ve ciğerlerini dinlemek için çarşafı
kaldırdı. Tel gözlüklerinin arkasından onlara baktı.
Louella yatağın başına doğru ilerledi ve Daisy de onu izle­
di. “Lily Belle. Annen burada. Daisy de burada.”
Lily yanıt vermedi ve Daisy uzanıp şiş olmayan yanağma
d o k u n d u . Kız kardeşi çok solgun görünüyordu, eğer göğsünün
hafifçe inip kalktığım görmese, ölmüş olduğunu düşünebilirdi.
“Nesi var?” diye sordu Louella.
“Şu ana kadar,” dedi genç doktor, “Sol kolunda kırık, alnın­
da ve bileğinde derin yaralar tespit ettik. Tomografi çekilene
kadar başka bir şey söyleyemeyiz.”
“Neden uyanık değil?”
“Alnına oldukça sert bir darbe almış. Kafatasında kırık ol­
duğunu sanmıyorum göz bebekleri tepki veriyor. Röntgen çe­
kildikten sonra daha fazla bilgi sahibi olacağız”
“Kazada başka yaralanan olmuş mu?” diye sordu Daisy,
Rachel Gibson

Lily'nin R onnie ve K elly’yi arabasıyla ezip öldürmemi


sı için dua ederken. a'
“OJay yerinden getirilen sadece oydu.”
Bu, Daisy için bir şey ifade etmiyordu. Ronnie ve Kel|
olay yerinde müdahale edilmiş olabilirdi ya da Tanrı korus ^
ölmüş olabilirlerdi. Ronnie’yi görmemişti ancak aramamışt, ^
Lily götürülmeden önce sadece birkaç dakika yanında ka|
malarına izin verildi. Doktorun onlarla kısa bir konuşma yapa
cağı söylendi ancak Daisy bu “kısa” konuşmanın saatler süre
bileceğini biliyordu.
Ona ve annesine bir bekleme odası gösterildi, bu da Da
isy’nin gördüğü diğer bekleme odaları gibi görünüyordu ve
aynı hissi veriyordu. Daisy bütün hastanelerin aynı renkleri
kullandığına karar verdi. Mavi, yeşil ve bordo.
Annesiyle birlikte küçük mavi bir kanepede oturdular ve
Daisy’nin yanındaki sehpanın üzerinde yapma bir aşk merdi­
veni, Reader’s Digest’in son sayısı, Newsweek ve bir de İncil
vardı. Son iki buçuk yılda çok fazla Reader s Digest okumuştu
ve üstelik aboneliği bile yoktu.
Kapının yanında alçak sesle konuşan bir kadınla erkek var­
dı, sanki seslerini biraz yüksekseler bağıracak gibiydiler. Daisy
onların neler hissettiğini anlayabiliyordu. Bu bekleme odalanna
çok gelmişti. Kendini çığlık atmaktan ya da yere yıkılmaktan
kurtaracak şeyler bulmaya zorlamış, kocası ölmek üzere değil­
miş gibi davranıp, düzgün nefesler almaya çalışmıştı. Şimdi de
sanki kız kardeşi o güzel san saçlarında kan lekeleriyle hastane
sedyesinde yatmıyormuş gibi davranmaya çalışacaktı.

180
Papatya Falı

R e a d e r ’s Digest ’i aldı ve sayfalarını karıştırmaya başladı.


“Reng' bembeyazdı,” dedi Louella, sesi titreyerek. “Ve her
yerinde ç o k fazla kan vardı ”
“Saç derisi çok kanar, anne,” sesi soğukkanlıydı. Sanki içi
titremiyordu- İçinde her şeyi kontrol edebiliyordu. Duyguları-
n, saklamayı çok iyi öğrenmişti. Hiçbir şeyin asla fazla yüze­
ye çıkmasına izin vermiyordu çünkü eğer izin verirse her şeyi
İcaybedeceğinden emindi. Tıpkı bugün Jack’le olduğu gibi.
“Nereden biliyorsun?”
“Steven,” diye yanıtladı ve dergiyi daha dikkatli inceleme­
ye başladı. Şu anda Jack’i düşünmek istemiyordu. Onunla ve
bugün yaptıklarının etkileriyle baş etmek zorundaydı ancak
bugün değil. Şimdilik bunu yapılacaklar listesinin ikinci sıra­
sına koymuştu. Lily ve onun cinayete teşebbüsü listesinin bi­
rinci sırasında yer alıyordu. Bugünlerde iyi bir psikiyatrın kaça
mal olabileceğini merak etti.
“Neden bize bir şey söylemiyorlar?”
“Şimdilik fazla bir şey bilmiyorlar.”
Bekleme odasına bir polis memuru girdi ve onlara Lily’nin
yakınları olup olmadıklarını sordu. Saçları asker gibi kesilmiş­
ti ve mavi bir üniforma giymişti. Kendisini polis memuru Neil
Flegel olarak tanıttı. “Lily ve Ronnie ile aynı dönem mezun
oldum,” dedi.
“Sen M att’in küçük kardeşisin.” Daisy onun elini sıktı. “Bir
keresinde okul balosuna M att’le birlikte gitmiştim. Hâlâ Lo-
vett’te mi yaşıyor?” diye sordu çünkü burası Teksas'tı ve gör­
gü kuralları acil durumların önünde gelirdi.
ısı
Rachel Gibson

“San A n to n e ’d an buraya yeni taşındı. Onu sorduğunu söy|


riın." N ot defterini çıkardı ve işe koyuldu. “Lily’yi o araba
içinde görmek beni çok üzdü.” Onlara Taurus’un, Ronnie',^
oturma odasının iki buçuk metre içine girdiğini söyledi. Dajsy
L ily ’nin Ronııie’yi öldürüp öldürmediğini sormanın uygun
yolunu düşünürken, “Sizlerin aklına bu kazayı kasten yapm^
olabileceğine dair bir neden geliyor mu?” diye sordu Neil Flegej
Bu Daisy’nin aklına gelen ilk ve tek şeydi. “Hayır.” Başım
salladı ve şaşırmış gibi görünmeye çalıştı. “Bu bir kaza olmalı ”
“Ayağı kaymış olmalı,” dedi Loella ve D aisy annesinin de
kendisi gibi buna inanıp inanmadığını merak etti. “Ve” diye
devam etti Louella sanki şaşırmış gibi, “Son günlerde insanın
gözünü karatan migren ağrıları çekiyordu.”
“Ronnie’yle konuştuk ve son zamanlarda çok sık kavga et­
tiklerini söyledi.”
“Ronnie’yle bugün mü konuştunuz?” Daisy neredeyse rahatla­
mış olmaktan dolayı bir kahkaha atacaktı. “Yani kazadan sonra?”
“Onu kız arkadaşının evinde bulduk.”
“Demek o sırada evinde bile değildi?”
“O sırada evde kimse yokmuş.”
“Şükürler olsun,” diyerek iç geçirdi Daisy. Kız kardeşi
cinayetle suçlanmayacaktı. Burası Teksas’tı. Eğer cinayet iş­
leyeceksen burası hiç de uygun bir yer değildi. Öte yandan,
Teksas mahkeme jürisini oluşturan kadınlar kocası tarafından
aldatılan kadınlara sempati duyarlardı.
“İntihara eğilimi var mıdır?” diye sordu Neil.
Bu soru Daisy’nin ve annesinin duraksamasına neden oldu.

182
Papatya Falı

ply bunalımdaydı ve yıkılmıştı ancak Daisy kız kardeşinin


gidisini öldürmek isteyeceğine inanmıyordu. Sadece Ron-
• ’vi öldürmek istiyordu.
|ll6 j
“H ay,r>” y a n ıtla d l Louella. “Albertson’da yeni bir iş
bülmuştu- Onun için her şey yoluna girmeye başlamıştı.”
“Dün akşam onunla birlikteydim ve çok iyiydi,” dedi Da-
jgy, polise. Ve bu doğruydu. Lily dün gece iyiydi. Daisy’nin
“Earl’ün Ölmesi Gerekiyordu” şarkısını sadece iki kere dinle-
zorunda kalmıştı. Bir kere Slim Clem’e giderken, bir kere
de eve dönüş yolunda.
]sfeil birkaç soru daha sordu ve gittiğinde Daisy annesine,
“Sence kendisini öldünneye çalışmış olabilir mi?” diye sordu.
“Elbette hayır,” dedi Louella kaşlarım çatarak.
“Peki, sence R onnie’yi öldürmek istemiş olabilir mi?”
“Daisy Lee, kız kardeşinin sadece ayağı pedaldan kaydı, o
kadar.” Ve bu da tartışm anın sonuydu.
Ancak değildi. D aisy için değildi. Lily hastanedeyken ve
cinayetle suçlanırken eve geri dönmesi mümkün görünmüyor­
du. Nathan bundan hiç hoşlanmayacaktı.
İzin istedi, cola ve şeker makinelerinin yanında bir telefon
buldu. Arama kartını kullandı ve Nathan yanıt verdiğinde ne­
şeli konuşmaya çalıştı. Bunu neden yaptığını bilmiyordu, sa­
dece böyle yapm ası gerektiğini düşünmüştü.
“Merhaba, N athan.”
“Merhaba, anne.”
Bir süre durakladı ve doğrudan konuya girdi. “Pek hoşuna
gitmeyecek haberlerim var."
Rachel Gihson

Uzun bir sessizlik oldu. “N e?”


"Lily Teyzen bu sabah köfii bir trafik k azası geçim y
anda hastanede. Ben yarın g e le m e y e c e ğ im .” ^
Nathan teyzesini so n n ad ı. O n b eş y a ş ın d a y d ı ve ^
kendi sorunlarıyla ilgileniyordu. “ B u n u b a n a y apaırıazsln "
"Nathan. Lily gerçekten köfii d u r u m d a .'’
“Buna çok üzüldüm am a ban a s ö z v e rm iş tin ! ”
“Nathan, L ily’nin a rab asıy la, R o n n ie ’n in o tu rm a odasın
dalacağını bilem ezdim .”
“Saçlarımı kestirdim! Olamaz. Olamaz, anne. Burada kal
mayacağıın. Dün akşam bana İsveç köfteleri yedirmeye z0rla
dılar.”
Biiyük olasılıkla onu bir şey yapmaya zorlamamışlar,
ancak Nathan İsveç köftelerinden nefret ederdi ve bunu bir
komplo olarak görmeyi tercih etmişti. Bu da onların yanında
kalmak istememesinin başka bir nedeniydi. Daisy derin bir ne­
fes aldı ve ankesörlü telefonla, içecek makinesinin arasındaki
duvara yaslandı. “Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum, Nate.
Şu anda büyükanneni ve Lily’yi yalnız bırakamam. Sen orada
kendini cehennemde gibi hissederken ben burada parti falan
vermiyorum.”
“O zaman ben de oraya gelmek istiyorum .”
“Ne?”
“Anne, buradan nefret ediyorum. Seninle orada olmayı ter­
cih ederim.”
Daisy, Jack’i düşündü.
“Bunu bana yapamazsın.” Hattın diğer ucundan Nathan ın
P apatya Falı

• liidcn sesinin çatlamasını engellemeye çalıştığını anlaya-


^•yordu. “Lütfen, anne.”
kendisi Jack’le konuşmadan biıbirleriyle karşılaşma olası-
l,ğ, neydi? Neredeyse sıfır. Büyük olasılıkla yaşıtlarıyla takılır
ve büyükannesinin evinde oturup televizyon izlerdi. Ve kazay­
la karşJİa§sa^ar bile, ne olurdu? Birbirlerine benzemiyorlardı,
girerlerini tanımazlardı. Nathan, Jack’le ilgili hiçbir şey sor-
manuşü ve onun Jack’in soyadını bile hatırladığından emin
değildi- “Eğer gerçekten istediğin buysa, sana buraya gelmen
için bir uçak bileti bulm aya çalışırım.”
Hattın diğer ucundan bir rahatlama sesi geldi. “Seni sevi­
yorum, anne.
“Sadece işine geldiğinde bunu söylemen çok komik.” Gül­
dü. “Junie teyzeni telefona ver.”
Steven’ın kız kardeşiyle konuştuktan sonra telefonu kapadı
ve birkaç görüşme yaptıktan sonra ertesi gün Seattle’dan kal­
kan uçakta bir yer buldu. Sabah saat altıda kalkıyordu ve üç
saat kırk dakika sonra D allas’ta durakladıktan sonra yaklaşık
beş civarı A m arillo’ya varıyordu. Dallas’a gidip Nathan'ı ora­
dan almayı düşündü. Altı saatlik bir yoldu. Fort Worth ve Cow
Tovvn’da konaklayıp, ızgara et yiyebilirlerdi. Düşündükçe fikir
cazip gelmeye başladı. Tatil içinde böyle bir tatil yapmaya ih­
tiyacı vardı ancak N athan’ı yeniden aradığında, Nathan ertesi
gün altı saatlik yolculuk yapmak yerine, üç saat Dallas hava­
alanında beklemeyi tercih edeceğini söyledi. Zaten ne kadar
cazip olursa olsun annesini ve Lily'yi şu anda yalnız bırakma­
ması gerekirdi.
R a ch e l G ıb so n

N athan'm biletini ay ırttı v e b e k le m e o d a s ın a geri


ailesinin h er zam an bu k a d a r ç ılg ın o lu p o lm a d ığ ın ı düşü ^
A nnesinin y anına g e ld iğ in d e , d o k to r k ü ç ü k k a n e p e d e ^
yanında oturuyordu. D a is y d e a n n e s in in y a n ı n d a a y a k ta H nU"
ürdiı
“ Uyandı m ı? ” d iy e s o rd u a n n e si.
“Yaklaşık on beş dakika önce u y andı. Tom ografisi t
çıktı. Bir beyin travması ya da iç o rg an la rın d a bir hasar y0](
Emniyet kemerini taktığı ve arab an ın h a v a y astıkları oldu-
için şanslıymış.” D oktor başını k ald ırıp , D a is y ’y e baktı, “g,
leği kırılmış ve kem ikleri y en id en b ir a ra y a getirm em iz jçjn
ameliyatla çivi takm am ız gerekecek. A m a rillo ’dan bir ortope
di cerrahi yola çıktı.”
Doktor gittikten sonra L o u ella h a s ta n e d e , L ily ’nin yanında
kaldı ve D aisy’de, P ip p en ’le ilg ile n m ek iç in e v e döndü. Onu
yatırdı ve sonunda annesinin k a p la n lı v e a y ıc ık lı elbisesinden
kurtuldu. Kafasında başka b ir ş e y k a lm a d ığ ı için Jack ’i dü­
şünmeye başladı. O aptal elbisenin içindeyken bile beni tahrik
ediyorsun, demişti, bu çok sa çm ay d ı.
Yeşil bir etek ve beyaz bir bluz giyip, mutfakta yiyecek bir
şeyler aradı. Peynirli bir tost, domates çorbası ve buzlu çay
yaptı. Güneş ışığının aydınlattığı kahvaltı masasına geçti.
Jack’le bir arabanın bagajı üzerinde sevişmekle hata etmiş­
ti. Hayır, ne koşulda olursa olsun onunla sevişmekle hata et­
mişti. Ancak o zaman onu gönülsüzce bile olsa itiraz edecek
iradeye sahip değildi. Buna pişman olacağım tahmin etmişti
ancak durduramamıştı.
Tostunu parçalayıp, çorbanın içine attı. Bir yudum aldı. Ja-

186
Papatya Falı

Ç|e sevişmişti- Kötü olmuştu. Hayır, bir hata olmuştu. Seviş­


le iytyd i- Şahaneyd i- ° kadar 'y 'y d' ki gözyaşlarına boğulmuş
ve bundan utanmıştı. Bunu düşününce bile yüzü kızarıyordu,
jack’in kendisine bakan ateşli yeşil gözlerini ve o sıcak do­
l u ş l a r ı n ı düşününce. Bunları düşünmek bile bedenine ateş
basmasına neden oluyordu.
Çorbasına üfledi. Bunu itiraf etmekten nefret ediyordu an­
cak cğer annesi aram amış olsaydı kendisini Jack’in yatağında
b u la c a k tı. Ve hâlâ orada olacaktı.
Çayından bir yudum aldı. Şimdi ne olacaktı? Bilmiyordu
ve hayatında olup biten diğer şeylere bakılırsa, diğer sorunlar
çözülmeden bunu düşünmeye gerek yoktu.
Pippen uykudan uyandıktan sonra annesinin bahçesinde
onun fotoğraflarını çekti. Flamingoların arasında kopanlması
yasak çiçekleri koparırken de çekti. Dünyaya kamerasımn ar­
kasından bakarken, sorunları bir kısa bir süreliğine geri planda
kaldı.
Daha sonra Louella eve döndüğünde annesinin bu sabah­
kinden on yaş yaşlanmış olduğunu fark etti. Gözlerinin çev­
resindeki çizgiler derinleşmiş, yanakları solgunlaşmış görü­
nüyordu. Daisy onlara da çorba ve sandviç hazırladı ve sonra
Lily’yi ziyaret etmek için birlikte çıktılar.
Daisy odaya girdiğinde kız kardeşi uyuyordu. Alnındaki
yara, sargı beziyle kapatılmıştı. Yüzünün bir yanı hâlâ şişti,
gözlerinin üzerinde maviden mora çeşitli lekeler vardı ancak
kan lekeleri temizlenmişti.
Daisy, kız kardeşine o sabah neler olup bittiğini sonnak is-
187
U < icM G ib s o ıı

Iedi ancak Lily ağır ilaçların etkisi alımdaydı ve Ivı


"U'l
geliyordu. Her uyandığında ağlamaya başlıyor ve ne,. (
ğıiMU soruyordu. Daisy ona neler olduğunu soıaniad, C0^iı.
Ertesi giin sordu.
“Polis seninle konuşlu mu?” diye sordu, yan ın a
People dergisinin sayfalarım karıştırırken. ^e|'rdi|j
Lily şişmiş dudaklarını yaladı. Fısıltı halindeki sesj
çıkıyordu. “Ne hakkında?”
Daisy ayağa kalktı ve plastik bir bardağa su koyc|u •
deki pipeti Lily’nin ağzına tutarken yanıtladı. “ Araba ı/ ^ '

hakkında?” "ası
Lily yutkundu. “Hayır, annem Taurııs’umu bir enka2
virdiğimi söyledi."
“Hatırlamıyor musun?”
Başını sallayıp, yiizünü buruşturdu. “Zaten o arabadan nef
ret ediyordum."
“Anneme arabayı nasıl enkaz hale getirdiğini anlattın mı?’’
“Hayır. Dur işaretine mi uymamışım?”
“Lily, Taums’unu Ronnie’nin oturma odasına sürmüşsün.”
Gözlerini Daisy’ye dikti ve sonra masmavi gözlerini kır­
pıştırdı. Ancak Daisy’nin beklediği kadar şaşırmaınıştı. “Ciddi
misin?”
“Polis bize intihara eğilimin olup olm adığını sordu.”
“Arabamı Ronnie Darliııgton üzerine sürerek asla intihaı
etmeye çalışmam,” dedi hiç duraksamadan.
“Ronııie’yi öldürmeye çalıştın m ı?”
“Hayır.”
1‘a p d ly a /-'alı
■■Ozam an a k im d a nc v ard ı? Bir şey mi oldu'.'”
|}Lı defa d u ra k sad ı ve y a n ıtla rk e n başını yana çevirdi, “ B il-

ıiiiyorl1111'
pajsy’nin bildiğine ve bilincini yitirmiş olduğuna dair kuş­
l a n vardl- Bir ?e y'er o l u ş l u ancak Lily bunları bugün ko-
1Llşnıak istemiyordu. İyi. Her zaman bir yarın vardı.
paisy h a stan ed en a y rılın c a kasabaya gitti ve Pippen için bir
,,raba koltuğu sa tın ald ı. P ip p e n ’in koltuğu bahçedeki enkaz
f in d e k i T a u ru s’u n iç in d e y d i.
Daisy, M ain k a v ş a ğ ın d a k i trafik ışıklarında durduğunda iki
araba ö nünden J a c k ’in g ü rü ltü lü b ir şekilde geçen M ustang’ini
gördü. O nun d a k e n d is in i g ö rü p görm ed iğ in i m erak etti. Ancak
onu bir a n lığ ın a g ö rm e k b ile m id e sin in alt üst olm asına neden
olmuştu, tıpkı e sk i o k u l g ü n le rin d e onu n soyunm a odasından
çıkışını b e k le d iğ i g ü n le rd e k i gibi h issetti. O nun için hissettik­
leri şeyler, k a fa s ın ı k a rış tırıy o rd u v e b u n ları kesinlikle bir k e ­
nara b ıra k m alıy d ı.
O Öğleden sonra Daisy, Pippen’i, annesinin Cadillac’ının
içindeki çocuk koltuğuna oturtup, kemerini bağladı ve birlikte
Nathan’a karşılamak üzere Amarillo’ya doğru yola çıktılar.
Pippen kısa kot şort, kovboy çizmeleri ve üzerinde, Tİ-
RANOZOR T E K S A S ’I KİRLETMEYİN, yazan bir tişört
vardı. Bagaj teslim bölüm ünde beklerken Daisy onu kuca­
ğına almıştı. O rada beklem ekle geçirdikleri yarım saat bir
ömiir gibiydi ancak N athan T gördüğünde ortalık uzun za­
mandır puslu geçen günlerin ardından ortaya çıkan güneşle
aydınlanmış gibiydi.
K,u lu'l (iıhson

Kızılderili suçlun gitm işti ve koyu renkli kısacık sa ç l^


dimdik uçlun, açılmış ve bembeyaz olmuştu. Sırlında ''
kaykayını aslığı çaıılasıyla uzun boylu, sıska bir kirpiyi a,1(lir
yordu. Daisy'ııiıı umurunda değildi.
Onu gördüğüne o kudur sevin m işti ki. Kamusal Alanlar^
Duygusal Yakınlık Göstermeme kuralına bile aldırmadı, pgf
inaklarının ucunda yükseldi ve boşta kalan kolunu oğlUnijj)
boynuna doladı. Yanağından öptü ve ona sıkıca sarıldı. foa(
lıan da kuralı unutmuş olm alıydı ki, sırt çantasını yere biralı,
ve annesine sarıldı ve P ippen'e d e , A m arillo havaalanının taıl)
ortasında.
“Anne, bir daha sakın beni bırakıp gitm e.”
Daisy güldü ve onun mavi gözlerine bakmak için geri çe.
kildi. “Bırakmam. Söz veriyorum,” dedi ve Pippen’e döndü
“Bak, bu senin kuzenin. Çok şirin, değil m i?”
Nathan bir süre ona baktı. “Anne, bu çocuğun yelesi var ”
Kirpi dikeni gibi saçları olan birinin, aslan yelesi gibi saç-
1an olan bir çocuğa taş atmaması gerekiyordu. “Bu onun suçu
değil,” dedi ve Pippen’in yüzüne baktı. “Annesi bebekliğinden
beri buklelerini kesmiyor.”
Pippen tıpkı Lily’ninkine benzeyen kocam an mavi gözle­
riyle Daisy’ye baktı, sonra bakışlarını büyük kuzenine çevirdi.
Daisy dikkatini ona çevirmesinin nedeninin onun da erkek ol­
masından mı yoksa dudağındaki piercing ve köpek zincirleri
mi olduğuna karar veremedi.
“Merhaba ufaklık. Saçların güzelm iş.”
“Dalga geçme,” diye uyardı Daisy.

190
P a p a ty a Falı

..pa|ga geçm iyorum .” Nallıan ellerini saçlarının yanların-


j „ kayıl"'*-1'- “Önler çok ciridi ama arka taraflar dalga geçiyor.
|[ı |ıa-lıa ” "zumP kuzeninin saçlarının arkasını okşadı.
“Ben çisgi Hlm izliyorum ,” dedi Pippen ve sanki Nathan
jbi bir espri yapm ışçasına kahkaha altı.
“Onunln birlikte çizgi film izlemeni istiyor. En sevdiği film
Blucs Clues.”
“Blues C lues bebekler içindir.” Sırt çantasını aldı. “Sponge
0ob Square Pants izlem elisin .”
Nathan yanında büyük bir çanta getirmemişti. Arabaya
doğru giderlerken D aisy, her şey planladığı gibi gitmiş olsaydı
şimdi evinde olacaktı. S ea ttle’da. Hayatına devam edecekti.
Geçmişinden kurtulm uş olacaktı. Nathan’la birlikte yeni bir
başlangıç yapacaktı.
Lovett’e geldiğinden beri hiçbir şey planladığı gibi gitme­
mişti ve hayatını bir süre askıya alması gerekmişti. Annesinin
ve kız kardeşinin ona ihtiyacı vardı ve belki onlara yardımcı
olmak adına bir şeyler yapabilirdi. Belki sadece burada olmak
ve Pippen’le ilgilenmek bile şimdilik yeterliydi.
Hayatı tamamen bir cehenneme dönmediğini hatırlattı ken­
dine. Cehennemi yaşam ıştı. İki yıl boyunca cehennemi yaşa­
mıştı ve şu anda yaşadıklarını kıyısından bile geçemezdi. En
azından şimdilik. N athan buradaydı ve bir noktada işlerin yo­
luna girmesi gerekiyordu.
'S’ÖlÜkVL 1 1

Taşlama tezgâhının gürültüsü tüm tamirhaneyi dolduruyor Ve


neredeyse kapısı kapılı ofisinde 54 model Corvette’in parça
listesini inceleyen Jack’in kulağına kadar geliyordu. Şimdiye
kadar araçtan çıkarılan ana parçaların, çekilen resimlerini jn.
celedi. En ufak parçaya kadar her şey listelenmiş ve dikkatle
korunmuştu. Altı silindirli motoru çıkarılmıştı ve buharla te-
mizlenecekti. Tıpkı deri iç döşeme gibi tüm kauçuk parçacı­
da değiştirilecekti. Bu 54 model arabayı kullanmak fazla heye­
can verici değildi. Harley Earl bu arabaları tamamen gösteriş
için tasarlamıştı.
Jack, fotoğrafları bir kenara bıraktı ve ayağa kalktı. Bu sa­
bah arabanın ön camını çıkarmışlardı ve pasın tahmin ettikle­
rinden fazla zarar vermiş olduğunu görmüşlerdi. O parçanın
çıkarılıp yerine yenisini takılması gerekiyordu. Lacy’nin do­
ğum günü hediyesi olan Dodge Viper baskılı kahve kupasını
aldı ve ofisinden çıkıp tamirhanenin resepsiyonuna geldi.
Penny Cribs, pazartesi sabahları on buçuktan önce gelmi­
yordu ve masasının üstünde bir yığın posta onu bekliyordu.
j ck kahvesini ‘«“ »«li ve dış ofisten tamirhaneye girerken
]anıa tezgâhının sesi kesildi. Jack kahvesine üfledi ve tezgâ-
1,1li başmda durm akta olan Billy’ye baktı. Koruyucu gözlükle­
r i alnına çekmişti ve elinde bir motor freni vardı. Zayıf bir
jglikanlı onunla konuşuyordu ve Billy, Jack’in bulunduğu yeri
göster'nce her de ona döndüler.
jack olduğu yerde kaldı. Çocuk 14-15 yaşlarındaydı, boy­
nundan ve pantolonunun bir yanından aşağı köpek zinciri sar­
ıyordu. B illy’ye bir şeyler söyledi ve Jack’e doğru yürümeye
başladı. Jack bir an için B illy’nin o şaşkın gülüşünü yakaladı
soııra dikkatini çocuğa verdi. Kahvesinden bir yudum aldı ve
kupayı aşağı indirdi.
Yaz boyunca ortalığı temizlemesi ve yedek parça peşinde koş­
turması için çocukları işe alırdı. Ancak eğer bu çocuk iş için gel­
diyse, hiç şansı yoktu. Bunun görünüşüyle ilgisi yoktu ancak iş
aramaya çıkarken daha iyi giyinmeyi düşünecek ve zincirleri kö­
peğinin üzerinde bırakacak kadar akıllı davranması gerekiyordu.
Saçları kirpi gibiydi ve dikenlerinin ucu bembeyazdı. Du­
dağının bir kenarında piercing vardı ve tişörtünün üzerinde
kan kırmızısı harflerle ‘anarşi’ yazıyordu. Bir kolunun altın­
da kaykay vardı ve pantolonu o kadar boldu ki biraz doğrulsa
anında bileklerine kadar inebilirdi.
“Yardımcı olabilir m iyim ?” diye sordu Jack, çocuk gelip
önünde durunca.
“Evet. A nnem , babam ı tanıdığınızı söyledi.”
Jack bir sürü baba tanıyordu. “Annen kim?” diye sordu ve
kahvesinden bir yudum daha aldı.
“D aisy M onroe.”
Kahve boğazını yakmıştı, güçlükle yutkundu. D er^
isy kasabadan ayrılmamıştı.
“Size benden söz etti mi, bilmiyorum. Ben...” Sesj
ve güçlükle yutkundu. “Nathan.” a?tl
Daisy ve Steven’ın oğullarının neye benzemesini bek!jyo
bilinmez ancak beklediği bu değildi. Her şeyden Önce onün
küçük olduğunu düşünmüştü. “Bir oğlu olduğunu söylemkr *
**âlî*
cak ben senin beş yaşlarında falan olduğunu düşünmüştüm ”
Koyu renk kaşları çatıldı ve mavi gözleriyle Jack’e ba|<tl
Bir insan onu beş yaşındaki bir çocukla nasıl karıştırabilir
şaşırmıştı. “Hayır. Ben on beş yaşındayım.”
Çocuk Daisy ve Steven evlendikten hemen sonra dünyaya
gelmiş olmalıydı. Daisy ve Steven’ın ilişkilerinin sandığından
daha uzun süre başlamış olması, derinlere gömdüğü kinini
daha da arttırdı. Hem de birkaç gün önce oğlunun durduğu yer-
den birkaç metre ötede bir arabanın bagajı üzerinde D a is y ’yle
seviştiklerinde hissettiğinden daha fazla artmıştı. Onunla se­
vişmenin ne kadar güzel olduğunu hatırlamadan önce. “Bun­
dan annenin hâlâ kasabada olduğunu anlıyorum.”
“Evet.” Sanki bir şeyler daha söylemesini bekiiyormuş gibi
gözlerini Jack’e dikti. Jack bir şey söylemeyince çocuk ekledi,
“Lily teyzem iyileşene kadar büyükannemde kalıyoruz. An­
nem onun birkaç hafta içinde iyileşeceğini düşünüyor.”
Cumartesi günü Daisy’nin gitmesinin nedeninin düşünüp
durmuştu. “Teyzene ne oldu?”
“Arabasını Ronnie’nin oturma odasına sürmüş.”
Papatya Falı

K a h re ts in , Minute Mart’m önünde kavga etmek Lily’nin

intikamını alması için yeterli olmadığım anlamıştı. “İyileşe­


bilecek mi?”
“Sanırım.”
Taşlama tezgâhı yeniden çalışmaya başladı ve Jack, Nat-
ban’a ofisini işaret etti ve içeri girdikten sonra kapıyı kapattı.
Nathan buraya düzgün bir giysiyle gelmiş olsaydı bile, Da-
jsy’nin oğluyla çalışm ak bir kâbus olabilirdi. Onu görmek Ja-
clc’e sürekli D a isy ’yi hatırlatırdı. O küçük anı ne kadar güzel
olursa olsun, artık bitmişti ve unutulmalıydı.
“Bir zamanlar babanla çok iyi arkadaştık. Ölümünü duyun­
ca üzüldüm.”
Nathan kaykayının ucunu siyah spor ayakkabısının üzeri­
ne koydu ve geri kalanının bacağına dayadı. Dikkatli bakınca
kaykayın altında yarı çıplak bir hemşire resminin olduğunu
fark etti. “Evet. O iyi bir babaydı. Onu çok özlüyorum.”
Jack babasını kaybettiğinde Nathan’dan sadece birkaç yaş
büyüktü. N asıl bir şey olduğunu biliyordu. “Sana ikimizin bir­
likte başımıza ne dertler açtığımızı anlattı mı?”
Nathan başını sallayarak onaylarken floresan ışık dudağın­
daki halka üzerinde parladı. “Bana çürük domates çaldığınızı
ve onlan arabalara attığınızı anlatmıştı.”
Steven sarışındı. Belki saçları yüzündendi ancak çocuk Ste-
ven’ın büyüme çağındaki haline hiç benzemiyordu. Üstelik
annesine de hiç benzemiyordu. Bekli biraz ağzı. Tabii halka-
sız haliyle. Onların arka bahçesinde kendimize bir ağaç kalesi
yapmıştık. Bundan söz etti mi?”
Nathan başını salJadı.
“Yaz tatilini onu yapmakla geçirmiştik. Oradan bu
yürüttüğümüz tahta ve karton parçalarından yap m ış^ ^
lometrelerce onlan çekiştirerek eve taşındıklarını hatır]a
gülümsedi. “Annen de bize yardım etmişti. Ve tam onu bit-1^
ğımizde F2 hortumu her şeyi alıp götürmüştü.”
Nathan güldü ve başıyla kapıyı işaret etti. “Şuradaiç
Barracuda 440-6 mı?” ^'r
“Evet, üzerinde orijinal bir 426 m otor var.”
“Çok güzel. Bir işim olduğunda, 42 6 motorlu bir Dod
Charger Daytona alacağım.”
Şimdi de gülme sırası Jack’teydi. Masasının üzerindeki Bu
ick Riviere saatinin yanına kalçasını dayadı. Çocuğun haya)
lerini yıkmak istemiyordu ancak dünya üzerinde 426 motorlu
Daytona’nın sayısı sadece yetmişti. Bunlardan birini bulmayı
başarsa bile, bu ona altmış bin dolara mal olurdu.
“Dört vitesli, değil mi?”
“Tabi.”
Kahvesinden bir yudum daha aldı. Bu çocuk hayalini sınır­
landırmıştı çoktan, çünkü Dodge’un dört vitesli olarak ürettiği
araba sayısı sadece yirmi dörttü.
“Seattle’daki araba sergisinde bir tane görmüştüm,” dedi
Nathan, heyecandan güçlükle yutkunuyordu. Daytona kapalı
parkur hız yarışlarının rekorunu otuz yıldır kimseye bırakma­
dı. Ford ve Chevy onun yaklaşamadılar bile.”
Tanrım, bu çocuk tıpkı Billy gibiydi ve tıpkı Jack’in babası
Ray gibi. Gözlerini hız bürümüştü. Jack de hızlı arabaları se-

196
P a p a ty a F al t

erdi anca^ on*ar kadar değil. Daisy ve Steven böyle hız düş-
önü bir çocuk üretmeyi nasd başarmışlardı acaba?
“M o n ste r Garage’ı izliyor m u s u n ? ”

“Ara sıra.” Monster Garage’ın hastası, Billy’ydı.


“Bir Nascar yarış arabasını, sokak süpürme makinesine çe­
virdikleri bölümü izledin mi?”
“Hayır, onu kaçırdım.” Ancak bölümün tamamını Billy’den
duymuştu.
“Çok sıkıydı.”
Sıkı? İyi demek istiyordu herhalde.
Billy başım kapıdan içeri uzattı. “Şu Plymouth’un sağ ön
fren rotoruyla ilgili bir sorunumuz var.”
Her zaman her şeyle ilgili bir sorun olurdu ve Jack bunları
kafaya takmamayı uzun süre önce öğrenmişti. “Billy, içer gel
de Stev ve Daisy’nin oğlu Nathan’la tanış.”
Üzerinde boğazına kadar düğmelenmiş ve sol cebinin üstü­
ne Parrish American Classics işlenmiş koyu mavi bir gömlek
vardı. Jack onları tanıştırdı ve el sıkıştılar. “Babanı duyduğum­
da gerçekten çok üzüldüm. Çok iyi bir adamdı.”
Nathan gözlerini yere indirdi. “Evet.
“Billy, Monster Garage’a bayılır,” dedi Jack ve bunun üze­
rine Billy ve Nathan hangi bölümün daha iyi, hangi bölümün
kötü olduğuna dair bir sohbete daldılar.
“O, PT Cruisert’ı ağaç öğütücüye dönüştürmeleri hiç iyi ol­
madı,” dedi Nathan.
“Öğütme makinesinin içine doldurulmuş hayvanlan atma­
ya başladıklarında hemen ortadan kayboldu.”
K acnct u tp s o n

“Evet, ha-ha-ha," diye giildii Nathan, başını arkayE|


“Öğütülen parçalar her yeri kapladı." 11
"Barbie'nin orada sıkışmasını gördiin mü?” BilIvV
leri parladı ve o da ha-ha-ha diye giildii.
Aman Tanrım, dedi Jack kendi kendine, Billy en Sonui(jı
Monsfer Garage’ı en az kendisi kadar seven birini bulmUştu 3
“Grim Reaper’ın olduğu bölümü yakalayabildin mi?”
sordu Billy.
“Evet, işe yarasaydı sıkı bir iş olacaktı.
Billy başım salladı. “İlk kayıştan fazla duman çıktı ve sj.
lindirlerin hidrolik kolları hareket ettirm esine izin venneden
pompa çok ısındı.”
“Kayışları yağlamadıklarına dair bir şeyler duymuştum, bu
yüzden görev başarısız olmuş.”
“Görev başarısız oldu çünkü hidrolikler işini yapamadı.”
“Ambulans yanmaya başladığında, Jesse’in yüzünü gördün
mü?” diye sordu Nathan. Öyle heyecanlanmıştı ki gözleri ışıl­
dıyordu. “Çok iyiydi.”
“O benim en sevdiğim bölümdü.”
“Karısının nasıl bağırdığını duydun m u?”
İkisi de aynı anda gülmeye başladılar. B illy’nin sesi daha
alçak çıkıyordu ancak Jack gülüşlerinin ne kadar benzeştiğini
düşünmeden edemedi. Aynı ha-ha-ha sesi, hatta başlarını ar­
kaya attıkları açı bile aynıydı. Jack, onları yan yana durmuş
Monster Garage hikâyelerini birbirlerine anlatışlarını izlerken,
Nathan’ın tuhaf saçlarının ve dudağındaki halkanın ötesindeki
şeyleri fark etmeye başladı.

