You are on page 1of 118

Emekli General Veysel Ünüvar

KURTULUŞ SAVAŞINDA
BOLŞEVİKLERLE SEKİZ AY
1920. 1921

ete Tunçay'ın Önsözü'yle

�CIOÇEB&
��VINLAA I
Emekli General Veysel ÜNÜVAR

KURTULUŞ SAVAŞINDA
BOLSEVİKLERLE
, SEKİZ AY
( 1920 - 1921 )

Mete Tunc;ay'ın önsözü ile

�GÖÇEBE
1':.�YINLARI
Göçebe: 9
Tarih Dizisi, Belgesel-anlatı
Kurtuluş Savaşında Bolşeviklerle 8 Ay

Yayına Hazırlayan ve Kapak Tasarı.mı:


Yaşar Selçuk

Ön Kapak Resmi:
Mustafa Kemal Garp cephesini ziyaret eder;
Azeraycan ve Sovyet görevlileriyle
Arka Kapak Resmi :
Mustafa Kemal ve Sovyet Büyükelçisi,
Ilgın Manevralarında

ISBN: 975-8143-23-3

Bilgisayar Uygulama : Karakedi Grafik Tasanın


Elif KOÇAK

Dizgi : rt;Jja reklam (0216) 418 21 72


Birsen CANKAYA
Baskı, Cilt: Mors Basım Ltd. Şti. (0212) 629 06 83 (4 hat)
İkinci Baskı: 1997 Göçebe Yayınları

Göçebe Yayınlan Selçuk Kitabevi kuruluşudur.


Birinci Baskı: 1997 Göçebe Yayınlan
Göçebe Yayınlan Selçuk Kitabevi kunıluşudur

�aOÇl!!B I!
��VlNL..ARI
Bahariye Cad. 37/41 Kafkas Pasajı
81310 Kadıköy-İstanbul
TeVFax: (0216) 337 72 75
İÇİNDEKİLER

SUNUŞ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7
İSTİKLAL HARBİNDE
BOLŞEVİKLERLE SEKİZ AY . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................. 13
1 ) 1919 yılı Van dolaylarında genel durum . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 13
il) Bayazit-Nahcivan-Bakü yolculuğu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...... 15
111) Nahcivan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 19
iV) Aras Türk Hükümeti . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 20
1 - Milli terbiye ·hakkında . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 22
2 - Milli müesseselere biğanelik . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . 22
3 - Zenginlerle fakirler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... 23
4 - Ruslaşma meselesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 23
5 - Ermeni meselesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...... . . . . . . . . . . . . .. . . . . .. . . . . . . . . . 24
6 - Sünni Şii meselesi · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · · :· · · · · · · · · · · · · · · · · · · · ·· · · · · · · · · 25
V) Aras Türk Hükümetinin İstiklal Savaşı . . . . . ................ 25
VI) Nahcivan Şfüa Hükümeti . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 29
VII) Ermeniler istila hareketlerine başlıyor . . . . . . . . . . . . .... . . . 33
VIII) Nahcivan'a askeri kuvvetle yardım . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 36
IX) Ermenilerin Nahcivan'a taarruzu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 39
X) Şerur Paniğinden Sonra . . . . . . . . . ... . . . . . . , . . . . . . . . . . . . . ..... . . . . . . .. 42
XI) Ermenilerin cevabı, Nahcivanlıların karşılığı. ........ 45

. . .

XII) Ermenilerin tekrar taarruza başlaması . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. 47


XIII) İran arazisinde . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 50
XIV) Nahcivan'a Gidiş . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. 55
XV) Bolşeviklerde İnzibat . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 58
.

XVI) Ağustos ayı boş geçti . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 61


XVIII) Bolşeviklerde Seçim . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 67
XIX) Bir diktatör aranıyor . . . . . . . . . . . . .... . ... . ..
. . . . . . . . . . . . . . . . . .. .... 69
XX) Şahtahtı'nı almak için hazırlık . . . . . . . . ...
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 71
XXI) Yeni taarruz planında "olmasa da olur"
hanesini açmaya mecbur olduk . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..
. . . . . . . 74
XXII) Zırhlı tren nasıl zaptedilir ? .. . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . ... . ... . . 79
..

XXIII) Ermenilerin birliğimizi imha planı . . . .. . . . ...... . . . . . . . . 81


XXIV) Çifte başarı . . .. ... . . . . . . ... . . . . . . . . . . . . . ... . .
. . . . .. . . . . . . . .. . . .. . . ... 85
XXV) Karatepe keşfinden çıkan tartışma ........ .. . . . . . . . . . . . . 86
XXVI) Ermenistan'ı barışa zorlayan
nedenler hakkında bir açıklama . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . 89
XXVII) Bolşevik komutanıyla arkadaşlık . . . . . . . . . . . . . . . . . ... . 91
.

XXVIII) Ruslar Erivan'ı aldıktan sonra


bize karşı sinir harbine başladılar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 94
XXIX) Gergin vaziyetler ... . . . . . . ... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 97
XXX) Bolşevik kuvvetleri artırıldı . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 101
XXXI) Erivan Bolşeviklere isyan etti . . . . . .. . . . . . . . . ... . . . . . . . . . . W3
XXXII) Son tartışma .. .. . . . . .. . . . . . . . . .. . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 106
Kroki 1 ... . . .. . . . ..... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . ....... . . 1 09
Kroki 2 . . . . . . . . .. . . . . . . .... . . . ... . . . . . . . . . ...... . . . . ..... . . . . . . . ..... . . .... . . . . . . 1 10
Kroki 3 ... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . 1 1 1
Kroki 4 . . . . . . . ....... . .. . . ... . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... . 1 12
Kroki 5 . . . ... . . . . . . .. .
.. . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... 113 .
SUNUŞ
Kazım Karabekir Paşa, İstiklal Harbimiz adlı kitabının
1920 yazındaki olaylardan sözettiği bir yerinde [(İstanbul :
Türkiye Yay. 1969) 2.bas., s. 778), Nahcivan dolaylarının ka­
milen Azari Türk olduğunu belirttikten sonra şunları yazıyor:
Harbi umumide mükerreren yazdığıma rağmen
Karabağ hareketi yapılmadığından Azerbaycan'la
[Nahcivan] arasında bir Ermeni mıntıkası bırakıldı.
Bizimle de arada İran hükumeti var. Gerçi orada
Harbi Umumide bir milis alayı teşkil etmiş ve bu sefer
de birkaç zabit ve küçük zabitle takviye etmiş [pekiştir­
miş] isem de, Türk hey'etine karşı entrikalar neticesin­
de soğuk tavırlar dolayısıyla kuvvetli Ermeni kıtaatı
karşısında o mıntıkayı korumak için Onbirinci [Kaf­
kas] Fırka. Erkanı Harbiye Reisi [Kur. Binb.J Veysel Bey
kumandasında zaif mevcutlu üç tabur ve bir batarya
kuvvetinde bir müfreze göndermiştim. Kızıl kuvvetle­
rin de vüruduyla [erişmesiyle] Ermen i harekatı geriye
atılacaksa da, Bolşeviklerin kıtaatımızla teması halkın
her an mütebeddil [değişken] his ve hareketleri dolayı­
sıyla, cereyanı yakından görmek ve ona nazaran icab
eden tedbirleri yapmak için [Onikinci Fırka Piyade
Kumandanı Kaymakam/Yarbay] Reşat Bey (Afyonka­
rahisar taarruzunda müteessiren intihar eden zattır -
Karabekir'in s. 772'deki dipnotu) hey'etini göndermiş­
tim. Bu hey'ete nefer kıyafetinde zabitler de tefrik et­
miştim. [Karabekir Paşa terfik demek istiyor olmalı ..
yanına katmak]. Bolşeviklerin efradımızla [bireyleri-

7
mizle] temas ve musahabe/erine [konuşmalanna] ilk
andan itibaren hakim olmak basiretli [öngörülülüktü/.
Kızıl kuvvetlerin vürudu haberi üzerine Nahcivan mi­
lisleri de canlanmış ve 600 mevcutlanyla Şahtah­
tı 'ndaki müfrezemizle iltihak etmişlerdir [katılmışlar­
dır].
Burada biraz duralım. Elinizdeki kitabın 3 üncü krokisin­
de Veysel Paşanın elyazısıyla "C. Türkiye İnkılabı Kızıl Müf­
rezesi" diye gösterildiği birlik, XIV. bölümün sonunda veri­
len açıklamaya göre, resmen Cephe Komutanı Karabekir ta­
rafından adı konulmuş ve mührü yaptırılmıştır. Bu nokta, eli­
nizdeki kitabın özüyle yakından ilgili. Çünkü her ne kadar,
gerek burada gerekse Karabekir'in eserinde, bir kısım asker­
lerimizin Bolşeviklerle ilişkiye girmelerinden hiçbir sakınca
doğmadığı iddia ediliyorsa da, Veysel Beyin Kum1ay başka­
nı olduğu 11 inci Kafkas Tümeni, bu kitabın kapsadığı za­
man diliminden sonra, 1922'de Batı cephesine kaydırıldığın­
da lağvedilmiş ve birlikleri dağıtılmıştır. 1968-1969 yıllarında
askerliğimi yaptığım Harb Tarihi (şimdiki Atase) Dairesinde
Tarih Başyazarı (şimdi merhum, o zaman emekli general Se­
lim Sun Paşa, bunun nedeninin askerlerin Bolşevik etkisinde
kalmaları olduğunu söylemişti. Onun örnek verdiği etki be­
lirtileri, "yoldaş" hitabı ve rütbe işaretleriydi. Burılardan Ka­
rabekir Paşa da söz ediyor. Ayrıca o sıralar 15. Kolordu'yla
eylem birliği yapan ve Nahcivan Müfrezesini Komuta eden
[Enver'in kendisinden küçük yaştaki amcası], Halik [Kut] Pa­
şa da, mektuplarını "Yoldaş Halil" diye imzalamakta, Karabe­
kir de ona yazdığı mektupları "Yoldaş Halil Paşaya" diye yol-

8
laınakt
' adır. Bu istitra<l<lan [arasöz<len] sonra, İstiklal Harbi­
miz'den başladığımız alıntıyı kaldığunız yerden. sürdürelim.
"Fakat 24 Temmuzda Ermeniler (in] bir zırhlı tren
ve bir batarya himayesinde yaptık/an taanuzda, mi­
lisler sağ cenahtaki mevzileri terkle kaçmışlar, sağ ce­
nahtaki bölüğümüzün gerisine Ermenilerin sarktığını
gönınce Veysel Bey'de gece ric'at emrini vermiş. Müf­
rezemiz kamilen Aras nehrinin garbine yani İran
arazisine çekilmiş. (Esasen Bayazıt'tan Şahtahtı ya
gitmek için de buradan geçmiştir.) Ermeni kıtaatını
oylamakla beraber Kızı/ordu müfrezemizin şömendü­
fer hattı Aras kıyısından geçtiğinden hat boyunca Er­
menilerin hareketine mümanaat (engel olma] lannı
bildirdim. Temmuzun 28'inde bir Kızıl müfreze Nah­
civan 'a geldi. Kuvvetleri 820 süvari, dört dağ topu, 30
makineli tüfek (Levis) den mürekkep Birinci Kafkas
Süvari alayı Liva kumandanı Parkof kumandasında.
İkinci alay da (Ankelaot) dan geliyormuş. Artık Nah­
civan 'ın bedbaht halkı Ermeni katliamında kurtul­
muştu. 29'da Şahtahtı'nın tahliyesiyle murahhasları­
nın Nahcivan 'a gönderilmesi için Kızıl müfreze ku­
mandanlığından Ermeni müfrezesine tebliğ olunmuş,
akşam beş sonrada kırmızı bayraklı bir tren Şahtah­
tı'dan Nahcivan 'a geçmiştir. Bu akşam Halil Paşa da
iki yüz süvari ile Nahcivan 'a gelmiştir. Halil Paşa Şah­
tahtı müfrezemizin hemen Nabcivan'a gönderilmesi­
ni, zira Ermen ilerle yapılan mütarekenin 31 Temmuz
öğle vakti biteceğini bildirdi. Derhal müfrezeyi Nabci-

9
van'a tahrik ettim. Kızıl müfrezenin iltihakıyla artık
Veysel Bey Ermenilere karşı mukabil taarruza geçebi­
lecekti. Bu müfrezenin Nahcivan'da Bolşevik müfre­
zesiyle temasından korkanlar çoktu. Bayazıt'tan [11
inci} Fırka kumandanı Cavit Bey de 'Kendi elimizle
ateşe atılıyoruz' diye [s. 774} pek büyük endişeye düşü­
yorlardı. Bolşevikler hakkında o kadar fena şayialar
yayılmıştı ki, bunlann geçtiği yerct,e herşeyin yanıp kül
olacağı kanaatı kökleşiyordu. İçinde bulunduğumuz
vahim vaziyetin akibeti bile unutulmuştu.
Hemen bütün muhitimde dahi bu münakaşa ve
kanaatler karşısında, ben büsbütün başka düşünü­
yor, mütemadiyen her tarafı teskin ve iknaa çalışıyor­
dum. Ve idrak sahibi o/anlan da şöyle ikna etmiştim:
'İşte Nahcivan'a Kızıllarla temasa bir müfreze gönder­
dim. Göreceksiniz ki, efradımız Bo!.şeviklerle temastan
sonra kendi din ve an'ane/erine daha ziyade sadık
olacaklar ve zabitlerine itaatten kat'iyyen aynlmaya­
caklardır. Aynca kuvvetli ve şuurlu bir hey'etimiz de
orada mütemadi tarassut ve tetkikatta [sürekli gözle­
me ve incelemelerde} bulunuyor, vaziyetten günü gü­

nüne haber alıyorum. Bolşevik kıtaatıyla temasımız


elzemdir [zorunludur}. Para, cephane; bilhassa garp
ordusuna her nevi silah ancak Rusya'dan alınabile­
cektir. Bol.şevikler aleyhine olan propagandalara kapı­
lırsak, birkaç ay sonra ordular inhilal edebilecek ve
Ermeni-Yunan ordusu bile, Anadolu'da Türklüğü bo­
ğabilecektir. Bolşevikliğe ne askerimiz, ne de halkımız

10
rağbet etmeyecektir. Buna karşı en mühim silah da di­
ni hislerin halkımızdaki kuvvetidir. '
Mütemadiyen hu tarzda yazılar, sohbetler, beya­
nat ile beraber Komünist fırkasının mıntıkamda ha­
berim olmadan her hangi bir teşebbüsüne de fevkata­
de kulak veriyordum. Hayatımda en müşkil ve en
buhranlı bir zamanlara girmiştim. Nahcivan 'daki kı­
taatımızın teması tahminim vechile çıktı. Gerçi Bolşe­
vik efradı sırmalı apoletlere düşman olduğunu işiten
zabit/erimiz apoletleri daha evvel çıkarmışlarsa da, kı­
taat pek muntazam ve samimi karşılaşmışlar ve iki
müttefik ordu parçalan gibi hareket etmişlerdir. Bolşe­
vik efradının bazı dini ve içtimai hareketlerini, zabit­
/erimiz ve hey'etimiz ihtann vechile, efrada tazımı gi­
bi göstermişler ve tesadüfen kadınlar hamamına gir­
mek isteyen Bolşevik neferlerini de bizim neferlerimiz
görmüş ve men' etmişler, bu suretle kat'iyyen efradı­
mız bozulmak şöyle dursun daha dindar ve daha mu­
ti olmuştur. Apolet mes'elesini de ben bütün ordumda
kollara işleme işaret takmak suretiyle toptan hallettim
ve Ankara ya da bildirdim. [fıki Osmanlı ordusunun
apoletlerinin yeni tarzı bu suretle vücut buldu - Kara­
bekir'in dipnotu.]
Kazun Karabekir Paşa, 1920 yılının Temmuz ve Ağustos
aylarında bu apolet ve üniforma - özellikle askerlerimizin
başlıklarına Kızıl yıldız takmaları - sorunu ile hayli uğraşmış;
bu değişikliklerde, Bolşeviklere özenme etkenini yadsımakla
birlikte, pratik gerekliliklere değinmiştir. Ama bir dipnotun-

11
da da (s. 807'de) Ankara ümerasını bu konuda gösterdikleri
hassasiyete karşın, resmi başlık yerine kalpak ve rastgele pal­
to giydikleri, nizami kılınç yerine pala taktıkları için eleştir­
miştir [Atatürk ve İnönü'nün ünlü bir birlikleri denetleme fo­
toğrnfındaki bellerinde asılı, gümüş kınlı palalar, Azerbaycan
sefiri Abilov'un armağanıdır.]
Bu kitap 1920 yılı Güz ve Kışında Doğu Cephesi 'nin as­
keri tarihi için önemli bir kaynak olmakla birlikte, asıl Kızıl­
ordu'yla işbirliği hakkında birinci elden bir tanıklık olarak
değer taşımaktadır. Genel çerçeve için, yukarıdaki dipnotun­
da gönderme yaptığım resmi kaynağa bakılmalıdır.
Kitabın ilginç bir özelliği de, Veysel Paşa'nın Genelkur­
mayca haksızlığa uğratıldığı iddiasıdır. (Bl. XXVI). Ona ve
başında bulunduğu Nahcivan Müfrezesi'ne, Daşnak Ermenis­
tan'a karşı kazanılan zaferden pay verilmemesi, kanımca yi­
ne bu Bolşevik etkisinden ötürüdür.
• Gnkur. Bşk. Harb Tarihi Dairesi Resmi Yayınları 1 inci
Serisini oluşturan Türk İstiklal Harbi adlı çok ciltli eserin III.
cilt "Doğu Cephesi 1919-1921," s. 259'da, 11. Kafkas Tüme­
ni'nin (ki merkez Karargahı Van'da olmak üzere 11. Topçu
Alayı ile, 18, 33 ve .34. Piyade Alayını kapsamaktaydı). 1921
yılı sonunda Erzurum ve Erzincan'da toplanarak, 1922 Nisa­
nında Kayseri'ye gönderildiği; burada Batı Cephesinin 11.
Tümeni ile işin karışıklığı önlenmek için numarasının 21'e
çevrildiği belirtilmektedir.

Temmuz 1997
MeteTUNÇAY

12
İSTİKLAL HARBİNDE
BOLŞEVİKLERLE SEKİZ AY

1
1919 yılı Van dolaylarında genel durum

1. Dünya savaşında Osmanlı devleti yenilmişti. Fakat ulus


yenilgiyi kabullenmiyordu. Özellikle Doğu Anadolu, savaşı
kazananların adaletsiz karar ve uygulamalarına karşı isyan
ve feveran halindeydi. Bunu sezmiş olan Dokuzuncu Ordu
Komutanı, merhum Yakup Şevki Paşa, direnişin eksik olan
donanımını yurda taşıyıncaya kadar ateşkes şartlarına diren­
di. Doğudaki ordunun yaklaşık olarak iki senelik yiyecek ih­
tiyacıyla birlikte, göçetmek zorunda kalanlara yardım iın­
kanlarırtı da hazırladı. Kars, Ardahan bölgeleri tarafımızdan
boşaltıldıktan sonra İtilafcılar, Wilson Prensiplerinden utan­
dıkları için, Türklerin bağımsızlığını tanır gibi davrandılar.
Ayrı ayrı, küçük Türk hükümetleri kuruldu. Fakat ortak bir
hükümetin oluşumuna imkan verilmedi.
Öbür taraftan Musul ile Kars bölgeleri arasındaki alanda
Onbirinci Kafkas Fırkamızın bulunduğu Van ve Hakkari'de
Kürtleri ayaklandırıp, direniş imkanını yoketmek, Ermenile­
rin bölgeyi ele geçirmesini kolaylaştırmak için çalışıyorlardı.
Bütün Güney Cephemiz tlzerinde İngilizlerin yaptığı pro­
paganda ile Ermenilerin Iğdır Cephesi'nde söyledikleri söz
aynıydı; her ikisi de Kürtlerle Ermenilerin kardeş oldukları­
nı ileri sürüyorlardı: Böylece amaçlarını açığa çıkarıyor, bi­
zim bir söz söylememize gerek bırakmıyorlardı. Düşmanla-

13
rın sözlerinin ne anlama geldiğini aşiret ağaları çok iyi anla­
dılar. Musul'daki İngiliz siyasi yetkilisinin altınlarına sırt çe­
virdiler. Güney sınırımıza bekçi oldular. Tehlike yalnız Do­
ğu'dan gelebilecekti. Doğu'da, İran'da, küçük bir aşiret reisi
Simiko, kurnazlığı ve cüretkarlığıyla komşu aşiretleri soy­
gunculuk amacı etrafında birleştirmişti. Bu adam 1. Dünya
Savaşından önce bize karşı hareketlere başlamış, savaşın ge­
lişmelerine bağlı olarnk, bir kaç defa bizden Ruslara, Ruslar­
dan bize geçmişti.
1919 yılı başında memleketimizde gene hırsızlık, soygun­
culuk yapmaya başladı. Bu adam İngilizlerle birleşemezdi.
Çünkü Nasturilerle aralarında ağır ve tehlikeli bir kan dava­
sı vardı. 1 Ermenilerle birleşebilirdi. O zamanki İran hüküme­
tinin ise şaşılacak bir hali vardı: savaştan önce sınırda olan
bitenlerden haberi yokmuş gibi davranır ve bunları Osman­
lı hükümetini eleştirmek için bahane yapardı. Savaş döne­
minde ortadan silindi, savaşın sonunda bizden 1960 sene
önce Parth-Roma sınırını, yani Fatih Sultan Mehmet zama­
nındaki Fırat sınırını istedi. Ve 1919'da kabul ettiği bir söz­
leşme ile İngiliz denetimi altına girdi. Onun için Simiko so­
rununda, İran'dan olumlu bir çabalama bekliyordu. Doğru­
dan doğruya Simiko ile görüşüp anlaşmakla görevlendiril­
dim. Kendisi gelmedi. Şeyhislamı olan, o bölgedeki Küresin
adlı sünni Türkmen aşireti mollası Seraceddin Efendi'yi Dir

1
1918 yılı başlarında Simiko, Rumya Nasturilerinin reisi Mir Şamun'u pu-
suya düşürüp, yanındakilerle birlikte öldürüyor. Bunun üzerine Nasturiler de,
müslüman köylerini basarak, katliam yapıyorlar. Anlatılanlara göre, hu katli­
amlarda 10 bin kişi öldürülmüştür.

14
köyüne gönderdim. Orada kendisine dünyanın ve bizim du­
rumumuzu anlattım. Şimdi, bağımsızlık için dünyaya karşı
ayaklanmış bir ulus olduğumuzu, hiçbir şeye.len çekinmeye­
ceğimizi uygun şekilde hissettirdim. Bundan sonra Simiko
bizden ayağı kesti. İran'da bir hanlık kurmak için uğraşma­
ya başladı. İran hükümeti tehlikeyi gördü. Şerefhane ve
Hoy'da bir askeri güç bulundurmak zorunda kaldı. Biz de
bu sorundan kurtulduk, asıl düşmana karşı serbest kaldık.
1919 senesi Erzurum Kongresi'nin sonunda merhum Ka­
zım Karabekir Paşa, tümen komutanına arzedilmek üzere
bana verdiği sözlü talimata şöyle başlamıştı: "Her tar-aftan
kuşatılmış durumdayız; yalnız Azerbaycan'a açık Nahcivan
penceresi var. Onun kapanmamasını istiyorum."

il
Bayazit-Nahcivan-Bakü yolculuğu
1920 senesi ilkbaharında İngilizlerin koltukladığı Ermeni
hükümetinin ele ge�irme girişimlerine karşı Doğu Cephesi
Komutanlığı savunma düzeni aldı. 1 1. Kafkas Tümeni de,
büyük bölümü ile Van'dan Doğubayazıt istasyonuna gelmiş­
ti. Kafkasya'da Azerbaycan'ın, Ermenistan'ın, Gürcistan'ın
gerçek durumları, hele Kafkasya'dak.i Bolşevikler'in ne ka­
dar kar-a birliklerinin olduğu, bize karşı nasıl bir siyaset izle­
mek niyetinde oldukları, Denikinci olan ve Bakü'deki Bol­
şevik yönetimini yıkan Ermenileri İngilizler'in bize musallat
edip etmeyecekleri...Sözün kısası, bizim Doğudaki davamız
için ne gibi güç ve unsurlardan yararlanılabileceği hakkında
açık ve kesin bir bilgi edinmek amacıyla Bakü ile bir bağ-

ıs
lantı kurmak gerekiyordu. Doğu Cephesi Komutanlığı 1 1 .
Kafkas Tümeni Kurmay Başkanı'nın Nahcivan-Culfa yoluyla
ve özel talimatla Bakü'ye gönderilmesini emretti. Özellikle
Bolşeviklerin İngilizlerle olan ilişkilerinin belirlenmesine
çok önem veriyordu. Eğer kuvvetleri varsa Hindistan'a,
Irak'a ve hatta Mısır'a bile saldırabilecekleri düşünülüyordu.
Adı değişen Rus Devletinin emperyalist siyasetinin değişme­
yeceğine o zamanki yüksek komuta makamla nn<la varolan
görüşü göstermesi bakınundan, bu düşünce dıh.kat çekicidir.
1920 senesi Mayıs'ının altıncı günü kendılerini seneler­
den beri tanıdığım ve takdir ettiğim yol ve görev arkadaşla­
rım Teğmen Kamil ve Celal beylerle Bayazit'ten hareket et­
tik. İran s�nınnda askeri postamız bizi karşıladı. İranlılar bi­
zim dürüstlüğümüzden o kadar eminlerdi ki, hiçbir zaman
sınırın korunması için askeri önleme gerek gönnemişlcrc.lir.
1918'de Tebriz'de özgürlük şehitleri için düzenlenen bü­
yük törende bir konuşma yapan Meşrutiyet Partisi Başkanı
Hacı Mirza Billuri, İran'ın sınırları konusundakı kayıtsızlığını
şu sözlerle eleştirmişti: "Osmanlılar bizim canımız ciğerimiz­
dir. Fakat orduları Culfa'dan geçerken önlerine çıkıp, hiç ol­
mazssa, hoş geldiniz diyen olmadı." İki buçuk yıldanberi bu
sınırlarda bulunan askerlerimiz İran'ın bu yokluğuna o ka­
dar alışmışlardı ki, ileri karakol postasının onbaşısına kasten
İran postasının yerini sorduğum zaman onbaşı şaşırdı, hay­
retini kendi kelimeleri ile şöyle dile getirdi: "İran'ın da pos­
tası ola! ... "

