You are on page 1of 253

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ xı

Bölüm 1: BİYOMEKANİK

1.1. Biyomekaniğin tanımı ve kapsamı 1


1.1.1. Mekanik Büyüklükler 1
1.1.2. Vektörlerle İşlemler 3
1.1.3. Vektörlerle çarpım 6
1.2. Statik 7
1.2.1. Newton'un III. Yasası 10
1.2.2. Eğilme Momenti ve Makaslama Kuvveti 10
1.2.3. Eğilme momenti ve makaslama kuvvetinin
hesaplanması 13
1.3. Dinamik 15
1.3.1. Newton'un II. Yasası 15
1.4. Kinematik 16
1.4.1. Öteleme hareketi 16
1.4.2. Yol, hız ve ivme bağıntıları 17
1.4.3. Eğik atış 18
1.4.4. Açısal hareket (dairesel hareket, angüler hareket) 19
1.5. Momentum ve korunması ilkesi 24
1.6. Enerji, iş ve güç 26
1.6.1. Gravitasyonel potansiyel enerji 27
1.6.2. Elastik potansiyel enerji 27
1.6.3. Kinetik enerji 28
1.6.4. Enerjinin başka türleri ve birimleri 29
1.7. Enerjinin korunumu ilkesi 30
1.7.1. Biyolojik sistemlerle ilgili enerji problemlerine örnekler 31
1.7.2. Yürürken harcanan enerjinin gergin bacakla yürüme
modelinden hesaplanması 33

Bölüm 2: ESNEKLİK

2.1. Giriş 39
2.1.1. Elastiklik kavramları Stres, strain ve elastiklik modülüsü
39
2.1.2. Poisson oranı 43
2.1.3. Viskoelastik davranış 43
2.1.4. Diğer elastiklik modülüsleri 44
2.1.5. Hacimsel deformasyon ve hacimsel elastiklik modülüsü
46
2.2. Yüzey gerilim (çeper gerginliği) 51
2.2.1. Basınç yüzey gerilim ilişkileri (Laplace Yasası) 54
2.2.2. Yüzey gerilimi sabit olan bir kürede basınç-hacim ilişkisi
56
2.2.3. Çeperleri elastik bir kürede basınç-hacim ilişkisi 57
2.2.4. Anevrizmalar ve çeper stresi 62

Bölüm 3: AKIŞKANLAR

3.1. Giriş 65
3.2. Hidrostatik 65
3.2.1. Basınç 65
3.2.2. Hidrostatik basınç 66
3.2.3. Manometreler 67
3.2.4. Kan basıncı 68
3.2.5. Bir akışkan içindeki basınç 70
3.2.6. Kaldırma kuvveti 70
3.3. Hidrodinamik 72
3.3.1. Akış hızı 72
3.3.2. Debi 74
3.3.3. Akışkan basıncı ve kinetik enerjisi (Bernouilli yasası) 74
3.4. Newtoniyen ve Newtoniyen olmayan sıvılar 76
3.5. Poiseuille yasası 78
3.5.1. Sistemik kan dolaşımının toplam direnci 80
3.5.2. Düzgün (laminer) ve girdaplı (türbülan) akış rejimleri 81
3.5.3. Akışkan içindeki sürtünme kuvvetleri 83

Bölüm 4: SES VE İŞİTME

4.1. Giriş 87
4.2. Basit armonik hareket 87
4.3. Dalga Hareketi 90
4.3.1. Ses dalgaları 92
4.3.2. Ses dalgalarında basınç değişiklikleri 97
4.4. Ses şiddeti
99
4.4.1. Şiddetin mesafe ile değişmesi 101
4.4.2. Karakteristik akustik empedans 101
4.4.3. Ses şiddeti düzeyi ve ses basıncı düzeyi 103
4.4.4. Ses yüksekliği 105
4.5. Duran dalgalar 106
4.6. Kulak ve işitme 108
4.6.1. Weber-Fechner Yasası 110
4.6.2. Dış kulak ve rezonans frekansları 110
4.6.3. Orta kulak 112
4.6.4. İç kulak 113
4.6.5. İşitme teorileri 114
4.7. Dalga olayları 116
4.7.1. Doppler kayması 116
4.7.2. Vuru 119
4.7.3. Ortamlar arası kırılma ve yansıma 119
4.7.4. Tabakalardan geçiş 120
4.7.5. Sesin soğurulması (absorpsiyonu) 122
4.8. İnsanda konuşma sesinin üretilmesi 122
4.8.1. Formant frekanslar 124

Bölüm 5: ULTRASONUN TIPTAKİ UYGULAMALARI

5.1. Giriş 129


5.2. Ultrasonun üretilmesi ve deteksiyonu 129
5.2.1. Piezoelektrik transdüserler 129
5.2.2. Magnetostriktif transdüserler 130
5.2.3. Transdüserlerde rezonans ve transdüserden enerji
transferi 130
5.2.4. Ultrason alanı 131
5.2.5. Ultrasonu odaklayıcı sistemler 132
5.3. Ultrason yöntemleri 134
5.3.1. Sürekli dalga yöntemleri 135
5.3.2. Puls-yankı yöntemleri 138
5.4. Klinik uygulamalar 150

Bölüm 6: ELEKTROSTATİK

6.1. Statik elektriğin temel kavramları 155


6.1.1. Coulomb yasası 156
6.1.2. Elektrik yükünün özellikleri 159
6.1.3. Elektrik alanı 160
6.1.4. Elektriksel potansiyel enerji ve potansiyel 175
6.2. Kapasitans (sığa) ve kapasitörler 182
6.2.1. Dielektrik sabiti 184
6.2.2. Kapasitörlerin tıptaki kullanım alanları 187

Bölüm 7: BİYOPOTANSİYELLER

7.1. Giriş 191


7.1.1. Biyopotansiyellerle ilgili temel kavramlar 192
7.1.2. Nernst denkleminin çıkarılışı 198
7.1.3. Zar (membran) dinlenme potansiyeli 200
7.1.4. Aksiyon potansiyeli 206
7.1.5. Zar iletkenliği (g) 211
7.2. Klinik açıdan önem taşıyan biyopotansiyeller 213
7.2.1. Elektrokardiyogram 214

Bölüm 8: ELEKTRİK AKIMI VE ELEKTRONİK

8.1. Elektrik akımı ve direnç 231


8.1.1. Özdirenç 232
8.1.2. Ohm yasası 233
8.2. Elektromotiv kuvvet ve elektrik devreleri 233
8.2.1. Direnç devreleri (Kirchoff yasaları) 234
8.2.2. Potansiyometre devresi 236
8.2.3. Wheatstone köprüsü devresi 237
8.2.4. Absorbsiyon spektrofotometresi 239
8.3. Elektrik devrelerinde kapasitörler (RC devreleri) 242
8.4. Mıknatıslık ve elektromanyetizm 245
8.4.1. Manyetik alan 246
8.4.2. Galvanometrik ölçü aletleri 248
8.4.3. Elektron mikroskobu 249
8.5. Faraday yasası 255
8.5.1. Manyetik flowmetre 256
8.5.2. Diyamanyetik, paramanyetik ve ferromanyetik
maddeler 258
8.5.3. Transformatörler 259
8.5.4. Endüktans (L) 260
8.6. Elektrik akımı çeşitleri ve elektrik akımının canlı dokuya etkisi 262
8.7. Elektronik 267
8.7.1. Kapasitörlerde alternatif akım 267
8.7.2. Endüktörlerde alternatif akım 267
8.7.3. Seri RLC devresi 268
8.7.4. Diğer bazı önemli elektronik devre elemanları 270
8.7.5. Fotoelektrik olay ve fotoçoğaltıcılar 272
8.7.6. Yarı iletkenler ve entegre devreler 274

Ekler

Ek-1: Standart İnsanın Verileri 283


Ek-2: Türev 284
Ek-3: İntegral 288
Ek-4: Bazı Fiziksel ve Kimyasal Sabitler 297
Ek-5: Trigonometrik Fonksiyonlar 298
Ek-6: On Tabanına Göre Logaritmalar 299

Problemlerin Yanıtları 301

İndeks 303

Bölüm 1

BIYOMEKANİK

1.1. Biyomekaniğin tanımı ve kapsamı:

Mekanik, fiziğin klasik konularından biridir. Mekanik cisimler üzerindeki


kuvvetler, hareket ve cisimler arasındaki etkileşimlerle ilgilenir. Elastiklik ve
cisimlerin bir kuvvet etkisi altında uğradıkları şekil değişikliği de (deformasyon)
mekanik konularıdır. Mekanik genel olarak statik ve dinamik olmak üzere iki
alana ayrılabilir. Statik iç ve dış kuvvetleri denge halinde bulunan hareketsiz
veya sabit hızla hareket eden sistemleri inceler. Dinamiğin konuları ise
kinematik (hareket bilgisi) ve akışkanlar dinamiğidir.
Biyomekanik, mekanik kavramlarının ve ilkelerinin canlılardaki dokulara
ve organ sistemlerine uygulanmasıdır. Buna vücuda geçici veya kalıcı olarak
yerleştirilen yapay malzeme veya araçlarla vücut arasındaki etkileşimler de
dahildir. Biyomekaniğin amacı uygulanabildiği alanlardaki fiziksel sistemleri
tanımlamak, kantitatif ilişkiler çıkarmak ve elde ettiği sonuçları klinik
uygulamalara ve insanın yaşamını iyileştirmeye yönelik çalışmalara aktarmaktır.
Biyomekanik konularına girmeden önce mekaniğin temel fiziksel büyüklüklerini
ve bunları ölçmekte kullanılan birimleri gözden geçirmek yararlı olur.
1.1.1. Mekanik Büyüklükler:
Mekanikte üç temel büyüklük vardır: kütle, mesafe, zaman. Diğer tüm
mekanik büyüklükler bu üç temel büyüklükten türetilmişlerdir. Mekanik
büyüklükler aynı zamanda skalar ve vektörel olmak üzere iki tiptirler. Vektörel bir
büyüklük hem ölçüldüğü birim cinsinden sayısal bir değere sahiptir hem de bir
yönü vardır. Örneğin iki nokta arasındaki uzaklığı metre ile ölçüp değerini
belirleyebiliriz. Fakat mekanikte çoğu zaman bu uzaklığın doğrultusu ve yönü,
yani uzaklığın hangi noktadan hangi noktaya doğru ölçüldüğü de önemlidir.
Diğer taraftan skalar bir büyüklüğün sadece bir sayısal değeri vardır. Örneğin
maddenin miktarı kg olarak belirtildiğinde skalar bir büyüklük söz konusudur.
Madde miktarının (yani kütlenin) doğrultusu ve yönü yoktur.
Tablo 1.1'de mekaniğin temel büyüklükleri ve birimleri, yardımcı
büyüklükleri ve birimleri ile temel büyüklüklerden türetilmiş bazı büyüklükler ve
birimleri özetlenmiştir. Biz bu kitapta genellikle Uluslararası Sistem (SI: System
International) birimlerini kullanacağız. Gerektiği zaman da CGS sistemi
birimlerini kullanacağız. SI'nin mekanik birimleri MKS (Metre, Kilogram, Saniye)
sisteminin birimleri ile aynıdır.

Tablo 1.1 Mekanik Büyüklükleri ve Birimleri

Temel Büyüklükler

Büyüklük Karakteri Birimi

SI CGS Ingiliz Müh.

Kütle (M) Skalar Kilogram (kg) Gram (g) Slug

Uzunluk (L) Vektörel Metre (m) Santimetre(cm) Foot (ft)

Zaman (T) Saniye (s) Saniye (s) Saniye (s)

Yardımcı Büyüklükler

Açı() Vektörel Radyan (rd) Radyan (rd) Radayan(rd)

Katı açı () Skalar Steradyan(sr) Steradyan(sr) Steradyan(sr)

Bazı Türetilmiş Büyüklükler

Kuvvet (F) Vektörel Newton (N) Dyn Pound (lb)

Enerji (E) Skalar Joule (J) Erg Foot-pound


(ft.lb)

Güç (P) Skalar Watt (W) Erg (ft.lb/s)

Kütle: Kütle maddenin harekete karşı gösterdiği direnç olarak tanımlanabilir.


SI'nin ve MKS sisteminin kütle birimi Sevres, Fransa'da korunan ve başka
ülkelerde kopyaları bulunan standart kilogramdır. Standart kilogram platin-
irridyumdan yapılmış bir silindirdir. Bir kilogramın binde biri 1 gramdır.
Uzunluk: Iki nokta arasındaki lineer uzaklıktır. SI birimi metre, kripton
elementinin tayfındaki bir dalga boyunun 1,650,763.73 katına eşit bir uzunluktur.
Önceleri metre daha değişik tanımlanmaktaydı.
Zaman: SI ve MKS sistemlerinin zaman birimi olan saniye bir süre önce
yeniden tanımlanmıştır. Buna göre 1 saniye, Sezyum-133 atomunun yaydığı
radyasyonun periyodunun 9,192,631,770 katına eşit bir zaman dilimidir. Diğer
sistemlerdeki tüm birimler bu standartlara göre yeniden tanımlanmışlardır.
Kuvvet: Cisimleri hareket ettiren veya şekillerini değiştiren etkidir. Kuvvet
vektörel bir büyüklüktür; hem şiddeti hem de yönü vardır. En yaygın kuvvet
yeryüzündeki tüm cisimleri etkileyen yerçekimi kuvvetidir. Yerçekimi kuvveti yer
kütlesi ile yakınındaki bir diğer kütle arasındaki çekimden doğar.Yerin kütlesinin
yerküresinin merkezinde yoğunlaşmış olduğu kabul edilirse, yer kütlesi ile
yeryüzünde bulunan bir başka kütle (m) arasındaki çekim kuvveti aşağıdaki gibi
ifade edilir:
Mm
F=G 2
R (1.1)
24
Burada: M = yerin kütlesi (5.983x10 kg)
6
R = yerin ortalama yarıçapı (6.371x10 m)
-11 2 -2
G = genel çekim sabiti (6.67x10 Nm kg )
m = yeryüzündeki herhangi bir kütle
Bu ifadedeki G, M ve R gibi sabitlerden tek bir sabit hesaplanabilir:
M
G 2 =g= 2
R 9.81 N/kg (veya m/s ) (1.2)
g vektörel bir büyüklüktür; çünkü birim kütleye düşen kuvveti ifade eder. Bu da
bir kuvvet alanıdır. g bir ivme vektörü olarak da düşünülebilir. Yerküresi tam bir
küre olmadığından (çünkü R yeryüzünde bulunulan nokta ile değişir) g'nin
değeri coğrafi konumla değişir. Yukarıdaki çekim kuvvetini F=mg şeklinde
yazacak olursak F kuvveti m kütlesini yerin merkezine doğru çeken kuvvetttir,
yani cismin ağırlığıdır (W). şu halde W=mg yazılabilir. Demek ki ağırlık bir
kuvvettir.
Genel olarak madde miktarını ölçerken bunu maddenin ağırlığı
cinsinden ifade ederiz. Oysa kastettiğimiz, maddenin kütlesidir. Bir cismin
ağırlığını kg olarak belirten bir yaylı terazi aslında o cisme etki yapan yerçekimi
kuvvetini ölçmektedir. Bu nedenle bir yaylı terazinin yeryüzünün farklı
konumlarında aynı cisim için farklı ağırlıklar göstereceği kuşkusuzdur. Fakat bu
farklar çok küçük olduğundan dikkate alınmaz. Kefeli terazi ise kütlesi ölçülecek
maddeyi standart bir kütle (örneğin 1 kg) ile karşılaştırarak ölçtüğünden
doğrudan doğruya kütleyi ölçer. Bu değer ise yeryüzündeki konumla değişmez.
Bazen kg, kuvvet birimi olarak kullanılır. Bu durumda da ölçülen kuvvet
standart kg'ın ağırlığı ile karşılaştırılmaktadır. Kuvvetin asıl birimleri daha ileride
tanımlanacaktır.
1.1.2. Vektörlerle Işlemler:
Vektörel bir büyüklüğün hem şiddeti hem de yönü olduğundan, vektörler
bir koordinat sisteminde tanımlanırlar. Şekil 1.1 bir vektörün rektangüler (veya
Cartesian) koordinat sisteminde nasıl temsil edildiğini göstermektedir. Bir
düzlem üzerindeki vektörlerle uğraşılıyorsa iki koordinat ekseni yeterlidir.
Vektörün uzunluğu (şiddeti) cebirsel olarak hesaplanabilir. R , R , ve R ,
x y z
vektörün x, y ve z eksenleri üzerindeki bileşenleri olmak üzere vektörün
uzunluğu, R şöyle hesaplanır:

R = R 2x + R 2y + R 2z
(1.3)
z
R
z
R

y
Rx Ry
x
Şekil 1.1. Birbirine dik üç vektörün bileşkesi.

Basit bir örnek olarak Şekil 1.2'de gösterilen birbirine dik iki vektörün
bileşkesini hesaplayalım. Vektörler R ve R olsun ve R bileşke vektörü ile x
x y
ekseni arasındaki açı q olsun. Buna göre: R =Rcosq ve R =Rsinq. Vektörlerin
x y
bileşkesi, R için:
R = R 2x + R 2y = R 2 cos 2 θ + R 2 sin 2 θ = R
(1.4)
2 2
(cos q+sin q = 1 olduğunu hatırlayınız)

Ry R

θ
O Rx x
Şekil 1.2. Birbirine dik iki vektörün bileşkesi.

o
Vektörler arasındaki açı 90 'den farklı ise bileşke vektör ya Şekil 1.3a'
daki gibi grafik yöntemle ya da (b)'deki gibi cebirsel yöntemle bulunabilir.
Aralarında q açısı bulunan R ve R vektörlerini her iki yöntemle toplayalım.
1 2
Kolaylık olsun diye R 'yi x-ekseni doğrultusunda alalım.
2
Grafik yöntemde R 'in kuyruğu R 'nin başına getirilerek R ile aynı
1 2 2
açıyı yapacak şekilde çizilir. R 'nin kuyruğu ile R 'in başını birleştiren doğru
2 1
bileşke vektördür ve yönü de R 'nin kuyruğundan R 'in başına doğrudur.
2 1
R R
R1 R1y

R1
θ θ
R2
R1x R2
(a) (b)
Şekil 1.3. Bileşke vektörün grafik (a),ve cebirsel (b) yöntemle
hesaplanlaması.

Cebirsel yöntemde önce heriki vektör x ve y bileşenlerine ayrılır.


şekilden görüleceği gibi R 'nin sadece x bileşeni vardır (R ). R 'in ise her iki
2 2x 1
bileşeni de vardır ve:
R =R cosq ; R =R sinq (1.5)
1x 1 1y 1
Doğrultuları aynı olan vektörlerin sayısal değerleri (şiddetleri) cebirsel olarak
toplanabilir. Buna göre, x-ekseni doğrultusundaki vektörler toplamı için,
R =R +R =R cosq+R
x 1x 2x 1 2
ve y-ekseni doğrultusundaki vektörler toplamı için de, (1.6)
R =R +R =R sinq+0=R sinq
y 1y 2y 1 1
yazılabilir. R ve R vektörleri birbirine dik olduklarından, bileşkeleri karelerinin
x y
toplamının kare köküne eşittir.

R = (R1 cos θ + R2 ) 2 + (R1 sin θ ) 2

R = R12 cos 2 θ + 2R1R2 cos θ + R22 + R12 sin2 θ

R = R12 (cos 2 θ + sin2 θ ) + 2R1R2 cos θ + R22


(1.7)

R12 + R 22 + 2R1R 2 cos θ


R= (1.8)
bulunur.

Örnek 1:
o
Aralarında 120 'lik açı bulunan herbiri 10 Newton'luk iki kuvvet vektörünün
bileşkesi kaç Newtondur? (cos120=-0.5)
Çözüm:

R = 10 2 + 10 2 + 2 x10 x10 ( −0 . 5 ) = 10 2 + 10 2 − 10 2 = 10 2 = 10 N

(Bu sonucu grafik yöntemle doğrulayınız).

1.1.3. Vektörlerle çarpım:


Vektörlerin iki türlü çarpımı vardır: 1.skalar çarpım, 2. vektörel çarpım
SKALAR ÇARPIM:
Iki vektörün skalar çarpımı vektörlerin şiddetleri ile aralarındaki açının
kosinüsünün çarpımına eşittir. Skalar çarpım nokta (.) işareti ile belirtilir.
Matematiksel olarak:
A.B=ABcos q (q=vektörler arasındaki açı) (1.9)
Örneğin, enerji (veya iş), kuvvet vektörü (F) ile yol (uzunluk, L)
vektörünün skalar çarpımına eşittir (İş=W=FLcos q).
VEKTÖREL ÇARPIM:
Iki vektörün vektörel çarpımı vektörlerin şiddetleri ile aralarındaki açının
sinüsünün çarpımına eşittir. Sonuç vektör heriki vektöre de dik üçüncü bir
vektördür (Şekil 1.4). Vektörel çarpım (x) işareti ile belirtilir.
C=AxBsin q (q=iki vektör arasındaki açı) (1.10)
q açısı A'dan B'ye doğru ölçülürse C yukarıya doğru bir vektördür.
Bir vektörün bir skalar ile çarpımı da vektördür. Vektörel ve skalar
büyüklükler arasındaki bölme işlemleri ile ilgili olarak Boğaziçi Üniversitesi
Elektrik Mühendisliği Bölümü eski profesörlerinden Haldun Gürmen şu kuralları
saptamıştır:
S
uv
1. Skalar/Vektör: S/V= V : Işlemin sonucu, V yönünde bir vektördür ve bu
vektörün şiddeti S 'nin, V vektörünün şiddetine oranına eşittir.
2. Vektörler birbirine paralel iseler: Vektör/Vektör: V /V =S; sonuç bir
1 2
skalardır.
3. Vektörler birbirine dik iseler: Vektör/Vektör: V /V =V ; sonuç bir vektördür
1 2 3
ve V heriki vektöre de dik üçüncü bir vektördür.
3
C

A
Şekil 1.4. Vektörel çarpım.

Bu kurallardan fiziksel büyüklüklerin karaktersel analizinde yararlanılır.

1.2. Statik:
Statik, cisimlerin dengede oldukları yani cisimlere etki yapan kuvvetler
toplamının sıfır olduğu durumlarla uğraşır. Statiğin temel yasası Newton'un I.
Yasası'dır. Bu yasaya göre bir cisim hareketsiz ise veya bir doğru üzerinde sabit
hızla hareket etmekte ise cisme etki yapan kuvvetlerin bileşkesi sıfırdır.
Cartesian koordinat sisteminin tanımladığı üç eksen doğrultusundaki kuvvetler
toplamı için I. Yasa şöyle yazılabilir:
SF =0 SF =0 SF =0 (1.11)
x y z
Bu kitapta genellikle bir düzlem üzerindeki kuvvetlerle ilgileneceğiz.
Yukarıdaki koşullara uyan bir cismin öteleme (translation) dengesinde
olduğundan söz edilir. Yani cisim ya hareketsizdir ya da bir doğru üzerinde sabit
bir hızla hareket etmektedir. Fakat cisim dönmekte olabilir. Cismin dönme
hareketi bakımından da dengede olabilmesi için dönme ekseni etrafındaki
momentler toplamının da sıfır olması gerekir. Bir kuvvetin momenti diye bu
kuvvetle dönme ekseninden kuvvete çizilen dik mesafenin (moment kolu)
çarpımına denir ve M veya Yunanca t harfi ile gösterilir (Şekil 1.5).
Kuvvet cismi dönme ekseni etrafında saat yönünde döndürmeye
çalışıyorsa moment pozitiftir ve (+) işareti ile gösterilir, saat yönüne zıt yönde
döndürmeye çalışıyorsa moment negatifitr; (-) işareti ile gösterilir. Fakat bu kural
mutlak bir kural değildir; zıt momentler aksi işaretlerle gösterildiği sürece
hangisinin pozitif olduğu önemli değildir. Şekil 1.5'de bir çubuğu O noktası
etrafında aksi yönlerde dönmeye zorlayan iki kuvvet görülmektedir. Kuvvetler
çubuğa dik olarak uygulanmışlardır. F kuvvetinin O noktası etrafında saatin
1
dönüşü yönündeki momenti F a, F kuvvetinin aksi yöndeki momenti ise
1 2
F (a+b)'dir. Iki moment birbirine eşit ise çubuk dönme (rotasyon) dengesindedir.
2
Yani ya dönmekte ise aynı hızla dönmeye devam eder ya da hiç dönmez. Iki
moment birbirine eşit değilse net moment:
=F a-F (a+b)
o 1 2
F =F =F ise kuvvetler toplamı 0 olduğu halde net moment:
1 2
=-Fb'dir (saat yönüne zıt yönde).
o
F ve F 'ye kuvvet çifti denir.
1 2
Tanımından anlaşılacağı gibi moment vektörel bir büyüklüktür. Çünkü
kuvvet vektörü ile mesafe vektörünün vektörel çarpımından hesaplanır. Iki
o o
vektör arasındaki açı 90 , ve sin90 =1 olduğundan; M=Fxd=Fdsin 90=Fd.
a b F2
O

F1
Şekil 1.5. Kuvvet çifti.
Bu durumda cisim O noktası etrafında saat yönüne zıt yönde dönerken çubuk
bir açısal ivme (α) kazanır. Toplam tork (t) aynı zamanda cismin O noktası
etrafındaki eylemsizlik momenti (I) ile açısal ivmenin çarpımına eşittir (lineer
harekette F=ma olduğu gibi açısal herekette de: t = I α ‘dır)
Öteleme ve Dönme:
Şimdi Şekil 1.6’daki gibi, bir cismin kütle merkezinden geçmeyen P1 ve P2
kuvvetlerini göz önüne alalım.

Şekil 1.6. Kütle merkezinden geçmeyen kuvvetler.


Bu kuvvetler merkezden geçen tek bir kuvvet ile merkez etrafında bir
torka dönüştürülebilir. Şekil 1.6a’daki P1 ve P2 kuvvetlerinin bileşkesi Şekill
1.6b’deki F kuvveti olsun, F’den cismin kütle merkezine çizilen dik doğru ℓ
olsun. Görüldüğü gibi F cismi hem kendi doğrultusunda bir öteleme hareketi
yaptırır hem de merkez etrafında saat yönüne zıt yönde döndürür . Şimdi cisme
merkezden geçen birbirine eşit fakat zıt yönde ve aynı zamanda F‘ye eşit ve
paralel F’ ve F” kuvvetlerini uyguladığımızı düşünelim (Şekil 1.7). Cisim bu
kuvvetlerden etkilenmez.

Şekil 1.7. Merkezden geçmeyen bir kuvvet merkezden geçen bir kuvvet ile
merkez etrafında bir kuvvet çiftine dönüştürülebilir.
F ve F’ kuvvetleri birlikte bir kuvvet çifti oluştururlar ve merkez etrafında
σ=Fℓ torkunu uygularlar. Bu da cismi α açısal ivmesi ile merkez etrafında saat
yönüne zıt yönde döndürür. F’’ kuvveti ise cismi kendi doğrultusunda öteleme
hareketi yaptırır. Şu halde sağdaki şekildeki F’’ kuvveti ve Fℓ torku (momenti)
soldaki şekildeki durum ile eşdeğerdir. Yani her iki durumda da cisim hem döner
hem de öteleme hareketi yapar. Biyomekanikte kuvvetlerden ve torklardan yük
diye söz edilir.
Newton'un I. Yasası dönme dengesini de kapsamak üzere şöyle
yazılabilir:
S X=0 SY=0 SZ=0 St=0 (1.12)

Newton’un I. Yasasından yararlanarak kas-iskelet sistemindeki kuvvetlerin


hesaplanmasına örnekler:
Örnek 1: Topuğunu kaldırılarak tek ayağının ucu üstünde duran kişinin
bacağınaki kuvvetler (Şekil 1.8)
Şekildeki bacak statik dengededir. Kişinin kütlesini 70 kg kabul edelim.
Sistemdeki kuvvetler ve radyogramlardan ölçülebilen anatomik boyutlar (a ve b
mesafeleri ve α ve θ açıları) şekilde verilmiştir.
Vücut Ayak uçları üzerinde kalkması, bacağın arkasındaki
gastrocnemius kasının kasılması üzerine, (F kuvveti), topuk kemiğinin
(calcaneus) yukarı doğru çekilmesi ile sağlanır. Vücut ağırlığı tibia içinde oluşan
baskı kuvveti (P) ile yere iletilir. R de yerin reaksiyon kuvvetidir. Şekil 1.8b
sistemi şematik olarak göstermektedir. Bunun bir kaldıraç olduğu açıktır.
P
kas
(a)
F

(b) O R=70
F
kg

a b R
5 cm 25 cm

Şekil 1.8. Tek ayağı üzerinde yükselmiş olarak duran


insanda kas ve kemik kuvvetleri.
Görüldüğü gibi bu sistemde yatay kuvvet yoktur. Bütün kuvvetler düşey
doğrultudadır (y-ekseni doğrultusunda). I. Yasaya göre SF =0 olması
y
gerektiğinden yukarı (+y) ve aşağı (-y) yöndeki kuvvetlerin toplamı sıfır
olmalıdır:
F+R-P=0 (1.13)
Rotasyonel denge için de St=0 olması gereğinden O noktası etrafında saatin
dönüşü yönündeki momentler (+), zıt yöndeki momentler de (-) kabul edilirse,
Fa-Rb=0 (1.14)
P kuvveti O noktasından geçtiği için moment kolu ve dolayısıyla O
noktası etrafındaki momenti sıfırdır. Burada dönme noktası olarak O'dan başka
bir nokta da alınabilirdi fakat sonuç değişmezdi. Eş 1.13'de R yerin reaksiyon
kuvvetidir ve vücut ağırlığına (70kg) eşittir. şimdi 1.13 ve 1.14 no'lu eşitliklerde
bilinen değerleri yerlerine koyarsak:
F+70-P=0 ve Fx5-70x25=0 → F=(70x25)/5 = 350 kg
Buradan da: P=F+70 → P=420 kg bulunur.
Bu örnekten de görüldüğü gibi statik durumlarda bile vücuttaki kas ve
kemiklerde vücut ağırlığını defalarca aşan kuvvetler oluşabilmektedir.
Daha önce de belirtildiği gibi Şekil 1.8'daki örnek gerçekte bir kaldıraç
sistemidir. Kaldıraçlar, yük ve kuvvet uygulanma noktalarının destek noktası ile
olan ilişkilerine göre 3 tiptirler. Şekil 1.9 bu üç tip kaldıraç ile bunlara vücuttan
örnekler göstermektedir.
yük yük yük
destek

destek destek

Örnek: Şekil 1.6'daki ayak Örnek: Ön Kol


Örnek: Alt çene
Şekil 1.9. Kaldıraçların sınıflandırılması.

Örnek 2: Kalça eklemi kuvvetinin hesaplanması:


Vücuttaki kaldıraç sistemlerine bir başka örnek olarak kalça ekleminde
etkili kuvvetler ele alınabilir (Şekil 1.10). Bu örnekte gövde tek bir bacak
üzerinde taşınmaktadır, diğer bacak boştadır ve yük taşıyan taraf kalça
ekleminin sadece frontal düzlemdeki kuvvet bileşenleri dikkate alınmıştır. Sagital
(yan) düzlemde gövdenin dengede olduğu kabul edilmiştir.
Şekildeki kişinin vücut ağırlığı W olsun. Bir bacağın kalça ekleminin
altındaki ağırlığı vücudun toplam ağırlığının 1/6’sı kadardır ve kalça ekleminin
taşıdığı yüke dahil edilmez. Yani kalçanın taşıdığı yük (5/6)W kadardır. Şekildeki
b ve c mesafeleri ile θ radyogramlardan ölçülebilir.

(a) (b)
Şekil 1.10. Tek bacağı üzerinde duran bir kişide kalça kuvvetlernin -
bilinmeyen kas kuvveti (K) ile eklem kuvveti (F) - frontal
bileşenleri bilinen vücut ağırlığı (W), ölçülebilen a, b mesafeleri ve
ölçülebilen θ açısından hem analitik olarak (a’da) hem de
vektörel yöntemle (b’de) hesaplanabilir.
Şekil 1.10a’daki anatomik yapılar Şekil 1.11’deki kaldıraç ile temsil
edilebilir. Kaldıraçtaki yatay ve düşey kuvvetlere ve kalça eklem merkezi (O
noktası) etrafındaki momentlere Newton’un birinci yasası uygulanırsa üç
bilinmeyen için üç denklem elde edilir.
Yatay kuvvetler için: ΣX=0 → -K +F =0 (1.15)
x x
Düşey kuvvetler için: ΣY=0 → - K + F – (5/6) W = 0 (1.16)
y y
O noktası etrafındaki
momentler toplamı: Σ MO = 0 → (5/6)Wb – Ka = 0 (1.17)
Şekilden: K = K Cos θ K = K Sin θ (1.18)
x y
ve: F = F Cos α F = F Sin α (1.19)
x y
yazılabilir.
Kx
Ky O
a
θ b
5
W
( 6
K Fy
F
α

Fx
Şekil 1.11. Kalça ekleninin oluşturduğu kaldıraç sistemi.

Eş. 1.15 ve 1.18’den: Fx = K Cos θ


Eş. 1.16’dan: Fy = K Sin θ + (5/6) W
5b
K= W
Eş. 1.17’den: 6a

Fx ve Fy ’nin yukarıdaki eşitleri

F = F2 + F2
x y
bağıntısında kullanılırsa,
θ+ W +2 W Ksinθ
2
⎛5 ⎞ ⎛5 ⎞
F = K 2 cos2 + K 2 sin2 ⎜6 ⎟ ⎜6 ⎟
⎝ ⎠ ⎝ ⎠ (1.20)

Bu eşitlikte yukarıdaki K değeri kullanılır ve (Cos2θ + Sin2θ = 1) olduğu


hatırlanırsa,
5 2
F= W (b a ) + 2 (b a ) sin θ + 1
6 (1.21)
bulunur.

Bu kuvvetin yatay doğrultu ile yaptığı α açısı da açının tanjantından hesaplanır:


θ + (5/6)
θ W
Fy K sin
=
Fx K cos
tan α = (1.22)
θ+
θ1
(b/a )sin
α = tan -1

(b/a )cos (1.23)


Bir örnek olarak bir hastadan şu verilerin belirlendiğini kabul edelim ve
eklem kuvveti (F) ile bu kuvvetin yatay ile yaptığı açıyı hesaplayalım.
W = 65 kg, b/a = 1.25, θ = 60º olsun. (sinθ = 0.866 ; cosθ = 0.500)

5
F= x60 1.25 + 2x1.25x0.866 + 1
6
F = 105 kg

Yatayla yaptığı açı:

1.25x0.866 + 1
α = tan-1
1.25x0.5

α = tan-1 3.332
→ 73.3º

F kuvvetinin dikey doğrultu ile yaptığı açı ise 90 + 73.3 = 163.3 derecedir. Bu da
femur içindeki trabekulaların dikey ile yaptıkları açıya çok yakındır (bkz. Ilerideki
paragraflar).
1.2.1. Newton'un III. Yasası:
Newton'un II. Yasası daha kapsamlı olduğu için III. Yasayı öne aldık. III.
Yasaya göre, eğer bir cisim ikinci bir cisim üzerine F kuvvetini uyguluyorsa ikinci
cisim de birincisi üzerine buna eşit fakat zıt yönde -F kuvvetini uygular. Buna
bazen etki-tepki yasası da denir. Bu yasayı, Şekil 1.8'deki örnek problemin
çözümünde yerin ayak ucuna uyguladığı reaksiyon (tepki) kuvvetinden söz
ederken kullanmıştık. Üçüncü yasanın bir diğer sonucu daha ileride sözünü
edeceğimiz momentumun korunması ilkesidir.
1.2.2. Eğilme Momenti ve Makaslama Kuvveti:
Şekil 1.12'de gösterilen, bir ucu sabitleştirilmiş çubuğun serbest ucuna
bir kuvvet (W) uygulandığında, çubuk içinde hem uzunlamasına (T ve C) hem
de enine (P) doğrultularda kuvvetler oluşur. Çubuğun uzunluğu doğrultusundaki
kuvvetlerden üst bölümündeki bir gerilme kuvveti, alt bölümündeki kuvvet ise
bir baskı kuvvetidir. Şekil 1.12'de bu iki kuvvet sırasıyla T ve C harfleri ile
gösterilmiştir. Görüldüğü gibi bu iki kuvvet çubuğu, uygulanma noktaları
arasında bir noktadan geçen ve çubuğun yan düzlemine dik bir eksen etrafında
saat yönüne zıt yönde döndürme eğilimindedirler.
Fakat çubuk dengede olduğuna göre, dönmesine engel olan başka
kuvvetler var olmalıdır. Bunlar, dıştan uygulanan W kuvveti ile çubuğun kesit
düzleminde oluşan P kuvvetidir. Bu iki kuvvetin oluşturdukları moment T ve C
kuvvetlerinin oluşturduğu momente zıt ve ona eşit olmalıdır. Ayrıca, çubuk
düşey doğrultuda da hareket etmediğine göre P kuvveti W'ya zıt ve ona eşit
olmalıdır. Çubuğun transvers kesitinde oluştuğu kabul edilen P kuvvetine
makaslama kuvveti denir. Makaslama kuvveti çubuğun o düzlemdeki kesit
alanına (A) dağılmıştır.
Kesitte birim alana düşen kuvvete makaslama stresi denir ve P/A'dan
hesaplanır. Fakat çoğu zaman stres denince kuvvetin alana dik olduğu durumlar
akla gelir. Böyle durumlarda kuvvet vektörü ile alan vektörü birbirine paraleldir.
Daha ileriki bir bölümde görüleceği gibi stres basınç boyutlarına sahiptir ve SI
2
sistemindeki birimi N/m (veya Pascal'dır). (Soru: kuvvet ve alan birbirine
paralel vektörler olduklarına göre basınç bir vektör müdür, skalar mı?)

W
T W

P
C

Şekil 1.12. Eğilme momenti ve makaslama kuvvetleri.

Şimdi yukarıdaki bilgiler ışığında, elde bir yük, W (=5 kg), taşınırken ön
kol kemiklerinde oluşan makaslama kuvvetlerini ve eğilme momentlerini Şekil
1.13'deki örnek üzerinde inceleyelim.
Elde bir ağırlık varken ön kolun yatay doğrultuda kalmasını sağlayan
kas ve iskelet elemanları şekilde gösterilmiştir. Radius ve ulna kemikleri
uzunlukları boyunca birbirine sıkıca kenetlenmiş iki kemiktir. Biceps kasının bir
ucu humerusun baş bölgesine, diğer ucu da radiusa bağlıdır. Biceps ile radius
o
arasındaki açı dirsek açısı ile değişir. Şekil 1.13'de bu açı hemen hemen 90 'dir.
Biceps kasıldığında ön kolu dirsek eklemi etrafında saat yönüne zıt yönde
döndürür. Bu harekete dirsek fleksiyonu denir. Fakat ön kolun kendi ağırlığı artı

eldeki yükün ağırlığı yeterince büyükse, toplam kuvvet ön kola aynı eksen
etrafında zıt yönde biceps momentine eşit bir moment uygular. Bu durumda ön
kol yatay doğrultuda kalır.
Şekilde, eldeki ağırlık 5 kg, önkol uzunluğu 25 cm ve biceps kasının
önkola giriş noktasının dirsekten olan uzaklığı 5 cm kabul edilmiştir. Biceps
o o
kuvveti, (K) radiusa 90 'den farklı bir açı ile (örneğimizde humerus ile 15 'lik bir
açı yaparak) uygulandığından hem x hem de y ekseni doğrultusunda bileşenleri
vardır.
Kol dengede iken dirsek de hareketsiz olduğundan, dirsekte ön kolun
arkaya doğru hareketini önleyen bir yatay kuvvet olmalıdır (Şekildeki P kuvveti).
Bu kuvvet biceps kasının arkaya yönelmiş yatay bileşenine (K ) eşittir. Ön kol
x
dirsekte düşey doğrultuda da hareketsiz olduğu için dirsekte bu dengeyi
sağlayan bir de düşey kuvvet olmalıdır (Şekildeki R kuvveti). Bu kuvvetlerin
yönleri başlangıçta keyfi olarak seçilebilir. Sonuçta değerleri negatif çıkarsa
yönlerinin yanlış seçildiği anlaşılacak ve gerekli düzeltme yapılabilecektir.
Sistemdeki kuvvetleri bu şekilde belirledikten sonra şimdi bunlara her iki
doğrultuda Newton'un I. Yasasını uygulayalım: (yatay kuvvetler için pozitif x-
ekseni doğrultusunu + yön, düşey kuvvetler için pozitif y-ekseni doğrultusunu +
yön kabul edeceğiz. Momentler için de, bu problemde, saat yönüne zıt
momentleri + kabul edeceğiz.
SF = 0 ⇒ P-K =0 (1.23)
x x
SF = 0 ⇒ K +R-5=0 (1.24)
y y
O noktası etrafındaki momentler toplamı için de:
St = 0 ⇒ 5K - 5x25 = 0 ⇒ K = 5x25/5 = 25 kg (1.25)
o y y
Fakat:
K = Ksin15 ve K = Kcos15 (cos15=0.96 ; sin15=0.26)
x y
Buradan da: K = K /cos15 = 25/0.96 = 26 kg
y

Şekil 1.13. Ön koldaki makaslama kuvvetleri ve eğilme momentleri.

ve: K = 26 sin15 = 26x0.26 = 6.76 kg;


x
P = 6.76 kg bulunur.
Düşey doğrultudaki kuvvetler toplamından da:
K +R–5=0 ⇒ 25 + R - 5 = 0 ⇒ R = -20 kg (1.26)
y
R kuvvetinin işareti (-) bulunduğu için başlangıçta seçilen yön yanlıştır. Bu
kuvvetin yukarıya doğru değil tam tersi yönde olması gerekmektedir. Bir sonraki
şekilden (Şekil 1.13c) itibaren bu düzeltme yapılmıştır.
1.2.3. Eğilme momenti ve makaslama kuvvetinin hesaplanması:
Kol üzerinde dirsek (O noktası) ile kasın önkola giriş noktası arasında
hayali bir eksenel kesit düşünelim. Şekil 1.13c'deki C-D böyle bir kesittir. Kolun
C-D kesitinin solunda kalan parçası Şekil 1.13d'de gösterilmiştir. Kolun bu
parçası dengede olduğuna göre üzerindeki kuvvetlerin ve momentlerin
toplamları 0 olmalıdır. Parçaya etki yapan yatay kuvvetlerin (K ve P) birbirine
x
eşit ve zıt kuvvetler olduklarını daha önce saptamıştık. Düşey kuvvetlere
gelince, şekilde tek bir düşey kuvvet (R) görülmektedir. Bu kuvvet O noktasına
yukarıdan aşağıya doğru uygulanmıştır. Parçanın dengede kalabilmesi için R
kuvvetine eşit fakat ona zıt yönde bir kuvvet daha gereklidir. C-D kesitinde yer
alan Q kuvveti böyle bir kuvvettir. Q kuvveti R'yi dengelemek üzere aşağıdan
yukarıya doğru bir kuvvettir ve kesit düzleminde yer aldığı için bir makaslama
kuvvetidir. Q kuvvetinin O noktasından uzaklığını x kabul edersek bu kuvvet kol
parçasını O noktası etrafında saat yönüne zıt yönde (+ yönde) döndürme
eğiliminde olacaktır. Rotasyonel denge için C-D kesitinde bu momente zıt yönde
(yani saat yönünde bir (M) momenti gereklidir. şimdi eleman üzerindeki toplam
kuvvetler ve momentler için aşağıdaki ifadeleri yazabiliriz:
SF = 0 ⇒ -R+Q = 0 ⇒ -20+Q = 0 ⇒ Q = 20kg (1.27)
y
Q'nun işareti pozitif çıktığı için kabul edilen yönü doğrudur yani aşağıdan
yukarıya doğrudur. Bu kuvvet x=0 ile x=5 cm noktaları arasında 20 kg'lık sabit
bir değer taşır (Şekil 1.11f). O noktası etrafındaki momentler toplamından;
St = 0 ⇒ Qx - M = 0 ⇒ 20x - M = 0 ⇒ M = 20x (1.28)
o
bulunur. M momentinin işareti pozitif çıktığı için başlangıçta kabul edilen yönü
(saat yönü) doğrudur; değeri ise 20x ifadesine göre O noktasından olan
uzaklığa (yani x'e) bağlı olarak değişmektedir. Şekil 1.11g bu momentin, x=0 ile
x=5 cm noktaları arasında aldığı değerleri grafik olarak göstermektedir. şekilde
saat yönündeki moment (-) işareti ile çizilmiştir.
şimdi aynı yöntemi, kolun Şekil 1.13c'de gösterilen A-B kesitinin solunda
kalan parçasına uygulayalım (Şekil 1.13e). Kesit düzlemindeki makaslama
kuvvetine yine Q diyelim ve yönünün önceki gibi aşağıdan yukarıya doğru
olduğunu kabul edelim. Rotasyonel denge için gerekli moment, (M), daha önce
olduğu gibi yine saat yönünde olacaktır. şekilden görüldüğü gibi, bu kez
hesaplara K kuvveti de girer. Düşey doğrultudaki kuvvetlerin toplamı:
y
SF = 0 ⇒ -R + Q +K = 0 ⇒ -20 + Q + 25 = 0 Q =-5 kg (1.29)
y y
Q'nun işareti negatif çıktığı için bu kuvvetin gerçekte yukarıdan aşağıya
doğru olduğu anlaşılmaktadır. x=5 cm ile x=25 cm noktaları arasında kalan
kesitlerde makaslama kuvveti Q, aşağıya doğru 5 kg'lık sabit bir kuvvettir. Şekil
1.13f bunu grafik olarak göstermektedir. Q'nun yönünü değiştirip O noktası
etrafındaki momentler toplamını sıfıra eşitlersek:
St = 0 ⇒ 5K - Qx – M = 0 ⇒ M = -5x + 125 (1.30)
o y
Daha önce olduğu gibi burada da x kesitin O noktasından olan
uzaklığıdır ve görüldüğü gibi her iki kesitte de moment (M), x'in fonksiyonu
olarak değişir. Örneğin dirsekten (O noktasından) itibaren biceps kasının
radius'a girdiği kesite kadar moment, M=20x'dir. x=5 cm iken, yani kasın
radius'a girdiği kesitte, M=20x5=100 kg.cm değerinde ve saat yönündedir.
Benzer şekilde x'in 5 cm'den büyük olduğu kesitlerde moment, M=-5x+125
ifadesinden hesaplanabilir. Örneğin, x=25 cm (elde) iken M=-5x25+125=0
bulunur. x=5 cm ile x=25 cm noktaları arasında bulunan kesitlerde ise moment
100 kg.cm ile 0 arasında değişir; yönü ise saat yönündedir.
Şekil 1.13g, yukarıda sadece iki kesit için hesapladığımız eğilme
momentinin kol boyunca mesafe ile nasıl değiştiğini göstermektedir. Şekilde
saat yönündeki moment (-) kabul edilmiştir. Şekil 1.13h ise önkoldaki ulna
kemiğinin bu moment dağılımını en uygun şekilde karşılamak için fonksiyonel
adaptasyon teorisinin öngördüğü biçimde nasıl şekillendiğini göstermektedir.
Gerçekten, kemiğin morfolojik yapısı incelendiğinde dirsekten itibaren kas giriş
noktasına doğru bir ark yaparak kalınlaştığı dikkati çeker. Şu halde kemik,
eğilme momentini hemen hemen her yerinde eşit olarak taşıyacak biçimde
gelişmiştir.
Fonksiyonel adaptasyon teorisinin öngördüğü morfolojik ve histolojik
şekillenmelerin geçerliliğine dair dolaylı kanıtlar vardır. Kemiğin piezoelektrik
kristaller gibi davrandığı bilinmektedir. Piezoelektrik kristaller mekanik enerjiyi
elektrik enerjisine çevirirler. Diğer taraftan bir süredir spesifik dalga şekillerine
sahip elektrik akımlarının kemik gelişimini hızlandırdığı ileri sürülmektedir.
Kemik, hem mekanik stresi elektriğe çevirebiliyor hem de aynı elektriksel
uyarmalarla gelişimini hızlandırabiliyorsa, fonksiyonel adaptasyona temel
olabilecek iki ögeye sahip demektir.

1.3. Dinamik:
1.3.1. Newton'un II. Yasası:
Hızı zamanla değişen bir cisim bir ivmeye sahiptir. Şu halde ivme birim
2 2
zamanda hızda görülen değişikliktir. SI birimi m/s ; cgs sistemi birimi cm/s 'dir.
Newton'un II. Yasasına göre lineer harekette hızı değişen bir cismin ivmesi
cisme etki yapan net kuvvetle doğru orantılı ve kuvvetle aynı yönde, cismin
kütlesi ile ise ters orantılıdır. Buna göre denebilir ki; bir cismin kütlesi cismin hız
değişikliğine gösterdiği dirençtir. Matematiksel olarak; (a: ivme, F: kuvvet ve m:
kütle olmak üzere):
aaF/m veya Fama (1.31)
Yukarıdaki son orantı, kullanılacak birim sistemine bağlı bir orantı sabiti (k) ile
bir eşitliğe dönüştürülebilir:
F=kma (1.32)
En kolay yöntem k=1 kabul ederek bir kuvvet birimi tanımlamaktır. SI
2
sisteminde 1 kg'lık kütleye 1 m/s 'lik ivme kazandıran kuvvete 1 Newton (N) adı
2
verilmiştir. Kuvvetin cgs sistemi birimi ise 1g.cm/s 'ye eşit olan dyn'dir. Kuvvetin
-2 2
boyutları MLS 'dir. Yer çekimi ivmesi, g=9.81 m/s olarak alınırsa, 1 kg'lık
kütleyi yerin merkezine doğru çeken kuvvetin 9.81 N olduğu görülür. Bu, 1 kg'lık
kütlenin ağırlığıdır. Kuşkusuz çekim ivmesinin farklı olduğu bir yerde ağırlık da
farklı olacaktır. Oysa bir cismin madde miktarını belirten kütle konumla
değişmez. A.Einstein'in (1879-1955) yerçekimi ve ivme eşdeğerliği prensibine
göre yerçekimli (veya gravitasyonlu) bir alanda hareketsiz durmakla ivmeli bir
koordinat sisteminde hareketsiz durmak aynı şeylerdir.

1.4. Kinematik:
Bir cismin zamanla yer değiştirmesine hareket denir. Başlıca iki çeşit
hareket vardır: 1. Öteleme hareketi (translasyon), 2. Açısal hareket (rotasyon).
Titreşim ve eğik atış hareketleri bu iki hareketin özel halleridir.
1.4.1. Öteleme hareketi:
Öteleme hareketi yapan cismin bütün noktaları hareket boyunca aynı
yolu alırlar. Dönme hareketinde ise farklı noktalar farklı yollar alırlar. Hatta bazı
noktalar hiç hareket etmez.
Hız: Öteleme hareketinde birim zamanda alınan yola hız denir. v=hız, x=yol ve
t=zaman olmak üzere;
v = x/t (1.33)
Yol bir vektör olduğundan hız da bir vektördür. Hızın SI birimi m/s' dir. Hızın
-1
boyutları LS 'dir. Değişik hızlarla hareket eden bir cisim L uzaklığını t zamanda
_
almışsa cismin ortalama hızı v =L/t. Cismin herhangi bir andaki hızını bulmak
için alınan yolun zamanla değişimini bilmek gerekir. Örneğin aldığı yol zamanla
Şekil 1.10'da gösterilen grafikteki gibi değişen bir cismin anlık hızı grafikteki
eğrinin temsil ettiği fonksiyonun zaman türevinden (dx/dt) hesaplanabilir.
2
Örneğin, aldığı yol zamanla x = 5t m fonksiyonuna göre değişen cismin
hareket ettikten 2s sonraki hızı: v = dx/dt = 10t bağıntısından v =10x2 = 20m/s
bulunur.
x
dx/dt=eğrinin eğimi

t
Şekil 1.14. Yol zaman eğrisi.

Ivme: Birim zamanda hızda görülen değişikliğe ivme denir. Değişiklik hızda artış
2
veya azalma olabilir. Ivme a ile gösterilir; bir vektördür ve SI birimi m/s 'dir.
Hızın zamanla azalmasına negatif ivme (deceleration); artmasına pozitif ivme
(acceleration) denir. Hız zamanın doğrusal bir fonksiyonu olarak değişiyorsa
(Şekil 1.15) ivme sabittir ve hız, v=at.

v = at

O
t
Şekil 1.15. Hız zaman eğrisi.

Ivme sabit değilse, anlık değeri hız-zaman fonksiyonunun türevinden


(dv/dt) hesaplanabilir. Diğer taraftan,
a = dv/dt ve v = dx/dt olduğundan
(1.34)
2 2 (1.35)
a = d x/dt
2 2
yazılabilir. Son ifadedeki (d /dt ) operatörü x değişkeninin zamana göre ikinci
türevini belirtir.

1.4.2. Yol, hız ve ivme bağıntıları:


Şekil 1.12a sabit hızla hareket eden bir cismin hız-zaman grafiğini
göstermektedir. Grafik yatay bir doğru olduğu için eğimi sıfıra eşittir, yani ivme,
a=0'dır. Şekil 1.16a'da, zaman ekseninin herhangi bir değeri ile hızın çarpımının
şekildeki taralı alana eşit olduğu açıktır. vt=x=yol olduğundan taralı alan (m/
s)s=m olarak cismin t sürede aldığı yola eşittir. Bu durum her türlü hız-zaman
grafiği için geçerlidir. Yani hız eğrisi ile zaman ekseni arasında kalan alan
cismin aldığı yolu verir. Şekil 1.16b'de gösterilen sabit ivmeli hareket için de
üçgen şeklindeki taralı alan cismin t sürede aldığı yolu verir. Bu alan (1/2)
1
(taban uzunluğu)(yükseklik) = (1/2)t v ifadesinden hesaplanır. Fakat t anında
1 1
t2
cismin hızı v = at olduğundan, üçgenin alanı yani alınan yol = (1/2)a 1 'ye
1
eşittir.
Benzer düşüncelerle ilk hızı v olan bir cismin t süre sonra aldığı yol
o 1
da Şekil 1.16c'deki taralı dikdörtgen ve üçgen alanlarından hesaplanabilir. Yani
yol:
2
x = v t +(1/2)a t 1 (1.36)
o1
Yerden havaya doğru dik doğrultuda atılan bir cismin yukarıya
çıkabildiği mesafe bu ifadeden hesaplanabilir. Ancak böyle bir harekette cismin
ivmesi negatiftir ve sayısal değeri yer çekimi ivmesine eşittir.

v
v

a=0 v
v v
o o
a=sabit

O O O
t t t1 t t t
1 1
(a) (b) (c)
Şekil 1.16. Sabit hızla hareket (a), pozitif
ivmeli hareket (b) ve ilk hızı v olan
o
hareket (c).

Hız-zaman fonksiyonları Şekil 1.16'daki gibi geometrik şekillerle ifade


edilemeyen cisimlerin aldığı yol, hızın zamana göre fonksiyonu, v(t) biliniyorsa
şu integralden hesaplanır:
t2

x = ∫ v(t )dt
t1
(1.37)

1.4.3. Eğik atış:


Yerden herhangi bir açı ile yukarıya fırlatılan bir cisim negatif bir ivme ile
(yer çekimi ivmesi, g) yol alır. Şekil 1.17 bu hareketi göstermektedir.
y vo
tm
voy

h
α
vox
x
R
Şekil 1.17. Eğik atış.

Cisim yukarıya doğru yatay eksenle a açısını yapacak şekilde v ilk hızı
o
ile atılmıştır. Cismin ilk hızı, v yatay ve düşey bileşenlerine ayrılabilir. Bunlar:
o
v =v cos a ve v =v sina'dır. (1.38)
ox o oy o
Cisme x doğrultusunda etki yapan bir kuvvet olmadığına göre bu
doğrultudaki hızı sabittir (v =v ), yani bu doğrultuda bir ivmesi yoktur. Oysa y
x ox
doğrultusunda cisim yerçekimi kuvvetinin etkisi ile zamanla yavaşlamaktadır. şu
halde cismin düşey hızı, v için:
y
v =v -gt yazılabilir. (1.39)
y oy
Düşey hız sıfır olduğu an cisim ilk hızı ile çıkabileceği en yüksek
noktaya çıkmış olacaktır. En yüksek noktaya çıkış süresi (t ), v =0 iken,
m y
0=v -gt eşitliğinden t =v /g=(v sina)/g (1.40)
oy m oy o
olarak hesaplanabilir. Bu noktadan itibaren cisim yine yer çekiminin etkisinde
pozitif g ivmesi ile yere düşmeye başlar. Düşme süresi çıkma süresine eşittir.
Cismin havada kaldığı toplam süre,(T):
T = 2t = 2v /g = (2v sin a)/g (1.41)
m oy o
Cismin yatay ve düşey doğrultularda aldığı yollar ise, sırası ile:
x=v t = v t cosa (1.42)
ox o
2 2
y=v t - (1/2)gt = (v sina)t - (1/2)gt (1.43)
oy o
Cismin yukarıya atıldığı nokta ile tekrar yere düştüğü nokta arasındaki
yatay mesafe (R), yatay yol ifadesinde (x=v t), t yerine Eş.1.41'deki T
ox
(havadaki toplam süre) konarak hesaplanabilir. Eş.1.38'den v = v cosa
ox o
olduğuna göre
2 2
R=v T = v cosa(2v sina)/g = v (2cosasina)/g = v (sin2a)/g
ox o o o o
(1.44)
(Trigonometriden: 2cosA sinA = sin2A olduğunu hatırlayınız).
Benzer düşünüşle cismin çıkabildiği en yüksek mesafe (H), düşey yol
bağıntısında (Eş.1.43) t 'nin Eş.1.40'daki değeri kullanılarak hesaplanabilir.
m
2 2 2 2
H =(v sina)t-(1/2)gt =v sina[(v sina)/g]-(1/2)g[(v sin a)/g ]
o o o o
2 2
=(1/2)(v sin a)/g (1.45)
o

1.4.4. Açısal hareket (dairesel hareket, angüler hareket):


Açısal harekette de yol, hız ve ivme gibi değişkenler vardır ve bunlar
daha önce lineer hareket için kullanılan yöntemlerle incelenebilir.
Açısal yol: Açısal harekette yol açı ile belirtilir. Açının SI birimi radyan(rd)'dır.
Bir radyanlık açı (q), çember üzerinde, uzunluğu çemberin yarıçapına (r) eşit
o
olan bir yay parçası (s) görür. Bir radyan yaklaşık 57.3 kadardır (Şekil 1.18a). s
çemberin tüm uzunluğu olarak alınırsa s/2r oranı her çember için 3.1416 . .
rakamları ile başlayan sabit bir sayıdır. Buna pi sayısı (p) denir. Böylece bir
dairenin tam açısı s/r=2p radyandır. Şu halde açı ile açının çember üzerinde
gördüğü yay parçası arasında (q: radyan cinsinden açı ve s ve r aynı birimle
ölçülen uzunluklar olmak üzere) şu bağıntı vardır:
s=rq (1.46)
Açısal yol vektörel bir büyüklüktür.
Açısal hız: Açısal hareket yapan bir cismin birim zamanda kapsadığı açı açısal
hızını verir. Açısal hız vektörel bir büyüklüktür; w harfi ile gösterilir ve SI birimi
radyan/saniye'dir (rd/s). Diğer birimleri olarak devir/dak (dd ; Ingilizce'de rpm:
revolutions per minute), derece/s birimlerine rastlanabilir.

Örnek 2:
Devir/dak radyan/saniye'ye nasıl çevrilir? Bir örnek olarak dakikada 5000
devir hızla dönen bir santrifüjün açısal hızını rd/s cinsinden hesaplayalım.
Çözüm:
o
Bir devir 360 veya 2p radyan olduğuna, ve bir dakika da 60s olduğuna göre,
açısal hız:
w = 5000 dev/dak = (5000x2p)/60 rd/s=523 rd/s
Ortalama açısal hız, a (alınan yol/zaman) bağıntısından hesaplanır. Anlık açısal
hız ise, a=dq/dt 'den hesaplanır.

ω = dθ
s=r dt
r
ω
57.3o θ a =d
dt
r r

(a) (b)
Şekil 1.18. Açısal harekette yol, hız ve ivme.
Açısal ivme: Birim zamanda açısal hızda gözlenen değişikliğe denir, a harfi ile
2
gösterilir, vektörel bir büyüklüktür ve SI birimi rd/s 'dir. Ortalama açısal ivme, α
(son açısal hız-ilk açısal hız)/zaman bağıntısından hesaplanır. Anlık açısal ivme
ise a=d/dt .
Açısal harekette çizgisel yol: Şekil 1.19, sert bir çubuk üzerine O noktasından
farklı uzaklıklara konmuş a ve b gibi iki kütle göstermektedir. Çubuk O noktası
etrafında w açısal hızı ile dönmektedir. Çubuk ilk (yatay) doğrultusuna göre saat
yönüne zıt yönde dq kadar bir açı yaparak döndüğünde, a kütlesi r 'nın çizdiği
a
yay üzerinde ds =r dq kadar, b kütlesi de r 'nin çizdiği yay üzerinde ds = r dq
a a b b b
kadar yol alır. Iki kütlenin yayları üzerindeki hareketleri süresince kazandıkları
hızlar ise a ve b için sırası ile:
v = ds /dt ve v = ds /dt'dir, (1.47)
a a b b
veya ds = rdq olduğundan:
v = r dq/dt ve v = r dq/dt (1.48)
a a b b
Fakat dq/dt=w olduğundan, çizgisel hızlar v ve v için:
a b
v =r w ve v =r w
a a b b
(1.49)
bulunur.
rb

a
O b ω

ra
Şekil 1.19. Dönme merkezinden farklı mesafelerde bulunan iki kütle.

r <r olduğundan v v olacaktır. Yani merkezden daha uzaktaki kütle yay


a b a b
üzerinde daha büyük bir çizgisel hızla hareket etmektedir. Oysa iki kütlenin
açısal hızları aynıdır.
Çizgisel ivme: Çubuğun açısal hızı sabit olmayıp zamanla değişiyorsa bu hız
değişikliği çubuk üzerindeki kütlelerin çizgisel hızlarını da değiştirir. Demek ki
açısal harekette ikinci bir ivme daha vardır. Buna çizgisel ivme denir ve a ile
L
2
gösterilir; SI birimi öteleme hareketinde olduğu gibi m/s 'dir. Şimdi çizgisel ivme
ile açısal hareketin diğer değişkenleri arasında ilişkiler bulmaya çalışalım.
Çizgisel ivmenin tanımından:
a = dv/dt (1.50)
L
v yerine v = rw bağıntısındaki eşiti yazılırsa,
a = d(rw)/dt = r(dw/dt) = ra (1.51)
L
bulunur.
Merkezcil ivme (radyal ivme - a ): Açısal harekette üçüncü bir ivme daha
R
vardır. Bu kavramı anlamak için Şekil 1.20a'da gösterilen çemberi göz önüne
alalım. Çember w hızı ile (saat yönünde) dönerken, üzerindeki bir P noktası 1
konumundan 2 konumuna gelmiş olsun. Bu esnada P'yi merkeze birleştiren
doğru Dq kadar bir açı taramış olacaktır. P noktasının 1'deki çizgisel hızını v ile
1
2'deki çizgisel hızını da v ile gösterelim. Bu hızların sayısal değerleri birbirine
2
eşit olduğu halde yönleri aynı değildir. Hız da vektörel bir büyüklük olduğundan
iki hız birbirine eşit değildir. Bu iki hız vektörü yönleri korunarak çemberin dışına
taşınıp ortak bir noktadan başlatılarak çizildiklerinde, daire merkezindeki q açısı
ile aynı açıyı yaparlar. Iki vektörün farkı Dv vektörüdür. Fark vektörü Dv'nin
yönü çemberin merkezine doğrudur. Bu üç vektör Şekil 1.20b'deki üçgenin
kenarlarını oluştururlar. Bu şekilden görüldüğü gibi,
v = v +Dv'dir. (1.52)
2 1
Dv'nin çember merkezine yönelmiş olması çizgisel hızın yarıçap doğrultusunda
merkeze doğru değiştiğini yani bu yönde bir ivme olması gerektiğini düşündürür.
Işte bu nedenle bu ivmeye merkezcil ivme adı verilmiştir.
1 v
1
v Δs
P 1
2
Δθ
Δθ
Δv r
v Δθ
2 v
2

(a) (b) (c)


Şekil 1.20. Açısal hareket(a), hızın vektörel değişimi (b),
açısal ve çizgisel yollar (c).

Şimdi merkezcil ivmeyi açısal hareketin diğer parametreleri cinsinden ifade


etmeye çalışalım. Şekil 1.20c, çember merkezi ile v ve v 'nin çembere teğet
1 2
oldukları noktaları birleştiren yarıçaplar arasındaki daire kesmesini
göstermektedir. Daire kesmesinin açısı Dq'dir ve çember üzerinde Ds yayını
görür. Dq yeterince küçük alınırsa Ds de kısalarak düz bir doğruya yaklaşır. Bu
durumda daire kesmesi bir üçgen şeklini alır. Bu üçgen ile Şekil 1.20b'deki
üçgen benzer üçgenlerdir. Bu gerçekten yararlanarak benzer üçgenlerin
kenarları için,
Dv/v = Ds/r (1.53)
yazılabilir. Buradan da: Ds = rDq olduğu hatırlanarak,
Dv = v(rDq)/r = vDq (1.54)
Hızdaki değişiklik,Dv, Dt sürede olmuşsa, merkezcil ivme a :
R
a = Dv/Dt = vDq/Dt (1.55)
R
bulunur, fakat: Dq/Dt = w olduğundan,
a = vw
R
(1.56)
veya v = rw olduğundan,
2 2
a = rw veya a = v /r (1.57)
R R
bulunur.
Açısal hareket yapan bir cisim, kendisini merkeze doğru çeken bu
ivmeye rağmen merkeze yaklaşmadığı için cismi çember üzerinde tutan bir
merkezkaç kuvvetin (F) var olduğu ileri sürülmüştür. Bu kuvvetin büyüklüğü,
2
F = m (v /r) (1.58)
bağıntısından hesaplanır.
Bir test tübü içinde, özkütleleri birbirinden farklı katmanları veya
parçacıkları yüksek bir merkezkaç kuvvet etkisi altında birbirinden ayırmak
mümkündür. Bu amaç için santrifüj adı verilen cihazlar kullanılır. Santrifüjlerde
yer çekimi ivmesinin binlerce katını bulabilen ivmeler elde edilir. Örneğin, yarı
çapı 10 cm olan ve dakikada 6000 devir açısal hızla dönen bir santrifüj başı
içinde oluşan ivme yer çekimi ivmesinin yaklaşık 4000 katıdır. Bu ivme Eş.
1.57'den yararlanılarak şöyle hesaplanır:
2 2 2
a = rw =0.1x[(2px6000)/60] =39438 m/s
R
Bu ivme yerçekimi ivmesinin, 39438/9.81=4020 katı kadardır.
Laboratuvar uygulamalarında işlemin etkinliğini belirtmek için santrifüjün açısal
hızı ve başlık yarı çapının yanı sıra ne kadar süre ile uygulandığı da belirtilir.
Atalet momenti: Lineer harekette, bir cismin hızındaki değişikliğe karşı
gösterdiği dirence kütle demiştik. Cisme bir a ivmesi verebilmek için F=ma
kuvvetini uygulamak gerekiyordu. Açısal harekette de bir cismi belli bir eksen
etrafında a açısal ivmesi ile döndürmek için uygulanması gereken tork (t) ile
cismin verilen eksen etrafındaki atalet momenti (I) denilen bir özelliği arasında
şu ilişki vardır:
t=Ia (1.59)
Tork (t), N.m, açısal ivme (a), rd/s cinsinden iseler, Eş.1.59'dan atalet
2 2 2
momentinin (I) biriminin N.m.s (veya N = kg m/s olduğundan) kg.m olması
2
gerekir. Yani atalet momenti ML boyutlarına sahiptir. Fakat atalet momenti kütle
gibi sabit değildir; cismin kütlesine, dönme eksenine ve cismin geometrik
özelliklerine bağlıdır. Atalet momenti, simetrik cisimler için cismin geometrik
özelliklerinden ve kütle dağılımından hesaplanabilen bir büyüklüktür. Şekil 1.21
geometrik şekilli bazı cismlerin belitilen eksenler etrafındaki atalet momentlerini
göstermektedir.
Şekil 1.21. (a) ince çuğun ortasından geçen eksen etrafında , b: yüzük
şeklindeki silindirin boyuna ekseni etrafında, c: ince duvarlı içi
boş silindirin merkezinden geçen eksen etrafında ve d: kürenin
merkezinden geçen eksen etrafında atalet momentleri. Farklı
eksenler etrafında bu değerler tümü ile farklıdır.

1.5. Momentum ve korunması ilkesi:


Lineer hareket halindeki bir cismin kütlesi ile hızının çarpımına cismin
lineer momentumu denir ve p harfi ile gösterilir (p=mv). Momentum vektörel bir
büyüklüktür. Benzer düşünce ile açısal hareket yapan bir cismin açısal
momentumu,(G) de dönme ekseni etrafındaki atalet momenti (I) ile açısal
hızının () çarpımından hesaplanır. Açısal momentum vektörel bir büyüklüktür.

Özetle:
Lineer momentum: p = mv
(1.60)
Açısal momentum : G = Iw

Momentumun korunması ilkesi: Bu ilkeye göre lineer hareket yapan bir cismin
herhangi bir nedenle hızı veya kütlesi değiştiğinde momentumu değişmez.
Örneğin v hızı ile hareket etmekte olan m kütleli bir cisim hareketinin belli bir
anında kütlesinin yarısını kaybederse hızı aynı oranda artar. Böylece
momentumu sabit kalır. Cismin olaydan önceki momentumu p = mv olduğuna
göre olaydan sonraki momentumu da yeni kütlesi, m' = m/2 ile yeni hızı,
v'=2v'nin çarpımına eşittir, yani p = (m/2)2v = mv (önceki gibi).
Bu ilke birden fazla kütleyi içeren hareketli bir sistem için de geçerlidir.
Kütleleri m ve m , hızları da sırası ile v ve v olan iki cismin çarpıştığını
1 2 1 2
düşünelim. Sistemin çarpışmadan önceki momentumu (p ), iki cismin
ö
momentumları toplamına eşittir:
p =m v +m v (1.61)
ö 1 1 2 2
Çarpışmadan sonra cisimlerin kütlelerinin değişmediğini, fakat hızlarının
sırası ile v ' ve v ' olduğunu kabul edelim. Momentumun korunması ilkesi
1 2
gereği sistemin momentumu önceki gibi:
' '
p =m v +m v (1.62
s 1 1 2 2
olacaktır.
Çarpışmadan sonra iki cisim birbirine zıt yönlerde hareket edebilecekleri
gibi (elastik çarpışma), birbirine yapışarak v' ortak hızı ile aynı yönde de hareket
edebilirler (plastik çarpışma). Ikinci durumda sistemin çarpışmadan sonraki
momentumu:
(m + m )v' (1.63)
1 2
ifadesinden hesaplanır.
Yukarıda Eş.1.62 ve 1.63 ile ifade edilen momentumların eşitliği
Newton'un III. yasası ile kanıtlanabilir. Bunun için Şekil 1.22a'da gösterilen m
1
ve m kütlelerini göz önüne alalım. Kütleler v ve v hızları ile birbirine
2 1 2
yaklaşmakta olsunlar. Hareket yüzeyini sürtünmesiz kabul edelim. Şekil 1.22b
kütlelerin tam çarpıştıkları anı göstermektedir. Bu ana t diyelim ve çarpışmanın
1
t anına kadar sürdüğünü kabul edelim.
2
v v v' v'
1 2 1 2
F F'
m
1
m
2 m m m m2
1 2 1

(a) (b) (c)


Şekil 1.22. Momentumun korunması ilkesi.

Çarpışmanın sonunda kütleler geldikleri yönlere doğru v ' ve v ' hızları


1 2
ile zıt yönlerde hareket etmeye başlasınlar (Şekil 1.22c). Böylece çarpışmanın
elastik olduğunu kabul etmiş olduk. Çarpışma anında m 'in yönünü değiştiren
1
kuvvete F, m 'nin yönünü değiştiren kuvvete de F' diyelim. Newton'un üçüncü
2
yasasına göre bu iki kuvvet etki ve tepki kuvvetleri olduklarından birbirine eşit
fakat zıt işaretlidirler; (F=-F'). Diğer taraftan Newton'un II. yasasına göre;
F=m a F'= m a (1.64)
1 1 2 2
olmalıdır. Fakat a ve a ivmeleri iki kütlenin t -t = dt süresi içinde geçirdikleri
1 2 2 1
hız değişikliklerine eşittir. Bir başka deyişle:
a = (v '-v )/dt ; a = (v '-v )/dt
1 1 1 2 2 2
(1.65)
Son ifadelerdeki ivmelerin eşitleri 1.64'de yerlerine konursa,
F = m (v '-v )/dt F' = m (v '-v )/dt (1.66)
1 1 1 2 2 2
bulunur. Yukarıdaki ifadelere göre kuvvet ile kuvvetin etkin olduğu sürenin
çarpımının cismin momentum değişikliğine eşit olduğu görülmektedir. Yani,
F.dt = m (v '-v ) (1.67)
1 1 1
Buradaki (F.dt) terimine kuvvet çarpması denir.
Şimdi tekrar Eş. 1.66’ya dönelim ve buradaki kuvvetleri, işaretlerini de göz
önüne alarak birbirine eşitleyelim: F = -F' veya:
m (v '-v )/dt = -m (v '-v )/dt (1.68)
1 1 1 2 2 2
Bu eşitlikte paydalardaki dt'ler sadeleştirilip terimler yeniden düzenlendiğinde,
m v '+m v '=m v +m v (1.69)
1 1 2 2 1 1 2 2
Eşitliğin sol tarafı sistemin çarpışmadan sonraki momentumunu, sağ tarafı ise
çarpışmadan önceki momentumunu göstermektedir.
Benzer bir yaklaşımla açısal momentumun korunduğu da kanıtlanabilir.
Açısal hareket yapan bir cismin belli bir eksen etrafındaki atalet momenti I ,
1
açısal hızı w ise, atalet momenti I gibi yeni bir değer aldığında açısal hızı da
1 2
değişir ve w gibi yeni bir değer kazanır. Fakat açısal momentum değişmez.
2
Matematik dili ile:
I w = I w = I w = sabit
1 1 2 2 3 3
(1.70)
Bale yapanlar buz üstünde dönerken bu gerçekten yararlanırlar. Kollar
yanlara doğru açık iken vücudun düşey eksen etrafındaki atalet momenti
büyüktür. Dönmeye başlarken kollar açılır. Belli bir açısal hız kazanıldıktan
sonra ise kollar gövdeye birleştirilir. Bu durumda atalet momenti öncekinden çok
daha küçük olduğu için açısal hız aynı oranda artar.

1.6. Enerji, iş ve güç:


Enerji, fiziksel anlamda iş yapma kapasitesinin ölçüsüdür. İş ise,
makanik, kimyasal veya elektriksel nitelikte olabilir. Fakat fiziğin önemli
ilkelerinden biri olan enerjinin korunması ilkesine göre bütün bu iş çeşitleri ve
dolayısıyla enerji çeşitleri birbirine dönüştürülebilirler. Biz burada mekanik
enerjiden ve mekanik işten söz edeceğiz.
Bir F kuvveti belli bir d mesafesi boyunca uygulanmışsa kuvvetin
uygulayıcısı mekanik iş yapmıştır. Genel olarak kuvvet, etkili olduğu mesafe ile
aynı doğrultuda değildir. Kuvvet doğrultusu ile mesafe doğrultusu arasındaki açı
a ise yapılan iş kuvvet vektörü ile mesafe vektörünün skalar çarpımından
hesaplanır:
Iş = W = F.d = Fd cos a (1.71)
Görüldüğü gibi iş skalar bir büyüklüktür ve SI birimi Nm'dir. Bu birime bu
konuya büyük katkıları olan Joule'un (Türkçede Jul okunur) anısına Jul (J) adı
verilmiştir. Enerjinin cgs birimi ise erg'dir ve 1 dyn.cm'ye eşittir. Çoğu durumda
o
olduğu gibi, F ile d arasındaki açı 0 derece ise (cos 0 =1 olduğundan) iş
kuvvetle mesafenin çarpımına eşittir.
Iş yapmak için enerji gereklidir. Şu halde enerji de iş boyutlarına sahiptir
ve SI birimi Jul'dür. Mekanik enerjinin potansiyel ve kinetik enerji olmak üzere
başlıca iki çeşidi vardır. Potansiyel enerji de iki tiptir: 1.Gravitasyonel (yer
çekiminden doğan) potansiyel enerji, 2. Elastik potansiyel enerji. Örneğin,
yerden belli bir yükseklikte duran bir kütle, eğilmiş elastik bir çubuk, gerilmiş bir
yay potansiyel enerjiye sahiptirler.
1.6.1. Gravitasyonel potansiyel enerji:
Yerden h yükseklikte duran bir kütle bu konumunda iken ağırlığı ile
bulunduğu yüksekliğin çarpımından (mgh) hesaplanan bir potansiyel enerjiye
sahiptir. Çünkü kütleyi bu konuma çıkarmak için kütle üzerinde daha önce aynı
miktarda iş yapılmıştır. Kütle bu konumundan serbest bırakıldığında mgh kadar
iş yapma potansiyeline (yeteneğine) sahiptir. Kütle, ağırlık kuvvetinin (mg) etkisi
ile yere düşerken daha önce sahip olduğu potansiyel enerji hareket enerjisine
(kinetik enerjiye) dönüşür. Biraz sonra kinetik enerjinin nasıl hesaplandığını
açıklayacağız. Şimdi kısaca mekanikteki diğer potansiyel enerji türü olan elastik
potansiyel enerjiden söz edelim.
1.6.2. Elastik potansiyel enerji:
Gerilmiş bir yayın veya eğilmiş elastik bir çubuğun potansiyel enerjisi
onu bu hale getirmek için daha önce yapılmış işe eşittir. Örneğin, bir yayı
germek için, yaya, en az yayın uzama miktarı (x) ile orantılı bir kuvvet
uygulamak gerekir, çünkü yay gerilmeye karşı böyle bir kuvvetle karşı koyar. Bu
kuvvet:
F=kx (1.72)
burada, k= yay sabiti adı verilen bir sabittir ve eğer kuvvet için Newton (N),
uzunluk için metre (m) kullanılırsa, k, N/m birimine sahiptir.
Yayı dx kadar sonsuz derecede küçük bir miktarda uzatmakla F
kuvvetinin yay üzerinde yaptığı sonsuz derecedeki küçük iş (dW) şöyle bulunur:
F ve x aynı doğrultuda olduklarından,
dW= F dx (1.73)
Yayın L kadar uzatılması sonunda yapılan toplam iş sonsuz sayıda dW'nun
toplamına eşittir. Bu toplam F'nin Eş.1.72'ye göre x ile değiştiği de göz önüne
alınarak aşağıdaki integralden hesaplanır:
L L
W = ∫ kxdx = k ∫ xdx = 12 kx 2 = 12 kL2
0 0 (1.74)
Burada L'nin yayın yeni uzunluğu değil, uzama miktarı olduğu unutulmamalıdır.
Yukarıda hesaplanan işin büyük bölümü yayın elastik potansiyel enerjisi olarak
depolanır; bu enerji yaya iş yaptırarak geriye kazanılabilir. Çok küçük bir
bölümü ise tersinmez bir biçimde yayın moleküler yapısını değiştirmekte
harcanır.
1.6.3. Kinetik enerji:
Hareketsiz bir m kütlesine F kuvveti uygulandığında kütle a ivmesini
kazanarak v hızı ile hız doğrultusunda s kadar yol alır. Bu esnada F kuvveti
cisim üzerinde F.s kadar iş yapmış olacaktır. Bu iş kütlenin kinetik (hareket)
enerjisine çevrilmiştir. şimdi bu kinetik enerjinin (sistemde sürtünme kuvvetleri
yoksa) yapılan işe eşit olduğunu kanıtlayalım. Uygulanan kuvvet için Newton'un
II. Yasasına göre, F = ma yazabiliriz. Kinematikten hatırlanacağı gibi, kütle t
sürede a ivmesi ile sıfır ilk hızdan v=at hızına ulaşır. Yine kinematik bilgilerimize
2
dayanarak kütlenin aldığı yol, s için: s = (1/2)at yazabiliriz. Son eşitliği t için
çözüp, eşitini v=at bağıntısında t yerine koyarsak, v = 2sa bulunur. şimdi de bu
2
eşitliğin heriki tarafının karesini alarak denklemi a için çözersek, a = v /2s elde
ederiz. Bunu da F = ma bağıntısında kullanırsak,
2
Yapılan Iş = Fs = (1/2)mv (1.75)
2
Görüldüğü gibi, kuvvetin yaptığı iş, yukarıda en sağdaki (1/2)mv terimi
ile ifade edilen büyüklüğe eşittir. Bu ifadeye kütlenin kinetik enerjisi denir.
Açısal hareket yapan bir kütlenin kinetik enerjisi de Eş. 1.75'den
bulunabilir. Fakat eğer açısal kinetik enerjiyi açısal hız cinsinden ifade etmek
istersek, v=rw olduğunu hatırlayarak Eş. 1.75' i yeniden şöyle yazabiliriz:
1 1
m ( rω ) 2 = mr 2 ω 2
Açısal K.E= 2 2 (1.76)
2
Son terimdeki mr çarpanını yeni tek bir sembolle, (örneğin I) ile gösterirsek,
açısal kinetik enerjiyi öteleme hareketindeki kinetik enerjiye benzeyen bir ifade
ile yazabiliriz:
1 2

Açısal K.E. = 2 (1.77)
2
Burada I = mr terimi, m kütlesinin r yarıçaplı çember merkezinden geçen eksen
etrafındaki atalet momentidir. Görüldüğü gibi bu terim boyutsal olarak daha önce
verilen atalet momenti tanımına tamamen uygundur (bkz. Kısım 1.4.4).
Tablo 1.2'de öteleme hareketinin ve açısal hareketin şimdiye kadar
karşılaştığımız, birbirine paralellik gösteren bazı önemli büyüklükleri
karşılaştırmalı olarak özetlenmiştir.