198
gir anda J a ck ’in çev re sin d e dönen dünyanın ekseni değişti,
gnse kökünün kılları ürperdi ve kafatası kasıldı sanki. Dünya
(jurrnuş, ortadan ik iy e ay rılm ış ve iki yarım daire olarak düş­

müştü-
Yarım saniye önce Jack’in hayatında her şey yolunda gi­
diyordu ve yarım saniye sonra her şey değişmişti. İlk yarım
sanjyede erkek kardeşi ve N athan’ın gülüşlerini izlemiş ve bir­
birlerine ne kadar benzediklerini fark etmişti ve ikinci yarım
saniyede karşısındaki, babası Ray Parrish’in on beş yaşındaki
versiyonuna bakıyordu. İlk yarım saniyede masasının kenarına
kalçasını dayam ış oturuyordu, ikinci yarımda ise ense kökü­
nün kılları ayaklanm ış, kahvesini gömleğine boca etmiş halde
ayakta duruyordu. “K ahretsin!”
“Neler oluyor?” diye sordu Billy.
Jack gözlerini N athan’dan alamamıştı. Yüzünün ve bur­
nunun şeklini inceledi ve artık zamanı birkaç saniye öncesine
çevirmek m üm kün değildi. Kesinlikle babasının genç versiyo­
nuna bakıyordu. Benzerlik o kadar açıktı ki, bunu fark etme­
sinin neden bu kadar uzun sürdüğünü anlayamadı. “Buraya iş
istemeye gelm edin, değil mi?”
Nathan’ın gülüm sem esi kayboldu ve kaykayını aldı, "Ha­
yır.”
Aniden her şey anlam kazandı. Daisy’nin konuşmak ko­
nusundaki ısrarı. O na söylemesi gereken bir şey olduğu. Bu
telefonda ya da Shovvtime’da söyleyemeyeceği bir şeydi. Bir
oğlu olduğunu söylemesi gibi, önemli bir şey. Birisi kamına
bir tekme indirmiş gibi hissetti. “ Doğum günün ne zaman?’’
199
Rachel Gibson

“Gitmem gerek.”
Uzandı ve Nathan'ın kolunu tuttu. “Söyle bana.”
Nathan ’m gözleri büyüdü ve kaykayını düşürdü. Geri
meye çalıştı ancak Jack onu bırakmadı. Bırakamazdı. Çel^'
“Aralık ’ta,” diye yanıtladı sonunda.
Jack onu iyice kendisine çekti. “On beş yaşındasın, değjj ^
Yutkunmaya çalışırken Nathan’ın gırtlağının nasıl
kalktığını fark etti. “Evet,” dedi fısıltıdan biraz daha yük^
bir sesle.
Bir yerden sonra Jack, onu korkuttuğunu ve artık bırakma$
gerektiğini fark etti. Sakınleşmeliydı ancak bunu beceremiy0r
du. Düşünceler beyninde birbirlerini kovalıyordu ve kafatasın,
mengeneye alınmış gibi hissetti. “Orospu çocuğu.”
Billy, Jack’i omzundan yakaladı ve Nathan’la arasına girdi
“Senin neyin var, akimı mı kaçırdın?”
Evet. Aklını kaçırmıştı. Onu bıraktı ve Nathan ortadan öyle
hızlı kayboldu ki sanki hiç oraya gelmemişti. Sadece kaykayı
hâlâ yerde duruyordu. Hemşire resmi üste gelmişti.
Jack onun ardından baktı. “Sen fark etmedin mi, Billy?”
“Tek fark ettiğim senin deli gibi davranmış olmandı.”
Başını salladı ve kardeşine döndü. “Tıpkı babamıza benziyor.”
“Kim?”
“Nathan. Daisy’nin oğlu.”
“Daisy ve Steven ’ın oğlu.”
Jack kapıyı işaret etti. “Sana Steven’a benziyor gibi geldi mi?”
“Doğrusunu söylemek gerekirse, Steven’ın neye benzediği­
ni hatırlamıyorum bile.”

200
Papatya Falı

^abamıza benzemiyordu.” Boş kupayı masaya koydu.


j^ayır l‘nkânS,Z- ^ Cr zaman korunmuştu. Ancak Daisy’le her
erlikte olduğunda değil. Gençtiler ve başlarına kötü bir şey-
ierjn gelmeyeceğini düşünecek kadar aptaldılar. “Kasabadan
^nidığında hamileydi ve bunu bana söylemedi.”
gilly ellerini kaldırdı. “Bekle bir dakika, ben ikinizin bir­
likte olduğunu bile bilmiyordum. Öyle olsa bile, onun senin
çocuğun olduğundan nasıl emin olabiliyorsun?”
“Beni dinlemiyorsun.” Elleriyle yüzünü ovuşturdu. “Bir re­
simvar. Babamın okuldan mezun olduğunda çektirdiği bir resim.
Tıpkı bu çocuğa benziyor.” Elleri yana düştü. “Demek bu yüzden
kasabaya geri döndü,” Sanki daha anlam kazanacakmış gibi sesli
düşünüyordu. “Bana ondan söz etmek için geldi.”
“Bu çılgınlık. O, on beş yaşında.”
Evet. Çılgınlıktı. On beş yaşında bir oğlu olduğunu düşün­
m ek bir çılgınlıktı. Kendisine hiç söz edilmediği için varlığın­
dan haberi olmayan bir oğlu olduğunu düşünmek. “Haklıyım,
Billy”
Billy onun önüne geçti ve gözlerinin içine baktı. “Bir daha
o çocuğun kolundan tutup korkutmadan önce bundan emin ol­
san iyi olur. Onun, senin oğlun olduğunu bilmiyorsun, öyle
bile olsa belki o bunu bilmiyordun”
Billy haklıydı. “Onu korkutmak istemedim.”
Billy’nin arkasındaki bir kıpırtı Jack’in dikkatini çekti ve
açık kapıdan Penny’ye doğru baktı. Kardeşini itti ve sekreterin
yanından geçerken, “Bir süre dışarıda olacağım." dedi.
Tamirhanenin arkasından çıktı, araba yolunu geçti ve eve
Rachel Cibsoıı

gitti. Doğruca eskiden Billy’nin odası olan ve şimdi dep0


rak kullandığı odaya girdi ve kutularla dolu dolabı açtı g' ^
ardına kutuları dışarı çıkardı, onları yere yığdı. Ödüller
giler, annesinin ikisinin çocukluklarından beri sakladı» l f
&1baa.
eşyaları ve daha birçok şey yerlere saçıldı.
“Ne arıyorsun?” diye sordu yerdeki bir kutuyu alırken
Jack onun peşinden geldiğini fark etmemişti bile. “Anne
babamın evlilik albümlerini. Sözünü ettiğim resim o albümde”
Albümü açtıkları beşinci kutuda buldular. Üstü dantel v
gümüş çiçek işlemelerle kaplıydı, annesinin bayıldığı kızlara
özgü işler. Dantel sararmıştı, çiçekler düzleşmişti; Jack kapa
ğını açtı. Sayfalarda yapışkanlık özelliğini yitirmişti ve resim
ler, gevşemiş selofanın ardına yığılmışlardı. Jack’in aradığı
resim ayaklarının dibine düştü ve eğilip babasının on yedi ya.
şmdayken çekilmiş siyah-beyaz fotoğrafını aldı.
Jack durdu ve fotoğrafa baktı. Hayal etti. Babasını kirpi
gibi saçlarla ve ağzında bir halkayla hayal etti ve bu Nathan
Monroe’nun tıpatıp aynısıydı. Tek fark vardı o Nathan Monroe
değil, Nathan Parrish’di.
Billy gelip onun arkasında durdu ve omzunun üstünden res­
me baktı. Nonnalde alçak çıkan ıslığı boş odada gereğinden
yüksek çıkmıştı. “Sence Steven bunu biliyor muydu?”
Jack omuz silkti. Steven öğrendiğinde Daisy en az üç ay­
lık hamile olmalıydı. Odadan çıktı ve doğruca mutfağa gitti.
Mutfak dolabını açtı ve Steven’ın mektubunu cumartesi günü
koyduğu yerden aldı. Bir elinde hâlâ babasının resmi vardı,
zarfı yırtarak açtı ve okumaya başladı:
Papatya Falı

jack,

lütfen el yazımın ve yazım hatalarımın kusuruna bakma,


ç a lığ ım ilerledikçe dikkatimi toplamam daha da güçle-
sjyor. &u mektubu okumuyor olman, tek umudum. Çünkü bu
),astallğtml y efliP> bunları seninle yüz yüze konuşacağım anla-
0 iict geb)>0K Ancak her şeye rağmen, henüz yeteneğimi yitir­
memiş^ 11 sana yazm ak istiyorum.
Seni çok özlediğimi söyleyerek başlamama izin ver, Jack.
Senin beni özleyip özlemediğini ya da beni affedip affetmedi­
ğini bilemiyorum ancak ben en iyi arkadaşımı özledim. Geçen
on beş yılda defalarca seni arayıp, konuşmak istedim. Birlikte
yaptığım ız şeyleri hatırlayarak defalarca kendi kendime gül­
düm. Geçen gün yağmurun altında bisiklete binen iki çocuk
gördüm ve bizim o şiddetli yağmurlarda defalarca bisiklete
bindiğimizi hatırladım. Lovett'in her tarafını gezer, içinden
geçmek için en derin yağm ur çukurları arardık. Ya da annemin
kanepesinde oturup Andy Griffin şovları izlerdik. İşte en çok
böyle yalnız başıma kaldığım zamanlarda seni özlüyorum. Ve
bunun benim hatam olduğunu biliyorum. Defalarca seni kay­
betmiş olmanın yalnızlığını hissettim, dostum.
Birbirimizi son gördüğümüz günü ve birbirimize söylediği­
miz korkunç şeyleri asla unutmadım. Sen Daisy ye âşıktın re
ben onunla evlendim. Ancak onu ben de sevdim, Jack. Hâlâ da
seviyorum. Bunca yılın ardından onu hala evlendiğim ilk gün­
kü kadar seviyorum. Onun da beni sevdiğini biliyorum. Beni
her zaman sevdiğini bi/iyonun ancak bazı zamanlarda onun
Rachel Gibsotı

gözlerinde bir uzaklık görüyorum ve seni düşünüp


diğüıi merak ediyorum. Benimle Seat ile a gelm eyi teren, ^
ei için üzülüp iizülmediğini merak ediyorum. Seninle nı ^
hayatının nasıl olabileceğini düşünüp düşünmediğim 1
Hâin
seni eskiden olduğu gibi sevip sevm ediğini merak ediy0ru
Eğer teselli olacaksa, şunu bil ki, bir zam anlar seni nasıl ''
diğini ve belki hâlâ sevmekte olduğunu bildiğim için cehenn
mi yaşadığı anlar yaşadım.
Lovett’teıı ayrıldığımız gece, Daisy senin çocuğuna üçay^
hamileydi. Hiç kuşkusuz bunları sana şimdiye kadar çoktan
anlatmıştır. Bana senin çocuğunu taşıdığını söylemek ıçw ge[
diğinde çok korkmuştu ve senin artık onu sevmediğine inan
mıştı. Bunun doğru olmadığını bilmeme rağmen buna inan-
masına izin verdim. Sana bebekten söz etmemesinin en doğru,
su olacağına inanmıştı. Hayatının o döneminde bir çocuğun
sorumluluğunu yüklenemeyeceğini düşünüyordu. Buna da
inanmasına izin verdim. Ona haklı olduğunu, bu sorumluluğu
yüklenemeyeceğini söyledim, ancak bunun doğru olmadığını
biliyordum. Senin kafana koyduğun her şeyi yapabileceğini bi­
liyordum. Böylece onunla evlendim ve onu senden aldım. Bunu
yaptığım için pişmanlık duymalıyım ancak duyamıyorum. O ve
Nathan 'la geçirdiğim hiçbir gün için pişman değilim. Ancak
işlerin bu şekilde gelişmiş olmasından ve sana Nathan 'dan
daha önce söz etmemiş olmaktan dolayı pişmanlık duyuyorum.
Nathan çok iyi bir çocuk. Sana çok benziyor. Cesur ve sa­
bırlı ve her şeyi içine atıyor. Onu yetiştirm ek konusunda Da­
isy’nin elinden gelenin en iyisini yapacağına eminim ancak
204
Papatya Fah

0 han 'ın sana ihtiyacı olduğuna inanıyorum. Onu büyütmek


benim iÇ’n bir mutluluktu ve hayalımda yaşadığım pişmanlık­
ların içinde bunlardan çok var, en büyük pişmanlığım onun
yetişkin bir erkek olduğunu görme şansımın olmayacağıdır.
Bunu görmeyi çok isterdim.
Bitirirken, senden beni affetmeni istiyorum, Jack. Belki
senden çok fazla şey istiyorum ancak yine de istiyorum. Bunu
istiyorum çünkü sen de o öfkeden kurtulmuş olur ve hayatını
devam ettirirsin. Tamamen masumane bir bencillikle, içim ra­
hat bir şekilde ölebilmek için beni affetmen umuduyla bunu
senden istiyorum. Böylece diğer tarafta karşılaştığımızda bir
kez daha birbirimizi dostça kucaklayabiliriz. Eğer affetmez­
sen, seni anlarım. Senin yerinde olsam ben affedebilir miydim,
bilmiyorum.. Senden çok şey aldım, Jack. Ancak belki ara sıra
dönüp geçmişe bakar ve birlikte geçirdiğimiz iyi zamanlara
gülersin.
Steven

Jack nefes alamaya çalışırken, mektup ve babasının resmi


tezgâhın üstüne düştü. Tıpkı on beş yıl önce olduğu gibi içinin
parçalandığını hissetti.
“Senin oğlun muymuş?”
Jack başıyla onayladı.
“Bu çok kötü bir şey,” dedi Billy. “O gerçekten berbat bir
kaltak.”
Yıllarca en yakın arkadaşı, sevgilisiyle evlendiği için ken­
disini ihanete uğramış hissetmişti ancak gerçeklerin yarısın-
Rachel Cibson

dan bile haberi olmamıştı. Birlikte gittiklerinde ÇocuğUn


götürdüklerinden haberi olm am ıştı. İhanetlerini bu kadar d ^
olduğundan haberi olmam ıştı. 11,1
“Ne yapacaksın?”
Gömleğini düğmelerini açtı ve onu pantolonunun içind
çekip çıkardı. “Daisy’le konuşacağım.”
“Hemen ona bağırmaya başlama.”
“Neden, az önce ona berbat bir kaltak dediğini duydum ”
“Öyle. Sana Nathan’ın hayatının bir parçası olmak isteyip
istemediğini bile sormuyorum, çünkü seni tanıyorum ve nasıl
bin olduğunu biliyorum. Kırgın ve öfkeli olduğunu biliyorum
böyle hissetmekte sonuna kadar haklısın. Ama o Nathan’ın an­
nesi ve onu alıp gidebilir.”
Yıllardır her şeyi içine atmış ve üstünü örtmüştü. Bütün acı­
larına ve öfkesine bir duvar çekmişti. Daisy geri döndüğünden
beri bu duvar çatlamıştı. Ancak hiç bu sabah ki kadar kötü ol­
mamıştı. Bu sabah ördüğü bütün duvarlar cehennemin dibine
kadar yıkılıp gitmişti.
“Jack, kendini kaybetmeyeceğine söz ver.”
Hiçbir şey için söz veremezdi.

206
Daisy, Pippen’i annesinin yatağına yatırdı ve kapıyı hafif ara­
lık bırakarak odadan çıktı. Onun o küçücük dünyası karmaka­
rışık olmuştu ve son birkaç gündür hem çok yorgun hem de
çok huysuzdu. Daisy bu sabah onu Lily’yi görmesi için has­
taneye götürmüş ancak Pippen oradan ayrılmak istememişti.
Korkmuştu, üzgündü ve geri dönüş yolu boyunca sürekli ağla­
mıştı, sonunda eve geldiklerinde uykuya dalmıştı. Louella hâlâ
Lily’yle birlikte hastanede, doktorlardan Lily’nin ne zaman
eve çıkacağına dair gelecek haberi bekliyordu.
Yeşil üzerine kolsuz yeşil bir tişört ve altına haki renkte şor­
tunu giydi. Ensesine düşen saçlarını kaldırıp onlan siyah bir
saç mandalıyla tutturdu. Yorgundu ve ciddi şekilde kafeine ih­
tiyacı vardı. Pippen’in yanına kıvrılabilirdi ancak Nathan evde
değildi ve o eve döndüğünde uyanık olmak istiyordu.
Merdivenlerden indi ve mutfağa giderek buzdolabından bir
kola çıkardı. Nathan üzerinde Teksas haritası bulunan magne-
tin altına bir not iliştirmişti. Kaykayıyla dolaşmak için dışarı
çıktığını yazmıştı. Notta ne zaman geri döneceğini beliıîme-

207
Rachcl Gibson

mişti. Merak etmemesi için eve ne zaman döneceğini de b j


mesi gerektiğini ona hatırlatmalıydı. Irı-
Burası Lovett, diye hatırlattı kendisine. Burada endiŞej
cek fazla bir şey olmazdı. Burada başını belaya sok ab il^
fazla bir yer yoktu ancak bir erkek çocuğu yetiştirirken öğ j&
diği tek şey, eğer sorun yoksa bile onların icat edebileceğjyj
Eğer küçük bir su birikintisi görseler mutlaka içine atlay)Ver-
lerdi. Bir taş bulsalar, atarlardı. Bir kola kutusu bulsalar ezer
Jerdi. Bir kuş görseler, onu vurmaya kalkarlardı. Dört beş ba
samaklı bir merdivenin parmaklıkların kaykaylarıyla kaymaya
çalışıp, düşerlerdi ve dikiş attırmak gerekirdi.
Daisy kolanın kapağını açarken kapı çaldı. Kolasını içere|<
oturma odasından geçti. İçi camdan süs meyvelerle dolu kase
ahşap bir masanın üzerinde duruyordu ve kolayı kasenin yam.
na koydu. Kapıyı açarken kendisini bir espriyle bekleyen Nat-
han’ı görmeyi umuyordu. Nathan ara sıra tuhaf espriler yapar.
dı. Kendisine bir yetişkin gibi davranılmasının istediği halde
bazen küçücük bir çocuk gibi davranırdı. Ancak karşısındaki
oğlu değildi.
Arkasında vuran güneş ışığıyla Jack, annesinin sundurma­
sında duruyordu. Hasır kovboy şapkası yüzünün üst tarafını
kapatıyordu. Daisy’nin yüreği pır pır etti, ne yapacağını bile­
medi ve dudakları yukarı doğru kıvrıldı ve “Merhaba,” dedi.
“Yalnız mısın?” diye sordu soğuk bir ses tonu ve ifadesiz
bir yüzle. Daisy’nin dudaklarındaki gülümseme kayboldu.
Bitiyor, diye düşündü hemen, ancak bu düşünceden hemen
kurtulmaya çalıştı. Bilemez. “Pippen burada ama uyuyor.”
208
1‘apalya fa/r

“Nathan nerede?”
frrnan tanrım. Yüreğindeki pır pır sekteye uğradı. “Kayka­
ya b i n i y o r ”
jçeri davet edilmeyi beklemedi. “Hayır. Binmiyor,” dedi
eVe girerken, Teksas’ın sabah kokusunu da birlikte getirmişti.
Yanından geçerken Nathan’ın kaykayını ona verdi.
Daisy kaykayı aldı ve onu göğsüne bastırdı. Üzerindeki çiz­
gili tişört kol ve göğüs kaslarını sarıyor ve onu her zamankin­
den iri ve tehlikeli gösteriyordu. “Nerede o?”
“Bunu nereden buldun?”
“Bu sabah beni görmeye geldi.”
“Öyle mi?” Nathan’m tamirhaneye gitmiş olması bir rast­
lantı değildi. Şaşırtıcıydı ancak büyük bir şok da değildi. Nat­
han işlerin içine düşünmeden dalan ve daha sonra düşünen ço­
cuklardandı. Bu özelliği Jack’e benziyordu.
“Çıkarken kaykayını bırakmış.”
Jack’e onun biyolojik oğlu olduğunu söylemiş olduğunu
sanmıyordu. Elbette, tamirhaneye de tek başına gitmiş ola­
mazdı. “Ne dedi?”
“Steven ve Monster Garage’la ilgili konuştu.”
Belki de bilmiyordun Belki buraya tamamen farklı bir ne­
denle gelmiştir. Jack, işte. “O kadar mı?”
“Bence beni yakından görmek için geldi.” Şapkasının si­
perliğini kaldırınca Daisy onu daha iyi görebildi. Yeşil gözle­
rinde parlayan öfkenin ışıltısı onun bildiği ya da kuşkulandığı
bir şeyler olduğunu gizleyebilmiş olsa da, ardından gelen söz­
cükler bunu gizleyemiyordu. “Steven'ın mektubunu okudum.”
209
Rachei Gibson

“İşle, bu biiyük bir şoktu. “Sfeveıı’ın mektubunu n


buldun?" erCdcı
“Cumartesi günü evimde bırakmışsın.”
Bırakmış mıydı? Hatır/aınıyordu. Cumartesi günü bir
şey olmuştu. “Bugün mü okudun?” ^
“Kesinlikle okumak istemiyordum.” Sesi son derere „ -
LCsOgu^
kanJı çıkıyordu. “Söyle bana, Daisy. Senden duymak istjy
rum. Bunca yıldan sonra.”
Daisy onun bu soğukkanlı görünüşüne bir an için bile ols
inanmadı. Öfkesi tıpkı asfalttan yükselen ısı dalgaları gibi be
deninden dışarı yayılıyordu. Küt küt atan kalbi sanki midesi
nin en dibine düşmüştü. Bu ânı on beş yıldır beklemişti. Bu
an elbet bir gün gelecekti ve bunu söylemenin başka bir y0iu
yoktu, “O, senin oğlun, Jack.”
İfadesi değişmedi. “O biliyor mu?”
“Evet. Hayatının büyük bir bölümünü bunu bilerek geçir-
di.”
“Demek tek bilmeyen benim.”
“Evet.”
“Sana neler yapabileceğim konusunda herhangi bir fikrin
var mı?” diye sordu o olağanüstü soğukkanlı tonla.
Evet, bu konuda epey bir fikri vardı. Jack’in canını yakaca­
ğını düşünmüyordu ancak yine de geri çekildi. “Sana söyleye­
cektim.”
“Öyle mi?” Kaşını kaldırdı. “Ne zaman?”
“Seni ilk gördüğüm gece. Bunu söylemek için evine geldim
ama Gina oradaydı. Seninle konuşmam gereken önemli şeyler
Papatya Pah

lduğunu s ö y le m iş tim . Bunu sana o gece, Shay’in düğününde,


gjl0wiime’da ve Slim 'de de söyledim.” Yüzü kızarmıştı, geri-
doğm bir adını daha attl ve e,incle,<i kaykayı annesinin mavi
^ ekli kanepesinin üstüne bıraktı. “Cumartesi günü tamirha-
ıeye seninle konuşmak için geldim ama sonra... Lily’nin ara­
basıyla Ronnie’nin oturma odasına girdiğini öğrendim. Zaten
bu yüzden Steven’ın mektubunu orada bıraktığımı unuttum.”
Saç mandalını çıkardı ve derin bir nefes aldı. Öfkelenmekte
çok haklıydı. Bunu ona yıllar önce söylemeliydi. Aptallık et­
mişti- “Bu yüzden kasabaya geri döndüm. Buraya sana bir oğ­
lun olduğunu söylemeye geldim.”
Gözleri D aisy’nin kilere kilitlendi. “On beş yaşında.”
Saçlarını yeniden topladı ve mandala sıkıştırdı. “Evet,
öyle.”
“Sen bana bunu lanet olası on beş yıl sonra söylüyorsun.
İlk âdetini görmediğinde söylemeliydin.” bir süre düşünde ve
sonra, “Tabi, belki de o zaman kimin çocuğu olduğunu bilmi­
yordun.”
“Biliyordum.” Arık acımasızlığına başlamıştı. “Sen birlikte
olduğum ilk erkektin. Böyle korkunç bir şeyi nasıl düşünebi­
lirsin?”
“Çünkü en yakın arkadaşımla evlenmeden birkaç gün önce
benimle sevişiyordun. İkimizi de aynı anda becermediğini ne­
reden bileyim?”
“Bunu yapmadığımı biliyorsun. Şu anda sadece çirkinleşi­
yorsun.”
“Sen çirkinleşme görmedin,” dedi, artık ötkesi dışa vurma-
211
Rıiclııi Gibson

ya başlamıştı. Ona doğru bir adım attı ve gözlerini difctj q


fenni kısılmış ve çene çizgisi sertleşmişti. “Sen bir kadulln '
erkeğe yapabileceği en alçakça şeyi yaptın. Benim
1 Ç°cuğlln|
doğurdun ve onu benden gizledin. Doğduğunda yanında o| "
Jıydım. Onu görmeliydim. İlk adımlarım atışını ve ilk bisjfcı
ne binişini görmeliydim. İlk sözcüklerini duymak için yan
olmalıydım, ama değildim. Steven yanındaydı. Steven onu
baba dediğini duydu, ben değil.” Artık iyice ciddileşmişti “jy
ki erkek değilsin çünkü seni öldüresiye döverdim. Ve bundan
büyük zevk alırdım.”
Daisy için en zor şeylerden biri Jack’le burun buruna 0|
mak, geriye adım ataıak ve gözlerini o öfkeli bakışlardan çe.
virmekti. “Seni asla kırmak istemediğimizi anlamak zorunda-
sm. İkimiz de seni seviyorduk.”
“Palana”
“Gerçek.”
“Eğer sevdiğiniz insanlara bunu yapıyorsanız, nefret ettik­
lerinize neler yapabileceğinizi hayal bile edemiyorum.”
Daisy’nin başı zonklamaya başlamıştı, elinin alnına koydu
ancak gözlerini kaçırmadı. “O zamanlar aramızın nasıl oldu­
ğunu hatırlamalısın. Sürekli kavga edip, barışıyorduk. 0 ilk
ay, o kadar korkmuştum ki, kendi kendime gecikmiş olabile­
ceğini söyleyip durdum. Sonra ikinci ay bunu düşünmemeli­
yim, dedim ancak üçüncü aya geldiğimde onunla yüzleşmem
gerekti.” Elini indirdi. “Annen ve baban yeni ölmüştü ve sen
kötü bir dönem geçiriyordun. Sana hamile olduğumu söyle­
meye geldiğim gece bir süre ayrı kalmaya ihtiyacın olduğunu
Papatya Falı

..y[Cjin, Artık beni sevm ediğini düşündüm. Ne yapacağımı


ilemedim.” Gözleri yanmaya başlamıştı ancak ağlamamak
i(.jn direniyordu. “S lev en ’den başka konuşacak kimsem yoklu.
Oııa gidim, onunla evlenm em i istedi. Benimle ve bebeğimle
ilgileneceğini sö y led i.”
“Sen sürekli b e b e ğ in ben im olduğunu unutuyorsun. Siz iki­
niz Seattle’a k açm ad an ö n c e bunu bana sö y lem iş olman gerek­
e n i unutuyorsun.”
“Sana söylemeyi düşündük ancak bunu öğrendiğinde be­
nimle istemeyerek evleneceğini düşündük. Jack, sen benimle
ve bebeğimle ilgilenecek durumda değildin. Sadece on sekiz
yaşmdaydın ve zaten bir sürü şeyle başa çıkmak zorundaydım
Tek çözüm bu gibi görünüyordu.”
“Hayır, bu senin için kolay olan çözümdü. Steven’ın parası,
her şeyi vardı.”
“Onunla bu yüzden evlenmedim. Steven’t her zaman sev­
diğimi biliyorsun. Bu kadar öfkeli olmasan, senin de ne ka­
dar sevdiğini hatırlayacaksın.” Ellerini kendi çıplak kollarının
üzerine koydu. Jack onu asla affetmeyebil irdi ancak kendisine
anlayış göstermesini sağlamalıydı. “Onunla evlendim çünkü
korkmuştum. Sen artık beni sevmiyordun ve ben de ne yapa­
cağımı bilmiyordum.”
“Bu nasıl bir histi, Daisy?” Sesini alçaltmıştı, aynı anda
hem sert hem de yumuşak çıkıyordu. “Seni sevmediğim için
benden intikam almak nasıl bir duygu? Çocuğumu benden
kaçımıak, sana kendini iyi hissettirdi mi? İntikamını alabildin
mi?”
Rachel Gibsotı

“Bunun intikamla ilgisi yoktu.”


Jack onu bileklerinden tutup, tutunduğu kollarında]
“Steven Monroe’yla bir olup yalan söyleyerek beni kaf ^
atabildin mi? Kalbinden? Onunla birlikteyken beni mi
niiyorduıı?”
“Hayır!”
“Birlikteyken neler yaptığımızı?” Sesini iyice alçaltt, Ve b
1eklerini Daisy’nin arkasında kavuşturdu. “N e kadar iyj ^
ğumu.” Onu kendine doğru çekti ve şakağına doğru fısıldac|
“Ve hâlâ ne kadar iyi olduğumu.”
Şapkasının siperliği D aisy’nin başına dokundu. “Yapma
Jack.”
“Onca yıl bana yapmış olduğun şeye birlikte güldünii2
mü?”
“Hayır, Jack. Öyle olmadı. Kimse gülmedi.” Kalbi küt küt
atıyorduve güçlükle yutkunabiliyordu. “İnan bana. Biliyorum
sana daha önce söylemeliydim.”
Sesini iyice alçaltmıştı, “O çocuğun kimliğinde babası ola­
rak kim yazıyor?” diye sorarken kulağının içine doğru.
“Steven.”
Yüzüne bakacak kadar geri çekildi. “Lanet olsun sana, Da­
isy.”
“Okulda daha rahat edeceğini düşündük. Üzgünüm.”
“Ne kadar üzgün olduğun hiç umurumda değil. Çünkü daha
bundan sonra üzüleceğinin yarısı kadar bile üzülmedin.”
“Ne demek istiyorsun?”
Onu bıraktı ve ellerini omuzlarına koydu. “Yıllar ince Ste-

214
Papatya Faiı

1 bana tercih ettin çünkü ben elleri yağ içinde, babasının


ven
,tiirhanesinde çalışan bir çocuktum ama artık işler öyle değil,
gen artlk y ° ksu l k*™ değilim, Daisy. Gerçekten iyi bir avukat
tutabilir ve seninle mücadele edebilirim.”
“Mücadeleye gerek yok.”
“Oğlumu tanım ak istiyorum .”
“Oğlunu tanıyabilirsin. Ben de bunu istiyorum. Ve biz gi­
derken...”
“Sen giderken,” diye kesti lafını. “O kalacak.”
“Bu çok saçma. O burada seninle kalmayacak. Onun yeri
benim yanım. Seattle.”
“Bunu göreceğiz.”
“Öfkeli olduğunu biliyorum. Seni suçlamıyorum.”
“Beni suçlamadığına memnun oldum.” Döndü ve kapıya
doğru ilerledi.
“Sana yıllar önce Nathan’dan söz etmeliydim ama bana
kızdığın için onu cezalandırma.” Ön sundurmanın kapısına
kadar onun peşinden gitti. “Çok şey yaşadı. Babasını kaybetti
ve şimdi de b unlar...”
Jack o kadar hızlı geri döndü ki, Daisy neredeyse onun
göğsüne çarpacaktı. “O babasını kaybetmedi. Steven Monroe
onun babası değildi.”
Daisy, Nathan’ın Steven’ı babası gibi gördüğünü ve onu
sevdiğini doğru bir şekilde dile getirememişti. “Nathan son
birkaç yıldır kötü şeyler yaşadı. Biraz huzura ihtiyacı var. Ha­
yatında biraz sakinliğe ihtiyacı var.” Kendisinin de bunlara ih­
tiyacı olduğunu söylemedi. “Onunla konuşurum. Ne yapmak
Rachel Cihson

istediğini soıvp, seni ararım.”