Eski çağlardan beri ünlü Tebriz-Erzurum kervan yolunun


geçtiği bu arazide, biz geçmek için yol bulamadık. Arabamız

16
kağnı arabası kadar yol alabiliyordu. Bütün gece yağmur
yağmış, her taraf bataklık haline gelmişti. Ruslar'ın savaş za­
manı yaptırdığı demiryolu bütünüyle tahrip edilmiş, yollar
sabanla sürülmüştü. Böylece memleketin savunmasına yö­
nelik engelleme yapılmıştı. Bu bölgeden geçecek yabancıla­
rın kılavuzsuz yola çıkması mümkün değildi. Biz a�a
- ğı-yu­
kan böyle olması gerekir diye tahminle belirlediğimiz yön­
de ilerlerken, bir adam çıka geldi ve Kafkasya göçmenlerin­
den olduğunu, bize hizmet edeceğini söyledi. Israrlarımıza
rağmen gönüllü kılavuzluğumuzu yaptı. Böylece Mako Ser­
darı bizi gözaltına almış oluyordu. Mako'ya yakın Senger
köyünde Mako Serdarı adına Şemsettin Han tarafından kar­
şılandık. Sırmalı resmi elbisesi ve g9zel bir faytonu vardı.
Mako'da Serdarın oğulları Abbas ve Balık Han Paşalar tara­
fından kabul edildik. Yemekte memleketimiz ve Bolşeviklik
hakkında konuştuk. Anadolu'nun Bolşevik olduğunu işittik­
lerini söylediler. Şimdi düşünüyorum da, o zamanki konuş­
malarımız çok safiyane ve masumane ve hiçbir esasa dayan­
mayan laflardan ibaretmiş ..Biz de onlar gibi bu konuda bil­
gisiz idik. Zaten Bolşevikler, bu zamanlardaki ilk zaferlerini
halkın tereddüdü ve komünizmin türlü türlü yorumlarıyla,
herkesin bu karışık dünya durumunda bir kurtarıcı aramak­
ta oluşu sayesinde kazanmışlardı.
7 Mayıs günü saat 1 9'da Serdar bizi çalışma odasında ka­
bul etti. Boyu eninden uzun, daha doğrusu bir koridora
benzeyen bu odada Serdar yüksekçe bir sandalyede, ayaklı
bir çekmece önünde oturuyordu. Tam karşısında sedefli bir
rahlenin önünde diz çökmüş bir katip Serdarın emirlerini·

17
yazmaya hazır, bekliyordu, odayı kırkar numaralık iki gaz
lambası aydınlatıyordu. Ayrıca Serdarın önünde çekmecenin
üstünde çıtır çıtır mum yanıyordu: Serdar konuyu türkçe
söyledi. Katip farsça kaleme aldı. Okuduktan sonra geldi
Serdarın masasındaki mühürü aldı, mühürledi.
Ertesi günkü konağımız olan Dize köyünde misafir oldu­
ğumuz evde bir çok türkçe kitaplar gördüm. Köylülerin
türkçe yazdığını göremedim. Halk Türk olmakla birlikte,
mezhep yoluyla birbirinden ayrılıyordu. Daha 1918 senesin­
de İran'da bulunuyorken bu kanaatı edinmiştim. Bu defa
köyde mezhep yoluyla yapılan propagandaların kökleştirdi­
ği yaman düşüncelerin tanığı oldum.
Ev sahibi yaşlı bir adamdı. Şahların zulmünden, baskısın­
dan uzun uzun sözettikten sonra coştu, hiddetlendi, boyun
damarları kabardı, bağıra bağıra dedi ki:
- Zaten şahın sülalesi Hazreti Hüseyin'in başını kesen
Şümürlainin kabilesindendir. Onun hançeri halen bu kasa­
badadır. Bu kabile bu hançerden kurtulamaz, suya da atsa­
lar, kırsalar, yaksalar hançer kaybolmaz, yine gelir kabileyi
bulur.
1914'de henüz savaşa girmediğimiz bir zamanda bir ke­
şif göreviyle sınırda dolaşırken Zanzak köyünde dinlediğim
yaşlı Enneni'yi hatırladım. O da aynı şiddet ve öfkeyle ba­
ğırmıştı:
- Yalnız Sarıkamış taraflarında eski zamanda kırk bin ki­
lisemiz vardı ! . . .
9 Mayıs 1920 sabahı Dize'den yola çıktık. Şahtahtının tam
karşısından ve Aras'ın batısında Mako Serdarı'nın sınır köyü

18
Araplar civarında arabamız kırıldı. Buranın egemeni ve sınır
komutanı Serdarın oğullarından 22 yaşındaki Ali Kuluhan
bizi karşıladı, misafir etti. Arabamızın onarılmasını üzerine
aldı. Bizi kendi arabasıyla gönderdi. Araplar köyünde tümen
komutanlığından aldığım farsça bir telgrafta "emir yoldadır,
bekleyiniz" deniliyordu.

m
Nahcivan
Saat 13.30'da Aras köprüsünü geçtik Şahtahtılıların içten­
liğiyle karşılandık. Buranın entellektüellerinden İbrahim
Ağa, her yolcuyu olduğu gibi bizi de misafir etti. 1918 ya­
zında tanıdığım İbrahim Ağa'ya Kafkasya'run en iri adamı
derlerdi. Komünist Behbud Şahtantinski'nin akrabası ve böl­
genin sayılı zenginlerindendi.
10 Mayıs sabahı Şerurluların davet; üzerine trenle Yenice
kasabasına gittik. Dönüşte lokomotif bozuldu. Nahcivan is­
tasyonuna 10 Mayıs sabahı,· saat Ol'de vardık. Farsça telgra­
fın bildirdiği emir geldi. Benim Bakü'ye gitmeme gerek kal­
manuştı. Ernire uyarak, 10 Mayıs'ta teğmen Kamil ve Celal
beyleri Bakü'ye doğru uğurladım.
Aras Türk Hükümeti güç ve örgütlenmesini göstermek
için, memlekette bir gezi progranu düzenledi. Kuzey'de De­
veli'ye, Güney'de Culfa'ya kadar gidildi. İstasyonlardaki halk
ve asker mutlu, Rus ve Enneni baskısından kurtulmuş olma­
nın sevinci içinde bizi sevgiyle selamladılar. Develi'deki ye­
di taburlarını, Yenice'de Şerur taburlarını denetledik. Delme
boğazında tahrip edilmiş olan Ermeni askeri treninin erzakı-

19
nı gördük. Gece Yenice'de Meşhedi Hüseyin'in evine misa­
fir olduk. Bu kişi Şerur Türklerinin kahramanı sayılıyordu.
Ermenilerle yapılan muharebelerde malı ve canı ile büyük
fedakarlıklar yapmış, cesaret ve yiğitlikle döğüşmüş bir ihti­
yardı.
16 Mayıs günü, istasyonda okul öğrencileri, "Millete Hi­
tap" 2 şiiriyle bizi uğurladılar. Şahtahtı'ndaki dostlarınuza ve­
da ederek Bayazit'e yollandık. Gelirken olduğu gibi dönüş­
te de İranlıların ve Serdar'ın dostluk gösterilerine tanık ol­
duk.

iV
Aras Türk Hüküm.eti (Kroki 1 ; sayfa 1 09)
Rus ihtilalinden sonra teşekkül eden Aras Türk Hüküme­
ti, Ordubad'dan Gernibasar bölgesine kadar dağlarla Aras
nehri arasındaki araziyi ihtiva ediyordu. Dereilyas (Derele­
gez) mıntıkasından Şuşa ve Civanşir üzerinden Gence ile ir­
tibat yapar. Buralarda her yerde Türkler ve müslümarılar ço­
ğunluk teşkil ederler. Eskiden orada da Türkiye'de olduğu
gibi sanat, ticaret Ermenilerin elinde idi. Çoğu şehirlerde
oturuyorlardı. Rus ordusunda askerlik öğrenirlerdi. Türkler
daha çok çiftçilikle meşgul olmakla beraber, ticarette de on­
lardan geri kalmıyorlardı. Gerilikleri milli teşkilat konusun­
da göze çarpar durumdaydı. Eski çağın Doğu-Batı büyük
göç yollarından birisi üzerinde bulunması, ayrıca Kuzey-Gü­
ney yönünde en elverişli geçit yeri olması, Nahcivan'ın öne-

' Meşruıiyene Türkiye ilk okullarında okunan "Anadolu Yavrusu" kitabını


Kafkas Türkleri de kabul etmişlerdi.

20
mini artırıyordu. Kimmerler, İskitler buralardan geçtiler. Ha­
zer Türkleri ile Araplar arasındaki savaşlarda ordular bura­
lardan geçtiler. Ötedenberi Türklerin yerleşik olduğu bir
yerdi. M.Ö. Van dolaylarına yerleşen Haylar, zamanla istila
yollan üzerinden Gökçe göl dağlarına doğru çekildiler. Nah­
civan sıra ile Timurleng'e, Karakoyunlu, Akkoyunlu padi­
şahlarına karargah oldu. Akkoyunlular Şah İsmail Safevi ile
Nahcivan civarında çarpıştılar. Yavuz Tebriz'den dönerken,
Dördüncü Murat Tebriz'e giderken buradan geçti. Bu bölge
Türkler için ideal bir yurt idi. Su basar ovalan, Aras nehrinin
iki tarafında yüksek yaylaları, tuzlalanyla hem tannu, hem
hayvancılığı kolaylaştırıyordu. Denizden 700 - 800 metre
yüksek olmasına rağmen sıcağı fazladır. Pirinç, pamuk, şa­
rap, tahıl, tuz başlıca ürünleridir.
Ruslar 1828 Türkmençayı Anlaşmasıyla Rev:ın ve Nahci­
van Hanlıklarını pençelerine geçirdiler. Birinci dünya sava­
şından önce nüfusu 180 bin kişi idi. Türkiye-Rusya savaşla­
rında bir çok Ermeni Türkiye'den kaldırılıp, buralara getiril­
di. 1829'da 40 bin kişi çektiler. Ermeni köylerinin çoğu eski
Türk adlarıyla haritalara geçmiş bulunmuyor. Yine büyük
savaştan önce resmi kayıtlar bu bölgede, 19.000 Türk, 3700
Ermeni ailesi gösteriyordu.
1905'de Rusya'da patlak veren Ermeni İhtilali, Türklerin
gözünü açtı. İran İnkılabı, sonra Türkiye'de Meşrutiyet ilanı,
Rusya'da Duma'nın kuruluşu, Kafkaslılan cesaretlendirdi.
Türkçe bir çok gazete yayıınlarunaya başlandı. Bu gazeteler
sayesinde bir uyanış ortaya çıktı, yüksek bir bilgi ve refah
düzeyine yetiştiler, toplumsal adalet düşüncesi de ilerledi.

21
Kafkas Türklerinde halk arasında dil farkı, lehçe farkı
yoktur. Bakülü bir köylü ile Nahcivanlı bir köylünun ve bü­
tün şehirlilerin ve İran Azerbaycanı'nın okumamışlarının,
tahsil görmüş-görmemişlcrirı dilleri aynıdır. Gazeteler zehir
gibi eleştiri yazıları yazarlardı. Milli meseleler hakkındaki ya­
zılardan bir kaç örnek: (Molla Nasreddin mizah gazetesin­
den).
1. Milli terbiye hakkında: İn<limenim yadıma düşür ki,
analarımız aziz balalarım sevende ve ellerirıde yoharı atup
tutanda hemişe bele bele vatan perest nağmeler ohuyorlar:
.
Mamani hay mamani
İşşeklerirı samani

Hani babamın tumani


Tuqıani ağacın başında
At götürün yendirirı
Dayısı evine gönderin,
Sonra haman uşahlar bübüyop kocarlar ve ahırda adama
ohşar (andırır) bir şey olurlar.
2. Milli müesseselere biğinelik.- İnjirıir (mühendis)
Feruh bey her bir devletinden sıvaıyi (ayrıca) Karabağ'da ya­
rım milyonluk bir kendi (köy) var ki adına (Hind arhi) di­
yorlar. Bu kendde balaca (küçücük) bir mektep var. Uşak­
ların bir nicesi yerde hasır üstünde bir nicesi sınıh tahta üs­
tünde oturup ders ohuyollar. Herdem bir (her ne vakit) Fe­
ruh bey ğeler kende, yazık (zavallı) muallim cızık mızık pal­
tarlı ayalı yalın uşahlar yığup urus saldatları (rus askerleri)
kimi (gibi) aparup düzer ağanın kapısına. Feruh bey çıhan

22
kimi uşahlar urus saldatları kimi birden baş endireller. Son­
ra muallim dilenci kimi elini açar. Feruh beyin kabağına
(önüne):
-Aman günü, ay ağa bize rahim olsun, bize biı.ız kömek
(yardım) eyle.
Bey hırslı cevap verir:
- Men mektebe bir kapık vermem"
Gazete sebebini şöyle anlatıyor:
"Bir gün Feruh beyin anası oturmuş imiş akuşkanin (pen­
cerenin) kabağında. Yedi sekiz yaşında burnu firtihli, cen­
der mender mektep uşakları geçende hanıma baş yindirmi­
yorlar. Hanım Feruh beye şikayet eyleyup ki-bu uşahlar bi­
raz da ohusalar gözleri açılacak, o zama!l işler biraz özge
(başka) cür (çeşit) olacak."
3. Zenginlerle fakirler.- (Molla Nasreddin'in) taze hayat
gazetesinde çıkan toprak meselesine ait bir makalesine ce­
vabı:
"Ahırda (en son olarak) - Taze Hayat- bunda diyor:
(Mülkdarlar görek raiyete pişverlik (Öncülük) edüp her
yerde onun ve terbiye işine terakki (ilerleme) ve temeddün
(medenileşme-uygarlaşma) meydanına gelmeğine sayetsun
(çalışma). Biz bu işlerin hamisini mülkdarlara pişkeş eyle­
dik. Ancak mülkdarlar kızkı ellerine ava gidende küçe (so­
lak) de görülüp demesiler (a köpek oğlu, neye mene baş
eğmedin) ! Birce (yalnız) bunu demeseler kifayet. Kalan iş­
lerin hamisi mülkdarlara kurban olsun.
4. Ruslaşma meselesi.- Rusya'da meşrutiyet ilan edil­
dikten sonra müslümanlann her toplantısında birisi ayağa

23
durup "Hökümet koymur mekteplerde ana dilimizi örğenek
diyor, molla Nasreddin bu vesile ile şunları yazıyor:
"Hele mezesi budur ki bu nutuklar Urus dilinde söylenir.
Bu sırdanda idiyedek hiç kes baş açabilmeyüp (anlamak).
Bir saatlığa tutah ki hökümet koymuyor. Pes ana dilimizi is­
temeği, ana dilimize muhabbet etmeği ana dilimizi hoşlan­
mağı kim koymıyor ? Rus mekteplerinde okumuş iki Müslü­
man görmedik ki, birbirile müslümanca danışsınlar. Pes kim
bizi öz dilimizden utanmağa, öz dilimiz ile danışmağı (ko­
nuşmak) ar bilmeğe vadar idi? Hökümet ne vakit Müslüma­
nı mecbur edüp kızının adını Fatma ivezine Fatıza koysun,
oğlunun Hasan adını değiştirtip Gasanğa eylesun.
Dil baresinde �ökümet Ermenilere ettiği reftarin onda bir
hissesini bize etmeyüp, 1883 ci ilda bağlanan Ermeni mille­
ti ancak bir nice il (yıl) bundan ileri açıldılar. İndiye kim hiç
kes görmeyüp ki iki ohumuş Ermeni birbirile rusça danışsın.

5. Ermeni meselesi:
Bi marhemet ayanlarına şükür hüdaya
Bu sahip milyanlarına şükür hüdaya
Millet ğamına bakmayan anzar-i keremle
İşan-i ziş�;ılarına şükür hüdaya

İş bilmeyen ancak yemek içmekten ilave (başka)


Bu canlu değirmenlerine şükün hüdaya
Bidad biraderle olan kanına gaitan
Kafkazyadaki kurbanlarına şükür hüdaya

24
Hasse, Baku şehrinde o şöhretlu mekanda
Derya tek (gibi) akan kanlarına şükür hüdaya
Hunhar olan efradı beni nevine daim
Bu vahşi garranlarına şükür hüdaya

Kurd ise şağal ise beyabanda olurdu


Şehr içre bu hayvanlarına şükür hüdaya
Gözlenmeyen ednalığın icadına cidden
Himmet eden insanlarına şükür hüdaya

Sakit oturan böyle cinayetlere karşı


Bu sahip vicdanlarına şükür hüdaya
Bilmem ne zaman kahrın eder. alemi berbad
Sabrettiğin avanlanna şükür hüdaya

6. Sünni Şü Meselesi.- Sünnilerle Şiiler birbirlerini sev­


mezler, aralarında nefret vardır. Çarlık zamanında Ruslar bu
nefretin sürdürülmesini yönetim programına sokm�lardır.
Mekteplerde Rus öğretmenleri Sünni talebe ile Şii talebenin
birbirile kon�masını, beraber gezmelerini yasak etmişlerdi.
Bu görüşme sayesinde İslamlar arasında nefretin azalacağın­
dan korkuyorlardı: Gazeteler acı acı şikayet eder dururlar­
dı.

v
Aras Türk Hükümetinin İstikW. Savaşı
1917 İhtilali Rus boyunduruğu altındaki milletlerin ba­
ğımsızlık ilan etmelerine fırsat verdi. Ermeniler fazla olarak

25
birdenbire Erzincan'dan Gence'ye kadar egemen olacakları­
nı sanmıştılar. Rus ordusundaki başka uluslar köylerine dön­
müş; ordunun bütün silah ve donanımı Ermeni erat ve su­
baylar ile birlikte Taşnakların eline geçmişti. Evet bu bir rü­
ya değildi. Sanki Allah istediklerinin imkansızlığını Ermeni­
lere fiilen göstermeye karar vermişti.
Rus istilasının sebep olduğu büyük kayıplara ve geniş öl­
çüde göçlere rağmen Doğu Anadolu'nun dağlık bölgelerine
sığınmış olan Türkler ve Müslümanlar bu ermeni kuvvetleri­
ni doğu vilayetlerimizden sürüp çıkarmaya yetmişti. Üçüncü
Ordu Komutanlığı, önünde bir Ermeni ordusu bulunduğunu
farzetmişti. Gönüllülerin yardımını sağlamak için cephenin
öbür tarafını örgütlendirmek için subaylar gönderilmişti. Or­
du epeyce geç harekete geçtikten sonra yalnız hafif bir kaç
tabur, bir kaç alay. büyük şehirlerimizi temizlemeye yetmiş­
ti. Ermeniler Arpaçayı'na ve ötelere kadar bir direniş, bir güç
göstermediler. Karakilis'te aı>ıl Ermeni ordusu imha edilirken
ünlü çeteci Antranik ağanın kumandasındaki bir Ermeni
kuvveti, Rus mirası diye İran'ın Hoy, Rumye havalisini bek­
liyordu.
11. Tümen İran'a gitmek üzere Aras boylarından geçer­
ken Nahcivan yerli Türklerin elinde idi. Ermeniler, Karatepe
civarında yukarı Noraşin ile Nahcivan şehrinin yarısında
mahsur bir halde bulunuyorlardı. Bunlar çetenin talimatına
uygun olarak, Büyük Ermenistan hesabına Türkleri baskı al­
tına almak için dayanak noktalarını kurınuş, Ermeni ordusu­
nu bekliyorlardı. Türklerin anlaşma teklifini reddetmişlerdi.
O zaman Nahcivan bağımsızlık kazanmıştı.

26
•••

1918 ateşkesinden sonr.ı Ermeniler, İngilizlerin yardımına


güvenerek Doğu Anadolu ile birlikte Nahcivan bölgesini ye­
niden zapt ve istila etmek hevesine düştüler. 10 Aralık
1918'de ansızın Aras Türk Hükümetine saldırdılar. Albay
Dolhanof kumandasındaki Ermeni alayı Aras vadisi boyun­
ca karılı izler bırakarnk Nornşin yönünde ilerlerken çete re­
islerinden Arıtranik Dereleğez, Zengezör bölgelerinde Türk
ve İsHim köylerini yağma ve katliam yaparak tedhişe uğratı­
yordu. Dolhanog'un geçtiği yerlerde yaptığı mezalimi işiten
halk çoluk çocuklarını İran'a kaçırıyor ve savunmaya hazır­
lanıyorlardı. Fakat askeri teşkilattan yoksun kendi halinde
çalışıp yaşamaktan başka bir kusurları olmayan halk, eşit ol­
mayan şartlar içinde mücadeleye girerken İran'a başvurdu.
İran hükümeti 25 Aralık 1918'de ikisi müslüman ikisi Er­
meni olmak üzere, Erivan'a bir heyet gönderdi, tecavüzün
durdurulmasını istedi. Öbür taraftan Nahcivarılılar da bu du­
rumu Şeşur'e girmiş olan Ermeni alay kumandanına bildir­
mek üzere bir heyet göndererek, beyhude kan dökülmesi­
ne meydan vermemesini rica ettiler. Dolhanof, heyeti dirıle­
dikten sonrn hapsetti ve hemen Noraşin, Yenice kasabaları
üzerine harekete geçti. Hükümetlerin müdahalesinden önce
oldu bitti yapmak istiyordu. Fakat Türk halkının direnişiyle
karşılaştı, bozguna uğradı. Develi istasyonuna, Erivan yakı­
nma kadar· kovalandı. İran'm müdahalesi ve Türklerin sa­
vunmadaki kararWığı karşısında Ermeni tecavüzü bir süre
-için durdu.
Azerbaycan Hükümeti Nahcivan bölgesiyle yakından ilgi-

27
leniyor, onun kendisinin bir vilayeti sayıyor; İngilizler ise bu
bölgeyi Ermeniler'e veriyordu . Amerikalılar da başka türlü
düşünüyordu. Amerikalı Haskel tarafından Azerbaycan
Cumhurbaşkanına ve Ermenistan Başbakanına Nahcivan'ın
yönetimi hakkında gönderdiği bir mektup 22 Eylül 19 19'da
Azerbaycan gazetesinde yayımlannuştı. Bu yazıya göre 29
Ağustos 1919'da Haskel ile Azerbaycan Currılıurbaşkanının
anlaştıkları esasların önerrılileri şunlardır:
1- Nahcivan, Şerur bölgeleri tarafsız ilan edilecek, bu böl­
ge bir Amerikalı Genel Vali yönetiminde bulunacak, yerel
memurları bu Vali atayacak.
2- Azerbaycan ve Ermenistan bu bölgedeki memurlarını,
askerlerini ve tahrikçilerini geri çekecekler.
3- Büyük Vedi müslüman köyünün ahalisi tarafsız bölge­
de Genel Valinin uygun bulacağı bir yere nakledilecek.
Bu anlaşma yürütülmemiştir.

•••

Ermenilerin yalnız başlarına Nahcivan bölgesini işgal


edemeyeceğini gören İngilizler, 1919 yılı Aralık ayında Er­
meni askerlerini Hindli askerlerin koruması altında Nahci­
van bölgesine getiriyor, garnizonlara yerleştiriyorlar. İngiliz­
lerin bundan maksadları ne idi, Bolşeviklerin önünden çeki­
lirken bu yolu emniyet altına almak mıydı ? Yoksa daha
yüksek bir siyaset mi güdüyorlardı?
İngiliz himayesinde, çok zayıf, fakat alabildiğine emper­
yalist bir millet adına Anadoluya egemen olmak gibi tatlı bif
hayalin peşinde miydiler ? Kestirilemezdi, amma her halde

28
Sevr için çalışmak bu demekti.
Bu hayal Ermenileri de coşturmuştu . Yıllardan beri Sason
dağlarında hasretini çektikleri İngiliz yardımı gerçek olmuş­
tu, şimdi omuz omuza yürüyorlardı.
Hindlilerin Ermenilere devamlı olarak muhafızlık etmele­
rine imkan yoktu. Bir gün bunlar çekilince çok sürmedi,
yerliler harekete geçti. Bir gece bütün garnizonlar aynı an­
da basılarak dağıtıldı. Takviye kuvvetleri, silah ve cephane
getiren bir tren yoldan çıkarıldı, kırk makinalı tüfeğe elko­
nuldu. Ermenilerin çeşitli saldırıları püskürtüldü. Artık Erme­
niler Nahcivan'a saldıramaz olmuşlardı. Kuzey sınırda otu­
ran kahraman Yedililer, Türk topraklarına siperlik yapıyor­
lardı. Yediye "Bizim Yerdün" diyorlardı.


Nahcivan Şdra Hükümeti
Nahcivan'dan ayrıldığım zaman durum çok iyi idi. Teşki­
latları muntazam, kuvvetleri gıpta edilecek halde bulunuyor­
du . . Neşelerini yalnız yaklaşmakta olan Rus tehlikesi gölge­
lendiriyordu. Bolşevikliğin ne olduğunu bilen yoktu . Bunu
memlekette açlık ve sefaleti yok etmek, herkese insan gibi
bir muamele etmekten ibaret sanıyorlardı. Nahcivanlılar bu
insani muameleyi şiar olarak kabul etmiş, Rusya'dan gelen
bir sürü komüniste hüsnü kabul göstermiş, onlara ikram edi­
yor, telkinlerini ciddiyetle dinliyorlardı.

29
Komünist mitingi: Ben orada iken kömünist 3 Şahtah­
tınski'nin girişimiyle bir miting yapılması kararlaştırılmıştı. O
zaman bizim gibi herkes de davulu uzaktan dinliyordu: Bu
davula göre Bolşevikler adalet, hakkaniyet, insaf ve şevkatin
temsilcisi idiler, zalimlerin tahtlarını başlarına geçirmişlerdi .
Dünya cennetini, altın çağı kuracaklardı. Azerbaycan faciası
henüz oynanmamıştı. Rusya'da kafaları koparılanlar da mil­
letlere zulüm ve gadri kendilerine geçim aracı yapan Rus
Çar taraftarları idi. İngilizleri dünyanın en hain ve alçakları
gibi gösteriyorlardı. İşte bu ustaca propagandanın yaratmış
olduğu hava içinde bir iyi insanlar mitingi yapılacak ve ko­
münistler tarafından nutuklar söylenecekti. Ben, vali Kara­
Bey ve Nazın ve Başkomutan konumunda bulunan genç,
ateşli, cesur bir adam olan Kerbi Ali Han ile beraber bu
mitingde hazır bulunduk. Toplantıya ancak 200 kişi gelmiş­
ti. Bize Kerbi Ali Han'ın evinden, oturmak için sandalye ge­
tirdiler. Tabii Bolşevik mitingi yapılırken bizim sandalyede
oturmamız münasebetsiz düşecekti. İlkin Behbud yoldaş kı­
sa bir nutuk söyledi. Zavallının öğrenimi Rusça, kendisi Rus­
lar arasında yaşamış olduğu için türkçesi kıttı. Behbud'u
Tebrizli bir Yahudi komünist takip etti. Tevfik Fikret'in "Kı-

3 Behbud yoldaş 1921 Kars Konferansında Azerbaycan delegesi idi. Anl aş­
manın imzalanmasından sonra misafirlere bir ziyafet verildi. Ziyafette Dehbud
Şahtahtınski söylediği nutukta şu dikkate değer sözleri söylemişti. "Azerb-.ıy­
can Türkiye ile Rusya arasındaki rabıtanın bir halkasıdır. Doğunun uyanması
için geçecek insani gayelerin bir köprüsüdür. Halkadır iki taraf asılmış çeki­
yor. Bir köprüdür. Ruslar üzerinde at koşturuyor". Bu sözler ilk safüada ko­
münistlerin samimiyetini ve nasıl aldatıldıklarını gösterir.