Tablo 1.2 Lineer ve açısal hareketin benzeşen bazı büyüklükleri

Büyüklük Lineer hareket Açısal hareket


Kuvvet;Tork F=ma t=Ia
Momentum p=mv G=Iw
Kinetik enerji 2 2
(1/2)mv (1/2)Iw
Güç: Birim zamanda yapılan işe veya enerjinin birim zamanda harcanan
miktarına güç denir. Çoğu zaman güçlü kelimesi yanlış olarak kuvvetli
anlamında kullanılır. Oysa fizik açısından iki terim birbiri ile ilişkili olmakla birlikte
çok farklı kavramları belirtir. Iş (veya enerji) skalar olduğuna göre güç de skalar
bir büyüklüktür. Gücün SI birimi Nm/s ( = J/s)'dir. Bu birime Watt adı verilmiştir.
Gücün cgs birimi erg/s'dir. Güç çoğu zaman P harfi ile gösterilir.
1.6.4. Enerjinin başka türleri ve birimleri:
Daha önce de belirtildiği gibi enerji bir formdan diğerine dönüştürülebilir.
Bu enerji formlarından en iyi bilinenleri ısı, elektrik ve çeşitli tipten
radyasyonların taşıdıkları enerjilerdir. Kuşkusuz bu enerji türlerini ölçmek için de
normal olarak mekanik enerji birimleri kullanılır veya kullanılmalıdır. Fakat bazen
başka birimlerin tercih edildiği görülür. Örneğin, kimyada ve sağlık bilimlerinde
ısı enerjisi için sıklıkla kalori (cal) denilen bir birim kullanılır. Kalori 1 g suyun
o
sıcaklığını 1 C yükseltmek için gerekli ısı enerjisi miktarına denir (1 cal = 4.18
o
J). Genel olarak, m miktarındaki maddenin sıcaklığını 1 C artırmak için gerekli
ısı miktarı, Q:
Q=mcDt (1.78)
bağıntısından hesaplanır. Burada c maddeye özgü bir sabittir ve özgül ısı veya
özgül ısı kapasitesi adı ile anılır. Yukarıdaki kalori tanımından su için: c =1 cal/g
olacağı açıktır. Diğer maddelerin özgül ısıları ölçümlerden elde edilen değerler
kullanılarak Eş.1.78'den hesaplanabilir.
Kalorinin 1000 katına 1 kilokalori denir ve kcal kısaltması ile gösterilir.
Fizyolojide, besinlerin kalori değerinden söz edilirken bazen Cal olarak yazılan
bir kısaltma daha kullanılır. Gerçekte bununla kastedilen 1 kcal'dir ve baştaki "C"
kilo önekinin yerine kullanılmıştır.
Çeşitli tipten radyasyonların (örneğin x ve g ışınları gibi iyonlaştırıcı
elektromanyetik dalgaların ve a ve b gibi parçacık radyasyonlarının) madde
üzerindeki etkili miktarlarını (dozlarını) ölçmek için bunların iyonlaştırıcı etkisini
veya içinden geçtikleri madde ortamına transfer ettikleri enerjiyi dikkate alan iki
tip birim tanımlanmıştır. Herhangi bir radyasyonun 1 kg'lık kütleye 1 J'lük enerji
transfer eden miktarına 1Gray (Gy) denir. Önceleri radyasyonların enerji dozu
birimi olarak daha çok Rad (Rd) kullanılırdı. Rad, 1g kütleye 100 Erg'lik enerji
transfer eden radyasyon miktarı olarak tanımlanmıştır. Iki birimin tanımından,
1 Gy = 100 Rd olduğu kolaylıkla görülebilir.
Diğer taraftan sadece x ve g ışınları için iyonlaştırma dozu birimi olarak
tanımlanmış olan Röntgen, hava ortamında 0.877 Rd'lık, sulu ortamlarda ve
vücut dokularında da 0.93 - 0.98 Rd aralığındaki enerji dozu ile eşdeğerdedir.
Son olarak, parçacık fiziğinde ve kimyada sıklıkla kullanılan bir enerji
biriminden daha söz edeceğiz: Elektronvolt. Bir elektronvolt (eV), bir elektronun
1 voltluk potansiyel farkından geçerken kazandığı kinetik enerjiye eşittir.
Elektronvolt ile Jul arasındaki sayısal ilişkiyi saptamak için daha ileride elektrik
konularında göreceğimiz W = qV bağıntısından yararlanabiliriz. Bu bağıntıda q
coulomb (C) cinsinden elektrik yükünü, V voltaj cinsinden potansiyel farkını, W
da Jul cinsinden enerjiyi gösterir. şu halde,
1 eV = 1.6x10-19 C x 1 volt = 1.6x10-19 J
1.7. Enerjinin korunumu ilkesi:
Bir sistemin toplam enerjisi sabittir, azalmaz veya artmaz. Bunun
sonucu evrendeki toplam enerji miktarı da daima sabit kalır; bir türden diğerine
dönüşebilir fakat bunların toplamı sabittir. Matematiksel olarak:
E + E + Q + Diğer enerji türleri = sabit
K P
(1.79)
Burada: E = kinetik enerji
K
E = potansiyel enerji
P
Q = ısı enerjisidir.
ENERJI DÖNÜşÜMLERI ILE ILGILI ÖRNEKLER:
Örnek 3:
150 kg'lık bir kütleyi yerden 3 metre yüksekliğe kaldırmak için gerekli enerji ile
bir bardak su (100 ml veya 100 g su) kaç dereceye kadar ısıtılabilir? (su için
c=1 cal/g)
Çözüm:
150 kg'lık kütle yerden 3 metre yükseğe çıkarıldığında potansiyel enerjisi, E
P
= mgh = 150x9.81x3 = 4415 J olur. Bu enerji kütle üzerinde yapılan işe eşittir.
Kalori cinsinden eşdeğeri: 4415/4.18 = 1056 cal'dir. Eş.1.78'den yararlanarak
bu kadar enerji ile 100 g suyun kaç dereceye kadar ısıtılabileceği şöyle
hesaplanır:
1056 = 100x1xDt buradan Dt =1056/100 = 10.5
o
C
o o o o
Örneğin su 10 'den 20.5 'ye veya 30 'den 40.5 'ye kadar ısıtılabilir.
Örnek 4:
o
Kütlesi 500 kg, yörüngesindeki hızı 8 km/s ve sıcaklığı 0 olan bir uzay aracı
yörüngesinden çıkarak atmosfere girdiğinde, hızı, atmosferle arasındaki
sürtünme kuvvetleri nedeni ile 0'a düşmüştür. Aracın yapıldığı maddenin
özgül ısısının, c= 0.5 cal/g olduğunu kabul ederek aracın sıcaklığının
atmosfere giriş anında kaç dereceye çıktığını hesaplayınız.
Çözüm:
2 10
a) Aracın kinetik enerjisi, E = (1/2)x500x8000 = 1.6x10 Jul veya
K
10 9
1.6x10 / 4.18 = 3.82x10 cal.
b) Q = mcDt bağıntısından:
9 3 o
Dt = 3.82x10 /500x10 x0.5=15000 C

1.7.1. Biyolojik sistemlerle ilgili bazı enerji problemleri:


KALP KASININ MEKANIK GÜCÜNÜN ISKELET KASININKI ILE
KARŞILAŞTIRILMASI
Kalbin mekanik gücünü hesaplamak için Eş. 1.71'e göre önce iş için,
W=Fd yazıp sonra da kuvvet (F) yerine, F = pA (p = basınç; A = alan)
koyduğumuzda: W = pAd bulunur. Diğer taraftan Güç = P = W/t ilişkisinden:
P = (pAd)/t yazılabilir. Bu ifadede A = alan, d = mesafe olduğundan Ad = V
hacim'dir. Şu halde V/t birim zamandaki hacim değişikliğini verir. Yukarıdaki iş
bağıntısının heriki tarafı t ile bölünerek güç, P için:
P = p(V/t) (1.80)
yazılabilir. Kalp kasılmaları için V/t oranı kalbin birim zamanda aortaya bastığı
3
kan hacmi olarak düşünülebilir. Kalp her kasılışında aorta yaklaşık 70 cm kan
fırlatır. Kalbin dakikada 70 kez attığı (nabız = 70) kabul edilirse kalbin bir
3
dakikada aorta gönderdiği kan hacmi: 70x70=4900 cm dolayındadır (dakikada
yaklaşık 5 litre).
Diğer taraftan kalbin kasıldığı andaki sol ventrikül basıncı (sistolik
basınç) genç yetişkinlerde 120 mmHg dolayındadır. Bu basıncı önce SI basınç
2
birimi olan N/m 'ye çevirip sonra da Eş.1.80'de kullanabiliriz. (1atm = 760
2 2
mmHg = 101325 N/m olduğuna göre 120 mmHg = 16000 N/m ' dir). Şimdi
bütün bu değerler Eş.1.80'de kullanılırsa,
2 -3 3
P =16000 N/m x4.9x10 m /dak = 78.4 J/dak
veya: P = 78.4/4.18 = 18.7 cal/dak
bulunur. Sol ventrikülün kütlesi 140 g ( = 0.14 kg) kadardır. Bu durumda kalp
kasının birim kütlesinin gücü : 18.7 / 0.14 = 134 cal/kg.dak'dır.
Iskelet kasları ise (vücutta toplam 30 kg kadar) dakikada 2000 cal enerji
harcarlar. Bunlar için birim kütleye düşen güç 2000/30 = 66 cal/kg.dak'dır.
Görüldüğü gibi kalp kasının iş yapma hızı iskelet kasınınkinin iki katı kadardır.
Kemik ve kasların biyomekaniğini ele alacağımız bir sonraki bölümde
iskelet kaslarının vücudun çeşitli hareketleri (yürüme, koşma, vb) için harcadığı
enerjilerle ile ilgili başka örnekler vereceğiz.
Kaynaklar:

Berme N, Capozzo A.(Eds). Biomechanics of Human Movement.


Applications in Rehabilitation, Sports and Ergonomics. Bertec
Corporation, Worthington, Ohio, 1990.
Çelebi G. Spor Biyomekaniği. Spor Hekimliği Ders Notları. Ergen E. (Ed). Türk
Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Spor Hekimliği Kolu Yayın No: 1. Ankara
1992. s.127-142.
Fung YC. Biomechanics. Springer-Verlag, New York 1981.
Fung YC, Perrone N and Anliker M (Eds). Biomechanics, Its Foundations and
Objectives. Prentice Hall, Englewood Cliffs, New Jersey 1972.
Greenberg LH. Physics for biology and pre-med students. W. B. Saunders
Company Saunders Golden Series, Philadelphia 1975.
Kroemer KHE, Kroemer HJ and Kroemer KE. Engineering Physiology, 2nd
Ed. van Nostrand Reinhold, New York 1990.
Kummer B. Biomechanics of Bone. In: Biomechanics, Its foundations and
Objectives. Fung YC, Perrone N and Anliker M. (Eds). Prentice-Hall, Inc,
Englewood Cliffs, 1972.
Margaria R. Biomechanics and Energetics of Muscular Exertion. Clarendon
Press, Oxford, 1976
Nachtigal W. Biostatics. In: Biophysics, Hoppe W, Lohmann W, Markl H,
Ziegler H. (Eds) Springer-Verlag, Berlin 1983, 2nd Edition, p. 610-617.
Sears FW. Mechanics, Heat, and Sound. Addison-Weslye Publishing Co., Inc.
Reading, Massachusetts, 1958 (2. baskı) Ch 1-14, 26-28.
Stanford AL. Foundations of Biophysics. Academic Press Inc. London 1975
Ch. 5, 6.

P r o b l e m l e r:
1. Ön kolun kütlesi 1 kg ve kütle merkezi dirseğin 12.7 cm önündedir. Elin
kütlesi 0.4 kg ve kütle merkezi dirseğin 35.5 cm önündedir. El ile birlikte ön
kolun kütle merkezi dirseğin ne kadar önündedir?
2. v hızı ile hareket etmekte olan bir otomobil aniden fren yaptığında otomobilin
duruş mesafesi d için bir bağıntı bulunuz. (lastiklerle zemin arasındaki
sürtünme katsayısı µ sürtünme kuvvetinin otomobil ağırlığına oranıdır)
3. Yeryüzünde belli bir ilk hızla düşey doğrultuda sıçrayarak bir saniye sonunda
belli bir yüksekliğe çıkan bir kişi aynı ilk hızla başka bir gezegende yerde
çıkabildiğinin 4.1 m daha yükseğine çıkmıştır. Soz konusu gezegende çekim
ivmesi nedir?
4. 5000 devir/dak. açısal hızla dönmekte olan bir santrifüjün merkezinden 15 cm
uzaklıktaki test tübüne etki yapan merkezcil ivme yerçekimi ivmesinin (g) kaç
katıdır?
5. Aşağıda soldaki şekilde tek ayağının baş parmağı üzerinde duran bir kişinin
ayağındaki kuvvetler gösterilmiştir. Şağdaki şekil bu kuvvetleri ve
bileşenlerini şematik olarak göstermektedir. M aşil tendonunda oluşan
kuvvet, W yerin vücut ağırlığına karşı reaksiyon kuvvveti, R bu iki kuvveti
dengeleyen bileşke kuvvettir. Şekilde θ = 45°, β = 60° kabul ederek M ve R’yi
W cinsinden hesaplayınız (Sin 45° = Cos 45° = 0.707; Sin 60° = 0.866, Cos
60° = 0.500).
Bölüm 2

KAS VE İSKELET SİSTEMİNİN


BİYOMEKANİĞİ

2.1. Biyomekaniğin tıptaki önemi


Tıpta biyomekanik ortopedik cerrahide ve spor hekimliğinde geniş bir
uygulama alanı bulmuştur. Ortopedi biyomekaniği şu amaçlara yönelir:
1. Normal fonksiyonun daha iyi anlaşılması (Örneğin, hareketin kantitatif
düzeyde analizi), 2. Ortopedik cerrahiye yol gösterici olarak, 3. Sert ve yumuşak
dokuların (kemik, kas, tendon, ligament, deri, vb) mekanik özelliklerinin
araştırılması, 4. Vücut dışına (ortez) ve vücut içine (protez) yerleştirilen, iskelet
sistemine yardımcı cihazların tasarımı, 5. Travmadan veya cerrahi girişimlerden
sonraki rehabilitasyon ve fizik tedavi sürecine yol gösterici olarak ve 6. Cerrahi
alet tasarımı.
Aşağıdaki paragraflarda önce kemiğin iç yapısından, kuvvetin kemik
morfolojisi ve mimarisi üzerindeki etkilerinden ve kemiğin mekanik
özelliklerinden, sonra eklemlerden, son olarak da insanın iki ayak üzerinde
duruşunun mekanikğinden ve yürüme ve diğer vücut hareketlerinin kantitatif
analiz yöntemlerinden, söz edeceğiz.
2. 2. Kemik
Biyomekaniğin en erken ilgi alanlarından biri kemik olmuştur. Evrim
sürecinde iskelet sistemleri doğadaki kuvvetlerin etkisinde şekillenmiştir.
Kemiklerde iki tür şekillenmeden (remodelasyon) söz edilir: 1. Dış şekillenme
(kemik morfolojisi), 2. İç şekillenme (kemiğin iç mimarisi).

2. 2.1. İç şekillenme
Kemikle ilgili araştırmaların tarihinde kemiğin önce bir yapı elemanı sonra
bir malzeme olarak ele alındığı görülür. H. Meyer (1867) ve J. Wolff’a (1886)
göre kemik minimum materyel ile maksimum fonksiyonu gerçekleştiren bir yapı
elemanıdır ve kemiğin yapısal ögeleri şekil ve materyal dağılımı itibarı ile dış
kuvvetleri en iyi karşılayacak biçimde gelişirler (Wolff yasası). Buna fonksiyonel
adaptasyon denir.
Roux’ya göre (1895) kemik dokusu kullanıldıkça (yüklendikçe) hipertrofi
ile gelişip, şekillenir, kullanılmadığında atrofiye uğrar. Kemiğin minimum bir yapı
olması için substantia spongiosa trajektöriyel bir mimariye sahip olmalıdır. F.
Pauwels (1965), Wolff ve Roux’nun fikirlerini birleştirerek substantia
spongiosa’nın gerçekten trajektöriyel (eğik çizgili) bir mimariye sahip olduğunu,
uzun kemiklerin şekil ve materyal dağılımı itibarı ile taşıdıkları fizyolojik stresleri
en iyi karşılayacak biçimde geliştiklerini göstermiştir. Trajektöriyel sistemin
elemanlarına trabekula denir ve baskıyı ve gerilmeyi karşılayacak farklı
yönelimlerde trabeküla grupları vardır. (Şekil 2.1 ve Şekil 2.2).
Şekil 2.1. Proksimal femuruın substanstia spongiosa’sının trajektöriyel
yapısı (solda) ve Pauwells tarafından öngörülen teorik modeli (sağda)
(Kummer, 1966’dan)

Şekil 2.2. (a): Proksimal femurun radyogramı trajektöriyel sistemdeki


trabekülalar, (b): Baskı ve gerilme kuvvetlerini taşıyan çeşitli
trabeküler gruplar. (Thompson, Jon C. “Netter’s Concise Atlas of
Orthopaedic Anatomy”, Icon Learning Systems, 2001’den alınmıştır).

Stresin iç şekillenmeye (Internal Remodelling) etkisi şöyle


açıklanmaktadır. Kemik yapımından osteoblast denen kemik hücreleri,
yıkımından ise osteklast hücreleri sorumludur. Kemik optimum stres altında iken
kemik yapımı (osteoblast aktivitesi) ile yıkımı (osteoklast aktivitesi) birbirini
dengeler, optimum stresten sapmalar hipertrofiye veya atrofiye neden olur.
(Şekil 2.3).
Şekil 2.3. Kemik yapımının stresle geri bildirimli kontrolü (Kummer, 1972)

2. 2. 2. Dış şekillenme (external remodelling)


Stresin dış şekillenmeyi (External Remodelling) nasıl etkilediği Pauwels’ın
ulna üzerinde yaptığı analizle açıklanabilir. Ulnanın düz homojen bir çubuk
yapısında olduğunu, biseps giriş noktasının bir iple humerusun proksimaline
bağlandığını ve elde bir yük taşındığını kabul edelim (Şekil 2.4a) ilk şekil).
Kemik ekseni boyunca oluşan eğilme momenti ipin bağlı olduğu noktada
maksimum olmak üzere üçgen şeklinde bir dağılım gösterir (bkz Bölüm 1, Par
1.2.2 ve Şekil 1.13g). Kemiğin üst yüzeyindeki çekme ve alt yüzeyindeki baskı
stresleri simetriktir. Stresin çubuğun her noktasında aynı olması için çubuk
dirsek ucunda kalın, ele doğru incelen bir yapıda olmalıdır. Fakat bu yapı ağır ve
hantaldır. Şimdi el ile humerus distali arasına bir ip daha bağlandığını
düşünelim. Eğilme stresi ve gerilme ve baskı stresleri azalmış olarak daha
alttaki şekillerde gösterilmiştir. Fakat kemik malzemesinde fazla ekonomi
sağlanmadığı dikkat çekicidir. Şimdi ulnayı temsil eden çubuğa biseps giriş
noktasında bir kavis verildiğini düşünelim Bu durumla söz konusu stresler ve
bunların homojen dağılımı için gerekli kemik yapısı Şekil 2.4m’de gösterilmiştir
Şekil 2.4n ise gerçek ulnanın yapısını göstermektedir.

Şekil 2.4. Ulna’nın dış şekillenmesi (Pauwells, 1965’den)

2.3. Kemiğin mekanik özellikleri


Sert bir cismin belli bir stres altında geçirdiği boyut veya şekil değişikliği
(deformasyon - strain) ve bu değişikliğin hangi stres değerinde kalıcı hale
geldiği (elastiklik kaybı) mühendislik açısından önem taşıyan özelliklerdir. Elastik
davranışın diğer kavramları daha ayrıntılı olarak bir sonraki bölümde (Bölüm 3)
ele alınacaktır. Kemik ile ilgili burada sadece şu bilgileri vermekle yetinelim.
Kemik vücudumuzdaki sert dokulardandır, iç yapısı kalsiyum tuzları
(hidroksi apatit) içeren bir matris ile onun içine yerleşmiş protein (kolagen)
liflerinden oluşur. Bu hali ile betonarme yapıları andırır. Mineraller kemiğin
sertliğinden kollagen ise sağlamlığından ve elastiktikliğinden sorumludur. Kemik,
tırnak, kıkırdak hatta çekme kuvvetleri söz konusu olduğunda saç gibi sert
dokuların ve diğer katıların mekanik özellikleri, elastiklik modülüsü, sertlik,
dayanıklılık gibi ölçütlerle belirtilir. Tek boyuttaki elastik modülüsüne Young
Modülüsü denir, stresin (σ) deformasyona (ε) oranıdır (Ey= σ/ε). Deformasyon
(veya strain) boyutsuz olduğu için elastiklik modülüsü de stres boyutlarına (N/m2
= Pascal) sahiptir. Örneğin, insan femür kemiğinin Young modülüsü, Ey =
1.6x1010 N/m2 dolayındadır. Buna karşılık çeliğinki 21x1010 N/m2’ dir. (Diğer
malzemenin elastiklik modülüsleri için bkz. Bölüm 3, Tablo 3.1).
Sertlik (İng. stifness) elastiklik ile ilgili bir diğer kavramdır. Bir ucu
sabitlenmiş bir cismin serbest ucuna bir kuvvet uygulandığında uygulanan
kuvvetin cismin serbest ucunu önceki konumundan saptırma miktarına oranıdır.
Yani, F = kuvvet (N), d = sapma miktarı (m), olmak üzere, sertlik, k = F/d (N/m).
Sertlik bir bakıma yay sabitine benzer (Bkz. Bölüm 3). (Young modülüsü ve
sertlik hangi karakterlere sahiptirler - skalar/vektörel ?).
Son olarak, dayanıklılık bir cismin elastik özelliğini tersinmez (irreversibl)
biçimde kaybetmeden (kopmadan veya kırılmadan) önce taşıyabildiği en büyük
strestir.

2.4. Eklemler
İnsan iskeleti 206 kemikten oluşur. Aslında doğumda 300 kadar
kemiğimiz vardır. Fakat yaş ilerledikçe bazı kemikler birbiri ile kaynaştığından
kemik sayısı azalır. Vücudumuzdaki en uzun kemik bacağımızdaki (dizden
yukarı) femur kemiğidir, en kısa kemik ise orta kulaktaki özengi (stapez)
kemiğidir. Erkeklerin ve kadınların iskeletleri biraz farklıdır. Örneğin, dirsek
eklemi açısı farklıdır. Erkeklerin bacakları ve kolları nisbeten daha uzun ve
kalındır. Kadınlar daha geniş bir pelvise (kalça) sahiptirler. Böylece doğum
esnasında fetusun (bebeğin) buradan geçmesi daha kolay olur.
Kemikler eklemlerle başka kemiklere bağlanırlar. Eklemlerin birçok tipi
vardır. Fonksiyonel açıdan eklemler iki tiptir:
1. Gelişmeyi sağlayan eklemler (hareketsiz). Bunlara fibröz eklemler de denir.
Kafatasındaki ve pelvisteki eklemler bu tip eklemlerdir. Vertebralarla
(omurlar) bunların uzantıları da birbirlerine fibröz eklemlerle bağlıdır.
2. Hareketi sağlayan eklemler (sınırlı ve serbest hareketli)
Morfolojik açıdan ise eklemler üç gurupta toplanabilir:
1. Fibröz eklemler: Çoğu hareketsizdir (kafatasındaki eklemler gibi)
2. Kıkırdaklı eklemler: Bu eklemlerde kemikler arasında kıkırdak dokusu vardır,
hareketleri sınırlıdır (vertebral kolon eklemleri gibi)
3. Sinoviyal eklemler: Kıkırdaklı eklemlerden çok daha hareketlidirler. Kemikler
arasındaki boşluklar sinoviyal sıvı ile doludur. Bu sıvı kemik yüzeylerini
yağlar ve kemikleri korur (Örnekler, omuz, dirsek, bilek, kalça, diz, ayak bileği
eklemleri ve diğerleri)

2.4.1. Hareketli eklemlerin serbestlik derecesi:


Hareketli bir eklemin üç eksen üzerindeki lineer hareketi (öteleme,
translasyon) ve bu eksenler etrafındaki rotasyonu eklemin serbestlik derecesini
belirler. Örneğin, vücüdumuzdaki en hareketli eklem olan diz ekleminin üçü
translasyon üçü rotasyon olmak üzere 6 serbestlik derecesi vardır (Tablo 2.1)

Tablo 2.1. Hareketli Eklemlerin Serbestlik Derecesi

Eksen Eksen üzerinde Eksen etrafında


translasyon rotasyon
x Anterior/posterior Adüksiyon/abdüksiyon

(varus/valgus)
y Medial/lateral Fleksiyon/ekstansiyon
z Proksimal/distal Içe/dışa

Diz fleksiyonu ve ekstansiyonu:


Diz ekleminin y ekseni etrafındaki rotasyonu (sagittal düzlemde fleksiyon
ve ekstansiyon) daha da karmaşıktır. Bu esnada femur başı bir yandan tibia
platosu üzerinde kayaken diğer yandan da bu plato üzerinde yuvarlanır. Bu
durum Şekil 2.5c’de gösterilmiştir. (a) ve (b)’deki şekiller ise sırasıyla sadece
kayma ve sadece yuvarlanma hareketinin sonuçlarının ne olacağını
göstermektedir. Görüldüğü gibi (a)’da femur tibia platosundan dışarıya
çıkmakta, (b)’de ise belli bir fleksiyon açısından (yaklaşık 45º) sonra tibia’nın
kenarına çarpmaktadır.

Şekil 2.5. (a): Femur başının tibia platosu üzerinde sadece kayma hereketi,
(b): sadece yuvarlanma hareketi, (c): her iki hareket birlikte
(normal durum).

Kalça eklemi ve diğer eklemler:


Kalça ekleminde her üç eksen etrafında rotasyon olabildiği halde
translasyon yoktur. Bu nedenle kalça ekleminin serbestlik derecesi 3’tür. Diğer
eklemlerin serbestlik dereceleri benzer şekilde belirlenebilir. Örneğin, menteşe
tipinde eklemler olan parmak eklemlerinin sadece bir eksen etrafında sınırlı
rotasyonları mümkündür.

2.4.2. Eklem kuvvetlerinin hesaplanması


Eklem kuvvetlerini statik (hareketsiz) koşullarda Newton’un I. Yasasından
hesaplamak kolaydır. Bunun bazı örnekeleri Bölüm 1’de verilmiştir. Dinamik
koşullarda ise eklem kuvvetleri ya invaziv (cerrahi girişim gerektiren)
yöntemlerle ölçülür, ya da özel yöntemlerle kinematik parametrelerden yaklaşık
olarak hesaplanabilir. Bu konuyu biraz ileride ele alacağız.
Ancak, klinik önemi nedeni ile burada diz eklemindeki patello-femoral
baskı kuvvetinden söz etmek yerinde olur. Esasen dizde iki eklem vardır. 1.
femur ile tibia arasındaki eklem, 2. patella (diz kapağı) ile femur arasındaki
eklem. Şekil 2.6 diz ekstansiyondan fleksiyona giderken patellanın femur
üzerindeki hareketlerini göstermektedir.
Şekil 2.6. Diz ekstansiyondan (femür ile patella arasındaki açı 180º ),
fleksiyona (femür ile patella arasındaki açı 90º) giderken
patellanın femüre göre aldığı konumlar.
Tahmin edilebileceği gibi femur ile tibia arasındaki açı daraldıkça
patellanın femure uyguladığı kuvvet artacaktır. Bu ise bazı kişilerde patella ile
femür arasındaki sürtünmeyi artırarak ikisinin temas yüzeylerinde aşınmaya ve
dejenerasyona yol açar. Diz ağrısı ile kliniğe başvuran hastaların çoğunda
chondromalacia patella adı verilen bu patolojik durum görülür.
Diz fleksiyonda iken kuadriseps (Q) ve patella tendonu (T) kuvvetlerinin
bileşkesi patellofemoral baskı kuvvetini (PFCF) verir (Şekil 2.7).

θ
PFCF

T
PFCF = Q2 + T 2 + 2 QT cos θ
Q = T kabul edilirse
PFCF = T 2(1 + cos θ)

Şekil 2.7. Kudriseps kuvveti (Q) ile patella tendonu kuvvetinin (T)
bileşkesi patellofemoral baskı kuvvetidir (PFCF). Formüldeki θ
açısı Q ile T kuvveti arasındaki açı, G noktası dizin anlık dönme
merkezidir.

Şeklin sağındaki bağıntıya göre PFCF:


1. Diz tam ekstansiyonda, yani θ = 180º iken:
cos 180 = -1 olacağından PFCF = 0, (patella serbest)
2. Diz tam fleksiyonda, yani θ = 0º iken (fakat bu teorik bir durumdur, çünkü
femur ile tibia arasındaki fleksiyon açısı hiçbir zaman 0 olamaz):
cos 0 = 1 olacağından PFCF = 2Q (teorik maksimum değer)
olur.
Yani fleksiyon açısı küçüldükçe (veya kuadriseps kasına teğet çizilen doğru ile
tibia ekseni arasındaki açı arttıkça) hem kuadriseps kuvveti hem de PFCF artar.
Bu ilişki ölçümlerle de kanıtlanmıştır (Şekil 2.8). Şu halde, şiddetli diz ağrısından
şikayetçi olan chondromalacia patella hastalarının çömelmekten kaçınmaları
gerekir.

Şekil 2.8. Fleksiyon açısı (burada kuadricsps kasına çizilen teğet ile tibia
ekseni arasındaki açı) ile kuadriseps kuvvetinin ve PFCF’nin
değişmesi. (Diz tam ekstansiyonda iken yukarıdaki fleksiyon açısı
0 derecedir, maksimum fleksiyonda ise 150 derecenin üstüne
çıkamaz).

2. 5. İnsanda iki ayak üzerinde duruşun biyomekaniği


Yüksek tür memliler arasında iki ayak üzerinde duran ve yürüyen tek
canlı insandır. Primatlar ve kangurular da kısa sürelerle dik durabilirler fakat
bunlar için doğal postür dört ayak üzerinde durmaktır. Bazı antropologlar
insanın, ataları olan primatlardan (büyük maymunlar ve şempanzeler) her
bakımdan bu derece farklılaşmasının nedeni olarak iki ayak üzerine kalkmasını
göstermişlerdir. İki ayak üzerinde durmak insana başı ve gövdeyi yerden uzakta
tutulabilme, solunum, sindirim ve boşaltım sistemlerinin daha verimli çalışması
ve yürürken daha az enerji kullanılması gibi avantajlar sağlamasına karşılık sinir
ve iskelet sistemleri açısından bazı sakıncalar getirmiştir.
İki ayak üzerinde duran bir memelinin vertebral kolonu üzerinde iki
mekanik etki rol oynar:
1. Yerçekiminden doğan bir baskı kuvveti,
2. Öne doğru bir fleksiyon momenti
Dik duruş kas kuvvetleri ile sağlanır, çünkü sadece ligamentlerle desteklenen bir
vertebral kolon eksantrik yük taşıyamaz. Şekil 2.9a’daki anten direği buna bir
örnektir.
Vertebral kolonun yük taşıyıcı yapısı, servikal, torasik, lomber ve pelvik
segmentlerindeki kavislerle daha da karmaşık bir özellik kazanmıştır (Şekil
2.9b). Servikal ve lomber segmentlerde vertebralar arasındaki disklerin ön
kısımları arka kısmlarından daha kalın olduğundan bu segmentlerin öne doğru
konveksliklerine katkıda bulunurlar. Torasik segmentlerde ise disk kalınlığı her
yerde hemen hemen aynıdır.
(a) (b)

Şekil 2.9. (a): Bir anten direğini dik tutan elemanlar, (b) vertebral kolonun
konturlu yapısı

2.5.1. Vertebral kolonda yük dağılımı


Vertebral kolon aksiyel doğrultuda yüklenmiş basit bir sütun gibi
davranmaz. Kolona yük üç koldan iletilir:
1. Vertebra gövdeleri ve diskler üzerinden
2. Bir vertebranın her iki tarafındaki (postero-lateral) artiküler uzantılar
üzerinden
Böylece vertebral kolon üst üste yığılmış üç ayaklı taburelerin oluşturduğu bir
sütuna benzetilebilir (Şekil 2.10). Vertebra gövdesi ve disk diğer iki kolun
taşıdığından daha fazla yük taşır.

Şekil 2.10. Bir vertebranın yük taşıyan elemanları üç ayaklı bir tabureyi
andırır.
Herhangi bir yük kaldırma hareketi vertebral kolon üzerinde büyük bir
fleksiyon momenti meydana getirir (Moment = Kuvvet x Mesafe). Sırttaki
ekstansör kasların (erector spinae) moment kolları çok kısa olduğundan bu
momenti karşılamak için kaslarda büyük kuvvetler oluşur. Vertebral kolondan 40
cm ötede elde tutulan 40 N'luk (yaklaşık 4 kg'lık) bir ağırlık ekstansör kaslarda
664 N'luk (yaklaşık 66 kg) bir kuvvet oluşmasına yol açar (Şekil 2.11).

eldeki yük erector spinae

40 N vertebral
kolon

664 N

(a) (b)

Şekil 2.11. Kolları öne doğru uzatarak elde bir yük taşırken vertebral
kolonun mekanik modeli (a), ve basit kaldıraç sistemi şeması
(b).
Vertebral kolon üzerindeki yük in vivo koşullarda doğrudan ölçülemez
ancak ya 1. Karın içi basınçtan ya da 2. Disk içi basınçtan dolaylı yolla
belirlenebilir.
Karın içi ve diskiçi basınçlar:
Karın içi basıncın doğrudan ölçümü zordur, fakat barsak içi basınç bunu
yansıtır. Karın içi basınç öne doğru eğilmede omurgaya yardımcıdır.
Vertebraların matematiksel modellerine göre vertebral kolon öne doğru
eğildiğinde karın içi basınç önemli ölçüde artar.
Disk nükleüsü (nucleus pulposus) hidrostatik özellikler taşır. Disk içi
basınç diskin birim kesit alanına uygulanan yükün ortalama 1.5 katı kadardır.
Disk içi basınç, disk üzerindeki baskı kuvveti 2000 N'a kadar artırıldığında
kuvvetle lineer biçimde artar. Fakat aradaki orantı uygulanan kuvvetle değişir;
yük artırıldıkça lineer ilişki zayıflar.
Dik ayakta durma ve oturma esnasında karın içi basınç düşüktür ve
oturağın tipi ile ve olağan büro aktiviteleri ile çok az değişir. Disk basıncı ise bir
çok oturak parametresi ile değişir ve oturarak yapılan aktivitelerden etkilenir
(Şekil 2.12).

Şekil 2.12. Ayakta ve desteksiz oturuşta disklerin birim alanına düşen


kuvvet (Newton olarak). A: rahat ayakta dururken, B: rahat
otururken, C: kollar destekli rahat, D: ayaklar desteksiz , E: dik
otururken, F: öne eğilmiş , G: öne doğru dik, H: sırt arkaya
doğru öne eğilmiş (Andersson, 1990’dan alınmıştır).

Ayakta dururkenki disk basıncı otururkenki basınçtan %30 daha


düşüktür. Eğik arkalıklı bir sandalyede otururkenki basınç dik otururkenki
basınçtan %50 daha düşüktür. Sandalyeye arkalıklar, lomber destekler ve kol
destekleri ilave edildiğinde disk içi basıncın bunlardan etkilendiği saptanmıştır.
Arkalık açısı artırıldıkça disk içi basınç düşer. Lomber destek, lomber kavisi
etkilediği ve disk deformasyonunu azalttığı için disk basıncını düşürür. Kol
desteği ise vücut ağırlığını azalttığı için vertebral kolona binen yükü hafifletir.
Disk içi basıncın gövde fleksiyon açısı ile lineer bir biçimde arttığı
saptanmıştır. Karın içi basınç da gövde fleksiyon açısı ile lineer bir biçimde artar.
Karın içi basınç, fleksiyon halindeki gövde üzerine binen yük artışı ile de lineer
bir biçimde artar. Fakat bazı araştırmacılar bu artışın büyük yükler için nonlineer
olduğunu gözlemişlerdir (Şekil 2.13).

(a) (b)

Şekil 2.13. Disk için basıncın (a) ve karıniçi basıncın (b) gövde fleksiyon
açısına göre değişmesi (Andersson, 1990’dan alınmıştır).

Lateral eğilme ve rotasyon şeklindeki postür değişiklikleri karın içi basıncı


etkilemediği halde diski içi basıncı artırır. Bir ağırlık kaldırılırken karın içi basınç
tipik olarak önce en yüksek değerine çıkar; yük kaldırıldıkça da sabit bir değerde
kalır. Vertebral kolon öne eğilmiş durumda iken kolona binen yük maksimumdur
ve dolaysıyla bir yük kaldırılırken bel bükülmemelidir, sırt daima dik tutulmalıdır.
Karın içi basınç çekmede, itme ve ağırlık kaldırmada olduğundan daha az artar.
Vertebral kolonun taşıdığı yükü değerlendirmekte disk içi basınç ölçümü
en doğrudan ve güvenilir yöntem olmakla birlikte invaziv ve pratik açıdan zor bir
yöntemdir. Diğer taraftan, vücuttan çıkarılmış sağlıklı disklerden uygun
koşullarda hidrostatik basınç ölçümleri bu yapılar için biyomekanik modeller
geliştirilmesine olanak sağlar. Daha sonra basınç ölçümü yerine bu modeller
kullanılabilir.
Karın içi basınç ölçümü basit, güvenli, ucuz ve deneğe fazla rahatsızlık
vermeyen bir yöntemdir. Ancak, karın içi basınç, sagittal simetrinin geçerli
olduğu bazı koşullar dışında, vertebral kolona etki yapan baskı kuvveti ile
doğrudan bir ilişki göstermez.

2.6. Yürüme analizi


Yürüme vücudun iki bacak üzerinde ileriye doğru istemli hareketidir.
Yürümede her iki bacağın yere bastığı bir çift destek evresi vardır. Bu evre
yoksa hareket koşma hareketidir. Koşmada bacaklar yere değişimli olarak
basarlar. Yürümeyi başlatan komut beynin motor korteksinden kaynaklanır,
kortikospinal yollarla doğrudan doğruya ve ve ekstrapiramidal sistem üzerinden
dolaylı yollarla omuriliğe iletilir. Bu komutlar omurilikte patern jeneratörü adı
verilen yerel sinir devrelerini tetikler. Bu evreden sonrası omurilik nöronlarının
kompleks fakat eşgüdümlü faaliyetinden oluşan ritmik bir reflekstir. Yürümenin
omurilikte lokal bir refleks olduğu, serebrumları omuriliklerinden ayrılmış
(deserebre) deney hayvanlarının ayakları altına bir destek konduğunda
(propriyoseptif uyaranlarla) otomatik yürüme hareketleri yapmalarından
anlaşılmıştır.
Yürüme ve diğer lokomotor hareketlerin kantitatif düzeyde analizi ortopedi
ve fizik tedavi kliniklerinde ve spor biyomekaniğinde tanı, tedavi ve araştırma,
amacı ile kullanılan rutin bir uygulama haline gelmiştir. Yürüme analizi iki
düzeyde yapılabilir:
1. Gözlemle ölçülen basit yürüme parametrelerinin (yürüme siklusu, adım
uzunluğu, iki adım uzunluğu, adım sıklığı, ayakların yere basma ve sallanma
süreleri, yürüme hızı, tek ve iki ayakla destek fazlarının süreleri gibi)
saptanması.
2. Video ve sinematografi yöntemleri ile kinematik değişkenler ve vücut dışı
kuvvetler ölçülerek elde edilen verilerden “dinamiğin ters problemi” (inverse
problem of dynamics) yaklaşımı ile dinamik ve kinetik bilgilere ulaşılması.
Şekil 2.14 iki adım uzunluğu olarak tanımlanan bir yürüme siklusunu
göstermektedir. Bir yürüme siklusu aynı ayak topuğunun (genellikle sağ topuk
referans alınır) ardı sıra yere bastığı noktalar arasındaki uzaklıktır veya yere
basma anları arasında geçen süredir. Yürümenin farklı fazları siklusun yüzdesi
olarak gösterilir. Bir bacak yer ile temas halinde iken geçen süreye o bacağın
yere basma fazı, bu esnada diğer bacağın havada kalma süresine o bacağın
sallanma fazı denir. Her iki bacağın yer ile temas halinde kaldığı süreye ise çift
destek fazı denir. Tek bacağın yere bastığı süre ile diğer bacağın sallanma
süresinin aynı olacağı açıktır.
2.6.1. Basit yürüme parametrelerinden yürüme analizi
Şekil 2.15 yürümenin başlangıcında, ritmik adım atma, yavaşlama ve
durma evrelerinde vücudun öne doğru zaman içindeki hız değişikliklerini
göstermektedir. Görüldüğü gibi her evrede hız dalgalı bir eğri ile temsil edilebilir.
Ritmik evrede bile vücut her adımda ortalama hızın altındaki ve üstündeki
hızlarla ilerler. Bu hareket, örneğin, buz üzerinde kayarken tekdüze bir hızla yol
almaktan farklıdır.

Şekil 2.14. Yürüme siklusu ve yürüme parametreleri


Şekil 2.15. Yürümenin başlangıcı, gelişmesi ve durması esnasında ilerleme
hızının zamanla değişmesi.

Şeki 2.16. yürümede rol alan başlıca kasların fazik aktivitelerini


göstermektedir. Görüldüğü gibi sallanma ve basma fazlarının başlangıç
anlarında kasların çoğu aktiftir. Basma ve sallanma fazlarının ortalarında kas
aktivitesi en az olduğu halde, en çok açısal yol bu esnada alınır. Anlaşıldığına
göre kasların temel görevi bacakların açısal hareketlerini (fleksiyon ve
ekstansiyon) hızlandırmak ve yavaşlatmaktır.

Şekil 2.16. Yürüme hareketlerinde rol alan başlıca bacak ve kalça


kaslarının aktivitesi. Kasların temel görevi bacakların açısal
hareketlerini hızlandırmak ve yavaşlatmaktır (Maquet, 1976’dan
alınmıştır).

Bazı araştırmacılar iki adım uzunluğunu adım sıklığının fonksiyonu olarak


incelemişlerdir (Şekil 2.17). Şekilde görüldüğü gibi belli bir adım sıklığına
(frekansına) kadar iki adım uzunluğu adım sıklığı ile doğru orantılıdır. Adım
sıklığı dakikada 130’u aştığında ise iki adım uzunluğu aynı oranda artmaz. Bu
durum tüm normal insanlar için geçerlidir. Şekil 2.18 yirmibeş normal erkekle
yapılan bir çalışmanın sonuçlarını göstermektedir. Belli bir adım sıklığında iki
adım uzunluğu kişiden kişiye değişmekle birlikte doğruların eğimleri tüm
denekler için hemen hemen aynıdır.
Şekil 2.17. İki adım uzunluğunun adım sıklığına göre değişmesi

Şekil 2.18 İki adım uzunluğunun adım sıklığına göre değişmesi (25 normal
erkeğe ait grafikler).

Diğer taraftan, adım sıklığına göre çift destek fazını ölçen bir gurup
araştırmacı çift destek fazının, beklendiği gibi adım sıklığı ile ters orantılı
olduğunu, yani adım sıklığı (ritmi) arttıkça yürüme siklusunun yüzdesi olarak çift
destek fazının kısaldığını göstermişlerdir. Bu tür sonuçlar hareket bozukluğu
olan hastalarla (örneğin, Parkinson hastaları) normal denekler arasında farklılık
göstermekte, bu da klinik tanıya yardımcı bilgiler sağlamaktadır.
Yürümenin elemanları
Normal yürümeye katkıda bulunan başlıca 4 elemandan söz edilir. Bunlar:
1. Her üç eksen etrafında pelvik rotasyonlar,
2. Yere basma fazında diz fleksiyonu,
3. Ayak: Bacağın diz altı bölümünün yolunu yumuşak bir kavise dönüştürür,
4. Ayak bileği: Bacak hareketinin yolunu (3. elemanla birlikte) yumuşak bir
kavise dönüştürür,
Şimdi yürümenin elemanlarını biraz daha ayrıntılı olarak ele alalım.
Pelvik rotasyonlar: Yürüme esnasında pelvis her üç eksen etrafında yürüme
siklusunun fazına, adım sıklığına ve yürüme hızına göre değişen açılar alır.
a) Sagital düzleme dik eksen etrafında, örneğin, 76.7 m/dak hızla ve 103.9
adım/dak ritimle yürürken (sağ sagital düzlemden bakıldığında) pelvisin dikey
doğrultu ile yaptığı açı 4º (ekstansion) ile 1º (fleksiyon) arasında değişir.
Daha yüksek yürüme hızlarında daha büyük bir fleksiyon açısı görülür (Şekil
2.19).

Şekil 2.19. Öne ve arkaya pelvik rotasyon


b) Dikey eksen etrafındaki açı yatay doğrultuya göre 1º dışa rotasyon ile 6º içe
rotasyon arasında değişir (Şekil 2.20).

Şekil 2.20. Pelvis, femur ve tibia’nın içe (internal) ve dışa (external)


rotasyonları.
c) Pelvis antero-posterior eksen etrafında da yük taşımayan bacak tarafına
yataydan 5º‘lik sarkma ve karşı bacak tarafında 5º‘lik yükselme (Pozitif
Trendelenburg) açıları yapar (Şekil 2.21).

Şekil 2.21. Pelvisin frontal düzlemde üç farklı yürüme hızında aşağıya ve


yukarıya doğru sapmaları.
Diz fleksiyonunun etkisi: Diz fleksiyonu pelvik rotasyonlarla birlikte diz ve
kalça eklemlerinin ve dolaysıyla vücut ağırlık merkezinin izlediği yolu bir çember
yayından daha düz bir eğriye (eğrilik yarıçapı bacak uzunluğunun 2.2 katı)
dönüştürerek ağırlık merkezinin bacak üzerinden geçişi esnasındaki yükselişini
azaltır. Bu da yürümede yapılan işte (harcanan enerjide) tasarruf sağlar.

Şekil 2.22. Diz fleksiyonu diz ve kalça eklemlerinin yollarını daha yumuşak
birer kavise dönüştürür (Maquet, 1976’dan alınmıştır).

Ayak ve oynak ayak bileğinin etkisi: Şekil 2.23, diz ekleminin ayak olmadığı
ve ayak olsa da ayak bileği olmadığı durumlarda izleyeceği yol ile her ikisinin
varlığında izlediği yolu göstermektedir. Görüldüğü gibi ayak olmadığında diz
eklemi bir çember yayı üzerinde hareket eder. Eklemsiz bir ayak olması
durumunda bu yay iki parçaya bölünür (Şekil 2.23a). Oynak bir ayak bileğinin
varlığı ise dizin yolunu düzleştirir (eğrilik yarıçapını artırır) (Şekil 2.23b).

(a) (b)
Şekil 2.23. Diz ekleminin (a) ayak ve oynak bir ayak bileği olmadığı, (b)
oynak bir ayak bileği olduğu durumda izlediği yollar. Ekleminin
(b)’de izlediği yol daha düzdür (Maquet, 1976’dan alınmıştır).

Diğer taraftan, diz ekleminin yere basma fazında izlediği yolun


düzleştirilmesine kas aktivitesinin kontrolündeki ayak bileği hareketleri de
yardımcıdır. Ayağın ön bölümünün yere hızla inip çarpması kas kontrolü ile
önlenir, daha sonra da plantar fleksor kaslar (triceps surae) topuğu yerden
kaldırırlar (Şekil 2.24).

Şekil 2.24. Yere basma fazında kas kontrolündeki ayak bileği hareketleri
(Maquet, 1976’dan alınmıştır).

Yürmenin diğer kinematik parametreleri:


Yürüme esnasında diz açısı da geniş sınırlar içinde değişir. Diz yürürken
çoğu zaman fleksiyondadır. En büyük fleksiyon açısı sallanma fazında görülür
(Şekil 2.25).

Şekil 2.25. Üç farklı hızla yürümede diz açısının zamanla değişmesi.


Şekil 2.26. Yürüme siklusu süresince kalça eklemi, diz eklemi, ayak bileği
ve ayak başparmağının izledikleri dikey yollar.

Kalça eklemi, diz eklemi, ayak bileği ve ayak başparmağının yürüme


siklusu süresince izledikleri dikey yollar Şekil 2.26’da gösterilmiştir.
Yürüme siklusu süresince kalça eklemi ve vücut ağırlık merkezi dikey
doğrultudaki hareketlerine ek olarak yatay düzlemde yanlara doğru da hereket
ederler. Yanlara doğru hareket yürüme stiline göre değişir. Bacaklar açık
yürümede yanlara hareketin genliği büyüktür, bacaklar kapalı yürümede ise
yanlara hareketin genliği küçüktür (Şekil 2.27a). Bacaklar açık yürümede yatay
yolun sinüsoidal karakteri daha belirgindir. Ağırlık merkezinin zaman içinde
izlediği dikey yol Şekil 27b’de gösterilmiştir. Görüldüğü gibi bir yürüme siklusu
içinde vücut ağırlık merkezi herbiri bir bacak üzerinde iki kez yükselirken bir kez
de yana salınır. Şekil 2.28 vücudun yatay (a) ve dikey (b) salınımlarını üç
boyutlu bir grafikle göstermektedir.

(a) (b)

Şekil 2.27. (a) : Vücut ağırlık merkezinin yatay salınımları. Bacaklar açık (solda) ve kapalı
(sağda) yürümedeki salınımlar. (b) Ağırlık merkezinin dikey salınımları. Bir
yürüme siklusunda vücut yukarıya doğru iki kez yükselirken bir kez yana doğru
sapar (Maquet, 1976’dan alınmıştır).
Şekil 2.28. Vücut ağırlık merkezinin yatay (a) ve dikey (b) salınımlarının üç boyutlu bir
grafikle gösterilmesi. c’de bu grafiklerin bir osiloskop ekranında oluşturdukarı
Lissajoux şekli –yatık bir sekiz rakamı- görülmektedir. Lissajoux paternelri için
kutu içindeki metne bakınız).
Bu salınım fonksiyonları elektriksel potansiyel değişikliklerine
dönüştürülüp bir osiloskobun sırası ile yatay ve dikey saptırma plakalarına
gönderildiğinde Şekil’de “c” ile gösterilen yatık 8 şekli elde edilir. Yani y’nin x’e
göre grafiği ekranda bir yatık 8 şekli verir. Fakat başka yürüme koşullarında
farklı şekiller elde edilir. Bir osiloskobun yatay ve dikey saptırma plakalarına
frekansları ve/veya fazları farklı sinyaller gönderildiğinde elde edilen bu tür
şekillere Lissajous (lisaju okunur) şekilleri denir. Frekans ve faz ilişkilerinin
başka kombinasyonları ile elde edilen Lissajous şekilleri kutu içindeki
“Lissajous Şekilleri” başlıklı bölümde verilmiştir.
Şimdi tekrar vücudun yatay ve dikey eksenler üzerindeki salınımlarına
dönelim. Örneğin, bu salınımların her birinin yaklaşık olarak birer sinusoidal
fonksiyon olduğunu kabul ederek dikey salınım frekansının yatay salınım
frekansının iki katına eşit olduğunu ancak fazlarının aynı olmadığını düşünelim.
Düşük ve orta hızlarda yürürken bu koşullar geçerlidir. İki salınım arasındaki faz
farkı 90º’den azdır (Şekil 2.29).

Şekil 2.29. Düşük ve orta yürüme hızlarında vücut kütle merkezi dikey ve
yatay eksenler boyunca yukarıdaki frekans ve faz ilişkileri içinde
salınımlar yapar. Dikey salınım frekansı yatay salınımın
frekansının iki katı ve aralarındaki faz açısı 90º den azdır. Bu
koşullar için eled edilen Lissajous şekli asimetrik (çarpık), yatay
bir 8 rakamına’e benzer. Faz farkı 90º’ye (veya 270º) yaklaştıkça 8
şeklinin kenarları birbirine yapışarak U harfini andıran bir şekle
dönüşür.

Şekil 2.30 farklı adım uzunluğu, adım sıklığı ve yürüme hızlarının


vücudun dikey ve yatay sapmalarını nasıl etkilediğini göstermektedir. Görüldüğü
gibi farklı yürüme parametreleri ile dikey ve yatay sapmalardan farklı Lissajous
şekilleri elde edilir. Şekil 2.30’daki tüm şekillerde frekans ilişkisi 2:1 oranındadır
fakat faz farkları soldaki şekilde 0º (Şekil 2.28c’deki gibi), ortadaki şekilde 0º ile
90º arası bir değerde, sağdaki şekilde ise 90º’dir.
Şekil 2.30. Farklı yürüme parametreleri dikey ve yatay sapmalar arasındaki
faz ilişkisini etkiler. Bu sapmalardan elde edilen Lissajous
şekilleri de asimetrik yatık bir 8 rakamı (solda) ile V harfi
(sağda) arasında değişir. Soldaki şekilde iki sapma arasındaki
frekans ilişkisi 2:1, faz ilişkisi 0 derecedir. Sağdaki şekilde
frekans ilişkisi 2:1 ve faz ilişkisi 90 drecedir. Ortadaki şekilde ise
frekansilişkisi yine 2:1, faz ilişkisi 0-90 derece arası bir değerdir.

Faz farkı iki sinüsoidal fonkisyonun farklı değerlerden başladığını belirtir.


Örneğin, frekansları aynı olan iki fonksiyondan biri sıfırdan başlayıp artarken
diğeri maksimum değerinden başlayıp azalmakta ise aralarındaki faz farkı tam
90º’dir. Böyle iki fonksiyondan birinin diğerine göre grafiği tam bir dairedir. Eğer
aralarındaki faz farkı sıfır ise, yani herikisi de birer sinüs veya cosinüs
fonksiyonu iseler, ortaya çıkan Lissajous şekli 45º eğimli bir ‘doğru’ dur. Çünkü
y = x bağıntısı 45º eğimli bir doğrunun denklemidir. Faz farkı 0º ile 90º arasında
ise kısa eksen uzunlukları faza göre değişen elipsler elde edilir.
Benzer şekilde, yürümede veya koşmada vücut ağırlık merkezinin ileriye
doğru aldığı yola karşı dikey doğrultuda aldığı yolun grafiği Şekil 2.31’de
gösterilen elipslere benzer (yürümede pozitif eğimli, koşmada negatif eğimli
kapalı bir eğridir . Yol fonksiyonları aynı fazda (0º) olsalardı elips yerine pozitif
eğimli bir doğru, birbirine tam zıt (180º) fazda olsalardı negatif eğimli bir doğru
elde edilirdi. Birbirinden tam 90º faz farkına sahip fonksiyonlar (bir sinüs ile bir
cosinüs fonksiyonu gibi) daire şeklinde bir grafik verirler. Aralarındaki faz farkı 0º
ile 90º arasında olan fonksiyonlar ise Şekil 2.30’dakiler gibi elipse benzeyen
kapalı eğriler verirler (bkz Lissajous Şekilleri).
Şekil 2.31. Ağırlık merkezinin yürümede (üstteki grafik) ve koşmada (alttaki
grafik) ileriye doğru aldığı yola karşı dikey doğrultuda aldığı
yolun grafikleri. Koşma grafiğinde kesikli çizgi ile gösterilen
bölüm iki bacağın da yerle temasta olmadığı anları gösterir.
Grafikteki noktalar 1/30 saniye aralıklı ölçüm anlarını, büyük
noktalar (T.T.) topuğun yere değdiği anları göstermektedir.
Lissajous Şekilleri

Bir osiloskobun (osiloskobun çalışma prensibi için bkz Bölüm 8, “Üniform


elektrik alanı ile bir uygulama – Katod ışınları tübü”) düşey ve yatay saptırma
plakalarına Şekil 1’deki gibi ikisi de aynı frekansta ve aynı fazda iki fonkisyon
uygulanırsa, ekranda yatayla 45º’lik açı yapan (pozitif eğimli) bir doğru elde
edilir, çünkü bu doğrunun denklemi y=x fonksiyonudur.

Şekil 1. Düşey ve yatay saptırma plakalarına aynı fonksiyonun (y=x)


uygulandığı bir osiloskobun ekranında yatayla 45 derecelik açı
yapan doğrunun elde edilişi. Heriki fonksiyon üzerindeki A, B, C, D
noktalarının ekrana projeksiyonları bu doğru üzerinde kesişirler.

Eğer yukarıdaki fonksiyonlar arasında 90º’lik bir faz farkı varsa, yani
fonksiyonlardan biri sinüs diğeri bir kosinüs fonksiyonu ise ekrandaki görüntü
tam bir dairedir (Şekil 2).
Şekil 2. Aralarında 90º faz farkı olan aynı frekansta iki fonksiyonun
birbirine göre grafiği bir dairedir.

Şimdi yatay plakalara frekansı f, düşey plakalara da frekansı bunun iki


katı olan (2f) birer sinüoidal fonksiyon uygulayalım. Aralarında faz farkı olmasın.
Bu durumda Şekil 3’degösterilen yatık 8 rakamı şekli elde edilir.
Benzer biçimde aralrında değişik derecelerde faz farkları ve frekans
farkları olan sinyallerden çok çeşitli Lissajous şekilleri elde edilir. Şekil 4 farklı
frekans ve faz ilişkisi içinde olan fonksiyonlarla elde edilmiş Lissajous şekillerini
göstermektedir.

Şekil 3. Aralarında faz farkı olmayan biri f, diğeri 2f frekanslı iki fonkisyonu
birbirine göre grafiği bir yatık 8 rakamı gibidir.

Şekil 4’de harflerle gösterilen Lissajous şekilleri faz ve frekans ilişkileri aşağıda
verilen fonskiyonlardan elde edilmiştir.

A: frekans aynı faz farkı 0 derece


B: frekans aynı faz farkı 90 derece
C: frekans 2:1 faz farkı 0 derece
D: frekans 2:1 faz farkı 90 derece
E: frekans 3:1 faz farkı 90 derece
F: frekans 4:1 faz farkı 90 derece
G: frekans 2:1 faz farkı 45 derece
H: frekans 4:1 faz farkı 45 derece

A B C D

E F G H

Şekil 4. Değişik frekans ve faz ilişkisi gösteren fonksiyonlardan elde


edilmiş Lissajous şekilleri.

2.6.2 Yürüme ve diğer vücut hareketlerinin kantitatif analizi:


Yürüme veya diğer vücut hareketlerin kantitatif analizi için vücudun ilgili
segmentlerinin dönme ve öteleme hareketleri ve eklemlerin açıları ya uzuv -
eklem sistemlerine takılan (iskelet dışı) aygıtlarla ya da fotoğraf makinaları film
kameraları, video kameraları, elektro-optik aygıtlar ve ultrason cihazları ile
uzaktan kaydedilir. Uzaktan kayıt yöntemlerine stereometri denir. Stereometri
hareketli bir noktanın anlık konumlarının laboratuvar koordinat sisteminde
(global koordinat sistemi) üç boyutta izlenmesine olanak verir. Bu amaçla gövde
birçok rijid segmente ayrılır. Şekil 2.32 onyedi segmente ayrılmış böyle bir
segment haritasını göstermektedir. Görüldüğü gibi her segmentin üstünde lokal
(yerel) bir koordinat sistemi tanımlanmıştır.
Tipik bir yürüme analizi deneyi üç evrede gerçekleştirilir:
1.Deneğin (hastanın) hazırlanması
2. Veri kaydı
3. Veri analizi.
Şekil 2.32. Gövdenin 17 segmente ayrılmış haritası (Hatze, 1980)

Deneğin hazırlanmasında bazı anatomik ölçümler (diz genişliği, ayak


bileği genişliği gibi) yapılır ve ilgili her vücut segmentinde aynı doğru üzerinde
olmayan en az iki noktaya ışığı yansıtan, ışıkta parlayan veya kendileri birer ışık
kaynağı olan işaretleyiciler (marker) yerleştirilir (Şekil 2.33). Böylece,
işaretleyicilerin koordinatları yerel koordinat sisteminde tanımlanır. Segmentlerin
konumları da laboratuvar (global) koordinat sistemi referans alınarak ifade
edildildiğinde işaretleyicilerin koordinatları o segmentin konum vektörü ve
rotasyon matrisinden vektörel işlemlerle laboratuvar (global) koordinat
sisteminde tanımlanabilir. Böylece tüm işaretleyicilerin konumları aynı ve tek bir
koordinat sistemi (global koordinat sistemi) referans alınarak ifade edilebilir. Söz
konusu vektörel işlemler robotik adı verilen bilim alanının yöntemleridir ve bu
kitabın düzeyini aşacak derecede karmaşık olduklarından burada bunlardan
daha fazla söz etmeyeceğiz.
İşaretleyici hareketlerinin uzaktan ve en az iki farklı açıdan bu şekilde
kaydedildiği yönteme stereofotogrammetri denir. İşaretleyicilerin konumları
yukarıdaki gibi kaydedilirken aynı anda denek (hasta) kuvvet ölçen bir platform
(force plate) üzerinde yürütülür (Şekil 2.33). Bu esnada vücuda etki yapan dış
kuvvet (yerin reaksiyon kuvveti) ölçülür. İşaretleyicilerin 3 boyuttaki hareketleri
segmentlerin kinematik değişkenlerini (yol, hız ve ivme) ölçmemizi sağlar. Bu
değişkenler ve segmentlere ait diğer bilgilerden de (kütle, eylemsizlik momenti,
dönme ekseni) dinamik (kuvvetler) ve kinetik (moment, enerji ve güç)
büyüklükler hesaplanır. Segmentler arası kuvvetlerden de eklem ve kas
kuvvetleri ve eklem momentleri hesaplanır. İstenirse aktif kaslardan elektriksel
aktivite de (EMG) yazdırılır.
Şekil 2.33. Ekstremiteleri üzerinde işaretleyiciler taşıyan denek bir kuvvet
platformu üzerinde yürütülürken işaretleyicilerin konumları en
az iki farklı açıdan video kameraları ile kaydedilir (http://
www.frontiernet.net/~imaging/gait_model.html)

Şekil 2.34 böyle bir yürüme analizinden elde edilen sonuçları


göstermektedir. Şekilde sol sütundaki grafikler kalça, diz ve ayak bileği eklemi
açılarının yürüme siklusu boyunca nasıl değiştikleri gösterilmiştir. Sağ sütundaki
grafikler ise aynı eklemlerdeki momentleri göstermektedir.

Şekil 2.34. Şekil 2.33’de gösterilen yürüme analizi ile elde edilen eklem
açıları ve momentleri
Şekil 2.35’de yukarıdaki analizde kinematik bilgilerden yola çıkarak
kinetik bilgilere nasıl ulaşıldığıni gösteren işlemlerin şeması verilmiştir.
Kinematik bilgilerinden kinetik bilgilerinin türetildiği bu yaklaşıma “Dinamiğin
Ters Problemi” (Inverse Problem of Dynamics) adı verilir. Çünkü robotik
biliminde işlemlerin normal yönü dinamik verilerden (kuvveterden) kinematik
bilgilere (hareket ve konum) doğrudur. Yani bir robotun kontrolunda
kuvvetlerden (dinamik) harekete (kinematik) ulaşılır.

Şekil 2.35. Kinematik verilerden dinamik ve kinetik bilgilerin türetilmesinin


evreleri (Dinamiğin Ters Problemi).

2.6.3. Yürümede ve diğer vücut hareketlerinde enerji tüketimi:


Herhangi bir fiziksel aktivite esnasında tüketilen metabolik enerji ya
hesapla ya da ölçümle belirlenebilir. Metabolik enerji çoğu zaman kilo kalori
(kcal) birimi ile ölçülür (Bkz. Bölüm 1, Par. 1.6.4). Tüketilen enerjinin zamana
bölünmesi o aktivite için harcanan gücü verir ve kcal/dak birimi ile ifade edilir.
Bir günlük enerji tüketim ise kcal/gün ile ifade edilir. Aktivite yürüme ve koşmada
olduğu gibi vücudun yer değiştirmesi ile ilgili ise tüketilen enerji o esnada alınan
yola bölünerek birim mesafe için harcanan enerji hesaplanabilir. Buna o
aktivitenin Enerji Maaliyeti (Em veya E.M.) denir, kcal/km veya J/m birimi ile
ifade edilir. Belli bir aktivitenin şiddeti enerji maaliyeti (kcal/km) ile veya birim
zamanda harcanan enerji (güç - kcal/dak) ile ifade edilebilir.
Koşarken harcanan enerji koşma hızı ile artar. Fakat alınan yol da
arttığından, 70 kg kütleli normal bir insan için koşmanın enerji maaliyeti 75 kcal/
km kadardır. Kütlesi 140 kg olan (veya 70 kg'lık yük taşıyan 70 kg kütleli) bir
şahıs için ise bu değer yukarıdakinin 2 katı, yani 150 kcal/km'dir.
Insanın diğer bazı faaliyetleri için birim zamanda harcadığı enerji
miktarları Tablo 2.2'de verilmiştir. Bu değerlerden birim mesafe için harcanan
enerji miktarları da hesaplanabilir.

Tablo 2.2. Bazı faaliyetlerde enerji tüketimi

Sadece yaşamı sürdürmek için 2400 kcal/gün = 1.67 kcal/dak


Uykuda 1 kcal/dak
Ayakta dururken 2 kcal/dak
Yürürken (4.8 km/h hızla) 4 kcal/dak
Koşarken (12.8 km/h hızla) 16 kcal/dak
Koşarken (16 km/h hızla) 20 kcal/dak

Tablo'da son iki koşma hızı için verilen dakika başına harcanan enerji
değerlerinden, her iki hız için de km başına 75 kcal harcandığı kolayca
hesaplanabilir. Benzer düşünüşle, yürürken km başına harcanan enerji 50 kcal
bulunur.
Insan vücudu aerobik metabolizma ile bir dilim ekmekten 80 kcal, yarım
kilogram hayvani yağdan ise 3500 kcal enerji elde eder. Saatte 4.8 km hızla
yürürken km başına 50 kcal enerji harcandığına göre bir dilim ekmekten alınan
enerji 1.6 km yol yürümekle, yarım kilogram yağdan alınan enerji ise 70 km yol
yürümekle harcanır.
Şimdi vücudun çeşitli hızlarda yatay doğrultuda taşınması için gerekli
olan (yukarıda ele aldığımız) enerji tüketimi ile dikey doğrultuda taşınması için
gerekli enerji tüketimini karşılaştıralım. Bunun en kolay yolu harcanan enerjiyi
birim mesafe ve birim vücut kütlesi için hesaplamaktır. Kütlesi m olan bir şahıs
vücudunu yerden h yüksekliğe çıkarmak için mgh kadar iş yapar. Vücudun birim
kütlesi ve alınan birim dikey mesafe için harcanan enerji ise;

Yapilan iş mgh
= =g
(Vücut kütlesi )x( Alinan Yol ) mh

oranından hesaplanabilir. Görüldüğü gibi bu oran g'ye eşittir ve sayısal değeri SI


birimleri ile 9.81 J/kg.m'dir (bu birimin m/s2 ile aynı olduğunu gösteriniz). Fakat
bu kadar mekanik iş yapmak için kasların daha fazla kimyasal enerji
harcamaları gerekir. Çünkü kasların kimyasal enerjiyi mekanik enerjiye
dönüştürme verimi, ε = %25 dolayındadır. Kasların verimi de göz önüne
alındığında vücudun birim kütlesini dikey doğrultuda birim mesafeye taşımanın
metabolik enerji maaliyeti, E.M. = 9.81/0.25 = 39.24 J/kg.m (veya 8.20 cal/kg.m)
bulunur.
Daha önce yatay doğrultuda yürüme esnasında km başına 50 kcal
harcandığını belirtmiştik. Bu değeri de aşağıdaki gibi vücudun birim kütlesi için
harcanan enerjiye çevirebiliriz. Enerji değeri Jul'e çevrilip kişinin kütlesi 70 kg
kabul edilirse:
50000 calx 4.18 J / cal
= 2.98 J / kg.m
70 kgx1000 m
bulunur. (Burada km'yi de SI birimi olan m'ye çevirdiğimizi hatırlatalım).
Beklendiği gibi, bu son değer biraz önce dikey mesafe için bulduğumuz
39.24 J/kg.m değerinin çok altındadır. Kuşkusuz belli bir kütleyi yatay doğrultuda
taşımak dikey doğrultuda yer çekimine karşı taşımaktan çok daha kolaydır.
Aynı hesaplar yatay doğrultuda koşarken harcanan enerji için
tekrarlanırsa enerji maaliyeti 4.47 J/kg.m bulunur. Bu da gösteriyor ki koşarken,
vücut kütlesinin taşınmasına ek olarak başka işler için de enerji harcanmaktadır.
Bu enerji kol ve bacakların hareketlerini düzenlemekte kullanılır.
Şimdi yukarıda verilen türdeki bilgilerin çeşitli yöntemlerle nasıl elde
edildiğini gözden geçirelim. Herhangi bir faaliyet sırasında harcanan enerji
oksijen (O2) tüketiminden şöyle hesaplanır: Bir litre oksijen tüketiminin kalorik
eşdeğeri 5.0 kcal olduğu kabul edilirse, birim zamanda kullanılan oksijen
hacminden (Vt), üretilen metabolik enerji, E:
E= 0.05 V (20.93 – Oe) (2.1)
t
V : birim zamanda soluk verme (ekspirasyonla) ile dışa atılan hava hacmi (l/
t
dak)
Oe : dışa atılan havadaki O2 yüzdesi
20.93 : akciğerlere giren havadaki (inspirasyon havasındaki) O2 yüzdesi
Eş. 2.1’deki Vt ve Oe deneysel yolla ölçülebilir ve E hesaplanabilir. Diğer
taraftan, araştırmacılar yürüme hızı (v) ile kg başına O2 tüketimi V (ml/dak)
tO2
arasında şu ilişkiyi saptamışlardır:

V /kg = 5.9 + 0.0011 v2 (2.2)


t(O2)
v= yürüme hızı (m/dak)

Denklemin heriki tarafı oksijenin kalorik eşdeğeri olan 5 cal/ml (çevirme faktörü)
ile çarpılırsa, yürüyerek bir dakikada bir kg’lık vücut kütlesini yatay doğrultuda
taşımak için harcanan enerji, Ew (cal/dak/kg olarak):

Ew = 29.5 + 0.0055 v2 (2.3)


bulunur. Inman ve ark. sonraları daha geçerli olan şu bağıntıyı önermişlerdir
(Şekil 2.35’deki ikinci dereceden denklem):
Ew = 32 + 0.005 v2 (2.4)
Zarrug ve ark.’nın (1974) önerdiği bağıntı ise şöyledir (Şekil 2.32’deki hiperbolik
denklem):

Eo
Ew = (2.5)
(1 − v / vu )2
burada: Eo = vücut hareketsiz iken harcanan enerji
v = yürüme hızı
vu = yürüme hızının üst sınırı (dakikadaki adım sayısı ve adım
uzunluğu maksimum iken)
Bu ampirik formüllerden biri kullanılarak yürümenin Enerji maaliyeti (Em)
hesaplandığında, Em’nin 65-100 m/dak hız aralığında hemen hemen sabit
olduğu bildirilmiştir (Şekil 2.36’da E.M. eğrisi).
Em, Eş. 2.4 hıza (v) bölünerek hesaplanabilir:
Em = E /v = 32/v + 0.005 v (2.6)
w
Bu bağıntının grafiği Şekil 2.32’de gösterilmiştir. Eş. 2.6’dan enerji
maaliyetinin en düşük (minimum) olduğu hız (optimum hız) hesaplanabilir.
Bunun için eşitliğin hıza göre türevi alınıp sıfıra eşitlenir ve denklem v için
çözülür. Bunlar yapıldığında optimum hız, vo :
vo = 80 m/dak (4.8 km/h) bulunur.
Buna karşılık gelen minimum enerji ise, Em(min) = 0.80 cal/m/kg’dır.
Yani 4.8 km/h hızla yüründüğünde enerji en verimli şekilde kullanılır. Bu gözlem
hem kasların kontraktil özellikleri hem de metabolik faktör göz önüne alınarak
açıklanabilir.

Şekil 2.36. Yürüme hızına göre enerji tüketimi. Ew : birim kütle için
dakikada tüketilen enerji, E.M. : birim kütle ve birim mesafe için
tüketilen enerji. Şekildeki eğriler (E.M. dışında) ölçümlerden elde
edilen değerleri en iyi temsil eden fonksiyonlardan çizdirilmiştir.
Ayrıntılı açıklama metindedir.

Koşmada ise verim 3-6 m/s hız aralığında 0.45’den 0.75’e kadar sürekli
artar.

Gergin bacakla yürüme modeli


Şimdi tümü ile farklı bir yöntem kullanarak, yürümenin teorik bir
modelinden, yürürken harcanan enerjiyi hesaplayalım. Yürüme, enerji tüketimi
açısından vücudun aşağıya ve yukarıya doğru periyodik hareketlerinden
ibarettir. Söz konusu modele göre yürümenin her adımında, vücudun ağırlık
merkezi, h yüksekliğinden h+Δh yüksekliğine çıkarılır, sonra tekrar h
yüksekliğine indirilir. Modelde bacakların dizden bükülmediği (bacaklar gergin)
kabul edilir (Şekil 2.36). Fakat (h+Δh) mesafesi aynı zamanda bacak uzunluğu,
L'ye eşit olduğundan, S = adım uzunluğu olamak üzere OPB dik üçgeninden:

S2
Δ h = L − L2 −
4 (2.1)
yazılabilir.
Diğer taraftan, her adım atışta vücudun Δh kadar yükseltilmesi ile yer
çekimine karşı yapılan iş: W = mgΔh. Böylece, yatay doğrultuda birim mesafe
yol alırken vücudun birim kütlesi için yapılan iş:

⎛L
⎜ L2 1 ⎞⎟
g − −
⎜S
⎝ S 2 4 ⎟⎠
W/mS=mgDh/mS = gΔh/S= (2.2)
ifadesinden hesaplanabilir. Buradaki L/S oranı bacak uzunluğunun adım
uzunluğuna oranıdır ve yürüme stiline göre farklı değerler alır. Aşağıdaki Tablo
çeşitli yürüme stilleri için L/S oranını ve buna karşılık Eş. 2.2'den hesaplanan
mekanik enerji miktarını (g'nin katı olarak) göstermektedir.

S/2
O
P Δh

L h

A S B

Şekil 2.37. Gergin bacakla yürüme modeli.

Tablo'daki son sütunda g yerçekimi ivmesini belirtir ve değeri 9.81 m/s2


olarak alınmalıdır. Bu sütundan her yürüme stili için hesaplanan değerler birim
mesafede birim kütle için harcanan mekanik enerji miktarıdır. Vücutta mekanik
enerji metabolik (kimyasal) enerjiden elde edilir. Daha önce de belirtildiği gibi
kasların kimyasal enerjiyi mekanik enerjiye çevirme verimi, ε = %25 kabul
edilirse, yatay doğrultuda yürürken vücudun birim kütlesini birim mesafeye
taşımak için harcanan kimyasal enerji veya Enerji Maaliyeti, (E.M.):

mekanik enerji
kimyasal enerji =
0. 25

Tablo 2.3. Yürüme stiline göre birim mesafede birim


kütle için harcanan enerji (W/mS)
Yürüme stili L/S oranı W/mS
Açık adım 0.50 0.50 g
Uzun adım 0.67 0.23 g
Normal adım 1.00 0.13 g
Kısa adım 2.00 0.06 g

Örneğin, Tablo 2.3'de normal yürüme stili için verilen 0.13g değeri kullanılırsa,
yukarıdaki bağıntıdan bu stilde yürümenin kimyasal enerji maaliyeti (E.M.):
E.M. = (0.13x9.81)/0.25 = 5.1 m/s2 (veya J/kg.m) (2.3)
bulunur.
Diğer taraftan, bir grup araştırmacı 2.2 m/s'nin üzerindeki koşma hızları
için 70 kg kütleli bir kişide enerji maaliyetinin şu ampirik bağıntıdan
hesaplanabileceğini önermiştir:
E = 280 + 0.7v2 J/m (2.4)
Burada: E = birim mesafe için harcanan enerji (J/m)
v = koşma hızı (m/s)

Örneğin, v = 2.2 m/s için yukarıdaki bağıntıdan E = 283.4 J/m bulunur.


Bu da vücut kütlesine (70 kg) bölünürse koşarken birim kütleyi birim mesafeye
taşımanın enerji maaliyeti 4 J/kg.m bulunur. Görüldüğü gibi, bu yaklaşımla
koşma için bulunan enerji maaliyeti (4 J/kg.m), bir önceki modele (gergin bacak)
göre yürüme için hesaplanan enerji maaliyetinden (5.1 J/kg.m) daha küçüktür.
Bunun bazı nedenleri olarak hem yürüme için gergin bacak modelinin gerçekçi
olmaması, hem de metabolik enerjinin koşarken daha verimli kullanılıyor olması
gösterilebilir. Şimdiye kadar çeşitli hareketler için farklı yöntemlerle bulduğumuz
enerji maaliyetleri Tablo 2.4’de gösterilmiştir. Bu Tablo’da verilen enerji
maliyetleri her ne kadar değişik yaklaşımlarla ve değişik yöntemler kullanılarak
elde edilmiş iseler de, daha karmaşık ve duyarlı analizlerden belirlenen
sonuçlarla uyumludurlar. Beklendiği gibi en fazla enerji dikey doğrultuda
(yerçekimi kuvvetine karşı) hareket için harcanır. Bunu koşma izler. En az enerji
ise normal hızla yürümede harcanmaktadır. Kilo verme amacı ile yapılacak
egzersizlerde bu gerçekler göz önünde tutulmalıdır.

Tablo 2.4. Yürme ve koşma için ölçümlerden ve hesaplamalardan bulunan


enerji maaliyetleri

Faaliyet Enerji
Maaliyeti

1. Vücudun birim kütlesini dikey doğrultuda birim 39.24 J/kg.m


mesafeye taşımak hesaplama

2. Aynı kütleyi yatay düzlemde yürüyerek birim 2.98 J/kg.m


mesafeye taşımak ölçüm

3. Aynı kütleyi yatay düzlemde koşarak taşımak 4.47 J/kg.m


ölçüm

4. Gergin bacakla yürüme 5.10 J/kg.m


hesaplama

5. Düzlükte koşma (ampirik bağıntıdan) 4.0 J/kg/m


hesaplama
Kaynaklar
1. Chiari, U. Croce, A. Leardini, A. Cappozzo. Human movement analysis using
stereophotogrammetry: Part 2: Instrumental errors. Gait & Posture, Volume
21, Issue 2, Pages 197-211 L. http://linkinghub.elsevier.com/retrieve/pii/
S0966636204000682
(gaitpost.2004.04.004)
2. Frankel VH, Nordin M. Basic Biomechanics of the Skeletal System. Lea &
Febiger, Philadelphia, USA. 1980.
3. Inman VT, Ralston, HJ, and Todd, Frank. Human Walking. Williams and
Wilkins, Baltimore/London, 1981
4. Maquet PGJ. 1976. “Biomecanics of The Knee”. Springer-Verlag, Berlin,
1976.
6. Margaria R. Sulla fisiologia e specialmente sul consumo energetico della
marcia e della a varie velocita ed inclinazioni del terreno. Atti Reale Naz
Lincei, 229-368, 1938. (The physiology and in particular the energy
consumption of walking at several speeds and ground inclinations – Çeşitli
hızlarda ve farklı eğimlerde yürümenin fizyolojisi ve enerji tüketimi).
6. Margaria R, Ceretelli P, Aghemo P, and Sassi G. Energy cost of running. J.
Appl. Physiol, 18:367-370, 1963
7. Woltring HJ, Huiskes R. Stereophotogrammetry. In: Berme N, Cappozzo A,
(Eds). Biomechanics of human movement: applications in
rehabilitation, sports and ergonomics. Worthington, OH: Bertec
Corporation; 1990. p. 108–127.
8. Zarrugh MY, Todd FN, Ralston HJ. Optimization of energy expenditure during
level walking. Eur J Appl Physiol Occup Physiol, 33(4):293-306. 1974

P r o b l e m l e r:

1. Yürürken gövdenin kütle merkezi her adımda 5 cm kadar yükselir ve sonra


alçalır. Adım uzunluğu 70 cm, kütlesi 70 kg olan ve saatta 5 km hızla
yürümekte olan bir şahıs gövdesinin bu düşey hareketleri için dakikada kaç
kcal enerji harcar?
2. Saatta 16 km hızla koşarken her dakika 20 kcal enerji sarfeden bir sporcu km
başına kaç kcal harcar?

3. Kütlesi 70 kg olan bir dağcı 1000 m yüksekliğindeki bir tepeye 3 saatta


tırmanmıştır. Bu esnada dağcı vücudunun kimyasal enerjisinden dakika
başına 9.6 kcal harcamıştır. Dağcının vücudunun kimyasal enerjiyi mekanik
2
enerjiye dönüştürme verimini hesaplayınız. (g=10 m/s kabul edilebilir, 1
kcal=4180 Jul).
4. Şekildeki verileri kullanarak gösterilen traksiyon sisteminde bacağı sola ve
yukarı doğru çeken kuvveti hesaplayınız: (sin 30 = 0.5; cos 30 = 0,866)
5. Normal bir insan günlük yaşamında günde 107 Jul enerji kullanır. Buna
metabolik hız denir. Metabolik hızı watt cinsinden hesaplayınız.

Bölüm 3
ESNEKLİK

3.1. Giriş
Bir cisim üzerine etki yapan kuvvetler onu hareket ettirmeseler bile bir
şekil değişikliğine uğratabilirler. Kuvvetler kaldırıldığında cisim tam olarak eski
şekline dönebiliyorsa ideal elastik bir cisimdir. Kuşkusuz gerçekte ideal elastik
bir cisim yoktur. Diğer taraftan, cisim eski şekline dönmeyip yeni aldığı şekli
koruyorsa tam olarak inelastik veya plastik bir cisimdir. Örneğin, yay yapmakta
kullanılan çelik son derece elastiktir, fakat sakız ve cam macunu gibi maddeler
plastik maddelerdir. Plastik davranışın aşırı ucunda akışkanlar yer alır. Bu
maddeler çok zayıf kuvvetlerin etkisinde bile şekil değiştirdiklerinden yerçekimi
kuvvetinin etkisi ile içinde bulundukları kabın şeklini alırlar.
Canlılarda kemik, tırnak, diş, kabuk, saç ve benzeri sert dokular elastik
davranışları açısından cansız sert cisimlere benzerler. Fakat kas, tendon,
ligament, damar, sinir, deri ve benzeri yumuşak dokular hem elastik hem de
plastik ögeler içerdikleri için kuvvet etkisindeki davranışları çok daha
karmaşıktır. Bunlara viskoelastik maddeler denir. Bu bölümde önce elastik sonra
da viskoelastik maddeleri ele alacağız.

3.1.1. Elastiklik kavramları: Stres, strain ve elastiklik modülüsü:


Elastik bir cismin kuvvet altındaki davranışını incelemek için Şekil 3.1'de
gösterilen ince uzun çubuğu göz önüne alalım. Çubuğun uzunluğu L, kesit alanı
A olsun ve çubuk bir ucundan sabit tutulurken diğer ucundan F kuvveti ile bir
tarafa doğru çekilmekte olsun. Bu kuvvetin etkisi ile çubuk çok az da olsa bir
miktar uzar. Uzama miktarına DL diyelim.
F
W F
ΔL
L
Şekil 3.1. Çekme stresi

1. Çubuk elastik ise F kuvveti iki katına çıkarıldığında uzama miktarı da 2


katına çıkar. Fakat F ile DL arasındaki bu doğru orantı, kuvvet aşırı miktarda
artırılırsa geçerli olmaz.
2. Aynı maddeden yapılmış ve aynı uzunlukta, fakat kesit alanı yukarıdakinin
yarısı kadar olan bir çubuk kullanılır aynı F kuvveti uygulanırsa, ikinci
çubuğun, öncekinin iki katı kadar uzadığı görülür. Kuvvet 2 katına çıkarılırsa
uzama miktarı da 2 katına çıkar.
3. Aynı deney, ilk iki çubukla aynı maddeden yapılmış ve ilk çubuk ile aynı
kesit alanına sahip fakat uzunluğu onun 2 katı olan üçüncü bir çubukla
tekrarlanırsa, F kuvveti uygulandığında çubuğun 2DL kadar uzadığı; 2F
kuvveti uygulandığında ise 4DL kadar uzadığı görülür.
4. Aynı boyutlarda fakat farklı malzemeden yapılmış başka bir çubuk
kullanıldığında ise uzama miktarının, kuvvet, kesit alanı ve uzunluktan aynı
şekilde etkilendiği, fakat bu değişikliklerin farklı değerlerde olduğu gözlenir.
Çubuklara çekme kuvveti yerine baskı kuvveti uygulandığında aynı sonuçlar bu
kez çubuklarda kısalmalar olarak elde edilir.
Yukarıdaki dört deneyin sonuçlarından anlaşılacağı gibi, çubuğun
uğradığı uzunluk değişikliği, 1. uygulanan kuvvetin büyüklüğüne, 2. çubuğun
kesit alanına, 3. uzunluğuna ve 4. yapıldığı malzemeye bağlıdır. Belli bir çubuk
için bu gözlemler matematiksel olarak şöyle özetlenebilir:
uzama (veya kısalma) miktarı, DL a F, L, 1/A
Yani uzama veya kısalma miktarı, uygulanan kuvvet ve cismin uzunluğu ile
doğru orantılı, cismin kesit alanı ile ise ters orantılıdır. Kullanılacak birimlere
bağlı bir orantı sabiti ile yukarıdaki ilişki bir eşitliğe dönüştürülebilir:
DL=cFL/A (3.1)
Heriki taraf L ile bölünürse,
DL/L=cF/A (3.2)
elde edilir. Eş. 3.2'nin sol tarafındaki DL/L oranına strain (veya deformasyon)
denir. Strain boyutsuz bir büyüklüktür ve genellikle e sembolü ile gösterilir. Eş.
3.2'nin sağ tarafındaki F/A oranına ise stres denir. Stres basınç boyutlarına
2
sahiptir ve SI birimi N/m 'dir. Stres genel olarak s sembolü ile gösterilir.
Eşitlikteki c sabiti yerine bunun tersi olan (1/c) bir başka sabit tanımlarsak Eş.
3.2 yerine;
F/A=(1/c)DL/L veya s=(1/c)e (3.3)
yazabiliriz. 1/c sabitine cismin elastiklik modülüsü denir. Şekil 3.1'deki gibi basit
çekme veya baskı kuvvetlerinin bir cisme eksenel doğrultuda uygulandığı
durumlarda buna Young modülüsü adı verilir. Bu kitapta Young modülüsünü E
y
ile göstereceğiz. Şimdi yeni sembollerle Eş.3.3'ü şöyle yazabiliriz:
s=E e (3.4)
y
yazabiliriz. Eş. 3.4'ün gösterdiği, stres ile strain arasındaki bu lineer ilişkiye
Hooke yasası denir. Şekil 3.2 Hooke yasasını grafik olarak göstermektedir. Son
bağıntıya göre Young modülüsü (veya genel olarak elastiklik modülüsü) stresin
straine oranıdır ve belli bir malzeme için değeri sabittir. Young modülüsü Şekil
3.2'deki doğrunun eğiminden hesaplanabilir. Şu halde Young modülüsü stres ile
2
aynı boyutlara (N/m ) sahiptir. Sayısal olarak Young modülüsü bir cismi ilk
uzunluğu kadar uzatacak (veya kısaltacak) stres değerine eşittir. Yani Eş. 3.4'de
e=1 olduğu zaman var olan stres değeri cismin Young modülüsüne eşittir.

Stres

Eğim = Ey

Strain
Şekil 3.2. Hooke Yasası.