"Oturup, senin beni aramanı beklemeyeceğim jy .
Merdivenleri inerek park halindeki Mustang’ine
dii. ‘‘Ben Nathan ’la konuştuktan sonra nasıl olaCağIrı ^
söylerim,” diyerek, giderken sabah güneşi hasır kovb ' ^
kasının ve geniş omuzlarının üzerinde parlıyordu. ^ Ş5p'
“Bekle.” Arkasından, merdivenlerden indi. “Onunla
konuşamazsın. Ben onun annesiyim. Seni tanımıyor.” ^ ^
Arabanın ön kapısına doğru yürüdü ve anahtarı kapının
lidine soktu. “Bu kimin hatası acaba?”
Daisy arabanın üstünden ona baktı. “Benim de orada ol
mam gerek.”
Jack de ona baktı ve güldü. “Tıpkı benim de on beş y,]d
orada olmam gerektiği gibi mi?”
Daisy arabaya binmek istedi ancak kapı kilitliydi. Sonra
Pippen’i hatırladı ve arabaya girse bile onunla gidemeyeceğini
anladı. “Nathan benim oğlum. Beni olayın dışında bırakamaz­
sın.”
“Buna alış.”
“Bu işi çözebiliriz. Çözebileceğimizi biliyorum.” Bunun
nasıl yapılacağına dair bir fikri yoktu ancak işlerin çirkinleş­
mesine engel olmaya kararlıydı. “Sana söylemeliydim. Bunu
biliyorum ama oğlumu sana bırakmak dışında bunu bir şekilde
telafi ederim.”
“Nasıl? Bir arabanın bagajının üzerinde mi?” Kapının kili­
dini açtı. “İlgilenmiyorum”
İşlerin çirkinleşmesini engellemek çok zor olacaktı.
P apatya Falı

Nathan sırtım Lovett Lisesi’nin basketbol direğine yasla-


oturuyordu. Basketbol potası ve çemberin gölgesi sahanın
fil'?
erbest atış çizgisine doğru dikdörtgen bir şekilde uzuyordu.
futbol sahasına baktı sonra gözlerini tenis kortuna çevir­
di Buradan hoşlanmam ıştı. Teksas’ın neye benzediğini hayal
etmemişti, belki M ontana’ya benzeyebileceğim düşünmüştü.
B a b a s ıy la bir kez M ontana’ya gitmişlerdi ancak Teksas oraya
l^ç benzemiyordu. Burası dümdüz bir yerdi. Ve sıcak. Ayrıca
heryer kahverengiydi.
Teksas’ın, Seattle’la hiç ilgisi yoktu.
Ayaklarıyla kendini direk boyunca iterek kalktı. Boynunda­
ki zinciri düzeltti ve arkasındaki liseye baktı. “Liseymiş,” diye
dalga geçti. Seattle’da gittiği ortaokuldan bile daha küçüktü
burası. Bütün öğrenciler kovboy çizmesi giyiyor ve okula atla
geliyor olmalıydı. İğrenç country ya da vvestem müzikleri din­
liyor, tütün çiğniyor olmalıydılar. Büyük olasılıkla buralarda
kaykay yapan ya da K om ya da Weezer dinleyen, yeni nesil
oyunlar oynayanlar da yoktu.
Nathan pantolonunun çekti ve çeker çekmez yeniden aşağı
kaydığını fark etti. Ancak kafasında bol pantolonundan daha
büyük sorunlar vardı. Kaykayını, Jack Parrish’in tamirhane­
sinde bırakmıştı ve sonra da korkak bir bebek gibi oradan kaç­
mıştı.
Bunu gerçekten yapmamış olmayı isterdi ancak Jack’in
kolundan yakalaması onu gerçekten çok korkutmuştu. Ona
bakışları ve küfretmiş olması da onu korkutmuştu. Bir sani­
ye önce hepsi birden gülüyordu, bir saniye sonra ise Jack onu
kolundan yakalamıştı ve öyle p is p is b ak m ıştı ki, nere(j
altına etm işti. N athan onun g erçeği o an a n la y ıp a n la m ^ ? ^
m erak etti ancak yüzündeki ifa d ed en a n la m ış o la b i|ece^. 11,1
şiindü. Ve Nathan daha neler olu p b ittiğ in i anlam adan o ^
da*
kaçmak zorunda kalm ıştı.
Büyük olasılıkla Jack onun aptal bir korkak olduğUnu
şünmüştü.
Omuz silkerek kendi kendine bunun umurunda olmadığa
söyledi. Babası Jack’le ilgili ona birçok hikâye anlatmıştı onil
havalı, Nathan’ın hoşlanacağı türde bir insan olarak anlatmış
Ancak Jack’ten hoşlandığını düşünmüyordu. Gerçi Billy*^'
hoşlanmıştı. Monster Garage izlemekten hoşlanıyordu. 0 ha
vah biriydi.
Bir taş aldı ve tüm gücüyle potaya fırlattı. İnsanı rahatlatan
bir ses çıkararak sekti ve neredeyse dönüp kafasına çarpıyordu
Anlaşılan annesi hâlâ Jack’le konuşmamıştı. Nathan annesinin
şimdiye kadar onunla konuşmuş olduğunu varsaymıştı yoksa
o tamirhaneden içeri adımını bile atmazdı. Ne de olsa annesi
bu yüzden buraya gelmişti. Jack’e kendisinden söz etmek için,
En azından kendisine bu yüzden buraya geldiğini söylemişti.
Saha boyunca yürüyüp tel örgünün kapısına doğru gitti.
Annesine epey kızgındı ve gerçekten kendisini bir aptal gibi
hissediyordu. Üstelik kaykayını geri almanın bir yolunu bul­
ması gerekiyordu. Belki de onu Jack’e bırakırdı çünkü o tamir­
haneye geri dönüp kaykayını almak istemiyordu. En azından
şimdilik.
Yerdeki çimlerin siyah spor ayakkabılarının altında ezildi
218
ye onların yeni sulanmış olduklarını fark etti. Ayakkabılarının
uCVJndaki derinin üzerinde su damlacıkları birikmişti ve on­
ların yuvarlanarak akıp gitmelerini izledi. Annesi hastaneden
jönmüş olmalıydı. Ona tamirhaneye gittiğini söylemeliydi.
Olanları düşündükçe ona kızgınlığı artıyordu. Annesi Jack’le
konuşmuş olsaydı ya da en azından kendisine onunla konuş­
mamış olduğunu söyleseydi, oraya gitmezdi ve kendisini kü­
çük düşürmezdi.
Başını kaldırıp baktığında tel örgünün birkaç metre arkasın­
dan bir kızın ona doğru gelmekte olduğunu fark etti. Tel örgü­
nün arasından görebildiği kadarıyla kızın parlak, koyu renkli
saçlı ve güneş banyosu yapmış gibi bronz tenli olduğunu gö­
rebildi. Tam kapıda karşı karşıya geldiler. Önce kızın girmesi
için kenara çekildi. Kız içeri girmek yerine durup ona baktı.
“Buralardan değilsin. Ben hemen herkesi tanırım ama seni
hiç görmedim,” dedi, Teksas aksanıyla, sözcükleri uzatarak.
Kocaman kahverengi gözleri vardı ve bir kolunun altında kar­
ton kutuyla, elişi kâğıtları vardı.
“Washington’da yaşıyorum,” dedi Nathan.
“Washington D.C. mi?” Bunu tıpkı annesi ve büyükannesi
gibi söylemişti. Sanki “wash”ın arasında r vannış gibi. Üze­
rinde parlak gümüş renkli harflerle Ambercrombie & Fitch ya­
zan bir tişört vardı. Bu da şu erdemli kızlardan biri olmalıydı.
Onlardan hiç hoşlanmazdı.
“Hayır. Eyalette değil.”
“Buraya birini mi ziyarete geldin?”
Hayır, erdemli kızlardan hiç hoşlanmazdı... ancak ona
Raıhel Gibson

öpüşmeyi düşündüren dudakları vardı. Bu da bir süreci'


lından çıkarmadığı bir şeydi. “Evet, büyükannem L o ^ ^
teyzem Lily yi.” Altıncı sınıftayken bir kızı Öpmüştü ^
sayılmazdı. 0
Kızın kaşları çatıldı. “L ily Darlington mı?”
“Evet.”
“Ronnie'ni kuzeni Bull, teyzem Jessica’yla evli.” Qü|(j,
“Akraba sayılınz.”
Bu durumun onları akraba yaptığından pek emin değj^
Bir de şu, “Bull”, nasıl bir isimdi öyle? “Senin adın ne?” '
“Brandy Jo. Seninki ne?”
Erdemli ve aksanlı olsa da, Brandy Jo seksi bir kızdı Bu
insanın midesini hareketlendiren, göğsünde bir ağırlık hisset
meşine neden olan ve kızların ne kadar karmaşık olduğUnıl
düşündüren cinste bir seksilikti. İşte böyle zamanlarda, kızlan
düşündüğü zamanlarda babasını daha fazla özlüyordu. “Mat.
han,” diye yanıtladı. İnsan bazı şeyleri annesine soramıyordu
Kız bir süre onu inceledi ve gözlerini dudağındaki halkaya
çevirdi. “Canını acıtmıyor mu?”
Neden söz ettiğini sormasına gerek yoktu. “Hayır,” diye ya­
nıtladı, sesinin çatallaşmış çıkmamış olmasını diledi. Bundan
nefret ediyordu. “Bundan sonra da bir dövme yaptıracağım.”
Kızın gözleri açıldı, etkilenmiş olduğundan emindi. “Ailen
izin verecek mi?”
Hayır. Bir şekilde bunun annesinden gizli yaptıracaktı. Bir­
kaç ay önce, hayatı boyunca dövme yaptırmayacağına dair söz
verirse, dudağındaki halkanın kalabileceğine dair annesiyle bir

220
Papatya Falı

laşnia yapmışlardı. Söz vermişti ancak bu sözüne on sekiz


ına kadar sadık kalmayı düşünüyordu, dövme yaptırmaya
katar vermesi için uygun bir yaştı. Dövmeler havalı oluyordu.
“Elbette.”
“Nerene?”
O m z u n u gösterdi. “İşte, buraya. Henüz ne istediğimi bilmi­
yorum ama karar verince hemen yaptıracağım.”
“Ben yaptırabilseydim, kalçamın tam üzerine kırmızı bir
kalp yaptırırdım.” N athan bunun çok sıkıcı ve tam da kızlara
uygun olduğunu düşündü. “Çok havalı.” Gözlerini kızın ko­
lunun altındaki kartona çevirdi. “O malzemelerle ne yapacak­

sın?”
“Bu yaz küçük çocuklara elişi dersleri vereceğim. Çok eğ­
lenceli olacak ve saat başına beş yetmiş beş kazanacağım.”
Küçük çocuklara elişi dersi vermek Nathan için eğlenceli
bir iş değildi ancak saatte beş yetmiş beş kazanmak kulağı­
na hoş geliyordu. Kafasında hemen hesap yaptı ve günde beş
saat, haftada beş gün çalışırsa, ayda beş yüz yetmiş beş dolar
kazanabileceğini hesapladı. Bu parayla bir sürü CD ve en yeni
kaykaylardan alabilirdi.
Tel örgünün diğer tarafında siyah bir Mustang durdu ve
Nathan, Jack Parrish’in arabadan indiğini gördü. Kovboy şap­
kasını alnının üstüne çekti ve arabanın üzerinden Nathan‘a
baktı. “Kaykayını tamirhanede unutmuşsun”
! Jack bu defa o kadar korkunç görünmüyordu ancak Nathan
midesindeki hareketlenme iyice artmıştı. Sanki lunaparktaki
oyuncaklara fazla binmiş gibi hissediyordu. “Evet.”
Rachel Gibson

Brandy Jo, önce Jack’e baktı ve sonra Nathan’a


“Sonra görüşürüz.” dedi. S
Nathan ona baktı. “Tamam, görüşürüz.” kız gide-i-
dikkatini annesinin ve babasının ondan biyolojik bab
söz ettikleri adama verdi. Gördüğü kadarıyla Jack’e
zemiyordu.
“Kaykayını büyükannenin evine bıraktım.”
Nathan kapıdan çıktı ve arabanın sürücü koltuğuna d0-

evde miydi?”
“Evet. Onunla konuştuk.” Kolunu arabasını üstüne koydü
“Baban olduğumu başından beri bildiğini söyledi.”
“Doğru.” Boğazında büyümekte olan yumruyu yutkunma
ya çalıştı. Neden bu kadar tuhaf hissettiğini anlamıyordu. Ja.
ck’in ne düşündüğü umurunda değildi. Tamirhaneye tamamen
meraktan gitmişti. O kadar. Kimsenin ne düşündüğü umurun­
da değildi. “Biliyordum.”
“Şey, en azından sana yalan söylemediğine sevindim.” Jack
kolundaki saate baktı ve parmağını üç kere arabanın üstüne
vurdu. “Seni eve bırakmamı ister misin?”
“Tamam.” Nathan, Jack’in kapı kilidini açmasını bekledi
ve arabaya bindi. Bej renkteki döşemeli koltuğa oturduğunda
midesindeki hareket azalmıştı. Bu arabanın ne kadar ettiğini
bilmiyordu ancak annesinin Seattle’daki o aptal minivamndan
daha değerli olduğu belliydi. Kesinlikle. “Bu bir Shelby mi?
“Evet. 67 model GT 500.”

222
Papatya Falı

jslathan, M ustang’ler konusunda fazla bir şey bilmiyordu


ncak onlardan bir tane alacaksa kesinlikle bu olmalıydı. “Mo-

toru ne?” ^ ye sordu kaP‘y kapatırken.”


“Orijinal 428 Poliçe Interceptor ”

“Sıkıymış.”
“Bunları seviyorum .” Jack vitese taktı, arkasına baktı ve
yola çıktı.
“Hızı ne?”
“Saatte yüz otuz iki mil. Elbette, bir Daytona ile kıyaslana-
maz bile. Kapalı parkurdaki rekoru ne demiştin?”
“İki yüz. 69’da sergiden yüz seksenle çıkmış.”
jack güldü ve yeniden vites değiştirmek için elini direksi­
yondan çekti. “Biliyor musun, B illy’nin tamirhanedeki Barra-
cuda konusunda yardım a ihtiyacı olabilir. Madem sen de bir
süre buralardasın ve günün birinde kendine bir Daytona almak
istiyorsun, belki ona yardımcı olmak istersin.”
Dalga mı geçiyordu? Bir Barracuda’nın motoruna doku­
nabilmek için bokunun içinde bile yuvarlanabilirdi. “Bu çok
havalı olur. Ama kasabada ne kadar kalacağımı bilmiyorum.”
Jack ona baktı. “Annenle konuşup, kasabada ne kadar ka­
lacağını öğreniriz.” Dikkatini yeniden yola verdi ve vitesi üçe
attı. “Elbette, aileden olduğun için sana, diğerlerine verdiği­
mizden daha fazla para verecek halimiz yok.”
Para mı? Bir de üstüne para mı alacaktı? Bokunun için­
de iki kere yuvarlanabilirdi. Nathan pantolonunun yanından
sarkan zincire baktı. Boğazını temizledi ve birkaç kez başını
indirip kaldırdı. “İyi.”
223
Rachel Gibsort

“Seni saat başına yedi elliyle başlatırız.”


Kafasında hesap yapmaya başladı ancak bu kadar
sayılan her zaman kolay hesaplayabilirken şimdi bir ş ey j e ^
muştu. “Tanıam.”
“Nathan?”
Gözlerini Jack’e çevirdi. “Evet?”
“Senden daha önce haberim olm alıydı,” dedi, gözünü y |

dan ayırmadan.
Nathan ona katılıyordu ancak bunu dile getirmedi.
“Bilseydim, hayatında olurdum. Beni kim se senden uzak
tutamazdı.”
Buna nasıl karşılık vereceğini bilemiyordu, bu yüzden ses
siz kaldı.
“Belki sen buradayken, birbirimizi tanıma fırsatı bulabili-

riz.”
“Olur.”
“Eğer iyi anlaşırsak belki bütün yazı burada geçirmeyi dü­
şünebilirsin.”
Bütün yazı mı? Hayatta olmaz.
“Barracuda’mn işi bittiğinde onu benim için test sürüşüne
çıkaracak birine ihtiyacım olacak. Sen bunu becerebilir mi­
sin?”
Gülümsememek için dudağındaki halkayı içeriden ısırdı.
Aman tanrım! “Becerebilirim.”
“Ehliyetin var, değil mi?”
Hevesi yarım kalmıştı. “Hayır, ben on beş yaşındayım. Eh­
liyet almak için on altı olmak gerekiyor.”
224
P a p a ty a Falt

“Teksas’ta d e ğ il. B u r a d a o n b e ş y a ş ın d a alabilirsin.”


“Ciddi mi?”
“Tabi. Barracuda’yı test sürüşüne çıkarman için ehliyetin
olması gerekiyor. Bu şirketimizin sigorta amaçlı politikası. Bu
da sürücü kurslarına yazılman gerektiğin anlamına geliyor. Bu
neredeyse yazın yarısını alır.”
Nathan kendini bildiğinden beri ehliyet alacağı günü hayal
etmişti
“Yanıtını bana bugün vermek zorunda değilsin. Düşün ve
bana haber ver.”
Eğer bütün yaz Teksas’ta kalırsa ehliyetini alabilirdi. Üste­
lik bir sürü de para biriktirebilirdi. Boynundaki zinciri düzeltti.
“Anneme sormam gerekiyor.” Annesi bundan hiç hoşlanma­
yacaktı. Ona her zaman hayır derdi. Eğlenmesine ya da büyü­
mesine izin vermezdi. Büyük bir can sıkıntısıyla sonsuza dek
çocuk kalmasını isterdi.
“Senin adına onunla ben konuşurum.”
“Konuşur musun?”
“Oh, evet.” Gülüşüyle beyaz dişleri ortaya çıktı. “Benim
için bir zevk.”
Bölüm 13

“Azelea LingoV u h atırlıyorsun, d eğ il m i? ”


“Hayır,” dedi Daisy, an n esin in p e n c e re s in d e n dışarı dalg,n
bir şekilde bakarken.
“Elbette, hatırlıyorsun. L ily ’n in d ü ğ ü n ü n d e taksitlerinin
yarısını ödediği bir elektrik s ü p ü rg e si g e tir m iş ti,” diy e devam
etti Louella, sanki Daisy, L ily ’n in d ü ğ ü n ü n e g e lm işti.
“Bir insan taksitlerinin yarısını ödediği bir düğün hediye­
sini nasıl alabilir?” diye sordu Daisy, gerçi şu anda bunların
hiçbiri umurunda değildi. Jack gideli bir saatten fazla olmuştu
ve şimdiye kadar ne ondan ne de N athan’dan haber vardı.
“Lily taksitlerin geri kalanını ödedikten sonra süpürgeyi
alabilmişti. Ona elli dolara mal olmuştu. Ve biliyorsun, Azelea
hiç de yoksul bir kadın değil, öyle şişman ki oturduğu yere
kalçalarını dönüşümlü koymak zorunda kalıyor. Yani elektrik
süpürgesinin tamamını alabilecek gücü vardı.”
Daisy birkaç kez dışarı çıkıp aramayı düşünmüş ancak evde
beklemenin daha iyi olacağına karar vermişti.
“Neyse, Azelea’mn kocası Buck birkaç yıl önce onu terk

226
Papatya Falı

f(j ve Amarillo’dan bir kızla evlendi. Ancak Amarillo’lu kız,


p asının arada bir Lovett’e eski karısı Azerlea’yla kaçamak
yap.tıaya geldiğini bilmiyor.”
Daisy iki kaşının arasındaki çizgiyi ovuşturmaya başladı.
Başl n e re d e y se çatlayacaktı.
“Ne oldu, tatlım?” Loella hikayesine ara verdi ve Pippen’e
döndü. “Oh, şapkanı mı istiyorsun? Daisy, hayatım, Pippen’in
şapkası nerede?”
Daisy o kadar gergindi ki konuşmak için bile çenesini zor
açtı. “Yatak odandadır.”
“Büyükannenin yatak odasındaym ış.”
“Git al,” diye buyurdu o küçük sesiyle.
“O zaman b irlikte g id elim .”
Onlar odadan çıkarken Daisy gözlerini pencereden ayırma­
dı. Annesinin mavi kadife perdelerini iyice açtı ve alnını cama
yasladı. Nathan dönmediğine göre Jack onun bulmuştu. Bu ve
buna benzer sayısız senaryo geçti kafasından. Bunların arasın­
da Jack’in, N athan’ı konuşma bahanesiyle bir yerlere çağırdığı
ve onu kaçırıp, D aisy’nin onları asla bulamayacağı bir yerlere
götürdüğü senaryosu da vardı. Bu son senaryo pek akla yatkın
değildi ancak Jack söz konusu olduğunda hiçbir şeyden emin
olmamak gerekirdi.
Ön kapıyı açtı ve kafasını dışarı çıkarıp sokağın aşağısına
ve yukarısına baktı. Her ikisi de ortalıkta görünmüyordu.
“Serin havayı dışarı kaçırıyorsun, kapat o kapıyı,” dedi an­
nesi odaya girdiğinde. Dönüp sahte inci işlemeli pembe bluzu
ve kot eteği içindeki annesine ve şapkasını takmış, tulum için-
227
deki P ippen 'c haklı.
'■Hu öğleden somu hastaneden ayrılırken Htk| | j,^ ,
getirdiler." diye devam etti annesi kaldığı yerilen. “A n h ./
‘^ılaı
Azelea’yla birlikteyken kalp krizi geçirm işti. Hastanede ^
Iamaıimı ama Hud'uıı karısının tırnaklarım çıkarmış ı,.,^
Aıııarillo’dan geldiğinde neler olacağım çok merak ediy0
mm." Annesi VMS kasetlerini sakladığı dolaba gitti ve kapağ,
ııı açlı. “Ve en kiiçiik kızları Boıınie de oradaydı. Geçen Sevgj
liler Günii’nde gerçeklen o çirkin bebeği doğuran kız. Tanrım
kilisede bebeğin yüzünden örtüsünü çektiğim de ilerdeyse kalp
krizi geçirecektim. Dımdızlak, pem be ve tıpkı yeni doğmuş bir
sıçan kadar çirkindi. Tanrı affetsin. Elbette, yalandan onlara
güzel bir bebek olduğunu söyledim . B o n n ie’yi hatırlıyorsun
değil mi? Kısa, koyu saçlı...”
Annesi D aisy’nin beynini p a tla tm a y a k a ra rlıy d ı. Daisy sun­
durmaya çıktı ve ark asın d an k a p ıy ı k a p a ttı. İlk b asam a ğ a otur­
du ve başını çatıyı d e ste k ley e n d ire ğ e y a s la d ı. S in irleri iyice
yıpranm ıştı. Başı z o n k lu y o rd u . S a a t n e re d e y s e ö ğ le d e n sonra
bire geliyordu ve g ün b itm e d en d a h a b e rb a t ş e y le r yaşayacağı­
nı biliyordu. Jack artık o n d an n e fre t e d iy o r d u , h a y a tın ı kâbusa
çevirecekti tıpkı onu ilk g ö rd ü ğ ü n d e s ö y le d iğ i g ib i. O na olan
öfkesini anlıyordu g erçi a n c a k iş le rin ç ir k in le ş m e s in e izin ve­
rem ezdi. E ğer öyle o lu rsa b u n d a n e n ç o k e n m a s u m olan etki­
lenecekti. N athan.
Çıplak ayakların a v e k ırm ız ı o je li tır n a k la r ın a b ak tı. Son­
ra kalçalarına doğru b a c a k la rın d a k i m o r lu k la r ı g ö rd ü . Jack’in
parm akları. B unların n asıl o ld u ğ u n u m e r a k e tm e y e g erek yok-

228
I’n/uılyn hılı

Onunla s e v ilir k e n D a isy ’niıı üzerimle i/leıini bırakmıştı.


11inek y ıllar ö n c e ile izle rin i b ıra k m ıştı, N a th a n ’ı değildi bu.
-iııiscnin g ö re m e y e c e ğ i y e rle re izler b ırak m ıştı. K albine ve
•uhuna g id e rile m e z iz le r b ıra k m ıştı. N e k ad ar uzağa giderse
,itsin, ondan ne k a d a r k a ç m a y a ç a lışırsa ç alışsın , ne kadar sak ­
lamaya ç a lışırsa ç a lış sın a sla y o k o lm u y o rd u .
Onun k e n d is in e k a rşı h iss e ttik le rin e rağ m en Ja c k ’e yeniden
âşık olm uş o lm a k ta n k o rk u y o rd u . B u n u n belirtilerin i göreb ili­
yordu.
N a lh a n ’ı a lıp k a s a b a d a n n e k a d a r ça b u k g id erse o kadar
iyiydi. J a c k a rtık b ir o ğ lu o ld u ğ u n u b iliy o rd u . İleride oğlunu
arayabilir, o n a m e k tu p y a z a b ilir y a d a o n u S e a ttle ’a ziyarete
gelebilirdi. L ily iy ile ş iy o rd u v e y a k ın d a e v e çık acak tı ancak
yardım a ih tiy a cı v a rd ı. D a is y ’n in d e kendi so ru n ları vardı ve
hayatı p a ra m p a rç a o lm a d a n b u ra d a n g itm eliy d i.
Birkaç b lo k ö te d e n b ir m o to r g ü rle m esi duydu, J a c k ’in
M ustang’ine a it o ld u ğ u n d a n e m in d i. B aşın ı k ald ırıp baktı ve
siyah a ra b a n ın k e n d is in e d o ğ ru g e lm e k te o ld u ğ u n u gördü.
Ayağa k a lk tığ ın d a a ra b a g e lip a n n e sin in ev in in ö n ü n d e durdu.
Jack m o to ru k a p a ttı v e o n a b a k tı. M e sa fe y e rağ m en gözleri
buluştu. J a c k ’in ö f k e li g ö z le riy le , D a is y ’nin o n u n ö fk esin e bo­
yun eğm iş g ö z le ri. D a is y b a ş ın ı e ğ e re k N a th a n ’a baktı. O ğlu
yolcu k o ltu ğ u n d a o tu rm u ş ö n ü n e b a k ıy o rd u . B ir şey ler söyledi
ve sonra ik isi b irlik te a ra b a d a n çık tıla r. İk isi d e arab an ın k a­
pılarını a y n ı a n d a k a p a ttı v e J a c k , N a th a n ’ı arab an ın önünde
bekledi. T e k s a s ’ın s ıc a k y a z g ü n e ş i D a is y ’nin o m u zların ı y a k ­
tı, koşup o ğ lu n a g itm e m e k için k e n d isin i z o r tuttu.
229
Rachel Gibson

İkisi aynı adımlarla yürüdüler. N a th a n ’m elleri her


nmda sallanıyordu; yürüyüşüyle sanki “ben serinkanlı ■' ^
meye çalışan on beş yaşında bir ç o c u ğ u m ” d e r gibiydi
mavi gözlerinde başının belada o lu p o lm a d ığ ın a dair d u y /^
endişe vardı. ^
Jack bir elini L ev i’s p an to lo n u n u n için e sokm uştu
yan tarafında serbestçe sallan ıy o rd u . H e r z a m a n olduğu ^
hiç acelesi yokm uş gibi y ü rüyordu. ''
“Neredeydin, N athan?” diye so rd u , g e lip ö n ü n d e durduğü
da. Ona sarılıp, her şeyin d ü z e le c e ğ in i s ö y le m e m e k içjn ^
dismi zor tutuyordu. “Seni m erak ettim . B iliy o rsu n , ne zaman
döneceğini haber verm eden g itm e n d e n h iç hoşlanm ıyorum ”
“Arabayla biraz d o laştık ,” d ed i Ja ck .
Nathan ’ın kaşları arasında b ir ç iz g i b e lird i, “ S en iyi misin?”
diye sordu Daisy.
“E vet.”
Ancak iyi görünmüyordu. Yorgun ve üzgün görünüyordu,
sıcaktan yanakları pembeleşmişti. “Aç mısın?”
“Biraz.”
“Neden içeri girmiyorsun, büyükannen sana yiyecek bir
şeyler hazırlasın.”
Jack’e döndü. “Sanırım, sonra görüşürüz.”
“Emin olabilirsin,” dedi. “Billy’yle konuştuktan sonra seni
ararım.”
“İyi.” Kalçalarına kadar inen pantolonundaki zincirlerin
şıngırtısıyla birlikte Nathan basamakları çıktı.
“Onu nerede buldun?” diye sordu, kapıyı kapatan oğlunu

230
P a p a ty a Falı

izlerken.
“O k u lu n orada. B ir kızla konuşuyordu.”
“Sonra onu nereye götürdün?” Jack’in yüzüne baktı. Yakıcı
ffQlıeş ışıkları şapkasının m inik aralıklarından içeri sızıp bur-
*un(ja ve ağzında noktacıklar oluşturuyordu.”
“Dolaştık.”
“Nerede d olaştın ız? ”
Güldü. “S ad ece d o la ştık .”
Gözlerini güneşten korumak için ellerini kaşlarının üzerine
koydu. Jack gerçekten bu işten keyif alıyordu. “Neler konuş­
tunuz?”
“Arabalardan.”
“Ve?”
“Bu yaz benim için çalışacağından.”
“İmkânsız,” dedi ve elini kaldırdı. “Planlarımız var.”
“Değiştir. Nathan bu yaz benim için çalışmak istiyor.”
Uzun koyu renkli kirpiklerin çevrelediği yeşil gözlerine
baktı. “Bu teklif ondan mı çıktı?”
Başını salladı ve üst dudağının üzerindeki noktalar oynadı.
“Fikrin kimden çıktığı önemli değil. İkimizin de istediği bu.”
“Bütün yaz burada kalamayız.” Bir ter damlasının göğsün­
den aşağı kaydığını hissetti. “Burada planladığımdan daha
uzun kaldım zaten.”
“Senin daha fazla kalman için bir neden yok. Hatta gitsen
daha iyi olur.”
“Oğlumu burada seninle bırakmayacağım. Onu sadece bir
saattir tanıyorsun ve burada kalması için aklına girmişsin.”
231
Rachel Cibsotı

“B en sadece ona, B i l l y ’n in b ir Barracuda motorunu t 0


masına yardımcı olması için iş teklif ettim. O da bu işe atlac| 3
Ellerini kaldırdı. “Elbette atlar. Hayatının ço ğ u nu
CAR yatak çarşaflan içinde geçirdi v e ilk araba seçim^
yaşındayken yaptı. Bir Porsche 911.”
‘Tanrını f” dedi. “Oğlumun bir Avrupa arabası seçn-ıesj
izin mi verdin?”
Başka şartlarda olsa buna gülebilirdi. “N e fark eder ki?”
"O bir Parrish.” Başından şapkasını çıkardı ve alnının tişör
tünün kısa koluna sildi. “B izim için fark eder.” Elini başımn
yanından, saçlarının arasından geçirdi v e şapkasını yenide„
taktı. “Düzgün yetiştirilmiş olsaydı, daha iy i bir seçim yapar
dı,” dedi homurtuya benzer bir sesle.
Nathan’a yetiştirme tarzını e le ştirm e y e n a sıl cesaret ede­
bilirdi? Her zaman çok iyi bir a n n e o lm a m ış olabilirdi ancak
elinden gelenin en iyisini yapm ıştı. O n a z a ra r verecek herkesi
öldürebilirdi.
“Eğer düzgün yetiştirilmiş olsaydı,” diy e d ev am etti Jack, “Du­
dağında bir halka ve üzerinden sarkan k ö p e k zincirleri olmazdı.”
Daisy’nin sinirleri iyice g e rilm işti v e b ir a n için, Nathan’ın
hatınna Jack’le iyi g eçin m ek z o ru n d a o ld u ğ u n u unuttu. Ja­
ck’in öfkelenmekte haklı o lm asın ı a rtık u m u rsam ıy o rd u , sının
aşmıştı ve oğluna h akaret ed iy o rd u . “ O h a rik a b ir çocuk,” dedi
ve işaret parm ağıyla Ja c k ’in g ö ğ s ü n ü d ü rttü . “ D ışarıdan nasıl
göründüğü önem li değil, ö n em li o la n o n u n iç i.”
Jack başını eğip onun p a rm a ğ ın a s o n ra d a yüzüne baktı.
“Kirpi gibi görünüyor.”
232
Papatya Falı

“B izim yaşadığımız yerde öyle görünen birçok çocuk var.”


parmağa13 da,ıa güç,ü dürttü- “Sahte kovboy!”
ja c k ’in gözleri açıldı sonra onları kısarak onun elini kavra-

dl ve p a rm a ğ ın ı göğsünden uzaklaştırdı. “Terbiyesiz ve aksam


bozuk bir Kuzey Amerikalı olmuşsun sen.”
Daisy nefes nefese kalmıştı ve öldürücü vuruşunu yaptı,
ayaklarının üzerinde yükseldi ve “Bunu elleri yağlı ikinci sınıf
bir tamirciden gelen iltifat olarak alıyorum,” dedi.
“Seni kendini beğenmiş kaltak!” Tıpkı on yaşında kimin
bisikletinin daha iyi olduğu konusunda kavga ettikleri günler­
de olduğu gibi onu omuzlarından tuttu. O zamanlar da bağıra
çağıra hakaret eder, birbirlerine girerlerdi.
“Sen hep güneşin o sıska kıçının üzerinde doğup battığını
sanıyorsun,” dedi Jack.
“Sen de o kot pantolonunun içinde tanrının büyük bir arma­
ğanı olduğunu sanıyorsun.” Ellerini Jack’in göğsüne dayayıp
onu itti ancak Jack yerinden kıpırdamadı bile. “Ama sana tüm
kadınlar adına şunu söylemeliyim, o pantolonun içindeki o ka­
dar da olağanüstü değil.”
“Cumartesi günü Custom Lancer’m üstündeyken böyle dü­
şünmüyordun. Hatta pantolonumun içindekinden o kadar zevk
aldın ki, gözyaşlarına boğuldun.”
“Kendinle böbürlenme. Uzun zaman olmuştu. Aynı şey her­
kesle olabilirdi.” Güldü, utanmak için fazla sinirliydi. “Tucker
Gooch’la bile,” diye ekledi, Jack’in ondan nefret ettiğini bile bile.
Jack güldü. “Tucker’ın seni din değiştirmiş gibi zırlatacak
hiçbir özelliği yok.”
233
Rachel Gıbson

Ön kapı açıldı ve Louella kafasını dışarı çıkardı “


için iyi bir gösteri sergiliyorsunuz.” °Ir,Şu]^
Jack, Daisy’nin omuzlarını bıraktı, utanmıştı “j
Bayan Brooks.” ^1^
“Merhaba, Jackson. Hava iyice ısınm ış.”
“Meksika biberi gibi yakıyor,” dedi ve şapkasmı çıicara
yetiştirilmiş biri olduğunu göstermek istercesine onu selaj^
“Seni uzun zamandır göremiyordum.”
“Öyle oldu , efendim.”
“Kardeşin nasıi?”
“İyi. Sorduğunuz için teşekkürler.”
“Ona benden selam söyle.”
“Söylerim. Siz nasılsınız, Bayan Brooks?”
Daisy ikinci basamağa oturdu. Başını eline dayadı ve anne
sinin Bonnie Lingo’nun bebeğini gördüğünde geçirmek u2e
re olduğu kalp krizi hikâyesini anlatmasını bekledi. Daisy Şl)
anda bunun için minnettardı çünkü kendisini toparlaması içi„
bir fırsat olacaktı.
Bunun yerine Louelle, “Ne kadar kibarsın. İyiyim.”
“Bunu duyduğuma sevindim, efendim.”
Daisy annesinin delici bakışlarını üzerinde hissedebiliyor­
du. Zaten Jack’le ön bahçede kavga ettiği için kendisini aptal
gibi hissediyordu, bir de başını çevirip onun anlamlı gözlerine
bakmak istemiyordu. “Nathan bizi duydu m u?” diye sordu.
“Hayır. Sizi duyamadık ama kavga ettiğinizi gördük.”
“Harika,” diye fısıldadı Daisy.
Annesinin kapıyı kapattığını duydu ve Jack’e baktı. “İyi ge-

234
Papatya Falı

çil,nıemiz gerekiyor”
jack başını salladı. Bir baş belası olmasına rağmen yine de
akışiklı görünüyordu. “ Böyle bir şey olmayacak.”
“O zaman iyi geçiniyorm uş gibi yapacağız. NathanTn iyi­

liği İÇ'11”
“Sana bir şey söyleyeyim, tatlım,” dedi, şapkasını yeniden
başına geçirirken. “İyi bir yalancı olduğumu hiç sanmıyo­
rum”
D aisy’nin aklına onun Tallahasse’yle söylediği yalan geldi.

“Tabi”
Jack’in kaşları çatıldı. “En azından senin kadar.”
En alt basam akta ayağa kalktı ve ona baktı. “Benden nef­
ret ettiğini bile bile burada seninle kalacağını mı sanıyorsun?”
Buna yanıt verm esini bile beklemedi. “Bir yetişkin gibi dav­
ranmaya çalışıyor. A m a hâlâ onu bir bebek gibi şımartmamdan
da hoşlanıyor. O nun bana ihtiyacı var.”
Jack’in ifadesi yumuşadı. “Yazın burada kalmasına izin ve­
receğini mi söylüyorsun?”
Başka seçeneği olmadığını düşünüyordu. Nathan’la konu­
şacaktı ve eğer Jack’in tamirhanesinde gerçekten çalışmak ve
onu tanımak istiyorsa buna engel olmayacaktı. “Eğer istediği
buysa ancak onu burada seninle yalnız bırakamam. Seattle’da
onu, iki haftalığına akrabalarının yanında bıraktı aıııa bundan
hiç hoşlanmadı.”
Daisy derin bir nefes aldı ve sesli düşünmeye başladı. “Bu­
raya sadece bir sırt çantasıyla geldi. Benim de sadece küçük
bir çanta dolusu giysim var. Bütün bir yazı bu getirdiklerimizle
geçiremeyiz.” Seattle'daki evlerine gidip daha faz|a
getirmeliydi.
Jack kollarını göğsünün üzerinde kavuşturdu ve a-,
raundu kazanmıştı, bundan emindi. «n
“Bir daha kavga etmeyeceğimize söz vermelisin.”
“Tamam.”
“İyi geçineceğiz.”
“Nathan’ın önünde.”
Ancak Daisy’nin henüz onunla işi bitmemişti. “Beni
yormuş gibi yapacaksın.”
Jack başını geriye attı ve şapkasının gölgesi burnundan Çe
nesine kaydı. “Şansını fazla zorlama.”