30
lınç" manzumesiyle söze başladı. İran Osmanlıcası ile (!) ko­
nuştuğu için halk bir şey anlamadı. Bundan sonra beyaz ka­
vuğu ve haki maşlahıyla Ahmet Mirza Ali kanapenin üzeri­
ne çıktı. İslamlar arasında yapılan Bolşevik propagandasının
kaynağını açıklar gibi konuştu: "Şura ile meşveretle yönetim
islamda esastır. Hazreti Allah bile Adem peygamberi yarat­
madan kabak (önce) melaikeleri yığdı, bu cur (böyle) bir
adam yaratacağım, sizin fikriniz nicedir, diye soruşturdu."
dedi. Şimdiye kadar Türk birliği için gizlice çalıştıklarını, ma­
deınki bundan sonra her millet özgür ve bağımsızdır, bu
günden itibaren cemiyetlerini meydana çıkaracaklarını söy­
ledi. Türk ordusuna, Mustaf kemal Paşa'ya, Kazım Karabe­
kir Paşa'ya dualarla sözünü bitirdi. Mirza Ali Alıund sözle­
rinde cidden samimi idi. Hür fikirli, zulme, fenalığa düşman,
temiz yürekli bir Türktü.
Bundan sonra Kerbi Ali Han, söz diyecek başkası var
ını ? diye sordu. Kır bıyıklı, tıknaz bir adam Kerbi Ali Han'a
dönerek, "Ben çıhım orada ne söz danışım. (Konuşayım).
Kızılları (altınları) aparmış, yığmışsan. Getir o kızılları ahali­
ye ver mi diyem ?" deyince etraftan "ağıllı (akıllı) danış !" di­
ye adamı susturdu, aldı götürdüler. Bu da bolşevikliğin baş­
ka bir tecellisi..
Bolşevikler daha sonra Güney Kafkasya'ya inmeden Cen­
giz Han'ın, Timurleng'in deıvişleri gibi bir kısım komünist­
lerini memleketin her tarafına saldırtmışlardı.
Bunlar birinci kademe idi. Bunların vazifesi Bolşeviklere
karşı sempati uyandırmak, eski Rus mezalimini unutturmak;

31
Bolşeviklikten refah ve mutluluk umdurmak suretiyle millet­
lerin harimine girecek gediği açmaktı. Bunlar ihtimal ki yap­
tıklarının farkında değillerdi. Samimi, hakperest, doğruluğu
seven yufka kalpli, milliyetçi insanlardan seçilmişlerdi. İlkin
kendileri inandırılmış ve kandırılmıştı. Bunların gönderildik­
leri yerler, savaşın kötülüklerinden zarar görmüş, sefalete
uğramış yerlerdi. Ermeniler Nahcivan bölgesi halkını birkaç
defa kaçmaya, göçmeye mecbur bırakmıştı . Memlekette gü­
ven yoktu, kimse sermayesini böyle zamanda tehlikeye at­
mıyordu. Mahsule para veren yoktu. İktisadi darlık herkesi
kıvrandırıyordu. Bununla beraber memleket gene oluruyla
yönetiliyordu. Toplumsal değerler sağlamdı. Herkes haddi­
ni, hududunu, birbirini tamamlayan birbirine muhtaç bulu­
nan bir kütle içinde bir nizam, bir düzen bulunacağını bili­
yordu. Onun için Kerhi Ali Hanın kızıllarına göz koyan
adam müstesna ve yalnız kaldı.
Bu yeni yönetimin adını islim memleketlerine "şura"
ayetini (suresi) hatırlatan isimle şeytani maksatlarını gizliyo­
lardı.
Bütün Kafkasya müslümanları şura adını kullanıyorlardı.
Samimi ve cidden saf birer insan olan bu komünistlerle
Nahcivan'da bir çok tartışmalar yaptık. Dünyayı cennete çe­
virecekler, insanlar melek olacak, dünyada haksızlık yapa­
cak insan kalmayacaktı. Bunun imkansızlığını gösterince de:
"Evet bu iş gökteki yıldızı yere indirmek gibi güçtür ve onun
için dövizimiz (amblem) yıldızdır." dediler.
Nahcivan'dan dönerken Bolşeviklik hakkında hala kesin
bir fikir edinememiştim. Dışarı doğru estirdikleri hava bizim

32
illerde de hafif kafaları sersemletmişti. Rusya'dan dönen
esirlerimize de bu havayı yutturmuşlar, bunların hükümleri
de kişisel izlenimlerine ve duygularına göreydi. Gördükleri
yahut yaşadıkları dehşet günlerinin etkisi altında Bolşevikli­
ğin, kesin ve yakın bir felaketten kurtulmanın çaresi oldu­
ğunu telkin ediyorlardı. 1920 senesi yazında Dışişleri Baka­
nı ve arkadaşları Bayazit'te tümen karagahında bulunurken
Bahattin Bey namında bir eski İttihatçıyı saatlerce dinlemiş­
tik. Rusya'da gördüklerini, anlattıklarını hikayet ettikten son­
ra Bolşevik olmaktan başka çare bulunmadığını söyleyerek
sözünü bitirmişti. Özet olarak fikirleri Bolşevikliği gönüllü
olarak kabul etmeye hazırlamak için her hafta ateşli bir ça­
lışma seziliyordu. Tümen Komutanım merhum Cavid Paşa
çok zeki ve bilgili bir kişiydi. Uzun süre Fr.ınsa'da bulunmuş
bir alpinist idi. Beni dikkatle dinledikten sonşa, "pek rengi­
ne aldanma ki, felek eski felektir." demişti.

VII
Ermeniler istilil hareketlerine başlıyor
E�eniler 1920 Haziranında Oltu'dan Ağrı dağına kadar
olan bölgedeki bütün Türk çoğunlukluklarının şuralarını si­
lahla, terörle dağıtmaya başladı, hiçbir anlaşmaya yanaşma­
dılar. Amaçlarına ulaşmak için silahtan başka araç kullanma­
dılar. Kendilerini böyle yapmaya mecbur görüyorlardı. Çün­
kü çoğunlukların nasıl bir tehlike olabileceğini 1918'de Er­
zincan ile Sarıkamış arasında denemişlerdi. İrn11a ve göçet­
tirme ile kendi çoğunluklarını kuracaklardı. Ermenilerin bu
tecavüzleri "Büyük Sevr Ermenistaru'ru" kurmak konusunda-

33
ki silahlı girişimlerinin bir başlangıcı idi. "Türkiye Büyük
.

Millet Meclisi Hükumeti" bu tecavüzleri önlemek için silaha


başvurmaktan başka çare bulunmadığını gördü . Beklemek­
le günden güne askeri durumumuz tehlikeli bir şekil alacak­
tı . 23 Haziran 1 920'de harekete karar verildi. Fakat ansızın
Bolşevik Dış İşleri komiseri Çiçerin Yoldaşın aracılık etmeyi
amaçlayan mektubu geldi. Bu mektupta sınırların milliyet
esası üzerine çizileceği bildiriliyordu . Türkiye hükumetinin
de bundan başka bir emeli yoktu, derhal hareketi erteledi.
Türkiye'nin bu anlaşma zihniyetine karşılık Ermeniler
planları uygulamaktan, yani tecavüzden vazgeçmediler.
Kars ve Ardahan'da müslüman yönetimlerini birer birer yı­
karak sınırımıza yaklaşıyorlardı. Ermenilerin Çiçerin'in öne­
risine aldırmadan saklırıya devam etmeleri, Ruslarla danışık­
lı bir döğüş manzarası halini alnuştı. Gerçekten de Mösyö
Çiçerin Türklerin elini kolunu bağlamış, Ermenilerin elinde­
ki satın almamıştı.
O zaman Doğu cephesinde bulunan Dış İşleri Bakanımız,
Ermenistan'a Çiçerin'in önerisini hatırlattı. Harekatın durdu­
rulmasını istedi, cevap alamadı.
Doğu Cephesi kumandanı da bu durumu Kafkasya'daki
1 1 . Rus Ordu Komutanlığına bildirdi. Bundan da bir fayda
çıkmadı. Çünkü Bolşeviklerin Kafkasya'daki durumu bozuk­
tu. Azerbaycan'da ve Karabağ'da uğraşıyorlardı. Bu durum­
da Ermeniler Türkleri ezmek için hem İngilizlerden, hem de
Ruslardan himaye umuyorlardı. İngilizlerle Ermenilerin siya­
seti belli idi. Rusların ne istediklerini kestirmek zordu . Bu­
nunla birlikte hükümet hiçbir Kuşkuya kapılmadan Rusların

34
içten olduğunu kabul etmişti. Fakat sonraki olaylar, Rusların
iki yüzlü bir siyaset kullandıklarını, şu taktiği izlediklerini or­
taya koydu: İki taraf birbirini kıracak, olgunlaşmış armut gi­
bi ikisi birden Bolşeviklerin ağzına düşecekti. Ruslar Erme­
nilere mümkün olduğu kadar sevimli görünmek için her yo­
la başvuruyorlardı. Moskova'da bizimle dostluk anlaşması
imzalamak için Çiçerin'in ilk şartı, Van ve Bitlis vilayetleri­
nin Ermenilere verilmesi, oradaki müslüman çoğunluğun

Anadolu içlerine taşınması idi.


Çiçerin bu önerisiyle yalnız Doğu vilayetlerini almakla
kalmıyor; devletin bünyesini temelden sarsmak için milyon­
larca insanın zorunlu göçünden doğacak ekonomik, sosyal
ve askeri felaketlere sürüklemek istiyordu. Türkiye Büyük
Millet Meclisi hükümetini de bu şeytani oyunla ezecekti.
Not: Bu planın Rus yöneticileri tarafından bugün de iz­
lenmekte olduğu görülüyor. Bugün Rusya'riın Doğu vilayet­
lerimizle uğraşması bu temel siyasetin devamından başka
bir şey değildir. Biliyorlar ki Türkler Bolşlevik idaresinde ya­
şamak istemezler ve düşünüyorlar ki böyle bir durumda,
dört buçuk-beş milyon insanın Anadolu'ya doğru göçüne
neden olarak, Türkiye'yi ezmek, sefalete düşürmek, belki
böylece harabelerinde ihtilal mantarları yetiştirmek mümkün
olacaktır.

35
vm
Nahcivan'a askeri kuvvetle yardım
Temmuz 1920 başına kadar Ermeniler, Kars, Sarıkamış,
Iğdır bölgelerini istila etmişlerdi. Derelegez, Zengezur böl­
gelerindeki müslüınan köylerini dağıtmışlardı. İstila sırası
Nahcivan'a gelmişti. Bu bölgedeki Türk hükümetlerinin en
güçlüsü bu idi. Ermeniler Nahcivanlıların Azerbaycanla bağ­
lantılarını kesmeyi gerekli görmüşlerdir. 1 Temmuz 1920'de
Zengezur bölgesine gelen Bolşevik sGvarilerine saldırarak
kaçırmış, Angelavut şehrini almışlardı.
Nahcivan hükümetine karşı Ermenilerin saldırı hazırlıkla­
rı dikkat çekecek ölçüye çıktı. Bayazit'ten Binbaşı Ali Demir
Bey (merhum Albay Deİnir Ali Bey değil), zayıf mevcutlu iki
taburla Nahcivan'a g�nderildi. O zaman zaten bütün tabur­
larımız zayıf, hemen hemen kadro halinde idiler. O sıralar­
da Bolşevikler Azerbaycan Müsavat hükümeti kuvvetlerini
bozguna uğı-J.tmış, memleketi işgal etmişti. Kaçabilenler
İran'a ve Nahcivan'a iltica etmişlerdi. Bu yüzden Nahci­
van'da siyasi hava değişmişti.
,Şimdiye kadar Nahcivanlılar'ın savunmasını örgütlendi­
ren ordumuzun değerli subaylarının başında merhum Halil
Bey bulunuyordu . O da Nahcivanlıların gütmeye başladıkla­
rı Ermenilerle anlaşma siyaseti yüzünden istifaya mecbur ol­
muştu.
İşler bu durumda iken, Nahcivan bölgesi müfettişi ün­
vanıyla oraya gitmek, özellikle Ermenilerin tecavüzlerine
karşı memleketin savunmasını sağlamak emrini aldım.
5 Temmuz 1920'de Bayezit'ten hareket ettim. Yolda Bol-
şeviklerden kaçmış Azerbaycan ordusu süvarilerine rastla­
dım. Türkiye'ye ilticaya gidiyorlardı. İki saat bunların anlat­
tıkları tüyler ürpertici acıklı hikayeleri dinledim. Hiç bir yer­
de oyalanmadan cebri yürüyüşle • Nahcivan'a geldim.
Yukarıda söylediğim gibi Nahcivan'daki siyasi hava bu
sefer bambaşka idi. Eski serin Bolşevik havası bu defa müt­
hiş bir fırtına halini almıştı: Azerbaycan'daki Bolşevik meza­
limi Ermeni terörünü unutturmuştu. Ermenilere rahmet
okutmuşlardı. Nahcivanlılar Türkleri Ruslarla müttefik ol­
makla suçluyorlardı. Nahcivan'ın çok kuvvetli ve kahraman
bir Türk şehri olan Nehram'da bir toplantı yapıldı. Azerbay­
can'ın uğradığı felaket anlatıldı, Bolşevikler lanetlendi. Açık­
tan açığa "Türkiye kendisini kurtarmak için bizi kurban edi­
yor. Eğer Bolşeviklerin hatırı için taarruzdan vazgeçmeseler­
di bu gün iki düşman arasında kalmayacaktık. " dediler.
Nahcivan, Azerbaycan, Osmanlı partileri, Bolşevik teh.li­
kesi karşısında birleşmişlerdi. Ermenilerle anlaşmak, birlikte
Bolşeviklere direnmek istiyorlardı. Ama Ermenilerin ne dü­
şüncede olduğunu bilen yoktu. Milli Şura tereddüt içindey­
di. Erivan'a gönderilen heyeti Ermeniler tutuklamış ve bir
cevap da vermemişlerdi.
Bolşeviklerin ele geçirdikleri Azerbaycan'ın valisi Kara
Bey, henüz Nahcivan'da idi. Bir süvari alayı, bir piyade ta­
buru, bir dağ bataryası, bir general ve birçok subay buraya
çekilmişlerdi. Azerbaycan'ın bir vilayeti olan Nahcivan'ın

4 Cebri yürüyüş, bugün de kullanılan bir askeri terimdir. Bir noktadan bir
diğer noktaya, olağan yürüyüşe göre daha önce vannak için, yürüyüş hızını
amırrnadan, günlük yürüme süresini uzatarak yapılan }ilrüyüş şeklini anlatır.

37
anavatan Azerbaycan için çalışması, istilacılara karşı Ermeni­
lerle birleşip bağımsızlığını savunması gibi doğru bir pren­
sip takip ediyorlardı. Fakat ne yazık ki, gerçekte bu prensip
teoride kaldı. Şöyle ki; Önce Ermenilerin çıkarlarının nere­
de olduğunu öngörebileceklerini sanmışlardı. İkinci hataları
da Ermenileri samimiyetlerine inandırmak için silahlarını
teslim etmek, direnmekten vazgeçmekti. Üçüncü olarak si­
lahlı kuwetlerini bizim, direnişe yöneltmemize ve teşvik et­
memize engel olmak için, aleyhimize propaganda yapmala­
rı, bizim elimizde bulunan cephane, yiyecek malzemesi ve
para gibi savunma unsurlarını bizden almaya uğraşmaları
idi. Yani bizi de üçüncü derecede bir düşman sayıyorlardı.
Bizim tezimiz herkese karşı kuwetli kalmaktı. Ermenileri
anlaşmaya yatırmak için, yenilmemekten ibaret bir yola yü­
rümekti. Mantık ve askeri ilkeler bunu gerektiriyordu . Fakat
Nahcivanlılar arasında panik havası esiyordu, söylenen söz­
lerin hepsini kendi amaçlarının aleyhine yorumlamaktaydı­
lar.
Bununla beraber Ermenilere karşı direnişi örgütlendirme­
ye çalışmaktan geri durmadık. Binbaşı Ali Demir Beyi bir ta­
bur ve iki salıra topu ile Kuzey sınırda Develiye, kahraman
Vedilileri desteklemek üzere gönderdim. Aynca Karalar ve
Serur milis taburlarıyla da güçlendirdim.
Bir taburumuzu 100 km. genişliğindeki Doğu Cephemize
Zengezur, Derelegez yönlerine karşı kullanmak üzere, genel
ilıtiyat olarak Nahcivan'da bıraktım. Milis taburlarının emir­
lerimizi kuzu gibi bir itaatle yapması ümidlerimizi güçlendir­
mişti. Ermenileri durdurduktan sonra sorun yoktu.

38
Şüphe yok ki Bolşevik terör hareketlerinin Nahcivan'da
bu kadar gürültülü bir yankı yaratmasının başlıca nedeni,
casusların ve gizli güçlerin yaygara ve telkinleriydi. Fakat
hazırlıksız, örgütsüz ve donanımsız bu gibi manevi saldırıla­
rın önüne geçmek mümkün olmuyordu. Bütün çabalarımızı
savunma işlerine yöneltmekten başka bir şey yapamıyor­
duk.
IX
Ermenilerin Nahcivan'a taarruzu
İşte deyim y�rindeyse, hükümetle yönetim ve yönlendir­
me makamı aıasında bu düşünce farklılığı sürerken, 1 1
Temmuz 920 sabahı saat OS'te Ermeniler Vedi Basar ' cep­
hesinden taarruza başladılar. Bu haber gelir gelmez Nahci­
van'daki ihtiyacımı da Develi'ye göndermeye kara verdim.
Bütün Doğu Cephesini Milislere bırakacak, eldeki bütün ih­
tiyatı cepheye yakın toplayacaktım. Böylece duruma göre
müdahaleye hazırlanıyordum. İlk trenle iki düzenli bölüğü,
c.laha sonra Nahcivan milis taburunu, Azerbaycan piyade ta­
burunu, iki ağır makinalı tüfek ve bir dağ topunu gönder­
dim.
1 1 Temuz'da düşman kuvveti 2000 piyade ve on top tah­
min edilmişti. Düşman bugün mevzilere yaklaşmakla yetin­
di.
12 Temmuz sabahı Ali Demir Bey'den şu raporu aldım :
"Tekmil Vedi Cephesinde sükunet vardır. Çünkü düşman

'
Aras vadisindeki bölgelerden bazılarına onları sulayan büyük çayların

adı verilmiştir: Zengi Basar, Gemi Basar , Vedi Basar gibi..

39
daha ortada yokken bütün milis kıtaları mevzilerini terketti­
ler." Bu ha}Jer maneviyat kırıcı ve felaket işareti idi. Kahra­
man Vedililerin 6 bir kurşun atmadan çekilmeleri inanılma­
yacak bir hareketti. Maalesef doğru idi. Nahcivan hükümeti
oturduğu dalı kestiğini bilmiyordu.
Nahcivan idarecilerine böyle tehlikeli bir oyunun zararla­
rını anlattım. Azerbaycanlı Habip Selimof Paşa ile Kerbi Ali
Han'ı süvari alayı ile birlikte cepheye gönderdim. Bu uysal­
lıklarını fikrimi kabul etmelerine vererek sevinmiştim. Bu
ümitle şöyle bir savaş planı yaptım :
Binbaşı Ali Demir Bey kuvvetlerini Delme Boğazına çe­
kerek Doğu'dan arkasının kesilmesi tehlikesinden kurtar­
dım. İhtiyatlar da burada toplanacaklardı. Mevzinin dayanık­
lılığından yararlanarak burada bir direniş kurulacaktı.
13 Temmuz'da düşman Delıne Boğazı karşısına geldi. 14
Temmuz'da üstün kuvvetle taarruza geçti. Karşısında bizim
dört piyade ve bir makinalı bölüğümüzden başka bir kuvvet
bulamadı.
Hicret: Vedi Basar'dan başlayarak Güneye doğru bütün
halk yurtlarını bırakmış kaçıyordu. "Milisler direnmesin!" di­
yenler, bunu düşünememişlerdi. Milislerin Ermenilere karşı
direnmemeleri kolaydı. Kolay olmayan çoluk çocuklarını
onların insaf ve merhametlerine terk etmekti. Bütün memle­
ket boşaltılıp Ermenilere bırakıldıktan sonra, onlardan eşit
bir hak istemek için neye dayanacaklardı ? O zaman Erme-

6 Amerikalı Haskel'in daha 1919'daki planı, Ermenilerin eskiden beri

Vedililerden çok korktuklannı anlanyor.

40
niler pek ejderdi. Bizimle birlikte Bolşeviklere direnmek is­
tiyorsanız, Milis taburlarınızı general Nazarbekofun emrine
veriniz, demezler miydi ? . . .
Göçmen toplulukları Şahtahtı köprüsüne dayannuştı.
İranlılar köprüden geçirmiyorlardı. Milisler tüfekler omuzla­
rında üçer sıra aşırma fişeklerle çocuklarının ellerinden tut­
muş, köprüden geçmek için, arabalar, davarlar, sürüler ara­
sında sıra bekliyorlardı. Köprünün açılmasını, göçmenlerin
Ermeni saldırısından kurtarılmasını rica için Araplar Köyün­
de Baburhana bi! subay gönderdim.
Şahtahtı istasyonunda lokomotife bir vagon bağlatarak
Şerur Ovası içinde durumu görmek, Şahtahtı Kuzey'inde
mevziyi inceleme� amacıyla ilerdeki istasyona kadar gittim.
Hiçbir canlıya rastlamadım. Halk zırhlı tren tehlikesi nede­
niyle demir yollarından uzak olan şoseden çekiliyordu. Zırh­
lı trene karşı tahrip edilecek noktalan belirledikten sonra
Şahtahtı'na döndüm.
Başta Binbaşı Ali Demir Bey olmak üzere birliklerimiz
kendilerini feda edercesine gayret ve örnek göstermiş, düş­
manla temasta kalnuş, çekilen halkın artçılığını yapnuştı. Ye­
nice ve Kuşçu, Demirci'de depo edilmiş cephanelerimizi,
koşumsuz bir topumuzu, kadınlar kendi eşyalarını atnuş, ta­
şıyorlardı. Birinci Dünya Savaşında başınuzın belası olan Şi­
nayder sahra topları burada da bizi bulmuştu. İkinci mermi­
den sonra havaları kaçmıştı. Tulumba yoktu. Kamacı ustası
yoktu. Öküzden başka çekim aracı yoktu . Bunlar da göç­
men topluluklarının arasında ve hatta onların gerisindeydi.
Şahtahtı Kuzey bölgesi milislerden artık hayır ve çıkar

41
umulamazdı . Nehram taburlarının Şahtahtı'na gönderilmesi­
ni şundan istedim. Yanımda yalnız 40-50 kişilik düzenli bö­
lüğümüz vardı. Nahcivan ve Azerbaycan birliklerinden ha­
ber yoktu . (Bunların Nahcivan'a çekildiğini sonradan öğren­
dim.)
Şfüa'ya, şu telgrafı yazdım: "Bu vatan sizin, biz yardımcı­
yız. Vatanınızı Ermenilere peşkeş çekmek istemiyorsanız
kuvvet gönderin. Yoksa hen de askerimi çekerim. " Bu telg­
raf üzerine Şura ilk iş olarak gece yarısı silahlı adamlar gön­
derip askeri ambara ve demiryolu yönetimine el koydu.

x
Şerur Paniğinden Soll('a
Bir insan selinin gelip biriktiği köprü başına düşmanın
yaklaşması ve ateş açması bir felaket olacaktı. Elde mevcut
düzenli ordu bölüğünü üç kilometre kuzeyindeki tepeleri
savunmak, karargah erlerini de köprü başında düzeni sağ­
lamakla görevlendinniştim. On binlerce insan arasında kötü
ve mütecavizler bulunuyordu . Sınır daha açılmamıştı. Telg­
raf ve telefonla ralunetli Maka Serdarını birden çok defa ra­
hatsız ettim. Sonunda gece yarısı köprü açıldı. Göçmenler
birbirini çiğneyerek geçmeye başladı. Bu geçiş ertesi gün
geceyarısına kadar yirmi dört saat sürdü .
1 5 Temmuz akşamı müfreze Şahtahtı'nda toplandı. Mu­
harip mevcudumuz 197 piyade, 28 makinali tüfek, 17 süvari,
17 topçu eri ve on beş subaydan ibaretti.
Binbaşı Ali Demir Bey bitkin bir hale gelmişti. O kadar
bağırmak zorunda kalmıştı ki; sesi tamamen kısılmıştı, ko-

42
nuşamıyordu . Öfkesi ve üzüntüsü hali geçmemişti. Pek güç­
lükle anlattı : "Bize Ermeniler değil, ne yaptıysa politikacılar
yaptı ! Ermeniler peşimizden seyis gibi geldiler. Biz yürü­
dükçe onlar da yürüdü . " dedi.
14 Temmuz paniği hazırlayanların başı Kerbi Ali Han ,
Habib Selimof Paşa ile birlikte 16 Temmuz'da dört milis ta­
buru ile Şahtahtı'na geldi.
Ayrı karargah kurdu: Bana şu ültimatomu vçrdi:
"Cepheleri takviye etmek temennisinde bulunuyorsanız,
vatan ve millet nanuna idarenizde bulunan cephane ve top­
ları ve harp levazımını binbaşı Sofiyofa teslim etmenizi aci­
zane (!) rica ve istirham eylerim efendim."
Bu kağıdı getirenle şu cevabı gönderdim. "İstediği şeyler,
onları düşmana karşı kullanmasını bilenlere mahsustur. "
Bu gerginliği yaratmanın nedeni üzerinde çok düşün­
düm, yerlilerle konuştum. Anladım ki Ermenilere ateşkes
önerisinde bulunmuşlar. Bu önerinin Ermenilerce kabul
edilmesine bizim orada bulunuşumuzun engel olacağı dü­
şüncesiyle, bizi içlerinden çıkarmayı kurmuşlar. Bunu açık­
ca kendi hemşehrilerine ifade edemedikleri için cephane
vermemek, topla yardım etmemek yoluyla, bu yenilgiye se­
bep olduğumuzu ileri sürüyorlardı. Durum böyle olunca bir
baskına, suikaste girişmeleri ihtimali de ortaya çıkıyordu. İki
yüz Mehmetçiğin dört milis taburu ile teslim alınmasını
mümkün görebilirlerdi. Fakat unutuyorladı ki. . tek Mehmet­
çiğin sevgisi değil dört milis taburunun, bütün Kafkaslıların
gönüllerini dolduruyordu .
Asteğmen Saadettin'i milis taburlarına gönderdim. Tüfek

43
çatılarını demiryolunun ötesindeki çayırlığa taşımalarını ve
demiryolunun bu tarafına silahlı kimseyi geçirmemelerini ri­
ca ettim. Taburlar Kerbi Ali Han'a danışmadan arzularımızı
yaptı, bizim askerin bulunduğu yerden uzaklaştı. Bunun
üzerine de galiba Kerbi Ali Han kimin milislerine güvenebi­
leceğini anlanuş olacak ki, ertesi gün Şahtahtı'nda bırakarak
Nahcivan'a gitti.