Diğer taraftan, bir kez daha Eş. 3.2'ye dönerek sol tarafta F'yi yalnız
bırakırsak, belli boyutlardaki elastik bir cisim (veya bir yay) için,
F=(A/cL)DL (3.5)
yazabiliriz. Burada 1/c=E olduğuna göre,
y
F=(E A/L)DL (3.6)
y
Parantez içindeki sabitler yeni bir sabitle ifade edilebilir. O zaman: k=(E A/L);
y
bu da Eş.3.6'da kullanılırsa,
F=kDL (3.7)
k sabitine söz konusu cismin elastiklik sabiti (veya yay sabiti) denir. Bu son
bağıntıya göre, elastik bir cismin uzama veya kısalma miktarı uygulanan
kuvvetle doğru orantılıdır. Eş. 3.7 Hooke yasasının bir başka ifadesidir.
Bir cisme elastiklik sınırını aşan bir stres uygulandığında cisim kalıcı bir
şekil değişikliğine uğrar veya örneğin, çelik gibi Young modülüsü çok büyük olan
bir malzemeden yapılmışsa, kopar veya parçalanır. Elastik sınır aşılmadan önce
cismin taşıyabildiği maksimum strese malzemenin dayanıklılığı denir.
Çoğu malzeme ve özellikle biyolojik sert dokular için Hooke yasası dar
bir stres aralığı için geçerlidir. Şekil 3.3a ve b ideal elastik bir cisim ile gerçek
elastik bir cismin (insan femürü) stres-strain ilişkilerini karşılaştırmaktadır. Ayrıca
gene gerçek elastik malzemeler için, cisme uygulanan stres yavaş yavaş
artırılırken elde edilen stres-strain doğrusu ile stres yavaş yavaş azaltılırken
elde edilen stres-strain grafiği birbirinden farklıdır. Şekil 3.3c'de bu farklılık
yükleme ve gevşetme doğruları olmak üzere iki farklı eğri ile gösterilmiştir.
Gevşetme sonucu elde edilen eğri strain ekseni üzerinde tam olarak sıfıra
dönmez, çünkü yükleme esnasında cisme transfer edilen enerjinin küçük bir
bölümü cismin atomik yapısını kalıcı bir biçimde değiştirmeye harcanmıştır.
Böylece cisim kalıcı bir şekil değişikliğine uğramıştır.
yükleme
Stres yükleme Stres Stres

gevşetme gevşetme

Strain Strain kalıcı Strain


deformasyon
(a) (b) (c)
Şekil 3.3. İdeal elastik elastik malzeme (a), femür'ün elastikliği
(b), biyolojik malzemede kalıcı şekil değişikliği (c).

Ayrıca, gene Şekil 3.3'den görüldüğü gibi biyolojik sert dokular Hooke
yasasına tam olarak uymazlar. Bununla birlikte Young modülüsü biyolojik açıdan
önemlidir. Katı ortamlardaki ses hızı ortamın Young modülüsüne bağlıdır (bkz.
Bölüm 4). Bu nedenle örneğin, kemik içindeki ses hızı ölçümlerinden kemiğin
elastik özellikleri hakkında bilgi edinilebilir.

Örnek 1:
Şekil 1. 6'daki bacakta tibia kemiğinin taşıdığı stresi ve bu stres altında
kemiğin ne kadar kısaldığını (DL) hesaplayalım. Tibianın kesit alanını, A=4
2 10 2
cm , kemik uzunluğunu, L=40 cm ve Young modülüsünü, E=1.6x10 N/m
kabul edelim.
Çözüm:
Daha önce tibia'daki P kuvvetinin 420 kg olduğunu bulmuştuk. Bu kuvveti
Newton'a çevirerek, kemikteki stres için:
-4 7 2
s = 420x9. 81/4x10 =1. 03x10 N/m
Strain, e=s/E =DL/L olduğundan, kemiğin kısalma miktarı, DL:
y
7 2 10 2 -3
DL=(0.40mx1.03x10 N/m )/1.6x10 N/m =0.2575x10 m=0.2575 mm dir.

3.1.2. Poisson oranı:


Şekil 3.1'deki çubuk çekilerek DL kadar uzatıldığında eni Dw kadar
daralır. Kuşkusuz bunun geçerli olması için şekil değişikliği esnasında çubuğun
hacminin değişmiyor olması gerekir. Aynı düşünüşle, çubuğun baskı kuvveti ile
DL kadar kısaltılması durumunda eninin Dw kadar artacağını söyleyebiliriz.
Çubuğun boyundaki artış (veya azalma) oranının enindeki azalma (veya artış)
oranına bölümüne çubuğun yapıldığı malzemenin Poisson oranı denir.
Matematiksel olarak,
Δw w
γ =−
ΔL L (3.8)
Bir boyuttaki artış diğer boyutta azalmaya neden olduğu için iki
değişikliğin birbirine oranı daima negatif işaretlidir. Fakat Poisson oranını pozitif
bir sayı olarak ifade etmek arzu edilir. Bu nedenle de tanım formülünün başına
bir (-) işareti konur.

3.1.3. Yumuşak dokuların mekanik özellikleri:


Yumuşak dokuların mekanik özelliklerini veren başlıca iki molekül kollagen
ve elastindir. Proteoglikanlar adı verilen bir başka sınıfa ait biyomolekül de
yumuşak dokularda değişen oranlarda bulunur (Tablo 3.1). Tendonlar
(kaslarla kemikler arasındaki bağlar) , ligamentler (kemikler arasındaki
bağlar) hemen hemen tümü ile, kemik ve deri de büyük çapta kolagenden
yapılmışlardır. Kollagen iki ucundan çekildiğinde nisbeten az uzayabilen
fibröz bir proteindir. Kollagen hayvanlarda en önemli yapı elemanıdır.
Kollagenin mekanik özellikleri çoğunlukla tendonlar üzerinde yapılan
çalışmalarda araştırılmıştır. Bir tendon iki ucundan çekildiğinde %10 kadar
uzadıktan sonra yaklaşık 4.4x108 dyn/cm2 (=4.4x107 N/m2) stres altında
kopar. Yüksek stres değerlerinde stres-strain ilişkisi lineerdir ve Young
modülüsü 1x108 N/m2 gibi yüksek bir değerdir. Şekil.... deri, tendon ve
ligamentlerin tipk stres-strain ilişkilerini göstermektedir. Görüldüğü gibi
tendonların stres-strain grafikleri ligamentlerinkilerden daha büyük eğimlere
sahiptir, yani elastiklik modülüsleri daha büyüktür. Bu da tendonların
ligamentlere göre sert dokulara daha çok benzediklerini gösterir.
Yumuşak dokuların diğer başlıca bileşeni olan elastin deride, damarlarda,
mesanede ve diğer organlarda yüksek miktarlarda bulunan uzayabilir fibröz
bir proteindir ve bu yapıların elastikliğinden sorumlu başlıca elemandır.
Elastin de kollagen gibi polipeptid zincirleri içerir fakat bu zincirler yumak
halinde, uzunlamasına ve yer yer de çapraz bağlar yapmış olarak bulunurlar.

Tablo 3.1. Yumuşak dokuların yapısal bileşenleri.

Su Kollagen Elastin
Doku (toplam (yağsız kuru (yağsız kuru Proteoglikanl
ağırlığın % si) dokunun dokunun ar
%’si %’si)

Deri 60 - 65 65 - 70 5 – 10 1.5 - 2

Aort 60 - 70 25 - 30 40 - 50 2 - 2.5

Tendon 65 - 70 75 - 80 <3 1 - 1.5

Ligament

Çapraz 65 - 70 75 - 80 <5 2.5 - 3

65 - 70 75 - 80 <5 1 – 1.5
Koleteral
Eklem 70 - 80 60 - 65 İz 10 - 15
kıkırdağı

Elastinin mekanik davranışı sığırın ligamentum nuchae’sı üzerinde


yapılan çalışmalardan elde edilmiştir. Çünkü bu ligament kollagenden çok daha
fazla elastin içerir. Elastin kollagenden çok daha fazla uzar. Yüksek streslerde
Young modülüsü 3-8x105 N/m2 kadardır. Kopmadan önce boyu %100
uzatılabilir.
Fakat bütün yumuşak dokularda hatta kısmen kemikte stres-strain
ilişkileri zamana göre elastik davranıştan sapma gösterirler. Yani bu dokular
içindeki stres ve strain zamanla değişir. Bu özellik aşağıda ele alacağımız
viskoelastik malzemelerin başlıca özelliklerinden biridir.

Şekil 3.4. Tendonlar, ligamentler ve derinin tipik stres-strain grafikleri

3.1.4. Viskoelastik davranış:


Uyarılmamış kas, damar, deri, tendon, ligament, vb. hayvansal yumuşak
dokular kuvvet altında şu ilginç davranışları gösterirler:
1. Doku çekilerek uzatılıp bu uzunlukta tutulduğunda (sabit strain) içindeki
stres zamanla azalır. Bu olaya stres gevşemesi (stress relaxation) denir.
2. Dokuya ani bir stres uygulanıp bu düzeyde tutulduğunda doku uzamaya
devam eder yani strain de sürekli olarak artar. Buna strain artışı (creep)
denir.
3. Doku periyodik olarak gerilip gevşetildiğinde, gerilme esnasında elde
edilen stres-strain ilişkisi ile gevşetme esnasında elde edilen stres-strain
ilişkisi genellikle birbirinden farklıdır. Bu olaya histeresis denir. Histeresis
elastik malzemelerde de görülür.
Yukarıda belirtilen üç özellik birçok malzemede görülür. Bu özellikler
viskoelastik davranışın özellikleri olarak bilinir. Viskoelastik davranışı açıklamak
için genellikle mekanik modeller kullanılır. Şekil 3.5 viskoelastik malzemenin üç
değişik modelini göstermektedir. Bunlar: 1. Maxwell modeli, 2. Voigt modeli ve 3.
Kelvin (veya standard lineer katı) modelidir.
Görüldüğü gibi her üç model de lineer yaylarla, visköz elemanların (içi
sıvı dolu bir silindirle piston) çeşitli kombinasyonlarından oluşmuşlardır. Yaylar m
ile gösterilen bir yay sabiti ile, visköz elemanlar ise h ile gösterilen bir sürtünme
katsayısı ile tanımlanırlar.
η
µ

F F
υ υ'
1 1

η (a) η µ
F1 1 F1

F F υ υ'
F 1 1 F
µo
µ F2 Fo
υ

(b) (c)
Şekil 3.5. Viskoelastik malzemenin üç farklı modeli. Maxwell (a),Voigt (b),
Kelvin (c).

Daha önce de belirtildiği gibi lineer bir yayın uzunluğu yaya uygulanan
kuvvetle doğru orantılı olarak değişir. Bir visköz eleman için ise uzunluk
değişikliğinin hızı uygulanan kuvvetle doğru orantılıdır. F uygulanan kuvvet, u
uzunluktaki değişiklik ve du/dt uzunluktaki değişme hızı olmak üzere,
matematiksel olarak:
Lineer bir yay için : F=mu
(3.9)
Visköz bir eleman için : F=h(du/dt)
yazılabilir. Eş.3.9'da gösterilen ilişkilerden yararlanılarak yukarıdaki modellerden
herbiri için sistemin davranışını tanımlayan bir diferansiyel denklem elde
edilebilir. Bu denklemler iki şekilde çözülebilir. Sisteme t=0 anında adım
fonksiyonu şeklinde bir kuvvet uygulandığında denklemin çözümü sistemin
göstereceği deformasyon cevabını verir (deformasyonun zamanla değişimi veya
creep fonksiyonu) (Şekil 3.6). Sisteme t=0 anında adım fonksiyonu şeklinde bir
deformasyon uygulandığında ise denklemin çözümü sistemin göstereceği stres
cevabını verir (stresin zamanla değişimi veya stress relaxation fonksiyonu)
(Şekil 3.7).

3.1.5. Diğer elastiklik modülüsleri:

Makaslama modülüsü: Şekil 3.8a'da gösterilen elastik katı cismin üst


yüzeyine F kuvveti uygulandığında şekli (b)'deki gibi değişir. Cismin yatay
kesitlerinin alanları A ise bu kesitlerde F/A' ya eşit makaslama stresleri (shear
stress) doğar.

Şekil 3.6. Üç farklı viskoelastik modelin (Maxwell, Voigt,Kelvin – standart


lineer katı) adım fonksiyonu şeklindeki kuvvet uygulamalarına
karşı gösterdikleri deformasyon (strain ) cevapları.
Şekil 3.7. Üç farklı viskoelastik modelin (Maxwell, Voigt, Kelvin – standart
lineer katı) adım fonksiyonu şeklindeki strain uygulamalarına
karşı gösterdikleri stres cevapları.

Cismin uğradığı şekil değişikliği (veya deformasyon) Şekil 3.8b'de cismin yan
yüzünde gösterilen q açısı ile ölçülebilir. Buna makaslama strain'i (veya
deformasyonu) denir. Şekilden, tanq=x/D yazılabilir. Burada D cismin
yüksekliğidir. Küçük açılar için bir açının tanjantı radyan cinsinden yaklaşık
olarak açının kendisine eşittir. Böylece, tanq ≈ q (radyan) ve q = x/D kabul
edilebilir. Şimdi yukarıdaki makaslama stresi ve makaslama straini ifadelerini
kullanarak bir makaslama modülüsü tanımlayabiliriz:
Makaslama modülüsü, E =(F/A)/(x/D)=DF/Ax (3.10)
m
F x x F
A A
θ θ
F D F

(a) (b)
Şekil 3.8. Makaslama kuvvetinin yol açtığı deformasyon.

Makaslama stresi ve straini bükülme olaylarında önemlidir. Şekil


3.9'deki gibi uzun bir kemik büküldüğünde yan yüzeyleri makaslama
deformasyonuna uğrar. Bu tür deformasyonların da bir elastik sınırı vardır.

F F

kemik kemik

F F

Şekil 3.9. Uzun kemiğin yan yüzeyinin deformasyonu.

3.1.6. Hacimsel deformasyon ve hacimsel elastiklik modülüsü:


Şekil 3.10'da gösterilen küb şeklindeki elastik katı cisme etki yapan
basınç DP kadar artırılırsa (örneğin cisim su altına konarak) cismin hacmi DV
kadar küçülür. Basınçtaki değişikliğin hacimdeki küçülme oranına bölümü
hacimsel elastiklik modülüsünü (E ) verir.
h
P

P P

P
Şekil 3.10. Hacimsel deformasyon.
Cismin ilk hacmi V ile gösterilirse:
ΔP ΔP
− −V
E = Δ V / V veya E = ΔV (3.11)
h h
Sonsuz küçüklükteki değişiklikler için Eş. 3.11:
dp
−v
E = dv (3.12)
h
halini alır.
Basınçtaki artış, hacimde daima bir azalmaya yol açacağından Eş.
3.11'deki oran negatif işaretlidir. E 'nin pozitif bir sayı ile ifade edilebilmesi için
h
oran -1 ile çarpılır.
Katıların ve sıvıların hacimsel elastiklik modülüsleri çok yüksektir. Tablo
3.2'de bazı malzemelerin Young modülüsleri ile birlikte makaslama ve hacimsel
elastiklik modülüsleri verilmiştir.
Gazlar için ise durum daha karmaşıktır. Sıcaklığı sabit tutularak
sıkıştırılan bir gazın hacimsel elastiklik modülüsü gazın o andaki basıncına
eşittir. Bunu şöyle kanıtlayabiliriz: Gazı ideal bir gaz kabul edersek, basıncı ile
hacminin çarpımı sabittir: pv=C (Boyle yasası).
Gaz sıkıştırılarak başlangıç hacmi dv kadar küçültülürse basıncı dp
kadar artar. dv ile dp arasındaki ilişki yukarıdaki ideal gaz yasasından
bulunabilir: Önce, p=C/v yazılarak sonra da p'nin v'ye göre türevi alınırsa,
dp C
=− 2
dv v

Tablo 3.2. Bazı malzemelerin elastiklik modülüsleri

Malzeme Young Makaslama Hacimsel elas.


modülüsü (E ) modülüsü (E ) modülüsü (E )
y m h
Alüminyum 10 2 10 2 10 2
7.1x10 N/m 2.5x10 N/m , 7.7x10 N/m
Bakır 10 2 10 2 10 2
11.7x10 N/m 4.5x10 N/m 13.5x10 N/m "
Çelik 10 2 10 2 10 2
21x10 N/m 8.3x10 N/m 17.5x10 N/m
Saç (baştaki) 10 2
0.2x10 N/m
Kemik 10
1.3 - 2.5x10 N/
2
m
Tahta (çam) 10 2
0.9x10 N/m

sonra da E 'nin Eş. 3.12'de dp/dv yerine yukarıdaki eşiti konursa,


h
⎛ C⎞ C
− v⎜ − 2 ⎟ =
E = ⎝ v ⎠ v fakat C/v=p olduğundan,
h
E =p (3.13)
h

bulunur. Bu nedenle gazların E değerleri tablolarda gösterilmez.


h
Gaz sıkıştırılırken çevresi ile ısı alış-verişi yapamıyorsa gaz üzerinde
yapılan iş ısı enerjisi olarak gazda birikir ve sıcaklık artışına yol açar. Bu
durumda gazın hacimsel elastik modülüsü yukarıdakinden daha yüksektir ve
E =gp . Buradaki g sabiti her gaz için farklı ve 1'den büyük bir sayıdır. g, gazın
h
sabit basınçdaki molal özgül ısısının (c ), sabit hacimdeki molal özgül ısısına
p
(c ) oranı olarak tanımlanır. Yani,
v
cp
γ=
cv (3.14)
Bazı gazlar için g'nın değerleri şöyledir: Hava:1.40, Azot:1.404,
Oksijen:1.40, CO :1.304. Yukarıda g tanımında kullanılan özgül ısılar
2
arasında da şu ilişki vardır:
o
c =c +R (R=evrensel gaz sabiti=1. 98 cal/ K. mol).
p v

Kompresibilite: Hacimsel elastiklik modülüsünün tersine kompresibilite


(sıkışabilirlik) denir. Yani,
1 1 dv
k= k=− .
Kompresibilite: E h veya v dp (3.15)
Kompresibilitenin boyutu 1/basınç'tır. Örneğin, basınç atmosfer cinsinden
verilmişse, kompresibilite 1/at cinsindendir. Suyun kompresibilitesi:
-5 -1
5x10 at 'dir.
Distensibilite: (Genişleyebilirlik): Elastik çeperli kapalı bir hacmin iç basıncı
artırıldığında birim basınç artışına karşı hacimde görülen artış oranına
distensibilite denir. Basınçdaki artış DP, hacimdeki artış DV ise, V ilk hacim
olmak üzere:
Δ V/ V 1 Δ V
D= = .
Distensibilite: ΔP V ΔP (3.16)
1 dv
D= .
Sonsuz küçük değişiklikler için : v dp

Görüldüğü gibi distensibilite kompresibilite ile aynı boyutlara sahiptir; (1/basınç).

Kompleyans: Distensibilite ile yakından ilişkili diğer bir kavram da


kompleyanstır. Kapalı bir hacmin iç basıncındaki birim artış ile hacimde görülen
artışa kompleyans (C) denir. Yani,

ΔV dv
C= C=
ΔP veya dp (3.17)
Kompleyansın boyutları (hacim/basınç)'tır. Eş. 3.16 ve 3.17'den görüleceği gibi
aynı zamanda,
C=VD (3.18)
Distensibilite ve kompleyans kavramları fizyolojide önem taşır. Örneğin,
kan basıncı arttığında venöz sistemin (toplardamar ağı) hacmi oransal olarak
çok büyük bir artış gösterdiği halde arter (atardamar) sisteminin hacmi çok daha
küçük oranda artar (Şekil 3.11). Yani venöz sistemin distensibilitesi arter
sistemininkinden çok daha yüksektir. Venöz sistemin hacmi de daha büyük
olduğundan kompleyansı da arter sistemininkinden yüksektir. Fakat eğer arter
sisteminin hacmi venöz sisteminkinden büyük olsa idi ikisinin kompleyansı eşit
veya arter sistemininki daha yüksek olabilirdi. Görüldüğü gibi, distensibilite
hacme bağlı olduğu halde kompleyans hacme bağlı değildir.
Hacim Basınç
(V)
350 venöz (mmHg) 14
sistem gecikmeli
300 kompleyans
12
250 10
200 8
150 Arteriyel 6
sistem
100 4 hacim gecikmeli
artışı kompleyans
50 2

0 4 8 12 16 Basınç 0 2 4 6 8 10
(mmHg) Zaman (dak)
(a) (b)
Şekil 3.11. Arteriyel ve venöz sistemlerde basınç-hacim
ilişkileri (a), venöz sistemin kompleyansı (b).

AKCİĞERLERDE BASINÇ HACİM İLİŞKİLERİ VE AKCİĞER


KOMPLEYANSI
(Prof Dr Ülkü Bayındır)
Bir balonu atmosfer basıncı ile şişirmek için ağzı dışa açık olarak
pistonlu bir silindir içine yerleştirelim. Sonra da pistonu geriye çekerek silindir
içindeki basıncı atmosfer basıncının altına düşürelim (Şekil 3.12). Balonun
dıştaki atmosfer basıncının etkisi ile şiştiği görülecektir. Örneğin, atmosfer
basıncı ile silindir içindeki basınç farkı 10 cm H O sütununun basıncına eşit
2
olduğunda balonun içine 0. 1 litre hava girmişse, balonun kompleyansı 0. 01
litre/cmH O'dur.
2

Şekil 3.12. Solunum sisteminin mekanik benzeri.

Solunum sistemi prensip olarak Şekil 3.12'deki pompa gibi çalışır.


İnsanda solunum için gerekli hava aynı tüp içinden girer ve çıkar. Bu tübün bir
ucu ağız ve burun yolu ile atmosfere açılır, diğer ucu akciğerlerde sonlanır.
Akciğerler elastik bir keseye benzetilebilir ve göğüs kafesi (toraks) dediğimiz
yarı sert bir boşluk içine yerleşmişlerdir. Bilindiği gibi, göğüs kafesi
kemiklerden ve bunlara yapışık kaslardan oluşmuştur. Kaslar gevşek halde
iken dahi göğüs kafesini genişletme eğilimindedirler. Kasıldıkları zaman
kafesi tam olarak genişletirler. Akciğerler kafesin iç duvarlarına bitişik
durumdadırlar; ancak yapışık değillerdir; arada çok az miktarda kaygan bir
sıvı vardır. Akciğerlerin büzülmeye yönelik elastik kuvvetleri ile göğüs
kafesinin genişlemeye yönelik kuvvetleri kişi istirahat halinde iken denge
durumundadırlar ve aradaki hipotetik boşlukta negatif basınç vardır. Toraks
en küçülmüş halinde iken dahi akciğerlerin tamamen büzülmüş halinden daha
büyük bir hacme sahiptir. Bu nedenle akciğerler daima hafif şişik haldedirler.
Buraya kadar anlatılanlardan anlaşılacağı üzere solunum işinin
yapılabilmesi için iki ayrı elastik yapı birlikte çalışmaktadır: Akciğerler ve
göğüs kafesi. Yani soluk alıp vermek için hem akciğerlerin hem de toraksın
elastik direncini yenmek gerekir. Elastik direnç kompleyansın tersidir, yani:
Elastik direnç=1/Kompleyans (3.19)
Solunuma gösterilen toplam elastik direnci bulmak için dirençleri veya
kompleyansların terslerini toplamak gerekir:
1/C =1/C +1/C (3.20)
göğüs akciğer göğüs duvarı
Toplam göğüs kompleyansını (C ) ölçmek için kişinin solunum
göğüs
kaslarını tamamen gevşetmesi veya kasların ilaçlarla geçici olarak felç
edilmesi gerekir ki bu yöntemlerle yapılan ölçümler hem zordur hem de
sonuçları tutarlı değildir. Bu yüzden, pratikte sadece akciğer kompleyansı
ölçülür. Akciğer kompleyansını ölçmek için akciğer hacmi ve basıncı şu
şekilde saptanabilir.
Ucunda küçük bir balon bulunan ince bir lastik sonda burun deliğinden
sokularak yemek borusundan (özofagus) aşağıya itilir ve özofagus içine
yerleştirilir. Balon hafifce şişik bırakılır. Özofagus içindeki basınç gögüs içi
basıncı ile hemen hemen aynıdir. Bu suretle solunum esnasındaki gögüs içi
basınç değişikliği dışa açılan lastik sonda yardımı ile ölçülebilir. Solunum
esnasında ayrıca akciğer hacimleri de ölçülür. Böylece göğüs içindeki birim
basınç değişikliğinin neden olduğu hacim değişikliği saptanabilir. İnsanda
normal akciğer kompleyansı 0.2 lt/cmH O kadardır. (Bu kompleyans değerini
2
SI birimleri cinsinden hesaplayınız).

3.2. Yüzey gerilim (çeper gerginliği):


Canlılarda gerilmiş yüzeyler olağandır. Gözün korneası, organ zarları,
mesane, damar ve kalp gibi organların çeperleri bunlara örnek gösterilebilir.
Sıvılarda görülen yüzey gerilim de aynı türden bir olaydır.
İnce zarlardaki gerilim kuvvetleri iki tip yüzey göz önüne alınarak
incelenebilir:1. küresel yüzeyler, 2. silindirik yüzeyler. Küresel yüzeylere örnekler
olarak köpük, sıvı içinde hava kabarcığı, ve mesane gibi küre biçimindeki
organlar sayılabilir. Silindirik yüzeylere örnekler olarak ise plastik borular,
damarlar ve barsaklar verilebilir.
Herhangi bir yüzeydeki gerilim kuvvetlerini anlamak için, zar üzerinde
herhangi bir doğrultuda hayali bir çizgi çekilerek zarı bu çizgi boyunca bir arada
tutan kuvvetlerin var olduğu kabul edilebilir (Şekil 3.13a). Yüzey gerilim kuvveti
çizgi boyunca birim mesafeye düşen kuvvet (T) olarak tanımlanır. Şimdi yüzey
gerilim kuvvetini Şekil 3.13b'deki ince sıvı filmi üzerinde inceleyelim.
Böyle bir sıvı filmi, U biçiminde bir tel ile U'nun kolları üstünde kayabilen
düz bir tel parçası arasına damlatılacak sıvı ile oluşturulabilir. Düz tel sağa
doğru çekildikçe, sıvı U telinin tabanı ile düz tel arasındaki aralığa yayılır ve
aralık artırıldıkça incelerek bir film halini alır (Şekil 3.13b). Düz telin U'nun kolları
arasında kalan uzunluğu L ise ve tel sağa doğru F kuvveti ile çekilmekte ise,
filme düz telin birim mesafesi boyunca etki yapan gerilim kuvveti, T=F/L'dir. T'nin
SI birimi N/m, CGS birimi dyn/cm'dir. Örneğin, sudan oluşmuş bir filmin yüzey
gerilim kuvveti 72 dyn/cm'dir ve suya özgü sabit bir değerdir. Başka
maddelerden yapılmış filmlerin veya zarların yüzey gerilim kuvvetleri farklıdır ve
filmin alanı ile değişebilir. Bu tür yapılardan biraz ileride söz edeceğiz.
F
Δx

T T T T T T
A
L F

T T T TT T

(a) (b)
Şekil 3.13. İnce bir film üzerinde yüzey gerilim
kuvvetleri (a) ve bu kuvvetlerin
hesaplanması (b).

Şimdi Şekil 3.13b'deki olaya bir başka açıdan bakalım. Sıvı filmi
oluşturulurken düz tel F kuvveti ile sağa doğru Dx kadar çekildiğinde F kuvveti
sıvı filmi üzerinde bir iş yapar. Bu iş için, F=TL olduğunu da hatırlayarak,
W=F Dx=T L Dx
(3. 21)
yazabiliriz. Fakat L Dx=A, zarın yüzey alanındaki artıştır. Bu gerçek bizi T'nin bir
başka tanımına götürür: Yüzey gerilim kuvveti zarın birim alanına depolanmış
enerjidir, yani T=W/A.
İnce zarların veya filmlerin, yüzey gerilim kuvvetinin yüzey alanı ile
ilişkisi açısından farklı tipleri vardır:
1. Yüzey alanı değiştiği halde yüzey gerilim kuvveti sabit kalan filmler ki su
ile yapılan filmler bu tiptendir. Çeperleri sudan oluşan kabarcıklar ve
damlalar büyüklükleri ne olursa olsun aynı yüzey gerilim kuvvetlerini
(72 dyn/cm) taşırlar.
2. Yüzey alanları değiştikce yüzey gerilim kuvvetleri de değişen filmler veya
zarlar: Akciğerlerimizdeki alveollerin (hava alıp veren kesecikler) iç
yüzeylerini kaplayan fosfolipid (dipalmitoyl lecithin) filmi bunlara iyi bir
örnektir. Surfactant adı verilen bu deterjan benzeri maddenin yüzey alanı 5
kat arttığında yüzey gerilim kuvvetleri 1000 kat artabilmektedir. Böylelikle
akciğerde ani bir basınç artışına karşı alveolllerin birden aşırı derecede
şişip patlamaları önlenmektedir. Bu mekanizmanın normal çalışmaması
özellikle yeni doğanlarda solunum bozukluğuna yol açar. Şekil 3.14, alveol
yüzey gerilim kuvvetinin, alveol yüzey alanı ile nasıl değiştiğini
göstermektedir. Karşılaştırma için, su filmlerinin, yüzey alanına bağlı
olmayan yüzey gerilim kuvveti de gösterilmiştir.
Alan
A/A o
1.0 sıkışma
0.6
0.8 su
0.4
0.2 genişleme

25 50 75 T
(dyn/cm)
Şekil 3.14. Yüzey gerilimin alveol yüzey alanı ile değişmesi.

3. Bazı zarlar elastiktir. Bunlar gerildikçe yüzey gerilim kuvvetleri uzunlukları


ile doğru orantılı olarak artar. Yani yüzey gerilim kuvveti Hooke yasasına
uyar. Şekil 3. 15, çeperleri böyle bir zardan yapılmış köpek mesanesinde
Şekil 3.15. Köpek mesanesinin çeper gerginliğinin çevre uzunluğu ile
değişmesi

(sidik kesesi) çeper gerilim kuvvetinin, kesenin çevre uzunluğu ile nasıl
değiştiğini göstermektedir.

3.2.1. Basınç yüzey gerilim ilişkileri (Laplace Yasası):


I. KÜRESEL YÜZEYLER:
Küresel, kapalı bir yüzeyin iç basıncı ile çeper gerginliği arasındaki ilişkiyi
bulmak için Şekil 3.16a'daki küreyi göz önüne alalım. Şimdi küre üzerine hayali
bir çember çizerek çemberin üst kısmındaki küresel yüzeyi alt kısmın kapağı
olarak düşünelim. Kürenin iç basıncı bu kapağı alt kısımdan ayırma eğiliminde
olacaktır. Fakat çeperdeki gerilme kuvvetleri (T) kapağı her tarafından çekerek
alt kısma yapışık tutarlar. Her T kuvveti, kapağın alt kesitinin çevresi boyunca
birim uzunluğa düşen kuvvet olarak düşünülmelidir.
Şekil 3.16b kapak kısmının tam yandan görünüşünü ve T kuvvetlerini
göstermektedir. T kuvvetleri her noktada küresel yüzeye teğettirler ve hem yatay
hem de düşey bileşenleri vardır. Yatay bileşenler (T ) çevre boyunca birbirine
x
eşit fakat zıt yönlerde olduklarından vektörel toplamları sıfırdır. Düşey doğrultu
ile kürenin yarıçapı, r arasında q açısı vardır. Kapak parçasının alt kesitinin
yarıçapı rsinq'ya eşittir. T'lerin düşey bileşenleri, T =Tsinq'dır ve kapak parçasını
y
her noktasından aşağıya doğru çekerler.
Kapak parçası yeterince küçük alınırsa, alt kesitinin alanı ile konveks
yüzeyinin alanı birbirine eşit kabul edilebilir. Kapağın ağız kesit alanı,
2
A=p(rsinq) olduğuna göre kürenin iç basıncı, P bu alana, F=PA kuvvetini
uygulamaktadır. Kapağın bu kuvvete rağmen küreden ayrılmaması için, kapağı
kesit çevresi boyunca aşağıya doğru çeken düşey T kuvvetlerinin toplamı F
y
kuvvetine eşit olmalıdır. T kuvvetleri çevre boyunca birim uzunluğa düşen
y
kuvvetler olduklarından bunların toplamı, kesit çevresi, 2prsinq ile Tsinq'nın
çarpımına eşittir. O zaman,
PA=2prsinq Tsinq (3.22)
2
Fakat kapağın ağız kesit alanı, A=p(rsinq) olduğundan, Eş. 3. 22,
2 2 2
Ppr sin q = 2prTsin q (3.23)
şeklinde yazılabilir. İki taraftaki ortak terimler sadeleştirildiğinde,
Pr=2T veya P=2T/r (3.24)
bulunur. Bu bağıntıya küresel yüzeyler için Laplace yasası denir.
Yüzey gerilim kuvvetleri sabit bir zar veya filmden yapılmış küreler için
(örneğin suda hava kabarcıkları) kürenin yarı çapı ne kadar küçükse iç basıncı o
kadar yüksektir. Bu gerçeğin fizyolojik açıdan önemli bir sonucu vardır. Kalbin
ventrikülleri (karıncıkları) küre gibi kabul edilirse ventrikül içinde belli bir basınç
oluşturmak için, kalbi küçük olanlarda kalp çeperleri daha az gerilir. Yani T=Pr/2
olduğundan, belli bir P için r küçükse T de küçük olacaktır.

Örnek 2:
Gözün korneası, eğrilik yarıçapı 7.7 mm olan küresel bir yüzeydir. Korneaya
etki yapan göz içi basıncı normal olarak 24mmHg kadardır. Buna göre
4
korneanın çeper gerginliği (T) nedir? (24 mmHg basıncı=3.2x10 dyn/
2
cm 'dir).
Çözüm:
4 2 -3
P=0.32x10 N/m r=7.7x10 m
4 -3
T=Pr/2 bağıntısından: (0.32x10 x7.7x10 )/2=12.3 N/m
bulunur.
Korena basıncı pek sabit değildir; normalin 6-8 mmHg altına düşebilir veya
üstüne çıkabilir. Örneğin akşamları bu basınç sabahları olduğundan 4-6
mmHg kadar daha düşüktür.
Hacmi ölçülebilen fakat yarıçapları ölçülemeyen küresel yüzeylerin
çeper gerginliğini bulmak için önce küre yarıçapı, (V=kürenin hacmi olmak
3
üzere), r= 3 V / 4 π ilişkisinden hesaplanarak sonra da Laplace yasasında
yerine konur.
Şekil 3.16. Küresel yüzeylerde çeper gerginliği kuvvetleri.

3.2.2. Yüzey gerilimi sabit olan bir kürede basınç-hacim ilişkisi:


Yüzey gerilimi sabit bir sıvı (örneğin deterjanlı su) kullanarak Şekil
3.17a'daki gibi bir piponun ağzında baloncuklar oluşturulabilir. Pipo deterjanlı
suya daldırılıp çıkarıldığında ağzı ince ve düz bir sıvı filmi ile kaplanır. Bu anda
sıvı filminin eğrilik yarıçapı sonsuzdur. Pipoya hava üflenmeye başlandığında
sıvı filmi bir yarımküre şeklini alır. Film tam bir yarımküre olduğunda eğrilik
yarıçapı piponun ağız yarıçapına eşittir. Bu anda yarıçap bir minimumdan geçer.
İçeriye daha çok hava verildiğinde yarım küre yavaş yavaş bir küreye
dönüşürken yarıçapı da artar.
Baloncuk büyürken iç basıncı daha fazla artırılamaz, çünkü baloncuğun
yarıçapı minimum iken iç basıncı P=2T/r (Laplace yasası) bağıntısına göre
maksimumdur (kritik basınç). Basınç artırılmaya çalışıldığında basınç-hacim
eğrisi negatif eğimli bir bölgeye girer (Şekil 3.17b). Bu bölgede baloncuk
kararsızdır, her an patlayabilir.

3.2.3. Çeperleri elastik bir kürede basınç-hacim ilişkisi:


İç basıncı dışındaki basınçtan pek farklı olmayan, yani çeperleri pek
gergin olmayan elastik zardan yapılmış bir küre (örneğin bir balon) düşünelim.
Kürenin üstten bir bölümünü keserek sadece yaya benzer bir bant bırakalım
(Şekil 3.18a). Küre merkezinden bu yayı gören açı q olsun. Yay şeklindeki
bandın balon şişirilmeden önceki uzunluğuna S , balonun bu haldeki yarıçapına
o
da r dersek,
o
S =r q' dır.
o o
Balon bir miktar şişirildiğinde yarıçapı r olmuşsa bandın uzunluğu S=rq
olur, fakat q açısı değişmez (Şekil 3.18b). Bandın uzama miktarı (S-S )'dır.
o
Bandın birim uzunluğuna düşen uzama miktarı ise
(S-S )/S 'dır.
o o
Bandı S 'dan S'ye uzatan çeper gerginliği kuvvetine T diyelim. Balonun
o
çeperleri ve dolaysiyle yukarıda ele aldığımız çeper bandı elastik olduğundan
bandı uzatan kuvvetle bandın birim uzunluğuna düşen uzama miktarı arasında
Hooke yasasına göre şu ilişki vardır:
T=k(S-S )/S (3.25)
o o
Burada: k=elastik bandın (veya balon çeperinin) kuvvet/uzunluk cinsinden
elastiklik sabitidir.

Eş. 3.25'de S =r q ve S=rq denkliklerini kullanırsak,


o o
T=k(r-r )/r =-k+(k/r )r (3.26)
o o o
buluruz.
Son terimde T'nin r'ye göre grafiği bir doğru verir (Şekil 3.19a).
Görüldüğü gibi balonun yarıçapı r iken çeper gerginliği (T) sıfırdır; r büyüdükçe
o
T de artar.

(a)

(b)

(b)
Şekil 3.17. Sabit yüzey gerilimli kürenin elde edilişi (a) ve basınç-hacim

(a) (b)

ilişkisi (b).
Şekil 3.18. Elastik kürede çeper gerginliği

Laplace yasasından yararlanılarak elastik kürenin iç basıncının


yarıçapla ve hacimle nasıl değiştiği de bulunabilir. P=2T/r bağıntısında T yerine
Eş. 3. 26'daki eşiti kullanılırsa,
P=2k(r/r -1)/r=2k/r (1-r /r) (3.27)
o o o
yazılabilir. Son terimden görüldüğü gibi r=r iken P=0. r çok büyüdüğünde ise
o
r /r≈1 olacağından iç basınç bir sınır değere yaklaşır. Basıncın sınır değeri,
o
P =2k/r . Buna göre Eş. 3. 27 de şu şekli alır:
s o
ro
P = Ps ( 1 − )
r (3.28)
Bu ilişki köpek mesanesinden elde edilen değerlerle Şekil 3.19b'de grafik olarak
3
gösterilmiştir. Diğer taraftan, kürenin hacim fromülünden r yerine r = 3 V / 4 π
kullanılarak r=r iken V=V olduğu hatırlanırsa, Eş. 3.28 iç basınç ile
o o
hacim arasında bir bağıntıya dönüştürülebilir:

P = Ps ( 1 − 3 Vo / V )
(3.29)
Şekil 3.19c, köpek mesanesinden ölçülen değerler yukarıdaki bağıntıda
kullanılarak elde edilen grafiği göstermektedir.
T P/Ps P/Ps
(N/m 1.0 1.0
)
20 0.8 0.8

15 0.6 0.6
10 0.4 0.4
5 0.2 0.2

0 1 2 3 4 5 0 1 2 3 4 5 0 1 2 3 4 5
r (cm) r/ro V/Vo
(a) (b) (c)
Şekil 3.19. Köpek mesanesinde çeper gerginliğinin r ile
değişmesi (a), iç basıncın r ile değişmesi (b) ve
basınç-hacim ilişkisi (c).

II. SİLİNDİRİK YÜZEYLER İÇİN LAPLACE YASASI


Lastik boruların ve elastik damarların iç basınçları ile çeper gerginlikleri
arasındaki ilişki de önceki paragraflarda kullanılan yöntemle bulunabilir. Şekil
3.20a bir damar parçasının yüzeyinde düşünülen dikdörtgen şeklindeki ve l
uzunluğundaki bir çeper parçasını göstermektedir. Damar içi basınç (P) çeper
parçasını damardan ayırmaya çalışırken parçanın uzun kenarları boyunca etki
yapan hayali gerginlik kuvvetleri (T) onu damara yapışık tutarlar. Şekil 3.20b,
çeper parçasının damar kesitindeki görüntüsünü ve çepere teğet olan gerginlik
kuvvetlerinin düşey (T ) bileşenlerini göstermektedir.
y
Şekilde gösterilen iki yarıçap arasındaki açıya 2q dersek, T =Tcosq ;
x
T =Tsinq yazabiliriz. Çeper parçasının iki tarafındaki T kuvvetleri birbirine eşit
y x
fakat zıt olduklarından toplamları sıfırdır. T bileşenleri ise parçanın her iki
y
tarafında aynı yöndedirler (aşağıya doğru). Çeper parçasını bir uzun kenarı
boyunca aşağıya doğru çeken toplam kuvvet, kenar uzunluğu (l) ile T 'nin
y
çarpımına eşittir. Aynı kuvvet, parçanın diğer kenarına da uygulanmaktadır.
Böylece çeper parçasını aşağıya doğru çekerek damara yapıştıran toplam
kuvvet:
2T xParçanın kenar uzunluğu=2Tsinq l (3.30)
y
Diğer taraftan damar içi basınç (P) parçayı damardan ayırma eğiliminde
olan yukarıya doğru bir kuvvet uygular. Bu kuvvet, basınç ile parçanın yüzey
alanının çarpımına eşittir. Çeper parçasının kısa kenarı 2rq olduğuna göre
yüzey alanı 2rql 'dir. Böylece damar içi basınçtan doğan dışa yönelik kuvvet:

Şekil 3.20. Silindirik bir yüzeyin çeper parçası (a), ve


çeper kesitindeki etkin kuvvetler.

P2rql'dir
(3.31)
İki kuvvet birbirine eşitlenirse,
P2rql=2Tsinql (3.32)
Çeper parçası dar bir parça olarak düşünülürse 2q açısı çok küçük olacağından
sinq ≈ q kabul edilebilir. Böylece iki taraftaki ortak terimler sadeleştirildikten
sonra Eş.3.32,
T=Pr (3.33)
şeklini alır. Buna silindirik yüzeyler için Laplace yasası denir. Görüldüğü gibi
silindirik yüzeylerin enine çeper gerginliği daha önce küresel yüzeyler için
bulunanın (T=Pr/2) iki katına eşittir. Şu halde yarı çapları ve iç basınçları aynı
olan biri silindir diğeri küre şeklindeki iki kapalı yüzeyden silindir şeklinde
olanının çeper gerginliği küre şeklinde olanının çeper gerginliğinin iki katına
eşittir. Bu gerçek, şişirilmiş uzun bir balonun ucuna ve kenarlarına
dokunulduğunda açıkca görülür; balonun kenarları uç kısımlarından çok daha
serttir (Şekil 3.21).
Silindirik yüzeyler için bir de boyuna çeper gerginliğinden (T ) söz edilir
L
(Şekil 3.22). Boyuna çeper gerginliği bir boruyu veya bir damarı uzunluğu
doğrultusunda çeken kuvvettir. Daha önceki yöntemlerle T , r ve iç basınç
L
arasında şu ilişkinin geçerli olduğu kanıtlabilir:

Şekil 3.21. Küresel yüzey ile silindirik yüzey çeper


gerginliklerinin karşılaştırılması.

Pr
TL =
2 (3.34)
Görüldüğü gibi boyuna çeper gerginliği enine çeper gerginliğinin
yarısına eşittir ve küresel yüzeyler için bulduğumuz çeper gerginliği ile aynıdir
(bkz Eş. 3.24). Boruların neden uzunlukları doğrultusunda kopmayıp da enine
doğrultuda yarıldıkları bu ilişkilerden kolayca anlaşılabilir.

3.2.4. Anevrizmalar ve çeper stresi:


Vücuttaki bazı arterler çeperlerindeki dokusal yapı hataları nedeni ile iç
basınçlarına dayanamayıp bir balon şeklinde genişlerler. Böyle damar
keseciklerine anevrizma adı verilir. Anevrizmalar özellikle aorta ve kafaiçi
damarlarında görülürler.
Anevrizmanın iç basıncı damarın silindirik kısmının iç basıncı ile aynı
olduğu halde, çeper gerginliği daha düşük olduğu için patlamadan bir süre daha
bu basınca dayanabilir.
Anevrizmalarda bir de çeper stresinden söz edilir. Çeper stresi (s)
damar çeperinin enine kesitinde birim alana düşen kuvvet olarak tanımlanır.
Şekil 3.22. Boyuna çeper gerginliği.

Yarıçapı çeper kalınlığının (d) 10 katı veya daha fazla olan bir damar için çeper
stresi şu bağıntıdan bulunur:
Pr
σ =
δ (3.35)
2
Burada: =çeper stresi (N/m ) ; =çeper kalınlığı (m)
Görüldüğü gibi stres boyutlarına sahiptir.

Kaynaklar:
Berme N, Capozzo A. (Eds). Biomechanics of Human Movement.
Applications in
Rehabilitation, Sports and Ergonomics. Bertec Corporation,
Worthington, Ohio, 1990.
Fung YC. Biomechanics. Springer-Verlag, New York 1981.
Fung YC, Perrone N and Anliker M (Eds). Biomechanics, Its Foundations and
Objectives. Prentice Hall, Englewood Cliffs, New Jersey 1972.
Greenberg LH. Physics for biology and pre-med students. W. B. Saunders
Company Saunders Golden Series, Philadelphia 1975.
Johansen K. Aneurysms. Scientific American 247:110-125, 1982.
Kummer B. Biomechanics of Bone. In: Biomechanics, Its foundations and
Objectives. Fung YC, Perrone N and Anliker M. (Eds). Prentice-Hall, Inc,
Englewood Cliffs, 1972.
Sears FW. Mechanics, Heat, and Sound. Addison-Weslye Publishing Co., Inc.
Reading, Massachusetts, 1958 (2. baskı) Ch 1-14, 26-28.
Stanford AL. Foundations of Biophysics. Academic Press Inc., London 1975
Ch 5,6.

Problemler:

1. Alüminyumdan yapılmış ve kesit alanı 7x10-5 m2 olan bir çubuk 1.4x104 N’luk
bir kuvvetle koparılabiliyor. Çapı bu çubuğun çapının iki katı olan başka bir Al
çubuk kaç N’luk bir kuvvetle koparılabilir?
2. Bir yaylı terazinin yayı asılan her kg yük başına 8 mm uzamaktadır. Teraziye
5 kg’lık bir yük asıldığında yayda kaç Jul’lük potansiyel enerji depo edilir?
3. Kesit alanı 2 cm2 ve uzunluğu 20 cm olan bir kemik parçası 800 kg’lık yük
altında 0.4 mm kısalmış ise kemiğin Young modülüsü nedir?
4. Alveol çeperlerini kaplayan maddenin yüzey gerilimi 0.04 N/m ise, yarıçapı
0.08 mm oluncaya kadar şişen bir alveolün içindeki basınç kaç mmHg’dır?
5. İdeal elastik bir cismin deformasyonu aşağıdakilerden hangisine bağlı
değildir?
a) cismin yapıldığı malzemeye
b) cismin uzunluğuna
c) cismin kesit alanına
d) yükün uygulanma süresine
e) yükün büyüklüğüne

------------------------
Bölüm 4
AKIŞKANLAR

4.1. Giriş:
Sıvılar ve gazlar kuvvet etkisindeki davranışları açısından akışkan diye
adlandırılırlar. Belli bir şekilleri yoktur. Yerçekimi gibi zayıf kuvvetlerin etkisinde
dahi bulundukları hacmin şeklini alırlar. Bir ucunda ideal elastik katıların yer
aldığı bir ölçek oluşturulsa akışkanlara ölçeğin tam karşı ucunda yer vermek
uygun olur. Bu iki tip madde arasına da plastik maddeler konabilir.
Diğer taraftan bazı akışkanlarla katılar arasında ayırım yapmak güçtür.
Örneğin, cam bir katı olmakla birlikte uzun bir süre içinde bir akışkan gibi
davranır. Çok eski binaların pencere camlarının yerçekimi kuvvetinin etkisi ile
aşağıya doğru aktığı görülür, yani böyle camların alt kısımları üst kısımlarından
daha kalındır. Bu hali ile cam, akışkanlığı çok az veya viskosite katsayısı çok
yüksek olan bir akışkandır. Akışkanlık veya onun tersi olan viskosite akışkanlara
özgü özelliklerdir. Akışkanların başka özellikleri de vardır. Bu bölümde
akışkanları önce statik koşullarda sonra da dinamik koşullarda ele alacağız. Bu
iki konuya akışkanlar mekaniğinde sırası ile hidrostatik ve hidrodinamik adları
verilir.

4.2. Hidrostatik:
Hidrostatiğin önemli kavramlarından biri, bir akışkanın ağırlığından ötürü
tabanına uyguladığı basınçtır. Buna hidrostatik basınç denir. Hidrostatik basıncı
anlamak için özkütle ve yoğunluk kavramlarını kısaca gözden geçirmek yararlı
olur.
3
Özkütle diye maddenin birim hacminin kütlesine denir. SI birimi kg/m 'dür. CGS
3 3
sisteminde g/cm , İngiliz mühendislik sisteminde slug/ft kullanılır. Belli
3 3
sıcaklıktaki suyun 1 cm 'ünün kütlesi 1 g kabul edilmiştir. Buna göre 1 m suyun
3
kütlesi de 1000 kg'dır. Şu halde bu sıcaklıktaki suyun özkütlesi 1 g/cm veya
3
1000 kg/m 'dür.
Yoğunluk belli hacimdeki maddenin ağırlığının aynı hacimdeki suyun ağırlığına
oranıdır veya bu maddenin özkütlesinin suyun özkütlesine oranıdır. Dolayısıyla
yoğunluk boyutsuzdur.

4.2.1. Basınç:
Basınç birbirine değen iki yüzey arasında birim alana düşen dik kuvvet
olarak tanımlanır. Söz konusu iki yüzey katı-katı, katı-sıvı, sıvı-sıvı, gaz-sıvı,
veya gaz-katı yüzeyleri olabilir. Basınç daha önceki bir bölümde açıklanan stres
2
ile aynı boyutlara sahiptir ve SI birimi N/m (veya Pascal), CGS sistemi birimi
2 2
dyn/cm , İngiliz mühendislik sistemindeki birimi de lb/inç 'dir (buna kısaca psi
-pounds per square inch- denir). Pratikte sıvıların hidrostatik basıncını belirtmek
için Torr (=1 mmHg sütunu basıncı), gazların basıncını belirtmek için de
atmosfer birimi yaygın olarak kullanılmaktadır. Aşağıda bu birimlerden yine söz
edeceğiz.

4.2.2. Hidrostatik basınç:


Basıncın tanımından başlayarak bir sıvının içinde bulunduğu kabın
tabanına yaptığı basınç için kullanışlı bir ifade bulunabilir. Bunun için silindirik bir
kabın h yüksekliğine kadar özkütlesi d olan bir sıvı ile doldurulduğunu
düşünelim (Şekil 4.1).

m
h
mg
Şekil 4.1. Hidrostatik basınç.
A
Kabın taban alanı A olsun. Böylece kab içindeki sıvının hacmi, V=Ah
olacaktır. Sıvının özkütlesi d olduğuna göre kütlesi, m=Ahd; ağırlığı da (g
yerçekimi ivmesi olmak üzere),
W=mg=Ahdg (4.1)
Sıvının kabın tabanına yaptığı basınç (Pb) ise ağırlık kuvvetinin taban alanına
bölümüne eşittir:
P =W/A=Ahdg/A
h
(4.2)
P =hdg
h
Buna hidrostatik basınç denir. Görüldüğü gibi hidrostatik basınç sadece sıvı
sütununun yüksekliğine, sıvının özkütlesine ve yerçekimi ivmesine bağlıdır;
kabın taban alanından bağımsızdır. Bu nedenle aynı sıvıyı aynı düzeylerde
içeren taban alanları çok farklı kaplarda hidrostatik basınç aynıdır.
Eş.4.2'den hesaplanan basınç, kabın tabanına sadece sıvının yaptığı
basıncı verir. Oysa bu noktadaki toplam basınç hidrostatik basınca atmosfer
basıncının (P ) da eklenmesi ile bulunur; buna mutlak basınç denir. Kabın
a
tabanındaki mutlak basınç şöyle hesaplanır:
P=hdg+P (4.3)
a
Kan basıncı, su basıncı, otomobil lastiği basıncı gibi basınçlardan söz edilirken
kastedilen, genellikle mutlak basınç değil iç basınçtır. İç basınç dendiğinde
kapalı bir kap içinde atmosfer basıncının üstündeki veya altındaki basınç
kastedilir. Kan basıncı arterlerin iç basıncıdır.

4.2.3. Manometreler:
Basıncı bir sıvının hidrostatik basıncı ile karşılaştırarak ölçen basit
aygıtlara manometre denir. Manometre ilk kez İtalyan matematikçi Evangelista
Torricelli (1608-1647) tarafından kullanılmıştır. Torricelli, içi civa dolu bir ucu
kapalı diğer ucu açık bir cam boru ile yaptığı basit deneyde deniz kenarındaki
atmosfer basıncının 76 cm yüksekliğindeki civa (Hg) sütununun basıncına eşit
olduğunu saptamıştır. Bu nedenle 1 mm'lik Hg sütununun basıncına Torricelli'nin
anısına 1 Torr adı verilmiştir
Manometreler açık ve kapalı kollu olmak üzere iki tipte imal edilirler
(Şekil 4.2). Kapalı kollu manometre iç basıncı, açık kollu manometre ise mutlak
basıncı (atmosfer basıncı + iç basınç) gösterir.
açık kapalı
Pa

P P
h h

Açık kollu manometre Kapalı kollu manometre


P = hdg + Pa P = hdg
(a) (b)
Şekil 4.2. Manometreler: Açık kollu (a), kapalı kollu (b).

Manometrelerde genellikle civa kullanılır. Kuşkusuz bu amaçla civadan


başka bir sıvı da (örneğin su) kullanılabilir. Fakat suyun özkütlesi civanınkinin
1/13.6'sı kadar olduğu için sulu manometrenin boru uzunluğu civalı
manometrenin boru uzunluğunun 13.6 katı olmalıdır.
Basınç ölçmek için başka aygıtlar da kullanılır. Basınç ölçen aygıtlara
genel olarak barometre denir. Barometrelerde ince metal levhaların basınç
altındaki esnekliklerinden yararlanılır. Levhanın basınç altındaki şekil değişikliği
yaylı bir ibrenin açısal hareketine dönüştürülebilir. İbre de daha önce
manometre ile kalibre edilmiş bir ölçek üzerinde uygulanan basıncı doğru olarak
gösterir. Barometreler kullanım amaçlarına göre farklı basınç birimleri ile
işaretlenirler. Atmosfer basıncı çoğu zaman bar veya onun binde biri olan milibar
2
ile, otomobil lastiği basıncı psi (veya kg-kuvvet /cm ) ile, kan basıncı cmHg ile,
buhar basıncı atmosferle (at) ifade edilir. Şimdiye kadar anılan basınç birimleri
arasında şu ilişkiler vardır:
2 2
1 mmHg basıncı=1333 dyn/cm =133.3 N/m
6 2
1 bar=10 dyn/cm
-3 3 2
1 milibar=10 bar=10 dyn/cm
1 atmosfer=1013 milibar

4.2.4. Kan Basıncı:


Bir kalp atışı esnasında arter basıncı iki değer arasında değişir.
Bunlardan küçüğü kalbin sağ kulakcığına sistemik dolaşımdan, sol kulakcığına
da akciğer dolaşımından kan girerken arterlerde var olan basınçtır. Buna
diastolik basınç denir. Sol karıncık kasılıp kan aorta yolu ile sistemik dolaşıma
pompalandığında arteriyel basınç en yüksek değerine ulaşır. Bu basınca sistolik
basınç denir (Şekil 4.3). Her iki basınç normal (fizyolojik) koşullarda bile kişiden
kişiye, yaşa, cinsiyete ve kişinin psikolojik durumuna göre belli sınırlar arasında
değişir.
Basınç
(mmHg)
sistol
120

80
diastol
40

0
0. 0. 1. 1. 2. Zaman (s)
Şekil 4.3. Kan basıncın bir 4kalp8 atışı
2 süresince
6 0 gösterdiği değişiklikler.

Kan basıncı hemen her zaman manometrik civa basıncı cinsinden ifade
edilir. Örneğin, 20 yaş dolayındaki kişilerde sistolik basınç 11 cm (veya 110 mm)
Hg basıncına, diastolik basınç ise 7 cm (veya 70 mm) Hg basıncına eşittir. Bu
kan basıncı kısaca 11/7 (veya 110/70) sayıları ile belirtilir. Onbir cm'lik Hg
basıncını SI basınç birimi cinsinden hesaplamak için aşağıdaki h, d ve g
değerleri Eş 4.2'deki hidrostatik basınç bağıntısında kullanılır:
-2 3 2
h=11x10 m d=13 600 kg/m g=9.81 m/s
2
P=0.11 x 13600 x 9.81 = 14 675.7 N/m veya Pascal

Kan basıncının ölçülmesi: İnsanda ve hayvanlarda kan basıncı deneysel veya


klinik amaçlar için ya doğrudan ya da dolaylı yöntemlerle ölçülebiir. Doğrudan
yöntemde, bir ven veya arter içine bir kateter (ince plastik boru) sokulur. Kateter
fizyolojik serum ile doldurulur ve serbest ucu bir basınç transdüserine bağlanır.
Basınç transdüserleri basınç değişikliklerini elektrik potansiyeli değişikliğine
çeviren aygıtlardır (bkz Bölüm 6). Potansiyel değişikliği de bir yazdırıcıda grafik
olarak gösterilebilir. Doğrudan kan basıncı ölçümü kan basıncının zaman
içindeki değişikliklerini gayet doğru ve hassas olarak belirlenmesine olanak
verdiği halde invaziv (hasta üzerinde cerrahi girişimi gerektiren) bir yöntem
olduğu için günlük (rutin) klinik uygulamalarda kullanılmaz. Bu yönteme insanda
ileri tetkikler için, hayvanlarda araştırma amacı ile başvurulur.
Dolaylı yöntem çok daha kolay fakat kaba sonuçlar veren bir yöntem
olmakla birlikte klinik amaçlar için yeterlidir. Burada bu yöntemden biraz daha
ayrıntılı olarak söz edeceğiz. Dolaylı yöntemle sadece arteriyel basınç
ölçülebilir; o da ancak eğer arter vücut içinin derinliklerinde değil de kollarda,
bacaklarda veya boyunda yer alıyorsa!
Rutin ölçümler için hemen daima seçilen arter koldaki arteria
brachialis'dir. Bu arterdeki kan basıncını ölçmek için kola bir manşon takılır.
Manşon yassı bir balondur ve kolun etrafına sarılıp yeterli bir basınca kadar
şişirildiğinde içerideki arterden kan akışını durdurabilir. Ölçüm esnasında
manşon bir puarla yavaş yavaş şişirilir ve manşon basıncı buna paralel bağlı bir
manometre veya barometre ile izlenir. Basınç kişinin beklenen arter basıncının
bir hayli üstüne çıktığında arterdeki kan akımı kesilir. Bunun bir işareti bilekten
nabız alınamaz olmasıdır. Bu işlemlere başlarken manşonun aşağısında ve
arterin kol yüzeyine en çok yaklaştığı bölgeye bir stetoskop yerleştirilir. Bunun
amacı arterdeki kan akışının bazı koşullarda çıkardığı sesleri dinlemektir.
Normalde arterdeki kan akımı düzgün olduğundan kan akışının sesi duyulmaz.
Fakat arter kapanırken veya yeniden açılırken bu bölgeden Karatkov sesleri adı
verilen kesikli sesler duyulur.
Arterdeki kan akımı durduktan sonra manşona bağlı puarın musluğu
dışa açılarak manşon basıncı yavaş yavaş indirilir. Manşon basıncı arterdeki
sistolik basınca eşitlendiği anda arter kısmen açılır ve arterden Karatkov sesleri
gelmeye başlar. Bu anda manometrenin gösterdiği basınç arterin sistolik
basıncıdır. Sesler giderek şiddetlenir ve bir maksimum şiddetden geçtikten
sonra tekrar zayıflamaya başlar; sonunda da kesilir. Seslerin kesildiği anda
manometrenin gösterdiği basınç diastolik basınçtır.

4.2.5. Bir akışkan içindeki basınç:


Sıkıştırılamayan yani özkütlesi basınçla değiştirilemeyen durgun bir
akışkan içindeki herhangi bir noktanın basıncı hakkında şu gözlemler yapılabilir:
1. Akışkanın herhangi bir noktasına dıştan uygulanan basınç akışkan içinde
her yerde aynıdır.
2. Akışkan içinde herhangi bir yüzeye etki yapan kuvvetler bu yüzeye
diktirler.
3. Akışkan içinde basınç derinlikle artar.
Akışkanın, içindeki bir cisme uyguladığı kaldırma kuvveti yukarıdaki
gerçeklerin sonucudur.

4.2.6. Kaldırma kuvveti:


Bir akışkan içine yerleştirilen cisim yukarıya doğru net bir kuvvetle itilir.
Bu kuvvet Şekil 4.4'deki sistemde incelenebilir.
Pa

P1 h

P2
Şekil 4.4. Kaldırma kuvveti.

Cismin akışkan içine tamamen daldırıldığını düşünelim. Şekilde:


d = cismin özkütlesi
d' = akışkanın özkütlesi
A = cismin taban alanı ve üst kesit alanı
L = cismin boyu
V = AL= cismin hacmi
h = cismin üst kesitinin akışkan içinde bulunduğu derinlik
P = atmosfer basıncı
a
P = akışkanın h derinliğindeki hidrostatik basınç
1
P = akışkanın (h+L) derinliğindeki hidrostatik basınç
2
olsun. Şimdi cisme etki yapan kuvvetleri göz önüne alalım.
Cisme yan yüzeylerinden uygulanan basınç kuvvetleri cismin düşey
konumunu etkilemezler, çünkü bunlar birbirine eşit ve zıt kuvvetlerdir.
Cismin üst yüzeyi kendisine dik bir kuvvetle aşağıya doğru itilir; bu
kuvvet cismin üst yüzey alanı ile h derinliğindeki hidrostatik basınç artı atmosfer
basıncının (P ) çarpımına eşittir. Bu kuvvete F dersek,
a 1
F =(P +P )A (4.4)
1 1 a
fakat P =hd'g olduğu hatırlanırsa,
1
F =hd'gA+P A (4.5)
1 a
yazılabilir.
Aynı şekilde cismin tabanı da kendisine dik bir kuvvetle yukarıya doğru
itilir. Bu kuvvete F dersek, (h+L) derinliğindeki atmosfer basıncını da göz
2
önüne alarak,
F =(P +P )A (4.6)
2 2 a
fakat P =(h+L)d'g olduğundan,
2
F =(h+L)d'gA+P A=hd'gA+Ld'gA+P A (4.7)
2 a a
bulunur.
Eş 4.5 ve Eş.4.7'den görüldüğü gibi: F 〉 F . Şu halde cisim yukarıya
2 1
doğru net bir kuvvetle itilmektedir. Akışkanın kaldırma kuvveti denilen bu kuvvet,
(B) iki kuvvetin farkından bulunur:
B=F -F =Ld'gA (4.8)
2 1
fakat AL=V (cismin hacmi) olduğundan,
B=Vd'g (4.9)
Sözle ifade edecek olursak: Akışkan içindeki bir cisim kendi hacmine
eşit hacimdeki akışkanın ağırlığı kadar bir kuvvetle kaldırılır (Arşimed prensibi).
Cismin havadaki ağırlığı, W=Vdg olduğundan, akışkan içindeki ağırlığı
gerçek ağırlığından kaldırma kuvveti çıkarılarak hesaplanabilir:
Akışkan içindeki ağırlık = W-B = Vg(d-d') (4.10)
Bu bağıntıdan görüleceği gibi:
d 〉 d' ise cisim akışkan içinde batar (net kuvvet aşağıya doğru)
d = d' ise cisim akışkan içinde, konduğu noktada kalır
d 〈 d' ise cisim akışkanda yüzer (net kuvvet yukarıya doğru)
Kaldırma kuvvetine vücuttan iyi bir örnek, kafatasını ve vertebral kolonu
dolduran sıvının (serebrospinal sıvı, beyin omurilik sıvısı, B.O.S) beyin - omurilik
sistemine uyguladığı kaldırma kuvvetidir. Serebrospinal sıvının özkütlesi 1.007
3 3
g/cm ; beyin ve omurilik dokularının özkütlesi ise 1.040 g/cm 'dür. Böylece
beyin-omurilik sisteminin serebrospinal sıvı içindeki ağırlığı havadaki ağırlığının
otuzda birine düşmüştür. Bazı omurilik ameliyatlarında bu sıvı boşaltılır. Bu
durumda beyin ve omuriliğin ağırlığı altında sıkışan sinirler ve damarlar şiddetli
ağrılara yol açar.

4.3. Hidrodinamik:
Hidrodinamiğin konusu akış halindeki sıvılardır. Hareketli vücut
sıvılarının davranışını açıklayabilmek için hidrodinamik ilkelerini bilmek gerekir.
Bu ilkeler çeperleri sert borular içinde akan visköz (Newtoniyen) sıvılar için
geçerlidir. Fakat çoğu durumda kanın ve damarların da bu koşullara uydukları
kabul edilir. Aşağıda önce bazı hidrodinamik kavramlarını açıklayacak sonra da
hidrodinamik yasalarını ele alacağız.

4.3.1. Akış hızı:


Bir akışkanın aktığı boru içinde birim zamanda aldığı yola akış hızı
denir. Hız birimi ile belirtilir (m/s; cm/s gibi). Borunun kesit alanı her yerinde aynı
değilse, bir noktasındaki kesit alanı A , ikinci bir noktasındaki kesit alanı da A
1 2
olmak üzere, kesitlerdeki akış hızları ile kesit alanları arasında şu ilişki vardır;
A v =A v (4.11)
1 1 2 2
Bu ilişkiyi bulmak için Şekil 4.5'de gösterilen değişken kesitli boruyu göz
önüne alalım. Bu tür bir analizde boru çeperlerinin sert bir maddeden yapıldığı
ve akışkanın sıkıştırılamayan bir akışkan (örneğin su) olduğu kabul edilir. Bu
varsayımlar geçerli ise borunun A kesitinden belli bir süre içinde akıp giden
1
belli miktarda sıvı A kesitinden de aynı süre içinde akıp gitmek zorundadır. Yani
2
borunun herhangi bir kesitinde su birikemez.
Borunun A alanlı kesiti L uzunluğunda, A alanlı kesiti L
1 1 2 2
uzunluğunda ise iki boru bölümünün hacimleri de sırası ile A L ve A L 'dir.
1 1 2 2
Borunun iki farklı kesitinden aynı sürede aynı hacimde akışkan akması
gerektiğinden,
A L =A L (4.12)
1 1 2 2
veya A /A =L /L
1 2 2 1
olmalıdır. Diğer taraftan iki kesitteki akış süreleri için;
t=L /v veya t=L /v (4.13)
1 1 2 2
yazılabilir. İki ifade birbirine eşitlenirse,
L /v =L /v (4.14)
1 1 2 2
bulunur. Son ifadede L ve L yerine Eş.4.12'deki L /L oranı kullanılırsa
1 2 2 1
Eş.4.11 elde edilir. Bu bağıntı borunun dar kesitlerinde akış hızının daha yüksek
olacağını belirtmektedir. Nitekim nehirlerin dar yerlerinde suyun daha hızlı aktığı
herkesin bildiği bir gerçektir.
L1
L2
A1
V1
A2 V2

Şekil 4.5. Değişken kesitli boru içinden akışkan geçişi.

Dolaşım sisteminde bir ağacın dalları gibi kalından inceye sayıları hızla
artan arteriyollerin (arterlerin en ince dalları) toplam kesit alanı, arterlerinkinden
çok daha büyüktür. Bu nedenle kan arteriyol ağında kalın arterlerde olduğundan
çok daha yavaş hareket eder. Tablo 4.1 kalın arterlerle kılcal damarları (kapiler
damarlar), kesit alanları ve kan akış hızları yönünden karşılaştırmaktadır.
Tablo 4.1. Çeşitli damarlarda kan akış hızları

*
Arterler Kapiler damarlar
2
Kesit alanı (cm ) 100 600

Akış hızı (cm/s) 50 8

(*) Kapiler damarlar arteriyollerden de ince damarlardır

4.3.2. Debi:
Akışkanın birim zamanda bir kesitten geçen hacmine akışkanın debisi
3
denir. Debinin SI birimi m /s'dir. Fakat pratikte ml/s, ml/dak, litre/s veya litre/dak
birimleri daha yaygın olarak kullanılır. Örneğin, kanın aortadaki debisi ortalama
5 litre/dak kadardır. Görüldüğü gibi debi ile akış hızı farklı kavramlardır.

4.3.3. Akışkan basıncı ve kinetik enerjisi (Bernouilli yasası):


Şekil 4.6'daki gibi içinden akışkan akan, kesit alanı değişken ve konumu
yataydan farklı bir boru düşünelim. Bu boru içinde iki ayrı noktada, akışkan
basıncının ve akışkanın potansiyel ve kinetik enerjilerinin farklı olacağı açıktır.
Fakat borunun her yerinde akışkan basıncı ile akışkanın birim kütlesine düşen
enerjinin toplamı aynıdır. Buna Bernouilli yasası denir.
2
V
2
P2

A h2
1

V1
h1
P1

Şekil 4.6. Bernouilli yasası

Bernouilli yasasını kanıtlamak için Şekil 4.6'daki boruda kütlesi m, kesit


alanı A ve uzunluğu x olan silindirik akışkan elemanını göz önüne alalım.
Akışkan akımı (1) 'den (2) 'ye doğru olsun. Akışkan elemanını bu yönde ilerleten
kuvvet (F), elemanın iki ucu arasındaki basınç farkı (P -P =DP) ile elemanın
1 2
kesit alanının (A) çarpımına eşittir:
F=DPA (4.15)
Akışkan elemanı bu kuvvetin etkisi altında kendi boyuna (x) eşit bir yol aldığında
F kuvvetinin yaptığı iş,
W=DPax (4.16)
Fakat, Ax=V=akışkan elemanının hacmi olduğundan,
W=DPV (4.17)
Diğer taraftan, akışkan elemanı (1) noktasında iken belli bir referans
düzeyinden yüksekliği h , borudaki akış hızı da v olsun. Aynı değişkenler (2)
1 1
noktası için de sırası ile h ve v olsun. Elemanın (1) noktasındaki toplam
2 2
(potansiyel artı kinetik) enerjisi (E ) şudur:
1
1 2
E = 2 mv 1 + mgh1 (4.18)
1
Benzer düşünüşle elemanın (2) noktasındaki toplam enerjisi (E ) için de,
2
E =
2
1 2
mv + mgh
2 2 2 (4.19)
yazılabilir.
F kuvvetinin eleman üzerinde yaptığı iş iki noktadaki enerjilerin farkına
eşit olmalıdır, yani: DPV=E -E veya:
2 1
1 2 1 2
DPV= 2 mv 2 + mgh 2 -( 2 mv 1 + mgh1) (4.20)
Akışkanın özkütlesi d ise kütlesi yerine m=Vd yazabiliriz. Bunu Eş.4.20'de
yaptığımızda,
1 2 1 2
DPV= 2 Vdv 2 + Vdgh 2 - ( 2 Vd v 1 + Vdgh1 ) (4.21)
DP=P -P olduğundan, iki taraftaki V'ler sadeşleştirilip terimler yeniden
1 2
düzenlendiğinde Eş.4.21 şöyle yazılabilir:
P +
1
1 2 1 2
d v + dgh 1= P + 2 dv + dgh
2 1 2 2 (4.22)
2
Sözle ifade edersek, bir boru içinde her noktada basınç ile birim hacme
düşen toplam enerji aynıdır. Böylece, eğer boru yatay bir konumda ise (yani
h =h =h .....) boru içinde basıncın düşük olduğu yerlerde hız yüksek, basıncın
1 2 3
yüksek olduğu yerlerde ise hız düşüktür. Biraz ileride görüleceği gibi, bir boru
içinde düzgün akan (laminer akış) akışkanın hızı borunun merkezinde
maksimum, çeperlerinde ise minimumdur. Aksine, basınç çeperlerde maksimum
merkezde ise minimumdur. Bunun da kanın düzgün (laminer) aktığı damarlar
için önemli sonuçları vardır. Kandaki şekilli elementler (alyuvarlar, akyuvarlar ve
trombositler) kesitteki basınç farkı nedeni ile merkeze doğru itilerek damarın
merkezinden akarlar.

4.4. Newtoniyen ve Newtoniyen olmayan sıvılar:


Bir boru içindeki sıvının debisi ile onu hareket ettiren basınç arasında
doğrusal (lineer) bir ilişki varsa, yani basınç bir birim artırıldığında debi de bir
birim artıyorsa sıvı Newtoniyen bir sıvıdır. Böyle bir sıvıya visköz sıvı da denir.
Visközlük sıvının iç sürtünme kuvvetleri ile ilgili bir özelliktir. Gazlar da sıvılar gibi
visközlük özelliğine sahiptirler. Ancak sıvılar çok daha visköz akışkanlardır.
Visközlüğün ölçüsü viskosite katsayısıdır ve h harfi ile gösterilir.
Visköz bir akışkan düzgün akarken tabakaları arasındaki sürtünme
kuvvetleri tabaka hızına bağlı değildir. Bu nedenle visköz akışkan sabit bir
viskosite katsayısına sahiptir. Newtoniyen olmayan akışkanlarda ise tabakalar
arası sürtünme kuvvetleri tabaka hızı ile değişir. Bu tip sıvılara plastik sıvılar da
denir. Ayrıca, böyle bir sıvının akmaya başlaması için belli minimum bir basınç
gereklidir. Su ve kanın plazması (kanın parçacıklar içermeyen kısmı)
Newtoniyen (visköz) sıvılardır. Kanın kendisi ise içindeki hücreler ve diğer
parçacıklar yüzünden bazı koşullarda Newtoniyen davranıştan sapar.
Visközlüğü kantitatif düzeyde açıklamak için Şekil 4.7'de gösterilen biri
sabit diğeri hareketli iki levha arasındaki akışkan tabakasını (katmanını) göz
önüne alalım. Levhaların herbirinin yüzey alanı A, aradaki akışkan tabakasının
kalınlığı da L olsun. Hareketli levha sağa doğru kaydırıldığında onunla temasta
olan akışkan yüzeyi onunla aynı hızda sağa doğru kayar. Sabit levha ile temasta
olan akışkan yüzeyi ise hareketsiz kalır. Bu nedenle sıvı tabakası bir şekil
değişikliğine uğrar. Bu durum makaslama kuvvetleri uygulanan katı bir cismin
geçirdiği şekil değişikliğini andırır (bkz Bölüm 2, Şekil 2.7).
d d' c c' F

F
a b
Şekil 4.7. Bir sıvı katmanında makaslama kuvvetleri.

Üstteki levhaya uygulanan makaslama kuvveti F ise, akışkan


tabakasının uğradığı makaslama stresi F/A'dır. Tabakanın makaslama
deformasyonu (strain) ise katılarda olduğu gibi cc'/L oranı ile belirtilebilir. Ancak
stres-strain ilişkisi açısından katılarla akışkanlar arasında büyük bir fark vardır.

Katılarda stres strain ile doğru orantılıdır:


F/A a cc'/L (4.23)
Akışkanlarda stres strain'in zaman türevi ile orantılıdır:

d (cc ' / L)
F/A a dt (4.24)

Yukarıdaki ifadelerde a orantıyı, d( )/dt operatörü de parantez içindeki


değişkenin zaman türevini gösterir. Tabaka kalınlığı zamanla değişmediği için
son ifadede L türev operatörünün dışına çıkarılabilir. Orantı da bir orantı sabiti
kullanılarak eşitliğe dönüştürülürse;

F 1 d( cc ' )

A L dt (4.25)
bulunur. Fakat d(cc')/dt tabakanın sağ üst köşesinin sağa doğru kayma hızıdır
(v). Eş.4.25'de (v) kullanıldığında,
F v

A L (4.26)
Yukarıdaki eşitliklerde orantı sabiti olarak kullanılan h daha önce sözünü
ettiğimiz viskosite katsayısından başka bir şey değildir.
Şimdi Şekil 4.7'deki akışkan tabakasının tek bir tabaka olmayıp, herbiri
dy kalınlığına (sonsuz derecede ince), üst üste konmuş sonsuz sayıda
tabakadan oluştuğunu kabul edelim. Üst plakaya kuvvet uygulandığında ince
sıvı tabakaları, en alttaki en yavaş (hatta hareketsiz) olmak üzere farklı hızlarla
birbirinin üstünden kayarak hareket edeceklerdir. Ancak komşu iki tabaka
arasındaki hız farkı da sonsuz derecede küçük olacaktır (dv kadar). Eş.4.26'da v
yerine dv, L yerine de dy kullanır, sol tarafta F'yi yalnız bırakırsak,

dv
F = Aη
dy (4.27)
Son iki ifadeden görüldüğü gibi viskosite katsayısının boyutları,
stres N / m2 N
= 2 . s = Pa. s
hiz/ mesafe 'dir. SI birimleri ile: m/s/m m

2
Benzer düşünüşle CGS biriminin de, dyn.s/cm olduğu gösterilebilir. Bu birime
J.M. Poiseuille'ün (puazöy okunur) anısına Poise (puaz okunur) adı verilmiştir.
(1 Pa.s=10 Poise olduğunu kanıtlayınız). Puazın yüzde birine santipuaz (cp)
o
denir. Suyun 20 C'daki viskositesi yaklaşık olarak 1 cp'dır.
Viskositenin tersine akışkanlık denir. Bir sıvının viskosite katsayısı ne
kadar küçük ise akışkanlığı o kadar yüksektir. Örneğin, balın viskosite katsayısı
yüksek, akışkanlığı düşüktür, fakat suyun viskosite katsayısı küçük ama
akışkanlığı yüksektir. Akışkanlık birimi olarak, 1/puaz=rhe kullanılır.
Kan parçacıklar (hücreler) içerdiğinden tam olarak visköz (Newtoniyen)
bir sıvı değildir. Bu nedenle kanın görünürdeki (zahiri) viskositesinden söz edilir.
Şekil 4.8'de kanın viskositesi içindeki parçacık yüzdesinin (hematokrit -Htr-
değerinin) fonksiyonu olarak bir grafikle gösterilmiştir. (Normal hematokrit değeri
erkeklerde % 45, kadınlarda % 35 kadardır). Şekilde kan plazmasının ve suyun
viskositeleri de gösterilmiştir.
Viskosite
katsayısı (cp)
6
5 normal
4 kan
3
2 plazma
1 su

10 30 50 %Ht
20 40
r
Şekil 4.8. Hematokritin kanın viskositesine etkisi.

4.5. Poiseuille yasası:


Bir Fransız hekimi olan Jean Marie Poiseuille (1799-1869) kan
dolaşımına duyduğu ilgi ile kılcal borularda sıvı akışını incelerken bugün kendi
adı ile anılan sıvı akış yasasını keşfetmiştir. Bu yasa düzgün (laminer) akış için
geçerlidir. Analitik bir yöntemle formüle edilebileceği gibi Şekil 4.9'da gösterilen
basit deney düzeni üzerinde yapılacak gözlemlerden de çıkarılabilir.
Şekildeki sitemde akışkan, bir deponun tabanına bağlı borudan
akmaktadır. Boru boyunca A, B ve C noktalarına açık ağızlı manometreler
yerleştirilmiştir. Manometrelerin gösterdiği basınçlar okunduğunda şu sonuçlara
varılabilir:
PA
PB
PC

A B C
Şekil 4.9. Poiseuille yasasını kanıtlamak için kullanılan deney düzeni.

1. Manometre basınçları arasındaki fark manometrelerin birbirinden olan


uzaklıklarına (AB) bağlıdır. Diğer bir deyişle: DP=P -P a AB
A B
2. Deponun tabanına bağlanan boru değiştirilip daha kalın bir boru
kullanıldığında manometre basınçları arasındaki fark boru yarı çapının (r)
yaklaşık dördüncü kuvveti ile azalır. Yani boru yarıçapı iki kez artırıldığında
iki manometre arasındaki basınç farkı yaklaşık 16 kez azalır. Yani,
4
P -P a 1/r .
A B
3. Borudan birim zamanda geçen akışkan hacmi (Q=debi) depodaki akışkan
düzeyi ile doğru orantılı olarak artar.
Bu gözlemler bir araya toplandığında,
AB
ΔPα Q
r4 (4.28)
yazılabilir. Bir orantı sabiti kullanılarak orantı eşitliğe dönüştürüldüğünde:
AB
ΔP = k 4 Q
r (4.29)
Deneyler orantı sabitinin akışkanın viskosite katsayısı h ile orantılı olduğunu
göstermiştir. Ayrıca, analitik yöntemle bulunan sabit 8/p faktörünü içerir. AB
yerine de L kullanılarak, Eş.4.29 daha iyi tanınan bir ifade ile şöyle yazılabilir:
8η L
ΔP = Q
π r4 (4.30)
Bu ifade, bir borunun iki noktası arasındaki basınç farkı ile bu
noktalardaki kesitlerden geçen akışkanın debisi arasında bir ilişki kurmamızı
sağlar. Bu bağıntıya Poiseuille yasası denir. Akışkanın içinden aktığı boru sert
(R=sabit) ve akışkan Newtoniyen (h=sabit) bir akışkan ise DP 'ye karşı Q'nun
grafiği bir doğrudur. Bu ilişki, Ohm yasasına uyan elektrik devre elemanları
(örneğin sabit dirençli, R, bir iletken) için potansiyel (V) ile akım (i) arasında var
olan V=Ri ilişkisi ile aynıdır. Eş.4.30'da DP yerine V, Q yerine de i konduğunda
hidrodinamik direnç, R için,
8η L
R=
π r4 (4.31)
bulunur. Görüldüğü gibi bu direnç hem borunun geometrik özelliklerine (L ve r)
hem de akışkanın moleküler özelliklerine (h) bağlıdır.
Kan dolaşımında hem damarların yarıçapları hem de kanın viskositesi
değişkendir (bkz. Newtoniyen ve Newtoniyen olmayan sıvılar). Bu nedenlerle
damarlarda basınç ile debi arasındaki ilişki lineer değildir, yani basınca karşı
debinin grafiği bir doğru değildir.
Birbirine seri ve paralel bağlı boruların eşdeğer hidrodinamik dirençleri
elektrikteki gibi hesaplanır (Şekil 4.10).
R1 R2 R3 (a)

R1
R2
(b)
R3

Şekil 4.10. Seri (a) ve paralel (b) bağlı boruların eşdeğer dirençleri.
Farklı çaplardan seri bağlı boruların eşdeğer direnci (R ),
e
R =R +R +R + . . +R (4.32)
e 1 2 3 n
bağıntısından hesaplanır (Şekil 4.10a). Paralel bağlı boruların eşdeğer direnci
ise,
1/R =1/R +1/R +1/R +. . +1/R (4.33)
e 1 2 3 n
bağıntısından hesaplanır (Şekil 4.10b).

Basınç gradyanı: Daha önce de belirtildiği gibi bir iletkenden geçen elektrik
akımı ile bir boru içinde akan akışkan akımı arasında birçok açıdan benzerlik
(analoji) vardır. Elektrikteki potansiyel farkı (ΔV) hidrodinamikte basınç farkına
(ΔP), elektrikteki elektrik akımı (i), hidrodinamikte akışkan debisine (Q) karşılık
gelir. Elektrik direnci (R) ile hidrodinamik (Rh) direncin benzerliği de yukarıda
anlatılmıştı. Buna göre tüm bu büyüklükler arasında da şu paralel ilişkiler vardır.
Elektrikte: ΔV = iR (ilişki doğrusal bir ilişki ise Ohm yasası),
Hidrodimikte: ΔV = QRh (ilişki doğrusal bir ilişki ise Poiseuille
yasası)

Potansiyel farkına potansiyel gradyanı, basınç farkına basınç gradyaı


denir. Yani heriki büyüklük eğer mesafe ile değişiyorsa bunların gradaynlarından
söz edilir. Bir direnç üzerinde elektrik akımı yönünde potansiyel düşer. Aynı
şekilde, içinden akışkan geçen bir boruda da akış yönünde basınç düşer. (Bu
gerçekten Poiseuille yasasını açıklarken söz etmiştik). Ancak elektriksel
büyüklüklerle hidrodinamik büyüklükler arasındaki birebir benzerlik gradyanları
açısından ise geçersizdir. Akışkanlarda basınç gradyanı iki faktöre bağlıdır: 1.
Hidrodinamik direnç (Poiseuille yasası), 2. Borudaki akış hızı (Bernouilli yasası).
Hidrodinamik direncin basınç düşüşüne katkısı elektrikte olduğu gibidir;
boru boyunca mesafe ile basınç düşer. Akış hızının katkısı ise Bernouilli yasası
ile açıklanır. Hatırlanacağı gibi bu yasaya göre akış hızının yüksek olduğu
kesitlerde basınç düşüktür. Akış hızı dar kesitlerde daha yüksek olduğundan dar
kesitlerde basınç düşük, geniş kesitlerde ise daha yüksektir. Bu gerçekler Şekil
11’deki sabit ve değişken kesitli borular içindeki çeşitli noktaların basınç
grafikleri ile açıklanmıştır.

A B C D E F
(a)

A B C D E F
(b)

(c)
Şekil 11. (a): Sabit kesitli bir boruda iç direnci (viskositesi) olmayan
akışkanın basıncı mesafe ile değişmez (noktalı çizgi), akışkan
visköz ise basınç boru boyunca mesafe ile düşer (siyah çizgi),
(b): değişken kesitli boruda iç dirençsiz akışkanın basıncı
sadece kesit alanı ile (noktalı çizgi), visköz akışkanın basıncı
hem kesit alanı ile hem de mesafe ile (siyah çizgi) değişir. Boru
kesitinin dar olduğu yerlerde basınç düşüşü sadece iç direncin
yol açacağı düşüşten daha fazladır, (c): kesit alanı değişken
boruda basınç düşüşü iki faktörden hangisinin ağır bastığına
bağlı olarak değişir.