Daisy yeni kesilmiş leylakların bulunduğu vazoya biraz


daha su ekledi ve somu kız kardeşinin yatağının yanma dön­
dü. Daisy leylakların bayıcı kokularından hoşlanmazdı. Ona
ölümü hatırlatıyordu. “Yarın eve çıktığından ben burada olma­
yacağım,” dedi ve içinde turuncu lalelerin ve beyaz güllerin
bulunduğu vazoya uzandı.
“Nathan’la eve mi dönüyorsunuz?” diye sordu Lily, yemek
tepsisindeki pelteye doğru uzanırken.
“Sadece ben ve sadece birkaç günlüğüne.” Daisy lavabo­
ya doğru gitti ve vazoya su ekledi. “Görünüşe bakılırsa bütün
yazı burada geçireceğiz.” Lily bir şey söylemedi ve Daisy dö­
nüp omzunun üzerinden kız kardeşine baktı. Alnında, dikişle­
rini kapatan bir sargı vardı. Bir gözü siyaha çalan mor, diğeri
de yeşil-san bir renkteydi. Üst dudağı hâlâ biraz şiş haldeydi,

236
01kolu ve sağ bileği sarılıydı, ayaklarıyla bir çeşit askıdaydı.
“M eler oldu?” diye sordu sonunda Lily? “Jack'e, Nathan’ı
söyledin mi?”
“Tam olarak değil.” Vazoyu diğerinin yanına koydu ve
Lily’nin yatağının yanına oturdu. “Nathan söyledi gibi bir
şey,” diye yanıtladı. “Jack’e ne kadar üzgün olduğumu anlat­
maya çalıştım ama henüz bunları duymaya hazır değil.”
Lily yastığın üzerinden başını ona doğru çevirdi ve yüzü­
nün çeşitli renkleriyle birlikte mavi gözleriyle ona baktı. “Üz­
gün olduğunu sadece birkaç sözcükle dile getirebilirsin, Daisy.
Ama onları içtenlikle söylemediğin sürece bir şey ifade etmez­
ler. Ronnie beni ne zaman aidatsa üzgün olduğunu söylerdi
ama aslında o sadece yakalandığı için üzgündü. Bazen sadece
üzgün olmak yetm ez.”
“Biliyorum.” Oturduğu sandalyenin ahşap kollarım elleriyle
sıktı. “İşte, yazı burada geçirmeyi kabul etmemin en büyük nedeni
de bu. Jack’e borçluyum. Ben doğru olduğunu düşündüğüm şeyi
yapmıştım ancak Nathan’ı, Jack’e söylemek için on beş yıl bekle­
memeliydim. Bu konuda kendimi çok suçlu hissediyorum.”
“Sakın bu suçluluk duygusunun seni çileden çıkarmasına
izin verme.” Lily pelte kâsesini tepsiye bıraktı. “Slirn Clem’e
gittiğimiz geceyi hatırlıyor musun?”
“Elbette.”
“O gece Buddy Calhoun’la yattım.”
Daisy şaşkınlıktan konuşamadı.
“O gece ben eve döndükten sonra bana geldi ve seviştik.
Çok tatlı biri ve onunla sevişmek harikaydı. Ama o gittikten
237
R achcl G ibson

sonra k e n d im i s u ç lu hissetmeye başladım, sanki evlj|-.


ihanet ediyordum. Ronnie yıllarca bana ihanet etmiş
P ippen 'i terk e d e r e k b a ş k a b ir kadına gitmişti ve kend ^
suçlu h iss e d e n bendim.” Alnındaki sargının kenarım ka ^
“Ç ılg ın lık tı ve o kadar ç il e d e n çıkmıştım ki, onun evine
tim. Evde değildi, s o k a k ta b ir a ş a ğ ı b i r yukarı giderek
gelmesini b e k le d im ve giderek daha fazla öfkelendim. BUnd ”
sonrasını fazla hatırlayamıyorum ama fazla öfkelenmiş 0]m"
lıyını, arabamı oturma odasına sürdüm.”
“Lı'Jy.” Ayağa kalktı ve yatağa doğru gitti. “Sen neler söy
İtiyorsun? Bu suçluluk duygusunun beni delirtmesine izin Ver
meli miyim yoksa Jack’in Mustang’iyle annemin oturma oda
sına dalmasını mı beklemeliyim?”
“Her ikisi de değil. Yeniden normal bir insan gibi hissetmek
istediğimden bile emin değilim.” Tepsiyi itti. “Başparmağım,
kaşıyabilir misin?”
Daisy yatağın ayakucuna gitti ve kız kardeşinin başparma­
ğını kaşıdı. Lily’nin ayak bileği çok şişmişti.
“Peki, polise kazayla ilgili ne anlattın?”
“Çocuğuna destek konusunda konuşmak üzere Ronnie’yle
gittiğimi ve o gözlerini karartan migren ağrılarından birini ya­
şadığı bu yüzden de fren yerine yanlışlıkla gaz bastığımı söy-
ledim.”“Yuttular mı?”
Omuz silkti, “Neal Flegel’le aynı sınıftaydık. Ronnie’den hiç
hoşlanmazdı. Bana hız kontrolünü kaybetmekten bir trafik cezası
kesti. Sigortam evin hasarını ödeyecek ama primlerim çok fazla
yükseleceği için sanırım bir süre araba kullanamayacağım.”
P a p a ty a Falı

paisy bunu şükretti. “Bir danışmana gitmeyi düşündün

fllİİ?”
“gvet, bunu düşündüm. Kötü bir fikir olmayabilir.” Lily
kumandaya uzandı ve yatağını indirdi. “Ama arabamla Ron-
nje’nin evine dalmak bakış açımı değiştirdi.”
gu kulağa sağlıklı geliyordu.
“Hiçbir erkek bana kendimi kötü hissettiremez. Çıldırmadı­
ğım zamanlarda iyi bir insan olabiliyorum.”
Daisy gülümsedi. “Haklısın.”
“Ronnie bırak beni, yüzüne tükürülmeyi bile hak etmiyor.”
“Kesinlikle.”
“Şimdi iyileşmeye ve Pippen’e odaklanacağım. Ronnie’ye
beslediğim o berbat duygulardan kurtuldum. Kendimi önem­
li hissetmem için hayatımda bir erkeğin olmasına ihtiyacım
yok.”
“Bu doğru.” Lily akıl sağlığını yeniden kazanma konusun­
da iyi bir yolda ilerliyordu.
“Kendime saygımı kişisel gelişimi ereksiyon olduğunu sa­
nan biri üzerine neden kurayım ki?”
Daisy güldü. “Kurmamalısın.”
Lily dirseğinin iç tarafında duran pamuk parçasını tutan
bandı çıkardı. “Erkekler alçak yaratıklardır, hepsinin öldürül­
mesi gerekiyor.”
Belki de akıl sağlını yeniden kazanmak için önünde uzun
bir yol vardır.
B ö i ü n t 14
Jack, krank milinin nasıl çıkarıldığını gösteren Billy ’y j j 2]e^

oğluna bakıyordu. Nathan’ı liseden aldığı o günden itibaren


gözlerini ona dikmemeye çalışmıştı. Çocukları korkutmaktan
hoşlanmazdı ancak oğlu tamirhanede üç gündür çalışıyordu Ve
ona dikkatle bakmamaya çalışmak giderek güçleşiyordu. Kirpi
saçları ve dudağındaki halkayla bile Parrish ailesini andırıy0r.
du hatta Jack’ten daha fazla.
Jack kollarını sıvadı, eline bir anahtar aldı ve kalan birkaç
cıvatayı söktü. Araba yenileme işinde eskiden olduğu kadar
çalışmıyordu. Zamanının çoğunu anlaşmalar yaparak ya da ül­
kenin çeşitli yerlerinde yedek parça aramakla geçiriyordu. Bil­
ly tamirhane işlerine bakarken o daha çok ticari ofis işleriyle
ilgileniyordu ancak son üç gündür tamirhanede teknisyenlerle
birlikte daha fazla zaman harcıyordu.
“Loblar yavaşlatıyor,” dedi Billy tuhaf olan milini inceler­
ken. “Tıpkı tahmin ettiğimiz gibi.”
“O ne demek?” diye sordu Nathan.
“Hızı kesiyor demek,” diye yanıtladı Billy.
F a p a ly a tali

“Vanalar fazla uzun ya da yeterince açık kalmazlarsa motor


kaybeder,” diye ekledi Jack.
8
^ blathan V ’in arkasından ona baktı, gözlerinde Jack’in gör-
elcten nefret ettiği bir endişe vardı. Konuşmaya devan eder-
n gözlerini oğlundan ayırmadı. “Siz motoru toplamadan
önce yedek parçalar gelmiş olur.”
Oğlum.
Billy mili Nathan’a verdi. Nathan milin loblannı inceleme­
ye başladı. “Peki, bu eski parçayı ne yapacağız?”
“Onu sana dışarıda gösterdiğim hurda kutusuna at,” dedi

Billy-
Jack, Nathan tamirhaneden çıkışını izlerken oğlu için daha
farklı şeyler hissetmesi gerektiğini düşündü. Boğazındaki
yumrudan ya da isteksiz meraktan daha fazla şeyler. Kendi ba­
basıyla arasındaki bir bağ gibi bir şey, ancak hissetmiyordu.
Gerçi Nathan o bağı Billy ile kurmuştu. Onlan yan yana
çalışırlarken izlemişti. Görünüşe bakılırsa Nathan tamirhane­
deki diğer teknisyenlerle de iyi anlaşıyordu. Ancak Jack etrafta
olduğunda daha sessiz ve içine kapanıktı.
O akşam B illy’nin arka bahçesinde bira içerlerken bu duru­
mu Billy’ye anlattı.
“Nathan’ın benden hoşlandığını sanmıyorum,” dedi. Bil­
ly’nin geçen yaz onlar için yaptığı oyun bahçesinde oyun oy­
nayan Lacy ve Amy Lynn’e bakarken. Saat yediye geliyordu
ve iki meşe ağacının arasından sızan ışık çimenlerin üzerinden
Jack ve B illy’nin oturduğu verandaya vuruyordu. “Benden
çok senden hoşlanıyor gibi görünüyor.”
241
Rachel Gibson

“Bence senin yanında heyecanianıyor.”


İki erkek kardeş de alçak ve yayvan ahşap koltuklarda
muş bacaklarını öne doğru uzatmışlar ve ayaklarım .1,,°.^'
Üst»
atmışlardı. Jack’in üzerinde kolları kesik kot bir gött,^
Billy'nin üzerinde de bir fanila vardı. Rhonda bebekle bjr ^
arkadaşının ev partisine gitmiş ve B illy ’yi de diğer km
/lann
başında bırakmıştı.
“Onu nasıl daha fazla rahatlatabileceğimi bilıniy0rum„
dedi Jack, birasını dudaklarına götürürken. Bir yudum aldı
“Başlangıç olarak, annesi onu almaya geldiğinde bugün
yaptığın gibi o hançer gibi saplanan gözlerle bakmaktan va?.
geçebilirsin.”
Daisy’i annesinin ön bahçesinde kavga ettiklerinde günden
beri bugün ilk kez görmüştü. Birkaç günlüğüne Seattle’a git.
inişti ve bugün tamirhanede görene kadar geri döndüğünü bile
bilmiyordu. Ve ona o şekilde bakmış olduğunun farkında de­
ğildi.
“Ve babasından söz ettiğinde,” diye devam etti Billy, “Si-
nirlenmekten vazgeçebilirsin.”
“Steven onun babası değil.” Jack kardeşine baktı ve “Onun­
la ilgili kötü bir şey söylemedim.”
“Söylemene gerek yok. “Nathan senin yanında ne zaman
onunla ilgili konuşsa dişlerinin arasından hava hortumu gibi
tıslıyorsun” Billy öne doğru uzandı ve bahçenin diğer tarafına
doğru bağırdı. “Lacy, kardeşin sallanırken onun önünden geç­
memelisin. Yine kafana çarpacak.”
Jack şişeyi koltuğun kenarına koydu. “Nathan ben yokken

242
Papatya Palı

steVen’dan söz ediyor mu?”


“Evet-” Billy arkasına yaslandı. “Anlaşılan Steven hasta­
la n m a d a n önce onunla birçok şey yaparlarmış.”
jack kendisini, Billy’nin sözünü ettiği hava hortumu gibi
t,şiarken yakaladı. Kıskanıyordu. Ölü bir adamı ve erkek kar­
deşini kıskanıyordu. Bu duygudan hiç hoşlanmıyordu.
“Kızgın olduğunu biliyorum ve buna sonuna kadar hakkın
var ama Nathan’ın, Steven’ı sevdiğini unutmamalısın. Haklı
ya da haksız, ama anlattığı kadarıyla Steven ona iyi bir baba

olm u ş”
“Steven’ın iyi kötü ya da farklı olmaya hakkı yoktu. Daisy
ile birlikte kaçtılar. Evlendiler ve on beş yıl boyunca oğlumu
benden sakladılar.”
“Hangisine daha fazla öfkeleniyorsun? Daisy’nin sana Nat­
han’ı söylememesini mi yoksa yıllar önce Daisy’nin seni değil
de Steven’ı seçmesine mi?”
“Nathan’ı benden almasına.” Elbette bu en kötüsüydü an­
cak ikisinin de birbirine bağlantısı vardı ve ayırması zordu.
“Şu anda ona, nefret eder gibi bakıyorsun ama Lacy’nin
doğum gününde ki bakışını da gördüm. Oturur oturmaz sanki
onu gözlerinle yemeye başladın.”
Öyle mi yapmıştı? Olabilir. “Eskiden ona âşıktım,” diye iti­
raf etti, Amy Lynn’in salıncaktan inişini izlerken.
“Steven’ın mektubunu okudum ve anlaşılan ikiniz de Daisy
Brooks’a âşıkmışsınız. İkiniz de onu sevmişsiniz.”
Bunu inkâr etmenin yararı yoktu. “Sanırım, sekizinci sınıf­
tan beri. Belki de daha önce.” Amy Lynn’in yeniden salıncağa
243
Rıirhcl Gibson

binişini izlerken aklı Slevc ve Daisy'nin evlendikleri pB


bir öncesine gitti. "Onunla birlikle olmak... otobanda 1
mil Jıızla gitmek gibiydi. Seni o koltuğa yapıştıran hisç*^
bj,
lirsin. Kalbin boğazında atar, adrenalin her yerine yay,|
tüylerin ürperir."
“Evet, bilirim.”
"Öyleydi.” Jack başım salladı ve birasına uzandı,
önce kimseye Daisy'deıı söz etmemişti. “Onun için çıldirıy0r
dum ama çok kavga ediyorduk. Çok kıskançtı ve ben de 0na
bakan bir erkek görsem, öldüresiye dövebiliı dim.”
Billy öne doğru eğildi. “Amy Lynn çok hızlı sallanıyorsun ”
Koltuğuna geri yaslandı ve, “Ama o kavgaların arasında b ir y a
da daha fazla sevişmiş olmalısınız ki Daisy hamile kalmış.”
Jack arabasının arka koltuğunda bacaklarını beline dolamış
ya da annesi geç saatlere kadar çalışırken onun yatak odasında
defalarca seviştiğini çok net hatırlıyordu. “Bazen sadece Ca-
maro’mun arka koltuğunda sevişmek için kavga ediyorduk.”
“Yeni yetmelerin hormonları,” dedi Billy, sanki her şey o
kadar basitmiş gibi masmavi gözleriyle Jack’e bakarken.
“Bu hormonlardan daha fazlasıydı.” D aisy’den önce başka
kızlarla birlikte olmuştu ama onunla sevişmek sadece seksten
ibaret değildi. Geçen cumartesi günü, Custom Lancer’ın üs­
tündeyken ona hâlâ çıldırttığını kanıtlamıştı. Bunca yıl sonra
bile. Elbette bu Nathan’ı duymadan önce olmuştu. Şimdi ona
hissettikleri içini kemiren öfkeden başka bir şey değildi. “Bana
uygun bir kız olduğunu düşünüyordum. Benden başka kimseyi
düşünmediğini.”

244
P ııp ü ty u Fiili

..|^ ad eın o n a bu k a d a r âşık tın , n eden ondan ayrılmak istedin?"


“O n d an a y r ıld ığ ım ı n e re d e n çıkardın?"
“ S te v e n ’ ın mektubunda yazıyordu.”

“Öyle mi?” Mektupta Nathan dışında pek bir şey hatırlamı­


yordu. "Annem ve babam yeni ölmüştü, bununla başa çıkma­
ya çalışıyordum.” Şişeyi tutan elinin baş parmağını kardeşine
d o ğ r u lt t u . N e kötü günlerdi, hatırlıyor musun?”
-Tabi.”
“O günlerde Daisy beni daha fazla sahiplenmeye ve daha
d u y g u sa l olmaya başlamıştı. Sanki sürekli ensende gibiydi, ne
zam an biraz yalnız kalmak istesem bana daha çok yapışıyordu.
B u n u n la baş edemedim ve bir süre ayrı kalmak istedim. Ertesi
giin en yakın arkadaşımla evlendiğini öğrendim.”
“Hamile kadınlar gerçekten tuhaflaşırlar. İnan bana, ben
bunu üç kez yaşadım.”
“Ben hamile olduğunu bilmiyordum.”
“Doğru. O da bunu sana söylemek yerine Steven’a söyledi
çünkü sen onu yüzüstü bırakmıştın.”
“Ben onu yüzüstü bırakmadım.” Lanet olsun, Billy onu si­
nirlendirmeye başlamıştı. “Düşünmek için biraz zamana ihti­
yacım vardı. Eğer bilseydi, başka türlü davranırdım.”
“Biliyorum.”
Sonunda ailesinden biraz destek görebilmişti.
“Ama o kendisini yüzüstü bırakılmış hissetti ve senin yeri­
ne Steven’a gidip ondan yardım istedi.”
“Lanet olsun, neler oluyor? Sen benim kardeşimsin. Benim
tarafımda olman gerek.”
245
Rachel Gihson

“Öyleyim. Her zaman. Ama sen çok öfkelisin ve


olayları net olarak görebildiğini sanmıyorum. Neler hjs ^
ğini anlıyorum ama binlerinin sana D aisy’nin, Steven’|a ^
lenmesinde senin de bir payın olduğunu söylemek zorun(ja?
“Belki,” tartışmayı hararetlendirmemek adına kabul e t ^
zorunda kaldı ancak buna gerçekten inanmıyordu, “Ama
oğlumu benden saklamaları için yeterli bir bahane değil g
yüzden Daisy’yi asla affetmeyeceğim.”
“Tim McGraw’ın asla ilgili bir sözü vardır, biliyor musuıP”
Tim McGraw’ın herhangi bir şeyle ilgili söylediği herhangi
bir şey onu hiç ilgilendirmiyordu. Tim McGraw, Faith HiH’ie
evliydi ve Faith çocuklanm alıp kaçm amış ve onlan on beş y,[
boyunca bir sır olarak saklamamıştı.
Billy birasından uzun bir yudum aldı ve yine de Tim’in ne
dediğim söyledi. “Tim asla ile ilgili asla ama asla işe yarama­
yan bir şeylerin olduğunu söylüyor. Bence burada mantıklı bir
şey var.”
Jack, Billy’nin birasını daha yavaş içmesi gerektiğini dü­
şünmeye başladı. “Nathan’la birlikte tekneye atlayıp, Meredith
Gölü’ne balık avlamaya gitmeyi düşünüyorum,” dedi Daisy
konusundan uzaklaşmak için. “Belki bir gece kamp yapanz.”
“Rhonda ve kızlarla birlikte geçen yaz gölde kamp yapmış­
tık. Marinanm yanındaki Stanford kamp alanında kaldık. Kız­
lar için halka açık tuvaletleri çok güzeldi.”
“Tuvaletlerin ne kadar güzel olduğu umurumda değil.” Bil­
ly’nin umurundaydı çünkü şikâyetçi olabilecek dört dişiyle
yaşıyordu.
246
Papatya Falı

“Belki Nathan’ın annesinin de size katılmasını isteyebilir­


sin, diye düşündüm.”
jack ayağa kalktı ve verandanın diğer tarafına doğru yürü­
dü. “Senin neyin var?” Oğlunu etrafta başkaları yokken tanı­
mak istiyordu. Artık Nathan, Daisy ya da Steven’dan söz etti­
ğinde verdiği tepkiyi öğrendiğine göre, bunun kontrol altına
alabilirdi. “Beni sinirlendirmek için mi benle zıtlaşıyorsun?”
Billy güldü ve o da ayağa kalktı. “Hayır, ben sadece Nat-
han’ın, o varken daha rahat hareket edebileceğini düşündüm
ve daha rahat konuşabilir.”
Belki, ancak Daisy ile aynı çadırda uyumak olacak iş de­
ğildi. Söz konusu bile olmazdı. Bunun seksle bir ilgisi yok­
tu sadece o uyurken yüzüne yastığı bastırıp, onu boğmaktan
korkuyordu. Evin yan tarafındaki çöp bidonuna doğru gitti,
kapağını açtı ve şişeyi içine attı. “Yalnız başımıza daha rahat
ederiz.” Bidonun kapağını kapattı. “Belki kömür balığı ya da
belki birkaç alabalık tutarız.”
“Kulağa hoş geliyor.”
“Hey siz ikiniz,” diye seslendi Jack bahçenin diğer yanma.
“Buraya gelip bana öpücük verin de artık gideyim.”
Lacy sarı kaydıraktan aşağı kaydı, hemen ardından Amy
Lynn de salıncağından indi. Çimenlerin üzerinde koşarak ona
doğru geldiler. Lacy her zamanki gibi başı önde bodoslama
geliyordu. Jack, yumurtalarını onun başından korumak için
hemen dizlerinin üzerine çöktü.
Billy de gidip bira şişesini çöp bidonuna attı. “Haftaya bir
gün Nathan’ı buraya çağıralım, gelip kuzenlerini görsün.”
247
Rnchcl Gibscm

“Senin bahçe bebeklerini mi?” diye sordu Jack, Lacy,


caklayıp dizinin üzerine oturturken. ^^
“Ben bahçe bebeği değilim,” diye itiraz etti, Amy Lyn
kollarını onun boynuna doladı ve yanağından öptü. ^
"Nesin o zaman? Bahçe kuşu mu?”
“O ne?”
“Tavuk.
“Hayır.”
“Büyükanneniz tavuklara bahçe kuşu derdi. Çünkü o Ten
nessee'de bir çiftlikte büyümüştü ve gerçekten bahçelerinde
tavukları vardı. “Lacy’yi öptü ve onu yere bıraktı. Amy Ly
nn’in kollan hala boynundaydı.
“Gitme,” dedi Amy Lynn.
“Gitmem gerek. ” Onu kollarından gıdıkladı ve kız kıkırdayarak
kollarım bıraktı. “Gidip büyük balık avı planlan yapmam gerek ”
“Eğleneceksiniz eminim,” dedi Billy, Lacy’yi kucağına alıp
Jack’le birlikte evin yan kapısına doğru giderken. “Nathan, iyi
bir çocuk. İyi yetiştirilmiş olduğu anlaşılıyor.”
Jack omzunun üzerinden Billy’ye baktı. “Nasıl göründüğü­
nü biliyorsun. O dudağındaki halka ve saçları. O köpek zincir­
leri, kıçının çatalını ortada bırakan o bol pantolonu.”
“Günümüz çocuklarının hepsi böyle. Bu kötü yetiştirildiği
anlamına gelmez.”
Doğru olabilir ancak Jack’in herhangi bir konuda Daisy’ye
hak vermeye niyeti yoktu, özellikle de Billy şeytanın avukat­
lığına soyunmuşken. “Üç yaşındayken arabasını seçmiş, bir
Porsche 911.”
P a p a ty a Falı
gjjly olduğu yerde donup kaldı. “Ama o bir Parrish.”
S o n u n d a ne demek istediğini anlamıştı,

jack elini kaldırıp, Louella Brooks’un ön kapısına iki kez


^rdu. Güneş batmak üzereydi ve ön sundurmayı kasvetli bir
griye dönüştürmüştü.
jCapı ardına kadar açıldı ve Daisy’yle yüz yüze geldi. Saçla-
n omuzlarının üzerine saçılmıştı, sanki yataktan yeni kalkmış
gibi dağınıktı. Boynundan bağladığı, göğsünün üzerinde dan­
telleri olan pembe bir elbise giymişti. Ayaklan çıplaktı ve çok
seksi görünüyordu. Midesine öfkeyle arzu karışık bir kramp
girdi.
“Merhaba, Jack.”
“Merhaba. Nathan buralarda mı?”
“Nathan annemle çıktı ama...” Kaşlarını düşürdü, dudakla­
rını yaladı. “Saat kaç?”
Saatine baktı. “Sekizi biraz geçiyor.”
“Oh. Annemle Nathan, Lily’ye akşam yemeği için yardım
etmeye gittiler.”
“Kız kardeşin nasıl?
Gözünü ovuşturdu. “Daha iyi. İki gün önce hastaneden çık­
tı.”
“Seni uyandırdım mı?”
“Televizyon izlerken biraz dalmışım.” Ona sıcacık ve uy­
kulu bir şekilde gülümsedi. “Nathan her an geri dönebilir."
“Onu içeride beklememin bir sakıncası var mı?”
“Bana iyi davranacak mısın?” Konuşurken sözcükleri uzat­
mıştı. Daisy Lee aksanını yeniden kazanmıştı.
Rachel Gibson

"En uygun şekilde. ”


Bir süre düşündü ve bir adım geri çekildi. "İçeri ge] ■>
Karanlık oturma odası boyunca Jack onun peşinden
Televizyondan patlayan mavi beyaz renkler çıpJak omu^ıf"'
ve sırtına vuruyordu. Mutfağa girdi ve ışığı açtı. ^
Louella Brooks’un mutfağına gelm eyeli uzun zaman
muştu.
“Bir şeyler içmek ister misin? Çay, kola, su?” Omzun
üzerinden ona gülümsedi. "Viski?”
“Hayır, teşekkürler.”
Buzdolabını açarak m av i b ir su şişesi çıkardı. Parmaklan},
la saçlarını tararken, kalçasıyla dolabı kapattı.
"Yolculuk nasıl geçti?” diye sordu.
“Biraz can sıkıcıydı.” Saçları yeniden omuzlarına döküldü
omzunu buzdolabına yasladı ve Jack’e baktı. “Sonunda Ste­
ven’m eşyalarının büyük bir bölümünü toplamayı başardım
Junie gelip istediği şeyleri aldı. Diğerlerini de bir yardım ku­
ruluşu aldı”
Jack onun kahverengi gözlerindeki hüznü gördü ancak
kendi kendine bunu umursamadığını söyledi. Daisy şişeyi te­
pesine dikerek büyük bir yudum aldı. Yeniden aşağı indirdi
ve üst dudağında büyük bir su damlası kaldı. “Senin için bazı
fotoğraflar getirdim.” Su damlası bir süre daha üst dudağında
kaldıktan sonra aşağı kayıp gitti.
“Ne fotoğrafı?” Eğer üçünün birlikte yaşadığı Seattle’a ait
fotoğraflarsa onları kendisine saklayabilirdi.
“Doğduğunda, üç tekerlekli bisikletini kullanırken, doğum

250
Papatya Falı

.. nlUmlanna üflerken ya da futbol oynarken çekilmiş re-


^ ri ” P a r m a ğ ın ı kaldırdı. “Hemen dönerim.”
$iın>e
gu kadar mantıklı olmasını istemiyordu. Ona fotoğraflar
etimıek başkalarının yanında iyi geçiniyormuş gibi yapmanın
.fesine geçiyordu. Ona iyi davranmasını istemiyordu. Dudak­
larından aşağı akan su damlasını izlemek istemiyordu. Onun
aidişinı izlemek, gözlerinin sırtından aşağı kayıp, elbisesinin
dokunduğu kalçalarına kaymasını istemiyordu.
Geri döndüğünde kolunun altında bir ayakkabı kutusu var-
dı “Nathan’ın binlerce resmi var; bunlar sadece senin hoşla­
nacağını düşünerek getirdiklerim. Kutuyu kahvaltı masasına
getirdi ve oturdu. Birkaç fotoğraf çıkardı ve ona verdi. “Bu
hastanedeki resmi. Biraz morlukları vardı çünkü onun doğum
pensesiyle çekmişlerdi.
Jack yanağında morluk olan bebek resmine baktı. Gözleri
hafif şişti ve sanki birisini öpecekmiş gibi dudaklarını büzüş-
türmüştü. Bir sonraki fotoğrafta Daisy vardı ve liseden hatır­
ladığı haline benziyordu. Onu terk ettiği günkü haline. Saçları
kabarıktı ve hastane yatağında kucağında çizgili bir battani-
yeye sarılmış bir bebekle oturuyordu. Onun bebeğiyle, onun
kadını. Ama o zamanlar artık onun kadını değildi.
“Bunu isteyip istemeyeceğinden emin olamadım çünkü ben
de varım,” dedi, “Ama bütün hastane fotoğraflarında ben va-
nm.” Kutudan birkaç resim daha çıkardı. “Bunlardan istemedik­
lerini bırakabilirsin.” Resimleri ona verdiğinde bu defa masanın
üzerine doğru eğildi. “Bu, Nathan’ın birinci doğum gününde çe­
kilmişti.” Mama sandalyesinde oturan bir bebeği işaret ediyor-
du. Yüzünden saçlarına kadar her tarafı çikolatalı pastayab
mıştı. Ezilmiş çikolatalı pastadan kalanlar önünde duruyoj^'
“Pastasını önüne koyup, ta baklan yıkamak içjn ,
^3rhı
dönmüştüm,” diye açıkladı Daisy. “Geri döndüğümde san(j
yesinden uzanıp kocaman bir parça koparmıştı. Ben foto^ ^
makinesi alıp gelene kadar da bu hale gelm işti.” Jack güıdü
Daisy de başını kaldırıp gülümsedi. “Çok hareketliydi;’ de(j.
ve dikkatini yeniden fotoğrafa verdi. Jack’in gözleri onun b0y
nuna kaydı. Masaya yaslandığı için elbisesinin üzerinden gb
ğüs çatalı görünüyordu. Biraz eğilse saçlarının kokusunu ala
bilecekti. “O günlerde onu yatak odamıza kilitlemek zorunda

kalıyorduk,” dedi.
Jack geri çekildi. “Neden?”
Daisy de doğruldu. “Çünkü oğlan yedi aylıkken beşiğin­
den çıkmayı becerebiliyordu. Kendisine zarar vennemesi için
ona alçak bir bebek yatağı almıştık. Doğum gününden kısa bir
süre sonra, bebek yastığını altında üç tane tornavida buldum.”
Başını salladı. “Tahmin edebildiğimiz tek şey Steven’la ben
uyurken emekleyerek evi dolaştığıydı. Biz de onunla birlikte
yattığımız yatak odasını kilitlemek zorunda kalıyorduk.”
Üçü birlikte aynı yatakta. Bir zamanların mutlu aile tab­
losu. Bu tabloda o olmalıydı. Onun ve Nathan’m yanında, o
olmalıydı. Ancak o Steven’ı seçmişti.
Kendisini seçmeliydi. O yatağın içinde kendisi olmalıydı
ancak onu seçtiği için Daisy’yi suçlayamazdı.
Bundan sonra suçlayamazdı. On sekizinde ve korkmuş ol­
duğu için suçlayamazdı. Ancak on sekizinde olmak ve kork-
c olmak oğlunu kendisinden saklamak için bir bahane ola-
zdı. Bu yüzden onu asla affedebileceğini düşünmüyordu,
paşanın üzerine birkaç resim daha yaydı. "Yıllar boyun-
ca ]Mathan’ın bir sürü resmini çektim. O benim en sevdiğim
0bjemdi. Birkaç yıl önce Snoqualmie Şelalesi’ne gittiğimizde
0nun Ç°k güzel siyah-beyaz fotoğraflarını çektim. Siyah-beyaz
0nun arkasındaki güzelliklerin dengesini sağladı.” Dudakları
yukarı doğru kıvrıldı. “Renkli filmde çok baskın olabilir ve
Nathan resmin içinde kaybolup gidebilirdi.”
“Fotoğrafçılıkla ilgili çok şey biliyormuş gibi konuşuyor­
sun.” Kendisinde tam otomatik bir kamera vardı ve onu kızla­
rın doğum gününe bile götürmeyi unuturdu.
“Ben bir fotoğrafçıyım. Hayatımı böyle kazanırdım”
Onun bu özelliğini bilmiyordu. Hatta Seattle’daki hayatının
büyük bir bölümünü bilmiyordu.
“Bunu yine yapmayı planlıyorum. Kendi stüdyomu açaca­
ğım. Küçük ölçekli işletmeler için kredi araştırıyorum ve şehir
merkezi olan Belltown’da uzun vadeli kiralayabileceğim bir
yer için bir emlak komisyoncusuyla konuştum.” Kutunun dip­
lerini karıştırdı ve birkaç resim daha çıkardı, “Başlarda biraz
zor olacak ama evimizin satışından ve Steven’m hayat sigorta­
sından alacağım parayla rahatça geçinebiliriz.”
Hayatına devam ediyordu. O burada geçmişin içinde sıkışıp
kalmışken o hayatını devam ettiriyordu.
Louella ve ardından Nathan, mutfağa girdiler. Nathan'ın
üzerinde her zamankinden fazla zincir ve kaykaycı baskısı
olan siyah bir tişört vardı.
253
Rachcl Gibson

Daisy masanın diğer tarafından kayarak çıktı ve onj


şı/amaya gitti. “Nathan, Jack seniııie konuşmaya gelny ^ ^r'
Nathan, Daisy’nin başının üzerinden Jack’e bakt
elindeki resimleri masaya bıraktı ve ayağa kalktı. D iı^ ^
Daisy’nin annesine verdi. Kadının gözaltlarında m 911,11
oluşmuştu. 11*3r
"İyi akşamlar, Bayan Brooks?”
“İyi akşamlar, Jackson.”
“Nasılsınız?”
“Daha iyiyim,” dedi. “Lily ısrarla kendi evinde kalmak
di, burada kalsa daha iyi olurdu.” Kocaman çantasını tezgâh
üzerine bıraktı ve gelip Jack’in birkaç metre önünde durd
“Geçen yıl Tiny Bamett’in en küçük kızı Tammy’nin kadın
hastalıklarıyla ilgili bir sorunu olmuştu, ameliyat olmak zo
runda kaldı. Ona neler olduğunu duydun mu?”
Jack, Louella’nın kendisiyle konuştuğundan emin değildi
Kendisine bakıyordu ancak Jack daha önce ne Tiny Barret’in
ne de onun kızı Tammy’nin ismini duymuştu.
Anlaşılan yanıt çok gerekli değildi. “Hastaneden eve erken
çıktığı için öldü.”
“Anne,” dedi Daisy iç geçirerek, “Lily ölmeyecek.”
“Tammy de öyle sanmıştı. Geride Pippen yaşında bir oğlan
bıraktı. Ve bir de koca. Adam şu batı eyaletlerinden birinden
geliyordu ve Tammy cennet yolculuğuna çıkınca çocuğunu da
alıp gitti buralardan. Tiny o günden beri ne torununu görebi­
liyor ne de sesini duyabiliyor. Ve Tiny çok iyi bir kadındır.
Horace Barret denen adamla yıllardır evli. Herkes o adamın

254
Papatya Falı

doğ11?1311 yorgun ° 'c*uSunu ve tembel yetiştirildiğini biliyor,


kadar herhangi bir işte, bir ay bile çalıştığını sanmı-
yOtUtft-
iCadın sustu ve Jack bir anda her şeyi hatırladı. Steven’la
birlikte Daisy’yi her zaman ön sundurmada beklemelerinin ne-
(jeni buydu. On beş yıl geçmişti ancak Louella Brooks hiç de­
ğişmemişti ve suyu yokuş yukarı akıtana kadar konuşabilirdi.
“Ve Tanrı korusun, zekâ özürlü bir kız kardeşi vardı. Lo­
kantaya gelir ve her defasında taşlık sipariş ederdi. Ben de
onun..”
Jack kafatasının arkasında bir baskı hissetti ve Louella’mn
tepesinden Daisy ve Nathan’a baktı. Yüz yüze bakıyorlardı,
Mathan annesinden daha uzundu. Kıstığı gözleriyle annesiyle
iletişim kuruyordu. Daisy, “Ne yapmamı istiyorsun?” derce-
sine omuz silkti. Louella taşlıklardan, ızgara tavuk pirzolala-
nndan konuşmaya devam ederken, Daisy ve Nathan tek bir
şey söylemeden aralarından bir sohbet yürütüyorlardı. Anne
ve oğul.
Nathan topuklarının üzerinde sallandı ve eliyle boynunu
kesermiş gibi bir işaret yaptı. Daisy eliyle ağzını kapadı ve ba­
şını sallamaya başladı. Onlar bir aileydi. Sadece ikisi. Birlik­
teyken rahattılar. Birbirlerini rahatlatıyorlardı. Kendisi bunun
bir parçası değildi.
Daisy onun bakışını hissetmiş gibi dönüp ona baktı ve kah­
kahalara boğuldu.
“Tanrım, Daisy. Senin neyin var?” diye sordu kızına dönüp
bakarken.
255
Raclıel Gibson

“Bugün olan bir şey geldi aklıma.” Saçlarını kulak)


arkasına attı ve “Jack, Nathan’la konuşmaya gelmiŞ( bel^"'"’
lan yalnız bıraksak iyi olur.” 0t|'
“Aslında ben ikinizin bana arabaya kadar eşlik etmeni*-
teyecektim.” 'S'
“İyi.”
“Elbette.”
Yeniden Louella’ya döndü. “İyi akşamlar, efendim. “Lily- •
gördüğünüzde ona iyi dileklerimi iletin, lütfen.”
“İletirim.”
Üçü birlikte oturma odasından geçtiler ve dışarı çıktılar.
“Onu neden durdurmadın?” diye sordu kapının kapandığım
duyar duymaz.
Sundurmanın merdivenlerinden inip kaldırıma çıktılar.
Ufukta pembe ve mor renkte batmakta olan güneş gökyüzünde
kırmızı ve turuncu renkler oluşturmuştu. Bu renkler Daisy’nin
bazı saç tutamlarına vuruyor ve saçım altın rengine dönüştü­
rüyordu.
“Büyükannen başladığında onu kimsenin durdurabilmesi
mümkün değildir,” diye yanıtladı Daisy.
“Lily’nin evinden buraya kadar Cyrus diye birini anlata an­
lata bitiremedi.”
“Cyrus, on dört yaşındayken ölen en büyük dayımız, Tanrı
korusun.”
“Bu zırvalıktan bana ne?”
“Nathan!”
Jack kıkırdadı.
Papatya Falı

“O n u n b u tu tu m u n u d e s te k le m e m e k s in , Jack,” dedi kaldırı­


c ın so n u n a g e ld ik le r in d e .
“D esteklem iy o ru m .” Oğluna döndü. “Balık tutmaktan boş­
lanır mısın?”
O m u z silkti. “Babamla birlikte her z a m an balığa giderdik.”
“Jack zoraki gülümsedi. “Bu hafta sonunda alabalık avına
gidiyorum ve senin de gelmeni istiyorum. Cumartesi sabah
yola çıkıp pazar akşamı dönebiliriz”
Nathan önce Jack’e ardından annesine baktı.
“Bu hafta sonu için bir planımız yok. Gidebilirsin. Eğlenir­
sin.”
Nathan bir şey söylemedi, sessizliği Jack bozdu. “Daisy,
neden sen de gelmiyorsun?” Kendisine inanamıyordu. Ka­
fatasının arkasında hissettiği baskı yükseldi ve beynini sanki
bir kıskacın içine aldı. Az önce Billy söylediğinde öfkelendiği
şeyi kendi ağzıyla teklif etmişti.
Şu anda tek istediğini Daisy’nin teklifini reddetmesiydi.