•••

Politikacıların işi azıtarak askeri harekete kanşmalan or­


duda ençlişe uyandınruştı.
1 1 . Tümen Komutanı merhum Cavid Paşa Nahcivan Milli
Şurası'na bizim aracılığımızla şu telgrafı gönderdi: "Nahci­
vanlılann şu son ayda siyasi entrikalara kapılarak Türkler
aleyhine söyledikleri sözler ve yaptıkları işler yüreğimizi
dağladı. Subaylarım gördükleri ağır muamelelere karşı süku­
neti korumak için cebri nefs ediyorlar. Mamafih, biz yine el­
den gelen yardımı yapmaya azmetmişiz. Bu istiskallara (so­
ğuk davranışlarla 'hoşlanmadığını belli etme, dolayısıyla
kovma) rağmen yine son vazifemizi yapıp ondan sonra çe­
kileceğiz. Müteaddid müracaatlarınız üzerine mülki ve aske­
ri teşkilatınızı düzenlemek için Halil Beyi gönderdik. İş ya­
pacak yerde parti kavgasına daldınız, nihayet .onunla da ge­
çinmediniz. Yine müracaatınız üzerine en kıymetli arkadaş­
lannuzı oraya gönderdik."
Nahcivanlıların Ermenilere karşı ateşkes önerisi göçmen­
lerin köprüyü selametle geçmesine yaradı. Düşman düşma­
nının halini bilmez. Ermeniler de Şahtahtı'nda büyük bir di-

44
renişle karşılaşacaklarını sanarak şimdilik elde ettiklerini ye­
terli görmüş olacaklardır. Müfrezemiz bu fırsattan yararlana­
rak Şahtahtı köprüsüne hakim tepeleri tahkim etti, evlerini
koruma altına aldı. İran'a geçen milisleri toplamaya çalıştı,
tabur komutanları geldi, askerlerini toplamayı vaad ettiler.
Fakat bir daha görünmediler.

XI
Ermenilerin cevabı, Nahcivaolılann karşılığı
19 Temmuz'da Azerbaycan birliklerinin komutanı Habib
Selimof Paşa Şahtahtı'na geldi. Nahcivanlılar adına üzüntü­
lerini bildirdi. Ermenistan'a giden kurul üyelerinin dönüşün­
den sonra genel komutanlığı gene bana vereceklerini, beni
Nahcivan Milli Şfüası'na üye yaptıklarını (!), subaylara şeker
göndereceğini söyledi !
Yine bu akşam Nahcivanlıların Kurulu Erivan'dan döndü.
&:ni de görüşmelerde hazır bulunmak üzere Nahcivan'a ça­
ğırdılar. Gece yansı oraya vardım.
Ermenilerin ateşkes koşullanrıın en önemlileri şunlardır.
Ve Asur krallarının kitabelerine ne kadar benzer :
"1 - Bütün Nahcivan Aras devletinin arazisi Ermeni hükü­
metine ilhak edilecek. Ahali Ermeni hükümetinin reayası
(İspartalıların Heliotleri gibi) olarak kalacaklar, bunu kabul
etmeyenler, istedikleri yerlere gidebilecekler.
2 - İki hafta içinde müslümanlar Ermeni hükümetine her
biri elli bin manat 7 kıymetinde üç yüz at, her biri otuz bin

' Çarlık zamanında 10 manat bir Rus ahını idi. Puı, yaklaşık 16 kg.

45
manat kıymetinde iki yüz sığır, bu ayın içinde 300 bin put
buğday parasız, ayrıca her putu bin manat hesabı ile parn
ile 300 bin put buğday, her putu üç bin manat hesabı ile iki
ay zarfında 1 00 bin put pirinç verilecek.
3 - Demiryollarının onarımı için istenilecek ameleyi vere­
cek.
4 - 1919'da Ermeni hükümetinden alınan (zapt) edilen si­
lahlardan başka, her evden iki silah hesabıyla 1 500'den aşa­
ğı olmamak şartıyle tüfeklerini teslim edecekler.
Not : 30 bin Müslüman evi bulunduğu tahmin ediliyor.
5 - 24 saat içinde asker, silah, mühimmat ve malzemele­
rini teslim edecekler.
6 - Yukarıdaki teklif tamamiyle yerine getirilinceye kadar
her şehirden beş, her köyden üç nefer rehin verilmelidir.
7 - Cevap için 6o saatlik mühlet verilmiştir, "
20 Temmuz sabahı Milli Şlıra toplandı. Kalabalık bir halk
kütlesi de Şura binasının önünde sonucu bekliyordu. Erme­
nilerin bu kabulü imkansız şartları karşısında politikacılar
sersemlemiş, halk köpürmüş idi. Cehri köylü Kerbelayı Ke­
rem namında vatanseverliği ile meşhur seksenlik ihtiyar si­
lahlarını kuşanmış olduğu halde meclise girdi. Kimseden
söz almaya gerek görmeden, açtı ağzını, yumdu gözünü,
meclis üyelerine söylemediği kalmadı, hepsi kuzu gibi din­
ledi. Ondan sonra üyelerden biri "Kerbi Kerem düz deyir!"
diye konuşmaya başladı.
Sonunda Ermenilere şöyle bir cevap hazırlandı:
"Ermenistan, Nahcivan ve Şerur dolaylarında, gelecekte
kanlı olaylara son vermek amacıyla ve bu arazide halkın

46
göçetmiş olması dolayısıyla, Nahcivan Milli Şurası, bunların
müslüman ahalisi adına öneriyor ki:
1 - Müslüman ahalisi şu arazinin Ermenistan'ın ayrılmaz
bir hissesi olduğunu olvakıt kabul eder ki, Delme Boğa­
zı'ndan Ordubad'a kadar müslüınanlara istiklal versin.
2 - Şu meselenin halli için, Nahcivan ve Şerur müslüman­
ları Erivan şehrinde, belli bir günde, iki tarafın mürahhasla­
rı ve müttefik hükümet sefirlerinden birinin başkanlığı ile
müzakere olunsun.
3 - Ermeni hükümeti bizim şartlarunızı kabul ederse o va­
kit taraflar arasında mesele hal oluncaya kadar mütareke
olunsun.
4 - Teklif olunmuş şeraitin kalan on beş maddesine şim­
dilik cevap vermeyüp Erivan'da evvelki maddenin müzake­
resi günü hal olunsun. 20-VIII- 1920 Nahcivan Milli Şura Sad­
ri Cafer Kulu Han.
Bu arada ben de milis kuvvetlerinin yeniden toplanması,
inzibat altına alınması için kesin emirler verilmesini Şura'ya
önerdim. Hemen kabul edildi. Bu işleri kuvveden fiile çıka­
racak kişiler görevlendirildi. Ben Nahcivan'dan ayrılırken bu
kişileri otelin kahvehanesinde tavla oynarken bıraktun.

XII
Ermenilerin tekrar taara
ruz başlaması
Ermenilerin verdiği süre 22 Temmuz'da bittiği zaman bir­
liğimiz Aras nehriyle Kıvrak köyü arasında Şahtahtı'nın ku­
zeyinde dayanak noktalarından oluşan bir mevzi hazırlamış
bulunuyordu . Müdahalem olmamakla birlikte milislerin Kıv-

47
rak köyü doğusu ile dağlar arasındaki mevzilerini dolaşmış,
vazifeleri ve savunma düzenleri hakkında aydınlatmıştım.
Tahkimat için kazma kürek vermiş Habib paşa ile de savun­
ma planı üzerine görüşmüştüm. Böylece işbirliğini sağlamış
olduğumu sanıyordum.
23 Temmuz'da Ermeniler zırhlı trenle ve küçük piyade
keşif kollarıyla milislerin cephesini yoklamaya başladı. Fakat
milislerin kanını ateşlemiş olacaklar ki, ne kadar atlı milis
varsa, hepsi cepheleri önündeki en yakın Pusyan köyü yö­
nünde taarruza geçtikleri görüldü. Bu hareketin amaç ve he­
defini anlamak için Habib paşanın muharebe yönetim yeri
olan köye gittim. Paşa da milislerin yaptığını ve düşmanın
durumunu henüz öğrenememişti. Milisler plan dışında ve
kendiliklerinden ileri atılmışlardı. Geniş ova cirid meydanı­
na benzemişti. Tüfek sesi yok, düşman yok, İskit usulü ta­
arruz talimi yapıyorlardı, ara sıra gelen raporlarda yalnız şu
cümle var:
"Davanın şirin yerindeyiz, cephane gönderesiniz ! "

•••

24 Temmuz saat 16. 30'dan başlayarak milislerin cephesi­


ne Ermeni taaruzu başladı. Kuvvetleri tahminen 2 bin piya­
de, 200 süvari ve 8 toptan ibaretti. Birliğimizin cephesini
1 500 metre uzaktan gözetlemekle yetindiler. Elimizde bulu­
nan iki sahra topu ile düşmanı durduracak bir atış yapamı­
yorduk. Düşman yaklaşınca milisler yakın muharebeyi ka­
bul etmediler, edemezdiler, çekildiler. Habib Selimof paşa­
nın karan ve durum hakkında bir haber alamadık. Kendi ba-

48
şımızın çaresine bakmak, milisleri yok saymak gerekiyordu.
Mevziin Aras nehri kıyısı yönündeki kısnunı savunmakla gö­
revli birlikleri, gözcüler bırakarak sağ kanat gerisine ihtiyata
aldım. Emir subayı üsteğmen Asım Beyi (şimdi İller Banka­
sı Muhakim Müdürü) Habib Paşa kuvvetlerinin durumunu
öğrenmek için gönderdim. Şahtahtı'nda kimseyi bulamadı.
Saat 19.00'da Kıvrak köyü yanmaya, Şahtahtı tarafından bü­
yük göç toplulukları köprü başına gelmeye başladı.
Bütün bu kötü beli rtiler artık her şeyin bittiğini gösteri­
yordu. Artık birliklerimizin de Şahtahtı'nda bulunmasının
hikmeti kalmamıştı. Tümen Komutanlığının talimatına göre
çekilmeye karar verildi. Fakat çekilme emrini veremedim,
karanlığı bekledim.
Köprü başı göçenlerlc tıkalı idi. Köprüden geçme izni ge­
ne gecikmişti. Göçenlerin arkası alınıncaya kad�r beklemek,
düşmanın muhtemel bir taarruzuna karşı bu masum halkı
savunmak vicdani bir borçtu. Çoluk çocuğu çiğneyerek kaç­
mayı mertliğe yakıştıran yoktu.
Bununla birlikte iki yüz erden oluşan bir kuvvetin eşine
pek az rastlanır bir bunalım durumunda, paniğin ortasında
ölüm tehdidi altında Aras nehri gibi bir engele sıkışmış du­
rumda saatlerce, adeta savunmasız, ölümünü bekler gibi
beklemesi bazı zayıf ruhlar üzerinde korkutucu etkisini gös­
terdi. GerçeRten teorik olarak bu durumda birliği bekletmek
doğru değildi. Gece karanlığı, etrafı görüp tehlike hakkında
fikir edinmeye imkan vennediğinden, deneyimli olmayanla­
rı ürkütür. Birinci dünya savaşında da böyle durumlarda çok
kere telaş eserleri görülürdü.

49
Birliklerimiz saat yinniden başlayarak mevzi değiştirme­
ye başladı. Şahtahtı köprüsünün hemen yanı başındaki sırt­
larda gece savunması için tertiplenildi. Bu zamana kadar bir
arkadaş çok şaşırmış, kendisini köprü başında bulmuştu.
Üstelik bölüğünün de esir olduğunu söylüyordu. Bunun ter­
sine Üsteğmen Vanlı Sait Bey açık kanatta bulunmasına rağ­
men komşu tabur komutanının gönderdiği çekilme emrine
karşı kendi taburundan henüz emir almadığını söyleyerek
yerinden kımıldanmamıştı.

xı:ıı
İran arazisjnde
Panik dalgaları önünde granit bir kaya gibi duran bu bir
avuç askerimiz, tehlikeden kurtulma sırasını, en son göçme­
ne vennişlerdi.
Birliğin emir subayı Asım Bey köprünün öbür tarafında­
ki İran telgraf merkezinden aldığı tümen emrini gece yarısı­
na doğru binbir güçlükle köprüyü ters geçerek bize getire­
bildi. Emirde "düşmanın gözünden kapalı bir yerde kalma­
mız" emrediliyordu.
25 Temmuz saat bir'de köprüyü geçme sırası geldi. Saat
üç'e kadar Araplar köyünde askeri dinlendirdik. Ondan son­
ra dalgalı bir araziye geçerek çadır kurduk. Araplar köyün­
de bulunan erzakımızın ve revirimizin bulunduğu vagonları
da iterek buraya getirdik, ama sivrisinekler karşısında çare­
siz kaldık. Kıymetli dokturumuz Behçet Beye şikayet ettik.
O da bizi başka tarafa göçertmekten başka çare bulamaya-

50
cağını söyledi.
25 Temmuz sabahından başlayarak Ermeniler artık ser­
bestçe Şahtahtı'na gelmeyi başardılar. Durumdan haberi ol­
mayan, İran'a geçmek için Şahtahtı'na gelen Nahcivan'ın
uzak köyleri ahalisinden beş yüz nüfustan oluşan bir kafile­
yi yokettiklerini üzüntüyle öğrendik.
27 Teınmuz'da Nahcivan'dan dönen kurulun başkanı
merhum Reşat Bey, (Büyük taarruzda 57. Tümen Komutanı
idi.) Nahcivan' da ahalinin savunmadan vazgeçmiş olduğu­
nu ve İran'a çekildiğini söyledi.

Bolşevikler hakkmdaki haylllerimiz


Mako Han'ının ülkesinde 28/29 Teınmuz gecesi Tümen
Komutanlığı aracılığıyla doğu cephesinin şu emirlerini aldık:
1 - 28 Temmuz öğleyin Rus Kızıl Ordusu'na bağlı bir sü­
vari alayı Nahcivan' a gelmiştir.
2 - Nahcivan' a gelen Kızıl birliklerin Taşnaklara karşı ya­
pacağı harekat ve uygulamaları hakkında bize bilgi verme­
den evvel ya kendilerinin Ermenilere yahur Ermenilerin on­
lara taarruzu suretiyle bir muharebe tahakkuk edince Os­
manlı müfrezesi 8 Şahtahtı' na tesir yapmaya başlayacaktır.
3 - Ermenilerin kuzeye çekilmelerini güçleştinnek için
muhacırlardan ve yerli askeri teşkilattan kıt'alarla Tazekent'
ten ve daha kuzeydeki Aras geçitlerinden Ennenilerin geri­
lerine tesir yapmaya , bilhassa demiryolunu tahribe çalışa­
caktır.

8 Cephe komutanlığının kullandığı tabirdir.

51
4 - Ermenilerin kuzeye çekilmeleri halinde Şahtahtı köp­
rüleri yapmak isteyecekleri muhakkaktır. Buna mani olmak
için şimdiden Araplar köyünde piyade ve makineli kuvveti
saklamak ve makinelileri köprüleri ateş altına alabilecek bi­
naların içine yerleştirmek, müfrezenizden ayrıca bir kısım
kuvvetin çantasız olarak hemen köprüleri işgal kuvvetine
yardım için hazır bulundurmak. Bunları icab ederse süratle
köprünün zaptı için ileri sevketmek, topçudan (!) seri bir su­
rette istifade etmek vesaire gibi tedbir ve tertibatın alınması.
5 - Nahcivan bölgesiyle aranızda seri bir muhabere için
münasip bir mal�alde bir süvari muhabere postası tesis et­
mek, bu suretle çabuk birleşmeyi tamin eylemek.

•••

Aras' ın doğusundaki arazi bizim bulunduğumuz düz ara­


ziye hakimdi. Arazinin bu özelliği bu karanlıkta hareketi ge­
rektiriyordu. 29 Temmuz gecesi Aras nehrine yakın sel ya­
rıklarına gizlenerek harekete ve taarruza hazırlandık. Bunal­
tıcı bir güneş altında sel yarıntıları içinde bütün gün bekle­
mek çok zor bir işti. Ama vatan savunması uğruna herkes
buna dayanıyordu.
Emirden anlaşıldığına göre komutanlık birliğimizin Bol­
şevikler taarruza başladıkları zaman düşmanın yan ve geri­
lerinde harekete geçilmesi fikrindeydi. Birliğin Nahcivan' a
geçirilmesi düşünülmemişti.

•••

52
Bolşevikler ilk hayal kırıklığını beraber getirdi.

31 Teırunuz saat 05.30' da Bolşevik süvari alayının (?)


emir subayı Tevariş (yoldaş) Ştul ile birinci kategori komü­
nistlerinden Erzurumlu Cemal yoldaş Araplar köyü orduga­
hına geldiler. Eski Şark Ordular Grubu Komutanı Halil Paşa'
nın cephe komutanlığına yazdığı telgrafı getirdiler. Telefon­
la Bayazid' e not ettirdik. Halil Paşa bu telgrafında "Müfre­
zenin Nahcivan' dan ayrı çekilmesi Bolşeviklerce korkaklığı­
mıza yorulacağından müfrezenin acele Nahcivan' a gönde­
rilmesini" istiyordu.
Halil Paşa' yı şahsen çok cesur tanırız. Biz daha öğren­
ciyken onun Bulgar çeteleriyle kahramanca mücadelelerinin
öykülerini öğrenmiştik. Bolşevikler istediklerini elde etmek,
yani birliği almak için Türklerin çok çekindikleri korkaklığı
ileri sürmüşlerdi. Bu telgraf şimdiye kadar Bolşevikler ve
onların gücü hakkında kendi zihnimizde kurduğumuz İs­
panyol Şatosu' nun temellerini çatlattı : Onlar gelecek, ku­
zey yönünden yıldırım gibi ilerleyecek diye kaç gecedir
uyumadan Şahtahtı' nın boz tepelerinden gözlerimizi ayır­
mamıştık ! . . Bu çok umutsuz anda kendimizden umudu kes­
memişken, düştüğümüz yerde kalmıyorduk ama yılanı da
bulsak ona sarılacaktık. O acı günleri yaşayanlar bilir :
Birliğimiz Bolşeviklerin kuzey yönünde beklenen taarru­
zunu desteklemek için Araplar köyüne giderken, İngilizlerin
hilafet ordusu daha İzmit' teydi ve Bolu- Düzce- Adapazan­
İzmit' e 29 Tenunuz 1920 ikinci ayaklanmayı fitillemişlerdi.
Hilafet Ordusuna dayanarak bu bölgede Çerkesler bu mille-

53
tin başına sıkıntı çıkarmayı sürdürüyorlardı. Fransızlar ve
onların hizmetkarı Milli Aşireti yediği darbe üzerine çöle ,
Fransızların himayesine kaçmıştı. Ama gene Urfa bölgesi
için bir tehlike olmaya devam ediyorlardı. Orta Anadolu
ayaklanmalarla sarsılmıştı. Halk ile yeni yönetim arasında
güven sağlanması için zaman gerekiyordu.
Yunanlılar Anadolu'da Bandırma-Bursa-Alaşehir hattına
kadar ilerlemiş, zaten zayıf ve yetersiz olan güçlerimizi hır.:
palamıştı. Esaslı bir ordumuz henüz yoktu . Kişisel girişimler­
le kurulmuş milislerin direnme istek ve yetenekleri ne ölçü­
de olursa olsun, düzenli ordu ile kıyaslanamazdı. Ordunun
düzenli güçlerinin önemli bir bölümü ise ayaklanma bölge­
lerine bağlanmıştı. Yunanlıların istila hareketini sürdürmele­
ri durumunda kötü durumlar karşısında kalınacaktı.
Doğu sınırlarındaki durum daha az gergin değildi. Erme­
ni ordusu Türk topraklarını çiğneyerek Türk yönetimlerini
(Olti, Sürme!!, Pimavut, Kağızman, Kars, Sarıkamış) yıkarak
Doksanüç sınırına dayanmış, daha ileri atılmak için hazırla­
nıyorlardı. Bu geniş sınırları savunmak için elde çok zayıf
mevcudlu dört tümen bulunuyordu. Yüksek komuta ma­
kamları bu bunalımı atlatabilmek için zamana ve sükunete
muhtaçtı.
Bolşeviklerin yapacağı taarruzun, Ermenilerin bize taar­
ruzdan vazgeçmelerine neden olacağı umuluyordu . Daha
açığı onların yapacağı muharebelerden biz yararlanacaktık.
Kimin kimden yararlandığını Herdeki olaylar gösterecektir.
Şin_ıdilik biz Nahcivan'a gelen Bolşeviklere muhafızlık etmek
için gidiyoruz. Halil Paşa'nın önerisi üzerine Doğu Cephesi

54
Komutanı şu emri verdi : "Veysel Bey müfrezesinden süvari
bölüğü Şahtahtı geçidi karşısındaki Ermeni kuvvetleriyle te­
ması muhafaza etmek için terk edildikten sonra geri kalan
kuvvet Karaçuh geçidinden hızla Nahcivan'a gidecek ve
orada Halil Paşa'nın emrine girecektir."

XIV
Nahcivan'a Gidiş
Emir 31 Tenunuz sabahı alınmıştı. Her zaman yapılması
gereken işlerden başka bir de subayların rütbe işaretleri so­
runu vardı ve işittiklerimize göre, Bolşevikler apolet ve sır­
maya düşmanmış. Bir bölüm asker sırmalı, ötekiler sırmasız
olmazmış. Dostlarımızı zor durumda bırakmamak için rütbe
işaretlerini çıkardık, kalpaklarımıza kırmızı bezden birer yıl­
dız diktik. Aynı gün saat 16.00'da iki yol ile hareket ettik.
Birlik emir subayı Asım Beyin keşfini yaptığı, arabaların geç­
mesine elverişli yolu topçu ve arabalı ağırlıklara, patikayı pi­
yade ve mekkareye verdik. 1 Ağustos 1920 saat 03.00'de pi­
yade, saat 10.00'da topçu ve arabalar Şibli köyüne vardılar.
Halil Paşa, Naim Cevad Bey, yoldaş Bakrof, Şibli'de bizi
karşıladılar. Geç kaldığımızdan şikayet ve sitem ettiler. Er­
meniler taarruz eder Nahcivan'a gelen bu emanetleri
öldürürlerse ayıp olurmuş, onun için harekatımızı çabuklaş­
tırıyorlardı. Gece saba)ıa kadar yürümüş olan askeri dinlen­
dirmek, kuvvet ve kudretini yeniden kazandırmak gereki­
yordu . Bereket versin Ermeni zırhlı treni Şibli köyü önlerine
kadar gelmişti ve saat 10.00'a kadar orada kaldı da, o saye­
de askere yemek pişirebildik.

55
18. Kafkas Alay Birinci Taburu 'ndan teğmen Kerim Efen­
diyi bir kaç kişi ile ve köyden sağlanan atlarla görünmeyen
bir yerden Aras nehrinin ötesine geçirdik. Demiryolunu tah­
rip edecekti. Birlikte tahrip kursu görmüş kimse olmadığı gi­
bi bir araç ve alet de yoktu. Fakat dostlarımızda güven duy­
gusu uyandırmıştı. Onlar hattın tahrip edildiğini sanıyorlar­
dı. Çünkü 8 bombanın ayrı ayrı patladığını işitmişlerdi .
Duşman zırhlı treni saat 10.00'da defoldu. Birlik öğlenin
kızgın güneşi altında saat 1 1 .00'de hareket etti. Aras'ın kıyı­
sındaki kumluk çöl etkisi yapıyordu . Asker sıcaktan bunal­
dı, gölgelenecek bir tek ağaca raslanmadı. Dostlarımızın ra­
hatı uğruna bu zahmete katlanmak gerekiyordu.
Geçit yerine saat 13.00'de vardık. Aras nehri burada bir
metreden fazla derin, genişliği yüz metreye yakındı. Geçit
bir bükük hattı izliyor, geçidin biraz aşağısında sular girdap­
lar yapıyordu . Piyadeler soyundu,el ele tutunarak birbirle­
riyle kolda kılavuzu izledi. Karşı kıyı dikti. İki yüz metre su­
yun içinde gidildikten sonra kıyıya çıkılıyordu. Bu arada bir
kurban verdik. Bir askerimiz hayvanla birlikte burada battı.
Piyade birlikleri geçtikten sonra kol başındaki karagih ara­
basını su götürüyor, esterler (katırlar) boğuluyor, arabanın
üstlüğü yüzerek kıyıya gidiyor. Bu deney üzerine top, cep­
hane ve eşya develerle geçiriliyor. Geçit harekatı 16.00'ya
kadar, giysileri kurutma saat 18.00'e kadar sürdü.
Saat 18.00'de Nahcivan'a hareket ettik, şehre yakın bir
yerde Rus komutanı, siyasi komiser, 30 kadar atlı ile bizi
karşıladı, Enternasyonal marşla selamladılar. Uygun bir me­
safe uzaklaştıktan sonra selamı cevaplandırmak için biz de

56
düzenlendik, ama hangi marşı söyleyecektik ? Sordum:
- Çocuklar, hangi marşı iyi biliyorsunuz ?
- Aç bağrını biz geldik.
- Haydi beraber !
Akşam Halil Paşa'nın ziyafetinde Ruslar marşımızın çok
hoşlarına gittiğini söyledi. Adını sordular:
" Türk inkılap marşı " dedim .

•••

Nahcivan'a alaca karanlıkta girdik. Boş, ölgün bir şehir.