4.5.1. Sistemik kan dolaşımının toplam direnci:


Dinlenme halindeki bir yetişkinde kalp sistemik kan dolaşımına saniyede
3
yaklaşık 100 ml (cm ) kan pompalar. Aynı süre içinde aynı miktarda kan
akciğerleri de dolaşır. Buna pulmoner dolaşım denir. Sistemik dolaşımda arterler
(atar damarlar) ile venler (toplar damarlar) arasındaki kan basıncı farkı 100
mmHg dolayındadır. Bu basınç farkı saniyede sistemik dolaşıma giren kan
hacmine bölünürse sistemik dolaşımın toplam direnci bulunur. Fizyolojide bu
direncin birimi periferik direnç birimidir (PDB; İngilizce: peripheral resistance
unit-pru). 1 PDB, 1 mmHg basınç altında saniyede 1 ml kan akarken var olan
dirençtir. Böylece sistemik dolaşımın bu birim cinsinden direnci (R ):
s
100 mmHg
Rs = = 1 PDB
100 ml / s
bulunur. Pulmoner dolaşımda ise kanı akciğerlere fırlatan pulmoner arter
basıncı (13 mmHg kadar) ile kanın kalbe döndüğü sol atrium (kulakcık) basıncı
(4 mmHg) arasındaki fark 13 - 4 = 9 mmHg kadardır. Böylece akciğerlerin kan
akımına gösterdiği direnç (R ):
p
9mmHg
Rp = = 0. 09 PDB
100 ml / s
kadardır. Bu direnç bazı akciğer hastalıklarında 1 PDB'ye kadar (yaklaşık 10
kat) çıkabilir. Fiziksel aktivite (egzersiz) esnasında ise 0.03 PDB'ye kadar
düşebilir. (Nedenini açıklayınız).

4.5.2. Düzgün (laminer) ve girdaplı (türbülan) akış rejimleri:


Bir boru içinden düzgün akan akışkanın iç içe geçmiş silindirik tabakalar
halinde aktığı düşünülebilir (Şekil 4.12).
P2 V
boru

P10
2R
Şekil 4.12. Düzgün (laminer) akışta akışkan tabakaları.

Silindirik yüzeylerden herbirinin çizgisel hızı, (v) ile boru yarıçapı, (r)
arasında parabolik bir ilişki vardır:

( P1 − P2 ) 2
v= (R − r 2 )
4 ηL (4.34)
Burada:
P -P = borunun iki ucu arasındaki basınç farkı (Pa)
1 2
R = boru yarıçapı (m)
L = borunun uzunluğu (m)
h = akışkanın vikosite katsayısı (Pa.s)
r = silindirik yüzeylerin boru merkezinden çeperlerine doğru artan
yarıçapı (m)
Eş.4.34'den kolayca görüleceği gibi yarıçapı boru yarıçapına eşit olan
(r=R) silindirin akış hızı 0'dır. Yani boru çeperleri ile temasta olan en dış akışkan
tabakası hiç hareket etmez. Daha küçük yarıçaplı silindir tabakalarının hızları
ise merkeze yaklaştıkça artar ve merkezde (r=0 iken) maksimumdur. Eş
4.34'den maksimum hız,

( P1 − P2 ) 2
v maks = R
4 ηL (4.35)
bulunur. Eş.4.34' de verilen hız yarıçap ilişkisi daha önce deneysel gözlemlere
dayandırdığımız Poiseuille yasasının analitik olarak çıkarılmasında kullanılabilir.
Hatırlanacağı gibi Bernouilli yasasına göre bir akışkan içinde hızın
maksimum olduğu yerlerde basınç minimum, hızın minimum olduğu yerlerde ise
basınç maksimumdur. Buna göre yukarıda anlatılan düzgün akışta akışkan
hızının maksimum olduğu boru merkezinde basınç minimum olmalıdır. Boru
çeperine yakın noktalarda ise basınç maksimum olacaktır. Kanın düzgün aktığı
damarlarda bu gerçeğin fizyolojik açıdan önem taşıyan bir sonucu vardır. Böyle
damarlarda eritrositler damar çeperlerinden merkezine doğru itilerek damarın
ortasında akarlar.
Reynold sayısı (Re): Bir boru içindeki akışın düzgün mü yoksa girdaplı mı
olduğunu saptamakta kullanılan sayısal bir kriterdir. Deneysel gözlemlere göre
visköz bir akışkan için bu sayının Eş. 4.36'dan hesaplanan değeri 1100'ü
aştığında akış girdaplı akışa dönüşmektedir. Bu değere Re'nin kritik değeri
denir.
rvd
Re =
η (4.36)
Burada: r = akışkanın içinden aktığı borunun yarıçapı (cm)
v = akışkanın ortalama akış hızı (cm/s)
3
d = akışkanın özkütlesi (g/cm )
2
h = vikosite katsayısı (dyn.s/cm )
Boyutsal analiz Re sayısının boyutsuz olduğunu gösterir.
Re sayısı damarlardaki kan akışı için de hesaplanabilir. Kan akımı
genellikle girdaplı olma eğilimindedir. Bu nedenle Re'nin kritik değeri damarlar
için sert borularda olduğundan daha küçüktür. Örneğin damarların kollara
ayrıldığı bölgeler (bifurkasyonlar) için Re'nin kritik değeri 200 - 400 kabul edilir.
Geniş damarlar için ise 2000 dolayındadır.
Anemilerde (kansızlık) kanın hematokrit değeri (kandaki şekilli
elementlerin hacimsel yüzdesi) düşer. Bu da kanın viskositesinin azalmasına yol
açar. Re viskosite katsayısı ile ters orantılı olduğundan, viskositedeki azalma
Re'nin değerini artırarak kritik değere yaklaştırır. Böylece, normal durumlarda
düzgün olan kan akımı anemilerde Re'nin kritik değeri aşıldığından girdaplı
akıma dönüşür. Girdaplı akım damarlarda bazı seslere yol açar. Normal hallerde
işitilmeyen bu seslere "fonksiyonel sufl" adı verilir.
Hava da bir akışkan olduğuna göre, havanın solunum yollarından geçişi
de düzgün veya girdaplı olabilir. Reynold sayısı gazlar için şöyle hesaplanır:
2 dQ
NR =
πrη (4.37)
3
Burada: d = gazın özkütlesi ( hava için: 0.0013 g/cm )
3
Q = debi (cm /s)
r = boru (geçit) yarıçapı (cm)
h = gazın viskosite katsayısı (puaz)
Hava akışı için Reynold sayısının kritik değeri 200'dür. N bu değeri aşıyorsa
R
girdaplı akım var demektir.
Mach sayısı (N ): Hava akışının hızı ile ilgili bir kriterdir ve şöyle tanımlanır:
M
dv 2
NM =
Eh
(4.38)
Bu ifadede:
3
d = havanın özkütlesi (g/cm )
v = havanın lineer akış hızı (cm/s)
2
E = havanın hacimsel elastiklik modülüsü (dyn/cm )
h
E /d
Havadaki ses hızı, c= h olduğuna göre (bkz Bölüm 4), Eş. 4.38'de E
h
yerine bu bağıntıdaki eşiti kullanılırsa N =v/c bulunur. Hava akış hızı ses hızına
M
eşit olduğunda N =1 olur. Bu, hava akışının kritik hızıdır. Bilindiği gibi
M
süpersonik uçaklar ses hızından daha yüksek hızlarda uçabilirler. Bir öksürme
esnasında da ağızdan çıkan havanın hızı ses hızına ulaşabilir.

4.5.3. Akışkan içindeki sürtünme kuvvetleri:


Stoke yasası: Akışkan içinde hareket eden bir cisim, hızı (v) ile orantılı
sürtünme kuvvetleri (R) ile karşılaşır:
R=kv (Stoke yasası) (4.39)
Burada k akışkanın moleküler yapısına ve cismin geometrik şekline bağlı bir
sabittir. cismin geometrik şekline özgü bir sabit, da akışkanın viskosite katsayısı
olmak üzere k=. Örneğin, küresel cisimler için =6r (r=küre yarıçapı).
Şimdi bir cismin akışkan içinde bir F kuvvetinin etkisi altında v hızı ile
hareket etmekte olduğunu düşünelim. Stoke yasasına göre cisme, F'ye zıt
yönde ve cismin hızı ile orantılı bir R kuvveti etki yapar. Newton'un II. yasasına
göre cisim üzerindeki net kuvvet için,
F - khv=ma (4.40)
yazılabilir. F sabit bir kuvvet ise cisim a ivmesi ile hareket ettiğinden hızı sürekli
olarak artacak ve zamanla F ve khv kuvvetleri birbirine eşit olacaktır. Bu
durumda a = 0 olacağından cismin akışkan içindeki hızı sabit bir değere ulaşır.
Bu sabit son hıza sınır hız (veya terminal hız) denir. Sınır hızın değeri, (vL)
Eş.4.40'da a = 0 alınarak bulunur:
vL =F/kh
Bir akışkan içinde yerçekiminin etkisi ile batmakta olan bir cisim için F
kuvveti cismin akışkan içindeki ağırlığıdır. Daha önceki bir paragraftan
hatırlanacağı gibi bu kuvvet Vg(d-d')'ye eşittir (d=cismin özkütlesi, d'=akışkanın
özkütlesi). Böylece batmakta olan cismin akışkan içindeki sınır hızı (vL):
Vg( d − d ' )
v = κη (4.41)
L
3
Kanın, özkütlesi 1.098 g/cm olan alyuvar kısmını, özkütlesi 1.027 g/
3
cm olan plazması içinde daha hızlı çökeltmek için yerçekimi ivmesi (g) yerine
2
santrifüjlerin merkezkaç ivmesinden (r ) yararlanılır. Bu işleme sedimentasyon
denir.

Kaynaklar:

Cameron J R and Skofronick JG. Medical Physics. John Wiley and Sons, Inc.
Singapore 1978.
Ch. 9, 10.
Fung YC. Biomechanics. Springer-Verlag, New York 1981.
Fung YC, Perrone N and Anliker M (Eds). Biomechanics, Its Foundations and
Objectives. Prentice Hall, Englewood Cliffs, New Jersey 1972.
Greenberg LH. Physics for biology and pre-med students. W. B. Saunders
Company Saunders Golden Series, Philadelphia 1975.
Sears FW. Mechanics, Heat, and Sound. Addison-Weslye Publishing Co.,
Inc.Reading, Massachusetts, 1958 (2. baskı) Ch 1-14, 26-28.

Problemler

1. Çapı normal çapının %80'ine düşmüş bir damarda kan debisinin önceki ile
aynı olması için damarın uçları arasındaki basınç farkı öncekinin kaç katına
çıkarılmalıdır?
2. Kalp ortalama 100 mmHg basınca karşı dakikada yaklaşık 5 litre kan
pompalar. Kalbin gücü kaç watt'tır?
3. Bir arterin bir bölümü ateroskleroz sonucu daralmış ve etkin yarıçapı normal
kesitlerindeki yarıçapının %40'ına düşmüştür. Daralmış kesitte kanın akış
hızı 50 cm/s bulunduğuna göre damarın normal kesitlerinde kan akış hızı
nedir?
4. Normal bir insanda üst solunum yollarının (soluk borusu, larinks, ağız
boşluğu) hava akımına direnci, R=3.3 cmH 0/lt/s'dir. Hava akımının
2
Poiseuille yasasına uyduğunu kabul ederek soluk verme basıncı 100 mmHg
iken ağızdan çıkan havanın debisini (Q) lt/s olarak hesaplayınız.
3 3
5. Özkütlesi 1.6 g/cm olan bir balık özkütlesi 1.1 g/cm olan tuzlu suda 600 g
geliyor. Balığın havadaki ağrılığı nedir?

--------------------------------------
Bölüm 5
SES VE İŞİTME

5.1. Giriş:
Ses terimi öznel (sübjektif) anlamda uyanık insanın işitme (akustik) siniri
uyarıldığında algıladığı duyumu tanımlamak için kullanılır. Nesnel (objektif)
anlamda ise ses akustik sinirimizi uyarabilen hava basıncı dalgalarıdır. Bu
dalgalar hava ortamında titreşen cisimlerden kaynaklanır. Ses bir basınç dalgası
olduğuna göre dalganın bir genliği (amplitüd) bir de frekansı vardır. Fakat
kulağımız her basınçtaki ve frekanstaki ses dalgalarına duyarlı değildir. Örneğin,
sesin frekansı 1000 Hz ise kulağımızın bu frekansta algılayabildiği en düşük ses
-4 2
basıncı 2x10 dyn/cm kadardır. Bu basınca pratikte işitme eşiği denir.
İnsan kulağının algılayabildiği ses frekansı aralığı ise 20 - 20000 Hz
aralığıdır. Memelilerde işitilebilen en yüksek ses frekansı fonksiyonel
kulaklararası uzaklık ile ters orantılıdır. Fonksiyonel kulaklararası uzaklık, iki
kulak arasındaki uzaklığın ses hızına oranı olarak tanımlanır. İnsanın işitebildiği
ses frekansı aralığı kişiye, yaşa ve sesin şiddetine göre değişirse de pratikte
yukarıdaki sınırlar içinde kabul edilir. İnsan kulağının algılayabileceğinden daha
yüksek frekanslı basınç dalgalarına sesötesi (ultrason) dalgalar denir. Köpek
gibi bazı aşağı memeliler 20000 Hz'in üstündeki frekansları işitebilirler. Sesötesi
dalgalar tıpta tanı, tedavi ve cerrahi amaçlar için kullanılır. Bu konuları daha
ileride ele alacağız.
Sesin bir de şiddeti (intensity) vardır. Ses şiddeti (herhangi bir enerji
kaynağının şiddeti gibi) ses dalgasının birim zamanda birim alandan geçirdiği
2 2
enerji miktarı olarak tanımlanır. şiddetin SI birimi Jul/s/cm veya Watt/cm 'dir.
Sesin titreşen cisimlerden kaynaklandığını söylemiştik. Titreşim hareketini
anlamak için önce, mekanikte basit armonik hareket (BAH) adı verilen hareket
türünü incelemek yararlı olur.

5.2. Basit armonik hareket:


Bölüm 1'deki mekanik konularında doğrusal ve açısal hareket olmak
üzere iki tip hareketten söz etmiştik. Basit armonik hareketi incelerken daha
önce geliştirdiğimiz kavramlardan yararlanacağız. Şekil 5.1a'daki yaya bağlı m
kütlesini göz önüne alalım. Kütle ile altındaki düzlem arasında sürtünme
olmadığını kabul edelim. Yay normal uzunluğunda iken kütlenin x ekseni
doğrultusundaki konumunu 0 ile belirtelim. Şimdi de kütleyi F kuvveti ile sağa
doğru 0'dan A mesafesine kadar çekip sonra da bırakalım. Kütle yayın
uyguladığı zıt yöndeki kuvvetle sola doğru hareket etmeye başlar, 0
noktasından geçer ve sol tarafta A mesafesi kadar ilerler. Ancak bu durumda
yay sıkışmış olacağı için kütleyi tekrar sağa doğru itecektir. Kütle ile destek
düzlemi arasında sürtünme olmadığından kütlenin bu geliş-gidişleri belli bir
frekansla hiç durmadan devam eder. Bu bir titreşim hareketi veya basit armonik
harekettir.
P
-kx ω
yay
A θ
m M N
0 Q x
0
A A

(a) (b)

Şekil 5.1. Yaya bağlı kütle (a) ve döner çember (b) (çember yarıçapı A'dır).
Şimdi bu hareketi kantitatif olarak inceleyelim. Yayın elastiklik sabiti k
olsun. Kütle nötr konumundan (0 noktası) x kadar uzaklaştırıldığında yay
kütleye, F=-kx kuvvetini uygular. Bu durumda kütleye başka kuvvet etki
yapmadığından yay kuvveti F ile kütlenin sahip olduğu a ivmesi arasında
Newton'un II. yasasına göre;
F=-kx veya -kx=ma (5.1)
ilişkisi vardır. Buradan,
k
a=− x
m (5.2)
yazılabilir. Bu bağıntıda k ve m sırasıyla yaya ve kütleye özgü birer sabit
olduğundan Eş.5.2 şöyle yorumlanabilir: Basit armonik harekette ivme mesafe
ile doğru orantılıdır. Kinematik konularından hatırlanacağı gibi lineer harekette
yol (x), hız (v) ve ivme (a) arasında şu ilişkiler vardır:
v=dx/dt ve a=dv/dt olduğundan
2 2
a=d x/dt (5.3)
a'nın Eş.5.3'deki eşiti Eş.5.2'de kullanılırsa,

d2 x k
2
+ x=0
dt m (5.4)
yazılabilir. Eş.5.4 ikinci dereceden bir bayağı diferansiyel denklemdir ve x için
çözümü zamanın bir sinüsoidal fonksiyonudur. Fakat biz burada bu denklemin
çözümü ile uğraşmayıp yukarıdaki titreşim hareketinin kinematik değişkenleri
(yol, hız, ivme ve frekans) arasında ilişkiler bulmak için başka bir hareketden
yararlanacağız.
Şekil 5.1b'de gösterilen A yarıçaplı çember üzerinde saat yönüne zıt
yönde w açısal hızı ile dönmekte olan P noktasını göz önüne alalım. Çemberin
merkezi O, P noktasının çemberin yatay çapı üzerindeki izdüşümü Q olsun. P
noktası M'ye geldiğinde Q noktası yatay yolunun soldaki sınırına ulaşır; P
noktası N'ye geldiğinde ise Q sağdaki sınırındadır. Böylece, çember döndükçe
Q noktası yatay doğrultuda en çok A mesafesi kadar bir sağa bir sola yer
değiştirir. Q'nun yolu (x) matematiksel olarak:
x=Acosq (5.5)
burada q, P noktası ile çember merkezini birleştiren doğrunun yatay doğrultu ile
yaptığı açıdır ve değeri P noktasının konumu ile değişir. Çember, P noktası N'de
iken yani q=0 iken dönmeye başlamışsa, yani t=0 iken q=0 idi ise q=wt
yazılabilir. Bu denklik Eş 5.5'de kullanılırsa,
x=Acoswt (5.6)
f=çemberin bir saniyedeki devir sayısı olmak üzere açısal hız, w için:
w=2pf rd/s (5.7)
yazılabilir. Eş.5.6'yı tekrar yazarsak,
x=A cos 2pft (5.8)
Bu ifade çember dönmeye başladıktan sonra Q noktasının merkezden olan
anlık uzaklığını verir. Q noktasının hızı da mesafenin zaman türevinden
bulunabilir:
v=dx/dt=-2pfA sin 2pft (5.9)
Bu ifadenin de zaman türevi Q noktasının ivmesidir:
22
a=dv/dt=-4p f A cos 2pft (5.10)
fakat Acos2pft=x olduğu hatırlanırsa, Eş. 5.10 şöyle de yazılabilir:
22
a=-4p f x (5.11)
Görüldüğü gibi, gerek Q noktasının hareketinde gerekse, yaya bağlı kütlenin
hareketinde, ivme alınan yolla doğru orantılıdır. Şu halde bu iki hareket aynı
tipten hareketlerdir ve değişkenleri arasında paralellik vardır. Böylece:
k
− = −4 π 2 f 2
m (5.12)
yazılabilir. Bu bağıntıdan da Şekil 5.1a'daki yaya bağlı kütlenin titreşim frekansı
için bir ifade bulunabilir:
1 k
f=
2π m (5.13)

Hareketin periyodu da: T=1/f dir. Eş 5.13'de SI birimleri kullanıldığında f 'nin


boyutunun 1/s, olduğu görülecektir (boyutsal analizle bunu kanıtlayınız).
Yukarıdaki iki hareketin benzerliğinden yararlanarak yaya bağlı kütlenin
titreşim hareketinde yol (x), hız (v) ve ivmenin (a) zamanın sinusoidal
fonksiyonları olduğunu gördük. Bu ifadeleri bir kez daha yazarsak (SI birimleri
ile):
x=Acos2pft m (5.8)
v=-2pfAsin2pft m/s (5.9)
22 2
a=-4p f Acos2pft m/s (5.10)
Görüldüğü gibi basit armonik harekette yol, hız ve ivme zamanın
sinusoidal fonksiyonlarıdır. Doğada ve endüstriyel sistemlerde basit armonik
hareketin sayısız örneğine raslanır. Şekil 5.2'de bunlardan bazıları gösterilmiştir.
Şekil 5.2e böceklerin kanat hareketlerinde enerji tasarrufu sağlayan uçma
mekanizmasını gösterir.
Elastik bağ

Destek noktası

(a) (b) (c) (d) (e)

Şekil 5.2. Basit armonik hareket yapan sistemler.

5.3. Dalga Hareketi:


Yatay düzlemdeki uzun bir ipin bir ucu armonik hareketle sallandığında
hareket ip boyunca diğer noktalara doğru yayılır. Bu bir dalgadır. Dalganın
geçtiği her nokta o an için armonik hareket yapar. İp boyunca dalganın yatay
doğrultudan eşit sapma gösteren iki noktası arasındaki uzaklığa dalganın dalga
y A -A x

Şekil 5.3. Bir ip üzerindeki enine dalganın şekli.

boyu denir. Dalga ip boyunca v hızı ile ilerlemekte ise, hız (v), dalga boyu ( l) ve
armonik hareketin periyodu (T) arasında şu ilişki vardır;
l=vT veya v=f (5.14)
Zaman ölçülmeye başlandığında (t=0 iken) ipin şekli Şekil 5.3'deki gibi
ise dalga üzerindeki noktaların düşey doğrultudan sapmaları (y) yatay
mesafenin (x) sinüsoidal bir fonksiyonu ile ifade edilebilir:

x
y=Asin λ (5.15)
Burada, A = düşey doğrultudaki maksimum sapmadır (Şekil 5.3).
Zamanla pozitif x-ekseni doğrultusunda v hızı ile ilerleyen bir dalga için,

( x − vt )
y=A sin λ (5.16)
yazılabilir. Eş. 5.14'den yararlanılarak Eş.5.16,

( x − 2 πft )
y = Asin λ (5.17)
şeklinde de yazılabilir. Eğer dalga negatif x-ekseni doğrultusunda (sola doğru)
ilerlemekte ise dalga denkleminin benzer düşünüşle,

( x + 2 πft )
y = A sin λ (5.18)
olduğu görülecektir.
Eş.5.17 veya 5.18'den kolayca görüleceği gibi, ip üzerinde belli bir nokta
göz önüne alındığında, yani (2p/l)x=q =sabit tutulduğunda dalga denklemi:
y = A osin(q ± 2pft) (5.19)
o
şeklini alır. Böylece ip üzerindeki herhangi bir noktanın düşey sapmasının
zamanın bir sinüsoidal fonksiyonu olduğu, yani her noktanın zamanla düşey
doğrultuda titreştiği anlaşılmaktadır. Aynı şekilde eğer zaman sabit tutulursa,
yani belli bir an için ip üzerindeki bütün noktaların sapmaları göz önüne alınırsa,
bunların ip doğrultusunda mesafenin (x) sinüsoidal bir fonksiyonu olduğu
görülür. Böyle bir dalga ve bütün tek boyutlu dalgalar dalga denklemi denilen şu
eşitliği sağlarlar:
d2 y 2
2 d y
= v
dt 2 dx 2 (5.20)

d2 d2
2
ve
Bu denklemdeki dt dx 2 operatörleri bir değişkenin (yukarıda y), sırasıyla
zamana ve mesafeye göre ikinci türevlerini belirtirler. Burada dalga denkleminin
nasıl çıkarıldığından söz etmeyeceğiz, fakat eğer istenirse bu bağıntının
doğruluğu, Eş.5.17'deki dalga fonksiyonunun yukarıdaki türevleri alınıp
Eş.5.20'de yerlerine konarak kanıtlanabilir.
Şimdiye kadarki açıklamalarımızda bir ip üzerinde oluşturulabilen
dalgalardan söz ettik. Böyle dalgalarda titreşim doğrultusu (y) dalganın ilerleyiş
doğrultusuna (x) diktir. Bu nedenle bunlara enine dalgalar denir. Enine
dalgalardan farklı bir başka dalga hareketi daha vardır. Bu tip dalga hareketinde
titreşim doğrultusu dalganın ilerleyiş doğrultusu ile aynıdır. Ses dalgaları böyle
dalgalardır. Bunlara boyuna dalgalar denir.

5.3.1. Ses dalgaları:


Ses dalgalarının oluşum mekanizmasını ve sesin fiziksel parametrelerini
incelemek için Şekil 5.4'de gösterilen içi hava veya bir başka gazla dolu boruyu
göz önüne alalım. Borunun bir ucuna basit armonik hareket yapan bir piston
yerleştirilmiş olsun. Böyle bir sistemde piston titreştikçe boru içindeki hava
periyodik olarak sıkışıp gevşer. Borudaki basınç değişiklikleri de borunun diğer
ucuna doğru dalga şeklinde yayılır.
Ses dalgasının nasıl oluştuğunu anlamak için, Şekil 5.4b'de gösterilen
silindirik boru içinde, uzunluğu Dx olan hacim elemanını göz önüne alalım. Boru,
x-ekseni doğrultusunda yerleştirilmiş olsun ve kesit alanı S olsun. Hacim
elemanın sol yüzünün pistondan uzaklığına x dersek, elemanın uzunluğu Dx
olduğundan, hacim elemanının sağ yüzünün pistondan uzaklığı x+Dx olacaktır.

(a)
x Δx

p S
o

p po p+Δp

y y+Δy

(b)

Şekil 5.5. Bir boru içinde ses dalgalarının oluşumu.


Basınç dalgasının yayılışı (a), boru boyunca basınç
değişiklikleri (b).
Bu yüzeylerin basınç dalgasının etkisi ile yer değiştirme mesafelerini y
değişkeni ile gösterelim. Hacim elemanının sol yüzü basınçla önce bulunduğu
konumdan sağa doğru y kadar saptığında sağ yüzü y+Dy kadar sapar. Hacim
elemanının sol yüzündeki basınca p, sağ yüzündeki basınca da p+Dp diyelim.
Bunlara atmosfer basıncı, (p ) da eklendiğinde sol ve sağ yüze etki
o
yapan mutlak basınçlar sırasıyla: (p +p) ve (p +p+Dp) olur. Borunun kesit alanı
o o
S olduğuna göre bu iki yüze etki yapan kuvvetler ve yönleri şöyledir:
Sol yüzü sağa doğru iten kuvvet: (F )=S(p +p)
sol o
Sağ yüzü sola doğru iten kuvvet: (F )=S(p +p+Dp)
sağ o
Hacim elemanına etki yapan net kuvvet bu iki kuvvetin farkından bulunur

F =F -F =-DpS (5.21)
net sol sağ
Boru içindeki gazın özkütlesine d dersek hacim elemanı içindeki gazın
toplam kütlesi için; m=dSDx yazılabilir. Şimdi bu kütleye etki yapan Eş.5.21'deki
kuvvet için Newton'un II. yasasını (F=ma) yazalım:
-DpS=dSDxa (5.22)
Yukarıda S'ler sadeleştirilip a yerine de Şekil 5.4b'deki mesafe değişkeninin (y)
zamana göre ikinci türevi kullanıldığında,

d2 y
2
-Dp=dDx dt (5.23)
bulunur. Yeniden düzenleme ile:

d2 y 1 Δp

dt 2 = d Δx (5.24)
Basınç değişikliği (Dp) ve hacim elemanın boyu (Dx) sonsuz küçüklükte kabul
edildiklerinde:
Δp dp

lim Δx dx
olacağından, Eş 5.24 yerine,
d2 y 1 dp

dt 2 = d dx (5.25)
yazılabilir.
Şimdi incelediğimiz hacim elemanın hacim değişikliklerini göz önüne
alalım. Hacim elemanı hareketsiz iken hacmi DxS'dir. Basınç etkisi ile sol ve sağ
yüzleri bir miktar sağa itildiğinde ise hacmi değişir. Bu değişiklik, hacim
elemanının yeni hacmi ile önceki hacmi arasındaki farka eşittir. Elemanın yeni
hacmini hesaplamak için önce yeni uzunluğunu bilmek gerekir. Bunun için de
elemanınn sağ yüzünün yeni konumundan sol yüzünün yeni konumunu
çıkarmak yeterlidir:

Hacim elemanının yeni uzunluğu = (x+Dx+y+Dy) - (x+y)

sağ yüzün sol yüzün


yeni konumu yeni konumu
Hacim elemanının yeni uzunluğu = Dx + Dy
Buradan da hacim elemanının yeni hacmi=S(Dx+Dy) bulunur.
Şu halde hacimdeki değişiklik: DV=S(Dx+Dy)-SDx=SDy
Basınçtaki değişiklik de: Dp=(p +p)-p =p
o o
Diğer taraftan daha önceki bir bölümden hatırlanacağı gibi (bkz Bölüm 2,
Kompresibilite) bir gazın kompresibilitesi:
ınç değişikliği
ğişikliği
1 hacim de

k=
ilk hacim bas
Bu tanımı yukarıdaki gaz elemanın hacim ve basınç değişikliklerine uygularsak:
1 SΔy 1 Δy
k=− =−
SΔx ( p o + p ) − p o p Δx (5.26)
1 Δy
p=−
veya k Δx
bulunur. Sonsuz küçüklükteki değişiklikler için lim(Dy/Dx)dy/dx olacağından,
1 dy
p=−
k dx (5.27)
bulunur. Son ifadenin x'e göre türevi alınırsa:

dp 1 d2 y
=−
dx k dx2 (5.28)
bu da Eş.5.25' de kullanılırsa:

d2 y 1 d2 y
=−
dt 2 kd dx 2 (5.29)
Görüldüğü gibi bu eşitlik 1/kd sabiti dışında daha önce bulduğumuz dalga
denklemi ile aynıdır. Dalga denkleminde bu sabit yerine ortamdaki dalga hızının
2
karesi (v ) vardı. Bu benzerlikten yararlanarak boru içindeki ses dalgasının hızı
için:
1
v2 =
kd (5.30)
yazabiliriz. Buradan da:
1
v=
kd (Gazlarda) (5.31)
bulunur. Yani ses dalgalarının bir gaz ortamdaki hızı gazın kompresibilitesi ile
özkütlesinin çarpımının tersinin kare köküne eşittir. Benzer bir düşünüşle elastik
katı bir ortamdaki ses dalgalarının hızı için:

Ey
v=
d (Elastik katılarda) (5.32)
(E =Young modülüsü). Sıvılardaki ses hızı için ise;
y
Eh
v=
d (Sıvılarda) (5.33)
(E =sıvının hacimsel elastiklik modülüsü)
h
Bir gaz çevresi ile ısı alış-verişi yapmayacak kadar hızla sıkıştırılıyorsa
gazın kompresibilitesi, k=1/gp (burada g söz konusu gaza ait bir sabittir; bkz.
Bölüm 2, Eş. 2.14). Havada ses dalgaları oluşurken bu koşullar geçerlidir. Hava
için g=1.40. Eş.5.31'de k yerine 1/gp yazarak p yerine de ideal gaz yasasındaki
eşitini kullanabiliriz:
pV=nRT (5.34)
3
Burada: V = gazın hacmi (m )
n = gazın mol sayısı ( = gazın kütlesi/molekül ağırlığı)
o
R = evrensel gaz sabiti (8.31 J/mol. K)
o
T = mutlak sıcaklık ( K)
Gazın kütlesi m ve molekül ağırlığı M ise, mol sayısı, n=m/M. Bu durumda
Eş.5.34 şu şekilde yazılabilir:
m
pV= M RT (5.35)
Her iki taraf hacim (V) ile bölündüğünde,
m RT
p= V M (5.36)
Fakat m/V=d gazın özkütlesidir. Böylece,
RT
p=d M (5.37)
yazılabilir. Bu da k=1/gp bağıntısında kullanılırsa,
1 M
=
RT dRTγ
d γ
k= M
ve nihayet, Eş.5.31'den gaz ortamdaki ses hızı:

γRT
v=
M (5.38)
bulunur.
Görüldüğü gibi sesin bir gaz içindeki hızı sıcaklığın kare kökü ile doğru
orantılı, molekül ağırlığının kare kökü ile ters orantılıdır. Yani sıcaklık arttıkça
sesin gaz içindeki hızı artar ve hafif gazlar içinde ses hızı daha yüksektir.
Eş.5.38'de havaya ait sabitleri kullanırsak sesin havadaki hızını
hesaplayabiliriz. Hava saf bir madde olmayıp bir karışım olduğundan formülde
molekül ağırlığı (M) için, havadaki gazların ortalama molekül ağırlığı olarak
-3 o
29x10 kg/mol değeri kullanılabilir. Bu yapıldığında, T=300 K sıcaklıkta sesin
havadaki hızı:
1. 40 x 8. 31x 300
v=
29 x10 −3 346 m/s (5.39)
(Bu sonucu boyutsal analizle doğrulayınız).

5.3.2. Ses dalgalarında basınç değişiklikleri:


Bir enine dalgada titreşim genliğinin (y) hem zamanın, hem de dalganın
yayılma mesafesinin sinüsoidal bir fonksiyonu olduğunu görmüştük. Bu durum
boyuna dalgalar için de geçerlidir. Ancak titreşimler dalganın yayılma
doğrultusunda olur. İçinden ses geçen bir gaz ortamda gaz moleküllerinin
maksimum tireşim genliğine A dersek anlık titreşim genliği,

y=Acos λ (x-vt) (sağa doğru yayılma) (5.40)
fonksiyonu ile ifade edilebilir. Bu ifadenin x'e göre türevi alınarak daha önce
geliştirdiğimiz 5.27 no'lu bağıntıda kullanılırsa ortamdaki basınç değişiklikleri (p)
için bir bağıntı bulunabilir. Hatırlanacağı gibi:
1 dy

p= k dx (5.27)
Şimdi Eş 5.40'dan,
dy 2 πA 2π
=− sin ( x − vt )
dx λ λ (5.41)
yazılıp bu da Eş 5.27'de kullanılırsa,
2 πA 2π
p= sin ( x − vt )
kλ λ (5.42)
Bu bağıntıda sesin gazdaki hız formülünden (v= 1 / kd ) yararlanılırsa,
2 πdv 2 A 2π
p= sin ( x − vt )
λ λ (5.43)
bulunur. p, ortamda atmosfer basıncının altındaki ve üstündeki basınç
değişikliğini ifade eder. Borunun belli bir kesitinde (x=sabit):

( x − vt )
sin λ =1 (5.44)
eşitliğinin sağlandığı anlarda (t değerlerinde) basınç maksimumdur;

( x − vt )
sin λ =-1 (5.45)
eşitliğinin sağlandığı anlarda ise basınç minimumdur.
Aynı şekilde belli bir anda yukarıdaki sinüs fonksiyonunu 1 yapan x
değerlerinde basınç maksimum, -1 yapan x değerlerinde ise basınç
minimumdur. Görüldüğü gibi, basınç boru boyunca mesafeye (x) ve zamana (t)
göre değişir. Basıncın atmosfer basıncının üstündeki ve altındaki maksimum
değeri (P), sinüs fonksiyonunun maksimum genliğine eşittir ve Eş.5.43'den:
2 πdv 2
A
P= λ (5.46)
yazılabilir. Bu ifade, ses dalgasının maksimum titreşim genliği (A) ile ortamdaki
maksimum basınç değişikliği (P) arasında bir bağıntı kurmamızı sağlar. Bu
bağıntıyı kullanarak, örneğin, insan kulağının duyarlı olduğu minimum ses
basıncından, kulağın duyarlı olduğu minimum tireşim genliğini hesaplayabiliriz.
Örnek 1:
2
Kulağımız 1000 Hz frekanslı sesin 0.0002 dyn/cm 'lik basınç değişikliklerine
duyarlıdır. Bu basınca karşılık gelen titreşim genliği nedir?
Çözüm:
3
Havadaki ses hızını, v=346m/s, havanın özkütlesini, d=0.00129 g/cm kabul
edelim. 1000 Hz frekanslı sesin dalga boyu, v=fl bağıntısından:
l=346/1000=0.346 m veya 34.6 cm'dir.

λP
A=
Eş.5.46'dan: 2πdv 2 yazarak yukarıdaki değerleri
bu
bağıntıda kullanırsak:
34.6x0.0002
2 -19
A= 2x3.14x0.00129x(34600) 10 cm

buluruz.
Bu titreşim genliği bir atomun çapından küçüktür. Demek ki kulağımız
titreşimlere çok duyarlıdır.

5.4. Ses şiddeti:


Titreşen m kütleli bir parçacığın toplam enerjisi, kinetik enerjisi ile elastik
potansiyel enerjisinin toplamına eşittir. Daha önceki paragraflardan
hatırlanacağı gibi basit armonik harekette hızın sıfır ve maksimum olduğu anlar
vardır. Hız sıfır iken toplam enerji elastik potansiyel enerjiye eşittir. Hız
maksimum iken ise toplam enerjinin tümü kinetik enerjidir.
Titreşimin herhangi bir andaki genliğine, önce olduğu gibi y, sistemin
yay sabitine k dersek, sistemin herhangi bir andaki Elastik Potansiyel Enerjisi
(E.P.E. veya titreşim enerjisi):
1 2
ky
E.P.E. = 2 (5.47)
22
Fakat bu bölümün başlarındaki Eş.5.12'ye göre, k=4 f m yazılabileceğinden,
1
22 2 22 2
E.P.E.= 2 (4 f m)y = 2 f my (5.48)
Şimdi Şekil 5.5'deki gibi S kesit alanlı bir boru içinde titreşen gazı göz
önüne alalım. Gazı titreştiren basınç dalgasının hızı v ise, t zaman sonra
titreşen gaz hacmi borunun l =vt uzunluğuna yayılır. Gazın özkütlesine d dersek

Şekil 5.5. Boru içinde titreşen gazın enerjisi.

borunun bu bölümündeki gazın toplam kütlesi, m=lSd=vtSd olacaktır. Gaz


kütlesinin titreşim enerjisi ise, 5.48 no.lu bağıntıdan:
22 2
E.P.E.=2p f vtSdy (5.49)
Fizikte şiddet (İngilizce: intensity) diye, birim zamanda birim alandan
geçen enerji miktarına denir ve I harfi ile gösterilir. Buna göre şiddet:

Enerji Güç
=
Şiddet= AlanxZaman Alan
2
boyutuna sahiptir. SI birimleri ile ölçüldüğünde birimi Watt/m 'dir. Bazen Watt/
2
cm birimi de kullanılır. Şiddet skalar bir büyüklük olan gücün vektörel bir
büyüklük olan alana bölümü olarak tanımlandığı için vektörel bir büyüklüktür.
Şimdi şiddetin bu tanımını yukarıda ele aldığımız boru içinden geçen ses
dalgalarının enerjisine uygulayalım. Borudaki ses şiddeti boru kesitinin birim
alanından birim zamanda geçen enerji olacağına göre 5.49 no.lu eşitliğin sağ
tarafını zamana (t) ve borunun kesit alanına (S) bölersek borudaki ses şiddeti
için:
2 π 2 f 2 vtSdy 2
= 2 π 2 f 2 vdy 2
I= St (5.50)
buluruz. Görüldüğü gibi boruda titreşim genliğinin maksimum olduğu anlarda
(yani y=A iken) şiddet de maksimumdur. Diğer taraftan, 5.46 no.lu bağıntı ile
v=lf bağıntısından yararlanılarak, maksimum ses şiddeti (I), maksimum ses
basıncı (P), ses hızı (v) ve ortamın özkütlesi (d) arasında şu ilişkinin geçerli
olduğu kanıtlanabilir:
P2
I = 2 vd (5.51)
(Bu bağıntıyı çıkarınız).

5.4.1. Şiddetin mesafe ile değişmesi:


Enerji yayan diğer kaynaklar gibi ses kaynakları da nokta, çizgi veya
düzlem kaynaklar olabilirler. Pratikte rastladığımız ses kaynaklarının çoğu nokta
kaynaklardır. Bir düzlem üzerine yayılmış ses kaynakları bile düzlemden çok
uzaklaşıldığında bir nokta kaynak gibi davranırlar.
Kaynağın boyutları kaynaktan olan uzaklığa kıyasla çok küçük ise nokta
kaynaktan söz edilir. Bu durumda kaynağın şiddeti mesafenin karesi ile ters
orantılı olarak değişir. Örneğin, her yöne doğru (yani bir kürenin merkezinden
her yöne doğru) ses yayan bir nokta kaynağı ele alalım. Kaynağın gücü P olsun.
Kaynaktan r uzaklıktaki her noktada şiddet r'nin karesi ile ters orantılıdır.
Bu gerçeği şöyle de açıklayabiliriz; r uzaklıkta kaynak enerjsinin geçtiği
2
toplam alan r yarıçaplı kürenin yüzey alanıdır, yani, 4r . Şiddet birim zamanda
birim alandan geçen enerji veya birim alana düşen güç olduğuna göre, nokta
kaynaktan r uzaklıktaki şiddet (P=Güç olmak üzere):

P
2 2
I = 4πr Watt/m (5.52)

5.4.2. Karakteristik akustik empedans:


Eş.5.51, ses şiddetinin, ortamın özkütlesi ve ortamdaki ses hızı ile ters
orantılı olduğunu belirtmektedir. Bir ortamdaki ses hızı ile ortamın özkütlesinin
çarpımına ortamın karakteristik akustik empedansı denir ve Z harfi ile gösterilir:
Z=vd (5.53)
3 2
Z'nin SI birimi (m/s)x(kg/m )=kg/m s'dir. Tablo 5.1'de bazı ortamların
karakteristik akustik empedansları verilmiştir.
Tablo 5.1. Bazı ortamların karakteristik akustik empedansları

3 2
d (kg/m ) v (m/s) Z (kg/m .s)
2
Hava 1.29 3.31 x 10 430
3 2 6
Su 1.00 x 10 14.8 x 10 1.48 x 10
3 2 6
Beyin 1.02 x 10 15.3 x 10 1.56 x 10
3 2 6
Kas 1.04 x 10 15.8 x 10 1.64 x 10
3 2 6
Yağ dokusu 0.92 x 10 14.5 x 10 1.33 x 10
3 2 6
Kemik 1.90 x 10 40.4 x 10 7.68 x 10

Sesin bir ortamdan diğerine şiddet kaybı olmadan geçmesi için iki
ortamın karakteristik akustik empedanslarının eşit olması gerekir. Örneğin, sesin
havadan suya şiddet kaybı olmadan geçmesi için: I =I olmalıdır, yani:
hava su
2 2 2 2
2 π 2 f 2 v hava dhava y hava = 2 π f v su d su y su
2
v hava dhava y hava = v su d su y 2su

y hava v su d su
=
y su v hava dhava

y hava Z su
=
y su Z hava
(5.54)
Hava ve suyun karakteristik akustik empedansları Tablo 5.1'deki değerlerden:
2 2 6 2
Z =4.30x10 kg/m s Z =1.48x10 kg/m s
hava su

y hava 1. 48 x10 6
= = 34. 4
y su 4. 30 x10 2

Bunun anlamı şudur. Sesin havadan suya şiddet kaybı olmadan


geçmesi için sesin havadaki titreşim genliği sudakinin 35 katı kadar olmalıdır. Bir
başka deyişle ses havadan suya geçerken titreşim genliği yaklaşık 35 kat
düşürülmelidir. Daha ileride anlatılacağı gibi, kulakta sesin havadan vücudun
sıvı ortamına kayıpsız geçmesi için orta kulaktaki kemikcikler sesin titreşim
genliğini havadakinin yaklaşık 1/22'sine düşürürler.

5.4.3. Ses şiddeti düzeyi ve ses basıncı düzeyi:


Ses şiddetinin, birim zamanda birim alandan geçen tirreşim enerjisi
olduğunu daha önce belirtmiştik. Normal insan kulağı her frekanstaki sesi aynı
şiddette algılayamaz. 1000 Hz frekanslı sesin normal insanlar tarafından
-12 2
işitilebilen en düşük şiddeti 10 watt/m kadardır ve bu değere 1000 Hz'deki
işitme eşiği ses şiddeti denir. (Bu şiddetteki ses bir sivrisineğin yakınımızdan
uçarken çıkardığı ses kadardır). İşitme eşiği ses şiddeti aynı zamanda başka
herhangi bir sesin şiddetini ifade etmek için kullanılan referans ses şiddetidir
(I ). İşitme eşiğinin başka frekanslarda bundan farklı olması doğaldır, çünkü
o
biraz önce de belirtildiği gibi, kulak her frekansa aynı duyarlılıkta değildir.
Pratikte, duyarlılığı frekansa bağımlı olarak belirtmekten kaçınmak için ses
şiddeti düzeyi denen bir ölçek geliştirilmiştir. Bu ölçekte herhangi bir sesin
şiddeti, (I) kulağın 1000 Hz'deki işitme eşiği ses şiddeti, (I ) baz alınarak
o
belirtilir. Desibel (db) ölçeği adı verilen bu ölçek şöyle tanımlanmıştır:
I
I
db=10 log o (5.55)
Görüldüğü gibi desibel boyutsuz bir birimdir ve sesin şiddetini değil şiddet
düzeyini ifade eder. Tablo 5.2'de bazı ses kaynaklarının ses şiddeti düzeyleri
verilmiştir.
Tablo 5.2. Bazı ses kaynaklarının ses şiddeti düzeyleri

Ses kaynağı ve kaynaktan uzaklık Şiddet düzeyi (db)

Jet uçağından 100 m ötede 140

Sekiz saatlik bir çalışma günü için aşılmaması 90


gereken düzey

Yoğun trafik gürültüsü 85

Normal sesle konuşan insandan 1 m ötede 70

Aynı düşüncelerle desibel ölçeğini kullanarak, herhangi bir ses basıncını


da referans bir ses basıncı ile karşılaştırıp basınç düzeyi olarak ifade edebiliriz.
Burada da referans basınç olarak insan kulağının 1000 Hz'de algılayabildiği
-5 2 -4
minimum ses basıncı kullanılır. Bu basınç, P = 2x10 N/m veya 2x10 dyn/
2 o
cm kadardır.
Şimdi, herhangi bir ses basıncını basınç düzeyi olarak desibel ölçeği ile
ifade edelim. Bunun için önce ses şiddeti ile ses basıncı arasındaki,
2
I=kP (5.56)
(k=sabit, bkz Eş.5.51) bağıntısından yararlanarak Eş.5.55'i şöyle yazabiliriz:

kP 2
db = 10 log
kPo2 (5.57)
Pay ve paydadaki k sabitleri sadeştirilip P'lerin üsleri de logaritmik terimin
çarpanı olarak yazılırsa,
P
db = 20 log
Po (5.58)
Bu bağıntı ses basıncı düzeyini hesaplamakta kullanılır.

Örnek 2:
Bir odada şiddet düzeyi 70 db olan bir ses kaynağı açık iken, şiddet düzeyi 85
db olan ikinci bir ses kaynağı da açılırsa iki kaynağın birden şiddet düzeyi ne
olur?
Çözüm:
Burada dikkat edilecek husus, ses düzeylerinin değil şiddetlerin toplanması
gerektiğidir. Daha sonra da toplam şiddet tekrar db cinsinden
hesaplanmalıdır. Bunun için önce ses düzeylerinden şiddetleri bulalım.
I =70 db'lik birinci kaynağın ses şiddeti
1
I =85 db'lik ikinci kaynağın ses şiddeti olsun
2
Birinci kaynak için: 70=10 log I /I buradan:
1 o
log I /I =7
1 o
7 7
I /I =10 ve I =10 I bulunur.
1 o 1 o
Aynı şekilde ikinci kaynak için: 85=10log I /I log I /I =8.5
2 o 2 o
8 8 7
(antilog 8.5=3.16x10 ) I /I =3.16x10 ve I =31.6x10 I
2 o 2 o
7 7
I =I +I =10 I +31.6x10 I
toplam 1 2 o o
7
I =32.6x10 I
toplam o

32.6x107 Io
10log
Io 8
İki sesin birlikte şiddet düzeyi: db= = 10 log3.26x10
=10(0.513+8) = 85.13 db
Görüldüğü gibi, 70 db'lik sese 85 db gibi çok daha yüksek düzeyde bir ses
eklendiğinde ses düzeyi sadece 85.13 db'ye çıkmıştır.

5.4.4. Ses yüksekliği:


Ses şiddeti düzeyi, şiddetin belli bir frekanstaki referans ses şiddetine
oranlanması ile hesaplanır veya bu kurala göre çalışan aygıtlarla ölçülebilir. Bu
nedenle de objektif bir ölçüdür. Oysa kulak farklı frekanslardaki sesleri, şiddetleri
veya basınçları aynı olsa bile farklı şiddetlerde algılar. Örneğin, 3000Hz'lik bir
ses tonuna 1000Hz'lik bir ses tonuna olduğundan daha duyarlıdır. Her iki sesin
şiddeti objektif olarak aynı olsa bile kulak birinciyi ikinciden daha yüksek bir ses
olarak algılar. Her kulağa göre değişen bu sübjektif (öznel) ses algılamasına
sesin yüksekliği denir ve fon denen bir birimle ölçülür.
Fon, 1000 Hz'lik ses tonunun şiddet veya basınç düzeyine (db olarak)
eşit ses yüksekliği olarak tanımlanmıştır. Yani 1000 Hz'lik ses tonu için;
A (fon)=I (db) (5.59)
kabul edilir. Diğer herhangi bir frekans için sesin yüksekliği A fon olarak
algılansa bile, db olarak gerçek şiddet veya basınç düzeyi 1000Hz'deki şiddet
veya basınç düzeyinden farklı olacaktır. Fon kavramına açıklık getirmek için bir
insan üzerinde şöyle bir işitme testi yaptığımızı düşünelim.
Deneğe önce frekansı 1000Hz ve basınç düzeyi 20 db olan bir ses tonu
dinletelim. Sesin basınç düzeyi 20 db olduğu için yüksekliği de sayıca 20 fondur.
Frekans değerini Şekil 5.6'nın logaritmik x-eksenine, basınç düzeyini de (db
olarak) y-eksenine işaretlersek şekilde bir nokta elde ederiz. Şimdi sesin basınç
düzeyini değiştirmeden frekansını daha düşük bir değere, örneğin 100Hz'e
ayarlayalım ve denekten bu ikinci ses ile bir önceki arasında ses yüksekliği
yönünden bir karşılaştırma yapmasını isteyelim. Deneğin ikinci sesi bir önceki
kadar yüksek bulmadığını görürüz. Deneğin ikinci sesi birincisi kadar yüksek
algılaması için ikinci sesin basınç düzeyini 20 db'nin üstüne, örneğin, 36 db'e
çıkarmamız gerekebilir. Şimdi bu yeni frekans ve basınç düzeyi değerlerini
kullanarak Şekil 5.6'da ikinci bir nokta elde edebiliriz. Bu test 1000Hz'in altındaki
ve üstündeki başka frekanslar için tekrarlandığında, Şekil 5.6'da görülen eğriler
ailesi içinde 20 (fon) ile belirtilen eğri elde edilir.
Daha sonra yeniden frekansı 1000 Hz fakat basınç düzeyi, örneğin 40
db, olan bir ses tonu ile başlanarak aynı yöntemle, başka frekanslar için eşit ses
yükseklikleri saptanıp bulunan değerler grafiğe işlenir. Böylelikle Şekil 5.6'da
görülen tüm fon değerleri (20, 40, 60, 80, vb) için eğriler elde edilebilir.
Görüldüğü gibi bu eğrilerin hemen tümünde ortak olan bir özellik vardır;
her eğri üç frekansta minimumdan geçer. Bu frekanslar 1000 Hz'in biraz altı,
3500 Hz civarı ve 15000 Hz'in biraz üstüdür. Bunun anlamı kulağın
duyarlılığının bu frekanslarda maksimum olduğudur. En belirgin duyarlılık
maksimumu 3500 Hz'dedir. İlerideki paragraflarda görüleceği gibi bu frekans
kulağın temel rezonans frekansına yakındır.
Şekil 5.6'da gösterilen eğriler, yukarıda açıklandığı gibi sübjektif
verilerden elde edilir. Çünkü ses yüksekliği kişiden kişiye değişen sübjektif bir
yargıdır. Fakat bu tür eğriler çok sayıda normal işiten insandan elde edildikleri
için tutarlıdırlar ve dolayısıyla işitme kaybını saptamada referans olarak
kullanılabilirler. Kulak Burun Boğaz kliniklerinde bu yöntemle işitme kaybı
saptanmasına odiyometri denir.

-4 2
Şekil 5.6. Fon eğrileri (Referans ses basıncı 2x10 dyn/cm 'dir).

5.5. Duran dalgalar:


Pozitif x-ekseni doğrultusunda (sağa doğru) yayılan bir dalgayı zamanın
ve mesafenin bir sinüs veya kosinüs fonksiyonu olarak ifade edebileceğimizi
belirtmiştik (bkz Eş.5.16). Şimdi böyle bir dalgayı aşağıdaki kosinüs fonksiyonu
ile gösterelim:

y = Acos λ ( x − vt) (5.60)
1
Bu dalga, yolu üzerinde bir engele çarptığında bir kısmı yansır ve ters yönde bir
başka dalga oluşur (Şekil 5.7). Bu ikinci dalga Eş. 5.60'da x yerine -x, A yerine
de -A konarak ikinci bir kosinüs fonksiyonu olarak şöyle gösterilebilir:

y = − A cos λ ( − x − vt )
2
(5.61)
Şimdi ortamda iki dalga vardır ve toplamları:
2π −2 π
A cos ( x − vt ) − A cos ( x + vt )
y=y +y = λ λ (5.62)
1 2
1 1
cos( α − β ) − cos( α + β ) = sin α sin β
Trigonometriden, cos=cos(-) ve 2 2
olduğu hatırlanırsa, Eş.5.62 şöyle yazılabilir:
2 πx
2 A sin sin( 2 πft )
y= λ (5.63)
Bu bağıntıda t'ye belli bir değer verildiğinde (yani t sabit tutulduğunda)
titreşim genliğinin (y) mesafe ile sinusoidal bir fonksiyona göre değiştiği görülür.
Aynı şekilde, x'e belli bir değer verildiğinde de titreşim genliği zamanın
sinusoidal bir fonksiyonudur.
Şimdi duran dalganın bir boru içinde oluşturulduğunu kabul edelim ve
dalganın boru içindeki yerleşimini inceleyelim. x boru doğrultusundaki mesafeyi

-A y A
x

Şekil 5.7. Duran dalga.

2πx
göstersin. Eş.5.63'de λ oranını 0, , 2, 3, 4, v.b. ('nin tamsayı katları) yapan x
değerleri için,
2 πx
sin =0
λ (5.64)
olacağından, bu noktalarda titreşim genliği, y=0 olacaktır. Bu noktalara nod
denir. Nodların bulunduğu x değerleri şunlardır:
x=0 x=/2 x= x=3/2 x=2 gibi (5.65)
Diğer taraftan:
2πx
sin 1
=!
λ (5.66)
yapan x değerlerinde ise titreşim genliği maksimumdur. Bunun için:
2 πx π
=n
λ 2 (n=1, 3, 5, . .) (5.67)
olmalıdır. Yani 2x/ oranı /2'nin tek katlarına eşit olmalıdır. Bunu sağlayan x
değerleri şöyle bulunur:
2πx π λ
=
πx 32π
2λ için x= 43λ (5.68)
=
λ 2 için x= 4
Yani x'in çeyrek dalga boyunun bir tek tam sayı katına eşit olduğu noktalarda
titreşim genliği zamanla 2Asin2ft fonksiyonuna göre -2A ile +2A değerleri
arasında değişir. Bu noktalara genlik antinodları denir.
Diğer taraftan, dalganın ortamda yol açtığı basınç değişiklikleri titreşim
genliğinin mesafeye göre türevine eşit olduğundan (bkz Eş.5.27), titreşim
genliğinin 0 olduğu yerlerde (örneğin nodlarda ve boruların kapalı ağızlarında)
basınç maksimum, titreşim genliğinin maksimum olduğu yerlerde (yani
antinodlarda ve boruların açık ağızlarında) basınç minimum olacaktır. Şekil
5.8'de gösterilen değişik tipten borular içinde uygun frekanslarda titreşimler
oluşturulduğunda duran dalgalar ortaya çıkar. Bu durumlarda söz konusu
borunun o frekanslarda rezonans yaptığından söz edilir. Frekansı en küçük
duran dalga, borunun temel rezonans frekansıdır. Temel rezonans frekansının
katları olan daha yüksek frekanslara ise armonik denir. Dış kulak kanalı bir ucu
kapalı bir boruya iyi bir örnektir. Biraz ileride dış kulak kanalının yapısını ele
alarak kulağın işitebildiği frekans sınırları içindeki rezonans frekanslarını
hesaplayacağız.

5.6. Kulak ve işitme:


Yüksek canlılarda çevreden gelen ışık, ses, basınç, sıcaklık, soğukluk,
ve titreşim gibi fiziksel uyaranlarla çeşitli kimyasal maddelere duyarlı (koku ve
tad duyuları) özel organlar (veya reseptörler) gelişmiştir. İşitme organımız olan
kulak bu özel organlardan biridir.

(a) (b) (c)


Şekil 5.8. Çeşitli kavitelerde (boşluklarda) duran
dalgalar; iki ucu kapalı boru (a), iki ucu açık
boru (b), bir ucu kapalı boru (c). Eğriler genliği
göstermektedir.

Genel olarak herhangi bir fiziksel veya kimyasal uyaranın iki


özelliğinden söz edilir: cinsi ve şiddeti. Uyaranın cinsine modalitesi veya kalitesi
denir. Örneğin, ses ve ışık farklı modalitelerden uyaranlardır. Aynı modalitedeki
uyaranların alt modaliteleri de olabilir. Örneğin, değişik renkler (veya dalga
boyları) ışığın alt modaliteleridir. Değişik tonlar (frekanslar) da sesin alt
modaliteleridir.
Bir uyaranın ikinci özelliği şiddeti veya miktarıdır. Kimyasal uyaranlar
için şiddet yerine konsantrasyondan söz edilir. Uyaranın şiddeti ne kadar yüksek
ise o kadar kuvvetli bir biçimde algılanacağı düşünülebilir. Fakat çoğu durumda
bu tam olarak doğru değildir. Yani uyaran şiddeti ile algı (veya organizmanın
uyarana yanıtı) arasında lineer bir ilişki yoktur. Duyu organlarımız uyaran
şiddetini değişikliğe uğratır. Hatta bazen şiddet modaliteyi bile etkileyebilir.
Örneğin, çok seyreltik bir tuzlu su çözeltisi tuzlu değil tatlı olarak algılanabilir.
Uyaranların gerçek (objektif) şiddeti ile algı arasındaki ilişkileri araştıran bilim
dalına psikofizik adı verilir. Psikofiziğin temel yasaları geçen yüzyılda
geliştirilmiştir.

5.6.1. Weber-Fechner Yasası:


İlk kez Weber ve Fechner tarafından ortaya atılan teoriye göre çoğu
duyu sistemi için algıda meydana gelen artış (DS) uyaran şiddetindeki artış (DI)
ile doğru orantılı, fakat o anda var olan uyaran şiddeti (I) ile ters orantılıdır. Bu
nedenle, örneğin, elimizde 50 gramlık bir ağırlık tutarken buna 50 gram daha
ilave edildiğinde ağırlık artışını kolaylıkla farkedebileceğimiz halde, 1000 gramlık
bir ağırlık tutarken buna yine 50 gramlık bir ağırlık ilave edildiğinde ağırlık
artışını aynı derecede kolaylıkla farkedemeyiz. Oysa heriki durumda da ağırlık
artışı aynıdır. Bu gözlem matematiksel olarak şöyle ifade edilebilir:

ΔI
=k
DS I (5.69)
k=orantı sabiti.
Yukarıdaki ifadenin integrali Weber-Fechner duyu yasasını verir:
S=a logI+b (5.70)
Son ifadedeki yeni sabitler (a ve b) integrasyon sabitleridir. Sonraları bu bağıntı
bazı duyular için tam olarak geçerli görülmediğinden bunun yerine aşağıdaki
üstel bağıntı benimsenmiştir. S ve I aynı anlamlarını taşımak üzere;
n
S=kI +c
(5.71)
burada k, n ve c yeni, başka sabitlerdir.
Yukarıdaki her iki bağıntının da işaret ettiği gibi, duyu sistemlerimiz
düşük şiddetli uyaranlardaki küçük değişikliklerle yüksek şiddetli uyaranlardaki
büyük değişiklikleri eşit olarak algılar. İşitme sistemimiz de böyle çalışır.

5.6.2. Dış kulak ve rezonans frekansları:


Dış kulak kanalının (meatus) bir ucu dışa açıktır; diğer ucu ise kulak zarı
(timpan zarı) ile sonlanır (Şekil 5.9). Bu kanalın L uzunluğunda olduğunu kabul
ederek kapalı ucunda bir titreşim nodu, açık ucunda da bir titreşim antinodu
olması için gerekli koşulları gözden geçirelim.
Mesafeyi kapalı uçtan (kulak zarından) başlayarak ölçersek bu uçta
Eş.5.64'deki nod koşulunu sağlayan ilk L değeri 0'dır. Açık uçta Eş.5.67'deki
antinod koşulunu sağlayan ilk L değeri ise şöyle bulunur:
2π L π λ
= L=
λ 2 veya 4 (açık uçta)
L

Şekil 5.9. Dış kulak kanalı bir ucu kapalı bir borudur.

Dalga boyu ile frekans arasındaki f=v ilişkisi göz önüne alınırsa yukarıdaki
dalga boyuna karşılık gelen frekansın:
f=v/4L (5.72)
olduğu görülür. Diğer taraftan kanalın açık ucunda antinod veren başka
frekanslar (armonikler) vardır. Bunlardan ilk ikisi şöyle hesaplanır:
2 πL 3 π 4L 3v
=
λ 2 = 3 f= 4 L (5.73)
2 πL 5 π 4L 5v
=
λ 2 = 5 f= 4 L (5.74)
Daha yüksek armonikler kulağın işitme sınırları dışında olduğundan bunlarla
ilgilenmeyeceğiz. Şimdi yukarıdaki bağıntıları kullanarak kulağın temel rezonans
frekansını (f ) ve armoniklerini hesaplayalım.
o
Meatusun uzunluğunu yaklaşık 2.5 cm, sesin havadaki hızını da (çünkü
dış kulak kanalı havaya açıktır) 346 m/s olarak alırsak, temel rezonans frekansı
(buna bazen birinci armonik f de denir)(f ) için:
1 o
-2
f = v/4L = 346/4x2.5x10 = 3460 Hz
o
Üçüncü armonik için (çünkü böyle bir boruda ikinci armonik, f yoktur):
2
-2
f = 3v/4L = 3x346/4x2.5x10 = 10380 Hz
3
Dördüncü armonik yoktur, beşinci armonik için:
-2
f = 5v/4L = 5x346/4x2.5x10 = 17300 Hz
5
Yedinci armonik 24120 Hz'dir fakat kulağımız bu frekanstaki sesi algılayamaz.
Rezonans olayı, kulağın bazı frekanslara neden daha duyarlı olduğunu
açıklar. Fakat aşağıda görüleceği gibi orta kulağın yapısı da rezonansı
etkilediğinden gerçek rezonans frekansları yukarıda hesapladıklarımızdan biraz
farklıdır.

5.6.3. Orta kulak


Timpan zarı ile kohleanın oval penceresi arasında kalan boşluğa orta
kulak denir. Orta kulak öztaki borusu ile ağıza açılır. Bu bölümün en önemli
özelliği burada yer alan üç adet kemikciktir (osiküller). Bunlara malleus (çekiç),
inkus (örs) ve stapez (özengi) adları verilir. Malleus timpan zarı ile, stapez de iç
kulağın başlangıcı olan oval pencere ile temastadır (Şekil 5.10a).
Kemikcikler timpan zarındaki titreşimlerin genliğini azaltarak basıncını
artıran bir kaldıraç sistemi oluştururlar (Şekil 5.10b). Böylelikle ses dış kulağın
hava ortamından iç kulağın sıvı ortamına minimum şiddet kaybı ile iletilir.
Kemikciklerin kohlea sıvısında ses basıncını artırma mekanizması şöyle
2
çalışır. Timpan zarının malleusla temas alanı 50 mm kadardır. Timpan
zarından malleusa uygulanan kuvvet (F ) timpan zarı basıncı ile temas
mal
alanının çarpımından hesaplanabilir;
F =50xP (5.75)
mal tim
Kaldıraç sisteminin destek noktası öyle bir yerdedir ki,
F =1.3xF
stap mal
(5.76)
veya Eş.5.75'i de göz önüne alarak:
F =1.3x50xP (5.77)
stap tim
Buradan da timpan zarı basıncı (P ) için;
tim
Fstap Fstap
Ptim = =
1. 3 x 50 65 (5.78)
2
bulunur. Stapezin temasta olduğu oval pencere alanı 3 mm kadardır. Buradan
oval penceredeki basınç, (P );
ov
Fstap
Pov =
3 mm 2 (5.79)
Eş.5.78 ve 5.79'dan P /P bulunabilir:
ov tim
Pov Fstap / 3
= = 21.7
Ptim Fstap / 65
(5.80)

(a) (b)
Şekil 5.10. Orta kulaktaki kemikcikler (a) ve bunların
oluşturduğu kaldıraç sistemi (b).
Görüldüğü gibi, oval penceredeki ses basıncı, kulak zarındaki ses
basıncının yaklaşık 22 katıdır. Deneyler insanda bu faktörün 17 dolayında
olduğunu göstermiştir. Kedilerde ise 60'a yakındır.

5.6.4. İç kulak:
İşitme olayının sinirsel ögeleri iç kulakta yer alır. Burada içi sıvı dolu ve
uzunlamasına üç bölümden (kohlea kanalı, skala timpani ve skala vestibuli)
oluşan helezonik bir yapı vardır. Bu yapıya kohlea denir. Kohlea, içindeki sıvı
yolu ile yine iç kulakta yer alan sakül, utrikül ve semisirküler kanallarla iletişim
halindedir. Sakül ve utrikülün işlevleri iyi bilinmemekle birlikte semisirküler
kanallar denge sisteminde rol alırlar.
Kohleanın üç bölümünden ikisi arasında kohlea boyunca uzanan ve
baziler membran (zar) adı verilen bir yapı yer alır. İşitme reseptörlerini içeren
Corti organı bu zar üzerine yerleşmiştir. Şekil 5.11 kohleanın enine kesitini ve
baziler membrandaki Corti organını göstermektedir.

(a)

(b)

Şekil 5.11. Kohleanın enine kesiti (a) ve Corti organının yapısı (b).

Corti organındaki kılsı hücrelerin üst kısmında yer alan uzantılar bu


organı örten sert bir membranla (tektoriyel membran) hafif temas halindedirler.
Öyle ki, kılsı hücrelerin tabanları titreştiğinde kılsı üst kısımları tektoriyel
membarana doğru itilip çekilirken bükülüp gevşerler. Bu hareketler de kılsı
hücrelerde elektrik sinyallerine dönüştürülerek, kılsı hücrelere bağlı sinirler
üzerinden beyne iletilir. Reseptörlerden çıkan sinir lifleri iç kulaktaki spiral
gangliyon içinde yer alan sinir hücrelerinin periferik uzantılarıdır. Bu hücrelerin
merkezi uzantıları beyin sapındaki kohlea nükleüsünde sonlanır.
Kılsı hücrelerin titreşmesi için baziler membranın titreşmesi gerekir.
Baziler membran şöyle titreşir. Oval pencereden skala vestibüliye iletilen
titreşimler karşı uçta helikoterma yolu ile skala timpaniye geçerek bu kanal
içindeki sıvıyı titreştirirler. Skala timpani orta kulak tarafında yuvarlak pencere ile
sınırlıdır. Skala timpanideki titreşimler de doğrudan doğruya baziler membran
üzerindeki kılsı hücrelere iletilir.

5.6.5. İşitme teorileri:


Helmholtz teorisi: Baziler membran oval pencereden helikotermaya doğru,
uzunlukları 75 mikrometre ile 475 mikrometre arasında değişen ve kalınlıkları
1-2 mikrometre kadar olan enine lifler taşır. Baziler membranın bu yapısı
Helmholtz'a bu liflerden herbirinin ayrı bir frekansa akord edilmiş olarak
titreştiğini düşündürmüştür. Yani her lif kendi doğal titreşim frekansında
rezonansa gelerek o frekanstaki sesin algılanmasına katkıda bulunur (Şekil
5.12). Fakat bu teorinin öngördüğü ilkeler kulağın duyarlı olduğu geniş frekans
aralığı ile bağdaşmaz.

oval pencere helikoterma

Şekil 5.12. Baziler membranın uzunlukları farklı enine lifleri.

Sonraları von Bekesy (1949) baziler membranın oval pencereden


uzaklaşıldıkça daha düşük frekanslarda maksimum titreşim gösterdiğini, yüksek
frekansların ise baziler membranın oval pencereye yakın olan kısımlarını daha
yüksek genlikle titreştirdiğini saptamıştır. Böylece kulağın ses frekansını nasıl
ayırdettiği açıklanabilmiştir.
Telefon teorisi denen bir diğer teoriye göre ses frekansına ait bilgiler sinir
impulslarının frekansı ile temsil edilir. Fakat sinirler saniyede 1000'den fazla
impuls üretemedikleri için bu teoriye göre 1000 Hz'in üstündeki frekansların
beyne iletilmesi mümkün olmayacaktır.
Küme teorisi telefon teorisinden bir adım öteye giderek frekansın tek bir lifin
impulsları ile değil birçok paralel sinir lifinin impulsları ile taşındığını ileri sürer.
Böylelikle tek başına saniyede 1000'den fazla impuls üretemeyen birçok lifin
birlikte faaliyetinin merkezi yapılarda (beyinde) bir araya toplanması
(entegrasyonu) sonucu çok yüksek frekanslar bile temsil edilebilir. İmpuls
entegrasyonu sesin yalnız frekansına ilişkin bilgileri değil şiddeti ile ilgili bilgileri
de taşır (Şekil 5.13).

5.7. Dalga olayları:


Dalgaların ortamlardan geçişi, yayılışı ve ortamlar arası sınırlardan
yansımaları ilginç ve bazı uygulamalar açısından yararlı sonuçlar doğurur.
Dalga olayları ses dalgaları için olduğu kadar ışık dalgaları (veya
elektromanyetik dalgalar) için de geçerlidir. Aşağıda bunlardan tıp
uygulamalarındaki önemleri ölçüsünde söz edeceğiz.

5.7.1. Doppler kayması:


Bir ses kaynağı ile alıcısı arasında relatif hız farkı varsa sesin frekansı
alıcı tarafından gerçek frekanstan farklı bir frekansta algılanır. Frekanstaki bu
değişikliğe, olayı keşfeden Christian J. Doppler'e (1803-1853) atfen Doppler
kayması denir.
Şekil 5.14'deki gibi, farklı hızlarla sağa doğru hareket eden bir ses
kaynağı ile ses alıcısını göz önüne alalım. Daha genel bir durumu kapsamak
için kaynak ile alıcı arasındaki ortamın da hareketli olduğunu kabul edelim.
Şekilde:
v = ses kaynağının hızı (sağa doğru pozitif)
k
v = alıcının hızı (sağa doğru pozitif)
a
v = ortam hızı (sağa doğru pozitif)
o
c = ortamdaki ses hız
f = kaynaktan çıkan sesin frekansı
o
olsun.

Şekil 5.13. Küme teorisine göre sinir impulslarının merkezi entegrasyonu.


(Stanford 1975'den)

ses
c
verici alıcı

Va
Vk ortam Vo

Şekil 5.14. Hareketli bir ortamda hareketli ses kaynağı ile hareketli ses
alıcısı.

Zamanı ölçmeye başladığımız t=0 anında kaynaktan çıkan bir dalga


(c+v ) hızı ile sağa doğru yayılır ve t sürede, (c+v )t kadar yol alır. Aynı süre
o o
içinde ses kaynağı da sağa doğru v t kadar yol almıştır. Bu süre içinde
k
kaynaktan fo adet dalga çıkmış ve ilk dalga ile kaynağın son konumu arasındaki
mesafe içine yayılmıştır. İlk dalga ile kaynağın son konumu arasındaki mesafe
şudur:
(c+v )t-v t=(c+v -v )t (5.81)
o k o k
Bu mesafeyi dalga sayısına bölersek dalgalar arasındaki mesafeyi yani dalga
boyunu () bulabiliriz:

( c + vo − vk ) t c + vo − vk
λ= =
fo t fo
(5.82)
Diğer taraftan, dalgalar alıcının yanından (c+v -v ) hızı ile
o a
geçmektedirler. Bu nedenle alıcı dalgaları, f=hız/(dalga boyu) bağıntısına göre:
(c + vo − va ) (c + vo − va )
f= = fo
( c + vo − vk ) ( c + vo − vk )
fo (5.83)
frekansında algılar. Frekans kayma miktarı (Df) Eş.5.83'de her iki taraftan f
o
çıkarılarak şöyle bulunur:

⎛ c + vo − va ⎞
Δf = f o ⎜⎜ − 1⎟⎟
f-f = ⎝ c + vo − vk ⎠ (5.84)
o
Bu bağıntıdan görülebileceği gibi, alıcı ile kaynak birbirine yaklaşmakta
iseler, Df pozitif olacağından alıcı sesi gerçek frekansından daha yüksek bir
frekansta algılar; alıcı ile kaynak birbirinden uzaklaşmakta iseler, Df negatif
olacağından alıcı sesi gerçek frekansından daha düşük bir frekansta algılar. Bir
sonraki bölümde görüleceği gibi sesötesi dalgaların Doppler kaymasından tıbbın
çeşitli uygulamalarında yararlanılır.

5.7.2. Vuru:
Duran dalgalar, genlikleri ve frekansları aynı olan ve zıt yönlerde
yayılmakta olan iki dalganın girişiminden doğar. Genlikleri eşit fakat frekansları
biraz farklı (f f ) iki dalganın girişimi vuru denen bir olaya neden olur. Vuruda,
12
genliği (f -f )/2 frekansı ile değişen, frekansı da (f +f )/2 olan bir ses işitilir
1 2 1 2
(Şekil 5.15). Kulak, frekansı 6 veya 7 Hz olan vuruları ayırdedebilir, fakat daha
yüksek frekanslardaki vuruları ayırdedemez.

Şekil 5.15. Vuru.

5.7.3. Ortamlar arası kırılma ve yansıma:


Bir ortamdan diğerine dik açıdan farklı bir açı yaparak giren ses
dalgaları, tıpkı ışık ışınları gibi, kırılma ve yansıma yasalarına uyarlar (Şekil
5.16). Gelen dalganın bir kısmı geliş açısına eşit bir açı yaparak ortamlar arası
sınırdan yansır; bir kısmı da kırılarak ikinci ortama geçer.
Yansıyan ve kırılan dalgalar için:
q = geliş açısı (normalle yapılan açı)
g
q = yansıma açısı (normalle yapılan açı)
y
q = kırılma açısı (normalle yapılan açı)
k
c = sesin birinci ortamdaki hızı
1
c = sesin ikinci ortamdaki hızı
2
olmak üzere şu yasalar geçerlidir:
q =q (5.85)
g y
Sin θ g c1
=
Sinθ k c2 (5.86)

θg θy Ortam 1

θ Ortam 2
k

Şekil 5.16. Kırılma ve yansıma.

5.7.4. Tabakalardan geçiş:


Bir ses dalgası, sınırları paralel üç ortam tabakasından (katmanından)
geçerken bir kısmı sınırlardan yansır. Bu da 1.inci ve 2.inci katmanlarda duran
dalgalar oluşmasına neden olur (Şekil 5.17).
(1) (2) (3)

Şekil 5.17. Ses dalgalarının üç ortam tabakasından geçişi.

Ortamların sınır düzlemlerine eğik gelen dalgalar için kantitatif analiz


karmaşıktır, fakat dik gelen dalgalar için durum daha basittir. Bir ortamdan
diğerinin sınırına dik olarak gelen ses dalgasının bir kısmı sınırdan geriye
yansır; bir bölümü ise ikinci ortama iletilir. Birinci ortamın karakteristik akustik
empedansı Z , ikincininki Z ise yansıyan dalganın basıncının (P ) gelen
1 2 Y
dalganın basıncına (P ) oranı şudur:
G
PY Z 2 − Z1
=
PG Z1 + Z 2 (5.87)
İkinci ortama iletilen dalganın basıncının (P ) gelen dalganın (P ) basıncına
İ G
oranı da şudur:
Pi 2Z2
=
PG Z1 + Z 2 (5.88)
Şiddet ile basınç arasında daha önce bulduğumuz 5.51 no.lu ilişkiden
yararlanarak, yansıyan dalganın şiddetinin gelen dalganın şiddetine oranını ve
iletilen dalganın şiddetinin gelen dalganın şiddetine oranını da bulabiliriz.
Yansıyan dalganın şiddetinin (I ) gelen dalganın şiddetine (I ) oranı:
Y G
2
I Y ⎛ PY2 ⎞ ⎛ PG2 ⎞ ⎛ PY ⎞
=⎜ ⎟ ⎜ ⎟
I G ⎜⎝ 2 Z 1 ⎟⎠ ⎜ 2 Z ⎟ = ⎜⎜ P ⎟⎟
⎝ 1⎠ ⎝ G ⎠
(5.89)
İkinci ortama iletilen dalga şiddetinin (I ) gelen dalga şiddetine (I ) oranı
İ G
ise:
2
I i ⎛ Pi 2 ⎞ ⎛ PG2 ⎞ Z 1 ⎛ Pi ⎞
=⎜ ⎟ ⎜ ⎟
⎜ 2 Z ⎟ = Z ⎜⎜ P ⎟⎟
I G ⎜⎝ 2 Z 2 ⎟
⎠ ⎝ 1⎠ 2 ⎝ G ⎠
(5.90)
Bazı koşullarda bir ortamdan ikinci bir ortama gelen dalgalar 2.ci
ortamda şiddet kaybına uğramadan 3.cü bir ortama geçebilirler, yani, I = I
1 3
olur. Bunu sağlayan koşullar şunlardır:
1. İkinci ortamın karakteristik akustik empedansı (Z ), birinci ortamın
2
karakteristik akustik empedansı ile üçüncü ortamınkinin geometrik
ortalamasına eşit olmalıdır. Yani;

Z 2 = Z 1Z 3 (5.91)
2. İkinci ortam tabakasının kalınlığı (l ), ortamdaki çeyrek dalga boyunun bir
2
tek sayı katına eşit olmalıdır:
λ2
l =(2n-1) 4 (n=1, 2, 3, . . ) (5.92)
2
3. İkinci ortam bir gaz ortam olmamalıdır.
Ses dalgalarının bir ortamdan diğerine şiddet kaybı olmadan geçmesi
ultrasonun tıpdaki uygulamalarında önem taşır. Bu uygulamalarda ultrason
dalgalarının ultrason transdüserinden vücut içine kayıpsız geçmeleri için
transdüser ile deri arasına yukarıdaki kriterlere uyan ince bir sıvı tabakası
sürülür. Bazı uygulamalarda ise transdüser ile vücut arasında su ortamı
kullanılır. Bunun için vücut ya su içine yerleştirilir ya da bir su torbası ile sarılır.

5.7.5. Sesin soğurulması (absorpsiyonu):


Bir ses dalgası bir ortamdan geçerken şiddeti mesafe ile azalır. Bunun
nedenleri ultrason huzmesinin mesafe ile dağılması, ortamda saçılması ve
ultrason enerjisinin ısıya dönüştürülmesidir. Bu olaya soğurma (absorpsiyon)
denir. Genlik veya şiddetin absorpsiyonu dalganın yayıldığı mesafenin logaritmik
bir fonksiyonudur. Örneğin, dalga z mesafesi boyunca ilerlemekte ise herhangi
bir noktadaki titreşim genliği, (A ):
z
A z = A o e µaz (5.93)
bağıntısına göre zayıflar. Burada:
A = dalganın ortama girişindeki (z=0'daki) genliği
o
= ortamın genlik soğurma katsayısı
a
Vücut dokuları ultrason dalgalarını farklı derecelerde soğururlar.
Soğurma miktarı dalganın frekansı ile de artar. Bu özelliklerinden dolayı ultrason
enerjisinden dokuları yerel olarak ısıtmakta (fizik tedavi) ve patolojik oluşumları
(kist ve tümör gibi) harap etmekte yararlanılır.

5.8. İnsanda konuşma sesinin üretilmesi:


İnsan boğazında farinks ile trakea (soluk borusu) arasında larinks adı
verilen üst üste yerleşmiş bir dizi kıkırdak yer alır. Larinkste, soluk verme
esnasında trakeadan geçen hava akımını kontrol eden ligamentler vardır. Bu
ligamentlere ses telleri (vocal cord) denir (Şekil 5.18).
Normal soluk alıp vermede ses telleri gevşek olduğundan, hava ses
tellerinin aralığından serbestce geçer. Fakat ses telleri istemli olarak
kasıldığında kapanan aralığın altı ile üstü arasında bir basınç farkı oluşur.
Basınç belli bir düzeye ulaştığında bir miktar hava ses tellerini zorlayarak
aralıktan geçer. Basınç düşünce ses telleri aralığı tekrar kapanır ve sonra yine
açılır. Bu olaylar tekrarlandıkça larinkste periyodik bir ses pulsu dizisi oluşur
(Şekil 5.19a). Puls dizisinin frekansı ses tellerinin gerginliğine ve kütlesine
bağlıdır. Erkeklerde ses telleri kütlece daha büyük olduğundan erkek sesinin
frekansı kadın sesininkinden daha düşüktür (daha bastır).
Ses tellerinde bu şekilde ses üretilmesi konuşma sesi çıkarmanın ilk
adımıdır. Bir sonraki adımda bu sesler farinks ile ağız ve burun boşluklarında
"şekillendirilerek" fonem adı verilen konuşma sesi birimlerine dönüştürülür. Ağız
ve burun boşluğunun şekli ve büyüklüğü, dil, yumuşak damak ve dudaklarla
belirlenir.
Fonemler konuşma sesinin en küçük fonksiyonel birimleridir. Her dilin, o
dili konuşanlarca küçük yaşta öğrenilen kendine özgü fonemleri vardır. Ana
dilleri farklı olan kişiler birbirinin dilindeki fonemleri sonradan öğrenmekte güçlük
çekerler.
Bir dilin alfabesi o dildeki fonemleri ancak kabaca belirten semboller
dizisidir. Türk alfabesi fonetik bir alfabedir. Yani Tükçe'nin fonemleri, bazı
yabancı dillerde olduğu gibi, birden fazla harfle yazılmaz veya aynı harf birden
fazla fonemi belirtmek için kullanılmaz. Böyle olmakla birlikte Türkçe'deki her
fonemi alfabemizle tam olarak yazamayız.
Şekil 5.18. Farinks, larinks ve ses telleri ile ağız ve burun boşlukları.

Şimdi tekrar konuşma sesinin özelliklerine dönelim. Bir erkekte ses


tellerinin oluşturduğu ses pulslarının frekansı saniyede 125 kadardır (Şekil
5.19a). Bu Şekil'deki gibi sinüsoidal olmayan periyodik bir puls dizisi, genlikleri
farklı çok sayıda sinüsoidal bileşenle temsil edilebilir. Bu bileşenlere söz konusu
periyodik sinyalin Fourier bileşenleri denir. Fourier bileşenlerinin frekansları
birbiri ile armonik ilişki içindedirler. Yani, dizideki her frekans en düşük frekanslı
temel bileşenin (birinci armonik) frekansının bir tam sayı katına eşittir. Buna
göre: f =temel bileşenin frekansı ise,
1
f =2f f =3f f =4f , v.b.
2 1 3 1 4 1
Fourier bileşenlerinin frekansları yatay eksene, genlikleri düşey eksene
konularak bir grafik çizildiğinde sinyalin genlik spektrumu elde edilir (Buna çoğu
zaman yanlış olarak frekans spektrumu denmektedir). Şekil 5.19b (a)'daki puls
dizisinin genlik spektrumunu göstermektedir. Genlik spektrumu bilinen bir sinyal,
bileşenlerinden tekrar oluşturulabilir.