257
B Ö lü im . ± 5

Meredith Gölü’niin üzerine yansıyan güneş ışığı, gölü g i ^


rengine çevirirken hafiften esen rüzgâr yüzeyde küçük dalga
lanmalara neden oluyordu. Tepede kuşlar uçarken ve göldeki
balıklar suya dalıp çıkarken Godsmack grubunun bas gitan Ve
bateri ritimleri bir yumruk gibi havayı dövüyordu.
Daisy, Jack’in teknesinin önünde bağdaş kurmuş, Seatt-
le’dan getirdiği Fuji kamerasının merceğinden Nathan’a bakı­
yordu. Kırmızı kolsuz bluzunun ve kot şortunun altına beyaz
tek parça mayosunu giymişti. Kocaman bir hasır şapka başını
güneşten koruyordu.
Nathan oltasını suya atmak için geriye çekti ve Daisy onun
resmini çekti. Kasketli bir şapka takmıştı, siperliği alnının iyi­
ce altına, siyah-gümüş renkteki güneş gözlüklerini tepesine
kadar indirmişti. Haki şortu yine kalçalarına düşmüş, kırmı-
zı-beyaz boxerı görünüyordu. Kaykaycı ayakkabılarını ço-
rapsız giymişti. Yanakları pembeleşmiş, annesinin uyarılarına
rağmen tişörtünü çıkarmıştı.
“Bana bebekmişim gibi davranıyorsun,” diyerek tıpkı bir

258
Papatya Falı

bek gib' şikâyet etti. Ancak sonunda pes edip annesinin gü-
koruyucu sürmesine izin vermişti.
Daisy kamerasını ve teknenin kıç tarafında avlanmakta olan
jack’e çevirdi. O da kovboy şapkasını alnına kadar indirmiş ve
mavi aynalı camları olan bir güneş gözlüğü takmıştı. Eskimiş
yeşü. yuvarlak yaka tişörtünün bollaşmış kollan kol kasları-
mn üzerinde dalgalanıyordu. Daha önce Daisy’nın omzundaki
deliğe baktığını görünce bunun ona balık avlarken şans geti-
ren bir tişörtü olduğunu söylemişti. Rengi solmuş Levi’s kotu
kalçalarını sanyordu. Daisy bu pantolonunun da şans getirmiş
olabileceğini düşündü. Büyük olasılıkla çok şans getirmişti.
Ayaklarında kovboy çizmeleri vardı. Başka ne olabilirdi ki?
Omzunun üzerinden Daisy’ye baktı ve Daisy resmini çekti.
Bundan rahatsız olup kaşını kaldırdı ve dikkatini yeniden olta­
sına verdi. Daisy onun resminin çekildiği için mi yoksa Gods-
mack yeniden bir küfür savurduğu için mi rahatsız olduğunu
anlayamadı. Gerçi bu küfürleri onun da ortalıkta savurduğunu
biliyordu. Bayılana kadar seni becereceğim, dediği geldi ak­
lına.
Bu sabah arkası açık Dodge Ram kamyonetle onu ve Nat-
han’ı almaya gelmişti. Kamyonun bir klasik olmaması Da­
isy’yi şaşırtmıştı. Oldukça yeni sayılırdı ve altı metrelik bir
tekneyi çekebiliyordu. Birkaç gün önce balığa gitmeyi teklif
ettiğinde Daisy arkasında pırpırlı bir motor bulunan alümin­
yum bir kayıkla açılacaklarını düşünmüştü. Daha iyisini tah­
min etmeliydi. Jack arkasında pır pır eden hiçbir şeyden hoşla­
nacak erkeklerden değildi.
Rurhet Cibson

Gri-kırmızı renkteki teknenin çift kumanda paneli ve


arabasına yakışacak koltukları vardı. Üçüncü bir balık a
koltuğu, dış motorun yanında yukarı doğru tünemişti D
ahşap kaplama panelin saatinin altında bir CD player
Daha önce kamp kurarken Jack ve Nathan bir anlaşma yapm '
lardı. Kendi müziklerini dönüşümlü olarak dinleyecekl
Önce Jack’in istedikleri, sonra Nathan’ın. Sorun Jack’in d)
kumsu mantıklı bir boyuttayken, Nathan yanında New y0rj,
telefon rehberi büyüklüğünde bir kutu getirmişti.
İlk balığı Nathan yakaladı. Otuz santimetre uzunluğnnda
bir kömür balığıydı bu ve Daisy onu uzun zamandır ilk kez
bu kadar mutlu görmüştü. Jack onu fileye almasına ve iğneden
çıkarmasına yardım etti. İkisi kafalarını eğmiş balığa bakarken
Daisy birkaç fotoğraf karesi yakaladı. Onlardan çok uzaktı ve
müzik birbirlerine ne söylediklerini duyamayacağı kadar yük­
sekti ancak Nathan başını arkaya atarak gülünce Daisy bu kah­
kahayı yüreğinde hissetti. Yüreğindeki bu his sadece oğluyla
ilgili değildi. Bunda Jack’in de payı vardı. Nathan’a uzanmıştı.
Oğluyla temas kurmaya çalışıyordu ve anlamadığı bir neden­
le ona daha fazla âşık olmaya başladığını hissetti. Bu gençlik
aşkı gibi bir şey değildi. Daha önce avuçlarının arasından ka­
yıp giden alevli ve yakıcı bir şey değildi. Daha huzurlu bir şey­
di. Yüreğinde hissettiği yumuşak bir kalp çarpıntısı, göğsünü
yakan hafif bir sızıydı ancak bu onu daha çok korkutuyordu.
Bu daha olgun bir aşktı. Kendisi daha olgundu ve ne yapması
gerektiğini tam olarak biliyordu.
Kesinlikle hiçbir şey.
260
Papatya Falı

Geçen akşam Matt Flagel arayıp onu yemeğe davet etmişti.


Uzun z a m a n d ır ilk kez bir erkek ona çıkma te k lif etmişti; çok
itmişti. Bahaneler uydurup, onu kamptan döndükten sonra
y a y a c a ğ ın ı söylemişti. Canı gitmek istememişti. Ş im d i yanlış
bjr karar verip vermediğini düşünüyordu. Kafasından Jack’i
atmak ve onunla ilgili duygularından u z a k la ş m a k için iyi bir

neden olabilirdi.
Bir resim daha çekti ve merceğin arkasından Jack'in yerine
dönüp, oltasını almasını izledi. Güneş dönüp duran gümüş ren­
gi makaranın üzerinde parlıyordu. Jack’in ellerinin ve kolları­
nın hareketleri yumuşak ve ölçülüydü. Ayaklannı omuzlarının
hizasında açmıştı. CD player durdu ve Daisy onun makarası­
nın çıkardığı sesleri duydu. Kalp atışları rahatlamıştı ve onun
resmini çekti.
Güneş yüzünün bir tarafına vuruyordu ancak kovboy şap­
kası onu çenesine kadar gölgeliyordu. Oltasını içeri çekti ve
uzanıp iğnesinin ucundaki yosunları temizledi. Sonra usta bir
hareket yapıp başparmağıyla makaranın yönünü değiştirdi, ol-
j tasının kamışını geri çekti ve sonra da ileri doğru fırlatn.
I Daisy kamerasını indirdi. Merceğin arkasında ne Jack’ten
j ne de ona karşı ola duygularından ne de onun kendisine olan
I duygularından kaçabilirdi. Jack ondan nefret ediyordu ve onu
asla affetmeyecekti. Bunu oldukça açık bir şekilde ifade et­
mişti. Daisy yakınlarındayken kalkanını ona karşı siper ola­
rak tutuyordu ve bu geziye kendisini nasıl davet ettiğini bile
anlayamıyordu. Ona gerekli bir malzeme gibi davranıyordu,
böcek ilacı gibi. Daisy yazın sonunda geri dönecekti ve onu bir
26 1
sonraki yaza kadar göremeyecekti. O ve Jack için bir ^
olamazdı ancak bir noktada arkadaş olabilmelerini umuyo ^
Elbette nefesini tutup bunu bekiemeyecekti. ‘H ,
Millerce uzakta, Washington’da kendisi ve Nathan jçjn
gelecek hazırlıyordu. Nathan’a evi satacağını söylemişti 0 ^
bu fikre karşı çıkmamıştı. O da, kendisi gibi üzülmüştü g
evde kötü olduğu kadar güzel anıları da vardı ancak okulUnu
değiştirmek pahasına da olsa Belltovvn’da bir çatı katına yer
leşme fikrini sevmişti. Junie’nin bir arkadaşı olan bir emlak
komisyoncusunu aramış ve evi satışa çıkarmıştı. Junie de her
zaman evin yedek anahtarı bulunurdu, bir tane de emlak ko
misyoncusuna verme işini halletmişti.
Daisy’nin artık kesinlikle kendi hayatına devam etmesi
gerekiyordu. Bu tür kararlan vermek için hiç bu kadar yalnız
kalmamıştı. Ancak bunlar üzerinde çok fazla düşünürse, panik
ataklar geçiriyordu yine de işlerin yoluna gireceğini biliyordu.
Kamp yerine döndüklerinde öğleni geçmişti ve hepsi açtı.
Erkekler yakaladıkları balıkları temizlerken Daisy piknik ma­
sasına kırmızı-beyaz ekoseli örtüyü serdi ve kırmızı plastik ye­
mek tabaklarını ve çatal bıçakları koydu.
Bir gece önce Jack’le konuştuğunda yemek konusunda pay­
laşım yapacaklarına karar vermişlerdi. Jack akşam yemeğin­
den sorumluydu. Sosislerle, cipslerle dolu torbalarla gelmiş
olmasından ve buna güzel bir akşam yemeyi diyecek olmasın­
dan korkuyordu.
Kızartmış tavuğu, salatayı ve esmer ekmekleri masaya yer­
leştirdi. Tavuğu kesip, salataya kuru meyveler eklerken Nathan
262
H apatya halı
jack. de ona doğru yürümeye başladılar. Nathan tişörtünü
V6 iş şapkasını elinde taşıyordu. Saçları terden ıslanmış ve
k şiria yapışmıştı. Daisy, Nathan serinkanlı gibi davranmaya
al,şrnadığı zamanlarda Jack’e ne kadar benzediğini fark etti,
paha rahat ve huzurluydu. Jack güneş gözlüklerini çıkardı ve
üzünün yan tarafım uğurlu tişörtünün omzuna sildi, iki küçük
alabalık ve bir güneş balığı yakaladığına göre tişört gerçekten
uğurlu olmalıydı.
Ben gidip üstümü değiştirip geleceğim,” dedi gözlükleri­
ni ve şapkasını masanın üzerine bırakırken. Çadıra girmeden
Önce, “Yangın karıncalarına dikkat edin,” diye uyardı. “Tuva­
letin yanında yuvalarını gördüm.” Çadırım kapağını kaldırır­
ken tişörtünü başından yukarı çekti.
“Anne,” dedi Nathan.
Daisy gözlerini Jack’in çıplak sırtından, kalça oyuğundan
ve pantolonunun koyuluğunu daha fazla korumuş olan keme­
rinden çekip, “Hmm?” dedi.
“Yangın karıncası ne?”
“Ateş,” dedi. “Ateş karıncası. Isırdıkları yer ateş gibi ya­
nar.”
Nathan güldü. “Neden ateş demedi?”
“Öyle dediğini sandı.” Bir tabağa tavuk ve salata koyup,
Nathan’a verdi. Termos içinde getirdiği soğuk çayı plastik kap­
lara koydu. “İyi vakit geçiriyor musun?” diye sordu oğluna.
Her zaman olduğu gibi her anlama gelebilecek şekilde
omuz salladı. “Sanırım,” Sonra Teksas aksantyla, “Ne olursa
olsun, buranın keyfini çıkaracağım, dedi.
"Ateş karınca/arına yem olma da." diye uyardı annesi
Nathan başını geriye doğru attı ve kahkaha artı, "Ha-ha^,
"Siz neye gülüyorsunuz?" diye sordu Jack onlara doğru yj
rürken. Kollan knrılnıış bej rengi k ovb oy göm leğinin çltÇltJ
nnı kapattj.
‘•Nathan. ne olursa olsun, buranın keyfini çıkaracağım söv
Jüvor."
Jack başını kaldırıp bakınca yeşil gözleri masanın karşıSln
da duran Daisy’nin yüzüne takıldı. “Ç ok h ak lı.” Bir tabak ald,
ve içine birkaç parça tavuk koydu. B u da n e? ” diye sordu sala.
ta kâsesine bakarak.
“Salata.”
Jack kaşlarını çattı. “Kız işine benziyor.”
Nathan güldü ve bu defa Daisy kaşlarını çattı. “Çok güzel"
“Sana inanıyorum.” Tabağına üç dilim ekmek koydu ve ona
baktı. “Tereyağı?”
“Hâlâ tereyağı mı yiyorsun?” Kendisi uzun zamandır tereyağı
yemiyordu ve getirmek akima gelmemişti. “Krem peynir var.”
Jack başını salladı ve oradan uzaklaştı. Kamyonetinin ar­
kasına gitti, kapağı açtı soğutucunun içini karıştırdı. Döndü­
ğünde elinde bir paket tereyağı vardı. Paketi açtı ve masaya
koydu. “Sen kuzeyde fazla kalmışsın, D aisy Lee.” Cep çakı­
sını çıkardı ve küçük dilimler kesm eye başladı. “Sen de ister
misin?” diye sordu Nathan’a.
Nathan başıyla istediğini işaret etti. Jack de birkaç ince tere­
yağı dilimine çakısını sapladı ve ona uzattı. N athan onları ekme­
ğinin üzerine sürdü ve çakıyı geri verm eden önce ona bir göz attı.

264
Papatya Falı

-P e k i. sen. Daisy?"
-O çakıyı en son ne zaman temizledin?"
-Hmın " Sonunda yerine oturdu ve bir süre düşünüyormuş
„ibi yaptı- “Geçen yıl... yok. ondan önceki yıl temizlemiştim,
ğjr arniadillonun bağırsaklarını çıkardıktan sonra."
yjathan ekmeğinden kocaman bir ısırık alırken güldü.
Daisy onun yalan söylediğinden emindi. Neredeyse emindi,
j ..piayır, teşekkürler.” diye yanıtladı,
j -‘Süt kuzusu.” dedi Jack. tereyağlı ekmeğini ısırırken,
j Daisy salatasından bir çatal aldı. “Korkak kedi. Rokalı ve
i frambuaz soslu bir salatadan bile kötü korkuyorsun."
j “Kesinlikle, evet,” dedi, yeşil gözlerinin kenarlarında ince
I çizgiler oluştu. “Bir erkek öyle bir şey yerse, ertesi gün kendı-
I sini daracık, pembe bir bluzun içinde bulur.”
i Jack elini kaldırdı ve N athan’a bir beşlik çaktı.
“Frambuaz soslu salatamı sevdiğini sanıyordum.”
“Hayır,” dedi Nathan. “Ben açım.”
Daisy ona inanmadı. Jack onu bir haine dönüştürüyordu.
Kendisi gibi birine.
“Peki, akşam yemeği için ne getirdin?” diye sordu Daisy.
Jack armadillo kestiği çakısını tavuğunu kesmek için kul­
landı. “Yabani pirinç.”
“O kadar mı?”
“Hayır, gerçek salata yapraklan ve küflü peynirli sos da ge­
tirdim.”
“Yabani pirinç pilavı ve salata mı yiyeceğiz?”
Masanın karşısından ona baktı. “Ve balık.”
R a ch e l G ib so n

“Akşam yemeğine yetecek kadar balık tutacağında


dar eminsin ki, başka bir şey getirmedin, değil mi?” °^
“Evet, kesinlikle. Uğurlu tişörtümü giydim.”
Daisy oldukça eğlenmekte olan Nathan’a döndü.
Jack soğuk çayından büyük bir yudum aldı ve bardağı
saya koydu. “Balığı una bulayıp kızartacağım.”
“Kulağa hoş geliyor,” dedi Nathan.
Jack parmağını oğluna uzatarak,” Bu, bir erkeğin çay poş
tinin üzerinde kıl çıkartacak bir yemek olacak.”
Daisy’nin anlamadığı yüzünden anlaşılıyordu, Nathan ona
açıklama yaptı. “Yumurtaları üzerinde.”
Daisy bütün hafta sonunu bunu bilmeden geçirebilirdi
“Ama” dedi cılız bir sesle, “Ben erkek değilim.”
“Ve çay poşetin de yok,” dedi.
Daisy başını salladı ve elini göğsüne koydu. “Ve bir çay
poşetim olsun, istemezdim. Asla.”
“Denemeden önce herkes böyle söyler,” dedi Jack sırıtarak,
sonra Nathan’la birlikte sanki aralarında gizli bir şakaymış
gibi güldüler.
Daisy oğluna bakınca kendisini dışlanmış hissetti. Erkekler ku­
lübünden dışlanmıştı ama zaten istediği de bu değil miydi? Nathan
ve Jack’in birbirlerini tanımaları gerekmiyor muydu? Nathan’ın
gerçek babasını tanıması gerekmiyor muydu? Bu çay poşeti, ba­
ğırsak deşen çakı gibi şeyleri öğrenmesi gerekmiyor muydu?
Evet, ama bu şekilde değil. Dışlanmak istemiyordu. Bu çay
poşeti kulübünün bir üyesi olmak istiyordu. Gerekli donanıma
sahip olmadığı için dışlanması haksızlıktı. Büyüme çağınday-
Papatya Falı

ck onu birçok şeyden uzak tutmak için aynı taktiği kul-


ne'1•
Miıird'1
yap^S1010 farkındayım, Jack,” dedi.
jack ona bakt,‘
tlgen ve Steven etrafınızda olmamı istemediğiniz zaman
tlgm,z şeyi yapmaya çalışıyorsun.”
jack kaşlarım indirdi ancak gülümsemeye devam etti. “Ne-
den göz ediyorsun, tatlım?”
“Beni televizyon kulübüne almadığınız günleri hatırlıyo­
rum. Bana, kulübe üye olmam için ağacın dibine ayakta işe­
mem gerektiğini söylem iştiniz.”
Onu hatırlıyorum ama televizyon kulübünü hatırlayamadım.”
Daisy biraz düşündü. “CBS kulübü müydü, neydi?”
Jack de biraz düşündükte sonra,” Aa, ÇMPK’yı diyorsun.
Ben unutmuşum onu.” sırıttı. “Sen onu bir televizyon kulübü
mü sanmıştın?”
“Elbette.”
Jack başını salladı ve kıkırdamaya başladı. “Tatlım, o Çıp­
lak Memeler ve Popolar Kulübüydü. Bir araya gelip pomo
film izlerdik.”
“İyiymiş.”
“Pomo mu izlerdiniz? Tanrı aşkına, daha altıncı sınıftaydı­
nız,” dedi şaşkınlıkla. “Demek küçük birer sapıkmışsınız ve
benim bundan haberim yokmuş.”
Jack’in gülüşünden onun daha birçok şeyden haberi olma­
dığı anlaşılıyordu.
16

Öğle yemeğinden sonra Daisy deniz kenarına bir şezlong çek­


ti ve şortunu çıkardı. Üzerinde güneş gözlükleri ve tek par­

ça mayosu vardı. İçeride göğüs desteği ve ince askıları olan


bir mayoydu. Oğlanlar yeniden balığa gitmişlerdi ve o burada
kalmayı tercih etmişti. Eline, stüdyo fotoğrafçılığı ve tasanmı
hakkında olan bir dergi alıp, şezlonga uzanmıştı. Elasselblad
V-Sistemleri üzerine bir makale okuyor ve onunla çekebile­
ceği muhteşem fotoğrafların hayalini kuruyordu. Sonra derin
bir uykuya dalmış olmalıydı, çünkü rüyasında şimdiye kadar
hiç girmediği Kodak fotoğraf yarışmasında birincilik ödülünü
alıyordu. Rüyasında sahnedeydi, çektiğini hatırlamadığı bir
fotoğraf üzerine bir konuşma yapıyordu ve Steven onu en ön
sıradan izliyordu.
Rüyasında sıkça onu görüyordu ve rüyalarında hep hasta­
lanmadan önceki halindeydi. Sağlıklıydı, mutluydu ve Daisy
onun gördüğüne memnun oluyordu. Asla konuşmuyor, hep
yaptığı gibi iyi olduğunu gösterircesine gülümsüyordu, böyle-
ce Daisy de iyi oluyordu.
P apatya Falı
g ir tekne m o to ru n u n sesi D a isy ’yi uyandırdı ve gözlerini
açtı G ö zlü k leri h â lâ g ö z le rin d e y d i ancak okuduğu dergi yere
düşmüştü- O tu r d u v e n e k a d a r uy u m u ş olabileceğini merak
gttj A y aklarım y a n ta r a fa ald ı v e gözlüklerini çıkardı. Güneş
alçalmıştı, g e rç i d a h a b a tm a s ın a çok vardı. K ızarm ış olan de-
rjSi y an ıy o rd u ; T e k s a s g ü n e ş in in altın da uykuya dalmanın fa­
turasını ö d e y e c e k ti.
Gözlüklerini ve dergiyi şezlongun üzerine bırakıp, ayağa
kalktı. Jack’in teknesinin burnu suyu yararak kendisine doğ­
ru yaklaşırken kıyıya doğru gitti. Daisy elini alnına koyarak
gözlerini güneşten korumaya çalıştı. Jack pruvada duruyordu;
kovboy gömleğinin önü açıktı ve kenarları çıplak göğsü ve
karnı üzerinde uçuşuyordu. Nathan sürücü koltuğunda gözle­
rini Jack’e dikmişti.
“Motoru kapat ve yukarı kaldır,” diye seslendi Jack.
Nathan aşağı baktı ve motor sudan çıkarken daha fazla gü­
rültü çıkardı ve daha sonra da tamamen durdu. Tekne iyice kı­
yıya yanaştı ve yavaşça kıyıya çıktı.
Jack, Nathan’la konuşurken omzunun üzerinden baktı ve
ona iyi bir iş becerdiğini söyledi. Sonra döndü ve teknenin
önünde bağlı duran ipi almak için dizinin üstüne çöktü.
“Biz yokken yanmışsın,” dedi Jack, yavaşça gözlerini ona
doğru çevirirken.
Daisy eğilip kendisine baktı. Parmağını göğsüne bastırdı.
Pembe teninin üzerinde beyaz bir parmak izi kaldı. “Uyuya­
kalmışım.”
Jack çapayı teknenin yanından aşağı, sığ suya bıraktı, sonra
R a ch c ! G ibsorı

da pruvadan afJadı. G idip ö nünde du rd u , a rk ad a n gelen o-


oÜîİCcj
kesiyordu. “D oğum lekeni de y a k m ış sın "
Daisy yeniden eğilip kendine baktı. Mayosunun hem
üzerinden görünen doğum lekesi teninin geri kalanına gg
biraz daha koyulaşmıştı. “Sen neden benim doğum lekeme b
kıyorsun?”
Jack’in dudaklarının kenarlarını yavaşça yukarı doğru kıvı
rarak seksi bir şekilde gülümsedi. “Öylesine sohbet ediyorum
tatlım.” dedi sözcükleri uzatarak.
Doğum lekesiyle ilgili konuşmak sıradan bir sohbet değil,
di. En son bu konuda yorum yaptığında, her ikisi de çıplaktı
Jack’in ateşli bakışlarından, onun da aynı ânı hatırladığı belli
oluyordu.
Daisy boğazındaki yumruyu güçlükle yutkundu. Gözlerini
dudaklarından, göğsüne ve oradan da kamına kadar indirdi.
Elleri onun teninde gezerken neler hissettiğini tam olarak ha­
tırlıyordu.
“Anne, bil bakalım, ne oldu?”
Daisy bakışlarını, Jack’in gizlemeye çalıştığı ancak başara­
madığı arzulu gözlerden çekti. “Ne?”
“Kocaman bir alabalık yakaladım.” Nathan tekneden atladı
ve gelip Jack’in yanında durdu.
“Çok güzel bir şey,” diyerek onayladı onu ve Daisy’nin du­
daklarına baktı.
Daisy dikkatini oğluna çevirdi. Jack’le aralarında olup bi­
tenleri unutmak en iyisi olacaktı. “Göster bakalım.”
Nathan yeniden teknenin pruvasına atladı ve kıç tarafına

270
P a p a ty a Falı

■ paisy, Jack’in yanından geçip, kalçalarına kadar suyun


S*
jne girdi. Nathan kutunun kapağını açarken, Daisy teknenin
^narına tutundu.
jack oğlunun balığa annesine doğru tutuşunu izledi. Balık,
paiSy’nin yüzüne doğru sallanınca Daisy irkildi.
"Tıpkı bir kız çocuğu gibisin,” dedi annesine kıkırdayarak.
Jack döndü ve kampa doğru ilerledi. Nathan’la birlikte ba-
1,^ avlarken çok eğlenmişlerdi. Göle gelmeden Önce olmadığı
kadar yakınlaşmıştı oğluyla. Balık avlarken, Nathan ona ha­
yatından ve Steven’m hayatının büyük bir parçası olduğundan
söz etmişti.
“Bırakmadan önce futbol takımında oyun kurucuydum,”
demişti Jack’e. “Babam bana gençken futbol oynadığınızı söy­
lemişti.”
Babası. Jack buna en ufak bir tepki göstermemeye çalışmış­
tı. “Oynardık,” demişti, ağzındaki acı tat gittiğinde. “Ben de
bırakmak zorunda kalana kadar oyun kurucuydum.”
Nathan başıyla onayladı. “Öyle demişti. Babanın tamir­
hanesinde çalışmak zorunda kaldığın için futbolu bıraktığını,
böylece okulun son iki yılında kendisinin oyun kurucu olduğu­
nu ve bütün güzel kızları kaptığını söylemişti.”
“Baban oldukça yakışıklı biriydi. Kızlar konusunda hiç sı­
kıntı çekm ezdi.” Steven hakkında konuştukça işler kolaylaşı­
yor gibiydi. Öfkeyi unutmak daha kolay oluyordu. Jack. insa­
nın babasını kaybetmenin ne demek olduğunu hatırlıyordu, o
kafa karışıklığını ve yalnızlığı. Birkaç saat için öfke ve ihanet
konusunu unutabilmiş ve Steven’la birlikte büyümenin nasıl
271
Raclıcl Gibson

bir şey olduğunu konuşabiİmişti oğluyla.


Sonunda Steven’la ilgili konuştukça onunla ilgüj Çok
keşfettiğini ve oğlunu daha iyi tanımaya başladığını fark ^ ^
Hâlâ kendisini bir baba gibi hissetmiyordu, gerçi bir babam
neler hissetmesi gerektiğini bilmiyordu.
Jack suyu açtı ve balık kokan ellerini sabunladı. Başım Çe
virip, ayakkabılarını ve tişörtünü çıkardıktan sonra, Daisy’njn
yanına suya atlayan Nathan’a baktı. Daisy oğlu ona su attıkça
çığlıklar içinde oğlunun adını söylüyordu.
Jack’in, Nathan’ın annesiyle ilgili neler hissettiğini anla.
ması çok kolaydı. Kendisine bir bebek gibi davranmasından
şikâyet edebilirdi yine de onu seviyordu. Kirpi gibi saçları ve
dudağında bir halka olabilirdi ancak Billy haklıydı. Daisy ve
Steven onu çok iyi yetiştirmişlerdi. O, iyi bir çocuktu.
Ve Jack’in bununla hiçbir ilgisi yoktu. Bir havlu aldı ve
ellerini kuruladı. Nathan’dan dolayı öfkesinin artmasına ve
içini kemirmesine izin vermemeye çalıştı. İçinde bir yerlerde,
Daisy’yi kendisini çıldırtacak hale getiren arzusunu gizlediği
yerde bastırmıştı bu duyguyu.
Onu hâlâ nasıl arzulayabiliyordu? Onu öpmeyi ve ona do­
kunmayı? Onun o altın sarısı saçlarını parmaklarının ucunda,
sıcacık tenini ellerinin içinde hissetmeyi nasıl arzulayabiliyor­
du? Boynunu koklamayı ve onunla sevişirken kahverengi göz­
lerinin içine bakmayı? Bunları nasıl arzulayabilirdi, kendi canı
nasıl yandıysa, onun da canını yakmayı isterken?
Jack, Nathan’m, Daisy’ye doğru suya dalışım izledi. Nat­
han onu dibe çekmeye çalışırken, Daisy çığlıklar atıyordu.
272
P a p a tya Falı

. ııer şeye rağmen gülümsedi. Daisy’nin her zaman, gül-


v istemediği anlar da bile onu güldürmek gibi bir özelliği
ni£K
ardı- Onun gülümsemesine neden olan şeyleri hatırlatıyordu
fark etmeden. İşler bu kadar berbat bir hale gelmeden önce ne
kadar güzel günler geçirdiklerini hatırlatıyordu.
Gözlerini kapatsa, eskide o kollarındayken neler hissettiği-
ni tam olarak hatırlayacaktı. Çenesini onun başının üstüne da­
yadığında saçlarının dokusunu. Bazen öfkeden bazen de zevk­
in çıkardığı sesleri. Daisy Lee’nin dokuları ve tatları. Lanet
olsun, hepsini hiç istemediği kadar iyi hatırlıyordu.
Jack kömürleri tutuşturdu ve bir kamp ocağı çıkardı. Bir
jimmy Buffet CD’si koydu ve balık için unu, tuz ve biber ile
karıştırdı. Jimmy Buffet kanatlarla ilgili bir şarkı söylerken,
Jack gözlerini suya dalıp çıkan beyaz mayonun üzerinden ala­
mıyordu. Mayo sudan çıkarken yarı şeffaflaşıyordu.
Balıktan Nathan’la bu son gelişlerinde Jack pruvada dur­
muş ve Daisy’nin kıyıya doğru ilerlemesini izlemişti. Kalça­
larını neredeyse tamamen açıkta bırakan mayosuyla bir model
gibi ona gelişini. Çok seksiydi. Sanki uyanıkken görülen ıslak
bir rüyaydı. Hayatım gerçekten böyle olsaydı diye düşündü.
Oğluyla balıktan döndüklerinde Daisy onları kıyıda beklesey-
di. Onu yakalayıp, kendine çekseydi. İstediği gibi ona doku-
nabilseydi. İstediği zaman. İstediği yerde. Birkaç saniye için
bunları hayal etmek bile dizlerinin bağını çözmüştü.
Jack balıkları unun içine atıp çevirdi ve pilavı ocağa koy­
du. Daisy ve Nathan gölden döndüler ve çadırda sırayla üstle­
rini değiştirdiler. Çadırdan çıktığında Daisy açık mavi renkli
273
R a c l h ’l C 'iİiso h

bir eşofman takım ve mavi çizgileri olan bir Nike m


ayakkabısı giymişti. Saçlarım şu mandal denen şCyjn S|)°r
toplamıştı. Jack ateşin üzerindeki ızgarada balıklan r>i • Çİl1d<;
* ŞirjfL
Daisy dc masayı hazırlamıştı. Tıpkı bir aile gibi birlj^ ^
şanı yemeği yemişlerdi. Sohbet edip, gülmüşlerdi. Jack ^
Ksıirckı-
bunların gerçek olmadığı kendisine hatırlatmak zorunda k-^'
Yemekten sonra kibrit çöpleriyle poker oynamışlardı u '
kararınca Jack fenerleri çıkardı ve Nathan esnemeye baş]a
yatmaya gideceğini söyleyene kadar oynadılar.
“Daha erken,” dedi Jack ve kâğıtları elinden bıraktı.
“Ben yorgun bir kampçıyım,” diyerek çadıra doğru gitti
“Bunu ara sıra yapıyor. Birkaç gün önce de akşam yeme
ğinden hemen sonra yatmaya gitti ve kahvaltıya kadar kalkma­
dı,” dedi Daisy, kartları toplayıp kutusuna koyarken. “Sanırım
bu kadar hızlı büyümek onu yoruyor.”
Jack ayağa kalktı ve karanlığın içinde kamyonetine doğru
yürüdü. İçeriden kot ceketini aldı ve yeniden ateşin yanına gel-
di. Teksas’ta gökyüzünü aydınlatan yıldızların altında kömür­
leri karıştırdı. Ateşin içine birkaç kütük attı ve ateşin çevresine
koyduğu birkaç katlanır sandalyeden birine oturdu. Bacakları­
nı öne uzattı ve odunların alev almasını izledi. Uyuma düzenini
düşünüce, Billy’den yedek bir çadır almış olmayı diledi. Aynı
çadırda uyumak kolay olmayacaktı. Çıplak olmadıkları sürece
Jack hiçbir kadınla bu kadar yakın yatmamıştı. Bu ilk olacaktı,
neyse ki Nathan onların arasında uyuyor olacaktı. Çünkü son
günlerde söz konusu Daisy olduğunda aklından cinsellikten
başka bir şey geçmiyordu, uykuya dalıp, uyandığında kendisi-

274
P apatya halt

■0|iun m e m e le ri ara s ın d a bulm ak istem iyordu.


1 “Uzun za m a n d ır N a th a n ve ben şehir dışına çıkıp, dinlenme
fırsatı b u la m a m ıştık ,” d ed i D aisy ve onun yanındaki sandalye-
o tu rd u . “Teşekkürler, Jack ”
“Rica ederim.” Jack karnının üzerinde ellerini kenetledi,
ayağım diğerinin üstüne attı ve Daisy’nin memelerinin arasıy­
la ilgili şeyleri aklından çıkarmaya çalıştı. Ateşten çıtırtıyla bir
kıvılcım fırladı. Daisy sessizliği bozup, Steven’la paylaştığı
gVi satma ve kendisine ait bir fotoğraf stüdyosu açma planın­
dan söz etti yine. Hayatını devam ettirmeye hazırdı ve yeni bir
başlangıca hevesliydi.
Billy ve ailesinden söz ettiler, Daisy ona kız kardeşi hak­
kında son bilgileri verdi. Lily’nin boşanma davası birkaç gün
içinde sonuçlanacaktı. Daisy’ye göre, Lily sonun da kendisini
toparlamaya başlamıştı. Jack’in bu konuda kuşkulan vardı an­
cak bunları söylemedi.
“Burada, Teksas’ta olmak bana birçok şey hatırlatıyor,”
dedi Daisy. “Çoğu güzel anılar.” Jack onun bakışlarını üzerin­
de hissedebiliyordu ve dönüp omzunun üzerinden ona baktı.
Ateşin ışıkları saçlarında ve yüzünde dans ediyordu. Dudak­
larını aydınlatınca Jack onlara baktı. “Üçümüzün kahve kutu­
sundan yaptığımız ve sizin arka bahçeye gömdüğümüz zaman
kapsülünün hatırlıyor musun?” diye sordu Daisy.
Evet, hatırlıyordu ancak başını salladı ve başını yıldızlarla
dolu lacivert gökyüzüne çevirdi. Bu konulardan söz etmeme­
sini diledi.
“En değerli şeylerimizi o kahve tenekesinin içine koymuş-
tuk ve onu elli yıl sonra toprağından alım dan çıkarımımı
• .*» " * ' Kilis,
u*r
v erm iştik .

Daisy güldü ve Jack de ona haklı.


“Onun içine ne koyduğumu hatırlam ıyorum ." Bir s{jre^
şüudii ve parmaklarını şaklattı. “Oh, evet. İmarda benim j.-
kazandığın sahte elmas yii/iik. Steven m bir yerlerde hulı|U£
ve bana hediye ettiği tüylü bir şapka. S en , M alehbo* urahai,,
rmdan birkaçım. Steven de yeşil plastik askerlerini k o y nu,ş
t u ” Daisy ona baktı ve çatılan kaşları y ii/ü ııd e n alın kırışı, |
“Başka şeyler de olmalı." !
. I
“Senin günlüğün.” dedi Jack. j
“Doğru." Gülmeye başladı ve sonra durdu. “ Bunu nasıl İm. j
tırladın?" j
Jack omuz silkti ve odunları karıştırmak için ayağa kalktı, j
“Güzel anılar" ;
“Onu çıkardın mı yoksa?" Bir yanıt alam ayın ca kalkıp Ja- J
ck'in yanına gitti. !
Jack çizmesinin burnuyla odun parçasını itti. A teşin içinden
karanlığa doğru kıvılcımlar yükseldi. “ S te v e n ’la birlikte.”
“N e zaman?” diye sordu.
“Gömdükten bir hafta sonra. G ün lü ğünd e yazan şeyleri öğ­
renmemiz gerekiyordu. Meraktan ölm ek ü zerey d ik .”
“D aisy’nin nefesi kesildi. “S iz ikiniz benim ö z elim e mi gir­
diniz? Güvenimi kötüye kullandınız. Bu korkunç!”
“Evet ve hatırladığım kadarıyla gün lüğün çok sıkıcıydı.
Steven’la onun içinde gerçekten heyecan lı şe y ler bulmayı um­
muştuk. Kime âşık olduğun ya da bir ço cu k la öpüşm en gibi.