Sokaklarda yerlere serilmiş hasta karaltıları, iniltiler, son ha­
yat eserleri gibi geliyordu . Bir zaman neş'e ile dolup taşan
canlı, kalabalık şehrin bu günkü ıssız ve karanlık hali dört
sene önce artcı komutan olarak bir sabah Erzurum'u terk
ederken duyduğum acıyı tazeledi. Halk gelenlerin yüzünü
görmemek için ya yurtlarını terketmiş yahut, bir asırdan be­
ri her neslin işgalcilere yaptığı gibi evlerine kapanmış, ka­
ranlıklar.ı., matemlere bürünmüşlerdi. Bizi konakçı olarak
karşılayanlar Nahcivan'da yerleşmiş eski Türk muharipleri
oldu. Bunlardan zamanında şehirde oluşturulan inzibat bö­
lüğü görev başındaydı. Bu tanıdıkları bulmak gönlümüze bi­
raz ferahlık verdi.
O akşam Halil Paşa Bolşevik subay işaretlerini kullanma
emri verdi. Sonra bütün orduya kabul edildi. Bir kaç gün
sonra da Cephe Komutanlığından birliğimizin yeni adı bildi­
rildi, mühür gönderildi: "İnkılab-ı Türkiye Şark Cephesi
Kızıl Müfrezesi"

57
xv
Bolşeviklerde İnzibat
Nahcivan'a senelerden beri cephe hayatıyla iyice çelik­
leşmiş 500 er, dört top, iki makineli tüfek, yüz doksan hay­
vanla vanruştık.
Ertesi günü emniyet ve yerleşme düzenleri alındı. Süvari
bölüğü Kamber geçidine alındı. Bayazit'ten bir istihkam
mangası ile Tombaz bir katır yükü patlayıcı madde gönde­
rildi. Bir revir açıldı.
Ermeniler'in Nahcivan'a karşı bir girişimi olmadı. Yalnız
6 Ağustos'ta zırhlı tren Nahcivan'a yakın bir demiryolu bek­
leme yerine geldi.İleri karakol takım komutanı yedek teğ­
men Saadettin o sırada abdest almak için soyunmuş durum­
daymış. Tren gürültüsünü duyunca yalın ayak kaçıyor, pa­
puçlarını bırakıyor.
Bolşeviklerle bir araya gelince, zihnimizi en çok meşgul
eden, disiplin sorunu idi. Yeni girdiğimiz çevrenin, erler
üzerinde yapmakta olduğu etki, hangi biçimlerde ortaya çı­
kacaktı ? Bu yabancısı olduğumuz ortam içinde bir avuç
kuvvetimiz eriyip gidecek, memleket bunlardan yararlana­
mıyacak mıydı? Yoksa Bolşevik şoförü gibi mi iş görecekler­
di ?
Bir gün Halil Paşa ve Bolşevik komutanlarıyla, otomobil­
le kışla tepesine arnziyi incelemek için gidiyoruz.
Ama ne gidiş ! Dört komutanın yalnız makineden dışarı
fırlaması kaldı. Eski bir Rus subayı olduğunu sonradan öğ­
rendiğim komutan sapsarı olmuş dudaklarını kemirdi durdu .
Araziyi gördük, otomobilin yanına geldik. Şoför kışlada

58
Sobranyaya (toplantı) gitmiş, epeyce bekledik ! Kimin had­
di elini komaya sürmek ! Şoför geldi, bir süre de yardımcı­
sını bekledik. Dönüşte şoförün aynı ters ve çiğ hareketleriy­
le az kaldı dereye yuvarlanıyorduk. Tekerleğin birisi köprü
korkuluğu üzerine çıktı. Bize bir şeyler oldu ama gene de
arabadan sağ salim çıktık. Lastik patlamıştı. Şoför krikoyu
komutanın eline verdi.
Bu şoför ne istiyordu ?. . Neden böyle sinirliydi ? . . Araba
sürerken ağzındaki sigarasına ilişen olmadı. Komutan değer­
li zamanını feda ederek onu bekledi ve geç kalmasına ses
çıkarmadı. Daha ne istiyordu?
Türklerin böyle anlamsız, hoyratça hareketler yapmasına,
kendi görevini unutmasına ilıtiıru11 vermiyorum. Ama bir
gün batarya komutanı geldi: "Erler tımara çıkmıyorlar. Şim­
diye kadar biz tımar ettik. Bundan sonra da onbaşılar tımar
etsin diyorlar" dedi. Bir gün de inzibat bölüğünden Veysel
Çavuş, göğsü açık, iş odama girdi. İnzibat subayı Hüseyin
Efendiyi değiştirmemi istedi.
Bunlar günün modası ve iyi niyetle yapılmış girişimlerdi.
Bereket versin, çevrenin uyandırıcı etkileri imdadımıza ye­
tişti: Bolşevikler bütün yiyeceklere el koymuş, bunları ken­
dilerine ayınruşlardı. Taşıma araçlarına da el konulmuştu .
Her şey bozulmuştu . Memlekette bu işleri düzleyecek araç
ve eleman çoktu ama hepsi bir biçimde ortadan çekilmişti.
Sokaklarda sürünen Zengibasar, Şerur, Yağcı, Dereilyas göç­
menlerinin durumu yürekleri sızlatıyordu . Bir gün Bolşevik
Tugay komutanı ve gölgesi gibi ondan ayrılmadan siyasi ko­
miserle birlikte sokaktan geçerken duvar dibinde toprağa

59
serilmiş, cenaze kılıklı gençlerden birisi kalktı bize doğru
geldi.
- Çörek (ekmek) dağıtan han hangisidir ? diye sordu. Ta­
bii bir cevap alamadı . Bir gün iki Rus neferi kadınlar hama­
mına giriyor. Bizim inzibat erleri bunları döverek hamam­
dan çıkarıyorlar. Bu vukuat Bolşevik Tugay komutanına
yansıtılmadı. Yahut bizden sakladılar. İşte kötü insanların
utanmazlıklan, halkın genel durumu, yoksulluğu, Bolşevik­
lere karşı mükemmel bir propaganda yerini tutuyordu.
Bolşevik Tugay karargahında dört beş tane Türk komü­
nisti bulunuyordu. Bunları çağırdım. Bolşevik askerliği hak­
kında konferans vermelerini rica ettim. Bu önerim heyecan­
la karşılandı, çok hoşlarına gitti. Birliği ellerine geçirmek
umuduna kapıldılar. Konferans konularını ben şöyle düzen­
ledim: "Kızıl Orda'da itaat, Kızıl Ordu'da disiplin araçları, va­
zife yapma usulleri. Birliğin erleri talan geçirmiş sinema bi­
nasında toplandı. Melunetçiklerim göğsü bağrı açık döşeme­
ye bağdaş kurdular. Hallerinden memnun, konferans dinle­
meye hazırlandılar. Kızıl ordunun zayıf zamanı olduğu için,
komünistlerin onu abartıyla anlatacaklarını umuyordum.
Gerçekten de öyle oldu. Konferansçı, Kızıl Ordu'yu dünya­
nın en düzenli ve disiplinli ordusu yaptı. Hatta dedi ki:
- Mangada bir er görevini yapmazsa, manga arkadaşları
hemen onu yargılar, kışla duvarına dayar, kurşuna dizerler.
İçimden "hay Allah razı olsun!" dedim. Zaten daha konfe­
. rans esnasında melunetçiklerim sezdirmeden göğüslerini
iliklemiş ve diz çökmüşlerdi.
Başka konferansa gerek kalmadı. Başkaca gözleriyle gör-

60
dükleri Bolşevik uygulamalardan ders aldılar. Bundan sonra
subaylarım, erlerin Bolşeviklere karşı tepki duygularının
gözle görülür bir hal aldığını rapor ediyorlardı. Şimdi işimiz
eratı sakinleştirmek, şiddetli hareketlere yönelmelerini önle­
mekti.
XVI
Ağustos ayı boş geçti
İnan'ın Şibli köyünde birliğimizi karşılayan komünistle­
rin, birliği bir an önce Nahcivan'a götürmek için telaş · gös­
termekte ve acele etmekte hakları varmış: Süvari alayı diye
cephe komutanlığına bildirilen Bolşevik kuvveti elli kadar
atlı ile Türk ve Ermeni komünistlerinden ibaretmiş. 9
Gerçek bu iken Bolşevikler korku ve telaşlarını, tehlike
durumlarını gözlemede beceri gösteriyorlardı . . Biz de bunla­
rı bir kuvvet sayıyor ve Nahcivan'a gelir gelmez kara gözle­
rimiz için Ermenilere taarruz edeceklerini sanıyorduk. Onlar
bizde uyandırdık.lan bu hayali beslemeyi ihmal etmiyorlardı.

9 Halil Paşa, Mustafa Kemal Paşa'nın bilgisi ile Moskova'ya gidiyor. Tür­

kiye'ye yardım sağlıyor, iki milyon altın ve yardım işini düzenlemek için bir
sürü komünist ile Nahcivan'a hareket ediyor. Gerus'a geldiği zaman yolun Er­
meni kuvveı.leri tarafından kesildiğini görüyor. Ruslardan kuvvet istiyor. Bir
süvari tümeni (?) geliyor; yolu açmak için harekata başlıyor. Hali Paşa bunla­
rın harekatını beklemeden, Ruslann isteğiyle, 50 kadar Rus süvarisiyle dağ yo­
lundan Nahcivan'a hareket ediyor. Ennenilerin durumu anladıkların� öğreni­
yor; son gün hızla altı yedi saat at koştur.ırak Enneni kuvvetlerinin bulundu­
ğu bölgeyi geçip, 28 Temmuz'da Nahcivan'a varıyor. Fakat geriden gelmekte
olan süvari alayı ateşe uğruyor, altın külçe yüklü arabaları bırakıp kaçıyorlar.
Ruslar Nahcivan'ı Ermenilere venneyi vaadederek yolu anlaşma ile açıyorlar,
çünkü kuvvetleri yoktu.

61
Yakında tümenlerinin geleceğini söyleyip duruyorlardı. Ey­
lül ayına bu umutla girdik. Çünka Ağustos sonunda Bakü
yolu açılmıştı . Gönlümüz bizi böyle bir umut beslemeye
zorluyordu. Çünkü, Anadolu'da durumumuz daha ciddi ve
bunalunlı bir hal almıştı. Güney cephemizde Urfa cephesin­
de Milli Aşireti Fransızların ikinci Urfa taarruzunu kolaylaş­
tırmaya uğraşıyorlardı. 26 Ağustos 1920'de bu vatansız sürü­
ler memleketimize akın etti. Viranşehir'i ellerine geçirdi.
Telgraf ve telefon hatlarını kestiler.
Batı cephesinde 29 Ağustos'ta Yunanlılar Uşak'ı işgal et­
ti. Dumlupınar önlerine kadar geldiler. Bir kolordu ile de
Nazilli yönünde ilerliyorlardı. Bursa, daha önce düşman eli­
ne geçmişti. Hainler memleketin her tarafında fesat kazanla­
rını kaynatıyorlardı. Ordumuzun büyük bölümünün cephe­
ye gitmesini engelliyorlardı.
Hayal bu ya, Bolşevik tümeni gelir, birlikte bir "sille-i
te'dip" (yokedici tokat) atarak Ermenilerin akıllarını başları­
na getirirsek, Anadolu'nun şimdiye kadar sağlam kalan Do­
ğu kısmını saldırıdan kurtarabilirdik .

•••

Eylül'ün üçünde Halil Paşa Bakü'ye gitti. Giderken yalnız


Bolşev1k komutanlara iyi bakmamı tabldottan yemek verme­
mi tembih etti.
O güne kadar ne Bolşeviklerle ne de Halli Paşa ile sıkı
bir temasım olmadı. Ne yaptıklarını da bilmiyordum. Fakat
Rusların memlekete el koydukları, halkı hiçe saydıkları, on-

62
larla ilgilenmedikleri, halkın ölmemek için komünist partisi­
ne girmelerini bekledikleri anlaşılıyordu. Biz ne bekledik,
ne oldu ? Karabağ ve Azerbaycan'a yerleşebilmek için Ağus­
tos ayında yaptıkları anlaşma ile Nahcivan'ı Ermenilere va­
adetmişlerdi. Bu gerçekler anla�1ldıktan sonra Nahcivan'da
bu adamlarla atıl bir ömür sürmek ağır gelmeye başlanuştı.
Halil Paşa zamanından beri karargah olan yer komünist par­
tisinin merkezi idi. Ermeni Azaryan hergün konferans verir­
di. Her gün de aynı adamlar gelirdi. Otuz kişi, otuz bir ol­
muyordu. Biran önce bu zalim ortamdan kurtulmak için is­
tifa etmek hatırıma geldi. 8 Eylül 1920 'de kaleme sarıldun:
"Harb-i umumide bir defa 1917'de vazife yolum uğradı
da bir gece evime misafir oldum." diye başladım. Teğmen
Saadettin şifreledi, merhum Cavid Paşa reddetti. Ben ısrar et­
tim, aldırınadı. Özetle, bu cehennemden kurnılamadım.

Ordubad dağlannda (Kroki 2; Sayfa 1 1 0)


24 Eylül 1920'de Bolşevik tugay komutanı Ordubad'dan
bir telgraf gönderdi. 28. Bolşevik tümeni Gerus'dan Miğri
üzerinden Ordubad'a gelecekmiş. Geçidin açık tutulması
için birliğimiz hemen Ordubad'a gelmesini rica ediyordu .
Bizim hayallerimize uygun bir haber : Tümeni getirir, Erme­
nilerin gerisine "hurr.ı. yaparız !" Hemen Bayazid'e yazdım,
izin istedim. 26 Eylül sabahı 18. Kafkas alayının birinci tabu­
ruyla makineli bölüğünü harekete geçirdim. 26 Eylül sabahı
oldu hala emir gelmedi. Bolşevik tümeni bir kazaya uğrarsa
ayıp olacak ve hem de böyle bir yardımçı kuvvetten yoksun
kalacaktık. Sorumluluğu omuzlıı.dım, taburu yola çıkardım.

63
Tabur gitti ama akşam saat 20.00'de aldığım şifre, Ermenile­
rin sınırınuzı geçtiğini bikliriyor, benim uygulamamın tersini
emrediyordu . "24 sabahı Ermeniler baskın tarzında Bardiz
nuntıkasın<la taarruza geçti. Or<luba<l'da tugay komutanıyla
görüşün. Bu harekatı sonraya bırakın. Şahtahtı yönünde Er..
menilere hiç değlse bir gösteri yapın ! "
Sabah.leyin trenle hareket e<lerek taburu geri çevirece­
ğim. Orduba<l'a gidip Tugay Komutanı ile görüşeceğim. Bol­
şevikler bu öneriye olumlu yaklaşacaklar nu, durumları uy­
gun mu ? diye düşünüyordum. Daha başka şeyler <le akla
geliyor :
Ermenilerin taarruza başladıkları gün, Türk komutanlığı­
nın düşündüğünün tersine, Ermeni ordusu lehine birliğimi­
zin aykırı bir yöne <lavet edilmesi raslantının garip bir cilve­
si midir; yoksa Nahcivan'ı Ennenilere bırakan Rus-Ermeni
anlaşmasının bir sonucu mudur, kestiremiyorum. Üzgün, ez­
gin bir yürekle 27 Eylül sabahı trene binmeye hazırlanırken
bir şifre daha geldi; artık gösteriye gerek kalmadığından, bir­
liğimizin hareketinde serbest olduğu bildiriliyordu.
Durumun lehimize dörunüş olmasının verdiği sevinçle
trene atladım. Culfa'dan sonra atla o akşam Ordubad'a var­
dım. Şu haberleri aldım: Bolşevikler Miğri'yi fethetmek için
taarruz etmiş, fena halde yenilmişler. Bizim vasıtamızla bu
dağlık bölgeyi ele geçirip, Tivariş (yoldaş) Vartanyan'ı oraya
diktatör olarak yerleştirmek istiyorlar. Fakat bu amacı gizli­
yor, "tümen geliyor" .teranesine devam ediyorlar. 30 Eylül' de
tümenin kol başısının Miğri'_ye gelmesi bekleniyormuş, 29

64
Eylül'de, mutlaka taarruz edilmesi gerekirmiş . . .
Bizim ve Bolşeviklerin topyekün yetenek ve gücümüzün
dışında olan böyle bir girişimle yıpranmanın anlamsızlığı
açık, gel de bunları anlat! Böyle bir öneri, <lüpe düz korkak­
lık göstermiş olmaktan başka bir işe yaramayacak. Ancak
zorluğu gözleriyle gördükleri, hayat tehlikesi karşısında kal­
dıkları zaman, doğru yolu bulacaklar diye <lüşünüyordum.
29 Eylül sabahı arazi keşfi ile meşgul oldum. Saat
16.00'da yürüyüşü başlattım. Evvela sınır üzerindeki en yük­
sek 3000 rakımlı Soyoh dağını işgal edecektim. Kenze kö­
yünde mola esnasında askere maksa<lı, vazifesi anlatılırken,
Bayazit'ten bir telgraf geldi. Or<lumuzun taarruza geçtiği, iki
top alındığı, başarıyla harekata devam edilmekte olunduğu
bildiriliyordu. Karanlık basmasını bekledik. Şaat 20.00'de
yürüdük. Altı buçuk saat yokuş çıktıktan sonra. mola verdik.
Bir buçuk saat tugay komutanını bekledik. Nihayet, hasta ol­
duğu, harekatın tarafımdan yönetilmesini rica ettiği haberi
geldi.
Tugay komutanı bir gazeteci idi. Hastalığı da siyasi idi. 30
Eylül saat 04.00'de tekrar yola düzüldük. Saat ye<li buçukta
Soyuh dağının eteğine, saat 1 2.00'de tepeye çıktık. Kuş uçu­
şu beş kilometre, havaya doğru iki buçuk kilometre yol al­
mıştık. Bolşevik subaylara dağın zirvesirıden tabiatın azame­
tini gösterdim:
- Miğri takriben şu yöndedir, hay<li bakalım, dedim.
Hepsi bu önerimi şakaya aldılar. İki buçuk kilometre derin­
liğindeki çeşitli vadilerden birine inmek isteyen, daha vadi

65
yatağına varmadan ormanlar, kayalıklar arasında tasfiye edi­
lir. Bu muhakkaktı.
Bolşevik tümenin varlığına işaret olacak hiçbir belirti
yoktu. Vadilerdeki geniş bahçelikler arasında köyler sakin,
ocaklarını tüttürüyorlardı.
Hatt-ı bala üzerinden güneye doğru yürüyüşe devam
edip Aras nehri kıyısında harekatı bitirmeye karar verdim.
Küçük çatışmalardan sonra birinci geceyi, Küçük Soyuh da­
ğında soğuktan uykusuz geçirdik. İkinci gece Horhat dağın­
da susuz kaldık.
Şöyle bir su kavgası oldu. Bizim suyumuz geç kalmıştı.
Bir başıbozuk, bir su testisi ile yakınımızdan geçiyordu .
Emirerim Ali, bir matara su istedi. "Ruslara götürüyorum,
vermem" deyince, İskilipli Ali kılıcını çekti. Adam destiyi bı­
rakıp kaçtı . Bolşeviklere seslendi. Bolşevikler Ali'nin başına
üşüştüler. Kılıncı görünce subaylarına "yetişin suyumuzu alı­
yor! " diye bağırdılar. ·Ali'nin matar.ısını doldurmasını seyre
koyuldular. Ben de bu manzarayı doya doya seyrettim.
2 Ekim 1920 saat 14'ten itibaren, muharebe vaziyetimiz
bozuldu. 40 Rus, 60 Türk'ten ibaret kuvvetimizi Ermeni köy­
lüleri çevirmeye başladılar. Arkası 70 derece meyilli yamaç
olan bir kayalığa çekildik. Burada durmakta bir fayda olma­
dığını beklediğimiz Bolşecik tümeni üç günden beri gelme­
diği için harekata burada son vermek zorunda olduğumuzu
Bolşeviklere anlattım. Bu dik yamaçtan büyük zorluklar ve
zahmetle çekildi. Ermeniler farkına varmadılar, yoksa hali­
miz haraptı. Askerler 3 Ekim sabahı 02.00'de Ordubad'a var­
dı .

66
Tugay komutanı hu harekatı tekrarlamak fikrinde idi.
Nahcivan'daki tabura benim imzamla kendiliğinden emir
vermiş, Ordubad'a çağırmıştı. "Artık bizden hareket yok.
Böyle işler bir defa yapılır, iki defa değil !" cevabını verdim.
Askerlerimi dinlendirdikten sonra Nahcivan'a haraket ettir­
dim.
9 Ekim'de Nahcivan'a geldim. Tümenin istediği bir tabu­
ru Aras geçidinden geçirerek Bayazit'e selametledik. Tesa­
düfen 4 sınıf arkadaşı müfrezede bir araya gelmiştik. Üçü de
maiyetimde tabur komutanı idi. Taburu daha kuvvetli oldu­
ğu için Bitlisli Adil beyi gönderiyordum. Hepimiz kendisini
gıpta ile selamladık.

xvm
Bolşevilderde Seçim
Bolşeviklerin işVgidişi ortaya çıktıktan sonra eski propa­
gandaların estirdiği hava tamamiyle bozulmuş, samimi ko­
münistler ağız açamaz hale gelmişlerdi. Memleketi zorla fet­
hetmek doğrultusundaki komünist planlarının ikinci aşama­
sı başlanuştı.
Yerlilerin arasında Rus emelini gerçekleştirecek kukla
adam arıyorlardı. Bizim gözümüzün önünde Rus süngüsü
kullananuyorlardı. Nahcivan'da yönetime geçirilen adamla­
rın adları Türk'e benziyordu, ama asıl ve nesillerini bilen
yoktu. Uzak yerlerden gelmişlerdi. Yönetime koyacakları
adamları nasıl seçtiklerini ben hikaye edeyim:
Kuvveüli Cehri ve Nıhram köylerinde idari teşkilatı yap­
mak için yalnız gitmekten korkmuş olacaklar ki, beni de da-

67
vet ettiler. Red etmek için mazeret bulmak kolaydı. Fakat
taktiklerini öğrenmek hevesiyle daveti kabul ettim. Cehri
köyünde bizi yetmişlik ihtiyar Kerbi Kerem misafir odasına
aldı. Bu köyün en yoksul adamını sordu ve getirilmesini is­
tediler. Köyün çobanı geldi. Komünistler buna şu emri ver­
diler: Bu dakikadan itibaren sen bu köyün büyüğü , Refkum
Sadrisen (Başkanısın!)
Zavallı delikanlı güldü :
- Benimle eylenmeyin. Ben bir zad (bir şey) bilmem, de­
di.
Biçare ne bilsin ki, maiyetlerin bir şey bilmesi değil; bir
şey bilmemesi lazım. Ki Bolşevik idaresi kurulabilsin.
Türk'ün fazilet ve bilgiye hürmet şiarı bu yoksul ve cahil ço­
banda da parlaklığını gösteriyordu . Adam böyle bir işi yapa­
mayacağında ısrar etti. Bolşevikler kırk dereden su getirdik­
ten sonra adama bu vazifeyi yüklediler. Onlar düşünüyorlar­
dı ki, bir defa bu işin başına geçsin, ihsanların tadını alsın,
o zaman uskumru gibi midesinden yakalanacak, bir daha
emirlere itiraz edemeyecektir.

•••

Bolşevikler Cehri köyü halkına bir hürriyet verdiler: bü­


yüklere hürmete layık insanlara ayağa kalkmamak hürriyeti.
Komünistlerin çobanı kandınnası uzun sürdüğü için dışa­
rı çıkıp, içeri gelen misafirlere odadaki köylüler ayağa kalkı­
yorlardı. Komünistler buna itiraz ettiler:
- Birbirimizden hiçbir farkımız yok ! Neden ayağa kalkı-
yorsunuz, diye azarladılar. Bu söze içimden gülüyordum.
Bir ara dışarı çıktım. Peşimden Kerbi Kerem de geldi . Bu zat
Türk bağımsızlık ruhunun sembolü olarak yarım asırdan faz­
la Nahcivan dağlarında dolaşmış bir kahramandır. Nahci­
van'ın Köroğlusu diyebiliriz. Temmuz ayında Ermenilerin
gönderdiği barış şartları görüşülürken, Nahcivan Şurası'nı
azarlayan bu zattı. Yanıma geldi, Rusların bu ayağa kalkma
yasağı için şöyle dedi:
- Ben mal mıyım (sığır, büyük baş hayvan) büyüğümü
görende ayağa durmamayım! . . .
Bir müddet sonra Nahcivan'da ş u haberi öğrendim. Ker­
bi Kerem, Cehri'de komünist partisine giren beş on kişiyi
toplatıp bir ahıra dolduruyor, ne diye bizim baba düşman­
larımıza kömekçi (yardımcı) oldunuz, diye sıra falakasına
yatırıyor. Ondan sonra da çekilip İran'a gidiyor.