5.8.1. Formant frekanslar:


Önceki paragraflarda, iki ucu açık, bir ucu açık veya her iki ucu da
kapalı borularda boru uzunluğuna ve boru içindeki gaz ortamına bağlı olarak
değişik frekanslarda duran dalgalar oluştuğundan söz etmiş, bu frekanslara da
söz konusu boruların rezonans frekansları demiştik. Farinks ve ağız boşluğu da
belli bir genişlik ve şekle sahip iken, tıpkı borular gibi, belli frekanslarda
rezonans yapar. Bu frekanslara formant frekanslar denir. Genellikle 3000 Hz'in
altında iki veya üç formant frekans vardır.
Örneğin, bir erkek "aaa" sesini çıkarmaya çalışırken farinks ve ağız
boşluğunun ilk üç formant frekansı yaklaşık olarak 730, 1090 ve 2440 Hz'dir.
Şekil 5.19c bu frekansları göstermektedir.
Ses tellerinde üretilen ses pulsları ağız boşluğuna ulaştığında,
frekansları ağız boşluğunun o andaki formant frekanslarına en yakın olan
armonikler bu boşlukta rezonans yaparlar. Yani bu frekanslardaki armoniklerin
genlikleri artırılırken diğerlerininki zayıflatılır.
Örneğin, eğer ses sinyalindeki temel bileşenin frekansı, f =125 Hz ise,
1
ilk formant frekans olan 730 Hz'e en yakın armoniğin (f =6x125=750 Hz) genliği
6
ağız boşluğunda rezonansla artırılır. Komşu armoniklerin (f =625 Hz ve f =875
5 7
Hz) genlikleri de bir miktar artırılırsa da f kadar artırılmaz. Bu anlatılanlar,
6
frekansları diğer formant frekanslara yakın olan öteki armonikler için de
geçerlidir. Şekil 5.19d'deki spektrum, genlikleri bu şekilde değiştirilmiş
armonikleri göstermektedir. Bu yeni genlik spektrumu tekrar bir ses sinyaline
dönüştürülecek olursa Şekil 5.19e'deki sinyal elde edilir. Bu sinyal de o anda
ağızdan çıkmakta olan fonemi temsil eder.
Şekil 5.20, "ah" ve "oo" seslerini çıkarmakta olan erkeklerin ve
kadınların ilk üç formant frekanslarının ortalama değerlerini göstermektedir. Her
grafikte ses tellerinin temel frekansı (f ) da belirtilmiştir. Görüldüğü gibi temel
1
bileşen frekansı iki farklı ses arasında fazla değişmediği halde kadınlarla
erkekler arasında bir hayli farklılık gösterir; erkeklerde "ah" sesi için 124 Hz, "oo"
sesi için 137 Hz; kadınlarda ise aynı sesler için sırasıyla 212 Hz ve 232 Hz.
Bunun anlamı, değişik sesli hecelerin ayrımında ses tellerinin temel bileşeninin
rol oynamadığıdır.
Kadınlarla erkekler arasında formant frekansların da farklı olduğu dikkati
çekmektedir. Fakat belli bir sesli için formant frekansların birbirine oranı
Basınç Genlik
(a) (b)

t 0 1000 2000 3000


t 1=1/f
Frekans, Hz
Genlik F1 Genlik
(c)
F2 (d)

F3

0 1000 2000 3000 0 1000 2000 3000


Frekans, Hz Frekans, Hz

(e)
t
t1 =1/f

Şekil 5.19. Bir fonemin oluşmasındaki adımlar. Ses tellerinden


çıkan periyodik puls dizisi (a), Puls dizisinin Fourier
bileşenleri (b), Dil aşağıya ve öne doğru bir konumda
iken farinks ve ağız boşluğunun formant frekansları (c),
Puls dizisinin ağız boşluğunda rezonansından sonraki
genlik spektrumu (d), Oluşan ses sinyalinin (fonem) son
şekli (e) (Cromer 1981'den alınmıştır).
hemen hemen sabittir. Bu oranların seslileri ayırdetmekte başlıca rolü
oynadıkları anlaşılmaktadır. Formant frekansların konuşma sesi üzerindeki etkisi
helyum soluyarak çıkarılan seslerden anlaşılabilir. Formant frekanslar ağız
boşluğundaki ses hızı ile orantılıdır. Sesin helyumdaki hızı havadaki hızının 2.9
katı kadar olduğuna göre, solunum sistemi helyumla dolu iken
(a) (b)
100 730 erkek: "ah" 100 850 kadın: "ah"
1090 1220 f1 =212 Hz
50 f1 =124 Hz 50
20 20
10 10
5 2440 5 2810
2 2
1 1

0 1000 2000 3000 1 0 1000 2000 3000


frekans, Hz frekans, Hz

440 (c) 470 (d)


100 erkek: "oo" 100 kadın: "oo"
50 1020 f 1 =137 Hz 50 1160 f1 =232 Hz
20 20
10 10
5 5
2 2240 2 2680
1 1

0 1000 2000 3000 0 1000 2000 3000


frekans, Hz frekans, Hz

Şekil 5.20. Erkeklerde ve kadınlarda "ah" sesinin (a) ve


"oo" sesinin (b) ilk üç formant frekansının
ortalama değerleri.

konuşan bir kişinin formant frekansları aynı oranda yükselir. Böylelikle kişi çok
daha tiz bir sesle konuşur. Fakat konuşma gene de anlaşılabilir.

Kaynaklar:

Cameron J R and Skofronick JG. Medical Physics. John Wiley and Sons, Inc.
Singapore 1978.
Ch. 9, 10.
Cromer A.H. Physics for the Life Sciences. McGraw-Hill International Book
Compary. Tokyo, 1981 (International Student Edition, 2nd Ed.).
Devey G. and Wells PN. Ultrasound in Medical Diagnosis. Scientific American,
238:98-112, 1978.
Greenberg LH. Physics for biology and pre-med students. W. B. Saunders
Company Saunders Golden Series, Philadelphia 1975.
Sears FW. Mechanics, Heat, and Sound. Addison-Weslye Publishing Co., Inc.
Reading, Massachusetts, 1958 (2. baskı) Ch 1-14, 26-28.
Stanford AL. Foundations of Biophysics. Academic Press Inc. London 1975
Ch 5,6.
Wells PNT. Biomedical Ultrasonics. Academic Press Inc (London) Ltd. 1977.
Ch.1.

Problemler
2
1. İşitme duyusunun kulakta ağrıya dönüştüğü ses şiddeti 1 watt/m 'dir. Bu
sesin şiddet düzeyi kaç db'dir?
2. Dış kulağın temel rezonans frekansı olan 3400 Hz için kulağımızın işitme
2
eşiği ses şiddeti düzeyi -10 db'dir. Bu sesin şiddeti (watt/m olarak) nedir?
6 2
3. Yağ dokusunun karakteristik akustik empedansı, Z=10 kg/m s, bu ortamdaki
ses hızı 1086 m/s'dir. Bu verilerden yağ dokusunun özkütlesini hesaplayınız
3
(g/cm olarak)
5. Her yöne doğru ses yayan 6.28 watt gücündeki bir ses kaynağından 6 metre
2
ötede ses şiddeti (watt/m olarak) nedir?
5. Herbirinin ses şiddeti düzeyi 60 db olan 20 ses kaynağının yarısı
susturulduktan sonra ortamdaki ses şiddeti düzeyi kaç db olur?

---------------------------------------

Bölüm 6
U LT R A S O N U N T I P TA K İ U Y G U L A M A L A R I

6.1. Giriş:
Son yıllarda ultrason veya sesötesi dalgaları tıbbın birçok alanında
çeşitli amaçlarla kullanılmaktadır. Ultrasonun tıptaki başlıca uygulama alanları
şöyle sıralanabilir: 1. Tıbbi araştırmalar ve tanı (teşhis), 2. Tedavi, 3. Cerrahi
girişimler. Bu uygulamalarda ya kesikli ya da sürekli sesötesi dalgalar kullanılır.
Bu bölümde önce ultrasonun üretilmesinden, deteksiyonundan (sezilmesinden)
ve odaklanmasından söz edecek daha sonra da tıptaki uygulamalarını ayrıntılı
olarak ele alacağız.

6.2. Ultrasonun üretilmesi ve deteksiyonu:


Ultrason dalgaları sinüsoidal elektrik akımını veya manyetik alanı stres
dalgalarına çeviren transdüserlerde üretilir. Aynı aygıtlar bunun tersini de
gerçekleştirerek ultrason dalgalarını elektrik akımına çevirebilirler. Bilindiği gibi
transdüserler bir formdaki enerjiyi bir başka forma çevirebilen aygıtlardır.
Pratikte kullanılan ultrason transdüserleri iki çeşittir (Şekil 6.1):
1. Piezoelektrik transdüserler 2. Magnetostriktif transdüserler

Şekil 6.1. Piezoelektrik (a) ve magnetostriktif (b) transdüserler.

6.2.1. Piezoelektrik transdüserler:


Piezoelektrik transdüserler piezoelektrik kristallerden yapılır. Bu tür
kristaller, bir eksen doğrultusunda uygulanan sinusoidal gerilimi, bu eksene dik
bir eksen doğrultusunda yayılan stres dalgalarına dönüştürürler. Bu etki ilk kez
Pierre ve Jacques Curie tarafından gözlenmiştir (1880). Doğada piezoelektrik
özellik gösteren birçok kristal vardır. Kuartz ve turmalin en yagın olarak
kullanılan piezoelektrik kristallerdir. Ferroelektrik maddeler de kuvvetli birer
piezoelektrik maddedir. Çeşitli ferroelektrik maddeler arasında en iyi bilinenleri
baryum titanat ve kurşun zirkonat gibi seramik tiplerdir. Bunlar kimyasal
tepkimelere girmezler ve nemden etkilenmezler.

6.2.2. Magnetostriktif transdüserler:


Bu tip transdüserlerde magnetostriktif maddeler kullanılır.
Magnetostriktif maddeler manyetik alan etkisinde fiziksel boyutları değişen
maddelerdir (Şekil 6.2). Magnetostriktif olay ilk kez 1847'de J.P. Joule tarafından
gözlenmiştir. Ferromanyetik maddeler (örneğin nikel) ve ferritler bu özelliğe
sahiptirler.
Δ l/l

Permalloy 45

Manyetik alan (Wb/m2)


Şekil 6.2. Bir magnetostriktif maddede (Permalloy 45) manyetik alan-strain
ilişkisi.

Magnetostriktif maddeye uygulanan enerjinin bir kısmı elastiklik


enerjisine dönüşerek madde içinde sesötesi frekanslarda stres dalgaları
oluşturur. Maddedeki deformasyon (veya strain) (Dl/l) ile uygulanan manyetik
alan (B) arasında şu ilişki vardır:
2
D l/l = cB (c=sabit) (6.1)

6.2.3. Transdüserlerde rezonans ve transdüserden enerji transferi:


Magnetostriktif veya piezoelektrik kristallerdeki stres dalgaları kristalin
fiziksel sınırlarına ulaştığında bu yüzeylerden çevreye ultrason enerjisi yayılır.
Çevreye verilen enerji, transdüser yüzeyi ile çevre ortamı arasındaki
karakteristik akustik empedans uyumuna bağlıdır. Kristal sınırından kristal içine
geriye yansıyan enerjinin yeni oluşan titreşimlerle girişimi sonucu bazı
koşullarda transdüser içinde duran stres dalgaları ortaya çıkar. Daha önce de
anlatıldığı gibi bu bir rezonans olayıdır. Kristal iki ucu kapalı bir boru gibi
düşünülürse rezonans için kristal kalınlığının (l), yarım dalga boyunun bir tek
tam sayı katına eşit olması gerekir (bkz Bölüm 4, Kısım 4.6):
λ
l=(2n-1) 2 (n=1, 2, 3, . . ) (6.2)
Buna göre transdüserin temel rezonans frekansı f, n=1 ve c=ultrasonun
ortamdaki hızı olmak üzere:
c
f =
2l (6.3)
olacaktır.
Transdüserin bir yüzünden istenilen ortama (örneğin vücut içine)
ultrason enerjisi aktarılır. Bu ortama yük ortamı denir. Enerji transferinin
maksimum olması için yük ortamının akustik empedansı ile transdüser
ortamının akustik empedansı uyumlu olmalıdır. Bunun için transdüser ile yük
ortamı arasına uygun özellikler taşıyan ince bir sıvı tabakası sürülür (Şekil 6.3).
Yük
Hava ortamı

λ /2
Şekil 6.3. Bir transdüserden yük ortamına enerji transferi.

Transdüserin diğer yüzüne bitişik ortamın akustik empedansı ise düşük


tutulur (genellikle hava). Böylelikle hava ile temasta olan transdüser yüzeyinden
hemen hemen tam bir yansıma sağlanır.

6.2.4. Ultrason alanı:


Dikdörtgen prizması veya disk şeklindeki bir transdüserin önündeki yük
ortamına yaydığı ultrason alanı yakın ve uzak alan olmak üzere iki bölgeye
ayrılabilir. Yakın alanda şiddet, mesafenin bir sinüs fonksiyonuna göre değişir
(Şekil 6.4a).
Uzak alanda ise şiddet, diğer bazı fiziksel alanlar için de olduğu gibi
(örneğin, bir nokta yükün elektrik alanı) transdüserden olan mesafenin karesi ile
ters orantılı olarak değişir. Ultrasonik alan yöne de duyarlıdır. Transdüserin
ortasından geçen eksen doğrultusunda alan şiddeti maksimumdur; yanlara
doğru zayıflar. Alan şiddeti yatay (sayfa düzlemine dik) düzlemde Şekil 6.4b'deki
gibi loblu bir dağılım gösterir.

(a)

(b)
Şekil 6.4. Ultrason alanının aksiyel doğrultudaki (a), ve sayfa
düzlemine dik düzlemdeki dağılımı. (a)'da yatay eksen
2
boyunca mesafe a /l cinsinden verilmiştir
(a=transdüser yarıçapı, l=dalga boyu).

6.2.5. Ultrasonu odaklayıcı sistemler:

Ultrason enerjisini cerrahi amaçlarla çok küçük bir alana odaklamak için
ya kavisli transdüserler ya da mercekler kullanılır (Şekil 6.5). Her iki yöntemde
de transdüser veya mercek apertür çapının, ultrasonun dalga boyundan bir hayli
büyük olması gerekir.
R

Dz
a a r
ψ
Dy
ψ

2
1

h F

(a) (b)
Şekil 6.5. Ultrason enerjisini yoğunlaştıran sistemler. Kavisli
transdüserler (a), Mercekler (b). (b)'deki merceğin odak
uzaklığı: F=r(1-1/n)'dir.
(2 = merceğin apertür açısı, c1 = ultrasonun mercek
ortamındaki hızı, r= mercek yarıçapı, c2 = ultrasonun
yük ortamındaki hızı, n = mercek kırılma indeksi (=c /
1
c ), a = apertür yarıçapı)
2

Şekil 6.5a'daki kavisli transdüserden R uzaklıkta odaklanan alan şiddeti


(I ) şu bağıntıdan hesaplanır:
R
2
I =I (kh) (6.4)
R o
Burada:
Io = ultrasonun transdüserden çıkış şiddeti,
K = dalga numarası
h = Şekil 6.5a’daki mesafe

MERCEKLER VE MERCEK KRİTERLERİ:


Mercek yapımında göz önünde tutulan kriterler şunlardır:
1. Mercekler genellikle katılardan yapılır, çünkü ultrasonun hızı katılarda daha
yüksektir. Mercek malzemesi olarak sentetik polimerler (örneğin
polimetilmetakrilat ve polistiren) kullanılır.
2. Mercekte absorbsiyonu en aza indirmek için mercek ince olmalıdır,
3. Ultrasonu mercekten şiddet kaybı olmadan geçirmek için mercek kalınlığı,
(lm),
λm
lm=(2n-1) 4 (n=bir tam sayı) (6.5)
olmalıdır ( =ultrasonun mercek ortamındaki dalga boyu). Böylece mercek
m
transdüser ile yük ortamı arasında empedans uyumu sağlar.
Polistirenden yapılmış bir mercekle gerçekleştirilen bir uygulamada
aşağıdaki odaklama parametreleri elde edilmiştir (sembollerin anlamı için Şekil
6.5b'ye bakınız):

f maks a Dx=Dy Dz G
(MHz) (mm) () (mm) (mm) (mm) (kazanç)
1 1.50 18.6 33.6 2.2 27.2 750
10 0.15 10.2 18.0 0.4 5.6 6500

İdeal olarak, mercek soğurma katsayısının 0, karakteristik akustik


empedansının yükleme ortamınınki ile aynı ve kırılma indisinin büyük olması
arzu edilir. Polistirende (suya göre) kırılma indisi, n=c1/c2=2350/1500=1.57'dir.

6.3. Ultrason yöntemleri:


Ultrasonun tıptaki uygulamalarında ultrason dalgaları vücuda ya sürekli
olarak (cw-continuous wave) ya da kısa süreli bir puls dizisi şeklinde gönderilir.
Uygulamaya bağlı olarak prob, ya hem verici hem de alıcı görevi yapan tek bir
transdüser, ya da biri verici diğeri alıcı görevi yapan iki transdüser taşır.
Sürekli dalgaların kullanıldığı uygulamalar şunlardır:
1. Ultrasonun ısısal ve diğer etkilerinden yararlanarak yerel doku tedavisi,
2. Ultrasonun bir kan damarını zıt yönlerde geçiş zamanları farkını ölçerek kan
akış hızının ölçülmesi (Şekil 6.6),
3. Damarlardaki veya kalpteki kandan yansıyan dalgaların Doppler frekans
kaymasından yararlanarak buralardaki kan akış hızının ölçülmesi (Şekil
6.7).
Pulslu ultrason yöntemlerinde vücuttaki çeşitli doku sınırlarından
yansıyıp geri gelen yankıların (eko) 1. Genlikleri, 2. Yansıma zamanları ve
3. Uğradıkları Doppler kayması ölçülür. Bu parametreler, yansıtıcı dokuların
vücut içindeki derinlikleri, ultrasonu yansıtma dereceleri (ki bu ultrasonun doku
içindeki hızına ve dolayısıyla dokunun elastikliğine bağlıdır) ve hareketli
dokuların hızları (örneğin kan ve kalp duvarlarının hareketleri) hakkında bilgiler
taşır.
Bu bilgiler hızlı bilgisayar teknikleri ile çeşitli matematiksel işlemlerden
geçirilerek ses, grafik ve görüntüye dönüştürülür. Aşağıda önce sürekli dalga
sonra da pulslu ultrason yöntemlerini ele alacağız.

6.3.1. Sürekli dalga yöntemleri:


A. KAN AKIŞ HIZININ ULTRASON GEÇİŞ ZAMANI FARKI YÖNTEMİ İLE
ÖLÇÜLMESİ:
Ultrasonun tıptaki ilk uygulamalarından biri ultrasonun bir damarı zıt
yönlerde geçiş zamanlarının farkını ölçerek kan akış hızının hesaplanması
olmuştur. Şekil 6.6 bunun için kullanılan düzeneğin şematik diyagramını
göstermektedir. Bu yöntemde, kan akış hızı ölçülecek damarın iki tarafına
karşılıklı iki transdüser yerleştirlir. Transdüserleri birleştiren eksenle kan akışı
doğrultusu arasındaki açı (q) olabildiğince küçük olmalıdır. Çünkü bu yöntemde
kan akış hızının ultrason huzmesi doğrultusundaki hız bileşeninden yararlanılır.
Transdüserler hem verici hem de alıcı görevi yaparlar. Esasen iki transdüser
birbirinden d uzaklıkta tek bir taşıyıcı prob içine konmuşlardır.
d

Transdüser

kan
θ v
c
Transdüser

Şekil 6.6. Sürekli dalga geçiş zamanı farkı yöntemi ile kan akış
hızının hesaplanması (c:ultrasonun kandaki hızı, v:
kanın akış hızı, d:transdüserler arası mesafe).

Uygulamada önce üstteki transdüserden damara ultrason dalgaları


yöneltilir ve bunların karşı transdüsere geliş zamanı saptanır. Sonra da alttaki
transdüserden damara ultrason dalgaları yöneltilir ve bunların üstteki
transdüsere geliş zamanı saptanır. Şekil'den de görüldüğü gibi, ultrason üstteki
transdüserden alttaki transdüsere gönderilirken kan akımının bu doğrultudaki
hız bileşeni (vcosq) ultrasonun hızı (c) ile aynı yöndedir. Bu nedenle ultrasonun
bu yöndeki net hızı (c+vcosq)'dır. İki transdüser arasındaki uzaklık d olduğuna
göre ultrasonun üstteki transdüserden alttaki transdüsere geçiş zamanı (t1):
d
t1 =
c + v cos θ (6.6)
Ultrason alttaki transdüserden üstteki transdüsere geçerken ise kanın
bu doğrultudaki hız bileşeni ultrasona zıt yöndedir (-vcosq). Bu nedenle
ultrasonun alttaki transdüserden üsttekine geçerkenki net hız (c-vcosq)'dır.
Böylece, ultrasonun alttaki transdüserden üsttekine geçiş zamanı (t2):
d
t2 =
c − v cos θ (6.7)
Bu bağıntılardan, t2 > t1 olacağı açıktır. Eş.6.6 ve 6.7'den geçiş zamanları
arasındaki fark, t2-t1=Dt hesaplanabilir:
d d 2 vd cos θ
Δt = − =
c − v cos θ c + v cos θ c 2 − v 2 cos 2 θ (6.8)
Ultrasonun kandaki hızı kanın akış hızından çok yüksek (c >> v) olduğu
2 2
için Eş.6.8' de paydadaki v cos q terimi ihmal edilebilir. O zaman:
2 vd
Δt ≅ cos θ
c2 (6.9)
bulunur.
Bu yöntem, damarı ortaya çıkarmak için cerrahi girişim gerektiren
invaziv bir yöntemdir ve bu nedenle günümüzde yerini, invaziv olmayan yeni
yöntemler almıştır.
Örnek 1:
-9 o
Tipik bir uygulamada Dt=8x10 s bulunmuştur. d=25 mm, q=15 ise
damardaki kan akış hızı (v) nedir? (c=1570 m/s kabul edilebilir).
Çözüm:
1570 2 x8 x10 −9
v= = 40.82cm / s
Eş. 6.9'dan; 2 x 25 x10 −3 x0.966 bulunur.
B. KAN AKIŞ HIZININ DOPPLER YÖNTEMİ İLE ÖLÇÜLMESİ:
Hareketli bir yansıtıcıdan yansıyan dalgaların Doppler frekans
kaymasından yararlanılarak hareketli yansıtıcının hızı ölçülebilir. Şekil 6.7 bu
prensiple kan akış hızı ölçülmesini göstermektedir.
US probu (hem verici
hem de alıcı transdüser)

c
Kan damarı
v
θ

Şekil 6.7. Sürekli dalga Doppler yöntemi ile kan akış hızının
ölçülmesi. Ultrason kan akımına olabildiğince
dar bir açı ile yöneltilir.

Bu yöntemde, üzerinde bir verici bir de alıcı transdüser taşıyan prob


damara doğru, damar ekseni ile mümkün olan en dar açıyı yapacak şekilde
tutulur. Transdüserler hareketsizdirler. Kan, verici transdüserden aldığı ultrasonu
geriye, alıcı transdüsere yansıtırken önce bir hareketli alıcı, sonra da hareketli
bir verici gibi davranır.
Bir önceki bölümden hatırlanacağı gibi, hareketli bir alıcı duran bir
kaynaktan gelen dalgaları gerçek frekanslarından farklı bir frekansta algılar.
Bölüm 4'deki Eş. 4.83'de ortam hızı, v =0 kabul edilirse, alıcının algıladığı
o
frekans, f şu bağıntıdan hesaplanır (bkz Kısım 4.7.1):
⎛ c − va ⎞
f = fo ⎜⎜ ⎟⎟
⎝ c − vk ⎠
(6.10)
Şekil 6.7'de verici transdüser sabit olduğuna göre v =0. Alıcının hızı (v ) ise kan
k a
akış hızının (v) ultrason huzmesi doğrultusundaki bileşenine eşittir, yani
v =vcos. Şu halde kanla birlikte hareket eden bir alıcının algıladığı frekans,
a
Eş.6.10'dan bulunabilir. Buna f diyelim:
a1
⎛ c − vcosθ ⎞
fa1 = fo ⎜ ⎟
⎝ c ⎠
(6.11)
Şimdi bu alıcı, ultrasonu, bu kez hareketli bir yansıtıcı-kaynak olarak,
algıladığı frekansta (fa1) probdaki hareketsiz alıcı transdüsere yansıtsın. Bu
durumda ultrason dalgası probdaki alıcıya ikinci bir Doppler kaymasına uğramış
olarak gelecektir. Probdaki alıcının algıladığı frekans (buna fa2 diyelim)
Eş.6.10'un bir kez daha uygulanması ile bulunabilir. Probdaki alıcı hareketsiz
olduğu için bu kez Eş.6.10'da va=0 kullanılmalıdır. Yeni yansıtıcı-kaynağın
probdaki alıcıya göre hızı sayısal olarak, önce olduğu gibi yine, kan akış hızının
ultrason huzmesi doğrultusundaki bileşenine eşittir, fakat yönü ultrason
huzmesinin yönüne zıttır. Bu nedenle Eş.6.10'da vk=-vcos alınmalıdır. Bu
açıklamalar ışığında:
⎛ c ⎞ ⎛ c − vcosθ ⎞ ⎛ c ⎞
fa2 = fa1⎜ ⎟ = fo ⎜ ⎟⎜ ⎟
⎝ c + vcosθ ⎠ ⎝ c ⎠ ⎝ c + vcosθ ⎠

⎛ c − vcosθ ⎞
fa2 = fo ⎜ ⎟
⎝ c + vcosθ ⎠ (6.12)
Bu ikinci Doppler kaymasının sonundaki toplam kayma (Df=f -f ),
a2 o
Eş.6.12'nin her iki tarafından f çıkarılarak bulunabilir. vcosqc olduğu da göz
o
önüne alınırsa, toplam Doppler kayması, (Df):
2vcosθ
Δf = − fo
c (6.13)
bulunur.
Bu bağıntı yardımı ile Doppler kaymasından kan akış hızı v,
hesaplanabilir. (Bağıntıdaki eksi işaretinin anlamını açıklayınız).
Görüldüğü gibi uygulama esnasında probun damar ekseni ile yaptığı
o
açıyı bilmek gerekir. Çoğu Doppler cihazı sabit bir açı (genellikle 45 ) için
kalibre edilmiştir. Prob bu açıda tutulmazsa ölçülen hız değeri hatalı olur. Diğer
taraftan, pulslu ultrason kullanan daha gelişmiş Doppler cihazları başka
ölçümlere dayanarak açısal düzeltmeyi otomatik olarak yaparlar.
Klinik uygulamalarda tipik olarak 1-10MHz aralığındaki ultrason
dalgaları kullanılır. Ölçülen fizyolojik hızlar da 10-100 m/s mertebesindendir. Bu
değerlere karşılık gelen Doppler kaymaları ise 100Hz ile 11000 Hz arasında
değişir. İşitilebilir frekans aralığına düşen bu sinyaller filtrelenip yükseltilerek
sese dönüştürülebilirler.

6.3.2. Puls-yankı yöntemleri:


Bu yöntemlerde ultrason vücut içine kısa süreli pulslar halinde
gönderilir. Şekil 6.8 böyle bir puls dizisini göstermektedir.
Bir önceki bölümde de belirtildiği gibi iki ortam arasındaki sınıra dik
olarak gelen bir ses veya ultrason dalgasının aynı doğrultuda geriye yansıması,
yolu üzerindeki karakteristik akustik empedans değişikliğine bağlıdır.
Karakteristik akustik empedans, Z=cd (c=dalganın ortamdaki hızı; d=ortamın
özkütlesi.) Dalganın ortamdaki hızı c, için:
c= E / d (6.14)
(Burada E ortamın-katı veya sıvı-elastiklik modülüsüdür). Böylece karakteristik
akustik empedans, Z için:
E
d = Ed
Z= d (6.15)
bulunur.

Şekil 6.8. Puls-yankı yöntemlerinde kullanılan puls dizisi.

Şu halde, elastikliği yüksek olan dokulardan yansıma daha fazla


olacaktır. Nitekim yağ dokusu, böbrek, karaciğer, beyin, v.b. yumuşak dokuların
özkütleleri pek farklı olmadığı halde elastikliği yüksek olan kolajenli dokular
(örneğin normalin üç katı kolajen içeren sirhozlu karaciğer) ultrasonu daha fazla
yansıtır. Bu nedenle, kolajen içeriği fazla, dolayısıyla elastikliği yüksek olan
dokulardan yansıyan pulsların genliği yüksektir.
Yankı pulslarının vücut içi dokular hakkında bilgi veren diğer
parametreleri, pulsların geri dönüş zamanları ve uğradıkları Doppler kaymasıdır.
Günümüzün gelişmiş ultrason cihazları bu parametreleri tek tek veya birlikte
değerlendirerek vücut içi dokulara ilişkin tanıya yardımcı bilgiler sağlar. Aşağıda
puls-yankı yöntemlerini tarihi gelişim sıralarına göre ele alacağız.
I. A-SKOP (A-SCAN) YÖNTEMİ:
Puls yankı yöntemlerinin ilki olan bu yöntemde yankı pulslarının dönüş
zamanları ve genlikleri bir osiloskop ekranında gösterilir. Temel prensibi
Şekil 6.9'da gösterilmiştir. Özetle, bu yöntemde, üzerinde hem verici hem de
alıcı görevi yapan bir transdüserden vücut içine bir ultrason pulsu gönderilirken
aynı anda osiloskobun süpürme devresi de tetiklenir. Yani, osiloskobun elektron
huzmesi ekran üzerinde soldan sağa doğru zaman eksenini çizmeye başlar.
Puls, transdüser ile gövde duvarı arasındaki sınıra vardığında bir kısmı
buradan yansır, bir kısmı da yoluna devam eder. Bu ilk sınırdan transdüsere geri
dönen yankı bu kez alıcı görevi yapan transdüser tarafından tekrar bir elektrik
sinyaline çevrilerek osiloskobun düşey saptırma plakalarına gönderilir. Ekranı
taramakta olan elektron huzmesi de o anda yukarıya doğru bir sapma gösterir
(Şekil 6.10). Böylece ilk sınırdan geri dönen yankı ekranda bir sapma ile
gösterilmiş olur. İlk sınır transdüserden fazla uzakta olmadığı için ekran
üzerindeki yankı sapması zaman ekseninin başlangıcına yakındır.

Şekil 6.9. Vücut içine doğru ilerleyen bir ultrason pulsunun dört
ayrı doku sınırından dönen yankıları.
İlk sınırın transdüserden uzaklığı (d), yankı pulsunun geri dönüş zamanı
(t) ile ultrasonun bu aralıktaki hızından (c) hesaplanabilir. t zamanı pulsun sınıra
hem gidişini hem de dönüşünü kapsar. Yani puls bu süre içinde 2d kadar yol
almıştır. Yol, hız ve zaman bağıntısından: 2d=ct; buradan da d=(ct)/2 bulunur.
Şu halde yankı sapmasının osiloskobun zaman ekseni üzerindeki konumu
yansıtıcının derinliği (transdüserden olan uzaklığı) ile orantılıdır. Daha
derinlerden gelen yankıların sapmaları ekran üzerinde daha sağda yer alırlar.
Şekil 6.10. Osiloskop ekranında A-skop ve B-skop görüntüleri. (Sci Am,
1978’den).

Şimdi dikkatimizi ilk gönderilen pulsun birinci sınırdan yansımayıp


yoluna devam eden kısmına çevirelim. Bu puls da bir süre sonra ikinci bir sınıra
ulaşır ve önceki gibi bir kısmı buradan yansıyarak geri dönerken bir kısmı da
yoluna devam eder. Pulsun, sınırlardan yansıdıkça şiddetinden kaybedeceği
açıktır.
İkinci sınırdan dönen yankı, hala alıcı olarak çalışan transdüsere
ulaştığında, osiloskobun elektron huzmesi bir miktar daha sağa gitmiş olacaktır.
İkinci yankı bir elektrik sinyaline çevrilip osiloskobun düşey saptırma plakalarına
gönderildiğinde ekran üzerinde bu yankıya karşılık ikinci bir sapma görülür.
İkinci yankı daha derinden geldiği için, normal olarak, buna ait sapmanın hem
genliği daha düşük hem de ekran üzerindeki konumu daha sağdadır. Fakat,
eğer ikinci sınırda daha büyük bir akustik empedans değişikliği varsa (örneğin,
puls yumuşak dokudan kemiğe geçmekte ise) ikinci sapmanın genliği birinci
sapmanın genliğinden büyük olabilir (Şekil 6.10).
Yukarıda sözünü ettiğimiz olaylar çok hızlı olaylardır. Hafızalı bir
osiloskop kullanılmadıkça tek bir pulsla elde edilen yankı sapmaları ekran
üzerinde sürekli olarak kalmazlar. Sapmaların ekran üzerinde kalıcı bir görüntü
oluşturabilmeleri için puls gönderimi gözümüzün iki puls aralığını
ayırdedemeyeceği sıklıkta tekrarlanmalıdır. Her puls gönderilişinde transdüser
önce verici, puls aralarında da alıcı olarak çalışır. Bu nedenle puls gönderme
frekansı, (pulsdaki ultrason frekansı değil), arzu edilen tüm derinliklerdeki doku
sınırlarına ait yankıların ekranda birlikte oluşturulabilmesi için gerekli zamanla
sınırlıdır.
Ultrasonun frekansı artırıldıkça farklı dokuları ayırdedebilme olanağı
(yersel rezolüsyon) artar. Fakat daha önce de belirtildiği gibi, frekansı arttıkça
dalga ortamda daha çok soğurulur. Bu nedenle çok yüksek frekanslı ultrasonun
giriciliği (nüfuz etme yeteneği) azdır. Bir örnek vermek gerekirse, 1.5MHz
frekanslı ultrason 250 mm'ye kadar nüfuz edebildiği halde, 15MHz frekanslı
ultrason sadece 25 mm'ye nüfuz edebilir. Bu gerçekler, yüksek ayırdetme gücü
isteği ile derin nüfuz yeteneği arasında bir orta yol bulunmasını gerektirir.

II. B-SKOP VE İKİ BOYUTLU B-SKOP:


A-skop yöntemi ile elde edilen yankı pulslarının genlikleri elektron
huzmesini dikey doğrultuda saptırmak için değil de, elektron huzmesinin ekrana
çarpış hızını kontrol etmekte (modüle etmekte) kullanılırsa ekran üzerinde her
yankı pulsuna karşılık parlaklığı birbirinden farklı noktalar elde edilir. Genliği
yüksek olan yankı pulslarına karşılık gelen noktalar daha parlaktır. Noktaların
zaman ekseni boyunca yerleştikleri konumlar ise A-skop görüntüsündeki ile
aynıdır. Yankı pulslarının bu gösterim şekline B-skop (veya B-scan) adı verilir.
Şekil 6.11'de A-skop (a) ve B-skop (b) görüntüleri bir arada gösterilmiştir (Şekil
6.10'a da bakınız).
B-skop yöntemi ile bir adım daha atarak iki boyutlu B-skop görüntüsünü
elde edebiliriz. Bunun için yankı pulsları vücuda birçok doğrultuda gönderilir ve
her doğrultudan bir B-skop görüntüsü elde edilir. Bu görüntüler de topluca aynı
ekran üzerinde gösterildiğinde, farklı doğrultularda sıralanmış ve parlaklıkları
farklı çok sayıda nokta elde edilir. Ortaya çıkan görüntü, vücudun o düzleminin
kesit görüntüsünden başka birşey değildir !
İlk yapılan iki boyutlu B-skop cihazlarında vücudun değişik doğrultularda
taranması, tek bir transdüserin gövde duvarı üzerinde bir çember yayı çizecek
şekilde düzgün ve yavaş bir hareketi ile gerçekleştiriliyordu (Şekil 6.12).

A-scope (a)

B-scope (b)

Tipik bir tarama

Bir başka (c)


açıdan tarama

Bir çok taramadan (d)


sonraki B-scope
görüntüsü

Şekil 6.11. Yankı pulsu parametrelerinin osiloskop ekranında


gösteriliş biçimleri. A-Skop (a), B-Skop (b), Farklı bir
açıdan elde edilmiş B-skop (c) ve birçok açıdan (b) ve
(c)'deki gibi elde edilmiş görüntülerin oluşturduğu iki
boyutlu B-skop kesit görüntüsü (d)).

Bu sistemlerde tek bir transdüser kullanıldığı için, aynı transdüserin tüm


doğrultuları tarama işlevi bitmeden nihai görüntü oluşturulamıyordu. Ayrıca,
hareketli transdüserin anlık koordinatlarının, konum transdüserleri (resolvers) ile
saptanıp görüntü işlemcisine gönderilmesi gerekiyordu. Bu nedenlerle nihai
görüntünün elde edilmesi bir kaç saniyeyi buluyordu. Bu da daha kısa
periyodlarla hareket eden vücut içi dokuların (örneğin, kalp ve barsaklar)
görüntülenmesini olanaksız kılıyordu. Şekil 6.12 böyle bir sistemi
göstermektedir. Bu sistemler şimdilerde kullanım dışı olmakla birlikte, temel
prensipleri daha sonra geliştirilen sistemlerinki ile aynıdır.
Günümüz cihazlarında, aynı prob üzerine paralel olarak yerleştirilen çok
sayıda transdüserin eş zamanlı olarak çalıştırılması sayesinde yukarıdaki
olumsuzluklar aşılmıştır. Bu cihazlara "gerçek zamanlı" (real time) cihazlar denir.
Çünkü görüntüyü fizyolojik hızların çok üstünde bir hızla oluşturabilirler.
Böylelikle organ hareketleri de tıpkı bir sinema filminde olduğu gibi gerçek
zamanda izlenebilir.
Şekil 6.12. Eski tip sistemlerde değişik doğrultulardaki
taramalardan iki boyutlu B-skop görüntüsünün
oluşturulması. Yöntem hamile bir kadına
uygulanmaktadır. (Sci Am, 1978’den).

Şekil 6.13a, Şekil 6.12'deki uygulamada hamile kadından elde edilen iki
boyutlu B-skop görüntüsünü göstermektedir. Araştırılan vücut kesiti fetüsün
böbrekleri ve karaciğeri hizasından geçmektedir. Fakat fetüs bacakları
bükülmüş bir pozisyonda olduğu için, bacaklar da kesit görüntüsünde yer alırlar.
Şekil 6.13b görüntünün şematik açıklamasıdır.

(a)

(b)
Şekil 6.13. Hamile kadında iki boyutlu B-skopla fetüsün
böbrekleri hizasından geçen bir kesit görüntüsü (a),
görüntünün şematik açıklaması (b).

ÜÇ BOYUTLU (3 D) SİSTEMLER:

Fetüsün veya iç organlarımızın 3 boyutlu ultrason görüntülerini elde


etme düşüncesi uzun yıllar birçok araştırmacının zihnini meşgul etmiştir. Üç
boyutlu görüntüler sık aralıklarla çekilen Şekil 6.13a’daki gibi iki boyutlu
görüntülerden çeşitli bilgisayar algoritmaları ile oluşturulabilir. Bu tür algoritmalar
günümüzde bilgisayarlı tomografide (BT) ve manyetik rezonans görüntü-
lemesinde (MRG) kullanılmaktadır. İngiliz araştırmacı Tom Brown 1973’de
Glaskow, İngiltere’de çok düzlemli (multi planar) bir ultrason tarayıcısı geliştirdi.
Ultrason ve bilgisayar teknolojisinde kaydedilen gelişmelerle 1980’lerin başında
üç boyutlu ultrason görüntüleri elde edilmeye başlandı.
Japon araştırmacı Kazunori Baba da 1984’de ilk 3 boyutlu ultrason
cihazını geliştirdi, 1986’da da bir mini bilgisayarla 2 boyutlu fötal görüntülerden 3
boyutlu görüntüler elde etmeyi başardı.

Şekil
6.14.

Fetüsün 3 boyutlu ultrason görüntüleri.

III. M - MOD:

Gerçek zamanda çalışan ve başka prensiplerden yararlanan son kuşak


ultrason cihazlarının geliştirilmesinden önce, bazı organların (özellikle kalp
duvarlarının ve kapakcıklarının) hareketlerini incelemek için B-skop'un değişik
bir şekli olan M-mod yöntemi kullanılmaktaydı. Dünyada, bu yöntemin hala
kullanıldığı klinikler olabilir.
Daha önce de açıklandığı gibi, B-skop yöntemi ile elde edilen parlaklıkları
farklı noktalar hareketsiz yansıtıcılardan kaynaklanıyorlarsa ekran üzerindeki
konumları zamanla değişmez. Çünkü yansıtıcıların herbiri transdüserden belli
ve sabit bir uzaklıktadır. Yankıların hareketli yansıtıcılardan yansımaları halinde
ise yankı pulslarının ekran üzerinde oluşturdukları noktalar zamanla, organın
transdüsere yaklaşıp ondan uzaklaşmasına paralel olarak bir yakına bir öteye
doğru yer değiştirirler.
Konumları zamanla bu şekilde değişen noktaların karşısına ışığa duyarlı
bir kağıt (örneğin fotoğraf kağıdı) yerleştirilip, kağıt sabit bir hızla noktaların
altından onların hareketine dik doğrultuda çekilirse, her nokta kağıt üzerinde
kendine özgü bir yol-zaman eğrisi çizer. Bu tıpkı, ucu bir kağıt parçasına
değdirilerek sağa-sola doğru hareket ettirilen bir kalem altından, kağıdın, öne
veya arkaya doğru sabit bir hızla çekilmesine benzer.
B-skop yankı pulslarının hareket eğrilerinin bu şekilde elde edilmesi
yöntemine M-mod adı verilir (Bu terimdeki "M" harfi İngilzce "Motion"=hareket
sözcüğünü simgeler). Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı gibi M-mode'da
zaman ekseni kağıdın hareket hızı olarak dıştan sağlanmaktadır. Yankıları
temsil eden noktaların kağıt hareketine dik doğrultudaki oynamaları ise hareketli
yansıtıcıların transdüsere olan uzaklıklarındaki değişmeleri gösterir.
Şekil 6.15, kalbe yöneltilen pulslu ultrason huzmeleri ile huzmenin yolu
üzerinde bulunan kalp duvarlarının ve kapakcıklarının hareketlerinin M-mod
yöntemi ile nasıl izlenebildiğini göstermektedir. Kalbin ultrasonla bu şekilde
araştırılmasına ekokardiyografi denir.

IV. PULSLU DALGA DOPPLER YÖNTEMİ VE KOMBİNE YÖNTEMLER:


Sürekli dalga Doppler yöntemi frekans kaymasına yol açan hareketli
yansıtıcının konumu hakkında bilgi vermez. Bu nedenle bu yöntemle vücudun
farklı derinliklerinde yer alan hareketli yansıtıcılar ayırdedilemez. Pulslu dalga
Doppler yöntemi bu eksikliği büyük çapta gidermiştir. Şekil 6.15, sürekli dalga
Doppler yöntemi ile pulslu dalga Doppler yöntemini bu açıdan
karşılaştırmaktadır.
Şekilde solda, ultrason probu ve araştırdığı hacim görülmektedir. Bu
hacimde kanı zıt yönlerde taşıyan, derinlikleri farklı iki damar (A ve B) yer
almaktadır. Sürekli dalga Doppler yönteminde aynı anda, heriki damardan
Doppler sinyalleri alınır (Şekil'de sağda üstteki sinyaller). Toplam sinyal hem
transdüsere yaklaşan kan akımına (A), hem de transdüserden uzaklaşan kan
akımına ait bileşenler içerir.
Pulslu dalga Doppler cihazları ise iki damardan gelen sinyalleri
ayırdedebilir. Kanı transdüsere doğru akıtan A damarı transdüsere daha yakın
olduğu için bu damardan yansıyan puls daha erken döner (Şekil'de sağ alttaki

Şekil 6.15. Kalp yapılarının hareketlerinin M-mod yöntemi ile araştırılması.

A
+

A (a)
- B

B + A
(b)
- B
Şekil 6.16. Sürekli dalga ve pulslu dalga Doppler yöntemlerinin
karşılaştırılması. Farklı derinliklerde bulunan iki
damardan (A ve B) gelen sürekli dalga Doppler
sinyalleri (a) ve pulslu dalga Doppler sinyalleri (b)
(Nelson and Pretorius, 1988'den alınmıştır).

sürekli çizgi). Kanı transdüserden öteye doğru akıtan B damarı ise daha
derindedir ve yansıttığı puls transdüsere daha geç ulaşır (Şekil'de sağ alltaki
kesikli çizgi).
Görüldüğü gibi pulslu dalga yönteminde yankı pulsunun transdüsere
geri dönüş zamanı (gecikmesi) yansıtıcının derinliği hakkında bilgi verirken,
pulsdaki dalganın uğradığı (Doppler) frekans kayması yansıtıcının hızı hakkında
bilgi sağlamaktadır. Fakat bu yöntemle transdüser altındaki vücut anatomisi
görülemediğinden hareketli yansıtıcının yeri tam olarak saptanamaz.
Pulslu dalga Doppler yöntemi ile iki boyutlu gerçek zaman görüntüleme
(iki boyutlu B-skop) yöntemini birleştiren sistemler hem hız hem de görüntü
bilgisi verirler. Bu sistemlere dupleks görüntüleme sistemleri denir. İki boyutlu
görüntüler elde etmeye en elverişli transdüserler ile hız ölçmeye en elverişli
transdüserlerin özellikleri biraz farklı olduğundan, bu cihazlarda aynı prob
üzerinde iki ayrı transdüser kullanılır ve bunlardan elde edilen iki tip veri daha
sonra aynı görüntü üzerinde birleştirilir. Dupleks Doppler görüntüleme yöntemi
günümüzde, karotis arterlerinin, fetus ve uterus damarlarının ve abdominal
arterlerin araştırılmasında çok yararlı olmaktadır.
Son olarak, Doppler yöntemini iki boyutlu görüntüleme yöntemi ile
birleştiren bir diğer teknikten söz edeceğiz. Bu cihazlarda Doppler sinyalinden
elde edilen hız bilgileri renkle kodlanarak iki boyutlu görüntüye eklenir. Sonuçta
ortaya çıkan görüntü bir hız haritasıdır. Yani görüntüdeki renkler ve ışık şiddeti
hareketli yansıtıcının hız vektörünün yönünü ve genliğini gösterir. Örneğin,
kırmızı, transdüsere doğru olan maksimum hızı, mavi de transdüserden öteye
doğru olan maksimum hızı belirtecek şekilde bir renk kodlaması kullanılıyorsa
aradaki renkler ve parlaklıkları bu iki hız arasındaki hız değerlerini ve yönlerini
gösterecektir. Bu yönteme, renkli Doppler akış görüntülemesi denir.
V. KANTİTATİF ANALİZLER:
Yukarıda anlatılan kombine Doppler yöntemleri kantitatif analizlere de
olanak sağlamaktadır. Kan akış hızı bilgisinden, damar veya kalp
kapakcıklarının daralmalarında (örneğin, mitral kapak daralması veya stenozu)
kapakcık açıklığı hesaplanabilir. Akış hızı integralinden de kalbin fırlatım hacmi
(kalbin her atışta aortaya bastığı kan hacmi -stroke volume) ve kardiyak debi
(kalbin bir dakikada aortaya bastığı kan hacmi -cardiac output) hesaplanabilir.
Mitral kapak açıklığının hesaplanması: Şekil 6.17 bir mitral stenozun
(daralmanın) iki tarafındaki basınçları ve kan akış hızlarını göstermektedir.
Hızlar ve kanın özkütlesi biliniyorsa iki taraf arasındaki basınç farkı (gradyanı),
Dp için Bernouilli yasasına göre (bkz Bölüm 4, Kısım 4.3.3) Eş.3.22'den,
1 2 1 2
p1 − p 2 = ρv − ρv
Dp= 2 2 2 1 (6.16)

V1 V2
P1 P2

Şekil 6.17. Bir mitral stenozun iki tarafındaki basınçlar ve hızlar

yazılabilir. Liv Hatle, v 'nin Doppler yöntemi ile ölçülüp bu bağıntıda kullanılması
2
ile stenozun iki tarafı arasındaki basınç gradyanının hesaplanabileceğini
kanıtlamıştır. Stenoz öncesi hız, v =0 kabul edilir, çünkü çoğu stenozda bu hız
1
3
ihmal edilebilecek kadar küçüktür. Eş.6.16'da, =1.060 g/cm , alınıp v m/s
cinsinden yazılırsa basınç gradyanı mmHg olarak,
2
Dp4v (mmHg) (6.17)
formülünden hesaplanabilir.
Diğer taraftan mitral kapak açıklığı normal olan bir kalpte, kalbin sol
atriumu ile sol ventrikülü arasındaki basınç gradyanı diastol esnasında 20 ile 60
ms içinde maksimum değerinin yarısına düşer. Bu süreye basınç gradyanı
yarılanma zamanı (t ) denir. Basınç gradyanı yarılanma zamanı, mitral kapak
1/2
açıklığı ile ters orantılıdır. Mitral kapak stenozunda bu süre 100 ms'yi aşar.
Basınç gradyanı yarılanma zamanı sol ventriküle giren kanın akış
hızından hesaplanabilir. Eş.6.17'den görüleceği gibi basınç gradyanı maksimum
1
değerinin yarısına ( 2 Dp ) düştüğünde hız maksimum değerinin 1 / 2 'sine
maks
(=0.707vmaks) düşmüş olacaktır. Şekil 6.18a ölçülen hızın zaman eğrisini
göstermektedir. Basınç gradyanı yarılanma zamanı (t1/2) bu grafikten ölçülebilir.
Liv Hatle 1979'da, mitral kapak açıklığı (A) ile basınç gradyanı
2
yarılanma zamanı arasında şu ampirik ilişkiyi saptamıştır (A: cm ; t1/2: ms
olarak):
220
A=
t 1/ 2 2
cm (6.18)
Fırlatım hacmi ve kardiyak debinin hesaplanması: Bir kalp atımı süresince
alınan Doppler sinyalleri kan akışının tüm hız bileşenlerini içerir. Bu hızların
zaman grafiği kan akışının hız spektrumudur (Şekil 6.17b). Şekil'de t ile
E
belirtilen süreye kalbin fırlatım (ejection) zamanı denir. Eğri altında kalan alana
Akış Hızı İntegrali (ahi) denir ve yaklaşık değeri,
v (cm/s) v (cm/s)
Vmaks
0.707 V
maks

t 1/2 t (s) tE t (s)

(a) (b)
Şekil 6.18. Kan akış hızının zaman grafikleri. Mitral kapak
stenozunda basınç gradyanı yarılanma zamanının hız
eğrisinden ölçülmesi (a). Kan akış hızı spektrumu ve
akış hızı integrali (b).

v maks. . t E
=
AHİ 2 cm (6.19)
bağıntısından hesaplanabilir. vmaks cm/s, t s cinsinden alındığında bu integralin
E
boyutu cm olarak mesafedir. Buna fırlatım mesafesi denir.
Diğer taraftan, bir damarın veya kalp kapağının fırlatım hacmi, (FH), bu
damarın veya kapağın kesit alanının (A), fırlatım mesafesi ile çarpımından
hesaplanabilir:
3
FH=AxAHİ ml veya cm (6.20)
Son olarak, kalbin dakikadaki atım sayısı (N-nabız) ile FH'nin çarpımı
kardiyak debiyi (KD - cardiac output) verir:
3
KD=FHxN ml/dak veya cm /dak (6.21)
Görüldüğü gibi, akış hızı ve kapak açıklığı bilgileri kalbin hemodinamik
parametrelerinin çok basit bağıntılardan hesaplanmasına olanak sağlamaktadır.
Çoğu modern cihaz bu hesapları otomatik olarak yapar.
6.4. Klinik uygulamalar:
Aşağıdaki paragraflarda, buraya kadar anlatılan farklı ultrason
yöntemlerinin çeşitli kliniklerde hangi amaçlarla ve nasıl kullanıldıklarından söz
edeceğiz.
1. Anjiyografi (damar ağı haritaları): X-ışınlarının kullanıldığı klasik radyografi
ve bilgisayarlı aksiyel tomografinin arzu edilmediği durumlarda (örneğin,
gebelikte), ultrasonik iki boyutlu B-skop ve pulslu Doppler yöntemi ile aorta,
vena cava inferior'un uç kısmı, mezanterik ve renal arterler, femoral arterler,
torasik aorta, pulmoner arter ve bu arterlerin anevrizmaları görüntülenebilir
(Şekil 6.19).
Damar duvarlarındaki yapısal değişiklikler (damar sertliği -ateroskleroz),
stenozlar ve damar hareketleri iki boyutlu B-skop ve kombine yöntemlerle
incelenebilir. Deniz dibinden hızla yüzeye çıkış sonucu dokularda
dekompresyonla oluşan gaz habbecikleri ultrason yöntemleri ile objektif olarak
izlenebilir.
2. Kardiyoloji: Kalp kapaklarının ve kalp duvarlarının hareketleri M-mode
yöntemi ile, kalpteki kan akışı iki boyutlu B-skop ve pulslu Doppler kombine
yöntemleri ile araştırılabilir. Bu uygulamalara topluca ekokardiyografi adı
verilmektedir. Ultrasonografi verileri ayrıca, kardiyak debi, fırlatım hacmi, ve sol
ventrikül hacmi gibi hemodinamik parametrelerin hesaplanmasında kullanılır.
gövde gövde
duvarý duvarý

karaciğer karaciğer

aorta aorta

NORMAL ANEVRİZMALI

Şekil 6.19. Normal ve anevrizmalı aortaların iki boyutlu B-skop görüntüler.

3. Endokrinoloji: Çocuklarda adrenal bezler (büyüklerde bu zordur) ve tiroid


ultrasonla incelenebilir.
4. Gastroenteroloji: Üst sindirim organları, bunların hareketleri ve tümörleri,
safra kesesi ve safra kanalları, dalak ve pankreas tümörleri iki boyutlu B-skop ile
görüntülenebilir. Bu görüntülerden tümör biyopsilerinde kılavuz olarak
yararlanılır.
6. Nöroloji: Beyin kesit görüntüleri elde etmek için iki boyutlu B-skop, beynin
orta çizgisinin ve ventriküllerinin lokalizasyonu için A-skop kullanılmıştır.
6. Jinekoloji: Gebeliğin erken (5-6 hafta içinde) tanısında ve mültipl gebeliklerin
saptanmasında, plasentanın konumunun belirlenmesinde ve amniyosentesde iki
boyutlu B-skop'dan yararlanılır. Plasenta arkada ise (plasenta previa) doğum
normal olmayacaktır. Çünkü önce plasenta atılır. Görüntüleme yöntemleri ile
fetüsün anatomisi incelenebildiği için cinsiyet doğumdan çok önce saptanabilir.
Fetüsün nabzı Doppler yöntemi ile gebeliğin 12. haftasından itibaren,
görüntüleme yöntemi ile 7. haftasından itibaren izlenebilir. Görüntüleme
yöntemleri jinekolojik tümörlerin (over, uterus, serviks karsinomaları ve over
kistleri) saptanmasında da yardımcıdır (Şekil 6.20).
7. Onkoloji: Kötü huylu tümör tedavisinde kılavuz olarak görüntüleme yöntemi,
8. Oftalmoloji: Göz içi aksiyel mesafesinin ölçülmesinde A-skop,
9. Ortopedi: Kırık iyileşme sürecinin izlenmesinde görüntüleme yöntemi,
10. Kulak Burun Boğaz: Ses yollarının hareketlerinin incelenmesinde Doppler
yöntemi, maksiller sinüslerin incelenmesinde görüntüleme yöntemi,
11. Üroloji: Böbreklerin sert ve kistik lezyonlarının ayırıcı tanısında, mesane
hacminin hesaplanmasında, prostat bezinin ve testislerin incelenmesinde
görüntüleme yöntemi kullanılır.
gövde ön duvarı gövde ön duvarı

kist
normal
Şekil 6.20. Normal ve kistli memenin iki boyutlu B-skop
görüntüsünün şeması (Su ortamında 2 MHz frekanslı
dalgalarla elde edilmiştir).

Kaynaklar:
Cameron JR and Skofronick JG. Medical Physics. John Wiley and Sons, Inc.
Singapore 1978.
Ch. 9, 10.
Devey G and Wells PNT. Ultrasound in Medical Diagnosis. Scientific American,
238(5):98-112, 1978.
Hatle L, Angelsen B, Tromsdal A. Non-Invasive Assesment of Aortic Stenosis by
Doppler Ultrasound. Brit Heart J 43:284-292, 1980.
Nelson TR, Pretorius DH. The Doppler Signal: Where Dose It Come From and
What Does It Mean? AJR 151:439-447, 1988.
Sears FW. Mechanics, Heat, and Sound. Addison-Weslye Publishing Co.,
Inc.Reading, Massachusetts, 1958 (2. baskı) Ch 1-14, 26-28.
Siemens Aktiengesellschaft Medical Engineering Group Doppler Product and
System Information. Ultraschall PI U İssue:04 87, Reg.5/6
Terminology and Standards Committee of the American Institute of Ultrasonics
in Medicine. Terminology on Diagnostic Ultrasound Recommended
by the American Institute of Ultrasonics in Medicine June 1969, 5
sayfa.
Wells PNT. Biomedical Ultrasonics. Academic Press Inc (London) Ltd. 1977.
Ch. 3, 7, 8.
İnternet:
http://www.ob-ultrasound.net/history-3D.html
http://www.layyous.com/infertility%20links/ultrasound%20resources.htm

Sorular

1. Aşağıdaki ultrason yöntemlerinden hangisi vücut içi kesit görüntüleri elde


etmekte kullanılır?
a) A-scope b) B-scope c) M-mode
d) İki boyutlu B-scope e) Doppler
2. Mitral kapak stenozlarında ultrasonla mitral kapak açıklığının kapağın iki
tarafı arasındaki basınç farkından hesaplanması hangi yasaya dayanır?
a) Poiseuille b) Stoke c) Bernouilli d) Snell e) Weber-Fechner
3. Hangi ultrason yöntem(ler)inde kan akış hızını ölçmek için sürekli ultrason
dalgaları kullanılır?
4. Vücudumuzun başlıca organ sistemlerinden hangisi ultrasonla araştırılamaz?
Niçin?
5. Ultrason dalgalarının doku sınırlarından yansımasında aşağıdaki faktörlerden
hangisi önemsizdir?
a) dokunun özkütlesi b) dokunun hacmi c) elastiklik modülüsü
d) doku içindeki ses hızı e) dokunun emilim katsayısı

----------------------------------------
Bölüm 7
E L E K T R O S TAT İ K

7.1. Statik elektriğin temel kavramları:


Eski Yunanlıların kehribarı bir beze sürtmelerine benzer bir deneyle bir
cam çubuk ipeğe sürtülür ve yine ipeğe sürtülmüş ikinci bir cam çubuğa
yaklaştırılırsa çubukların birbirini ittiği görülür. Bunu görmek için çubuklardan biri
ortasından asılı tutulmalıdır.
Aynı deney iki plastik çubuk kullanılarak tekrarlanırsa, ipeğe
sürtüldükten sonra çubukların birbirini yine ittiği görülür. Oysa, önceki deneyin
cam çubuklarından biri ile ikinci deneyin plastik çubuklardan biri birbirine
yaklaştırılırsa iki çubuk birbirini çeker. Bu olaylar Şekil 7.1'deki şemada
özetlenmiştir.

IpekCam çubuk 1 Plastik çubuk 1Ipek

IpekCam çubuk 2 Plastik çubuk 2Ipek

Şekil 7.1. Sürtme ile elektrikleme deneylerinin şeması.

Onyedinci yüzyılda, o zamanki Ingiltere kraliçesinin doktorlarından


Gilbert yukarıdaki olaylara neden olan etkiye Yunanca kehribar anlamına gelen
"elektron" (elektron) sözcüğünden türettiği "elektrik" adını verdi. Bu tarihlerde
elektriğin akıcı bir şey olduğu ve birbirine sürtülen şeylerin birinden diğerine
aktığı kabul ediliyordu. Bu varsayım gerçekten pek uzak değildi.
Amerikalı fizikçi Benjamin Franklin (1706-1790) yukarıdaki deneylerden
çıkarılabilecek iki çeşit elektrik kavramı yerine yalnız bir çeşit elektrik olduğunu
savunarak bunun varlığına pozitif elektrik, yokluğuna da negatif elektrik adını
verdi. Böylece, sürtünme deneylerinde, cam çubukta pozitif elektrik, toplanırken
plastik çubuktan uzaklaşıyor, bu nedenle de plastik çubuk negatif elektrikle
yükleniyordu. Buna göre, yukarıdaki türden deneylerin sonuçları şöyle özetlendi:
Aynı işaretten elektrik yükleri birbirini iter, aksi işaretten elektrik yükleri ise
birbirini çeker.
Kuşkusuz elektriklenme yalnız cam ve plastik gibi maddelere özgü
değildir; her madde az veya çok elektriklenebilir. Maddenin atom yapısı daha iyi
anlaşıldıktan sonra sürtme ile elektriklenme olayları şöyle açıklanmıştır: Her
madde normal nötr halinde iken eşit miktarlarda pozitif ve negatif elektrik yükleri
taşır. Cam ve ipek gibi iki cisim birbirine sürtüldüğü zaman birinden diğerine az
miktarda elektrik yükü geçer. Bu da heriki maddenin nötrlüğünü bozar. Cam ile
ipek arasındaki elektriklenmede cam pozitif, ipek negatif yüklenir.
Böyle bir deneyde elektrik yükünü, maddenin temel parçacıklarından
olan elektronlar taşır. Elektronlar negatif yüklüdür. Ipeğe sürtülen plastik bir
çubuk ipekten elektron aldığı için plastik çubuk negatif, ipek pozitif yüklenir.
Sürtme ile elektrikleme deneyi çıplak elle tutulan metal bir çubukla tekrarlanırsa
metal çubuğun elektriklenmediği görülür. Metal çubuk bir eldivenle veya bir
kağıda sarılı olarak tutulursa elektriklenir. Bunun nedeni hem elin hem de
çubuğun elektriği ileten maddelerden yapılmış olmalarıdır. Elektriği ileten
maddelere iletken denir. Metal iletken olduğu için çubuğun sürtülen ucunda
ortaya çıkan elektrik yükleri hemen elle tutulan ucuna doğru yayılırlar. Oradan
da yine bir iletken olan vücuda geçerler. Sonuçta metal çubukta farkedilebilir bir
elektriklenme olmaz.
Elektriği iletmeyen (cam, plastik, kumaş v.b.) gibi maddelere yalıtkan
denir. Ametaller, mika ve kağıt yalıtkandırlar. Iki gruba da girmeyen bazı
maddeler vardır ki bunlar iletkenlerle yalıtkanlar arası bir davranış gösterirler.
Bunlara yarı iletkenler (semiconductors) denir. Yarı iletkenler arasında silisyum,
germanyum ve indiyum gibi elementler bulunur. Yarı iletkenlerden bazıları
birbirleri ile çok küçük oranlarda karıştırıldığında (doping) daha ilginç
davranırlar. Bu özelliklerinden yararlanılarak, yarı iletkenler çağımız "elektronik"
cihazlarının temel ögeleri olan tranzistörlerin ve entegre devrelerin yapımında
kullanılırlar.

7.1.1. Coulomb yasası:


Yukarıda, elektrik yüklerinin birbirini itip çekebileceğinden ve bir yerden
bir yere iletilebileceklerinden söz ettik. Acaba elektrik yükünün miktarı ölçülebilir
mi? Elektrik miktarı ilk kez, bir Fransız albayı olan Charles Augustin de Coulomb
(1736-1806) tarafından ölçülmüştür. Coulomb bunu elektrik yükleri arasındaki
kuvvetleri ölçerek gerçekleştirmiştir (Şekil 7.2).
Şekilde görülüğü gibi a ve b küreleri aynı işaretli yükler taşıyorlarsa
birbirine yaklaştırıldıklarında, asılı çubuğun ucundaki b küresi a küresinden
uzaklaşır. Küreleri taşıyan çubuk önceki doğrultusundan q açısı kadar sapar.
Coulomb böyle bir deneyde, yükler arasında oluşan kuvvetin (F), heriki yükle
doğru orantılı, yüklerin birbirine yaklaştığı mesafenin (r) karesi ile ters orantılı
olarak değiştiğini saptamıştır, yani:
q q
Fα 1 2
r2 (7.1)

a b

a θ

Şekil 7.2. Burulma terazisi ile elektrik yükleri arasında


oluşan kuvvetlerin ölçülmesi.

burada: q1=a küresinin yükü; q2=b küresinin yüküdür. Bu orantı bir orantı (k)
sabiti kullanılarak eşitliğe dönüştürülebilir:
q q
F=k 1 2
r2 (7.2)
k sabitinin değeri eşitlikteki diğer büyüklükleri (kuvvet, yük ve mesafe) ölçmekte
kullanılan birimlere bağlıdır. Aşağıda bunun nasıl yapıldığını göreceğiz.
Coulomb yasası kendisinden 100 yıl kadar önce keşfedilen "iki kütle
arasındaki çekim" yasasına benzer (bkz Bölüm 1, Eş. 1.1). Gerçekte, bu
yasanın, elektrik yükleri ile yapılan bazı deneylerin kütle çekimindeki olaylara
benzerliğinden esinlenilerek keşfedildiği bilinmektedir. Boş bir küre içine
sarkıtılan bir kütle küre tarafından çekilmez. Aynı şekilde elektrik yüklü boş bir
küre de içine sarkıtılan elektrik yüklü bir cisme kuvvet uygulamaz. Bu benzerlik,
elektriksel itme ve çekme kuvvetlerinin de kütleler arası çekim yasasına benzer
bir yasaya tabi olduğunu düşündürmüştür.
Şimdi tekrar Eş. 7.2'ye dönelim. Bu bağıntıda kuvvet (F) dyn, mesafe (r)
cm ile ölçülüp k=1 kabul edilirse yük için bir birim tanımlanabilir. Buna göre
birbirinden 1 cm ötede bulunan iki eşit yük (işaretleri farklı olabilir) birbirini 1
dyn'lik bir kuvvetle itiyor veya çekiyorsa, yüklerden herbiri 1 birim yük taşıyor
demektir. Bu birim yüke 1 statcoulomb (statik coulomb'dan kısaltma) adı verilir.
Elektrostatik yük birimi (e.s.y.b) adı ile de anılan statcoulomb CGS
sisteminin yük birimidir ve yaygın olarak kullanılmaz. SI'de başka bir yük birimi
tanımlanmıştır. Buna coulomb (C) denir. Coulombun tanımı daha ileride ele
alacağımız bir diğer elektrik yasasına dayanır. Bir iletkenden t zamanda geçen
elektrik yükü miktarına ( q ) elektrik akımı ( I ) denir, yani:
i=q/t (7.3)
bu tanımdan da q=it
Elektrik akımının ileride sözünü edeceğimiz elektrik yasasından tanımlanan SI
birim amperdir. Eş. 7.3'de i=1 amper ve t=1 saniye alınırsa;
q=1 (amper) x 1 (saniye)=1 coulomb
elde edilir.
1 C'luk iki yük birbirine 1 metre uzaklıkta iken aralarında oluşan itme
9
(veya çekme) kuvveti, F=9.0x10 Newton'dur. Bu değerler Eş.7.2'de verilen
Coulomb yasasında kullanılırsa, k için SI birimleri cinsinden bir değer
bulunabilir:
1Cx1C
9.0x10 9 N = k
(1m) 2 buradan da:
9
k=9.0x10 N.m2/C2 bulunur.
Coulomb ile statcoulomb arasında şu ilişki vardır:
-10
1 statcoulomb (e.s.y.b)=3.33x10 C
Temel parçacıkların (varsa) yükleri C cinsinden Tablo 7.1'de verilmiştir. Tablo
parçacıkların kütlelerini de göstermektedir.
4 çarpanı elektrik yasalarında sıkça karşılaşılan bir çarpandır. Bu
çarpan Coulomb yasası bağıntısına dahil edilirse başka bağıntılarda ortaya
çıkmaz. Bu nedenle elektrik yüklerinin boşlukta oldukları da kabul edilerek k
sabitinden yeni bir sabit tanımlanmıştır. Boşluğun elektriksel permitivitesi ( )
o
denen bu sabit şöyle tanımlanmıştır:
1 1
εo = = = 8.9x10 −12 C 2 / N.m 2
4πk 4πx9.0x109
(7.4)
1
k=
Buradan da 4 πε o yazılabilir. Yeni sabitle Coulomb yasası:
1 q1q 2
F=
4 πε o r 2
(7.5)
Tablo 7.1. Temel parçacıkların yükleri ve kütleleri

Parçacık Yük (C) Kütle (kg)


-19 -31
Elektron (-e) -1.6 x 10 9.108 x 10
-19 -27
Proton (+e) 1.6 x 10 1.672 x 10
-27
Nötron (0) 0 1.674 x 10

Örnek 1:
Hidrojen atomundaki elektronla proton arasındaki elektrostatik kuvveti aynı
parçacıklar arasındaki kütle çekim kuvveti ile karşılaştırınız. (Tablo 7.1'deki
verileri kullanınız).
Çözüm:
-11
Hidrojen atomunun elektronu ile protonu arasındaki mesafe, r=5.3x10 m
kadardır. Buna göre ikisi arasındaki elektrostatik çekim kuvveti (F ),
c
Eş.7.5'den:

( 1. 6 x10 −19 ) 2
Fc = −9 . 0 x10 9 = −8 . 1x10 −8 N
−11 2
( 5 . 3 x10 )
bulunur. (-) işareti kuvvetin bir çekim kuvveti olduğunu belirtir. Kütle çekimi
kuvveti, (F ) ise, Tablo 7.1'deki değerler Eş 1.1'de kullanılarak bulunur:
k
( 9 . 1x10 −31 ) x( 1. 7 x10 −27 )
Fk = 6 . 7 x10 −11 = 3 . 7 x10 −47 N
−11 2
( 5 . 3 x10 )
39
Görüldüğü gibi elektriksel kuvvet kütle çekim kuvvetinin 10 katı kadardır.

7.1.2. Elektrik yükünün özellikleri:


1. Elektrik yükü kuantlı miktarlarda bulunur. Ölçülen her miktardaki elektrik
-19
yükü (q), bir elektronun taşıdığı yükün, (e=1.6x10 C) bir tam sayı
katına eşittir:
q=ne (n=1, 2, 3, 4, . . . . )
2. Herhangi bir doğa olayı sonunda yük miktarı daima sabit kalır. Bir
elektronla bir pozitron bir araya geldiklerinde yükler birbirini götürür,
kütleler ise enerjiye dönüşür (Anihilasyon reaksiyonu). Bu enerji gama
ışınları halinde yayımlanır. Söz konusu birleşmeden önceki yükler toplamı:
-e+e=0 olduğu gibi birleşmeden sonraki yükler toplamı da 0'dır.
238
Nükleer bir reaksiyon sonunda da yük miktarı korunur: Örneğin U
elementinin radyoaktif bozunması ile ortaya çıkan yük dağılımında yükler
korunur:
238 234 4
U Th + He

92 proton 90 proton 2 proton

yükler: 92 e = 90 e + 2e

önce Sonra

7.1.3. Elektrik alanı:


Yeryüzünün çevresinde, diğer bütün kütleleri yere doğru çeken bir
yerçekimi alanı olduğu gibi bir nokta yükün çevresinde de başka yükleri çeken
(veya iten) bir elektrik alanı vardır. Şekil 7.3 yerçekimi alanı ile negatif bir nokta
yükün elektrik alanı arasındaki benzerliği göstermektedir. Heriki durumda da
alan vektörel bir büyüklüktür. Böyle bir alan, kütle veya yük üzerinde sonlanan
radyal doğrultudaki oklarla gösterilebilir. Pozitif bir nokta yükün alanı ise yükten
öteye doğrudur.
Şekil 7.3'deki çekim kuvvetlerinden heriki sistem için alan tanımları
yapılabilir.

-Q

(a) (b)
Şekil 7.3. Yerçekimi alanı (a), ile negatif nokta yükün elektrik alanı (b).
Yerçekimi alanında çekim Elektrik alanında çekim
kuvveti: kuvveti:
Mm − Qq o (7.6)
Fg = G Fe = k
R2 r2

Bu bağıntılarda:

M = Yer kütlesi -Q = negatif nokta yük


m = yere yakın bir diğer kütle q = pozitif test yükü
o
G = genel çekim sabiti k = Coulomb sabiti
R = yerin yarıçapı r = test yükünün -Q'dan uzaklığı

Yerçekimi alanı birim Elektrik alanı birim yüke


kütleye düşen kuvvettir düşen kuvvettir
Fg M Fe −Q (7.7)
=G =g =k = −E
m R2
qo r2

F =mg F =-q E
g e o
Heriki durumda da alanlar kuvvetlerle aynı doğrultudadır. Eş.7.7'deki elektrik
alanı tanımından elektrik alanı birimi olarak,
Newton/Coulomb
biriminin kullanılabileceği açıktır. Biraz ileride bu birimin daha yaygın olarak
kullanılan volt/metre ile aynı olduğunu göreceğiz.
Elektrik alanının tanımında kullandığımız q0 test yükünün Q yükünün
alanını etkilememesi için q 'ın çok küçük olduğu kabul edilir. Esasen elektrik
o
alanı,
F
E = lim
qo →0 q o
(7.8)
ifadesi ile tanımlanır.
Elektrik alanını negatif bir yük için yükte toplanan, pozitif bir yük için
yükten uzaklaşan kuvvet çizgileri ile göstermek alışılmış bir yöntemdir. Çizgilerin
yönü alanın yönünü, çizgi yoğunluğu ise alanın şiddetini belirtir. Örneğin, 1
2
m 'lik alandan 5 çizgi geçecek şekilde gösterilen bir elektrik alanının şiddeti 5 N/
C'dur. Bunu daha iyi açıklamak için bir nokta yükten r uzaklıktaki bir noktayı göz
önüne alalım. Bu nokta r yarıçaplı bir kürenin yüzeyinde bulunur. Kürenin yüzey
2 2
alanı 4r olduğuna göre, yükten uzaklaşıldıkça kürenin yüzey alanı r ile orantılı
olarak artar. Nokta yükte toplanan (veya nokta yükten çıkan ) çizgi sayısı N ile
gösterilirse, küre yüzeyinin birim alanına düşen çizgi sayısı (=çizgi yoğunluğu):
N
4 πr 2 (7.9)
Görüldüğü gibi, çizgi yoğunluğu yani alan şiddeti mesafenin karesi ile
ters orantılıdır. Pozitif ve negatif nokta (veya küresel) yüklerin çevrelerindeki
elektrik alanları Şekil 7.4'de gösterilmiştir.
+q -q

(a) (b)

Şekil 7.4. Pozitif (a), ve negatif (b) nokta yüklerin elektrik


alanlarının çizgi yoğunluğu olarak gösterilmesi.

Iki nokta yük birbirine yakın iseler alanları birbirinden etkilenir. Birbirine
yakın iki eşit pozitif yükün elektrik alanları Şekil 7.5'de gösterilmiştir.
Birbirine yakın ve zıt işaretli iki eşit yükün elektrik alanları Şekil 7.6'daki
gibidir. Bu yük düzenine elektrik dipolü denir.
Birbirine yakın iki eşit negatif yükün elektrik alanları da Şekil 7.7'de
gösterilmiştir.

Şekil 7.5. Birbirine yakın iki eşit pozitif yükün elektrik alanları.
Şekil 7.6. Birbirine yakın, zıt işaretli iki eşit yükün elektrik alanları.
Pozitif yükten kalkan alan çizgileri negatif yükün alan
çizgilerine eklenir.

ELEKTRIK ALANLARININ HESAPLANMASI:


Yukarıdaki şekillerde aynı veya zıt işaretli birbirine yakın iki nokta yükün
değişik düzenlemelerinden kaynaklanan elektrik alanlarını grafik olarak
inceledik. Aşağıda bir veya daha çok nokta yükten kaynaklanan elektrik
alanlarının Coulomb yasasından nasıl hesaplandığını göreceğiz. Daha sonra da

sürekli yük dağılımlarını ele alacağız.


Şekil 7.7. Birbirine yakın iki eşit negatif yükün elektrik alanları.
Eş.7.7'deki elektrik alanı tanımından q gibi pozitif bir nokta yükten r
uzaklıktaki elektrik alanı (E):
1 q
E=
4 πε o r 2 (7.10)
Uzayda belli bir noktada q gibi bir çok yükten kaynaklanan toplam elektrik alanı
bütün yüklerin alanlarının vektörel toplamına eşittir:
n
∑ En
E=E +E +E +. . . . .E = n=1
1 2 3 n
(7.11)
Yükler sürekli bir dağılım gösteriyorsa ve yük dağılımı analitik olarak bir
fonksiyonla ifade edilebiliyorsa toplam alan, elementer dq yüklerinin alanlarının
integralinden hesaplanır: Şimdi bu iki yöntemle elektrik alanı hesaplanmasına
birer örnek verelim.
1 dq
E= ∫r 2
4πε
o (7.12)
BIR DIPOLÜN ELEKTRIK ALANI:
Şekil 7.8 birbirinden 2a uzaklığa konmuş zıt işaretli iki nokta yükü
göstermektedir. Yükleri birleştiren doğrunun merkezinden r uzaklıkta bulunan P
noktasındaki elektrik alanını hesaplayalım. ra kabul edeceğiz. Ayrıca, işlemleri
basitleştirmek için P noktasını 2a doğrultusuna dik düzlem üzerinde alacağız.
Şekil'deki iki yükten doğan E1 ve E2 alanlarının vektörel toplamı, E:

E=E1+E2 (7.13)
Yükler eşit (q =q =q) olduğundan iki alanın şiddetleri eşittir. Şu halde:
1 2
+q
θ
a
r p

E2 E1
a θ ER
-q
Şekil 7.8. Bir dipolün elektrik alanı (ra kabul edilebilir).

1 q
E1 = E 2 = E =
4 πε o (a 2 + r 2 )
(7.14)
yazılabilir. E1 ve E2'nin r doğrultusundaki bileşenlerinin yönleri zıt olduğundan
toplamları sıfırdır. r'ye dik doğrultudaki bileşenleri ise E1cos ve E2cos 'dır.
Bunların toplamı ER'yi verir:
E =E cos + E cos =2Ecos (7.15)
R 1 2
a
=
Şekilden, cos (a2 + r 2 ) (7.16)
Eş. 7.14 ve 7.16'nın 7.15'de kullanılmasından sonra:

1 q a 1 2 aq
ER = 2 =
4πε o (a + r 2 )
2 2
(a + r ) 2
4 πε o (a + r 2 ) 3 2
2
(7.17)
ra kabul edilir, 2aq yerine p (=dipol momenti) konursa,
p
ER =
4 πε or 3 (7.18)
bulunur. Görüldüğü gibi bir dipolün elektrik alanı mesafenin üçüncü kuvveti ile
ters orantılıdır. Oysa bir nokta yükün elektrik alanı mesafenin karesi ile ters
orantılıdır.
Su molekülünde (H O), H ve O atomlarının konumları nedeni ile eksi
2
yük merkezi ile artı yük merkezi çakışmaz. Molekül bir dipoldür ve dipol
momenti:
-30
P = 6.1x10 C.m'dir.
Artı ve eksi yüker bir yüzey üzerine karşılıklı olarak yerleşmişlerse bir
dipol tabakası oluştururlar. Canlılarda hücre zarının iki tarafına sıralanmış artı ve
eksi yükler böyle bir dipol tabakası oluşturmuşlardır. Zarın hücre içine bakan
yüzeyi eksi yüklerle, hücre dışına bakan yüzeyi artı yüklerle kaplıdır.
SONSUZ DÜZLEME DAĞILMIŞ YÜK TABAKASININ ÖNÜNDEKI ELEKTRIK
ALANI:
Gerçekte sonsuz bir düzlem yoktur. Fakat düzlemden olan mesafe
düzlem boyutlarına göre küçükse, düzlem sonsuz bir düzlem gibi davranır.
Yükün Şekil 7.9'daki gibi y-z düzleminde bir levha üzerine dağılmış olduğunu
düşünelim.
Şekil 7.9. Sonsuz düzlem üzerine dağılmış yük tabakasının önündeki
elektrik alanı.

Çözümü kolaylaştırmak için düzlem üzerinde +q miktarda elektrik yükü


taşıyan bir halka ile halka üzerinde bir nokta dq yükünü göz önüne alalım. dq
yükünün düzleme dik x ekseni üzerinde ve düzlemden s uzaklıkta bulunan bir P
noktasında meydana getirdiği elektrik alanı, (dE):
1 dq
= 2
dE 4 πε o s (7.19)
dE alanı s doğrultusundadır ve x ekseni ile açısını yapar. dE'nin x ve z eksenleri
üzerinde bileşenleri (dEx ve dEz) vardır. Fakat halka üzerinde dq'ya simetrik
noktalarda bulunan yükler nedeni ile dEz bileşenlerinin vektörel toplamı sıfırdır.
dEx bileşenlerinin herbiri ise: dEx=dE cos olduğundan bileşke alan Ex,
bunların vektör integraline eşittir:
cos α cos α q cos α
E = ∫ dq = q=
x 2 2
4 πε o s 4 πε o s 4 πε o s 2 (7.20)

Şimdi bütün düzlemi göz önüne alarak halkayı bir yük elemanı olarak
2
düşünelim. Düzlem üzerinde birim alana düşen yük C/m olsun. R=halkanın
yarıçapı; dR=halkanın genişliği olmak üzere halkanın alanı, dA:
dA=2RdR (7.21)
olduğundan halkanın taşıdığı toplam yük, q=dA=2RdR olacaktır. Eş.7.20'de q
yerine bunu koyarsak:
2πσRdR cos α σR cos α
Ex = = dR
4 πε o s 2 2ε o s 2 (7.22)
Fakat Şekil 7.9'daki geometrik ilişkilerden:
R=r tan ve s=r/cos (7.23)
yazılabilir. Diğer taraftan, R'nin 'ya göre türevi, (dR/d):
dR r rdα
= 2
dR =
dα cos α olduğundan cos 2 α (7.24)
yazılabilir. R, s ve dR'nin 7.23 ve 7.24 no.lu bağıntılardaki eşitleri Eş.7.22'de
yerlerine konarak sağ taraf sadeleştirildiğinde geriye şu ifade kalır:
σ
Ex = sin αdα
2ε o (7.25)
E P noktasında, düzlem üzerindeki tek bir yük halkasından doğan elektrik
x
alanıdır. Toplam alan (E), tüm halkaları kapsamak üzere, Eş.7.25'in sağ tarafının
o
değişkenine göre 0 ile /2 (90 ) arasındaki integralinden bulunur:
σ σ π
E= sin αdα =
∫ [− cos α ]0 2
2ε o 2ε o
σ
E=
2ε o (7.26)
Bu bağıntıdan görüldüğü gibi, sonsuz bir düzleme dağılmış yüklerin
elektrik alanı sadece birim alana düşen yük miktarına () bağlıdır; düzlemden
olan uzaklıkla değişmez. Böyle bir alana üniform alan denir. Şekil 7.10, pozitif
yüklü bir levhanın elektrik alanını göstermektedir. Paralel alan çizgileri levhanın
heriki tarafında levhadan uzaklaşırlar. Negatif bir levhanın alanı, levhaya heriki
yönden gelen paralel oklarla gösterilir.

Şekil 7.10 Düzlemsel yük dağılımında elektrik alanı.

Bir düzlem üzerine dağılmış ışık veya ses kaynaklarının şiddeti de


mesafeden bağımsızdır. Aydınlatmada ve ses yayınlarında bu gerçek göz
önünde tutulur.
Şimdiye kadar incelediğimiz yük dağılımlarının elektrik alanlarını şöyle
özetleyebiliriz:
Yük dağılımı: Nokta yük Dipol Düz levha

Elektrik alanı: 1 q p σ
E= = E=
4 πε o r 2 3 2ε o
E 4 πε o r

ELEKTRIK YÜKLÜ IKI DÜZLEM ARASINDAKI VE DÜZLEMLER DIŞINDAKI


ELEKTRIK ALANI:
Eşit miktarlarda pozitif yükler taşıyan iki plaka arasındaki elektrik alanı
sıfırdır. Çünkü bu bölgede iki elektrik alanı birbirini götürür. Plakalar dışında
kalan bölgelerde ise alan σ/ε0'dır. Çünkü bu bölgelerde iki alan birbirine eklenir
(Şekil 7.11).
+ +

+ +
E + E2= σ / εo + + E1+E 2 =σ / εo
1
+ +
+ +
+ +
+ +
E1-E2
+ +
E=0
Şekil 7.11. Eşit miktarlarda pozitif yükler taşıyan iki plakanın
yandan görünüşü. Plakalar üzerinde birim alana
düşen yük 'dır.

Aynı nedenlerle, eşit miktarlarda negatif yükler taşıyan iki plaka


arasındaki elektrik alanı da sıfırdır. Plakalar dışında ise σ/ε0'dır.
Eşit miktarlarda zıt işaretlerden yükler taşıyan (dipol tabakası) iki plaka
arasında, iki plakanın elektrik alanları birbirine eklenir. Toplam alan σ/ε0'dır ve
yönü artı yüklü plakadan eksi yüklü plakaya doğrudur. Plakaların dışında kalan
bölgelerde ise elektrik alanı sıfırdır (Şekil 7.12).
Hücre zarları (membranlar) Şekil 7.12'deki plakalara benzerler. Zarın
hücreiçi yüzeyi eksi yüklerle, hücredışı yüzeyi artı yüklerle kaplıdır. Iki yük
tabakasının arasında yaklaşık 50 Angstrom kalınlığında dielektrik (yalıtkan) bir
lipid tabakası vardır (Şekil 7.13).
Lipid tabakası çeşitli iyonları farklı derecelerde geçirir. Bu ve diğer bazı
nedenlerle çeşitli iyonların hücre içine ve hücre dışına dağılımları eşitsizdir.
Sonuç olarak hücre içinde dışına göre daha çok eksi yük toplanmıştır. Bu
durumdan hücrenin "polarize olmuş hali" (kutuplanmış hali) diye söz edilir. Lipid
tabakasının içinde elektrik alanı belli bir değere sahiptir, fakat zarın dışındaki
bölgelerde sıfırdır.
(a) + (b) + (c)

+ -
+ -
+ -
+ -
+ -
E2 +(-E1 )=0 + E 1+(-E 2 )=0
-
+ -

E1+E2 = σ / ε o
Şekil 7.12. Eşit fakat zıt işaretlerden yükler taşıyan iki
palakanın (dipol tabakası) elektrik alanları.
Yandan görünüş.