2 76
I'ıip n ly n l ,ılı

y,ı ılı» ş11 £'Üİğin P:<*1>Icı iıule neler yrıji(ifi.un/ g ib i” I I-


|Cıiııi ceplerine soktu ve ağırlığını tek ayağının üzerine vculı.
-Ancıık günlüğünün tam am en şıı lanet olası kediyle ilgili ol-
a,ıguıuı hatırlıyorum .”
"Pay S killles?” A ğ /ı ayık kalıtı ve oıuı kolundan tuttuğu
gibi kendisine çevirdi. “ S i/ benim Hay Skittles’la ilgili ü/el
düşüncelerimi o k u d u n u z?”
“O kediden nefret ederdim . Ne /am an si/iııe eve gelsem,
bana tıslardı.”
"Günkü aklından kötü şeyler geçtiğini anlardı.”
Jack güldü ve ateşin ü /erind e dans etliği yanaklarına ve
bunuma baktı. S öz konusu Daisy olduğunda aklından hep külii
şeyler geçerdi. Blini kolundan çekmesi için onu tuttu ancak
bırakmadı, “ l-iıınların yarısını bile bilmiyorsun.”
“Slyvia bana beşinci sınıfta birbirinize alt tarallarınızı gös­
termiş o ld u ğ u n u /u söyledi.” Jack beşinci sınıftayken çoğu
kızın allım üstünü görm üştü. “Seninki kadar güzel değildi.”
Blini dudaklarına götürdü vc öptü. Gözlerinin içine baktı. “Se­
ninki en iyisiydi.”
Daisy gözleri kapatıp sonra yarı yarıya araladı. Dudakları
ayrıldı. O da, kendisini arzuladığı kadar onu arzuluyordu. idi­
ni onun saçlarının arasından geçirip, dudaklarım dudaklarına
yapıştırmak çok kolaydı. Arzu, kasıklarına bir ağrı soktu ve
ona sımsıkı sarılıp, kendisine çekmek istedi. Ancak elini çekti.
“Seni özledim , Jack,” dedi. “Buraya gelene kadar senin bu
kadar özlediğim in /'arkında değildim. Öne doğru bu adını allı
ve parm aklarının ucuna yükseldi. İdlerini ceketinin üzerinden
277
Rachel Gibson

boynunun yanlarına kaydırdı. “Sen beni hiç özledin mi?” Yun^


şacık dudaklarını onun dudaklarına dokundurdu. “A z da olsa>
Jack kıpırdamadan durup, koyu renk gözlerine baklı. Onun
verdiği nefesi içine çekerken göğsünde bir yanma hissetti.
“Beni özlemek istemediğinde bile?”
Kasıklarındaki sersemletici ağrı artmaya başladı ve onu
omuzlarından yakalayarak itti.
“Bunu yapma, Daisy.”
Ona baktı. “Matt Flegel bana çıkma teklif etti.”
Lanet olsun. “O böcek mi?”
“Ona böyle denmesinden hoşlanmıyor.”
“Onunla çıkacak mısın?”
“Umurunda mı?”
Gözlerinin içine baktı ve sanki o böceğinin suratının ortası­
na bir yumruk indirmek istemiyormuş gibi yanıt verdi. “Hayır.
Ne yaptığın umurumda değil.”
“O zaman onunla çıkarım.” Ayaklarının üzerine indi ve san­
ki az önce onu öpmeye çalışıp bir şeyler başlatmaya çalışan o
değilmiş gibi omzuna dokunarak iyi geceler diledi. Jack onu
çadıra girişini izledi ve sonra yeniden ateşe döndü.
Otururken, kendi kendine ne isterse yapsın, dedi. O da iste­
diğini yapabilirdi. Lancer’ın bagajının üstünden onunla seviş­
tiğinden beri kimseyle seks yapmamıştı. Belki sorunu buydu.
Onu kafasından atmak için birileriyle sevişmesi gerekiyordu.
Közler küllenene kadar çadıra girmedi. Gözleri karanlığa
alıştığında, Nathan’ın en uçtaki uyku tulumunda uyumuş ol­
duğunu fark etti, bu yüzden Daisy ortada yatmak zorunda kal-
P a p a ty a Falı
J a c k ’e bu k a d a r y a k ın y a ta rk e n n e d ü şünm üştü acaba?
ffiiŞ
0unu umursamadığı belliydi çünkü çoktan dalıp gitmişti.
jack ceketini ve çizmelerini çıkarıp, uyku tulumunun içine
kıvrıldı- Ellerini başının altına koyup, çadırın tavanına baktı,
peredeyse onun nefes alıp verişini duyabiliyordu. Dudakları-
nln arasından çıkan sessiz nefesinin sesini.
Başını çevirip, karanlıkta ona baktı. Arkası ona dönüktü
ve sarı saçları yastığın üzerine dağılmıştı. Onunla sevişmişti.
Onunla bir çocuk yapmıştı ancak hiç onunla bir gece geçirme-
mişti. Onu uyurken hiç görmemişti.
Kolunu beli üzerinden sarıp, onu kendisine çekse, ne yapar
diye düşünürken uykuya daldı.
Uyandığında çadırın tavanı şafağın ışıklarıyla aydınlanı­
yordu. Yaklaşık beş saat uyumuş olabileceğini düşünürken,
kot ceketini aldı, çizmelerini giydi ve çadırdan dışarı çıktı.
Sabahın erken saatlerini gölgesi kamp alanına ve gölün üze­
rine düşüyordu. Ateş yaktı ve kahve hazırladı. İlk kahvesini
doldururken güneş suyun üzerinden yükseliyordu. Ona ilk eş­
lik eden Nathan oldu. Başının arka tarafındaki saçlan dümdüz
olmuştu, mavi renkte uzun kollu pamuklu bir tişört, kot panto­
lon ve spor ayakkabılarını giymişti. Kendisine bir şişe meyve
suyu ve bir poşet kurabiye aldıktan sonra birlikte göl kıyısında
yürüdüler. “Bugün buradan ayrılmadan önce,” dedi Jack, kah­
vesini üflerken, “Kanalda kedi balığı avına gidelim.”
“Babamla bir keresinde zıpkınla ava gitmiştik.” Nathan po­
şetin ağzını açtı ve Jack’e uzatıp, ona kurabiye ikram etti. "Sen
hiç zıpkınla daldın mı?”
“Teşekkürler.” Jack çikolatalı kurabiyelerden bir tane
ve ısırdı. “Her yıl bir kez körfezde zıpkınla balık avına gjtl)) '
ye çalışırım. Bir dahaki sefere belki sen de gelirsin.”
“İyi.” Nathan elindeki poşeti kolunun altına sıkıştIrclı v
konuşmaya devam etmeden önce iki kurabiye yedi. “Baba^
ve ben birçok şeyden konuşurduk.”
Jack kahvesinden bir yudum aldı ve göle baktı, sabah gg
neşi gölün yüzeyini cam gibi yapmıştı. Daisy’nin o böceklerin
çıkacağını Nathan’a söyleyip söylemediğini merak etti. Bunu
sormak için doğru bir zaman değildi. “Ne tür şeylerden?”
“Bir erkeğin annesiyle konuşamayacağı türden şeyler.”
“Ne gibi?” diye sordu ve kurabiyesini bitirdi.
“Kızlar.”
Ah. “Kafanda bir şey var mı?”
Nathan başını sallayarak onayladı ve meyve suyundan bir
yudum aldı.
“Belki sana yardımcı olabilirim. Birkaç kız tanıyorum.”
Nathan başını yere eğdi, yanakları pembeleşmişti. “Kızlar
anlaşılmaz tipler. Erkekler öyle değil.”
“Bu doğru. Kızlar tam tersidir. Sana bir şey söylerler ve
senin onu başka türlü anlamanı isterler.”
Döndü ve Jack’e baktı. “Babamla birlikte pomo izlediğinizi
söylemiştin. Bu yüzden öğrenmek istediğim şey...” Birkaç kez
gözlerini kırpıştırdıktan sonra, “Kızların neresine dokunulur?
Sağlık dersinde bir çizim görmüştüm ama biraz karışıktı. Oğ­
lanlar bu kadar kanşık değil. Var olan şeyimiz de zaten dışarı
doğru sarkıyor.”
280
rapatya halı

Iıay. “ K ız la rın d u y g u la rın d a n k o n u şm uyoruz galiba?”


N athan b a ş ın ı s a lla d ı. “ B ir ark ad a şım annesinin seksle ilgili
bjr kitabını ç a lm ış . K ita p ta n o k u d u ğ u m u z kadarıyla aynı anda
bir kız>° h e r y e r in e d o k u n m a k gerekiyor.”
Nathan çok ciddi görünüyordu. Ve konuşmak için onu seç­
mişti. Daisy’yi değil. “Özellikle dokunmayı düşündüğün bir
luz var mı kafanda?”
“Hayır. Bir şey yapmadan önce her şeyi öğrenmek istiyo­
rum”
“Bir anda uzman mı olmak istiyorsun?” Jack, Nathan’ın
seks için biraz genç olduğunu düşündü. Sonra ÇMPK’yı dü­
şündü ve sonra Nathan’m o kadar da genç olmadığına karar
verdi.
“Evet, şey... ilki her şeyi berbat etmekten korkmakla geçer”
Jack topuklarının üzerinde sallandı ve sözcüklerini tartma­
ya çalıştı. Bunu berbat etmek istemiyordu. Tüm bedenine bir
sıcaklık yayıldı ve birisi yumruğuyla kalbini sıkıyormuş gibi
göğsünün sıkıştığını hissetti. Hayatmda ilk kez aniden kendi­
sini bir baba gibi hissetti. Oğlu ona gelmiş ve seks hakkında
sorular soruyordu, tıpkı birçok erkek çocuğunun babasına yap­
tığı gibi. “Herkes seks yapabilir ama sadece gerçek bir erkek
sevişebilir. Eğer bir kıza karşı bir şey hissetmiyorsan, o zaman
pantolonunun fermuarını açmana gerek yoktur.”
“Doğru.”
“Korunmak için kondom kullanmalısın. Her zaman. Eğer
kendini ve karşındaki kızı korumak için yeterince olgun de­
ğilsen, seks yapmak için de yeterince olgun değilsindir.” Ko-
281
R a c h e l C ib so n

nuşurJcen bir yandan da Nathan buradaki ince dokundur^


s e z ip s e z m e d iğ i n i merak ediyordu. Öğüt verdiği şeyi ketujj'

nin y a p m a m ış o ld u ğ u n u söylem esini bekledi. Kahvesinden bjr


yudum alırken böyle b ir ş e y karşısında ne sö y ley eb ileceğ i
d ü ş ü n d ü . H e r z a m a n sorumluluk sahibi biri olmadığım itjraf
etmek zo r u n d a o l d u ğ u kesindi ancak bu çok u z u n ...
“Güvenli seks konusunda bilgim var,” dedi Nathan, Jack’in
düşüncelerini bölerek.
Jack yutkundu. “Bu iyi.” Oğluna gülümsedi, kendi seks ha­
yatına ilişkin zor somlar gelmeyeceği için rahatlamıştı.
“Benim bilmek istediğim...” Nathan çaktırmadan çadıra bir
göz attı. “Klitoris tam olarak nerede?”
Jack’in gülümsemesi yüzünde donup kaldı ve ağzını açtı
Hiçbir şey çıkaramayınca yeniden kapattı.
Ancak Nathan sözcüklerini seçmekte sorun yaşamıyordu.
“Bir de şu lanet olası G noktası nedir?”
A raba kullanmak Nathan’ın düşündüğü kadar kolay bir şey

değildi- Sürücü eğitiminin ikinci gününde bir Satürn kullan­


ması gerekiyordu. Hızlı araba anlayışına pek uymuyordu an­
cak diğer sınıftakiler station araba kullanacaklardı. Üçüncü
haftada Satürn konusunda uzman olmuştu ve artık rüyalanmn
yeni arabasıyla bir gezintiye çıkmaya hazırdı. Jack’in Mustang
Shelby’siydi bu. Jack’in henüz haberi yoktu ancak Nathan o
arabayı kullanmak istiyordu. Çok yazık.
îlk haftadan sonra, sınıftaki çocuklardan bazılarıyla arkadaş
olmuştu. Ata binmiyorlardı ya da country şarkıları dinlemiyor­
lardı. Bazıları gerçekten tütün çiğniyordu, gerçi Nathan bunun
havalı olduğunu düşünüyordu.
Bir gün annesi onu okulun önünde bıraktı. Jack'in tamir­
hanesi birkaç blok ötede olduğu için okuldan genellikle oraya
yürüyerek giderdi. Lovett’e geleli bir ay olmuştu ve buraya
geldiği ilk günlerdeki kadar kötü olmadığını düşünüyordu. Ja­
ck’in tamirhanesinde çalışmaktan hoşlanıyordu. Teknisyenler­
le çene çalm ayı seviyordu.
Jack ona Parrish American Classics şirketinin yönetim t
fını da göstermişti ve hu iş epey hoşuna gitmişti. Belki a'
e^ei
yaz yine buraya gelip çalışırdı ve liseden mezun oldu&„
*
Jack ve Billy’yle lam zamanlı olarak çalışabilirdi.
Bu çok iyi olurdu ancak annesi buna karşı çıkardı. Aıines
tıpkı babasının yaptığı gibi üniversiteye gitmesini istiyor ’
Bu konuda sanki seçme şansı yokmuş gibi konuşmuştu. çQ
cuknııış gibi onun hayatım yönetmeye çalışıyordu.
Nathan yerden bir taş aldı ve tıpkı burada Jack’le tanıştığ,
ilk gün yaptığı gibi onu basketbol potasına attı. Taş yere dü.
ştince ona bir tekme attı.
Artık Jack’e nasıl sesleneceğini bilmiyordu. Ona Jack de-
mek tuhaf oluyordu ancak ona baba da diyemiyordu. Onun ba­
bası Steven Moııroe'ydu ancak Jack’i de babası gibi hissetme­
ye başlamıştı. Artık çok iyi geçiniyorlardı. Bazen iş çıkışı bir­
likte takılıyorlar, arabalardan falan söz ediyorlardı. Billy'nin
evine gitmiş ve ailenin geri kalanıyla da tanışmıştı. Billy’nin
kızları çok bağırıyor ve sürekli kıkırdıyorlardı ve ortanca olan
kız başı önde koşuyordu, bu yüzden ona çok dikkat etmek ge­
rekiyordu.
Jack genellikle annesini de davet ediyordu, o zamanlar bir
aile gibi oluyorlardı ancak gerçekte değillerdi. Nathan bazen
Jack’i annesine, onu seviyormuş gibi bakarken yakalıyordu.
Sonra Jack ya gözlerini kırpıştırıyor ya başını çeviriyor ya da
bir şeyler söylemeye başlıyordu, Nathan da bunları kafasın­
dan uydurduğunu düşünüyordu. Eğer Jack gerçekten annesine
âşıksa, bu konuda ne hissederdi, bilemiyordu. Belki de Jack
284
UJ'Miyd I (III

^ ıS1 oUuğu i«;in sorun olmazdı. Yani fazla sorun olmazdı.


! "^ onu sadece bir kez kızdırmışlı. Nathan 4 Temmuz'da
ınesine sinirlenmiş ve nereye gittiğini ve ne yapacağını so-
' utça du ona t)a8 ınn,!>tl- ■'a c*<0,ıa Ç°k sel t bakmış ve “Annenle
| .,,iuıı böyle konuşma. Hemen özür dile," demişti.
Zaten özür dilerdi. Annesi bazen onu rahatsız ediyordu ama
I y^nede onu seviyordu. Ona bağırdığında annesinin ne kadar
1 ü z ü ld ü ğ ü n ü biliyordu. Onu üzgün görmek içini parçalıyordu
i ,)ncak çok geç olana kadar, bağırdığını bile fark etmiyordu,
i Nathan sahadan çıkm ak için tel örgünün kapısına doğru yü­
rü d ü - Günlerden cum artesiydi ve bugün iş yoktu. Belki biraz
gidip şekerlem e yapardı ya da annesinin Seattle'dan getirdiği
XBOX’la oynardı.
Brandy Jo’nun kendisine doğru gelmekte olduğunu görün­
ce adımlarını yavaşlattı. İnce askıları olan daracık, kırmızı bir
elbise ve ayaklarına hafif topuklu parmak arası terlikler giy­
mişti.
“Merhaba, Nathan. Uzun zamandır seni göremiyordum.
N’aber?”
“Ehliyet dersleri alıyorum.” Önce bedenini biraz doğrultul
sonra ellerini ceplerine sokabilmek için hafifçe kamburlaştı,
Brandy Jo şimdiye kadar gördüğü en güzel kızdı. Ayağındaki
o topuklu terliklerle bile başı Nathan’ın çenesine geliyordu.
Sanki yine içi parçalanıyordu ancak bu defa annesiyle ilgisi
yoktu. “Cumartesi günii okulda ne yapıyorsun?”
“Kazağımı unutmuşum.”
Güneş koyu renkli saçlarını parlatıyordu ve dudaklarını ya-
-\S 5
R,uhel Gibson

la d tğ m d a N a t h a n m i d e s i n e b ir kramp g i r d i ğ i n i h i s s e t ti . "ya
dıma ih ti y a c ı n v a r m ı ? ” d i y e s o r d u . E l b e t t e , y o r d u m ih t iy Q

y o k tu .

“Hayır, ama bana e ş lik e tm e n hoşuma gider.”


Yutkundu ve g ü lü m se m e m e y e çalıştı. Başmı salladı Ve
“İyi,” d e d i.
" E h l iy e t in i n e zaman alacaksın?” diye sordu, okulun kena
rında yürürken.
“Ç o k y a k ın d a sınava gireceğim .” Çıplak kolu, tişörtümün,
hemen altına dokundu ve sanki omzunda bir karıncalanma his­
setti.
“Ben ehliyetimi geçen ay aldım ,” dedi kız.
“Araban var mı?”
Başmı salladı ve saçları omuzlarını üzerinde savruldu. “Se­
nin?”
“Jack kendi arabasını kullanmama izin verecek.” Neler ola­
cağını anlamak için koluyla kızın koluna çarptı ve karıncalan­
mayı bu defa göğsünde hissetti.
“Jack kim?”
“O... babam gibidir.”
Kocaman kahverengi gözleriyle N athan’a baktı. “Nasıl
yani, baban gibi? Üvey baban mı?”
“Hayır. O benim gerçek babam ama onunla sadece bir ay
önce tanıştım.”
Kız olduğu yerde durdu. “Yani yeni mi tanıştınız?” diye
sordu, sözcükleri uzatarak. Bu aksan yavaş yavaş Nathan’a se­
vimli gelmeye başlamıştı.
r a p a ly a Falı

t i'gvel. Onun varlığını hep biliyordum ama babam öldüğün-


|C yani asıl babam ... yani diğer babam öldüğünde...” İç ge-
ir£)i “Biraz karışık.”
“Benim annem üç k ez evlen d i,” dedi Brandy Jo, yeniden ön
l^ y a doğru yü rü m eye başladıklarında. “Benim babam öldü
allıa daha bebek olan erkek kardeşimin babası Fort Worth'de
yaşıyor- Şim di y en i bir ü v ey babam var ancak pek yakışıklı de­
ğil. Herkesin a ilesin d e ö y le ya da böyle bazı karışık işler var.”
B irb irle rin in kollarına kazaymış gibi çarparak, yan yana
okula girdiler. Brandy Jo kazağım sanat sınıfında buldu ve na­
sıl olduysa, geri dönmek için yürürlerken, Nathan onun eli­
ni tuttu. N athan’m nefesi kesilmişti ve sonra kız ona bakıp
gülümseyince kalbinin duracağım sandı. Kalbi sıkışmıştı ve
üzerinde “Lovett A ygırları” kazınmış o aptal kaya parçalannın
dibinde ölüp gidiverm ekten korktu. Tam o sıcak Teksas güne­
şinin altında. Şim diye kadar gördüğü en güzel kızın önünde.
Bunu gerçekten yapm ak istemiyordu.
Brandy Jo ailesinden söz ederken Nathan ona baktı. Elini
sıktı ve kız da ko llan birbirine sürtününceye kadar ona yak­
laştı. Kalbi göğsünün içinde bir balon gibi şişmişti ve bu hem
iyi hem korkunç hem de baş döndürücü bir histi. Daha önce
hiç âşık olm am ıştı. N icole Kidman dışında ama o sayılmaz­
dı. Ancak o gün m asm avi gökyüzünün altında Nathan Monroe
hayatında ilk kez âşık olmuştu.

Daisy başpannağıyla bahçe hortumunun ucuna bastırarak


annesinin Cadillac*m ı ıslattı. Sonra kocaman bir süngeri sa­
287
rvuı-fieı yjıvso n

bunlu kovaya sokup çıkardıktan sonra arabayı yıkamaya b


ladı. Öğle sonrasının sıcak güneşi üzerine vuruyordu, 0mu?
larmın ve kolsuz bluzunun yakasından göğsünün ve sırt,n
yandığını hissediyordu.
Günün büyük bir bölümüm Lily’nin evinde, o alçıiarin
yastığın üzerine koymuş kanepede otururken, temizlik yaplp
çamaşır yıkayarak geçirmişti. Boşanma davası sonuçlanmış Ve
avukatı onun lehine karar aldırmıştı. Yargıca, R.onnie’ninbanka
hesaplarını boşalttığına dair belgeleri göstermişti ve yargıç ^
Ronnıe’nin Lily’ye on bin dolar, aylık nafaka ödemesine karar
vermişti ve ayrıca çocuğun sağlık sigortasını karşılayacaktı.
Annesi de onun için alışveriş yapmaya gitmişti. Daisy kız
kardeşinin hastaneden çıktıktan sonra en kolay işleri bile yap­
makta zorlandığının farkındaydı. Ona yardım etmekten rahat­
sız olmuyordu ancak Lily’nin mahvettiği hayatı onu kötü bir
ruh haline sokmuştu.
Aslında bu kötü bir ruh halinden daha fazlasıydı. Kendisi­
ni huzursuz hissediyordu ancak Lily’nin bunda fazla bir payı
yoktu. Bu huzursuzluğu hayatının bir dönemiyle değil daha
çok bütünüyle ilgiliydi. Washington’daki ev hâlâ satılmamıştı
ancak sadece bir ay önce satışa çıkarılmıştı. Fotoğraf stüdyosu
açma konusundaki planlan devam ediyordu ancak Teksas’tan
ayrılacağını düşündüğü zaman bir endişe duyuyordu. Bir an
için ne yapmak istediği konusunda kesinlikle çok net düşüne­
biliyordu sonra bir an geliyordu, kafası tamamen karışıyordu.
İki kez Matt’le çıkmıştı ve iyi zaman geçirmişti. Ancak
adam onu öptüğünde onunla üçüncü kez çıkmayacağına karar
Papatya Falı

(Tjnişti o başkasına âşıktı ve bu Matt’e haksızlık olurdu.


' paisy çıkmamış bir lekeyi temizlemek için arabanın ka­
rsın a elinden geldiği kadar uzanmaya çalıştı. Kafasının
barışmasının en büyük nedeni Mustang’iyle annesinin evinin
önünde durunca başını kaldırıp baktı.
Jack arabasından çıktı ve ön bahçeden ona doğru ilerleme­
ye başladı. Koyu bir saç lülesi alnından aşağı sarkıyordu ve
ilk kez şapka takmamıştı. Güneş, gözlüklerinin mavi, ayna-
1, camlarının üzerinde minik fırıldaklar oluşturuyordu. Yeşil
gömleğinin düğmelerini yukarı kadar iliklemiş ve altına rengi
solmuş bir Levi’s giymişti. Cumartesi olduğu için tıraş olma­
mıştı. Koyu renk kirli sakalı yüzünü gölgeliyor ve dudakla­
rının hassas çizgilerini ön plana çıkarıyordu. Onu ne zaman
görse, kalbi bağıra bağıra tam tersi yöne kaçması gerektiğini
söylese de, kalbi sıkışıyordu.
“Merhaba,” dedi doğrularak ve kaportanın üzerindeki kö­
pükleri duruladı. “Yine ne var kafanda?”
“Nathan’ı arıyorum. Sürücü kursundan sonra bana uğraya­
caktı, ama gelmedi.”
“Eve de gelmedi henüz,” dedi, gözlüklerine rağmen bakış-
lannı üzerinde hissedebiliyordu. “Eminim, birazdan burada
olur, beklemek ister misin?”
“Biraz bekleyeyim,” dedi, sokağın aşağısına doğru bakar­
ken. Yaklaşık bir ay önce gölden döndükleri günden ben gözle­
riyle onu soyuyordu. Elbette onun için bir böcekten farkı olma­
ma olasılığı da çok yüksekti. Belki tüm bunlan kendisi uyduru­
yordu. Belki istediği için böyle düşünüyordu. Bu sadece onun
Ktic/ıet Kjivsurı

ü z ü lm e s in e , a c ın a c a k b ir h a le düşmesine ve haya) dünyasind

yaşamasına n e d e n o lm a k la k a l m ı y o r a y n ı zamanda ailesinin di


ğer bireyleri g ib i ç ıld ırtıy o r d u . B u korkunç bir şeydi.
Kovayı aldı ve arabanın d iğ e r tarafına geçti.
“Yarın akşam, B i l l y ve birkaç arkadaşımızla birlikte t0p.
lanıp H o r iz o n V i e w P a ı k ’ta futbol oynayacağız.” A ğırlığa
tek ayağının üzerine verdi ve D a isy ’ye baktı. “Geçen gün Nat-
han’la konuştuk, oynamak isteyip istem ediğini bana söyleye,
çekti.”
“Bizim bir planımız yok, bu yüzden g itm esind e beninı içjn
bir sakınca yok.” Daisy kovayı yere koydu v e hortumu kaldırıp
arabanın tepesine tuttu. “Ragby mi, Am erikan futbolu mu?”
“Ragby muhallebi çocukları içindir,” dedi dalga geçerek ve
ilerleyerek onun tam karşısına geçti. “Ve kızlar için .”
“Nathan’ın kasksız ve koruma pedleri olmadan oynamasını
istemiyorum.”
“Onu tam donanımlı oynatırız.” Başını eğip onun ölçülerini
alıyormuş gibi inceledi. “Neden sen de ponpon kız kostümünü
giyip gelmiyorsun? Eskiden olduğu gibi ters parende ve çem­
ber hareketleri yaparsın,” dudaklarının kenarlarını yukarı kıvı­
rarak muzipçe güldü. “Ya da zıplayarak havada ayak parmak­
larına dokunursun. Eskiden bacaklarını ayırarak zıpladığında
çok güzel görünürdün.”
Daisy başparmağıyla yeniden hortumun ucunu sıktı ve ara­
banın tepesine tuttu ancak su aynı zamanda su Jack’in göğsü­
ne, omuzlarına ve gözlüklerine sıçradı.
“Hop,” dedi ve parmağını hortumun ucundan çekti.
290
jack’in kaşları indi ve gözlüklerinin altında kayboldu.
*Bunu kasten yaptın.”
Daisy nefesini tuttu. “Hayır. Yapmadım.”
“Evet,” dedi Jack yavaşça, “Yaptın.”
“Yanılıyorsun.” Başını salladı ve hortumun ucunu yeniden
sıkıştırdı ve suyu doğrudan onun göğsüne tuttu. Çenesinden ve
gömleğinden su damlıyordu. “İşte bunu,” dedi Daisy parmağı-
nl hortumdan çekerken, “kasten yaptım.”
Jack gözlüklerini çıkarıp onları ıslak gömleğinin cebine ko­
yarken, “Sana neler yapabileceğim konusunda bir fikrin var
mı?” dedi.
“Yok.”
Arabanın etrafından dolaşırken yeşil gözlerinden intikamı­
nı alacağı okunuyordu.
Daisy bir adım geriledi. “Olduğun yerde kal.”
“Korktun mu?”
“Hayır.” Bir adım daha geriledi.
“Korksan iyi olur, küçük kız.”
“Ne yapacaksın?”
“Kaçma da gör.”
Daisy yerinde kaldı, hortumu kaldırdı ve tam alnına doğ­
rulttu. Jack başını eğdi, Daisy’nin kaçmayı düşünmesine bile
fırsat vermeden onu arka kapının üzerine yapıştırıp, hortumu
elinden aldı.
“Jack, hayır!” Gülmeye başladı. “Bir daha yapmayacağım.
Söz.”
Eğilip onun yüzüne baktı, alnındaki saç tutamından aşa-

291
Rachel Gibson

ğı damlalar süzülüyor, yanaklarından aşağı kayıp gidiyor^


Uzun kirpikleri ıslanmış uçları birbirine yapışmıştı. “Yapllla
yacağmı biliyorum,” dedi, bluzunun yakasının çekti ve hortu
mu içeri soktu.
“Çok soğuk - aaaah!” Jack’in elini tutup hortumu bluzunun
içinden çıkarmaya çalıştı.
“Gülsene, küçük kız.” Onu bedeniyle arabaya sıkıştırrnışt,
ve en az onun kadar kendisi de ıslanmıştı.
“Dur!” Sular göğsünün arasından göbeğine doğru akıyordu
Soğuktan memelerinin uçlan büzüşmüştü. “Dondum.”
Yüzünü yüzüne iyice yaklaştırarak, “Bana ne kadar üzgün
olduğunu söyle hadi.”
Daisy gülmekten konuşamıyordu. “Çooook üzgünüm,” di­
yebildi, onun bedeninin kıskacından kaçmaya çalışırken. Jack
kalçalanyla onu istediği yerde tutuyordu.
“Bu yeterli değil.” Hortumu onun bluzundan çıkardı ve
yere bıraktı. “Göster bana,” dedi, sesi sert çıkıyordu.
Daisy’nin kahkahası kesildi ve onun yüzüne baktı. Yeşil
gözlerindeki arzuya baktı. Her iki ayağını da açmış onu ba­
caklarının araşma hapsetmişti. Kalçaları ve kamıyla ona baskı
yapıyordu ve Daisy onun bedeninin en az yirmi santimlik bir
bölümünün ona dokunmaktan mutlu olduğunu fark etti. Kar­
nında sıcak bir sızı hissetti. Beyni ona oradan hemen kaçması
gerektiğini söylerken, kalbi yerinde kal, diyordu. “Nasıl?”
“Nasıl olduğunu sen bilirsin.” Gözlerini dudaklarına dikti.
“Ve bunu iyi yaparsın.”
Soğuk ellerini göğsünde ve omuzlarında gezdirip saçlarına
292
P a p a ty a Falı

(jokundu- Başını kaldırdı ve bir elini Jack'în başının arkasına


l^ydu- Dudaklarını onunkilere dokundurdu ve yüreğinin ka-
bardığ10’ hissetti- Tüm gögüs E fesini kaplıyor, nefes almasını
koflaştırıyordu ve bunların tam olarak ne olduğunu biliyordu,
paha önce de hissetmişti. Yalnızca bu defaki daha güçlüydü.
paha az kafa karıştırıyordu. Tıpkı odak halkasını görüntü net­
leşene kadar çevirmek gibi bir şeydi,
jack Parrish’e âşıktı. Yeniden. Bu raundu kalbi kazanmıştı.
İkisinin dudaklarını birbirinden incecik bir güneş ışığı di­
limi ayırıyordu. Her ikisi de nefeslerini tutmuşlardı; bakışlan
birbirine kenetlenmişti. Biri diğerinin harekete geçmesini bek­
liyordu.
Daisy onun dudaklarım küçük, tatlı bir öpücük kondurdu.
“Bu iyi miydi?”
Jack başını sallarken dudakları onunkilere dokundu. “Yeni­
den dene.”
“Buna ne dersin?” Dudaklarını araladı ve diliyle ağzının
köşesine dokundu.
Jack’in nefesi kesildi, “Yapabileceğinin en iyisi bu mu?”
Daisy elini kaldırıp, onun kirli sakalında gezdirdi. “Hayır,
ama yapabileceğimin en iyisini kaldırabileceğini sanmıyo­
rum.”
“Bir dene.”
Daisy’nin gözleri kapandı ve kendini biraz daha ona bıraktı.
Memelerinin uçları onun gömleğine dokunuyordu ve bu defa
büzüşmeleri soğuktan değildi. Tüm bedenine yayılan sıcaklık
bacaklarının arasında toplanmıştı. Araladığı dudaklarını onun­
293
R achel G ibson

kilere bastırdı. Önce onu hafifçe öptü ve daha sonra dilini onu
ağzında gezdirmeye başladı. Jack’in göğsünden beklenti içjn
de bir hırıltı çıktı ve başını yana eğerek ateşi körükledi. Da
isy’yi ağzını daha fazla açamaya zorladı.
Dudakları birbirine kenetlenmiş halde Jack kollarını 0na
doladı ve bir adım geriledi. Onu kocaman elleriyle kavradı
ve parmaklarının ucuna kaldırdı. Başını geri çekip ona baktı
“İnsana kendisini iyi hissettiriyorsun.” Çok yavaş bir şekilde
onu bıraktı ve bedeninden aşağı kaymasına izin verdi. “Kim­
se bana senin kadar iyi hissettirmedi. Dudaklarıyla onunkileri
kavradı. Öpücüğün ateşi yükselirken hortumdan akan su ayak­
larını serinletiyordu.
Daisy arkasında birinin boğazını temizleyip, tükürdüğünü
duydu. “Aa, anne?”
Jack başını kaldırıp baktı, Daisy de dönüp baktı. “Nathan!”
Onun yalnız olmadığını fark etmesi birkaç saniye aldı. Yanın­
da genç bir kız vardı. Nathan önce annesine sonra da Jack’e
baktı ve yanakları kıpkırmızı oldu.
Ne zamandan beri orada duruyorsun?” diye sordu Jack, sesi
az önce Daisy’i kollarına almış bir erkeğe göre sakin çıkıyordu.
“Sizi sokağın aşağısından gördük.” Nathan gözlerine an­
nesine çevirdi. Başka bir şey söylemediği için Daisy onun ne
düşündüğünü anlayamadı.
Daisy zoraki gülümsedi ve “Arkadaşını tanıştırmayacak
mısın?”
“Bu, Brandy Jo.” Parmağıyla işaret etti. “Bunlar da annem
ve Jack.”
294
P a p a ty a Falı

“Sizlerle tanıştığıma sevindim."


paisy üer> doğru bir adım atmak istedi ancak Jack’in şort
^enieri üzerinde duran eli onu engelledi. Omzunun üzerinden
ona baktı, Jack kaşını çatınca durumu anladı. Jack onu siper
olarak kullanıyordu. Daisy ensesinden yanaklarına doğru yük­
ken ateşi hissetti. Tıpkı Nathan gibi. Orada utanmayan tek
kişi Jack gibi görünüyordu.
paisy dikkatini oğluna ve Brandy Jo’ya verdi. “Yakınlarda
m] oturuyorsun?" diye sordu, o tuhaf sessizliği bölmek için.
“Taft’ta oturuyorum.” Brandy Jo Nathan’a baktı. “Nat-
han’la tanıştığımız ilk gün ona bir çeşit akraba olduğumuzu
söylemiştim. Jessica teyzem, Ronnie’ni kuzeni Bull’la evli.”
En azından kızın Ronnie’yle kan bağı yoktu. “Lily ve Ron­
nie birkaç hafta önce boşandılar.”
“Oh, bunu bilmiyordum.” Gülümsedi ve fısıltıdan biraz
daha yüksek bir sesle, “Ronnie köpeğin tekidir, Lily’nin onda
ne bulduğunu hiç birimiz anlayamadık.”
Brandy Jo’nun çok akıllı bir kız olduğu anlaşılıyordu.
“Seninle yarın akşamki futbol maçını konuşmak için gel­
miştim,” dedi Jack.
“Ben gelene kadar yapacak bir şey bulamadın ve sende ön
bahçede annemle öpüşmeye karar verdin, öyle mi?”
Daisy’nin ağzı açık kaldı.
Jack güldü. “Zaman geçirmek için iyi bir yol diye düşündüm.”
Daisy dönüp ona baktı.
“N e?” şeytani sırıtışının altından. “Sen de öyle düşün­
dün.”
295
İS"

Daisy on beş yıldır Kuzeybatı'da yaşıyordu ancak futbolun


Teksaslılar için ne kadar önemli olduğunu unutmamıştı. İster
Dallas'taki Teksas Stadyumu olsun, ister H ouston’da bir lise­
nin futbol sahası olsun isterse Lovett're bir park olsun, futbol
ikinci bir din olarak görülür ve bu anlayışla ona tapılırdı.
Amin.
Ancak Daisy özellikle bugünkü etkinliğin yıllık bir etkinlik
olduğunu bilmiyordu. Bu. her yıl yetişkin erkeklerin toplanıp,
terlediği, birbirlerine tosladığı ve birbirlerinin yaralarım kı­
yasladığı bir buluşmaydı. Saha çizgileri yoktu. Hakem yoktu.
Skor tabelaları yoktu. Sadece iki kenar çizgisi vardı ve bitiş
çizgileri turuncu renkte bir sprey boyayla çizilm işti ve elinde
kronometre tutan biri vardı. Jack’in takım ı kırm ızı, diğer ta­
kımsa mavi jarseden formalar giymişti.
Her iki takım da dişlerini gıcırdatıp, tükürerek birbirlerini
kafalarım koparma arzusuyla yanıp tutuşuyor ve buna eğlence
adını veriyorlardı.