XIX
Bir diktatör aranıyor
Nahcivan hükümeti topraklarında aydın ve zengin kimse
ve hiçbir ulusal örgütlenme kalmamıştı. Bizim Nahcivan hal­
kı üzerindeki manevi etkimizden yararlanmalarına rağmen
komünistler, dört aydan beri didinmelerin faydalı bir sonu­
cunu göremediler. Buna karşılık biz Bolşevikliğin incelikle­
rini anlar gibi olmuştuk. Yukarıda söylediğimiz gibi ilk aşa­
madaki "fukarayı kasibe ile bir dilim ekmeği paylaşmak"
sloganını herkes beğeniyor ve gerçekleşmesini sempati ile
bekliyordu. İkinci aşamaya gelince halk tam bunun tersini,
halkın elindekinin alınaı.ık parti üyelerine verildiğini görü-
yor, direnmeye başlıyor. . . Ruslar için sorunun çözümü ko­
laydı. Süngüye başvuracaklar<lı . Fakat bunu bizim gözümü­
zün önünde yapamayacaklardı. Öbür taraftan cephaneleri
tükenmiş, Baku yolu kapanmış, yardım imkanı belli olma­
yan bir zaman için, kalmamıştı . Nahcivan halkını kendileri­
ne düşman yapmışlardı. Bolşevikler bu zor durumda bir
ayaklanmadan korkuyorlardı. Beni bir toplantıya davet etti­
ler. Bu zor <lurumda, _Ermenilerin hiyanet ve vahşeti; bunla­
ra karşı savunma önlemleri almanın gerekleri üzerine görü­
_
şüldü. En iyi savunmanın Şahtahtı köprülerini zaptedip Tür­
kiye ile bağlantı kurmak olacağını söyledim. Tehalükle (can
atarak) kabul ettiler. Böylece Mako'dan kolaylıkla erzak sağ­
layabileceğime de sevindiler. Buna karşılık onlar da bana bir
ilısanda bulundular. Hayretten mi, sevinçten mi bilmem, ağ­
zım bir karış açık kaldı:
Beni Nahcivan Fukara-yı kisibe Cumhuriyeti Başkanlığı­
na tayin (!) ettiklerini söyledi ve kabulünü rica ettiler. Hiç
düşünmeden kabul ettim. Buna da sevindiler. Bunun altın­
dan çıkacak oyunu merakla bekliyordum. Başka bir teklifte
bulunmadılar. Bir kaç defa toplandık. Adının ne olduğunu
bilmediğim bu yöneticilik makamında beş kişi idik. Türk ol­
duğunu söyleyen ve kimin nesi olduğu bilinmeyen "Veli Be­
kof' Rusların nahcivan valisi gibi bir vaziyette bulunuyordu.
İçimizde "fukara-yı kisibeden" yahut halk tarafından seçil­
miş kimse yoktu. Toplantıda Rusça konuştular. Sonunda ka­
ran bana söylediler, imza aldılar. Bütün bu toplantıların so­
nucu Bolşevik Tugayına bir kaç on kilo kağıt para tahsisat
vermekten ibaret kaldı. Durumum Cehri çobanının duru-
.. . . . . ..
· ·:-- · ""
70
... .: . f
... .. ....
'l
muyla aynıydı. Onu zayıf olduğu için, beni de kuvvetli gör­
dükleri için tayin etmişlerdi. Bu tayin dahiyaneydi: Balığı
baştan kokutacaklardı .
Rahmetli Tümen komutanım Cavid Paşa, buna ait rapo­
rumu okurken çok gülmüş ve bana alaylı bir tebrik yazmış­
tı. İki gün sonra istifa ettim, arkadaşlarımı hülyalarından
uyandırdım.

xx
Şahtahtı'nı almak için hazırlık
Bizim Nahcivan'da bulunmaktaki asıl amacımız Ermeni­
lerin tecavüzüne .engel olmak; Ermeni ordusundan üzerimi­
ze kuvvet çekmek suretiyle ordumuza yardım etmekti. On­
beşer, yirmişer kişilik bölüklerle, iki taburun önemli bir iş
görmesi şüpheliydi. Elli Bolşevik atlısı, önemli bir güç değil­
di. Taburları milislerle takviye etmeyi düşündüm. Zaten faz­
la milis teşkillerini yönetecek subay ve erbaş yoktu .
Sekiz Ekim 1920'den itibaren, silah kullanmaya elverişli
milislerin kaydına başlandı. On gün içinde 650 piyade, 400
süvari kayıt edildi . Bir araba kolu, bir sıhhiye birliği, bir mu­
habere kıt'ası, iki tüfenkli, bir ağır makineli takımı oluşturul­
du.
Eldeki silah ve cephane ve taburların çerçeveleri daha
fazla kuvvet toplamaya imkan vermiyordu. Bunları giydir­
mek de bir sorundu . Kendi esas erlerimizin altmışının da ka­
putu yoktu . İki tür manga yaptık. Esas erlerden oluşan man­
galarla, iki esas erin emrinde milislerden oluşan mangalar.
Yeniden iki gönüllü milis kıtası kuruldu. Bunlar o bölgeye

71
yerleşmiş eski savaşçılarla çerçevelenmişti . Birisi teğmen
Halil İbrahim Beyin, ötekisi Mustafa Kamil Beyin emrinde
idi.

Taarruz plinımız şöyle idi: (Kroki - 3, Sayfa; 111)


Düşman dağlarla Aras nehrine dayalı yinni kilometre ge­
nişliğindeki mevziini en çok iki alayla savunmaktaydı. Eğer
varsa bir alay ihtiyatta bulunması gerekirdi. Mevzii hazırlan­
mış değildi; basit baş siperlerinden ibaretti.
Bütün cephede milislerle gösteri yapılacak, düzerıli bir­
liklerle mevzinin orta kısmından, "Sust" köyü civarından de­
lecek surette 4 Kasım 1920, saat 06.00'da taarruza başlana­
cak. Milislerin cephanesi tüfeğinin cinsine göre 40 ile 20
mermi arasında idi. Geride ihtiyatı yoktu. Belli olmayan bir
zamana kadar bu cephane ile idare etmek gerekiyordu.
Böyle idare ancak çok iyi yetişmiş bir birlikte mümkündü.
İkmal erleri bir kıt'a ateşi için yetişrnemişlerdi . Kıt'a ateşi ih­
tiyacı hafif ve ağır makinelilerle sağlanacak, piyadeler an­
cak, kendisini korumak için ateş edebileceklerdi.

...

Birliğimiz 3 Kasım 1920 saat 1 2.00'de Nahcivan'dan hare­


ket etti. Süvariler saat 14'te yola çıktı. Birliğin toplanma ye­
ri olan Suse köyüne giden patika harita üzerinde yinni kilo­
metre uzunluğunda idi. Saat 14'te başlayan kar fırtınası yü­
rüyüşü çok zorlaştırdı . Er.ıtın donanımı iyi değildi. Bin zah­
metle, topuklara kadar çamura bata çıka saat 20.00'de göm-

72
leğine kadar ıslarunış bir halde harap köye varıldı. Öküz
arabalarından ibaret ağırlıklar çamurlara saplanrµış kalmış­
lardı. Bütün zorluklara ve yoksunluklara herkes gönülden
katlanmış, büyük bir feragatla taarruz saatini yıkık duvar
diplerinde bekliyor, dinlerunek denebilirse, dinleniyorlardı.
Ben de su çekmiş çizmemi çıkamuş, ateşte çorabımı ku­
ruturken, yanımda iki Bolşevik peyda oldu . Yalnız adı mev­
cud ikinci Bolşevik alayının siyasi komiseri olduğunu söyle­
yen tivariş, beni bu vaziyette görünce galeyana geldi. "Gör­
dün mü komutan" diye başladı, uzun uzun hitabette bulun­
du. Bu sırada yani 4 Kasım 1920, saat bir'de iki atlı milis gel­
di. Rusların milis süvarilerini de alarak Nalıcivan'a döndük­
lerini, ikinci alaya emir götürdüklerini fakat alayı hiçbir yer­
de bulamadıklarını söylediler. Emirde şöyle yazılı idi: "Taar­
ruz ertelendi. Geri dönünüz, ayrıca e mir verilecektir. "
Bu karar hakkanda bize bilgi vermediler. Prensip bakı­
mından böyle bir karar vermeye, hele milisleri alıp götürme­
ye yetkileri yoktu . Ermenilerin Doğu'dan Selesöz köyü üze­
rinden Nahcivan yönünde taarruz ihtimali akla geliyordu.
Bu durumda bize haber vermeleri gerekirdi. Durumun ay­
dınlatılmasını beklemeye karar verdim. Bu gece Bolşevikle­
rin yaptığı şeyin özeti şu: Bir komünist hiçbir neden ve iliş­
ki yokken karargahıma gelip beni tavlamaya uğraşırken,
öbür taraftan Bolşevikler yan çizivenniş. Gel de bunun ön­
ceden düzenlenmiş bir oyun olduğundan kuşkulanma . . .
4 Kasım 1 920, saat 06'ya kadar başka hiçbir yeni haber
gelmedi. Bizim taarruz planı bozulmuştu. Yalnız başımıza
taarruz etmek, yahut bulunduğumuz yerde beklemek telıli-

73
keli idi. Saat 07'de, Nahcivan'a hareket ettik. Ermeniler si­
perlerinin üzerine çıktı, bizi seyrettiler.
Saat 1 4'de Nahcivan'a girerken, muharebeye (!) gitmekte
olan Bolşeviklere rasladık. Tugay komutanı "nereye ?" der
gibi durdu . Ben de yalnız gülmekle karşılık vererek yoluma
devam ettim.
Anlattıklarına göre Bolşevik askerleri üşümüşler, bu gece
gidelim, yarın gelelim diye karar vermişler ve komutanlarını
önlerine katıp gitmişler. Fakat mevcut olduğu vehmedilen
ikinci Bolşevik alayına haber gönderdiklerini bize anlatma­
yı unutmamışlar. Propagandalarını yürütürken bizi de ha­
berdar etmişler! . . .

XXI
Yeni taarruz planında "olmasa da olur"
hanesini açmaya mecbur olduk
Şahtahtı'na taarruzdan vazgeçemezdik, vazgeçmeye ne­
den de yoktu. Yeni bir planla bu işi kendi başımıza yapma­
ya karar verdik. Gerçi Doğu'daki ordumuz Kars'ı işgal etmiş
.
Ermenileri Arpa çayına doğru sürüyordu . Fakat Batı Anado­
lu'daki ordumuz son zamanlarda Bursa ve Uşak cephelerin­
de iki yenilgiye uğramıştı. Çerkez Ethem'in milislerinin tutu­
mu da bozgunculuğa doğru gidiyordu. Ermenileri bir an ön­
ce barışa zorlayarak Batı Cephesine yardun edebilecek bir
duruma gelmek, Doğu ordumuz için en önemli bir sorun
idi. 7 Kasım 1920'de taarruza karar verdik. Bolşeviklerin ka­
tılmaması, katılsalar da ummadık bir zamanda gene yan çiz­
meleri beklenebilirdi. Muharebe planında onları olmasa da

74
olur, hane.sine yazdık. Kroki - 3 (Sayfa 1 1 1 )
Sağ kanana Mustafa Kamil'in milisleri, Sust köyünden Ka­
rabağ köyü yönünde, teğmen Halil İbrahim Bey komutasın­
daki piyade ve süvari milisler ve yegane topumuz Şahtahtı
yönünde oyalama taarruzu yapacaklardı. Müfreze, iki tabu­
ru ile şosenin kuzeyinden Hok köyü yönüne taarruz ede­
cek, düşmanın Şahtahtındaki alayını Ara.s nehrine doğru sü­
recekti.
Planın ruhu bu idi. 6/7 Kasım gecesi saat 22'de Nahci­
van'dan hareket ettik. İleri sürülmüş postanın korumasında
gece saat 03'te askere çay ve kahvaltı verdik. Şoseyi terk
ederek Hok köyüne giden patikaya saptık. Soğuk yoktu . Fa­
kat çamur çok zalunet veriyordu . Asıl taarruzu yapacak olan
müfrezenin kuvveti 1 45 nizamiye, 3 1 0 milis eri, iki ağır ma­
kineli tüfek ile dört levis tüfeğinden ibaretti. Sağ kanadımız­
da gönüllüler elli kişi, sol kanattakiler yetmiş piyade ile 1 50
süvariydi.
Düşman tepelikler üzerinde idi. Bu araziye doğru gittik­
çe yükseliyor, sarplaşıyor, ormanlarla kapanıyordu . Düşman
mevziinin gerisi düz arazi sayılırdı. Müfreze 7 Kasım 1920'de
saat sekizde düşman mevzilerinin önüne geldi ve şöyle ter­
tiplendi. 18. Kafkas alayının �irinci taburu taarruzla görev­
lendirildi. İkinci tabur ihtiyatımdı. Ağır makineliler ateşe ha­
zırlanınca tabur yaklaşmaya başladı. Düşman zayıftı. Uzak­
tan ateş ediyor, süngü hücumunu beklemeden çekiliyordu .
Daha ilk hamlede düşmanın Hok köyü güneyindeki cephe­
si darmadağın oldu, ama sağda ve solda düşman yerinde
duruyordu. Müfreze Hok köyüne yaklaşınca Halil İbrahim

75
Beyin süvarileri önündeki düşman da çekildi. Saat on bu­
çukta Hok köyünü işgal ettik. Süvariler düşmanın peşine ta­
kıldı. Yalnız sağ kanaduruzdaki milislerin önündeki düşman
direnmeye devam ediyordu. Biz ise direnen düşmanın yan
gerisine ginniştik. Yeni bir vaziyet ortaya çıkmıştı. İkinci bir
taarruz yapmak gerekiyordu.

•••

Taarruzun ikinci aşamasına Hok civarından başladık.


Müfreze Kuzey yönünü bıraktı, Doğu yönüne döndü. Birin­
ci tabur Karabağlar yönüne, ikinci tabur ve ağır makineli ta­
kım düşman cephesiyle Karabağlar arasındaki orman yö­
nünde hereket ettirildi. Saat on beşte kılavuzumuz Nuraşin­
li Kahraman Fethullah bizi düşmanın tam gerisinde, düşman
mevziine paralel bir sırtın üzerine çıkardı. Düşmanın bizden
haberi yoktu . Geniş bir vadinin öte yamaçlarında bizden
1 500 metre kadar uzaktaki mevzilerinden Doğu yönünde ra­
hat rahat ateş muharebesi yapıyordu.
Bu vaziyet askeri çok neşelendirmişti. Fakat vaziyetten
nasıl yararlanacaktık ? 34. Kafkas alayının ikinci taburunun
mevcudu 45 muvazzaf ve 80 milisten ibaretti. Bunlarla düş­
manın bütün cephesini kavramaya imkan yoktu . Asker yor­
gundu. Karabağ köyünde düşman illtiyatları vardı. Biz düş­
manın arkasına geçmiştik, ama bizim de iki düşman arasına
sıkışıp ezilmemiz mümkündü. Vakit de yoktu.
Şöyle bir plan takip ettik; bütün er, emirber ne varsa sır­
tın üzerine çıkıp karaltı gösterdi. Bir bölük düşman gerisine

76
gösteri taarruzuna başladı. Makineli tüfekler ateş açtı. Düş­
man ürktü. Kuzey batı yönünde kaçtı. Karabağlardan yanı­
mıza taarruza yeltenen düşman süvarisi de makineli ateşi ile
tardedildi. Böylece düşmanın bütün cephesi söküldü.
Yaklaşık saat onbeşte Bolşevik tugay komutanının saat
onda yazılmış bir rnporu geldi. Karşılarında Ermenilerin dört
topu bulunduğunu, ilerleyemediklerini belirtiyor ve yardım
gönderilmesini istiyordu . Gerçekten düşman topçusu karşı­
sında at üstünde o tepeden ötekisine koşmak suretiyle ateş­
ten korunmaya çalıştıklarını biz de görmüştük. Bu gayretle­
rine karşılık esirleri ve ganimetleri kendilerine verdik.
Kıt'alanmız bugün ar.ı.lıksız yinni bir saat uyumadı, faali­
yet gösterdi, enerji sarfetti, vazifenin yapılması.nda herkes
birbiriyle yarıştı. Zayiatımız on şehit ile biri subay, yirıni üç
yaralıydı. Şehitlerin hepsi yaralıların yedisi birinci taburdan­
dı. Tabur komutanı Yüzbaşı Eınin Bey, metin sevk ve idare­
siyle müfreze komutanlığının muharebe planını gerçekleştir­
mişti .
Ermenilerin zayiatı 180 esir, koşulu iki dağ topu, iki man­
telli, altısı koşumu ile onbir ağır makineli tüfekdi. Koşulu
dağ topları Karabağlar köyünde bulunuyonnuş. Alay komu­
tanı karaltımız ve gürültümüzden korkmuş. Dağ yolu ile çe­
kilmeye karar vermiş. Toplar, tümene gönderdiği raporla
birlikte "Kıvrak" köyünde milis süvarilerin kucağına düş­
müştü.
. ..

7 Kasım 1920 akşaıru kuvvetli bir süvarimiz boğulmasına


rağmen düşmanla teması kaybetıniştik. Gönüllü atlıları Rus-

77
!arın emrine vermekle hata etmiştim. Hem sevk ve idare bil­
miyorlar, hem de politikacılığı askerlikten ileri tutuyorlardı.
Politikacılıkları bizimle samimi işbirliğine engel oluyordu.
Her konuda üstünlük iddialarına rağmen zaferi biz kazan­
mış, onları kızdınnıştık. Ben onlara hizmetlerinden dolayı
teşekkür mektubu gönderdiğim halde, cevap verme nezake­
tini göstermediler.
8 Kasım sabahı taburlar ve gönüllü kıt'alar, bulundukları
Karabağlar ve Hok köylerinden Baş Nuvarşin yönünde ha­
reket ettiler. Müfreze Baş Nuvarşin'i, gönüllü kıt'ası Mahmut
Ket'i işgal etti. Karatepe savunma durumuna konuldu. Bu
tepe Arpa vadisinin ovaya açılan ağzındadır. Ermeni çetele­
ri Arpa bölgesindeki müslüman köylerini dağıtmış oldukları
için bu yönden her zaman bir taarruz ihtimali mevcuttu .
Bolşeviklerden ve emrindeki gönüllülerden bugün de
haber alamadık. Yalnız haberi aldık: Ahalinin söylediğine
göre Bolşevikler gönüllüleri alarak Yenice'ye gitmişler, mak­
satları Ermenilerin zırhlı trenini zaptetmek imiş .

•••

Cepheden gelen ateşkes emrini ve müfrezenin vaziyetini


bildirmek için üç ayrı posta gönderdim. Üçü de Rus komu­
tanını bulamadan geldi. Ben buna inanmadun. Bizim mek­
tubu aldı, okudu "komutan burada yoktur" diye geri verdi­
ler. Postaların sözünden çıkan anlam buydu. Bunun üzerine
müfrezenin yanında bulunan iki Rus neferini gönderdi. Ya
bilmediklerinden yahut başka maksatla olacak, Ruslar Deh-

78
ne Boğazı yönünde gönderilen keşif kolumuzun peşine ta­
kılmışlar. Keşif kolumuz Boğaz'da düşmanın makinalı ateşi­
ne uğramış. Rusların biri de yaralanmıştı. Onların postası da
bu oyunu oynamıştı.

•••

Not: Şahtahtı başarısı Büyük Millet Meclisi'nde


(9- 1920 Salı günü saat 7.30'da Büyük Millet Meclisi'nin
96. toplantısında:
Cemil Bey (Kütahya) - Şahtahtı ne oldu efendim?
Genelkurmay Başkanı İsmet Bey - Şahtahtı da işgal ol­
muştur. Şahtahtı malUm aliniz Azerbeycan ile bizim aramız­
dadır. Şömendöfer hattının mültekasındadır. Bu nokta-i na­
zardan ehenıniyeti ziyadedir. Bu da yine harekatı askeriye
ile bir muvaffakiyeti askeriye olarak elimize geçmiştir.

XXII
Zırhlı tren nasıl zaptedilir?
Ateşkese rağmen (Ermeni Taşnak hükümeti şartları ağır
bulduğu içirı ateşkes bozulmuş, bizim haberimiz olmamış.)
Ermeni zırhlı treni taarruza devam ediyordu . Ruslar, Yenice
kasabasında yalnız başlarına kalmayı tehlikeli bulmuş ola­
caklar ki, bizim bölgeye, Mahmutlu köyüne geldiler. Karar­
gahları da eskisi gibi bana misafir oldular. Ermeniler, 12 Ka­
sım'da Kuşçu Demirci, Düdenge, Zeyve köylerine keşif taar­
ruzu yaptı. Ateşle karşılaşınca çekildiler. Ateşkes şartlarına
uymamalarını protesto ve devletler hukukuna uymalarını is-

79
tedik. Ermeniler mektubumuza cevaben ateşkes için Kar.ıte­
pe'nin teslimini şart koştular. Zırhlı trenle köyleri ateşe tut­
maktan vazgeçmediler.
Zırhlı trene bir taarruz düzenledim. Ruslar buna sevindi.
Fakat trenin sağlam zaptedilmesini istediler. Buna imkan bu­
lunmadığını, zırhlı trenden kurtulmanın, bizim için yeterli
olduğunu açıkladım. "Biz Rusya'da çok tren zaptettik!" dedi­
ler. Buna "pek ala!" demekten başka çare yoktu. İstihkam
onbaşısı Bayburd'un Şengah mahallesinden Mahmut Onba­
şıya verdiğim talimatı degiştirdim. Tren köprü üzerinde iken
değil, köprüyü geçtikten sonra ateşlemesini tenbih ettim.
Bolşevikler toplandı. Yeniceye gitti. Bunları korumak için
"Tazekerid'e" 1 50 milis gönderdim. 14 gecesi Kuşçu Demir­
ci ile Tazekend arasındaki küçük bir köprüye lağım (patla­
yıcı) yerleştirildi. (Kroki - 4; Sayfa 1 1 2)
14 Kasım sabahı Kuşçu Demirci civarındaki tepeden bu
taarruzu seyretmeye hazırlandık. Saat yedide her zaman ol­
duğu gibi, zırhlı tren boğazdan çıktı. Malıta, Kuşçu Demirci,
Tazegena köylerine ateş ederek ilerliyordu. Dürbünleriınizi
köprüye çevirdik. Trenin sonu köprüden ayrılır ayrılmaz la­
ğım patladı. Zırhlı tren derhal durdu . Bolşevikler Taze­
kent'ten atla hücuma geçtiler. Trenin makineli tüfekleri işle­
meye başladı. Bolşevikler sola geri çarkettiler, bu sırada Er­
meni mevzilerinden sekiz topun ateşine uğradı. Tazekend'e
giremedi, Yenice yönüne döndüler. Ermenilerin bir piyade
taburu da zırhlı trenin korumasına geldi, mevzi aldı. Köprü­
de kalaslarla bir geçit yapılıncaya kadar dört saat mevzide
kaldı, treni kurtardıktan sonrn çekildiler. Gerçekte treni Bol-

80
şevikler kurtarnuşlardı.
İstihkam onbaşısı, köprüyü havaya uçurdukt_an sonra tek
başına düz ve açık arazide, iki yüz metrelik Kablonun öbür
ucunda ateşleme makinesinin başında, her an görülme 'teh­
likesi içinde altı saatten fazla bir z�man kımıldamadan kal­
dı. Ölüm korkusu onun yanına uğramamıştı; çehresinde
ufak bir solgunluk izi yoktu. Sanki bu taarruz, onun kahra­
manlığını tarihe geçinnek amacıyla yapılmıştı.

XXIII
Ermenilerin birliğimizi imha planı '0
15 Kasım 1920 sabahı, tatlı bir uykudan uyandırdı, elime
bir rapor verdiler. Mahmut Kendek.i gönüllü milis kıt'asın­
dan geliyordu . :
"Düşman sağ yanınuzdan bir top, yüz elli piyade, yüz sü­
vari ile, cephemizden de miktarı meçhfü bir kuvvetle taar­
ruz ediyor. . . "

Karanın. . . (Emir subayına) "Taburlar, Zeyve tepesinde


toplansın, geliyorum . " Ruslara haber. . . "Zeyve tepesine gel­
sinler."

ıo 15 Kasım 1920'de ölü bir sub-.ıyın üzerinde bulunan evrak arasındaki

emre göre, Ermenilerin planı şöyle imiş:


1 - General Melik Muradof komutasındaki bir kol Yağcı köyünden Senır­
de Hanlıklar yönünde;
2 - Kar.ıbulaktan Karaıepe Noraşin yönünde,
3 - Gener.ıl Şilkonikov kommasında Dehne boğazından Yenice - Hanlık­
lar yönünde taarruz edilecekti. 1 . ve 2 . kollar hareket etmiş, ne sebeptense 3.
kol yerinden kımıldanamamıştı.

81
Esasen müfreze bütün kuvvetiyle Karatepe ile Zeyve ara­
sında idi. Sol kanadımız kilometrelerle açık ve düşmanın asıl
.

kuvveti de bizim bu boş cephemizde yani açık kanadımız­


da idi. Eğer düşman aynı zamanda bu savunmasız taraftan
taarruz ediyorsa bizim için felaket, taarruz etmiyorsa sorun
yok. Bütün kuvvetimizle Zeyve'den cephemize taarruz ha­
lindeki düşmanın gerisine taarruz edeceğiz. Başka türlü ha­
rekete imkan yoktur. Çünkü bütün müfrezede tüfek başına
yirmi beş fişek vardır. Bu kadar cephane ile ne savunma ne
de oyalama yapılabilir. Bunları düşünürken giyindim. Zey­
ve'ye giderken de düşündüm. Vaziyetimiz şimdilik çok elve­
rişli idi. Düşmanın Delme tarafından hareketsizliği devam
ettiği sürece de elverişli kalacaktı.
Müfrezenin iki taburu da taarruza hazırdı. Milisler düşma­
nı cephede tutuyorlardı, fakat zaman geçiyor, hala milis sü­
varileri gelecek diye bekliyoruz. Düşmanın Delme tarafın­
dan kımıldamasından korkuyorum. Emir subayını göndere­
yim, asker yerine bir Bolşevik subayı geldi, şu emri (!) ge­
tirdi: "Düşman kuvveti fazladır, durdurmaya- kuvvetimiz ye­
terli değildir. Bütün kuvvetinizle buraya geliniz. "
Muharebenin bunalımlı zamanında böyle aykırı öneriler
kadar acı bir muamele tasavvur olunamaz. İşte o zaman ita­
atın sebep ve lüzümunu derinden bir daha anladım. Bu öne­
riye karşı:
"Düşmanın ne kadar olduğunu ben de görüyorum, onun
için sizin buraya gelmenizi istiyorum, dedim. Bolşeviği geri
çevirdim.
Dostlarımızın geleceğini hala umuyor ve bekliyorum. Sa-

82
at ona doğru Bolşevik alay komutanı geldi. Şunları söyledi:
- Alay Karatepe'nin gerisinde iki taraftan taarruz eden
düşmana karşı ihtiyattadır. İki taraftan tehlikeyle karşı karşı­
ya olan Karatepe'yi takviye etmek gerekiyor.
Alay komutanı basit bir asker gibi, yalnız kendi tarafını
görüyor. Onun hakkı itaat etmekti. Öte taraftan bizim taar­
ruz kararımız <la basit insanlar için eksantrik bir hareket gi­
bi görünebilirdi. Müfrezenin subaylarına verdiğim açıklama­
ları Rus alay komutanına da yaptım:
"Düşman, elindeki ihtiyatı buraya göndenniştir. 8 - 10 ki­
lometre uzaktan yardıma gelinceye kadar buradakini çevirir
temizleriz. Tehlikeden ancak böyle kurtuluruz. Karatepe'de
beklemekle değil . . . "
Bu sözlerden bir şey anlamadığını görünce:
- Biz başlıyoruz, dedim.
Kıt'alar hazırlık vaziyetinde idi, işareti alınca yürüdüler.
Rusda Karatepe'ye gitmediğime gücendi .