Sinir ve kas hücreleri gibi uyarılabilir tipten hücreler bazı koşullarda


kutuplanmalarını kaybederler, yani depolarize olurlar. Depolarizasyon hücrenin
bir bölgesinden başlayarak tümüne yayılır. Bu esnada hücre dışındaki elektrik
alanı artık sıfır değildir, şiddeti ve yönü, hücre tekrar polarize durumuna
dönünceye kadar zamanla değişir. Bu olaylardan Bölüm 7'de daha ayrıntılı
olarak söz edeceğiz.

hücre dýþý
++ + + + + + +
protein

+ + lipid
+ tabakasý
+
+
+
+ protein
+ + - - - - - - - - - - - -
+ + hücre içi
+ +
+ +
(a) (b)
Şekil 7.13. Polarize olmuş hücre (a) ve zarının transvers kesiti (b).
ILETKEN BIR KÜRENIN IÇINDEKI VE DIŞINDAKI ELEKTRIK ALANLARI:
Iletken bir küre üzerine konan yükler küre iletken olduğu için her yöne
doğru hareket etmekte serbesttirler. Fakat kürenin iç kısımlarına gitmedikleri,
tümünün küre yüzeyinde toplandığı görülür. Çünkü birbirini her yöne doğru
itmekte serbest olan yükler ancak kürenin fiziksel sınırlarında durabilirler. Bu
simetrik yük dağılımı nedeni ile küre içinde elektrik alanı sıfırdır. Kürenin dışında
ise elektrik alanı bir nokta yükün elektrik alanı ile aynıdır; mesafenin karesi ile
ters orantılı olarak zayıflar. Çünkü küredeki toplam yük kürenin merkezine
toplanmış gibi davranır (Şekil 7.14a).
Şekil 7.14. Içi dolu (a) ve içi boş (b) elektrik yüklü kürelerin elektrik

(a)

(b)

alanları.

Benzer biçimde içi boş (kovuk) bir kürenin iç yüzüne konan yükler de
önceki gibi kürenin dış yüzeyinde toplanırlar. Bu simetrik yük dağılımından ötürü
küre içinde elektrik alanı sıfırdır. Küre içine sarkıtılan bir yüke hiçbir kuvvet etki
yapmaz (Şekil 7.14b).
Içi boş kürede olduğu gibi, iletken bir yüzeyle kaplı hacimlerde de
elektrik alanı sıfırdır. Bu gerçekten, çok küçük biyopotansiyellerle uğraşılan
elektrofizyoloji ve nöroloji laboratuvarlarında yararlanılır. Bu laboratuvarlar
iletken bir tel örgü ile çevrilir. Faraday kafesi adı verilen böyle bir odada
yapılacak ölçümler elektrostatik parazitlerden (gürültüden) yalıtılmış olur. Şekil
7.15, Faraday kafesi içine konan bir elektroskobun elektrikle yüklenmediğini
göstermektedir.

ÜNIFORM ELEKTRIK ALANI ILE BIR UYGULAMA (KATOD IŞINLARI TÜBÜ):


Aralarında üniform bir elektrik alanı oluşturan zıt yüklü paralel plakalar
katod ışınları tübü (KIT veya Ingilizce kısaltması ile CRT) denilen bir aygıtta
önemli bir kullanım alanı bulmuştur. Elektrik sinyallerinin bir ekran üzerinde
grafik veya fotografik görüntülere dönüştürüldüğü osiloskopta ve televizyonda
katod ışınları tübü kullanılır. Osiloskop tıpta kullanılan çeşitli cihazların önemli
bir ögesidir (Şekil 7.16).
Şekil 7.15. Faraday kafesi içine konan elektroskop elektrikle yüklenemez.

Şekil 7.16. Osiloskobun katod ışınları tübü. (1): katod, (2):


parlaklık kontrolü için kontrol gridi, (3): anod, (4):
odaklayıcı anod, (5): yatay saptırma plakaları, (6):
düşey saptırma plakaları, (7): içi metal kaplı ekran.

Katod ışınları tübünde elektron tabancasından çıkan elektronlar bir


odaklama sisteminden geçtikten sonra ekrandaki "fosforlu" tabakaya doğru
hızlandırılırlar. Bu tabaka elektronların kinetik enerjisini (ekrana çarpma
enerjisini) ışığa dönüştürür. Elektron demeti (huzmesi) ekranın neresine
çarparsa orada, parlaklığı huzmenin hızına bağlı ışıklı bir nokta belirir. Noktanın
konumunu, elektron huzmesine düşey ve yatay doğrultularda uygulanan üniform
elektrik alanları belirler.
Şekil 7.17, bir KIT'nün düşey saptırma plakalarının yandan görünüşünü
göstermektedir. Plakalar arasındaki elektrik alanı üstteki (artı yüklü) plakadan
alttaki (eksi yüklü) plakaya doğrudur. Bu alana t=0 anında v ilk hızı ile bir
o
elektron girdiğini düşünelim. Ilk hızın düşey bileşeni olmasın. Bu andan itibaren
elektrona, alana zıt yönde (çünkü elektron negatif yüklüdür) F=-eE Newton'luk
bir kuvvet etki yapmaya başlar. Newton'un II. yasasına göre aynı zamanda,
F=ma olduğundan,
eE=ma (7.27)
Elektronun yatay ve düşey doğrultularda aldığı yollar, (x ve y) için:
y = 21 at 2
x=v t (7.28)
o
yazılabilir (ilk hızın düşey bileşeni ve yatay hızın ivmesi yoktur).
Eş.7.28'deki bağıntılar arasında t yok edildiğinde:
2y x
=
a vo (7.29)
Bu ifadede a'nın 7.27'deki eşiti kullanılıp y sol tarafta yalnız bırakılırsa:
eE
y= 2
x2
2 mv o (7.30)
bulunur. Bu denklem x-y düzleminde bir parabolün denklemidir.

Örnek 2:
Bir katod ışınları tübünün düşey saptırma plakaları arasındaki elektrik alanı,
4 -16
E=1.2x10 N/C'dur. Bu alana 4.0x10 J'luk kinetik enerji (K ) ile giren bir
E
elektron alandan çıkarken yolundan ne kadar sapmış olacaktır? Plakaların
uzunluğu 2 cm'dir. Düşey saptırma plakaları ile ekran arasındaki mesafe (D)
30 cm ise elektron ekrana geldiğinde yolundan ne kadar sapmış olacaktır?
2 cm

+ + + + + + +++
y2
θ
vo y1

- - - - - - - - - - -
- - D
Düşey saptırma plakaları
Şekil 7.17. Katod ışınları tübünde elektron sapmasının hesaplanması.

Çözüm: (Şekil 7.17'ye bakınız):

1 2
Önce K E = 2 mv o bağıntısından elektronun alana giriş hızı için:
2 2KE
vo =
m

yazarak bunu Eş.7.30'da kullanırsak:


eE 2
y= x
4K E
buluruz. Verilen değerleri yerlerine koyduğumuzda:
−19
1.6 x10 x1.2 x10 4
y= x(2 x10 −2 ) 2 = 0.48x10 −3 m
−16
4 x 4.0 x10 (0.48 mm)
Bu ilk sapma (y ) diyelim.
1
Elektron plakalar arasından çıktıktan sonra yoluna yeni doğrultusunda
devam eder. Bu doğrultu ile yatay eksen arasında q açısı olduğundan
elektron ekrana çarptığında yataydan y mesafesi kadar daha sapmış
2
olacaktır. Şekil'den:
dy eE
= 2K x=
tan q=y /D yazılabilir. Aynı zamanda, tanq dx E (parabolün
2
herhangi bir noktadaki eğimi) Son iki eşitliğin sağ tarafları birbirine
eşitlendiğinde,
eED
y2 = x
2K E bulunur. Verilen değerler bu ifadede yerlerine konduğunda,
-2
y =1.44x10 m veya 14.4 mm bulunur.
2
Toplam sapma: y +y =0.48+14.4=14.88 mm.
1 2

7.1.4. Elektriksel potansiyel enerji ve potansiyel:


E elektrik alanı içnde bulunan q pozitif test yükünün F=qE N'luk bir
kuvvetin etkisinde olacağını belirtmiştik. Bu kuvvet q'yu ds boyunca hareket
ettirdiğinde kuvvetin yük üzerinde yaptığı iş, dW=F.ds (skalar çarpım). Kuvvet
elektriksel bir kuvvet ise ve 1 ve 2 noktaları arasında uygulanmışsa, yaptığı
toplam iş:
2
W = q E. ds
∫1 (7.31)
integralinden hesaplanır.
Şekil 7.18'de q pozitif test yükü, pozitif Q nokta yükünün elektrik
alanında Şekil'deki eğri boyunca 1 no.lu noktadan 2 no.lu noktaya taşındığında
yarıçapı r olan bir küre üstünden, yarıçapı r olan bir küre üstüne gelir. Yükün
1 2
yarıçap doğrultusunda aldığı yol, dr=r2-r1'dir.
Nokta yükün elektrik alanı bağıntısı Eş.7.31'de kullanıldığında eğri
üzerinde ds kadar bir yol boyunca yapılan iş:
Q 1 Q 1
W=q ∫ 2
.ds = q ∫r 2
dscosθ
4 πε o r 4πε o
(7.32)
dr θ
2
ds
1
r1 Q
r2

Şekil 7.18. Pozitif Q nokta yükünün alanındaki +q test yükü.

olacaktır. Yarıçap doğrultusundaki elektrik alan vektörü E ile ds arasında q açısı


vardır ve şekilden:
dr=dscos (7.33)
olduğu görülmektedir. Bu bağıntı Eş.7.32'de kullanılıp integralin sınırları
belirtildiğinde:
Q 2 dr
W=q ∫
4 πε o 1 r 2
(7.34)

qQ ⎛ 1 1 ⎞
W= ⎜ − ⎟
4 πε o ⎝ r1 r2 ⎠
Integrasyondan sonra: (7.35)
bulunur. Elektriksel kuvvetin q'yu sonsuza kadar (r2=) taşımasına izin verilirse
yük üzerinde yapılacak toplam iş:
qQ 1
W= .
4 πε o r1 (7.36)
bulunur. Yukarıda r yerine r kullanılırsa, q yükünün Q'dan r uzaklıktaki
1
elektriksel potansiyel enerjisi için genel bir ifade elde edilir:
qQ 1
W= .
4 πε o r (7.37)
Şu halde, q, Q'dan r uzaklığa konduğunda sonsuza kadar gidebilecek
enerjiye sahiptir. Bir başka deyişle, q yükünü sonsuzdan alarak Q'ya r kadar
yaklaştırmak için W kadar iş yapılmalıdır. Elektriksel potansiyel enerji,
gravitasyonel potansiyel enerji gibi, yoldan bağımsızdır. Yani, yükün son
bulunduğu noktaya hangi yolu izleyerek geldiği önemli değildir. Böyle bir
fonksiyona durum fonksiyonu denir.
Benzer bir yaklaşımla, pozitif q test yükünün, negatif Q nokta yükünden
r uzaklıktaki potansiyel enerjisi için de Eş.7.37'nin geçerli olduğu kanıtlanabilir.
Bu ikinci durum bir kütlenin gravitasyonel potansiyel enrjisine tıpa tıp benzer. q
yükü -Q'nun elektrik alanında -Q'dan r uzaklığa bırakıldığında -Q'ya gelmek için
W kadar potansiyel enerjiye sahiptir.

ELEKTRIK POTANSIYELI:
q test yükünün Q'nun elektrik alanında Q'dan r uzaklıktaki potansiyel
enerjisinin q'ya oranına o konumdaki elektriksel potansiyel (V) denir;
W 1 Q
V= = .
q 4 πε o r J/C (7.38)
Potansiyelin SI birimi Joule/Coulomb (J/C)'dur. 1J/C'a Alessandro Volta'nın
anısına Volt adı verilmiştir. Voltun binde birine milivolt (mV), milyonda birine
mikrovolt (V) denir.
Bir grup yükün (Q1, Q2, Q3,. . Qn) bir noktada meydana getirdiği elektrik
potansiyeli, yüklerin tek tek o noktada meydan getirdiği potansiyellerin cebirsel
toplamına eşittir:
n
1 Qi
V= ∑
4 πε o i=1 ri
(7.39)
Yük dağılımı sürekli ise:
1 dq
V= ∫
4πε o r
(7.40)
Elektrostatik alanlardaki potansiyeller, sonsuzdaki potansiyel 0 kabul
edilerek bu referansa göre belirtilir. Fakat elektrikte genellikle, bir noktanın
mutlak potansiyeli değil bir başka noktaya göre bulunduğu potansiyel önemlidir.
Buna iki nokta arasındaki potansiyel farkı denir. Örneğin A noktasının mutlak
(sonsuza göre) potansiyeli -10 volt, B noktasınınki 5 volt ise, A'nın B'ye göre
potansiyeli (VA-VB) farkından hesaplanır;
VAB=VA-VB=-10-5=-15 volt
Sonuç (-) olduğu için VBVA olduğu açıktır. B'nin A'ya göre potansiyeli ise:
(VB-VA) farkından bulunur:
VBA=VB-VA=5-(-10)=15 volt
Şu halde, V =-V
BA AB
Bir qo test yükü E elektrik alanında, alan vektörüne zıt yönde B
noktasından, daha yüksek potansiyeldeki bir A noktasına yüke ivme vermeden
taşınmışsa elektriksel kuvvete karşı yapılan iş test yükünün potansiyelini
artırmaya yaramıştır. Yani yüke uygulanan (F) kuvvetinin yaptığı iş (W), yükün
iki noktadaki potansiyel enerjilerinin farkına, (PE=PEA-PEB) eşittir.Yüke
uygulanan kuvvet F=-qoE olduğuna göre:
PEA-PEB=WBA
A A
WBA = F. ds = − q o E. ds
∫ ∫
ve B B

A
qo E. ds = −(PE A − PEB )

buradan da, B (7.41)
yazılabilir. Her iki taraf qo ile bölündüğünde sağ taraftaki enerji terimleri elektrik
potansiyeli terimlerine dönüşür:
A A

∫ E. ds = −(VA − VB ) VAB = − E. ds

B =-V veya B (7.42)
AB
Son ifadedeki skalar çarpımın integrali (A ve B noktaları arasındaki mesafe s
olmak üzere):
VAB

Es=-V veya E= s (7.43)
AB
Daha genel bir ifade ile (r mesafe değişkeni olmak üzere):
ΔV dV
E=− E=−
Δr veya dr (7.44)
bulunur. Potansiyel farkı volt, s metre cinsinden ifade edilirse E'nin SI birimi volt/
m'dir. Bu birim daha önce kullandığımız N/C birimi ile aynıdır.
Potansiyel enerji ve potansiyel ile ilgili yukarıdaki sonuçları şöyle
özetleyebiliriz: Pozitif bir q test yükü,
1. +Q yükünün alanında sonsuzdan Q'ya doğru getirilirken potansiyel enerjisi
ve potansiyeli artar. Sonsuzda bu değerler sıfırdır,
2. -Q yükünün alanında sonsuzdan -Q'ya doğru getirilirken potansiyel enerjisi
ve potansiyeli azalır. Bu büyüklükler sonsuzda sıfırdır fakat sonsuzdan daha
yakın yerlerde negatif işaretli olduklarından cebirsel değerleri daha küçüktür.
Örnek olarak, Şekil 7.19'da gösterilen, zıt işaretli yüklerle kaplı iki
paralel plaka arasındaki potansiyel farkını önce potansiyel enerji ile potansiyel
arasındaki ilişkiden, sonra da doğrudan doğruya Eş.7.42'deki integralden
hesaplayalım.
+ + + + + + + + + + A
q
d E

- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - B

Şekil 7.19. Zıt fakat eşit yüklü iki paralel levha arasındaki potansiyel farkı.

Iki paralel plaka arasındaki elektrik alanının E=σ/ε0 olduğunu daha


önce saptamıştık. Bu alan içinde q test yükünü B plakasından A plakasına
götürmek için yüke uygulanması gereken kuvvet F’=-qE’dir. Bu kuvvetin B ile A
arasındaki yol boyunca yapacağı elektriksel iş: W=q(σ/ε0)d. Bu sırada q’nun
potansiyel enerjisi aynı miktarda artar. Iki plaka arasındaki potansiyel farkı,
potansiyel enerji farkının q’ya bölümine eşittir: VAB==σd/ε0. Aynı sonucu
Eş.7.42'den doğrudan doğruya:
A A
A σ
VAB = − E. d s = − Edscos θ = Eds]B = Ed =
∫ ∫ d
εo
B B
integralinden de bulabilirdik. (Yukarıda, E ile ds zıt yönlerde iki vektör
o
olduğundan skalar çarpımda =180 , ve cos=-1 alınmıştır).

DIPOLÜN POTANSIYELI:
Bir başka örnek olarak, bir dipolün merkezinden r uzaklıkta bulunan
noktalardaki potansiyeli hesaplayalım (Şekil 7.20).
P noktasındaki potansiyel,(V ), bu noktada iki yükten doğan
P
potansiyellerin cebirsel toplamına eşittir. Eş.7.39'dan:
r P
2
+q
r
a θ

V=0 ( θ = 90° )
r
a 1
θ
-q
Şekil 7.20. Dipolün çevresindeki potansiyel.

1 ⎛ q q⎞
VP = ⎜ − ⎟
4 πε o ⎝ r2 r1 ⎠
(7.45)
Şekilden: r1r+acos r2r-acos yazılabilir.
2 2 2
Bu değerleri E.7.45'de kullanır, r a cos q olduğunu da dikkate alırsak:
q 2a cos θ
VP =
4 πε o r2 (7.46)
Yukarıda, önceki gibi, 2aq=p, (dipol momenti) yazarak,
p
VP = cos θ
4 πε or 2 (7.47)
Yüklerin ortasından geçen ve yük düzlemine dik bir düzlem üzerindeki
o
bütün noktalar için q=90 olduğundan, cosq=0'dır. Bu nedenle bu düzlem
üzerinde potansiyel sıfırdır (Şekil 7.20). Aynı düzlem üzerinde elektrik alanı için
daha önce:
p
E=
4πε o r 3
bulmuştuk.
Demek ki herhangi bir noktada elektrik alanı (E) sıfırdan farklı olduğu
halde potansiyel (V) sıfır olabilmektedir. Bir sınama (test) yükü Şekil 7.21'deki
V =0 düzleminde hiçbir kuvvete gerek olmadan hareket ettirilebilir. Bu tıpkı
P
yeryüzünde sürtünmesiz yatay bir düzlemde bir kütlenin iş yapılmaksızın
hareket ettirilebilmesine benzer.
Elektrik potansiyeli de elektrik alanı gibi, çizgilerle gösterilebilir. Bir nokta
yükün çevresindeki potansiyel iç içe geçmiş kürelerle gösterilir. Farklı yarıçaplı
küreler yükten o uzaklıklarda bulunan eş potansiyel yüzeylerini belirtir. (Şekil
7.21).
Şekil 7.22 bir dipolün eş potansiyel yüzeylerini dipolün elektrik alanı ile
birlikte göstermektedir. Görüldüğü gibi, elektrik alanı ile eş potansiyel yüzeyleri
birbirine her noktada diktirler.
Son bir örnek olarak, iletken bir kürenin içindeki ve çevresindeki
potansiyelleri ele alalım (Şekil 7.23). Yüklü, iletken kürenin çevresindeki
potansiyel, yük kürenin merkezinde toplanmış gibi kabul edilerek nokta yükün
potansiyel bağıntısı ile ifade edilir. Q kürenin taşıdığı yük ve r küre merkezinden
olan uzaklık olmak üzere:
Q
V=
4 πε o r Volt (7.48)
Kürenin yarıçapını a kabul edersek, kürenin üstündeki bir noktada, (yani r=a
iken) potansiyel, Eş.7.48'den:
Q
V=
4 πε o a Volt (7.49)
bulunur.

Şekil 7.21. Nokta yükün çevresindeki eş potansiyel yüzeyleri.

Diğer taraftan küre içinde elektrik alanı E sıfır olduğundan, kürenin


içindeki (p ve q) gibi herhangi iki nokta arasındaki potansiyel farkı, V =Er
pq
bağıntısına göre 0 olmalıdır. Şu halde küre içindeki bütün noktalarda potansiyel,
kürenin üstündeki potansiyele eşittir. Küreye, belli bir referans potansiyeline
göre V gibi bir potansiyel uygulandığında kürenin alabileceği maksimum yük
Eş.7.49'dan:
Qmaks=40 aVmaks C (7.50)
bulunur. Yani küreye uygulanabilecek potansiyelin bir sınırı vardır. Bunun
üstünde bir potansiyel uygulandığında yükler küreden taşarak çevreye akar. Eş.
7.50'den görüldüğü gibi kürenin taşıyabileceği maksimum yük kürenin
büyüklüğü (yarıçaprı a) ile orantılıdır. Maksimum yükün maksimum potansiyele
oranına kürenin kapasitesi (sığası veya kapasitansı) denir. Böylece, kürenin
kapasitansı: Qmaks/Vmaks=40a'dır. Eşitliğin sol tarafındaki oran sadece küreler
için geçerli olmayıp kapasitansın genel bir tanımıdır.

7.2. Kapasitans (sığa) ve kapasitörler:


Zıt yükler taşıyan iki paralel plaka arasındaki potansiyel farkının V=sd/
e olduğunu görmüştük. Burada, =q/A (plakalar üzerinde birim alana düşen yük)
o
olduğuna göre bu bağıntıyı:
q/ A q
V= d V= d
εo veya εoA

şeklinde yazabiliriz. Son eşitliğin payı ve paydası d ile bölünürse:


q
V=
εoA / d (7.51)
Bu son oranın paydasını yeni bir sabitle ifade edebiliriz:
εoA
C=
d (7.52)
Böylece, V=q/C (7.53)
bulunur.
Bu yeni sabite paralel plakaların kapasitansı (sığası) denir. Görüldüğü
gibi kapasitans, düzeneğin geometrik özelliklerine bağlıdır. Böyle bir düzeneğe
de kapasitör adı verilir. Eş 7.53'ü kapasitansı sol tarafa alarak yazarsak:
C=q/V (7.54)

+Q

V = 0 düzlemi

-Q

Şekil 7.22. Bir dipolün eş potansiyel yüzeyleri ve elektrik alanı.


+
+ + Q
+ +
(a)
+ +
Q
+ + + E=---------2
4π ε0 r

Q
V=---------
4π ε0 a
Q
V=---------
(b)
4π ε0 r

Şekil 7.23. Yüklü, iletken kürenin çevresindeki elektrik alanı (a)


ve potansiyel dağılımı (b).

Buradan da kapasitans biriminin coulomb/volt olduğu görülür. Bu birime


M. Faraday'ın anısına Farad (F) adı verilmiştir. Farad çok büyük bir birim olduğu
-12
için, pratikte yaygın olarak, bunun milyonda biri olan mikrofarad (F) ve 10 F
olan pikofarad (pF) birimleri kullanılır.

Örnek 3:
Enleri 1'er cm, uzunlukları 2'şer cm olan iki iletken plaka 1 cm aralıkla
birbirine paralel olarak konduktan sonra iki plaka arasına 11300 volt'luk
potansiyel farkı uygulanmıştır. Plakalar ne kadar elektrikle yüklenir?
Çözüm:
Önce düzeneğin geometrik verilerinden kapasitansını hesaplayalım.
Eş.7.52'den:
8.9x10 −12 x10 −2 x2 x10 −2
C= = 17.8x10 −14 F
10 −2 veya 0.178 pF
Plakaların her birinin taşıdığı yük miktarı:
-12 -9
q=CV=0.178x10 x11300=2.0x10 C

7.2.1. Dielektrik sabiti:


Bir önceki örnek dahil, bu Bölüm'ün başından beri verdiğimiz örneklerde
elektrik yükleri arasında hep boşluk (vakum) olduğunu kabul ettik. Yükler
arasında boşluk değil de yalıtkan bir başka ortam olursa ne olur? Bu soruyu ilk
kez Faraday kapasitörlerle yaptığı deneylerde yanıtlamıştır.
Faraday, geometrik özellikleri birbirinin aynı fakat birinin plakaları
arasında boşluk olan, diğerinin plakaları arasında da aynı kalınlıkta bir dielektrik
madde bulunan iki paralel plakalı kapasitörü aynı potansiyel (V ) kaynağına
o
bağlamış ve iki kapasitörün aldığı yük miktarlarını ölçmüştür (Şekil 7.24).
Ölçümler dielektrik taşıyan kapasitörün daha çok yük aldığını göstermiştir.
++++++++ + + + + + + + + dielektrik
+
madde
Co Vo
- Cd
---------- ----------
Şekil 7.24. Faraday'ın kapasitör deneyi.

Bu gözlem şöyle açıklanabilir: Plakaları arasında boşluk olan


kapasitörün kapasitansına C , aldığı yük miktarına q ; plakaları arasında
o o
dielektrik bulunan kapasitörün kapasitansına da C , aldığı yük miktarına da q
d d
diyelim. Buna göre kapasitörlerin aldıkları yükler için, sırası ile:
q0=C0V0 qd=CdV0 (7.54)

yazılabilir. Daha önce de belirtildiği gibi, deneyde q q bulunmuştur. Şu halde


d o
sağdaki ifadenin soldakine oranı 1'den büyük bir sayıdır; buna diyelim:
q d C d Vo
= =κ
q o C o Vo (7.55)
Cd

V 'lar sadeleşince: Co (7.56)
o
εoA
Co =
Fakat Eş.7.52'den d yazılabileceğine göre, C için,
d
κε o A
Cd =
d (7.57)
bulunur. Buradaki 0 sabitlerini bir sabitte toplarsak: 0= veya =/0
yazabiliriz. sabitine ortamın dielektrik sabiti, sabitine de dielektrik maddenin
elektriksel permitivitesi denir. Aşağıdaki liste, bazı ortamların, boşluğun
permitivitesi (0) referans alınarak saptanmış dielektrik sabitlerini vermektedir:

Ortam Dielektrik sabiti ()


Boşluk 1.0000
Hava 1.0006
Parafin 1.5
Balmumu 2.75-3.00
Cam (Pirex) 3.8-5.1
Su (100C) 55.3
Su (0C) 88.0
Hücre zarı 5-10

Örnek 4:
Hücre zarını oluşturan çift tabakalı lipid ortamın dielektrik katsayısını () 5
2
kabul ederek 50 Angstrom kalınlığındaki hücre zarının 1 cm 'sinin
kapasitansını hesaplayınız.

Çözüm
-10 -4 2
=5 ; d=50x10 m ve A=10 m olduğuna göre, Eş.7.57'den:
−12 −4
5x8.9x10 x10
C= = 0.805x10 −6 F / cm 2
−10
50 x10
2
veya: C=0.805 F/cm .

KAPASITÖR BAĞLANTILARI:
Kapasitörler birbirine iki şekilde bağlanabilir: Paralel bağlantı ve seri
bağlantı. Şekil 7.25 birbirine paralel bağlanmış üç kapasitör göstermektedir.
Bunlara eşdeğerde tek bir kapasitörün (Ceş) değerini hesaplamak için önce her
kapasitör üzerindeki yükler toplanır. Toplam yük (q ):
T
q =q +q +q (7.58)
T 1 2 3
Kapasitörlerin aynı potansiyel kaynağına (V) bağlı oldukları göz önüne alınarak
q'lar yerine her kapasitör için q=CV yazılırsa Eş.7.58 yerine,
VC =V(C +C +C ) yazılabilir.
eş 1 2 3
V'ler sadeştirildiğinde: C =C +C +C
eş 1 2 3
(7.59)

+
+ + + + + +
V C C C
q 1 q 2 q - - 3
1 - - 2 -- 3
-

Şekil 7.25. Paralel bağlı kapasitörler.

Şekil 7.26 seri bağlantıyı göstermektedir. Seri bağlı kapasitörlerin


eşdeğer kapasitansını bulmak için kapasitörler üzerindeki potansiyeller toplanır.
Toplam potansiyel kaynak potansiyeline (V) eşittir. Şekil 7.26'dan:
V=V +V +V (7.60)
1 2 3
Kapasitörler birbirine seri bağlı oldukları için eşit miktarlarda yükler taşırlar.
(Böyle olmasa idi birinden diğerine yük geçerdi). V=q/C bağıntısından
yararlanılarak Eş.7.60'da,
q/C =q(1/C +1/C +1/C )
eş 1 2 3
yazılabilir. Buradan da:
1/C =1/C +1/C +1/C
eş 1 2 3
(7.61)
bulunur. Ilerideki bir bölümde görüleceği gibi, direnç bağlantılarında eşdeğer
direnç hesaplanması, kapasitör bağlantılarında eşdeğer kapasitans
hesaplanmasının tam tersidir. Yani paralel bağlı dirençlerin eşdeğer direnci, seri
bağlı kapasitörlerin eşdeğer kapasitansı gibi hesaplanırken, seri bağlı
dirençlerin eşdeğer direnci paralel bağlı kapasitörlerin eşdeğer kapasitansı gibi
hesaplanır.
q q q
+ 1- + 2- + 3 -
+ - + - + -
+ C C C
1 2 3
V

Şekil 7.26. Seri bağlı kapasitörler.

7.2.2. Kapasitörlerin tıptaki kullanım alanları:


Kapasitörler tıpta çeşitli ölçüm aygıtlarının transdüserlerinde (çevireç)
kullanılır. Transdüserler enerjiyi bir formdan diğerine çeviren basit aygıtlardır.
Aktif ve pasif olmak üzere iki tip transdüser vardır. Aktif transdüserler bir
formdaki enerjiyi doğrudan doğruya bir başka forma dönüştürebilirler. Bunlara
en iyi örnek mekanik enerjiyi elektrik enerjisine dönüştüren piezoelektrik
kristallerdir. Kapasitörler pasif transdüserlerin yapımında kullanılır. Tablo 7.2
transdüserlerle ölçülebilen bazı fiziksel büyüklükleri göstermektedir.
Ölçmek istediğimiz fiziksel büyüklük bir kapasitörün geometrik
özelliklerini değiştirebiliyorsa kapasitörün üstündeki potansiyel de buna paralel
olarak değişir. Örneğin, kapasitörün plakaları arasındaki mesafe (d) bir basınç
değişikliğine göre zamanla genişletilip daraltılabiliyorsa basınç değişikliği:
qd
V=
εA (7.62)
bağıntısına göre bir potansiyel değişikliğine dönüşür.
Tablo 7.2.

Büyüklük Transdüser Dönüşüm

Işık Fotosel Potansiyel

Ses Mikrofon Potansiyel

Basınç Basınç transdüseri Potansiyel

Hacim Hacim transdüseri Potansiyel

Mesafe Mesafe transdüseri Potansiyel

Kapasitörlerin tıptaki bir diğer kullanım alanı iyonize edici radyasyon (x


ve gamma ışınları) ölçümleridir. x ve gamma ışınları, içinden geçtikleri ortamda
(örneğin hava) elektronlara çarparak onları atomdan dışarıya çıkarabilirler.
Böylelikle ortamda serbest elektronlar ve pozitif yüklü iyonlar ortaya çıkar (Şekil
7.27).
Şekil 7.27. X-ışınlarının iyonize edici etkisi.

İyonize edici ışınlar elektrik yüklü bir kapasitörün plakaları arasından


geçirilirse burada oluşan serbest yükler kapasitörün plakaları üzerindeki aksi
işaretli yüklerle birleşerek onları nötrler. Sonuç olarak kapasitör üzerindeki
potansiyel farkı (V=q/C bağıntısına göre) düşer. Potansiyeldeki düşme,
kapasitör aralığına giren iyonize edici ışınların dozunun ölçüsüdür. Temelde bir
kapasitör olan bu tür radyasyon ölçerlerine iyon kamarası denir. Şekil 7.28'de,
yanına radyoaktif radyum (gamma ışınları yayımlar) elementi ile yaklaşılan bir
iyon kamarasının plakaları arasındaki potansiyelin (V) radyasyon etkisi ile nasıl
düştüğü görülmektedir.
Radyum yaklaştırılınca
V

Radyum uzaklaştırılınca

0
Zaman (saat)
Şekil 7.28. Iyon kamarası potansiyelinin radyasyon etkisi ile düşmesi.

Kaynaklar:
Greenberg LH. Physics for biology and pre-med students. W. B. Saunders
Company Saunders Golden Series, Philadelphia 1975.
Halliday D. Resnick R. Physics for studensts of Science and Engineering.
John Wiley and Sons, Inc., New york 1962, 2nd Edition
Kuffler SW, Nicholls JG and Martin AR. From Neuron to Brain. 2nd printing.
Sinauer Assoc, Inc. Sunderland, Massachusetts, 1984 Ch 5.

Problemler

1. Herbiri 10 mikrofarad olan 10 adet seri bağlı kapasitöre eşdeğerdeki


kapasitörün değeri nedir?
4
2. Bir X-ışınları tübünde elektrik alanının şiddeti E=3.12x10 N/C'dur. Bu alanda
bir elektronun ivmesi nedir?
3. Kenarları a olan boşluktaki bir eşkenar üçgenin köşelerine 3 eşit pozitif nokta
yük (Q) yerleştirilmiştir. Yüklerin üçgenin merkezinde meydana getirdiği
elektrik potansiyeli için bir ifade bulunuz.
-10
4. Bir hücrede, zarın kalınlığı 50 Angstrom (=50x10 m) hücrenin dinlenme
potansiyeli -80 mV ve zar içindeki elektrik alanı, E=/5 kabul edilirse zarın
o
2'
birim alanına düşen elektrik yükü miktarı () kaç coulomb/m dir?
5. Bir osiloskbun yatay ve düşey saptırma plakalarına aynı frekansta fakat 90°
faz farkı ile iki sinusoidal gerilm uygulanırsa ekranda nasıl bir görüntü elde
edilir?

----------------------------------------

Bölüm 8

B İ Y O P O TA N S İ Y E L L E R

8.1. Giriş
Bundan önceki Bölüm'de metallerde elektrik yükünün elektronlarla
taşındığını belirtmiştik. Sulu ortamlarda ve canlılarda ise elektrik yükü iyonlarla
taşınır. Böyle ortamlara elektrolit denir. Elektrolitlerde iki tip iyon bulunur:
anyonlar (eksi yüklü iyonlar) ve katyonlar (artı yüklü iyonlar). Iyonlar, Na, K, Cl
ve Ca gibi küçük elementlerin iyonları olabilecekleri gibi, organik fosfatlar, amino
asitler ve proteinler gibi büyük moleküllerin iyonları da olabilirler.
Vücuttaki tüm hücrelerde elektriksel olaylar yer alır. Ancak bu açıdan en
önemli hücreler uyarılabilir hücreler denilen sinir ve kas hücreleridir. Tüm
hücrelerin kimyasal içeriği kendilerini çevreleyen hücreler arası sıvının
(ekstraselüler sıvı) kimyasal içeriğinden bir hayli farklıdır. Bunun en önemli
nedenleri:
1. Her hücrede hücreyi çevreleyen ve onu hücreler arası sıvıdan soyutlayan
(izole eden) bir zarın (membran) var olması,
2. Zar içinde yer alan biyokimyasal mekanizmalarla hücre içi ve hücre dışı
madde kompozisyonlarının dinamik bir dengede tutulmasıdır.
Hücre zarında, açılıp kapanabilen iyon kanalları, biyokimyasal
pompalar, çeşitli maddelere duyarlı reseptörler ve enzim sistemleri bulunur.
Hücre içi ve hücre dışı sıvıda çözünmüş halde bulunan iyonlardan bazıları,
boylarına ve taşıdıkları elektrik yükünün işaretine bağlı olarak hücre içinden
dışına veya dışından içine kolaylıkla geçebildikleri halde diğerleri daha zor
geçerler veya hiç geçemezler. Yani, hücre zarının çeşitli iyonlara gösterdiği
geçirgenlik (permeabilite) farklıdır. Zarın bu özelliğine seçici (selective)
geçirgenlik denir.
Hücre içi ile hücre dışı arasındaki iyon dağılımlarını farklı yapan diğer
faktörler zar içinde yer alan aktif biyokimyasal pompalar ve taşıyıcılardır. Bu
sistemler işlevlerini metabolik enerji kullanarak sürdürürler. Diğer taraftan, bir
iyonun, konstrasyonunun yüksek olduğu yerden düşük olduğu yere zarın izin
verdiği ölçüde kendi haline geçişi pasif bir olaydır; enerji gerektirmez. Buna
difüzyon denir.
Farklı miktarlarda ve zıt işaretli yükler taşıyan iyonların hücre içine ve
dışına eşitsiz dağılımları, hücre içi ile dışı arasında bir potansiyel farkı
oluşmasına yol açar. Hücre içi dışına göre daha düşük bir potansiyele sahiptir.
Hücre dışı potansiyel sıfır kabul edilirse, hücre içi potansiyel negatiftir.
Onsekizinci yüzyılda Luigi Galvani'nin hayvanlarla yaptığı deneylerde
tanık olduğu elektriksel olayların temelinde bu potansiyel farkı yatar. Galvani bu
potansiyele "animal elektrik" (hayvansal elektrik) adını vermiştir. Günümüzde,
canlılardan ölçülen bu tip potansiyellere biyoelektrik potansiyel veya sadece
biyopotansiyel denmektedir.
Biyopotansiyellerle ilgili bugünkü bilgilerimizin büyük bölümü kurbağa
iskelet kası ve mürekkep balığı sinir hücreleri ile yapılan deneylerden elde
edilmiştir. Tablo 8.1'de kurbağa kası ile mürekkep balığının dev aksonundaki
(akson bir sinir hücresinin ince ve uzun uzantısıdır ve bir sinir hücresinde birden
fazla olamaz) hücre içi ve hücre dışı iyon konsantrasyonları gösterilmiştir. Hücre
içi potansiyeller de Tablo'da belirtilmiştir.

Tablo 8.1. Kurbağa iskelet kasında ve mürekkep balığı dev


aksonunda hücre içi ve hücre dışı iyon dağılımları

Kurbağa kası (-80 mV) Mürekkep balığı aksonu (-70 mV)

Iyon Hücre dışı Hücre içi Iyon Hücre dışı Hücre içi
+
Na+ 120 9.2 Na 460 50
+ +
K 2.5 140 K 10 400
- -
Cl 120 (3-4) Cl 540 40-150

(konsantrasyonlar mM/l cinsindendir. Katz 1966'dan değiştirilerek)

Insanda ve diğer memelilerde de bunlara benzer dağılımlar


+
bulunmuştur. Örneğin, insanda hücreler arası ve hücre içi sıvılarındaki Na
+
konsantrasyonları sırası ile 140mM/l ve 10mM/l; aynı sıvıların K
konsantrasyonları ise sırası ile 5mM/l ve 150 mM/l dolayındadır.
8.1.1. Biyopotansiyellerle ilgili temel kavramlar:
Biyoelektrik potansiyellerin temelinde basit elektrokimya ilkeleri yatar.
Bu ilkelere geçmeden önce, elektrokimyasal olaylardan söz ederken sık sık
karşılaşacağımız bazı kavramları ve birimleri burada kısaca özetlemek yararlı
olur.
Mol ve molarite: Bir elementin atom tartısına veya bir bileşiğin molekül tartısına
eşit gram miktarına bir mol denir. Örneğin, molekül tartısı 58 olan sodyum
klorürün (NaCl) bir molünde 58 gram NaCl vardır. Bir mol miktarındaki maddede
23
Avogadro sayısı (A=6.02x10 ) kadar atom veya molekül bulunur.
Bir maddenin 1 litrelik çözeltideki mol sayısına çözeltinin molar
konsantrasyonu veya molaritesi denir. Bir litrelik çözeltide 1 mol madde varsa
maddenin çözeltideki molar konsantrasyonu 1 molar'dır ve 1M/l sembolleri ile
gösterilir. Örneğin, 1 litresinde 29 gram (29/58=0.5 mol) tuz içeren çözeltinin tuz
konsantrasyonu 0.5 molardır.
Bazen iyon konsantrasyonları ekivalan/litre birimi ile ifade edilir. Buna
çözeltinin normalitesi de denir. Konsantrasyonu 1 ekivalan/litre (Ek/l) olan
çözeltide o iyonun 1 ekivalan (veya eşdeğer) ağırlığı miktarında iyon vardır.
Ekivalan ağırlık iyonun atom (veya molekül) tartısının taşıdığı elektrik yükünün
+
mutlak değerine bölümünden bulunur. Örneğin, Na , +1 yüklü bir iyon olduğu
+ +2
için Na 'un ekivalan ağırlığı 23/1=23'dür. Fakat, Ca +2 yüklü olduğu için
ekivalan ağırlığı 40/2=20'dir.
+2
Bir örnek olarak, 5 gram CaCl içeren 1 litrelik sulu çözeltide Ca
2
iyonlarının molar ve ekivalan konsantrasyonlarını hesaplayalım. CaCl 'ün
2
molekül tartısı 111'dir. Önce çözeltideki molar konsantrasyonu bulalım:
Molar konsantrasyon=5/111=0.045 M/l
Bu madde bir tuz olduğundan suda çözündüğünde,
+2 -
0.045M CaCl 0.045M Ca + 2x0.045M Cl
2
+2
reaksiyonuna göre tamamen ayrışır. Demek ki Ca 'un çözeltideki molar
+2
konsantrasyonu: 0.045M/l'dir. Yani çözeltide 0.045x40=1.80 gram Ca iyonu
+2
vardır. Ca 'un eşdeğer ağırlığı 40/2=20 olduğuna göre çözeltideki eşdeğer
ağırlık (ekivalan ağırlık) sayısı=1.80/20=0.090'dır. Ekivalan konsantrasyonu da
0.090Ek/l'dir (Ekivalan konsantrasyon molar konsantrasyonun 2 ile çarpımından
-
doğrudan doğruya da bulunabilirdi). Cl için ise ekivalan konsantrasyon molar
konsantrasyona eşittir (0.090 Ek/l).
Ozmol ve ozmolarite: Bir çözeltideki parçacık konsantrasyonunu ifade etmek
için ozmolarite kullanılır. Buna çözeltinin ozmotik konsantrasyonu denir; birimi
osM/l'dir. Bunun binde biri mosM/l'dir. Ozmotik konsantrasyonun
hesaplanmasında, farklı türden parçacıkların mol sayıları birbiri ile toplanır.
Örneğin, yukarıdaki CaCl çözeltisinin ozmotik konsantrasyonu:
2
+2 -
0.045MCa + 0.090MCl = 0.135 osM/l (parçacık)
Kanın ozmotik konsantrasyonu 0.31 osM/l'dir. Ozmolariteleri farklı olan,
iki su çözeltisi, sadece suyu geçiren fakat çözünmüş parçacıkları geçirmeyen bir
zarla ayrılmışlarsa ozmotik konsantrasyonu düşük olan (seyreltik) çözeltiden,
ozmotik konsantrasyonu yüksek olan (derişik) çözeltiye su geçer. Su geçişi iki
taraftaki ozmotik konsantrasyonlar eşitleninceye kadar sürer. Bu esnada suyun
girdiği bölmede bir hidrostatik basınç oluşur. Bu basınca derişik bölmenin
ozmotik basıncı denir.
Canlılarda, hücre içi ile hücre dışı sıvılarının ozmotik konsantrasyonları
birbirine eşit olmak zorundadır. Bu zorunluluk, hücre içi ile dışı arasındaki
potansiyel farkının oluşmasında rol oynayan başlıca faktörlerden biridir. Diğer
faktörler şöyle sıralanabilir:
1. Hücre içi ve hücre dışı ortamları elektriksel olarak nötr olmalıdırlar,
2. Hücre içi ve hücre dışı iyon konsantrasyonları farklıdır ve zar bu iyonları
farklı derecelerde geçirir,
3. Zar içinde, zarın iki tarafındaki iyon konsantrasyonlarını farklı tutan aktif
mekanizmalar yer alır.
Şimdi bu etkenleri göz önünde tutarak, farklı konsantrasyonlarda
hazırlanmış ve birbirinden geçirgen, yarı-geçirgen veya seçici geçirgen
engellerle ayrılmış tuzlu su çözeltileri arasında yer alabilecek elektriksel olayları
inceleyelim.
I. GEÇIRGEN BIR ENGELLE AYRILMIŞ, FARKLI KONSANTRASYONLARDA
IKI NaCl ÇÖZELTISI:
Şekil 8.1 böyle bir deneyi göstermektedir. Çözeltiler arasına, çabuk
karışımı önlemek için bir kağıt engel konmuştur. Kağıt hem suyu hem de
+ -
çözünmüş haldeki Na ve Cl iyonlarını geçirir. Iki çözelti Şekil'deki gibi birbiri ile
temas eder etmez, konsantrasyon farkları nedeni ile (1) no.lu bölmeden (2)
+ -
no.lu bölmeye difüzyonla Na ve Cl iyonları geçmeye başlar. Bu sırada,
ozmotik gradyan nedeni ile de (2)'den (1)'e su geçer. Aynı zamanda iki bölme
arasında, (2) no.lu bölme negatif olmak üzere, bir potansiyel farkı oluşur. Bu
potansiyel farkı çözeltilere batırılacak bir çift elektrot ve bir voltmetre yardımı ile
ölçülebilir. Fakat kısa bir süre sonra iki bölmedeki konsantrasyonlar eşitlenir ve
bölmeler arasındaki potansiyel farkı kaybolur. Başlangıçtaki potansiyel farkı
şöyle açıklanabilir.

V
+ -
Elektrot Elektrot
(1) (2)
NaCl NaCl Bu taraf
elektronegatif
100 mM/l 10 mM/l
Kağıt

Şekil 8.1. Geçirgen bir engelle ayrılmış farklı


konsantrasyonlarda iki su çözeltisinin difüzyon
potansiyeli.

- +
Cl iyonları suda Na iyonlarından daha hareketlidirler (mobildirler).
- +
Oysa Cl iyonunun atom yarıçapı Na iyonunun atom yarıçapından daha
büyüktür. Bu nedenle ortamda, sürtünme kuvvetlerinden daha çok etkileneceği
+
ve hareketlerinin daha yavaş olacağı düşünülebilir. Gerçekte ise Na iyonları,
-
çevrelerine topladıkları ve birlikte sürükledikleri su molekülleri yüzünden Cl
iyonlarından daha büyük bir boya ulaşırlar. Bu nedenle mobiliteleri daha azdır.
+ +
Bu yönden daha ilginç bir farklılık K ile Na iyonları arasında görülür.
+ +
K iyonu Na iyonundan daha büyük olduğu halde ondan daha mobildir. Çünkü
bir iyonun yarıçapı ne kadar küçükse, çevresindeki, eksi yükler taşıyan su
molekülleri iyonun artı yüklü nükleüsüne o kadar yakındırlar. Bu nedenle de
iyona, daha çok sayıda ve daha sıkı bir biçimde kenetlenirler. Bu durum iyonun
etkin yarıçapını artırarak iyonu daha büyük bir iyondan daha az hareketli kılar.
- +
Şimdi tekrar deneyimize dönelim. Negatif yüklü Cl iyonlarının Na
iyonlarından daha haraketli olmaları demek (1)'den (2)'ye daha çabuk varmaları
demektir. Böylece (2) (1)'e göre negatif bir potansiyele sürüklenir. Fakat (2)'deki
-
negatiflik arttıkça buraya Cl iyonları geçişi yavaşlar ve sonunda da durur. Bu
+
esnada Na iyonları da (2)'ye ulaşmış olacaklardır. Iki tarafın konsantrasyonları
eşitlendiğinde tüm iyon hareketleri durur ve iki taraf arasındaki potansiyel farkı
da kaybolur. Farklı konsantrasyonlarda iki sıvı kavşağında oluşan bu tür geçici
potansiyellere difüzyon potansiyeli veya sıvı kavşak potansiyeli denir.
Hücrelerde görülen sürekli potansiyellerin böyle bir mekanizma ile
açıklanamayacağı ortadadır.
II. YARI GEÇIRGEN BIR ZARLA AYRILMIŞ FARKLI
KONSANTRASYONLARDA IKI NaCl ÇÖZELTISI:
Şimdi yukarıdaki deneyimizi biraz değiştirerek, iki çözelti arasına sadece
suyu geçiren, fakat iyonları geçirmeyen yarı-geçirgen bir zar yerleştirelim (Şekil
8.2). Bu durumda bir taraftan diğerine iyon geçişi olmaz, çünkü aradaki zar buna
izin vermez. Ancak, ozmotik konsantrasyon farkı (gradyanı) nedeni ile (2)'den
(1)'e su geçer. Bu da, (1)'de oluşan hidrostatik basınç ozmotik konsantrasyon
gradyanına eşitlendiğinde durur. Böylece, bölmeler arasında bir potansiyel farkı
oluşmaz.

h (1) (2)

NaCl NaCl
100 mM/l 10 mM/l
Zar (yalnız suyu geçirir)

Şekil 8.2. Yarı-geçirgen bir zarla ayrılmış farklı


konsantrasyonlarda iki NaCl-su çözeltisi
arasında potansiyel farkı oluşmaz.

III. SEÇICI GEÇIRGEN BIR ZARLA AYRILMIŞ FARKLI


KONSANTRASYONLARDA IYONLAR IÇEREN IKI ÇÖZELTI:
+
Üçüncü bir deney olarak, Şekil 8.3a'da gösterilen çözeltiler arasına, K
- -
ve Cl iyonlarını ve suyu geçiren fakat A gibi büyük organik anyonları
geçirmeyen seçici geçirgen (selectively permeable) bir zar koyalım. Sol bölmeye
(d), sağ bölmeye de (i) diyelim (Bu harfleri kullanmamızın amacı daha sonra
anlaşılacaktır). Çözeltilerdeki iyon konsantrasyonları mM/l olarak verilmiştir. Bu
değerlerden, her iki çözeltinin de elektriksel olarak nötr olduğu ve ozmotik
konsantrasyonlarının aynı olduğu görülmektedir.
Çözeltiler birbiri ile temas eder etmez, sol tarafta daha yüksek
-
konsantrasyonda bulunan Cl iyonları konsantrasyon gradyanlarının etkisinde
(d)'den (i)'ye geçmeye başlarlar. Başlangıçta, esasen her iki tarafta eşit
+
konsantrasyonlarda bulunan K iyonları da (bölmedeki nötrlüğün bozulmaması
- +
için) Cl iyonlarını izlerler. Fakat zıt yönde artarak oluşan K gradyanı bu
-
iyonların (d)'den (i)'ye geçişine karşı koymaktadır. Bu karşı kuvvet, Cl iyonlarını
+
aksi yönde iten kuvvete eşit olduğu zaman K geçişi durur. Sol tarafta nötrlüğün
-
bozulmaması için Cl geçişi de durur. Böylece sistem, Şekil 8.3b'de gösterilen
denge durumuna ulaşmış olur. Denge durumunda her iki tarafın nötrlüğü
korunmaktadır fakat iki taraf arasında ozmotik konsantrasyon farkı vardır. Bu da,
(d)'den (i)'ye bir miktar su geçmesine ve eğer (i) kapalı bir hacim ise, oradaki
basıncın (ozmotik basınç) artmasına yol açar.
Diğer taraftan, (d) bölmesine zardan geçemeyen bir başka iyon ilave
edilirse buradaki ozmotik konsantrasyon artırılarak (i)'deki basınç artışı
önlenebilir. Daha ileride görüleceği gibi dinlenme (istirahat) halindeki hücrelerde
+
hücreler arası sıvıdaki Na iyonları bu görevi yerine getirirler.

(d) (i) (d) (i)


+ + + +
K : 100 K : 100 K : 85.7 K : 114.3
- - - -
Cl : 100 Cl : 50 Cl : 85.7 Cl : 64.3
- -
A : 50 A : 50

E= -7.3mV

(a) (b)

Şekil 8.3. Seçici geçirgen bir zarla ayrılmış iki KCl


çözeltisinin dengeye ulaşmadan önceki (a) ve
sonraki (b) iyon dağılımları. Konsantrasyonlar mM/
l olarak verilmiştir.

Şekil 8.3b'deki iyon dağılımının bir diğer önemli özelliği, sistem bu


durumuna gelirken (i) bölmesinin (d) bölmesine göre negatif bir potansiyel
+
kazanmış olmasıdır. Iki bölme arasındaki potansiyel farkı K iyonlarının geriye
-
tekrar (d) bölmesine geçmelerini önlediği gibi, (i)'ye daha çok Cl iyonu
+ -
girmesine de izin vermez. Ayrıca, iki taraftaki K ve Cl konsantrasyonları
dikkatle incelendiğinde konsantrasyonlar arasında,
Kd Cl
= i
Ki Cl d (8.1)
veya K Cl =K Cl
d d i i
ilişkisinin geçerli olduğu görülür. Bu duruma Donnan dengesi adı verilir.
Donnan dengesi koşullarını yerine getiren iyonlar ortak bir potansiyel
gradyanı tarafından bulundukları bölmelerde tutulurlar. Bu potansiyel
gradyanına yol açan potansiyel farkı Eş.8.1'deki oranlardan biri kullanılarak
Nernst denklemi denilen aşağıdaki bağıntıdan hesaplanabilir:
RT K d
EK = ln
zF K i

RT K
EK = 2. 303 log d
veya: zF Ki (8.2)
Burada:
+
z = söz konusu iyonun taşıdığı yük (K için +1)
F = Faraday sabiti (1 yüklü bir mol iyonun taşıdığı yük96500 C/mol)
R = evrensel gaz sabiti (8.31 J/mol.K)
T = mutlak sıcaklık (K)
+
Bölmeler, K iyonlarının (i)'den (d)'ye geçişini engelleyecek şekilde
kutuplanmışlardır (polarize olmuşlardır). Buna göre, (i) (d)'ye göre negatif
+
potansiyeldedir. Bu potansiyele K iyonunun denge potansiyeli (E ) denir. Şekil
K
+
8.3b'deki K konsantrasyonları kullanıldığında, E 'nin oda sıcaklığındaki değeri
K
(t=20C veya T=293 K), Eş. 8.2'den:
8 . 31x 293 85 . 7
EK = x 2. 303 log = 58 . 1x log( 0 . 75 ) = −7 . 3 mV
1x 96500 114 . 3
bulunur (Oda sıcaklığında 1 yüklü iyonlar için RT/zF=25.2 mV).
-
Cl iyonunun denge potansiyeli de aynı yöntemle bu iyonun
konsantrasyonlarından hesaplanabilir:
RT Cl i
E Cl = ln
zF Cl d
(8.3)
Fakat, iki iyon dengede olduklarından (Eş.8.1), klor denge potansiyelinin değeri
ve polaritesi potasyumunki ile aynıdır (E =E ).
Cl K
8.1.2. Nernst denkleminin çıkarılışı:
Yukarıdaki sistemlerde denge potansiyelini hesaplamak için
kullandığımız Nernst denklemi biyoloji literatüründe en iyi bilinen ve en çok
kullanılan bağıntıdır ve çeşitli biyoelektrik teorileri bu son derece kullanışlı
denkleme veya onun değişik ifadelerine dayanır. Nernst denklemi basit
biyokimyasal ilkelerden aşağıdaki gibi kolaylıkla çıkarılabilir.
Bunun için önce, belli bir hacim içine sıkıştırılmış gaz moleküllerinin
davranışını inceleyelim. Çünkü bir zarın bir tarafında daha yüksek
konsantrasyonda bulunan parçacıklar böyle bir gaza benzerler. Gazın ideal bir
gaz olduğu kabul edilirse, sıcaklığı sabit tutulan n mol gazın basıncı ile hacmi
arasında şu ilişki vardır:
pV=nRT (8.4)
2
Burada: p=gazın iç basıncı (N/m )
3
V=gazın hacmi (m )
R=evrensel gaz sabiti (8.31 J/K.mol),
T=mutlak sıcaklık (K)
Yukarıdaki eşitliğin her iki tarafı V ile bölünürse, n/V=C gazın V
hacimdeki mol sayısı (molar konsantrasyonu) olmak üzere Eş.8.4 şöyle de
yazılabilir:
p=CRT (8.5)
Diğer taraftan parçacık konsantrasyonu M osM olan bir çözeltinin
ozmotik basıncı (p), Eş.8.5'e çok benzeyen şu bağıntı ile ifade edilir:
p=MRT
Şimdi tekrar sıkıştırılmış gaz örneğimize dönelim. Gaz, Şekil 8.4'deki
gibi pistonlu bir silindir içinde V hacmine sıkıştırılmış olsun. Gazın, sabit
1
sıcaklıkta, V hacminden V hacmine genişlemesine izin verilirse, gaz pistonun
1 2
uyguladığı dış kuvvete eşit bir kuvvetle piston üzerinde iş yapar. Işi yapan
kuvvet (F), p gazın basıncı ve A silindirin kesit alanı olmak üzere:
F=pA (8.6)
Bu kuvvet pistonu dl kadar ittiğinde, yaptığı iş:
dW=pAdl (8.7)
Fakat, Adl=dV gazın hacmindeki genişleme olduğundan Eş.8.7 yerine,
dW=pdV (8.8)
yazılabilir. Gazın V hacminden V hacmine genişlerken yaptığı toplam iş (W),
1 2
Eş.8.8'de p yerine Eş.8.4'deki eşiti kullanılarak şu integralden bulunur:

z
V2
dV V2 V2
W = nRT = nRT ln V V1
= nRT ln
V1
V V1

V2
W = nRT ln
V1 (8.9)
V2
F
p

V1
A

dl

Şekil 8.4. Genişleyen bir gazın yaptığı iş.

Şimdi Şekil 8.4'deki silindirin bir su çözeltisi ile dolu olduğunu ve


pistonun, suyu ve küçük çözünmüş parçacıkları geçiren delikler taşıdığını, yani
daha önce sözünü ettiğimiz seçici-geçirgen zarlar (membranlar) gibi
davrandığını düşünelim. Piston yavaş yavaş silindir içine itilirse, su ve küçük
parçacıklar deliklerden geçebildikleri için pistonun arkasına geçerler, fakat
parçacıkların büyük bir bölümü giderek küçülen bir çözelti hacmine (buna V
1
diyelim) sıkışırlar. Parçacıklar pistonun arkasına geçtikçe daha büyük bir çözelti
hacmine (buna V diyelim) dağılırlar ve bu esnada ozmotik iş yaparlar. Bu iş
2
yukarıda ele aldığımız sıkıştırılmış gazın genişlerken yaptığı işe benzer ve aynı
bağıntıdan hesaplanabilir.
Parçacıkların sıkıştırılmış oldukları küçük hacimdeki molar
konsantrasyonları C , yayıldıkları geniş hacimdeki molar konsantrasyonları C
1 2
olmak üzere Eş. 8.9'da V yerine n/C ; V yerine de n/C yazarsak
1 1 2 2
parçacıkların geniş hacme yayılırken yaptıkları ozmotik iş (W ):
oz
n / C2
Woz = nRT ln
n / C1 veya bir
C
Woz = RT ln 1
mol (n=1) parçacık için: C 2 (8.10)
bağıntısından bulunur.
Şimdi yukarıdaki parçacıkların elektrik yüklü (iyon) olduğunu düşünelim.
Iyonlar pistonun bir tarafından diğer tarafına geçtikçe birbirinden ayrılan yükler
iki taraf arasında bir potansiyel farkı oluşmasına yol açarlar. Bu potansiyel
farkından doğan elektrik alanı iyon difüzyonuna karşı koyar. Elektriksel kuvvet
difüzyon kuvvetine eşit olduğunda ise difüzyon durur. Iki kuvvetin eşit olduğu
koşullar, elektriksel işle ozmotik iş birbirine eşitlenerek belirlenebilir.
Ozmotik işi daha önce bulmuştuk. Elektriksel iş ise potansiyel farkı (E)
ile yükün çarpımına eşittir. z=iyonun taşıdığı yükün değeri ve işareti (1, 2, vb);
-19
ve e=elektron yükü (=1.6x10 C) olmak üzere, z yüklü bir iyon üzerinde
yapılan iş:
W =zeE J (bir iyon) (8.11)
el
Bir mol +1 yüklü iyonun taşığı yük:
F=Ae Coulomb (8.12)
ifadesinden bulunur. Buna Faraday denir (A=Avogadro sayısı).
23 -19
F=6.02x10 x1.6x10 =96500 C
Böylece 1 mol iyon üzerinde yapılan toplam elektriksel iş, Eş. 8.11'den:
W =zFE Jul (1 mol iyon) (8.13)
el
bulunur. Elektriksel iş ile ozmotik iş birbirine eşitlendiğinde:
C1
RT ln
zFE= C2 (8.14)
Bu da E için çözüldüğünde, iyonun denge potansiyeli için:
RT C 1
E= ln
zF C 2 volt (8.15)
elde edilir. Bu da daha önce kullandığımız Nernst denklemidir. Yukarıdaki
bağıntıda C ve C iyonun iki taraftaki molar konsantrasyonları veya
1 2
aktiviteleridir.
8.1.3. Zar (membran) dinlenme potansiyeli:
Canlılarda, hücre dinlenme halinde iken, hücre içi ile hücre dışı
+ +
arasında var olan potansiyel farkının en önemli nedeni, hücre zarının Na , K
-
ve Cl iyonlarına gösterdiği seçici geçirgenliktir. Bunun sonucu, söz konusu
iyonlar zarın iki tarafında farklı konsantrasyonlarda tutulurlar. Şekil 8.5, bir
model hücrede, hücre içi ile dışındaki hücreler arası sıvının iyon içeriğini ve
konsantrasyonlarını göstermektedir. Hücre içinde, dışta da yer alan üç iyondan
-
başka zardan geçemeyen büyük organik anyonlar (A ) bulunmaktadır. Gerçekte
bu sistem daha önce incelediğimiz seçici geçirgen zarla ayrılmış KCl
çözeltilerine benzer (bkz Şekil 8.3). Ondan tek farkı her iki tarafa NaCl ilave
edilmiş olmasıdır. Fakat model hücrenin zarı sodyum iyonlarını geçirmez.
Hücre dışı Hücre içi

+
+ -
Na 117 + - 30

K
+
3 +
- 90
-85mV
-
Cl 120 + - 4

A
-
0 +
- 116
-
+

Şekil 8.5. Model hücrede, hücre içi ve hücre dışı iyon


dağılımı. Bu iyon dağılımı kurbağa
sinirlerindeki ile hemen hemen aynıdır.

Ayrıca Şekil 8.5'deki modelde, hücreyi çevreleyen hücreler arası sıvı


hacminin hücre içi sıvısının hacmine kıyasla çok geniş olduğu, bu nedenle de
hücreler arası sıvıdan hücre içine veya hücre içinden buraya olacak iyon ve su
geçişinin bu ortamdaki iyon konsantrasyonlarını etkilemeyeceği söylenebilir.
Diğer taraftan, model hücrenin içindeki ve dışındaki iyon dağılımlarına
göre, hücre içinin dışına göre, 85mV'luk negatif bir potansiyelde olduğu
görülmektedir. Buna hücrenin zar potansiyeli veya dinlenme potansiyeli denir.
Şekil'deki model hücrenin iyon konsantrasyonları kurbağa sinir
hücrelerinde rastlananlarla hemen hemen aynıdır. Hücre zarının iki tarafındaki
çözeltilerde, daha önce sözünü ettiğimiz şu koşulların geçerli olduğu
görülmektedir: 1. Her iki taraf elektriksel olarak nötrdür, 2. Her iki tarafta ozmotik
konsantrasyonlar aynıdır.
+
Iki taraftaki K konsantrasyonları Nernst denkleminde kullanılırsa,
potasyumun oda sıcaklığındaki (T=293K) denge potansiyeli hesaplanabilir:
E 58 log(K /K )=58 log (3/90)-85 mV
K d i
Klor denge potansiyeli de (E ) Nernst denkleminden aynı şekilde
Cl
-
hesaplanabilir. Cl iyonları için z=-1 olduğundan:
E -58 log(Cl /Cl ) veya E =58 log (Cl /Cl )
Cl d i Cl i d
şeklinde yazılmalıdır. Buradan da:
E 58 log(4/120)-85 mV
Cl
bulunur. Görüldüğü gibi iki iyonun denge potansiyelleri aynıdır. Böylece iki
iyonun dengede oldukları anlaşılmaktadır. Zar potansiyeli bu potansiyele eşit ise
+ - +
hem K hem de Cl iyonları zar potansiyeli ile dengededirler. Bu koşullarda, K
-
iyonlarının hücreden dışarıya net bir difüzyonu olamayacağı gibi, Cl iyonlarının
da dışarıdan içeriye net bir difüzyonu olamaz.
Esasen, hemen hemen tüm hücrelerde zar dinlenme potansiyelinin,
potasyum denge potansiyeline bağlı olduğu, klorun da kendini potasyum
dağılımına uydurduğu uzun bir süredir bilinmektedir. Bu gözlemler deneylerle
kanıtlanmıştır.
Potasyum denge potansiyeli potasyumun hücre dışı konsantrasyonuna
bağlı olduğu için, dış potasyum konsantrasyonunun değiştirilmesi zar
potansiyelini köklü bir biçimde değiştirir. Bu etkiyi deneysel olarak görmek için
dış potasyum konsantrasyonunu normalin iki katına (örneğin, Şekil 8.5'deki
modelde 3mM'dan 6 mM'a) çıkardığımızı düşünelim. Dıştaki ozmotik
konsantrasyonu etkilememek için, dış soyum konsantrasyonunu da aynı
miktarda (modelde 117mM'dan 114mM'a) düşürmemiz gerekecektir. Bu
değişiklikler, hücreyi uygun iyon konsantrasyonları ile hazırlanmış yeni bir
çözelti içine koymakla gerçekleştirilebilir. Bu yapıldığında zar potansiyelinin
-85mV'dan -68 mV'a düştüğü ve hücre içi klor konsantrasyonunun da öncekinin
hemen hemen iki katına çıktığı görülür. Bunun nedeni şöyle açıklanabilir.
Dış potasyum konsantrasyonu artırıldığında o ana kadar var olan denge
bozulur ve zardan içeriye potasyum iyonları girmeye başlar. Artı yüklü potasyum
iyonları zar içininin negatifliğini bir miktar azaltırlar yani onu depolarize ederler.
Bu depolarizasyon klor iyonlarının dengesini de bozar bunun sonucu klor
iyonları da hücre içine girmeye başlarlar. Hücre içi ortamda nötrlüğün
bozulmaması için iki iyonun hücre içine eşit miktarlarda girmeleri, ozmotik
dengenin bozulmaması için de onlarla birlikte hücreye bir miktar su girmesi
gerekir. Bu olaylar iki iyonun hücre içi ve hücre dışı dağılımlarının yeni bir
dengeye ulaşmasına kadar yani klorun ve potasyumun zarın iki tarafına yeniden
eşit konsantrasyon oranlarında dağılmalarına kadar sürer. Sonuç olarak, hücre
içi klor konsantrasyonu yaklaşık iki kat artarken sodyum ve hücre içi anyon
konsantrasyonları, içeriye giren su nedeni ile çok küçük miktarlarda azalır.
Hücre dışı klor konsantrasyonunun düşürülmesinin etkisi de aynı
yaklaşımla incelenebilir. Fakat bunun zar potansiyeline hiç bir etkisi olmadığı
görülür. Örneğin, dış klor konsantrasyonu, klor yerine, aynı konsantrasyonda
zarı geçemeyen bir iyon konarak normalin yarısına düşürüldüğünde hücre içi ile
dışı arasındaki klor dengesi bozulacağından, hücre içinden dışına bir miktar klor
çıkar. Hücre içi nötrlüğün bozulmaması için de klorla birlikte hücreden dışarıya
potasyum çıkar. Ozmotik denge için bu iyonlarla birlikte hücreden dışarıya bir
miktar da su çıkar ve hücre biraz büzülür. Fakat klorun hücre içi konsantrasyonu
zaten küçük olduğu için, bunun az bir miktarının hücre dışına çıkması ve
beraberinde potasyumu da çıkarması hücre içi potasyum konsantrasyonunu
sözü edilecek derecede düşüremez. Bu nedenle, de potasyum dağılımının
kontrol ettiği zar potansiyeli hemen hemen hiç değişmez. Bu deneyde hücreden
dışarıya su çıkması hücre içi sodyum ve anyon konsantrasyonlarının çok az
miktarlarda artmalarına yol açar.
Yukarıdaki deneylerden şu sonuç çıkarılabilir. Hücre dışı ortamın iyon
konsantrasyonları değiştirildiğinde potasyum ve klor yeni dengelerine farklı
yollardan ulaşırlar. Potasyum konsantrasyonu değiştirildiğinde, zar potansiyeli
potasyumun yeni denge potansiyelinin değerini alır; klor da kendi dağılımını bu
yeni zar potansiyeline uydurur.
Hücrelerde zar potansiyelinin hücre içi ve hücre dışı potasyum iyonları
dağılımına bağlı olduğu ilk kez 1902'de Julius Bernstein tarafından ortaya
atılmıştır. Bernstein, hücre içinin potasyumca zengin olduğunu fakat çok az klor
içerdiğini, hücre içinde zardan geçemeyen anyonlar bulunduğunu ve hücre
zarının sodyum iyonlarını geçirmediğini biliyordu. Yani Bernstein'in hücre
kavramı yukarıda ele aldığımız model hücre ile hemen hemen aynı idi.
Fakat sonraları bu alanda P.J. Boyle, E.J. Conway ve başkaları
tarafından daha ayrıntılı çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmaların çoğunda da,
çapının büyüklüğü (yaklaşık 1 mm) nedeni ile bu amaç için çok uygun olan
mürekkep balığı "dev aksonu" kullanılmıştır. Şekil 8.6, Hodgkin ve Keynes'in
mürekkep balığı dev aksonunun hücre dışı potasyum konsantrasyonunu K
d
değiştirerek zar potansiyelinin, Nernst denkleminin öngördüğü değerlere ne
kadar uyduğunu saptamak için yaptıkları bir deneyin sonuçlarını göstermektedir.
Kesikli çizgi deneysel değerler kullanılarak, sürekli çizgi ise Nernst
denkleminden elde edilen değerler kullanılarak çizilmiştir.
Görüldüğü gibi, zar potansiyelinin Nernst denkleminden hesaplanan
değerleri, özellikle yüksek potasyum konsantrasyonları için, deneylerde
ölçülenlerle uyum içindedir. Düşük konsantrasyonlarda ise deneysel eğri Nernst
denkleminden sapar.
Bir başka deneyde akson içi sıvı tümü ile boşaltılarak, değişik iyon
konsantrasyonları ile hazırlanmış sıvılarla doldurulmuştur. Sıvıdaki sodyum ve
potasyum konsantrasyonları normal değerlerinde olduğu sürece, proteinler ve
amino asitler içermese bile aksonun normal fizyolojik davranışını sürdürebildiği
gözlenmiştir. Fakat hücre içi potasyum konsantrasyonu dış ortamdakine eşit
yapıldığında, Nernst denkleminin öngördüğü gibi, zar potansiyeli sıfıra
düşmüştür.
Bütün bu deneyler göstermiştir ki Bernstein'in ilk ortaya attığı hipotez
hemen hemen doğrudur. Yani zar potansiyeli tamamen değilse bile büyük
ölçüde potasyumun hücre içi ve hücre dışı konsantrasyon oranına bağlıdır.

Şekil 8.6. Zar potansiyeli ve hücre dışı potasyum konsantrasyonu.


Eğrinin eğimi (düz sürekli çizgi), oda sıcaklığında 1'e 10
konsantrasyon oranı için Nernst denkleminden
hesaplanan 58mV değerini gösterir.

Zar potansiyelinin Nernst denkleminin öngördüğü doğrusal ilişkiden


sapmasının nedenlerinden biri hücre zarının sodyum geçirgenliği hakkında
yapılan varsayımdır. Zarın sodyumu hiç geçirmediği tam olarak doğru değildir.
Gerek yukarıdaki model hücremizde gerekse gerçek hücrelerde sodyum, hem
kendi konsantrasyon gradyanının hem de zarın iki tarafı arasındaki potansiyel
gradyanının etkisi ile hücre dışından içine doğru itilir. Fakat zarın sodyum
geçirgenliği çok düşük olduğundan, bu kuvvetlere rağmen hücre içine giren
sodyum miktarı çok azdır.
Az da olsa, pozitif yüklü sodyum iyonları hücre içine girdikçe hücre içini
depolarize ederler. Bu depolarizasyon potasyum dengesini de bozduğu için
potasyum da hücre dışına çıkmaya başlar. Bu koşullarda, iki iyon akısı arasında
dinamik bir denge kurulur; öyle ki hücre içine giren pozitif sodyum iyonu akımı,
hücre dışına çıkan pozitif potasyum iyonu akımı ile dengelenir. Yani zar
üzerinden net bir iyon akımı olmaz.
Diğer taraftan, birçok gerçek hücrede, daha önce klor iyonlarının
dengede olduğu hakkında yaptığımız varsayım da tam olarak geçerli değildir.
Yani zar üzerinden hücre içine bir de klor akımı vardır. Hücredeki dinamik
dengenin devamı için bu üç iyon akımının toplamının sıfır olması gerekir. Bu
konu üzerine teorik açıdan ilk kez eğilen Goldman, zar potansiyelinin, bu üç
iyonun hücre içi ve hücre dışı konsantrasyonları ile, zarın bu üç iyona gösterdiği
göreceli geçirgenliklere (p , p , p ) bağlı olduğunu ileri sürerek bugün kendi
K Cl Na
adı ile anılan aşağıdaki denklemi geliştirmiştir:
K d + ( pNa / pK )Na d + ( p Cl / pK ) Cl i
Vm = 58 log
K i + ( pNa / pK )Na i + ( p Cl / pK ) Cl d (8.16)
Burada: K , Na ve Cl : üç iyonun hücre dışı konsantrasyonlarını,
d d d
K , Na ve Cl : üç iyonun hücre içi konsantrasyonlarını belirtir
i i i
(Bu denklem bazan GHK: Goldman-Hodgkin-Katz denklemi adı ile de anılır.
Çünkü diğer iki araştırmacı Goldman'dan bağımsız olarak kendi çalışmalarında
aynı denklemi kullanmışlardır).
Goldman denklemi, zarın iki tarafı arasındaki potansiyel gradyanının
sabit olduğu, yani zar içindeki elektrik alanının sabit olduğu varsayımına
dayanır. Bu nedenle bu denkleme sabit alan denklemi de denir.Goldman
denklemi, zar potansiyelinin hücre dışı potasyum konsantrasyonu ile nasıl
değiştiğini gösteren Şekil 8.6'daki deneysel eğri ile oldukça uyumludur. Üç
iyonun, mürekkep balığı dev aksonu için verilen (bkz Tablo 8.1) hücre içi ve
hücre dışı konsantrasyonları ile zarın potasyum, sodyum ve klora olan relatif
geçirgenlikleri,
p : 1.0 ; p : 0.03 ; p : 0.1
K Na Cl
Eş.8.16'da kullanıldığında, zar potansiyeli V için:
m
10 + ( 0 . 03 ) 460 + ( 0 . 1) 40 10 + 13 . 8 + 4
Vm = 58 log = 58 log = −70 mV
400 + ( 0 . 03 ) 50 + ( 0 . 1) 540 400 + 1. 5 + 54
(8.17)
bulunur. Bu da deneylerde ölçülen değerlere çok yakındır. Böylece zar
potansiyelinin, potasyum ve klor için Nernst denkleminden hesaplanan denge
potansiyellerinden (E =-92 mV ve E =-65 mV) farklı olduğu ortaya
K Cl
çıkmaktadır.
AKTIF TRANSPORTUN ROLÜ:
Bu Bölüm'ün başlarında, hücre içi ile hücre dışı arasındaki eşitsiz iyon
dağılımının nedenlerinden biri olarak zar içinde yer alan aktif mekanizmalardan
söz etmiştik. Oysa Şekil 8.6'daki hipotetik model hücrede bu farklı dağılımı
sürdürmek için aktif mekanizmalara, dolayısıyla metabolik enerjiye gerek yoktur.
Çünkü model hücrede potasyum ve klor iyonlarının dengede oldukları ve zarın
sodyum iyonlarını geçirmediği kabul edilmiştir. Oysa gerçek hücrelerde, daha
önce de belirtildiği gibi ne potasyum ve klor dengededirler ne de zarın sodyum
geçirgenliği sıfırdır. Çünkü sodyum sürekli olarak hücre içine, potasyum da
hücre dışına sızmaktadır. Bu durum karşısında hücre içi iyon konsantrasyonları,
sodyumu hücre dışına atan, potasyumu da tekrar içeriye taşıyan ve bunun için
metabolik enerji kullanan aktif mekanizmalarla sabit tutulur. Diğer taraftan,
birçok hücrede klor dengede olabileceği halde, değildir ve bu nedenle klor
konsantrasyonu da aktif bir mekanizma ile düzenlenir. Mürekkep balığı
aksonunda klor, hücre dışından içine taşınır; başka sinir hücrelerinde ise içten
dışa atılır.
8.1.4. Aksiyon potansiyeli:
Şimdiye kadar dinlenme (istirahat) halindeki hücrelerde yer alan
elektrokimyasal olaylardan söz ettik. Uyarılabilir (excitable) hücreler denen sinir
ve kas hücreleri uygun fiziksel veya kimyasal uyaranlarla (stimulus) veya bir
başka sinir hücresinden aldıkları yeterli düzeydeki uyaranlarla uyarılabilirler. Bir
sinir veya kas hücresi uyarıldığında, hücrede o ana kadar var olan dinamik
denge kısa bir süre için bozulur ve hücredeki elektrokimyasal olaylar köklü bir
değişikliğe uğrar. Bu esnada hücre içi dışına göre pozitif bir potansiyele
sürüklenir. Hücre içinin bu kısa süreli potansiyel değişikliğine hücrenin aksiyon
potansiyeli denir (Şekil 8.7).
(mV)
Vm

E Na 55
44

Depolarizasyon Aksiyon potansiyeli

1 2 3 t (ms)

Polarize
olmuþ hücre

ECl -65
-70

Uyarma anı Hiperpolarizasyon


E -92
K

Şekil 8.8. Mürekkep balığı sinir hücresinin aksiyon potansiyeli.


Kas hücrelerinin aksiyon potansiyelleri daha uzun
sürelidir.

Bernstein'a göre aksiyon potansiyelinin nedeni, uyarılan hücrede,


+
zardaki sodyum kanallarının birden bire açılması sonucu hücre içinin pozitif Na
iyonları tarafından istila edilmesi ve böylelikle hücre içinin negatifliğini
kaybetmesi (depolarizasyonu) idi. Aynı tarihlerde Overton da sinir ve kas
hücrelerinin aksiyon potansiyeli üretme yeteneklerini koruyabilmeleri için
sodyumun gerekli olduğunu, fakat lityumun bu olayda sodyumun yerini
tutabileceğini keşfetmişti.
Gerçekten pek uzak olmayan Bernstein hipotezi 1939 yılına kadar
geçerliliğini korudu. O tarihte ve daha sonra iki önemli gözlem yapıldı: 1.
Bindokuzyüz otuzda Curtis ile Cole ve Hodgkin ile Huxley aksiyon potansiyelinin
genliğinin dinlenme potansiyelinden daha büyük olduğunu bildirdiler. Yani
aksiyon potansiyeli esnasında hücre içi sadece negatifliğini kaybetmekle
kalmıyor, fakat geçici olarak hücre dışına göre pozitif bir potansiyel kazanıyordu.
2. Bindokuzyüz kırkdokuzda Hodgkin ve Katz önemli bir gerçeği daha ortaya
çıkardılar: Aksiyon potansiyelinin genliği hücre dışı sodyum konsantrasyonuna
bağlı idi. Bu bulgular Şekil 8.8'de özetlenmiştir.
Aynı araştırmacılar ayrıca şunu da kantıladılar: Aksiyon potansiyeli en
yüksek değerinde (doruğunda) iken zarın sodyum geçirgenliğinin (pNa) dinlenme
halindekinin yüzlerce katına ulaştığı kabul edilirse, o andaki zar potansiyeli (Vm),
sabit alan denkleminden büyük bir doğrulukla hesaplanabilir.
Sonraları, mürekkep balığı aksonlarını perfüze ederek akson içi sodyum
konsantrasyonunu değiştiren Baker, Hodgkin ve Shaw da benzer sonuçlar elde
etmişlerdir. Tüm bu sonuçlar bir arada, aksiyon potansiyeli esnasında zar
potansiyelinin sodyum geçirgenliği (p ) ile kontrol edildiğini gösterir. Örneğin,
Na
aksiyon potansiyeli esnasında zarın relatif iyon geçirgenlikleri (p : p :p )
K Na Cl
aşağıdaki gibi değişmiş olsun:
1: 0.03: 0.1 1: 15: 0.1
Böylece, p , dinlenim değerinin 15/0.03=500 katına çıkmış olsun. Bu
Na
geçirgenlik oranları sabit alan denkleminde (Eş.8.16) kullanıldığında:
10 + (15)460 + (0.1)40
Vm = 58log = +44 mV
400 + (15)50 + (0.1)540 (8.18)
bulunur.
Demek ki herhangi bir anda zar potansiyeli, zarın o anda en iyi geçirdiği
iyonun konsantrasyon oranı ile kontrol edilmekte ve değeri o iyonun denge
potansiyeline yaklaşmaktadır. Hücre dinlenme halinde iken potasyum
geçirgenliği (p ) en yüksektir ve zar potansiyeli potasyumun denge
K
potansiyeline (E =-92 mV) yakındır. Hücre uyarıldığında ise sodyum
K
geçirgenliği (p ) en yüksektir ve zar potansiyeli sodyumun denge
Na
potansiyeline (E ) yaklaşır. Sodyum denge potansiyeli, diğer iyonların denge
Na
potansiyelleri gibi, Nernst denkleminden hesaplanabilir:
460
ENa = 58log ≈ +55 mV
50 (8.19)

(a)

(b)
Şekil 8.8. Mürekkep balığında aksiyon potansiyelinin dış sodyum
konsantrasyonuna Na bağımlılığı. Dış sodyum
d
konsantrasyonu (a)'da normalin üçte birine, (b)'de
normalin yarısına düşürülmüştür. Her iki durumda 1 no.lu
traseler normal aksiyon potansiyeli traseleridir.

Özetlersek, aksiyon potansiyelinin başlangıcında zar en çok potasyumu


geçirmektedir. Hücre uyarıldığında sodyum kanallarının (henüz açıklamadığımız
bir mekanizma ile) birden bire açılmaları sonucu zarın sodyum geçirgenliği artar;
bu esnada potasyum geçirgenliği azalır. Aksiyon potansiyeli başlamadan hemen
önce hücre içi negatif bir potansiyelde olduğundan ve konsantrasyon gradyanı
açısından da sodyum hücre içine girme eğiliminde olduğundan, zarın sodyum
geçirgenliği artar artmaz, sodyum bu büyük elektrokimyasal gradyanın etkisinde
hücreye girmeye başlar.
Hücrenin uyarılabilmesi için hücre içi potansiyelin bir eşik değere kadar
depolarize edilmesi gerekir. Işte sodyum kanallarının aniden açılmasına neden
olan etki budur. Sodyum kanalları voltaja duyarlıdır. Yani, zarın iki
tarafıarasındaki potansiyel farkı belli bir değere düştüğünde sodyum kanalları
açılır. Açılan kanallardan içeriye giren sodyum da hücre içini daha da depolarize
eder. Bu ise sodyum kanallarının daha çok açılmasına neden olur ve sonuçta
hücreye daha çok sodyum girer. Böylece, hücre içi potansiyel sadece hücre dışı
potansiyele eşitlenmekle kalmaz, hücre dışına göre pozitif değerlere ulaşır.
Nisbeten küçük sayılabilecek bir başlangıç depolarizasyonunun kendi kendini
giderek artırması ile gerçekleşen bu olay, hücre içi potansiyelin sodyum denge
potansiyeline yakın bir değere ulaşmasına kadar sürer. Hücre içine sodyum
girişinin kendi kendini pekiştirmesi ile gerçekleşen bu olay rejeneratif veya
pozitif geri bildirimli (positive feed-back) olaylara iyi bir örnektir.
Hücre içi potansiyel giderek pozitif bir değer alırken hücre içine sodyum
girişi de azalmaya başlar. Fakat hücre içi pozitif (dışı negatif) olduğundan, aynı
zamanda hücreden dışarıya potasyum iyonları çıkmaya ve içeriye klor iyonları
girmeye başlar. Potasyum ve klor akımları sodyumun hücreye giriş akımına eşit
olduğunda yeni bir denge kurulur. Fakat bu denge kısa sürelidir. Çünkü bu
evrede zarın sodyum geçirgenliği tekrar normal düşük değerine dönerken
potasyum geçirgenliği de artar. Böylece, hücreden dışarıya çok miktarda
potasyum çıkar ve hücre içini tekrar dinlenim durumundaki negatif potansiyele
sürükler. Zarın bu olaylar sırasındaki relatif sodyum ve potasyum geçirgenliği
değişiklikleri Şekil 8.9'da şematik olarak gösterilmiştir.
E
Na +60
+40
+20
0
-20 Na+ K
+
-40 içeri dışarı
-60
E
K -80 A B C
+ + +
Relatif K Relatif Na Relatif K
geçirgenliği geçirgenliği geçirgenliği
yüksek yüksek yüksek

Şekil 8.9. Aksiyon potansiyeli esnasında zarın relatif sodyum ve


potasyum geçirgenliklerindeki değişiklikler.
Aksiyon potansiyeli sinir hücrelerinde ve çoğu kas hücresinde 1 ms
kadar sürer. Kalp kası hücrelerinde ise 200 ms'yi bulabilir. Bunun nedeni kalp
kası hücrelerinde zarın sodyum geçirgenliğinin normal düşük değerine ve
potasyum geçirgenliğinin önceki yüksek değerine dönmesinin gecikmesidir. Bu
nedenle, sinir ve kas hücrelerinin aksiyon potansiyelleri bir dikeni (spike)
andırırken kalp kası hücrelerinin aksiyon potansiyelleri düz bir plato
görünümündedir (Şekil 8.10).
mV Sinir Kas Kalp kasý
(kedi) (sýçan) (kedi)
+40
+20
0
-20
-40
-60
-80
-100

0 0.5 1 0 1 2 3 4 5 0 100 200 300


ms ms ms
Şekil 8.10. Sinir (a), iskelet kası (b) ve kalp kası (c) hücrelerinin
aksiyon potansiyelleri.