296
P .i( \ır w : F.ii:

lUi tutbolun en d oğal ve en sat haliydi ve N athan bu oyu-


ı-osk ve koru m a p edleri takan tek ovuncusuvdu. Bu onu
y ırtıy o rd u .
paisy onun ö fk esin i, daha on beş yaşında olduğunu ve ken­
e n d e n daha b ü y ü k v e yapılı erkeklerle oynayacağını söy-
leverek yarıştırm aya çalışm ıştı. C anının yanm asından çok bir
ödlek siibi görü n m esin e aldırıyordu.
-Nathan. o d işlerin in d ü ze lm esi için b eş bin dolar harca­

dım." oğlu n a. “O n ların tek bir darbeyle dökülm esini is­


temiyorum.
Nathan bu a ıh h alin d en . B randy Jo parka gelip, o kask ve
korutna pedlerinin içinde çok iyi göründüğünü söylemesine
kadar düzelem edi.
Parka N a th a n 'la b irlikte, Ja c k 'in arabasında gittiler ve oyun
alanına y aklaşırlarken, Jack onun elbisesine bakn. "Bu senm
ponpon kız k o stü m ü n e pek benzem iyor." dedi. Nathan Bil-
ly’ye doğnı form asını alm ak üzere giderken.
Daisy, Jack p o n p o n kız kostüm ü giym esi için yaptığı teklife
aldırış etm em iş ve şeftali renginde önlüğe benzer, sırtında çap­
raz bantları olan bir elbise giym işti. Eğilip, dizlerinin üzerinde
biten elbisesine baktı. “Ç ok mu uzun?"
“Ve sırtı y o k .”
“O zam an lisedeyken o çok beğendiğin havaya zıplayarak
ayak parm aklarına dokunm a hareketini yapamayacağım."
Jack dönüp, sahanın ortasında toplanan rakımına baktı.
“Ü zerindeki o elbiseyle ponponlarına zarar verebilirsin. Bu
da çok utanç verici olur.”
' Ponponlarım için endişe etmene gerek yok.” Kırmız
. . 1Çiz.
gının üzerinde durdu. “Onlar iyi.”
“İyi oldukları kesin,” dedi omzunun üzerinden, sahaya do­
ru ilerlerken.
Daisy onun arkasından baktı ve gülümsedi.
Küçük delikli jarse formasının altına bir şey giymemişti Ve
teni seçilebiliyordu. Gözlerini sırtından, futbol paııtolonunUn
sardığı kalçalarına indirdi. Jack Parrish güçlü bir erkekti. patl.
tolonu dizlerine kadar iniyordu ve onun altına siyah uzun sp0r
çoraplar ve spor ayakkabılar giymişti. Dünyada hiçbir şeyj

umursamıyormuş gibi yürüdü. Bir saat boyunca foslanacak,


üzerinden geçilecek ve bitkin düşecek gibi görünmüyordu.
Tucker Gooch, Daisy’ye seslendi ve mavi takım oyuncula­
rının arasından ona el salladı. Daisy de ona el salladı ve bu ara­
da birlikte okula gittiği birçok tanıdık yüz gördü. Cal Tum er
ve Marvin Feller. Lester Crandall ve Leon K ribs, Eddy Dean
Jones, Jimmy ve Buddy dahil Calhoun kardeşlerden bazıları.
Buddy’nin, Lily’yle seviştikten sonra delirip, arabasıyla Ron­
nie’nin evine daldığından haberi var mıydı acaba?
Olmayabilirdi.
Başka tamdık birçok yüz gördü. L ovett’te birlikte büyü­
düğü. Penny Kribs ve küçük Shay Calhoun. M arvin’in karısı,
Mary Alice ve Gina Brown.
Kıskançlık Daisy’nin midesini düğümledi. Geçen ay Gina
ve Jack’in birlikte olup olmadıklarını merak etti. Büyük ola­
sılıkla olmuşlardı. Kıskançlık midesinden yükselip göğsüne
çöreklendi. Bu duyguyu çok iyi biliyordu ve alışıktı. On beş
P a p a ty a F a lı

yıl önce de Jack’i bir başkasıyla düşündüğünde de aynı şeyleri


hissetmişti.
Ancak Jack artık ona ait değildi ve o da artık bir çocuk de­
ğildi. Artık kıskançlıkla nasıl başa çıkabileceğini biliyordu.
Onunla mücadele etmeyecek kadar kıskanmıyormuş gibi ya­
pamayacaktı. Bunun onu ne kadar yıprattığını biliyordu. Elin­
den geldiğince kıskançlığını unutmaya çalışacaktı.
Bu defa zaferi kalbine karşı beyni kazanmıştı ve Rhonda’nın
ve kenar çizgisi üstünde duran kızların yanındaki sandalyeye
oturdu. Üç kız çocuğu da kırmızı ponpon kız kostümleri giy­
mişlerdi ve ayaklarının altında yay varmış gibi zıplıyorlardı.
“Geçen yıl Billy’nin kasığında bir kas yırtıldı,” dedi Rhon-
da Tanya’nm çoraplarını çıkarırken. “Üç hafta boyunca mız­
mızlanıp durdu.”
“Marvin de geçen sene baş parmağını kırdı,” dedi Mary
Alice sandalyesinden öne doğru eğilerek.
Kasık kaslarına ya da başparmaklara kask takarak ya da
koruma pedi giyerek korunamıyordu. Daisy ayağa kalktı. Nat­
han’ı oyundan çıkarmaya hazırlanıyordu ancak yeniden yerine
oturdu. Böyle bir şey yaparsa oğlu onu asla affetmezdi. Bunun
yerine dua etmeye başladı.
Oyun yedi buçukta başladı. Hava gölgede bile çok sıcaktı
ve oyunculardan ter akıyordu. Jack kırmızı takımın oyun ku­
rucusuydu ve Daisy onu futbol oynarken izlemeyi ne kadar
özlemiş olduğunu fark etti. Ne zaman kolunu kaldırıp, topu
oyuna sokmak için atmaya hazırlansa, delikli jarse forması yu­
karı çıkıyor ve dümdüz karnım ortaya çıkarıyordu.
R tiilh 'l ( libsoıı

Horizon Vie\v Park kısa zamanda birbirlerine ba -


ayakkabılarıyla yeri döven ve omuz omuza çarpışan erkek]
dolmuştu. Kenardan bile duyulabilen sesler çıkararak bir
şunla yere düşenlerin ve kenardan ıslıklarla ve çığlıklarla de
tekleyen izleyicilerin gürültüsüyle dolmuştu.
İlk çeyrekte Jack, topla on yarda kadar koşmayı başar)p
sonra onu omuz yiyerek kaptıran N athan’a bir pas verdi. DajSy
oğlu yerden kalkıp, kaskındaki çim enleri tem izleyene kadar
nefesini tuttu. İkinci çeyrekte Jimmy Calhoun kırmızı takım
için bir sayı yaptı. Ne yazık ki bitiş çizgisine vardığında kötü
bir darbe alıp yere düştü. Ayağa kalktığında topallayarak ara­
baya doğru gitti ve Shay onu hastaneye götürdü. Herkes di­
zinin yaralanmış olabileceği konusunda tahm inlerde bulundu.
Buddy kalıcı bir şey olmamasını umuyordu.
“Shay geniş bir aile kurmak istiyor,” dedi Buddy, kardeşi­
nin hastaneye götürüliişünü izlerken. “ U m arım bunu tehlikeye
atacak bir yerlerini kırmamıştır.”
Oyun arasında Daisy, her iki takıma da su dağıtan Rhon-
da ve Gina’ya yardım etti. Her iki takım ın oyuncuları berbat
görünüyorlardı ve daha oyunun yarısını tamamlayabilmişler­
di. Mavi takımdan Leon Kribs’in sol gözü şişm işti ve Marvin
Ferrel’ın dudağı patlamıştı. Tucker G ooch ayağına sargı bezi
sararken Daisy’nin telefonunu istemişti.
Daisy ona numarasını vermedi.
İzin istedi ve iyi olduğundan emin olm ak için N athan’la ko­
nuştu. Billy onu ensesinden yakaladı ve saçlarını dağıttı. Da­
isy’nin beklentisinin tersine Nathan buna güldü ve Billy’nin
300
P a p a ty a h a l ı
midesine hafitten bir yumruk altı.
“Billy bir oğlunun olmasını çok istiyor,” dedi Rhonda. “ An­
cak Nathan’la idare etse iyi olacak.”
B illy’nin, Nathan’la geçirebileceği sadece üç haftası var­
dı. Nathan’ın buradan ayrılmak konusunda neler hissettiğini
nıeıak etti. Acaba ve eve geri döneceği için heyecanlanıyor
muydu?
Peki, kendisi heyecanlanıyor muydu? Yanıtının hayır ol­
masından korktu. Dün Nathan’la birlikte Lovett’in merkezi­
ne arabayla giderken Danna’nm hediyelik eşya dükkânının
yanında boş bir yer gözüne çarpmıştı. Daha ne yapacağına
bile karar vermemişken kendisini o dairede hayal etti. Çizgili
bir tentenin üzerinde bir tabela vardı. DAİSY MONROE FO­
TOĞRAFÇILIK.
Beyniyle kalbi savaş halindeydi ve Seattle’da uzun vadeli
bir yer kiralamadan önce ne yapması gerektiğine karar verme­
liydi.
Parmaklarının eklemleri kanamakta olan Eddy Dean’e ve
topallayarak yürüyen Cal Turner’a birer şişe su verdi. Ancak
topallaması C al’ı, Daisy’yi o akşam için Slim Clem'e davet
etmesini engellemedi. Daisy birkaç metre ileride durmuş, Gi-
na’yla derin bir sohbet halinde olan Jack’e baktı. Bir elini kal­
çasına koymuş duruyordu ve omzundan aşağı beyaz bir havlu
sarkıyordu. Gina sol tarafı işaret etti ancak Jack gözlerini ken­
disine doğru yaklaşmakta olan Daisy'den ayırmadı.
“Sonra konuşuruz,” dedi Gina ve kenar çizgisine doğru git­
ti.
301
Rachel G ibsotı

“Tamam, teşekkürler.” Jack onun elinden iki şişe suyu kapı


ve bir tanesinin kapağını açtı. Sol dirseğinde hafifçe kanayan
bir yara vardı ve beyaz futbol pantolonu yemyeşil olmuştu
Suyun yarısını içti ve geri kalanını da başından aşağı döktü.
“Bu akşam Cal’la çıkacak mısın?” diye sordu, yüzünü hav.
luya silerken.
“Bu seni rahatsız eder mi?”
Havlunun arkasından ona baktı ve sonra havluyu boynuna
astı. “Rahatsız etmesi senin umurunda mı?”
Kenar çizgisinde duran Giııa’ya baktı. “Evet.”
Jack elini onun yanağına koydu ve yüzünü kendisine çevir­
di. “Evet, beni rahatsız eder. CalTa ya da bir başkasıyla çık­
ma.”
“Cal’la ya da bir başkasıyla çıkm ayacağım .” Önce başmı
eğip, ayaklarına baktı, sonra kaldırıp önce pantolonuna, delikli
jarse formasına ve sonra da yeşil gözlerine baktı. “Hâlâ Gi-
na’yla çıkıyor musun?”
Jack neredeyse dokunacak kadar ona yaklaştı ve Daisy’nin
bir tutam saçını kulağının arkasına attı. “Kimseyle birlikte
olmadın,” dedi, fısıltıdan biraz daha yüksek bir tonda. “Seni
Custom Lancer’m üzerine oturttuğum günden beri.”
“Ciddi misin?”
“Evet.” Parmakları boynunun yanına kaydı. “Peki, ya sen?”
Güldü çünkü buna engel olamadı. “Elbette, hayır.”
Jack de güldü. “Bu iyi.” Dudaklarını küçük bir öpücük kon­
durdu ve yanından geçen sahadaki arkadaşlarının yanma gitti.
Daha önceki öpüşmelerine göre bu gerçek bir öpücük bile de-
302
Papatya Falı

ğj|di ancak dudaklarında onun tadını bırakacak kadar ıslaktı.


İçini ısıtacak ve kalbinin hemen yanında bir yangın çıkaracak
kadar sıcaktı.
Üçüncü çeyrekte, mavi takım bir sayı yaptı ancak Daisy
dikkatini oyuna veremiyordu. Kafasında büyük endişeleri var­
dı. Jack’e âşıktı. Bunu artık görmezden gelemezdi. Lovett’e,
Nathan’ı söylemek için gelmişti. Ona yeniden âşık olmak gibi
bir niyeti yoktu ama âşık olmuştu ve şimdi bu konuda ne yap­
ması gerektiğine karar vermeliydi. On beş yıl önce Jack’in
onun aşkına karşılık vermemesinden doğan acısından kaçmış­
tı. Bu defa kaçmayacaktı. Yeniden kaçarsa, Jack’in onun için
nelere hissettiğini asla öğrenemeyecekti.
D ördüncü çeyreğin üçüncü dakikasında Jack, çok daha
ağır olan M arvin F errell’dan sıkı bir omuz yedi. İnleyerek
yere düştü ve D aisy ’nin de kalbi yerinden oynadı. Birkaç
saniye sırtüstü yattıktan sonra M arvin’in de yardımıyla
ayağa kalktı. K ontrol etm ek için başını bir sağa bir sola
çevirdi ve sonra da sahadaki kalabalığın arasına karıştı. On
beş m etreden gelen bir pasla N athan topu alıp bitiş çizgisi­
ne k adar koştu. Z aferle başından kaskım çıkarıp, yere attı.
Y erinde zıpladı, takım arkadaşlarıyla el çakışıyor, yumru­
ğunu diğerlere vuruyordu. Jack oğlunu kolundan yakaladı
ve ona sarıldı. Baba ve oğul, kafa kafaya vermişler, konu­
şuyorlar ve birlikte yürürken sanki milyon dolarlık piyan­
go kazanm ış gibi gülüyorlardı.
Oyundan sonra Nathan o kadar sevinçliydi kendisini kay­
betti ve annesine sarılarak onu havaya kaldırdı.
303
“Yaptığım sayıyı gördün mü?” diye sordu onu yere bırak,
ken.
“Elbette. Çok güzeldi.”
Nathan, Brandy Jo ve diğer arkadaşları kendisine doğru ge
lirken koruma pedlerini çıkardı. Hepsi de on beş yaşındaki bjr
çocuğun yetişkin erkekler maçına davet edilmiş olmasından
çok etkilenmişlerdi.
“Jack ve Billy kırmızı takımda oldukları için benim de oy­
namam gerekiyordu,” dedi onlara.
Çocuklardan biri “Jack’le Billy de kim?” diye sordu.
“Billy benim amcam.” Nathan duraksadı ve D aisy’nin başı­
nın üzerinden Jack’e baktı. “Ve Jack de benim babam.”
Daisy, ellerini omuzlarına koymuş Jack’in bir süre hareket­
siz kaldıkta sonra omuzlarım sıktığını hissetti. Gülen gözlerine
ve dudaklarına baktı sonra da Nathan’a döndü. Hayatının iki
erkeği birbirlerine bakıyorlar ve konuşmadan anlaşıyorlardı
sanki. Ağlamadan ya da sızlanmadan ya da birbirlerine sarıl­
madan. Tıpkı ellerini veya yumruklarını birbirlerine çakarak
kutlar gibiydi.
Nathan hep birlikte eve gidip yaptığı sayıyı kutlamak ye­
rine, arkadaşlarıyla takılmak istedi. Oğlunun bakışlarından
onun on beş yaşında, uzun kahverengi saçları ve Teksas aksam
olan bir kız tarafından ele geçirilmiş olduğunu anladı. Hafif bir
kıskançlık hissetti. Nathan çok hızlı büyüyordu ve Daisy onun
elinden tutup, kendisine dünyadaki en önemli insanmış gibi
bakan oğlunu özledi.
“Gitmeye hazır mısın?” diye sordu Jack, başının üzerinden
304
Pa p a tya Falı

eğilerek. “Cal gelip yeniden sana asılmadan önce seni buradan


kaçırmak istiyorum.”
Dalga geçmiyordu, acıyla çıkan sesinden gerçekten gitmek
istediğini anladı. “Neren ağrıyor?”
“Omzum,” diye yanıtladı, araba parkına doğru yürürlerken.
“Hem de çok fena.”
“Neden koruma pedi takmadığınızı anlamıyorum.” Elini
kaldırdı. “Tamam, söyleme. Koruma pedleri muhallebi çocuk­
ları içindir.”
Jack onun kapısını açtı. Arabaya binmek için hareketlendi
ancak son bir kez Nathan’ı görmek için sahaya baktı. “Çok
hızlı büyüyor,” dedi, Brandy Jo’yu koluna takmış, diğer tarafa
doğru yürüyen oğluna bakarken. “Her zaman asi ve bağım­
sız bir çocuktu. Onu hiçbir yere götüremezdim çünkü elimden
kaçardı. Şu çocukları kaybetmemek için kullanılan kayışlar­
dan almıştım. Onun her zaman kayışın diğer ucunda olduğunu
bilmek beni rahatlatıyordu. Hafifçe çekerdim ve yuvarlanarak
benden saklandığı yerden çıkardı.” Jack’ten uzaklaşıp arabanın
kapısını kavradı. “Keşke şimdi de ona bir kayış takabilseydim,
böylece başını derde sokmayacağımdan emin olabilirdim.”
Jack, elini onun elinin üstüne koydu. “O, iyi bir çocuk, Da­
isy. Başının çaresine bakar.”
Daisy onun gözlerinin içine baktı. Jack ona doğru eğilip,
Daisy’nin dudaklarına kalbini eriten, yumuşacık ve sıcacık
bir öpücük kondurdu. Ter, çimen ve kendisi gibi kokuyordu.
Kaygan dili Daisy’ninki üzerinde dolaşırken parmağıyla onun
elini okşadı. Jack’in acelesi yoktu, öpücüğü çok samimiydi.
305
Jfa&t'J Gifrson

İçinde, onu hatırlatan bir yerlere dokunuyordu. Bu. d u d akj^


birleşmesinden öte bir şeydi. Doşıım a ulaşm ak isteyen sefcs,
telaşı değildi.
Jack seri çekilip ona eskiden olduğu gibi bakrı. Kalkan
düşmüştü. .Arzusu, ihtiyaçları ve iste k le ri gözlerinden beiij
oluyordu.
Benimle eve g el." dedi. D a isy ’nin elini sıcak avucuna alIr_
ken.
Yutkundu ve dudakları yukarı doğru kıvrıldı. N e planladı®,
m sormasına gerek yoktu. "Omzunun ağrıdığını sanıyordum.”
"O kadar kötü değil."
”Sana masaj yapabilirim ."
Jack başını salladı. "Enerjini başka yerlere masaj yapmak
için sakla."
B>ölüm ~1P)

Daisy ellerini Jack'in pürüzsüz omuzlarında gezdirdi ve par­


maklarını sorunlu kaslarının üzerine bastırdı. Sırtına masaj
yaptı ve başparmaklarım omurgasının çukurunda bir aşağı bir
yukarı gezdirdi. Islak saçlarından aşağı bir damla su düştü, sır­
tından aşağı kaydı ve beline sanlı havlunun üzerinde yok oldu.
Parktan eve gelmeleri on dakika almıştı. Normalde yol on
beş dakika sürüyordu ancak Jack birkaç dur işaretini ve bir
kırmızı ışığı beklem eden geçmişti.
Şu anda da, yemek masanın arkası merdiven gibi olan san­
dalyelerinden birinde oturuyordu. Ters oturup, bacaklannı san­
dalyeye dolamış, kollannı da sandalyenin tepesine koymuştu.
Kendisine dokunmasına izin verm eden önce çabucak bir duş
almak istemişti ve çıktıktan sonra üzerinde beline dolaşnğı
havludan başka bir şey yoktu. D aisy’nin içinden o anda üstüne
atlamak gelmişti.
“İyi geliyor m u?” diye sordu, avuç içlerini sırtında bir aşağı
bir yukan gezdirirken.
“ A lışkan lık yapacak kadar iyi.” B edeninden çıkan )Sl ^
is y ’nin ellerini ısıtıyordu. Onun hatlarına v e dokusuna dok
nurken D aisy bir kez daha onu tanımaya başladı.
“D aisy?”
Başının üzerinden ona baktı. M utfağın ışığı saçlarında parı,
yor, kahve tonlarındaki tutamları ortaya çıkarıyordu. “Hmm?"
“Meredith G ölü’ndeyken, beni özled iğ in i söylemiştin"
Uzanıp onu bileğinden tuttu. “Bu doğıu m u?” Omzunun üze­
rinden ona baktı. Yoğun bakışlarından bunun kendisi içjn
önem li olduğu anlaşılıyordu.
“Evet, Jack. Doğru.”
Kolunu göğsüne doğru çekti ve “B en de seni özledim , Da­
isy Lee. G eçen onca yılda seni sandığım dan daha da fazla öz­
ledim .” Diğer elini onun yüzünün yanına koydu. “Senin bil­
meni istem ediğim kadar çok.”
Göğsü sıkışıp, ağrımaya başladı ve ona doğru eğilip, dudak­
larım onunkilere yaklaştırarak, “Seni seviyoru m , Jack,” dedi.
Gözlerini kapadı ve uzun bir nefes verdi. Bir süre sessiz
kaldıktan sonra, “Ben seni hep sevdim . İstem ediğim zaman­
larda bile.”
“Bana dön,” diye fısıldadı.
Jack gözlerini açtı. “N e?”
“Ayağa kalk.”
Jack ayağa kalkıp ona döner dönm ez, D aisy omuzların­
dan itip onu yeniden oturttu. “Seninle nasıl bir geleceğimiz
olacağını bilmiyorum,” dedi, elbisesini sıyırıp onun kucağına
otururken. Jack bacaklarını ayırdı ve D aisy sandalyeye oturdu.

308
P a p a t y a F alı

Ç ıp la k ayaklan kenarlardan sarkıyordu. “Nasıl olursa olsun,


seni hep seveceğim . Buna engel olamıyorum.”
Yeşil gözleriyle uzun kirpiklerinin arasından ona bakarken
kalçalarım okşadı. “Sana gelecekte neler olacağını gösterece­
ğim .” Ellerini beline doğru kaydırdıktan sonra tek eliyle elbi­
senin yan tarafındaki düğümü aradı.
D aisy bacaklarının arasına iyice sokularak, “Bu bir çadır
çubuğu mu yo k sa beni gördüğüne çok mu sevindin?”
Seksi bir gü lü m sem eyle dudakları yukarı kıvrıldı. “Her iki­
si de. G örm ek ister m isin?”
“Oh, evet.” Ellerini Jack’in omzundan göğsüne indirdi.
Avuçlarıyla meme uçlarım kavradı, eğilip, boynunun yanından
öptü. Onları sadece kalın havluyla ince bir iç çamaşın ayırı­
yordu.
Jack ipi çekti ve Daisy’nin elbisesinin üstü gevşedi. “Kolla­
rını kaldır,” dedi Jack. Daisy onun dediğini yaptı. Jack elbiseyi
onun belinden çekti ve başından çıkardı. Saçları çıplak omuz­
larına döküldü ve Jack onun arzuyla yanıt veren gözlerine bak­
tı. Elbiseyi yere fırlattı ve çıplak memelerini elleriyle kavra­
dı. Dikleşmiş meme uçlarını avuçlarının içinde hissediyordu.
Jack onları başparmaklarıyla okşadı. Daisy’nin göz kapaklan
yarıya düştü ve dudaklarım yaladı. Jack onu tanıyordu. Üze­
rindeki ağırlığım ve avucunun içindeki kalp atışını tanıyordu.
Dudaklarının arasından bıraktığı nefesini ve onun teninin ko­
kusunu biliyordu.
Bu D aisy’ydi. Onun Daisy’si.
“Omzunun ağrımayacağından emin misin ?”
309
Omzu mu? Omzu umurunda b ile değildi. Şu anda h issettiğ
tek ağrı bacaklarının arasındakiydi. “Hiçbir şey canımı senj
istemek kadar yakmıyor.” Şimdiye kadar kurduğu her fantezi
Daisy'yle başlayıp. Daisy’yle binniştı. Şimdi buradaydı. încç
cik külodu dışında kucağında çıplak h a ld e oturuyordu. Belki
hata yapmazdı ve o asla gitmezdi.
Daisy'nin yumuşacık elleri Jack’in beline kaydı. T ıpkı bir
Noel hediyesi gibi, havlusunu açtı ve elini içeri sokarak erek-
siyonunu kavradı. Öyle sertleşmişti ki kam ına dayanıyordu
Daisy’ye baktı, bakışları memelerine sonra yanık göbeğine ve
sonra da beyaz küloduna indi. Küçücük elinde sert penisini
tutuyordu. Hissettiği arzu boğazını düğüm lem işti ve nefes al­
makta güçlük çekiyordu. Elinin onun elinin üzerine doladı ve
ileri geri hareket ettirirken yumuşacık avucunun içinde kay­
maya başladı. Daisy ona doğru eğildi ve boynundan öptü. Di­
lini gezdirdiği yerlerde ateşten bir iz bırakıyordu.
Çenesinden tutup yüzünü kendisine yaklaştırdı, dudaklarını
onunkilere yapıştırdı. Ateşli bir şekilde onu öpmeye başladı;
bu defa ki öpücüğünde saflıktan ya da yum uşaklıktan eser yok­
tu. Dudakları birbirine dokunduğu andan itibaren dillerinde
açgözlülük ve insanı çılgına çeviren bir kovalam aca başlamış­
tı. Daisy yay gibi gerilerek, sert meme uçlarını onun göğsüne,
bacak arasını ereksiyonuna bastırdı.
Jack de bunu istiyordu. Bunu hayatının her gününde isti­
yordu. Onun dilinin kendi ağzında dolaşmasını, ağırlığını kol­
larında hissetmek istiyordu.
Onu istiyordu. Her şeyiyle. Sonsuza dek. D aisy’yi seviyor-
310
P a p a t y a F alı

du. Onu hep sevmişti.


Jack ayağa kalktı ve havlusu yere düştü. Daisy önündeki
yemek m asasına oturttu v e buğulu gözlerine baktı.
“Yat, tatlım .” D aisy dirseklerinin üzerinde arkaya uzandı ve
Jack’in m em elerini öpüşünü ve uçlarını ağzına alışını izledi.
N efesi hızlanana kadar Jack onları öptü ve aşağı doğru kaydı.
Göbek deliğinin yakınlarında bir yerleri emdi ve arkasındaki
sandalyeye uzandı. K ülodunu çıkardı ve bacaklarının arasına
oturdu.
“Jack,” dedi, sesi kuru bir fısıltı halinde çıkmıştı, “Ne ya­
pıyorsun?”
Jack onun çıplak ayaklarını omzuna koydu ve bileklerini
öptü “Aşağı iniyorum.” Bacak arasını öptü ve başparmağını
kaygan klitorisinin üzerinde gezdirirken başka bir parmağını
da Daisy’nin sıcak ve ıslak içine soktu. Bacaklarını iyice ayır­
dıktan sonra kalçasının altma elini soktu. Bacaklarının araşma
doğru eğilirken onu yukarı kaldırdı.
Daisy gibi tadıyordu. Güzel. Her şey istediği gibiydi.
Başını arkaya atarken Jack’in adını haykırdı. Jack onun
bacaklarının arasından öptü. On beş yıl önce öptüğü yerden,
tek fark Jack bu konuda artık daha iyiydi. Dilini daha iyi kul­
lanmayı öğrenmişti. Daisy bacaklarıyla onu itene kadar onu
öpmeye ve emmeye devam etti.
Masadan kalktı ve inip Jack’in önünde durdu ve ona baktı.
“Seni istiyorum, Jack.”
Jack yerden havluyu aldı ve ağzını sildi. “Kondom getir­
mem gerekiyor.”
311
Daisy, neden söz ettiğini anlamamış gibi ona baktı. $0nr
arzuiu bir tonda, “Biriyle kondom suz seks yapmayalı ne ka(jar
oldu?” diye sordu.
O kadar uzun olmuştu ki, hatırlam ıyordu. “Sanırım , on be
yıl önce seninle birlikteyken tak m am ıştım .”
Daisy havluyu onun elinden alırken gülüm sedi. Onu omuz­
larından tuttu ve ayağını sandalyenin altındaki desteğe koy.
du. Jack ona sarıldı ve göbeğinden öptü. “G eçen hafta regl
oldum,” dedi, yavaşça kucağına doğru alçalırken. “Bu defa
hamile kalm am .”
Jack buna itiraz edebilirdi. Ona başka sorular da sorabilirdi
ancak ancak penisi onun kaygan bacak arasına değiyordu ve
daha fazla beklemeden onun sıcak ve ıslak içine girdi.
Jack’in göğsünden dışarı bir inleme çıktı. Onun sıcak eti
kendisini çevreliyordu ve Jack omurgası boyunca tüyleri ür-
perdi. Daisy dudaklarını araladı. Hızlı hızlı nefes alıyordu ve
yanaldan kıpkırmızı olmuştu. Açlık içindeki gözleri, sanki
Jack dünya üzerinde ona istediği şeyi verebilecek tek erkekmiş
gibi, ona bakıyordu.
Daisy onu saran kaslarım sıktı ve Jack onun içindeki her
dalgalanmayı hissetti. Hemen orada boşalmamak için kendi­
sini zor tutuyordu. Bedenindeki her hücre D aisy’ye odaklan­
mıştı. Onun içini, tepki veren kaslarını hisseden tüm hücreleri.
“Kahretsin,” diye inledi Jack ve ellerini D aisy’nin kalçala­
rına koydu. “Çok güzel.” Onun indirip kaldırdı. Sıcak bir sı­
vıyla kaplanmıştı ve dünya üzerinde D aisy’nin içinde olmak­
tan daha iyi bir şey düşünemiyordu.
312
P a p a ty a Falı

Daisy ellerini onun başının yanlarına koydu ve dudaklarını


kendisininkilere çekti. “Seni seviyorum, Jack,” dedi birlikte
hareket ederlerken, ateşe dönüşen yavaş ancak sabit bir ritim
içindeydiler. Jack onun kalçalarından tutup, sert bir şekilde
aşağı çekti ve her şey daha ateşli ve vahşi bir hale aldı. Daisy
bırakırsa sanki nabız duracakmış gibi, elleriyle Jack’in çıplak
omuzlarına tutunmuştu. Jack ciğerlerindeki tüm havayı boşal­
tana kadar hızlı ve sert bir şekilde hareket etmeye devam etti.
Daisy inledi ve onu daha çok sıktı, Jack onu çevreleyen
kaslarının attığını hissediyordu. Onların gevşediğini hissetti­
ğinde göğsünde bir yanma duydu. Ve son kez kendisini onun
içine ittiğinde bile bunun daha fazlasını istediğini biliyordu.
Bunu sonsuza kadar isteyecekti.

Daisy bu defa gözyaşlarına boğulmadı. Gerçi bir sonrakinde


neredeyse ağlayacaktı. Jack onu elinden tuttu ve onu yeniden
seviştikleri yatağına götürdü. Çok tatlı ve sevecendi ve Daisy
iki kere orgazm olana kadar kendine hâkim olmuştu. Bu ha­
yatında ilk kez oluyordu ve bu yüzden neredeyse ağlayacaktı.
Yüzüstü çarşafların üzerinde yatıyordu. Çarşafların geri
kalanı ayakucunda dertop olmuştu. Jack neredeyse onun be­
deninin yarısının üstünde yatıyordu; kolu kamının altında, bir
bacağı bacaklarının arasında. Daisy uzun zamandır kendini bu
kadar mutlu ve tatmin olmuş hissetmemişti. Jack onu seviyor­
du. O da onu seviyordu. Bu defa onlar için her şey yolunda
gidecekti.
Tam daldığını sandığı sırada, “Tanrım, gittikçe daha iyi olu-
Rıichfl (îibsoıı

yor. Bir sandalyenin üzerinde bu kadar iyi olabileceğini düşü,,


mezdim," dedi Jack.
Daisy gülümsedi.
“Sen iki kere mi boşaldın?”
“Eve 1. Teşekkür ederim.”
“Rica ederim.”
Jack elini karnının alımdan çekmeye çalıştı ancak buna
gücü yoktu. Daisy dikkatle sırtüstü döndü ve ona baktı. Bukle­
si alnına yapışmıştı ve gözleri kapalıydı.
“Saat kaç?” diye sordu.
Jack güçlükle gözlerini açtı ve elini onun karnından çekti.
Saatine baktı ve “Erken,” dedi.
Daisy onun elinden saati alıp baktı. “Nathan gelmeden önce
eve gitmeliyim.”
Jack yan tarafına yuvarlandı ve parmaklarını açarak göğ­
sünün hemen altına koydu. “Gitme,” diye mırıldandı, omzunu
öperken.
“Gitmem gerek.” Yatakta oturdu ve yüzündeki saçları çekti.
“Ama kahvaltıya gelirim.”
“Lovett’ten gitme.” Dirseğinin üzerinde doğruldu. “Sen ve
Nathan buraya taşınmalısınız.”
Daisy de bunları düşünmüştü. Ancak onun da düşünmüş
olabileceğini tahmin etmemişti. “Buna ne zaman karar ver­
din?” diye sordu yeşil gözlerine bakarken.
“Sanırım, balığa gittiğimizde ama galiba dün annenin ön
bahçesinde su savaşı yaparken emin oldum. Ve bizi kimlerin
izlediğini umurumda bile değildi.” Yatakta oturdu ve onun eli­

314
P a p a ty a Palı

ni tuttu. “İnsanların bizi izlemesini istedim bizi birlikte görme­


lerini isledim. Bugün bizi öpüşürken görmelerini istedim. Her­
kesin, benim olduğunu bilmesini istiyorum.” Parmak uçlarını
öptii. “Seninle ve oğlumla bir hayat istiyorum.”
D aisy’nin de tam olarak istediği buydu. Ancak bunu onun
ağzından duymak onu rahatlatmıştı.
“Seni seviyorum, Daisy Lee. Hayatım boyunca hep sev­
dim ”
Daisy onun hem acılı, heırı de arzulu gözlerine baktı. “Ben
de seni seviyorum, Jack.” Ancak, dedi içinden bir ses, sevmek
bu defa yeterli olacak mı? Geçen defa olmamıştı.
Banyoya gitmek için izin istedi ve geri döndüğünde Jack
pantolonunu giymişti bile. O banyodayken elbisesini ve kü-
lodunu da getirmiş, onları yatağın üzerine koymuştu. Üzerine
külodunu geçirdi ve Jack elbiseyi giymesine yardım etti.
“Pekâlâ, kahvaltıda beni neyle doyuracaksın?” diye sordu,
Daisy’nin elbisesinin arkasındaki bandı düzeltirken.
“Güzel bir şeyler düşünürüm.”
“Üstü kremalı bir şeyler olsun.”
Elbisesinin yanındaki bağcığı düğümledi. “Ve vişne?”
Jack kollarını arkadan ona dolayıp, kendine çekti. “Vişneye
bayılırım,” dedi, ensesine doğru.
Çıplak göğsü tenini ısıttı ve içinden arkasına dönüp onu
boynundan öpmek geldi. Eğer bunu yaparsa Nathan dönme­
den, eve yetişmeyi beceremezdi. “Jack, bu defa aramızdaki her
şeyin yolunda gitmesini istiyorum.”
Ona sıkıca sarıldı. “Gidecek.”
315
R a ch e l C ib so n

O kadar güvenli konuşmuştu ki, Daisy ona inandı. “Bunu


Nathan’a birlikte söyleyelim.”
“Sen nasıl istersen.”
“Lovett’e taşınmak konusunda neler hissedeceğini bilmjy0_
rum ama çok hızlı hareket ettiğimizi düşünm esini istemiyo.
rum.” Kollarının arasından çıktı ve elleriyle elbisesini düzeltti
“Steven öleli henüz bir yıl olmadı ve onun birlikteliğim jZ(jen
rahatsız olmasını istemiyorum.” Ayakkabılarını da getirmiş
olabileceğini düşünerek yerlere bakındı. “Başkalarının ne dü­
şündüğü umurumda değil ama N athan’ın sadece babasının
yerini doldurmak için birlikte olduğum uzu düşünmesini is­
temem.” Ayakkabıları hala mutfakta olm alıydı, dönüp Jack’e
baktı.
Az önce onu sevgiyle kucaklayan ve bu defa her şeyin yo­
lunda gideceğini söyleyen adam taş kesilm işti. Omuzları kasıl­
mış, dişleri gerilmiş ve bakışları sertleşmişti.
“Neyin var?”
Sarı renkli ışığın yanından geçerek odanın diğer tarafına
gitti. “Steven’dan daha ne kadar ‘N athan’ın babası’ diye söz
edeceksin?”
Daisy onun çıplak sırtına baktı ve “B unları aştığını düşün­
müştüm,” dedi.
“Ben de öyle.” Bir çekmece açtı ve içinden bir tişört çıkar­
dı. “Ama o pisliğin benim elimden aldığı şeyleri asla unutabi-
leceğimi sanmıyorum.”
Daisy acı içinde birkaç saniye bekledi. “ Steven hakkında
böyle konuşma.”
P a p a ty a Falı
Öfkeyle güldü. “Çok dokunaklı.” Kollarını tişörtün içinden
geçirdi. “Steven Monroe’yu bana savunuyorsun.”
“Ben Steven’ı savunmuyorum.”
Tişörtü başından geçirip aşağı indirdi. “Peki, ne yapıyorsun
o zaman?”
“Hayatımın büyük bir bölümünde ben Steven’ı sevdim. O
sadece benim kocam değildi; en iyi arkadaşımdı. Birlikte ağla­
yıp, birlikte güldük. Onunla her şeyi konuşabiliyordum ”
“Benimle ilgili hissettiklerini de konuşabiliyor muydun?”
Bu defa neredeyse başarmıştı. Neredeyse ancak yine par­
maklarının arasından kayıp gidiyordu.
“Benimle birlikte olduğunu düşünmek bile midenin bir yer­
lerinin düğümlenmesine neden oluyormuş.” Eski yerine geri
döndü ve Daisy’nin birkaç adım önünde durdu. “Bunu da ona
söyledin mi?”
“Hayır, ama bunu biliyordu.” Jack’e baktı. Gözlerinde tıpkı
ilk gece gördüğü acı ve tutku vardı. “Steven’la birlikte olmak
seninle birlikte olmak gibi değildi. Steven’la birlikte olmak ta­
mamen farklıydı. Sanki...”
“Ne?”
“Huzur vericiydi. Korkutmuyordu. Canımı yakmıyordu.
Onun yanındayken nefes alabiliyordum. Ona dokunmazsam,
ölecekmiş gibi hissetmiyordum. Sanki içimde bir yerler başka
birine aitti.”
“Zaten böyle hissetmen gerekmiyor mu? Tıpkı, sen gitti­
ğinde bile hâlâ seni hissedebilmek için göğsüme ezercesine
bastırmak istediğim gibi.” Onu omuzlarından yakaladı ve elle-
117
R a ch e l C ib so n