•••

Taarruz planımız şöyle idi:


Muharip mevcudu çok olan tabur Delme dağı tarafından
gelmesi muhtemel düşman taarruzunu mümkün olduğu ka­
dar uzaktan karşılamak için Veli dağı tepelerini tutacak.
İkinci tabur Karatepe'ye taarruz eden düşman alayına ge­
riden taarruz edecek.
Azlığımızı saklamak için kendimizi saklamamak.
Taburlar çevik adımlarla ve neş'e ile ilerliyor. Müfreze

83
karargah efradından piyadeler de bu taarruzda figüranlık
için gittiler. Emir atlıları ve Topçu Komutanım Gümüşhane­
li bir er ile arkadaşları kaldı. Topçum ile meşgfil olmak ha­
tırıma gelmemişti. Şahtahtı taarruzundan da bu topu göste­
riş tarafına görevlendirmiştim. Nahcivanlıların istiklallerinde
Ermeniler'dcn zaptetmiş oldukları bu Rus dağ topunu şehir
müzesinden almıştık. Top komutanı Harbi umumi'de dağ
topçusu imiş. Topun nişan aletleri bozuktu .
- Merak etme, dedim. Top gibi değil, paşa tüfeği gibi
kullanırız.
Topu açığa çıkardı, üçüncü mermiyi hedefe düşürdüler.
Düşman muharebe idare yeri olması muhtemel tepe boşal­
dı. Zaten top ateşinden maksat, düşmanı kendi taarruzu­
_
muzdan haberdar edip, bir an önce ürkmelerini sağlamaktı.
Bu Varda topundan sonra topçuların vazifesi bitmişti .
Düşman alayında karışıklık başladı. Karına karışık çekilme­
ye başladılar. Neden sonra milis süvarilerimiz Bolşeviklerle
beraber düşmanı gerisinden takip etmek istediler. Kaçanla­
rın ateşi buna fırsat verınedi. Atlı olarak hücum etmeleri im­
kansızdı.
Bu vaziyet ortaya çıktıktan sonra da dostlarımız bize ka­
tılmadılar. Herhalde ya kibirleri, yahut siyasetleri engel oldu.
Doğu yönünde çekilen düşmanın peşinden seyis gibi gitti,
bizden ayrıldılar.
Bu hezimete uğradıktan sonra, düşmanın Yağcı yönün­
den taarruz eden güçleri de geri çekildi.

�- ı
XXIV
Çifte başarı
Düşman alayı hezimete uğrayınca , asıl savunma mevzii
olan tahkimli mevziinin yanı ve gerisi açıldı. Müfreze de, za­
ten bunun yan gerisine gelmişti. Düşmanın Delme dağında­
ki asıl mevziine geriden taarruz için yürüyüş yönü küçük
Delme bağazı yönüne çevrildi.
Müfreze iki taburu ile şoseye en yakın istikamette düş­
man gerisine sür'atle ilerliyor, şoseye hakim sırtları ele ge­
çirmek için var kuvvetini sarfediyordu . Ağır makineli tüfek­
ler, komutanlar, uçta idi. Yedi buçuk kilometre bir yürüyüş­
ten sonra piyadelerimiz kan ter içinde şoseyi gören sırtlara
vardığı zaman, duşmanın bir tabur kadar kuvvetiyle bir sah­
ra bataryasının aheste beste ve yalnız, ileriye doğru emniyet
tertibatıyla Revan yoluna revan olmaktaydı. Bir tren de
.
uzaklarda dumanını savunarak kuzey yönüne yol alıyordu.
Düşmana yetinmemizin imkanı yoktu. Ağır makinelilerle
ateş açtık, düşman yolun batısındaki ağaçlıklara kaçtı, bir
daha görünmedi. Herhalde oradan Aras nehrini takip eden
adi yola saptılar. Bataryası dört nal ile Sederek yönüne çe­
kildi. Güneş Ağrı dağının arkasında batarken milis süvarile­
ri Sederek güneyinde göründü, karanlık bastı, Bolşeviklerin
öldürülen Ermeni Alay komutanının cesedine işkence yap­
mak için geciktikleri söyleniyordu. Bununla beraber pek eli
boş kalmadık. Dehne'dekilerin yardımına koşturulan Revan
muhafız taburu ayagıyla geldi, Sederek'te kucağımıza düştü.
Böylece karşı taarruzla hem kendimizi kurtardık, hem de
düşmanı çok çetin mevziinden attık.

85
Karanlık bastıktan sonra müfreze ve milisler Sederek kö­
yünde toplandı. Milislerin çoğu Vedi'li ve cesur sergerdeler­
den Abbaskulu Bey ile Mustafa K�mil'in komutasında idi.
16 Kasım 1920'de milisler Vedi üzerine yürüyecek, müf­
reze kıtaları Noraşin'e, eski yerlerine döneceklerdi.
Böylece savunma ve bekleme durumuna geçiyorduk.
Çünkü Doğu'dan Karatepe'ye taarruz eden kuwet geri çe­
kilmişti, ama sağlam kalmıştı. Aras nehri boyunca şerit gibi
bir arazide Sederek'den Şahtahtı'na kadar doğu yanımız
açıktı.
1 5/16 Kasım 1920 gecesi Bolşevik tugay komutanı ile bir­
likte Delme boğazı yoluyla Noraşin'e geldim.
Milisler Vedi yönüne gideceği için kahraman Cehri köyü
milislerinden 50 atlıyı karargaha göndermelerini istedim. 1 6
Kasım 1920'de atlılar geldi. Yedek teğmen Tahsin bey em­
rinde bir süvari bölüğü oluşturdum. Yine bugün Vedililerin
köylerine vardığı, Arafat istasyonunun işgal edildiği haberi
geldi.

xxv
Karatepe keşfinden çıkan tartışma
Düşmanın Arpa vadisi ağzını ileriden tutmakta olması ta­

arruz niyetinde olduğunu 'gösteriyordu. Buradan gelecek ta­


arruz arkamızı kesip bizi Aras nehrine dökebilirdi. 17 Kasım
1920'de Karatepe'ye gittim. Düşmanın tertibat ve kuwetini
anlamak için keşif kollarıyla yoklamak gerekiyordu . Yukarı
Noraşin'deki Bolşevik subayını çağırdım, keşif yapmasını is­
tedim. Alay komutanına yazıp, izin isteyeceğini söyledi. Ben

86
de her ihtimale karşı milis süvari bölüğüne haber gönder­
diın. O vakte kadar boş dunnamak için bir hafif makineli tü­
fek rica ettim. Bir Tatar delikanlısı geldi. Bunun korumasıy­
la bizim ileri karakol mangası çayı geçti; düşman postasının
gerisi yönünde ilerledi; düşman postası çekildi. Geniş bir
cephe tutan öteki karakolların yerlerini de Tahsin beyin sü­
vari bölüğü geldikten sonra öğrenebildik. Bolşevikler adet­
lerine uygun olarak bizim girişimimizi desteklemediler. Ka­
ranlık bastıktan sonra kıt'aları yerine gönderdim; sadık ve
kahraman emirerim Malatyalı Receple saat yinniye doğru
Başnoraşin'e dönmek üzere yola çıktık .

•••

O gün Karatepe'ye giderken ve dönüşte Rusların oturdu­


ğu harap ve ıssız Yukarınoraşin şehrinden geçtim. Şehirden
çıktığımız sırada Moskof arkadan koşarak geldi; tüfeğini ver
diye bana çanı. Ben tüfek değil tabanca bile taşımazdım. Tü­
fek cebe sığmazdı. "Vintofka neto, neto"diyorum; dinlemi­
yor. D inlemiyor, meşhur hikayede olduğu gibi "Odunum"
diyordu . Tuhafı şu ki, tüfekli Recep'e değil de bana çatıyor,
Recep de bizi seyrediyor. Herif ağzını bozmağa başladı: "Yi­
bit vaymat!" Küfrü iade ederek hayvanı üstüne sürünce se­
sini kesti, defoldu.
Sabahleyin moskof neferiyle dün geceki mücadelemi
Bolşeviklere latife yollu hikaye ettim; şikayet etmiyorum,
dedim, kendilerini teskin ettim.
Bununla beraber sözün mecrasını değiştirdiler, beni suç-

87
lamaya başladılar; suçum, milislerden bir süvari bölüğü
oluşturmak, keşif hareketini kendilerinden habe rsiz yap­
makmış.
Tartışmamız pek sert oldu, bu Rusların açtığı ilk tartışma
idi. Cevaplarımız şunlardı:
1. Süvari bölüğü oluşturmaya beni siz zorladınız. Muha­
rebelerdeki hareketlerinizi düşünün, dedim; nasıl yan çiz­
diklerini anlattım.
2. Siz yaptığınızı bize söylemiyorsunuz. Ben düşmanı
keşfetmek istediğimi size söylemedim, siz de düşmanla gö­
rüşmelere giriştiğinizi söylemediniz.
Gerçekte Bolşeviklerin Ermenilerle ilişkiye giriştiklerini
kesin olarak bilmiyordum. Nahcivan'dan Revan'a doğru ko­
münistlerin geçmekte olduklarını haber alınıştım; bundan
Ermenileri avlamak istediklerini tahmin ediyordum. Bu son
cevabım havayı yumuşattı. Öğle yemeğini dostça yine bera­
ber yedik. Öğleden sonra ateşkes emri geldi.

•••

Tabur komutanlarını topladım; ateşkes emrini bildirip,


kendilerine kıymetli hizmetlerinden dolayı teşekkür ettim.
Bundan sonra ateşkes şartlarına uymaktan konuşurken,
ikinci tabur komutanı İsmail Şemsi Bey;
- Bu defa onlar bizden korksunlar! dedi. Sordum:
- Yani ?
- Bizim ateşkes şartlarına uyacağımızdan kuşkulanmazlar
mı?

88
Birinci tabur komutanı Emin Bey cevap verdi:
- Kuşkulansalar <la faydası yok. Erivan muhafız taburunu
esir ettik, Erivan'ı zaptetmiş sayılırız.

XXVI
Ermenistan'ı barışa zorlayan nedenler
hakkında bir açıklama
Büyük Millet Meclisi'nin 99. toplantısının ikinci oturu­
munda 18 Kasım 1920, saat 1 5 . lO'da okunan Şark Cephesi
Komutanlığı'nın telgrafından bir parça: "Son raddeye ka<lar
harbe karar vermiş olduklarını ilan eden Ermeniler, 14 Ka­
sıın 1920'<le Gümrü Batısında büyük zayiata uğradıkları
mağlubiyetin ve Şahtahtı'nın Kuzey bölgesinde 1 5 Kasım
1920'de yaptıkları bir taarruzun mukabil harekatımız netice­
sinde hasıl ettiği hezimetin akabinde 1 5 Kasım 1920 akşamı
yola çıkarmış oldukları bir Ermeni yüzbaşısı karargahıma va­
sıl ol<lu . "
Tabur kumandanı Eınin Beyin tahmini doğru çıkmıştı. 1 5
Kasıın 1920 akşamı ansızın, Ennenileri ateşkes istemek için
Güınrü'ye koşturan sebep ne idi ?
14 Kasım'<lan beri Gümrü'nün 1 5 - 20 kilometre doğu­
sunc.laki cephemizde hiç bir hareket olmamıştı. Gürnrü'deki
asıl ordumuzun kuvveti beş bin muharipten ibaretti. Doku­
zuncu Kafkas tümeni 3267 ve 12. Tümen 2057 muharipten
oluşmuştu. Bu kadar kuvvete Ermeni nüfusunun yoğun bu­
lunc.luğu Karakilis ve Delican c.lağlık bölgesine doğru, taar­
ruzu devam ettirmek, o zamanki şartlara göre mümkün gö­
rülemezdi . Ermeniler için en tehlikeli cephe Iğdır cephesi

89
idi. Orayı çok kuvvetli tutuyorlardı. Nahcivan cephesinde de
kendilerini kuvvetli buluyorlardı. Genel olarak bütün cephe­
lerde kendilerine güvendiklerini, 14 Kasım 1920'de Gümrü
cephesinde yaptığımız taarruza karşılık ertesi gün 15 Ka­
sım'da Nahcivan cephesinde taarruza geçmekle gösterdiler.
Görülüyor ki 15 Kasım 1920 günü en az 14.00'e kadar
ateşkes istemek niyetinde değillermiş.
Öğleden sonra Ermenileri ateşkes istemeye mecbur eden
Nahcivan müfrezesinin karşı taarruzudur.
Bu başarıyı Başkomutanlığa bildiren ve Büyük Millet
Meclisi'nde okunan rapor, müfrezemizin kazandığı zaferin
etkisiyle Ermeniler'in silahlarını teslime mecbur olduğunu
açıkça gösteriyor.
Buna 14 Kasım 1920 günü yapılan taarruzda Ermenilerin
verdiği tahmin edilen 500 kişilik zayiatın etkisi bulunduğu­
nu sanmak doğru değildir.
Kroki 5'de görüleceği gibi (Sayfa 1 1 3) Nahcivan müfreze­
sinin karşısındaki kuvvetleri dağıtaı-.tk ansızın hükümet mer­
kezi Erivan kapılarına dayanması, . beklenmedik bir vaziyet
yaratmıştır. Bu vaziyette, başka cephelerden kuvvet yetişme­
den müfrezemizin ve on binlerce Türk halkının Erivan'ın al­
tını üstüne getinnesi mümkündü. Erivan için, dört tarafı, ya­
nı başındaki Zengibasar, Gernibasar, Vedibasar halkının
ayaklanarak intikam hevesine düşmesi pek muhtemeldi. Bu
tehdidin gerek hükümet merkezi, gerek Iğdır cephesindeki
kuvvet için taşımakta olduğu felaket, bir gün önce verilen
beş yüz kişilik zayiatla kıyas kabul etmez bir ihtilali, bir da­
ğılmayı gerektirebilecekti. Ermeni hükümeti bu tehlikeyi

90
görmüş, ateşkes şartlarını kabul etmiştir.
Bunu belirtmeyi harp tarihimiz ve milli menkıbemiz için
bir borç bildim.
Ermeni harbinde ödüllenen qldu. Fakat birliğimizden
ödüllendirilen olmadı. Hatta 1 5 Kasım 1920 zaferini kazanan
birliğimize bir "aferin" telgrafı bile gelmedi. Tarihte böyle

örnekler vardır: Milattan önce 53 senesi bir Roma ordusunu
yalnız başına imha ve Kralı bu şereften mahrum eden Parth
süvari komutanı Surenas, idam edilmiştir.
Müfrezeden yalnız bana dönüşümde merhum Kazım Ka­
rabeltir Paşa ve Kurmay başkanı Kazım Orbay çok iltifat
gösterdiler ve gayri resmi olarak gümüş imtiyaz harp madal­
yası hediye ettiler.
Savaşta rastlantıların da beklenmedik durumlar ortaya çı­
kardığı bilinir. O zaman bütün cephelerde, herkesin vatanı
kurtarmak için çalışmaktan başka bir şey düşündüğü yoktu.
Büyük zaferden sonra 30 Ağustos 1922 taltif terfiine (rütbey­
le ödüllendirme) giremedim. Bu yüzden, Harbiumumide ka­
zandığım kıdem mükafatlarıyla beraber, esas kıdemimi de
kaybettim. 1 Eylül 1922'de kıdem olarak terfi etmekle bera­
ber, benden dört sene kıdemsiz olan arkadaşlarımın altına
düştüm. Acaba bu zaferi rastlantı sonucu mu kazandım ?

XXVII
Bolşevik komutanıyla arkadaşlık
Askeri arkadaşlık denilen bir ilişki kurmak mümkün ol­
madı. Her alanda düşünce ve amaç ayrılığı, işbirliğine engel
idi. Hele savaş amacımız taban tabana zıt bulunuyordu.

91
Yukarıda sözü edilmişti: Rusların hedefi, İngilizlerinki gi­
bi zayıf bir Ermenistan'ı bahane ederek Doğu Anadolu'ya
gitmekti. Moskof Dışişlcri Komiseri M. Çiçcrin'in bu siyaseti
yürütmek için kullandığı araçlar, bu amacı pek güzel göster­
mişti: "Ulusal sınırlar" uçurtması ile bizi oyaladı, Ennenileri
ilerletti. Sonra da Moskova Anlaşmasını imzalamak için Van,
c
Bitlis vilayetlerini istedi.
Hükümetin hedefi bu olunca Studniyef yoldaşın hareket­
leri de bu amaca uygun olması gerekirdi:
A - Nahcivan yolunu açmak için, Nahcivan'ı Ermenilere
vaadeden Bolşeviklerin, Türk müfrezesini Ordubad yönün­
de, Şalıtahtı'ndan uzaklaştırmak için yaptıkları girişimin, Er­
menilerin Erzurum sınırını geçtiği 24 Eylül gününe rastlama­
sı çok garip değil mi ? Sonra da bu anlamsız harekette ısrar
etmenin anlamı neydi ?
B - Şahtahtı taarruzunun yapılacağı gece ansızın mevzii
terkedip haber bile vermemeleri, 7 Kasım 1920 taarruzun­
dan sonra milis süvarilerimizi alıp günlerce kaybolmaları ar­
kadaşlık değildi.
C - Bir zırhlı trenin atlı hücumla zapte<lilemeyeceğini an­
lamayacak kadar budala mıdırlar ? Nasıl olsa Ermeni komü­
nistleri tarafından kendilerine teslim edilecek bir silahın ha­
rap olmamasını mı istiyorlardı?
D - 15 Kasım karşı taarruzuna katılmamakta ısrarın sebe­
bi neydi ?
E - Benim Karatepe'de yaptırdığım keşif hareketine ne­
den sinirlendiler?
İşte Bolşevik komutanının askeri alandaki bütün bu ma-

92
11
nevraları Moskof siyasetinin bir sonucu idi.
Özel arkadaşlığımıza gelince: bundan şikayetim yoktur.
8 Aralık 1920 tarihine kadar Başnoraşin'de Bolşevik ko­
mutanıyla aynı çatı altında yaşadım. Her günümüz aynı ge­
çiyordu. Günlük hayatımız da birbirine benziyordu: Boş za­
manlarınuzda her birimiz bir köşede düşünüyor, yahut salo­
nu adımlayıp duruyorduk. O da benim gibi okuyacak kitap
bulamıyordu. Kış geldi, sobamızı kim dolduracak ? Tugay
komutanı bir balta buldu. Bahçeden odun yapar, kucağında
getirir, yerli sobanın (peç) önünde yukarıdan küüc! diye bı­
rakır. Yan gözle de mağrur mağrur bana bakardı. Ben de
kalkar sobayı doldururdum.
O zamanın Bolşevikleri para ile almayı unutmuşlardı. Ga­
vurların malı onlara helal idi, ama biz onları dostça misafir
ediyorduk. Halil Paşa'nın hatırı vardı. Halil Paşa BakCı'ya gi­
derken cepkiğıdına Emirof adına yazılnuş bir emir bıraktı.
Eski Ro�anof banknotlarını Tebriz'<le geçer akça ile değiş­
tirecek yoldaş (!) Vcysel'e verecek! Üzerinden Kerenski me­
renski gibi bir kaç banknot nesli geçmiş bu kağıtlara kimse­
nin beş para vermeyeceği meydanda idi . . . Bize misafir olan
<la tugay komutanıyla komiserinden ibaretti. Büyük bir yük
değillerdi . Kendileri de halden anlayan kimselerdi . Bir gün
"çay bini" dediler.

11
Siyasi alandaki manevralar ba:_ikadır. Denim sonradan öğrendiklerim
şunlardır: Ermenilerle aramızda barış görüşmeleri lxişladıktan sonra Rusların
Erivan sonımlusu, görüşmelere katılmak istemiş . . . �ıbul edilmemiş. Ruslar
Erivan'a hakim Ôlcluktan sonr.ı Ermeni hükümeiine bu anlaşmayı tan ınııyon.ız
declirtnıişler.

93
- Niçivo, gelsin sıcak su.
Başka bir gün "şeker bitti! " dediler.
- Niçivo! dedi. Bahçeye koştu , bir kucak ayva ile geldi.
Ondan sonra da sıcak suya ayva doğradı, yedi ve içtiler. Biz
de 8 Aralık'ta Şahtahtı'na taşındık.

xxvm
Ruslar Erivan'ı aldıktan sonra bize karşı
sinir harbine başladılar
Gümrü Antlaşması imzalandığı sırada Ermenistan'daki
komünist kışkırtması sonuçlarını vermeye başlamıştı. Azer­
baycan sınırı yakınlarında Delican bölgesindeki Ermeni
kıt'alara ayaklanıyor, subaylarını öldürüp Bolşeviklere katılı­
yorlar. Böylece Ruslar, rahatça Ermenistan'a yerleşiyorlar.
Ermeni komünistleri sayesinde Erivan hükümetini elleri­
ne aldıktan sonra Moskoflar bizimle daha çok uğraşmaya
başladılar. Hedefleri bir an önce bizi Nahcivan bölgesinden
uzaklaştırmaktı. Biz Nahcivan'ın bağımsızlığını istiyorduk.
Onlar Nahcivan'ın boğazına tırnaklarını geçirebilmek için
uydurma bir komünist partisi yapmak istiyorlardı. Biz ora­
dayken baskı ve zora başvuramıyorlardı. Zapt ve istiladan
ibaret olan amaçlarını da her zaman olduğu gibi gizliyorlar­
dı. Çünkü siyasetlerini açıkça savunamıyacaklarını biliyorlar­
dı. Bizim amacımız açıktı:

94
Nahcivan'ın bağımsızlığı
Bu bağımsızlık verilinceye kadar Ermeni saldırılarından
çok, Bolşevik zulmüne karşı halkın korunması gerekiyordu,
ama buna imkan yoktu . Ermenilerle barıştan çok Moskova
Konferansının sonucunu beklemekten başka çare kalmanuş­
tı. Bu konuda Doğu cephesi komutanlığından hiç bir direk­
tif almanuştım, ama emirsiz yerimden kımıldayacak değil­
dim.
Nahcivan bölgesinde Ruslar ise en irisinden en ufağına
kadar, hepsi siyaset yapıyordu. Hedef bendim. Amaçları bi­
zi Nahcivan'dan kaçırmaktı. Kullandıkları taktik yalan ile if­
tira ve zorbalıktan ibaretti:
l. Bizi halka zulüm yapmakla suçluyorlardı; "Mağduru
sorsalar, gaddar kendini gösterir" . Halkla hiçbir temasımız
yoktu. Zaten meydanda halktan kimse görünmüyordu.
2. Öteden beri halkın bizimle temasını engelliyorlardı.
3. Askerlerimizi elde etmeye, böylece Ermeni ordusuna
yaptırdıklarını bize de yaptınnak istiyorlardı.
4. Üzerinde açıkça konuşabildikleri fikir de şu idi:
"Ermenilerden korku kalmadı. Biz de buradayız. Artık si­
zin burada bulunmanıza gerek kalmadı" . Yeni gelen bir kı­
ta komutanı da bunu söyledi. Buna şu cevabı verdim: "Bi-
zim burada bulunduğumuzu, aramızda fark olmadığını bili-
'
yordunuz da neden geldiniz?"
Benim emir almadan buradan çekilmeyeceğimi bilmez
değillerdi. Ancak boş durmamak, kendinden olmayanları ra­
hatsız etmekten zevk alıyorlardı galiba!

95
•••

Öteden beri yerlilerin bizimle temaslarına imkan vermez­


lerdi. İlk günlerde idi: Rusça öğrenmek istedim. Cebbar
Mehmedof adında bir ilkokul öğretmeni getirdiler. Bu adam
bir de kitap hediye etti; ertesi gün gelmek üzere gitti. Bir da­
ha bulunamadı. Ailesi kanlı yaşlar döktü.
Tercüman olarak karargahıma iş oldukça çağrılan Hacı
Mehdi adında birisi, her halde Ruslar'dan izin almıştı. Bu­
nunla beraber adam bizim kapıdan içeri girerken sanki dili­
ni yutardı. Biz <le onu konuşturup, günahına girmekten kor­
kardık.

• ••

Askerlerimizi iğfale uğraşmalarından korkmuyordum.


Ruslarla bir ihtilafa meydan vermemek istediğimiz halde, as­
kerlerimizin şiddetli hareketlere mecbur edileceklerinden
endişe ediyordum. Çünkü birliğimizin bütün etrafı, gözleriy­
le gördükleri acıklı durumların etkisi altında Bolşeviklere.
düşman olmuşlardı. Rusların kışkırtması ile bir fenalık çık­
masını önlemek için "askerlerimiz dağlıdır, şakaları yoktur,
subaylarından başkasını dinlemezler, onlara karışmayın, ne
isterseniz bana söyleyin" diye rica ederdim.
(

96
XXIX
Gergin vaziyetler

Ruslar istasyona varmadan şehirden insan fışkırdı.


Bolşevikler tarafından Nahci,van'a davet edildim. Hiç bir
vesile yoktu. Zengin bir ziyafet sofrasının başında Ruslarla
diktatör Velibekof, daha bir kaç komünistten başka kimse
yoktu. Refkom başkan yardımcısı Ebülkasun da düşünceliy-
di. Ziyafet mevsime uygun, buz gibi bir hava içinde geçti.
Ertesi gün Diktatör Velibekof Erivan'a gideceğine.len, bir
kaç gün için kendisine vekalet etmemi rica etti. "Peki" de­
dim. Atlarına binip istasyon yolunu tuttular.
Beş on dakika sonra sanki topraktan insan fışkırdı. . . Mi­
safir olduğum evin içi, etrafı, üzgün kederli, hiddetli her sı­
nıftan insanlarla doldu. Odama giren Ahontlar (din adamı),
üniversite mezunları, çiftçiler, tüccarlar dert yarunaya başla­
dılar. Neler söylemediler. . . Özetle, kimden kimi şikayet ede­
ceklerini, bunun sonunun ne olacağını soruyorlardı . . . "

Halkın bu kıpırdanması, Bolşevikleri ürkütmüş olacak.


Çok geçmeden Velibekof bir telgrafla vekaleti bana verdiği­
ne pişman olduğunu, vekaleti başkasına verdiğini bile.lirdi.
Hiçbir teftiş heyetinin meydana çıkaramıyacağı gerçek
durumu, bir tesadüf önümüze koymuştu .