Bir aksiyon potansiyeli esnasında hücreye sodyum giriyor ve hücreden


dışarıya potasyum çıkıyorsa bu durum hücre içinin normal iyon
konsantrasyonlarını değiştirmez mi? Zarın kapasitif özelliğini göz önüne alarak
bir örnekle bu soruya yanıt arayalım:
Örnek: 1
Aksiyon potansiyeli esnasında akson içi potansiyel -70 mV'dan +40 mV'a
çıkar. Toplam potansiyel değişikliği: 40-(-70)=110 mV kadardır. Çapı 1 mm
2
(yarıçapı 0.5 mm) ve zarının 1 cm 'sinin kapasitansı 1 F olan bir aksonda
hücre içine giren yük miktarını hesaplayalım. Bu yük miktarından da hücre içi
iyon konsantrasyonlarında ortaya çıkan değişiklikleri hesaplayalım.
Zar potansiyelinde 110 mV'luk potansiyel değişikliğine neden olan yük
miktarı q=CV bağıntısından hesaplanabilir. Ancak bunun için önce aksonun
belli bir uzunluğunun toplam kapasitansını bulmamız gerekir. Örneğin,
aksonun 1 cm uzunluğundaki bir bölümünü göz önüne alalım. Böyle bir
silindirin yan yüzeyinin alanı, A=2prL (L=silindirin uzunluğu - örneğimizde 1
cm) bağıntısından:
2
2px0.05x1=0.314 cm bulunur. Bu yüzeyin kapasitansı da:
-6
0.314x1=0.314 F veya 0.314x10 F'dır.
-6 -8
Şimdi de q=CV bağıntısından: q=0.314x10 x0.1103.4x10 C
Bu yük hücre içine sodyum iyonları tarafından taşınmıştır. Bir değerli
bir mol iyon 96500 C yük taşıdığına göre, yukarıdaki yük içeriye,
-8 -13 +
3.4x10 /96500=3.58x10 mol Na iyonu tarafından taşınmıştır. Zar
potansiyeli dinlenim durumuna dönerken aynı miktarda potasyum iyonu
hücreden dışarıya çıkar.
2
Diğer taraftan, göz önüne aldığımız akson parçasının hacmi pr L
2 -3 3 -6
bağıntısından: 3.14x(0.05) x1=7.85x10 cm veya 7.85x10 litre kadardır.
Böylece, sodyum iyonlarının akson içine girmeleri ve aynı miktarda
potasyumun hücreden dışarıya çıkması ile iyonların hücre içi
konsantrasyonlarında meydana gelen değişiklik her biri için
-13 -6 -8
3.58x10 /7.85x10 =4.56x10 mol/litre kadardır. Bu ise hücrenin normal
sodyum konsantrasyonunun milyonda dördü, normal potasyum
konsantrasyonunun da 10 milyonda biri düzeyindedir.
Tümü ile kuramsal bir yaklaşımla bulunan yukarıdaki sonuçlar,
radyoaktif sodyum ve potasyum akılarının ölçüldüğü deneylerden elde edilen
değerlerle de uyumludur.
8.1.5. Zar iletkenliği (g):
Zar dinlenim ve aksiyon potansiyellerine ilişkin olarak buraya kadar
yapılan açıklamaları özetleyecek olursak, zar potansiyelinin her an zarın başlıca
üç iyona gösterdiği relatif (bağıl) geçirgenliklerle belirlendiğini ve dinlenim ve
aksiyon potansiyellerinin oluşmasında en önemli iyonların sodyum ve potasyum
iyonları olduğunu söyleyebiliriz. Gerçi bazı hücrelerde aksiyon potansiyelinin
üretilmesinde kalsiyum iyonları da rol oynar. Fakat burada bu konuya
değinmeyeceğiz.
Yukarıdaki ilkeler, zarın Şekil 8.11'de gösterilen elektriksel eşdeğer
devresi göz önüne alınarak bir başka yaklaşımla da açıklanabilir. Şekil'de, zarın
iyon geçirgenlikleri değil, g ile gösterilen iyon iletkenlikleri (conductance)
kullanılmıştır. Ayrıca, zarın klor iletkenliğinin sabit fakat sodyum ve potasyum
iletkenliklerinin değişken oldukları (iletkenlik sembolleri üzerine konan oklarla)
belirtilmiştir.
Iletkenlik direncin tersidir (g=1/R) ve 1/ohm=siemens birimi ile ölçülür.
Şu halde herhangi bir elektrik devresinde elektrik akımı (i) ile potansiyel farkı (V)
arasında var olan i=V/R ilişkisi yerine (bkz Bölüm 8) i=gV bağıntısı kullanılabilir.
Zarın iyon iletkenliği, iyon akımı ile bu akıma yol açan elektriksel itici kuvvet
(potansiyel farkı) arasında bir ilişki kurmamızı sağlar. Böylece üç iyon akımı için:

i =g (V -E )
Na Na m Na
i =g (V -E ) (8.20)
K K m K
i =g (V -E )
Cl Cl m Cl
yazılabilir. Bu bağıntılar şunu ifade etmektedir: Herhangi bir iyonun zardan
geçen akımı zar potansiyeli (V ) ile o iyonun denge potansiyeli (E ,E veya
m Na K
E ) arasındaki farkla orantılıdır.
Cl
Hücre dışı

g gCl g Na Vm
Cz K
+ + -
- E - E E+Na
K Cl

Hücre içi

Şekil 8.11. Hücre zarının elektriksel eşdeğer devresi. Zarın klor


iletkenliği sabit, diğer iyon iletkenlikleri değişkendir.

Zar potansiyeli herhangi bir iyonun denge potansiyeline eşit ise o iyon
akımı sıfırdır. Zar potansiyeli o iyonun denge potansiyelinden daha negatif ise
iyon akımı negatiftir veya hücre içine doğrudur. Zar potansiyeli o iyonun denge
potansiyelinden daha pozitif (yani daha az negatif) ise iyon akımı pozitiftir veya
hücreden dışarıya doğrudur. Örneğin, dinlenim halindeki hücrede zar potansiyeli
sodyum denge potansiyeline göre büyük negatif bir değere sahiptir. Bu nedenle,
bu koşullarda hücre içine yönelik yüksek bir sodyum akımı olması gerekir.
Nitekim böyle bir sodyum akımı vardır, fakat bu koşullarda g çok küçük
Na
olduğundan akım da çok küçüktür (sızıntı akımı). Diğer taraftan, dinlenim
halindeki hücrede zar potansiyeli potasyum denge potansiyelinden daha
pozitiftir (yani biraz daha küçük negatif bir değerdedir). Bu nedenle de hücre
dışına yönelik (pozitif) bir potasyum akımı vardır. Gene aynı koşullarda zar
potansiyeli klor denge potansiyelinden daha negatif olduğundan hücre içine
yönelik küçük bir klor akımı vardır.
Bu iyon akımlarına karşın zar potansiyelinin dinamik dengede sabit bir
değerde tutulabilmesi için iyon akımlarının toplamının sıfır olması gerekir. Daha
önce sabit alan denklemini (bkz Eş.8.16 -Goldman denklemi) çıkarmak için
kullandığımız bu kriteri şimdi Şekil 8.11'deki üç kollu iyon akımının toplamına
uygularsak:
i +i +i =0 (8.21)
Na K Cl
Iyon akımları yerine de 8.20 no.lu bağıntılardaki eşitleri kullanılıp denklem V
m
için çözülürse,
EK + ( gNa / gK )ENa + ( g Cl / gK )E Cl
Vm =
1 + ( gNa / gK ) + ( g Cl / gK ) (8.22)
bulunur. Şekil 8.11'deki devre bu bağıntıyı temsil eder. Şekil'de üç iyonun akım
kolları birbirlerine ve zar kapasitansına (C ) paralel bağlanmışlardır. Her kolda
m
iyonun denge potansiyelini temsil eden bir pil bulunmaktadır. Görüldüğü gibi,
potasyum ve klor denge potansiyellerini temsil eden pillerin polariteleri aynıdır,
yani her iki pilin hücre içine bakan kutbu negatiftir. Sodyum denge potansiyelinin
pili ise aksi yönde kutuplanmıştır.
Buraya kadar açıkladığımız ilkeler sadece ele aldığımız ideal hücre ve
mürekkep balığı sinir hücreleri için değil genel olarak tüm hücreler için geçerlidir.
Fakat değişik tipten hücreler arasında az veya çok farklılık vardır.

8.2. Klinik açıdan önem taşıyan biyopotansiyeller:


Sinir ve kas hücrelerinin yukarıda açıkladığımız ilkelere göre oluşan
dinlenim ve aksiyon potansiyelleri, hücre içine veya hücre dışına yerleştirilecek
çok küçük (bazan 0.5 mikrometre) çaplı metal elektrotlar veya cam mikropipet
elektrotlar yardımı ile algılanıp yüksek kazançlı amplifikatörlerde yükseltilerek bir
osiloskop ekranında görüntülenebilirler veya kağıda yazdırılabilirler. Diğer
taraftan beyin veya kalp dokusu hücrelerinin birlikte veya ardı sıra uyarılmaları
sonucu ortaya çıkan elektriksel aktivite bu dokulardan uzaklarda bulunan vücut
bölgeleri arasında elektrik akımlarına ve bu akımlar da potansiyel farklarına yol
açar. Bu potansiyeller vücut yüzeyine yerleştirilen geniş alanlı metal elektrotlarla
yazdırılabilir. Bu potansiyellerden bazıları kaynaklandıkları sinir veya kas
dokusunun morfolojik, fizyolojik ve patolojik durumu hakkında bilgi taşıdıkları
için klinikte tanıya yardımcı olarak kullanılırlar.
En iyi bilinen ve klinik amaçlar için uzun bir süredir yaygın olarak
kullanılmakta olan biyopotansiyeller şunlardır:
1. Beyin hücrelerinin toplu aktivitesini (faaliyetini) yansıtan
elektroansefalogram (EEG),
2. Iskelet kası faaliyetini yansıtan elektromiyogram (EMG),
3. Kalp dokusu faaliyetini yansıtan elektrokardiyogram (EKG).
Elektroansefalogram kafa derisi üzerine yerleştirilen elektrotlarla
yazdırılabilir. Periyodik bir dalga görünümündeki bu potansiyel 1 ile 60 Hz
arasında frekans bileşenleri içerir ve bazı koşullarda genliği 100 mikrovolta veya
üstüne çıkabilir. EEG sinirsel fonksiyonu spesifik olarak yansıtmazsa da epilepsi
ve benzeri beyin patolojilerinde normalden belirgin sapmalar gösterdiği için bu
patolojilerin tanısında yol göstericidir.
Elektromiyogram aktif haldeki bir iskelet kasının üstündeki vücut
derisinden kolaylıkla yazdırılabilir. Bu durumda potansiyel birçok kas hücresinin
toplu faaliyetini yansıttığından rasgele (random) bir sinyal görünümündedir.
Böyle bir EMG sinyali, frekansları 2000 Hz'e kadar çıkabilen bileşenler içerir.
Esasen, tek bir kas lifinin elektromiyogramı kasın mekanik aktivitesinin sonucu
değil onu başlatan elektriksel olaydır.
Elektrokardiyograma kalp kasının elektromiyogramı demek yanlış
olmaz. Ancak, kalp kası hücreleri ile diğer tipten kas hücreleri arasında önemli
farklar vardır. Kalp kası hücreleri normal olarak sinirler üzerinden gelen
uyarılarla değil, farklılaşmış diğer bazı kalp kası hücrelerinin (miyojenik hücreler)
ritmik depolarizasyonları ile aktive edilirler. Ayrıca kalp dokusunda elektriksel ileti
için uzmanlaşmış bir lif sistemi (Purkinje sistemi) vardır. Iskelet kasında olduğu
gibi, kalp kasında da elektriksel aktivite mekanik faaliyetin sonucu değil onu
başlatan ve tüm kalp kasına hemen hemen eş zamanlı olarak yayan olaydır.
Elektrokardiyogram, kuramsal temelleri bir önceki Bölüm 6'da anlatılan
dipol potansiyellerine iyi bir örnek olduğu, ve klinik açıdan diğer bütün
biyopotansiyellerden daha çok bilgi sağladığı için aşağıda bu potansiyeli daha
ayrıntılı olarak ele alacağız.
8.2.1. Elektrokardiyogram:
Kalp kası hücrelerinin ardısıra depolarizasyonu kalbe uzak vücut
bölgelerinde (örneğin vücut yüzeyinde) farklı potansiyellere yol açar. Bu
bölgelerde iki nokta arasındaki potansiyel farkı bir çift elektrot ve bir amplifikatör
(yükselteç) yardımı ile ölçülebilir. Kalpten r uzaklıktaki bir noktada kalp
aktivitesinden kaynaklanan potansiyeli hesaplamak için Bölüm 6'da
incelediğimiz dipolü ve çevresindeki potansiyeli bir kez daha hatırlayalım (bkz
Şekil 6.20 ve Eş. 6.47):
2 aq
VP = cos θ
4 πε 0 r 2 (6.47)
Burada:
2aq = dipol momenti,
r = dipol merkezi ile P noktasını birleştiren doğru,
= r doğrultusu ile dipol ekseni arasındaki dar açıdır.

(a)

(b)
Şekil 8.12. Düzlemsel dipol tabakası (a), ve bu tabakadan
alınmış dairesel bir eleman (b).

Böyle birçok dipol yan yana geldiklerinde bir dipol tabakası meydana
getirirler (Şekil 8.12a). Hücre zarı üzerindeki yük dağılımı da buna benzer. Böyle
bir dipol tabakasından r uzaklıktaki bir noktada elektrik potansiyelini bulmak için
Şekil 8.12b'deki küçük (dairesel) dA alanını göz önüne alalım. dA üzerinde birim
alana düşen yük , dipol tabakasının kalınlığı (zıt yüklerin birbirinden uzaklığı) 2a
olsun. Buna göre dA alanı toplam, dq=dA miktarda yük taşır. Dipolün potansiyel
ifadesini (Eş.6.47) dq yüküne uygularsak,
2 aσdA
VP = cos θ
4 πε 0 r 2 (8.23)
Daha önce olduğu gibi yukarıda da, 2a=P (birim alana düşen dipol momenti)
kullanarak sağ tarafı yeniden düzenlersek:
P dA cos θ
VP =
4 πε 0 r2 (8.24)
Yukarıdaki potansiyel bağıntılarında ortamın boşluk olduğunu kabul
ederek ε 0 sabitini kullandık, oysa dokular için doku ortamının kendi elektrik
permitivite sabitini () kullanmak gerekir. Şimdi Eş.8.24'ün farklı bir yorumu için
yeni bir kavram üzerinde duralım.
Şekil 8.13 iki düzlemli bir açıyı göstermektedir. Bu açıya katı açı denir.
Iki düzlemdeki açılar sırası ile ve q olsun.
x y

Şekil 8.13. Katı açı iki düzlemli bir açıdır.


Bu açılar için bulundukları düzlemlerde:
Δx Δy
θx = θy =
r r
yazılabilir. veya belli bir oranda artırıldığında katı açı aynı oranda artar. Iki
x y
açı birlikte artırıldığında ise katı açı iki açıdaki artış oranlarının çarpımı kadar
artar. Katı açıyı sembolü ile gösterirsek,
ΔxΔy
ω=k
r2 (8.25)
yazılabilir. Fakat yukarıdaki eşitlikte DxDy, katı açı içinden r uzaklıkta görülen
küresel yüzeyin alanını vermektedir. Bu eşitlikte k=1 kabul edilerek katı açı için
bir birim tanımlanabilir. Buna göre, yukarıdaki ifadede sağ tarafı 1 yapan katı
2
açıya 1 steradyan (sr) denmiştir. Örneğin, bir noktadan 5 metre ötede 5 m 'lik
bir küresel alan gören katı açı 1 steradyandır. Şu halde, r yarıçaplı bir küre
2 2
yüzeyini gören katı açı 4pr /r =4, bir yarım küreyi gören katı açı da 2p
steradyandır.
Şimdi tekrar Eş.8.24'deki potansiyel ifadesine dönerek dikkatimizi
buradaki,
dA cos θ
r2
terimi üzerinde toplarsak, dAcosq teriminin, dA'nın r doğrultusuna dik düzlem
2
üzerindeki izdüşümü olduğunu, bunun r 'ye bölümünün ise P noktasından bu
doğrultuda bakıldığında kapsanan katı açı olduğunu görürüz. Bu katı açıya dw
dersek, Eş.8.24:
P
VP = dω
4πε (8.26)
şeklini alır. Yani, dA alanlı dipol tabakasının P noktasında meydana getirdiği
potansiyel, bu noktadan dA'ya bakıldığında görülen katı açı ile orantılıdır.
Şimdi aynı kuralı Şekil 8.14'deki gibi dinlenim (istirahat) halinde bulunan
bir hücrenin dışındaki noktalara uygulayalım. Hücre dinlenim halinde iken zarın
hücre içi yüzeyi negatif yüklerle, hücre dışı yüzeyi pozitif yüklerle kaplıdır. Hücre
dışında bir P noktasında, hücrenin bu noktaya yakın yüzeyindeki dipol tabakası
nedeni ile bir potansiyel vardır. Fakat hücrenin P'den uzak yüzündeki dipol
tabakası da bu noktadaki potansiyele katkıda bulunur. Ancak uzak yüzdeki
dipoller yakın yüzdeki dipollere zıt yönde dizilmişlerdir. Bu nedenle bu tabakanın
potansiyeli birincisine eşit fakat ona zıt işaretli bir potansiyeldir. Böylece, ikisinin
P noktasındaki toplamı sıfırdır. Yani hücre dinlenme halinde iken çevresinde
potansiyel oluşmaz.
P P P
Vp= +A Vp= -A Vp= +A-A=0

+ =
+ + + + + ++ + + + + + ++
- - - - - - - - - - - -- - - - - --
+ + +- - - - - + + + +- - - - - +
++ ++ ++ ++

Şekil 8.14. Dinlenme halindeki hücrenin çevresinde potansiyel sıfırdır


(Stanford, 1975'den).

Hücre uyarılıp depolarize olmaya başladığında ise durum tamamen


değişir. Şekil 8.15, bir bölgesinden depolarize olmaya başlamış hücreyi
göstermektedir. Şekilde w katı açısı içinde görülen ve hücrenin o ana kadar
1
depolarize olmuş ve dolyasıyla içi pozitif, dışı negatif yüklerle kaplanmış zar
yüzeyleri tıpkı istirahat halindeki hücrede olduğu gibi hücrenin çevresinde bir
potansiyele yol açmazlar, çünkü hücre dışındaki bir noktaya hücrenin depolarize
olmuş yakın ve uzak yüzeylerinden yapılan potansiyel katkıları birbirine eşit
fakat zıt işaretlidir. Aynı düşüncelerle, w katı açısı içinden görülen hücre zarının
3
henüz depolarize olmamış bölümlerinin de hücre çevresinde bir potansiyele yol
açmadıkları sonucuna varılacaktır.
P

w1 w
3

w2

A
- - + + - +- -+ +
- - -+ -+ + + - -
- + + + --+
- -+ -+ + + -
- - - + - - - - ++
- B+ + - +
++
Depolarizasyon
sınırı
Şekil 8.15. Depolarize olmaya başlamış bir hücrenin
çevresindeki noktalarda potansiyel sıfırdan farklıdır
(Stanford, 1975'den).

Oysa w katı açısı içinden görülen yakın ve uzak zar yüzeylerinde dipol
2
vektörleri aynı yönde olduklarından P noktasında w katı açısı ile orantılı bir
2
potansiyele yol açarlar. Yani Şekil 8.15'deki P noktası,
P
VP = ω2
4 πε (8.27)
bağıntısı ile verilen bir potansiyele sahiptir.
Şekilden görüldüğü gibi, w katı açısı hücrede sağa doğru ilerlemekte
2
olan depolarizasyon sınırına bağlıdır. Bu sınır P noktası ile aynı hizaya
geldiğinde söz konusu katı açı sıfır olur. Bu anda P noktasındaki potansiyel de
sıfır olur. Depolarizasyon sınırı P noktasının sağına geçtiğinde katı açısı
2
yeniden artmağa başlar, fakat bu andan itibaren hücre zarının hem yakın hem
de uzak yüzeyindeki dipollerin yönleri de değişmiştir. Bu nedenle, P
noktasındaki potansiyel de işaret değiştirir. Hücre tümü ile depolarize olduğunda
w katı açısı tekrar sıfır olur ve potansiyel tekrar sıfıra düşer.
2
Görüldüğü gibi P noktasındaki potansiyel w katı açısına ve dipol
2
vektörlerinin yönüne bağlı olarak,
1. Sıfırdan başlayarak önce artar,
2. Sonra azalarak depolarizasyon P hizasına gelince sıfıra düşer,
3. Sonra tekrar artmaya başlar,
4. Hücre depolarizasyonu tamamlandığında yine sıfıra düşer.
Potansiyeldeki bu değişiklikler Şekil 8.16'daki bifazik (iki fazlı) eğri ile
gösterilebilir. Işte kalp kası ve sinir dokusu gibi uyarılabilir dokuların çevrelerinde
oluşan potansiyellerin kaynağı bu depolarizasyonlardır.
+
Zaman
Bifazik dalga
-

Şekil 8.16. Depolarize olan hücre dışındaki bir noktada


potansiyel değişikliğini gösteren bifazik eğri.
Kalbin her kasılmasının başlangıcında birçok kas hücresi hemen hemen
eşzamanlı olarak depolarize olur. Depolarizasyon dalgası kalbin özel ileti sistemi
(Purkinje lifleri) üzerinden tüm organa hızla yayılır. Bu esnada kalbin
çevresindeki potansiyel dağılımı tıpkı bir dipolün potansiyel dağılımı gibidir.
Kalbin dipol vektörü (veya ortalama kardiyak vektör) denilen bu vektör normal
yetişkinlerde kalbin anatomik ekseni ile hemen hemen aynı doğrultudadır.
Willem Einthoven (1860-1927) ortalama kardiyak vektörün, vücudun
frontal düzleminde iki omuz ile sol kasığın tanımladığı eşkenar üçgenin tam
ortasında yer aldığını kabul etmiştir (Şekil 8.17). Böyle bir eşkenar üçgenin iki
köşesi arasındaki potansiyel farkı, üçgen merkezindeki dipol vektörünün
üçgenin bu iki köşesinin tanımladığı kenar üzerindeki izdüşüm genliğini verir.
Örneğin, Şekil 8.17'deki eşkenar üçgende L ile R noktaları arasındaki potansiyel
farkı (V -V ) kardiyak vektörün yatay doğrultudaki (üçgenin LR kenarı
L R
üzerindeki) izdüşüm genliğini verir. Böylece, iki omuza ve sol kasık bölgesine
(Şekil'deki L, R ve F noktaları) yerleştirilecek üç elektrodun potansiyellerinden
kardiyak vektörün her üç doğrultudaki izdüşüm genlikleri ölçülebilir.
Insan vücudunun iyi bir iletken olduğu göz önüne alınırsa, sol omuzla
sol el bileğinin aynı potansiyelde oldukları kabul edilebilir. Aynı şekilde, sağ
omuzla sağ el bileğinin aynı potansiyelde ve sol kasık ile sol ayak bileğinin aynı
potansiyelde oldukları söylenebilir. Böylece, pratikte kayıt elektrotlarının
omuzlara ve sol kasık yerine sol ve sağ bileklerle sol ayak bileğine
bağlanmalarında bir sakınca yoktur. Bir elektrot da elektrostatik gürültüyü
(parazitleri) topraklamak için sağ ayak bileğine bağlanır.
Şimdi önce Şekil 8.17'deki eşkenar üçgenin merkezinde yer alan
dipolün, üçgenin köşelerinde meydana getirdiği potansiyelleri hesaplayarak
sonra da bu noktalar arasındaki potansiyel farklarını bulalım. Dipol vektörünün
genliği p, dipolün, üçgenin köşelerinden uzaklıkları da r olsun. Yine Şekil'den
görüldüğü gibi, dipol vektörü (p) ile üçgen merkezini köşelere birleştiren üç
uzaklık vektörü (r'ler) arasında sırası ile , , ve açıları vardır.
1 2 3
Bölüm 6'daki 6.47 no.lu bağıntı kullanılarak üçgenin, örneğin L
köşesindeki potansiyel için,
p
VL = cos φ1
4 πε r 2

yazılabilir. Yukarıda 1/4 sabiti yerine tek bir k sabiti kullanılırsa,


kp
VL = cos φ 1
r2 (8.28)
Benzer düşünüşle üçgenin R ve F köşelerindeki potansiyeller için de sırası ile:
kp
VR = cos( φ1 + 120 o )
r2 (8.29)
kp
VF = 2
cos( φ1 + 240 o )
r (8.30)
R - (sağ kol) + L (sol kol)

- r r -
φ2

φ3 φ1

θ
V
r

+ +
F (sol ayak)

Şekil 8.17. Einthoven üçgeni ve merkezindeki kalp dipol


vektörü (ortalama kardiyak vektör). Dipol vektörü
üçgenin her köşesine aynı uzaklıktadır. (r:
merkezle köşeleri birleştiren mesafe vektörleri, f ,
1
f ve f :kardiyak vektör ile r'ler arasındaki açılar,
2 3
q: kardiyak vektörün yatayla yaptığı açı).

bulunur. Yukarıdaki potansiyellerden herhangi ikisinin farkı, dipolün, üçgenin söz


konusu iki köşesini birleştiren kenarı üzerindeki izdüşüm genliğini verir.
EKG çekimlerinde standard I derivasyon potansiyeli (V ) adı verilen
I
potansiyel, sol kol (Eş 8.28) ile sağ kol (Eş.8.29) arasındaki potansiyel farkından
ölçülür:
kp
VI = VL − VR = 2 cos φ1 − cos( φ1 + 120 o )
r (8.31)
Benzer şekilde sol ayak bileği ile sağ kol arasındaki potansiyel farkı
standard II. derivasyon potansiyelini (V ) verir:
II
kp
VII = VF − VR = 2
cos( φ1 + 240 o ) − cos( φ1 + 120 o )
r (8.32)
Sol ayak bileği ile sol kol arasındaki potansiyel farkı da standard III.
derivasyon potansiyeli'dir (V ).
III
kp
VIII = VF − VL = cos( φ1 + 240 o ) − cos φ1
r2 (8.33)
Yukarıdaki eşitliklerde cos(+)=coscos-sinsin özdeşliğinden
yararlanılarak, cos120=-1/2, cos240=1/2, sin120= 3 / 2 , ve sin240=- 3 / 2
değerleri kullanıldığında standart derivasyon potansiyelleri için, sırasıyla:

VI =
kp
r2
ecos φ
3
2 1 + 2
3
sin φ1 j
VII =
kp
r2
b cos φ g
3 1
(8.33)

VIII =
kp
r2
e− 3
2
cos φ1 + 2
3
sin φ1 j
ifadeleri elde edilir.
Kardiyak vektör doğrultusunu belirtmek için genellikle bu vektörün yatay
(R-L doğrultusu) ile yaptığı açısı kullanılır. Şekil 8.17'den görüldüğü gibi ile
yukarıdaki bağıntılarda kullandığımız açısı arasında şu ilişki vardır:
1
=+30. Yukarıdaki bağıntılarda bu ilişkiden yararlanılıp,
1
sin(a+b)=sinacosb+cosasinb

özdeşliği dikkate alınır ve cos30= 3 2 , sin30=1/2 değerleri kullanılırsa standart


I., II. ve III. derivasyon potansiyelleri için şu ifadeler elde edilir:
3kp
VI = cos θ
r2

VII =
3kp 1

r2 2
e
cos θ + 2
3
sin θ j
(8.34)

VIII =
3kp

r2
e− 1
2
cos θ + 2
3
sin θ j
Bu eşitliklerden görüldüğü gibi: V =V +V (Bu ilişkiyi kanıtlayınız).
II I III

STANDART DERIVASYON POTANSIYELLERININ YAZDIRILMASI:


Kalbin elektriksel faaliyetini (elektrokardiyogram) kağıt üzerine
yazdırmak için kullanılan cihazlara elektrokardiyograf denir. Bir
elektrokardiyografın başlıca üç ögesi vardır:
1. Elektrotlar, 2. Amplifkatör, 3. Yazdırıcı
Elektrotlar yazdırılacak derivasyona göre gövde üzerine farklı noktalara
yerleştirilir. Yukarıda sözünü ettiğimiz standart derivasyon potansiyellerini
yazdırmak için elektrotlar gövdeye ve amplifikatöre şöyle bağlanır:
I. Derivasyon için: Sol kol (L) elektrodu cihazın (+) girişine, sağ kol (R)
elektrodu cihazın (-) girişine.
II. Derivasyon için: Sol ayak (F) elektrodu cihazın (+) girişine, sağ kol (R)
elektrodu cihazın (-) girişine.
III. Derivasyon için: Sol ayak (F) elektrodu cihazın (+) girişine, sol kol (L)
elektrodu cihazın (-) girişine.
Rutin klinik uygulamalarda yukarıdaki üç standart derivasyona ek olarak
agumente (şiddetlendirilmiş) derivasyonlar denilen üç derivasyon ile göğüs
(prekordiyal veya Wilson) derivasyonları adları ile anılan altı derivasyon daha
yazdırılır. Bunlardan daha sonra söz edeceğiz.
Elektrokardiyograf amplifikatörleri 700-800 dolayında kazançları olan
kapasitif girişli amplifikatörlerdir. Çekim esnasında amplifikatör kazancı, 1mV'luk
giriş sinyaline karşılık yazdırıcıda 10 mm sapma elde edilecek şekilde ayarlanır.
Normal bir yetişkinde QRS kompleksinin genliği 1.5 mV dolayındadır.
Yazdırıcının kağıt hızı da genellikle 25 mm/s değerine ayarlanır.
Standart I derivasyon potansiyeli (V ), zamanla Şekil 8.18'deki gibi
I
değişen bir dalgadır. Yani ortalama kardiyak vektörün vücudun frontal
düzlemindeki bileşeninin yatay eksen üzerindeki izdüşümü zamanla bu şekildeki
gibi negatif (sola doğru) ve pozitif (sağa doğru) sapmalar gösterir.
Şekil 8.18. Standart I. derivasyon potansiyeli.

Standart derivasyon potansiyellerinde görülebilecek negatif ve pozitif


sapmalar Şekil 8.19'daki gibi adlandırılırlar. Örneğin, yalnız başına pozitif bir
sapmaya R dalgası, negatif bir sapmayı izleyen büyük pozitif bir sapma
şeklindeki dalgaya QR dalgası, negatif, pozitif ve tekrar negatif sapmaların
birbirini izlediği dalga şekillerine QRS kompleksleri denir. Görülebilecek diğer
sapmalar da Şekil'de adlandırılmıştır.
R R R
R

Q S Q S
QS

Şekil 8.19. Standart derivasyon potansiyellerinde görülebilecek dalga


şekillerinin adlandırılması.

Yukarıda sözü edilen çeşitli şekilli dalgalar kalbin değişik bölümlerinin


bir kalp atımı süresince farklı zamanlarda depolarize veya repolarize
olmalarından kaynaklanırlar.
1. Standart I. derivasyon potansiyelinde QRS kompleksinden hemen önce ve
yalnız başına görülen pozitif sapmaya P dalgası denir ve atrium (kulakcık)
depolarizasyonu ile ilgilidir.
2. Standard I. derivasyon potansiyelinde gayet belirgin olarak görülen QRS
kompleksi (bkz Şekil 8.18) ventrikül depolarizasyonu ile ilgilidir.
3. Aynı derivasyonda QRS kompleksinden sonra ortaya çıkan pozitif sapmaya
T dalgası denir ve kalbin yeniden polarize oluş sürecini yansıtır.
KARDIYAK VEKTÖR AÇISININ BELIRLENMESI:
Daha önce de belirtildiği gibi, kardiyak vektör kalbin anatomik ekseni ile
hemen hemen aynı doğrultudadır. Kardiyak vektörün doğrultusu ve yönü I.
derivasyon ekseni (sağ kol - sol kol doğrultusu) ile yaptığı açı ile ifade edilir.
Kardiyak vektör açısı kalbin fizyolojik ve anatomik durumu hakkında bilgi sağlar.
Bu açı çocuklarla yetişkinler arasında ve normal ile patolojik kalp arasında
farklılık gösterir. Pozitif x-ekseni doğrultusundan saat yönüne zıt yönde gidilirken
kapsanan açılar negatif olmak üzere, çoğu kardiyolog, kardiyak vektörün normal
sınırlarını -30 ile 90 arasında kabul eder. Kardiyak vektör ve I. derivasyon
ekseni ile yaptığı açı Şekil 8.20a'da gösterilmiştir. Bu şekil, üç standart
derivasyon ekseninin Einthoven üçgeni üzerindeki doğrultuları korunarak birbiri
ile ortalarında kesişecek biçimde çizilmelerinden elde edilir. Görüldüğü gibi
eksenler arasındaki açılar 60'ar derecedir. Derivasyon eksenlerinin kutupları da
elektrotların cihaza bağlandıkları kutuplara göre + ve - işaretleri ile belirtilmiştir.
Kardiyak vektör açısı iki farklı derivasyon potansiyelinden
hesaplanabilir. Bunu sayısal bir örnekle açıklayalım. Bir EKG çekiminde I.
derivasyonda önce 0.5 mm'lik negatif bir sapma, sonra da 7 mm'lik pozitif bir
sapma yazdırılmış olsun. Böylece bir QR dalgasının var olduğu anlaşılmaktadır.
Aynı hastanın III. derivasyon potansiyeli ise önce 3 mm'lik negatif bir sapma
sonra da 3 mm'lik pozitif bir sapma göstermiş olsun.
(a) (b)
-II -III
o
.... 30
0 . . .. ...... .. .. .. ..+I -I 0 +I
. . . .θ. . . . . . › › › θ› › › ›
................
...................
..........
. . . . . .......
..... V
................. V
......... +III +II
....... .
+III o +II
90
Şekil 8.20. Kardiyak vektör açısının normal sınırları (noktalı alan)
(a), bir uygulamada kardiyak vektör açısının
hesaplanması (b).

Kardiyak vektör açısını hesaplamak için önce I. derivasyondaki


sapmaların cebirsel toplamı bulunur: -0.5mm + 7mm=6.5mm. Bulunan net
sapma Şekil 8.20b'deki I derivasyon ekseni üzerinde 6.5 birim sağa gidilerek
işaretlenir ve bu noktadan eksene dik bir doğru çizilir.
Aynı işlem III derivasyondaki sapmalar için de tekrarlanır:
-3mm+3mm=0mm. Net sapma 0 olduğundan bu kez 0 noktasından III.
derivasyon eksenine dik bir doğru çizilir. Iki doğrunun kesiştiği nokta kardiyak
vektörün başının bulunduğu yeri belirtir. Bu nokta ile derivasyon eksenlerinin
orijini (0 noktası) birleştirildiğinde ortalama kardiyak vektör elde edilir. Vektörün
yatay eksenle yaptığı açı da Şekil'den ölçülebilir.
Kardiyak vektör I. derivasyon ekseni ile -30'den daha büyük bir açı
yapıyorsa kalpte sol eksen sapması, 90'den daha büyük bir açı yapıyorsa sağ
eksen sapması denilen patolojiler var demektir. Sağ eksen sapması anfizem gibi
akciğer hastalıklarında ve sağ ventrikül büyümelerinde, sol eksen sapması ise
koroner arter ve aort kapağı hastalıklarında ve fizyolojik olarak da güreş ve uzun
mesafe koşusu gibi yoğun efor gerektiren sporlarla uğraşan kişilerde görülür.
DIĞER EKG DERIVASYONLARI:
Kardiyak vektörü frontal düzlemde daha yakından incelemek için
agumente (güçlendirilmiş) derivasyonlar denilen üç derivasyon daha yazdırılır.
Bu derivasyonların potansiyelleri standart derivasyon potansiyellerinden daha
büyük genlikli olduğu için bunlara güçlendirilmiş anlamına gelen "augumented"
adı verilmiştir. Ilk kez Goldberger tarafından kullanılan bu derivasyonlar şöyle
elde edilir:
Sağ kol (R) ve sol ayak (F) elektrotlarının cihazdaki uçları birbirine
bağlanarak elde edilen ortak noktaya göre sol kol (L) potansiyelini (V) ölçen
elektrot düzenlemesine agumente sol kol derivasyonu denir ve aVL harfleri ile
belirtilir. Sol kol elektrodu cihazın pozitif girişine, diğer iki elektrodun ortak
noktası cihazın negatif girişine bağlanır.
Sol kol (L) ile sol (F) ayak elektrotları birbirine bağlanarak elde edilen
ortak noktaya göre sağ kol (R) potansiyelinin (V) yazdırıldığı düzenlemeye
agumente sağ kol derivasyonu denir ve aVR kısaltması ile belirtilir. Benzer
şekilde, aVF derivasyonu da sağ ve sol kol elektrotlarının birleştirilmesinden
elde edilen ortak noktaya göre sol ayak (F) elektrodunun potansiyelini verir.
Agumente derivasyon eksenleri ve polariteleri Şekil 8.21'de standart
derivasyon eksenleri ile birlikte aynı çizimde gösterilmiştir. Görüldüğü gibi,
agumente derivasyon eksenleri, standart derivasyon eksenleri arasında kalan
açıların açı ortaylarıdır. Böylece tüm derivasyon eksenleri arasında 30'ar
derecelik açı vardır.
-
- -
+aVR +aVL
o
30 +I
-

- -

+III +II
+aVF

Şekil 8.21. Standart ve agumente derivasyon eksenleri. Her


eksen komşusundan 30 derecelik açı ile ayrılır.

GÖĞÜS (WILSON) DERIVASYONLARI:


Kardiyak vektörü vücudun yatay düzleminde incelemek için Wilson,
göğüs derivasyonları veya prekordiyal derivasyonlar adı verilen bir EKG
yazdırma yöntemi geliştirmiştir. Bu sistemde, üç ekstremite (kollar ve sol ayak)
elektrodu cihaz içinde 5'er kiloohm'luk birer direnç üzerinden birbirine
bağlanarak potansiyeli sıfıra yakın bir referans noktası elde edilir. Referans
noktası cihazın negatif girişine bağlanır. Cihazın pozitif girişine bağlanan sinyal
(aktif) elektrodu da göğüs duvarı üzerinde anatomik olarak belirlenmiş 6 noktaya
ayrı ayrı yerleştirilerek 6 ek derivasyon potansiyeli elde edilir. Bu potansiyeller
V , V , V , V , V ve V diye adlandırılırlar. Göğüs derivasyonları kardiyak
1 2 3 4 5 6
vektörün vücudun yatay düzleminde değişik doğrultulardaki izdüşüm genliklerini
verirler (Şekil 8.22). Şekilden de görüleceği gibi V ile V 'nin eksenleri birbirine
1 2
hemen hemen paraleldir ve dolayısıyla ikisi de V 'eksenine hemen hemen diktir.
6
Diğer taraftan, frontal düzlemle yatay düzlem bir arada göz önüne
alındığında, bu düzlemlerdeki üç derivasyon (V , I ve aVF) ekseninin birbirine
2
dik olduğu dikkati çeker (bkz Şekil 8.21 ve 8.22). Bu derivasyonlara ortogonal
derivasyonlar denir. Aynı anda yazdırılmakta olan iki derivasyon potansiyelinden
biri bir osiloskobun yatay saptırma plakalarına, diğeri de düşey saptırma
plakalarına göderildiğinde ekranda kapalı bir eğri elde edilir. Bu yöntem
vektörkardiyografinin temelidir.

0 V
6
V5
V4
V V V
1 2 3

Şekil 8.22. Göğüs derivasyonları kardiyak vektörün, vücudun yatay


düzlemindeki izdüşüm genliklerini verir. Bunlara Wilson
derivasyonları veya prekordiyal derivasyonlar da denir.

(Soru: Osiloskobun hem yatay hem de düşey saptırma plakalarına aynı


derivasyon potansiyeli gönderilirse ekranda nasıl bir görüntü elde edilir?
Potansiyellerden biri bir sinüs fonksiyonu diğeri de aynı frekansta bir kosinus
fonksiyonu ise nasıl bir görüntü elde edilir?)
VEKTÖRKARDIYOGRAFI:
Yukarıdaki yöntemde kullanılan derivasyonlar EKG'nin ortogonal
derivasyonları ise elde edilen eğriye vektörkardiyogram denir.
Vektörkardiyogram, kardiyak vektörün ucunun iki derivasyonun tanımladığı
düzlemde çizdiği kapalı eğridir. Örneğin, V ve aVF derivasyonları vücudun
2
sagital (yan) düzlemini tanımladıklarına göre bu iki derivasyonla elde edilen
vektörkardiyogram kardiyak vektörün başının bir kalp atışı süresince sagital
düzlemde çizdiği kapalı eğriyi verir. Fakat klinik uygulamalarda bu derivasyonlar
değil, daha özel elektrot bağlantıları ile elde edilen başka derivasyonlar
kullanılır.
Şekil 8.23, vücudun üç düzlemindeki ortogonal derivasyonlardan elde
edilmiş vektörkardiyogramları şematik olarak göstermektedir. (Soru: Standart I.
derivasyonla V derivasyonu vücudun hangi düzlemini tanımlar?)
2
Günümüzde kardiyolojik tanı amacı ile yoğun olarak kullanılan ileri
ultrason yöntemleri geliştirilmeden önce, vektörkardiyografi kardiyoloji
kliniklerinde yaygın olarak kullanılmıştır.

Frontal
Yatay
Sagital Şekil 8.23. Vektör kardiyografinin temeli.

Kaynaklar:

Cameron J R and Skofronick J G. Medical Physics. John Wiley and Sons, Inc.
Singapore 1978.
Ch. 9, 10.
Güner Z. Tıp ve Biyoloji Öğrencileri için Fizik I-II. 4. Baskı. Beta Basım/Yayım
Dağıtım.
Istanbul 1981.
Halliday D. Resnick R. Physics for Studensts of Science and Engineering,.
John Wiley and Sons, Inc., New york 1962, 2nd Edition
Katz B. Sinir, kas sinaps. Ege Üniv. Tıp Fak. Yayın No: 111, Izmir 1984 (Çev.:
Gürbüz Çelebi).
Kuffler S W, Nicholls J G and Martin A R. From Neuron to Brain. 2nd printing.
Sinauer Assoc Inc. Sunderland, Massachusetts, 1984 Ch 5.
Neumcke B. Membrane potentials. In: Biophysics, Hoppe W, Lohmann W,
Markl H, Ziegler H. (Eds) Springer-Verlag, Berlin 1983, 2nd Edition, p.
457
Ochs S. Elements of Neurophysiology. John Wiley and Sons. Inc., New York
1967 (3rd printing).
Stanford A L. Foundations of Biophysics. Academic Press Inc. London 1975
Ch. 5,6.
Webster J G. (Ed. in Chief). Encyclopedia of Medical Devices and
Instrumentation.
John Wiley and Sons, Inc., New York 1988.
Problemler

1. Bir EKG çekiminde sol kol (L) amplifikatörün pozitif girişine, sağ kol (R)
negatif girişine, sağ bacak da toprağa bağlanırsa hangi derivasyon yazdırılır?
2. Kalp kasının aksiyon potansiyeli sinir hücrelerininkine kıyasla daha uzun
sürelidir (yani bir diken gibi değil plato şeklindedir). Niçin?
3. Zar dinlenme potansiyelinin -70 mV ve potasyum ve klor denge
potansiyellerinin sırası ile -85 mV ve -65 mV olduğu dinlenme halindeki bir
sinir hücresinde aşağıdaki durumlardan hangisi geçerlidir?
a) her iki iyon akımı da sıfırdır
b) hem potasyum hem klor küçük miktarlarda hücreden dışarıya çıkmaktadır
c) hem potasyum hem klor küçük miktarlarda hücre içine girmektedir
d) potasyum hücre dışına, klor hücre içine geçmektedir
e) potasyum hücre içine, klor hücre dışına geçmektedir
4. Seçimli geçirgen bir zarla ayrılmış ve iyon konsantrasyonları bilinen iki çözelti
arasındaki potansiyel farkı 27 C'da 70 mV ölçülmüştür. Nernst denklemi de
aynı sonucu vermiştir. Ölçüm 37 C'da yapılsa idi potansiyel farkı kaç mV
bulunurdu?
+
5. Bir sinir hücresi yeterince (eşik üstü) depolarize edildiğinde zarın Na değil
+
K iyonu geçirgenliği artsa idi aşağıdakilerden hangisi olurdu?
+
a) hücreden dışarıya bir miktar K iyonu çıktıktan sonra hücre içi potansiyel
tekrar önceki değerine dönerdi
+
b) hücre dışına bir miktar K iyonu çıkar ve hücre içi daha çok depolarize
olurdu
+
c) hücre içine dışarıdan bir miktar K iyonu girer ve hücre içi negatif
potansiyel artardı
+
d) hücre içine dışarıdan bir miktar K iyonu girer ve hücre içi negatif
potansiyel azalırdı
e) zar üzerinden herhangi bir iyon hareketi yer almazdı

--------------------------------------

Bölüm 9
ELEKTRİK AKIMI VE ELEKTRONİK

9.1. Elektrik akımı ve direnç:


İletken bir cismin bir bölgesine konan yükler birbirini iterek iletkenin
fiziksel sınırlarına kadar birbirinden uzaklaşırlar. Bu nedenle iletken içinde
elektrik alanı sıfırdır. Bir çözelti içinde de elektrik yükleri her yere eşit olarak
dağıldıkları için burada da elektrik alanı sıfırdır. Fakat bir iletkenin veya
çözeltinin iki noktası arasına dışarıdan bir potansiyel farkı uygulanarak elektrik
alanı oluşturulabilir. Bu durumda iletken ortamdaki yükler hareket eder ve bir
elektrik akımından söz edilir. Geleneksel olarak elektrik akımı pozitif yüklerin
akımı olarak kabul edilmiştir. Metallerde yük taşıyıcıları elektronlar olduğu halde
bunlarda da elektron akımının yönüne zıt bir elektrik akımının var olduğu kabul
edilir. Elektrik akımı galvanometre denen aletlerle ölçülür.
Bir iletkenin herhangi bir kesitinden t zamanda q miktarda elektrik yükü
geçiyorsa iletkendeki elektrik akımı (i):
i=q/t (9.1)
Elektrik akımının SI birim amperdir (A). 1 amper=1 coulomb/ 1 saniye'dir. Yük
zamanın fonksiyonu olarak biliniyorsa akım,
dq
i=
dt (9.2)
türevinden hesaplanır. Akım da yük gibi skalar bir büyüklüktür.
Diğer taraftan, iletkenin kesit alanı A ise akımın iletkenin kesit alanına
bölümü akım yoğunluğu vektörünü (j) verir:
i
j=
A (9.3)
(Alanın bir vektör olduğunu hatırlayınız).
Aynı elektrik alanı etkisinde farklı iletkenler farklı miktarda elektrik akımı
geçirirler. Iletkenden geçen elektrik akımı, uygulanan potansiyel farkı (V) (veya
elektrik alanı) ile doğru orantılı, iletkenin direnci (R) denilen bir özelliği ile ters
orantılıdır:
I =V/R (9.4)
Bu bağıntıdan direnç şöyle tanımlanır:
R=V/i (9.5)
V volt, i amper cinsinden alındığında direncin SI birimi: volt/amper=ohm'dur.
Bin ohm'a 1 kiloohm (k), bir milyon ohm'a 1 megaohm (M) denir. Direnç elektrik
devrelerinde sembolü ile gösterilir.
9.1.1. Özdirenç:
Bir iletken içindeki elektrik alanının (E) akım yoğunluğuna (j) oranı o
iletken için bir sabittir (). Yani,
=E/j (9.6)
Buna iletkenin özdirenci denir (E ve j iki paralel vektör olduklarından bir
skalardır).

Şekil 9.1. Kesit alanı A, uzunluğu L olan bir cismin direnci.

Şimdi kesit alanı A ve uzunluğu L olan Şekil 9.1'deki iletken parçasını


göz önüne alalım. Iletkenin iki ucu arasına V potansiyeli uygulanmışsa iletken
içindeki elektrik alanı,
E=V/L veya V=E.L (9.7)
Eş.9.3'den de:
j=i/A veya i=jA (9.8)
Aynı zamanda : j=E/ olduğundan, i=EA/ yazılabilir.
Son bağıntılardaki V ve i değeleri Eş.9.5'de kullanılığında:
L
R=ρ
A (9.9)
bulunur. R, L ve A için SI birimleri kullanıldığında yukarıdaki bağıntıdan
özdirencin birimi ohm.m'dir. Tablo 9.1'de bazı maddelerin özdirençleri verilmiştir.
Eş.9.9'dan görüldüğü gibi bir iletken cismin direnci hem geometrik şekline (A ve
L) hem de atomik yapısına () bağlıdır. Boyutları ve özdirençleri bilinen cisimlerin
dirençleri bu bağıntıdan hesaplanabilir.

Tablo 9.1. Bazı maddelerin özdirençleri

Madde Özdirenç Madde Özdirenç


(ohm.m) (ohm.m)
-8 12
Gümüş 1.6x10 Naylon 4.0x10
-8 5
Bakır 1.7x10 S u 1.0x10
(deiyonize)
-8 10
Alüminyu 2.8x10 Zeytinyağı 5.0x10
m
-7 * 7
Çelik 1.8x10 Akson zarı 1.3x10
11 7
Cam 2.0x10 Aksoplazma 2.0x10
*

(*) Mürekkep balığı


9.1.2. Ohm yasası:
Eş.9.5 potansiyel ile akım arasında genel bir ilişkidir. Eğer bu ilişki bütün
V ve I değerleri için doğrusal bir ilişki veriyorsa buna Ohm yasası denir. Örneğin
V iki kat artırıldığında i de iki katına çıkıyorsa söz konusu iletken için Ohm
yasası geçerlidir Bu durumda direnç her potansiyel değerinde sabittir (Şekil
9.2a).

Akım Akım
Eğim = -1/R1

Doğrunun
eğimi = 1 / R
Eğim = -1/R2
0 0
Voltaj Voltaj
(a) (b)

Şekil 9.2. Ohm yasasına uyan (a) ve uymayan (bir termistor) devre elemanı
(b).

Bazı devre elemanları (vakumlu lambalar, tranzistörler, diyotlar, kristal


doğrultucular termistorlar, v.b.) Ohm yasasına uymazlar; bunların direnci
uygulanan potansiyele bağlıdır (Şekil 9.2b).

9.2. Elektromotiv kuvvet ve elektrik devreleri:

Potansiyel farkı üretebilen aygıtlara elektromotiv kuvvet (e.m.k) kaynağı


denir. Piller ve elektrik üreteçleri (jeneratörleri) elektromotiv kuvvet kaynaklarıdır.
Elektromotiv kuvvet kaynakları elektrik yüklerini hareket ettiren pompalar olarak
düşünülebilirler. Bir elektrik devresinde, elektromotiv kuvvet etkisinde elektrik
yüklerinin bir direnç içinden geçirilmesi, tıpkı bir pompa ile bir boru içinden su
geçirilmesine benzer (Şekil 9.3).
+ -
Elektromotiv kuvvet birimi volt'tur (V) ve bir devrede sembolü ile
gösterilir. V elektromotiv kuvvetinin Q miktarda elektrik yükünü hareket ettirirken
yaptığı iş, W=VQ'dur. Bu iş t zamanda yapılmışsa i=Q/t kadar akım geçmiş
olacağından, kaynağın gücü için, P=W/t=VQ/t veya P=Vi yazılabilir. Fakat i=V/R
olduğundan, aynı zamanda:
2 2
P=V /R veya P=i R (9.10)
ilişkileri de vardır.

Pompa
+ Boru
e.m.k
-

(a) (b)
Şekil 9.3. Basit bir elektrik devresi (a) ve hidrodinamik benzeri (b).

Örnek 1:
Gücü 100 watt olan 220 voltluk bir ampul ne kadar akım çeker? Bu ampulün
direnci nedir?
Çözüm:
Ampulün çektiği akım: P=Vi'den, 100=220 i i=100/220=0.454 amper.
2 2
Ampulün direnci: P=V /R'den, R=(220) /100 R=484 ohm

9.2.1. Direnç devreleri (Kirchoff yasaları):


Pillerdeki ve dinlenim halindeki hücrelerdeki gibi zamanla değişmeyen
potansiyellere doğru gerilim denir. Doğru gerilimlerin yol açtığı akımlara da
doğru akım (DC) denir. Bir elektrik devresinde, dirençler üzerinden akım
yönünde geçilirken potansiyel, V=iR kadar düşer. Aynı yönde bir elektromotiv
kuvvet kaynağı üzerinden geçilirken ise potansiyel elektromotiv kuvvet
potansiyeli kadar artar. Potansiyeldeki düşüşler -, artışlar + işareti ile gösterilir.
Bir elektrik devresinde bir noktadan başlayarak devre etrafında bir tur
tamamlanıncaya kadar gözlenen potansiyel değişikliklerinin toplamı sıfırdır.
Buna Kirchoff'un voltaj yasası denir. Bu yasayı, üç direnç ve bir pilden oluşan
Şekil 9.4'deki devreye uygulayarak devreden geçen akımı hesaplayalım.
Devredeki akım (i), R direncinden R direncine doğrudur. Devrede a
1 3
noktasından başlayarak dirençler üzerinden b noktasına geçip oradan da pil
üzerinden tekrar a noktasına dönelim. Dirençler üzerinden akım yönüne zıt
yönde geçtiğimizi, pil üzerinden ise pozitif kutupdan negatif kutba geçtiğimizi
dikkate alırsak devre etrafındaki potansiyel değişikliklerinin toplamı için:
iR +iR +iR -V=0
3 2 1
veya: i(R +R +R )=V
1 2 3
i=V/(R +R +R )
1 2 3
(9.11)

i b
Pompa
+ 120 iR1
V R 30 ohm
- volt 1
R2 20 ohm iR2

R3 10 ohm iR 3

a
(a) (b)
Şekil 9.4. Kirchoff'un voltaj yasasının basit elektrik devresine
uygulanması (a) ve devrenin hidrodinamik benzeri (b).

Şekildeki sayısal verileri kullandığımızda, i=120/(30+20+10)=2 amper.


Aynı Şekil'den üç direnç yerine konabilecek eşdeğer direncin değeri,
R =R +R +R
eş 1 2 3
(9.12)
bulunur.
Şekil 9.5'de birbirine paralel bağlı üç dirençten oluşan bir devre
görülmektedir. Bu devrede üç direncin yerini tutacak eşdeğer direncin değerini
hesaplamak için Kirchoff'un akım yasası diye bilinen yasadan yararlanabiliriz.
Bu yasaya göre birden fazla akımın kavşak noktasında kavşağa gelen ve
kavşaktan uzaklaşan akımların toplamı sıfırdır.
a
i i1 i2 i3
V
+ R2 R3
- R1 V2 V3
V1

Şekil 9.5. Paralel bağlı dirençler.

Pilden çıkan akıma i, dirençler üzerinden geçen akımlara da sırası ile i ,


1
i ve i diyelim. Tüm dirençler aynı pile bağlı olduğundan herbirinin üzerindeki
2 3
potansiyel aynıdır. Dirençlerden geçen akımlar (branş akımları) ise:
i =V/R i =V/R i =V/R
1 1 2 2 3 3
(9.13)

Devredeki a kavşak noktasına gelen ve buradan uzaklaşan akımların toplamı


sıfır olmalıdır. Gelen akımları +, giden akımları - kabul edersek,
i-i -i -i =0
1 2 3
veya: i=i +i +i (9.14)
1 2 3
Akımların Eş.9.13'deki değerleri bu son eşitlikte kullanılırsa,
i=V/R +V/R +V/R
1 2 3
veya: i=V(1/R +1/R +1/R )
1 2 3
ve nihayet sol tarafa i yerine V/R yazarak:

1/R =1/R +1/R +1/R
eş 1 2 3
(9.15)
elde edilir.
9.2.2. Potansiyometre devresi:
Potansiyeli sabit olan bir kaynaktan istenilen büyüklükte bir potansiyel
elde etmek için Şekil 9.6'daki basit devre kullanılabilir. Bu devre V potansiyel
o
kaynağı ile buna bağlı L uzunluğunda bir direnç telinden oluşmuştur. Telin BC
noktaları arasındaki potansiyeli ölçmek için B ile C arasına bir voltmetre
bağlanmıştır. C noktası ve dolayısıyla potansiyeli sabit olmayıp, voltmetrenin
gezer ucunun konumuna bağlıdır.
i A
+ C
Vo -
L
x V

B
Şekil 9.6. Potansiyometre devresi değişken voltajlar elde etmekte
kullanılır.

Telin herhangi iki noktası arasındaki direnç bu kısmın uzunluğuna bağlı


olduğundan, B ve C arasında kalan x uzunluğunun direnci,
x
Rx = R
L (9.16)
V =V =iR olduğuna göre, voltmetrenin C ile B arasında ölçtüğü potansiyel,
AB o
V :
CB
Vo x
R
V = iR = R L veya,
CB x
x
VCB = Vo
L (9.17)
x mesafesi ayarlanarak istenilen V elde edilir.
CB
Diğer taraftan, potansiyometreler (V 'dan küçük) bilinmeyen voltajların
o
ölçülmesinde de kullanılabilir. Bunun için bilinmeyen voltaj kaynağına seri bağlı
bir galvanometre (I) kullanılır (Şekil 9.7). Bu Şekil'deki devreden görüleceği gibi,
V ayarlanarak V =V yapıldığında galvanometre akımı sıfır olur. V de
CB CB 1 CB
doğrudan doğruya direnç teli üzerindeki ölçekten okunur.
A
+
+ C
Vo - I
l
V1?

-
B
Şekil 9.7. Potansiyometreler bilinmeyen potansiyelleri ölçmekte
kullanılırlar.

9.2.3. Wheatstone köprüsü devresi:


Iki potansiyometre Şekil 9.8a'daki gibi A ve B noktaları arasına bir
galvanometre yerleştirilerek birbirine bağlanırsa Wheatstone köprüsü adı verilen
çok kullanışlı bir devre elde edilir. Devrede heriki potansiyometrenin potansiyel
kaynağı da V 'a eşit olduğundan, iki yerine tek bir potansiyel kaynağı
o
kullanılarak devre daha iyi tanınan Şekil 9.8b'deki şema ile gösterilebilir.
Şekil 9.8'den de görüldüğü gibi, köprü devrelerinde, köprünün
kollarından birine ayalanabilir bir direnç (R ) bağlanır. Bunun amacı,
s
istendiğinde bu dirençle galvanometre akımını sıfıra ayarlayabilmektir. Buna
köprünün denge durumu denir. Denge için, Şekil 9.8b'deki devrede:
V =V ve
DA DB
V =V (9.18)
AC BC
olmalıdır. Yani,
i R =i R ve
1 1 2 2
i R =i R (9.19)
1 x 2 s
D D'
i1 D

Ρ Ρ R1 R2
1 2 i2
Vo A I B Vo A Ι B
Vo
Rs i1 i2
Rx
Rx Rs
C
C C'
(a) (b)
Şekil 9.8. Iki potansiyometreden oluşan Wheatstone köprüsü
devresi (a), devrenin daha iyi bilinen şeması (b).

Son iki eşitlik taraf tarafa bölündüğünde,


R1 R2
=
R x Rs (9.20)
Bu bağıntıdan yararlanılarak bilinmeyen dirençler Wheatstone köprüsü
devresi ile ölçülebilir. Bunun için değeri belirlenecek direnç (örneğin R )
x
köprünün bir koluna bağlanır ve köprü R ile dengeye getirilir. R , yukarıdaki
s x
bağıntıda dengeyi sağlayan R değerinden hesaplanır.
s
Biyomedikal uygulamalarda kullanılan çoğu transdüserde Wheatstone
köprüsü devresinden yararlanılır. Buna iyi bir örnek doğrudan kan basıncı
ölçümlerinde kullanılan basınç transdüserleridir. Bu aygıtlarda kan, fizyolojik
serum üzerinden transdüserdeki basınca duyarlı diyafrağma ile temas
halindedir. Diyafrağma da bir Wheatstone köprüsü devresinin değişken direnç
kolundaki dirence bağlıdır. Böylece, diyafrağma üzerindeki bir basınç değişikliği
transdüserde bir direnç değişikliğine dönüştürülür.
Transdüser atmosfer basıncına açık iken (henüz kan basıncı
uygulanmadan önce) köprü dengeye getirilir. Daha sonra transdüser kan yoluna
açılır. Bu durumda köprü devresinin dengesi bozulur ve galvanometre bir
dengesizlik akımı göstermeye başlar. Bu akım doğrudan doğruya dengeyi
bozan direnç değişikliği ile, direnç değişikliği ise basınç değişikliği ile orantılıdır.
Köprüdeki dengesizlik akımı bir başka direnç üzerinden geçirilerek, elde edilen
potansiyel düşümü bir amplifikatörde yükseltildikten sonra kağıda veya
elektronik ortamlara yazdırılabilir. Duyarlı ve doğru sayısal ölçümler için
transdüsere daha önce bilinen bir basınç uygulanarak cihaz kalibre edilir.
Potansiyometre devresinin yaygın olarak kullanıldığı biyomedikal ölçme
cihazlarından birisi de spektrofotometredir. Aşağıda bu cihazdan ayrıntılı olarak
söz edeceğiz.
9.2.4. Absorbsiyon spektrofotometresi:
Spektrofotometreler çözeltilerde düşük konsantrasyonlarda bulunan
biyokimyasal maddelerin konsantrasyonlarını ölçmekte kullanılır. Örneğin,
plazma proteinlerinin konsantrasyonları spektrofotometre ile gayet duyarlı ve
doğru olarak belirlenebilir. Spektrofotometre esas itibarı ile içinde
konsantrasyonu ölçülecek madde bulunan bir çözeltinin, çözeltiye gönderilen
belli dalga boyundaki ışığı (görülebilir ışık veya ultraviyole ışınları) ne kadar
soğurduğunu (absorbladığını) ölçer.
Tipik bir spektrofotometre şu temel ögeleri içerir (Şekil 9.9):
1. Elektromanyetik dalga kaynağı (görülebilir ışık ve/veya ultraviyole ışınları
kaynağı),
2. Monokromator (prizma, kırınım ağı, vb),
3. Örnek kamarası (absorbsiyon hücresi),
4. Detektör (fotoçoğaltıcı, fotosel, vb),
5. Yazdırma veya görüntüleme cihazı.
Şimdi görülebilir ışıkla çalıştırılan Şekil 9.9'daki spektrofotometrenin
çalışma prensibini kısaca gözden geçirelim. Böyle bir cihazda ışık kaynağı,
voltajı son derece sabit olan (Şekil'de gösterilmemiştir) bir güç kaynağından
beslenir. Çünkü ölçümler esnasında ışık şiddetinin sabit kalması büyük önem
taşır.
Şekil 9.9'daki spektrofotometre şeması dikkatle incelendiğinde,
galvanometrenin (I) solundaki devrenin, biri diğerinin potansiyel kaynağı
görevini yapan arka arkaya iki potansiyometreden oluştuğu görülür. Sabit voltajlı
(V ) kaynağa bağlı dirençten V değişken voltajı alınır. Buna da üzerinde 0'dan
o 1
100'e kadar derecelendirilmiş bir ölçek bulunan ikinci bir direnç bağlıdır.
Galvanometrenin bir kutbu bu direnç üzerinde gezen bir kola bağlıdır.
Galvanometrenin sağında yer alan, birbirine seri bağlı direnç, fotosel ve
gerilim kaynağı üçüncü bir potansiyometre devresi oluştururlar. Böylece
galvanometre, iki potansiyometre arasına yerleştirilmiştir. Bu iki
potansiyometrenin voltajları birbirine eşit ise galvanometreden akım geçmez.
Birinin voltajı diğerininkinden yüksekse galvanometreden sağa veya sola doğru
akım geçer.
Fotosel, üzerine belli şiddette monokromatik ışık (tek renkten ışık)
gelirken belli bir akım geçirir. Bu akım da fotosele seri bağlı R direnci üzerinde
bir potansiyel farkı meydana getirir. Buna fotosel voltajı diyelim. Şimdi
galvanometrenin solundaki potansiyometrede, ölçekli direnci %100 değerine
ayarlayarak, üzerindeki potansiyeli de V potansiyometresi ile, fotosel voltajına
1

Galvanometre Fotosel Mono


kromatik Işık

I
100
75 Küvet
V1 50 Direnç Gerilim
25 kaynağı
0
Ayarlı gerilim
kaynağı Potansiyometre
Şekil 9.9. Tipik bir spektrofotometrenin devre şeması

eşit oluncaya kadar ayarlayalım. Bu eşitlik sağlandığında galvanometreden


akım geçmez.
Galvanometre akımı sıfırken fotosele gelen ışığın yolu üzerine, saydam
bir küvet içinde, o dalga boyundaki ışığı soğuran bir çözelti konursa fotosel
üzerine düşen ışık şiddeti azalır. Bu da fotosel devresindeki akımı
azaltacağından fotosel voltajını düşürür. Bunun sonucu olarak galvanometreden
akım geçmeye başlar. Bu akım, bu kez ölçekli direnç potansiyometresi
%100'den daha küçük bir değere ayarlanarak yeniden sıfıra düşürülebilir. Işte
spektrofotometre ile yapılan ölçümün esası bu akımı sıfıra düşürmek için ölçekli
direncin ayarlanması gereken değeri bulmaktır. Bu değer, fotosele gelen ışığın
çözeltiyi geçebilen şiddeti ile doğru orantılıdır. Yani, çözeltiden fotosele iletilen
ışık şiddeti ne kadar düşükse galvanometre akımını sıfırlamak için ölçekli
potansiyometrenin ayarlanması gereken değer de o kadar küçüktür. Aşağıda
açıklanacağı gibi, bu değere transmitans adı verilir. Çözeltiyi geçebilen ışık
şiddeti çözeltideki madde konsantrasyonu ile ters orantılı olduğundan,
transmitans çözeltideki madde konsantrasyonu ile ters orantılıdır.
Spektrofotometre ile konsantrasyon ölçümü Lambert yasasına dayanır.
Bu yasaya göre bir ortam içinde ilerleyen herhangi bir elektromanyetik dalganın
şiddeti mesafenin logaritmik bir fonksiyonu olarak zayıflar. Örneğin
spektrofotometrede,
I = küvet üzerine gönderilen ışık şiddeti,
o
I = küveti geçmekte olan ışığın herhangi bir mesafedeki şiddeti,
x = küvet boyunca ışığın geçtiği yol (küvetin genişliği)
= ortamın absorbsiyon (soğurma) katsayısı

olmak üzere Lambert yasası:


I = Io e −µx (Lambert yasası) (9.20)
Seyreltik çözeltiler için absorbsiyon katsayısı () konsantrasyonla (c) doğru
orantılıdır. Buna Beer yasası denir. Yani,
=Bc (Beer yasası) (9.21)
Burada:
B = molar absorbsiyon katsayısı
c = konsantrasyon (mol/l)
Önce Eş. 9.20'nin heriki tarafının e tabanına göre logaritması alınıp,
ln I=ln I -x veya
o

1 ⎛ Io ⎞
µ= ln⎜ ⎟
x ⎝I ⎠ (9.22)
yazdıktan sonra, Beer yasası göz önüne alınırsa,

1 ⎛ Io ⎞
c= ln⎜ ⎟
Bx ⎝ I ⎠ (9.23)
olduğu görülür.
Çözeltinin soğurduğu ışık enerjisi miktarı, transmitans veya optik
yoğunluk (veya optik dansite - OD) ile belirtilir. Bu kavramlar şöyle tanımlanırlar:
I
I
Transmitans=100x o (9.24)
Io
Absorbans=D=log ( I )
10
(9.25)
Bir maddenin bilinmeyen konsantrasyonunu ölçmek için önce
spektrofotometre ile bu maddenin bilinen konsantrasyonlarının absorbansları
(veya transmitansları) ölçülerek o madde için bir kalibrasyon eğrisi elde edilir.
Daha sonra da bilinmeyen konsantrasyondaki çözeltinin absorbansı (veya
transmitansı) ölçülür ve kalibrasyon eğrisi üzerinde buna karşılık gelen
konsantrasyon değeri okunur.
Örnek 2:
Laboratuvarımızda spektrofotometrik yöntemle hemoglobin (Hb)
konsantrasyonu tayin edilirken kullanılan kalibrasyon doğrusunun denklemi
şudur: Hb =42.5D Burada, Hb 100 ml kandaki hemoglobinin gram miktarı, D
c c
optik yoğunluktur. Böyle bir ölçümde kan örneğinin transmitansı %60
bulunmuşsa örnekteki hemoglobin konsantrasyonu nedir? (log 1.66=0.221).
Çözüm:
Transmitans %60 olduğuna göre, I/I =0.60. Buradan da I /I=1.66 bulunur. 9.25
o o
no.lu bağıntıdan: D=log1.66=0.221. Bu D değeri kalibrasyon doğrusunun
yukarıda verilen denkleminde kullanıldığında,
Hb =42.5x0.221=9.4 g/100 ml hesaplanır.
c

9.3. Elektrik devrelerinde kapasitörler (RC devreleri):

Doğru gerilimle beslenen devrelerde kapasitörlerin davranışı gerek


biyoelektrik potansiyeller gerekse elektronik devreleri açısından önem taşır.
Aşağıda bu tip devrelerdeki kapasitif elemanlardan söz edeceğiz. Önce, Şekil
9.10a'daki pil ile kapasitörden oluşan devreyi göz önüne alalım. Devredeki A
anahtarı kapatılır kapatılmaz kapasitörün aniden V voltajı ile yükleneceği
o
düşünülebilir. Fakat gerçekte kapasitör voltajının V 'a ulaşması daima belli bir
o
süre alır. Bunun nedeni, böyle bir devrede, çok küçük de olsa daima bir direncin
var olmasıdır. Bu direnç pilin iç direnci ile devredeki iletkenin direncidir. Şu halde
Şekil 9.10b gerçek durumu daha iyi temsil etmektedir.
Şimdi A anahtarı kapatıldıktan sonra Şekil 9.10b'deki devrede yer alan
olayları inceleyelim. Anahtar kapatıldıktan dt gibi çok kısa bir zaman sonra
kapasitörde dq kadar yük toplanır. Bu süre sonunda kapasitör üstündeki voltaj,
dV =dq/C. Pilden kapasitöre geçen akım da, i=dq/dt. Bu akım R direnci
C
üzerinde V =iR potansiyel farkını meydana getirir. Kirchoff'un voltaj yasasına
R
göre devre etrafındaki potansiyellerin toplamı (pilin negatif kutbundan başlayıp
akım yönünde giderken):
V -iR-V =0 (9.26)
o C
dq
Vo = iR +
veya C
fakat dq=idt olduğundan,
1
Vo = iR + idt
C
Her iki tarafın zamana göre türevi alınıp R ile bölündüğünde,
di 1
+ i=0
dt RC (9.27)
yazılabilir. Son denklem birinci dereceden adi bir diferansiyel denklemdir ve i
için çözüldüğünde,
1
Vo − RC t
i= e
R (9.28)
üstel fonksiyonunu verir (burada bu çözümün nasıl elde edildiği ile
ilgilenmeyeceğiz). Bu bağıntıdaki RC değerine devrenin zaman sabiti denir ve
sembolü ile belirtilir.
R
A A
Vo C Vo C

(a) (b)
Şekil 9.10. Bir pile bağlı kapasitör devresi (a), aynı devrenin, pilin iç direnci
ile devredeki iletkenlerin dirençlerini dikkate alan daha gerçekçi şeması
(b).

Yukarıdaki çözümün doğruluğu t'ye 0 ve değerleri verildiğinde sistemin


nasıl davrandığı incelenerek anlaşılabilir. t=0 iken (anahtar kapatılır kapatılmaz),
0
e =1 olacağından, i=V /R'dir. Görüldüğü gibi başlangıçta (kapasitör üzerindeki
o
voltaj 0 iken) kapasitör bir kısa devre (dirençsiz bir iletken) gibi davranmaktadır.
t= olduğunda ise üstel terim sıfır olacağından i=0 olur. Yani kapasitör
dolduğunda akım sıfır olur.
Devreden geçen akımı zamanın fonksiyonu olarak bildiğimize göre,
kapasitör üzerindeki voltajın anlık değerini de ifade edebiliriz. Bunun için,
1
dq 1 V − t
dVC = = idt = o e RC
∫ ∫
C C RC (9.29)
bağıntısına göre akımın zaman integrali alınır. Sistemin başlangıç ve son
durumlarından integrasyon sabiti saptanabilir. Bunlar yapıldıktan sonra:
⎛ 1 ⎞
− t
VC = Vo ⎜⎜1 − e RC ⎟⎟
⎝ ⎠
(9.30)
bulunur. Bu son bağıntıdan görüleceği gibi, t=0 iken V =0 ; t= iken ise V =V
C C o
olmaktadır. Bu da gözlemlerle uyumludur.
Kapasitör üzerindeki yük de zamanla benzer bir üstel bağıntıya göre
değişir. Şekil 9.11'de, kapasitör üzerindeki yükün, devredeki akımın ve kapasitör
voltajının zaman grafikleri gösterilmiştir.

i Vο
q q=Vo C Vο/R
Vc

-(1/RC)t -(1/RC)t
i=(Vo /R)e -(1/RC)t
q=VοC(1-e ) Vc =Vo(1-e )
t τ τ

(a) (b) (c)


Şekil 9.11. Şekil 9.10'daki kapasitör yükünün (a), devre akımının (b)
ve kapasitör voltajının (c) zaman grafikleri.

Şekil 9.11'den görüldüğü gibi kapasitörden geçen akım ile kapasitör


voltajı birbiri ile zıt fazlıdırlar. Yani voltaj artarken akım azalır.
Alternatif gerilimle beslenen kapasitör devrelerinde de voltaj ile akım
arasında aynı faz farkı görülür. Devre akımı zamanın bir sinüs fonksiyon ise
voltaj bir kosinüs fonksiyonudur. Şekil 9.12, böyle bir devre ile devre akımının ve
kapasitör voltajının zaman grafiklerini göstermektedir. Görüldüğü gibi, böyle
devrelerde devreden her iki yönde akım geçer ve kapasitör heriki yönde hızla
dolup boşalır. Fakat kapasitör üzerindeki potansiyel hiçbir zaman sıfır olmaz.
Potansiyelin ortalama değeri, devre akımı ile kapasitörün kapasitif reaktansının
(X ) çarpımına eşittir:
C
V = iX (9.31)
C C
Kapasitif reakstans diye, kapasitörün f (Hz) frekanslı sinusoidal akıma gösterdiği
dirence denir ve,
1
XC =
2πfC (9.32)
bağıntısından hesaplanır.
I

Vo

~ C
Io
t

t
(a) (b)

Şekil 9.12. Bir alternatif akım RC devresinde (a) akım ve kapasitör voltajı
(b).

9.4. Mıknatıslık ve elektromanyetizm:


Bugün manyetizm dediğimiz olay eski Çinliler ve Yunanlılar zamanından
beri bilinmektedir. Manyetizm sözcüğü, magnetit cevherinin bulunduğu
yörelerden biri olan Magnesia (Manisa) yöresinin isminden türetilmiştir. Magnetit
çevresindeki demir tozlarını kendine doğru çeker. Böyle maddelere doğal
mıknatıs denir.
Bir elektrik yükünün çevresinde nasıl bir elektrik alanı varsa, bir
mıknatısın çevresinde de bir manyetik alan vardır. Fakat mıknatıslar daima iki
kutupludur. Yani mıknatısın bir kutbundan kalkan alan çizgileri diğer kutbunda
sonlanırlar. Kutuplardan birine güney (S), diğerine kuzey (N) kutbu denir. Şekil
9.13'de geometrik şekilleri farklı mıknatıslar ve bunların manyetik alanları
gösterilmiştir. Yerküresi de doğal bir mıknatıstır.
Şekil 9.13. Farklı tiplerden mıknatıslar. Çubuk mıknatıs (a),
atnalı mıknatıs (b) ve U mıknatıs (c).

Mıknatıslık sadece doğal mıknatıslara özgü değildir. Elektrik akımı


taşıyan bir iletkenin çevresinde de bir manyetik alan oluşur. Bu olaya
elektromanyetizm denir. Elektrik ile manyetizm arasındaki ilişki, Hans Christian
Oersted (1777-1851) tarafından 1820 yılında keşfedilmiştir. Oersted, akım
taşıyan bir iletken telin, yakınındaki bir pusula ibresini hareket ettirdiğini
gözlemiştir.
9.4.1. Manyetik alan:
Akım taşıyan bir iletken telin çevresindeki manyetik alan çizgilerine
manyetik akı (flux) denir. Manyetik akının birimi Weber'dir (Wb). Bu birim, daha
ileride görüleceği gibi, zamanla değişen bir manyetik alanın bir iletkende
indüklediği voltaj esas alınarak tanımlanmıştır. Manyetik akının, kendisine dik bir
düzlemde birim yüzey alanına düşen miktarına ise manyetik alan yoğunluğu
denir ve B ile gösterilir. B iç içe geçmiş (konsantrik) kapalı eğrilerle temsil
edilebilir (Şekil 9.14a). Bir alan çizgisine herhangi bir noktada teğet olan doğru,
o noktadaki alan vektörünün yönünü, çizgilere dik düzlem üzerinde birim alana
düşen çizgi sayısı da manyetik alanın büyüklüğünü veya manyetik akı
yoğunluğunu gösterir. Manyetik alanın yönü Şekil 9.14b'de gösterilen sağ el
kuralı ile kolayca saptanabilir. Bu kurala göre, iletken tel avuç içinde
tutulduğunda başparmak akım yönünü göstermek üzere diğer parmaklar alan
yönüne işaret ederler.

Şekil 9.14. Manyetik alan çizgileri (a), manyetik alanın yönünün sağ
el kuralı ile saptanması (b).
ELEKTROMANYETIK KUVVET:
Bir manyetik alana, içinden akım geçen bir iletken yerleştirildiğinde
iletkenin manyetik alana dik olan bölümü üzerine bir kuvvet etki yapar. Aynı
kuvvet manyetik alan içinde hareket eden yükler üzerinde de vardır. Bu kuvvet
hem akım doğrultusuna (gerçekte iletkenin uzunluk vektörüne) hem de dış
manyetik alan vektörüne diktir (Şekil 9.15a); yönü de Şekil 9.15b'de gösterilen
sol el kuralı ile saptanabilir. Bu kurala göre, sol elin işaret parmağı manyetik
alan vektörünü, orta parmak da iletkenin akım yönündeki uzunluk vektörünü
göstermek üzere başparmak kuvvet vektörünü gösterir.
Şekil 9.15. Manyetik alanda akım taşıyan iletkene etki yapan
kuvvet (a), kuvvet vektörünün sol el kuralı ile
gösterilmesi (b).

Manyetik alan vektörü (B) ile iletkenin uzunluk vektörü (l) arasındaki dar
açı ise elektromanyetik kuvvet (F) şu vektörel çarpımdan hesaplanır:
F=ilxB=ilB sin (9.33)
Aynı manyetik alan içinde v hızı ile hareket eden ve hız vektörü
manyetik alan vektörü (B) ile açısını yapan q yüküne şöyle bir kuvvet etki yapar:
F=qvxB=qvB sin (9.34)
Yukarıdaki bağıntılardan B için bir SI birimi tanımlanabilir. Örneğin,
Eş.9.33'den:
F Newton
B=
il olduğuna göre, B'nin SI birimi: Amper xmetre olmalıdır. Bu birime
Tesla adı verilmiştir. Manyetik alan için önceleri Gauss birimi kullanılmaktaydı.
Gauss, birim yüzey alanına düşen manyetik alan çizgisi (veya birim alana düşen
manyetik akı) olarak tanımlanmıştı. Sonraları bu birim terkedilmiştir. Manyetik
akı birimi Weber olduğuna göre, aynı zamanda:
2 4
1 Tesla=1 Weber/m (=10 Gauss)
Akım taşıyan bir iletkenin çevresinde bir manyetik alan oluştuğuna göre
ve bir manyetik alana konan ve içinden akım geçen bir iletkene bir kuvvet etki
yaptığına göre, birbirinin manyetik alanı içinde bulunan iki iletkenin birbirine
kuvvetler uygulayacağı açıktır. Iki iletkenin manyetik alanlarının etkileşimi göz
önüne alındığında, aynı yönde akımlar taşıyan eşit uzunluktaki (l) iki iletkenin
birbirini çekeceği, zıt yönde akımlar taşıyan iki iletkenin ise birbirini iteceği
kolaylıkla görülebilir.
i ve i iletkenlerin taşıdıkları akımlar olmak üzere, birbirinden d uzaklığa
1 2
konmuş iki iletken arasında bu çekme veya itme kuvvetinin büyüklüğü,
µ oi1i2 l
F=
2 πd (9.35)
bağıntısından hesaplanır. Bu bağıntıdaki sabiti, uzayın (boşluğun) manyetik
o
-7
permeabilitesi adı verilen bir sabittir ve SI birimleri ile değeri, 4x10 Wb/
amp.m'dir.
Şimdiye kadar akım birimi olarak kullandığımız amper yukarıdaki
bağıntıdan tanımlanmıştır. Birbirinden 1 m uzağa yerleştirilmiş, eşit uzunlukta ve
eşit miktarlarda akım taşıyan iki iletken arasındaki itme (veya çekme) kuvveti
-7
2x10 N iken iletkenlerin her birinden geçen akım miktarına 1 amper denmiştir.

9.4.2. Galvanometrik ölçü aletleri:


Herhangi bir potansiyeli ölçmek için iki tip ölçü aleti kullanılır. Bunlardan
biri osiloskoptur. Osiloskop, bir elektron demetinin belli bir potansiyel farkı
içinden geçerken saptırılmasına dayanır. Elektron demetinin sapma miktarı
uygulanan potansiyelle orantılıdır (bkz. Bölüm 6, Örnek 2).
Galvonometrik (veya ibre saptırmalı) aletler adı verilen diğer tip aletlerde
ise potansiyel ölçümü akım ölçümüne dayanır. Şekil 9.16'deki gibi bir mıknatısın
manyetik alanına, akım taşıyan bir devre yerleştirilirse, devrenin manyetik alanla
dik açı yapan bölümleri bir kuvvet çiftinin etkisinde kalır ve devre açısal hareket
yapar.
i

F i

N S

F
Şekil 9.16. Kapalı bir devrenin manyetik alan içindeki açısal hareketi.
Devrenin dönme eksenine yaylı bir ibre bağlanırsa akımı ölçen bir aygıt
elde edilmiş olur (Şekil 9.17). Yayın görevi devreden akım geçmediği zamanlar
ibreyi ilk (sıfır) konumuna geri getirmektir. Böylece, ibre önceden kalibre edilmiş
bir gösterge üzerinde devreden geçen akımla orantılı bir sapma gösterir. Akım
da devreye uygulanan potansiyelle orantılıdır.
9.4.3. Elektron mikroskobu:
Daha önce de belirtildiği gibi, bir manyetik alan içinde hareket eden
elektrik yükleri, hem kendi hareket yönlerine hem de manyetik alanın yönüne dik
bir kuvvetin etkisi altındadırlar. Bunun anlamı şudur: Kuvvet yükün hızını
değiştirmez fakat sürekli olarak yönünü değiştirir. Böyle bir hareket ise açısal
(dairesel) hareketten başka bir şey değildir. Manyetik alanın bu özelliğinden,
siklotron denilen cihazlarda yüklü parçacıkları hızlandırmakta ve ışık yerine
elektron demetlerinin kullanıldığı elektron mikroskobunda elektronları bir
noktaya odaklamakta yararlanılır.
Bir ışık mikroskobunda birbirine çok yakın iki noktayı ayırdedebilme
gücü (resolving power) R, cihazın objektif merceğinin çapı (d) ile doğru orantılı,
kullanılan ışığın dalga boyu () ile ters orantılıdır. Yani:
R=d/1.22 (9.36)
(1.22 sabit bir değer). Yukarıdaki bağıntıdan görüldüğü gibi, R'yi artırmak için ya
d artırılmalı ya da küçültülmelidir.

Şekil 9.17. Ibre saptırmalı galvanometre.