O kadar güvenli konuşmuştu ki, Daisy ona inandı. “Bunu


Nathan’a birlikte söyleyelim.”
“Sen nasıl istersen.”
“Lovett’e taşınmak konusunda neler hissedeceğini bilmjy0_
rum ama çok hızlı hareket ettiğimizi düşünm esini istemiyo.
rum.” Kollarının arasından çıktı ve elleriyle elbisesini düzeltti
“Steven öleli henüz bir yıl olmadı ve onun birlikteliğim jZ(jen
rahatsız olmasını istemiyorum.” Ayakkabılarını da getirmiş
olabileceğini düşünerek yerlere bakındı. “Başkalarının ne dü­
şündüğü umurumda değil ama N athan’ın sadece babasının
yerini doldurmak için birlikte olduğum uzu düşünmesini is­
temem.” Ayakkabıları hala mutfakta olm alıydı, dönüp Jack’e
baktı.
Az önce onu sevgiyle kucaklayan ve bu defa her şeyin yo­
lunda gideceğini söyleyen adam taş kesilm işti. Omuzları kasıl­
mış, dişleri gerilmiş ve bakışları sertleşmişti.
“Neyin var?”
Sarı renkli ışığın yanından geçerek odanın diğer tarafına
gitti. “Steven’dan daha ne kadar ‘N athan’ın babası’ diye söz
edeceksin?”
Daisy onun çıplak sırtına baktı ve “B unları aştığını düşün­
müştüm,” dedi.
“Ben de öyle.” Bir çekmece açtı ve içinden bir tişört çıkar­
dı. “Ama o pisliğin benim elimden aldığı şeyleri asla unutabi-
leceğimi sanmıyorum.”
Daisy acı içinde birkaç saniye bekledi. “ Steven hakkında
böyle konuşma.”
P a p a ty a Falı
Öfkeyle güldü. “Çok dokunaklı.” Kollarını tişörtün içinden
geçirdi. “Steven Monroe’yu bana savunuyorsun.”
“Ben Steven’ı savunmuyorum.”
Tişörtü başından geçirip aşağı indirdi. “Peki, ne yapıyorsun
o zaman?”
“Hayatımın büyük bir bölümünde ben Steven’ı sevdim. O
sadece benim kocam değildi; en iyi arkadaşımdı. Birlikte ağla­
yıp, birlikte güldük. Onunla her şeyi konuşabiliyordum ”
“Benimle ilgili hissettiklerini de konuşabiliyor muydun?”
Bu defa neredeyse başarmıştı. Neredeyse ancak yine par­
maklarının arasından kayıp gidiyordu.
“Benimle birlikte olduğunu düşünmek bile midenin bir yer­
lerinin düğümlenmesine neden oluyormuş.” Eski yerine geri
döndü ve Daisy’nin birkaç adım önünde durdu. “Bunu da ona
söyledin mi?”
“Hayır, ama bunu biliyordu.” Jack’e baktı. Gözlerinde tıpkı
ilk gece gördüğü acı ve tutku vardı. “Steven’la birlikte olmak
seninle birlikte olmak gibi değildi. Steven’la birlikte olmak ta­
mamen farklıydı. Sanki...”
“Ne?”
“Huzur vericiydi. Korkutmuyordu. Canımı yakmıyordu.
Onun yanındayken nefes alabiliyordum. Ona dokunmazsam,
ölecekmiş gibi hissetmiyordum. Sanki içimde bir yerler başka
birine aitti.”
“Zaten böyle hissetmen gerekmiyor mu? Tıpkı, sen gitti­
ğinde bile hâlâ seni hissedebilmek için göğsüme ezercesine
bastırmak istediğim gibi.” Onu omuzlarından yakaladı ve elle-
117
Kacneı uıvson

rini boynunun yanlarına kaydırdı. “Birlikte solumak gj|3)


benim içimde erirken kalplerim izin aynı anda atması gibi ”
Gözlen doldu ve bu defa gözyaşlarını durdurmaya çalışm
dı bile. Kalbi kırılmıştı ve hayalleri ellerinin arasından ka
gidiyordu. Yine. “Bu yeterli değil. G eçen seferde yeterli olma
mıştı. Bu seferde yeterli olm ayacak."
“Ne gerekiyor? Seni seviyorum. Seni sevdiğim gibi hiçbjr
kadını sevmedim.”
Ona inanıyordu. “Affetmen gerekiyor,” ilk damlalar yana­
ğından aşağı süzülürken. “Beni affetmen gerekiyor, Jack. Beni
affetmen gerekiyor, hatta Steven ’ı da affetmen gerekiyor.
Ellerini Daisy’den çekti ve bir adım geriledi. “Benden çok
şey istiyorsun, Daisy.”
“Çok mu?
“Steven söz konusu olunca, evet.”
“Ya ben?”
Daisy’ye baktı, sessizliği yanıtıydı.
“Geçmiş yüzünden beni affedemeyeceksen, nasıl birlikte
olabiliriz?”
“Bu konuyu düşünmeyiz.” Çizmelerini kaptı ve ayaklarına
geçirdi.
“Nereye kadar? Ne kadar aklımıza getirmemeyi başaraca­
ğız? Yarma kadar mı? Bir haftaya sonraya kadar mı? Gelecek
yıla kadar mı? Aramızda böyle bir şey varken birlikte yaşaya­
bileceğimizi gerçekten düşünebiliyor m usun?”
“Seni seviyorum, Daisy,” dedi, ona bakmadan. “Bu yeter­
li.”

318
P a p a ty a Falı

“ B e n d e n n e f r e t d e e d i y o r s u n .”
“Hayır.” Başını salladı ve ona baktı. “Hayır, ben senin bana
yaptığın şeyden nefret ediyorum. Oğlumu benden saklamış ol­
mandan nasıl nefret etmem?”
“Yaptığım şey yanlıştı.” Yüzündeki yaşları sildi. “Bunu iti­
raf ediyorum. Sana Nathan’ı söylemeliydim. Korkuyordum ve
aptallık ettim. Yarın, sonra derken, bir yıl oldu. Gelecek yıl
derken iki yıl oldu. Ve ben erteledikçe söylemek iyice zorlaştı.
Bunun bir bahanesi yok.” Elini ona doğru uzattı ve sonra geri
çekti. “Anlam alısın. S te v en ...”
“Oh, Steven’ı anlıyorum,” diyerek lafını kesti. “Ben Ste-
ven’ı, birlikte bahçeme gelip, evlendiğinizi söylediğinizde an­
lamıştım. Seni benim kadar sevdiğini ve ilk fırsatta seni elim­
den aldığını anlamıştım. Seni ve oğlumu. Ve senin de anlaman
gereken şey bir şey var. Böyle bir şeyi kolayca unutamam.”
“Senden unutmanı istemiyorum ama seninle bir geleceği­
miz olacaksa affetmelisin.”
“Bunu kolay bir şeymiş gibi söylüyorsun.”
“Tek yolu bu.”
“Bunu yapabileceğimden emin değilim. Özellikle söz ko­
nusu Steven ise.”
“O zaman birlikte olamayız. Bunu asla becerenleyiz.”
“Bu kadar basit mi? Hemen karar verdin yani?" Elini hava­
da savurdu. “Ya beni affet ya da hayatımdan çık, git mi diyor­
sun? Bana neler hissedeceğimi sen mi söylüyorsun?”
Daisy başını salladı ve yaşlı gözleriyle ona baktı. Göğsün­
deki yanmayı durdurmak için derin bir nefes aldı. Jack’in de
319
Rachel Gibson

aynı şeyleri hissettiğini biliyordu. “Hayır. Ben sam


inekle haklı olduğunu söylüyorum. Hayatının sonun ^ C*Cn'
öfke duymaya hakkın var. Am a bana kalırsa, sen afl\
diğin sürece, pek çok şey yaşayabilecekken ikim iz d ClT)e'
kalacağız."
B>ölüm ZiO

Daisy’nin annesinin evine gidene kadar ikisi de konuşmadı.


Mustang’in içindeki tek ses Shelby motordan gelen mırıltıy­
dı. Jack arabayı kaldırımın kenarına çekti ve Daisy karanlığın
içinde son kez ona baktı. Daha önce değiştiremediği şeyleri
değiştirebilmesi için ona bir fırsat veriyordu. Daha önce söyle­
yemediği şeyleri söylemesi için bir fırsat.
Ondan unutmasını ve affetmesini nasıl isteyebilirdi? Sanki
kolaydı. Sanki bu yıllarca onun içini kemirmemişti.
Daisy’nin gidişini izledi. O, annesinin evine girdikten sonra
arabayı vitese attı ve eve doğru ilerledi. Bu defa onu durdur­
maya çalışmamıştı. Bu defa kavga da olmamıştı. Yumruk atı­
lacak kimse de yoktu.
Ancak acı on beş yıl önceki kadar kötüydü. Hayır, diye dü­
şündü evine doğru yürürken. Bu defa ki daha da beterdi. Çün­
kü artık her şeyin nasıl olabileceğini biliyordu. Çünkü onunla
birlikte hayatın tadını almıştı.
Daisy’yle üzerinde seviştiği sandalye hâlâ yemek masa­

321
A U M Z l \JW SQTI

sının yanında duruyordu. Onu, üzerine yatırdığı masa. Onla


ra bakınca içini kemiren şeyin daha da büyüdüğünü hissetti
Göğsünden boğazına doğru çıkan bir yanma hissetti, bu yanma
neredeyse onu nefessiz bıraktı.
Sandalyeyi aldı ve onu arka kapıya doğru götürüp, karanlık
arka bahçeye attı. Sonra geri döndü ve annesine ait olan ağır
ahşap masaya baktı. Bu masada ailece yemek yemişlerdi.
Sonra kendisi Daisy’yi yemişti.
Şu anki ruh haliyle masayı da kaldırıp, sandalyenin yanına
atabilirdi ancak masa kapıdan geçmezdi. Bahçedeki kulübeye
gidip, alet çantasını aldı. Geri döndüğünde masayı tek eliyle
yan çevirdi. Tatmin edici bir gürültüyle yere çarptı. Bir bira
açtı, Black & Decker testeresini çıkardı ve işe koyuldu.
İşi bittiğinde, masa parçalara bölünmüş halde sandalyenin
yanında yatmaktaydı. İşini bitirene kadar altı şişe bira içmişti
ve sonra Johnny Walker şişesini açmıştı. Jack hiçbir zaman
öyle çok içki içen bir adam olmamıştı. İçkinin lanet olası tek
bir şeyi çözdüğüne inanmıyordu. Bu gece sadece acısını gider­
mesini istemişti.
Elinde bardağıyla yemek odasından çıkıp, kapısı açık ya­
tak odasının önünden geçti. İçerideki abajurun ışığı, hâlâ onun
kokusunu taşıdığından emin olduğu dağınık çarşafların üstüne
vuruyordu. Oturma odasına girdi ve bardağı kafasına dikti. Işı­
ğı açmaya bile gerek duymadı. Siyah deri kanepesinin üstüne
oturdu. Karanlıkta. Yapayalnız.
Mutfağın ışığı koridora yayılıyor ve neredeyse ayaklarına
kadar uzanıyordu. Yorgundu ve hem futbol maçından hem de
322
P a p a ty a Falı

Daisy’den yara almıştı ancak yine de uyuyamayacağını bili­


yordu. Daisy’ye onu sevdiğini söylemişti ancak oysa bunun
yeterli olmadığını söylemişti. Daha fazlasını istiyordu.
Gözlerini kapadı ve başı dönmeye başladı. Midesinin bu­
landığını hissetti. Perişan haldeydi. Onu hayatına yeniden sok­
muştu. Bunu yapmamalıydı. Sanki göğsünün tam üstüne bir X
işareti konmuş gibi onu tam isabet, bıçaklamıştı. O da sanki
kollarını yana açıp onun için mükemmel bir hedef tahtası ol­
muştu.
Ben sana öfkelenmekte haklı olduğunu söylüyorum. Hayatı­
nın sonuna kadar öfke duymaya hakkın var, demişti. Ama bana
kalırsa, sen affedemediğin sürece, pek çok şey yaşayabilecek­
ken ikimiz de yalnız kalacağız.
Jack bir şeyleri onarmaya alışık bir adamdı. Neredeyse mü­
kemmel bir hale gelene kadar onarmak için çalışırdı. Ancak
kendi sınırlarını biliyordu. İmkânsızın ne olduğunu karşılaştı­
ğında anlardı.
Daisy’nin ondan istediği şey imkânsızdı.
Billy’nin sesi onu uyandırana kadar kanepede uyuyup kal­
mış olduğunun farkında değildi.
“Neler oluyor burada?”
Jack önce gözlerini açtı ve sonra kısarak ona baktı. Billy iş
tulumuyla onun önünde duruyordu. “Ne-” Ağzı açık kalmıştı.
“Senin ne işin var burada?”
“Saat neredeyse on oldu. Dükkân çoktan açıldı.”
Jack ayaklarını sehpaya uzatmış, çizmelerini bile çıkarma­
dan oracıkta uykuya dalmıştı. Başmı kanepeden kaldırdı, birisi
323
Rachel Gibson

sanki ensesine tuğlayla vurmuştu. “Ah, lanet olsun.”


“Sen içki mi içtin?”
“Evet.”
“Tek başına?”
Jack ayağa kalkınca midesi bulandı. “Dün bana iyi bir fikir
gibi gelmişti.” Mutfağa doğru gitti ve portakal suyu şişesini
aldı. Kafasına dikti ve boğazının kuruluğunu giderene kadar
içti.
“Eskiden masanın olduğu yerde neden beş sandalye var?”
diye sordu Billy, koridordan mutfağa doğru bakarken.
“Evi yeniden dekore ediyorum.”
Billy, Jack’e baktı sonra gözlerine kalan beş sandalyeye çe­
virdi. “Masa nerede?”
“Buradaki eksik sandalyeyle birlikte arka bahçede.”
“Neden?”
“Öyle istiyorum.”
Arka kapıya gitti ve dışarı baktı. Hafiften bir ıslık çaldı ve
“Kadın sorunu mu?”
Jack mutfak dolaplarından birini açtı ve içinden aspirin çı­
kardı. Kadın sorunu, kulağa çözülebilir bir sorun gibi geliyor­
du.
“Daisy Lee mi?”
“Evet. Yeniden hayatıma girdi. Berbat etti ve gitti.”
“Berbat ettiğinden emin misin?”
“Evet. Eminim.” Dört aspirin yuttu. “Nathan geldi mi?”
“Evet. Tam zamanında.”
“Bana duş alıp, tıraş olmak ve kendimi toplamak için birkaç
t'apatya halı

dakika izin ver. Sonra gelirim.”


“Belki bugün izin yapmalısın.”
“Yapamam. Nathan birkaç hafta sonra gidecek ve bende
olabildiğince onunla zaman geçirmek istiyorum.”
Jack’in kendisini toparlayıp, tamirhaneye gitmesi kırk beş
dakika aldı. Her tarafı ağrıyor, başı zonkluyordu.
Nathan ona baktı ve kaşlarını düşürdü. “İyi misin?”
“Evet.” Jack dikkatle başım salladı ve masasmın arkasında­
ki koltuğa gömüldü.
“Dün maçta kötü darbe mi aldın?”
“Birkaç tane.” En kötü darbesini maçtan sonra almıştı “Bu
akşam ne yapıyorsun?”
“Brandy Jo’yla bowlinge gideceğiz.” Ağırlığım bir ayağına
verdi ve dudağındaki halkayı ağzının içine aldı. “Onu öpmeyi
düşünüyorum. Onun da öpmemi istediğini düşünüyorum ama
işleri berbat etmek istemiyorum.” Gözlerinin Jack’e dikti ve
“Sen bir kızı öpmeyi nasıl öğrendin?”
Jack güldü ve baş ağrısını kendisini hatırlattı. “Çok pratik
yaptım. İlk deneyiminde çok iyi olmayı bekleme. Eğer Brandy
Jo senden gerçekten hoşlanıyorsa, o da seninle pratik yapmak
isteyecektir.”
Nathan bu bir şey ifade etmişçesine başıyla onayladı. “An­
nemle mi pratik yaptınız?”
Düşünür gibi görünmeye çalıştı ancak Daisy onların evinin
evinde ilk öptüğü gece kafasına kazılmıştı sanki ve bir asit gibi
beynini yiyordu. “Hayır, annenle çıkmaya başlamadan önce
bir profesyonel haline gelmiştim.”
325
Rachel Gibson

Nathan oturdu ve kızlardan, onların makyaj ve alışVe


riş yapmaktan başka nelerden hoşlandıklarından konuştular
Onun için güzel bir şeyler satın almak ve güzel bir şeyler yap.
mak istiyordu.
Arabalardan söz ettiler ve Jack, Nathan’ın, Dodge Daytona
takıntısından vazgeçtiğini öğrenince şaşırdı. Artık bir Mustang
almak istiyordu, Jack’in, Shelby’si gibi. Nathan sürücü ehliye­
tini gelecek hafta alacaktı. Kendisini nasıl bir oyuna getirmek
istediğini anlamıştı. Nathan’m Shelby’sini kullanmasına izin
verebilirdi. İçinde kendisi de olduğu sürece bir sakıncası yok­
tu.
Jack günün geri kalanını, zımpara makinelerinin ve diğer
aletlerin gürültüsünden uzakta, ofiste geçirdi. Saat iki civarı,
başının zonklaması dinmişti ancak göğsündeki acı ve öfke ye­
rinde duruyordu. Neler kazanabileceğini ve neler kaybettiğini
sürekli anımsatmak istiyordu sanki.
O perşembe Nathan işe geldiğinde işler daha da beter hale
geldi. Daisy’nin Pazartesi günü Seattle’a gideceğini söyledi.
Evleri satılmıştı.
O akşam Jack en sonunda arka bahçede yarattığı dağınık­
lıktan kurtuldu ancak Daisy’yi ve hayatına hâlâ nasıl devam
edebildiğini düşünmekten kendini alamadı. Burada geçmişin
içinde boğulurken, o hayatını devam ettiriyordu.
Annesinin masasının tüm parçalarını evin yanındaki kulü­
beye koydu, sandalyeyi de oraya koydu. Belki bu evden ta­
şınmalıydı. Bunu birkaç kez düşünmüştü. Bu evi daha çok bir
ofise çevirmeyi düşünmüştü. Böylece tamirhanede daha çok
326
P a p a ty a Falı
yer açılacaktı.
Jack arka sundurmada oturdu ve bahçeye bir göz attı. Bu
evin yıkıldığını düşünemiyordu. Evin kendisi ve Billy için ba­
rındırdığı anılar vardı. Steven’la birlikte bu bahçede toprağı
kazıp zaman kapsülünü çıkarmışlar ve Daisy’nin günlüğünü
okumuşlardı. Tam o köşedeki akça ağacın altında. Ve sonra
onu yeniden oraya gömmüşlerdi.
Ayağa kalktı ve kendisine düşünmek için fırsat vermeden
kulübeye gitti ve bir kürek aldı. Toprak sertleşmişti. Yaklaşık
bir saat boyunca yüzünden terler akıtarak toprağı kazdı. Saat
akşam yedi buçuğa geliyordu ve küreğin ucu o eski kırmızı
teneke kutuya vurduğunda güneş hâlâ parlıyordu. Kutuyu yir­
mi bir yıl önce gömdükleri toprağın altından çıkardı. Boyası
solmuştu ve paslanma belirtileri gösteriyordu. Plastik kapağı
sararmıştı ancak bozulmamıştı.
Jack kutuyu arka sundurmaya götürdü. Merdivenin en üst
basamağına oturdu ve içindekileri boşalttı. Yeşil plastik asker
adamlar, Star Wars figürleri ve açılır kapanır bir tarak dökül­
dü kutudan. Sonra Jack’in “Dukes of Hazzard” dergisi, bir
Matchbox araba, bir düdük ve bir kutu sakız çıktı. Yığının en
tepesine de Daisy’nin günlüğü, pembe bir başlık ve üstünde
üç karatlık cam parçası olan ucuz bir yüzük düştü. Daisy bu
yüzüğü ona kendisinin verdiğini söylemişti. Gerçi bunu hatır­
lamıyordu.
Yüzüğü aldı ve gömlek cebine koydu. Uzanıp, kapağında
sarı bir gül olan defteri aldı, kilidi geçen sefere göre paslan-
mıştı. Sayfaları sararmış ve mürekkebi solmuştu. Öne doğru
327
eğildi, kollarını dizlerinin üstüne koydu ve günlüğü okum
başladı: ^
Bay Skittles, bugün Lily 'yi burnundan ısırdı. Sanırım Lil
onu öpmeye çalıştı, diye yazmıştı Daisy, yaklaşık altıncı sınıf
tayken. Annem bahçemize aptalca görünen bir Pamuk Prenses
heykeli koydu. Bu çok utanç verici. Jack gülümsedi, kedi ve
arka bahçe dekorasyonunu anlatan bölümleri geçti. S a y fa ları
çevirirken kendi ismini görünce durdu.
Jack okulun çatısına çıkarak başım belaya soktu. Son ders­
ten sonra okulda kalmak zorunda kaldı. Buna aldırmadığım
söyledi ama üzgün görünüyordu. Ben de üzüldüm. Steven 'la
birlikte eve onsuz yürüdük. Steven, Ja ck’le ilgili endişele­
necek bir şey olmadığını söyledi.
Jack bunu hatırlıyordu. Çok üzülmemişti ancak okulun bü­
tün camlarını silmesi gerekmişti. Kedisinden, akşam yemeği­
ne neler yediklerinden ve havadan sudan yazdığı şeyleri geçti.
Jack bugün bana bağırdı. Bana aptal bir kız olduğumu ve
eve gitmemi söyledi. Ben ağladım ve Steven bana Jack ’in bun­
ları isteyerek söylemediğini söyledi.
Jack bunu hatırlamıyordu ancak eğer ona bağırdıysa ona
âşık olduğunu fark ettiği ve bu konuda ne yapacağını bilmedi­
ği için yapmış olabileceğini düşündü.
Steven bana bisikletim için bir sticker verdi. Gökkuşağı.
Kendi bisikleti içinfazla süslü olduğunu söyledi. Jack onun tu­
haf göründüğünü söyledi. Bazen beni incitiyor. Steven bunları
da istemeden yaptığını söylüyor. Kız kardeşleri olmadığı için
yapıyormuş.
328
P a p a ty a Falı

O n u n bu kadar hassas o ld u ğ u n u b ilm iy o rd u . Şey, evet bili­


y o rd u . Ancak bir stickerın tuhaf göründüğünü söylemesine bu
kadar üzülmüş olabileceğini bilmiyordu.
Dün Cadılar bayramydı. Annem bana geçen yıldan kalma
o aptal Annie Oakley kostümünü giydirdi çünkü üzerime hâlâ
oluyor. Jack Darth Vader oldu ve Steven da Prenses Lea gibi
giyindi. Onun gibi görünmek için kulaklarının üstünde tarçın
ruloları vardı. Gülmekten altıma kaçırıyordum.
Jack kıkırdadı. O kostümü hatırlıyordu ancak Daisy’nin
yazdığı diğer birçok şeyi hatırlamıyordu. Steven’ın fıkra an­
latmayı ne kadar sevdiğini unutmuştu. Bunlardan çoğunu Da­
isy günlüğüne yazmıştı. Steven’ın ne kadar komik bir çocuk
olduğunu ve köpeğini gezdiren Bayan Jansen’a ve “The Andy
Griffith Show”un en sevdikleri bölümüne birlikte saatlerce
güldüklerini unutmuştu.
Bu şova neden bu kadar güldüklerini anlamıyorum, diye
yazmıştı Daisy. Çok aptalca. Bence “Aşk Gemisi" çoooook
daha güzel.
Evet, Steven’la birlikte onu izlediği için Daisy’nin arkasın­
dan güldüklerini hatırladı.
Jack günlüğü okudukça birlikte yaptıkları birçok şeyi hatır­
layarak yüksek sesle güldü. Güldükçe içindeki öfkenin azaldı­
ğını hissetti, bu da onu çok şaşırttı.
Okudukça, Daisy’nin bir şeylere kızdığında ya da Jack onu
incittiğinde Steven’a gitmiş olduğunu fark etti. Geçen Pazar
akşamı konuşurlarken ona Steven’ın sadece kocası değil en iyi
arkadaşı da olduğunu söylemişti. Onunla her şeyi konuşabildi-
329
ğini söylemişti. Birlikte gülüp, birlikte ağladıklarını.
Jack ağlayabilen bir adam değildi. Tam aksine, bir şeyler
tam am en yok olana kadar onları içinde bir yerlere gömerdi
A ncak bunların hiçbiri tam am en yok olm azdı. D aisy h a k liy i
Eğer öfkesinden kurtulam azsa, birlikte olam azlardı. Evet, öf­
kesinde haklıydı ancak haklı olm ak insanı yalnızlaştırıyordu
Jack günlüğü kapattı ve arka bahçesine baktı. İki seçeneği
vardı. Ya göğsündeki o Öfke ve acıyla yaşayacaktı. Y apayalnız
Ya da hayatına devam edecekti. D aisy ’nin dediği gibi. Söyle­
diği zaman im kânsız gibi görünm üştü. Şim di ruhunun derin­
liklerinde bir ışık görüyordu.
Evet, Daisy ve Steven, çocuğunu ondan gizlem işlerdi. Evet
bu çok kötüydü ancak bunun daha fazla içini k em irm esine izin
veremezdi. Bunu unutm alıydı yoksa yalnız ve acılı b ir adam
olarak ölecekti. Hayatının ilk on beş yılında N a th a n ’dan ha­
bersizdi ancak önünde en az bir elli yılının old u ğ u n u düşünü­
yordu. Bu yıllarını nasıl geçireceğine karar verm eliydi.
Ayağa kalktı ve her şeyi o eski teneke kutunun içine geri
koydu. Eve girdi ve çekmeceden Steven’ın ona y azdığı m ek­
tubu çıkardı. Bu defa, ilkinde kaçırdığı bir şeyi okudu. Steven
ona arkadaşlıklarından ve yıllarca onu nasıl özlediğinden söz
etmişti. Daisy ve N athan’ı ne kadar sevdiğinden. M ektubuna
Jack’ten af dileyerek son vermişti. Jack’ten bu acılarından kur­
tulmasını ve hayatına devam etmesini istem işti. Ve on yıldan
beri ilk kez, Jack bunu yapmayı deneyecekti.
Bir planı yoktu. Hayatını düşündü ve aklına gelen anılarını
uzaklaştırmaya çalışmadı. İyi ya da kötü. O nları derinleri gö­
330
Papatya Falı

müp, üstünü örtmeyi düşünmedi.


Her birini yeniden yaşadı.
Cuma günü işten sonra, Nathan’dan ofisine gelmesini iste­
di. Yan yana dururlarken, Jack ona kahve kutusunu ve açılır
kapanır tarağı verdi. “Altıncı sınıftayken bu babanın tarağıy­
dı,” dedi herhangi bir öfke belirtisi göstermeden. “Saklamak
isteyebileceğini düşündüm.”
Nathan saptaki düğmeye dokundu ve tarak açıldı. Saçlannı
yan taraftan taradı. “İyiymiş.” Nathan Star Wars figürlerini in­
celedi ve yeşil asker adamlarda karar kıldı.
“Sürücü belgeni Pazartesi günü alıyorsun, değil mi?"
“Evet. Annem ara sıra karavanım kullanabileceğimi söyle­
di.” Kaşlarım çattı. “Ona asla kullanmayacağımı söyledim."
“Karavan kullanmak pek havalı olmayabilir.” Jack denedi
ancak gülüşünü engel olamadı. “Onlarla asfaltm tozunu attır­
mak zor olur.”
N athan başını salladı. “Bunu anlamıyor”
Jack kahve kutusunu aldı ve kolunu Nathan'ın omzuna atn.
Birlikte ofisten çıktılar. “Anlamayacaktır da.”
“Çünkü o bir kız.”
“Hayır, oğlum. Çünkü o bir Parrish değil.” En azından şim­
dilik değildi.
“Anne! Bil bakalım , ne oldu?” dedi Nathan eve girer gir­
mez. “Jack, Shelby’yi kullanmama izin verdi. “Çok zevkli!”
Daisy pasta krem ası hazırlıyordu. Üç gündür bezine yap­
m adığı için Pippen’e bir parti verecekti. “Ne? Kendim öldü
receksin.”
“Çok güvenli kullanıyor,” dedi Jack kapı eşiğinden. “Emni­
yet kemerimi takmamı bana o hatırlattı.”
Onu haki renkte pantolon ve gömlek içinde orada dururken
görünce Daisy, kalbinin deli gibi attığım hissetti.
Gözleri buluştu, Jack’in gözlerinde ateşli ve capcanlı bir
ifade vardı. Konuştuğunda ses tonu alçak ve seksiydi. “İyi aiç_
şamlar, Daisy Lee,” dedi ve sesinin kadife yumuşaklığı o ka­
dar mesafeden sanki gelip Daisy’ye dokundu.
Bu akşam onda kesinlikle farkı bir şeyler vardı ancak ona
bir yanıt veremeden, koltuk değnekleriyle mutfağa giren Lily
lafa karıştı. “Merhaba Jack. Nasıl gidiyor?”
Jack ona döndü. “Merhaba, Lily. Hava çok sıcak, değil mi?”
“Hem de nasıl. Balayı süitinden de sıcak.” Tezgâha doğru
ilerledi ve krema kasesine baktı. “Pippen’in lazımlık partisi
için mi geldin?” Lily parmağını kremaya soktu ve sonra onu
yalayarak temizledi.
“Evet, Jackson, kalmalısın,” diye ısrar etti Louella, mutfağa
girerken. “Herkese yetecek kadar parti şapkamız var ve pasta­
mızı Thomas Tank’lı tabaklarda yiyeceğiz.”
Nathan acı çeker gibi inledi, Jack oğluna duygularını pay-
laşırcasına baktı. Ancak yine de, “Seve seve kalırım , Bayan
Brooks. Teşekkürler,” dedi. Tezgâhın yanında duran D aisy’ye
gitti ve kremanın tadına bakarken gömleğinin kolu D aisy’nin
çıplak koluna değdi. Parmağını yaladı ve gözlerinin içine bak­
tı. “Mmm, çok güzel olmuş, tatlım.” Sonra eğilip, kulağına fı­
sıldadı, “Bunu kalçalarından yalamak istiyorum .”
“Jack!”

332
Papatya Falı

Jack kıkırdadı ve onun elini tuttu. “Bize biraz izin verirse­


niz, Daisy’yle konuşmak istiyorum.” Onu arkasından çekerek
arka kapıya kadar götürdü. Arkalarından kapıyı kapatır kapat­
maz eğilip onu öptü. Öpücük o kadar tatlı, o kadar kibar ve
yürek sızlatan bir öpücüktü ki, Daisy geri çekildi.
“Seni özledim, Daisy,” dedi.
“Jack, yapma. Benim için zaten çok zor oldu.”
Parmağını Daisy’nin dudaklarına bastırdı. “Bitirmeme izin
ver.” Ellerini boynuna indirdi ve gözlerinin içine baktı. “Ben
sana âşığım. Sana bütün hayatım boyunca sana âşıkmışım gibi
hissediyorum. Sen benin hayatımın kadınısın. Her zaman da
öyle oldun.” Parmağıyla yavaşça çenesini okşadı. “Yıllar bo­
yunca içimi kemiren bir öfke ve acıyla yaşadım. Her şeyden
seni ve Steven’ı sorumlu tuttum ancak tüm bu olup bitenlerde
benim de payım vardı. Büyürken Nathan’m yanında olamadı­
ğım için nefret ediyorum ancak artık her şeyin olması gerektiği
gibi yaşandığına inanıyorum. Bununla mücadele edemem ya
da bunun tartışmasını yapamam ya da bunlarla yaşamaya de­
vam edemem. Her şeyi içimden atmak istiyorum.”
“Bunu yapabileceğine emin misin?”
“Sana kızm aktan yoruldum,” bunu içten söylüyor gibiydi.
“Ve Steven’a kızmaktan da yoruldum. Çocukken onu sever­
dim. Arkadaştık. Bana yazdığı mektupta, onu hiç özleyip özle­
mediğim i sorm uş.” Jack derin bir nefes alıp, boğazını temizle­
di. Ben birlikte büyüdüğüm o Steven’ı özledim. O anık gitti ve
ben ölü bir adamdan nefret edemem." Duraksadı ve Daisy’nin
yüzünü inceledi. “Evime ilk geldiğin geceyi ve sana hayatını
kâbusa çevireceğimi söylediğimi hatırlıyor m usun?”
Daisy gülümsedi. Jack onun kalbini kırm ıştı ve şimdi ona­
rıyordu. “Evet.”
“Bunu söylediğim i tam am en unutm am istiyorum çünkü
hayatım ın geri kalanını seni mutlu etm eye çalışarak geçir­
mek istiyorum .” Gömlek cebini yokladı ve o ucuz küçük yü­
züğü çıkardı. Halkanın üzerindeki altın k aplam a soyulm uş,
elmas gibi duran cam m atlaşm ıştı. Eline uzandı ve yüzüğü
avucunun içine koydu. “Bu yüzüğü sana altıncı sınıftayken
verdim. Eğer kabul edersen Daisy, sana bunun gerçeğini al­
mak istiyorum .”
Daisy’nin ağzı açık kaldı. “Ben bu yüzüğü zam an kapsülü­
ne koymuştum.”
“Evet. Geçen gün toprağı kazıp, onu çıkardım . Günlüğün
de bende.” Boynunu okşadı. “Evlen benimle, D aisy Lee.”
Daisy başını sallayarak kabul etti. “Seni tüm kalbim le se­
viyorum, Jack Parrish. Seni hep sevdim ve seni sonsuza dek
sevmek benim kaderim.”
Ona sıkıca sarılıp, kendisine çekti ve ayaklarım yerden kes­
ti. “Teşekkürler,” dedi, gülerek onu öptü.
Arka kapı açıldı ve N athan dışarı çıktı. “A n n e, içeri
gelm en gerek. B üyükannem ...” N eler old u ğ u n u fark e d in ­
ce durdu.
Jack onu ayaklarının üstüne b ıraktı ve D aisy d ö nüp o ğ ­
luna baktı. Jack ona arkasından sarıldı ve g ö ğ sü n e çekti.
N athan annesine sonra Jack ’e sonra y en id en an n esin e b a k ­
tı.

334
Papatya Falı

“Büyükannene ne olmuş?” diye sordu Daisy.


“Yine hiç tanımadığım ve hiç umursamadığım insanlar hak­
kında konuşmaya başladı,” diye yanıtladı, dikkati dağılmıştı.
Jack’e baktı. “Neler oluyor?”
“Annenden benimle evlenmesini istedim.”
Nathan bunun anlamını sindirene kadar kıpırdamadan ye­
rinde kaldı.
“Anneni ikinci sınıftan beri, onu tepesinde o aptal kırmızı
kurdeleyle gördüğüm günden beri seviyorum.” Konuşurken
Daisy’nin kamını okşuyordu. “Gitmesine bir kez izin verdim.
Ama yeniden aynı hataya düşmeyeceğim.” Ona yine sıkıca sa­
rıldı ve kendisine çekti. “İkinizin de buraya taşınıp, benimle
yaşamanızı istiyorum.”
“L ovett’e mi?”
“Evet. Sen ne sandın?”
Daisy, Jack’in kendisine böyle bir şey sorduğunu hatırla­
mıyordu.
N athan seçeneklerini düşünerek onlara baktı. “Shelby be­
nim olacak m ı?”
Daisy bir an için Jack evet demesinden korktu. “Hayır, ama
ara sıra annenin karavanını kullanabilirsin.”
“Hiç kom ik değil.”
“B ir çaresine bakarız.”
N athan gülüm sedi ve başını sallayarak içeri girdi, “İyiy­
m iş.”
Jack eğildi ve D aisy’nin kulağına fısıldadı. “Şu lazımlık
partisinden kaçabilir m iyiz?”
335
Rachel Gibson

“Hayır.” Ona döndü ve ona sarıldı. Kokusunu içine çektj


“Ama çok kalmamıza gerek yok.”
Başına yasladığı dudaklarının gülüm sediğini hissetti. “İyjy_

miş.”

Embish & Elysion


www.webcanavari.net

You might also like