Yollama memurlan.mıza baskın


Şahtahtı'na taşındıktan sonra İran'dan Hoy taraflarından
satın alınacak erzakı Kamber geçidinden tombazlarla geçi­
rip, demiryolu ile Şahtahtı istasyonuna geçirmeyi daha uy-

97
gun bulmuş, erbaş komutasındaki bir mangayı ambar ve
sevk işleri için Nahcivan istasyonuna göndermiştim.
Harap bir binanın pencerelerini portatif çadırlarla kapa­
tarak yerleşmişlerdi. Nahcivan diktatörü Velibekof Erivan'a
gittikten sonrn Nahcivan'dan. bir protesto aldım. Nahcivan
istasyonundaki askerlerin karşı devrimcilere yardım ettikle­
rinden şikayet ediyordu. İkinci taburdan ihtiyat teğmen Tah­
sin Beyi tahkikat için gönderdim, şu bilgiyi getirdi: "Nahci­
van' claki yönetim yabancı komünistlerin elindedir; bunlar
istasyondaki manganın bir istihbarat merkezi olmasından
kuşkulanıyor, aynı zamanda köylülerin bu mangaya güve­
nerek komünist partisine yazılmadıklarını düşünüyorlar. "
Sözde komünist yerlilerden oluşan yüz kişilik bir kuwet­
le sabah erkenden geliyor, askerlerimizin yattığı binayı sarı­
yorlar. Askerlerimiz savunmaya hazırlanıyorlar; gelenlerin
hepsinin yerli olduklarını görüyorlar, manga komutanı man­
gasını hazırlıyor, ansızın dağınık düzende ve ellerinde bom­
balarla dışarı fırlıyor.
"İkişer ol!" komutunu veriyorlar. Mangayı almaya gelen­
ler gayri ihtiyari toplanıyorlar. Manga komutanı bunları gö­
türüp , Nahcivan' da Refkum Başkan Yardımcısı (Sifrifkom)
Ebullcisım'a teslim ediyor. . . İki seneden beri Ermenilere kar­
şı fedakarane çarpışan bu kahramanlar bizden korkmuyor,
bizi sayıyordu. Bolşevikler de işte bunun için bize diş bile­
mekte idiler.

98
Nahcivan'da ayaklanma belirtileri
12 Ocak 1921 sabahı Bolşevik tugay komutanı Şahtah­
tı'na, karargahıma geldi. Nahcivan' da milislerin miting yap­
tıklannı, dağılmamakta olduklarını, beraber Nahcivan' a gi­
dip, bunlara söz anlatmamı rica etti.
Bolşevikler sözümona komünist yaptıkları gençlerden
Nahcivan'da bir komünist taburu oluşturmuşlardı. Nahcivan
istasyonundaki yollama memurlarımızı bunlara bastınnak is­
temişlerdi. Bunlar Ermeniler'e karşı 1917' den beri memle­
keti savunagelmiş kahı.:ı.manlardı. İnsanlık adına hareket
etiklerini söyleyen Bolşeviklerin sözleriyle hareketleri ara­
sındaki başkalık, bu yiğitlerde de bizim müfrezenin erlerin�
de olduğu ,gibi, yalnız nefret hisleri uyandırm��.aı.
Akşama doğru Nahcivana vardık. İstihbarat subayım Hik­
met Beyin evine misafir oldum. Nahcivan taburunun şikaye­
ti bolşevik yönetimdendi . Yani bolşevikleri istemiyorlardı,
memlekette altın bırakmadıklarını, halkın aç kaldığını, bir
çok kıymetli insanın mahvolduğunu, bir an önce insani yö­
netim kurmak için Bolşeviklerin çekilmesini, yoksa burada­
ki bir avuç Moskof' u kollarından tutup sınır ötesine atacak­
larını söylüyorlardı.
Nahcivanlılar bizim Bolşeviklerle beraber olduğumuzu,
Bolşevikler de bizim aksi inkılapçıları (karşı devrimcileri)
koruduğumuzu sanıyorlardı. Bizim tarafsızlığımızın bundan
büyük delili olamazdı. Kan dökülmesine engel olan ·da bu
idi. Yoksa bolşevikleri temizlemek Nahcivanlılar için iş de­
necek külfet değildi.
Ertesi sabah tek başıma tabur kar.ugihına giderken bir

99
takım Rus süvarisi ile yokla karşıfaştım. Süvarilerin her biri
ayrı ayrı rusça bana söylemediği küfür bırakmıyordu. Nah­
civan komünist taburu, okul binasında toplanmıştı . Genel
durumu açıkladım, şunu anlatmak istedim: "Bu öyle bir Al­
lahın belasıdır ki, bu ancak hükümetler arası halledilebilir.
Sizin burada yapacağınız bir hareket boş yere kan dökmek­
ten başka sonuç vermez" dedim. Dilim döndüğü kadar bu
kahramanları sakinleştirdim. Moskova Konferansının Nahci­
van'a bağunsızlık vereceğini umduğumuzu söyledim. Tabur
kendi kendini lağvedip evlerine dönmeye karar verdi ve öy­
le yaptılar. Bundan sonra bazı çete hareketlerinde bulun­
muşlar. Fakat sonra zararını görüp vazgeçtiler.

•••

15 Ocak 192 1 'de Nahcivan'dan hasta olarak Şahtahtı'na


döndüm. Bolşevik tugay komutanıyla siyasi komiser beni
kucaklarında yatağıma götürdüler, beş aylık arkadaşlığın
hakkını ödediler. Ondan sonra bunların yüzlerini birdaha
görmedim. Değiştiler.
Şahtahtı'ndaki suvariler gidecekti. Komutanı değişmişti.
Fakat görüşememiştik. Veda için de gelmedi. Ben işin iç yü­
zünü araştırma merakıyla onu uğurlamaya gittim. Komuta­
nın oturduğu bodru ma girdim pos bıyıklı bir adam içeri gi­
renin farkına varmamış gibi davrandı,pirzolasını kemirmeye
devam etti. Yanında ince yapılı, ölgün ve üzgün tavırlı bir
kadıncağız, meçhul bir tehlikeyi karşılıyacakmış gibi bir
davranış vaziyetinde, gözleri pirzola yiyenin üzerinde, en

100
ufak hareketlerine dikat kesilmiş bir halde fransızca sözleri­
mi rusçaya çeviriyor. Adam dolu ağzı ile bazı homurtular ya­
pıyor. Kadıncağız bunları söz diye bana anlatmaya çalışıyor.
Adamın asabi bir bunalım geçirmekte olduğuna hükmettim.
Yanında fazla kalmaktan korktum. Kadını başımla selimla­
yarak çıktım; sonradan rivayet ettiler ki bir fukara verdiği
malın parasını almak için komutanın üzengisine sarılmış, o
da kendini kurtarmak için adamı vunnuş . . . !

xxx
Bolşevik kuvvetleri artırıldı.
12 Şubat 1921 ' de bir piyade taburu ile iki top, Şahtah­
tı'na geldi. Toplan koyacak yer bulamadılar. Top namluları
bizim karargahın pencerelerine çevrildi.
Ayrıca bir tabur Hok köyüne, bir tabur da Kıvrak köyü­
ne . gelmişti . Nahcivan'da da kuvvetleri vardı. Böylece Şah­
tahtı her taraftan çevrilmişti.
Her halde geçen günlerdeki olaylardan kuşkulanıruşlardı.
Bizim varlığımız yüzünden altı aydan beri Rus siyaseti yerin­
de sayıyordu. Açlık ve tehdit yeterli bir araç değildi. Eyleme
geçmek gerektiğini düşünmekteydiler. Anlaşılan Ermenis­
tan'dan da emin değillerdi. Nahcivan'la Ermenistan birleşti­
ği takdirde Rusların Kafkasya'daki durumu çok kötüleşecek­
ti. İşte bu değerlendirme ile olacak ki, o zaman Ruslar için
büyük bir kuvvet sayılan dört taburla çevremizi sardılar.
Yeni gelen taburun komutanı çok nazik görünüyordu.
Ziyaretime geldi. Ben de onu ziyaret ettim. Fazlalığımdan
sözetmedi; bir gün sonra şarap içmeye davet etti, hem de

101
gecenin geç vakitlerinde ! Emir subayımla birlikte gittim. Ge­
ce yansından sonraya kadar pis bir bodrumda, Mustafa Ke­
ınal'in Lenin'in şerefine içtik. Bir gün ara ile tekrnr davet et­
ti. Aksi gibi dişim ağrıdığı için yerime emir subayı ile bir ta­
bur komutanını gönderdim.
Bu sık sık davetlerin, böyle tehlikeli girişimlerin nedeni
neydi? Karşı devrimciler bizi basıp öldürebilirdi, bizim yüzü­
müzden tabur komutanı da canından olurdu. Nedenini öğ­
renemedik . Hiç bir bolşeviğin kendi adına bir adım atına
yetkisi yoktur. · Onun için bu hareketlerinde de siyasi bir ne­
den aramak gerekiyordu.
Kasaba içinde yabancı bir askeri birlikle beraber bulun­
mak bile bazı önlemleri gerektirmez mi? Hele böyle karşı
devrimcilerin oyuncağı olan bu çeşit bir yabancı kıt'aya kar­
şı çok ihtiyatlı bulunmak lazımdı. Askerlerimin oturduğu
yerler eski pazar yerinde beş on dükkandan ibaretti. Bolşe­
vik askerleri hep bu pazar yerinde vakit geçirmeye başla­
mışlardı. Dikkat ettim, yemek ve başka nedenlerle askerler
dağılıyor, silahsız bir koğuş nöbetçisi kalıyor. O sırada Rus
neferleri koğuşlarımıza doldu mu, askerimiz silahtan arındı­
rılmış olacaktı. Bunun için şehir içinde bazı önlemler aldım:
Askerin yerlerini ayrıca bombalı gizli nöbetçilerle baskına
karşı güvenceye aldım. Tek erlerin dolaşması yasaklandı,
alarm işareti, alarm gözcüleri, subaylara uzaktan postaların
refakat ettirilmesi ve benzerleri. . .

102
XXXI
Erivan bolşeviklere isyan etti
Bir sabah uyandığım sabah Şahtahtı'ndaki bolşevik dost­
larımızın bilinmeyen bir yönde geceleyin yola çıktıklarını
öğrendim. Sonra haberler birbirini izledi. Hok ve Kıvrak
köylerindeki Bolşevikler de gitmiş. Keşişkend'de ve Eri­
van'da isyan çıkmış, komünistleri ve bu arada bir zaman
Nahcivan Refkomunda bulunmuş olan Askerof 'un da hap­
sedildiği söyleniyordu. Bu Askerof saf bir delikanlı ve süse
meraklı idi. Bir milyon manata aldığı kalpağını bir çocuk
edasıyla bana göstermişti. 16/17 Şubat 1921 gecesi Enneni
milletinin Bolşeviklere açtığı harbin on ikinci günü Bolşe­
vikler Erivan'dan çıkarılmıştı. (28 Şubat 1921) Madalyanın
tersini görünce dostlarımızın bize muhabbet hisleri yine coş­
tu. Şahtahtı'nda kalan subay sık sık ziyaretime geldi, iki şişe
de şarap hediye eni.
Şimdi, hatta o zaman bile şuçunu hatırlamadığım bir genç
Bolşevik, ağlayarak odama girdi. "beni affet !" diye yalvardı,
elimi öptü. Tercümansız gelmişti, bilmediğim suçunu affet­
tim. Bu çocuğun suçu neydi ? Her halde bir zamanlar bir
yerde bana rasladığı zaman, yahut şüphelendiği bir adamın
yanında bana küfretmiş, sonra benim Rusça bildiğimi haber
alıruş, ne olur ne olmaz diye gönlümü almaya lüzum gör­
müş olacak. Kısaca bu çocuk amcasını darıltmıştı: Nasreddin
Hoca pazardan bir merkep alınış evine götürürken, yaramaz
çocuklar merkebi çalmaya karar veriyorlar. Birisi eşeğin yu­
larını çıkarıp kendi boynuna takıyor, öteki merkebi kaçırı­
yor. Evinin önünde hoca merkebin yerinde çocuğu görünce

103
hayrete düşüyor. Çocuk anlatıyor: "Amcasını darılttığı için
Allah onu merkep yapmıştı. Şimdi hocanın yüzü suyu hür­
metine eski haline getinniş . Ertesi gün hoca, merkebi yine
pazarda görünce yanına yaklaşıyor, kulağına fısıldıyor: Ga­
liba yine amcanı danlttın . "

•••

Ermenilerin yola getirilmesi uzun sürdü . Nisanın birinci


haftasına kadar dayandılar. Ruslara çok korkulu günler ge­
çirttiler. Ruslar 1 6 Mart 1920 Moskova Anlaşmasını imzala­
maya mecbur oldular. Fakat nisanın ilk haftası Azerbay­
can'dan ve Gürcistan'dan gelen kuvvetler Kuzeyden, Şah­
tahtı'ndan gidenler güneyden Ermenileri sıkıştırıyorlardı. İyi
ve kuvvetli zamanlarında komşularına karşı haksızlıktan çe­
kinmeyen Ermeniler, öteki komşularını da düşmanlarının
saflarına sokmuşlardı. Geleceği düşünebilmekten aciz olan
bu milletler, intikam uğruna Bolşeviklere hizmet ediyor; bi­
linçsiz bir halde birbirini yiyorlardı. Nisan başlarında Bolşe­
vikler takviye aldılar. Erivan cephesindeki durumları düzel­
di. Dostlarımızın bizim için harcadıkları muhabbetler de tü­
kendi; aleyhimizde tekrar propaganda başladı .
Bir gün Bolşevikler istasyon civarında bir çavuşumuza
rastlıyorlar, onu yanlarına çağırıyorlar. Gitmiyor, yanına yak­
laşmak istiyorlar. Tabanca çekiyor. Geldiler bana şikayet et­
tiler. Evvelce kendilerine bir kaç defa bildirmiş olduğum
usulümüzü hatırlattım.
- Kabahat sizde, o dağlılar subaylarından başkasını din-

1 04
lemezler dememiş miydim ?

•••

Emir gereğince birinci taburu Şahtahtı'ndan Mako'ya


hareket ettirdikten sonra
Nisan'ın 1 1 . günü odamda cephe kumandanlığına rapor
hazırlarken Bolşevik komutanı bet beniz kül, heyecanlı bir
halde içeri düştü. "Yaptığınızı beğeniyor musunuz?" diye,
bağırdı. Komutanın bu haline gayri ihtiyari gülmeye başla­
dım. Bizim tabur komutanı da geldi. Tabur komutanına sor­
dum.
- Yine ne kabahat işlediniz ? . . Anlattı. Timar zamanı idi.
Makineli bölük tımara giderken ihtiyat erlerinden birisi çar­
şıda hemşehrisinç raslıyor, onunla konuşmaya dalıyor. On­
başı kolundan tutuyor;
- Yeter, artık yürü, diyor. Orda dolaşan Bolşevikler ge­
lip a<lanu onbaşının eline.len almak istiyorlar. Bunun üzerine
bizimkiler bölüğe sesleniyor. Bizimkilerden bir kaç kişi ko­
şunca Ruslar kaçıyor, koğuşlarına gidiyorlar.
- "Türkler geliyorlar!" diye bağırıyorlar, Bolşevikler alarm
yapıyor. Koğuşlarını savunmaya hazırlanarak bekliyorlar. Bu
adam geldi, kan dökülmesin, sorunu aramızda halledelim
diye, size geldik .
Yine gülmeye başladım. Bolşevik bozuldu. Bizim dağlıla­
ra karışmamalarını ne arzulan varsa bana gelmelerini ihtar
ettim.
Şimdi her Bolşevik neferi siyasetle meşguldür. İnsanların

105
hak ve özgürlÜklerinin savunucusu kesilmişler, bunu bizim
üzerimizde basınç yaratmak için sebep yapmışlardı. Bu böl­
gedeki insanlar istedikleri gibi aç, çıplak, muhtaç bir hale
gelmişti. Şimdi onlara koruma yoluyla kancayı geçim1ek za­
manı idi. Kabahati bize yüklemek suretiyle halkı bize karşı
kışkırtıyor, halkın koruyucusu görünerek sempati toplamak
istiyorlardı. Yoksa onların istediği şey, halkı daima bir lok­
ma için zengin devletin her türlü isteğini yapacak bir ahlak
düşkünlüğüne uğratmaktı. Yönetmek, itaat ettirmek için aç
ve sefil bir hale getirmek, ondan sonra onu barsaklarından
yakalamak lazımdı. Bir Meşhedi Hüseyin, bir Kcrbi Kerem,
bir Abbaskolu ve daha birçok kahraıüanlar gibi adamlar bir
daha yetişmemeli idi.

XXXII
· Son tartışma
Vedi bölgesi savunucularından, eski muhariplerdcn sıhhiye
onbaşısı Mustafa Kamil'i Bolşevikler yakalamış, hapsetmiş­
lerdi. Günahı, cesur, becerikli ve Nahcivan'da şöhretli bir
adam olmasından başka bir şey değildi. Nahcivan bölgesine
yerleşmiş, ev bark sahibi olmuştu. Ordumuzun bu eski mu­
haribi artık Rus idaresinde yaşayamayacağını anlamış, İran'a
çekilmişti. Bir gün eşyasını almak için Aras'ı geçiyor ve Rus­
lar evini basıyor, zavallıyı götürüp hapsediyorlar.
Erivan'da Ermeni isyanı çıktığı zaman Ruslar, yukarıda
kendisinden sözettiğim Behbut Şahtahtınski'yi Türkiye'ye
(Diverziyan) avutma turnesine çıkarmışlardı . Behhı;t
Kars'tan sonra 10 Nisan'da Şahtahtı'ndan geçerken kendisin-

1 06
den Mustafa Kamil'in salıverilmesini rica eltim. Belıbud ce­
saret gösterdi. Ertesi gün 1 1 Nisan 1921 akşamı Mustafa Ka­
mil Şahtahtı'nda karargahıma geldi. Yemeğimi yerken Rus
tabur komutanı odama girdi. Söze şöyle başladı:
- Bugün yanlışlık olmuş, Mustafa Kamil hapisaneden çı-
karılmış, burada mı?
- Evet burada, işte yemek yiyor, dedim.
- Ben emir aldım, onu götüreceğim.
- Ben de emir aldım, Kazım Karabekir'e göndereceğim.
- Nasıl olur.. Nasıl olur . . Derken tartışma şiddetlendi. Bu-
gün gündüz, Rusların evhama kapılarak panik yapmasına
sebep olan olayı ortaya attı, halkı ezdiğimizi, onlara kötü
muamele ettiğimizi ileri sürdü.
Ben de alay komutanının öldürdüğü fukaradan başlaya­
rak yaptıkları çirkin hareketleri açık açık birer birer saydım.
Bir aralık dışarı çıktım. Emirberlerin odasına bir manga sün­
gülü Rus askeri dolmuştu. Zırhlı tren de istasyondan vakit
vakit oturduğum binaya ışıldak tutmaktaydı.
Henüz Erivan'ı zaptedememiş olan Bolşeviklerin bize
karşı zor kullanmak istemelerine akıl erdiremedim. Bir tabu­
rumuzun Mako'ya gitmesi onları umutlandırabilirdi. Bunun­
la birlikte her ihtimale karşı bizim karargaha dolan süngülü
Ruslara karşı bir manga asker getirmesi için teğmen Saadet­
tin'i gönderdim, içeri girdim.
Bir süre ikimiz de sustuk. Ben bu akşam kurdun kuyru­
ğu kopacak diye düşünürken Bolşevik komutanı atıldı:
- Ben şimdi Mustafa Kamil'i alıp götürsem ne yaparsın?
dedi.
Buna cevap vermedim. Karşımda oturan emir subayı teğ­
men Tahsin'e hitaben . .
- Haydi . . silah başına! . . Emrini verdim.
Tahsin topuklarını birbirine çarpıp dışarı çıkıncaya kadar
Bolşevik de meseleyi tercümandan öğrendi . . Derhal ayağa
kalktı.
Tahsin Beye döndü, Rusça:
- İstemez, istemez, dedi. Onu durdurdu.
Bana da,
- İyi geceler, dedi çıktı.
Doğrusu bu maharete hayran oldum, iki saatten fazla sü­
ren acı tartışmaları bu kadar tatlılıkla bitirebileceğimi sanmı­
yordum.

•••

Bir kaç gün sonra, 15 Nisan 1 92 1 , dönüş emrini aldık. Se­


vincimiz büyüktü : Moskova Nahcivan'ın bağımsızlığını
onaylamıştı.

1 08
Kroki: 1

Kroki: 2
Kroki : 3
-zpı, e:':"f«Jttt �,
ııa � Aft-K ;
1WO ( t1iluı.:
� €,. .... .,.. ;
'tCttlu 2' �1. ·.A:-14.·
o 7üık ,,.. ü 9 4t·
t.p eL, .
7 Ct>_;..,·.,,.. "
't'""
-1>- ,.,., �frıtJ t ..
.:...
G�"i "' �
1 q
--·--­

. Z-40 ,.,.,p ..,.ı.•

Kroki: 4
Çıkacak Kitaplarımız:

Terry Eagleton
Estetiğin İdeolojisi
Çeviren : Bülent Gözkan

Lillian Fadennann
Erkek Aşkını Aşmak
" Rönesans'tan günümüze
Kadınlar ar.ı.sı aşk ve romantik arkadaşlık"

Leon Troçki
Onların Ahlakı Bizim Ahlakımız

Çeviren : Sertaç Canpolat

Machiavelli
Hükümdür
Çeviren : Anita Taclıer

Ahmet Haluk Atalay


Uluslararası Hukukun Oluşumu
"İlk Küreselleşme Dönemi" (1492 - 1648)

Alan Musgrave
Sağduyu, Bilim .ve Kuşkuculuk
Çeviren : Pelin Uzay
Redaksiyon : Bülent Özkan

"Korkmayınız Mr. Sherlock Holmes"


Türkçe'de Dünya Polis Edebiyatının Gelişimi (1841 - 1920) ve
Latin Harflerinin Kabülüne Kadar Yayımlanmış Telif ve Tercüme
Polis Romanları Üzerine Bir Deneme
Çıkan Kitaplarımız:

Yves Lacoste
Sınıf Açısından Azgelişmişlik
Çeviren : Sevil Avcıoğlu

Maxime Rodinson
Hazreti Muhammed
Çeviren : Attila Tokatlı

Sorokin
Bir Bunalım Çağında Toplum Felsefeleri
Çeviren : Mete Tunçay

Orhan Gökdemir
Felsefi Aklın Eleştirisi

Alişan Akpınar
Osmanlı Devletinde Aşiret Mektebi

L. Seidler
Bizans Siyasal Düşüncesi
Çeviren : Mete Tunçay

Tadeusz Borowski
Böyle Buyurun Gaz'a Bayanlar, Baylar
Çeviren : Mete Tunçay

Veysel Ünüvar
Kurtul� Savaşında Bolşeviklerle Sekiz Ay
Mete Tunçay'ın Önsözüyle
NİÇİN OYUN
Çocuğun Gelişiminde ve Çocuğu tanımada
Oyunun Önemi

Prof Dr. Mücella Uluğ, bu kitabında insan yaşamının her evresi için
geçerli olan çok değerli bir etkinliği, oyunu kuramsal ve uygulama
boyutlanyla irdelemektedir. Oyun doğuştan itibaren başlayan ve
bireyin eğitim ve gelişimini önemli ölçüde etkileyen bir etkinliktir.
Oyun sayesinde, bireyin zihinsel, duygusal ve sosyal gelişimi
gerçekleşir. İşte Yazar kitabında okul öncesi dönemden erginliğe
kadar, engelli ve problemli çocuklar dahil, farklı bireylerle oyun
ilişkisini ele almış ve bunu konu ile ilgili uzmanlara olduğu kadar,
eğitimcilere ve anne babalara da akıcı bir dille yansıtmışur. Çocukla
ilgilenen tüm yetişkinlere önereceğimiz bir başucu kitabı ve son
derece yararlı ve önemli bir yapınır.
Prof Dr. Haluk Yavuzer.

Prof. Dr. Mücella Uluğ'un bu eserinde çocuğun gelişiminde çok


önemli rol oynayan oyun konusu işlenmiştir. Oyunun insan
yaşanundaki rolü hava, su kadar önemlidir. Çocuğun evresini
tanıması, düşünmeyi öğrenmesj, ·ilişkiler kurma becerisini kazan­
ması, yeteneklerini geliştirmesi oyun ile olur. Çocuk gerçek
yaşamını oyun ile sembolleştirir. Çocuğun bu uygulaması, zihinsel
gelişimini, kişilik gelişimini, sosyal gelişimini kısaca yaşama uyu­
munu sağlar. İnsan yaşamı içirı böylesi önemli bir konuda ülkem­
izde rehber kitap olarak belirli bir yayın olmadığı dikkate alınırsa,
Prof. Uluğ'un bu eseri çok önemli bir boşluğu doldurmaktadır. Kitap
içerik olarak, gelişim ile ilgili bilgileri, yetişkinlere verdiği öneriyle
bu alanda çalışanlara da ışık tutacak önemli bilgileri içermektedir.
Prof. Dr. Nursel Telman
Georges Bataille

DİN KURAMI
İnsanlaşma Sürecinde
Din'in Oluşumu

Çeviren : Mehmet Mukadder Yakupoğlu

Din Kuramı'nda, Bataille, hayvandan insana geçiş sürecini in­


celemekte ve bu süreç içinde dinin oluşum koşullannı araştırmakta­
dır. İnsan çalışma aracılığıyla hayvansallıktan kurtulmakta ama bu
kurtuluş aynı zamanda onu varoluşun özünden uzaklaştırma�tadır.
insan din yoluyla kaybettiği öze yeniden ulaşmaya çalışmak­
tadır.
Bataille hu özlü araştırmasında Hegel felsefesiyle antropolojik
verilerin bir sentezini yapmaktadır. Bu sentez kutsal ile kutsal-dışı­
nın karşıtlığını içermektedir. Kutsal dışı dünyada insan çalışma yo
luyla kendinin bilincine varır ama aklın düzenlediği sınırlar içerisin­
de kalır. İnsan tini bu sınırlan kabul etmez ve akıl-dışılığın içinde sı­
nırsızlığın kapılarını açmak ister. Bu kapılar kutsal bir dünyaya açı­
lır. Bu dünya çekicidir ama aynı zamanda kutsal-dışı dünya için çok
tehlikelidir.
Bu tehlikeli dünyanın temeli olan din yeniden akılcı sınırların
içine çekilir. Böylece askeri düzen ve endüstriyel gelişme mümkün
olur. Protestan ahlakı kapitalizmin gelişmesinin itici gücü haline
gelir.
'Din Kuramı', d.inin özü olan şenlikse! ve kutsal yapıdan akılcı,
ölçülü ve kutsal-dışı yapıya nasıl ve hangi koşullarda geçtiğini
göstermektedir. Bataille diğer yapıtlarında da yaptığı gibi burada da
egemen din anlayışından farklı bir din anlayışının altını çizmektedir.
"Bu kitap 1 920 yılı Güz ve Kışında Doğu Cephesi'nin

askeri tarihi için önemli bir kaynak olmakla

birlikte asıl Kızılordu'yla işbirliği hakkında birinci


elden bir tanıklık olarak değer taşımaktadır."
Mete Tunçay

''İnkilabı Türkiye Şark Cephesi Kızıl Müfre7.esi"

adlı Türk birliğinin Kızıl ordu Kuvvetleriyle birlikte

Ermenilere karşı savaşını ve Anadolu Hareketini

B o l ş e v i k l e r l e i l i ş k i l e r i a n l a t ı l m a k t ad ı r .

You might also like