Görülebilir ışığın dalga boyu 400 nm (mavi ışık) ile 700 nm (kırmızı ışık)
arasındadır. Bu nedenle ışık mikroskobunda, dalga boyu 400 nm'nin altına
düşürülemez. d'yi artırmanın ise başka sakıncaları vardır. Ayırma gücünü
artırmadaki bu güçlükleri aşmak için, dalga boyu ışığınkinden çok daha küçük
olan elektron demetlerinin kullanıldığı elektron mikroskopları geliştirilmiştir.
Elektron demetlerinin bir mikroskopta kullanılabilmesinin temelinde,
hareket eden her parçacığın aynı zamanda bir dalga hareketi yaptığı gerçeği
yatar. Bu gerçek 1925'de Louis de Broglie tarafından keşfedilmiştir. Buna göre
hareketin dalga boyu ile parçacığın momentumu p (=mv) arasında şu ilişki
vardır:
=h/p (9.37)
Burada,
h = Planck sabiti adı verilen bir sabittir ve SI birimleri ile değeri,
-34
6.62x10 J.s'dir.
p = parçacığın momentumu (kg.m/s)
Diğer taraftan, ışık hızına yakın hızlarda hareket eden parçacıkların
davranışları Newton mekaniği ile açıklanamaz. Bu durumlar için A. Einstein
tarafından geliştirilen relativite teorisi geçerlidir. Relativite teorisine göre hareket
eden bir cismin kütlesi hızı ile şu bağıntıya göre değişir:
mo
m=
2
1− v c2 (9.38)
burada:
m = cismin hareketsiz haldeki kütlesi,
o
v = cismin hızı,
m = cismin v hızı ile hareket ederken sahip olduğu kütle,
c = ışık hızı.
Einstein, cismin hareket halindeki kütlesinin (m), cismin enerjisi (E) ve
ışık hızı (c) ile şu bağıntıya göre değiştiğini göstermiştir:
2
m=m +E/c (9.39)
o
2
Buna göre kütledeki artış: Dm=m-m =E/c
o
(9.40)
Eş.9.38 ve 9.39'dan cismin enerjisi (E) için bir ifade bulunabilir:
moc2
E= − moc2
1− v2
c2 (9.41)
Cismin momentumu için ise, yine Eş.9.38'den yararlanılarak,
mo v
p = mv =
2
1− v c2 (9.42)
bulunur. Örneğin elektronun enerjisi biliniyorsa hızı, hızından Eş.9.42'ye göre
momentumu ve nihayet momentumundan da Eş.9.37'ye göre de Broglie dalga
boyu hesaplanabilir. Şimdi bu bağıntıları kullanarak bir elektronun enerjisinden
dalga boyunu hesaplayalım.
Örnek 3:
Altmışbin voltluk potansiyel farkından geçirilen elektronların dalga boyu
nedir?
Çözüm:
Böyle bir elektronun enerjisi 60 KeV (kilo elektronvolt) veya:
-19 -15
E=eV=1.6x10 x 60000 = 9.6x10 J'dur. Bu enerji değeri, elektronun
8
istirahat kütlesi ve ışık hızı (c=3x10 m/s) ile birlikte Eş.9.39'da kullanılırsa,
-31 -15 82 -30
M = 9.108x10 + 9.6x10 /(3x10 ) =1.017x10 kg
bulunur. Enerji değeri bu kez de Eş.9.41'de kullanılırsa, elektronun hızı (v)
hesaplanabilir. Eş.9.41'de v sol tarafta yalnız bırakıldıgında,
2
⎛ mo c 2 ⎞
v = c 1 − ⎜⎜ 2


⎝ E + mo c ⎠
8
Verilen değerler kulanıldığında: v=1.33x10 m/s bulunur. Buradan da
-31 8 -22
momentum için: p=1.017x10 x 1.33x10 = 1.35x10 kgm/s hesaplanır.
-34 -22 -12
de Broglie bağıntısından da: =6.62x10 /1.35x10 =4.9x10 m
-10
veya yaklaşık olarak 0.05 Angstrom bulunur (1 Angstrom=10 m).
Yukarıdaki örnekten görüldüğü gibi, bir elektron huzmesinin dalga boyu
görülebilir ışığınkinden bir hayli küçük olabilmektedir. Örnekte bulduğumuz
dalga boyu yeşil ışığın dalga boyunun yüzbinde biri kadardır. Bu sonuç elektron
mikroskobunun, ışık mikroskobundan yüzbin kat daha yüksek bir ayırma gücüne
sahip olacağını düşündürürse de pratikte bu doğru değildir. Iyi bir ışık
mikroskobu ile 1000 Angstromluk mesafeler ayırdedilebilir; elektron mikroskobu
ile ayırdedilebilen en küçük mesafe ise 5-10 Angstrom arasındadır. Örneğin, bir
sinir lifinin bir kas hücresine bağlandığı yerde (ki bu kavşağa motor uç plakası
denir) iki hücre arasında 300 Angstromluk bir aralık vardır. Bu aralık ışık
mikroskobu ile farkedilemediği halde elektron mikroskobunda ayrıntılı olarak
gözlenebilir. Işte bu nedenle elektron mikroskobu bulunduktan sonra fizyoloji ve
biyokimya gibi yaşam bilimlerinde köklü değişiklikler olmuştur.
Elektron mikroskobunda yüksek enerjili elektronlar önce elektrik ve
manyetik alanlardan geçirilerek yönlendirilirler, sonra da incelenecek örnek
üzerine odaklanırlar. Elektron mikroskobundaki elektrik ve manyetik alan
bölgeleri ışık mikroskobunda merceklerin gördüğü işi görür. Bu nedenle elektron
mikroskobunda elektrostatik ve manyetik "mercek"lerden söz edilir. Manyetik
mercekler daha yaygın olarak kullanılır. Manyetik merceğin elektronları
odaklama prensibi, düzgün (homojen) bir manyetik alan içine giren hareket
halindeki elektronların heliks şeklinde (sarmal) yollar izlemelerine dayanır. Böyle
düzgün bir manyetik alan Şekil 9.18a'daki gibi çok sarımlı bir akım
makarasından (solenoid) elde edilebilir.
Elektron manyetik alana girer girmez, alana dik doğrultudaki hız bileşeni
nedeni ile hem alana hem de kendi hareket doğrultusuna dik bir kuvvetin
etkisine girer (Şekil 9.18b). Bu kuvvetin büyüklüğü, Eş. 9.34'den:
F=evB (9.43)
Burada:
e = elektronun yükü,
v = elektronun manyetik alana dik doğrultudaki hız bileşeni
B = manyetik alan yoğunluğu
Şekil'den görüleceği gibi, solenoidin merkezine doğru yönelen bu kuvvet
elektronu dairesel bir yörüngeye sokar. Diğer taraftan, açısal harekette
merkezcil kuvvet,
2
F=mv /r
olduğu hatırlanırsa Eş.9.43'deki F kuvveti için,
2
evB=mv /r (9.44)
yazılabilir. Buradan da dairesel yolun yarıçapı, r:
mv
r=
Be (9.45)
bulunur.
Elektronun B doğrultusundaki hareketini hiçbir kuvvet etkilemediği için,
elektron bu yöndeki hareketine başlangıç hızı (alana ilk girdiği andaki hızı) ile
devam eder. Böylelikle elektron, hem açısal hem de doğrusal hareketle
belirlenen sarmal (helezonik) bir yol izler. Elektronun, sarmalın bir tam devrini
tamamlaması için geçen zaman, t:
helezonun çevresi 2πr
t= =
elektronun çizgisel hizi v (9.46)

o o o o o o o o

.
e- v x
x x

x
x
x x
v
F x x
x x x x x x x x

(a) (b)

Şekil 9.18. Solenoidin düzgün manyetik alanına giren bir


elektronun sarmal yolu (a), solenoidin enine kesitinde
elektrona etki yapan kuvvet (b). x işaretleri sayfa içine
doğru yönelmiş manyetik alan vektörlerinin
kuyruklarını simgeler.

bağıntısı ile ifade edilebilir. Bu bağıntıda r yerine Eş.9.45'deki eşiti


kullanıldığında:
2πm
t=
Be (9.47)
bulunur. Görüldüğü gibi bu son ifadede elektronun hızı (v) yer almaz. Şu halde
elektronun sarmal yolunda bir devri tamamlaması için geçen süre elektronun
hızından bağımsızdır. Yani, alana giriş hızları ne olursa olsun, tüm elektronlar
sarmalın bir tam devrini aynı süre içinde tamamlarlar. Bu da bütün elektronların
zamanla aynı noktada toplandıklarını gösterir.
Elektronların odaklandıkları bu noktaya çok ince kesilmiş bir doku dilimi
(incelenecek örnek materyal) yerleştirilirse, dokunun kendi yapısındaki
elektronlar bu elektronları çeşitli derecelerde saptırırlar. Örnek tarafından
saptırılan elektronlar bir başka manyetik mercekle floresanlı bir ekran veya
duyarlı bir film üzerine düşürülebilir. Böylelikle, elektron enerjilerinin bir ışık
dağılımına dönüştürüldüğü ekranda veya filmde örnek materyalin elektron
yoğunluğunu ve dolayısıyla moleküler yapısını temsil eden bir görüntü oluşur
(Şekil 9.19). Buna elektronmikrograf denir. Şekil'den de görüldüğü gibi, elektron
mikroskobu temelde ışık mikroskobuna çok benzer.
Şekil 9.19'da gösterilen tipten elektron mikroskopda, elektron dalgası
örnekten yansıtılmaz, fakat doku tarafından saçılarak dokunun diğer tarafına
geçirilir. Bu nedenle bu tür elektron mikroskoba dalgayı ileten anlamına gelen
"transmission elektron mikroskobu" denir. Bu yöntemle incelenecek örnekler
mikrotom denilen cihazlarda çok ince dilimler şeklinde kesilerek hazırlanırlar.
Diğer taraftan, biyolojik örnekler fazla ağır metal atomu içermedikleri için
elektron yoğunlukları düşüktür ve üstlerine gönderilen elektronları çok iyi
saçmazlar. Oysa, örnek önce (ozmiyum tetroksit gibi) elektron yoğunluğuyüksek
bir bileşik ile muamele edilir ("boyanır") veya karbon-platini gibi bir ağır metal
buharı ile kaplanırsa elektron yoğunluğu artırılabilir. Böylece, örneğin
elektronmikrografındaki görüntü kontrastı artırılmış olur.
Ağır metal buharı ile kaplanan örneklerin elektronmikrograflarında
elektronların yoğun olduğu bölgeler aydınlık, elektronlarca fakir olan bölgeler ise
karanlıktır. Örneğin bu görünümünden ötürü bu yönteme "gölgeleme" denir.
Gerek boyama gerekse gölgeleme yönteminin amacı görüntüde uygun bir
kontrast sağlayarak örnekteki yapısal ayrıntıyı ortaya çıkarmaktır. Biyolojik
örneklerin yüzeysel ayrıntılarını görüntülemek için scanning (tarayıcı) elektron
mikroskoplar kullanılır.

Şekil 9.19. Elektron mikroskobu (solda) ile ışık


mikroskobunun (sağda) karşılaştırılması.

9.5. Faraday yasası:


Yukarıdaki paragraflarda hareket halindeki yüklerin bir manyetik alan
meydana getirdiklerini görmüştük. Akım taşıyan bir iletken manyetik alana
konduğunda ise elektromanyetik enerji mekanik enerjiye çevrilebiliyordu. Geçen
yüzyılın ortalarında, Amerikalı bilim adamı Michael Faraday ve Ingiliz bilim
adamı Joseph Henry birbirinden habersiz olarak yaptıkları çalışmalarda
mekanik enerjinin de elektromanyetik enerjiye dönüştürülebileceğini kanıtladılar.
Şekil 9.20, birbirinin yakınına konmuş iki elektrik devresini
göstermektedir. Devrelerden birinde bir potansiyel kaynağı (E), diğerinde ise bir
galvanometre (G) bulunmaktadır. 2 no.lu devredeki A anahtarı açılıp kapatılırsa
1 no.lu devredeki galvanometre ibresinin saptığı, yani bu devrede hiçbir
potansiyel kaynağı olmadığı halde devreden bu anlarda akım geçtiği görülür.
Bunun nedeni 2 no.lu devredeki A anahtarının açılış, kapanış anlarında devrenin
çevresindeki manyetik alanın azalıp çoğalması, bunun da 1 no.lu devrede bir
potansiyel endüklemesidir. 1 no.lu devredeki galvanometre ibresini saptıran bu
akıma endüksiyon akımı denir. Kuşkusuz, endüksiyon akımının geçtiği anlarda 1
no.lu devrenin çevresinde de bir manyetik alan oluşur. Bu manyetik alanın yönü,
2 no.lu devredeki manyetik alanın yönüne daima zıttır. Yani endüklenmiş
manyetik alan 2 no.lu devrenin çevresindeki manyetik alan değişikliklerine karşı
koyar.
devre 2 + -
A

devre 1

Şekil 9.20. Bir devredeki manyetik alan değişiklikleri komşu bir


devrede endüksiyon akımlarına yol açar.

Aynı etki Şekil 9.21'deki deneyle de gösterilebilir. Bu deneyde bir çubuk


mıknatıs ile halka şeklinde iletken bir tel kullanılır. Mıknatıs halkaya
yaklaştırıldığında iletken içinde, şekilde belirtilen yönde bir elektrik akımı oluşur.
Bu akımın halkanın çevresinde meydana getirdiği manyetik alan, çubuk
mıknatısın devreye yaklaşırken meydana getirdiği manyetik alan artışına karşı
koyacak yöndedir.
Halka içinde, mıknatıs uzaklaştırılırken de bir akım meydana gelir.
Akımın yönü bu kez azalan manyetik alana karşı koyacak yöndedir. Yani bir
önceki akıma zıt yöndedir. Kısaca, endüksiyon akımı iki alan arasındaki göreli
(relatif) harekete karşı koyacak yönde akar. Diğer taraftan, halka bir yerinden
kesilecek olursa devreden akım geçmez, dolayısıyla dıştaki değişen manyetik
alana karşı koyacak etkisi de yoktur. Fakat iletkenin kesik uçları arasında bir
elektromotiv kuvvet oluşur.

Şekil 9.21. Çubuk mıknatıs ve iletken halka deneyi.

Yukarıdaki deneylerde bir manyetik alan içinde hareket ettirilen


iletkende elektrik akımı endüklendiğini, yani mekanik enerjinin elektromanyetik
enerjiye dönüştürüldüğünü gördük. Işte mekanik enerjiyi elektrik enerjisine
dönüştüren jeneratörlerin (üreteçlerin) ve dinamoların çalışma prensibi budur.
Zamanla değişen bir manyetik alan içinde bulunan kapalı bir devrede bir
elektrik akımı oluşabiliyorsa (veya devre açıksa iletkenin uçları arasında bir
potansiyel farkı oluşabiliyorsa) iletken içinde bir elektrik alanı meydana geliyor
demektir. O zaman yukarıdaki gözlemlerimizi şöyle de özetleyebiliriz: Değişen
bir manyetik alan bir elektrik alanı meydana getirir. Buna Faraday yasası denir.
9.5.1. Manyetik flowmetre:
Yakın zamanlara kadar tıp araştırmalarında damarlardaki kan akışını
ölçmek için kullanılmış olan manyetik flowmetrenin (debiölçer) çalışma prensibi
Faraday yasasına dayanır (Şekil 9.22). Bu yöntemde önce çevre dokulardan
ayrılan damar (örneğin, aorta veya carotis) debiölçerin o damar çapına göre
imal edilmiş manyetik alan sargısı içine yerleştirilir. Damarda akan kan bu
manyetik alan içinden geçen iletken halkaları gibi davranır. Böylece damarın
karşılıklı iki noktası arasında bir elektromotiv kuvvet (potansiyel farkı) oluşur.
Ölçülen potansiyelin genliği kanın hızı ile orantılıdır.
Bu yöntemle doğru ölçümler yapmanın teknik zorlukları olduğu gibi
damarı izole etmek için de cerrahi girişim gereklidir. Bu nedenle invaziv bir
yöntemdir. Son yıllarda bu yöntemin yerini invaziv olmayan ultrasonik yöntemler
almıştır (bkz Bölüm 5. Kesim 3).

Şekil 9.22. Manyetik flowmetre'nin çalışma prensibi (a), manyetik alan


sargısı (b).

9.5.2. Diyamanyetik, paramanyetik ve ferromanyetik maddeler:


Doğadaki maddeleri bir manyetik alan içindeki davranışlarına göre üç
sınıfa ayırmak mümkündür:
1) Diyamanyetik maddeler, 2) Paramanyetik maddeler, 3) Ferromanyetik
maddeler.
Bu farklı davranışlar maddenin atom yapısından kaynaklanır. Bütün
maddelerde elektronların iki çeşit hareketi vardır: 1. Elektronun kendi etrafındaki
dönme hareketi, 2. Çekirdek etrafındaki hareketi. Bu durum tıpkı bir gezegenin
güneş sistemindeki hareketlerini andırır. Her elektronun hareketi küçük bir
elektrik akımı halkası olarak düşünülebilir. Bu akımların herbiri de çevresinde bir
manyetik alan meydana getirir.
Diyamanyetik maddelerde iki tip elektron hareketinden doğan manyetik
alanların net toplamı sıfırdır. Diyamanyetik madde bir manyetik alana
konduğunda madde içindeki toplam alan dıştaki manyetik alanla aynıdır.
Ferromanyetik maddelerde elektron hareketleri madde içinde büyük net
bir manyetik alan doğurur. Şu beş element ile bunların çeşitli alaşımları
ferromanyetik maddelerdir: Demir, kobalt, nikel, godolinyum ve disprosiyum.
Doğal mıknatıslar bu tür maddeler içerirler. Ferromanyetik maddelere dıştan bir
manyetik alan uygulandığında içerideki toplam alan dıştakinden çok daha
büyüktür. Bu davranıştan nasıl yararlanıldığını biraz ileride göreceğiz.
Paramanyetik maddeler, diyamanyetik maddelerle ferromanyetik
maddeler arasında bir davranış gösterirler. Bunlarda elektron hareketlerinden
doğan manyetik alanların toplamı sıfırdan farklıdır. Paramanyetik madde bir
manyetik alana konduğunda kendi manyetik alanı dış alana eklenir. Bu
durumda, maddenin içindeki alan dışındakinden daha büyük olduğundan
paramanyetik madde mıknatıslanmıştır. Oksijen böyle bir maddedir.
PARAMANYETIK OKSIJEN ANALIZÖRÜ:
Oksijenin paramanyetik özelliğinden yararlanılarak Şekil 9.23'de
gösterilen paramanyetik oksijen analizörü ile havadaki veya başka gaz
karışımlarındaki oksijen konsantrasyonları ölçülebilir.
Bu aygıtın esasını bir doğal mıknatısın N ve S kutupları arasında asılı
duran içleri boş ve birbirine bağlı iki cam küre oluşturur. Cam küreler bir kuartz
lifle asılmışlardır. Bütün sistem bir odacık içine yerleştirilmiştir. Odacık içindeki
oksijenin bir kısmı cam kürelerin yüzeylerine yapışmıştır. Oksijen paramanyetik
bir gaz olduğundan, kürelere belli bir manyetik kuvvet etki yapar. Fakat küreleri
bulundukları doğrultudan saptırmaya çalışan bu kuvvet kuartz lifin bükülmeye
karşı koyan elastik kuvveti ile dengelenmiştir.
Kürelerin bulunduğu odacığa farklı konsantrasyonda oksijen
verildiğinde, cam yüzeylere yapışan oksijen miktarı değişir. Bu da sistem
üzerindeki manyetik kuvvetin değişmesine yol açar. Sonuç olarak küre sistemi
önceki (dengedeki) doğrultusundan bir miktar sapar. Sapma açısı odaya verilen
oksijen konsantrasyonu ile orantılıdır. Kuartz life, üzerine bir ışık huzmesi
düşürülen bir ayna monte edilmiştir. Kuartz lif büküldüğünde aynanın açısı
değişir. Bu değişiklik de ayna ile dışarıya yansıtılan ışınların sapmasından
ölçülebilir.
Şekil 9.23. Paramanyetik oksijen analizörü.

Bir karışım içindeki oksijen konsantrasyonunun bu yöntemle


ölçülebilmesi, karışım içinde bulunabilecek diğer gazların (örneğin azot, helyum,
karbondioksit ve hidrojen) paramanyetik olmamaları yüzünden mümkündür.
9.5.3. Transformatörler:
Ferromanyetik bir maddeden (örneğin demir) yapılmış ince saç levhalar
sıkı sıkıya yan yana konarak oluşturulan Şekil 9.24'deki gibi ortası boş kapalı bir
çekirdek üzerine iki akım sargısı sarılırsa transformatör denilen basit bir aygıt
elde edilir.
Transformatörün sargılarından birine zamanla değişen bir gerilim
(örneğin alternatif gerilim -aşağıya bakınız) uygulandığında ikinci sargının uçları
arasında bir elektromotiv kuvvet oluşur (Aynı olay zamanla değişmeyen bir
gerilim -doğru gerilim- uygulandığında da görülür mü?).
Transformatörde birinci ve ikinci sargılardaki sarım sayıları (N ve N ),
1 2
bu sargılara uygulanan voltajlar (V ve V ) ve sargılarladaki akımlar (I ve I )
1 2 1 2
arasında şu ilişkiler vardır:
V1 N1 I1 N2
= =
V2 N2 ve I2 N1 (9.48)
Transformatörde (ferromanyetik çekirdekteki Eddy akımları nedeni ile
tersinmez olarak ısıya dönüşen az miktardaki enerji bir yana bırakılırsa) enerji
korunduğu için, her iki sargıda voltajla akımın çarpımı transformatörün gücüne
eşit sabit bir değerdir (Vi=sabit). Böylece, bir sargıda voltaj (V) yüksek ise akım
(i) düşüktür; akım yüksek ise voltaj düşüktür.

Şekil 9.24. Bir transformatörün yapısı.

Transformatörler düşük alternatif gerilimleri yükseltmek veya yüksek


gerilimleri düşürmek amacı ile kullanılırlar. Örneğin, şehirlerarası uzak
mesafeler boyunca enerji yüksek gerilimli (154000 volt) hatlar üzerinden taşınır.
Böylelikle belli bir güç için nakil hattının taşıdığı akım küçük olmaktadır. Bu ise
küçük kesitli iletkenler kullanılmasına izin verdiği için iletken maaliyetinde
ekonomi sağlar. Enerji şehir içinde çeşitli bölgelere dağıtılırken gerilim 30000
volta veya daha altına düşürülür. Çünkü şehir içinde yüksek gerilim tehlikelidir.
Tüketim birimlerine gelen enerji hatlarında ise gerilim daha da düşüktür (evler
için tek fazlı 220 volt veya üç fazlı 380 volt, fabrikalar için üç fazlı 380 volt veya
6000 volt).
9.5.4. Endüktans (L):
Faraday yasasını açıklarken bir devrede yer alan akım (ve dolayısıyla
bu akımdan kaynaklanan manyetik alan) değişikliklerinin bu devreye yakın ikinci
bir devrede bir elektromotiv kuvvet (emk) endüklediğini belirtmiştik. Bu
elektromativ kuvvet de kendisine yol açan manyetik alan değişikliklerine karşı
koyacak şekilde kutuplanıyordu. Halka şeklinde tek bir sargıdan oluşan bir
devre için, bu elektromotiv kuvvet ile devrenin manyetik akısı () arasında şu ilişki
vardır:

ε = − dΦ
dt (9.49)

Burada:
= bir sarımın manyetik akısı (aynı zamanda, A sargının çevrelediği
düzlemin alanı ve B=manyetik alan yoğunluğu olmak üzere: =BA),
ε = elektromotiv kuvvet
Eş.9.49'daki eksi işareti elektromotiv kuvvetin manyetik alandaki
değişikliklere daima zıt olduğunu, yani manyetik alan artarken emk'in azaldığını,
manyetik alan zayıflarken ise emk'in arttığını belirtir.
Devre N sayıda sarımdan oluşuyorsa, emk, Eş.9.49'un sağ tarafındaki
ifadenin N katına eşittir:

ε N = − d(NΦ )
dt (9.50)
(N=bütün sarımların toplam manyetik akısı).
Endüksiyon olayı için iki devre şart değildir. Bir iletken sargısının iki ucu
arasına zamanla değişen bir gerilim uygulandığında da sarımın iki ucu arasında,
uygulanan gerilime zıt yönde bir elektromotiv kuvvet oluşur. Doğru gerilimler bu
etkiyi doğurmaz. Sargı N sarımlı ise, =bir sarımın manyetik akısı olmak üzere,
meydana gelen toplam manyetik akı N'dir ve sargıdan geçen akımla doğru
orantılıdır:
N=Li (9.51)
Orantı sabiti L'ye devrenin self endüktansı veya kısaca endüktansı, sargıya da
bazen self bobini denir. N'nin son bağıntıdaki eşiti Eş. 9.50'de kullanılırsa,

ε N = −L di
dt (9.52)
bulunur. (L sabit olduğu için türev işleminin dışına alınmıştır). Bu son bağıntı
endüktansı tanımlamakta kullanılabilir:

L=
ε
di / dt (9.53)
Endüktans sargıdaki sarım sayısı ile sargının geometrik özelliklerinden
hesaplanabilir. Endüktans elektrik devrelerinde, sembolü ile
gösterilir; SI birimi ise Eş.9.53'den görüleceği gibi:
volt voltxsaniye
veya ' dir .
amper / saniye amper

3
Bu birime, Joseph Henry'e atfen henry (h) adı verilmiştir. (1 henry=10
6
milihenry=10 mikrohenry'dir).
Buraya kadar anlatılanlarla, elektrik devrelerinde sıkca rastlanan şu üç
devre elemanını kapsamış oluyoruz: Direnç (R), kapasitans (C), endüktans (L).
Bu üç elemanı veya kombinasyonlarını içeren devrelere RLC devreleri denir.
Biraz ileride bu tür devrelere doğru ve alternatif gerilimler uygulandığında
devrenin nasıl davrandığını açıklayacağız.

9.6. Elektrik akımı çeşitleri ve elektrik akımının canlı dokuya etkisi:


Statik yüklerin dağılımından doğan potansiyellere (gerilimlere- örneğin
bir pilin, kapasitörün veya istirahat halindeki canlı hücrelerin potansiyelleri)
doğru gerilim, bunlardan doğan akımlara da doğru akım denir. Doğru gerilimler
veya akımlar zamanla değişmezler. Işaretleri de değişmediği için bunlar aynı
zamanda monofaziktir.
Bir manyetik alan içinde her iki yönde periyodik olarak hareket ettirilen
iletkenin iki ucu arasında hem eksi hem de artı değerler alabilen bir potansiyel
farkı ölçülür. Bu durumda bifazik bir gerilimden söz edilir. Bifazik gerilimlerden
en iyi bilineni ve en yaygın olarak kullanılanı (özellikle elektrik enerjisi nakli ve
dağıtımında), genliği zamanın sinüsoidal bir fonksiyonu olarak saniyede 50
(veya 60) kez artı ve eksi değerler alabilen alternatif akımdır. Diğer monofazik
ve bifazik gerilim tiplerinin zaman grafikleri Şekil 9.25'de gösterilmiştir.
Doğru akıma fizyolojide galvanik akım da denir. Galvanik akım
fasılalarla uygulanıyorsa buna kesikli galvanik akım veya pulslu akım denir.
Pulslu galvanik akım özellikle elektrofizyoloji ve fizyoterapide önem taşır.
PULSLU AKIM:
Sinir ve kas hücrelerini uyarabilmek için belli genlikte ve belli süreli
pulslar kullanmak gerekir. Pulsun süresi kısaltılırsa genliği artırılmalıdır; genliği
azaltılırsa süresi artırılmalıdır. Bir sinir veya kas hücresini uyarabilen pulsların
genlikleri y-eksenine, süreleri de x-eksenine işlendiğinde elde edilen eğriye
şiddet-süre eğrisi denir (aslında buna genlik süre-eğrisi demek daha doğru olur).
Şekil 9.26'de kesikli çizgi ile gösterilen hiperbolik eğri normal bir kasın şiddet
süre eğrisini göstermektedir. Genlikleri ve süreleri bu eğrinin sağında ve
üstünde olan pulslar kası uyarmakta yetersiz kalırlar.
Şiddet süre eğrisinde, süreyi artırmanın uyarıcı etkiyi daha fazla
artırmadığı minimum puls genliğine eğrinin reobaz değeri denir. Şekil 9.26'deki
şiddet-süre eğrisine asimptot olan yatay doğru reobaza eşit puls genliğini
göstermektedir. Bu değer genlik ekseni üzerinde de R harfi ile belirtilmiştir.
Genliği reobazın iki katı olan bir pulsun, uyarma için yeterli olan
süresine kronaksi denir. Şekil 9.26'deki şiddet süre eğrisinin kronaksi değeri
zaman ekseninde belirtilmiştir.

v v

(a) t (d)
v v

t t
(b)
(e)
v v

t (f)
(c)
Şekil 9.25. Tıp araştırmalarında, tanıda ve tedavide önem
taşıyan gerilim tipleri. Doğru veya galvanik (a), kesikli
galvanik (b), testere dişi (c), faradik (d), kare dalga
(e), sinüsoidal veya alternatif (f).

Şekil 9.26'da başka şiddet-süre eğrileri de verilmiştir. Bunlar sinirinden


ayrılmış (denerve olmuş) bir parmak kasının iyileşme süreci boyunca farklı
zamanlarda elde edilmiş şiddet-süre eğrileridir. Görüldüğü gibi, hasardan hemen
sonra saptanan eğri grafiğin en sağ ve üst bölgesinde yer alır. Sinir ile kas
arasındaki bağlantı yeniden kurulurken kasın uyaranlara duyarlılığı artar ve
şiddet-süre eğrisi sola ve aşağıya doğru kayarak normal konumuna yaklaşır.
FARADIK AKIM:
Laboratuvarlarda bir endüksiyon makarasından kolaylıkla elde
edilebilen faradik akım (Şekil 9.25d) sinir ve kas hücrelerini uyarmakta ve
deneysel psikolojide hayvanları koşullandırmak için elektrik şokları vermekte
kullanılır.

Şekil 9.26. Bir elin normal abdüktör kasının motor noktası


(sinirin kasa bağlandığı nokta) uyarılarak elde edilmiş
normal şiddet-süre eğrisi (kesikli çizgi) ile diğer elin
denerve olmuş aynı kasının iyileşme sürecinin çeşitli
evrelerinde elde edilmiş şiddet-süre eğrileri (Ochs,
1967'den).
ALTERNATIF GERILIM:
Şekil 9.27'de sinüsoidal alternatif gerilimin bir siklusu gösterilmiştir. Bu
gerilim zamanla,
v=V sin t (9.54)
m
fonksiyonuna göre değişir. Burada:
v = gerilimin anlık değeri (volt)
V = gerilimin maksimum değeri (volt)
m
= 2f=açısal frekans (rd/s)
f = frekans (Hz)
T = 1/f dalganın periyodu (s)
Alternatif akımlar veya gerilimler zamanla değiştiğinden ölçü aletleri
bunların etkin değerini (Ingilizcede: root mean square -rms değer) ölçer.
Örneğin, evlerde kullanılan alternatif gerilimin etkin değeri 220 volttur. Bu
gerilimin Şekil 9.27'deki gibi bir grafiği çizilse, maksimum değerinin, V = 2
m
x220=311 volt olduğu görülür.
v

Vm

t
-Vm
T

Şekil 9.27. Alternatif gerilim.

Alternatif akımın etkin değeri şöyle tanımlanır: Bir periyodu boyunca


aynı miktardaki doğru akım kadar ısı üreten ve zamanın sinüsoidal veya bir
başka fonksiyonu olarak değişen alternatif akım miktarına bu akımın etkin
değeri denir.
Anlık değeri i olan akım R direnci içinden 1 saniye süre ile aktığında,
2
dirençte i R J'lük ısı üretir. Bir periyod (T) boyunca ürettiği ısı ise:
T
2
∫i0
Rdt
Isı= (9.55)
integralinden hesaplanabilir. Diğer taraftan, genliği I olan doğru akım da aynı
2
dirençten 1 saniye süre ile geçtiğinde I R J'lük ısı üretir. Bu iki ısı miktarı
birbirine eşitlenir ve R'ler sadeleştirilirse,
T T
1 2
∫i
2
Rdt i dt
0 2 T ∫0
=I R veya I = (9.56)
et

i = Im sin( t)
Şimdi de yukarıdaki son terimde, T kullanılırsa, integralin sonucu:
Im
I et = = 0 . 707 Im
2 (9.57)
bulunur. Aynı yolla: V =0.707V olduğu gösterilebilir. Alternatif akımların
et m
veya gerilimlerin değerleri belirtildiğinde bunlar hep etkin değerlerdir.
Erkeklerin % 50'si elleri üzerinden uygulanan 60 Hz frekanslı alternatif
akımın 1 miliamper (mA) düzeyindeki miktarını algılayabilir. Kadınlar daha da
duyarlıdır; bu düzeyin üçte birini algılayabilirler. Akım algılamasının frekansa
bağlı olduğu saptanmıştır. 100 Hz'in üstündeki frekanslar için duyarlılık eşiği
daha yüksektir.
Akım 10 ile 20 mA arasındaki düzeylere çıkarıldığında el kaslarında
sürekli kasılmalar başlar. Birçok denek bu kasılmalar yüzünden ellerinde
tuttukları elektrotları bırakamazlar. Akım daha da artırılırsa ağrı vermeye başlar.
Bu akım düzeyinde bazı denekler bayılabilir. Akım 100 mA dolayına
çıkarıldığında ise bunun kalp üzerinden geçen bölümü kalp karıncıklarında
fibrilasyon adı verilen hızlı ve düzensiz kasılmalara yol açar.
Akımın uygulanma süresi artırıldıkça daha düşük düzeyleri fibrilasyona
yol açabilir. Koyunlar üzerinde yapılan bir dizi deneyde, 0.03 s süre ile
uygulanan 1000 mA'lik akım ile 3s süre ile uygulanan 100 mA'lik akımın bu
açıdan aynı etkiye sahip oldukları belirlenmiştir. Bu tür deneylerin sonuçları
insanlarda fibrilasyona yol açacak akım düzeylerini tahmin etmekte
kullanılmıştır.
Frekansı 60 Hz olan sinüsoidal akımın insanda fibrilasyona yol
açamayacak güvenli düzeyi 116/ t mA formülünden hesaplanır. Burada t
saniye cinsinden akımın uygulanma süresidir. Böylece, örneğin, t=1 s ise
akımın güvenli düzeyi 116 mA; eğer t=4 s ise akımın güvenli düzeyi 58 mA
olmaktadır.
Altı amperin üstündeki akımlar kalbin sürekli kasılı halde kalmasına yol
açarlar. Fakat bu düzeydeki akım fibrilasyon halindeki kalbe çok kısa bir süre ile
(şok olarak) uygulanıp kesilirse, kalp önce durur sonra düzgün bir ritmle yeniden
atmaya başlar. Böyle bir uygulamada defibrilatör adı verilen cihazlar kullanılır.
Defibrilatörlerde genliği 10000 volta kadar çıkabilen kısa süreli voltaj pulsları
kullanılır.
Diğer taraftan kişinin deri direncine ve akımı taşıyan iletkenle temas
direncine bağlı olarak, 6 amperin üstündeki sürekli akımlar solunumun
durmasına (paralizine) ve ciddi yanıklara yol açabilir.
Eğer akım doğrudan doğruya dokuya uygulanırsa çok daha küçük
düzeylerde etkilidir. Örneğin, köpek kalbine doğrudan doğruya uygulanan 17
mikroamper (A) düzeyindeki akımın fibrilasyona yol açtığı saptanmıştır. Bu
sonuçlardan, insan kalbine doğrudan doğruya uygulandığında fibrilasyona yol
açabilecek akımın 30A dolayında olduğu tahmin edilmiştir.
Esasen vücuda zarar verecek bir elektrik akımının ne derece etkili
olduğu, akımın miktarından başka zamansal yapısına ve vücut direncine
bağlıdır. Canlı doku genellikle bir elektrik uyaranının ani değişikliklerine
duyarlıdır. Testere dişi şeklindeki (Şekil 9.25c) zamanla yavaş yavaş artan
akımın uyarıcı etkisi, aynı düzeydeki pulslu akımdan çok daha azdır. Çünkü
dokular yavaş elektriksel değişikliklere alışırlar. Nörofizyolojide bu olaya
akomodasyon denir.
Aynı düzeylerdeki sinusoidal akımlar ise, daha önce de işaret edildiği
gibi, bazı frekanslarda diğer frekanslarda olduğundan daha etkilidirler. 50 ila 80
Hz arası frekanslara sahip olan akımlar 400 Hz frekanslı akımlardan daha
etkilidir. Bunun nedeni, sinir ve kas hücrelerinin yavaş değişikliklere alışmaları,
çok hızlı değişikliklere ise ayak uyduramamaları olarak açıklanabilir. Diğer
taraftan yüksek frekanslı akımlardan, yüzeyel kaslarda kontrollü ısı üreterek
yerel ısı tedavisinde yararlanılır.

9.7. Elektronik:
Aşağıdaki paragraflarda bazı önemli alternatif akım devreleri ile
biyomedikal cihazların yapı taşları olan elektronik devre elemanlarından söz
edeceğiz.
9.7.1. Kapasitörlerde alternatif akım:
Doğru akım devrelerinde bir kapasitörden, sadece devrenin açılış ve
kapanış anlarında akım geçer. Oysa alternatif akım kapasitörden heriki yönde
sürekli olarak geçer. Kapasitör akımı kapasitör üzerinde, tıpkı bir direnç
üzerinde olduğu gibi, bir potansiyel farkına yol açar. Daha önce de anlatıldığı
gibi, bu potansiyel farkı akımla kapasitif reaktansın (X ) çarpımına eşittir (bkz
C
Eş.9.31): V =iX (i=akımın etkin değeri).
C C
Devrede direnç yoksa veya ihmal edilebilecek kadar küçükse kapasitör
akımı ile uygulanan sinüsoidal gerilim arasında 90'lik faz farkı vardır; akım
voltajın 90 derece önündedir. Yani, voltaj sıfır değerinden geçerken akım
maksimum değerini alır; voltaj maksimum değerine çıktığında akım sıfır
değerinden geçer. Fakat eğer devrede direnç de varsa voltaj ile akım arasındaki
faz farkı 90'den küçüktür. Şekil 9.28'de sinüsoidal potansiyel kaynağına bağlı bir
kapasitör devresi ile devreye uygulanan gerilimin ve devreden geçen akımın
zaman grafikleri gösterilmiştir.
9.7.2. Endüktörlerde alternatif akım:
Endüktansı L olan bir endüktöre frekansı f olan sinüsoidal bir gerilim
uygulandığında, endüktörde oluşan karşı geriliminin yarattığı dirence
endüktörün endüktif reaktansı (X ) denir. Endüktif reaktans şöyle tanımlanır:
L
X =2fL (9.57)
L

Devrede direnç yoksa devre akımı uygulanan voltajı (kapsitör akımının


tam tersine) 90 geriden izler kalır. Yani voltaj maksimum değerinden geçerken
akım minimum değerini alır; voltaj sıfır değerinden geçerken akım maksimum
değerine ulaşır. Devrede direnç varsa faz farkı 90'den küçüktür. Şekil 9.29'de
sinüsoidal gerilm kaynağı taşıyan bir endüktans devresi ile devre akımının ve
geriliminin zaman grafikleri gösterilmiştir.

i
V
0
π/2 t
V
~ C i

0
t

(a) (b)

Şekil 9.28. Sinüsoidal gerilim kaynağına bağlı kapasitör.(a) ve uygulanan


gerilim ve devre akımı (b).

Yukarıdaki ve daha önceki açıklamalardan anlaşılacağı gibi, aynı


devrede bulunabilecek bir kapasitör ile bir endüktörden geçen akımlar arasında
180 faz farkı vardır.

L V
i 0
V
~ i
p /2 t

0
t
(a) (b)

Şekil 9.29. Sinüsoidal gerilim kaynağına bağlı endüktör (a), devreye


uygulanan gerilim ve devre akımı (b).

9.7.3. Seri RLC devresi:


DOĞRU GERILIMLE BESLEME:
Şekil 9.30a'daki gibi bir doğru gerilim kaynağına bağlı seri RLC
devresini göz önüne alalım. Bu devrede A anahtarı kapatıldığında, devre akımı,
devre elemanlarının değerlerine bağlı olarak farklı zamansal yapılar gösterir.
Bunlardan en ilginç olanı, devre elemanlarının değerleri arasında,

R2 1
2
4 L LC veya R
2 LC (9.58)
ilişkisi geçerli olduğu zaman var olan akımdır. Bu durumda devre akımı sönümlü
bir sinüsoidaldir (Şekil 9.30b). Oysa devrede hiçbir sinüsoidal kaynak
bulunmamaktadır. Bu sinüsoidalin frekansına devrenin doğal salınım frekansı
denir ve değeri çok az bir hata ile şu bağıntıdan hesaplanabilir:
1
f=
2π LC (9.59)
Sinüsoidal akım bir süre sonra sıfıra düşer. Akımın bu şekilde sönümlü
bir salınım (osilasyon) olmasının nedeni, böyle bir devrenin çok küçük de olsa
daima bir dirence sahip olmasıdır.
A
i
R
V + L
i C
- t

(a) (b)

Şekil 9.30. Doğru gerilimle beslenen seri RLC devresi (a) ve


sönümlü sinüsoidal devre akımı (b).

Böyle devrelere ilişkin bir diğer ilginç gözlem şudur: Bu tip iki devre
birbiri ile etkileştiğinde ikiden fazla salınım frekansı ortaya çıkabilmektedir. Beyin
dalgalarında da (EEG) bu tür etkileşimlerden söz edilir. Bildiğimiz kadarı ile
beyinde hiçbir endüktif devre elemanı bulunmadığı halde, beyin dokusundan
Şekil 9.30'dakine benzer düzenli salınımlar yazdırılabilir. Bu salınımlar özellikle
epilepsi krizlerinde EEG'ye egemendir.
ALTERNATIF GERILIMLE BESLEME:
Şekil 9.30a'daki devrenin bu kez frekansı f olan bir sinüsoidal gerilimle
beslendiğini düşünelim. Bu durumda devredeki dirençle birlikte kapasitör ve
endüktör de kendi reaktansları ölçüsünde devredeki akıma karşı koyarlar.
Devrenin toplam direncine empedans (Z) adı verilir ve şu bağıntıdan hesaplanır:

Z = R2 + ( XL − X C )2 (9.60)
(Burada her sembol daha önceki anlamını taşır). Bu bağıntıdan görüldüğü gibi
empedans devreyi besleyen gerilimin frekansına bağlıdır. Bu empedansa karşın
devreden sinüsoidal bir akım geçer ve değeri şu ilişkiden bulunur: I=V/Z
(V=devreyi besleyen kaynak voltajı).
Herhangi bir RLC devresinde, kapasitif ve endüktif reaktanslar belli bir
frekansta birbirine eşit olur. X =1/2fC ; X =2fL olduğuna göre, iki reaktansın
C L
birbirine eşit olduğu frekans şudur.:
1
f=
2π LC (9.61)
Görüldüğü gibi bu frekans daha önce aynı devrenin doğal salınım
frekansı olarak hesapladığımız frekanstır. Devre doğru gerilimle beslendiğinde
bile bu frekansta salınımlar üretebildiğine göre, bu frekanstaki bir sinüsoidal
gerilimle beslendiği zaman ona özel bir uyum gösterecektir. Bu duruma
rezonans denir.
Ayrıca, empedans ifadesinden (Eş.9.60) görüldüğü gibi, rezonans
frekansında empedans devredeki dirence eşittir, yani:
X =X iken Z=R (9.62)
C L
Empedans da direnç gibi ohm ile ölçülür.
9.7.4. Diğer bazı önemli elektronik devre elemanları:
Elektrik akımını veya gerilimini yükseltmek, başka bir enerji türüne
dönüştürmek (örneğin ışık ve sese), elektrik sinyalleri ile haber iletmek gibi
çeşitli amaçlar için çeşitli elektronik devreler kullanılır. Bu devrelerde direnç,
kapasitör, endüktör, vakum tübü (lambası), diyot, tranzistör (v.b) elemanlar
kullanılır.
Yakın geçmişe kadar bu elemanlardan birçoğu vakumlu tüpler içinde
imal ediliyordu. Vakum tüplü (lambalı) elemanlarla çalışan radyolara hala
rastlanabilir. Daha önceki bir bölümde (bkz. Bölüm 6) sözünü ettiğimiz katot
ışınları tübü de temelde bir vakum tübüdür. Vakum tüplerinin diğer iki önemli tipi
diyot ve triyottur. Diyot lamba x-ışınları tübünün de temelini teşkil ettiği için
aşağıda bundan söz edeceğiz. Fakat triyodun yerini günümüzde yarı iletken
tranzistörler almıştır. Bu nedenle bu elemandan söz etmeyeceğiz.
VAKUM TÜP DİYODU (Diyot lamba):
Diyotlar alternatif akımı doğru akıma çeviren devrelerde kullanılırlar.
Diyot lambası, havası boşaltılmış bir cam tüp ile bunun içine yerleştirilmiş iki
iletken elemandan oluşur. Iletken elemanlardan biri elektron kaynağı olarak
görev yapar; buna katot denir. Katot yüzeyinden elektron serbestleşmesini
sağlamak için katot ya doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak ısıtılır.
Diyodun ikinci elemanı anottur. Anot katoda göre pozitif bir potansiyel
kazandığında katot civarındaki elektronlar anoda doğru hareket ederler ve eğer
anot dış devre üzerinden katoda bağlı ise, katot ile anot arasında, dış devre
üzerinden tamamlanan bir elektron akımı akmaya başlar. Şekil 9.31a'da,
alternatif gerilimle beslenen bir diyot devresi gösterilmiştir. Devreden sadece
anodun katoda göre pozitif olduğu anlarda, yani besleme geriliminin sadece
pozitif siklusu süresince akım geçer. Anot katoda göre negatifken akım geçmez.
Devredeki akım, R direnci üzerinde tek fazlı bir gerilim farkı meydana
L
getirir. Böylelikle iki fazlı alternatif gerilim tek fazlı bir gerilime çevrilmiş olur.
Böyle bir devreye redresör devresi denir. Diyoda uygulanan giriş gerilimi (e ) ile
i
R direnci üzerindeki çıkış gerilimi (e ) Şekil 9.31b'de gösterilmiştir. R
L o L
direncine paralel bağlanacak bir kapasitör çıkış gerilimini daha sabit hale getirir.

e
i

ei
~ RL eo
eo
t

t
(a) (b)
Şekil 9.31. Bir diyot devresi (a) ve devrenin giriş (e ) ve çıkış (e )
i o
gerilimleri (b).

X-IŞINLARI TÜBÜ:
Şekil 9.32 radyoloji kliniklerinde kullanılan bir x-ışınları kaynağını
göstermektedir. Kaynakta kullanılan tüp esası itibarı ile bir diyottur. Tübün
katodu ile anodu bir yüksek voltaj transformatörünün ikinci (sekonder) sargısına
bağlanmıştır. Devrede seri bağlı bir diyot vardır. Seri bağlı diyodun anodu
yüksek pozitif bir voltaja gittiğinde devreden elektron akımı geçmeye başlar.
Elektron akımı, x-ışınları tübü içinde de katotdan anoda doğrudur. Bu elektronlar
anoda büyük bir hızla çarparlar. Bu esnada, elektronların kinetik enerjisinin bir
kısmı anot materyalinde elektromanyetik enerjiye dönüştürülür. Bu enerjinin de
bir bölümü anotdan, x-ışınları halinde yayımlanır. Seri bağlı diyodun anodu
katoduna göre negatif olduğunda elektron akımı kesilir.
Şekil 9.32. Bir X-ışınları kaynağı.

9.7.5. Fotoelektrik olay ve fotoçoğaltıcılar:


Işığı sezme (detection) prensibi ile çalışan biyomedikal cihazlarda
(örneğin spektrofotometre) ışık enerjisini elektrik enerjisine çevirmek için fotosel
kullanılır. Fotosel, üzerine gönderilen çeşitli dalga boylarındaki elektromanyetik
dalgaları (ışık, ultraviyole ışınları, x-ışınları -ışınları gibi), yapısındaki
elektronların kinetik enerjisine dönüştürebilen bir maddeden yapılmıştır.
Elektromanyetik enerjinin elektrik enerjisine dönüştürülmesi olayına fotoelektrik
olay denir. Fotoelektrik olay, elektromanyetik dalgalarda foton denilen enerji
(kuantumlarının) paketlerinin varlığı ile açıklanır. Örneğin, ışık fotonları bir
fotosel maddesinin elektronlarına çarptığında, foton enerjisinin bir kısmı, bu
elektronları bağlı oldukları atomlardan koparmak (bağ enerjisi) için harcanır.
Geriye kalanı da serbestleşen elektronların kinetik enerjisine dönüştürülür. Yani
foton enerjisinin tümü elektronlara aktarılır.
Işığa duyarlı böyle bir madde tabakası ile ondan daha yüksek bir
potansiyelde tutulan bir iletken (anot) vakum tübü içine konduğunda bir fotosel
elde edilir. Işığa duyarlı maddeye ışık çarptığında serbestleşen elektronlar
anoda yönelirler. Bu da dış devrede bir elektrik akımına yol açar (Şekil 9.33a).
Fotoseller, biraz ileride ele alacağımız yarı yarı-iletken maddelerden de
yapılabilirler.
Şekil 9.33a'daki basit fotosel içine bir yerine, aralarındaki potansiyel
farkı adım adım artan birçok anot konursa fotoçoğaltıcı (fotomultiplier) adı
verilen bir cihaz elde edilmiş olur (Şekil 9.33b). Fotoçoğaltıcının anotlarına dinot
denir. Fotoçoğaltıcının çalışma prensibi şöyle özetlenebilir.
Şekil 9.33b'deki fotoçoğaltıcının soldaki ışığa duyarlı tabakasına çarpan
bir ışının burada bir elektronu serbestleştirdiğini düşünelim. Bu elektron da,
daha yüksek bir potansiyelde bulunan karşı dinoda çarptığında orada 5 elektron
serbestleştirsin. Bu 5 elektronun her biri de bir sonraki dinotda 5'er elektron
daha serbestleştirsin. Bu şekilde elektronlar bir dinotdan diğerine geçerlerken,
sayıları geometrik bir diziye göre artacaktır. Son anoda ulaşan elektronlar
devrede yüksek bir akım meydana getirirler. Örneğin, her elektronun bir sonraki
dinotda 5 elektron serbestleştirdiği, dokuz dinotlu bir fotoçoğaltıcıda, başlangıç
9
akımı son anotda 5 katına çıkar.
Böylelikle, fotoçoğaltıcıya gelen her fotonun etkisi defalarca artırılmış
olur. Fotoçoğaltıcılar sayesinde çok zayıf ışıkta bile (örneğin gece karanlığında)
fotoğraf çekilebilir. Fotoçoğaltıcı ayrıca, aşağıda ele alacağımız sintilasyon
sayaçlarının da önemli bir ögesidir.
Işığa duyarlı tabaka
Işık dinot

Vo
0

+ - - Vo +
(a) (b)

Şekil 9.33. Fotosel (a) ve fotoçoğaltıcı (b).

SİNTİLASYON SAYACI:
Sintilasyon sayacı, zayıf radyoaktif maddelerden kaynaklanan x veya
radyasyonlarını sezmekte kullanılır. Çalışma prensibi, fotelektrik olaya benzeyen
bir olayla (Compton olayı) bir fotoçoğaltıcıya dayanır. X veya ışınları bazı
maddelere çarptıklarında enerjilerinin bir kısmını (fotoelektrik olaydaki gibi
tümünü değil) bu maddenin elektronlarına transfer ederler. Böylelikle hız
kazanan elektronlar madde içinde hareket ederlerken başka elektronlara
çarparak enerjilerinin bir bölümünü kaybederler. Elektronların kaybettiği bu
enerji zayıf ışık flaşları (pırıltıları) halinde maddeden yayımlanır.
Zayıf ışık flaşlarına sintilasyon denir. Sintilasyonlar bir fotoçoğaltıcı
tarafından daha güçlü elektrik pulslarına çevrilebilirler. Bu pulslar da sayaçlarda
sayılarak radyasyon ölçümü tamamlanır (Şekil 9.34).
Sintilasyon sayaçları nükleer tıp uygulamalarında kullanılır. Bu
131
uygulamalardan biri radyoaktif iyodun (I ) radyasyonunun ölçülmesidir. Bu
radyoizotop -ışınları yayımlar. Bir hastaya kan yolu ile bir miktar radyoaktif iyot
131
verildiğinde bunun çoğu boyundaki tiroid bezinde toplanır (Son yıllarda I
yerine, vücuttaki dağılımı iyodunki ile aynı olan bir Teknesyum radyoizotopu
99m
-Tc -kullanılmaktadır). Daha sonra (24 saat sonra) bir sintilasyon sayacı ile
tiroid bezi üzerinde sayım yapılırsa iyodun bu bezdeki dağılımı saptanabilir. Iyot
dağılımı da tiroidin görevini yapıp yapmadığı veya hangi bölgelerinin aşırı
çalıştığı hakkında bilgi sağlar.

Kristal

Foto Sayaç
çoğaltıcı
TICIý

Şekil 9.34. Sintilasyon sayacı.

Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı gibi, sintilasyon sayaçları daha


önce sözünü ettiğimiz (bkz Bölüm 6), x-ışınlarının iyonize edici etkisini ölçen
iyonizasyon kamaralarından çok farklıdır. Sintilasyon sayaçları çok zayıf x ve
ışınlarına bile duyarlıdır.
Iyon kamaralarının değişik bir şekli de Geiger-Müller (GM) sayaçlarıdır
(Şekil 9.35). Bunlarda iyon kamarasına ek olarak bir de elektrik pulsu sayacı
bulunur. GM sayaçları radyasyonuna gayet duyarlı oldukları halde radyasyonu
sayımı için elverişli değillerdir.
9.7.6. Yarı iletkenler ve entegre devreler:
Günümüzde hemen hemen tüm elektronik cihazlarda vakum tübü,
direnç ve kapasitör gibi devre elemanlarının yerini, yarı iletkenlerden yapılmış
karşılıkları veya yüzlerce devre elemanın çok küçük bir chip (yarı iletken
parçası) üzerinde bir arada imal edildiği tümleşik (entegre) devreler almıştır.
Yarı iletkenlerin kullanıldığı elektronik devrelerinin en büyük iki avantajı,
bunların çok küçük boyutlarda üretilebilmeleri ve vakum tüplü devrelerin
kullandığı enerjiye kıyasla çok daha az enerji gerektirmeleridir. Aşağıda önce
kısaca yarı iletkenlerin fiziksel prensiplerini gözden geçirecek, sonra da yarı
iletkenlerden yapılan diyotlar, tranzistörler ve entegre devrelerden söz edeceğiz.
-----------
β
Puls ++++++

β
Puls ----------- β
sayıcısı R G-M tübü
ý

+ -

Şekil 9.35. Geiger-Müller (GM) sayacının yapısı. GM sayacı


radyasyonuna duyarlıdır.

Bir maddenin elektriği iletebilmesi için, içinde serbestçe dolaşabilen


elektrik yükü taşıyıcılarına sahip olması gerekir. Bunlar elektronlar veya pozitif
yük taşıyıcıları olabilir. Yarı iletkenler denilen maddelerde çok az sayıda serbest
elektron bulunur.
Diğer taraftan bir elektronun bulunduğu atomdan ayrılarak geride
bıraktığı boşluk da (veya "delik") bir yük taşıyıcısı olarak düşünülebilir. Çünkü
elektron bir yöne doğru ilerlerken bıraktığı "delik" adeta ters yönde hareket eder.
Yarı iletkenlerde iletim hem elektronlarla hem de elektron delikleri ile gerçekleşir.
Bu tip yarı iletkenlere entrensek yarı iletkenler denir. Saf bir yarı iletken
parçasının içine başka maddeler (safsızlıklar) ilave edilerek bundaki serbest
elektronların sayısı bir hayli artırılabilir.
N TIPI YARI ILETKENLER:
Germanyum (Ge) veya silisyum (Si) gibi yarı iletken atomlarının dış
kabuklarında 4 tane valans elektronu bulunur. Her atomun, 4 valans elektronunu
4 komşusu ile paylaşması sonucu Şekil 9.36a'da gösterilen kristal yapı
oluşmuştur.
Şimdi böyle bir kristale, dış kabuğunda 5 adet valans elektronu taşıyan,
arsenik (As), antimon (Sb) veya fosfor (P) gibi bir safsızlık (doping) elementi
ilave edilecek olursa, safsızlık atomları Ge atomlarına diğer Ge atomları gibi
bağlanırlar (Şekil 9.36b). Fakat safsızlık atomunun 5 valans elektronu olduğu
için, bir tanesi açıkta kalmıştır. Işte bu elektron germanyum kristali içinde
serbestçe dolaşabilir. Bu nedenle de böyle bir yarı iletken elektriği saf
(entrensek) bir yarı iletkenden çok daha iyi iletir.

Ge Ge Ge Ge Ge Ge Ge Ge
Ge Ge Ge Ge Ge Ge Ge Ge
+ As =
e-
Ge Ge Ge Ge Ge Ge As Ge
Ge Ge Ge Ge Ge Ge Ge Ge

(a) (b)

Şekil 9.36. Germanyumun kristal yapısı (a) ve bu kristale az


miktarda ilave edilmiş (doping) Arsenik (As) gibi bir
elementin atomlarının kristaldeki yerleşimleri (b).
Kristalde, serbest elektronların dışında delikler de bulunduğundan, iki tip
yük taşıyıcısı vardır. Fakat elektronlar çoğunlukta oldukları için bunlara çoğunluk
yük taşıyıcıları, deliklere ise azınlık yük taşıyıcıları denir. Böyle bir yarı iletkende
çoğunluk yük taşıyıcıları Negatif yük taşıdıkları için yarı iletkene de N tipi yarı
iletken denir. As atomlarına, kristale elektron verdikleri için verici (donör), Ge
atomlarına da, elektron aldıkları için alıcı (akseptör) adı verilir.
P TİPİ YARI İLETKENLER:
Ge kristaline safsızlık olarak, dış kabuğunda 3 valans elektronu taşıyan
bor (B), alüminyum (Al) veya galyum (Ga) gibi elementlerden biri ilave edilecek
olursa, bunlar da önceki gibi, kristaldeki Ge atomları ile kovalant bağlar yaparlar,
fakat bu bağlarda bir elektron yeri boş kalır. Böyle bir yarı iletken kristalinde de
hem "delikler" hem de elektronlar yük taşırlar, fakat bu kez delikler (pozitif yük
taşıyıcıları) çoğunlukta, elektronlar azınlıktadır. Bu tip bir yarı iletkene,
çoğunluktaki Pozitif yük taşıyıcılar yüzünden P tipi yarı iletken denir. (Bu
kristalde hangi atomlar alıcı, hangileri vericidir?).
YARI İLETKEN DİYOT:
N tipi bir yarı iletkenle P tipi bir yarı iletken birbiri ile birleştirilerek bir N-P
kavşağı oluşturulabilir. Böyle bir kavşak bir Ge kristali parçasının bir tarafına
elektron verici bir safsızlık (örneğin As), diğer tarafına da elektron alıcı bir
safsızlık (örneğin Al) katılarak da oluşturulabilir.
N-P kavşağı Şekil 9.37'de gösterilen polarite ile bir pile bağlandığında
devreden akım geçer; pilin kutupları değiştirildiğinde ise akım kesilir (veya ters
yönde çok küçük bir akım geçer). Yani N-P kavşağı bir diyot gibi davranır. N-P
kavşağının, pilin kutuplarına, akım geçirecek şekilde bağlanmasına ileri yönde
kutuplama (forward biasing) denir. Ters yönde bağlanmasına ters kutuplama
(reverse biasing) denir.
Yukarıdaki gözlemler şöyle açıklanabilir: Pilin negatif kutbuna bağlı olan
N tipi kristalde elektronlar (buradaki çoğunluk taşıyıcıları) kavşağa doğru itilirler;
pilin pozitif kutbuna bağlı olan P tipi kristalde ise delikler (buradaki çoğunluk
taşıyıcıları) aynı şekilde kavşağa doğru itilirler. Elektronlar ve delikler kavşakta
birleşirler. Sonuç olarak da devreden, elektron akımına ters yönde bir elektrik
akımı geçer.

N tipi Ii P tipi
It
- - + + -
+ -- + - + -
- + - +

- +

Şekil 9.37. Yarı iletken diyot (N-P kavşağı) ve devrelerdeki sembolü (altta).
I : ileri yöndeki akım, I : ters yöndeki akım
i t

Pilin kutupları değiştirildiğinde ise elektronlar ve delikler birbirlerinden


uzaklaşırlar. Devreden, ters yönde, pratik önemi olmayan çok küçük bir akım
geçer.
Yarı iletken diyot tıpkı Şekil 9.31a'daki diyot lambası gibi alternatif
gerilimi doğrultmakta kullanılabilir. Doğrultucu (redresör) devreleri, ya Şekil
9.38a'daki gibi bir yarım dalga doğrultucusu olarak, ya da (b)'deki gibi bir tam
dalga doğrultucusu olarak tasarlanabilirler. Bu devrelerden elde edilen çıkış
gerilimleri Şekil 9.38c'de gösterilmiştir.
TRANZISTÖRLER:
P ve N tipi yarı iletkenler, iki P tipi arasında bir N tipi, veya iki N tipi
arasında bir P tipi bulunacak şekilde birleştirilirlerse bir yarı iletken triyodu veya
tranzistör triyodu elde edilmiş olur. Bunlardan birincisine PNP tranzistörü,
ikincisine NPN tranzistörü denir. Kuşkusuz, böyle bir tranzistör, aynı "chip"
üzerinde, birbirine bitişik üç ayrı safsızlık bölgesi (PNP veya NPN) oluşturularak
da imal edilebilir.

ei
+
ei - RL t
-
eo Yarým
TR
(a) dalga

t
+ RL
ei Tam
eo dalga
-
TR
t
(b) (c)

Şekil 9.38. Yarı iletken diyotlarla yapılmış yarım dalga (a) ve


tam dalga doğrultucuları (b) ve bunların çıkış
gerilimleri (c). (a) ve (b)'de TR:transformatör.

Her iki tip tranzistör de yaygın olarak kullanılır ve çalışma ilkeleri aynıdır.
Yani, NPN tranzistörünün kuramsal esaslarını açıklamak için PNP
tranzistörünün bağlantı polaritelerini ve ikisi arasında elektronlarla deliklerin
rollerini tersine çevirmek yeterlidir.
Tranzistörlerde, üç bölgenin voltaj kaynaklarına bağlanış şekline göre,
bir uca emitör, diğerine kollektör aradaki bölgeye de baz adı verilir. Baz bölgesi
çok dar bir bölgedir. Şekil 9.39a, tranzistörlerle yapılabilecek üç tip amplifikatör
devresinden birini göstermektedir. Devrede bir PNP tranzistörü kullanılmıştır.
Şekil 9.39b'de de elektronik devrelerde iki tip tranzistörü belirtmek için kullanılan
semboller gösterilmiştir. Devredeki V ve V voltajları, sırasıyla, emitör ile
ee cc
baz, ve kollektör ile baz arasına konan kutuplama (bias) voltajlarıdır. Bu
durumda emitör ileri yönde kutuplanmış (forward bias), kolektör ise ters yönde
kutuplanmıştır (reverse bias). Böyle bir devrede, baza bağlı iletken, soldaki
emitör devresi ile sağdaki kollektör devresinde ortak olduğu için bu bağlantıya
ortak baz bağlantısı denir.
Devrenin bir amplifikatör olarak çalışması şöyle açıklanabilir. Emitördeki
çoğunluk taşıyıcıları pozitif yüklerdir. Emitör ile baz arasındaki V potansiyeli
ee
bu taşıyıcılarla emitörden baza I akımının geçmesine neden olur. Pozitif yük
e
taşıyıcılarından çok az bir kısmı bazda elektronlarla birleşirler, fakat

Ic PNP
P N P
Ie
RL eo
e
i ~ Vee Vcc NPN
+ - + -

(a) (b)
Şekil 9.39. Bir PNP tranzistörünün ortak baz bağlantısında
yükselteç olarak çalıştırılması (a), elektronik
devrelerdeki tranzistör sembolleri (b). (a)'da: e : giriş
i
sinyali; I : baz akımı; I : kollektör akımı; e : çıkış
b c o
sinyali. V ve V emitör ve kollektör kutuplama
ee cc
gerilimleri.

büyük bir bölümü bazı geçerek kollektöre giderler ve kollektör devresinde I


c
akımına yol açarlar. I ile I hemen hemen birbirine eşittir; iki akım arasında,
c e
I =I (9.63)
c e
ilişkisi vardır. sabiti 1'den biraz küçük bir sabittir (yaklaşık olarak 0.99).
Böyle bir devrede emitör giriş direnci 25 ohm kadardır ve V voltajı,
ee
ortalama emitör akımını 1 mA yapacak kadar bir değere ayarlanır. Şimdi,
zamanla değişen küçük bir sinyalin V ile seri bağlandığını düşünelim. Emitör
ee
akımını %10 oranında (10 mikroamper) değiştirmek için gerkeli voltaj değişikliği
(V ) şöyle hesaplanabilir:
ee
-6 -3
V =I xR =10x10 Ax25 ohm=0.250x10 V=0.250 mV
e e giriş
Diğer taraftan, kollektör devresinde R için yüksek bir değer kullanılır.
L
Kollektör devresinin direnci zaten yüksek olduğu için R 'nin değeri I akımını
L c
etkilemez. Fakat I I olduğu için, I I olacaktır. Örneğin, I =10 A ve
c e ce e
R =5000 ohm ise, emitör devresindeki 0.250 mV'luk bir voltaj değişikliğine karşı
L
R üzerindeki voltaj değişikliği, I =I =0.99x10=9.9 A olduğundan,
L c e
-6
I xR =9.9x10 x5000=49.5 mV ,
c L
olacaktır. Böylece, devrenin voltaj kazancı:
A =I xR /I xR =49.5/0.25=198'dir.
v c L e giriş
Güç kazancı ise akım kazancı (0.99) ile voltaj kazancının (198)
çarpımına eşittir (0.99x198=196). Böyle bir devre voltajı, işaretini değiştirmeden
yükseltir.

Ortak baz bağlantılı tranzistör amplifikatörünün voltaj kazancı gayet iyi


olmakla birlikte giriş direnci çok düşüktür; akım kazancı ise hiç yoktur (hatta
1'den küçüktür). Oysa birçok uygulamada yüksek giriş empedanslı
amplifikatörler arzu edilir. Bu sakıncaları nedeni ile çoğu durumda ortak baz
bağlantısı yerine, Şekil 9.40'da gösterilen ortak emitör bağlantısı kullanılır.

Ib Ic

RL
~ ei Ie eo
Vbb Vcc
+ − + −

Şekil 9.40. Bir PNP tranzistörünün ortak emitör devresi. V : baz


bb
kutuplama gerilimi; V : kollektör kutuplama gerilimi; R : yük
cc L
direnci; I : kollektör akımı; I : baz akımı; I : emitör akımı.
c b e
Ortak emitör devresi, ortak baz devresinde basit değişiklikler yapılarak
elde edilir. Giriş kutuplaması ortak baz devresininkinden farklı değildir.
Yükseltilecek sinyal yine V (=-V ) ile seri bağlıdır, fakat bu kez baz ayağına
bb ee
bağlanmıştır. Çıkış (kollektör) devresi biraz daha yüksek bir kutuplama voltajı ile
yine ters yönde kutuplanmıştır.
Bu devrede de belli bir emitör voltajı değişikliği, emitör akımında, ortak
baz bağlantısındaki ile aynı değişikliğe yol açar. Bu da baz akımında emitör
akımının (1-)=1-0.99=0.01 oranında bir değişiklik demektir. Oysa kollektör akımı
için I I ilişkisi hala geçerlidir. Aynı kollektör akımı değişikliği bu kez öncekinin
ce
0.01'i kadar bir giriş akımı ile elde edildiğine göre, devrenin giriş empedansı
öncekinin 100 katı kadar artırılmış demektir.
Diğer taraftan, amplifikatörün voltaj kazancı sayısal olarak önceki gibi
198'dir fakat bu kez giriş sinyalinin işareti değişmiştir. Akım kazancı, A :
i
αΔI c α
Ai = ≈
( 1 − α ) ΔI e ( 1 − α ) =99 (9.64)
olduğundan, güç kazancı: A xA =99x198=19600.
i v
Görüldüğü gibi, ortak emitör bağlantılı devre yüksek bir giriş
empedansına sahip olduğu gibi, yüksek bir akım kazancına ve çok yüksek bir
güç kazancına sahiptir.
Tranzistörlerin daha birçok uygulamaları vardır. Önceleri vakum
tüplerinin kullanıldığı devrelerde (amplifikatörler, osilatörler, aktif filtreler, sinyal
işleme devreleri, vb) günümüzde tranzistörler kullanılmaktadır.
ENTEGRE DEVRELER:
Entegre devreler (Integrated circuits-IC) tek tek devre elemanlarından
değil, bir bütün olarak (tümleşik) imal edilirler. Bu devreler çok küçük
boyutlardaki yarı iletken parçalarına (chip=yonga) mikrofotografik yöntemlerle,
daha önce sözünü ettiğimiz safsızlıklar katılarak üretilmektedir. Böylelikle, bir
toplu iğne başı büyüklüğündeki bir "microchip" içine 15-20 veya daha çok
sayıda devre elemanı (direnç, kapasitör, diyot, tranzistör) yerleştirilebilir. Hatta
bir elektronik cihaz tümü ile böyle bir yonga üzerinde imal edilebilir.
Mikroişlemciler, elektronik saatlar, küçük hesap makinaları, kalp pili (pacemaker)
denilen kalp uyarıcıları bu tip devrelere örneklerdir.

Kaynaklar:
Cameron J R and Skofronick JG. Medical Physics. John Wiley and Sons, Inc.
Singapore 1978.
Ch. 9, 10.
Chirlian PM and Zemanian AH. Electronics.McGraw-Hill Book Company, Inc.
New York 1967 Ch.3,9.
Corcoran GF and Reed HR. Introductory Electrical Engineering. 3rd printing,
John Wiley and Sons, Inc, New York 1967. Ch.7, 9.
Greenberg LH. Physics for biology and pre-med students. W. B. Saunders
Company Saunders Golden Series, Philadelphia 1975.
Halliday D. Resnick R. Physics for studensts of Science and Engineering,
2nd Edition, John Wiley and Sons, Inc., New york 1962.
Ochs S. Elements of Neurophysiology. 3rd printing. John Wiley and Sons.
Inc., New York 1967.
Stanford AL. Foundations of Biophysics. Academic Press Inc. London 1975
Ch 5,6.
Problemler
1. L=500 mH, C=8µF olan bir seri bağlı LC devresinin doğal salınım frekansı
nedir?
2. R=2 K, L=4 mH, C=10 F olan seri bir RCL devresinin empedansı
Z, hangi gerilim frekansında devredeki dirence eşit olur?
3. Direnci 4 ohm olan bir tel çekilerek ilk uzunluğunun 1.25 katına uzatılmıştır.
Telin özdirencinin, özkütlesinin ve hacminin değişmediğini kabul ederek telin
yeni direncini hesaplayınız.
4. Bir spektrofotometrik ölçümde örneğin trnsmitansı %60 bulunmuştur. Optik
yoğunluğu nedir?
5. Bir Wheatstone köprüsü devresinin kollarından birine bir termistor
bağlanmıştır. Termistor direnci (r) çevre sıcaklığı (T °C) ile,
R = -0.3T+25 ohm
bağıntısına göre değişmektedir. Köprünün diğer kollarındaki dirençler 20’şer
ohmdur. Köprü dengede iken çevre sıcaklığı kaç derecedir?

---------------------------------------

İNDEKS
A
A-skop, 139
absorbans, 241
absorbsiyon
spektrofotometresi, 239
molar --- katsayısı, 241
açısal
hız, 20
hareket, 19, 29
harekette çizgisel yol, 21
ivme, 20
yol, 19
agumente derivasyon, 226
akı, 65, 72
akım
kazancı, 280
yoğunluğu, 231
akış
düzgün, 81
girdaplı, 81
laminer, 75
hızı, 74
akomodasyon, 267
aksiyon potansiyeli, 205
aktif transport, 205
akustik empedans, 101, 142
alt modalite, 109
alternatif gerilim, 264
amper, 231
amplifikatör, 213
anevrizma, 62
angüler hareket, 19
anjiyografi, 150
arter sistemi, 49
atalet momenti, 24
atmosfer, 66
Avogadro sayısı, 192, 297
ayırdedebilme gücü, 249
B
B-scan, 142
B-skop, 142
iki boyutlu --, 142
bağımsız değişken, 284
bar, 68
barometre, 69ı
basınç, 65
diastolik --, 68
gradyanı, 149
sistolik --, 68
basit armonik hareket, 87
baz, 278
ortak --- bağlantısı, 278
baziler membran, 114,115
Beer yasası, 241
Bernouilli yasası, 74
Bernstein J, 203
biceps, 11
bifazik eğri, 220
biyokimysal pompa, 191
biyomekanik, 1
biyopotansiyel, 192
Boltzman sabiti, 297
Boyle P J, 203
Boyle yasası, 47
bozunma sabiti, 295
C
calcaneus, 8
cartesian koordinat, 3
chip, 274
Cole K S, 207
conductance, 211
Conway E J, 203
Corti organı, 114, 115
Coulomb C A de, 156
Coulomb yasası, 156
creep, 43
Curtis H J, 207
Ç
çekme stresi, 40
çeper
gerginliği, 51
boyuna --- gerginliği, 60
stresi, 62, 63
çizgisel ivme, 21
D
dairesel hareket, 19
dalga
denklemi, 91
hareketi, 92
olayları, 116
dayanıklılık, 41
de Broglie L, 250
debi, 79
defibrilatör, 266
deformasyon, 40
deformasyon cevabı, 44
depolarizasyon, 209
desibel, 103
dış kulak, 108
dielektrik sabiti, 185
difüzyon, 191
potansiyeli, 195
dinamik, 1, 15
dinlenme potansiyeli, 200
dinot, 272
dipalmitoyl lecithin, 52
dipol
momenti, 165, 214
potansiyeli, 179
dirsek fleksiyonu, 11
distensibilite, 49
diyamanyetik, 257
diyot, 270
diyot lamba, 270
Donnan dengesi, 197
doping, 275
Doppler H C, 116
doppler kayması, 116, 119
doppler yöntemi, 136
dupleks görüntüleme, 148
duran dalgalar, 106
dyn, 2
E
Einstein A, 15
Einthoven W, 220
einthoven üçgeni, 221, 224
eğik atış, 18
ekivalan, 193
ekokardiyografi, 146
elastik
direnc, 50
potansiyel enerji, 26
elastiklik modülüsü, 48
hacimsel ----, 96
elastiklik sabiti, 41
elektrik, 155
akımı, 231
alanı, 160
dipolü, 162
yükü, 159
elektriksel potansiyel, 177
enerji, 177
elektroansefalogram, 213
elektrokardiyogram, 213, 214, 222
elektrolit, 191
elektromanyetik kuvvet, 246
elektromanyetizm, 245
elektromiyogram, 213
elektromotiv kuvvet, 233, 259,261
elektron, 156, 159,173
mikroskop, 249
scanning, 253
transmission
elektronik, 267
elektronmikrograf, 253
elektroskop, 172
elektrostatik kuvvet, 159
elektrot, 214,222
emitör, 276
ortak --- bağlantısı, 280
endokrinoloji, 151
endüksiyon akımı, 255
endüktans, 260, 262
endüktif reaktans, 270
enerji, 26
elastik potansiyel -- , 27
kinetik --, 28
--maaliyeti, 35
---'nin korunumu ilkesi, 30
gravitasyonel potansiyel --, 27
entegre devre, 156, 274, 281
eş potansiyel yüzeyleri, 181
esneklik, 39
etkin
değer, 265
yarıçap, 195
evrensel gaz sabiti, 297
eğik atış, 18
eğilme momenti, 10, 13
eğrilik yarıçapı, 55
F
fırlatım hacmi, 148
Faraday M, 184, 255
faraday
kafesi, 172
sabiti, 197, 297
yasası, 255
faradik akım, 263
farinks, 122
ferromanyetik madde, 257
fibrilasyon, 266
fon, 105
fonem, 122
fonksiyon, 286
fonksiyonel
adaptasyon, 15
sufl, 83
foot-pound, 2
formant frekanslar, 124, 125
forward biasing, 277
fosfolipid, 52
fotoçoğaltıcı, 239, 272
fotoelektrik olay, 272, 273
foton, 272
fotosel, 188, 272
Fourier bileşeni, 123
frekans spektrumu, 124
G
Galvani L, 192
galvanik akım, 262
kesikli ---, 262
galvanometre, 231,240, 248
gastrocnemius, 8
gastroenteroloji, 151
gauss, 247
geçirgenlik, 191
geçiş zamanı farkı, 134
genişleyebilirlik, 49
genlik
antinodları, 108
spektrumu, 125
genlik süre-eğrisi, 262
gerçek zaman, 144
gergin bacak modeli, 34
germanyum, 275
gevşetme, 42
göğüs
derivasyonları, 223
göğüs kafesi, 50
Goldman denklemi 204
Goldman-Hodgkin-Katz denklemi, 204
gravitasyonel potansiyel enerji, 27
gray, 30
güç, 2, 26, 29, 31, 32
kazancı, 279
Gürmen H, 6
H
hız, 16
spektrumu, 149
hacim transdüseri, 188
hacimsel
deformasyon, 46
elastiklik modülüsü, 46
helikoterma, 115
Helmholtz teorisi, 115
hematokrit, 78, 83
henry, 262
Henry J, 256
hidrodinamik, 65, 72
hidrostatik, 65
basınç, 66
histeresis, 43
hız, 1, 7, 15, 16
terminal, 84
Hodgkin A L, 203
Hooke yasası, 40
I, I
Integrated circuit, 281
iç kulak, 112
ideal elastik, 39
ileri yönde kutuplama, 277
iletken, 156
inelastik, 39
inkus, 112
integral, 288
belirli, 288
belirsiz, 293
geometrik anlami, 289
integrasyon sabiti, 293
iş, 26-28, 31, 33
işitme eşiği, 87
iyon
iletkenliği, 211
kamarası, 189
kanalı,, 191
J
jinekoloji, 152
Joule (J), 2, 27
K
kırılma, 120
kaldıraç, 8
--- ların sınıflandırılması, 10
kaldırma kuvveti, 70
kalorik maaliyet, 32
kalp
dipol vektörü, 221
fırlatım mesafesi, 150
firlatım hacmi, 150
pili, 281
kan basıncı, 68
kapasitans, 182
kapasite, 182
kapasitif reaktans, 244
kapasitör, 182
paralel bağlı, 186
seri bağlı, 187
kardiyak
debi, 148, 151
vektör, 219, 219-222, 224, 225
kardiyoloji, 151
katı açı, 2, 216, 217, 219
katod ışınları tübü, 172
kefeli terazi, 3
Kelvin, 43
kemikçik (osikül), 113
Keynes R D, 203
kilogram (kg), 2
kiloohm, 226
kimyasal enerji, 33
kinematik, 16
kinetik enerji, 28
Kirchoff, 234
---'un akım yasası, 234
---'un voltaj yasası, 234
kist, 152
klor iletkenliği, 211
koşma hızı, 32
kohlea kanalı, 112, 113, 114, 115
kollektör, 278
kompleyans, 49
kompresibilite, 48, 95
konuşma sesi, 123
kornea, 51
kripton, 2
kritik basınç, 56
kronaksi, 263
Kulak Burun Boğaz, 152
kültür, 293
küme teorisi, 116, 117
kürenin yüzölçümü, 291
küresel yüzeyler, 51
kuvvet çifti, 8
L
Lambert yasası, 240
Laplace yasası
küresel yüzeyler, 54
silindirik yüzeyler, 59, 60
larinks, 122
lineer hareket, 29
lipid tabakası, 169
M
M-mod, 145
Mach sayısı, 83
Magnesia, 245
magnetit, 245
makaslama
kuvveti, 11, 12, 298
modülüsü, 44
straini, 45
stresi, 11, 45
malleus, 112
manometre, 67
manyetik
alan, 245, 246
çizgileri, 246
vektörü, 247
yoğunluğu, 246
akı, 246, 262
flowmetre, 256
permeabilite, 248
Maxwell J C, 43
meatus, 110
megohm, 232
mekanik iş, 33
membran, 169, 191
mercek kriterleri, 133
merkezcil ivme, 22
mesafe transdüseri, 188
mesane, 51
metabolik enerji maaliyeti, 33
mıknatıslık, 245
mikrofon, 188
mikroişlemci, 281
mikrovolt, 177
milibar, 68
milivolt, 177
mitral kapak
açıklığı, 148
stenozu, 149
mol, 192
molarite:, 192
molekül tartısı, 192
moment kolu, 7
momentum, 24
---'un korunması ilkesi, 24
monofazik, 262
monokromator, 240
motor uç plakası, 251
mürekkep balığı, 192
mutlak basınç, 67
N
Nernst denklemi, 197, 198
Newton I, 15
---'un I. Yasası, 7
---'un II. Yasası, 15
---'un III. Yasası, 10
newton (N), 2
newtoniyen, 72
nod, 110
nokta yük, 160, 181
normalite, 193
nöroloji, 152
nötron, 159
O
odiyometri, 106
oftalmoloji, 152
ohm ,232
yasası, 233
onkoloji, 152
optik dansite, 241
optik yoğunluk, 241
orta kulak, 112
ortalama kardiyak vektör, 219
ortogonal derivasyonlar, 227
ortopedi, 152
osiloskop, 172, 248
oval pencere, 112, 113, 115
ozmol, 193
ozmolarite, 193
ozmotik basınç, 193
Ö
öteleme (translation), 7
dengesi, 7
hareketi, 16
özdirenç, 232
özkütle, 65
özofagus, 51
P
pacemaker, 281
paramanyetik, 257
oksijen analizörü, 258
periferik direnç birimi, 80
permeabilite, 191
sabiti, 297
permitivite sabiti, 297
piezoelektrik, 15
Planck sabiti, 250, 297
plastik, 39, 65, 76
poise, 77
Poiseuille, J M, 77
Poisson oranı, 43
polimetilmetakrilat, 133
polistiren, 133
potansiyel, 27, 172, 175, 177
potansiyometre devresi, 236
potasyum denge potansiyeli, 202
pound (lb), 2
pozitif geri bildirim, 209
prekordiyal derivasyon, 223
proton, 159
psi, 66
psikofizik, 110
pulmoner dolaşım, 80
puls-yankı yöntemleri, 138
pulslu akım, 262
pulslu dalga doppler yöntemi, 146
Purkinje sistemi, 214
R
rad, 30
radius, 11
radyan (rd), 2
radyoaktif bozunma, 294
redresör, 271
rejeneratif, 209
relativite teorisi, 250
reobaz, 262
reverse biasing, 277
Reynold sayısı, 82
rezonans, 110, 125
transdüserlerde, 130
rhe, 78
Roentgen, 297
rotasyonel denge, 14
röntgen, 30
S
santrifüj, 23
sıvı kavşak potansiyeli, 195
sınır hız, 84
sabit alan denklemi, 205
safsızlık, 277
sakül, 114
seçici geçirgen zar, 196
self bobini, 261
self endüktans, 261
ses basıncı düzeyi, 103
ses
dalgaları, 87
hızı, 96
şiddeti, 99
düzeyi, 103
telleri, 122
yüksekliği, 105
sesin soğurulması, 123
sesötesi dalgalar, 87
sezyum-133, 2
sığa, 182
siemens, 211
siklotron, 249
sintilasyon sayacı, 273
sistolik, 68
skala timpani, 113, 115
skala vestibuli, 113
skalar, 1
slug, 2
sonsuz düzlem, 166
spektrofotometre, 238
spike, 210
spiral gangliyon, 115
standard
derivasyon, 221
insan, 283
stapez, 112
statcoulomb, 157
statik, 1, 7
steradyan (sr), 2
Stoke yasası, 83
strain, 39, 40
artışı, 43
stres, 39
gevşemesi, 43
surfactant, 52
Ş
şiddet, 100-101, 109, 110, 116, 121, 122
şiddet süre eğrisi, 262
T
teknesyum, 274
tektoriyel membran, 115
telefon teorisi, 116
temel büyüklükler, 2
temel rezonans frekansı, 106, 108
ters kutuplama, 277
tesla (T), 247
tibia, 8
tiroid bezi, 274
titreşim genliği, 97
toraks, 50
torr, 66
trakea, 122
transdüser, 237
magnetostriktif, 129
piezoelektrik, 129
transformatör, 259
transmitans, 240
tranzistör, 155
triyot, 270
tümleşik devre, 274
türetilmiş büyüklükler, 2
türev, 284
geometrik anlamı, 287
U, Ü
ulna, 11
ultrason
alanı, 131
odaklayıcı sistemler, 132
yöntemleri, 134
ultrasonun üretilmesi, 129
utrikül, 114
üroloji, 152
V
vakum tüp diyodu, 271
vakumlu tüpler, 270
vektörel büyüklükler, 1
vektörkardiyografi, 227, 228
vektörkardiyogram, 227
venöz sistem, 49
ventrikül, 56
viskoelastik, 39
--- davranış, 43
viskosite, 65
--- katsayısı, 65
Voigt, 43
volt, 160, 177
Volta A, 177
voltaj kazancı, 278
voltaja duyarlı kanal, 208
von Bekesy G, 115
vuru, 119

W
Weber, 246
Weber-Fechner yasası, 110
Wheatstone köprüsü, 237
Wilson derivasyonları, 224
X
X-ışınları, 189
x-ışınları tübü, 270
Y
yansıma, 120
yarılanma zamanı, 149
yardımcı büyüklükler, 2
yarı iletken, 156, 274
diyot, 276
entrensek -- , 275
n-tipi --, 275
p-tipi --, 276
tranzistör, 270
triyot, 277
yarı ömür, 295
yarı geçirgen zar, 194
yay sabiti, 28
yaylı terazi, 3
yerçekimi, 15
ivmesi, 297
yonga, 281
Young modülüsü, 40
yoğunluk, 65
yuvarlak pencere, 115
yük dağılımı:, 167
yük ortamı, 131
yükleme, 42
yürürken harcanan enerji, 34
yüzey gerilim, 51
Z
zar dinlenme potansiyeli, 202, 229
zar iletkenliği, 211
zar potansiyeli, 201

You might also like